Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi - Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Transkript

Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi - Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
TSHD
Hakemli Dergi
T.C.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
2014/6 Sayı:3
Derginin Künyesi
YAYIN SAHİBİ
T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Adına
Prof.Dr. İrfan ŞENCAN
YAYIN KURULU BAŞKANI
Uzm. Dr. Alaattin DİLSİZ
T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür
YAYIN KURULU BŞK.YRD.
Uzm. Dr. Arif KAPUAĞASI
T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı
EDİTÖR
Yusuf ÖZTÜRK
EDİTÖR YARDIMCISI
Elvan ÖZKAN
YAYIN KURULU
Yusuf ÖZTÜRK
Osman KARAKAŞLI
Uğur ÖZDEMİR
Arzu İÇAĞASI ÇOBAN
Elvan ÖZKAN
Dilek TÜRKMEN
Serdar ARSLAN
Hacer DAVUTOĞULLARI
Ersin KAYAALTI
Levent ŞÜMÜR
Gamze SAÇAKLI
Özdoğan KIRKAYA
M. Kemal ÇETİN
Rabia KAPLAN
HUKUK DANIŞMANI
Süleyman Hafız KAPAN
Eray KAPLAN
Sevil SERİN
Grafik Tasarım
Harun Tufan TOLASA
Murat ASİL
Hakem Kurulu
Prof. Dr. İlhan TOMANBAY
Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farabi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Kasım KARATAŞ
Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
Prof. Dr. Fatih ŞAHİN
Manisa Celal Bayer Üniversitesi, Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Sunay İl
Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
Prof. Dr. Dr. h.c. Hakan HAKERİ
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Hukuku Araştırmaları Birimi Başkanı
Prof. Dr. Figen KARADAĞ
Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
Prof. Dr. Ü. Şevkat Bahar ÖZVARIŞ
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı ve Tıp Eğitimi ve Bilişimi Anabilim Dalı
Prof. Dr. Külteğin ÖGEL
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
Prof. Dr. Füsun TERZİOĞLU
Hacettepe Üniversitesi Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı
Doç. Dr. Nurdan DUMAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı
Doç Dr. Yüksel BAYKARA ACAR
Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli Sağlık Yüksekokulu, Sosyal Hizmet Bölümü
Doç. Dr. Arzu İÇAĞASIOĞLU ÇOBAN
Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
Doç. Dr. Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ
Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Bölümü
Doç. Dr. Tarık TUNCAY
Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
Yard. Doç. Dr. Filiz DEMİRÖZ
Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
Yard. Doç. Dr. Emrah AKBAŞ
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Bölümü
Yard. Doç. DR. Abdulhakim BEKİ
İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
Dr. Uğur ÖZDEMİR
Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü
5
6
Önsöz Prof.Dr. İrfan ŞENCAN
HASTA HAKLARI VE
ETKİLİ İLETİŞİM
SHU Atilla ALTINTAŞ
18
23
31
Sağlik Çalışanlarına Yönelik İşyerinde
Şiddet: Nedenler, Politikalar, Öneriler
SHU Hakan KARAAĞAÇ
Perimenopozal Dönemdeki Kadınların Aile
Planlaması Yöntem Kullanımları
Doç. Dr. Şafak DAĞHAN, Doç. Dr. Aynur UYSAL TORAMAN,
Arş. Gör. Özüm ERKİN, Cemile Gamze KOCADEMİR
Hatay İli Talasemi İle Mücadelesi Makro
Çalışma Örneği
SHU Özlem ÇELENK, Dr. Ümit Mutlu TİRYAKİ
Ebe Sevgi AYKAÇ
T.C.
Prof.Dr.İrfan ŞENCAN
Sağlık Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı
Merhaba,
Hayatta tek değişmeyen parametrenin değişim olduğu muhakkak…
Kamu idareleri olarak bizler de değişim rüzgarına uyum sağlamak zorundayız.
Bu münasebetle günün koşullarına uyarlanan ya da yenilenen mevzuatımız
ile yöneticilerimiz, muhatap oldukları insanımızın sorunlarını çözmek,
memnuniyetlerini artırmak için çabalıyorlar. Yol ve yöntemler değişiyor ama
bazı kavramlar önemini kesinlikle yitirmiyor: Mesela hizmet verdiğimiz ve
kutsallığına inandığımız insan… İnsan haklarının devamı hasta hakları kavramı…
Hasta hakları yönetmeliğinde geçen ay değişiklik yaptık. Umarız bu değişiklikler
beklenen faydaları sağlar ve hayırlı olur.
Dergimizin bu sayısında iki derleme ve iki araştırmaya yer verdik. Derlemelerden
ilki hasta hakları ve etkili iletişim konusunda. Bu derlemede, hastaların teşhis
- tedavi sürecinde yaşanabilecek hak ihlallerinin giderilmesi ve teşhis-tedavi sürecinin kesintiye uğramadan devam etmesinde, hasta iletişim birimlerindeki
etkili iletişimin önemi vurgulanmaktadır. İkinci derlememiz Sağlık Çalışanlarına Yönelik İşyerinde Şiddet: Nedenler, Politikalar, Öneriler konulu… Bu noktada şu
hususu ifade etmeliyim. Sağlık çalışanlarına yapılan şiddet olaylarının önlenmesine yönelik “Beyaz Kod Birimi”ni kurduk. Bu birim, sağlık çalışanlarına yönelik
gerçekleşen şiddet olaylarını “Alo 113” telefon hattı veya “ www.beyazkod.saglik.gov.tr” web adresi aracılığı ile kayıt altına alan, gerçekleşen şiddet olaylarının
adli makamlara intikal ettirilip ettirilmediğini araştıran, şayet ettirilmemiş ise olayın derhal adli makamlara bildirilmesini sağlayan bir birim olarak faaliyetini
sürdürmektedir. Yapılan bu tür çalışmaların değerlendirilmesi açısında da bu derlemenin bize katkı sağlayacağını düşünüyorum.
Diğer iki araştırmaya gelince; Perimenopozal Dönemdeki Kadınların Aile Planlaması Yöntem Kullanımları konusundaki araştırma ile sözü edilen dönemde
kadınların aile planlaması yöntem kullanımları incelenmektedir. Araştırma örneklemini İzmir’in bir ilçesindeki 120 gönüllü kadın oluşturmaktadır. Sonuçlar
gerçekten çok dikkat çekici. İkinci araştırmanın konusu Hatay İli Talasemi İle Mücadelesi Makro Çalışma Örneği olup bu araştırma ile Talasemi hastası bebek
doğumunun önlenmesi amaçlanmıştır. Hakikaten koruyucu – önleyici sağlık hizmetlerinin önemi maliyet- etkinlik açısından her zaman gündemdeki yerini
korumaktadır. Genel itibariyle bahsettiğimiz bu bilimsel çalışmaların ilgili alanlara katkı sağlamasını dileyerek sizleri e-dergimizi okumaya davet ediyorum.
5
am
ç
n
e
Ş
n
a
f
r
İ
.
r
D
Prof.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
Anahtar kelimeler: Hasta hakları, etkili iletişim, hasta iletişim (hasta
hakları) birimlerinde etkili iletişim.
6
HASTA HAKLARI VE
ETKİLİ İLETİŞİM
(PATİENT RİGHTS AND
EFFECTİVE COMMUNİCATİON)
Atilla ALTINTAŞ
Sosyal Hizmet Uzmanı/
Hasta Hakları Birim Sorumlusu,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Özet
Hak kavramı, insan hakları ve hasta haklarının tarihsel gelişim süreci
yanında iletişim, sözlü iletişim, sözsüz iletişim hakkında taranan literatür
bilgileri aktarılmıştır. Hastaların teşhis-tedavi sürecinde yaşanabilecek hak
ihlallerinin giderilmesi ve teşhis-tedavi sürecinin kesintiye uğramadan
devam etmesinde, hasta iletişim (hasta hakları) birimlerinde etkili iletişimin
önemi vurgulanmaktadır.
Abstract
The concept of rights, human rights and patients’ rights in addition to
the historical development of communication, verbal communication,
nonverbal communication literature about the scanned data has been
transferred. Diagnosis-treatment of patients that may arise in the process
of diagnosis-treatment of human rights violations are resolved and the
process will continue without interruption, the patient contact (patient
rights) emphasizes the importance of effective communication units.
Key words: Patient rights, effective communication,
communication in patient contact (patient rights) unit.
effective
Giriş
İnsan Hakları, insanın herhangi bir şarta veya statüye bağlı olmadan
doğuştan sahip olduğu dokunulmaz, devredilemez ahlâkî ve hukukî
bir kavramdır. İnsan haklarını evrensel kılan bireyin onurunu ve eşitliğini
temel almasıdır. Genel anlamıyla hasta hakları ise insan haklarının sağlık
alanında uygulanmasını ifade etmektedir. Hasta hakları sadece hasta ya
da hasta yakını olanlar için değil, bir gün hastalanma ihtimali olan bütün
insanlar için gereklidir. İletişim, insanın dünyaya gelmesindeki anlam ve
amacın gerçekleştirilmesinde vazgeçilmezidir. Sözlü ve sözsüz iletişim
toplumsal yapı içerisinde doğar ve gelişir. İçinde yaşadığımız toplumun
oluşturduğu anlamlar içeren yazılı, sözlü ya da sözsüz iletişimler kurulur.
Etkili iletişim kurmada, bunlardan biri diğerini kuvvetlendirir. İletişim kuran
kişilerin, karşılıklı olarak aynı anlam paylaşımı doğar. Sözlü iletişimde dil,
dilin kullanımı, empati ve dinleme ön plana çıkmaktadır. Sözlü olmayan
iletişimde ise ilk görünüş anından itibaren istemli ya da istemsiz yaptığımız
bütün beden hareketlerimiz vücut dilimiz olarak bizi ifade eder.
İletişim ve hasta hakları, insanın doğumuyla birlikte gelen ve sonuna kadar
da bireyin yanında olmasını istediği kavramlardır. Evrenseldirler ve değişen
zaman içerisinde geliştirilmiştirler. Biyolojinin gelişmesine paralel yeni hak
kazanımları gündeme gelirken, kitle iletişim araçlarındaki baş döndürücü
gelişmelerde de daha etkili iletişim nasıl kurulur? Sorularına cevap
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
aramaktadır. İnsanların iyi iletişim kuramamasından kaynaklanan sorunların
çoğunlukta olduğu düşünülmektedir. Hastanelerde iletişim kazaları ile
ilgili olayları duymuş ya da yaşamız olabiliriz. Bu sorunlarda çoğunlukla
hastanelerde sağlıklı iletişim kurulamadığından kaynaklanmaktadır. Değişik
nedenlerden dolayı hasta iletişim (hasta hakları) birimlerine başvuran
hasta ya da hasta yakınlarının başvurularını hasta hakları birimi çalışanları
karşılamaktadır. Başvuru sahipleri açısından bu birimlerde çalışanların
iletişimi çok önemlidir. Başvuranlar, ya kendileri ile ilgili durumun iyi
anlaşıldığını düşünüp mutlu ayrılacak ya da yaşanılabilecek iletişim kazaları
ile yeni sorunlar eklenerek ayrılacaktır. Bu süreçte hasta hakları birimlerinde
görev yapan personelin etkili iletişim kurması, her iki tarafın da doyum
sağlamasına katkı sağlayacaktır.
1. Hak Kavramı
Hak, hem ahlâkî hem de hukukî bir kavramdır. Her iki alanda da hak, bir
kişi, bir kurum veya bir şey üzerindeki gerekçelendirilmiş bir iddia veya
talebi ifade eder. Hak sahibi, başka insanlar veya sosyal kurumlar
tarafından kendisine belli bir şekilde davranılmaya hakkı olduğunu ileri
sürer (İnsan Hakları Başkanlığı, 2006: 17). Hak kavramına, zamana,
mekâna, toplumdan topluma ve kültüre göre farklı anlam ve değerler
yüklenmiştir. Hak kavramına ilişkin günümüzde bile ortak bir tanımlama
yapmak mümkün değildir (Aydemir, 2010: 2). Hakların korunması,
ihlallerin önüne geçilmesi, ihlal durumunda zararın tazmini hukuk
sisteminin temel işlevlerindendir. Hak kavramı hukukta sistemli bir özellik arz eder. Hukuki olarak hakların niteliği, içeriği, kullanım esasları,
sınırları belirlenmiştir (Akpınar, 2008: 14). Hak, günümüzde yazılı hukuk
belgeleriyle verilir. Bu yetkiyi kişilere, hukuk düzeni verir. Hukuk, tanımışsa,
hak vardır. Bu, pozitif görüştür. Hak ve özgürlük kavramlarının tanımı ve
içeriği, hukukun en güç sorunlarından biri sayılıyor (Fendoğlu, 2007a: 17).
Temel hak ve özgürlüklerin sübjektif, objektif, anayasal ve yasal olmak
üzere başlıca dört sınırından söz edilebilir. Kuşkusuz ki bir düzenin
bozulması kuvvetle muhtemel ise sınırlama söz konusu olabilir
(Fendoğlu,
2007b: 117). Hak sözcüğü, koruma altına alınmış
menfaatler anlamına gelmektedir. Hasta hakları, kısaca bir insanın
hasta olmasıyla kazandığı haklarının koruma altına alınması demektir
(Bostan, 2005: 66). Aslında, hakları, vazgeçilemez ihtiyaçlar doğurur.
Sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak herkes için, her şeyden önde gelen bir
gereksinimdir, çünkü sağlığı olmayan bir kişinin diğer gereksinimlerini
karşılayabilmesi, menfaatlerini koruyabilmesi veya haklarını kullanabilmesi
mümkün olmayabilir (Büken ve Büken. 2007: 183). Hak kavramı hekimle
hasta arasındaki buyurgan (paternalistik) ilişkiden kaynaklanmaktadır. Eğer
bir ilişkide, taraflardan biri, diğerine göre daha güçlü, avantajlı konumda
ise, karşı tarafın haklarından söz edilebilir. Bir diğer önemli nokta ise, hasta
haklarının, hekimlerin meslekleri gereği yerine getirmekle yükümlü oldukları
etik ve hukuki ilke kurallarından oluştuğudur. Modern anlamda yirminci
yüzyılın sonlarına doğru gündeme gelen hasta hakları kavramı, aslında
insan haklarının sağlık alanına uygulanması olarak da yorumlanabilir.
Hasta hakları, sağlıklı yaşama hakkının bir gereğidir. Sağlığı olmayan, sağlığı
güvence altına alınmayan, sağlıklı kalmak için gereksinim duyduğu
koşullara sahip olamayan bir insanın, diğer hak ve özgürlüklerinden söz
etmek çok gerçekçi olmasa gerekir (Özlü, 2007: 41–45).
1.1. Sağlık Hakkı Kavramı
“Sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak için sadece hastalık ve sakatlıkların
oluşumu engellemek üzere çaba sarf etmek yeterli değildir, çünkü “sağlık,
sadece hastalık veya sakatlığın olmaması değil;
bedensel,
ruhsal ve sosyal yünden tam bir iyilik halidir”. Sağlıklı yaşamak temel insan
haklarındandır, hatta diğer insan haklarının da önündedir, zira diğer
haklarından yararlanabilmesi, haklarını kullanabilmesiiçin çoğu zaman,
kişinin sağlıklı olması gereklidir” (Büken ve Büken. 2007: 183).
Sağlık hakkı kavramı toplum ya da onun örgütlü gücü olan devlet tarafından,
kişinin sağlığının korunmasını, gerektiğinde tedavi edilmesini, iyileştirilmesini
ve bu alanda toplumun sağladığı olanaklardan yararlanabilmesini ifade
eder. Günlük yaşamda, sağlık hakkı olarak ifadesini bulan bu kavram,
aslında sağlık bakım hakkını ifade eder (“Sanal”, 2012: 1).
Uluslararası alanda temel insan haklarını sağlamak amacıyla yayınlanan
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ve Ekonomik Toplumsal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde uluslararası ve toplumsal
dengesizliklerin giderilmesini amaçlayan hakların arasında “sağlık hakkına”
özellikle yer verilmiştir. 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nin 25.maddesi; Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı
için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, issizlik,
hastalık, sakatlık, dulluk, yaslılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan
doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir (Kibar, 2010: 13).
7
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
8
1.2. Türkiye’de Sağlık Hakkı
Türk hukuk düzeninde kişilik hakları ve kişiliği koruyucu hükümler ön planda
yer alırlar. 1982 Anayasası da, insan sağlığı ve vücut bütünlüğü ile ilgili
hükümlere yer vererek bu hakları anayasal bir temele ve teminata
kavuşturmuştur: (Deryal, 2007: 50). Yukarıda belirtildiği üzere
Anayasanın 17. Maddesi sağlık hakkını, 56. Madde ise herkesin sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkını güvence altına almaktadır (Akpınar,
2008: 38). “Anayasamızın 56. maddesi, muhtevası açıkça tanımlanmış
bir sağlık hakkından çok, “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı”nı
tanımıştır. Bu hak, meselâ, herkesin devletten “tıbbî bakım” talep
edebilmesini kapsamamaktadır. Anayasa’nın 56. madde çerçevesinde
tanıdığı hak, esas olarak, devletin –ve vatandaşların- çevreyi sağlığa
elverişli bir hale getirmesi ve bu halde tutmasıyla sağlanacaktır (ikinci fıkra).
Devlet ayrıca, üçüncü fıkraya göre, “herkesin hayatını beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak” üzere, tek elden planlanmış bir sağlık
hizmeti vermekle yükümlü kılınmıştır. Ancak, dördüncü fıkra gereğince,
devlet sağlık hizmetini tek elden verme yükümlülüğünü özel sağlık
kuruluşlarını devletleştirerek değil, fakat bunları sadece denetleyerek
yerine getirecek ve ayrıca bunlar üzerinde sağlık hizmetini
planlamanın gerektirdiği yetkileri kullanabilecektir. Devlet nihayet,
56. maddenin son fıkrası gereğince, sağlık hizmetlerinden herkesin
yararlanmasını sağlamak üzere genel sağlık sigortası da kurabilecektir”
(“Sanal”, 2012: 2). Sağlık Bakanlığınca hazırlanan Hasta Haklan
Yönetmeliği, hasta hakları konusunda oldukça geniş hazırlanmış
hukuksal bir metindir (Topbaş, Özlü, Çan ve Bostan, 2005: 82).
1.3. Hasta Hakları Yönetmeliği
01.08.1998 tarih ve 23420 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Hasta Hakları
Yönetmeliği’nin amacı şöyle belirtilmektedir:“Bu Yönetmelik; temel insan
haklarının sağlık hizmetleri sahasındaki yansıması olan ve başta Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nda, diğer mevzuatta ve milletlerarası hukuki
metinlerde kabul edilen “hasta hakları”nı somut olarak göstermek ve sağlık
hizmeti verilen bütün kurum ve kuruluşlarda ve sağlık kurum ve kuruluşları
dışında sağlık hizmeti verilen hallerde, insan haysiyetine yakışır şekilde
herkesin “hasta hakları”ndan faydalanabilmesine, hak ihlallerinden
korunabilmesine ve gerektiğinde hukuki korunma yollarını fiilen
kullanabilmesine dair usül ve esasları düzenlemek amacı ile hazırlanmıştır”
(Hasta Hakları Yönetmeliği, 1998). 08.05.2014 tarih ve 28994 sayılı Resmi
Gazetede yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik dâhilinde hastanın uyması gereken kurallar da
belirtilmiştir. Başvurduğu sağlık kurum ve kuruluşunun kural ve
uygulamalarına uygun davranarak ve katılımcı bir yaklaşımla teşhis ve
tedavi ekibinin bir parçası olduğu bilinciyle hareket etmesi, sağlığıyla ilgili
bilgileri mümkün olduğunca eksiksiz ve doğru olarak vermesi, hekim
tarafından belirlenen sürelerde kontrole gelmesi ve tedavisinin gidişatı
hakkında geri bildirimlerde bulunması, randevu tarih ve saatine uyması ve
değişiklikleri ilgili yere bildirmesi, diğer hastaların ve personelin haklarına
saygı göstermesi, personele sözlü ve fiziki saldırıya yönelik
davranışlarda
bulunmaması,
haklarının
ihlal
edildiğini
düşündüğünde veya sorun yaşadığında hasta iletişim birimine
başvurması, şeklinde özetle ifade edilen esaslar da hasta sorumluluklarıdır.
1.4. Hasta Hakları Uygulama Yönergesi
01.08.1998 tarihinde yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’ni uygulamaya
yönelik olarak, Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde 15.10.2003
tarihinde Sağlık Tesislerinde Hasta Hakları Uygulamalarına İlişkin Yönerge
yayınlanmıştır. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Hasta
Hakları Şubesi 05.11.2003 tarih ve 9979 sayılı Bakanlık oluruyla
kurulmuştur. Hasta hakları uygulamaları ilk olarak 60 hastanede başlatılmıştır.
Halen bütün devlet hastaneleri ile ağız ve diş sağlığı merkezlerinde
yürütülmektedir. Uygulamalarda görülen eksikliklerin giderilmesi amacıyla,
26.04.2006 tarih ve 3077 sayılı Makam Oluru ile Hasta Hakları Uygulama
Yönergesi uygulamaya konmuştur. Bu yönergenin amacı; yönerge
kapsamındaki sağlık kurum ve kuruluşlarında Hasta Hakları
Uygulamalarının insan haysiyetine yakışır şekilde herkesin “Hasta
Haklarından” faydalanabilmesinde, hak ihlallerinden korunabilmesinde
ve gerektiğinde hukuki korunma yollarını fiilen kullanabilmesinde hasta
hakları uygulamalarının planlanması, değerlendirilmesi, uygulanması ve
denetlenmesi ile ilgili esas ve usulleri belirleyerek sağlık hizmetlerinin eşit,
kaliteli ve etkin olarak sunumunu sağlamaktır” (Hasta Hakları Uygulama
Yönergesi, 2006). Hasta Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik çerçevesinde, hasta hakları kurulu oluşturma süreçlerinde
değişiklik yapıldığı bildirilmektedir. Yönetmelikte yapılan değişiklikler
doğrultusunda yeni uygulama yönergesi yayınlanması beklenmektedir.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
1.5. Sağlık Çalışanı ve Hasta Hakları Uygulamaları
Hasta hakları kavramı, özünde hizmet verenle hizmet alan arasındaki
buyurgan ilişkinin giderek eşit ilişkiye terk ettiği insan odaklı paradigma
değişikliğinin sağlık alanına yansımasıdır (“Sanal”, 2012: 3).“Hastaların,
ihtiyaçları olan kaliteli bir sağlık hizmetine kolayca ulaşabilmeleri ve
sağlıklarına geri kavuşabilmeleri için insan onuruna yakışır bir biçimde her
türlü desteği alabilmelerini sağlamak üzere tanımlanan hasta hakları,
kuşkusuz sağlıklı yaşama hakkının en temel unsurları arasındadır.
Geçmişte kabul edildiği gibi, hastalara gösterilecek şefkat, saygı, özen ile
verilecek sağlık hizmeti, onlara bir lütûf veya bağış değildir. Hekim veya
diğer sağlık çalışanlarının hastalarına verecekleri destek, ulusal mevzuat ve
uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış hasta hakları içerisinde
net olarak tanımlanmıştır” (Büken ve Büken. 2007: 185). “Hasta hakları
çalışanlara barışçıl ortamda çalışma imkânını; her şikâyetten savunma
alınmasını önlemesini, sorumluluklarını bilen hastalara hizmet vermelerini;
hizmet sunumu esnasında pozitif tutum içerisinde olanları koruma,
bunların sayısını artırmayı;
eksikliklerin daha sağlıklı belirlenmesi,
sorunların çalışanlardan mı sistemden mi kaynaklandığının tespit
edilmesini; sağlık çalışanlarının korunması ya da yanlış anlaşılmalar
yüzünden gereksiz kovuşturmaların önlenmesi ve bilinçli bir sağlık
çalışanı olmalarını sağlar” (Kibar, 2010: 25). Hasta haklarından söz
edildiğinde, sağlık çalışanı ya da sağlık kurumu ile hasta veya hasta yakını
arasındaki karşılıklı sorumluluklar unutulmamalıdır.
“Hastalar, kendilerine verilen hizmeti diğer üretim işletmelerinde olduğu
gibi bilinçli bir şekilde denetleyemezler tamamen hekime veya sağlık
personeline bağımlılık söz konusudur. Bu nedenle hasta ve
yakınlarının ihtiyaçları doğru bir şekilde tespit edilerek onların
hastalıkları ve tedavileri konusunda bilgilendirilmeleri ve eğitilmeleri
önemlidir. Sağlık hizmetleri, o hizmete ihtiyacı olan hastalar
için üretilir ve diğer sektörlerde olduğu gibi çalışanlarla hasta arasında
sıradan satıcı-müşteri ilişkisi kurulamaz ve bu hizmetler ticari
amaçla üretilmez, üretilmemelidir” (Mecit, 2009: 7). Sağlık hizmetlerinde
gerçekleşen yapısal değişimin toplumsal anlayışa tam olarak
yansıdığı söylenemez. Hekim ve sağlık kuruluşlarına karşı oluşmuş olan
geleneksel saygı ve minnettarlık hisleri hastaların davranışlarını
etkilemektedir (Bostan, 2005: 68).
Hekimlerin kişisel güvenliklerinin, özellikle de hasta ve/veya hasta
yakınlarının hukuka aykırı saldırılarından korunmayı isteme, mesleğini
güvenlik içinde sürdürme hakları vardır (Ünver, 2007: 33).“Sorun, asıl olarak
sağlık hizmetlerinin yapılandırılmasından kaynaklanıyor. Ekonomik kaynak
yetersizliğinden, sağlık çalışanlarının aşırı iş yoğunluğu ve emeklerinin
karşılığını alamamalarından, kötü işletmecilikten kaynaklanıyor. Sağlık
çalışanlarının hasta hakları konusunda, hasta ve hasta yakınlarıyla doğru
iletişimi kurma konusunda yeterince bilgi ve becerisi olduğu da söylenemez”
(Özlü, 2006: 57). Bu nedenle başta hekimler olmak üzere sağlık
personelinin hem insancıl bir yaklaşım açısından, hem de yasal açıdan hasta
hakları ihlalleri ile bunlara bağlı ortaya çıkan sorunların önlenmesi, sağlık
hizmetlerinin kalitesinin arttırılması, sağlık hizmetlerinin insan onuruna
yakışır biçimde sunulması için hasta hakları konusunda bilgili, duyarlı
ve uygulayıcı olması gerekmektedir (Topbaş vd., 2005: 82). Önemli bir
yanılgı olarak hasta haklarının hekim hakları ile karşıt kavramlar olarak
görülmesidir. Hekimin hakkı için hastanın ve hastanın hakkı için de hekimin
feda edilmesi gerekmez ve feda edilse dahi bu bir çözüm değildir (Ünver,
2007: 34). “Hastaların istedikleriyle, hekimlerin istedikleri, aslında zıt şeyler
değildir. Örneğin: Hasta hekiminin kendisine yeterli süre ayırmasını ister.
Hekim de günde 70-80 hastaya bakmak istemez, hastasına yeterli süre
ayırmak ister. Hasta modern, konforlu ve temiz bir sağlık tesisi ister. Hekim
de böyle bir ortamda çalışmak ister. Hasta biran önce sağlığına kavuşmak
ister. Hekim de hastasını biran önce iyileştirip, taburcu etmeyi ister. Hasta
güncel tıbbın sağladığı imkânlara uygun şekilde tedavi görmek ister. Hekim
de bilimsel gelişmeleri takip edip, modern teknolojiyi kullanarak, güncel
tanı-tedavi tedavi yöntemlerine uygun hekimlik yapmayı ister. Hasta,
hekimine güven duymak ister. Hekim de kendisine güvenilmesini ister.
Hasta saatlerce poliklinik sırası beklemek istemez. Hekim de poliklinik kapısı
önünde hastaların yığılmasını istemez. Hasta malpraktise uğramaktan
korkar. Hekim de malpraktis yapmaktan korkar. Hasta kendisiyle ilgili tıbbi
kararlara katılmak ister. Hekim de hastasıyla yasal sorumluluğu paylaşmak
ister” (Özlü, 2012: 74).
9
2. Tarihsel Süreçte İletişim
İletişim, insanoğlunun doğumla başlayan yaşam olgusunun vazgeçilmezidir.
Daha anne karnında annesiyle iletişim kuran sağlıklı bir bebeğin, doğumun
ardından “çevre uyaranlarına” yanıt vermemesi nasıl olası değilse, iletişimsiz
bir yaşantı da o denli olası değildir (Akgül, 2006: 7). İlk dönemlerde; çeşitli
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
10
ve anlamsız sesler çıkararak başlayan iletişimin, çığlıklarla, çeşitli beden
hareketleriyle, mağara duvarlarına çizilen resimlerle, çizgilerle, dumanlarla
vb. devam ettiğini, yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır (Orta, 2009:
5). İletişim sözcüğü XV. yüzyıldan sonra bir bilgiyi çoğunluğa, topluluğa
yayma anlamında kullanılmıştır. XX. yüzyılda iletişim araçlarıyla toplumsal
ilişkiyi sağlayan araçların eriştiği gelişim düzeyi ve insanlar arası iletişimin
kazandığı önem, bu sözcüğün doğa ve insan bilimlerinde yer almasına
yol açmıştır (Orta, 2009: 10). Akademik çevrelerce olan araştırmalar ise
özellikle 1960 ’lı yıllardan itibaren başlamıştır. Ülkemizde de 1960 ’lı yıllardan
itibaren beden dili ile ilgili çalışmalar yapılmaya başlanmıştır (Üstünsel,
2011: 41). Burada ilginç olan nokta, iletişimin insanın varoluşuna koşut
gelişen bir olgu olmasına karşın, XX. yüzyılda ancak bilimsel bir disiplin
haline gelmesidir (Güngör, 2011: 15). İnsan iletişimi konusunda, son
yıllarda yapılan bilimsel araştırmaların arttığı ve şaşırtıcı boyutlara ulaştığı
belirtilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen veriler ve
görülen gelişmeler göstermiştir ki; iletişim kavramı gittikçe genişleyen
kullanım alanı bulmakta ve anlatımından kaynağını almaktadır. Buna bağlı
olarak çok sayıdaki bilimsel disiplinin kendi alanı bağlamında olsa da iletişim
konusunda çalışmaktadır (Orta, 2009: 11).
2.1. İletişim Kavramı
İletişimin karşılığı olarak birçok Hint-Avrupa dilinde kullanılan komünikasyon
(communication) sözcüğünün kökü, Latince “communicare” fiilinden
türetilmiş olup, başkalarıyla birlikte olma, bağlantı sağlama, bilgiyi ya da
haberi paylaşma, yayma, çoğunluğa genelleme, herkesin paylaşmasını ve
yararlanmasını sağlama, herkese pay verme anlamına gelmektedir (Orta,
2009: 10). İletişime ilişkin tanımların sayısı 200 dolayındadır. E.X. Dance ve
Carl E. Larson 1972’de iletişim alanındaki yapılan tüm tanımları taramışlar ve
126 değişik tanım bulmuşlardır (Aziz, 2006: 3). İletişim, canlıların birbirleriyle
ve çevreleriyle birlikte uyumlu veya uyumsuz yaşayabilmeleri için gereken,
çeşitli yollarla yapılan karşılıklı her türlü bilgi alışverişidir (Yüce, 2011: 4).
Ozankaya (1994)’ya göre iletişim bireyler, kümeler, toplumlar arasında
söz, jest, yazı, görüntü, vb. simgeler aracılığıyla düşünce, dilek ve
duygu alışverişi sağlayan bir etkileşim sürecidir. Birey ve toplum yaşamı
iletişim üzerine kurulur. Bu nedenle iletişimde etkinliği sağlamanın koşullarını
bilmek büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan temel sorun iletişimi
iki-yönlü işletebilmek, başka bir deyişle geri-beslenme sürecini
gerçekleştirebilmek sorunudur (Ozankaya, 1994: 477). İletişimden
söz edebilmek için geri bildirimin dikkate alınması zorunludur (Akgül,
2006: 36). Duygu düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla
başkalarına aktarılması, bildirişim. İletişimde taraf olanların yarattıkları
ortak anlamların ortak paylaşımı biçimide işleyen bir süreç
(Yüksel ve Gürcan, 2005: 1). İletişim, “belirli araçlar kullanarak, bilgi,
düşünce ve tutumların karşılıklı aktarılması” olarak tanımlanabilir. Burada
önemli nokta, bir ‘ileti’nin bulunması ve bunun ‘iletilmesi’dir (Aziz, 2006:
5). İletişim belli bir amaca yönelik, belli istek ve arzuları gerçekleştirmeye
yönelik bir süreç olarak kabul edilmektedir. İletişimin hangi türü olursa
olsun her zaman belli bir amacının olduğu bilinmektedir. Bu amaç bilgi
vermek de olabilir, bilgilenmek de, varlığını kanıtlamak ya da eğlenmek,
etkilemek, ikna etmek ya da zaman geçirmek için konuşmak da
(Orta, 2009: 17).
Dönemsel koşulların etkisiyle görülen bu tür tanımsal farklılıklara
rağmen iletişimin temel oluşturucu öğelerinin etkileşim ve paylaşım olduğu
konusunda genel bir uzlaşma olduğu da anlaşılmaktadır (Güngör, 2011:
37). Gökçe (2010)’ye göre, bu bağlamda iletişim, anlamların simgeler
aracılığıyla karşılıklı paylaşımı olarak tanımlanabilir. Demek ki iletişimin
oluşabilmesi için mutlak surette anlamlı eylemlerde bulunmaları ya da
söyledikleri şeylerin belirli bir anlamı çağrıştırması gerekmektedir. Bu
bağlamda “anlam, tarihsel ve kültürel bir nitelik taşır ve bir toplumun
geçmişiyle, bugünüyle ve gelecekle arasındaki bağını kurar.” Böylece
toplum, anlam üzerine inşa olur ve toplumun birlikteliğini de önemli
ölçüde anlam belirler. İletişimde genel ilke, senin ne söylediğin değil,
bunun karşındakinin nasıl algıladığı ve yorumladığıdır. “anlatabildiğin, karşı
tarafın anladığı kadardır” sözünden hareketle her zaman, titiz, dikkati
anlayışlı olmak gerekmektedir (Gökçe, 2010: 22–25).
2.1.1. İletişim Sürecindeki Temel Öğeler
2.1.1.1. Kaynak
İletişimin başarısında göndericinin rolü büyüktür. Etkili bir ileti im kurmada
kaynağın sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğun önemli unsurlarını şöyle
sıralayabiliriz: Alıcıya uygun, açık ve anlaşılır mesajlar oluşturmak, mesaj en
iyi ve etkili olacak yolla alıcıya ulaştırmak, geri bildirimleri doğru algılamak
ve değerlendirmektir. Kaynağın etkin bir iletişim kurabilmesi için alıcının
içinde bulunduğu durumu algılayıp mümkün olduğu kadar çok duyusuna
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
hitap etmelidir (Adıgüzel, 2005: 7). Diğer bir açıklamada, kaynağın; kişilerin
algılama, seçme, düşünme, yorumlama süreçlerinde ürettiği anlamlı iletileri,
simgeler aracılığı ile gönderen kişi ya da kişiler olduğu ve hedef/alıcının,
kaynaktan gelen bu iletileri belli biyolojik ve psiko-sosyal süreçlerden alarak,
yorumlayan ve bunlara sözlü, sözsüz tepkide bulunan kişi ya da gruplar
olarak nitelendirilmektedir (Orta, 2009: 24).
2.1.1.2. Mesaj (İleti)
Göndericiyle alıcı arasında iletişim için kullanılan olguya mesaj denir.
Mesaj, gerek içeriği, gerekse dili itibariyle, anlaşılır, bozulmamış, açık, her
iki tarafın ön yargılarından ayrışmış olmalıdır (Yüce, 2011:5). İletişimde
başarı, mesajı alan kişilerin, iletilen mesajı doğru ve anlaşılır olarak
değerlendirmelerine bağlıdır (Kocaman, 2010: 56). Başka bir deyişle
sorun, gönderilen mesaj -alınan mesaj eşitsizliğindenkaynaklanır.
İyi ve etkili bir iletişimin gönderilen ve alınan mesajın eşitliğine dayandığı
söylenebilir (Adıgüzel, 2005: 8).
2.1.1.3. Kanal
Mesajı gönderenle, alıcı arasında kullanılan iletişimi sağlayan ‘bağ’
dır. İki türlü iletişim kanalı vardır: Dikey kanal, genellikle resmi dairelerde
kullanılan, otoritenin kullandığı kanaldır. Yatay kanal, Aynı statüde
olanların kullandıkları kanaldır (Yüce, 2011: 5). Kişilerarası iletişim kanalları,
kaynak ile alıcının yüz yüze gelmesi durumunda söz konusudur. Kitle
iletişim kanalları ise, kaynak tarafından kodlanan bir mesajın kitle iletişim
araçlarıyla iletilmesi durumunda gerçekleşir. Kitle iletişiminde kullanılan
kanallar, birey ya da grup olarak kaynağın çok sayıdaki alıcı gruplara
mesajlar ulaştırmalarını sağlar (Adıgüzel, 2005: 9).
2.1.1.4. Alıcı (Hedef)
Gönderiden gelen mesajları alan, anlaşılır hale getiren, değerlendirilen,
gerekirse geri bildirimde bulunan kişi veya gruplardır (Yüce, 2011: 5). Alıcı
ya da hedef olmadan iletişimden söz etmek olanaksızdır. Çünkü kaynağın
gönderdiği mesajın hedefe bilgi aktarımı, hedefte tutum ve davranış
değişikliği yapması gibi amacı vardır (Aziz, 2006:6).
2.1.1.5. Geri Bildirim (Feedback)
Geri bildirim iletişimi tek yönlü etkinlik olmaktan çift yönlü hale getiren
iletişim sürecinin önemli bir unsurudur. Geri bildirimsiz yani tek yönlü bir
iletişimde söz konusu olmakla birlikte esas olan paylaşımın daha güçlü
olduğu çift yönlü (geri bildirimi içeren) iletişimdir. İletişimin etkileşim
amacına ulaşıp ulaşmadığının anlaşılmasına imkân sağlar. Geri bildirimin
algılamadan sonra hemen yapılması birimler arasındaki iletişimin daha
etkin oluşmasını sağlamaktadır (Adıgüzel, 2005: 11). Mesajı alan
tarafından, mesajın gereğini yerine getirip göndericiye cevap vermesi
durumudur. Geri dönüş, olumlu veya olumsuz olabilir (Yüce, 2011: 5).
“Bu durumda iletiyi alacak olan alıcı öncelikle gönderilen iletiyi algılamalı,
kısacası düzgülenen ( kodlanarak) gönderilen iletiyi çözümleyebilmelidir.
Böylece; alıcı kaynağın göndermiş olduğu iletiyi çözümleyip, bir düşünce
ve davranış haline dönüştürüp geribildirimde bulunabilirse iletişim süreci
başlamış, devam etmekte ya da iletişim süreci tamamlanmış olmaktadır”
(Orta, 2009: 19). Bu bakımdan beş öğenin ilk dördü (verici, alıcı, ileti ve
kanal) bir iletişim oluşması için zorunlu olan öğeler iken, beşinci öğe
(geribeslem) etkili bir iletişim için gerekli olan bir öğedir (Aziz, 2006: 7).
Her iletişim belirli bir ortam içinde gerçekleşir ve iletişimin gerçekleştiği bu
ortam iletinin nasıl yorumlanacağını önemli ölçüde belirler. İletişim ortamı,
psikolojik ve fiziksel özellikleri içerir (Gökçe, 2010: 55). İletişim ortamı,
şu bölümlere ayrılarak daha ayrıntılı biçimde incelenebilir: 1. İletişimde
bulunan kişilere bağlı özellikler, 2.iletişimin içinde oluştuğu ortamın
sosyal özellikleri; 3. İletişimin içinde oluştuğu ortamın fiziksel özellikleri
(Cüceloğlu, 2005: 50).
11
2.2. İletişim Kurma Yolları
Toplumsal yaşamın içersinde insan, kendinden önce yaşamış olanların
öğrendikleri, kabul edip, sürdürdükleri kuralları öğrenmesi, her türlü inanç
ve değerleri benimsemesi ve doğal olarak, bütün bu öğrendiklerinin
üzerine inşa ettiği yaşamı sürdürebilmesi ancak iletişim ve onun doğal
sonucu etkileşim ile olasıdır (Orta, 2009: 9). Toplumsal bağlam
modeline göre, her iletişim öncelikle içinde gerçekleştiği toplumsal ve fizik
çevrenin ve toplumsal normlar, kurallar, ilişkilerden oluşan toplumsal
yapının bileşenlerinden oluşur. Böylelikle, toplum insanların davranışlarının
arka planından daha fazlasını ima eder (Doğanay ve Keskin, 2008: 25).
İletişim bu bakımdan, hem bir yapı hem de bir süreç içinde ele alınabilen
karmaşık bir toplumbilim kavramıdır. İletişimin insan bilimlerinin odağında
yer alması bu bakımdan kaçınılmazdır. Dolayısıyla iletişimin hem toplumsal
hem de bireysel yönü, çeşitli bağlamlarda ve kapsamlarda incelenmiştir ve
ortaya geniş bir literatür çıkmıştır (Yılmaz, 2005: 5).
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
2.2.1. Yazılı İletişim
Gönderici ile alıcı arsındaki iletişimin yazı ile yapılmasıdır. Bu tanıma, yazılı
olarak yapılan iletişim yanında, ilkel insanların mağara duvarlarına yaptıkları
şekiller de girmektedir (Aziz, 2006: 8).
2.2.2. Sözlü İletişim
Sözlü iletişim seslerin sözcüklere dönüşmesiyle gerçekleşen iletişimdir.
Sözlü iletişim de tıpkı sözsüz iletişim gibi yerel ve etnolojik niteliğe sahiptir
(Güngör, 2011: 39).
2.2.2.1. Dil
12
Bildirişim ya da iletişim, birtakım simgelerin anlamları üzerinde uzlaşma,
bunları kullanarak bilgi, duygu ve düşünce iletme işidir. Dil de insanların
üzerinde anlaşıp uzlaşmaya vardıkları sessel simgeler düzenidir. Böyle
bir anlaşma ve uzlaşmayı, insanların toplum halinde yaşamak isteyişleri
zorlamıştır. Dil toplumu kuran, oluşturan ana etkenlerden biri olmuştur
(Orta, 2009: 68). Dilde temel olarak dört unsur vardır: Birinci unsur, dilin
ilk öğesi ses kavramıdır. Dil seslerden oluşur, dilin en küçük birimi
fonemdir. İkinci unsur, kelimelerdir. Kelimeler somut ve soyut objeleri
temsil eder. Üçüncü unsur, gramerdir. Kelimelerin nasıl kullanılacağını
yöneten kurallar setine denir. Dördüncü unsur, anlamdır. Kelimelerin sözlük
anlamları üzerinde bir toplulukta belli derece ortak anlamlar kurulur.
Dilin kendi başına bir anlamı yoktur (Fidan, 2009: 66). İşte bu
noktada bireyin kendisini doğru bir biçimde dile getirebilmesi, yani
aktarımı sağlıklı gerçekleştirilebilmesi, dil kullanım gücüyle ilişkilidir.
Kişilerarası İletişimlerde sözlü iletişimin etkili biçimde kullanımı,
kişilerarası iletişimi sağlayan ölçütlerin de gereği gibi kullanımı
halinde daha mükemmele ulaşabilecektir (Akgül, 2006: 17). Dil, anlaşılır
olmalıdır.
Uzun
ifadelerden,
anlaşılmaz,
karmaşık,
ağdalı,
akademik- bilimsel dilden uzaklaşıp, mümkün olabildiğince anlaşılabilir,
yalın bir dil kullanılmalıdır. Anlatımda somut ifadeler ve semboller
kullanılmalıdır (Yüce, 2011: 12).“Beden dilini son derece özenli
kullanan bireyin, konuşması sırasında ses tonunu gereken ölçüde
ayarlayamaması, yanlış vurgu ve olur olmaz duraksamalar kullanması,
çizmek istediği imgeyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Anlatmak
istediklerini ivedilikle, nefes nefese dile getiren birey, duyduğu gereğinden
fazla kaygıyı yansıtırken, konuyu kısa kesme çabasıyla da karşısındaki
kişiye gereken özeni göstermediğini, giderek o söyleşiyle zaman
kaybettiği izlenimini bile yaratabilmektedir. Anlatım sırasında konunun
ana izleğinden sıkça uzaklaşılması ve giderek başka konulara geçilip
konunun dağıtılması çabası ise söz konusu alanda bireyin yeterli bilgi
donanımından yoksunluğunun göstergesi olarak nitelendirilebilmektedir”
(Akgül, 2006: 18).
2.2.3. Sözsüz İletişim
Sözsüz iletişim temelde insanların yüz, göz, el kol hareketleriyle
gerçekleştirdikleri ileti alışverişidir. Bunun yanı sıra giyim kuşam, seçilen
renkler, mekânsal düzenlemeler, dekorasyon vb. iletişimsel edimler de
sözsüz iletişim kategorisinde ele alınmalıdır. Sözsüz iletişim diğer
iletişim türlerine (sözlü, yazılı ve görsel) daha yereldir (Güngör, 2011: 38).
“Kişilerarası iletişimde önemli bir yerde konumlanan sözsüz iletişim,
kişilerin, karşılıklı ilişkileri sırasında iletişimi, bedenleri aracılığıyla kurmaları
durumudur. Tek bir sözcük bile kullanmadan kurulan bu iletişim
türünde, ileti aktarımı yüz ve beden aracılığıyla sağlanmaktadır. Kişinin
kendisini anlatımı sırasında gereksinim duyduğu bedeni, sözcüklerle
sağlam bir bütünlük oluşturabilmesiyle iletişime son derece önemli katkılar
sağlamış olacaktır. Bu durum sözlü ve sözsüz iletişimin örtüşmesi yoluyla
etkili iletişimin kurulabilme olasılığını yükseltebilecektir”(Akgül, 2006: 25).
Sözsüz iletişim, yüzdeki anlamları, göz hareketlerini, duruşu, giyinmeyi,
sesin özelliklerini içeren bu iletişim türü birçok yönleriyle en ilkel
toplumsal davranış diye tanımlanan beden dili olarak da bilinmektedir
(Orta, 2009: 94). İnsanların birbirleri ile ilk karşılaştıkları andan
itibaren oluşan ilk izlenimlerinde beden dili ile ilgili verilen mesajların
önemi büyüktür (Üstünsel, 2011: 38). Çoğu zaman sözel olmayan iletişim,
en az sözcükler kadar, hatta bazen sözcüklerden daha da etkili
olabilmektedir. Sözel olmayan iletişim kimi zaman doğrudan mesaj
vermek için kullanılır. Bazen de sözel bir mesajı yorumlayabilmek için
ona eşlik eden sözel olmayan ifade yollarına dikkat edilir (Kocaman,
2010: 54). Beden diliyle konuştuğumuz müddetçe, karşımızda muhatap
aldığımız veya bizi muhatap alan kişi, beyniyle algılayıp beyniyle cevap
hazırlayacaktır. Beyin ile alınan bu algı da yine beden diliyle cevap olarak dönebilir. Sevgi, anlayış, hırslanma, öfke, boş verme, vs gibi (Yüce,
2011: 9). İletişim sırasında kullandığımız beden dili hareketleri arasında evrensel olanlar kadar ülkelere göre değişen yorumlar da oldukça
yaygındır. Bu tür ayrıntıların bilinmesi ayrım yapmayı kolaylaştıracağı gibi, zor
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
durumlarla karşılaşılmasını da engelleyecektir. Bu hareketler ülkelere,
bölgelere, uğraşlara, yetiştirilme biçimlerine göre değişiklik göstermektedir
((Üstünsel, 2011: 98).
2.3. Sağlık Çalışanları İle Hasta ve Hasta Yakınları Arasında İletişim
Etkin iletişim, sağlık personelinin hastayı dinlemesi (empatik dinleme) yani,
anladığını geri bildirim olarak hastaya hissettirmesidir. Kaynak tarafından
alıcıya ulaştırılan mesajların planlanmış başarıya ulaşması yani, alıcıda
tutum değişikliği yaratması veya mesajın olumlu, algılanmasıdır. Aksi
durum; yani kaynak tarafından iletilen mesajın alıcı tarafından olumsuz geri
bildirim yaratması ise İletişim Kazası olarak tanımlanabilir (“Sanal”, 2012:
4). Hasta, sıkıntıda olan ve çare arayan mağdur kişidir. İletişimin hastalık
nedeniyle hassas olan tarafıdır. Hekimin, hastane personelinin, bu
durumu göz önüne alarak hastaya davranışlarını ona göre ayarlamaları
gerekmektedir (Yüce, 2011: 17). Sağlık hizmetleri de iletişimin değişik
düzeylerde ve yoğun olarak kullanıldığı alanların başında gelmektedir.
Bu alanda iletişimin temel işlevi, anlamları ortak kılmanın yanı sıra
duygu, düşünce ve bilgileri paylaşarak insanların birbirlerine yakınlaşmalarını
sağlamaktır (Yılmaz, 2005: 5). Hastanelerde iletişim süreci, hastalar,
sağlık çalışanları, idari ve diğer çalışanlar arasında gerçekleştirilmektedir.
Bilgi işlem kayıtları, sözel-telefonla alınan istemler, tetkik sonuçları vb.
hastanelerde iletişim sürecinde mesajın iletilmesini sağlayan kanallar
olarak karşımıza çıkmaktadır (Demir vd., 2011: 41). “İletişimi sağlık
personeli- hasta platformuna taşırsak: hasta fizik ve ruhsal olarak
uygun denge durumunda değildir. Panik, acı, belirsizlik, kaygı, korku vb.
duygular arasında bocalayan hasta şefkat ve ilgi beklemektedir.
Güven duygusunu yaşamak ister. Durumunun açıklanması, anlayacağı
bir dille tedavisi ve durumu ile ilgili bilgi alma beklentisi içindedir. Hasta
hem bir vatandaş olarak bilgilenme, hem de hasta olarak bilgi edinme
hakkına sahiptir. Mesleki tükenmişliğin en üst düzeyini yaşayan sağlık
personeli sosyal baskı, alt yapı kısıtlamaları, monotonluk gibi nedenlerle
baş etmek zorundadır. Bütün bunlara rağmen bilgi ve duygu bağlamında
hastayla yeterli iletişimi kurmak ya da bu güvenin verilmesi gerekmektedir”
(Yücel vd., 2009: 118).
İletişim hayati bir öneme sahiptir. Etkili iletişimde olumlu sonuçlar elde
etmemek mümkün değildir. Bozuk bir iletişim sorunların çözümü için hiçbir
fayda sağlamadığı gibi aksine sorunları daha da arttırıp içinden çıkılmaz
bir hale sokmaktadır (Kocaman, 2010: 11). Tabi bu süreçte hastanın konu
hakkındaki bilgi düzeyi, eğitimi, zeka düzeyi ve kişisel özelliklerinin ikna
olma düzeyinin etkisini belirlediği unutulmamalıdır (Atlıakın vd., 2011: 400).
Bireyler arasında iletişim, iletişimi engelleyen faktörlerin ortadan kalkması
ile etkili olabilmektedir. Ekili olmayan iletişimde bireyler arasında duygu ve
düşünceler tam olarak ve doğru bir şekilde paylaşılamamaktadır. Dolayısı
ile iletişim sürecinde iki kişide olumsuz yönde etkilenmektedir (Özdem ve
Günaydın, 2011: 660). Yani hastanın memnuniyetini en fazla etkileyen
sağlık çalışanlarının tutum ve davranışlarıdır. Hastalarını memnun etmeyi
hedefleyen tüm sağlık kuruluşları öncelikle çalışanlarını memnun etmek
durumundadırlar (Özer ve Çakıl 2007: 142).Ayrıca, hastane ya da sağlık
tüketicileri, kendilerine sunulan hizmeti, sağlık personeli ile girmiş oldukları
iletişim sürecinin etkinliği doğrultusunda değerlendirmektedirler. Bu yönü
ile sağlık hizmetlerinde iletişim kavramı “hasta tatmini” yönünden en önemli
belirleyici olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu belirleyici özellik aynı zamanda,
sağlık hizmetlerine özgü olarak “Plasebo etkisi” ile tanımlanmaktadır
(“Sanal”, 2012: 4). “Hekim, masanın arkasında hastayı dinlerken, bir
şeylerle meşgul olmak, geriye doğru kaykılıp hastaya uzaklık duygusu
vermek, kolları kavuşturmak, masa üzerine tıkır tıkır küçük ritmik darbecikler
vurarak dinlemekle, hastaya güvensizlik verir. Hekim, muayene esnasında,
mahremiyet ve ahlaki sınırlarını aşmayacak, zıt duygular yaratmayacak
biçimde, hastasının omzuna hafifçe, dostane dokunarak konuşması,
hastada yakınlık, güven, endişelerinin giderilmesi şeklinde etki oluşturabilir”
(Yüce, 2011: 10). “Mahkemelere intikal etmiş davalara bakıldığında, çoğu
zaman yanlış teşhis veya yanlış tedaviden ziyade; kötü muameleye,
hakarete uğramış kişilerin başvurularından oluştuğunu görebilirsiniz. Bu şu
demektir: güvenlik görevlisinden, tıbbi sekretere kadar sağlık çalışanlarına
meslek içi eğitim kursları ile hasta ve hasta yakınlarıyla iletişim konusunda
yeterli bir beceri kazandırılabilirse, çoğu sorun önlenebilir” (Özlü, 2006: 57).
Sağlık hizmetlerinde hasta memnuniyetini en fazla etkileyen faktörün sağlık
kurumu personeliyle kurulan iletişim olduğu söylenebilir (Bostan, 2007:
17). Bu çerçevede, iletişim kurmada ilk akla gelen ve temel ilkeler olarak
sıralanması gereken kuralları da Fidan (2009)’ a göre şöyle sıralayabiliriz:
Karşınızdakini dinlemesini bilin. Sabırlı olun. Esnek olun. Sizi dinleyenlerin
anlayacakları sözcükleri seçin. Sinirlerinize hâkim olun. Sorulara karşılık
verin. Konunuzu iyi bilin. Düşünmeden konuşmayın. Karşınızdakinin
tepkilerine dikkat edin. Gereksiz eleştirilerden kaçının. Görüşlerinizi
başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmayın. Gürültü yapmayın ancak
13
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
sesinizi duyurun. Yüz ifadenizi kontrol edin. Biri sizinle konuşurken işinizle
meşgul olmayın. Sözü başkalarının ağzından kapmayın. Ne zaman susmak
gerektiğini bilin. Sözünüzü güçlü bir tonla bitirin. Başkalarını kötülemeyin.
Öğütlediğiniz şeyleri kendinizde uygulayın. Gereksiz yere zıtlık yaratmayın.
İnsanları terslemeyin. Adil davranın (Fidan, 2009: 23-24).
3. Hasta İletişim (Hasta Hakları) Birimlerinin Önemi
14
“Günümüzde sağlık hizmetine ulaşmak çok zor, karmaşık, akıl almaz
ve güç yetirilemez durumdadır. İleri ve pahalı tıp teknolojisi, sermaye
kontrolünde ve para kazanmaya dönük sağlık organizasyonu; harcamaları
minimalize etmede ustalaşmış özel sigorta şirketleri ve aşırı uzmanlaşma
karşısında, hastalar, kendi çıkarlarını koruyamayacak konuma itilmişlerdir.
Hasta, bilgisi, becerisi olmayan bir konumda, vazgeçilemez, ertelenemez
gereksinimlerini karşılamak zorundadır. İhtiyaç duyduğu hizmeti verecek
olan sağlık çalışanının karşısında boynu büküktür, muhtaçtır, edilgendir”
(Özlü, 2007: 45). Haklarını bilen hastalar da, değişik endişelerden, beklentilerden ve alışkanlıklarından dolayı haklarını talep etmemektedir
(Bostan, 2005: 68). Hasta odaklı sağlık hizmeti, hizmetin etkinlik ve
verimliliğinin artırılmasını sağlamaktadır. Hasta odaklı hizmet vermek isteyen
kurumlar hastayı tanımak ve beklentilerini bilmek durumundadır. Hastaların
hastane hizmetleriyle ilgili deneyim ve tecrübeleri yanında, hastaların
hastalık algısından itibaren verecekleri tepki kişisel özellikleri ile
farklılaşır. Hastanın yaşı, cinsiyeti, eğitim düzeyi, mesleği ve sosyal sınıfı
beklentilerinin oluşmasında etkilidir. Cinsiyete, yaşa ve yaşanılan bölgeye
göre görülebilecek hastalıklar değişebilmektedir (Bostan, 2006: 23-27).
Özellikle son yıllarda sağlık/tıp hukukunda hastanın özerkliği ve iradesinin en
önemli kavram haline gelmesi ve tıp tekniğindeki gelişmeler ve bu bağlamda
yeni gen tekniklerinin kullanımının kişilik hakları açısından yarattığı zarar ve
tehlike oluşturma etkileri hasta hakları kavramını daha da önemli ve güncel
kılmıştır. Buna karşılık, bazı Avrupa ülkelerinde (örneğin Federal Almanya’da)
hasta haklarının en iyi seviyelerde korunmasının nedeni, somut tıbbi
müdahalelerde hastanın hakları kadar yükümlülüklerinde de sınırlamaya
gidilmiş olmasıdır (Ünver, 2007: 22). “Hastaların haklarının korunabilmesi ve
bu hakların uygulamaya geçirebilmesi için sağlık kurumlarında çalışan sağlık
personeline hasta haklarının, hasta ve personelin hukuki sorumluluklarının,
iletişim kurma tekniklerinin anlatılması ve onların bu konuda bilgilendirilmesi
ve bilinçlendirilmesi gerekir. Böylece yaşanan problemlerin ortadan
kaldırılması, sağlık hizmetlerinin kalitesinin arttırılması, sağlık hizmetlerinin
insan onuruna yakışır biçimde sunulması ve hastaların yaşadığı hasta
hakkı ihlallerinin önüne geçilmesi gerçekleştirilebilir” (Aydemir, 2010: 25).
Hasta iletişim birimlerinin doğru anlatılması, doğru yönetilmesi ve doğru
algılanması gerekmektedir. Buralarda diyaloga açık, sorun çözücü, insan
ilişkilerinde başarılı, iletişim bilgi ve becerisi olan, eğitimci yönü bulunan
kişiler görevlendirilmelidir.
Birim sorumlusunun amacı, kendi mesai arkadaşlarının açığını bulmak,
onları suçlamak değildir. Bu birimler, hekim veya diğer sağlık çalışanlarına
karşı kurulmuş değillerdir. Sadece, hastaların hizmet alım sürecinde
karşılaştıkları sorunların çözümüne yardımcı olan; hak ihlaline uğrayan
veya uğradığını düşünen hasta ve hasta yakınlarının mağduriyetlerinin
giderilmesine çalışan ünitelerdir (Özlü, 2007: 43). Hastaneler de
oluşturulan bu birimler hastanın hekim ile veya hastane çalışanı ile
karşılaştığı sorunların çözümünde mahkemeden önce başvurabildiği ve
yardım alabileceği en doğru kurumdur (Güllüoğlu, 2008: 15). “Bundan
öte bu birimler, yaşanan sorunlara anında çözümler geliştirerek, sorunun
büyümesini ve sorunla ilişkili personelin daha tatsız sonuçlarla
yüzleşmelerini önler. Sorunu çözülen veya sorununun söz konusu
personelden değil, sistemden kaynaklandığını öğrenen (örneğin
ultrasonografiye randevusu geç verildiği için isyan eden hastaya,
ultrasonografide tek bir uzman çalıştığı, günde şu kadar tetkik
yapabildiği, ayrıca acil olguları öne almak zorunda olduğu anlatıldığında)
hasta ikna olabilmektedir. Çözüme kavuşturulmasa bile, sorununu
anlatacak, içini dökecek bir muhatap bulan çoğu hasta veya hasta yakını
rahatlayarak ve tepkilerinden kurtularak sağlık kurumundan ayrılmaktadır.
Bu durum, şikâyete konu olan sağlık personeli ve kurumu için bir sübap
mekanizmasıdır. Elde edilen sonuç, aynı kişinin isyankâr ve tepkili olarak
soluğu bir medya organında veya bir siyasi partinin teşkilatında ya da
valilik/savcılık yazı işlerinde almasından çok daha iyidir” (Özlü,
2007: 43). 2010 yılında hasta hakları birimlerine başvuran 125.387
vatandaşımızın sorunu yerinde çözülmüştür. Yine 2010 yılında hasta hakları
kurulunda görüşülen şikâyet ve önerilere ilişkin başvuruların sayısı 17.299’dur.
2011 yılında sorunları yerinde çözülen vatandaşlarımızın sayısı artarak
150.076 olmuştur. 2011 yılında kurulda görüşülen dosya sayısı da artarak
29.190 olmuştur (“Sanal”, 2012: 5 ). Bu nedenle, Hasta Hakları Birimlerini,
Hasta Hakları Kurullarını ve buralarda çalışan görevlileri, hekim veya diğer
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
hastane personeline savaş ilan etmiş hasım kişiler olarak görmek, insafa ve
gerçeklerle bağdaşmamaktadır (Özlü, 2007: 44).
Sonuç, Tartışma ve Öneriler
Tüm hastaların Hasta Hakları Yönetmeliği çerçevesinde; hizmetten
genel olarak faydalanma, bilgilendirme ve bilgi isteme, sağlık kuruluşunu ve
personelini, seçme ve değiştirme, mahremiyet, reddetme, durdurma ve
rıza, güvenlik, dini vecibeleri yerine getirebilme, insani değerlere saygı
gösterilmesi, saygınlık görme ve rahatlık, ziyaret ve refakatçi bulundurma,
müracaat, şikâyet ve dava hakları vardır. Hakları Yönetmeliğinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te de hasta sağlık hizmeti alırken uyması
gereken kurallar belirtilmiştir. Genel bir ifadeyle hak ve sorumluluk
kavramları iç içedir, biri diğerinden ayrı düşünülmemelidir.
Sosyal bir çevre içinde yer alan birey iletişim halindedir. Anlam ise
toplumun tarihsel sürecinde ortaya çıkar. Kişilerarası iletişim sürecinde yazılı,
sözlü, sözlü olmayan iletişim kurma yolları kullanılmaktadır. Sözlü iletişimde,
dil ve empatik dinleme önemlidir. Sözsüz iletişimde, istemli ya da istemsiz
yapılan beden dili ifadeleri vardır. İyi bir izlenim için, görünüş ve
özgüven öne çıkmaktadır. Etkili bir iletişimde kime, neyi, ne zaman söylemek
gerektiği bilinmelidir.
Her birey özeldir. Kendi değerinin, varlığının farkına varılmasını ister. Kişi
onur ve haysiyeti korunarak, eşit, katılımcı bir anlayışla başvuruların
alınması, sorunun çözümlenmesi veya sorun hakkında düzenleyici
önleyici faaliyetlerin planlanması, dilek ve önerilerin değerlendirilmesi
süreçlerinde hasta iletişim (hasta hakları) birim çalışanlarının etkili
iletişimi ön plana çıkmaktadır.
Bu birimlerde, hasta haklarının
savunuculuğu yapılırken sağlık çalışanının haklarını hatırlatma ve koruma
işlevi de söz konusudur. Bunun yanında hasta ve hasta yakınlarının istek
veya taleplerini hak olarak görmeleri, sağlık personelinin ise dilekçe verme
yeri olarak hastaları yönlendirmeleri hasta iletişim (hasta hakları) birim görev
ve yetkilerinin tam anlaşılamadığını düşündüren tartışmalı bir durumdur.
Hasta hakları ve iletişim önemlidir. Bu ikisinin sentez yapılabileceği, hasta
iletişim (hasta hakları) birimlerinde etkili iletişimin önem gerçekliği göz ardı
edilemez. Hasta iletişim (hasta hakları) birim sorumlularına yönelik, mevcut
uygulamada yer alan “Hasta Hakları Uygulamalarının Yerinde Görülmesi”
eğitimleri yanında düzenlenecek sertifika eğitimlerinde; tarihsel süreçte
hasta hakları, iletişim, sorun çözme, krize müdahale, psikoloji eğitimleri de
tüm hasta iletişim (hasta hakları) birim çalışanlarına verilmelidir.
Kaynakça
1.Adıgüzel, Zeynep (2005). Sağlık Personeli -Vatandaş (Hasta) İletişiminin
Niteliği Ve İletişimi Etkileyen Faktörler. Yüksek Lisans Tezi. Celal Bayar
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Yönetim
Ve Organizasyon Programı. Manisa.
2.Akgül, Kamile Perçin (2006). Kişilerarası İletişimde Dans ve Beden Dili
İşlevini Etkileyen Etmenler ve Bir Alan Araştırması. Doktora Tezi. T.C. Selçuk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim
Dalı, Halkla İlişkiler Bilim Dalı. Konya.
3.Akpınar, Kadir (2008). Acil Servislerde Hasta Hakları (Konya Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Örneği). Yüksek Lisans Tezi. Selçuk Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Araştırma
Yöntemleri Bilim Dalı. Konya.
4.Atlıakın, Mürşit, Akyol, Mehtap ve Özturk, Durdane (2011). Sağlık
Çalışanlarına, İletişim Becerilerini Geliştirmeye Yönelik Eğitim Modülü
Geliştirme Çalışması. III. Uluslararası Sağlıkta Performans ve Kalite
Kongresi Sözel Bildiriler Kitabı. Ankara. T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi
Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Bakanlık Yayın No: 868.
15
5.Aydemir, İshak (2010). Sağlık Bakanlığı’na Bağlı Hastanelerde
Hasta Hakları Uygulamalarının Değerlendirilmesi. Doktora Tezi.
Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Hizmet Anabilim
Dalı. Ankara.
6.Aziz, Aysel (2006). Televizyon ve Radyo Yayıncılığı. Ankara. Turhan
Kitabevi.
7.Bostan, Sedat (2005). Hasta Hakları İhlallerinin Nedenleri. İbni Sina
Tıp Dergisi, 10(2-3). 65-72.
8.Bostan, Sedat (2006). Hasta Odaklı Sağlık Hizmeti Sunumu.
Hasta Hakkı. 1, 20-27.
9.Bostan, Sedat. (2007). Hastanelerde Sağlık Hizmeti Alma Sürecinde
Ortaya Çıkan Hasta Hakları İhlalleri. Sağlık Hakkı, 2, 16-21.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
10.Büken, Nüket Örnek ve Büken, Erhan (2007). Türkiye’de Hasta
Hakları ve Türk Sağlık Sektöründe Yaşanan Sorunların Hasta Haklarına
Yansıyan Görünümleri. Tüketici Yazıları (I). Editörler: Babaoğul, Müberra ve
Şener, Arzu. Ankara. H.Ü.TÜPADEM. Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri
Basımevi.
11.Cüceloğlu, Doğan (2005). Yeniden İnsan İnsana (33. Basım). İstanbul:
Remzi Kitabevi A.Ş.
12.Demir, Mehmet, Güler, Hasan,Abdullah Öztürk, Kapan, Süleyman
Hafız, Tarhan, Dilek, Süzük, Serap, Tuygar, Gülsemin, Tekin, Kemal,
Mercan, Ferzane, Ertong, Günnur, Kavak, Demet Gökmen, Turasan,
Banu, Akın, Merve, Saluvan, Mehmet, Tekingündüz, Sabahattin ve
Kesen, Elif (2011). HKS Okulu. Ankara. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı.
13.Deryal, Yahya (2007). Tıbbi Müdahale İçin Hastanın Aydınlatılması ve
Onayının Alınması. Sağlık Hakkı, 2, 47-52.
16
14.Doğanay, Ülkü ve Keskin Fatih (2008). İletişim Çalışmalarında
Kişilerarası İletişimin Yeri: Türkiye’deki Kişilerarası İletişim Eğitimi Üzerine Bir
Değerlendirme. Kültür ve İletişim. 11(1), 9-32.
15.Fendoğlu, Hasan T. (2007a). Milenyum Türkiye’sinde İnsan Hakları
ve AB Konusundaki Açılımlar. Ankara: T.C. Başbakanlık İnsan Hakları
Başkanlığı Yayınları No.6.
16.Fendoğlu, Hasan T. (2007b). Türk Anayasası ve Avrupa Birliği. Ankara.
T.C. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı Yayınları No. 7.
17.Fidan, Mehmet (2009). İletişim Kurmak İstiyorum. Konya: Tablet
Kitabevi.
18.Gökçe, Orhan (2010). İletişim Bilimine Giriş (2.baskı). Konya: Dizgi
Ofset.
19.Güllüoğlu, Yasemin (2008). Türk Hukuku’nda “Hasta Hakları” Kavramı
(Hukuki Nitelik ve Sonuçları). Yüksek Lisans Tezi. T.C. İstanbul Kültür
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul.
22.Hasta Hakları Yönetmeliği (1998). T.C.Resmi Gazete, 23420,
01 Ağustos 1998.
23.İnsan Hakları Başkanlığı (2006). İnsan Hakları (1. BASKI). Ankara.
Matus Basımevi Reklam ve Yayımcılık Tic. Ltd. Şti.
24.Kibar, Nuray (2010). I.Basamak Sağlık Hizmetlerinde Hasta Hakları
Bilinirlik Düzeyinin Ölçülmesi: Bahçelievler Örneği Üzerine Bir
Araştırma. , Yüksek Lisans Tezi. T.C. Beykent Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İşletme Yönetimi Anabilim Dalı, Hastane ve Sağlık Kurumları
Yönetimi Bilim Dalı. İstanbul.
25.Kocaman, Yıldız (2010). Kişilerarası İletişimin Türkiye’deki Özel Sektör
Hastanelerinin Gelişimindeki Sosyal Etkileri. Yüksek Lisans Tezi. Beykent
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Yönetimi Anabilim Dalı,
Hastane Ve Sağlık Kurumları Yönetimi Bilim Dalı. İstanbul.
26.Mecit, Seval Çimen (2009). Müşteri Memnuniyetinde Hasta
Haklarının Yeri ve Önemi Üzerine Bir Araştırma. Yüksek Lisans Tezi. T.C
Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana Bilim Dalı,
Uluslararası Kalite Yönetimi Bilim Dalı. İstanbul.
27.Orta, Ahmet Zeki (2009). Etkili İletişim Sürecinde Kişilerarası İletişim
Becerileri ve Yaratıcı Drama Uygulama Örneği. Yüksek Lisans Tezi.
T.C. İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İletişim Sanatları
Anabilim Dalı. İstanbul.
28.Ozankaya, Özer (1994) Toplumbilim (8.Baskı). İstanbul: Cem Yayınevi.
29.Özdem, F. Şebnem ve Günaydın, Seracettin (2011). Zeynep
Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
Çalışanlar Arasında İletişimin Etkinliğinin Değerlendirilmesi. III. Uluslararası
Sağlıkta Performans Ve Kalite Kongresi Sözel Bildiriler Kitabı. Ankara.
T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Bakanlık Yayın
No: 868.
30.Özer, Ali ve Çakıl, Enver (2007). Sağlık Hizmetlerinde Hasta
Memnuniyetini Etkileyen Faktörler. Tıp Araştırmaları Dergisi. 5(3), 140-143.
20.Güngör, Nazife (2011). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar. Ankara. Siyasal
Kitabevi.
31.Özlü Tevfik (2006). Hastalarla Hekimler Karşı Taraf Değil!. Sağlık Hakkı,
1, 55-58.
21.Hasta Hakları Uygulama Yönergesi (2005). T.C.Resmi Gazete, 3077, 26
Nisan2005.
33.Özlü, Tevfik (2012). Sağlık Sisteminde Hastanın Adı Yok. Hospital
32.Özlü Tevfik (2007). Hekimler ve Hasta Hakları. Sağlık Hakkı, 2, 41-46.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
Manager Sağlık Profesyonelinin Dergisi, 18, 72-74.
İnternet Kaynakları
34.Topbaş, Murat, Özlü, Tevfik, Çan, Gamze ve Bostan, Sedat (2005).
Hekimler Hasta Haklarını Ne Kadar Biliyorlar? Bir Tıp Fakültesindeki
Asistan ve İntern Hekimlerin Bilgi Düzeyleri. Türkiye Klinikleri Tıp
Etiği-Hukuku-Tarihi Dergisi. Ed. Erdemir, Ayşegül Demirhan. 13(2), 81-86.
1.http://www.asm.gov.tr/UploadGenelDosyalar/Dosyalar/143/EĞİTİM/12_11_2010_15_04_44.docx
Erişim tarihi: 07.06.2012.
35.Ünver, Yener (2007). Hekim ve Hasta Haklarının Ulusal ve Uluslararası
Hukuk Açısından Konumlandırılması. Sağlık Hakkı, 2, 22-40.
36.Üstünsel, Gülcan (2011). Etkili İletişim Becerileri Ve Beden Dili. Yüksek
Lisans Tezi. Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tekirdağ.
37.Yılmaz, Aylin Ayaz (2005). “Hasta- Hekim İlişkisinde Güven İletişimi”
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim
Dalı Tüp Bebek Ünitesinde Bir Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Akdeniz
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim
Dalı. Antalya.
38.Yüce, Orhan (2011). Hasta-Hastane Personeli Arasındaki İletişim
Bozuklukları Sebepleri Ve Çözümleri, TEV Sultanbeyli Devlet Hastanesi.
Yüksek Lisans Tezi. Beykent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme
Yönetimi Anabilim Dalıı, Hastane Ve Sağlık Kurumları Yönetimi Bilim Dalı.
İstanbul.
2.http://www.ihb.gov.tr/Yayinlarimiz/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf
Erişim tarihi: 10.05.2012.
3.http://www.toraks.org.tr/uploadFiles/2152011144754-Hastahaklari.pdf
Erişim tarihi: 03.05.2012.
4.http://www.halilbozkurt.com.tr/makale/saglik-hizmetlerinde-iletisim.htm
Erişim tarihi: 05.06.2012.
5.http://sbu.saglik.gov.tr/hastahaklari/istatistik.htm
Erişim tarihi: 05.06.2012.
17
39.Yücel Derya, Timlioğlu, Sermin, Palacı, Havva, Temel, Sinem, Gül,
Deregözü Sevtap, Büyükgebiz Filiz ve Okur, Hamit (2009).
Sağlıklı İletişim ve İletişim Teknikleri Eğitim Programlarının Hasta
Memnuniyeti Üzerindeki Etkilerine İlişkin Bir Örnek Olay Çalışması.
Uluslararası
Sağlıkta
Performans
ve
Kaite
Kongresi.
ditör: Harun Kırılmaz. Ankara. Bakanlık Yayın No: 772-3.
40.Yüksel, Erkan ve Gürcan, Halil İbrahim (2005). Haber Toplama ve Yazma. Konya. Tablet Kitabevi.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
Abstract
Today, violence is a fact that we encounter in many fields and populations. Day by day, hospitals become dangerous places for health care
workers. The risk of violence remains stronger in people working in health
institutions than the ones working in other businesses. The purpose of
this review, the causes of violence against health care staff workplace, is
to evaluate the policies conducted in this topic.
Key Words: Health Workplace Violence, Violence Risk Factors, Health Care
Staff.
18
SAĞLIK ÇALIŞANLARINA
YÖNELİK İŞYERİNDE ŞİDDET:
NEDENLER, POLİTİKALAR,
ÖNERİLER
WORKPLACE VİOLENCE AGAİNST HEALTH CARE
STAFF: REASONS, POLİCİES AND SUGGESTİON
Hakan KARAAĞAÇ
Sosyal Hizmeti Uzmanı
Kayseri İli Kamu Hastaneleri Birliği
Genel Sekreterliği
Özet
Günümüzde şiddet birçok alanda ve popülasyonda karşımıza çıkan
bir olgudur. Hastaneler sağlık çalışanları için gün geçtikçe tehlikeli
ortamlar olmaktadır. Sağlık kurumunda çalışmak diğer iş yerlerine göre
şiddete uğrama yönünden daha riskli bir hal almaktadır. Bu derleme
çalışmada amaç sağlık çalışanlarına yönelik işyeri şiddetinin nedenlerini, bu
konuda yürütülen politikaları değerlendirmektir.
Anahtar kelimeler: Sağlık İşyeri Şiddeti, Şiddet Risk Faktörleri, Sağlık
Çalışanları.
Giriş
İnsan eylemlerinin önemli bir kısmında şiddetin çeşitli biçimlerde kullanıldığı
görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında şiddetin yeni bir kavram olmadığı;
ancak türlerine yeni eklemeler olduğu söylenebilir. Şiddet günümüzde
savaşlar, intiharlar, fiziksel ve cinsel içerikli şiddet, çocuk, yaşlıları konu alan
şiddet gibi birçok şekilde ve alanda karşımıza çıkmaktadır(Arıkan,1987,sf.75).
Dünya Sağlık Örgütüne (WHO,1998) göre şiddet: “Kişinin kendine, bir
başkasına, grup ya da topluluğa yönelik olarak ölüm, yaralama, ruhsal
zedelenme, gelişimsel bozukluğa yol açabilecek ya da neden olacak şekilde
fiziksel zorlama, güç kullanımı ya da tehdidinin amaçlı olarak uygulanması”
olarak tanımlanmaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütüne (ILO,1983) göre sözel/psikolojik ve fiziksel
şiddet şöyle tanımlanmıştır: Bir kişi veya gruba karşı fiziksel, zihinsel, ruhsal,
ahlaki ve sosyal gelişimine zarar verebilecek şekilde fiziksel güç kullanımı ve
güç kullanımı tehdididir. Kötü söz ve taciz de bu kapsamda değerlendirilir.
1.Şiddet Davranışının Sınıflandırılması
Dünya Sağlık Örgütü (WHO,2002) ; “Şiddet ve Sağlık Üzerine Dünya
Raporu”’nda şiddet davranışlarını şu şekilde sınıflandırmaktadır:
Kendine Yöneltilmiş Şiddet: Kendine yöneltilmiş şiddet, intihar davranışı ve
kendine zarar verme olarak ikiye ayrılmaktadır.
Kişiler Arası Şiddet: İki kategoride incelenebilir. İlki aile ve yakın kişilerle ilgili ve genellikle evde olan şiddettir. İkincisi ise toplumda tanıdık ya da
yabancılardan olan şiddettir. Kişiler arası şiddetin doğası fiziksel, cinsel ve
psikolojik olabilir.
Kolektif Şiddet: Sosyal, ekonomik ve politik olmak üzere kendi içinde üçe
ayrılmaktadır. Planlı ve belirli bir sosyal amaç çerçevesinde oluşturulan
şiddet kolektif şiddettir ve organize gruplarca yapılan nefret suçları, terörist
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
ve belirli bir sosyal amaç çerçevesinde oluşturulan şiddet kolektif şiddettir ve organize gruplarca yapılan nefret suçları, terörist saldırıları, suç örgütlerince yapılan suçları içerir. sözel şiddet kendi başına görülebileceği gibi her zaman diğer şiddet türlerine eşlik eder. Duygusal şiddet, en sık görülen ancak en zor tanımlanabilen şiddet türüdür. Cinsel şiddet ise en zor ve en geç açığa çıkan şiddet türüdür. Dolayısıyla şiddet olgusunun incelenmesine yönelik yapılmış olan araştırmalar, şiddetin tek bir boyutta ele alınamayacak kadar karmaşık bir olgu olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu yüzden şiddet olgusunun çok boyutlu biçimde incelenmesi gerekmektedir. Şiddetin ortaya çıkış nedenlerine göre şiddet türleri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir(WHO,2002): saldırıları, suç örgütlerince yapılan suçları içerir.
Dolayısıyla şiddet olgusunun incelenmesine yönelik yapılmış olan
araştırmalar, şiddetin tek bir boyutta ele alınamayacak kadar karmaşık bir
olgu olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu yüzden şiddet olgusunun
çok boyutlu biçimde incelenmesi gerekmektedir. Şiddetin ortaya çıkış
nedenlerine göre şiddet türleri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir(WHO,2002):
2.Şiddetin
Risk Faktörleri
Curbow(2002)’a göre şiddet risk faktörleri; bireysel faktörler, ilişkiler,
2.Şiddetin isk Faktörleri toplum
veRsosyal
yapı olarak gösterilmiştir. Şiddetin risk faktörleri Şekil 2’de
gösterilmiştir.
Curbow(2002)’a göre şiddet risk faktörleri; bireysel faktörler, ilişkiler, toplum ve sosyal yapı olarak gösterilmiştir. Şiddetin risk faktörleri Şekil 2’de gösterilmiştir. Hızlı sosyal değişim Ekonomik eşitsizlik Cinsiyet eşitsizliği ŞİDDET Eşitsizliği artıran politikalar KENDİNE YÖNELİK İNTİHAR DAVRANIŞLARI KİŞİLER ARASI KENDİNE YÖNELİK İSTİSMAR ÇOCUK AİLE/EŞ EŞ Yetersiz sosyal güvenlik ağı KOLEKTİF Şiddeti destekleyen kültürel normlar TOPLUM YAŞLI Yoksulluk TANIDIK SOSYAL POLİTİK EKONOMİK Yoksulluk Yüksek suç oranları Yüksek göç oranları Yüksek işsizlik oranları Uyuşturucu ticareti Yetersiz politikaları kurum Mağdura giden hizmetlerin yetersizliği 19
YABANCI Şekil 1. Şiddet Türleri
Şekil 1. Şiddet Türleri Dünya Sağlık Örgütüne(WHO,2002) göre fiziksel şiddet daima sözel
şiddetle başlar ve gözle görünen tek şiddet türüdür. Tüm şiddet türleri,
güç ve kontrol üzerine temellenir. Duygusal ve sözel şiddet kendi başına
Dünya Sağlık Örgütüne(WHO,2002) göre fiziksel şiddet daima sözel şiddetle başlar ve gözle görülebileceği gibi her zaman diğer şiddet türlerine eşlik eder. Duygusal
görünen tek şiddet türüdür. Tüm şiddet türleri, güç ve kontrol üzerine temellenir. Duygusal ve şiddet, en sık görülen ancak en zor tanımlanabilen şiddet türüdür. Cinsel
şiddet ise en zor ve en geç açığa çıkan şiddet türüdür.
Yetersiz çocuk yetiştirme uygulamaları Çocuk kurbanı Şiddet içerikli ebeveyn çatışmaları Alkol/madde bağımlılığı Evlilikte geçimsizlik Şiddet uygulayan arkadaşlar istismarının Psikolojik/kişilik bozuklukları Geçmişinde şiddet davranışları olması Şekil 2: Şiddetin Risk Faktörleri
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
20
3.İşyerinde Şiddet ve Şiddet Tipleri
İş yerinde şiddet, çalışanın işiyle ilgili durumlar sırasında bir kişi veya
kişiler tarafından istismar edildiği veya saldırıya uğradığı olaylar olarak
tanımlanmaktadır (Aydın, 2008,sf.2).
Şiddeti uygulayanlara göre işyerinde şiddet 4 tipte uygulanmaktadır:
Tip I: Suça niyet ederek şiddete başvurma şeklidir. Nedeni sıklıkla hırsızlık
olayları olmakla birlikte, iş yerinde meydana gelen tüm suç olayları bu tip
şiddete neden olabilmektedir. İşyerinde meydana gelen cinayetlerin % 85’i
bu gruptadır. Öldürücü silahlar sık kullanılır ve ciddi yaralanmalara neden
olur. Taksi şoförleri ve tezgâhtarlar gibi para ile uğraşanlar, güvenlik güçleri,
gece çalışanlar ve yalnız çalışanlar daha çok risk altındadır.
Tip II: Müşteri/tüketicinin çalışana karşı uyguladığı şiddet türüdür. Şiddeti
uygulayan kişi, çalışma ortamına göre müşteri, tüketici, hasta, öğrenci,
mahkûm ve hizmet verilen diğer kişiler olabilmektedir. Genellikle, işyerinin
normal çalışma saatlerinde meydana gelmektedir. Sağlık personeli,
öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları başta olmak üzere insanlarla sık
ilişkide olunan tüm meslek grupları daha çok risk altındadır.
Tip III: İşyerinin ya da çalışanın, çalışana karşı uyguladığı şiddet türüdür.
Nedeni kişiler arası veya işle ilgili anlaşmazlıklardır. Şiddeti uygulayan
kişi, mağdurla aynı iş yerinde çalışan ya da çalışmış bir kişidir. İşyerinde
meydana gelen cinayetlerin %7’si bu gruptadır ve meslek türü ile ilişkili
değildir.
Tip IV: Kişiler arası ilişki ile ilgili meydana gelen şiddet türüdür. Şiddeti
uygulayan mağdurla aynı işyerinde çalışmayan fakat mağduru tanıyan
birisidir. Örneğin, ev içi şiddetin iş yerine yansımasıdır(Loveless, 2001,sf.1-12)
3.1.Sağlık İş Yeri Ortamında Şiddet
Toplumsal düzendeki çelişkilerin kolay ortaya çıkabildiği sağlık sektörü,
şiddetin de çok daha somut olarak görüldüğü bir alan olarak karşımıza
çıkmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda da, şiddetin diğer iş yerlerine göre
en çok sağlık alanında ortaya çıktığı, diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama
yönünden 16 kat daha riskli olduğu belirtilmiştir (Ayrancı, Yenilmez, Günay
ve Kaptanoğlu,2002,sf.147)
Sağlık kurumlarında şiddet, hasta ve hasta yakınları ya da diğer herhangi
bir bireyden gelen, sağlık çalışanı için risk oluşturan, tehdit davranışı, sözel
tehdit, fiziksel saldırı ve cinsel saldırıdan oluşan durum olarak tanımlanmıştır
(Aydın, 2008,sf.2).
Sağlık alanındaki iş yeri şiddetinin, diğer sektörlerdeki şiddetten doğası
gereği farklılıklar gösterdiği, şiddetin az oranda bildirildiği, bunun nedeni
olarak da, sadece yaralanma gibi ciddi olayların şiddet olarak algılandığı,
diğerlerinin önemsenmediği ya da çalışırken saldırıya uğramanın mesleğin
doğasıymış gibi algılandığı bildirilmiştir (Özcan ve Bilgin, 2011,sf.1443).
Hastaneler sağlık çalışanları için gün geçtikçe tehlikeli ortamlar
olmaktadır. Bu durumda hekimler ve sağlık çalışanları kendilerini güvende
hissetmemektedir. Gerek sağlık hizmetindeki hızlı değişimler gerek yasal
uygulamalardaki eksiklikler şiddetin önlenmesinde ve çalışan güvenliğini
sağlama konusunda boşluklar bırakmaktadır (Annagür, 2010,sf.162).
3.2.Sağlık İş Yeri Ortamında Şiddetin Nedenleri
TBMM(2013) araştırma komisyonu raporuna göre şiddetin nedenleri;
şiddet uygulayan bakımından ve mağdurlar bakımından iki başlıkta
değerlendirilmiştir.
Şiddeti uygulayan bakımından: Sağlık hizmeti sunucularına karşı önyargılar,
acil hasta kavramının açık olarak bilinememesi, yüksek beklenti, akıl
hastalığı, madde bağımlılığı gibi nedenler sayılabilmektedir.
Mağdurlar bakımından: sağlık bilgi iletişim merkezi(SABİM) hakkında
yeterli bilgilendirme yapılmadığından amaç dışı başvuru yapılması,
olumsuz fiziki ortam koşulları, uzun ve yorucu çalışma süreleri, hizmet
sunumunda çalışan personelin nicelik olarak yetersizliği, sağlık hizmetine
özgü önleyici ve caydırıcı mevzuatın eksikliği sayılabilmektedir.
3.3.Sağlık İş Yerinde Yaşanan Şiddete Yönelik Yapılan Mevzuat
ve Uygulamalar
Sağlık iş yerindeki yaşanan şiddet olaylarının önlenmesi ve müdahalesin
Sağlık Bakanlığı tarafından çeşitli politikalar ve uygulamalar yürütülmektedir.
Bu politika ve uygulamalarda çıkarılan mevzuat, 113 Beyaz Kod Uygulaması
ve kamu hastanelerinde kurulan çalışan hakları ve güvenliği birimleri
sayılabilmektedir.
3.3.1.Mevzuat
Sağlık Bakanlığının çalışan güvenliğine yönelik çalışmaları içerisinde
öncelikli olarak mevzuat çalışmaları yer almaktadır.
Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan 27897 sayılı Hasta ve Çalışan
Güvenliğinin Sağlanmasına Yönelik Yönetmelik(Mülga) ile sağlık
kurumlarında;
Çalışan güvenliği programının hazırlanması,
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
Çalışanlara yönelik sağlık taramalarının yapılması,
Engelli çalışanlara yönelik düzenlemelerin yapılması,
Çalışanların kişisel koruyucu önlemleri almasının sağlanması,
Çalışanlara yönelik fiziksel saldırıların önlenmesine yönelik düzenleme
yapılması, gerekli tedbirlerin alınması ve düzenlemelerin yapılması
sorumluluğu sağlık kurumlarına verilmiştir.
Resmi gazete 28.04.2012 tarihli ve 28277 sayılı yayınlanan Sağlık Bakanlığı
Personeline Karşı İşlenen Suçlar Nedeniyle Yapılacak Hukuki Yardımın Usul
ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile sağlık hizmeti sunumu sırasında ve ya
bu görevinden dolayı personele karşı kanunlarda suç olarak tanımlanan
bir fiilin gerçekleştirilmiş olması halinde verilecek hukuki yardımın mahiyeti
düzenlenmektedir.
14.05.2012 tarihli ve 6665 sayılı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü; Çalışan
Güvenliğinin Sağlanmasına İlişkin Genelge ile beraber;
Beyaz Kod Uygulaması,
Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimi kurulması,
Risk Değerlendirmesi ve Güvenlik Tedbirleri,
Çalışanlar için, “İletişim”, “Öfke kontrolü” ve “Şiddet davranışına karşı tedbir
alma” eğitimleri,
Hasta ve Hasta Yakınlarının Bilgilendirilmesi,
Hizmetten Çekilme,
Bildirim Süreci ve Hukuki Yardım konularında düzenlemeler getirilmiştir.
17.04.2013 tarihli ve 9854 sayılı Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin
Hukuki Yardım ve Beyaz Kod uygulaması Konulu Genelge ’si ile yapılacak
hukuki yardımların kapsamıyla ilgili açıklamalar getirilmiştir.
3.3.2.Beyaz Kod (Alo 113) Uygulaması
Sağlık çalışanlarının şiddet olaylarını bildirmek için 24 saat hizmet veren
çağrı merkezi uygulaması olan Alo 113 birimine ayrıca web sitesi üzerinden
de ulaşım sağlanmaktadır. Şiddet olayı yaşandığında mağdur personel ya
da kurum yetkilisi tarafından bildirim yapılması gerekmekte olup, bakanlık
birimleri tarafından istatistikî veriler elde edilmekte ve başvurunun adli mercilere bildirimi takip edilmekte ayrıca şiddetin olayının gerçekleştiği sağlık
kuruluşu hukuk birimlerine de teyit sağlanmaktadır.
3.3.3.Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimleri
Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimlerinde sağlık tesislerinde sorumlu bir
başhekim yardımcısı ve birimin sekretarya hizmetlerini sosyal hizmet
uzmanı, psikolog ya da halkla ilişkiler uzmanları tarafından yürütülmektedir. Birimin görevleri;
1 -Talep ve şikâyetleri kabul etmek,
2- Başvuruları değerlendirerek raporlamak,
3- Gerekli düzenleyici /önleyici faaliyetlerin başlatılmasını sağlayarak talep
sahiplerine geri bildirimde bulunmak,
4-Şiddet olaylarının Bakanlık Beyaz Kod Birimine bildirilmesini sağlamak ve
eş zamanlı olarak olayı kurumun hukuk birimine ve adli mercilere intikal
ettirmek,
5-Çalışan hakları ve güvenliğine yönelik uygulamaları yakından takip etmek
ve aylık olarak başhekime rapor sunmaktır.
Sonuç ve Öneriler
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet 2012 yılı içerisinde Türkiye’nin önemli
gündem maddelerinden biri olmuştur. Sağlık hizmetleri sunumunda
görülen şiddet başta sağlık hizmetlerini sunmakta olan sağlık personeli
olmak üzere sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyan herkesi, yani tüm toplumu
yakından ilgilendirmektedir. (TBMM,2013,sf:187)
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının net sayısı bu tür olayların
rapor altına alınmaması ve kayıt tutmamaktan dolayı bilinmemektedir.
Şiddete uğrayan sağlık personeli damgalanma korkusu, ihmal ve hastane
yönetiminin destek eksikliği gibi nedenlerden dolayı başvuru yapmaktan
çekinebilmektedirler. (Stathopoulou,2008,sf: 6)
Sağlık kuruluşları sadece şiddeti önlemek için değil aynı zamandan şiddet
sonrasında da sağlık personelinin süreci en az hasarla atlatabilmesi için
üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Sağlanan hukuki desteğin
yanı sıra tıbbi ve sosyal destek mekanizmalarının gelişmesi önem arz
etmektedir.
Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan çalışan hakları ve güvenliği birimleri,
beyaz kod uygulaması, hukuki yardım uygulaması olumlu karşılanmakla
birlikte uygulamada aksaklıklar yaşanabilmektedir. Ayrıca çeşitli sivil toplum
örgütlerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonun raporları
ışığında hizmetler ve uygulamaların geliştirilebilmesi imkânı vardır.
Tüm bu bilgilerden hareketle; Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet sorununun
çözümüne yönelik öneriler şunlardır:
Çalışan Güvenliğine yönelik mevzuat güçlendirilmeli, sağlık kurumlarında
uygulamada birliği sağlayacak Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimleri
Uygulama Yönergesi hazırlanmalı,
21
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
22
Çalışan hakları ve güvenliği birimlerinde çalışan personellere sağlık bakanlığı
tarafından uygulama eğitimleri hazırlanarak mobbing, tükenmişlik
sendromu, iletişim konularında eğitici eğitimi sağlanmalı,
Sağlık çalışanları yetiştirilen bölümlerde sağlık iletişimi dersleri sistemli bir
şekilde okutulmalı,
Risk değerlendirmesi ve güvenlik tedbirleri konusunda kamera sistemleri
hasta ve çalışan mahremiyetine özen gözetilerek kullanılmalı,
Hizmetten çekilme hakkı ile ilgili yöneticinin kararının onay sürecinin hızla
tamamlanacağı net bir işleyiş olmalı,
Şiddet öncesi dönemle ilgili sağlık kuruluşlarının kendilerine özgü tedbirler
alması ve risk değerlendirmelerinin etkin bir şekilde uygulanması,
Topluma yönelik kamu spotları ve bilgilendirici broşürler yaygınlaştırılmalı,
Medyaya yansıyan haberlerde sağlık çalışanlarına şiddet haberlerinin
yerine alınan cezaların ön plana çıkarılması ile ilgili sağlık bakanlığı medya
kuruluşlarıyla koordinasyon kurmalı,
Alkollü ya da saldırganlık durumu gözlenen hasta ve hasta yakınlarının
teşhis ve tedavileri özel bir şekilde yönetilmeli,
Hasta hakları birimleri, hasta sorumluluklarını konusunda bilgilendirici
eğitim faaliyetlerini artırmalı,
Kamunun mevcut imkanları ve koşulları dikkate alınarak sağlık hizmetlerinin standardı belirlenmeli,
Sağlık çalışanlarının nicelik olarak yetersizlikleri giderilmeli,
Hizmetin yoğun olarak verildiği alanlarda bekleme yerleri oluşturulmalı,
hasta yakınlarının tedavi alanlarına girmelerini önleyecek düzenlemeler
yapılmalı,
Sağlık kurumlarında halkla ilişkiler birimleri sistemli bir şekilde kurulmalı,
hasta bilgilendirmeleri ve yönlendirmeleri yapılmalı,
Sağlık çalışanlarına yönelik gerçekleşen şiddet olaylarında alınan cezalar
artırılmalı,
Sağlık tesislerinde çalışan şirket personelleri de hukuki yardımdan
faydalanmalı,
Hastane polislerinin her türlü şiddet olayına müdahalede aktif rol almaları
sağlanmalı,
Televizyon dizilerinin sağlık personellerine şiddeti teşvik edici yayınlardan
kaçınması sağlanmalıdır.
Kaynakça
1)Annagür, B. Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet: Risk Faktörleri, Etkileri, Değerlendirilmesi ve Önlenmesi, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar
2010;2(2):161-173
2)Arıkan,Ç. Sosyal Hizmet Açısından Şiddet ve Bir Türü Olarak Evlilikte
Kadına Yönelik Şiddet, Sosyal Hizmetler Dergisi 1987; 5(1):75-97
3)Aydın,M (2008). Türk Tabipler Birliği, Isparta-Burdur Sağlık Çalışanlarına
Yönelik Şiddet Algısı.
4)Ayrancı Ü, Yenilmez C, Günay Y, Kaptanoğlu C. Çeşitli Sağlık Kurumlarında
ve Sağlık Meslek Gruplarında Şiddete Uğrama Sıklığı, Anadolu Psikiyatri Dergisi 2002;3:147-154
5) Curbow B.(2002). Origins of violance at work. In:Carry L Cooper and
Naomi Swanson,(eds). Workplace violence in the health sector- State of
the art.
6)Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına İlişkin Genelge. Erişim Adresi: http://
www.beyazkod.saglik.gov.tr/hukukibakis.aspx (Erişim Tarihi: 01.03.2014 )
7)Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına Yönelik Yönetmelik(Mülga).
Erişim Adresi: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/04/20110406-3.
htm (Erişim Tarihi: 10.03.2014)
8)ILO, Encyclopaedia of occipational safety and health, Geneva, ILO,1983.
9)Keser Özcan N,Bilgin H. Türkiyede Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet: Sistematik Derleme, Türkiye Klinikleri J Med Sci 2011,31(6):14422-56,sf.14421456
10)Loveless L. Workplace Violence a Report to the Nation. İowa City: The
University of Iowa, Injury Prevention Research Center,2001,p 1-12.
11)Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin Hukuki Yardım ve Beyaz Kod
uygulaması Konulu Genelge. Erişim Adresi:http://www.saglik.gov.tr/
TR/belge/1-24193/hukuki-yardim-genelgesi-20132-17042013-tarih-ve9854say-.html (Erişim Tarihi: 15.05.2013)
12)Sağlık Bakanlığı Personeline Karşı İşlenen Suçlar Nedeniyle Yapılacak
Hukuki Yardımın Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik. Erişim Adresi:http://
www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/04/20120428-3.htm (Erişim Tarihi:
10.10.2013)
13)Stathopoulou HG.(2008). Violence and aggression towards health care
professionals, Health Science Journal 1(2), pp. 1-7 ,Greece. http://www.
hsj.gr/index.files/VOLUME1_2.htm
14)TBMM (2013) Sağlıkta Şiddeti Önleme Komisyonu Raporu Erişim Adresi:
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss454.pdf (Erişim Tarihi:
15.03.2014)
15)World Health Organization: Violence and Health: Task Force on Violence and Health. Cenevre,WHO, 1998.
16)World Health Organization: Word Report on Violance and Health:
Summary. Geneva, WHO,2002.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
PERİMENOPOZAL
DÖNEMDEKİ KADINLARIN
AİLE PLANLAMASI YÖNTEM
KULLANIMLARI
THE USAGE OF FAMİLY PLANNİNG METHODS BY
WOMEN İN THE PERİMENOPAUSAL PERİOD
Doç. Dr. Şafak DAĞHAN,
Doç. Dr. Aynur UYSAL TORAMAN,
Arş. Gör. Özüm ERKİN,
Cemile Gamze KOCADEMİR
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı
Özet
Tanımlayıcı araştırmanın amacı, perimenopozal dönemdeki kadınların
aile planlaması yöntem kullanımlarını incelemektir. Araştırma
örneklemini İzmir’in bir ilçesindeki 120 gönüllü kadın oluşturmuştur.
Araştırma kapsayıcılığı % 92’dir. Veriler, araştırmacılar tarafından
hazırlanan anket formu ile toplanmıştır. Anket sosyo-demografik
özellikler, jinekolojik ve obstetrik öykü ve aile planlamasına ilişkin öykü
içeren 35 sorudan oluşmaktadır. Kadınların yaş ortalaması 47.61± 5.02,
%97.5’i evlidir. Kadınların % 96.9’unun menopoz öncesi premenopozal döneme ait sorun yaşadığı, %64.6’sının yaşadıkları bu sorunlar nedeniyle doktora başvurmadığı belirlenmiştir. Perimenopozal dönemdeki
kadınların %49.2’sinin aile planlaması yöntemi kullanmakta olduğu, ilk üç
sıradaki yöntemlerin; RİA (%30.5), geri çekme (%20.4), prezervatif (%18.6)
olduğu belirlenmiştir. Kadınların %32.2’sinin 1-4 yıldır yöntem kullandığı
saptanmıştır. Kadınların yöntem kullanmama nedenleri sorgulandığında;
%91.8’inin menopozda olduğu için kullanmadığı belirlenmiştir. Kadınların
%97.5’i aile planlaması danışmanlığını önemli bir hizmet olarak
değerlendirmektedir. Kadınların %41.7’si en az bir defa kürtaj olduğunu
belirtmiştir. Kadınların sıklıkla istenmeyen gebelik (%64.1) nedeniyle kürtaj
yaptırdıkları, %20.8’inin spontan düşük yaptığı belirlenmiştir. Sonuçlar, perimenopoz döneminde kadınların hala etkili kontraseptif yöntemlere gereksinim duyduklarını göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Perimenopozal dönem, kadın sağlığı, aile planlaması.
Abstract
The aim of descriptive study was to examine the usage of family
planning methods by women in the perimenopausal period. The
study sample consisted of 120 female volunteers in a district of İzmir.
Research coverage is 92%. Data was collected by questionnaire which was
prepared by the researchers. Questionnaire include 35 questions which
was containing socio-demographic characteristics, medical history and
family planning related to gynecological and obstetric history. The mean
age of the women 47.61 ± 5.02, 97.5% are married. It was determined
that 96.9% of premenopausal women had problems before menopause, 64.6% of them not apply a doctor because of these problems.
It was determined that 49.2% of women in the perimenopausal period
were using family planning methods, the first of three methods were;
intrauterin device (30.5%), coitus interruptus (20.4%), condom (18.6%).
Women(32.2%) were using family planning methods accounted 1-4 years.
When asked why women using contraceptive methods; 91.8% of them
did not use because she is in menopause. Family planning counseling was
evaluated as an essential service by 97.5% of women. Women (41.7%)
stated that they had an abortion at least once. Women (64.1%) often
had abortion cause of unwanted pregnancies, 20.8% were identified as
spontaneous miscarriage. Results show that women still need effective
contraceptive methods during perimenopausal period.
23
Key Words: Perimenopausel period, Woman health, Family planning.
Giriş
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
24
Kadın hayatının önemli bir bölümünü oluşturan perimenapozal dönem,
normal ve doğal bir yaşam evresidir. Ancak bu evrede yaşanan biyopsikososyal değişikliklerin, kadın hayatını önemli derecede etkileyen sorunları da
beraberinde getireceği ve kadının sağlığını, verimliliğini dolayısıyla yaşam
kalitesini önemli ölçüde düşüreceği bilinmektedir (Bhathena ve Guillebaud
2006; Hacıalioğlu 2001; Kailas ve ark.2005).
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre perimenopoz; “menopoz
öncesinde, yaklaşan menopoza ilişkin klinik, biyolojik ve endokrinolojik herhangi bir belirtinin başlamasından itibaren son menstrual periyodu izleyen
bir yıllık süreyi içerisine alan dönemdir” (WHO 1981).
Perimenopoz, menopozdan önceki iki ile yedi yıllık dönemdir ve menopoz ile birlikte bir yıllık amenore dönemini kapsamaktadır (Özkan
2008). Gelişmiş ülkelerde menopoz daha geç yaşlarda (Amerika’da 51,
İtalya’da 48), gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha erken yaşlarda
(Türkiye 46, Mısır’da 46, İran’da 44) görülmektedir (Amore 2006; Skouby
2004; TNSA 2008). Kadınlarda 40 yaşından sonra over işlevlerinde azalma
meydana gelmekte, ilerleyen yaşla birlikte doğurganlığı azalmakta ancak
tamamen sona ermemektedir. Bununla birlikte, bu dönemde
menstruasyon yavaş yavaş azalmakta veya düzensizleşmekte, her siklus
arasındaki süre uzadıkça kadınların çoğu kontraseptif yöntem kullanmayı
gerekli görmeyebilmektedir (Skouby 2004).
Gebeliği önleyici yöntem kullanımı kadının yaşına göre farklılaşmaktadır.
Herhangi bir yöntem kullanımı, 15–19 yaş grubundaki evli kadınlar arasında
en düşük düzeyde iken (yüzde 44), 30–34 yaş grubunda yüzde 81’e kadar
yükselmekte ve 45-49 yaş grubunda yüzde 50’ye düşmektedir. Anne yaşı
arttıkça, doğum sırası ve sonrasındaki komplikasyon ve ölüm oranları da
belirgin olarak artmaktadır (Çetinoğlu ve ark.2006). Yaş grupları arasındaki
maternal mortalite oranları incelendiğinde; genç kadınlara kıyasla 40 yaş ve
üzerindeki kadınlarda maternal mortalite oranının dört kat yüksek olduğu
görülmektedir (Gönenç ve Vural 2010). Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması
(2008) sonuçlarına göre, 40-44 yaş grubunda doğurganlık hızı ‰10
iken, 45-49 yaş grubunda bu oran ‰1’e düşmektedir (TNSA, 2008). Bu
veriler, ilerleyen yaşla birlikte doğurganlığın azaldığını ancak sıfırlanmadığı
için doğum kontrolüne hala ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymaktadır.
Çalışmalar, 55 yaş ve üzeri fertilitesini tamamladığı varsayılan kadınların,
yaklaşık %60.0’ının henüz postmenopozal döneme geçmediğini ve
istenmeyen gebeliklere bağlı olarak isteğe bağlı abortus oranlarının
arttığını göstermektedir (Bhathena ve Guillebaud 2006; Göl 2003).
Ülkemizde, 15-19 yaş grubunda %3.0 olan isteyerek düşük yapmış
kadınların sıklığı, yaşla birlikte artarak 45-49 yaş grubunda %39.0’a
ulaşmaktadır (TNSA 2008). Ülkemizde olduğu gibi bazı gelişmiş
ülkelerde 40 yaş üzeri yasal gebelik sonlandırmalarının ergenlik
dönemindekilerden çok daha fazla olduğu, en önemli nedeni ise bu dönemde
kontrasepsiyona önem verilmeyişi olarak bildirilmektedir (Günalp
2004, Bradshaw ve Slade 2003; Goto ve ark. 2002; Kailas ve ark.2005).
Bu dönemde sıkça karşılaşılan sağlık sorunlarının yanında ileri yaş gebeliği ve
doğumlar ciddi psikolojik, fiziksel, sosyolojik ve ekonomik problemleri de beraberinde getirmektedir. Bu olgularda, spontan abortus, konjenital anomalili fetus doğurma, kronik hipertansiyon, preeklampsi, malprezentasyon,
disfonksiyonel travay ve sezeryan oranı artmaktadır (Amanak ve Sevil
2011; Ergül ve Temel 2006; İnal ve ark. 2006; Pınar 2011). Bu yüzden
perimenopozal dönem dahil postmenopozal döneme kadar kadın
hayatının her döneminde kontrasepsiyona ihtiyaç vardır.
Gelişmiş ülkelerdeki perimenopozal dönemdeki kadınların çoğu
kontraseptif yöntemler arasında; bariyer metodlar, RİA, vazektomi ve
cerrahi sterilizasyonu tercih etmektedir (Özgür ve ark 2004; T.C. Sağlık
Bakanlığı 2005). Ülkemizde 2008 TNSA verilerine göre, geleneksel yöntemlerden modern yöntemlere (RİA, kadın ve erkek sterilizasyonu, kondom)
bir kayma olduğu bildirilmiştir (TNSA 2008). Şahin ve Kharbouch’un
(2007) çalışması, perimenopozal kontrasepsiyonun önemli bir sağlık
sorunu olduğunu göstermektedir. Aynı çalışma, kadınların menopozdan
sonra bir yıl, eğer kadın 45 yaşından önce menopoza girmişse iki yıl daha
kontraseptif kullanmasını önermektedir (Şahin ve Kharbouch 2007).
Perimenopozal dönemdeki kadınların kontraseptif metod seçimleriyle ilgili
birtakım sınırlamalar mevcuttur (İnal-Yıldırım). Menopoz dönemi yaklaşan
kadına kontraseptif yöntem önerilirken, kadının fiziksel durumu, sistemik
hastalıkları, kemik yıkımı, menopoz semptomları ile baş etme yeterliliği
gibi birçok faktör göz önünde bulundurulmalıdır (Gönenç ve Vural 2010,
Kailas ve ark.2005) . Temel olarak, kırk yaş üstü kadınlar risk faktörlerine
göre iki grupta ele alınarak kontraseptif yöntemler önerilmektedir. Yüksek riskli (sigara ve alkol kullanan) kadınlara yalnızca hormonal olmayan yöntemler olan rahim içi araç (RİA), kondom vb, düşük riskli (sigara
kullanmayan, az alkol kullanan) kadınlara ise özellikle hormonal
yöntemler ile hormonal olmayan yöntemler önerilmektedir (Ergül ve
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
Temel 2006). TNSA (2008) verilerine göre, 40-44 yaş grubundaki
kadınların %46.0’ı modern, %32.6’sı geleneksel bir yöntem ile
korunmaktadır. Herhangi bir yöntem kullanımı 45-49 yaş grubunda
%59.0’a düşmektedir (TNSA, 2008). Yaş artışıyla birlikte, yöntem
kullanımındaki bu düşüş, özellikle etkili yöntem kullanımındaki azalma
perimenopozal dönemde de kadının aile planlaması danışmanlığı
gereksinimini ortaya koymaktadır. Kadın sağlığını koruma yönünden
doğurganlık devam ettiği sürece, kontrasepsiyon ve aile planlamasının iyi
bilinmesi, dikkatle uygulanması gerekliliği perimenopozal dönemde daha
belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır (Hacıalioğlu 2001).
Perimenopozal yaşlarda kontraseptif seçimi; sosyokültürel, demografik,
etnik ve dini faktörlerden etkilenebilmektedir. Bu faktörler etkisinde
ortaya çıkacak, kadının yöntem kullanma ya da kullanmama davranışı,
ailenin yaşam döngüsünü etkileyebilecek, ileri yaş gebelikler, istenmeyen
gebelikler gibi krizlerin yaşanma olasılığında belirleyici rol oynamaktadır. Bu
açıdan, aile ve toplum sağlığını korumaya ve iyileştirmeye yönelik hizmet
sunan doktor, hemşire, ebe ve sosyal hizmet uzmanının da içinde olduğu
sağlık ekibinin, konuyla ilgili dikkatinin çekilmesi önemlidir.
Bu araştırma, perimenopozal dönemdeki kadınların aile planlaması yöntem
kullanımlarını incelemek amacı ile “Perimenopozal dönemde kadınlar
hangi aile planlaması yöntemlerini kullanıyor?” sorusundan yola çıkılarak
yapılmıştır.
Yöntem
Tanımlayıcı araştırma, İzmir’in bir ilçesinde Gazikent muhtarlığına
bağlı nüfusta 40 yaş üzeri gönüllü katılımcılarla yapılmıştır.
Perimenopozal dönem; menopoz öncesi 6 yılı kapsadığı için araştırmaya
katılan kadınlar 40 yaş üzeri olarak seçilmiştir. Araştırmanın evrenini 40 yaş
üzeri 1043 kadın oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş,
olasılıksız örnekleme yöntemiyle Gazikent muhtarlığına bağlı bölgede yaşayan,
rastgele evlerine gidildiğinde araştırmaya katılmayı
kabul eden 120 gönüllü kadın araştırma kapsamına alınmıştır. Örneklem
büyüklüğü n= N.t2.p.q / d2(N-1)+t2.p.q formülüne göre hesaplanmıştır.
Formülde; farklı prevalanslar bildirilmesi nedeniyle, bilinmeyen prevalans (p=%
50), a= 0,05 anlamlılık düzeyi ve d=0,08 örnekleme hatası olarak
kabul edilmiştir. Buna göre örneklem büyüklüğü 131 kadın olarak belirlenmiş
olup, ancak 120 kişiye ulaşılabilmiştir. Araştırma kapsayıcılığı % 92’dir.
Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan, sosyo-demografik özel-
likler (6 soru), jinekolojik ve obstetrik öykü (15 soru) ve aile planlamasına
ilişkin öykü içeren (14 soru) toplam 35 soruluk anket formu ile toplanmıştır.
Verilerin analizinde, SPSS 16.0 (Statistical Package for Social Sciens )
kullanılmış olup, sayı ve yüzde dağılımları değerlendirilmiştir. Tek değişkenli
analizlerde ki-kare testi kullanılmıştır. Çok değişkenli analizde önceki analizlerde
belirlenen olası değişkenler kullanılarak, kadınların yöntem kullanımını öngörmedeki bağımsız değişkenler lojistik regresyon analizi kullanılarak incelenmiştir.
Model uyumu için Hosmer-Lemeshow testi kullanılmıştır. Tip 1 hata düzeyinin
%5’inin altında olan durumlar istatistiksel anlamlı kabul edilmiştir.
Araştırma, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu etik kurulundan
(2011-07) ve ilgili ilçe Kaymakamlığı’ndan 04.03.2011 tarihinde alınan yazılı
izinler ile yürütülmüştür. Araştırmanın amacı bireylere açıklanarak, sözlü
onamları alınmıştır.
Bulgular
Kadınların yaş ortalaması 47.61± 5.02, %97.5’i evli, %43.3’ü ilköğretim
mezunudur. Kadınların %61,7’si gelirinin giderine denk olduğunu ve %90’ı
sağlık güvencesine sahip olduğunu ifade etmiştir. Kadınların %71.7’sinin
menarş yaşı 12-14 yaş arasında olup, %52.5’i hala adet gördüğünü belirtmiştir.
Kadınların % 37.5’inin her ay düzenli olarak adet gördüğü, % 15.0’ının adet
gördüğü fakat son bir yıldır düzensiz olduğu, %47.5’inin bir yıl ve üzeri bir
süredir adet görmediği belirlenmiştir.
Kadınların % 96.9’unun menopoz öncesi premenopozal döneme ait
sorun yaşadığı, bu sorunların %21.8’inin sıcak basması, %12.2’sinin gece
terlemesi, %19.2’sinin sinirlilik, %8.5’inin baş ağrısı, %8.5’inin çarpıntı,
%7.4’ünün cinsel ilişkide ağrı, %11.2’sinin cinsel ilgi azlığı, %10.1’inin
kilo artışı ve %1.1’i diğer nedenlerden (aşırı kanama) kaynaklandığı
saptanmıştır. Kadınların %64.6’sının yaşadıkları bu sorunlar nedeniyle
doktora başvurmadığı, doktora başvuranlardan (%35.4) sadece yedisinin ilaç
tedavisi gördüğü belirlenmiştir.
Kadınların %40.0’ı üç kez gebe kaldığını bildirmiş olup, %23.3’ünün yaşayan
çocuk sayısı üçtür. Kadınların %40.0’ının son gebelik yaşı 26-30 yaş, %33.0’ının
31 yaş ve üzeridir. Kadınların %41.7’si en az bir defa kürtaj olduğunu
belirtmiştir. Son kürtaj yaşları; %42’sinin 25-29, %26’sının 30-34, %20’sinin
35 ve üzeri, %12’sinin 20-24 yaş olarak dağılım göstermektedir. Kadınların
sıklıkla istenmeyen gebelik (%64.1) nedeniyle kürtaj yaptırdıkları, %20.8’inin
spontan düşük yaptığı belirlenmiştir. Düşük sayısının; kadınların %84’ünde
bir, %16.0’ında iki ve üzeri olduğu saptanmıştır
25
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
Tablo 1. Kadınların Geçmişte Herhangi Bir Zamanda Kullandıkları Aile Planlaması
Yöntemlerine Göre Dağılımı
Kullanılan yöntemler*
RİA
Oral kontraseptif
Aylık enjeksiyon
Prezervatif
Tüpligasyon
Geri çekme
Vajinal yıkama
Takvim
Toplam
26
Sayı (n)
64
21
6
31
4
28
4
4
162
Yüzde (%)
39.5
13.0
3.7
19.1
2.5
17.2
2.5
2.5
100.0
*Birden fazla yanıt verilmiştir.
Kadınların % 90.0’ının perimenopozal dönemden önce, geçmişte herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullandığı saptanırken, ilk üç sıradaki yöntemler,
%39.5 RİA, %19.1 prezervatif, %17.2 geri çekme olarak saptanmıştır (Tablo 1 ).
Tablo 2. Kadınların Perimenopozal Dönemde Kullandıkları Aile Planlaması
Yöntemlerine Göre Dağılımı
Perimenopozal dönemde yöntem kullanımı
Evet
Hayır
Toplam
Kullanılan yöntem
RİA
Oral kontraseptif
Aylık depo enjeksiyon
Prezervatif
Tüpligasyon
Geri çekme
Takvim
Toplam
Yöntem kullanım süresi
1-4 yıl
5-8 yıl
9-12 yıl
13 yıl ve üzeri
Toplam
Sayı (n)
59
61
120
Yüzde (%)
49.2
50.8
100.0
18
4
4
11
9
12
1
59
30.5
6.8
6.8
18.6
15.2
20.4
1.7
100.0
19
20
10
10
59
32.2
33.8
17.0
17.0
100.0
Kadınların %49.2’sinin perimenopozal dönemde aile planlaması yöntemi kullanmakta olduğu, ilk üç sıradaki yöntemlerin; RİA (%30.5), geri çekme (%20.4),
prezervatif (%18.6) olduğu belirlenmiştir. Kadınların %32.2’sinin 1-4 yıl yöntem
kullandığı saptanmıştır. Kadınların yöntem kullanmama nedenleri sorgulandığında;
%91.8’inin menopozda olduğu, %1.6’sının aşırı kanama sebebiyle kendisinin
istemediği ve %6.6’sının diğer (lohusa, cinsel hayatının olmaması, bekar olması)
nedenlerden olduğu saptanmıştır (Tablo 2).
Kadınların %97.5’inin aile planlaması danışmanlığını önemli bir hizmet olarak
değerlendirdiği, %67.5’inin aile planlaması danışmanlık hizmeti aldığı ve aile
planlamasına dair bilgi kaynakları %42.1’i aile sağlığı merkezi, %24.5’i kitle iletişim
araçları (TV, dergi), %15.7’si akraba/arkadaş, %12.0’ı hastane, %4.4’ü internet ve
%1.3 diğer (okul) olarak saptanmıştır.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
Kadınların %54.2’si sosyal çevresinde ileri yaş gebelik (35 yaş ve üzeri) yaşayan
kadınların var olduğunu ifade ederken, %14.2’si ileri yaş gebeliğe olumlu
baktığını, %85.8’i ise olumsuz baktığını belirtmiştir. İleri yaş gebelik hakkında
olumlu düşünen kadınların nedenlerine bakıldığında; %23.5’inin herkesin anne
olabilmesi gerektiği, %70.6’sının daha tecrübeli olarak çocuk yetiştirildiği ve %5.9’u
diğer (doktorların daha çok ilgilendiği) için olumlu düşündükleri saptanmıştır. İleri
yaş gebelik hakkında olumsuz düşünen kadınların nedenleri; %66.0 anne ve
bebek için riskli, %9.2 ileri yaşta çocuk bakımının zor olması, %14.8 sağlıksız (engelli)
çocuk riski, %8.2 kuşak çatışması ve %1.8 diğer (önceki çocukları utandırmamak
için ve anne ile bebeğin yaşam sürelerinin kısalacağı) olarak saptanmıştır.
Kadınların aile planlanması yöntem kullanımlarında etkisi olabilecek değişkenlerle
yapılan analizlerde, eğitim düzeyine (X²=4.10, p<0.05), yaş grubuna (X²=29.81,
p<0.05), aile planlaması danışmanlığı alma durumuna (X²=5.61, p<0.05) ve
geçmişte herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullanma durumlarına
göre (X²=8.90, p<0.05) gruplar arasında anlamlı fark saptanmıştır. Bu dört
bağımsız değişkenin kadınların şimdiki yöntem kullanma davranışlarını öngörmedeki etkisini değerlendirmek için yapılan lojistik regresyon analizinde oluşturulan
modelin yordayıcı olduğu Hosmer-Lemeshow testi ile saptanmıştır (X²=1.49,
p>0.05).
eğitim düzeyi 1,64 kat, aile planlamasına ilişkin önceden danışmanlık hizmeti alma
1,69 kat ve daha önce herhangi bir aile planlaması yöntemi kullanmış olmak 8,94 kat
arttırmaktadır (Tablo 3).
Tablo 3. Kadınların Yöntem Kullanımını Etkileyebilecek Değişkenlerin Lojistik Regresyon Modeli Sonuçları
Tablo 4 incelendiğinde; lojistik regresyon modelinde gözlemlerin doğru sınıflandırma
oranının %74,2 olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle model, toplam 120 kadının
%74,2’sini doğru tahmin etmiştir.
Değişken
Yaş Grubu
Eğitim düzeyi
Danışmanlık hizmeti alma
Daha önce aile planlaması
yöntemi kullanma
Sabit
B
2,434
,493
,528
2,191
SE
,554
,440
,440
1,157
-2,411 ,582
Wald
19,275
1,253
1,439
3,584
Exp B
11,403
1,637
1,695
8,944
p
,000*
,230
,230
,058
17,142
0.090
,000
Eğitim düzeyi, danışmanlık hizmeti alma, geçmişte herhangi bir zamanda aile
planlaması yöntemi kullanma değişkenleri hariç yaş grubu önemli bir yordayıcı
değişken olarak bulunmuştur. Kırk-kırk dört yaş grubunda perimenopozal dönemdeki bir kadının kontraseptif yöntem kullanma olasılığı, daha ileri yaş grubuna
göre 11,4 kat artmaktadır. Ayrıca, istatistiksel açıdan önemsiz olmakla birlikte
perimenapozal dönemdeki bir kadının kontraseptif kullanma olasılığını, lise ve üzeri
Tablo 4. Lojistik regresyon modelindeki sınıflandırma başarısı
Gözlem
Perimenopozal
dönemde yöntem
kullanımı
Ayrıntılı yüzde
Perimenopozal
dönemde yöntem
kullanımı
Evet
Hayır
Doğruluk Yüzdesi
(%)
Evet
32
27
54,2
Hayır
4
57
93,4
74,2
27
Tartışma
Bu çalışmada, kadınların çoğunluğunun menopoz öncesi premenopozal döneme
ait sorun yaşadığı, bu sorunların sırasıyla sıcak basması, gece terlemesi, sinirlilik, baş
ağrısı, çarpıntı, cinsel ilişkide ağrı, cinsel ilgi azlığı, kilo artışı gibi nedenler olduğu
belirlenmiştir. Arslan ve Altınsoy’ un (2004) 40-75 yaş grubundan 300 kadınla
yaptığı çalışmada ise; kadınların % 44.7’si cinsel ilginin azaldığı, % 6.7’sinin cinsel
ilişki sırasında ağrı duyduğunu, %2.0’ı ilişki sırasında kuruluk hissettiğini bildirmiştir.
Bezircioğlu ve arkadaşlarının (2004) menopoz öncesi dönemde olan 214 kadınla
ve menopoz sonrası dönemde olan 280 kadınla yaptığı çalışmaya göre; menopoz sonrası dönemde bulunanlarda depresif belirti düzeylerinin menopoz öncesi
dönemde olan kadınlara oranla anlamlı düzeyde yüksek bulunduğu saptanmıştır.
Ertem’in (2010) menopoz dönemindeki 300 kadınla yaptığı çalışmaya göre kadınların;
%79.0’ında sıcak basması, %77.0’ında çarpıntı, %75.0’ında baş ağrısı, %82.0’ında
bağırsak fonksiyonlarında değişiklik ve %72.0’ında çabuk sinirlenme gibi menopoz
dönemine ait belirtilerden yakınma saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
28
değerlendirildiğinde, kadınların premenopozal döneme ait benzer sorunlar yaşadıkları
görülmektedir.
yöntemi kullanma oranlarının ve tercih edilen aile planlaması yönteminin, yaşa bağlı
olarak değişkenlik gösterdiğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Araştırma grubunda en az bir kez kürtaj olduğunu belirten kadınlar arasında (n=50),
her beş kadından birisinde (%20), son kürtaj yaşı 35 yaş ve üstü olarak saptanmıştır.
Yine bu kadınların yarısından fazlasının istenmeyen gebelik (%64.1) nedeniyle kürtaj yaptırdıkları belirlenmiştir. Güler ve arkadaşlarının (1996) 35 yaş üstü gebelerle
yürüttükleri çalışmaya göre; ileri yaş gebelerde istemeden gebe kalma oranı (%72.7)
genç gebelere (%28.3) kıyasla anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.001). Aynı
çalışmada ileri yaş gebelerde (%54.5) istenmeyen gebelik nedeniyle kürtaj genç gebelerden (%45.5) daha yüksek bulunmuştur. İleri yaş ve istenmeyen gebeliklerin kürtajla
sonuçlandığını gösteren bulgular bu yaş döneminde etkili aile planlaması yöntemlerinin kullanımı ve danışmanlık hizmeti sunulmasının öncelikli gereksinim olduğunu
vurgulamaktadır.
Kadınların tamamına yakınının aile planlaması danışmanlığını önemli bir hizmet olarak
değerlendirdiği, ancak sadece %67.5’inin aile planlaması danışmanlık hizmeti aldığı
belirlenmiştir. Aile planlamasına dair bilgi kaynakları sırasıyla; aile sağlığı merkezi, kitle
iletişim araçları (TV, dergi), akraba/arkadaş, hastane ve internettir. Kahraman’ın
(2005) yaptığı araştırmada, kadınların aile planlaması yöntemlerine dair bilgi kaynakları
%45.3 Sağlık Ocağı, %15.3 aile büyükleri, %9.4 komşular, %2.9 ara ebeleri ve %27.0
diğer (TV, eczane, gazete, dergi) olarak bildirilmiştir (Kahraman, 2005). Aile sağlığı
merkezleri ve hastaneler başvurulan bilgi kaynakları olduğu halde, kadınların sağlık
personeli ve güvenli yayınlar dışındaki hatalı ya da yetersiz bilgi kaynaklarına (arkadaş,
internet vb) da başvuruyor olmaları, hatalı uygulamalara başvurma olasılıklarını
arttırması açısından göz ardı edilmemelidir.
Kadınların dörtte üçünden fazlasının 35 yaş ve üstü ileri yaş gebeliğe olumsuz
baktığı belirlenmiştir. Olumsuz düşünme nedenleri arasında; anne ve bebek için riskli
oluşu, çocuk bakımının zor oluşu, sağlıksız (engelli) çocuk riski, kuşak çatışması gibi
nedenler ifade edilmiştir. Kadınların ileri yaş gebeliklere olumsuz bakmaları ve bu gebelikler sonucu oluşabilecek komplikasyonlar konusunda bilgi sahibi olmaları sevindiricidir.
Kadınların büyük bir kısmının (%90) perimenopozal dönemden önce geçmişte herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullandığı, bu yöntemlerin; RİA, prezervatif,
geri çekme olarak sıralandığı saptanmıştır. Öte yandan perimenopozal dönemle birlikte, aile planlaması yöntem kullanımının düştüğü, kadınların yaklaşık olarak yarısının
yöntem kullandığı, RİA, geri çekme ve prezervatifin tercih edilen ilk üç yöntem olduğu
belirlenmiştir. Benzer şekilde, Pınar’ın (2011) 40-55 yaş arası perimenopozal dönemdeki kadınların kontraseptif yöntem kullanımını incelediği çalışmasında; kadınların
%31.9’u RİA, %29.2’si prezervatif, %17.7’si geri çekme, %8.8’i tüpligasyon, %8.0’i
OKS, %4.4’ü enjeksiyon yöntemi kullanmaktadır. Aynı çalışmada kadınların %89,4’ü
menopoz belirtileri başlamasıyla birlikte kontraseptif kullanımına gerek duymadıkları
ya da yeterli farkındalıkları olmadığı için yöntem kullanmadıklarını belirtmiştir. Cumming ve arkadaşlarının (2012) çalışmasında, perimenopozal dönemdeki kadınların
%67.8’inin herhangi bir AP yöntemi kullanmadığı ve bu kadınların, %17.6’sının 1-5
yıldır, %63.6’sının 10 yıldan uzun süredir yöntem kullanmadığı bildirilmiştir (Cumming
ve ark. 2012). Gebeliği önleyici yöntem kullanımı kadının yaşına göre farklılaşmaktadır.
Herhangi bir yöntem kullanımı, 15–19 yaş grubundaki evli kadınlar arasında en düşük
düzeyde iken (%44.0), 30–34 yaş grubunda %81.0’a kadar yükselmekte ve 45-49
yaş grubunda %50.0’a düşmektedir (Çetinoğlu ve ark.2006). TNSA 2008 verilerine
göre; 40-44 yaş arası grubun herhangi bir yöntem kullanma oranı %78,6 iken, etkili
yöntem kullanma oranı %46’ya (RİA, tüpligasyon, prezervatif, haplar) 45-49 yaş arası
kadınlarda herhangi bir yöntem kullanma oranı %58,9 iken, etkili yöntem kullanma
oranı % 35,1’e (sırasıyla RİA, tüpligasyon, prezervatif, haplar) düşmektedir (TNSA,
2008). Literatürle benzerlik gösteren araştırma sonuçları, kadınların aile planlaması
Kadınların aile planlanması yöntem kullanımlarında eğitim düzeyi, yaş grubu, aile
planlaması danışmanlığı alma durumu ve daha önce herhangi bir zamanda aile
planlaması yöntemi kullanma durumlarının etkili olduğu saptanmıştır. Yapılan lojistik regresyon analizinde eğitim düzeyi, danışmanlık hizmeti alma, daha önce herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullanma değişkenleri, yöntem kullanımı
ile pozitif yönde doğrusal bir ilişki göstermekle birlikte, istatistiksel olarak sadece yaş
grubu önemli bir yordayıcı değişken olarak bulunmuştur. Pınar’ın (2011) çalışmasında
da eğitim düzeyi ile kontraseptif yöntem kullanımları arasında doğrusal bir ilişki
bildirilmiştir. Buna göre, eğitim düzeyinin artması ile yöntem kullanımı hızlı bir şekilde
artmaktadır. Konu ile ilgili yapılmış diğer çalışmalarda da benzer bulgular elde edilmiştir
[Amanak ve Sevil 2011; Ergül ve Temel 2006; Gebbie 2003; Öztürk ve Kavlak 2012;
Suwikrom ve Jaisamrarn 2002; TNSA 2008].
Sonuç
İleri yaş gebeliklerin oluşmasında en önemli nedensel faktörler; düşük eğitim düzeyi,
bilinçsiz ve yetersiz kontrasepsiyondur. Araştırma grubundaki kadınlar arasında
ilköğretim mezunlarının azımsanmayacak sayıda olması, iki kadından birisinin yöntem
kullanmıyor olması, bu bulguların paralelinde dikkat çekici oranda ileri yaşlarda istey-
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
erek düşüklerin varlığı ve bunların çoğunluğunun istenmeyen gebelikler nedeniyle
yaşanması araştırma sonuçlarında göze çarpmaktadır. Yaş değişkeni, aile planlaması
yöntem kullanımında belirleyici bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Araştırma grubunda
kadınlar arasında premenapozal dönemin ilk yıllarında, bir başka deyişle, kırklı yaşların
ilk yarısında kontraseptif yöntem kullanımı daha fazla gerçekleşmekte, ilerleyen yaşla
birlikte bu durum azalmaktadır. Yaş değişkeni dışında, geçmişte herhangi bir zamanda yöntem kullanmak ve aile planlaması danışmanlığı almak da ileri yaşta kontraseptif
yöntem kullanımında etkili faktörler olarak saptanmıştır. .
Bu sonuçlar doğrultusunda; perimenopoz sırasında kadınların hala etkili kontraseptif yöntemlere gereksinim duydukları unutulmamalıdır. Perimenopozal dönem yaş
grubundaki kadınlar için aile planlaması hizmetlerinin iyileştirilmesine yönelik stratejiler
geliştirilmelidir. Aile planlaması ile ilgili halkın bilgilendirilmesinde sağlık kuruluşlarının
faaliyetleri vazgeçilmez bir faktördür. Bu kapsamda, özellikle birinci basamak sağlık
hizmetlerinde aile planlaması danışmanlığını yürütecek olan hemşirelerin hizmet içi
eğitimlerle konuya dikkatinin çekilmesi önceliklidir. Ayrıca bu girişimler sonucunda,
isteyerek düşüklerin bir aile planlaması yöntemi gibi kullanılmasının da önüne geçilmesi mümkün görülmektedir.
Kaynaklar
1) Bhathena, R.K. and Guillebaud, J. (2006). Contraception for older woman: an
update. Climacteric, 9(4):264-76.
2) Hacıalioglu, N. (2001). Perimenopozal kontrasepsiyon. Atatürk Üni. Hemşirelik
Yüksekokulu Dergisi, 4(2): 63-7.
3) Kailas, N.A., Sifakis, S., Koumantakis, E. (2005). Contraception during perimenopause, The European Journal of Contraception and Reproductive Health Care,
March;10(1):19–25.
4) WHO (1981). Research on the menopause: Report of a WHO Scientific Group,
World Health Organisation Technical Series 670, WHO, Geneva.
5) Özkan, S. (2008). Klimakteriyum ve Menopoz. Şirin, A., Kavlak, O. (Ed.), Kadın
Sağlığı, Bedral Basım Yayıncılık, İstanbul, 234-258.
6) Amore, M., Donato, P.D., Berti A, Palareti, A., Chirico, C., Papalini, A., Zucchini,
S. (2006). Sexual and psychological symptoms in the climacteric years. Maturitas, 56:
303-11.
7) Skouby, S.O. (2004). Contraceptive use and behavior in the 21st century: a comprehensive study across five European countries. Eur J Contracept Reprod Health
Care: 9, pp:57-68.
8) T.C.Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) (2008). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Basımevi.
9) Çetinoğlu, Ç. ve ark. (2006). Samsun İl Merkezi 2004 Yılı İleri Yaş Gebelik
Prevelansının Saptanması ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi. İnönü Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dergisi, 13(3).
10) Gönenç, I., Vural, Z.T. (2010). Perimenopozal dönemde kontrasepsiyon. Türk
Aile Hek Dergisi 14(4): 180-182.
11) Göl, M., Aydın, Ç., Güven, C.M., Yensel, U., Karcı, L. ve Baloglu, A., (2003). 40 yaş
ve üzeri kadınlarda gebelik sonuçları. MN-Gynecol Obstet&Reprod Med, 9: 176-79.
12) Günalp, S. ve Tuncer, Z.S. (2004). Kadın Hastalıkları ve Doğum Tanı ve Tedavi,
Pelikan Yayınları,1. Baskı, Ankara:603-629.
13) Bradshaw, Z., Slade, P. (2003). The effects of induced abortion and emotional
experiences and relationships: a critical review of the literatüre. Clinical Psychological
Review, 23(7):929-58.
14) Goto, A., Yasumura, S., Reich, M.R., Fukao, A. (2002). Factors associated with
unintended pregnancy in Yamagata, Japan. Social Science & Medicine 54(7):106579.
15) Amanak, K., Sevil, Ü. (2011). Perimenopozal dönemde kontrasepsiyon. Maltepe
Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi 4(1):203-210.
16) Ergül, Ş. ve Temel, A.B. (2006). Premenopozal dönemde değişen gereksinimler
ve kontrasepsiyon’ Aile ve Toplum Dergisi:3(10):55-61.
17) İnal, M., Yıldırım, Y., Ertopcu, K., Özelmas, İ. ve Tınar, S., (2006). Ege Doğumevi
Ve Kadın Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Aile Planlaması Bölümü’ne
2001–2005 Yılları Arasında Başvuran Perimenopozal Kadınlar Tarafından Kullanılan
Kontraseptıf Yöntemler, ADÜ Tıp Fakültesi Dergisi:7(2):13-16.
18) Pınar, G. (2011).Perimenopozal Dönemdeki Kadınların Kontraseptif Kullanımı
ve Karşılanmayan Kontrasepsiyon Gereksinimleri. e-Journal of New World Sciences,
6(1):1-8.
19) Ozgur, S., Bozkurt, A., Sahinoz, S., Ozcirpici, B., Sahinoz, T., Saka, G., et al.(2004).
Family planning in the Southeast Anatolian Project Region. Eur J Contracept Reprod
Health Care, 9: 78-88.
20) T.C. Sağlık Bakanlığı (2005). Aile Planlaması Danışmanlığı İçin Resimli Rehber 6.
Baskı. Ankara,17-47.
21) Şahin, H.N., Kharbouch, B.S.(2007). Perimenopausal contraception in Turkish
women: A cross-sectional study. BMC Nursing, 6 (1): 1-5.
22) Arslan, H., Altınsoy, N. (2004). Klimakterik dönemde vazomotor bozukluklar ve
cinsel işlevleri ile ilgili yakınmalarda hemşirelik danışmanlığının etkisi. Androloji Bülteni,
19: 21.
29
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
23) Bezircioğlu, İ, Gülseren, L. (2004). Menopoz öncesi ve sonrası dönemde depre-
30
syon-anksiyete ve yetiyitimi. Türk Psikiyatri Dergisi, 15:199-207.
24) Ertem, G. (2010). Kadınların menopoz sonrası yaşam kalitelerinin incelenmesi.
Uluslar arası İnsan Bilimleri Dergisi, 7:469-483.
25) Güler, S.A., Güler, H., Şimşek, Y. (1996). İleri yaş gebeliklerinde sosyodemografik
özellikler ve kontraseptif kullanımı. Perinataloji Dergisi, 4(2): 123-125.
26) Cumming G.P., Cochrane, R., Currie, H.D., Moncur, R. (2012). Web-based survey “contraception and attitudes to sexual behaviour” completed by women accessing a UK menopause website. Menopause International 18:10-109.
27) Kahraman, K. (2005). Nevşehir Özkonak Kasabasında Yaşayan 15–49 Yaş Grubu
Kadınların Aile Planlaması Uygulamaları, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Kayseri.
28) Gebbie, A. (2003). Contraception in the perimenopause. Journal of British Menopause Society Journal, 9:123-128.
29) Öztürk, R., Kavlak, O. (2012). Perimenopozal dönemde hormonal kontrasepsiyon. STED 21(3): 210-217.
30) Suwikrom, S., Jaisamrarn, U., Thaneepanichsakul, S.A. (2002). Comparison of
oral contraceptive and nonhormonal contraceptive use in women over 40. Thai Journal Of Obstetrics and Gynaecology, 14 (4): 285-90.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
Sonuç: Çalışma sonucunda Hemoglobinopati Tanı, Kontrol ve eğitim
Merkezi kuruldu, İl Hemoglobinopati Stratejisi kitabı yazılarak 2017
yılında hasta bebek doğumunun sıfır olması yönünde çoklu çalışmalar
kurumsallaştırıldı.
Anahtar kelime; Hemoglobinopati, Talasemi, çift taşıyıcı aile, taşıyıcı,
toplumla sosyal hizmet.
HATAY İLİ TALASEMİ İLE
MÜCADELESİ MAKRO
ÇALIŞMA ÖRNEĞİ
STRUGGLE WİTH THALESSEMİA İN HATAY:
WORKİNG SAMPLE MACRO
SHU Özlem ÇELENK,
Dr. Ümit Mutlu TİRYAKİ
Hatay Halk Sağlığı Müdürlüğü,
Ebe Sevgi AYKAÇ
Ödemiş Toplum Sağlığı Merkezi
Özet
Amaç: Bu çalışma ile talasemi hastası bebek doğumunun önlenmesi
amaçlanmaktadır.
Yöntem: Çalışma da okul eğitimleri, farklı kurumlarla eğitim çalışmaları
gerçekleştirildi. Çift taşıyıcı ailelerle yüz yüze görüşmeler ev ziyaretleri ile
gerçekleştirildi.
Bulgu: Kalıtsal kan hastalıklarından Hemoglobinopatiler ilimiz için önemli
bir halk sağlığı sorunudur. 2011 yılında Hatay ilinde 1072 çift taşıyıcı evli
ve 2000’nin üzerinde hasta sayısı tespit edilmiştir.
Abstract
This study is intended to prevent the birth of babies suffering from
thalassemia. At work, school education, educational studies were
performed with different institutions. Married couple registered with
home visits with families face to face interviews were carried out.
Abnormal haemoglobins hereditary blood diseases for our province is a
majör public health problem. İn the province of Hatay 1072 couples with
both partners being haemoglobinopatic carrers and over 2000 patients
in 2011. Provincial Strategy Hemoglobinopathy book written in 2017,
is zero in the direction of the birth of sick babies, multiple studies were
institutionalized.
Key Words:Haemoglobinopathies,carries family,Social Work with
community
31
Giriş
Anormal hemoglobinler ve talasemiler, dünyada ve özellikle ülkemizin de
yer aldığı Akdeniz kuşağında karşılaşılan en yaygın kalıtsal hastalıklardan
bir tanesidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınlarına göre dünyada
talasemi ve anormal hemoglobin taşıyıcı sıklığı % 5,1’dir ve yaklaşık 266
milyon taşıyıcı vardır.(WHO,1994,S.1-62) Halk sağlığı sorunu olan anormal
hemoglobinlerin başlıcalar HbS, HbE, HbD, HbC ve HbO-Arab’dır.
Hemoglobinopatiler içinde Türkiye’de en sık görülen hemoglobin tipi
hemoglobin S’dir. (Kılınç,2006,s.23)Türkiye genelinde sıklık % 0,37–0,6
arasında iken, özellikle Çukurova bölgesinde bazı yörelerde bu sıklık
% 3–44 arasında saptanmıştır.(Özsoylu S.Sahinoğlu M.1975 s.25)
Talasemi, önceleri sadece Akdeniz ülkelerinde yaygın olduğu sanıldığından,
adı Yunanca “Thalas” (Akdeniz) sözcüğünden gelmektedir. Günümüzde
ise Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Çin, Güneydoğu Asya gibi
malaryanın sık olduğu ülkelerde, Avrupa ve Amerika’da yüksek oranlarda
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
32
gözlenmektedir.(Bunn HF.1986s.60-61) Ülkemizde görülme sıklığı
bölgesel farklılıklar göstermekle birlikte %0,6–12 arasında olduğu
gösterilmiştir (Arcasoy A. Canatan D.2002 s.13-17).
Hemoglobin (Hb) molekülünü oluşturan globin zincirlerinden birinin veya
daha fazlasının yapılmaması veya az miktarda yapılması ile karakterize olan
ve genetik geçiş gösteren n bir grup hastalığa talasemi adı verilmektedir.
Beta globin zincirinin az yapılması (ß +) veya hiç yapılmaması ile giden
talasemilere (ß0) beta talasemiler adı verilir.(Gümrük F.Altay Ç.1995s .
7-16) Belirtiler ilk 6 aydan sonra kansızlık (anemi) olarak kendini gösterir.
Bu çocukların yaşam boyu 3-4 haftada bir kan nakline ihtiyaçları vardır.
Anemiyi düzeltmek için yapılan konsantre kan transfüzyonları çocuğun
yaşamını uzatırken, vücutta demir birikimine yol açar ve çeşitli organların
fonksiyonları bozulur. Hemoglobinopati hastalığı hastayı ömür boyu
hastaneye bağımlı kılan, yaşam kalitesini düşüren ve ekonomik gerilemeye
yol açan bir hastalıktır.(web.www.talasemi federasyonu.org.tr)
Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 talasemi taşıyıcısı olduğu ve 4000 hasta
birey bulunduğu bildirilmektedir. Bu hastaların büyük bir kısmı erken yaşta
kaybedilmektedir. Bu hastalığın tedavisinde genel olarak kan transfüzyonları
ve demir şelasyonu kullanılmaktadır.(Canatan D,Köse MR,Ustundağ
M,Haznedaroğlu D,Ozbaş S,2006. S.9)
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), hemoglobinopati kontrol programlarını,
1970’li yıllarda Akdeniz bölgesinde uygulamaya başlamıştır. Akdeniz’de
ilk kurulan “Talasemi Kontrol Programı” Sicilya’da uygulanmış ve başarılı
olunmuştur. Sicilya’da beta talasemi sıklığı % 5-9 ve HbS % 2 oranında
görülmektedir. Sicilya bölgesi sağlık yönetimi doktor, hemşire, teknisyen ve sosyal çalışmacıların görev aldığı 14 merkezde ve Palermo’da bir
prenetal tanı merkezi oluşturarak korunma programını başlatmışlardır. 1984
yılında bölgesel kayıt sistemi oluşturulmuştur. 1982-1989 yılları arasında
hasta doğumunun % 55 oranında azaldığı bildirilmiştir. 1990’larda hasta
doğumu sıfırlanarak aile ve hastalara finans desteği ve iş bulma sorunları
ön plana çıkmıştır. 2000’li yıllarda bu sorunların da çözüldüğü bildirilmiştir.
İtalya’da Ferrara’da, Sardinya’da, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs’ta 1970’li
yıllarda başlayan çalışmalar ile 10 yılda başarılı sonuçlar alınmıştır.(Bozkurt
G.2002 S.41).
Hemoglobinopatili yıllık doğan hasta sayısı 332.000 olup, bunların
275.000’i orak hücre anemili ve 56.000 Talasemi’li doğmakta, 30.000’i
düzenli transfüzyon alır iken, 55.000’i alfa Talasemi ye bağlı perinatal
dönemde kaybedilmektedir. Doğumların % 75’i endemik bölgelerde, %
13’ü ise göçlerden dolayı diğer bölgelerdedir (Canatan D.2008 S.18).
Ülkemizde Çukurova, Akdeniz kıyı şeridi, Ege ve Marmara bölgelerinde
Talasemi taşıyıcılığı çok sık görülmektedir. İç Anadolu, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da yeterince araştırma merkezi olmadığından bu
yörelerdeki kesin sayı bilinmemektedir. Sağlıklı Türk popülâsyonunda beta
Talasemi taşıyıcı sıklığı % 2,1’dir. Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 taşıyıcı
ve 4000 civarında hasta olduğu Sağlık Bakanlığı tarafından bildirilmiştir.
(Genelge 2005)
Türkiye’de çok sayıda hemoglobin varyantının görülmesi, Anadolu’da yıllar
boyunca çok çeşitli ırk ve kültürlerin yaşamasından ve akraba evliliklerinden
kaynaklanmaktadır. Türkiye’de yapılan her 5 evlilikten biri akraba evliliğidir.
Akraba evlilikleri en çok (%70) birinci dereceden akrabalar arasında
gerçekleşmektedir (Altunsu Tanju 2008) .
Hemoglobinopati Tanı ve Tedavi Merkezi, 2004 yılında da Antakya ACSAP
Merkezi bünyesinde kurulmuştur. Daha önce alınan İl Hıfzıssıhha Kurul
Kararı 03.12.2004 yılında yenilenmiştir.
2011 yılında Hatay ilinde 1072 çift taşıyıcı evli ve 2000’nin üzerinde hasta sayısı mevcut idi. Mevcut durum neticesinde hemoglobinopatiler
konusunda hâlihazırda yürütülen tıbbı yaklaşımların yanında, sosyal
hizmet uygulamaları kapsamında değerlendirilerek hasta bebek
doğumunun önlenmesi çalışmaları yapmak ihtiyacı doğmuştur.
Sosyal Hizmet Uygulamalarının Toplumla Çalışma (Makro müdahale)ilkeleri
kapsamında müdahale planı hazırlanmıştır. Mevcut sorunun çözümüne
yönelik olarak üç ayrı müdahale planı hazırlanmıştır.
Taşıyıcı Ailelere Yönelik Müdahale Planı:
İlk planlama 2010 yılında taşıyıcı ailelere yönelik olarak yapılmıştır. Bu
kapsamda hazırlanan proje Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı’na sunulmuş
ve Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı kapsamında kabul edilmiştir.
‘Hemoglobinopati (sıckle cell anemi ve talasemi) Hastalığı Çift Taşıyıcı
Evli Çiftlerin Prenatal Tanı, Genetik Danışmanlık, Çocuk Doğurma ve
Hamilelik ile İlgili Eğitim Verilmesi’ adı ile 2011 Mart ayında uygulanmaya
başlanmıştır. Taşıyıcı aile; hem kadının hem erkeğin taşıyıcı olma durumudur. İki taşıyıcı bireyin evliliğinden doğacak olan çocukların %25 olasılıkla
talasemi hastası olma riski bulunmaktadır.%50’sinin talasemi taşıyıcısı
ve %25’inin tamamen sağlıklı birey olma olasılığı bulunmaktadır. Taşıyıcı
ailelerin pek çoğu doğurganlık yaşındadır. Bu nedenle öncelikle taşıyıcı
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
ailelerin eğitimlerinin yapılmasının hastalıkla mücadelede önemli olduğu
düşünülmüştür.
Hatay il Sağlık Müdürlüğü’nün kayıtlarına göre Hatay ilinde tespit edilen
hemoglobinopati taşıyıcısı birbiriyle evli 1072 aile (2144 kişi) bulunmaktaydı.
Kayıtlı 1072 çift taşıyıcı evli ailenin 1065’ine(%99,3) ulaşıldı. Bir Sosyal Hizmet
Uzmanı ve 4 eğitimli hemşireden oluşan iki ayrı gezici ekip oluşturuldu,
tüm taşıyıcıların ev adresleri tespit edilerek, kurulan ekip tarafından
evlerinde ziyaret edildi. Taşıyıcı çiftlerden aydınlatılmış onam alındıktan
sonra, sosyo-demografik özelliklerini sorgulayan bir anket formu uygulandı.
Anket uygulandıktan sonra taşıyıcı çiftlere kalıtsal kan hastalığı, prenatal
tanı, genetik danışmanlık ve hamilelik ile ilgili bilgiler aktarıldı.
07.04.2011 tarihinde İl Sağlık Müdürlüğü toplantı salonunda proje
açılış toplantısı gerçekleştirilmiş olup, yaklaşık 200 katılımcıya
Hemoglobinopati hastalığı, proje ve hastalığı önleme faaliyetleri hakkında
bilgilendirme yapılmıştır.
Proje Kapsamında;
1.1
07.04.2011 tarihinde İl Sağlık Müdürlüğü toplantı salonunda
proje açılış toplantısı gerçekleştirilmiştir. Yaklaşık 200 katılımcıya
Hemoglobinopati hastalığı, proje ve hastalığı önleme faaliyetleri hakkında
bilgilendirme yapıldı.
1.2. 11.04.2011 tarihinde AÇ/SAP Şube Müdürü tarafından proje ekibine
Hemoglobinopatiler, teşhis, tedavi, yaklaşımlar ve önleme konulu eğitim
verildi.
1.3. 19.04.2011 tarihinde Samandağ Kaymakamlığı ziyaret edildi.
1.4. 27.04.2011 tarihinde Altınözü Kaymakamlığı ziyaret edilerek, Atatürk
İlköğretim Okulu Toplantı salonunda yaklaşık 150 katılımcı bilgilendirildi.
1.5. 8 Mayıs Dünya Talasemi Günü nedeniyle Arkeoloji Müzesi önünde
proje standı açılarak halka bilgilendirme yapılarak broşür dağıtılmıştır.
1.6. 31.05.2011 tarihinde Reyhanlı Kaymakamlığı ziyaret edilerek
Halk Eğitim Merkezi Toplantı Salonunda yaklaşık olarak 200 katılımcı
bilgilendirildi.
1.7. 03.06.2011 tarihinde ilimiz valisi sayın M. Celalettin LEKESİZ
başkanlığında toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya, Vali Yardımcıları, İl Sağlık
Müdürü, İl Milli Eğitim Müdürü, İl Müftüsü, Alevi Şeyhi ve Sağlık Müdürlüğü
personeli katıldı. Toplantıda Talasemi hastalığı ile mücadele tüm yönleri ile
ele alındı.
1.8. 20.09.2011 tarihinde İskenderun Kaymakamlığı ziyaret edilerek
yaklaşık olarak 150 katılımcı bilgilendirilmiştir.
1.9. 08.12.2011 tarihinde Talasemi hastalarına yönelik olarak özürlü
maaşları ve evde bakım ücretleri ile ilgili bilgilendirme toplantısı yaklaşık
150 kişilik katılımcıyla Hatay İl Sağlık Müdürlüğü Toplantı Salonunda
gerçekleştirilmiştir.
Proje sürecinde yazılı ve görsel basında Talasemi hastalığı ve proje hakkında
bilgiler yer almış olup toplumda farkındalık yaratılmaya çalışılmıştır.
Proje kapsamında AÇ-SAP Şubesi tarafından Altınözü, Antakya, Belen,
Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Reyhanlı, ilçelerinde
285 öğretmen, 541 Din görevlisi ve 180 okul müdürüne yönelik eğitimler
verilmiştir.
14.03.2012 tarihinde kayıtlı 1072 çift taşıyıcı evli ailenin 1065’ine(%99,3)
ulaşılarak çalışmamız tamamlandı. Çalışmadan elde edilen bilgiler
SPSS 11,5 programına yüklenerek istatistiksel analiz yapılarak Balkan
Medikal Journal 2013 Aralık sayısında yayınlanmıştır. Elde edilen
bulgulardan bazıları aşağıdaki gibidir.
Tablo 1. 1065 çift taşıyıcı ailenin Hatay ili genelindeki dağılımı
Samandağ
Reyhanlı
Dörtyol
Erzin
Belen
Kırıkhan
İskenderun
Hassa
Yayladağı
Kumlu
Altınözü
Payas
Antakya
252
60
36
15
1
12
261
5
4
1
16
2
410
33
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
Tablo 6. Prenatal Tanı yaptırmama nedeni
Tablo 2. Kadınların yaş gruplarına göre dağılımı
Yaş Grubu
25 ve altı
26–30
31–35
36–40
Sayı
265
226
214
148
Yüzde (%)
24.9
21.2
20.1
13.9
Tablo 3. Hemoglobin elektroforezi yaptırma durumu
Prenatal Tanı Yaptırmama Nedeni
Böyle bir testten haberim yoktu
Ekonomik sıkıntı nedeniyle
Doğacak çocuğumun sağlığını
kadere bıraktım
Eşim engel oldu
Toplam
SSayı
289
75
40
Yüzde(%)
66.0
17.1
9.1
34
438
7.8
100.0
Yürütülen çalışma sonrasında sonuç raporu yazılarak İl Sağlık
Müdürlüğüne sunulmuştur.
34
Hemoglobin elektroforezi
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
850
215
1065
Yüzde(%)
79.8
20.2
100.0
Tablo 4. Taşıyıcı Olduğunu Bilme Durumu
Taşıyıcılığı bilme
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
1040
25
1065
Yüzde(%)
97.6
2.4
100.0
Tablo 5. Doğum Öncesi Prenatal Tanı Yaptırma Durumu (1. Gebelik)
Prenatal Tanı Yaptırma Durumu
Evet
Hayır
Düşük
Toplam
SSayı
285
506
37
828
Yüzde(%)
34.4
61.1
4.5
100.0
2-)İlimiz Talasemi çalışmalarından elde edilen sonuçlar:
Tedavi Hizmetlerine Yönelik Sağlık Sistemi mevcut
Genetik Danışmanlık yetersiz
Prenatal tanı olanakları kısıtlı olarak gözlenmiştir.
2.1.Birinci basamak kuruluşları ve faaliyetleri:
Hemoglobinopatiler konusunda eğitim, taşıyıcı ve toplum taraması, evlilik
öncesi çiftlere tarama ve genetik rehberlik hizmeti veren, hemoglobin
elektroforezi veya kolon analizi yöntemlerinin uygulanabildiği
merkezlerdir.
Mevcut durum: İlimizde AÇ-SAP Merkezi, 2 pratisyen hekim,2 hemşire,1
sözleşmeli tıbbi teknisyen ve 1 sözleşmeli bilgi işlem personeli ile bu
hizmeti yürütmektedir.
Öneriler;
AÇ-SAP Merkezine bağlı olarak hizmet veren Hemoglobinopati Tanı
Merkezi’nin eğitim ve danışmanlık hizmetlerini artırmaya yönelik olarak
yeniden yapılandırılması uygun olacaktır. Bu amaçla Talasemi Eğitim
Merkezi oluşturulmalıdır. Oluşturulacak merkez, görsel sunumların
izlenmesine olanak sağlayan, teknik yeterliliğe sahip, en az 2 eğitim odası
bulundurmalıdır.
Çalışan donanımlı personel sayısının artırılarak Hemoglobinopatiler konusunda eğitici eğitmen eğitimlerine tabi tutulmalıdır.
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
Talasemi eğitim merkezi, tespit edilen çift taşıyıcı evlilerin eğitimi yanında,
oluşturacakları eğitim planı ile ilimiz Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışan
hekim ve yardımcı sağlık personeli, okullar,din adamlar ve kanaat
önderlerinin eğitimlerini organize etmelidir.
Hemoglobinopati Tanı Merkezinde tespit edilen taşıyıcı çiftler Talasemi
Eğitim Merkezine yönlendirilmeli ve bakanlığımızca geliştirilmiş olan
‘Hemoglobinopati Çift Taşıyıcı Takip Formu’ ön bilgileri doldurularak
ilgili Aile Sağlığı Merkezine gönderilmelidir. Çiftlerin takibi ilgili Aile
Hekimi tarafından devam ettirilmeli, gerçekleşen gebelikler aynı form ile kayıt
altına alınmalıdır. Hemoglobinopati Çift Taşıyıcı Takip Formu Aile Hekimliği
sistemi içerisine entegre edilmelidir.
Mevcut uygulamada kullanılan onam formunda yer alan “başta taşıyıcı
çiftler olmak üzere tüm çiftlerin doğum öncesi metotlardan yararlanması
önerilir” ibaresi yerine yeni bir form geliştirilerek, tüm eğitimlere rağmen
evlilik kararından vazgeçmeyen çiftlerin prenatal tanı işlemlerini mutlaka
yaptırmaları yönünde eğitim verilmelidir.
Oluşturulacak Talasemi Eğitim Merkezi çalışmaları içerisinde yeni evlenen
çiftlere yönelik ev ziyaretleri de yer almalıdır. Merkez yeni evlenen her taşıyıcı
çifte ev ziyaretleri düzenleyerek, eğitim vermeli, hazırlanan bilgilendirici
materyal ile iletişim bilgilerini içeren dosya teslim edilmelidir. Hastalığın
önlenmesinde yeni evlenen taşıyıcı çiftlerin önemi büyüktür. 2011 yılında
ilimizde 302 taşıyıcı çift evlenmiştir.
Prenatal tanı süreçlerinin anlatımı ve takibi önem arz etmektedir. Öte
yandan prenatal tanı işlemlerinin nerede yapılacağı netleştirilerek, işlemin
yapılacağı merkez veya merkezlerle işbirliğine gidilerek gebelerin randevuları
bizzat alınmalıdır.
2.2.İkinci basamak kuruluşları ve faaliyetler:
İkinci basamak kuruluşları, bünyesinde hemoglobinopatiler konusunda
eğitim ve genetik rehberlik hizmetlerine yönelik bir ünite, kan merkezi veya
istasyonu, en az 5 yataklı tedavi ünitesi ile araştırma laboratuarı bulunan
hemoglobinopati tanı ve tedavi merkezidir.
İlimizde, Antakya devlet hastanesi bünyesinde hizmet verilmektedir.
2.3. Üçüncü basamak kuruluşları ve faaliyetler:
Üçüncü basamak kuruluşları, hemoglobinopatiler konusunda moleküler
düzeyde laboratuar hizmetleri ve \veya prenatal tanı ünitesi ve\veya
kemik iliği nakil ünitesi içeren mutasyon analizi, doğum öncesi tanı ile
kemik iliği transplantasyonu hizmetlerinden tümünü veya herhangi birini
vermek suretiyle ileri tetkik ve tedavi yapan merkezlerdir.
Mevcut durum;
İlimizde Mustafa Kemal
gerçekleştirmektedir.
Üniversitesi
prenatal
tanı
işlemlerini
Öneriler;
Prenatal tanı sürecinde karşılaşılan en önemli sorun uygulanacak yöntem
ile ilgilidir. Amniosentez ve CVS (chorion villus sampling-kor yon villus
örneklemesi ) sıklıkla uygulanan iki yöntemdir.
Amniosentez gebeliğin 16-20.haftasında, CVS gebeliğin 9-12. haftasında
uygulanmaktadır.
Mevcut yönetmelikte uygulanacak yöntem ile ilgili ibareler açık değildir.
Ancak test sonucunun “hasta” olarak gelmesi halinde cerrahi müdahale
için bebeğin haftası önem arz etmektedir. 16.haftasında Amniosentez
yapılan gebenin sonuçları yaklaşık 4 hafta sonra gelmektedir.20 haftalık bir
bebeğin kürtajı pek çok anne ve bizim için kabulü zor bir süreç olmaktadır.
Tanı yöntemi olarak erken haftalarda yapılabilen yöntemin tercih edilmesi ya da test sonuçlarının erken değerlendirilmesi konusunda çalışmalar
yapılmalıdır.
35
Yönetmelikte
özel
hastanelerinin
durumu
net
değildir.
Amniosentez işlemini yapmalarına mani bir durum yoktur. Ancak
hemoglobinopatilerin önlenmesi çalışmalarında kurumsallaşabilmek için
testlerin standart kazanması gerekmektedir.
İşlem özel merkezlerde yapılsa dahi, gönderilen laboratuarın genetik tanı
onaylı olması gerekmektedir. Bu hususta hizmet standardı belirlenmelidir.
Preimplantasyon
tanı
yöntemi
(PGD)
genetik
hastalıkların
önlenmesinde önemli bir yöntemdir. Ancak maliyetinin yüksekliği
uygulama sıklığını azaltmaktadır.
Preimplantasyon tanı yönteminin sosyal güvenlik kapsamında
değerlendirilmesi, hastalık maliyetleri ile karşılaştırılması uygun olacaktır.
Her yıl 8 ile18 arası hasta bebek doğumunun gerçekleştiği ilimizde,
halkımızın Talasemi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı, ancak verilen
eğitimler sonrasında konuya hassasiyetin arttığı gözlenmiştir. Talasemi
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
hastalığını önleme faaliyeti olarak yürüttüğümüz proje, ilimiz idarecileri ve
halkı tarafından sahiplenilmiştir. Özellikle 137 gebe ile yapılan çalışmalar
olumlu sonuçlar vermiştir. Sağlık çalışanları olarak bizlerin, yapılacak
çalışmalar ile Talasemi hastalığının önlenebileceğine olan inancımız daha
da artmıştır.
Bu sonuç raporunun ardından 22.03.2012 tarihinde Sayın Valimiz M.Celalettin LEKESİZ’in başkanlığında’ Kalıtsal Kan Hastalıklarının
Önlenmesine Yönelik İstişare Toplantısı’ yapılmış, 2012 yılının ilimizde
Talasemi Mücadele Yılı olarak kabul edilmesi kararlaştırılmıştır.
Talasemi Merkezi yeniden yapılandırılarak, 30 Mart 2012 tarihinde Hatay
Halk Sağlığı Müdürlüğü Hemoglobinopati Tanı, Kontrol ve Eğitim Merkezi
(HETKEM) adını almış, talasemi hastalığı ile mücadelede kayıt, tarama,
genetik danışmanlık, takip ve eğitim faaliyetlerinin yürütülmesi konularında
hizmet vermek amacıyla yeniden yapılandırılmıştır.
36
Hetkem; Hasta ve cift taşıyıcı kayıtları, tarama ve genetik danışmanlık
hizmetlerinin geliştirilmesine ek olarak çift taşıyıcı çiftlere ev ziyareti, gebelik
takibi ile prenatal (doğum öncesi) tanı testi uygulanmasının sağlanması ve
sonuç takibi, sağlık çalışanlarına konu ile ilgili eğitim verilmesi, halkın kalıtsal
kan hastalıkları konusunda bilgilendirilmesine yönelik etkinlikler yapılması
ve eğitimler düzenlenmesi, hastalara psikososyal destek verilmesi gibi faaliyetler yürütmekte olup ilgili diğer kurumlarla işbirliği içerisinde çalışmalarını
sürdürmektedir.
Hatay ilinde 2004 yılı il Hıfzıssıhha Kurul Kararı yenilenerek ‘evlilik öncesi
Hemoglobin elektroforezi yaptırılması’ zorunlu hale geldiğinden ve
uygulamaya başlandığından beri, Hatay ilinde resmi nikah yaptıran çiftlere
hemoglobin elektroforezi testi uygulanmıştır. Ancak kayıt dışı evli olan
çiftlere de ulaşıp tarama testi yapılmasını sağlamak, bütün Talasemi ve
Orak Hücreli Anemi hastalarına ve çift taşıyıcı olan anne-baba adaylarına
ulaşmak amacıyla, bütün ilçelerde her aile hekimi başkanlığında bölgede
görevli olan öğretmen, muhtar ve din görevlisinden oluşan komisyonlar
aracılığı ile Halk Sağlığı Müdürlüğümüz tarafından çalışmada yürütülmüş,
tespit edilebilen resmi nikâhı olmayan çiftlere Talasemi testi yapılmıştır.
Komisyon çalışmalarının sonucu olarak her bölgede daha güvenilir envanter çıkarılmaktadır. Öncelikli olarak komisyon üyelerinin hastalıklarla ilgili
bilgi sahibi olmasını sağlamak üzere, 258 aile hekimi, 369 öğretmen, 276
din görevlisi, 205 muhtar ve 20 sağlık çalışanına eğitim verilmiştir. Ardından
Hatay ili Acil servislerinde çalışmakta olan hekimler ile Kadın Hastalıkları
ve Doğum uzmanı hekimlere yönelik Talasemi ve Orak Hücreli Anemi
hastalıkları ile ilgili bilgilendirme toplantısı yapılmıştır.
Toplum farkındalığının artırılması amacıyla düzenlenen etkinliklerde
kullanılmak üzere 100.000 adet el broşürü, 3 farklı içerikte 4000 adet afiş,
5000 eğitim CD’si hazırlanmıştır.
8 Mayıs Dünya Talasemi günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen törende
2012 yılı Hatay Talasemi hastalığı ile mücadele yılı ilan edilmiş, İlimiz Valisi Sayın M. Celalettin LEKESİZ tarafından yapılan basın açıklaması ile kamuoyuna duyurulmuştur. Etkinlik kapsamında 6, 7 ve 8. sınıf öğrencileri
arasında Talasemi ve Orak hücreli Anemi hastalıkları ile ilgili resim yarışması
düzenlenmiş, dereceye giren öğrencilere ödülleri ilimiz Valisi tarafından
verilmiştir.
Tedavi merkezlerimizde takip ve tedavileri yapılan hasta ve ailelerinin rol
aldığı talasemi ve orak hücreli anemi hastalıkları tanıtım filmi çekilmiş
olup, 8 Mayıs Dünya Talasemi Günü etkinlikleri kapsamında gösterime sunulmuştur. Etkinlikler kapsamında Antakya, Samandağ, Kırıkhan,
İskenderun ve Reyhanlı ilçelerimizde 51 adet duyuru panosunda Talasemi
hastalığı ile ilgili bilgiler yer almıştır. Tüm Aile Sağlığı Merkezleri ile Toplum
Sağlığı Merkezlerine broşür gönderilmiş ve afişler asılmıştır.
Hemoglobinopatiler konusunda eğitim CD’si hazırlanmış olup, ilimizdeki
bütün dernek, sivil toplum kuruluşları ve okullara gönderilmiştir.
Her ayın ilk üç iş günü Antakya ve İskenderun alışveriş merkezlerinde
bilgilendirme stantları açılmakta ve broşür dağıtılmaktadır.
5 Eylül 2012 tarihinde Halk Sağlığı Haftası etkinlikleri kapsamında kent
müzesi önünde stant kurulmuş, taşıyıcı olup olmadıklarını öğrenmek
isteyenlerden kan alınmış, sonuçların telefonla kendilerine bildirilmiştir.
Tüm çalışanlarına izletilmek üzere 52 adet tanıtım filmi ile asılmak ve
dağıtılmak üzere 15’er adet afiş, 500’er adet el broşürü Hatay ilindeki tüm
kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilmiştir.
İktidar parti ve muhalefet partiler başta olmak üzere siyasi parti genel
müdürlükleri, gençlik kolları ve kadın kolları teşkilatlarının her birine 1 adet
tanıtım filmi, 15 adet afiş, 200 adet el broşürü gönderilmiştir.
İlce müftülüklerine 500 adet afiş, 5.000 adet el broşürü, muhtarlıklara 500
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
afiş ve 2500 el broşürü gönderilmiştir.
Halka hastalıkları tanıtmak ve bilinç oluşturmak amacıyla yerel TV ve
radyolarda canlı yayınlar düzenlenmiştir. Haber programlarında ve yerel
gazetelerde Hemoglobinopati ile ilgili haberler yapılmıştır. Ulusal radyo
olan TRT FM’de canlı röportaj yapılmıştır.
3-) Toplum Eğitimine Yönelik Müdahale Planı
Bu kapsamda evlilik çağına gelmemiş öğrenim gören gençlerin eğitimleri
planlanmış ve proje halinde hazırlanarak Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansına
sunulmuştur. ‘‘Hatay Talasemi ile Savaşıyor’’ adlı proje, Doğu Akdeniz
Kalkınma Ajansı’nın Sosyal Destek Programı kapsamında desteklenmiş ve
Milli Eğitim Müdürlüğünün ortaklığı ile yürütülmüştür.
Zorunlu eğitimin 8 yıl olduğu günlerde 8. sınıflara yönelik yapılan planlama, uygulama aşamasına gelindiğinde 9.sınıflar da eklenerek Hatay ilinde
52.375 öğrenciye eğitim verilmiştir.
Proje kapsamında Antakya ve tüm İlçe Toplum Sağlığı Merkezlerinde
görevli 12 Doktor ile merkez ve tüm İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinde
görevli 12 milli eğitim çalışanı görev almıştır. 8.sınıf 27649, 9.sınıf 24406
öğrenciye eğitimler eğitmen doktorlar tarafından verilmektedir. Eğitimler
03 Aralık 2012 tarihinde tüm ilde eş zamanlı olarak başlamıştır. Proje
kapsamında 52 bin öğrencinin eğitimleri gerçekleştirilerek, Mayıs ayının sonunda tamamlanmıştır. Proje kapsamda eğitim modülü oluşturulmuştur.
Bu kapsamda yerel aktörlerin yer aldığı ‘Talasemiyi yok et’müzikli
tanıtım filmi çekilmiştir. Öğrenciler tarafından, ailelerine okumak üzere
‘sayın veli’ mektubu hazırlanmış ve zarf içerisinde ailelere gönderilmiştir.
Hemoglobinopati hastalığı ve önlenmesi konularını içeren sunum
hazırlanmıştır. Okul eğitimleri Soru- Cevap bölümü ile sonlandırılmıştır.
Okul Eğitimleri ile amaçlanan; toplumun talasemi konusunda bilgilendirilerek, evlilik aşamasına gelmeden tedbir alınmasını sağlamaktır.
Eğitimlerde öğrencilerimiz de dâhil isteyen herkes Hemoglobinopati Tanı
Kontrol ve Eğitim Merkezi’ne başvurarak ücretsiz olarak test yaptırabileceği
ve talasemi hastalığının bulaşıcı bir hastalık olmadığı da vurgulandı.
Eğitimler sonrasında öğrenciler gruplar halinde merkezimize gelerek kan
testi yaptırdılar. Taşıyıcı bulunmaları halinde merkezin doktorları tarafından
yeniden bilgilendirildiler.
4) İl hemoglobinopati Kontrol Stratejisi ve Eylem
Planının Hazırlanması
Hastalığın önlenmesi konusunda çalışmalar yürütülürken, hizmet veren
kamu ve özel kurumların da hizmetlerinin gözden geçirilmesi, yeniden
yapılandırılması, işbölümü ve koordinasyonun sağlanması gerekliği
ortaya çıktı. Bu nedenlerle ‘Hemoglobinopati Tanı, Kontrol ve Eğitim
Merkezi ‘kuruldu. Merkez taşıyıcı olduğu tespit edilen bireylere yönelik
verdiği eğitimlerin dışında, taşıyıcı gebelerin takibi, ev ziyaretleri, üniversite
ile işbirliği gibi yeni uygulamalar yapmaya başladı.
Kurumlar arası işbirliği ve koordinasyonun iyi işlemesini sağlamak üzere
‘İl Hemoglobinopati Stratejisi hazırlıkları başlatıldı. Plan çerçevesinde nihai
amaç olarak 2017 yılında sıfır hasta bebek doğumu hedeflenmiştir. Bu
çalışmanın amacı; Hatay ili genelinde birbiriyle evli taşıyıcı çiftlere ulaşarak,
onların demografik ve ailesel özelliklerini incelemek, taşıyıcı çiftlere gebelik,
doğum, prenatal tanı ve genetik danışmanlık eğitimi vererek hasta çocuk
doğumunu tamamen engellemektir.
Hemoglobinopati kontrol programı ile tanı ve tedavi merkezleri yönetmeliği
gereğince Hemoglobinopatilere yönelik;
• Eğitim
• Tarama
• Genetik Danışma
• Doğum öncesi ve sonrası tanı
• Hastaların tedavilerine ilişkin her turlu faaliyetler
• Tanı ve tedavi merkezleri
• Kayıt, bildirim, sevk ve izin işlemlerini kapsayan hizmetler
yürütülmektedir.
Tüm bu faaliyetlerin etkin bir şekilde yerine getirilebilmesi için her
basamaktan sağlık hizmeti sunucularının işbirliği içinde olması gerekir.
Bu koordinasyonu sağlamak için, kamu sektörünün ve özel sektörün
çeşitli kurum ve kuruluşlarını, idareleri, sektör temsilcilerini ve üniversitenin
ilgili bölümlerini içine alan yeni yönetsel ve örgütsel yapı zorunluluğu
ortaya çıkmıştır. Bu zorunluluğun somut çıktısı İl Hemoglobinopati Kontrol
Stratejisi ve Eylem planıdır. İl Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi ve
Eylem Planı hazırlık çalışmaları, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununun ilgili maddesi çerçevesinde başlatılmıştır. İl Hemoglobinopati
Kontrol Stratejisi; stratejik gelişme eksenlerinin, stratejik amaç ve
hedeflerin operasyonel bir plana dönüşmesini sağlayarak, Hemoglobinopati
37
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
38
hastalığının önlenmesi faaliyetlerini acık ve anlaşılır kavramlar halinde
sunacaktır.
İl Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi hazırlık çalışmalarına aşağıdaki
sorulara yanıt aranarak başlanmıştır.
Talasemi ile mücadele surecinde neden bir “Strateji ve Eylem Planı”na
ihtiyaç duyduk? Çalışmalarımızı yazılı/basılı bir plan yokluğunda
yürütürken karşılaştığımız zorluklar nelerdi?
Böyle bir planı hazırlayarak neleri başarmayı hedefliyoruz? Strateji ve Eylem
Planını ile bu plan ortaya çıkacak? Ayrıca, planın uygulamasından öncelikli
olarak hangi kurum/birim sorumlu olacak?
Yukarıdaki sorulara yanıt aradığımız tarihte ilimizdeki Hemoglobinopatili hasta sayısı 1905’e ulaşmış bulunmaktaydı. İlimizde, 10.08.1994
tarihinden bu yana İl Hıfzıssıhha Kurul Kararı ile evlilik öncesi test olarak
bilinen hemoglobin elektroforezi testi zorunlu olarak yapılmaktadır.
İl Hemoglobinopati Strateji Planı hazırlıklarına alt ve üst komisyon üyeleri
belirlenerek başlanmıştır.5 ay süren çalışmanın ardından 2013 yılında
basımı gerçekleşmiştir. Planda ,
‘ Hemoglobinopati hastası bebek
doğumunu önlemek’
nihai amaç olarak belirlenmiş, bu nihai
amaca ulaşmak için de 4 stratejik amaç belirlenmiştir. Planın izleme
değerlendirmesi, üst ve alt komisyon üyelerince uygun görülen performans
kriterlerinin üç aylık periyotlarla takibi ile mümkün olacaktır. Bu çalışma ile
Hemoglobinopati olgularının sayısının azaltılmasında en etkin yöntemler
taşıyıcıların tespit edilmesi, taşıyıcılara genetik danışmanlık verilmesi
ve prenatal tanı metotlarının kullanılması ile hemoglobinopatili bebek
doğumlarının önlenmesidir. Bu yöntemlerin kullanılması ile birçok ülkede
hemoglobinopatili bebek doğumları azaltılmıştır. Hatay ilinde hazırlanan
strateji planı ile talasemi hastası bebek doğumlarının önlenmesi
amaçlanmıştır.
Belirlenen nihai amaç, 4 stratejik amaç ve 8 hedef aşağıda görülmektedir.
B2013-2017 Hatay İli Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi ve Eylem
Planının nihai amacı, İlimizde Hemoglobinopati hastası bebek doğumunu
önlemektir. Bu nihai amaca ulaşma yolundaki stratejik hedefler:
İlimiz halkını hemoglobinopati hastası bebek sahibi olma riskinden
korumak Hemoglobinopati Tanı Kontrol ve Eğitim Merkezinin yeniden
yapılandırılması
Doğum öncesi tanıda işbirliği, koordinasyon ve standartların belirlenmesi
Hemoglobinopati hastalarının teşhis ve tedavi hizmetlerinin kalitesi
arttırılarak hizmet sunumu sağlamak olarak belirlenmiştir.
Tablo 7. Doğum Yıllarına Göre Hatay İli Hemoglobinopatili
Hasta sayısı (20.12.2012 itibariyle)
Tablo 8. Hemoglobinopati Tanı, Kontrol ve Eğitim Merkezi Temel
Göstergeleri
TEMEL GÖSTERGE
Birim MEVCUT
DEĞER
Hasta sayısı
Kişi
2033
Çift Taşıyıcı Çift Sayısı
Çift
1530
Yeni Doğan Hasta Sayısı
Kişi
11 1
Tek Taşıyıcı Sayısı
Kişi
Bilinmiyor
Genetik Danışmanlık Verilen Çift Sayısı Çift
790
Ev Ziyaretinde Bulunulan Çift Taşıyıcı Kişi
187 2
Evli Sayısı
Yıllık Çift Taşıyıcı Evli Gebe Sayısı
Kişi
239 3
SORUMLU
KURULUŞ
HETKEM
HETKEM
HETKEM
HETKEM
HETKEM
HETKEM
HETKEM
1.2012 yılına ait doğan hasta sayısı
2.01.06.2012 tarihi ile 20.12.2012 tarihleri arasında gerçekleşen ev ziyareti
3.30 Mart-20 Aralık 2012 dönemi takip edilen toplam çift taşıyıcı evli gebe
sayısı
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
Tablo 9. 20 Aralık 2012 tarihi itibariyle çift taşıyıcı evli gebelere ait
göstergeler
1- Gebeliği Devam Edenler
109
Doğum Yapanlar
2- Gebeliği Sonlandırılanlar
102
14
3- Düşükle Sonlanan Gebelikler
14
4- Prenatal Tanıya Giden Gebe Sayısı
175
5- Randevu Tarihini Bekleyen Gebe Sayısı
6- Prenatal Tanıya Gitmeyen Gebe Sayısı
15
26
1- 20.12.2012 tarihi itibariyle gebeliği devam edenler.
2- 30 Mart 2012 tarihi ile 20 Aralık 2012 tarihi arasında gebeliği
sonlandırılanlar.
3- 30 Mart 2012 tarihi ile 20 Aralık 2012 tarihi arasında düşükle sonlanan
gebe sayısı.
4- 30 Mart 2012 tarihi ile 20Aralık 2012 tarihi arasında prenatal tanıya
giden gebe sayısı.
5- 20 Aralık 2012 tarihi itibariyle randevu tarihini bekleyen gebe sayısı.
6- 30 Mart 2012 tarihi ile 20 Aralık 2012 tarihleri arasında tanıya gitmeyen
gebe sayısı.
Tablo 10. Doğum Öncesi Tanı Göstergeleri
GÖSTERGE
BİRİM
Kişi
Kişi
Kişi
Kişi
Kişi
MEVCUT
DEĞER
175 1
26
108
59
7
ULAŞILMAK İSTENEN
PERFORMANS HEDEFLERİ
Tüm Çift Taşıyıcı Evli gebeler
0
Tüm gebeler
0
İl Hıfzıssıhha Kurul kararının uygulanması
Tanıya başvuran gebe sayısı
Tanıya başvurmayan gebe sayısı
MKÜ yapılan tanı sayısı
İl dışı merkezlerde yapılan tanı sayısı
Özel merkezlerde yapılan tanı sayısı
TARİH
Tanıya başvurmayan gebelerin gerekçelendirilmesi
Kişi
26 2
Form hazırlanarak Uygulamaya geçilmesi 2013-2017
HETKEM
Tanı Yöntemi; CVS
İşlem
sayısı
134
Kayıt altına alınması
2013-2017
HETKEM
Tanı Yöntemi; Amniyosentez
İşlem
sayısı
38
Kayıt altına alınması
2013-2017
HETKEM
Tanı yöntemi CVS/ Amniyosentez
İşlem
sayısı
3
Kayıt altına alınması
2013-2017
HETKEM
2013-2017
2013-2017
2013-2017
2013-2017
2013-2017
SORUMLU
KURULUŞ
HETKEM
HETKEM
HETKEM
HETKEM
HETKEM
39
1.30.03.2012-20.12.2012 tarihi arasında prenatal tanıya giden gebe sayısı,
2.30.03.2012-20.12.2012 tarihleri arasında tanıya gitmeyen gebe sayısı,
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
40
Tartışma ve Sonuç
Hemoglobinopati ile mücadeleye başladığımız 2010 yılı son çeyreğinde,
il sağlık müdürlüğü verilerinin yeterli olmadığı tespit edildi. İl Sağlık
Müdürlüğü ilgili birimleri, çalışma prensibi gereği, her ay tespit edilen taşıyıcı
çiftleri bakanlığa bildirmekte idi. Ancak, mevcut çift taşıyıcıların ikamet ve
iletişim adresleri, sahip oldukları sağlıklı ve hasta çocuk sayıları, gebelikte
preimplantasyon tanı yöntemlerine başvuru yapıp yapmadıkları,
tanı yöntemlerinden haberdar olup olmadıkları ve hayatta olup olmadıkları
yönünde verilerimiz bulunmuyordu. Hastalar hakkında ise, yalnızca
tedavisini ilimiz hastanelerinde sürdürenlerin bilgileri mevcut idi.
Ancak Adana ilinin yakın olması ve alışkanlıklar nedeniyle pek çok hasta
tedavisini orada sürdürüyordu. Ölüm bildirim sisteminde hemoglobinopati
seçeneği olmadığından kaybedilen hastalar kayıttan düşülemiyor ve hasta
sayısı mevcuttan daha yüksek görünüyordu.
Yapılan değerlendirme toplantıları ile tüm bu olumsuzlukların giderilmesi
amacıyla müdahale planı hazırlandı. Sosyal Hizmet mesleğinin makro
müdahale ilkeleri ışığında sorun tüm boyutları masaya yatırıldı. Genetik
geçişli yaygın bir hastalık olan hemoglobinopatinin önlenmesinde birey ve
gruplarla çalışmanın yeterli olmayacağı, toplumun her kesimini hedef alan
planlamaların yapılması gerektiği açıktı.
Bireylerle ya da gruplarla doğrudan uygulama gerçekleştiren sosyal
hizmet uzmanları, müracaatçıların karşılanmayan ihtiyaçları doğduğunda
ya da hizmetlerde boşluklar oluştuğunda toplum gelişimi etkinliklerinde
yer alırlar. Örneğin toplumda ergen yaşta hamilelikler çoğaldığında okul
sosyal hizmeti alanında çalışan uzmanlar okul sisteminde cinsellik
eğitimi programlarının hazırlanmasında rol alabilirler. Toplum çalışmasında
sosyal hizmet uzmanının etkinlikleri, bir veya daha fazla sorun için
vatandaşların organizasyonunu teşvik etmek ve harekete geçirmek,
sorunun doğasını tanımlamak, ilgili grupların çalışmalarını koordine etmek,
gerçekleştirilebilir amaçlar formüle etmek, halkla ilişkiler ve toplum eğitimi
çalışmalarının içinde olmak, araştırma yürütmek, planlama, mali kaynakları
tanımlamak, bir amaca ulaşmak için stratejiler geliştirmek ve kaynak kişi
olmaktır.(Zastrow,2004)
Rothman ve Tropman(1987:3-26)toplumla çalışma modellerinden
sosyal planlama modelinde, sosyal planlama, hem yerel hem toplumsal
düzeyde uygulanan, akılcı problem çözme metotları kullanılarak gelişme,
genişletme, sosyal hizmetlerin ve sosyal politikaların koordinasyonu
şeklinde tanımlanmaktadır.(Duyan ,Özgür ve Özbulut .2008, ss.151-152)
Sosyal hizmet mesleğinin bilgi temelinde toplumla çalışma
teorileri incelenmiş ve hemoglobinopati hastalığı ile mücadele
stratejileri belirlenmiştir. Yürütülen çalışmalar, problemin tanımlanması,
ilişkiler ağının belirlenmesi, mevcut durumun masaya yatırılması, alternatif
hizmet sunumlarının değerlendirilmesi, planlama, uygulama ve sonuçların
izlenmesi şeklinde koordine edilmiştir.
Yürütülen çalışmalarda sorun ve çözüm sürecinde etkisi olan tüm
paydaşlar belirlenerek işbirliği yapılmıştır. Çift taşıyıcı aileler, kamu ve
özel sağlık kuruluşları, üniversite, müftülük, alevi şeyhleri ve kanaat
önderleri, muhtarlar, öğretmenler, mülki amirler, kamu kurumları,
belediyeler, talasemi derneği, tabip odası ve gönüllülerin katılımı ile çözüm
önerileri geliştirilmiş ve süreç sosyal hizmetin toplumla çalışma modelleri
ışığında koordine edilmiştir.
Çalışmalar esnasında, ilimiz halkının talasemi hastalığı hakkında yeterli
bilgiye sahip olmadığı ancak verilen eğitimler sonrasında konuya
hassasiyetin arttığı gözlenmiştir. Çalışmalar ilimiz idarecileri tarafından
sahiplenilmiş ve çalışmalara güç katmıştır. İlimiz valisi ve eşleri Sayın
Zehra LEKESİZ toplantı ve ev ziyaretlerine bizzat katılarak çalışmalarımızı
desteklemiştir. İlimizin bölgesel farklılıkları göz önünde bulundurularak dini
liderler konu hakkında bilgilendirilmiş ve destekleri istenmiştir. İlimizin sıcak
iklim kuşağında olması, günde dört aile ziyareti yapmayı güçleştirmiştir.
Ancak her yıl 8 ile 18 arası hasta bebek doğumunun gerçekleştiği ilimizde,
önleme çalışmalarının gerekliliğine olan inancımız artmıştır. Hatay ilinde
yürütülen hemoglobinopati çalışmalarının nihai amacı 2017 yılında hasta
bebek doğumunun sıfır olması amaçlanmış ve uygulamaya konulmuştur.
Kaynaklar
1. Arcasoy A.Canatan D. Dünyada ve Türkiye’deTalasemi ve
Hemoglobinopatiler. In:Arcasoy A,Canatan D,Köse M,Üstündağ M.Eds.
Hemoglobinopati ve Talasemi,Önlem,Tanı,Tedavi Antalya:Siyah Grafik
Matbaacılık Ltd. St:2002:13-17
2. Altunsu T.5.Uluslararası Talasemi Yaz Okulu Bilimsel Kitabı.2008
3. Bozkurt G.Thalassemia prevention and control program of in the
Turkısh Republic Nothern Cyprus.In: Bozkurt G.2nd International
Thalassemia Summer School,01-05 Aprıl 2002 Girne KKTC. P.41
4.Canatan D. Köse M.Üstündağ M.Haznedaroğlu D.Ozbaş S.
Hemoglobinopathy Control Program in Turkey.Community Genet
2006:9:124-6
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
T.C.
5.Canatan D.5.Uluslararası Talasemi Yaz Okulu.2008. Antalya/Turkey
Kurs Kitabı s.18
6. Duyan V. Sayar ÖÖ.,Özbulut M. Sosyal Hizmeti Tanımak ve Anlamak
2008
7. Genelge.Hemoglobinopati Kontrol Programı Genelgesi 2005\62
8. Gümrük F.Altay Ç. Talasemiler Hacettepe Katkı Dergisi.1995:16:7-326
9. Özsoylu S,Sahinoğlu M.Haemoglobinopathy, Survey in an Eti.Turk village.Hum.Hered.1975;25(1):50-9
10. Zastrow, C. Introduction to Social Welfare. Eight Edition. USA
Thomson Brooks/Cole 2004
11. WHO.Guidelines fort he control of hemoglobin disorders.In:Model
B(ed)World Health Organization Hereditary Disease Programme.
Document of the vilt annual meeting of WHO working group on
hemoglobinopathies,Sardinia,1989,(WHO/HDP/GL/94.1)1994.pp.1-62
12. web.www.talasemi federasyonu.org.tr
41
Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Hasta Hakları ve Tıbbi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı
Tel: 0312 324 33 28
E-Posta [email protected]
T.C.

Benzer belgeler