Giriş - Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi

Transkript

Giriş - Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi
 ESKISEHIR OSMANGAZI UNIVERSITY JOURNAL OF ECONOMICS AND ADMINISTRATIVE SCIENCES CİLT / VOL: 9 SAYI / NO: 2 AĞUSTOS / AUGUST 2014 ISSN 1306‐6730 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ ESKISEHIR OSMANGAZI UNIVERSITY JOURNAL OF ECONOMICS AND ADMINISTRATIVE SCIENCES Sahibi Üniversite Adına Prof. Dr. Hasan Gönen (Rektör) Editör Prof. Dr. Sami Taban Editör Yardımcıları Doç. Dr. Sıtkı Çorbacıoğlu Doç. Dr. Semih Bilge Danışma Kurulu Prof.Dr. Ferruh Çömlekçi(Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. Birol Akgün (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Beyhan Ataç (Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. Burhan Aykaç (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet Bahtiyar (Kocaeli Üniversitesi) Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Ömer Çaha (Fatih Üniversitesi) Prof. Dr. B. Zafer Erdoğan (Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. Güliz Ger (Bilkent Üniversitesi) Prof. Dr. Yalçın Karatepe (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Hikmet Kavruk (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. İsmail Kayar (Erciyes Üniversitesi) Prof.Dr. Fazıl Tekin (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi) Prof. Dr. Erdener Kaynak (Pennsylvania State Üniversitesi) Prof. Dr. Tamer Koçel (İstanbul Kültür Üniversitesi) Prof. Dr. Ersin Onulduran (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Şükrü Özen (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Prof. Dr. Mahmut Paksoy (İstanbul Kültür Üniversitesi) Prof. Dr. Şevket Pamuk (Boğaziçi Üniversitesi) Prof. Dr. Necla Pur (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Selahattin Turan (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi) Prof. Dr. İşaya Üşür (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Erinç Yeldan (Bilkent Üniversitesi) Prof. Dr. Cengiz Yılmaz (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) Yayın Kurulu Prof. Dr. Sami Taban Prof. Dr. Ömer Adil Atasoy Prof. Dr. Ömer Torlak Prof. Dr. Özcan Dağdemir Prof. Dr. Selami Sezgin Prof. Dr. Ali Çelikkaya Doç. Dr. Sıtkı Çorbacıoğlu Doç. Dr. Semih Bilge Doç. Dr. Cenap Çakmak Doç. Dr. Murat Kiracı Doç. Dr. Ahmet Öztürk Prof. Dr. Nuray Girginer Dergi Sekreteryası Arş. Gör. Mehmet Şengür Arş. Gör. Duygu Şengül Çelikay Arş. Gör. Gülşah Topuz [email protected] http://iibf.ogu.edu.tr/dergi/index.htm ESOGU İİBF Meşelik Kampüsü 26480 ESKİŞEHİR Tel: 0 222 2292523‐2393750/1732‐1746 Faks: 0 222 2292527 Kapak ve Sayfa Tasarımı Öğr. Gör. Cemalettin Yıldız Dizgi Arş. Gör. Mehmet Şengür Arş. Gör. Taner Sekmen Arş. Gör Dürdane Küçükaycan Arş. Gör. Veysel Tekdal Arş. Gör. Yılmaz Köprücü Basım Yeri Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Basımevi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi yılda üç kez Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında yayınlanan hakemli bir dergidir. Dergide yer alan yazılar kaynak gösterilmeksizin kısmen ya da tamamen iktibas edilemez. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Derginin elektronik versiyonuna http://iibf.ogu.edu.tr/dergi adresinden ulaşılabilir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi EconLit, EBSCO ile Akademia Sosyal Bilimler İndeks (ASOS Index)’leri tarafından indekslenmekte ve TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı tarafından taranmaktadır. ISSN 1306‐6730 Yayın No: 243 Editörden Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisinin Ağustos 2014 sayısını sizlerin beğeninize sunmanın mutluluğu içerisindeyim. Bu sayımızda, beğeneceğinizi umduğumuz birbirinden ilginç toplam dokuz makale yer almaktadır. Dergimizin bu sayısına makale yollayarak bilim dünyasına katkıda bulunan değerli araştırmacı ve akademisyenlere öncelikli olarak teşekkür ediyorum. Ayrıca, dergimize gönderilen çalışmaları değerlendiren, görüş, öneri ve eleştirileriyle çalışmaların daha nitelikli hale gelmesine katkı sağlayan değerli hakemlerimize de teşekkürü bir borç biliyorum. Bunların dışında, özveri ile çalışan alan editörlerine, yayın kurulu üyelerine, Dergi’nin dizgi ve sekreterliğinde görev alan çalışma arkadaşlarıma da şükranlarımı sunuyorum. Dergiyi zamanında ve hatasız bir şekilde çıkarabilmenin gayretini ortaya koyan basımevi çalışanları da teşekkürü hak edenler arasındadır. Gelecek Aralık 2014 sayısı için akademisyen ve araştırmacılarımızın değerli çalışmalarını bekliyor, bu sayımızda yer alan çalışmaların okuyuculara ve akademi dünyasına faydalı olmasını diliyorum. Prof. Dr. Sami Taban Editör AĞUSTOS 2014 3 Dergimizin bu sayısına gönderilen makaleleri değerlendiren hakemlerimize teşek‐
kürlerimizi sunarız. Prof. Dr. Abdülkadir Baharçiçek İnönü Üniversitesi Prof. Dr. Abdülkadir İlgen Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Erkan Özata Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Fatih Temizel Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Kemal Yıldırım Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Mehpare Tokay Argan Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa Kemal Beşer Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa Özer Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Nurhan Aydın Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Oğuzhan Başıbüyük Polis Akademisi Doç. Dr. Rahmi Deniz Özbay Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Şafak Aksoy Akdeniz Üniversitesi Doç. Dr. Tayfur Bayat İnönü Üniversitesi Prof. Dr. Tevfik Güran İstanbul Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Umut Koç Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Doç. Dr. Yasemin Özdemir Sakarya Üniversitesi 4 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Sayfa Reel Çıktıdaki Dalgalanmalar Geçici mi yoksa Kalıcı mı? OECD Ülkeleri için Bir Panel Veri Analizi
Ethem ESEN Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkinin Panel Regresyon Yöntemiyle İncelenmesi Bedriye TUNÇSİPER Ömer Faruk BİÇEN 7 25 Disiplinler Arası Bir Saha Olarak İktisadi Arkeoloji:
Yöntemi ve Alt Disiplinleri
İbrahim BAKIRTAŞ
Güner TUNCER
Ümit YİĞİT
47 Sosyal Sermayenin İşgücü Piyasası Üzerine Etkileri:
Panel Nedensellik Analizi
Cemil Serhat AKIN Cengiz AYTUN 65 Tüketicilerin Fiyat Hatırlama Doğruluğu ile İlişkili
Faktörlerin Belirlenmesi
Kalender Özcan ATILGAN 81 AĞUSTOS 2014 İÇİNDEKİLER 5 Duygusal Emek ile İş Tatmini Arasındaki İlişkide Psikolojik Sermayenin Aracılık Rolü: Bir Alan Çalışması
Durdu Mehmet BİÇKES
Celal YILMAZ
Özgür DEMİRTAŞ
Ayşegül UĞUR
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, Uygulanması ve Etkileri
Hacı DURU
Mehmet YİĞİT
Karl Marx and Ralf Dahrendorf: A Comparative Perspective on Class Formation and Conflict
İdris GÜÇLÜ Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI) ve Nakit Katma Değer (CVA) Yöntemi: Borsa İstanbul’da İşlem Gören Çimento Firmaları Üzerine Ampirik Bir Uygulama
Ulaş ÜNLÜ 6 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ 97 123 151 169 Reel Çıktıdaki Dalgalanmalar Geçici mi yoksa Kalıcı mı? OECD Ülkeleri için Bir Panel Veri Analizi Ethem ESEN Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, İİBF İktisat Bölümü [email protected] Reel Çıktıdaki Dalgalanmalar Geçici mi yoksa Kalıcı mı? OECD Ülkeleri için Bir Panel Veri Analizi Özet Konjonktür dalgalanmalarının klasik görüşüne göre, reel çıktıdaki dalgalanmalar trendden geçici sapmalardır. Bu çalışmanın amacı, OECD ülkelerindeki çıktı dalgalanmalarının geçici mi yoksa kalıcı mı olduğunu incelemektir. Bu amaç‐
la, 1975’den 2012’ye kadar olan dönem için Choi (2001), Demetrescu vd. (2006) ve Constantini ve Lupi (2013) tarafından savunulan panel birim kök testleri, 27 OECD ülkesinin kişi başına reel GSYH verisine uygulanmıştır. Panel birim kök testlerin‐
den elde edilen ampirik sonuçlar, ülkelerin geneli için kişi başına reel GSYH’nin durağan olduğunu işaret etmektedir. Bu bulgular, OECD ülkelerin‐
deki GSYH dalgalanmalarının geçici olduğunu ifade etmektedir. Anahtar Kelimeler: Kişi Başına Reel GSYH, Panel Birim Kök Testleri, Makroekonomik Politika. Are Real Output Fluctuations Transitory or Permanent? A Panel Data Analysis for OECD Countries Abstract According to the Classical view of business cycle, fluctuations in real output represent temporary deviations from trend. The aim of this paper is to examine whether output fluctuations are transi‐
tory or permanent in OECD countries. For this purpose three panel unit root tests advocated by Choi (2001), Demetrescu et al. (2006), and Constantini and Lupi (2013) are applied to per capita real GDP data for 27 OECD countries over the period 1975 to 2012. The empirical results from panel unit roots tests indicate that per capita real GDP for the entire countries are stationary. These findings imply that GDP fluctu‐
ations in OECD countries are overall transitory. Keywords: Per Capita Real GDP, Panel Unit Root Tests, Macroeconomic Policy. 1. Giriş Kişi başına reel gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) gibi önemli makroekonomik değiş‐
kenlerin dinamik özelliklerinin incelenmesi; makroekonomi politikalarının, ekono‐
metrik modellemenin ve geleceğe yönelik makroekonomik öngörülerin analiz edilmesi için önemlidir. Nelson ve Plosser’in (1982) çalışmasından günümüze ka‐
dar birçok araştırmacı önemli makroekonomik verilerin durağan olup olmadığını araştırmışlardır. Bu kapsamda reel çıktı düzeylerinin zaman içerisinde gösterdikleri ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 7‐ 23 7 değişimler hem araştırmacıların hem de politika yapıcıların öncelikli araştırma konularından biri haline gelmiştir. Bu durum özellikle şokların reel çıktı düzeyleri üzerindeki etkilerinin geçici olup olmadığının tespit edilmesi açısından önemlidir. Konjonktür dalgalanmalarının geleneksel görüşüne göre, çıktıdaki dalgalanmalar ekonominin doğal oranından geçici sapmalardır ve çıktıdaki dalgalanmaların önce‐
likli olarak para politikası ve maliye politikası gibi toplam talep şokları tarafından ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Bu durumda çıktıdaki dalgalanmaların ekonomi üzerinde sadece geçici bir etkisinin olduğu ve uzun dönemde ekonominin doğal oranına döneceği ifade edilmektedir (Campbell ve Mankiw, 1987: 876). Bu bağ‐
lamda, konjonktür dalgalanmaları, deterministik bir trend etrafındaki durağan dalgalanmalar olarak görülmekte ve reel çıktı, trend durağan olarak açıklanmakta veya eski haline dönen bir süreç olarak ifade edilmektedir (Guloglu ve Ivrendi, 2010: 381). Bu nedenle Neo‐Klasik makroekonomik görüş ile tutarlı olarak, GSYH şokunun üstesinden gelmek için para ve maliye politikaları uygulamalarına hiç ihtiyaç yoktur. Çünkü GSYH dalgalanmaları uzun dönemde doğası içinde düzel‐
mektedir (Chang vd., 2014: 380). Öte yandan, reel GSYH stokastik bir trend izliyor‐
sa, reel şokların ekonomi üzerinde kalıcı etkileri vardır ve bu durumda GSYH’nin uzun dönem patikası belirsizdir (Fleissig ve Strauss, 1999: 675). Kişi başına reel GSYH’nin trend durağan süreç mi yoksa fark durağan süreç mi ol‐
duğuna ilişkin olarak; kişi başına reel GSYH serilerinde birim kök boş hipotezinin reddedilmesi, serilerin durağan olduğunu göstermektedir. Bu da kişi başına reel GSYH’nin durağan bir büyüme oranı izlediğini göstermektedir. Dolayısıyla bu du‐
rumda uygulanan makroekonomik politikaların yarattığı şokların geçici etkilerinin olduğu ifade edilebilir. Aksine, reel çıktıda bir birim kökün varlığı, konjonktür dal‐
galanmaları deterministik bir trend etrafındaki durağan dalgalanmalardır görüşü ile tutarlı olmayan bir durumdur. Eğer bu şekilde seriler düzeylerinde durağan değilse ve herhangi bir şok almışlarsa veya politika müdahalelerine maruz kalmış‐
larsa, bundan sonra seriler ortalama patikalarına dönmeyeceklerdir. Bunun yerine, seriler patikadan uzaklaşacaklardır ve böylece kalıcı şoklar ekonominin büyüme patikasını değiştirebilecektir. Üstelik böyle serileri regresyon modellemesinde kullanmak, yanlış istatiksel test sonuçlarını ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle eko‐
nomik analiz yapanlar ve politika yapıcılar, incelenen ekonominin kişi başına reel GSYH’sinde bir birim kökün ve dolayısıyla durağansızlığın var olup olmadığını ince‐
lerler (Murthy ve Anarou, 2009: 2493). Bu çalışmanın temel amacı, 27 OECD ülkesinin kişi başına reel GSYH’sinin durağan olup olmadığını ortaya koymaktır. Böylece, elde edilen sonuçlar bu ülkelerde uy‐
gulanacak politikaların kalıcı etkilerinin olup olmadığı konusunda araştırmacılara ve politika uygulayıcılarına fikir verebilecektir. Bu amaçla çalışmada Choi (2001), Demetrescu vd. (2006) ve Constantini ve Lupi (2013) tarafından geliştirilen panel birim kök testleri uygulanacaktır. Çalışma şu şekilde organize edilmiştir: Çalışma‐
8 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ nın ikinci kısmında çeşitli ülke gruplarının kişi başına reel GSYH’lerinin durağan olup olmadığına ilişkin literatürdeki ampirik çalışmalar ele alınmıştır. Üçüncü kı‐
sımda, çalışmada uygulanan ampirik metodoloji açıklanmıştır. Çalışmanın dördün‐
cü kısmında, çalışmada kullanılan veriler tanıtılıp, ampirik sonuçlar ortaya konul‐
muştur. Beşinci kısım ise, sonuç bölümünü oluşturmaktadır. 2. Literatür Taraması Literatürde gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin kişi başına reel GSYH serile‐
rinin zaman içindeki değişimlerini inceleyen birçok ekonometrik çalışma vardır. Tek bir ülkenin ele alındığı birim kök testleri ve birden fazla ülkenin ele alındığı panel birim kök testleri seçilen ülke veya ülke gruplarına, seçilen döneme ve de teste bağlı olarak farklı sonuçlar ortaya koymuşlardır. Nelson ve Plosser’a (1982) kadar reel çıktının deterministik bir trend etrafında geçici dalgalanmalar olarak modellenmesi ampirik çalışmalarda olağan hale gel‐
miştir. Nelson ve Plosser (1982), reel çıktıda bir birim kökün varlığının, konjonktür dalgalanmalarının bir deterministik trend etrafındaki durağan dalgalanmalardır görüşü ile uyumlu olmadığını ifade etmişlerdir. Nelson ve Plosser (1982), ADF test‐
lerini kullanarak, reel gayrisafi milli hasılayı (GSMH) içeren ABD’nin 1909‐1970 uzun dönem makro serilerinin 14’ünden 13’ü için birim kök boş hipotezini red‐
detmeyerek, reel çıktının durağan olmayan stokastik bir süreç ile uyumlu olduğu‐
nu ifade etmişlerdir. Böylece Nelson ve Plosser’a göre, reel çıktıya olan şokların kalıcı etkileri vardır. Nelson ve Plosser’ın (1982) çalışması gibi, reel çıktıda birim kökün var olduğunu ve serilerin durağan olmadığını ifade eden birçok çalışma vardır. Bu çalışmalardan Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) ilişkin, Campbell ve Mankiw (1987), 1947’den 1985’e kadar olan dönem için ABD reel GSMH verisini kullanarak konjonktür dal‐
galanmalarının geleneksel görüşünü sorgulayarak çıktıdaki dalgalanmaların trend‐
den geçici sapmalar olup olmadığını araştırmışlar ve ekonomide ortaya çıkan şok‐
ların kalıcı olduğunu ifade etmişlerdir. Benzer şekilde Murray ve Nelson (2000), ABD’nin 1870‐1994 arası reel GSYH verisinin trend durağan olmadığını ifade etmiş‐
lerdir. GSYH serilerinin durağan olmadığına ilişkin benzer sonuçları Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri için Rapach (2002) elde etmiştir. Rapach, OECD ülkeleri için reel GSYH ve kişi başına reel GSYH’nin birim kök özelliklerini dört farklı panel birim kök testi uygulayarak incelemiş ve serilerin durağan olmadığı sonucu‐
nu bulmuştur. Öztürk ve Kalyoncu (2007), 27 OECD ülkesinin kişi başına reel GSYH’sinin 1950‐2004 dönemi için durağanlığını incelemişlerdir. Çalışmada uygu‐
lanan Im vd. (IPS) (1997) tarafından geliştirilen test ile elde edilen sonuçlara göre, OECD ülkeleri arasında kişi başına reel GSYH durağan değildir. Çınar (2010), 1960‐
2008 dönemi için 27 OECD ülkesinin reel kişi başına GSYH panel verileriyle her ülke AĞUSTOS 2014 9 için durağanlığı test etmiştir. Çalışmada, uygulanan panel SURADF ve CADF testleri ile OECD ülkelerinin panel serilerinin durağan olmayan süreç karakteristiğine sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bunun yanında diğer ülkeler için yapılan çalışmalarda da birim kökün varlığına ilişkin bulgular elde edilmiştir. Chang vd. (2006), 1980’den 2004’e kadar olan dö‐
nem için 47 Afrika ülkesinin reel GSYH verilerini Breuer vd. (2001) tarafından geliş‐
tirilen panel SURADF testlerini kullanarak incelemişler ve ülkelerin üçte ikisinde kişi başına reel GSYH düzeylerinde bir birim kökün var olduğunu bulmuşlardır. Zhang vd. (2007), 1952‐1998 dönemi için 25 Çin vilayetinin kişi başına reel GSYH verilerini Chang vd. (2006) gibi, Breuer vd. ’nin (2001) Panel SURADF testini kulla‐
narak incelenmişlerdir. Elde edilen sonuçlar; 4 vilayet dışında, çalışılan bütün vila‐
yetler için kişi başına reel GSYH’nin durağan olmadığını göstermiştir. Guloglu ve Ivrendi (2010), 19 Latin Amerika ülkesi için 1965’den 2004’e kadar olan dönemi kapsayan çalışmalarında kişi başına reel çıktının zaman serisi özelliklerini incele‐
mişlerdir. Çalışmada uygulanan SURADF ve CADF panel birim kök testleriyle elde edilen sonuçlar, Latin Amerika ülkelerindeki reel çıktının, fark durağan bir süreç tarafından karakterize edildiğini ve çıktı dalgalanmalarının kalıcı olduğunu göster‐
mektedir. Furuoka (2011), Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliğinin (ASEAN) 9 ülkesinin kişi başına reel GSYH’sini 1970‐2007 dönemi için incelediği çalışmasında birinci ve ikinci jenerasyon panel birim kök testleri uygulamıştır. Furuoka (2011), ikinci jene‐
rasyon panel birim kök testlerinin sonuçlarına göre, kişi başına reel GSYH’nin du‐
rağan olmayan bir süreç tarafından karakterize edildiği sonucunu bulmuştur. Öte yandan literatürde birtakım diğer çalışmalar da birim kök hipotezinin reddi yönünde bulgular ortaya koymuşlardır. Cheung ve Chinn (1996), ABD’nin 1869‐
1996 dönemi GSMH verisini kullanarak, birim kök boş hipotezini reddederek, trend durağan bir süreci kabul etmişlerdir. Strauss (2000), ABD’nin 1929‐1995 dönemi için kişi başına reel gelirin zaman içindeki değişimini test ettiği çalışmasın‐
da, Abuaf ve Jordan (1990), Levin ve Lin (1993) ve Im vd. (1996) panel birim kök testleriyle kişi başına reel gelirin trend durağan olduğunu bulmuştur. Yine ABD’nin reel GSYH verisini ele alarak Papell ve Prodan (2004), 1870‐1998 dönemi için birim kök boş hipotezini reddetmişlerdir. Fleissig ve Strauss (1999), 15 OECD ülkesinin 1900‐1987 dönemi için kişi başına reel GSYH verilerini ve panel tabanlı birim kök testleri kullanarak, OECD ülkeleri için kişi başına reel GSYH’nin trend durağan ol‐
duğunu bulmuşlardır. Hadri ve Rao (2009) da, OECD ülkelerinin 14 makroekono‐
mik değişkenin durağanlığını inceledikleri çalışmalarında, reel GDP’nin durağanlı‐
ğına ilişkin bulgular elde etmişlerdir. Afrika ülkelerinde de kişi başına reel GSYH’nin durağan olduğunu gösteren çeşitli çalışmalar vardır. Chang vd. (2005), 1960‐2000 dönemi için seçilmiş 26 Afrika ülke‐
si için kişi başına reel GSYH’nin zaman içindeki değişimini Leybourne vd. (1998) tarafından geliştirilen birim kök testini kullanarak araştırmışlar ve ülkelerin üçte 10 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ birinden fazlası için birim kök sürecinin boş hipotezini reddetmişlerdir. Murthy ve Anoruo (2009), 1960’dan 2007 yılına kadar olan dönemde 27 Afrika ülkesindeki kişi başına reel GSYH serilerinin durağan olup olmadığını Kapetanios vd. (2003) tarafından geliştirilen birim kök testlerini kullanarak incelemişler ve ülkelerin üçte birinde serilerin durağan olduğunu ortaya koymuşlardır. Chang vd. (2014), Afrika ülkelerindeki GSYH şoklarının geçici mi yoksa kalıcı mı olduğunu inceledikleri ça‐
lışmalarında, 1969’dan 2011’e kadar olan dönem için 52 Afrika ülkesinin kişi başı‐
na reel GSYH verisine Panel KSS testini kullanan Sıralı Panel Seçim Yöntemi (Sequ‐
ential Panel Selection Method) (SPSM) uygulamışlardır. Elde edilen sonuçlar 52 Afrika ülkesinin 50’sinde kişi başına reel GSYH’nin durağan olduğunu göstermiştir. Bu çalışmaların yanında diğer ülke grupları için de reel çıktının durağan bir süreç izlediğini destekleyen çeşitli çalışmalar vardır. Li (2000), 1952‐1998 dönemi için Çin’in reel GSYH’si ve onun sektörel bileşenlerinin verisinin durağan bir süreç ola‐
rak modellenip modellenemeyeceğini araştırdığı çalışmasında, Çin’in reel çıktı zaman serilerini trend durağan olarak bulmuştur. Aynı döneme ilişkin, Narayan (2004), 24 Çin vilayetinin reel GSYH ve kişi başına reel GSYH verilerini Im vd. (2002) tarafından geliştirilen Lagrange çarpan (LM) panel birim kök testini kullanarak incelemiştir. Narayan’ın çalışmasında (2004) reel GSYH ve kişi başına reel GSYH serilerinin durağan süreçler olduğu sonucuna varılırken; Smyth ve Inder’in (2004), 25 Çin vilayetinin kişi başına reel GSYH verilerini kullanarak birim kök hipotezini test ettikleri çalışmalarında, birim kökün varlığı üzerine karışık sonuçlar elde edil‐
miştir. Narayan (2008), 15 Asya ülkesinin 1950‐2002 arası dönemdeki kişi başına reel GSYH’lerinin panel durağan olup olmadığını incelemiştir. Sonuçlar, Asya ülke‐
lerinin farklı panelleri için büyük ölçüde kişi başına reel GSYH’nin panel durağan olduğunu göstermektedir. 17 Asya ülkesi için Tiwari vd. (2012) de, kişi başına GSYH’nin durağan olduğu sonucunu uyguladıkları ikinci jenerasyon birim kök test‐
leriyle 1950‐2009 dönemi için elde etmişlerdir. Narayan (2007), 1870‐2001 döne‐
mi için G7 ülkelerinin kişi başına reel GSYH’lerinin birim kök özelliklerini incelemiş‐
tir. Lee ve Strazicich (2003) tarafından geliştirilen LM testi kullanılan çalışmada, İtalya ve Almanya hariç, diğer ülkeler için birim kök boş hipotezinin reddedildiği belirtilmiştir. Chen’in (2008), gelişmiş 19 ülke için 1870’den 2003’e kadar olan dönemi incelediği çalışmasında da Lee ve Strazicich’in (2003) LM birim kök testi uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar, konjonktür dalgalanmaları deterministik bir trend etrafındaki durağan dalgalanmalardır görüşü ile tutarlıdır. Shen vd. (2013), 9 Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini ele aldıkları çalışmalarında, Chortareas ve Kapeta‐
nios (2009) tarafından geliştirilen Sıralı Panel Seçim Yöntemini (SPSM) uygulamış‐
lardır. Yazarlar çalışmalarında 6 ülke için kişi başına reel GSYH’nin sabit bir büyüme oranı izlediğini ve politika uygulamalarının geçici etkilerinin olduğunu belirtmişler‐
dir. AĞUSTOS 2014 11
3. Metodoloji Zaman serileri ekonometrik literatüründe ADF testi gibi geleneksel birim kök test‐
lerinin güçlerinin düşük olduğuna ilişkin genel bir görüş birliği vardır. Bir birim kö‐
kü test ederken gücü artırmanın yolu, panel verisi kullanmaktır. Çünkü panel birim kök yaklaşımları, tek değişkenli zaman serileri testlerine göre daha çok güce sahip‐
tirler (Baltagi, 2005). Bu bakımdan bu çalışmada birim kök testinin gücünü artır‐
mak için panel veri analizi kullanılacaktır. Değişik birçok panel birim kök testi var‐
dır. Kişi başına reel GSYH’nin durağan olup olmadığının incelendiği çalışmada Choi (2001), Demetrescu vd. (2006) ve Constantini ve Lupi (2013) tarafından geliştirilen panel birim kök testleri uygulanacaktır. Bu üç testin ortak noktası, bireysel zaman serilerinden Genişletilmiş Dickey‐Fuller (ADF) testinden elde edilen p‐değerlerini birleştirmesidir. Kayıp değerler herhangi bir bireysel serinin ortalarında olmadığı sürece, yöntem araştırmacılara dengesiz panel veriyi kullanım imkânı sağlamaktadır. Diğer bir ifadeyle bu üç test için, kayıp değerler bireysel serilerin başlangıcında veya sonunda olmak koşuluyla dengesiz panel kullanılabilir. Bireysel p‐değerlerini birleştirmenin diğer bir avantajı, paneli oluşturan her bir seri için stokastik ve stokastik olmayan bileşenlerin farklı belirle‐
nimine izin vermesidir. Son olarak, üç test de birim kök boş hipotezini, en az bir zaman serisi durağan değildir, alternatifine karşı test etmektedir (Yıldırım vd. 2013: 810). Choi testi (2001), birinci jenerasyon panel birim kök testlerinden biridir. Birinci jenerasyon panel birim kök testleri yatay kesit bağımlılığını dikkate almamaktadır. Dolayısıyla Choi testi (2001) de, panel birimleri arasında yatay kesit bağımsızlığını varsaymıştır. Choi (2001), Maddala ve Wu (1999) gibi Fisher tipi bir testtir. Choi’nin (2001) p‐değerlerini kullanarak önerdiği test istatistiği şu şekildedir: p  2 i 1 ln pi
N
Bu test, panel verideki birim kökü test etmek için her bir yatay‐kesit i için birim kök testlerinden p‐değerlerini birleştirir. Burada, 2 ln pi ’nin 2 serbestlik dereceli  2  ln p bu durumda 2N serbestlik dereceli 
dağılımı vardır ve 2
i
2
dağılımı gös‐
terir. Choi (2001), Fisher’in ters ki‐kare test istatistiği, p, yanında, ters normal testi (veya diğer adıyla Z testi) de önermiştir. Z testi şu şekildedir: Z
1
N

N
i 1
 1 ( pi ) (1) ayrı p‐değerleri olduğunda, probitler  1 ( pi ) olarak tanımlanır. Burada,  ( ) standart normal birikimli dağılım fonksiyonudur. 0  pi  1 olduğu 12 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ için,  1 ( pi ) N(0,1) standart normal dağılıma sahip rassal değişkendir ve bütün i’ler için Ti   olduğunda, Z  N (0,1) ’dir (Baltagi, 2005: 245). Demetrescu vd. (DHT) (2006) tarafından geliştirilen ikinci jenerasyon panel birim kök testi, yatay kesit bağımlılığını dikkate almaktadır. Diğer bir ifadeyle, Demetres‐
cu vd. (2006), zaman serisi test istatistikleri arasındaki bağımlılığı modellemişler‐
dir. Demetrescu vd. (2006)’nın yaklaşımı, Choi (2001) tarafından kullanılan ters normal metodun uzantısıdır ve paneldeki birim kökün boş hipotezini durağanlık alternatifine karşı test etmektedir (Caporale, ve Hanck, 2010: 210). DHT testi, ADF birim kök testlerinin her bir (bireysel) p‐değerlerinden elde edilen probitleri birleştirmektedir. Demetrescu vd. (2006)’ya göre, yatay‐kesit bağımlılığı, bir bağımlılık olarak p‐değerlerinde ortaya çıkar ve probitler arasındaki bir korelas‐
yon olarak ifade edilebilir. Demetrescu vd. (2006) probitler arasında sabit bir kore‐
lasyonu, Hartung (1999)’un yaklaşımını kullanarak ele almışlardır. Buna göre, ko‐
varyansın korelasyona eşit olduğu durumda C ov(ti , t j )   , i  j , i, j  1,..., N ( N paneldeki zaman serilerinin sayısıdır) ve probitlerin ti   1 ( pi ) olduğu du‐
rumda, Hartung (1999)’un modifiye edilmiş test istatistiği şu şekildedir: 
*
t( , ) 

Burada ˆ  1 
N
i 1
i ,   

i2  
N
i 1
i
2
i ti

N
2

  i 1 i2   ˆ *  
1  ˆ *  

N 1


ağırlıkları 1
N 
1
t 

i 1  i
N 1
N

N
i 1
göstermekte, (2) 1


, ˆ  ,  N 1 
ˆ *  max  
2

 i 1 ti  ve  >0 küçük örneklemlerde anlamlılık N
düzeyini ayarlayan bir katsayıdır. Demetrescu vd. (2006), panel birim kök testle‐
rindeki probitler arasındaki sabit korelasyon varsayımından belirli sapmalar için 
testin performansının güçlü olduğunu ifade etmişlerdir. t (  * ,  ) test istatistiği, panel birim kök boş hipotezi altında standart normal dağılımı izlemektedir. Üstelik deneysel zeminde Demetrescu vd. (2006), modifiye edilmiş ters normal yöntemi‐
nin ilişkili panellerde ADF testlerine uygulandığında, oldukça güvenilir olduğuna ilişkin bulgular sağlamıştır. DHT testi, test istatistiğinin büyük negatif değerleri için boş hipotezi reddetmektedir (Kappler, 2009: 536). Constantini ve Lupi (2013), Hansen’in (1995) CADF testini küçük paneller için ge‐
nişletmişlerdir. Constantini ve Lupi (2013), p‐değerlerini standart ADF testlerinden ziyade, Hansen’in (1995) Eş‐Değişkenli Genişletilmiş Dickey Fuller (CADF) testinden AĞUSTOS 2014 13
elde ederek, Choi ve DHT birim kök testlerini detaylandırmışlardır. Bundan dolayı testin ismini pCADF olarak isimlendirmişlerdir. Standart ADF yerine Hansen’in (1995) CADF’sinin kullanılmasının nedeni, ilgilenilen değişkene bağımlı olan dura‐
ğan eş‐değişkenlerde somutlaşmış (şekillendirilmiş) bilgiyi kullanan daha kuvvetli bir test elde etmektir. Hansen (1995) standart ADF tipi bir veri üretici süreç (data generating process) (DGP) ile başlar (Constantini ve Lupi, 2013: 277): yt  dt  st , a( L)st   st 1  vt , vt  b( L)(xt   x )  et . Burada (3) dt deterministik terim, L gecikme operatörü ve gecikme polinomu da a( L)  (1  a1 L  a2 L2  ...  a p Lp ) şeklindedir. Böylece, DGP’deki vt ’nin eş‐
değişkenle genişletilmiş hali eşitlik 3’de gösterilmiştir. Eşitlik 3’de olduğunda b( L)  (b0 L
0
q1 gecikmeler  ...  bq1 Lq1 ) gecikme polinomudur. xt , durağan eş‐
değişken ve  x onun beklenen değeridir. Test istatistiğinin dağılımı standart Wie‐
ner süreci tarafından belirlenir. , ve arasındaki uzun dönem korelasyon karesidir. Daha sonra pCADF testi, Choi testinde olduğu gibi, doğrudan bireysel CADF testlerinden p‐değerlerini birleştirmektedir veya yatay kesit bağımlılığı olan paneller için DHT testindeki gibi p‐değerlerini modifiye etmektedir. pCADF testin‐
de Hartung’un (1999) modifikasyon yöntemi, Pesaran (2004) tarafından öne sürü‐
len yatay kesit bağımlılığı testinin p‐değeri belirli bir eşik değerin altında olduğu durumda (genellikle bu düzey 0,10 olarak alınır) uygulanır (Lupi, 2011: 6). Constantini ve Lupi (2013) ve Lupi (2011), Hansen’in CADF testindeki durağan eş‐
değişkenler olarak üç alternatifin kullanılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Birincisi, diğer serilerin ortalamasının birinci farkının durağan eş‐değişken olarak kullanılabi‐
leceğidir. İkincisi, bütün bireysel serilerin temel bileşeninin farkının kullanılabile‐
ceğidir. Üçüncüsü ise, ekonomik faktörlerden dolayı (due to economic considera‐
tions) durağan bir serinin farkının seçilebileceğidir. İkinci durumda, bireysel seriler arasındaki temel bileşeni kullanan pCADF testi, otomatik olarak yatay kesit bağım‐
lılığını dikkate alır. Bu nedenle, Hartung’un (1999) modifikasyonuna olan ihtiyaç sona erer (Yıldırım vd. 2013: 812). 4. Veri Seti ve Ampirik Sonuçlar Çalışmada 1975‐2012 dönemi için 27 OECD ülkesinin yıllık kişi başına reel GSYH verileri kullanılmıştır. Çalışmada kullanılan veriler Dünya Bankası’nın “World Deve‐
14 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ lopment Indicator” veri tabanından elde edilmiştir. Çek Cumhuriyeti, Estonya, İsviçre, Polonya, Slovakya, Slovenya ve Yeni Zelanda’ya ait veriler elde edilemediği için çalışmaya bu ülkeler dâhil edilmemiştir. Çalışmada 27 OECD ülkesinin kişi başına reel GSYH verilerine Choi (2001), Demet‐
rescu vd. (2006) ve Constantini ve Lupi (2013) tarafından geliştirilen panel birim kök testleri uygulanmıştır. Tablo 1’de Choi (2001) ve DHT panel birim kök testleri‐
ne ilişkin bulgular verilmiştir. DHT Choi Tablo 1. Choi ve DHT Panel Birim Kök Testlerine Ait Bulgular Test Sabitsiz ve Trendsiz Test İst. 12,6 p‐değeri 0,99 Sabitli ve Trendsiz 4,38 0,99 Sabitli ve Trendli Sabitsiz ve Trendsiz Sabitli ve Trendsiz Sabitli ve Trendli ‐1,81 3,06 2,70 ‐1,48 0,03** 0,99 0,99 0,07* ** ve * sırasıyla % 5 ve % 10 anlam düzeylerini göstermektedir. Tablo 1’deki Choi ve DHT testleri bulgularına göre, sabitsiz‐trendsiz ve sabitli‐
trendsiz model kullanıldığında birim kök vardır boş hipotezi reddedilememektedir. Bunun yanı sıra sabitli‐trendli model kullanıldığında Choi, boş hipotezi % 5 anlamlı‐
lık düzeyinde reddetmekte ve DHT testi de p‐değeri 0,069 olmak üzere % 10 an‐
lamlılık düzeyinde boş hipotezi reddetmektedir. Tablo 2’de ise Choi ve DHT testlerinde kullanılan ülkelere ait bireysel p‐değerleri sunulmaktadır. Bu tablodaki sonuçlara göre, hem Choi hem de DHT testlerinde sabitsiz‐trendsiz modelde hiçbir ülke için H0 hipotezi reddedilememektedir. Buna karşın sabitli‐trendsiz modelde sadece ABD için hem de % 1 anlamlılık düzeyinde birim kök vardır hipotezi reddedilmektedir. Son olarak sabitli‐trendli modelde % 1 anlamlılık düzeyinde Yunanistan, % 5 anlamlılık düzeyinde Hollanda ve Şili için ve % 10 anlamlılık düzeyinde bu üç ülkeye ilaveten İzlanda, Macaristan ve Meksika için birim kök vardır boş hipotezi reddedilebilmektedir. Geri kalan yirmi bir ülke için ise boş hipotez reddedilememektedir. Tablo 3’de pCADF testine ait bulgular verilmiştir. Tablodan görüleceği üzere, pCADF testi için eş‐değişken olarak hem temel bileşenler hem de birincil fark kul‐
lanılmıştır. Tabloda pCADF.PC, temel bileşenlerden oluşan eş‐değişkenli pCADF testini; pCADF.DY ise birinci farklardan oluşan eş‐değişkenli pCADF testini ifade etmektedir. pCADF’in her iki versiyonu için de DHT ve Choi testleri ile çelişmeye‐
cek şekilde sabitsiz‐trendsiz ve sabitli‐trendsiz modellerde birim kök vardır boş hipotezi reddedilememektedir. AĞUSTOS 2014 15
Tablo 2. Choi ve DHT Panel Pirim Kök Testlerinde Faydalanılan p‐değerleri Ülkeler Sabitsiz ve trendsiz Sabitli ve trendsiz Sabitli ve trendli p‐değeri p p‐değeri p
p‐değeri p ABD 0,997 1 0,001*** 0 0,671 0 Almanya 0,985 0 0,793 5 0,480 1 Avustralya 0,999 0 0,990 0 0,893 0 Avusturya 0,994 0 0,801 2 0,453 1 Belçika 0,993 5 0,913 5 0,124 1 Danimarka 0,995 5 0,788 5 0,290 1 Finlandiya 0,995 5 0,699 5 0,170 1 Fransa 0,985 0 0,855 5 0,264 1 Hollanda 0,996 5 0,926 5 0,011** 4 İngiltere 0,999 5 0,501 5 0,988 5 İrlanda 0,984 1 0,775 1 0,657 1 İspanya 0,930 1 0,743 1 0,271 1 İsrail 0,999 0 0,886 0 0,724 0 İsveç 0,996 5 0,911 5 0,644 5 İtalya 0,991 0 0,660 0 0,681 1 İzlanda 0,932 2 0,681 5 0,082* 1 Japonya 0,970 1 0,328 1 0,734 1 Kanada 0,995 1 0,933 1 0,590 1 Kore 0,999 0 0,490 0 0,818 0 Lüksemburg 0,997 5 0,913 5 0,495 5 Macaristan 0,979 1 0,901 1 0,050* 3 Meksika 0,977 2 0,895 2 0,066* 3 Norveç 0,999 0 0,976 0 0,191 1 Portekiz 0,953 1 0,747 1 0,652 1 Şili 0,945 1 0,964 1 0,032** 1 Türkiye 0,990 0 0,947 0 0,134 0 Yunanistan 0,921 1 0,731 1 0,005*** 4 p gecikmeyi ifade etmektedir. ***, ** ve * sırasıyla % 1, % 5 ve % 10 anlam düzeylerini göstermek‐
tedir. 16 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Tablo 3. pCADF Panel Birim Kök Testine Ait Bulgular Test İst. p‐değeri Ortalama ρ2 Sabitsiz ve Trendsiz ‐0,12 0,44 0,32 Sabitli ve Trendsiz 0,56 0,71 0,28 Sabitli ve Trendli ‐3,06 0,00*** 0,24 Sabitsiz ve Trendsiz 0,40 0,65 Sabitli ve Trendsiz 0,90 0,81 Sabitli ve Trendli ‐3,27 0,00*** pCADF.DY pCADF.PC Test 0,35 0,30 0,28 *** % 1 anlam düzeyini göstermektedir. Buna karşın hem sabitin hem de trendin yer aldığı model kullanıldığında hem te‐
mel bileşenli hem de birincil farklı pCADF % 1 anlamlılık düzeyinden daha düşük düzeyde birim kök vardır boş hipotezini reddetmektedir. Ayrıca, ortalama ρ2 de‐
ğerinin düşük olması pCADF testlerinde kullanılan eş‐değişken seçiminin başarılı olduğunu işaret etmektedir. pCADF testinde kullanılan her bir ülkeye ait p‐değerleri Tablo 4 ve Tablo 5’de gös‐
terilmektedir. Sabitsiz‐trendsiz modelde ve birincil farkın eş‐değişken olduğu pCADF’te kullanılan p değerlerine göre sadece Almanya, Belçika, Fransa ve İsveç’e ait serilerin durağan olduğu iddia edilebilmektedir. Yine sabitsiz‐trendsiz modelde ancak temel bileşenlerin eş‐değişken olduğu pCADF’te kullanılan bireysel p değer‐
leri Almanya, Belçika, Fransa ve İsveç’e ilaveten İzlanda’nın da serisinin durağanlık gösterdiğine dair bulgular sunmaktadır. Sabitli‐trendsiz model kullanıldığında hem birincil fark hem de temel bileşenler eş‐değişken iken, yalnızca ABD ve İtalya için birim kök vardır boş hipotezi reddedilebilmektedir. Hem sabitin hem de trendin bulunduğu model kullanıldığında her iki eş‐değişkenin tercih edildiği pCADF testle‐
ri için Danimarka, Finlandiya, İspanya, İsveç, İtalya, İzlanda, Macaristan, Meksika, Norveç, Şili ve Türkiye’ye ait çıktı serilerinin durağan olduğuna ilişkin bulgular elde edilmiştir. Her bir ülke için kullanılan eş‐değişkenin başarısını gösteren ρ2 değeri sadece Meksika ve Şili için yüksektir. Bu durumda Meksika ve Şili için eş‐değişken kullanmak çok anlamlı olmayabilir. Ancak Choi ve DHT test istatistiklerinin hesap‐
lanmasında faydalanılan p değerlerinin elde edilmesinde kullanılan ADF testi so‐
nuçları da Meksika ve Şili’nin durağanlık gösterdiğini işaret ettiği için, eş‐
değişkenin kullanılıp kullanılmaması, bu ülkeler için durağanlık bulguları açısından önem arz etmemektedir. Elde edilen bu sonuçlar, Fleissig ve Strauss (1999), Nara‐
yan (2007), Chen (2008), Hadri ve Rao (2009) ve Shen vd.’nin (2013) ortaya koy‐
AĞUSTOS 2014 17
duğu bulgular ile benzerlik göstermekte ve reel çıktıdaki durağanlık sonucunu desteklemektedir. Tablo 4. Temel Bileşenli pCADF Panel Birim Kök Testinde Faydalanılan p‐
değerleri Sabitsiz ve trendsiz Ülkeler Sabitli ve trendsiz 2
ρ p‐değeri ABD 0,947 0,998 Almanya 0,083 0,074*** 0 0 0,056 0,135 Avustralya 0,674 0,910 0 0 0,595 Avusturya 0,216 0,560 Belçika 0,051 p q1 2
ρ p‐değeri p q1
Sabitli ve trendli 2
ρ p‐değeri p q1 0,927 0 0 0 0 0,060 0,332 0 0 0,998 0 0 0,645 0,965 0 0 2 0 0,098 0,153 3 0 0,074 0,403 3 0 0,022** 0 0 0,047 0,459 0 0 0,054 0,317 0 0 1 0 0,941 0,003*** 0 0 0,932 Danimarka 0,140 0,580 2 3 0,059 0,109 2 0 0,007 Finlandiya 0,546 0,575 1 1 0,513 0,574 1 1 0,176 0,005*** 2 3 Fransa 0,054 0,018** 0 0 0,043 0,279 0 0 0,048 0,183 0 0 Hollanda 0,070 0,400 2 0 0,072 0,728 2 0 0,030 0,285 0 0 İngiltere 0,280 0,277 0 0 0,203 0,159 4 5 0,062 0,800 5 0 İrlanda 0,318 0,692 2 2 0,251 0,275 2 2 0,322 0,561 2 1 İspanya 0,307 0,111 0 0 0,281 0,299 0 0 0,050 İsrail 0,222 0,731 1 0 0,226 0,718 1 0 0,257 İsveç 0,115 0,055* 3 0 0,139 0,876 3 0 0,008 0,006*** 0 0 İtalya 0,173 0,192 0 0 0,093 İzlanda 0,304 0,009*** 0 0 0,289 0,224 0 0 0,211 0,005*** 1 0 Japonya 0,469 0,305 5 1 0,281 0,164 5 0 0,252 0,375 5 0 Kanada 0,659 0,981 0 0 0,648 0,979 0 0 0,532 0,499 1 0 Kore 0,776 0,961 0 0 0,756 0,405 0 0 0,771 0,691 0 0 Lüksemburg 0,088 0,500 0 0 0,068 0,279 0 0 0,076 0,279 0 0 Macaristan 0,459 0,847 1 1 0,458 0,936 1 1 0,302 0,056* 3 2 Meksika 0,944 0,909 2 1 0,945 0,952 2 1 0,774 0,002*** 3 0 Norveç 0,003 0,872 0 0 0,000 0,940 0 0 0,001 0,058* 5 0 Portekiz 0,242 0,355 0 0 0,216 0,342 0 0 0,200 0,950 0 0 Şili 0,292 0,408 1 0 0,135 0,999 0 2 0,504 0,005*** 5 0 Türkiye 0,213 0,491 4 3 0,024 0,989 4 3 0,011 0,054* 5 5 Yunanistan 0,243 0,360 1 0 0,235 0,637 1 0 0,218 0,640 1 0 0,011** 0 0 0,101 0,021** 0 0 0,043** 0 2 0,745 0,045** 0 0 Modelde q1, eş‐değişken gecikmesini ve p de değişkenin kendi gecikmesini göstermektedir. ***, ** ve * sırasıyla % 1, % 5 ve % 10 anlam düzeylerini göstermektedir. 18 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ 1 0 Tablo 5. Birincil Farklı pCADF Panel Birim Kök Testinde Faydalanılan p‐değerleri Sabitsiz ve trendsiz Ülkeler 2
ρ p‐değeri ABD 0,950 0,998 Almanya 0,094 Avustralya Sabitli ve trendsiz Sabitli ve trendli 2
ρ p‐değeri p q1 1 0 0,945 0,003*** 0 0 0,934 0,926 0 0 0,073* 0 0 0,065 0,136 0 0 0,070 0,285 0 0 0,724 0,926 0 0 0,652 0,998 0 0 0,709 0,966 0 0 Avusturya 0,238 0,556 2 0 0,116 0,167 3 0 0,081 0,359 3 0 Belçika 0,057 0,020** 0 0 0,052 0,463 0 0 0,063 0,263 0 0 Danimarka 0,150 0,598 2 3 0,067 0,122 2 0 0,012 Finlandiya 0,583 0,611 1 1 0,551 0,594 1 1 0,234 0,002*** 1 3 Fransa 0,065 0,019** 0 0 0,052 0,287 0 0 0,060 0,149 0 0 Hollanda 0,082 0,387 2 0 0,041 0,937 2 3 0,055 0,842 2 3 İngiltere 0,291 0,266 0 0 0,236 0,157 4 5 0,219 0,838 4 5 İrlanda 0,342 0,717 2 2 0,276 0,298 2 2 0,348 0,561 2 1 İspanya 0,325 0,107 0 0 0,299 0,308 0 0 0,056 0,757 p q1
2
ρ p‐değeri p q1
0,015** 0 0 0,028** 0 2 İsrail 0,251 1 0 0,257 0,732 1 0 0,302 İsveç 0,158 0,031** 0 1 0,152 0,877 3 0 0,016 0,004*** 0 0 İtalya 0,204 0,209 0 0 0,119 İzlanda 0,225 0,544 5 0 0,323 0,238 0 0 0,234 0,003*** 1 0 Japonya 0,493 0,331 5 1 0,296 0,154 5 0 0,261 0,350 5 0 Kanada 0,685 0,983 0 0 0,673 0,981 0 0 0,555 0,501 1 0 Kore 0,819 0,970 0 0 0,800 0,417 0 0 0,811 0,695 0 0 Lüksemburg 0,243 0,671 0 1 0,068 0,279 0 0 0,079 0,215 0 0 Macaristan 0,485 0,854 1 1 0,484 0,943 1 1 0,329 0,067* 3 2 Meksika 0,929 0,921 2 1 0,930 0,948 2 1 0,712 0,001*** 3 0 Norveç 0,004 0,859 0 0 0,037 0,975 0 2 0,003 0,060* 5 0 Portekiz 0,256 0,335 0 0 0,231 0,345 0 0 0,216 0,931 0 0 Şili 0,337 0,445 1 0 0,132 0,999 0 2 0,835 Türkiye 0,276 0,532 4 3 0,040 0,992 4 3 0,004 0,052* 5 5 Yunanistan 0,272 0,365 1 0 0,264 0,664 1 0 0,297 0,215 0 4 0,014** 0 0 0,067 0,741 1 0 0,014** 0 5 0,033** 3 0 Modelde q1, eş‐değişken gecikmesini ve p de değişkenin kendi gecikmesini göstermektedir. ***, ** ve * sırasıyla % 1, % 5 ve % 10 anlam düzeylerini göstermektedir. AĞUSTOS 2014 19
5. Sonuç Bu çalışmada 1975‐2012 dönemi için 27 OECD ülkesinin kişi başına reel GSYH’sinin zaman serisi özellikleri incelenmiştir. Bu amaçla, bireysel zaman serileri birim kök testleriyle karşılaştırıldığında panel birim kök testleri daha güçlü oldukları için, çalışmada birinci ve ikinci nesil panel birim kök testlerinden Choi (2001), Demet‐
rescu vd. (2006) tarafından geliştirilen DHT testi ve Constantini ve Lupi (2013) tarafından geliştirilen pCADF testi uygulanmıştır. Özellikle pCADF testi literatürde yeni geliştirilmiş ve uygulamada çok az kullanılmış bir test olduğu için çalışmada bu testin tercih edilmesi çalışmanın diğer ampirik çalışmalara göre farklılığını orta‐
ya koymaktadır. Çalışmada uygulanan Choi, DHT ve pCADF testleri, ele alınan OECD ülkelerinin geneli için reel çıktıda trendli model için birim kök vardır boş hipotezini reddet‐
mekte başarılı olmuşlardır. Diğer bir ifadeyle, ilgili ülkelerin kişi başına GSYH’si trend durağandır. Bu sonuçlar bu ülkelerde reel çıktının deterministik bir sürece sahip olduğunu ortaya koymakta ve çıktı dalgalanmalarının trend etrafındaki geçici dalgalanmalar olduğunu ifade etmektedir. Bu nedenle reel çıktıya olan şokların geçici etkileri vardır. Reel çıktının durağanlığı sonucu, çıktı dalgalanmalarını trend‐
den geçici sapmalar olarak gören konjonktür dalgalanmalarının geleneksel görüşü ile tutarlıdır. Elde edilen bu sonuç, ilgili ülkelerde uygulanan makroekonomik poli‐
tikalar için hem araştırmacılara hem de politika yapıcılarına yol göstermektedir. Buna göre, çalışmada hem sabitin hem de trendin bulunduğu model kullanıldığın‐
da pCADF testlerinde ulaşılan bulgular, Danimarka, Finlandiya, İspanya, İsveç, İtal‐
ya, İzlanda, Macaristan, Meksika, Norveç, Şili ve Türkiye için para ve maliye politi‐
kaları uygulamalarının bu ülkelerin reel çıktısını geçici olarak etkileyebileceğini göstermektedir. Uzun dönemde ise bu ülkelerde para ve maliye politikaları uygu‐
lamaları reel etkiler yaratmayacaktır. Bununla birlikte, diğer 17 OECD ülkesinde para ve maliye politikaları uygulamalarına gidilmesi, ekonomilerin reel çıktı düzey‐
leri üzerinde uzun dönemde de kalıcı etkiler yaratabilecektir.Bu konuya ilişkin ola‐
rak, gelecekte yapılabilecek benzer çalışmalarda farklı ülke grupları seçilerek veya doğrusal olmayan panel birim kök testleri kullanılarak çalışmageliştirilebilir. 20 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Kaynaklar Baltagi, B. H. (2005), Econometric Analysis of Panel Data, Chichester: John Wiley & Sons, Third Edition. Campbell, J.Y. ve G. N. Mankiw (1987), “Are Output Fluctuations Transitory?”, The Quarterly Journal of Economics 102: 857–80. Caporale, G. M. ve C. Hanck (2010), “Are PPP Tests Erratically Behaved? Some Panel Evidence”, International Review of Applied Economics, Vol. 24, No. 2: 203–
221. Chang, T., H‐P. Chu, ve O. Ranjbar (2014), “Are GDP Fluctuations Transitory or Permanent in African Countries? Sequential Panel Selection Method”, Internatio‐
nal Review of Economics and Finance, 29: 380‐399. Chang, T., H.‐L. Chang, H.‐P. Chuve ve C. ‐W. Su (2006), “Is Per Capita Real GDP Stationary in African Countries? Evidence From Panel SURADF Test”, Applied Eco‐
nomics Letters, 13: 1003–1008. Chang, T., C.‐C. Nieh, ve C.‐C. Wei (2005), “Is Per Capita Real GDP Stationary? Evi‐
dence From Selected African Countries Based on More Powerful Nonlinear (Logis‐
tic) Unit Root Tests”, Economics Bulletin, 3(24): 1–9. Chen, S.W. (2008), “Are 19 Developed Countries’ Real Per Capita GDP Level Nons‐
tationary? A Revisit”, Economics Bulletin, 3: 1‐11. Cheung, Y.W., ve D. Chinn (1996), “Deterministic, Stochastic and Segmented Trends in Aggregate Output: A Cross‐Country Analysis”, Oxford Economic Papers, 48: 134–162. Choi, I. (2001), “Unit Root Tests for Panel Data”, Journal of International Money and Finance, 20: 249‐272. Constantini, M. ve C. Lupi (2013), “A Simple Panel‐CADF Test for Unit Roots”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics 75 (2): 276‐296. Çınar, S. (2010), “OECD Ülkelerinde Kişi Başına GSYİH Durağan mı? Panel Veri Ana‐
lizi”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt: XXIX, Sayı: II: 591‐601. Demetrescu M., U. Hassler ve A.I. Tarcolea (2006), “Combining Significance of Correlated Statistics with Application to Panel Data”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics 68 (5): 647‐663. Fleissig, A. R. ve J. Strauss (1999), “Is OECD Real Per Capita GDP Trend or Differen‐
ce Stationary? Evidence From Panel Unit Root Test”, Journal ofMacroeconomics, 21: 673–690. AĞUSTOS 2014 21
Furuoka, F. (2011), “Is GDP in ASEAN Countries Stationary? New evidence from panel unit root tests”, Economics Bulletin, Vol. 31 No.2: 1391‐1400. Guloglu, B. ve M. Ivrendi (2010), “Output Fluctuations: Transitory or Permanent? The Case of Latin America”, Applied Economics Letters, 17(4): 381–386. Hadri, K. ve Y. Rao (2009), “Are OECD Macroeconomic Variables Trend Stationary? Evidence From Panel Stationarity Tests Allowing for a Structural Break and Cross‐
Sectional Dependence”, The Singapore Economic Review, Vol. 54, No. 3: 427–440. Hansen, B. E. (1995), “Rethinking the Univariate Approach to Unit Root Testing: Using Covariates to Increase Power”, Econometric Theory, 11: 1148‐1171. Kappler, M. (2009), “Do Hours Worked Contain a Unit Root? Evidence From Panel Data”, Empir Econ., 36: 531–555. Li, X.‐M. (2000), “The Great Leap Forward, Economic Reforms and the Unit Root Hypothesis: Testing for Breaking Trend Functions in China’s GDP Data”, Journal of Comparative Economics, 28: 814–27. Lupi, C. (2011), “Panel‐CADF Testing with R: Panel Unit Root Tests Made Easy”, University of Molise Economics & Statistics Discussion Paper, No. 063/11:1‐19. Maddala, G.S. ve S. Wu (1999), “A Comparative Study of Unit Root Tests With Panel Data and a New Simple Test”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Special Issue: 631‐652. Murray, C. J. ve C. Nelson (2000), “The Uncertain Trend in US GDP”, Journal of Monetary Economics, Volume 46, Issue 1: 79‐95. Murthy, V. N. R. ve E. Anoruo (2009), “Are Per Capita Real GDP Series in African Countries Non‐stationary or Non‐linear? What does Empirical Evidence Reveal?”, Economics Bulletin, Vol. 29 no.4: 2492‐2504. Narayan, P.K (2008), “Is Asian Per Capita GDP Panel Stationary?”, Empirical Eco‐
nomics 34: 439‐449. Narayan, P.K. (2007), “Are G7 Per Capita Real GDP Levels Non‐stationary, 1870–
2001?”, Japan and the World Economy, 19: 374–379. Narayan, P.K. (2004), “Are Output Fluctuations Transitory? New Evidence from 24 Chinese Provinces”, Pacific Economic Review, 9: 327‐336. Nelson, C. ve C. Plosser (1982), “Trends and Random Walks in Macroeconomic Time Series”, Journal of Monetary Economics, 10: 139–162. Ozturk, I. ve H. Kalyoncu (2007), “Is Per Capita Real GDP Stationary in the OECD Countries?”, Ekonomskı Pregled, 58 (11): 680‐688. 22 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Papell, D. H. ve R. Prodan (2004), “The Uncertain Unit Root in U.S. Real GDP: Evi‐
dence with Restricted and Unrestricted Structural Change”, Journal of Money, Credit, and Banking, Volume 36, Number 3 (Part 1): 423‐427. Pesaran M. H. (2004), “General Diagnostic Tests for Cross Section Dependence in Panels." Cambridge Working Papers in Economics, 0435, Department of Applied Economics, University of Cambridge. Rapach, D. E. (2002), “Are real GDP Levels Nonstationary? Evidence From Panel Data Tests”, Southern Economic Journal, 68: 473–495. Shen, P‐L., C‐W. Su, ve H‐L. Chang (2013), “Are Real GDP Levels Nonstationary Across Central and Eastern European Countries?”, Baltic Journal of Economics 13(1): 99‐108. Smyth, R. ve B. Inder (2004), “Is Chinese Provincial Real GDP Per Capita Nonstati‐
onary? Evidence From Multiple Trend Break Unit Root Tests”, China Economic Review 15: 1–24. Strauss, J. (2000), “Is There a Permanent Component in US Real GDP”, Economics Letters 66: 137–142. Tiwari, A. K., A. Chaudhari ve K. G. Suresh (2012), “Are Asian Per Capita GDP Stati‐
onary? Evidence from First and Second Generation Panel Unit RootTests”, Transit Stud Rev (2012) 19: 3–11. Yıldırım, S., B.K. Özdemir ve B. Doğan (2013), “Is There a Persistent Inflation in OECD Energy Prices? Evidence From Panel Unit Root Tests”, Procedia Economics and Finance 5: 809–818. Zhang, N‐J., P. Lii, Y‐S. Huang ve C‐W. Su (2007), “Is Per Capita Real GDP Stationary in China? Evidence Based on A Panel SURADF Approach”, Economic Bulletin, Vol. 3, No. 31: 1‐12. AĞUSTOS 2014 23
24 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkinin Panel Regresyon Yöntemiyle İncelenmesi Bedriye TUNÇSİPER Prof. Dr., Balıkesir Üniversitesi, İİBF İktisat Bölümü [email protected] Ömer Faruk BİÇEN Araş. Gör., Balıkesir Üniversitesi, İİBF İktisat Bölümü [email protected]
Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkinin Panel Regresyon Yöntemiyle İncelenmesi Özet Bu çalışmada, Türkiye’nin de aralarında bulun‐
duğu dokuz yükselen piyasa ekonomisinde 2000‐
2012 yılları arasında ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi panel reg‐
resyon yöntemiyle tahmin edilmiştir. Çalışmaya Heritage Vakfı tarafından hazırlanan genel ekonomik özgürlük endeksi, mülkiyet hakları endeksi, çalışma özgürlüğü endeksi, ticaret özgürlüğü endeksi ve yatırım yapma özgürlüğü endeksi dahil edilmiştir. Analiz sonuçları, mülki‐
yet hakları endeksi ve yatırım yapma özgürlüğü endeksi ile ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişki bulunduğunu, çalışma özgürlüğü endeksi ve ticaret özgürlüğü endeksi ile ekonomik büyü‐
me arasında ise pozitif bir ilişki bulunduğunu göstermektedir. Genel ekonomik özgürlük endeksi ile ekonomik büyüme arasında ise anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Anahtar Kelimeler: Ekonomik Özgürlük, Yükselen Piyasa Ekonomileri, Ekonomik Büyüme, Panel Veri Yöntemi. The Investigation of the Relationship Between Economic Freedom and Economic Growth with Panel Regression Method Abstract In this paper, the effect of economic freedom on economic growth in nine emerging market economies including Turkey is estimated by panel regression method for the years between 2000‐2012. We used overall economic freedom index, property right index, business freedom index, trade freedom index and investment freedom index which were created by the Heri‐
tage Foundation. Analysis results indicate that property right index and investment freedom index have negative relationships with economic growth, while business freedom index and trade freedom index have positive relationships with economic growth. Overall economic freedom index is, however, found insignificant in our analysis. Keywords: Economic Freedom, Emerging Market Economies, Economic Growth, Panel Data Meth‐
od. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 25‐ 45 25
1. Giriş İktisadi düşünceler tarihinde Adam Smith’ten beri ekonominin çıktı düzeyini belir‐
lemede kurumsal yapının önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir (Dawson, 2003: 479). Kurumsal yapı içerisinde ise özgürlükler önemli bir yer tutmaktadır. Özgürlük kavramı çok çeşitli şekillerde tanımlanan, fakat temelde siyasi, sivil ve ekonomik bir takım haklar bütününü ifade eden bir kavramdır. Özgürlüklerin dü‐
zeyi toplumlar arasında farklılıklar göstermekte ve özgürlük düzeyi yüksek olan toplumların diğer toplumlara göre refah açısından daha ileride oldukları gözlen‐
mektedir. Fakat, özgürlüklerin mi gelişmeye yol açtığı, yoksa gelişmenin mi özgür‐
lükleri ilerlettiği günümüzde de tartışılan önemli bir konudur. Özgürlükler, siyasi özgürlükler, sivil özgürlükler ve ekonomik özgürlüklerin bileşi‐
minden oluşmaktadır. Dolayısıyla, siyasi, sivil veya ekonomik özgürlüklerden her‐
hangi birinin gerçekleşmemesi genel anlamda özgürlüğü de tehlikeye düşürebile‐
cektir. Özgürlüklerin, ülkelerin gelişmesinde etkisinin ne olduğunun ortaya konulabilmesi ve ülkelerin özgürlük düzeylerinin birbirleriyle karşılaştırılabilmesi için özgürlükle‐
rin sayısal olarak ölçülebilmesi gerekmektedir. 1990’lı yıllardan itibaren endeksler yardımıyla, özellikle de ekonomik özgürlüklerin Heritage Vakfı (Heritage Founda‐
tion) ve Fraser Enstitüsü gibi belirli kurumlar tarafından ölçülebilir hale gelmesi sonucunda, belli ölçülerde de olsa ekonomik özgürlüklerdeki gelişmelerin ekono‐
mideki performansı nasıl etkilediğine ilişkin tahminler yapılabilmektedir. Özellikle bu çalışmalara göre; daha fazla ekonomik özgürlüğün daha yüksek bir gelir düzeyi‐
ne yol açmanın yanında, daha fazla gelir artışına da yol açacağı ifade edilmektedir. Yani, ekonomik bakımdan diğerlerine göre daha özgür olan ülkelerin kişi başına gelir düzeyleri daha yüksek, büyümesi daha hızlı, işsizlik oranı daha düşük, siyasi ve sivil özgürlükler daha fazla ve yolsuzluk düzeyi daha düşüktür (Acar, 2010: 23). Yapılan çalışmanın temel amacı, Türkiye, Güney Kore, Tayland, Hong Kong, Malez‐
ya, Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya’nın dahil edildiği dokuz gelişmekte olan ülke‐
de 2000‐2012 döneminde ekonomik özgürlük düzeyindeki gelişmelerin ekonomik büyümeyi nasıl etkilediğini tahmin etmektir. Bu ülkelerin seçilmesindeki temel sebeplerden birincisi, literatürde özel olarak bu ülkelerdeki ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalara rastlanılmamış olma‐
sı, ikincisi ise, bu konuyla ilgili daha önce yapılmış olan çalışmaların önemli bir kısmında gelişmiş ve gelişmekte olan çok sayıda ülkenin yer alması nedeniyle, ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin gelişmekte olan ülkeleri de kapsayacak şekilde genel sonuçlara bağlı kalınarak değerlendirilmiş olmasıdır. Bu durumun, gelişmekte olan ülkelere yönelik yanlış politika tavsiyeleri‐
ne yol açması gibi sakıncalar nedeniyle ülkelerin birbirleriyle yakın gelişme düze‐
yinde olmasına dikkat edilmiştir. 26 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Çalışmada, ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ortaya konulabilmesi için panel regresyon modeli kullanılmıştır. Ekonomik özgürlüğü ifa‐
de etmek için Heritage Vakfı ve Wall Street Journal tarafından ortaklaşa hazırlanan Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF) verileri ilgili yıllar için derlenmiştir. Ekonomik özgürlük, bireysel tercih, rekabet etme özgürlüğü ve mülkiyet haklarının korunma‐
sı ilkeleri çerçevesinde tanımlandığında, ele alınan alt endeks göstergelerinin de bu ilkelere uygun olarak belirlenmesi gerekmektedir. Bu amaçla ekonomik özgür‐
lüğü, ekonomik özgürlüğe ilişkin genel endeks, mülkiyet hakları endeksi, çalışma özgürlüğü endeksi, ticaret özgürlüğü endeksi ve yatırım yapma özgürlüğü endeksi temsil etmektedir. Mülkiyet haklarının bir ülkede ne kadar önemli olduğu veya ne kadar korunduğu ekonomik özgürlüğün alt endekslerinden olan mülkiyet hakları endeksi ile ölçülmektedir. Çalışma özgürlüğü endeksi, ticaret özgürlüğü endeksi ve yatırım yapma özgürlüğü endeksi ise, bir ülkedeki bireysel tercih ve rekabet özgür‐
lüğünün düzeyini göstermektedir. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünü takip eden ikinci bölümde; özgürlük kavramı tanımlanmış ve ekonomik özgürlükler ile siyasi ve sivil özgürlük‐
ler arasındaki ilişkilere değinilmiştir. Ayrıca, ekonomik özgürlüklerin ölçülmesi ve farklı endekslere göre son beş yıllık dönemde dünyadaki en özgür ülkelere ilişkin bilgilere yer verilmiştir. Üçüncü bölümde, ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki teorik ilişkiye yer verildikten sonra, bu alanda özellikle 1990’ların ikinci yarısından itiba‐
ren yapılan yabancı ve yerli çalışmaların bulguları özetlenmiştir. Dördüncü ve son bölümde ise, çalışmanın veri seti ve çalışmada kullanılacak yön‐
teme ilişkin bilgilere yer verildikten sonra, ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme ilişkisini ifade eden beş modelin tahminine yer verilmiş ve tahmin sonuç‐
ları değerlendirilmiştir. 2. Özgürlük Kavramı, Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Özgürlüklerin Ölçülmesi Özgürlük, tarihsel süreçte hem bireysel hem de toplumsal olarak ulaşılması hedef‐
lenen, ancak kapsamı oldukça geniş olan ve literatürde tam olarak tanımı yapıla‐
mamış bir kavramdır (Gwartney, 1996: De Haan ve Sierman, 1998: 364). Geçmiş dönemlerde düşünürler, yaşadıkları toplumların ihtiyaçları ölçüsünde bir özgürlük tanımı yaparak özgürlük kavramını yalnızca belirli açılardan ele almışlardır. Özgür‐
lük kavramının tanımı, piyasa ekonomilerinde ve merkezi plan ekonomilerinde de farklı şekillerde yapılmıştır. Piyasa ekonomileri özgürlüğü “bireysel özgürlükler” temelinde ele alırken, merkezi plan ekonomileri ise özgürlüğü “toplumsal özgür‐
lükler” temelinde ele almaktadır (Yenipazarlı, 2009: 9). AĞUSTOS 2014 27
Özgürlük kısaca; “bireyin devlet ve diğer bireylerin müdahale ve baskılarına maruz kalmadan yaşamasıdır”. Bu müdahale ve baskılar siyasi olabildiği gibi ekonomik ve sosyal baskılar biçiminde de olabilir. Dolayısıyla tanımlanan özgürlük kavramı; siyasi, sivil ve ekonomik özgürlüklerin toplamından oluşmaktadır (Yenipazarlı, 2009: 15). Siyasi, sivil ve ekonomik özgürlükler her ne kadar birbirlerinden farklı kavramlar olsa da, aralarında kaçınılmaz bir ilişki söz konusudur ve bu özgürlük türleri birbir‐
lerinin ayrılmaz bir parçasıdırlar (Yalman vd., 2011: 432). Bu çerçevede siyasi öz‐
gürlük; ülke vatandaşlarının siyasi sürece serbest biçimde dahil olmalarını, adil ve serbest seçimleri ve alternatif partilere serbestçe katılımlarını kapsarken, sivil öz‐
gürlük ise; basın özgürlüğünü, bireylerin gösteri haklarını, dini özgürlüklerini ve açık bir biçimde hiçbir müdahaleye maruz kalmadan görüşlerini açıklayabilmelerini ifade etmektedir (Haan ve Sierman, 1998: 365). Herhangi bir toplumdaki bireylerin siyasi ve sivil özgürlüklerinin bulunması genel anlamda özgürlük için gerekli olmak‐
la birlikte yeterli bir koşul değildir. M. Friedman’a göre (2008: 9); ekonomik özgür‐
lükler geniş anlamdaki özgürlüğün en önemli tamamlayıcılarından birisidir. Buna göre, ekonomik özgürlükler olmadan tam anlamıyla özgürlükten bahsetmek doğru olmamaktadır. Ekonomik özgürlükler de diğer özgürlük türleri gibi pek çok yazar tarafından farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Berggren (2003)’e göre ekonomik özgürlük, devlet hacminin küçük olması, özel mülkiyetin korunması, piyasada serbest rekabetin olması ve az sayıda regülasyonun olmasıdır (Yalçın, 2006: 24). Gwartney ve Lawson (2003) ekonomik özgürlüklerin temel bileşenlerini; “bireysel seçim, reka‐
bet etme özgürlüğü ile kişilik ve mülkiyet haklarının korunması” olarak ifade et‐
miştir (Justesen, 2008: 643). Bir başka tanıma göre ise ekonomik özgürlük, insanla‐
rın serbestçe ekonomik faaliyetlerde bulunabilmesi, kendi kaynaklarına serbestçe yön verebilmesi imkanıdır (Acar, 2010: 2). Yani ekonomik özgürlük, toplumda ya‐
şayan bireylerin ekonomik aktivitelerini devletin ve diğer bireylerin müdahale ve baskılarına maruz kalmadan gerçekleştirmesi ve bunun yanında bireylere mülkiyet haklarının tanındığı hak ve özgürlüklerdir. Ekonomik özgürlüğe ilişkin olarak yapılan tanımlamalarda dikkati çeken önemli bir husus, devletin ekonomideki yeri ve varlığına ilişkin farklı görüşlerdir. Ekonomik özgürlükler devletin olmadığı değil, devletin toplumdaki bireylere yönelik müdaha‐
lelerinin ve düzenlemelerinin en az düzeyde olmasını ifade etmektedir. Carlsson ve Lundström (2002: 336), liberal bir toplumda dahi minimal devletin özellikle toplumda yaşayan bireylerin özgürlüklerini güvence altına almak için bulunmasını gerekliliği üzerinde durmaktadırlar. Yine, M. Friedman da (2008: 20) serbest piya‐
sanın varlığının devlete olan ihtiyacı ortadan kaldırmayacağından bahsetmektedir. Ona göre devlet, hem oyunun kurallarını belirleyecek bir forum olarak hem de belirlenen kuralların yorumlanması ve uygulanması için bir hakem olarak gerekli‐
28 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ dir. Fakat, devletin hakem olarak görevi sınırlı ölçüde olmalıdır. Çünkü gücün siya‐
sal ellerde yoğunlaşması sonucunda devlet, özgürlüğe bir tehdit dahi oluşturabil‐
mektedir. Ekonomik özgürlükler gibi soyut bir kavramın ölçülebilir hale gelmesi, son yıllarda bazı kurumların ekonomik özgürlük ve ekonomik özgürlüğün bazı temel bileşenle‐
rine ilişkin endeksleri yayınlamasıyla mümkün hale gelmiştir. Bu endekslerin yayın‐
lanması ülkeler arasında ekonomik özgürlüklerin karşılaştırılmasına olanak sağlar‐
ken, aynı zamanda ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyüme, refah gibi ekono‐
mik büyüklükleri nasıl etkilediğine ilişkin çalışmaların da artmasına yol açmıştır. Ekonomik özgürlüklerin ölçümünde iki önemli endeks bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren Heritage Vakfı (Heritage Foundation) ve Wall Street Journal tarafından ortaklaşa hazırlanan Ekonomik Öz‐
gürlükler Endeksi (IEF), diğeri ise Kanada’da faaliyet gösteren Fraser Enstitüsü tarafından hazırlanan Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endeksi (EFW)’dir. Heritage Vakfı ve Wall Street Journal tarafından hazırlanan Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF), 1995 yılından beri ekonomik özgürlükler ve ekonomik özgürlüklerin on adet alt bileşenine ilişkin endeks verilerini yıllık olarak sunmaktadır. Ekonomik özgürlüğün alt bileşenleri, tarifelerin düzeyi, sermaye girişlerine ve yabancı yatı‐
rımlara ilişkin kısıtlamalar, karaborsa oluşumu, vergileme, ekonominin içerisinde kamu kesiminin ağırlığı, ortalama enflasyon, bankacılık sektörünün bağımsızlığı, ücret ve fiyat kontrolleri, regülasyonlar ve mülkiyet hakları konularını kapsamak‐
tadır. Bu endekse göre ülkeler, ekonomik özgürlüğün her bir alt endeksine ilişkin olarak yüz üzerinden puanlama yapılarak sıralanmaktadırlar. Fraser Enstitüsü tarafından hazırlanan Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endeksi (EFW) de 1970‐2000 yılları arasında beşer yıllık, 2000 yılından sonra ise yıllık olarak hazır‐
lanmıştır. Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endeksi (EFW), uluslararası ticaret, uluslara‐
rası sermaye akımları, karaborsa, vergileme, devletin ekonomideki yeri, para poli‐
tikası ve enflasyon, bankacılık, fiyat kontrolleri, regülasyonlar, piyasaya giriş ser‐
bestisi ve mülkiyet hakları konularını kapsayan toplam on yedi alt ekonomik özgür‐
lük endeksinden oluşmaktadır. Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endeksi’nde (EFW) ekonomik özgürlüğün her bir alt endeksine göre ülkeler on üzerinden puanlama yapılarak sıralanmaktadırlar. Tablo 1, Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF) ve Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endek‐
si (EFW) verilerine göre son beş yıl içerisinde dünyadaki en özgür ülkeler arasında kabul edilen beş ülkenin endeks değerlerini sunmaktadır. Heritage Vakfı ve Wall Street Journal tarafından ortaklaşa hazırlanan Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF) verilerine göre 2013 yılında dünyadaki en özgür ülke Hong Kong iken, bu ülkeyi Singapur, Avustralya, Yeni Zelanda ve İsviçre takip etmektedir. Fraser Enstitü‐
sü’nün hazırladığı Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endeksi (EFW)’ne göre ise dünyanın AĞUSTOS 2014 29
en özgür ülkesi yine Hong Kong olup, ikinci sırada Singapur, üçüncü sırada Yeni Zelanda, dördüncü sırada ise İsviçre bulunmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri ise 2007 yılında 11. Sırada olmasına rağmen, 2010 yılında 6. Sıraya ve 2011 yılında da 5. Sıraya yükselmiştir. Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF)’ne göre 2013 yılında 3. Sırada bulunan Avustralya ise, Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endeksi (EFW) sırala‐
masında aynı yıl 10. Sırada bulunmaktadır. Tablo 1. Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF) ve Dünya Ekonomik Özgürlüğü En‐
deksi (EFW) Verilerine Göre En Özgür Beş Ülke Sıralaması Heritage Vakfı ve Wall Street Journal ‐ Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF) Ülkeler1 2009 2010 2011 2012 2013 Hong Kong 90,0(1) 89,7(1) 89,7(1) 89,9(1)
89,3(1) Singapur 87,1(2) 86,1(2) 87,2(2) 87,5(2)
88,0(2) Avustralya 82,6(3) 82,6(3) 82,5(3) 83,1(3)
82,6(3) Yeni Zelanda 82,0(5) 82,1(4) 82,3(4) 82,1(4)
81,4(4) İsviçre 79,4(9) 81,1(6) 81,9(5) 81,1(5)
81,0(5) Fraser Enstitüsü ‐ Dünya Ekonomik Özgürlüğü Endeksi (EFW) Ülkeler1 2007 2008 2009 2010 2011 Hong Kong 9,13 (1) 9,17 (1) 9,10 (1) 9,02 (1)
8,97 (1) Singapur 8,78 (2) 8,75 (2) 8,73 (2) 8,73 (2)
8,73 (2) Yeni Zelanda 8,48 (3) 8,39 (3) 8,34 (3) 8,35 (3)
8,49 (3) İsviçre 8,38 (4) 8,19 (4) 8,22 (4) 8,31 (4)
8,30 (4) Birleşik Arap Emirlikleri 7,96 (11) 7,92 (11) 7,73 (12) 7,96 (6)
8,07 (5) 1 Ülkeler tabloda yer alan son yılın endeks değerlerine göre sıralanmıştır. Not: Parantez içindeki değerler ülkenin o yılın ekonomik özgürlük sıralamasındaki yerini göstermektedir. Kaynak: The Heritage Foundation, 2013 Index of Economic Freedom, All Index Data, http://www.heritage.org/index/explore?view=by‐region‐country‐year,(Erişim: 01.01.2014); Fraser Institute, Economic Freedom of the World 2013 Annual Report, 2013 Dataset, www.freetheworld.com/release.html, (Erişim: 01.01.2014). 30 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ 3. Ekonomik Özgürlükler ile Ekonomik Büyüme İlişkisi: Literatür İncelemesi Ekonomik özgürlükler daha önce de bahsedildiği gibi siyasi ve sivil özgürlüklerle birlikte genel anlamdaki özgürlüğün önemli bir belirleyicisidir. Ekonomik özgürlük‐
ler bunun yanında ekonomik etkinliğin, büyümenin ve refah artışının da önemli bir belirleyicisi olarak kabul edilmektedir. Son dönemde ekonomik büyüme üzerine yapılan çalışmalar, ülkeler arasındaki büyüme ve refah düzeyindeki farklılaşmanın sadece sermaye birikimi, nitelikli insan gücü ve teknolojik gelişme ile açıklanama‐
yacağını ortaya koymakta ve kurumsal yapıdaki farklılığın da ekonomik büyüme ve refah düzeyinin önemli bir belirleyicisi olduğunu ifade etmektedirler. İktisat teorisi Adam Smith’ten bu yana, ekonomik özgürlüklerin işgücünün çalışma arzusunu, üretkenliğini etkilediğini ve kaynakların kullanımında etkinliği sağladığını savunmaktadır (Haan ve Sierman, 1998: 364). Ekonomik büyüme, reel Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın bir yıldan diğer yıla artışı şeklinde tanımlanmakta ve ekonomik büyümenin temel kaynağının ülkenin sahip olduğu üretim faktörlerindeki ve bu faktörlerin verimliliğindeki artış olduğu kabul edilmektedir. Ekonomik özgürlükler de yukarıda belirtildiği gibi, üretim faktörlerinin üretkenliğini arttırarak ve kaynak dağılımında etkinliği sağlayarak ekonomik büyümeye katkıda bulunmaktadır. Son dönemde sayıları artan pek çok ampirik çalışma, ekonomik özgürlüklerin ülke‐
ler arasındaki ekonomik performans düzeylerindeki farklılaşmanın açıklanmasında önemli bir unsur olduğuna işaret etmektedir (Sturm ve De Haan, 2001: 839). Bu‐
radan ekonomik özgürlüklerin sayısal olarak ifade edilebilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü ekonomik özgürlüklerin sayısal olarak ifade edilebilmesi ve ölçülebilmesi ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkilerin doğrudan test edilmesini mümkün hale getirmiştir. Aynı zamanda, ekonomik öz‐
gürlüklerin ölçülebilmesi, ekonomik özgürlüklerin büyümeyi etkileyen diğer faktör‐
lerle karşılaştırılmasına da imkan tanımaktadır (Gwartney vd., 1999: 645). Ekonomistler, mülkiyet hakları, ekonomik özgürlükler ve serbest piyasa kanunları üzerinde çok uzun yıllardan beri çalışmalarına rağmen, ekonomik özgürlükler ve büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen ampirik literatür 1990’lı yılların sonunda oluşmaya başlamıştır (Doucouliagos ve Ulubaşoğlu, 2006: 61). Bunun en önemli sebebi ise daha önce de bahsedildiği gibi, ekonomik özgürlüklerin ancak 1990’lı yıllardan itibaren endeksler yardımıyla ölçülebilir hale gelmesidir. Aşağıda hem yurtdışında hem de Türkiye’de ekonomik özgürlüklerin büyüme üzerindeki etkile‐
rini inceleyen çalışmaların bulgularına yer verilmiştir. Bu alandaki ilk çalışmalardan kabul edilen ve 1997 yılında yayınlanan Easton ve Walker’ın çalışması, Mankiw, Romer ve Weil (1992)’in çalışmalarında geliştirdikleri modelden (MRW Modeli) ve bu modelde kullanılan 57 ülkeden hareketle, ekono‐
mik özgürlüklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini tahmin etmişlerdir. Elde AĞUSTOS 2014 31
edilen sonuçlar incelendiğinde, MRW modeline ekonomik özgürlük değişkeninin eklenmesi bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkeni açıklama gücünü arttırmış (R2MRW= 0,68, R2EW= 0,74), ekonomik özgürlük değişkeninin dışındaki değişkenlerin katsayılarının işaretleri değişmemiş ve ekonomik özgürlük değişkeninin ise eko‐
nomik büyümeyi pozitif yönde etkilediği bulunmuştur. Ayal ve Karras (1998), 1975‐1990 yılları arasında 58 ülkede ekonomik özgürlükleri ifade eden alt bileşen‐
lerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Buna göre; kamu iş‐
letmesindeki girişimlerin varlığı, para arzındaki ortalama artış hızı, yıllık enflasyon artış hızı, negatif reel faiz oranı, resmi ve karaborsa döviz kurları arasındaki fark, ticaret sektörünün büyüklüğü ve ülke vatandaşlarının yabancılarla sermaye trans‐
feri yapabilme özgürlükleriyle ekonomik büyüme hızı arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Ekonomik özgürlüklerin diğer alt bileşenlerinden olan ülke vatandaşlarının yabancı para cinsinden banka hesabı açabilme özgürlüğü, ülke vatandaşlarının yurtdışında banka hesabı açabilme özgürlüğü, transfer ve mali yardımların GSYİH’ya oranı, en yüksek marjinal vergi oranı ve dış ticaretten alınan vergi miktarının dış ticaret hacmine oranı ile ekonomik büyüme arasında ise an‐
lamlı bir ilişki bulunamamıştır. De Haan ve Sierman (1998), 1980‐1992 yılları arasında 78 ülke için ekonomik öz‐
gürlüklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini tahmin ettikleri çalışmalarında, ekonomik özgürlükler ile ekonomik büyüme ilişkisinin kullanılan değişkenlere bağlı olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre; ekonomik özgürlük düzeyini gösteren bazı değişkenler ile büyüme arasında doğrudan bir ilişki söz konusu iken, diğer bir ta‐
kım değişkenler ile büyüme arasında herhangi bir ilişki bulunamamıştır. Gwartney vd. (1999) çalışmalarında, 82 ülkede farklı dönemleri kapsayacak şekilde ekonomik ve politik özgürlüklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Ça‐
lışmada elde edilen sonuçlar, ekonomik özgürlük ve politik özgürlük düzeyindeki değişmelerin ekonomik büyüme üzerinde pozitif ve anlamlı bir etkisinin olduğunu, fakat ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyümeyi etkilemede politik özgürlükler‐
den daha güçlü bir değişken olduğunu göstermiştir. Ayrıca çalışmada, ekonomik büyümeden ekonomik özgürlüklere doğru bir nedensellik olup olmadığı da ince‐
lenmiş, ancak sonuç anlamsız bulunmuştur. Yani, ekonomik özgürlük düzeyindeki değişmeler ekonomik büyümeyi etkilerken, ekonomik büyüme ekonomik özgür‐
lükleri etkilememektedir. De Haan ve Sturm (2000), 80 ülkenin 1975‐1990 dönemine ait verilerinden hare‐
ketle bu ülkelerdeki ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkile‐
rini tahmin etmişlerdir. Bu tahmini yaparken, ekonomik özgürlüklerin 1975 yılın‐
daki düzey değeri ile 1975‐1990 yılları arasındaki değişimi açıklayıcı değişken ola‐
rak ayrı ayrı modele dahil edilmiştir. Elde edilen sonuçlar; ekonomik özgürlüklerin düzey değerinin ekonomik büyümeyi etkilemediğini, fakat daha fazla ekonomik özgürlüğün ekonomik büyümeyi hızlandırdığını göstermektedir. Heckelman (2000), 1991‐1997 yılları arasında 96 ülke için ekonomik özgürlükler ve ekonomik 32 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ büyüme arasındaki kısa dönemli nedensellik ilişkisini incelemiştir. Heritage Vakfı‐
nın alt özgürlük kriterlerinin kullanıldığı çalışmada, ticaret politikası ve vergileme ile ekonomik büyüme arasında nedensellik ilişkisine rastlanılmazken, sermaye hareketleri ve yabancı yatırımlar, ücret ve fiyat kontrolleri, mülkiyet hakları ve regülasyonlar ile büyüme arasında nedensellik ilişkisine rastlanılmıştır. Carlsson ve Lundström (2002), çalışmalarında 74 ülkede 1970‐1990 yılları arasında ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini tahmin etmeye çalışmışlardır. Öncelikle çalışmada, ekonomik özgürlüklere ilişkin genel endeksteki değişmelerin büyüme üzerindeki etkileri tahmin edilmiş ve elde edilen sonuçlar pozitif yönlü ve anlamlı çıkmıştır. Yani ekonomik özgürlük düzeyinin yükselmesi büyümeyi de arttırmaktadır. Ancak yazarların çalışmada belirttikleri gibi, ekonomik özgürlük ölçütlerinin seçimi önemli bir problemi ortaya çıkarmaktadır. Buna göre, ekonomik özgürlükler yedi kategoriye indirgenerek yapılan tahminler, her bir alt ekonomik özgürlük ölçütünün büyüme üzerinde pozitif, negatif veya anlamsız etkileri olduğunu göstermiştir. Ekonomik yapı ve piyasa ekonomisinin işlerliğine yönelik özgürlükler, alternatif para birimlerini kullanabilme özgürlüğü, yasal sistem ve özel mülkiyete yönelik özgürlükler ve sermaye piyasalarına katılım özgürlüğü ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki söz konusudur. Bunun yanında, kamu kesiminin büyüklüğü ve yabancılarla ticari faaliyetler yürütme özgürlüğü ile büyüme arasında negatif bir ilişki söz konusu iken, para politikası ve fiyat istikrarı ile büyüme arasında ise anlamlı bir ilişkiye rastlanılmamıştır. Doucouliagos ve Ulubaşoğlu (2006), yapmış oldukları çalışmada 82 ülkenin 1970‐
1999 yılları arasındaki verilerinden hareketle ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi tahmin etmişlerdir. Elde edilen bulgulara göre, farklı değişkenlerin kullanıldığı dört farklı modelin tümünde ekonomik özgürlüklerle ekonomik büyüme arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki vardır. Ayrıca, dört model‐
den iki tanesinde politik özgürlüklere de yer verilmiş, ancak politik özgürlüklerle büyüme arasında anlamlı bir ilişkiye ulaşılamamıştır. Justesen (2008) ise çalışma‐
sında, 1970‐1999 yılları arasında panel veri yöntemiyle ekonomik özgürlüklerin farklı ölçütlerini ifade eden farklı endekslerdeki sayısı 35 ile 77 arasında değişen ülkede ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Bu ilişkiyi incelerken aynı zamanda literatürde son dönemde ciddi biçimde üzerin‐
de durulan ekonomik özgürlükle ekonomik büyüme arasındaki nedenselliğin yönü, ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin doğrudan ve dolay‐
lı mı olduğu ve ekonomik özgürlüğün alt bileşenlerinin ekonomik büyümeye etkile‐
ri üzerinde de durmaktadır. Ulaşılan sonuçlar, ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyümenin temel bir bileşeni olduğunu, hatta ekonomik özgürlüklerin alt kriterle‐
rinden bazılarının (kamu kesimi büyüklüğü ve düzenleyici politikalar) diğerlerinden daha dirençli bir bileşen olduğunu göstermektedir. Yabancı literatürde son olarak Paakkönen (2010) yapmış olduğu çalışmada, geçiş ekonomilerinde 1998‐2005 AĞUSTOS 2014 33
yılları arasında ekonomik özgürlükleri de kapsayacak şekilde kurumsal yapının ekonomik büyüme üzerindeki etkisini araştırmıştır. Buna göre, ekonomik özgürlük düzeyini düşük olduğu zaman ekonomik özgürlüklerde ve yatırımlardaki artış eko‐
nomik büyümeyi pozitif yönde etkilemektedir. Fakat, ekonomik özgürlükler belirli bir seviyeye ulaştığında negatif etkiler başlamakta ve yatırımlardaki artış büyümeyi negatif olarak etkilemektedir. Türkiye’de de ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi ince‐
leyen çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar arasında ilk olarak Başkaya ve Manan (2009), Türkiye için 1970‐2005 dönemine ait verilerden hareketle ekonomik özgür‐
lükler ve demokrasi ile ekonomik performans arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Kurulan farklı ve çok sayıda model incelendiğinde öncelikle demokrasi ile ekono‐
mik performans arasında kesin bir yargıya varılamamıştır. Yazarlara göre, kurulan bazı modellerde belirlilik katsayısının düşük çıkması modele kurumsal yapıyı daha iyi açıklayabilecek yeni değişkenlerin eklenmesini gerekli kılmıştır. Çalışmada Eko‐
nomik özgürlükler ile ekonomik performans arasındaki ilişki değerlendirildiğinde ise, Türkiye’de ekonomik özgürlük seviyesindeki artışın ekonomik performansı arttıracağı sonucuna ulaşılmıştır. Yenipazarlı (2009), 1970‐2006 yılları arasında ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini Türkiye örneğinde incelemiştir. ARDL ve Johansen eşbütünleşme yöntemleri ve hata düzeltme modeli çerçevesinde elde edilen uzun ve kısa dönem ilişkilerinin ortaya koyduğu sonuçlar, uzun ve kısa dönemde ekonomik özgürlükle ekonomik büyüme arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunduğunu göstermiştir. Son olarak, Yalman vd. (2011) çalışmalarında 2000‐2006 yılları arasında ekonomik özgürlüklerin büyüme üzerindeki etkilerini analiz etmişlerdir. Bu kapsamda; Arjan‐
tin, Brezilya, Kolombiya, Meksika, Peru, Şili ve Venezuela gibi Latin Amerika ülkele‐
rinin yanında Türkiye de analize dahil edilmiştir. Ekonomik özgürlüğe ilişkin veriler Heritage Vakfından alınmış olup, çalışmada ekonomik özgürlüğü sermaye özgürlü‐
ğü endeksi, mülk edinme özgürlüğü endeksi, ticari özgürlük endeksi, yatırım özgür‐
lüğü endeksi ve rüşvet vermeme özgürlüğü endeksi temsil etmektedir. Panel veri regresyon analizi sonucunda; ticari özgürlüğün, mülk edinme özgürlüğünün ve rüşvet vermeme özgürlüğünün ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilediği, ser‐
maye ve yatırım özgürlüklerinin ise ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği tahmin edilmiştir. Bu durumun en önemli sebebi olarak, sermayenin ve yatırımla‐
rın kendisine daha güvenli bir ortam aramak adına bulundukları ülkeleri terk ede‐
bilmeleri görülmektedir. Literatürdeki ampirik çalışmalar incelendiğinde de teoriye uygun olarak ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyümeyi pozitif yönlü etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Ancak, bazı dönemlerde ve bazı ülkelerde özellikle ekonomik özgürlüklerin alt endeksleri bazında elde edilen sonuçlar anlamsız veya negatif yönlü bulunmuştur. Bunun en önemli nedeni ise, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kurumsal yapının 34 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ tam olarak gelişmemiş olması ve ekonomik özgürlüklerdeki artışın ülke içindeki fonları daha az riskli yurtdışı yatırımlarına yönlendirmesidir. 4. Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İliş‐
kinin Panel Veri Yöntemiyle Analizi Çalışmanın bundan sonraki kısmında, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu dokuz gelişmekte olan ülke için 2000‐2012 döneminde ekonomik özgürlüklerin alt kriter‐
leri ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki ampirik olarak incelenmektedir. Analize Türkiye, Güney Kore, Tayland, Hong Kong, Malezya, Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya dahil edilmiştir. Seçilen ülkelerden Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin BRIC ülkelerini oluşturmaktadır. Son dönemdeki bazı ampirik çalışmalarda bu ülkelerin yanına Türkiye de eklenerek bu grup BRIC‐T olarak ifade edilmektedir. Güney Ko‐
re, Tayland, Hong Kong ve Malezya ise Asya Kaplanlarını oluşturmaktadır. Ülkele‐
rin tümünün ortak özelliği; “yükselen piyasa ekonomileri” olarak değerlendirilme‐
leridir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren küreselleşme olgusunun temel kuralları‐
na (Washington Mutabakatı) büyük ölçüde uyum gösteren bu ülkelerde (Kazgan, 2009: 217), liberaliasyon, deregülasyon vb. şekillerde devlet müdahalesinin azal‐
tılması ve ekonomik özgürlüklere ilişkin kurumsal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi yoluyla küresel ekonomiye entegrasyon süreçleri hızlı bir biçimde devam etmek‐
tedir. Literatürde incelenen çalışmaların bazılarında bu ülkelere yer verilmekle birlikte, özel olarak bu ülkelerdeki ekonomik özgürlükler ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalara rastlanılmamış olması, çalışmada bu ülke‐
ler üzerine odaklanılmasını gerekli hale getirmiştir. Ayrıca, bu konuyla ilgili daha önce yapılmış olan çalışmaların önemli bir kısmında çok sayıda ülkenin yer alması ve ülkelerin bir bölümünün gelişmiş ülkeler olması, ekonomik özgürlükler ve eko‐
nomik büyüme arasındaki ilişkinin gelişmekte olan ülkeleri de kapsayacak şekilde genel sonuçlara bağlı kalınarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu durum, geliş‐
mekte olan ülkeler için yanlış sonuçlara ve yanlış politika tavsiyelerine yol açabil‐
mektedir. Aşağıda sırasıyla, kullanılacak yöntem ve veri setine ilişkin bilgi verildik‐
ten sonra analiz bulguları değerlendirilmiştir. 4.1. Yöntem ve Veri Seti Çalışmanın bu kısmında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu dokuz gelişmekte olan ülkede 2000‐2012 yılları arasında ekonomik özgürlüğü ifade eden bazı alt kriterlerin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin tahmini için Denklem 1 kulla‐
nılmıştır. Panel veri modelinin tahmininde Stata 11 paket programından yararla‐
nılmıştır. Çalışmada tahmin edilen model aşağıdaki gibidir. AĞUSTOS 2014 35
LNRGDPit=β0 + β1PRIit + β2BFIit + β3TFIit + β4IFIit + β5GEFIit + β6INVit + β7GOVit + β8DEPit + β9INFit + εit (1) (i=1,…….,N; t=1,……..,T) Yukarıdaki modelde i ülkesinin t dönemindeki Reel Gayrisafi Yurtiçi Hasıla düzeyi‐
nin logaritmik değeri (LNRGDP) bağımlı değişken olarak alınmıştır. Modelin bağım‐
sız değişkenleri ise ekonomik özgürlüğe ilişkin genel endeks (GEFI), ekonomik öz‐
gürlüğün alt endekslerinden mülkiyet hakları endeksi (PRI), çalışma/iş kurma öz‐
gürlüğü endeksi (BFI), ticaret özgürlüğü endeksi (TFI) ve yatırım yapma özgürlüğü endeksi (IFI)’dir. Diğer bağımsız değişkenlerden olan Yatırımlar/GSYİH oranı (INV), kamu harcamaları/GSYİH oranı (GOV), nüfus bağımlılık oranı (DEP) ve yıllık enflas‐
yon oranı (INF) ise literatürdeki diğer çalışmalarda da kullanılan kontrol değişken‐
leri ifade etmektedir. Hata terimi ise ε ile temsil edilmiştir. Genel ekonomik özgürlüğü ve ekonomik özgürlüğün alt kriterlerini ifade eden endeksler, Heritage Vakfı ve Wall Street Journal tarafından ortaklaşa hazırlanan Ekonomik Özgürlükler Endeksi (IEF)’ne ilişkin veri tabanı kullanılarak oluşturulmuş‐
tur. Reel GSYİH, Yatırımlar/GSYİH, Kamu Harcamaları/GSYİH, Nüfus Bağımlılık Ora‐
nı ve Yıllık Enflasyon oranına ilişkin veriler ise Dünya Bankası veri tabanından der‐
lenmiştir (The World Bank, http://data.worldbank.org/, (Erişim: 28.11.2013)). Yatırımlar/GSYİH oranının hesaplanmasında yatırımlar yerine tasarruflardan yarar‐
lanılmıştır. Verilerin oluşturulmasının ardından kullanılacak yöntemin belirlenmesi gerekmek‐
tedir. Panel veri modelleri panel en küçük kareler (EKK), sabit etkiler veya tesadüfi etkiler yaklaşımlarına göre tahmin edilebilir. Bu yaklaşımlardan panel EKK, birime özel etkileri dikkate almadığı için sınırlayıcı bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Sabit etkiler yaklaşımında her bir birimin gözlemlenemeyen ve zaman içinde de‐
ğişmeyen (zamana göre sabit) özellikleri olduğu varsayılmakta, tesadüfi etkiler yaklaşımında ise belirli bir olasılık dağılımına göre zaman içinde değişen etkilerinin olduğu ve bu etkilerin modeldeki bağımsız değişkenlerle ilişkisiz olduğu varsayıl‐
maktadır. Fakat ilişkisiz olduğu varsayımının ihlal edildiği durumda, tesadüfi etkiler yaklaşımı sapmalı ve tutarsız tahminlerde bulunmaktadır (Baltagi, 2005:12‐18). Çoğu ekonomik uygulamada sabit etkiler ve tesadüfi etkiler tahmincilerinin ara‐
sında tercih yapmada Hausman Testi kullanılmaktadır (Baltagi vd, 2003: 362; Frondel ve Vance, 2010: 329). Hausman testi, tesadüfi etkiler tahmincisi (genel‐
leştirilmiş en küçük kareler tahmincisi) ve sabit etkiler tahmincisinin (grup içi tah‐
mincinin) varyans kovaryans matrislerinin arasındaki farktan yararlanılarak H ista‐
tistiğinin hesaplanmasına dayanmaktadır. Hausman testinde H istatistiğinin sıfıra eşitliği test edilmektedir. Yapılan testin sonucunda parametreler arasındaki fark sistematik değilse tesadüfi etkiler modelinin uygun olduğuna, parametreler ara‐
36 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ sındaki fark sistematik ise sabit etkiler modelinin uygun olduğuna karar verilmek‐
tedir (Baltagi, 2005: 66‐70; Yerdelen Tatoğlu, 2012a: 180). 4.2. Ampirik Bulgular ve Değerlendirme Modelin tahminine geçmeden önce, Tablo 2’de modelde kullanılan değişkenlere ilişkin ortalama, standart sapma, minimum ve maksimum değerler ile gözlem sayı‐
sına ilişkin özet istatistiki bilgiler sunulmuştur. Tablo 2. Değişkenlere Ait Özet İstatistikler LNRGDP
GEFI PRI BFI Ortalama Standart Sap. 27,00 62,24 53,50 66,88 68,22 50,40 31,14 13,81 45,63 6,28 0,93 11,51 19,60 15,42 15,87 20,10 9,57 3,29 7,91 8,77 Minimum 25,45 47,40 20,00 35,50 19,60 20,00 13,83 8,41 33,40 ‐3,7 Maksimum Gözlem Sayısı 29,14 90,00 90,00 100,00 95,00 90,00 52,65 21,45 62,82 54,9 117 117 117 117 TFI 117 IFI 117 INV 117 GOV 117 DEP 117 INF 117 Özet istatistiki bilgilere yer verildikten sonra modelde yer alan değişkenlerin dura‐
ğanlığı incelenmiştir. Bu amaçla, parametrik olmayan birinci kuşak panel birim kök testlerinden Fisher Panel Philips ve Perron testi kullanılmıştır. Maddala ve Wu (1999)’ya göre, Levin, Lin ve Chu testi ve Im, Peseran ve Shin testleri ile karşılaştı‐
rıldığında Fisher panel birim kök testlerinin performansı diğerlerine göre daha iyidir (Yerdelen Tatoğlu, 2012b: 219). Tablo 3’te Fisher Philips ve Perron ters χ2 istatistik sonuçları gösterilmektedir. Buna göre, LNRGDP ve GOV değişkenleri 1. Farkları alındığında durağan hale gelirken, diğer değişkenlerin düzeyde durağan oldukları görülmektedir. Değişkenlerin durağanlığının incelenmesinin ardından, kurulacak olan modelin Klasik modele (birim ve/veya zaman etkilerinin olmadığı model), sabit etkiler mo‐
deline veya tesadüfi etkiler modeline uygun olup olmadığının belirlenmesi gerek‐
mektedir. Bunun için öncelikle klasik model ile sabit etkiler ve tesadüfi etkiler mo‐
delleri arasında karar vermek için Olabilirlik Oranı testi yapılmıştır. Çalışmada eko‐
nomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin belirlemesinde beş farklı model kullanıldığı için her bir modele ilişkin En Çok Olabilirlik modeli tahmin edilmiştir. En Çok Olabilirlik modelinden elde edilen LR istatistik değerleri χ2 tablo değerleriyle karşılaştırılarak birim ve zaman etkilerinin var olup olmadığı sınanmış‐
tır. Beş modelden elde edilen sonuçların tümü de birim etkilerin bulunduğuna, fakat zaman etkilerinin bulunmadığına işaret etmektedir (Bkz. Tablo 4). Yani klasik model geçerli değildir. AĞUSTOS 2014 37
Tablo 3. Değişkenlere Ait Fisher Panel Philips ve Perron Birim Kök Testi Sonuçları Değişken LNRGDP GEFI PRI BFI TFI Ters χ2 İsta‐
tistik Sonuç‐ Durağanlık Değişken ları 78,7518 1. Fark IFI (0,000) 46,7169 Düzey INV (0,000) 101,1593 Düzey GOV (0,000) 34,6915 Düzey DEP (0,000) 37,6186 Düzey INF (0,004) Ters χ2 İsta‐
tistik Sonuç‐ Durağanlık ları 39,9197 Düzey (0,002) 34,1349 Düzey (0,012) 88,3873 1. Fark (0,000) 182,1700 Düzey (0,000) 66,7611 Düzey (0,000) Not: Parantez içindeki değerler olasılık (prob.) değerlerini göstermektedir. Klasik model geçerli olmadığı için, Hausman Testi kullanılarak sabit etkiler modeli‐
nin mi, yoksa tesadüfi etkiler modelinin mi geçerli olduğu araştırılmıştır. Hausman Testinde temel hipotez; “bağımsız değişkenlerle birim etki arasında korelasyon yoktur” şeklinde iken, alternatif hipotez ise; “bağımsız değişkenler ile birim etki korelasyonludur” şeklindedir. Eğer, temel hipotez reddedilemez ise hem sabit etkiler hem de tesadüfi etkiler tahmincisi tutarlıdır. Ancak, tesadüfi etkiler tahmin‐
cisi daha etkindir. Bunun yanında, temel hipotez reddedilir ise tesadüfi etkiler tahmincisi sapmalıdır. Bunun yerine tutarlı olan sabit etkiler tahmincisi kullanıl‐
maktadır (Yerdelen Tatoğlu, 2012: 180). Çalışmada tahmin edilecek beş modelin her biri için Hausman Testi yapılmıştır. Yalnızca beşinci modelde temel hipotez reddedilmekte iken, diğer modellerde temel hipotez reddedilememektedir (Bkz. Tablo 4). Buna göre, beşinci modelde tutarlı olan sabit etkiler tahmincisi kullanılırken, diğer modellerde ise sabit etkiler tahmincisine göre etkin olan tesadüfi etkiler tahmincisi kullanılmıştır. Sabit etkiler modeli Grup İçi Tahmin Yöntemi, Tesadüfi etkiler modeli de, Genelleştirilmiş En Küçük Kareler Yöntemi (GEKK) referans alınarak tahmin edilmiş ve sonuçlar Tablo 4’te gösterilmiştir. 38 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Tablo 4. Panel Veri Modellerine İlişkin Tahmin Sonuçları LNRGDP GEFI PRI BFI TFI 1 2 3 4 0,0013 ‐0,0029 0,0042 0,0022 (0,19) (‐0,88) (0,60) (0,32) ‐0,013 ‐0,0137 ‐0,0148 ‐ (‐5,69)* (‐5,95)* (‐5,98)* 0,0017 0,0014 0,0026 ‐ (0,66) (0,55) (1,00) 0,0172 0,0160 0,0172 ‐ (8,86)* (7,60)* (8,96)* IFI ‐ INV ‐ GOV ‐ DEP ‐ INF ‐ ‐ ‐ ‐ 0,0113 0,0073 ‐ (2,96)* (1,55) ‐0,024 0,0144 ‐ (‐1,81)*** (1,43) ‐0,0702 ‐ ‐ (‐22,10)* ‐0,0002 ‐ ‐ (‐0,18) 29,837 26,056 26,647 (54,62)* (50,97)* (53,64)* İstatistikler 5 ‐0,0023 (‐0,51) ‐0,0358 (‐2,38)** 0,0040 (2,67)* 0,00461 (3,17)* ‐0,0018 (‐1,73)*** 0,0068 (2,56)** ‐ ‐0,0594 (‐15,40)* ‐ C 26,320 (57,92)* R2 0,6945 0,8715 0,7014 0,7057 0,9082 153,10 [0,000] 2,0e+13 [1,000] 2,02 [0,7325] 425,53 [0,000] 2,0e+13 [1,000] 5,94 [0,3123] 355,97 [0,000] 0,00 [1,000] 1,61 [0,8999] 340,27 [0,000] 0,00 [1,000] 3,28 [0,6564] 426,16 [0,000] 1,4e‐13 [1,000] 30,54 [0,0001] LR (Birim Etk.) LR (Zaman Etk.)
Hausman 29,34 (96,57)* *, **, *** sırasıyla katsayıların % 1, % 5 ve % 10 düzeyinde anlamlı olduklarını belirtmektedir. Not: Parantez içindeki değerler Z istatistik değerlerini göstermektedir. Köşeli parantez içindeki değer‐
ler olasılık (prob.) değerlerini göstermektedir. Tablo 4, farklı değişkenlerin kullanıldığı beş modele ilişkin sonuçları özetlemekte‐
dir. Özellikle kontrol değişkenlerden Yatırım/GSYİH (INV) ve Nüfus Bağımlılık Oranı (DEP) değişkenlerinin katsayıları literatürde daha önce yapılan çalışmalardaki gibi çıkmıştır. Buna göre, ikinci ve beşinci modellerde INV değişkeninin katsayısı pozitif ve anlamlı çıkarken, DEP değişkeninin katsayısı ise negatif ve anlamlı çıkmıştır. Sadece üçüncü modelde INV değişkeninin katsayısı pozitif olmasına rağmen ista‐
tistiksel olarak anlamsızdır. Yani, yatırım oranındaki artış ve nüfusun bağımlılık AĞUSTOS 2014 39
oranındaki azalmalar ekonomik büyümeyi arttırmaktadır. Bengoa ve Sanchez‐
Robles (2003), yatırımlar ve ekonomik büyüme arasındaki pozitif ilişkiyi doğrudan yabancı yatırımlar açısından da bulmuşlardır. Bu çalışmada doğrudan yabancı yatı‐
rımlar yerine yurtiçi yatırımlar kullanılmıştır. Yabancı yatırımlar ile yurt içi yatırım‐
lar arasındaki temel fark sermayenin mülkiyetinden kaynaklanmaktadır. Sonuç itibariyle her iki yatırım türü de ülkenin üretim kapasitesinde bir artışa yol açmak‐
tadır. Gwartney vd. (1999) ise, nüfusun bağımlılık oranı ile büyüme arasındaki negatif ilişkiye dikkat çekmiştir. Çünkü nüfusun bağımlılık oranındaki artış üretken girdilerin payında azalmaya yol açmakta, bu durum da büyümenin yavaşlamasına neden olmaktadır. Özellikle genç nüfusta bağımlılık oranının yüksek olması daha da ciddi sonuçlara yol açmaktadır. Kamu harcamaları/GSYİH (GOV) değişkeni ve Yıllık Enflasyon oranı (INF) değişken‐
leri incelendiğinde bu iki değişkenin ikinci modelde anlamsız çıktığı görülmektedir. Fakat, GOV değişkeni dördüncü modele de dahil edilmiş ve bu değişkenin katsayısı literatüre uygun olarak negatif bulunmuştur. Yani, kamu kesiminin ekonomideki ağırlığının artması ekonomik büyümeyi azaltıcı bir etkiye yol açmaktadır. Litera‐
türde bu konu üzerinde de durulmuş ve çeşitli sonuçlara ulaşılmıştır. Kamu kesi‐
minin ekonomideki ağırlığına ilişkin en önemli eleştirilerden biri, kamu harcamala‐
rının dışlama (crowding‐out) etkisine yol açmasıdır (Bengoa ve Sanchez‐Robles, 2003). Fakat, kamu harcamalarının dışlama etkisine yol açması kısmi olarak veya tamamen özel kesim yatırım harcamalarının azalmasına neden olmaktadır. Dışla‐
ma etkisi tam olsa dahi kamu harcaması kadar özel yatırım dışlanacağı için, kamu harcamasındaki artışın ekonomik büyüme üzerinde dışlama etkisi nedeniyle nega‐
tif bir etki doğurması beklenmemektedir. Bunun yanında, kamu kesiminin verimsiz yatırımları ve bu yatırımların kaynak israfına yol açması büyüme üzerinde daraltıcı bir etkiye sebep olabilir. Dawson (2003)’a göre ise, kamu kesiminin büyümesi eko‐
nomik büyümeye yol açmazken, büyümedeki artış kamu kesiminin büyüklüğünün nedenidir. Yıllık enflasyon oranındaki değişmeler ile ekonomik büyüme arasında da ilişkiye rastlanılamaması, yüksek enflasyonun ekonomideki rekabet düzeyini ve ihracatı azaltması ve piyasanın işleyişinde aksaklıklara yol açması ile açıklanabilir (Bengoa ve Sanchez‐Robles, 2003). İhracattaki azalmanın büyüme üzerinde doğ‐
rudan bir etkisi bulunurken, yüksek enflasyon döneminde fiyatların enformasyon sağlama işlevini yitirmesiyle ortaya çıkan belirsizliğin yatırımlar yoluyla büyüme üzerinde dolaylı bir etkisi bulunmaktadır. Ekonomik özgürlükleri ifade eden değişkenler incelendiğinde ise literatürle belirli ölçülerde örtüşmeyen sonuçlara rastlanılmıştır. Ekonomik özgürlüğü ifade eden genel endeks (GEFI) beş modele de dahil edilirken, bu endeks modellerin tümünde anlamsız çıkmıştır. Yani, analize dahil edilen dokuz gelişmekte olan ülkede 2000‐
2012 döneminde ekonomik özgürlükler ile ekonomik büyüme arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkiye ulaşılamamıştır. Beklentilerin tersi yönünde sonuçlar veren bir diğer katsayı da ekonomik özgürlüğün alt kriterlerinden olan mülkiyet 40 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ hakları endeksi (PRI)’dir. Mülkiyet hakları endeksi de ikinci model hariç tüm mo‐
dellere dahil edilirken, bu değişkenin katsayısı tüm modellerde anlamlı çıkmıştır. Fakat, mülkiyet hakları endeksinin ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği bulunmuştur. Çalışma/İş kurma özgürlüğü endeksi (BFI) de, mülkiyet hakları en‐
deksi gibi ikinci model haricinde tüm modellere dahil edilmiştir. Çalışma/İş kurma özgürlüğü endeksi, beşinci modelde pozitif ve anlamlı çıkarken, diğer modellerde ise istatistiksel olarak anlamsız çıkmıştır. Fakat, çalışma/iş kurma özgürlüğü değiş‐
keninin işareti anlamsız çıktığı modellerde de pozitiftir. Bu sonucun beklentilerle ve teoriyle uyumlu olduğu söylenebilir. Çünkü, ekonomideki çalışma ve iş kurma serbestisinin artması kişilerin girişim gücünü arttırarak büyümeye pozitif anlamda katkı sağlayacaktır. Ticaret özgürlüğü endeksi (TFI)’nin katsayısı da dahil edildiği tüm modellerde pozitif ve anlamlı çıkmıştır. Bu durum da teorik açıdan uygundur. Son olarak, yatırım yapma özgürlüğü endeksi (IFI) de yalnızca beşinci modele dahil edilmiştir. Fakat yatırım yapma özgürlüğü endeksinin katsayısı anlamlı çıkmasına rağmen işareti negatiftir. Ticaret özgürlüğü endeksi ve yatırım yapma özgürlüğü endeksine yönelik bulgular, Yalman vd. (2011)’nin Latin Amerika ülkeleri ve Türki‐
ye’nin dahil edildiği 2000‐2006 yıllarını kapsayan benzer konudaki çalışmasının bulgularıyla da örtüşmektedir. Buna göre, ulusal ve uluslararası düzeyde ticaretin serbestleşmesi ekonomik aktivite düzeyinin artmasına ve büyümeye yol açacaktır. Yatırım yapma özgürlüğündeki artışın ekonomik büyümeyi azaltmasının temel sebebi ise, yatırım serbestisinin belirli dönemlerde yatırımların riskli olan ülkeleri terk etme eğilimine yol açmasıdır. Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde, özellikle ekonomik özgürlüğe ilişkin genel endeks değişkeni ve mülkiyet hakları endeksi değişkenine ilişkin sonuçların litera‐
türdeki sonuçlarla örtüşmediği görülmektedir. Bunun temel sebeplerinden bir tanesi, literatürdeki çalışmaların önemli bir bölümünün 1970‐2000 arasındaki be‐
lirli yılları kapsayan ve çok sayıda ülkeyi analiz eden çalışmalar olmasıdır1. Çok sayıda ve aralarında büyük oranda gelişmişlik farkları bulunan ülkelerin birlikte analiz edilmeleri ekonomik özgürlükler ve mülkiyet hakları konusunda yanlış de‐
ğerlendirmelere yol açabilmektedir. Diğer önemli bir sebep ise, analize dahil edi‐
len ülkelerden Çin dışındaki ülkelerin tamamı 1990’lı yılların ortalarından itibaren ciddi ekonomik darboğazlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu durumun ise analize dahil edilen ülkelere ilişkin risk algılamasını değiştirdiği ve kriz sonrası süreçte ku‐
rumsal yapıdaki değişmeler ve yatırım ortamındaki iyileşmelere rağmen büyüme üzerinde bir etki doğurmadığı düşünülmektedir. 1
Bkz. Gwartney vd. (1999), De Haan ve Sierman (1998), Paakkönen (2010), Ayal ve Karras (1998), Dawson (2003), Bengoa ve Sanchez‐Robles (2003), Doucouliagos ve Ulubaşoğlu (2006), Justesen (2008) ve Carlsson ve Lundström (2002). AĞUSTOS 2014 41
4. Sonuç Yapılan çalışmada, Türkiye, Güney Kore, Tayland, Hong Kong, Malezya, Çin, Hindis‐
tan, Brezilya ve Rusya’da 2000‐2012 yılları arasında ekonomik özgürlüklerin eko‐
nomik büyüme üzerindeki etkisi panel tesadüfi etkiler ve sabit etkiler modelleri çerçevesinde tahmin edilmiştir. Ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme ara‐
sındaki ilişkinin belirlenmesinde farklı değişkenlerin yer aldığı beş model kullanıl‐
mıştır. Modellerde ekonomik özgürlüğü, genel ekonomik özgürlük endeksi, mülki‐
yet hakları endeksi, çalışma özgürlüğü endeksi, ticaret özgürlüğü endeksi ve yatı‐
rım yapma özgürlüğü endeksi temsil etmiştir. Ayrıca, literatürdeki bazı çalışmalar‐
da yer alan kontrol değişkenlere de yer verilmiştir. Bu kontrol değişkenler, Yatırım‐
lar/GSYİH, Nüfusun Bağımlılık Oranı, Kamu Harcamaları/GSYİH, Yıllık Enflasyon Oranı değişkenlerinden oluşmaktadır. Beş model incelendiğinde, özellikle Yatırım‐
lar/GSYİH ve Nüfusun Bağımlılık Oranı değişkenlerinin dahil edildiği modelin an‐
lamlılığını yükselttiği görülmüştür. Kullanılan tüm kontrol değişkenlerin katsayıları literatürde yer alan çalışmaların sonuçlarıyla paralellik göstermiştir. Ekonomik özgürlüğü ifade eden değişkenlere ilişkin tahmin edilen katsayılar önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. Öncelikle ekonomik özgürlüğü ifade eden genel endeks (GEFI) beş modele de dahil edilmiş, fakat dahil edildiği tüm model‐
lerde bu değişkenin katsayısı istatistiksel olarak anlamsız çıkmıştır. Yani, analize dahil edilen dokuz gelişmekte olan ülkede 2000‐2012 yılları arasında ekonomik özgürlük düzeyindeki ilerlemelerin ekonomik büyümeyi etkilemediği sonucuna ulaşılmıştır. Ekonomik özgürlüğün alt kriterlerinden olan mülkiyet hakları endeksi (PRI) de bek‐
lentilerin aksi yönünde sonuçlar vermiştir. Mülkiyet hakları endeksi değişkeni ikin‐
ci model hariç tüm modellere dahil edilirken, katsayı dahil edildiği tüm modellerde negatif ve anlamlı olarak bulunmuştur. Sonuçlar, mülkiyet hakları endeksinin bü‐
yümeyi negatif yönde etkilediğini göstermektedir. Çalışma/İş kurma özgürlüğü endeksi (BFI) de, mülkiyet hakları endeksi gibi ikinci model haricinde tüm modellere dahil edilmiş ve bu değişkenin katsayısı sadece beşinci modelde pozitif ve anlamlı bulunmuştur. Diğer modellerde ise çalışma/iş kurma özgürlüğü endeksinin katsayısı anlamsızdır. Bu sonucun teorik açıdan uygun olduğu söylenebilir. Çünkü, ekonomideki çalışma ve iş kurma serbestisinin artması kişilerin girişim gücünü arttırarak büyümeye pozitif anlamda katkı sağlayacaktır. Ticaret özgürlüğü endeksi (TFI)’nin katsayısı ise dahil edildiği tüm modellerde pozi‐
tif ve anlamlı çıkmıştır. Bu durum da teorik açıdan uygun olup, ulusal ve uluslara‐
rası düzeyde ticaretin serbestleşmesi ekonomik aktivite düzeyinin artmasına ve büyümeye yol açacaktır. Yatırım yapma özgürlüğü endeksi (IFI) de yalnızca beşinci modele dahil edilmiştir. Fakat yatırım yapma özgürlüğü endeksinin katsayısı dahil edildiği beşinci modelde 42 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ negatif ve anlamlı çıkmıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, yatırım yapma ser‐
bestisindeki artışların yatırımcıların özellikle Türkiye, Güney Kore, Tayland, Hong Kong, Malezya, Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya gibi yükselen piyasa olarak adlan‐
dırılan ülkelere yönelik yatırım kararlarını riskli dönemlerde yeniden gözden ge‐
çirmelerinin neden olduğu söylenebilir. Son olarak elde edilen sonuçlar göstermiştir ki, belli dönemlerde ve belirli ülke gruplarında ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyümeye yönelik etkileri ampirik düzeydeki sonuçlarla uyum göstermeyebilmektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerin yaşamış olduğu tecrübeler ile gelişmekte olan ülkelerin yaşayacakları tecrübeler birbirlerinden farklı olmaktadır. Bu anlamda, kurumsal yapının önemli bir değişke‐
ni olan ekonomik özgürlüklerin ekonomik büyümeye yol açacağı tezi farklı ülke ve ülke grupları üzerinde önümüzdeki yıllarda da üzerinde durulması gereken bir konudur. Ha‐Joon Chang (2011)’ın da ifade ettiği, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yönelik kalkınma tavsiyelerini içeren “iyi politikalar ve iyi kurumlar” gelişmekte olan ülkelerin tümü için geçerli olmayabilir. “İyi politikalar ve iyi kurum‐
lar”, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yönelik küreselleşme sürecinin temel ilkelerinden olan liberalleşme, devlet müdahalesinin azaltılması, finansal serbestleşme, ülke parasının konvertibl hale getirilmesi, ekonomik yapı, siyasi yapı ve sosyal yapıdaki kurumsal dönüşüm gibi tavsiyeleri içermektedir. Ancak, Ha‐Joon Chang (2011: 225)’ın da bahsettiği gibi, yukarıda sıralanan “iyi” kurumlar oluştu‐
rulsa bile etkin biçimde işletilmedikleri sürece beklenen sonuçların ortaya konul‐
ması mümkün olmamaktadır. Özellikle, ekonomik özgürlüğe ilişkin genel endeks ve mülkiyet hakları endeksi değişkenlerinin literatürdeki sonuçlarla paralellik göstermemesindeki en önemli sebep, çalışmanın literatürdeki çalışmalardan farklı bir ülke grubunu ve farklı bir dönemi kapsamasıdır. Literatürde daha önce yapılan çalışmalara çok sayıda ülke dahil edilmiştir. Çok sayıda ülkenin dahil edildiği çalışmalarda da temel problem, analize dahil edilen ülkelerin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler olmala‐
rıdır. Ampirik modellerden ulaşılan genel sonuçlar ülkelere özgü sonuçların yeterli biçimde analiz edilememesine yol açmakta ve yapılan politika önerileri kurumsal yapıları henüz yeterli düzeyde olmayan gelişmekte olan ülkeleri de kapsamaktadır. Bu sakıncanın giderilmesi için, belirli ülke veya ülke gruplarına yönelik çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada da bu yöntem izlenmiş ve literatürdeki çalışmaların geneli kapsayan sonuçlarından sakınmak için yalnızca benzer gelişme düzeyine sahip ülkeler analize dahil edilmiştir. Bundan sonraki çalışmalarda da, özellikle 2000 yılı ve sonrasını kapsayan çalışmaların sayıca arttırılması ve birbirine yakın gelişme düzeyindeki ülkelerin analiz edilmesi, hatta ekonomik özgürlükler ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için kar‐
şılaştırılması daha doğru sonuçlara ulaşılmasına yol açacaktır. AĞUSTOS 2014 43
Kaynaklar Acar, Mustafa (2010), “Serbest Ticaret, Ekonomik Özgürlükler ve Refah”, Bilig, 53, 1‐28. Ayal, Eliezer B. and Georgios Karras (1998), “Components of Economic Freedom and Growth: An Empirical Study”, The Journal of Developing Areas, 32(3), 327‐
338. Baltagi, Badi H. (2005), Econometric Analysis of Panel Data, John Wiley and Sons. Baltagi, Badi H., Georges Bresson and Alain Pirotte (2003), “Fixed Effects, Random Effects or Hausman‐Taylor? A Pretest Estimator”, Economic Letters, 79, 361‐369. Beşkaya, Ahmet ve Ömer Manan (2009), “Ekonomik Özgürlükler ve Demokrasi ile Ekonomik Performans Arasındaki İlişkinin Zaman Serileri ile Analizi: Türkiye Örne‐
ği”, 5(10), 47‐76. Carlsson, Fredrik and Susanna Lundström (2002), “Economic Freedom and Growth: Decomposing The Effect”, Public Choice, 112, 335‐344. Chang, Ha‐Joon (2011), Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, Çev. Tuba Akıncılar Onmuş, İletişim Yayınları: İstanbul. Dawson, John W. (2003), “Causality in the Freedom‐Growth Relationship”, Euro‐
pean Journal of Political Economy, 19, 479‐495. De Haan, Jakob and Clemens L. J. Sierman (1998), “Further Evidence on the Rela‐
tionship Between Economic Freedom and Economic Growth”, Public Choice, 95, 363‐380. De Haan, Jakob and Jan‐Egbert Sturm (2000), “On the Relationship Between Eco‐
nomic Freedom and Economic Growth”, European Journal of Political Economy, 16, 215‐241. Doucouliagos, Chris and Mehmet Ali Ulubaşoğlu (2006), “Economic Freedom and Economic Growth: Does Specification Make A Difference?”, European Journal of Political Economy, 22, 60‐81. Easton, Stephen T. and Michael A. Walker (1997), “Income, Growth and Economic Freedom”, The American Economic Review, 87(2), 328‐332. Fraser Institute, Economic Freedom of the World 2013 Annual Report, 2013 Data‐
set, www.freetheworld.com/release.html, (Erişim: 01.01.2014). Friedman, Milton (2008), Kapitalizm ve Özgürlük, Çev: Doğan Erberk ve Nilgün Himmetoğlu, Plato Film Yayınları: İstanbul. 44 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Frondel, Manuel and Colin Vance (2010), “Fixed, Random or Something in Between? A Variant of Hausman’s Spesification Test for Panel Data Estimation”, Economic Letters, 107, 327‐329. Gwartney, James D., Robert A. Lawson and Randall G. Holcombe (1999), “Econo‐
mic Freedom and The Environment for Economic Growth”, Journal of Institutional and Theoretical Economics (JITE), 155(4), 643‐663. Heckelman, Jac C. (2000), “Economic Freedom and Economic Growth: A Short‐Run Causal Investigation”, 3(1), 71‐91. Justesen, Mogens K. (2008), “The Effect of Economic Freedom on Growth Revisi‐
ted: New Evidence on Causality From A Panel of Countries 1970‐1999”, European Journal of Political Economy, 24, 642‐660. Kazgan, Gülten (2009), Küreselleşme ve Ulus Devlet: Yeni Ekonomik Düzen, İstan‐
bul Bilgi Üniversitesi Yayınları: İstanbul. Noyan Yalman, İlkay, Ali Rıza Sandalcılar ve Ferhat Demirkoparan (2011), “Özgür‐
lükler ve Ekonomik Kalkınma: Latin Amerika ve Türkiye”, Atatürk Üniversitesi İİBF Dergisi 10. Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu Özel Sayısı, 431‐444. Paakkönen, Jenni (2010), “Economic Freedom as Driver of Growth in Transition”, Economic System, 34, 469‐479. Sturm, Jan‐Egbert and Jakob De Haan (2001), “How Robust is the Relationship Between Economic Freedom and Economic Growth?”, Applied Economics, 33(7), 839‐844. The Heritage Foundation, 2013 Index of Economic Freedom, All Index Data, http://www.heritage.org/index/explore?view=by‐region‐country‐year, (Erişim: 01.01.2014). Yalçın, Sinem (2006), Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Açısından Bir İnceleme, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Anabilim Dalı, Ankara. Yenipazarlı, Aslı (2009), Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etki‐
si: Türkiye Üzerine Bir Zaman Serisi Analizi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Aydın. Yerdelen Tatoğlu, Ferda (2012a), Panel Veri Ekonometrisi, Beta Yayınları: İstanbul. Yerdelen Tatoğlu, Ferda (2012b), İleri Panel Veri Analizi, Beta Yayınları: İstanbul. http://data.worldbank.org/, (Erişim: 28.11.2013). AĞUSTOS 2014 45
46 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Disiplinler arası Bir Saha Olarak İktisadi Arkeoloji: Yöntemi ve Alt Disiplinleri1 İbrahim BAKIRTAŞ Prof.Dr., Aksaray Üniversitesi, İİBF İktisat Bölümü [email protected] Güner TUNCER Yrd.Doç.Dr., Dumlupınar Üniversitesi, İİBF Maliye Bölümü [email protected] Ümit YİĞİT Öğr.Grv., Uşak Üniversitesi Uşak MYO [email protected] Disiplinler arası Bir Saha Olarak İktisadi Arkeolo‐
ji: Yöntemi ve Alt Disiplinleri Özet Birçok sosyal bilim dalı gibi iktisat da diğer bilim dalları ile etkileşim halindedir. İktisadi arkeoloji, sanayi devrimi öncesi ekonominin doğası ve varlığı üzerine yapılan tartışmaları; ticaretin rolünü, piyasaları ve parayı, toplumun geçim yapısını ve sosyo‐politik yapısını; yiyeceklerin, alan kullanımının, bitki ve hayvan yetiştiriciliğinin ve mübadelenin arkeolojik restorasyonunu; avcı‐
toplayıcıların, göçebelerin ve ziraatçıların antro‐
polojik ve arkeolojik tartışmalarını araştıran disiplinler arası bir bilim dalıdır. Bu çalışmanın amacı bu bilim dalının ortaya çıkışı, teorik temel‐
leri, araştırma yöntemi hakkında temel esasları ve kavramları tanımlamaktır. Anahtar Kelimeler: İktisadi Arkeoloji, Zooarkeoloji, Paleoetnobotanik, Bioarkeoloji Economic Archaeology as an Interdisciplinary Science: Methods and Subdisciplines Abstract Many social sciences interact with other discipli‐
nes such as economics. Economic archaeology is an interdisciplinary science researching nature and existence of the economy before the indust‐
rial revolution, the role of trade, markets and money, livelihood and sociopolitical structure of society, foods, field usage, archaeological resto‐
ration of thremmatology and exchange, hunter gatherer, anthropological and archaeological discussions of nomads and agriculturalists. The aim of this paper is to define basic principles of existence of science of economic archaeology, theoretical approaches and research methods and its concepts. Keywords: Economic Archaeology, Zooarchaeol‐
ogy, Paleoetnobotany, Bioarchaeology 1
Bu çalışma Ümit Yiğit’in “Seyitömer Höyüğü ’nün İktisadi Arkeolojik Açıdan İncelenmesi” başlıklı tezi de dikkate alınarak geliştirilmiştir. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 47‐ 63 47
1. Giriş Günümüz sosyal bilimler dünyasında bilimsel olayları analiz edebilmek için araştırmacıların disiplinler arası sahalardan yararlanması büyük önem taşı‐
maktadır. Çünkü bilimsel olayların değerlendirilmesinde sadece tek bir sos‐
yal bilim dalından yararlanılması zaman zaman yetersiz değerlendirmeler yapılmasına neden olabilmektedir. Sosyal bir bilim dalı olan iktisat da çeşitli bilim dalları ile güçlü ilişkiler oluşturarak disiplinler arası bilim dallarının oluşmasını sağlamıştır. İktisadi coğrafya, iktisat sosyolojisi ve ekonofizik bu dallara örnek olarak verilebilir. Disiplinler arası bir alan olarak iktisadi ar‐
keoloji, iktisadi olayların arkeoloji perspektifinden değerlendirilebilmesine olanak tanımaktadır. Özellikle iktisat tarihi çalışmaları yapan bilim insanları, iktisadi olayların tarihsel dokularını keşfederken arkeologlarla, biyologlarla, zoologlarla ve antropologlarla birlikte çalışmaları büyük avantajlar kazandı‐
racaktır. Arkeolojik kazılardan elde edilen veriler ışığında ilgili toplumların yaşadıkları dönemlerde nasıl bir iktisadi hayata sahip oldukları hakkında ve o dönemin iktisadi olayları hakkında imalar geliştirebilmek mümkün olabi‐
lecektir. Bu bağlamda disiplinler arası çalışmalar yapmak birçok sosyal bi‐
limcinin çalışmalarını ve uzmanlık sahalarını geliştirebilmesini sağlayacaktır. İktisadi arkeoloji de iktisatçıların özellikle iktisat tarihi çalışması yapanların uzmanlık sahalarını ve çalışmalarını geliştirebilecek ve çeşitlendirebilecek bir sahadır. Çalışmanın temel amacı disiplinler arası bir bilim dalı olan ikti‐
sadi arkeolojiyi tanıtmak ve ileride yapılabilecek olan kapsamlı iktisadi ar‐
keolojik çalışmalara rehberlik etmektir. Adam Smith ile başlayan ve 19. yüzyılın ortasına kadar yaklaşık yüz yıllık sürede iktisat bilimi kendisine inceleme alanı olarak “ulusların zenginliğinin niteliği ve sebeplerini”, “yeryüzü ürünlerinin bölüşümünü düzenleyen yasa‐
ları” ve “kapitalizmin hareket yasalarını” belirlemiş; 1870’den sonra ise ikti‐
sat yönünü alternatif kullanım olanaklarına sahip olan kıt kaynaklar ile belli amaçlar arasındaki ilişkide insan davranışlarına çevirmiş olup teknik açıdan artık iktisadın konusu “kaynakların etkin dağıtımı” olmuştur (Savaş, 1999). Bu dönemde sosyal bir bilim dalı olarak iktisat bilimi, hukuk, sosyoloji, ma‐
tematik ve istatistik gibi diğer sosyal bilimler ile güçlü bir ilişki içerisine gir‐
miştir. “Örneğin hukuk ile iktisadın ortak paydası kıt kaynaklarla bağlantılı olarak insan davranışının nasıl organize edileceğinin temel kaygıları üzeri‐
nedir. İktisadi piyasalar ve hukuksal kurumlar, rakip kullanım alanları ve kullanıcılar arasında kıt kaynakların hakkaniyet esaslarına göre dağıtılması 48 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ konusunda alternatif mekanizmalar olarak düşünülmüştür. Bu iki bilim sa‐
dece birbirinin alternatifi değildir, birbirleri ile iç içedir. Hukuk kuralları çoğu kez (ama her zaman değil) ticareti (üretim‐değişim‐tüketim aşamalarının tümünü içine alan) kolaylaştırmak için tasarlanmaktadır” (Gürpınar, 2008:161‐180). İktisat bilimi nasıl diğer bilim dalları ile güçlü bir ilişki içerisindeyse, sosyal bir bilim dalı olan arkeoloji ile de güçlü bir bağa sahiptir. Çünkü bir bireyin, bir ailenin, bir toplumun ve bir ülkenin ekonomik yapısının ve ekonomik performansının analiz edilmesi iktisat bilimini açısından büyük önem arz etmekte ve bu önemi gerçekleştirerek temel çıkarımlar yapılabilmesi için geçmiş toplumların incelenmesi gerekmektedir. İktisat biliminin diğer bilim dallarıyla kesişim kümeleri, iktisadın alt inceleme dallarını oluşturur. İktisat sosyolojisi, politik iktisat, iktisadi coğrafya bu alt inceleme dallarına örnek olarak verilebilir. İktisadi arkeoloji de iktisat ve arkeoloji bilim dallarının kesişim kümesini ifade eder. Bu bağlamda iktisadi arkeoloji, arkeolojik bul‐
guların iktisadi analizin araçlarıyla incelenmesidir. Tarihi süreç açısından 1950’li yıllardan itibaren iktisat ve arkeoloji bilimlerinin güçlü bir ilişki içeri‐
sine girdiği gözlenmektedir. 1952 yılında Grahame Clark’ın öncülüğünde iktisadi arkeolojinin temelleri atılmış ve paleoetnobotanik, zooarkeoloji ve bioarkeoloji olmak üzere iktisadi arkeolojinin alt disiplinleri ile geçmiş top‐
lumların ekonomik yaşantısı analiz edilmeye başlanmıştır. Bu çalışmada sanayi devrimi öncesi ekonominin doğası ve varlığı üzerine yapılan tartışmaları; ticaretin rolünü, piyasaları ve parayı, toplumun geçim yapısını ve sosyo‐politik yapısını; yiyeceklerin, alan kullanımının, bitki ve hayvan yetiştiriciliğinin ve mübadelenin arkeolojik restorasyonunu; avcı‐
toplayıcıların, göçebelerin ve ziraatçıların antropolojik ve arkeolojik tartış‐
malarını araştıran bir bilim dalı olarak tanımlanabilecek olan iktisadi arkeo‐
lojinin (disiplinler arası bir saha olarak) temel kavramları, teorik açıklamaları ve araştırma yöntemi incelenmiştir. 2. İktisadi Arkeoloji Kavramı İktisadi arkeolojinin amacı geçmişteki ekonomik karar verme mekanizması‐
nı tanıtmak, tanımlamak ve açıklamaktır. Bu nedenle hem yapı (doğal ve sosyal koşullar) hem de performans (etkinlik ve malların miktarı açısından) ile ilgilenmekte ve ekonomik yapı ile ilgili sorulara odaklanmaktadır. Kerig’e AĞUSTOS 2014 49
(2010) göre iktisadi arkeolojinin görevi biyolojik ve kültürel yaklaşımlar ara‐
sındaki açığı kapamaktır. Bu doğrultuda iklimsel, coğrafi, biyolojik ve teknik faktörler, temel olarak kalitatif bir şekilde tanımlanmış ve sosyal koşullarla ilişkilendirilmiştir. İktisadi arkeoloji üretim, bölüşüm, tüketim ve sınıflaşma temelinde antik toplumlar ile bu toplumların doğal ve kültürel kaynakları arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Bu bağlamda iktisadi arkeologlar toplumların kendi doğal kaynaklarını nasıl kullandıklarına, toplum nüfusunun nasıl büyüdüğüne ve azaldığına, çevrede ve teknolojideki değişimleri ve kültürel değişimden üre‐
timi nasıl etkilendiğine yanıt aramaktadırlar (Feinman, 2008; Levy, 2011). Sonuç olarak iktisadi arkeoloji, sanayi devrimi öncesi ekonominin doğası ve varlığı üzerine yapılan tartışmaları; ticaretin rolünü, piyasaları ve parayı, toplumun geçim yapısını ve sosyo‐politik yapısını; yiyeceklerin, alan kulla‐
nımının, bitki ve hayvan yetiştiriciliğinin ve mübadelenin arkeolojik resto‐
rasyonunu; avcı‐toplayıcıların, göçebelerin ve ziraatçıların antropolojik ve arkeolojik tartışmalarını araştıran ve bulguları iktisat biliminin araçlarıyla analiz eden bir bilim dalıdır. 3. İktisadi Arkeolojinin Araştırma Yöntemi Bireyin, hane halkının, toplumun veya ulusal ekonominin yapısının ve eko‐
nomik performansının analizi iktisat bilimi açısından, özellikle politikaların geliştirilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Rolf Walter’ın “Geçmişi kapsamayan bir bakış açısı var olamaz” (aktaran Weigel, 2006) sözü geçmiş toplumların nasıl bir ekonomik hayata sahip olduklarının bilinmesi gereğine vurgu yapmaktadır. İktisat biliminin geçmiş toplumların ekonomik yaşantı‐
sını sağlıklı bir şekilde analiz edilebilmesi için arkeoloji bilimi ile güçlü bir bağ içerisinde olması zorunludur. Arkeoloji ve iktisat arasında birçok bağ‐
lantı noktası olmasına rağmen, bu bağlar genellikle iktisat tarihi ve evrimsel iktisat olmak üzere iki ana kol üzerinden sağlanmaktadır. İktisat tarihi yer ve zaman dizisi içerisinde ekonomik olayları ve süreçleri incelemekte ve bu incelemede yazılı dokümanlardan ve malzemelerden faydalanmaktadır (Weigel, 2006). Weigel’e (2006) göre malzeme açısından iktisat tarihinin, yazılı olmayan kanıtlardan da faydalanması gereklidir. Bu açıdan arkeolojinin karakteristik konu incelemeleri, iktisat tarihindeki bilinmeyenlerin çözülmesine önemli 50 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ derecede katkı yapmaktadır. Benzer durum evrimsel iktisat için de geçerli‐
dir. Bazı bilim çevrelerinin iktisadi ve toplumsal değişimlere yönelik içsel açıklamalarda tatmin sağlayamamasına bağlı olarak oluşan rahatsızlıklar, evrimsel iktisadın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İktisadi sistemlerin evrimine yönelik itici güçlerin neler olduğu konusundaki araştırmalarda arkeoloji önemli derecede katkı sağlamaktadır. İktisat ile arkeoloji arasındaki ilişki varlığı çok eski zamanlara dayandırılma‐
sına rağmen, Karl Marx’tan Douglass North’a kadar birçok önemli iktisatçı ve iktisat tarihçisi, özellikle kapitalizm öncesi ekonomileri incelemeye ça‐
lışmış, fakat çoğu arkeolojik verilerden yararlanmamıştır. “Ayrıca birçok iktisatçı en iyi hukuk ve devlet sisteminin Roma’ya ait olduğunu düşünerek antik devlet olarak sadece Roma’yı incelemişlerdir. Diğer antik devletler çalışmalara dâhil edilmemiştir. Tarihçiler ise zengin ve detaylı ekonomik verilerle çalışmalarına rağmen yapmış oldukları çalışmalar büyük ölçüde tarih arşivciliğinin ötesine gidememiştir” (Smith, 2004). Gerçek anlamda iktisat ve arkeoloji arasında güçlü bir bağın kurulma gayretleri ve disiplinler arası dalların oluşturulması 1950’li yıllarda başlamıştır. Bu dallar “tarih ön‐
cesi iktisat (economic prehistory)” (Higgs,1972; Clark, 1989); arkeolojik bi‐
çimsel bulgular için ekonomik bir boyut sunma amacını taşıyan “ taş devri ekonomisi (paleoeconomy)” (Higgs and Jarman, 1975) ve “ iktisadi arkeolo‐
jidir (economic archaeology)” (Sheridan and Bailey, 1981). Arkeoloji ve iktisat bilimleri arasında güçlü bir bağ oluşturulmasında ve ikti‐
sadi arkeolojinin disiplinler arası bir bilim dalı haline gelmesinde öncü isim Grahame Clarke’dır (Marciniak and Coles, 2010). Clark (1952) “Prehistoric Europe: the Economic Basis” başlıklı çalışmasında tarih öncesi Avrupa’yı incelemiş ve araştırmasını ekonomi üzerine temellendirmiştir (Harris, 1977; Coles, 2010). Kazılarda elde edilen doğal kalıntılar ve hayvan kemiklerinin içinde yer aldığı arkeolojik bulguların içeriğini genişleterek bilim dünyasına önemli bir katkıda bulunmuştur. Clark’ın çalışması ile ekonomik ve ekolojik özellikler, paleoetnobotanik ve arkeozooloji gibi yeni kavramlar ortaya çık‐
mıştır (Trigger, 1990). 1950’li yıllarda temelleri atılan iktisadi arkeolojinin gelişimi, 1972’de Higgs ve ekibinin çalışmaları ile kuvvet kazanmıştır. İktisa‐
di arkeoloji, İngiltere’de 1970’li yılların ilk dönemlerinde E.S. Higgs’in öncü‐
lüğündeki farklı alanlarda uzmanlaşmış bilim adamları tarafından yürütülen “British Academy Major Research Project in the Early History of Agricultu‐
re” projesinin Cambridge Üniversitesi yayınlarından çıkan “Papers in Eco‐
AĞUSTOS 2014 51
nomic Prehistory” isimli yayına dönüştürülmesi ile birlikte geliştirilmiştir. Higgs’in yönetimindeki bu grup biyoloji, genetik, bitki fizyolojisi, zooloji, coğrafya, antropoloji ve diğer konularda uzman kişilerden oluşmaktaydı (Higgs, 1972). Tarımın ve hayvancılığın kökenlerinin araştırılmasına yönelik modellerin ve metodların test edilmesi için bu bilim adamları geniş çapta yeni araştırma metotları geliştirmişlerdir ve bu araştırma metotları günü‐
müzde bilimsel arkeologlarca yoğun şekilde kullanılmaktadır (Levy, 2011). Hem iktisatçıların hem de arkeologların geçmiş toplumların analizinde ikti‐
sadi arkeoloji dalını göz önüne almaları bu sahanın dünya genelinde arkeo‐
lojik araştırmanın temel alt disiplinlerinden biri haline gelmesini sağlamıştır. Günümüzde iktisadi arkeolojinin alt dallarında faaliyet gösteren çok sayıda uzmanlık sahası bulunmaktadır. Bunlar paleoetnobotanik, zooarkeoloji, petrografya, jeomorfoloji ve uzamsal analizdir (Levy, 2011). Bu alt dalların tamamında bütünleşik amaç, teknik süreç ve üretilmiş malların orijinal mik‐
tarlarını açıklayabilmek için üretim kalıntılarını analiz etmektir. Bu alt dallar‐
la ekolojik ve teknik bağımlılık açıklanmaya çalışılmakta ve deneysel veriler‐
den hareketle etnografik karşılaştırmalar yapılmaktadır (Kerig, 2010). 1960’lardan beri paleolotik arkeolojinin farklı disiplinlerle tortul ve faunal kalıntıların analiz edilmesi, örneklerin tarihlenmesi ve istatistiksel verilerin analiz edilmesini içeren bir ilişki içerisine girmiş olması arkeolojinin disiplin‐
ler arası bir bilim dalına dönüşmesini sağlamıştır (Sinclair, 2008). “İktisadi arkeolojinin alt disiplinlerinin teknikleri arkeolojik materyallerin geri kazandırılması ve örneklendirilmesi için “geleneksel” arkeolojinin tek‐
niklerinden çok daha fazla dikkat ve özen gerektirmektedir. Zooarkeoloji, kökeni tükenmiş sürü hayvanlarının örneklerinin ve hayvancılık sistemleri‐
nin doğasını restore etmek için faunal kalıntıların geniş çapta toplanmasını gerektirir. Paleoetnobotanik bitki temelli ekonominin yeniden yapılandırıl‐
ması amacını taşımaktadır ve bu dal sadece flotasyon tekniğiyle elde edilen karbonize olmuş mikroskobik ve makroskobik tohum kalıntılarının araştı‐
rılmasına dayanmaktadır” (Levy, 2011). Paleoetnobotanik, zooarkeoloji ve bioarkeoloji alt dallarının analiz teknikle‐
riyle, bir toplumun ekonomik yapısı ve ekonomik performansı hakkında bulgular elde etmek ve elde edilen bulgularla ilgili toplumun iktisadi arkeo‐
lojik konseptini oluşturmak mümkündür. İktisadi arkeologların hipotezlerini oluşturabilmeleri için bir toplumun ekonomik yapısının ve ekonomik per‐
formansının incelenmesinde arkeolojik verilerin nasıl elde edildiği, nasıl 52 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ analiz yapıldığı ve analiz sonucunda verilerin nasıl yorumlandığı büyük önem arz etmektedir. Bu hipotezlerin test edilmesinde paleoetnobotanik, zooarkeoloji ve bioarkeoloji özellikle tarih öncesi toplumların analizinde en önemli alt dallarıdır. Paleoetnobotanik, zooarkeoloji ve bioarkeoloji alt bilim dalları ile toplumla‐
rın tüketim ve üretim yapıları kantitatif bir şekilde değerlendirilebilmekte‐
dir. Literatürde iktisadi arkeologların tüketim konusundan daha çok üretim konusu üzerine araştırma yaptıkları görülmektedir. “Bir taraftan önemli anahtar veriler fiziksel ihtiyaçların değerlendirilmesi ile elde edilebilirken, bir diğer yandan tüketim tercihleri grup spesifiği olarak ve malların erişilebi‐
lirliği ile düzenli etkileşim içerisinde kavramsallaştırılmıştır” (Kerig, 2010). Üretime ilişkin araştırmalar son yirmi yıl içerisinde önemli gelişmeler gös‐
termiştir. Bu gelişmeler özellikle tarımsal üretimlerin bioarkeolojisinde ve maden arkeolojisinde olduğu kadar teknoloji ve el sanatlarındaki araştırma‐
larda da yaşanmış olup söz konusu uzun yıllara ait parametrelerin tahmin edilmesinin önemi için, ekonomik sektörlerin yapısı ile ilgili kalitatif veriler giderek artan bir şekilde kantitatif düşüncelerle pekiştirilmektedir (Kerig, 2010). “Alan kullanımı, hayvan sürüsünün büyüklüğü, çıktılar, çevresel etki‐
ler, iş yükü ve kaynakların analizi ile birlikte daha fazla bilgi erişilebilir du‐
ruma gelmiştir. Bu durum, ekonomik yapı üzerine olan bir odaklanmadan, ekonomik performansı dikkate alan bir düşünceye doğru hareket eden dö‐
nüşümü beraberinde getirmiştir. Bu dönüşümün ilk evresinde arkeoloji, malların bölüşümü ile ilgilenmiştir. En çok dikkat edilen durum, egzotik ma‐
teryallerin bulunması ve sonrasında ise kendi içindeki mübadele yapısının araştırılmasıdır. Güncel değerlendirmeler, nesiller içindeki ilk neolitik mü‐
badele ağı, demir çağının diplomatik hediyeleri, “erken ortaçağa kadar olan ilk dünya‐sistemleri”, “ticaret limanları” gibi mübadelenin tarihsel spesifik türleri üzerine vurgu yapmaktadır. Örnek verilen arkeolojik modeller genel‐
likle bulguların uzamsal analizinin temeli, kantitatif argümanlarla destek‐
lenmektedir. Bununla beraber, mübadele edilmiş malların miktarı yani tica‐
ret performansı konularının alan içindeki kapsamı da artmıştır. Avrupa’da keşfedilen bulguların artması ve coğrafi bilgi sistemlerinin geniş çapta kul‐
lanılması şimdiye kadar bilinmeyen verilerin yorumlanması, analiz ve tespit edilmesi için yeni fırsatlar oluşturmaktadır” (Kerig, 2010). AĞUSTOS 2014 53
Peyzaj arkeolojisi ise iktisadi faktörlerin uzamsal bölüşümüyle yakından ilişkilidir. Jeofiziksel madendeki son gelişmeler sayesinde yerleşim alanları‐
nın, üretim yerlerinin ve maden kalıntılarının hızlı ve eksiksiz bir şekilde tespit edilmesi mümkündür. Bilimsel analizdeki son gelişmeler hem daha güvenilir hem de daha fazla sayıda kaynak kullanımına olanak vermektedir. Birtakım tahmin yordamları, ekonomik benzetimlerin yapılması, endeksle‐
rin oluşturulması, coğrafi bilgi sistemleriyle ekonomik faktörlerin uzamsal analizinin yapılması, geçmiş ekonomik sistemlerin modellendirilmesi ve türev verilerin ekonometrik araçlarca uygulanması iktisat bilimi açısından gelecek vadeden gelişmelerdir (Kerig, 2010). Arkeolojik bulgularla beraber gelişen yeni teknikler ve kavramlar sayesinde bilim insanları dinamik iktisadi arkeolojiyi sadece insanların neyle beslendiği ve temel kurumlarını nasıl finanse ettiğiyle ilgili olarak değil, aynı zamanda yerel ve bölgesel tarihin seyrinden etkilenen iktisadi ve sosyal temel ilişkile‐
rin nasıl şekillendiği, zaman içinde niçin yön değiştirdiğine dair açıklamalar‐
la ilgili olarak kullanılabilmektedir (Feinman, 2008). Güncel gelişmeler arkeolojiye hızlı bir şekilde yön verirken, iktisadi arkeoloji tüm arkeolojik alan ve araştırma programlarının uzun süreli ve ayrılmaz bir parçası haline dönüşmektedir. İktisadi arkeoloji ampirik tabanlı olduğu için, elde edilen verilerin biyolojik ve fiziksel kaynaklarından geniş çapta fayda‐
lanılması her çeşit düşünce okulu ve teorik arkeoloğun hipotezlerini test etmelerine olanak sağlamaktadır. “İktisadi arkeoloji yaklaşımındaki deği‐
şimler süresince bu dalın geçerliliğini korumasını sağlayan nedenlerden birisi verilerin kantitatif açıklamalara dayandırılmasıdır. Böylece hipotez oluşturmada kullanılan gözlemlerin türetilmesine imkân sağlanmaktadır” (Levy, 2011). 4. İktisadi Arkeolojinin Alt Disiplinleri Bir toplumun ekonomik yapısı ve ekonomik performansı hakkında bulgular elde edilmesi ve elde edilen bulguların yorumlanarak ilgili toplumun iktisadi arkeoloji konseptinin ortaya çıkarılmasında iktisadi arkeolojinin alt disiplin‐
leri olan zooarkeoloji, paleoetnobotanik ve bioarkeoloji sahalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Arkeolojik verilerin nasıl elde edildiği, nasıl analiz yapıldığı ve analiz sonucunda verilerin nasıl yorumlandığı iktisadi arkeologların hipo‐
tezlerini oluşturabilmeleri için büyük önem arz etmektedir. Çalışmanın bu kısmında hipotezlerin test edilmesi ve iktisadi arkeoloji konseptinin oluştu‐
54 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ rulmasında kullanılan zooarkeoloji, paleoetnobotanik ve bioarkeoloji alt disiplin dallarına ve araştırma yöntemlerine yer verilmektedir. 4.1. Zooarkeoloji Zooarkeoloji, tarih öncesine ait ve diğer arkeolojik bulguların yer aldığı sa‐
halardan çıkarılan hayvan kemiklerinin zoolojik açıdan incelendiği bir bilim dalıdır. “Zooarkeologlar dünyanın çeşitli bölgelerinde birbirlerinden haber‐
siz ve bağımsız olarak çalıştıkları için zooarkeolojik metodlar, hesaplamalar ve kemik ölçümleri son derece çeşitlilik gösterir. Böyle olmasına rağmen, temelde önemli olan nokta kemiklerin doğru tanımlanabilmesidir. Zooarke‐
olojinin en önemli amacı, bir kemik yığınından, mümkün olan zoolojik ve antropolojik bilgilerin çıkarılmasını sağlamaktır” (Açıkkol, 2006). Zooarkeoloji diğer bir ifadeyle insanlar ve hayvanlar arasındaki geçmişteki etkileşimleri araştıran bir çalışma sahasıdır (Thomas, 1996). Arkeoloji bili‐
minin içerisinde bir uzmanlık olan zooarkeoloji alt biliminin öncelikli temel amacı, arkeolojik alanlardan ortaya çıkarılan hayvan kalıntıları temelinde insan ve çevre etkileşimine anlam kazandırmaktır (Peres, 2010). Zooarkeo‐
loji, geçmiş toplumların hayvanları nasıl kullandığıyla şekillenen ve birbiriyle ilişki içerisinde olan sosyal ve çevresel sürecin anlaşılabilmesine katkı sağ‐
lamaktadır (deFrance, 2009). Arkeolojik alanlardan çıkarılan hayvan kalıntı‐
larını inceleyen bir disiplin olarak zooarkeoloji önemi son dönemlerde art‐
mış ve bu disiplin içerisinde çalışma yapan uzmanların sayısı da büyük çapta artış göstermiştir. Arkeolojik kayıtlarda bulunan hayvanlar fosil asemblajı olarak adlandırıl‐
maktadır (Klein and Cruz‐Uribe, 1984). “Hayvan kalıntıları araştırmacılara mevsimsellik, insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri, avcılık uygulamaları, politik ve sosyal organizasyonlar, yerleşim kalıpları (alışkanlıkları) ve kaynak kullanımı gibi toplum araştırılmaları konularında çeşitli bilgiler verebilmek‐
tedir. Bir zooarkeolojik asemblajda küçük hayvanların varlığı etnografik analoji süresince bu hayvanların yakalanması için gerekli olan teknoloji hakkında bilgi verebilmektedir” (Reitz and Wing, 2008). Arkeolojik verilerle ilişkilendirilmiş etnografik analoji aynı zamanda yiyecek üretimi ve çöp öğü‐
tümü davranışlarının yorumlanabilmesini de sağlamaktadır (Peres, 2010). “Zooarkeolojik kalıntılar, antik dönemdeki kaynak tercihlerinin, teknolojik adaptasyonun, kültürel süreklilik ve yerleşim alanlarının yorumlanmasına AĞUSTOS 2014 55
yardım etmektedir. Geçmişteki çevrelerin insanlar tarafından kullanılması‐
na yönelik tüm çalışmalar çevresel arkeoloji temelli çok yönlü kanıt bağlan‐
tıları oluşturmalıdır. Zooarkeolojik veri çalışmaları süresince, belli bir amaç için üretilmiş ve fayda sağlayan insan eserleri asemblajları, yerleşke alanları ve beslenme havzası, topraklar ve topografı ve insan iskelet kalıntılarının stabil izotopu gibi gerekli bilgiler bu yorumlamaların güçlendirilmesi veya değiştirilmesi için elde edilebilir. Örneğin insan kemiği kollajeninin stabil izotop analizi, bir arkeolojik popülasyon tarafından tüketilen protein kay‐
naklarının çevresel orijinin belirlenmesine imkan tanımaktadır. Bu türden analizler, popülasyon içerisinde ve popülasyonlar arasında tüketilen kay‐
nakların çeşitliliği ve devamlılığı hakkında bilgi verebilir” (Peres, 2010). Zooarkeolojik kalıntılar, hayvanların çeşitli alanlarda nasıl yiyecek temin edebildiklerinin, nasıl hareket ettiklerinin, hayvansal ürünlerin nasıl ticari mallara dönüştürüldüğünün ve hayvanların ideolojik güç sembolleri olarak nasıl kullanıldığının anlaşılmasında kullanılabilmektedir (deFrance, 2009). “Avlanan hayvan türlerinin dişleri (özellikle memeli hayvanlar), balıkların otolithsleri (balığın işitmesini ve sesin dengelenmesini sağlayan kulaktaki üç kemik) ve omurgasızların mevsimsel artış miktarı üzerine yapılan çalışmalar, bir yerleşimin meydana geldiği, kaynak kullanımının programlandığı ve yaş sınıflarının hedeflendiği zamandaki dönem hakkında bilgiler verebilmekte‐
dir. Zooarkeolojik asemblajların yorumlanması birtakım değerlendirme kri‐
terlerine ihtiyaç duymaktadır. Analistlerin, tafonomik koşulların ve kurtar‐
ma tekniklerinin sebep olabileceği yanılgı faktörlerinin farkında olması ge‐
reklidir. Herhangi bir faunal kalıntı için kritik olan nokta, materyallerin ta‐
mamen ortaya çıkarılması, faunal kalıntıların içeriğinin detaylı kayda alın‐
ması ve bağlantıların yapısının anlaşılması için yoğunlaştırılmış bir efor ser‐
gilenmesidir. Bu bilgi, insanların yaşamını sürdürebilme stratejilerinin (bes‐
lenme, gerekli teknoloji, tedarik, imalat ve modifikasyonu içeren) ve geç‐
mişteki yaşam çevresinin anlaşılabilmesi konusunda kalıntıları yorumlayan zooarkeologlara yardımcı olmaktadır. Zooarkeologlar, akademik, bilimsel ve kurtarma kazılarını kapsayan tüm arkeolojik projelerin planlama evrelerinin oluşturulmasına ihtiyaç duymaktadırlar. Araştırma amacının, kullanılan ör‐
nek alma ve kurtarma metotlarının, laboratuar ve saha ekibinin beceri dü‐
zeyinin ve kalıntıların kültürel içeriğinin bilinmesi zooarkeologlar açısından büyük önem arz etmektedir. Ortaya çıkabilecek yanılma kaynakların tespiti, analizlerin ve yorumların yapısının belirlenmesi için bu verilere ihtiyaç du‐
yulmaktadır” (Peres, 2010). 56 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Zooarkeolojik çalışmaların insanlar ve av hayvanları arasındaki sıkı ilişkiyi ortaya koymakta önemli rolü vardır. İnsan popülasyonlarının demografik yapıları hakkında, yaşam stratejileri ve av hayvanlarının seçimi gibi önemli faktörlerin yardımıyla güvenilir bilgiler elde edilebilmektedir. 4.2. Paleoetnobotanik Fiziksel kanıtlar ile geçmişteki insanların davranışlarını öğrenmek arkeoloji‐
nin temel amaçlarından birisidir. Kunth’un (1826) antik Mısır’da botanik kalıntıları ifade etmesi ve Heer’in (1866, 1865) Swiss‐Lake’de yaşamış olan‐
ların kullandığı sebze türü yiyeceklerin listesini belirlemesi ile başlayan ar‐
keolojik ortamlardan elde edilen bitki kalıntılarının analizi, arkeolojinin yu‐
karıda ifade edilen temel amacını gerçekleştirmesini kolaylaştırmıştır. V.H. Jones’un 1941 yılında yayınladığı “The Nature and Status of Ethnobotany” isimli eseriyle birlikte insanlar ile bitkiler arasındaki karşılıklı ilişkinin araştı‐
rılmasına yönelik çalışmalar daha fazla şekillenmiştir (Wright, 2010). Elde edilmiş arkeolojik bitki kalıntılarının analizi ve yorumlanması veya “pa‐
leoetnobotanik” olarak tanımlanması Hastorf ve Posser (1988) tarafından yapılmış ve sistematik gelişim tekniklerinin yaygınlaşmasıyla 1970’li yıllarda filizlenmiştir. Günümüzde paleoetnobotanikçiler beslenme, tarımın kökeni, çevresel değişim, kaynak erişilebilirliği ve kullanımı, taş aletler ve çömlekçi‐
lik fonksiyonu ve uzun dönemde sosyo‐ekonomik değişiklikler gibi birkaçını sayabileceğimiz bilgiler üzerine katkı sağlamaktadırlar (Wright, 2010). Arkeolojik alanlardan toplanabilen bitki belirti türleri polenlerden tohumla‐
ra kadar DNA değişkenliği göstermektedir. Çeşitli bir takım kalıntıları grup‐
landırmak için gözlem, kurtarma ve analiz yöntemleri ortak uygulama türle‐
ridir. Wright (2010)’a göre paleoetnobotanik disiplininde üç temel belirti türü bulunmaktadır: Bunlar makrobotanik kalıntılar, mikrobotanik kalıntılar ve kimyasal ve moleküler belirtilerdir. Makrobotanik kalıntılar çıplak gözle veya düşük güçlü bir mikroskopla görülebilen parçalanmış veya bütün bitki parçalarından oluşmaktadır. Buna karşın mikrobotanik kalıntılar gözle görü‐
lemeyen ve sadece yüksek çapta büyütmeyle görülebilen çok küçük bitki parçaları olarak adlandırılmaktadır. Kimyasal ve moleküler belirtiler ise farklı ve kompleks ekstraksiyon ve analiz yöntemleri ile tespit edilebilen artakalan belirtilerdir. AĞUSTOS 2014 57
4.3. Bioarkeoloji Bioarkeoloji, arkeolojik bağlamda insanların biyolojik kalıntılarını inceleyen bilim dalıdır. “Bioarkeoloji kavramı ilk olarak 1972 yılında İngiliz arkeolog Graham Clark tarafından zooarkeolojiye referans olarak türetilmiştir. 1977 yılında Jane Buikstra tarafından yeniden tanımlanan bioarkeoloji özellikle ABD’de arkeolojik alanlardan elde edilen insan iskeleti kalıntılarının bilimsel çalışması ve osteoarkeoloji veya paleo‐osteoloji disiplin dalı olarak bilin‐
mektedir. İngiltere ve birçok Avrupa ülkesinde bioarkeoloji terimi, genel olarak daha çok çevresel arkeoloji olarak faunal kalıntıların analizi olmasına karşın arkeolojik alanlardan elde edilen her tür biyolojik kalıntının analizi şeklinde anılmaktadır” (Šlaus, 2009). Bioarkeoloji temel olarak arkeolojik alanlardaki insan popülasyonunun bağ‐
lamsal analizidir (Buikstra, 1977). Bioarkeoloji insanların nasıl beslendiği ile değil nasıl yaşadıkları hakkında sorulara yanıt aramak için arkeoloji ve iske‐
let biyolojisinin kombinasyonunu kullanmaktadır. Bioarkeoloji bu kombi‐
nasyonu gerçekleştirmek için kişilerin osteobiyografisi ve popülasyonun biyokültürel adaptasyonuna odaklanır (Beck, 2006). Kemikler ve dişler, antropolojinin bünyesinde yeni gelişmekte olan çeşitli bağlantı noktalarının temelini oluşturmaktadır. Bu bilgi ışığında, disiplinler arası yeni bir araştırma sahası olan bioarkeolojinin (Larsen, 1997), biyolo‐
jik/fiziksel antropolojideki arkeoloji eğitimi ve yeteneği ile antropologların ortak ilgi alanlarını ve amaçlarını çevrelediği belirtilmektedir. “İnsan ve hay‐
van kemik ve dişlerinin morfolojisi, patolojisi ve kimyası insan ve hayvanla‐
rın evrimsel tarihlerinin, hayat hikâyelerinin, büyüme ve kalkınmalarının, çevrenin, beslenmenin ve davranışlarının kayıt altına alınmasını sağlamak‐
tadır. Birçok bioarkeolog, kemiklerin ve dişlerin kimyasal ve izotopik kom‐
pozisyonunu, geçmişteki beslenme, çevre ve göç modellerini yeniden yapı‐
landırmak için düzenli olarak analiz etmektedir” (Ambrose and Krigbaum, 2003). Bir bilim dalı olarak arkeolojinin temel amaçlarından biri geçmişteki popü‐
lasyonların hayat koşullarını yeniden düzenlemektir. Bu bağlamda, geçmiş‐
teki popülasyonların yaşam kalitesinin güvenilir birçok belirleyicisi kemik ve dişler gibi biyolojik kalıntılardır. Bioarkeolojinin çok geniş çapta potansiyel oluşturması ve geçmiş toplumların daha iyi anlaşılması için şu faktörler dik‐
kate alınmalıdır (Šlaus, 2009): 58 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ i) Osteolojik kalıntılardaki cinsiyet ve ölüm yaşının belirlenmesi için stan‐
dardize edilmiş ve güvenilir metotların kullanılması; ii) Sadece son birkaç on yıl içerisinde erişilebilir hale gelmiş olan arkeolojik olarak iyi belgelenmiş ve geniş çapta geliştirilmiş osteolojik toplamaların (koleksiyonlar) ilişkilendirilmesi; iii) Bioarkeolojik analizlerdeki çoklu istatistiksel metotların uygulanması ve geliştirilmesi; iv) Çalışmanın temel odağı olan tüm popülasyonun analizi üzerinde bir vur‐
gu yapılması için bir kişinin ve bu kişinin osteolojik karakterinin betimlen‐
mesinden kaynaklanan analiz odağındaki değişim veya değişimler dikkate alınmalıdır. Çünkü arkeolojik alanlardan çıkarılmış olan insan kemikleri, tıpkı tarihsel belgeler veya arkeolojik eserler gibi tarihi anlamak için çalışılması gereken geçmişteki bir belge niteliğindedir. Sonuç İktisat biliminin arkeoloji ile güçlü ilişkiler kurması neticesinde iktisadi arke‐
oloji sahası oluşmuş ve bu disiplinler arası bilim dalı ile arkeolojik veriler ışığında geçmiş toplumlarda var olan bir bireyin, bir ailenin, bir toplumun ve bir ülkenin ekonomik yapısının ve ekonomik performansının analiz edilme‐
sini sağlamıştır. 1950’li yıllardan itibaren iktisat ve arkeoloji bilimlerinin güçlü bir ilişki içeri‐
sine girmesi, zaman içerisinde geçmiş toplumların ekonomik durumları hakkındaki bilgilerin gün ışığına çıkmaya başlamasını sağlamıştır. 1952 yılın‐
da Grahame Clark’ın katkıları ile iktisadi arkeolojinin temelleri atılmış ve paleoetnobotanik, zooarkeoloji ve bioarkeoloji olmak üzere iktisadi arkeo‐
lojinin alt disiplinleri oluşturularak geçmiş toplumların ekonomik yaşantısı analiz edilmeye başlanmıştır. Daha önce, sanayi devrimi öncesi ekonominin doğası ve varlığı üzerine yapı‐
lan tartışmaları; ticaretin rolünü, piyasaları ve parayı, toplumun geçim yapı‐
sını ve sosyo‐politik yapısını; yiyeceklerin, alan kullanımının, bitki ve hayvan yetiştiriciliğinin ve mübadelenin arkeolojik restorasyonunu; avcı‐
toplayıcıların, göçebelerin ve ziraatçıların antropolojik ve arkeolojik tartış‐
malarını araştıran bir bilim dalı olarak tanımlanan iktisadi arkeoloji, bu ça‐
AĞUSTOS 2014 59
lışmada tarihsel, kavramsal ve teorik bir süzgeçten geçirilmiştir. İktisadi arkeolojinin temelleri ve araştırma yöntemlerine ilişkin temel esaslar ışığın‐
da, özellikle iktisat tarihi alanında arkeoloji bağlantılı çalışmaların insanlık iktisadı, sosyal ve siyasi tarihini açıklamada daha güçlü destekler ve veri setleri sunacağı düşünülmektedir. 60 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Kaynaklar Açıkkol, A., (2006), “Üçağızlı Mağarası Faunasının Zooarkeolojik Açıdan İncelenme‐
si: Capra, Capreleus, Dama ve Cervusların Morfometrik Açıdan Analizi”, Yayınlan‐
mamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Ambrose, Stanley H., and John, Krigbaum, (2003), “Bone Chemistry and Bioarcha‐
eology” Journal of Anthropological Archaeology, 22, ss:193‐199. Beck, Lane Anderson, (2006), “Kidder, Hooton, Pecos, and the Birth of Bioarchaeo‐
logy”, (derleyenler Jane E.Buikstra and Lane A. Beck), Bioarchaeology: The Con‐
textual Analysis of Human Remains, ss:83‐94. Buikstra, Jane E., (1977), “Biocultural Dimensions of Archeological Study: A Regio‐
nal Perspective”, (derleyen R. L. Blakely), Biocultural Adaptation in Prehistoric America, Proceedings of the Southern Anthropological Society, No. 11. ss:67‐84 Athens, GA: University of Georgia Pres. Clark, J. G. D., (1952), Prehistoric Europe: the Economic Basis, Cambridge Univer‐
sity Pres. Clark, J. G. D., (1989), Economic Prehistory: Papers On Archaeology, Cambridge University Pres. Coles, John, (2010), “Grahame Clark–A Personal Perspective”, (derleyenler Arka‐
diusz Marciniak and John Coles), Grahame Clark and His Legacy, Cambridge Scho‐
lars Publishing, ss: 3‐26. deFrance, Susan D., (2009), “Zooarchaeology in Complex Societies: Political Eco‐
nomy, Status, and Ideology”, Journal of Archaeological Research. 17, ss: 105–168. Feinman, Gary M., (2008), “Economic Archaelogy”, Encyclopedia of Archaeology, Cilt: 2, Elsevier/Academic Press, ss.1114–1120. Gürpınar, Bünyamin, (2008), “Hukuk ve Ekonominin Ortak Temelleri ‐Hukuk ve Ekonomi” Akımı, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 20, ss:161‐
180. Harris, David R., (1977), “Socio‐economic Archaeology and the Cambridge Connec‐
tion: A Reviwe on Problems in Economic and Social Archaeology”, Island Archaeo‐
logy, Jun., ss:113‐119. AĞUSTOS 2014 61
Hastorf, Christine and Virginia S. Posser, (1988), Current Paleoethnobotany: Analytical Methods and Cultural Interpretations of Archaeological Plant Remains, University of Chicago Press, Chicago. Heer, O., (1865), “Die Pflanzen der Pfahlbauten. Neujahrsblatt fur Naturforsch”, Gesellschaft 68, ss:1–54 Heer, O., (1866), Treatise on the Other Parts of Europe, (derleyen F. Keller), ss. 518–536. Translated by J. E. Lee. Longmans, Green, and Company, London, U.K. Higgs E.S. and M.R., Jarman, (1975), “Palaeoeconomy”, In: (derleyen E.S. Higgs) Palaeoeconomy, Cambridge University Press, ss:1‐7. Higgs, E.S. (1972), Papers in Economic Prehistory, Cambridge Univesity Pres. Jones, Volney H., (1941), “The Nature and Status of Ethnobotany”, Chronica Bota‐
nica 6: ss: 219–221. Kerig, Tim, (2010), “Economic Archaeology: From Structure to Performance”, In‐
ternational Conference Cologne, June 9‐11, 2010. Kleın, Richard G., and Kathryn Cruz‐Uribe, (1984), The Analysis of Animal Bones from Archaeological Sites, University of Chicago Press, Chicago. Kunth, Carl S., (1826), “Recherches Sur les Plantes Trouvees dans les Tombeaux Egyptiens”, Annales des Sciences Naturelles, VIII:11. Larsen, C.S., (1997), Bioarchaeology: Interpreting Behavior from the Human Skele‐
ton, Cambridge University Press, Cambridge. Levy, Thomas E., (2011), “Economic Archaeology”, http://www.jrank.org/ his‐
tory/pages/6048/economic‐archaeology.html (04.03.2011). Marciniak, Arkadiusz and John, Coles, (2010), Grahame Clark and His Legacy, Cambridge Scholars Publishing, ss: ix‐xv. Peres, Tanya M., (2010), “Methodological Issues in Zooarchaeology”, (derleyenler A.M. Van Derwarker and T.M. Peres), Integrating Zooarchaeology and Paleo‐
ethnobotany: A Consideration of Issues, Methods, and Cases, Springer Press ss: 15‐36. Reitz, Elizabeth J., and Elizabeth S. Wing, (2008), Zooarchaeology, 2nd edition. Cambridge University Press, Cambridge, U.K. 62 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Savaş, Vural Fuat, (1999), İktisatın Tarihi, Siyasal Kitabevi, 3.Baskı. Sheridan, A. and G. Bailey, (1981), Economic Archaeology: Towards an Integration of Economic and Social Assroaches,, British Archaeological Reports 96, Oxford. Sınclaır, Anthony, (2008), “To Stones And Bones, Add Genes and Isotopes, Life Histories and Landscapes: Accumulating Issues for the Teaching of Palaeolithic Archaeology”, RAE Journal, Cilt: 1, Issue 2, ss: 57‐75. Šlaus, Mario, (2009), “Bioarchaeology (Anthropological Archaeology)”, (derleyen P. Rudan) , Physical (Biological) Anthropology, , ss:29‐47. Smith, Michael E., (2004), “The Archaeology of Ancient State Economies”, the Annual Review of Anthropology, April 16, ss: 73‐102. Thomas, Kenneth D., (1996), “Zooarchaeology: Past, Present and Future”, World Archaeology, Cilt: 28, No. 1, Zooarchaeology: New Assroaches and Theory (Jun., 1996), ss: 1‐4. Trigger, Bruce G., (1990), A, History of Archaeological Thought, Cambridge Univer‐
sity Press. Weigel, Wolfgang, (2006), “Some Economics of Archaeology”, 14th International Conference of the ACEI, Vienna, 6‐9 July. Wright, Patti J., (2010), “Methodological Issues in Paleoethnobotany”, (derleyen‐
ler A.M. VanDerwarker and T.M. Peres), Integrating Zooarchaeology and Paleo‐
ethnobotany: A Consideration of Issues, Methods, and Cases, Springer Press ss: 37‐64. AĞUSTOS 2014 63
64 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Sosyal Sermayenin İşgücü Piyasası Üzerine Etkileri: Panel Nedensellik Analizi Cemil Serhat AKIN Yrd. Doç. Dr., Mustafa Kemal Üniversitesi, İİBF İktisat Bölümü [email protected] Cengiz AYTUN Dr., Çukurova Üniversitesi, Kozan MYO [email protected]
Sosyal Sermayenin İşgücü Piyasası Üzerine Etkileri: Panel Nedensellik Analizi Özet Günümüzde sosyal sermaye olarak adlandırılan, iş gücü ve işveren aralarındaki güvene dayalı sosyal ağlarının kuvvetlendirilmesinin işsizlik ile mücadelede önemli bir politika olduğu kabul edilmektedir. Diğer taraftan sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki nedenselliğin yönü hakkında tartışmalar mevcuttur. Bu sebeple, çalışmanın hedefi sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki nedenselliğin yönünün panel veri analizi yönte‐
miyle araştırılmasıdır. 1981‐2012 dönemini kapsayan verilerle 41 ülke için yapılan panel nedensellik analizinde ülkeler arasındaki yatay kesit bağımlılığı ve heterojenlik unsurları dikkate alınmıştır. Analiz sonuçları sosyal sermayeden işsizliğe doğru bir nedenselliğin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bulgular işsizliğe yönelik kullanılabilecek sosyal sermaye politikalarının etkin olabileceğine işaret etmektedir. Anahtar Kelimeler: İletişim Ağları, Sosyal Sermaye, İşsizlik, Panel Nedensellik. The Effects of Social Capital on Labor Market: Panel Causality Analysis Abstract Today, strengthening the social networks based on the trust between the labor force and emplo‐
yer is an important policy to struggle with the unemployment. On the other hand, there are also debates about the direction of causality between the social capital and unemployment. The aim of this study is to investigate the direc‐
tion of the causality between the social capital and unemployment through panel data analysis in which heterogeneity and the cross sectional dependency were taken into consideration.The data are from 42 countries for the period of 1941‐2012. The results of the analysis show that there exists a causality from social capital to unemployment. Findings indicate that the social capital policies upon the unemployment could be efficient. Keywords: Communication Network, Social Capital, Unemployment, Panel Causality. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 65‐ 80 65
1. Giriş Makroekonomik politikaların önemli amaçlarından olan işsizlik oranının düşürül‐
mesi, sadece ekonomistlerin değil aynı zamanda diğer sosyal bilimcilerin de ilgisini çekmektedir. İşsizliğe yönelik olarak üretilen politikalar üzerinde tam bir uzlaşının olmaması ve işsizliğin sosyal sorunlar doğurması, araştırmacıların bu konuya olan ilgisini artırmaktadır. İşsizliğe yönelik politikaların standardize edilememesinin temel sebebi işsizliği yaratan olguların farklılık göstermesidir. İşsizliğin nedenleri bireysel veya toplumsal olabilmekte, dolayısıyla mevcut işsizliğin çözümü için üre‐
tilen politikalar bireysel ya da toplum tabanlı olabilmektedir (Hinz ve Abraham, 2005: 20). Ekonomi literatüründe arızi (friksiyonel), yapısal, konjonktürel ve gizli işsizlik olarak sınıflandırılan işsizlik türleri ile mücadelede sadece ekonomik politi‐
kalar yeterli olmamakta, bu sebeple farklı disiplinlerden yardım alınmaktadır. Özellikle arızi işsizliğin sebeplerinden biri olan işveren ile işgücü arasındaki koordi‐
nasyon bozuklukları iş bulma sürecini uzatarak işsizlik oranını yükseltmektedir. İşveren ile işgücü arasındaki iletişim ağlarının güçlendirilmesi ve bilgi akışının hız‐
landırılması, etkin eşleşmeleri sağlayarak üretkenliği artırmakta bu sebeple işsizlik sorununun çözümü için güçlü bir politika önerisi olarak görülmektedir (Grannovet‐
ter 1995:51). Literatürde sosyal sermaye olarak da adlandırılan sosyal ağlar, işgücü ile işvereni ortak bir platform da buluşturmakta ve aradaki iletişimi kuvvetlendire‐
rek işsizlik oranını düşürebilmektedir. Diğer taraftan sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki nedensellik ilişkisinin yönü üzerine tartışmalar mevcuttur. Genel olarak sosyal sermayenin işsizlik oranını düşürdüğü yönünde bir uzlaşı olmasına rağmen, bazı çalışmalar işsizliğin azalmasının ülkedeki sosyal ağları ve iletişimi etkilediğini ileri sürmektedir (Bentolila vd., 2004: 19). Uygulanacak politikaların etkinliği açı‐
sından sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki nedenselliğin yönünün belirlenmesi önem taşımaktadır. Bu amaçla çalışmada 1981 ‐ 2012 dönemini ve 41 ülkeyi kap‐
sayacak şekilde panel nedensellik analizi gerçekleştirilmiş, aradaki nedenselliğin yönü araştırılmıştır. Yapılan analiz sonrasında sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki nedenselliğinin yönünün, ağırlıklı olarak sosyal sermayeden işsizliğe doğru olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmanın kalan kısmı şöyle tasarlanmıştır. Birinci bölümünde sosyal sermayenin tanımı yapılacaktır. İkinci bölümde sosyal sermayenin işsizliği etkileme mekaniz‐
maları üzerinde durulacaktır. Çalışmanın üçüncü bölümünde uygulamaya dahil edilen değişkenler ile kullanılan yöntem hakkında bilgi verilecektir. Dördüncü bö‐
lümde analiz sonuçları sunulacaktır. Son bölümde genel bir değerlendirme yapıla‐
rak politika önerisinde bulunulacaktır. 2. Sosyal Sermaye Sosyal sermaye konusunda farklı disiplinler tarafından yapılan çalışmaların çeşitli‐
lik arz etmesi, sosyal sermaye tanımı üzerinde tam bir uzlaşı sağlanmasına engel 66 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ olmuştur. Genel kabul görmüş OECD tanımında sosyal sermaye, toplumda ortak değerlerin paylaşımını sağlayan ve bu yolla bireylerin iletişimini kuvvetlendirerek toplumsal faaliyetleri kolaylaştıran ağlar olarak tasvir edilmektedir (Cote ve Healy, 2001:12). İletişim ağları, güven ve normlar ekseninde tanımlanan sosyal sermaye‐
nin en basit tanımı ise, en az iki kişi arasında gerçekleştirilen güvenin temel oluş‐
turduğu iletişimsel yapılardır (Putnam, 1995:664). Bağlayıcı sosyal sermaye (Bon‐
ding Social Capital), Köprü kurucu sosyal sermaye (Bridging Social Capital), Birleşti‐
rici sosyal sermaye (Linking social capital), olarak üç ayrı sosyal sermaye türü ta‐
nımlanmaktadır ( Woolcock ve Narayan, 1999: 3). Bağlayıcı sosyal sermaye toplumdaki eşit bireyler arasında kurulan yatay ilişkiler‐
den oluşur (Adler ve Known, 2002: 19). Daha çok aile bireyleri ve yakın arkadaşlar arasında kurulan iletişim ile ortaya çıkan bağlayıcı sosyal sermaye, homojen ve aynı değer yargılarını paylaşan grupların iletişimi sonrasında ortaya çıktığı için en yüksek güven düzeyine sahip olan sosyal sermaye türüdür (Dolfsma ve Dannreut‐
her, 2003; Narayan, 2002; Narayan ve Pritchett, 1999). Köprü kurucu sosyal ser‐
maye, bağlayıcı sosyal sermayede yer alan yakın arkadaşlara nispeten daha uzak arkadaşların birbirleriyle ve sivil toplum örgütleri ile kurmuş oldukları iletişim neti‐
cesinde oluşmaktadır. Köprü kurucu sosyal sermaye daha çok bir amaç uğruna bir araya gelmiş insanların, derneklerin kurmuş olduğu yatay ilişkiler sonucunda orta‐
ya çıkmaktadır (Woolcock,2001:10; Putnam, 2000: 41). Köprü kurucu sosyal ser‐
mayeyi oluşturan birimlerin genelde benzer demografik karakteristikleri bulun‐
maktadır. Birleştirici sosyal sermaye ise bireylerin, ulusal ve uluslararası alanda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlarla kurmuş oldukları iletişim ve birliktelikler neticesinde ortaya çıkmaktadır (Woolcock, 2001: 11). Birleştirici sosyal sermayeye konu olan ilişkiler yatay ve dikey olarak gerçekleşebileceği gibi, söz konusu serma‐
yenin ortaya çıkmasına sebebiyete veren ilişkiler heterojen gruplar arasında ger‐
çekleşmektedir. Birleştirici sosyal sermaye yakın ilişkiler ve akrabalık nedeniyle oluşabilecek negatif dışsallıkları en alt düzeyde barındırdığı için ekonomik etkinli‐
ğin sağlanmasına an fazla katkı sağlayacak sosyal sermaye türü olarak düşünülebi‐
lir. 3. Sosyal Sermaye ile İşsizliğin Etkileşim Mekanizmaları Ekonomistler ülkeler ve bölgeler arasındaki işsizlik oranı farklılıklarını fiziki serma‐
ye ve beşeri sermaye donanımları çerçevesinde açıklarken, son dönemde yapılan çalışmalar ülkelerin sosyal sermaye düzeylerinde görülen farklılıkları analizlerin merkezine koymuştur (Freitag ve Kirchner, 2011,389). Yapılan araştırmalar iş sahi‐
bi olmadaki en önemli faktörün işverenler ile kurulan güçlü iletişim ağları olduğu‐
nu ortaya koymaktadır. Günümüzde iş bulanların yarısından fazlası iletişim ağları sayesinde iş bulmaktadır (Granovetter, 1995; Ioannides ve Loury, 2004; Wahba ve Zenou, 2005). Fontaine (2006) ve Montgomery’de (1991) iş bulmanın belirleyicileri AĞUSTOS 2014 67
üzerine yapmış oldukları çalışmalarda, iş bulanların üçte birinin yakın ilişkileri sa‐
yesinde iş bulduklarını ifade etmişlerdir. Sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki ilişkiyi tesis eden temel unsur, iş gücü talep edenler ile işgücü arz edenlerin ortak bir platformda buluşması ve arasındaki bilgi transferinin hızlanmasıdır. Bu durum özellikle asimetrik bilginin ortadan kalkması‐
na sebebiyet vermektedir (Montgomery, 1991). İş arayan kişi, beşeri sermayesinin yanı sıra güçlü iletişim kanalları sayesinde iş gücü piyasasında kendisine en uygun işi bulur iken aynı zamanda uzun dönemde daha yüksek pozisyonlara daha kısa sürede ulaşabilmektedir (McQuaid ve Lindsay, 2005: 211). Şekil 1’de beşeri ve sosyal sermaye etkileşiminin iş bulma sürecine olan etkisi görülmektedir. Şekil 1. Sosyal ve Beşeri Sermayenin İş Bulma Sürecine Etkisi İşsizlik ile sosyal sermaye arasındaki etkileşim 5 ayrı kanal vasıtası ile gerçekleş‐
mektedir (Preisendörfer ve Voss,1998; Freitag ve Kirchner, 2011: 391). Söz konusu etkileşim kanallarının temelinde, sosyal sermayenin işveren kesimi ile iş gücü ke‐
simi arasındaki eşgüdüm bozukluklarını azaltması yatmaktadır. i)
ii)
iii)
iv)
68 Arama maliyetlerinin düşürülmesi Etkin eşleşme Açık pozisyonlardan haberdar olma İçerdekilerin dışardakilere baskısının azalması ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Sağlanan etkinlik ve ekonomik büyüme 3.1. Arama Maliyetlerinin Düşürülmesi Firmalar işgücüne ihtiyaç duyduklarında istediği nitelikleri belirleyerek ilan ver‐
mektedirler. İlanın verilmesinden personelin istihdamına kadar yaşanan süreçte karşılaşılan çeşitli maliyet unsurları üretim sürecine dolaylı olarak negatif yönde etki etmektedir. İlan maliyeti, aday personel ile yapılan görüşmeler için katlanılan maliyetler, uygun personelin bulunamaması durumunda sürekli artış göstermek‐
tedir. Bu süreçte kullanılan kaynaklar üretilen malın dönüşüm aşamasında kulla‐
nılmadığından işlem maliyeti olarak adlandırılmaktadır. Kurulan sağlam iletişim ağları bu maliyetlerin azalmasına sebebiyet vermektedir. İletişim ağlarının güçlü olmasıyla sağlanan bu tasarruf “azaltılmış arama maliyetleri tezi” çerçevesinde açıklanmaktadır (Hinz ve Abraham, 2005: 55). 3.2. Etkin Eşleşme İşverenin personel seçimi süreci sonrasında karşılaşmış olduğu sorunlardan biri istihdam edilen personelin aranılan niteliklerde olmamasıdır. Akerlof’un (1970) klasik limonlar örneğinde olduğu gibi işe alınmak isteyen kişi kusurlarını işveren‐
den saklarken diğer taraftan işveren çalışma koşulları ile ilgili bilgilerin tamamını işçi ile paylaşmayarak bir bilgi asimetrisi yaratmaktadır, İletişim ağları sayesinde firmalar ile işçiler birbirleri hakkındaki bilgilere güvendiği kaynaklar vasıtası ile ulaşabilmektedir (Montgomery, 1991). İletişim ağlarının güçlü olması sayesinde ise her iki kesimde yaşanan gelişmeler, taraflar arasında eş anlı olarak bilinebilmekte ve dinamik bir süreç yaşanmaktadır (Franzen, 2005: 448). Yaşanan bu dinamik süreç belirsizlikleri ortadan kaldırarak her iki tarafın yaşayabileceği muhtemel ha‐
yal kırıklıklarını önlemektedir (Freitag ve Kirchner 2011: 391). Dolayısıyla işgücü ve işveren arasında daha etkin eşleşmeler gerçekleşmekte, kaynakların ve zamanın etkin kullanımı sağlanmaktadır. 3.3. Açık Pozisyonlardan Haberdar Olma İletişim ağlarının kuvvetli olmasının işsizlik oranını azaltmasının bir diğer sebebi, iletişimin firmaların uygun işgücünü istihdam etme süresini kısaltmasıdır. Han‐
nah’ın (1999) yapmış olduğu İngiltere hane halkı araştırmasında güçlü sosyal ağla‐
ra sahip bireylerin işsiz olarak bekleme sürelerinin daha kısa olduğu sonucuna ulaşmıştır. Levesque ve White (2001) ise Kanada için yapmış olduğu araştırma sonucunda iletişim ağları sayesinde farklı alanlardaki bireylerle iletişim halinde olmanın bireyin çalışabileceği iş çeşitliliğini artırdığını ve bu çeşitliliğin iş bulma süresini kısalttığını ifade etmiştir. Ayrıca daha üst mevkilerdeki açık pozisyonlara başvurma ve ilerleme sayesinde boşalan pozisyonlara yeni personellerin alınma‐
sıyla da istihdam oranı artmaktadır. Yakın ağlar bireyleri daha iyi iş bulma konu‐
sunda motive etmektedir (Wellmann ve Frank, 2008: 2). Ekonomideki açık iş po‐
AĞUSTOS 2014 69
zisyonlarının azaldığı durumlarda ise işsizler, kalan az sayıda ki açık pozisyonlar için iletişim ağlarını kuvvetlendirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. 3.4. İçerdekilerin Dışardakilere Baskısının Azalması Firmada istihdam edilen işgücünün, işi öğrenmiş olması sebebiyle yeni işe alınacak personele göre üstünlükleri bulunmaktadır. Firmada çalışan işçi bu üstünlüğü se‐
bebiyle daha yüksek ücret talep edebilmekte ve üretimde kullanılması gereken kaynakların bir kısmını kendisi için isteyebilmektedir. Firma yeni bir personeli işe almanın, gerekli eğitimi vererek oryantasyonunu sağlamanın ve üretim sürecine dahil etmenin maliyetini düşünmekte ve çalışan içerdeki personelin ücretini artı‐
rabilmektedir. Bu durum marjinal maliyetleri yükseltirken ücretin piyasada etkin olarak belirlenmesini engellemektedir. İletişim ağlarının kuvvetli olması işverene aradığı nitelikteki iş gücünün nereden ve nasıl temin edilebileceği konusunda yar‐
dımcı olmakta, yetişmiş işgücüne ulaşımı kolaylaştırmakta, piyasanın etkin işleme‐
sine katkı sağlamaktadır. Bilgi transferinin artması işe alınacak personel için veril‐
mesi gereken oryantasyon eğitimlerinin gerekliliğini ortadan kaldırmakta ya da süresini kısaltarak eğitim maliyetlerini düşürmektedir (Sheldon, 1999: 125). 3.5. Sağlanan Etkinlik ve Ekonomik Büyüme İletişim ağları sayesinde sağlanan etkin eşleşmenin işsizlik üzerine bir diğer etkisi, edinilen kalifiye işgücünün üretim sürecinde etkinlik ve verimliliği, uzun dönemde ise işgücü talebini artırmasıdır. Özellikle işlem maliyetlerinin düşmesi ile kaynakla‐
rın etkin olmayan alanlardan etkin olan alanlara kaydırılması ekonomik büyümenin belirleyicisi olmaktadır. Ayrıca iletişim ağları aynı zamanda kontrol mekanizması‐
nın daha etkin işlemesine sebebiyet verirken izleme ve denetim faaliyetlerinde tasarruf sağlamaktadır (Portes, 1998:15). İletişim kanallarının sayısının artması üretim sürecinde yaşanabilecek olası problemlere karşı birlikte çözüm üretme imkanı tesis ederken, problemlerin daha kısa sürede üstesinden gelinmesini sağ‐
lamaktadır (Freitag ve Kirchner, 2011: 393). Sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki etkileşim sorgulanırken sosyal sermaye türle‐
rinin etkilerinin ayrı ayrı dikkate alınması gerekir. Sosyal sermaye türleri içerisinde birleştirici sosyal sermaye düzeyi ile işsizlik oranı arasındaki ilişki daha anlamlıdır. Bunun sebebi bağlayıcı ve köprü kurucu sosyal sermaye ile edinilen işlerin yakın bağlantılar sayesinde edinilmesi, işçilerin niteliklerine uygun olmayan işlerde çalışı‐
labilmesi ve bu durumun piyasa etkinliğini bozmasıdır. Ayrıca bağlayıcı ve köprü kurucu sermaye sayesinde edinilen işlerin kaybedilme riski daha yüksek olmakta‐
dır. Yakın bağlar ile edinilen işlerin piyasa koşullarına göre daha düşük getiri sağla‐
dığı da yapılan çalışmalarda ortaya konmuştur (Bentolila vd., 2004). Bunun sebebi hatıra binaen bulunan işlerin genelde herhangi bir bilgi birikimi ve kalifikasyon gerektirmemesidir. Yakın ilişkiler sayesinde iş bulmanın süresi kısalırken bu tür işlere daha düşük ücretler teklif edilmektedir. Bireyin iş başvurusunu kendisi yap‐
70 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ ması durumunda, kapasitesi oranında ücret beklentisi daha yüksek olmaktadır (Mortensen ve Vishwanath, 1994:200). Ayrıca aile bağları ile oluşan bağlayıcı sos‐
yal sermayenin işsizlik oranları üzerine negatif etkisi olduğunu ileri süren çalışma‐
lar da bulunmaktadır. David, Janiak ve Wasmer yapmış olduğu çalışmada aile bağ‐
lantıları ile bulunan işlerin işgücünün mobilitesini engellediği ve işsizliği artırdığı yönünde sonuçlara ulaşmıştır (David, Janiak ve Wasmer, 2008:6). Sosyal sermaye tanımlamalarında bireysel sosyal (Network) sermaye olarak da adlandırılan kişisel iletişim ağlarının iş bulmaya pozitif yönde katkısı olduğunu savunan çok sayıda çalışma bulunmaktadır (Freitag, 2000; Granovetter, 1973; 1995; Halpern, 2005; Montgomery, 1991; Mouw, 2003; Preisendörfer ve Voss, 1988; Voss, 2007). 4. Veri ve Yöntem 4.1. Veri Çalışma kapsamında 1981 ile 2012 yılları arasında 41 ülkeye ait veri ile işsizlikle sosyal sermaye arasındaki nedensellik ilişkisine bakılmıştır. Yapılan önceki çalışma‐
larda sosyal sermayeyi temsilen ülkelerin güven düzeyi, sivil toplum kuruluşlarına üyelik, gönüllü organizasyonlara katılım, ülkedeki suç oranları, yapılan kan bağışı sayısı gibi çok fazlada sayıda değişken kullanılmıştır. Çalışmalarda kullanılacak sos‐
yal sermaye göstergesi belirlenirken analize dahil edilmek istenilen sosyal sermaye türünün belirlenmesi de önemlidir (Sabatini, 2005: 3). Bağlayıcı ve köprü kurucu sosyal sermaye düzeyi ölçülürken ülkedeki güven düzeyi ve sivil toplum kuruluşla‐
rına üyelik sosyal sermaye göstergesi olarak alınabilirken birleştirici sosyal serma‐
ye ile ilgili analizlerde telefon ve internet kullanımı gibi uluslararası iletişimi de sağlayan iletişim araçlarının kullanım oranı tercih edilebilir. Çalışmada bağlayıcı ve köprü kurucu sosyal sermaye türleri yerine, akrabalık ve yakın ilişki düzeyinin en alt seviyede olduğu, bireylerin etkin iletişimi ile ortaya çıkan birleştirici sosyal sermaye türü tercih edilmiştir. Bunun sebebi akrabalık ve yakın arkadaşlığın meydana getireceği kayırmacılık ve olası negatif dışsallıkların minimize edilmesidir. Bireylerin söz konusu iletişimi kurmak için kullandıkları sabit telefon, cep telefonu ve internet kullanım oranları sosyal sermayeyi temsil eden değişken olarak modele dahil edilmiştir. Günümüzde iletişim kanalları bireysel ağlar olarak sosyal sermaye düzeyinin önemli belirleyicilerindendir (Lin, 2001: 8). Penard ve Poussing ise sosyal sermaye ile telekominikasyon araçlarının ve özellikle internetin güçlü bir sosyal sermaye kaynağı olduğunu vurguşlamıştır (Penard Po‐
ussing, 2010: 2). Çalışmada 1980 ile 2012 yılları arasında bir teknolojik değişimin yaşanması sebebiyle söz konusu yıllar arasındaki 100 kişiye düşen sabit telefon, cep telefonu ve internete erişim sayıları toplulaştırılarak bir endeks oluşturulmuş bu endeksin yıllara göre yüzdesel artışları analize dahil edilmiştir. Diğer taraftan ülkelerin işsizlik oranlarında meydana gelen yüzdesel değişim analize dahil edilen AĞUSTOS 2014 71
diğer değişkendir. Analize dahil edilen değişkenlere ait verilerin tamamı dünya bankası veri tabanından elde edilmiştir. 4.2. Yöntem Çalışma kapsamında panel veri analizi yöntemiyle gerçekleştirilecek nedensellik analizinde ülkeler arasındaki yatay kesit bağımlılığı ve heterojenlik unsurları dikka‐
te alınmıştır. Analiz söz konusu unsurların olup olmadığını araştıran testlerle baş‐
lamaktadır. Çalışmada serilere ilişkin yatay kesit bağımlılığının test edilmesinde Breusch ve Pagan (1980) CDLM1, Pesaran (2004) CDLM2 ‐ CDLM3 ve Pesaran ve diğ. (2008) LMadj Lagrange çarpanı testleri kullanılmıştır. Her bir test için Ho hipotezi “Yatay kesit bağımlılığı yoktur” şeklindedir. CDLM1 testi N sabit T sonsuza giderken kullanılabilir iken yatay kesit sayısının artarak sonsuza yaklaşması durumunda uy‐
gulanamaz. Böyle durumlarda ise Pesaran (2004) tarafından geliştirilen CDLM2 (T>N) ve CDLM3 (T>N, T<N) istatistiği asimptotik standart normal dağılıma sahiptir. Ancak sonraki dönemde Pesaran ve diğ. (2008) hata terimi için ortak faktör yapı‐
sında, faktör yüklemesi ortalamaları sıfıra girerken CDLM1 testinin H0’ı kabul etme eğiliminde olduğunu göstermiştir. LMadj testi ile bu eğilim düzeltilmiştir. Panel veri analizlerinde araştırılması gereken bir diğer durum ise katsayılara ilişkin homojen‐
lik varsayımıdır. Paneldeki bütün ülkelere ilişkin eğim katsayıları heterojen iken havuzlanmış regresyon ile homojen kabul edilmesi durumda yapılan tahminler sapmalı olmaktadır (Baltagi, 2005: 201‐202). Homojenlik varsayımının test edil‐
mesinde (sabit N ve T>N iken) en bilinen araç standart F istatistiğidir. Bu yaklaşım‐
da her bir ülke için sistem olarak EKK ile tahmin edilen zaman serilerinde eğim katsayılarının beraberce sıfır olduğun yönündeki hipotez Wald sınaması ile test edilir (Pesaran ve Yamagata, 2008: 52). Heterojenlik ve yatay kesit bağımlılığı koşullarında uygulanacak birim kök testleri de bu sorunları göz önünde bulundurmalıdır. IPS (Im vd., 2003) birim kök testi zaman serisinde kullanılan ADF testinin panel veriye uyarlanmış bir versiyo‐
nudur. Buna göre öncelikle panelde bulunan her bir birim ya da ülke için ADF ista‐
tistikleri elde edilmekte ve bunların ortalaması alınarak IPS panel birim kök istatis‐
tiği elde edilmektedir. Test istatistiği T ve N sırasıyla sonsuza gittiğinde asimptotik standart normal dağılıma sahiptir. Panel birim kök testleri için alternatif bir yön‐
tem ise Fisher tipi bir yaklaşım ile ülkelere özgü birim kök test p‐değerlerini bir araya getirerek panele özgü sonuçlar elde etmektir. Bu yaklaşımı temel alan test‐
ler Maddala ve Wu (1999) ve Choi (2001) geliştirilmişlerdir. Temelde IPS testi de bireysel birim kök testlerini kombine etmektedir. Ancak Fisher tipi testlerin avan‐
tajı dengeli panel veri ihtiyacının bulunmamasıdır. Ayrıca Fisher tipi testlerde her bir birime ait ADF regresyonlarında farklı gecikme düzeyleri kullanılabilmektedir (Baltagi, 2005:244). Çalışmada ayrıca Dumitrescu ve Hurlin (2012) tarafından hete‐
rojen panel veri modelleri için geliştirilen nedensellik testi kullanılmaktadır. Söz konusu test Granger (1969) nedensellik testinin heterojen bir versiyonudur. Sıfır 72 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ hipotezi altında paneldeki hiçbir birim için nedensellik ilişkisinin olmadığı varsa‐
yılmaktadır. Bu hipotez HNC (homogenous non‐causality) olarak adlandırılmakta‐
dır. Alternatif hipotez panel içerisindeki birimlere özgü nedenselliklerin heterojen yapıda olduğunu varsaymaktadır. Uygulamada her bir yatay kesit için farklı gecik‐
melerdeki açıklayıcı değişkenlerin katsayılarının beraberce sıfıra eşit olduğu hipo‐
tezi sırası ile test edilmektedir. Ardından elde edilen N adet standart Wald istatis‐
tiğinin (Wi,T) ortalaması alınarak panel için istatistiği (Denklem 5) hesap‐
lanmaktadır (Dumitrescu ve Hurlin, 2012: 1453). (5) (6) (7) Nedenselliğin var olmadığına dair sıfır hipotezi altında her bir birim için elde edilen Wald istatistik değerleri K serbestlik derecesinde ki‐kare dağılımına yakınsamakta‐
dır. Panele ilişkin standartlaştırılmış giderken istatistiği T ve N sırası ile sonsuza doğru istatistiği kullanılarak (Denklem 6) elde edilir (Dumitrescu ve Hur‐
lin, 2012: 1454). Ancak T sabit, N sonsuza gidiyorken yerine yarı asimptotik istatistiği (Denklem 7) kullanılmaktadır. 5. Bulgular Yatay kesit bağımlılığı sonuçlarına (Tablo 3) göre CDLM1, CDLM2 için H0 hipo‐
tezi reddedilirken CDLM3 ve LMadj test istatistiklerine göre kabul edilmektedir. Kul‐
lanılan veri setinde T<N olduğu için CDLM1, CDLM2 test istatistikleri kullanılamaz. T<N durumunda geçerli olan CDLM3 ve LMadj değerleri dikkate alındığında %1 an‐
lamlılık seviyesinde serilerde yatay kesit bağımlılığı olmadığı sonucuna varılmakta‐
dır. Panel veri analizinde araştırılması gereken ikinci konu modellerdeki homojen‐
liktir. İki farklı model için Delta tilde ve Delta tilde adj. testleri %1 seviyesinde mo‐
dellerin homojen olduğu yönündeki H0 hipotezini reddetmektedir. Bu anlamda AĞUSTOS 2014 73
serilerde yatay kesit bağımlılığı yok iken modellerin eğim katsayılarında heterojen‐
lik söz konusudur. Tablo 3. Yatay‐kesit Bağımlılığı ve Homojenlik Test Sonuçları Değişken UNEGR SCGR Model UNEGR = f(SCGR) SCGR = f(UNEGR) Yatay‐kesit bağımlılığı* CDLM2 CDLM3 CDLM1 (BP,1980) (Pesaran, (Pesaran, 2004) 2004) 1263.900 10.961 (0.000) 0.086 (0.466) (0.000) 1293.872 11.701 (0.000) ‐0.734 (0.231)
(0.000) Homojenlik Delta tilde (Pesaran ve Yamagata, 2008) 5.125 (0.000) 5.196 (0.000) LMadj (PUY, 2008) ‐0.361 (0.641) 0.017 (0.493) Delta tilde adj. (Pesaran ve Yamagata, 2008) 5.376 (0.000) 5.449 (0.000) Not: Test istatistik değerlerine ilişkin olasılık değerleri parantez içerisindedir. *Serilere ilişkin CDLM1 , CDLM2 , CDLM3 , LMadj test sonuçları sabitli model içindir. Serilere ilişkin heterojenlik ve yatay kesit bağımlılık durumları araştırıldıktan sonra birim kök testleri uygulanmalıdır. Bu nedenle seriler heterojenliği dikkate alan birinci nesil IPS (Im vd., 2003), Maddala ve Wu (1999) ve Choi (2001) birim kök testlerine tabi tutulmuştur. Elde edilen sonuçlara göre (Tablo 4) serilerde birim kökün olduğuna ilişkin kurulan H0 hipotezi seviye değerlerinde % 1 anlamlılık sevi‐
yesinde reddedilmektedir. Bu anlamda her iki serinin de seviyede durağan olduğu kabul edilmektedir. Tablo 4. Panel Birim Kök Test Sonuçları Seviyede IPS Sabit UNEGR ‐21.8827 (0.000) Maddala‐Wu 561.934 (0.000) Choi ‐18.8985 (0.000) SCGR ‐8.44684 (0.000) 245.248 (0.000) ‐7.97648 (0.000) Sabit+Trend UNEGR SCGR ‐19.3563 ‐14.4439 (0.000) (0.000) 471.778 361.423 (0.000) (0.000) ‐16.5074 ‐12.5404 (0.000) (0.000) Not: IPS (Im, Pesaran ve Shin W‐stat) , Maddala‐Wu (ADF ‐ Fisher Chi‐square) ve Choi (ADF ‐ Choi Z‐
stat) testlerinde, maksimum gecikme uzunluğu 3 olarak alınmış ve optimal gecikme uzunluğu Schwarz bilgi kriterine göre belirlenmiştir. Test istatistik değerlerine ilişkin olasılık değerleri parantez içerisindedir. 74 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Serilerin seviyede durağan olduğunun kabulünün ardından aralarındaki nedensel‐
lik ilişkisi araştırılabilir. Ülkelere ve panele ait Granger nedensellik test sonuçları Tablo 5’te raporlanmaktadır. İlk iki sütunda test edilen hipotez “Sosyal sermayede meydana gelen büyüme işsizlik oranlarındaki büyümenin Granger nedeni değildir” şeklindedir. İkinci iki sütunda ise aynı serilerin ters yöndeki nedensellik ilişkisi test edilmektedir. En sağdaki sütunda nedenselliğe ilişkin verilen kararlar listelenmek‐
tedir. Sosyal sermayeden işsizliğe doğru nedensellik ele alındığında H0 hipotezi Arjantin, Çin, Danimarka, İsrail, Jamaika, Hollanda, Trinidad ve Tobago, Amerika Birleşik Devletleri ve Uruguay için reddedilmektedir. Panele özgü 4.1884 olarak hesaplanan istatistiğine göre ise H0 hipotezi %1 anlamlılık seviyesinde red‐
dedilmektedir. Bu anlamda sosyal sermayede meydana gelen büyümenin, işsizlik oranlarındaki büyümenin Granger nedeni olduğu kabul edilmektedir. Ters yöndeki nedensellik araştırıldığında ise ülkelere özgü olarak H0 hipotezinin Barbados, İtalya ve Kore için reddedilebildiği görülmektedir. Panele özgü 0.5451 olarak hesaplanan istatistiğine göre ise H0 hipotezi reddedilememektedir. Buna göre her ne kadar üç ülke için ters yönde nedensellik tespit edilse de ülkelerin tamamı ele alındığında anlamlı bir nedensellikten söz edilememektedir. Genel bir değerlen‐
dirme yapılırsa sosyal sermayede meydana gelen yüzdesel artışlardan işsizlik oran‐
larındaki yüzdesel artışlara doğru tek yönlü ve heterojen yapıda bir panel Granger nedensellik ilişkisi olduğu görülmektedir. Özetle işsizliğe yönelik uygulanacak sos‐
yal sermaye politikalarında bir geri bildirim etkisi görülmemektedir. Tablo 5. Panel Nedensellik Test Sonuçları Ülkelere Özgü Sonuçlar A.B.D. Arjantin Avustralya Avusturya Barbados Belçika Bolivya Çin Danimarka Ekvator El Salvador Filipinler Finlandiya WALD 13.9569 19.3595 2.1928 0.0613 3.6588 1.1858 2.9880 6.6742 12.3942 5.7461 2.3091 1.1490 1.6028 Olasılık 0.0030 0.0002 0.5334 0.9960 0.3007 0.7564 0.3935 0.0830 0.0061 0.1246 0.5108 0.7652 0.6588 WALD 3.0798 1.7197 0.2673 5.2187 10.4193 0.9001 4.9761 0.0009 1.2604 0.8371 3.2875 0.6141 0.8721 Olasılık 0.3795 0.6326 0.9661 0.1565 0.0153 0.8254 0.1736 1.0000 0.7386 0.8406 0.3494 0.8932 0.8322 Sonuç AĞUSTOS 2014 75
Fransa Hollanda Hong Kong İngiltere İrlanda İspanya İsrail İsveç İtalya Jamaika Japonya Kanada Kolombiya Kore Cumhuriye‐
ti. Kosta Rika Luksembourg Mısır Arap emir‐
likleri Norveç Panama Peru Portekiz Şili Tayland Trinidad ve To‐
bago Uruguay Venezuella Yeni Zelanda Yunanistan 5.8681 12.2257 3.2340 3.9785 3.7122 1.8296 14.5891 1.5165 8.3990 13.3137 4.0751 0.2371 3.6906 0.1182 0.0066 0.3569 0.2638 0.2943 0.6085 0.0022 0.6785 0.0384 0.0040 0.2535 0.9714 0.2969 2.5868 1.6250 3.1711 3.7993 2.4054 0.5728 4.2121 2.7003 9.6894 0.9712 0.5615 5.2332 5.9996 0.4598 0.6537 0.3660 0.2840 0.4926 0.9026 0.2395 0.4402 0.0214 0.8082 0.9052 0.1555 0.1116 1.3300 0.7220 29.3413 0.0000 1.7180 1.1713 0.6329 0.7599 1.8067 4.0339 0.6135 0.2578 4.0441 0.2567 2.0049 0.5714 0.2935 1.3272 1.4857 1.3340 3.1969 1.6211 0.9612 0.7227 0.6856 0.7211 0.3623 0.6546 1.9006 3.8875 5.9428 4.7935 0.2667 2.9287 0.5933 0.2739 0.1144 0.1876 0.9662 0.4028 20.1996 0.0002 1.7579 0.6241 13.5903 6.1087 1.4045 4.3752 0.0035 0.1064 0.7045 0.2237 1.9995 1.4426 2.4992 2.4495 0.5725 0.6956 0.4754 0.4845 Test İst. Olasılık Panele Özgü Sonuçlar Test İst. istatistiği 5.1987 istatistiği 4.1884 Olasılık 0.0000 3.5131 0.5451 Sonuç 0.5857 Not: T<N (N=41, T=32) durumunda istatistiği kullanılmaktadır. “→” işareti tek yönde “
işareti ise her iki yöndeki nedenselliği temsil etmektedir. K=3 olarak belirlenmiştir.
76 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ ” 6. Sonuç Sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki ilişkiyi sorgulayan çalışmalarda aradaki negatif yönlü ilişki ortaya konarken söz konusu ilişkideki nedenselliğin yönü araştırılma‐
mıştır. Bu sebeple sosyal sermaye ile işsizlik arasındaki nedenselliğin yönünün belirlenmesi çalışmanın temel amacı olarak belirlenmiştir. Çalışma kapsamında işsizlik oranı ve sosyal sermaye arasındaki nedenselliğin yönü, 1981 ile 2012 yılları arasına ait 41 ülke verisi ile yatay kesit bağımlılığı ve heterojenite unsurları da dikkate alınarak panel veri analizi yöntemi ile sorgulanmıştır. Elde edilen analiz sonuçlarına göre sosyal sermayede meydana gelen büyümeden işsizlik oranlarının büyümesine doğru tek yönlü bir nedenselliğin olduğu görülmektedir. Özellikle işsizlik ile mücadelede yetersiz kalan ekonomik politikaların alternatifi ya da ta‐
mamlayıcısı olarak sosyal sermayeyi artırıcı politikalar üretilebilir. Elde edilen bul‐
gular işsizliğe yönelik kullanılabilecek sosyal sermaye politikalarının başarılı olabi‐
leceğine işaret etmektedir. AĞUSTOS 2014 77
Kaynaklar Akerlof, G. (1970). “The market for lemons: Quality uncertainty and the market mechanism”. The Quarterly Journal of Economics, (89), 488‐500 Adler, P. S. ve Kwon, S. (2002). “Social Capital: Prospects For A New Concept”. Acad Manage Rev January 1, 2002 (27),17‐40 Baltagi, B. H. (2005). “Econometric Analysis of Panel Data “(3rd ed.). Chichester: John Wiley ve Sons. Bentolila, S., Michelacci c ve Suarez J., (2004). “Social Contacts and Occupational Choice”, mimeo, CEMFI. Choi, I. (2001). “Unit root tests for panel data”. Journal of International Money and Finance, 20(2), 249–272. Cote S. ve Healy T., (2001). “The Well Being of Nations, the Role of Human and Social Capital”, Organisation for Economic Cooperation and Development, Paris David Q., Janiak A., Wasmer E., (2008). "Social Capital, Mobility and Unemploy‐
ment in Europe", published in: Journal of Urban Economics, 2010, 68 (2), 191‐204 Dolfsma, W. ve Dannreuther, C. (2003). “Subjects and boundaries: Contesting social capital‐based policies”, Journal of Economic Issues (37),405‐413 Dumitrescu, E. I., ve Hurlin, C. (2012). “Testing for Granger non‐causality in hete‐
rogeneous panels”. Economic Modelling, 29(4), 1450–1460. doi:10.1016/j.econmod.2012.02.014 Franzen,A., ve Hangartner,D. (2005) “Soziale Netzwerke und Beruflicher Erfolg: Eine Analyse des Arbeitsmarkteintritts von Hochschulabsolventen”, Kölner Zeitschrift für Soziologie und Sozialpsychologie, 57 (3), 443–65. Freitag, M. (2000) “Soziales Kapital und Arbeitslosigkeit: Eine Empirische Analyse zu den Schweizer Kantonen”, Zeitschrift für Soziologie, 29 (3), 186–201. Fontaine, F. (2006): “Les réseaux de relations : quelles perspectives pour l’économie du marché du travail ?,” Revue française d’économie, 21(1), 127–172. Granger, C. W. J. (1969). “Investigating Causal Relations by Econometric Models and Cross‐spectral Methods”. Econometrica, 37(3), 424–438. Granovetter, M. (1995). “Getting a Job:A Study of Contacts and Careers”. Chica‐
go/London: University Of Chicago Press. Granovetter, M. (1973) “The Strength of Weak Ties”, American Journal of Socio‐
logy, 78 (6), 1360–80. Halpern, D. (2005) “Social Capital”. Cambridge: Polity Press. 78 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Hannan, C. (1999), “Beyond Networks: Social Cohesion and Unemployment Exit Rates”, Colchester: Institute for Social and Economic Research. Hinz, T. ve Abraham, M. (2005) “Theorien des Arbeitsmarktes”, in T. Hinz and M. Abraham (eds), Arbeitsmarktsoziologie: Probleme,Theorien, Empirische Befun‐
de.Wiesbaden: VSVerlag, 17–60. Im, K. S., Pesaran, M. H., ve Shin, Y. (2003). “Testing for unit roots in heterogene‐
ous panels”, Journal of Econometrics, 115(1), 53–74. Ioannides, Y. M. ve Loury L., D. (2004). “Job Information Networks, Neighborhood Effects, and Inequality” , Journal of Economic Literature, Vol. XLII. (1056), 1093 L´evesque, M. ve White, D. (2001), “Capital social, capital humain et sortie de l’aide sociale pour des prestataires de longue dur´ee”,Canadian Journal of Socio‐
logy, 26,( 2),167–92. Lin,N. (2001) “Building a Network Theory of Social Capital”, in N. Lin, K. Cook and R. S. Burt (eds), Social Capital: Theory and Research. NewYork: Aldine de Gruyter, 3–30. Maddala, G. S., ve Wu, S. (1999). “A Comparative Study of Unit Root Tests with Panel Data and a New Simple Test”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 61(1), 631–652. Markus Freitag ve Antje Kirchne (2011). “Social Capital and Unemployment: A Macro‐Quantitative Analysis of the European Region”, Political studies, 59, (2), 389–410, McQuaid, R. W. ve Lindsay, C. (2005), “The concept of employability”, Urban Stu‐
dies, 42, (2), 197–219. Montgomery, J. D. (1991) “Social Networks and Labor‐Market Outcomes: Toward an Economic Analysis”, The American Economic Review, 81 (5), 1408–18. Mortensen, D., T. ve Vishwanath, T. (1994), “Personal contacts and earnings”, Labour Economics (1) 187‐201. Mouw, T. (2003) “Social Capital and Finding a Job: Do Contacts Matter?”, Ameri‐
can Sociological Review, 68 (6), 868–98. Narayan, D. (2002). “Bonds and bridges: social capital and poverty, in Social Capi‐
tal and Economic Development: Well‐being in Developing Countries”, edited by Sunder Ramaswamy. Cheltenham, UK: Edward Elgar. Narayan, D. ve Pritchett L. (1999). “Social capital: Evidence and implications, in Social Capital: A multifaceted perspective, edited by Ismail Serageldin”. Washing‐
ton, DC: World Bank. 269‐296 AĞUSTOS 2014 79
Penard, T., ve Poussing0, N. (2010). “Internet use and social capital: The strength of virtual ties”. Journal of Economic Issues, 44, (3), 569‐595. Pesaran, M. H. (2004). “General Diagnostic Tests for Cross Section Dependence in Panels” (Institute for the Study of Labor (IZA) No. 1240). Retrieved 2013, Novem‐
ber 14, from http://econpapers.repec.org/paper/izaizadps/dp1240.htm Pesaran, M. H., Ullah, A., ve Yamagata, T. (2008). “A bias‐adjusted LM test of error cross‐section independence”. Econometrics Journal, 11(1), 105–127. Pesaran, M. H., ve Yamagata, T. (2008). “Testing slope homogeneity in large pa‐
nels”. Journal of Econometrics, 142(1), 50–93. Portes, A. (1998) “Social Capital: Its Origins and Applications in Modern Socio‐
logy”, Annual Reviews in Sociology, 24 (1), 1–24. Preisendörfer, P. ve Voss, T. (1988) “Arbeitsmarkt und Soziale Netzwerke: Die Bedeutung Sozialer Kontakte Beim Zugang Zu Arbeitsplätzen”, SozialeWelt, 39 (1), 104–19. Putnam, R. D. (1995). “Bowling alone: America's declining social capital”. Journal of Democracy . 6 (1), 64‐78. Putnam, R. D. (2000). “Bowling alone: The collapse and revival of american com‐
munity”. New York: Simon and Schuster. Sabatini, F., (2005). “Social Capital and Social Network. A new Framework for Me‐
asurement” Working Paper N.83 University of Rome “La Sapienza” Department of Public Economics Sheldon, G. (1999). “Arbeitsökonomie. Sockelarbeitslosigkeit: Erklärung und The‐
rapieansätze”, in A. Brunetti, P. Kugler,S. Schaltegger and B. Weder (eds), Econo‐
mics Today: Konsens und Kontroverse in der modernen Ökonomie. Zürich: Verlag Neue Zürcher Zeitung, 117–36. Wahba, J., ve Y. Zenou (2005). “Density, Social Networks and Job Search Methods: Theory and Application to Egypt,” Journal of Development Economics, 78(2), 443 – 473. Wellmann, B. ve Frank, K. (2008). “Network Capital in a MultilevelWorld: Getting Support from Personal Communities”, in N. Lin, K. Cook and R. S. Burt (eds), Social Capital: Theory and Research.New Brunswick NJ: Aldine Transaction,233–74. Woolcock M. ve Narayan D. (1999) “Social Capital: Implications for Development Theory”, Research, and Policy World Bank Research Observer 15,(2).2 Woolcock, M. (2001). “The place of social capital in understanding social and eco‐
nomic outcomes”. ISUMA, 11‐17. 80 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Tüketicilerin Fiyat Hatırlama Doğruluğu ile İlişkili Faktörlerin Belirlenmesi Kalender Özcan ATILGAN Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Erdemli Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Y.O. İşletme Bilgi Yönetimi Bölümü [email protected] Tüketicilerin Fiyat Hatırlama Doğruluğu ile İlişkili Faktörlerin Belirlenmesi Özet Bu çalışmanın amacı, tüketicilerin pe‐
rakendecilerden satın aldıkları ürünlerin fi‐
yatlarını hatırlaması ile ilişkili unsurların belir‐
lenmesidir. Araştırma kapsamında, bir gıda perakendecisinden belirlenen ürünlerden satın almış olan tüketicilerle bu ürünleri satın alma sıklıkları, ürüne yönelik ilgilenimleri ve fiyat duyarlılıkları belirlenmiştir. Tüketicilere satın aldıkları ürünün fiyatı sorularak, fiyat hatırlama doğruluğu hesaplanmış ve fiyat hatırlama doğruluğu ile satın alma sıklığı, fiyat duyarlılığı ve ilgilenim düzeyleri arasındaki ilişkiler ortaya çıkarılmıştır. Fiyat hatırlama doğruluğu ile hem satın alma sıklığı hem de ilgilenim değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Fiyat Hatırlama Doğruluğu, Fiyat, Tüketici. Determination of Factors Related to Consum‐
ers’ Price Recall Accuracy Abstract The aim of this study is to determine factors related to price recall accuracy of consumers. Within the scope of the study, level of purchase frequencies, price sensitivity, and involvement with predetermined products of consumers who have purchased from a retailer has been meas‐
ured through surveys. Price recall accuracy was measured by asking consumers to remember the price and relationships between price recall accuracy and purchase frequency, price sensitivi‐
ty, and involvement have been revealed. Statisti‐
cally significant relationships exist between price recall accuracy and both purchase frequency and involvement. Keywords: Price Recall Accuracy, Price, Consum‐
er. 1. Giriş Pazarlama yazınında fiyat konusu ile ilgili diğer pazarlama karması elemanlarına göre daha az çalışma gerçekleştirilmiştir (Carricano, Trinquecoste ve Mondejar, 2010: 468). Bunun nedeni, tüketicilerin fiyat bilgisinin, çok yönlü ve karmaşık bir olgu olarak görülmesiyle (Aalto‐Setälä ve Raijas, 2003: 189) açıklanabilmektedir. Zeithaml (1988: 10), fiyatı, tüketici bakış açısıyla “bir ürüne sahip olabilmek için vazgeçilen veya feda edilen şey” olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla, tüketiciler, ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 81‐ 95 81
bir ürün veya hizmet için ödemeleri gereken para miktarına duyarlıdırlar (Boon‐
pattarakan, 2012: 66). Tüketiciler tarafından fiyat, hatırlama veya bilme olmak üzere iki şekilde farkedil‐
mektedir. Fiyat hatırlama, ürünün son satın alımında karşılaşılan fiyatının kısa sü‐
reli bellekten çağırılmasıyla ilgiliyken, fiyatı bilme ise belirli bir ürünün uzun süreli bellekte tutulan gerçek veya beklenen bir fiyata sahip olmayı ifade etmektedir (Eisenhauer ve Principe, 2009: 6). Günümüzde, tüketicilerin ödemiş oldukları ürün veya hizmetlerin fiyatlarını hatırlayıp hatırlamadığı konusu teorik ve ampirik açı‐
dan gizemini korumaktadır (Monroe ve Lee, 1999: 207). Bu araştırmanın amacı, tüketicilerin satın aldıkları ürünlerin fiyatlarını hatırlama düzeylerini ve fiyat hatır‐
lama doğruluğu ile ilişkili olabilecek unsurları belirlemektir. 2. Fiyat Hatırlama Doğruluğu Perakende yöneticileri, fiyatlandırma stratejileriyle ilgili kararlar verirken, tüketici‐
lerin fiyatları ne ölçüde doğru hatırlayıp, fiyat düzeylerini ne kadar bildiklerini an‐
lamak isterler (Aalto‐Setälä ve Raijas, 2003: 189). Pazarlama araştırmasında kolay‐
lıkla ölçülebilen bir kavram olarak fiyat hatırlama doğruluğu, tüketicilerin bir ürü‐
nün fiyatını tam olarak hatırlayıp hatırlanmadığını belirtmektedir (Kenesei ve Todd, 2003: 5). Tüketicinin fiyat hatırlama doğruluğu, gerçek fiyat ile tüketicinin zihnindeki fiyat arasındaki sapma ile ilgilidir (Estelami ve Lehmann, 2001: 40). Fiyat hatırlama hatası aşağıdaki formülle hesaplanmaktadır (Zeithaml, 1982: 362; Dick‐
son ve Sawyer, 1990: 47): Formül sonucu çıkan hata sıfıra ne ölçüde yakınsa, o ölçüde fiyat tahmininin doğru olduğu ve mevcut fiyata o ölçüde yakın olmaktadır. Tersi durumda, hata oranı ne kadar büyükse, tüketicinin fiyat bilgisinin zayıf olması da o derecede muhtemeldir (Estelami ve De Maeyer, 2004). Dolayısıyla bu formülle, fiyat hatırlama doğruluğu‐
nun tersi hesaplanmaktadır (Estelami ve Lehmann, 2001: 40). Fiyat hatırlama doğ‐
ruluğu ile ilgili yapılan çalışmalarda, fiyatların belirli bir yüzde aralığında hatırlandı‐
ğı (genellikle %5 hatayla) durumda veya fiyatların tam olarak (%0 hatayla) hatır‐
landığı durumda, tüketicinin fiyatı bildiği sonucuna ulaşılmaktadır (Goldman, 1977: 71). Fiyat hatırlama doğruluğu ile ilgili araştırmalarda (örneğin, McGoldrick, Betts ve Wilson, 1999; Vanhuele ve Drèze, 2002), tüketicilerin fiyat hatırlama hata oran‐
ları yüzde aralıklarıyla (örneğin %5‐10 gibi) verilmiştir. Sayılarla ilgili çeşitli bilişsel araştırmalar gerçekleştirilmiş olup, sayısal bilgilerin insanların zihinlerinde hangi süreçlerden geçip hatırlandığı konusunda yeterli dü‐
zeyde bilgi edinilememiştir (Monroe ve Lee, 1999: 217). Gerçek anlamda fiyatın 82 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ hatırlanması, bilinçli şekilde zihinde fiyat bilgisinin işlenmesi ve geri çağırılmasıyla gerçekleşmektedir (Raman ve Bass, 2002). Bir süpermarkette gerçekleştirdikleri araştırma sonucunda Dickson ve Sawyer (1990), tüketicilerin %58’inin bir ürünü satın almaya karar vermeden önce ürünün fiyatını kontrol ettiğini ve %47’sinin ise fiyatını tam olarak hatırladığını belirtmişlerdir. Dokuz market ürününün fiyat hatır‐
lama oranları ile ilgili gerçekleştirilen benzer bir çalışmada Conover (1986), tüketi‐
cilerin %51.2’sinin fiyatı tam olarak hatırladığını ortaya koymuştur. Monroe ve Lee (1999) tarafından gerçekleştirilen yazın taramasında ise, tüketicilerin fiyatları tam olarak hatırlama yüzdesinin 8 ile 61.3 arasında değiştiği yönünde bulgulara ulaşıl‐
mıştır. Şekil 1. Fiyat Hatırlama Doğruluğunun Belirleyicileri (Estelami ve Lehmann, 2001: 37) Tüketiciler, perakendecilerin ürünlerinin fiyatlarını, enflasyon, mağazalar arası büyük fiyat rekabeti, değişen ambalaj büyüklüğü gibi unsurların etkisiyle, daha az hatırlamaktadırlar (de Chernatony ve Knox, 1992). Çünkü tüketiciler karmaşık he‐
saplamalarla karşılaştıklarında, fiyatları doğru şekilde hatırlayamamaktadırlar (Kim ve Kachersky, 2006: 143). Estelami ve Lehmann (2001) fiyat hatırlama doğruluğu‐
nu belirleyen unsurları Şekil 1’deki gibi özetlemektedirler. Fiyat hatırlama doğrulu‐
ğu, ürün grubu, katılımcıların demografik özellikleri, araştırmanın özellikleri, tüke‐
ticilerin psikografik özellikleri ve ekonomik çevrenin özelliklerine bağlı olarak de‐
ğişmektedir. Bu çalışmada ise, ürün grubu, satın alma sıklığı, ürün ilgilenimi, fiyat duyarlılığı, gelir, eğitim ve cinsiyet değişkenleri ele alınarak, fiyat hatırlama doğru‐
luğu ile ilişkisi incelenmektedir. AĞUSTOS 2014 83
3. Araştırmanın Hipotezlerinin Oluşturulması 3.1. Ürün Grubu Vaidyanathan vd. (2000: 182), tüketicilerin daha az karşılaştıkları, satın almadıkları veya ilgilenimlerinin olmadığı ürün gruplarının fiyatları hakkında bir belirsizlik ya‐
şadıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca, ürün grubunun özellikleri, tüketicilerin ürünlerin fiyat bilgisini doğru olarak hatırlama ve kullanabilme yeteneğini etkileyebilmekte‐
dir (Vanhuele ve Drèze, 2002: 74). Bu çalışmada, Vanhuele ve Drèze (2002) tara‐
fından belirlenen ve 2x4 boyutta incelenen ürün grupları dikkate alınmıştır. Daha önce gerçekleştirilen araştırmalarda, tüketicilerin bu ürün gruplarından herhangi bir ürünü satın almalarından birkaç dakika gibi kısa bir süre sonra ürünün fiyatını hatırlamaları istenmiş ve fiyat hatırlama doğruluğu hesaplanmıştır (Dickson ve Sawyer, 1990). Bu çalışmada da, fiyat hatırlama doğruluğunun ürün grubuna göre farklılık gösterdiğine yönelik şu hipotez oluşturulmuştur: H1: Ürün grubuna göre tüketicilerin ürünlerin fiyatlarını hatırlama doğruluğu fark‐
lılık göstermektedir. Fiyat Değişkenliği Yüksek Fiyat Aralığı Dar Geniş Düşük Toz şeker Soda Yüksek Ürün Grubu Çeşitliliği Fiyat Aralığı Diş macunu Süt Düşük Yüksek Fiyat Değişkenliği Düşük Ürün Grubu Çeşitliliği Dar Geniş Tuvalet kağıdı Mayonez Meyveli yoğurt Sıvı deterjan Şekil 2. Ürün Grupları (Vanhuele ve Drèze, 2002: 75) Şekil 2’de görülen 8 ürün grubundan, fiyat değişkenliğinin düşük olması nedeniyle araştırmanın daha kolay gerçekleştirilebileceği düşünülen, toz şeker, soda, süt ve diş macunu, araştırma kapsamındaki ürünleri oluşturmuştur. 84 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ 3.2. Satın Alma Sıklığı Geleneksel olarak, tüketicilerin sık satın aldıkları ürün grupları hakkında sahip ol‐
dukları fiyat bilgileri, daha az sıklıkta satın alınan ürün gruplarının fiyat bilgilerine kıyasla daha yüksektir (Estelami ve De Maeyer, 2004: 130). Tüketiciler tarafından sık satın alınan ürünlere kıyasla, satın alımlar arası sürenin uzun olduğu ürünlerin bellekte yer alan fiyat bilgisine daha az erişilebilmektedir (Briesch vd., 1997: 204). Le Boutillier, Le Boutillier ve Neslin (1994: 37), satın alma sıklığına göre tüketicileri bölümlere ayırmış, sonuçta sık satın alan tüketicilerin %65.9’unun, daha az sıklıkta satın alan tüketicilerin ise %45.3’ünün fiyatları doğru hatırladıklarını bulmuşlardır. Dolayısıyla, ürünlerin satın alma sıklığı ile fiyat hatırlama doğruluğunun ilişkili ol‐
ması beklenmektedir: H2: Ürünlerin satın alınma sıklığı ile fiyat hatırlama doğruluğu ilişkilidir. Bu çalışmada, ürünlerin satın alma sıklığını belirlemek amacıyla, Le Boutillier vd. (1994) tarafından geliştirilen ölçek kullanılmıştır. Tüketicilere, “Az önce satın almış olduğunuz ürünü ayda kaç kez satın alırsınız?” sorusu yöneltilmiş ve 1‐10 arası yanıt seçeneği verilerek tüketicilerin yanıtlamaları istenmiştir. 3.3. İlgilenim Düzeyi İngilizcede “involvement” olarak belirtilen ilgilenim, belirli bir durumda bir uyaran için hissedilen kişisel önem duygusu ve ilgi düzeyidir (Odabaşı ve Barış, 2007: 121). Ürün ilgilenimi konusunda gerçekleştirdiği çalışmada, Zaichkowsky (1985), farklı kişilerin, aynı ürünleri farklı şekilde algıladıklarını ve farklı ilgilenim düzeylerine sahip olduklarını belirlemiştir. Ayrıca, düşük ve yüksek ilgilenimli ürünler bağla‐
mında tüketicilerin fiyat hatırlama düzeyleri arasında farklılık olduğu bilinmektedir (Jacoby ve Olson, 1977). Örneğin Helgeson ve Beatty (1987), tüketicilerin ilgile‐
nimlerinin düşük olduğu ürünlerin fiyatlarını daha doğru hatırladıklarını bulmuş‐
lardır. Buna göre: H3: Tüketicilerin ürün ilgilenim düzeyleri ile fiyat hatırlama doğruluğu ilişkilidir. Zaichkowsky (1985) tarafından geliştirilen, geçerlilik ve güvenilirliği test edilmiş olan Kişisel İlgilenim Envanteri (PII), ilgilenimin ölçülmesi konusunda yaygın olarak kullanılmaktadır. Kişisel İlgilenim Envanterinin orijinali, 7’li aralıkta ve semantik farklılıklar ölçeğiyle ölçülen 20 zıt sıfattan oluşmaktadır. Bu çalışmada, araştırmaya katılan tüketicilerin ürünlere yönelik ilgilenim düzeylerini belirlemek amacıyla, Kişisel İlgilenim Envanterinin Mittal (1995) tarafından düzenlenmiş hali olan ve 5 adet 2 kutuplu sıfat çiftlerinden (önemli‐önemsiz gibi) oluşan ölçek kullanılmıştır. İlgilenim düzeyi, belirtilen ölçeğin toplam skorundan oluşmakta (Zaichkowsky 1985) ve 5 ile 35 değerleri arasında değişmektedir. AĞUSTOS 2014 85
3.4. Fiyat Duyarlılığı Fiyat duyarlılığı, tüketicilerin fiyat düzeylerine ve değişimlerine ne şekilde tepki verdiklerini tanımlayan, bireysel arasında farklılıklar gösteren bir değişkendir (Goldsmith ve Newell, 1997: 164). Tüketicilerin fiyata olan duyarlılığı, tüketicilerin fiyatla olan ilişkisinin bir ölçüsü olup, fiyat düzeyinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır (Krishnamurthi ve Raj, 1988). Fiyata duyarlılığı olan tüketiciler, satın alacakları ürünlerin düşük fiyatlı olanlarını aramakta ve fiyatları yükseldiğinde sa‐
tın alma isteği daha düşük olmaktadır (Goldsmith, Kim, Flynn ve Kim, 2005: 501‐
502). Belleğe dayalı olarak karar veren tüketicilerin, geçmiş fiyatları dikkate alma‐
larından dolayı, fiyat duyarlılıkları yüksek olmaktadır (Puccinelli vd., 2009). Benzer şekilde, Moon, Russell ve Duvvuri (2006), yüksek fiyat duyarlılığıyla ilgili olarak, tüketicilerin geçmiş fiyatları kullanma eğilimine bağlı kalarak tercihlerini yaptıkla‐
rını belirtmişlerdir. Yüksek fiyat duyarlılığı, bütçe kısıtlarından, markalar arasında farklılık olmadığı yönündeki algılardan veya alışveriş ile ilgilenimin yüksek olma‐
sından kaynaklanabilmekte, bu da fiyatlarla daha fazla bilişsel ilgilenmeye ve dola‐
yısıyla fiyatların daha iyi hatırlanmasına neden olmaktadır (Erdem, Mayhew ve Sun, 2001: 447). Eisenhauer ve Principe (2009: 16), hatırlanan fiyat ile fiyat duyar‐
lılığı arasında bir ilişki olabileceğini belirtmişlerdir. Fiyat duyarlılığı ile ilgili açıkla‐
malardan yola çıkarak şu hipotez oluşturulmuştur: H4: Tüketicilerin fiyat duyarlılığı ile fiyat hatırlama doğruluğu ilişkilidir. Bu çalışmada, tüketicilerin fiyat duyarlılığını ölçmek amacıyla, Goldsmith, Kim, Flynn ve Kim (2005) ile Lichtenstein, Bloch ve Black (1988)’ın çalışmalarından ya‐
rarlanılarak 3 ifadeden oluşan ölçek uyarlanmıştır. Ölçekte, “ürünleri genellikle indirimdeyken satın alırım” şeklinde ifadelere yer verilmiştir. 3.5. Demografik Değişkenler Fiyat hatırlama doğruluğu üzerinde demografik özelliklerin etkisi bulunmaktadır (Estelami ve Lehmann, 2001). Bu bağlamda, fiyat hatırlama doğruluğu ile ilişkili olabilecek cinsiyet ve gelir gibi demografik değişkenlerin araştırılması gerekmek‐
tedir (Le Boutillier vd., 1994: 41). Wakefield ve Inman (1993), gelirin fiyat hatırla‐
ma doğruluğu üzerinde negatif yönde etkisinin olduğunu, diğer yandan cinsiyetin fiyat hatırlama doğruluğuna herhangi bir etkisinin olmadığını bulmuşlardır. Este‐
lami ve Lehmann (2001) fiyat hatırlama doğruluğu üzerine gerçekleştirdikleri me‐
ta‐analiz çalışmaları sonucunda, fiyat hatırlama doğruluğu ile gelir arasında negatif yönde bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Erdem, Mayhew ve Sun (2001: 448)’a göre, eğitim düzeyinin artışı, fiyat bilgisiyle ilgili daha fazla işlem yapma yeteneği, bellekte saklayabilme ve dolayısıyla fiyatın hatırlanabilirliğinin artması anlamına gelmektedir. Araştırmaya katılan tüketicilerin bazı demografik özellikle‐
rinin, fiyat hatırlama doğruluğu açısından farklılık gösterip göstermediği belirlen‐
86 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ mek istenmiş ve araştırmaya katılan tüketicilerin gelir, eğitim düzeyleri ve cinsiyet değişkenlerinin fiyat hatırlama doğruluğu açısından farklılık gösterip göstermediği konusunda hipotezler geliştirilmiştir: H5: Tüketicilerin gelir düzeylerine göre fiyat hatırlama doğruluğu farklılık göster‐
mektedir. H6: Tüketicilerin eğitim düzeylerine göre fiyat hatırlama doğruluğu farklılık gös‐
termektedir. H7: Cinsiyete göre tüketicilerin fiyat hatırlama doğruluğu farklılık göstermektedir. 4. Araştırmanın Yöntemi Bu çalışmada, Mersin ilinde faaliyet gösteren bir gıda perakende mağazasında ödeme işlemlerini tamamlamış olan ve daha önce belirlenmiş olan ürünlerden (belirli markalı) herhangi birini satın almış olan tüketicilerle yüzyüze görüşme tek‐
niğiyle anketler uygulanarak veriler toplanmıştır. Anketler, araştırmada incelenen ürünlerin fiyatlarının değişiklik göstermediği 2‐15 Aralık 2013 tarihleri arasında (haftasonu dahil) günün 10.00‐12.00, 13.00‐16.00 ve 17.00‐19.00 saatlerinde uy‐
gulanarak, örneklemin temsil edilebilirliği geliştirilmeye çalışılmıştır. Araştırmanın genel olarak keşifsel amaçlarının olduğu ve araştırmanın yürütülme‐
sinde karşılaşılan zaman ve maliyet kısıtlarının varlığı nedenleriyle örneklem bü‐
yüklüğü konusunda herhangi bir belirleme yapılmamıştır. Ayrıca mağazalardan alışveriş yapan müşteri sayısının tanımlanamamasından dolayı, rastgele örneklem yapılması da uygun görülmemektedir (McGoldrick, Betts ve Wilson, 1999: 181). Bu nedenlerden dolayı, belirlenen zaman diliminde, belirlenen ürünlerden satın almış olan müşterilerin tümü ile görüşmeler gerçekleştirilerek anketler yapılmıştır. Araştırmada her ürün grubundan en az 30 örneklem olmak üzere (Sekaran ve Bo‐
ugie, 2010: 296), kayıp anketlerin de olabileceği göz önünde bulundurularak top‐
lam 180 katılımcı ile yapılan görüşmelerle anketler doldurulmuştur. Eksik veya hatalı doldurulmuş 12 anket araştırma kapsamının dışında tutularak toplam 168 anket ile analizler yapılmıştır. Sonuçta, örneklem sayısının, çalışmanın dışsal geçer‐
liliği konusunda bir kısıt oluşturabileceği söylenebilir. 5. Araştırmanın Kısıtları Bu çalışmanın kısıtları, ekonomik kaynaklı ve tasarımdan kaynaklı olmak üzere iki yönden incelenebilir. Ekonomik kaynaklı kısıtlar, çalışmanın belirli bir zaman aralı‐
ğında gerçekleştirilmesi ile zaman dilimine özgü sonuçların ortaya çıkması ve araş‐
tırmanın yürütülmesindeki maddi kaynaklarla ilgili kısıtlar olarak belirtilebilir. Araş‐
tırmanın tasarımından kaynaklı kısıtlar ise, araştırmanın belirli bir ürün grubu üze‐
rinde (süt, diş macunu, soda ve şeker) gerçekleştirilmesi ve araştırmada ele alınan AĞUSTOS 2014 87
değişkenler dışında, fiyat hatırlama doğruluğu ile ilişkili başka değişkenlerin de varlığı şeklinde açıklanabilir. 6. Araştırmanın Bulguları ve Hipotezlerin Testi Araştırmaya katılan tüketicilerin demografik özelliklerine göre dağılımları Tablo 1’de verilmiştir. Katılımcıların %42.9’u kadınlardan, %57.1’i erkeklerden oluşmak‐
tadır. Katılımcıların yaş gruplarına göre dağılımları incelendiğinde; yaşı 30’dan küçük olan grup, ankete katılanların %29.8’ini, 30‐39 yaş grubu, %36.9’unu, 40‐49 yaş grubu, %22’sini ve son olarak 50 yaş ve üzeri grup ise, %11.3’ünü oluşturmak‐
tadır. Tablo 1. Araştırmaya Katılan Tüketicilerin Demografik Özelliklerine Yönelik Bulgular Yaş Frekans % Cinsiyet Frekans % 30’dan küçük 50 29.8 Kadın 72 42.9 30‐39 62 36.9 Erkek 96 57.1 40‐49 37 22 Toplam 168 100 50 ve üzeri 19 11.3 Gelir Frekans % Toplam 168 100 1000 TL’den az 45 26.8 Eğitim Frekans % 1001‐1500 TL 34 20.2 İlkokul 35 20.8 1501‐2000 TL 25 14.9 Ortaokul 21 12.5 2001‐2500 TL 26 15.5 Lise 50 29.8 2501‐3000 TL 21 12.5 Lisans ve üzeri 62 36.9 3001 TL ve üzeri 17 10.2 Toplam 168 100 Toplam 168 100 Anketi yanıtlayanların %20.8’i ilkokul mezunu, %12.5’i ortaokul mezunu, %29.8’i lise mezunu, %36.9’u ise yükseköğrenimden mezun kişilerden oluşmaktadır. Ayrı‐
ca katılımcıların gelir dağılımları incelendiğinde, %26.8’i 1000TL’den az, %20.2’si’ü 1001‐1500TL, %14.9’u 1501‐2000TL, %15.5’i 2001‐2500TL, %12.5’i 2501‐3000TL ve %10.2’si ise 3001TL’den fazla geliri olan kişilerden oluşmaktadır. 88 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Hata Oranı (%) 0 0.1‐5 5.1‐10 10.1‐20 > 20 Toplam Tablo 2. Ürün Grubuna Göre Fiyat Hatırlama Oranları Süt Diş macunu Soda Toz şeker Toplam % n % n 21.6 45.9 5.4 16.2 10.8 100 8 17 2 6 4 37 21.9 31.3 28.1 9.4 9.4 100 7 10 9 3 3 32 % n % n % n 11.8 50 5.9 8.8 23.5 100 4 17 2 3 8 34 23.1 30.8 18.5 4.6 23.1 100 15 20 12 3 15 65 20,2 38.1 14.9 8.9 17.9 100 34 64 25 15 30 168 Tablo 2’de, araştırmaya katılan tüketicilerin, belirlenen ürünlerin fiyatlarını hatır‐
lama hata oranları, yüzde aralıklarıyla verilmiştir. Sonuçlar genel olarak değerlen‐
dirildiğinde, ürünlerin %20.2’sinin tam olarak ve %38.1’inin ise %5.1’den daha düşük hatayla fiyatının hatırlandığı görülmektedir. Tablo 3. Fiyat Hatırlama Doğruluğu Açısından Ürün Grupları Arasındaki Farklılıklar Anlamlılık Ki‐
Ortalama kare Değişken Ürün grubu n sırası değeri Süt 37 78.18 1.237 0.744 Fiyat hatırlama Diş macunu 32 82.50 doğruluğu Soda 34 89.51 Toz şeker 65 86.46 Tablo 3’de ürün gruplarına göre fiyat hatırlama doğruluğuna ilişkin Kruskal‐Wallis test sonuçları verilmiştir. Kruskal Wallis test sonuçlarına göre, ürün grupları ara‐
sında, fiyat hatırlama doğruluğu açısından anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Do‐
layısıyla, H1 desteklenememiştir. AĞUSTOS 2014 89
Tablo 4. Araştırmadaki Değişkenlerin Ortalama ve Standart Sapma Değerleri ile Değişkenler Arasındaki İlişkiler Ort. Std.S. 1 2 3 4 1.FHH 0.086 0.12 1 2.İlgilenim 13.53 7.39 0.163* 1 3.Fiyat duyarlılığı 3.31 1.01 ‐0.055 ‐0.248** 1 4.Sıklık 3.44 3.06 ‐0.243** ‐0.107 ‐0.034 1 **0.01 anlamlılık düzeyi, *0.05 anlamlılık düzeyi Değişkenler arası ilişkileri gösteren Tablo 4 incelendiğinde, fiyat hatırlama hatası (FHH) oranının ilgilenim ile pozitif yönde zayıf ilişkili (Pearson r=0.163), satın alma sıklığı ile negatif yönde zayıf ilişkili (Pearson r=‐0.243) olduğu görülmektedir. So‐
nuçta, satın alma sıklığı ve ilgilenim ile fiyat hatırlama doğruluğu arasındaki ilişki‐
nin varlığına yönelik hipotezler olan H2 ve H3 desteklenmiş, fiyat duyarlılığı ile fiyat hatırlama doğruluğu arasındaki ilişkinin varlığına yönelik hipotez olan H3 desteklenememiştir. Tablo 5. Gelir ve Eğitim Düzeylerine Göre Fiyat Hatırlama Doğruluğu Demorafik Değişken Ki‐kare Değeri Anlamlılık Gelir 6.989 0.430 Eğitim 2.212 0.331 Katılımcıların demografik özellikleri ile ilgili hipotezlerin test edilmesinde, Kruskal‐
Wallis ve t‐testleri kullanılmıştır. Tablo 5’te görüldüğü gibi, tüketicilerin gelir ve eğitim düzeylerine göre fiyat hatırlama doğruluğunun farklılık gösterdiğine dair hipotezler olan H5 ve H6 desteklenememiştir. Tablo 6. Cinsiyete Göre Fiyat Hatırlama Doğruluğu Standart t Değişken Cinsiyet n Ortalama sapma değeri 0.655 72 0.07914 0.13598 Fiyat hatırlama Kadın doğruluğu Erkek 96 0.09233 0.12386 p değeri 0.495 Tablo 6’da araştırmaya katılan tüketicilerin cinsiyetlerine göre fiyat hatırlama doğ‐
ruluğunun farklılık gösterdiğine dair hipotez (H7), t‐testiyle test edilmiştir. t‐testi sonuçlarına göre, cinsiyete göre tüketicilerin fiyat hatırlama doğruluğunun farklılık göstermediği belirlenmiş ve H7 desteklenememiştir. 90 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ 7. Sonuç ve Öneriler Fiyat hatırlama doğruluğu ile ilgilenim, fiyat duyarlılığı ve satın alma sıklığı değiş‐
kenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere, bir perakendeciden daha önce belir‐
lenmiş olan ürünlerden satın alan tüketicilerle gerçekleştirilen araştırma sonucun‐
da, fiyat hatırlama doğruluğu ile ilgilenim ve satın alma sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Le Boutillier, Le Boutillier ve Neslin (1994)’in çalışmalarına benzer şekilde, bu çalışmada da, tüketicilerin ürünleri satın alma sıklıkları arttıkça, fiyatları daha düşük hata oranıyla (veya daha doğru olarak) hatır‐
ladıkları saptanmıştır. Araştırmaya katılan tüketicilerin, Helgeson ve Beatty (1987)’nin çalışmasıyla paralel olarak, ilgilenimlerinin düşük olduğu ürünlerin fiyat‐
larını daha doğru hatırladıkları sonucuna da ulaşılabilmektedir. Ayrıca çalışmada gelir, eğitim düzeyi ve cinsiyet değişkenlerinin fiyat hatırlama doğruluğu açısından anlamlı bir farklılık gösterip göstermediği incelenmiş ve so‐
nuçta anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Wakefield ve Inman (1993)’ın çalışma‐
sında da, cinsiyetin fiyat hatırlama doğruluğuna herhangi bir etkisinin olmadığının doğrulanmasına karşın, gelir ile fiyat hatırlama doğruluğu arasında herhangi bir ilişki bulunamamıştır. Bu çalışmada ayrıca, Estelami ve Lehmann (2001) tarafından gerçekleştirilen ve fiyat hatırlama doğruluğu ile gelir arasında negatif yöndeki iliş‐
kiyi belirledikleri çalışmadan farklı olarak fiyat hatırlama doğruluğu ile gelir arasın‐
da herhangi bir ilişki bulunamamıştır. Perakende mağazalarından alışveriş yapan tüketicilerin ürünlerin fiyatlarını hatır‐
lama doğruluğu, perakende yöneticilerinin ürünlerin fiyatları ile ilgili uygulamala‐
rında etkili olabilmektedir. Örneğin perakende mağazalarında, tüketicilerin ürüne yönelik ilgilenimleri ve satın alma sıklıklarına göre fiyat değişikliklerine gidilmesi, fiyatlandırmada etkililik sağlayacaktır. Sık satın alınan ürünlerin fiyat hatırlama doğruluğunun daha yüksek olması beklendiğinden dolayı (Karande ve Magnini, 2011: 124), bu ürünlerle ilgili fiyat değişiklikleri tüketiciler tarafından daha kolay fark edilebilecek ve tüketicilerin satın almaya yönelik davranışlarında daha yüksek etkisi olacaktır. Perakendecilerin kontrol edebildiği; mağaza atmosferi, ürünlerin fiyatlarının sunum şekli, indirim taktikleri gibi çeşitli uygulamalarla ürünlerin fiyat bilgilerinin tüketicilerin zihinlerinde değerlendirilmesini kolaylaştırabilecek ve do‐
layısıyla içsel bir fiyat standardı (içsel referans fiyat) oluşturmasına katkı sağlayabi‐
lecektir. Ayrıca ürünlerin fiyatları konusunda araştırma yapan ve bilgi sahibi olan tüketicilerin sahip oldukları fiyat bilgilerini diğer kişilerle paylaşma eğiliminin ol‐
ması (Urbany, Dickson ve Kalapurakal, 1996), perakende yöneticilerinin fiyat uygu‐
lamalarının tüketiciler arasında yayılımına katkı sağlayacaktır. Fiyat değişkenliği yüksek ürünlerin de araştırma kapsamına dahil edilerek, farklı ürün grupları arasında karşılaştırmalı çalışmaların yapılmasının, fiyat hatırlama AĞUSTOS 2014 91
doğruluğunun ürün temelli farklılıklarının belirlenmesinde katkısı olacağı beklen‐
mektedir. Bununla birlikte, farklı ürünlerin fiyatlarının hatırlanmasında kullanılan bilgi kaynaklarının (perakendecinin rafındaki fiyat etiketi, tüketicinin zihnindeki fiyat, ürün ambalajında yazılı olan fiyat, reklam/insert fiyatı vb.) incelenmesiyle, perakendecilerin ürünler bazında gerçekleştireceği fiyat hatırlatma çalışmalarında kolaylık sağlanacaktır. Gelecekteki araştırmalarda, farklı tüketici psikografik değiş‐
kenlerinin fiyat hatırlama doğruluğu ile ilişkilendirilerek incelenmesinin, davranış‐
sal fiyatlama yazınına ve dolayısıyla fiyatlandırma yöneticilerine katkısı olacağı da düşünülmektedir. Ayrıca, fiyat hatırlama doğruluğu konusunda yapılacak araştır‐
maların farklı sektörler, ürünler ve hatta markalar bazında değerlendirilmesi öneri‐
lebilir. 92 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Kaynaklar Aalto‐Setälä, V. ve Raijas, A. (2003), “Actual Market Prices and Consumer Price Knowledge”, Journal of Product & Brand Management, 12(3), 180‐192. Boonpattarakan, A. (2012), “An Experimental Design to Test The Main And Inte‐
raction Effects of CSR Involvement, Brand Naming, and Pricing on Purchase Inten‐
tions in Thailand”, International Journal of Business and Management, 7(16), 62‐
79. Briesch, R. A., Krishnamurthi, L., Mazumdar, T. ve Raj, S. P. (1997), “A Comparative Analysis of Reference Price Models”, Journal of Consumer Research, 24(2), 202‐
214. Carricano, M., Trinquecoste, J. F., ve Mondejar, J. A. (2010), “The rise of the pri‐
cing function: origins and perspectives”, Journal of Product & Brand Management, 19(7), 468‐476. Conover, J. N. (1986), “The Accuracy of Price Knowledge: Issues in Research Met‐
hodology”, in NA‐Advances in Consumer Research, Vol. 13, Eds. Richard J. Lutz, Provo, UT: Association for Consumer Research, 589‐593. de Chernatony, L. ve Knox, S. (1992), “Brand Price Recall: The Implications for Pricing Research”, Marketing Intelligence and Planning, 10(9), 17‐20. Dickson, P. R. ve Sawyer, A. G. (1990), “The Price Knowledge and Search of Su‐
permarket Shoppers”, Journal of Marketing, 54(3), 42‐53. Eisenhauer, J. ve Principe, K. (2009), “Price Knowledge and Elasticity”, Journal of Empirical Generalisations in Marketing Science, 12(2), 1‐20. Erdem, T., Mayhew, G. ve Sun, B. (2001), “Understanding Reference‐Price Shop‐
pers: A within ‐and Cross‐Category Analysis”, Journal of Marketing Research, 38(4), 445‐457. Estelami, H. ve De Maeyer, P. (2004), “Product Category Determinants of Price Knowledge for Durable Consumer Goods”, Journal of Retailing, 80, 129‐137. Estelami, H. ve Lehmann, D. R. (2001), “The Impact of Research Design on Consu‐
mer Price Recall Accuracy: An Integrative Review”, Journal of the Academy of Marketing Science, 29 (1), 36‐49. Goldman, A. (1977), “Consumer Knowledge of Food Prices as an Indicator of Shopping Effectiveness”, Journal of Marketing, 41(4), 67‐75. Goldsmith, R. E., Kim, D., Flynn, L. R. ve Kim, W.‐M. (2005), “Price Sensitivity and Innovativeness for Fashion Among Korean Consumers”, The Journal of Social Psychology, 145(5), 501‐508. AĞUSTOS 2014 93
Goldsmith, R. E. ve Newell, S. J. (1997), “Innovativeness and price sensitivity: ma‐
nagerial, theoretical and methodological issues”, Journal of Product & Brand Ma‐
nagement, 6(3), 163‐174. Helgeson, J. G. ve Beatty, S. E. (1987), “Price Expectation and Price Recall Error: An Empirical Study”, Journal of Consumer Research, 14(3), 379‐386. Jacoby, J., ve Olson, J. C. (1977), “Consumer response to price: An Attitudinal, Informational Processing Perspective”, In Y. Wind & M. Greenberg (Eds.), Moving ahead with attitude research (73‐86). Chicago: American Marketing Association. Karande, K. ve Magnini, V. P. (2011), “The Relative Use of Contextual and Tempo‐
ral Reference Price Components in Hotel and Airline Purchases”, Journal of Hospi‐
tality & Tourism Research, 35(1), 119‐141. Kenesei, Z. ve Todd, S. (2003), “The Use of Price in the Purchase Decision”, Journal of Empirical Generalisations in Marketing Science, 1‐21. Kim, H. M. ve Kachersky, L. (2006), “Dimensions of Price Salience: A Conceptual Framework for Perceptions of Multi‐Dimensional Prices”, Journal of Product & Brand Management, 15(2), 139‐147. Krishnamurthi, L. ve Raj, S. P. (1988), “A Model of Brand Choice and Purchase Qu‐
antity Price Sensitivities”, Marketing Science, 7(1), 1‐20. Le Boutillier, J., Le Boutillier, S. S. ve Neslin, S. A. (1994), “A Replication and Exten‐
sion of the Dickson and Sawyer Price‐Awareness Study”, Marketing Letters, 5(1), 31‐42. Lichtenstein, D. R., Bloch, P. H. ve Black, W. C. (1988), “Correlates of Price Accep‐
tability”, Journal of Consumer Research, 15(2), 243‐252. McGoldrick, P. J., Betts, E. J. ve Wilson, A. F. (1999), “Modelling Consumer Price Cognition: Evidence from Discount and Superstore Sectors”, The Service Industries Journal, 19(1), 171‐193. Mittal, B. (1995), “A Comparative Analysis of Four Scales of Consumer Involve‐
ment”, Psychology & Marketing, 12(7), 663‐682. Monroe, K. B. ve Lee, A. Y. (1999), “Remembering versus Knowing: Issues in Bu‐
yers’ Processing of Price Information”, Journal of the Academy of Marketing Sci‐
ence, 27, 207‐225. Moon, S., Russell, G. J. ve Duvvuri, S. D. (2006), “Profiling The Reference Price Consumer”, Journal of Retailing, 82(1), 1‐11. Odabaşı, Y. ve Barış, G. (2007), Tüketici Davranışı, 7.Baskı, İstanbul: MediaCat Ya‐
yınevi. 94 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Puccinelli, N. M., Goodstein, R. C., Grewal, D., Price, R., Raghubir, P. ve Stewart, D. (2009), “Customer Experience Management in Retailing: Understanding the Bu‐
ying Process”, Journal of Retailing, 85(1), 15‐30. Raman, K. ve Bass, F. M. (2002), “A General Test of Reference Price Theory in the Presence of Threshold Effects”, Tijdschrift voor Economie en Management, 47(2), 205‐226. Sekaran, U. ve Bougie, R. (2010), Research Methods for Business: A Skill Building Approach, 5th Edition, New York: John Wiley & Sons, Inc. Urbany, J. E., Dickson, P. R. ve Kalapurakal, R. (1996), “Price Search in The Retail Grocery Market”, Journal of Marketing, 60(2), 91‐104. Vaidyanathan, R., Aggraval, P., Stem Jr, D. E., Muehling, D. D. ve Umesh, U. N. (2000), “Deal Evaluation and Purchase Intention: The Impact of Aspirational and Market‐Based Internal Reference Prices”, Journal of Product and Brand Manage‐
ment, 9(3), 179‐192. Vanhuele, M. ve Drèze, X. (2002), “Measuring the Price Knowledge Shoppers Bring to the Store”, Journal of Marketing, 66(4), 72‐85. Wakefield, K. L. ve Inman, J. J. (1993), “Who Are the Price Vigilantes? An Investiga‐
tion of Differentiating Characteristics Influencing Price Information Processing”, Journal of Retailing, 69(2), 216‐233. Zaichkowsky, J. L. (1985), “Measuring the Involvement Construct”, Journal of Con‐
sumer Research, 12, 341‐352. Zeithaml, V. A. (1982), “Consumer Response to in‐Store Price Information Envi‐
ronments”, Journal of Consumer Research, 8(4), 357‐369. Zeithaml, V. A. (1988), “Consumer Perceptions of Price, Quality, and Value: A Me‐
ans‐End Model and Synthesis of Evidence”, The Journal of Marketing, 52(3), 2‐22. AĞUSTOS 2014 95
96 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Duygusal Emek ile İş Tatmini Arasındaki İlişkide Psikolojik Sermayenin Aracılık Rolü: Bir Alan Çalışması Durdu Mehmet BİÇKES Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi [email protected] Celal YILMAZ Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi [email protected] Özgür DEMİRTAŞ Dr. Y. Müh. Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı [email protected] Ayşegül UĞUR Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi [email protected] Duygusal Emek ile İş Tatmini Arasındaki İlişkide Psikolojik Sermayenin Aracılık Rolü: Bir Alan Çalışması Özet Günümüz piyasa koşullarında örgütlerin uzun dönemli ve sürdürülebilir bir büyüme elde etme sürecinde kullanabilecekleri en etkin kaynaklar arasında yer alan insan faktörü, sahip olduğu duy‐
gusal ve psikolojik yönüyle de bireysel ve örgütsel performans kapsamında değerlendirmeye alınmalıdır. Bu kapsamda ilgili literatür incelendiğinde, duygusal emek ve sonuçları üzerine çok sayıda çalışma yapıldığı, ancak duygusal emeğin olumsuz sonuçlarını engelleyici, olumlu sonuçlarını güçlendirici ve bu süreçte aracılık rolü üstlene‐
bilecek değişkenlere yönelik çalışmaların oldukça sınırlı kaldığı görülmektedir. Bu çalışmada, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişki de psikolojik sermayenin aracılık rolü öğretmenler arasından belirlenen bir örneklem üzerinde incelenmiştir. Araştırma bulguları, doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini ilişkisinde psikolojik sermayenin tüm alt boyutlarının (öz‐yeterlilik, umut, dayanıklılık, iyimserlik) kısmi aracılık rolüne sahip olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Duygusal Emek, İş Tatmini, Psikolojik Sermaye, Aracılık Rolü. The Mediating Role of Psychological Capital on the Relationship between Emotional Labor and Job Satisfaction: A Field Study Abstract In today's market conditions, human factor takes place among the significant sources to be used in the process of obtaining long‐term and sustainable growth. Human factor with its emotional and psychological aspects should be considered within the scope of individual and organizational perfor‐
mance. In this context, there are many studies on emotional labor and its results in the literature. However, there have been limited studies on the variables to restrain the negative consequences of emotional labor, empower its positive results and take on the mediating role in this process. This study examines the mediating role of psychological capital on the relationship between emotional labor and job satisfaction through a sample carried out among the teachers. The research findings show that all dimensions of psychological capital (self‐
efficacy, hope, resilience and optimism) have partial mediating roles on the relationship between the exhibition of naturally felt emotions and job satis‐
faction. Keywords: Emotional Labor, Job Satisfaction, Psychological Capital, Mediating Role. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 97‐ 121 97
1. Giriş Çalışma hayatında yaşanmakta olan rekabet, ekonomik hayatın yeniden yapılan‐
dırmıştır. Ekonomik hayattaki bu dönüşüme uyum sağlamak isteyen örgütler, bir yandan yeniden yapılanma çabalarına ağırlık verirken, diğer yandan da faaliyetle‐
rinde etkinlik ve yüksek kaliteyi hedeflemektedirler. Değişen çevresel koşullara uyum sağlama sürecinde örgütler tarafından geliştirilecek ve uygulanacak olan stratejilerin başarıya ulaşmasında belirleyici rol, ilgili örgütün sahip olduğu insan kaynağı odaklı temel yetenekleri olacaktır. Bu çerçevede; müşteri memnuniyetini sağlayabilmek için ortaya çıkan örgütsel uygulamalardan birisi, çalışanlardan işle‐
rine duygusal emeklerini katmaları beklentisidir. Duygusal emek; algılanan hizmet kalitesini yükseltmek amacıyla işin doğasına uy‐
gun duyguların diğerleri tarafından gözlemlenecek şekilde düzenlenmesi ve akta‐
rılması süreci olarak tanımlanabilir (Hochschild, 1983: 7). Çalışanlarla müşteriler arasındaki etkileşim düzeyi arttıkça ve hizmet kalitesinin çalışan performansına dayanma düzeyi yükseldikçe, çalışma hayatı açısından duygusal emeğin önemi artmaktadır. Ekonomik hayattaki dönüşümlere paralel olarak duyguların işin bir parçası haline gelmesi (Cheung vd., 2011: 349) sonucunda, çalışanların örgüt tara‐
fından belirlenen gösterim kurallarına uygun hareket etmek durumunda kalması bir yandan müşteri memnuniyetini artırırken, bir yandan da yaşanabilecek duygu‐
sal uyumsuzluklar nedeniyle çalışanları olumsuz şekilde etkileyebilmektedir. Konu‐
ya ilişkin yapılan araştırmalarda, çalışanların yaşadığı duygusal uyumsuzlukların, gerilim, iş‐aile çatışması, iş tatminsizliği ve tükenmişlik gibi negatif sonuçlara yol açtığı belirlenmiştir (Grandey, 2000; Ghalandari ve Jogh, 2012). Yukarıda dile getirilen açıklamalardan, çalışma yaşamında rekabet üstünlüğü elde etmek için duygusal emek kullanımının zorunlu hale geldiği, aynı zamanda duygu‐
sal emek kullanımının duygusal uyumsuzluk durumunda olumsuz sonuçlara yol açtığı anlaşılmaktadır. Bu durum, örgütleri başarıyı hedeflerken başarısızlıkla karşı karşıya bırakabilmektedir. Bu çerçevede Millard (2011: 28), duygusal emeğin ne‐
den olduğu negatif durumları engellemek için bazı değişkenlerin katalizör olarak kullanılabileceğini dile getirmektedir. Duygusal emeğin neden olduğu negatif so‐
nuçları engellemede kullanılabilecek değişkenlerden birisi psikolojik sermayedir (Cheung vd., 2011). Çünkü durum ve şartlara göre farklılaşabilen bir kişilik özelliği olan psikolojik sermaye, bireysel ve örgütsel performansın geliştirilmesi ve yön‐
lendirilmesine yönelik olarak, eğitim ve deneyimle değişebilme ve gelişebilme niteliğine sahiptir (Youssef ve Luthans, 2007: 777). Literatür incelendiğinde; duygusal emek ve sonuçları üzerine çok sayıda çalışma yapıldığı (Morris ve Feldman, 1996; Brotheridge ve Grandey, 2002; Grandey, 2003; Zhang ve Zhu, 2008; Cheung ve Tang, 2010; Noor ve Zainuddin, 2011; Oral ve Kö‐
se, 2011; Wang, 2011; Chen vd., 2012; Glahandari ve Jogh, 2012), ancak duygusal 98 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ emeğin olumsuz sonuçlarını engelleyici ve olumlu sonuçlarını güçlendirici aracı değişkenlerle ilgili çalışmaların oldukça sınırlı kaldığı görülmektedir. Bu çalışma, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin aracılık etki‐
sini incelemek üzere kurgulanmıştır. 2. Teorik Çerçeve 2.1.Duygusal Emek Müşteri tatmininin dolayısıyla örgüt başarısının giderek çalışan performansına dayalı hale geldiği günümüz iş hayatı açısından duyguların yönetimi, önemli bir yönetim alanı haline gelmiştir. Bu gerçeği Morris ve Feldman (1996: 986‐987), “çalışanlar ve müşteriler arasındaki etkileşimin kalitesi ve çalışanlar tarafından müşteriler için oluşturulan imaj giderek artan bir oranda yönetimin kontrolü altına girmektedir” ifadesi ile belirtmektedirler. Sonuç olarak, birçok çalışan için örgütleri tarafından belirlenen ve arzu edilen duyguların sunumu gerçekleştirilen işin anah‐
tar bileşeni haline dönüşmüştür. Duygusal emeğin kavramsallaştırılması noktasın‐
da literatürde çeşitli yaklaşımlar bulunmaktadır (Hochshild, 1983; Ashfort ve Humphrey, 1993; Morris ve Feldman, 1996; Grandey, 2000). Bu çalışmada, Morris ve Feldman’ın (1996) yaklaşımı benimsenmiştir. Bu yaklaşım ve araştırmanın yapısı dikkate alınarak çalışma kapsamında duygusal emek kavramı; “hizmet sunanlarla hizmet alanlar arasındaki etkileşim sürecinde gösterim kurallarının (kurum tara‐
fından sergilenmesi istenen duyguların) çalışanlarca hayata geçirilebilmesi için gerekli görülen planlama, uygulama ve kontrol süreci” şeklinde tanımlanmıştır. Morris ve Feldman (1996: 987‐988) duygusal emeğin dört temel özelliğe sahip olduğunu belirtmektedirler. Çalışma özelinde, bu dört özelliğe ek olarak ‘bireysel‐
lik’ adında beşinci bir özelliğin de eklenmesinin yerinde olacağı düşünülmüştür. i‐ Duygusal tepki: Duygusal tepkiler, etkileşimsel bir süreç sonucunda ortaya çık‐
maktadır. Duyguların oluşmasında ve tepkilerin aktarılmasında sosyal faktörler belirleyicidir. ii‐ Duygusal emek gösterimi: Gösterin kuralları ile çalışanın hissettiği duygular örtüşse dahi duygusal gösterim esnasında belli düzeyde duygusal emek sarf edil‐
mektedir. iii‐ Pazar malı: Bir kez sergilenen duygu pazar malı haline dönüşmekte ve hizmetin bir parçası haline gelmektedir. iv‐ Gösterim kuralları: Duyguların nasıl yönetileceğine dair örgüt tarafından belir‐
lenmiş kurallar bulunmaktadır. v‐ Bireysellik: Müşteri beklentilerinde farklılık olması durumunda duygusal göste‐
rim bireye özel olarak sergilenmektedir. AĞUSTOS 2014 99
Hochschild (1983), duygusal emeğin, yüzeysel rol yapma ve derinden rol yapma olarak adlandırılan iki temel boyuta sahip olduğunu belirtmektedir. Ashforth ve Humphrey (1993: 94) ise, çalışanların duygusal gösterim süreçlerinde her zaman rol yapmak zorunda olmadıklarını, bazen gerçekte hissettikleri duyguları da sergi‐
leyebileceklerini belirterek bu iki boyuta doğal duyguları da eklemişlerdir. Yüzey‐
sel rol yapma, çalışanların, gerçek duygularını değiştirmeden, duygu gösterimlerini kontrol ederek beklentilere uyumlu hale getirdikleri davranış biçimi olarak tanım‐
lanabilir (Grandey, 2003: 87; Montgomery vd., 2006: 39). Örneğin, bir öğretmenin olumsuz bir ruh hali içerisinde iken zor bir öğrenci ile iletişim anında sahte bir gü‐
lümseme geliştirmeye çalışması gibi. Yüzeysel rol yapma süreci, çalışanın gerçek duygularını bastırmaya yönelik psikolojik gayreti ve içsel geriliminden kaynaklanan stres, tükenmişlik ve depresyon gibi olumsuz sonuçlara yol açabilmekte ve izleyici‐
lerden (öğrenciler, çalışma arkadaşları, yöneticiler vb.) olumsuz tepkiler alabilmek‐
tedir (Brotheridge ve Grandey, 2002: 22; Grandey, 2003: 86). Derinden rol yap‐
mada çalışan, etkileşim halinde bulunduğu kişilerce hissedilmeyecek şekilde duygu değişimini tıpkı bir aktör gibi gerçekleştirmekte ve gerçekle birebir örtüşecek şe‐
kilde arzu edilen role bürünmektedir. Örneğin, bir öğretmenin kendisini zor bir öğrencinin yerine koyarak empati yapması ve ona karşı ilgili davranması gibi. Yü‐
zeysel rol yapma ile derinden rol yapma arasındaki temel fark; yüzeysel rol yap‐
mada amaç işi kaybetmemek iken; derinden rol yapmada, örgütün beklentilerini ve müşterinin tatminini sağlamaktır. Bu farktan dolayı, yüzeysel rol yapmada sergi‐
lenen duygunun sahte olduğu karşı tarafça hissedilirken, derinden rol yapmada hissedilememektedir (Grandey, 2003: 87). Doğal duyguların sergilenmesi sürecin‐
de ise, çalışanın herhangi bir role bürünmesine gerek olmaksızın hissedilen duygu‐
ların olduğu gibi sergilenmesi söz konusudur. Örneğin, öğretmenine yardım eden bir öğrencinin yaralanması anında öğretmenin sergilediği şefkat ve ilk yardım ça‐
bası gibi. 2.2. İş Tatmini Arzulanan bir şeyin gerçekleşmesi, gönül doygunluğuna erme anlamlarına gelen tatmin kavramı; ihtiyaçların karşılanması sonucu ulaşılan mutluluk durumu olarak tanımlanabilir. Tatmin olma duygusu ancak ilgili birey tarafından hissedilebilir ve bireyin iç huzura ulaşmasını sağlamada önemli bir rol üstlenir (İşcan ve Sayın, 2010: 198). Genel anlamda tutumsal bir değişken olan iş tatmini ise (Spector, 1997: 2), çalışanların işlerinden ve çalışma ortamlarından ne düzeyde memnun olduklarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir (Gohel, 2012: 36). İş tatmin düzeyi, çalışanların işe dönük beklentileri ile yakından ilgilidir. Dolayısıyla, çalışma yaşamında işe ilişkin beklentileri karşılanan çalışanların tatminlerinin sağlanacağı, beklentilerinin ötesine geçildikçe de iş tatmin düzeylerinin artacağı söylenebilir (Yang, 2010: 211). İş tatmini; kişinin işini veya iş deneyimlerini değerlendirmesi sonucunda ulaşmış olduğu duygusal durum (Jenaibi, 2010: 60) ya da çalışanların işlerine ilişkin geçmiş olaylara, ödüllere ve güncel izlenimlere dönük algılarını gös‐
100 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ teren tutumsal bir olgu olarak tanımlanabilir (Ko, 2012: 1005). Aktarılan bu tanım‐
lar, iş tatmininin hem bilişsel hem de duygusal yönünün bulunduğunu göstermek‐
tedir. İnsan psikolojisinde, biliş ile duygular arasında varlığı yadsınamayan bir bağ söz konusudur. Dolayısıyla işin değerlendirilmesinde hem duyguları hem de bili‐
şi/düşünceleri bu değerlendirmeye dâhil etmek gerekir (Akçay, 2012: 127). Açık‐
lamalardan hareketle, iş tatmininin sağlanabilmesi için, çalışanın hem fizyolojik hem de psikolojik beklentilerinin karşılaması gerektiği söylenebilir. İş tatmininin örgütler açısından önemi, sahip olduğu potansiyel sonuçlar dolayısıyladır. Çalışan‐
ların iş tatmin düzeyleri yükseldikçe, neden oldukları negatif örgütsel davranışlar azalacak ve pozitif örgütsel davranışlar artacaktır. Literatürde genel kabul görmüş olan bir yaklaşıma göre iş tatmini, içsel ve dışsal iş tatmini şeklinde ikiye ayrılmaktadır (Landy ve Conte, 2010: 414). İçsel iş tatmini, bireylerin yaptıkları işin merkezî veya içsel yönleri ile ilişkilidir. Buna örnek olarak yetenekleri kullanma, sorumluluk, yaratıcılık, başkalarına yardım, serbestlik ve başarı gibi unsurlar verilebilir. Dışsal iş tatmini ise, işle ilgili görevlere dair dışsal yönlerle ilgilidir. Dışsal iş tatminine örnek olarak terfi olanakları, ücret, kurum poli‐
tikası ve uygulamalar, çalışma koşulları, yönetim anlayışı ve iş garantisi verilebilir. 2.3.Psikolojik Sermaye İş hayatında yaşanan gelişmeler, rekabet üstünlüğü sağlayan kaynakların dönüş‐
mesine neden olmuştur. Bu dönüşümler sonucunda, geleneksel rekabet araçları olarak kabul edilen finansal, fiziksel ve teknolojik sermaye türleri sürdürülebilir rekabet için gerekli olmakla birlikte, yeterli olma özelliklerini kaybetmişlerdir. Bu‐
na karşın, insan unsuruna dayanan, beşeri sermaye, sosyal sermaye ve psikolojik sermaye gibi yeni sermaye türleri önem kazanmıştır (Luthans ve Youssef, 2004: 145; Irshad ve Toor, 2008: 37). Bu gerçeği Lewis (2011: 142), arzulanan örgütsel performans düzeyinin yakalanabilmesi noktasında kullanılabilecek en etkili araç‐
lardan birisinin psikolojik sermaye olduğunu dile getirerek vurgulamaktadır. Psi‐
kolojik sermaye kavramı, psikologlar tarafından bireysel verimliliğe katkıda bulu‐
nan kişilik özellikleri olarak tanımlanmaktadır (Gohel, 2012: 35). Luthans ve diğer‐
leri (2007: 542) psikolojik sermayeyi; “günümüz çalışma hayatının gelişimi için ölçülebilir, geliştirilebilir ve etkin bir şekilde yönetilebilir pozitif yönelimli olan in‐
san kaynaklarına ilişkin güçlü yönler ve psikolojik kapasiteler üzerinde yapılan ça‐
lışma ve uygulama” şeklinde tanımlamaktadırlar. Psikolojik sermaye; öz yeterlilik, umut, iyimserlik ve dayanıklılık olmak üzere dört boyutta incelenmektedir (Luthans vd, 2008: 221): Öz yeterlilik; kişinin belirli bir alanda sürdürmekte olduğu bir görevi başarabilme noktasında ihtiyaç duyduğu motivasyonu, bilişsel kaynakları ve faaliyet aşamalarını harekete geçirmek için kendi yeteneklerine olan inancı olarak tanımlanabilir (Stajkovic ve Luthans, 1998, 66). Umut; değerli amaçlar belirleyebilme ve bu amaçları başarma sürecinde kişi‐
AĞUSTOS 2014 101
nin karşılaşabileceği engellerin üstesinden gelebilme yönündeki inancını kapsayan bir durumdur (Çetin ve Basım, 2011: 82). Snyder ve diğerleri (1996: 321) ise kav‐
ramı; etkileşimli biçimde temsil (amaca odaklanmış enerji) ve metotlardan (amaç‐
ları karşılaması planlanan) ortaya çıkan ve başarı duygusuna dayanan pozitif bir motivasyonel durum olarak açıklamaktadırlar. Bu pozitif motivasyon gücü, yaşam boyunca amaçlara ulaşma sürecinde karşılaşılan engelleri katlanılabilir kılmaktadır (Synder vd., 1991: 570). Dayanıklılık; önemli bir değişiklik, risk veya olumsuzluk durumuyla karşılaşıldığında bu durumlara uyum sağlama ve bunlarla başa çıkma yeteneği olarak tanımlanmaktadır (Luthans, 2002b: 702). Kavram iş hayatı açısın‐
dan ele alındığında, “zorluklar, çatışmalar ve hatta ilerleme ve artan sorumluluklar gibi olumlu olaylar karşısında bireyin kendini toplayabilmesini sağlayan geliştirile‐
bilir bir kapasite” olarak tanımlanabilir (Luthans, 2002b: 702). İyimserlik ise; özetle geleceğe dönük pozitif odaklı beklentilerdir (Peterson vd., 2011: 430). Synder ve diğerleri (1991: 571), iyimserliği; kişinin amacına ulaşmak için gayret etmek uğruna ısrarcı davranmasını sağlayacak şekilde hayatta başına iyi şeylerin geleceğine dair genellenmiş bir beklenti olarak tanımlamaktadırlar. İyimserlik, kişinin belirli du‐
rumda neyi başarabileceğini gösteren objektif değerlendirmeleri kapsar (Luthans vd., 2008: 222). 3.Değişkenler Arasındaki İlişkiler ve Araştırma Hipotezleri 3.1.Duygusal Emek ile İş Tatmini Arasındaki İlişki İş tatmini; çalışanların işlerinden ve çalışma ortamlarından duydukları memnuni‐
yetin bir göstergesi olarak tanımlanmaktadır. Buradan hareketle, iş tatmin düzeyi‐
nin, kişi‐iş uyumuna, diğer bir ifadeyle çalışanların işlerine dönük olarak sergiledik‐
leri her türlü fizyolojik ve psikolojik çabaya, bunun yanında iş ve işle ilgili her türlü kazanım ve algılarına bağlı olduğu söylenebilir. Yani, yüksek kişi‐iş uyumu yüksek düzeyde iş tatminine neden olacaktır. Dolayısıyla, çalışanın hissettiği duyguların ne olduğunu dikkate almaksızın örgüt tarafından belirlenmiş gösterim kurallarına uymayı gerektiren duygusal emek (Chen vd., 2012: 828) ile iş tatmini arasında bir ilişkinin var olması kaçınılmazdır. Bu anlamda; Grandey (2000: 104), kişisel duygu‐
ların, örgüt tarafından belirlenen gösterim kuralları çerçevesinde kontrol altında tutulmasının ve bireyden hissetmediği halde bir takım duyguları sergilemesinin istenmesinin iş tatminini olumsuz yönde etkileyeceğini belirtmektedir. Yukarıda da dile getirildiği gibi yüksek kişi‐iş uyumu, iş ortamında daha pozitif ruh haline ve duygulara sahip olmayı ve yüksek düzeyde iş tatminini beraberinde ge‐
tirmektedir. Yüksek iş tatminine sahip olan bir kişi yüzeysel rol yapmaya daha az meyledecektir. Çünkü yüzeysel rol yapma genellikle duygusal çelişki ve ifadelerin sahteleştirilmesi ile sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla, yüzeysel rol yapma çalışanın algıladığı iş tatmin düzeyini olumsuz yönde etkileyecektir. Öte yandan, doğal duy‐
gular yönetim tarafından talep edilen gösterim kuralları ile tipik bir şekilde örtüş‐
102 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ mektedir. Derinden rol yapmanın kullanımı, bilişsel düzenleme yardımıyla kişinin duyguları ile iş gerekliliklerinin uyumlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Bu neden‐
le, derinden rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi psikolojik iyi oluşla (Yin, 2012: 453‐454) ve iş tatmin düzeyinin artmasıyla sonuçlanabilmektedir (Zhang ve Zhu, 2008). Duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişkiye yönelik olarak teorik zeminde dile getirilen bu ilişkiler, uygulamalı çalışmalarla da test edilmiştir. Zhang ve Zhu (2008), öğretmenler üzerinde yaptıkları çalışmada, derinden rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasında pozitif yönlü, yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında ise negatif yönlü bir ilişki olduğu bulgusuna ulaşmışlardır. Yin (2012), ilk ve orta dereceli okullarda görev yapan öğretmenler üzerinde gerçekleş‐
tirdiği çalışmasında, derinden rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir korelasyon bulgusuna ulaşmıştır. Öte taraftan, yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında anlamlı bir ilişki tespit edememiştir. Gha‐
landari ve Jogh (2012), hizmet sektörü çalışanları örnekleminde yürüttükleri çalış‐
malarında; yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında negatif yönlü, derinden rol yapma ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Abraham (1998), müşteri temsilcileri örnekleminde gerçekleştirdiği çalışmada; yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında ters yönlü bir ilişki olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Bu bilgiler ışığında şu hipotezler geliştirilmiştir: Hipotez 1a: Yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında negatif yönlü bir ilişki vardır Hipotez 1b: Derinden rol yapma ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Hipotez 1c: Doğal duygular ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. 3.2.Psikolojik Sermaye ile İş Tatmini Arasındaki İlişkisi Bireyler, farklı duygusal ve tutumsal eğilimlere sahiptirler. Bu nedenle, içinde bu‐
lundukları durumsal ve örgütsel şartları algılama biçimleri ve bu şartlara yönelik olarak geliştirecekleri davranış şekilleri birbirinden farklı olacaktır. Buradan hare‐
ketle, örgütsel ortamda çalışanların güçlü ve olumlu yönleri, bunların nasıl ortaya çıkarılacağı ve geliştirileceği ile ilgili bir kavram olarak değerlendirilen (Luthans, 2002a: 59) ve bireysel verimliliğe katkıda bulunan kişilik özellikleri olarak tanımla‐
nan psikolojik sermayenin (Gohel, 2012: 35), çalışanların işlerine yönelik tutum geliştirme süreçlerinde önemli bir rol oynayacağı söylenebilir. Teorik çerçevede dile getirilen bu ilişkiler çeşitli uygulamalı çalışmalarla da analiz edilmiştir. Luthans ve diğerleri (2007), psikolojik sermaye ile iş tatmini arasındaki ilişkiyi sanayi ve hizmet kuruluşları arasından seçmiş oldukları iki farklı örneklem üzerinde analiz etmişlerdir. Sanayi kuruluşları örnekleminde; psikolojik sermaye‐
nin boyutlarından umut ve öz yeterlilik ile iş tatmini arasında anlamlı ve pozitif AĞUSTOS 2014 103
yönlü bir ilişki tespit edilmiş, buna karşın psikolojik sermayenin diğer boyutları dayanıklılık ve iyimserlik ile iş tatmini arasında anlamlı bir ilişki tespit edilememiş‐
tir. Hizmet işletmeleri örnekleminde ise; umut, öz yeterlilik ve iyimserlik boyutları ile iş tatmini arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki olduğu, buna karşın dayanık‐
lılık ile iş tatmini arasında anlamlı bir ilişkinin bulunmadığı bulgusuna ulaşılmıştır. Youssef ve Luthans (2007), sanayi işletmeleri, hizmet işletmeleri, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları çalışanları arasından belirledikleri örneklem üzerinde gerçekleştirdikleri incelemede; umut, iyimserlik ve dayanıklılık ile iş tatmini ara‐
sında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişkinin olduğunu ortaya koymuşlardır. Çetin (2011), kamu sektörü çalışanları üzerinde yaptığı araştırmada; umut, iyimserlik ve dayanıklılık ile iş tatmini arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki bulgusuna ula‐
şırken, öz yeterlilik ile iş tatmini arasında anlamlı bir ilişki bulgusuna ulaşamamış‐
tır. Literatürdeki bu bulgulara dayanarak şu hipotezler geliştirilmiştir: Hipotez 2a: Öz yeterlilik ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Hipotez 2b: Umut ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Hipotez 2c: Dayanıklılık ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Hipotez 2d: İyimserlik ile iş tatmini arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. 3.3.Duygusal Emek ile Psikolojik Sermaye Arasındaki İlişki Derinden rol yapma, bilişsel düzenleme yardımıyla ortaya çıkmakta ve kişinin duy‐
guları ile iş gerekliliklerinin uyumlaşması sonucunu doğurmaktadır. Doğal duygula‐
rın sergilenmesi, çalışanın herhangi bir role bürünmesine gerek olmaksızın hissedi‐
len duyguların olduğu gibi sergilenmesidir. Yüzeysel rol yapma ise, bireylerin ger‐
çek duygularını değiştirmeden duygu gösterimlerini kontrol ederek beklentilere uyumlu hale getirdikleri bir süreçtir. Dolayısıyla, yüzeysel rol yapmada çalışanın psikolojik ve davranışsal çelişki yaşaması söz konusudur. Bu açıklamalar ışığında; derinden rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi ile psikolojik sermaye ara‐
sında pozitif ve yüzeysel rol yapma ile psikolojik sermaye arasında negatif bir iliş‐
kinin bulunması gerektiği söylenebilir. Bu anlamda; Liu ve diğerleri (2008: 2419), duygusal emeğin bireylerin psikolojik durumları üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu belirtmektedirler. Cheung vd. (2011: 352), derinden rol yapmanın, biliş‐
sel yapılanmanın ve duygusal ifadelerin gösterim kuralları çerçevesinde modifiye edilebilmesi için farklı bilişsel stratejilerin kullanımını içerdiği için, psikolojik ser‐
maye ile arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğunu dile getirmektedir. Cheung ve Tang (2010), doğal duygu gösteriminin çalışanlar üzerinde daha iyi psikolojik sağ‐
lık, yüksek iş tatmini ve düşük psikolojik stres gibi sonuçlara neden olduğunu be‐
lirtmektedirler. Dolayısıyla, derinden rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi durumunda çalışanların daha yüksek performansa sahip olacakları ve daha iyi psi‐
104 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ kolojik reaksiyonlar sergileyebilecekleri söylenebilir (Wang, 2011: 203). Morris (1996: 1001), yüksek düzeyde duygusal emek sergileyen çalışanların düşük iş tat‐
minine, düşük özsaygıya, olumsuz sağlığa ve çok fazla depresif semptomlara sahip oldukları bulgusunu ortaya koymuştur. Cheung ve diğerleri (2011: 349), duygusal emeğin böylesi negatif sonuçlarının özellikle yüzeysel rol yapma durumlarında ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Literatürdeki bu bulgulara dayanarak şu hipotezler geliştirilmiştir: Hipotez 3a: Yüzeysel rol yapma ile psikolojik sermeyenin boyutları arasında nega‐
tif yönlü bir ilişki vardır. Hipotez 3b: Derinden rol yapma ile psikolojik sermeyenin boyutları arasında pozi‐
tif yönlü bir ilişki vardır. Hipotez 3c: Doğal duygular ile psikolojik sermeyenin boyutları arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. 3.4.Duygusal Emek ile İş Tatmini Arasındaki İlişkide Psikolojik Sermayenin Aracılık Etkisi Yukarıda doğal duyguların sergilenmesi ve derinden rol yapma ile iş tatmini ara‐
sında pozitif yönlü, yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu aktarılmıştı. Millard (2011: 27‐28), duygusal emeğin yol açtığı olumsuz sonuçların bir kısmını duygusal düzenleme ve ruh halinin iyileştirilmesi yoluyla azaltılabileceğini dile getirmekte ve duygusal zekânın, duygusal emeğin neden olduğu negatif sonuçları engellemede bir katalizör olarak kullanılabileceğini be‐
lirtmektedir. Benzer şekilde, bireyin sahip olduğu yüksek psikolojik sermaye de duygusal emeğin neden olabileceği negatif sonuçlar karşısında bir tampon görevi görebilecektir. Ayrıca, yüksek psikolojik sermaye duygusal emeğin neden olabile‐
ceği pozitif sonuçlar üzerinde arttırıcı bir etki de yaratacaktır (Cheung vd., 2011: 353). Teorik çerçevede dile getirilen bu ilişkiler, sınırlı sayıda da olsa bazı uygulamalı çalışmalarla test edilmiştir. Cheung ve diğerleri (2011), duygusal emek ile iş tatmi‐
ni arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin aracılık etkisini belirlemek amacıyla Çin’in Hangzhou bölgesinde yer alan okullarda görev yapan öğretmenler örnekle‐
minde bir çalışma gerçekleştirmişlerdir. Araştırmacılar, yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasındaki negatif yönlü ilişkide psikolojik sermayenin kısmi aracılık etkisi‐
ne sahip olduğu bulgusuna ulaşmışlardır. Ayrıca araştırma bulguları, derinden rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasındaki pozitif yönlü iliş‐
kide psikolojik sermayenin kısmi aracılık etkisine sahip olduğunu da ortaya koy‐
muştur. Literatürdeki bu bulgulara dayanarak şu hipotezler geliştirilmiştir: AĞUSTOS 2014 105
Hipotez 4a: Yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik serme‐
yenin boyutları aracılık etkisine sahiptir. Hipotez 4b: Derinden rol yapma ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik serme‐
yenin boyutları aracılık etkisine sahiptir. Hipotez 4c: Doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolo‐
jik sermeyenin boyutları aracılık etkisine sahiptir. 4.Araştırmanın Metodolojisi Çalışma kapsamında öne sürülen hipotezlerin test edilmesi amacıyla kullanılan veriler, lise ve dengi okullarda görev yapan eğitimcilerle yüz‐yüze görüşme yönte‐
miyle uygulanan anket sonrasında elde edilmiştir. Katılımcılardan; duygusal emek, psikolojik sermaye ve iş tatmin düzeylerini ölçen anket formunu doldurmaları is‐
tenmiştir. Çalışmada kullanılan ölçeklerde yer alan ifadelerin Türkçe’ye adaptas‐
yonu için tercüme‐tekrar tercüme yöntemi kullanılmıştır (Allen ve Vandenberghe, 2003: 511‐515). Bu yöntemde, ölçekteki ifadeler öncelikle araştırmacılar tarafın‐
dan çevrilmiştir. Daha sonra ölçekteki İngilizce ifadeler literatüre hâkim başka bir uzman kişi tarafından da çevrilmiştir. Söz konusu bu iki çeviri tercüman aracılığıyla tekrar İngilizce’ye çevrilmiştir. Bu sayede ifadelerin doğru bir şekilde dilimize ter‐
cüme edilip edilmediği tespit edilmiş ve yapılan geri beslemelerle anket formunun nihai şekli oluşturulmuştur. Oluşturulan son ölçekler, bu konuda akademik tecrü‐
beye sahip bir öğretim üyesi tarafından içerik yönünden incelendikten sonra veri toplama aşamasına geçilmiştir. 4.1.Ölçekler Psikolojik Sermaye: Katılımcıların psikolojik sermaye düzeylerini ölçmek için Lut‐
hans ve diğerleri (2007) tarafından geliştirilen “psikolojik sermaye ölçeği” kulla‐
nılmıştır. Psikolojik sermaye ölçeği, öz yeterlilik, umut, dayanıklılık ve iyimserlik olmak üzere dört boyut ve 24 ifadeden oluşmaktadır. Katılımcılardan her bir ifade‐
ye ilişkin düşüncelerini, 1 (kesinlikle katılmıyorum) ile 5 (kesinlikle katılıyorum) arasında değişen 5 noktalı ölçek üzerinde belirtmeleri istenmiştir. Duygusal Emek: Katılımcıların duygusal emek düzeylerini ölçmek için Diefendorff ve diğerleri (2005) tarafından geliştirilen “duygusal emek ölçeği” kullanılmıştır. Duygusal emek ölçeği, yüzeysel rol yapma, derin rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi şeklinde adlandırılan üç boyut ve 14 ifadeden oluşmaktadır. Katılım‐
cılardan her bir ifadeye ilişkin düşüncelerini, 1 (kesinlikle katılmıyorum) ile 5 (ke‐
sinlikle katılıyorum) arasında değişen 5 noktalı ölçek üzerinde belirtmeleri isten‐
miştir. İş Tatmini: Katılımcıların iş tatmin düzeylerini ölçmek için Minesota İş Tatmin Öl‐
çeğinin kısa versiyonu kullanılmıştır. Ölçek, 20 ifadeden oluşmaktadır. Katılımcılar‐
106 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ dan her bir ifadeye ilişkin düşüncelerini, 1 (kesinlikle katılmıyorum) ile 5 (kesinlikle katılıyorum) arasında değişen 5 noktalı ölçek üzerinde belirtmeleri istenmiştir. 4.2.Katılımcılar ve Prosedür Araştırmanın ana kütlesini Nevşehir il merkezinde bulunan liselerde görev yap‐
makta olan öğretmenler (16 lisede görev yapmakta olan 513 öğretmen) oluştur‐
maktadır. Literatürde, duyguların öğretmenlik mesleğinin merkezinde yer aldığı (O’Connor, 2008: 117), duygusal emeğin öğretmenliğin ayrılmaz bir parçası olduğu (Noor ve Zainuddin, 2011: 3) ve öğretmenliğin fiziksel sağlık, psikolojik iyi oluş ve iş tatmini açısından en riskli mesleklerden birisi olduğu dile getirilmektedir (Johnson vd., 2005: 185). Bu bilgiler çerçevesinde, araştırmanın öğrenci, veli, çalışma arka‐
daşları, yöneticiler ve toplum ile sürekli ilişki içerisinde bulunan öğretmenler üze‐
rinde uygulanmasına karar verilmiştir. Örneklem çerçevesini belirlemede Nevşehir İl Milli Eğitim Müdürlüğü verilerinden yararlanılmıştır. Anketin uygulanmasında tam sayım yöntemi kullanılmıştır. Anket uygulaması sürecinde okul yöneticileri ile görüşülmüş, anket formuyla ilgili açıklamalar yöneticilere aktarılmış ve her okula okulda görev yapan öğretmen sayısı kadar anket formu bırakılmıştır. Cevaplanan anket sayısı 390’dır. Dolayısıyla geri dönüş oranı %76 olarak gerçekleşmiştir. Dört anket formu eksik cevaplar nedeniyle değerlendirilmeye alınmamıştır. Katılımcıların büyük çoğunluğu (%65,3) erkek ve evli (%86,0) bireylerden oluşmak‐
tadır. Cevaplayıcıların yaşlarının yoğun olarak 36‐45 yaş diliminde (%51,4), büyük bir kısmının meslekteki deneyim sürelerinin ise 10 yıldan daha fazla oluğu (%76,5) görülmektedir. İdari görev yürüten katılımcıların oranı ise %9,5 olarak tespit edil‐
miştir. 5.Araştırma Bulguları 5.1.Tanımlayıcı İstatistikler ve Korelasyon Analizi Çalışmanın tanımlayıcı istatistiklerine ve korelasyonlarına ilişkin değerler Tablo 1’de sunulmuştur. AĞUSTOS 2014 107
108 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Korelasyon analizi sonuçlarına göre; duygusal emeğin alt boyutları olan yüzeysel rol yapma (r=‐0,040; p>0,05) ve derinden rol yapma (r=0,063; p>0,05) ile iş tatmini arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı ortaya konmuştur. Duygusal emeğin bir diğer alt boyutu olan doğal duyguların sergilenmesi (r=0.340; p<0,01) ile iş tatmini arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Bu sonuçla‐
ra göre hipotezlerden H1a ve H1b red; H1c ise kabul edilmiştir. Tablo 1’deki veri‐
lerden; psikolojik sermayenin alt boyutları olan öz yeterlilik (r=0,343; p<0,01), umut (r=0,372; p<0,01), dayanıklılık (r=0,405; p<0,01) ve iyimserlik (r=0,287; p<0,01) ile iş tatmini arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişki bulunduğu anlaşıl‐
maktadır. Bu değerler H2’nin kabul edildiğini göstermektedir. Yine Tablo 1’deki değerlerden; yüzeysel rol yapma ile psikolojik sermayenin alt boyutlarından sade‐
ce iyimserlik (r=‐0,199; p<0,01) arasında negatif yönlü ve anlamlı bir korelâsyon olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, H3a sadece bir alt boyut için kabul edilmiştir. Bunun yanında, derinden rol yapma ile psikolojik sermayenin alt boyutları arasın‐
da anlamlı bir ilişkinin olmadığı görülmektedir. Bu sonuçlara göre, H3b red edil‐
miştir. Ayrıca, doğal duyguların sergilenmesi ile öz yeterlilik (r=0,293; p<0,01), umut (r=0,319; p<0,01), dayanıklılık (r=0,153; p<0,01) ve iyimserlik (r=0,234; p<0,05) arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişkinin varlığı görülmektedir. Bu veri‐
lere göre, H3c kabul edilmiştir. 5.2.Hiyerarşik Regresyon Analizi Psikolojik sermayenin, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişkide aracılık etki‐
sine sahip olup olmadığını belirleyebilmek için Baron ve Kenny (1986: 1177) tara‐
fından önerilen üç aşamalı regresyon analizi yöntemi kullanılmıştır. Bu kapsamda, öncelikle bağımsız değişken (duygusal emek) ile aracı değişken (psikolojik serma‐
ye) arasında bir regresyon analizinin yapılması ve anlamlı bir etkinin olup olmadı‐
ğının belirlenmesi gerekmektedir. İkinci olarak yine bağımsız değişken (duygusal emek) ile bağımlı değişken (iş tatmini) arasındaki regresyona bakılmalı ve anlamlı bir etkinin varlığı aranmalıdır. Son olarak aracı değişken (psikolojik sermaye) ile bağımlı değişken (iş tatmini) arasında bağımsız değişkenin (duygusal emek) kontrol edildiği bir regresyon analizi yapılmalıdır. Bu analizler sonucunda, bir aracılık etki‐
sinin varlığından bahsedebilmek için ikinci aşamada bağımsız değişkenin (duygusal emek) bağımlı değişken (iş tatmini) üzerindeki etkisinin tamamen ortadan kalkıp kalkmadığına bakılmalıdır. Etkide bir düşme görülüyor ve ilişki anlamlılığını sürdü‐
rüyorsa “kısmi aracılık”; etki tamamen ortadan kalkıyorsa “tam aracılık” etkisinden söz edilebilir. Ayrıca bu aşamada, aracı değişken (psikolojik sermaye) ile bağımlı değişken (iş tatmini) arasındaki ilişkinin anlamlılık düzeyini koruması da gerekmek‐
tedir. Çalışmanın bağımsız değişkeni duygusal emeğin alt boyutları ile bağımlı değişkeni iş tatmini arasında yapılan regresyon analizi sonuçlarından, yüzeysel rol yapma (β=‐0,040; p>0.05) ve derinden rol yapmanın (β=0,063; p˃0.05) iş tatmini üzerinde AĞUSTOS 2014 109
anlamlı bir etkiye sahip olmadığı görülmüştür. Bu nedenle, yüzeysel rol yapma ile iş tatmini ve derinden rol yapma ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik serma‐
yenin aracılık rolüne dönük aranan şartlar sağlanamamış, H4a ve H4b red edilmiş‐
tir. Dolayısıyla hiyerarşik regresyon analizi, doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin aracılık etkisine yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve analiz sonuçları Tablo 2’de aktarılmıştır. Regresyon analizi ile ilgili önemli bir nokta da artık (residual) değerler arasında oto korelâsyon olmaması gerekliliğidir. Oto korelâsyon aslında bir problem olup, hiç olmaması ya da çok düşük olması arzulanan bir durumdur. Özellikle regresyon analizinde yüksek çıkması analiz sonuçlarının yorumunu zorlaştırmaktadır. Bu yüz‐
den hesaplanan oto korelâsyon katsayısının önemli olup olmadığı mutlaka test edilmeli ve varlığı önemli ise bertaraf edilmelidir (Nakip, 2003: 331). Bu durum karşısında her regresyon modelinde hata terimlerinin dizi olarak birbirine bağlantı‐
lı olup olmadığı araştırılmalıdır. Bu hususta en çok Durbin Watson testi kullanıl‐
maktadır (Groebner ve Shannon, 1993: 966). Bu istatistik değer 0 (sıfır) ile 4 (dört) arasında değerler alabilmektedir. İki terimin birbirinden tamamen bağımsız olduğu durumlarda bu değer 2 (iki)’ye yaklaşır (Nakip, 2003: 332). Bu durumda artık de‐
ğerler arasında bir korelâsyon olmadığı ifade edilebilir. Bu kapsamda çalışmanın regresyon analizlerinde Durbin‐Watson istatistikleri de kontrol edilmiş ve değerle‐
rin kabul edilebilir düzeylerde olduğu görülmüştür. 110 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ AĞUSTOS 2014 111
Aracılık testi kapsamında öncelikle doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin öz yeterlilik boyutunun aracılık etkisine bakılmıştır. Bu aşamanın ilk adımında, doğal duyguların bağımlı değişken iş tatmi‐
nini (β=0,340; p<0.01) anlamlı olarak etkilediği görülmüştür. İkinci adımda ise, doğal duyguların aracı değişken öz yeterlilik üzerinde (β=0,293; p<0.01) anlamlı bir etkiye sahip olduğu belirlenmiştir. Bu aşamanın son adımında, doğal duygular ve öz yeterlilik birlikte analize sokulmuş ve iş tatmini üzerindeki etkisine bakılmıştır. Analiz sonucunda, doğal duyguların öz yeterlilik ile birlikte analize sokulmasıyla iş tatmini üzerindeki etkisi devam etmiş, ancak etki düzeyinde bir azalma gözlenmiş‐
tir (β=0,262; p<0.01). Bunun yanında öz yeterliliğin iş tatmini üzerindeki anlamlı etkisi devam etmiştir (β=0,267; p<0.01). Bu bulgular, doğal duyguların iş tatmini üzerindeki etkisinde öz yeterliliğin kısmi aracılık rolü üstlendiğini (Mackinnon vd., 2002) göstermektedir. Aracılık testi kapsamında ikinci olarak doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin umut boyutunun aracılık etkisine bakıl‐
mıştır. Yapılan analizler neticesinde, doğal duyguların bağımlı değişken iş tatmini (β=0,340; p<0.01) ve aracı değişken umut üzerinde (β=0,319; p<0.01) anlamlı bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Bu aşamanın son adımında, doğal duygular ve umut birlikte analize sokulmuş ve iş tatmini üzerindeki etkisine bakılmıştır. Analiz sonucunda, doğal duyguların umut ile birlikte analize sokulmasıyla iş tatmini üze‐
rindeki etkisi devam etmiş, ancak etki düzeyinde bir azalma gözlenmiştir (β=0,246; p<0.01). Bunun yanında umut boyutunun iş tatmini üzerindeki anlamlı etkisi de‐
vam etmiştir (β=0,293; p<0.01). Dolayısıyla, doğal duyguların iş tatmini üzerindeki etkisinde umut boyutu kısmi aracılık rolü üstlenmektedir. Aracılık testi kapsamında üçüncü olarak doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmi‐
ni arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin dayanıklılık boyutunun aracılık etkisi‐
ne bakılmıştır. Yapılan analizler neticesinde, doğal duyguların bağımlı değişken iş tatmini (β=0,340; p<0.01) ve aracı değişken dayanıklılık üzerinde (β=0,153; p<0.01) anlamlı bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Bu aşamanın son adımında, doğal duygular ve dayanıklılık birlikte analize sokulmuş ve iş tatmini üzerindeki etkisine bakılmıştır. Analiz sonucunda, doğal duyguların dayanıklılık ile birlikte analize so‐
kulmasıyla iş tatmini üzerindeki etkisi devam etmiş, ancak etki düzeyinde bir azal‐
ma gözlenmiştir (β=0,285; p<0.01). Bunun yanında dayanıklılık boyutunun iş tat‐
mini üzerindeki anlamlı etkisi devam etmiştir (β=0,361; p<0.01). Dolayısıyla, doğal duyguların iş tatmini üzerindeki etkisinde dayanıklılık boyutu kısmi aracılık rolü üstlenmektedir. Aracılık testi kapsamında üçüncü olarak doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmi‐
ni arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin iyimserlik boyutunun aracılık etkisine bakılmıştır. Yapılan analizler neticesinde, doğal duyguların bağımlı değişken iş tat‐
mini (β=0,340; p<0.01) ve iyimserlik üzerinde (β=0,234; p<0.01) anlamlı bir etkiye 112 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ sahip olduğu görülmektedir. Bu aşamanın son adımında, doğal duygular ve iyim‐
serlik birlikte analize sokulmuş ve iş tatmini üzerindeki etkisine bakılmıştır. Analiz sonucunda, doğal duyguların iyimserlik ile birlikte analize sokulmasıyla iş tatmini üzerindeki etkisi devam etmiş, ancak etki düzeyinde bir azalma gözlenmiştir (β=0,289; p<0.01). Bunun yanında iyimserlik boyutunun iş tatmini üzerindeki an‐
lamlı etkisi devam etmiştir (β=0,219; p<0.01). Dolayısıyla, doğal duyguların iş tat‐
mini üzerindeki etkisinde iyimserlik kısmi aracılık rolü üstlenmektedir. Bu sonuçla‐
ra göre H4c kabul edilmiştir. 5.3.Araştırma Bulgularının Değerlendirilmesi Yakın dönemde yaşanan değişim ve dönüşümlerin çalışma hayatına olan yansıma‐
larıyla birlikte duygusal emek, özellikle hizmet sektörü ve bu sektör çalışanları açısından önemli bir iş özelliği haline bürünmüştür. Gelinen noktada duygusal emek performans çıktılarını negatif ve pozitif yönde etkileyen faktörlerin belirlen‐
mesi bireysel ve örgütsel açıdan yaşamsal öneme sahiptir. Bu çalışmada, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişki de psikolojik sermayenin aracılık etkisinin araş‐
tırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın yukarıda belirtilen amacına ulaşabilmek için öncelikle duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişki ölçülmüştür. Yapılan analizler sonucunda doğal duy‐
guların sergilenmesi ile iş tatmini arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki tespit edilmiştir. Bunun yanında, yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında negatif ve derinden rol yapma ile iş tatmini arasında pozitif ancak anlamlı olmayan ilişkilerin varlığına tanıklık edilmiştir. Bireyin hissettiklerinin dışa yansıması olan doğal duy‐
gular, kişi‐iş uyumunun sağlandığı ortamlarda ortaya çıkmakta ve çoğu zaman yönetim tarafından talep edilen gösterim kuralları ile tipik bir şekilde örtüşmekte‐
dir. Bu açıklamalardan hareketle, hissettiklerini sergileyen ve işiyle uyum sağlamış bireylerin iş tatminlerinin artmasının beklenen bir sonuç olduğu söylenebilir. Bul‐
guların bir kısmı araştırma hipotezlerini desteklemese de, literatürde araştırma sonuçları ile örtüşen çalışmalara rastlanmaktadır. Ancak literatürde özellikle yü‐
zeysel rol yapma ve derinden rol yapma ile iş tatmini arasındaki ilişki açısından farklı bulgular ortaya koyan çalışmaların varlığı da söz konusudur. Literatürdeki bu farklı bulgular, değişik kültürel değerlere sahip yapılarda yüzeysel ve derinden rol yapmanın farklı çıktılara neden olabileceği gerçeği ile açıklanabilir. Chueng ve di‐
ğerleri (2011: 359), öğretmenler üzerinde gerçekleştirdikleri çalışmalarında; doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki bulgusuna ulaşırken, yüzeysel rol yapma ve derinden rol yapma ile iş tatmini ara‐
sında anlamlı bir ilişki bulgusuna ulaşamamışlardır. Johnson (2004: 54), farklı hiz‐
met işletmelerinde görev yapan çalışanlar üzerinde yürüttüğü araştırmada yüzey‐
sel rol yapma ile iş tatmini arasında negatif yönlü, derinden rol yapma ile iş tatmini arasında pozitif yönlü ancak anlamlı olmayan ilişkilerin varlığını tespit etmiştir. Oral ve Köse (2011: 485) hekimler örnekleminde gerçekleştirdikleri incelemede, AĞUSTOS 2014 113
yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında anlamlı ve negatif yönlü bir ilişki bulgu‐
suna ulaşırken, derinden rol yapma ile iş tatmini arasında anlamlı bir ilişkiye rast‐
lamamışlardır. Ghalandari ve Jogh (2012: 29), hizmet sektörü çalışanları örnekle‐
minde yaptıkları araştırmada yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında anlamlı ve negatif yönlü, derinden rol yapma ile iş tatmini arasında anlamlı ve pozitif yönlü korelasyon bulgusuna ulaşmışlardır. Zhang ve Zhu (2008: 115), öğretmenler üze‐
rindeki araştırmalarında yüzeysel rol yapma ile iş tatmini arasında anlamlı ve nega‐
tif yönlü, derinden rol yapma ve doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini ara‐
sında ise anlamlı ve pozitif yönlü ilişkilerin varlığı bulgusunu ortaya koymuşlardır. Çalışma kapsamında ikinci olarak psikolojik sermaye ile iş tatmini arasındaki ilişki ele alınmıştır. Analiz sonuçları, psikolojik sermayenin bütün alt boyutları (öz yeter‐
lilik, umut, dayanıklılık ve iyimserlik) ile iş tatmini arasında anlamlı ve pozitif yönlü ilişkilerin bulunduğunu göstermiştir. Bu ilişki, psikolojik sermaye düzeyi yüksek olan çalışanların iş tatminini olumlu ve olumsuz yönde etkileyebilecek bireysel ve örgütsel faktörler üzerinde diğer çalışanlara nazaran daha belirleyici olabilmeleriy‐
le, olumsuzluklara göğüs gerebilmeleriyle ve başarıya odaklanmalarıyla açıklanabi‐
lir. Ortaya konan bu bulgular, literatürdeki çalışma bulgularıyla paralellik göster‐
mektedir. Appollis (2010: 140), turizm sektörü çalışanları üzerinde yaptığı tez ça‐
lışmasında psikolojik sermaye ile iş tatmini arasında güçlü ve doğrudan bir ilişkinin var olduğunu tespit etmiştir. Benzer şekilde Chang ve diğerleri (2013) örneklem olarak akademisyenleri seçtikleri çalışmada psikolojik sermaye ile iş tatmini ara‐
sında anlamlı ve pozitif yönlü korelasyon bulgusuna ulaşmışlardır. Çalışmada üçüncü olarak duygusal emek ile psikolojik sermaye arasındaki ilişki irdelenmiştir. Analizler sonucunda; yüzeysel rol yapma ile iyimserlik arasında an‐
lamlı ve negatif yönlü, doğal duygular ile öz yeterlilik, umut, dayanıklılık ve iyim‐
serlik arasında anlamlı ve pozitif yönlü ilişkiler olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Duy‐
gusal emek ve psikolojik sermayenin diğer alt boyutları arasında anlamlı bir ilişki bulgusuna rastlanmamıştır. Yüzeysel rol yapma ile iyimserlik arasındaki negatif ilişki, gerçek duygularını değiştirmeden sadece duygu gösterimlerini beklentilere uygun hale getiren çalışanların bu süreçte yaşadıkları psikolojik yıpranma, iç geri‐
lim gibi nedenlerle geleceğe dönük pozitif beklentilerinin ortadan kalkması ile açıklanabilir. Doğal duygular ile psikolojik sermaye arasındaki pozitif korelasyon ise, gerçek duyguları ile gösterim kuralları arasında uyum bulunan çalışanların diğer bireylere nazaran yeteneklerine olan inançlarının, motivasyon düzeylerinin, geleceğe dönük pozitif algılarının ve değerli amaçlar belirleyebilme düzeylerinin yüksek olmasıyla açıklanabilir. Cheung vd. (2011), iki değişken arasındaki ilişkiyi irdeledikleri çalışmalarında duygusal emeğin boyutlarından sadece doğal duygula‐
rın sergilenmesi ile psikolojik sermaye arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişkinin var olduğunu sonucuna ulaşmışlardır. Buna karşın yüzeysel rol yapma ve derinden rol yapma ile psikolojik sermaye arasında anlamlı bir ilişki bulgusuna ulaşamamış‐
lardır. 114 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Çalışma kapsamında son olarak, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin aracılık etkisi test edilmiştir. Yapılan testler sonucunda, do‐
ğal duygular ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin bütün alt boyut‐
larının kısmi aracılık etkisine sahip oldukları görülmüştür. Literatür taraması sonu‐
cunda, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin aracı‐
lık etkisine yönelik çalışma sayısının oldukça sınırlı olduğu görülmüştür. Dolayısıy‐
la, araştırma bulgularının yazında bu konuda var olan boşluğu bir nebzede olsa dolduracağı düşünülmektedir. 6.Sonuç ve Tartışma Bu araştırma, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişkide psikolojik sermayenin aracılık etkisini incelemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma bulguları, duy‐
gusal emeğin alt boyutlarından sadece doğal duyguların sergilenmesi ile iş tatmini ilişkisinde psikolojik sermayenin bütün alt boyutlarının kısmi aracılık etkisine sahip olduğunu göstermektedir. Bu sonuç, doğal duygular ile iş tatmini arasındaki ilişki‐
de aracılık etkisine sahip farklı değişkenlerin olduğunu göstermektedir. Araştırma sonuçlarına göre, yüzeysel rol yapma ve derinden rol yapma şeklinde gerçekleşen duygusal emek gösterimleri çalışanların iş tatmin düzeylerini negatif yönde etkilemektedir. İş tatmini sahip olduğu potansiyel nedeniyle örgütsel ya‐
şamda özellikli bir öneme sahiptir. Bu nedenle, çalışanlar için kaçınılmaz bir durum olan duygusal emek gösteriminin negatif sonuçlarını ortadan kaldırmak için katali‐
zör görevi görebilecek kişilik özelliklerinin belirlenmesi ve geliştirilmesi örgütsel başarı için bir gerekliliktir. Bu süreçte, işin gerektirdiği gösterim kurallarını sergile‐
yebilecek çalışanların seçimine yönelik insan kaynakları politikalarının geliştirilmesi de önemlidir. 6.1.Pratik Çıkarımlar Araştırma kapsamında elde edilen sonuçların, çeşitli insan kaynakları uygulamala‐
rının şekillendirilmesi konusunda önemli ipuçları barındırdığı söylenebilir. Örneğin, örgütler personel seçim süreçlerinde çeşitli testler uygulayarak adayların psikolojik sermaye düzeylerini ölçebilirler. Eğitim seminerleri düzenleyerek, çalışanlarının psikolojik sermaye düzeylerini geliştirmelerine yardımcı olabilirler. Bu tür insan kaynakları uygulamalarının olabileceğini Youssef ve Luthans (2007: 778), psikolojik sermayenin anahtar özelliklerinden birisinin gelişime açık olması olduğunu dile getirerek vurgulamışlardır. Bu teorik bilgi Luthans, Avey ve Patera (2008) tarafın‐
dan gerçekleştirilen uygulamalı bir çalışma ile test edilmiş ve psikolojik sermaye düzeyinin eğitimle geliştirilebileceği bulgusu ortaya konmuştur. Buradan hareketle örgütlerin, özellikle yüzeysel rol yapmanın çalışanlar ve iş çıktıları üzerinde doğu‐
rabileceği negatif durumları psikolojik sermaye düzeyini eğitim yoluyla geliştirerek minimize edebilecekleri söylenebilir. Ayrıca örgütler, adayları örgütün gösterim kuralları konusunda bilgilendirerek onları kişilik özelliklerine uygun işleri seçmeleri AĞUSTOS 2014 115
noktasında yönlendirebilirler. Böylelikle kişi‐iş uyumu sağlanacak ve hem bireysel hem de örgütsel amaçlara ulaşmak kolaylaşacaktır. 6.2.Sınırlılıklar ve Gelecek Çalışmalar İçin Öneriler Bütün çalışmalarda olduğu gibi, bu çalışmada bir takım sınırlılıklara sahiptir. Bun‐
lardan ilki, araştırma sonuçlarının bütün eğitim sektörüne genelleştirilemeyeceği‐
dir. Çünkü araştırmada kullanılan örneklem grubu Nevşehir il merkezinde bulunan lise ve dengi okullarda görev yapan öğretmenler arasından seçilmiştir. Gelecek çalışmalarda, bu aracılık etkisi farklı sektörlerde ve farklı kültürlerde test edilebilir. Ayrıca, duygusal emek ile iş tatmini arasındaki ilişkide aracılık etkisine sahip olabi‐
lecek farklı değişkenler ele alınabilir. Ek olarak, ilgili değişkenler arasındaki ilişkile‐
re yönelik sektörel ve kültürel bazda karşılaştırılmalı çalışmalar gerçekleştirilebilir. Sınırlılıklardan ikincisi, araştırma kapsamında toplanan verilerin katılımcıların ken‐
di beyanlarına dayanması, duygusal emek, psikolojik sermaye ve iş tatmini değiş‐
kenlerinin aynı ölçekle, aynı zamanda ve aynı kişiler tarafından değerlendirilmesi nedeniyle ortak yöntem varyansı eğiliminin ve sosyal beğenirlik etkisinin bulunma‐
sı olasılığıdır. Bu bağlamda, ortak yöntem varyansının değişkenler arasındaki ilişki‐
nin gücünü etkilemiş olabileceği göz ardı edilmemelidir. Ortak yöntem varyansının doğurabileceği olumsuz sonuçların üstesinden gelebilmek adına ileriki çalışmalar‐
da veriler farklı kaynaklardan derlenebilir. Sınırlılıklardan üçüncüsü, Cheung ve diğerlerinin (2011: 367) dile getirdiği gibi, psikolojik sermaye boyutlarının yazında halen net olarak belirlenmemiş olmasıdır. Literatürde, pozitif örgütsel davranışlar dolayısıyla psikolojik sermaye üzerinde etkili olabilecek, espri, nezaket, bağışlama, maneviyat, ruhsal zekâ, alçak gönüllülük, basiret, kararlılık gibi kişilik özelliklerin‐
den de bahsedilmektedir (Peterson ve Seligman, 2004: 35‐41; Luthans ve Youssef, 2007: 336). Sonraki çalışmalar, psikolojik sermaye boyutlarının daha sağlam temel‐
ler üzerine kurgulanması ve yukarıda sıralanan kişilik özelliklerinin duygusal emek ve çıktıları arasındaki ilişkiyi nasıl etkileyebileceği konularına odaklanabilir. Sınırlı‐
lıklardan dördüncüsü ise, araştırma kapsamında kullanılan ölçeklere doğrulayıcı faktör analizi uygulanmamış olmasıdır. 116 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Kaynaklar Abraham, R. (1998), “Emotional Dissonance in Organizations: Antecedents, Con‐
sequences, and Moderators”, Genetic, Social & General Psychology Monographs, 124(2), 229‐246. Akçay, V. H. (2012). “Pozitif Psikolojik Sermayenin İş Tatmini ile İlişkisi”, K. Maraş Sütçü İmam Üniversitesi İİBF Dergisi, (1), 123‐140. Allen, N. J. ve C. Vandenberghe (2003), “Examining Organizational Commitment in China”, Journal of Vocational Behaviour, 62(3), 511‐515. Appollis, V. P. (2010), “The Relationship between Intention to quit, Psychological Capital and Job Satisfaction in The Tourism Industry in The Western Ca‐
pe”, Doctoral Dissertation, Bellville: University of the Western Cape. Ashforth, B. E. ve R. H. Humphrey (1993), “Emotional Labor in Service Roles: The Influence of Identity”, The Academy of Management Review, 18(1), 88‐115. Baron, R. M. ve D. A. Kenny (1986), “The Moderator‐Mediator Variable Distinction in Social Psychological Research: Conceptual, Strategic, and Statistical Considera‐
tions”, Journal of Personality and Social Psychology, 51(6), 1173‐1182. Brotheridge, C. M. ve A. A. Grandey (2002), “Emotional Labor and Burnout: Com‐
paring Two Perspectives of ‘People Work’”, Journal of Vocational Behavior, 60(1), 17‐39. Chang, C. M., L. S. Chen, H. Y. Lin ve H. C. Huang (2013), “The Relationship between Psychological Capital and Job Satisfaction of University Physical Educa‐
tion Teachers in Taiwan: Job Stress and Job Burnout as Mediators”, Energy Educa‐
tion Science and Technology, Part B. Social and Educational Studies, 5(3), 1‐9. Chen, Z., H. Sun, W. Lam, Q. Hu, Y. Huo, ve Z. Jian An (2012), “Chinese Hotel Emp‐
loyees in the Smiling Masks: Roles of Job Satisfaction, Burnout, and Supervisory Support in Relationships Between Emotional Labor and Performance”, The Inter‐
national Journal of Human Resource Management, 23(4), 826‐845. Cheung, F. Y. ve C. S. Tang (2010), “Effects of Age, Gender, and Emotional Labor Strategies on Job Outcomes: Moderated Mediation Analyses”, Applied Psycho‐
logy: Health and Well‐Being, 2(3), 323‐339. Cheung, F., C. S. Tang ve S. Tang (2011), “Psychological Capital as a Moderator between Emotional Labor, Burnout, and Job Satisfaction among School Teachers in China”, International Journal of Stress Management, 18(4), 348‐371. Çetin, F. (2011), “The Effects of The Organizational Psychological Capital on the Attitudes of Commitment and Satisfaction: A Public Sample in Turkey”, European Journal of Social Sciences, 21(3), 373‐380. AĞUSTOS 2014 117
Çetin, F. ve H. N. Basım (2011), “Psikolojik Dayanıklılığın İş Tatmini ve Örgütsel Bağlılık Tutumlarındaki Rolü”, “İŞ, GÜÇ” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Der‐
gisi, 13(3), 79‐94. Diefendorff, J. M., M. H. Croyle ve R. H. Gosserand (2005), “The Dimensionality and Antecedents of Emotional Labor Strategies”, Journal of Vocational Behavior, 66(2), 339‐357. Ghalandari, K. ve M. G. G. Jogh (2012), “The Effect of Emotional Labor Strategies (Surface Acting and Deep Acting) on Job Satisfaction and Job Burnout in Iranian Organizations: The Role of Emotional Intelligence”, Interdisciplinary Journal of Research in Business, 1(12), 24‐31. Gohel, K. (2012), “Psychological Capital as a Determinant of Employee Satisfac‐
tion”, International Referred Research Journal, 3(36), 34‐37. Grandey, A. A. (2000), “Emotion Regulation in the Workplace: A New Way to Con‐
ceptualize Emotional Labor”, Journal of Occupational Health Psychology, 5(1), 95‐
110. Grandey, A. A. (2003), “When ‘The Show Must Go on’: Surface Acting and Deep Acting as Determinants of Emotional Exhaustion and Peer‐Rated Service Delivery”, The Academy of Management Journal, 46(1), 86‐96. Groebner D.F. ve P. W. Shannon (1993), Business Statistics, a Decision Making Approach, 4th Ed., NewYork: Macmillan Pub. Co,. Hochschild, A. R. (1983), The Managed Heart: Commercialization of Human Fee‐
ling. Berkeley: University of California Press. Irshad, Ali ve S. R. Toor (2008), “Problems and challenges in Human Resource Ma‐
nagement: A Case of Large Organization in Pakistan”, Pakistan Journal of Com‐
merce and Social Sciences, 1, 37‐47. İşcan, Ö. F. ve U. Sayın (2010). Örgütsel Adalet, İş Tatmini ve Örgütsel Güven Ara‐
sındaki İlişki”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 24(4), 195‐216. Jenaibi, B. A. (2010), “Job Satisfaction: Comparisons among Diverse Public Organi‐
zations in the UAE”, Management Science and Engineering, 4(3), 60‐79. Johnson, H. A. M. (2004), “The Story Behind Service with a Smile: The Effects of Emotional Labor on Job Satisfaction, Emotional Exhaustion, and Affective Well‐
Being”, Doctoral Dissertation, Tampa: University of South Florida. Johnson, S., C. Cooper, S. Cartwright, I. Donald, P. Taylor ve C. Millet (2005), “The Experience of Work‐Related Stress across Occupations”, Journal of Managerial Psychology, 20(2), 178‐187. 118 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Ko, W. H. (2012), “The Relationships among Professional Competence, Job Satis‐
faction and Career Development Confidence For Chefs in Taiwan”, International Journal of Hospitality Management, 31(3), 1004‐1011. Landy, F. J. and Conte, J. M. (2010). Work in The 21st Century an Introduction to Industrial and Organizational Psychology, California: Wiley‐Blackwell. Lewis, S. (2011), Positive psychology at Work, West Sussex: John Wiley & Sons Ltd. Liu, Y., L. M. Prati, P. L. Perrewé ve G. R. Ferris (2008). “The Relationship between Emotional Resources and Emotional Labor: An Exploratory Study”, Journal of App‐
lied Social Psychology, 38(10), 2410‐2439. Luthans, F. (2002a), “Positive Organizational Behavior: Developing and Managing Psychological Strengths”, Academy of Management Executive, 16(1), 57‐72. Luthans, F. (2002b), “The Need for and Meaning of Positive Organizational Beha‐
vior”, Journal of Organizational Behavior, 23(6), 695‐706. Luthans, F. ve C. M. Youssef (2004), “Human, Social, and Now Positive Psychologi‐
cal Capital Management: Investing in People for Competitive Advantage”, Organi‐
zational Dynamics, 33(2), 143‐160. Luthans, F. ve C. M. Youssef (2007), “Emerging Positive Organizational Behavior”, Journal of Management, 33(3), 321‐349. Luthans, F., B. J. Avolio, J. B. Avey ve S. M. Norman (2007), “Positive Psychological Capital: Measurement and Relationship with Performance and Satisfaction”, Per‐
sonnel Psychology, 60(3), 541–572. Luthans, F., J. B. Avey ve J. L. Patera (2008), “Experimental Analysis of a Web‐
Based Training Intervention to Develop Positive Psychological Capital”, Academy of Management Learning & Education, 7(2), 209‐221. Luthans, F., S. M. Norman, B. J. Avolio ve J. B. Avey (2008), “The Mediating Role of Psychological Capital in The Supportive Organizational Climate–Employee Perfor‐
mance Relationship”, Journal of Organizational Behavior, 29(2), 219‐238. MacKinnon, D. P., C. M. Lockwood, J. M. Hoffman, S. G. West ve V. Sheets (2002), “A Comparison of Methods to Test Mediation and Other Intervening Variable Ef‐
fect”, Psychological Methods, 7(1), 83‐104. Millard, M. L. (2011), “Psychological Net Worth: Finding the Balance between Psychological Capital and Psychological Debt”, Doctoral Dissertation. Lincoln, Neb‐
raska: University of Nenbraska, Montgomery, A. J., E. Panagopolou, M. De Wildt, ve E. Mennks (2006), “Work‐
Family Interference, Emotional Labor and Burnout”, Journal of Managerial Psycho‐
logy, 21(1), 36‐51. AĞUSTOS 2014 119
Morris, J. A. ve D. C. Feldman (1996), “The Dimensions, Antecedents, and Con‐
sequences of Emotional Labor”, The Academy of Management Review, 21(4), 986‐
1010. Nakip, M. (2003), Pazarlama Araştırmaları, İstanbul: Seçkin Yayıncılık. Noor, N. ve M. Zainuddin (2011), “Emotional Labor and Burnout Among Female Teachers: Work‐Family Conflict as Mediator”, Asian Journal of Social Psychology, 14(4), 283‐293. O’Connor, K. E. (2008), “You Choose to Care”: Teachers, Emotions and Professio‐
nal Identity”, Teaching and Teacher Education, 24(1), 117‐126. Oral, L. ve Köse, S. (2011), “Hekimlerin Duygusal Emek Kullanımı ile İş Doyumu ve Tükenmişlik Düzeyleri Arasındaki İlişkiler Üzerine Bir Araştırma”, Süleyman Demi‐
rel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 16(2), 463‐492. Peterson, C. ve M. E. P. Seligman (2004), Character Strengths and Virtues: A hand‐
book and Classification, New York: Oxford University Press. Peterson, S. J., F. Luthans, B. J. Avolio, F. O. Walumbwa ve Z. Zhang (2011), “Psyc‐
hological Capital and Employee Performance: A Latent Growth Modeling Appro‐
ach”, Personnel Psychology, 64(2), 427‐450. Snyder, C. R., C. Harris, J. R. Anderson, S. A. Holleran, L. M. Irving, S. T. Sigmon, L. Yoshinobu, J. Gibb, C. Langelle, ve P. Harney (1991), “The Will and The Ways: De‐
velopment and Validation of an İndividual‐Differences Measure Of Hope”, Journal of Personality and Social Psychology, 60(4), 570‐585. Snyder, C. R., S. C. Sympson, F. C. Ybasco, T. F. Borders, M. A. Babyak ve R. L. Hig‐
gins (1996), “Development and Validations of The State of Hope Scale”, Journal of Personality and Social Psychology, 70(2), 321‐335. Spector, P. E. (1997), Job Satisfaction: Application, Assessment, Causes, and Con‐
sequences. California: Sage Publications, Inc. Stajkovic, A. D. ve F. Luthans (1998), “Social Cognitive Theory and Self‐Efficacy: Going Beyond Traditional Motivational and Behavioral Approaches”, Organizatio‐
nal Dynamics, 26(4), 62‐74. Wang, G. (2011), “What role does leaders' emotional labor play in effective lea‐
dership? An empirical examination”, Doctoral Dissertation, Iowa: University of Iowa. Yang, J. T. (2010), “Antecedents and Consequences of Job Satisfaction in the Hotel Industry”, International Journal of Hospitality Management, 29(4), 609‐619. 120 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Yin, H. (2012), “Adaptation and Validation of the Teacher Emotional Labour Stra‐
tegy Scale in China”, Educational Psychology: An International Journal of Experi‐
mental Educational Psychology, 32(4), 451‐465. Youssef, C. M. ve F. Luthans (2007), “Positive Organizational Behavior in the Workplace: The Impact of Hope, Optimism, and Resilence”, Journal of Manage‐
ment, 33(5), 774‐800. Zhang, Q. ve W. Zhu, (2008), “Exploring Emotion in Teaching: Emotional Labor, Burnout, and Satisfaction in Chinese Higher Education”, Communication Educa‐
tion, 57(1), 105‐122. AĞUSTOS 2014 121
122 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, Uygulanması ve Etkileri Hacı DURU Dr., Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü [email protected] Mehmet YİĞİT Diyarbakır Valiliği [email protected] Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun, Uygulanması ve Etkileri Özet Türkiye, 1980’lerin başlarından itibaren PKK terörizminin hedefinde olmuştur. Bu sorunu çözmek için PKK ile mücadele adına çeşitli stratejiler uygulanmıştır. Bunlar arasında, 1987 ‐ 2002 yıllarında uygulanan Olağanüstü Hal uygu‐
laması (OHAL) önemli yer tutmaktadır. Ancak, OHAL ile birlikte ülkenin doğusunda kitleler göçe zorlanmış ve birçok insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. 2002 yılında OHAL uygulamasına son verilmiştir. 2002 sonrasında, OHAL yıllarında oluşan mağduriyetlerin giderilmesi için bir dizi adımlar atılmıştır. Bunlardan bir tanesi 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’dur. Bu çalışmada, 5233 sayılı kanunun amacına ne kadar ulaştığı nicel veriler kullanılarak test edilmiştir. Diyarbakır ilinin ilçe ve köylerinde 890 kişiye anket uygulanmış ve toplanan veriler sıralı
regresyon analizine tabi tutulmuştur. Çalışmanın bulguları göstermiştir ki kanunun uygulanması
deklare edilen amacına yönelik bir etki meydana getirmiştir. Ancak bu etki oldukça küçüktür. Sonuç kısmında bulguların detaylı bir şekilde yorumlanmıştır. Anahtar Kelimeler: 5233 Sayılı Kanun, Terör, Terörle Mücadele, Geçiş Donemi Adaleti. The Law on Compensation for Losses Resulting from Terrorism and the Fight against Terrorism, its Implementation and Effects Abstract Turkey has been targeted by the PKK terrorism since early 1980s. Various strategies have been used to fight the PKK. Among these, the State of Emergency (SoE) in years 1987 ‐ 2002 has an important place. However, with the SoE, many human rights violations have occurred and people living in the Southeastern part of the country have been forced to migrate. The SoE has ended in 2002. After 2002, several steps were taken to compensate the losses of people due to the SoE. The Law on Compensation for Losses Resulting from Terrorism and the Fight against Terrorism is one of these steps. In this study, the extent to which the state has reached this goal is evaluated using quantitative data. A survey was conducted to 890 people in Diyar‐
bakir’s counties and villages. The results of the study shows that the law had an effect towards its declared goal. However, the size of the effect is rather small. These results are discussed in the conclusion section. Keywords: Law Num. 5233, Terrorism, Counter‐
terrorism, Transitional Justice. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 123‐ 149 123
1. Giriş Türkiye, 1980’lerin başlarından itibaren PKK terör örgütünün hedefi durumunda‐
dır. Ülke, PKK terörü ile mücadelesinde çeşitli merhalelerden geçmiştir (Özeren vd. 2012). Bu merhalelerde kullandığı stratejiler arasında doğru ve yanlışları olmuştur. Bunlardan en çok eleştirilenlerden birisi 1987’de başlayıp 2002’de sona eren Ola‐
ğanüstü Hal (OHAL) uygulamasıdır (Kurban vd. 2006). OHAL ile birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok insan hakları ihlalleri gerçekleşmiştir. Daha sonra bu ihlaller telafi edilmeye çalışılmıştır. Telafi için atılan adımlardan önemli bir ta‐
nesi 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hak‐
kında Kanun ve bu kanunun uygulanmasıdır. 5233 sayılı kanunun deklare edilen amaçları arasında “Devlete olan güveni pekiştir[mek]; vatandaş‐Devlet kaynaşma‐
sını artır[mak], terörle mücadeleye ve toplumsal barışa katkıda bulun[mak]” vardır (Terör ve Terörizmle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı, 2004). Bu çalışmada 5233 sayılı kanun ile deklare edilen bu amaçlara ne kadar ulaşıldığı sorgulanmıştır. 5233 sayılı kanun, deklare edilen amaçları ve bu amaçlara ne kadar ulaşıldığının anlaşılabilmesi için PKK terörizmi, bu terörizmin evreleri, bu evrelerde izlenen terörle mücadele stratejileri, OHAL uygulaması ve OHAL zamanında gerçekleşen insan hakları ihlallerinin incelenmesi gerekmektedir. Çalışmanın birinci bölümünde bu konular incelenmiştir. 5233 sayılı kanun, literatürde geçiş dönemi adaleti (tran‐
sitional justice) olarak bilinen uygulamaların bir parçasıdır. Bundan dolayı çalışma‐
nın ikinci bölümünde geçiş dönemi adaletinin ne anlama geldiği ve 5233 sayılı kanun ile olan ilişkisi açıklanmıştır. Bu çalışma, ampirik bir araştırma raporudur. Dolayısıyla, çalışmanın üçüncü bölümünde araştırmanın metodolojisine, dördüncü bölümünde de bulgularına yer verildi. Çalışmanın beşinci ve son bölümünde sonuç ve öneriler bulunmaktadır. 2. PKK Terörizmi, Evreleri, Mücadele Stratejileri, OHAL PKK terörizmi ve evreleri ile bu evrelerde izlenen terörle mücadele stratejileri hak‐
kında yazılmış birçok eser vardır (örn. Uslu, 2007; Bal, 2007; Morgado, 2006; Ünal, 2012; Baharçiçek ve Tuncel, 2011; Bal, 2007; Morgado, 2006). Burada, PKK terö‐
rizminden, evrelerinden ve terörle mücadelede izlenen stratejilerden kısaca bah‐
sedilecektir. PKK terörizmi 1980’lerin başında Güneydoğu’da başlamıştır. Terör örgütünün ku‐
ruluşu 1970’lerin başlarına kadar gitmektedir (Criss, 1995). Ancak, sansasyonel ilk silahlı saldırılar 1984 yılında Siirt, Eruh ve Hakkâri, Şemdinli’de gerçekleşmiştir. PKK terör örgütü ilk başlarda devlet olarak önemsenmemiştir. Bu durum, dönemin başbakanının “birkaç çapulcu” sözünden de anlaşılmaktadır (Criss, 1995). Ama kısa zamanda problemin birkaç çapulcudan ibaret olmadığı ortaya çıkmıştır. Ergil’e (2000) göre ülke hazırlıksız yakalandığı problemin çözümünde önce panikleyerek 124 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ hatalar yapmıştır. OHAL kanununun çıkarılması, ilk yıllarda terörle mücadele konu‐
sunda yaşanan başarısızlıklar bunlara delil olarak göstermek mümkündür. Ama devlet zamanla terörle mücadele konusunda tecrübe kazanmış ve bölgede hâkimi‐
yetini kurmuştur (Ergil, 2000). Tabii ki bu durum çok kısa bir zamanda gerçekleş‐
memiştir. Doksanlı yılların başı PKK ile devlet güçlerinin çok kanlı mücadelelerine sahne olmuştur. Doksanların sonu ile de devlet PKK’ya karşı üstünlük sağlamıştır (Bal, 2007). Seksenli ve doksanlı yılları PKK açısından değerlendirildiğinde ise şu noktalar ön plana çıkmaktadır: PKK, ilk yıllarında kendisinin tanınması ve Güneydoğu’da bir güç olarak kabul edilmesi için mücadele etmiştir (Bal, 2007). Güneydoğu, tarihinde hep feodal bir sosyal yapıya sahip olmuştur. Güneydoğu’da güç hep aşiretler ve devlet otoritesi arasında paylaşılmıştır. Devlet, aşiret reisleri aracılığıyla geniş halk kitlelerini kontrol altında tutmuştur (Ergil, 2009; Van Bruinessen, 2002; Cornell, 2001). PKK’nın, devlet ile halkların bağını koparmak için yaptığı faaliyetlerin başın‐
da aşiretlerin gücünü yok etme gelmiştir. Bunun için aşiret reislerine saldırmış ve onları sindirmiştir. Aşiret reislerine saldırdığı aynı anda Kürt halkına da saldırmış ve onları da korkutmuştur. Halk, en çok ihtiyaç duydukları anda aşiret reislerini yanla‐
rında göremeyince PKK’yı bölgede bir güç olarak kabul etmiştir (Criss, 1995). PKK’nın mücadele stratejisinde önemli bir sacayağı Mao’nun uzun zamanlı savaş tezidir (Morgado, 2006). Mao’ya göre mücadele üç fazdan oluşmaktadır. Birinci fazda gerillalar coğrafi olarak erişimi güç izole yerlerde birleşir, organize olur ve buraları kontrol altına alırlar. İkinci fazda silah, malzeme ve politik destek sağla‐
mak için kıyıda köşede kalmış düşman kuvvetlerine saldırırlar (Tse‐Tung, 1937). PKK’nın sınır karakollarına saldırması bu şekilde değerlendirmek mümkündür. Üçüncü fazda ise düzenli ordular oluşturarak devletle savaşırlar. Mao’ya göre geril‐
la balık, köylü de deniz gibidir. Balık hayatta kalmak için denize ne kadar muhtaçsa gerilla da hayatta kalmak için köylüye o kadar muhtaçtır (Tse‐Tung, 1937). Gerilla‐
nın para, yiyecek, bilgi ve benzeri bütün hayat kaynağı köylüden gelir. Gerilla, köy‐
lünün içinde gizlenir. Köylünün gerillayı devlete satmaması gerekir. Onun için, köylünün gerillanın yanında olması hayati önem taşır. PKK’nın, ilk yıllarda aşiret reislerini sindirme ve böylece halka (çoğunlukla da köylüye) kendisini bir güç ola‐
rak kabul ettirme, daha sonra da devlet güçlerine saldırma ve böylece politik an‐
lamda destek kazanma çabasının temelinde bu strateji vardır. Aslında, devletin OHAL yıllarında gönüllü köy korucuları oluşturması ve koruculuk yapmayan köyleri boşaltmasının temelinde de bu strateji vardır: Devlet, köy boşaltmalar ile balığın (yani teröristin ya da gerillanın) denizini kurutmaya çalışmıştır. PKK’nın kendisini önemli bir güç olarak gösterdiği 1990’ların başında devlet ile PKK arasında çok kanlı mücadeleler gerçekleşmiştir. Devlet, bu mücadeleler ile birlikte terörle mücadele konusunda iyice tecrübe kazanmıştır (Ergil, 2000). Devletin ka‐
zandığı bu tecrübe, terörü bitirme konusundaki kararlılığı ve PKK liderinin 1999’da AĞUSTOS 2014 125
yakalanmasıyla birlikte PKK faaliyetleri 2003 yılında tekrar canlanana kadar durma noktasına gelmiştir (Bal, 2007). Devletin, PKK terörizmi ile mücadelede uyguladığı stratejilerinden en önemlileri arasında OHAL ve gönüllü köy koruculuğu sistemi uygulamaları vardır (Kurban ve Yeğen, 2012). OHAL 1987 yılında uygulanmaya başlanmıştır. Kanun1, OHAL valisine yerleşim yerlerini boşaltma yetkisi vermiştir (Olağanüstü Hal Kanunu, 9. madde; 285 sayılı kanun hükmünde kararname, 4. madde). Vali de bu yetkisini kullanmış‐
tır. İddia edildiğine göre Güneydoğu’da birçok köy boşaltılmıştır (Kurban ve Yeğen, 2012; TGYONA, 2006). Boşaltılan köylerden gelen insanlar Güneydoğu’daki il ve ilçe merkezleri ile Batı illerine göç etmişlerdir. Batı illerinde en çok göç edilen yer‐
ler İstanbul, İzmir, Bursa vb. büyükşehirlerdir (TGYONA, 2006). OHAL uygulaması zamanında kaç köyün boşaltıldığı ve kaç kişinin göç ettiği ile ilgili değişik iddialar vardır. İçişleri Bakanlığının iddiasına göre 350 ile 380 bin arasında insan göç etmiştir (Kurban ve Yeğen, 2012). Sivil toplum kuruluşlarının iddialarına göre ise bu sayı bir ile dört milyon arasında değişmektedir (Kurban ve Yeğen, 2012). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Araştırmaları Enstitüsü tarafından 2006 yılın‐
da bu konu ile ilgili bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaya göre OHAL zamanında göç eden insanların sayısı 950.000 ile 1.250.000 arasındadır (TGYONA, 2006). TGYONA’ya göre göçün nedenlerini üç başlık altında toplamak mümkündür. Birin‐
cisi, devletin halkın güvenliğini sağlayamaması nedeniyle, ya da PKK’ya yapılan yardımları önlemek için insanları göçe zorlamasıdır. İkincisi, PKK’nın baskıları ne‐
deni ile yapılan göçtür. Üçüncüsü de bölgedeki güvensizlik ortamı nedeniyle halkın ana geçim kaynağı olan meralara erişememesi nedeniyle yapılan göç seklinde ifa‐
de edilmiştir. Göç eden insanlar çok büyük sıkıntılar yaşamışlardır. Öncelikle mallarını mülklerini geride bırakmış, çürümeye terk etmişler, ya da değerinin çok altında ucuz fiyatlarla satmak zorunda kalmışlardır. Sonra, gittikleri yerlerde barınma ve geçim konusun‐
da sıkıntılar çekmişlerdir. İşsiz kalmışlar, düzenli gelir kaynakları olmadığı için borç‐
lanmışlar, ya da ellerinde ne varsa tüketmişlerdir. Gittikleri yerlerde kötü hayat 1
OHAL uygulamasının dayanağı Anayasa (121. maddesi) ve Olağanüstü Hal Kanunu’dur (3. maddesi). Anayasanın 121. maddesi ve Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3. maddesine dayanılarak 10.07.1987 tarihinde 285 sayılı kanun hükmünde kararname çıkartılmıştır. Olağanüstü Hal Kanunu’nun 9. mad‐
desinde “Tabii afet ve tehlikeli salgın hastalıklar sebebiyle olağanüstü hal ilanında, olağanüstü hal ilanını gerektiren hususlar göz önünde bulundurularak aşağıda yazılı tedbirler alınabilir: a) Bölgenin belirli yerlerinde yerleşimi yasaklamak, belirli yerleşim yerlerine girişi ve buralardan çıkışı sınırlamak, belli yerleşim yerlerini boşaltmak veya başka yerlere nakletmek, …” hükmü vardır. 285 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 4. maddesinde de: “h) Olağanüstü Hal Bölge Valisi güvenlik yönünden gerekli düzenlemeleri yapabilmek için geçici veya sürekli olarak görev alanı içinde bulunan köy, mez‐
ra, kom ve benzeri yerleşim birimlerini boşalttırabilir, yerlerini değiştirebilir, birleştirebilir ve bu maksatla gereken kamulaştırma ve diğer işlemleri re'sen ve ivedilikle yapabilir.” hükmü vardır. Bu hükümler köy boşaltmalarının kanuni dayanaklarıdır. 126 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ şartlarında yaşamış, sağlık, eğitim vb. konularında sıkıntılar çekmişlerdir. Bazıları toplumsal baskıya ve negatif ayrımcılığa maruz kalmışlardır (Kurban vd. 2006; TGYONA, 2006). Göç alan şehirler de, bir anda kapasitesinin çok üstünde insanı barındırmak zorunda kaldıkları için yozlaşmış, yani, buralarda anomi artmış, sosyal kontrol azalmıştır (Shaw ve McKay, 1942; Sampson ve Groves, 1989; Sampson vd. 1997). Hayat şartları orada yaşayanlar için de kötüleşmiştir. Ama neticede en çok acıyı göç etmek zorunda kalan insanlar çekmişlerdir (yerinden edilmiş nüfusun hassasiyetleri için ayrıca bkz, Mooney, 2005). Göç eden insanların yeniden köylerine dönmelerini sağlamak için devlet çeşitli projeler uygulamıştır. Bunlardan bir tanesi köye dönüş ve rehabilitasyon projesidir (Doruk, 2010; Özcan, 2010). Bu proje Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde terörden dolayı yaşadıkları yerleri terk eden kişilerin gönüllü olarak tekrar geri dönmelerini sağlamak amacıyla faaliyete geçirilmiştir. İçişleri Bakanlığı tarafından 1999’dan itibaren 14 ilde uygulanan projede köyüne dönmek isteyen vatandaşlara iş ve ev imkânı sağlanması, ayrıca köylerin alt yapısının iyileştirilmesi amaçlanmış‐
tır. Göç eden insanların mağduriyetlerini gidermek için atılan adımlardan önemli bir diğeri de 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların karşılanması Hakkında Kanun’dur. 27.07.2004 tarihinde çıkarılan bu kanunun önemli bir nedeni Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi nezdinde ülkenin mahkûmiyeti ve yüklü miktar‐
larda tazminat ödemesinin önüne geçmektir (Kurban ve Yeğen, 2012). Bu durum kanunun gerekçesinde de açıkça dile getirilmiştir. Kanunun tasarısının gerekçesin‐
de "19.07.1987 tarihi ile 30.11.2002 tarihi arasında, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız zengin‐
leşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi amacıyla bu tasarı hazırlanmıştır" denilmektedir (Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hak‐
kında Kanun Tasarısı, 2004). AİHM’ne dava açmanın bir şartı iç hukuk yollarının tüketilmesidir (Kurban ve Ye‐
ğen, 2012). AIHM önünde çok sayıda dava dosyası beklerken bu kanun çıkarılmış, uygulamaya konulmuş ve örnek kararları AİHM’ne sunulmuştur. AIHM, bu kararla‐
rı incelemiştir. Böylece AIHM, OHAL zamanında zorunlu göçler nedeniyle meydana gelen insan hakları ihlallerinin giderilmesi için etkin bir iç hukuk mekanizması oluş‐
turulduğuna kanaat getirmiştir ve açılan davaları reddetmiş, diğer başvuruları iade etmiştir (Kurban ve Yeğen, 2012). 5233 sayılı kanunun çıkarılması ile ilgili önemli olduğu iddia edilen gelişmelerden bir diğeri de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Özel Temsilcisi’nin Türkiye’yi ziya‐
reti ve tavsiyeleridir (Kurban ve Yeğen, 2012). Özel Temsilci, 2002 yılında Türki‐
AĞUSTOS 2014 127
ye’yi yerinden edilen nüfus konusu ile ilgili ziyaret etmiştir. Özel Temsilci, bu ziya‐
reti sonrasında sunduğu raporunda “yerinden edilmiş kişilerin zararlarının tazmin edilmesi amacıyla gerekli yasal düzenlemelerin bir an önce yapılmasını” da tavsiye etmiştir (Kurban ve Yeğen, 2012: 52). Kurban ve Yeğen’e (2012) göre bu tavsiye de 5233 sayılı kanunun çıkarılmasında etkili olmuştur. 5233 sayılı kanun neden çıkarıldığı ile ilgili iddialar farklı olsa da TBMM’ne sunulan kanun teklifi gerekçesinde “Devlete olan güveni pekiştir[mek]; vatandaş‐Devlet kaynaşmasını artır[mak], terörle mücadeleye ve toplumsal barışa katkıda bu‐
lun[mak]” denilerek kanunun amacı vurgulanmaktadır (Terör ve Terörizmle Müca‐
deleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı, 2004). Bu gerekçe incelendiği zaman 5233 sayılı kanunun bu gerekçeye dayanılarak geçiş dönemi adaleti ile ilişkilendirmek mümkündür. 2.1. Geçiş Dönemi Adaleti ve 5233 Sayılı Kanun Geçiş dönemi adaleti 1980’lerde ortaya çıkan bir kavramdır (Arthur, 2009; Teitel, 2003). Geçiş dönemi adaleti ile ilgili literatür henüz yeni oluşmaktadır. Geçiş dö‐
nemi adaleti, otoriter rejimlerden demokratik rejimlere geçişte ve hemen sonra‐
sında önceki rejim tarafından işlenen insan hakları ihlallerinin nasıl telafi edileceği ile ilgilidir (Teitel, 2003). Geçiş dönemi adaleti, ilk olarak Güney Amerika’da otok‐
rasiden demokrasiye geçen ülkelerle ilgili kavramsallaştırılmıştır (Teitel, 2003). Daha sonra, Doğu Avrupa’da komünizmden demokrasiye geçen ülkelerle ilgili ve Güney Afrika’da iç savaşlar sonrasında oluşan demokrasilerle ilgili çalışmalar ya‐
pılmıştır (Teitel, 2003). Geçiş dönemi adaleti ile ilgili çalışmaların çoğu otokrasiden ya da komünizmden demokrasiye geçiş gibi keskin rejim değişikliklerini konu al‐
maktadır. Ancak, geçiş dönemi adaletinin daha geniş anlamda her türlü değişim için de (iktidar değişikliği gibi) kullanılabileceği de iddia edilmiştir (Posner ve Ver‐
meule, 2004). Geçiş dönemi adaletinde kullanılan çok farklı enstrümanlar vardır. Bunlardan en çok bilinenleri davalar, hakikat komisyonları, telafi programları ve kurumsal deği‐
şimdir (De Grieff, 2010; Crocker, 1999). Davalar, önceki rejim zamanında insan hakları ihlallerine neden olan kişilerin yargılanmaları ve cezalandırılmalarıdır. Da‐
valar yalnızca alt kademedeki memurları, ya da hem alt hem de üst kademedeki memurları kapsayabilir (De Grieff, 2010). Yakın zamanda gerçekleşen Ergenekon, Balyoz, 12 Eylül vb. davaları geçiş dönemi adaleti enstrümanlarından olan davalar olarak nitelendirmek mümkündür. Diğer taraftan şartlar gereği her zaman dava mümkün olmamaktadır. Otokrasiden demokrasiye geçişin hemen sonrasındaki bazı durumlarda rejim henüz çok güçlü değildir. Böyle bir durumda, eski rejimin elitleri hala değişik güçleri/yetkileri elle‐
rinde bulundurmaktadırlar. Bundan dolayı bu kişileri yargılamak yeni rejim açısın‐
dan tehlikeli olacaktır. Böyle bir durumda izlenen başka bir yol hakikat komisyon‐
128 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ larıdır. Davalar ile hakikat komisyonları, hakikati araştırma açısından birbirlerine çok benzemektedir. Ancak davalar ile hakikat komisyonları arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Davalarda belirli suçlular üzerine yoğunlaşılmaktadır. Hakikat komisyonlarının araştırmalarında ise kişiler üzerine değil sistematik olarak gerçek‐
leşen insan hakları ihlalleri üzerine durulmaktadır. Hakikat komisyonları belirli kişileri hedef almadığı için rejim açısından daha tehlikesizdir (Vinjamuri ve Snyder, 2004). Geçiş dönemi adaletinde kullanılan diğer bir enstrüman da zararların telafisidir (David ve Choi, 2009). Buna göre önceki rejim zamanında haksızlığa uğramış insan‐
ların can ve mal kayıpları telafi edilmektedir. Türkiye’de terör ve terörle mücade‐
leden doğan zararları telafisi amacıyla çıkarılan 5233 sayılı kanun ve İçişleri Bakan‐
lığı’nca uygulanan köye dönüş ve rehabilitasyon projesi de bu kapsamda değer‐
lendirilmektedir. Son olarak, kurumsal değişim de geçiş dönemi adaletinde kullanılan enstrüman‐
lardandır. Daha önceki rejimde gerçekleşen insan hakları ihlallerinin tekrarlanma‐
ması için özellikle askeriye, emniyet ve yargı gibi kurumlarda ve bunların işleyişiyle ilgili yasal düzenlemelerde değişiklik yapmak bu enstrümanın yansımalarındandır. Ayrıca daha önceki rejimde önemli makamlarda bulunan ve dolayısıyla da insan hakları ihlallerinden büyük ölçüde sorumlu olan kişilerin (üst düzey bürokratların) yeni rejim ile birlikte bulundukları pozisyonlardan alınmaları ve daha sonra da devlet içerisinde bu türlü pozisyonlara getirilmemeleri için tedbirlerin alınması da bir diğer enstrümandır (Call, 2003). 5233 sayılı kanunu geçiş dönemi adaleti ile ilişkilendiren önemli çalışmalardan birisi Kurban ve Yeğen’in çalışmasıdır (2012). Kurban ve Yeğen’e göre 5233 sayılı kanun geçiş dönemi adaleti uygulamalarından bir tanesidir. Peki, 5233 sayılı Kanun gerçekten de bir geçiş dönemi adaleti uygulaması mıdır? Bu kanunun çıkarıldığı yıllarda Türkiye bir geçiş dönemi yaşamış mıdır? 5233 sayılı kanunu geçiş dönemi adaleti ile ilişkilendirmek için öncelikle bu soruların cevaplanması gerekmektedir. Geçiş dönemi adaleti genellikle rejim değişiklikleri ile (örneğin, İspanya’da otokra‐
siden demokrasiye geçiş, Blakeley, 2013), ya da sivil savaşlar sonrası devlet otori‐
tesinin inşası ile (örneğin, Nepal, El Salvador, Adhikari vd. 2012; Call, 2003), veya komünist rejimlerden demokrasiye geçiş ile ilişkilendirilmiştir (örneğin, Yugoslavya ve Çek Cumhuriyeti, David ve Choi, 2009). Ama geçiş dönemi adaletinin çok keskin olmayan geçişler için de uygulanabilece‐
ğini iddia edenler olmuştur. Mesela, Posner ve Vermeule’e (2004) göre her bir iktidar değişikliği bir geçiş dönemi olarak nitelenebilmektedir. Buna göre, yeni gelen iktidar, gerektiğinde eskisinin icraatları arasında yanlış olduğunu düşündük‐
lerini düzeltmeye çalışır, eski iktidarın bürokratlarını yargılar, bu bürokratları bu‐
AĞUSTOS 2014 129
lundukları pozisyonlardan alır ve eski iktidarın yaptığı hukuki düzenlemeleri değiş‐
tirir (Posner ve Vermeule, 2004). Türkiye’de bir rejim değişikliği gerçekleşip gerçekleşmediği son yıllarda daha çok tartışılmaya başlanmıştır. Bir kısım aydınlara göre Türkiye’de gerçekten de bir re‐
jim değişikliği gerçekleşmiş ve halen gerçekleşmektedir (Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, 2013). Ama bu değişiklik yukarıda bahsedilen ülkelerde olduğu gibi keskin geçişlerle gerçekleşmemiştir. Yakın zamana kadar Türkiye otokratik rejimle‐
rin özelliklerini de barındıran bir demokrasi olarak nitelendirilmekteydi. Bununla beraber Türkiye her geçen gün daha demokratik hale gelmektedir. Yani, bir geçiş yaşanmakla birlikte bu geçiş çok keskin değildir (Kamu Düzeni ve Güvenliği Müste‐
şarlığı, 2013). Son yıllarda gerçekleşen Ergenekon, Balyoz, 12 Eylül davaları da geçiş dönemi adaletindeki davalardan kabul etmek mümkündür (Kurban ve Yeğen, 2012). 5233 sayılı kanun sadece ülkenin daha da demokratikleşmesi, yani yavaş bir rejim değişikliği yaşaması ile ilgili değildir. Bu kanun ülkenin Güneydoğu’sundaki insanla‐
rın yaşadıkları insan hakları ihlalleri ile ilgilidir. Güneydoğu Bölgesinde bir geçişin yaşandığını söylemek mümkündür. Çünkü kanlı mücadelelerin yaşandığı, yerleşim yerlerinin boşaldığı 1990’lı yıllarda örgüte karşı görece bir üstünlük sağlanmıştır (Cornell, 2001). Bu noktadan sonra artık devlet olaya yeni bir bakış açısıyla yak‐
laşmış ve (Ünal, 2012).terör problemi, Kürt sorunu olarak adlandırılmaya başlan‐
mıştır. Yani, politik anlamda keskin bir geçiş yaşanıştır. Bu arada 1990’larda yapı‐
lan hataların telafisi de çeşitli projelerce sağlanmaya çalışılmıştır. De Grieff’e (2010) göre geçiş dönemi adaletinin iki dolaylı, iki de nihai hedefi var‐
dır. Dolaylı hedefleri; mağdurların yaşadıklarının tanınmasını sağlamak ve vatan‐
daşların güvenini tesis etmektir. Nihai hedefler ise uzlaşmaya ve demokratikleş‐
meye katkıda bulunmaktır (sf. 25). Literatürde, geçiş dönemi adaleti enstrümanla‐
rının bu hedeflere ulaşmada ne kadar faydalı olduğu ile ilgili çok az sayıda nicel çalışma vardır. Bunlardan en önemlileri David ve Choi’nin (2005; 2009) Çek Cum‐
huriyeti ile ilgili çalışmalarıdır. 5233 sayılı kanunun amacına ulaşıp ulaşmadığı ile ilgili de nicel bir çalışma bulunmamaktadır2. Bu araştırma ile literatürdeki bu boş‐
luk doldurulmaya çalışılmıştır. Araştırmanın temel soruları şunlardır: 5233 sayılı kanun ile birlikte mağdur edilen vatandaşların TC devletinin adil olduğuna dair 2
5233 sayılı kanun ile ilgili TESEV’in önemli çalışmaları mevcuttur. Mesela, Deniz Yükseler (2008) ve Dilek Kurban’ın (2008) çalışmaları 5233 sayılı yasa ile ilgili birçok konuya ışık tutmaktadır. Ama bu çalışmalarda kanunun normatif anlamda yeterliliği, olması gibi uygulanıp uygulanmadığı ve uygula‐
mada karşılaşılan problemler üzerine yoğunlaşılmıştır. Dilek Kurban ve Mesut Yeğen’in (2012) çalış‐
ması da bu konuda yapılan önemli çalışmalardan bir tanesidir. Ama bu çalışma da nitel bir çalışmadır. Neticede, nicel araştırma metotlarının kullanıldığı bu çalışmaya benzer bir çalışma daha önce yapıl‐
mamıştır. 130 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ inançları arttı mı? 5233 sayılı kanun ile birlikte mağdur edilen vatandaşların TC devletine karşı sevgileri arttı mı? 3. Araştırmanın Metodolojisi Çalışmanın bu bölümünde ilk olarak 5233 sayılı Kanundan ve kanunun uygulanı‐
şından bahsedilecektir. Ayrıca araştırma için toplanan veriler ve bu verilerin nasıl toplandığı anlatılacaktır. 5233 sayılı kanun daha önceden de bahsedildiği gibi terör mağduru kişilerin mağ‐
duriyetini gidermek için çıkarılmış bir yasadır. Bu yasa kapsamında her ilde bir veya ihtiyaca göre birden fazla komisyon kurulmaktadır. Komisyon bir vali yardım‐
cısının başkanlığında çeşitli kurumlardan gelen toplam 7 üyeden oluşmaktadır. Ayrıca komisyon sekretarya işlemlerini yürütmek için istediği her kurumdan per‐
sonel görevlendirme yetkisine sahiptir. Komisyon, tazminat talebinde bulunan vatandaşların başvurularını 6 ay içinde inceleyerek karara bağlamak zorundadır. Bu süre en fazla 3 ay daha uzatılabilir. Komisyon karar verirken her türlü bilgi ‐
belge ve beyanı esas alarak hareket eder. Gerekli görürse yerinde keşif yapma yetkisine sahiptir. Komisyonun vereceği karara vatandaş itiraz etmezse sulhname imzalanır. Aksi durumda dosya idare mahkemesine gider (Kurban, 2008). Yapılan araştırmanın temel iki soruya cevap bulmayı amaçladığı daha önce belir‐
tilmişti. 5233 sayılı kanun mağdurların adalete olan inançlarını artırdı mı? Yine bu yasa mağdurların devlete olan sevgilerini artırdı mı? Bu iki soruyu cevaplamak için uzunlamasına (longitudinal) bir araştırma dizaynı gerekmektedir. Yani, vatandaşla‐
ra 5233 sayılı kanun çıkmadan önce “TC devletinin adil olduğunu düşünüyor mu‐
sunuz?” ve “TC devletini seviyor musunuz?” sorularını sormak, kanun çıktıktan ve belirli bir süre uygulandıktan sonra aynı soruları aynı kişilere tekrar sormak ve en sonda da bu sorulara verilen cevaplar arasındaki farkları incelemek gerekmektedir. Ne yazık ki bugün böyle bir araştırmayı tasarlamak mümkün değildir. Çünkü 5233 sayılı kanun uygulamaya konulması üzerinden çok zaman geçmiştir ve kanun çık‐
madan önce de bu sorular kimseye sorulmamıştır. Bu çalışmada, alternatif olarak bir yol benimsenmiştir. OHAL zamanında 5233 sayılı kanun kapsamında mağdur edildiğini düşünen ve bu kanundan faydalanmak isteyen insanlardan (1) tazminat almak için müracaat eden ve tazminat alan ve (2) müracaat eden ama müracaatı reddedilen insanlara anket uygulanmıştır. Ayrıca, (3) bu kanun ile ilgili hiçbir mü‐
racaatı olmayan insanlara da anket uygulanmıştır. Bu ankette “Sizce, TC devleti adil midir? (genel anlamda)” ve “TC devletini seviyor musunuz?” soruları sorul‐
muştur. Bu iki soru anketin en önemli soruları olarak değerlendirilmektedir. Ancak vatandaşların düşüncelerini, inanışlarını yargılandığı hissine kapılmamaları isteni‐
len verilerin doğru bir şekilde elde edilmesi adına çok önemlidir. Bundan dolayı anketlerin uygulandığı şahıslara 5233 sayılı yasadan haberdar olup olmadığı, ha‐
berdarsa kanunun neden çıkarıldığını bilip bilmediği, kendisinin müracaat edip AĞUSTOS 2014 131
etmediği, ettiyse tazminat alıp almadığı, kanunun adil olup olmadığı, gerektiği gibi uygulanıp uygulanmadığı soruları sorulmuştur. Böylece bireyin sorulara rahat ve içtenlikle cevap vermesi sağlanmıştır. Anket soruları, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hak‐
kında Kanun çerçevesinde kurulmuş komisyonun Diyarbakır Genel Koordinatörü (aynı zamanda ikinci yazar) ve komisyonda görevli iki kişi ile birlikte hazırlanmıştır. Anket sorularını hazırlayanlardan bir tanesi köy boşaltma hadisesini kendisi de bizzat yaşamıştır. Komisyonda görev yapan kişiler uzun zamandır bu işi yaptıkları için çalışmaya önemli katkılar sağlamışlardır. Bütün bu zorluklar dikkate alındığın‐
da, anketi kanunun uygulanmasında görevli şahısların uygulamalarının mağdurlar‐
la içli dışlı oldukları ve daha kolay iletişim kurabildikleri için bir avantaj olduğu dü‐
şünülmektedir. Bu çalışmanın verileri Diyarbakır ilinden toplanmıştır. Diyarbakır’da 5233 sayılı kanun kapsamında toplam il genelinde 51.126 müracaat olmuştur. Bunlardan 49.631 tanesi sonuçlandırılmış, 30.105 kişiye tazminat ödenmiştir. 19.526 kişinin müracaatı ise reddedilmiştir. Örneklem çerçevesini 5233 sayılı kanun kapsamında müracaat eden kişilerin ikamet ettikleri köyler oluşturmuştur. Bu köylerden rast‐
gele 25 tanesi seçilmiş, köydeki bütün vatandaşlara anket uygulanmıştır. Bu yön‐
temle toplamda 890 kişiden veri toplanmıştır. Yukarıda anlatılan araştırma dizaynına dayanarak oluşturulan hipotezler şunlardır: Her iki soruya da, müracaat edip de tazminat alanlar (1. grup) hiç müracaat etme‐
yenlerden (3. grup) daha olumlu cevaplar verecekler, müracaat eden ama müra‐
caatı reddedilenler (2. grup) hiç müracaat etmeyenlerden (3. grup) daha olumsuz cevaplar verecektirler3. 4. Bulgular Araştırmanın bulguları rapor edilirken önce tanımlayıcı istatistikler verilecektir. Daha sonra da asıl araştırma sorusunu cevaplamak üzere sıralı regresyon analizi sonuçları gösterilecektir. Bu araştırma için toplamda 890 kişiye anket uygulanmıştır. Anketler, Diyarbakır’ın 9 ilçesine (Dicle, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan ve Sur) bağlı 23 köy ile Hazro ve Lice ilçe merkezinde uygulanmıştır. Deneklerin büyük çoğunluğu 5233 sayılı kanun hakkında bilgi sahibiydiler (%95). Yaklaşık beşte dördü (%79, sayı=706) kanun kapsamında tazminat almak için müracaat etmiştir. Bu şekilde müracaat edenlerin de yaklaşık dörtte üçü (%72, sayı=509) tazminat almıştır. Mü‐
racaat edenlerin 197’sinin ise müracaatları reddedilmiş ve tazminat alamamışlar‐
dır. 3
132 İki soru olduğu için iki bağımlı değişken vardır. Dolayısıyla aslında iki hipotez bulunmaktadır. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Ankette, deneğin 5233 sayılı kanunun neden çıkartıldığını bilip bilmediği ile ilgili soru açık uçlu bir soru olarak hazırlanmıştır. Bundan dolayı bu soruya verilen ce‐
vaplar en çok tekrar eden temalara göre yeniden kodlanmıştır. Bu soruya verilen cevaplar arasında en çok tekrar eden tema, kanunun zarar ve ziyanların karşılan‐
ması için çıkarıldığıydı (638 kişi). Daha sonra, kanunun terör olayları nedeniyle çıkarıldığı (162 kişi), köye dönüşleri sağlamak için çıkarıldığı (145 kişi), köyler boşal‐
tıldığı ve zorunlu göç için çıkarıldığı (64 kişi), köyler yakıldığı için çıkarıldığı (50 kişi) sırasıyla en çok tekrar eden temalardı. Yirmi kişi kanunun mağduriyetlerin gideril‐
mesi için çıkarıldığını söylemiştir. Daha az tekrar eden temalar ise sırasıyla şunlar‐
dır: insanlara yardım için (10 kişi), devlet hatasını kabul ettiği için (7 kişi), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) / Avrupa Birliği nedeniyle, ya da devlet mecbur kaldığı için (4 kişi), terörün bitmesi / barış için (4 kişi)’dir. Bu soruya verilen cevap‐
ların dağılımı aşağıda Tablo 1’te gösterildi. Tablo 1. 5233 sayılı Kanun neden çıkartıldı? Tema
Sıklık Zarar ve ziyanların karşılanması için
638 Terör olayları nedeniyle 162 Köye dönüşleri sağlamak için
145 Köyler boşaltıldığı ve göç için
64 Köyler yakıldığı için
50 İnsanlara yardım için 10 Devlet hatasını kabul ettiği için
7 4 AİHM / Avrupa Birliği nedeniyle, ya da devlet mecbur kaldığı için Terörün bitmesi / barış için 4 Not: Sayıların toplamı kanunun neden çıkarıldığını bildiğini söyleyenlerin sayısından daha fazla, çünkü bir kişi birden fazla tema söylemiş. Anketteki bir sonraki soru deneğin köyünün boşaltılıp boşaltılmadığı idi. Denekle‐
rin %86’sı köyünün kısmen (45 kişi) ya da tamamen (667 kişi) boşaltıldığını söyledi. Bu sorudan hemen sonra deneğin köyünü kimin, neden boşattığı soruldu. Bu soru da açık uçlu bir soruydu. Onun için, bu soruya verilen cevaplar da en çok tekrar eden temalara göre yeniden kodlandı. Bu soruya verilen cevapların dağılımı Tablo 2’de sunuldu. Bu soruya verilen cevaplarda en çok tekrar eden tema köyümüzü devlet boşalttı oldu (374 kişi bunu söyledi). Daha sonra en çok tekrar eden temalar ise sırasıyla şunlardı: köyümüzü asker boşalttı (294 kişi), korucular boşalttı (136 kişi), teröristler / PKK boşalttı (32 kişi), Ergenekon boşalttı (10 kişi) ve arada kaldık (10 kişi). Bunların yanında, 88 kişi köylerinin terör olayları nedeniyle boşaltıldığını, 79 kişi köylerinin yakıldığını, 62 kişi köylerinde çatışma yaşandığını, 32 kişi köyde can güvenliği kalmadığı için kendilerinin göç ettiğini, 19 kişi de köylerini askerler‐
den, koruculardan, ya da teröristlerden gördükleri baskılar nedeniyle terk ettiğini söyledi. AĞUSTOS 2014 133
Tablo 2. [Köyünüzü] kim, neden boşalttı? Tema Sıklık
Devlet 374
Asker 294
Korucular 16
Teröristler / PKK
32
Arada kaldık
10
Ergenekon
10
Terör olayları nedeniyle 88
Köyümüz yakıldı
79
Köyde çatışma çıktı 62
Can güvenliği kalmadığı için göç ettik
32
Baskılar nedeniyle göç ettik 19
Not: Sayıların toplamı köyü boşaltılanlardan fazla, çünkü bir kişi birden fazla tema söylemiş. Deneklere, köyleri boşaltıldıktan sonra nereye gittikleri soruldu. Verilen cevapların dağılımı Tablo 3’te gösterildi. Deneklerin büyük çoğunluğu köyleri boşaltıldıktan sonra il merkezine göç ettiğini söyledi (479 kişi). Bunların çoğunluğu (462 kişi) Di‐
yarbakır merkeze göç etmişlerdi. Bölgedeki diğer illerin merkezlerine göç edenler de vardı. İl merkezinden sonra en çok göç edilen yerler ilçe merkezleri (122 kişi) ve Çukurova (yani, Adana ve Mersin, 109 kişi) idi. Deneklerin az bir kısmı Batı’ya (60 kişi), çok az bir kısmı da mezradan köy merkezine göç etmişlerdi (8 kişi). Tablo 3. Köyünüz boşaltılınca nereye göç ettiniz? Göç edilen yer Sıklık
Köy merkezine 8
İlçe merkezine 122
479
İl merkezinea
b
Çukurova'ya
109
60
Batı'yac
a
Batman, Bingöl, Diyarbakır, Elazığ b Adana, Mersin c Antalya, Bursa, Çanakkale, Denizli, Manisa, İstanbul, İzmir, Tekirdağ Anketin sonraki iki sorusu deneklerin gittikleri yerlerde (1) vatandaşlarca toplum‐
sal bir baskıya ve (2) devlet tarafından negatif ayrımcılığa maruz kalıp kalmadıkla‐
rıydı. Deneklerin çok azı gittikleri yerlerde vatandaşlar tarafından toplumsal baskı‐
ya (30 kişi), ya da devlet tarafından negatif bir ayrımcılığa (22 kişi) maruz kaldıkla‐
rını söylediler. Toplumsal baskı ya da devlet tarafından negatif ayrımcılığa maruz kalma (algısı) göç edilen yer ile ilişkili olması beklenir. Göç edilen yer, kaynaktan ne kadar uzaksa toplumsal baskıya maruz kalma ihtimalinin o kadar yüksek olması beklenir. Bunun bir nedeni bölgeler arasındaki kültürel farklılıklar olabilir. Demok‐
ratik bir devletin vatandaşları arasında ayrımcılık yapmaması gerekir. Ancak mü‐
134 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ kemmel bir dünyada yaşamadığımız için devletin ayrımcılık yapması ihtimali her ne kadar az da olsa sıfır değildir. Ayrıca, devlet gerçekten negatif bir ayrımcılık yap‐
mamış olsa da deneklerde böyle bir algı oluşabilir. Hele ki devlet bu kişileri göç etmeye zorlamış, ya da bir şekilde göç etmelerine neden olmuşsa (güvenliklerini sağlayamadığı için) böyle bir algının oluşması ihtimali daha yüksektir. Toplanan verilerin analizinde bunun böyle olduğunu görüldü. Yani, göç edilen yer ile kaynak arasındaki mesafe arttıkça toplumsal baskı ve negatif ayrımcılık algılarının da arttı‐
ğını görüldü. Bu bulgular, istatistikî anlamda anlamlıydı (p<.001, Eta’lar, toplumsal baskı için = 0.266, negatif ayrımcılık için = 0.255). Anketteki bir sonraki soru 5233 sayılı kanun kapsamında ödenen tazminatların, oluşan zararları karşılayıp karşılamadığıydı. Deneklerin yalnızca çok az bir kısmı bu soruya olumlu cevap verdi (11 kişi). Bu sorunun hemen arkasında “Cevabınız hayır ise, neden?” sorusu soruldu. Bu açık uçlu bir soruydu. Daha önceki sorularda oldu‐
ğu gibi bu soru da en çok tekrar eden temalara göre yeniden kodlandı. Verilen cevaplar arasında en çok tekrar eden tema, ödenen tazminatın gerçekleşen zararı karşılamadığı, yani ödenen paranın gerçekleşen zarardan daha az olduğuydu (474 kişi). İkinci ve üçüncü sırada en çok tekrar eden temalar ise tespitlerin (keşiflerin) tam yapılmadığı (15 kişi) ile göç edilen yerde yaşanan sıkıntılar ve arazilerinin boş kalması nedeniyle uğradıkları zararın karşılanmadığıydı (18 kişi). Bu ikisinden başka verilen cevaplar arasında dikkat çeken birkaçı şunlardı: avukat ilgilenmediği için tazminat alamadım (5 kişi), köy muhtarı / heyeti müracaat etmeme izin vermedi (4 kişi), manevi tazminat ödenmedi (3 kişi), tazminatlar adil dağıtılmadı (2 kişi). Deneklere, ödenen tazminatlar ile ne yaptıkları da soruldu. Alınan tazminatlar en çok borç ödemek için kullanılmıştı (232 kişi bunu söyledi). Deneklerin 103’ü aldık‐
ları tazminatı kira ödemek için, 72’si ev yapmak ya da göç nedeniyle zarar gören ev, işyeri, vb.nin tamiri için, 51’i de evini geçindirmek için kullandığını söyledi. Bun‐
ların yanında, 164 kişi de aldıkları parayı harcadığını söyledi, ama nereye harcadı‐
ğını söylemedi. Deneklere, 5233 sayılı kanunun bu güne kadar yaşanan acı ve problemleri çözüp çözmediği soruldu. Bu soruya yalnızca 37 kişi olumlu cevap verdi. Bu soruya olum‐
suz cevap verenlere, neden böyle düşündükleri de soruldu. Bu soru da açık uçlu bir soruydu ve verilen cevaplar en çok tekrar eden temalara göre yeniden kodlandı. En çok tekrar eden iki tema, ödenen tazminatların gerçekleşen zararı karşılamadığı (daha az olduğu) (284 kişi) ve göç esnasında çekilen acı ve sıkıntıları karşılamadı‐
ğıydı (46 kişi). AĞUSTOS 2014 135
Bir sonraki soru, 5233 sayılı kanunun adil ve hakkaniyete uygun olup olmadığıydı. İlginç bir şekilde4 deneklerin büyük çoğunluğu 5233 sayılı kanunun adil olduğunu söyledi (%82, 725 kişi). Kanunun adil olmadığını düşünenlere, neden adil olmadığı‐
nı düşündükleri açık uçlu bir soru ile soruldu. Verilen cevaplar arasında en çok tekrar edenler, zararların tam karşılanmadığı (yani, ödenen tazminatın oluşan za‐
rardan daha az olduğu, 86 kişi), kanunun eşit/adil uygulanmadığı (53 kişi) ve tes‐
pitlerin (keşiflerin) doğru yapılmadığı (12 kişi) idi. Bir sonraki soru 5233 sayılı kanunun olması gerektiği gibi uygulanıp uygulanmadı‐
ğıydı. Bu soru da açık uçluydu. Aynı şekilde, verilen cevaplar en çok tekrar eden temalara göre yeniden kodlandı. Kanunun olması gerektiği gibi uygulandığını yal‐
nızca 46 kişi söyledi. Kanunun hiç de olması gerektiği gibi uygulanmadığını 453 kişi, tam uygulanmadığını ise 343 kişi söyledi. Kanunun uygulanmadığını, ya da tam uygulanmadığını düşünenlerin söyledikleri nedenler arasında en çok tekrar eden‐
ler, kanunun uygulanmasında eşit davranılmadığı (109 kişi), ödenen tazminatların az olduğu (44 kişi) ve tespitlerin (keşiflerin) doğru yapılmadığıydı (27 kişi). Neticede, deneklerin çoğunluğu kanunun olması gerektiği gibi uygulanmadığını, yaşanan acılara ve problemlere çözüm olmadığını söylediler. Ama yine de, 5233 sayılı kanunun adaletin tesisine (genel anlamda) faydalı olup olmadığı sorusuna deneklerin çoğunluğu olumlu cevaplar verdiler. Deneklerin büyük çoğunluğu (%91, 809 kişi) kanunun adaletin tesisine faydalı olduğunu, yalnızca çok az bir kısmı (%9, 78 kişi) faydalı olmadığını söyledi. Bütün bu sorulardan sonra asıl araştırma soruları soruldu: Sizce, TC devleti adil midir? (genel anlamda) ve TC devletini seviyor musunuz? Bu iki soruya verilen cevapların dağılımı Tablo 4’te gösterildi. Tablo 4’te görüldüğü üzere, deneklerin çoğunluğu TC devletinin adil olduğunu düşünmektedir (% 89, 789 kişi)5. TC devle‐
tinin adil olmadığını (95 kişi), ya da hiç adil olmadığını (4 kişi) düşünenlerin oranı ise çok azdır. Yine Tablo 4’te görüldüğü üzere, deneklerin neredeyse tamamı TC devletini sevmektedir (% 95, 847 kişi). Bu noktada şu izahı yapmak gerekmektedir: Vatandaşların, özellikle de Güneydoğu gibi terör ile anılan bir bölgede yaşayan vatandaşların devletin memurlarınca uygulanan bir ankette kolayca “TC devleti adil değildir” ya da “TC devletini sevmiyorum” demeleri beklemek mümkün değil‐
dir. Dolayısıyla, Tablo 4’te gösterilen sonuçların yanlı olduğunu varsaymak müm‐
kündür. Ancak, yine de ankete katılanlar arasında “TC devleti adil değildir” hatta 4
Burada “ilginç bir şekilde” denmesinin nedeni şu: deneklerini çoğunluğu önceki sorulara olumsuz cevaplar vermişlerdi. Onlara olumsuz cevaplar verenlerin bu soruya da olumsuz cevap vermeleri beklenir, ama olumlu cevap verdiler. 5
Bu soru ile ilgili ilginç bulgulardan birisi şuydu: Soru her ne kadar açık uçlu bir soru olmasa da, anke‐
te katılanlardan kayda değer sayıda kişi (132 kişi) verdikleri cevapları “şimdiki devlet adildir” sözleriy‐
le nitelendirdiler. Bu cevaplara göre, deneklerin bir kısmı TC devletinin daha önce adil olmadığını, ama şu anda adil olduğunu düşünüyor. 136 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ “... hiç adil değildir” diyenlerin ve “TC devletini sevmiyorum” ya da “... hiç sevmi‐
yorum” diyenlerin olması, aslında bu cevapların da verilebildiğini göstermektedir. Tablo 4. T.C. devleti adil midir? ve T.C. devletini seviyor musunuz? sorularına verilen cevaplar Hiç adil değildir / Hiç sevmiyorum
Adil değildir / Sevmiyorum Adildir / Seviyorum Çok adildir / Çok seviyorum Sizce, T.C. devleti adil midir? (genel anlamda) %
Sıklık
0.5
4
10.7
95
86.9
772
1.9
17
T.C. devletini seviyor musunuz? % Sıklık 0.2 2 4.2 37 74.4 659 21.2 188 Son olarak, araştırma sorularını cevaplamak ve hipotezleri test etmek üzere sıralı regresyon analizleri yapılmıştır. Hipotezler şunlardır: Yukarıdaki iki soruya, 5233 sayılı kanun kapsamında müracaat eden ve tazminat alanlar en olumlu, müracaat eden ama müracaatı reddedilen ve tazminat alamayanlar en olumsuz cevapları vereceklerdir. Her iki soru da likert tipi sorulardır. Böyle bir durumda en uygun olan sıralı regresyon analizi kullanmaktır. Ama bundan önce toplanan verileri çap‐
raz tablolar kullanarak incelenmiş ve 5233 sayılı kanun kapsamında tazminat almış (ya da alamamış) olmanın her iki araştırma sorusuna verilen cevapla da ilişkili ol‐
duğu görülmüştür. Bu tablolar, ekte sunuldu. Bu tablolar göstermiştir ki, 5233 sayılı kanun kapsamında tazminat alanlar yukarıdaki iki soruya en olumlu, müraca‐
atı reddedilen ve tazminat alamayanlar da en olumsuz cevapları vermişlerdir. An‐
cak, tabii ki 5233 sayılı kanun kapsamında tazminat almış ya da alamamış olmak yukarıdaki iki soruya verilen cevaplara etki eden tek faktör değildir. Bunlara etki eden başka faktörler de vardır. 5233 sayılı kanunun bunlar üzerindeki gerçek etki‐
lerini anlamak için diğer faktörlerin etkilerinin kontrol edilmesi gerekmektedir. Verilerin detaylı incelenmesinde, deneklerin yukarıdaki iki soruya verdikleri cevap‐
lara en çok etkisi olan faktörün, deneğin hangi köyde ikamet ettiği olduğunu gö‐
rülmüştür. Bazı köylerdeki deneklerin geneli TC devletinin adil olduğunu düşünür‐
ken, bazı köylerdeki deneklerin daha azı TC devletinin adil olduğunu düşünmekte‐
dir (p<.001, Eta=.378). Aynı şekilde, bazı köylerdeki deneklerin geneli TC devletini sevdiklerini, bazı köylerdeki deneklerin ise daha azı TC devletini sevdiğini söyledi (p<.001, Eta=.486). Bu bulgular gösterdi ki, 5233 sayılı kanunun gerçek etkisini anlamak için anketin uygulandığı köyün kontrol edilmesi gerekmektedir. Anketin uygulandığı köyün yanında, sorulara verilen cevaplara etki eden diğer üç faktörün de şunlar olduğunu görüldü. Birincisi, her iki soruya verilen cevaplar bir‐
birleriyle çok ilişkilidir (p<.001, Somer’s d=.301). Aslında bu da zaten beklenen bir durumdur. TC devletinin adil olduğunu düşünenlerin onu daha çok sevmeleri, ya da TC devletini sevenlerin onun adil olduğunu düşünmeleri beklenir. İkincisi, TC AĞUSTOS 2014 137
devleti adil midir? sorusuna verilen cevaplar ile Köyünüzü kim, neden boşalttı? sorusuna verilen cevapların birbirleriyle ilişkilidir. Köyümüzü devlet boşalttı diyen‐
ler TC devleti adil midir? sorusuna daha olumsuz cevaplar vermişler (p<.001, Eta=.125). Üçüncüsü, TC devletini seviyor musunuz? sorusuna verilen cevaplar ile göç edilen yer arasında ilişki mevcut. Daha uzağa göç edenler TC devletini seviyor musunuz? sorusuna da daha olumlu cevaplar veriyorlar. 5233 sayılı kanunun ger‐
çek etkisini anlamak için bütün bu hususların regresyon analizlerinde kontrol edilmesi gerekmektedir. Analizler için Stata 11 programı kullanılmıştır. Bu araştırmada olduğu gibi, verilerin üst seviyedeki analiz üniteleri içinde kümelenmiş analiz ünitelerinden toplandığı durumlarda karşılaşılan ve çözülmesi gereken bir problem, aynı küme içindeki değerlerin birbirlerine benzer olmasıdır (Raudenbush ve Bryk 2004). Bu durum bu çalışma için şu anlama gelmektedir: Aynı köyde yaşayan insanların anket soruları‐
na verecekleri cevapların birbirlerine benzemesi beklenmektedir. Bu durumda, yapılan sıralı regresyon analizinde çarpanların standart hatalarının aslından daha küçük olması, dolayısıyla da çarpanlar aslında istatistikî anlamda anlamlı olmadığı halde yanlışlıkla istatistikî anlamda anlamlı olduğu kanaatine varılması muhtemel‐
dir. Bu problemin aşılması için Stata programındaki clustered robust komutu kul‐
lanıldı. Sıralı regresyon analizleri sonuçları Tablo 5’te gösterildi. 138 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Tablo 5. Sıralı Regresyon Analizleri TC devleti adildir
b
s. e.
z
p>z Köyümüzü devlet boşalttı ‐1.22
0.34
‐3.59
0.00 TC devletini seviyorum 2.04
0.45
4.50
0.00 0.29
0.19
1.51
0.13 Zarar‐Ziyan Kanunua
/kesim 1 ‐2.65
0.85
/kesim 2 1.67
1.31
/kesim 3 9.57
1.87
Pseudo R2 0.27
TC devletini seviyorum
b
s. e.
z
p>z TC devleti adildir
2.14
0.51
4.18
0.00 b
Göç edilen yer
Köy merkezine göç ettik 1.12
1.13
0.99
0.32 İlçe merkezine göç ettik 0.67
0.80
0.84
0.40 İl merkezine göç ettik 0.97
0.85
1.14
0.26 Çukurova'ya göç ettik 1.51
0.75
2.02
0.04 Batı'ya göç ettik
1.85
0.86
2.14
0.03 a
Zarar‐Ziyan Kanunu
0.45
0.17
2.70
0.01 /kesim 1 ‐7.99
0.72
/kesim 2 ‐4.37
0.55
/kesim 3 2.22
0.37
Pseudo R2 0.26
a
Zarar‐Ziyan Kanunu kapsamında müracaat etti, ama tazminat alamadı = ‐1, hiç müracaat etmedi = 0, müracaat etti ve tazminat aldı = 1 b Referans kategorisi = hiç göç etmedi Tablo 5’te iki panel bulunmaktadır. Üstteki paneldeki bağımlı değişken “Sizce TC devleti adil midir?” sorusuna verilen cevaplardır. Alttaki paneldeki bağımlı değiş‐
ken ise “TC devletini seviyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplardır. Her iki pa‐
neldeki asıl bağımsız değişken 5233 sayılı kanundur. Bu değişkenin üç değeri var‐
dır: 5233 sayılı kanun kapsamında müracaat etti, ama tazminat alamadı = ‐1, hiç müracaat etmedi = 0, müracaat etti ve tazminat aldı = 1. Analizler sonucunda bu değişkenin çarpanının pozitif ve istatistiki anlamda anlamlı olması 5233 sayılı ka‐
nunun deklare edilen amaçlara ulaşmada faydalı olduğunu göstermektedir. Her iki paneldeki analiz için de anketlerin uygulandığı köyleri gösteren kukla değişkenler kullanıldı, ama sayfadan tasarruf etmek için tabloda gösterilmedi. Zaten bu değiş‐
kenler kontrol için kullanılmıştır. Üstteki panelde görüldüğü üzere, köyümüzü devlet boşalttı diyenler ile “TC devle‐
tini seviyor musunuz?” sorusuna olumlu cevaplar verenler “TC devleti adil midir?” sorusuna da daha olumlu cevaplar vermişlerdir. 5233 sayılı kanunun ise, “TC dev‐
leti adil midir?” sorusuna verilen cevaba istatistiki anlamda anlamlı bir etkisi yok‐
AĞUSTOS 2014 139
tur. Her ne kadar bu böyle olsa da, 5233 sayılı kanun için oluşturulan değişkenin çarpanı pozitif ve z değeri de çok küçük değildir (z=1.51). Ayrıca, adalet ile ilgili diğer değişkenler de kullanarak oluşturulan bir başka değişken ile yapılan analizler, 5233 sayılı kanunun etkisi olabileceğine işaret etmektedir. Adalet ile ilgili sorulan üç sorunun da birbirleriyle çok ilişkili olduğu görülmektedir. Sorular: (1) 5233 sayılı kanunu adil ve hakkaniyete uygun buluyor musunuz? (2) Sizce, 5233 sayılı kanun adaletin tesisine faydalı oldu mu? (genel anlamda) ve (3) Sizce, TC devleti adil midir? (genel anlamda). Zaten de bu sorulara verilen cevapla‐
rın birbirleriyle ilişkili olmaları beklenmektedir. TC devletinin adil olduğunu düşü‐
nenlerin, 5233 sayılı kanunun da adil olduğunu ve 5233 sayılı kanunun adaletin tesisine faydası olduğunu düşünmeleri beklenmektedir. Ya da, 5233 sayılı kanunun adil olduğunu düşünenlerin, bu kanunun adaletin tesisine faydası olduğunu ve TC devletinin adil olduğunu düşünmeleri beklenir. Bu ilişkilerdeki sebep‐sonuç yönü‐
nü belirlemek de çok kolay değildir. Ancak, şunu kolayca varsayabiliriz ki, bu soru‐
lara olumlu cevap verenler genel anlamda TC devletinin adil olduğunu, olumsuz cevap verenler de adil olmadığını düşünüyorlardır. Ampirik bulgular da zaten bu yönde. Bu sorular faktör analizine tabi tutulduğunda soruların bir faktöre yüklen‐
diğini ve faktör yüklenme değerlerinin de yüksek olduğu görüldü (KMO=0.66, açık‐
lanan varyans=%61, yüklenme değerleri 0.76 ile 0.82 arasında). Onun için, bu de‐
ğişkenler faktör analizi ile birleştirildi ve TC devleti adildir adlı bir değişken oluştu‐
ruldu. Bu değişken, lineer regresyon analizinde bağımlı değişken olarak kullanıldı. Bu analizin sonuçları, yukarıda rapor edilen sonuçlarla çok benzerlik gösterdi. Yal‐
nız bir farkla ki, bu analizde 5233 sayılı kanunun etkisi istatistikî anlamda anlamlıy‐
dı (z=2.63). Bu bulgular ekte sunuldu. Alttaki paneldeki değerlere bakıldığında ise şunlar görülmektedir: TC devleti adil midir? sorusuna olumlu cevap verenler ile Çukurova ve Batı’ya göç edenler TC devletini seviyor musunuz? Sorusuna da daha olumlu cevaplar veriyorlar. Ayrıca, 5233 sayılı kanun için oluşturulan değişkenin çarpanı da pozitif ve z değeri de yük‐
sek (z=2.70). Bu da gösteriyor ki, 5233 sayılı kanunun TC devletini seviyor musu‐
nuz? Sorusuna verilen cevaplar üzerinde istatistiki anlamda anlamlı bir etkisi var‐
dır. Tablo 5’te pseudo R2’ler de rapor edildi. Her iki pseudo R2 değerine de bakıldığında görülüyor ki bağımsız değişkenler bağımlı değişkenlerdeki varyansın yaklaşık dört‐
te birini açıklamaktadır. Tablo 5’te rapor edilmeyen bir şey şu ki, analizler sadece anketin uygulandığı köyler için oluşturulan kukla değişkenlerle yapıldığında pseu‐
do R2 değerleri üstteki panel için 0.14, alttaki panel için 0.20 idi. Bu analizlere kontrol değişkenleri de eklendiğinde pseudo R2 değerleri üstteki panel için 0.27’ye, alttaki panel için de 0.26’ya yükselmiştir. Yani, her ne kadar 5233 sayılı kanun için oluşturulan değişkenin etkisi (alttaki panelde) istatistikî anlamda anlamlı ise de bu 140 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ değişkenin analize dâhil edilmesi ile açıklanan varyanstaki artış %1’den daha fazla değildir. Sonuç ve Öneriler Bu araştırmada deneklere iki temel soru sorulmuştur. Bunlar: “TC devletini seviyor musunuz?” “TC devleti adil midir?” Neticede bu iki soruya verilen cevaplara etki eden beş faktör olduğu bulunmuştur. Birincisi, bu iki soruya verilen cevaplar bir‐
birleriyle çok ilişkilidir. Şöyle ki, “TC devletini seviyorum” diyenlerin “TC devleti adildir” deme ihtimalleri, “TC devletini sevmiyorum” diyenlerin de “TC devleti adil değildir” deme ihtimalleri yüksektir. İkincisi, bu iki soruya da verilen cevaplara etki eden en önemli faktör deneğin köyüdür. Yani, bazı köylerde insanların TC devletini seviyorum ya da TC devleti adildir deme ihtimalleri diğer köylere nazaran daha yüksektir. Üçüncüsü, yalnızca TC devletini seviyor musunuz? Sorusuna verilen cevaba etki eden önemli bir faktör deneğin göç ettiği yerin kaynağa olan uzaklığı‐
dır. Daha uzağa göç edenlerin TC devletini seviyorum deme ihtimalleri köyünde kalan ya da daha yakına göç edenlerinkinden daha yüksekti. Dördüncüsü, yalnızca TC devleti adil midir? Sorusuna verilen cevaba etki eden önemli bir faktör deneğin köyünü kimin boşalttığını düşündüğüdür. Deneklerden, köyümü “devlet” boşalttı diyenlerin TC devleti adil değildir deme ihtimalleri diğerlerine nazaran daha yük‐
sektir. Beşincisi ki bu asıl araştırma sorusuydu, 5233 sayılı kanunun TC devletini seviyor musunuz? Sorusuna verilen cevaba etkisi istatistiki anlamda anlamlı, ama etki büyüklüğü çok küçüktür. Ancak, 5233 sayılı kanunun TC devleti adil midir? Sorusuna verilen cevaba etkisi ya istatistiki anlamda anlamlı değildi, ya da aksi durumda ise etki büyüklüğü çok küçüktür. Yani, 5233 sayılı kanun kapsamında tazminat alanların hiç müracaat etmeyenlere nazaran, hiç müracaat etmeyenlerin de müracaat edip de müracaatı reddedilenlere nazaran, TC devletini seviyorum ve TC devleti adildir deme ihtimalleri daha yüksekti. Peki, bunlar ne anlama geliyor? Bu bölümde sırayla bunlar tartışılacaktır. TC devletini seviyor musunuz? Sorusuna verilen cevapla TC devleti adil midir? Sorusuna verilen cevabın birbirleriyle ilişkili olması zaten beklenen bir durumdur. TC devletini sevenlerin onun adil olduğunu düşünmeleri, TC devletinin adil olduğunu düşünenlerin de onu sevmeleri beklenir. Onun için bu bulgu tartışılmamıştır. “TC devletini seviyor musunuz?” ve “TC devleti adil midir?” sorularına etki eden en önemli faktörün deneğin köyü olması önemli bir bulgudur. Bu, insanların duygu ve düşüncelerini şekillendirmede sosyal ortamın önemli bir etkisi olduğunu gös‐
termektedir. Aslında bu da zaten beklenen bir durumdur. Kişi TC devleti ile ilgili öğrendiklerinin önemli bir kısmını yüz yüze iletişim halinde olduğu diğer kişilerden öğrenir. Yüz yüze iletişim halinde olduğu bu kişilerin düşünceleri ise kişinin kendi duygu ve düşüncelerini şekillendirmede diğer iletişim araçlarına oranla daha etkili olması beklenir. Bu durumda, insanların TC devleti ile ilgili duygu ve düşüncelerin‐
de ikamet edilen köye bağlı olarak farklılaşması beklenir. Bu çalışmada, ikamet AĞUSTOS 2014 141
edilen köyün insanların TC devletini seviyor musunuz? sorusuna verilen cevaptaki varyansın %14’ünü, TC devleti adil midir? sorusuna verilen cevaptaki varyansın da %20’sini açıkladığı bulunmuştur. TC devletini seviyor musunuz? ve TC devleti adil midir? sorularına verilen cevapla‐
rın köye göre farklılaşmasının bir diğer nedeni de devletin köylere farklı muamele‐
lerde bulunmasıdır. Doğrusu, OHAL döneminde bazı köyler zorla boşaltılmış, bazı‐
ları boşaltılmamıştır. Araştırmada, deneklerin bir kısmı köylerinin hem boşaltıldığı‐
nı hem de yakıldığını, bir kısmı ise yalnızca boşaltıldığını söylediler. Bunlar da dev‐
letin farklı köylere farklı muameleler yaptığına işaret etmektedir. Muameledeki bu farklılaşma duygu ve düşüncelerdeki farklılaşmaya neden olmuştur. Sorulara verilen cevapların köylere göre farklılaşmasının üçüncü bir nedeni de şudur: Güneydoğu’daki sorunun taraflarından birisi devlet ise diğeri de PKK’dır. Devlet ve PKK insanların kalbini kazanmada birbirleri rağmına rakip durumundadır‐
lar. Dolayısıyla, devletininkinde olduğu gibi PKK’nın da insanlara karşı muamelesi köyler arasında farklılaşıyor olabilir. Bu da, insanların sorulara verdikleri cevapların köyler arasında farklılaşmasının bir nedeni olabilir. Kısaca, PKK’nın daha yoğun propaganda yaptığı köylerde insanların devleti sevmiyorum, ya da devlet adil de‐
ğildir deme ihtimalleri de daha yüksektir. TC devletini seviyor musunuz? sorusuna verilen cevaba etki eden, ancak TC devleti adil midir? sorusuna verilen cevaba etki etmeyen bir faktörün göç edilen yer ile kaynak arasındaki mesafe olduğu görüldü. Daha uzağa göç edenlerin TC devletini seviyorum deme ihtimalleri daha yüksektir. Ayrıca, daha spesifik olarak, Çukuro‐
va’ya ve Batı’ya göç edenlerle köyünde kalanların bu soruya verdikleri cevaplar arasındaki fark istatistiki anlamda anlamlıydı. Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi, insanlar sorunun merkezinden uzaklaştıkça devlete daha çok yaklaşıyorlar. Aksine, sorunun merkezine ne kadar yakınlarsa, belki de devleti sorunun kaynağı ya da bir parçası olarak gördükleri için, devletten duygusal anlamda uzaklaşıyorlar. İkincisi, yukarıda da bahsedildiği gibi, sosyal ortam bu soruya verilen cevaba etki ediyor olabilir. Güneydoğu’da, kişinin devlete karşı olumsuz duygu ve düşüncelere sahip birisiyle yüz yüze iletişim halinde olma ihtimali görece yüksektir. Çukurova’da veya Batı’da ise bu ihtimal görece daha düşüktür. Bu durumda, Çukurova’ya veya Ba‐
tı’ya göç edenlerin devlete Güneydoğu’da kalanlara nazaran duygusal olarak daha çok yaklaşmaları beklenir. TC devleti adil midir? sorusuna verilen cevaba etki eden, ancak TC devletini sevi‐
yor musunuz? sorusuna verilen cevaba etki etmeyen bir faktörün “köyümüzü dev‐
let boşalttı” denmesi olduğu görüldü. Aslında deneklerden önemli bir bölümü köyümüzü devlet boşalttı demişlerdi. Bunlardan bir kısmı “devlet ve asker boşalt‐
tı,” bir kısmı “devlet ve korucu boşalttı,” bir kısmı “devletin askeri boşalttı” ve bu‐
na benzer cevaplar vermişlerdi. Ancak yalnızca “asker boşalttı,” yalnızca “korucu‐
lar boşalttı” diyenler de vardı. Burada dikkati çeken nokta, “asker boşalttı,” “koru‐
142 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ cular boşalttı” diyenler değil de, “devlet boşalttı,” “devlet ve korucular boşalttı,” “devletin askeri boşalttı” ve benzeri cevaplar verenlerin TC devleti adil değildir deme eğiliminin yüksek olmasıdır. Yani, köyü boşaltan her kimse, eğer devlet ile özdeşleştiriliyorsa TC devleti adil midir? sorusuna verilen cevaba etki ediyor. Aksi durumda etki etmiyor. Bu durum basitçe şunu gösteriyor: Köyleri devletin boşalt‐
tığını düşünenler devletin adil olmadığını düşünüyorlar. Burada dikkati çeken önemli bir diğer nokta da şu ki, TC devletini sevme ve TC devletinin adil olduğunu düşünme farklı kavramlar ve farklı faktörlerden etkileni‐
yorlar. TC devletini sevme sosyal ortamla ilgili. Ancak, TC devletinin adil olduğunu düşünmek sosyal ortamla ilişkili değil. Güneydoğu’da yaşayanla Çukurova’da ya da Batı’da yaşayan arasında TC devletinin adil olduğunu düşünme açısından bir fark yoktur. Bu çalışmanın asıl araştırma soruları 5233 sayılı kanunun devleti sevme ve devletin adil olduğunu düşünmeye etkisi olup olmadığıydı. Sonuçta, 5233 sayılı kanunun bir etkisi olabileceği görüldü. Daha spesifik olarak, 5233 sayılı kanunun devleti sevme‐
ye bir etkisi vardı ama bu etki çok küçüktü; varyansın yüzde birinden daha azını açıklıyordu. Devletinin adil olduğunu düşünme ile ilgili iki farklı analiz yapıldı. Bun‐
lardan birisinde ankette sorulan TC devleti adil midir? sorusu bağımlı değişken olarak kullanıldı ve sonuçta 5233 sayılı kanun ile devletin adil olduğunu düşünme arasında bir ilişki olmadığı görüldü. İkincisinde ise devletin adil olup olmadığı ile ilgili üç farklı soru birleştirilerek bir faktör oluşturuldu ve bu faktör bağımlı değiş‐
ken olarak kullanıldı. Bu analizin sonuçları ekte sunuldu. Ancak, bu ikinci analizin sonucunda 5233 sayılı kanunun devletin adil olduğunu düşünmeye etkisi olduğu görüldü. Bu etki de çok küçüktü; varyansın yüzde birinden daha azını açıklıyordu. Bu bulgunun en direk ve basit yorumu şudur: 5233 sayılı kanun deklare edilen amacı yönünde bir etki meydana getirmiştir, ancak bu etki çok küçüktür. Fakat burada Ne kadar küçüktür? sorusunu da sormak gerekir. Kişinin TC devletini sev‐
mesi ya da TC devletinin adil olup olmadığı konusundaki tutumu uzun zamanda oluşur ve birçok faktöre bağlıdır. Bunlarda meydana gelecek değişikliğin de uzun zaman alması ve birçok faktöre bağlanması beklenir. Zarar Ziyan Kanunu ise bu faktörlerden yalnızca bir tanesidir. Açıklanan yüzde birlik varyansın küçük mü? büyük mü? olduğu da bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Bu çalışmanın bulguları ışığında devlet için yapacağımız politika önerileri şunlardır. Birincisi, devlet‐vatandaş ilişkileri konusunda köyler arasındaki farklılıkların fark edilmeli ve atılacak adımların ona göre planlanmalıdır. İnsanların çoğunun “TC devleti adil değildir” ve “TC devletini sevmiyorum” dediği köyler için yapılması gerekenler tabii ki insanların çoğunun TC devleti adildir ve TC devletini seviyorum dediği köylerle bir değildir. Birinci gruba giren köylere yönelik atılan adımlar daha güçlü olmalıdır. İkincisi, insanların devlet ile ilgili tutumlarının sosyal ortamdan önemli ölçüde etkilendiği görüldü. Bu da demektir ki, bireylerden daha çok grupla‐
AĞUSTOS 2014 143
rın tutumlarını etkilemeye yönelik adımlar atılmalıdır. Aksi takdirde, ilgilenilen birey sosyal ortamına döndüğünde yine eski haline döneceği/yaklaşacağı için yapı‐
lanların bir kısmı boşa gitmiş olacaktır. Üçüncüsü, bu çalışmanın verilerinden edini‐
len izlenim şudur: İnsanlar köy boşaltmaların adil olmadığını; köy boşaltmalarını devlet ile özdeşleştirenler de devletin adil olmadığını düşünüyorlar. Devletin, va‐
tandaşıyla barışabilmesi için köy boşaltmalarıyla ilgili yapılan yanlışları kabullen‐
mesi gerekir ki son zamanlarda zaten bu yönde adımlar atılmıştır. Buraya kadar olanlar genel anlamda ortaya koyduğumuz politika önerileriydi. Asıl araştırma sorusuyla ilgili ise şunları öneriyoruz. 5233 sayılı kanun deklare edilen amacına ulaşma yönünde bir etki göstermiştir, ama bu etki çok küçüktür. Bunun nedenleri arasında şunların önemli olduğunu düşünüyoruz. Birincisi, 5233 sayılı kanun, geçiş dönemi adaleti uygulamalarındandır. de Greiff’e (2010) göre, geçiş dönemi adaleti uygulamaları çok kötü ortamların uygulamalarıdır. Dolayısıyla, bu uygulamaların önceki dönemde meydana gelen zararların tamamını ya da kayda değer bir kısmını telafi etmeleri zaten beklenemez. Onun için, bu uygulamalar ancak birlikte, bir bütün olarak uygulandıklarında fark edilir bir etki gösterme şan‐
sına sahip olabilirler. Aslında zaten bu uygulamaların amacı da belki meydana ge‐
len zararların tamamen karşılanması değil (çünkü bu çoğunlukla mümkün değildir), devletin bu zararları telafi etme konusundaki niyetinin olduğunu göstermektir. İkincisi, geçiş dönemi adaleti uygulamaları ancak bir bütün olarak uygulandıkların‐
da amacına uygun algılanabilirler. Yani, insanlar bu uygulamaları bir bütün olarak görürlerse devletin bunlarla ne yapmak istediğini algılayabilirler. Aksi durumda bu uygulamanın hedefinde ne olduğunu algılayamazlar. Üçüncüsü, geçiş dönemi adaletinin iki ara, iki de nihai hedefi vardır. Ara hedefleri mağdurların tanınmasını sağlamak ve vatandaş güvenini tesis etmek, nihai hedef‐
leri de uzlaşma ve demokratikleşmeye katkı sağlamaktır (de Greiff, 2010; Kurban ve Yeğen, 2012). Geçiş dönemi adaleti uygulamaları birlikte uygulandığında bu hedeflere ulaşma yönünde bir etki meydana getirebilir. Mesela tazminatlar, haki‐
kat komisyonları aracılığıyla mağduriyetlerin tanınması ile birlikte uygulandığında vatandaş güvenini tesis etme yönünde etki gösterir. Aksi durumda ise devletin insanları para ile satın almaya çalışması olarak algılanabilir (de Greiff, 2010; Moon, 2012; Kurban ve Yeğen, 2012). Öte yandan, hakikat komisyonları da, tazminatlarla birlikte uygulandığında vatandaş güvenini tesis etme yönünde bir etki gösterir. Çünkü ödenen tazminatlar devletin zararları telafi etme yönünde samimiyetinin bir göstergesi olarak algılanır. Aksi durumda ise hakikat komisyonlarının raporları‐
nın “kuru laf” mesabesinde kalmaları muhtemeldir (de Greiff, 2010). Kanaatimiz‐
ce, 5233 sayılı kanunun deklare edilen amaçlarına ulaşamamasının nedenlerinin önemli bir tanesi kanunun diğer uygulamalarla desteklenmemiş olmasıdır. Mesela, köy boşaltmalarla ilgili bir hakikat komisyonu kurulmamıştır. Köy boşaltmalar in‐
san hakkı ihlalleridir, ama bu ihlalleri gerçekleştirenlerle ilgili herhangi bir şekilde yargılama yapılmamıştır. 144 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Kaynaklar Abru‐El‐Fadl, R. (2012), Beyond conventional transitional justice: Egypt’s 2011 revolution and the absence of political will, The International Journal of Transi‐
tional Justice, 6: 318‐330. Adhikari, P., W. L. Hansen ve K. L. Powers (2012), The demand for reparations: grievance, risk, and the pursuit of justice in civil war settlement, Journal of Conflict Resolution, 56(2): 183‐205. Arthur, P. (2009), How “transitions” reshaped human rights: A conceptual history of transitional justice, Human Rights Quarterly, 31(2): 321‐367. Baharçiçek, A. ve G. Tuncel (2011), Terörle mücadelenin zorlukları ve bu zorlukları
aşmada farklı bir yaklaşım: Demokratik mücadele yöntemi, Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Dergisi, 2(2): 1‐15. Bal, İ. (2007), PKK terör örgütü: Tarihsel süreç ve 28 Mart Diyarbakır olayları ana‐
lizi, USAK, 2(8): 75‐89. Blakeley, G. (2013), Evaluating Spain's reparation law, Democratization, 20(2): 240‐259. Call, C. T. (2003), Democratization, war and state‐building: Constructing the rule of law in El Salvador, Journal of Latina American Studies, 35: 827‐862. Cornell, E. S. (2001), The land of many crossroads: The Kurdish question in Turkish politics, Orbis, 45(1): 31‐46. Criss, N. B. (1995), The nature of PKK terrorism in Turkey, Studies in Conflict and Terrorism, 18: 17‐37. Crocker, D. A. (1999), Reckoning with past wrongs: A normative framework, Ethics & International Affairs, 13(1): 43‐64. David, R. ve S. Y. P. Choi (2005), Victims on transitional justice: Lessons from the reparation of human rights abuses in the Czech Republic, Human Rights Quarterly, 27(2): 392‐435. ‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐ (2009), Getting even or getting equal? Retributive desires and transi‐
tional justice, Political Psychology, 30(2): 161‐192. de Greiff, P. (2010), A normative conception of Transitional Justice, Politorbis, 50: 17‐29. Doruk, Y. (2010), Türkiye’de yerinden edilmişlik olgusu, Türkiye’de Zorunlu Göç: Hükümet Politikaları, İstanbul: TESEV. AĞUSTOS 2014 145
Duggan, C. (2012), “Show me your impact”: Evaluating transitional justice in con‐
tested spaces, Evaluation and Program Planning, 35: 199‐205. Ergil, D. (2000), Suicide terrorism in Turkey, Civil Wars, 3(1): 37‐54. ‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐‐ (2009), Kürt Raporu: Güvenlik Politikalarından Kimlik Siyasetine, Timas Yayınları. “Sessiz Devrim: Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Envanteri, 2002‐
2012”, (2013), Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, http://www.kdgm.gov.tr/snetix/solutions/kdgm/resources/uploads/sessiz_devri
m.pdf, (erişim: 14.04.2014). “Köye Dönüş
ve Rehabilitasyon Projesi http://www.illeridaresi.gov.tr/Iller/Illericerik.aspx?icerik=174, 14.04.2014). (KRDP)”, (erişim: Kurban, D. (2008), Batman ili alan araştırması değerlendirmesi: Tazminat Yasası’nın uygulaması, “Zorunlu Göç” ile Yüzleşmek: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası, İstanbul: TESEV. Kurban, D., A. B. Çelik ve D. Yükseler (2006), Overcoming A Legacy of Mistrust: Towards Reconciliation between the State and the Displaced, Geneva: Norwegian Refugee Council Internal Displacement Monitoring Centre. Kurban, D. ve M. Yeğen (2012), Adaletin Kıyısında: ‘Zorunlu’ Göç Sonrasında Devlet ve Kürtler, Istanbul: TESEV. Moon, C. (2012), ‘Who’ll pay reparations on my soul?’ Compensation, social con‐
trol and social suffering, Social & Legal Studies, 21(2): 187‐199. Mooney, E. (2005), The concept of internal displacement and the case for inter‐
nally displaced persons as a category of concern, Refugee Survey Quarterly, 24(3): 9‐26. Morgado, A. (2006), Turkish Culture and its Influence on the Counter‐Insurgency Campaign Against the Kurdistan Worker’s Party (PKK), School of Advanced Military Studies United States Army Command and General Staff College, Fort Leaven‐
worth: Kansas Özcan, Ö. (2010), Van ili ve Köye Dönüş Ve Rehabilitasyon Projesi, Türkiye’de Zo‐
runlu Göç: Hükümet Politikaları, İstanbul: TESEV. Özeren, S., M. A. Sözer ve O. Başıbüyük (2012), Bireylerin terör örgütüne katıl‐
masına etki eden faktörler üzerine bir alan çalışması: PKK/KCK örneği, Uluslararası
Güvenlik ve Terörizm Dergisi, 3(2): 57‐83. Posner, E. A. ve A. Vermeule (2004), Transitional justice as ordinary justice, Har‐
ward Law Review, 117(3): 761‐825. 146 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Raudenbush, S. ve A. Bryk (2002), Hierarchical Linear Models for Social and Behav‐
ioral Research: Applications and Data Analysis Methods, Thousand Oaks, CA: Sage. Sampson, R. J. ve W. B. Groves (1989), Community structure and crime: Testing social‐disorganization theory, The American Journal of Sociology, 94(4): 774‐802. Sampson, R. J., S. W. Raudenbush ve F. Earls (1997), Neighborhoods and violent crime: A mutlilevel study of collective efficacy, Science, 277(5328): 918‐924. Sanchez‐Cuenca, I. ve L. de la Calle (2009), Domestic terrorism: The hidden side of political violence, Annual Review of Political Science, 12: 31‐49. Shaw, C. R. ve H. D. McKay (1942), Juvenile Delinquency and Urban Areas, Chica‐
go, IL: University of Chicago Press. Teitel, R. G. (2003), Transitional justice genelolgoy, Harward Human Rights Jour‐
nal, 16: 69‐94. Terör ve Terörizmle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı, (2004), http://www2.tbmm.gov.tr/d22/1/1‐0793.pdf, (Erişim: 14.04.2014). Tse‐Tung, M. (1937), On Guerrilla Warfare, translated by Samuel Griffin, 2d ed., Urbana: Univ. Illinois Press. Türkiye Göç Ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması (TGYONA) (2006), Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara Uslu, E. (2007), Turkey’s Kurdish problem: Steps towards solution, Studies in Con‐
flict and Terrorism, 30: 157‐72. Ünal, M. C. (2012), The Kurdistan Worker’s Party (PKK) and popular support: Counterterrorism towards an insurgency nature, Small Wars & Insurgencies, 23(3): 432‐455. Van Bruinessen, M. (2002), Kurds, states, and tribes, Tribes and Power: National‐
ism and Ethnicity in the Middle East, Faleh A. Jabar ve Hosham Dawod (eds.), Lon‐
don: Saqi: 165‐183. Vinjamuri, L. ve J. Snyder (2004), Advocacy and scholarship in the study of interna‐
tional war crime tribunals and transitional justice, Annual Review of Political Sci‐
ence, 7: 345‐362. Yükseler, D. (2008), Diyarbakır’da yerinden edilme sorunu: geri dönüş, kentsel sorunlar ve Tazminat Yasası’nın uygulamaları, “Zorunlu Göç” ile Yüzleşmek: Türki‐
ye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası, İstanbul: TESEV.
AĞUSTOS 2014 147
Ek 1. Anket Sorular 1.5233 sayılı kanundan haberiniz var mı? a) evet b) hayır 2.Bu kanunla herhangi bir ilişkiniz var mı? Kanundan faydalanmak için herhangi bir müra‐
caatta bulundunuz mu? Müracaat etmişseniz tazminat aldınız mı? a) müracaat etmedim aldım b) müracaat ettim, ama reddedildi c) müracaat ettim, tazminat 3.5233 sayılı Kanun neden çıkartıldı? Biliyor musunuz?…………….………………………………………… 4.Köyünüz boşaltıldı mı? a) evet b) hayır 5.Evet, ise, kim, neden boşalttı? …………………………….………………………….………………………………. 6.Köyünüz boşaltılınca nereye göç ettiniz?…………………………….………………………….………………… 7.Göç ettiğiniz yerde vatandaşlar tarafından toplumsal baskıya maruz kaldınız mı? Na‐
sıl?………………….………………………….……………………………………………………………………………………….. 8.Göç ettiğiniz yerde devlet size karşı negatif bir ayrımcılık yaptı mı? Na‐
sıl?………………………………………………………………………………………………………………………………………. 9.5233 sayılı kanun kapsamında ödenen tazminatlar zararlarınızı karşıladı mı? a) evet b) hayır 10.Cevabınız hayır ise, neden?………………….………………………….…………………………………………….. 11.5233 sayılı kanun kapsamında ödenen tazminat ile ne yaptı‐
nız?………………………………………………………………………………………………………………........................ 12.5233 sayılı kanun kapsamında ödenen tazminat bu güne kadar yaşanan acı ve problem‐
lerinizi çözdü mü? a) evet b)hayır 13.Nasıl?…………………………….………………………….…………………………………………………………………… 14.5233 sayılı Kanunu adil ve hakkaniyete uygun buluyor musunuz? a) çok adil b) adil c) adil değil d) hiç adil değil 15.Cevabınız adil değil ya da hiç adil değil ise, neden? …………….…………………………………………. 16.5233 sayılı Kanun olması gerektiği gibi uygulandı mı?……………………………………………………. 17.Sizce, 5233 sayılı Kanun adaletin tesisine faydalı oldu mu? (genel anlamda) a) çok faydalı oldu b) biraz faydalı oldu c) faydalı olmadı d)hiç faydalı olmadı 18.Sizce, TC devleti adil midir? (genel anlamda) 148 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ a) çok adildir b) adildir c) adil değildir d) hiç adil değildir 19.TC devletini seviyor musunuz? a) çok seviyorum b) seviyorum c) sevmiyorum d) hiç sevmiyorum Demografikler Yaş? ……………… Eğitim durumu? ………………. Hanenizde kaç kişi yaşıyor? …………….. 5233 Sayılı Kanunun Uygulanışı ile “T.C. devleti adil midir? (genel anlamda)” ve “T.C. devletini seviyor musunuz?” Sorularına Verilen Cevaplar Arasındaki İkili İlişkiler Müracaat etti,
reddedildi 1.52
Müracaat
etmedi 1.09
Müracaat etti, tazminat aldı 2.37 Adil değildir
82.23
81.52
90.73 Adildir 15.74
16.30
6.71 Çok adildir 0.51
1.09
0.45 Ki kare (6) 23.34
p
0.00 Müracaat etti,
reddedildi 16.33
Müracaat
etmedi 13.04
Müracaat etti, tazminat aldı 26.09 Sevmiyorum
75.51
81.52
71.34 Seviyorum 7.65
4.89
2.57 Çok seviyorum
0.51
0.54
0.00 ki kare (6) 27.28
p
0.00 Hiç adil değildir
Hiç sevmiyorum
Not: Hücre değerleri yüzdeler. Lineer Regresyon Analizi
TC devleti adildir (faktör)
b
s. e.
z
p>z Köyümüzü devlet boşalttı TC devletini seviyorum 5233 sayılı kanuna
R2 ‐0.38
0.55
0.13
0.15
0.19
0.05
0.30
‐2.54 2.90 2.63 0.02 0.01 0.02 a
5233 sayılı kanun kapsamında müracaat etti, ama tazminat alamadı = ‐1, hiç müracaat etmedi = 0, müracaat etti ve tazminat aldı = 1 b Referans kategorisi = hiç göç etmedi AĞUSTOS 2014 149
150 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Karl Marx and Ralf Dahrendorf: A Comparative Perspective on Class Formation and Conflict İdris GÜÇLÜ Dr., Elmadağ Polis Meslek Yüksek Okulu [email protected] Karl Marx ve Ralf Dahrendorf: Sınıf Oluşumu ve Çatışma Üzerine Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısı Özet Bu çalışma, klasik sosyal kuramcı Karl Marx ve çağdaş sosyal kuramcı Ralf Dahrendorf tarafın‐
dan tanımlanan sınıf oluşumu ve çatışmayı ele almaktadır. Bu çalışmada, bu iki sosyal teorisye‐
nin sınıf oluşumu ve çatışma kuramlarındaki benzerlikler ve farklılıklar incelenmektedir. Bilindiği üzere, her iki kuramcı da aynı sosyolojik gelenek olan “çatışma’ kuramının öncülerinde‐
dir. Marx'ın tartışmasız olarak, çatışma teorisinin kurucusu olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Ayrıca, hiç şüphe yoktur ki, Marx’in çalışmaları‐
nın hemen hemen her alanda, çatışma kuramcısı olan Dahrendof’u etkilediği ve çalışmalarının köşe taşı olduğu aşikardır. Bu bağlamda, bu çalışmada aynı zamanda, Karl Marx'ın, Ralf Dahrendorf’un sınıf oluşumu ve çatışma teorisi üzerindeki etkisi tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Sınıf Oluşumu, Çatışma, Marx, Dahrendorf. Karl Marx and Ralf Dahrendorf: A Comparative Perspective on Class Formation and Conflict Abstract This study addresses the concepts of class forma‐
tion and conflict as defined by the classical social theorist, Karl Marx and the contemporary social theorist, Ralf Dahrendorf. Both social theorists are pioneering members of the same sociological tradition called the “conflict” perspective. It is rather appropriate to indicate that Marx is the founding father of Conflict Theory and that his work had a strong influence on that of Dahren‐
dorf in almost every respect, providing Dahren‐
dorf with the stepping‐stones from which to build new theoretical ideas. Within this context, this study first outlines the concepts of both social theorists. Then it deals with what the two perspectives share in common and compares the differences between them. Finally, it discusses how Marx’s theories influenced Dahrendorf. Keywords: Class Formation, Conflict, Marx, Dahrendorf. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 151‐ 167 151
1. Introduction Both Marx and Dahrendorf show how social phenomenon is complicated, multi‐
dimensional and open to many different interpretations. This essay will address the positions these two theorists have on class formation and conflict. Then, it will address what the two perspectives on class formation and conflict share and how they differ. This study is based on thoughts on the importance of having different views. The link between class formation and conflict has long been one of the most focu‐
sed on themes in social research (Dahrendorf, 1958: 170). In this respect, Marx and Dahrendorf stand out. European sociologist Ralf Dahrendorf applied Karl Marx’s viewpoints to his studies perhaps more than any other contemporary soci‐
ologists in terms of analyzing society (Barteck and Mullin, 1995: 68). Marx’s work was influential on Dahrendorf. Marx lived and died before Dahren‐
dorf was born; therefore, any comparison of ideas can only be addressed from this stand point. However, Dahrendorf had the luxury to straddle the shoulders of two giants, Marx and Weber. The drastic contrast between Marx’s radical opti‐
mism and Weber’s pessimistic conservatism greatly influenced the contemporary sociologist, Dahrendorf who, to some extent, makes a synthesis of their studies. He especially tries to combine and synthesize Marx’s idea about class and conflict (Weingart, 1969: 151). Dahrendorf also has a great influence on contemporary conflict sociologists. He wishes to talks about conflict groups rather than class struggle, management and workers rather than capital and labor, and dominant groups rather than a ruling class. 2. Conceptual Framework of Conflict and Class There are two key terms in this study: conflict and class. Before getting into a spe‐
cific discussion of the issue, we need to define these two terms since they are the basis of the study. Conflict as an element of society has existed from the moment there were two or more humans to interact with each other. Most sociologists from th econflict tradition considered conflict as an unavoidable part for human association (Dahrendorf, 1959a; Coser, 1956; Sprey, 1969). In sociology, conflict can be viewed from many theoretical perspectives. Conflict can be the catalyst for revolution or the basis for a meeting of the minds. Among the many definitions of conflict (all with negative connotations), Webster’s dictionary defines it as a batt‐
le, a fight or a war. Collin’s Sociological Dictionary defines conflict as any overt act of aggression between individuals or nations. For Karl Marx, conflict resulting from a fight over resources inevitably leads to revolution. For Dahrendorf, conflict is “the inequality of power and authority which inevitably accompanies social organizations” (Dahrendorf, 1959a: 64). In addition, Dahrendorf considered ‘conf‐
lict’ as a ‘conflict of interest’ or of ‘one's interests’ (Straus, 1979: 76). 152 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ The next term is class. According to Merriam‐Webster’s dictionary, class is defined as “a very general term for a group including all individuals with a common cha‐
racteristic”; the term class appears in Marx’s works often, although he never sys‐
tematically identified its exact meaning. Marx usually implied the meaning of class as a group of people who have in common specific relations to the means of production (Ashley and Orenstein, 1998). However, this is incomplete because Marx saw class as also having the potential for conflict. The concept of class stems from Marx’s theory of exploitation, that is, “the struc‐
tural inequalities in society produce classes” (Aspers, 2010: 155). Marx and Engels defined the term of class as “a collective position vis‐à‐vis the means of produc‐
tion and the production process” (Harris and Robinson, 2000: 7). Weber explains class as a group of people sharing similar interests in terms of economic status regarding income and under the representation of the commodity or labor mar‐
kets. Weber believed that the classification of people is is best described by their consumption patterns rather than to their place in the market or the production process. He also focuses on the separation between class and status groups. Marx considered a group a class when a mass of people united and organized for their common interests against their oppressors. Class does not refer to a mass of people sharing a common position without also having a common class‐
consciousness and a common struggle. For instance, the class of the bourgeoisie (the class that owned the means of production under capitalism) gained class‐
consciousness during the struggle within the feudalist system. In the same way, the proletariat (whose goals and ambitions were in direct opposition to those without the means of production) gained their class‐consciousness through the local capitalists exploiting them during the development of industrial society. On the other hand, for Dahrendorf, class is a real phenomenon with effective for‐
ces in social conflict. He argued that “class[es], understood as conflict groups arising out of the authority structure of imperatively coordinated associations, are in conflict” (Dahrendorf, 1959a: 207). Today, it is a fact that new classes are emerging and old ones are disappearing all over the world (Girdner, 2006: 227). It is where there are existing contradictions that there is fertile soil for the forma‐
tion of new classes. 3. Marx and Dahrendorf’s Perspectives on Class Formation and Conflict For Marx, human history is defined by class struggle. His main perception was that “the history of all hitherto existing society is the history of class struggles” (Dah‐
rendorf, 1959a: 198). Marx and Engels (1848: 8) further explains that the histories of all societies are based on class struggles between those who are exploited and those who are exploiting them. Wright (2002: 5) also indicates that Marx concep‐
AĞUSTOS 2014 153
tually defined class as growing out of the structure of a society and having a ten‐
dency to develop “organized forms of struggle…”. It is the conflict between the dominating class and those they dominate, superiors and subordinates, oppres‐
sors and oppressed, bourgeoisie and proletariat, etc. For instance, in modern so‐
ciety, Marx considered three types of classes: Capitalists, workers, and petite bo‐
urgeoisie (Robinson and Kelley, 1979: 39). Marx believed that at his time or sometime in the near future, the proletariat could free itself from the bourgeoisie. The proletariat will overthrow the bourgeo‐
isie and gain political control sooner or later (Marx, 1850: 3). Actually, Marx and Engels highlighted the importance of the existence of a proletariat class in terms of class formation. They pointed out in the Communist Manifesto that only the proletariat, as a revolutionary class, can remain standing against the bourgeoisie in the concept of modern Industry; other classes are going to fail (Marx and En‐
gels, 1848: 23). Thus, the proletariat and the bourgeoisie are the main pillars in the formation of the classes (see Table 1). The struggle of those classes forms the concept of class phenomenon. In other words, the ruler (oppressor) and the ruled (oppressed) have been in a constant struggle with each other over the surplus value and this struggle can result either in a revolutionary reconstitution of society or in the common ruin of both sides. In this respect, according to Marx, throughout history there has always been one side in the position of owning land or factories, setting them apart from those who had no means of production. From this point, in his well‐known work, the German Ideology, Marx and Engels (1845) dissects the historical phases of society to show that history is simply the succession of exploitive generations. History is nothing but the succession of the separate generations, each of which exploits the materials, the capital funds, the productive forces handed down to it by all preceding generations, and thus on the one hand, continues the traditional activity in completely changed circumstances and, on the other, modi‐
fied the old circumstances with a completely changed activity (Marx and Engels, 1845: 57). Marx believed that there are two classes: the rulers, those controlling the means of production, and the ruled working with the means of production; every society needs both. The struggle between them causes the termination of the existing societal order so it can be replaced by a new one. Marx’s concept of class forma‐
tion and class conflict can be seen in Table 1. 154 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Table 1. Marx’s Class Formation and Conflict model Regarding creation of conflict, Marx took an economic approach. For example, exploitation is the main source capitalists use for increasing profits and profits are essential for investment and capital accumulation. For example, oil and gas were important factors in class formation and conflict in Gulf‐region according to Marx’s concept of commodity fetishism (Hanieh, 2010: 38). Exploitation is the central issue for Marx when explaining the particular characteristic of conflict between workers and capitalists. Exploitation constitutes a social relation in terms of workers and rulers. In this sense, the disadvantaged group, the worker, chal‐
lenges the interests of the exploiters, the owners (Tucker, 1978: 480). Conflict and capital are keys Marx used to explain both the class structure in a capitalist society and the development of that society. These factors lead to the expansion of ho‐
mogenization and polarization within society bewtween the working class and the ruling class. Dahrendorf claimed that the formation of class refers to the organization of common interests. Like political groups, class is also groups of people united by common interests. In his book, Dahrendorf describes the situation as follows: “parallel with political organization of classes there grows up a theoretical class‐
consciousness, an awareness on the individual’s part of the interest of his class generally” (Dahrendorf, 1959a: 17). According to Marx, this “class‐consciousness” is very important for class formation. All proletariats need to get class conscious AĞUSTOS 2014 155
(Foster, 2010: 245) and the failure of the British working class was a good example of a lack of class conscious. Marx argues that the working class would ultimately gain class‐consciousness under capitalism owing to the heavy oppression that comes with it. Capitalism is the main factor in the formation of class and that’s why Marx believed that capitalism brought about class struggle and, in turn, and that struggle will bring about the end of capitalism. The proletariats, who realize that they are in a struggle against the ruling class, will become a class for themselves. On the other hand, when the members of the proletariat realize the conflict relationship they have with the ruling class—
whether or not anyone sees the ruling class as a class—the proletariat will beco‐
me part of what Marx called a class in itself. Contemporary Marxists have consi‐
dered the creation of a ‘class in itself’ as class formation (Wright, 2002: 11). Dah‐
rendorf quotes this situation from Marx as follows: As long as the proletariat has not sufficiently developed to organize itself as a class, as long as, therefore, the struggle of the proletariat with the bourgeoisie as yet has no political character, these theoreticians are merely utopians who invent systems in order to satisfy the needs of the oppressed classes (qtd. in Dahrendorf, 1959a: 17) Thus, class consciousness is not only important for class formations, but also ulti‐
mately important for proletariat revolutions. Additionally, the struggle of classes will continue strengthening class consciousness. The ruled class becomes increa‐
singly displeased since they are exploited by the upper class, which leads to a struggle. History shows that society is dialectical and not static will eventually bring about a revolution that will cause the collapse of society, and capitalism is no different. According to Marx and Engels (1845: 54), “every class which is struggling for mas‐
tery, even when its domination, as is the case with the proletariat, postulates the abolition of the old form of society in its entirety and of domination itself, must first conquer for itself political power in order to represent its interest in turn as the general interest, which in the first moment it is forced to do”. Class interest cannot stem from individual interest. Marx and Engels (1845: 48) further explai‐
ned it in the German Ideology such that “the separate individuals form a class only in so far as they have to carry on a common battle against another class; otherwi‐
se, they are on hostile terms with each other as competitors”. The domination of one class over another brings it victory. The omnipresence of class domination is also the result of class consciousness. Marx outlined the types of society, and, in turn, the types of class systems. He identified four successive modes of production that underwent dramatic changes in the history of mankind after the initial stage of primitive communism; Asiatic 156 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ society, ancient society, feudal society, capitalist society, and communism through socialism. Asiatic societies are the earliest kind of class society and have powerful, despotic leaders. Under despotism, men are arbitrarily coerced by the ruling des‐
pot. The next stage is ancient society where land becomes private property, and a slave population comes into existence to create wealth for a few. In this society there is also a large gap between the rich and the poor. In the feudal age, a class of serfs works the land for a small aristocracy. Under feudalism, the serf is given some land, but either the entirety or a portion of the proceeds are taken by coer‐
cion by the land owner. According to Marx and Engels (1845: 190), feudalism is “a political form of the medieval relations of production and intercourse”. Marx indi‐
cated that class conflict also gave rise to the bourgeoisie and finally to capitalism at the time of feudal relations (Lachmann, 2002: 83). In the capitalist stage, there are two distinct classes: Those who own property (bourgeoisie), and those who work for the property owners (proletariat). While bourgeoisies own the means of production, proletariats have nothing except their labor power. The working class is in a numerical majority. Marx predicted the next stage would be the socialism stage, a transition stage to the perfect stage of communism. For Marx, socialism is the first phase of commu‐
nism and communism is a result of a long revolutionary process (Marx, 1875; Marx, 1989) and spoken of in The Critique of the Gotha Programme. Marx (1875) divided communist society into two stages: first phase or early phase, called ‘soci‐
alism’; and a higher phase called ‘the classless society’. In this first stage, income will be allocated based on work done rather than based on need. Marx explained that situation as “from each according to his ability, to each according to his ne‐
eds” (Marx, 1875; Marx 1989). In the higher stage of communist society, the owner of the means of production will be changed and property will belong to the whole of society (Marx, 1875; Marx, 1989). This will happen through the constant struggle of a long revolutionary process and, therefore, class formation is based on the existence of antagonistic classes. To make a concrete example regarding class struggle, Marx (1852) tried to apply his theory of historical determinism to the coup d’etat of Louis Bonaparte in The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte. For Marx, the coup was an example of class struggle and he argued that class struggle would finally culminate in a com‐
munistic revolution resulting in the abolishment of private ownership of the me‐
ans of production and of class distinctions. For Marx, “each of these stages came into existence through conflicts and anta‐
gonisms that had developed in the previous order” (Coser, 1977: 57). With each stage, Marx shows how two classes emerged as a direct result of conflict over perceived limited resources: the bourgeois, the owners the means of production, and the proletariat, who owned only their labor. AĞUSTOS 2014 157
Basing his concepts on history, Marx takes a material view of conflict and explains it in terms of materialism as follows: In the social production of their existence, men inevitably enter into definite rela‐
tions, which are independent of their will, namely relations of production approp‐
riate to a given stage in the development of their material forces of production. The totality of these relations of production constitutes the economic structure of society, the real foundation, on which arises a legal and political superstructure and to which correspond definite forms of social consciousness. The mode of pro‐
duction of material life conditions the general process of social, political and intel‐
lectual life. It is not the consciousness of men that determines their existence, but their social existence that determines their consciousness. At a certain stage of development, the material productive forces of society come into conflict with the existing relations of production or – this merely expresses the same thing in legal terms – with the property relations within the framework of which they have ope‐
rated hitherto. From forms of development of the productive forces these relati‐
ons turn into their fetters. Then begins an era of social revolution. The changes in the economic foundation lead sooner or later to the transformation of the whole immense superstructure (Marx, 1859: 11). Marx’s “dialectical materialism” explains his view of how societies progressed throughout history. This theory is based on Hegel's argument that history occurs through a dialectic. Hegel claimed that the dialectic is the driving force in the his‐
tory of ideas, the debate between an assertion and its opposite. Marx accepted this notion of the dialectic, but rejected Hegel's idealism since he thought that the real dialectic was not the battle between ideas, but the struggle between econo‐
mic classes (Marx and Engels, 1848: 49). For example, regarding economic impor‐
tance, Marx (1894) focused on the economic character of the future communist society in Das Capital. He argued that freedom in the economic sphere could co‐
ver; “…in socialized man, the associated producers, rationally regulating their in‐
terchange with Nature, bringing it under their common control, instead of being ruled by it as by the blind forces of Nature” (Marx, 1894). Marx pulled out two important elements from two philosophers – Hegel’s dialec‐
tic and Feuerbach’s materialism. He blended them into his own theoretical struc‐
ture, dialectical materialism. In contrast to Hegel, Marx believed that rather than ideas, history is driven by material circumstances and economic relations. In brief, Marx strongly believed in dialectical materialism that everything is material and change takes place through the struggle between classes. Therefore, his materia‐
listic view constitutes the engine of class formation and conflict. Marx takes a material view of conflict and explains it in terms of materialism. In the German Ideology, Marx describes the role of power and decisions. Here the people are faced with the internal conflict of selfish desires versus the good of the 158 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ collective. According to Marx and Engels (1845: 53) “… [T]he division of labor imp‐
lies a contradiction between the interest of the separate individual or the indivi‐
dual family and the communal interest of all the individuals who have intercourse with one another”. Therefore, with the ability to create our own history and cons‐
ciousness comes the power of conflict, carrying with it the ability to alienate the individual and society. Marx makes some very progressive observations regarding the division of labor and the unequal distribution of goods. Based on those, the ruling class makes the rules that govern society. He explained: The ideas of the ruling class are in every epoch the ruling ideas, i.e. the class which is the ruling material force of society, is at the same time the ruling intellectual force. The class which has the means of material production at its disposal, has control at the same time over the means of mental production, so that thereby, generally speaking, the ideas of those who lack the means of mental production are subject to it (Marx and Engels, 1845: 64). Therefore, with the unequal ability to manipulate the rules of society Marx notes that conflict is inevitable and increase in intensity over time. Marx's analysis of history is based on his distinction between productive forces and the social relations of production. The productive forces subdivide into three subsets: labor power – which refers to the mental and physical capabilities of the human being; the means of production – machines, water power, and tools; and raw materials of production such as iron and coal. The social relations of produc‐
tion are the relationships among individuals regarding the possession of property. Therefore, the mode of production is made up of the social relations of produc‐
tion and productive forces. For Marx, the mode of production changes within any given society. For example, European societies progressed from a feudal mode of production to a capitalist mode of production (Marx and Engels, 1848: 15). In ot‐
her words, human beings create their own social organization according to modes of production. The mode of production changes since it does not meet the needs of the present social organization. Therefore, a new class and so a new form of society emerges. The mode of production is essential for class formation. Accor‐
ding to Marx, class antagonisms specific to each particular mode of production brought about the emergence of classes whose interests could no longer be asser‐
ted within the framework of the old order. Dahrendorf used a holistic approach. He focused on social facts and larger social structures. Accordingly, society is composed of several positions that have diffe‐
rent amounts of authority. Actually, even though Weber didn’t make a clear diffe‐
rentiation between authority and any form of control or domination, Dahrendorf took the definition of authority from him. Weber highlighted the factors of autho‐
AĞUSTOS 2014 159
rity as “types” of authority as being rational, traditional, and charismatic (Hazel‐
rigg, 1972: 482). Weber refers to authority as legitimate power that is used with the consent of those ruled by it and that conflict is created by distribution of aut‐
hority and power. The simple rule is that people who have power want to keep it and those who don’t have it want to seek it. Dahrendorf claims that “the important difference between power and authority consists in the fact that whereas power is essentially tied to the personality of individuals, authority is always associated with social positions or roles” (Dahren‐
dorf, 1959a: 166). Authority doesn’t attach to individuals, but to position; this is the key element in Dahrendorf’s analysis. Dahrendorf’s concepts regarding class formation and class conflict is to some extent different from Marx’s. Table 2 shows this distinction. Table 2. Class Formation and Conflict model of Dahrendorf Regarding authority, Dahrendorf further explains that “where there are authority relations, the superordinate element is socially expected to control by orders and commands, warnings and prohibitions, the behavior of the subordinate element” (Dahrendorf, 1959a: 166). People in a position of authority are expected to cont‐
rol subordination. Dahrendorf was concerned with the positions, not the psycho‐
logical or behavioral characteristics of the people in those positions because expectations reside in positions. He underlined the importance of this idea as 160 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ “such expectations attach to relatively permanent social positions rather than to the character of individuals; they are in this sense legitimate” (Dahrendorf, 1959a: 167). According to Dahrendorf, “authority is a legitimate relation of domination and subjection. In this sense, authority can be described as legitimate power” (Dah‐
rendorf, 1959a: 166). Sanctions can be put into effect against people who do not obey and/or fail to comply with authority commands, resulting in fines and pu‐
nishments (Dahrendorf, 1959a: 167). In addition, authority is not stable since the superordinate position in one setting can be or can become a subordinate posi‐
tion in another setting. From this point, Dahrendorf’s argues that society compri‐
ses of various units that are called imperatively coordinated associations. Dahrendorf introduced the concept of imperatively coordinated associations as follows: “as a structural determinant of conflict groups, the category of authority as exercised in imperatively coordinated associations” (Dahrendorf, 1959a: 172). Social conflict’s key concept is conflict between dominating and subject groups in imperatively coordinated associations. Dahrendorf defines the social organization as associations that produce conflicts of interest and that lead to conflict groups. Authority within any given association is dichotomous; that is, within any associa‐
tion, there are only two conflict groups that can be formed. “The distribution of authority in associations is the ultimate ‘cause’ of the formation of conflict gro‐
ups, and, being dichotomous, it is, in any given association, the cause of the for‐
mation of two, and only two, conflict groups” (Dahrendorf, 1959a: 173). The situa‐
tion for each group is defined by their common interests. Dahrendorf talks about wars and conflicts between political parties as two diffe‐
rent kinds of struggle. The endogenous conflict subdivides into two subsets. First, conflict emerges from within countries and historical conditions. For example, “slaves versus freemen in Rome, Negroes versus whites in the United States, Pro‐
testants versus Catholics in the Netherlands, Flemings versus Walloons in Belgium, … All these are opposing groups in well‐known conflicts” (Dahrendorf, 1958: 171). Second, many conflicts can be perceived as expressions of a society’s general structural features or as existing in the same stage of development (Dahrendorf, 1958: 172). Examples include Conservatives versus Laborites in England or unions versus employers' associations in the USA. As noticed above, the opposing forces caused conflict. However, they cannot be categorized under a unique and single type of social conflict; they vary. There is no doubt that the importance of the conflict between workers and employers cannot be disregarded. The issue of so‐
cial conflict is as complex as the issue of social integration. AĞUSTOS 2014 161
4. Marx and Dahrendorf on Class Formation and Conflict: Cent‐
ral Differences For Marx, class formation is based on the ownership of private property and that of production. In contrast, Dahrendorf (1959a: 166) stated that “authority relati‐
ons are always relations of super‐and subordination”. In other words, class formu‐
lation is based on authority. In Power Division as the Basis of Class Conflict, Dah‐
rendorf (1959b) defines authority as a characteristic of social organizations and a common element of social structures. As mentioned before, Marx saw class stratification coming from the ownership of private property and the means of production and possession/non‐possession of private property is the central point in class formation. While the ruling class en‐
joys the ownership of private property, the ruled class has no means of produc‐
tion of their own; they are dependent on the ruling class (see Table 1). For Dah‐
rendorf, authority is the key point in class formation (see Table 2). Authority does not necessarily arise from wealth but may accompany wealth. In contrast to Marx, Dahrendorf groups all those who exert authority over others together into a new ruling class. He states that it is not important if all members of this new ruling class own the means of production or not. This class includes not only capitalist owners, but also all levels of managers and supervisors. There is another difference between Marx and Dahrendorf regarding the structu‐
re of societies. In contrast to Marx, Dahrendorf believed society has two faces: consensus and conflict, static and change, order and dissension, cohesion and the role of power, integration and conflict, consensus and constraint; all are equally the double aspects of society. Using this point, Dahrendorf claimed that society could not exist without both conflict and consensus; without conflict, there is no previous consensus. While consensus leads to conflict, conflict also leads to con‐
sensus. The relationship of the USA and Japan is a good illustration of Dahren‐
dorf’s approach. The two countries improved their rapport after the Second World War but that deteriorated some during the eighties when Japan’s techno‐
logy competed with that of the US. This is another of how Dahrendorf was heavily influenced by structural functionalism. 5. Marx and Dahrendorf on Class Formation and Conflict: Some Convergences For both Marx and Dahrendorf, conflict centered on only two sides. Marx assu‐
med the dominance of one particular set of people to be the cause of conflict in any given situation and Marxian conflict theory underlines this two‐class model. In Class and Class Conflict in Industrial Society Dahrendorf (1959a: 126) also saw only two sides: 162 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ There are but two contending parties – this is implied in the very concept of conf‐
lict. There may be coalitions, and of course, as there may be conflicts internal to either of the contenders, and there may be groups that are not drawn into a given dispute; but from the point of view of a given clash of interests, there are never more than two positions that struggle for domination. According to Dahrendorf, conflict between the different sets of people existed in all periods of human history. Besides the different definitions of class, Dahrendorf and Marx have similar views on latent interests. Marx defined classes in relation to property ownership. The concept of class is described by ‘relation’. The term relation here is a household word pointing to ownership of the means of production (Wright, 2002: 10). There‐
fore, this relation defines different life situations and opposing latent interests. Indeed, members of opposing classes might interact as though no opposing inte‐
rests existed. Dahrendorf described three broad types of groups: quasi groups, interest groups, and conflict groups. The concepts of manifest and latent interests for those gro‐
ups are fundamental for an explanation of social conflicts. The factors intervening in this process are; social conditions, political conditions, and technical conditions. Recruitment into a quasi group was another important condition for Dahrendorf. The recruitment of people based on chance or random choice has no potential to create conflict groups. For example, in contrast to Marx, the lumpenproletariat would not form a conflict group since people are recruited into it by chance. On the other hand, when recruitment is structurally determined, this group would be an appropriate recruiting base for conflict groups. As the degree of individual so‐
cial mobility increases, then the presence of effective mechanisms for regulating social conflicts, the class structuration, weakens. For Dahrendorf, class mobility in society, both upward and downward, is more likely to lead to conflict (Dahren‐
dorf, 1959a: 178). Both Marx and Dahrendorf agree that conflict brings about change and development: Marx succeeded in tracing conflicts that effect change back to patterns of social structure. For him, social conflicts were not random occurrences which forbid explanations and therefore prediction. Rather, he believed these conflicts to be necessary outgrowths of the structure of any given society and, in particular, of capitalist society (Dahrendorf, 1959a: 125). Dahrendorf cited Marx saying classes were inevitably antagonistic toward each other (Dahrendorf, 1959a: 133). Unlike Marx, he pointed out that class inequality and conflict exist within a class through levels of authority and is a general phe‐
nomenon. Therefore, conflict is inherent throughout society. Dahrendorf explains, “In every conflict, one party attacks and another defends. The defending party AĞUSTOS 2014 163
wants to retain and secure its position, while the attacking party has to fight it in order to improve its own condition (Dahrendorf, 1959a: 126). In other words, while the upper class has a tendency to keep their privilege, the lower class wants to change it for the sake of their interests. 6. Conclusion Without a doubt, Karl Marx and Ralph Dahrendorf gave depth and understanding to class formation and conflict, social phenomenon that often have a strong pre‐
sence in society. For Marx, class formation comes from the ownership of private property and the means of production. Marx took a material view of conflict and explained it in terms of materialism. But, for Dahrendorf, this formulation of clas‐
ses based on possession/non‐possession of means of production is reductionist because classes constructed purely on the basis of ownership are confined to the economic sphere. Dahrendorf argued that classes are social phenomena rather than economic and authority was the source of class stratification. The concept of “non‐antagonistic classes” is meaningless for Dahrendorf. Similar to Marx, class antagonisms specific to each particular mode of production played a part in the emergence of classes. Dahrendorf pointed out that class inequality and conflict always exist since authority is a universal phenomenon. The groups with power pursue their interests, and those without power pursue theirs. There is always an inevitable conflict between these two classes and this conflict is the great creative force of human history. The major class‐dividing line is between power groups, between superordination and subordination. In addition, the key concept of social conflict is conflict between dominant and subject groups in im‐
peratively coordinated associations. Dahrendorf claimed that the formation of class refers to the organization of common interests. For both Marx and Dahrendorf, conflict involves only two sides and has similar views of latent interests. On the other hand, Dahrendorf disagreed with Marx‘s argument that people’s class positions determine their entire social life and behavior. Dahrendorf saw another difference from Marx regarding the structure of societies : consensus and conflict. Finally, in contrast to Marx, Dah‐
rendorf believed the lumpenproletariat would not form a conflict group since people are recruited into this group by random chance. Marx and Dahrendorf agreed on this common dynamic: social structure is shaped by conflict; social inte‐
raction is filled with conflict; and conflict leads to social change and development. The concept of conflict is a key word for many sociological approaches, especially for Marx and Weber; social order and social change are based on ‘conflict’. Class conflict in industrial society is a main dynamic to social change. According to Mar’s prediction, along with increased industrialization in capitalist society, class solida‐
rity and conflict would also increase. However, Dahrendorf argues development 164 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ would be in the opposite direction and current developments have proved Dah‐
rendorf right. With continued technological development, the working class is increasingly diverse and divided. While, mechanization becomes more complex, the need of skilled designers, builders, maintenance, and repair staff has increa‐
sed. This increased along with specialized, working class wages, due to variations in status and skills uniting and dividing, and is undergoing a huge differentiation. In contrast to the formation of class consciousness and empowerment divisions and separations have occurred instead. Dahrendorf benefited from the Marxist theory of class struggle when constructing his own class theory and functionalist can also be seen in his ideas. For Dahren‐
dorf, class centers on having more authority, not ownership of the means of pro‐
duction. However, in every aspect of society Dahrendorf's theory is far from being comprehensive. Because of man's moral, economic, and the like, the psychologi‐
cal dimensions of human beings were ignored; only human just as a social asset arises from the reduction and analysis. As in functionalism, conflict theory socio‐
logists also adopt the macro level approach and many contemporary theorists have accepted Marx's assumptions regarding social conflict. However, Marx's views should be combined with Dahrendorf's ideas and that could provide a bet‐
ter synthesis of both approaches for understanding class formation and conflict. AĞUSTOS 2014 165
References Ashley, D. and Orenstein, D. M. (1998), Sociological Theory: Classical Statements, Boston: Allyn and Bacon. Aspers, P. (2010), “Alfred Marshall and The Concept of Class”, American Journal of Economics and Sociology, 69(1), 151‐165. Barteck, L. and Mullin, K. (1995), Enduring Issues in Sociology: Opposing Viewpo‐
ints, CA: Greenhaven Press. Coser, L. A. (1956), The Functions of Social Conflict, New York: The Free Press. Coser, L. A. (1977), Masters of Sociological Thought, New York: Harcourt Brace Jovanovich. Dahrendorf, R. (1958), “Toward A Theory of Social Conflict”, The Journal of Conf‐
lict Resolution, 2 (2), 170‐183. Dahrendorf, R. (1959a), Class and Class Conflict in Industrial Society, California: Stanford University Press. Dahrendorf, R. (1959b), “Power Division as The Basis of Class Conflict”, Ed. R. Collins, Four Sociological Traditions: Selected Readings, Oxford University Press. Foster, J. (2010), “The aristocracy of Labour and Working‐Class Consciousness Revisited”, Labour History Review, 75(3), 245‐262. Girdner, E. J. (2006), “Neoliberalism and Class Formation on A Global Scale”, Natu‐
re, Society, and Thought, 2(19), 225‐232. Hanieh, A. (2010), “Khaleeji‐Capital: Class‐Formation and Regional Integration in The Middle‐East Gulf”, Historical Materialism, 18, 35‐76. Hazelrigg, L. E. (1972), “Class, Property, and Authority: Dahrendorf's Critique of Marx's Theory of Class”, Social Forces, 50 (4), 473‐487. Lachmann, R. (2002), “Comparisons within A Single Social Formation: A Critical Appreciation of Perry Anderson’s Lineages of The Absolutist State”, Qualitative Sociology, 25(1), 83‐92. Marx, K. and Engels, F. (1845), The German İdeology, New York: International Publishers. Marx, K. and Engels, F. (1848), The Communist Manifesto, New York: Signet Clas‐
sic. Marx, K. (1850), “The Class Struggle in France, 1848 to 1850”, http://www.marxists.org/archive/marx/works, (Erişim: 17.11.2009). 166 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Marx, K. (1852), “The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte”, www.marxists.org/archive/marx/works/1852/18th‐brumaire/ch07.htm, (Erişim: 11.11.2009). Marx, K. (1859), A Contribution to The Critique of Political Economy, New York: International Publishers. Marx, K. (1875), “Critique of the Gotha Programme”, http://www.marxists.org/ archive/marx/works, (Erişim: 16.11.2009). Marx, K. (1989), “Critique of the Gotha Programme by Karl Marx with the Appen‐
dices by Marx, Engels and Lenin”, New York: International Publisher Co., Inc. Marx, K. (1894), “Capital, Volume III.”, http://www.marxists.org/archive/ marx/works, (Erişim: 09.11.2009). Robinson, W.I. and Harris, J. (2000), “Towards A Global Ruling Class? Globalization and The Transnational Capitalist Class”, Science & Society, 64(1), 11‐54. Robinson, R. V. and Kelley, J. (1979), “Class as Conceived by Marx and Dahrendorf: Effects on Income Inequality and Politics in The United States and Great Britain”, American Sociological Review, 44(1), 38‐58. Sprey, J. (1969), “The Family as A System in Conflict”, Journal of Marriage and the Family, 31, 699‐706. Straus, M.A.(1979), “Measuring Intrafamily Conflict and Violence: The Conflict Tactics (CT) Scales”, Journal of Marriage and Family, 41(1), 75‐88. Tucker, R. C. (1978), Marx‐Engels Readers, New York: W.W. Norton &Company Ltd. Weingart, P. (1969), “Beyond Parsons? A Critique of Ralf Dahrendorf's Conflict Theory”, Social Forces, 48(2), 151‐165. Wright, E. O. (2002), “The Shadow of Exploitation in Weber’s Class Analysis”, American Sociological Review, 67, 832‐853. AĞUSTOS 2014 167
168 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI) ve Nakit Katma Değer (CVA) Yöntemi: Borsa İstanbul’da İşlem Gören Çimento Firmaları Üzerine Ampirik Bir Uygulama Ulaş ÜNLÜ Yrd.Doç.Dr, Nevşehir HBV Üniversitesi [email protected] Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI) ve Nakit Katma Değer (CVA) Yöntemi: Borsa İstanbul’da İşlem Gören Çimento Firmaları Üzerine Ampirik Bir Uygulama Özet Günümüzde küreselleşme ve artan rekabet ortamı nedeniyle, hissedar değeri maksimizasyo‐
nu işletmeler için oldukça önemli hale gelmiştir. Bununla birlikte geleneksel muhasebe bazlı performans ölçütleri bu konuda yetersiz kalmış‐
tır. Bu noktadan hareketle, çalışmanın temel amacı, Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI) ve Nakit Katma Değer (CVA) yöntemlerini, 2012 yılı için Borsa İstanbul’da işlem gören çimento sektö‐
rü firmaları için analiz etmektir. Çalışmanın sonucunda çimento sektörü firmalarının etkin bir sermaye yönetimi gösteremedikleri, düzenli bir nakit akışı sağlayamadıkları ve hissedar değeri yaratamadıkları tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI), Nakit Katma Değer (CVA), Hissedar Değeri, Çimento Sektörü. The Methods of Cash Flow Return on Investment and Cash Value Added: Evidence from Cement Sector Companies Traded on Istanbul Stock Exchange Abstract Nowadays, because of globalization and increa‐
sed competition, maximization of shareholder value is becoming increasingly important for companies. In this respect, the accounting‐based traditional performance measures have been inadequate. The main aim of this study, the methods of Cash Flow Return on Invetsment and Cash Value Added is to evaluate on the cement sector companies traded on Istanbul Stock Exchange for the year of 2012. According to the result of this study, cement sector companies have not been provided a regular cash flow and capital management and have failed to obtain shareholder value. Keywords: Cash Flow Return on Invetsment, Cash Value Added, Shareholder Value, Cement Sector. 1. Giriş Finansal piyasalardaki yeni gelişmelere paralel olarak, değere dayalı yöne‐
tim oldukça önem kazanmıştır. Bununla birlikte işletmeler için de hissedar değeri yaratma çabası ve yaratılan bu değerin doğru bir şekilde ölçülmesi ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, AĞUSTOS 2014, 9(2), 169‐ 184 169
hayati öneme sahiptir. Artan rekabet ve gelişmeler karşısında işletmelerin finansal performanslarının ölçülmesinde muhasebe temelli yaklaşımlar ye‐
tersiz kalmıştır. Bu durum yatırımcıların portföylerine dahil edecekleri fir‐
maları belirlerken geleneksel performans ölçütlerinin yerine değere dayalı performans ölçütlerini kullanmalarını zorunlu kılmaktadır. Gelişmiş piyasa‐
larda gün geçtikçe işletmelerin faaliyetleri değer odaklı olmakta yönetim sistemleri de değere dayalı yönetime odaklanmaktadır. Türkiye gibi geliş‐
mekte olan ülkelerde ise değer kültürü çok yaygın değildir. Son yıllarda özellikle gelişmiş piyasalarda yaygın olarak kullanılan değere dayalı perfor‐
mans ölçütleri arasında Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (Cash Flow Return on Invetsment ‐ CFROI) ve Nakit Katma Değer (Cash Value Added – CVA) yön‐
temleri sayılabilir. Türkiye’de adı geçen yöntemlere ilişkin çalışma sayısı oldukça sınırlıdır. Bu noktadan hareketle çalışmanın temel amacı geleneksel muhasebe bazlı değerleme ölçütlerinin yerine firmaların hissedar değeri yaratma nitelikle‐
rinin CFROI ve CVA yöntemleriyle analiz edilmesidir. Böylelikle çalışmanın bu konuda literatürdeki uygulama boşluğunu doldurarak literatüre katkı sağlayacağı düşünülmüştür. Bu çalışmada Borsa İstanbul’a kote olan çimen‐
to sektörü firmalarının 2012 yılında hissedarlarına değer artışı sağlayıp sağ‐
lamadıkları CFROI ve CVA yöntemleriyle analiz edilmiştir. Çimento sektörü, Türkiye’de yıldan yıla artan ihracat hacmi ile GSMH’da önemli bir yer sahibi olmanın yanında, sağladığı önemli istihdam düzeyiyle de ekonomik yapı içindeki önemini korumaktadır. Bununla birlikte ithalat‐
taki payı ise oldukça az olup sektör ihracattaki payını her geçen gün arttır‐
makta ve dünyanın 90 ülkesine satış yapmaktadır. İhracatın büyük bölümü Rusya, Irak, Suriye ve İtalya’ya yapılmaktadır. Aşağıdaki şekilde 2011 yılı itibariyle dünyada çimento ihraç eden ülkeler yer almaktadır. 170 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Şekil 1: Çimento İhraç Eden Ülkeler, 2011 (Milyon Ton) Kaynak: SGM, Sektörel Raporlar ve Analizler Serisi, 2013. Mevcut durumda, yurtiçi talebi karşılamakta sıkıntı çekmeyen sektör Avru‐
pa’nın en büyük çimento ihracatçısı konumundadır. Dünya pazarına bakıl‐
dığında 2011 yılında üretim 3,3 milyar tona ulaşmış olup, Çin 2.063 milyon ton üretim miktarı ile dünya çimento üretimindeki lider konumunu sür‐
dürmektedir. Çin’i sırasıyla 223 milyon ton üretim ile Hindistan, 195 milyon ton üretim ile AB üyesi ülkeler, 67 milyon ton ile ABD, 63 milyon ton ile Brezilya ve Türkiye takip etmektedir. Türk çimento sektörünün 2012 yılın‐
daki ihracatı 798 milyon ABD Doları; ithalatı ise 12,5 milyon ABD Doları ola‐
rak gerçekleşmiştir. Sektörün 2011 sonu itibariyle üretim kapasitesi 106,5 milyon ton/yıl’a ulaşmış olup, Avrupa’da üretim ve ihracatta ilk sırada, dün‐
yada ise ilk 10 üretici ve ilk 3 ihracatçı ülke arasında yer almaktadır (SGM, 2013) Türk çimento sektörünün gerek üretim kapasitesi ve GSMH’ye yapmış oldu katkı ile yaratmış olduğu katma değer göz önüne alındığında, sektörde yer alan firmaların hissedar değeri yaratıp yaratmadıkları ve yaratılan değerin doğru bir şekilde tespit edilmesinin, hem yatırımcılar hem de yöneticiler açısından oldukça önem arz ettiği düşünülmektedir. AĞUSTOS 2014 171
Genel olarak değere dayalı performans ölçütleriyle ilgili literatür incelendi‐
ğinde ekonomik katma değer (EVA) ve piyasa katma değeri (MVA) ile ilgili çok sayıda çalışmanın bulunduğu fakat CFROI ve CVA ile ilgili çalışma sayısı‐
nın oldukça kısıtlı olduğu gözlenmiştir. Günther (1997) Alman hisse senedi borsasına kote olan firmalar için yaptığı çalışmada CFROI, CVA ve EVA yöntemlerini karşılaştırmış olup CVA ölçütü‐
nün diğerlerine nazaran daha iyi sonuçlar verdiğini tespit etmiştir. Clinton ve Chen (1998) 1991‐1995 örneklem döneminde 325 firmanın hisse senedi getirileri ile CVA, CFROI ve EVA değerleri arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Araştırmanın sonucunda EVA ve CFROI değerleri ile hisse senedi getirileri arasında herhangi bir ilişki bulunamamıştır. Fernandez (2002) çalışmasında CVA’daki artış ile hissedarların getirisi arasındaki ilişkiyi araştırmış ve %1.7’lik bir ilişki bularak CVA’nın firma performansını ölçmede çok da an‐
lamlı bir ölçüt olmadığını savunmuştur. Li ve Guo (2003) çalışmalarında CVA ve EVA yöntemlerini karşılaştırmışlar ve EVA yöntemine uygulamada görü‐
len bir takım eksikliklerinden ötürü CVA yönteminin hissedar değerinin tes‐
pitinde daha uygun bir yöntem olduğunu bulmuşlardır. Urbanczyk, Jaroszewicz ve Urbaniak (2005) çalışmalarında Polonya için değere dayalı performans ölçümleri olan EVA ve CVA yöntemlerinin uygulanabilirliğini araştırmışlar ve araştırmanın sonucunda adı geçen yöntemlerin kullanılabi‐
lir olduğu sonucuna varmışlardır. Jacops (2007) performans ölçüm yöntem‐
leri olarak ekonomik katma değer, nakit katma değer ve net katma değer yöntemlerini karşılaştırmış ve çalışmanın sonucunda net katma değerin diğer iki yönteme göre daha iyi bir ölçüm yöntemi olduğunu savunmuştur. Hejazi ve Oskouei (2007), Tahran Borsasında faaliyet gösteren 85 endüstri firması için 1999‐ 2003 döneminde hisse senedi getirileri ile CVA ve Fi‐
yat/Kazanç oranı arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Çalışmanın sonucunda CVA’nın getirileri açıklamada Fiyat/Kazanç oranından daha iyi bir ölçüt ol‐
duğu bulunmuştur. Erasmus (2008a) Çalışmasında 1991‐2005 periyodunda düzeltilmiş piyasa getirisi ile Artık Kar, Nakit Akışı, EVA, CFROI ve CVA ara‐
sındaki ilişkiyi incelemiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre değer temelli ölçüt‐
lerin geleneksel muhasebe ölçütleriyle karşılaştırıldığında çok da iyi sonuç‐
lar vermediğini tespit etmiştir. Bayrakdaroğlu ve Ege (2009) Borsa İstan‐
bul’da işlem gören ulusal sınai alt endeksine tabi 19 işletmenin CFROI de‐
ğerlerini hesaplamış ve sanayi firmalarının az da olsa olumlu performans gösterdiklerini tespit etmişlerdir. 172 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ 2.YÖNTEM Çalışmanın yöntem kısmında Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI) ve Nakit Katma Değer yöntemlerinin nasıl hesaplandığıyla ilgili ayrıntılı bilgi verile‐
cektir. 2.1. Yatırımın Nakit Akım Karlılığı Yöntemi (CFROI) Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI), “HOLT Value Associates” adlı danış‐
manlık şirketi tarafından geliştirilmiş bir performans ölçüsüdür. Bu yöntem günümüzde pek çok önde gelen danışmanlık firması tarafından dikkate alınmaktadır. Özünde CFROI iç verim oranının modifiye edilmiş bir versiyo‐
nudur (Venanzi, 2012: 24). CFROI, nakit akışlarını ve paranın zaman değerini dikkate alarak bir yatırı‐
mın beklenen getirisini ölçen bir yöntemdir. CFROI yönteminde bir firmanın yatırımlarının iyi, nötr ya da kötü olup olmadığı karara varmak için bulunan değer sermaye maliyeti ile karşılaştırılmaktadır. Bu nedenle bir firma değe‐
rini yükseltmek için CFROI ile sermaye maliyeti arasındaki farkı artırması gerekmektedir (Damodaran, 1999:59). CFROI performans değerleme ölçütünün altında yatan temel teori, kâr payı iskonto modeli ile benzer özellikler taşımasıdır. İkisinde de elde edilen nakit akışları belli bir iskonto oranıyla bugüne indirgenmektedir. Ancak bu iki model arasındaki temel fark, hesaplamalarda farklı noktalara odaklanmala‐
rından ileri gelmektedir. Kâr payı iskonto modeli direkt olarak hissedarların aldıkları temettü getirilerine odaklanırken, CFROI ise firmanın yeniden yatı‐
rımlarına odaklanmaktadır (Bayrakdaroğlu, 2009: 89). Bir firma için CFROI dört girdi kullanılarak hesaplanır (Damodaran, 1999: 60, Erasmus 2008b: 67); •İlk girdi enflasyona göre düzeltilmiş yıllık brüt yatırım tutarıdır (GI‐
gross investment). Düzeltilmiş Brüt Yatırım Tutarı = Net Aktif Değer + Duran Varlıkların Birikmiş Amortismanı •İkinci girdi enflasyona göre düzeltilmiş yıllık brüt nakit akışlarıdır (GCF‐gross cash flow) AĞUSTOS 2014 173
Düzeltilmiş Brüt Nakit Akışları = Faiz ve Vergi Öncesi Kar + Cari Yıl Amortismanı •Üçüncü girdi varlıkların ekonomik ömrüdür. •Son girdi ise firmanın amortismana tabi olmayan (arsa ve bina gibi) varlıklarının ekonomik ömür sonundaki terminal değeridir. CFROI iç verim oranı yöntemiyle hesaplanacak olursa formülün matematik‐
sel ifadesi şu şekilde olacaktır (Ameels; Bruggeman; Schipers 2002, 19); Formülde BNY; Brüt Nakit Yatırımını, BNA; Brüt Nakit Akışını, TD; Terminal Değeri, t ise yılları göstermektedir. Diğer bir hesaplama yöntemi ise ekonomik amortismanı dikkate alarak yapılmak‐
tadır. Ekonomik amortismanı ise şu şekilde hesaplayabiliriz (Görke, 2011: 32); Ekonomik amortisman bulunduktan sonra ise CFROI aşağıdaki gibi hesapla‐
nabilir (Damadoran: 61‐62, Chandra, 2011: 814); Aşağıda CFROI hesaplamasında kullanılacak hesaplama yöntemi detaylı bir şekilde verilmiştir (Madden, 2003: 112; Bayrakdaroğlu, 2009: 234). 174 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Tablo 1: CFROI Yönteminin Detaylı Olarak Hesaplanması 1 ‐ BRÜT NAKİT AKIŞI Vergiden Sonraki Net Kâr (VSNK) +Amortisman Giderleri (itfa ve tükenme payları dâhil) +Faiz Giderleri (kısa ve uzun vadeli borçlanma giderleri) +Finansal Kiralama Giderleri +/‐Parasal Rezervlerdeki Artış veya Azalışlar (1) ‐LIFO Rezervleri +Kıdem Tazminatı Karşılığı (2) +Azınlık Hisselerinin Kârı Brüt Nakit Akımları 2 ‐ BRÜT NAKİT YATIRIMI Brüt Tesis Makine ve Cihazlar Taşıtlar Demirbaşlar +Yapılmakta olan yatırımlar +Brüt Finansal Kiralama Degerleri (Bugünkü Deger) +Maddi Olmayan Varlıklar =Amortismana Tabi Varlıklar Parasal Varlıklar (Stoklar Hariç Dönen Varlıklar) (a) Faiz Dışı Borçlar (b) (I) +Net Parasal Varlıklar (a‐b) +Stoklar +LIFO Rezervleri +Yer Altı ve Yer Üstü Düzenleri +Arazi ve Arsalar Amortismana Tabi Olmayan Varlıklar (II) Brüt Nakit Yatırımı (I+II) 3 ‐ VARLIKLARIN EKONOMİK ÖMRÜ Brüt Tesis Makine ve Cihazlar ‐ Arazi ve Arsalar ‐ Yer altı ve yer üstü düzenler ‐ Yapılmakta olan yatırımlar =Düzeltilmis Maddi Varlıklar (a) Amortisman Giderleri, İtfa ve Tükenme Payları (b) Varlıkların Ekonomik Ömrü (a/b) AĞUSTOS 2014 175
2.2. Nakit Katma Değer Yöntemi (CVA) Nakit katma Değer (CVA), Fredrik Weissenrieder‐Anelda Danışmanlık firma‐
sı tarafından geliştirilmiş bir değer tabanlı performans ölçütü olup nakit akışlarına dayanmaktadır (Ottoson and Weissenrieder, 1996). CVA, EVA’nın en önemli özelliklerinden birisi olan sermaye maliyetini de kapsamaktadır. EVA ile CVA arasındaki temel farklılık EVA’nın amortismana göre netleştirilmesi CVA’nın ise amortismana göre netleştirilmemesidir. Bu nedenle CVA savunucularına göre yöntemin en önemli üstünlüğü amortis‐
man yaklaşımlarından etkilenmemesidir (Ertuğrul, 2005: 183). Hissedar değeri yaratma sürecinde, firmaların hangi tür getiriler sağladığı konusunda bilgi vermesi, CVA’yı oldukça önemli bir ölçüt haline getirmek‐
tedir. Bu özellik aynı zamanda, yöneticilerin dikkatini, yatırımın ayrıntıları üzerinde toplamakta ve uzun dönemde hangi yatırımların daha önemli ol‐
duğu konusunda yönetime katkıda bulunmaktadır. CVA, stratejik yatırımla‐
rın karlı olup olmadığı hususunda da önemli bilgiler içermektedir. Bununla birlikte hangi yatırımlara ağırlık verilmesi gerektiğiyle ilgili bilgi vermekle kalmaz ayrıca yapılmış olan yatırımlardan hangilerinin desteklenmesi gerek‐
tiği konusunda da bilgi verir. Fakat CVA, bu bilgileri yönetime sağlarken, firmanın varlık yapısı ile ilgili önemli birçok bilgiye ihtiyaç duyar. Dolayısıyla bu yöntem, fazla emek isteyen ve pahalı bir yöntem olarak karşımıza çıkar (Bayrakdaroğlu, 2009: 106). CVA, yalnızca nakit çıkışı gerektirmeyen harcamalar için faiz ve amortisman öncesi gelir, çalışma sermayesi hareketleri ve stratejik olmayan yatırımlar gibi nakit unsurları kapsar. Bu üç unsurun toplamı ise Faaliyet Nakit Akışını (FNA) verir. FNA şu şekilde hesaplanır (Ertuğrul, 2005: 184); FNA ise Faaliyet Nakit Akışı Talebiyle (FNAT) ile karşılaştırılır ve FNA ile FNAT arasındaki fark CVA’yı verir. FNAT’ı ise şu şekilde hesaplamak mümkündür (Ottoson and Weissenrieder, 1996; 6); 176 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Ottoson ve Weissenrieder (1996) bir indeks oluşturarak yöneticiler için öl‐
çüm kolaylığı sağlanabileceğini önermişlerdir. CVA indeksi aşağıdaki şekilde formüle edilebilir (Ottoson and Weissenrieder, 1996; 6); Boston Consulting Group (2000), CVA’nın direkt olarak şu şekilde hesapla‐
nabileceğini önermiştir; CVA = Faaliyet Nakit Akımları – Ekonomik Amortismanı – Brüt Yatırımların Sermaye Maliyeti Tutarı (Brüt nakit yatırımı x AOSM) 3. Veri Yapısı Bu çalışmanın temel amacı Borsa İstanbul’da faaliyet gösteren çimento fir‐
malarının 2012 yılında hissedar değeri yaratıp yaratmadıklarını tespit et‐
mektir. Yöntem olarak yukarıda bahsedildiği şekilde CFROI ve CVA değerleri hesaplanarak firmaların hissedar değeri yaratıp yaratmadıkları analiz edile‐
cektir. Bu araştırmada Borsa İstanbul’a kote olmuş, 2012 yılında faaliyet gösteren ve veri yapısı uygun 10 çimento firması (Adana çimento, Afyon çimento, Bolu çimento, Batı Söke çimento, Batıçim çimento, Bursa çimento, Göltaş çimento, Konya çimento, Mardin çimento, Ünye çimento) kullanılmıştır. Bilanço verileri bağımsız denetimden geçmiş 12 aylık veriler olup Kamuyu Aydınlatma Platformu resmi internet sitesinden1 temin edilmiştir. Ağırlıklı Ortalama Sermaye Maliyeti hesaplamasında borç yapısı için bilanço verile‐
rinden yararlanılmıştır. Fakat borçlanma maliyetinin tespiti her bir firma için oldukça zor olduğun‐
dan ortak bir ölçüt olarak Türkiye Kalkınma Bankasının orta vadeli yatırım 1
www.kap.gov.tr AĞUSTOS 2014 177
kredilerine uyguladığı yıllık faiz oranı2 baz alınmıştır (Yılgör, 2005). Özser‐
maye maliyeti ise CAPM’in standart formülü kullanılarak tespit edilmiştir3. Burada piyasanın getirisi (Rm ) olarak XTAST (Taş ve toprağa dayalı sanayi) endeksinin getirisi kullanılmış olup veriler Borsa İstanbul resmi internet sitesinden alınmıştır4. Risksiz faiz oranı (Rf ) olarak, gösterge niteliği taşıması ve işlem hacminin yoğun olması sebebiyle hazine bonosu yıllık bileşik refe‐
rans faiz oranı aylık değerlere dönüştürülerek çalışmada kullanılmıştır. Risk‐
siz faiz oranı verileri Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası resmi internet sitesinden sağlanmıştır5. Özsermayenin ağırlığı için ise bilanço verilerinden yararlanılmıştır. Böylelikle firmaların borçlanma maliyeti ve özsermaye ma‐
liyeti belirlendikten sonra bu maliyetlerin ağırlıklarının çarpımının toplamı vasıtasıyla ağırlıklı ortalama sermaye maliyetine ulaşılmıştır. Ayrıca bilan‐
çoları enflasyon etkisinden arındırmak için TÜFE verisi kullanılmıştır. Veriler Türkiye İstatistik Kurumu resmi internet sitesinden6 elde edilmiştir. 4. Bulgular Aşağıdaki tabloda analizde kullanılan çimento sektörü firmalarının CFROI hesaplamasına temel teşkil eden verileri sunulmuştur. Tablo 2: Firmaların CFROI hesaplamasında kullanılan veriler (TL) Firmalar Ekonomik Ömür (yıl) Ekonomik Brüt Nakit Brüt Nakit Amortisman Akımı Yatırımı 4.079.720 3.562.434 99.840.333 AFYON 4 BSOKE 5 585.658 12.411.258 233.792.802 MARDİN 20 6.184.981 51.953.960 258.955.405 ÜNYE 14 386.815 71.574.935 496.909.637 BURSA 10 32.199 95.351.909 921.301.692 BTCİM 14 26.714.867 91.247.924 657.223.207 BOLU 7 859 32.827.338 467.440.276 GOLTS 10 691.461 81.295.118 807.171.166 KONYA 7 249.751 38.237.798 548.904.492 ADANA 15 1.602.996 109.343.146 735.713.592 2
www.dpt.gov.tr Ke = Rf + β(Rm – Rf) 4
borsaistanbul.com 5
www.tcmb.gov.tr 6
www.tuik.gov.tr 3
178 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Tablo 2 incelendiğinde çimento sektörü firmalarının amortismana tabi var‐
lıklarının ekonomik ömrünün en az 4 yıl en fazla ise 20 yıl olduğu görülmek‐
tedir. En çok brüt nakit akımına sahip firma Adana çimento, en az brüt nakit akımına sahip firma ise Afyon çimento ’dur. Firmaların brüt nakit yatırımları incelendiğinde en yüksek değerin Bursa çimento, en düşük değerin ise Af‐
yon çimento ’ya ait olduğu tespit edilmiştir. Tablo 3: CFROI ve AOSM Değerlerinin Karşılaştırılması (%) CFROI AOSM AFYON 0,5 ‐0,7 BSOKE 5 46 MARDİN 18 19 ÜNYE 14 45 BURSA 10 23 BTCİM 10 15 BOLU 7 51 GOLTS 10 64 KONYA 7 54 ADANA 15 14,5 Ortalama 9,7 33,1 Tablo 3’de çimento sektörü firmalarının CFROI ve AOSM değerleri karşılaş‐
tırılmıştır. Elde edilen sonuca göre 2012 yılı için sektörde yer alan firmaların CFROI değerleri AOSM değerlerinden yüksek olmadığı için, değer temelli performans ölçütü olan CFROI’ye göre olumlu bir performans göstereme‐
miş oldukları tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle çimento sektörü firmaları 2012 yılı için hissedar değeri yaratamamışlardır. Sektördeki firmaların orta‐
lama CFROI değeri %9,7 ve AOSM değeri ise %33,1 olarak hesaplanmıştır. Bu sonuç sektörün hissedarlarına herhangi bir katma değer yaratmadığının bir göstergesidir. 2012 yılı için en fazla değer kaybına uğrayan şirketler sıra‐
sıyla; Göltaş çimento (%54), Konya çimento (%47), Bolu çimento (%44) ve Batı Söke çimento ’dur (%41). Adana çimento ve Afyon çimento firmalarının ise değer kaybına uğramadıkları gözükmektedir. Tablodan da görüldüğü üzere firmaların CFROI değerlerinin oransal olarak hesaplanmış olması hem AOSM ile kolaylıkla karşılaştırılabilmesi hem de aynı veya farklı sektördeki firmaların CFROI değerleriyle karşılaştırılabilmesi açısından önemli bir avantaj sağlamaktadır. Çimento firmalarının genel iti‐
AĞUSTOS 2014 179
bariyle yüksek maliyetle sermaye kullandıkları, brüt nakit akımlarının brüt nakit yatırımlarından oldukça düşük olduğu gözlenmiştir. Dolayısıyla firma‐
ların brüt nakit akımlarını artırmaları gerekmektedir. Tablo 4: Çimento Sektörü Firmalarının CVA Değerleri (TL) Firmalar CVA AFYON 194.876 BSOKE ‐102.411.105 MARDİN ‐38.56.198 ÜNYE ‐167.456.436 BURSA ‐133.312.627 BTCİM ‐36.803.018 BOLU ‐222.378.339 GOLTS ‐464.353.272 KONYA ‐276.803.749 ADANA ‐6.015.691 Tablo 4’te analiz kapsamındaki çimento firmalarının CVA değerleri verilmiş‐
tir. CVA değerlerinin CFROI’ye benzer olduğu görülmektedir. Afyon çimento firmasının az da olsa hissedarlarına katma değer yarattığı tespit edilmiştir. Göltaş çimento ise hissedarlarına en çok değer kaybı yaratan firmadır. Çi‐
mento sektörü firmaları genel olarak hissedarlarına katma değer yarata‐
mamıştır. Bunun en önemli sebebinin firmaların yüksek maliyetli sermaye kullanmalarından ve faaliyet nakit akımlarının yeterli seviyede olmamasın‐
dan kaynaklandığı söylenebilir. Literatürde yer alan çalışmalar incelendiğinde çalışmalarda genellikle değer temelli ölçütlerin birbirleriyle ya da geleneksel muhasebe temelli perfor‐
mans ölçütlerle karşılaştırıldığı gözlenmiştir. Araştırma sonuçlarından elde edilen bulgular ise çelişkilidir. Bu nedenle değer temelli ölçütlerin birbirleri‐
ne kıyasla hangisinin daha iyi olduğunu söylemek mümkün olmamaktadır. Bu çalışma ise değer temelli ölçütlerden CVA ve CFROI yöntemlerinin he‐
saplanarak Türkiye için uygulama boşluğunun doldurulmasını amaçlamak‐
tadır. Çalışmaya bu açıdan yaklaşmak daha sağlıklı olacaktır. 180 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ 5. Sonuç ve Değerlendirme Günümüzde artan rekabet koşullarına paralel olarak firmalar doğru ve etkin performans ölçüm yöntemlerini kullanmak durumundadırlar. Bir firmanın performansının doğru olarak ölçülmesi firma yöneticileri ve hissedarlar açı‐
sından hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla da bu durum firma performansı konusunun finans literatüründe oldukça fazla ilgi görmesine neden olmuş‐
tur. Gelişen rekabet koşulları firmaların temel amacını kar maksimizasyo‐
nundan hissedar değeri maksimizasyonuna doğru yönlendirmiştir. Bununla beraber finansal piyasalarda yaşanan gelişmeler performans ölçümünde geleneksel muhasebe yöntem ve tekniklerinin yetersizliklerini ortaya çı‐
karmıştır. Bu noktadan hareketle çalışmanın temel amacı Türkiye’de fazla kullanılma‐
yan ve hesaplaması oldukça karmaşık olan değere dayalı performans ölçüm yöntemlerinden Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI) ve Nakit Katma Değer (CVA) yöntemlerini kullanarak Borsa İstanbul’a kote olmuş çimento sektörü firmalarına uygulamaktır. Böylelikle ülkemiz için oldukça önem arz eden sektörlerden biri olan çimento sektöründe faaliyet gösteren firmaların his‐
sedar değeri yaratıp yaratmadıkları tespit edilerek bu konuda literatürde yer alan uygulama boşluğunun giderilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmada Borsa İstanbul’da işlem gören çimento sektörüne ait 10 fir‐
manın performansı 2012 yılı için CFROI ve CVA yöntemlerine göre analiz edilmiştir. Firmaların CFROI ve AOSM verileri karşılaştırılarak, firmaların sermaye maliyetinin üzerinde bir getiri elde edip etmediklerine bakılmıştır. İki firma hariç (ADANA ve AFYON) çimento sektörü firmalarının hissedarla‐
rına katma değer yaratamadıkları tespit edilmiştir. Bu sonucun ortaya çık‐
masında çimento sektöründe faaliyet gösteren firmaların brüt nakit akımla‐
rının yetersiz olması ve yüksek maliyetle sermaye kullanmalarının etkisi olduğu söylenebilir. Firmaların CVA değerleri için de aynı sonuçlar elde edilmiştir. Şöyle ki sek‐
törde yer alan firmalar (AFYON hariç) kullandıkları sermayenin maliyetin‐
den daha fazla getiri elde edememişlerdir. Ayrıca sektörün faaliyet nakit akımlarının yeterli seviyede olmadığı tespit edilmiştir. İşletmelerin gelişen küresel rekabet ortamında değer yaratmadan faaliyet‐
lerini sürdürmeleri olası değildir. Daha öncede bahsedildiği gibi Türkiye AĞUSTOS 2014 181
ekonomisi için önemli sektörlerden birisi olan çimento sektörü firmalarının çalışmanın varsayımları ve kısıtları altında elde edilen sonuçlara göre hisse‐
dar değeri yaratamamış olmasının dikkate değer olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle firma yöneticilerinin hissedar değeri yaratacak strateji ve yön‐
temler geliştirmesi gerekmektedir. Fakat bununla birlikte işletmeler sadece hissedar değeri yaratmakla kalmayıp diğer çıkar gruplarına da uygun politi‐
kalar üretmek durumunda oldukları gözardı edilmemelidir. Sonraki çalış‐
malar için adı geçen ölçütlere ilaveten diğer değer temelli ölçütlerinde ça‐
lışmaya eklenmesi, uygulama yapılacak olan sektörlerin çoğaltılması, yıl sayısının arttırılması ve çeşitli ekonometrik yöntemler kullanılarak hisse senedi getirileri ile değer temelli ölçütler arasındaki ilişkinin araştırılması önerilebilir. 182 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Kaynaklar Ameels, A., W. Bruggeman and G. Schipers (2002) “Value‐Based Management Control Processes to Create Value Through Integration A Literature Review”, Wor‐
king Paper, Vlerick Leuven Gent Management School. Bayrakdaroğlu, A. ve İ. Ege (2009), “Yatırımın Nakit Akım Karlılığı (CFROI) Yöntemi ile İMKB’de İşlem Gören İşletmelerin Performanslarının Analizi”, Muhan Sosyal işletmecilik Konferansı, ODTÜ, 10 Şubat. Bayrakdaroğlu, A. (2009), “Hissedar Değeri ile Geleneksel ve Çağdaş Finansal Per‐
formans Ölçütleri Arasındaki ilişki: İMKB Şirketleri Üzerine Bir Uygulama” Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Boston Consulting Group, (2000). “New Perspectives On Value Creation: A Study of the Worlds' Top Performers” , Erişim Adresi: http:// www.bcg.com. Chandra, P., (2011), Financial Management, Theory and Practice, Published by Tata McGraw‐Hill Education Pvt. Ltd. India. Clinton, B.D. and S. Chen, (1998). “Do New Performance Measures Measure Up? Management Accounting, 80 (4): 38‐43. Damodaran, A. (1999), “Value Creation and Enhancement: Back to the Future, Leonard N. Stern Business School Finance Department Working Paper, New York University. Erasmus, P., (2008a), “The Relative and Incremental Information of the Value Ba‐
sed Financial Performance Meause Cash Value Added (CVA)”, Journal of the Sout‐
hern African Institute for Management Scientests, 17 (1): 2‐15. Erasmus, P. (2008b), “Value Based Financial Performance Measures: An Evulation of Relative and Incremental Information Content”, Corporate Ownership & Cont‐
rol, 6 (1): 66‐77. Ertuğrul, M. (2005), Değer Tabanlı Yönetim: Finansal Performans Ölçütlerinin İMKB’de Test Edilmesi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlan‐
mamış Doktora Tezi. Fernandez, P. (2002), “Three Residual Income Valuation Methods and Discounted Cash Flow Valuation”, Working Paper No:453, January. Erişim Adresi: http://ssrn.com/abstract=296945. AĞUSTOS 2014 183
Görke, A. (2011), Value‐Based Management at DAX‐listed Companies, Grin Verlag, Germany. Günther, T., B. Landrock and T. Muche, (2000), “Profit versus Value Based Perfor‐
mance Measures. An Empirical Investigation Based on the Correlation with Capital Market for German DAX‐100 Companies”, Controlling, 1(2): 69‐75 and 2(3): 129‐
134. Hejazi, R. and M.M. Oskouei (2007), “The Information Content of Cash Value Ad‐
ded (CVA) and P/E Ratio: Evidence on Association with Stock Returns for Industrial Companies in the Tehran Stock Exchange”, Iranian Accounting and Auditing Re‐
view, 14(47): 21‐36. Jacobs, J.F. (2007), “Neither EVA® nor CVA®, but NVA Measuring Financial Perfor‐
mance, Uninterrupted, from Start to Finish, Social Science Research Network Electronic Paper Collection, Erişim Adresi: http://ssrn.com/abstract=366561. Li, Y. X. and X.Y. Guo, (2003), “Selection of Performance Measurement Methods in Corporations: CVA or EVA?” Journal of Dalian University of Technology (Social Sciences), 3: 12‐27. Madden, B.J., (2003), Cash Flow Return on Investment (CFROI) Valuation: A Total System Approach to Valuing the Firm, Butterworth‐Heinemann, Burlington, Eng‐
land. Ottoson, E. and F. Weissenrieder, (1999), “CVA: Cash Value Added‐ A New Met‐
hod For Measuring Financial Performance”, Gothenburg Studies in Financial Eco‐
nomics Working Paper. Sanayi Genel Müdürlüğü (2013), Sektörel Raporlar ve Analizler Serisi‐Çimento Sektörü Raporu. Urbanczyk, E., E.M. Jaroszewicz and A.S. Urbaniak, (2005), “Economic Value Ad‐
ded Versus Cash Value Added: The Case Of Companies In Transitional Economy, Poland”, International Journal of Banking and Finance, 3(1): 107‐117. Venanzi, D. (2012), Financial Performance Measures and Value Creation: the State of the Art, Springer. Yılgör, A. G. (2005), “İşletme Performansının Değerlendirilmesinde Ekonomik Kat‐
ma Değer (EVA) ve Piyasa Katma Değeri (MVA) Yöntemleri ve Bu Yöntemlerin His‐
se Senedi Getirilerini Açıklama Gücünün İncelenmesi: İMKB 100 Örneği”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 60 (1): 225‐248. 184 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ YAYIN ve YAZIM KURALLARI 1. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, İktisadi ve İdari Bilimler alanında özgün makaleleri yayınlamayı amaçlayan hakemli bir dergidir. Yılda iki kez yayınla‐
nan dergi, alanında kuramsal ve uygulamalı çalışmalara yer verir. 2. Dergiye gönderilecek makaleler Türkçe veya İngilizce olabilir. 3. Yayına gönderilecek makalelerin aynı anda başka bir derginin değerlendirme sürecinde bulunmaması, hiçbir yerde yayına kabul edilmemiş ve yayınlanmamış olması gerekmektedir. 4. Yayınlanmak üzere dergiye gönderilen makaleler ile birlikte yazar/ların adı‐
soyadı, ünvanı, kurum, ve elektronik posta adresleri ile açık iletişim adreslerini içeren bilgiler ayrı bir sayfada gönderilmelidir. 5. Yazım kurallarına uygun olarak gönderilen makaleler dergi editörü tarafından incelenir. Hakeme gönderilmesi uygun görülmeyen makaleler yazar(lar)ına bildiri‐
lir. 6. Hakeme gönderilmesi uygun görülen makaleler, konusunda uzman iki hakeme gönderilir. Hakem raporları doğrultusunda editör gerekli gördüğü durumda üçün‐
cü bir hakem belirleyebilir. 7. Makale metninde makalenin Türkçe ve İngilizce başlıkları, 120 kelimeyi aşmaya‐
cak şekilde Türkçe ve İngilizce özetler ile en fazla beşer adet Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler yer almalıdır. Makale metninde yazar/ların kimlik bilgileri yer almamalıdır. 8. Dergiye gönderilecek yazılar A4 ebadında kağıda, Times New Roman, 12 punto, 1,5 aralıkla, metin, tablo ve şekiller, kaynakça ve ekler dahil 25 sayfayı aşmayacak şekilde yazılmış olmalıdır. Sayfalar numaralandırılmalıdır. 9. Tüm metin iki yana yaslı, paragraflar arasında 12nk boşluk verilmiş, başlıklar ve metin dahil olmak üzere soldan girinti yapılmamış olmalıdır. Gönderilecek çalışma‐
ların sayfa kenar boşlukları her taraftan 2,5 cm olacak şekilde ayarlanmalıdır. AĞUSTOS 2014 185
10. Tüm başlıklar kalın (bold), sola yaslı (girintisiz) ve yalnızca kelimelerin ilk harfle‐
ri büyük olacak şekilde yazılmalıdır. Alt başlıklar 1., 1.1, 1.1.1. şeklinde numaralan‐
dırılmalıdır. 11. Metin içi atıflarda Harvard metodu olarak adlandırılan ve yazar soyadı, tarih ve sayfa numaralarının verildiği sistem tercih edilmelidir (Örn: Clegg, 1997: 53). İki‐ den fazla yazarı olan kaynaklara atıflarda ilk yazarın soyadı ve "vd." ibaresi kulla‐
nılmalıdır (Örn: Morgan vd., 1994). Aynı parantez içerisinde birden fazla kaynak noktalı virgül (;) işareti ile ayrılmalıdır (Örn: Hassard ve Parker, 1994; Boje, 1996). 12. Metin içinde yer alacak tablo, şekil, grafik, harita vb.'lerinin de bu ölçüleri aş‐
mayacak şekilde metin içine ortalanarak yerleştirilmiş olması ya da gerekiyorsa ekler bölümünde ‐metin sonunda‐ kaynakçadan hemen önce yer almış olması gereklidir. 13. Metin içindeki tüm şekiller ve grafikler sıra numarası ile (Şekil 1) kendi içinde ve şekil ya da grafiğin altında; tablolar ise yine kendi içinde numaralanmak üzere (Tablo 1) tablonun üzerinde numaralandırılmış ve isimlendirilmiş olmalıdır. Tablo, grafik ve şekil başlıkları sayfaya ortalanmış, kalın (bold) ve yalnızca kelimelerin baş harfleri büyük olacak şekilde yazılmalıdır. 14. Tablo, şekil ve grafiklerin varsa kaynakları; tablo, şekil ve grafiklerin hemen altında metin içi atıf kurallarına uygun olarak verilmelidir. Matematiksel ve istatis‐
tiksel simgeler Microsoft Office denklem düzenleyicisi ile hazırlanmalıdır. 15. Makalenin sonunda yazar soyadlarına göre alfabetik olarak düzenlenecek kay‐
nakça kısmı bulunmalıdır. Kaynakçada sadece makalede kullanılan eserler yer al‐
malıdır ve kaynakça aşağıda belirtilen örneklere uygun olarak hazırlanmalıdır. KİTAPLAR Kazgan, G. (1989), İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, İstanbul: Remzi Kitabevi. Wood, R. ve T. Payne (1998), Competency Based Recruitment and Selection, Lon‐
don: Wiley. Mondy, R. W., R. M. Noe, ve S. R. Premeaux (2002), Human Resource Manage‐
ment, NJ: Prentice Hall. 186 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ DERLEME KİTAPTAN BÖLÜM Toynbee, A. (2000), "Osmanlı İmparatorluğu'nun Dünya Tarihindeki Yeri", Ed. Ke‐
mal Karpat, Osmanlı ve Dünya, İstanbul: Ufuk Kitapları, 49‐67. MAKALELER Paskaleva, V. (1967), "Osmanlı Balkan Eyaletlerinin Avrupalı Devletlerle Ticaretleri Tarihine Katkı 1700‐1850", İÜ. İktisat Fakültesi Dergisi, 27(1‐2), 48‐59. Li, T. ve R. J. Calantone (1998), "The Impact of Market Knowledge Competence on New Product Advantage: Conceptualization and Empirical Examination", Journal of Marketing, 61(2), 13‐29. İNTERNET KAYNAKLARI Yazarı Belli Olan İnternet Kaynakları: Salmon, P. (2003), "Decentralization and Supranationalty: The Case of the Euro‐
pean Union", http://www.imf.org/external/pubs/fiscal/salmon.pdf, (Erişim: 02.10.2003). Yazarı Belli Olmayan İnternet Kaynakları: "Special Topic: Corporate Income Taxation and FDI in the EU‐8", http://siteresources.worldbank.org/INTLATVIA/Resources/QER3spec.doc, (Erişim: 28.10.2004). http://www.tcmb.gov.tr, (Erişim: 28.10.2004). Belirtilen formatta hazırlanan çalışmalar elektronik posta aracılığıyla iibfder‐
[email protected] adresine ekli Microsoft Word belgesi olarak gönderilmelidir. Yazar‐
lara, yazının ulaştığına dair bilgi ve değerlendirme sürecini dergi internet sitesin‐
den izlemede kullanabilecekleri makale takip numarası yollanacaktır. Yazarlar ge‐
rekirse editöre, derginin diğer iletişim kanalları yanında aşağıdaki adresten doğru‐
dan posta yoluyla da ulaşabilirler: Prof. Dr. Sami Taban ESOGÜ İİBF Dergi Editörü Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Meşelik Kampusu 26480 ESKİŞEHİR AĞUSTOS 2014 187

Benzer belgeler