bursa 2 nolu şube - Türk Metal Sendikası

Transkript

bursa 2 nolu şube - Türk Metal Sendikası
editörden
Hemen hemen tamamına yakını Müslüman olman ülkemiz için son derece kutsal ve önemli bir ay olan Ramazan’ı geride bırakırken, yardımlaşmanın, birliğin, beraberliğin, dostluğun daha da pekiştiği bir dönemi yaşamanın mutluluğu ve huzuru içindeyiz.
ERTAN GENÇTÜRK
[email protected]
İçinden geçtiğimiz dönem gerçekten tarihe not düşülecek cinsten bir dönem. Eminim bundan 50 veya 100 yıl sonra bile, “2000’li yılların başlarında” diye birçok konu başlayacaktır. Hem ülkemizde, hem de dünyada yaşanan bu gelişmeler karşısında Türk Metal dergisi olarak, çalışanların, emekçilerin, alın teri sahiplerinin ilgisini çeken ve bu kesimi ilgilendiren konular üzerinde kalem oynatmaya devam ediyoruz.
Bugün gündemde yer alan pek çok konudan biri de, Somali başta olmak üzere,
Doğu Afrika’da yaşanan açlık/yoksulluk dramıdır. Orada yaşanan, twitter’da bir
arkadaşın attığı mesaj itibariyla, “oradaki açlık onların, buradaki yardım da bizim
sınavımız…” Ancak şunu belirtmekte fayda var. O kadar gurur duyabileceğimiz
bir ülkemiz var ki, yedisinden yetmişine, zengininden fakirine, her kesimden her
türlü insan, bu milletin hemen her ferdi, Somali için gücü yettiğince yardım etti,
yetmiyorsa dua etti, dua bile etmediyse, mutlaka üzüldü. Ben bu ülkenin bir ferdi
olarak, ülkemle, sırf bu olay için bile ömrümün sonuna kadar gurur duyarım. Türkiye, inanıyorum ki, bu insanlık sınavını başarıyla geçti. Elinden gelse daha da fazlasını yapacaktır. Bu dram bir şeyi daha hatırlattı; o da toprağı, emeği, her türlü zenginliği yabancıların elinde olan, sömürülen bir toplumun gelebileceği en acı durum,
açlıktan toplu ölümler… O yüzdendir ki, her fırsatta sömürünün bir insanlık suçu olduğunu, hakkın gaspının sadece bir hak gaspı değil, nihayette insanın yaşam hakkının
elinden alınmasına kadar uzanabileceğini ifade ediyoruz. Her işlediğimiz konunun altında bu mesajı alabilirsiniz.
Türk Metal dergisinin son bölümünde yer alan “Bizden Haberler” bölümüne artık daha
fazla yer ayırıyoruz. 16 sayfa ayırdığımız bu bölümün kapasitesini standarda bağlıyoruz.
Bu yüzden sizden gelecek olan haberleri her zaman olduğu gibi, yine yeri ayrılmış şekilde
bekliyoruz. Dergimizin neredeyse üçte birinden fazla bir bölümü sizlerin faaliyetleri, sizlerin başarıları, sizlerin izlenimlerine ayrılmış durumda.
Dergimizde farklı bir çalışma olarak, başarı öykülerine, alanında isim yapmış kişilerle röportajlara başladık. Gelecek aydan itibaren sizlerin de yakından tanıyacağı isimler dergimizde
yer almaya başlayacak.
Türk Metal’in kitle iletişim araçlarından birisi elinizde tuttuğunuz ve 50 bin tiraja sahip bu Türk
Metal dergisi. Diğeri de turkmetal.org.tr adresiyle ulaşabileceğiniz resmi web sitesi. Türk Metal
yenilenmişti, sıra web sitesine geldi. Web sitemiz Ağustos ayı ile birlikte yeni yüzüyle ve içeriğiyle artık yayında. Bu yenilenmiş web sitemizin ayrıntılarını dergimizde bulabilirsiniz.
Türk Metal Sendikasının eğitime verdiği değer, yalnız teşkilatımızın değil, tüm ülkemizin de malümu. Birkaç ayda bir çıkardığımız ve çalışma hayatına ışık tuttuğuna inandığımız kitaplarımızla ilgili bilgiler de haberlerimiz içinde. Dergimizde yeni yazarlara yer vereceğimizi belirtip, yeni yazarlarımızın yazılarını da yayınlamaya başlamıştık. Bu ay Türk-İş Genel Sekreter Yardımcısı ve aynı zamanda yazar olan Naci Önsal’ın yazısını da sizlerle paylaşıyoruz…
Türk Metal Dergisi bu ay da zengin bir içerik, her zaman çalışandan yana olan çizgisiyle yine karşınızda. Sizlere mutlu bir bayram ve iyi bir tatil diliyoruz.
İÇİNDEKİLER
4 Genel Başkan’dan Başyazı
6 Sektörden Haberler
7 Kısa Haberler
8 Haber Türk Metal’den
10 Makale Selda Oğuz
13 Makale Prof. Dr. Hüseyin Akyıldız
17 Bayram Mesajı
18 İki Çift Laf
20 Bizim Fabrikalarımız Otokar Otomativ ve Savunma A.Ş.
24 Makale Prof. Dr. Serpil Aytaç
30 İşte Hayatımız Zafer Güzel
33 Haber İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunda Yeni Gelişmeler Sempozyumu
34 Her Deyimin Öyküsü Var
36 Dış İlişkiler Miray Vurmay
39 Dünyadan Haberler
40 Makale Naci Önsal
44 TaklitÇİNin Günlüğü
46 Türk Metal Kitapları
47 Türk Metal - MESS Eğitim Ankara
48 Kazanan Numaralar
49 Bizden Haberler
TÜRK METAL SENDİKASI
AYLIK YAYIN ORGANI
Ağustos 2011 | Sayı: 145
YAYIN SAHİBİ
Türk Metal Sendikası Adına
Pevrul KAVLAK
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Bekir EROĞLU
HABER MÜDÜRÜ
Ertan GENÇTÜRK
ARAŞTIRMA
M. KEMAL ŞEN
YÖNETİM MERKEZİ
Türk Metal Sendikası Genel
Merkezi Basın Müşavirliği
Beştepe Mahallesi Yaşam
Caddesi 1. Sokak No:7/A 06520
Söğütözü/ANKARA
Tel: 0312 292 64 00
Faks: 0312 284 40 18
[email protected]
GRAFİK UYGULAMA
BASKI
Ziraat Gurup Matbaacılık A.Ş.
Ziraat Bankası Tesisleri
İstanbul Yolu Trafo Karşısı
Varlık - ANKARA
Tel: 0(312) 384 73 44 - 45
YAYIN TARİHİ: 30 / 08 / 2011
YAYININ TÜRÜ: YAYGIN SÜRELİ
YAYIN ARALIĞI: BİR (1) AY
YAYIN DİLİ: TÜRKÇE
Dergimiz basın ahlak yasasına uyar.
Ayda bir yayımlanır ve
üyelerimize ücretsiz dağıtılır.
13
Demokratik Rejimin Yaşatılmasında
Sendikaların Varlığının Korunmasının Önemi
Prof. Dr. Hüseyin Akyıldız tarafından kaleme alınan makalede, çoğulcu katılımcı siyasal demokratik rejimin temel kurumları olan sendikaların işlevi ve geleceğe yönelik perspektifi ele alınıyor…
46
Türk Metal, Çalışma Yaşamına Işık Tutuyor
Türk Metal, eğitim anlayışının eseri olarak, Endüstriyel
İlişkiler kitabının ardından, Kadın işçinin El Kitabı, Metal İşkolunda İş Sağlığı ve Güvenliği ile İş Kazaları ve
Meslek Hastalığı Uygulamaları isimli kitapları da çalışma hayatına kazandırdı. Kitaplara ilişkin ayrıntılar bu
ayki sayfalarımızda…
30
Güzel’likler İçinde Bir Yaşam
İşte Hayatımız’ın bu ayki sayfalarına, Ereğli Demir Çelik Fabrikası’nda 6 yıldır çalışan Zafer Güzel, ailesi ile konuk oluyor…
24
Performansı Arttırmada
Duygusal Ergonominin Rolü
Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serpil
Aytaç’ın, çalışma yaşamında, “Performansı Arttırmada
Duygusal Ergonominin Rolü” başlıklı yazısının ikinci bölümü, dergimizin bu ayki sayfalarında…
8
İzmir’de Toplu İş Sözleşmesi Sevinci
İzmir 1 ve 2 Nolu şubelerimizce yeni örgütlenen Ede Demir Çelik ile Larth Havlu Panel işyerlerinde toplu iş sözleşmesi sevinci de yaşanıyor. İmzalanan her iki toplu
sözleşmeye ilişkin ayrıntılar bu ayki sayfalarımızda…
20
Otokar Otomotiv ve Savunma A.Ş
Bizim Fabrikalarımız’da bu ayın konuğu, otomotiv ve
savunma sanayi alanında Türkiye ve dünyanın önde gelen şirketlerinden birisi olan Otokar Otomotiv ve Savunma A.Ş… Şirketin kısa tarihi, üretim alanları, sosyal etkinlikleri, sayfalarımızda…
BAŞYAZI // BAŞKANDAN
Pevrul Kavlak
Türk-İş Genel Sekreteri
Türk Metal Sendikası Genel Başkanı
İNSANLIK, LÜKS,
AÇLIK VE SEFALET
Dünya nüfusu hızla çoğalıyor… Alman Dünya Nüfus
Vakfı’na göre bu yılın ortaları itibariyle, dünyanın nüfusu 7 milyara ulaşmış bulunuyor… 7 milyar insan… 7
milyar karakter… 7 milyar duygu ve düşünce… 7 milyar
ihtiyaç… Bu 7 milyarın içindeki her insanın kendine göre
bir dünyası var…
Her insan, kurduğu bir dünyada kendi ölçülerine göre,
ama o ölçüleri daha büyütmek ve genişletmek için çalışıyor... Kimi başarılı oluyor, kimi ise sınıfta kalıyor… Her insan,
kurduğu dünyanın içinde kendini, o dünyanın bazen vazgeçilmezi, bazen kralı, bazen imparatoru, bazen sultanı olarak
görüyor… Ama imparator da olsan, padişah, kral, sultan da
olsan, dünya kadar malın da olsa fark etmiyor… Çünkü gideceğin yerde, etiketine, koltuğuna, parana puluna değil, nasıl yaşadığına, icraatına bakılıyor. Onun için önemli olan bu kubbede hoş bir seda bırakmak… Krallar gibi yaşamak değil, önemli
olan kral kalabilmek… Gönüllerin kralı olabilmek… Önemli olan
bu…
Bizim milli tarihimiz içinde krallık yönetimi asla olmadı… Tarihimiz
boyunca, beyliklerden sultanlığa, imparatorluktan devlete kadar
birçok yönetim şekillerimiz oldu... Yeri geldi dünyaya hükmettik, yeri
geldi durakladık... Ama hiçbir zaman tarihin ‘kötü adamı’ olmadık...
Bizim tarihimizde emperyalist lekeler olmadı. Gittiğimiz yerleri yağmalamadık, yıkmadık… Gittiğimiz yere adaleti götürdük,
insanlığı götürdük… Ve nihayetinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün
önderliğinde askerimizle, milletimiz el ele verdik. İnsanlığın, adaletin, sevginin, saygının, yardımlaşmanın, bayrak ve vatan sevgisinin yeşermesine, gelişmesine en uygun olan bu bereketli toprakları Türkiye diyerek, kendimize vatan yaptık… Milli ve dini kültürümüzle bu vatanın evlatları olduk…
Milli kültürümüz, bayrak ve vatan sevgisini bizlere aşıladı… İslamiyet
ise bize insani değerler verdi…
Bizlerin İslam kültürü içinde yer alan toz kondurmayacağımız maddi ve manevi değerlerimiz vardır. Başta Kâbe olmak üzere, camilerimiz,
4 // AĞUSTOS 2011
türbelerimiz, medreseler ve diğer kutsal mekânlar, yüce dinimizin
dünden bugüne bizlere emanet ettiği maddi değerlerdir. Sevgi, saygı, iyi ahlak, adalet, vicdan, yardımlaşma, hoşgörü ise yine yüce İslam
dininin bizlere aşıladığı manevi değerlerdir.
İşte mübarek Ramazan ayı, maddi ve manevi değerlerimizle birlikte
ve bir arada, İslami Kültürü ve onun
gereklerini teneffüs ettiğimiz için,
diğer aylar arasından öne çıkmıştır.
Bunun için Ramazan mübarek bir
aydır. Bunun için hayırlıdır, kutsaldır… Bunun için Ramazan ayı, on
bir ayın sultanıdır…
Biz, engin gönüllü insanların ülkesiyiz… Gerektiğinde, “bir lokma, bir
hırka”yla yetinmesini bilen insanlarız… Böyle olduğu için biz Türklerin
mayası farklı… Biz, komşusu aç iken
tok yatmayan insanların ülkesiyiz…
Ama bugün, bizlerin, yüce İslam diniyle, bu güzel dinin değerleriyle,
düşünceleriyle harmanlanmış hayat anlayışı, ne yazık ki tüm dünyada rağbet görmüyor… Böyle olduğu için 1 milyarın üstünde insan açlık tehlikesiyle baş başa kalmış durumda… Artık insanlar, mutluluğu
iyilikte, yardımlaşmada, hoşgörüde
bulmak yerine başka şeylerde aramaya başladı…
Zenginlere “sizi neler mutlu ediyor?” diye soruyorlar... Zenginlerin
% 52’si bu soruya, “seyahatten, eğlenceden, ziyafetlerden mutlu oluyorum” diye cevap veriyor... % 15’i
ise mücevher ve giyim kuşama harcadığı paranın kendilerini mutlu ettiğini söylüyor… Geriye kalanlar da
saraylara layık evlerde yaşamaktan
diye cevap veriyor... İnsanlar, lükse
para harcayarak rahatlıyorlar…
İyilik etmek, yardımlaşmak, dayanışma içinde olmak artık kaybolan değerler olmaya başladı… İnsan olduğumuzu unutturan çılgınlıkların esiri olmaya başladık… İşte
21. Yüzyıl’da insanlığın tutsak olduğu yaşam tarzı bu… Onlara göre,
mütevazı bir yaşam ve alçakgönüllü olmak, bu devirde para etmiyor…
2010 yılında dünya genelinde lükse yapılan harcama 2009 yılına göre
% 14 artarak 172 milyar euro oldu…
Çin’de bile lüks harcama % 30 oranında artmış…
Peki, güzel Türkiye’miz bu durumdan
etkilendi mi? Zaman küreselleşme
zamanı olduğuna göre, etkilenmemesi mümkün değil... Türkiye’de 1
milyar dolar civarında bir lüks tüketim pazarı oluşmuş durumda…
Zenginlerle birlikte, lüks tüketim de
çılgınlığa koşuyor… Hatta öylesine bir hale geldik ki, Türkiye pazarı yetmiyor, insanlarımız Amerika’ya,
Fransa’ya, İtalya’ya gidiyorlar, alışveriş yapmak için… Çılgınca harcadıkları, sadece paraları değil, hayatları, kimlikleri, değerleri…
Bir tarafta yüzlerce milyon insan
aç… Paraları olmadığı için aç… Diğer tarafta ise, dünyanın vicdanını
kanatan çılgınlıklar yaşanıyor. Parayı elinde tutanlar, paraları çoğalsın
diye savaşa, silaha, uyuşturucuya
yatırıyorlar… Dünyada silahlanmaya 800 milyar dolar, uyuşturucuya
ise 1 trilyon dolar para harcanıyor…
İşte o çılgınlık fotoğrafları, buralardan gelen kara paraların, kötü paraların sonucunda ortaya çıkıyor…
Para, bütün insani değerlerin efendisi olma yolunda hızla ilerliyor… İnsanlık desen yok… Vicdan desen
yok... İnsaf desen yok… Bir tarafta
çılgınlık fotoğrafları, öte yanda açlık ve yoksulluk fotoğrafları… Biri
insanlığın utancı, diğeri ise kanayan yarası…“Çok insanlar gördüm,
üstünde elbise yok, çok elbiseler
gördüm içinde insan yok…” diyen
Hazreti Mevlana, 700 sene öncesinden çekmiş bugünün fotoğrafını…
Somali’de olanları hepimiz ibretle ve üzüntüyle izliyoruz… Somali’de
yaşayan insanlar açlık ve kuraklık
tehlikesiyle karşı karşıya… Etiyopya, Kenya ve Uganda’da da insanlar
aynı tehdidi yaşıyor… Afrika, son 60
yılın en büyük susuzluğunu yaşıyor…
Libya’yı işgal etme sevdasındaki Fransa bunun için 160 milyon
euro harcarken, Birleşmiş Milletler Somali’ye yardım için 84 milyon
euro ayırıyor… Fransa’nın tek başına Kaddafi’yi bitirmek için harcadığı para, Afrika’da açlığın pençesindeki ülkelerin ihtiyaç duyduğu paranın neredeyse iki katı… Böyle yaman
bir çelişki işte…
Neresinden bakarsanız bakın, insanlık ölüyor... Sonra da kalkıp, dünyaya demokrasi, insanlık ve adalet
dersi vermeye kalkıyorlar… İnsan,
biraz utanır… Biraz sıkılır… Bunlarda
şıklık var… Pahalı elbiseler var… Her
türlü lüks var… Her şey var ama insanlık yok, insanlık!..
Japonya’da meydana gelen depremi ve arkasından gelen tsunamiyi hepiniz hatırlayacaksınız… O büyük felaket sonrasında Japonların
sergilediği asil duruş hala akıllarda...
Büyük bir felaket yaşanmış ama
herkes taşkınlık yapmadan, kendilerine yapılacak yardımı bekliyor…
Yollar yıkılmış, insanlar üst geçitleri kullanıyor…Yiyecek dağıtılıyor, Japonlar ip gibi sıraya dizilmiş… Ona
çok verdin, bana az verdin kavgası
yok… Bir Japon sosyoloğa, “Japonlar bu büyük felakete rağmen, nasıl böyle olgun ve asil durabiliyor?”
diye soruyorlar... Sosyolog bu soruya, “eğer Japonlar böyle yapmazlarsa, ömür boyu utançlarından
yaşayamaz” diye cevap veriyor..
Ama Somali Japonya gibi değil…
Uganda, Etiyopya, Kenya; Japonya
gibi değil… Onlar, oralarda yaşayan
insanlar, bugüne kadar yoksulluktan, açlıktan başka bir şey görmedi… Hep, insanca yaşamadan, uygarlıktan mahrum oldular… Japonya kendine yetecek durumda, ama
Afrika’da birçok ülke böyle değil…
Suriye’de insanlar öldürülüyor…
Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de insanlar insanca yaşamak istiyor…
İslam’ın coğrafyasında, İslam’a
yakışmayan manzaralar var… Çünkü buraları yönetenler, İslam’ın değerlerini unutmuş, adaleti unutmuş,
yardımlaşmayı unutmuş, insanlığı
unutmuş… Peygamber Efendimiz’in
“haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır” diye bir hadis-i şerifi var…
Bizler, “Haksızlığa karşı elinle müdahale et... Elinle edemiyorsan dilinle müdahale et... Dilinle edemiyorsan, gönlünle müdahale et” diyen yüce bir peygamberin ümmetiyiz…
Nerede olursak olalım, Yüce Allah’ın
yarattığı en yüce varlık olan insana
elimizi uzatmamız gerekiyor… Bugün Somali’ye, yarın başka bir yere…
İslam dininin en büyük ahlaki değerlerinin başında, sevgi ve saygı geliyor… İyilik ve yardımlaşma geliyor…
Onun için yardıma ihtiyacı olan nerede olursa olsun, elimizi, dilimizi, gönlümüzü onlara uzatacağız…
Bize Müslüman ve Türk kimliğimiz
gereği böyle hareket etmek yakışıyor.
∆
AĞUSTOS 2011 // 5
HABER // SEKTÖRDEN
Mercedes, BMW, Porsche ve
VW Grup’un Farları Farba’dan
Man’dan Nilüfer Turizm’e
111 Neoplan Toruliner
Nilüfer Turizm, Man Türkiye’ye 111 Neoplan Tourliner
yolcu otobüsü siparişi verdi. 2011 yılını yenilenme yılı
olarak kabul eden Nilüfer Turizm, Neoplan Tourliner otobüslerinin ilk 50’sini teslim alırken, kalan 61 otobüsün
ise, Kasım ayına kadar şirkete verilmiş olacağı belirtildi. Man Kamyon ve Otobüs Ticaret CEO’su Tuncay Bekiroğlu, Nilüfer Turizm ile gerçekleştirdikleri işbirliğinin
kendileri için önemli bir referans niteliği taşıdığına dikkat çekti.
Opel Combo’nun Üretimi Bursa Tofaş’ta,
Dünya Lansmanı ise İzmir’de yapılacak
Bayraktarlar Grubu, Alman Odelo şirketini satın alarak,
yakın gelecekte yollara çıkacak, dünyanın en önemli markalarının tedarikçileri arasına girdi. Alman otomotiv far ve spotları pazarının %20’sine hâkim olan Odelo,
2014 yılında yollara çıkacak yeni nesil Porsche ile Mercedes C serisinin arka aydınlatmasını kapsayan ihaleyi kazandı. Bayraktarlar Grubu Başkan Vekili Ahmet
Bayraktar, satın alma ile ilgili açıklamasında, “Odelo,
Mercedes’e Almanya’daki fabrikalarında far üretiyordu. Şirket bize geçince Mercedes’in önümüzdeki yıllarda yollara çıkarmak için geliştirdiği yeni C Serisi için
stop farları Türkiye’de üretmemize onay verdi. Yılda 220
bin C serisi araca arka stop lambası üreteceğiz, bunu da
Bursa’daki tesislerde yapacağız. Mercedes, BMW, Porsche ve VW Grup markalarının da birçok yeni araç projesinde stop ve sinyallerini biz üreteceğiz” dedi.
Bu arada, Farba, Bursa’daki tesislerine ek olarak, 27.5
milyon dolara Gebze’de iki tesis daha açıyor. Farba, bu
yıl sonunda Gebze’de, Bursa’daki üretimin devamı niteliğinde yeni bir tesis açmak için, 12.5 milyon euro’yu
aşan bir yatırıma başladı. Bu yatırımın yanısıra grup, 15
milyon euro’ya da, elektronik aksam fabrikası kurmak
için start verdi.
6 // AĞUSTOS 2011
2000 yılında İzmir Torbalı’daki üretimine son veren
Opel Türkiye, 11 yıl sonra gelen ilk yerli modeli yeni
Combo’nun lansmanını Türkiye’de yapmaya hazırlanıyor. Şirket, Tofaş’ın Bursa Fabrikası’nda 150 milyon
euro yatırımla Doblo platformu üzerinde üreteceği hafif
ticari araç modelinin tanıtımını ise İzmir’de gerçekleştirecek. Tofaş’ın Kasım’da üretimine start vereceği araç,
Ocak ayından önce Avrupa pazarlarında satışa sunulacak. Türkiye’de satışına ise Şubat ayının sonuna doğru
başlanacak.
KISA HABER
İşsizlik fonu 46 milyon
TL nasıl arttı?
İşsizlik Fonu’ndaki paranın bir
bölümünü dövizde değerlendiren İş-Kur, dolardaki yükselişi
fırsata çevirdi. 1.50 TL’den aldığı doları 1.78’e çıkınca satarak
İşsizlik Fonu’na 46 milyon gelir sağladı.
Bütün dünyada ülkelerin aşırı borçlanmasıyla başlayan
ve mali piyasaları alt üst eden şoklar yaşanırken, yükselen dolar kuru İşsizlik Fonu’na yaradı. Kasasında fonda biriken 50.1 milyar lira bulunan Türkiye İş Kurumu,
(İş-Kur) yükselen döviz kurunu fırsat bilip iki günde 165
milyon dolarlık satışa imza attı. Piyasalarda “Kurum
Merkez Bankası’nı mı destekliyor, Dolar hala yükselirken İş-Kur neden böyle yaptı?” gibi tartışmalar yaşansa
da, İş-Kur sonuçtan memnun.
Fonun Karlılığını Korumak İçin
İşkur Genel Müdürü Mustafa Kemal Biçerli de, satışın
kâr amaçlı gerçekleştiğini belirterek, “Fonun kârlılığını
korumak için zaman zaman ekonomik konjonktürü de
takip ederek döviz satışı yapıyoruz” dedi. Döviz satışına
İŞ- KUR Yönetim Kurulu’nun karar verdiğini anlatan Biçerli, “Aldığımız fiyatın çok üzerinde bir satış ve kârlı bir
işlem yaptık. Bu, fonun kârlılığını korumak için rutin bir
uygulama” dedi.
Sendika yasalarında AB ve ILO normları
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 2821 ve
2822 sayılı sendika yasalarını, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve AB normlarını dikkate alarak, yeniden düzenlemeyi hedeflediklerini söyledi. Üçlü Danışma Kurulu, Çelik’in başkanlığında Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’nda toplandı. Toplantıya Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Aslan, TİSK Genel Başkanı Tuğrul Kutatgobilik, DİSK Genel
Sekreteri Tayfun Görgün, bakanlık bürokratları ve sendika uzmanları katıldı. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu
İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda yapılacak
500 Milyon dolardan fazla dövizi var
İşsizlik Sigortası Fonu’nda 50 milyar 181 milyon lira bulunuyor. Bu paranın % 2.3’ü TL mevduatta, %2.4’ü döviz
mevduatında, kalanı ise Hazine bonosu ve devlet tahvi-
linde. Verilere göre, kurumun şu andaki döviz hesabında 500 milyon doların üzerinde birikimi bulunuyor. Döviz kurlarında yaşanacak gelişmelere göre kurum alım
ya da satım yapıyor.
değişikliklerin ele alındığı Üçlü Danışma Kurulu toplantısı yaklaşık 4 saat sürdü.
Sendikal yasalarda yapılacak değişiklikler için Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işçi ve işveren konfederasyonlarının temsilcilerinin katılımıyla 17-18-19 Ağustos
tarihlerinde çalışacak bir “teknik komite” kurulacak.
Toplantıda, bakanlık, işçi ve işveren konfederasyonlarının temsilcileri, yasalarda yapılacak değişikliklere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tarafların, yasalarda
yapılması planlanan değişikliklere ilişkin birbiriyle bağlantılı toplam 14 madde üzerinde farklı görüşlere sahip olduğu belirlendi. Teknik Komitenin çalışması, 25
Ağustos’ta yapılacak Üçlü Danışma Kurulu toplantısında değerlendirilecek.
AĞUSTOS 2011 // 7
HABER // TÜRK METAL’DEN
EDE DEMİR ÇELİK’TE
İLK TOPLU SÖZLEŞME İMZALANDI
ITUC BAŞBAKANLIK’A
MEKTUP GÖNDERDİ
İzmir 2 Nolu şubemizce yeni örgütlenen Ede Demir Çelik Paz. San. Tic. Ltd. Şirketi ile toplu iş sözleşmesi imzalandı. 500 işçinin çalıştığı işyerinde imzalanan sözleşme, 1.09.2011 tarihinden itibaren 2 yıl geçerli olacak.
İmzalanan sözleşme ile ücretlerde enflasyonun üzerinde ücret zammı sağlanırken, işyerinde daha önce hiç
olmayan ikramiye, yakacak, bayram, izin, evlenme, doğum, ölüm, gece zammı, erzak yardımı gibi yeni haklar
da elde edildi.
İzmir 2 Nolu Şube Başkanımız Süleyman Yıldırım, Şube Mali Sekreterimiz Hayrettin Çakmak’la imzalanan
sözleşme sonrası üyelerimizle bir araya gelerek, toplu
iş sözleşmesi hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Yıldırım, yapılan sözleşmenin herkese hayırlı olması temennisinde
bulundu.
LARTH HAVLU’DA
TOPLU SÖZLEŞMESİ SEVİNCİ
Manisa bulunan ve Manisa 1 Nolu Şubemizin öncülüğünde teşkilatlanan Access Bisiklet işçilerine, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’ndan (ITUC) mektuplu destek geldi. 151 ülke ve bölgede 305 örgütü ve
175 milyon işçiyi temsil eden ITUC’un Genel Sekreteri Sharan Burrow imzasıyla Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’a gönderilen mektupta, Manisa’da Accell Bisiklet Fabrikası’nda sendikaya üye olmaları nedeniyle
işçilerin işten çıkarmalarının güçlü bir şekilde protesto
edildiği vurgulandı.
Burrow mektubun devamında, “Hollanda’da faaliyet
gösteren üyemiz FNV Konfederasyonu sendikal haklara çok iyi düzeyde saygı gösteren bu ülkede yer alan Accell Grubu ile temasa geçti. Manisa’da ve Türkiye’nin her
yerinde sendikal haklara saygı gösterilmesini sağlamanız için konuyu size taşıyoruz. Size, Accell işyerinden çıkarılan işçilerin derhal işlerine iade edilmeleri için çağrıda bulunuyoruz” dedi.
İzmir 1 Nolu Şubemizce yeni örgütlenen Larth Havlu Radyatör San. Tic. A.Ş. ile toplu iş sözleşmesi imzalandı. 160 işçinin çalıştığı iş yerinde imzalan sözleşme,
1.1.2011 tarihinden itibaren 2.5 yıl geçerli olacak. İmzalanan sözleşme ile ücretlerde enflasyonun üzerinde
zam alınırken, iş yerinde daha önce hiç olmayan yakacak, bayram, izin, evlenme, doğum, ölüm, gece zammı,
erzak yardımı gibi yeni haklar da elde edildi.
İzmir 1 Nolu Şube Başkanımız Halil İbrahim Tosun,
Şube Sekreteri Hüseyin Altın, Şube Mali Sekreteri Güngör Sunar ve işveren vekillerinin de katıldığı toplantıda,
çalışanlara, sözleşmenin ayrıntılarına ilişkin bilgi verdi.
Tosun, sözleşmenin, çalışanlara maddi getirilerinin yanısıra, manevi olarak da katkı sağladığını belirterek, hayırlı olması temennisinde bulundu.
8 // AĞUSTOS 2011
Mektubunda, sendikal hakların insan hakkı olduğunu da
belirten Burrow, şöyle dedi: “Bu haklar sadece şiddetten, misillemelerden veya sendikacılara yapılacak herhangi bir tehditten uzak bir iklimde kullanılabilir ve bu ilkeye saygı gösterilmesi hükümetlerin görevidir. Dolayısı
ile, bu ciddi konuda acil olarak harekete geçmenizi sabırsızlıkla bekliyoruz.”
HABER // TÜRK METAL’DEN
TÜRK METAL SENDİKASI
WEB SAYFASI YENİLENDİ
Türk Metal Sendikası’nın web sitesi yenilendi. 12 Ağustos tarihinden itibaren www.turkmetal.org.tr adresinde, erişim kolaylığını ön planda tutarak, daha kolay,
daha kullanışlı estetik bir tasarım ile yenilediğimiz sitemizle karşınızdayız.
Gerek görsel, gerek içerik bakımından yepyeni bir ara
yüze sahip olan sitemiz sayesinde, Türk Metal Sendikası
hakkındaki bilgilere, haberlere en doğru ve en kısa yoldan erişilirken, etkinlik ve duyurularımızla ilgili daha detaylı bilgilere ulaşılabiliyor.
Yeni sitemizde herkes genel merkez ve şube haberlerine güncel olarak, rahatlıkla erişebilmenin kolaylığını yaşayacak. Sitemizin Şubeler butonuyla hem şube bilgilerine, hem de şubelerle ilgili haberlere erişebiliyorsunuz.
Güncel olarak görüşlerinizi bildirebileceğiniz Anket, ihtiyaç duyabileceğiniz internet sitelerine erişiminizi sağlayan linkler ve çalışma hayatındaki gelişmeleri karikatürize eden Metal Çizgi uygulamalarının, ziyaretçilerimizin farklı yönlerine hitap edeceğine inanıyoruz. Ayrıca
video ve foto galerimiz daha kapsamlı, sürekli güncellenen içeriğiyle daha fazla ziyaretçi kitlesine ulaşacak.
kullanımına sunuyoruz. Yeni sitemizde; Yönetim Kurulu, Şubeler, Eğitimler, Mevzuat, İletişim, Haberler, Etkinlik Takvimi, Örgütlü İşyerleri, Türk Metal ve Metal Çocuk
dergileri, Araştırmalar, Anket, Metal Çizgi, Basında Biz,
Basın Açıklamaları, Foto Galeri, Video Galeri Kurumsal,
Arşiv, Arama butonları ile ziyaretçilerimize sunulan hizmetlere erişebilirsiniz. Daha önceki sitemizde yer alan
içeriklere yenileri ilave edilerek, içerikler özenle tek tek
seçilerek yenilendi.
Yeni sitemizle ilgili görüşlerinizi Anket bölümündeki soruyu yanıtlayarak bizlere iletebileceğiniz gibi, görüş ve
önerilerinizi İletişim butonunu kullanarak da bize aktarabilirsiniz.
Türk Metal Sendikası Genel Merkezi Bilgi İşlem
Merkezi’nin yaklaşık iki ay süren hummalı çalışması ile
içeriği oluşturulan sitemiz ile ilgili beğenilerin olumlu
yönde olmasını umut ediyoruz. Ayrıca, tasarım ve yazılım olarak Sendikamıza destek veren AGEM Şirketine de
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
TÜRK METAL SENDİKASI
Anlaşılacağı üzere, yeni internet sitemizde eskisine
oranla çok daha geniş bir veri tabanını ziyaretçilerimizin
AĞUSTOS 2011 // 9
MAKALE
Acı Gerçeği
Bakan Açıkladı:
“İSTATİSTİKLERİ
YAYINLARSAK HAK-İŞ
VE DİSK TARİH OLUR” Türkiye’de yıllardır sürdürülen sendikasızlaştırma
politikalarının neden olduğu vahim tablo, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nca da teyit edildi. Aslında işin içinde olanlar, sendikalaşma oranıyla ilgili acı tabloyu biliyor. Ancak, resmi rakamların, yani
“İstatistiklerin” açıklanması bekleniyor. İstatistiklerin açıklanması ise sürekli erteleniyor.
SELDA OĞUZ
[email protected]
Ve nihayet, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik, katıldığı bir televizyon programında istatistiklerin tamamını değil ama, istatistiklerin ortaya koyduğu çarpıcı rakamları açıkladı. Bakan Çelik, SGK verilerine
göre, Türkiye’deki sendikalaşma oranının % 8,9 olduğunu, İşçi İstatistiklerinin yayınlanması ile birlikte, 35 sendikanın devre dışı kalacağını söyledi. Çelik, “Sadece TÜRKİş’in 15-16 sendikası kalıyor. HAK-İŞ, DİSK tarihe karışmış
oluyor’’ dedi.
Böylece herkes anladı; “istatistiklerin, hazır olduğu halde
neden aylardır açıklanmadığını.”
Böylece; sendikaların en önemli sorunu, ilk gündem maddesi
bir kez daha ortaya konuldu.
Böylece; sendikaların artık örgütlenmeyle ilgili acil tedbirler alması ve tüm engellere rağmen inadına örgütlenmesi gerektiği
bir kez daha anlaşıldı.
Bir tarafta sendikalaşma ile ilgili bu acı tablo, diğer tarafta sendikalı oldu diye işinden çıkarılanlar…
Diğer bir tarafta ise, birden fazla sendikaya üyeliği öngören yasal
düzenlemeler…
***
Sendika sözcüğü, bir birliğin, ortaklığın veya alacaklıların haklarını korumakla görevli kimse anlamına gelen, Fransızca bir kelime olan “sendik” sözcüğünden türemiş ve “sendikin” bulunduğu yer anlamındadır.
10 // AĞUSTOS 2011
Günümüzde ise sendika, genişletilmiş anlamı ile işçi,
memur veya işverenlerin iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular bakımından çıkarlarını korumak ve daha
da geliştirmek için aralarında kurdukları birlik anlamında kullanılıyor.
Sendikalar, endüstri toplumlarının vazgeçilmez örgütleridir. Sendikalar aynı zamanda toplumları çalışma hayatı yönüyle şekillendiren ve geleceği etkileyen önemli güçlerden biridir.
Birçok ülkede sendikal örgütlenme, çalışan nüfusun önemli bir kısmını içinde barındırmaktadır. Özellikle sendikal hareketin başladığı endüstri toplumları bu konuda önemli örgütlülük düzeyine sahiptir.
Ülkemizde ise sendika üyeliği ve sendikalaşma oranları konusunda uzun yıllar resmi kurumlar, üniversiteler ile
işçi-işveren kuruluşları ve hatta uluslararası kuruluşlar
arasında tam bir kargaşa yaşandı. Yöntem, kaynak ve
değer açısından birbirinden oldukça farklı veriler ciddi
bir bilgi kargaşasına yol açtı.
Sendikalaşma ve çalışma hayatına ilişkin veriler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından toplanmakta ve yayımlanmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’de sendikalaşma istatistikleri de Bakanlık tarafından tutulmaktadır. Fakat Bakanlık, ILO’nun kullandığı yöntemler dışında, kendine özgü yöntemler kullandığı için bu istatistikler gerçek rakamları ifade etmemekteydi. Hem toplam
işçi sayısı, hem de sendikalı işçi sayısı gerçek rakamlardan oldukça farklı. İstatistiklerde sendikalı işçi sayısı,
üyeliği düşmüş eski üyeleri de içermekteydi. İşten atılan, emekli olan, farklı işkolunda çalışmaya başlayan işçilerin üyelik kayıtları düzenli olarak tutulmamakta ve
takip edilmemekteydi.
Yıllar
1948
1949
1950
1955
1956
1963
Sendika Sayısı
73
77
88
363
432
563
Toplam İşçi Sayısı
329 463
344 914
373 961
604 295
824 881
975 570
İşçi sendikaları ile kamu görevlileri sendikalarına ilişkin
veriler de farklı yöntemlerle saptanıyor. İşçi sendikalarının üyeliklerinde Bakanlığa gönderilen üye fişleri esas
alınırken, kamu görevlileri sendikaları açısından aidat
ödeyen üyeler esas alınmaktadır. ÇSGB tarafından kullanılan yöntem, bilimsel kaygılardan daha çok, yasanın
öngördüğü gereklilikleri yerine getirme amacı güden ve
siyasal müdahalelere açık bir yöntemdi. Tüm bu yöntemsel farklılıklar, ülkemizde sağlıklı sendika üyeliği ve
sendikalaşma oranı istatistiklerinin oluşmasını engellemekteydi.
Örneğin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın
son açıklanan 2009 Temmuz ayı istatistiğine göre;
Türkiye’de toplam işçi sayısı 5.398.296, toplam sendikalı işçi sayısı 3.232.679, Sendikalaşma oranı ise
%59.88 idi.
Sendikalaşma oranının % 59.88 olarak açıklandığı
bakanlık verilerinde, Türk-İş’in 2 milyon 239 bin 341,
Sendikalı İşçi Sayısı
52 000
72 000
78 000
189 595
282 967
295 710
Sendikalaşma Oranı
15,8
20,9
20,9
31,4
34,3
30,3
Hak-İş’in 431 bin 550, DİSK’in 426 bin 232, bağımsız
sendikaların 135 bin 556 olmak üzere toplam 3 milyon
232 bin 679 sendika üyesi olduğu belirtiliyor.
Dolayısıyla, bu gerçek olmayan tablonun gerçek verilere
oturtulması için SGK verilerinin esas alınmasını öngören bir yasal düzenleme yapıldı.
SGK’nın Nisan 2011 verileri dikkate alındığında,
Türkiye’de toplam 10 milyon 314 bin 95 kayıtlı işçi çalışıyor. Bu işçilerin 922 bin 188’i ise bir işçi sendikasına
üye bulunuyor. Bu veriler çerçevesinde Türkiye’deki sendikalaşma oranı % 8.94’e karşılık geliyor.
Görüldüğü gibi, SGK’nın bu verileri, son olarak 2009’da
yayımlanan bakanlık verileriyle büyük farklılık gösteriyor.
Türkiye’de bugün Türk-İş’in 33, Hak-İş’in 11, DİSK’in 16,
bağımsızların 44 olmak üzere toplam 104 işçi sendikası bulunuyor.
AĞUSTOS 2011 // 11
MAKALE
Çalışma Bakanı’nın da dikkat çektiği gibi ,sendikalı işçi
sayısına ilişkin istatistiklerin SGK verileri dikkate alınarak yayımlanması durumunda; toplu sözleşme yetkisi
için aranan %10’luk iş kolu barajını aşmış ve yetkili olan
mevcut 51 işçi sendikasının 35’i baraj altında kalıyor.
Tablo 2 -1960-1980 yılları arasında iş yasasındaki
işçi sayısı ile sendikalı işçi sayıları
Hükümet şimdi bu istatistikleri elinde koz olarak tutuyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de,
son açıklamasında bunun sinyalini verdi. Sendikal mevzuatta değişiklik yapılıp, barajlarla ilgili adımların atılması gerektiğinin altını çizen Bakan Çelik, taraflar arasında uzlaşmanın önemine değinirken, İstatistiklerin
yayınlanması ve sendikaların durumlarını görmesi durumunda uzlaşmanın daha kolay olabileceğine dikkat
çekti.
Görünen o ki, önümüzdeki dönem çalışma hayatındaki düzenlemelerde sendikalaşma oranı önemli rol oynayacak ve istatistiklerle ilgili tansiyon daha da yükselecek.
∆
Tablo 3: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na Göre Sendikalaşma
Yıl Toplam SSK’lı İşçi Sendikalı İşçi Sendikalaşma Oranı (%)
1984
2.553.384
1.427.271 55,9
1985 2.819.517 1.828.471
64,9
1986 3.075.343
1.953.892 63,5
1987 3.268.030
2.044.797 62,6
1988
3.483.212
2.227.029 63,9
1989 3.564.214 1.834.969 51,5
1990 3.563.527
1.997.564 56,1
1991 3.513.064
2.130.811
60,7
1992
3.596.469
2.254.271
62,7
1993 3.742.380
2.485.681 66,4
1994 3.815.261
2.644.417 69,3
1995 3.905.118 2.667.014 68,3
1996 4.051.295 2.708.784 66,9
1997 4.215.375
2.774.622 65,8
1998 4.327.156 2.923.546 67,6
1999 4.381.039
3.037.172 69,3
2000 4.521.081 2.468.591 54,6
2001 4.562.454
2.609.672 57,2
2002 4.572.841
2.680.966
58,6
2003 4.781.958 2.751.670 57,5
2004 4.916.421 2.854.059 58,1
2005 5.022.584
2.944.929 58,6
2006
5.154.948
3.001.027
58,2
2007 5.154.948
3.001.027
58,2
2008 5.414.423 3.179.510
58,7
2009 5.398.296
3.232.679
59,8
Kaynak: ÇSGB İşkolu İstatistikleri, Temmuz ayı verileri esas alınmıştır
12 // AĞUSTOS 2011
MAKALE
ÇOĞULCU KATILIMCI
DEMOKRATİK
REJİMLERİN
YAŞATILMASINDA
SENDİKALARIN
VARLIĞININ
KORUNMASININ ÖNEMİ Sosyal, siyasal ve ekonomik düzen, tarihsel-
PROF. DR. HÜSEYİN AKYILDIZ
toplumsal sürecin nesnel koşullarını biçimlendiren üretim biçimine göre oluşur1. Bu bağlamda,
sanayi devriminin ürünü olarak ortaya çıkan makineli üretim, ekonomide liberal ve sosyalist modellere, sosyal alanda bireyci ve toplumcu sosyal teorilere, siyasal olarak da liberal demokrasi, faşizm ve
sosyalizm gibi rejimlere yol açmıştır. Makineli üretimin siyasal, sosyal ve ekonomik alandaki türevleri olarak ortaya çıkan bu olgular, modern çağın bir biriyle çelişen tez ve antitezlerini oluşturmaktadırlar. Tarihsel dinamikleri içerisinde iş bölümü ve uzmanlaşmaya dayanan fordist üretim biçimiyle çelişkilerin daha
da derinleştiği bu süreçte, yaşanan diyalektik tepkime,
sonuçta siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamda yeni sentezlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır2.
Daha önce aydınlanma çağının ürünü olarak ortaya çıkan
ve sanayi devrimiyle güç kazanan liberal felsefenin sosyal,
siyasal ve ekonomik alanlardaki türevleri olarak bireyci sosyal teori, liberal devlet modeli ve liberal kapitalist ekonomi
modeli, sanayi devriminin hemen sonrası dönemin yükselen
AĞUSTOS 2011 // 13
MAKALE
değerlerini oluşturmuştur. Ancak, merkeziyetçi hiyerarşik yönetim, kitlesel standart üretim ve standart çalışma koşullarının karakteristiklerini oluşturduğu fordist
üretim biçimi, liberal kapitalist ekonominin birbiriyle çelişen ve çatışan temel dinamiklerini de beraberinde getirerek, diyalektik süreçte yeni bir sentez olarak sosyal
refah devleti modelinin ve örgütlenme biçimi olarak da
neo-korporatizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur3.
Dolayısıyla, büyük işçi kitlelerinin örgütlenerek, toplu
sözleşme ve grev haklarıyla donanmış kuruluşlar olarak, işçi sendikalarının, sosyal siyasal ve ekonomik süreçte büyük güç merkezlerini oluşturdukları yeni bir endüstri ilişkileri sistemi ortaya çıkmıştır4. Böylece, fordist
üretim biçiminin türevi olarak ortaya çıkan süreçte, liberal felsefe ‘kamu yararı’ ilkesiyle yumuşatılmış, sınıf
çelişkilerini ve toplumsal bütünleşmeyi esas alan sosyal teoriler güç kazanmış ve bu gelişimin sonucu olarak
da, devletin kamu yararına ekonomiye müdahale ettiği
karma ekonomi modeli ile siyasal süreçte sendikaların
etki ve güç sahibi olduğu poliarşik bir yapıyı temsil eden
çoğulcu ve katılımcı demokratik rejimler tarihsel süreçte yerini almıştır5.
Çoğulcu ve katılımcı siyasal rejim ile toplumsal entegrasyonun karakterize ettiği sosyal refah devleti modeli ve neo-korparatist endüstri ilişkiler sistemi içerisinde örgütlenmiş olan toplum, adeta organik bir varlık gibidir. Yani, bir bakıma toplum yaşayan bir organizmadır. Bu süreçte, siyasal sistem toplumsal yaşamın üretildiği merkezi sinir sistemi gibidir. Keza, insan organizmasında yaşam, merkezi sinir sisteminin en alt bölgelerinden en üst bölgelerine kadar çeşitli merkezleri içeren nöron havuzlarından gelen sinyallerin entegrasyonu
ile üretilir. İşte bu bağlamda, siyasal sistemin nöronal
yapısı içerisinde endüstri ilişkileri sistemi adeta merkezi sinir sisteminin alt bölgelerinden başlayarak kortekse kadar uzanan medulla spinalis, bulbus, pons ve
mezensefalonun retüküler cevheri, serebellum ve talamus gibi merkezleri içeren bir yapıya karşılık gelir. Örneğin, beynin üst bölgelerinden, motor korteksten başlatılan amaca yönelik hareketler, motor korteksten çıkıp, serebellum üzerinden geçip tekrar motor kortekse
dönen geri bildirim devreleri yoluyla denetlenerek, ortaya çıkan hatalar sürekli olarak serebellum tarafından
kontrol edilir ve düzeltilir6. Buradaki ilişki, iktidar ile muhalefetteki partiler, sendikal örgütler ve sivil toplum örgütleri arasındaki ilişkiler gibidir. Burada, iktidarın yaptığı düzenlemelere ilişkin geri bildirimler ve denetimler
muhalefet partileri, sendikalar ve sivil toplum örgütleri tarafından gerçekleştirilir. Böylece toplumsal yaşam,
siyasal nöronal merkezleri teşkil eden çoğulcu katılımcı
demokratik kurumsal yapılar içerisinde üretilir. Bu bağlamda, nasıl ki beynin her hangi bir bölgesinin işlevsiz
kalması ya da devre dışı bırakılması, o beynin ait olduğu
organizmanın yaşamını kısmen ya da tamamen sonlandırır ise, aynı şekilde, çoğulcu katılımcı siyasal demokratik rejimin nöronal merkezlerinden bir ya da bir
kaçının işlevsiz hale getirilmesi de, toplumsal işleyişe
yaşam veren sistemin kısmen ya da tamamen çökmesi
anlamına gelir. Bu bakımdan sendikalar, evrensel insan
haklarının yüceltildiği çoğulcu katılımcı siyasal demokratik rejimlerin yaşatılmasında özel bir öneme sahiptir. Özgürlük düzenlerinin beslendiği kaynak, insan olma
onuru ve haysiyetinin yüceltildiği felsefe, toplum bireylerinin insan onuruna yaraşır bir yaşamı sürdürebileceği
imkânları içeren bir ekonomi ve insanın kendisine aşırı
14 // AĞUSTOS 2011
İktidarın yaptığı düzenlemelere
ilişkin geri bildirimler ve denetimler
muhalefet partileri, sendikalar ve
sivil toplum örgütleri tarafından
gerçekleştirilir. Böylece toplumsal
yaşam, siyasal nöronal merkezleri
teşkil eden çoğulcu katılımcı
demokratik kurumsal yapılar
içerisinde üretilir.
yabancılaşmasına yol açmayacağı kadar sosyolojik ve
psikolojik koşulların üretimidir. Bu süreçte siyasal nöronal sistemin önemli bir bölümünü oluşturan endüstri
ilişkileri sisteminin temel kurumları olan sendikalar, gerek toplum organizmasının işçi kesimini kontrol eden,
gerekse sahip oldukları toplu mücadele araçlarıyla geliştirdikleri refleksler ve geri bildirimler ile hem işçi sınıfının hem de toplum organizmasının yaşamına katkı
sağlayan en önemli yapıları oluşturmaktadır.
Ancak, üretimde CNC tezgâhlarının kullanımıyla başlayan neo-fordist ve robotların kullanımıyla devam eden
post-fordist süreç üretim biçimini hızla değiştirmekte; yaşanan bu süreç de refah devleti, endüstri ilişkileri sistemi ve çalışma ilişkilerinin kurum ve kurallarını dönüştürmektedir7. Bu bağlamda ülkemizde gelecek 20 yıl içerisinde neo-fordist ve post-fordist süreçlerin birbirini izlemesi sonucunda üretim ve istihdamın
yapısı tamamen değişecektir. Keza, aşağıdaki grafikte
görüldüğü üzere, ekte sunulan tablodaki verilerden yararlanarak gerçekleştirmiş olduğumuz regresyon analiziyle elde ettiğimiz denklemleri kullanarak yaptığımız tahminlere göre, 2010-2030 aralığındaki son yirmi yılda üretim %114,223 oranında artarken, istihdam
%45,7407 oranında daralacak; işsizlik ise %79,6521
artacaktır. Öyle ki, istihdamdaki bu daralma ve işsizlikteki artış, 15 yaş ve üstündeki nüfusun % 2,3053 ve işgücüne katılanların da % 18,2592 oranında azalmasına rağmen gerçekleşecektir. Bu durumda çalışma ilişkilerini düzenleyen iş mevzuatının aynen devam etmesi halinde, sendikaların üye sayısında önemli düşüşler
meydana gelecek ve sendikalar siyasal süreçte önemli
oranda güç kaybedecektir. Ayrıca, toplumda kitleler halinde işsizlerin ortaya çıkışı sosyal huzursuzlukları artıracaktır. Bu durumda hükümetlerin teskin edici sosyal
politikalar uygulayarak, artan üretimden işsiz kitlelere yardımlarda bulunması halinde büyük halk kitlelerinde hem siyasal partilere bağımlılığı artıracak, hem yardımlara bağımlı yaşamanın alışkanlık olarak yerleşmesine neden olacak, hem de siyasal yaşamda rekabet yoğunlaşacaktır. Keza, böylesi bir süreçte toplum bireylerinin kendi partilerini desteklemeleri, onlar için yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli imkânlara ulaşıp ulaşamamanın tek yolu olacaktır. Ayrıca, sendikaların güç
kaybetmesi çoğulcu katılımcı siyasal demokratik rejimin adeta nöronal merkezlerinden birisinin zayıflaması ve işlevsiz hale gelmesi anlamına gelecektir. Tıpkı insan organizmasının fonksiyonlarını üreten merkezi sinir
sisteminin bazal ganglionların alt bölgelerinin işlevlerini yitirmesi gibi. Keza bu durumda parkinson hastalığı8
ortaya çıkar. Yani böylesi bir durumda sosyal, psikolojik, ekonomik ve siyasal bunalım patlak verecektir. Dolayısıyla bu kadar vahim bir durumun sağlıklı alternatifi ne olacaktır?
Bu süreçte siyasal nöronal
sistemin önemli bir bölümünü
oluşturan endüstri ilişkileri
sisteminin temel kurumları
olan sendikalar, gerek toplum
organizmasının işçi kesimini
kontrol eden, gerekse sahip
oldukları toplu mücadele
araçlarıyla geliştirdikleri refleksler
ve geri bildirimler ile hem işçi
sınıfının hem de toplum
organizmasının yaşamına
katkı sağlayan en önemli
yapıları oluşturmaktadır.
İşte bu bağlamda, yukarıdaki verilere tekrar dönmek
gerekiyor. Her şeyden evvel ileri teknoloji ile üretim artacağına göre, işçilerin aylık maaşlarında hiçbir indirim yapmaksızın haftalık çalışma sürelerinin kısaltılması hem istihdam edilen kişi sayısını artırarak işsizliğin azalışını sağlayacak, hem de çoğulcu katılımcı siyasal demokratik rejimin nöronal merkezlerinden birisi olarak sendikaların güç kaybını ortadan kaldıracaktır.
Diğer yandan, iş bulan büyük kitleler sosyal yardımlara
bağımlı bireyler olmaktan çıkacak, kendi emeği ile kendi
yaşamını sürdürebilmenin moral ve mutluluğunu yaşayacaktır. Ayrıca büyük halk kitlelerinin artan üretimden
daha fazla pay alması, gelir dağılımının daha adil olmasını sağlarken, toplam üretimi massedecek toplam talebi de gerçekleştirecektir. Böylece sosyal, psikolojik ve
ekonomik istikrar toplumsal bunalımı ortadan kaldırırken, bunların türevi olan siyasal güven ve istikrar da beraberinde gelecektir. Keza hür siyasal rejimlerin en büyük düşmanı yoksulluk ve bunalımdır.
AĞUSTOS 2011 // 15
MAKALE
Nasıl ki beynin her hangi bir bölgesinin işlevsiz kalması ya da devre dışı bırakılması,
o beynin ait olduğu organizmanın yaşamını kısmen ya da tamamen sonlandırır ise,
aynı şekilde, çoğulcu katılımcı siyasal demokratik rejimin nöronal merkezlerinden bir
ya da bir kaçının işlevsiz hale getirilmesi de, toplumsal işleyişe yaşam veren sistemin
kısmen ya da tamamen çökmesi anlamına gelir. Bu bakımdan sendikalar, evrensel
insan haklarının yüceltildiği çoğulcu katılımcı siyasal demokratik rejimlerin
yaşatılmasında özel bir öneme sahiptir.
*2010 (0cak-Eylül Ortalaması)
Not: Yukarıdaki seriler DPT verilerinden hesaplanmıştır (Kaynak: DPT, Ekonomik Ve Sosyal Göstergeler (19502005); DPT: Temel Ekonomik Göstergeler 2001 Aralık; DPT: Temel Ekonomik Göstergeler 2003 Aralık; DPT: Temel
Ekonomik Göstergeler 2005 Aralık; DPT: Temel Ekonomik Göstergeler 2007 Aralık; DPT: Temel Ekonomik Göstergeler 2010 Temmuz; DPT: Temel Ekonomik Göstergeler 2010 Aralık).
1- Erich FROMM (1984), Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum, (çev.) Necla Arat,
Onur Matbaası, İstanbul, s.. 94-95; Hüseyin AKYILDIZ (1998), “Bireysel ve
Toplumsal Boyutlarıyla Yabancılaşma”, Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F.
Dergisi, S. 3, s.173; Hüseyin AKYILDIZ ve Murat Ali DULUPÇU (2003), “Kavramsal ve Diyalektik Süreç Olarak Yabancılaşma”, Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 8, S. 3, s. 26.
5- Tülay ARIN (1997), “Anayasal İktisat ve Refah Devleti: TİSK ve TÜSİAD’ın
Asgari Devlet Raporlarının Eleştirisi”, Ekonomide Durum, TÜRK-İŞ Yayını,
Bahar-Yaz Sayısı, Ankara, s. 91-97; Robert A. DAHL (1993), Demokrasi ve
Eleştirileri (çev.) Levent KÖKER, Türk Siyasi İlimler Derneği TDV Yayını, Ankara,
s. 278-283, 317-318; AKYILDIZ Refah Devletinin Dönüşüm Dinamiği Ve Ortaya Çıkan Çelişkiler, s. 5.
2- Hüseyin AKYILDIZ (2005), “Refah Devletinin Dönüşüm Dinamiği Ve Ortaya
Çıkan Çelişkiler”, Siyasa, S.2, s. 2-3.
6- Arthur C. GUYTON (1978), Fizyoloji, C.II, İngilizce 5. Baskıdan Çeviri, (çev.
Edip AKTİN, Muammer BİLGE, Kemal ÖNEN ve Faruk YENEL), Ankara, s. 323325, 347-356, 385, 419, 478-482, 394, 496; Necmettin ERKAN (1989), “Çalışma Hayatında Fizyolojik Stressler Ve Ergonomi”, 2. Ergonomi Kongresi,
MPM Yayını:319, Ankara, s.58-65; Hüseyin AKYILDIZ (2001), Ücret Yapısının
Oluşumu, SDÜ Yayını, No. 11, Isparta, s. 21-22.
3- Murat Ali DULUPÇU (2003), “ “Americanismo e Fordismo” ve “Yeni” Kapitalist Gelişme: Düzenleme Perspektifi”, İktisat Dergisi, Eylül-Aralık Sayısı,
s. 58; AKYILDIZ Refah Devletinin Dönüşüm Dinamiği Ve Ortaya Çıkan Çelişkiler, s. 11.
4- Norman BARRY (1989),Yeni Sağ, (Çev.) Cevdet Aykan, Ankara, s. 2,7,9; Ian
GOUGH (1979), The Political Economy of the Welfare State, Macmillian Pres
Lmt’s Pres, Hong-Kong, s. 146-147; Michel BEAUD (2003), Kapitalizmin Tarihi, (çev.) Fikret Başkaya, Ankara, s. 201-208; Hüseyin AKYILDIZ (2000),
“Demokrasi ve Ekonomi”, TDV/DIHEP Demokrasi Dosyası, Ankara, s. 479.
16 // AĞUSTOS 2011
7- Dulupçu, s. 57-59; Haldun GÜLALP (1997), “Modernist İyimserlikten Postmodernist Kötümserliğe”, TÜRK-İŞ 97 Yıllığı, C. 2, Ankara, s. 454-455; AKYILDIZ Refah Devletinin Dönüşüm Dinamiği Ve Ortaya Çıkan Çelişkiler, s. 11-13.
8- Sinan Canan; http://www.genbilim.com/content/view/291036/33/ Erişim 21.02.2011
İnsanımızın özellikle içinden geçtiğimiz bu
zamanda birbirlerini anlamaya, daha çok
ortak paydada buluşmaya ihtiyacı var.
Geride bıraktığımız Ramazan ayı da işte bu
ihtiyacı karşılama noktasında bizler için bir fırsattı. Bu zamanlar aç olanın açın halinden anladığı, sabrın ne büyük bir mutluluk ve
huzur aracı olduğunun daha iyi anlaşıldığı
zamanlar. Evet, bu kutsal ayın bize
kazandırdıklarını bayramlarla kutluyoruz.
Ve bu bayramlar milli birlik ve beraberliğimizi
pekiştirmesi, nesiller arasında bile kopukluğu gidermesi açısından da milletçe yaşanılması en
güzel günlerimizden…
Türk Metal Sendikası yalnızca kendine üye
çalışanları ile değil, üyelerin aileleri ile de
bütün ve büyük bir aile. Ve bu aile dün olduğu
gibi, bugün olduğu gibi yarın da var olacaktır.
Yine bir bayrama daha ulaşmanın sevinci içindeyiz… Bu sevinçle siz değerli üyelerimizin ve ailelerinizin bu güzel Ramazan bayramını kutluyor,
bereket dolu, mutlu, huzurlu bir
bayram diliyoruz.
TÜRK METAL
İKİ ÇİFT LAF
RAMAZAN VE
MAGAZİN
Zamanı öğrenmek için insanlığa takvim ve saat
diye iki önemli araç sunulmuştur… Saat denilince
akla eskiden ‘İsviçre Saati’ gelirdi. Şimdi o saatler
artık mazide kaldı.
Bir de takvimler var... Hani şu her yaprağını koparırken, ömürden geçen bir günün muhasebesini yapmadan, yapamadan, yapmak istemeden içinde bulunduğumuz günü öğrenmek için baktığımız takvimler…
Bizim için kullanılan iki takvim var... Biri hicri takvim, diğeri ise miladi takvim… Hicri takvimi İslam Alemi kullanıyor. Miladi takvimi ise tüm dünya…
Hicri takvimin 9’uncu ayı olarak Ramazan ayı, tüm İslam
Ama şu ‘rating’ kaygısı var ya, dünyasını
güzel duygu ve düşüncelerde buluşturur…
bazen hocaları bile amacın- Kutsal kitabımız Kuran’ın Peygamber Efendimiz’e göndedan uzaklaştırabiliyor. Biri çı- rilmesi, Ramazan ayında başlamıştır. “Onun için sizden her
aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukkıyor, “sakız çiğnemek oru- takimisebututamadığı
günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin.
cu bozar mı?” diye soruyor. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor.” Bakara Suresinin
185’inci ayetinde böyle emrediliyor.
Bir başkası, “dayak yemek
ayı boyunca gündoğumundan önceki alacakaranlık
ya da dayak atmak orucu ileRamazan
günbatımından sonraki alacakaranlık arasında oruç tutulur.
bozar mı?” diye soruyor.
Peki, acaba bu kutsal aya neden ‘Ramazan’ adı verilmiştir?..
18 // AĞUSTOS 2011
Diyanet İşleri Başkanlığı güzel bir şey yaptı ve ‘Alo Fetva’
hattı kurdu… Sorulara, dinimizin gereklerine uygun cevap arayanlar için, bu hat oldukça önemli bir görevi yerine getiriyor… Televizyonlara, radyolara çıkanların sorduğu sorularla ve bunlara verilen cevaplarla insanların
akıllarının karışmasını da önlüyor bu hat…
Dikkatinizi çekmiştir sizin de... Ramazan ayı geldiğinde
hemen hemen bütün kanallar Ramazan programlarıyla dolup taşıyor… Ekrana zaman zaman ‘ilahiyatçı’ kimliğiyle çıkan bazıları için o saçma sorular adeta bir cevher oluyor... Hele programı sunan da tava geldiyse dokunmayın televizyoncuların keyfine… Bir de din adamları ve ilahiyatçılar arasında, ‘benim dediğim doğru, senin dediğin yanlış’ hesabıyla adeta bir ‘savaş’ var. Bir
ilahiyatçı , “dini; bildiğimiz kadar din zannediyoruz” demişti.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın yazdıklarına göre, Ramazan kelimesi Ram olmak, yani yanmak fiilinden gelmektedir. Bu
ayda tutulan oruçlarla günahlar yakıldığı için adı ‘Ramazan’ olmuştur.
Evet... Belki de çoğumuz böyle düşünüyoruz... Ama bilmediğimiz o kadar çok şey var ki… “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” denildiği halde, bildiklerimizi yeterli görüp, öğrenmemekte ısrar ediyoruz…
Yine Elmalılı Hamdi Yazır’a göre ‘Ramadiyu’ yağmur demektir. Bu ayda tutulan oruçlar, insanları yağmur suyu
gibi günahlarından temizler, aklar…
Özellikle İslam Dini’nin tam ve doğru olarak öğretilmesinde ilahiyatçılara büyük görev düşüyor… Doğru bilgiler, doğru bir şekilde aktarılmalı... Bizler de öğrenmeliyiz… İlahiyatçılar, saygınlıklarına gölge düşürmeden,
magazine bulaşmadan bilgiyi bizlerle paylaşmalı…
***
Camilerde ramazan ayı boyunca asılan mahyalarda
“Hoş geldin Şehr-i Ramazan” yazısını görürüz. ‘Şehr’
Arapça’da 29-30 günlük zaman parçasına verilen isim,
yani ay demek... Farsça’da ise bir aylık zaman parçasına ‘Mah’ deniliyor. Ramazan ayının Farsça karşılığı ise
‘Mah-ı Ramazan’ oluyor.
İmam Malik, “Alimler, ahirette peygamberler gibi hesaba çekileceklerdir.” diyor. Özellikle ilahiyatçıların bu sözü
hatırlaması lazım…
RAMAZAN’A SAKLA…
Vaktiyle adamın birisi her şeyin en güzelini bir yana ayı-
***
Ramazan ayının 27’nci gecesi, Kadir Gecesi… Kadir Gecesi ile ilgili olarak, Kur’an’ın 97süresi olan Kadir Suresinde “ Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır ” diye buyruluyor.
Buraya kadar, bu konuları araştırarak ve haddimiz olmadan sizlerle bir şeyler paylaşmaya çalıştık…
Eskiden, sadece devlet televizyonu yani TRT olduğundan, Ramazan ile ilgili konular ve sorular, bu kanaldan
insanlara aktarılırdı... Şimdi ise televizyon ve radyolar
çoğaldı. Her televizyonda birileri çıkıyor, iyi niyet ile bir
şeyleri bizlerle paylaşmaya çalışıyor…
Ama şu ‘rating’ kaygısı var ya, bazen hocaları bile amacından uzaklaştırabiliyor. Biri çıkıyor, “sakız çiğnemek
orucu bozar mı?” diye soruyor. Bir başkası, “dayak yemek ya da dayak atmak orucu bozar mı?” diye soruyor.
Böyle sorular gelince, görevi insanları aydınlatmak olan
kişiler de mecburen raydan çıkıyor ve sorulanlara makul
ve mantıklı cevaplar vermeye çalışıyor… Bu sorular ve
sorulara verilen cevaplar ister istemez işi magazin boyutuna taşıyor. Hoca da böylelikle televizyoncuların rayına giriyor…
Bu soruları soranların çoğu, dalga geçmek için bunu yapıyor. Kimi, televizyon kanallarının içinden soruları organize ediyor... Ve nihayetinde, öğrenmemiz gerekenleri değil de, gereksiz teferruatları zorla öğrenmek zorunda kalıyoruz…
rır, karısına da “hanım bunu Ramazan’a sakla, lazım
olur” dermiş. Aradan zaman geçmiş. Ramazan ayı gelmiş, güzel güzel yemekler pişmeye, iftar sofraları dolup
taşmaya başlamış.
Günlerden bir gün kapılarına bir fakir gelmiş ve Allah için
bir yardım istemiş.
Kadın,“Adın ne senin?” diye sorunca, Fakir, “Ramazan”
diye cevap vermiş…
“Ramazan mı? Dur öyle ise...” demiş ve evde ne kadar
ayrılmış güzel yiyecek, içecekler varsa kaplara doldurmuş. Sonra da onları adama uzatıp,“Al git bunları, bizim
bey sana saklıyordu” demiş.
Herkese tüm güzelliklerin, iyiliklerin paylaşıldığı, sağlık ve mutluluk içinde bir bayram diliyoruz…
∆
AĞUSTOS 2011 // 19
BİZİM FABRİKALARIMIZ
OTOKAR OTOMOTİV
ve SAVUNMA A.Ş.
Otobüs Karoseri Sanayi A.Ş.
Ünver Ticaret tarafından “Magirus-Deutz” kamyonlarının servis ve yedek parça hizmetiyle otomotiv alanındaki ilk faaliyetine başlayan Otokar, resmi olarak 1963 yılında kuruldu. Şirketin o
günkü ismi “Otobüs Karoseri Sanayi A.Ş. idi. Otokar, Türkiye’nin ilk şehirlerarası otobüsünü İstanbul Bahçelievler’deki fabrikasında, Magirus-Deutz
lisansıyla üretmeye başladı. O yıllarda otomotiv yan
sanayii olmadığı için, kilitten kalorifere kadar birçok
parça aynı fabrikada üretildi. Büyük zorluklarla üretilen bu araç, Türkiye’nin ilk modern şehirlerarası otobüsü oldu.
Otokar Otobüs Karoseri Sanayii A.Ş.
Otokar, 1967 yılında “Havalı Apollo” olarak bilinen, tamamı ihracat hedefiyle ve Avrupa’nın da ilk küçük otobüsü olan araçlarını geliştirildi. Şirket 1970’lerde hatlı taşımacılıkta kullanılmak üzere minibüs tasarladı ve bu
araç, kısa sürede minibüs kullanıcıları arasında çok tutuldu. 1976 yılı sonlarında Koç Holding bünyesine katıldı. 1984
20 // AĞUSTOS 2011
yılında şirketin ismi “Otokar Otobüs
Karoseri Sanayii A.Ş.” olarak değiştirildi. 1987’de Otokar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçları doğrultusunda İngiliz Land Rover firması lisansıyla 4x4 taktik araç üretimine
başladı.
Otobüs üretiminde
DORUK’a nokta…
1990’lara yaklaşırken Otokar,
kendi markasıyla zırhlı taktik araç
üretimine başladı. 1997 yılında
Adapazarı Arifiye’deki yeni fabrikasına taşınan şirket, ileride dünya ordularının tercihi olacak “Cobra” taktik tekerlekli zırhlı aracını tasarladı. 2002 yılında İstanbul Fruehauf Taşıt Araçları Sanayi ve Ticaret A.Ş.’yi devir alarak ürün yelpazesine semi-treyleri ilave etti. Aynı
yıl “Sultan” markalı kendi tasarımı
olan küçük otobüslerini üretmeye
başladı. 2004 yılında bu otobüslerinin ihracatına başladı. 2004-2007
yıllarında Türkiye’nin ilk 8x8 taktik
zırhlı aracı, iç güvenlik zırhlısı, Otokar markalı semi-treylerleri gibi yeni
ürün tasarım ve geliştirme çalışmalarına odaklanan Otokar, 2007 yılında 9 metrelik “Doruk” otobüs ailesi ile otobüs alanındaki iddiasını sürdürdü. Kısa sürede sınıfında
tek ve ilk olan Doruk otobüsler büyük başarı sergiledi; Türkiye’de ve
Avrupa’da önemli ödüller kazandı.
Otokar, 2007’de yine bir ilke imza
attı ve Türkiye’nin ilk hibrit otobüsünü tasarladı. 2008’de yeni bir yatırım ile şirketin fabrika alanını 552
bin metrekareye çıkardı.
IDEF fuarında sergiledi. Askeri araç
ailesini “Kaya”, “Arma” gibi farklı tipteki araçlarla geliştiren şirket, 2010
yılında unvanını “Otokar Otomotiv ve
Savunma Sanayi A.Ş” olarak değiştirdi. Askeri araçları yurtdışında da
beğeni toplayan Otokar, “Arma 6x6
Taktik Zırhlı Aracı”nı pazara sunmasının hemen ardından, ilk siparişi
yurtdışından aldı. Otobüs alanında
da yatırımlarına devam eden Otokar,
2010 yılında 12 metrelik belediye ve
halk otobüsü modelleri olan “Kent”i
ve Avrupa pazarları için geliştirdiği “Territo”yu ürün ailesine ekledi ve
minibüslerini yeniledi.
Otokar Otomotiv ve
Savunma Sanayi A.Ş.
Otokar, savunma sanayinde
dünya markası…
2008 yılında Otokar askeri araçlar
alanında Türkiye’nin ilk Milli Tankı’nın
tasarımı ve prototipleme projesi
olan “Altay”da ana yüklenici olarak
görevlendirildi ve 2011 yılında da
“Altay”ın ilk gerçek boyutlu modelini
Faaliyet gösterdiği alanlarla genel
otomotiv pazarından ayrılan Otokar, bugün ticari ve savunma sanayii alanında kendi tasarımı olan
araçları ile Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen şirketlerinden bir
Otokar, 1967 yılında
“Havalı Apollo” olarak
bilinen, tamamı ihracat
hedefiyle ve Avrupa’nın
da ilk küçük otobüsü olan
araçlarını geliştirildi.
Şirket 1970’lerde hatlı
taşımacılıkta kullanılmak
üzere minibüs tasarladı ve
bu araç, kısa sürede
minibüs kullanıcıları
arasında çok tutuldu.
AĞUSTOS 2011 // 21
BİZİM FABRİKALARIMIZ
tanesi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin lider taktik araç tedarikçisi konumunda olan Otokar, Türk Savunma
Sanayiini de dünyada temsil eden ve
kara araçları konusunda lider ihracatçı bir şirket konumunda bulunuyor. Askeri araçları 30’a yakın ülkenin ordusunda, barış güçlerinde ve
Birleşmiş Milletler görevlerinde aktif
olarak kullanılıyor. Bugün beş kıtada
25 binden fazla Otokar askeri aracı
hizmet veriyor.
30 ülkeye otobüs ihracatı…
Otobüs alanında iki yıldır 25 kişi ve
üstü yolcu taşımacılığı pazarında
Türkiye pazarı lideri olan şirket, otobüslerini başta Avrupa olmak üzere 30’dan fazla ülkeye de ihraç ediyor. Bugün minibüsleri İspanya’da,
İstanbul’da, İtalya’da yolcu taşıyan,
küçük otobüs sınıfında Fransa’da
pazar lideri bir şirket olan Otokar,
treyler alanında da tehlikeli madde taşımacılığı, bozulabilir gıda taşımacılığı gibi niş pazarlamasında
Türkiye’nin lideri konumunda.
Milli Tank Altay…
Otokar, askeri araç alanında; Otokar tasarımı olan ZPT, COBRA, KAYA,
22 // AĞUSTOS 2011
Otokar, bugün ticari ve savunma sanayii alanında kendi tasarımı olan araçları ile Türkiye’nin ve dünyanın önde
gelen şirketlerinden bir tanesi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
lider taktik araç tedarikçisi konumunda olan Otokar,
Türk Savunma Sanayiini de dünyada temsil eden ve kara
araçları konusunda lider ihracatçı bir şirket konumunda
bulunuyor. Askeri araçları 30’a yakın ülkenin ordusunda,
barış güçlerinde ve Birleşmiş Milletler görevlerinde aktif
olarak kullanılıyor. Bugün beş kıtada 25 binden fazla Otokar askeri aracı hizmet veriyor.
ARMA markalı taktik tekerlekli zırhlı araçlar ve lisans altında ürettiği Land Rover Defender araçlar ile
faaliyet gösteriyor. Otokar ayrıca,
Türkiye’nin ilk Milli Tankı’nı tasarlamak üzere ALTAY Projesi’nde ana
yüklenici olarak görev alıyor. Otokar,
toplu taşımacılık alanında 5,5 metrelik minibüslerden 13 metrelik otobüslere kadar geniş bir ürün yelpazesi ile faaliyet gösteriyor. M-2010
minibüsleri hatlı taşımacılık alanında hizmet verirken, Sultan, Doruk ve
Kent markalı otobüsleri şehiriçi taşımacılıktan uzun yol taşımacılığına
kadar farklı alanlarda hizmet veriyor. Otokar otobüsleri, Centro, Navigo, Vectio, Kent ve Territo markaları
altında ihraç ediliyor. Otokar, treyler
alanında da tehlikeli madde taşımacılığından soğuk gıda taşımacılığına
kadar birçok alanda hizmet veren
Fruehauf ve Otokar markalı semitreylerleri ile faaliyet gösteriyor.
Otokar, Sosyal Sorumluluğunun
Bilincinde…
Koç Topluluğu şirketlerinden Otokar, Koç Topluluğu tarafından yürütülen sosyal sorumluluk projelerini
destekliyor. Otokar, son iki yıldır ‘Ülkem İçin Projesi’ kapsamında, tüm
çalışanlarının katılımı ile Kızılay’a
kan bağışı yapıyor. Ayrıca, yine Koç
bünyesinde yürütülen ‘Meslek Lisesi Memleket Meselesi Projesi’ kapsamında, bölgesindeki meslek liseleri ile birlikte çalışıyor. Bugüne kadar oluşturulan okul işletme eşleşme modelinden hareketle geliştirilen işbirliği doğrultusunda, Sakarya
bölgesinde 4 Endüstri Meslek Lisesi ile işbirliğine gidildi ve öğrencilere işletmede staj imkânı sunularak
daha donanımlı yetişmeleri ve ileride istihdam edilmeleri olanağı sağlandı. Bu kapsamda, metal bölümü
öğrencileri için işletme içerisinde
kaynak atölyesi açıldı.
İşçilerle elele…
Otokar’daki tüm mavi yaka çalışanlar Türk metal Sendikası’na üyedir.
Otokar işyerlerinde, Seçme ve Yerleştirme, Ücret Yönetimi, Eğitim,
Performans yönetimi süreçleri uygulanmaktadır. Ayrıca, çalışanların mesleki becerilerini geliştirmeye yönelik rotasyon uygulanmakta ve bu sayede çalışanların birden
fazla işi yapabilme yetkinliğine ulaşması sağlanmaktadır. Öneri ve Ödül
Yönetmeliği kapsamında Mavi Yaka
çalışanlarının vermiş olduğu öneri-
Çalışanların ve
ailelerin kaynaşması için
gerçekleştirilen
çeşitli organizasyonlarla,
tüm Otokarlılar’da yüksek
aidiyet duygusu
oluşturulması
hedefleniyor.
ler değerlendiriliyor ve uygulamaya alınmış olanlar ödül yönetmeliğine göre ödüllendiriliyor. Yapılan işin
daha verimli ve kaliteli olması, çalışan ile yönetici arasında iletişimin
daha sağlıklı olması için de, Mavi
Yaka Takım Lideri uygulaması yürütülüyor. Her yıl başarılı olan çalışanlar eş ve çocuklarıyla birlikte Türk
Metal Sendikası’nın Kıbrıs, Antalya
ve Didim’deki tatil beldelerinde bulunan otellerine gönderiliyor. Ayrıca
çalışanların ve ailelerin kaynaşması için gerçekleştirilen çeşitli organizasyonlarla, tüm Otokarlılarda yüksek aidiyet duygusu oluşturulması
hedefleniyor.
Bunların yanısıra, yeni ürünler için
isim yarışmaları, İş sağlığı ve güvenliği uygulamalarına dikkat çekmek için slogan yarışması gibi yarışmalar düzenleyerek çalışanların
sahiplenme duygusununun artırılması hedefleniyor. Yaz aylarında öğlen saatlerinde Havuzlu Bahçe
adı verilen açık alanda, çalışanların
serinleyerek dinlenmesi sağlanıyor.
Kadınlar günü hediyeleri, doğum
günü hediyeleri ile çalışanlara küçük sürprizler yapılıyor. Otokar ailesinin fertlerini iftar yemekleri, yılbaşı
yemekleri, bölüm yemekleri ve kahvaltıları ile bir araya getirerek aidiyet
duygularının güçlendirilmesi amaçlanıyor. Otokar çalışan kulüpleri kurulması ile (gezi ve görsel sanatlar
kulübü, su altı kulübü, tenis kulübü,
dağcılık kulübü, akvaryum kulübü
gibi) çalışanların hobilerini kurumsal olarak da destekleniyor. Çalışanların sağlıklarına da aynı özeni gösteren Otokar’da şirket içi sağlık taramaları, ilaç temini gibi olanakların
yanı sıra sürekli olarak bir işyeri hekimi bulunuyor.
∆
Serdar Görgüç – Otokar Genel Müdürü
“2010 yılı, hem yurtiçinde hem de yurtdışında otobüs pazarında %
50’lere varan daralmaların yaşandığı; askeri harcamaların global
krizin etkilerine bağlı olarak azaltıldığı zor bir yıldı. Buna rağmen bu
yıl, 2010 yılında çalışmalarımızın meyvelerini toplamaya başladık.
İlk altı ayda, yurtiçinden ve yurtdışından farklı zırhlı taktik araçlarımız için önemli anlaşmalara imza attık. Teslimatları 2012 yılına kadar uzanan bu siparişlerle, Otokar, savunma sanayii alanında bu yıl
iyi bir atılım yaptı. ALTAY Milli Tank projemiz de programlandığı şekilde ilerliyor. Ticari araç alanında ise kriz döneminde yeni ürün geliştirme ve pazara sunma stratejilerimizin sonuçlarını almaya başladık. Şehiriçi toplu taşımacılıkta da iddialı çalışmalar yürütüyoruz.
Treyler alanında da iç pazardaki talep canlanması ile çalışmalarımız
yoğun şekilde devam ediyor.”
AĞUSTOS 2011 // 23
MAKALE
PERFORMANSI
ARTTIRMADA DUYGUSAL
ERGONOMİNİN ROLÜ (*)
PROF. DR. SERPİL AYTAÇ
II. BÖLÜM
Uludağ Üniversitesi İİBF,
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
Yönetim ve Çalışma Psikolojisi Anabilim Dalı
[email protected]
24 // AĞUSTOS 2011
Özellikle 1980’li yıllardan itibaren,
duyguların çalışma yaşamındaki
varlığı, dışavurum biçimleri, örgütsel
başarıdaki rolü giderek artan bir
şekilde tartışılmaya başlanmıştır.
Çalışma Yaşamında Duygularımız
Duygu olgusu, günümüzdeki kadar geniş bir kullanım
alanına sahip olmamakla birlikte, 1800’lü yılların sonlarından beri üzerinde çalışılan ve çeşitli görüşler ileri sürülen bir alandır. İnsanoğlunun hislerini ve duygusal durumlarını incelemek, bunun çeşitli etkilerini tahmin etmek, literatürde her zaman ilgi çeken bir konuma sahip olması
nedeniyle, hissedilenlerin ve duyguların biyolojik, psikolojik,
sosyal ve kültürel açılardan çeşitli açıklamalarına rastlamak
mümkündür. Fakat özellikle 1980’li yıllardan itibaren, duyguların çalışma yaşamındaki varlığı, dışavurum biçimleri, örgütsel başarıdaki rolü giderek artan bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. (Seçer, 2007)
Dr. Goleman’a göre Duygu: “Bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi
hareket eğilimidir.”
Duygular;
∆ Doğuştan getirdiğimiz mizacımız, düşüncelerimiz ve yaşam deneyimlerimiz sonucu oluşur.
∆ Davranışlarımızı etkiler ve yönlendirir.
∆ Karar almamıza yardım eder.
∆ Zorluklar karşısında direnmemizi ve kuvvetli
olmamızı sağlar.
∆ Heyecan ve istek duymamızı sağlar ve
bizi hedefimize ulaştırır.
Duygu olgusunu çalışma ortamında ele aldığımızda, belirli bir işte çalışma eyleminin insanoğlunun sosyal varlığının önemli bir belirleyicisi olduğu ve böylelikle
sevme, nefret etme, acıma, kuşku, kızgınlık, kaygı, korku, hüsran, sevinç, suçluluk, kıskançlık gibi çeşitli duyguların hissedildiği ve ortaya koyulduğu bir alanı temsil
ettiğini söylemek mümkündür.
Bunun yanında, iş stresi, iş doyumu ve motivasyon gibi
araştırma alanları, yine bireyin işi ile ilgili duygularını
açıklamakla ilgilenir.
Duygu olgusunun bireyin içsel dünyasında gerçekleşen
değerlendirme süreci ile fizyolojik bir değişim yanında,
onun dışsal dünyada da kendini herhangi bir şekilde ortaya koyan boyutu bulunmaktadır. Bu nedenle, duyguların sosyal ortamlarda ve dolayısıyla çalışma yaşamında önemi vardır (Barutcugil, 2002).
Çalışma yaşamında karşılaştığımız
hertürlü olaylar bizim çeşitli
duygular yüklenmemize neden olur.
Üzüntülerimiz, kuşkularımız,
yaşadığımız gerilimler bireysel
performansımızı etkiler.
Sağlığımız da buna bağlı
olarak bozulur.
Anlık kontrol kayıpları ile yaşadığımız olaylar hayatımızın farklı dönemlerinde farklı derecelerde karşımıza çıkmaktadır. Nörolojide bu tarz duygusal patlamalar sinirlerin korsan fonksiyonu olarak değerlendirilmektedir. Bir
anda oluşan bir durumdur ve düşünen beynin yani korteksin, olayı irdelemek bir yana, ne olup bittiğini anlamadan bir dizi tepkileri koymasıdır. Bu tepkiler insanda
gizli kalmış, içgüdüsel davranışlardır (Yelkenci,2001).
Duyu organları aracılığı ile beynimize akan bilgiler, beynimizin talamus bölümüne iletilir. Talamusa ulaşan ham
bilgi, beynin anlıyabileceği dile çevrilir ve hemen uygun
bir tepki belirlenir. Tepki duygusal ise duygu repertuvarının kaynağı olan amigdalaya baş vurulur. Bundan sonra korteksin yapabileceği tek şey amigdalanın emrettiği
tepkileri oluşturmaktır (Yelkenci, 2001).
Amigdala, insanlarda limbik halkanın altında, beyin sapının üzerinde bulunan ve birbirleri ile bağlantılı yapılardan oluşan badem şeklinde bir kütledir. İstenmeyen
olumsuz durumlarda çalışmaktadır.
AĞUSTOS 2011 // 25
MAKALE
Şekil 2: Beynin Bölümleri
Beyin birçok bölümden
oluşmaktadır. Gövdemizdeki tüm yaşamsal fonksiyonlar limbik sistemimize gelen uyaranların etkisi altındadır. Limbik sistem, çevreden gelen uyarıcıları beynimizde düzenleyip, beden ile çevre arasındaki dengeyi kuran sistemdir. Limbik sistem, insan beyin korteksinin geniş bir alanı tarafından idare edilen, dışardan gelen veya düşüncelerimizle oluşan her türlü uyarana bedenin vereceği cevabı düzenler. Özellikle stres oluşturan
uyaranların bedene zararını ortadan kaldırmaya, bunun
için otonom sinir sistemi fonksiyonlarını düzenlemeye çalışır (Dolaşım ve sindirim sistemi, endokrin sistem
fonksiyonları gibi) (http://www.aku-med.net)
Thalamus duyu organlarından gelen bilgileri alır ve beynin diğer bölgelerine yollar. Hypothalamus sindirimi,
dolaşımı, hormon salgılamasını, cinselliği, beslenmeyi,
uykuyu ve duyguları kontrol eder. Hippocampus bilginin
işleyen bellekten uzun süreli belleğe transferi sırasında
önemli bir rol oynar. Amigdala ise duyu organlarından
gelen bilginin işlenmesinden ve beynin duygusal hafızasının kodlanmasından sorumludur. Diğer bir ifade ile
duygularımızın kontrolü, amigdala ile sağlanmaktadır.
Çalışma yaşamında karşılaştığımız hertürlü olaylar bizim çeşitli duygular yüklenmemize neden olur. Üzüntülerimiz, kuşkularımız, yaşadığımız gerilimler bireysel
performansımızı etkiler. Sağlığımız da buna bağlı olarak bozulur. Organizmamız, duyu organlarımız, sindirim
sistemimiz, kalp, kan basıncı, cilt kısaca immun istemimiz olumsuz etkilenir. Böylece hastalıklar başlar. Dolayısıyla verimlilik kaybı kendini gösterir.
İnsana duygusal olarak güvenlikli, ve zihinsel sağlığını
garanti eden bir çalışma ortamı nasıl sağlanacaktır? Bu
sorunun cevabı duygusal ergonomide gizlidir.
Duygusal Ergonomi
Günümüzde ergonomi bilimindeki gelişmeler, Fiziksel
ergonomi, bilişsel ergonomi, psiko-sosyal çevre ergonomisi alanlarına bir yenisini daha eklemiş bulunmaktadır. Sınırlı sayıda da olsa yapılan bazı çalışmalar, ergonomi biliminin bilişsel ve psiko-sosyal çevre ergonomisi alanlarıyla da kesistiği anlaşılan Duygusal ergonomiyi tartışmaya açmaktadırlar( Howatt, 2011)
Duygusal zeka, bir kişinin duygularını
eğitebilmesi ve duygusal manada
kazanımlarını, kendini en iyi biçimde
yönlendirebilecek ve başarıya
götürebilecek zeka gelişimi olarak da
yorumlanabilir .
Nörobiyoloji alanındaki önemli gelişmeler, bilişsel süreçler ile beyin etkinliklerinin duygusal davranışları arasında karşılıklı önemli bir etkileşim ve iletişim olduğunu göstermektedir. Duygusal Ergonomi, beyini etkileyen
değişkenlere ve bunların sonuçlarına odaklanır. Duygusal Ergonomi, bir çalışanın hayatta kalması için tek yolu
olarak algılanan stres yönetimi programlarının, işyerinde meydana gelen stres oluşumunu önleyebileceğini
gösterir (Pimentel, 2000).
Duygusal ergonomi, stres oluşmadan önce stresin duygusal ve bedensel yıkımlarından kurtulmak anlamında
duygularımızı kontrol altına alabileceğimizi göstermektedir.(Siddique, 2004)
Duyguların kontrol altına alınması, özellikle olumsuz
duygularımızdan arınmanın temel göstergesi duygusal ergonomi yaklaşımı olmaktadır. Duygusal ergonomi,
duygusal zekası yüksek bireylerde çok daha anlam taşımaktadır. Duygusal zeka, bir kişinin duygularını eğitebilmesi ve duygusal manada kazanımlarını, kendini en
iyi biçimde yönlendirebilecek ve başarıya götürebilecek
zeka gelişimi olarak da yorumlanabilir.
Duygusal zeka kavramı, ilk defa 1990 yılında Salovey ve
Mayer tarafından başkalarının duyguları ve hislerini anlama becerisi olarak tanımlanmıştır. Bu yazarlara göre,
duygusal zeka sadece tek bir yetenek ya da doğal bir
özellik değil; fakat onun yerine duygusal muhakeme yeteneklerinin, duyguları anlama ve kontrol etme özelliklerinin, düzenlenmiş bir şeklidir (Cumming, 2005). Salovey ve Mayer’a göre duygusal zeka üç boyuttan oluşmaktadır: Duyguları değerleme (appraisal and expression of emotion), duyguları düzenleme (regulation of
emotion) ve duyguları zeka olarak kullanabilme (utilization of emotion as intelligence) (Salovey ve Mayer,
1990). Duygusal zeka, kişinin kendisinin ve başkalarının
duygularını tanıma ve kontrol etme yeteneğidir Bu tanımlar doğrultusunda duygusal zeka, çalışma ortamını
veya hayatı anlayabilme, düşünebilme ve duyguları etkin bir şekilde kullanabilme becerisi olarak tanımlanabilir (Gürbüz, Yüksel,2008)
Duygusal zeka için gereken yetkinlikler şunlardır.
Kendini Tanıma (Öz-bilinç): Kişinin kendi duygularını,
ihtiyaçlarını, hedeflerini tanıması, tercihlerini yapabilmesi ve sahip olduğu şahsi gücünün ve kaynaklarının
farkında olması anlamına gelir. Kendini tanımakla insanlar belirli pozisyonlarda nasıl hareket edeceklerini,
neye ihtiyaç duyduklarını veya kendilerinde ne gibi değişiklik yapmaları gerektiğini fark ederler.
Kendini Yönetmek: Kişinin sahip olduğu duygu ve düşüncelerini kontrol ederek yönlendirmesi olarak tanımlanabilir. Bu beceri ile duygularımızın esiri olmaktan
26 // AĞUSTOS 2011
kurtulup onları yönlendirebiliriz. Örneğin: bir olay bizi çok kızdırdığında, kendi kendimizi sakinleştirerek,
yanlış bir karar vermekten veya yanlış bir davranışta bulunmaktan kaçınırız.
İnsanın kendini motive edebilmesi, daima başarma
isteğine ve heyecanına sahip olması demektir.
Bu yetenek özellikle zorlukların çıkmasında veya
işlerin istenilenin dışında gelişmesi durumlarında
çok faydalı olur. Kendini motive edebilen insanlar,
zorluklar karşısında yılmadan kendinde devam etme
gücünü bulur daha metanetli olurlar.
Motivasyon: İnsanın kendini motive
edebilmesi, daima başarma isteğine ve heyecanına sahip olması demektir. Bu yetenek özellikle zorlukların çıkmasında veya işlerin istenilenin dışında gelişmesi durumlarında çok faydalı olur. Kendini motive edebilen insanlar, zorluklar karşısında yılmadan kendinde devam
etme gücünü bulur daha metanetli olurlar.
kendini onların yerine koyabilmesi demektir. Söz konusu olan onlar gibi düşünebilip, davranabilmek,
onları oldukları gibi kabullenebilmek
ve hal ve hareketlerine saygı göstermektir. Kısaca iletişim içinde olunan
kişilerin kalbini dinleyebilmektir.
Empati (Duygudaşlık): Kişinin
başka insanların duygularını, ihtiyaçlarını, kaygılarını anlayabilmesi,
Sosyal Beceriler (Sosyal Yetkinlik): İnsanların başkalarıyla ilişki kurabilmesi ve bu ilişkilerin uzun süre
geçerliliğini koruyabilmesi becerilerini kapsar. İnsanlar arası iyi ilişkilerin yanı sıra bir takım oluşturabilme,
takım ruhunu sağlayabilme ve bu
takımı yönetme becerisini gösterme de bu yetkinlik ile olur.
İletişim Becerisi: Duygusal zeka
için, iyi iletişim kurabilme becerisi vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu
iki türlü açıklanabilir. Birincisi insanın kendisini açık ve net olarak ifade edebilme becerisi, diğer taraftan
da başkalarını dikkatli dinleme ve ne
söylediklerini tam ve doğru olarak
anlayabilme becerisidir.
İnsanlar bu beş alandaki yetenekleri açısından farklılık gösterirler. Örnek; insanlar kendi kaygılarını kolay yatıştırırlar, başkalarının kaygılarını yatıştırmakta beceriksizdirler.
Ancak, beyin sürekli öğrenen bir organdır. Duygusal becerilerdeki aksaklıklar düzeltilebilir. Iş hayatında
doğru yerde, doğru anda, doğru inisiyatifi göstermek, verilen görevlerin üstünde ve ötesinde sorumluluk
alabilecek derecede kendi kendini
motive edebilmek, hem zamanını,
hem de iş taahhütlerini düzenleme
anlamında kendi kendini yönetmek.
Bu becerilerin her biri duygusal zekanın bir başka yönüdür. Duygusal
zeka, aidiyet duygusunun, örgütsel
bağlılığın ortaya çıkmasında da etken bir rol oynamaktadır.
Sonuç ve genel değerlendirme
Çalışanların performanslarını en
fazla etkileyen durumun stres olduğu bilinen bir gerçektir. Günümüzde, çalışanlar kendi üzerlerinde nelerin strese neden olduğunu, stres
kaynaklarını bilmektedirler. Eğer
çalışanlar duygularını kontrol altına almayı öğrenebilirlerse, performansları olumlu yönde etkilenecektir. Yöneticiler ise organizasyonlarında oluşan stresin işgören üzerindeki etkilerini azaltmak, başarılı ve
aynı zamanda yeterli kapasiteye sahip bir işgücü oluşturmak için, çalışanlara duygusal ergonomik iyi bir
AĞUSTOS 2011 // 27
∆ Çalıma yerindeki görevlerin daha iyi yerine getirilmesi
∆ Kişisel etkinliğin artması
∆ Sirkadyen ritmin ve fizyolojik uyum yeteneğinin artması
∆ Çalışma yerinde duygusal
zekanın artması
∆ İş sağlığı programlarına uyumun artması
∆ İş sağlığı ve kendini iyi hissetme duygusunun artması
Sonuç olarak; Duygusal ergonominin fiziksel, psiko-sosyal ve bilişsel ergonomi yanında önemle
ele alınması gereken bir alan olduğu, bu alana gereken önemi verdiğimiz sürece insan-makina sistemlerinin performansını istenilen düzeye getirmenin mümkün olabileceği, bu doğrultuda duygusal zekanın
artması ve duygusal becerilerin geliştirilmesi için bireysel ve örgütsel
çabaların gerektiği, yönetimin, eğitim ve geliştirme faaliyetleri ile çalışanların duygusal zekalarını geliştirmeleri yönünde destek vermeleri
gerektiği söylenebilir.
∆
iş ortamı sağlamak açısından duygusal zekalarını geliştirebilecek.
∆ İç motivasyonun ve kimlik
duygusunun artması
Anlaşılacağı üzere, performans artışında, iç motivasyon artışında, iş
gereklerinin yerine getirilişinde duygusal zekanın rolü bulunmaktadır.
Duygusal zeka, aynı zamanda duygusal ergonominin önemli bir boyutudur.
∆ Bireysel amaçlar koyabilme
Duygusal ergonomi konusundaki
bilgilerin kişi ve örgüte kazandırdıkları ise şunlardır.
∆ Çatışmalarda toleransın artması
∆ Negatif algılamaların azaltılması
∆ Kişisel güvenilirliğin artması
∆ Çalışma yerindeki değerlilik
duygusunun artması
∆ Etkin iletişim
28 // AĞUSTOS 2011
Duygusal ergonominin fiziksel, psiko-sosyal ve
bilişsel ergonomi yanında önemle ele alınması
gereken bir alan olduğu, bu alana gereken önemi
verdiğimiz sürece insan-makina sistemlerinin
performansını istenilen düzeye getirmenin mümkün
olabileceği, bu doğrultuda duygusal zekanın
artması ve duygusal becerilerin geliştirilmesi için
bireysel ve örgütsel çabaların gerektiği, yönetimin,
eğitim ve geliştirme faaliyetleri ile çalışanların
duygusal zekalarını geliştirmeleri yönünde destek
vermeleri gerektiği söylenebilir.
Yararlanılan Kaynaklar
Barutçugil, İsmet (2002) Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi,
Kariyer Yayınları, Yönetim Dizisi, İstanbul.
Bastürk, Ceyhan (2003), “İsletmelerde Performans Yönetimi Sistemi”, Active: Bankacılık ve Finans
Dergisi, Yıl:5, Sayı:28, 60-78.
Cochrane, Donna ve Olivo John.
(1998), “Ergonomic Issues in the
Workplace and Implications for the
OEIS curriculum”, Office Systems
Research Journal, Vol. 16, No. 2, 1724.
Çelenk, Hakan. (2000), Ergonominin Verimliliğe ve Motivasyona Etkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erkan, Necmettin. (2001), Ergonomi. Ankara: MPM Yayınları.
Ersoy, Ali Fuat ve Fatma Arpacı,
(1998), “Çalışma Ortamı Koşullarının Ergonomik Açıdan İncelenmesi”, Altıncı Ergonomi Kongresi Bildiriler Kitabı, 27-28 Mayıs 1998, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, No:
622, Ankara. Genaidy, Ash ve diğerleri (2002)
The Fundamentals Of Work System
Compatibility Theory: An Integrated
Approach To Optimization Of Human Performance At Work, Theoretical Issues in Ergonomics Science,
3, 4, 346 - 368.
Gönen E. ve Ö. Özgen,(1986) Çevre, Yaşam Kalitesi ve Ergonomi, 5.
Ulusal Ergonomi Kongresi, MPM
YN:570. Gürbüz Sait, Yüksel, Murad (2008)
Çalışma ortamında duygusal zeka:
iş Performansı, iş tatmini, örgütsel
vatandaşlık Davranışı ve bazı demografik özelliklerle İlişkisi, Doğuş
üniversitesi dergisi, 9 (2), 174-190
Howatt William A. (2011) Emotional Ergonomics,Howatt, HR Consulting INC
www.howatthrconsulting.com (Erişim tarihi. 21. Nisan 2011)
http://www.aku-med.net/akupunktur.asp?katadi=Limbik%20Sistem
&kat=12&altkat=&altkat2=&id=93
Karlsson, S., Oswalder, A., Rose, L.,
Eklund, J., Odenrick, P.: (2009) “Design Processes”, Prevent.
Meister David (2001) Basic Premises And Principles Of Human Factors Measurement, Theoretical Issues in Ergonomics Science, 2, 1,
1 - 22.
Öge, H. Serdar. (2000), Örgütsel Etkinliğin Sağlanmasında İşgören – İş
Uyumunun Ergonomik Analizi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Örücü Edip, Palaz,Serap, Yumuşak
Sedat,(2004) İşgören Verimliliğini
Etkileyen Faktör olarak Ergonomi ve
bir araştırma, Mevzuat Dergisi, Yıl:7,
Sayı:84, ISSN 1306-0767
Özok, A. F. (2010), Ergonomi ve
Vermlilik, İşveren Dergisi TİSK, MartNisan, İstanbul
Özok, A. F.: (1995), “Ergonomi Alanındaki Son Gelişmelerve Türk Sanayinin Bu Açıdan Değerlendirilmesi”, V. Ergonomi Kongresi Bildiriler
Kitabı, S.3-10.
Özok, A. F.: (2000), “Yaşantımızda
Ergonomi’nin Önemi”, İTÜ Vakıf Dergisi, Sayı.33, S.10-15.
Pimentel , Richard (2000) Emotional Ergonomics, The Price of Making a Living shouldn’t Be Your Life ,
Loss Prevention Press -- Volume 4,
No. 1, June 8-10,
Resnick, M.L. ve Zanotti, A., (1997),
“Using Ergonomics to Target Productivity Improvements”, Computers and Industrial Enginering, vol.
33, Noç 1-2, 185-188.
Secer, Şebnem (2005) Çalışma Yaşamında Duygular Ve Duygusal
Emek: Sosyoloji, Psikoloji Ve Örgüt
Teorisi Açısından Bir Değerlendirme, Sosyal Siyaset Konferansları,
Kitap 50, 813-834
Shikdar, Ashraf A. ve Das, Biman,
(1995), “A Field Study of Worker
Productivity Improvements”, Applied Ergonomics, vol. 26, No. 1, 2127.
Sıegel L. And I.M. Lane(1987)., Personel and Organisational Psychology, Irwin Homewood, Illinois
Siddique, Zawahir, ( 2004) ,Conceptualizing Emotional Ergonomics And. Exploring Ways To Empower Workplace Dynamics. Contemporary Ergonomics Edited by Paul
T . McCabe CRC Press 2004 , Print
ISBN: 978-0-8493-2342-3
Stallworth, Otto E. ve Brain H., Kleiner. (1996), “Recent Developments
in Office Design”,Facilities, vol.14,
No.1/2, 34-45.
Vural, Tuba, Saliha Ağaç ve Şule Çivitçi, (1998), “Hazır Giyim İşletmelerinde Çalışma Yerlerinin Ergonomik Açıdan Değerlendirilmesine İlişkin Bir Araştırma”, Altıncı Ergonomi
Kongresi Bildiriler Kitabı, 27-28 Mayıs 1998, Milli Prodüktivite Merkezi
Yayınları, No: 622, Ankara.
Yelkenci Barış (2001) “Amigdala: Duygu Repertuarı”, İstanbul 09.5.2001
http://www.genetikbilimi.com/genbilim/amigdala.htm (Erişim Tarihi.
24 Mayıs 2011)
(*) Bu makale, 5-7 Temmuz 2011
tarihlerinde Sakarya’da düzenlenen
“YAEM 2011 Yöneylem Araştırması
ve Endüstri Mühendisliği 31. Ulusal
Kongresi”nde “Performans Değerlendirmesinde Duygusal Ergonominin Rölü” başlığı ile tebliğ olarak sunulmuştur.
∆
AĞUSTOS 2011 // 29
İŞTE HAYATIMIZ // RÖPORTAJ
İşte Hayatımız’ın bu bölümüne konuk olan
Erdemir işçisi Zafer Güzel,
yaşamının güzelliklerini bizlerle paylaştı.
GÜZEL’LİKLER
İÇİNDE BİR YAŞAM
İşte Hayatımız’da bu ay
Ereğli’deyiz… Konuğumuz
Ereğli Demir Çelik Fabrikası’ndan
Zafer Güzel ve eşi Fatma Hanım…
UĞUR POLAT
Konuğumuz Ereğli Demir Çelik Fabrikasında 6 yıldır çalışan Zafer Güzel ve Ailesi… Zafer Güzel, Karadeniz Ereğli şubemizin yetkili olduğu işyerlerinden
olan Erdemir’in, Çelikhane 3-4 Sürekli Dökümler bölümünde Vinç Operatörü olarak çalışıyor. Erdemir’de
işe başlamadan önce müteahhit işçisi olarak, yine
Erdemir’in boru montaj işlerinde çalıştığını dile getiren Güzel, Erdemir’de çalışmaktan mutlu olduğunu belirtiyor.
“Kıvılcımları ilk kez görünce
kaçacak yer aradım…”
Zafer Güzel, ilk işe başladığı gün yaşadığı şaşkınlığı hiç
unutmadığını ve o günü hatırladıkça halen kendine güldüğünü anlatıyor. “Erdemir’de Çelikhane Bölümünde çalışıyorum. İlk işe başladığım gün, çalışma ortamını da ilk kez görecektim. Beni ilk gün döküm platformuna çıkardılar. Döküm
30 // AĞUSTOS 2011
yeni başlıyormuş. Pota açıldı ve maden tandişle temas
ederken etrafa bir sürü kıvılcımlar yayıldığını görünce,
her şeyin patlayacağını zannederek kaçacak yer aradım. Fakat orada bulunan hiçbir arkadaşım kaçmadı.
Bu olayın normal işin gereği olduğunu öğrenince kendi kendime çok güldüm. Hala da o günü hatırladıkça gülüyorum”.
“Türk Metal benim,
Erdemir geleceğim…”
Erdemir’de çalışmaktan mutluluk duyduğunu vurgulayan Güzel, işyerinde çalışma ortamı olarak insanlar arasında birlik ve beraberliğin olduğunu, herkesin kendisini Erdemir ailesinin bir ferdi olarak gördüğünü söylüyor. Güzel, aynı duyguların ve birlikteliğin sendikal anlamda da yaşandığının altını çiziyor. Fabrikadaki çalışma ortamının güzelliğinden ve güvenirliğinden bahseden Güzel’e Erdemir ve Türk Metal’in kendisi için ne anlam taşıdığını sorduğumuzda, “Erdemir’i, ailemin ve ülkemin geleceği olarak görüyorum. Türk Metal’i ise aldığın nefes, damarımdaki kan olarak görüyorum” dedi.
İlk işe başladığım gün, çalışma ortamını
da ilk kez görecektim. Beni ilk gün döküm
platformuna çıkardılar. Döküm yeni
başlıyormuş. Pota açıldı ve maden
tandişle temas ederken etrafa bir sürü
kıvılcımlar yayıldığını görünce, her şeyin
patlayacağını zannederek kaçacak yer
aradım. Fakat orada bulunan hiçbir
arkadaşım kaçmadı.
“Bizim birlikteliğimiz
evimizin balkonlarından başladı.”
Zafer Güzel, eşi Fatma Hanım ile 18 yıldır hayatı paylaşıyor ve 17 yaşındaki kızlarının adı ise Nesil... Eşinin çocukluk aşkı olduğunu belirten Güzel, o günleri anlatırken
AĞUSTOS 2011 // 31
İŞTE HAYATIMIZ // RÖPORTAJ
Eşimle 18 yıldır evliyiz. Bizim beraberliğimiz çocukluğumuza dayanıyor. İlkokuldan itibaren hep aynı okuldaydık, evimiz
de aynı sitede yer alıyordu… Çocukken
balkondan işaretleşirdik. Eve kim erken
gelirse balkon ışıklarını o yakıp
söndürürdü.
şu ifadeleri kullanıyor. “Eşimle 18 yıldır evliyiz. Bizim beraberliğimiz çocukluğumuza dayanıyor. İlkokuldan itibaren hep aynı okuldaydık, evimiz de aynı sitede yer alıyordu… Çocukken balkondan işaretleşirdik. Eve kim erken gelirse balkon ışıklarını o yakıp söndürürdü. Kısaca biz beraber büyüdük ve en sonunda mutlu bir evlilik yaptık”.
“99 depremini
hiç unutamıyoruz.”
Zafer Güzel eşi ile birlikte yıllardır güzel bir birlikteliği paylaştıklarını söylerken, acı ve tatsız günlerde de bir
arada olduklarına dile getiriyor. “Eşim ve kızımla birlikte düzenli ve mutlu bir yaşantım var. İyi ve kötü anlarımız oldu ama 99 depremini hiç unutamıyoruz. Oturduğumuz evin yanından tren yolu geçiyor. Tren geçerken rahatsız edecek bir ses tonu ile geçiyor. O gün yine
tren geçiyor dedik. Ama pencereden baktığımda trenin
olmadığını gördüm. Eşim ve çocuğumu alarak kirişlerin
altına girdim. Biraz durunca hemen dışarıya fırladık. O
günü hiç unutamıyorum. İnsanın sevdiklerini kaybetme
korkusunu bir an bile yaşaması çok kötü…
Erdemir, dünya devleri ile yarışan büyük
bir şirket ise, böyle büyük bir şirkette
çalışan arkadaşlarım aynı zamanda
Erdemir kadar büyük sendikanın üyesi
olduklarını unutmasınlar. Hem Erdemir’e
hem de sendikalarına sahip çıksınlar.
32 // AĞUSTOS 2011
Zafer ve Fatma Güzel çifti çalıştıkları için evde fazla duramadıklarını söylüyorlar. Akşamları bir araya geldiklerini, bu sırada da kızları ile birlikte ilçedeki sosyal etkinliklerden faydalanmaya çalıştıklarını anlatıyorlar. Sinemaya ve piknik alanlarına gittiklerini, yaz aylarında Erdemir Plajı’nın tesislerinden yararlandıklarını sözlerine
ekleyen çift, “artık sendikamızın bizim içi yaptırdığı bir
tesis var. Bu tesislerden de fırsat buldukça yararlanmak
istiyoruz” diye konuşuyor.
“Erdemir’e ve Türk Metal’e Sahip çıkın”
Türk Metal’le 2005 yılında müteahhit işçiliği sırasında
tanıştığını söyleyen Güzel, 2007 yılında Erdemir’in asli
işçisi olduktan sonra Türk Metal Sendikası’nın bir üyesi
olduğunu ve daha iyi tanıdığını anlatıyor. Güzel, röportajımızın sonuna yaklaşırken Erdemir’deki çalışma arkadaşlarına dergimiz aracılığıyla seslenmek istedi. “Erdemir, dünya devleri ile yarışan büyük bir şirket ise, böyle büyük bir şirkette çalışan arkadaşlarım aynı zamanda
Erdemir kadar büyük sendikanın üyesi olduklarını unutmasınlar. Hem Erdemir’e hem de sendikalarına sahip
çıksınlar. Unutmasınlar, Türk Metal bugün olduğu gibi
her zaman işçinin arkasında olacaktır”.
Güzel ailesi ile röportajımız tamamlarken, Türk Metal ailesini, iş yerlerinde ve evlerinde kabul ettikleri için
teşekkürlerimizi bir kez de buradan iletmek istiyoruz.
Ayrıca bu ayki röportajımızın gerçekleşmesini sağlayan Sendikamız uzmanlarından Bahri Topçu’ya da teşekkürler…
∆
HABER
‘İŞ VE SOSYAL GÜVENLİK
HUKUKUNDA YENİ GELİŞMELER’
SEMPOZYUMU
DİDİM’DE YAPILACAK.
Gazi Üniversitesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Türk Metal Sendikası
tarafından 28 Eylül – 02 Ekim 2011
tarihleri arasında Didim Büyük Anadolu Resort Otel’de “İş ve Sosyal
Güvenlik Hukukunda Yeni Gelişmeler” isimli bir sempozyum düzenlenecek.
Hukuk, üniversite ve sendika dünyasını bir araya getirecek olan sempozyumda; çalışanları doğrudan ilgilendiren iş ve sosyal güvenlik alanındaki hukuki düzenlemeler ile ilgili
yenilikler masaya yatırılacak.
Son dönemde İş ve Sosyal Güvenlik
Hukukunda yapılan düzenlemelere
ışık tutmayı amaçlayan sempozyuma, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri alanında çalışma yapan
çok sayıda akademisyen, bu alanda donanıma sahip hukukçu ve çalışma yaşamının bire bir içinde faaliyet gösteren çok sayıda sendikacı
katılacak.
Açılış konuşmalarını İş ve Sosyal
Güvenlik Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Nizamettin AKTAY, Genel Başkanımız
Pevrul KAVLAK ve Gazi Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Rıza AYHAN’ın yapacağı semyozyum 2 gün 3 oturum
halinde gerçekleştirilecek.
Sempozyumda I. Oturumun başkanlığı Prof.Dr. Nizamettin AKTAY
tarafından yapılacak. Bireysel İş
Hukukunda Yeni Gelişmeler isimliği tebliği Yaşar Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nden Prof. Dr. Fevzi DEMİR
sunacak. II. Oturumun Başkanlığını ise Muğla Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi’nden Prof.Dr.
Abdurrahman AYHAN yapacak. Oturumun konusu ise, Toplu İş Hukukunda Yeni Gelişmeler olacak. Son
oturuma Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden
Prof. Dr. Yusuf ALPER başkanlık edecek. Konusu “Sosyal Güvenlik Hukukunda Yeni Gelişmemeler” olan son
oturumun tebliği de, Prof. Dr. Eyüp
BEDİR tarafından sunulacak.
∆
AĞUSTOS 2011 // 33
MOLA
HER DEYİMİN BİR
ÖYKÜSÜ VAR
Atasözleri ve deyimler, bizim kültürümüzün zenginliklerindendir. Yazar Sunay Akın, KKTC’de Girne’de Büyük
Anadolu Otel’de düzenlenen Baştemsilciler ve Eşleri Eğitimi başlıklı programda katılımcılarla tarihin derinliklerine inerek güzel şeyler paylaştı. Sunay Akın, “Ana Gibi Yar,
Bağdat Gibi Diyar Olmaz” deyiminin çıkış noktasını anlatınca, biz de diğer deyimlerin çıkış noktasını sizlerle paylaşalım dedik.
ANA GİBİ YAR BAĞDAT
GİBİ DİYAR OLMAZ
Dilimizdeki ”Ana gibi yar,
Bağdat gibi diyar olmaz.”
sözünün aslı muhtemelen “Ane gibi yar; Bağdat
gibi diyar olmaz.” şeklindedir. Çünkü sözün aslındaki “Ane” kelimesi Bağdat
yakınlarındaki sarp bir uçurumun
kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi (güzel) şehir “Ane” gibi
de (sarp ama manzaralı) yar (uçurum) olmaz demeye gelir.
34 // AĞUSTOS 2011
KARAMANIN KOYUNU
SONRA ÇIKAR OYUNU
Karaman oğullarıyla, Osmanlı Devleti’nin kıyasıya savaşa tutuştuğu yıllarda, Karaman halkı savaşlardan çok çekmiş; ezilmişler, evleri,
barkları, malları çok zarar görmüş.
O devrin uluları toplanıp, “Bu kardeş
kavgasını tatlıya bağlayalım” diye
kurultay kurmuşlar. Karaman Beyi
ile Osmanlı Beyi’ni Konya’ya çağırmışlar, her iki tarafın şikâyetini dinlemişler. Sözü tatlıya getirip, her iki
beye de, bir daha savaş yapmamaları için yemin ettirmişler. Karaman
Beyi yemin ederken, elini koynuna
götürerek: “Bu can burada kaldıkça, Osmanlı’yı kardeş bilip, kılıç çekmeyeceğime söz veriyorum” demiş.
Fakat kurultaydan çıkan Karaman
Beyi, kaftanının altından bir kuş çıkarıp salıvermiş ve “İşte can çıktı
söz bitti” demiş. Karaman Bey’inin
koynundan kuş çıkarıp salıvermesinden sonra bu darb-ı mesel halk
arasında yayılmış.
BU İŞİN ALTINDA
BİR ÇAPANOĞLU VAR
Çapanoğlu Ahmet Paşa, Yozgat
şehrinin kurucularındandır.1764 Sivas valisi iken görevden alınır, bir
süre sonra da öldürülür. Yerine büyük oğlu Mustafa Bey daha sonra
Süleyman Bey geçer. Süleyman Bey
Yozgat’ı imar ettikten sonra, Ankara, Amasya, Elazığ, Maraş, Niğde ve Tarsus gibi
illeri idare etmeye başlar. Çapanoğullarının bu ünü
her yana yayılır. Yalnız halk arasında
değil, devlet adamları arasında da
‘’Çapanoğlu’’ ismi ünlü olur.
Rivayete göre, devlet adamlarından
biri, halktan bazı insanların aleyhine
verilecek kararı sonuçlandırmak için
soruşturma yaparken, Çapanoğullarından birinin adı da bu olaya karışır.
Çapanoğullarının nüfuzundan çekinen diğer bir memur,‘’bu işi fazla
kurcalamayalım bence, altından bir
Çapanoğlu çıkar’’ der. Soruşturma
aynen kapatılır.
ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇTİ
Bolu dağlarında yaşayan Köroğlu efsanesini duymayanımız yoktur.
Bir sabah Köroğlu kalktığında atını bağladığı yerde bulamamış. Düşünsenize; Köroğlu gibi biri için Attan mühim ne olabilir ki! Önce bütün Bolu’nun, sonra da civar illerin altını üstüne getirmiş Köroğlu,
ama atını bir türlü bulamamış. Tesadüfen İstanbul’un Avrupa yakasındaki bir at pazarını gezerken atına rastlamış. At da onu tanımış tabi
ki. Köroğlu bindiği gibi yıldırım hızıyla uzaklaşmaya başlamış pazardan, satıcı da tabi peşinden. Kıyıya ulaştığında hemen bir tekne bulup atıyla beraber Üsküdar’a doğru yoluna devam etmiş Köroğlu. Satıcı, kıyıya vardığında Köroğlu çoktan Üsküdar’a varmış. Durumu gören biri de o ünlü sözü patlatmış:
“Boşuna uğraşma beyim, atı alan
Üsküdar’ı geçti”
PÜF NOKTASI
Ahi Evran zamanında (Usta-Çırak
müessesesi), çırak ustasından onay
( icazet ) alır ve ancak o zaman ayrılıp kendi dükkânını açabilirmiş. Orta
Anadolu’ da bir camcı ustası, zamanı gelen eski çıraklarına “sen oldun”
der ve el verir, uğurlarmış. Böylece eski çırak artık yeni bir usta olurmuş. Günlerden bir gün çıraklardan
birisi, ayrılacağını, onay ve el vermesini ister. Ustası da daha olmadığı
nedeniyle veremeyeceğini söyler.
Yaptığı bütün cam işleri, biblolar,
her şey bir müddet sonra çatlamaktadır. Esnaf ve halk tarafından ayıplanan çırak, bir yıl sonra iflas etmiş
olarak ustasının yanına döner. Elini öper, ben ettim sen etme der. Ustası da olana kadar yanında çalışması gerektiğini söyler. Önce ustası
onunla depoya geçer. Burada, yeni
bitmiş, sıcak ürünler durmaktadır.
Tavanda bir yerde, toplu iğne deliği kadar büyüklükte bir güneş ışığı
huzmesi vardır. Usta sıcak bir parça
alır, ışığa tutar, evirir çevirir. Bakar ki
camın bir yerinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir hava kabarcığı vardır. Püf diyerek üfler ve kabarcık kaybolur. Parçayı çırağa uzatır, ayrı koymasını, soğumaya bırakmasını söyler. Daha sonra çırak üflemeye başlar. Nasıl üfleneceğini,
neresinin püfleneceğini iyice öğrenir. Ve anlar ki, çatlamaya bu küçük
kabarcıklar neden olmaktadır. Daha
sonra helâlleşirler ve püf noktasının
önemini kavramış çiçeği burnunda usta yoluna devam eder. Her işin
ve her şeyin bir püf noktası olduğuna işaret eden deyimin çıkışı işte bu
öyküyle başlar…
DİMYAT’A PİRİNCE GİDERKEN
EVDEKİ BULGURDAN OLMAK
Dimyat, Mısır’da Süveyş Kanalı ağzında bir limandır. Eskiden
Mısır’ın meşhur pirinçleri ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Anadolu’ya getirilirmiş. Dimyat’a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi
Akdeniz’de korsanlar tarafından soyulmuş ve adamcağızın bütün altınlarını almışlar. Bin bir zorluk içinde İstanbul’a dönen pirinç tüccarı o
yıl iflas etmiş. İstanbul’dan kalkmış
memleketi olan Karaman’a gitmiş.
O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından kendi ev halkı kışın bulgursuz
kalmışlar. Bu olaydan sonra, bu deyim halk arasında yaygınlaşmış.
∆
Çırak nesinin olmadığını sorar;
“İşin en önemli kısmını, yani püf
noktasını bilmiyorsun” der.
Çırak dinlemez, başka bir şehre gider ve dükkan açar. Dikiş tutturamaz.
AĞUSTOS 2011 // 35
DIŞ İLİŞKİLER
BİR İHTİMAL DAHA
VAR (MI?)
H. MİRAY VURMAY
Türk Metal Sendikası
Dış İlişkiler Uzmanı
Arap sokakları kaynıyor. Tunus, Mısır, Cezayir, Libya, Yemen, Bahreyn, Ürdün, Suriye… Sokaklar demokrasi istiyor, adalet istiyor, reform istiyor. Muktedirler ise tahtları
bırakmamak için direniyor, diretiyor… İlk olarak Tunus’ta
başladı isyan; çeyrek yüz yıllık Zeynel Abidin Bin Ali iktidarı
devrildi. Bin Ali iktidarının yıkıldığı sıralarda, Mısır’ın Tahrir
meydanında dalgalanmaya başladı isyan bayrağı. Ve ardından hızla yayıldı isyan dalgası… Cezayir, Ürdün, Yemen, Libya, Bahreyn ve -şimdilik- son durak Suriye… Hal böyle olunca, dünya gündemi, 2011 yılı başından itibaren yeniden Ortadoğu merkezine doğru kaydı. Literatüre “Arap Baharı” olarak geçen halk hareketlerinin domino etkisiyle daha da yayılıp
yayılmayacağı tartışılırken, isyanların Tunus ve Mısır’da kemikleşmiş iktidarları koltuğundan etmiş olması, çelik zırhlı Ortadoğu rejimlerinin yıllanmış muktedirlerini ciddi anlamda tehdit etmeye başladı. Arap sokaklarının başkaldırısı aslına bakılırsa çok
da beklenmedik değil, sürpriz hiç değildi. Öyle ki, Ortadoğu’da,
özellikle de Arap dünyasında benzer sonuçlara gebe o kadar çok
hazır ve nazır zemin var(dı) ki…
Kuzey Afrika’dan Asya’nın içlerine kadar uzanan Ortadoğu coğrafyası için, ille de Arap Ortadoğusu’ndan bahsedilirken kullanılan
“kendinden menkul” tanımlamalar vardır. Bunlardan en öznel olanlardan biri hiç şüphe yok ki, halk için “sokak”; yönetim için “saray”
kelimelerinin kullanılmasıdır. Zira, söz konusu Arap ülkelerinin birçoğunda halk ve yönetim arasında gerek sosyal gerek ekonomik anlamda çok büyük uçurumlar vardır. Öyle ki, sokaklar ve saraylar adeta
farklı zamanlarda, hatta çağlarda yaşamlar sürerler. Nitekim, bugünün
Ortadoğusu’nda varlığını sürdüren ülkelerin neredeyse tamamı “Soğuk
Savaş artığı” olarak nitelendirilebilecek bir sistemin uzantıları ya da mirasçıları tarafından yönetiliyor. Kimilerinde yarım yüz yılı aşkındır iktidarda bulunan isimler varken, kimilerindeyse ömrü vefa etmeyen babaların
oğulları “saltanat” sürmekte. Görünürde her birinin farklı yönetim sistemleri ve rejimleri olsa da, aslına bakılırsa hepsinin çıkış noktası aynı ya da çok
benzer. Hemen hepsi I. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan Arap ülkeleri, yıllar süren manda rejimlerinin ardından sözde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Son derece sancılı süreçlerden geçerek kurulan devletlerin birçoğunda,
Soğuk Savaş boyunca, deyim yerindeyse zincirleme askeri ve/veya sivil darbeler meydana geldi ve bugün halen bahsi geçen darbelerle başa geçen isimler ya da oğulları tarafından demir yumruk rejimleriyle, yani, “olmayana ergi
yöntemleriyle”* yönetiliyorlar.
36 // AĞUSTOS 2011
İşte bu mekanizma ile yönetilen ülkelerden biri de Suriye… Dört yüz
yıllık Osmanlı egemenliği sonrası I.
Dünya Savaşı’yla Osmanlı’dan ayrılıp Fransız Mandasına giren ve nihayetinde, 20. Yüzyılın ikinci çeyreğinde bağımsızlığını kazanan Suriye, bağımsızlık sonrasında ardı sıra
gelen darbeler, yaşadığı iç çalkantılar ve bölgede İsrail’in kurulması ile
sarsılan dengeler arasında yaşadığı med-cezirler nedeniyle uzun süre
istikrarı yakalayamayan bir ülke görüntüsündeydi. Bugün gelinen noktada, “Arap Baharı”nın rüzgârı ile
yine ciddi dalgalanmalar yaşayan,
istikrarın oldukça uzağında bir Suriye var karşımızda. 30 yıllık demir
yumruk iktidarı sonrasında 2000
yılında vefat eden Hafız Esad’dan
sonra iktidar koltuğuna oturan oğlu
Beşşar Esad ile başlayan süreçte,
bugünkü anlamı ile olmasa da “ılıman bir bahar havası” beklentisi
oluşmuştu. Oğul Esad’ın askeri eğitim almamış, İngiltere’de Batı değerleri ile yetişmiş genç bir tıp doktoru olarak profili de, bu beklentilerin oluşmasında etkiliydi. Ne var ki,
siyaset tecrübesi neredeyse hiç olmayan oğul Esad’ın, iktidar koltuğuna oturduğunda, 30 yıllık kemikleşmiş rejimi/sistemi bir anda yumuşatmasını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmazdı. Nitekim olmadı da... Beşşar Esad kendi çapında “ılımanlaşma” sayılabilecek siyasi suçlulara af çıkarılması, ekonomide liberalleşmeye kapı aralanması, özel üniversitelerin kurulması vs gibi bir takım adımlar attı atmasına ama, bunlar istenilen düzeyde bir sonuç ortaya koy(a)madı.
Süreç işlerken, 2003 yılında ABD’nin
Irak’a girmesi ve sonrasında SuriyeABD arasında yaşanılan sınır geçişi gerginlikleri, İsrail’le bir türlü rayına oturtulamayan barış görüşmeleri, Suriye’nin Hamas ve Hizbullah ile
olan üst düzey ilişkileri, İran’la sürdürdüğü “stratejik ittifak” ve 2005
yılında gerçekleştirilen Lübnan eski
başbakanı Refik Hariri suikastının “olağan şüphelisi” olarak gösterilmesi Beşşar Esad’ı henüz yolun başında iken oldukça zorlayıcı
bir konjonktürle karşı karşıya bıraktı. Zaten son derece katı, çözülmesi zor ve zaman alıcı bir siyasal sisteme sahip olan Suriye’nin, bir yandan Irak nedeniyle, diğer yandan ise,
Hariri Suikastı ve Lübnan meselesi,
Hamas - Hizbullah bağlantıları nedeniyle başta ABD ve İsrail olmak
üzere Batı’nın yoğun baskısı altında kalması oğul Esad’ın reform sözlerini tut(a)mamasına neden/bahane oldu. Aslına bakılırsa, mevcut
sistemin kilit noktalarında bulunan
baba Esad döneminden kalma “eski
tüfeklerin” istediği de bir anlamda
gerçekleşmiş oluyordu. Böylece rejim gevşemeyecek, sistem çözülmeyecek ve koltukları korunabilecekti. Peki, neydi bu rejim, nasıl bir
sistemdi vazgeçilmek istenmeyen?
Bu noktada, Suriye’de olup biteni
anlayabilmek için yazının başından
beri bahsi geçen rejim/sistem üzerinde durmak yerinde olacaktır.
Kemikleşmiş sistem…
Ortadoğu’nun etnik - dini - mezhepsel çeşitliliğini gözler önüne seren oldukça karmaşık bir toplumsal
yapıya sahip olan Suriye’nin siyasal tarihini, büyük oranda toplumsal
yapı şekillendirmiştir. Kendi içinde
çelişik, katı siyasal sistemi ve iç içe
geçmiş çelişkiler ile örülü sosyolojik yapısı ile son derece karmaşık bir
siyasal-toplumsal yapıya sahip olan
Suriye, alan ve nüfus olarak sahip
olduğu görece küçük sıfatların aksine, tarihsel süreçte edindiği “güç”
ile bölgesel anlamda önemli bir konuma gelmiştir. Özellikle, fonda
büyük oranda Arap-İsrail savaşlarının bulunduğu Soğuk Savaş dönemi Ortadoğusu’nda oluşan konjonktür sayesinde zamanın ve dönemin
ruhu içerisinde gerçek gücünün çok
üstünde bir güce sahip olmuş ve
bunu da sonuna kadar kullanmıştır. Tarihin aynasından yansıyan Suriye resminin altında ise hiç kuşkusuz, Suriye tarihinin otuz yılına imzasını atan Hafız Esad ismi bulunmaktadır. Öyle ki, ölümün üzerinden
on bir yıl geçmiş olmasına rağmen,
bugün bile Suriye’yi tanımlamak için
kullanılan ilk isimlerden biri halen
Hafız Esad’dır. Otuz yıllık iktidarı boyunca parti-ordu-istihbarat üçgeni üzerine kurduğu sistemle ülkeyi tek elden yönetmiştir. Suriye’deki
mezhep gruplarından biri olan Nusayri (Arap Alevisi) bir aileye mensup olan Hafız Esad, 1970’de kansız bir darbe ile ülkede azınlık durumunda olan Nusayrileri iktidara taşıyarak yönetimi ele geçirmiş ve bu
tarihten itibaren ülkesini son derece
katı bir siyasal sistem ile yönetmiştir. Tamamen kendisine bağlı, sadakatine güvendiği ve askerler ve bürokratlardan oluşturduğu üç ana
eksenli sistemde Esad’ın güçlü kişiliği zamanla Baas Partisi’nin bile
önüne geçmiş, hatta bir süre sonra tamamen kişiselleştirdiği, nev-i
şahsına münhasır bir egemenlik
sistemi oluşturmuştur. Böylece takvim yaprakları 1980’leri göstermeye başladığında Suriye’de tam anlamıyla tek adam iktidarı, başka bir
deyişle “Esadizm fırtınası” esmeye başlamıştır. Hafız Esad elde ettiği
bu sınırsız gücü ve iktidarını koruyabilmek için ise, hem içeride hem de
dışarıda kendini belli kalıplara sokmayan, sınırları olmayan tamamen
pragmatist politikalar izlemiştir. Zaman zaman “tehlike” sinyalleri aldığı durumlarda, kendi vatandaşlarına
bile kılıcını çekmekten kaçınmamıştır. Nitekim 1982 yılında yaşanan
Hama ve Humus olayları (*) -ki tarihe Hama ve Humus Katliamları olarak geçmiştir- bunun en açık örneklerinden yalnızca biridir.
Her otoriter yapının ve sınırsız gücün zaafları olduğu gibi, Esad iktidarının da zayıf noktaları yok değildi.
Esad iktidarının içsel işleyişi ile sınır ötesi işleyişi arasında ortaya çıkan yapısal farklılıklar, sistemin yumuşak karnını oluşturuyordu. Esad,
bu zaafı ortadan kaldırmak bir anlamda rejimi tehdit ettiğini düşündüğü “sakıncalı” olguları bertaraf
etmek, hatta lehine çevirmek için
AĞUSTOS 2011 // 37
DIŞ İLİŞKİLER
Bir ihtimal daha var (mı?)
pragmatist politikalar izlemiştir. Bu
bağlamda, Arap milliyetçiliğini söz
konusu pragmatist zeminde içselleştirerek zaman zaman saf haliyle, zaman zaman da dönüştürerek
politik anlayışının merkezine oturmuştur. Bu çerçevede sahiplendiği Arap milliyetçiliğini kendi siyaset felsefesi ile harmanlayarak Suriye milliyetçiliğine dönüştürmüş ve
uzun yıllar boyunca kılıcın en keskin tarafı ile yönettiği Suriye halkından, Suriye devletine, daha doğrusu “Hafız Esad’ın Suriyesi”ne sadık
tek bir ulus yaratmaya çalışmıştır.
2000 yılında vefat ettiğinde tam anlamı ile “kişiselleştirilmiş bir devlet”
miras bırakan Esad, 30 yıl boyunca
Baas Partisi üzerinde cisimleştirdiği devlet mekanizmasını adeta kendisine bağ(ım)lı bir sistem üzerine
yeniden kurgulamıştır. İşte böylesine bir miras devralan Beşşar Esad,
bugün gelinen noktada söz konusu katı mekanizmayı kendi isteğiyle esnekleştirmediği sürece istikrarın Suriye’ye uğraması pek mümkün görünmüyor. Nitekim ülkenin
güneyindeki Der’a kentinde başlayıp yayılan gösterilerin kanlı şekilde
bastırılması, istihbarat teşkilatı El
Muhaberat’ın 80’li yıllardaki karanlık politikalara dönüş sinyalleri vermesi, Beşşar Esad’ın isyanlara karşılık plasebo etkisinden ileri gidemeyecek reform reçeteleri ile halkın
karşısına çıkması Suriye için çanların çalmaya devam ettiğinin açık bir
göstergesi olsa gerek. Bu hiç de iç
açıcı olmayan tabloyu görmek istemeyen bir yönetim/rejim/sistem
belki sağlam yapısının maharetiyle kısa-orta vadede devrilmez, ama
artık muhalifleri susturmanın, demokrasiyi hasıraltı etmenin eskisi
kadar kolay olmadığı da bir gerçek
38 // AĞUSTOS 2011
ve Esad yönetimi bu gerçekle yüzleşmediği sürece, halkın sesini duymakla yetinmeyip dinlemediği sürece içine düştüğü girdaptan çıkması
çok ama çok zor görünüyor.
Bu noktada, Suriye muhalefetine de
bir paragraf açmak gerekiyor. Zira
Suriye’deki sorunu çözümsüzlüğe
iten faktörlerden biri de, hiç şüphe
yok ki muhalefetin tek bir çatı, ortak
bir vizyon etrafında birleşememiş
olması. Bugün Suriye’de kendisini muhalif olarak tanımlayan onlarca grup bulunmakta ve söz konusu
gruplar her ne kadar bir araya gelip
“vizyon ve misyon” belirlemeye çalışıyorlarsa da, herhangi bir yol kat
edebilmiş görünmüyorlar. Bu vizyonsuzluğun temelinde ise, hiç şüphe yok ki, muhalif grupların kiminin
etnik, kiminin dini, kiminin mezhepsel, kiminin fraksiyonel, kiminin laik,
kiminin İslami, kiminin milliyetçi, kiminin sosyalist, kiminin Marksist,
kiminin liberal, kiminin Batı, kiminin
Doğu referansları ile hareket etmesi yatıyor. Bu ayrıştırıcı unsurların bir
diğer yüzünde ise rejime/sisteme
karşı olan tutumlarda da iki ayrı düşünce ön plana çıkıyor. Muhaliflerin bir kısmı Esad kalsın rejim gitsin
derken, bir kısmı ise hem rejim hem
Esad gitsin düsturu ile hareket ediyor. Genellemeci ve indirgemeci bir
bakış açısıyla bakıldığında, Arap siyasal söyleminin belirleyici özelliklerinden biri olagelen “hizip” Suriye
muhalefetinde de kendisini gösteriyor. Bu söz konusu zaaf, Suriye’deki
mevcut siyaset kargaşasına bir düğüm daha atmış oluyor.
Görüldüğü üzere, Suriye’de çift sarmallı bir kaos söz konusu. Sistem,
esnekliğe, reforma, değişime, dönüşüme yanaşmıyor; muhalefet ortak bir paydada buluşup gerçekçi bir vizyon belirleyemiyor. Böylece kurgusal bir döngü ya da tam
tersi döngüsel bir kurgu ile Suriye
modernleş(e)meden postmodernleşme sancıları içerisinde yine, yeniden istikrarsızlık tuzağına düşüyor.
Nüfusunun çoğu genç olan ve bilinenin aksine eğitimli olan Suriye’de
bu kaotik gündemden en fazla etkilenen ise, geleceklerinden endişe eden, yarınlarını göremeyen; reform, değişim, dönüşüm, demokrasi, özgürlük isteyen, ama bir yandan
da Irak, Afganistan ve Libya örneklerinde olduğu gibi, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan kaygılanan gençler… Çünkü, düzenin çarkları bu şekilde dönmeye devam ettikçe, çarkın dişlileri arasında ezilip gideceklerinin farkındalar. Tıpkı kendilerinden önceki nesiller gibi.
İşte bu nedenle bir kıvılcım bekliyorlar, bir mucize belki… İsyanlar, halk
hareketleri, darbeler çözüm mü?
O da şüpheli. Zira, değinildiği üzere, Afganistan, Irak örneklerinde olduğu gibi, yıkılan rejimler yerine kurulanlar/kurulacak olanlar sistemi değil, rejimi değil sadece isimleri yenilenecekse; gelir dağılımında
yine uçurumlar olacaksa, özgürlük,
adalet, refah yine sınırlı ve sayılı bir
halk zümresine sunulacaksa, değişen hiçbir şey olmayacak “sokaklar”
için… Ama durum tamamen ümitsiz değil, zira gerçekçi ve idealist
yaklaşımların eklemlendiği noktada
Suriye’nin geleceği için “bir ihtimal
daha var”. Bu ihtimalin adı “topyekün zihniyet devrimi”. Sıradan halkın, yani sokakların hakkını alabilmesi için evet “tek yol devrim” ama
var olan düzeni sadece yıkmak için
değil, yenisini, daha iyisini kurmak
için zihinlerin hazır, zeminlerin uygun olduğu bir zihniyet devrimi…
∆
(*) Hama ve Humus katliamları, Hafız Esad yönetiminin rejim tehlikesi algıladığı ve bu bağlamda üzerinde son derece güçlü ve sınırsız bir baskı mekanizması kurduğu Müslüman Kardeşler
(İhvan-ı Müslimin)’i sindirmek için yapılan “önleyici vuruş”lardan biriydi.1982 yılında meydana gelen olaylarda, resmi olmayan rakamlara göre 25
binden fazla insan hayatını kaybetmiştir. Olaylardan sonra Hama ve Humus şehirleri hayalet şehre dönüşmüş ve bu şehirlerdeki halk çok uzunca
bir süre söz konusu olayların etkisinde kalmıştır.
Esad yönetimi de kendi deyimleri ile “ibret” için
yakılan, yıkılan evlerin, harabeye dönen sokakların, yerle bir olan alt yapının vs. onarılmasını uzunca bir süre engellemiştir. Hatta 25 yıl öncesinde
yaşanan olayların izini taşıyan birçok bina halen
aynı düşünce ile yanmış, yıkılmış bir şekilde muhafaza edilmektedir.
DÜNYADAN HABERLER
AFRİKA EN KÖTÜ DÖNEMİNİ YAŞIYOR
Birleşmiş Milletler, Doğu Afrika’daki açlık krizinde daha en kötü durumla karşılaşılmadığı ve küresel çapta kitlesel bir müdahale olmaması durumunda, yüzbinlerce kişinin hemen açlık ve ölümle karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu. BM’nin Acil Yardım Koordinatörü Yardımcısı Catherine Bragg, uluslararası topluma, hayatların kurtarılması için 1,3 milyar dolar
acil yardım çağrısında bulundu. Bragg, BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada, geçen her günün büyük önem taşıdığını belirterek, şimdiye kadar
on binlerce kişinin öldüğünü tahmin ettiklerini ve yüz binlercesinin de hemen açlık ve ölüm tehdidiyle karşı karşıya olduğunu ifade etti.
ABD’NİN NOTU İLK DEFA KIRILDI
Kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poors, Amerika Birleşik
Devletleri’nin kredi notunu bir kademe azalttı. Kuruluş, kredi notunun indirilmesine gerekçe olarak, bütçe açığının azaltılması konusunda Kongre’den
onay alan planın borç krizini çözmekte yeterli olmayacağını gösterdi. Öte
yandan, Standard&Poors’un Amerika Birleşik Devletleri’nin kredi görünümünü negatif olarak açıklaması, kredi notunun bir kademe daha düşürülebileceği söylentilerine de yol açtı.
TÜRKLERİN DİRENİŞİ İNGİLTERE GÜNDEMİNDE
İngiltere’de siyahi bir vatandaşın polis tarafından öldürülmesinin ardından
başlayan isyan, kısa zamanda hem özel hem de kamu mallarını yağmalamaya dönüştü. Başta Londra olmak üzere, İngiltere’nin diğer kentlerini
de alevler içinde bırakan olaylar ve yağmalama karşısında herkes, bölgede dükkânlarını koruyan Türk kahramanları konuşuyor. Bölgede güvenliğin
sağlamasına katkıda bulunan Türk esnaf, olayları, küçük yaştaki isyancıların yağmacılığından ibaret olarak değerlendirdi. Esnaf polisin yetersiz kaldığına da dikkat çekiyor… Yağmacıların peşinden ‘Allah Allah’ nidalarıyla koşan Türk esnafın ise, zaman zaman polis tarafından engellendiği belirtiliyor.
Şimdi olayların yarasını sarmaya çalışan İngiltere’de hemen herkes, kendisini ve yaşadığı semti savunan Türkleri konuşuyor.
SURİYE DURULMUYOR
‘Arap Baharı’ diye tanımlanan Ortadoğu’daki ayaklanmaların son durağı Suriye’de sular durulmuyor. Son olarak Suriye ordusunun girdiği Hama
şehrinde yüzlerce kişi öldürüldü. Dünya kamuoyunun tepkisine neden olan
bu girişimden sonra Türkiye; Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Suriye’ye
göndererek yaşananlara son verilmesi gerektiğini iletti. Suriye tam olarak
mesajı okumadı. Muhalifleri terörist olarak gören Beşar Esad Yönetimi, bu
çerçevede ölümleri meşru gösterme çabasında. Türkiye de yaşanan gelişmelere karşı sınırda gereken tedbirleri almaya başladı. Suriye uluslararası baskılara aldırmadan şiddetle isyanı bastırmaya çalışıyor. Halk ise buna
karşı isyandan vazgeçmiyor. Suriye’den sonra İsrail’de de Netenyahu yönetimine karşı protesto gösterileri gözlendi.
AĞUSTOS 2011 // 39
MAKALE
DÜŞÜK KARBONLU
ENDÜSTRİ
İLİŞKİLERİ
DR. NACİ ÖNSAL
TÜRK-İŞ Genel Sekreter Yardımcısı
1768 yılında pamuğun buharla evliliği, üretim
tarzını ve toplumun yapısını değiştirmiştir. Kendi
ihtiyaçlarını üreten, ürettiğini tüketen ve ürettiklerinin pazar değeri olmayan, tarım ve hayvancılıkla meşgul olan tarım toplumu değişmiş; kitlelerin katılımıyla kitlesel üretim yapan ve pazarlar için
üreten, işbölümünün arttığı, işlerin ayrıştığı bir toplum ortaya çıkmıştır. Bu toplum; sanayi toplumudur.
Modern toplum olarak da tanımlanan sanayi toplumu, insanın yaşamak için gereken çevresel yararlanma düzeyini aşmasına, çevre şartlarının zorlanmasına
ve kıt olan doğal kaynakların çevreye zarar verici bir şekilde kullanımına neden olmuştur (1).
Modern toplumda insan merkezli bir yaklaşım öne çıkmıştır. Bu yaklaşıma göre, insanın refahının sağlanması
açısından her yol meşru, gerekli ve zorunludur. (2) Yaklaşım böyle olunca, çevre tahribatı da kaçınılmaz olmuştur.
Küreselleşme, teknolojide, özellikle iletişim ve ulaşımda
sağladığı imkânlarla dünyayı küçültürken, toplumun yapısını
40 // AĞUSTOS 2011
da değiştirmiştir. Günümüz toplumu; sanayi ötesi toplum, bilgi toplumu vb. olarak ifade edilmektedir. Bu toplumda da çevre tahribatı durmamış, aksine artarak devam etmiştir.
İşin iyi yanı, insanlığın bu yeni toplum düzeninde çevrenin önemini hatırlamış olmasıdır. İnsanlık, kendisine sunulmuş olan dünya denilen nimeti ne kadar hor kullandığını anlamıştır. Bitki ve hayvanların tek tek veya gruplar halinde çevreleriyle etkileşimlerini inceleyen bilim
dalı ekolojinin tanımı da değişmiştir. Ekosistem kavramı
ortaya atılmıştır. Ekosistem, belli bir alanda yaşayan ve
birbirleriyle sürekli etkileşim içinde olan canlılar ve bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütün olarak tanımlanmaktadır.(3)
Bu bütün, tehdit altındadır. Küresel ısınma nedeniyle
ormanların yok olacağı, çölleşmeler yaşanacağı, buzulların erimesi nedeniyle yükselen denizlerin büyük kara
parçalarını yutacağı, dünyanın yüksek bölgelerindeki buzulların erimesinin nehirlerin rejimini bozacağı ve
sellere neden olacağı iddiaları her geçen gün artmaktadır.
İnsanın “onurlu ve iyi bir yaşam sürmesine imkân veren
nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve tatmin edici yaşam koşulları içinde” yaşam hakkı tehdit altındadır.(4)
Isınma ve iklim değişikliği konusunda duyarlılığı ve mücadele kararını ortaya koyan tek belge Kyoto
Protokolü’dür. 1997 yılında imzalanan protokol, ne yazık ki 2005 yılında yürürlüğe girebilmiştir. Bugün 181
ülkenin imzalamış bulunduğu protokolün hedefi, başta
karbondioksit olmak üzere, endüstri tesislerinin ve bazı
endüstri ürünlerinin doğaya saldıkları sera gazları diye
tanımlanan gazların salınımının azaltılmasıdır. Protokolü imzalayan ülkeler, sera gazı salınımlarını 1990 yılındaki düzeyin % 5.2 altına indireceklerdir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkan Clinton zamanında imzaladığı protokolü daha sonra geçersiz sayması, Rusya’nın geç katılımı, protokolün geç yürürlüğe
girmesinin nedenleri arasında sayılabilir. Biz de kendi
endüstrimizi korumak için olsa gerek, protokolü imzalamakta bir hayli direndik. Protokol, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan görüşmelerde 6 çekimser, 3 karşı, 243 oyla kabul edildi ve 2009/14979 karar sayısı ile
“Milletlerarası Sözleşme” olarak yürürlüğe girdi.
AĞUSTOS 2011 // 41
Sözleşmeye göre;
∆Atmosfere salınan sera gazı miktarı % 5’e
çekilecek,
∆Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan
kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
∆Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen
teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme
sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak,
∆Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit
oranının düşürülmesi için alternatif enerji
kaynaklarına yönelinecek,
∆Fosil yakıtlar yerine, örneğin biodizel yakıt
kullanılacak,
∆Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek,
∆Termik santrallerde daha az karbon çıkaran
sistemler, teknolojiler devreye sokulacak,
42 // AĞUSTOS 2011
∆Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerji de karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkacak,
∆Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak. (5)
Görüldüğü gibi, önlemler yüksek maliyetli bir değişim
gerektirmektedir. Değişim yeni teknolojiler demektir.
Belki de yeni bir ekonomik sistem demektir. Bazı düşünürler “Düşük Karbonlu Ekonomi”, “Karbonsuz Ekonomi” kavramlarını kullanmaya başlamışlardır bile.
Bize göre yeni bir endüstri devrimi ile karşı karşıyayız.
Bu devrim, 1768 sanayi devriminden daha önemli bir
devrim olabilir. Kyoto Protokolü ile başlatılan bir savaştır. Bu savaş, dünyayı kurtarma savaşıdır. İkinci Dünya
Savaşı’ndaki yeni teknolojilerin, sanayi ötesi toplumun
yaratıcısı olduğu unutulmamalıdır.
Daha şimdiden yeni bir piyasa oluşmuştur. Bu piyasa “Karbon Piyasasıdır.” Bu piyasada sera gazı salım
düzeylerinin alım-satımı yapılmaktadır. Çevreyi yüksek düzeyde kirleten ülkeler, (şirketler) gerçekleşenden
daha fazla salım düzeyi hakkı olan ülkelerden kullanılmamış kredileri satın almaktadır. Karbon ticareti, hızla
büyüyen mülti milyar dolarlık uluslararası bir pazar olarak görülmektedir. Bu pazar, sera gazlarını kontrol altında tutmanın, azaltmanın, sürdürülebilir kalkınmayı finanse etmenin en etkin yolu olarak düşünülmektedir. (6)
Teknolojideki değişiklikler daima endüstri ilişkilerini de
değiştirmiştir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna
geçiş sendikaları yaratmış, üç aktörlü endüstri ilişkileri
sistemleri doğmuştur. Sanayi ötesi topluma geçildiğinde ise, “sendikaların sanayinin ürünü olduğu” görüşünden hareketle, bu yeni toplumda sendikaların yeri olmadığı, bu nedenle de “Sendikasız Endüstri İlişkileri” sistemine geçileceği iddia edilmiştir. Bu iddia gerçekleşmemiş, sendikalar küresel dünyaya uyum göstermiş, küçülerek ama birleşerek yeni bir vizyon kazanmışlardır.
Karbonsuz endüstri de hiç kuşkusuz yeni bir endüstri
ilişkileri modeli yaratacaktır. Birçok yeni teori geliştirilecektir. Sendikalar gelişmeleri izlemek yerine karar mekanizmaları içinde yer almak, her zamankinden daha
yüksek çevre duyarlılığı göstermek ve olası devrime hazırlıklı olmak durumundadırlar. Böyle yaparlarsa kendilerini ve üyelerinin hak ve çıkarlarını koruyabilirler.
∆
1) Altın ışık, Tuğba; Toplumsal Değişimler Çerçevesinde
Çevre Yaklaşımı, Anahtar Dergisi, Haziran 2011, s.24-28
2) Adak N; Geçmişten Bugüne Çevreye Sosyolojik Yaklaşım, Ege Akademik Bakış, 2010, s.371-382
3) Önsal Naci; Yok Edilmekte Olan Hak ve Servet, Türk-İş
Dergisi, Nisan 2006, s.115-116
4) Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı (1972) sonunda
yayımlanan bildiride kabul edilen “Temel İnsan Hakkı”
5) http://tr.wikipedia.org/wiki/kyoto
6) http://www.ntvmsnbc.com
AĞUSTOS 2011 // 43
TAKLİTÇİNİN
GÜNLÜĞÜ
ERTAN GENÇTÜRK
[email protected]
Taklit edilmiş bir Boeing’e, ya da
bir transatlantiğe hiç korkmadan
binebilir misiniz? Yoksa, hayatınız
daha mı önemli?
Dünyada taklitçilik aldı başını gidiyor… Piyasada satılan her 10 üründen 1’inin taklit olduğu ve taklitçiliğin dünya ekonomisine 600 milyar dolarlık bir darbe
indirdiği söyleniyor. Günümüzde çantadan saate, otomobil yedek parçalarından, jet motoru parçalarına; içtiğimiz ilaçtan, yediğiniz yemeğe dek birçok ürün taklit ediliyor.
Her şeyin bir sınırı var. Ama Çin’e
göre taklitte sınır yok… Çin, şimdi
Biz de severiz taklit etmeyi, taklit yapmayı… “Gibi Yapde Dünya Otomotiv Pazarı’ndaki
mak” bizim ülkemizde revaçtadır.
devlerin son ürünlerini bile
Mesela giyim kuşam üzerine olan bazı ünlü markaların
taklit etti.Son marifetleri bu.
ürünlerini İstinye Park’ta, Karum’da çok pahalı fiyatlarla alıp
hava atanlar olabileceği gibi, aynı ürünün taklidini Sosyete
MERCEDES C’yi, Geely MePazarı’ndan alıp, daha cüzi fiyata hava atma imkanı da sunulur bizim insanımıza… Çünkü, bizim esnafımız, bizi sever,
rıe 300 adıyla piyasaya sürbizden biridir… Zaman zaman gitmesek de görmesek de o bidüler. NEOPLANSTARLİNE’i,
zim esnafımızdır.
‘Zonda A9’ adıyla piyaAma her şeyin bir sınırı var. Taklidin de taklitçiliğin de… Her ne
saya sürdüler..BMW’nin,
kadar ‘taklitçilik’ bir sektör haline gelmiş olsa da, biz haddimizi
biliriz… Ve Çin kadar ileriye gitmeyiz…
T O YO TA’n ı n , R O L LS
Çin, taklit konusunda sınır tanımıyor… Yarın bir gün Barack
ROYCE’un ve daha bir çok
Obama’nın, Angela Merkel’in, Putin’in taklidini yaparlarsa şaşırmarkanın ürünleri şimdi
mayalım… Bu derece sınır tanımaz hale geldiler…
otomotiv pazarında…
Ucuza mal edip, ucuza satmak ve sürümden kazanmak artık bir ‘Çin
Ekolü’ haline gelmeye başladı. Taklit ürünler yapıyorlar, bu da yetmezmiş gibi ‘sahte mağazalar’ da açıyorlar. Bundan iki ay öncesine
44 // AĞUSTOS 2011
kadar Apple’ın ürünlerinin satıldığı sahte mağazalar tespit edilmişti.
Apple, hukuk savaşını kazandı ve bu
mağazaların kapanmasını sağladı.
Son olarak, mobilya pazarının devlerinden IKEA’nın taklit edildiği bir
mağaza da ortaya çıktı… Mavi ve
sarı renkte mobilya kopyaları, odalar, minyatür kurşun kalem, tabela ve hatta kendi sallanan sandalye
tasarımları... Her şey aynı IKEA mağazasındaki gibi…
Telefon satan mağazalara gittiğinizde Çin malı taklit cep telefonlarının vitrinleri işgal ettiğini zaten biliyorsunuz. Son olarak üzerinde ‘Apple’ damgası olan iPhone5’i bile taklit ettiler. Telefonun ekran çözünürlüğü biraz düşük ama WiFi, Bluetooth, MicroSD slotu, kamerası, tanıdık arayüzü ve çift SIM kart desteği ile küçümsenmeyecek özelliklere
sahip… Bunu ürünü övmek için değil, taklidin boyutlarını paylaşmak
için söylüyoruz…
Türkiye de bu taklit ürünler için
önemli bir pazar olmaya başladı.
Çin’den 1 milyar dolarlık ithalat yapıyoruz… Cep telefonlarının % 50’si,
elektronik cihazların % 50’si Çin
malı… Hatta bazı firmalar, üretim
maliyetlerini düşürmek için Çin’de
fason imalat bile yaptırıyor. Bunu biz
söylemiyoruz, Ankara Ticaret Odası
söylüyor…
Her şeyin bir sınırı var. Ama Çin’e
göre taklitte sınır yok… Çin, şimdi de
Dünya Otomotiv Pazarı’ndaki devlerin son ürünlerini bile taklit etti.Son
marifetleri bu… MERCEDES C’yi, Geely Merıe 300 adıyla piyasaya sürdüler.NEOPLAN STARLİNE’i, ‘Zonda A9’
adıyla piyasaya sürdüler..BMW’nin,
TOYOTA’nın, ROLLS ROYCE’un ve
daha bir çok markanın ürünleri şimdi otomotiv pazarında…
Son olarak, İtalyanlar’ın klas arabalarından olan Lamborghini de
Çin’de seri üretimi yapılan araçlardan… Arabanın taklitçisi kim biliyor musunuz? Şanghay’da bir kuaför… 400 bin Euro’dan aşağı satılmayan Lamborghini’nin taklitleri peynir ekmek gibi 10 bin Euro’ya
satılıyor…
Euro’dan satan Çinliler, uluslararası mahkemeyi kaybetmiş ve 500 bin
dolar tazminat ödemişti.
Evet. Buraya kadar anlatılanlar,
‘Çin’in Kurnazlığı’ olarak görülebilir. Ama bunun adı kurnazlık değil, düpedüz hırsızlık… Mercedes’i,
BMW’si, Toyota’sı, Hyundai’si boşu
boşuna dünya pazarında ‘Devler Liginde’ oturmuyor…
Bir dünya markası olmak ve üstelik piyasada tutunabilmek öyle kolay
değil… Uzun zamanlar harcanıyor
bunun için… Piyasalar araştırılıyor,
yatırım yapılıyor, tanıtımlar gerekiyor… Sadece zaman değil, kocaman
paralar da harcanıyor… Zaman zaman belli tutumları nedeniyle eleştirilse de, marka olan bu şirketler,
vergi veriyorlar, istihdam sağlıyorlar. Kısaca ekonomilere katkıda bulunuyorlar…
On binlerce insan çalışıyor bu markaların fabrikalarında… Yüz binlerce yan sanayici ve bu sanayinin işçileri bu fabrikaların ürünleri sayesinde ekmek yiyor… Milyonlarca aile
bu kapılara bakıyor… Mühendisleri,
AR-GE’leri, teknisyenleri, yöneticileri, işçileri ve sosyal sorumluluk projeleriyle marka olmanın gereğini yerine getirmeye çalışıyorlar… Dolayısıyla, taklit bir anlamda bu fabrikalarda çalışan emekçilerin de zarar
görmesine yol açıyor…
Elif Şafak’ın ‘İskender’ romanı hakkında kapak tasarımından, içeriğine
kadar taklit olduğu yolunda birçok
söylenti çıktı. Sonra insanların içindeki okuma isteği söndü… Böyle çok
kitaplar var piyasada. Tez yazanlar,
doktora hazırlayanlar da var… Bunlara kızıyorsak eğer, hepsine kızacağız…
Çin, eğer ‘Delikanlı bir pazar anlayışına’ sahip ise, delikanlı gibi oturacak, fabrikasını açacak, işçileri çalıştıracak, AR-GE merkezleri açacak,
sosyal sorumluluklarını yerine getirecek ve bir ‘Dünya Markası’ yaratacak… Delikanlıysa bunu yapacak…
Öyle üç köfte beş kuruşa yok…
Amerika’sı, Rusya’sı, Almanya’sı,
Fransa’sı, İtalya’sı enayi miydi? Onlar yapamazlar mıydı taklit ürünleri…
Biz yapamaz mıydık?
Dünyadaki 22 ülkede anket yapılmış. 22 ülkenin 15’inde Çin’in dünya
ekonomisinin en büyüğü olduğunu
söylemişler. Taklitçilikle gelen ekonomik büyüklük her zaman çökmeye mahkûm… Bugün için Çin büyük
olabilir, ama yarın ne olacak? Çin,
insanları aldatarak değil, insanlığa
hizmet ederek büyük ekonomi olma
arayışına girmeli.
Ancak, burada şunu da söylemek
zorundayız. Özellikle Çok Uluslu Şirketlerin ‘üretim maliyetlerini düşürmek’ gibi bir arayış içinde olmak
yerine kar hırslarını yeniden gözden
geçirmeleri gerekiyor… Bir ürünün
çok iyi olması, onun çok pahalı fiyata satılması sonucunu getirmemeli… İyi ürünler, ekonomik fiyatlarla
buluşturulmalı… Eğer bu yapılmaz
ise, Çin malları dünya pazarlarını işgal edecektir…
Elbette ki taklitçiliği ve taklit ürünleri tasvip etmiyoruz… Taklitlere ve
taklitçilere karşı bir savaş açmak
gerekiyor. Ama önce taklitlerden
şikâyetçi olan şirketlerin, markaların önce iğneyi kendilerine batırmaları gerekiyor…
∆
Dediğimiz gibi bir taklit furyasıdır gidiyor… Bunun önüne geçmek
için şirketler, uluslararası hukuk
yoluna başvurmaya başladı. Geçen yıl HUMMER’ın çakmasını 10 bin
AĞUSTOS 2011 // 45
KİTAP
TÜRK METAL, KİTAPLARIYLA ÇALIŞMA HAYATINA IŞIK TUTUYOR
Türk Metal Sendikası, her alanda olduğu gibi, yayınlarıyla da, çalışma hayatına katkılarda bulunuyor. Alanında uzman isimlerin kaleme aldığı kitapları yayımlayarak, çalışma hayatına ışık tutmayı amaçlayan Türk Metal Sendikası, bu çerçevede, son bir yılda 4 kitabı, sendikal dünyaya kazandırdı. Türk Metal’in beşinci kitabı için de hazırlıklar
son aşamaya geldi.
Türk Metal, eğitim anlayışının eseri olarak, Endüstriyel İlişkiler kitabının ardından, Kadın işçinin El Kitabı, Metal İşkolunda İş sağlığı ve Güvenliği ile İş Kazaları ve Meslek Hastalığı Uygulamaları isimli kitapları da çalışma hayatına kazandırdı.
Kadın İşçinin El Kitabı
Türk-İş Kadın İşçiler Uzmanı Hülya
Uzuner tarafından hazırlanan bu kitap, kadın çalışanlarımızın sorunları, sahip oldukları hakları, kadın çalışanları kapsayan hukuki düzenlemeler, kadın – erkek eşitsizliği, kadın istihdamı, kadınlara yönelik şiddet, ayrımcılık, uluslararası alanda
kadın hakları ve hukuki düzenlemeler gibi konuları ile alıyor. Genel Başkanımız Pevrul Kavlak, her kadın işçinin el kitabı niteliğindeki bu eserin
Sunuş yazısında, şunları ifade ediyor:
‘‘Türk Metal Sendikası kurulduğu
günden itibaren ülkemizde demokrasinin güçlenmesi için, kadının çalışma hayatında yer almasını istemiş ve bu konuda eğitim ve örgütlenme çalışmaları yürütmüştür…
Türk Metal Sendikası işçiyi birey değil aile olarak kabul etmekte, yalnızca üyelerinin değil, eşlerin de eğitime katılması için sürekli ve düzenli eğitim çalışmaları yürütmektedir.
Bu çalışmanın başta Türk Metal camiası olmak üzere, tüm ulusumuz
için faydalı bir rehber olacağına inanıyoruz.’’
46 // AĞUSTOS 2011
İş Kazaları ve Meslek Hastalığı
Uygulamaları
Metal İşkolunda İş Sağlığı ve
Güvenliği
Türk-İş Sosyal Güvenlik Danışmanı
Celal Tozan tarafından kaleme alınan bu kitap, çalışanların başına gelebilecek her hangi bir hastalık ya da
iş kazası durumunda neler yapılması gerektiği sorusuna cevap veriyor.
Sigortalıya ve hak sahiplerine sağlanan yardımları, sigortalının sorumluluklarını ve İşverenin yükümlülüklerine de yer verilen bu kitap, bu konuyla ilgili aranabilecek her şeyi içeriyor. 8 bölüm halinde hazırlanan ve
Türk Metal tarafından basımı ve dağıtımı yapılan İş Kazaları ve Meslek
Hastalığı Uygulamaları isimli kitap,
çalışma hayatının bir büyük eksiğini kapatmayı hedefliyor.
Türk-İş Eğitim Uzmanlarından Özcan Karabulut tarafından kaleme
alınan bu kitap, İş Sağlığı ve Güvenliği konusunda ulusal ve uluslararası
alanda hazırlanan bildirge, sözleşme, kanun, tüzük, yönetmelik gibi
her türlü hukuki çalışmayı ve düzenlemeyi ele alıyor. Ayrıca, Metal İş kolunda iş kazaları ve meslek hastalıkları, etkili olan faktörler, maliyet ve
öneriler de bu kitapta ayrıntılı olarak
ele alınıyor.
TÜRK METAL & MESS // ORTAK EĞİTİM PROJESİ
TÜRK METAL - MESS
ORTAK EĞİTİM ve
TEŞKİLATLANDIRMA
EĞİTİM PROGRAMI
15 Temmuz-31 Temmuz
2011 yılında
Ankara Büyük Anadolu
Otel’de gerçekleştirilen
eğitimlere katılan
işçi sayımız:
6577
Ankara, Kırıkkale ve Çankırı şubelerimizden 64 kişinin katıldığı ve 15-17 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen eğitimlerde, sendikal ve aile içi iletişim konularında sunumlar yapıldı. Eğitim süresinde gerçekleştirilen etkinliklere aktif olarak katılan üyelerimiz, programdan son derece memnun ayrıldı.
İstanbul ve İstanbul 1 Nolu şubelerimizden 142 kişinin katıldığı, 18-20 Temmuz tarihleri arasındaki eğitim programının açılışı, Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz İsmail
Dursun tarafından yapıldı. İsmail Dursun’un, ülkemizde ve
dünyada işçi hakları ve sendikal mücadele konularını içeren konuşması, üyelerimiz tarafından ilgiyle izlendi.
İzmir 1, İzmir 2 ve Manisa 1 Nolu şubelerimizden 150 kişinin katıldığı, 21-23 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen eğitim programının açılışı, Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz İsmail Dursun tarafından yapıldı. Eğitim
programı, üyelerimizin derslere etkin katılımı ile oldukça
verimli olarak tamamlandı. Eğitim programı, Anıtkabir ve
Kurtuluş Savaşı Müzesi ziyaretleri ile tamamlandı.
Bursa 2, Bursa 3, Gemlik ve Biga 1 Nolu şubelerimizden
180 kişinin katıldığı, 25-27 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen eğitim programının açılış konuşmasını Genel
Eğitim ve Toplu İş Sözleşmesi Sekreterimiz Yavuz Gökçe
yaptı. İş, işçi ve sendikal yaşama ilişkin konuların ele alındığı açılış programı, üyelerimizin soru ve yorumları ile daha
aktif bir şekilde sona erdi.
Bursa Nilüfer ve Gölcük şubelerimizden 142 kişinin katıldığı, 28-30 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen eğitim programının açılış konuşmasını, Genel Eğitim ve Toplu İş Sözleşmesi Sekreterimiz Yavuz Gökçe yaptı. Program, üyelerimizin derslere etkin katılımı ile oldukça verimli bir şekilde tamamlandı. Programa katılanlar, Anıtkabir ve
Kurtuluş Savaşı Müzesi’ni de ziyaret etti.
Ankara, Kırıkkale ve Çankırı şubelerimizden 158 kişinin
katıldığı, 29-31 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen eğitimlerde, sendikal ve aile içi iletişim konularında sunumlar yapıldı. Katılan üyelerimiz, işlenen dersler ve sosyal etkinliklerle programı tamamlayarak, memnun ayrıldı.
AĞUSTOS 2011 // 47
TEMMUZ AYI TALİHLİLERİMİZ
BELİRLENDİ
Temmuz ayında yer alan numaralardan ücretsiz tatil kazanan şanslı numaralar belirlendi. Çekilişi Genel Sekreterimiz Muharrem Aslıyüce ve Genel Merkez çalışanları yaptı. Kazanan numaraların sahiplerinin, numaranın bulunduğu dergiyle birlikte en geç 30 Eylül’e kadar bağlı oldukları şubelere başvurmaları gerekmektedir.
Not: Her ay 3 talihli numara ve 5 yedek numara belirlememize rağmen, Nisan ve Mayıs aylarında şubelerimize herhangi bir başvuru yapılmadığı için tatil hediyesi kazanan üyemiz olmadı. Haziran ayı kazanan numaralarının son
başvuru tarihi ise 30 Ağustos’tur.
Kura sonucunda tatil kazanan üyelerimizin yol masrafları, ücretsiz tatil hediyesinin içinde değildir.
Asil olarak ilan edilen numaraların sahipleri müracaat etmediği takdirde, sırayla yedek üyelerimiz bizler tarafından
aranacak ve talep ettikleri Türk Metal’e ait tesislerden birine rezervasyonları yapılacaktır.
İşte Türk Metal’in Yatırımları
Büyük Anadolu Hotel - Ankara
Büyük Anadolu Didim Resort Otel – Aydın
Büyük Anadolu Girne Otel – KKTC
Büyük Anadolu Ereğli Otel – Zonguldak
Çekilen kurada kazanan numaralar:
1. Talihli: 33327
Yedekler:
1. Yedek 18655
2. Yedek 21487
3. Yedek 40615
4. Yedek 13882
5. Yedek 49572
48 // AĞUSTOS 2011
2. Talihli 24163
Yedekler:
1. Yedek 08726
2. Yedek 35661
3. Yedek 37943
4. Yedek 19528
5. Yedek 26811
3. Talihli 03656
Yedekler:
1. Yedek 12749
2. Yedek 29761
3. Yedek 35094
4. Yedek 23642
5. Yedek 09774
TEMMUZ 2011 // 1
GENEL MERKEZ
Soyupek Ailesinin Mutlu Günü
Türk Metal Sendikası Genel Mali Sekreteri
Mehmet Soyupek ve Zeliha Soyupek’in kızı
Şükran Soyupek, Baki Polat ile dünya evine
girdi. Büyük Anadolu Oteli’nde 23 Temmuz
Cumartesi günü yapılan düğüne Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalay, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Türk-İş Genel Sekreteri ve Sendikamız Genel Başkanı Pevrul
Kavlak, MESS Genel Sekreteri İsmet Sipahi, Türk-İş Genel Mali Sekreteri Ergün Atalay
yurtiçi ve yurtdışından birçok sendika temsilcisinin yanısıra, işadamları ve çok sayıda
davetli katıldı.
Düğün töreninde genç çiftelerin yüzüklerini
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Türk İş
Genel Başkanı Mustafa Kumlu birlikte taktı.
Türk Metal ailesi olarak, Şükran ve Baki’ye
ömür boyu mutluluklar dileriz.
AKSARAY 1 NOLU ŞUBE
Ahmet ve Atakan için
hayırlı olsun
Mercedes Benz Türk A.Ş. işyeri Baş Temsilcimiz Ahmet İlik’ in torunları ve aynı zamanda yine Mercedes Benz Türk A.Ş. çalışanı üyemiz Yunus İlik’in oğulları Ahmet Kerem ve Atakan Eren, 31 Temmuz’da yapılan
törenle sünnet oldu.
Sünnet törenine, Aksaray 1 Nolu Şube Başkanımız Muhterem Taşdemir, şube yöneticileri ve bazı üyelerimiz de katıldı. İlik ailesina hayırlı olsun dileklerimizi iletiyoruz ve
Ahmet’le Atakan’ı kutluyoruz.
AĞUSTOS 2011 // 51
ANKARA 1 NOLU ŞUBE
RAMAZAN BOYUNCA ÜYELERİMİZLE BİRLİKTEYDİK…
İlk durak Türk Traktör A.Ş...
Her yıl olduğu gibi, bu yıl da, iftar yemeklerinde üyelerimizle bir aradaydık. İlk iftar yemeğiz ise, 4 Ağustos tarihinde Türk Traktör
A.Ş’de yapıldı.
Şube Başkanımız Hasan Göçeroğlu’nun da
katıldığı iftar yemeği, üyelerimizle olan birlik ve dayanışma duygularımızı bir kez daha
pekiştirdi.
İkinci Durak Mitaş İşyerleri…
Ramazan ayının ikinci iftarı ise, Mitaş’ta
gerçekleştirildi. İftar yemeğinde üyelerimizle birlikte olan Şube Başkanımız Hasan
Göçeroğlu, iftar programının sonunda, onlarla uzun uzun sohbet etti.
Üçüncü Durağımız Arçelik A.Ş…
Şube Başkanımız Hasan Göçeroğlu ve şube
icra kurulumuz, iftar programları kapsamında, 9 Ağustos tarihinde de, Arçelik Bulaşık Makinesi Fabrikasında üyelerimizle
birlikte oldu.
İftar programı sonrasında ise fabrikayı gezen Şube Başkanımız Hasan Göçeroğlu,
üyelerimizle uzun süreli sohbet de etti.
Emeklilik Hayatında Mutluluklar
Ankara 1 Nolu şubemizin yetkili olduğu işyerlerinden Arçelik AŞ’de çalışan Ali Karagöz, emeklilik kararı verdi. Emeklilik işlemlerini başlatan Ali Karagöz’e, yapmış olduğu hizmetlerden dolayı, Ankara 1 Nolu şube
adına işyeri Baştemsilcimiz Mustafa ERTEKİN bir plaket sundu. Türk Metal Sendikası olarak, Karagöz ailesine, bundan sonraki yaşamlarında sağlık ve mutluluklar dililiyoruz.
52 // AĞUSTOS 2011
Türk Traktör,
bütün çalışanlarıyla
“Yaza Merhaba” dedi
Türk Traktör’ün Geleneksel Yaz Şenliği, 10
Temmuz Pazar günü gerçekleştirildi. Türk
Traktör çalışanları ve ailelerinin yoğun ilgi
gösterdiği geleneksel yaz şenliğine, toplam
6242 kişi katıldı.
Oyun Parkları ve çocuklar için oluşturulmuş
özel oyun alanlarının yer aldığı Türk Traktör Yaz Şenliği’nde, bütün katılımcılar keyifli
vakit geçirdi. Birbirinden eğlenceli yarışmalar ve hediye çekilişleri düzenlendi. Katılımcılar; halat çekme, çuval yarışı, havlu ile sutaşıma, süpürge futbolu, nal atma gibi yarışmalarda, bireysel performansın yanısıra,
takım ruhunu pekiştirme fırsatı buldu.
Bugüne kadar en yüksek katılımın gerçekleştiği yaz şenliği, Türk Halk Müziği konseri
ve popüler sanatçı Bengü’nün başarılı sahne performansıyla sona erdi.
BİGA ŞUBESİ
Türk Metal Sendikası
üye eşlerine 5 yıldızlı otelde tatil
Türk Metal Sendikası’nın Ankara Büyük
Anadolu Oteli’nde yapılan 2011 yılı 7inci
dönem eğitimine katılan 10 üyemiz eşleriyle birlikte Biga 1 nolu Şube Sekreterimiz
Rahmi Kocaoğlu tarafından, şube binamızın önünden uğurlandı.
Yaklaşık 5 gün sürecek eşli eğitimde üyelerimiz ve eşlerine hocalarımız tarafında Ev
Ekonomisi, Çocuk Gelişimi ve Bakımı, Çalışma Yasası, İş Sağlığı İş Güvenliği, Sendikalar Kanunu ve güncel konularda eğitimler veriliyor.
Eğitimlerden kalan zamanlarda kursa katılanlar için çeşitli sosyal aktiviteler ile, Anıtkabir ve Kurtuluş Savaşı Müzesi ziyaretleri
de düzenleniyor.
AĞUSTOS 2011 // 53
BOLU ŞUBESİ
Arda’ya sünnet düğünü
Bolu Şubemizin yetkisindeki Arçelik Pişirici
Cihazlar Fabrikası’nda çalışan arkadaşımız
Aslan Yazıcıoğlu’nun oğlu Arda sünnet oldu.
Sünnet törenine, Türk Metal ailesini temsilen Şube Sekreterimiz Hüseyin Uludoğan
ve Temsilci Murat Ayan ile işyeri arkadaşları da katıldı.
‘MF Yeter Artık’ bu yıl da
şampiyon oldu…
Bolu Şubemizin yetkili olduğu Arçelik Pişirici Cihazlar İşletmesinde yaklaşık 2 aydır
devam eden 2011 Halı Saha Futbol Turnuvası, 29 Temmuz’da oynanan final karşılaşması ile tamamlandı.
Toplam 400 sporcunun katıldığı turnuvanın finalinde, ‘Çılgın Emayecileri’ yenen, ‘MF
Yeter Artık’ takımı, geçen yıl olduğu gibi bu
yıl da şampiyon oldu.
Türk Metal ailesi olarak turnuvaya katılan
bütün arkadaşlarımızı ve şampiyon takımı
kutluyoruz.
54 // AĞUSTOS 2011
ANKARA 3 NOLU ŞUBE
TÜHİS ile TİS imzalandı
Sendikamız ile TÜHİS arasında yürütülen ve
Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı Depo ve
Tamirhane Müdürlüklerini kapsayan toplu
iş sözleşmesi görüşmeleri, 5 Ağustos 2011
tarihinde anlaşma ile sonuçlandı.
1 Mart 2011 - 28 Şubat 2013 dönemini
kapsayan sözleşme görüşmelerine, Genel
Eğitim ve Toplu İş Sözleşmesi Sekreterimiz
Yavuz Gökçe, TÜHİS Genel Sekreteri Adnan
Çiçek, Şube Başkanımız Nihat Zengin, şube
yöneticilerimiz ile temsilcilerimiz ve Fabrika Kademe Şube Müdürü Yılmaz Mısırlı da
katıldı.
Şube Başkanımız Nihat Zengin, Şube Sekreterimiz Hayrettin Karakoyun ve Şube Mali
Sekreterimiz Yusuf Yılmaz, şubemiz yetkisindeki Emniyet Fabrika Kademe Şube
Müdürlüğü’nü 10 Ağustos tarihinde ziyaret ettiler. Ziyarette, sendikamız ile TÜHİS
arasında imzalanan ve Emniyet Kademe
ve Depo işyerlerini bağlayan toplu iş sözleşmesi hakkında üyelerimize bilgi verildi.
Üyelerimizle sohbet eden yöneticilerimiz,
işyeri ile ilgili sorunları da dinledi.
Şubemizin yetkili olduğu Ankara Dişli Dövme Ltd.Şti. (Eski Hema Dişli A.Ş.) işyerini 11
Ağustos tarihinde ziyaret eden Şube Başkanımız Nihat Zengin ve Şube Sekreterimiz
Hayrettin Karakoyun, üyelerimizle birlikte
iftar yemeği yediler. Yöneticilerimiz, yemek
sonrası üyelerimizle sohbet ederek sorunlarını dinledi.
AĞUSTOS 2011 // 55
BURSA 2 NOLU ŞUBE
Bursa 2 Nolu Şube
iftarda buluştu
Bursa 2 Nolu Şubemizde, 10 Ağustos tarihinde iftar yemeği gerçekleştirildi. İftar yemeğine, Bursa’daki Şubelerimizin Başkanları, Bursa 2 Nolu Şubemizin Zorunlu Organları, baştemsilci ve temsilci arkadaşlarımız da katıldı.
BURSA 2 NOLU ŞUBE
BASIN TEMSİLCİLERİ
BİLDİRİYOR
Karsan otobüs çalışanları
moral yemeğinde
İtalya’nın başkenti Roma Belediyesi için,
‘Breda Menarini Bus’ markası ile üretilen
otobüslerin 75 adetlik ilk sevkiyatının gerçekleştirilmesi dolayısıyla, Karsan Otobüs
çalışanları için 7 Haziran’da bir yemek düzenlendi.
Bu mutlu olayın kutlandığı yemeğe, bütün
bölüm çalışanlarının yanısıra, birim yöneticileri Sabahattin Ara, Ferdi Aksoy, Hakan
Terziler katıldı.
Karsan’da Sergi
Türkiye Sakatlar Derneği Anadolu Yakası Şubesi, Karsan’da 14 Temmuz tarihinde
bir sergi düzenledi. Engellilerin el ürünlerinin yeraldığı sergiye, Karsan çalışanları büyük ilgi gösterdi. Türkiye Sakatlar Derneği
Anadolu Yakası Şubesi Başkanı Vedat Osmanoğlu, sergi sırasında, engellilerin karşı karşıya kaldığı sorunlar hakkında ayrıntılı bilgi verdi.
56 // AĞUSTOS 2011
Aydın Gültekin
Karsan Basın Temsilcisi
Karsan engellilere
destek kampanyasında
Bursa Kent Konseyi, Kent Konseyi Engelliler
Meclisi ve Büyükşehir Belediyesi’nin “Hedef 100 engelliye 100 akülü araç” sloganıyla başlattığı kampanyaya, Karsan çalışanları büyük destek verdi. Karsan çalışanları,
fabrikanın birçok noktasına asılan afişlerle
duyurulan kampanya için oluşturulan toplama kutularına katkıda bulundular.
Karsan’da Karnaval Ligi
Karsan Otomotiv A.Ş çalışanlarının, fabrikadaki dostluğu pekiştirmek adına başlattıkları “Karsan Karnaval Ligi” futbol turnuvası 14 Haziran’da başladı. Toplam 12 takımın katılımıyla başlayan turnuva, ilk haftadan itibaren çekişmeli maçlara sahne oldu.
Dostluğun ve centilmenliğin üst düzeyde
olduğu turnuvanın 5. Haftasının sonunda,
‘Atletico Montaj’, ‘Gövde1’ ve ‘Üretim Kontrol’ takımları şampiyonluk yolunda iddialı duruma geldiler.
Türk Metal Sendikası Bursa 2 Nolu Şubesi
olarak, katılan tüm takımlara göstermiş oldukları mücadeleden dolayı teşekkür ediyor
ve başarılar diliyoruz.
BURSA 3 NOLU ŞUBE
Delphi’de mükemmellik gecesi
Türk Metal Sendikası Bursa 3 Nolu Şubemizin yetkili olduğu işyerlerinden Delphi Automotive Sistemleri San. Ve Tic. A.Ş. işyerinde geleneksel ‘Mükemmellik Gecesi’ yapıldı.
Her yıl geleneksel olarak düzenlenen, birlikteliğin ve başarının kutlandığı mükemmellik gecesinde üyelerimiz büyük bir coşku ile
eğlendi.
AĞUSTOS 2011 // 57
Tofaş’ta geleneksel aile pikniği
Bursa 3 Nolu Şubemizin yetkili olduğu işyerlerinden Tofaş A.Ş.’nin geleneksel aile
pikniğinde, üyelerimiz ve aileleri güzel bir
gün geçirerek doyasıya eğlendiler.
Bütün çalışanların katılımını sağlamak
amacıyla üç hafta devam eden pikniklerde,
üyelerimizin çocuklarına yönelik aktiviteler
ve yarışma organizasyonları düzenlendi.
Teknik Malzeme A.Ş’de birlik ve
beraberlik mesajı
Bursa 3 Nolu Şube Başkanımız Mesut Gezer ve İcra Kurulu üyeleri ve işyeri temsilcileri, Şubemize yeni katılan Teknik Malzeme A.Ş. işyerini ziyaret etti. Ziyarette ilk olarak fabrikayı gezen Şube Başkanımız Mesut
Gezer, daha sonra yeni üye arkadaşlarla tanıştı ve onlara, sendikal çalışmalar hakkında bilgi verdi ve hedefleri anlattı.
ÇERKEZKÖY ŞUBESİ
BASIN TEMSİLCİLERİ
BİLDİRİYOR
BSH’ta Bilgilendirme toplantısı
Çerkezköy Şubemizin yetkisindeki BSH Ev
Aletleri San. Ve Tic. A.Ş. işyerinde 14 Temmuz tarihinde, Mavi Yaka Bilgilendirme
Toplantısı yapıldı. Gazeteci Mesut Yar’ın katıldığı bilgilendirme toplantıda, “ayın işçisi”
seçilen arkadaşlarımıza plaketlerini, Şube
Başkanımız Murat Koçak, BSH Ev Aletleri
A.Ş. İcra Kurulu Başkanı Nobert Kleın, İcra
Kurulu Üyesi Özcan Aydilek takdim etti.
58 // AĞUSTOS 2011
Nurdan YILMAZ
BHS Basın Temsilcisi
ÇERKEZKÖY ŞUBESİ
İş yeri ziyaretleri
devam ediyor
Çerkezköy Şube Başkanı Murat Koçak, rutin olarak gerçekleştirdiği işyeri ziyaretlerine temmuz ayı içerisinde de devam etti.
Bu çerçevede, şubemizin yetkisindeki Arçelik A.Ş., Hema Endüstri A.Ş., BSH Ev Aletleri A.Ş., Hüppe İnşaat Malzemeleri San. ve
Tic. A.Ş.,Kent Dış Ticaret Ltd.Şti.,Ototek Metal İşleme San. ve Tic. A.Ş.,Teka Teknik Mutfak Aletleri San. ve Tic. A.Ş. işyerlerini ziyaret eden Şube Başkanımız Murat Koçak,
üyelerimizle tezgahları başında sohbet etti.
Tümgenaral Bozkurt’u Kutlama
Çerkezköy Şube Başkanımız Murat Koçak,
5 Ağustos tarihinde, Çerkezköy 3.Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral İlyas Bozkurt’u
makamında ziyaret etti. Murat Koçak, Yüksek Askeri Şüra’nın ardından Tümgeneralliğe terfi ederek, İstanbul 3. Kolordu Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevine atanan
Bozkurt’u kutladı. Çerkezköy Şube Başkanımız Murat Koçak, Tümgeneral Bozkurt’a,
ziyaretin anısına sendikamıza ait bakır işlemeli tabak takdim etti.
Yeni İlçe Emniyet Müdürü
Yırtık’ı ziyaret
Çerkezköy Şube Başkanımız Murat Koçak,
Çerkezköy İlçe Emniyet Müdürlüğü görevine atanan Kadir Yırtık’ı makamında ziyaret etti. Ziyarette, Çerkezköy ve sendikamız
hakkında bilgiler veren Murat Koçak, Kadir
Yırtık’a görevinde başarılar dileyerek, ilçede
huzur ve sükunun yüksek olması temennisinde bulundu.
60 // AĞUSTOS 2011
Dalman’dan iade-i ziyaret
Çerkezköy İlçe Emniyet Müdürlüğü görevinden Çorlu İlçe Emniyet Müdürlüğü görevine atanan Cemal Dalman, Türk Metal
Sendikası Çerkezköy Şubemize iade-i ziyarette bulundu. Şube Başkanımız Murat Koçak ve Dalman, ziyaret sırasında bir süre
sohbet etti.
Türk-İş’ten 3 seminer
Türk – İş tarafından düzenlenen ve Türk Metal Sendikası Çerkezköy Şubesi bünyesinde
gerçekleştirilen, ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Eğitimi’, ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Kurullarında Görev Yapan İşçi Temsilcilerinin Eğitimi’ ve ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Kadın İşçiler
Eğitimi’ başlıklı üç eğitim semineri, 25 – 29
Temmuz tarihlerinde yapıldı.
Çerkezköy Şube Başkanımız Murat Koçak’ın
açılış konuşması ile başlayan ve çok sayıda
eğitimcinin katıldığı seminerde, iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili konular büyük özen ve dikkatle ele alındı. Seminerin sonunda katılımcılara sertifikaları, Şube Başkanımız Murat
Koçak ve Türk – İş’e bağlı sendikaların başkanları tarafından verildi.
GEBZE 1 NOLU ŞUBE
Coatcoil’i ziyaret
Gebze 1 Nolu Şube Başkanımız Şeref Özcan şubemizin yetkili olduğu Coatcoil Boyalı Metal Üretim ve Pazarlama A.Ş. işyerinde çalışan üyelerimizi ziyaret ederek, tezgahları başında sohbet etti. Ziyarete Şube
Mali Sekreteri Zafer Yıldız da eşlik etti.
AĞUSTOS 2011 // 61
Olcay Dursun’a geçmiş olsun
Şube Başkanımız Şeref Özcan ve Şube Mali
Sekreteri Zafer Yıldız, küçük bir operasyon
geçiren Şube Sekreterimiz Olcay Dursun’u
hastenede ziyaret ederek, geçmiş olsun dileğinde bulundu. Hastane ziyaretine, Autoliv A.Ş.’den Temsilci Ayhan Babaç, Embiye
Yılmaz ve Oktay Kılıç da eşlik etti.
Ford Otosan’da geleneksel iftar
Şubemizin yetkili olduğu işyerlerlerinden
Ford Otomotiv San.Aş.’de her yıl geleneksel olarak düzenlenen iftar yemeği, 4-5-6
Ağustos tarihlerinde gerçekleştirildi. Bir
şölen havasındaki organizasyonlarda, iftar yemeklerinin ardından, palyaçodan, falcıya, semazenden, orta oyununa kadar, bir
çok etkinlik de düzenlendi. İftar yemeklerine, Gölcük protokolü, Ford Otosan işyeri yöneticileri, sendikamızın şube yöneticileri,
işyeri sendika temsilcilerimiz ve Ford Otosan çalışanlarımız aileleriyle birlikte katıldı.
BURSA NİLÜFER ŞUBESİ
Bursa Nilüfer Şube Başkanımız Ruhi Biçer
ve Şube Sekreteri Yılmaz Özlütürk, Oyak
Renault A.Ş. çalışanlarından uzun istirahatli olan üyelerimizi evlerinde ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerinde bulundular.
62 // AĞUSTOS 2011
BASIN TEMSİLCİLERİ
BİLDİRİYOR
ESKİŞEHİR ŞUBESİ
Ford İşçileri
“Saray’da İftar” yaptı
Eskişehir Şubemizin yetkili olduğu işyerlerinden Ford Otosan İnönü Fabrikası çalışanları ve aileleri, 6 Ağustos tarihinde Ramazan ayına özel eğlenceler, oyunlar ve
şovlarla “sarayda iftar” temalı etkinlikte bir araya geldiler. Fabrika sosyal tesislerindeki iftar öncesi bir konuşma yapan
Eskişehir Şube Başkanımız Mevlüt Gümüşay, sendikamızın 2011 yılının ilk yarısında
gerçekleştirdiği eğitim ve sosyal faaliyetler
hakkında bilgi verdi.
Naci Soyuberber
Ford Otosan AŞ
İnönü Fabrikası
Basın Temsilcisi
İZMİR 1 NOLU ŞUBE
Türk Metal Sendikası İzmir 1 Nolu Şubemizin yetkili olduğu BMC San. Tic. A.Ş. işyerinde düzenlenen BMC Voleybol Turnuvası,
8 Temmuz’da yapılan final karşılaşmasıyla
sonuçlandı.
Turnuvada 1. ve 2. olanların ödüllerini BMC
İnsan Kaynakları Bölüm Yöneticisi Muhsin
Tüfekçi ve İzmir 1`Nolu Şube Başkanımız
Halil İbrahim Tosun takdim etti.
AĞUSTOS 2011 // 63
BAŞSAĞLIĞI
Musa Çeşme
Kayseri Şubemizin yetkisindeki Hes Kablo A.Ş. işyerinde çalışan üyemiz
Musa Çeşme, 15 Temmuz Cuma günü geçirdiği iş kazasının ardından, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi’nde tedavi altına
alındı. Musa Çeşme, 21 Temmuz tarihinde kurtarılamayarak vefat etti.
Osman Karaltı
İzmir 1 Nolu Şubemizin yetkili olduğu Cevher Jant San. A.Ş. işyerinde çalışan, sendikamız üyesi Osman Karaltı, 4 Ağustos tarihinde, geçirmiş olduğu
rahatsızlık sonucu vefat etti. 29 yaşındaki Karaltı, evli ve 2 çocuk babasıydı.
Ahmet Aydın
Biga 1 Nolu Şubemizin yetkili olduğu İçdaş AŞ işyerinde çalışan sendikamız
üyesi Ahmet Aydın, 23 Temmuz’da geçirdiği bir iş kazası sonucu vefat etti.
29 Yaşındaki Aydın, evli ve iki çocuk babasıydı.
Adem Göğsu
İzmir 2 Nolu Şubemizin yetkisindeki Sider Demir Çelik fabrikasında 2 Ağustos tarihinde meydana gelen patlama sonucu yaralanarak hastaneye kaldırılan üyemiz Adem Göğsu, tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.
Türk Metal olarak,
hayatını kaybeden üyelerimize
Allah’tan rahmet,
yakınlarına başsağlığı diliyoruz...
16 // AĞUSTOS 2011

Benzer belgeler