Rothschild Hanedanlığı, Filistin ve Yeni Dünya Düzeni

Transkript

Rothschild Hanedanlığı, Filistin ve Yeni Dünya Düzeni
Dünyadaki savaşların sebeplerini anlamak ve bu savaşların nereye varacağını öngörebilmek
için, bu savaşları başlatanların “neyi amaçladıklarını” ve “neye inandıklarını” bilmek gerekir.
O sebeple bu yazıda konunun epey derinine ineceğiz, biraz sert olacak ama vakit ayırıp
okursanız ne ala.
Komployu gizlemenin en iyi yolu, onu ayağa düşürmek ve insanlara saçma bir şekilde
anlatmaktır.
Eğer komployu tamamen gizlemeye yeltenirseniz, en ufak bir bilgi sızıntısında büyük darbe
alırsınız.
Fakat komplonuzu, insanlara “inandırıcı olmayacak” bir şekilde sunarsanız, işte o zaman
istediğiniz gibi at koşturabilirsiniz.
Adını “Illuminati” koyduğumuz oluşumun stratejisi de budur aslında. İsim vermeyeyim,
kimileri bunu kasten yapıyor, yine isim vermeyeyim fakat kimileri de kendi
gerizekâlılıklarından buna alet oluyorlar. Örneğin sübliminal mesajlar oldukça ciddi bir
konudur ve bu yazıda değil fakat bir sonraki yazıda o konuyu daha bir deşmeyi
düşünüyorum. Bilinçaltı mesajları gibi ciddi bir konuyu bile hâlen “safsata” olarak gören
insanlar var. Fakat bilgi sahibi olmadan önyargı sahibi olan bu kesim bilmez ki, reklamlarda
sübliminal mesajlar kullanmak hukuken yasaktır -yine de bu kural sıklıkla ihlal edilir-. Şimdi
sorarım size, safsata olan bir şey için neden hukuki önlem alınsın? İşte eğer siz sübliminal
mesajları denyo dinci tayfa gibi “Çocuklara yıllarca susam sokağı seyrettirdiler, şimdi her
yerde simit sarayları kuruldu” veya “Coca Cola’yı tersten okuyunca ‘no Muhammed no
Allah’ yazıyürmüş” şeklinde insanlara sunarsanız haliyle bu ciddi konu gayriciddi bir hâle
gelir ve insanların gözünde inandırıcılığını yitirir. Neyse, dediğim gibi bu bir sonraki yazının
konusu olacak. Bu yazıda daha çok siyonizm ve Rothschild üzerinde duracağım, fakat daha
sonra konuyu genişleteceğim gadasını aldıklarım. İlk başlarda biraz tarihi olaylar üzerinde
duracağım, okurken belki sıkılabilirsiniz fakat sonra konu biraz renklenecek. Gerçi
anlatacağım şeyler pek de hoş şeyler değil, bunlar için “renkli” ifadesini kullanmak da
garibime gitti fakat maalesef ki insanlara ne anlattığından çok, onu nasıl anlattığın önemlidir
bu anasını siktiğimin dünyasında.
Vatikan’ın en bilindik 2 gizli yapılanması vardır, “bilindik” ve “gizli” kelimelerinin yanyana
kullanılması belki ironik gelebilir size, “gizli olan bir şey hakkında nasıl bu kadar bilgi sahibi
olabiliyoruz?” şeklinde düşünebilirsiniz. Fakat bu yapılanmalar hakkında sadece yüzeysel
bilgilere sahibiz ve gizliliklerini korumalarını sağlayan yegâne unsur ise yukarıda belirttiğim
üzere bilgi dezenformasyonudur. Vatikan’a ait olan bu 2 gizli yapılanmadan biri Malta
Şövalyeleri, ikincisi ise Opus Dei’dir. Bu yazıda Vatikan’dan da bahsetmeyeceğim, bunları
anlatmamın tek sebebi şudur; benim bu blog’da “Illuminati” diye tabir ettiğim oluşum,
Malta Şovalyeleri veya Opus Dei gibi kısıtlı bir gizli örgütten ziyade, siyonist zihniyettir.
Yalnızca kişileri değil, aynı zamanda fikirleri sembolize eder Illuminati. Yani bugüne kadar
yüzeysel bir şekilde “emperyalizm”, “siyonizm” denilen şeye biz Illuminati demiş olduk.
İşte bu tek dünya devleti, tek merkez bankası kurma hayali taşıyan ve insanları köleleştirme
amacında olan zihniyetin baş aktörleri Rothschild ailesidir.
Siyonizm sadece Rothschild’den ibaret değildir. Eğer Rothschild ailesinin bütün üyeleri bir
gün topluca suikaste uğrasa, onların yerini dolduracak başka aktörler çıkacaktır, zira
“siyonizm” bir felsefedir ve bu felsefeyi takip eden kişiler tarafından ekonomik yollarla
köleleştirilen bir dünya vardır.
Burada anlatacaklarımın en büyük delili ne kitaplar, ne gazeteler, ne de herhangi elle tutulur
başka bir materyaldir.
Burada anlatacaklarımın en büyük delili, yakın tarihte yaşananlar ve bugün yaşanmakta
olanlardır.
Girizgâhı yaptım, başlıyorum kaynatasız.
Rothschild hanedanlığının hikâyesi 1812’de ölen Mayer Amschel Rothschild ile başlar. M. A.
Rothschild, öldüğünde dünyadaki sayılı servetlerden birini bırakmıştır ardında, fakat bu
serveti asla oğulları arasında bölüştürmemiş ve dağıtmamıştır. Tüm servetin, kendisinden
çok sonraki nesillerde bile tek bir çatı altından yönetilmesini ve bu sebeple ailenin ve
servetin “en büyük oğul tarafından yönetilmesini” vasiyet etmiştir. Bu en büyük oğul
tarafından yönetilme vasiyeti bazı durumlarda ihlal edilmiştir, örneğin M. A. Rothschild
ölünce aile liderliğini en büyük oğlu olmayan fakat ticari dehası ile tüm ailenin onayını alan
Nathan Rothschild üstlenmiştir.
Peki bu para M. A. Rothschild’e nereden geldi, nasıl böyle büyük bir servet bırakabildi?
Coğrafi olarak bugünün Almanya’sında yer alan Hesse Cassel’in prensinin şahsi bankeri olan
M.A. Rothschild, en büyük vurgunu bu genç prensi dolandırarak yapar. Malumunuz ABD’nin
kuruluş tarihi 1776’dır ve bu yıla kadar ABD, İngiltere’ye karşı bir bağımsızlık mücadelesi
vermiştir. Hesse Cassel prensinin babası bu savaşta İngiltere’ye asker kiralar ve bunun
karşılığında İngiltere’den epey bir miktar para alır. Kavak Yelleri dizisi tadında olan bu
dolandırıcılık hikâyesini çok detayına inerek anlatmayacağım, fakat bilmeniz gereken
kadarını söyleyeyim: Prens, babasını dolandırarak -tahmini- 3 milyon doları kendi cebine
indirir, ardından bu parayı en güvendiği insan olan M.A. Rothschild’e emanet eder, M.A.
Rothschild ise prensin o zamanki zor durumundan istifade ederek bu parayı kendi
zimmetine geçirir.
Yani senin anlayacağın kaynatasız, bugün dünyanın en zengin ailesi olan Rothschild
hanedanlığının ilk büyük sermayesi, 2 kez el değiştirilen bir dolandırıcılık öyküsüne uzanır.
Bilirsiniz ben böyle biyografik detaylara pek değinmem, akademisyen miyim amına koyim?
Bunları anlatmamın esas sebebi şuydu; Rothschild ailesinin o tarihten günümüze kadarki
“servet edinme” yöntemi hiç değişmemiş, sadece update edilmiştir. Mantık daima aynıdır
ve bu mantık spekülasyon yaratma, kriz oluşturma, savaş başlatma, astronomik faizler ile
borçlandırma gibi ahlaksız temeller üzerine kuruludur. Rothschild ailesinin bu
“hesaplanamaz” miktardaki serveti, hep buna benzer entrikalar ve savaşlardan beslenmiştir.
(In devastation, there is opportunity = Yıkımda fırsat vardır)
M. A. Rothschild, edindiği servet ile Avrupa’nın 5 büyük şehrinde şubeler açar ve bu
şubelerin başına oğullarını atar. Çok gerekli değil ama söyleyeyim, bu şehirler Napoli,
Frankfurt, Viyana, Paris ve Londra’dır. En önemli olan şehri kasıtlı olarak sona bıraktım ki
aklınızda daha bir yer edinsin.
Zira baba M. A. Rothschild, oğlu Nathan Rothschild’i Londra’ya tayin eder. Nathan, en az
babası Mayer kadar deha bir bankerdir. Şimdi lütfen buradan sonrasını dikkâtle okuyun.
İngiltere-Prusya ittifakı ile Fransa arasında gerçekleşen Waterloo savaşının sonlarına doğru,
İngiliz-Alman ittifakının Fransızları yeneceği neredeyse kesin bir hâl alır. Ki zaten bu savaşın
sonucunda Napolyon önderliğindeki Fransızlar bozguna uğramıştır. Nathan o dönem sadece
yahudilere tanınan ayrıcalıklar sayesinde bu savaşa gözlemci olarak katılmış ve savaşı
İngilizlerin kazanacağını anlar anlamaz Londra’ya doğru yol almıştır.
Peki neden?
Borsa, Rothschild tarafından kurulmuş bir piyasadır.
Küçük oğul Nathan Rothschild, Londra Borsası’na girerek Waterloo Savaşı’nı İngiltere’nin
kaybettiği söylentisini yayar. Tabi ki Rothschild ailesinin bir üyesi, yeterince güvenilir bir
kaynaktır dönemin piyasası için. Gerçi hâlâ öyle ya neyse ehehe.
Bunun üzerine Londra Borsası’nda hisse sahibi olan herkes, olabildiğince ucuz fiyatlarla
hisselerini satmış, elinden çıkarmıştır. Peki bu çok ucuzdan satılan hisseleri, doğal olarak
satın alan da birilerinin olması gerekir değil mi? Kimdir bu hisseleri ucuzdan satın alan şahıs?
Tabi ki Nathan Rothschild.
Radyo, telefon, telgraf gibi haberleşme mekanizmalarının henüz olmadığı o günlerde
İngilizler, Nathan’ın hisselerin çoğunu toplamasına yetecek bir süre boyunca savaşı
kaybettiklerine inanmıştır. Ardından Waterloo Harbi’ni İngiltere’nin kazandığı ortaya çıkar
ve iki gün önce “aman zarar etmeyelim” diye adeta çöp fiyatına satılan hisseler aşırı oranda
değer kazanır. Bu hisselerin sahibi ise çoktan Nathan Rothschild olmuştur.
Sonuç olarak Nathan Rothschild, Avrupa’nın her yerine yayılmış olan ailesinin toplam
servetini, sadece İngiltere üzerinden “binlerce” kez katlamıştır.
Bu aile sadece bu spekülasyon ile değil, öte yandan sahip oldukları sermaye sayesinde
savaşa giren ülkelere kredi vererek de servetine servet katmıştır. Kredi vermek, tefeciliğin
kanuna ve kitaba uydurulmuş halinden başka bir şey değildir. Yani bir insana kredi vermek;
“ben sana para vereceğim, fakat bunu faiziyle senden geri alırım, aksi takdirde boklu
bezlerini yıkayan annene bile el koyma hakkına sahip olurum” demektir. Bunu bir insana
değil de İngiltere, ABD veya Türkiye gibi bir ülkeye kredi vermek olarak değerlendirirseniz
elde edeceğiniz kârı varın siz düşünün. Günümüzde işleyen “borçlandırma” sistemi de aynen
bu şekilde işler. Ödediğiniz borç, ilk başta aldığınızdan borçtan daima fazladır, zira işin içine
faizler girer. Bu kredi tanımım yüzünden topa tutulabilirim, fakat bankacılık “kitabına
uydurulmuş haksız kazanç yöntemi”nden başka bir şey değildir. Bu sistemin kurucularının ve
önderlerinin başında da son 200 yıldır Rothschild vardır.
Neredeyse 200 yıldır ödediğimiz her faizde, aldığımız hemen hemen her üründe, Rothschild
ailesinin cebine katkı sağlarız.
Rockefeller, Morgan, Warburg aileleri, Rothschild’in yan kollarından sadece birkaçını
oluşturur. Rockefeller ailesini finanse eden ve piyasaya sürenler, Rothschild ailesinden
başkası değildir.
Günümüzde ABD merkez bankası (Federal Rezerv), başını Rothschild’lerin çektiği yahudi ve
siyonist bankerler tarafından yönetilir. Yani ABD’nin merkez bankası, kişilere ait özel bir
kuruluştur. İngiliz Merkez Bankası yani Bank of England da yine Rothschild’ler tarafından
uzun süre yönetilmiştir. Alman Merkez Bankası da önemli oranda Rothschild’e aittir zira 1.
ve 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’ya verdikleri kredilerin Almanya tarafından
karşılanamamasının bedeli, Alman Merkez Bankası’na el koymaları olmuştur.
Şu göstereceğim rakamlar 2007’ye aittir:
Rank Order
Rank
Country
1
2
3
United States
United Kingdom
Germany
External debt
($)
12,250,000,000,000
10,450,000,000,000
4,489,000,000,000
Dünyada en fazla dış borcu olan 3 ülke sırasıyla ABD, İngiltere ve Almanya’dır. Bu ülkeler,
dünyadaki ekonomik bağımsızlıktan en uzak ülkelerdir. Tabi ABD ve İngiltere’nin son 12
yıldır Körfez Savaşı’na, Afganistan ve Irak savaşlarına yağdırdıkları paralar da bunda etkilidir.
Sonuç olarak sırf bu 3 devletin toplam dış borcu, 27 trilyon dolardan fazladır. 27 trilyon
dolar diyorum bak.
Sadece bu 3 ülke değil, dünyadaki çoğu merkez bankasının önemli miktardaki hisseleri de
yine Rothschild ailesine aittir.
Şaşıracağınız bir şey söyleyeyim, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bile %15’i
İngilizlere aittir.
Bunun sebebini ise bana değil, İsmet İnönü’ye sormak gerekir. İsmet İnönü hakkında
konuşmamı engelleyen bir şey varsa eğer, o da 2. Dünya Savaşı’na girmemizi önlemiş
olmasıdır. Fakat Atatürk’ün ekonomik bağımsızlık uğruna verdiği mücadeleler, İsmet İnönü
ve ardından gelen Adnan Menderes’in yaptığı gizli anlaşmalar ile adeta “heba” edilmiştir.
İnsanları “niyet” açısından değerlendirmenin insana göre bir iş olmadığını düşünüyorum
ben, kimsenin kalbini açıp göremeyiz neyi amaçladığını. Fakat İsmet İnönü de, Adnan
Menderes de “muhtemelen” iyi niyetli olmalarına karşın, bu ekonomik köleleştirme
oyunlarına mağlup gelmişlerdir. Neyse konuyu küçültmeyelim, evrensel gidiyorduk.
Şimdi “merkez bankalarına sahipler veya hissedarlar, peki bu neyi ifade ediyor?” şeklinde
düşünüyor olabilirsiniz, birçoğunuzun bunu bildiğini düşünsem de şöyle bir hatırlatma ve
örnekleme yapayım sevgili kaynatasızlar.
Merkez bankaları tarafından basılan paraları, kağıt parçası olmaktan ayıran şey, o basılan
paranın değeri kadar altın, elmas, değerli maden, petrol, tahvil vesairenin devlet hazinesine
koyulmasıyla gerçekleşir.
Bugün ABD merkez bankası olan Federal Rezerv 100 dolar basıyorsa, 100 dolar değerinde
tahvil yahudi bankerlerin cebine girmektedir. Her ABD vatandaşı, harcadığı her 1 dolarda,
siyonist bankerlere para kazandırmaktadır. Bunun da tek bir adı vardır: Köleleştirme.
Bu işin önemini vurgulayan yegâne söz ise Rothschild ailesi lideri Mayer Amschel Rothschild
tarafından söylenmiştir:
“Bana bir ülkenin para kontrolünü verin, kanunları kimin koyduğu umurumda bile olmaz.”
Sistemleri ve ekonomik olarak neyi amaçladıkları ortadadır.
Peki akıllara şöyle bir soru gelecektir: Neden?
Neden bu kadar büyük bir hırsla tüm dünyaya böyle bir bankacılık ağı kurmuşlardır? Neden
böylesine büyük miktarlarda borçlar ile devletleri kendilerine bağımlı hale getirip
köleleştirmişlerdir?
Bu ailenin “neler yaptıklarının” çok ufak da olsa bazı kısımlarını anlatmaya çalıştım ve bunun
şimdilik yeterli olduğunu düşünüyorum. 1929 ekonomik buhranı, 1948 krizi, 1974 petrol
krizi ve başta Dünya Savaşları olmak üzere son yüzyıldaki diğer savaş ve krizleri biraz
deştiğimizde, bu işten kazançlı çıkanların başında yine Rothschild ailesinin geldiğini
göreceksiniz, tüm bunlar belki de diğer yazıların konusu olacaktır.
Bu kişilerin “neyi amaçladıklarını” öğrenebilmek için ise dünyanın “bugün geldiği hâli”
gözlemlemek ve bu kişilerin “inançlarını, emellerini” öğrenmek gereklidir.
Buradan sonra anlatacaklarımı “yahudi düşmanlığı” olarak yorumlamayın lütfen, baştan
hükümlü olursanız ben bundan hiçbir şey kaybetmem, çok da sikime. Fakat önyargı ile
yaklaşırsanız, sizin ortada duran gerçeği kabul etmeniz zorlaşır, zira içinde “Rothschild
icraatleri”nin anlatılmadığı ders ve tarih kitapları size gerçeği değil, gerçeğin “bilmeniz
gereken kadarını” anlatmaktadır yıllardır. Ders kitaplarına giremeyen bu tarihi gerçekler ise
yine ota boka “komplo teorisi” yaftası yapıştıran kişiler tarafından “alternatif tarih” etiketini
alır. Önemli değil, ben sadece üzerime düşeni yapıp anlatmak istiyorum, gerisi size kalmış.
Yahudiler tarih boyunca en çok zulme uğramış millet olmuşlardır. Asurlular, Babilliler,
Romalılar, İspanyollar ve son olarak da Hitler (bu da çoğul isim gibi durdu lan), yahudileri
katletmiştir. Bunları söylememin sebebi “dur Yahudilere giydirmeden önce biraz onlara hak
vereyim de tarafsızmışım gibi gözükeyim” düşüncesinden kaynaklı değildir. Bu biraz övüp
ardından “ama” ile başlayan tonlarca karalama yazısı yazan çapulcu gazeteci taktiğidir, işim
olmaz. Fakat ben gerçekten Yahudilerin de olanı biteni görmelerini, gözlerini açmalarını
istiyorum. Olur da üç-beş tanesi denk gelir belki… Zira siyonizm ve yahudilik bambaşka
şeyler.
Fizikteki etki-tepki yasası toplumlar için de geçerlidir. Bir millete ne kadar baskı uygular,
zulüm eder ve köleleştirirseniz, aynı büyüklükte bir tepki ve isyan ile karşılaşırsınız. İsrail’in
politikasını destekleyen Yahudiler var ise, bu da yahudilerin tarihteki ezilmişliklerinden ve
zulme uğramalarından kaynaklıdır.
Hatta şöyle bir örnek daha vereyim, Almanlar en son Hristiyanlaştırılan millettir ve bu
sebeple tarih boyunca pek çok katliama uğramışlardır. Alman halkının 1. ve 2. Dünya
Savaşları’nda neredeyse tüm dünyaya karşı tek başlarına meydan okuması da aynı
durumdan kaynaklıdır.
Etki ve tepki.
Bu tabi ki bu milletlerin sonradan veya şu an yaptıkları katliamları ve zulümleri haklı
çıkarmaz, fakat psikolojik sebebi budur.
Tıpkı askerde acemi birliğindeyken kıdemliler tarafından ezilen askerlerin, daha sonra
kendileri usta birliğine geçtiklerinde kendilerini diğer acemilerden üstün görmeleri ve kendi
gördükleri muamelenin aynısını diğer acemilere yapmaları gibi.
İşte Rothschild hanedanlığı da halkların bu psikolojisinden beslenmiştir. 2. Dünya Savaşı
öncesi ve esnasında “yahudilere ölüm, Alman ırkı tüm dünyaya hükmetmelidir” naraları
atan Hitler’i hipnotize olmuşçasına destekleyen bir Alman halkı olmuştur. Halkının bu
desteği olmasa, Hitler bunları yapamazdı. Halkının bu desteği olmasa, Rothschild ailesi
Hitler’i savaş boyunca finanse etmezdi. Zira Rothschild, kaybedeceği bir kumara girmez.
Evet, yahudileri katleden Hitler’in finansörü, yine bir yahudi olan Rothschild’di.
Zira Rothschild sadece bir musevi değil, siyonisttir, siyonist emelleri vardır. Yahudilerin
katledilmesinin Rothschild için manen hiçbir önemi yoktur, bugüne kadar olmamıştır da.
Rothschild sadece kendi cebine ve emeline hizmet eder.
Şimdi bu kişilerin “neye inandıklarını” incelemeye başlayabiliriz. Kendiniz bir dini inanca
bağlı olmayabilirsiniz, fakat kendinizin bir dini inanca bağlı olmaması, diğer insanların hatta
günümüz elit bankerlerinin sapık bir dini inanca sahip olmadıkları anlamına gelmez. Lütfen
kendinizi kısıtlamayın, zira bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan savaşların, tıraş Arap
devrimlerinin, iç savaşların sebebini “petrol” veya “para” gibi basit objelere indirgeyerek,
aklınıza zincir vurmuş olursunuz.
Durum o kadar basit değil, keşke öyle olsa.
Rothschild’ler, tarih boyunca siyonistlerle yakın ilişkiler ve ahbaplıklar kurmuşlardır. Misal
modern siyonizmin kurucusu olan Teodor Herzi’nin Lord Rothschild II ile yakın dostluğu
herkesçe bilinir. Şimdi tarihleri 1. Dünya Savaşı’na çekelim, Balfour Deklarasyonu nedir bilir
misin sevgili kaynatasız? Ben adamı belgelerle sikerim, buyur:
Balfour Deklarasyonu, Lord Rothschild’e gönderilmiş bir mektuptur ve gayet bilinen bir
gerçek olup zamanında İngiltere’de çok tepki toplamıştır. Arthur Balfour 1917 yılında
İngiltere dışişleri danışmanlığı yapmaktaydı, bir siyonist olan Arthur Balfour, siyonist ahbabı
Rothschild’e bir mektup gönderir. Bu mektup, Filistin topraklarında bir yahudi devleti
kurulması gerektiğini, bu toprakların yahudilerin doğal yurdu olduğunu belirtir. Bu Filistin’de
kurulacak olan yahudi devletinin İngiltere tarafından destekleneceğini bildiren Balfour, bu
konunun Rothschild tarafından “Siyonist Federasyon”a iletilmesini rica eder.
Yok canım, dünyayı yöneten gizli örgütlermiş, siyonizmmiş, Illuminati’ymiş, Siyonist
Federasyon’muş, bunlar hep komplo teorisi. Hıhı, bugün Araplara ve Filistinlilere atılan
füzeler tek dünya devletinin kurulma sürecinde senin götünde patladığında göreceksin
komplo teorisini. Neyse.
Bu deklarasyon yalnızca 1948’de kurulacak olan İsrail Devleti’nin temellerini atmakla
kalmamış, 1920’de bize imzalattırılacak olan Sevr Antlaşması’na da zemin hazırlamıştır,
buna birazdan değineceğim.
Siyonizmin maksadının ne olduğunu anlamak için, inançlarını incelemek gerek demiştim.
Şimdi sizlere kaynak da belirterek bazı Talmud ayetleri göstereceğim. Talmud, bizdeki hadis
kaynakları gibi bir şeydir. İnsanlar tarafından yazılmış olmasına rağmen Talmud’un Adem ve
Musa’ya öğretildiğine inanırlar ve tüm yahudiler tarafından kabul edilir Talmud.
Filistin Talmudu ve Babil Talmudu olmak üzere iki Talmud vardır. Esasında piyasadaki bu
Talmudların birçoğu sansürlüdür, fakat kendileri tarafından piyasaya sürülen sansürsüz
versiyonlarında dahi siyonizmin amacının ne olduğunu görebilirsiniz.
Bu adresten Talmud’un birçok bölümüne erişebiliyoruz, ben alıntı yaptığım bölümleri
göstereceğim, kıçımdan salladığımı düşünen ilgili bölüme girerek durumu kendi gözleriyle
de görebilir. İsterseniz bir Talmud edinerek ilgili bölümleri siz de bulabilirsiniz zaten.
The property of a heathen is on the same footing as desert land; whoever first occupies it
acquires ownership. – Baba Bathra 54b (kaynak link’i)
Meali: Yahudi olmayanın malı ve mülkü, boş arazi gibidir. Onu ilk kim işgal edirse, mülkiyetin
sahipliği ona geçer.
Ek olarak Yahudi Ansiklopedisi – 270’e de bakabilirsiniz bunun doğruluğunu teyid ettirmek
için.
Yani Talmud’a göre, Yahudi olmayan birisi mülk edinme hakkına sahip değildir, bir Yahudi bu
malı ve mülkü gasp edebilme hakkına sahiptir.
“Heathen”, kelime anlamı olarak putperest veya dinsiz demektir, fakat Talmud’a göre
Yahudi olmayan herkes zaten “heathen”dır. Bu durumu “o zamanlar Yahudilerden başka
Allah’a inanan yoktu, diğer herkes putperestti, orada putperestleri kast ediyor” şeklinde
açıklamaya çalışanlar vardır ve bu tamamen saçmalıktır. Putperest bir insanın toprağını gasp
edebilme hakkı bile zaten etik değildir, fakat Talmud zaten İsa’dan çok sonra yazılmıştır.
Talmud’da İsa ve Meryem’den bahseden ve onları kötüleyen bölümler de vardır, örneğin
Talmud’a göre Meryem bir bakire değildir, birçok kişiyle ilişki kurmuştur. Bu kısımların
bölümlerini vermeyeceğim, benim maksadım Talmud’un vahşiliğinden dem vurmak değil,
felsefelerini anlatmaktır. Yani Talmud’a göre, Hristiyanlar da “heathen”dır ve arazileri gasp
edilebilir. Tabi ki Müslümanlar da, tıpkı Filistin örneğinde gördüğümüz üzere.
Yukarıdaki resimde 1946’dan 2000’e kadarki Filistin ve İsrail toprakları değişimi
gösterilmektedir.
Siyonistler, “vadedilmiş topraklar”dan yahudi olmayan herkes gidene kadar katliama devam
edeceklerdir.
Balfour Deklarasyonu ile emellediklerini, 1948’den itibaren başarıyla uygulamaya
koymuştur siyonistler.
1930-1945 arası dönem Musevilerin, 1948 ve sonrası ise Filistinli Müslümanların katliamıyla
geçmiştir İsrail Devleti’nin kurulabilmesi için.
Şimdi size bir soru soruyorum, azıcık saksıyı çalıştırın.
1917’de Balfour Deklarasyonu ile emelledikleri İsrail Devleti’ni kurmak için neden 1948’e
kadar beklemişlerdir?
Rothschild, bir yahudi devleti kuracak servete ve güce zaten sahipti. 1. Dünya Savaşı’nda
Filistin ve Hicaz da zaten Osmanlı Devleti’nin elinden alınmıştı. Para var, toprak var, neden
helva yok? Neden 1920’li yıllarda kurulmadı Yahudi devleti?
Filistin 1948’e kadar İngiliz mandası olmuştur ve ardından Rothschild bu toprakları satın
almıştır. Fakat bir sorun vardı, Filistin’de kurulacak olan bu siyonist Yahudi devletinde
yaşayacak Yahudilere ihtiyaç vardı. Birçok Yahudi bu nedenle Filistin’e çağrılmıştır, fakat
Yahudiler Avrupa’da refah içinde yaşamaktaydılar. Göç etmelerini, düzenlerini ve rahatlarını
bozmalarını gerektiren hiçbir gerekçe yoktu ortada Yahudiler için. İşte bu nedenle devreye,
Yahudi düşmanı Thule örgütünün ortaya sürdüğü Hitler girdi.
Siyonistler, toplumları emelledikleri oyuna yöneltmek için her zaman “sahte düşmanlar”
yaratmışlardır.
Siyonistler ABD’nin Afganistan ve Irak’a girmesi için “İslami Terör” adında bir fake düşman
yaratmış ve 11 Eylül’ü planlamışlardır. Mağarada yaşayan Arapların önce İkiz Kuleleri daha
sonra Pentagon’u vurduğuna medya yolu ile insanları inandırmışlardır. Ardından ABD
uyduruk belgeler ile Birleşmiş Milletler’i sözüm ona ikna ederek “kitle imha silahları var
Saddam’ın” diyerek Irak’a girmiştir. Savaşın ardından George Bush, “Irak’ta kitle imha
silahları yokmuş, 11 Eylül ile bir alakaları da yokmuş” açıklamasını yapar, buyrun balık
hafızalı olmayın: 1:14 ve sonrasına özellikle dikkat.
VİDEO LİNK : https://youtu.be/f_A77N5WKWM
Tek bu değil, diğer açıklamalarını da görebilirsiniz biraz araştırırsanız. Zaten Bush’un bu
açıklamayı yapmasına gerek de yok, zira Irak’taki kitle imha silahları asla bulunamadı. Çünkü
hiçbir zaman var olmadılar. ABD, olmayan bir düşmanın peşine düştü ve 2 milyondan fazla
sivilin ölümüne yol açtı. Bunun tek sebebi o bölgede “savaşın olması ve sürmesi”ydi.
ABD’nin Irak’ta bozguna uğradığı, istediğini alamadığı düşünülür insanlar tarafından. Oysaki
global bankerler o bölgedeki savaşların süresini uzatarak istediklerini almıştır. Zira savaş
demek, silah kaçakçılığı yapmak, savaşa girecek olan hükümetlere kredi vermek, uyuşturucu
pazarını kontrol altına almak, ilaç ve inşaat firmalarına yeni pazarlar oluşturmak demektir.
Ve tüm bu saydıklarım, dünyadaki en kârlı para kazanma yöntemleridir ve buralardan
kazanılan paralar yine siyonist bankerlerin kasasına girer. Zira silah, uyuşturucu ve ilaç
sektörleri neredeyse tamamen onların elindedir.
Buna benzer olarak, Yahudilerin Filistin’e göç etmelerini sağlamak için Hitler adında bir
Yahudi düşmanı piyasaya sürülür ve siyonist Rothschild tarafından finanse edilir. Hitler önce
Yahudilere yaptırımlar uygulamaya, sonra onları gettolarda yaşamaya mecbur etmeye ve
gaz odalarına doldurup öldürmeye başlar. Yahudiler düzenli olarak soykırıma uğrarlar ve
mecburen 1948’de Filistin’e göç ederek İsrail Devleti’nin kurulmasını sağlarlar.
İsrail Devleti, Rothschild’in özel mülküdür.
Ve Mayer Amschel Rothschild oğullarına bir Yahudi hükümdarlığı kurulması vasiyetinde
bulunmuştur. Bunu sağlamanın yegâne yolu ise, ülkeleri ekonomik olarak kendilerine
bağımlı hale getirmekti. Bu siyonist hedef uğruna yahudi olsun olmasın, kaç insanın öldüğü
hiç de önemli değildir onlar açısından.
Evet Filistin topraklarını parasıyla almıştır Rothschild ve İsrail’in “hukuken haklı” olduğunu
söylemektedir kendilerini “aydın ve objektif” adleden kişiler.
“İsrail parasıyla satın aldı” denilen Filistin toprakları şöyle satın alınmıştır Filistinlilerin
elinden: 1. Dünya Savaşı sonrası Filistin, İngiliz mandasına girer. İngiltere ise Filistin’e “nasıl
ki eskiden Osmanlı’ya vergi ödüyordunuz, şimdi de bize ödeyeceksiniz” diyerek astronomik
vergiler dayar. Bu vergiler o kadar ağırdır ki, Filistin’in bu vergiyi karşılayabilme şansı dahi
yoktur. Sonuç olarak Balfour Deklarasyonu’nda belirtildiği üzere bir Yahudi devleti
kurulmasını destekleyen İngiltere hükümeti ve Rothschild, bu Filistin topraklarına el koyar.
İşte kimileri tarafından “parasıyla satın almışlar, aslında İsrail’in toprağı orası, adamlar haklı”
şeklinde dayatılan “satın alma” hikâyesinin aslı budur.
Kanununa uydurulmuş gasptan başka bir şey değildir.
Ayrıca bu, ABD’nin çorak Alaska topraklarını parasını bastırarak alması gibi bir olay değildir.
“Parasını vermiş, almış adamlar” denilen yer, bir milletin hâlen üzerinde yaşamakta olduğu
vatanıdır.
Şimdi konuyu başka bir yere çekerek sizden azıcık saksıyı çalıştırmanızı isteyeceğim.
Bizim liderlerimiz de Sevr Antlaşmasını imzalamışlardı ve isterseniz tarih dersinden aklınızda
kalanları tekrar canlandırayım gözünüzde:
Sevr ile bize layık görülen topraklar bunlardı ve üzerinde İngiliz, İtalyan, Yunan, Fransız
bayrağı bulunan bölgelerde ve Doğu’da Ermeni devleti için ayrılan topraklarda Osmanlı
Devleti vatandaşları yaşamaktaydı.
Biz Sevr’i millet olarak kabul etmedik, “başımızdakilerin yediği bok bizi bağlamaz, burası
bizim vatanımız” dedik ve Türk, Kürt, Laz herkes mücadele verdi bunlara karşı. Kuvay-ı
Milliye birlikleriyle gerilla savaşı yaptık, ardından Atatürk bu birlikleri ve cemiyetleri
birleştirdi, Kurtuluş Savaşı’nı başlattık ve galip geldik.
İyi de, bir şey soracağım, adamlar Osmanlı heyetini Sevres’e getirip bu antlaşmayı
imzalatmışlardı. Hukuken haklılardı yani. Şimdi biz vatanımızı savunmakla suçlu mu olduk?
Kurtuluş Savaşı’nı kazandığımız için bizler kahraman olduk, Filistinliler ise İsrail’e üstünlük
sağlama gibi bir şanslarının bulunmayışından dolayı “terörist” oldular.
Yahudi sivillere füze atan, canlı bombalar gönderen Hamas’ı desteklemiyorum elbette.
Fakat o topraklar o insanların vatanıdır. Sen istediğin kadar dönemin parasıyla satın almış ol
o toprakları, bu hiçbir şey ifade etmez. Maslak1453 mü ulan bu parasını bastırıp sahibi
oluyorsun?
Neyse, isterseniz Talmud’dan devam edelim.
“For murder, whether of a Cuthean by a Cuthean, or of an Israelite by a Cuthean,
punishment is incurred; but of a Cuthean by an Israelite, there is no death penalty” –
Sanhedrin 57a, (kaynak link’i)
Meali: Yahudi olmayan birisi Yahudi olmayan bir başkasını veya bir Yahudiyi öldürürse
cezalandırılmalıdır. Fakat bir Yahudi, Yahudi olmayanı öldürürse, ölüm cezası yoktur.
Bu Talmud ayetine göre Yahudiler, Yahudi olmayanları öldürebilir.
Cuthean (Küti), putperestler için kullanılan bir laftır. Bu Küti kelimesi musevileri ve
diğerlerini yanlışa yöneltmek için kullandıkları bir maskedir, zira siyonistlere göre yahudi
olmayan herkes Küti’dir.
Küti’nin anlamlarından birisi de Goyim veya Goy’dur. Goyim, yahudiler tarafından “yahudi
olmayanlar” için kullanılan bir ifadedir.
Zira yukarıda kaynağını belirttiğim bölümün dipnotlarında Küti’nin aslında Goy demek
olduğu, fakat sansürlendiği yazmaktadır.
Meali: ‘Küti’ burada orijinal Goy (Yahudi olmayan) ifadesinin yerine sansür maksadıyla
kullanılmıştır.
Yani Küti, goy, heathen, hepsi aynı şeyi ifade ediyor: Gayri Yahudileri.
Talmud ayetleriyle devam edelim:
“The graves of Gentiles do not defile, for it is written, And ye my flock, the flock of my
pastures, are men; only ye are designated ‘men'”. – Baba Mezi’a 114b (kaynak)
Meali: Yahudi olmayanın mezarına hürmet edilmesi gerekmez. Yalnızca yahudiler insandır.
“Gentile” de yine yahudi olmayanlar için kullanılan bir terimdir.
Yani siyonistlerin kitabı Talmud’a göre, sadece Yahudiler insandır. Onun dışında kalan
goyimler insan bile değildir.
Bunları neden yaptıklarını anlamak için, neye inandıklarını bilmek gerekir demiştim di mi?
“It applies to the withholding of a labourer’s wage.44 One Cuthean from another, or a
Cuthean from an Israelite is forbidden, but an Israelite from a Cuthean is permitted.” –
Sanhedrin 57a
Meali: Bir Küti’nin diğerinin veya bir Küti’nin Yahudinin maaşına el koyması yasaktır. Fakat
bir Yahudi, Küti’nin maaşına el koyabilir.
Yani burada denmek istenen, bir Yahudi, Yahudi olmayan birini para vermeden çalıştırabilir.
Zira Yahudi olmayanlar, Yahudilerin kölesidir Talmud’a göre. Siyonistler de zaten tüm
dünyayı ekonomik yollarla köleleştirmişlerdir. Buyrun bir başka örnek:
“A heathen who keeps a day of rest, deserves death, for it is written, And a day and a night
they shall not rest” – Sanhedrin 58b (kaynak)
Meali: Bir günlüğüne dinlenen ve Yahudi olmayan birisinin cezası ölümdür. Onlar ne bir gün
ne de bir gece dinlenebilirler.
“If a heathen smites a Jew, he is worthy of death” – Sanhedrin 58b
Meali: Yahudi olmayan birisi bir Yahudi’ye vurursa, öldürülmelidir.
“A heathen who studies the Torah deserves death, it is our inheritance, not theirs” –
Sanhedrin 59a (kaynak)
Meali: Yahudi olmayan bir kişi Torah üzerine çalışma yaparsa cezası ölümdür. Bu bizim
mirasımızdır, onların değil.
“Come and hear: If one finds therein a lost object, then if the majority are Israelites it has to
be announced, but if the majority are heathens it has not to be announced” – Baba Mezi’a
19a(kaynak)
Meali: Eğer birisi Yahudilerin çoğunlukta olduğu biryerde bir mal bulursa, bunu
duyurmalıdır. Fakat çoğunluk Yahudi olmayanlardan oluşuyorsa, duyurmasına gerek yoktur.
Yani Yahudi olmayanın malı, bir Yahudi’ye helaldir.
Baba Mezi’a 19a bölümünde tüm text’i okursanız ne anlama geleceğini daha iyi
anlayacaksınızdır durumun, isteyen kaynağından hepsini okuyabilir, ben burada “ayet
cımbızlama” yapmıyorum. Tüm bölümde anlatılan hikâyeyi özetleyen cümleleri seçiyorum
size kolaylık olması için, eğer Baba Mezia’nın veya diğer alıntıladığım bölümlerin tamamını
okursanız anlayacaksınız ne söylemiş olduklarını.
Unutmayın, bunlar Talmud ayetleri ve M. A. Rothschild oğullarına “Yahudi hükümdarlığının
kurulmasını” vasiyet ettiğinde veya Arthur Balfour, Lord Rothschild’e Balfour
Deklarasyonunu gönderdiğinde veya İsrail bugün Filistin’de yaptıklarında, işte bu felsefeyi
takip ediyorlar.
Siyonist felsefeyi.
“Her görüşe saygılı olmak” diye bir şey yoktur bu dünya üzerinde, “her görüşe saygılıyım”
diyen insan da toplumun %90’ında görebileceğiniz üzere samimiyetsiz yapmacık
denyolardan birisidir. Eğer bir görüş, benim veya başka masumların canını, malını, vatanını
gasp etmeyi öğütlüyorsa ona inananlara, ben o görüşe saygılı olmam. Hoşgörülü de olmam.
Talmud’un bu saçmalıklarına inanmayan Yahudileri de tenzih ederim, dediğim gibi benim
hedefim bu siyonist inanışın emellerini ortaya çıkarmaktır. Günümüzde İsrail bayrağı yakan
ve İsrail’in yaptıklarını insanlık dışı olarak gören Yahudiler de vardır. Koca bir dünyayı
köleleştiren, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren siyonistler de…
Gördüklerinizi kabul etmekte zorlanmayın, bunlar onların kutsal kitabında yazanlardır ve
burada alıntıladıklarıma rahmet okutacak kadar şeytani Talmud ayetleri de vardır…
Neyse, şimdi biraz daha değiştirelim konuyu.
Warburg ailesinden Yahudi banker James Warburg’un bir sözü vardır. Bu sözü 17 Şubat
1950’de ABD senatosunda sarf etmiştir:
“İstesek de istemesek de, sonunda tek dünya devleti kurulacaktır. Esas soru, bunun zor
kullanarak mı yoksa rıza ile mi gerçekleşeceğidir.”
Açıkçası, insanlar bunu “kendi rızaları ile” talep edecekler.
İşin en korkuncu da bu.
Önceden Facebook hesabı açtığınızda ve yeni birini arkadaş olarak eklemek istediğinizde
karşınıza “bu kodu doldurun” diye bir pencere çıkıyordu, siz de 2 saat “werı324 35ı9df” diye
orada yazan kodu giriyordunuz. Tabi yeni Facebook hesabı açmış bir kişi tanıdığı onlarca,
yüzlerce arkadaşını peşpeşe listesine eklemek istiyordu. Fakat Facebook diyordu ki “Bu
kodları doldurmaktan sıkıldın mı? Telefon numaranı ver ve aktivasyon yapmana gerek
kalmasın.”
Bu sistem hala böyle mi bilmiyorum, Facebook ile aram yok yıllardır. Fakat Facebook şu an
milyonlarca insanın cep telefonu numaralarına, kimlik bilgilerine sahip.
Hotmail, Twitter, Blogspot, Youtube size sürekli “Güvenliğiniz için yalnızca parola yetmez,
telefon numaranızı verin” diyor.
Hiçbirine telefon numaralarınızı vermeyin ve mümkünse doğum tarihinizi bile yanlış girin.
“Nereye bağlayacak konuyu bu amına koduğum?” diye düşünüyorsun sanırım, bak şöyle bir
haber var:
Bu kimliklerde “çipler” bulunacak.
Bu haber Türkiye’ye gelecek olan “akıllı (çipli) kimlik kartları”ndan bahsetse de, bu tüm
dünyada uygulanmaya başlanacak.
Yakın gelecekte dünyadaki tüm pasaportlar ve kimlikler elektronik çip taşıyacaklar, aşama
aşama olacak tabi ki bu çiplerin kendini geliştirmesi. Bu durum ise tabi ki medya ve bakanlar
tarafından insanlara “Birçok hizmetimizi artık sizlere daha kolay ulaştırabileceğiz, büyük
kolaylık valla. Hem artık bu çipler sayesinde kaybolma vakalarının da önüne geçebileceğiz.
Ne kadar süper değil mi? Merhaba aslan kardeş, merhaba kedi kardeş, hayat ne güzel la.”
tadında masallarla duyurulacak.
Gelecekte her insanı uydudan takip edebilme olanağına sahip olacaklar.
Dünyadaki bu çapulcu olmayan, fakat takım elbise giyen teröristler tarafından düzenlenen
terör saldırılarıyla, insanlar vücutlarında bir çip bulundurmayı “talep eder” ve “ister” hale
gelecekler.
Amaçlanan şey budur.
Tek dünya devleti ve tek merkez bankası fikri, tüm insanları tek bir merkezden kontrol etme
gayesine dayalıdır. Bunun bir sonraki aşamasında tüm insanları vücutlarına çipler
yerleştirilmiş, her hareketleri data’lardan kontrol edilebilir hale getirecekler.
Bunlar size saçma geliyor olabilir, fakat 200 yıl önceki bir insana tüm alışverişlerini üzerinde
hiç para taşımadan kredi kartı adı verilen cihazlarla yapabileceği fikri de saçma geliyordu.
Illuminati’nin asırlık amaçları vardır ve bu amaçlarını “şıp” diye gerçekleştirebilmeleri
mümkün değildir.
Açıkçası ben er ya da geç bu dünyada da kaybedeceklerine inanıyorum, fakat bir yandan
insanların umursamazlıkları, Facebook başında kedi video’ları seyredip saatlerini
harcamaları, okullarda son gün çalışarak verdikleri sınavları sayesinde kendilerini bir şeyler
öğrenmiş zannetmeleri, hayatı hep boş vakit geçirme ve eğlence olarak görmeleri, durumun
pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor.
Zira kapitalizmin vadettiği hayatın kendilerini mutlu edeceğini zannediyor insanlar. Hayatları
tamamen “daha fazlasını” istemek ve “yeni modelini” almak üzerine kurulu insanların.
Fakat Fiat’ın veliahtı Edoardo Agnelli’nin intihar ettiğini bilmezler.
Zira bu adam maddi açıdan sahip olabileceği her şeye sahipti, artık bir amaç bulamadı
yaşamasını gerektirecek ve hayatına son verdi.
Kapitalizmin vadettiği haz üzerine kurulu olan hayat, sizin hayat amacınız olmuşsa, “başarılı
olmak” diye değerlendirdiğiniz o başarıya ulaştığınızda hayal kırıklığı yaşayacaksınız.
Zira içinizden gelen çığlıklara cevap veremez kapitalizmin sundukları.
Bu hayat o kadar da taşak yapma üzerine kurulu bir yer değil, para ve eğlence tabi ki bir
ihtiyaçtır, fakat amaç değildir. İnsanın tabiatına terstir böyle bir amaç edinmek.
Neyse, konumuza geri dönelim. Tek dünya devleti’nin var olabilmesi için, dünya parça parça
ülkelere bölünmelidir. Zira yap-boz oyunu değil bu, daha büyük parçalar, tek dünya
devletinin oluşmasına hizmet etmez, tam aksine zararınadır. Ülkeler olabildiğince gerek iç
savaşlarla, mezhep ayrılıklarıyla, çok uluslu bir ülkeyse millet farklılıklarından doğan
anlaşmazlıklarla bölünmelidir tek bir dünya devletinin kurulabilmesi için.
Zira ne kadar çok sayıda ve farklı ülke olursa, halkların birlik olup tek dünya devletine karşı
çıkma şansları ve güçleri de o oranda azalır.
Birlik olamadığın sürece, hiçbir şeysindir. Zira güçsüzsündür ve kolaylıkla bastırılabilirsin.
Bu Sovyetler Birliği haritasıdır, Sovyetler Birliği’nden tam 15 farklı ülke çıkmıştır,
Estonya’sından Ukrayna’sına…
Bu da bir zamanların Yugoslavya’sıdır. Yugoslavya’dan tam 6 farklı ülke çıkmıştır ve 7.si ile
8.si de yoldadır zira Sırbistan da 3’e bölünmek üzeredir. Kosova ve Voyvodina yakında
kopacaktır Sırbistan’dan.
Farklı dine, farklı mezhepe, farklı millete sahip insanların aynı ülke içerisinde
yaşamayacakları fikrini dayatan ve bu ayrılıkçı örgütleri destekleyen, Yeni Dünya Düzeni’nin
tasarımcılarından başkası değildir.
PKK’yı kimler destekliyor, kimler silahlandırıyor?
Özgür Suriye Ordusu denilen çapulcular roketi nereden buluyorlar?
Tunus ve Libya neden bölünmek üzere?
Peki Rockefeller böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?
Eş başkanı olduğumuz BOP, Ortadoğu için işte bunu amaçlar.
Elbette Kuzey Afrika için de buna benzer bir senaryo geçerli.
“Transforming the Middle-East” (Ortadoğunun Dönüşümü) adlı makalesinde Ortadoğu’daki
22 ülkenin yönetim biçimlerinin ve sınırlarının değişeceğini söyleyen kişi, dönemin ABD
dışişleri bakanı Condoleezza Rice’tan başkası değildir.
“Ülke sayısı gelecekte 1000’leri geçecektir” diyen kişi de yine pek muhterem David
Rockefeller’dan başkası değildir.
Bundan 400 yıl evvel bir toprağı ele geçirmek için, oraya orduların ve donanman ile sefere
çıkman gerekirdi.
Fakat Fransız İhtilali’nden beri bir bölgeyi yok etmenin ve ele geçirmenin en etkili yolu, o
bölgedeki insanları birbirine kırdırmak olmuştur.
Sözde Arap devrimleri, Suriye’deki iç savaş, Irak’taki iç savaşlar da işte bu sebeple
yaşanmışlar ve hepsi de dış destek, örgütleme ve finansmanla sağlanmışlardır.
Dediğim gibi, bu anlattıklarımın en büyük belgesi, bugün yaşananlardır. Bugün yaşanan
olayları kimin ateşlediğini ve bu olaylarda kimlerin parmağı olduğunu görmek için de, bu
yaşananlardan kimin kazançlı çıktığına bakmak yeterli olacaktır:
Global bankerler.
Evet maalesef ki dünyada mutlak otorite kurmak isteyen insanlar emellerine emin adımlarla
ilerliyorlar, fakat bilmeniz gereken en önemli şey, bu işin sadece maddiyat kaynaklı
olmadığıdır.
– Para için yapıyorlar işte abi yaeae
Evet, doğru, para için yapıyorlar elbette. Fakat para bu insanlar için nihai emellerine
ulaşmak üzere gerekli olan bir “araç”tan başkası değil. Yalnızca araç.
Üzgünüm ama dünyayı luciferian ve siyonist inanışa sahip kişiler yönetiyor kaynatasızlar.
Bakın şimdi, David Gergen adlı şahıs, zamanında Nixon, Reagen, Clinton gibi ABD
başkanlarının danışmanlığını yapmış yetkili bir abidir.
Gazeteci Alex Jones, Bohemian Groove’daki satanist elit ayinlerini ifşa etmiş, gizlice
aralarına sızabilmiş bir adamdır. Alex Jones’un uçtuğu çok konu vardır fakat bir adamın
yaptığı cesur ve iyi işler varken o adamın üstünü toptan çizmek de haksızlık olacaktır.
Bu kare ABD başkanlarının danışmanlığını yapan David Gergen gibi elitlerin katıldığı ve
satanist ritüellerin yapıldığı Bohemian Grove’dan alınmadır. Ortaya çıkaran kişi Alex
Jones’tur, gizlice aralarına sızmayı başarmıştır kendisi. Video’nun tam şu kısmını
seyredebilirseniz eğer durumun vehametini ve nasıl psikopatların siyasette ve sanatta nasıl
seçkin pozisyonlara ulaştıklarını daha iyi anlayabilirsiniz:
VİDEO LİNK : https://youtu.be/wtSVBTne-KY
Bunun üzerine gazeteci Alex Jones, David Gergen ile röportaj yapmaya çalışır:
Eğer İngilizceniz yeterse video’nun vermekte olduğum kısmını seyredebilirsiniz:
VİDEO LİNK : https://youtu.be/F2E_HP97Rzc
Size Alex Jones ve David Gergen arasındaki diyaloğun özetini geçeyim, David Gergen
ritüellere katıldığını, orada bulunduğunu asla inkâr etmiyor ve neredeyse kabul ediyor. Uzun
bir süre “ee… öö… ummm…” şeklinde lafı geveliyor ve hatta şöylesine ağır bir şekilde sıçıyor,
birebir çeviri yapmıyorum, konuşmanın can alıcı cümlelerini yazıyorum:
Alex: Ben de oradaydım, gördüm her şeyi.
Gergen: Ait olmadığınız bir yere izinsiz girmeniz hiç de centilmence değil.
Alex: Peki o ritüeller centilmence miydi?
Gergen: Ee… Öö… Size bir açıklama yapma mecburiyetinde değilim. Eeöö… Bu yaptığınız
gazetecilik hiç etiğe uygun değil.
Alex: Peki ritüellerde bulundunuz mu?
Gergen: Bu şeye burnunu sokma lanet olasıca. (This is not your damn business)
Evet, Bohemian Grove’da cidden yılın belirli dönemlerinde satanist ritüeller yapılıyor elitler
tarafından. Bohemian Grove, Bones and Skulls adlı satanist cemiyetin bir oluşumudur. Yazı
oldukça uzadı, daha önceden de değindiğim için Bones and Skulls’un ne olduğunu pek de
izah etmeyeceğim bu yazıda.
B&S’un sembolü siz kaynatasızların bildiği üzere kurukafa ve kemiklerdir.
Yukarıda aldığım resim bizzat Bush kütüphanesinden alınmıştır, buyrun kaynak:
http://bushlibrary.tamu.edu/image.php?id=722
Flash TV edasıyla kafasının üzerine kırmızı ok yerleştirdiğim adam ise George H. Bush’tan
başkası değildir.
Zaten size yukarıda verdiğim video’larda George W. Bush ve Kerry gayet kendi ağızlarıyla
Bones and Skulls cemiyetinin üyesi olduklarını açıkça itiraf ediyorlar.
Bones and Skulls, nazist Thule örgütü ile de bağlantılıdır, genellikle seçkin Yale Üniversitesi
öğrencilerinden oluşan bu gruba “bu bir öğrenci kulübü yeeaa, komplo teorisi üretmeyin”
şeklinde kılıflar üreten şahısların ve gazetecilerin varlığı ise, satanist ve masonik temeller
üzerine kurulu bir öğrenci kulübünü aklama çabasında olan insanların var olduğu gerçeğini
bizlere göstermektedir.
Hayrola, nedir bu telaşe, babanızın oğlu mu Bones and Skulls üyeleri? Yoksa bir şeylerin
üstünü örtmeye mi çalışıyorsunuz?
Şimdi bakın, sizlere birkaç fotoğraf göstermek istiyorum.
Bu fotoğrafların hepsi şu meşhur Zara mağazasına aittir. Celallenmeden, “hadi lan”
demeden sonuna kadar bakın fotoğraflara, Karagümrük çocuğuyum ben, haybeye laf
etmem:
Şimdi, eminim çoğunuzun dolabında da üzerinde kurukafa bulunan bir tişört vardır veya
cebinizdeki anahtarlıkta da kurukafa olabilir. Mesela benim dolabımda 3-4 yıllık bir hırkam
var üzerinde kurukafa olan. Veya elektrik trafolarının üzerinde de vardır kurukafa, nedir
yani? Eyvallah popüler kültüre yerleşmiş bir sembol bu, hemen altında bir şey aramamak
lazım. Fakat Zara’dan içeri girdiğimde karşılaştığım manzara bana “öylesine konsept
yapmışlar işte” diye düşündürmedi. Aksine içerde üzerlerine kurukafa ve kemik resmedilmiş
tişörtler giyen çocuklar gördükçe içten içe sinir oldum. Bu fotoğrafları koymamın esas
sebebi ve bu durumun aslının kesin delili ise şimdi göstereceğim fotoğraftır.
Şimdi şu dizayna resmi büyüterek iyi bakın, lütfen:
Bu tişörtün üzerinde peşpeşe “Skulls & Bones do not exist” (Skulls and Bones diye bir şey
yok!) ve “NOTHING TO SAY about Skulls & Bones” (Skulls and Bones hakkında konuşacak bir
şey yok) yazmaktadır.
Hayrola?
Neden ki bu ispat çabası?
Ne ayaksınız arkadaşım lan?
Adamların kendileri açık seçik Skulls and Bones’un varlığını onaylıyor, fotoğraflarını
sergiliyor, üye olduklarını beyan ediyorlarken, sizin bu çabanız neden?
Hey gidi Zara hey.
Sübliminal mesajlar bir sonraki yazımın konusu olacaktı fakat konu gereği vermek
durumunda kaldım bu fotoğrafları, zira bunlar herhangi bir ürünü almaya yönlendiren ticari
kazanç amaçlı sübliminal mesaj örneği değil, okült satanist bir cemiyetin var olmadığını
beyinlere empoze etme amaçlı bir çalışmadır.
Ve öyle sıradan, masumane dizaynlar da değillerdir.
Eğer sahiden psikopatsanız ve bu blog’daki tüm yazıları okuduysanız, new age, spiritüalizm,
scientology gibi felsefelerin insanları tek bir kapıya yönlendirdiğini görmüş olacaksınızdır:
Satanizm.
Maalesef ki insanların zihninde kedi kesen, siyah giyinip metal müzik dinleyen, uzun saçlı
satanist imajı var olduğundan, satanizmin ne kadar tehlikeli ve her yere sızmış olduğunu
görmeleri de güçleşiyor.
Spiritüalizm meselesi üzerinde çok durdum zaten, o nedenle sadece şu kadarını söyleyeyim:
Spiritüalist insanlar kendilerinin iyi bir şey yaptıklarına inanıyorlar fakat luciferian felsefeye
yönlendiriliyorlar. Şöyle bir örnek vereceğim kendimden, gerçekliğine dair inandığım her şey
üzerine yemin edebilirim. Rahmetli babamın spiritüalist bir arkadaşı vardı, tabi o zamanlar
ben tüm hayatı okul-dersane-31 üçgeninde geçen liseli bir ergen olduğum için dünyadan
bihaberdim, bu meselelere kafa yormazdım. Babamın o spiritüalist derneklere, seminerlere
giden, bol bol Akaşa yayınlarının ruhçu kitaplarını okuyan arkadaşını aradım ben geçenlerde,
bu blog’u önerdim, biraz da konuştum. Hani olur da vazgeçer bu işlerden diye. Sonra o beni
aradı, blog’uma şöyle bir göz gezdirmiş ve bana şunları söyledi:
– Illuminati varsa ben de Illuminati’yim o zaman.
Evet, kafa yapısı bu. Kendisi Illuminati’nin kötü bir şey yapmadığına, insanlığın evrimine
hizmet ettiğine inanıyor.
Zira felsefeyi çoktan benimsemiş.
Zira ruhçuluk, sizi Illuminati’nin hatta siyonizmin felsefesi ile aynı kapıya yönlendiririr:
Satanizm.
O yüzden defalarca uyardım, yine uyarıyorum, bu ruhçu derneklere gitmeyin, giden
arkadaşınız varsa gerekçelerini anlatarak uyarın. “Pozitif enerji” hikâyelerinin anlatıldığı,
görünüşte “sevgi yumağı” olan fakat özünde hurafe ve luciferian fikirlere dayanan bu
felsefeden uzak durun.
Dünya üzerindeki son derece farklı coğrafyalardan türemiş felsefelerin eninde sonunda hep
aynı sonuca ulaşıyor olması ise, benim gözümde İblis’in varlığının yegâne delilidir. Bu son
söylediğim tabi ki benim kişisel gözlemim ve inancımdır, diğer anlattıklarım somut
şeylerken, bu metafizik bir olaydır ve buna inanıp inanmamak size kalmıştır.
Neyse kaynatasız, ne diyoduk, ya da az dur çakmağım kayboldu amına koyim.
Heh buldum, devam.
Birazdan fotoğraflarını göstereceğim kişinin kim olduğunu biliyor musunuz?
Allah’ın yarattığıyla dalga geçilmez ama şu tipe bak arkadaş ya, tipsizlik suç olsa müebbet
yer bu karı.
Kolyelerine dikkatli bakın, şaşılacak bir şey değil zira bu onun inancı. Bir şeytan tasviri olan
Baphomet kolyeleriyle poz veren bu kişi, Rothschild ailesinden Baroness Philippine de
Rothschild’dir.
Zira Siyonizm’in temelinde yer alan fikir satanizmdir.
Siyonistler, Adem ve eşinin birleşmesinden meydana gelen biz insanların “goyim” olduğuna
inanırlarken, kendilerinin İblis ile Adem’in eşinin birleşmesinden oluştuğuna
inanmaktadırlar.
Zira ateşten yaratılan İblis üstündür ve Tanrı’ya karşı gelerek bu dünya ile ödüllendirilmiştir.
Zira İblis’in Tanrı’ya karşı isyanı asil bir davranıştır. Bizler sıradan Ademoğulları’yken, onlar
Lucifer’ın soyundan geldiklerine inanırlar ve bu dünyada goyimler olarak bizim tek işlevimiz
onlara hizmet etmektir.
İsrail’in kelime anlamı “onlar için” nedir biliyor musunuz?
Isra: Yenen, baş eden, güç yetiren.
El: Tanrı
“Israel”, kelime anlamı olarak “Tanrı’ya güç yetiren” demektir.
Siyonizmin gayesi de tek bir dünya devleti çatısı altında köleleşmiş insanlardan (goyim)
oluşan bir dünya yaratmaktır.
Ben açıkçası elbet bir gün siyonizmin kaybedeceğine inanıyorum. Bu köleleştirme üzerine
dayanan bankacılık ve borçlandırma sistemine, insanlar elbet bir gün isyan edeceklerdir.
Fakat kaos yaratmadan, sokaklara silahlar ve molotof kokteylleri ile dökülmeden… Zira
“ordo ab chao”, kaostan doğan düzen anlamına gelir ve bu söz 33. derece masonların
düsturudur, nişanlarının üzerinde yazılıdır. Dünyadaki masonluğun birçoğu zenginlerin kendi
arasındaki “beyefendicilik” oyunu olsa da, üst rütbeli ve gizli masonluğun Lucifer’ın yolunda
ilerlediği aşikârdır. Zira Lucifer, Latince manası ile “ışık getiren”dir.
Yani senin anlayacağın, her türlü kaos, karışıklık, zıtlık ve çatışma, bu insanlar için bir
fırsattır.
Etki-tepki demiştik ya hani, bana kalırsa siyonizmi yıkabilecek 2 millet vardır dünya üzerinde:
ABD halkı ve Türkiye halkı.
Zira bu dünyada en çok aldatılan, en çok sömürülen ve en çok gözlerinin içine baka baka
yalan söylenen milletler bunlardır.
Bunları herkesin olduğu kadar, Yahudilerin de bilmesi gereklidir paşam. Zira en çok
kandırılan milletlerden birisi de onlardır.
Schindler’in Listesi’ni bilirsiniz, bu filmin sonunda Yahudi işçiler, hayatlarını kurtaran Oskar
Schindler’e minnetlerini şu şekilde ifade ederler:
Bu gerçekten de doğrudur.
Nereden mi biliyoruz?
Maide suresi 32. ayet: “Bunun için İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim, cinayet işlememiş
veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış bir kişiyi öldürürse tüm insanları öldürmüş gibidir.
Kim de o canı yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. …”
Yahudiler gözlerini açmalı ve şeytani sahiplerine başkaldırmalıdır.
Zira aynı ayetin devamında Allah şunları da söylüyor:
“… Elçilerimiz onlara apaçık delillerle geldiler. Buna rağmen onların çoğu hemen sonra
yeryüzünde azgınlık yapmaya başladılar.”
Şimdilik anlatacaklarım bu kadar kaynatasızlar. Ha bu arada 21 aralıkta da hiçbir sikim
olmayacak merak etmeyin, tıraş işler onlar. Benim sizden ricada bulunacağım tek bir şey
var, düşünün.
Bir düşünün, neden tek yahudi devleti Filistin’de ve Kudüs etrafında kuruldu? Üstelik 2.
Dünya Savaşı biter bitmez.
Neden Ortadoğu ve Kuzey Afrika bu kadar karışık?
Neden dünyadaki toplam dış borç 40 trilyon doların üzerinde?
Neden dünyada borcu olmayan neredeyse hiçbir ülke yok?
Bu kadar güce, paraya, kendilerine bağımlı hale gelmiş hükümetlere sahip olan bu
bankerler, bunun ile ne yapacaklar?
Ve en önemlisi, bu kadar paraya rağmen neyi bekliyorlar? İnsanların psikolojik olarak buna
hazır hâle gelmesini bekliyor olabilirler mi?
Bugün Illuminati’nin “tek dünya hükümeti” emeline “komplo teorisi” etiketi yapıştıranlar,
bir 30 veya 50 sene sonra “tek dünya hükümetine ihtiyacımız var” diyen kişilerin ta kendileri
veya babaları olacaktır.
Ve bu insanlar sözüm ona “aydın” olacaklardır.
Lisede Aydın diye bir arkadaşım vardı, tüm Afrika kıtasına yetecek kadar burun vardı
çocukta, öyle bir burundu onunki. Ha işte o Aydın’ın burnu girsin sizin götünüze.
Siz siz olun, kimsenin etkisinde kalmayın ve dayatmalara karşı uyanık olun.
Hadi sağlıcakla. Ehehe.
Kaynak: http://michaelsikkofield.blogspot.cz/2012/11/rothschild-hanedanlg-filistin-veyeni.html
[status publish]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category güvenlik]
[tags YENİ DÜNYA DÜZENİ DOSYASI, Rothschild Hanedanlığı, Filistin, Yeni
Dünya Düzeni]