babasız gebelik mitleri bağlamında türk mitolojisinde gök

Transkript

babasız gebelik mitleri bağlamında türk mitolojisinde gök
BABASIZ GEBELİK MİTLERİ
BAĞLAMINDA TÜRK MİTOLOJİSİNDE
GÖK-YER DİKOTOMİSİ VE ANA
TANRIÇA KÜLTÜNÜN İZLERİ
Mehmet Ali YOLCU*
Atıf/©: Yolcu, Mehmet Ali (2014). Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk
Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri, Hitit
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014,
ss.70-92.
Özet: İnsanlık tarihinin geçirdiği önemli aşamalardan birinin de tüketici avcıtoplayıcı ekonomiden Neolitik üretime geçiş olduğu bilinmektedir. İlkel
topluluktan uygarlığa doğru atılan bu adım, inanç ve düşünce biçimleri
üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Paleolitik dönemin sonlarına doğru,
muhtemelen erkeğin üreme üzerindeki işlevinin bilinmemesi, kadının doğumu
tek başına gerçekleştirmesi ve yaratıcı olarak görülmesi, cinsiyet temelli
işbölümünde ilkel bahçe tarımında bitki yetiştiriciliğini kadının üstlenmesi,
hem onun toplumsal statüsünü yükseltmiş, hem de üreme, doğum, toprak,
bereket ve verimlilikle ilişkilendirilen tanrıça merkezli bir mitik düşüncenin
oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ana tanrıça tapınımı, sabanın keşfi ve tarımın
profesyonelleşmesiyle ataerkilliğin baskın hale geldiği köleci toplumsal düzenin
ortaya çıktığı zamana kadar varlığını sürdürmüştür. Ana tanrıça kültü, ataerkil
toplumsal yapıda birden ortadan kalkmamış, çeşitli inançların, anlatımların ve
ritüellerin arka planında uzun süre yaşamaya devam etmiştir. Eski toplumlarda
ata tanrılar ile ana tanrıça arasında sevgili veya oğul ilişkisi geliştirilmiş ve
böylelikle tanrısal gebelik ve doğum mitleri doğmuştur. Bu bağlamda kurtarıcı
kahraman mitlerinde geçmiş dönemlerin tanrı doğumlarının antropomorflaşmış
şekilleri görülmektedir. Türk mitolojisinde gök ve yer dikotomisinin ürettiği
göğün döllediği yer temalı anlatımlarda; köken mitlerindeki babasız doğum
motiflerinde; ağaç, su, toprak gibi unsurlara bağlı antropogonik ve kozmogonik
mitlerde; kurt zoomorfizminin baskın olduğu gökten gelen ışıktan gebe kalma
motiflerinde ana tanrıçanın izlerine rastlanmaktadır. Bu çalışmada, sosyoekonomik yapının inançlar üzerindeki etkisi bağlamında ana tanrıça kültünün
Türk mitik düşüncesindeki izleri çeşitli açılardan tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ana tanrıça, Türk mitolojisi, kült, babasız doğum motifi,
inançlar.
* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü, e-posta: [email protected]
70
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
Sky-Earth Dichotomy and Traces of Mother Goddess Cult in
Turkish Mythology in Context of Fatherless Pregnancy Myths
Citation/ ©: Yolcu, Mehmer Ali (2014). Sky-Earth Dichotomy and Traces of Mother
Goddess Cult in Turkish Mythology in Context of Fatherless Pregnancy Myths,
Hitit University Journal of Social Sciences Institute, Year 7, Issue 1, June 2014,
pp.70-92.
Abstract: It is known that one very important step humankind took is the transition
from a hunter-gatherer society to a productire neolithic society. This step from
a primitive society to a civilizied society left an important impact on beliefs and
thoughts. Through the end of the Paleolithic era, probably due to not knowing
the function of men in the process of conception, women gave birth on their own
and therefore are seen as the creator. Within the gender based division of labor
women take charge of growing plants in the primitive garden agriculture, whıch
both raised their societal state and made grounds for a mythic thought process
based on a goddess which relates to reproduction, birth, soil, abundance and
fertility. Worshipping this mother goddess existed until the time of a dominantly
patriarchal society based on slavery, which is strengthened by the invention
of cultivation and by professional agriculture, arose. The mother goddess cult
did not disappear suddenly in the society structured on patriarchy but rather
it lived on in the back ground, entrenched in various beliefs, stories and rituals
for a long time. In ancient societies, lover-lover or mother-son relationships were
established between father gods and mother goddesses and therefore, a holy
pregnancy and then a birth occurred. Therefore, anthropomorphized types of
earlier gods’ births are seen in savior/hero myths. Traces of a mother goddess
can be seen in ‘’the earth impregnated by sky’’ themed narrations, which are
the products of the sky and earth dichotomy. In the fatherless birth motifs
in origin myths, it can be seen that in cosmogony and anthropogony myths,
which are connected to elements like tree, water, and soil, the impregnation
by the light comes from sky motifs in which wolf zoomorphism is dominant
within Turkish mythology. In this study, the impressions of a mother goddess
cult prevalent in Turkish mythological thoughts are discussed in various ways
within the context of the socio-economic structures effects on beliefs.
Keywords: mother goddess, Turkish mythology, cult, fatherless conception motif,
beliefs.
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
71
Mehmet Ali YOLCU
I. GİRİŞ
A. Ana Tanrıça Kültünün Doğuşu
Paleolitik çağın avcı-toplayıcı ekonomisi, ilkel toplulukların düşünsel yapısını,
doğa ve insan ilişkileri sonucu ortaya çıkan mitik algılamalarını anlamada
yardımcı bir enstrümandır. 15-20 kişilik topluluklar halinde doğada edilgen bir
halde yaşamlarını sürdüren avcı-toplayıcılar1 devamlılığı sağlamanın temel koşulu
olarak avlanan ve böylece topluluğun beslenme sorununu gideren kişi sayısının
eksilmemesi için çaba harcamışlardır. Paleolitik ve mezolitik avcılar uzun yıllar
nüfus ve beslenmenin birbirini etkileyen iki etken olması sebebiyle işte bu üreme
kriziyle karşı karşıya kalmışlardır. Topluluk içinde cinsiyet temelli işbölümünün
erkeğin avcılık, kadının toplayıcılık yapması şeklinde oluşması, hiyerarşik yapıda
bazı değişikliklere sebep olsa da, paleolitik topluluklarda cinsiyetler arası eşitliği
bozmamıştır. Avın bereketli geçmesi yönünde yapılan sihirsel törenlerin yanında
arkeolojide “venüs” olarak adlandırılan kadın figürlü heykelcikler üreme ve
verimlilikle ilgili kültlerin bu dönemlerde oluştuğunu göstermektedir. Nitekim
Alâeddin Şenel;
Venüsler, yukarı paleolitik uzman avcı topluluklarının yaşam ve geçim
biçimleri içine oturtularak yorumlanırsa, onların, bir artı besin sağlayabilmiş
olmalarına karşın, avın tehlikelerinden ve soğuk iklim koşullarından dolayı
aşılamayan nüfus darboğazı yüzünden üreme sorunu ile ilgili olduklarını
söylemek gerçekliğe daha yakın olur. Avcı takımlar venüslerin yardımıyla
sihirsel yollarla daha çok doğumun olacağını düşünmüş olmalılar (Şenel,
1982: 80).
demektedir. Bu venüsler, daha sonraki neolitik devrimin başlangıç aşamalarında
ortaya çıkan ana tanrıçanın prototipi olarak değerlendirilebilir. Günümüzden
yaklaşık yirmi bin yıl öncesine ait venüs heykelciklerinde kadının geniş kalçalı
ve iri göğüslü betimlenmiş olması, bu heykelciklerin doğum ve üremeyle ilişkili
olduğunu göstermektedir. Mircea Eliade, venüs heykelciklerinin dinsel işlevini
saptamanın olanaksız olduğunu, ancak kadının kutsallığını, dolayısıyla tanrıçaların
büyüsel, dinsel güçlerini temsil ettiklerinin varsayılabileceğini belirtmiştir
(Eliade, 2003a: 33-34). Paleolitik toplulukların doğaya saygı duyması, törenler
yaparak, adaklar adayarak onu denetim altına almaya uğraşması, üretim ilişkileriyle
bağlantılıdır. Bu toplulukların korkuyla karışık doğaya saygısı, sihirsel düşünüşün
temellerini atmıştır. Üremenin ve nüfusun yaşamsal önem taşıdığı avcı-toplayıcı
topluluklar, erkeğin üreme sürecindeki işlevinin bilmemesinden dolayı kadını
üreme kültleriyle ilişkilendirmişlerdir. Bu nedenle ilkel topluluklarda kadın,
yaşam üretebilen varlık, yaratıcı güç olarak görülmüştür. Konuyla ilgili olarak
Ertuğrul Danık şöyle demektedir:
72
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
İlkel toplumlarda doğumun gizeminin bilinmemesi ya da ilerleyen süreçlerde
yaradılışın mistik açıklamasında, doğurgan olan kadının rolünü erkeğin
üstlenmemesi nedeniyle, istenilse de istenilmese de, ana tanrıça düşüncesi hep
var olmuştur. Bu varoluş ile birlikte kutsanan ana tanrıçanın kirletilmeme
düşüncesi, onu hep bakire ya da olağanüstü doğumlar yapmaya yöneltmiş,
yaratılan mitoslar da bu çerçevede şekillenmiştir (Danık, 2006: 34).
Erkeğin dölleyici işlevinin bilinmemesi hususunu yaptığı alan araştırmasında
Bronislaw Malinowski de gözlemlemiştir. Malinowski, Trobriand yerlilerinin
fizyolojik babalığı bilmediklerini, meni ile üreme arasında bağ kuramadıklarını,
bir ağaç veya su ruhunun kadının karnına çocuk koyduğuna inandıklarını
belirtmiştir (Malinowski, 1992: 147-151). Fizyolojik babalığın bilinmemesi
sebebiyle doğurganlık sembolü haline gelmiş kadının kutsallığının yanında,
topluluk içinde sihirbazlık işlevi de dikkat çekmektedir. Andre Ribard’a göre,
erkekler avcılık ile uğraşırken, toplanan hayvanların derilerini dikmek, süs eşyaları
yapmak ve kırmızı aşı boyasıyla boyanmak suretiyle yaşadıkları klanı kötülüklerden
ve tehlikelerden korumaya çalışmaları gibi işler edinmeleri, kadınları klanda
saygın bir konuma getirmiştir. Ayrıca kadının doğurganlığının klanın gelişmesini
ve geleceğini sağladığını ve bunun neticesinde de klanda çalışanların artmasıyla
klanın güçlendiğini ve kadınların da klan içerisindeki otoritesinin ve saygınlığının
arttığını belirtir (Ribard, 1983: 8).
Üremeyle ilişkili kültlerin ana tanrıçaya dönüşmesi neolitik devrimin başlaması ve
böylelikle “artı ürün” denilen besin fazlalılığının depolanmasıyla gerçekleşmiştir.
İlkel topluluk, tüketici karakteristiğini terk etmeye başlamış, üretici ekonominin
ilk adımlarını atmaya başlamıştır. Avcılığın yeteri kadar nüfusu besleyememesi,
hayvanların kontrol altına alınmasına, yani evcilleştirilmesine yol açmıştır.
Topluluk işbölümü, hayvan yetiştirmeyi erkeğe bırakırken, kadınlar geçici
yerleşim bölgelerinin çevrelerinde toprağı işlemeden ilkel bahçe tarımı olarak
adlandırılabilecek etkinliklere yönelmişlerdir. İşte ana tanrıça kültü olarak
adlandırılan inanç biçiminin doğuşu, buzul çağı sonrası paleolitik dönemden
neolitik döneme geçişteki ara döneme karşılık gelmektedir. Sabanın keşfedilip
tarımın profesyonelleşerek erkeğin tekeline geçtiği köleci sistemin doğuşuna
kadar kadın üretimde doğrudan söz sahibidir. Hatta geçici yerleşim yerlerinde
ilkel tarımı yapmaları nedeniyle basit mülkiyet bir müddet ana soyluluk üzerinden
devam etmiştir2. Şenel, toprağın neolitik devrimden itibaren kutsallaştırılmasını
şöyle açıklamaktadır:
Toprağa sürekli yerleşme ile birlikte, ilkel -göçebe- topluluğun geçim ve yaşam
biçiminde görülen darboğazlar bir bir aşılmaya başlanmıştır. İlkel sürüde,
üzerindekileri toplayıp geçmek dışında hiçbir anlamı olmayan toprak,
avcı ve toplayıcı takımlar için geçici bir süre yerleşilip bırakılan kamp yeri
olunca; ‘ülke’ yolunda belli belirsiz silik bir adım atılmıştı. Ama neolitik
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
73
Mehmet Ali YOLCU
çiftçilikle, toprak, yalnız o an için yararlanılan bir yer değil; üzerinde
ev bark kurulup yaşanılan, sürekli emek verilen, topluluğun geleceğinin
geçiminin güvencesi, topluluğun ve insanların anılarının yaşadığı yer olan,
elden çıkarmamak için gerekirse ölümün göze alındığı bir ‘vatan’ olma
yoluna girecektir (Şenel, 1982: 158).
Öte yandan Joseph Campbell’a göre, bitkinin egemen olduğu tropik kuşağın daha
ılımlı bölgelerinde, dişilik ilkesi basitçe ikincil konumda değildir; kendi deneyim
kipiyle egemen kültür ve mitosunu da yaratabilir (Campbell, 1995: 384). Neolitik
çağın öncesinde hayatın özü ve klan içi bağlar, kan ve kemik ile temsil edilirken,
bu çağda onların yerini sperm ve kadın almıştır. Ayrıca kadının kutsallığı ön plana
çıkmıştır. Çünkü kadınlar, bitkilerin evcilleştirilmesinde belirleyici rol oynadıkları
için, ekili tarlaların sahipleri olmuşlar ve bu da onların toplumsal konumunu
yükseltip ana-yerlilik gibi özgül kurumlar ortaya çıkarmıştır (Eliade, 2003a: 58).
Tanrıçayla ilgili formlardan birinin toprak oluşu, neolitik toplumun yiyecek
teminini buradan sağlamasıyla bağdaştırılabilir. Eliade, toprakla ilgili inançları
evrenin temelini oluşturan yerin, dini açıdan pek çok simgeye, anlama ve boyuta
sahip olması, kendini ve başka varlıkları ifade etmesi, üretmesi ve her şeyi bağrına
basmasıyla ilişkilendirir (Eliade, 2004b: 244). Çoğu mitolojik öyküde “toprak
ana” ve onun eşi olan “yüce tanrı gök” imgesi mevcuttur. Bu durum, tarıma dayalı
topluluklarda gökten yağan yağmurun can verdiği toprağın verim ve bolluğunun
yaşamsal önem taşımasıyla alakalıdır (Kurt, 2010: 19). Yine dünyanın oluşumu
açısından çoğu mitolojide gök ve yerin çeşitli nedenlerle birbirinden ayrılması
metaforuna sıkça yer verilir. Campbell, “Bütün mitoloji ve inancın odak kişisi,
yaşamın annesi ve besleyicisi ve ölüleri yeniden doğmak üzere kabul eden cömert
tanrıça topraktır.” demektedir (Campbell, 2003: 12).
İlkçağ toplumlarının mitolojilerinde neolitik devrimin ürettiği ana tanrıça kültünün
izlerine daha rahat ulaşılmaktadır. Sümer mitolojisinde Nammu, Ninhursag ve
İnanna gibi tanrıçalar önemli konumdadırlar. Gökleri ve yeri doğuran ana ve
diğer tanrıları yaratan tanrıça Nammu, aşk ve bereket tanrıçası İnanna, hayat ve
verimliliğin sembolü Ninhursag’tır. Ana tanrıça kültünün Ön Asya’da benzer
figürler yarattığı bilinmektedir. Emre Caner’e göre, Ortadoğu’nun ilk egemen
tanrıça figürü olan aşkın ve bereketin koruyucusu tanrıça İnanna, Babil’de İştar,
Anadolu’da Kybele, Yunanistan’da Aphrodite\Demeter, Roma’da Venüs gibi farklı
kılıklara girse de, sonuçta tüm bu tanrıçalar, verimliliğin kutsal bir dişi tarafından
korunması geleneğini temsil etmişlerdir (Caner, 2004: 69). Kurt ise, bu anlamda
tanrıça kültünün tarıma dayalı toplumlarda bereket açısından öne çıkmış ve tanrıça
yeryüzüyle ilişkili olarak hayatın bahşedicisi, yaratıcısı olarak düşünülmüş ve aynı
zamanda arpa, mısır, buğday gibi tanrıça formlarının oluşmuş olduğunu, ölen ve
dirilen tanrıların da bitkisel bereket döngüsünü sembolize ettiklerini belirtmiştir
(Kurt, 2010: 31).
74
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
B. Ana Tanrıçadan Ata Tanrıya
Ataerkil düzenin zaman içinde egemenliğini kurmasıyla ana tanrıçalar çeşitli
süreçlerden geçerek mitik hafızada zayıflamaya başlamışlardır. Coğrafi açıdan farklı
yerlerde yaşayan toplumların mitolojilerinde farklı zamanlara karşılık gelse de,
tanrıça figürü zayıflamış, bunun yerine “sevgili” veya “oğul” konumunda bulunan
eril tanrılar güçlenmeye başlamışlardır. Ekonomik etkenlerden dolayı ataerkil
düşüncenin oluşmaya başlamasıyla ana tanrıçalar birden ortadan kalkmamış, insan
düşüncesi, yeni ata tanrılarla eski tanrıçaları ittifaka yöneltmiştir. Bu ittifak biçimi,
ya tanrı ile tanrıça arasında sevgililik ya da anne-oğul ilişkisini doğurmuştur. Daha
ileriki aşamalarda monoteist dinlerin baskın hale gelmesiyle ana tanrıçaya ilişkin
formlara cin, şeytan, cadı vb. pejoratif anlamlar yüklenmiştir. Bachofen, bu geçiş
durumunun keskin bir şekilde olamayacağını savunur. Ona göre, eski niteliklerin
üstünü yeniler örter, anaerkil geçmişin saygı uyandıran kişileri, çağdaşlara yeni
dönemin ruhuyla uyum içindeymiş gibi tanıtılır, bozulmuş nitelikler yumuşatılmış
bir ışık altında gösterilir (Bachofen, 1997: 102).
Baring ve Cashford, bu tarihsel süreçte, ilksel ana tanrıçanın birbirleriyle ilişkili
olan farklı tanrıçalar haline geldiğini ve Sümer’de İnanna’nın gücünün Enki
tarafından çok sayıda tanrı ve tanrıça arasında bölüştürüldüğünü belirtmişlerdir
(Bring ve Cashford, 1993: 206). Mısır’da firavunun dayanağı, artık tanrıça değil,
erkek güneş ilahı olmuştur. O ve kral, kendi işlevlerine Mezopotamya’da olduğu
gibi Yüce Ana’nın iradesi dışında devam etmektedir. Babil’de ise kral, tanrıçanın
gücünü azaltmaya davet edilirken, benzer şekilde yaratma olayı Mısır’da sadece
erkek tanrılara Re-Atum, Ptah yahut Khanum’a mal edilmiştir. Tanrıça Nut yahut
Hathor sadece bunların arasında yaşamın yeniden sürmesini sağlama görevini
üstlenmiştir (Demirci, 1996: 57). Diğer yandan Antik Yunan’da da Zeus, eski
zamanlardan beri tapınılan Helen öncesi dönemin yerel tanrıçalarının yerini almış
ve egemenliğini ilan etmiştir (Eliade, 2003a: 308).
Kronolojik olarak bakıldığında, ana tanrıçalardan baba tanrılara geçiş süreci
MÖ 3000’li yıllarda başlamış ve MÖ 1250’lerde de tamamlanmıştır (Baring
ve Cashford, 1993: 273). Fatmagül Berktay, bu geçiş sürecinde tanrıçaların bu
kültürlerdeki etkilerini yitirerek tamamen ortadan kalkmadıklarını, esrarlı bir
biçimde kendisine ayrı bir varlık ve kimlik edinerek halk dindarlığında gücünü
sürdürmeyi başardıklarını söyler. Eski ana tanrıça kültleri, fetihler ve işgaller
yoluyla bölgeden bölgeye yayıldıkça, buralardaki benzer tanrıça kültleriyle
birleşmişler ve onların özelliklerini kendilerinde eritmişlerdir (Berktay, 2000:
49). Ana tanrıça kültü, ilerleyen süreçlerde devamlılığını sürdürerek anaerkil
toplumdan ataerkilliğe geçişle birlikte, -egemenlik erkek tanrıların dünyasına
dönüşse de- Hititlerin Kubaba’sı, Friglerin Kybele’si, Yunan ve Roma dünyasının
Gaia’sı, Mısırlıların Nut’u ana tanrıça kültünü devam ettirmişlerdir (Danık, 2006:
33-34).
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
75
Mehmet Ali YOLCU
C. Kurtarıcı Kahraman ve Tanrısal Gebelik Mitleri
Babasız doğum veya bakireden doğan bir kurtarıcı nosyonu mitolojik anlatımlarda
rastlanan bir motiftir. Semitik teolojinin yanı sıra, Mısır ve Orta Asya mitlerinde
bir çocuğun bakireden doğması yeni bir mutluluk devresinin başlamasının işareti
olarak kabul edilir (Tümer, 2008: 120). Özellikle kurtarıcı beklentisi içinde
olan topluluklarda bakireden doğum büyük önem taşımaktadır. Pagan inançların
Hıristiyanlıkta devam ettiğini savunan kimi yazarlara göre, “kurtarıcı Tanrı”
ve “bakire anne” anlayışının bulunduğu toplumlarda kurtarıcının, ölümlü bir
annenin oğlu olması düşüncesi olanaksızken, gece yarısında bir tanrı tarafından
ziyareti içeren semavi bir müjdelenmenin gerçekleştiğinin düşünülmesi doğaldır
(Kurt, 2010: 111). Mısır’ın ata tanrısı Osiris ile tanrıça İsis’in cinsel birleşmeleriyle
Horus’un doğması örneğinde olduğu gibi, Musevilik ve Hıristiyanlıktan önceki
pagan dinlerin temeli olan mitolojilerde tanrısal doğumlar görülmektedir.
Bratton’un işaret ettiği üzere, Hitit mitolojisinde gökyüzü kralı Alalu’yu tahtından
indiren Anu’nun Kumarbi ile savaşında, Kumarbi’nin ısırdığı Anu’nun cinsel
organlarından ağzına sızan tohumlardan gebe kalması gibi anlatımlar bulunmaktadır
(Bratton, 1995: 136-137).
Toprak ana Gaia’nın, oğlu Kronos tarafından cinsel organları kesilen ve kesilen
yerden akan kanlar nedeniyle cinsel ilişki olmaksızın Erinyelere, Gigantlara,
dişbudak Nymphalarına ve diğer ağaçlarla birlikte anılan tanrılara gebe kalması;
Zeus’un Metis hamileyken onu yutarak, doğum zamanında baltayla yarılan
kafasından Athena’yı doğurması; yine Zeus’un kalçasından Dionysos’u doğurması;
Danae’nin Zeus tarafından yağmur yoluyla hamile bırakılıp Perseus’un doğması
ve Aphrodite’in tohum olarak düştüğü denizden midye kabuğu içinde doğması
gibi olağanüstü gebelik ve doğumlar hep tanrısal bir kimlik altında görülmekteydi
(Danık, 2006: 30). Venüs, İştar, Astarte, Anat ve Neit gibi Yakındoğu ve klasik
mitolojinin aşk tanrıçaları sevgililerine rağmen, bakire olarak nitelendirilirler
(Tümer, 2008: 126). Yaratılışın babaya özgü yanından çok anneye özgü yanını
vurgulayan mitolojilerde, bu ilk dişi başlangıçta başka yerde erkeklere ayrılmış
rolleri oynayarak dünya sahnesini doldurur ve bakiredir, çünkü eşi görünmeyen ve
bilinmeyendir (Campbell, 2000: 335). Eski Ahit’te Abraham’ın eşi Sara’nın İshak’ı
doğurmasıyla ilgili olan anlatımlarda da tanrısal gebeliğin izlerine rastlanmaktadır.
Eski Ahit’te İshak’ın doğumu şöyle anlatılır:
Yüz yaşında olana bir oğul doğar mı ve doksan yaşında olan Sara doğurur
mu? ... Rab dedi: Gerçek senin karın Sara bir oğul doğuracak ve onun adını
İshak koyacaksın. ... Rab demiş olduğu gibi Sara’yı ziyaret etti. ... Sara
gebe kaldı ve İbrahim ihtiyarladığında, Rab’in ona söylemiş olduğu vakitte
bir oğul doğurdu (Tekvin, XVII: 15-19; Tekvin, XXI: 1-3).
Bu hikâye, daha sonra Hıristiyanlıktaki Meryem’in bakire doğum mitine kaynaklık
edecektir. Tanrıça kültünün Meryem Ana aracılığıyla Hıristiyanlık üzerindeki
etkisi, pagan inançların binlerce yıllık geleneğinden kaynaklanmaktadır. Ataerkil
76
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
bir toplumsal yapıda doğan ve baba-oğul ve kutsal ruh üçlemesiyle teolojisini
şekillendiren Hıristiyanlık, hem doğduğu topraklarda, hem de yayıldığı Roma
İmparatorluğunda zamanla kendi dinsel formasyonuyla sentezlenmiş, pagan ana
tanrıça tapınımlarını yasaklarken kendine özgü yasal bir ana tanrıça figürünü
Meryem kimliğiyle ortaya çıkarmıştır.
II. ÇOBAN TOPLUMDA ANA TANRIÇA KÜLTÜ
Eski Türklerin ataları Sibirya ve Moğolistan civarında yaşayan neolitik çoban
toplumlardır. Tüketicilikten üretici ekonomiye geçişle birlikte bir nebze doğaya
bağımlılıktan kurtulsalar da, evcilleştirilmiş hayvanların beslenmesinin doğanın
sunduklarına bağlı olması nedeniyle bu toplumlarda doğa-insan bağlılığı kısmen
de olsa sürmüştür. Toprak, çiftçi toplumlara nazaran daha az kutsal sayılmış,
ancak yaşam alanı ve yılın belirli zamanlarında üzerinde geçici yerleşimler
kurulması bağlamında değerini korumuştur. Kolektif emeğin klan içinde ön plana
çıkması, kolektif bilincin zeminini hazırlamış, avcı-toplayıcılığın etkileri henüz
silinmediğinden sihirsel düşünüş etkisini kaybetmemiştir. Neolitik çiftçilerde
toplumsal bağlar toprak üzerinden sağlanırken, çoban toplumu bir arada tutan ise
kan bağı olmuştur. Diğer yandan çoban toplumda çiftçilerde görülen üretimsel
işbirliği yerine askeri ortaklıklar ön plana çıkmış ve böylelikle ataerkil yapı için
gerekli şartlar oluşmuştur. Sürülerin kontrolü ve güdümü tüm yıla yayıldığından
neolitik çiftçilere oranla çoban toplumun zanaatların gelişimi ve panteonların
ortaya çıkışını sağlayabilecek “boş zaman”ı yok denecek kadar azdır3. Kolektif
bilinç hem sosyal, hem de cinsiyetçi kast sisteminin doğuşunu engellese de, ana
tanrıça kültü bitkiyle uğraşan neolitik çiftçilere göre daha zayıf kalmıştır. Çünkü
çoban toplum için toprak, hayvanlarının besinini sağlayan dolaylı üreteçtir. Bu
bağlamda dinsel düşünüşün evrimi yavaşlamış, din, sihirsel düşünüşün baskınlığını
kıramamıştır. Çoban toplum, her ne kadar üretime geçmiş bir ekonomiye sahip
olsa da, ürün fazlalığının oluşabilmesi açısından yetersiz kalmıştır. Bu yetersizlik,
çoban toplumu ticaret ve yağma gibi yollarla neolitik çiftçilerle ilişki kurmaya
zorlamıştır. Çoban toplum, çiftçi toplumun gökle ilişkili ataerkil inanç yapısından
etkilenmiş, avcı-toplayıcılığın sihirsel düşünüşüyle bu yeni inanç paradigmasını
sentezleyerek şamanizmi türetmiştir.
Doğanın mitik düşüncede bereket ve verimliliğin sembolü olmasında, besin
elde etme ve düşünce arasında var olan ilişkinin önemli bir payı vardır.
Paleolitik dönemde ve neolitik devrimin başlangıç aşamalarında henüz göksel
bir inanç sisteminin gelişmediği görülmektedir. Neolitik çağda hem çiftçiler,
hem de çobanlar açısından doğanın kendisi değil, onun döngüleri önemli
hale gelmeye başlamıştır. Nitekim Orhan Hançerlioğlu, insan düşüncesinde
başlayan inanç ilkelerinin tarım gereksinimleri için göğe yöneldiğini, tarımı
başarmak içinse göğün gözetlenmesi gerektiğini ve buna bağlı olarak bitkilerin
verimi için gerekli mevsimsel değişimlerin gök cisimleriyle ilgili olduğundan
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
77
Mehmet Ali YOLCU
dolayı tanrı fikrinin gökleştiğini ifade etmiştir (Hançerlioğlu, 1995: 24). Mitik
düşüncede yerle ilgili unsurlar dişilik simgesi olarak algılanırken gökle ilgili
unsurların erkeklikle ilişkilendirilmesi ortak motiftir. Ataerkil tanrıların gökle
özdeş hale gelmesi, gökyüzünün eril bir kimliğe büründürülmesi, bunun yanında
toprağın dişiliği sembolize etmesi, ana tanrıçanın metaforik anlatımında yerle
ilgili unsurların kullanılması, gök ve yer dikotomisinin oluşmasına yol açmıştır.
Eliade, antropokozmik yapıda karmaşık bir simgeselliğin kadın ve cinselliği ay
döngüleriyle, dölyatağıyla özdeşleştirilen toprakla ve bitkilerin büyüme gizemi
adı verilebilecek olguyla bütünleştirildiğini öne sürerek yukarıda değinilen bakire
doğum mitlerinin çıkış noktasına işaret etmiştir:
Toprağın bereketi kadın doğurganlığıyla uyumludur; dolayısıyla mahsulün
bolluğundan kadınlar sorumlu olur; çünkü yaratımın sırrını onlar
bilmektedir. ...Toprak kadınla özdeşleştirilir. Daha ileri tarihlerde saban
keşfedildikten sonra, tarım çalışması cinsel birleşmeyle özdeşleşecektir.
Binlerce yıl boyunca Yeryüzü Ana partenogenez yoluyla tek başına
doğuruyordu (Eliade, 2003a: 58-59).
Türklerde ana tanrıça tapınımıyla ilgili çeşitli araştırmacılar görüşler ortaya koymuş
olsalar da, bu konuda görüş birliğine varılabilmiş değildir. Ana tanrıça ya da ondan
çıkan mitolojik varlıklara dair araştırma yapmış S. Nekluyudov, N. Jukovskaya, A.
Sagalaev, L. Potapov, N. Alekseev, G. Galdanova gibi bilim adamları, mitolojide
erkek olarak görülen varlıkları da kadınsal başlangıçla bağlantılı şekilde gösterir
ve cemiyette baş gösteren sosyal değişmelerin sonucu olarak “Mitolojik Ana”nın4
işlevlerinin büyük bir kısmının erkek tanrılara verilmiş olduğu fikrinde birleşirler
(Bayat, 2007b: 24). Bayat, Türk mitolojisinin en eski katmanında doğumla
ölümü bir arada tutabilecek ve ilklik, başlangıç olma gibi özelliklere cevap
verecek Mitolojik Ana ya da daha somutlaşmış varyantıyla Yer Ana’nın varlığının
görüldüğünü öne sürmektedir. Bayat’a göre, ayrı ayrı simge ve imgelerin bir araya
getirilmesiyle Mitolojik Ana varlığının zamanla “Yer Ana”, “Yer-Sub”, “Ötüken”,
“Umay” kültü şeklinde ortaya çıktığını ve mitolojik olgudan cisimleşmeye kadar
uzun bir yol kat ettiğini görürüz (Bayat, 2007b: 13). Alimcan İnayet ve Adem Öger
de Bayat ile paralel görüşler ileri sürmüşlerdir. Araştırmacılara göre, eğer yer ile
göğün başlangıçta bir olduğu hakkındaki görüş doğru ise, gök ile yerin ayrılmasıyla,
aslında tek olan “Ulu Ana” veya “Mitolojik Ana”, “Gök Tanrı” ve “Yer-Su Tanrısı”
olarak ikiye ayrılmış olmalıdır. O zaman Gök Tanrı ve Yer-Su Tanrısının Ulu Ana/
Mitolojik Ana gibi hem yaratıcı hem yok edici, hem hayat verici hem öldürücü,
hem verici, hem alıcı özellikleri ortak kökene dayandırılabilir (İnayet ve Öger,
2009: 1185). Ana tanrıçayla ilişkilendirilen Umay, doğum ve bereketin simgesi bir
Türk tanrıçasıdır. Yaşar Çoruhlu Umay’la ilgili şunları söylemiştir:
Kutsal Yer’in -Ötüken- Türk topluluklarına yardım etmesi gibi, Umay
da yalnız çocukları değil, bütün Türk halklarını, hatta bütün insanları
78
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
koruyan, onlara kut veren bir tanrıçadır. Bu nedenle Kırgızlara göre
Umay, aynı zamanda bol mahsul almaya, mal ve mülkün artmasına da
yardım eder (Çoruhlu, 2002: 41).
Jean-Paul Roux’ya göre Umay, eski Türk panteonunda yer alan, çok iyi tanınan az
sayıdaki tanrıdan biridir. Bu sözcüğü zikreden Kaşgarlı Mahmud, onu “plasenta”
olarak tercüme etmektedir. Nitekim Umay gerçekten böyle bir işlevi yerine
getirmektedir. Plasenta ile yakın ilişki içindedir; yeni doğmuş olanları korumakta
ve belki de bir doğurganlık tanrıçasının, hatta bir ana tanrıçanın işlevini yerine
getirmektedir. Umay, kiremitten yapılmış kısa Ulan Bator Yazıtında “hanım”,
“imparatoriçe” anlamına gelen “hatun” sıfatını taşımakta ve hanın, yani hükümdarın,
göğün -Tanrı’nın- yanında yer almaktadır. Umay’ın yer ile olan benzerliği, gök ile
olası bir düalizm vs. konusunda çeşitli varsayımlarda bulunulmuştur (Roux, 2011:
134). Eski mitik anlatımlarda Umay’ın daha geniş işlevli bir ana tanrıça kültünün
kalıntısı olarak görülmesi, bazı araştırmacılar tarafından öne sürülmüştür. Şakir
İbrayev, hem gökyüzünün sahibi hem de yaratıcısı olan Tanrı ile birlikte Türk
boylarının mitlerinde yerin sahibi olarak kadın tanrı Umay’ın gösterildiğini; göğü
erkek, yeri dişi olarak düşünmek vb. düşüncelerin dünya üzerinde birçok halkın
inanışında var olduğunu belirterek, belki de eski inanışlara göre Tanrı ve Umay’ın
karı koca olarak düşünüldüğünü bildirmiştir (İbrayev, 2006: 4).
Bize göre de -diğer toplumlarda olduğu gibi- Türk mitik düşüncesinde yaratıcı
güç; canlılığın ve bereketin koruyucusu şeklinde temel özelliklere sahip,
yer unsurlarıyla ilişkilendirilmiş arkaik bir ana tanrıça bulunmaktadır. Çoban
toplumda ataerkil değerlerin baskın hale gelmesiyle güçlü ana tanrıça formu
parçalanarak “iye” olarak adlandırılan bu tanrıça kültüyle ilişkili koruyucu
ruhlar ortaya çıkmıştır. Bu koruyucu ruhlar; su, ağaç, mağara, toprak gibi yerle
bağlantılı unsurlarda varlığını korumuştur. Zaman içinde bir kısım dişi ruhun
ataerkil inançların etkisiyle gökleştikleri, göğe bağlı unsurlar haline geldikleri de
görülmektedir.
A. İlksel Su ve Ağaç: Ana Tanrıça’nın Doğumları
Türk mitik düşüncesinde kozmogonik üretimi simgeleyen su, nesne dünyasından
önce hep var olan ilksel bir varlıktır. Kozmogonik başlangıcın ve kozmosun
simgesi olarak dünya mitolojilerinin birçoğunda ortak bir karakteristik çerçeve
çizmektedir. Fuzuli Bayat’ın belirttiği gibi;
Suyun kutsallığı mikro-kozmosun, tıpkı makro-kozmos gibi su ile başlayıp
su ile sona ermesine dayalıdır. Kozmogonik mit bu bağlamda türeyiş mitinin
dilinde varyantlaşmış, yaratılış türeyişle aynı sentagmatik düzeye geri
getirilmiştir. Su paradigması evren ve insan sentagmalarında dönüşüm
göstermiştir. Türk yaratılış mitinde kozmos, sudan türemiştir, başka bir
deyişle yaratılışın başlangıç nüvesi sudur (Bayat, 2007a: 248).
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
79
Mehmet Ali YOLCU
Orhun Yazıtlarında geçen “Tengri Umay ıduk yir sub basa birtierinç” (Ergin,
1994: 96) cümlesinde “ıduk yir sub”5 ifadesi yer ve su ruhlarıyla ilgili inançların
Göktürkler döneminde de var olduğunu göstermektedir. Toprakla, daha genel
anlamıyla yerle ilişkilendirilen formlar dişi olduğu için bu yer-su ruhlarının
da dişi olarak düşünülmüş olması muhtemeldir. Örneğin, Şorların geleneksel
inançlarında su iyesi bütün iyelerden güçlü ve büyük olarak bilinir. Şorlara göre,
suda yaşayan su iyesi uzun boylu, uzun saçlı, iri göğüslü ve büyük karnı olan kadın
olarak düşünülür. Hakaslar “sug eezi” diye adlandırdıkları mitolojik varlığı uzun
saçlarını altın tarakla tarayan çıplak bir kadın olarak betimlerler. Kars yöresinde
su kızı veya su perisi olarak bilinen güzel bir varlığın suyu koruduğuna inanılır
(Bayat, 2007a: 253).
Altay yaratılış mitinde Tanrı Ülgen’e yaratma ilhamını bahşeden “Ak Ene” yeryüzü
yaratılmadan önce suda yaşayan ilksel bir varlıktır. Bu anlamda Ak Ene, Tanrı
Ülgen’in üzerinde bir güç olması noktasında arkaik ana tanrıçadan kalma bir hatıra
olarak değerlendirilebilir. Verbitsky’nin Altay Türklerinden derlediği yaratılış
mitinde Ak Ene şöyle geçmektedir:
... Bir Ak-Ana -Ak-Ene- var idi, yaşardı su içinde,
Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde;
‘Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen,
Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren,
De ki hep, ‘yaptım oldu’ başka bir şey söyleme!
Hele yaratır iken, yaptım olmadı deme!
Ak-ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez n’oluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
‘Dinleyin, ey insanlar! Var’ı yok demeyiniz!
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz... (Ögel, 1993: 433).
Gökyüzü unsuru olarak telakki edilen Tanrı Ülgen ile bir yer unsuru olduğu
görülen Ak Ene’nin karşılaşmalarından sonra dünyanın yaratılmasının Orhun
Yazıtları’nda “Üze kök tengri, asra yagız yir kılındukta ikin ara kişi oglı kılınmış”
(Ergin, 1994: 67), ifadesindeki mitik zaman sıralamasıyla benzerliği, gök ve yer
dikotomisi bağlamında dikkat çekicidir. Kırgızların köken mitinde, yer unsurlarının
dişilik özelliği taşımasının tersi bir durumla karşılaşılır. Bu mitte bakire gebelik,
suyun dölleyici işleviyle sağlanmaktadır:
80
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
Bir hükümdarın 39 hizmetçili bir kızı vardı. Bir gün kız hizmetçileri ile
beraber yüzeyinde bir çeşit köpük dalgalanan bir göl kenarında geziniyordu.
Kızlar merak duygusuyla ona yaklaşarak köpüğü elleriyle kımıldattılar.
Birkaç zaman geçtikten sonra biçareler gebe kaldılar. Hükümdar hepsini
kovdu; onlar da bir ormana giderek doğum yaptılar ve Kırgızlar bu surette
meydana geldi (Danık, 2006: 42).
Oğuz Kağan destanının Uygur harfli nüshasında Oğuz, evliliklerini gök ve yer
unsuru olmak üzere iki kutsal kaynaktan yapmıştır. Bunların ilkinde bir gün
Tanrı’ya yakarışta bulunurken bir anda karanlık çökmüş ve gökten bir ışık ile bir kız
inmiştir. Oğuz bu kıza âşık olmuş, onunla evlenmiştir ve Oğuz’un bu evliliğinden
üç oğlu olmuştur. Bunların adları Gün, Ay ve Yıldız’dır. İkinci evliliğini ise, ava
gittiği bir gün gölün ortasındaki bir adada, ağacın kovuğunda oturan bir kız ile
yapmıştır. Bu evlilikten de Gök, Dağ ve Deniz adında üç oğlu olmuştur (Bang ve
Rahmeti, 1936: 12-15). Bu evliliklerin sembolik anlamlar taşıdığı, mitik bellekte gök
ve yer düalizminin destana yansıdığı düşünülmektedir. Özellikle ikinci evliliğinde
kızı gölün ortasında bulunan bir ağacın kovuğunda bulmasına yönelik anlatımda
“göl”, “ağaç kovuğu” gibi ana tanrıçanın cinsel organ simgelerinin kullanıldığı
açıktır.
W. Radloff’un Altay Türkleri arasından derlediği yaratılış mitine göre, Tanrı, yerde
gördüğü dalsız budaksız ağacı beğenmez ve bu ağacın dokuz dalının bitmesini,
dokuz dalın kökünde de dokuz kişinin türemesini, bu dokuz kişiden de dokuz
boyun oluşmasını ister (İnan, 2000: 15-16). Bu mitte görüldüğü üzere insanlar
ağacın dallarından türemişlerdir. Ana tanrıça ile ağaç sembolizmi arasındaki
analojik olgunun Türk mitolojisinde yerle ilgili unsurlarla, doğanın döngüleri
arasında oluşan bir senteze ulaştığı söylenebilir. Özkul Çobanoğlu’na göre, Türk
mitolojisinin değişik dönemlere ve bölgelere çeşitlilik arz eden yaratılış mitleri
arasında toplayıcılık, avcılık ve ilkel bahçe tarımının egemen hayat tarzı olduğu
devirde oluşmuş olan ağaçtan yaratılma, en eski yaratılış miti olmalıdır. Bu savın
temelinde Türklerin tarih sahnesine çıkmadan önceki devirlerde yaşadıkları kabul
edilen bölgenin orman oluşu başta olmak üzere diğer kültler vardır ve böylece
kültürel fenomenlerle olan ilişkilerindeki sistematik tamamlanmış olacaktır
(Çobanoğlu, 2001: 32-33). Kutsal ağaç, Türk mitolojisinde kozmik hayat ağacına
dayalı evren imajı bünyesinde beslenme, barınma ve tapınma mekânı anlamına
gelmektedir. Çobanoğlu, konuyla ilgili şöyle demektedir:
Her şeyin anası olarak nitelendirilme, orman-ağaç kültünün en eski
şekillerinden birinin izlerini barındırıyor olmalıdır. Bu nedenle ağaç ana
inancı ve kadınların kamlık olgusunu başlatıp geliştirmeleri sürecinde,
bir yanıyla mensubiyeti belirleyici klanın ortak sembolü olmasını ve
totemleşmesini geliştirmiş, diğer yandan da zaman içinde kozmik hayat
ağacıyla kamların göklere yolculuğunda yer alan taptıklarına basılarak
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
81
Mehmet Ali YOLCU
Gök Tanrı’ya ve onun yarattığı diğer önemli ruhlara ulaşılan bir yapıya
dönüşmüştür (Çobanoğlu, 2001: 33).
Yakutlar arasında ilk insanın, kozmik ağacın içinde, belinden yukarısı çıplak bir
kadın tarafından beslendiğine inanılması, tarih boyunca bunca din değiştirmeye
rağmen günümüzde dahi Anadolu Türkleri arasında kesilen ağaçların içinden
çıplak bir kadının çıktığı inancının yaşaması (Roux’tan akt. Çobanoğlu, 2001: 33),
mitik bilinçte ana tanrıça kültüyle ağaç arasında bir bağ kurulduğunun işaretidir.
Türk düşüncesinde çocuk ve doğum da hayat ağacıyla ilişkilendirilmiştir. Yakutlara
göre çocuk, ana rahminde büyürken ruhu bir ağaç üzerindedir (Ergun, 2012: 187).
Maaday Kara destanında kahraman yeni doğmuş oğluna “bu dört kayın ağacı sana
ana olsun” der (Bayat, 2003: 28). Diğer yandan destan kahramanı Altay Buuçay,
üzerinde ormanların bulunduğu Yer Ana’nın oğlu olarak tasavvur edilir (Bayat,
2006: 131).
Yakutların inancında Aan Alahçın Hotun, bilinen ruhlardan en büyüğü ve en
eskisidir. Nitekim yer ilahesi olarak kabul edilen Aan Alahçın Hotun zamanla
doğanın koruyucu ruhu, oradan da insanların koruyucusu olarak bir gelişme ve
somutlaşma yaşamıştır (Bayat, 2007b: 18). Yakutlarda Umay ile aynı işleve sahip
doğum tanrıçası olan Kübey Hatun, inanışa göre ağacın içinde yaşar. Yakutlar
bu ağaçlara çaput bağlamakla saygılarını sunmuş olurlar (Bayat, 2007b: 59).
Yaşadıkları yerde ormanların bol olduğu Yakut Türklerinde ana tanrıçanın ağaçla
ilişkilendirilmesi yaşadıkları coğrafyanın mite etkisini göstermesi bakımından
dikkat çekicidir. Er Sogotoh destanındaki ilgili bölüm şöyledir:
...Ondan daha büyüktü, sarkan kozalakları,
Ağacın tam kökünde, görülürdü bir kaynak,
Hayat suyu bu idi, akar giderdi ap ak.
Ak ve kara inekler ihtiyar olmuşlardı,
Bu sudan içenlerse, yeni can bulmuşlardı.
Ağaçta uçan kuşlar yorgun bitap olurdu,
Gelip bu sudan içen kuvvet bulurdu.
Bu kutsal ağacın da bir sahibi var idi,
Kendisi ihtiyardı, göğsü de ap alaca,
Görenler sanır idi bir keklik gibi kırca.
Memeleri büyüktü, aşağıya sarkardı,
Uzaktan bakan kimse iki tulum sanardı,
Aslındaysa bu ağaç normal boyda, küçüktü,
82
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
Ana-Tanrı gelince ona göre büyürdü.
Büyürken sesler çıkar, gürültüyle esnerdi,
Bu sesler yavaş yavaş gittikçe genişlerdi (Ögel, 1993: 98-99).
Yukarıdaki metinde geçen “memeleri büyüktü, aşağıya sarkardı” ifadesi ile venüs
heykelcikleri ya da bir ana tanrıça olan Kybele’nin figürleri arasında son derece
benzerlik bulunmaktadır. Kübey Hatun, yaratıcı Yakut tanrısı Ürün Aar Toyon’un
karısıdır. Bu bağlamda ana tanrıça ile ata tanrı arasında evlilik yoluyla bir ilişki
geliştirilmiş, kurtarıcı kahraman Er Sogotoh ise tanrıların çocuğu olarak dünyaya
gelmiştir. Er Sogotoh, mitolojik bir destan kahramanıdır ve destana göre yaratılan
ilk insandır. Bu destanda kutsal ağacın yanına gidip yapmış olduğu konuşmada
Büyük Ana Kübey Hatun’un kendi annesi olduğuna yönelik bilgiler verilmektedir:
... demiş ki, beni doğursa doğursa, yine Büyük Ana Kübey Hatun doğurmuş
olmalıdır. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacın göğsünden sütler akar.
Bu sebeple ilk insan hayat ağacının karşısına gitmiş ve şöyle demiş: ‘Beni
doğuran ana sen olmalısın! Beni yaratıp meydana getiren sen olmalısın!’
Ağaç ilk insana, ilk insan da ağaca bakmış ve sonunda adam, bu ağacın
kendi annesi olduğunu anlamış ve şöyle demiş: ‘Ben yetim bir çocuk iken,
sen beni büyüttün! Ben küçük bir çocuk iken, sen beni adam ettin! (Ögel,
1993: 96-97).
Gök ve yer arasındaki cinsel ilişkinin daha belirgin bir şekilde ortaya çıktığı, yerin
gökten gelen bir ışıkla gebe kalmasını tasvir eden Uygur Türklerinin köken miti
şöyledir:
Kara-korum çaylarından sayılan iki nehir vardır. Bunlardan birine Toğla
ve diğerine de Selenge adı verilirdi. Bu iki ırmağın arasında iki tane ağaç
vardı. Bu iki ağaç da iki tane dağın arasında yetişerek büyümüştü. Bir
gün bu iki ağacın arasına, gökten bir ışık inmişti. Bunun üzerine, iki
yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeye başladılar. Uygurlar oraya doğru
yaklaştılar. Tam yaklaştıkları bir sırada, kulaklarına çok tatlı ve güzel
müzik nağmeleri gelmeye başladı. Her gece buraya bir ışık inmeye ve
ışığın etrafında otuz şimşek çakmaya başladı. Diğer bir gün de aynı yerde,
ayrı ayrı kurulmuş beş çadır gördüler. Bunların her birinde, birer çocuk
oturuyordu. Her çocuğun karşısında da onları doyurmaya yetecek kadar süt
dolu emzikler asılı idi…6 (Ögel, 1993: 74).
B. Ana Tanrıça’nın Mağaraları ve Kurt Zoomorfizmi
Totem hayvan olan kurdun kahramanın doğumu ve terk edilmiş bir çocuğu
büyütmesi temalı mitik anlatılarda aynı zamanda dişilik organının sembolü
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
83
Mehmet Ali YOLCU
olan mağaranın kullanılması dikkat çekicidir. Nitekim mağara, ana tanrıçanın
dölyatağı arketipi olarak değerlendirilebilir. Mağarada doğum ya da Ergenekon
efsanesinde olduğu gibi bir etnogonik mekân olan dağların arasından çıkış,
doğum ve toplumsallaşma olgusunu çağrıştırmaktadır. Türk mitolojisinde kurtarıcı
kahramanların sıradan bir ana-baba ilişkisinden değil de, ana tanrıçanın simgeleri
olan yer unsurları ile ata tanrının ilişkisi sonucu doğduğu ve böylelikle tanrısal
kökene sahip olduğu görülmektedir. Türklerin köken mitlerinde ana tanrıçanın
kurt zoomorfizmi yoluyla ortaya çıktığına yönelik kesin kanıtlar yoktur. Ancak
Türk köken mitlerinde dişi bir kurttan türeme motifi, “ilk model” davranış olarak
adlandırılan mitolojik ana tanrıçanın doğumlarını çağrıştırmaktadır.
Türk köken mitlerinin bazılarında dişi kurdun yerini erkek kurt almaktadır. Ögel,
her ne kadar kurt-ata ile ilgili türeyiş efsanelerinin daha eski çağlarda, kurt-ana
ile ilgili efsanelerin ise daha yeni çağlarda meydana gelmiş mitolojik epizotlar
olduğunu öne sürmüş olsa da (Ögel, 1993: 45), bize göre durum, bunun tam tersi
şeklinde olmuştur. Analıkla ilgili mitolojik anlatımların arkaik özellikler taşıması
ve ilkel toplumların ekonomik koşulların etkisiyle anaerkillikten ataerkilliğe
evrilmesi, kurt-anadan kurt-ataya bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır. Çin’in
kuzeyinde yaşayan Vusunların köken mitindeki tek başına bırakılan çocuğun
kurt tarafından beslenmesi ve büyütülmesi uzun süre Orta Asya halklarının mitik
anlatılarında ortak motif olacaktır. Efsane şöyledir:
Vusunların kralının adı Kun-mo’dur. Kun-mo’nun babası Hiong-nuların
batı sınırındaki küçük bir toprak parçasında hüküm sürmektedir. Hiongnular onu yakalayıp öldürdüler. Kısa bir süre önce doğmuş olan Kun-mo
bir çöle atıldı. Orada, ağzında bir et parçası tutan bir karga üzerinde uçtu
ve bir kurt gelip emzirdi. -Hiong-nuların- Şan-yu’su bu mucizeye hayran
kaldı. Çocuğu kutsal saydı ve büyümesi için serbest bıraktı (Roux, 2000:
301).
Roux’ya göre, bu öykülerdeki dölyatağı-mağara ve ana-hayvan benzeşimi çok
açıktır (Roux, 2000: 276). Üremenin anlatılmadığı diğer öykülerdeyse mağara ile
hayvanın artık doğurmak için değil, yaşam kurtarmak için bir araya geldiği görülür.
Hiong-nuların bir kolu olan Tu-kiularla ilgili bir köken miti ise şöyledir:
Komşu bir kral öldürmeye cesaret edemediği bir çocuğun tüm soyunu yok etti.
Çocuğun ayaklarını ve kollarını kestikten sonra onu büyük bir bataklığa
attılar. Orada kendisine et getiren dişi bir kurt yaşıyordu. Eti yiyen çocuk
böylece ölmekten kurtulabildi. Sonra dişi kurtla yatıp kalktı ve dişi kurt
gebe kaldı. Kral genç adamın öldürülmesini emretti. Çocuğun yanında dişi
bir kurt görünce askerler onu da öldürmek istedi. Kurt bir mağaraya sığındı
ve burada on erkek çocuk doğurdu (Roux, 2000: 304).
84
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
Göktürklerin türeyişini anlatan bir mitte “kurdun oğlu” ve “tanrının kızları” yer
almaktadır:
Göktürklerin ataları, Hunların kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden
çıkmışlardı. Onların kabilelerinin reisine A Pang-pu denirdi. Onun on yedi
tane büyük ve küçük kardeşi vardı. Büyük kardeşlerinden birinin adı İ-ci
Ni-su-tu idi. Bu çocuk kurttan doğmuştur. ... Tabiatüstü bir kudrete ve
özelliklere sahip olan İ-ci Ni-su-tu, yağmurun yağması ve rüzgârın esmesi
hususunda emirler verebiliyordu. Onun on iki karısı vardı. Bunlara yaz ve
kış tanrılarının kızları denirdi (Ögel, 1993: 25).
Moğolların Gizli Tarihi’nde “Çinggis hahan’ın ceddi, yüksek Tanrı’nın takdiriyle
yaratılmış bir boz kurt idi, eşi beyaz bir dişi geyik idi.” (Temir, 1986: 3) ifadesinden
anlaşılmaktadır ki, kurt burada erkekleşmiş ve onun yerine dişi bir geyik ortaya
çıkmıştır. Moğol efsanesi Alan Koa’da ise, kurdun yerini sarı bir köpek almıştır
ve bu köpek erkeklikle ilişkilendirilmiştir. Efsanedeki gökten gelen ışık ve tanrısal
gebelik ise Türk mitolojisinde de oldukça yaygındır:
Bir adam, çadırın bacasından sızan ışık vasıtasıyla girerek karnımı
okşuyor ve onun nuru vücuduma geçiyordu. Çıkarken de güneş veya
nurları üzerinden sarı bir köpek gibi sürünerek çıkıyordu. Siz nasıl böyle
düşünmeden konuşuyorsunuz? Bu hadise üzerinde fikir yürütülürse,
onların tanrı oğlu oldukları meydana çıkar (Temir, 1986: 8).
C. Gökten Düşen Varlıklardan Gebe Kalma
Altay halklarının tüm mitsel tarihi, kavmin kurucu atasının ve imparatorluğu
oluşturan büyük savaşçının, erkek ile kadın arasındaki cinsel ilişki sonucunda
değil de, eğer o çağlarda mucize diye bir kavram biliniyorduysa, mucize diye
tanımlama eğiliminde olduğumuz bir olay sonucu doğdukları inancına dayanır
(Roux, 2000: 272)7. Işıkla döllenme, gökyüzü unsurlarıyla, yani ata tanrıdan gelen
bir olağanüstü gebeliği göstermektedir. Bununla ilgili ilk hikâyelere Hıristiyanlık
çağının başlarından itibaren özellikle Hiung-nu toplumunda rastlanır. Pei
Han hanedanının başı olan Lieu Yuan, ışıktan doğmadır. Başında, iki boynuzu
bulunan büyük bir balık gördüğü zaman babası gökten bir oğlan ister. Kâhinler
bu görüntüsünü hayra alamet olarak yorarlar. Sonraki gece eşi aynı canavarı erkek
şeklinde değişmiş olarak görür. Bu erkek elinde olağanüstü ışık saçan bir cisim
tutmaktadır ve bunu kendisine bir oğlu olacağını söyleyerek verir. Son dönem
Caoların kurucusu olan Şe Lei, çok güzel bir ışığın annesinin evini kapladığı anda
annesinin rahmine düşer (Roux, 1994: 146). Hıtay devletinin resmi vakayinamesi
Liao-shih, devletin kurucusu olan Apao-chi’nin doğumunu şöyle anlatmaktadır:
Annesi rüyasında, güneşin karnına düştüğünü görüyor ve bu suretle gebe
kalıyor. Çocuk doğduğu zaman, o da ilâhi bir ışıkla aydınlanmış ve ortalığa
hiç duyulmamış bir koku yayılmıştı. Vücudu üç yaşındaki bir çocuğunki
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
85
Mehmet Ali YOLCU
kadardı. Kimsenin görmemesi için, yüzü bir madde ile sıvandı. Üçüncü
ayda yürüyebildi. Bir yaşında konuşabiliyordu. Henüz daha olmamış
şeyleri biliyordu. Solunda ve sağında ilâhi şahıslar olduğu ve bunların
onu korudukları söyleniyordu. Süt dişlerinin henüz daha yeni dökülmesine
rağmen devlet işleriyle uğraşıyordu. Devlet işlerini idare eden amcası
tereddüde düştüğü zaman, ondan fikir danışıyordu (Ögel, 1948: 21).
Çocuk edinme öyküleri yardımıyla, doğuş mekanizması ve de ebeveynle çocuklar
arasındaki ilişkiler daha iyi anlaşılabilir, nitekim bu yolla doğumu meşru olmayan
bir çocuğun meşrulaştırılması veya çocuğa sembolik bir ölüm ve tekrar dirilişle
toplumsal değişim amaçlanmaktadır. Her şeyden evvel günümüze kadar, babası
meçhul olan gayrimeşru bir doğumun, pek büyük bir skandal yaratmadığına
işaret etmek gerekir. Ordoslarda, anne olan bir genç kız, çadır önündeki bir dua
direği ile evlenir. Düğünün klasik törenleri cereyan eder. Direk onun kocası
olarak kabul edilir. Çocuğu ise gök tarafından meydana getirilmiş olarak kabul
edilecektir (Roux, 1994: 147). Türk şamanizminde insanın doğumdan önceki hali
olan ruh-kuşlar, arkaik çağlarda erkeğin üreme işlevinin bilinmemesini göstermesi
bakımından dikkat çekicidir. Nitekim bakire doğum mitlerinde baba işlevini
doğrudan tanrı ya da tanrısal bir güç üstlenmiştir. Türk mitolojisinde gökten düşen
bir ışık demeti, yağmur damlası, buz parçası vb. nesneler yoluyla meydana gelen
olağanüstü gebelik, göksel ata tanrının yeryüzü unsurlarını döllemesi şeklinde
eski dönemlerde oluşmuş gök-yer düalizminin izleri şeklinde değerlendirilebilir.
Orta Asya’nın yaygın efsanelerinin birinde Töles, Koçkar-Mundus ve Mundus
boylarının türeyişlerinde ana olarak da kabul edilen bakire bir kız, gökten düşen
bir dolu tanesi içindeki buğdaydan hamile kalmaktadır (Danık, 2006: 41). Buna
benzer bir Altay efsanesi ise şöyledir:
Savaştan sonra annem ve babamdan ayrı düşmüş ve bozkırlarda yürümeye
başlamıştım. Her tarafı dolaşıp yiyecek bir şey arıyordum. Ama hiçbir şey
de bulamıyordum. İşte tam bu sırada gökten büyük bir yağmur boşandı
ve her taraf su içinde kaldı. Bunu görünce ben de kendimi korumak için
hemen bir yere saklandım. Az sonra yağmur durmuştu. Tam bu sırada
yerde bir buz parçası gördüm. Bu buz da yağmur ile beraber yere düşmüştü.
Buz yuvarlanıp da yanıma gelince buzu aldım ve elimle kırdım. Baktım
ki, içinde iki tane buğday tanesi var. ... Bu buğday tanelerini ağzıma
attım. Taneleri ağzıma attıkça karnımda tuhaf bir şeyler hissettim. Sanki
karnımda iki çocuk var gibiydi (Danık, 2006: 42).
Gökyüzü unsurlarından gebe kalma motifi, İslami kültürde rüyada ışıklar içinde
kutsal bir kişiyi görme yoluyla gebe kalmaya dönüşmüştür. Uygur Türkleri arasında
anlatılan Nur Alevnurhan’ın Said Ali Arslanhan’a gebe kalmasıyla ilgili efsanede,
Nur Alevnurhan, Hz. Ali cenknamelerini okuduktan sonra, “Ey merhametli
86
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
Allah, benim zamanımda böyle bir zat yasasa, ben o zatın hanımı olsam, ne kadar
güzel olurdu.” diyerek uykuya dalmış, rüyasında ışıklar içinde Hz. Ali’yi görmüş,
ertesi gün de hamile olduğunu öğrenmiştir (Öger, 2008: 513). Bu efsanedeki Hz.
Ali’den hamile kalmayı, heterodoks İslami kültürde panteist ulûhiyet anlayışı ve bu
anlayışta Allah’ın Hz. Ali’de tecelli ettiğine yönelik inançlarla birlikte düşünmek
konuyu daha anlaşılır kılacaktır.
III. SONUÇ
Paleolitik toplulukların üreme ve verimlilik temelli yaklaşımlarının etkilediği yaşam
ve düşün biçimi, uygarlığa geçişte önemli bir adım olarak kabul edilen üretici
neolitik ekonominin geçerli hale geldiği toplumlara miras kalmış ve bu miras yeni
mitolojik bilinçte ana tanrıça kültünü doğurmuştur. Ana tanrıça, insanlık tarihinde
belki de ilk ritüellerin oluşmasında etkili olmuş, ataerkil toplumsal yapının ürettiği
eril yaratıcı kuvvetlerin üretiminde analık ya da eş işlevini üstlenmiştir. Nitekim
pagan geçmişin üretimi olan ata tanrılarla ana tanrıça arasındaki sevgili veya oğul
şeklinde geliştirilen ilişki, Meryem Ana ve Tanrı oğlu İsa anlatımlarında olduğu
gibi uygarlığın ileriki aşamalarında doğmuş monoteist dinlerin teolojilerini de
şekillendirmiştir. Neolitik çoban toplumun üretim ilişkilerinin şekillendirdiği
Türk mitolojisinde her ne kadar ileriki dönemlerde ortaya çıkan eril kuvvetler bu
kültü baskılasa da, arkaik ana tanrıçanın izlerine rastlamak mümkündür. Bize göre,
Ön Asya toplumlarında olduğu gibi, Türk mitik düşüncesinin oluştuğu karanlık
devirlerde ana tanrıça yaratıcı kuvvet olarak görülmüş, zamanla bozkır uygarlığının
ürettiği ataerkil değerlerle şekillenen inanç yapısı içinde ana tanrıça güçsüzleşmiş,
parçalanmış ve iye olarak adlandırılan koruyucu ruhlara dönüşmüştür. Türk
mitik anlatmalarında karşılaşılan babasız doğum, gök ve yer unsurlarının cinsel
ilişkisi, ışıkla döllenme, zoomorfist köken gibi motifler, ana tanrıça kültüyle ilişkili
ruhlar ile eril tanrısal güçlerin evliliği bağlamında ana tanrıçanın izleri olarak
değerlendirilmelidir. Ayrıca Türk mitolojisinde su, ağaç, toprak, kurt, mağara
gibi unsurlar, dişilikle ilişkilendirildiği, bu unsurlarla ilgili anlatılarda anaerkil
geçmişin inanç yapısının korunmuş olduğu görülmektedir.
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
87
Mehmet Ali YOLCU
NOTLAR
[1] “Avcı-toplayıcı” terimiyle ilgili olarak Childe, uygarlık tarihindeki kültürel
aşamalarının ekonomik temellere bağlanabileceğini belirtmiş, paleolitik ve
mezolitik toplulukların, neolitik toplumlara göre doğaya çok daha fazla bağımlı
yaşadıklarını, günlük yaşamlarını sürdürebilmek ve geçimlerini sağlayabilmek
adına, avlanmak, yenebilecek bitkilerin tohum ve meyvelerini toplamak zorunda
olduklarını ileri sürmüştür. Bu durum onları göçebe kılmış, bir yerde var olan
besin kaynaklarını tükettiklerinde, yeni yerlere göç etme zorunluluğunu ve
böylece yalnızca tüketici bir besin ekonomisinin oluşturduğu yaşam düzenini
binlerce yıl koruyarak sürdürdüklerini savunmuştur (Childe, 1978: 40).
[2] İlk insan topluluklarının anaerkil düzene sahip olup olmadıklarına yönelik
tartışmalar 19. yüzyıldan günümüze dek tartışılmakta olan bir konudur. Sümer’in
aktardığı bilgilere göre; Bachofen, 1861 yılında yayınladığı Analık Hakkı -Das
Mutterrecht- adlı eserinde, insanlık tarihinin başlarında, kan bağının yalnızca
anne üzerinden kurulabildiğini ve bu sebeple de annenin bir otorite ve yasama
merkezi olduğunu öne sürer (Sümer, 2007: 24-25). Kurt’un aktardığı bilgilere
göre; bugün aralarında feministlerin de bulunduğu pek çok mukayeseli din
bilgini ilkel anaerkilliğin bir mit olduğunu düşünmektedir. Bu açıdan kadınların
hükmettiği bir toplum yerine, kadının toplumsal hayatta önemli rol oynadığı
ana-soylu bir yapının var olduğu tezi kabul görmektedir. Wilhelm Schmidt, ilk
bitki yetiştiriciliğini kadınların gerçekleştirdiğini ve tanrıça kültünün yükselişe
geçmesiyle kadınların sosyal önemlerinin arttığını düşünmektedir. Öte yandan
Freud tanrıçalara bağlılığın anneyle yeniden birleşme şeklindeki çocuksu bir
arzuyu temsil ettiğini ileri sürmüştür. Jung ise, dişi prensibi, insan psikolojisinde
etkin olan kalıtsal bir dizi evrensel arketipten biri varsaymıştır. Neumann’ın
The Great Mother -Yüce Ana- adlı çalışması Jungçu bakış açısının gelişmesine
çok büyük katkı sağlamıştır. Neumann da tanrıça kültü fenomenini psikolojik
imajlar açısından analiz etmiştir (Kurt, 2010: 15-16). Şenel ise, Childe’dan
aktardığı bilgilerden yola çıkarak, anaerkillik üzerine yapılan tartışmalarda
genellikle neolitiği aşamamış oldukları kabul edilen hemen bütün Orta Amerika
topluluklarında, topluluğun ana akrabalığına göre örgütlü olmasının da bunun
bir kanıtı olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca, uygar topluma geçildiği halde ilkel
toplumun göreneklerinin bir kalıntı olarak sürebildiği sıra dışı durumlarda da
ana soy zincirinin ve ana hakkının izlerinin varlığını savlamıştır (Childe, 1974:
101’den akt. Şenel, 1982: 160).
[3] Şenel’e göre, üretimle birlikte, asalak ekonomiye sahip olan toplulukların
yazgılarının doğaya mutlak bağlılıklarından bir parça kurtulmuşlardır. Ancak,
hayvanların çoğalması doğanın sunduklarına bağlı olduğundan ve otlar,
otlaklar insan emeğiyle çoğaltılamadığından doğaya bağlılıkları dolaylı olarak
sürmektedir. Sürünün güdülmesi tüm zamanı alan bir başka deyişle neolitik
88
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
köylerde görüldüğü gibi mevsimlik boş zaman bırakmayan bir iştir. Dolayısıyla
neolitik zanaatların bulunmasına ortam yoktur. Bu zanaatları köylerden
öğrendikten sonra bile geliştirmiş görünmezler (Şenel, 1982: 169).
[4] Fuzuli Bayat, “ana tanrıça” ifadesi yerine “Mitolojik Ana” ve “Yer Ana”
adlandırmalarını kullanmıştır. Bk. (Bayat, 2007b).
[5] “Yer-su” kendi başına bir tanrı mıdır, yoksa yer ve su ruhlarının genelleştirilmiş
bir adı mıdır, sorusu Türkologlar arasında uzunca bir süredir tartışıla gelmiştir.
Radlof, Barthold, Thomsen gibi Türkologlar bu ifadeyi tek bir tanrı olarak
değerlendirirken, Malov, Steblava ve Roux ise bu ifadenin ruhlar topluluğu
olduğunu öne sürmüşlerdir (Potapov, 2012: 324-328).
[6] Dede Korkut Kitabı’nda Tepegöz, çobanın bir peri kızını iğfal etmesiyle
doğar. Tepegöz’ün doğum anının anlatıldığı yerde bir “yığanak”tan bahsedilir
(Ergin, 1989: 207). Bu yığanak parçalanınca içinden Tepegöz çıkmıştır. Ögel,
bu kelimeyi “toprak” olarak yorumlamış ve bu anlatımın yukarıda bahsedilen
Uygur mitiyle benzerliğine dikkat çekmiştir (Ögel, 1948: 20).
[7] Jean-Paul Roux (1994) ve Selahaddin Bekki (2011), babasız doğumu “sine
concubitu” -dölleyici erkek olmaksızın kadının hamile kalması- kavramıyla
açıklamaktadırlar.
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
89
Mehmet Ali YOLCU
KAYNAKÇA
BACHOFEN, J. Jakob. (1997), Söylence, Din ve Anaerki, (Çeviren: Nilgün
Şarman), Payel Yayınevi, İstanbul.
BANG, W. ve RAHMETİ, Reşit. (1936), Oğuz Kağan Destanı, Burhaneddin
Basımevi, İstanbul.
BARING, Anne and CASHFORD, Jules. (1993), The Myth of The Goddess:
Evolution of An İmage, Arkana Penguin Books, London.
BAYAT, Fuzuli. (2003), Köroğlu: Şamandan Aşıka, Alptan Erene, Akçağ Yayınları,
Ankara.
----------, Fuzuli. (2006), Oğuz Destan Dünyası, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
----------, Fuzuli. (2007a), Türk Mitolojik Sistemi I, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
----------, Fuzuli. (2007b), Türk Mitolojik Sistemi II, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
BEKKİ, Selahaddin. (2011), “Bazı Halk Anlatıları ve Dini Metinlere Göre
Kahramanın Mucizevi (Babasız) Doğumu”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi, S. 58, ss. 111-130.
BERKTAY, Fatmagül. (2000), Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayınları,
İstanbul.
BRATTON, G. Fred. (1995), Yakın Doğu Mitolojisi, Eski Yakın Doğuda Tanrı ve
Tarih Hikâyeleri, (Çeviren: Nejat Muallimoğlu), Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul.
CAMPBELL, Joseph. (1995), İlkel Mitoloji, Tanrının Maskeleri, (Çev. Kudret
Emiroğlu), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
----------, Joseph. (2000), Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, (Çev. Sabri Gürses),
Kabalcı Yayınları, İstanbul.
----------, Joseph. (2003), Batı Mitolojisi, Tanrının Maskeleri, (Çev. Kudret Emiroğlu),
İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
CANER, Emre. (2004), Kutsal Fahişe’den Bakire Meryem’e Toprak ve Kadın, Su
Yayınları, İstanbul.
CHİLDE, V. Gordon. (1974), Tarihte Neler Oldu, (Çev. Alâeddin Şenel ve Mete
Tunçay), Odak Yayınları, Ankara.
----------, V. Gordon. (1978), Kendini Yaratan İnsan, (Çev. F. Karabey Ofluoğlu),
Varlık Yayınları, İstanbul.
ÇOBANOĞLU, Özkul. (2001), “Türk Mitolojisi”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi I,
AKMB Yayınları, Ankara, ss. 5-85.
90
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
Babasız Gebelik Mitleri Bağlamında Türk Mitolojisinde Gök-Yer Dikotomisi Ve Ana Tanrıça Kültünün İzleri
ÇORUHLU, Yaşar. (2002), Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınları,
İstanbul.
DANIK, Ertuğrul. (2006), Öteki Tanrılar, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
DEMİRCİ, Kürşat. (1996), Dinlerin Dejenerasyonu, İnsan Yayınları, İstanbul.
ELIADE, Mircea. (2003a), Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 1: Taş Devrinden
Eleusis Mysteria’larına, (Çev. Ali Berktay), Kabalcı Yayınları, İstanbul.
----------, Mircea. (2003b), Dinler Tarihine Giriş, (Çev. Lale Arslan), Kabalcı
Yayınları, İstanbul.
ERGİN, Muharrem. (1989), Dede Korkut Kitabı I, Giriş-Metin-Faksimile, TDK
Yayınları, Ankara.
----------. Muharrem. (1994), Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul.
ERGUN, Pervin. (2012), Türk Kültüründe Ağaç Kültü, AKMB Yayınları, Ankara.
HANÇERLİOĞLU, Orhan. (1995), Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul.
İBRAYEV, Şakir. (2006), “Kazak Mitleri ve Mitik Efsaneleri Hakkında”, (Akt.
Metin Arıkan), Bilig, S. 37, ss. 1-11.
İNAN, Abdülkadir. (2000), Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara.
İNAYET, Alimcan ve ÖGER, Adem. (2009), “Uygur Türklerinin Mitolojik, Dini
ve Tarihi Kadın Kahramanları Üzerine”, Turkish Studies, C. IV, S. 3, ss.
1183-1198.
KURT, Maksude. (2010), Tanrıça Kültü ve Hıristiyanlıktaki Meryem Figürüne
Etkileri, Rize Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Rize.
MALİNOWSKİ, Bronislaw. (1992), Vahşilerin Cinsel Yaşamı, (Çev. Saadet Özkal),
Kabalcı Yayınları, İstanbul.
ÖGEL, Bahaeddin. (1948), “Türk Efsaneleri Üzerinde İncelemeler: Uygurların
Menşe Efsanesi”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, C. 6, S. 1-2, ss. 17-26.
----------, Bahaeddin. (1993), Türk Mitolojisi I, TTK Yayınları, Ankara.
ÖGER, Adem. (2008), Uygur Efsaneleri Üzerinde Bir Araştırma (İnceleme ve
Metinler), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora
Tezi, İzmir.
POTAPOV, L. P. (2012), Altay Şamanizmi, (Çev. Metin Ergun), Kömen Yayınları,
Konya.
RIBARD, Andre, (1983), İnsanlığın Tarihi, (Çev. Erdoğan Başar Berktay, Şiar
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014
91
Mehmet Ali YOLCU
Yalçın, Halil Berktay), Say Yayınları, İstanbul.
ROUX, Jean-Paul. (1994), Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (Çev. Aykut
Kazancıgil), İşaret Yayınları, İstanbul.
----------, Jean-Paul. (2000), Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, (Çev. Aykut
Kazancıgil ve Lale Arslan), Kabalcı Yayınları, İstanbul.
----------, Jean-Paul. (2011), Eski Türk Mitolojisi, (Çev. Musa Yaşar Sağlam), Bilgesu
Yayınları, Ankara.
SÜMER, Gülnur. (2007), Anadolu’da Neolitik Dönemde Tanrı ve Tanrıça, Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İzmir.
ŞENEL, Alâeddin. (1982), İlkel Topluluktan Uygar Topluma, AÜ Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları, Ankara.
TEMİR, Ahmet. (1986), Moğolların Gizli Tarihi, TTK Yayınları, Ankara.
TÜMER, Günay. (2008), Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara.
92
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Yıl 7, Sayı 1, Haziran 2014