İndir

Transkript

İndir
2. BÖLÜM
KUR’AN İLE
HEMHÂL
OLMAK
26
an
lay
Par ızlar
d
Yıl
İdris TOPÇUOĞLU
Hayatınızın Formülü
D
elikanlılık çağları insanın kendisini yetiştirme döneminde önemli bir zaman dilimidir.
Bu çağlarda geleceğe daha iyi hazırlanmak,
mutlu bir hayat yaşamak için pek çok gayretin
içerisine gireriz. Önümüzde sınavlar vardır,
onlara hazırlanırız. Karakterimizi ve entellektüel birikimimizi geliştirmek için eğitimler
alırız. Bunları sadece biz yapmayız, aynı dönemleri paylaştığımız milyonlarca genç bu süreçten geçer. Bir kısmı başarılı olur, bir kısmı
başarısız. Bu süreçte başarının ufak; ama çok
önemli bir formülü vardır. Onu bulanlar gerçek anlamda başarılı olur. O formül de şudur: Okuduklarını, dinlediklerini ve bildiklerini
hayata geçir. Dershane ve okul hayatı içinde
aynı şeyler söz konusudur. Derslerde sadece
hocaları dinlemek yeterli değildir. Dinlediklerimizi anlamak, uygulamak ve hatta bol tekrarlar sonucu konuları hazmetmek bizi başarıya götürür. Aksi durumda sadece dinlemeyi;
yahut okumayı yeterli görüp işi pratiğe dönüştürmezsek bizi kötü bir sonuç beklemektedir.
Dersler için söz konusu olan bu durum, hayatın diğer alanlarında da aynen geçerlidir.
Bu misallerde olduğu gibi Rabbimiz de insanın en genel anlamda mutluluğu ve huzuru
yakalayabilmesi için ona birtakım düsturlar
belirlemiştir. Bu prensiplerin tamamını da bir
rehber kitapta toplamıştır. İşte o kitap, Kur’an-ı
Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim, bize yeryüzündeki
her şeyi; insanı, hayvanları, dağları, denizleri,
aklımızı, gönlümüzü ve bunların birleşimlerinden ortaya çıkan teknolojik imkânları nasıl
değerlendireceğimizi öğretmektedir. Çeşitli
misallerle, geçmişte yaşamış toplumlardan
örneklerle, tefekküre götürücü yöntemlerle ve
sürükleyici bir üslupla bunları önümüze koymaktadır. İşte burada bize düşen en önemli
vazife bu rehber kitabı O.D.A.Y. formülü ile
ele almaktır. Yani okumak, dinlemek, anlamak ve gereğini yerine getirmek. Bu formülün
en önemli basamağı da gereğini “yerine getirmek” kısmıdır. Şöyle bir düşünelim: Herhangi
bir teknolojik alet satın aldığımızda ilk işimiz
kullanma kılavuzundan hareketle cihazdan
nasıl istifade edeceğimizi öğrenmek olur. Hatta bununla da yetinmeyiz, aynı cihaza sahip
olanların ve ondan çok iyi istifade edenlerin
tecrübelerine başvurur, onların uygulamalarını görerek aynısını yapmaya çalışırız. Daha
da ilerisi kılavuzda yazanlarla yetinmez, internet üzerindeki forumlardan daha farklı bilgiler
elde etmeye çalışırız. İşte Kur’an-ı Kerim de,
sahip olduğumuz imkânları kullanarak iyi bir
Müslüman olmamız ve Cennet hayatını kazanabilmemiz için Rabbimiz’in bizlere gönderdiği rehber bir kitaptır. O kitap, adeta büyük
bir hazinenin yol haritasıdır. Bu yol haritasını
harfiyen takip edenler ve oradaki gerekli uyarıları dikkate alıp gereğini yapanlar o hazineye sahip olacaklardır.
Rabbimiz, bize Kur’an’ın yol göstericiliğini
Zümer sûresi 23. âyette şu şekilde bildirmiştir:
“Allah sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte)
birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir.
Rableri’nden korkanların derileri (vücutları)
ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de
27
(vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an, Allah’ın hidayet
rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir.
Allah kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol
gösterici yoktur.”
O Kur’an’ın İzinde
Peygamber Efendimiz, Rabbimiz’in insanlığa huzur bahşeden bu güzel kitabını getirmiştir. Sadece getirmekle kalmamış; onu en güzel
şekilde okumuş, dinlemiş, anlamış ve uygulayarak bize örnek olmuştur. Ümmetine de bu
hususta şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Kur’an’ı
öğrenin, okuyun, okutun ve onunla amel edin!
Çünkü Kur’an’ı öğrenen, okuyan ve onunla
amel eden kişi; içi misk dolu dağarcık gibidir
ki, kokusu her tarafa yayılır. Kur’an’ı öğrenip
uyuyan, (Kur’an’a hizmetten geri kalan) kimse
de içine misk doldurulup ağzı bağlanmış dağarcık gibidir. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 2/2876)”
Ümmetine Kur’an-ı okumalarını tavsiye
eden Efendimiz, kendisi de Kur’an’ı okur ve
tatbik etmeye gayret ederdi. Medine’ye gelen
Sakîf Kabilesi heyetinde bulunan Evs bin Huzeyfe (r.a.) Peygamberimiz’in bu yönünü şöyle
anlatır:
“Resulullah (s.a.v.) bir gece yatsıdan sonra
uzun müddet yanımıza gelmedi.
– “Ya Resulallah! Yanımıza gelmekte niçin geç kaldınız?” diye sorduk. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.),
– “Her gün Kur’an’dan bir
hizb (bölüm) okumayı kendime vazife edinmişimdir.
Bunu yerine getirmedikçe gelmek istemedim.” buyurdu.
Sabaha çıkınca
ashab-ı kirama,
“Siz Kur’an’ı nasıl
hizipleyip okursunuz?” diye sorduk. Onlar,
28
– “Biz sûreleri ilk üçünü bir hizb, sonra devamındaki beş sûreyi ikinci bir hizb, daha sonra sırayla yedi, dokuz, on bir ve on üç sûreyi
birleştirerek birer hizb yaparız. En son olarak
da Kâf sûresinden sonuna kadar mufassal
sûreleri bir hizb yaparak Kur’an-ı Kerim’i (yedi
kısımda) okuruz.” dediler. (Ahmed, IV, 9; İbn-i Mâce,
Salât, 178) (Hizb yerine bölüm veya kısım desek nasıl olur?)
Onlar O’nun İzinde
Ashab-ı kiram, Peygamberimiz’in izinden
devam ederek Kur’an-ı hayat rehberi hâline
getirmiştir. Bu hususta büyük fedakârlıklara
katlanmışlar, aç susuz Kur’an talebeliği yapmışlardır. Bu talebelerden biri olan Abdullah
bin Mes’ud (r.a) şöyle der: “Kendisinden başka
ilah olmayan Allah’a yemin ederim! Allah’ın
kitabından hiçbir sûre indirilmemiştir ki, ben
onun nerede nazil olduğunu bilmeyeyim. Yine
Allah’ın kitabından hiçbir âyet inmemiştir ki
ben, onun kimin hakkında nazil olduğunu bilmeyeyim. Bir kimsenin, Allah’ın kitabını benden daha iyi bildiğini duysam ve deveyle ona
ulaşmak da mümkün olsa, hiç durmaz hemen
yola düşerim. (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’an, 8)”
Hz. Ömer (r.a.), Kur’an’ı anlamak için tefekküre yoğunlaşmış, Allah’ın âyetleri üzerinde derin derin düşünerek ve onları hayatına
tatbik ederek okumuştur. Onun, “Bakara
sûresini on iki senede tamamladım ve şükür
için bir deve kurban ettim!” sözü, bunun şahitlerinde biridir. (Kurtubî, I, 40)
Üseyd bin Hudayr’in anlattığı
şu rivayet de ashabın Kur’an
aşkının bir göstergesidir:
Bir gece Bakara
sûresini okuyordum.
Atım da yanı başımda bağlı duruyordu.
Bir ara at, şahlanmaya
başladı.
Okumayı kestim,
at
sakinleşti.
Tekrar okumaya başladım,
at yine şahlandı. Hatta atın çiğnemesinden
endişe ederek oğlum Yahya’yı yanıma aldım.
O esnada semaya baktığımda üzerimde kandillere benzer bir şeyler olduğunu gördüm.
Sonra onlar göğe doğru yükselip gözden kayboldu.Sabahleyin, olup biteni Resulullah’a
(s.a.v.) anlattığımda bana,
– “Oku ey Üseyd, oku!” buyurdu.Sonra
da,
– “Ey Üseyd! O gördüklerinin ne olduğunu
biliyor musun?” diye sordu.
– “Hayır.” dedim. Bunun
üzerine Allah Resulü,
– “Onlar, senin
Kur’an tilavetini dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer sen
okumaya
devam
etseydin
sabaha
kadar seni dinleyeceklerdi. O melekler, insanlara gizli
kalmayacak, insanlar da onları görebileceklerdi.” buyurdular. (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân
15, Menâkıb 25; Müslim, Müsâfirîn
241-242)
Şanlı Tarihimiz
Meşhur İslâm âlimi İmam Ebu Hanife, oğlu
Hammad’ın Fatiha sûresi’ni öğrendiğinde hocasına beş yüz dirhem verdi. O zaman bir koç,
bir dirheme satın alınabiliyordu. Hocası bu
cömertliği fazla buldu. Çünkü çocuk, yalnızca
Fatiha sûresini öğrenmişti. Bunun üzerine Ebu
Hanife Hazretleri şöyle dedi: “Yavruma öğrettiğin ilmi küçük görme! Eğer yanımızda bundan
daha fazla para olsaydı, Kur’an’a hakkıyla
hürmet edebilmek için onu sana verirdik.1”
Salahaddin Eyyubi, kışlada dolaşırken babasının önünde Kur’an okuyan bir çocuğa
rastlamıştı. Çocuğun okuyuşunu beğendi ve
1
2
ona yaklaşarak kendi yiyeceğinden bir miktar
verdi. Ayrıca kendisine ait tarlanın bir kısmını
o çocuk ve babası için vakfetti.2
Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi, Şeyh
Edebali’nin evinde misafir kaldığı odada
Kur’an bulunması dolayısı ile ayağını uzatamamış, oturduğu yerde uyuya kalarak o ulu
rüyayı görmüştür. Hayatı ve eşyayı Kur’an
ekseninde anlayan Osmanlı, dünyaya adelet
dağıtırken bunun tam zıddını yapan Hülagu
ya da İskender, insanlığa kan kusturmuştur.
Yavuz
Sultan
Selim,
Mısır’ın fethinden sonra
kutsal emanetleri Topkapı Sarayı’na getirmiş ve kırk hafız tayin
ederek mukaddes
emanetlerin başınca asırlarca sürecek Kur’an-ı Kerim
okutma geleneğini
başlatmıştır. Osman
Gazi’nin ve Yavuz Sultan Selim’in Kur’an’a
olan bu hürmetleri, Osmanlı Devleti’nin asırlarca
ayakta kalmasının önemli sebeplerinden biri olmuştur.
Peki Ya Biz…
Bizler de bugün Kur’an-ı Kerim’i odamızda,
masamızda, gönlümüzde bulundurmalıyız.
Nasıl sınavlarda başarılı olmak için kaynak
kitaplara müracaat edip çalışıyorsak, sınav
sonuçları mahşerde açıklanacak hayat imtihanında başarılı olabilmek için Rabbimiz’in
bize gönderdiği kaynak ve rehber kitap olan
Kur’an-ı Kerim’e sahip çıkmalıyız. O kitabı
okumalı, anlamalı, zaman zaman farklı kişilerden dinlemeli ve bize ne söylüyorsa onları
da uygulamalıyız ki, sınav sonuçlarının açıklandığı gün hüsrana uğramayalım.
Ebû Gudde, Fethu bâbi’l-inâye, s. 19; Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s. 119-120.
Bundârî, Ebü’l-Feth Ali, en-Nevâdiru’s-sultâniye (Sîretü Salâhuddîn), s. 9; Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s. 120.
29
Bir âye
Hik
Harun KIRKIL
BİR DÜŞÜNSENE
Hikâyeden Önce
Öğrencilerinize, “Kur’an, hayatınızın neresinde? Kur’an’a saygı deyince ne anlıyorsunuz?”
sorusunu sorup hikâyeye hazırlık yapabilirsiniz.
K
endini öğrencilerle dolu bir sınıfta düşün şimdi. Baban, sana
sormadan yeni bir okula kaydını
yaptırmış. Bu okulu başarıyla bitirmen gerekiyor. Neden? Başarılı ve
huzurlu bir hayat yaşayabilmen için
tabii ki!
İlk derse giriyorsun… Bir de bakıyorsun ki, derse gelen hocanın
ne dediğini anlayamıyorsun. Hoca
çatır çatır İngilizce konuşuyor. Hem
de öyle böyle değil, tekleme falan
yok. Adam aksanına kadar kapmış
İngilizceyi. “Bu iş neyin nesidir?”
diye düşünüp sıra arkadaşına soruyorsun:
30
– Bu adam İngilizce hocamız mı?
Arkadaşın, yüzüne manasız manasız bakıyor. Sonra sana bir şeyler diyor, anlıyorsun
ki bu çocuk da İngilizce konuşuyor. Yan sıradaki öğrenciye, “Hişt, baksana bir! Şimdi biz
İngilizce dersinde miyiz?” diye soruyorsun.
Bu arada hoca, sana yüksek sesle bir şeyler
söylüyor. Anlamıyorsun ne dediğini; ama ders
esnasında başkalarıyla konuştuğun için sana
kızdığını tahmin ediyorsun.
Biraz sonra başka bir çocuk sana bir şeyler diyor; ama sen yine anlamıyorsun. Çünkü
ondan aldığın cevap da Almanca. Kafan biraz
daha karışıyor. Bilgi almak için kime müracaat etsen farklı bir dille cevap alıyorsun. Kimi
sana Çince cevap veriyor, kimi Japonca, kimi
Fransızca, kimi de Arapça... Anlıyorsun ki bu
sınıf bir “dünya karması”.
Sen bütün bu olan bitene bir anlam vermeye çalışırken bir ders bu karmaşa ile bitiyor.
Dersten tek tük bir iki kelime anlayabilmişsin;
ama onlarla da anlamlı tek bir cümle bile
kuramamışsın. Herkes sınıftan çıkarken sen,
karmakarışık bir kafayla “Baba yaptın yapacağını! Yahu benim bu sınıfta ne işim var?”
sorusuna cevap arayarak yerinden kalkıyorsun.
O sırada sınıfın kapısı açılıyor. Hiii, o da ne!
Tövbe bismillah! Bu nereden çıktı şimdi yahu!
Sınıfın açık kapısından içeri giren adam, üç
tekerlekli küçük bir bisikletin üstünde… Kocaman beyaz bir kafa, yuvarlak yuvarlak gözler, yanaklarında kırmızı helezonik halkalar…
Çenesi kopmuş gibi oynuyor. Boğuk bir sesle
bay Testere, nam-ı diğer Jigsaw; yani bu yeni
okulun müdürü seninle konuşmaya başlıyor:
– Okul hayatını bir oyun ve eğlence edindin! Derslerin hiçbirini ciddiye almadın. Alınlarının teriyle çalışıp imtihanlardan yüksek
not alan arkadaşlarına “inek” diyerek onlarla
dalga geçtin. Hâlbuki sen, eşşeğin önde gideniydin! Hiçbir sınava hazırlanmadığın yetmiyormuş gibi, girdiğin bütün sınavlardan kop-
ya çekerek geçer not almakla övündün. Bunu
adamlık sandın. Şimdi sana iki dönem şans
tanıyorum. Hiçbir sınavdan 60 puanın altında not almayacaksın. Bunu yapabilmek için
de dersleri en iyi şekilde takip etmen gerekiyor. İngilizce’yi sular seller gibi öğrenmekten
başka çıkar yolun yok. Kopya için hiç boşuna
uğraşma. Ne dediğini anlayamadığın bu sınıf
arkadaşlarının imtihanlarda sana hiçbir yardımı dokunmayacak.
“Haaayııııııırrrrrr!” feryadın, Jigsaw’ın alaylı gülüşüne karışıyor. Ve sen, tam bu sırada
uyanıveriyorsun derin uykundan. Sırılsıklam
olmuşsun; ama terden değil.
Bu olay bir kâbus değil de gerçekten başı-
31
na gelmiş olsa, ben inanıyorum ki, sen canını
kurtarırdın. İşin ucunda tatlı canın olunca nasıl da derslere çalışır, terler dökerdin. Eminim
ki sen, böyle birazcık zoru görsen birkaç aya
kalmadan İngilizceyi de sökerdin.
Öyle olmuyor mu zaten!
Koca koca adamlar var! Canlarının rahatı,
zevki için ne denli zorlu eğitimlerin üstesinden
geliyorlar. Meslekî kariyerlerini üç buçuk basamak yükseltmek için üç, dört yabancı dilde
bülbül gibi şakıyorlar.
Koyuver bakalım önlerine, “Elif”ten habersiz “be”nin bîgânelerine; o kariyer âvârelerine
“OKU!” deyiver bakalım. “O da ne?” demezler mi?
Kur’an-ı Kerim’i kastediyorum, anlamadın
mı hâlâ? Sana derdimizi anlatmak için illa
Jigsaw mı olalım? Bu saçmalığı devam ettirmeye gerek mi var?
Bir senaryonun basit bir parçası olan Jigsaw ve onun kurbanlarına reva gördüğü birbirinden korkunç işkencelerin hepsi topu topu
birer hayâl mahsulü bir senaryo değil mi ya!
Lakin bir film gibi gözlerinin önünden geçip
giden şu hayatın öyle mi? Hayatın saçma bir
senaryo; yahut basit bir oyundan ve eğlenceden mi ibaret?
Ahirette uğraşmak zorunda kalacağın zebaniler birer hayâl değil. Bir kâbustan uyanıverircesine kolaylıkla da kurtulamayacaksın ne
kabir azabından ne de Cehennem’den. Ayrıca ahirette gösterime girecek “hayat filmi”nin
ikinci bölümünün bir sonu da olmayacak.
Filmin ikinci bölümünde daima kazanan iyilerden olmak ve mutlu bir hayata kavuşmak
istiyorsan, bunun yolu hayat imtihanını kazanmaktan geçiyor. Hayat imtihanında başarılı olmak için de hayat kitabın olan Kur’an-ı
Kerim’i anlaman, bu kitaba çok çok iyi çalışman gerekiyor. Hayat sınavında karşına çıkacak bütün soruların doğru cevaplarını bu kitap
sayesinde bulacaksın.
32
Denize düşen bir insan için yüzebilmek ne
ise, sana gönderilen kutsal kitabı anlamak da
senin için öylesine hayatî bir öneme sahip.
Rabbimiz, bize Kur’an-ı Kerim’i gönderdiğinde, “Namaz kıl!”, “Oruç tut!”, “Zekât ver!”
olmamış ilk emri. “Yaratan Rabbin’in adıyla
OKU!” denilmiş evvela sana.
Adam olan, neyi okuması gerektiğini bilir.
Bilir ki bütün kitaplar, sadece Kur’an-ı Kerim’i
daha iyi anlamak için okunur. Ve Adam olan
azıcık utanır. Kur’an’ı daha iyi anlamak için
hiçbir şey yapmazken, beş para etmez bir
dersten geçer not alabilmek için üç buçuk attığına utanır. Varsa yüzü, biraz kızarır. Şimdi
ben biraz Kur’an okumaya ve onun âyetleri
üzerinde düşünmeye gidiyorum. Utancınızla
kalın, hoşça kızarın!
Öğrencilerinize Sorun
Öğrencilerinize şu soruyu sorun: “Kur’an’a
çok iyi çalışmak ifadesinden ne anlıyorsunuz?”
Ardından Mehmet Âkif Ersoy’un şu mısraları
üzerine hasbıhâl edebilirsiniz:
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
Testere Filmi Hakkında
Fotoğrafçı Adam Faulkner, ağzına kadar su dolu bir küvette uyanır.
İçinde olduğu oda, kullanılmayan bir banyodur. Acımasızca düzenlenmiş
bir oyun burada başlamaktadır. Diğer kurban ise Lawrence Gordon adında bir cerrahtır. Her ikisi de ayak bileklerinden boru tesisatına zincirlenmiş
durumdadırlar. Yerde yatmakta olan bir ceset ise elinde mikro kaset kayıt
cihazı ve bir “Altıpatlar” tabanca tutmaktadır. Ceset, bu iki adamın arasında bulunmaktadır ve uzanamayacakları kadar uzaktadır. Lawrence ve
Adam, ceplerinde “Beni Oynat!” yazan teypler bulurlar. Adam, bu banyodan kaçması gerektiğini söylerken Lawrence ise Adam’ı saat 6.00’dan
önce öldürmesi gerekmektedir. Yoksa Lawrence’ın karısı ve kızı öldürülecek ve kendisi de bulunduğu yerde ölüme terk edilecektir. Adam Faulkner ve Lawrence, ipuçlarını takip ederek iki demir testere bulurlar; ancak
testerelerin hiçbiri zincirleri kesecek kadar keskin değildir. Adam, asabiyeti
yüzünden testeresini kırar ve testereyi bir kenara atar. Lawrence’e göreyse
bu testereler zincirleri kesmek için değil kendi ayaklarını kesmek için gönderilmiştir. Lawrence, kendisini esir edenin Jigsaw Killer (Bulmaca Katili)
olduğuna karar verir. Kurbanlarının derisini yapboz bulmacalar şeklinde
kestiğinden Jigsaw Killer’e bu ad verilmiştir.
33
ek
Örn atlar
y
Ha
Süleyman Râgıp YAZICILAR
AĞLAYIN EY MİLLET,
BİR BÜYÜK ÂLİM GİTTİ!
A
ldığımız nefesler sayılı. Günün birinde
hayatımızın son bulacağını hepimiz bilsek
de çoğu zaman bunun farkında olmuyoruz,
hayatımızın manasını unutuyoruz. Asıl hayat
olan ahiret için ne kadar hazırlıklıyız!
Bu dünya, iyiliklerle ve güzelliklerle doldurulması gereken bir durak. Bizim, bu durağı güzelliklerle ve iyiliklerle geçebilmemiz
için güzel örneklere ihtiyacımız var. Neden
mi? Çünkü bu örnekler, bizlere nasıl güzel
yaşanılması gerektiğini gösteriyor, gerçek insanlık ufkuna ulaşmamız için yol rehberliği
yapıyorlar. Hz. Âdem’den Peygamberimiz’e
kadar gelen peygamberlerin; günümüze
kadar gelen evliyaların, Allah dostlarının vazifesi de bu. İşte şimdi sizlere,
bu kutlular zincirinden eşsiz bir halkayı sunmak istiyoruz. Onu, bizler
göremesek de babalarımız ya da
dedelerimiz onun ortaya koyduğu güzelliklere şahit oldu. Peki,
kimdir bu gönül insanı?
34
Kur’an-ı Kerim’e Adanan Bir Hayat
Bu gönül insanı 1901 yılında doğan, 1991
yılında vefat eden Gönenli Mehmet Efendi’dir.
Dikkat ettiyseniz tam doksan sene yaşamış
Mehmet Efendi. Dile kolay, doksan sene…
Peki, bu doksan sene nasıl geçmiş dersiniz?
Tek cümle ile cevap verecek olursak, “Kur’an
aşkıyla ve Allah yolunda geçmiş.” deriz. Gelin, şimdi Gönenli Mehmet Efendi’yi daha yakından tanıyalım.
Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğduğu için
“Gönenli” ismiyle anılan Mehmet Efendi, ilkokulu Gönen’de bitirdikten sonra İstanbul’a
gönderilmiş. İstanbul’da çeşitli hocaların ders
halkalarına katılmış ve 1925 yılında icazetnamesini almış. Beş yıl sonra Gönen Merkez
Camii’ne imam hatip olarak tayin edilmiş. Yıllar sonra tekrar İstanbul’a dönmüş ve çeşitli
camilerdeki vazifeleri yanında birçok kişiye
Kur’an-ı Kerim öğretmiş. Hayatını İslâm yoluna, Kur’an yoluna adayan bu büyük insan,
geride birçok güzel hatıra bırakmıştır.
Bir Hizmet Âşığı
Sevenlerinin anlattığına göre Gönenli Mehmet Efendi, kişiliği ile çevresine daima örnek
olmuş. Hayatı boyunca bitmez tükenmez sabrı
ile; riyasız, dürüst, yalan karışmamış hizmetleri, hesapsız fedakârlığı ve engin cömertliği ile
kendisini tanıyan herkesi çok etkilemiş. İnsan
sevgisiyle dopdolu olan eğitimci ruhu, kendisini hiç görmeyenleri de etkilemiş ve namı bir
hizmet âşığı olarak bütün Anadolu’ya yayılmış. Kur’an hizmetinde geçen ömrü boyunca
sayısız talebe yetiştirmiş, enerjik yapısı ile çevresini en güzel şekilde motive etmiştir. Kendi
yaptığı hayır hasenat ile yetinmemiş, talebelerini ve derslerine katılan herkesi hayra teşvik
etmiş, iyiyi ve güzeli yayma çabası ile ömrünü
tüketmiştir.
Keskin Bir Zekâ,
Tükenmeyen Bir Gayret
Gönenli Mehmet Efendi, çalışkan ve azimli
bir insandı. Hafızlık yaparken, ertesi gün hocasına vereceği dersini gece vakti uykusunda
bile tekrarlarmış. Kendisi, hafızasının kuvvetli
olduğunu şu cümleyle ifade etmiştir: “Dünyada hiç yazılı Kur’an kalmasa Allah’ın inayeti (yardımı) ile eksiksiz, hatasız yeni baştan
Kur’an’ı yazabilirim.”
Mütevazı Hayatı Hiç Değişmedi
Döneminde yaşayan birçok insanın şahitliğine göre son derece mütevazı bir hayat
sürmüş Gönenli Mehmet Efendi. Talebelerinden birinin anlattığı şu hadise dikkat çekicidir: “Tahsilimi tamamlayıp İstanbul’da
göreve başladığım yıllarda Gönenli Mehmet
Efendi’nin davetlisi olarak evine gittim. Ağırlandığım odadaki bütün eşya, bir divan ile bir
halıdan ibaretti. Yirmi sene sonra, vefatından
bir süre önce tekrar ziyaret nasip oldu. Eşyası
yine bir divan ve bir halıydı. Mütevazı hayatı
hiç değişmemişti.” Düşünsenize, aradan yirmi
yıl geçiyor ve evinizdeki eşyalar değişmiyor.
Bunlar söylenmesi kolay; ama yapılması zor
şeyler! Onların güzel hâlleri ile hâllenelim arkadaşlar!
İnsanlar Arasında Ayırım Yapmaz,
Herkesi Çok Severdi
Günümüzde insanları “şucu”, “bucu” diye
ayırmak çok yaygın bir hâle geldi. Büyükler
ise bu tür ayırımlardan daima kaçınmış, her
daim kuşatıcı olmuşlar. Gönenli Mehmet
Efendi hakkında bir yakını bakın neler söylüyor: “Kendisi ince düşünceli bir insandı. Ufku
çok genişti. İnsanları sıkboğaz etmez, tutsak
etmezdi, zorlayıcı değildi. İnsanların kendi yanına gönül rızası ile gelmelerini isterdi. Kişileri
zorlamadan yapılan vaazların ve nasihatlerin
daha tesirli olacağına inanırdı. Kimseye sen
şöylesin, böylesin demez, insanları ayırmadan hepsine hitap ederdi. İnsanları ayırmaz,
seçmezdi. Herkesin düşüncelerine, fikirlerine
eğer Allah’a, Resulü’ne ve Kur’an‘a uygun ise
saygı duyardı. Hocamızın sevgi çemberi çok
genişti, bütün insanları ayırmadan sevgiyle
kucaklayabiliyordu. Bunu da hayatı boyunca
tekrarlanan örneklerle ispatlamıştır. Herkese karşı engin hoşgörü sahibi olan hocamız;
hiç kimseyi dışlamamış, dersinden uzaklaş-
35
tırmamıştır. Hatta camiye uygun olmayan kıyafetlerle gelenleri camidekiler uyarırlarken
Gönenli Mehmet Efendi, ‘Bırakın! O camiye
gelmiş, herkes kendi kıyafetine baksın!’ derdi.
Herkesi olduğu gibi kabul ederdi.”
Talebelerim Aç İken
Ben Nasıl Tok Gezerim?
Gönenli Mehmet Efendi’nin çarpıcı bir hatırasını da sizinle paylaşmak isterim:
Sultanahmet Camii imamı iken Gönenli
Mehmet Efendi, bir gün aniden düşüp bayılır.
Çağrılan doktor, hocayı iyice muayene eder
ve hiçbir şey bulamaz. “Hocam, ne zamandan beri yemiyorsun?” diye sorar. “Doktor
Bey!” der Gönenli Hoca, “Sana söylerim; ama
kimseye söylemeyeceksin. Üç gündür ağzıma
lokma girmedi. Talebelerim aç iken ben nasıl
tok gezerim?” Hocaya bir kâse çorba verirler,
kendine gelir. Giderken sessizce konuşmaktadır: “Ey yüce Allah’ım, ben şimdi bu çocuklara ne diyeyim?” O sırada karşısına biri çıkar,
“Hocam biz de seni arıyoruz. Al şu parayı çocuklara harcarsın.”
kabri, Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde bulunmaktadır.
Diğer Büyükler Onun Hakkında Ne Dedi?
Mevlânâ Hazretleri der ki: “Sen anılması
güzel olan söz ol; çünkü insan kendi hakkında söylenen güzel sözlerden ibarettir.” Bakın Gönenli Mehmet Efendi ile ilgili devrinin
büyük şahsiyetleri neler söylemiş. “1931’de
Konya’ya geldiklerinde görmüş ve ellerini
öpmüştüm. Gönenli Hocaefendi benim hatırımda gayet güzel giyinen; temizliğiyle; hatta
sarığını alnının üzerinden sarışıyla dikkatimi
çeken ve güzel Kur’an-ı Kerim okuyan bir hocaefendiydi. Bu Hocaefendi, ömrünü talebe
yetiştirmekle geçirmiş olan; nur yüzlü, gayretle ve himmetle hiçbir vazifeden geri kalmayan
fedakâr bir kimseydi.” Bu sözler, Hak dostu Ali
Ulvi Kurucu’ya ait.
Ağlayın Ey Millet, Bir Büyük Âlim Gidiyor!
Bir defasında da son devir Nakşi meşayıhından merhum Abdülhay Öztoprak Efendi,
Gönenli Mehmet Efendi’ye, “Senin Resul-i
zişana yakın olduğunu biliyordum; ama yakınlığının derecesinden haberim yoktu. Resul-i
zişanla diz dize yakınlık kesbettiğine yeni muttali oldum. Seni tebrik ederim!” demiş.
Gönenli Mehmet Efendi, ömrünün sonuna
kadar hizmetlerine ara vermedi. 3 Ocak 1991
Perşembe günü, Gönenli Mehmet Efendi’nin
cenaze namazını kıldıran Hafız Abdurrahman
Gürses şöyle seslenmekteydi, “Ağlayın ey millet, bir büyük âlim gidiyor. Bir büyük âlim değil, bütün bir âlem gidiyor.” Bu büyük âlimin
Diğer yandan da tarihçi yazar Vehbi Vakkasoğlu, Bediüzzaman Said Nursi’nin “Kimin
himmeti, milleti ise o tek başına bir millettir.”
sözünü hatırlatarak Gönenli Mehmet Efendi
için şöyle demiştir: “Gönenli Mehmet Efendi,
tek başına bir milletti. Hayatının gayesi iman
ve Kur’an yolunda hizmetti.”
36
Bazı Tavsiyeleri ve Duaları
• Mushaf-ı Şerif’i daima tazim (saygı) ile karşılayın. Kur’an-ı Kerim’e dil uzatan veya onu hafife
alanlarla asla beraber olmayın. Kardeşin de olsa
Kur’an düşmanını desteklemeyin.
• Allah’ım! Sana şükrümde, Sen’i zikrimde ve
ibadetlerimi en güzel şekilde yapmamda bana yardım et. Ya Rab! Kalplerimizi ilminle süsle, ibadetinle bütün azalarımızı güzelleştir. Her an Sen’inle
berabermişiz gibi bizlere lezzet ver.
• Kur’an okunurken can veren, Cennet-i Âlâ’da
peygamberlerinin yanında bayramlara eren kullarından eyle. Allah’ım, bizleri Sen’i gönülden anan
kullarından eyle! Bizi ömrümüzün sonuna kadar
imanlı yaşat. Soğuk sıcak demeden aşk-ı ilahi ile
koşan ve koştuğunu da bilenlerden eyle.
• Ya Rab! Bizleri ezdirme, üzdürme, imansız
gezdirme. Bizleri Allah’ı ile sevinen, Peygamber’i
ile övünen, Kur’an’dan ders alan, doğruluğu bırakmayan kullarından eyle. Bizi dünya üzüntüsü ile
değil, ahiret kaygısı ile ağlat. İmanımızın nurunu
göster, sevgisini tattır Allah’ım!
Nur İçinde Yatsın
Ömrünü iman aşkı ve heyecanı içinde geçiren
bu eşsiz insanın güzel ahlâkından nasipler düşsün
üzerimize. Sadece kendini düşünen değil, Gönenli
Mehmet Efendi gibi herkesin derdi ile dertlenen bir
insan olmamız dileği ile… Bu güzel insanın ruhuna
üç Fatiha, bir İhlas sûresi okuyalım sevgili arkadaşlar!
37
Numan Nurullah ARAS
Bir âye
Hik
BİR HAYAT Kİ…
Hikâyeden Önce
Öğrencilerinize şu soruları sorarak hikâyeye başlayabilirsiniz:
• Daha önce Kur’an meali okudunuz mu?
• Günde kırk defa okuduğumuz Fatiha sûresinin anlamını biliyor musunuz?
• Anlamını bilerek Kur’an’ı okumak bize ne kazandırır?
V
akitlerden bir vakit Abdullah bin Mübarek,
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kabrini ziyaret maksadıyla yola çıkmıştı. Bir müddet gittikten sonra sırtında yünden bir örtü, başında
da yünden bir başörtüsü bulunan bir kadına
denk geldi. Durumundan hareketle kadının
bir sıkıntısı olduğunu anlayan Abdullah bin
Mübarek, kadına,
Bu sefer de kadın, İsra sûresinin birinci
âyetininin bir bölümünü okudu:
– Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan
alıp Mescid-i Aksa’ya götüren…
– Allah senin iyiliğini versin. Sen burada ne
yapıyorsun?
Verilen bu cevaptan hareketle kadının hac
için buraya geldiğini ve Küdüs’e gitmek istediğini anlayan Abdullah bin Mübarek, aç ve
susuz olabileceği düşüncesiyle kadına, “Senin
yanında yiyecek bir şey göremiyorum!” deyince kadın, Şuara sûresinin 70. âyetini okudu:
“Beni yediren, içiren O’dur.” Bu cevapla
kadının, yiyecek ve içecek bir şeyinin olmadığını anlayınca Abdullah bin Mübarek kadına,
yanında yiyecek olduğunu ve onlardan yemek
isteyip istemediğini sordu. Kadın da Bakara
sûresinin 187. âyetini okudu: “Sonra, akşama kadar orucu tamamlayınız.” Abdullah
bin Mübarek,
Kadın, bu soruya ise Araf sûresinin 186.
âyetinden,
– “Bu ay Ramazan değil ki!” deyince kadın,
Bakara sûresinin 158. âyetini söyledi:
– “Allah kimi şaşırtırsa onu yola getirecek yoktur…” bölümünü okuyarak karşılık
verdi.
– “Kim gönlünden koparak (vacip olmayan amellerden) bir hayır işlerse
mükâfatını görür. Çünkü Allah, ibadetlerinin ecrini veren, her şeyi hakkıyla bilendir.”
– Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh, diyerek selam verdi.
Kadın bu selama Yasin sûresinden,
– “Onlara, merhametli Rabb’in söylediği selam vardır. (Yasin sûresi, 58.âyet)” âyetini
okuyarak mukabele etti.
Abdullah bin Mübarek:
Bu cevap üzerine Abdullah bin Mübarek,
kadının yolunu kaybettiğini anladı. Ona,
– Nereye gitmek istiyorsun, diye sordu.
38
– Seferde oruç bize mubah kılınmıştı!
doğrulturlar.” Kadının oğullarının kafilenin
kılavuzu olduklarını anlayan Abdullah bin
Mübarek, çadırları kastederek kadına, “Şu
çadırların içindekilerden hangileri senin oğullarındır?” diye sordu. Kadın, Nisa sûresinin
125. âyetinin,
– “Eğer bilirseniz güçlüğe rağmen oruç
tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (Bakara
sûresi, 184. âyet)”
Abdullah bin Mübarek, kadının sürekli
Kur’an âyetleriyle konuşması üzerine sordu:
– Sen benimle niçin benim konuştuğum
gibi konuşmuyorsun?
– “(İnsanoğlunun) biri sağ tarafında,
biri sol tarafında oturmuş iki kâtip meleğin amellerini yazmakta olduklarını hatırla! (Kaf sûresi, 17. âyet)”
Abdullah bin Mübarek,
– “Seni bir deveye bindirip kafilene yetiştireyim mi?” diye teklifte bulununca kadın, Bakara sûresindeki şu âyetle karşılık verdi:
– “Siz ne hayır işlerseniz Allah onu bilir… (Bakara sûresi, 215. âyet)”
Kadın deveye binince Zuhruf sûresinin 13.
ve 14. âyetlerinden, “…Bunları bize ikram
eden Allah’ın şanı ne yücedir. Yoksa biz
bunlara güç yetiremezdik. Biz şüphesiz,
Rabbimiz’e döneceğiz.” mealli bölümü
okur.
– “Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.”
Anlamındaki son bölümü ile 164. âyetinden,
”Allah, Musa ile gerçekten konuştu.” bölümü ve Meryem sûresinin 12. âyetinden ”Ey
Yahya! Kitaba var gücünle sarıl!” mealli
birinci bölümü söyledi.
Abdullah bin Mübarek, “Ey İbrahim, ey
Musa, ey Yahya!” diyerek seslenince üç genç
çıkageldiler. Abdullah bin Mübarek kadının
oğullarına, “Şimdi siz annenizin Kur’an’dan
konuşma hâlini bana anlatmadıkça ben buradan gitmeyeceğim!” dedi. Bunun üzerine
gençler, “Kur’an’a olan muhabbetinden dolayı annemiz, yıllardan beri Kur’an-ı Kerim
âyetlerinden başkasını söylemez.” dediler.
Bunun üzerine Abdullah bin Mübarek, Cuma
sûresinin 4. âyetini okudu:
“Bu, Allah’ın dilediğine vereceği bir fazilet ve ihsandır. Allah büyük lütuf sahibidir.”
Öğrencilerinize Sorun
Öğrencilere şu soruyu sorabilirsiniz:
“Kur’an’a olan bağlılığımızı hayatımızda
hangi davranışlarla veya hâllerle gösterebiliriz?”
Abdullah bin Mübarek kadını nihayet kafileye yetiştirdi ve “İşte kafilen bu! Kafilede kimin var?” diye sordu.
– Servet ve oğullar, dünya hayatının
ziynetidir… (Kehf sûresi, 46. âyet)
Abdullah bin Mübarek, söylenen âyetten
kadının oğullarının kafilede olduğunu anladı
ve ona, oğullarının kafilede ne iş yaptıklarını
sordu. Bu soru üzerine kadın, Nahl sûresinin
16. âyetini okudu: “Daha nice alametler yarattı. Onlar yıldızlarla da yollarını
Kur’an, kalplerin baharı ve
bereketidir. Yağmurun, yeryüzünün baharı ve bereketi olduğu gibi…
(Malik bin İyaz)
39
lı
en
Şanhimizd
İdris Elif
TOPÇUOĞLU
SOLMAZ
i
Tar
ÂMİN ALAYLARI
Başlamadan Önce
Öğrencilerinizden okula başladıkları ilk gün hatıralarını anlatmaları istenebilir.
O
smanlı dönemi çocuklarının hayatındaki en şaşaalı törenlerin başında “Âmin Alayı”, diğer
adıyla “Bed-i Besmele Töreni” gelir. Mevzu şudur: Çocuk 4 yıl 4 ay 4 günlük olduğunda çocuğun
mektebe gidip ilim alma vakti gelmiş demektir. Evvela Kur’an-ı Kerim, sonra ilmihal, namaz ve dinin diğer levazımını (gerekliliklerini) öğrenecek, Kur’an ezberlerini yapacak, daha istidatlı olanlar
Arapça, hüsn-i hat, Farsça gibi derslere de devam edebileceklerdir.
Çocuğun mektebe başlayacağı ilk gün ailesi, mektebin talebeleri, mektep hocası ve mahallelinin iştirak ettiği kalabalık, coşkulu bir törenle çiçeği burnunda talebeyi evinden alıp mektebe
getirir ve ilk dersini almasına tanıklık ederler. Çocuğun Kur’an öğrenmeye başlayacağı o ilk gün
hazırlanan şaşaalı merasim; o çocuğun zihninden hiç çıkmayacak, o günü hayatının “en kıymetli
günlerinden biri” olarak yâd edecektir. Bu merasimler hâli vakti yerinde olan aileler tarafından bir
düğün gibi kutlanırdı.
40
Hayatını Kur’an çerçevesinde şekillendiren
bir millete pek yakışan bu törene “Âmin Alayı”
veya “Bed-i Besmele Töreni” denir.
HADEME-İ MEKTEP
Osmanlı dönemi mekteplerinde Bevvab denilen görevliler olurdu. Bevvab, kelime manası
itibariyle “kapıcı” demektir. Bevvab, hocadan
sonra mektebin en yetkilisidir. Bevvab, sabahın nurunda mektebi iştiyakla açtıktan sonra
omzuna sırığını asarak sokak sokak gezmeye
başlar. Talebelerin yemek çıkınlarını omzundaki sırığa dizerek talebeleri bir bir peşine
takar. Bu, bir nevi seyyar servislik vazifesidir.
Mektebin asayişiyle ve temizliğiyle de alakadar olur. Âmin alaylarının intizamını sağlar.
ALAY YOLA ÇIKIYOR!
rinde çocuğun zerafetle hazırlanan minderi
ve elif cüzü bulunurdu. Mektebin ilahi grubu
Bevvab’ın arkasında gider, ilahilerini söyler,
dualarını yaparlardı. Diğer çocuklar da gerekli yerlerde “Âmin!” diye bağırırlardı.
Mahallenin yaşlı genç bütün hanımları, evlerinden dışarı çıkmaları için hayırlı bir vesile
olan bu törene memnuniyetle katılırlardı.
Tören alayı talebenin evine varınca çocuğu alır, yeniden ilahiler eşliğinde mektebe götürürlerdi. Hocanın “Rabbi Yessir” ile
başlayan ilk dersini bütün talebeler, çocuğun
ailesi ve akrabaları dinlerdi. İşte böylece
çocuğun ilk mektep hayatı başlardı.
Törenlerde okunan toplu duadan (gülbank)
bir misal:
Talebe güzelce giydirilir, yakın akrabaları
ile mektebe getirilir, hocasına dua ettirilirdi.
Mektepteki çocuklara birer ikişer kuruş; yahut
şeker dağıtılarak gönülleri alınırdı. Hocaya
da mendil ucuna bağlanmış kıymetli hediyeler takdim edilirdi. Sonra hoca ile konuşulup
münasip bir gün belirlenir ve tören hazırlıkları
başlardı. Bu günün kandil günlerine, pazartesiye veya perşembeye isabet etmesine dikkat edilirdi. Törenden evvel çocuk, Kur’an ile
tanışacağı bu safhanın hayır içinde geçmesi
niyazıyla evliya türbelerine götürülürdü.
Âmin alayının yapılacağı gün diğer
talebeler de güzelce giyinirler, hazır
olurlardı. En önde hoca ve başının üzerinde rahle taşıyan Bevvab yürürdü. Rahlenin üze-
41
HÛ DİYELİM HÛÛÛÛ!
Allah Allah illallah
Evveli Kur’an
Ahiri Kur’an
Tebarakellezi nezzelel Furkan
Küffarın körlüğüne
Dini İslâm kuvvetine
Padişahımız efendimiz hazretlerinin eyyam-ı devletine
Diyelim aşk ile bir Allah
Hacılar, gaziler, raviler, yediler, kırklar
Gülbang-ı Muhammed
Nur-ı Nebi
Kerem-i Ali
Pirimiz üstadımız hazreti Osman-ı Zinnureyni veli
Gerçekler demine hû diyelim hûûûû…
“FERĞAB, FESİNİ KAP!”
Talebe, elif cüzünü tamamlayınca amme
cüzüne gelir. İnşirah sûresinin son kelimesi
olan “ferğab” kelimesine gelmesini, mektebin
diğer talebeleri tetikte beklemektedir. İnşirah
sûresini okuyan talebe, bu kelimeyi okuduğu
anda mektebin en hızlı davranan talebesi çocuğun fesini kapar, cüz kesesini de başından
geçirirdi. Fesi alınan çocuk, evine gönderilirdi. Hocaefendiye hediye gönderilmedikçe
fesi geri verilmezdi. Ailesi bu hâli sevinçle
karşılardı. Zira bu durum, çocuğunun Kur’an
öğreniminde ve ilimde ilerlediğinin alameti
sayılırdı.
42
Öğrencilerinize Sorun
“Size böyle bir tören yapılsaydı neler
hissederdiniz?” sorusundan hareketle
öğrencilerin duygularını ve düşüncelerini
alabilirsiniz.
Bir Tavsiye
Bu kısımda “Rabbi yessir velâ tuassir
Rabbi temmim bi’l-hayr (Rabbim! İşimi kolaylaştır, zorlaştırma! Rabbim, işimi hayırla
sonuçlandır!)” duası okunarak gençlere bir
işe başlamadan önce bu duayı okumaları
tavsiye edilebilir.
MEHMET ÂKİF’TEN ÂMİN ALAYI ŞİİRİ
Mehmet Âkif Ersoy’a en sevdiği şiiri sorulduğunda verdiği cevap, “Âmin Alayı” şiiridir.
Âkif, hüzzam makamında bestelenmiş bu şiiri dilinden hiç düşürmez, okumaktan haz duyardı. İşte Âmin Alayı şiirinden bir bölüm:
En önde, rahlesi âguş-i ihtirâmında
Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;
Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,
Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek
Kadar lâtîf, iki ma’sûmu bir açık payton
Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,
Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun
O rûhtan daha sâfi olan yüreklerden,
Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor;
Bu cûş-i saffetin aksiyle ta meleklerden
Zemîne doğru bir “Âmîn!” sadâsıdır geliyor.
Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr,
Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr,
Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor!
Bu bir ketîbe-i ma’sûmedir ki, ey millet:
Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında
ŞİİR Sözlüğü
•Rahle: Üzerinde kitap okunan, yazı yazılan, bazıları açılıp kapanabilen alçak, küçük masa.
•Âguş: Kucak; sığınılan yer.
•İhtirâm: Hürmet, saygı.
•Pîş: Huzur, ön, ileri taraf.
•Ziyâ: Işık, aydınlık, nur.
•Ufûl: Gurup, batış; gözden kayboluş, görünmez
olmak; yıldızın batması; (mecaz:) ölmek.
•Vakâr: Ağırbaşlılık, halim ve heybetli oluş, azamet
ve izzet.
•Sâfi: Katışıksız; temiz, süzülmüş; bozuk olmayan,
halis.
•Terâne: Ezgi, makam, nağme; bir şiiri makam ile
okuma, şarkı söyleme; (Divan edebiyatı terimi) Rubainin bir adı.
•Cûş: Coşmak, kaynamak; taşmak.
•Saffet: Temizlik, arılık.
•Efrâd: Bireyler, fertler.
•Sürûr: Sevinç, neş’eli olmak.
•Sürûd: Terennüm, şarkı, türkü.
•Pür: Çok, dolu, çok fazla, tekrar (manalarına gelir, birleşik kelimeler yapılır.)
•Muttasıl: Aralıksız, hiç durmadan.
•Ketîbe-i ma’sûme: Saf, temiz alay, grup.
•Rehgüzâr: Geçilen yol, yol üstü; geçit.
İsmail Kara–Ali Birinci’nin “Bir Eğitim Tasavvuru Olarak Mahalle/Sıbyan Mektepleri” kitabından yararlanılmıştır.
43