Kay bet tik le ri miz - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği

Transkript

Kay bet tik le ri miz - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
indeks
6
8
Portre
Yasemin Oğuz’81
Konuk Yazar
Filiz Akın’61
E
14-16
D
Aktüalite
32
Sağlık
Prof. Dr. Gülsan
Türköz Sucak’81
17-28
Bizim Dünyamız
36
12
Kariyer
İpek Bilgin’73
38
I
N
Dr. Gülseren
Budayıcıoğlu’65
Çocuk
Doç. Dr. Figen
Şahin
Anılarımız
Orhan Oruç
Gurme
Uludağ Kebapçısı
Panoramik Bakış
40
30
i n d e k s
K
S
2
42
Sosyal Sorumluluk
Akın Öngör’63
indeks
3
50
Yayýn Kurulu
Þenol Sarýsoy (‘82)
(Baþkan)
Ayda Uçul (‘81)
(Sekreter)
Zerrin Dağcı Sakarya (‘71)
Füsun Okutan (‘80)
Ayfer Niðdelioðlu (‘81)
Demet Aydýn (‘83)
Ceran Arslan Olcay (‘95)
Ecehan Sakarya (‘04)
Yazý Ýþleri Müdürü
M. Kutluhan Olcay (‘93)
Çevre
Arca Atay
46
54
Moda-tasarım
Pro-fit Neşet Güne
Gezi
Thuya
TED Ankara Koleji
Mezunları Derneği
Dergi Sorumlusu
İlhan Koçak (‘73)
Nazan Önal
Yapým-Baský
Ajans-Türk Basým A.Þ.
Arzu Akgün (Koordinatör)
Ýstanbul Yolu 7. km.
Necdet Evliyagil Caddesi
No:24 06370, Ankara
Tel : +90312 278 08 24
Fax : +90312 278 18 95
Renk Ayrýmý
Filmsan
Okur önerileri ve
yorumlarý için
e-mail: [email protected]
58 62
56
70
Kültür-Sanat
Mustafa Ayaz
72
Uzman Makalesi
Ümit Akdur’71
Yaşam Kalitesi
Mehmet Tümer’81
5000 adet bastýrýlmýþtýr.
Dernek üyelerine
ücretsiz daðýtýlmaktadýr.
Yazýlarýn hukuki mesuliyeti
röportaj sahiplerine
ve yazarlarýna aittir.
Basým Tarihi: 5 Nisan 2010
Yayýn Türü: Yerel süreli - 2 aylýk
I SSN: 1305-5283
68
Kitap
Mesaj Kutusu
Naci Sarıbaş’66
Yönetim Yeri
TED ANKARA KOLEJÝ
MEZUNLARI DERNEÐÝ
Kýzýlýrmak Cad. No: 8
06640 Akay / Ankara
Tel : 444 0 958
Fax :+90.312 418 74 41
www.kolej.org
Ýmtiyaz Sahibi
Ankara Kolejliler
LTD. ÞTÝ. adýna
Bülent Baðdatlý (‘81)
Kültür-Sanat
İnci Demirkol’72
Can Özgün’73
76
Hobi
Ayda Uluç’69
82-84
23 Nisan Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramı
Ankara’da Zaman
86-90
Kampüs
Türk Eðitim Derneði
KAPAK
78
91-93
Spor
94-95
Kaybettiklerimiz
baþkandan mesaj
5
Bahara Merhaba Derken...
Sevgili Kolejliler,
Bülent BAÐDATLI’81
TED Ankara Koleji
Mezunlarý Derneði
Genel Baþkaný
İlkbaharın bu güzel günlerinde, yine dopdolu bir sayıda beraber olmanın
kıvancını ve mutluluğunu yaşıyorum. Özellikle 100. sayının gururunu sizlerle
paylaştıktan sonra, 101. sayı ile yeni bir dönemin başlangıcını yaparken, daha
nice 100 sayılar çıkarmak heyecanını duymaktayız.
Öncelikle, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm dünya çocuklarına
armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor,
Ata’mızı saygıyla anıyoruz.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği olarak, önümüzdeki üç aylık
dönemde yoğun bir tempoya giriyoruz. Sosyal ve kültürel faaliyetlerle dolu
etkinlik programımız netleştikçe sizlere detaylı bilgileri ulaştırmaya devam
edeceğiz.
Geçtiğimiz dönemde düzenlediğimiz etkinliklerden sizleri haberdar etmek
istiyorum. Bu etkinlikleri yalnızca mezunlarımız için değil, mezun adayı liseli
kardeşlerimiz için de gerçekleştirmekteyiz.
8 Ocak Cuma günü Okulumuz lise kısmı öğrencilerine Serdar Bilecen’in
katılımıyla meslek seçimi söyleşisi düzenledik. 5 Mart Cuma günü ise
Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü Uzmanlarından Neslihan Sağlam’ı öğrencilerimizle buluşturduk.
11 Ocak 2010 Pazartesi günü derneğimizin kuruluşunun 42. Yılını kutlamak vesilesiyle yönetim kurulu üyelerimiz ve mezunlarımızla beraber
Ata'mızın huzuruna çıktık. Mozoleye çelenk bırakarak Anıtkabir hatıra defterine Ata’mıza şükran ve minnetimizi sunduk. Aynı günün akşamı tamamı
mezunlarımızdan oluşan Mezunlar Orkestrası, derneğimizin kuruluşunun
42. Yılını kutlamak amacıyla tüm mezunlarımıza unutulmaz bir konser verdi.
14 Şubat 2010 Pazar günü düzenlediğimiz Kartalkaya Turu’nda üyelerimizle beraber keyifli bir Pazar Günü geçirdik. Üyelerimiz Kartal Otel pistinde
kayarak karın tadını çıkardı. 2010 yılı içinde gezi aktivitelerimizin devamı gelecektir.
20 Şubat Cumartesi günü Rollhouse’da Bowling Turnuvası düzenledik.
Turnuvanın sonunda kazanan 1., 2. ve 3. takımlara kupa, en yüksek skorlu
bay ve bayan oyunculara madalyaları verildi. Spor aktivitelerimiz nisanın son
haftasında Ankara Tenis Kulübü’nde başlayacak olan Geleneksel Tenis Turnuvamız ile devam edecektir.
21 Şubat 2010 Pazar günü Eski Lise Binası Konferans Salonu’nda
Olağan Mali Genel Kurul gerçekleştirilmiştir. Disiplin Kurulu asıl ve yedek üyelerinin seçildiği kurulda tüzük değişiklikleri ve personel yönetmeliği kabul edilmiştir.
25 Şubat Perşembe günü, Optimum Sinemaları’nda “Veda” Filmi’ni vizyona girmeden bir gün önce, 18 Mart Perşembe günü ise Akün Sahnesi’nde
“Fosforlu Cevriye Müzikali”ni mezunlarımız ile beraber izledik. Film gösterimlerimiz, mayıs ayında da devam edecektir.
10 Mart Çarşamba günü TED Ankara Koleji Vakfı’nın düzenlediği
öğrenci-mezun buluşmasına katıldık.
Son olarak hepinizi, 30 Nisan Cuma günü okulumuz eski lise bahçesinde düzenleyeceğimiz “Okulumuza Veda” etkinliğine bekliyoruz. Binamız,
TED Üniversitesi olmadan son kez birlikte anılarımızı yaşayalım.
Tüm KOLEJ ailemize sevgi ve saygılarımla…
Bülent Bağdatlı
Genel Başkan
NİSAN2010 kolejliler
konuk yazar
6
Bir Yıldız Masalı
Bir varmış bir yokmuş, çok seneler önce Akın Ailesi’ne, uçsuz buçaksız diye bilinen evrenden, ailenin atalarından,
bütün insanlığın tortusundan bir bebek tasarlanıp gönderilmiş. Baba Sami Bey hâkim, anne Leman Hanım enstitü
mezunu, azıcık konservatuar görmüş modern bir ev hanımı imiş. Bebeğin kulağına “sen bizim Filiz’imizsin” demişler.
Çocuk da “Allah Allah bunlar benim adımı nereden biliyorlar” diye şaşırmışsa da kendini öyle bilmiş. Aslında ne aile,
ne de o kendini tanıyormuş. Zamanla içindeki bilgisayar yardımı ile gözünün kaşının, boyunun posunun ne olduğu
kadar, huyunun, davranışlarının, zaaflarının ve yeteneklerinin ne olduğunu görmüş. Yani aslında kendini seçmemiş,
evren onu tasarlamış. Akıl denen sınırlı bir pusula ile aile, okul, arkadaşlar, kitaplar, deneyimlerle edinilen bilgi ile şansın denetiminde bir yol çizmeyi denemiş. Hayat ne getirirse dememiş. En azından sınırlarını görmüş. Sonunda, Arap
dünyasının “mektup” dediği alınyazısının tümünü değil ama bir kısmını değiştirmenin mümkün olduğunu saptamış.
Yaptığı konuşmalarda öğrencilere “bir an önce kendinizi tanıyın, hedeflerinize odaklanın, gerçekleşmesi bazen
zaman alır, vazgeçmeyin, hızlandırın ve yılmayın”. “İleride en azından “denedim
ama olmadı” dersiniz.” “Hayattaki en kötü şey elli yaşlarında “tüh şunu niye denemedim?” “Niye üstüne gitmedim? Niye küllerimden tekrar doğmayı denemedim
de kabullendim” demektir. Galiba en mühimi kapasitemizle yapabilirliğimizi doğru
değerlendirip elimizde olanlarla bize bir kereye mahsus olmak üzere verilmiş
hayatta; olabilecek en iyisini yapmak. (Şans ve şanssızlık faktörünü de unutmamak lazım.)
Gelelim masalımıza. Filiz küçücük bir çocukken kendini erkek zanneden, zıplayan, hoplayan, ağaçlara tırmanan diğer çocuklara yaramazlıkta liderlik yapan bir
çocukmuş. “Büyüyünce ne olacaksın” diye sorulduğunda “ya bakkal, ya
cumhurbaşkanı” dermiş. Bakkal, leblebi, ciklet, çikolata sahibi olduğu için,
cumhurbaşkanı da bütün bunların ve oyuncakların sahibi olacağını zannettiğinden.
O böyle hayallerle meşgulken, annesi fala baktırmış ve onun özel bir çocuk olacağından ve en çok da yıldız olacağından emin olmuş. Bu yüzden beş yaşlarına
gelen bu yaramaz çocuğa biraz da endişe ile bakıyormuş. Beş yaşlarında annesi
Afyon’da bir öğretmen hastalanınca ona vekâlet ederken, komşu askeri doktorun
emir eri eşliğinde okul müdürünün huzuruna çıkıp “ben okuma yazma biliyorum,
beni okula alın” demiş. “Olmaz” deyip geri yollamışlar. Şansa bakın ki, dönüş
yolunda eğitim müfettişi görmüş bu ağlayan çocuğu ve kucağında götürüp okula
yazdırmış.
Turgutlu’ya geçtiklerinde de “Küçük Mine” diye bir piyes yazdığı için üstün
zekâlı çocuk gibi görüldüğünde, anne içinden “Ben biliyordum o özel ve yıldız olacak” diyormuş.
Filiz AKIN’60
Ammaa… Ankara’ya geldiklerinde ilkokul üçte olan Filiz, artık büyük şehir
şokundan mı, annesi babası ayrılmaya karar verdiğinden mi matematikten ikmale
kalmış. Zar zor pek iyiyle mezun olduğunda on, on buçuk yaşındaymış.
Baba yeterince desteklemeyince geçim derdine düşmüşler; ama anne ne yapıp yapmış (aile mücevherlerini satmış) bütün birikimlerini toplayıp Filiz’i TED Ankara Koleji’ne yazdırmış. Çok güzel bir kadın olan Leman Hanım çektiği maddi sıkıntıdan dolayı dikiş dikmenin zorluğunu bildiğinden, umutlarının çürümesini gördüğünden, sevgili kızının
iyi bir eğitim alıp – o zaman çok geçerli olan - bir yabancı dil bilmenin öneminin bilincinde olarak, aynı kaderi yaşamasını istemiyormuş. İyi ki öyle yapmış. Yapmış da küçük Filiz neler yaşamış…
Orta ve lise kısmının hem yaşça hem fizik olarak en küçük çocuğu olmasının yanı sıra; saçı önü kâkül, arkası erkek
gibi kesilmiş bu sarışın çocuğa hemen “civciv” adını takmışlar. Kolej’in “Alo” denen bir bahçıvanı varmış. Teneffüste
bahçede oynarken ilkokul zili çaldığında Alo onu çalıdan sopasıyla kovalayıp bitişikteki TED ilkokuluna göndermeye
çalışırmış. Ortaokul birde iki zayıfı olmuş karnesinde, çünkü zaten oyuncu olan mizacı yakantopa takılmış. Annesine
götüremiyormuş karneyi. Ağlamış… ağlamış… Annesi onu öyle kıpkırmızı şişmiş gözlerle görünce “Ben her sıkıntıya
sen üzülme diye katlanıyorum. Deli misin? Ben sana güveniyorum. Sen bu zayıfları şişmanlatırsın” diyerek öpmüş.
Keşke tokat atsaymış veya dövseymiş belki tekrar yakantopa dönermiş. Ama annesine karşı kendisini o kadar mahçup hissetmiş ki Füsun diye bir arkadaşına; “Biz aptal mıyız? İstersek yaparız. İkinci karne iftihara geçeceğiz. Ölmek
kolejliler NİSAN2010
konuk yazar
7
var dönmek yok” demiş. Her neyse çok zor da olsa öğretmenlerinin şaşkınlıklarına rağmen ikinci karne iftihara geçmiş. Bir daha da hiç inmemiş o listeden. Ama daha o sene, anne artık okul taksidini ödeyemediği için okuldan almak
durumunda olduğunu söylemiş yönetime. İdare Filiz için çok hayati bir karar almış. “Üzülmeyin siz okutamıyorsanız
biz okutacağız bu çocuğu” demişler. Böylece Türk Eğitim Derneği ona sahip çıkmış ve parasız yatılı olarak okumuş
mezun olana kadar.
Okulum bana ne verdi diye düşündüğümde şöyle sıralıyorum: Ömür boyu öğrenme merakı aşıladı. Her zaman
iyi bir iş bulma imkânımın olması kendime güven duymamı sağladı. (Bu çok büyük bir özgürlük) Bir kolej olarak ülkemin değerlerinden kopartmadığı gibi folklör, ülkemin müziği, şiiri, yazarıyla daha çok bağlanmamı sağladı. O senelerde daha az kişinin bildiği, iyi bir yabancı dil eğitimiyle, herkesten önce dünyayı takip etmemi sağladı ve olayları dünya vatandaşı gibi algıladığım için ayrıcalıklı hissettirdi. Bir de mezuniyetten sonra Türk Eğitim Derneği’nin sıcaklığını
ve aile oluşunu diğer mezunlarla karşılaştıkça daha iyi farkettim. Şöyle bir TED mezunu kişilere baktığınızda çok
önemli mevkilerde “Yıldız” olmuş arkadaşımız o kadar çok ki; demek ki başarı odaklı, çocukları yıldıran değil, motive
eden bir eğitim almışız.
Ankara’dan İstanbul’a ışınlandığımda film film üstüne derken sinemada “Yıldız” yaptılar. Annem haklı çıktı. Sinemayı senelerce önce bıraktığım halde halk tarafından sevildim, en önemlisi saygı duydular. Bana inanan Türk Eğitim
Derneği’ne ve anneme teşekkür borçluyum.
Bitirmeden önce şunu söylemek istiyorum: Ülkemizin şartlarında herkes iyi bir eğitim alma şansı elde edemiyor.
Her ne kadar yetenekli olsalar da TED’in meşaleleri olarak seçilen çocuklarımız bunun bir ayrıcalık olduğunu biliyorlar. Ama en önemlisi verilen burs onlara gösterilen güvenin de işareti. Bu güveni boşa çıkarmayın çocuklar! Sizler de
birer “Yıldız” olun herhangi bir konuda.
“Çoook uzaktalar” demeyin. Eğer TED elinize sihirli değneğe yakın bir imkân verdiyse, yıldız da hemen onun
ucunda. Hedefleyin o siz olun! Biz de yeni meşaleler yakmak için elele verdiğimizde yeni ve daha güzel “Yıldız
Masalları” dinleyelim.
NİSAN2010 kolejliler
portre
8
Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Yasemin Oğuz’81
Hayalini Kurabildiğiniz Mesleği Seçin
H
ayat macerası içerisinde karşılaştığımız bazı insanlar vardır ki; söyledikleri ya da yaptıklarıyla size
yaşam enerjisi verir, hayalini kurduğunuz ama gerçekleştirmeye cesaret edemediğiniz planlarınız
konusunda sizi yüreklendirir. Ne şanslıyız ki; ülkemizin geleceğine yön verecek gençlerimizin büyük bir bölümü,
böyle bir kişinin idari görevde olduğu bir üniversitede eğitim
hayatlarını sürdürüyorlar. Sözünü etiğimiz kişi Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Yasemin Oğuz. Gençlere “hakkında hayaller kuramayacağınız bir mesleği seçmeyin” diyen
Oğuz’la kariyer, başarı, hayaller ve daha pek çok şey hakkında
keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Nasıl bir okul hayatı geçirdiniz? Kariyerinizi şekillendirmenizde nelerin ya da kimlerin etkisi oldu?
İlkokuldan başlayarak genelde oldukça çalışkan bir öğrenciydim; hatta bana “inek” bile denebilirdi. TED Ankara
Koleji’ne, sınavla hazırlık sınıfından girdim. Sanırım okul yaşamımda hatırladığım ve beni etkileyen tüm öğretmenlerimi de
TED’de tanıdım. Hazırlık sınıfı çok önemliydi diye düşünüyorum. Birçok farklı ilkokuldan ve farklı sosyo-kültürel geçmişten
gelen öğrencileri Ankara Koleji ruhunu aşılayarak, aynı düzeye
getirmek ve disipline etmek açısından o bir yıl son derece etkili olmuştu. O sınıftaki öğretmenlerim Sayın Gülden Soysalan ve
Nur Sakızlıoğlu kişiliğimi yapılandırmada çok belirleyici olmuşlardır. Her ikisi de fevkalade düzenli, titiz, zarif ve ilke sahibi
insanlardı. İnsanların dış görünüşleriyle karşılanıp, düşüncelekolejliler NİSAN2010
Her gün karşıma adil karar almamı gerektiren, dürüstlüğümü sınayan, ilkelerimi sorgulatan ve beni tutarlılık kaygısına düşüren
çok sayıda olay ve karar çıkıyor. Bunların bir
kısmında adil olmanın, dürüst davranmanın, ilkeleri korumanın ve tutarlılığın ağır
bedelleri oluyor. Öğrencilerime etik konularını anlatırken hep şunu söylerdim: “Ahlaklı
olmak zordur; bedel ödetir. Ama zaten
kolay olsaydı, herkes ahlaklı olurdu.” Şimdi
bunu yaşayarak deniyorum. Hiç kolay
değilmiş.
riyle uğurlandıklarını içselleştirmemde önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Kültürün ve entelektüel gelişmenin önemini
yaşamıma kazıyan iki öğretmenimi de hiç unutmadım. Sayın
Rüksan Günaysu ve Peter Schooley. Her ikisi de insanları ve
metinleri okumanın önemini ve yöntemini bana öğreterek yaşamımda geniş bir ufuk açtılar. Son olarak yalnız beni değil; yaşamına dokunduğu herkesi dönüştüren efsane öğretmenim Kıvılcım Kamgözen’i anmak isterim. Onu tanıdığım günden bugüne öğrenci olarak, hekim olarak, öğretim üyesi ve üniversite
yöneticisi olarak her eylemimde kendimi ona karşı sorumlu hissettim ve yaptığım her şeye “Kıvılcım Hocam buna ne derdi?
Burada nasıl davranırdı?” diyerek baktım. Sanırım bir öğretmenin öğrencisine aktarabileceği en temel duygu budur. Bugün
de bana “Nasıl bir öğretmen olmak istersin” diye sorulsa,
“Kıvılcım Hocam gibi” derim.
Bu genel yanıta bakınca kariyerimi TED Ankara Koleji’nin
belirlemiş olduğu kolayca görülüyor. Ben TED’i her zaman bir
kalite garantisi gibi algıladım; sanırım toplumda da öyle algılanıyor. Kime TED mezunu olduğumu söylesem beni özel bir
yere koydu; artı bir değer atfetti. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bir TED’li karşısında aynı duyguya kapılıyorum. Her
ortamda uyum gösterebilme, kendini ifade edebilme, öz
güvenli davranabilme ve inisiyatif alabilme gibi sosyal beceriler
konusunda Kolej’in verdiği eğitimin üst düzeyde yetkinleştirici
olduğunu söyleyebilirim.
Uzmanlığınız olan tıp etiği hakkında bilgi verebilir misiniz?
portre
9
Bu alanda yaptığınız çalışmalar nelerdir?
Tıp etiği, tıp teknolojisinin son yıllardaki gelişmesinden kaynaklananlar başta olmak üzere, tıp uğraşının değişik yönlerinin
yürütülmesi sırasında ortaya çıkan değer sorunlarının ve çatışmalarının tartışıldığı, açıklığa kavuşturulduğu ve çözüm yollarının bulunmaya çalışıldığı alandır. Tıp uğraşının her alanında
uğraş kişisinin söylem ve eylemlerinin “iyi-kötü” ve “doğru-yanlış” kavramları çerçevesinde incelenmesi; tıp uğraşının değerlerinin saptanması ve bu konuda meslek kişilerine duyarlılık
kazandırılması da tıp etiğinin tanımı içindedir. Ben bu alanda
genellikle etik metodolojisi, özerklik sorunu ve tıp uygulamasına yansımaları, yaşamın son dönemine ilişkin etik sorunlar,
araştırma ve yayın etiği (bilim etiği), etik danışmanlık ve etik
konsültasyon, genel olarak tıp etiğinin ve özellikle de klinik etiğin eğitimi, psikiyatri etiği ve hasta güvenliği-tıbbi hataların etik
boyutları üzerinde çalışıyorum. Bu arada hekim adaylarına iletişim dersleri veriyorum. Ülkemizde tıp etiği yeni sayılabilecek
bir alan; bu nedenle sağlıklı bir biçimde kurulması için çaba
göstermek gerekiyor. Çalışmalarımı genellikle bu amaç doğrultusunda sürdürüyorum. 2008 Ağustos ayından bu yana
Ankara Üniversitesi’nde Rektör Yardımcısı olarak görev yaptığım için akademik çalışmalarıma yeterince zaman ayıramıyorum; ama alanımdaki gelişmeleri yakından izlemeye çalışıyorum. Öğrencilerimin eğitiminin aksamaması için çok çaba harcamam gerekiyor; alanımda en önem verdiğim konu bu.
İlgilendiğiniz diğer tıp alanları hangileri?
Öğrenim yaşamımın bir döneminde psikiyatri alanında
çalıştım; bu nedenle bu alana ilişkin daha kapsamlı bir bilgim
ve özel bir ilgim var. Psikiyatri etiği üzerine uzun yıllar araştırma
ve bu konuda çok sayıda yayın yaptım. Yaşamının son dönemindeki hastalarla ilgili çalışmalarımda ve hekimlerle yaptığım
iletişim programlarında da bu eğitimimin çok yararını gördüm.
Şu anda bu konudaki çalışmalarıma da bir ölçüde ara vermiş
durumdayım.
Ülkemizde birçok üniversite bulunuyor. Sizce bunlar arasında Ankara Üniversitesi’nin önemi ve farklı yanları nelerdir?
Ankara Üniversitesi Cumhuriyet’in kurduğu ilk üniversitedir.
Ankara Üniversitesi yalnızca Cumhuriyet’in değer ve kazanımlarını korumak ve geliştirmek amacıyla değil; aynı zamanda
ülkemizde çağdaş anlamda bir üniversite modelini örneklemek
üzere düşünülmüş ve yapılandırılmıştır. Birçok fakültesinin
kuruluş tarihi Üniversitenin kuruluş tarihinden eskidir. Bu
nedenle biz Ankara Üniversitesi’ne “oğulları babasından yaşlı
üniversite” diyoruz. Örneğin Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültemizin
adını Atatürk koymuş; binasının projesiyle yakından ilgilenmiştir. Şu anda 14 fakültemiz; 40.000’e yakın öğrencimiz var.
Tıp’tan Ziraat’e, Hukuk’a pek çok alanda öğrenci yetiştiriyor;
ülkemizin geleceğini kuruyoruz. Bunun ne kadar büyük bir
sorumluluk olduğunu takdir edersiniz. Hani Atamızın “... Dinlenmemek üzere yola çıkanlar asla yorulmazlar.” diyen çok
anlamlı bir sözü vardır ya; işte Üniversitemiz onun yaşama geçmiş, elle tutulur hali gibidir. Çoğu birimimizin ışıkları hiç sönmez.
Ankara Üniversitesi, ülkemizin bilimsel gelişmesine de
önemli katkılarda bulunan bir yükseköğretim kurumudur. Gerek
NİSAN2010 kolejliler
portre
10
yayın, gerekse araştırma sayıları bakımından Türkiye’de her
zaman ilk sıralarda yer alıyoruz; ama daha da önemlisi bu araştırmaların sonuçlarını teknolojiye dönüştürme konusunda yaptığımız etkin çalışmalar.
Bir kent üniversitesi olan Ankara Üniversitesi; bu anlamda
önemli bir toplumsal sorumluluğa da sahip. Gerek akademik
personelimizin, gerekse ve özellikle öğrencilerimizin çok sayıda
ve özgün topluma hizmet projeleri yürütmesini hem bekliyoruz
hem de onları yüreklendirip destekliyoruz. Bu alanda ulaştığımız nokta konusunda doğrusu pek de mütevazı olamayacağım; özellikle son birkaç yıldır öğrencilerimizin toplumsal duyarlılığında ciddi bir artış gözlüyorum; bundan gurur duyuyorum.
Ankara Üniversitesi’ndeki rektör yardımcılığı görevinizden
bahsedebilir misiniz? Bir üniversitede idari görevde olmak
kişiye ne tür sorumluluklar yüklüyor?
Rektör yardımcılığı kuşkusuz kişiye ağır sorumluluklar yükleyen, ancak o ölçüde de onurlu bir görev. Ankara Üniversitesi
çok büyük bir üniversite olduğu için bu, tek kişinin üstesinden
gelebileceği bir iş de değil. Şu anda Ankara Üniversitesi’nde üç
rektör yardımcısı bulunuyor. Laf aramızda öteki rektör yardımcımız Prof. Dr. Argun Karacabey de Kolej mezunu. Rektörümüz
Prof. Dr. Cemal Taluğ ise uzun yıllar Kolej’in Bilim Kurulu’nda
görev yapmış değerli bir bilim insanı ve bir fahri Ankara Kolejli.
Kısacası Ankara Üniversitesi şu aralar Kolejlilere emanet.
Benim sorumlu olduğum üç temel görev alanı; akademik
personel, öğrenci işleri ve basın-halkla ilişkiler. Biraz önce
sözünü ettiğim sayıları dikkate alırsanız ne çapta bir işten söz
kolejliler NİSAN2010
ettiğim açık olsa gerek. Ailelerinin bin bir zorlukla, özene bezene yetiştirdikleri evlatlarını bize emanet ettiklerini düşününce,
ne kadar çalışsam yetmez demeden edemiyorum. Bir üniversitede akademisyenler, idari personel mutlu olmalı ve huzurlu bir
çalışma ortamında bulunmalı ki, tüm dikkatini bilime ve eğitime
yoğunlaştırabilsin. Bunu sağlamak da en başta yöneticilerin
ödevi. Kanımca yönetim görevlerinde en önemli iki erdem;
adalet ve dürüstlük. Bir de tabii bu erdemleri sürdürebilmek için
ilkeli ve tutarlı olmak gerekiyor. Bu saydıklarımın tümü de yapması, gerçekleştirmesi, söylemesinden zor olan şeyler. Yönetim görevleri hızlı bir tempo içinde ve çok aktörlü bir ortamda
gerçekleşiyor. Çoğu zaman tüm verilere sahip olamadan, çok
kısa zamanda, çok önemli ve pek çok kişiyi etkileyecek kararlar vermek zorunda kalıyorsunuz. Kuşkusuz ne kadar donanımlı ve hazırlıklıysanız, ekibiniz ne kadar yetkinse o oranda doğru
kararlar veriyorsunuz. Ama hatalar da oluyor. Hataları saptamak, kabul etmek, düzeltmek ya da tazmin etmek de çok
önemli. Belki de bir yönetimin güçlü olup olmadığı hatalara
nasıl tepki verdiğine ve krizleri nasıl yönettiğine bakılarak ölçülebilir. Ankara Üniversitesi’nde bizim en önemli şanslarımızdan
biri, son derece deneyimli ve öz verili bir idari kadroya sahip
olmamız; onlar kurumun yönetsel yapısının belleğini oluşturuyorlar. Şahsen ben akademik yaşamdan üniversitede yöneticilik görevine geçtiğimde onların desteğinden çok yararlandım
ve çok şey öğrendim. Rektör yardımcılığı görevini yıllardır ders
olarak verdiğim etik düşünmenin laboratuvarı olarak yaşadığımı söyleyebilirim. Her gün karşıma adil karar almamı gerektiren, dürüstlüğümü sınayan, ilkelerimi sorgulatan ve beni tutarlılık kaygısına düşüren çok sayıda olay ve karar çıkıyor. Bunların bir kısmında adil olmanın, dürüst davranmanın, ilkeleri korumanın ve tutarlılığın ağır bedelleri oluyor. Öğrencilerime etik
konularını anlatırken hep şunu söylerdim: “Ahlaklı olmak zordur; bedel ödetir. Ama zaten kolay olsaydı, herkes ahlaklı olurdu.” Şimdi bunu yaşayarak deniyorum. Hiç kolay değilmiş.
İleriki günlerde üniversitede hayata geçirmeyi planladığınız projeleriniz var mı?
Öncelikle yukarıda sözünü ettiğim ahlâklı olma konusunun
bir uzantısı olarak erdemli olmak için kahraman olmayı gerektirmeyen bir çalışma ortamı, bir sistem yaratmayı amaçlıyoruz.
Daha somut projelerimize gelince; öncelikle Ankara Üniversitesi’ni toplumla daha çok buluşan bir yapıya kavuşturmak ve
Üniversite bünyesinde üretilen bilgiyi ülke sorunlarının çözümünde işlevsel kılmak amacıyla geliştirdiğimiz projelerimiz var.
Öğrencilerimizin eğitimleri sırasında topluma hizmet projelerinde çalışmalarını özendirecek bir sistem üzerinde çalışıyoruz.
Bu çalışmaların kredili ders olması için düzenlemeler yapıyoruz. Üniversitenin amacı yalnızca meslek edindirme olamaz;
olmamalıdır. Bu bilinçle, Üniversitemizde sanat, spor ve kültür
etkinliklerine de çok önem veriyoruz. Birçok öğrenci topluluğumuz ve çok etkin bir Öğrenci Konseyimiz var. Onların yaptıkları çalışmaları size kendilerinin anlatmasını çok isterdim.
Çağdaş üniversitelerde çalışmaların daha etkili ve verimli
olabilmesi için mükemmeliyet merkezlerinin kurulduğunu biliyor ve bu yönde güçlü merkezler kurmak üzere çalışmalarımızı
hızla sürdürüyoruz.
portre
11
Ankara Üniversitesi iki alanda önemli adımlar atmakta.
Bunlardan biri Çocuk Üniversitesi. Çocuk Üniversitesi, çocukların üniversite ile etkileşim içinde, yaparak, yaşayarak ve eğlenerek; bilimsel ve eleştirel düşünme, yaratıcı olma, yargılama,
sorgulama, soru sorma, merak duyma, sorun çözme gibi
temel yaşam becerilerini kazandıkları yerdir. Üniversitemiz Türkiye’deki ilk Çocuk Üniversitesi’ni kurarak bu alanda öncülük
yapmıştır. Bu projeyi daha da geliştirmeyi hedefliyoruz.
Ankara Üniversitesi aynı zamanda engelsiz bir üniversite
olmayı amaçlıyor. Bu proje kapsamında, tüm birimlerimizi
engelli öğrenci, akademik ve idari personelin rahatça kullanabileceği bir yapıya ve donanıma kavuşturmayı hedefliyoruz.
Ankara Üniversitesi’ne stadyum, yayınevi ve kültür-kongre
merkezi kazandırmak, kentimize Ankara Üniversitesi’ne bağlı
bir tiyatro armağan etmek, Çocuk Hastanesi’ni yaşama geçirmek, yurt dışında Ankara Üniversitesi’nin bir yerleşkesini
açmak, dünyanın önde gelen üniversiteleriyle ortak diploma
programları düzenlemek de sürmekte olan projelerimiz arasında. Yani nasıl ki Ankara’nın gurur duyabileceği bir TED Ankara
Koleji var; gurur duyabileceği bir Ankara Üniversitesi de var.
Örnek gösterilecek kariyere sahip biri olarak gençlere
mesleki yaşamlarında neler tavsiye edersiniz?
TED Ankara Koleji’nde gördüğüm eğitim bana çok önemli
bir şey öğretti ve yaşam bu öğretinin doğruluğunu bana pek
çok kez kanıtladı. Sanırım gençlerle en çok paylaşmak isteyeceğim ve bilmekten en çok yarar gördüğüm şey de bu. Hangi
mesleği seçerlerse seçsinler; o mesleğe ilişkin hayaller kurmalarını ve ancak hakkında hayal kurabildikleri bir mesleği seçmelerini öneririm. Bu seçimin başkaları tarafından değerli, önemli,
anlamlı ya da saçma ve yanlış bulunmasının hiç önemi yok.
Hatta şunu da söyleyebilirim. Bir mesleğe ilişkin artık hayal
kuramadıklarını fark ettiklerinde hemen yeni bir mesleğe ya da
alana yönelsinler. Çağımızda insanların alan değiştirmeleri
artık son derece olağan karşılanıyor; hatta bu konuda yapılan
çalışmalar, bireylerin önemli bir bölümünün etkin çalışma
yaşamlarında en az iki kez mesleki alanlarını değiştirdiklerini
gösteriyor.
Sorunuzun içinde örnek gösterilecek bir kariyere sahip
olduğum vurgusunu yaptınız. Hoş bir iltifat ve öyle düşündüğünüze sevindim; ama aslına bakarsanız benim için bu niteleme, seçimlerimde pek düşünmediğim bir durumdur. Tıp Fakültesinde, en azından benim dönemimde, tıp etiği örnek bir kariyer olarak algılanmazdı. Benim kadar çalışkan bir öğrencinin
nasıl olup da bu alanı seçtiğini ailem dâhil pek çok yakınım,
hocalarım anlayamadılar; sorguladılar. Oysa bilir misiniz;
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tıp etiği öğretmeye başladığım 1995 yılından bu yana bütün bordrolarımı saklıyorum.
Üniversite yönetimi bir gün üste para verip yapacağım bir iş
için bana aylık ödediklerini fark edip de verdikleri maaşı geri
isterlerse; verdiklerinden fazlasını geri ödemek zorunda kalmayayım diye. Ben gençlerin hepsinin böyle bir işe sahip
olmalarını isterim. Bunun yaşamdaki en büyük ödül olduğunu
düşünüyorum. Eğer gençler, kendilerini böyle hissettirecek
mesleği bulabilirlerse ki sanıyorum bir eğitim kurumunun en
önemli ödevi bu konuda yol gösterici olmaktır; artık onlara
“çok çalışın”, “yenilikleri izleyin”, “yaratıcı olun”, “kendinize
güvenin” gibi öğütler vermemize gerek kalmayacaktır.
Özel ilgi alanlarınız nelerdir? Neler yapmaktan keyif alırsınız?
Kitap okumak, müzik dinlemek, film ve oyun izlemek gibi
herkesin yapmaktan hoşlandığı şeylerin yanında; briç oynamaktan, yüzmekten, değişik tatlar denemekten keyif alırım.
Öyküsü olan insanları dinlemeyi severim; bunu zaman zaman
otobiyografileri okuyarak da yapabiliyorum, ama asıl sevdiğim
yüz yüze dinleyebildiğim insanların öyküleri.
TED Ankara Koleji’ndeki yıllarınızla ilgili bizlere neler söylemek istersiniz?
Aslında pek bir şey söylemek istemem; çünkü bence Kolej
anlatılmaz, yaşanır. Belki şunları söylesem Kolej yıllarım hakkında okuyucu bir fikir edinebilir. Hâlâ Kolej Marşı’nı söylerken içim
titrer; gerçi Kolej maçına gitmeyeli çok oldu, ama yine de hem
Kolej temposunu çok uzun sürdürebilirim, hem de hâlâ etkili
ıslık çalabiliyorum; kızımın Kolej dışında bir okulda okumasını
düşünmedim bile ve bugün O, liseyi bitirirken ne kadar doğru
yaptığımı görmekten mutluyum. Kolej’deki sınıf, dönem ve okul
arkadaşlarımla görüşmeyi sürdürüyorum; Türkiye’nin her yerindeler ve çok başarılılar; onlarla gurur duyuyorum. İş yaşamımda Kolej yıllarında iliklerime işlemiş olan iç disiplin, hem başarımın en temel kaynaklarından biri oldu, hem de buna tanıklık
eden kişilerin takdirini kazandı. Bugün Kolej’in kalabalık, Kolej
disiplininin katı olduğu yönündeki eleştirilere verilecek tek yanıtım olabilir; Fred Ebb’le John Kander’in sözlerini yazdığı New
York New York şarkısında Frank Sinatra’nın söylediği gibi “If I
can make it there / I’ll make it anywhere”.
Prof. Dr. Yasemin OĞUZ’81
27 Temmuz 1963 tarihinde Ankara'da doğdu. 1974 yılında
Çankaya İlkokulu'ndan, 1981 yılında TED Ankara Koleji'nden,
1987 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu.
1990 yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nün Tıp
Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı'nda Deontoloji ve Tıp Tarihi alanında açtığı doktora programına başladı. 29 Eylül 1994 tarihinde
"Psikiyatride Onam ve Aydınlatılmış Onam: Etik, hukuk ve bilim
açısından" başlıklı tezini savunarak "Bilim Doktoru" unvanını aldı.
17 Ocak 1995 tarihinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Deontoloji Anabilim Dalı'na Öğretim Görevlisi olarak atandı. Haziran 1998 döneminde yaptığı başvuru sonucunda 03.11.1998
tarihinde doçentlik sınavına girerek doçent sanını aldı. 2004 yılında profesörlüğe yükseltildi. 2001-2002 öğretim yılında Minnesota Üniversitesi Biyoetik Merkezi’nde biyoetik alanında bir yıl süreli doktora sonrası uzmanlık eğitimini tamamladı. Halen Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı'nda görevli
olup öğretim ve araştırma çalışmalarını sürdürmektedir.
15 Ağustos 2008 tarihinde aynı üniversitede Rektör Yardımcılığı görevine atanmış olup, bu görevini de sürdürmektedir. İyi
derecede İngilizce, orta derecede Latince, Fransızca ve Rusça,
başlangıç düzeyinde Almanca bilmektedir. Evli ve bir kız çocuk
annesidir.
NİSAN2010 kolejliler
kariyer
12
İpek Bilgin’73:
Tiyatro Bilgim Televizyon
Dizilerinde Geçerli Olmuyor
Oyunculukta neredeyse hiçbir konuya kapalı kalmamanız gerekiyor. Dolayısıyla her şeyle
ilgilenmeye çalışıyorum. Oyuncu; duygularını ve hallerini kamusal yaşadığından, elimden
geldiği kadar da özel hayat diye bir şey bırakmamaya çalışıyorum.
kolejliler NİSAN2010
kariyer
13
Aldığınız ödüllerden bahsedebilir misiniz? Ödüllerin bir
sanatçının hayatındaki yeri sizce nedir?
2000 yılında Sanat Kurumu’nun verdiği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldım. Bu ödül beni şaşırtmıştı. Çünkü siz normal
olarak bir şeyler yapıyorsunuz, bunun ödül gibi bir sonucu
olduğunu hiç kafamda birleştirmemişim. Yine de benim için tatlıydı.
Bir sanatçı olarak sizi besleyen şeyler nelerdir ve özel
hayatınızda neler yapmaktan keyif alırsınız?
Okumak, seyretmek ve bilgili kişilerle sohbet etmek beni
besler. Özel hayatımda da bunları yapıyorum zaten. Oyunculukta neredeyse hiçbir konuya kapalı kalmamanız gereklidir.
Dolayısıyla her şeyle ilgilenmeye çalışıyorum. Oyuncu, duygularını ve hayallerini kamusal alanda yaşadığından, ben de elimden geldiği kadar özel hayat diye bir şey bırakmamaya çalışıyorum.
K
endisini tiyatro sahnesinde, filmlerde ya da dizilerde seyreden herkesin oyunculuğuna hayran kaldığı usta bir sanatçı İpek Bilgin. Üstlendiği her rolün
altından başarıyla kalkan Bilgin, şu sıralar “Ezel”
dizisindeki rolüyle büyük beğeni topluyor. DOT
Tiyatrosu’nun “Pornografi” adlı tiyatro oyununda da rol alan
Bilgin, yoğun çalışma temposu içinde bizlere vakit ayırdı ve
sorularımızı yanıtladı.
Sanat hayatınıza nasıl ve ne zaman başladınız? Kendinize
örnek aldığınız ya da etkilendiğiniz sanatçılar oldu mu?
Tiyatroya 1983 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda başladım. Sanat hayatım boyunca aşağı yukarı tüm dünya oyuncularından etkilenirim, hepsini onlarla konuşmadan anlamaya
çalışırım.
Tiyatro sahneleri dışında televizyondaki projelerde yer
almanız nasıl gerçekleşti?
Tanıdıklar sayesinde.
Size teklif edilen rolleri seçerken neleri göz önünde bulundurursunuz?
Bugüne kadar “kendime göre iyi bir senaryo ya da tiyatro
metni nasıldır?” sorusuna bir cevap geliştirdim. Birincisi buna
göre, ikincisi de birlikte çalışacağım kişilere göre seçerim.
Rolün daha evvelce oynamadığım türden olması da tabii ilgimi çeker.
Şu anda devam eden diziniz Ezel çok ilgi gören bir dizi
oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz? Siz projeye nasıl dâhil
oldunuz ve sette nasıl bir çalışma ortamınız var?
Ezel sanıyorum, senaryonun heyecanlı olmasından ve
arkadaşlarımın işlerini iyi yapmalarından başarılı oldu. Yine de
ben televizyon işlerinden pek anlamadığımı söyleyebilirim.
Tiyatro bilgim dizilerde geçerli olmuyor. Seyircinin niye birini
değil de diğerini seçtiğini tam olarak anlamıyorum. Ben çalışacağım projeyi, prodüksiyon şirketine, sonra da çalışacağım
oyuncu arkadaşlarıma göre seçiyorum. Öyle seçtiğim için de
şimdiki set hayatı anlaşabileceğim kişilerle eğlenceli geçiyor.
Gündeminizde olan ya da ileride gerçekleştirmeyi istediğiniz başka projeler var mı?
İleride çok inandığım bir sinema yönetmeni ile bir film yapmak istiyorum. Bir de televizyon dizilerinden ziyade, gençlerle
İstanbul DOT Tiyatrosu’nda oyun yapmak.
Son olarak TED Ankara Koleji yıllarınızla ilgili olarak sizden
birkaç cümle alabilir miyiz?
Okul yılları eğlenceliydi. Arkadaşlıklar güzeldi. Tiyatro
kolunda çalışmak başka türlü yaşamlar olduğunu bana göstermişti. Sıkıcı derslerden muaf oluyordun ve bir şeye muazzam
yoğunlaşıyordun. Bana sevdiğin bir şeye yoğunlaşmanın ve
yaşamını öyle geçirmenin mümkün olacağını gösterdi.
İpek BİLGİN’73
İlk, orta ve liseyi TED Ankara Koleji’nde okuyan Bilgin,
1973’te mezun oldu. Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü
ve Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü bitirdi. 1983’ten
beri Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuk ve yönetmenlik yapıyor.
1990’da Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde ders vermeye
başladı ve on yıl kadar sürdürdü. Mersin ve Anadolu Üniversitelerinde dersler verdi. Son yıllarda da İstanbul’da özel dersler veriyor. Oyunculuk kitapları çeviriyor ve halen İstanbul’da DOT Tiyatrosu’nda çalışıyor. Şu anda oynadığı oyunun adı ise “Pornografi”.
Hırsız-Polis, Bıçak Sırtı dizilerinde rol alan İpek Bilgin’in “Çinliler
Geliyor” ve “İki Genç Kız” adlı iki sinema filmi bulunuyor.
NİSAN2010 kolejliler
aktüalite
14
Tüm Dünya Çocuklarının Ortak Bayramı
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki ulusal kurtuluş
mücadelemizin kurmaylarının elde ettiği ilk başarılardan
biridir Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması. Bundan
tam 90 yıl önce açılan bu büyük Meclis’te, Kurtuluş
Savaşı mücadelemizin gidişatını belirleyecek çok önemli kararlar alınmıştır. TBMM’nin açıldığı bu özel gün Ulu
Önder Atatürk tarafından tüm dünya çocuklarına bayram olarak armağan edilmiştir.
“Bugünün küçükleri yarının büyükleridir.” diyen
Ata’mız, bu nedenle ülkemizi çocuklara ve gençlere
emanet etmiştir. Ulu önder, çocukları modern Türkiye’nin geleceği olarak görmüş ve çocuklarını iyi yetiştiren toplumların geleceği olabileceğini ve çağdaş yaşam
düzeyine ulaşabileceğini her fırsatta vurgulamıştır.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm
dünya çocuklarına armağan edilen tek bayramdır.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, çeşitli etkinliklerle okullarda,
sokaklarda ve stadyumlarda kutlanarak, ülkemiz ve
dünya çocuklarını bir araya getirecektir.
23 Nisan günü, siz de yaşınız ne olursa olsun içinizdeki çocuk için sokaklara çıkın ve bayramlarını kutlayan
çocuklara katılın.
Tüm çocukların, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı kutlu olsun.
Sağlıklı Günler Dileğiyle…
Kaybedince değerini anladığımız şey nedir? diye bir
bilmece sorsalar cevabı herhalde “sağlığımız” olurdu.
Ne yazık ki biz insanlar sağlığımızın kıymetini, bedenimizden işlerin kötüye gittiğini anlatmaya çalışan işaretler
gelmeye başlayınca, daha da kötüsü o işaretlere aldırış
etmeyip yataklara düşünce anlıyoruz.
Hâlbuki yaşamdan zevk alabilmenin ilk kuralı sağlıklı olmaktan geçiyor. Yaşamak, öğrenmek, çalışmak, sevdiklerimizle mutlu ve uzun bir hayat sürmek, hayalini kurduğumuz şeyleri yapabilmek için sağlıklı olmak gerekiyor. Bir de madalyonun öbür yüzü var; yani ihmalkârlıklarından değil de, istedikleri ve hakları olduğu halde,
içinde bulundukları kötü yaşam koşulları ve imkânsızlıklar nedeniyle sağlıklarını kaybeden insanların olduğu
gerçeği.
Bütün bunları düşününce Birleşmiş Milletler Örgütü
tarafından insanların sağlık kurallarını öğrenmesi ve sağlıklı yaşama bilincine kavuşması için 7-13 Nisan tarihleri
arasında kutlanan Sağlık Haftası’nın önemi daha da artıyor.
Sağlık ve onunla ilgili konuların geniş halk kitlelerine
ulaşması için etkinliklerin gerçekleştirildiği bu haftanın
önemi umarız yılın her gününe yayılır. Önce kendiniz
sonra da sizi seven herkes için kendinize iyi bakın!
kolejliler NİSAN2010
aktüalite
15
Ankara Baharı Müzikle Daha Güzel
Sevda Cenap And Müzik Vakfı tarafından yıllardır
“Ankara Baharı Müzikle Daha Güzel” sloganıyla baharı
müjdeleyen Uluslararası Ankara Müzik Festivali, bu yıl 530 Nisan 2010 tarihleri arasında 27. kez gerçekleştirilecek.
Festival, Türk sanatçıların yanı sıra Fransa, Rusya,
İsrail, Bulgaristan, Litvanya, Almanya, Japonya, Avusturya, Kore, İspanya ve Finlandiya’dan yaklaşık 350
sanatçının katılımı ile 2010’da da uluslararası çizgisini
koruyacak. Avrupa Festivaller Birliği üyesi festival, gençlere yönelik yedi etkinliğini Vakfın Türkiye temsilcisi olduğu Uluslararası Dünya Gençlik Müzik Örgütü çatısı altında, bir etkinliğini de Avrupa Yayın Festivali kapsamında
gerçekleştirecek.
Başladığı günden bugüne aynı kalite ve çizgiyi
devam ettirerek ve yepyeni içeriklerle zenginleşen festivalin izleyicileri bu sene de müzik dolu günler geçirecek
ve birbirinden değerli sanatçıları izleme ve dinleme fırsatı bulacak.
Başkentin yedi konser mekânında Ankaralı sanatseverlere müzikal bir bahar yaşatacak festival hakkında
detaylı bilgi için www.ankarafestival.com adresini ziyaret
edebilirsiniz.
Trafikte Can Kayıplarına Son!
Trafik; insanların, hayvanların ve araçların karayolları
üzerindeki hal ve hareketleri olarak tanımlanıyor. Peki,
adını sıkça duyduğumuz trafik canavarı kim? Bu soru-
nun cevabını; biz insanların kendi hatalarımızı üstlenmeyip, sebep olduğumuz kazaların, insanların hayatlarını
kaybetmelerinin ve bunların sonucunda yaşanan olumsuzlukların suçunu üzerine atmak için uydurduğu karayollarının korkulu rüyası.
Ne yazık ki trafik kurallarını hiçe sayıp, araçlarımızı
aklımızın estiği gibi kullanan, alkollü bir şekilde direksiyon başına geçen hem de arka koltukta en yakınlarımız
otururken ve nasıl olsa polis görmez diyerek kırmızı ışıkta geçip kötü sonuçlara yol açanlar biz insanlarız.
Belki kötümser bir tablo çizdik ama kendimizle yüzleşmemiz ve hatalarımızı kabul etmemiz gerekiyor. Trafik
kuralları denenerek oluşturulmuş kurallardır, insanların
acı tecrübeler sonucunda oluşturduğu kuralları yeniden
test etmenin bir anlamı olmayacağı kesin.
Her yıl 1-7 Mayıs tarihleri arasında kutlanan, gerek
sürücülere gerekse yayalara trafikle ilgili bilgilerin verildiği Trafik Haftası vesilesiyle bütün bunları yeniden hatırlatmak ihtiyacını duyduk. Hepinize kazalardan uzak, sevdiklerinizle beraber mutlu bir hayat diliyoruz.
NİSAN2010 kolejliler
aktüalite
16
Hep Birlikte Nice 19 Mayıs’lara
Tarihimizde coşkuyla kutladığımız ve nesilden nesile
gururla anlatacağımız pek çok özel gün vardır. Bu günlerden biri de, belki de en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı 19 Mayıs 1919'dur. Bu tarih,
bağımsız Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başlangıcıdır.
Bundan tam 91 yıl önce Samsun’da 19 Mayıs günü
Ata’mızın ve ona inanan silah arkadaşlarının başlattığı
ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, erkek, kadın, yaşlı,
genç, çoluk-çocuk hep birlikte kazanılan Kurtuluş Savaşı sonunda; çağdaş, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Fedakârlıklarla kurulan bu Cumhuriyeti Ulu Önder
Mustafa Kemal Atatürk, onu en iyi şekilde savunacağına
ve koruyacağına inandığı Türk Gençliği’ne emanet etti
ve gençliğe olan güvenini de her fırsatta dile getirdi.
19 Mayıs, 1938 yılından bu yana her yıl “Gençlik ve
Spor Bayramı” olarak yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanmaktadır. Atatürk’ün bir söyleşisi
sırasında: "Ben 19 Mayıs'ta doğdum" demesi sebebiyle
de 1981 yılında "Atatürk'ü Anma Günü" de eklenmiştir.
Her yıl coşkuyla kutladığımız bu ulusal bayramımız
vesilesiyle Ata’mıza, silah arkadaşlarına, hayatlarını hiçe
sayarak bu vatan uğruna savaşan askerlerimize ve
vatan savunmasına katkıda bulunan fedakâr Türk ulusuna şükranlarımızı bir kez daha sunuyoruz.
İyi Ki Varsın Anne…
Anne… Sımsıcak, içimizi ısıtan ve kendimizi güvende
hissettiren bir sözcük. Bu mütevazı, dört harften oluşan
küçücük sözcüğün aslında ne derin anlamları var hayatımızın her köşesinde.
Annelerimiz; yanında rol yapmadan kendimiz gibi
olabileceğimiz belki de tek insan. İçimizi dışımızı bilen,
yürüyüşümüzden, duruşumuzdan daha konuşmadan
günümüzün nasıl geçtiğini anlayan, nazımızı çeken,
sevincini paylaşıp, üzüntüsünü içinde yaşayan, karşılık
kolejliler NİSAN2010
beklemeden bizi biz olduğumuz için seven sığınılacak
limanlarımız onlar.
Fakat bizler büyüyüp, kendi ayaklarımız üstünde
durmaya başlayınca, bir de evlenip, çoluk çocuğa karışınca onları biraz ihmal ediyoruz ne yazık ki. Onların bizleri ne çok sevdiğini bildiğimizden ve her hatamızı
mazur göreceğinden emin olduğumuzdan mıdır? nedir
onlara yeterli vakit ayırmıyoruz.
Oysaki doğduğumuz andan itibaren her başımız
sıkıştığında yardıma çağırdığımız annelerimiz, yaşları
ilerledikçe bizim sevgimize ve ilgimize daha çok ihtiyaç
duyuyor. Mayıs ayının ikinci pazarı kutlanacak Anneler
Günü vesilesiyle onları ne kadar çok sevdiğimizi bir kez
daha gösterelim. Telefonla arayarak değil, evlerine giderek, onlara sarılarak ve gözlerinin içine bakarak onları ne
kadar çok sevdiğimiz söyleyelim.
Artık aramızda olmayan ya da bizden çok uzakta
yaşayan annelerimiz içinse bir arkadaşımızın annesini
ya da huzur evlerinde çocuklarının ziyaretini dört gözle
bekleyen büyüklerimizi ziyaret edebiliriz.
Fedakâr annelerimiz iyi ki varsınız, Anneler Gününüz
kutlu olsun!
bizim dünyamız
17
Radyo TED’den Sesleniyoruz
En büyük hedefimiz bir frekans alabilmek. Şu anki koşullarda bunun
olamayacağını biliyoruz. Bu bir ilk adım, biz devam edeceğinden eminiz.
TED Ankara Koleji öğrencileri Tunç
Siper ve Batuhan Çağatay başta
olmak üzere, 20 öğrencinin katkıda
bulunduğu bir oluşum Radyo TED.
Şu an için kampüste Kolej Sokağı’na
seslerini duyuran gençlerin en büyük
amacı ileride bir frekans alıp, oradan
dinleyicilere ulaşmak. Tunç ve
Batuhan Radyo TED’in devam etmesi için herkesten destek beklediklerini
belirtiyorlar.
Radyo TED nasıl kuruldu?
B.C.: Aslında gerçekten çok basit
bir soru üzerine kuruldu; “Neden
olmasın?” ODTÜ’nün radyo derslerine katılmıştım. Ardından okulumuzda
da bir radyonun olabileceği fikrini
arkadaşlarımla paylaştım, daha sonra da okul yönetimiyle konuştuk. Radyonun oluşumu bu şekilde ilerledi.
Radyoda kimler görev alıyor? Hangi saatlerde yayın yapılıyor?
B.C.: İlk başta 5-6 kişilik çekirdek bir grup oluşturduk. Daha
sonra kadrolaşmak için radyoya Dj alımı yapmaya karar verdik.
Bunu için Kolej Sokağı’nda stant kurduk, anket yaptık ve
Dj’lerin müzik bilgilerini ölçmek için bir müzik quiz’i yaptık. Şu
an radyoda 20 arkadaş görev yapıyoruz. Okulda olduğumuz
için sürekli yayın yapabilecek bir durumda değiliz. Ne zaman
yayın yapabilirdik? Teneffüslerde. Böylece günü ikiye böldük;
öğleden önceki teneffüslerde bir Dj, öğleden sonrakilerde bir
Dj yayın yapıyor.
T.S.: Yayın saatlerini çoğaltmak için bir arkadaşımız yayın
yaparken diğerinin de başka bir günün yayını kaydetmesini
sağlayacak bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Yakında o sistemi
devreye sokacağız, fakat ondan önce yayın kaydetmek için
gerekli olan ekipmanlara ihtiyacımız var.
Radyonuzun yayın programında neler var? Bugüne kadar
yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
B.C.: Müzik yayınında herkesi mutlu etmek zor çünkü herkesin farklı müzik zevki var. Bunun için bir anket düzenledik ve
oradan çıkan sonuçlara göre herkesi memnun edecek bir
yayın akışı oluşturduk ve isteyenlerin dinlemesi için de Kolej
Sokağı’ndan yayın yapmaya devam ettik. TED Radyo olarak
kısa sürede güzel organizasyonlar yaptığımıza inanıyoruz.
Okulumuza gelen ünlülerle söyleşiler yapılıyor. Karaoke günü
yaptık, çok keyifli geçti. Sevgililer Günü’nde aşk şarkıları çaldık.
Spor Kulübü’nün A takımları geldi, onlarla söyleşiler yaptık.
Öğrenci arkadaşlarımızın doğum günlerini kutlamaya çalışıyoruz. Kendimize yüklediğimiz bir misyon var. Okulun diğer
kulüpleri, gazetesi, öğrencileri ve spor
kulübü arasında köprü olmaya çalışıyoruz.
Öğrencilerin ve okul yönetiminin ilgisi
nasıl?
B.C.: Öğrencilerin ilgisi her geçen
gün artıyor. Facebook’ta grup açtık, şu
an 600’den fazla takipçimiz var. Radyomuzda neler dinlemek istediklerini soruyoruz. Onlar da yazıyorlar. Yayın çizgisi
doğrultusunda onların isteklerini de
programa alıyoruz. Okul yönetimi çok
destek oldu. Radyonun başlangıcında
0’dık diyebiliriz, şu an bilgisayardan yayın
yapıyoruz.
T.S.: Biz bu işe başlarken zaten okul
yönetiminin desteğini arkamıza almıştık.
Radyo grubunda okul öğrenci divanından bir arkadaşımız da yer almakta.
Kısacası radyomuz, her aşamasında
okul yönetimini bilgilendirerek ve onların desteğini arkasında
hissederek ilerliyor.
Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?
B.C.: En büyük hedefimiz bir frekans alabilmek. Şu anki
koşullarda bunun olamayacağını biliyoruz. Bu bir ilk adım, biz
devam edeceğinden eminiz. Üniversite olduktan sonra radyo
açılır ama Radyo TED’in tepeden düşmesini istemiyoruz. Bizim
şu an için asıl yapmak istediğimiz şey radyonun dinleyici alt
yapısını oluşturmak.
Şöyle düşündük; Kolej’de 12.000 öğrenci arkadaşımız var.
Bu 12.000 kişi radyo literatüründe A-B dinleyici olarak geçiyor.
Böyle bir potansiyeli kullanmamak yazık olur. Radyomuzu önce
internete sonra da frekanslı yayına taşımak istiyoruz.
Radyonun size kattıkları nelerdir? Son olarak TED Ankara
Koleji’nde öğrenci olmak nasıl bir duygu?
B.C.: Radyonun okul yönetimiyle ilişkiler de bilgilenme de,
sosyalleşme açısından çok fazla şey kattığını düşünüyorum.
TED Ankara Koleji’nde öğrenci olmak ise kesinlikle paha biçilemez bir şey. Başka bir okulda olsaydık belki radyo kurabilecek imkânlarda olamayacaktık. Okulumuz her şeyiyle bir aile.
T.S.: TED Ankara Kolejli olmak bir ayrıcalıktır. Radyomuzun
kurucularından biri de TED Ankara Koleji yönetimidir diyebiliriz
bir anlamda. Kendimi bu ailenin bir ferdi olduğum için çok şanslı hissediyorum.
NİSAN2010 kolejliler
bizim dünyamız
18
Nice 100. Sayılara…
Her yeni sayısı titizlik ve büyük bir keyifle hazırlanan TED Ankara Koleji mezunları ve sevenlerinin
buluşma noktalarından biri olan Kolejliler Dergisi’nin 100. Sayısı özel bir geceyle kutlandı. 10 Aralık günü Torch’ta düzenlenen kokteyl, yıllar boyunca dergiye emek veren herkesi bir araya getirdi.
Başkan Bülent Bağdatlı ve Kolejliler Dergisi
Yayın Kurulu Başkanı Şenol Sarısoy’un birer
konuşma yaptığı geceyi TED Ankara Koleji
Mezunları Derneği Sosyal ve Kültürel Etkinlikler
Çalışma Grubu Başkanı Levent Özel sundu.
Gecede ayrıca derginin önceki sayılarından itibaren emeği geçenlere ve Dernek eski yönetim kurulu başkanlarına plaketleri verildi. Kokteyl keyifli
anlara sahne olurken, tüm Kolejliler, bu özel gece
vesilesiyle bir arada olmanın mutluluğunu yaşadı.
kolejliler NİSAN2010
bizim dünyamız
19
NİSAN2010 kolejliler
bizim dünyamız
20
Olağan Genel Kurulumuzu Gerçekleştirdik
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği 2009 yılı Olağan Genel
Kurulu, 21 Şubat 2010 Pazar günü TED Ankara Koleji Vakfı Lise
Kısmı Konferans Salonu’nda (Kurtuluş Kampusu) gerçekleştirildi. İstiklal Marşı’nın okunması ve saygı duruşunun ardından
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Genel Başkanı Bülent
Bağdatlı açılış konuşmasını yaptı. Genel Sekreter Kutluhan
Olcay’ın faaliyet raporunu okumasının ardından tüzük değişiklikleri ve personel yönetmeliği kabul edildi. Gün sonunda ise
Disiplin Kurulu asıl ve yedek üyeleri seçimi yapıldı.
Disiplin Kurulu Asıl Üyeleri
1- Ergun ALKAN
2- Celal GÖLE
3- Uğur TOLA
4- Zehra ODYAKMAZ
5- M. HAKAN ÇINAR
Disiplin Kurulu Yedek Üyeleri
1- Refia PALABIYIKOĞLU
2- Mustafa ÜNSAY
3- Atilla BAYINDIR
Mezunlar Orkestrası Yine Muhteşemdi
Şef Ahmet Ünlü yönetiminde çalışmalarını sürdüren
Mezunlar Orkestrası kendilerini dinleyenleri büyülemeye
devam ediyor. Son olarak 11 Ocak 2010 tarihinde MEB
Şura Salonu’nda konser veren orkestra yine muhteşem
kolejliler NİSAN2010
bir repartuvar ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Her
geçen gün daha da profesyonelleşen ve bir sonraki konserleri dört gözle beklenen orkestra dinleyicilerden yine
tam not aldı.
bizim dünyamız
21
Ata’yı Ziyaret
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’nin kuruluşunun 42.
yılı vesilesiyle Anıtkabir’e bir ziyarette bulunuldu. Atatürk’ün
temellerini attığı bir okulun mezunları olarak, her sene olduğu
gibi bu yıl da Dernek üyeleri, minnet ve şükranlarını sunmak
üzere Anıtkabir’deydi.
Dernek Başkanı Bülent Bağdatlı, Anıtkabir Hatıra Defteri’ne
tüm mezunlar adına bir yazı yazdı. 11 Ocak 2010 tarihinde gerçekleştirilen ziyarette katılımcılar hep birlikte mozoleye çelenk
bırakarak, Ata’nın huzurundan ayrıldı.
TED Mezunları Federasyonu Kuruluyor
Kuruluş amacı, TED bilinci ve
aidiyet duygusunu güçlendirmek, mezun dernekleri arasında
dayanışma, paylaşım ve ulusal
çapta TED’in bilinirliğini artırmak
olan, TED Mezunları Federasyonu’nun hedef kitlesi mevcut dernekler ve kurulacak olan mezun
dernekleridir.
Yurt içinde bulunan 22 TED okulu arasında 7 adet,
toplamda ise 10 adet mezun derneği bulunmaktadır.
Derneklerin mezun sayıları 40.000’in üzerindedir ancak,
yeni üye ve daha iyi finansal yapı ihtiyacı bulunmaktadır.
Bu dernekler; TED Karabük, TED Kayseri, TED Batman,
TED Aliağa, TED İstanbul, TED Zonguldak, İstanbul
Ankara Kolejliler, İzmir Ankara Kolejliler, Antalya Ankara
Kolejliler ve TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’dir.
TED Mezunları Federasyonu’nun
hedefi;
Derneklerin irtibata geçebilmesi,
bilgi paylaşımında bulunabilinmesi,
mezun derneği bulunmayan okullarda
mezun derneklerinin kurulmasının sağlanması, mevcut dernek üyelerinin
desteğini alarak derneklerin finansal
gelirlerinin artırılması ve bu doğrultuda etkili tanıtım kampanyalarının yapılması, tüm mezunların irtibat bilgileri ile
TED Mezun Veri Tabanı’nın (TEVET) oluşturulmasını sağlayarak, TED’in tanınırlığının artırılmasıdır.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Genel Kurulu’nda federasyon kurulmasına dair madde onaylanarak
tüzüğe eklenmiş ve Yönetim Kurulu yetki almıştır. Diğer
derneklerde TMF ile ilgili çalışmalar hızla devam etmektedir.
Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Tanıtıldı
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’nin katkıları ile 5 Mart
2010 tarihinde Lise Kısmı Konferans Salonu’nda Ulusal
Ajans’tan Halkla İlişkiler Uzmanı Neslihan Sağlam, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programlarını tanıttı.
Avrupa Komisyonu tarafından gençler için uygulamaya
konmuş bir program olan ve ülkemizde DPT AB Eğitim ve
Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı’na bağlı Ulusal Ajans
tarafından idare edilen “Gençlik Programı”na yapılan başvurular arasından kabul edilen projelere hibe sağlandığını belirten
Neslihan Sağlam, öğrencilerimize proje başvurularının nasıl
yapılacağını anlattı.
Ulusal Ajans ve proje başvuruları için detaylı bilgiye
www.ua.gov.tr adresinden ulaşılabilir.
NİSAN2010 kolejliler
bizim dünyamız
22
Heyecanlı Bir Bowling Turnuvasının Ardından
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği’nin 20 Şubat 2010
Cumartesi günü düzenlediği Bowling Turnuvası geniş katılımla
eğlenceli dakikalara sahne oldu. Turnuva sonunda kazanan ilk
üç takıma kupaları, en yüksek skorlu bay ve bayan oyunculara
ise madalyaları verildi. Pınar Turunçoğlu’nun En Yüksek Skorlu
Bayan Oyuncu, Serhat İpek’in En Yüksek Skorlu Bay Oyuncu
seçildiği turnuvada ilk üçe giren takımların oyuncuları:
1. Takım
2. Takım
3. Takım
Serhat İpek
Kutluhan Olcay
Mehmet Başaran
Güven Gündüz
Ahmet Tanyeloğlu
Toğkan Edik
Pınar Turunçoğlu
Ceyda Edik
Arda Özer
Öykü Yalçın
Mert Sevin
Nurçin Sevin
Emekli Öğretmen Güler İnceoğlu’na Meslek Hizmet Ödülü
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği, bu yılki Öğretmenler Günü’nü Ankara Tandoğan Rotary Kulübü ile
beraber 24 Kasım 2009 tarihinde gerçekleştirdikleri bir
toplantı ile kutladı. Tandoğan Rotary Kulübü Yönetim
Kurulu bu yıl eğitim alanında verilen Meslek Hizmet Ödülü’nü okulumuz emekli öğretmenlerinden Güler İnceoğlu’na vermeyi kararlaştırdı.
Kulüp Başkanı Can Çığırgan açılış konuşmasında
Rotaryenler olarak eğitime verdikleri önemi vurguladı
aynı zamanda bir sivil toplum kuruluşu olan her iki derneğin bir araya gelmesinden onur ve mutluluk duyduğunu
belirtti. Ortaklaşa yapılabilecek pek çok projede TED
Ankara Koleji Mezunları Derneği ile hareket etmek istediklerini de sözlerine ekledi. Çığırgan ayrıca Atatürk’ün
izlediği yolda, ona yakışan mezunlar yetiştiren öğretmenlerimizden birisinin Tandoğan Rotary Kulübü’nden ödül
almasının da kendisini çok onurlandırdığını ifade etti.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Başkanı, yönetim kurulu üyeleri ve eşlerinin katıldığı gecede Başkan
Bülent Bağdatlı yaptığı konuşmada eğitimin ve eğitimde
kalitenin önemine değindi ve okulumuz emekli öğretmenlerinden Güler İnceoğlu’nun bu ödülle onurlandırılmasının tüm TED camiası için hayırlı olmasını dileyerek,
eğitimle ilgili projelerin üzerinde önemle durulmasından
duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Meslek hizmeti ödülünü her iki başkan ve eşlerinin
ortaklaşa olarak takdim ettiği emekli öğretmenimiz Güler
kolejliler NİSAN2010
İnceoğlu ise yaptığı duygusal teşekkür konuşmasıyla
tüm dinleyenleri tekrar öğrencilik yıllarına götürdü. İnceoğlu konuşmasında meslek hayatı ile ilgili deneyimlerini
aktarırken duygu dolu mesajlar da verdi. Toplantının hoş
sürprizlerinden birisi de Güler Hoca’nın mezun ettiği ilk
ve son öğrencilerinden ikisinin konuk olarak kendisini
dinlemesiydi.
Meslek Hizmet Ödülü Nedir?
Rotary Meslek Hizmet Ödülü; mesleğinde başarılı
olmuş, bunu yaparken de meslek etiğini ve meslek onurunu her zaman ön planda tutmuş olan iş ve meslek
sahiplerine verilen bir ödüldür.
Tandoğan Rotary Kulübü’nün 2009-2010 Yılı Hizmetlerinden Bazıları:
• Sağlığa yönelik Toplum Hizmetleri: Geleneksel
Çocuk Festivali düzenleyerek geliri ile Kars Devlet Hastanesi’ne kuvöz hibe edilmesi,
Mamak’taki proje okulunda diş sağlığı taraması,
erken tanı konusunda seminerler, sağlıklı su temini projeleri.
• Gençlere Yönelik Hizmetler: Liderlik seminerleri
düzenlemek, eğitim bursları vermek, uluslararası yaz
kampları düzenleyerek ülke tanıtımına katkıda bulunmak.
• Eğitime Yönelik Hizmetler: Kolay okuma yazma
kursları (KOYE) açarak, okur-yazar sayısının artmasına
katkıda bulunmak, meslek edindirme kursları açmak.
bizim dünyamız
23
En İyi Öykü Ödülü Suzan Bilgen Özgün’ün
Jürisini Ayla Kutlu, Feyza Hepçilingirler ve Cemil
Kavukçu gibi usta kalemlerin oluşturduğu “2009 Özgür
Pencere Kadın Öyküleri Yarışması”nda, jüri üyelerinin
yaptığı değerlendirme sonucunda “Kırmızı Balık” adlı
eseriyle Suzan Bilgen Özgün birincilik ödülüne layık
görüldü. Ödülü ilerleyen tarihlerde yapılacak büyük bir
organizasyonla kendisine takdim edilecek olan Kolejliler
Dergisi’nin eski yayın kurulu başkanı ve 81 mezunumuz
Özgün’ü kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz.
Serdar Bilecen Kampüsteydi
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Sosyal Etkinlik Çalışma Grubu tarafından İncek Kampüsü’nde düzenli olarak gerçekleştirilen “Söyleşi Günleri”ne 8 Ocak 2010 tarihinde Serdar Bilecen’83 konuk oldu. Sahibi olduğu danışmanlık ve eğitim şirketinde satış, iletişim, yaratıcılık, beden dili ve teknikleri
konularında eğitimler veren Serdar Bilecen hayata dair öğütleri “Birinin Hikayesi” adlı kendi hayatından kesitlerle süslediği etkili ve keyifli bir sunumla öğrencilere aktardı.
Sadece öğrencileri değil, salonda bulunan herkesi etkilemeyi başaran Bilecen, Kolej’deki öğrencilik yıllarıyla ilgili anılara da yer verilen sunumu ve konuşması bittiğinde ayakta
alkışlandı.
Kartalkaya’da Kar Keyfi
14 Şubat 2010 Pazar günü günübirlik olarak gerçekleştirilen Kartalkaya
Turu’na Kolejlilerin ilgisi büyük oldu. Yoğun katılımla ve keyifli geçen turda
katılımcılar gün boyu kayak yapmanın tadını çıkardı…
NİSAN2010 kolejliler
bizim dünyamız
24
Kolejliler
Veda’yı İzledi
Optimum Sinemaları’nın Geleneksel Kırmızı Halı Özel Gösterimleri’nde, 25 Şubat
2010 Perşembe günü Zülfü Livaneli’nin
yönetmenliğini yaptığı Veda filmini vizyona
girmeden bir gün önce mezunlarımız ve
dostlarıyla beraber izledik. Ata’mızın hayat
hikâyesinin, çocukluk arkadaşı ve yaveri
Salih Bozok'un gözünden anlatıldığı "Veda"
adlı film Kolejlilerden tam not aldı.
79’lular Yeni Yıla Birlikte Girdi
79 mezunları Niki Restoran’da yaptıkları yeni yıl kutlamasıyla 2010'da da birlik ve beraberlik içinde olacaklarının
mesajını verdiler. Diğer şehirlerden ve yurt dışından katılımlarla birlikte 50'nin üzerinde 79'lu, TED Ankara Koleji 80
mezunu Mehmet Köse'nin sahibi olduğu Niki Restoran’ı
doldurdu. 2003 yılında, 24 sene gecikmeli olarak yapılan
diploma töreninden bu yana dönem arkadaşlarının çoğuna
ulaşan ve her ayın üçüncü perşembesi Torch'ta buluşan
79'lular, 26 Aralık günü unutulmayacak bir gece geçirdiler.
Ayşen Yılmazer’79
80 Grads Year Party Neva Palas’ı Salladı
Kolej’in uslanmaz mezun gruplarından biri olan
80 Mezunları, 2009‘u yine çok keyifli bir şekilde
uğurladı. 19 Aralık 2009 gecesi, Neva Palas’ın ev
sahipliği yaptığı partiye yine aynı dönemden
mezun olan DJ’ler Murat Gül ve Berkand Deva,
çaldıkları birbirinden keyifli parçalar ile renk kattılar.
Gece boyunca, Ankara ve İstanbul’dan gelen
katılımcılar neredeyse hiç oturmamacasına dans
edip hem kurtlarını döktüler hem de birbirleri ile
hasret giderdiler.
Gecenin ilerleyen saatlerinde başka bir davetten çıkan ve Sunullah Başkan eşliğinde partiye
katılan 80-81 mezunlarından oluşan neşeli grup,
eğlencenin tavana vurmasına yol açtı...
Tiyatro sanatçısı, 80 mezunu Murat Atak’ın yaptığı anonslar
ve spontane olarak sergilediği “sıra gecesi” gecenin unutulmaz anılarından biri olarak zihinlerde yer etti...
kolejliler NİSAN2010
Gecenin sonunda mezunlarımız en kısa zamanda tekrar
kavuşmak sözü ile yorgun ama mutlu bir şekilde evlerine döndüler.
Murat Gül’80
bizim dünyamız
25
81’liler Gecesi ve Kolejimize Özlem...
Kolej’in İncek Kampüsü’nde 2003 yılında gecikmiş bir kep
giyme töreninde biraraya gelen 81’liler olarak birbirimizi ne
kadar özlediğimizi fark ettik ve törenin ardından arkadaşımız
Canan Demirdamar’ın düzenlediği “81’liler Buluşuyor” organizasyonu ile başlayan ufak ufak toplanmalar geleneksel yıllık
toplantılarımızın önünü açtı.
Her yıl, yılbaşı öncesi, ön yılbaşı balosu gibi 81’liler gecelerimizi kutlamaya başladık. Bu yılki “ 7.Geleneksel 81’liler Gecesi” buluşmamız da çok renkli geçti. 12 Aralık 2009 Cumartesi
akşamı RV Restaurant’ta Ankara ve Ankara dışından sadece
bu gece için gelenlerle birlikte tam 120 kişi bir araya geldik.
Herkes, her daim olan gençlikleri ve şıklıkları ile göz kamaştırıyordu. Gözlere baktığımızda ise hâlâ o ışıltı duruyor, sanki hiç
ara vermemişiz gibi! Sahi hâlâ o yıllarda mıydık?
Değilsek bile biz bunun o anda pek farkına varamıyorduk.
Hepimiz Kolej yıllarına dönmüştük bile. Geleneksel gecele-
82’liler Torch’ta Buluştu
rimize ilk defa katılanlar ile bu yıl en fazla katılıma ulaştık. Bu da
gösteriyor ki yıllar geçtikçe Kolejimize duyduğumuz özlem, o
günlerin nostaljisi artıyor içimizde
Ne o? Işıklar sönüyor! Ve Geleneksel 81’liler gecemizin
pastası geliyor! Herkes mutlu, herkes gülüyor, ”Her ay toplanalım birbirimize doyamadık” diyenler, kucaklaşmalar…
Ankara dışından gelen sevgili dostlarımızı sevgi ile uğurluyoruz, ama söz veriyorlar Ankara’da ki yıl içi yapacağımız
buluşmalarımıza toplantılarımıza katılacaklar, bizler de İstanbul’da onların ayarlayacağı sürpriz tura katılacağız.
Pastamızı, “81’liler” pastamızı yiyerek tatlı tatlı geceyi noktalıyoruz. Keşke gecemiz bu kadar çabuk bitmeseydi, sohbete, eğlenceye en önemlisi beraber olmaya hiç doyamıyoruz.
Kolejimiz, Kolejlilik ruhumuz sönmeden her daim içimizde…
Dr. Meltem Özen’81
Geleneksel 82 Mezunları gecesi Torch'ta 21 Kasım 2009 tarihinde gerçekleşti. 82 mezunları bir kez daha bir araya gelmenin mutluluğuyla doyasıya eğlendiler. 100’e yakın mezunun
katıldığı gece keyifli anlara sahne oldu.
Erdoğan Dedeoğlu’82
NİSAN2010 kolejliler
bizim dünyamız
Derneğimiz 2010 yılı aidatı 100 TL’dir
26
TED ANKARA KOLEJİ MEZUNLARI DERNEĞİ ÜYELİK ÖDENTİ TALİMATI
Aşağıda işaretlemiş olduğum ödemelerin, aksine talimat vermediğim sürece belirtmiş olduğum kredi kartı hesabımdan Derneğimiz hesabına alacak kaydedilmesini rica ederim.
Üye No
: ……………………………………………………………………
Adı Soyadı
: ……………………………………………………………………
Yazışma Adresi : ……………………………………………………………………
Tel: …………………………………………… Faks:……………………………
GSM:……………………..................E
E-posta: …………………………………………
Aşağıda belirtilen bankaların kredi kartlarına taksit yapılmaktadır.
Maximum
Bonus
World
Wings-Axess
Cardfinans
T. İş Bankası – T.C.Ziraat Bankası- ING Bank
Garanti Bankası – ING Bank – Şekerbank – TEB – Denizbank
Yapı Kredi Bankası – Vakıfbank – Fortis – Anadolu Bank
Akbank
Finansbank
Banka Adı:
……………………………………………………………………
Kredi Kartı Bilgileri:
Son Kullanma Tarihi ve Güvenlik Kodu:
ve
(Güvenlik kodu kredi kartınızın arkasında yer alan rakamın son 3 hanesi)
Geçmiş Yıllara ait birikmiş ödenti borcumu (………………….TL)
Bir defada tahsil edilmesini istiyorum.
10 eşit taksitte ödemek istiyorum.
2010 yılı ödentimi (………………….TL)
Bir defada tahsil edilmesini istiyorum.
5 eşit taksitte ödemek istiyorum.
Ödentilerimi;
Her yılın Mart ayında Peşin olarak ödemek istiyorum
Her yıl 5 eşit taksitte ödemek istiyorum.
Tarih:
İmza:
Ödemelerinizi aşağıdaki banka hesap numaralarımıza yatırmanız veya havale etmeniz de mümkündür.
T. İş Bankası
Ankara
Finansbank
Ankara
Garanti Bankası Ankara
Yapı Kredi BankasıAnkara
Akbank
Ankara
Akay Şb.
G.O.P. Şb.
Kızılay Şb.
Akay Şb.
Bakanlıklar Şb.
4201 - 360 953
1915888
82 – 6296404
69948367
0083032-3
IBAN: TR05 0006 4000 0014 2010 3609 53
IBAN: TR96 0011 1000 0000 0001 9158 88
IBAN: TR26 0006 2000 0820 0006 2964 04
IBAN: TR26 0006 7010 0000 0069 9483 67
IBAN: TR57 0004 6001 5388 8000 0830 32
Nakit ödemelerinizi Dernek Merkezine yapabilirsiniz.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
Kızılırmak Cad. No:8 Kat:2 Kavaklıdere 06640 Ankara Tel: 444 0 958 Fax: 0(312) 4187441
www.kolej.org - [email protected]
kolejliler NİSAN2010
bizim dünyamız
27
Dünyanın Her Yerinden Kolejliler
İle Buluşuyoruz!
Bildiğiniz gibi, TED Ankara Koleji Mezunları Derneği olarak
ana misyonlarımızdan biri okulumuz mezunlarını ve üyelerini farklı platformlarda buluşturmak... İşte bu misyon üzerinden mezunlarımız arasında iletişimi artırmak, mevcut ilişkileri güçlendirmek
ve mezunlarımızın iletişimini sürekli kılmak üzere kurumsal “TED
Ankara Koleji Mezunları Derneği Sosyal Ağı”nı hayata geçiyoruz.
Sürdürülebilir iletişim ağı oluşturarak üyelerimizin kaynaşma
ve birlikteliğini sağlamak, günümüz trend ve teknolojilerine uygun
bir iletişim platformu oluşturmak adına çözüm ortağı olarak XING
gibi dünyanın önde gelen ve Avrupa’nın 1 numaralı iş ağı ile bir
araya gelerek sizin için kurumsal TED Ankara Koleji Mezunları
Derneği sosyal ağını oluşturduk. TED Ankara Koleji Mezunları
Derneği&XING iş birliği ile sadece mezunlarımıza özel kurduğumuz bu iletişim platformu ile siz mezunlarımız hem Kolejliler ile iletişiminizi güçlendirecek, sürekli hale getirebilecek, derneğimizden haberleri çok daha düzenli alabilecek hem de XING’te yer
alan 8 milyondan fazla iş profesyoneli ile tanışma, yeni iş ve proje geliştirme fırsatı yakalayabileceksiniz.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği Sosyal Ağı İle İlgili
Tüm Merak Ettikleriniz
• Bu ağa neden katılmalıyım?
o Hedefimiz kariyer gelişimi odaklı bir iletişim platformu oluştururken, üyelerimizin arasındaki sosyal iletişim ve paylaşımları da
artırabilmek.
o Mezunlarımız gerek yönetici gerekse girişimci olarak iş dünyasında önemli yerlerde bulunmakta. Yeni mezunlarımız ile tecrübeli mezunlarımızı profesyonel hayatta bir araya getirecek bir
buluşma noktası olacak, konusunda uzman olan kişilere hızlı erişim imkânı sunacak ve genç üyelerimizin iş ve kariyer gelişimlerini sağlayacak.
o Uluslararası platformda, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan
ve çalışan mezunlarımız birbirleriyle kolayca iletişime geçebilecek, bu da hem sosyal paylaşım hem de iş geliştirme anlamında
ortam oluşmasını sağlayacak.
• Peki, bu ağda olmak bana neler kazandırır?
Uzman olduğunuz konularda etkin şekilde görüş bildirebilir,
bir ihtiyaç olması durumunda referans kişilerce hiç ummadığınız
yerlerden iş görüşmelerine çağrılabilir, işiniz için yeni proje ve iş
olanakları yaratabilirsiniz. Sektörünüzle ilgili sorularınıza, profesyoneller tarafından kısa zamanda yanıt alabilirsiniz. Grubumuzun
moderatörlerinin zaman zaman sorduğu sorulara yanıt vererek,
çeşitli etkinliklere davetiye veya indirim kazanabilirsiniz.
•Bu ağın kariyerime de bir katkısı olabilir mi?
Günümüz dünyasında insan kaynakları uzmanları işe alım
süreçlerinde sosyal ağları da dikkate almaya başladılar. Binlerce
insan kaynakları uzmanı, danışmanlık şirketlerindeki danışmanlar,
Google üzerinden araştırma yapıp, adayların kariyer profillerine
ulaşabiliyor. Bir CV’den çok ötesini paylaşabileceğiniz bu ağlarda
yer almak kariyeriniz için oldukça önemli. Google'da isminizi
yazıp arattığınızda, eğer sadece Facebook profilinize ulaşılıyorsa,
kariyer odaklı bir profiliniz, “dijital kartvizitiniz” yok demektir. Siz
de, bu ağ sayesinde, profilinizi güncel tuttuğunuz, yaptığınız projeyi, değiştirdiğiniz işi, gittiğiniz eğitimi güncellediğiniz takdirde,
kariyer dünyasında daha görünür olacaksınız.
• Bu ağ sayesinde iş bulabilir miyim?
Xing, bir sosyal ağ. Bu yüzden Kariyer.net, Yenibiris.com,
Monster.com.tr tarzı iş bulma siteleri gibi hizmet vermiyor! Profilinizdeki etiketler sayesinde iş sizi buluyor, eşleştirme yapıyor,
insan kaynakları uzmanlarının iş profilinizdeki ''Sunduklarınız'' ve
''Aradıklarınız'' sayesinde, sizi daha iyi tanımasına yardımcı oluyor.
Yaratacağınız bu doğru profil IK uzmanlarının size ulaşmasını
sağlayabilir, ya da doğrudan iş ilanlarına başvurarabilirsiniz.
• Nasıl Üye Olurum?
Üyelik çok kolay ve ücretsiz!
İlk adım; www.xing.com sitesinde oluşturacağınız bir profil...
Bu profili yaratırken eğitim, iş deneyimi gibi alanları dikkatlice doldurarak öz geçmişinizin kısa bir özetini, İngilizce ve/veya Türkçe
olarak kısa zamanda oluşturabilir, sizi kurumsal hayatta temsil
edecek nitelikte profesyonel görümlü bir fotoğrafınızı ekleyebilirsiniz. Fotoğraf, iş odaklı sosyal platformlarda yüzünüzü tanıtmak
için çok önemli, mutlaka eklemenizi öneririz.
İkinci adım; “Gruplar” bölümünden "TED Ankara Koleji
Mezunları Derneği" diye aratarak veya grubun adresini yazarak
http://www.xing.com/net/tedankarakolejimezunlaridern gruba
üye olabilirsiniz. Tabii gruba üye olmanın en önemli koşulu dernek üyesi olmak…
XING nedir?
Bir kariyer profili üzerinden üyelerine yeni işler, bağlantılar,
proje fırsatları bulmalarına imkân tanıyan, 8 milyondan fazla üyesiyle gerçek bir iletişim ve networking ortamı yaratan XING, dünyanın önde gelen networking platformlarından biri... Bugün 8
milyonu aşkın üyesi bulunan ve 200’den fazla ülkede, Türkçenin
de aralarında yer aldığı 16 dilde yayın yapan XING, Avrupa’nın
lider sosyal iş ağı... XING okulumuzdan, üniversitenizden, sektörünüzden ve Türkiye’den yüz binlerce bağlantı ile tanışma, yeni iş
ve proje geliştirme fırsatları yaratmasının yanı sıra tüm dünyadan
milyonlarca insan ile iş geliştirmek, yurtdışında iş bulmak için
ortam yaratıyor. Sadece iş odaklı bir sosyal paylaşım sitesi olan
XING, iş arayan profesyonele, kişisel markasını güçlendirmek
isteyenlere, işini geliştirmek isteyen patrona, kendi alanındaki
önemli profesyonellerle iletişime geçmek isteyenlere ve eleman
arayan insan kaynakları uzmanlarına önemli bir platform hizmeti
sunuyor. Dünyada borsaya giren ilk ve tek Web 2.0 kuruluşu olan
XING, merkezi Avrupa Birliği içinde faaliyet gösteren bir ülkede
olduğundan üyelerinin veri gizliliğine de çok önem veriyor. Ayrıca XING , “XING Marka Elçileri” programı ile resmi XING etkinlikleri, XING moderatörleri tarafından düzenlenen yerel etkinliklerle
üyelerine yüzyüze tanışma olanağı da yaratarak “online networking” kavramı bir adım öte taşıyor.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği bu
yeni oluşumla yine üyelerini bir araya getirerek Kolej ruhunu devam ettiriyor. Size networking imkânlarını sınırsız bir şekilde
kullanma olanağı yaratacak Xing Premium Üyeliği’ni de size sunmaktan gurur
duyuyor ve bu platformdan birçok
başarı hikâyesinin çıkacağına inanıyoruz.
bizim dünyamız
28
Dergimizin Fikir Babası Arpat’ı Anıyoruz...
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği eski başkanı ve
Kolejliler Dergisi’nin fikir babası Erdal Arpat’ı ölümünün 3. yılında saygı ve özlemle anıyoruz. Derneğimizde 1964-66 yılları
arasında Genel Sekreterlik ve 1981–1989 yılları arasında
Genel Başkanlık yapan Arpat, kişiliği ve çalışmalarıyla ile her
zaman birlikte çalıştığı kişilere örnek olmuştur.
Dergimiz Kolejliler’in bugünkü duruma gelmesinde fikir
babası olarak Arpat’ın büyük katkıları mevcuttur. Arpat, Dernek
bünyesinde böyle bir derginin çıkarılması düşüncesini ilk defa
paylaşmış, hatta ilk sayının oluşmasını bizzat kendi üstlenmiştir. Bu ilk sayı Arpat’ın kendi evinde gazete kupürlerinden elle
dizilerek oluşturulmuş ve basıma hazırlanmıştır. Şu an 101.
sayısını çıkarmakta olduğumuz dergimizin yaratıcısı Arpat’ı, bir
kez daha saygıyla anıyoruz.
Erdal Arpat, 03.07.1944 tarihinde Ankara’da doğdu. 1962
yılında TED Ankara Koleji’nden mezun oldu. Lisans öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra 1969 yılında evlendi ve
yüksek lisans yapmak üzere Amerika’ya gitti. 1971 yılında
Pepperdine Üniversitesi’nden MBA derecesini aldı.
Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli devlet kurumlarında
çalıştı ve son olarak Kalkınma Bankası’nda İştirakler Müdürü
olarak görev aldı. 1984 yılında özel sektöre adım attı. Sanayi
ve turizm sektöründe yer alan önemli firmalarda genel müdür
yardımcılığı ve genel müdürlük yaptı. Bu dönemde, Bilkent ve
Hacettepe Üniversitelerinde yarı zamanlı olarak Turizm Bölümlerinde öğretim görevlisi olarak da çalıştı.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
kolejliler NİSAN2010
!NADOLUØ3IGORTA´DANØKASKOØYAPTÍRÍNØ0RIMINIZIØ
HESAPLARKENØT~MØBILGILERINIZIØHESABAØKATALÍM
%NØEKONOMIKØKOÙULLARDAØSIZIØVEØARACÍNÍZÍØKORUMAØ
ALTÍNAØALALÍM
+AZALARØPAHALÍYAØPATLAMASÍN
PRIML!ERRTÍK
PAHALIÍNIZØDEØ
PATLAM YAØ
ÍYORØ
anılarımız
30
Kolej Çatısı Altında Geçen 40 Yıl
Kolej’in basketbol ve voleybol maçları şimdi de çok keyifli geçer, ama gençler için çok az
seçeneğin bulunduğu, tek eğlencenin maçlar olduğu günlerde şüphesiz daha heyecanlı
müsabakalar yapılıyordu. Çekişme dolu maçlar, bu maçlardan sonra yaşanan tatlı tatsız olaylar, o günlerin en canlı tanıklarından biri olan Orhan Oruç’un hafızasında bugün gibi taze.
S
ımsıkı taş gibi…” diye başlayıp, “Kolej geliyor şimdik” diye biten Kolej maçlarının vazgeçilmez marşı hepimizin kulaklarında çınlar her zaman. Kolej’i
Kolej yapan birlik ve beraberlik ruhunu ateşleyen
bu marş, ne büyük maçlarda söylenip, nesilden
nesile aktarıla gelmiştir. Bu marşı en çok dinleyen ve hatta söyleyen bir büyüğümüz, bu sayımızda dergimizin sayfalarına
konuk oldu. Kolej’de okuyup da onu tanımayanız yoktur elbet.
Kolay değil, tam 40 yılı aşkın bir süre Kolej’e hizmet vermiş,
yüzlerce öğrenci ve büyük takımlara oyuncu yetiştirmiş biri o.
Tahmin ettiğiniz gibi efsane hocalarımızdan biri olan
Orhan Oruç’tan bahsediyoruz.
1940 yılında Kastamonu doğumlu olan Orhan Oruç’un
spora ilgisi lise yıllarında başlar. Okulun basketbol ve voleybol
takımlarında oynuyor ve bütün boş zamanlarını antrenman
yaparak geçiriyordur. Aynı zamanda kulüp takımlarında da
oynamaktadır. Liselerarası basketbol ve voleybol Türkiye birinciliklerine katılır. Lise son sınıfta iken öğretmeninin teşvikiyle
Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’ne müracaat eder
ve imtihanlara girip kazanır. Okulun ve okula bağlı kulübün basketbol ve voleybol takımlarında da oynamaya başlar.
kolejliler NİSAN2010
Basketbol milli takımına çağrılır ama gidemez çünkü aynı
zamanda voleybol milli takımına da çağrılmıştır. Sofya’da yapılan Üniversitelerarası Dünya Şampiyonası'nda ülkemizi temsil
eden takımda yer alır. 1961-1966 yılları arasında Voleybol A Milli Takımı’nda oynar.
Orhan Hoca Kolej’de görev yapmaya başlamasını ise şöyle anlatıyor: “Gazi Eğitim Spor Kulübü’nde oynarken, Kolejliler
Spor Kulübü ile de basketbol ve voleybol lig maçları oynardık.
Bu müsabakalar esnasında kulüp ve okulun yöneticileriyle de
tanıştım. Bana “Okul bitince Kolej’de öğretmenlik yapar
mısın?” dediler. Memnuniyetle kabul ettim ve 1963 yılı Eylül
ayında göreve başladım. 1964-1966 yılları arasında askere gittim. Ordular arası Dünya Voleybol Şampiyonası’nda oynadım.
Askerlik bitince tekrar Kolej’e döndüm.”
Bu arada, Orhan Hoca 1966 yılında evlenir, Pınar ve Banu
adlı iki kızı olur. Her iki kızı da TED Ankara Koleji’nin okul ve
kulüp takımlarında basketbol oynar. Pınar, 1983 yılında yapılan
Dünya Liseler Basketbol Şampiyonası’nda ikinci olan Kolej
takımında da yer alır. Orhan Hoca’nın odasında, kazanılan bu
ikincilik kupasını görmeniz mümkün.
Orhan Hoca, askerden döndükten sonra işe dört elle sarı-
anılarımız
31
lır. Ortaokulda tek erkek öğretmen olduğundan zümre başkanlığı görevini de yapmaktadır ve takımları seçip antrenörlere vermektedir. Kendisi de ortaokulun, lisenin ve de kulübün erkek
voleybol takımlarını çalıştırır. O yıllarda katılımı az olan okullar
arası müsabakalar yapılmakta, Türkiye birinciliklerine de Ankara karması olarak gidilmektedir. Genelde Kolej bütün branşlarda Ankara’yı temsil eder.
Unutulmayan Maçlar
O yıllarda öğrencilerin ilgisini çekecek fazla bir meşgale
yoktur. En büyük eğlence sinema ve maçtır. Öğlen teneffüslerinde sınıflar arası basketbol, voleybol ve yakan top müsabakaları yapılır. Orhan Hoca o günleri şöyle anlatıyor:
“Ankara’da fazla salon olmadığından lig maçları çarşamba,
cumartesi ve pazar günleri ortaokul salonunda oynanırdı. Okullarımızda kız ve erkek 400 yatılı öğrenci vardı. Onlar devamlı
okulda kaldıklarından okulu evleri gibi bilirlerdi. Armağan
Asena’nın antrenörlüğündeki Kolej takımı Erdal, Rüştü, Erdem,
Birol, Seyfi, Savaş, İlker, Mithat gibi oyuncularla modern ve hızlı basketbolun örneklerini sergiliyor ve seyircileri salonlara dolduruyordu. Bilhassa Atatürk Spor Sarayı yapıldıktan sonra yatılı öğrencilerin örgütlemesiyle öğrenciler salonları dolduruyor,
takımlarına büyük tezahüratta bulunuyordu. Yendiğimiz maçlarda sonra Ulus’tan marşlar söyleyerek okula kadar yürürlerdi.
Okullar arası müsabakalara gelince, iddialı maçlarda bilhassa yatılı öğrenciler tarafından bir kaç gün evvelden örgütlenme başlar, kulaktan kulağa yarın okula gidilmeyeceği, maça
kaçılacağı, okul müdürünün de göz yumacağı söylenirdi.
Müdürlerin de ses çıkarmaması neticesinde maça gidilir ve
takımlar desteklenirdi. Maç esnasında karşı tribündeki rakip
seyircilerle önce atışmalar, sonra da kavgalar başlıyordu. Bu
kavgalar genelde yumruk yumruğa idi. Biz öğretmenler de
olayları yatıştırmaya çalışırdık. Maçtan sonra şarkılarla, marşlarla okula dönerdik.
Birkaç gün sonra karşı okulun öğrencileri kız meselesi veya
maçta yediği yumruğun acısını çıkarmak için grup halinde
gelerek okulu basarlardı. Müthiş kavgalar yapardık. Bu kavgalar öğrencilerin öğretmenlerine sevgisini saygısını ve güvenini
artırıyordu. Çünkü yalnız değildiler. Her yerde olduğu gibi öğretmenlerinin korumasındaydılar.”
1937 yılından 2005 yılına kadar Kızılay Kampusü’nde öğretim yapan Kolej’den mezun olan 30 bine yakın öğrencinin okullarını, orada geçirdiği günleri, kavgaları, maçları, aşklarını unutamadıklarını söyleyen Orhan Hoca, eski öğrencilerin dünyanın
en büyük ve güzel okullarından olan İncek Kampusü’ndeki
binaları gördüklerinde bile, nerede eski günler, nerede eski
okulumuz diye özlemlerini dile getirdiklerini ifade ediyor.
Kolej’in Kitaplarda Kalan Tarihini Gün Yüzüne Çıkarıyor…
Antrenörlük yaptığı 40 yıl boyunca voleybol milli takımına
Aziz, Tanju, Uğur, Tuğrul, Aydın, Nuri, Hüseyin, Levent, Oyman,
Ali, Altan, Sinan, Selçuk, Ali Bener, Çağlar gibi sporcular kazandıran Orhan Hoca, 1995 yılında yaş haddinden emekli olunca
yönetime tekrar çalışmak istediğini bildirir. Onlar da kendisinden spor koordinatörlüğü kadrosuyla devam etmesini isterler.
Şu an spor koordinatörü olarak görev yapan Orhan Hoca’nın
TED Ankara Koleji Vakfı Okulları ile Kolejliler Spor Kulübü arasındaki koordineyi sağlamak başta olmak üzere birçok görevi
bulunuyor.
Orhan Hoca, aldığı görev alanında olmasa da kendine ikinci bir iş edinir; Kolej’in kitaplarda olan tarihini gün yüzüne çıkarmak. Önce okul yıllıklarından işe başlar. Okulların bütün arşiv
ve kütüphanelerini, depolarını dolaşır, eski fotoğraflardan tutun
da sporcuların lisanslarına kadar pek çok dokümanı toplar ve
bütün bunlarla ilköğretim ikinci kademede kendisine verilen bir
odayı spor arşivi haline getirir.
Sonsöz Öğrenciler ve Anne-Babalar İçin…
Eskiden spor branşına seçilen öğrencilerin severek antrenmana geldiğini, gelmek istemeyenlerin de zorlamayla getirildiğini ifade eden Orhan Hoca: “Bu bazen sert de olabilirdi. Ama
anne baba ses çıkarmazdı. “Hocam çocuk senin” derdi. Şimdi
öyle değil. En küçük bir zorlamada hemen veli ile karşı karşıya
kalıyoruz. Bu gün spor yapmak, öğrenciler için de kolay değil.
ÖSS ve SBS sınavları çok zamanlarını alıyor, gerektiği kadar
antrenman yapamıyorlar. Öğrenci istese bile dershane yüzünden gelemiyor.” diyor.
Son olarak Orhan Hoca, öğrencilere ve anne babalara sesleniyor: “Boş zamanınızın çoğunu bilgisayar başında geçiriyorsunuz. Hiç spor yapmıyor, yürümüyorsunuz. Bilhassa kız
öğrenciler Beden Eğitimi derslerinde gördüğüm kadarı ile hiç
hareket etmiyorsunuz, hemen yoruluyor, dersi bırakıyor ve kilo
alıyorsunuz.
Anneler ve babalar! Çocuk çocukluğunu yaşamalı, oynamalı, spor yapmalı, bilinçli beslenmeli ve sizler onun bir spor
branşında oynaması için onları teşvik etmelisiniz.
NİSAN2010 kolejliler
sağlık
32
Bir İnsanlık Dayanışması Örneği
Kemik İliği Nakli
Sizi hiç tanımayan biri, zahmetlice sayılabilecek bir işlemle size kemik iliği hücrelerini veriyor. Bu kadar şiddetin, kavga ve gürültünün olduğu bir ortamda din, dil, ırk gözetmeden
dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığı bir kişiye hücrelerini bağışlayan insanlar var. Bu
insanı yaşama bağlayan, etkileyici bir durum. Bazen, kardeş kardeşe bağışlamıyor hücrelerini ama hiç tanımadığı bir kimse bağışlayabiliyor.
H
ematoloji, tıbbın en zor ve yıpratıcı alanlarından
biri. Kemik iliği nakli ise bu uzmanlık dalı içinde
hastalara uygulanan bir tedavi yöntemi. Bu yöntemle, her geçen gün yeni teknolojilerin de geliştirilmesiyle birlikte daha çok hastanın hayatı kurtarılabilmekte. Ülkemizde ise akraba dışı kemik iliği nakli çalışmalarını ruhsatlı olarak yürüten birkaç merkez bulunuyor. Bunlardan biri Gazi Üniversitesi bünyesinde faaliyet göstermekte ve
çok önemli çalışmalara imza atmakta. Merkezin başında ise
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gülsan Türköz Sucak’81 bulunuyor. Ülkemizin bu alandaki en
önemli isimlerinden biri olan Dekan Sucak’a konuyla ilgili
merak ettiğimiz soruları sorduk.
Kemik iliği nakli nedir?
Kemik iliği nakli kısaca, çeşitli nedenlerle kemik iliğinde
kolejliler NİSAN2010
hastalık, doğumsal bir bozukluk, bağışıklık bozukluğu olan kişilerde, sağlam bir kemik iliğini yerine koymak için yaptığımız bir
işlem. Genellikle kan hastalıklarında ve lenfomalarda yapıyoruz. Hastaya başka bir kişiden aldığımız kemik iliğini ya da kendi iliğini nakledebiliyoruz.
Kemik iliği nakline hangi durumlarda ihtiyaç duyulur?
Genellikle iki tip durumda uyguluyoruz. Doğuştan ya da
sonradan kazanılmış bir kan hastalığı, bağışıklık sistemi ile ilgili bir hastalık veya bir metabolizma hastalığı olabilir. Önce altta
yatan hastalığı tedavi ediyoruz, bu hastalıklar halk arasında kan
kanserleri diye bilinen hastalıklar, akut lösemiler, lenfomalar,
bazı bağışıklık fonksiyon bozuklukları, metabolik hastalıklar olabilir. Burada, hasta kemik iliğini bizim ortadan kaldırmamız
gerekiyor, çünkü sorun kemik iliğinde. Hastalıklı kemik iliğinin
yerine konan sağlam kemik iliği ile o organın kan yapım fonksi-
sağlık
33
yonlarının sürdürülmesi amaçlanıyor.Kemik iliği, doku grubu uygunluğu olmak koşuluyla kardeşten
ya da akraba olmayan bir vericiden alınabiliyor.
Bir de ikinci bir durum var;
hastanın kendisinden yaptığımız
“otolog” nakillerde ise kemik iliğinin hasta olması gerekmiyor. Hastalığı tedavi etmek için verdiğimiz
ilaçlar ya da ışın tedavisi kemik iliğini tahrip ediyor. O tahrip etmeyi
ortadan kaldırmak ve primer hastalığı tedavi etmek için verdiğimiz
ilaçları vermeden önce kişinin
kendi hücrelerini dondurararak
saklıyoruz. Gerekli tedaviyi veriyoruz. Bu sırada sakladığımız kemik
iliğini o tedavinin zararlı etkilerinden korumuş oluyoruz, sonra tekrar aynı kişiye veriyoruz.
Hastaya uygun kemik iliği nasıl
ve nereden bulunuyor?
Bu toplumlardaki kardeş sayısı ile çok ilişkili bir durum. Yani bir
başkasından yapılacak kemik iliği nakillerinde, aynı anne babadan doğmuş kardeşler uygun kemik iliğine sahip olma ihtimali
en yüksek kişiler. Çünkü biz doku grubu dediğimiz antijenlerinin bir takımını anneden, bir takımını babadan alıyoruz. Dolayısıyla aynı anne babadan doğmuş kişilerde bu şans daha fazla.
Uygun kemik iliğini 8-9 kardeşli ailelerin olduğu yerlerde
bulmak daha yüksek bir ihtimalken, tek çocuklu ya da az
çocuklu ailelerde bulmak daha düşük bir ihtimal. Genel olarak
hastaların ancak %25-30’unda aile içinden kardeş verici bulabiliyoruz. Aile içinden verici bulunamazsa, o zaman yaklaşık 12
milyon gönüllü vericiye ait doku grubu bilgilerinin bulunduğu
dünya kemik iliği bankalarındaki bilgi sistemlerine İstanbul ve
Ankara’da bulunan iki banka aracılığıyla giriyoruz. Onlar araştırmayı yapıyorlar ve dünyanın herhangi bir yerinde bizim hastamızla doku grubu uyumlu bir verici varsa, akraba dışı vericiden kemik iliği nakli yapıyoruz.
Dünyada aslında akraba dışı vericiden yapılan nakiller kardeş nakillere yetişmiş durumda, sayı aşağı yukarı aynı.
Türkiye’de bu sayıya ulaşamadık, akraba dışı nakil yapılabilen
hasta sayısı çok daha az. Bunun bir nedeni yeterli kemik iliği
ünitesi olmadığı içindi, şu anda 30-32 tane ünite var ama akraba dışı nakil yapma ruhsatı olan merkez az. Bu nedenle arzu
edilen sayılara ulaşamıyoruz. Diğer bir neden de; kardeş vericisi olanlar bile yeterince kemik iliği nakli imkânına kavuşamıyor
ülkemizde. Akraba dışı nakiller emekleme aşamasında ama
gün geçtikçe artıyor. Bizim merkezimizde 2009 yılında 7-8 akraba dışı nakil yapabildik. İlk başladığımızda sayı bu kadar değildi. Türkiye’de ruhsatı olan birkaç merkezden biriyiz.
Kemik iliği naklinin sosyal boyutu beni çok etkiliyor. Her
şeyden önce inanılmaz bir dayanışma örneği. Sizi hiç tanımayan
biri, zahmetlice sayılabilecek bir
işlemle size kemik iliği hücrelerini
veriyor. Bu kadar şiddetin, kavga
ve gürültünün olduğu bir ortamda
din, dil, ırk gözetmeden dünyanın
öbür ucunda hiç tanımadığı bir
varlığa hücrelerini bağışlayan
insanlar var. Bu insanı yaşama
bağlayan, etkileyici bir durum.
Bazen, kardeş kardeşe bile bağışlamıyor hücrelerini.
Bir hastaya kemik iliği naklinin
yapılması kesinleşmişse o
andan itibaren izlenen tedavi
hangi aşamalardan oluşuyor?
Türkiye’de sağlık otoriteleri
bunu gayet güzel düzenlemiş ve
denetlemekte. Bir kimseye kemik
iliği nakli yapmak için birden fazla
onkolog ve hematoloğun bulunduğu konsey kararı gerekiyor, tek bir
hekimin kararıyla olmuyor. Tabii
farklı görüşlerin yansıması, hastanın emniyeti açısından iyi bir şey. Hastaya kemik iliği nakli yapılması gereklidir diye konsey kararı verildikten sonra, hastanın
kendisi de kabul ettiği takdirde, ikinci yapacağımız şey uygun
verici olup olmadığını araştırmak. Bazen bu araştırmayı önceden de yapmış oluyoruz.
Aile içinde verici varsa, alıcının ve vericinin onaylarını alıp,
kendilerini bilgilendirdikten sonra vericiden kök hücreleri topluyoruz, alıcıya naklediyoruz. İşlemin kendisi çok basit, bazı kimseler bunu bir ameliyat gibi düşünüyor, aslında kan alıp verme
işlemi gibi bir şey ama doğurduğu sonuçlar, riskleri çok yüksek. Neticede ölüm riskleri taşıyan bir tedavi şekli. Masum,
kolay bir tedavi değil. Hastaların takibi asıl önemli olan, yoksa
işlemin kendisi değil. Başkasına ait dokuyu, hücreleri vücut
reddetmesin diye çok ağır bir hazırlık rejimi veriyoruz, bu hazırlık rejiminin komplikasyonları, bir başkasının dokusunun verilmesi sonucu oluşabilecek doku grubu uyumsuzlukları, buna
bağlı reaksiyonlar, kan hücrelerinin düşmesine bağlı enfeksiyonlar, kanamalar, ilaçların yan etkileri gibi pek çok yaşamsal
risk oluşturabilecek komplikasyonlar gelişebiliyor. Bunları yönetiyoruz, o süreç bizim için önemli. Nakilden sonra ilk 100 gün
öncelikle çok riskli, sonra 1 yıl, sonra da uzun vadede takip
etmemiz gerekiyor hastaları.
Kemik iliği nakli hastalığa kesin çözüm müdür? Hastalık
tekrarlayabilir mi?
Ne yazık ki kesin çözüm diyemiyoruz. Mesleğe başladığım
yılları düşününce, o zamanlar neredeyse hastaların tamamını
kaybediyorduk, şimdi en azından yarısını kurtarabiliyoruz. Özellikle, kötücül kan hastalıkları dediğimiz habis kan hastalıkları,
kemik iliği nakline rağmen yineleyebiliyor. Bazen hastalık değil,
tedavinin kendisi ciddi komplikasyonlara yol açabiliyor. Yani,
NİSAN2010 kolejliler
sağlık
34
önünüzde iki yol var biri kesin çıkmaz sokak, diğeri zor, taşlı,
topraklı, dikenli ama sonuçta gitmek istediğiniz yere varma ihtimali olan bir yol. Tedaviye karar verilirse o zaman bu zor tedavi seçeneklerini deniyoruz. Gün geçtikçe teknolojinin gelişmesiyle daha az hastamızı tedaviye bağlı nedenlerle kaybediyoruz. Biz istiyoruz ki tedaviye bağlı ölümler olmasın. Henüz bu
noktaya tam gelebilmiş değiliz, ağır bir tedavi, kimsenin başına
gelmesin ama hasta böyle zor bir kararı vermek zorunda kalabiliyor.
Gazi Üniversitesi’nde kemik iliği nakli alanında bugüne
kadar yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
Ben 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri Washington
eyaletinde Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nde
kemik iliği nakli eğitimi aldıktan sonra burada faaliyete başlayabildik. Türkiye’de en çok nakil yapılabilen birkaç merkezden
biriyiz, akraba dışı nakiller de yapabiliyoruz. Sonuçlarımız dünya rakamlarıyla kıyaslanabilecek düzeyde. Daha iyi imkânlar
olsun, daha çok hastaya ulaşabilelim istiyoruz ama hematoloji
zor bir alan. Yıpranma kat sayısı çok yüksek. Bu nedenle genç
hekim arkadaşlar hematolog olmak istemiyorlar. Çok anlaşılabilir nedenlerle, hekimlerin içinde bulundukları koşullar da göz
önünde bulundurulursa daha az tercih edilen bir branş. Bu işimizi daha da zorlaştırıyor, yalnız kalıyoruz, genç arkadaşların
desteğinden yoksun kalabiliyoruz. Hematolog olmaya özendiren politikaların geliştirilmesi lazım.
Ülkemizde ve dünyada kemik iliği naklinde yapılan çalışmalar ne durumda?
Gün geçtikçe bizim alanımızda çok güzel gelişmeler oluyor.
Hastalarımıza daha çok ümit verebiliyoruz. Eskiden mucize
diyebileceğimiz şeylerin bugün gerçekleştiğini görüyoruz.
Kemik iliği nakli de bu önemli gelişmelerden biri.
Avrupa’daki kemik iliği nakilleri merkezleriyle iş birliği içerisindeyiz. Verilerimizi paylaşıyor, ortak araştırmalara imza atabiliyoruz. Şu an için Avrupa’nın gelişmiş ülkelerindeki sayıları
yakalayamadık. Ülkemizde kemik iliği nakli yapılsa iyileşme
şansına kavuşacak bir grup hasta bu tedavi imkânına hala
kavuşamıyor. Ama son yıllarda inanılmaz hızlı gelişmeler de
oluyor. Merkezimizde yılda 80 hastaya nakil yapabiliyoruz. Birtakım sorunlar var, onlar aşılabilirse, mesela var olan yataklar
daha etkin kullanılabilse, hastalar erken taburcu edilebilse,
hastane oteli gibi ara bakım yerlerinde kalabilseler biz daha
çok hastaya tedavi imkânı sağlayabiliriz. Özel teknik imkânları
olan hepafiltre sistemli yataklı üniteler gerekiyor. Komplikasyon
gelişen hastalarımızı yatırabileceğimiz hematoloji servislerimiz
olmalı.
Şu anda sağlık otoriteleri bu işe çok önem veriyor, şimdiye
kadar görmediği kadar ilgi görüyor. Çok kısa süre içerisinde
Türkiye’de bu yöntemle tedavi olabilecek tüm hastaların bu
imkânlara kavuşabileceğini umuyorum. Kendi merkezimizle de
gurur duyuyorum. Çünkü hepimiz tam gün çalışan bir ekibiz.
Hastalar, sosyal güvencesi ne olursa olsun, yeşil kart, sigorta,
ek külfete katlanmaksızın burada nakil olabiliyor. Sosyal sınıf
ayrımı yok; hatta biraz da yoksul hastalara öncelikli olarak
kapısı açık bir merkeziz. Bizden kaynaklan bir ekonomik külfet
olmamakla beraber, hastaların ilaçlarını, tedavi masraflarını
kolejliler NİSAN2010
devlet ödese de yaşadığınız yer dışında, kısıtlı imkânlarla tedavi olmanız çok zor bir olay. Onun için sosyal hizmet uzmanlarının hastanelerde daha çok çalışması ve hastaların bu sorunlarının çözülmesi gerekiyor. Hastalarımızın aldıkları hizmetlerin
kalitesinin gelişmiş ülkelerdekine yaklaştırılması lazım. Manevi
sıkıntılarının azaltılması lazım. Bunun için de sağlığa ayrılan bütçenin arttırılmasına ihtiyaç var.
Kemik iliği naklinde yaş sınırı var mı?
İleri yaşlarda komplikasyonlar daha fazla olduğundan daha
genç bir hasta için mevcut sınırlı imkânları kullanmak gibi eğilimlerimiz oluyor. Ben merkezimizde yaş sınırı uygulamamaya
çalışıyorum. Eğer hasta dinç bir hastaysa yaş nedeniyle kendini iyileştirebilecek bir tedavi seçeneğinden uzak tutmamaya
çalışıyoruz. Tabii karar hastanın. Yaş arttıkça riskin de arttığını
göz önünde bulundurmak gerekir kuşkusuz.
Kemik iliği dışında kök hücre çalışmaları da yapıyorsunuz.
Bu alanda hangi çalışmalar içindesiniz?
Kök hücre ile ilgili olarak, tedavi ettiğimiz hastaların verilerleriyle ilgili çalışmalar yapıyoruz. Temel laboratuvar çalışmaları
çok fazla yapmıyoruz, klinik çalışmalar yapıyoruz.
Sizin eklemek istedikleriniz nelerdir?
Bu fakültede bir de idari görevim var. Fakültede hemşirelik,
fizyoterapi beslenme ve diyetetik bölümleri var. Vurgulamak
istediğim şey, sağlık hizmeti sadece hekimler tarafından sunulmuyor. Bu bir ekip çalışması. Hekimlerin yol arkadaşları olan
klinik eczacılar, hemşireler, fizyoterapistler, beslenme ve diyetetik uzmanları, sosyal hizmet uzmanları var. Bu meslek sahiplerinin hak ettikleri değeri görmediklerini düşünüyorum. Eğitim
sürecinden başlamak üzere bu mesleklerin eğitim kalitelerini
yüksek tutmak gerekiyor. Ekip arkadaşlarımız ne kadar gelişirse, bizim verdiğimiz hizmet daha rafine olur ve daha çok hastaya ulaşılır. Özellikle kendi branşımda bu çok önemli.
Son olarak TED Ankara Koleji’ndeki öğrencilik yıllarınızla
ilgili bir iki cümle alabilir miyiz?
Ben 1975-1981 yılları arasında Kolej’de okudum. Kolej
benim için sadece mezun olduğum okul değil, hayatımın en
güzel yıllarını geçirdiğim, hayat felsefemi ve kariyerimin her
aşamasını etkilemiş bir ekoldür. Oradaki dostluklar kardeşlik
gibidir. Yıllardır görmediğim bir sınıf arkadaşımın telefonda
sesini duymak bile iyi gelir bana, O günlere dönerim adeta.
Prof. Dr. Gülsan TÜRKÖZ SUCAK’81
10 Eylül 1964 yılında Denizli’de doğdu. 1981 yılında TED
Ankara Koleji’nden mezun oldu. 1987’de Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi’ni bitirdi. 1993 yılına kadar Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda, 1999 yılına kadar da Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı’nda görev yaptı. 1999
yılında yardımcı doçent, 2000’de de doçent oldu. 2008 yılında
profesörlüğe yükselen Gülsan Türköz Sucak, halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı ve Hematoloji
Bilim Dalı’nda görev yapmakta ve aynı zamanda Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığını yürütmektedir.
panoramik bakış
36
Hep Aynı Rol
Doğduğumuz an başlar hayattaki rolümüz. Anneler, babalar veya çok yakınlarımız tarafından bize verilen bu ilk rol, öyle bir yapışır ki üzerimize, filmler değişse, senaryolar başka
türlü yazılsa da biz yaşadığımız sürece asla terketmeyiz o rolü. Sonra da “kader” deriz
bunun adına.
Ç
ocukluğum oldukça kalabazaman ve kimin çocuğu olarak geldiğilık bir ortamda geçmiş.
miz, bizim en önemli şansımız veya
Geçmiş diyorum, çünkü
şanssızlığımızdır. Aynı anneden ve
ben yeni doğduğum günleri
babadan, aynı ortamda doğan çocuklatabii ki pek hatırlamıyorum.
rın bile şansları eşit değildir. Birinci
Sevince yürekten seven bir
çocuk mu, sonuncu mu, kız mı, erkek mi
annem var. Doğduğum gün bana öyle
olduğumuz bile bu durumu çok etkiler.
bir sarılmış, öyle bir benimsemiş ve bağAnne babanın o zamanki ruh hali, madrına basmış ki, hiç tanımadığım bu dündi durumu, çevresel koşullar, her biri bu
ya beni korkutamamış. Sonra komşular,
şansı etkileyen faktörlerdir. Sevecen,
eş dost girmiş devreye. Kucaktan kucaçocuğunu bağrına basan bir anne, her
ğa dolaşmışım. Her biri sevmiş, okşazaman en büyük şanstır. Dünyaya geldimış, öpmüş beni. Bir yaşına bastığım
ğimiz ilk birkaç yıl içinde nasıl bir rol üstgün büyük bir doğum günü tertiplemişlenmişsek, çoğu zaman ömrümüzün
ler. Mavi uzun elbiseler giydirmiş, başıma
sonuna kadar aynı rolü bıkmadan usantaçlar takmışlar. Havalara atmış, sonra
madan oynamaya devam ederiz.
da sıkı sıkı tutmuşlar beni. Her biri başka
Çoğu anne babalar genellikle sesbir şey öğretmiş, gıdı gıdı yapmış, bol bol
siz, sakin, onları sürekli meşgul etmegülmüşüm. O yüzden kolay olmuş her
yen, bir kenarda oyuncaklarıyla oynaşeyi sevmek. Nasıl olsa sevileceğimden
yan, sık ağlamayan, önüne konulanı
Dr. Gülseren BUDAYICIOĞLU’65
hep emin olmuş, bu güven, bu umutla
yiyen, gittiği yerde annesinin dizinin
Madalyon Psikiyatri Merkezi Başkanı
bakmışım hayata. Dünya korkutamamış
dibinde uslu uslu oturan, okuldan gelinbeni. Cesur olmuşum. Ben hayata
ce hemen derslerine çalışan, fazla soru
güvenmişim, o da bana. En olmadık şeyi yapabilmiş, en uçlar- sormayan, dökmeyen, saçmayan çocuklar isterler. Bu çocuklar
da düşünebilmiş, acıyı da, sevinci de hep derin derin yaşaya- büyüyüp yetişkin bir insan olduklarında da aynen bu rolde kalırbilmişim.
lar. Büyük ihtimalle okulu zamanında bitirir, kendine uygun bir
İşte bende hayat böyle başladığı için, yine böyle devam iş bulur, amirlerine saygılı, çevreye uyumlu, ailesine olan
edebilmişim. “Ön tekerlek nereye giderse, arka tekerlek de sorumluluklarının bilincinde, az konuşan, olanla yetinen, çalıştıoraya gider” diye ünlü bir söz vardır. Biz psikiyatristler çok ğı yerde şeflikten daha ileri gidemeyen, zaten daha fazlasını da
severiz bu sözü ve onun için de bize gelen herkese önce anne istemeyen biri olarak yaşar ve hayatlarını tamamlarlar. Büyük
babasının nasıl insanlar olduğunu sorar, yani ön tekerleğin aşklar, büyük mutluluklar, büyük projeler, büyük başarılar bu
nereye yöneldiğini öğrenmek isteriz. Çünkü biliriz ki, ön teker- insanlara göre değildir. Eşleri çabuk sıkılır böyle insanlardan.
leğin yönü, aslında insanı kader yoluna götürür. Hayattaki rolü- Renksiz, heyecansız ve coşkusuzdurlar. Hiçbir şeye tutku duymüz işte o yolda bekler bizi. Bu öyle bir roldür ki, filmler değiş- maz, hayatı bir görev bilinci içinde yaşar, ne “yaradan”ı, ne de
se, senaryolar başka türlü yazılsa da, biz rolümüzden asla vaz- yarattıklarını merak ederler. Her zaman ortada durur, merkez
geçmez, ne yapar eder, yine o rolün içinde buluruz kendimizi.
partilere oy verir, hiçbir konuda risk almaz, hatta kahveyi bile
Bir bebek pek de sevilmediği, önemsenmediği, güvenilir orta şekerli içerler. Hayata son derece uyumlu olduklarından
bir sahibinin olmadığı bir dünyaya gözlerini açmışsa eğer, son- evin reisi olamasalar bile memuriyet, askerlik, akademisyenlik
radan bu karanlık dünyayı aydınlatmak için çok çabalaması, gibi bir işleri varsa, buralarda başarılı olabilir, kurallara sıkı sıkıçok üzülmesi ve yorulması gerekecektir. Onu sevmeye, çabu- ya bağlı, herkese saygılı, etliye sütlüye karışmayı sevmeyen
cak kabul etmeye, benimsemeye hazır olmayan bu dünyada karakterleri nedeniyle profesör, general veya müdür olabilirler.
keyifle, huzurla yaşamak, cesur olmak, başarılı olmak, bu
Anneleri tarafından bir türlü benimsenmeyen çocuklar varbaşarının tadını çıkarmak pek de kolay olmayacaktır.
dır. Tırmanır dururlar annelerine, beni sev, bana sahip çık,
Hayatta şans, önemli bir faktördür. Dünyaya nerede, ne benimle ilgilen diye. O tırmandıkça anne iter, anne ittikçe çocuk
kolejliler NİSAN2010
panoramik bakış
37
daha fazla yapışır anneye. Her şeye ağlar bu çocuklar. Hayat
onlar için yabancıdır, korkutucudur ve her zaman tehlikelerle
doludur. Bu karanlık dünyada onları koruyacak, güvendikleri bir
sahipleri yoktur. Okula bile bir türlü başlayamaz, yanlarında hep
annelerini ister, öteki çocuklar ortalıkta koştururken onlar dehşet içinde bir kenara çekilir ve ağlarlar. Hayatın onlara nasıl bir
rol vereceği kesinleşmiştir artık. Ömürlerinin sonuna kadar kendilerini hep yalnız hisseder bu insanlar. Özellikle aşk ilişkilerinde sürekli bir terk edilme korkusu yaşadıkları için, karşı tarafa
çok taviz verir, hep “daha çok seven” olur ve sonunda korktukları başlarına gelir ve terk edilirler. Aslında aşkları da büyük bir
yalandır, hem de kendilerine söyledikleri bir yalan. Ortada ciddi bir aşk yoktur zaten ama ciddi bir terk edilme korkusu vardır.
Hayata gözlerini açtıkları andan itibaren en çok yaptıkları şeyi
tekrar eder ve yine ağlarlar. Ağlamak onlar için sanki hayatın
vazgeçilmezidir. Sonra da “kader” derler, “hep terk edildim,
kimse beni sevmedi”. Hâlbuki onları asıl sevmeyen, benimsemeyen, bir türlü istedikleri yakın ve sıcak ilişkiyi kuramadıkları
kişi sevgilileri değildir. Belki de sevilmeyecekleri, istenmeyecekleri ya da bir gün mutlaka terk edilecekleri şeklindeki önyargıları, korkuları olmasa, kaderleri de böyle olmayacaktır.
Bütün ilgileri kendilerine, kötü kaderlerine yönelmiş olan bu
insanlar her şeyden şikâyet eder, iktidar partileriyle hiç anlaşamaz ve kahvenin sade mi yoksa şekerli mi olduğuyla da pek
ilgilenmezler. Kendilerini bir türlü sevdiremedikleri anneleriyle
hem sürekli kavga eder, didişir, hem de onun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, hatta kendi düzenlerini bozmayı bile göze
alır ve aslında sevilmeyi en çok hak eden evlat olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Hep inanmak ister ama içlerindeki isyan duygusu nedeniyle sık sık “Yaradan”la da kavga eder, başlarına
gelen her şeyden kötü kaderlerini sorumlu tutarlar. Ağlayarak
başladıkları hayat, yine ağlayarak biter.
Bir de daha dünyaya geldikleri günden itibaren haksızlığa
uğrayan, adalet duyguları zedelenen çocuklar vardır. Belki
mamaları zamanında verilir, soğuktan, kirden, pastan korunurlar ama asıl ihtiyaçları olan sevgi ve öncelikten yoksun büyürler. Hiçbir zaman en önemli, en sevilen, en çok ilgiyi hak eden
olamazlar. Daha küçücükken büyük bir mücadeleye girişirler
hayatla. Çok istedikleri ama bir türlü kazanamadıkları şeylerin
peşine düşer, bu uğurda susar, bu uğurda ağlayamaz bile ve
çok derinlerine gömerler öfkelerini. İşte bu çocuklar büyüdükleri zaman adil olurlar, dürüst olurlar, ince eler, sık dokurlar.
Kendilerine uygulanmayan adaleti tüm dünyaya uygulamak
ister, her konuda mükemmelin peşine düşer, tıpkı bir robot gibi
tüm yakınlarının sorumluluklarını üstlenir, hayat onlardan ne
istiyorsa hiç düşünmeden onu verirler hayata. Çok mantıklı,
çok gerçekçi olalım derken hayat önlerinden akıp gider.
Çok derinlerde saklanan öfke asıl muhatabını bir türlü bulamadan taş olur oturur yüreklerine. O kadar korkarlar ki bu taş
olmuş duygularından, onu gizleyelim derken bütün duygular
yavaş yavaş terk eder onları. Ne mutlu olabilirler, ne coşkulu.
Ne âşık olabilirler, ne Mecnun. Onların bir tek amacı vardır; her
şeyi kontrol etmek. Ellerinden gelse tüm dünyayı kontrol eder,
her şeyin kurallara uygun yapılıp yapılmadığını görmek, bilmek
isterler. Tekrar tekrar siler süpürür, kapıları, pencereleri, su ve
gaz musluklarını kontrol ederek her şeyin düzgün ve yolunda
olduğuna kendilerini inandırmaya çalışırlar. Evham, korku,
kuruntu, takıntı bu tür insanlarda neredeyse hobi haline gel-
miştir, vazgeçemezler. Her konuda olduğu gibi sağlık konusunda da çok titiz davrandıkları için kahveyi bile sade içer, asla
duygularıyla hareket etmez, hiçbir siyasi partiyi desteklemez ve
sürekli muhalefette kalırlar. Yüksek sorumluluk duyguları nedeniyle işlerinde başarılı olur, öğretmenlik, akademisyenlik, doktorluk, yargıçlık gibi mesleklerin hakkını verir, evlerinin tek hâkimi olur ancak hayata yeni bir şey katamaz, yakın ilişkiler kuramaz, çok takdir edilseler de gerçek anlamda sevemez ve sevilemezler. Her konuda haklı olduklarını iddia eder ve yine haklı
olarak ölürler.
Hayatta her birimize dağıtılan, birbirinden çok farklı ve irili
ufaklı daha pek çok rol vardır. Bu roller anne babalarımızla veya
onların yerine geçmiş ve bize bakıp büyüten kişilerle olan ilişkilerimize göre belirlenir. Eğer bizler de anne baba olmuşsak, rol
dağıtma sırası artık bize gelmiştir.
Eğer hayatın bizi ön tekerleğin çizdiği yolda götürmesini
istemiyorsak, kendimizden biraz uzaklaşmalı ve öncelikle
hayattaki rolümüzün ne olduğunu görmeye çalışmalıyız. Bir
şeyi değiştirmek istiyorsak, öncelikle neyi değiştireceğimizi bilmemiz gerekir.
Ayrıca bu yazıyı dikkatli okursak, kendi rolümüzü değiştiremesek bile belki çocuklarımızın kaderini değiştirebiliriz.
Bu yazıyı okuyan kimiler belki de içlerinden şöyle soracaktır; Bu kadar basit mi? Evet, sevgili okurlar, bu kadar basit. Ben
bu basit şeyi anlayabilmek için meslektaşlarımın yıllardır araştırıp yazdıkları pek çok kitap okudum ve binlerce kişinin hayatını
didik didik ettim. Sonra sıra kendi hayatıma geldi. Bana çok
basit ve ayrıntı gibi gelen şeylerin meğer ne kadar önemli
olduklarını işte o zaman anladım ve bu basit şeyi sizlerle de
paylaşmak istedim.
Hayatta kalabildiğimiz bu kısacık süreyi gönlümüze göre
yaşamak hepimizin hakkı. Bu hakkı gerçekten iyi kullanabiliyor
muyuz acaba?
Bu arada, ben çok sevdiğim kahveyi şekerli içiyorum.
Gönül dolusu sevgi ve saygılarımla…
Dr. Gülseren BUDAYICIOĞLU’65
Gülseren Budayıcıoğlu Ankara’da doğdu. 1965 yılında TED
Ankara Kolej’inden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi’ne girdi. Öğrenciliği sırasında 1968 yılında yayına başlayan TRT Televizyonlarında beş yıl süreyle kadrolu spiker olarak
görev yaptı. 1972’de doktor oldu ve 1973’te evlenerek TRT’den
ayrıldı. İhtisas yapmak üzere Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri
Bölümü’nde göreve başlayan Gülseren Budayıcıoğlu, uzman
olduktan sonra da aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etti. 1982’de üniversiteden ayrılarak Ankara’da serbest hekim olarak çalıştı. 2004 yılında “Madalyonun İçi” (4.Baskı)
adlı kitabı Remzi Kitabevi tarafından yayınlandı. 2005 yılında en
büyük hayalini gerçekleştirerek, ayda 7.000 kişiye hizmet veren,
Türkiye’nin ilk ve halen en büyük özel psikiyatri merkezi olan
Madalyon Psikiyatri Merkezi’ni kurdu. 2008 yılında “Günahın 3
Rengi”(2.Baskı) adlı kitabı yine Remzi Kitabevi tarafından yayınlandı. Dr.Gülseren Budayıcıoğlu halen Madalyon Psikiyatri Merkezi’nin başkanı olarak çalışmaya ve üçüncü kitabını yazmaya
devam ediyor.
NİSAN2010 kolejliler
gurme
38
Kebabınızı adıyla isteyin!
Dikkat!
bu sayfayı es
Eğer açsanız
ağ
en yakın Ulud
e
iz
s
a
d
a
y
geçmeniz
r. Zira
niz tavsiye edili
e
m
it
g
a
ı’n
ıs
ç
Kebap
özüruldamaya, g
u
g
ız
ın
rn
a
k
birazdan
eçmefes kebaplar g
n
e
n
e
d
n
ü
n
ö
nüzün
esi…
Bizden söylem
.
k
a
c
a
y
la
ş
a
b
ye
Z
engin, bereketli Anadolu toprakları birçok lezzetin
de kaynağı olmuştur. Bu topraklardan doğarak
dünya mutfaklarına kazandırılan bize özel tatlarımız
arasında belki de en bilineni kebaplarımızdır.
Bugün dünyanın her ülkesinde “Kebap” değil “Türk
Kebabı” diye bilinmesinin nedeni de budur.
Kebaba bu haklı şöhretimizi kazandıran isimlerden biri de
Uludağ Kebap’tır. Artık bir marka olan bu isim, lezzetinden, kalitesinden ödün vermeden yıllardır bu bize özel lezzeti yerli ve
yabancı müşterileriyle buluşturuyor.
Uludağ Kebapçısı, ilk olarak 1956 yılında Denizciler Caddesi’nde, Burhan ve Ergün Uludağ tarafından kuruluyor. Uzun yıllar aynı binada hizmet verdikten sonra müşterilerden gelen
yoğun talep ve mekâna sığmama gibi nedenlerle daha büyük
bir yere taşınma ihtiyacı doğuyor. Böylece işletme 1995’te yine
gurme
39
Panora
Denizciler Caddesi’nde, kendilerinin inşa ettiği 8 katlı, çok daha
şık ve modern, üst seviyede hijyen standartlarını sağlayan, o
yıllarda sektörde az rastlanan kalitede ve genişlikte mutfakları,
soğuk hava depoları ve imalathaneleri içinde bulunan tesisinde hizmet vermeye başlıyor.
Ankara’daki yeni binaya taşınmalarından çok önce, İstanbul’dan gelen yoğun talep üzerine 1985’te Florya’da Uludağ
Kebapçısı’nın İstanbul şubesi açılıyor. O
zamana kadar sadece ününü borçlu olduğu Uludağ Kebabı’nı yapan işletme, menüsüne et çeşitleri, zeytinyağlılar ve mezeleri
de ekliyor ve içkili bir restoran olarak hizmet
vermeye başlıyor. Florya’daki bu şube 8001000 kişilik bahçesi olan, arkası orman önü
deniz manzaralı, kapalı mekanda 700-800
kişilik kapasitesiyle Uludağ Et Lokantası
konseptiyle müşterilerini ağırlıyor.
2001 yılına gelindiğinde ise tam da ekonomik krizin göbeğinde, Ankara’nın ve
semtlerinin
değişimiyle
beraber
Çayyolu’nda ikinci şube açılıyor ve orada
da İstanbul’daki gibi Uludağ Et Lokantası
konseptiyle hizmet veriliyor. Zaman içerisinde gelişen şartlar ve Ankara’daki AVM’lerin
sayısının çoğalmasıyla da 2003 yılında
Armada’da, 2007’de Panora’da yeni şubeFlorya
ler açılıyor.
Uludağ Kebapçısı’na yurt dışına şube
açmaları için neredeyse teklif gelmeyen ülke kalmamış, ama
işletme sahipleri çok titiz olduğu ve kontrollü ve kaliteyi bozmadan büyümeye çalıştıkları için, yeni bir şube açmadan önce
çok detaylı düşünerek planlama yapıyorlar, bu nedenle fazla
şube açmıyor ve isim hakkı vermiyorlar.
Lezzetin Sırrı Kaliteli Malzemede Gizli
Şu an iki ayrı konseptle müşterilerini ağırlayan Uludağ
Kebapçısı’nın uzun yıllardır devam eden başarısının sırrını
Burak Uludağ şöyle özetliyor:
“Kebapta, başta et olmak üzere kullanılan malzemelerin
kalitesi çok önemlidir. Bizde etler özenle seçilir, Türkiye’nin dört
bir yanına kendi araçlarımızla ve kasaplarımızla gideriz, mevsimine göre nerede iyi et varsa oradan alırız. Ete terbiye yapmayız, marine edilmez, en doğal haliyle pişirilip servis edilir. Eti
işlemesi ve birleştirmesi önemli, kendimize göre bir formülümüz var. Lezzette birinci önemli sebep ettir fakat pide, tereyağ,
sos, yoğurt gibi tamamlayıcı unsurların kaliteleri de önemlidir.
Sosumuzu, pidemizi, tereyağımızı kendimiz üretiriz. Sonuç olarak, uzun yılların verdiği tecrübe, lezzetle ve kaliteyle birleşince
insanların beğendiği tat ortaya çıkıyor.”
Hizmet kalitesi, standardı, hijyen ve müşteri memnuniyeti
Uludağ Kebapçısı’nın olmazsa olmazları. Müşteri memnuniyeti deyince, yemeğin lezzeti dışında en önemli unsur hizmet
veren personel. Uzun yıllardır aynı personelle ve kendi içinden
yetiştirdiği insanlarla çalışan Uludağ
Kebapçısı personel memnuniyetini çok
önemsiyor. Burak Uludağ, çalıştıkları personele ve insana verdikleri değer çerçevesinde müşteri memnuniyetinin sağlanacağına
inanıyor.
Menüye gelince, Uludağ Kebabı tabii ki
tüm müşterilerin favorisi; ama Uludağ Köfte de çok seviliyor. İşletmenin menüsünde
bonfile, kuzu pirzola şiş, tavuk, zeytinyağlılar, mezeler, ara sıcaklar ekmek kadayıfı,
künefe gibi başka tatlar da yer alıyor. İşletmenin et lokantası konseptinde hizmet verilen şubelerinde alkol servisi de yapılıyor.
Uludağ Kebapçısı’nın müşteri profili
çok geniş. 7’den 70’e herkes diyebiliriz.
Özellikle çocuklar işletmenin yemeklerini
çok sevdiği için, çocuklu müşterilerin sayısı
önemli yer tutuyor. Bunun dışında iş
yemekleri düzenlemek isteyenler ve yabancı misafirlerine meşhur kebabımızın en iyi
örneğini tattırmak isteyenler de müşteriler içinde önemli bir kısmı oluşturuyor. Yabancı misafirlerden konu açılmışken şunu da
vurgulamak gerekir. Hangi ülkeden, nereden gelirse gelsin herkes Uludağ Kebabı’na bayılıyor, sadece ülkeye göre tereyağ az
ya da çok istenebiliyor.
54 yıldır hizmet veren Uludağ Kebapçısı’nın bir özelliği de
müşterilerle oluşturulan dostluk bağı. Bunca yıl içerisinde,
zamanında çocukken dedesinin ya da babasının getirdiği müşteriler şimdi kendi çocuklarını getiriyorlar. İşletmede 40-50 yıldır
değişmeyen personeller var. Çekirdekten yetişip, komilikten
başlayıp bugün şef garson olarak görev yapan çalışanların
bulunduğu işletme, değişmeyen yemek ve hizmet kalitesi ile
her zaman güvenle gidebileceğiniz bir adres.
İletişim:
Ulus Tel: 0312.309 04 00 - Çayyolu Tel:: 0312.240 44 88
Armada Tel: 0312.219 12 40 - Oran Tel:: 0312.490 00 10
İstanbul / Florya Tel:: 0212.624 95 90 www.uludagkebap.com.tr
NİSAN2010 kolejliler
çocuk
40
Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği Başkanı Doç. Dr. Figen Şahin
Ç
Çocuklara Kendilerini
Korumaları Öğretilmeli
ocuk istismarı ve ihmali
sadece ülkemizde değil,
dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşanan, toplumların
en önemli ve acil çözüm
bekleyen sorunlarından
biri. Çocukların hayatları boyunca olumsuz bir şekilde etkilenmelerine neden
olan ihmal ve istismarın önlenmesi için
dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde
de çalışmalar yapan kuruluşlar var. Bu
kuruluşlardan biri de Başkanlığını Doç.
Dr. Figen Şahin’in yaptığı Çocuk
İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği.
“Çocuklar benim hayatımın önemli bir
parçası” diyen Başkan Şahin’le keşke
hiç yaşanmasa ve konuşmak zorunda
kalmasak dediğimiz bu tatsız konuyu ve
Derneğin bu alanda yaptığı çalışmalarını konuştuk.
Çocuk doktoru olmanızın yanı sıra çocuk istismarı ve
ihmalinin önlenmesi konusunda çalışmalar yapıyorsunuz.
Sizi bu konuya yönlendiren nedenleri kısaca bizimle paylaşır mısınız?
Çocuklar benim hayatımın önemli bir parçası. Tabii öncelikle meslek yaşantımda karşılaştığım çocuklar nedeniyle çocuk
istismarı konusunda deneyimim oldu. Bu olayların çocukları ne
kadar ağır şekillerde etkilediğini gördükten sonra da asıl görevimimizin bu çocukları tedavi etmeye çalışmaktan çok başlarına böyle olaylar gelmesini önlemek olduğunu düşünmeye
başladım. Ben sağlıklı ya da basit hastalıkları olan pek çok
çocuğu muayene ediyorum hergün. Onların sosyal yaşamlarını, anne babalarının durumlarını da ele alarak, eğer istismar
edilme açısından bir risk taşıyorsa bu riskleri düzeltmeye çalışmak, hiçbir risk taşımıyorlarsa bile anne ve babalarına çocuklarını en iyi şekillerde yetiştirmelerine yardımcı olacak öğütler
vermek bu konuda ilk adım. Benim de iki çocuğum var ve onlar
küçükken çocuk doktoru olmama rağmen onlarla iletişim kurma, onları doğru davranışlara, doğru şekilde yönlendirme, vb
konularda hiç de yetkin olmadığımı hissetmiş ve kendimi bu
konularda geliştirmeye çalışmıştım. Aynı şey tüm anne babalar
için geçerli diye düşünüyorum. Çocuk İstismarını ve İhmalini
Önleme Derneği’ne üye olunca bu konuda doktorluk dışında
başka çalışmalar da yapabileceğimi farkettim. 2005’ten beri de
kolejliler NİSAN2010
başkanlığını yaptığım bu dernekte birçok çalışma yürütüyoruz.
Dernek olarak yaptığınız çalışma ve
projelerden bahsedebilir misiniz?
Dernek olarak üç temel alanda
çalışmalar yürütüyoruz. Bunlardan ilki
ve belki de en önemlisi çocuklara kendilerini koruma konusunda eğitim vermek. Bu çalışmayı derneğimizin gençlik kolu yürütüyor. Gençlik kolunda
üniversite öğrencileri gönüllü olarak
çalışıyor. Onlara öncelikle “çocuk istismarı ve ihmali” konusunda yoğun bir
eğitim veriyoruz. Sonra kendi hazırladıkları bedenini tanıma ve koruma,
duygularını tanıma ve ifade etme, öfke
kontrolü, çatışma çözümü, çocuk
hakları gibi konuları içeren 8 modülden oluşan bir programı ilköğretim
çağı çocuklarına aktarıyorlar. İki taraf için de çok yararlı ve
duyarlılığı artırıcı bir çalışma..
Bir diğer alan aile eğitimi. 0-6 yaş ve 7-19 yaş çocuğu olan
aileler için 2 farklı program yürütüyoruz. Çocukla iletişim, olumlu davranışlar kazandırma, sağlıklı çocuk büyütme, istismardan
koruma gibi pek çok başlığı içeriyor. Bu konuda eğitici eğitimi
almış dernek üyelerimiz Ankara’da birkaç yerde eğitim programları yürüttüler. Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde de bizler
tarafından her yıl düzenli olarak aile eğitimi grupları açılıyor.
Derneğimizin yoğun şekilde çalıştığı bir diğer alan da istismara uğrayan çocuklarla mesleki yaşamları sırasında karşılaşan öğretmen, psikolog, sosyal çalışma görevlisi, kolluk kuvvetleri, sağlık çalışanları ve hukukçular gibi profesyonellerin bu
konudaki meslek içi eğitimleri ve disiplinlerarası işbirliği anlayışının geliştirilmesi. Bu amaçla sempozyumlar ve kongreler
düzenlemenin yanısıra bu meslek gruplarının düzenlediği eğitimlerde davetli konuşmacı olarak yer alıyoruz. UNICEF’in desteklediği “Çocuk Adalet Sisteminin Geliştirilmesi” gibi büyük
projelerin birçok ayağında da üyelerimiz eğitici olarak görev
yapıyor.
Çocuk ihmal ve istismarının önlenmesi konusunda ülkemizde ne gibi çalışmalar yürütülüyor? Bunlar yeterli mi ve
sizce ne gibi önlemler alınmalı?
Aslında son yıllarda bu konuda çok ciddi çalışmalar yürütüldü ve önemli ilerlemeler kaydedildi. Yasal düzenlemeler yapı-
çocuk
41
İhmal ve istismar ne kadar erken yaşta yaşanır ve ne kadar uzun sürerse çocuğun gelecekteki yaşamı boyunca süren etkileri o kadar ağır oluyor. O yüzden istismara uğrayan bir
çocuk fark edildiğinde en kısa zamanda tıbbi ve psikolojik tedaviye alınırken istismara
uğradığı ortamdan da uzaklaştırılmalı, sevgi ve ilgiyle yaraları onarılmaya çalışılmalı.
larak çocuğa yönelik istismarın ağır şekillerde cezalandırılması
ve mağdur çocuğun da korunmasına yönelik önlemler alınması sağlandı. Basında çıkan haberlerin de etkisiyle toplumda
konu ile ilgili bir duyarlılık oluştu. Sivil toplum kuruluşları, özellikle çocuk hakları alanında çalışanlar birleşerek güçlendi. Önceki soruda söz ettiğim meslek gruplarının eğitimlerine ağırlık
verildi. Ancak tabii ki daha yapılacak birçok şey var. İstismara
uğramış çocuğun daha sonra çocuk koruma sistemi içinde ele
alındığında tekrarlayan sorgular, muayeneler, sosyal baskılar
gibi pek çok nedenle ikinci bir kez daha örselenmesinin önüne
geçmek gerek. Bu konuda yasal düzenlemeler olsa da uygulamalar hala ideal şekilde işlemiyor. Ayrıca çocukların istismara
uğradıktan sonra tedavisi yerine hiç istismara uğramamaları
için gerekli önlemleri almak daha da önemli bir konu. Bu konuda anne babaların ve tüm toplumun eğitimi öncelikli olarak ele
alınmalı.
Çocuklar bu tür durumlara hangi nedenlerle maruz kalıyor
ve çocukların bunu yaşamamaları için en çok kimlere ne
gibi görevler düşüyor?
Topluma, aileye ve bazen de çocuğa ait pek çok risk faktörü var çocuğun istismarına yol açan. En başta gelen risk etmeni ekonomik yetersizlik ve eğitimsizlik. Yani bir toplumun refahını ve eğitim düzeyini yükselttiğinizde çocuk istismarında belirgin bir düzelme sağlayabiliyorsunuz. Anne babanın yaşı, eğitim
düzeyi, ailedeki çocuk sayısı, çocuğun istenen, planlanan bir
gebelikten doğmuş olup olmaması, anne babanın geçmişinde
istismar öyküsü olması bilinen risklerden. Çok genç yaşta,
çocuk sahibi olma sorumluluğuna hazır olmadan dünyaya
çocuk getirmek, bakabileceğinden fazla sayıda çocuğa sahip
olmak, çocuk sahibi olmayı planlamadığı halde uygun korunma yöntemlerini kullanmadığı için gebe kalmak bu ailenin
çocuğunu risk altına sokuyor. Çocuğun ağır bir engelle doğ-
muş olması, sık ve süregen hastalıkları olması, hiperaktivitesi
ise ailenin yükünü çok artırarak dayanma gücünü tüketiyor ve
çocuğa şiddet uygulanmasına neden olabiliyor.
Görüldüğü gibi bu kadar geniş bir yelpazede olan riskleri
aza indirmek için başta toplumun eğitiminden sorumlu kişiler
olmak üzere toplumun her kesimine önemli görevler düşüyor.
Dünya genelinde bu durumu değerlendirebilir misiniz? En
çok hangi ülkelerde bu tür istenmeyen olaylar yaşanıyor
ve bunun önlenmesi için neler yapılıyor?
Dünyada her ülkede çocuk istismarı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Gelişmiş ülkelerde olayın daha fazla farkında olunup önlemler alınmaya çalışılırken daha az gelişmiş ülkeler olayın inkârı aşamasındalar. Yani “Bizim ülkemizde böyle şeyler
olmaz” savunması içindeler. Türkiye’de de yakın zamana kadar
durum böyleydi. Ancak bunun bir sorun olarak yaşandığı kabul
edildiğinde önleme çalışmalarına başlanabiliyor. Bizde de şu
an bu aşamaya gelindi.
İhmal ve istismara uğramış çocukların psikolojik yönden
sağlıklı bireyler olarak hayatlarına devam etmeleri için
neler yapılmalı?
İhmal ve istismar ne kadar erken yaşta yaşanır ve ne kadar
uzun sürerse çocuğun gelecekteki yaşamı boyunca süren etkileri o kadar ağır oluyor. O yüzden istismara uğrayan bir çocuk
fark edildiğinde en kısa zamanda tıbbi ve psikolojik tedaviye
alınırken istismara uğradığı ortamdan da uzaklaştırılmalı, sevgi
ve ilgiyle yaraları onarılmaya çalışılmalı. İstismarın tıbbi ve psikolojik boyutunun yanı sıra sosyal ve yasal boyutları da var. Her
bir boyutta çalışan profesyonellerin konu hakkında ve çocuğa
nasıl davranacağı konusunda bilgili olması ve değişik disiplinlerde çalışanların birbirleriyle işbirliği yaparak adli sürecin de
çocuk için mümkün olduğunca örseleyici olmadan geçmesi
sağlanırsa olayın çocuk üzerindeki etkileri de azaltılabilir.
NİSAN2010 kolejliler
sosyal sorumluluk
42
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)- Türkiye Başkanı Akın Öngör’63
Doğal Yaşamın Korunması
Herkesin Sorumluluğundadır
Doğa koruma hedefleri, toplumun istek ve
gereksinimlerini göz önünde bulunduracak
şekilde gerçekçi olmalıdır. Toplumun gereksinimlerini dışlayan doğa koruma projelerinin başarıya ulaşması olanaksızdır. WWFTürkiye, WWF’nin küresel koruma programı
çerçevesinde hareket ederken, Türkiye’nin
kendine özgü sorunlarını, amaç ve gereksinimlerini ihmal etmez.
B
iz insanlar çoğu zaman üzerinde yaşadığımız bu
güzel gezegende tek başımıza yaşamadığımızı,
bu düzen içerisinde bizim dışımızda başka canlıların da olduğunu unutuyoruz. Bilinçli ya da bilinçsizce, bir denge içerisinde sürmekte olan doğal
hayata saygısızlık ediyoruz, üstelik bundan yine bizim zarar
göreceğimiz gerçeğini göz ardı ederek. Tüm dünyada bu gerçeği göz ardı etmeyen ve doğal hayatın korunması için çalışan
çeşitli kuruluşlar var. Bu örnek kuruluşlardan birisi de ürettiği ve
uyguladığı projelerle çok önemli işler başaran Doğal Hayatı
Koruma Vakfı (WWF)-Türkiye. Vakfın çalışmaları ve doğal hayatın korunmasına yönelik sorularımızı bir çevre gönüllüsü olan
Vakıf Başkanı Akın Öngör’63 yanıtladı.
WWF-Türkiye ne zaman, hangi amaçlar doğrultusunda
kurulmuştur ve hedefleri nelerdir?
WWF-Türkiye, 1996 yılında Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin (DHKD) öncülüğünde kurulmuş, 2001 yılında ise
WWF’nin Türkiye temsilcisi olarak WWF-Türkiye unvanını
almıştır. WWF-Türkiye; ülkemizde doğayı korumanın sembolü
haline gelen kelaynakların ve deniz kaplumbağalarının korunmasında başarılı kampanyalara imza atmış DHKD’nin deneyim
ve bilgi birikimini, dünyanın en köklü ve saygın doğa koruma
kuruluşu olan WWF’nin uluslararası perspektifiyle birleştirerek,
ülkemizdeki karmaşık çevre sorunlarına kalıcı çözümler getirmek ve bir değişim yaratmak üzere projeler yürütür. WWF-Türkiye; küresel iklim değişikliği ve doğal kaynakların sürdürüle-
kolejliler NİSAN2010
mez tüketimi gibi insan kaynaklı olan, hem doğal yaşam alanlarının hem de türlerin kaybıyla sonuçlanan tehditleri durdurmayı amaçlar. Mevcut süreçleri değiştirerek, insanın doğayla
uyum içinde yaşadığı bir gelecek için çalışır. Bunun için; yerel
ve merkezi hükümet, iş dünyası ve vatandaşlarla ortak akıl üretmeyi, farkındalık yaratmayı ve karar süreçlerinde etkili olmayı
hedefler.
Bugüne kadar gerçekleştirilen ve halen yürütülmekte olan
proje ve çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
Doğa koruma çalışmalarımız belirli bir süreç ve uzun
dönemli yoğun bir emek gerektiren projeler çerçevesinde yürütülüyor. Konya Kapalı Havzası gibi biyolojik çeşitlilik açısından
önemli olan, ancak su kaynaklarının sınırlı olduğu ve doğal
yaşamın tehdit altında olduğu alanlarda yürüttüğümüz çalışmaların meyvesini, uzun süreçlere yayılan uğraşlar sonucunda
yeni yeni alabiliyoruz. WWF-Türkiye olarak, Konya Kapalı Havzası’nda yöre insanının geçim kaynağı olan tarımsal faaliyetlere engel olmadan, bölgede yaşayan diğer canlı türlerine saygı
duyan bir anlayışın yerleşmesini sağlamayı amaçladık. Şu
anda Konya Kapalı Havzası’ndan toplam 41 dekar (41.000m2)
alanda damla sulama çalışması yapılıyor. Toplamda su kullanımında meydana gelen yüzde 47 düşüş ile yaklaşık 24 milyon
litre su tasarrufu sağladık. Kişi başına evde tüketilen su miktarının 150 litre olduğu varsayımından hareketle, çalışmalarımız
sayesinde 4 kişilik 40 bin ailenin bir günlük kullanımı kadar su
tasarrufu elde ettik. Bu henüz bir başlangıç.
sosyal sorumluluk
43
Konya Kapalı Havzası’nda suyun akılcı kullanımına yoğunlaşırken, Avrupa’daki en önemli 100 orman alanından biri olan
Küre Dağları’nda ise ormanların sürdürülebilir kullanımını
hedefliyoruz. Ülkemizin ilk deniz koruma alanına sahip olan
Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Alanı’nda denizel bölgenin
yönetim planının hazırlanarak sualtı yaşamının korunması ve
denizin sunduğu kaynakların sürdürülebilir kullanımı Vakfımızın
sorumluluğu altında olan bir başka çalışma. Bunlar gibi, batıda
Bafa Gölü’nde, kuzeyde Fırtına Havzası’nda, güneyde Çıralı ve
Akyatan’da yürüttüğümüz projelerde temel amacımız yörenin
sunduğu doğal kaynakların akılcı ve sürdürülebilir kullanımını
sağlayarak gelecek nesillere gurur duyduğumuz bir doğal
miras bırakmak.
WWW-Türkiye’yle iş birliği yapan kurum ve kuruluşlar hangileri?
WWF-Türkiye, çalışmalarını bağışlar ve sponsorluklarla
yürüten kâr amacı gütmeyen bağımsız bir Vakıftır. Burada,
Vakfımıza 18 yıldır destek olan kurumsal sponsorumuz
Garanti Bankası’nı en başta anmak istiyorum. Garanti Bankası,
kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları kapsamında WWF-Türkiye’ye verdiği destek sayesinde, WWF’nin tüm dünyadaki en
saygın ve prestijli ödülü olan Altın Panda’ya iki kez layık
görülmüştür. Bunun gibi, Coca Cola Türkiye ile Bafa Gölü’nde,
Siemens ile Eğirdir Gölü’nde, Eti Burçak ile Konya Kapalı Havzası’nda çalışmalar yürütüyoruz. Unilever Türkiye ile su konusunda farkındalık yaratmak amacıyla “sudaki ayak izim” projesini, Çevreci Bonus Kart ile iklim değişikliği konusunda bilinç
yaratmaya yönelik çalışmalarımızı yürütüyoruz. Özel sektörün
dışında, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Dünya Bankası gibi
uluslararası kurumlar ve hükümet yardım kuruluşlarıyla ortak
projelerimiz bulunuyor.
duyacağız. Henüz çok geç değil. Önemli olan daha sürdürülebilir bir yola girmek için yaşam biçimlerimizi ve ekonomilerimizi
hangi kilit alanlarda dönüştürmemiz gerektiğini anlamaktır.
Mücadelenin boyutları zaman zaman baş edilmez görünebilir.
Bu nedenle farklı sektörlerde ve alanlarda oluşan ekolojik açığın üstesinden gelebilmek için "sürdürülebilirlik” anahtar kelimedir.
Doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin günbegün
kaybedilmesi, doğal kaynakların hatalı yönetiminden kaynaklanan birer sonuçtur. Bu bağlamda, ekosistemlerin taşıma
kapasitesinin üzerine çıkmadan ve gelecek kuşakların ihtiyaçlarının karşılanmasını tehlikeye atmadan insan yaşamının kalitesini geliştirmek anlamına gelen sürdürülebilir kalkınma,
Türkiye’nin küresel sorumluluklarının ve Avrupa Birliği’ne katılma yolundaki gereksinimlerinin kesiştiği bir öncelik alanıdır.
Doğa koruma hedefleri, toplumun istek ve gereksinimlerini
göz önünde bulunduracak şekilde gerçekçi olmalıdır. Toplumun gereksinimlerini dışlayan doğa koruma projelerinin başarıya ulaşması olanaksızdır. WWF-Türkiye, WWF’nin küresel
koruma programı çerçevesinde hareket ederken, Türkiye’nin
kendine özgü sorunlarını, amaç ve gereksinimlerini ihmal
etmez.
Doğal hayatı korumak için kimlere ne gibi görevler düşüyor?
Yaşamın kendisinin bizden bağımsız olarak içsel bir değeri
vardır. Bu onun araçsal bir değer taşımasının ve kişisel bir fikir
olmasının ötesindedir. Ekosistemlerin taşıdığı doğal uyum ve iş
birliği bizleri doğayı korumaya yönlendirir. “Bütün, parçaların
toplamından daha büyüktür” sözü, ekosistemlerin tek tek öğelerin varlığının ötesinde bağımsız bir varlık olduğunu anlatmak
için kullanılabilir. Bu noktada, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tanımlarken, ekosistemi oluşturan topluluk üyelerinin tümü
için neyin doğru ve yanlış olduğunu açıklamamız önem taşır.
Deniz kaplumbağalarıyla paylaştığımız kıyılarda, hem bizim
hem de onlar için neyin doğru neyin yanlış olduğunu, ancak ve
ancak yaşamın içsel değerini tanıyarak buluruz. Bu bakış açısından hareketle WWF-Türkiye, doğal yaşamın korunmasının
herkesin sorumluluğu olduğuna inanır.
Ülkemizde ya da Dünya’da doğal hayatın en büyük düşmanı olarak neyi görüyorsunuz ve bunun yok edilebilmesi
için WWF- Türkiye olarak çözüm önerileriniz neler?
İnsan nüfusunun ve bireysel tüketimin hızlı artışı, doğa üzerindeki talebimizi çoğaltmaktadır. Gezegen üzerindeki taleplerimiz aynı hızla artarsa, 2030’lu yılların ortalarında yaşam biçimimizi sürdürmek için iki dünyaya eş değer kaynağa gereksinim
NİSAN2010 kolejliler
sosyal sorumluluk
44
kuruma maddi destek sağlayan kişilerle
sınırlı olmadığına inanan WWF-Türkiye
bireysel destekçilerini, doğa koruma
bilincini çevresindekilerle paylaşan
doğa elçileri ve doğa sevgisini içselleştirerek yaşam tarzlarına yansıtan doğa
dostları olarak görür ve onlara bu rollerini gerçekleştirmesinde yardımcı olmayı amaçlar. WWF-Türkiye, projeleri aracılığıyla doğa ve insan arasında köprü
görevini üstlenerek, bireylerin doğaya
yönelik sorumluluklarını yerine getirmesine aracı olur. Doğa koruma misyonunu gerçekleştirmek için yaptığımız çalışmalarda, Vakfımıza üye olan, gönüllü
olarak yardım eden, bağışlarıyla projelerimize destek olan, logolu ürünlerimizden satın alarak gelir kazandıran destekçilerimiz WWF-Türkiye’nin dayanak
noktasıdır.
Dünyayı tehdit eden önemli sorunlardan biri de iklim değişiklikleri ve küresel ısınma. Bu sorunlardan ülkemiz bugüne kadar ne derece etkilendi? Sizce gelecek nesilleri nasıl
tehlikeler bekliyor?
Seller, büyük ve sık orman yangınları ve su kaynaklarının
azalması gibi sorunları şimdiden yaşamaya başlayan Türkiye,
kuraklıkla mücadele için suyunu akılcı kullanmanın yollarını
zaman yitirmeden devreye sokmalıdır. Öngörülen iklim değişikliği senaryolarında, 2030 yılına kadar yüzey sularının %20
azalacağı belirtilmektedir. Bu da; tarım, ev ve sanayi alanındaki su kullanıcıları arasında önemli su sıkıntısı yaratacaktır.
Türkiye hem iklim değişikliğinden ciddi biçimde etkilenecek ülkeler arasındadır hem de sera gazı emisyonlarında
büyük paya sahiptir. Türkiye, Şubat 2009’da Kyoto Protokolü’ne taraf olarak önemli bir adım attı ve iklim değişikliğiyle
mücadelede aktif şekilde yer alacağı mesajını verdi. Aralık
2009’da Kopenhag’da gerçekleştirilen İklim Değişikliği Zirvesi’nde ciddi bir hayal kırıklığı yaşandı. Dünya liderleri, yasal
bağlayıcılığı olan adil bir anlaşmanın oluşması için gereken
kararlılığı gösteremediler. Bununla birlikte, Türkiye, 2012 yılından itibaren devreye girecek olan Yeni İklim Sözleşmesi’nin
oluşma sürecini yakından izlemeyip aktif şekilde katılarak, ulusal ölçekte alınacak önlemlerin sistematik şekilde ele alınacağı ulusal ikim değişikliği stratejisi ve eylem planını oluşturmalı.
İklim değişikliğinin çeşitli sektörlere etki ve maliyetlerini saptayacak bir sektörel etki analizi hazırlamalı ve bu doğrultuda sera
gazı emisyonlarının düşürülmesi çalışmalarını hızla başlatmalı.
Temiz teknolojilere ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş
hızlandırılmalı, bu yöndeki teşvikler artırılmalı.
Doğal hayatın korunması ve sürdürülmesini sağlamak adına katkıda bulunmak isteyenler bireysel olarak neler
yapabilirler?
Bir doğa koruma kuruluşunun destekçilerinin sadece o
kolejliler NİSAN2010
Son olarak iletmek istediğiniz bir
mesaj var mı?
WWF Türkiye, Doğal Hayatı Koruma Vakfı’na üye olun.
www.wwf.org.tr sayfasından başvurun, birey olarak doğanın
korunmasına yapabileceğiniz katkıları öğrenin, uygulayın.
Ekonomik gelişmenin “ekoloji” merkezli düşünerek gerçekleşmesi sürdürülebilirlik açısından kaçınılmazdır...
Akın ÖNGÖR’63
TED Ankara Koleji’nden 1963’de, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’nden 1967’de mezun olan Akın Öngör 13 yıl çeşitli sanayi firmalarında pazarlama yöneticisi olarak çalıştı. 1987 yılında Garanti Bankası’ndaki görevine Kurumsal ve Ticari Bankacılık bölümünde, Pazarlama ve Dış İlişkilerden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak atandı. 1991- 2000 yılları arasında Garanti Bankası
Genel Müdürü ve CEO’su olarak görevini sürdürdü. 2003 yılına
kadar Garanti Bankası yönetim kurulu murahhas üyesi, Garantibank International, Garanti Moskova, Garanti Sigorta ve Garanti
Teknoloji’nin Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptı. Bu dönem içinde
Türk Amerikan İş Konseyi yönetim kurulu başkanlığı ve İstanbul
Kültür ve Sanat Vakfı yönetim kurulu üyeliği yaptı. 1994’te ODTÜ
takdir ödülü, 1999’da ülkeye ve üniversiteye katkıları nedeniyle
ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü aldı. Önde gelen ekonomi dergi ve
gazeteleri tarafından birçok defa “en başarılı yönetici” ödülü aldı.
2009’da Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından “Vakıf
İnsanı” ödülüne layık görüldü. Halen WWF Türkiye Doğal Hayatı
Koruma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı ve İVCİ İstanbul Venture
Capital Initiative stratejik ağ başkanlığı yapmakta olan Öngör,
Boğaziçi Üniversitesi Vakfı ve TED İstanbul Koleji Vakfı mütevelli
üyesidir. Profesyonel iş hayatından ayrıldıktan sonra Akhisar’da
kurduğu bağlarında şato usulü Selendi marka kaliteli şarap yapımına başlamıştır. Ayrıca “ia orana” isimli Pasifik Okyanusu anılarını anlattığı bir de kitabı bulunmaktadır.
moda-tasarım
46
Tasarımda Mucizeler Yaratan Marka
Pro-fit Neşet Güne
Kendimi organizatör gibi görüyorum. İnsanlar yıllarca çalışarak bir ev alıyor ve o evi size teslim ediyor. Sizin onun hayalini doğru organize etmeniz gerekiyor. Burada önemli olan nokta
herkesin bir tarzı olduğudur. Tarzı olmayan yoktur. Onu doğru tespit etmek gerekir. Ben her
zaman şunu söylerim, iyi bir iç mimar eşittir müşterisinin tarzını iyi teşhis eden kişidir.
A
nkara merkezli bir iç mimarlık firması olan Pro-fit
yaşam tarzınıza, beğenilerinize ve dünya görüşünüze göre size özel mekânlar yaratmak için 15
senedir projeler üretiyor ve uyguluyor. Uzman,
genç ve dinamik kadrosuyla hizmet veren Pro-fit,
iç mimarlık ve dekorasyon alanında mükemmel bir çözüm ortağı. Siz yaşamak istediğiniz mekânları hayal ediyorsunuz, Pro-fit
sizin için bu hayalleri hayata geçiriyor hem de hayallerinizdekinden de mükemmel bir şekilde.
Uzun yıllardır oturmakta olduğunuz evinizden sıkıldınız ve
dekorasyonunu değiştirmek istiyorsunuz, belki de sahip olduğunuz işletmenizin yeni şubesinin dekorasyonu konusunda
kararsızsınız ya da yeni bir ev aldınız, dekorasyonu için hayaller kuruyorsunuz ama bunun için bir profesyonele ihtiyacınız
var. O zaman bütün bunları gerçekleştirmek için kapısını
çalacağınız en doğru adreslerden biri, Neşet Güne’87
ve eşi Lale Güne’nin ortağı olduğu, iç mimarlık projelendirme ve uygulamaları yapan bir firma olan Pro-fit.
Başta Ankara olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında gerçekleştirdiği başarılı çalışmalarla
tanınan Pro-fit aynı zamanda ülkemizin büyük müteahhit firmalarının da iş
ortağı durumunda. Rusya ağırlıklı
olmak üzere Ukrayna, Kazakistan,
Moldova, Libya gibi ülkelerde projelendirme ve uygulamalar yapmakta.
Pro-fit’in müşterilerine
sunduğu hizmetler
ağırlıklı olarak projelendirme. Eğer müşteri isterse o projenin
uygulamasını
da
Pro-fitin uzman ekibi
anahtar teslimi olmak
üzere üstleniyor. Proje
ve uygulama dışında
kolejliler NİSAN2010
Sayer Villası
moda-tasarım
47
Bilkent Otel
bazı imalatta da müşterilere hizmet veriliyor. Örneğin ahşap
işlerini kendi atölyelerinde yapabiliyorlar. Bazı müşteriler ise bir
proje için işin kontrolörlüğünü talep edebiliyor ya da sadece
danışmanlık hizmeti istiyor.
Pro-fit aslında ev dekorasyonuyla işe başlayan daha sonra ağırlıklı olarak spor merkezi, spa otel, alışveriş merkezi
dekorasyonu ile ilgili işlere yoğunlaşmış bir firma; ama ev, restoran ya da ofis dekorasyonundan da kopmuş değil. Alışveriş
merkezleri, otel ya da spor merkezleri gibi sirkülasyonun
yoğun olduğu yerlerin, kısacası daha çok insanın yaşadığı,
çok amaçlı kullanılan mekanların dekorasyonunu yapmak
Neşet Güne ve ekibi için çok daha keyifli. Bir opera ve klasik
müzik hayranı olan Neşet Bey’in en büyük hayali ise Ankara
Devlet Opera ve Balesi Salonu’nun dekorasyonunu yapmak.
Bu arada Neşet Bey’in hayallerinden söz açılmışken kendisinin
bir başka hayali ise bir yat ya da uçağın içini dekore etmek.
Sayer Villası
Optimum Sinema
En Önemli Nokta Müşterilerin Tarzını İyi Teşhis Etmek
Peki, Pro-fit hayallerinizi nasıl gerçekleştiriyor, müşterilerle
buluşmadan projenin teslim edilmesine kadar nasıl bir süreç
izleniyor? Bu konuda Neşet Güne şunları söylüyor:
“Her mekânın dekorasyonu farklı farklıdır; ama örnekleme
olarak evi alırsak ki en zor olanıdır, şahsa özel olduğu için çok
daha fazla uğraş gerektirir, şöyle bir yol izleriz. Öncelikle, evde
yaşayan insanlara göre tasarım yapacağımız için onları tanımakla işe başlarız. Yani, evde günlük yaşamlarını nasıl geçiriyorlar? Nelerden zevk alıyorlar? Sosyal yaşamlarında ne kadar
aktifler? Dünya görüşleri ne? İçe dönükler mi eğlenceyi mi
seviyorlar; yoksa daha mı bohemler? Evlerine çok gidip gelen
var mı? Bunları öğrenmek için projeye başlamadan önce bir
süre arkadaşlık etmemiz gerekiyor, bu süreç içinde de aileden
biri gibi oluyorsunuz. Aileyi tanıdıktan sonra onların kafalarındaki fonksiyonları öğreniyoruz yani; yemek odasında çift salon
mu olacak, yatak odasını çok dolaplı mı istiyorlar, kaç çocuk
odası istiyorlar, soyunma odasını ne büyüklükte düşünüyorlar?
Bunları ve daha pek çok detayı öğrendikten sonra oturur bunları plan üzerinde kâğıda dökeriz, onların onaylarını alana
kadar da toplantılar devam ederiz.”
NİSAN2010 kolejliler
moda-tasarım
48
Uzman Ekip İş Başında
Detaylı çalışmalar yapıldıktan ve fonksiyon çözüldükten
sonra sıra işin estetik boyutuna geliyor. Neşet Bey bu aşamada müşteriyi işin içine çok fazla sokmadığını, ilk başta almaları gereken bilgileri aldığını, müşterinin tarzını ve çizgisini öğrendiğini, bu işin aslında bir tür şov olduğunu, müşterinin evini
gördüğünde şaşırması gerektiğini söylüyor. Müşterinin hayalini, istediğini gerçekleştirememişseniz müşteriyi iyi tanıyamamışsanız demektir diye de sözlerine devam ediyor. Pro-fit ekibinin başına böyle bir şey gelmemiş, bunun en önemli nedeni
de müşterilerini çok iyi analiz edebilmelerinde gizli.
Müşterilerle ilgili yeterli veri toplandıktan sonra genel konsept tasarımları yapmak için masada, proje karşısında yalnız
olmayı tercih ediyor Neşet Bey. Pro-fit’de genel konsept çalışmaları yapan başka uzmanlar da var. Pro-fit tam bir ekip çalışması yürütüyor ve ekipte herkesin görevi belli. Genel koordinatör tasarım dağıtımını yapıyor. Teknik ekip ayrı, malzeme seçimini yapan ayrı. Bütünü oluşturan sonucu ortaya çıkaran ve
bunları koordine eden bir de direktör var.
Müşterilerin öğrenmek isteyeceği en önemli konulardan biri
de tabiî ki bu çalışmaların ücretlendirilmesiyle ilgili. Bunun için
de yapılan çalışmanın ne fiyata çıkacağına dair bir bütçe çalışması yapılıyor. Ortaya çıkan fiyat eğer müşterinin bütçesini
aşarsa yeniden revize ediliyor. Süre konusunda ise en küçük
proje için bile an az 60 gün harcanıyor. Bütün bu çalışmalar
süresince dost olunan müşterilere teslim sonrası hizmet de
veriliyor.
Bilkent Otel
kolejliler NİSAN2010
Base Life Club
Bütün bu çalışma sürecinin uzun ve meşakkatli bir yol olduğunu söyleyen Neşet Güne sözlerine şöyle devam ediyor:
“Kendimi organizatör gibi görüyorum. İnsanlar yıllarca çalışarak bir ev alıyor ve o evi size teslim ediyor. Onun hayalini doğru organize etmeniz gerekiyor. Burada önemli olan nokta herkesin bir tarzı olduğudur. Tarzı olmayan yoktur. Onu doğru tespit etmek gerekir. Ben her zaman şunu söylerim iyi bir iç mimar
eşittir müşterisinin tarzını iyi teşhis eden kişidir.”
Güne’den Dekorasyonla İlgili Tüyolar ve 2010 Trendleri
İç mimari ve dekorasyon konusunda uzman bir ismi bulmuşken dekorasyonda dikkat edilmesi gerekenler konusunda
öneriler almadan olmaz. Neşet Güne bu konuda şunları söylüyor:
“Karanlık mekânlar yaratmayın. Evin aydınlatılmasını kesinlikle spotla yapmayın. Aydınlatmada beyaz ışık yerine, sarısıcak ışık kullanın. Ev aydınlatması yumuşak olmalı, aplikle ya
da masa üzerinde bir abajurla olabilir. Mekânın demirbaşı olan
pencere, kapı, süpürgelik ve gömme dolapları her şeyle uyumlu olabilecek renklerde boyamak gerekir; kemik, bej ve pudra
gibi. Apartman dairelerinde tavanlar hep basık olur, kartonpiyerler mekânı daha da basıklaştırır, yüksek mekânlar ise insana rahatlık verir, bu etkiyi sağlamak için boyuna desenli kâğıtlar kullanılabilir.”
Ünlü mimar bu senenin dekorasyon trendleriyle ilgili de şu
bilgileri veriyor:
“2010’da ekolojik trend var. Sanatta ve edebiyatta olduğu
gibi dekorasyonda da geçmişe dönüş var. İnsanlarda doğaya,
ilkel çağlara gitme isteği var. Çünkü günümüzde pek çok şey
iyiye gitmiyor, bu nedenle insanlar özlerine dönmeye çalışıyor,
bunun için de doğayı ve renkleri evine taşımak istiyor. Doğal
malzemeler kullanılacak, ham ahşaplar, bitki kökü dediğimiz
renkler, eskitme malzemeler ve tabii ki aynalar da ön planda.
2010’da yeşilin tonları çok kullanılacak. Su, dünyada değerli
olmaya başladı, çünkü su, güç ve medeniyet demektir, dolayısıyla mavinin tonları kullanılacak. Aydın, sıcak ve dingin atmosferli, çok büyük ve geometrik desenlerin hâkim olacağı güzel
bir yıl olacak 2010. Son olarak Barok, Rokoko, Artdeco akımlarının tekrar hâkim olacağını da söylemek gerekir. Daha insancıl çizgiler geldi. Ruhsuz modernizm bitti gibi. İskandinav Avrupa’sı tarzı olan kübist çizgiler kalmadı.”
Pro-fit İletişim:
Adres: Nenehatun Caddesi 116/1 GOP / ANKARA
Tel: 0312 436 71 26 / 447 82 34 /
www.profitnesetgune.com
çevre
50
Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar-2
Dergimizin geçtiğimiz sayısında, genel olarak gen, gen aktarımları ve genetik yapısı
biyoteknoloji şirketleri tarafından değiştirilmiş ürünlerin sağlık riskleri ve bu ürünlerin ne
amaçla üretilip dünya üzerine salınmaya çalışıldığını anlatmıştık. Bu sayımızda konumuza
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
bazı kişi ve kurumların söylem ve savlarının
1996 yılından itibaren ticarileştirilmeye
Arca ATAY
aksine, GDO’lu tarım ürünlerinin dişe dokubaşlanan GDO’lu tarımsal ürünlerin %85’i
Ekolojik Yaşam Derneği
nur gözle görünür hiçbir avantajı bulunmaABD, Kanada, Arjantin, Brezilya gibi
(EKODER) Başkanı
maktadır. Üzerinde büyük polemiklerin yapılAmerika kıtası ülkelerinde üretilmekte, Asya
dığı ve yalanların söylendiği sav ve söylemleve Afrika kıtasındaki Güney Afrika, Çin ve
ri birkaç can alıcı soru ile çürütmek mümkün.
Hindistan ile birlikte bu oran % 98’e çıkmaktadır. Dünya GDO’lu üretim alanı miktarı 125 milyon hektar civaGDO’lu ürünler sağlıklı mıdır?
rındadır ve bu üretimin neredeyse yarısı ABD’de yapılmaktadır.
Alerji, toksisite, kanseri tetikleme, bağışıklık sistemini zayıf27 üyeli Avrupa Birliği’nde sadece 7 ülkede GDO’lu ürünlerden bir tek MON810 isimli mısıra izni verilmiş olup, bunların latabilme etkisi, antibiyotiklere karşı direnç geliştirme, transfer
toplam üretim alanı 110.000 hektardan azdır ve gittikçe de edilen genlerin insan veya hayvan bünyesindeki yararlı bakteriazalma eğilimi göstermektedir. Zira Türkiye’nin de içinde oldu- lerle birleşebilme olasılığı, besin kalitesinde bozulma, enzim
ğu birçok dünya ülkesi gibi, AB ülkelerinin halkları GDO’lu ürün- sisteminde değişiklik gibi riskler, bu ürünlerin hiçte masum
lerin ülkelerinde üretilmesini ve tüketilmesini istememektedirler. olmadıklarının ispatıdır. GDO’lu ürünler yeterince test edilip,
Gerek biyoteknoloji şirketleri gerekse GDO savunucusu araştırılmadan, canlı sağlığı üzerindeki zararsızlıkları ispatlan-
kolejliler NİSAN2010
çevre
51
madan piyasaya sürülmektedir. Çeşitli akademisyen ve üniversite araştırma gruplarının çeşitli ülkelerde yaptıkları çalışma ve
araştırmalar, bunların sağlık riskleri konusunda güvenilir olmadıklarını kanıtlamıştır.
GDO’lu ürünler ekolojiye zarar vermez mi ve biyolojik
çeşitlilik için tehdit oluşturmaz mı?
• GDO’lu ürün üretimlerinde kullanılan yabani ot ilacı miktarı artmış, kullanılan yoğun pestisitler toprak yapısını bozmaya
devam etmiştir, doğal toprak mikroflorası, faydalı mikro organizmalar ve faydalı böcekler yok edilmeye devam etmektedir,
• Yabani ot ilaçlarına dayanıklılık kazanan yeni canavar
otlar çıkmıştır,
• Brezilya ve Arjantin’de biyoyakıt eldesi için GDO’lu soya
ve kanola üretimlerinin tetiklenmesiyle yeni topraklar kazanılması amacıyla yağmur ormanları katliamı başlamıştır,
• Taşınan polenlerle gen kaçışları olmuş, hem mevcut konvansiyonel kültür bitkilerine, hem de yabani akrabalara gen
bulaşması olmuştur. Böylece konvansiyonel ve organik tarım
ürünleri GDO’lu hale gelmiş, yabani akrabalarına gen kaçışı ile
GDO’lu yabani otlar oluşmuştur.
• Biyoteknoloji korsanları, kendilerine ait olmayan yerel
tohumların patentlerini alarak ülkelerin biyoçeşitliğine müdahale ederek yerel tohumları patentlemeye çalışmaktadırlar.
• Toprak ve su kirliliği, faunada değişim, mikrorganizmalarda değişim, bitkisel çeşitlilikte değişim ve çeşitlilik kaybı ekosisteme müdahalenin ve genetik kirlenmenin bir sonucu olup
endüstriyel tarımın transgenik bitkilerinin yayılımı ile dünya ekosistemini çöküşe doğru sürüklemektedir.
GDO’lu ürünler ucuz mudur ve üretim maliyetleri
diğerlerinden düşük müdür?
• GDO’lu ürünlerde daha yüksek maliyetler ortaya çıkmış,
patentli tohum nedeniyle daha pahalı ve her yıl tohuma yeni-
den para vererek almak zorunda olan çiftçinin üretim maliyeti
artmıştır.
• Bu arada tarımsal biyoteknoloji şirketleri herbisitlere
(yabani ot ilacı) toleranslı GDO’lu tohumlarını satarken kendi
üretimleri olan herbisitleri de yoğun bir şekilde satmaktadırlar.
Zira bu şirketlerin amaçlarından bir tanesi de ilaçlara toleranslı
tohumlarını satarken bunlar için kullanılacak kimyasalları da
satmak ve kârlarını ikiye katlamaktır.
GDO’lu ürünler, konvansiyonel ve organik ürünlerle,
belirli bir izolasyon mesafesinde, birlikte ekilebilir
mi?
Birlikte ekilebilirliğin mümkün olmadığı, izolasyon mesafeleri konmasına rağmen her zaman gen bulaşması olabileceği
ispatlanmıştır. Birçok konvansiyonel ve organik ürün bu bulaşmalar sonucunda GDO’lu olmuşlardır ve çoğu imha edilmek
zorunda kalınmıştır. Bu bulaşma örneklerine aşağıda değinilecektir.
GDO’lu tohumların verimleri yüksek midir, çiftçilerin
gelirini arttırmada faydaları olmuş mudur?
• ABD üniversiteleri tarafından 15 binin üzerinde çiftçiyle
yapılan çalışmalarda, genetiği değiştirilmiş soyanın diğer soyalara göre % 5,3 daha az verimli olduğu tespit edilmiştir.
• Kansas Devlet Üniversitesi'nin yaptığı çalışmalarda ise
genetiği değiştirilmiş soyanın verimliliğinin % 9 oranında düşük
olduğu sonucuna varılmıştır
• Birçok ülke çiftçisi, verim ve kalitede normal konvansiyonel üretimin altında değerler elde ettiklerini ve para kaybettiklerini öne sürerek GDO’lu tohum şirketlerini mahkemeye vermiştir (Hindistan ve Endonezya’daki pamuk çiftçileri)
• Paraguay, genetiği değiştirilmiş soya ekim alanı bakımından dünyada yedinci sıradadır. Fakat Paraguay köylülerinin
% 40'ı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
NİSAN2010 kolejliler
çevre
52
bulaşabildiğinin ve bunun da insan gıda zincirine girebildiğinin
somut bir örneğidir.
• Avrupa Birliği’nin GDO’larla ilgili mevzuatında GDO etiketiyle satışına izin verilen ürünlerin dışında çeşitli ülke market raflarından alınan ve bebek mamaları dâhil birçok gıda ürünü
örneğinde GDO saptanmış ve bu ürünlerin isimleri ve üreticileri çevre ve tüketici örgütleri vasıtasıyla internete ve basına yansıtılmıştır.
GDO’lu ürünler dünyadaki açlığa bir çare midir?
GDO’lu ürünlerin ekilmeye başlamasıyla dünyadaki
açlık bitmiş ya da azalmış mıdır?
• 2000 yılından bu yana Güney Afrika'da genetiği değiştirilmiş pamuk eken çiftçi sayısında 4 kata yakın bir azalma
görülmüştür.
• Hint tarımına genetiği değiştirilmiş tohum şirketleri egemen olmaya başladığından bu yana sömürü sistemi dayanılmaz bir hâl almıştır. Hindistan’da genetiği değiştirilmiş tohumlarla pamuk yetiştiren ve ipoteğini ödeyemeyen çiftçiler canlarına kıymaya başlamışlardır. Hindistan’da 1997-2007 arasında
intihar eden çiftçilerin sayısı İçişleri Bakanlığı verilerine göre 182
bin 936’dir. 2008 rakamlarının 16 bine yaklaştığı belirtilmektedir.
GDO’lu ürünlerin diğer ürünlere karışma riski var
mıdır? İnsan gıdası için üretilmeyen GDO’lu ürünlerin
gıda zincirine karışmasını önlemek mümkün müdür?
• Hayvan yemi olarak üretilen Starlink mısırı insan gıdasına
bulaşmış ve market raflarından toplatılmıştır. Yiyen insanlara ne
olduğu bilinmemekle beraber mısır unu ürününü piyasaya
süren Kraft şirketi, büyük maddi zarar görmüştür.
• Bayer firmasının yasallaşmamış GDO’lu uzun pirinci
LLrice601, ABD’nin GDO’suz olarak dünya ülkelerine ihraç ettiği pirinçlerde tespit edilmiştir. Bu durum ise, daha ticari olarak
ekimi yapılmayan bir pirinç hattının nasıl konvansiyonel pirince
kolejliler NİSAN2010
• GDO’lu ürünlerin ticari olarak ekilip dikilmesinin üzerinden 13 yıl geçmiş ve GDO’lu ekim alanları 120 milyon hektara
ulaşmış olmasına rağmen, bu ürünlerin açlığa çare olmadıkları, aç insan sayısının bir milyara ulaşmış olmasından bellidir.
• Dünyada gıda azlığı değil, fazlalığı söz konusudur. Uluslararası tekellerin faaliyetinin merkezi haline gelen gelişmiş
ülkelerde, özellikle buğday, mısır, soya, pirinç gibi dünya gıda
tüketiminin önemli bir kısmını oluşturan gıda maddelerinde
büyük bir üretim fazlası vardır. Tarım ve gıda tekellerinin birbirleri arasındaki kıyasıya rekabetin kışkırttığı bu aşırı üretimin
sonucunda ortaya çıkan ürün fazlası için yeni pazarlar yaratılmak zorundadır. Elbette bu pazarlar için en kolay aday, tarım
sistemleri sorunlu, başka alanlarda da bin bir zorlukla mücadele etmekte olan az gelişmiş ülkelerdir. Bu ülkelerin tarım sistemleri, gıda ve tarım endüstrisi şirketlerinin çıkarlarına hizmet eden
neo-liberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılırken,
en fazla zarar görenler de tarımsal alandaki nüfusun büyük bir
kısmını oluşturan küçük çiftçilerdir. IMF, DTÖ gibi kuruluşların
dayattığı tarım politikaları sayesinde işlerini yapamaz hale
gelen küçük çiftçiler, birer birer açlar ordusuna katılmaktadırlar.
Son 20 yıldır neoliberal sistemin çarkları siyasi güçlerini
gelişmiş ülkelerin hükümetlerinden ve IMF, DB ve DTÖ gibi
örgütlerden alan endüstriyel şirketlerden yana dönmektedir.
Uluslararası ve uluslar üstü biyoteknoloji şirketleri hiçbir güçten
çekinmeden ve hatta zaman zaman her türlü yasal olmayan
yöntemleri de kullanarak (yasal olmayan tohumlarını konudan
haberdar olmayan çiftçilere satarak veya bedava vererek) dünya üzerindeki tohum hâkimiyetlerini kurdular. “Genetik Kirlenme”ye ve genetik olarak müdahale edilmiş ürünlerin toplum
sağlığına ve çevreye etkileri ile ilgili olarak biyoteknoloji endüstrisinin görüşlerini dile getiren bir yetkili konuyu şu cümleler ile
özetlemektedir: “Monsanto’nun biyoteknolojik gıdaların güvenilirliğini ispatlamak gibi bir yükümlülüğü olmamalıdır, zira bizim
işimiz satabildiğimiz kadar ürün satmaktır. Güvenilirliği sağlamak Gıda İlaç Dairesi’nin (FDA) görevidir”.
Nihayet şu anda Meclis’te olan Ulusal Biyogüvenlik Yasası
çok yakında oylanacak ve kanunlaşacaktır. Bu yasanın,
2006’da çıkarılan Tohumculuk Yasası’nın aksine yabancı gen
aktarımlı tohum ve gıdaların giriş ve üretimlerine serbestlik
değil yasak getirilmesini istiyor, tüm üreticileri, tüketicileri, sivil
toplum örgütlerini ve bilim insanlarını bu konuda uyanık ve
duyarlı olmaya, tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin ülke topraklarını GDO’larla işgal etme senaryosuna karşı çıkmaya çağırıyoruz.
gezi
54
Kendinize Bir İyilik Yapın!
Sizi
Bekliyor
Hepimizin şehir hayatının karmaşasından uzaklaşmak, doğayla baş başa
kalmak istediği zamanlar olmuştur, bir
zamanlar ağaçlara ev kuran atalarımızdan miras kalan genlerimizin de bunda
payı büyük olsa gerek. İşte doğanın
sizi çağırdığı böyle zamanlarda gidebileceğiniz, bir adres var; Thuya. Ekotarım, eko-turizmin bir arada olduğu
Thuya, doğa tutkunlarına doğa ile iç
içe ama bir o kadar da konforlu bir
ortam sunuyor.
kolejliler NİSAN2010
T
huya, yurt dışında benzerleri çokça olan ve sayıları her geçen gün artan doğa ile bütünleşmek isteyenlerin bir araya geldiği mekânlara Türkiye’deki ilk
örnek. Yalova Armutlu’da bulunan İstanbul’a iki
saat uzaklıktaki bu eko-pansiyon, çiftlik ve doğa
hayatını yaşamak isteyenlerin vazgeçemeyecekleri bir yer.
Thuya yalnızca bir butik otel değil, ülkemize alternatif bir
turizm anlayışını yerleştiren, aynı zamanda eko-tarım yapan
özel bir çiftlik.
Thuya’nın sahibi Tülay Andiç: “1994’te çiftliği kendimiz için
kurduk, yine eko-tarım yapıyorduk ama sertifikasız. Biz çok istifade ettik, çoluk çocuk büyüdü, başkaları da bu güzellikleri tecrübe etsin diye paylaşmak istedik, çiftliği butik otele dönüştürme fikri de böyle doğdu.” diyor.
Hem ekolojik tarım hem ekolojik turizm yapılan Thuya,
ülkemizde, Agro Eko-turizm (doğayı, insanı ve sosyo-kültürel
ortamı gözeterek ekonomik faaliyet yapan turizm işletmesi)
Sertifikası’nı İtalyan Çevre Enstitüsü’nden alabilen ilk ve tek
işletme. Bu durum işletmecinin haklı olarak gurur duymasını
sağlıyor, çünkü uluslararası bir çevre enstitüsü tarafından sertifikalanmak çok da kolay değil.
gezi
55
Thuya’yı farklı kılan diğer
unsur ise; mutfakta kullanılan
ürünlerin en az yüzde 80’inin kendi ürettikleri sertifikalı ekolojik
ürünlerden oluşması. Thuya ayrıca bir dizi çevre kirliliğini önleyici
uygulamaları ile bulunduğu bölgenin bir devlet projesiyle ekotarıma geçmesine katkı sağlayarak, ekolojik havza ilan edilmesine de vesile olmuş.
Çam Ormanları ve Deniz
Konuklarını sahip olduğu beş
odasında üç personeliyle ağırlayan Thuya’da oda-kahvaltı hizmeti veriliyor, istenirse öğle,
akşam yemeği de oluyor. Uludağ
ve Gemlik Körfezi, manzaralı,
çam ormanları arasında olan
Thuya’yı daha çok genç gruplar,
çocuklu aileler, 28-45 arası çiftler
ve çevreye duyarlı, yüksek öğretimli insanlar tercih ediyor. Faaliyette olduğu beş yıllık süreçte
müdavimleri de oluşmuş Thuya’nın. İznik, Bursa, Mudanya,
Uludağ, Gemlik, Yalova, Erikli ve Esenköy Şelaleleri’ne çevre
gezilerinin düzenlendiği eko-çiftlik, grup çalışmaları ve seminer
organizasyonları için de son derece uygun.
Mavi bayraklı Armutlu sahilleri ise çiftliğe sadece 5 km
uzaklıkta ve konuklara ulaşım için servis sağlanıyor. Dilerseniz,
Thuya’ya ait arabayla 5 dakika mesafedeki Armutlu Kaplıcaları’na gidebilirsiniz.
Ev Şarabı
Toplayın
Yapın,
Zeytin
Thuya’da trekking, jeepli
safari, piknik, gıda üretimi, botanik çalışması, resim ve fotoğraf
atölyesi ile cam-ahşap boyama
gibi etkinlikleri yapmak mümkün,
ancak bu etkinlikler en az 4 kişiyle olabiliyor ve özel organizasyona tabii. Kış aylarında hafta sonları talebe göre yoga meditasyon,
kreatif mutfak ve detoks yapılıyor.
Binicilik meraklılarına da, çiftlikte
haziran-eylül arası binicilik dersleri
veriliyor. Eylül 15’te ev şarabı yapımı, kasım 15’te de zeytin toplama
etkinliklerine katılabiliyorsunuz.
Siz de yaşadığınız şehrin
gürültü ve sıkıntılarından uzaklaşmak, kendinizi doğanın kollarına
atmak istiyorsanız, bu çiftlik tam
size göre. Sevdiklerinizle birlikte
keyifli saatler geçirebilir, acaba ne
yiyorum? diye düşünmeden sağlıklı yiyecekler yiyebilirsiniz. Evinize dönerken, bahçesinden
ekolojik sebze ve meyveler de satın alabileceğiniz Thuya’nın ev
sahipleri “Kendinize iyilik yapmayı düşünürseniz, biz sizi ağırlamaya hazırız.” diyorlar.
İletişim
Adres: Mecidiye Köyü, No 9-10 Yalova-Armutlu
Tel : 0 226 535 6383 Faks : 0226 535 6380 Mobil : 0 533 492 0457
www.thuya-ekopansiyon.com
NİSAN2010 kolejliler
uzman makalesi
56
Türkiye’nin, Altı Maden,
Üstü Tarih ve Doğal Güzelliktir
2001 yılından itibaren ülkemizde altın üretimi başlamış olup; 2009 yılında yaklaşık 15 ton altın üretilmiştir. Bu üretim seviyesi ile İsveç, Finlandiya gibi üretici ülkeleri de geçerek, Avrupa ülkeleri arasında en büyük
altın üreticisi konumuna gelinmiştir. Ancak çok yüksek altın potansiyeline rağmen, ülkemiz; Çin, ABD, Güney Afrika, Rusya, Kanada, Avustralya gibi ülkelerin çok gerisinde kalmaktadır.
M
Ümit Akdur’71
Altın Madencileri Derneği Başkanı
adencilik, yer kabuğunda bulunan altın, kömür,
çinko, bakır, demir, bor gibi ekonomik değer taşıyan madenleri bulundukları yerden çıkarıp, işleyip insan yaşamına katan bir iş alanıdır. Günümüzde, bu sürece, işin bitiminde madencilik
yapılan yerleri doğayla uyumlu hale getirme faaliyeti de dahil
edilmiştir.
İnsanlık tarihi ile madencilik tarihi adeta ortak yazılmıştır.
İnsanoğlu taşa şekil verdikten sonra, hayatı kolaylaşmış; toprağı işlemiş, daha kolay avlanmıştır. Bakır, tunç ve demir de keşfedilip işlendikçe, bu madenler insan yaşamının boyutlarını öyle
değiştirmiş ki, insanlık tarihinin geçirdiği süreçlere adlarını vermişlerdir. İğne iplikten uzay mekiğine kadar, yaşamımızın ayrılmaz parçası olan madenler bugün dahi dünyanın siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamın en belirleyici etmenlerinin başında
kolejliler NİSAN2010
gelmektedir.
Ülkemiz, sanayisinin ihtiyaç duyduğu hammadde ve ara
mal ithalatı için her yıl 150 milyar dolardan fazla döviz ödemekte ve 2003 yılından sonra enerji ve metal fiyatlarındaki artış
nedeniyle de bu rakam giderek büyümektedir. Toplam ithalatımızın %75’i enerji ve işlenmemiş maden ve ara mal ithalatı faturasından kaynaklanmaktadır.
Maden çeşitliliği açısından dünyanın zengin bölgelerinden
olan Anadolu, madencilik tarihinde pek çok “İlk”e şahit olmuştur. Örneğin; M.Ö. 7 binli yıllarda metaller ilk olarak, Anadolu'da
keşfedilmiş, bakır ilk olarak Kıbrıs'ta M.Ö. 3 binli yıllarda çıkartılmış, mermer ilk olarak M.Ö. 1000 yılında Afyon'da işlenmiştir. Salihli-Sart’ta ilk altın paranın basılmasıyla da dünya ekonomi tarihi başlamıştır.
Roma İmparatorluğu zamanında babasının gazabından
uzman makalesi
57
kaçarak, 4 Aralık’ta madencilerin çalışmakta olduğu bir mağaraya sığınan ve bu madenciler tarafından azize kabul edilen
Santa Barbara'nın İzmit'te yaşamış olması ve efsanenin geçtiği
mekânların Anadolu olmasının da madencilik tarihinde önemli
bir yeri vardır. 4 Aralık tüm dünyada "Dünya Madenciler Günü"
olarak kutlanmaktadır.
Tüm madenler içinde ayrıcalıklı konumunu tarih boyunca
korumuş olan altın, ülkemizde de hem yaygın bir yatırım aracıdır, hem de kültürel etkinliklerimizde önemli bir yere sahiptir.
Dünyada altın talebi en yüksek ülkeler arasında yer alan Türkiye, her yıl ortalama 200 ila 250 ton arasında altın ithal etmekte
ve bugünkü fiyatlarla yılda yaklaşık 6-7 milyar dolar ödemektedir.
Altın üretimine başladığımız 2001 yılından bu yana 15 tona
ulaşan üretim seviyemiz ile İsveç, Finlandiya gibi üretici ülkeleri geçerek, Avrupa ülkeleri arasında en büyük altın üreticisi
konumuna gelinmiştir. Ancak 6500 ton altın potansiyelimiz
gözönüne alındığında üretimimiz, potansiyelimize göre çok
düşüktür.
Sanayide veya günlük yaşamımızda kimyasal maddeler
vazgeçilmez bir konuma gelmiştir. Sanayide, üretim için 100
binden fazla kimyasal kullanılmaktadır.
Bu nedenle, bütün
dünyada kimyasalların üretimi ve ticareti
serbesttir. Toksikoloji
biliminde kimyasal
maddeler
zehirli
veya zehirsiz olarak
adlandırılmaz. Çünkü uygun dozaj aşıldığında her kimyasal
madde zehir etkisine
sahiptir. Ancak bir
kimyasalın bir sanayi
üretiminde kullanılabilmesi için toksikoloji bilmi tarafından belirlenen sınır değerlerler göz önüne alınarak hazırlanan mevcut yönetmeliklerin ve
standartların gereklerini yerine getirilmesi zorunludur. Aksi takdirde söz konusu kimyasalın o üretim için kullanımına müsaade edilmez.
Siyanür, sanayide tekstil başta olmak üzere (akrilik gibi
sentetik kumaşlar, sentetik iplikler, orlon vb.) plastik, naylon,
sünger imalinde, kauçuk ayakkabı yapımında, kuyumculukta,
ilaç sanayinde ve daha pek çok alanda gerekli önlemler alınarak kullanılmaktadır. Toksikoloji bilmine göre, siyanür, altın üretiminde kullanımı nedeniyle oluşabilecek risklerin alınan
önlemlerle kolayca giderilebildiği risk grubuna girmektedir. Bu
kimyasalın diğer sanayi üretimlerinde kullanılmasının gözardı
edilip sadece altın üretiminde kullanılmasına karşı çıkılmasının
bilimsel ve teknik bir yönü olamaz.
Dünyada yaklaşık 800 altın ve gümüş madeni bulunmaktadır. Bunların %95’inde altın ve gümüş üretimi siyanür kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Geriye kalan %5’inde ise cevher
özelliği nedeniyle altın taneleri iri taneli olmaları nedeniyle altın
gravimetrik yöntemlerle elde edilmektedir. Ülkemizde, çok
çeşitli sanayi dallarında, bugüne kadar hiç bir olumsuzlukla
karşılaşılmadan kullanılan yıllık yaklaşık 300 bin ton çeşitli siyanür bileşiğinin %1’i altın üretiminde kullanılmaktadır.
Dünyadaki bütün altın madenlerinde 120 yılı aşkın süredir
üretimde kullanılan siyanür, süreç sırasında altını içinde bulunduğu kayaçtan ayrıştırmak için kullanılmaktadır. Siyanürle altın
üretimi yapılan koşullarda (pH 10.5) atmosfere yayılan siyanür
miktarı oran olarak içilen bir sigara dumanındaki siyanür miktarından daha azdır. Yurdumuzda altın üretimi yapılan madenlerde ne derelere bir sıvı boşaltımı, ne atık boşaltımı ne de atmosfere bir gaz salınımı yapılmamaktadır. Bu nedenle siyanür kullanımı nedeniyle ne çevreye ne de insan sağlığına zarar verecek bir durum söz konusu değildir. ABD, Kanada, Avusturalya,
Avrupa’da altın hangi yöntemlerle aranıyor, hangi yöntemlerle
çıkarılıp zenginleştiriliyorsa, siyanür kullanımı için hangi önlemler alınıyorsa ülkemizde de aynı yöntemlerle üretim gerçekleştirilmektedir. Avrupa Birliği Konseyi ilgilileri, yaptıkları incelemeler sonucunda ülkemizdeki altın madenlerinde kullanılan teknoloji ve çevre standartlarını Avrupa Birliği ülkelerine örnek göstermişlerdir. Bugüne kadar Dünya üzerinde madenlerde kullanılan siyanürden kaynaklı bir ölüm vakası olmamıştır.
Ülkemizdeki altın madenleri çeşitli çevre ödüllerine layık
görülmüş olup Dünya’daki en modern tesislerdir.
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Dünya üzerinde
topraklarında altın gümüş gibi kıymetli madenleri ya da
demir, bakır, ,kömür, krom, bor v.b. madenleri olup da işletmeyen tek bir ülke yoktur. Ülkemizdeki madenlerin ekonomimize katılması çevre değerleri suistimal edilerek engellenmeye çalışılmaktadır. Ülke refahının artması ve medeniyetin
sürekliliğinin sağlanması için “Çevreye duyarlı, saygılı bir
sanayi politikası ve sanayiye saygılı, duyarlı bir çevre politikası”nı benimsemek zorundayız.
M. Ümit AKDUR’71
M. Ümit Akdur, 1971 TED Ankara Kolej’i mezunudur. 1977’de
Gazi Üniversitesi İngilizce Bölümü’nden mezun olup Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi, İşletme masterını tamamlamıştır.
Mali Müşavir olan Akdur, 1980 yılında mermercilik sektöründe iş yaşamına başlamış, daha sonra ABD Büyükelçiliğinde 5 yıl
finansal analiz uzmanı olarak çalışmıştır. 1988 yılında, İdare ve
Finansmandan sorumlu müdür olarak göreve başladığı, altın
madenciliği konusunda faaliyet gösteren Tuprag Metal Madencilik A.Ş.’de halen Genel Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısıdır.
M. Ümit Akdur, Altın Madencileri Derneği Başkanlığı, Madencilik Sektörü Başkanlar Konseyi Birliği Başkan Yardımcılığı, Ankara Sanayi Odası Madencilik Sanayi Komitesi Başkan Yardımcılığı
görevlerini yürütmekte olup, Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı
Mütevelli Heyeti Üyesidir.
Boş zamanlarında deniz sporları, kayak, binicilik gibi sporlar
ile uğraşan Akdur, bir erkek çocuk babasıdır ve fizyoterapist
Tülay Akdur ile evlidir.
NİSAN2010 kolejliler
kültür-sanat
58
Çağdaş Türk Resim Sanatının Usta İsmi Mustafa Ayaz
Her Resmim Sevdiklerim İçin
Yazılmış Bir Şiirdir
Ankara’da örnek bir sanat müzesi, 2009 yılından bu yana sanatseverlerin hizmetinde. Çağdaş Türk Resim Sanatının önde gelen isimlerinden biri olan Mustafa Ayaz’ın ideallerinin
gerçekleştiği, sanata ve resme olan aşkının maddeye dönüşmüş hali olan müze, vakıf olarak faaliyet göstermekte. Usta sanatçı Ayaz’la Kurumsal İletişim Çalışma Grubu Üyeleri
olarak; resim, sanat, idealleri ve kendi olanaklarıyla kurduğu müze hakkında konuştuk.
kolejliler NİSAN2010
kültür-sanat
59
H
Kurumsal İletişim Çalışma Grubu üyeleri Mustafa Ayaz’la birlikte. Soldan Sağa: Ecehan Sakarya’04, Zerrin Sakarya’71,
Mustafa Ayaz, Demet Aydın’83, Ayda Uçul’81, Şenol Sarısoy’82, Dernek Kurumsal İletişim Sorumlusu Nazan Önal
ep iki şey arasında yaşadım: köyle kent, sevapla
günah, varlıkla yokluk. Resimlerimin temel öğesi
bu ikilem ve çelişkilerdir… Her bir durağı, her köşe
başı ve her sözcüğü bir kitap olacak kadar zengin,
sanatla yoğrulmuş, sanatla beslenen bir serüven
ressam Mustafa Ayaz’ın yaşamı. O, bugünlere gelmesini büyük
bir rastlantı olarak değerlendiriyor. “Beş kardeştik, hiçbiri okuma imkânı bulamadı çünkü köyde ilkokul yoktu. Aileden biri
okusun diye kasabaya yollandım. Mezun olunca tek imkân köy
enstitüleriydi, böylece 1953’de Erzurum Pulur Köy Enstitüsü’ne
girdim.” Okuldayken yeteneğiyle hocalarının dikkatini çekiyor
ve İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu’nun resim semineri sınavlarına girmesi öneriliyor. Sınava girip, kazanmasıyla Mustafa
Ayaz’ın sanat yolculuğu da başlıyor.
Mustafa Ayaz için sanat bir yaşam biçimi. Resim yapmak,
nefes almak demek onun için. “Resim yapmadığım zaman
eksiklik hissediyorum, resim yapmadan yaşamam zor” diyor.
“Sanatın yaşamınızla bütünleşmesi
lazım” diyen Ayaz, sergilerinin sayısını bilmiyor, aldığı ödüller ise şu anda onun için
pek de önemli değil. “Ödüller sanatseverlere ve eleştirmenlere kendimizi kabul ettirmemiz açısından gençlik döneminde bizim
için çok önemliydi. 1987’de son ödülümü aldım, o tarihten sonra yarışmalara katılmadım. Onur
ödülleri verildi daha
sonra. Ödül çok
önemli bir şey
değil, değişik
yollarla
da
ödüller alınabiliyor.”
“Yaptığım her resim sevdiklerim için yazılmış bir şiirdir” diyor
usta sanatçı. Kendisine ilham kaynağını sorduğumuzda; “Hanımlar” cevabını
veriyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Tabii işin şakası bu ama ilk çağlardan bu yana yapıla gelen sanat eserlerini incelediğiniz zaman, kadın figürünün
çok sık kullanıldığını görürsünüz, çünkü
sanata daha uygun ve estetiktir.” Ayaz’ın
çalışmalarının bir özelliği de erkek figürü
olarak sadece kendini kullanması. Sanatçı
buna neden olarak ise esprili bir cevap
veriyor: “Ben kıskanç bir erkeğim, bu
yüzden başka erkeklere tahammül edemiyorum.”
NİSAN2010 kolejliler
kültür-sanat
60
mı yaptım demiyorum. Sanat eserleri yaratmak açısından,
yapacak çok işlerim olduğunu düşünüyorum. Bu müzeyi yaptım çünkü resimlerimim evi, yuvası olsun istedim. Çocuklarım
benden sonra rahat yaşasın. Ben inanıyorum ki içinde bulunduğumuz bu müzeye ödüller verilecek ama ödüller çok önemli değil. İnsanları onurlandırıyor, hoşumuza gidiyor ama bu
duvarın arkası boş arsa, müzik ve konser salonu yapılmalı, bu
müze yaşatılmalı, en büyük ödül bu olur.”
Sanat Galerisi… Atölyeler… Müze Mağazası
Resim dışında baleyi
çok seviyor Mustafa Ayaz,
bu sevgisini müzede de
hissedebilirsiniz. Müzenin
birçok yerinde kendisi tarafından seçilmiş bale figürleri var.
Müze, Ziyaretçilerini;
Vakıf, Sanatseverlerin
Desteğini Bekliyor
2009 yılında vakıf olarak
faaliyete geçen ‘Mustafa
Ayaz Müzesi’, Mustafa
Ayaz’ın kendi olanaklarıyla
Başkent’e
kazandırdığı,
sanatsal birikimlerinin eseri.
Bu vakıfla toplumun her
kesimine sanat sevgisini
aşılamak, sanat yoluyla
toplumu eğitmek, çağdaş
Türk sanatının yurt içi ve
yurt dışında tanıtılmasına
katkıda bulunmak amaçlanıyor.
Mustafa Ayaz için en önemlisi müzenin yaşaması. Kendi
emekleriyle oluşturduğu müzenin finansmanı , satılan resim
paralarıyla sağlanıyor. Fakat bazı resimlerini satmak istemiyor,
çünkü onlardan ayrılamıyor usta sanatçı. Bu tür resimleri de
müzeye ayırıyor, herkesin görmesi için.
Müzenin, ideallerinin çok önemli bir noktası olduğunu belirten Mustafa Ayaz, sözlerine şöyle devam ediyor: “İdealler bittiği zaman insanın yaşamı anlamsızlaşıyor. Ben artık yapacağıkolejliler NİSAN2010
Giriş katında yer alan Mustafa Ayaz Sanat Galerisi, 2007
yılında
Mustafa
Ayaz’ın resim sergisiyle açılmış. Galeri,
çağdaş plastik sanatların gelişmesi yolunda, yerli ve yabancı
sanatçılara yönelik
periyodik sergiler ve
farklı sanatsal etkinlikler düzenleyerek,
sanatseverlerle
buluşmayı hedefliyor.
Galeri, pazartesi günleri hariç her gün
11.00–18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.
Mustafa Ayaz Sanat
Kursu’ndaki atölyelerde ise
Güzel Sanatlar Fakültelerine
hazırlık, yetişkin ve çocuklar
için; resim, heykel ve seramik kursları da verilmekte.
Kursun amacı; hangi yaşta
olursa olsun, sanata ilgi
duyan ve bu konuda kendini
geliştirmek isteyen kişilerle,
bilgi ve deneyimlerini paylaşmak.
Mustafa Ayaz Müze
Mağazası’nda,
Ayaz’ın
müze koleksiyonu ve sergilerindeki eserlerinden üretilmiş çeşitli seçenekler satışa
sunuluyor. Bu seçenekler
arasında; t-shirt, çanta, farklı şekil ve boyutlarda tabaklar, magnetler, reprodüksiyon tablolar, müze kataloğu ile Ayaz’ın desen ve müze kitabının da yer aldığı ürünler bulunuyor.
Mustafa Ayaz Vakfı Plastik Sanatlar Müzesi
Adres: Ziyabey Cad. No: 25 Balgat /Ankara
Tel: 0312 285 8998 Fax: 0312 286 2989
www.mustafaayazmuzesi.com
kültür-sanat
62
Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı İnci Demirkol’72 ve
Ankara Film Festivali Başkanı Can Özgün’73
Ankara Film Festivali Bir Okuldur
B
Ankara Film Festivali’nin
ülkemizdeki diğer festivaller arasındaki yeri nedir?
İ.D.: Ben bütün festivalleri
gezdiğim için rahatlıkla söyleyebilirim ki; bizim festivalimizin program ve içerik açısından ülkemizdeki diğer festivallerden geri kalır yanı yok.
İçerik olarak İstanbul birincidir, biz ikinciyiz. Antalya,
Adana, Bursa bizden çok
sonra gelir, onlardaki fark ise
parasaldır ve gösteri kısmındaki şaşaadan kaynaklanır,
özellikle de Antalya’da. Bizim
küçük bütçemizle yaptığız
işlerin, dünyada bu ölçekteki
başka bir festivalde yapılabileceğini sanmıyorum.
Festivalimizde kısa film ve
belgesellere çok önem veriyoruz. Kısa belgeselciler arasında sıkı tartışmalar geçer,
böylece daha iyisini yapmaTürk sinemasını yurt dışında başarıyla
nın yollarını öğrenirler. Diğer
festivallerde ise kısa film göstemsil eden ve ülkemizde sinema adına
Uluslararası Ankara Film
terimi adına bir seanslık gösbaşarılara imza atan yönetmenlerin pek
Festivali’nin tarihçesi hakterim yapıyorlar fakat o da
kında kısaca bilgi alabilir
çoğu ilk ödüllerini Uluslararası Ankara Film
şehrin bir ucunda oluyor
miyiz?
Antalya’da olduğu gibi, ana
Festivali’nden
aldı;
Fatih
Akın,
Nuri
Bilge
Can Özgün: Uluslararası
festivalle bağlantısı da olmuCeylan, Yüksel Aksu, Mustafa Altıoklar ve
Ankara Film Festivali 1988
yor. Biz kısa filmcileri ana fesyılında Ankara Film Şenliği
Tayfun Pirselimoğlu bu isimlerden bazıları.
tivale bağlıyoruz.
olarak başlayan bir etkinlik.
Festivale yakın çevrelerKurucuları ise, aralarında Aziz
deki üniversitelerden öğrenciNesin ve Mahmut Tali Öngölerin katılımları oluyor. Geçtiğimiz sene Çankırı, Isparta ve
ren gibi isimlerin de olduğu 12 sinema gönüllüsü. Şenlik çok
Kastamonu gibi illerden geldiler ve sahip çıktılar festivale. Sineilgi görünce üç sene içinde büyüyerek uluslararası bir kimlik
mada kariyeri olan insanlarla aynı ortamı paylaşmak ve onlarla
kazanmış, o zaman da kurumsallaşmak gereği doğmuş ve bu
sohbet edebilmek onlar için çok önemliydi.
nedenle de Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı kurulmuş. FesC.Ö.: Her şeyden önce vakfın ve festivalin bir duruşu var.
tival, vakfın etkinliklerinden biri olarak devam ediyor.
Bu durum festivale kaynak yaratma açısından sıkıntı yaratsa da
İnci Demirkol: Festival, yapılmaya başlandığı günden
bağımsız olmamızı sağlıyor. Önemle vurgulanması gereken bir
bugüne kadar bir kez Körfez Savaşı sırasında çeşitli nedenlernokta var ki festival olarak bizim “ekol olma” özelliğimizin
le, bir kez de tarih kaydı nedeniyle yapılamadı.
bulunması. Türk sinemasını yurt dışı ve yurt içinde başarıyla
u yıl 21. yaşını kutlayan
Ankara
Uluslararası Film
Festivali yine özel
bir
programla
Ankaralılara sinema dolu
günler yaşattı. Bu yıl da izleyicilerin Türk ve Dünya sinemasının en iyi örneklerini izleme
fırsatı buldukları festival; atölye çalışmaları, söyleşiler,
paneller ve Sanat Sokağı
etkinlikleriyle renklendi ve
yarışma bölümüyle de sinemaya emek verenleri ödüllendirdi. Bu önemli festivalin
başında ise iki Kolejli bulunuyor; İnci Demirkol’72 ve Can
Özgün’73. Ankaralıların, özellikle de Kolej camiasının festivali desteklemesi ve sahip
çıkması gerektiğini vurgulayan Özgün ve Demirkol ile
festivalin dünü, bugünü ve
yarını ile ilgili keyifli bir söyleşi
gerçekleştirdik.
kolejliler NİSAN2010
kültür-sanat
63
temsil eden yönetmenlerin ilk ödülleri bizdendir; Fatih Akın,
Nuri Bilge Ceylan, Mustafa Altıoklar, Yüksel Aksu ve Tayfun
Pirselimoğlu bu isimlerden bazıları.
Pek çok festivalde işin içine para ve çıkarlar girer. Bizim bir
farklılığımız da parasal ödülümüzün olmaması. Biz sadece bir
filme unvan veriyoruz. Para ödülü olmadığı halde ulusal yarışmalarımıza katılım çoktur, bunun sebebi ise Ankara Film
Festivali’nden ödül almak bir sınavı geçmek gibidir, bir prestijdir.
Festival jürisi ve özel ödül alacaklar nasıl belirleniyor?
İ.D.: Jürimizi çok dikkatli seçiyoruz. Yeşilçam’ın karmaşasından uzak tutmaya çalışıyoruz. Diğer festivallerde, örneğin
Antalya’da Yeşilçam içi klikleşmeler çok belli olur. Festival jürimizde sinema yazarı, yönetmen, akademisyen ve sanatçı oluyor, bu da ortamın daha tarafsız olmasını sağlıyor, yani herkes
biliyor ki jüri o filmi gerçekten sevmiş ve o nedenle seçmiş,
kazanılan ödül alın teriyle kazanılmış. Jüri oluşturulurken dikkat
ettiğimiz bir başka konu da sayısal olarak cinsiyet dengesinin
sağlanması.
C.Ö.: Jürideki isimleri oluşturmak en zor iş. Yarışmadan üç
gün önce jürinin değiştiği bile olur. Özellikle sanatçı olanlar
yoğun çalışan insanlar oldukları için bazen söz vermelerine
rağmen katılamayabiliyorlar. Özel ödülleri ise Dünya Kitle
İletişim Vakfı veriyor. Vakıf üyeleri, yönetim kurulu, yürütme
kurulu, danışma kurulu üyeleri çeşitli isimler belirliyor, bu isimleri internette de tartışabiliyoruz.
Festivalin izleyici potansiyeli hakkında neler söyleyebilirsiniz? Filmler ve etkinlikler yeterince ilgi görüyor mu?
C.Ö.: Festival çok önemli bir sosyalleşme aracı. Festival
süresince gösterilen filmlerin %99’u ticari sinemalarda oynamayacak filmler. Biz festival süresince şöyle bir imkân yaratıyoruz; festival izleyicileri filmleri üreten kişilerle filmi seyredip, sonra onlarla film üzerine konuşabiliyorlar. Workshoplarımız var.
Bütün bunları düşününce izleyicinin daha fazla olması gerekir.
İ.D.: Festival ilgi görüyor ama hiçbir zaman yeterli olmaz.
İzleyicilerin ilgisi dışında sponsorluk anlamında da destek olunması gerekiyor festivale. Çünkü vakfın belirli ve sürekli bir geliri
olmadığı için her sene festival için kaynak yaratmaya çalışıyoruz. Sponsorlarla festivalin bütçesini yapmaya gayret ediyoruz.
Tabii son yıllarda Ankara’daki kuruluşlar festivali desteklemeye başladı. Ama sosyal sorumluluk politikaları varsa ya da
yetkili kişinin sinemaya özel ilgileri varsa oluyor bu da. Şu anki
sponsorlarımızın çok önemli katkıları oluyor ama bunlar yetmiyor, daha fazla olması lazım. Her şeyden önce ulusal basında
sesimizi duyurmakta zorlanıyoruz. Ankara’da uluslararası bir
film festivalinin olduğunu bilmeyenler var. Ağırlıklı olarak
İstanbul’u destekliyor büyük kuruluşlar. Bu anlamda sadece
bizim festivalimiz için söylemiyorum, sanat adına yapılan bütün
güzel işlerin desteklenmesi gerekiyor, mesela Afyon Caz
Festivali’nin yaşatılması gerekiyor.
İlerisi için festivalle
ilgili gerçekleştirmeyi düşündüğünüz projeler ve çalışmalar nelerdir?
İ.D.: Pek çok proje
var ama bunları gerçekleştirebilmek maddi olanaklara da bağlı. Mesela
bizim bir “Ankara Buluşması” sözümüz var. Bu
projeyi Kültür Bakanlığı’na
sunduk. Yurt dışında Türk
Filmleri Haftası yapıyoruz,
oradaki insanlarla tanışıyoruz. Festivalciler, yapımcı ve
yönetmenleri Ankara’ya davet
etmek istiyoruz, bu buluşmanın birinci ayağı. Buluşmanın
ikinci ayağı ise festivale Ankara
dışından gelen öğrencilerin
sayısını arttırmak, Anadolu sanat liselerini de kapsayacak şekilde.
C.Ö.: Vakfın projeleri var. Aydın’ın Çine Belediyesi ile ortak
bir proje yaparak kıyı kentlerinde çocuklara sinema eğitimi
verilmesi ile ilgili. Bir de makinist eğitimi programı uygulamak
istiyoruz. Çünkü Türkiye’de bunun eğitimi yok, bu meslekler
hep alaylı kalmıştır. Kısacası fikirler fışkırıyor ama bu fikirlerin
hayata geçirilmesi maddi kaynaklara bağlı.
TED Ankara Koleji’ndeki öğrencilik yıllarınızla ilgili olarak
neler söylemek istersiniz?
İ.D.: Arkadaşlıklarımız çok güzeldi ve hala sürer. Herkes
kardeş gibiydi. Mesela aynı sınıftan kız ve erkek öğrenciler birbirleriyle çıkmazlardı. Benim için çok keyifli yıllardı. Biz okula
koşa koşa giderdik.
C.Ö.: Ben kadrolu Kolejliyim. İlkokuldan lise bitene kadar
eğitim hayatım Kolej’de geçti. Öncelikle Kolejli olmaktan gurur
duyuyorum, çok mutluyum, camiayı da çok seviyorum. Her
zaman ülkemizin en iyi eğitim kurumlarından biri olmuştur
Kolej. Tüm Ankaralıları ve TED camiasını festivale bekliyoruz.
Özellikle TED Ankara Kolejlilerin Ankara’da gerçekleşen uluslararası boyuttaki bu festivali sahiplenmeleri gerekir.
Bilgi İçin: http://www.filmfestankara.org.tr
NİSAN2010 kolejliler
kültür-sanat
64
Avrupa’nın Kültür Başkenti
A
İstan
dına şiirler yazılan, şarkılar bestelenen, romanlar
yazılan ve uğruna savaşlar yapılan bir kent olan
İstanbul, doğu ile batı arasında köprü olmuş, tarih
boyunca üç büyük imparatorluğa Osmanlı, Roma
ve Bizans’a başkentlik yapmıştır. İşte bu özelliklerini ve tüm kültürel mirasını göz önünde bulundurduğumuzda
İstanbul, Avrupa Birliği tarafından 2010 Kültür Başkentlerinden
biri olarak kabul edilmiştir.
Periyodik olarak her yıl belirlenen kent veya kentlere verilen
bu unvanı İstanbul, Almanya’nın Essen, Macaristan’ın Pécs
şehirleriyle paylaşıyor.
Seçilen kentin kültürel yaşamını ve kültürel gelişimini sergilemesi için oldukça iyi bir fırsattır. Bu kentler, uluslararası platformda kendi kültürlerine has özellikleri sergilemeleri için bir
takım değişimler yaşamaktadırlar.
Her geçen gün, yalnız İstanbullular için değil, tüm dünya
için bir çekim merkezi, bir kültür ve sanat merkezi niteliği kazanan İstanbul, uzun bir süredir 2010 Avrupa Kültür Başkenti
olmaya hazırlanıyordu. 16 Ocak’ta yapılan görkemli açılış töreninden sonra kültür başkentliği resmileşen dünyanın en güzel
şehirlerinden İstanbul, yıl boyunca gerçekleştirilecek etkinliklerle dünyanın sanat gündemini işgal etmeye devam edecek.
Müzik, opera, sinema, tiyatro, animasyon, edebiyat, turizm,
geleneksel sanatlar ve daha pek çok başlık altında gerçekleştirilen etkinlik ve projelerle dopdolu bir 2010 yılı yaşatan ve
yaşatmaya devam edecek yedi tepeli kentte, yıl boyunca 182
kültür sanat etkinliği gerçekleştirilmiş olacak.
İşte, bu etkinliklerin öne çıkanlarından Nisan ve
Mayıs ayında yapılacak olanlar:
Nisan’da İstanbul 2010
Balkanist - Balkan Müzik Festivali
İstanpoli kapsamındaki Michael Laub projesinin
kolejliler NİSAN2010
prömiyeri 28 Nisan’da Garajistanbul’da.
Münir Nurettin Selçuk’un müziğine adanmış Müniristanbul
projesi konseri 27 Nisan’da CRR’de.
Türk müziğinin önemli temsilcilerinden Ali Ufki`nin 400.
doğum gününe adanan Sacred Bridges başlıklı konser Aya
İrini’de.
27-28-29 Nisan’da İş Sanat`ta Sevgiyle El Ele Sanat Festivali yapılacak.
Avrupa Edebiyatı Türkiye’de / Türkiye Edebiyatı Avrupa`da
projesinin galası 16 Nisan`da Aya İrini’de.
Mayıs’ta İstanbul 2010
İstanbul, Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Şenliği’ne ev sahipliği yapacak.
“Sahne Senin İstanbul” fotoğraf sergisi 10 Mayıs`tan itibaren Fototrek Fotoğraf Stüdyosu`nda olacak.
Yıldız Teknik Üniversitesi ay boyunca “İstanbul Otherwise”
sergisine ev sahipliği yapacak.
11-15 Mayıs arasında “İstanbul Uluslararası Şiir Festivali”
düzenlenecek.
1 Mayıs’ta CRR’de “Mahpeyker: Kösem Sultan” filminin
prömiyeri yapılacak.
Su üstünde Avrupa ışık enstalâsyonları ay boyunca Haliç
ve Yeniköy Palais Aus`ta.
28 Mayıs`ta Süreyya Operası, Yurdum Çocukları Bale
Gösterisi’ne ev sahipliği yapacak.
2010 programı kapsamında hayata geçirilecek ve öne
çıkan projeler arasında Anadolu Ateşi’nin dünya şehri İstanbul'un binlerce yıllık tarihini ve kültürel zenginliğini etnik ve
modern dans kurgusuyla sahneleyeceği “İstanbul Dreams”
adlı gösterisini ve Avrupa'nın en büyük Rock gruplarından
U2’nun Atatürk Olimpiyat Stadı'nda vereceği konseri özellikle
kaçırmamanızı tavsiye ederiz.
nbul
İstanbul’a Katkıları
Avrupa Kültür Başkenti unvanına sahip olmak, İstanbul’a
dünya kültür-sanat gündeminde yer almanın dışında pek çok
şey kazandıracak.
İstanbul, dünya kültür mirasını tüm zenginliğiyle Avrupa’yla
paylaşacak. Kentlilik bilinci gelişecek, İstanbullular kentlerinin
sahip olduğu değerleri keşfedecek. Kentsel dönüşüm projeleri
bir yandan kentin çehresini değiştirirken öte yandan kentlinin
yaşam kalitesini yükseltecek.
İstanbul yeni kültür mekânlarına kavuşacak, kentin kültür alt
yapısı güçlendirilecek. Uluslararası projeler bir yandan Avrupa
ülkelerine Türk kültürünü tanıtırken, öte yandan Avrupalı ve Türk
sanatçılar arasında paylaşımlara sahne olacak.
İstanbullular farklı sanat disiplinleriyle kucaklaşacak, İstanbullu gençler sanatsal yaratıcılıkla daha yakın bir ilişki kurma
olanağı bulacak. Pek çok yeni iş sahası açılacak, Avrupa’yla
kültürel ilişkilerin gelişmesinin yanı sıra ekonomik ilişkiler de
gelişecek.
İstanbullu sanatçılar, yaratıcılar uluslararası alana açılacak.
İstanbul, Avrupa ve dünyanın dört bir yanından pek çok kültür
sanat insanının yanı sıra pek çok seçkin medya temsilcisini de
misafir edecek.
İstanbul’un Avrupa Kültür Başkentliği’nden en önemli kazanımı ise yöneten ve yönetilenler el ele çalışıp üretecekleri yepyeni bir yönetişim anlayışına kavuşmaları olacak.
Gönüllü Programıyla Siz de Etkinliklerin Bir Parçası
Olabilirsiniz
2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllü Programı 7’den 70’e
bütün İstanbulluları ajansa bekliyor. Gönüllüler, tekrarı olmayacak Avrupa Kültür Başkenti organizasyonunun mutfağında yer
alacak ve tüm sürecin heyecanını daha yakından hissedebilecek. Bunun yanı sıra eğitim, gezi ve diğer sosyal etkinliklerden
yararlanma fırsatına sahip olacak.
Bilgi ve başvuru için: www.istanbul2010.org/gonullu
NİSAN2010 kolejliler
kültür-sanat
66
Altın Ayı’nın Seçimi… Bal
Dünyanın en saygın film ödüllerinden biri olan Altın Ayı, ilk kez 1964 yılında bir Türk filmine, Metin Erksan’ın yönettiği Susuz Yaz filmine verildi. Film, aldığı Altın Ayı’yla Türk Sineması’nda uluslararası ödül kazanan ilk film olarak da bir ilke imza atmış oldu. Fatih Akın’ın
yönettiği Alman yapımı “Duvara Karşı” filmi de 2004’te Altın Ayı almıştı.
Yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun, “Yusuf”
üçlemesinin final filmi olan “Bal”, 60. Berlin Film
Festivali’nde en büyük ödül olan Altın Ayı Ödülü’ne layık görüldü. Ana yarışma bölümünde 19
filmle yarışan "Bal", festivalin bu yılki "En İyi Film"i
seçildi. Gösterildiği günden itibaren yarışmanın
favorileri arasında yer alan film, dünyanın en
saygın ödüllerinden Altın Ayı’yı 46 sene sonra
Türkiye’ye getiren yapım oldu.
Son yıllarda Türk yönetmenler uluslararası
alanlarda kazandıkları başarılarla dikkat çekiyor,
Cannes ve Venedik gibi önemli ve prestijli festivallerde ödüllendiriliyorlar. Filmleriyle adlarından
sıkça söz ettiren Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Derviş Zaim
ve Fatih Akın gibi yönetmenlerin uluslararası arenada elde ettiği bu başarılar sinemamızın geleceği açısından umut veriyor ve
genç yönetmenleri cesaretlendiriyor. Bu başarıların sonuncusunu da ülkemizin önemli yönetmenlerinden biri olan Yönetmen Semih Kaplanoğlu ile yaşadık.
Kaplanoğlu’nun “Yumurta” ile başlayıp, “Süt” ile devam
eden “Yusuf” üçlemesinin son filmi Bal, bundan tam 46 yıl önce
Susuz Yaz filmiyle Metin Erksan’ın Türkiye’ye kazandırdığı Altın
Ayı Ödülü’nü ikinci kez ülkemize getirdi. Film, Berlin Film Festi-
vali’nde aldığı Altın Ayı’nın yanı sıra ayrıca Kiliseler Birliği Ekümenik Jüri Ödülü’nün de sahibi
oldu.
Üçlemenin ilk iki filmi olan Yumurta ve Süt de
ulusal ve uluslararası festivallerden çok sayıda
ödülle dönmüştü. Bal, izleyiciyi bu kez Yusuf’un
çocukluğuna götürüyor ve karakovan balcısı
babası Yakup’la tanıştırıyor. Yedi yaşındaki
Yusuf’la babasının doğayla iç içe ve mistik öğelerle dolu öyküsünü anlatıyor.
Festivalin ödül töreninde ödülünü almak için
sahneye çıkan Kaplanoğlu, teşekkür konuşmasında çekimler sırasında yaşadığı bir hikâyeden
şöyle bahsetti: “Ormanda çekim yaparken, 10 metre ilerimizde
duran bir ayıyla karşılaştık. Kovandaki balı almaya gelmişti. Bizi
görünce kaçtı. Sanırım şimdi burada”. Kaplanoğlu, filmin
çekimlerinin gerçekleştirildiği Çamlıhemşin’deki doğa sorunlarına da dikkat çekti ve “Çamlıhemşin’in doğası tahrip edilmeye
çalışılıyor. Umarım bu ödül oranın korunmasına yardımcı olur”
dedi.
Senaryosunu Semih Kaplanoğlu ve Orçun Köksal’ın yazdığı, başrollerini Bora Altaş, Erdal Beşikçioğlu ve Tülin Özen’in
paylaştığı film, önümüzdeki ay seyirciyle buluşuyor..
Piyanonun Dehası Chopin 200 Yaşında
Ünlü Polonyalı besteci Frederic Chopin’in 200’üncü doğum
yılı olması dolayısıyla 2010 “Chopin Yılı” ilân edildi. Romantik
dönem klasik müziğinin kilit isimlerinden, Polonyalı besteci ve
piyano virtüözü Chopin’in doğum günü kesin olarak bilinmediği için Şubat ayının son haftası boyunca doğumu şerefine konserler dizisi gerçekleştirdi. 1 Mart’ta sona eren konserlerle dünya çapındaki sayısız Chopin etkinlikleri resmen başladı.
Müzik tarihinin en büyük piyano müziği bestecisi olarak
nitelenen Polonya asıllı Frederic Chopin, piyano için bestelediği büyüleyici ve romantik yapıtlarıyla ünlüdür. Tek bir enstrümanı kullanarak, Mozart, Beethoven, Bach gibi en büyükler arasında yerini almıştır. Piyano parçaları dışında çok az bestesi bulunan sanatçının, özgün üslubu ve piyano çalmaktaki hüneriyle,
müzik ustaları arasında apayrı bir yeri vardır. Chopin, çalış tekniği olarak Mozartçı geleneği devam ettirmiş, piyanonun kullanım imkânlarının gelişimine katkıda bulunmuştur.
kolejliler NİSAN2010
Chopin mutluluğunu, coşkusunu, umutsuzluğunu vals, prelüd ve
noktürn gibi kısa parçalarda dile
getirdi. Besteci, 20 yaşında ayrıldığı
yurdu Polonya'ya duyduğu sevgiyi
ve özlemi halk danslarından esinlenerek yazdığı polonez ve mazurkalarında coşkulu bir biçimde müziğe
dönüştürdü. Bestelediği valsler
dans edilmek için değil, dinlenmek üzere yazılmış çekici ve
romantik parçalardı.
1810 ve 1849 yılları arasında yaşayan dahi besteci Paris’te
yaşadı ve sanatını burada geliştirdi. Chopin Paris'te Pére-Lachaise mezarlığında gömülü olmasına rağmen, kendi vasiyeti
üzerine öldükten sonra kalbi çıkarılarak çok sevdiği vatanı
Polonya’ya gönderildi.
kitap
68
Kazuo Ishiguro
Beni Asla Bırakma
Bir kitap okuma klübüm var: “Leylekler”. Her
ay bir kitap seçer ve bir sonraki toplantıda
tartışırız; Anlatım tekniğini, dilini-çevirisini,
yazarı, çağının koşullarını… Bir kaç ay önce,
Kazuo Ishiguro’nun “Beni Asla Bırakma”sını
konuşmaya karar vermiştik. Kitabın son sayfasını kapattığımda, bir zamanlar tebessümle izlediğim “Dolly” haberlerini, 40 yıl öncesinin “ilkel” dünyasını, ivmesi giderek artan bilimsel-teknolojik-sosyal değişimlerin nereye varacağını düşündüm..
Kitabın yazarı Ishiguro, Nagazsaki doğumlu. Altı
yaşındayken ailesiyle İngiltere’ye yerleşmiş, edebiyat
alanında yüksek öğrenim gördükten sonra yazmaktan
başka hiç bir iş yapmamış. Time Dergisi’nin seçtiği, son seksen yılın İngilizce yazılmış en iyi yüz kitabı arasına giren Beni
Asla Bırakma, adı ile aşk macerası vaad ediyor ama okuru
yakın bir gelecekle cevaplarını bulacağı sorularla yüzleştiriyor.
Romanın konusu, İngiliz edebiyatının favori mekânlarından
bir yatılı okulda geçiyor. Bizimle konuşan Kathy, eski bir öğrenci. Bugün 31 yaşında. Sayfa sayfa aralanan gizem çözüldüğünde, dış dünyayla hiç bir bağlantıları olmayan öğrencilerin
normal insanlardan klonlandıklarını anlıyoruz. Çocuklardan her
birinin dışarıda bir yerde “aslı”nın yaşadığını, varoluş nedenlerinin, klonu oldukları insanların ihtiyacı durumunda organ
bağışlamak olduğunu farketmek sarsıyor okuyanı.
Klonlamanın teknolojisi hakkında bilgi edinmek isterseniz,
Tübitak Bilim ve Teknik Sitesi’nde çok güzel ve anlaşılır bir sayfa var:
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/klonlama/klonlama_u
ygulamalari.html
İnsanın canlıya ve doğaya ilişkin mantığının sarsılması, çok
eski çağlarda, türün iyileştirilmesi adına, bitki türleri üzerinde
kasıtlı değiştirmeler uygulamasıyla başladı. Bugün bizi gen
transferi noktasına getiren bu çalışmalar sonucunda, üç
bacaklı tavuk, yeşil civciv gibi hilkat garibelerinin yanı sıra istediğiniz maddeyi sentezleyebilen bir canlıya sahip olmak mümkündür. Söz konusu maddeyi yeniden ve yeniden üretmek yerine, elinizdeki canlının yeteri kadar genetik ikizini yaratarak, bu
küçük sürüyü doğal yollardan üretmeye başlarsanız, yatırımınız
kendi kendine büyüyecektir. Uygulamanın ekonomik bir yönüdür bu.
Uyuştucu kaçakçılarının kabusu olan bir köpeğin klonlanması ise işlevsel açısından bir örnek. Genetik bir hizmet robotu
üretip, tüm narkotik birimlerinde, gümrük kapılarında dünyanın
hizmetine sunulsa güzel olmaz mı?
Öte yandan, genleriyle oynanmış süs balıkları, çiçekçilerde
gördüğümüz (ama doğal sandığımız) göz alıcı çiçekler, bitkiler,
meyve-sebze reyonlarındaki melezler, bilginin hangi amaçlara
hizmet edeceği sorusunu akla getiriyor. Einstein, Roosevelt’e
yazdığı meşhur mektubunda, yepyeni bir enerji kaynağı olabikolejliler NİSAN2010
lecek nükleer füzyondan bahsediyor fakat bunun kötü
niyetli ellerde bomba yapımında kullanılabileceği
konusunda da uyarıda bulunuyordu.
Çoktan beridir hayatımızda olan doğum
öncesi testler, insanın “kusursuz”a olan özlemine hizmet etmekte aslında. Modern tıbbın olanaklarından yararlanabilenler
için, tüp bebek, sperm bankası, cinsiyet seçimi, rahimdeki bebeğin bir
dizi genetik hastalık için test edilmesi sıradan uygulamalar oldu. Görünen o
ki, yakın bir gelecekte anne-babaların, embriyolarını çok çeşitli özelliklerle (uzun boy, yeşil göz,
müzik kulağı vb.) ilgili olarak, otomatik olarak taratması ve doğru genlere sahip embriyoların ana rahmine yerleştirilmesini
talep etmeleri rutin bir işlem haline gelecek. Eğitim hayatları
boyunca sayısız sınava giren çocuklar, dünyaya gelebilmek
için bile yeterlilik sınavını geçmek zorunda kalacaklar.
Yaşadığımız çağı dikkatli okursak, bundan kaçınmak mümkün görünmüyor. Kimi işletmelerin, sağlık sigortası ve verimsiz
çalışma ihtimalini hesaplayarak bazı genetik hastalıklara yakalanma potansiyeli taşıyanları istihdam etmedikleri biliniyor.
Bugün, sigorta şirketlerinin primleme sistemlerini de etkilemekte olan bu uygulamalar, Platon’dan bu yana, bazen aralık
duran, kimi dönemlerde ardına kadar açılan (fakat hiç bir
zaman tam kapanmayan) ‘ögenizm’ kapısının önüne getiriyor
bizi. İnsan soyunun bilimsel olarak iyileştirilmesi şeklinde açıklayabileceğimiz ögenizmin bir ucu da ırkçılığa varmaktadır. Akımın önde gelen savunucularından olan Francis Galton,
Darwin’in kuzeni. Darwinizm, rekabeti, mücadele sayesinde en
iyilerin hayatta kalacağını savunurken, Galton sosyal ve siyasi
amaçlarla “en güçlü ırklar”ın sistematik olarak geliştirilmesi
taraftarıydı.
Ülkelerin büyük boyutlarda kaynak ayırdığı Genom
Projesi’yle, ileri yaşlarda kansere, Alzheimera yakalanıp yakalanmayacağımızı, hastalık tipine göre, vücudumuzun hangi ilaca cevap vereceğini öğrenebileceğiz. Peki, bu bilgiler kişiye
özel kalacak mı? İşe girerken, evlenirken, belki okula başlarken
genetik kirli çamaşırlarımızı paylaşmak zorunda kalacağız.
Çocuklarımızı-torunlarımızı da etkileyecek, değiştirilemez özelliklerimizle ilgili bilgileri, aleyhimize delil olarak kullanabileceklere teslim etmek zorunda mı kalacağız?
Bugün korktuğumuz, distopik bulduğumuz uygulamalarla
bizi barıştıracak olan yine bilimdir. Ağır hastalığı olmayan bir
çocuğa sahip olmak, gebeliği önleyebilmek, çocuk düşürme
hakkı, yani iyi anlaşılmış bir ögenizm, hem bireyin hem toplumun hakkıdır. Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle arttığı düşünülen sorunların çözümü de aynı yoldan gelecektir. / Yapı Kredi
Yayınları
Ayfer Niğdelioğlu 81’
yaşam kalitesi
70
Horlama Sadece Gürültü Mü?
Madalyonun Öteki Yüzünde
Önemli Sağlık Riski Var
Ö
Dr. Mehmet TÜMER'81
Aile Hekimliði Uzmaný
uyku için ise en fazla 5 apne normal kabul
nceki yazılarımızda da değindiwww.bsyklinik.com
edilebilir. (İleri yaşlarda normal kabul edileğimiz gibi; modern yaşam
bilen bu sayılar daha yüksek olabilir.)
koşulları bizi daha fazla kalori
Yapısal olarak solunum yolunun küçük
alıp daha az enerji harcamaya
yöneltiyor. Bu dengesizlik aldığımız fazla enerjinin olması, yaşlılarda destek dokuların gevşemesi nedeniyle uykubedenimizde yağ dokusu artışı ile depolanmasına neden olu- da solunum yolunun daha da daralması, solunum yolunun
yor. Şiddetli horlama ve uykuda nefes kesilmeleri (apne peri- çevresindeki dokularda yağ birikimi sonucunda oluşan darlık
yotları) son yıllarda artan obezite ile gündemimize farklı bir ve nefes alırken burunda bir direnç varsa nefes borusunda ters
boyutta girdi. Horlama; sadece gürültülü ve çevreyi rahatsız bir basınç oluşması bu hastalığa neden olabilir.
eden bir problem olarak değil sağlığımız üzerine etkileri ile
Uyku Apnesinin Nedenleri
değerlendirilmelidir. İnsülin direnci, kolesterol yüksekliği, yükVücudumuzdaki kaslar uykuda, uyanıklığa oranla gevşersek tansiyon ve kilo fazlalığı gibi sağlık sorunlarının artışı ile
ler.
Pek
çoğumuzda solunum kaslarında da meydana gelen bu
paralel bir şekilde uyku apnesinin de artmış olması bir raslantıgevşeme
bir probleme yol açmaz. Bilinmeyen nedenlerle bazı
yı değil sebep sonuç ilişkilerini akla getirmelidir.
kişilerde
boyun
kasları çok fazla gevşer ve bunun sonucunda
Uyku apnesi kalp sağlığını tehdit eder, akciğerlerimizde ve
solunum
tehlikeye
girer ve apneye yatkınlık olur.
sistemik dolaşımımızda kan basıncı yüksekliğine neden olur.
Bazı
kişilerde,
kaslar uykuda normal bir dereceye kadar
Apne nedeniyle vücut oksijensiz kalır, kalitesiz ve savagevşediği
halde boyun pasajı normalden daha dar
şırcasına uyunan gecenin ardından; gün içinise
kapanma
ve apne ortaya çıkabilir. Bazı
de uyku hali, yorgunluk, sinirlilik,
kişilerde
ise
problem beynin uykuda
konsantrasyon kaybı, unutkanlık, diksolunumu
kontrol
eden bölümündekatini toplayamama gibi sorunlar
dir;
beyin
solunumu
kontrol eden
ile karşılaşılır. Uyku apneli kişikaslara
gerekli
emirleri
gönderler genellikle sosyal fonksimeyi
ihmal
ettiğinde
apne
oluyonlarında azalma olduğuşur.
Bu
tür
apne
santral
tipte
nu, enerjilerinin eskiye
uyku apnesi olarak adlandıgöre azaldığını hissettikrılır.
lerini daha depresif bir
Uyku apnesinin en cidruh halinde olduklarını
di
ve
en sık görülen şekli,
belirtirler.
tıkayıcı
(obstrüktif) tip uyku
"Apne" Yunanca bir
apnesidir.
(Üst solunum
kelimedir, "nefessizlik"
yolu
apnesi
olarak da
anlamına gelir. Uyku
adlandırılır.)
Dilin
ve küçük
Apne Sendromu’nda,
dilin
(uvula)
tabanına
yerleşuykuda sık sık tekrarlamiş
olan
yumuşak
damağın
yan nefes durmaları, şidkasları gevşer ve sarkarak
detli horlama ve bunların yol
hava
yolunu tıkar ve solumayı
açtığı bazı belirtiler vardır.
gürültülü
ve güç bir hale getirir.
Normal kişilerde de uykuda
Hava
yolunun
duvarlarının çökmesi,
apne oluşabilir, bir gecelik uyku
solunumu
tümüyle
engeller. Solunum
süresinde en fazla 35, bir saatlik
periyodik olarak durduğu zaman, bunun
kolejliler NİSAN2010
yaşam kalitesi
71
Horlama
Erkeklerde % 40-45, kadınlarda
% 28-30 oranında görülür.
Yaşla beraber görülme sıklığı artar.
dinleyen birisi horlamanın belirli aralarla kesildiğini duyar. Solunum için zorlandıkça göğüs ve diyafram kasları daha fazla çalışır, uyku geçici olarak kesilir. Bu kesilme boyun kaslarını aktive
eder ve hava yolunu tekrar açar. Solunumdaki bu güçlük, ıslak
ve kırılmış bir çubukla kola içmeye benzer. Solunum başlarken,
dışardan bu iç çekmeleri olarak duyulur ve her iç çekme uyuyanı uyandırır. Uyanmalar genellikle o kadar kısa ve yüzeyseldir
ki kişi bunları sabahleyin hatırlamaz. Obstrüktif uyku apneli birisi soluk almayı 10 saniye veya daha uzun süreyle keser ve bunları her gece düzinelerce ve hatta yüzlerce kez tekrarlar.
Solumanın her kesilmesinde kandaki oksijen seviyesi
düşer ve kalp dolaşımı sağlamak için daha çok çalışmak
zorunda kalır. Kan basıncı yükselir ve solunumun tekrar başlamasından sonra bile yüksek kalabilir. Kalp bazen düzensiz atar
ve hatta bazen birkaç saniye için durabilir. Kalbin bu düzensizlikleri görünüşte sağlıklı olan bazı kişilerin uykuda ölümlerini
açıklayabilir.
Yatmadan önce alınan alkol, uyku hapları ve yatıştırıcılar
kas tonüsünü daha da azaltarak hava yolunu kapanmaya daha
elverişli hale getirir. Obstrüktif uyku apneli insanların çoğunun
solunumla etkileşen belirgin bir fiziksel anormalliği yokken
bazılarında, bu duruma katkıda bulunacak bazı anormallikler
olabilir. Bazı insanların çenesi normalden daha küçüktür, dilleri,
bademcikleri daha büyüktür. Bu durumların birçoğu aynı kişide
bulunabilir. Obstrüktif uyku apnesi aşırı kilolu erkeklerin hastalığıdır. Kadınlık hormonları ve farklı boğaz anatomisi kadınları
menapoza kadar korur. Daha sonraki yıllarda her iki cins arasındaki fark, hiçbir zaman kaybolmamasına rağmen azalır..
Horlama Ve Uyku Apnesinin Beraberinde Getirdiği
Ciddi Hastalıklar Ve Riskler
Yapılan araştırmalarda uyku apnesi ile beraber en sık karşılaşılan sağlık sorunu olarak yüksek tansiyon belirtilmiştir.
Uyku apnesi sendromu olanlarda kanın akışında yavaşlama ve taşıdığı oksijen miktarında azalmaya bağlı olarak felç ve
inme riski sağlıklı bireylere göre belirgin bir biçimde artış gösterir. Aynı nedenlerden dolayı bu hastalarda kalp krizi geçirme
olasılığı yüksektir. Her yıl uyku apnesine bağlı ani ölümler gözlenmektedir. Ayrıca çok ciddi uyku apnesi sendromunda uyku
da nefes alımının durmasına bağlı olarak uykuda ölümler gözlenebilir.
Ülkemizdeki en önemli sorunlardan biri olan trafik kazaları
ve buna bağlı ölümlerin önemli bir bölümü, uyku apnesi olan
şöförlere bağlıdır. Araç kullanırken sık sık esneme, uyku basması, dikkat dağılması gibi sebeplerden ötürü oluşan kazaların
önlenmesinde, horlama ve apne tedavisinin ön plana çıkartılması birçok ülkenin gündeminde bulunmaktadır.
Gün boyu süren uyku isteği, dikkatsizlik ve konsantrasyon
eksikliğine bağlı olarak apne hastaları, çalıştıkları ortamda
diğer kişilere oranla çok daha fazla iş kazası riskiyle karşı karşıyadır.
Tanı Nasıl Konulur?
Sürekli ve şiddetli horlaması olanlar, uykuda nefes durmaları olduğu farkedilenler, yeterli süre uyuduğu halde sabahları
yorgun ve uykusunu alamamış halde uyananlar hekimlerine
başvurmalıdır.
Klinik değerlendirme sonrasında, kesin tanı ve hastalığın
şiddetinin belirlenmesi amacıyla uyku bozuklukları merkezi ya
da laboratuvarında "polisomnografik tetkik" yapılması gerekmektedir. Bu test, gerekirse hastanın kendi ev ortamında da
yapılabilir. Bu tetkik öncesinde de tanıya götürecek başka uyku
gözlem araçları da vardır. Bu tetkik tüm gece boyunca uyku
sırasında beyin aktiviteleri, solunum, horlama, bacak hareketleri, kalp ritmi, yatış pozisyonu gibi parametrelerin kaydedilmesi
esasına dayanır. Bu kaydedilen veriler gündüz bilgisayar ortamında uzman hekim tarafından varsa uykuda solunum durmalarını süresi, sıklığı, yatış pozisyonu ile ilişkisi, kanda oksijen
doygunluğunda düşme olup olmadığı gibi kriterler açısından
değerlendirilerek raporlanır.
Sonuç
Yakınlarınıza uyku apneniz olup olmadığı sorun ve varsa
önemseyin, kilo fazlalığının giderilmesi ve egzersizle iç içe bir
yaşamın kompleks sağlık sorunlarını önleyeceğini unutmayın.
Tedavi seçenekleriniz için hekiminize danışın.
Neler Yapabilirsiniz?
Eğer uyku apnesi sorununuz varsa:
• Alkol: Uyku apnelerinin yoğunluğunu arttırmaktadır.
Yatmadan en az 4 saat önce alkol kullanmayın.
• Kilo vermelisiniz: Kilo kaybı uyku apnesi riskini
önemli ölçüde azaltır.
• Kullandığınız ilaçlara dikkat etmelisiniz: Alıyorsanız
uyku hapları, yatıştırıcılar ve birinci kuşak antihistaminikleri yatmadan önce almamanız.
• Boğaz temizliğine önem vermelisiniz: Yatmadan
önce yapacağınız tuzlu su gargaraları gece uyanmalarınızın sıklığını önemli miktarda azaltır.
• Yatağınıza eğim vermelisiniz: Uyurken başı ve
omuzları yükseltmek yararlıdır. Sadece başı yükseltmek
ise boyunu eğip soluk borusunu bükeceğinden zararlı
olabilir. Bu nedenle yatağınıza yüksek eğim vermelisiniz.
• Akşamları hafif yiyecekleri tercih etmelisiniz: Şişkinlik ve gaz yapıcı, reflüyü kolaylaştırıcı yiyeceklerden uzak
durun. Yatmadan 3 saat önce atıştırma ve yemek yemeden vazgeçin.
• Egzersiz yapın: Sağlıklı yaşam için egzersiz yapın,
kas kuvveti sağlığınıza pozitif katkı yapar, boyun kası
egzersizleri horlama ve apneyi azaltabilir.
NİSAN2010 kolejliler
mesaj kutusu
72
AGİT Türkiye Daimi Temsilcisi Naci Sarıbaş’66
Avrupa Birliği’ne üyelik,
stratejik hedefimizdir
Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
olarak Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri sürdürmesi, bölgesinde birçok ülke için
önemli bir ilham kaynağıdır. Ülkemizin AB
üyeliği tüm taraflar için ortak bir zenginliğe
dönüşebilecek bir fırsat teşkil etmektedir. Bu
fırsat, AB’nin dünyada daha etkin bir rol
oynamasına ve küreselleşmenin getirdiği
güçlüklerin aşılmasına katkı sağlayacaktır.
B
ugüne kadar önemli dış ilişkiler görevlerinde bulunan Naci Sarıbaş’66, 2009 Aralık ayında Viyana’da
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda (AGİT)
Türkiye Daimi Temsilcisi olarak göreve başladı.
Öncesinde Dışişleri Bakanlığı AB Genel Müdürü olarak görev yapan Naci Sarıbaş ile yeni görevinden Türkiye’nin
AB’ye üyeliğine ve hatta Kolej yıllarına uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’ndan (AGİT) ve buradaki görevinizden bahsedebilir misiniz?
Merkezi Viyana’da olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), soğuk savaşın yol açtığı dinamiklerin etkisiyle, iki
kutuplu uluslararası siyasete denge getirilmesi arayışlarının bir
ürünü olarak, 1975 Helsinki Nihai Senedi ile konferanslar dizisi
şeklinde kurulmuştur. Özü itibariyle bir güvenlik örgütüdür.
SSCB’nin dağılmasının ardından oluşan yeni dünya düzeni
çerçevesinde, güvenliğin kapsamı içine insan hakları, ekonomi
ve çevre unsurlarını da alacak şekilde genişlemiştir.
Vancouver’dan Vladivostok’a kadar uzanan coğrafyada bulunan 56 ülkeyi barındıran AGİT, bugün itibariyle Transatlantik ve
Avrasya siyasetlerinin gelişme sürecini kimi zaman belirleyen,
kimi zaman da yakından tanıklık eden bir kurum. Bu alanlarda
kolejliler NİSAN2010
mesaj kutusu
73
geçmişte olduğu gibi bugün de önemli bir konumda bulunan
Türkiye’nin Daimi Temsilciliği görevine geçtiğimiz Aralık ayında
atanmam bana ayrı bir heyecan ve önemli sorumluluklar yüklemiştir.
Diplomat olarak yurtdışında görev yapmanın keyifli ve zor
yanları nelerdir?
Yurt dışında çalışmanın hem keyifli hem de zor yönleri olabiliyor. Keyifli yönlerinden bahsedecek olursak; bir diplomat
olarak tayin olduğunuz ülkede Türkiye’yi temsil ediyorsunuz.
Bu çok önemli, asil ve gurur verici bir görev. Türkiye’yi ve
Türkiye’nin sahip olduğu potansiyeli orada en iyi şekilde yansıtmak bir yandan sizin göreviniz, diğer yandan da bunun görev
olarak size verilmiş olması sizin için büyük bir onur. Tabii sosyal
olarak da keyifli yönleri bulunmakta. Zira belirli sürelerle, değişik ülkelere tayin oluyorsunuz. Bulunduğunuz ülkedeki kültürlerle iç içe olup, hayatın çeşitli yollarından gelen birçok bireyle
tanışıyorsunuz. Bu kişilerle hayatınız boyunca devam edecek
bir ilişki kurma imkânınız oluyor. Kendim ve ailem adına rahatlıkla söyleyebilirim ki tayin olduğumuz yerlerden büyük keyif
aldık. Tabii zor tarafları da var. Nerede olursanız olun belirli bir
süre sonra ülkenizi özlüyorsunuz. Sürekli olarak değişik ve
anlayış farklılıkları bulunan, farklı iklim şartları içeren ülkelerde,
oranın sahip olduğu değerleri öğrenmek ve o değerler çerçevesinde hareket etmeniz gerekiyor. Her açıdan değişiklikler içerebilen bu ortamlardan en fazla etkilenenlerin çocuklarımız
olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz büyükler olarak bu ülkelere gittiğimiz zaman yapacağımız iş ve çalışacağımız yer belli
oluyor. Ne yapacağımızı biliyoruz ve pozisyonumuz itibariyle de
kendimize bir çevre yaratabiliyoruz. Çocuklar için ise pek öyle
olmuyor. Devamlı olarak yer değiştirmek, uyum sağlayabilmek,
bulunduğunuz ülkenin lisanını öğrenmek ve o lisanda eğitim
almakla karşı karşıya kalabiliyorlar. Büyükler olarak bizler arkadaşlarımızdan ayrıldığımız zaman bunu belli bir olgunlukla karşılayabiliyoruz, ancak çocuklar bulundukları yerleri ve arkadaşlarını daha ön plana çıkarabiliyorlar ve tesir altında kalabiliyorlar. Ama zamanla onlar da çok farklı ortamlara uyum sağlamayı öğreniyorlar. Küçük yaşta farklı kültürlerle tanışıyorlar. Dünyanın her yerinde arkadaşlıklar kurabiliyorlar. Yabancı dillere
hâkim oluyorlar. Kazandıkları bu özellikleri de ileriki yaşamlarında onlara çok yardımcı oluyor.
İlk büyükelçilik yeriniz olan Doha’daki yıllarınızdan bahsedebilir misiniz?
Bir Körfez ülkesi olan Katar’ın Başkenti Doha’ya,
Washington’da yaklaşık 4,5 sene elçi-müsteşar olarak görev
yaptıktan sonra, merkeze dönmeden Büyükelçi olarak tayin
oldum. İlk büyükelçiliğiniz çok heyecan veren bir duygu. Bulunduğunuz ülkede Cumhurbaşkanını temsil ediyorsunuz. Daha
önceki görev yerlerimizde olduğu gibi Doha’dan da ailece
mümkün olduğu ölçüde bir şeyler kapmak anlayışı içinde
olduk. Burada çok iyi arkadaşlıklar kurduk. Öte yandan Washington’da geçirdiğim ve çok önemli gelişmelerin yaşandığı
2000-2005 yılları arasındaki dönemde kazandığım deneyimlerin Doha’daki görevime çok büyük katkısı olduğu inancındayım. Eşimle birlikte birçok faaliyette bulunduk, bazı alanlarda
ilkleri gerçekleştirdik. Yaptıklarımızın da gerek vatandaşlarımız
gerek Katarlılar tarafından beğeni ile karşılanması bizi ziyadesiyle memnun etti ve gururlandırdı.
Bir önceki göreviniz Avrupa Birliği Genel Müdürlüğüydü.
Türkiye-AB ilişkilerinde önemli bir nokta olan bu göreviniz
hakkında bilgi alabilir miyiz?
AB Genel Müdürlüğü’nün görevi genel olarak Türkiye’nin
Avrupa Birliği ile her alandaki ilişkileridir. Bunun da iki yönü vardır; biri siyasi yönü, diğeri de AB müktesebatına uyum çerçevesinde teknik çalışmalardır. AB ile ilgili olarak yürüttüğümüz
tüm siyasi faaliyetler bizim Genel Müdürlüğümüz tarafından
yerine getirilmektedir. Mesela Türkiye-AB ilişkilerinin en yüksek
karar alma mekanizması Ortaklık Konseyi’dir ve buna Bakanımız başkanlık etmektedir. Bu Konseyde Türkiye- AB ilişkilerinin
her süreci ayrıntılı bir şekilde ele alınır, görüşmeler sonucu ilişkilerin daha da geliştirilmesi amacıyla atılacak adımlar hususunda mutabakata varılır. Diğer önemli bir organ ise Ortaklık
Komitesi’dir, onun başkanlığını ise ben yürütmekteydim. Ayrıca
Genel Müdürlüğümüzün yürütmekte olduğumuz katılım müzakerelerinde koordinasyon görevi de vardır. Müzakere başlıklarına ilişkin çalışmalar AB Genel Sekreterliği’nin sorumluluğu
altında ise de, biz de yürütülmekte olan tüm çalışmaların içinde yer alırız ve katkıda bulunmaya gayret ederiz. Bütün bunlar
Ankara, Brüksel ve diğer AB merkezleri arasında yoğun bir
ziyaret trafiği ile bütün kurumlarımızla eşgüdüm içinde çalışmalar yürütülmesini gerekli kılmaktadır.
Diğer taraftan Türkiye-AB ilişkilerinin bir ayağını da iletişim
oluşturmaktadır. Bu konuda da Türkiye’nin AB ülkelerinde tanıtılması için çeşitli faaliyetler önermek, faaliyetlere fon sağlamak
ve bunları gerçekleştirmek gibi görevlerimiz bulunmaktaydı.
İlişkiler hükümetler ve bürokratlar düzeyinde yürütülmektedir,
ancak ilişkilerin öneminin toplumumuz ve Avrupa kamuoyları
açısından iyi anlaşılması, menfaatlerin aynı noktada birleşeceğinin anlatılması gerekir. Türkiye’nin sahip olduğu potansiyelin
sergilenmesi ve Avrupa Birliği’ne sağlayabileceği katkıların
ortaya çıkarılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Sonuç olarak, Türkiye’nin her alanda AB’ne daha da yakınNİSAN2010 kolejliler
mesaj kutusu
74
laştırılması, AB ile ilişkilerin ve işbirliğinin geliştirilmesi, ülkemizin AB ülkelerinde daha iyi anlaşılması ve karşılıklı olarak yanlış
anlamaların giderilmesi için çalışıyoruz diyebilirim.
Sizce Türkiye, AB’ye neden üye olmalı?
Bugün, Türkiye-AB ilişkilerinin geliştirilmesi ve tam üyelik
yolunda ilerleme kaydedilmesi ülkemiz için büyük öneme
sahiptir. AB’ye üyelik stratejik hedefimizdir. Zira AB üyeliğimiz
ülkemizin tarihsel modernleşme projesinin ana unsurunu teşkil
etmektedir. Avrupa ile bütünleşme Türkiye için tarihsel, doğal
bir süreç ve stratejik önceliktir. Ülkemizin AB üyeliği ülkemiz için
olduğu kadar, AB’nin çıkarları açısından da hayati öneme
sahiptir. Zira ülkemizin AB üyeliği medeniyetler ekseninde
bölünmelerin mevcut olduğu günümüz dünyasında farklı kültürlerin ortak evrensel değerler temelinde bütünleşebileceğinin
en başarılı örneklerinden biri olacaktır. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye’nin AB ile katılım müzakereleri sürdürmesi, bölgesinde birçok ülke için önemli bir ilham
kaynağıdır. Ülkemizin AB üyeliği tüm taraflar için ortak bir zenginliğe dönüşebilecek bir fırsat teşkil etmektedir. Bu fırsat,
AB’nin dünyada daha etkin bir rol oynamasına ve küreselleşmenin getirdiği güçlüklerin aşılmasına katkı sağlayacaktır. Türkiye’nin üyesi olacağı AB artan dinamizmiyle barış, refah ve
istikrarın sağlanmasında öncü rol oynayabilecektir.
AB’ye üyelik sürecinde Türkiye neler yaptı ve yapacak?
Ülkemizin Temmuz 1959’da Avrupa Ekonomik
Topluluğu’na katılım için yaptığı başvurunun üzerinden neredeyse tam elli yıl geçmiştir. Türkiye, bu süreçte demokratik
geçmişi, ekonomisi, üretimi ve dış ilişkileriyle güçlü bir dünya
ülkesi haline gelme yönünde önemli mesafe almıştır. Ülkemiz
2001 yılından itibaren kapsamlı bir reform sürecinden geçmektedir. Türkiye’de temel hak ve özgürlükler, insan hakları ve
hukukun üstünlüğü gibi alanlarda önemli reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu reformların temel amacı, halkımızın yaşam standartlarının yükseltilmesi ve beklentilerine cevap verilmesidir.
Önümüzdeki dönemde, Türkiye ve AB’nin bir yandan süreci
kolejliler NİSAN2010
ileriye götürürken diğer yandan küresel mali kriz, enerji güvenliği, iklim değişikliğiyle mücadele, yasadışı göç, terörizm ve
örgütlü suçla mücadele gibi sorunların çözümünde işbirliği
içinde çalışması önem taşımaktadır. Ülkemiz, reformlara ve AB
içindeki gelişmeleri yakından takip etmeye devam edecektir.
Sizce ne zaman dış ilişkilerde sorunsuz bir ülke olabiliriz?
Bildiğiniz üzere ülkemizin dış politikasının genel hatlarını
gerek bölgesel gerek küresel anlamda barış, istikrar ve refah
oluşturmaktadır. İzlemekte olduğumuz aktif ve yapıcı politika
ülkemizin önemini her geçen gün sürekli olarak arttırmaktadır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine rekor sayılabilecek bir oy oranıyla seçilmiş olmamız bunun göstergesidir.
Ayrıca, komşularıyla sıfır sorun politikası uygulamaktadır. Tüm
komşularıyla işbirliği içerisinde ve karşılıklı çıkarların gözetilmesine dayanan dostluk ilişkileriyle aktif bir politika izlemektedir.
Örnek vermek gerekirse Türkiye – Suriye ilişkilerinin mevcut
durumu eskiye kıyasla çok büyük bir ilerleme kaydetmiştir.
Yunanistan’la ilişkilerimiz için de aynı değerlendirme geçerlidir.
Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Paktı’nı önermiş bulunuyoruz. Diğer
taraftan Türkiye-Ermenistan yakınlaşma sürecini de bir örnek
olarak verebiliriz.
Biraz da TED Ankara Koleji’ndeki yıllarınızdan bahsedebilir misiniz?
TED Ankara Koleji’nde, bireyin liseyi bitirene kadar
geçirdiği zaman dilimi bence şahsiyetinin oluşmasında çok
önemli bir dönem. Ben Kolej’de öğrencileri çağdaş değerleri benimsemiş ve bunları uygulamaya hevesli bir topluluk
olarak gördüm. Bazı avantajlarımızın olduğunu düşünüyorum. Yabancı dilde eğitim görmek, daha kapsamlı kaynaklara ulaşmak açısından önemli bir katkı sağladı. Yabancı
öğretmenlerimiz vardı, ikinci bir dili en iyi imkânlarla öğreniyorduk. Kolej’de Cumhuriyet’e ve Atatürk’e bağlılığı öğrendik, ilerideki devrelerimizde de demokrasi ve Cumhuriyet’e
saygı içinde ve Atatürk İlkeleri doğrultusunda hareket ettik.
Kolej’de geçirdiğimiz sürede bizim nasıl bir şahsiyet olabileceğimiz, ülkeye ne tür katkılar yapabileceğimiz hususunda
çok iyi yetiştirildiğimize inanıyorum. Öte yandan, sınıfta yaş
olarak en küçük olduğum için özel bir ilgi gördüğümü de
unutamam. Ayrıca, sınıf arkadaşları olarak bizler bugünlerde
bile, şartlar elverdiği ölçüde Mezunlar Derneği’nde bir araya gelerek, yaşadığımız o güzel anıları tekrar hatırlıyoruz.
Naci SARIBAŞ’66
1949’da Ankara’da doğdu. Sırasıyla TED Ankara Koleji ve
Gazi Üniversitesi İktisadi Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü’nde eğitim gördü. 1972’de Ticaret Bakanlığı’nda görev aldıktan sonra, 1979’da Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladı. Prag,
İslamabad, New York, Riyad, Roma, Brüksel ve Washington gibi
merkezlerde çeşitli kademelerde görevlerde bulundu. 20052007 yılları arasında Doha Büyükelçimiz olarak görev yaptı.
2007’den itibaren AB Genel Müdürü görevinde bulundu. Aralık
2009 tarihinden itibaren Viyana’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı’na Türkiye Daimi Temsilcisi olarak görev yapmaktadır.
hobi
76
Oyun… Set… ve Maç!
Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı Ayda Uluç’69: “Öncelikle tenis bir hayat sporudur.
Kortta tek başınasınız. Hem kendinizle, hem rakibinizle hem de çevre faktörleriyle mücadele ediyorsunuz. Zihinsel iniş ve çıkışları çok olan bir spordur. Bu açıdan daha güçlü olan
ve daha hızlı olan, kazanmaya yakın taraftır.”
T
enis, kısa bir süre öncesine
kadar ülkemizde sadece
küçük bir kesimin ilgilendiği
bir spor dalı iken, son
zamanlarda daha fazla
popüler hale gelmeye başladı ve yaygınlaştı. Biz de her geçen gün daha fazla
kişinin, özellikle çocukların ilgilendiği bu
güzel ve faydalı sporla ilgili merak ettiğimiz soruları tenis sporuna gönül veren
bir isme, Türkiye Tenis Federasyonu
Başkanı Ayda Uluç’a sorduk.
İyi bir tenisçi olmak için, bu sporu
sevmek ve çalışmak yeterli midir?
Belli fiziksel özellikler de gerektirir mi?
Tenis sporcusu olmak zor ve uzun
bir süreçtir. Mutlaka sevmek, öğrenmeye
açık olmak ve çalışmaktan yılmamak
gerekir. Her sporda olduğu gibi yetenek
önemlidir fakat uzun süreli bir disiplinde
yetenek yanında sporcu, hem zihinsel
hem de fiziksel niteliklere sahip olmalıdır.
Zaten sporun gereği olan atletik yapı da
özellikle teniste olmazsa olmazdır.
Sonuç olarak yetenek yanında fiziksel nitelikler ve en önemlisi
de zihinsel beceri tenis sporu için şarttır.
Tenis pahalı bir spor mudur? Nasıl bir ekipmana ihtiyaç
vardır?
Tenis sporunu yapabilmek için bir korta ve partnere ihtiyacınız var. Raket ve top fiyatları çok değişken fakat her bütçeye
uygun bulunabiliyor. Tabii spor yapabilmek için de bir spor
ayakkabı gerekiyor ki o da kişinin bütçesine uyabilir. Burada
önemli olan kort. Özel kulüplerde üyelik nedeniyle sporun maliyeti yüksek gibi görünse de bugün artık çok sayıda yerleşim
alanında belediyelere ait kortlar olduğu gibi sitelerde de mutlaka tenis kortu yapılıyor. Kulüplerde verilen hizmetin karşılığı
üyelik sistemi elbette. Fakat belediyelerin spor alanlarına tenis
kortları yaptırması ile daha fazla insan tenis oynayacaktır. Bu
açıdan bakınca malzeme maliyeti önemsiz gibi görünse de
tenis kortu ihtiyacı sokak arasında oynanan futbolu tenise
avantajlı kılabiliyor. Bu da yerel yönetimlerin spor alanlarını tenise ayırmalarıyla aşılacaktır.
Profesyonel anlamda tenisle uğraşmak isteyenler bu spora kaç yaşlarında başlamalılar?
kolejliler NİSAN2010
Tenise başlama yaşı 5 veya 6 olarak
öneriliyor. Fakat 10 yaşına kadar başlanabiliyor ve önemli olan sporcunun fiziksel ve zihinsel özellikleri ile bu spora olan
yeteneği ve arzusu. Profesyonel tenisçi
olabilmek için uluslararası turnuvalardan
geçmek gerekiyor ve bunlara da 12
yaşında başlanıyor. Dolayısıyla 5-6 yaşlarında başlayan sporcu teknik anlamda
daha hazır olacaktır.
Tenisin, oynayan kişiye fiziksel ve ruhsal katkıları nelerdir? Daha genel
anlamda tenis sporu ile uğraşmak
kişiye ne gibi yararlar sağlar?
Öncelikle tenis bir hayat sporudur.
Kortta tek başınasınız. Hem kendinizle,
hem rakibinizle hem de çevre faktörleriyle mücadele ediyorsunuz. Zihinsel iniş ve
çıkışları çok olan bir spordur. Bu açıdan
daha güçlü ve daha hızlı olan, kazanmaya yakın taraftır. Bedeninizdeki bütün
kaslar çalışır, sadece oyuna konsantre
olursunuz. Bir açık hava sporu olmasının
yararlarını saymaya gerek yok. Tabii kış
şartlarında kapalı kort kaçınılmaz ama birçok tenisçi kuru havalarda dahi açıkta oynamayı tercih eder. Bu açıdan fiziksel bir
disiplin olduğu kadar zihinsel bir disiplin de gerektirir. Sakin ve
dikkatli olmak, rakibin oyun tarzını iyi analiz etmek, oyun kurmak ve güçlü olmak gerektirir. Bu spora devam etmek isteyenler gündelik yaşantılarına da dikkat etmelidir. Tabii tek başınıza
oynamadığınız için sizi sosyal bir ortamla da tanıştıran ender
sporlardan biridir tenis.
Tenis hem tek başına hem de çift olarak oynanabilen bir
oyun. İkisi arasında ne gibi fark var sizce?
Tenis hem tek hem de çiftler kategorilerinde oynanıyor. Her
ikisinin de oyun stratejisi farklıdır. Tek oynarken tüm sorumluluk
sizdeyken çift oyununda takım arkadaşınızla uyum içinde
olmanız gerekir. Çift oyununda file önü becerisi çok önemlidir.
Daha hızlı reaksiyon ister. Eskiden tekler kategorisinde yarışan
sporcular çiftler turnuvasına da girerken, şimdilerde sadece
çiftler turnuvası oynayan sporcular var. Bob ve Mike Bryan kardeşler bu seride dünyanın en büyük çift oyuncuları ve tek maçı
oynamazlar. Bizde de İpek Şenoğlu uzunca bir süredir tek maçı
oynamıyor fakat çiftler kategorisinde Türk tenisinin en gözde
hobi
77
sporcusu ve tüm Grand Slam turnuvalarında ana tabloda
oynayacak dünya sıralamasına sahip. Kortta sorumluluğu paylaştığınız için psikolojik açıdan kolay gibi görünse de dar alanda çok hızlı olmak gerektirir ve aslında zor bir kategoridir. Çok
daha özel nitelikler ister. Profesyonel serideki çiftler turnuvalarından bahsediyoruz tabii. Milli takımlar seviyesinde de tek
maçları yanında çift maçlarının çok belirleyici olduğunu görüyoruz. Tek maçlarında başarılı olan bir ülke çift takımı ile turnuvayı kaybedebiliyor. Bu da özellikle milli takım seviyesinde sporcuların çift maçlarına da yatkın ve uyumlu sporculardan teşkil
edilmesini gerektiriyor. Zor bir kategori yani.
Başkanı olduğunuz Tenis Federasyonu’nun çalışmalarından bahsedebilir misiniz? Ülkemizde tenisin durumunu
değerlendirecek olursanız neler söyleyebilirsiniz?
Tenis Federasyonu ülkede tenis sporunun yaygınlaşması
ve Türk tenisçilerinin dünya kortlarında başarısı için gerekli tüm
organizasyon ve projeleri uygulamakla sorumludur. Sporun
tüm yurda yayılmasıyla oluşacak sporcu alt yapısı ne kadar
büyük olursa piramidin tepesindeki başarılı sporcu sayısı da o
kadar fazla olur. Öncelikli hedeflerimizden birisi işte bu taban.
Uluslararası Tenis Federasyonu ITF birkaç yıl önce “Play &
Sporcularımızı yetiştirecek antrenörlerimizin eğitimine büyük
önem veriyoruz. İyi sporcuları iyi teknik adamlar yetiştirir.
Yabancı eğitmenler desteğinde sempozyumlar düzenleyerek
antrenörlerimizin dünya ile entegrasyonunu sağlamaya çalışıyoruz. Bugün dünya kortlarında Marsel İlhan, İpek Şenoğlu,
Çağla Büyükakçay ve Pemra Özgen gibi önder sporcularımız
ile onların yolunda hızla yükselen Melis Sezer ve Başak Eraydın
gibi gençlerimiz var. Hepsi de dünya sıralamalarında üstlere tırmanıyor.
Bunun yanında yine Tennis Europe ve ITF Junior turnuvalarında mücadele eden profesyonellik yolunda birçok sporcumuz var ve sayı her yıl katlanarak büyüyor. Hedefimiz ülke nüfusuyla orantılı bir tenis potansiyelini harekete geçirmek ve 8-10
yaş grubundan başlayan bir tabanın 10 yıl içinde önemli başarılara imza atmasını sağlamak. Bunu yaparken kuşkusuz en
büyük desteğimiz devlet olacaktır. Spordan Sorumlu Devlet
Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün desteği
olmadan yurt sathına yayılan spor politikalarının hayata geçirilmesi düşünülemez. Bugüne kadar gördüğümüz ilginin gelen
başarılarla daha da artacağına inanıyorum. Şunu da belirtmeliyim ki tenis sporunda başarılı ülkelerin bu spora ayırdıkları bütçeler ve sporcu sayıları ile kıyaslandığında ülkemiz henüz
emekleme devresindedir. Yine de yukarda saydığımız sporcularımızın başarıları düşünülünce nasıl bir potansiyel olduğu
anlaşılıyor zaten. Sağlam vücutlar yaratmalıyız ki geleceğimizin
sağlam kafaları ülkemize hizmet etsin. Bu da ancak sporla
mümkün olabiliyor.
TED Ankara Koleji yıllarınız ve Mezunlar Derneği’nin
düzenlediği tenis turnuvası ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
TED Ankara Koleji benim eğitim hayatıma başladığım, unutulmaz anıları olan bir yuva. İlk ve orta öğrenimimi tamamladığım Kolej, bende önemli bir yere sahip ve böyle bir ekolden
geldiğim için ayrıca çok mutluyum, her fırsatta gururla belirtiyorum. Mezunlar Derneği turnuvası hakkında fazla bilgi sahibi
değilim sadece bu yıl 8. organizasyonun yapılacağını biliyorum. Davet edilirsem katılmaya gayret ederim.
Stay” adlı bir proje başlattı. Biz de bu projeyi “Oyna Ve Oyunda Kal” adıyla 7-12 yaş sporcu tabanının oluşabilmesi için
Türkiye’de il il gezerek uyguluyoruz.
Uygulamaya katılan sporculara malzeme desteği veriyoruz. valiler, belediye başkanları ve kaymakamların da büyük
desteğiyle projemiz ilerliyor. Başlatılan tenis faaliyetleri antrenörlerimiz ve proje sorumluları tarafından yakından takip ediliyor. Henüz iki yıllık bir uygulama ve 20 ile ulaşıldı. Bu yıl sonuna kadar 20 il daha hedefleniyor.
Profesyonel olacak sporcuların çok sayıda yurt dışı temas
yapması gerekiyor. Bu da ekonomik bir sorun tabii. Çözüm
olarak uluslararası turnuva sayımızı artırdık. 10 yaş grubundan
başlayarak yılda toplam 50 uluslararası turnuva düzenliyoruz.
Bunların 33 tanesi profesyonel seride ITF, ATP ve WTA turnuvalarıdır. Bunların yetmediğinin farkındayız. Birçok sporcumuz
yurt dışı başarıları oranında TTF tarafından desteklenmektedir.
Kız ve erkek kategorilerinde yine 8 yaş grubundan başlayan bir
yelpazede yılda toplam 106 yerel turnuva ile kulüplerarası lig
düzenliyoruz. Birçok ilde bölge şampiyonaları düzenleniyor.
Ayda ULUÇ’69
16 Nisan 1954 yılında Zonguldak Kozlu'da dünyaya gelen
Ayda Uluç, ilk ve orta öğrenimini TED Ankara Koleji'nde tamamladı. Üniversite eğitimine Washington DC American University’de
devam eden Uluç, İletişim Bölümü’nden mezun oldu. 1985 yılında Antalya'ya taşınarak Antalya Tenis İhtisas Kulübü ilk üyelerinden oldu, yönetim kurulunda görev aldı. 1997 yılında Şadi Toker
ile ilk kez TTF Yönetim Kurulu’nda görev alan Uluç, daha sonra
sırasıyla Azmi Kumova ve Mesut Polat başkanlığında kurulda
çalıştı. Kurul üyeliği süresince Uluslararası İlişkiler Sorumlusu görevini üstlendi. İki dönem Avrupa Tenis Birliği (Tennis Europe)
Bayanlar Komitesi'ne seçilen Ayda Uluç, 6 yıldır Junior Tenisinden
sorumlu yönetim kurulu üyeliği yapıyor. Uluslararası Tenis Federasyonu’nda (ITF) Türkiye'yi temsil ediyor, konferanslarda oturum
başkanlıkları yapıyor. Evli ve bir çocuk annesi olan Ayda Uluç bir
süre Birleşmiş Milletler kalkınma projelerinde çalıştı. Tenise Ankara Tenis Kulübü (ATK) kortlarında başlayan Ayda Uluç 35 yıldır
tenis oynuyor.
NİSAN2010 kolejliler
Anıtkabir
Ankara’da zaman
78
Türk Halkının Kalbinin Attığı Yer…
A
Zerrin DAĞCI SAKARYA’71
nıtkabir, sadece Atatürk’ün ebedi istirahatgahı
değil, aynı zamanda bir ulusun küllerinden yeniden
var oluşunun görsel bir şölenidir.
Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ebediyete intikalinin ardından, dönemin hükümetinin oluşturduğu
bir komisyon Anıtkabir’in yerini araştırmakla görevlendirildi. Bu
komisyonun çalışmalarının sonucunda 906 metre yüksekliğindeki “Rasattepe” oy çokluğuyla ulu önderimizin anıt mezar yeri
olarak seçildi.
Anıtkabir’in yapımı için görevlendirilen komisyon tarafından,
1 Mart 1941’de uluslararası bir yarışma açıldı ve bu yarışmaya
Türkiye, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya, İsviçre ve
Çekoslavakya’dan 47 proje katıldı. 23 Mart 1942 tarihinde jüri
tarafından iki Türk, bir Alman, bir de İtalyan profesörün sundukları proje birinci seçildi. Ancak, milli konuları daha güzel ifade
edebildiği düşünülerek Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet
Orhan Arda’nın projesinin uygulanmasına karar verildi.
kolejliler NİSAN2010
9 Ekim 1944’te temeli atılan Anıtkabir inşaatı 9 yıl sürdü.
Yurdun çeşitli yerlerinden getirilen taş ve mermerlerin kullanıldığı bu inşaat, 1 Eylül 1953’te tamamlandı.
Barış Parkı: Ata’mızın ebedi istirahatgahını çevreleyen Barış
Parkı, aralarında, Afganistan, ABD, Almanya, Avusturya,
Belçika, Çin, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hindistan, Irak,
İngiltere, İspanya, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Kıbrıs,
Mısır, Norveç, Portekiz, Yugoslavya ve Yunanistan’ın bulunduğu
24 yabancı ülkeden ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinden getirilen
fidanlarla oluşturulmuştur.
Bu ağaçlar bana birkaç yıl önce Melbourne’deki savaş
müzesinin bahçesinde gördüğüm Çanakkale’den getirilen bir
kozalaktan yetiştirilen ‘yalnız çam’ı (lone pine) hatırlattı. Savaşlar bittikten sonra barış yapılan ülkelerden getirilen fidanlar hem
eski günleri hatırlatıyor, hem de barış dolu günlerin önemini vurguluyor.
Aslanlı Yol: Gençlik Caddesi yönünden Aslanlı Yol’a,
Hürriyet ve İstiklâl Kuleleri’nin arasından girilir. Bu yol ziyaretçileri Atatürk’ün yüce huzuru için hazırlar. 262 metre uzunluğundaki bu yolun sağında ve solunda Hitit tarzında yapılmış olan
on ikişer aslan heykeli vardır. Heykeller Hüseyin Özkan tarafın-
Ankara’da zaman
79
dan yapılmış olup, 24 Oğuz boyunu temsil etmektedir.
Aslanlı Yol’un bitiminde Müdafaa-ı Hukuk ve Mehmetçik
Kulelerinin arasından tören alanı olarak bilinen Büyük Avlu’ya
çıkılır. Tören alanındaki bayrak direği 33.5 metre yüksekliğindedir. 1946’da Türk asıllı bir Amerikalı olan Nazmi Cemal tarafından Anıtkabir’e hediye edilmiştir.
42 basamakla çıkılan mozolenin ön cephesindeki sol
duvarda Atatürk’ün gençliğe hitabı, sağ duvarda ise 10. Yıl Nutku’nun metinleri yer almaktadır. Harfler altın yaldızla yazılmıştır.
Mozole: Mozolenin iç salonuna büyük bir sessizlik ve saygı hâkimdir. Burada ziyaretçiler ellerindeki çiçekleri Ata’nın
manevi huzuruna bırakıp, dualar okurlar ve aynı sessizlik ve
saygıyla mekândan çıkarlar. Ziyaretçilerin arasında kimler yoktur ki: gençler, yaşlılar, gaziler, engelliler, pusetteki bebekler,
öğrenciler, turistler… Hepsinin amacı aynıdır; Ata’mıza saygılarını sunmak.
Atatürk’ün aziz naaşı üst kattaki lahdin tam altında, zemin
kattaki mezar odasındadır.
Mezar odası Selçuklu ve Osmanlı türbe mimarisi tarzında
sekizgen olarak tasarlanmıştır. Kıble yönündeki kırmızı mermer
sandukanın çevresindeki pirinç vazolarda bütün illerden, Kuzey
Kıbrıs’tan ve Azerbaycan’dan gelen topraklar vardır.
Atatürk 10 Kasım 1953’de Anıtkabir’e defnedildiğinde, o
dönemin 67 vilayetinden, Selanik’teki Atatürk evinden,
Kore’deki Türk Şehitliği’nden, Kıbrıs’tan ve Süleyman Şah
mezarından getirilen topraklar harmanlanmış ve kabrine konmuştur.
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi
Bu müze dört bölümden oluşur: Birinci bölümde Atatürk’ün
özel eşyaları ve yabancı devlet adamları tarafından hediye edilen eşyalar sergilenmektedir. Bu bölümde ayrıca, Atatürk’ün
manevi evlatlarından Afet İnan, Rukiye Erkin ve Sabiha
Gökçen’in müzeye hediye etmiş oldukları Atatürk’e ait eşyalar
da bulunmaktadır.
İkinci bölümde Çanakkale Kara ve Deniz Savaşları,
Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruzu konu alan üç panorama yer almaktadır. Bu bölümde ayrıca, Kurtuluş Savaşı’na
katılan komutanların portreleri ile Kurtuluş Savaşı’nı resmeden
NİSAN2010 kolejliler
Ankara’da zaman
80
ğe ilaveten top sesleri, kılıç şıkırtıları ve
“Allah Allah” sesleri arasında, savaşta kullanılmış mermileri, silahları, kağnıları, tekerleri izlemek bizleri o günlere götürüyor.
Panoramalar, 12 Rus ressam tarafından yapılmıştır. Turgut Özakman’ın yazdığı
senaryodan hareketle muharebelerin geçtiği alanlarda figüranlar kullanılarak binlerce fotoğraf çekilmiş; bu fotoğraflardan
yararlanılarak eskizler hazırlanmış, daha
sonra da Rusya ve Hollanda’da büyük
resim stüdyolarında panorama olarak
hazırlanmıştır.
İsmet İnönü Lahdi
Barış ve Zafer kuleleri arasında, yanları
açık olan kolonların oluşturduğu galerinin
ortasında 25 Aralık 1973 tarihinde vefat
eden Atatürk’ün silah arkadaşı, Milli Mücadelenin Batı cephesi komutanı ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı
İsmet İnönü’nün sembolik lahdi bulunmaktadır. İnönü’nün mezar odası lahdin tam
altındadır. İnönü Anıtkabir’e 28 Aralık
1973’te Bakanlar Kurulu kararıyla defnedilmiştir.
Anıtkabir’in Kuleleri
büyük boyutlu tablolar da sergilenmektedir.
Üçüncü bölüm, panoramayı çevreleyen koridordaki on
sekiz galeride yer alan tematik sergi alanlarından oluşmaktadır.
Değerli sanatçılar tarafından hazırlanmış rölyefler galeriye görsellik katar. Galerilerin bulunduğu koridor boyunca Kurtuluş
Savaşı’nın kazanılmasında büyük hizmetleri geçen asker-sivil
yirmi kahramanın büstü ve kısa özgeçmişleri yer almaktadır.
Dördüncü bölümde Atatürk’ün kendi kütüphanesinde bulunan 3123 kitap sergilenmektedir. Bu bölümde ayrıca “Atatürk
ve Kitap” konulu dokunmatik ekranlı bilgisayar da bulunmaktadır.
On yıl kadar önce Bulgaristan’ın Plevne kentinde “Gazi
Osman Paşa ve Plevne” konulu panoramayı görmüş ve çok
etkilenmiştim. Tarihimizin en önemli bölümü olan Kurtuluş
Savaşımızı, özellikle o dönemi yaşamamış olanlar için panoramayı izlemenin farklı bir heyecan vereceğini düşünmüştüm.
Müzeyi gördüğümde, düşüncelerimde yanılmadığımı anladım.
Üstelik bu panorama, Ata’mızın kabri ile aynı mekânda bulunuyor ve ziyaretçilere görsel bir Kurtuluş Savaşı Destanı sunuyor.
40 metre uzunluğundaki panoramaların önünde maketlerle
savaş alanı düzenlenmiş. Muammer Sun’un bestelediği müzikolejliler NİSAN2010
Hürriyet Kulesi: Anıtkabir inşaat çalışmalarını gösteren fotoğraf sergisi ile inşaatta kullanılan taş örnekleri bu kulenin içinde sergilenmektedir.
İstiklal Kulesi: Kulede Anıtkabir maketi
ve fotoğrafları yer almaktadır.
Mehmetçik Kulesi: Büyük Avlu’nun
başındadır. Kule içinde 60 kişi kapasiteli
“sinevizyon salonu” bulunmaktadır. Burada Atatürk ve
Anıtkabir’le ilgili belgesel filmler izlenebilir.
Zafer Kulesi: Atatürk’ün aziz naaşını taşıyan top arabası bu
kulede sergilenmektedir.
Barış Kulesi: Kulede Atatürk’ün 1935-38 yılları arasında kullandığı makam ve tören otomobilleri bulunmaktadır.
23 Nisan Kulesi: Kule içinde Atatürk’ün 1936-38 yılları arasında kullandığı özel otomobili ve Çubuk Barajı’nda kullanmış
olduğu gezinti teknesi sergilenmektedir.
Misak-ı Milli Kulesi: Törenlerde Anıtkabir özel defterinin
imzalandığı kürsü ile Anıtkabir’e yapılan üst düzey ziyaretlerin
fotoğraflarının sergilendiği iki adet pano yer almaktadır. Bu kule
aynı zamanda, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’nin girişidir.
İnkılâp Kulesi: Atatürk’ün kıyafetleri ve kendisine armağan
edilen eşyalar sergilenmektedir.
Cumhuriyet Kulesi: Atatürk’ün balmumu heykeli ve orijinal
çalışma masası yer almaktadır.
Müdafaa-i Hukuk Kulesi: Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili çeşitli
kitaplar ve hediyelik eşyaların ziyaretçilere sunulduğu bu bölüm
müze çıkışında bulunmaktadır.
kolejIN
81
İNŞAATI
DEVAM EDİYOR!
Katkılarınızı bekliyoruz…
NİSAN2010 kolejliler
Türk Eğitim Derneği
82
İmkânsızlıklar Dil Öğrenmeyi Engelleyemeyecek!
Türk Eğitim Derneği ve Amerikan Elçiliği İngilizce Eğitim Ataşeliği iş birliğince gerçekleştirilen “Access Sosyal Sorumluluk Projesi”nin TED Kayseri Koleji’ndeki açılışı, Amerikan
Büyükelçisi James Jeffrey ve TED Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’nun katılımıyla 24
Şubat 2010 tarihinde yapıldı.
Türk Eğitim Derneği ve Amerikan Büyükelçiliği’nin, kendi
olanaklarıyla yeterli İngilizce eğitimi alamayan öğrenciler için el
ele vererek gerçekleştirdiği “Access Sosyal Sorumluluk Projesi,
ülkemizdeki İngilizce dil eğitimine katkıda bulunmak amacıyla
hazırlanmış olan bir burs programıdır. 2009 yılından itibaren 7
TED okulunda (TED Afyon, TED Batman, TED Isparta, TED
Karabük, TED Malatya, TED Mersin ve TED Polatlı Kolejleri)
devam etmekte olan proje, genişletilerek 9 TED okulunda sürdürülecektir. TED Antalya, TED Bursa, TED Gaziantep, TED
Karadeniz Ereğli, TED Kayseri, TED Konya Ereğli, TED Polatlı,
TED Samsun ve TED Zonguldak Kolejleri’nde, bu okullardaki
İngilizce öğretmenleri tarafından haftada 6 saatten toplam 360
saat verilecek olan eğitim, Şubat 2010 - Haziran 2011 tarihleri
arasında gerçekleştirilecektir. Eğitim süresince öğrencilerin ulaşımı, kitap vb. tüm eğitim materyalleri de ücretsiz olacaktır.
tık ve bu çalışmalarımızı ülkemizin dört bir köşesine yayıyoruz.
Çağdaş ve yüksek nitelikli, donanımlı, vizyon sahibi nesiller
yetiştirmek için elimizden geleni sonuna kadar yapmayı sürdüreceğiz” dedi. Yabancı dil eğitiminin önemine değinen Pehlivanoğlu, 2009 yılında başlayan Access Projesi kapsamında 174
öğrenciye İngilizce eğitimi verdiklerini, bu yıl projenin genişletilerek 216 öğrenciye ulaşıldığını ifade ederek, bu eğitimlerde
öğrencilere AFS öğrenci değişim programıyla ABD’de eğitim
alma imkânı da sunulacağını sözlerine ekledi.
Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Türk Eğitim Derneği
Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, “1928 yılından bugüne
yaklaşık 47 bin öğrenciye burs vermiş olan Türk Eğitim Derneği olarak eğitim sorunlarını gidermede toplumun tüm bireylerine görev düştüğü bilinciyle uzun soluklu bir seferberlik başlat-
Access Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında devlet okullarında okuyan maddi olanakları yetersiz 216
dokuzuncu sınıf öğrencisi, 9 TED okulunda 360 saat
İngilizce dil eğitimi görecek.
“Çağdaş ve yüksek nitelikli, vizyon sahibi nesiller
yetiştirmek için elimizden geleni sonuna kadar yapmayı sürdüreceğiz.”
kolejliler NİSAN2010
İki NASA Pilotunun Öykülerini Dinlediler!
Proje kapsamında ücretsiz İngilizce eğitimi alan öğrencilerin bir kısmı, 6 Mart 2010 tarihinde Çukurova Üniversitesi’ndeki
etkinliğe katılarak, Apollo 11 ile yaptığı ay yolculuğunda Aya ilk
ayak basan insan unvanını kazanan Neil Armstrong ve Aya yolculuk yapan 24 kişiden biri olan Jim Lovell’ın sıra dışı öykülerini dinleme fırsatını da yakaladı.
Türk Eğitim Derneği
83
Türk Eğitim Derneği, Tam Eğitim Bursu Alan
Üniversite Öğrencilerini Kampta Buluşturdu!
Türk Eğitim Derneği, Tam Eğitim Bursu ile eğitimlerini sürdüren üniversite öğrencilerini,
kurumsal aidiyetlerini pekiştirmek ve sosyal gelişimlerini desteklemek amacıyla Antalya’da kampa aldı.
Çeşitli etkinliklerle 2 ve 5 Şubat tarihleri arasında Antalya
Kemer Limak Limra Otel’in ev sahipliğinde düzenlenen ve 131
Tam Eğitim Burslu üniversite öğrencisinin katıldığı kampta alanlarında uzman isimler ve değerli TED mezunları, öğrencilerle bir
araya geldi.
Öğrencilerin sosyal gelişimlerine destek verilmesi ve
kurumsal aidiyetlerinin geliştirilmesinin hedeflendiği kamp
etkinlikleri kapsamında kendisi de TED mezunu olan Antalya
Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, “TED
Ruhu” konulu söyleşiyle öğrencilerle buluştu. Prof. Dr. Üstün
Dökmen’in de kendine has hikâyeleri ve önerileri ile “Yaşama
Yerleşmek: Kişinin kendisine, ailesine, ülkesine ve dünyaya
aidiyeti” konusunu ele aldığı kampta, İzgören Akın Eğitim
Danışmanlık Şirketi Akdeniz Bölge Müdürü ve Eğitmeni İlker
Kaldı ise “Avucumdaki Kelebek” adlı kişisel gelişim sunumunu
gerçekleştirdi.
Çeşitli sportif ve kültürel etkinliklerin düzenlediği kampta
Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu ve
Türk Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Can Ulusoy da
öğrencilerle bir aradaydı.
Amacımız Ülkemizin Öncü Çocuklarını Yetiştirmek!
Antalya’da gerçekleştirilen üniversite kampı ve Türk Eğitim
Derneği bursları hakkında görüşlerini aldığımız Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, tam eğitim bursuyla
amaçlarının Türkiye’nin öncü çocuklarını yetiştirmek olduğunu
söyledi. Maddi olanakları yetersiz, akademik başarısı yüksek
çocuklara sahip çıktıklarını anlatan Pehlivanoğlu, burslu öğren-
cilerle gerçekleştirilen etkinliklerin önemine de değinerek,
“Öğrencilerimiz burada hem bir arada proje üretiyorlar, hem de
iletişim, liderlik, vatanperverlik gibi eğitimlere tabi tutuluyorlar.
Bu çocuklar üniversiteyi bitirdikleri zaman ülkemizde öncü olup
başka çocukların ellerinden tutacaklar.” dedi.
31 Ocak’ta 82. yılını kutlayan Türk Eğitim Derneği
kuruluşundan bu yana 47.000 öğrenciye karşılıksız burs
vermiştir. Dernek, 2003-2004 eğitim-öğretim yılından itibaren “başarılı ama maddi olanakları yeterli olmayan”
öğrencilere “Tam Eğitim Bursu” vermeye başlamıştır. Tam
Eğitim Bursu, öğrencilerin öğrenimlerine TED okullarında
devam etmelerine yöneliktir ve bu bursu almaya hak
kazanan öğrenciler, varsa bölgelerindeki TED okullarında
gündüzlü olarak, yoksa pansiyonlu TED okullarında yatılı
olarak okutulmaktadır. Öğrencinin sadece eğitim giderleri karşılanmamakta, tüm eğitimi üstlenilmektedir. Eğitim
giderlerinin yanısıra cep harçlığı, servis, yemek, kitap-kırtasiye, kıyafet, yatılı ise pansiyon giderleri de burs kamsamında karşılanmaktadır. TED okullarından Tam Eğitim
Bursu ile mezun olan öğrencilerin üniversite boyunca da
bursları devam etmektedir.
Öğrenciler burs almaya başladıkları öğretim yılı itibariyle Burslu Öğrenci Takip Programı'na alınmaktadır. Bu
program çerçevesinde öğrencilere ve ailelerine, ihtiyaç
duyulan durumlarda rehberlik, danışmanlık, psikolojik
destek, aile danışmanlığı, sağlık hizmetleri, akademik
destek ve süpervizörlük hizmetleri sunulmaktadır.
NİSAN2010 kolejliler
Türk Eğitim Derneği
84
“Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda”yız
Türk Eğitim Derneği, öncelikle köklü bir sivil toplum kuruluşu olarak kurulduğu günden beri eğitim alanında faaliyet göstermekte olup, aynı zamanda başarılı ama maddi olanakları
yeterli olmayan çocukların eğitimlerini desteklemekte ve Türk
eğitim hayatına maddi ve bilimsel katkılar sağlamaktadır.
Türk Eğitim Derneği Sosyal Hizmetler Komitesi tarafından
gerçekleştirilen “Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda” Projesi ile Türk
Eğitim Derneği, hastanelerde tedavi gören veya evlerinde dinlenen yakınlarımıza “Hoşgeldin Bebek” veya “Geçmiş Olsun”
kartları aracılığıyla sağlıklı günler dileklerimizi sunarken ekonomik yetersizlikler nedeniyle eğitim olanağı bulamayan çocuk ve
gençlerimize eğitim imkânı sağlamayı hedeflemektedir.
“Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda” Projesi ile elde edilecek
gelir Türk Eğitim Derneği Burs Fonu’na aktarılacak, kişi ve
kurumların hem sevdiklerine, hem de çocuklara ve gençlere en
güzel armağanı verebilmeleri sağlanacaktır.
Türk Eğitim Derneği, “Mutlu Gün Panosu” ve “Çelenk” hizmetlerini yıllardır başarı ile yürütmekte ve elde edilen geliri bu
yeni projede amaçlandığı gibi burslu çocuk ve gençlerin okukolejliler NİSAN2010
tulması için değerlendirmektedir.
Bu yeni uygulama ile hastanelerde yatmakta olan hastalara geçmiş olsun dileklerinin iletilmesi için gönderilen ancak
hastane bankolarında bekleyen çiçekler yerine odaları süsleyen, “Hoşgeldin Bebek” veya “Geçmiş Olsun” kartlarımız olacaktır.
Geçmiş olsun kartlarımızı hasta yakınlarına göndermek
isteyenler, 444 0 833 numarasından kartlarımızın siparişini vererek bağış yapabileceklerdir. Konuyla ilgili her türlü sorularınız
için de (0 312) 418 06 14 – 417 42 02 numaralı telefondan bilgi alabilirsiniz.
Türk Eğitim Derneği olarak “Hastalıkta Sağlıkta Yanınızda”
Projesini hayata geçirerek, ihtiyacı olan çocuklarımızın okutulması için el ele vermemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bu önemli
adımı sizlerle birlikte atalım istiyoruz.
Desteğiniz için şimdiden tüm burslu öğrencilerimiz adına
teşekkür ederiz.
Her şey bir çift mutlu göz için…
Kýzýlýrmak Sokak No: 8 Kocatepe, Kýzýlay / Ankara
TORCH
Rezervasyon ve ayrýntýlý bilgi için Tel: 0312 417 5057
250 kiþilik yemekli, 450 kiþilik kokteyl kapasiteli Torch'ta "Evet
Demenin Mutluluðunu" yaþayabilirsiniz. Her türlü düðün, niþan,
sünnet ve nikah sonrasý yemek
gibi toplu organizasyonlarýnýz için
hizmetinizdeyiz.
www.torch.com.tr
NİSAN2010 kolejliler
kampüs
86
Geleceğin Bilim İnsanlarından “Bilimsel Projeler Sergisi”
TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi 11. sınıf öğrencilerinin
Matematik, Kimya, Fizik, Bilgisayar, Coğrafya ve Sosyoloji dallarında 2009-2010 öğretim yılı içinde hazırladıkları 20 proje, 0810 Mart 2010 tarihleri arasında İncek Kampüsü’nde düzenlenen “Bilimsel Projeler Sergisi”nde ziyarete açıldı. Serginin açılışına öğrenci ve velilerin yanı sıra Ankara’da bulunan üniversitelerden gelen akademisyenler de katıldı.
Öğrencilerin, geliştirdikleri projeler ile günlük hayatta karşılaşılan pek çok probleme çözüm önerileri getirmeleri dikkat
çekti. Sergide; model araçlarda enerji ve yakıt masrafını azaltan “CVT Şanzımanlı Model Araç Uygulaması”, çocuk parklarında aydınlatma giderlerini sıfıra indiren “Yenilenebilir Enerji
Kaynakları ile Çalışan Çocuk Parkı”, kapalı otoparklarda kullanılabilecek “Kapalı Otoparklarda Yer Bulma Probleminin
Çözülmesi”, hazır krokisi olan her türlü mekanda kullanılabilecek “e-danışma Sistemi”, internet üzerinden ders notlarının
paylaşımını sağlayan “RSS Destekli Ders Notları Paylaşım Sitesi” gibi projelerin yanı sıra sosyal bilimler alanında da Dünyada
iç ve dış savaşları, siyasal ve etnik kökenli çatışmaları irdeleyen
“Çatışan Dünya”, “Kaybolmakta Olan Geleneksel Meslekleri
Sürdürenlerin Temel Özellikleri ve Sorunlarının Belirlenmesi” ve
“Görme Engelli Bireylerin Ekonomik ve Toplumsal Sorunlarının
Saptanması” gibi birbirinden ilginç araştırma projeleri de yer
aldı.
Öğrencilerin hazırladığı projelerden on ikisi TÜBİTAK’ın
düzenlediği Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışması’nda
sergilenmeye değer görülerek finale kaldı.
“İçimizden Biri Atatürk” Sergisi
TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okulu 1. Kademe
Kolej Sokağı’nda 18 – 22 Ocak 2010 tarihleri arasında “İçimizden Biri Atatürk” temalı fotoğraf ve Atatürk resimleri sergisi
açıldı. Sergide öğrencilerin resimlerinin yanı sıra Büyük Önder
Atatürk’ün fotoğrafları ve Çanakkale Zaferi köşesi de yer aldı.
Ahmet Mete Işıkara’dan “Depreme Hazır Ol” Uyarısı
Kamuoyunun “Deprem Dede”
olarak tanıdığı Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneği Başkanı ve Türk
Kızılayı Genel Başkanı Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, 18
Ocak 2010 tarihinde TED Ankara
Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okulu’na
konuk oldu. Öğrencilere depremle
birlikte yaşama bilincini anlatan Prof.
Dr. Işıkara, Kızılay’ın “Kardeş Kulübü Kumbarası” projesini de
tanıttı.
“Türkiye’de nereye giderseniz gidin, deprem üreten odakta
kolejliler NİSAN2010
yaşayacaksınız” diyen Prof. Dr. Işıkara,
2009 yılında Türkiye ve yakın çevresinde 9196 deprem olduğunu söyleyerek
“Artık deprem olacak mı? sorusunu
sormayın. Deprem olacaktır, hazır
olun.” uyarısında bulundu.
Konferansta Kızılay’ın “Kardeş
Kulübü Kumbarası” projesini de tanıtan Işıkara, öğrencilere dağıtılan Kızılay kumbaralarında biriken paralar ile bir okulun yapımına katkıda bulunabileceklerini ifade etti.
kampüs
87
Müzik Sunumlarında
Birbirinden Güzel Çocuk
Şarkıları Söylendi
TED Ankara Koleji Vakfı Özel İlköğretim Okulu I. Kademe Müzik Zümresinin, açık sınıf uygulamaları doğrultusunda 1.-5. sınıf öğrencilerinin katılımıyla hazırladıkları
müzik sunumları, 22 Şubat-02 Mart 2010 tarihlerinde gerçekleştirildi. Belirlenen programa uygun olarak üçer sınıf
halinde amfitiyatroda sahne alan öğrenciler, müzik öğretmenlerinin bestelediği birbirinden güzel çocuk şarkılarını
söyleyerek, velilerine eşsiz bir müzik ziyafeti sundular.
“Darwin Now” Sergisi Öğrencilerle Buluştu
British Council tarafından Darwin’in doğumunun 200’üncü
ve “Türlerin Kökeni Üzerine” adlı eserinin yayınlanmasının
150’nci yıldönümü vesilesiyle düzenlenen uluslararası kutlamalar çerçevesinde hazırlanan “Darwin Now” sergisi, 8-19 Şubat
2010 tarihleri arasında TED Ankara Koleji Bilim Merkezi’nde
sergilendi.
Charles Darwin’in hayatı, çalışmaları, biyolojiye ve bilimin
diğer dallarına olan etkilerini anlatan sergi, 21. yüzyılda karşılaştığımız önemli sorular hakkında farklı bakış açıları sunmaktadır. Evrim ile din arasındaki ilişkinin önyargısız ve açık bir
şekilde araştırılması fırsatını sunmayı hedefleyen sergiye, TED
Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi öğrencileri yoğun ilgi gösterdi.
Avrupa Gençlik
Parlamentosu’nda
Ülkemizi Temsil Edecekler
Lise Kısmı Politika ve Diplomasi Kulübü üye öğrencileri
Can Fenerci (10-K) ve Cansu Tanatmış (11-E) 16-25 Nisan
2010 tarihinde Norveç’te, Zeynep Üstün(11-G) 4-7 Mart 2010
tarihinde Polonya’da ve Şayen Tokyay (11-G) 8-11 Mayıs 2010
tarihinde Almanya’da düzenlenecek olan Avrupa Gençlik Parlementosu’nda Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmek üzere
seçildiler.
NİSAN2010 kolejliler
kampüs
88
AB Genel Sekreteri Volkan Bozkır’67
Söyleşi Günleri’ne Konuk Oldu
Avrupa Birliği Genel Sekreteri, 1967 TED Ankara Koleji
Mezunu, Volkan Bozkır, TED Ankara Koleji Vakfı Okulları’nın
geleneksel “Söyleşi Günleri”ne konuk oldu. Soru-cevap şeklinde gerçekleştirilen söyleşide TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi öğrencileri, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki mevcut
durum, Türkiye’nin önündeki engeller ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin tam üyeliğine karşı tutumu konularında Volkan Bozkır’a
sorular yönelttiler.
Avrupa Birliği’nin NATO gibi yalnızca üye olunacak bir ittifak
değil, sağlıktan, çevreye, sosyal yaşamdan, ekonomiye varıncaya değin hayatın her alanını düzenleyen, 120 bin sayfalık
müktesebata sahip bir yaşam biçimi olduğunu ifade eden Volkan Bozkır, Türkiye’nin üyelikten önceki asıl hedefinin, bu
yaşam biçiminin seviyesine ulaşmak olduğunun altını çizdi.
Öğrencilerin; bazı üyelerin “imtiyazlı ortaklık” kavramını
telaffuz ettiklerini ve Türkiye’nin bu kavrama bakış açısını sormaları üzerine Volkan Bozkır, Türkiye’nin nüfusu, eğitim düzeyi,
ekonomik yapısı, sahip olduğu zenginlikler ve gücüne bakıldığında Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi reddetme gibi bir lüksünün
olmadığını belirterek: “İlişkilerin yavaşladığına dair eleştiriler var.
Yalnızca yeni bir strateji uyguluyoruz. Avrupa Birliği fasıllarını
açsın ya da açmasın biz 2013 yılında tüm reformları tamamlayacak şekilde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu tür dedikodulara kulaklarımızı kapadık.” dedi.
Söyleşinin sonunda TED Ankara Koleji öğrencisi 2010 Dünya Gençlik Zirvesi Genel Sekreteri Batu İnal, AB Genel Sekreteri Volkan Bozkır’a ve 1988 TED Ankara Koleji mezunu AB Genel
Sekreter Yardımcısı Burak Erdenir’e teşekkür ederek, günün
anısına plaket sundu.
Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan
TED Ankara Koleji’ne Konuk Oldu
Uzay İletişim Bilimi’nin Oscar’ı olarak kabul edilen Appleton
Ödülü sahibi Koç Üniversitesi Rektörü, 1968 mezunlarımızdan
Prof. Dr. Umran İnan, 19 Şubat 2010 tarihinde okulumuza
konuk oldu. Genel Müdür Sevinç Atabay ile birlikte Okul Müzesini gezen İnan, müze defterini imzaladı.
Akademik başarısının yanında Dünya çapında öğrenci seçme ve yetiştirme konusunda gösterdiği çabalarla da tanınan
kolejliler NİSAN2010
Prof. Dr. Umran İnan daha sonra Lise Konferans Salonunda
öğrencilere Koç Üniversitesi’ni tanıttı.
ABD’nin Standford Üniversitesi’nde 36 yıl gibi uzun bir süre
öğretim üyesi olarak görev yaptıktan sonra Koç Üniversitesi’nin
teklifini kabul ederek 2009-2010 akademik yılında Türkiye’ye
gelen Prof. Dr. Umran İnan, kariyerinde TED Ankara Koleji
mezunu olmasının büyük rolü olduğunu vurguladı.
kampüs
89
Anaokulumuz Comenius Projesi Ekibine
Ev Sahipliği Yaptı
TED Ankara Koleji Vakfı Özel Anaokulu, 20-26 Şubat 2010
tarihleri arasında Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları
Merkezi Başkanlığı'nca yürütülmekte olan Comenius Okul
Ortaklıkları Projesi kapsamında proje ortakları; Almanya, Finlandiya, İspanya, Romanya ve Galler’den gelen 15 yabancı
eğitimciyi ağırladı. “Hepimiz Özeliz. Uygulama için en iyi yöntemler” adı altında yürütülen proje ile ortak ülkelerin okul öncesi eğitim sistem ve yöntemlerinin incelenmesi ve farklı şekillerde özel desteğe/eğitime ihtiyaç duyan öğrenciler için en iyi
uygulamanın belirlenerek ortak bir çizgide buluşulması hedefleniyor.
TED Ankara Koleji Vakfı Özel Anaokulu öğrencileri, 22
Şubat 2010 tarihinde okullarını ziyaret eden Comenius projesi
ekibine sıcak bir karşılama düzenledi. El yapımı çiçeklerle
konukları karşılayan öğrenciler, konuklara şarkılar söylediler ve
halkoyunları gösterileri ile yabancı konukları büyülediler.
Comenius projesi ekibi, TED Ankara Koleji Anaokulu
öğretmenlerinin rehberliğinde bir hafta boyunca Türk Eğitim
Sistemi ile ilgili alanında uzman kişilerden bilgi aldı ve kaynaştırma eğitiminin uygulandığı Ankara’daki okulları ziyaret ederek
incelemelerde bulundu.
2010 YILINDA MİLLİ TAKIMA ÇAĞRILAN SPORCULAR
ATLETİZM
BASKETBOL
BASKETBOL
VOLEYBOL
VOLEYBOL
Cemre Ünal
Buse Taşbilek
Sera Özelçi
Göksu Adanalı
(10-D) Yıldız Kız Voleybol
Milli Takım Kampıı
Eda Caferi
(10-V) Yıldız Kız Voleybol
Milli Takım Kampı
Mesut Çebi
(12-J) Genç Hentbol Milli
Takımı
Uraz Koral
(10-V) Yıldız Hentbol Milli
Takım Kampı
(11-C) Atletizm Genç Milli
Takımı, 60 M. Yıldız Bayanlar
Türkiye Rekortmeni 7.68
(09-I)
Yıldız Kız Basketbol
Milli Takımı
(10/U)
Yıldız Kız Basketbol
Milli Takımı
Damla Çakıroğlu (10-Y)
Yıldız Kız Voleybol Milli
Takımı
Yağmur Erdaç
(10-V) Yıldız Kız Voleybol
Milli Takımı
Atacan Ata
(11-J)
Genç Voleybol Milli Takım
Kampı
VOLEYBOL
VOLEYBOL
VOLEYBOL
HENTBOL
HENTBOL
NİSAN2010 kolejliler
kampüs
90
2010 YILINDA MİLLİ TAKIMA ÇAĞRILAN SPORCULAR
HENTBOL
BASKETBOL
DANS
SU TOPU
KAYAK
Uğurcan Fitos
(11-R) Yıldız Hentbol Milli
Takım Kampı
Gence Sarp Göbeloğlu
(10-U) Yıldız Basketbol
Milli Takımı
Serra Kış
(9-F) Dans Milli Takım
Kampı
Murat Berke Erdemli
(10-P) Su Topu Milli
Takımı
Doğuş Köker
10/L Kayak Milli Takımı
OKUL TAKIMLARI VE BİREYSEL SPOR BAŞARILARI
İlköğretim Okulu Kayak Takımı Ank. 1.’si
Lise Kayak Takımı Ankara 1.’si,
Lise Erkek Kayak Takımı Türkiye 3.’sü
İlköğretim Okulu II. Kademe Karate Takımı
Ankara Birinciliği’nde
Bekir Karakaş (7-T) 63 kg Ankara 2.si
Umutcan Şahan (7-C) 63 kg Ankara 2.si
Ata Laçin Tan (7-P) (63 kg) Ankara 3.sü
Kaan Özçelikkale (7-Z) 40 kg Ankara 3.sü
Oğuzcan Ünal (7-E) 54 kg Ankara 3.sü
Enis Bahadır (11 – C) ve Ayça Şen (10 – A)
Yaş Grupları Satranç Turnuvası’nda Ank 1.si
Ayça Şen (10– A) Satranç Cum. Kupası 1.si
Batur Onan
(5-B) Tenis Kış Kupası 1.si
kolejliler NİSAN2010
İlköğretim Okulu II. Kademe
Kız Basketbol Takımı Ankara 2.’si,
Yarıfinalde Yarışacak.
Sinan Pehlivanoğlu (9-E)
Liseler Arası Karate Ankara
3.sü, Türkiye Şampiyonası’nda
yarışacak.
Barış Bengür (9-L)
Karate Liseler Arası Karate
Ankara 4.’sü
Kadir Gökberk Yapıcı (10-H)
Enka Okulları Satranç Turn.Türkiye 1.’si
İrem Kaftan
(5-Y) Tenis Kış Kupası 7.si
Lise Erkek Hentbol Takımı Ankara 3.’sü,
Yarıfinal 3.’sü
Can Koçlar (11-F)
Eskrim Epe Dalında Yaş
Grubunda Türkiye 3.’sü
Atakan Erdem (5-P) Satranç Fed. İl Birinciliği’nde Ankara 1.’si, Okullar Arası Satranç
İl Birinciliği’nde Ankara 4.’sü
Mina Başar
(6-D) Tenis Kış Kupası 8.si
Lise Kız-Erkek Masa Tenisi Takımı
Ankara 2.’si, Yarıfinalde yarışıyor.
Ege Ayan (7-Y)
Türkiye Eskrim Şampiyonası
Türkiye 1.’si
Ecem Ertenli
Buz Pateni Cum. Kupası Türkiye 3.sü,
Türkiye Şampiyonası’nda Türkiye 4.sü
Aylin Su Soybay (3-G)
Artistik Buz Pateni Türkiye Teşvik
Kupası Türkiye 1.si
Melissa Sever (5-A) ve Levent
Sever (4-E), Dans Sporu Şampiyonası Birincisi
spor
91
TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü’nün
Liglerdeki Son Durumları
OPTİMUM TED Ankara Kolejliler A Erkek Basketbol Takımımız mücadele ettiği Türkiye Basketbol 2. Ligi’nde Play-Off’ta
kalmanın yollarını arıyor. 4 hafta süren galibiyet serisiyle play-off
yolunda önemli adımlar atan takımımızın
ligde son iki maçı kaldı.
OPTİMUM TED Ankara Kolejliler A
Bayan Basketbol Takımımız ise sezonu 2.
sırada bitirdi. Kütahya’daki Yükselme Grubu müsabakalarına da katılmaya hak kazanan ekibimiz, oynadığı 5 maçın 3’ünü kazanıp 2’sini kaybederek Play-Off müsabakalarını 2. sırada tamamladı.
Çıkışını sürdüren İBA Kimya TED Ankara Kolejliler A Bayan Voleybol Takımımız
yenilmezliğini sürdürüyor. 13 haftadır yenilgi
yüzü görmeyen ekibimiz Gazi Üniversitesi
ve Vakıfbank Güneş Sigorta maçlarının
ardından Aroma Bayanlar Voleybol 2. Ligi
Yarı Final Grubu’nda mücadele edecek. Zirveyi zorlayan takımımız puan tablosunda 2.
sırada yer alıyor.
Türk Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, TED Ankara Koleji Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Sunullah Salırlı, TED Ankara Koleji Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet
Cörtoğlu ve TED Ankara Kolejliler Spor
Kulübü Yönetim Kurulu Başkanı Önder
Bülbüloğlu, İBA Kimya TED Ankara Kolejliler A Bayan Voleybol Takımının İdmanocağı Trabzon deplasmanındaydı. Trabzon
Valisi Recep Kızılcık da yönetimimizle birlikte İBA Kimya TED Ankara Kolejliler A
Bayan voleybol takımımızın maçını izledi.
Sezonu kapatan bir diğer temsilcimiz
ise DORÇE TED Ankara Kolejliler A Erkek
Voleybol Takımımız. Ekibimiz, geçtiğimiz
sezon yükseldiği Aroma Erkekler Voleybol
2. Ligi’ni 6. sırada tamamladı.
TED Ankara Kolejliler A Erkek Hentbol
Takımımızın da Türkiye Hentbol 1. Ligi’nde
son 2 maçı kaldı. Son iki haftadır galibiyet
elde eden takımımız 4. sıraya yükseldi.
NİSAN2010 kolejliler
spor
92
Ceyda-Gürkan İşbırakmaz:
“Aynı Kulüpte Forma Giydiğimiz
İçin Çok Şanslıyız”
O
PTİMUM TED Ankara Kolejliler A Bayan ve Erkek
basketbol takımlarımızda mücadele eden
Ceyda-Gürkan İşbırakmaz çifti sorularımızı yanıtladı. 8 yıllık evliliklerinin meyvesi minik kızları
Iraz’la sabah-akşam antrenman peşinde koşan
deneyimli oyuncular, yıllar sonra aynı kulüpte forma giyebilmenin mutluluğunu yaşıyor.
Basketbola nasıl başladınız?
C.İ.: Uzun boy avantajıyla ortaokuldaki seçmelerde basketbola yönlendirildim. Babam da gençliğinde basketbol oynamıştı ve onun da etkisi vardı. Bu sporu meslek olarak hiç
düşünmemiştim. Ailem yalnızca boş vakitlerimi iyi yönde
değerlendirmemi istediğinden basketbol oynamamı destekliyordu. Eskişehir’deki alt yapı antrenörüm Erhan Aras, bana iyi
bir temel eğitim verdi. Daha sonra katıldığım turnuvalarda diğer
kulüp temsilcileri beni gördüler, beğendiler ve transfer teklifleri
geldi. Hatta birçok takımdan teklif gelmişti ama ben
Fenerbahçe’yi tercih ettim. Fenerbahçe’nin genç takımına
transferimle profesyonel spor hayatımın ilk adımını atmış
oldum. Bu değişiklikle beraber basketbol, hayatımda daha
büyük bir yere sahip oldu.
Basketbola nerede başladınız ve hangi takımlarda forma
giydiniz?
C.İ.:1992 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde basketbola başladım. Yıldız ve küçük takım derken bu kulüpte 8
kolejliler NİSAN2010
Ceyda, eşi Gürkan’la aynı
meslekten olmanın avantajlı
bir durum olduğunun altını
çiziyor ve “İkimiz de sporcuyuz ve birbirimizi çok iyi anlıyoruz, basketbolcu olmayan
bir eşim olsaydı bence bu
kadar anlayışlı olmazdı” diyor.
sezon mücadele ettim. Daha sonra Fenerbahçe’ye transfer
oldum. Fenerbahçe’den sonra 1 sezon 2. Lig takımı Türk Hava
Yolları’nda, 1 sezon yine 2. Lig takımı Tarsus Belediyesi’nde
oynadım. Her iki takımı da 1.Lig’e terfi ettiren ekibin kadrosundaydım. Iraz’a hamileliğimden dolayı 1 sezon basketbola ara
verdim. Sonra Çankaya Üniversitesi’nde daha sonra tekrar
Tarsus Belediyesi’nde oynadım. Beden eğitimi öğretmeni olarak atandım ve tam elimi kulüplerden çekmişken kendimi TED
Ankara Kolejlilerde buldum. Bölgesel Lig’den liglere yeniden
merhaba diyen bu ekipte yer almak çok güzeldi. Çünkü hedefi olan bir kulüpte forma giyerek mücadeleye ortak olmak ve ilk
sezonunda 2. Lig’e yükselmek farklı bir duygu.
G.İ.: 1992 yılında Edirne DSİ Spor’da basketbola başladım.
1993’te Ülker’e transfer oldum. 1993’ten 1998’e kadar Ülker’de
oynadım ve 3 sezon A takım kadrosunda yer aldım. Daha sonra Tuborg’a transfer oldum ve oradan Çakabey
Koleji’ne kiralandım. Daha sonraki sezonlarda ise Ankaragücü,
İstanbulspor, Erdemir, TTNET Beykoz ve Mersin Büyükşehir
Belediyesi formalarını terlettim.
Profesyonelliğe geçişinizi anlatır mısınız?
C.İ.:1995’ten itibaren genç milli takım formasını giymeye
başladım. Genç Milli Takım’ın o dönemdeki antrenörü
Fenerbahçe’de de antrenörlük yapıyordu. Ancak Fenerbahçe
yatırımı A takımdan çekti ve bu yüzden de gençlere yöneldiler.
O sezon gençlerden kurulu bir takım oluşturuldu ve ben de
kadroda yer aldım. Bu vesileyle genç yaşımda A takımda oyna-
spor
93
mamın yanı sıra Avrupa Kupası maçlarında da boy gösterdim.
G.İ.: Edirne DSİ Spor’da oynarken antrenörüm benimle
beraber iki takım arkadaşımı da Efes Pilsen’e transfer edeceğini söyledi. Efes Pilsen’in seçmelerine gittik ama seçmelerden
geçemedik. O dönemde Nejat Sayman Ülker’de işin başına
getirildi. Efes’in seçmelerinden geçemeyenleri Ülker’de denemek istediler. Yıldız takım için seçildik. Yeni kurulan bir kulüptü
ve ilk senemizde yıldızlarda Nejat Sayman ve Murat Özyer
önderliğinde Türkiye 3.’sü olduk. Türkiye’nin belirli illerinden
seçili sporculardan oluşan bu takım Ülker’in ilk yıldız takımıydı.
Beni Gürkan yapan antrenör ise Nejat Sayman ve Murat
Özyer’dir.
Peki, siz nasıl tanıştınız?
C.İ.: İstanbul’da arkadaş ortamında tanıştık. Daha doğrusu
bir arkadaşımız aracılığıyla. O da basketbolcuydu. 12 yıldır birlikteyiz ve 7 yıllık evliyiz.
Maç kaybettiğinizde evdeki psikoloji nasıl oluyor?
C.İ.: Gürkan benim maçlarıma gelmekten pek hoşlanmıyor.
Çünkü bana sahada bir şey olur diye korkuyor. Maç kaybettiğimizde ise birbirimizi destekliyoruz. Çünkü ikimiz de sporcuyuz
ve birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Aynı meslekte olduğumuz için
eşlerin birbirini anlaması daha kolay. Mesela basketbolcu
olmayan bir eşim olsaydı bence bu kadar anlayışlı olmazdı.
TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü formasını giyme tercihinizdeki nedenler neler?
C.İ.: Ben, Eskişehir’de alt yapıda oynarken de TED Ankara
Kolejlilerin bir ismi vardı, Fenerbahçe’de A takımdayken de.
Basketbol camiasında Kolejlilerin yeri çok büyük. Yıllarca 1.
Lig’de boy göstermelerinin yanı sıra basketbolda yılların deneyimine sahipler. Ayrıca TED’in büyük bir camia olması da büyük
bir etken oldu. Kolejlilerin tükenmek bilmeyen enerjileriyle
takımlarını destekleyen taraftarı ve Kolej Ruhu beni bu kulübe
çeken özelliklerdendir.
G.İ.: Sezon başında başka bir takımla anlaşmıştım. Başkanımız Sayın Önder Bülbüloğlu’nun da yardımıyla ailemizi bozmadan beraber bir takımda oynama şansını yıllar sonra ilk kez
elde ettik. Kendisine çok teşekkür ederiz. Eşimin ve benim böyle köklü bir kulübün formasını giyme şansını elde etmesi de bizi
çok mutlu etti.
Türkiye basketbolu hakkında neler düşünüyorsunuz?
G.İ.: Bu sezon mücadele ettiğimiz 2. Lig hakkında konuşmak istersek, çoğu Avrupa Ligi’ne göre kıyaslandığında Türkiye’nin 2. Ligi en iyiler arasında. 1. Lig’deki takımlarda 5 yabancı ve devşirme oyuncular olduğu için Türk oyunculara oynama
şansı tanınmıyor. Bu sebepten dolayı 1. Lig seviyesindeki
deneyimli ve başarılı isimler 2. Lig’de forma giyiyor ve bu lig
daha da zorlu ve kaliteli bir yapıya bürünüyor.
C.İ.: Bayan basketbolu açısından değerlendirirsek, bayan
basketboluna ülkemiz kulüplerinden yatırım pek yok. TED
Ankara Kolejliler bu açıdan diğer kulüplere oldukça iyi bir
örnek. Her sezon değişen sistemin yanı sıra kulüpler takımlarını çekiyor. Bence 2. Lig de 1. Lig gibi daha çok takıma sahip
olmalı. 1. Lig’de mücadele eden takımlar, NBA’de forma giyen
yabancıları ülkemizde oynatmaya başladılar. Liglerimizin kalitesi her geçen gün daha da artıyor.
Miniklerden Madalya Şov
27-28 Şubat günlerinde Anıttepe Yüzme Havuzu’nda
düzenlenen “9-10 Yaş Grubu Yüzme İl Birinciliği” müsabakalarında TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü 9 madalya kazandı.
200 sporcunun katılımıyla gerçekleşen yarışlarda
kulübümüzü başarıyla temsil eden Yiğit Narin 50m kelebek ve 50 ile 100m serbestte altın madalyayı göğüsledi.
100m karışıkta Gökberk Beydemir, 100m serbestte Ezel
Karadoğan ve 4x50 serbestte bayrak yarışında Gökberk
Beydemir, Arda Mert Ay, Mert Özkan ve Yiğit Narin
gümüş madalya elde ederken; Ezel Karadoğan 50m serbestte, Gökberk Beydemir, Hasan Gülhan, Yiğit Narin ve
Arda Mert Ay 4x50m bayrak yarışında ve Nuran Bayrakçı
da 100m kurbağalamada bronz madalya kazandı.
9-10 yaş grubundaki minik sporcularının başarısıyla
gurur duyduklarını ifade eden TED Ankara Kolejliler Spor
Kulübü yüzme branşı sorumlusu Süha Günel,
“Kulübümüz her geçen gün bir bireyi daha yüzmeye
kazandırıyor. Minik yaşta bu yarışlara katılma cesaretini
gösteren sporcularımız kulübümüz adına kazandığı bu
madalyalarla bizleri gururlandırdı.” diye konuştu.
NİSAN2010 kolejliler
Kaybettiklerimiz
HALİL KARATAL’60
21 Ocak 1942 yılında doğan Halil Karatal, 1960 senesinde
TED Ankara Koleji’nden mezun oldu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimleri Akademisi’ni 1966 yılında bitirdi ve 1967 yılında Funda Karatal
ile evlendi. Remzi ve Hakan isminde iki oğlu, Mithat Can ve Emma
isminde iki torun sahibi olan Karatal, 25 Ekim 2009’ta hayata veda
etti. Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
GÜRSEL KAVUR’60
1985 mezunlarımızdan Sayın Müge Hazarlı'nın annesi Sayın
Gürsel Kavur'60 vefat etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
ALİ TEOMAN ÇOBANOĞLU’75
1975 mezunlarımızdan Ali Teoman Çobanoğlu vefat etmiştir.
Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
Kaybettiklerimize Allah’tan rahmet, baþta yakýnlarý olmak üzere
tüm Kolej camiasýna baþsaðlýðý diliyoruz.
HALİT TURHAN
Halit Turhan, 1927 yılında Anamur’da doğdu. İlkokulu Anamur’da,
orta öğrenimini ise Antalya Lisesi’nde tamamladı. Ardından Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde K.K.K hesabına okudu.
Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çeşitli merkezi okullarda öğretmen ve yönetici olarak görev yaptıktan sonra 1977 yılında Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden emekli oldu. Turhan aynı yıl TED Ankara Koleji Vakfı
Özel Lisesi’nde göreve başladı. 1985-1987 yılları arası TED Ankara
Koleji’nde Edebiyat öğretmeni olarak görev yapan Turhan, 1985-1987
yılları arasında Lise Müdürü görevinde bulunmuştur.
Değerli öğretmenimiz Halit Turhan geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybetmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesi ve sevenlerine
başsağlığı diliyoruz.
TED Ankara Koleji Mezunları Derneği
Ulaflamad›¤›m›z ve
yay›nlayamad›¤›m›z kay›plar›m›za
Allah’tan rahmet, sevenlerine
baflsa¤l›¤› diliyoruz.
Bu sayfan›n hep bofl kalmas›
dile¤iyle…
TED Çelenk Ba¤›fllar›n›z için;
444 0 TED
444 0 833

Benzer belgeler

indirimli kuruluþlar - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği

indirimli kuruluþlar - TED Ankara Koleji Mezunları Derneği İlkokuldan başlayarak genelde oldukça çalışkan bir öğrenciydim; hatta bana “inek” bile denebilirdi. TED Ankara Koleji’ne, sınavla hazırlık sınıfından girdim. Sanırım okul yaşamımda hatırladığım ve ...

Detaylı