PDF İndir

Transkript

PDF İndir
58
Sayı 58 Ocak-Şubat 2011
‹mtiyaz Sahibi
Mimar ve Mühendisler Grubu adına
Genel Başkan
Avni Çebi
Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü
Hasan Kurt
editörden
Yay›n Kurulu
Mehmet İşci, Osman Arı, Yakup Güler,
Mahmut Çelik, Yavuz Sarı,
Mesut Uğur,
Osman Şahbaz, Yılmaz Ada
Bu Say›ya Katk›da Bulunanlar
Murat Özmen
Prof. Dr. Oğuz Borat
Prof. Dr. Selim Zaim
Mehmet Erdem Temür
Ertan Kirik
Ömer Doğan
Yay›n Dan›flma Kurulu
Prof. Dr. İlhami Karayalçın,
Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Adnan Çelik,
Prof. Dr. Nizamettin Aydın,
Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür,
Ali Reyhan Esen, Fatih Dönmez
‹letiflim Adresi
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 217 51 00
Fax: 212 217 22 63
Web: www.mmg.org.tr
E-posta: [email protected]
Yay›n Koordinatörü
İsmail Şaşmaz
[email protected]
Editör
A. Kadir Mermertaş
[email protected]
Görsel Yönetmen
Nevzat Albayrak
Renk Ayr›m›
Muhammet Dilsiz
Reklam
Fatih Göksu
[email protected]
Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 273 27 50
Fax: 212 273 27 51
Web: www.ajanspiksel.com
E-posta: [email protected]
Bas›m
Milsan Basın San. A.Ş.
0212 471 71 50
Yay›n Türü
İki ayda bir yayınlanır.
Yerel Süreli Yayın
Ücretsizdir
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu
sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek
alıntı yapılabilir.
Sayı 58 Ocak-Şubat 2011
58
YEN‹ yılın ilk sayısında yeni yılda önemli gündem
maddelerinden biri olacak istihdam konusuyla birlikteyiz. Ülkemizin ve tüm dünyanın en önemli sorunlarından biri olan çözüm önerilerin yoğun olarak
konuşulduğu istihdam sorununu bizde uzmanlarla
değerlendirdik.
Bir ülkenin gelişmişliğinin en önemli
göstergelerinden biri de yarattıkları nitelikli iş
gücüdür. Nitelikli iş gücünü de ortaya çıkaran
teknoloji ve AR-GE’ye verilen önemdir. Bu iki konuya
verilen değer ve kaynak nitelikli iş gücünü doğuracaktır. Buna bağlı olarak da istihdam edilen iş gücü
sayısı artacaktır.
İşsizlik problemi sadece ekonomik bir problem değil
aynı zamanda toplumsal bir sorun olarak da
karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda ülkeler sahip
oldukları insan kaynaklarını en etkin şekilde üretime
sokabilmelidirler. Aksi takdirde önemli derecede
sosyal ve ekonomik maliyet yüklenmek zorunda kalabilirler.
Mimar ve Mühendis Dergisi olarak bu sayımızda bu
önemli sorunu mühendislerin istihdamı bağlamında
ele alarak istihdam sorunu ile ilgili akademisyenler
ve iş hayatı temsilcilerinin değerlendirmelerine yer
verdik.
Ayrıca dergimizde her sayımızda ilgi ile takip ettiğiniz
makaleler, gezi yazıları ve Mimar ve Mühendisler
Grubu’ndan haberleri okuyabileceksiniz.
Son olarak Mimar ve Mühendisler Grubu’nun son
dönemdeki atılımına önemli katkılar sağlayan,
projeler üreten MMG Genel Sekreteri Adem Sarı’yı
genç yaşında Hakk’a uğurlamanın derin üzüntüsünü
yaşamaktayız. Her nefsin ölümü tadacağı bu
dünyadan uğurladığımız Adem Sarı kardeşimize rahmet, ailesi ve yakınlarına sabır diliyoruz.
Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle…
içindekiler
6 Bizden Haberler
32
26 Mimarl›k; Mehmet ‹flci
Günümüz cami mimarisi
üzerine düflünceler -1-
76 Kent ve Yaflam; Yavuz Sar›
Nisf-i Cihan; ‹SFAHAN
80 Söylefli; Bursa Büyükflehir
Belediye Baflkan› Recep Altepe:
“Bursa kentlerin en güzeli olacak”
86 Söylefli; Hakan Bozkurt:
KAPAK; Ülkelerin sahip olduklar› iflgücünün durumu ve niteli¤i
ülkelerin hem ekonomik hem de toplumsal gelifliminin önemli
göstergesidir. Bu ba¤lamda istihdam sorunu her alanda geliflmenin
önündeki en büyük engel olarak karfl›m›zda durmaktad›r. Özellikle
ülkemizde istihdam uzun y›llardan beri çözülemeyen bir sorun olarak
hep gündemdeki yerini korumufltur.
“Hayat›n silgisi yok,
hayat vicdan ve vefad›r”
88 Makale; Ali K›l›ç
Sosoyal A¤lar’›n ifl dünyas›ndaki etkisi
ve sosyal medya ile hedef kitleye eriflim
90 Anma; Kimseye minneti olmayan,
dürüst, düzgün ve merhametli bir adam:
ADEM SARI
20 Haber Analiz
Orman vasf›n› tam olarak kaybetmifl
orman arazilerinin durumu 2B
92 Sinema ve
Mühendislik
Alevler içinde
Afganistan’›n
küllerinden
do¤mufl, tertemiz
bir aflk hikayesi
ya da modern
zamanlar›n “Leyla
ile Mecnun”u
BARAN
4 M‹MAR VE MÜHEND‹S
BAfiKANDAN
‹stihdam ve De¤erlerimiz
‹NSAN hayatının önemli bir kısmı çalışma hayatında geçer, çoğu zaman günün içinde
geçirdiğimiz zamanın büyük kısmı iş için yapıp ettiklerimizden oluşur. Çalışma hayatı
bizim için günlük geçimimizi sağlayan bir işlevsellikten öte sosyal ve kültürel hayatımız
ile zihin ve ruh gelişimimize katkı sağlar. Bütün bu aktiviteler istihdamın yalnız iş olarak
görülmemesi gerektiğini bize gösterir.
İstihdam konusu bireyin kendisini ekonomik olarak hayatın içersinde aktive olmasının
ötesinde kendisini geliştirmesinde, ailesi, yaşadığı toplum ve hatta insanlık için değer
üretim süreçlerinin içerisinde olması anlamına gelir. İstihdam ekonomik verilerinin
ötesinde belki ondan daha büyük bir işlev olarak kişinin iç barışını ve hatta toplumsal
barışımızı sağlamamıza yardım eder. Bütün ekonomik, kültürel ve sosyal aktivitelerin
amacı bu sosyal barışı ve huzuru sağlamaktır.
Dünyanın yaşadığı metalaşma, hızlı yaşam, tüketim olgusu ve sanayideki otomasyon
insanı bütün aktivitelerin ana öznesi olmaktan çıkarmaya başladı. Daha doğrusu böyle
bir yanılsama hali küresel olarak yaşanmaya başladı. Bütün bu yapıp ettiklerimizden
amaç bireyin mutluluğu ve barışını sağlamak olmalıydı oysa. İş hayatı, bireyin kendisini
geliştirmesi, onun üretim süreçlerine katılarak kendisini sosyalleştirmesi, aynı zamanda
üretim aşamasında kendisini ve etrafını keşif etmesi için bir ortam hazırlar.
İstihdam, tarih boyunca bireyler ve devletler için önemli bir sosyal sorun olmuştur. Özellikle yaşanılan büyük ekonomik krizlerde ekonomik sıkıntıları aşmada en önemli unsur
olarak istihdamın azaltılması ve ücretlerin dondurulması gündeme gelir. Son yaşanılan
krizde bunları sıkça görmeye başladık. Dünya ekonomisinde her şeyin sanallaşması ve
ranta dayalı bir yapı oluşturması krizlerin daha sık görülmesi için bir zemin oluşturdu.
Oysa bütün ekonomik faaliyetlerin girdi ve çıktılarında en önemli unsur insan emeğidir.
Bunun ucuzlatılması ve hakkının verilmemesi üretilen ekonomik değerin bir kısım kişi
ve kurumlarda birikmesini sağlar, buda hayatın durması ve güvensizliğin artmasını
getirir.
Bir taraftan iş gücünün kalitesinin arttırılması ve sürekli eğitim kapsamında bireyin
yetkinliklerinin arttırılması, hem çalışanın hem de işverenin sorumluluğudur. Yaşanılan
aşırı rekabet ortamı bunu gerekli kılmaktadır. İstihdamın arttırılmasında nitelikli iş
gücünün istihdamı ve AR-GE’yi firmalarımız için önemli kılmaktadır. Ülkemizde ilkokuldan üniversiteye gelene kadar çocuklarımızın adeta sınavlarla meşgul edilmesi, onların
kendisini mesleki ve estetik beceriler geliştirmekten mahrum etmekte, üniversite bitiminde diplomalı işsizler ordusuna katmaktadır. Eğitim sistemimiz çocuklarımızı sınava
hazırlayan sistem olmaktan çıkarılmalı onları geleceğin dünyasına elleri, zihinleri ve
gönüllerini iyi kullanan bireyler olarak hazırlamalıdır. Bu büyük sorun, bugün ülkemizin
yaşadığı istihdam sorunlarını aşmada birinci öncelikli konu olarak görülmelidir.
Dünyan›n yaflad›¤›
metalaflma, h›zl›
yaflam, tüketim
olgusu ve sanayideki
otomasyon insan›
bütün aktivitelerin
ana öznesi olmaktan
ç›karmaya bafllad›.
Daha do¤rusu böyle
bir yan›lsama hali
küresel olarak
yaflanmaya bafllad›.
Bütün bu yap›p
ettiklerimizden amaç
bireyin mutlulu¤u ve
bar›fl›n› sa¤lamak
olmal›yd› oysa.
İstihdamın arttırılması ve sürekliliğin sağlanması yalnız başına bir ekonomik faaliyet
olarak görmemeli, işin ahlaki boyutunu ihmal etmemeliyiz. Bu da bireylerin işveren
olması durumunda yaşadığı geçmişi unutmaması, insanı ve ülkesi için üreteceği en
önemli değerin istihdamın arttırılması ve hakkının verilmesi konusundaki çabalarının
olduğunun fark ettirilmesi olarak görmeliyiz. Çalışanı ve işvereniyle hayatı daha mamur
ve yaşanılır kılmak için çalışmalı ve bunun yarını da olduğunu unutmamalıyız.
Mimar ve Mühendisler Grubu’muzun değerli Genel Sekreteri Adem Sarı kardeşimiz
yakalandığı lösemi hastalığından vefat etmiştir. Kendisinin grubumuza yaptığı katkıları
unutamayız. Hastalığı sırasında değerli katkılarını esirgemeyen değerli dostlarımıza
teşekkür eder, Adem kardeşimize Allahtan rahmet dileriz.
Avni Çebi
Genel Başkan
OCAK-fiUBAT 2011 5
B‹ZDENHABERLER
MMG Bursa fiubesi’nde Teknik Gezi;
“‹NEGÖL
KENT MÜZES‹”
Ahmet Erkoç:
“ENERJ‹ KAYNAKLARIMIZI
VER‹ML‹ KULLANMALIYIZ”
ENERJİ verimliği alanında yürüttüğü çalışmaları hız kesmeden sürdüren
Mimar ve Mühendisler Grubu, bu kez Bizbize Konuşmalar’da konuk ettiği
Ahmet Erkoç tarafından verilen “Enerji Verimliliği ve Kompanzasyon” konulu
seminerle bu alandaki çalışmalarına bir yenisini ekledi.
Geçtiğimiz yıl düzenlenen ve 2 bin 500 okul müdürünün enerji verimliliği
konusunda bilinçlenmesini amaçlayan geniş kapsamlı organizasyonun
ardından çalışmalarını yoğunlaştıran MMG, ülke için en büyük katma değer
oluşturacak alanlardan biri olarak gördüğü enerji verimliliği çalışmalarını
sürdürüyor.
MMG Genel Merkezi’ndeki “Bizbize Konuşmalar”da “Enerji Verimliliği ve
Kompanzasyon” konusunda seminer veren Ahmet Erkoç, çoğu firmanın bu
alanda gerekli tedbirleri almadığı için yüksek cezalarla karşı karşıya kaldığını,
ayrıca ülke kaynaklarının verimli kullanılması açısından büyük zaaflara
uğradığımızı ifade ederek “Bu mesele her şeyden önce bir kültür meselesidir.
Kaynaklarımız halen yeterli düzeydeyken bunları etkin ve verimli şekilde kullanmanın yollarını aramazsak bu müsriflik olacaktır” dedi.
Kompanzasyon konusuna değinen Erkoç, kompanzasyonu öncelikli olarak
sınırlı olan enerji kaynaklarının verimli kullanılabilmesi için çözümler ortaya
koyan bir uğraş olarak tanımladı. Elektrik tüketiminin dengeli ve reel veriler
üzerinden ücretlendirilmesi ve firmaların reaktif kullanım denen tüketim
cezasından korunabilmesi için mutlaka iyi tasarlanmış bir kompanzasyon
donanımına sahip olması gerektiğini belirten Ahmet Erkoç, çıplak kullanım
bedellerinin üzerine yüzde 30’lar civarında ilave edilen vergi ve diğer tüketim
bedellerinin reaktif tüketim bedeliyle birlikte çok ağır bir yüke dönüşeceğini
hatırlatarak firmaları bu konuda dikkatli olmaya çağırdı.
KURULDUĞU günden bu yana yerli ve yabancı ziyaretçilere ev sahipliği yapan, Türkiye’de birçok kente örnek olan İnegöl Kent Müzesi, bu sefer Mimar ve Mühendisler Grubu
Bursa Şubesi tarafından düzenlenen teknik geziye ev sahipliği yaptı.
İnegöl Belediyesi’nin yaptığı prestijli projelerden olan İnegöl Kent Müzesi’ni hem teknik açıdan incelemek hem de gezmek maksadıyla bir
teknik gezi düzenleyen Mimar ve Mühendisler
Grubu Bursa Şube Başkanı Mustafa Bayraktar;
“Bursa Şubesi olarak, her ay bir yere teknik inceleme gezisi düzenliyor, bu gezi ve incelemeler
esnasında da aylık toplantımızı gerçekleştiriyoruz. Bu ayki gezimizde İnegöl’ü seçtik. İnegöl’ü
seçmemizde İnegöl Belediyesi’nin yaptığı projeler ile İnegöl Kent Müzesi etkili oldu” dedi.
Mimar ve Mühendisler Grubu Bursa Şubesi yönetim kurulu üyesi olan Ali Yılmaz ise Kent
Müzesi gezisinin son derece faydalı olduğunu,
hem teknik açıdan hem de İnegöl kültürü açısından fayda sağladığını belirtti. Daha önce 15
farklı yere gezi düzenlediklerini ve en son olarak ta Petkim Aliağa Rafinelerini gezdiklerini
vurgulayan Yılmaz; İnegöl’e yaptıkları ziyarette
İnegöl Kent Müzesine hayran kaldıklarını da
vurguladı.
İnegöl Belediye Başkanı Alinur Aktaş ise “Mimar ve Mühendisler Grubu Bursa Şubesi’nden
25 kişilik bir ekip gezi ve incelemelerde bulunmak için İnegöl’e gelmek istediklerini belirtiklerinde, kendilerine İnegöl Kent Müzesini önerdik. Gelip incelediler. Hem gezdiler hem de konularıyla alakalı oldukları için bizlerden bilgi
aldılar. İnegöl Kent Müzemizde kendilerine kısa bir de sunum yaptık. Çok faydalı bir gezi olduğunu belirten grup üyeleri, müzemize de
hayran kaldıklarını ifade ettiler. Biz de kendilerine İnegöl Köftesi ikram ederek memnuniyetimizi belirttik. Tüm grup üyelerine teşekkür ediyorum” dedi.
ANKARA KALKINMA AJANSI’NA Z‹YARET
Sami
MMG Ankara Şube Başkanı Yılmaz Ada, Yönetim Kurulu Üyeleri Ömer
Ajansı
a
Yapıcı ve Ertuğrul Kuyrukçu görevine yeni başlayan Ankara Kalkınm
lar.
Genel Sekreteri Doç. Dr. Asım Balcı’ya hayırlı olsun ziyaretlerinde bulundu
genel
Balcı’ya
a
hakkınd
er
faaliyetl
Ziyaret esnasında MMG’nin yaptığı etkinlik ve
kapda
ı
alanların
çalışma
kendi
ının
bilgiler verildi. Dergimizin dosya konular
sadığını belirten Balcı, bu konularla ilgili ve uzman MMG üyeleriyle birlikte
çalışmak isteğini bildirdi.
da hem
MMG Ankara Şubesi’nin Ankara Kalkınma Ajansı Kurulu’nda olmasının
Ankara
MMG
Balcı,
belirten
ı
olacağın
faydalı
için
MMG
de
hem
için
kendileri
Şubesi’nin kurulda yer alması için elinden geleni yapacağını ifade etti.
6 M‹MAR VE MÜHEND‹S
B‹ZDENHABERLER
‹fl Sa¤l›¤› ve Güvenli¤i
Uzman› Birol Vural;
“‹fi GÜVENL‹⁄‹
KONUSUNDA
Z‹HN‹YET
DE⁄‹fiMEL‹”
MMG’nin “Bizbize Konuşmalar” etkinliğine
konuk olan İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı
Birol Vural, iş sağlığı ve güvenliği alanında
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca
uygulamaya konan yeni düzenlemeler hakkında bilgilerini katılımcılarla paylaştı.
Vural, iş güvenliği ve sağlığı konusunda yürütülen çalışmaların kanunlar nezdinde sıkı kontrol altına alınmasına rağmen, yaşanan iş kazalarında genellikle insan hatalarının rol oynaması nedeniyle etkin bir güvenliğin ancak “zihniyette” yaşanan bir değişimle mümkün olacağını belirtti.
Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri
olarak ele alınması gerektiğini belirttiği iş
kazaları hakkında bazı rakamlara da değinen Vural, dünya üzerinde her yıl 270
milyon iş kazası yaşandığını, bu kazalarda
1 milyon 825 bin kişinin hayatını kaybettiğini söyledi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından son zamanlarda hassasiyetle yürütülen çalışmalara rağmen hala ciddi eksiklerin bulunduğuna da dikkat çeken Birol
Vural, özellikle, bilinçlenmeye yönelik tanıtım filmleri konusunda hiçbir çalışma
yapılmadığını, kısa vadede çözümü basit
olan bu meselenin pratik ve verimli bir eğitim materyali üretebileceğini aktardı.
Ayrıca genç mühendisler için önemli bir
istihdam alanı sağlayacak olan iş güvenliği
ve sağlığı uzmanlığı konusuna da değinen
Birol Vural, orta vadede bu alanda yaklaşık
25 bin mühendisin sertifikalı iş güvenliği
ve sağlığı uzmanı olarak çalışabileceğini, getirilen yeni kriterlerle 50 kişi ve üzerinde
personel istihdam eden iş yerlerinin bu eksikliğini kısa sürede kapatmak zorunda olduğunu söyledi.
8 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Baflbakanl›k E-Devlet Dan›flma Grubu
Baflkan› Dr. A. Ramazan Alt›nok;
“DÖNÜfiEN DEVLETE
D‹RENEN KURUMLAR VAR”
MMG tarafından düzenlenmeye başlanan “Cumartesi Söyleşileri”nin ilk programına konuk olan Başbakanlık E-Devlet Danışma Grubu Başkanı Dr. A. Ramazan
Altınok, “E-Dönüşüm Türkiye Projesi: Yapılanlar, Yapılamayanlar ve 2015 Projeksiyonu” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
İlk olarak, vatandaşın günlük yaşamında giderek daha sık karşılaşmaya başladığı
e-devlet kavramının hala kapsamlı bir tanıma kavuşmadığını belirten Altınok,
“E-devlet projesi, öncelikli olarak kamu yönetimi reformunun bir alt başlığıdır.
Klasik anlayışta devlet, hikmetinden sual olunmayan, sorgulanmayan bir yapıyı
ifade eder. Bu noktada öne çıkan Goverment ve Govermence kavramları, teba
mahiyetinde, yalnızca talimatı uygulayan vatandaş modeliyle, karşılıklı etkileşimin ağırlıkta olduğu ve devletin vatandaşa hizmet sunduğu, vatandaşın ihtiyaçlarına göre yapılandığı iki farklı olgudur ve e-dönüşüm çalışmaları, bunlardan ikincisinin kapsamı dahilindedir” dedi.
Tamamlanan ve yürürlükte olan e-devlet projeleriyle ilgili bilgileri aktaran Altınok, yeni bir “yönetişim” yaklaşımını beraberinde getiren bu uygulamaların sanıldığı gibi teknik çalışmalardan ibaret olmadığını, çok geniş alanlarda yankı bulduğunu, zihniyette ve siyasi yapılanmada köklü değişiklikleri beraberinde getirecek
sonuçlar doğurduğunu belirtti. Altınok, bu projelerin Başbakalanlık E-Devlet Danışma Grubu Başkanlığı’nca yürütüldüğünü, fakat daha geniş çaplı bir organizasyona ve teşkilat yapısına gerek duyulduğunu söyledi.
E-Devlet uygulamalarında ilk 10 arasında yer alan ülkelerde bu yapılanmanın nasıl sağlandığına dair örnekler veren Altınok, sözlerine şöyle devam etti: “ Birleşmiş
Milletlerin yayınladığı e-devlet indeksinde ilk 10’a giren ülkelere baktığınızda iki
ortak özellik görüyorsunuz. Biri, hepsinin Anglo-Sakson kökenli oluşu. Dolayısıyla devlet algısında da farklılıklar var. Mesela kamu yönetiminde performans ölçümü buralarda önemli bir kriter teşkil ediyor. Diğer özellik ise e-devlet koordinasyon kurulu doğrudan cumhurbaşkanına bağlı. Ve cumhurbaşkanı, son 10 yıldır,
hiç aksatmadan e-devlet danışma grubunun toplantılarına başkanlık ederek projeleri ilk ağızdan öğreniyor. Dolayısıyla siyasi yapılanmada da köklü değişiklikleri
beraberinde getirmesi bakımından büyük öneme sahip olan e-devlet dönüşümüne en üst siyasi makam tarafından öncülük edilmesi verimli sonuçlar doğuruyor.”
Dr. A. Ramazan Altınok, mevzuat ve yapılanma konusunda telafi edilmesi gereken eksikliklerin yanı sıra e-devlet projeleri kapsamında yaşanan dönüşüme mevcut siyasi teşkilatın ve kurumların da direnç gösterdiğine işaret etti. Hayata geçirilecek bir projenin, yüzlerce çalışanıyla faaliyet gösteren bir müdürlüğün, hatta bakanlığın bile “3,5 inçlik bir harddiske sığdırılması” anlamına gelebileceğini belirten Altınok, e-devlet dönüşüm sürecinde karşılaşılan en ciddi sorunun bu değişime kurumlar tarafından gösterilen direnç olduğunu söyledi.
B‹ZDENHABERLER
TÜRK‹YE'DE MOB‹L
TEKNOLOJ‹LER VE
GEL‹fi‹M SEYR‹
Ali Bayraktar;
“DEPREM ‹NSANLI⁄A
HAYAT VER‹R”
MİMAR ve Mühendisler Grubu’nca düzenlenen Bizbize Konuşmalar’a
konuşmacı olarak katılan Ali Bayraktar, yığma yapı mühendisliğinin tarihsel süreçte gelişimi ve depreme dayanıklı yapılar konusunda bilgi verdi.
Sismik Güçlendirme Merkezi Genel Müdürü Ali Bayraktar, yapı tekniği
ve yığma yapı mühendisliği konusundaki çalışmalarını yürütürken arkeolojik verilerden azami istifade ettiğini, yıllara yayılan araştırmaları sürdükçe antik çağlarda bir “bilge adam” tarafından uygulanan temel sisteminin günümüzde en güvenilir sistem olduğunu fark ettiğini ifade etti.
Yapı mühendisliği alanının deprem bilimiyle yakın ilişki içinde bulunduğunu belirten Ali Bayraktar, depremin bugüne dek yanlış bir şekilde algılandığını, depremle birlikte yaşama yolları tıkanan insanın depremi kötü
bir şey gibi addettiğini söyledi. Yeryüzünde hayat için birinci dereceden
önem arz eden suyun ancak yüzde 0,06’sının insanlar tarafından kullanılabildiğini, bu suyun da yeryüzünde sürekli devam eden depremler sayesinde yer altı kayaçlarında dolaşarak mineral zenginliğe kavuştuğunu,
bu durum yaşanmadığı takdirde insanlığın su kaynaklarının ortadan kalkacağını sözlerine ekleyen Ali Bayraktar, yeryüzünde hiçbir şeyin fuzuli
olmadığını hatırlattı.
Yığma yapı mühendisliği konusundaki araştırmalarını tarihin eski dönemlerine doğru derinleştiren Ali Bayraktar, Roma Mimarisi’nin karakteristik özelliklerini taşıyan ve ilginç bir tecelli ile sadece Anadolu’da bulunan temel tekniğinin deprem sırasında kesişen dalgalar halinde yapıları
sarsan “p” ve “s” dalgalarını aynı anda nötralize etme özelliğine sahip olduğunu fark etmiş. Küçük parçalı kayaçların temel olarak kullanıldığı bu
teknikte zeminden bağımsız inşa edilen bina, büyük kütleli bloklar üzerinde yükseliyor ve bu durum da depremin yıkıcı dalgalarının küçük
parçalı kayaçlarca emilirken zemin üzerindeki kısmın ise sarsıntıyla birlikte esnek bir hal kazanması yapıyı depremin yıkıcı etkisinden yalıtmış
oluyor. Bu modeli örnekleriyle açıklayan Ali bayraktar, 1400 yıllık Dikilitaşı’nda, 1700 yıllık Çemberlitaş’ın da, kadim tarihlere uzanan Kabe’nin
de aynı teknikle inşa edildiğini söyledi. Kur’an-ı Kerim’den ve diğer kutsal
metinlerden alıntılar da yapan Ali Bayraktar, statik hesaplamaları bakımından kusursuz olduğunu belirttiği Kabe’yi inşa eden Hz. İbrahim’in bu
tekniğin en iyi örneklerini sunduğunu, daha sonra Roma tarafından Anadolu coğrafyasında sürdürüldüğünü ve nihayet Mimar Sinan’la en güzide
eserlerini verdiğini kaydetti.
10 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MİMAR ve Mühendis Grubu tarafından düzenlenen
“Bizbize Konuşmalar” programında konuşmacı olarak
ağırlanan Ahmet Okutan verdiği bilgilerle Türkiye’nin
mobil teknolojiler sektörü için çok büyük bir pazar
olduğunu, bilinç düzeyi yüksek bir kullanıcı kitlesinin bu alandaki gelişmeleri takip ettiğini söyledi. Türkiye’de mobil teknolojilere öncülük eden alanın GSM
sektörü olduğunu ifade eden Ahmet Okutan, “Türkiye’de mobil teknolojilerin kullanılmaya başladığı tarih
olarak ilk GSM operatörünün 80 bin abonesiyle faaliyete başladığı 1994 yılını kabul edebiliriz. Sonraki
yıllarda hızlı bir yükseliş gerçekleşti ve günümüzde
62 milyon abonesi olan bir GSM sektörü ortaya çıktı.
Bu da Türkiye’de mobil teknolojilerin yüksek oranda
kullanıldığını gösteren bir veridir” dedi.
Bu gelişim sürecinde teknolojik uygulamaların ve kullanıcı eğilimlerinin de ciddi değişimler geçirdiğini söyleyen Okutan, sektördeki firmalar arasında büyük bir
inovasyon rekabeti yaşandığını, bir zamanlar sektörün
en güçlü aktörü olan Nokia firmasının bugün Apple’la sektörü paylaşmak zorunda kaldığını, bunun ana
nedeninin ise yeni teknolojilerin çok farklı uygulamalarla uyumla halde kullanılabildiğini, esnek yazılımların günümüz piyasasında daha avantajlı durumda olduğunu ifade etti.
Kullanıcı profili açısından meydana gelen başlıca değişimler arasında ise GSM operatörlerinin kısa mesaj
(SMS) servislerinin giderek daha yoğun kullanılması.
Özellikle 15-25 yaş arası kullanıcı kesiminin kısa mesajı daha yoğun kullandığını belirten Ahmet Okutan,
meydana gelen bir diğer değişimin ise kullanım amaçları bakımından yaşandığını söyledi. Ahmet Okutan,
önceden ağırlıklı olarak iletişim aracı olarak kullanılan mobil teknolojilerin günümüzde internet erişimi,
sosyal ağlara giriş, video izlemek gibi pek çok farklı
maksatlarla kullanıldığını ifade ederek “teknoloji bağımlılığı” olgusuna işaret etti.
B‹ZDENHABERLER
MMG’den Teknik Gezi;
“TURK‹SH ENGINEER CENTER (TEC)”
Prof. Dr. Sadettin Ökten;
“‹NSAN
B‹R DE⁄ERLER
S‹STEM‹NE BA⁄LI
OLMALIDIR”
MİMAR ve Mühendisler Grubu tarafından düzenlenen Bizbize Konuşmalar'a katılan Prof. Dr.
Sadettin Ökten, katılımcılara “Şehir, İnsan ve Mimari” başlıklı bir seminer verdi.
Kültür, insan, inanç, estetik ve irade üzerine çarpıcı tespitlerde bulunan Prof. Dr. Sadettin Ökten,
farklı değerlerle inşa edilmiş çok kutuplu medeniyetler haritası üzerinde en belirgin müştereklerin
“mutsuzluk” ve “memnuniyetsizlik” olduğunu belirterek -kırılgan- ilişkilere dayanan bir çağda bulunduğumuzu, hırs ve hükmetme arzusu içinde,
anlık, derinlikten uzak varoluş hamleleriyle bir
bunalım toplumuna dönüştüğümüzü söyledi.
Toplumları ayakta tutan değerlerin şekil itibariyle
yaşamakla birlikte temsil ettiği manadan uzaklaşması durumunda anlamını ve işlevini yitireceğini
söyleyen Prof. Dr. Sadettin Ökten, “İnsan, varlık
olarak, bir değerler sistemine bağlı yaşamak zorundadır. Bu değerler sistemi insan tarafından aranır,
istenir, yoksa inşa edilir ya da inananlar için aşkın
bir kaynaktan gelir” sözleriyle önemli bir gerçeğe
işaret etti.
Sahip olunan değerlerin hayata yansımaması durumunda ütopik bir hal aldığını ve içinin boşaldığını da belirten Ökten, mevcut değerlerin hayata
yansıtılmasıyla insana şekil veren çevrenin ve çevreyi “kurgulama” ihtirası içinde bulunan insanın
içiçe bir etkileşim halinde bulunduğunu ortaya
koyduktan sonra İslam Medeniyeti'nin son dönemlerde kendi değerlerini hayata yansıtamaması
sebebiyle “yok sayılma” noktasına geldiğini söyledi.
12 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MİMAR ve Mühendisler Grubu TEC-Turkish Engine Center’ın Sabiha Gökçen
Havaalanı’nda bulunan motor bakım merkezine bir teknik gezi düzenleyerek
TEC merkezinde teknik incelemelerde bulundu.
İlk olarak TEC Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Bilal Ekşi tarafından bilgilendirilen 25 kişilik MMG heyeti bu brifingde TEC’in yapısı, faaliyet alanları,
teknik kabiliyetleri, pazardaki hedefleri ve gelecek vizyonuyla ilgili bilgi edindi.
Türk Hava Yolları Teknik ve Pratt - Whitney ortaklığında kurulan Turkish Engine Center’ın bu yıl 80 uçak motoru bakımı yapmayı hedeflediklerini belirten
Bilal Ekşi bir uçak motorunun ortalama 2.5 milyon dolara onarıldığını, bu hedefi tutturmaları neticesinde bölge ülkeleri arasında önemli bir role sahip olacaklarını belirtti. HABOM (Havacılık Bakım Onarım ve Modifikasyon Merkezi) projesinin ilk ayağı olarak faaliyete geçen TEC, ilk uçak motorunu 2010
Ocak ayında teslim etmişti.
Türk Hava Yolları’nın kapasitesini ikiye katlayacak bir master planı çerçevesinde tasarlanan HABOM projesi kapsamında halen yürütülen ağır bakım ve hat
bakım servislerinin uluslar arası standartlara uygun olarak verildiğini ve Turkish
Engine Center’ın faaliyete geçmesiyle birlikte bu kabiliyetlere yenilerinin eklendiğini belirten Bilal Ekşi, Türk Sivil Havacılık sektörünün yükselişte olduğunu
söyledi.
Ağırlıklı olarak THY’ye hizmet veren TEC’in müşteri portföyü arasında Sun Express, BH Airlines, Sky Airlines firmalarının yanı sıra sektörde öncü pek çok
firma yer alıyor.
MMG ‹zmir fiubesi’inde Seminer;
“‹fi SA⁄LI⁄I VE GÜVENL‹⁄‹”
MMG İzmir Şubesi, düzenlediği etkinlikte Metalürji Mühendisi A. Serdar Anlaş’ı konuk ederek “İş Güvenliğinde Başarı Öyküleri, Ağır Sanayide Kazasızlık Projeleri” konulu seminerde bu alanda yapılan çalışmaları ve ortaya çıkan istatistikleri MMG’li mimar ve mühendislerle
paylaştı. Seminerde iş güvenliğinin tarihine değinerek söze başlayan A.
Serdar Anlaş, İngiltere’de madenlerde meydana gelen çocuk ölümleri
nedeniyle alınan tedbirlerin iş güvenliği konusunda bir temel teşkil ettiğini söyledi. Yeni sömürge arayışı içinde olan emperyalist bir imparatorluğun kendi ulusundan olmayan işçileri köle olarak madenlere çalıştırmak şeklinde ortaya koyduğu ‘iş güvenliği’ tedbirlerinin günümüzde
insani amaçlara hizmet ettiğini de vurgulayan Anlaş “Türkiye’de bu konuda alınması gereken uzun bir yol” olduğunu söyledi.
Son zamanlarda iş güvenliği alanında uygulanan mevzuatın son derece
katı ve işçi ve işveren açısından ciddi yükümlülükler barındıran bir
yapıda olduğunu hatırlatan Anlaş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın konuyu çok ciddiye aldığını ve işveren ve işgörenlerin mevzuata mutlaka uyması gerektiğini söyledi.
B‹ZDENHABERLER
THY Teknik A.fi. Genel Müdürü Doç. Dr. ‹smail Demir;
“UÇAK ÜRETMEK B‹R‹K‹M VE TECRÜBE ‹STER”
MMG TARAFINDAN DÜZENLENEN KAHVALTILI TOPLANTIDA KONUfiAN THY TEKN‹K A.fi. GENEL MÜDÜRÜ DOÇ.
DR. ‹SMA‹L DEM‹R HAVACILIK SEKTÖRÜ HAKKINDA ÖNEML‹ B‹LG‹LER VERD‹. KEND‹ UÇA⁄IMIZI YAPMA
PROJES‹N‹N ÖNEML‹ B‹R PROJE OLDU⁄UNU BEL‹RTEN DEM‹R, “BÜTÜN DÜNYADA OLDU⁄U G‹B‹ B‹R ÇEK‹RDEK
OLUfiMADAN, B‹R KR‹T‹K KÜTLEYE GEL‹NMEDEN, B‹R YAN SANAY‹N‹N VARLI⁄INDAN SÖZ ED‹LMEDEN, BELL‹ B‹R
ENTELEKTÜEL B‹R‹K‹M OLMADAN BU ‹fiE G‹R‹fiMEN‹N ÇOK ANLAMLI OLMADI⁄ININ B‹L‹NMES‹ GEREK‹R,” DED‹.
MİMAR ve Mühendisler Grubu, geleneksel olarak düzenlediği
kahvaltı toplantıların Aralık ayı etkinliğinde THY Teknik A.Ş.
Genel Müdürü Doç. Dr. İsmail Demir’i konuk etti. Toplantıda
konuşan Doç. Dr. İsmail Demir THY Teknik A.Ş. bünyesinde
yürütülen çalışmaların yanı sıra sivil havacılıkta yaşanan teknik
gelişmeleri katılımcılarla paylaştı.
Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Avni Çebi, açılış
konuşmasında özellikle son yıllarda hızlı bir gelişim süreci yakaladığını belirttiği THY’nin en önemli hamlesi olarak tanımladığı THY Teknik A.Ş.’nin göz dolduran çalışmalar yürüttüğünü
ifade etti. Genel Başkan Avni Çebi, sivil havacılık alanında bireysel teşebbüsleriyle tanınan Nuri Demirağ'ı da anmak gerektiğini, sivil havacılıkta bugün gelinen noktada Nuri Demirağ'ın
payı olduğunu hatırlattı.
“Havacılığın Mutfağı: Türk Hava Yolları”
THY Teknik A.Ş. Genel Müdürü Doç. Dr. İsmail Demir, konuşmasında, Türkiye’de sivil havacılık çalışmalarının tarihine değindi. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye’ye uygulanan ambargo neticesinde “Uçağını Kendin Yap” projesinin başlatıldığını
ve havacılık çalışmalarının ciddi şekilde ele alınmaya başladığını söyleyen Demir, kendisinin de aynı dönemde uçak mühendisi olmaya karar verdiğini belirtti. THY’nin, uluslar arası standartlarda, uzman kadrosu ve gelişmiş teknik kabiliyetiyle sivil
havacılığın merkezinde bulunduğunu söyleyen Demir, son dere14 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ce komplike bir yapıya sahip olan havacılık hizmetlerinin teknik, eğitim, donanım ve istihdam gibi çok çeşitli kollardan beslendiğini ve bunların her birinin kusursuz olmasının bir zorunluluk olduğunu ifade etti.
“Kendi uçağımızı üretme fikri
üzerinde iyice düşünmemiz gerek”
Doç. Dr. İsmail Demir, son zamanlarda kendi uçağımızı üretmemiz konusunda yapılan tartışmalara ve bu alanda yürütülen
çalışmalara da değindi. “Türkiye’de uçak imalatı ve havacılık
sanayi gibi konular konuşulduğunda bütün dünyada olduğu gibi
bir çekirdek oluşmadan, bir kritik kütleye gelinmeden, bir yan
sanayinin varlığından söz edilmeden, belli bir entelektüel birikim olmadan bu işe girişmenin çok anlamlı olmadığının bilinmesi gerekir. Örneğini isterseniz, F-16 meselesine bakabilirsiniz. F-16 üreteceğiz diyerek montaj hatları kurduk. İlerleyen
süreçte belli sayıdaki F-16 montajı bittikten sonra ise –acaba
bu TAI tesislerini ne yapacağız?- diye kendimize sorduk. Gelinen noktada ise TAI adında belli bir teknik birikim elde etmiş
bir kuruluşumuz var fakat etraftan parça-bölük gelen işlerle büyümeye, gelişmeye çalışıyor.”
“Yeni bir proje: HABOM”
THY’nin teknik gereksinimlerini karşılayacak bir yapıya duyduğu ihtiyaç neticesinde 2006 yılında kurulan THY Teknik
A.Ş.’nin kısa sürede yabancı ortaklıklar için cazip bir
müessese haline geldiğinin altını çizen İsmail Demir,
tüm bu gelişimin belli bir potansiyelin oluşması ve talebin ortaya çıkması neticesinde sağlandığını hatırlattı.
“Türk Hava Yolları filosu, THY Teknik A.Ş.’nin bağımsız
bir şirket olmasının ardından iki kat artış kaydetti. Personel sayımızı, yüzde 20’ler civarında sağladığımız bu
artışın sürmesi için son dönemlerde ciddi bir istihdama
yönelmiş bulunuyoruz."
THY’nin yeni projesi HABOM (Havacılık Bakım-Onarım Merkezi) kapsamında yürütülen çalışmalara da değinen Genel Müdür Demir, Sabiha Gökçen Uluslararası
Havalimanı’nda kurulacak uçak bakım onarım tesislerinin 372 bin m2’nin üzerinde bir alana inşa edileceğini ve
HABOM Projesi kapsamında kurulacak tüm bakım
onarım tesislerinde 3 bin 500’e yakın kişiye istidam sağlanmasının hedeflendiğini belirtti. İsmail Demir, HABOM Projesi kapsamında dar ve geniş gövdeli uçaklar
için uçak gövde bakımı, motor bakımı ve komponent
bakımı hizmetlerinin verilmesinin planlandığını, Sabiha
Gökçen Uluslararası Havalimanı kurulacak tesislerde
bakım hizmeti sunulan uçak tipleri için her üç segmentte (uçak, motor ve komponent) de bir mükemmeliyet merkezi olması hedeflendiğini söyledi.
“Havacılık sektöründen
alınan pay arttırılacak”
Kurulacak uçak ve komponent bakım hangarları için
yapılması planlanan toplam yatırım yaklaşık 500 milyon Amerikan Doları (USD) bulacağını belirten İsmail
Demir, “uçak ve komponent bakım-onarım pazarından
2020 yılında 1 milyar USD büyüklüğünü geçen bir pay
almayı hedefliyoruz” dedi. Demir “Türk Hava Yolları
Teknik A.Ş. kurucusu olacağı HABOM Projesi’nin daimi
hissedarı olmayı hedefliyor ve buna ek olarak, bu yeni
yatırımları uluslararası bir ortak girişim şeklinde gerçekleştirmeyi de ciddi bir seçenek olarak değerlendiriyor.”
“İnsan kaynakları
konusunda sıkıntı yaşıyoruz”
Havacılık sektörünün çok keskin kurallar ve standartlar
çerçevesinde hizmet ürettiğini belirten İsmail Demir, bu
standartların yakalanmasında eğitimli personelin katkısının büyük olduğunu ifade etti. İsmail Demir, Türkiye’de eğitimli personel konusunda ciddi sıkıntılar bulunduğunu, mühendislerin özellikle dil konusunda yetersiz kaldıklarını da belirterek bu durumda üniversitelerin de sorumluluğu bulunduğunu söyledi. Havacılık
sektörüne eleman temin etmeyi amaçlayan okulların
açıldığını fakat bu öğrencilerin eğitim müfredatı ve gereksinimleriyle ilgili kendilerine danışılmadığını söyleyen İsmail Demir, “Havacılık sektörü için eleman yetiştiren bir eğitim kurumunun, bu sektörün hangi nitelikte
personele ihtiyaç duyduğunu sormamasını garip buluyoruz” sözleriyle bu konudaki görüşlerini belirtti.
Program sonunda Mimar ve Mühendisler Grubu Genel
Başkanı Avni Çebi tarafından THY Teknik A.Ş. Genel
Müdürü Doç. Dr. İsmail Demir’e ve toplantıya sponsor
olarak katkı sağlayan Ütopya Mimarlık Genel Müdürü
Serhan Sarıpınar’a plaket hediye edildi.
Seyhun Recep Özkara;
“E-T‹CARET BÜYÜMEYE
DEVAM EDECEK”
MMG Bizbize Konuşmalar programında İdeaSoft Genel
Müdürü Seyhun Recep Özkara’yı ağırladı. Türkiye’de ve
dünyada her sektörden firmanın elektronik ticarete ağırlık
vermeye başladığını ve ürünlerini ya da hizmetlerini internet üzerinden pazarlamaya başladığını ifade eden Seyhun
Recep Özkara, Türkiye genelinde e-ticaret cirosunun milyar
dolarlarla ifade edilecek hacme ulaştığını söyledi. Özkara,
“2010 yılı, Türkiye’de e-ticaret hacminin en yüksek noktaya ulaştığı yıl olarak kayıtlara geçti. İlk 9 ayda, bankalar
arası kart merkezinin ortaya koyduğu verilere göre 10.5
milyar TL tutarında internet alışverişi gerçekleşmiştir” dedi.
Özkara, yeni yıla yaklaştığımız bu günlerde bu rakamın 13
milyar TL’ye ulaşması beklendiğini sözlerine ekledi.
“Güvenli Alışveriş”
Türkiye’nin elektronik ticaret geçmişinde tüketiciyi tedirgin
eden durumlar yaşandığını, günümüzde ise koşulların
güven veren bir zemine oturduğunu belirten Seyhun Recep
Özkara, 3D Security olarak bilinen ve şifreli kullanımı
zorunlu kılan sistemle birlikte kredi kartının çalınması ya
da kaybolması durumunda bile, kart şifresi bilinmediği
sürece alışveriş yapılamadığını, bunun da tüketici lehine
olduğunu söyledi.
E-ticaretin sağladığı diğer bir kolaylık ise anlık olarak kalite
ve fiyat kıyaslaması imkânı sunması. İnternet otamından
ürün veya hizmetlerini pazarlamaya çalışan firmaların kalite
ve fiyat bilgilerinin hızlı şekilde paylaşılıyor ve bu da rekabeti tetikleyerek tüketici lehine sonuçlar doğuruyor.
Ulaştığı hacim göz önüne alındığında elektronik ticaretin
göz ardı edilemeyecek boyutlarda olduğunu hatırlatan
Seyhun Recep Özkara, buna rağmen bilişim suçları ya da
elektronik ticaretle ilgili kapsamlı bir yasa bulunmadığını,
bunun ciddi bir eksiklik olduğunu söyledi.
“Kalifiye Personel Sıkıntısı Var”
E-ticaret çözümleri sunan bir firmanın genel müdürü
olarak, sektörün bir diğer sıkıntısına değinen Özkara,
mühendislik fakültelerinden mezun olan bilgisayar mühendisi ya da matematik mühendisi gençlerin özel sektördeki
deneyim eksikliği ve aldıkları eğitimin sadece temel düzeyde
oluşu nedeniyle nitelikli personel bulmakta güçlük
yaşadıklarını da belirtti.
OCAK-fiUBAT 2011 15
B‹ZDENHABERLER
Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakan›
Prof. Dr. Ömer Dinçer:
“N‹TEL‹KL‹ ‹fi
GÜCÜ ÜRETMEL‹,
‹NSAN ODAKLI
ÇALIfiMA HAYATI
OLUfiTURMALIYIZ”
M‹MAR VE MÜHEND‹SLER GRUBU TARAFINDAN
DÜZENLENEN KAHVALTILI ÇALIfiMA TOPLANTISINA
KONUfiMACI OLARAK KATILAN ÇALIfiMA VE SOSYAL
GÜVENL‹K BAKANI PROF. DR. ÖMER D‹NÇER
‹ST‹HDAM VE ‹fi HAYATI ‹LE ‹LG‹L‹ ÖNEML‹ AÇIKLAMALARDA BULUNDU. ÇALIfiMA HAYATINDA YAfiANAN
ZORLUKLAR, ‹fiS‹ZL‹K VE ‹ST‹HDAM, KAYIT DIfiILIK, ‹fi
SA⁄LI⁄I VE GÜVENL‹⁄‹, SOSYAL GÜVENL‹K SORUNLARI VE SEND‹KAL HAKLAR G‹B‹ KONULARA DE⁄‹NEN
BAKAN D‹NÇER, “ÇALIfiMA HAYATININ EN ÖNEML‹
SORUNU ‹fiS‹ZL‹K VE ‹ST‹HDAM ALANINDA
YAfiANMAKTADIR,” DED‹.
‹fiS‹ZL‹K ve istihdam konusunda verdiği bilgiler arasında
Türkiye’nin kendine özgü koşulları olduğunu ifade eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer şunları kaydetti:
“Öncelikle şunu söyleyelim, bizim batılı ülkelerden farklı bir
istihdam profilimiz var. Şu anda batı ülkelerinde istihdam
oranları yüzde 60 civarında ve 2020 yılına kadar bu oranı
yüzde 75’e çıkarmayı planlıyorlar. Batıda işsizlik dendiğinde
çalışmakta olduğu işini kaybeden insanlardan ya da artık o işi
yapamayacak kişilerden bahsetmiş olursunuz. Ülkemizde ise
istihdam oranı yüzde 44’lerde ve işgücüne katılma oranı çok
düşük; yaklaşık yüzde 50 civarında. Yani çalışma çağına gelen
insanların ancak yarısı iş talep ederken bundan daha azı istihdam edilebilmekte. Bir diğer konu ise ekonomimizin büyüyor
olması. 2003 yılından itibaren batılı ülkelerden farklı olarak
sağladığımız yüzde 8 civarındaki büyüme sayesinde her yıl
yaklaşık 550 bin kişiye istihdam sağladık. Küresel ekonomik
kriz sürecinde tüm dünyada olduğu gibi bizde de işsizlik arttı
ama diğer ülkelerden farklı olarak bizde istihdam da arttı ve
2008 yılında küçülen ekonomiye rağmen 83 bin kişiye istihdam sağladık. Peki, işsizlik oranı niçin arttı? Çünkü çok genç
bir nüfusumuz var. Her yıl yaklaşık 850 bin kişi çalışma çağına
geliyor. 29 yaş ve altında bulunan nüfusumuzun oranı ise
yüzde 52. Bunlar çalışmaya hayatına dâhil olduklarında sade16 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ce belirli bir oranda istihdam edilmesi bile çok önemli bir meseleden bahsediyor oluruz.”
İnsan odaklı bir çalışma hayatı tesis etmek zorundayız
Mevcut sorunları değerlendirirken çalışma hayatında esnek bir
yaklaşıma sahip olunması gerektiğini belirten Bakan Dinçer,
Türkiye’de insanların iyi koşullarda çalışmakta olduğu işleri
koruma ve işyeri değiştirme konusuna direnç gösterme eğiliminde olduklarını belirterek farklı çalışma modellerini, esnek
çalışma yöntemlerini artık değerlendirmeye almamız gerektiğini vurguladı. Bu durumun “hayat boyu öğrenme” kavramına
yabancı iş gücünün doğal eğilimi olduğunu söyleyen Bakan
Dinçer, sürekli gelişim içinde olan, mesleki gelişimini çalışma
hayatı boyunca sürdüren kimselerin ekonomiye daha fazla
katkı sağlayacağını, bu sayede belli bir iş ya da işyerindeki varlığını koruma konusundaki dirence gerek kalmayacağını, nitelikli iş gücünün her zaman değer üretebileceğini söyledi.
Kıdem tazminatı yalnızca işverenin sorunu değil
Ömer Dinçer, sosyal hak ve yükümlülükler konusuna da değinerek güncel meseleler arasında yer alan kıdem tazminatı konusuna değindi. Dinçer, “Kıdem tazminatı bu ülkede sadece
işverenin sorunu gibi algılanıyor. Ama ben bir başka gerçekten
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan’ı Prof. Dr. Ömer Dinçer’e Mimar ve
Mühendisler Grubu Genel Başkanı Avni Çebi tarafından plaket takdim edildi.
Mevcut sorunları değerlendirirken çalışma
hayatında esnek bir yaklaşıma sahip
olunması gerektiğini belirten Bakan Dinçer,
Türkiye’de insanların iyi koşullarda
çalışmakta olduğu işleri koruma ve işyeri
değiştirme konusuna direnç gösterme
eğiliminde olduklarını belirterek farklı
çalışma modellerini, esnek çalışma
yöntemlerini artık değerlendirmeye
almamız gerektiğini vurguladı
bahsetmek istiyorum. 2009 yılında 2.5 milyon insan işten çıktı veya işini değiştirdi. Bu insanların sadece yüzde 8’i kıdem
tazminatı alabildi. Bu öncelikle çalışanların sorunudur. Bugün
pek çok alt işveren hizmet üretirken yıllık dönemlerde faaliyet
göstermesi nedeniyle çalışanların kıdem tazminatını ödememektedir,” dedi. Konuyu çeşitli örneklerle açıklayan Bakan
Dinçer istihdam artışı sağlanması için hükümet tarafından sağlanan teşvikleri kıdem tazminatını ödeme gücünden mahrum
olan işletmelerin kullanamadığını ifade etti. “Herkes açısından
önemli bir sorun teşkil eden kıdem tazminatı meselesini çözelim diyoruz, buna da karşı çıkıyorlar. Muhalefet karşı çıkıyor,
işçi sendikaları karşı çıkıyor, işveren sendikaları karşı çıkıyor.
Peki, o zaman istihdam sorununu nasıl çözeceğiz?” diyerek
günlük politikalar ve küçük çıkarlar peşinden giderek ülkenin
önemli meselelerinin çözülemeyeceğini belirtti.
18-20 bin işçi belediyelerden ücretlerini alamıyor
Bakan Dinçer, “Bizim tahminimiz, 18-20 bin kişi arasında işçi
belediyelerden ücretlerini alamıyor. Çünkü belediyeler başka
yerlerde yaşayan hemşehrilerini kendi nüfuslarına kaydettirmişler. Ona göre yüksek ücretler alıyorlarmış ve ona göre de
istihdam kapasitesi oluşturmuşlar. Ama Adrese Dayalı Kayıt
Sistemi sebebiyle her ilin, ilçenin, beldenin nüfusu gerçek hale
dönüşünce ciddi oranda birçok beldenin nüfusu düştü. Gelirlerin düşmesi sebebiyle belediyeler işçilerin ücretlerini ödeyemez hale geldi.”
Kayıt dışılıkla mücadele
Bakan Dinçer, kayıt dışılıkla ilgili çok ciddi mücadele ettiklerinin altını çizerek, “Türkiye, yüzde 44 civarında istihdamda
kayıt dışılık yaşıyor. 2002 yılında kayıt dışılık oranı yüzde
52 idi. Bir puanlık kayıt dışılığın bu ülkeye maliyeti, 820 milyon lira,” dedi.
Türkiye'de 16 milyon 200 bin civarında kayıtlı çalışanın bulunduğunu anlatan Dinçer, ancak çalıştığını ifade eden insan
sayısının 23 milyonu bulduğunu belirtti.
İş kazaları ve meslek hastalıklarının yüzde yüze yakın oranda
önlenebilir hususlar olduğunu ifade eden Dinçer, tedbirlerin
alınmaması halinde bunun maliyetinin de yüksek olduğunu
söyledi. Dinçer, “Türkiye, her yıl sadece 200 milyon liralık iş
kazasını önlemek üzere yatırım yapsaydı, 4 milyar liralık tasarruf sağlayacaktı,” dedi.
Programın ardından basınınsorularınıda yanıtlayan Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakan’ı Prof. Dr. Ömer Dinçer’e Mimar ve
Mühendisler Grubu Genel Başkanı Avni Çebi tarafından plaket
takdim edildi.
OCAK-fiUBAT 2011 17
HABER
“GEL‹fiEN TÜRK‹YE’DE
DE⁄‹fiEN ‹ST‹HDAM”
TÜRK‹YE’N‹N SON YILLARDAK‹ EN ÖNEML‹
SORUNLARINDAN B‹R‹ OLAN ‹ST‹HDAM, “‹NSAN
KAYNAKLARI PANEL‹ 2011”DE MASAYA YATIRILDI.
MARMARA ÇALIfiANLAR FEDERASYONU (MÇF) VE
GLOBALCV.COM ‹fiB‹RL‹⁄‹NDE DÜZENLENEN
PANELDE, KAMU VE ÖZEL SEKTÖRÜN ÖNDE GELEN
‹S‹MLER‹ DÜZENLENEN OTURUMLARDA ‹ST‹HDAM
VE ‹ST‹HDAMIN YAPISAL SÜREÇLER‹N‹
‹NCELEYEREK ÇÖZÜM ÖNER‹LER‹NDE BULUNDU.
‹ST‹HDAM, iş hayatındaki değer yargıları ve ilkeler gibi
önemli konuların tüm yönleriyle tartışıldığı panele, çeşitli kamu
kurum ve kuruluşlarının bürokrat ve temsilcileri ile muhtelif
odalar ve meslek örgütleri yöneticileri katıldı. Ayrıca akademisyenler ve 350’yi aşkın firmanın üst düzey yöneticileri ve insan
kaynakları profesyonelleri de panelde hazır bulundu.
“Gelişen Türkiye’de Değişen İstihdam” üst başlığı ile düzenlenen
panelin “İstihdam Politikalarının İş Dünyasına Yansımaları” başlıklı 1. oturumunda, oturum başkanı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sedat Murat, Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Dr. İbrahim Turhan, İŞKUR
18 M‹MAR VE MÜHEND‹S
İstanbul İl Müdürü Muammer Coşkun, Avea İletişim Hizmetleri
CEO’su Erkan Akdemir, ADECCO Türkiye Başkanı Tibet Eğrioğlu yer aldı.
“Türkiye’de İnsan Kaynakları Profili ve Etik Değerler” konulu
2.oturumda ise oturum başkanı Marmara Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. İbrahim
Öztürk , İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar , THY Genel Müdür Yardımcısı Kazım Çalışkan, UTESAV Başkanı ve İTO Yönetim Kurulu Üyesi İsrafil Kuralay, Colin’s – Loft İnsan Kaynakları Direktörü Dr. Abdurrahman Baş konuşmacı olarak katıldı.
Kamu, işveren ve insan kaynakları sektöründen katılımcıları bir
araya getiren panelde, Türkiye’de çalışma hayatının sorunlarına
ve bu sorunlardan en önemlisi istihdama dikkat çeken konuşmacılar istihdamın bugününe ve yapısına dikkat çekerken, çözüm
bekleyen konular üzerinde ise önemli açıklamalarda bulundu.
Merkez Bankası Başkan Yardımcısı İbrahim Turhan, Türkiye’nin
enflasyon konusunda dünyada istisna bir ülke olduğunu belirterek, “Bizim gibi 20 yıllık bir dönem boyunca yüksek kronik enflasyonla yaşamış çok az ülke vardır. Biz de istediğimiz seviyeye
gelemedik” dedi. Marmara Çalışanlar Federasyonu’nun, GlobalCV ile ortaklaşa düzenlediği İnsan Kaynakları Paneli’nde konuşan Turhan, Merkez Bankası’nın temel amacının, fiyat istikrarını sağlamak ve kalıcı kılmak olduğunu söylerken, ancak fiyat
istikrarının hiçbir zaman büyüme ve istihdamı destekleme ile
çelişmemesi gerektiğini anlattı. Turhan, küresel krizde ihracatın
“Gelişen Türkiye’de Değişen İstihdam” üst başlığı ile düzenlenen panelin “İstihdam Politikalarının İş Dünyasına Yansımaları” başlıklı 1.oturumunda, oturum başkanı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sedat Murat, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Dr. İbrahim Turhan, İŞKUR İstanbul İl Müdürü Muammer Coşkun, AVEA İletişim Hizmetleri CEO’su Erkan Akdemir,
ADECCO Türkiye Başkanı Tibet Eğrioğlu yer aldı.
“Türkiye’de İnsan Kaynakları Profili ve Etik Değerler” konulu
2.oturumda ise oturum başkanı Marmara Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. İbrahim Öztürk , İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.
Dr. Ahmet Cevat Acar , THY Genel Müdür Yardımcısı Kazım Çalışkan, UTESAV Başkanı ve İTO Yönetim Kurulu Üyesi İsrafil Kuralay, Colin’s – Loft İnsan Kaynakları Direktörü
Dr. Abdurrahman Baş konuşmacı olarak katıldı.
olumsuz etkilenmesi nedeniyle Türkiye’de de işsizliğin arttığını
da belirterek, “Türkiye’de işsizlik yüzde 14,8’e kadar çıktıktan
sonra kriz önceki seviyelere doğru bir iniş sürecine geçildi. Türkiye’de toparlanmanın çabuk olduğunu görüyoruz” diye konuştu.
Turhan, 1981-2003 yılları arasında Türkiye'nin ortalama büyüme hızının yüzde 3 olarak gerçekleştiğini hatırlatarak, “Zaten bu
süre içinde nüfus yüzde 2,5 arttı. Yani doğal büyüme de artan
tüketimle bu civarlarda olacaktı” dedi ve söz konusu dönemde
insan kaynaklarının verimli kullanılamadığına dikkat çekti.
Türkiye'yi “25 milyonluk işgücüne sahip ve her yıl 1 milyon kişiye iş bulmak zorunda olan bir ülke” şeklinde tanımlayan Turhan, 2005'ten 2010'a kadar Avrupa'da işsizliğin yüzde 7,3'ten
10,1'e, ABD'de yüzde 5'ten 9,8'e çıktığını, Türkiye'de ise 1,7
puan artarak yüzde 11,6'ya yükseldiğini hatırlatarak, “Türkiye
daha çabuk toparlandı. Bu, ülkedeki ekonomik avantajlardan
kaynakladı” şekline konuştu.
Panel’de konuşan Avea CEO’su Erhan Akdemir, Avea olarak istihdama yönelik çalışmalarının olduğunu ve çalışan sayısının 2
yıl içinde yüzde 50 artarak 3 bine ulaştığını söyledi. Akdemir,
2011’dede çalışan sayısının yüzde 20 artacağına dikkat çekti.
Akdemir, bayiler ve teknik servislerle birlikte toplam çalışan sayılarının 35 bini bulduğunu söyledi. GSM sektörünün 30 milyar dolarlık büyüklüğe ulaştığını dile getiren Akdemir, son iki
yılda bin 500'e yakın yeni personel istihdam ederek kadrolarını
3 bine çıkardıklarını aktardı. 2012 sonuna kadar kadrolarına
600 kişiyi daha ekleyeceklerini bildiren Akdemir, sektörde bir il-
ki gerçekleştirerek Ar-Ge merkezi kurduklarını, burada 250
mühendisin çalıştığını kaydetti. Halen 20 farklı şirketi bünyelerinde toplayıp bir kuluçka sistemi gibi çalışarak Türkiye'nin tanıdık olmadığı bir iş modeline geçeceklerini duyuran Akdemir,
bu yıl bir de pazarlama akademisi kuracaklarını açıkladı. Her
yıl 10 bin stajyerin çalışmak için Avea'ya başvurduğunu da sözlerine ekledi. Akdemir, dünyada hızla yayılan evden çalışma tarzını GSM operatörü Avea’nın da benimsediğini belirterek. Söz
konusu yöntemin maliyetleri düşürdüğünü, özellikle bayanların
verimi arttırdığını vurguladı.
İŞKUR İstanbul İl Müdürü Muammer Coşkun yaptığı konuşmada; “Girişimci ruh ne kadar artarsa işsizlik de o kadar aşağılara
inecektir; hedefimiz 2011’de 5 bin kişiye girişimcilik eğitimi vermek” dedi. Bunun dışında İŞKUR tarafından verilen mesleki eğitimlerde hedefledikleri rakamın 2011 yılı içerisinde 32 bin kişiyi mesleki eğitime almak olduğunun altını çizdi.
4441 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun geçici 10. maddesinde
değişikliğe gidilmesi hakkında da açıklamalarda bulunan İŞKUR
İstanbul İl Müdürü Muammer Coşkun yeni düzenlemelerde işvereninde işçinin de karlı olacağının sinyallerini verdi. Coşkun,
uzun süren konuşmasını işverenlere ithafen söylediği “Biz İŞKUR
olarak bu devletin garson kurumuyuz. Daha önceden tozlu ve
topraklı tabelalara sahip bir iş ve işçi bulma kurumuydu. Ama
bize gelmiş olan hizmet alıyor. Hizmetin karşılığında ise kasasında parası kalıyor. Eğer bizimle çalışmak istiyorlarsa kapımız
açık” sözleriyle noktaladı.
OCAK-fiUBAT 2011 19
HABERANAL‹Z
ORMAN VASFINI TAM
OLARAK KAYBETMİŞ
ORMAN ARAZİLERİNİN
DURUMU (2B)
2B ARAZİLERİ SADECE “ŞEHİR, KASABA VE KÖY YAPILARININ TOPLU
OLARAK BULUNDUĞU YERLEŞİM ALANLARI”NI KAPSAMAMAKTADIR.
2B ARAZİLERİ DENDİĞİNDE AKLA İLK OLARAK BU TÜR YERLERİN
GELMESİNİ OLSA OLSA BU YERLERDEKİ OLUŞMASI MUHTEMEL RANT
OLARAK SÖYLEYEBİLİRİZ.
YILMAZ ALUÇ
20 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Harita Yük. Müh.
LKEMİZDE özellikle son on yılda
kentsel yaşamı daha iyi hale getirmek için yapılan mevzuat düzenlemeleri had safhadadır. Kuşkusuz
bunların başında 5216 sayılı “Büyükşehir
Belediyesi Kanunu” , 5747 sayılı “Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe
Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun” gibi kanunlar
toplumsal yaşamanın temelini oluşturan
şehircilik olgusunda bütün yapıları tamamlanmaya çalışılmıştır. Şehircilik hizmetlerini vatandaşa sağlayan en önemli
kamu tüzel kişiliklerinin başında belediyeler gelmektedir. İşte tam bu noktada belediyeler vatandaşa hizmet sağlarken bir
kısım yasal yükümlülükleri de yerine getirmekle yükümlüdür. Biryandan imarlı
alanlara hizmet götürme yükümlülüğü
olan belediye diğer yandan da imarsız yapılaşmanın olduğu mahalleler bütününe
de 21. yüzyıl dünyasında adeta hizmet götürme bakımından bir çıkmaz içindedir.
İmarsız yapılaşmaların birçok sebepleri
var olmakla beraber konumuzla alakalı
olması bakımından orman vasfını tamamen kaybetmiş 2B kapsamındaki orman
arazilerine bireylerin ruhsatsız olarak yapı yapmaları bir nevi işgal etmeleriyle yeni binalar türemesidir.
Orman Bakanlığı’nca öteden beri yürütülmekte olan “orman vasfında olmayan bazı arazilerin orman sınırları dışına çıkarılması” çalışmalarının tarihini 1945 yılına
kadar götürebiliriz. Bu konuda ilk yasal
düzenleme 1970 yılında anayasada (1961
Anayasası) yapılan değişikliklere paralel
olarak 1974 yılında çıkarılan 1744 Sayılı
Kanunla yapılmıştır. 1982 yılında kabul
edilen mevcut anayasamızda, 1961 Anayasa’sının ormanlarla ilgili hükümleri aynen benimsenmiştir. 1961 Anayasa’sındaki orman vasfının kaybedilme tarihi 15
Ekim 1961 iken bu tarih 1982 Anayasa’sında 31 Aralık 1981 tarihine çekilmiştir.
2003 yılında yapılan ancak cumhurbaşkanınca tekrar görüşülmek üzere TBMM’ye
geri gönderilen anayasa değişikliği metninde de 31 Aralık 1981 tarihi aynen korunmuştur.
2B Arazileri sadece konut alanı olan araziler olmamakla beraber bu tip arazilerin
tanımını irdeleyelim. Anayasa ve yasalara,
6831 Sayılı Orman kanunu’nun 2B maddesine göre; 31 Aralık 1981 tarihinden ön-
Ü
ce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kayıp etmiş yerlerden tarla,
bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık,
fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir,
kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları 2B arazileri
olarak adlandırılmıştır.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere 2B arazileri sadece “şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları”nı kapsamamaktadır. 2B arazileri
dendiğinde akla ilk olarak bu tür yerlerin
gelmesi olsa olsa bu yerlerdeki oluşması
muhtemel rant olarak söyleyebiliriz. Bu
tür arazilerin gerçek sahibi devlet olmakla beraber ilgili yasalara göre 2B arazileri, orman kadastro kesin sonuçlarına ve
yasaya göre hak sahibi olan şağilleri (işğal ederek kullananları) ve yasada belirtilen şehir kasaba, köy yerleşim yerlerindeki toplu yerleşim arazileri yasal şağilleri,
orman 2B kadastrosunda kullandıkları
şağili oldukları orman sayılmayan aksine
tarım arazisi olan ve yerleşim yeri arazileri hak sahibi olarak kadastro tutanağına
yazılanlar, diğer yasal şartlarada sahip
iseler 2B arazilerinde ilgili yasalara göre
hak sahibidirler.
Türkiye’de ilgili bakanlığın açıklamasına
göre 2B arazisi toplamda 250 bin hektar
olduğu ifade edilmektedir. Bilindiği üzere
üç bakanlığın ortak çalışması ile 2B çalışmaları yürütülmektedir. Çevre ve Orman
Bakanlığı koordinasyonunda Maliye Bakanlığı ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığından oluşmaktadır. İlk olarak Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından bu kapsamdaki arazilerin durum tespiti yapılarak envanterleri güncel olarak oluşturulmuştur. Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nce
envanter tespiti yapılan 2B arazilerinin
değerleri tespit edilmektedir. Bu işlemler
yapılırken arazilerin devlet adına sahibi
Orman Genel Müdürlüğü ile gerekli iletişim kurularak yasal mevzuatın altyapı çalışmalarının yürütüldüğü izlenmektedir.
Meclise şubat ayı içerisinde gelecek yasa
tasarısında 2B arazileri hak sahiplerine şu
şekilde verilmesi planlanmaktadır. Yeni
yasa ile rayiç bedel komisyonu ile bina ve
tesisleri fiilen kullananlar yer, mevkii, rayiç gibi hususları dikkate alarak her taşın-
OCAK-fiUBAT 2011 21
HABERANAL‹Z
Orman arazileri konusunda tüm kamu kurum ve
kuruluşlarının yetki ve yükümlülükleri tekrar düzenlenerek
siyasi gelecek uğruna geleceğimiz olan ormanlarımız bir oy
uğruna peşkeş çekilmesinin önüne geçilmiş yasal
düzenlemeler ve yaptırımlar yapılması gerekmektedir.
maz için ayrı değer tespiti yapılacaktır.
Teşkil edilecek satış komisyonu ile de tüm
satış işlemleri yapılacaktır. Satış bedeline
arazinin değerine ve işgalin kullanım süresine göre ecri misilde ekleneceği gözlemlenmiştir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
1. Özellikle şehir ve kasabalarda 2B arazisi olup da yerleşim yeri olmuş mahalle
kurulmuş alanlar zaten imarsız yapılar olduğu için belediyelerin yetkisinde olan
ketsel dönüşüm yapma yetkisi bu alanlarda öncelik verilmesi ve bu alanlara da uygulanması zorunlu olmalıdır. Her zilyedin
kentsel dönüşüme katılması zorunlu hale
getirilmesi ve belediye tüzel kişiliklerinin
22 M‹MAR VE MÜHEND‹S
2B alanlarında 5 yıl içinde kentsel dönüşüm yapması zorunlu hale getirilmelidir.
2. Belediyeler bankalar ile işbirliği yaparak 2B arazileri için yapılacak kentsel dönüşüm projelerinde uzun vadeli konut finansmanı olarak adlandırılan MORTGAGE
sistemi ilk olarak ülkemizde bu alanlarda
uygulanabilir. Böylece dar gelirli olarak
adlandırılan hak sahiplerinin bu projeye
katılmaları teşvik edilmiş olacaktır.
3. Ayrı ayrı değer tespiti yapılan 2B arazilerinin devlet eliyle rayiç değeri tespiti yapılması yerine kendi alanlarında uzmanlaşmış bağımsız gayrimenkul değerleme
uzmanlarına rayiç değer tespitleri yaptırılarak belediyelerden de görevlilerin olduğu devlet adına teşkil edilen satış komis-
yonunca kontrollerinin yapılarak onaylanan bir rayiç bedel tespiti yapılması daha
faydalı olacaktır. Şöyle ki kredi ihtiyacı
olan hak sahibi bankaya başvurduğunda
değer tespitinin tekrar yapılması gündeme gelmesi kaçınılmazdır.
4. 2B sorununun çözümüne anayasa değişikliğiyle başlansa da geçmişte yapılan
yasal düzenlemeler ve yargı kararları da
dikkate alınarak yasal altyapının çok iyi
hazırlanması gerekir. 5831 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikler genelde teknik altyapının oluşturulmasına yönelik olup bu yasa 2B alanlarının satışına imkan vermemektedir.
5. Her şeyden önemlisi, tabir yerindeyse,
kangren haline gelmiş bu sorun, geçmişte yapılan hatalar da dahil, sade vatandaşa her yönüyle açıkça anlatılmalıdır. Ülkemizin orman varlığının korunması ve geliştirilmesi için faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları da sorunun çözümüne
katkı sağlamaları gerekir.
6. 40 yıldır çözüm bekleyen 2B sorunu çözümsüz kaldıkça, “Nasıl olsa bir gün bu
sorun çözülür biz de bu işten karlı çıkarız”
düşüncesinde olanlar ormanlarımızı tehdit etmeye devam edeceklerdir. Çözümsüzlüğün, bu kamu arazilerini bedelsiz
olarak kullananların dışında, hiç kimsenin
menfaatine olmadığını düşünmekteyiz.
7. Siyasi ve sosyal bütün toplumsal kesimler 2B sorununun çözümünde kamu yararına olacak bir formül üzerinde uzlaşmalıdırlar. Bir daha bu konunun gündeme
gelmemesi için, mevcut Anayasamızın
169. ve 170. maddelerinde yer alan “Orman sınırlarının daraltılması”na dair hükümler yeniden düzenlenmelidir.
8. Yapılacak bu yasal düzenleme orman
arazileri ve sınırları konusunda bir milat
olarak kabul edilmelidir.
9. Ülkemizde ihtiyaç olması halinde orman kadastrosunun tekrar yapılarak güncel bir kadastro çalışması yapılmalı ve bu
çalışmalar farklı teknolojik harita üretim
yöntemleri (fotoğrametrik ve uydu fotoğrafları) ile sınırlar belli periyotlarda güncellenmelidir.
10. Orman arazileri konusunda tüm kamu
kurum ve kuruluşlarının yetki ve yükümlülükleri tekrar düzenlenerek siyasi gelecek uğruna geleceğimiz olan ormanlarımız bir oy uğruna peşkeş çekilmesinin
önüne geçilmiş yasal düzenlemeler ve
yaptırımlar yapılması gerekmektedir.
HABERANAL‹Z
Piri Reis Harita Derneği Başkanı Harita Mühendisi Selami Balcı
“YAPILAŞMANIN OLDUĞU
2B ARAZİLERİ KENTSEL
DÖNÜŞÜM İÇİN MİLAT”
SON BİRKAÇ YILDIR ÜZERİNDE ÇOK KONUŞULAN VE BÜYÜK BİR
EKONOMİK GETİRİ BEKLENEN 2B ARAZİLERİ İLE İLGİLİ BİLİNMESİ
GEREKENLERİ, GETİRİLERİNİ PİRİ REİS HARİTA DERNEĞİ BAŞKANI VE
HARİTA MÜHENDİSİ SELAMİ BALCI İLE KONUŞTUK. TBMM’DE
YENİDEN GÜNDEME GELEN 2B ARAZİLERİNİN EKONOMİK GETİRİSİNİN
OLACAĞINI BELİRTEN BALCI, “YAPILAŞMANIN OLDUĞU 2B ARAZİLERİ
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE MORTGAGE İÇİN BİR MİLATTIR,” DEDİ.
2B arazi ne demektir? Hangi bölgelerimizde daha yoğun yer almaktadır? Miktar
olarak söylendiği kadar fazla mıdır?
2B, Orman kanunun 2. maddesi B fıkrasıdır. 6831 sayılı Orman Kanunun 2B maddesine göre; 31 Aralık 1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kayıp etmiş yerlerden tarla,
bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık,
fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak
24 M‹MAR VE MÜHEND‹S
gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar
olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları 2B arazileri olarak
adlandırılmıştır. Orman Kadastro Komisyonları’nca orman sınırları dışına çıkarılan
alanları ifade etmektedir. Orman sınırları
dışına çıkarma işlemi büyük çoğunlukla
Hazine adına yapılmaktadır. Bu araziler
Maliye Hazinesi adına tescilli olsun veya
olmasın Maliye Hazinesinin sayılmaktadır.
Türkiye genelinde orman vasfını yitirmiş
arazi kapsamında 473 bin hektarlık arazi
bulunuyor. 2-B arazilerinin bulunduğu iller sıralamasında, 45 bin 548 hektarlık
arazi ile Antalya birinci sırada yer alıyor.
Antalya'yı Balıkesir, Mersin, Adapazarı,
Muğla ve İstanbul takip ediyor. İstanbul
içinde ise 2B arazileri en çok, Beykoz,
Ümraniye, Sultanbeyli, Kartal, Pendik,
Eyüp, Gaziosmanpaşa, Çatalca Silivri ilçelerinde bulunmaktadır İstanbul’da 100.000
den fazla parselin kadastrosu yapılmıştır.
2B yasasının tarafı olan kamu kurumları
nelerdir? Ne kadar hazırlıklılar ve uygulamada ne gibi sorunlar yaşanabilir?
2B Orman Kanunu’nun bir maddesi olduğuna göre Orman Bakanlığı yani Orman
İşletme Müdürlükleri (Orman Kadastro
Komisyonları) bu maddeye göre daha önce orman olan alanların, orman vasfını yitirdiğinden orman sınırı dışına Hazine adına çıkardığından (1744 sayılı yasada eski
tapu sahipleri adına da çıkarma olmuştur)
diğer kurum Maliye Bakanlığı yani Milli
Emlak Müdürlüğüdür. Sorun bu yerlerin
tapuya geçirilmesidir. Tapuya aktarılmayan bu tür yerlerin değerlendirilmesi söz
konusu değildir. Bunun için kadastro çalışması yapılmıştır. İstanbul genelinde,
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü özel
sektörden hizmet satın alarak (ölçüm-hesaplama-çizim) Orman İdaresinin de katılımı ile tüm İstanbul’daki 2B arazilerinin
kadastrosunu yaparak bu arazilerin fiili
kulanım durumları ile kim veya kimler tarafından kaç yıldan beri kullanıldığını,
üzerinde varsa binalarında tespitlerini yaparak, Maliye Hazinesi adına tapuya tescilini sağlama çalışmasını bitirme aşamasındadır. Yeni yasa çalışmasında Toplu
Konut İdaresi ve belediyeler de bu tip arazilerin değerlendirilmesinde söz sahibi olmaları söz konusudur.
yetki verilmiştir. Özellikle dar gelirli vatandaşlar tarafından işgale edilen kısımlar için kentsel dönüşüm projeleri geliştirilebilir. Bunun içinde vatandaşın finansman ihtiyacı yasal olarak düzenlenmiş
mortgage (uzun vadeli konut finansmanı )
sistemi ile karşılanması gündeme gelebilir. Kentleşmenin olduğu 2B arazilerinde
çözümden kaçınmak bu alanlarda yaşayanları kaderlerine terk etmek anlamına
gelecektir. Bu vatandaşların da kent yaşamına entegrasyonu sağlanmalıdır. Yasal boşluklar giderilerek ulusumuzun en
büyük sermayelerinden olan orman arazileri her ne sebepten olursa olsun işgaline
kamu otoriteleri göz yummamalıdır.
Neden 2B arazi diye bir sorun veya kavram ortaya çıkmıştır? 2B arazileri insanlar
tarafından nasıl kullanılmaya başlandı?
2/B arazileri çok eskiden beri tarla, bağ,
bahçe, zeytinlik, meyvelik olarak kullanıldığı halde, orman idaresince ormanlar
haritaya bağlanırken bu araziler orman
bütünlüğünü bozmasın diye orman olarak
değerlendirilmiş daha sonra bu yerler orman sınırları dışına çıkarılmış alanlar olduğu ve sahiplerince kullanılmasına devam edildiği gibi, ormandan açılmış yerlerin geçen zaman içinde niteliğinin değişmesi (şehirleşme gibi) nedeniyle orman
sınırı dışına çıkarılan araziler olabilmektedir. Bu ayrımı yapmak son derece zordur. Özellikle yapılaşmanın olduğu arazilerin tekrar orman olması neredeyse imkânsız gibidir.
2B arazilerinin ekonomik getirisi sizce ne
kadar olacaktır? Bu getiri ülke ekonomisine büyük katkısı olacak mıdır?
20 milyar dolar gelir getirmesi beklenen
473 bin hektarlık araziden 50 bin civarında
kısmının kadastro ve güncelleme çalışmaları tamamlandığı ifade edilmektedir.
İlgili yasa tasarısında edinilen bilgilere
göre kadastronun ardından Orman Bakanlığı 2B arazilerini 'orman' kapsamı dışına çıkarması öngörülmektedir. Maliye
Bakanlığı da Hazine arazisi olarak öncelikle hak sahiplerine satması planlanmaktadır. Arazilerde 5 yıl kullanım şartı
aranacak. Hak sahiplerinden müracaat
sırasında 10 bin liraya kadar başvuru bedeli alınması, bedelin en az yüzde 10'u
ödenmesi ve 5 yıl taksit yapılması öngörülmektedir. İşgal tazminatı da 10 yıldan 5
yıla inmesi ve ağaçlandırılabilecek yerler
ise yeniden Orman Bakanlığı'na verilmesi
planlanmaktadır.
Arazilerin bedelsiz işgal edilmesi önüne
geçilecek, ikinci el piyasası hareketlenecek ve bu arazilerdeki konutlardan Emlak
Vergisi alınabilecek.
2B arazileri tahmin edilen rakamların çok
üstünde bir getiri demektir. Yapılaşmanın
olduğu 2B arazilerinde eğer olduğu gibi
fiili kullanıcılarına satış yapılırsa 5 bin m2,
10 bin m2, 20 bin m2 gibi kullanıcılarına satışlar yapılacak. Devlet m2 başına 1 birim
gelir elde ederse, satıştan sonra satın
alan 500 birim kazanacak, bu alanlarda
kamu tüzel kişilikleri eliyle kentsel dönüşüm yapılırsa Devlet ekonomiye 5 bin birim katkı sağlayacak ülke ekonomisi büyük yarar görecektir.
2B arazilerinin devlet tarafından sahiplerine satışı sonrası yeni bir çarpık yapılaşma veya imar sorunları gündeme gelebilir
mi? Bu alanlar yerleşime açık alanlar mıdır? Bu alanlarda çarpık yapılaşmanın olmaması için neler yapılmalıdır?
Bu tür arazilerin satışı mutlak surette sıkı
bir disipline bağlı olmalıdır. Yapılaşan yerler bir ölçüde satılmalı, diğer yerlerde fiili kullanıcılara satış belli bir metrekare ile
sınırlandırılmalı, planlanmalı insanca yaşanabilir mekân ve çevre oluşturulmalı
ekonomiye bu şekliyle kazandırılmalıdır.
Ayrıca ilgili yasa tasarısında şöyle denilmektedir: “Tarım arazileri dışında kalan,
üzerinde yapılaşma bulunan ve kentsel
dönüşüm projeleri kapsamında değerlendirilmesi talep edilen yerlerden maliye
Kentleşmenin olduğu 2B
arazilerinde çözümden
kaçınmak bu alanlarda
yaşayanları kaderlerine terk
etmek anlamına gelecektir.
Bu vatandaşların da kent
yaşamına entegrasyonu
sağlanmalıdır. Yasal
boşluklar giderilerek
ulusumuzun en büyük
sermayelerinden olan orman
arazileri her ne sebepten
olursa olsun işgaline kamu
otoriteleri göz
yummamalıdır.
bakanlığınca uygun görülen taşınmazlar,
hak sahipleri ve hakları da belirtilmek sureti ile 1319 sayılı kanunun 29. maddesine
göre belirlenen asgari metrekare birim
değeri üzerinden öncelikle toplu konut
idaresi başkanlığına, talebinin olmaması
halinde büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerine, büyükşehir belediyelerinin talebinin olmaması halinde ilgili belediyelere, diğer yerlerde ilgili belediyelere devredilebilir.” Ülkemizde 5216 sayılı yasa kapsamında belediyelere kentsel dönüşüme
OCAK-fiUBAT 2011 25
M‹MARLIK
GÜNÜMÜZ CAMİ
MİMARİSİ ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER -IMEHMET İŞCİ / Mimar
Adak Işığı
Sıcak yaz göklerinde
Önde uzanan ovada
Birden bir ışık sağdan
Bir ışık soldan çıkar
Ve bunlar
Şimşek hızıyla birbirlerine ulaşırlar
Bunu halk adak için uğur sayar
Derler: Leyla ile Mecnun buluştular
Bu göz açıp kapama anında
Ne varsa dile muradında
Mutlak yerine gelir arzun
Yerde kavuşmayanlar gökte kavuşurlar
Ve bir uğurlu anda
Kavuşmak isteyenleri kavuştururlar
Sezai Karakoç
26 M‹MAR VE MÜHEND‹S
“Allah'›n mescidlerini ancak, Allah'a ve ahiret gününe (ruhu ölmeden evvel Allah'a
ulaflt›rma gününe) îmân eden ve namaz› ikame eden ve zekât veren ve Allah'tan
baflkas›ndan korkmayan kimseler imar eder. ‹flte onlar›n böylece hidayete erenlerden
olmas› umulur.(Tevbe,18)”
CAMİ KAVRAMI VE İSLAMIN
SANAT VE ESTETİĞE YAKLAŞIMI
Cami; toplayıcı, toplayan, kaplayan, müslümanların ibadet gayesiyle toplandıkları
yer, ibadet mekanıdır."Câmi" terimi "(cemaatleri) bir araya getiren mescid" anlamındaki "el-mescidü'l-câmi"den kısaltılarak sonradan kullanılmaya başlanmıştır. Kur'an'da, hadislerde ve ilk tarihî kaynaklarda "câmi" yerine "mescid" kelimesi
geçmektedir. "Mescid", "secde edilen
yer" anlamında bir mekân ismidir. Namazın başka rükünleri de olmasına rağmen
ibadet edilen yer, önemine binaen secdeye izafe edilmiştir. İnsanın daha ilk yaratılışında şahit olduğu secde (el-Bakara,
2/34) hürmet ve tazimin en güzel ifadesidir. Hz. Peygamber (s.a.s) onu, kulun Allah'a en yakın anı olarak vasıflandırmıştır.
(Nesâî, Tatbik, 78) İçinde Allah'a ibadet
edilen her yere mescid denilmiştir. Kur'an
bu geniş anlamıyla mescidi geçmiş dinlerin mabedleri ile beraber zikreder. (elHac, 22/41).
Batı dillerinde kullanılmakta olan "mosquee" ve benzeri terimler "mescid"in değişik telaffuzundan doğmuştur. Osmanlılar da sultanlar tarafından yaptırılan câmilere "selâtin câmi", vezirler ve rical tarafından yaptırılanlara, yaptıranın adına
izafeten "câmii" küçük olanlara da "mescid" demişlerdir. Üstü açık yerlere namazgah denilmiştir. Câmi aynı zamanda
“istediğini istediği zaman istediği yerde
toplayan” anlamına gelen Allah'ın 99 esma-ül hüsna’sından biridir. Yaygın kabul
görmeyen bir yaklaşıma göre cami kavramının dört büyük meleğin isminin baş
harflerinden (Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil(a.s.) oluştuğu şeklinde iddia edenler
de vardır.
Hilmi Yavuz bir yazısında “Yahya Kemal,
Sermet Sami Uysal’la Sohbetler’inden birinde, Mehmet Akif ile kendisi arasındaki
farkı şöyle dile getirir: ‘Akif, İslam ahlak
ve akaidinin şairidir; ben İslam’ın şiirinin
şairiyim’. Onun, ‘ben İslam şiirinin şairiyim’, sözünü, onun İslam medeniyetinin
şairi olduğu biçiminde de okuyabiliriz.
Eğer bu doğruysa, Mehmet Akif’le Yahya
Kemal arasındaki ayırt edici çizgiyi, örneğin, ‘Cami’ kavramından yola çıkarak çizebiliriz, -şöyle: İslam akaidinin şairi olarak Akif’ için ‘cami’, Müslümanların Allah’ın önünde topluca ya da tek tek, secdeye gelip ibadet ettikleri mekan’dır; Yahya Kemal için ise, tıpkı Itri’nin Naat’ı, Karahisari’nin bir hattı gibi, İslam Medeniyetinin estetik ifadesi…” belirtmektedir.
Bilge Mimar Turgut Cansever Türkiye’de
cami mimarisi ile ilgili olarak şunları söylüyor. Hz. Peygamber “İnsanların en iyisi
âlimin iyisi, insanların en kötüsü âlimin
kötüsüdür.” buyuruyor. Bütün yetki, o alanı en iyi bilen insana verilmiş. Biz Türkiye’de böyle bir girişimden söz edebilir miyiz? Yani şu kişi bu işi en iyi biliyor diyebilir miyiz? Tabiî bu da bir ilk meseledir. Bütün İslâm dünyasında bundan bir asır evvel hâlâ dünya şaheserleri üretenler vardı. Bugün İslâm dünyasında doğru dürüst
bir şey yapılamıyor. Evvela iyi ve kötünün
ne olduğu bilinmiyor, tabiî bir yığın pespayelikler görülüyor, bunları aşmak için vasat iyilerin örnek teşkil etmesi yeterli değildir. Mutlak süratle en iyinin etkinliğini
sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla da biz
mimarlar olarak, bu defa o en iyinin ne olduğunu tarif etmek mecburiyetindeyiz. Ve
buna giderken de peşin hükümlerimizden
vazgeçmeye de hazır olmalıyız, her türlü
egodan sıyrılarak, hakikate dosdoğru bakarak çözüme doğru ilerlemeliyiz. Bunun
çok zor olduğu da ortada. Tabiî biz dini,
ibadetten ibaret saydık. Evet din, “Amel
bilgisidir buyruluyor, yani işlerimizi nasıl
yapacağımızın bilgisi. Biz Türkiye’de iyiyi
seçmek için bir araya gelip gerçekten
hangisi iyidir?
Bugün gerçekten şehirlerimizin, konut
stokumuzun ve camilerimizin perişanlığı
bir vakıa. Bunu nasıl aşabileceğimizi hep
beraber düşünmemiz, iyi örneklerin ortaya konulmasına tavassut etmemiz ve ortaya konulacak iyi örneklerin de hayata
geçmesini, tanıtılmasını, değişime katkıda bulunacak şekilde halka takdim edilmesini bir program haline getirmemiz
icap edecek.”
Günümüz camilerinin estetik ve sanattan
yoksun ve nispetleri bozulmuş şekilde 16.
yy formlarını başarısız tekrarlar yapmalarını nasıl izah edebiliriz. Camilere tip proje önerenlerden, ayakkabıyla girilip sıraOCAK-fiUBAT 2011 27
M‹MARLIK
Bugün Türkiye’de şu ya da bu
biçimlerin ötesinde caminin
toplumsal, politik ve estetik
yönleriyle mimarlık
hafızamızda yer alan
geçmişimizle, gündelik
gerçeğin hesaplaşması pek
yapılamamaktadır.
lara oturulmasına kadar son derece temelsiz ve mimarlık, sanat ve kültürel değerlere uzak görüş sergilenmesi sıkça
rastlanılan tavırlardır. Osmanlı döneminin
hiç şüphesiz en büyük mimarbaşı olan Sinan dahi kendi eserlerini bir daha tekrar
etmemiş, her seferinde daha iyisini aramıştır. Camiyi kiliseye benzetmek isteyen
ve camiye hiç gitmeyen malum çevreler
camilere ayakkabıyla girmeyi ve sıralarda
oturmayı önerecek cüreti göstermişlerdir. Allah’ın insanı halifesi olarak yarattığı ve ona dünyayı güzelleştirme, yaşanılır
kılma ve hüsnü muhafaza görevi verdiğinin ihmali mi bizim muhayyilemizi böylesine daralttı? Öyle ki İslam’ın bir medeniyet olduğu olgusunun gözardı edilip geriye itilip buna karşılık, onun sadece akaidden ibaret bir nasslar manzumesi olduğu
görüşü İslamcı çevrelerin yeni paradigması haline geldi.
28 M‹MAR VE MÜHEND‹S
CAMİ MİMARİSİNİN ÖNEMİ VE
MİMARLARIN ÖNÜNDEKİ TABULAR
Camiler, mimarlık eserlerinin en plastik,
en zarif, en estetik unsurlarının ifade edilebileceği öncü, yönlendirici ve taşıyıcı
yanlarını ifade ederler. Bu kavramsal tanımlama mühendislikte örneklemeye çalışılırsa; bir ülkede “havacılık ve uzay mühendisliği”nin gelişmesi o ülkenin ileri
teknolojiyi topyekun üretmesine öncülük
etmesi açısından nasıl etkiliyorsa cami
mimarisi de genel mimarlık faaliyetlerini
o ölçüde etkiler...
Son yüzyılda inşaa edilen cami projelerinde temel iki yaklaşıma rastlanmaktadır.
Ya din ve cami gibi arkaik (güzel sanatlarda klasik çağ öncesinden kalan) ve içselleştirilmiş anlamlar katmanı taşıyan ve
bunu belirgin sembollerle (kubbe, minare
gibi) gösteren bir alanda çeşitli metaforlar
kullanan, mevcut sembolleri yeniden yo-
rumlayarak tekrarlayan ve sonuçta nispetleri bozularak abartılı biçimlere ulaşan
ya da konuyu ve dolayısıyla biçimleri azaltarak, arındırarak, saflaştırarak ibadet etme eyleminin özüne inmeye çalışan ve bunu minimalist bir dille ifade etme yolunu
seçen yaklaşımlar görülmektedir. Ancak
her iki yaklaşımın da ıskaladığı bir tutum
var; bugün Türkiye’de şu ya da bu biçimlerin ötesinde caminin toplumsal, politik ve
estetik yönleriyle mimarlık hafızamızda
yer alan geçmişimizle, gündelik gerçeğin
hesaplaşması pek yapılamamaktadır.
“Mimar Sinan” ve “geleneksel cami mimarisinin” bugün Türkiye’de mimarlığın
gelişmesinde engel gibi görülen tabuların en büyüklerinden birisi olduğuna dair
görüşler sıkça yer almaya başlamıştır.
Uğur Tanyeli’nin Garanti Galeri’den çıkan
“Mimarlığın
Aktörleri:
Türkiye
1900–2000” kitabında belirttiği gibi Osmanlı cami geleneği ve onun tek temsil-
cisi olarak gösterilen Mimar Sinan etrafında oluşturulan hâle bugün cami meselesinin gerçekçi bir şekilde ele alınmasını engellemektedir. Uğur Tanyeli ”Mimar
Sinan’a bu kadar yüce bir durum atfettikçe onun altında eziliyor ve bir şey yapamaz duruma geliyoruz. Onunla asla kazanamayacağınız bir yarışın içindesiniz
demektir bu. Bu yarış kazanılabilir mi?
Bütün doğruları temsil eden ebedi doğru
karşısında sefil, trajik figüranlar durumuna düşüyoruz hep” demişti. Camilerle
ilgili proje yarışmalarında “Büyük Usta
Mimar Sinan’ın Anısına” gibi ibarelerle
tanımlamalar daha en baştan yarışmacıları mitleştirilmiş ve dokunulmaz kılınmış
bir isim ile karşı karşıya getiriyor. Bu durumsa, tüm bu külliyatla baş etmek adına abartılı davranmak ya da tevazu ile az
yapmak gibi ilk bakışta iki karşıt durum
gibi görünseler de aslında çok benzer bir
davranış modelini doğuruyor.”
İNKILAP – KAPİTALİZM İLİŞKİSİ/ ELİTLER
VE MİMARLIĞIN DÖNÜŞEMEMESİ
Osmanlı mimarisi (dolayısıyla cami mimarisi), Selçuklu mimarisinin geliştirilerek ve Bizans ve diğer çevre unsurları da
mezceden bir geleneğin ürünüdür. Yüzyıllar boyunca yavaş yavaş, damıtılarak te-
kamül etmiştir. Bu şekliyle toplumla tevhid edilmiştir. Dil gibi topluma içkindir,
onun ayrılmaz bir parçasıdır, modern
dünyada böylesine tevhidi yaklaşımın/bir
dil birliğinin olmadığı ortadadır. Elimizde
referans alabileceğimiz ve tevarüs eden
sabit bir gerçeklikten çok, üretilen, tüketilen ve bir süre sonra yerini başka sanal
gerçeklere bırakan nitelikte bir yaklaşım
biçimi mevcuttur. Hal böyle olunca ya referansını bu değişken gerçeklikten olan
bireysel dilin teşkili gerekir ya da cismi
olan ama koşulları artık olmayan bir gerçekliğe referans verdiğinizde tekrar ve
ucuz bir taklit olma durumunda kalınmaktadır. Tevhide aykırı temellenen bu
şekli ile denenen bütün çabaların bizi
mutlak gerçekliğe ve geçmişimizin toplum nezdinde genel kabul görmüş tevhidi
diline ulaştırması mümkün değildir.
Yakın tarihimizde 20.yüzyıl başlarında bir
kırılma yaşayan toplumumuzda bu sorunun nasıl bir ideolojik yaklaşımlardan
kaynaklandığını anlamaya çalışılmalıdır.
Cumhuriyet’in ilanı bir devrimdi ve asırlardır yerleşik olan ve son dönemde pörsümüş olan dünya çapındaki medeniyetimizle, irfanımızla bir hesaplaşma ve batıya öykünme üzerine bina edilmekteydi.
Bir günde insanlardan yüzyıllardır bildikleri yaşam pratiklerinin, düşünme şekilleri, değerler manzumesi ve hatta okumayazma aracı olan harfleri bırakmaları istendi. Bu dönüşüm 1920’lerin dünya siyasi konjonktüründe emperyalizmin hedeflediği doğal bir süreçti. Bütün dünya uluslararası güçler eliyle 19. yüzyıldan itibaren
başlayan uluslaşma sürecine itilmiş, Türkiye Cumhuriyeti de modern batı dünyasındaki yerini almak üzere uygun adımları atmaya başlamıştı. Ardarda yapılan inkılaplarla toplumda radikal değişiklikler
yapılmaya çalışıldı. Böylelikle Cumhuriyet
elitleri Türkiye’yi Türklük(!) ve laiklik kavramları temelinde yeniden şekillendirdiler. Ama burada değişmeyen temel bir tavır devam ettirilerek son dönem Osmanlı
elitlerinin yerini Cumhuriyet elitleri aldı;
Anadolu yani taşra yine dışarıda bırakıldığı gerçeğidir.
Yeni dönemde genç cumhuriyetin “cami
mimarisi ve yapımı” gibi bir sorunu yoktu.
Bunun iki sebebi ileri sürülmekteydi. Birincisi savaş sonrası küçülen ve nüfusu
azalan ülkede yeni camilere ihtiyaç yoktu.
İkincisi hâkim ideoloji cami yapımını laikliğe karşı bir tavır olarak telakki ediyor ve
buna karşı direnç göstererek laiklik kale-
sini koruma iddiasındaydı. Buna karşılık
köyden kente göç sürecinde özellikle büyükşehir periferilerinde oluşan yeni yerleşmelerde halkın talepleri yeni cami yapımını zorunlu kılmaktaydı. İktidarın yaptırmama yönündeki iradesine karşılık
halk kamuya ait arazileri çevirerek geçici
mescitler yapmaya başlamış ve ardından
da bu geçici yapılar yıkılarak proje ve ruhsatı olmayan camiler inşaa etmeye başlamıştı. Hâkim ideoloji cami yaptırmamayı
laikliğin bir kazanımı olarak değerlendirirken, halk da derme çatma da olsa cami
yapmayı dinin başarısı olarak değerlendiriyor ve kaleyi fethetmenin(!) mutluluğunu
yaşıyordu. Yerel yönetimler 1990’lı yıllara
kadar imar planlarında cami alanı ayırmayı bile düşünemiyorlardı. Ancak 1990
sonrası yerel yönetimlerdeki iktidar değişikliği ile camiler de imar planında esaslı
bir şekilde yer almaya başladı. 2010 yılından sonra bile hala kamu projelerinin büyük çoğunluğunda mescit yerinin ayrılmaması veya yeterli büyüklükte olmaması aynı tavrın bir devamı gibiydi.
Mimarlık çevrelerinde özgün ve aykırı görüşleriyle öne çıkan Mimar Uğur Tanyeli;
“Bu noktada bir parantez açmak gerekiyor. Birinci kuşak olarak adlandırılabilecek Avrupa merkezli modernleşme süreci ile ikinci kuşak modernleşme olarak
adlandırılabilecek Türkiye modernleşmesi arasındaki en temel fark şuydu: Batıda
modernleşme süreci belirli bir sermaye
birikiminin ardından, feodal yapılanmaların çözülmesiyle ortaya çıkan toplumsal
ve ekonomik taleplerin baskısıyla oluşmuş ve motivasyonunu tabandan alan bir
süreçtir. Türkiye modernleşmesi ise İttıhat ve Terakki’den beri Batı’ya dahil olmaya çalışan bir devlet elitinin projesidir
ve burada toplumsal bir talep değil ideolojik bir tercih vardır.
Mimarlar, Osmanlı’dan beri hep bu elit
geleneğin bir parçası olmuşlardır. Osmanlı’da mimar devletin halk üzerinde tahakküm kurmasındaki önemli aktörlerden biri idi. Modern Türkiye Cumhuriyet’inin ilanından sonra bir anda “eski
olan” kötü ve köhne olarak nitelenirken
“yeni olan” mutlak doğru olarak kabul
edildi. Mimarlar da bu sefer yeni oluşan
elit grubun ideolojisini görünür kılmak gibi bir görev edindiler. Dönemin Arkitekt ve
diğer ev dergilerine bakıldığında modern
konutun ve içindeki yaşamın nasıl övüldüğünü görmek mümkündür. Her planda
bir köşeye piyano kondu, verilecek partiOCAK-fiUBAT 2011 29
M‹MARLIK
siyonlar nedeni ile dönüşemezken, cami
mimarisi çok pragmatik temeller üzerinde
değişmiş ve içinde mimarlığın ol(a)madığı
bir şekle bürünmüştür. Sürekli mimarlığın Türkiye’de bir meşruluk sorunu olduğundan bahsediyor, pek çok kentsel kararda mimara bir aktör olarak yeterince
önem verilmediğine değiniyoruz. Bunu da
düşünmeden, anlamadan daha çok veryansın ederek yapıyoruz. Sanırım cami konusunda (ve aslında her alanda) mimarlık
toplumsal ve gündelik olana elit ve uzak
bakışını bırakmadıkça bu konuda atılan
her adım biçimlerin ve sığ tartışmaların
dışına çıkamayacak“ şeklinde görüşlerini
dile getirmektedir.
Yerleşik düşünce kalıpları içerisinde hareket eden bir cemaatin
baskısı ve sınırlandırmaları çoğu zaman tasarımcının üzerinde
olduğu ve koşulların zorlandığı, yerleşik kalıpların kırıldığı
bazı örneklerde, kimi zaman geleneksel çini ve tezyinat
kullanımı gibi tasarımın felsefesine uymayan uygulamalar
görülmekte, kimi zaman da, mimar yapıyı teslim ettikten sonra
benzer unsurlar mimariye kullanıcılar eliyle eklenmektedir.
ler için geniş teraslar konutun bir parçası
haline geldi. Ancak henüz ortada bu modern yaşamı doğuracak bir toplumsal talep, sermaye birikimi ve endüstrileşme
yoktu. Bunun için 1950’li yılları beklemek
gerekecekti.” (…)
1950’li yıllar kendi sermaye birikimini
oluşturan taşranın taleplerini yüksek sesle telaffuz etmeye başladığı ilk yıllardır. Bu
açıdan bakıldığında Türkiye’nin son 50 yıllık siyasi tarihi mevcut ideolojiye göre çok
daha muhafazakar ama bir o kadar da
pragmatik olan taşra ile devlet elitleri arasındaki mücadelenin tarihidir. Ancak taşranın muhafazakar görünümlü talepleri
basit bir geri dönüş talebi değildir. Tam
tersine modern ve kapitalist dünyanın
zenginliklerinden pay alma hatta yön verme talebidir. Ve bu talep beraberinde kendi dünya anlayışını, modasını, kültürünü ve
mekansal kurgularını getirmiştir. Ancak
mimarlık bu yeni dünyanın bir parçası olamamış; kendi elit geleneğinin düşünce yapısı ve araçları tabandan gelen talebi anlamakta yetersiz kalmıştır. Durum böyle
olunca da boş bırakılan alan anlık, basit,
gelişi güzel reflekslerle doldurulmaya
başlanmıştır.
30 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Bu yüzden bugün el yordamı ile günlük ihtiyaçlara cevap vermek için yapılan her
cami bir garabet olarak niteleniyor, lanetleniyor. Evet, belki gerçekten öyledirler
ama bir yandan da çok basit, gündelik
pratiklerle üretilmektedirler. Buna sırt
çevrilemez, görmezden gelinemez. Hemen birkaç basit gerçek sıralayalalım:
Kapitalist ekonomi içinde arsa bir metadır
ve özellikle kent içindeki ekonomik değeri
sadece bir camiye ayrılamayacak kadar
büyüktür. Dokunulmaz cami geleneği ve
programı çok kolayca ve pragmatik bir tavırla zemin katındaki bir çarşı ya da marketle birleşebilir. Ya da caminin toplum
nezdinde bir tabu olması durumu kolayca
kentin çeperlerinde imar izni olmadan
oluşan ve sürekli yerlerinden edilme korkusu yaşayanların hemen bir cami inşa
ederek meşruluklarının olmasa bile en
azından dokunulmazlıklarının aracı olabilir. Bu örneklere merkezi yönetimin dışladığı bir eğitim modeline camilerin ev sahipliği yapması ya da cami yaptırma vakıf
ve derneklerinin bir bağış ekonomisinin
parçası haline gelmesi kolayca eklenebilir. Kısaca söylemek gerekirse Türkiye’de
mimarlık kendi tarihinden gelen konvan-
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
21. yüzyıl cami mimarisini çağdaş malzeme ve teknoloji ile oluşturma arayışının
sonucu olan mimarinin her örnekte farklı
olması tasarımı yapan mimarlardan çok,
yerleşik kalıpları kırmanın zorluğunda
aranmalıdır. Yerleşik düşünce kalıpları
içerisinde hareket eden bir cemaatin baskısı ve sınırlandırmaları çoğu zaman tasarımcının üzerinde olduğu ve koşulların
zorlandığı, yerleşik kalıpların kırıldığı bazı
örneklerde, kimi zaman geleneksel çini ve
tezyinat kullanımı gibi tasarımın felsefesine uymayan uygulamalar görülmekte, kimi zaman da mimar yapıyı teslim ettikten
sonra benzer unsurlar mimariye kullanıcılar eliyle eklenmektedir.
20. yüzyılın son çeyreğinde, büyük kentlerimizin yaşanır olmaktan çıkaran çarpık
imar faaliyetlerine ve onun parçasını oluşturan niteliksiz mimariye karşı bir tepki
doğmuş ve bir avuç aydından, sokaktaki
insana kadar bu tepkinin yaygınlaşması
ise ancak 90’lı yıllarda gerçekleşmiş, çevremizi saran binlerce caminin niteliği ya
da niteliksizliği bu dönemde konuşulmaya
başlanmıştır. 1990’lı yıllar, cami tasarımında özgün arayışların yeniden canlandığı dönemdir.
Günümüzde yapılması gereken, özgün
çağdaş cami örneklerinin mimarlar ve geniş halk kitlelerince incelenip, tartışılması
ve bu alandaki yeni yorum ve arayışların
teşvik edilmesidir.
Mimarlık hayatın yaşanmakta olduğu her
yerde insanlığa yön vermekte ve hayatın
şekillenmesini sağlamaktadır. Özgün mimari velud cemiyetlerden neşet eder. Bir
cemiyet kendi durumunu ıslah etmedikçe
onların hayatına etki eden hiçbir şey iyileştirilemeyecektir.
DOSYA: ‹ST‹HDAM
32 M‹MAR VE MÜHEND‹S
EKONOMİK VE TOPLUMSAL BİR SORUN:
İŞSİZLİK VE İSTİHDAM
ÜLKELER‹N SAH‹P OLDUKLARI ‹fiGÜCÜNÜN DURUMU VE N‹TEL‹⁄‹ ÜLKELER‹N HEM EKONOM‹K HEM DE
TOPLUMSAL GEL‹fi‹M‹N‹N ÖNEML‹ GÖSTERGES‹D‹R. BU BA⁄LAMDA ‹ST‹HDAM SORUNU HER ALANDA
GEL‹fiMEN‹N ÖNÜNDEK‹ EN BÜYÜK ENGEL OLARAK KARfiIMIZDA DURMAKTADIR. ÖZELL‹KLE ÜLKEM‹ZDE
‹ST‹HDAM UZUN YILLARDAN BER‹ ÇÖZÜLEMEYEN B‹R SORUN OLARAK HEP GÜNDEMDEK‹ YER‹N‹
KORUMUfiTUR. M‹MAR VE MÜHEND‹S DERG‹S‹ OLARAK B‹Z DE BU SAYIMIZDA BU ÖNEML‹ SORUN ‹LE
‹LG‹L‹ UZMANLARIN TESP‹TLER‹NE VE ÇÖZÜM ÖNER‹LER‹NE SAYFALARIMIZDA YER VERD‹K. DOSYA
KONUMUZDA AKADEM‹SYENLER, ‹fi HAYATINDA YER ALAN ‹S‹MLER VE S‹V‹L TOPLUM KURULUfiLARI
TEMS‹LC‹LER‹N‹N, ÜLKEM‹Z‹N TOPLUMSAL VE EKONOM‹K ANLAMDA GEL‹fiMES‹N‹N ÖNÜNDE ENGEL
OLARAK GÖRÜLEN BU BÜYÜK SORUN ‹LE ‹LG‹L‹ GÖRÜfiLER‹N‹ OKUYACAKSINIZ.
OCAK-fiUBAT 2011 33
DOSYA: ‹ST‹HDAM G‹R‹fi
İŞSİZLİK İLE İLGİLİ
KALICI ÇÖZÜMLER
ÜRETİLMELİDİR
TÜRK‹YE’N‹N KARfiI KARfiIYA KALDI⁄I EKONOM‹K VE
TOPLUMSAL SORUNLARIN EN ÖNEML‹LER‹NDEN B‹R‹
‹ST‹HDAM SORUNUDUR. AB’YE TAM ÜYEL‹K YOLUNDA
ÇEfi‹TL‹ ALANLARDA DE⁄‹fi‹M VE DÖNÜfiÜMLER‹N YAfiANDI⁄I
ÜLKEM‹ZDE, ‹ST‹HDAM ALANINDA DA BUGÜNKÜ OLUMSUZ
TABLOYU DÜZELTECEK, KALICI ÇÖZÜM YOLLARI
GEL‹fiT‹R‹LMEL‹D‹R. ‹fiS‹ZL‹K G‹B‹ ÇOK YÖNLÜ TOPLUMSAL
ETK‹LER‹ OLAN B‹R SORUN ÇÖZÜLMEDEN, BAfiKA
ALANLARDA TOPLUMUN GENEL‹NE YÖNEL‹K BAfiARILI
SONUÇLAR ELDE ETMEK DE MÜMKÜN DE⁄‹LD‹R.
lkelerin sahip oldukları işgücünün
durumu ve niteliği o ülkelerin ekonomik gelişimlerinin temel göstergelerinden biridir. Ülkeler sahip oldukları
insan kaynaklarını en etkin şekilde üretime sokabilmelidir. Aksi takdirde önemli
derecede sosyal ve ekonomik maliyet yüklenmek zorunda kalırlar. Bu açıdan bakıldığında işsizlik problemi, sadece gelişmekte olan ülkelerin değil, gelişmiş ülkelerin de üstesinden gelmek zorunda olduğu bir sorundur. Avrupa'da işsizlik sorunu
her geçen gün büyümektedir. ABD'de de
durum çok farklı değildir. Gelişen teknoloji ve küreselleşme ülkelerde işsizliği
arttırmaktadır. Afrika, Asya, Latin Amerika ülkelerinde işsizlik sorunu yoksullukla
birlikte toplumsal sefalete dönüşmektedir. İstihdam oluşturmak amacıyla bu ülkelerde farklı politikalar geliştirilmekte ve
uygulanmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde
de bu önemli sorunla ilgili çözüm önerileri uzmanlarca tartışılmaya devam etmektedir. Ekonomik ve toplumsal gelişim süreci istihdam sorununun çözümlerinin
hayata geçirilmesiyle doğru orantılıdır.
Ü
34 M‹MAR VE MÜHEND‹S
‹fi BÜROLARI DAHA ETK‹N OLMALIDIR
Firmalar arasında mekik dokuyan ve kurumsal ilişkileri kuranlar arasında iş büroları ile ilgili bir kanaat oluşmuştur. Bir
işsizlik sorunu varsa, işverenlerin çalışanlardan, çalışanların işverenlerden bir
memnuniyetsizlikleri varsa bir yerde
problem var demektir. İŞ-KUR’dan başlayarak şu anda Türkiye’de lisansını almış
yaklaşık 500’e yakın iş bürosu var. Bunların en bilinenleri ve en büyükleri web siteleri üzerinden işveren ve iş arayanları buluşturuyor. Bu siteler üzerinden başvurduğu pozisyon ile ilgili gerekli kriterlere
sahip olanların o işe girme oranları şu anda binde iki seviyelerinde. Bu da çok düşük bir orandır. Bunun nedeni olarak bir
çok sebep sayılabilir. Burada işe başvuracak insanların firma algısı da önemli. Örneğin büyüklükleri aynı da olsa aynı sektördeki iki firmaya başvurular çok farklı
olabiliyor. Biri çok yoğun bir talep alırken
diğeri çok daha az talep alıyor. Burada firma ismi, semti vs. önemli etkenler.
İş bürolarının bir kısmı web portalları üzerinden iş arayanlar ile işvereni buluşturu-
yor. Web portalları üzerinden çalışan iş
bürolarının ‘ben size güvenilir, sağlam, nitelikli elemanlar bulacağım’ diye bir garantisi ve iddiası yok. Bu alan piyasası
oluşmuş fakat çok da verimli olmayan bir
alan. Web portalları üzerinden işe alım
süreçleri hem zahmetli hem de istenilen
düzeyde verim alınamadan sonuçlanıyor.
İş büroları bu verimsizlikten hareketle sadece web portalı üzerinden çalışmanın yanında, danışmanlık hizmeti de vermelidir.
İnsanları iş ehliyetleri konusunda iş ve
sosyal sorgulamalarını yaptıktan sonra işverenlere gönderilmelidir. İşverenin kurumsal yapısına uygunluğunu sorgulayarak gittiği kurumda zorluk çekmemesini
ve kuruma kolay uyum göstermesi sağlanmalıdır. Bu iş tabiri caizse organ nakline benziyor. Organın o insanın dokusuna
uygunluğunu kontrol eder gibi işverene
yardımcı olunmalıdır.
‹fiS‹ZLER ÖNCE KEND‹LER‹N‹
TANIMLAMALIDIR
İstihdamı tartışırken gözden kaçan önemli bir konu da var. İnsanlar çok iş değiştiri-
İnsanlar bir işe talip olduklarında kendilerini merkeze
koyuyorlar ve işi tanımlıyorlar. Aslında işe talip olan kişi
önce aynaya bakıp kendisini tanımlamalıdır. Talip olduğu iş
ile ilgili neleri nasıl yapabileceğini ortaya koymalıdır.
İşte bu noktada insanlarımız kendilerini analiz etmekten
korkuyorlar.
yor. Yani sorun istihdam sorunu mu yoksa
insanlar neye talip oldukları ile ilgili kendilerini tanımlama problemi mi? İnsanlar
bir işe talip olduklarında kendilerini merkeze koyuyorlar ve işi tanımlıyorlar. Aslında işe talip olan kişi önce aynaya bakıp
kendisini tanımlamalıdır. Talip olduğu iş
ile ilgili neleri nasıl yapabileceğini ortaya
koymalıdır. İşte bu noktada insanlarımız
kendilerini analiz etmekten korkuyorlar.
Kişilere kendilerini analiz etme yeteneklerini kazandırmak, bu konuya ağırlık vermek gerekiyor. Şirketler yakın çevrelerinin referansları ile işe aldığı elemanları
yetiştirip tatmin edici maaşlar vermediği
sürece nitelikli eleman bulma konusunda
sıkıntılar yaşamaya devam edeceklerdir.
Çalıştıkları şirketlerde tatminsizlik yaşadıkları için insanlar çok fazla iş değiştiriyorlar. Diğer ön plana çıkarmamız gereken konu ise şirkete çalışması ile bir değer katan, şirketin kazancını artıran çalışan, bilançoda yazmasa bile şirketin ortağı olarak görülmelidir. Buna karşılık da bu
çalışmalarından dolayı kendisi diğer ortaklar gibi kazançtan pay almalıdır.
ARA ELEMAN SIKINTISI G‹DER‹LMEL‹
Aslında bir adım daha geriye gidilerek eğitim konusuna da ağırlık verilmelidir. Bugün iş arayan elemanlar bir eğitim sürecinden geçerek bugüne geliyor. Eğitimler
bugünkü iş dünyası dikkate alınarak verilmelidir. Okulda farklı bölümler okurken iş
dünyasında okuldaki eğitimden farklı görevler oluyor. Makine, kimya, endüstri
mühendisliği bölümleri okunuyor örneğin.
Ama iş dünyasına gelince bu insanlar ARGE mühendisi, bakım mühendisi gibi görevler alıyorlar. Bir diğer sıkıntı ise ara
eleman sıkıntısıdır. Orta ölçekli firmaların
birçoğu ara eleman konusunda sıkıntılar
yaşıyor. Bu konuda meslek liselerine de
ağırlık vermek gerekiyor.
Türkiye’de nitelikli ara eleman ile ilgili büyük sorunlar var. Ara elemanlar meslek
sahibi olmalıdır. Ama Türkiye’de bu elemanlar devekuşu misali ne deve ne de kuş
gibiler. Mühendislik eğitimi ülkemizde
belli düzeyde veriliyor. Fakat mühendis
mezun olduğunda tamam olmuyor. Sadece bir formasyon almış oluyor. Mezun olduktan sonra da kendini geliştirmek zo-
rundadır. Aslında üniversiteler ihtiyaca
göre eğitim vermeli ve insan yetiştirmelidir. Bugün üniversitelerimiz ihtiyaca göre
değil kendi isteklerine göre insan yetiştiriyorlar. Ara eleman konusunda üniversitelerimize büyük görevler düşmektedir.
MESLEK‹ YÖNLEND‹RME
YAPILARAK E⁄‹T‹M VER‹LMEL‹
Türkiye’de işsizlik sorunun temelinde aslında iş değil mesleksizlik sorunu var. İlköğretimin 8 yıla çıkması fidanlığımızı yok
etmiştir. Çünkü 8 yıllık öğretimi bitiren çocuk artık fidan olmaktan çıkmış genç olmuştur. Artık ona gereken mesleki eğitimi vermezsiniz. Ağaç yaşken eğilir misali
bu çocukları mesleki yönden eğitme fırsatını kaçırıyoruz. Böylece mesleksiz bir nesil yetişmiş oluyor. Üniversite eğitimi
mesleki eğitimi tam anlamıyla veremez.
Bu arada çalışan insanların yer değiştirmesi, diğer şirketler tarafından transfer
edilmesi çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü yer değiştiren veya transfer edilen kişi
çalıştığı kurumda bir organizasyon sayesinde başarılı olmuştur. O organizasyon
OCAK-fiUBAT 2011 35
DOSYA: ‹ST‹HDAM
içerisinden onu alıp başka bir şirkete büyük paralarla getirdiğinizde başarılı olması çok zordur. Bunun için böyle yer değiştirmelerde başarı çok istisnai bir durumdur. Bundan dolayı şirketlerin büyük paralar vererek böyle işlere girmek yerine
kendi organizasyonları doğru bir şekilde
oluşturup kendi elemanlarını yetiştirmek
zorundadır.
Türkiye’de bir meslek planlaması yapılmadığını görmekteyiz. YÖK ve Milli Eğitim
Bakanlığı’nın önümüzdeki yıllar için bir
meslek planlaması yapmadığını görüyoruz. Yani önümüzdeki yıllarda hangi meslek gruplarında ne kadar elemana ihtiyaç
duyulacağı ile ilgili bir planlama yapılmaktadır. Bir diğer konu da iş hayatının patronları çalışanlarının sosyal hayatlarını ve
gelir durumlarını iyi incelemek zorundadırlar. Gelir durumu gelişirken mesleki
anlamda da bir çalışan gelişmelidir.
ÜN‹VERS‹TE – SANAY‹
‹fiB‹RL‹⁄‹ SA⁄LANMALI
Önemli konulardan bir tanesi de üniversite-sanayi işbirliğinin sağlanmasıdır. Bu
işbirliği sağlandığı takdirde üniversitelerde iyi eğitim alanların iş bulmaları da daha kolay olacaktır. Bu işbirliği bugün bazı
üniversitelerimizde kısmen uygulanmaya
başlamış olsa da yeterli düzeyde olmadığını görüyoruz. İş değiştirme konusu da
önemli bir konu. Bugün özellikle AVM’lerde çok sık iş değiştirmeler yaşanıyor. Bu
ahlaki zafiyetleri de beraberinde getiriyor.
Bu aslında sosyolojik bir profil. İşsizliğin
36 M‹MAR VE MÜHEND‹S
YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın önümüzdeki yıllar için bir
meslek planlaması yapmadığını görüyoruz. Yani
önümüzdeki yıllarda hangi meslek gruplarında ne kadar
elemana ihtiyaç duyulacağı ile ilgili bir planlama
yapılmaktadır. Bir diğer konuda iş hayatının patronları
çalışanlarının sosyal hayatlarını ve gelir durumlarını iyi
incelemek zorundadırlar. Gelir durumu gelişirken mesleki
anlamda da bir çalışan gelişmelidir.
yanında işsizlerin de profillerinin incelenmesi gerekiyor. Çünkü doğru dürüst iş
aranmıyor, bulunan işler beğenilmiyor, az
çalışarak çok paralar kazanılmak isteniyor. Bunlar tek başlarına aslında birer sorun olarak karşımızda duruyor. Bununla
ilgili olarak adalet merkezli bir iş dünyası
kurulmalıdır. İşverenler ile iş görenler
arasında adil bir ilişkinin kurulması gerekiyor. Firma çalışıyor, para kazanıyor ise
çalışanının hakkını vermelidir. Helal kazanç adil bir şekilde paylaşılmalıdır. İşsizliğin azaltılması için bir diğer önemli konu
da girişimcilerin sayısının artırılmasıdır.
ÜN‹VERS‹TELER DAHA ÇOK
PROJE ÜRETMEL‹D‹RLER
İş hayatında eğitim önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle vakıf üniversitelerinin de
açılmasıyla eğitim dünyasında ciddi bir rekabet oluştu. Bu rekabet ilk olarak tersine
beyin göçünün gerçekleşmesini sağladı.
Yurtdışındaki öğretim görevlilerin işi biraz
daha zordur. Orada çalışan öğretim gö-
revlileri proje kovalamak, proje üretmek
zorundadır. Çünkü yanındaki asistanın parasını kendi veriyor. Buradaki gibi devlet
ödemiyor parasını. Bu yüzden ciddi rekabet olduğu için de üretim fazla oluyor. Ülkemizde bir öğretim görevlisi proje üretmeden sadece ders vererek hocalık kariyerini sürdürüyor. Son yıllarda üniversitelerdeki özellikle vakıf üniversitelerindeki
artış belli bir rekabeti getirse de proje
üretimleri henüz yeterli seviyeye ulaşmamıştır. Ülkemizde üniversite sayısı daha
da artmalıdır. Çünkü hala arz - talep dengeli değil. Bu denge sağlandığında üretim
de daha fazla olacaktır.
Ülkemiz bir kalkınma sürecine girmiştir.
Bu kalkınma süreci beraberinde ekonomik büyümeyi getirecektir. Bunun sonucu
olarak insan niteliği gelişecek. Nitelikli insan gücü ile beraber kalkınırken önemli
bir istihdamda üretilmiş olacak. Bir çok
toplumsal sorunun temelinde yer alan işsizlik sorunu giderildikçe her alanda başarı kendiliğinden gelmeye başlayacaktır.
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
TÜRKİYE’DE İSTİHDAM VE
MESLEKİ EĞİTİM İLİŞKİLERİNİN
GELİŞTİRİLMESİ
BU ÇALIŞMADA TÜRKİYE’DE İSTİHDAM VE EĞİTİM İLE İLGİLİ FAALİYETLER İNCELENMİŞTİR.
EĞİTİM VE İSTİHDAM İLE İLGİLİ KURULUŞLAR BİRBİRİNDAN BAĞIMSIZ OLARAK
YÜRÜTTÜKLERİ ÇALIŞMALARINI SON 5-6 YILDAN BERİ BİRLİKTE VE GENİŞ PAYDAŞ KATILIMI
İLE ELE ALMAKTADIRLAR. BU ÇERÇEVEDE STRATEJİ PLANLARI, EYLEM PLANLARI, RAPORLAR, PROTOKOLLER, TEDBİRLER GİBİ BİRÇOK ÇALIŞMA YAPILMIŞTIR. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANLIĞI KOORDİNASYONUNDA BAŞLATILAN GENİŞ KATILIMLI TOPLANTILARDA BU BELGELER DEĞERLENDİRİLMİŞ VE "İSTİHDAM VE MESLEKİ EĞİTİM İLİŞKİSİNİN
GÜÇLENDİRİLMESİ EYLEM PLANINI" HAZIRLANMIŞTIR. BU BAĞLAMDA YAPILAN VE YAPILABİLECEK KONULAR İNCELENMİŞ VE ÖNERİLERDE BULUNULMUŞTUR.
Prof. Dr.
Oğuz BORAT
İstanbul Ticaret
Üniversitesi
Mühendislik ve
Tasarım Fakültesi
Endüstri
Mühendisliği
Bölümü
38 M‹MAR VE MÜHEND‹S
E⁄‹T‹M SEKTÖRÜNDEK‹ FAAL‹YETLER
Türkiye’de son 25 yıldan beri dünyayla entegrasyon,
ekonominin yeniden yapılanması, demokratikleşme
ve gerekli yapısal değişiklik çalışmaları başladı. Avrupa Birliği’ne (AB) geçiş sürecinin gerektirdiği bazı
önlemler de alındı. Eğitim sektörü ekonomi ve demokrasiye duyarlı hale geldi, AB’de eğitim konusundaki süreçlere katılmaya başladı. Son yıllarda eğitim
sektörü iş piyasasındaki beceri ihtiyaçlarına yönelmeye başladı. Türkiye’de eğitim sektörü denilince
öncelikle “okul öncesi, ilköğretim, orta öğretim örgün ve yaygın eğitim sistemiyle” Milli Eğitim Bakanlığı (MEB); “önlisans, lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi” ile Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) akla
gelmektedir. Bu iki alt eğitim sektöründeki eğitici
sayısı 832 bin 998; öğrenci sayısı 19milyon 247 bin
541 mertebesindedir (Borat, Oğuz, 2010).
İSMEK (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve
Meslek Eğitimi Kursları), "örgün eğitim sistemi dışında planlı, programlı ve sistemli olarak yürütülen
bir eğitim şekli" olarak tanımlanan "yaygın eğitimin
ilkeleriyle gerçekleştirilen bir yetişkin eğitimi organizasyonu"dur. İSMEK, 218 kurs merkezinde 123
branşta MEB’nın belirlediği kurallar çerçevesinde
3,5 aydan 10 aya kadar süren eğitimlerin yanı sıra
bazı branşlarda tekamül kursları vermektedir (İSMEK, 2010). 2008 yılı verilerine göre tüm belediyelerde yetişkin eğitiminden geçenlerin sayısı 318 bin
776’dır (Rıfat Miser, Ozana Ural ve Özlem Ünlühisarcıklı, 2010). Bunun 196 bin 787’si İSMEK tarafından
gerçekleştirilmiştir.
ÖZİMEK (Özel İdare Mesleki Eğitim Kursları) Projesinde İstanbul İl Özel İdaresi, İl Millî Eğitim Müdür-
lüğü, Türkiye İş Kurumu İstanbul İl Müdürlüğü ve İstanbul Ticaret Odası ile işbirliği yapmaktadır. 1 Haziran 2010 tarihi itibariyle 82 ayrı eğitim merkezinde
24 bin 093 kursiyere 260 saat ve üstü eğitim verilmiş, kursiyerlerin 22 bin 112’si mezun olmuştur
(ÖZİMEK, 2010).
Eğitime büyük bir destek de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) bünyesindeki İŞKUR tarafından sağlanmaktadır. Türkiye’de 2008 yılında 2
milyon 947 bin 148 kişi mesleki yetişkin eğitiminden
faydalanmıştır; eğer sosyal ve kültürel eğitim programları ile okuma-yazma programları da dâhil edilirse bu rakam 3 milyon 648 bin 298 kişiye çıkmaktadır; bunun yüzde 65’i MEB tarafından açılan yaygın
eğitim kurslarından faydalanan bireylerdir (TÜİK,
2009). Türkiye’de örgün ve yaygın eğitim sektöründe
çalışan eğitici, idareci personel ve öğrenci sayısı 22
milyon mertebesine ulaşmıştır. Bu boyuttaki eğitim
sektörü, gerçekleştirilen çalışmalar sayesinde şeffaflık, katılımcılık, sosyal ortaklarla birlikte çalışma,
esneklik, uyum ve sürdürülebilirlik gibi önemli hedeflere yaklaşmıştır (Borat, Oğuz, 2010).
‹ST‹HDAM VE MESLEK‹ E⁄‹T‹M
ARASINDAK‹ ‹L‹fiK‹LER
İstihdam ve eğitim arasındaki zayıf ilişkilerin iyileştirilmesi 1995 yılından beri üzerinde en çok çalışılan
konular arasındadır. Son yıllara kadar eğitim programları sektörlerin “öğrenme çıktısı” olarak isimlendirilen beklentileri esas alınarak hazırlanmamıştır. Eğitim programlarını tamamlayan bireylerin kazanımları sektörlerin beklentilerine uymadığı için
istihdam meselesi çözülememekte, okumuş işsizler
ordusu ortaya çıkmaktadır.
Eğitim konusundan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve
Yükseköğretim Kurulu (YÖK), istihdamdan Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) yetkili ve sorumlu bakanlıktır. Bu kuruluşlar ilgi alanlarındaki
konuları bir araya gelip görüşmelerine rağmen uygulamalarda bir bütünlük sağlanmamış, hatta bazen “bu konu benim sorumluluğumdadır, başkası
karışamaz” yaklaşımı ile bağımsızlık korunmaya çalışılmıştır. Bunun en önemli sebebi bu kuruluşların
başındaki siyasi kişinin kurumlar arası ilişilerin önemini farketmemesi ve bürokratlarından gösteri
amaçlı çıktılar beklemesidir. Son 6-7 sene içerisinde önemli gelişmeler olmuştur; bu kuruluşlar arasında koordineli çalışmalar başlamış, paydaş katılımları ile önemli kararlar alınmıştır.
Bu bağlamda 2003-2006 tarihleri arasında MEB,
ÇSGB, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (STB), Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar
Konfederasyonu (TESK), işçi ve işveren konfederasyonları (TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, TİSK), sivil toplum
kuruluşlarının (STK) katıldığı çeşitli toplantılarda “iş
piyasası ihtiyaç analizi ve beceri analizi çalışmalarının yapılması, sektörlerin kendi meslek standartlarını hazırlaması, eğitim kuruluşlarının eğitim standartlarını, programlarını ve müfredatlarını bu meslek standartlarına göre hazırlaması, mezunların
ölçme ve değerlendirilmesinin ilgili sektör tarafından yapılması” prensip olarak benimsenmiştir. Bu
görüşler doğrultusunda toplumun bütün kesimlerinin katılımını sağlamak, ulusal meslek standartlarını (UMS) hazırlamak, ulusal yeterliliklerin esaslarını
belirlemek; denetim, ölçme ve değerlendirme, belgelendirme ve sertifikalandırmaya ilişkin faaliyetleri
yürütmek, ulusal yeterlilik çerçevesini (UYÇ) ve ulusal yeterlilik sistemini (UYS) kurmak üzere hazırlanan kanun taslağı TBMM’den geçerek Mesleki Yeterlilik Kurumu kurulmuştur (MYK, 2006).
Kurumların bütünleşik çalışmalarına ilişkin sonuç
getiren bir diğer faaliyet MEB ve ÇSGB arasında olmuştur. 2005 yılında yapılan çalışmalarla İl İstihdam Kurulu ile İl Mesleki Eğitim Kurulları birleştirilerek İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulları’na (İİMEK) dönüştürülmüştür. Bu şeklî birleşme üzerinde halen titiz bir şekilde durulmaktadır; 2008 tarihinde çıkarılan yönetmelikte değişiklik ve eklemeler
yapılmıştır (ÇSGB, (2008). Bu konuda paydaşların
görüşlerine dayanılarak “İİMEK, mevzuatla kendisine yüklenen görev ve sorumlulukları yerine getirebilecek, görev alanına giren sorunlara hâkim olabilecek, politikalar geliştirip uygulayabilecek altyapıya, donanıma ve insan kaynağına sahip değildir” denilebilmektedir (Mütevellioğlu, Nergis ve Aksoy,
Beyhan 2010). Bu zayıflıkların giderilmesi ile istihdam ve mesleki eğitim işbirliğinde yerel seviyede
önemli gelişmeler sağlanabilecektir.
MEB koordinasyonunda 2007 tarihinde Türkiye’deki
Mesleki Eğitim ve Öğretimin Strateji Belgesi paydaşlarla birlikte hazırlanmıştır (MEB, 2007) 2010 tarihinde YÖK’ün de dâhil olduğu büyük bir paydaş katılımı ile bu belge revize edilmiştir (MEB, 2010). Gene MEB’in koordinasyonunda, çeşitli kesimlerin katılımları sağlanarak “Hayat Boyu Öğrenme (HBÖ)
Strateji Belgesi” ve “Türkiye HBÖ Stratejisi Eylem
Planı” önemli çalışmalardan birisidir. Bu Strateji
İstihdam ve eğitim
arasındaki zayıf
ilişkilerin
iyileştirilmesi 1995
yılından beri üzerinde
en çok çalışılan
konular arasındadır.
Son yıllara kadar
eğitim programları
sektörlerin “öğrenme
çıktısı” olarak
isimlendirilen
beklentileri esas
alınarak
hazırlanmamıştır.
Eğitim programlarını
tamamlayan bireylerin
kazanımları sektörlerin
beklentilerine
uymadığı için istihdam
meselesi
çözülememekte,
okumuş işsizler ordusu
ortaya çıkmaktadır.
OCAK-fiUBAT 2011 39
DOSYA: ‹ST‹HDAM
İş piyasasının
işgücünde aradığı
mesleki beceri ve
yetkinlikler çeşitli
faktörlere bağlı olarak
değişmektedir. Bunlar
arasında işin türü, ürün
veya hizmete ait
beklentiler, teknolojik
gelişmeler, kullanılan
araç-gereç ve yöntemler
gelmektedir.
40 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Belgesi ve Eylem Planı 5 Haziran 2009 tarihinde
Yüksek Planlama Kurulu tarafından kabul edilmiştir
(MEB, 2009).
Bu şekilde MEB, ÇSGB, STB, YÖK, MYK gibi kuruluşların koordinasyonunda, istihdam ve eğitim ilişkileri, UMS, UYÇ, UYS konularında strateji belgeleri,
eylem planları, raporlar, protokoller, tedbirler gibi
birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların gözden
geçirilerek mükerrerliklerin ve varsa uyumsuzlukların giderilmesi, gerekli olan ilave çalışmaların belirlenerek kurum ve kuruluşların görevlerinin netleştirilmesi ve kurumlar arası işbirliği ile koordinasyonun geliştirilmesi amacıyla; ÇSGB, MEB, STB,
YÖK, DPT, MYK ve İŞKUR temsilcilerinin katılımlarıyla 28 Aralık 2009 tarihinde ÇSGB'de yapılan toplantıda, eylem planı oluşturma çalışmalarına ilişkin
durum tespiti yapılmış ve çalışma takvimi belirlenmiştir. Yapılan çalışmalar MYK tarafından derlenerek taraflara bildirilmiş ve 20 Ocak 2010 tarihinde
yapılan toplantıda, işbirliği esaslarına yönelik somut
alanlar belirlenmiş ve teknik çalışmaları yürütmek
üzere, ÇSGB, MEB, STB, DPT, MYK ve İŞKUR temsilcilerinin yer aldığı bir teknik komite oluşturulmuştur. Teknik komite tarafından yapılan çalışmalar neticesinde, "İstihdam ve Mesleki Eğitim İlişkisinin Güçlendirilmesi Eylem Planı" ön taslağı hazırlanarak ilgili kurum ve kuruluşların görüş ve önerilerine sunulmuştur. Eylem planına ilişkin yürütülen
çalışmalar tüm tarafların katılımlarıyla 23 Şubat
2010 ve 30 Mart 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen
toplantılarda ele alınmış ve taslak eylem planı üzerinde teknik mutabakat sağlanmıştır. 13 Nisan 2010
tarihinde gerçekleştirilen toplantıda ise ilgili bakanlar ile ilgili kurumların üst düzey yöneticilerinin yap-
mış oldukları değerlendirmeler doğrultusunda taslak eylem planında gerekli düzeltmeler yapılmış ve
18 Mayıs 2010 tarihinde yine ilgili bakanlar, YÖK
Başkanı, ilgili müsteşarlar ve kurum başkanları ile
TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ, TİSK, TÜSİAD,
MÜSİAD, TUSKON, TÜRKONFED ve ASKON başkan
ve üst düzey temsilcilerinin katılımlarıyla ÇSGB'de
gerçekleştirilen toplantıda taslak plana nihai şekli
verilmiştir. "İstihdam ve Mesleki Eğitim İlişkisinin
Güçlendirilmesi Eylem Planı" taslağı son olarak 22
Haziran 2010 tarihinde Ekonomi Koordinasyon Kurulu’na sunulmuş ve 5/7/2010 tarihinde Bakanlar
Kurulu Kararı ile kabul edilmiştir (ÇSGB, 2010). Eylem Planı 29 Aralık 2010 tarihinde Bakanların ve üst
düzey paydaş temsilcilerin katıldığı bir toplantı ile
gözden geçirilerek bazı eklemeler yapılmıştır. Bu
çerçevede Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Projesi MEB, ÇSGB ve TOBB arasında üçlü protokolle 23 Haziran 2010 tarihinde gerçekleştirmiş; beş yılda bir milyon vasıfsız elemana
meslek kazandırma hedeflenmiştir. MEB/ETGM,
ÇSGB/İŞKUR, 81 ilde faaliyet gösteren teknik ve endüstri meslek liseleri arasından 19 ildeki 111 okulu
belirlemiş, TOBB/ETÜ iş gücü piyasası araştırması
yapmış ve meslek liselerindeki yeni alan ve dal
programları sektörün beklentileri doğrultusunda ilgili sektör temsilcileriyle birlikte hazırlanmıştır.
Tahsis edilen takriben119 milyon TL ile bu okulların
araç-gereç ve teknolojik alt yapısı güçlendirilecek, 2
bin 84 öğretmen eğitilecek, 21 alanda her yıl 9858
meslek kursu açılacak ve 197 bin 160 kişi eğitilecektir. Bu çerçevede TOBB öğrencilere işyerinde eğitim-staj imkanı hazırlayarak öğrencilerin bilgilerinin
beceriye dönüştürülmesi sağlanacaktır.
SONUÇ VE ÖNER‹LER
ÇSGB, MEB, STB, YÖK, DPT, MYK, TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK,
HAK-İŞ, TİSK, TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON, TÜRKONFED ve ASKON’un üst düzey temsilcileri, istihdam ve mesleki eğitimle ilgili strateji planlarını, eylem planlarını ve diğer çalışmaları derlemiş, düzenli ve sürekli bir hale getirmiş, sorumlu ve ilgili kuruluşları belirlemiş, "İstihdam ve Mesleki Eğitim İlişkisinin Güçlendirilmesi Eylem Planını" hazırlatmış, İzleme ve Değerlendirme
Kurulu olarak olarak görev yapmıştır.
Bu üst kurulun ÇSGB koordinasyonunda mesleki ve akademik
ulusal kalite güvencesi normlarını belirlemesi, izleme ve değerlendirme yapması,“İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurullarının” bu
üst kurul ile ilişkilendirilmesi, dolayısıyla “Ulusal İstihdam ve
Mesleki Eğitim Kurulu “ şeklinde isimlendirilmesi, böylece sürdürülebilir bir yapının oluşması çok faydalı olabilir.
Ayrıca MYK’nın UYS’yi kurması ve sektörlerin isteklerini öne çıkaran yaklaşımı, keza UMEM Projesindeki sahada beceri geliştirme çalışmaları oldukça önemli yaklaşımlardır. Bu çalışmaların desteklenmesi beklenmektedir. İş piyasasının işgücünde aradığı mesleki beceri ve yetkinlikler çeşitli faktörlere bağlı olarak
değişmektedir. Bunlar arasında işin türü, ürün veya hizmete ait
beklentiler, teknolojik gelişmeler, kullanılan araç-gereç ve yöntemler gelmektedir.
Bu çerçevede ISCO ve ISCED yapısına dayanan, 6 bin beceri ve 5
bin mesleği ihtiva eden “Avrupa Beceri/Yetkinlik, yeterlilik ve
Mesleklerin çok dilli taksonomisi” (The European multilingual
taxonomy of Skills/Competences, qualifications and Occupations
– ESCO) istihdam hizmetlerini kolaylaştırmak için iş ile aday arasındaki eşleşmeyi iyileştirmek için hazrlanmaktadır. Rekabetin
arttığı dünyada yeni mesleklerin ve yeni becerilerin ele alınması
önem kazanmıştır. Türkiye’de bu görevi yerine getirecek ve ARGE çalışmalarını destekleyecek ÇSGB bünyesinde bir kurula ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
Borat, Oğuz (2010), Eğitim Sektöründeki Gelişmeler. Projeler Dergisi. Millî Eğitim Bakanlığı Projeler Kordinasyon Merkezi, Yıl 4, Sayı 2010/3, Sayfa 32-43, 2010 / Improvements in
Education Sector. Journal of Projects. Ministry of National Education Projects Coordination Centre, Year 4, Sayı 2010/3, Sayfa 32-43, 2010.
ÇSGB (2008), İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulları Çalışma Usul ve Esasları Hakkında
Yönetmelik, Resmî Gazete Sayı: 27031, Tarih: 21.10.2008, (Ek ve Değişiklikler: RG.:
15.01.2011/27816 ) .
ÇSGB (2010), İstihdam ve Mesleki Eğitim İlişkisinin Güçlendirilmesi Eylem Planı. Bakanlar Kurulu Kararı, Karar Numarası: 2010/660, Karar Tarihi: 05.07.2010. Resmî Gazete Sayısı: 27642, Tarihi: 15.07.2010.
İSMEK (2010), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları İBB-İSMEK. http://ismek.ibb.gov.tr/, İstanbul, 2010.
MEB (2007), Türkiye’deki Mesleki Eğitim ve Öğretim: Strateji Belgesi, Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi (MEGEP) / Strengthening the Vocational Education and Training System in Turkey (SVET), MEB Projeler Koordinasyon Merkezi yayını,
Ankara, Kasım 2007..
MEB (2009), Hayat Boyu Öğrenme Strateji Belgesi ve Eylem Planı. Yüksek Planlama Kurulu Kararı Sayı 2009/21, Tarih 5/6/2009. Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı. Ankara,2009.
MEB (2010), Türkiye’deki Mesleki Eğitim ve Öğretim Strateji Belgesi: 2010-2013İnsan Kaynaklarının Mesleki Eğitim Yoluyla Geliştirilmesi Projesi, (İKMEP) / Human Resources Development through Vocational Education and Training Project (HRD-VET), MEB Projeler Koordinasyon Merkezi, Ankara, Haziran 2010.
MYK (2006), Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu. Kanun No. 5544, Kabul Tarihi :
21/9/2006. Resmî Gazete, Sayı: 26312 , 7 Ekim 2006.
Mütevellioğlu, Nergis ve Aksoy, Beyhan (2010), İşsizlikle Mücadelede İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurullarının İşlevi. Çalışma İlişkileri Dergisi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve
Araştırma Merkezi, ÇASGEM Yayınları 2010 Cilt 1, Sayı 1, S.25. 2010.
ÖZİMEK (2010), Meslekive Teknik Eğitim Kursları. İstanbul İl Özel İdaresi, İl Millî Eğitim
Müdürlüğü, Türkiye İş Kurumu İstanbul İl Müdürlüğü ve İstanbul Ticaret Odası Özimek
Meslekive Teknik Eğitim Kursları. http://www.ioi.gov.tr/mesleki_ve_teknik_egitimi.php),
İstanbul, 2010.
Rıfat Miser, Ozana Ural ve Özlem Ünlühisarcıklı (2010), Herkesin Nitelikli Temel Eğitime
Erişimi Bağlamında Türkiye’de Yetişkin Eğitiminin Durumu. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Eğitim İhtisas Komitesi Yetişkin Eğitimi Çalışma Grubu. Ankara, 2010.
TÜİK (2009), Milli Eğitim İstatistikleri, Yaygın Eğitim, 2007/2008, Türkiye İstatistik Kurumu. Ankara. 2009
OCAK-fiUBAT 2011 41
DOSYA: ‹ST‹HDAM SÖYLEfi‹
HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu:
“MESLEKİ EĞİTİM
İSTİHDAMI ARTIRIR”
MESLEKİ EĞİTİM İLE İSTİHDAM ARASINDA DOĞRUDAN VE DOLAYLI BİR BAĞ BULUNDUĞUNU
BELİRTEN HAK-İŞ GENEL BAŞKANI SALİM USLU, “MESLEKİ EĞİTİM YOLU İLE İSTİHDAM İMKANLARI
ARTIRILMIŞ OLUR,” DEDİ. DÜNYADAKİ SON TRENDİN DE BU YÖNDE OLDUĞUNU SÖYLEYEN USLU,
“MESLEKİ EĞİTİM, DOĞRUDAN SANAYİNİN, BİLGİNİN, TEKNOLOJİNİN, HİZMETLERİN VE TARIMIN BİR
ÇAĞRIŞIMIDIR,” DEDİ. HAK-İŞ GENEL BAŞKANI SALİM USLU İLE İSTİHDAM VE İŞSİZLİK SORUNUNU
VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARINI KONUŞTUK.
SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA
Nitelikli iş gücünün, istihdamında yaşanılan sorunlar nelerdir?
Türkiye’de kronik hale gelen işsizlik sorunun çözülememesinin ve özellikle de
gençler arasındaki işsizlik oranının hala
yüksek olmasını üç nedene bağlayabiliriz.
Birinci olarak, eğitim durumu yüksek olan
gençler işgücüne daha fazla katılmaktadır
ve yeterli düzeyde yeni iş alanı oluşturulmadığında işsiz kalmaktadırlar. İkinci olarak, eğitim sistemi ile işgücü piyasası arasındaki bağlantı zayıftır ve okuldan istihdama geçiş etkili biçimde gerçekleşmemektedir. Üçüncü olarak, işgücünün sa-
hip olduğu niteliklerle işgücü piyasasında
ihtiyaç duyulan niteliklerin örtüşmemesi
sorunu bulunmaktadır.
Mesleki eğitim ile istihdam arasında da
doğrudan ve dolaylı bir bağ bulunmaktadır. Mesleki eğitim, doğrudan sanayinin,
bilginin, teknolojinin, hizmetlerin ve tarımın bir çağrışımıdır. Bu sektörler, hem
mesleki eğitime ihtiyaç duymakta ve hem
de mesleki eğitim doğurmaktadır. Bu haliyle, mesleki eğitim yolu ile istihdam imkanları artırılmış olur. Dünyadaki trend de
bu şekildedir. AB de son yıllarda bilgi ekonomisi ile istihdam oluşturmayı hedefle-
mektedir. Bunun pratik bir ayağını mesleki eğitim oluşturmaktadır.
İstihdam ile ekonomik büyüme ve sosyal
bütünleşme arasında çok güçlü bir ilişki
vardır. Ancak bu ihmal edildiği zaman
başta nitelikli işgücü olmak üzere istihdamda çeşitli sorunlar yaşanmaktadır.
Dolayısıyla ekonomi politikaları ve sosyal
politikalar belirlenirken istihdam, bu politikaların merkezine konulmalıdır. Girişimciliği ve yatırımcılığı geliştiren, istihdamı
cezalandırmayan, eğitim, mesleki eğitim
ve yaşam boyu öğrenme ile işgücünün istihdam edilebilirliğini artıran, küresel rekabette karşılaştırmalı üstünlükleri öne
çıkaran, istihdam dostu politikalar hayata
geçirilmelidir. Özel grupların istihdamına
yönelik olarak vurgulamamız gereken konu Ulusal İstihdam Stratejisi’nin eksikliğidir. Böyle bir strateji hayata geçirilse
meslek bazındaki istihdam sorunlarının
giderilmesi daha kolay olacaktır.
Günümüzde, istihdam sorununun önemli
bir boyutu da nitelikli insan gücünün istihdamında yaşanan sorunlardır. Bu sorun,
oluşacak diğer istihdamların da önünü
kesmekte ve duruma göre beyin göçlerine
neden olmaktadır. Beyin göçünü ve umutsuzluktan doğan beyin göçmesini önlemek için neler yapılabilir?
Beyin göçü, yetiştirilmesi için büyük kaynak gerektiren veya yetiştirildiği halde ilgisizlik ve imkansızlık sebebi ile bilim ada-
42 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Vasıflı eleman istihdamını artırmak için gerekli mesleki
ortam yaratılmalı, ekonomik önlemler alınmalı, bu
alanlardaki yatırımlara hız verilmeli, gerekli ücret
politikaları yeniden belirlenmelidir. Beyin göçünü
önlemeye yönelik olarak tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de Tersine Beyin Göçü’nü sağlamaya
yönelik programlar bulunmaktadır.
mı, hekim, mühendis vb. gibi vasıflı insan
gücünün başka bir ülkeye göç etmesidir.
Beyin göçünün nedenleri arasında siyasi
ve ekonomik istikrarın bulunmaması, demokratik yapının zedelenmesi, can ve mal
güvenliğinin azalması gibi nedenlerin yanı
sıra istihdam imkanlarının sınırlı olması
da yer almaktadır. Türkiye gibi gelişmekte
olan bir ülkenin beyin göçüne tahammülü
yoktur. Bu nedenle vasıflı eleman istihdamını artırmak için gerekli mesleki ortam
oluşturulmalı, ekonomik önlemler alınmalı, bu alanlardaki yatırımlara hız verilmeli, gerekli ücret politikaları yeniden be-
lirlenmelidir. Beyin göçünü önlemeye yönelik olarak tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Tersine Beyin Göçü’nü sağlamaya yönelik programlar bulunmaktadır.
Kuşkusuz bu programların amacı beyin
göçünü asgari düzeyi indirmek ve yetişen
değerlere sahip çıkmaktır. Türkiye’nin
ilerlemesi ve gelişimi açısından emek vermesi beklenen yetişmiş değerlerin Türkiye’de kalması ve gidenlerin yeniden getirilmesi ülkemizin vazgeçilmesi olmalıdır.
Tabii ki burada söylemek istediğimiz sıfır
beyin göçü anlamına da gelmemektedir.
Çünkü bu dünya gerçekleri ile bağdaşmamaktadır. Beyin göçünün getirileri daha
da büyük olabilir. Önemli olan Türkiye’nin
belli bir strateji dahilinde gelişimini ortaya
koymasıdır. Yapılabilecekleri yapmasıdır.
OCAK-fiUBAT 2011 43
DOSYA: ‹ST‹HDAM
Konuyu mesleki yeterlilik, ihtiyaca göre insan eğitimi, eğitim-sanayi işbirliği, stratejik kalkınmada öncelikli sektörler ve gerekli istihdam ihtiyacı, alt sektörlerde yeterli teknik personelin sağlanması ekseninde bakmamız durumunda istihdamı artırmak için süreçler nasıl yönetilmelidir?
Son dönemde iş piyasasının ihtiyacı olan
nitelikte iş gücü yetiştirmek ve istihdamı
arttırmak maksadıyla AB tarafından desteklenen mesleki eğitimin güçlendirilmesi projeleri önemli kazanımlar sağlarken
ve çalışma hayatının tüm aktörleri bu reform projelerine destek verirken, katsayı
konusunda, mesleki eğitimi düzenleyici ve
özendirici düzenlemelerin çeşitli ideolojik
kaygılarla yapılamaması, iş piyasasının
kalitesini ve gelecekte küresel rekabetimizi olumsuz yönde etkileyecektir.
HAK-İŞ olarak, mesleki eğitim ve hayat
boyu eğitim sorununu, ülkemizin en
önemli sorunlarından biri olarak görüyor,
bu konuda gerekli reform adımlarının hiçbir engele takılmaksızın biran önce atılmasını istiyoruz. Mesleki eğitim konusunun, insan gücümüzün kalifikasyonu, sanayinin ihtiyacı, iş güvencesi, gelir güvencesi, toplumun beklentisi ve ekonomimizin rekabet gücü dikkate alınarak hayat
boyu öğrenme yaklaşımı içinde yeniden
yapılandırılmasını talep ediyoruz.
Biz ülke olarak, bir an önce önümüzdeki
10-20 yıl içerisinde Türkiye’nin hangi
mesleklerde, hangi nitelikte, ne kadar insana ihtiyacı olduğunun bir profilini çıkarmak zorundayız. Bunu yaparken aynı zamanda önümüzdeki 10 - 20 yıl içerisinde
Avrupa’da yükselen meslekler ve sektörleri de dikkate almak zorundayız. Planlama, ulusal strateji, politika ve önceliklerin
tespiti, yeterliliklerin, eğitim modüllerinin
ve eğitim programlarının oluşturulması,
okul yönetimi eğitimin verilmesi ve denetim gibi sistemin oluşturulmasına yönelik
her aşamada iş dünyasının tarafları da karar süreçlerinde söz sahibi olmalıdır.
Mesleki eğitim tanımını da iyi yapmak gerekmektedir. Mesleki eğitim, genelde
Türkiye’de çıraklık boyutunda, örgün eğitimin alternatifi olarak algılanmaktadır.
Oysa bu çok yanlış bir algılamadır. Mesleki eğitimi, dünya ve AB’deki trendleri dikkate alarak tanımlarsak ki tanımlamamız
lazımdır. Bir mesleğe vakıf olmak, o meslekle ilgili gelişmeleri izleyip benimseyebilmek, o meslekle ilgili her aşamada
üretken ve yenilikçi olmaktır. Bu noktadan
baktığımızda siz işi değil, iş sizi bulacaktır.
44 M‹MAR VE MÜHEND‹S
HAK-İŞ olarak, mesleki eğitim ve hayat boyu eğitim
sorununu, ülkemizin en önemli sorunlarından biri olarak
görüyor, bu konuda gerekli reform adımlarının hiçbir engele
takılmaksızın biran önce atılmasını istiyoruz
Kurumlar da bu anlayışa göre yeniden şekillenecektir.
Yaşam boyu öğrenme yaklaşımının hayata
geçirilmesi ve istihdam politikalarımızın
Avrupa İstihdam Stratejisine uyumlu hale
getirilmesi suretiyle, eğitim ve istihdam
alanında yaşanan sorunların çözümünde
aşağıdaki hususların dikkate alınmasında
yarar görülmektedir:
- Mesleki ve teknik eğitim sistemi arza dayalı yapıdan kurtarılarak, iş yaşamının ihtiyaç duyduğu sayı ve nitelikte işgücünün
yetiştirilmesine imkan verecek biçimde,
yaşam boyu öğrenme yaklaşımı ile yeniden yapılandırılmalıdır.
- Örgün ve yaygın mesleki eğitime ağırlık
verilerek mesleki ve teknik eğitimin payı
artırılmalıdır.
- Toplumda hayat boyu öğrenme anlayışının benimsenmesini esas alan her türlü
yaygın eğitim imkanı geliştirilerek, kamu
sektörünün yanında mahalli idarelerin,
gönüllü kuruluşların ve özel sektörün bu
konudaki faaliyetleri özendirilmelidir.
- Ortaöğretimde etkili bir mesleki rehberlik ve yönlendirme sistemi kurulmalıdır.
- Sosyal tarafların istihdam ve eğitim poli-
tikalarının belirlenmesine ve uygulamaya
aktif ve fonksiyonel katılımı sağlanmalıdır.
- Ücretten yapılan kesintilerin yüksekliği
kayıt dışı istihdamın en önemli sebeplerinden biri olmaya devam etmektedir. Kayıt dışı istihdamın azaltılması kapsamında
yapılacak çalışmalarda bu husus göz
önünde bulundurulmalıdır.
- Kendi işini kuracaklara idari ve mali kolaylıklar getirilmeli, bireysel girişimcilik
teşvik edilmelidir.
- KOBİ’lerin istihdam yaratma potansiyellerinden azami ölçüde yararlanılmalıdır.
- Kadınlar, genç işsizler, uzun süreli işsizler ve özürlüler için ek istihdam teşvikleri
getirilmelidir.
- Tarım sektöründeki ücretsiz aile işçilerine, kentlerdeki ev kadınlarına ve gençlere
yönelik istihdam sağlayıcı iş gücü mobilitesi ve kalitesinin yükseltilmesi, ek katma
değer yaratı projeler geliştirilmelidir.
- Mesleki yeterliliklerin güvenilir biçimde
değerlendirilmesi amacıyla oluşturulan
Mesleki Yeterlilikler Kurumu’nun kapasitesi güçlendirilmelidir.
- Mesleki ve teknik öğretim programlarının meslek standartlarına dayalı olarak
geliştirilmesi sağlanmalıdır.
- Yerel ve bölgesel ihtiyaçların doğru biçimde tespiti ve giderilmesi için il mesleki
eğitim ve istihdam kurullarının çalışmalarına etkinlik kazandırılması amacıyla projeler oluşturulmalıdır.
- Örgün ve yaygın mesleki ve teknik öğretim kurumlarından mezun olanların iş yaşamındaki durumlarını sürekli ve sistematik biçimde ortaya koyacak izleme çalışmaları yapılarak sonuçları yayınlanmalıdır.
Bütün bunları, katılımcı bir anlayışla realize etmeli, siyasi irade, idare ve sosyal taraflar sabırlı ve verimli bir çalışma içinde
mesleki eğitim koordine edilmelidir. Nitekim, mesleki eğitimin uzun yıllar uygulandığı, geliştirildiği ülkelere baktığımız zaman sosyal tarafların etkin katılımı ve
uzun erimli çalışmaların gerektiğini görüyoruz. Ancak AB sürecinde uluslararası
rekabet, kaliteli üretim ve hayat boyu eğitim felsefesiyle mesleki ve teknik eğitimde büyük reform ihtiyacı içinde olduğumuz bu dönemde meslek liselerinin katsayı sorunuyla önünün tıkanması büyük
çelişkidir.
İstihdamın sürekliliğinde, sürekli eğitimin
rolü nedir ve ülke olarak biz bunu ne kadar gerçekleştirebiliyoruz?
Türkiye’de istihdam edilmek kadar o istihdamın sürekliliği de son derece önemlidir.
Çünkü gençlerimiz üniversitelerden yaratıcılıktan uzak tamamen ezbere dayalı bir
eğitim anlayışıyla mezun olmaktadır. Çok
iyi bir mühendis yetiştirilebilir. Meslek
yüksek okulundan çok iyi teorik eğitim almış bir motor bölümü elemanı yetiştirilebilir. Ancak bunlar mezun olduklarında
teori ile pratiği birleştirmede sıkıntı yaşamakta, çalışma hayatına girişte ve adaptasyonda sorunlar yaşamaktadır.
Bunun yanı sıra artan küresel rekabet,
Türkiye, kaygı verici
boyutlara ulaşan işsizliğin
azaltılması, temel sosyal
haklar, sendika özgürlüğü,
grev hakkı, insan onuruna
yakışır düzgün işlerin
artırılması, asgari gelir ve
vergilendirmenin
iyileştirilmesi, sosyal
diyaloğun
kurumsallaştırılması, sağlık,
güvenlik, istihdamın
artırılması, ekonomik ve
sosyal çıkarları korumakta
kamunun sorumluluğunun
artırılması ve sosyal koruma
sistemlerinin
güçlendirilmesi konularında
ülkemizin kendi
gerçeklerine dayanan bir
“sosyal model”
geliştirmelidir.
bilgi ekonomisi gibi kavramlar da üniversitelerde öğrenilen bilgilerin geçerliliğini
kısa sürede kaybettiği ve her gün yenilenmeye ve geliştirilmeye muhtaç olduğu bir
dönemi yaşıyoruz.
Dolayısıyla işgücümüzü yeni dönemin gerektirdiği, mesleki becerilerle donatmak
ve dünya ölçeğinde rekabet edebilir hale
getirmek en öncelikli hedefimiz olmalıdır. Çünkü günümüzün geçerli kavramı
hayat boyu öğrenme ve mesleki yeterliliklerdir. Günümüzde ön plana çıkmış
kavramların karşılığı da Türkiye’de oluşturulmuş ve Mesleki Yeterlilikler Kurumu
kurulmuştur.
Merkezi hükümetlerin istihdam politikalarıyla istihdam çözülebilir mi, üniversite
ve iş dünyası bunun için neler yapabilir?
İstihdam sorunun çözümü konusunda
merkezi hükümetlerin uyguladığı politikalar kuşkusuz büyük önem taşımaktadır.
Ancak ülkemizin en önemli sorunlarından
biri bölük pörçük bağlam, konsept gözetilmeksizin yapılan çalışma kültürüdür.
İhtiyaca, konjonktüre, iç ya da dış baskılara, lobilere göre öncelik belirleyerek, bölük pörçük bağlam, konsept gözetilmeksizin yapılan değişiklikler ya da düzenlemeler sağlıklı bir yol olmadığı gibi sorunları
da çözmemektedir.
Türkiye, kaygı verici boyutlara ulaşan işsizliğin azaltılması, temel sosyal haklar,
sendika özgürlüğü, grev hakkı, insan onuruna yakışır düzgün işlerin artırılması, asgari gelir ve vergilendirmenin iyileştirilmesi, sosyal diyaloğun kurumsallaştırılması, sağlık, güvenlik, istihdamın artırılması, ekonomik ve sosyal çıkarları korumakta kamunun sorumluluğunun artırılması ve sosyal koruma sistemlerinin güçlendirilmesi konularında ülkemizin kendi
gerçeklerine dayanan bir “sosyal model”
geliştirmelidir. Çünkü ülkemiz işgücü piyasasının ihtiyacı olan sosyal paydaş katkı
ve katılımıyla bütüncül bir yaklaşımı esas
alarak hazırlanan, kısa, orta ve uzun vadeli etkin politika ve araçların eşgüdüm ve
koordinasyon içinde hayata geçirilmesidir.
Bu kapsamda üniversitelerin, işçi ve işveren örgütlerinin kısacası bütün sosyal
paydaşların katkı vermesi büyük önem taşımaktadır. Bütün bunları yapmak için
Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu Ulusal
İstihdam Stratejisi geliştirilmesidir. Bunun geliştirilmesi için de herkese sorumluluklar düşmektedir.
OCAK-fiUBAT 2011 45
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
İŞSİZLİKLE İLGİLİ YAPISAL
SORUNLAR VE ÇÖZÜM YOLLARI
TÜRKİYE'DE İŞSİZLİK MESELESİNİN ÇÖZÜMÜNDE İKTİSADİ KRİZLERİN OLUŞTURDUĞU
GEÇİCİ ANAFORLARDAN ZİYADE KRONİK HALE BİR VAZİYETTE YILLARDAN BERİ
SÜREGELEN YAPISAL SEBEPLER ÜZERİNDE DURMAK GEREKMEKTEDİR. YAPISAL SEBEPLER
ORTADAN KALDIRILMADIKÇA KRONİK İŞSİZLİK DEVAM EDECEKTİR.
Doç. Dr. Halil ZAİM
Fatih Üniversitesi
Öğretim Üyesi
46 M‹MAR VE MÜHEND‹S
üresel düzeyde yaşanan iktisadi krizler genellikle beraberlerinde pek çok sosyal meseleyi de tetikler. Bunlardan biri de son yıllarda
üzerinde en çok konuşulan sosyal meselelerden biri olan işsizlik meselesidir. Gerçekten Türkiye ile
birlikte birçok ülkenin de başını ağrıtan işsizlik meselesi, iktisadi krizlerin toplum hayatına yönelik en
dramatik yansımalarından biri olarak değerlendirilebilir. 2008 krizi ile birlikte tüm dünyada işsizlik
oranları hızla artmaya başlaması işsizlikle ilgili tartışmaları da gündemin ilk sıralarına taşıdı. Gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümü ile birlikte AB
uzun yıllardan beri işsizlikle mücadele etmeye devam ederken bu sorunu yakın zamana kadar fazlaca
hissetmeyen ABD ve Japonya gibi ülkeler de son yıllarda işsizlikle mücadele eden ülkeler kervanına katıldı. Krizin etkileri yavaş yavaş geçmeye başlasa da
henüz bunun istihdam piyasalarına yeterince yansıdığını söylemek güç. Bu sebeple tüm dünyada işsizlik meselesi ciddiyetini ve önemini korumaktadır.
Türkiye'de uzun yıllardır yaklaşık yüzde 10'lar civarında seyreden işsizlik oranları ekonomik krizin etkisiyle 2009 yılında en yüksek seviyesi olan yaklaşık
yüzde 15'leri gördü. İktisadi yapıdaki toplarlanma ile
birlikte 2010 yılında yüzde 11,3'e kadar gerilese de
yılı yaklaşık yüzde 12 civarında tamamlaması bekleniyor.1 Ancak kanaatimce esas üzerinde durulması
gereken konu, uzun zamandır müzmin biçimde seyretmekte olan yapısal işsizliktir. Zira yapısal işsizlik
sorunu ekonomik krizlerden kaynaklanmamakta ve
bu sebeple ekonomik büyüme sağlansa da işsizlik
sorunu çözülememektedir. Bu sebeple de ekonomik
büyümenin istihdam oluşturmadığı öne sürülmektedir. Esasen ekonomik büyüme istihdam oluşturmakta ancak emek piyasasının yapısal sorunları sebebi oluşturulan istihdam genç nüfus sebebi ile sürekli büyüyen işgücünü iş sahibi yapmakta yetersiz
K
kalmaktadır. Dolayısıyla işsizliğin esas sebebini
emek piyasasının yapısal sorunlarında aramak yerinde olacaktır.
Türkiye’deki emek piyasasının yapısal sorunlarının
başında işgücünün nitelik bakımından piyasanın ihtiyaçlarına cevap verememesi gelmektedir. Bu durum
yalnızca işgücünün yaklaşık yüzde 60'ını oluşturan
belirli bir mesleği olmayan, eğitim seviyesi düşük vasıfsız veya yarı vasıflı insanları değil üniversite mezunları dahil vasıflı işgücünü de yakından ilgilendirmektedir. Zira kağıt üstünde "vasıflı" veya “diplomalı” görünen işgücünün de önemli bir bölümü malesef
piyasanın ihtiyaç duyduğu niteliklere sahip değildir.
Genel bir tahlilde işgücünün istihdam edilebilirliğinin
düşük olduğu söylenebilir. Böylelikle bir yanda milyonlarca insan iş ararken diğer yanda birçok şirket
yöneticisi istediği nitelikte personel bulamamaktan
dert yanmaktadır. Bu sebeple işsizlikle mücadelede
kalıcı neticeler elde etmenin yolu eğitimden ve özellikle de mesleki eğitimden geçmektedir.
İkinci önemli yapısal sorun emek piyasasının katılığıdır. Nitekim başta ABD ve İngiltere olmak üzere
Kıta Avrupası ülkeleri ve Güney Amerika'da 1980'li
yılların ortalarından itibaren işsizlikle mücadele tedbirlerinin başında gelen hususlardan biri emek piyasasının esnekleştirilmesidir. Zira esnek çalışma biçimleri söz konusu ülkelerde hem normal şartlarda
çalışma imkanı bulamayan bir nüfusun aktif olarak
emek piyasasına katılmasını kolaylaştırmış ve söz
konusu insanların ekonomik açıdan üretken hale
dönüştürülmesini sağlamış hem de istihdam oranının artmasına katkı yapmıştır. Türkiye'de de esnek
çalışma biçimleri teşvik edilmekte ve giderek yaygınlaşmaktadır. Öte yandan esnek çalışma uygulamalarında yaşanan bazı suistimallerin ve olumsuz
uygulamaların acilen giderilmesi hem çalışanların
haklarının korunması hem de esnek çalışmanın da-
ha yaygınlaştırılması açısından büyük önem arz etmektedir. Emek piyasası ile ilgili bir diğer yapısal sorun da işgücü maliyetlerinin yüksekliği ve buna paralel olarak ele alınması gereken kayıt dışı istihdamdır. İşgücü maliyetlerinin yüksekliği derken Türkiye'de işgücünü hem istihdam etme hem de işten çıkarma maliyetleri oldukça yüksektir. İşgücü üzerinde yüksek oranda salınmış vergi ve primlere ilave
olarak kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve iş güvencesi uygulamalarının da dengeli biçimde ele alınmayışı işgücü maliyetlerini işveren açısından oldukça
yüksek hale getirmiştir. Bir de yaklaşık yüzde 40'lar
civarında olduğu düşünülen kayıtdışı istihdam gözönüne alındığında bunun haksız rekabet doğuran ve
kanunlara uyan işçi ve işverenleri adeta cezalandıran bir sistem olduğu aşikardır. Bu sebeple son dönemde uygulanmaya başlayan prim indirimleri ve istihdam teşvikleri işveren üzerindeki yükleri hafifletmeyi ve işgücü maliyetlerini düşürmeyi hedeflemektedir. Buradaki amaç hem işçilerin haklarını korumak ve kayıt dışı istihadamı önlemek hem de işverenlerin rekabet gücünü yükseltmektir.
Diğer yandan tarımda çalışan nüfusun durumu ve
eskisine oranla azalsa bile halen devam etmekte
olan köyden kente göç de önemli bir yapısal sorundur. Tarımda çalışan nüfus hem önemli ölçüde gizli
işsizliğe hem de yüksek oranlarda mevsimsel işsizliğe sebep olmaktadır. Köylerden kentlere doğru yaşanan göç dalgaları kırsal kesimlerde ücretsiz aile
fertleri olarak çalışıyor görünen ancak marjinal verimliliği sıfır olan gizli işsizlerin büyük şehirlerin çeperlerinde açık işsizlere dönüşmesine yol açmaktadır. Bölgesel kalkınmışlık seviyeleri arasındaki farklar fakir ve geri kalmış bölgeler lehine azaldıkça
göçlere bağlı işsizliğin de azalması beklenebilir.
İşsizliğin yapısal sebepleri içinde son olarak ele almak istediğim husus Türkiye'nin demografik yapısı
ile ilgilidir. Malum Türkiye diğer OECD ülkeleri veya
AB ile karşılaştırıldığında mukayeseli olarak genç
bir nüfusa sahiptir.2 Bu durum Türkiye'nin önüne
önemli fırsatlarla birlikte çözüm bekleyen meseleler
de getirmektedir. Zira söz konusu genç nüfusun eğitilmesi ve işgücüne aktif ve verimli biçimde kazandırılması göründüğü kadar kolay bir iş değildir. Ancak
unutulmamalıdır ki söz konusu genç nüfus Türkiye'nin en stratejik kaynağı ve en önemli ekonomik ve
sosyal dinamiğidir. Bu nüfus şayet eğitilebilir ve verimli biçimde istihdam edilebilirse Türkiye'nin kalkınmasında anahtar unsurlardan biri olarak yerini
alması beklenmektedir.
Bütün bu saydığımız sebeplerden ötürü Türkiye'de
işsizlik meselesinin çözümünde iktisadi krizlerin
oluşturduğu geçici anaforlardan ziyade kronik bir
vaziyette yıllardan beri süregelen yapısal sebepler
üzerinde durmak gerekmektedir. Zira ekonomik
krizlerin tetiklediği arızi işsizlik dalgaları ekonominin toplarlanması ile birlikte kısa sürede bertaraf
edilmektedir. Ancak yapısal sebepler ortadan kaldırılmadıkça kronik işsizlik devam etmektedir. Nitekim hükümet tarafından ortaya konulan işsizlikle
mücadele eylem planının üçüncü ve son aşaması da
büyük ölçüde işsizliğin yapısal sorunlarını çözmeyi
hedef almaktadır. Ancak işsizlik meselesinin çözümünü tek başına hükümetten beklemek kanaatimce
doğru değildir. Bu konuda şirketlerin, sivil toplum
kuruluşlarının, başta üniversiteler olmak üzere eğitim müesseselerinin, medyanın ve toplumun diğer
kesimlerinin aynı duyarlılıkla hareket etmesi ve işsizlikle mücadelenin bir seferberlik gibi algılanması
gerekmektedir.
1
www.tuik.gov.tr
2
ww.oecd.org
Genç nüfusun
eğitilmesi ve işgücüne
aktif ve verimli
biçimde kazandırılması
göründüğü kadar kolay
bir iş değildir. Ancak
unutulmamalıdır ki,
söz konusu genç nüfus
Türkiye'nin en stratejik
kaynağı ve en önemli
ekonomik ve sosyal
dinamiğidir. Bu nüfus
şayet eğitilebilir ve
verimli biçimde
istihdam edilebilirse
Türkiye'nin
kalkınmasında anahtar
unsurlardan biri olarak
yerini alması
beklenmektedir.
OCAK-fiUBAT 2011 47
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
VERİMLİLİK, İSTİHDAM VE
NİTELİKLİ İŞGÜCÜ
İSTİHDAM SORUNUNUN GELİŞEN TEKNOLOJİ VE BİLGİ DÜZEYİ İLE BİRLİKTE ELE ALINARAK
NİTELİKLİ İŞGÜCÜ YARATILMASI VE BUNUN VERİMLİLİĞE YÖNELİK KATKILARI
ÇERÇEVESİNDE DÜŞÜNÜLMESİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİNİN BU YÖNDE GELİŞMESİ, DAHA
UZUN VADELİ VE SAĞLAM POLİTİKALAR GELİŞTİRİLMESİ İÇİN ÖNEMLİDİR.
Dr. Mustafa
Mahir KUTAY
MPM İstanbul
Bölge Müdürü
Elif SANDAL
ÖNAL
Uzman
48 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ünümüz gelişmiş ve gelişmekte olan dünya
ülkelerinde, sanayileşme, yenilik ve teknolojinin ilerlemesi gibi gelişmelerle eş zamanlı
olarak büyüyen sorunlardan biri de istihdam sorunudur. İnsan emeğinin en önemli üretim faktörü
olarak ele alındığı günümüz ekonomilerinde, tüm
üretim faktörlerinin kullanımı anlamına gelen istihdam kelimesi insan gücünün kullanımı ya da “bireyin işlendirilmesi” şeklinde yorumlanmaktadır. İstihdam sorunu bir ülkede çalışabilecek durumda
olan bireylerin işgücüne çeşitli sebeplerle katılamamaları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu sebepler
ülkeden ülkeye hatta ülkelerin içindeki çeşitli idari
yapılar arasında değişim göstermekle birlikte, pek
çoğunun temelinde önemli makro ekonomik nedenler bulunmaktadır. Örneğin Bozdağlıoğlu (2008)
Türkiye’deki işsizliğin en önemli sebeplerinden biri
olarak sanayi yatırımlarında sürekliliğin sağlanamaması ile tarımsal işgücü fazlalığının tarım dışı
sektörler tarafından olması gerektiği kadar istihdam edilememesini göstermektedir. Bununla birlikte istihdam her ne kadar ekonomik yapı ile ilgili
sorunlar çerçevesinde ele alınsa da sosyal yaşamın
en önemli konularından birini de teşkil etmektedir
(Eyüboğlu, 2003). Zira modern toplumların pek çoğunda sosyal statünün en önemli göstergesi bir “iş”
sahibi olmaktır ve bunun tersi durumlar statü kaybı
olarak algılanarak hem bireysel hem de toplumsal
düzeyde bazı sorunları beraberinde getirebilmektedir. İstihdam sorunları, toplumsal düzeyde işgücüne
katılım, işsizlik ve bunlarla ilgili alt göstergelerle ortaya konmaktadır. İşsizlik sorunu ele alınırken çeşitli türler altında değerlendirilmekte, her bir tür ile
ilgili çözüm stratejisi buna göre yapılandırılmaya çalışılmaktadır (örn. iradi işsizlik, gayri iradi işsizlik,
G
friksiyonel -geçici- işsizlik, konjoktürel işsizlik,
mevsimsel işsizlik, yapısal işsizlik, gizli işsizlik, teknolojik işsizlik; Bozdağlıoğlu, 2008). Bununla birlikte işsizlik türleri yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, meslek
vb. demografik değişkenlere veya diğer sosyo-kültürel etkilere bağlı olarak da kategorize edilebilmektedir. Tüm bu kategorilerden bağımsız olarak
gözden kaçırılmaması gereken nokta ise, artan nüfus ve teknoloji ile birlikte çalışabilecek durumda
olan kişilerin istihdamının her geçen gün daha da
zorlaştığıdır.
Diğer taraftan yine gelişen teknoloji ile birlikte iş süreçlerinin karmaşıklaşması, iş çeşitliliğinin artması
ve uzmanlaşmanın ayırıcı bir işçi özelliği olarak güç
geçtikçe daha fazla önem kazanması işsizliğe çözüm olabilecek istihdam stratejilerinde önemli bir
belirleyici olmuştur. Nitelikli elemanların istihdamının, yalnızca işsizliğin çözümünde değil, verimliliğin
artmasında da kritik olduğu pek çok çalışmada belirtilmektedir. Örneğin işsizliğe yönelik çözüm önerilerinin yer aldığı kitapta Eyüboğlu (2003), nitelikli
işgücünün istihdama katkısını belirtirken, bilgi temeline dayalı bir ekonominin gelişmesinin sağlanmasının ve nitelikli istihdamın gelişmesinin piyasanın gerekliliklerini sağlayacak bir eğitim ve öğretim
sistemi ile olabileceğine işaret etmektedir. Eyüboğlu’na göre (2003) “nitelikli bir istihdam ortamı
oluştırılmasında, insanlara bilgi temeline dayalı bir
topluma dâhil olma ve bu toplumdan yararlanma
kapasitesi verilmiş olmalıdır. Bir yandan okul hayatından iş hayatına geçişi kolaylaştıracak bir sistem
gereklidir. Öte yandan etkili bir öğrenim ve eğitim
sistemi, temel niteliklerle donatılmış bir insan kaynağının oluşmasında ve bunun ekonomik ve toplumsal değişimlere uyum göstermesinde önemli bir
yer tutar. Çünkü yaşam boyu eğitim için sağlam bir
temel oluşturur. Bu temel aynı zamanda nitelik
açıklarının giderilmesinde, işsizlik ve dışlanma nedeniyle niteliklerin körelmesinin önlenmesinde
önem taşımaktadır. İşgücü piyasasının bu açıdan niteliklerinin geliştirilmesi için; eğitim ve öğretim sistemlerinin nitelik olarak geliştirilmesi, çıraklık sistemlerinin iyileştirilmesi, temel eğitim ve yaşam boyu eğitim sistemleri kapsamında gerekli yönlendirmelerin sağlanması, iş başında eğitim koşullarının
geliştirilmesi ve çok amaçlı yerel öğretim merkezlerinin oluşturulması gerekmektedir (s.101-102). 2006
yılında İstanbul Sanayi Odası tarafından hazırlanmış
olan “İstihdam Stratejileri ve Türkiye için bir Model
Önerisi” başlıklı raporda, Türkiye’de istihdamın artırılması yönünde sunulan çözüm önerilerinin bir tanesi de işgücü piyasasının yeniden yapılandırılmasıdır. Buna göre mevcut işgücü piyasasının daha etkin
istihdam stratejilerine hizmet eder hale getirilmesinin en önemli adımlarından biri de aktif işgücü piyasası stratejilerinin hayata geçirilmesidir. Bu önlemler “devletim işsizlik sorununun çözümüne aktif bir
biçimde katılması, istihdam yaratıcı politikalar izlemesi ve çeşitli önlemlerle istihdam artışını teşvik etmesi” biçiminde tanımlanmaktadır (İstanbul Sanayi
Odası, 2006, s.129).
2006 yılında Dünya Bankası tarafından hazırlanmış
olan “Turkey Labor Market Study” çalışmasında
(World Bank, 2006) ülkemizde pek çok zaman nüfus
artışının istihdam artışını geride bıraktığı ve yetişkin
nüfusun artışı ile istihdamın artış hızı arasındaki farkın açıldığı belirtilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu Eylül, Ekim ve Kasım aylarını kapsayan 2010 Hanehalkı İşgücü Araştırması’nda çalışma çağındaki
nüfusun bir önceki yılın aynı dönemine göre 855 bin
kişi artarak 52 milyon 788 bin kişiye ulaştığı görülmektedir. Ancak bir önceki yılın aynı dönem ile karşılaştırıldığında işsizlik oranının bu dönem için
yüzde 1,8 oranında azaldığı görülmektedir (TUİK,
2010). Her ne kadar genç nüfusta bir önceki dönemde %24 olan işsizliğin yüzde 21,3’e düşmesi
(TUİK, 2010) olumlu bir gelişmeyse de işsizliğin en
yaygın olduğu kesimin gençler olması işgücü açısından önemli bir potansiyelin kendini gerçekleştiremediğini göstermektedir. Dünya Bankası raporunda
Türkiye’deki iş piyasasının en önemli sorunlarından
biri de nitelikli genç iş gücünün istihdamı konusunda yaşandığı ve işsizlik rakamlarının özellikle bu kesimde arttığına dikkat çekilmektedir. Bu durumun
yol açan faktörlerin hem arz hem de taleple ilgili olduğu belirtilmekte ve Türkiye ekonomisinin nitelik
gerektiren işler üretmekte eksik kaldığı bununla
birlikte eğitim düzeyi yüksek gençlerin piyasanın talep ettiği işler için yeteri kadar donanımlı olmamasının da söz konusu oranlarda etkili olduğu ortaya
konmaktadır. Dolayısıyla çözüm önerileri her iki durumu da kapsar nitelikte olmadığı sürece yani bir
taraftan nitelik gerektiren ve artı değer üretilebilecek işler yaratılıp diğer taraftan işgücü potansiyelinin daha donanımlı hale getirilmesi söz konusu olmadığı sürece istihdam sorunları büyümeye devam
edecektir (World Bank, 2006).
İstihdam ve verimlilik arasındaki ilişkiye bakıldığında, verimlilik artışının istihdam üzerindeki kısa ve
uzun dönemli etkilerinin farklılaşabildiği ortaya çıkmaktadır. Suiçmez (2009), verimlilik artışı sağlayacak en önemli yatırımların teknoloji temelli olduğunu belirtmekte ancak kısa vadede teknoloji artışı yolu ile sağlanan verimlilik artışının teknolojik işsizliğe
yol açma olasılığının olduğundan bahsetmektedir.
Dünya Bankası
raporunda
Türkiye’deki iş
piyasasının en önemli
sorunlarından biri de
nitelikli genç iş
gücünün istihdamı
konusunda yaşandığı ve
işsizlik rakamlarının
özellikle bu kesimde
arttığına dikkat
çekilmektedir. Bu
durumun yol açan
faktörlerin hem arz hem
de taleple ilgili olduğu
belirtilmekte ve Türkiye
ekonomisinin nitelik
gerektiren işler
üretmekte eksik kaldığı,
bununla birlikte eğitim
düzeyi yüksek gençlerin
piyasanın talep ettiği
işler için yeteri kadar
donanımlı olmamasının
da söz konusu oranlarda
etkili olduğu ortaya
konmaktadır
OCAK-fiUBAT 2011 49
DOSYA: ‹ST‹HDAM
Teknoloji artışının
sağladığı verimliliğin
istihdama olumsuz
yansıması ise
öncelikle nitelikli
işgücünün
geliştirilmesi ile
engellenebilir.
İşgücünün nitelikli
hale getirilmesi, iş
ortamlarında
işgücünü nitelik
olarak
geliştirebilecek
unsurlara yer
verilmesi ve
teknolojik
değişimlerin işgücü
potansiyeline uygun
olarak planlanması
söz konusu olumsuz
etkilerin ortadan
kaldırılmasına
yardımcı
olabilecektir.
50 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Teknolojik yatırımların başta üretim olmak üzere
bazı alanlardaki insan gücünü ikame edebilecek
başka araçların kullanılmasına olanak sağladığından, kısa vadede istihdamı olumsuz etkileyebilmektedir. Suiçmez’e (2009) göre, çalışanların verimliliğinin artması, aynı işin daha az kişi ile yapılması anlamına gelmektedir; dolayısıyla işsizlikle arasında pozitif bir nedensellik olması beklenmektedir. Ancak
uzun vadede kaynakların verimli kullanılması ve artan karlılık; yeni yatırımların yapılmasını kolaylaştıracağından yeni iş sahaları oluşturabilecek dolayısıyla istihdama olumlu katkı yapılmasını sağlayabilecektir. Ancak birinci durumda daha mikro gerçekleşmesi söz konusu olan değişim, ikinci durum olan
uzun vadede daha makro bir alanda olması beklenen bir değişimdir. Dolayısıyla iki durum arasındaki
ilişkinin anlamlı olup olmadığının detaylı biçimde
incelenmesi gerekmektedir. Teknoloji artışının sağladığı verimliliğin istihdama olumsuz yansıması ise
öncelikle nitelikli işgücünün geliştirilmesi ile engellenebilir. İşgücünün nitelikli hale getirilmesi, iş ortamlarında işgücünü nitelik olarak geliştirebilecek
unsurlara yer verilmesi ve teknolojik değişimlerin
işgücü potansiyeline uygun olarak planlanması söz
konusu olumsuz etkilerin ortadan kaldırılmasına
yardımcı olabilecektir.
İstihdamın artırılmasına yönelik gerçekleştirilecek
olan yatırımların, nitelikli işgücünün geliştirilmesi
hususu göz önüne alınarak yapılması; mevcut işgücü potansiyelinin daha etkin kullanımını sağlayarak
işgücü verimliliğine katkıda bulunacaktır. Kuşkusuz
nitelikli işgücünün varlığı ve mevcut işgücü potansiyeli içerisindeki yeri, gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler
arasındaki farkı belirleyen en önemli unsurlardan
biridir. Buna göre sanayi ülkeleri arasındaki ticaretin büyük bölümü nitelikli işgücü farklılıkları ile
açıklanabilir. Dolayısıyla nitelikli işgücü açısından
daha iyi durumda olan ülkeler, üretimi nitelikli işgücüne bağlı olan malların üretimi konusunda uzmanlaşırken, niteliksiz işgücü sahibi ülkelerin ürettiği
mallar, niteliksiz emeği içerir. Bu iki ürün arasındaki fark ise nitelikli emek-yoğun mallar ile sermaye
yoğun malların aynı olması ile görülebilmektedir.
Bu durum verimlilik ve istihdam arasındaki makro
ilişkiyi de destekler niteliktedir. Zira daha önce de
belirtildiği gibi teknolojik gelişmeler yeni istihdam
alanları oluşturabilmektedir. Ancak söz konusu teknolojiyi kullanabilen işgücünün nitelikli olması elzemdir.
Sonuç olarak istihdam sorununun gelişen teknoloji
ve bilgi düzeyi ile birlikte ele alınarak nitelikli işgücü
oluşturulması ve bunun verimliliğe yönelik katkıları
çerçevesinde düşünülmesi ve çözüm önerilerinin bu
yönde gelişmesi, daha uzun vadeli ve sağlam politikalar geliştirilmesi için önemlidir. İstihdamın artırılması için yapılacak yatırımlarda verimliliği artıracak
olan makro alanlarda alınacak aktif tedbirlerle potansiyelin işgücünün uygun biçimde eğitiminin teknolojik gelişmelerle uyumlandırılmasıdır.
KAYNAKLAR
Bozdağlıoğlu, Y. (2008). Türkiye’de İşsizliğin Özellikleri ve İşsizlikle
Mücadele Politikaları, Sosyal Bilimler Dergisi, 20, 45-65.
Eyüboğlu, D. (2003). 2001 Krizi sonrasında İşsizlik ve Çözüm Yolları.
MPM Yayın No. 674, Ankara.
İstanbul Sanayi Odası (2006). İstihdam Stratejileri ve Türkiye için bir
Model Önerisi. Dünya Yayıncılık, İstanbul.
Türkiye İstatistik Kurumu Web Sitesi. Hanehalkı İşgücü Araştırması 2010
Ekim Dönemi Sonuçları, www.tuik.gov.tr, 17.01.2011
World Bank Poverty Reduction and Economic Management Unit (2006).
Turkey Labor Market Study. Report No. 33-254TR.
Suiçmez, H. (2009). Verimlilik İstihdam İlişkisi. MPM Yayın No. 707,
Ankara.
*Makale Milli Prodüktivite Merkezi İstanbul Bölge Müdürlüğü tarafından
hazırlanmıştır.
DOSYA: ‹ST‹HDAM SÖYLEfi‹
İŞ-KUR Genel Müdürü Doç. Dr. Mustafa Kemal Biçerli;
“NİTELİKLİ İNSAN GÜCÜNE
GEREKEN ÖNEMİ VERMELİYİZ”
NİTELİKLİ İNSAN GÜCÜNÜN KATMA DEĞERİ YÜKSEK SEKTÖRLERE YÖNLENDİRİLMESİ GEREKTİĞİNİ
BELİRTEN İŞ-KUR GENEL MÜDÜRÜ DOÇ. DR. MUSTAFA KEMAL BİÇERLİ, “REFAH SEVİYEMİZİ
TEKNOLOJİ YOĞUN ÜRETİMLE ARTIRABİLİRİZ. DOLAYISIYLA BİLİME, TEKNOLOJİYE, AR-GE’YE VE
YETİŞMİŞ İNSAN GÜCÜNE GEREKEN ÖNEMİ VERMEMİZ GEREKLİDİR,” DEDİ. MUSTAFA KEMAL
BİÇERLİ İLE İŞ HAYATINDAKİ GELİŞMELERİ VE İSTİHDAM KONUSUNU KONUŞTUK.
SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA
İstihdam günümüzde üzerinde çok konuşulan, çözüm aranılan önemli bir sosyal
sorun. İstihdamın yeterli düzeyde olmaması bazı toplumsal sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda nitelikli işgücünün, özellikle teknik eğitim almış mühendislerin istihdamında yaşanılan sorunlar nelerdir?
Ülkemizde, diğer mesleki alanların istihdamında olduğu gibi mühendis istihdamında da sıkıntılar yaşanmakta olduğunu
yadsıyamayız. İşgücü piyasasında, mezun
olan mühendis sayısına oranla yeterli sayıda işgücü talebinin olmaması en temel
sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Son birkaç yıldır İŞKUR sisteminde kayıtlı
mühendis verilerine göre mevcut açık iş
sayısı ve mühendislerimizin sayılarında
artış gözlemlemekteyiz. Ancak mühendis
sayısındaki bu artışlar, açık iş sayısından
daha fazla olmaktadır. İşgücü talebinin
yetersizliğinin yanında bir diğer önemli
gördüğüm sorun ise adil ve etkin bir ücret
sisteminin olmamasının, emeğini arz
eden mühendislerin istedikleri ücret seviyesinde iş bulamamalarına yol açmasıdır.
52 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Üniversitelerimiz teknik donanım yetersizliği ve dil öğrenimindeki aksaklıklar da,
mesleki eğitim boyutunda yaşanan aksaklıklardan birini oluşturmaktadır.
Kamu sektörü ve özel sektörde, mühendislerin gelişimine yönelik Ar-Ge çalışmaları yapacak sistemlerin eksikliği, nitelik yönünden yetersiz kalmamıza sebep
olmaktadır. Son olarak üniversitelerle,
sanayi ve imalatçı firmalar arasında işbirliği ve koordinasyon eksikliği, mühendis
adaylarının pratik yaparak beceri kazanmasını engellemesi örnek verilebilir.
İstihdam sorununda önemli bir konu da
nitelikli insan gücünün istihdam edilememesi sorundur. Bu sorun, oluşacak diğer
istihdamların da önünü kesmekte ve duruma göre beyin göçlerine neden olmaktadır. İstihdam edilmeme ve iş bulamama
korkusuyla oluşan beyin göçüne karşı neler yapılmalıdır?
Beyin göçünü, iyi eğitim görmüş nitelikli
işgücünün yetiştiği az gelişmiş veya gelişmekte olan bir ülkeden gelişmiş bir ülkeye akışı olarak tanımlayabiliriz. Kıt ve sı-
nırlı kaynakları ile yetiştirdiği nitelikli beyinleri yitiren ülkelerin ekonomik gelişmeleri durağanlaşırken, gelişmiş ülkelerin yetişmiş beyinleri istihdam etmesi ile
birlikte gelişmeleri daha da hızlanmakta
ve sonunda beyin göçü ülkeler arasındaki
gelişmişlik farkını daha da artırmaktadır.
Yapılan araştırmalarda; iyi eğitim görmüş
her 100 kişiden 59’unun yurtdışına gittiği
tespit edilmiştir. Yurt dışına en çok öğrenci gönderen ülkeler arasında Türkiye 11
inci sırada yer alıyor. Almanya’da 24 bin,
ABD’de 15 bin olmak üzere 50 bin’den
fazla Türk genci yurt dışında eğitim görmektedir. TÜSİAD’a göre Türk öğrencilerin ABD ekonomisine yılda 824 milyon dolar katkı sağlamaktadır. İlgili verilerden
izaha gerek kalmayacak netlikte çıkan sonuçlardan biri, ülkemizin en nitelikli beşeri sermayesinin göç alan ülkelere yöneldiğidir. Bu bilgiler beyin göçünün ülkemiz açısından son dönemde düzenlemelere gidilmesine rağmen, halen ciddi tehlikeleri barındırdığını göstermekte. Bu
göçü önlemek için, göçe neden olan faktörlerin derinlemesine irdelenmesi gerekir. Bunları temel başlıklar olarak sıralayacak olursak; ekonomik ve politik nedenler, bilim ve teknoloji politikaları ile
eğitim sistemindeki yanlışlıklar ve işsizlik
olarak ifade edilebiliriz.
Beyin göçünü engellemek için bu sorunu
önemsemeliyiz ve bireylerin sosyal refahını artırarak, yaşam standartlarını yükseltmeliyiz. Refah seviyemizi teknoloji yoğun üretimle artırabiliriz. Dolayısıyla bilime, teknolojiye, Ar-Ge’ye ve yetişmiş insan gücüne gereken önemi vermemiz gereklidir. Ayrıca çalışanlara tatmin edici
mesleki gelir sağlanmalı, bilim ve araştırma ortamı oluşturulmalı ve geliştirilmeli,
askerlik mükellefiyeti ile ilgili yapısal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Tüm bu
önlemlerle birlikte toplumsal bilincin
yükseltilmesi paralel geliştiğinde sorunun zaman içinde küçülmesi kaçınılmaz
olacaktır.
İstihdam konusuna mesleki yeterlilik, ihtiyaca göre insan eğitimi, eğitim-sanayi
işbirliği, stratejik kalkınmada öncelikli
sektörler ve gerekli istihdam ihtiyacı, alt
sektörlerde yeterli teknik personelin sağlanması ekseninde bakmamız durumunda istihdamı artırmak için süreçler nasıl
yönetilmelidir?
Mesleki eğitim ve piyasanın ihtiyaç duyduğu işgücünün yetiştirilmesi, tek bir kurum
tarafından yönetilemeyecek kadar büyük
ve işbirliğine ihtiyaç duyulan bir konu olarak görmekteyim. Bu noktada; işsizliğin
azaltılması ve istihdamın artırılması için
sosyal tarafların bir araya geldiği, ortak
hedeflerin beraber belirlendiği ve sürecin
izleme ve değerlendirilmesinin birlikte
gerçekleştirildiği ortak yönetim modelinin
bu sürecin yönetilmesindeki en uygun
yöntem olabileceğini düşünüyorum. İŞKUR olarak; ulusal düzeyde Genel Kurulumuz, yerel düzeyde ise İl İstihdam ve
Mesleki Eğitim Kurullarımız ile sosyal taraflar ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarla bu yöntemi en verimli şekilde yönetmeye çalışıyoruz.
Ülkemizde mühendislik eğitiminin yapısı,
iş dünyasının çalışandan beklentileri, konusunda neler söylenebilir?
Ülkemizde çok iyi eğitim veren ve uluslararası kalitede mühendis yetiştiren köklü
eğitim kurumları bulunmasının yanında,
çok zayıf bir teknik donanım ile mühendislik eğitimi vermeye çalışan fakültelerin
de var olduğunu biliyoruz.
İş dünyası öncelikle nitelikli bir işgücü
beklemektedir. Yani çalışanın mezuniyet
sürecinde aldığı eğitimin gerek staj imkânları gerekse de laboratuvar uygulamaları ile teoriyle eşdeğer pratik yapmış
olmasını istemektedir. Ayrıca çalışanın
değişen şartlarda karşılaşacağı problemlerde, analitik çözümler ve alternatifler
geliştirme becerisinin olması iş dünyasının diğer bir beklentisidir. Mevcut teknolojiye hâkim olmanın yanı sıra alternatif
teknolojileri de araştırma ve geliştirme
becerisi kazanmaları emeğini arz eden-
Eldeki bilgiler beyin göçünün ülkemiz açısından son
dönemde düzenlemelere gidilmesine rağmen, halen ciddi
tehlikeleri barındırdığını göstermekte. Bu göçü önlemek
için, göçe neden olan faktörlerin derinlemesine irdelenmesi
gerekir. Bunları temel başlıklar olarak sıralayacak olursak;
ekonomik ve politik nedenler, bilim ve teknoloji politikaları
ile eğitim sistemindeki yanlışlıklar ve işsizlik olarak ifade
edilebiliriz.
lerde aranan diğer bir unsurdur Ayrıca
küreselleşen dünyada entegrasyonu sağlamak açısından bir veya birkaç yabancı
dil bilmek çalışanlar için tercih edilme sebebi olduğunu ifade edebilirim.
Nitelikli personel istihdamında ücret politikaları yeterli mi?
Ülkemizde düşük ücretle çalıştırma oldukça yaygın. Ücret politikası kamu sek-
törü ve özel sektörde farklılık göstermekte. Kamu sektöründe yeterli ücret tatmini
göremeyen nitelikli personel yüksek ücretlerle özel sektöre transfer olmaktadır.
Öte yandan özel sektör kamuya oranla nitelikli personele tatminkâr ücret politikası uygulamakla beraber kamunun sunduğu iş garantisini çalışanına sağlayamamaktadır. Her ne kadar kurumsallaşmış
bazı özel sektör kuruluşları nitelikli işgüOCAK-fiUBAT 2011 53
DOSYA: ‹ST‹HDAM
uzaklaşmaktadır. Sürekli eğitimin sağladığı vasıflar kişi özelinde istihdamın sürekliliğini artırmada en önemli yapı taşlarından biri olduğunu düşünmekteyim.
İŞKUR olarak biz sürekli eğitimi önemini
biliyor, gerek işsizlere gerekse çalışanlara yenilenen teknolojiler dâhilinde eğitimler vermeye devam ediyoruz.
cüne kamuya oranla yüksek ücret verse
de bu durum her iki sektörde de işgücünün beklediği düzeye ulaşmış değildir.
Günümüzde, mühendislerin istihdam
edildiği ana alanlar; AR-GE, teknoloji geliştirme, imalat, işletme ve satış mühendisliği ekseninde olmakta. Bu alanlarda
çalışanların beklentileri karşılanıyor mu?
Ülkemizin gereksinim duyduğu atılımların
başarılmasının temelinde ileri teknoloji ve
bilgiyi kullanma becerisi gelmektedir. Bu
husus kalkınmanın en önemli ayaklarından biridir. Bu süreçte mühendislerimizin
katkıları son derece önemlidir. Her geçen
yıl gerek özel gerekse kamu sektörlerinin
yatırımlarını artırdığı bir dönemde mühendislerimizin işten beklentilerin her
geçen gün artarak karşılanacağından
emin olduğumu ifade etmek isterim.
İş hayatında bu şekilde konumlanan mühendisler, alanlarıyla ilgili gereken bilgi
ve donanıma ulaşabiliyor mu? Bu konuda
gereken eğitimin temel bileşenleri neler
olmalı?
Ülkemiz, küreselleşme ve bilgiye ulaşmanın kolaylığı sayesinde teknik konularda
uluslararası standartları son derece hızlı
bir şekilde yakalayabilmektedir. Kendini
iyi yetiştiren, alanıyla ilgili bilimsel verileri ve teknolojik ilerlemeyi takip eden mühendislerimizin gereken bilgiye ulaşama54 M‹MAR VE MÜHEND‹S
malarının mümkün olamayacağını düşünüyorum. Bu düşüncelerime örnek vermem gerekirse, sadece İŞKUR olarak her
yıl ülkemizin yetiştirmiş olduğu ortalama
2 bin mühendisimize yurtdışında çalışma
yürüten firmalarımız aracılığıyla dünyanın
birçok ülkesinde istihdam olanağı yaratmamız bu durumun bir göstergesidir.
Üniversitelerimizin altyapılarını geliştirme yönündeki çabaları ve ilgili mühendislik alanındaki hâkim dili yeteri düzeyde
öğrencilerine aktarabilmeleri, bu konuda
mühendislerimizin yeterliliklerinin artmasına önemli katkı sağlayacaktır.
İstihdamın sürekliliğinde, sürekli eğitimin
rolü nedir ve ülke olarak biz bunu ne kadar gerçekleştirebiliyoruz?
Günümüz toplumunda; teknolojik değişmelerle birlikte işbölümü ve ihtisaslaşmaya dayanan işler, yerini uzmanlık ve
beceri ağırlıklı işlere bırakmaya başladı.
Artık her işçinin bir işten sorumlu olma
anlayışı, yerini farklı işleri aynı anda yapabilen daha nitelikli işçiye duyulan ihtiyacı
artırdı. Bu durum sürekli eğitim ile istihdam arasındaki korelasyonu önemli ölçüde artırdığını düşünüyorum. Bireyler daha
nitelikli ve aranan işçi olabilmek için niteliklerini geliştirebilecekleri mesleki eğitimlere ihtiyaç duymaktadırlar. Bu şekilde
niteliklerini gelişen işçiler işveren gözünde kolaylıkla vazgeçilebilen bir konumdan
Merkezi hükümetlerin istihdam politikalarıyla istihdam çözülebilir mi, üniversite
ve iş dünyası bunun için neler yapabilir?
İstihdam politikalarının başarısını ve sürekliliğini toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla gerçekleştirilebilecek bir olgu
olarak görüyorum. Az önce de bahsettiğim gibi; Genel Kurulumuz ve İl İstihdam
ve Mesleki Eğitim Kurullarımızda istihdam sorununu iş dünyasının da içerisinde
bulunduğu sosyal taraflar, üniversiteler
ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarla bu
anlayış doğrultusunda çalışmalarımızı
sürdürmekteyiz.
Üniversite ve iş dünyasının birbirlerinin
ihtiyaçlarını görerek kollektif çalışması
son derece önemlidir. İş dünyasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek işgücünün
üniversitelerce yetiştirilmesi, gerek kişilerin piyasaya ilk kez girdikleri zaman yaşadıkları sıkıntıların çözümüne gerekse
uzun süreli istihdamın sağlanmasına ciddi katkılar sağlayacağını düşünmekteyim.
AB sürecinde, işgücünün serbest dolaşımının gerçekleşmesi durumunda, Türkiye’nin işgücü niteliği bunu karşılamaya
yeterli mi? Ülkemiz dışarıdan gelecek istihdama hazır mı? Bizim insanımız benzer
işlerde aldığı eğitim ve tecrübeyle yeterli
iş imkânı üretebilir mi?
AB sürecinde işçilerin serbest dolaşımı,
özellikle Türkiye’nin aday statüsü kazanmasıyla birlikte oldukça tartışmalı bir konu haline geldi. Türkiye ve Avrupa Birliği
arasındaki ekonomik farklılıklar, işgücü
piyasalarının hacim ve yapı itibariyle farklılıklar göstermektedir. Ülkemizde kabul
edilebilecek ücret düzeyini düşük olmasının, rekabetçi baskıları artıracağı açıktır.
Serbest dolaşımın gerçekleşmesi durumunda AB’de oluşabilecek işgücü açığını
karşılayabilecek kalifikasyonlara sahip bir
güç olarak Türkiye bölgede yeni bir denge
yaratacaktır.
Dinamik ve genç nüfus özelliklerine sahip
olan ülkemizdeki işgücü piyasası demografik yapımızdan en çok etkilenen piyasaların başında gelmektedir. Bu hareketlilik
içinde ekonomimizin son 10 yılda yakaladığı ivme ve belirli sektörlerde başarmış
olduğu atılımla birlikte, ülkemizden yurtdışına gidecek işgücünü de beraber düşünecek olursak yeteri kadar talebe cevap
verebileceğimizi düşünüyorum. Türk misafirperverliği ve çok kültürlülüğe alışkın
olmamız sayesinde ülkemize gelecek
kimselerin iş yaşamında büyük sorunlar
yaşamayacağını ve iş barışının kolaylıkla
sağlanabileceğini ümit etmekteyim.
Yurt dışına olan beyin göçünün tersine
çevrilmesi durumunda bunlara yeterli istihdam ne kadar sağlanır? Bu durum, yeni istihdama ne kadar etki yapar?
Beyin göçünün tersine çevrilmesi durumunda ilgili işgücünün nitelikli olmasından ötürü istihdam edilebilmelerinde çok
fazla sorun yaşayacaklarını düşünmüyorum. Mesela yurt dışına gitmiş bir doktorumuzun ülkemize döndüğü takdirde
açıkta kalmayacağı rahatlıkla söylenebilir. Son zamanlarda göç edenler arasında
doktor oranında azalma görülmesine karşılık, mimar ve mühendis oranının arttığı
göze çarpmaktadır. Ama yine de özellikle
hangi mühendislik branşlarında göçün
yoğunlaştığı da ülkemiz açısından önem
taşımaktadır. Eğer ki işgücü talep fazlası-
nın olduğu mühendislik branşlarında geriye dönüş artarsa bu durum gerek kalkınmamızda gerekse istihdamın kalitesinin artmasında önemli etkilere neden
olacaktır.
Mühendislerimiz, ülkemizin rekabet gücünü artırmak için yeterli donanıma sahip
mi? Ülke olarak nitelikli insan gücümüzü
rekabetçi olabileceğimiz hangi sektörlere
yönlendirmeliyiz?
Bir ülkenin refah düzeyinin ve bünyesinde
bulunan firmaların karlılığının artması, o
ülkenin diğer ülkelerle rekabet edebilirliğinin artması ile mümkün. Uluslararası
rekabetin gittikçe arttığı küresel pazar
ekonomisinde; ülkelerin nitelikli insan
kaynağına yatırımı, hammaddeye olan yatırımdan daha önemli bir hal almaya başladı. Bu çerçevede bir ülkede nitelikli insan kaynağının iyi şartlarda istihdam edilmesi o ülkenin refah düzeyini gösterir.
Türkiye sürekli artan bir ivmeyle gelişirken niteliksel ve niceliksel olarak mühendis kaynağı da artmakta. Bu anlamda ülkemizin kalifiye eleman ve mühendislik
alanında oldukça önemli rekabet avantajı
var. Üretim alanında, ara elemandan mühendise kadar nitelikli insan gücünün yetişmesine yönelik alt yapı bulunmakta.
Küresel anlamda Türk mühendislerinin rekabet gücü
olması, mühendis ve ara eleman maliyetinin pek çok
ülkeden düşük olmasına da bağlanabilir. Ayrıca Türk
mühendislerinin pratik çözüm kabiliyetleri, yaklaşımları,
zor koşullara adaptasyonu Türk mühendislerinin tercih
edilmesinde en önemli faktörlerden birisidir.
Mühendislik bölümleri her zaman en çok
tercih edilen bölümler arasında yer aldı ve
bu alanda kendini yetiştirmek isteyen
genç insan gücü mühendisliğe yöneldi.
Küresel anlamda Türk mühendislerinin
rekabet gücü olması, mühendis ve ara
eleman maliyetinin pek çok ülkeden düşük olmasına da bağlanabilir. Ayrıca Türk
mühendislerinin pratik çözüm kabiliyetleri, yaklaşımları, zor koşullara adaptasyonu Türk mühendislerinin tercih edilmesinde en önemli faktörlerden birisidir.
Ülke olarak nitelikli insan gücümüzü katma değeri yüksek, nitelikli malların üretildiği sektörlere yönlendirmeliyiz. Ürettiğimiz ürünlerin ikamesinin artması, yurtdışında yaşanan teknolojik gelişmeler ve
bu gelişmelere uzak kalmak bizi dezavantajlı konuma düşürebilmekte. Ancak Türkiye’de makine imalat sektöründe önemli
bir rekabet üstünlüğü yakaladık ve bu da
ülke ekonomisine önemli bir artı değer
getirdi.
İstihdamın iki bileşeni olan, işveren ve çalışanı bir araya getirecek kurumlar yeterince var mı? Bunlar bu işi başarmada ne
kadar yeterli oluyor?
İşveren ve çalışanı bir araya getiren farklı
nitelikte kurumlarımız var. Çalışan ve işveren ilişkisinde ve uzlaşmasında önemli
bir fonksiyonu olan kurumumuz, istihdam
ve işgücü piyasasına yönelik pek çok hizmeti gerçekleştirmekte. İŞKUR olarak
çalışanlarımızı ve işverenlerimizi Genel
Kurulumuzda, Yönetim Kurulumuzda ve İl
İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurullarımızda bir araya getirerek ortak karar alma
konusunda önemli adımlar attık.
İŞKUR, veri tabanı üzerinden açık iş kaydı
ve iş arayan kaydı alarak hem istihdam
hizmeti sağlamakta hem çeşitli mesleki
eğitimler ile işgücünün uyum ve yeterliliklerini artırmakta hem işgücü piyasasına ilişkin düzenlemeleri gerçekleştirmektedir.
Özel istihdam büroları da çalışma hayatına önemli yararlar sağlamaktadır. İşveren ve çalışan arasındaki köprü işlevini
gerek nitel gerekse nicel olarak önemli
ölçüde karşılayabilir hale geldiler.
Bir bütün olarak bu kurumların; işgücü ve
işverenin bir araya gelmesi, uzlaşması,
standartların iyileştirilmesi, daha iyi bilgi
hizmetlerinin sağlanmasına yönelik olarak iyi bir koordinasyonla çalışması sağlanmalıdır.
OCAK-fiUBAT 2011 55
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
KATMA DEĞER ÜRETMEK VE
MÜHENDİSLERİN İSTİHDAMI
MÜHENDİSLERİMİZE SÜREKLİ VE İSTİKRARLI İŞ SAĞLAYABİLMENİN YOLU YÜKSEK KATMA
DEĞER ÜRETEN SEKTÖRLERDE ÇALIŞMALARINI SAĞLAMAKTIR. YÜKSEK KATMA DEĞER
ÜRETEBİLEN İŞLER İSE YÜKSEK TEKNOLOJİYE SAHİP OLMAK VE BÜTÜN DÜNYA İLE REKABET
EDEBİLİR ÜRÜN VE HİZMETLER ÜRETEBİLMEKTEN GEÇİYOR. ÜLKEMİZİN DE YÜKSEK KATMA
DEĞER ÜRETEN BİR ÜLKE HALİNE GELMESİ UZUN VE ZAHMETLİ BİR SÜRECİ GEREKTİRİYOR.
Ahmet ERKOÇ
Elektrik Yüksek
Mühendisi
56 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ş’i olmak, bir meslek sahibi olmak. Bir işe gitmek
ve mesleğini icra ederek para kazanmak.
Ne kadar önemli bir konu.
Yıllar ve yıllar süren eğitimin nihai amaçlarından biri. İyi, geçerli bir meslek sahibi olmak.
Mühendisler için de diğer mesleklerden çok farklı
olmayan bir sonuç gibi görülüyor. Ancak yıllarını
mühendislik eğitimi almak için harcayan bir kişi için
mühendislik mesleğini yaparak hayatını kazanması
tabi ki çok önemli. Diğer eğitim dallarında da benzer
şeyler söz konusu.
Peki, mühendislik eğitimi alanlar nasıl mühendislik
konusunda iş bulacaklar?
Aldıkları eğitimi iş deneyimi ile birleştirerek mesleğe dönüştürecekler? Bu buldukları işin sürekliliği
ne olacak? Çalışma yaşamları boyunca mühendislik
mesleğini bir veya daha fazla kurumda, şirkette sürdürecekler.
Kaç yaşlarına geldiklerinde artık aldıkları maaşı çıkaramayan, yöneticileri gözünde kurtulunması gereken elemanlar olarak görülecekler? Bu yaklaşım
ülkeden ülkeye değişir mi?
Bu ve bunun gibi soruları çoğaltmak mümkün. Biz
en temel olan konudan başlayalım. Mühendis veya
üniversite mezunu olan bir kişi hiç sene kaybetmeden okursa yaklaşık 16 yıllık bir eğitim almak zorun-
İ
da. Yabancı bir lisan öğrenme (İngilizce elbette artık
tartışma kalmamıştır) 1 bazen 2 yıllık bir süre alıyor.
Daha ileri düzeyde bir eğitim avantaj sağlar deyip bir
de yüksek lisans eklenirse 2-3 yıl daha ekleyin. Toplam yirmi yılı geçti. En az 1 veya 2 yıllık bir payı da
katmak gerekebiliyor.
Bütün bu yılların toplamı aileler için kaynak sağlanması gereken bir süreç. Çünkü eğitimi süren bir
mühendislik öğrencisinin iş bulması kendini geçindirebilecek bir duruma gelmesi oldukça zor.
Devlet için ilgili eğitim kuruluşlarının kurulması ve
sürdürülmesi maliyeti yüksek bir bedel. Vakıf üniversiteleri için de benzeri maliyetler söz konusu.
Bütün bu çaba ne için; ekonominin koşullarına uygun katma değeri üretmeye hazır bir insanın mesleki anlamda ve kişisel olarak yetiştirilebilmesi için.
Bunca uzun ve yüksek maliyetlerle mesleğe hazırlanan kişinin beklentisi de (haklı olarak) yüksek.
Ancak yüksek beklentinin karşılanabilmesi ve sürdürülebilir olması için üretilen katma değerin de
orantılı olarak yüksek olması ve sürekliliğinin olması gerekir.
Yüksek katma değer üretebilen iş konularının mevcut olması ise çoğu zaman kişisel çabaların dışındaki faktörlerle ilgili bir konu. Genellikle ülkelerin durumları ile ilgili bir konu.
120 civarındaki üniversitemizin çoğunda değişik dalları içeren mühendislik bölümleri mevcut ve her yıl
binlerce meslektaşımız iş hayatına atılıyor.
Bu kadar mühendis nasıl iş bulacak ve işini nasıl
sürdürecek?
Böyle bir kaynağın olması ülkemizin gücü, kuvveti,
zenginliği.
Ancak bunca zahmetlerle yetişen gençlerin ve mevcut mühendislerimizin mesleğinde çalışarak yüksek
katma değer üretememesi çok önemli bir problem.
Peki, çözüm ne olabilir? Yurdumuzda sektörel bazda bakıldığında otomotiv, tekstil, gemicilik, inşaat,
müteahhitlik, iletişim, finans gibi sektörlerin başı
çektiğini görüyoruz.
Bu sektörlerdeki faaliyetlere bakarsak üretim,
montaj, bakım, servis, pazarlama gibi konular en
yaygın olarak ihtiyaç duyulan konulardan.
Dünyada herhangi bir ülkenin (özellikle Çin ve diğer
uzak doğu ülkelerinin) yaptığı işi yaparak, malı, hizmeti üreterek para kazanmak kolay değil. Hatta
mümkün değil.
Yurdumuzdaki girdi (ücret, hammadde, enerji, altyapı, vergi vs.) maliyetleri ile uzak doğu ülkeleri ile rekabet edebilmek birçok sektörde pek mümkün görünmüyor.
Nitelikli mühendislerimize sürekli ve istikrarlı iş
sağlayabilmenin yolu; yüksek katma değer üreten
sektörlerde çalışmaktır.
Yüksek katma değer üreten sektör demek yapılan
işteki bütün faaliyetlerin değerli olduğu çalışma konuları, alanları demek. Yüksek teknoloji gerektiren
alanlar demek.
Örneğin havacılık, savunma sanayi, haberleşme ve
bilişim teknolojileri, ilaç, biyo teknoloji gibi alanlar
bir çırpıda sayılabilen alanlar.
Eğer siz iletişim sektöründe tasarımını da kendisi
yaparak geliştirdiği ürünleri üreten bir üretici iseniz;
araştırma, geliştirmeden üretime, bakımdan pazarlamaya iş kolundaki bütün etkinlikler değerlidir.
Yüksek seviyede bir katma değer üretir. Dolayısıyla
bu konudaki çalışmaları (örneğin üretimi) iş gücünün ucuz olduğu ülkelere kaydırmak gibi bir ihtiyaç
olmayacaktır. Yeni teknoloji ve ürünlerin tasarım ve
uygulama süreci çok yoğun mühendis istihdamı gerektiren bir konudur. Kendi teknolojisini üreten bir
kuruluşun mühendis ihtiyacı ile hazır bir teknolojiyi
uygulayan bir kuruluşun mühendis ihtiyacı karşılaştırılırsa çok çarpıcı sonuçlara ulaşılır. Kendi teknolojisini üreten kuruluş (konuya göre farklılıklar göstermekle birlikte) diğerinden onlarca hatta yüzlerce
kat daha fazla mühendis istihdam etmek durumundadır. Yüksek katma değerli mal ve hizmet üreten-
Nitelikli
mühendislerimize
sürekli ve istikrarlı iş
sağlayabilmenin yolu;
yüksek katma değer
üreten sektörlerde
çalışmaktır.
Yüksek katma değer
üreten sektör demek
yapılan işteki bütün
faaliyetlerin değerli
olduğu çalışma
konuları, alanları
demek. Yüksek
teknoloji gerektiren
alanlar demek.
OCAK-fiUBAT 2011 57
DOSYA: ‹ST‹HDAM
İleri teknoloji üreten
ülkelerdeki
mühendislerin
önemli bir çoğunluğu
65-70 yaşlarına kadar
aktif olarak
mesleklerini
yapmakta, yapma
imkânına sahip
olmaktadır. Bu
ülkelerde
mühendislerin en
verimli dönemi olarak
40-55 yaş arası
gösterilmektedir.
Ancak ülkemizde bu
çağdaki (40-55 yaş) bir
mühendis bir çok
kuruluşta artık işe
yaramayan bir eleman
olarak algılanmaktadır.
58 M‹MAR VE MÜHEND‹S
lerin bu üretimden pay alacakları tabidir. Her işletme ekonomik davranmak zorundadır. Daha ucuza
yapılabilecek bir işin daha fazla bir maliyetle yapılması o kurumun, ülkenin rekabet gücünü kötü yönde etkileyecektir. Bu da nihayetinde işin sürdürülememesi ile sonuçlanacaktır.
İleri teknoloji üreten ülkelerdeki mühendislerin
önemli bir çoğunluğu 65-70 yaşlarına kadar aktif
olarak mesleklerini yapmakta, yapma imkânına sahip olmaktadır. Bu ülkelerde mühendislerin en verimli dönemi olarak 40-55 yaş arası gösterilmektedir. Ancak ülkemizde bu çağdaki (40-55 yaş) bir mühendis bir-çok kuruluşta artık işe yaramayan bir
eleman olarak algılanmaktadır.
Diğer bir yöntem sektörlerdeki değerli işleri yapmalıyız, yapabilecek duruma gelmeliyiz.
Sektördeki değerli işler araştırma, geliştirme ve sonucun ürüne dönüştürülerek uluslararası değerde
bir marka haline getirmesidir. Bunu başarabilen
şirketler ne üretirlerse üretsinler çok yüksek düzeyde katma değer sağlayabiliyorlar. Üretimin yapıldığı
yerin pek bir önemi kalmıyor. Tekstil ürünleri, ayakkabı, ev eşyaları gibi konularda bu yöntem yaygın
olarak kullanılıyor. IKEA bunun en güzel örneklerin-
den biri. Kataloglarına baktığınızda her ürünün tasarımcısını belirtiyor. Tabi ki büyük çoğunluğu İsveç’ten. Üretim yerlerine baktığınızda ise çok önemli bir bölümü İsveç dışındaki onlarca ülke.
Nitelikli mühendislerin yetiştirilmesi ve bunların
yüksek katma değer üretebileceği kurum ve kuruluşlarda çalıştırılması istihdam sorununu ülkemizin
gücüne dönüştürecektir.
Mühendislerin yüksek katma değer üretebilen işlerde çalışması sürekli istihdamın kilit noktası olarak
görülüyor. Yüksek katma değer üretebilen işler ise
yüksek teknolojiye sahip olmak ve bütün dünya ile
rekabet edebilir ürün ve hizmetler üretebilmekten
geçiyor.
Bu sektörlerin belirlenerek ülkemizin de yüksek
katma değer üreten bir ülke haline gelmesi uzun ve
zahmetli bir süreci “devlet politikalarını” gerektiriyor.
Son söz olarak merhum M.Akif ERSOY’un ‘Seyfi Baba’ şiirinden’ bir beyit’i tekrarlamak istiyorum.
‘’Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası
dostunun yüz karası, düşmanının maskarası’’
Allah hiç kimseyi böyle bir duruma düşürmesin duasıyla.
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
MÜHENDİSLERİN VE
MÜHENDİSLİĞİN İSTİHDAMINA
İLİŞKİN FARKLI BİR YAKLAŞIM
MÜHENDİSLER KENDİ MÜHENDİSLİK ALANLARININ DIŞINDA DA ÇOK BAŞARILI OLABİLİR.
ANCAK YİNE DE MÜHENDİSLİĞİN TOPLUMUMUZDA DAHA İYİ ALGILANMASI VE HAK
ETTİĞİ YERİ BULABİLMESİ İÇİN GERÇEK ANLAMDA MÜHENDİSLİK FAALİYETLERİNİN DAHA
İYİ OLMASI İLE MÜMKÜNDÜR. BU KONUDAKİ SORUMLULUK BİZ MÜHENDİSLERE
DÜŞMEKTEDİR. MÜHENDİSLİĞİN DAHA ETKİN KULLANILMASI MÜHENDİSLERİN
İSTİHDAMINI DA KOLAYLAŞTIRACAK VE SORUNLARI AZALTACAKTIR.
Ömer DOĞAN
Bilgisayar Yüksek
Mühendisi
60 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ürkiye’de istihdama ilişkin pek çok sorun mevcuttur. Ancak burada mühendislik açısından
konu farklı bir bakış açısıyla ele alınmaya çalışılacaktır. Öncelikle mühendislerin istihdamı ile
mühendisliğin istihdamının farkını ortaya koymaya
çalışacağım.
Bilindiği gibi üniversitelerimizin çoğunda mühendislik dalları mevcut olup çoğunlukla ihtiyaçtan fazla
mühendis mezun olmaktadır. Bu duruma toplumun
taleplerini de dikkate aldığımızda mühendis olarak
fazlaca karşı çıkamamaktayız. Ancak mezun olanların ne kadarının mühendislik yapma arzusunda olduğu, mühendislik yapmak isteyenlerin de ne kadarının bu alanda istihdam edilebildikleri sorunun ana
eksenini oluşturmaktadır. Mezun olan mühendislerin büyük çoğunluğu farklı konularda çalışmakta veya işletme, iktisat, kamu yönetimi gibi dallarda yüksek lisans yaparak yönetici, pazarlama, satınalma,
kamu görevlisi gibi alanlarda ilerlemeyi hedeflemektedir. Bu duruma sadece yönlendirmeler değil,
biran önce yüksek gelire ve rahat bir işe kavuşma
isteği de neden olmaktadır. Çünkü fiili mühendislik
hemen mezun olunduğunda kısa sürede zahmetsizce yapılacak bir iş değildir. Belirli bir süre güncel
bilgilerin ve tecrübelerin aktarılması gereken, başlangıçta biraz da zahmetli bir iştir. Ancak bu dönem
geçildikten sonra uzun yıllar şevkle yapılacak güzel
bir meslektir. Bu nedenledir ki mezun olan mühendislerin pek çoğu kendi konusu ile alakalı bir iş yapmamaktadır. Bu gözle bakıldığında mühendisler istihdam edilme açısından büyük sorunlar yaşamamakla beraber mühendislik açısından sorun bitmemektedir.
T
Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de
ekonominin ana eksenini KOBİ’ler oluşturmaktadır.
Bu kurumlar ne kadar güçlü olursa, teknolojik gelişmelere katkıları ne kadar fazla olursa ülkeler de
o kadar hızlı büyümektedir. Bu nedenle KOBİ düzeyinde faaliyet gösteren kurumların katma değeri daha yüksek işler yapmaları, dünya ile rekabet edebilmeleri açısından da çok önemlidir. Bu açıdan bakıldığında mühendisliğin önemi daha net anlaşılabilmektedir. Ancak ülkemizde bu konuda mühendislerin devreye girmesinde başka bir sosyal problem
ortaya çıkmaktadır. Bu sorun da özellikle küçük işletmelerin sahiplerinin piyasadan yetişme ve teknik
eğitimi olmayan ilkokul mezunu insanlardan oluşması. Zamanında girişimciliğin güzel örneklerini
teşkil etmiş ve rekabetin sınırlı olduğu dönemlerde
piyasada yer edinmiş ve başarıyla günümüze kadar
firmalarının hayatiyetini devam ettirmişlerdir. Ancak
gümrük duvarlarının yavaş yavaş kalktığı, sermaye
hareketlerinin kolaylaştığı günümüzde güncel üretim teknolojilerini izlemeden üretim yapmak ve rekabet etmek zorlaşmıştır. Bu nedenle özellikle makine, elektronik, kimya gibi sektörlerde ciddi anlamda mühendislik desteği gerekmektedir. Fakat firma
sahiplerinin işin sırrı olarak gördükleri konuları
başkalarının eline geçmesinden ve kendilerinden
eğitim olarak daha yukarıda gördükleri mühendisleri gerek maddi gerekse idari olarak istihdam etmekten çekinmeleri büyük bir sorun oluşturmaktadır. Bu da mühendislerin kendi alanlarında faaliyet
göstermelerini zorlaştırmaktadır. Bu konunun çözümü sanıldığı kadar kolay değildir. Kötü olarak algılanabilecek bazı örnekler olmakla birlikte pek çok
başarılı örnek olmasına rağmen insanların bu konudaki çekinceleri ağır basmakta ve sorun çözümü konusunda fazla yol kat edilememektedir. Bu konuda
yaşamış olduğum bir örnek gerçekten dikkate değerdir. Yılardır kapı güvenliği konusunda faaliyet
gösteren bir firma sektörün elektronik tabanlı sistemlere doğru gittiğini fark etmiş ve bu konuda bizimle proje bazında çalışmaya başlamıştı. Ancak
daha hızlı ilerleme isteğine karşılık bizim kendisine
bu konuda çözüm olarak ilettiğimiz kendi bünyesinde elektronik mühendisi istihdam etmesi ile ilgili
teklifimizi kabul etmemişti. Buna sebep olarak da
bir mühendisi kontrol edemeyeceklerini ve sırlarının
başkaları tarafından elde edilebileceğini ifade ettiler. Bu konuda ileri sürdükleri en büyük kanıt aynı
sektörde başka bir firmanın başına gelen kötü bir
durum idi. Aslında bu örnekte firma sahiplerinin
haklı oldukları taraflar yok değil ancak mühendis istihdamı ile ilgili ciddi bir sorunu gözler önüne sermek açısından da bize bazı ipuçları vermektedir. Ülkemiz için mühendisliğin yaygın istihdamında aşılması gereken engeller henüz bitmemiştir. Bu konuda yapılabilecek en güzel tavsiye firmaların gelişmelere daha açık olması, üretim ve hizmet alanındaki teknolojik gelişmeleri takip edebilmek için mühendislerden ve mühendislik biliminden daha fazla
yararlanmalarıdır.
Mühendisliğin istihdamının önündeki en büyük engellerden biri de maalesef mühendislerin kendileri
olabilmektedir. Alanında son derece başarılı olup
gerçek anlamda mühendislik yapması durumunda
çok başarılı projelere imza atabilecek mühendislerin kendi dallarında iş yapmayıp kısa sürede yükse-
lerek idari alanlara kayması mühendislik açısından
da ciddi kayıpları oluşturmaktadır. Bu kayıplar bir
araya geldiğinde ülke için de ciddi boyutlara ulaşabilmektedir. Yıllarca beyin göçü denen olgunun ülkeye verdiği zararı hepimiz bilmekteyiz. Bir de bunlara aslında yurtta olup da bir nedenle atıl kalan beyinler eklendiğinde zararın boyutunun nedenli daha
büyük olduğu daha net anlaşılır. Mühendislerin firma sahibi ya da ortağı olması da bazı durumlarda
benzer bir engeli ortaya çıkarmaktadır. Kısa bir süre içinde mühendislikten uzaklaşıp, yalnızca idarecilik, pazarlama ve işletme faaliyetlerine yönelme de
mühendisliğin önündeki ciddi sorunlardan biridir.
Bu da mühendislerin istihdamı ile mühendisliğin istihdamı arasındaki farkı bize çok güzel göstermektedir. Bir firmada çok sayıda mühendis olması o firmada mühendisliğin iyi kullanıldığı anlamına gelmemektedir.
Aslında toplumdaki mühendislik algısındaki kusurlar da bu tür durumlardan ortaya çıkmaktadır. Mühendisler toplumun en üretken ve öğrenme kabiliyeti en üst seviyede olan bireylerindendir. Bu nedenle her konuda başarılı olabilecek özelliklere sahiptirler. Kendi mühendislik alanlarının dışında da
çok başarılı olabilirler. Ancak yine de mühendisliğin
toplumumuzda daha iyi algılanması ve hak ettiği yeri bulabilmesi için gerçek anlamda mühendislik faaliyetlerinin daha iyi olması ile mümkündür. Bu konuda ülkemizde daha kat edilmesi gereken yol vardır. Ancak bu konudaki sorumluluk biz mühendislere düşmektedir. Mühendisliğin daha etkin kullanılması mühendislerin istihdamını da kolaylaştıracak
ve sorunları azaltacaktır.
Ülkemiz için
mühendisliğin yaygın
istihdamında aşılması
gereken engeller henüz
bitmemiştir. Bu konuda
yapılabilecek en güzel
tavsiye firmaların
gelişmelere daha açık
olması, üretim ve
hizmet alanındaki
teknolojik gelişmeleri
takip edebilmek için
mühendislerden ve
mühendislik
biliminden daha fazla
yararlanmalarıdır.
OCAK-fiUBAT 2011 61
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
İŞSİZLİK Mİ? MESLEKSİZLİK Mİ?
GÜNÜMÜZDE İŞVERENLERİMİZİN BİRÇOĞU NİTELİKLİ İŞÇİ ARAMAKTADIR. DÜZ LİSEYİ
BİTİRMİŞ ELİNDE MESLEĞİ OLMAYAN GENÇLERİMİZİN ÜLKEMİZDE ÇOĞALMASI YERİNE
MESLEK LİSELERİNİ ÇOĞALTIP ÜNİVERSİTE HEDEFİ OLMAYAN GENÇLER MESLEK LİSELERİNE
YÖNLENDİRİLMELİDİR. MESLEK LİSELERİ KONUSUNU ÖTELEMEK, ÖNÜNE ENGELLER
KOYMAK DA ÜLKEYE YAPILMIŞ EN BÜYÜK İHANETTİR.
Osman SAHBAZ
Makina Mühendisi
62 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ürk ekonomisinde 2002-2007 seneleri arasında toplam yüzde 41'lik büyüme süreci gerçekleşti. Türkiye 2008-2009 yılları arasındaki dönemi dünyadaki küresel ekonomik krize rağmen
fazla hasar görmeden atlattı. Son yıllarda dünyada,
Türkiye Çin'den sonra en büyük gelişmeyi gerçekleştirmiş, bu büyüme hızıyla 2. sırada yer almıştır.
Özellikle Türk parasındaki reform girişimi, sağlık
reformu, TOKİ projeleri, Orta Doğu, Afrika açılmaları, duble yollar, KOBİ destekleri ve birçok konu öne
çıkmaktadır.
72 milyon nüfuslu ülkemizin 49 milyon seçmene sahip iken 7,5 milyonluk vergi vereninin oluşu dikkat
edilmesi gereken bir sayıdır. 1,3 milyon girişimcimizin varlığı ülkemiz için de azdır. Bu sayı gelişmiş ülkelerde ve AB'de daha fazladır. Uluslararası girişimcilik endeksine göre, 100 yetişkin içinde şirket
kuran insanların sayısına bakıldığında, Türkiye ancak yüzde 4,6 ile 29. sırada yer almaktadır. Bu sayı
ABD`de yüzde 11,7, Güney Kore’de yüzde 15, Meksika`da yüzde 18,7, Japonya'da ise ülkemizin 3 katıdır.
Türkiye’de son dönemde hayvancılığa verilen destek
genişleterek devam ettirilmeli, sürdürülmelidir. Bunun yanında Türkiye’deki gelir dağılımındaki paylaşımındaki dengesizlik, adaletsizlik sorununu çözmesi için ilk yapılacak iş vergi adaletini sağlamak ve
vergi reformunu gerçekleştirilmek olacaktır.
Avrupa’da özellikle güneyi ve doğusunda da acil bir
şekilde iş arayan işsiz gençlerin bulunduğunu biliyoruz. Özellikle AB'de eğitime, sosyal ve ekonomik
alanlarda önem verdiklerini görüyoruz.
Macaristan'da ise son yılların en az nüfusunun olduğu dönem yaşanıyor. İstatistiki rakamlara göre Macar nüfusu tarih boyunca ilk defa 10 milyonun altına
düştü. Kadın başına düşen doğum oranı 1,27. AB
içerisinde en düşük oranlardan birisi. Eğer Romanlar (Çingeneler ) hesaba katılmasa oran yüzde 1'in
altına düşecek. Çocuk sahibi olunması için hükümet
T
kadınlara üç yıllık doğum iznini yeniden yürürlüğe
soktu. Bir de işsizliğin yüzde 11'lerde olduğu Macaristan'da işsizliğe belki bir çare olur düşüncesiyle
yarı zamanlı işleri artırmanın da yollarını arıyorlar.
Müslüman dünyasında Türkiye en büyük ve en çeşitlendirilmiş ekonomiye sahip bir ülke. Günümüz
dünyası yenilikçiliğin, yatırımcılığın ve girişimciliğin
ön planda tutulduğu zamandır. Aynı zamanda verimlilikler artırılırken, yenilikçi temelli altyapıları da
günün şartlarına adapte etmeliyiz. Gençlerimizi girişimci yapmalıyız, gençler artık nasıl memur olurum
değil nasıl girişimci olurum demeli.
Bu başarıları sürükleyecek, yeniliklere gelişmelere
açık fırsatlar konusunda gündemi önceden takip
eden yatırımcı ve şirketlerimizin çoğalmasına, hayalleri olan o hayalleri gerçekleştirecek projeleri
olan gençlere ve girişimcilere ihtiyaç var.
Son 10 ay içerisindeki Türkiye’nin yüzde 8,9 büyümesi, bu büyüme zarfında 1,1 milyon kişiye ilave iş
imkanı oluşturmuştur. Bu konuları ortaya koyduktan sonra işsizlik mi? mesleksizlik mi? konusunu biraz daha düşünelim.
Günümüzde işverenlerimizin birçoğu nitelikli işçi
aramaktadır. Düz liseyi bitirmiş elinde mesleği olmayan gençlerimizin ülkemizde çoğalması yerine
meslek liselerini çoğaltıp üniversite hedefi olmayan
gençler meslek liselerine yönlendirilmelidir. Meslek
lisesini bitirenleri adı üzerinde bitirdiği bölümlerde
zaten çok kolay iş bulma imkanı yakalayacaktır.
Meslek liselerinin bir an evvel önünün açılması gerekmektedir. Meslek liselerini bitiren genç üniversite sınavına düz liseyi bitirenlerle en azından aynı
şartlarda üniversite sınavına girebilmelidir. Kazanabiliyorsa da üniversiteyi okuyabilmeli. Mevzuat, kanun ve yönetmeliklerle meslek lisesini bitiren gençlerin önü tıkanmamalıdır. İşsizliğin nispeten aşağıya
çekildiği bu dönemde. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi
içinde olma hedefimiz varsa. Ki var!
O zaman meslek liselerinin önünde bulunan engeller bir an önce kaldırılmalı. İmam hatip liselerini bahane ederek önü kapanan meslek eğitimi, neticede ülkemizin ayaklarına vurulmuş
pranga, en büyük zulümdür. İmam hatip lisesi kompleksiyle de
bu meslek liseleri konusunu ötelemek, önüne engeller koymak
da ülkeye yapılmış en büyük ihanettir. Türkiye’de büyümenin itici gücü özel sektördür. Özel sektöre de meslek lisesi mezunu,
nitelikli elemanlar gerekmektedir. İstihdamda ciddi artış var. Tabii bu Türkiye'nin büyümesine paralel gelişen bir neticedir. Girişimci sayının da artması gerekmektedir ki istihdamı artıralım,
işsizliği aşağıya çekelim. Eğer insanların karnının aç olması istemiyorsa, girişimcilere göz bebeğimiz gibi bakmalıyız.
Günümüzde en önemli sorunumuz işsizlik ve mesleksizliktir.
Ayrıca meslek liseleri ikinci sınıf liselermiş gibi algı oluşturuldu
son yıllarda. Konuyu imam hatip liseleri bağlamında çok bir anlamının olmadığı da anlaşıldı. Meslek liseleri Türkiye’nin birincil
meselesi olmalı. Meslek liselerine gidenlerin yüzde 100'ü nerdeyse mutsuz. Çünkü okulu bitirdiğinde önünün kapalı olduğunu
biliyor. Hâlbuki Türkiye’nin koyduğu hedefler içerisinde, nitelikli
meslek sahibi gençlere fazlasıyla ihtiyaç duymaktadır. Üniversitelerimizin ve sanayicilerimizin işbirliği de çok önemlidir.
Üniversiteler biz sadece öğretim kurumlarıyız diyemez, dememelidir. İşbirliğini artırıcı her fırsatı değerlendirmeliler. Genç nüfusa sahip ülkemiz ciddi gelecek vaat etmektedir, bir hata yanlış
yapılmazsa. AB'nin ve gelişmiş dünyanın elinde olmayan güç,
enerji, potansiyel genç nüfus Türkiye'de mevcuttur. Eğer bu genç
nüfus istihdama katılır değer üretirse gelecekte ülkemizin önü
açık olacak, en büyük ekonomilerle de baş edecek seviyelere
ulaşacaktır.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi, “Zaman bendedir ve
mekan bana emanettir” diyen, cesaretli, nitelikli, hayatın gerçekleriyle barışık gençlere ihtiyacımız var. Gençlerimiz ülkemizin
geleceğini inşa edeceklerinin bilinciyle yetişmeleri konusunu
dikkate almalıyız.
Uzun dönemli büyüme performanslarımızı belirleyen temel unsur özellikle de müteşebbis insan varlığı ve gücüdür. Gençlerimize bu olguyu da aşılamalıyız.
İhracatımızın yüzde 65 gelişmiş batı ülkelerine yapmayı, dünyanın en gelişmiş piyasalarıyla rekabeti sürdürmek hatta artırmak
istiyorsak nitelikli meslek sahibi gençlere ihtiyacımız giderek artacaktır. Ülkemizdeki imam hatip lisesi mezunlarına benzer önyargıyı, Almanya'da Türk gençleri de yaşamaktadır. Bu önyargının kalkması, gençlerin iyi eğitim alması için çalışan ve mücadele veren gençler organize olarak kurdukları 'Deukische Generation' (Türk-Alman Kuşağı) adlı dernek ile kendilerinin varlığının
mücadelesini veriyorlar. Kimseyi öteki gibi görmemeliyiz. Birbirini seven, barış içinde yasamaya gayret eden, aynı fikirde olmasa da anlayış gösteren, empati kuran, dünya ve Türkiye’deki adaletsizliklere karşı durabilen bir gençlik oluşmalı. Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu bir Türkiye ve dünya için
çaba gösterebilecek gençliğe ihtiyaç var.
Girişimcilerimizin azlığı sorununun temeli geçmişe dayanmaktadır. 1912’de ülkemizi ziyaret eden yabancı bir yazar ülkemizin
yapısını tasvir ederken şu sözlerle ifade etmiştir. “Yalnız memurluk etmek, askerlik yapmak, ticaret ve sanayiye rağbet göstermemek, Türkleri eksiltmiş ve fakirleştirmiştir. Teşebbüs fikri ve
gayreti olmayınca da kazançları sınırlı kalmıştır.”
Türkiye'de her yıl işgücü piyasasına yeni giren 700 bin gencimize
iş olanağı sağlamanın tek yolu, girişimci sayımızı artırmak, özel
sektörümüzün hacmini büyütmektir. Ülkemizin nüfusunun
gençliği ciddi avantajlarımızdandır. Türkiye nüfusunun yüzde 65’i
30 yaşın altında, iş üretme potansiyeli yüksek gençlerden oluşmaktadır. Avrupa'da en genç nüfusa sahip olan ülkemizin elindeki bu büyük gücün farkında olmalıyız.
“Balık verme, balık tutmayı öğret” sözü hiçbirimiz için yabancı
değil. Gençlerimize meslek edindirip balık tutmalarına imkan
vermeliyiz. Geleceğin rekabetçi dünyasında önlerde, hedef, gündem belirleyen ülke olmak için insan kaynağımızı en etkin şekilde kullanmak zorundayız.
Gelecekten çok umutlu olmamızı gerektiren bir nedense günümüz gençlerinin çok daha eğitimli ve donanımlı yetişmeleri, ancak bu tek boyutlu olmamalı.
Teorinin yanında pratikten de haberdar olunmalı ki üretilen değer kullanılabilir olsun. Gençlerin geleceği ülkenin, ülkenin geleceği de gençlerin geleceğine bağlıdır.
OCAK-fiUBAT 2011 63
DOSYA: ‹ST‹HDAM ARAfiTIRMA
OSTİM İŞGÜCÜ ARAŞTIRMASI
OSTİM 5 BİN İŞLETMESİ, 50 BİN ÇALIŞANI VE 100 FARKLI SEKTÖR İLE TÜRKİYE İŞ HAYATININ
BİR ÖRNEĞİ OLARAK FAALİYET GÖSTERMEKTEDİR. OSTİM’DEKİ İŞ HAYATI İLE İLGİLİ
VERİLER TÜRKİYE GENELİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ İPUÇLARI SUNMAKTADIR. BURADA GERÇEKLEŞTİRİLEN İŞGÜCÜ ARAŞTIRMASI İLE ÜLKEMİZDEKİ MESLEK SORUNLARI HAKKINDA
GENEL BİR BAKIŞI ORTAYA KONMAKTADIR.
Prof. Dr. Ömer ÇAHA
Prof. Dr. Selim ZAİM
Yard. Doç. Dr.
Havva ÇAHA
Yard. Doç. Dr. Ali
TÜRKYILMAZ
64 M‹MAR VE MÜHEND‹S
nkara’da bulunan OSTİM, yaklaşık 5 bin işletmesi, 50 bin çalışanı ve 100 farklı sektörde
faaliyet gösteren küçük ve orta boy işletmeleriyle Türkiye’nin en önemli KOBİ kenti hüviyetinde
bir sanayi bölgesidir. Gerek OSTİM üst yönetimiyle,
gerekse firma temsilcileriyle yapılan görüşmelerde,
OSTİM’de üretimin arttırılması, danışmanlık, finansman temini, nitelikli eleman yetiştirilmesi, eğitim,
kapasite geliştirme, inovasyon ve küresel rekabet
gibi konularda üniversitelerin öncülüğüne ya da
desteğine ihtiyaç duyulduğu tespit edilmiştir.
OSTİM’de yer alan işletmelerin değişik faaliyet alanları olmakla birlikte, esas faaliyet alanının “imalat”
sektöründe yoğunlaştığı söylenebilir. İmalatın, metal işleme başta olmak üzere gıda, tekstil, mobilya,
kağıt, kimya-petrol, taş-toprak ve inşaat gibi alt sektörlerde yoğunlaştığı görülmektedir. OSTİM’de yer
alan hizmet sektöründeki faaliyetlerin ise ticaret,
barınma, beslenme, depolama, ulaşım, haberleşme, kiralama, ticaret, savunma ve eğitim gibi alanlarda yoğunlaştığı görülmektedir.
Araştırmamız, “imalat” alanında faaliyet gösteren
işletmeler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada,
ana hatlarıyla imalat sektöründe faaliyet gösteren
işletmelerin ve bu işletmelerde istihdam edilen işgücünün profili, OSTİM’de ihtiyaç duyulan meslekler
ve OSTİM’deki işgücünün eğitimi gibi hususlar ele
alınmıştır. Araştırmanın iki ayağı bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, OSTİM’de faaliyet gösteren firmaların temsilcileriyle gerçekleştirilen “odak grup”
çalışması, ikincisi ise imalat sektöründe faaliyet
gösteren firmalar üzerinde gerçekleştirilen kapsamlı anket çalışmasıdır. Takip eden bölümlerde
yapılan analizler, araştırmanın bu iki ayağından elde
edilen bulgular üzerine bina edilmiştir.
OSTİM İşgücü Araştırması’nın genel tespitlerini dört
A
başlık altında toplamak mümkündür: OSTİM’deki
imalat sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin genel profiline yönelik tespitler, imalat sektöründe istihdam edilen işgücü profiline ilişkin tespitler, imalat sektörünün mesleki tercihine ilişkin tespitler ve
işgücünün eğitimine ilişkin tespitler. Öncelikle bu
dört tespit verilecek ardından bu tespitler ışığında
bazı önerilerde bulunulacaktır.
‹MALAT SEKTÖRÜNDEK‹ ‹fiLETME
PROF‹L‹NE ‹L‹fiK‹N TESP‹TLER
OSTİM’de faaliyet gösteren işletmelerin önemli bir
kesiminin, Türkiye İstatistik Kurumu’nun Tüm Ekonomik Faaliyetlerin Uluslararası Standart Sanayi Sınıflandırması (ISIC Rev:2) ilkelerine göre “çok küçük” ve “küçük boy” işletme kategorisinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu kriterlere göre değerlendirildiğinde araştırmamız içinde yer alan 748
işletmeden yaklaşık olarak yüzde 80 düzeyindeki işletme bu kategoriye girmektedir. OSTİM’de karşılaşılan sorunların bir kısmının işletmelerin küçük
çaplı nitelikte oluşlarından kaynaklandığı tahmin
edilebilir.
OSTİM’de faaliyet gösteren işletme sahiplerinin ya
da yöneticilerinin eğitim düzeyinin ilkokuldan üniversiteye kadar uzandığı görülmektedir. Üniversite
eğitimine sahip olanların oranıyla, ilk ve ortaokul
eğitimine sahip olanların toplam oranının hemen
hemen aynı olması önemli bir bulgu olarak görünmektedir. İşletme sahibinin veya yöneticisinin üçte
birinden fazlasının lise eğitimine sahip olduğu anlaşılmaktadır. OSTİM örneğinden hareketle, eğitimle
girişimcilik arasında bir ilişki olmakla birlikte, düşük eğitime sahip olmanın da girimcilik açısından
bir engel teşkil etmeyeceği tezine ulaşılabilir. Nitekim işletme adına yetkili olup, yalnızca ilkokul eğiti-
mine sahip olanların araştırma içindeki oranının
yüzde 14 dolaylarında olması bu tezimizi desteklemektedir.
OSTİM imalat sanayinde faaliyet gösteren işletmelerin dikkate değer bir verimlilik probleminin olduğu
bariz biçimde görülmektedir. Araştırmada yer alan
işletmelerin yaklaşık olarak yarısı orta kapasiteyle
çalıştığını belirtmiştir. Yüksek kapasiteyle çalıştığını
ifade eden işletme oranı yalnızca yüzde 24 kadar
çıkmıştır. İşletmelerin yaklaşık yüzde 20’si düşük
kapasiteyle çalıştığını beyan etmişlerdir. İşletmelerin verimsizliğinde rol oynayan çok değişik faktörlerin içinde, “sektörün genel durumu”, “girdi maliyetlerinin yüksek oluşu” ve “nitelikli işgücü eksikliği”
gibi üç faktör en önemli unsurlar olarak ön plana
çıkmaktadır. Enerji ve ham madde maliyetlerinin
yüksek oluşuna ilave olarak vergilerin, sanayiciyi sıkıntıya soktuğu genel bir tespit olarak görülmüştür.
İşletmelerin verimsizliğinde rol oynayan önemli faktörlerden biri nitelikli eleman açığı olarak görülmektedir. Nitelikli elemanın sanayiye işgücü olarak
yetiştirilemeyişinde rol oynayan çok değişik faktörlerin olduğunu söylemek mümkündür. Bunların bir
kısmının aşağıda analiz edilenler arasında olduğu
söylenebilir.
OST‹M’DEK‹ ‹fiGÜCÜ
PROF‹L‹NE ‹L‹fiK‹N TESP‹TLER
OSTİM imalat sektöründe çalışmakta olan işgücünün %90 kadar bir kısmının erkeklerden oluştuğu
görülmektedir. Kadın istihdamı, çoğunlukla büro işleri, sekreterlik, pazarlama, halkla ilişkiler ve müşteri temsilciliği gibi işlerde yoğunlaşmaktadır. Metal
işleme alt sektöründe dikkate değer bir kadın grubunun özellikle takı ve süs eşyası imalatında istihdam edildiği anlaşılmaktadır.
OSTİM imalat sektöründe istihdam edilen işgücü,
eğitim durumuna göre değerlendirildiğinde dikkate
değer bir tablo ortaya çıkmaktadır. Buradaki istihdamın eğitim durumuna göre dağılımı sırasıyla düz
lise, ilkokul, ortaokul ve teknik/meslek lisesi olduğu
görülmektedir. Teknik/meslek lisesi eğitimine sahip
işgücü oranının diğerlerinin altında kalışının Türkiye’de takip edilmekte olan eğitim politikasıyla yakın
bir ilişkisinin olduğu söylenebilir. Özellikle üniversiteye girişte katsayı uygulaması teknik/meslek liselerinin öğrenci kaynağını kurutarak öğrencileri düz
liselere yönlendirmiştir. Düz liselerden mezun olan
başarılı öğrenciler üniversitelere girerken, mezun
olmayanların sanayiye yöneldiği görülmektedir. Düz
liseden mezun olduktan sonra sanayiye işgücü olarak gelen öğrenciler hem sanayi, hem de genel olarak ülke ekonomisi açısından ciddi bir maliyete yol
açmaktadır.
Üniversiteye girişte uygulanan katsayı uygulaması,
aynı zamanda nitelikli öğrencilerin düz liselere kaymasına yol açmaktadır. Üniversiteye girme kapasitesi olan öğrenciler bu konudaki şanslarını değerlendirmek için düz liseye kayarken, üniversiteye girme şansının olmadığı düşünülen, sanayicilerin ifadesiyle “döküntü” öğrenciler açıkta kalmamak için
teknik/meslek liselerine yönelmektedirler. Böylece,
bu liselerin beyin niteliğinin düştüğüne ilişkin şikayet, sanayiciler arasında yaygın olarak görülmüştür.
Oysa teknik/meslek lisesi eğitiminin belli bir zihinsel nitelik ve yatkınlık gerektirdiği için buraya “seçme” öğrencilerin gelmesinin daha yararlı olacağı
anlaşılmaktadır.
OSTİM Sanayi Bölgesi’nde istihdam edilen işgücünün gelir düzeyi Türkiye’deki yaşam standardının altında kalmaktadır. Maaşların genel olarak 700 ile
1000 TL arasında yoğunlaştığı görülmektedir. Nite-
İşletmelerin
verimsizliğinde rol
oynayan çok değişik
faktörlerin içinde,
“sektörün genel
durumu”, “girdi
maliyetlerinin yüksek
oluşu” ve “nitelikli
işgücü eksikliği” gibi
üç faktör en önemli
unsurlar olarak ön
plana çıkmaktadırlar.
Enerji ve ham madde
maliyetlerinin yüksek
oluşuna ilave olarak
vergilerin, sanayiciyi
sıkıntıya soktuğu genel
bir tespit olarak
görülmüştür.
İşletmelerin
verimsizliğinde rol
oynayan önemli
faktörlerden biri
nitelikli eleman açığı
olarak görülmektedir.
OCAK-fiUBAT 2011 65
DOSYA: ‹ST‹HDAM
likli elemanların üniversitelerde yığılmasının, dolayısıyla sanayiden kaçmasının altında yatan nedenlerden birinin sanayideki
emek değerinin düşük olması olarak düşünülebilir. Sanayideki
düşük gelirden dolayı, öğrenciler üniversitelere yönelmekte, düz
liseleri bunun için bir atlama tahtası olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu sorunun ülkemiz ekonomisinin genel durumuyla bağlantısı olmakla birlikte sanayinin ve özel sektörün de bu
konuyu yeniden masaya yatırmasının büyük bir önemi bulunmaktadır.
Ülkemizin genel geçer kültürel değerlerine göre “statü”, bazı durumlarda “gelir”den daha büyük önem taşıyabilmektedir. Sanayide geçerli olan mesleklerin, toplumumuzun genel geçer kültürel kalıplarına göre üniversite eğitimini gerektiren mesleklere
göre daha “düşük statüde” olduğunu söylemek mümkündür. Öğrencilerin bu denli yüksek sayılarda üniversite kapılarında yoğunlaşmasının altında, bunun önemli bir faktör olarak yattığını
söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan öğrencilerin daha ilkokuldan itibaren ara mesleklere eğilimli hale getirilerek bu
yönde sosyalleştirilmeleri büyük önem arz etmektedir.
İşgücünün sanayiden kaçmasına yol açan nedenlerden birinin de
çalışma güvenliğinin olduğu söylenebilir. Gerçi araştırmamızda
OSTİM imalat sektöründe istihdam edilen işgücünün dikkate değer bir istikrar içinde olduğu anlaşılmaktadır. Araştırmamızda
elde edilen bulgulara göre, bir meslekte uzmanlaşmış elemanlar kolay kolay açıkta kalmamakta, açığa çıktıklarında da rahatlıkla iş bulabilmekte ve bir işte uzun süre çalışabilmektedirler.
Buna rağmen, Türkiye şartlarında kamu sektörünün, özel sektöre göre daha fazla iş güvenliğine sahip olduğu yaygın bir kanaat
olarak bilinmektedir. Düz liselere, oradan da üniversitelere yönelişin altında yatan faktörlerden biri “sosyal statü” ise, birinin
de “iş güvenliği” olduğu söylenebilir. Buradan hareketle, özel
sektördeki çalışma şartlarının da belli bir güvenliğe kavuşturulması gerektiği söylenebilir.
MESLEK TERC‹H‹NE ‹L‹fiK‹N TESP‹TLER
Araştırmamızda, OSTİM imalat sektöründeki “öncelikli” meslekler tespiti sanayicinin gözüyle değerlendirilmiştir. İşletmelerin
66 M‹MAR VE MÜHEND‹S
en fazla ihtiyaç duyduğu mesleklerden hareketle, öncelikli meslek tespiti yapıldığında karşımıza şöyle bir tablonun çıktığı söylenebilir: Gelişmiş teknoloji kullanan, karışık imalat yapan sektörlerde teknoloji bilgi ve becerisi gerektiren mesleklerin daha fazla ihtiyaç duyulan meslekler olarak ön plana çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda en fazla aranan mesleklerin, genel olarak operatörlük, özel olarak da CNC operatörlüğü, veri düzenleme ve
planlamaya dayalı bilgisayar bilgi ve becerisi, teknik resim ve
grafik gibi meslekler olduğu görülmektedir. Oysa daha az karışık
sektörlerde daha basit mesleklerin revaçta olduğu söylenebilir.
Bu çerçevede OSTİM’de en fazla ihtiyaç duyulan mesleklerin
kaynakçılık, torna/tesviye/frezecilik olduğu anlaşılmaktadır.
OSTİM’de ihtiyaç duyulan öncelikli meslekler konusundaki ihtiyacını, sanayici büyük ölçüde kendisi görmektedir. Bu konuda
sanayicinin ihtiyacını karşılayacak tarzda profesyonel mesleki
eğitim kurumları gelişemediği için, sanayici ihtiyaç duyduğu elemanı kendisi işbaşında, üretim süreci içinde kendisi yetiştirmektedir. Sanayide dikkate değer bir ihtiyaç olarak ön plana çıkarılan
CNC operatörlerinin genel olarak işbaşında eğitilmek suretiyle
sanayici tarafından yetiştirildiği gözlenmiştir. Bu tür mesleklerin,
altı ayla bir yıllık süre içinde öğretilebildiği anlaşılmaktadır.
İhtiyaç duyulan meslekler konusunda alt sektörler bazında bir
analiz yapıldığında, her sektörün kendine özgü önceliği olan
mesleklere ihtiyaç duyduğu anlaşılmaktadır. Ancak hemen hemen tüm sektörlerde az ya da çok ihtiyaç duyulan ortak mesleklerin olduğu söylenebilir. Kaynakçılık, operatörlük (tesis, makine,
CNC), torna/tesviye/frezecilik, satış ve pazarlamacılık gibi mesleklerin alt sektörlerin büyük bir kısmında ortak mesleki ihtiyaçlar olarak ön plana çıktığı görülmektedir.
OSTİM’de, ülke ekonomisinin üzerinde seyreden bir işgücü istihdam kapasitesinin olduğunu söylemek mümkündür. Araştırmamızda yer alan işletmeler, önümüzdeki bir yıllık süre içinde, yaklaşık olarak bin 400 civarında değişik alanlarda yetişmiş elemana ihtiyaç duyduklarını belirtmişlerdir. Araştırma örneklemi kapsamında ulaşılan işletmelerde istihdam edilen toplam işgücünün 10 bin civarında olduğu düşünüldüğünde, OSTİM Sanayi Bölgesinin yüzde 14 oranında bir istihdam kapasitesine ihtiyaç duy-
duğu anlaşılmaktadır. Bu kapasitenin ülkemizin ortalama kalkınma hızı olan yüzde 7’lik oranın iki katı olduğunun altını çizmek
gerekiyor.
OSTİM’de istihdam edilen mesleklerin ciddi bir istikrar içinde olduğu söylenebilir. Bir işçinin ortalama çalışma süresine ilişkin
yöneltilen sorulara gelen cevaplardan edinilen bilgiye göre, bir
meslekte uzmanlaşmış elamanlar beklenmedik sorunlar olmadıkça işlerini kaybetmemektedirler. İşten ayrılmaların çoğunlukla çalışanlar tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Araştırma örneklemi içinde yer alan işgücünün yaklaşık olarak yüzde
40’ı 6 ay ile 2 yıl arasında bir süre çalışmaktadır. Bir o kadar çalışan da 5 ya da daha fazla yıl çalışmaktadır. Emekli oluncaya kadar bir işte çalışan elemanların oranının yüzde 12 düzeyinde olması bu anlamda önemli bir göstergedir. Bu bilgilerden hareketle, belli bir alanda uzmanlaşmış bir elemanın sanayici tarafından
kolay kolay terk edilmediği sonucuna varmak mümkündür. Bu
tür elemanlar ya daha iyi ücretlere başka firmalara transfer olmakta ya da kendileri iş kurarak ayrılmaktadırlar.
‹fiGÜCÜNÜN E⁄‹T‹M‹NE ‹L‹fiK‹N TESP‹TLER
OSTİM’deki mesleki eğitim ihtiyacını karşılayacak sayıda ve yeterlilikte eğitim kurumlarının olmayışı ciddi ve önemli bir sorun
olarak dikkat çekmektedir. OSTİM havzasında eğitim hizmeti sunan bir lise, üç merkez, Fatih Üniversitesi’ne bağlı iki de meslek
yüksek okulu bulunmaktadır. Ancak bu kurumların, sanayinin ihtiyacını karşılamada son derece yetersiz kaldıkları anlaşılmaktadır. Özellikle meslek yüksek okulunun vermiş olduğu eğitimin,
sanayinin ihtiyacıyla buluşamadığının altını çizmek gerekiyor.
Araştırmada yer alan işletmeler, satış ve pazarlama, muhasebe,
bilgisayar ve yabancı dil konusunda istihdam ettikleri işgücüne
fazla eğitim vermediklerini ifade etmişlerdir. Oysa meslek yüksek okulunda bu alanlarda eğitim veren bölümler bulunmaktadır. Buradan hareketle, meslek yüksek okulunun verdiği eğitimle, sanayicinin OSTİM’de buluşamadığı söylenebilir.
İşgücü istihdamında eğitimin önemli bir faktör olarak göz önünde bulundurulduğu tespit edilmiştir. İşletmeler, eleman istihdam
ederken bunların belli bir hizmet içi eğitiminden geçirilmesine
büyük önem vermektedir. İşletmelerin görmek istedikleri eğitimlerin mesleki bilgi, uygulama becerisi ve işe yatkınlığı gibi
alanlarda yoğunlaşması önemsenmektedir. Doğrudan doğruya
işletmelerin ihtiyacıyla, başka bir deyişle üretim ve imalatla ilgili
olan bu hususların yanı sıra, işletmeciler, işgücünün kişilik yönünden de belli bir eğitimden geçmesini önemsemektedir. Kişilik olarak saygılı, efendi, uyumlu ve dürüst olması, işgücünde
mesleki bilgi ve beceriden daha fazla önemsenen bir değer olarak ön plana çıkmıştır. Bunun da iki nedeni olduğunu düşünmek
mümkündür: Birinci olarak işletmecinin, kişiliği itibariyle uyumlu birini işe kazandırmanın kolay olacağını düşündüğü sonucu çıkarılabilir.
İkinci olarak da Türk kültüründe önemsenen “ahenk” ve
“uyum”un istihdam edilecek olan çalışanlarda da görülme isteğinin genel bir eğilim olarak ön plana çıktığı söylenebilir.
OSTİM imalat sanayinde belli bir eğitimden geçmiş olmak önemsenen bir değer olmasına rağmen, işletmecilerin bu konuda dikkate değer bir performans sergilemedikleri anlaşılmaktadır. İşletmecilere yöneltilen, “çalışanlarına herhangi bir eğitim aldırıp
aldırmadığı” yolundaki soruya gelen cevapların fazla da iyimser
bir tablo ortaya koyduğunu söyleyemiyoruz. İşletmecilerin, eğitimi önemsemesine rağmen bu konuda harcama yapmaktan kaçınmasının bazı nedenlerinin olabileceği düşünülebilir. Kendilerine bu konuda yeterli bir arzın sunulamamış olması, işletmeci
olarak daha pratik ve pragmatik bir tutum içinde olmaları ve tam
kapasiteyle üretim yapamadıkları için fazla para kazanamamaları gibi birçok faktörün bunun arkasında yattığı düşünülebilir. Ancak bu konunun, bu araştırmanın boyutunu aşan nitelikte sosyolojik bir araştırma konusu olduğunu burada belirtmek gerekir.
Araştırmada elde edilen bulgulara göre sanayici, sektöre yönelik
eğitim hizmetlerini desteklemeye hazır ve istekli görünmektedir.
Araştırma kapsamında yer alan işletmelerin büyük bir kısmı, öğrencilerin işbaşında üretim süreci içinde eğitilmesi, bilgi ve becerilerini geliştirmesi için kendi işletmelerini eğitim kurumlarına
açmaya hazır olduklarını beyan etmişlerdir. Bu noktada altı çizilmesi gereken bir husus da işletme yetkililerinin, başta üniversitelerde olmak üzere eğitim kurumlarının verdiği teorik ve uygulamadan kopuk eğitimin sanayici açısından olumlu bir manzara
ortaya koyamadığını, buradan hareketle eğitimin “teorik” ve “uygulama” gibi iki ayak üzerine bina edilmesi gerektiğini acil bir ihtiyaç olarak gördüğünü belirtmek gerekiyor. Eğitimin uygulama
kısmına destek olmak için sanayicinin kendi imkânlarını eğitim
kurumlarının hizmetine sunabileceği anlaşılmaktadır.
SONUÇ
Yukarıda ayrıntılı biçimde ifade edilen genel tespitlerden hareketle geliştirilen öneriler iki ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan birincisi “mesleki eğitim”e ilişkin genel öneriler; ikincisi
üniversite-sanayi işbirliğine ilişkin öneriler şeklinde değerlendirilebilir. Bu önerilerin, özel olarak OSTİM’deki imalat sektörüyle,
genel olarak da tüm sanayi kuruluşlarında çalışmakta olan işgücüyle ilgili olduğunun altını çizmek gerekiyor. OSTİM, bir KOBİ
merkezi olarak Türkiye’deki meslek sorunuyla ilgili sorunları
resmeden örnek bir olay olarak düşünülmelidir. Bu bakımdan
yukarıda ifade edilen bulgular, ülkemizde yaşanan meslek sorunuyla ilgili genel tespitlerdir. Ancak bunların, OSTİM İşgücü
Araştırması sonucunda ulaşılan tespitlerden hareketle geliştirildiğini unutmamak gerekir.
OCAK-fiUBAT 2011 67
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
İSTİHDAM-SORUMLU İŞVERENLİK VE
ERDEMLİ İŞADAMLIĞI ANLAYIŞI
İŞ ADAMLIĞINI, SANAYİCİLİĞİ BÜTÜNSEL VE ÇOK BOYUTLU OLARAK
DÜŞÜNMEK DURUMUNDAYIZ. İŞ ADAMI KÜLTÜRDEN, SANATTAN, EĞİTİMDEN
AYRI KALAMAZ. İŞ ADAMI SOKAĞINDAKİ, MAHALLESİNDEKİ, ŞEHRİNDEKİ,
ÜLKESİNDEKİ HATTA DÜNYADAKİ FAKİRLERİ, FUKARALARI, ÖĞRENCİLERİ,
MUHTAÇLARI DÜŞÜNMEK VE KOLLAMAK ZORUNDADIR. İŞ ADAMI SAHİP
OLDUĞU KÜLTÜRÜ VE KÜLTÜREL, TARİHİ ESERLERİ YAŞATMAK, BİR SONRAKİ
NESİLLERE TAŞIMAK ZORUNDADIR.
Recep Ali TOPÇU
İktisatçı-Yönetici
68 M‹MAR VE MÜHEND‹S
anayicilik; yapılan işi sadece çalışanlarımıza
istihdam sağlamak, onların emeklerini belli
bir para karşılığında satın almak seviyesine indirgenmemeli, birlikte yol arkadaşlığı yapılan bir aile olarak görülmelidir. Çalışan da emeğini satarak
hayatını kazanmak şeklinde yorumlamamalıdır iş
yapmayı. Külli iradenin belirlediği bir kaderi olarak
hepimize vermiş olduğu rollerin neticesi bir araya
gelmiş, aynı çatıyı paylaşan, evinden çok zamanını
birlikte geçirdiği bir sosyal çatı, bir aile olarak görmelidir işyerini. Çalışma arkadaşlarının, işverenin,
işinin hakkını korumalı, vazifesini tam olarak yapmalıdır. İnancımızda, kültürümüzde sınıf kavramı
yoktur. Hepimiz Yüce Yaratıcımız’ın (cc) eşrefi mahlukat olarak yarattığı, dünyaya gönderdiği, farklı roller bahşettiği ve buradaki rolümüz bittiğinde hepimizin tabutta bir kefen ile eşit hale geldiğimiz birer misafiriz, yolcuyuz. Hepimiz insanlık platformunda eşitiz, aynı havada çamaşırlarımız kurutuluyor, aynı gök
kubbe altında yaşıyoruz. Hayat doğum ile ölüm arasındaki bir sokağın ismidir. Bu dünyadaki rolümüz
bittiğinde, sokağın sonuna geldiğimizde hepimiz aynı şekilde günahlarımız, sevaplarımız yanında sadece bir kefen ile hakka yürüyeceğiz.
İşadamlığını, sanayiciliği bütünsel ve çok boyutlu
olarak düşünmek durumundayız. İşadamı kültürden,
sanattan, eğitimden ayrı kalamaz. İşadamı sokağındaki, mahallesindeki, şehrindeki, ülkesindeki hatta
dünyadaki fakirleri, fukaraları, öğrencileri, muhtaçları düşünmek ve kollamak zorundadır. İşadamı sahip olduğu kültürü ve kültürel, tarihi eserleri yaşatmak, bir sonraki nesillere taşımak zorundadır.
Çalışanlarımız sevk-i ilahi ile bizim yanımıza gelmiş,
yol arkadaşlarımızdır, Yüce Yaratıcımız’ın (cc) bize
emanet ettiği kardeşlerimizdir. Şefkatimizi personelimize dolu dolu yaşatmalıyız. Şirketin en büyük sermayesi gönül sermayesidir. Kalbi kazanılmayan çalışanın, fiili çalışması verimli olamaz. İnsan, değerler
bahçesinin en nadide, en özel ve en güzel çiçeğidir.
S
Bu çiçeğin bakımı, geliştirilmesi, zararlı otlardan ayrılması, sulanması konusunda önemli bir görevde
işverene düşmektedir. Tabii ki, bunları yaparken çalışanlarımızda yapılanlara destek olmaları, aktif katılmaları ve iyi niyetli olmaları şarttır.
Çalışanlar kalpsiz bir makine topluluğu değildir. İnsanlar ne kadar nitelikliyse, beklentileri de o kadar
yüksektir ve sadece ücretleriyle değil, çalışma ortamının duygusal havasıylada ilgilenirler. Yetenekli insanlar, kendi kendilerinden hep daha fazlasını beklerler ve geri beslemelerle eksikliklerinin farkına
varmak isterler. İşadamı çalışanların, çevresinin hayat koçudur, onların hayatına dokunmak, sosyal, teknik becerilerini güçlendirmek zorundadır. İşveren
hiçbir karşılık beklemeden personele ilgisini, şefkatini kendisine emanet edilmiş olan çalışanından esirgememelidir. Bunu bir vazife olarak telakki etmelidir. Özel hayatında başarılı olamayan çalışanlar iş
hayatlarında da, sosyal hayatlarında da başarılı olamıyorlar. Dolayısıyla sanayiciler olarak bizlere düşen
görev çalışanların gönül kapılarından girerek onların
bakış açılarını genişletmek, şahsi hayat deneyimlerimizi, çözümlerimizi onlarla paylaşmak, yetemediğimiz noktalarda profesyonel destek almaktır.
İyi yönetici, iyi bir öğretmen olmalıdır. İyi bir öğretmen olarak iş görenlerin belleklerinde yarı uyur halde bulunan şeyleri açığa çıkararak, akıllarını kullandırmalarına yardımcı olmalıdır. Lider, yönetici çevresine enerji, coşku ve canlılık aşılayan bir kaynak
olmalıdır. Beslendiği kaynaktan aldığı enerjiyi trafo
gibi kendinden sonrakilere ulaştırmalıdır. Süreklilik
içindeki döngü içerisinde öğrenmeli, yaşamalı ve anlatmalıdır. Bu işi hep yapmalı, tekrar etmelidir. İnsan belli bir yaşa kadar almakla mutlu olduğu gibi,
belli bir yaştan sonra ise ineğin ancak sütünü verdiğinde rahatladığı bilgi ve birikimlerini paylaştığı takdirde mutlu olabilecektir. Aksi takdirde birikimleri,
deneyimleri kendisine yük olacaktır.
İş âleminin paydaşları gerek işveren, geren çalışan-
lar, gerek tedarikçiler, gerekse müşteri ve sosyal
paydaşlar iş yapmayı hayat yolculuğunun bir anı olarak görmeli, birbirine destek olarak yolculuklarını
kolaylaştırmalıdır.
Yönetimin ve yöneticinin en temel idarî görevi, ilişki
yönetimidir. Liderlik performans kriterlerimizin arasına “personel gelişim endeksi” ilave etmeli, her yıl
personelimizi gerek hayat bilgisi, ulvi değerler ve gerekse teknik beceriler alanında ne kadar geliştirdiğimizi kontrol etmeliyiz. Bir insana değer verdiğinizde,
gerçekte onu daha değerli ve daha başarılı kılarsınız.
Her zaman değerimizi azaltacak değil arttıracak insanlar ararız. Personelimize, kendilerine değer verdiğinizi bilmelerini sağlamalı, bizin için önemli olduklarını hissettirmeliyiz. Mutlu eden, mutlu olur.
Değer veren değer bulur. Hatırlayan hatırlanır.
Önemseyen önemsenir…
Erdemli bir liderin birlikte çalıştığı personelinin sadece maddi yönüyle onların geçimini sağlamak değil, mana ve manevi yönüyle ilgilenme sorumluluğu
ve irşat etme, tebliğ ve temsil etme görevi vardır.
Onların hakk ve hakikatlerle tanışması, sınıf atlamaları, hayatlarına yön ve yol vermeleri anlamında bize
de vazifeler düşüyor bir büyükleri olarak. Çevremizdekilerin, değdiklerimizin, ilişkide olduklarımızın hayattan, güzelliklerden daha fazla istifade edebilmeleri, daha mutlu, daha huzurlu insan olabilmeleri
için kepçelerini büyütmelerine destek vermeliyiz.
Mevlana hazretlerinin belirttiği üzere okyanusun büyüklüğünden ziyade bizim kepçemizin büyüklüğü
önemli. Kuyunun derinliğinden ziyade bizim ipimizin
uzunluğu önemli. Önce kendimiz kendi everestimize
çıkmaya gayret etmeli, kendimize yatırım yapmalı,
en iyimizi ortaya koymalı, devamında da çevremizdekilerin ipini uzatmaya, kepçelerini büyütmeye, gönül
bahçelerini güzelleştirmeye destek vermeliyiz.
Firma olarak fabrikamızda oluşturmaya gayret ettiğimiz ”Şirketimizde çalışmak için kalbinizde iyilik,
kafanızda bilgi, davranışlarınızda dürüstlük, hare-
ketlerinizde saygı olmalıdır” şiarı tüm çalışanlara
aşılanmalıdır. Oluşturduğumuz “İşyeri Ahlak Yönetmeliği” ile çalışanlarımızı yüksek ahlaki standartlara ulaştırmak istiyoruz. Ahlaki değerler bir üstünlük,
meziyet olarak değil vazife olarak kabul edilmelidir.
Şirket personeli bir şahsi manevinin uzuvlarıdır. Geleceğe giden bir geminin tayfalarıdır. El gözün ayıbını görmez, belki yardım eder. Tüm personel birbirini
tamamlar. Elin içi iş yapar, ancak üstü öpülür. Her
ikisi birbirini tamamladığında el olur. Burada yönetim, liderlik elin üstünü temsil ederken, tüm personel ve organizasyon mensupları da elin içini temsil
eder. Elin üstünün öpülebilmesi için elinin içinin güzel iç sonuçları üretmesi gerekmektedir.
Çalışanlarımızı bir çalışan gibi değil önce bir insan
gibi seven, kabul eden yönetici olmalıyız. Çalışanlarımızla iyi günlerini, anlarını paylaşmalıyız. Saatler,
günler, aylar diyalogsuz ve paylaşımsız geçmemeli.
Aksi takdirde bir süre sonra tek paylaşım konusu
sorunlar veya aksilikler oluveriyor.
İşveren olarak, çalışan olarak, insanlar içinde bir insan olarak geldiği zaman sevinilen, ortamı, ruhları
genişleten, aydınlatan, neşe ve huzur katan, pozitif
enerji taşıyan şeker insanlar olmalıyız. Gittiğimizde
ise insanların üzüldüğü, boşluğu doldurulamayan, iz
bırakan insan olmalıyız. Geldiğinde üzünülen, ortamı
ve ruhları kakartan, negatif enerji taşıyan, gittiğinde
ise insanları sevindiren ve is bırakan insan kesinlikle olmamalıyız. Taşlanan değil, taçlanan insan olabilmek ne güzel…
İşveren erdemli olmaya gayret ederken, personelin
de daha kanaatkâr olmaya gayret etmesi, alan değil
veren biri olmaya çalışması, vefalı ve dürüst insanlar
olmaları beklenmektedir.
Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş. Yüce Yaratıcımız hepimize hoşnut olacağı bir hayat yaşamayı
ve hoş seda bırakmayı nasip eylesin. Gönül tarlanızın suyu olan sevginiz eksilmesin. Yolunuz açık, ışığınız bol olsun. Su gibi aziz olun.
Yönetimin ve
yöneticinin en temel
idarî görevi, ilişki
yönetimidir. Liderlik
performans
kriterlerimizin arasına
“personel gelişim
endeksi” ilave etmeli,
her yıl personelimizi
gerek hayat bilgisi, ulvi
değerler ve gerekse
teknik beceriler
alanında ne kadar
geliştirdiğimizi kontrol
etmeliyiz.
OCAK-fiUBAT 2011 69
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
BEYİN GÖÇÜ, NEYİN GÖÇÜ?
BEYİN GÖÇÜ İLE İLGİLİ ESKİ TANIMLARI VE ALGILARI GÜNCELLEMEMİZ GEREKİYOR.
ARTIK ÖNEMLİ OLAN MİLLİ BEYİNLERİMİZİN DÜNYANIN HANGİ COĞRAFYASINDAN
SİNYAL VERDİĞİ DEĞİL, HANGİ MERKEZE KAR SAĞLADIĞIDIR.
Ertan KİRİK
Uluslararası
İlişkiler
70 M‹MAR VE MÜHEND‹S
urtdışına yüksek lisans veya doktora yapmaya giden akademisyenlerin çoğu dönmüyor.
Bunlardan devlet bursuyla gidenler ağırlaştırılmış maddi bedeller ödeme pahasına gittikleri ülkelere yerleşiyorlar. Neden?
Mavi yakadan beyaz ve hatta altın yakaya kadar özel
sektör çalışanları için yurtdışından gelen teklifler
çoğu zaman cazip görülüyor ve kabul edenler gittikleri yerde kalıyor, dönenler gitmenin yollarını arıyor.
Neden?
Bunlar kendimizi bildik bileli gördüğümüz, duyduğumuz, dinlediğimiz ve artık kanıksadığımız Türkiye
gerçekleri. Genel adıyla: Beyin göçü.
Peki, tüm beyinlerimizi Misak-ı Milli sınırları dâhilinde tutmak mümkün mü? En önemlisi de yararlı
mı? Daha cesurca soralım: Beyin göçü tamamen
zararlı mı? Yoksa yararları var mı? Zararlarından
korunabilir ve ondan faydalanabilir miyiz?
Daha sarsıcı sorular da var sırada:
•Yabancı bir firmanın Türkiye ofisinde çalışan yerli
beyinleri göçmüş mü saymalıyız?
•Yerli firmalarımızın sayıları hızla artan yurtdışındaki üretim tesislerinde veya satış, pazarlama veya dağıtım üslerinde çalışan arkadaşlarımızı hangi kategoriye alacağız?
•Ya Türk ve yabancı ortak girişimlerinin burada veya yurtdışında istihdam ettiği vatandaşlarımıza ne
demeli?
Görüldüğü üzere, sermayenin son derece likit hale
geldiği bu karmaşık serbest piyasa ortamında kurumun yerinden ziyade faydanın merkezi belirleyici
oluyor. Meşhur tabirle “parayı takip etmek” bizi doğ-
Y
ru adrese götürüyor. Dolayısıyla eski tanımları ve algıları güncellememiz gerekiyor. Artık önemli olan
milli beyinlerimizin dünyanın hangi coğrafyasından
sinyal verdiği değil, hangi merkeze kar sağladığıdır.
Sözü fazla uzatmadan minik bir araştırmanın çarpıcı sonuçlarına getirmek istiyorum. Öteden beri “Beyinler Göçü”nün çıkış noktası olarak bilinen Boğaziçi Üniversitesi’nin mezunları arasında bir sorgulama yaptık. İlginçtir ki katılımcıların hemen hiç biri
beyin göçü kavramının negatif çağrışımlarına katılmıyor. Dahası, hemen hepsi eşit şartlar sağlandığında ülkeye geri dönmeye can atıyor. Ama tabi ki
eşit şartlar maaşlar ve primlerden ibaret değil: Özgürlükler, demokrasi, beceri ve başarıya verilen değer, kurallar, temizlik, düzen, vs.
Buradan da anlaşılıyor ki yapılması gereken gidenleri engellemeye yönelik tedbirler almak değil, onları cezp edecek ortam sağlamak.
Öne çıkan 5 örneği tabloda sunuyoruz. Görüleceği
üzere farklı ülke ve meslek gruplarından profesyoneller genelde aynı noktalara temas ediyorlar.
Yazımızı yine Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler mezunu, birçok önemli firmada
başarılı bir üst düzey yönetici olarak görev yapmış Ejder Ormancı’nın çarpıcı cümleleriyle bitirelim:
“Ben maalesef şimdiye dek yurt dışına sadece iş gereği kısa ziyaretler için gittim. Ama bir fırsatını bulursam, en uzak yere kaçacağım ve inşallah bir daha hiç geri dönmeyeceğim.”
Hepimize düşen, kimsenin bu düşünceyi aklından
bile geçirmeyeceği bir ortam oluşturmak. Haydi,
hep beraber…
OCAK-fiUBAT 2011 71
AHMET LEVENT SERTTAŞ
Guney Afrika, Ingiltere ve
Birlesik Arap Emirlikleri
7 yil
Finansal yonetim
Evet
Evet
Bence beyin gocu icinde olumsuz bir anlam
barindiriyor. Sanirim son 10-20 yilda bu
tamlamanin hep olumsuz kullanilmasindan
kaynaklanan bir sorun.
Benim kanaatim Turkiye'den insanlarin
Avrupadaki meslektaslari kadar yurtdisinda
gorev almalari gerektigi yonunde
Kesinlille engellenmemeli
Oz guven ve teknik gelisme
SORULAR
1. Hangi ulkede yasiyorsunuzyasadiniz?
2. Ne kadar zamandir?
3. Ne isle mesgulsunuz?
4. Size saglanan sartlar
Türkiye'deki esdeger pozisyona
gore daha mi iyi?
5. Ayni veya tatminkar sartlar
saglansa ulkenizde yasamayi
dusunur musunuz?
6. Sizce beyin gocu ulkemiz
icin zararli mi, faydalari da var
mi? Aciklar misiniz?
7. Zararli oldugunu dusunuyorsaniz nasil engellenebilecegine
inaniyorsunuz?
8. Yurtdisi deneyimi size neler
katti?
Allah'a Sukran hissimi guclendirdi. yapilmasi gereken hedef ufkunu cok daha
otelere goturdu. Basimiza is cikartti.
Zararli degil bilakis faydalidir. Kalifiye elemanlar beyin gocu ile gitmezse yeni ufku
acik beyinler ortaya cikmaz. Yeni nesle rol
model olmalari acisindan beyin gocu
olmali.
Beyin gocu faydalidir, vatan Turkiye ve
misak-i milli sinirlari ile daraltilamaz.
Suurlu bireyin var olmasi esastir nerede
olursa olsun vatani icin yapacagi cok buyuk
isler vardir. Dunya capinda etkin olan kuruluslari ulkemizde olusturmak icin calismak
gereklidir ama olusmasi icin de beyin
gucunu niteliksiz islerde beklenti icersinde
bulundurmak yersizdir. Etkin kuruluslarda
vatanini seven bireylerin olmasi daha
onemlidir.
Eger manevi sartlar olarak esdeger bir sart
da dahil edilirse evet yoksa maddiyattan ote
ic huzur onceliklidir.
MEHMET ALİ EROĞLU
Azerbaycan, Rusya Federasyonu Dağıstan
bölgesi
2 + 4 yıl
Öğretim Üyesi
Ozluk haklari (SGK+Saglik+ bazi tazminat )
vs net ele gecen miktar cihetiyle esdeger,
TR ulasim, konut kirası, ev esyası taşıma
veya yenileme cihetiyle negatif.
8 yıl
Öğretim Üyesi, think tank yöneticisi
Maas olarak daha farkli, genelde daha iyi
TR'de net 3 milyar alacakken burada net 5
000 dolar alabiliyorsunuz
Mesele sadece maddi degil, kurallarin
oturmus olmasi, temizlik, duzen, trafik, dolayisiyla stres, siyasi ve dini ozgurluk, hepsinin gocte onemi var.
Gidenler donerlerse faydali hale gelir; gelismis ulkeleri gormek, oranin nimetlerinden istifade etmek, donuldugunde onlari da
ulkemizde gormek icin gayret sarfetmek.
Ama insanlığa hizmet boyutuyla dusunurseniz, oralara sizin kulturunuzu anlayisinizi
goturmesi acisindan faydali denilebilir..
83-84 ve 95-97 olmak üzere toplam 3 yıl.
Makina Mühendisi
İlki daha fazlaydı ama ikincisi aynı
Hayır, özel nedenlerden gittim.
Uluslararası ortamda çalışmak faydalı.
Mutlaka diğer kültürlerde yetişmiş meslektaşlardan öğrenilen konular var. Daha
sonra Türkiye’de çalışırken o ülkelerle
yapılacak işlerde bilgi ve görgü avantajları
sağlıyor.
Eğer çalıştığınız ortam bilgi ve görgünüze
katkıda bulunmuyorsa, zaman kaybıdır.
Yurtdışı deneyimi, çeşitli ülkelerdeki
mühendis kalitesi, iş disiplini, iş kültürü
hakkında bilgilenmemi sağladı.
10 yıl
IT Direktoru
Önce aynıydı, şimdi daha iyi. Ancak İngiltere
gibi pahalı ülkelerde hayat pahalı
olduğundan kimi standartlarınız yükselirken ükenizde sıradan olan bazı imkanlar lüks kalabiliyor.
Evet, ama çocukların eğitimlerini tamamlamaları ya da bizler yanlarında olmadan
devam ettirebilme durumuna gelmeleri
şartıyla.
Düşünce ufkum ve global anlayışım burada
geçirdiğimiz süre zarfında muazzam bir
şekilde genişledi Eğer Türkiye bu potansiyeli kullanabilirse büyük faydaları olacaktır. Beyin göçünü engellemeye
çalışmaktansa, ters beyin göçünü
destekleyecek politikalar geliştirmenin
daha anlamlı olacağını düşünüyorum.
Global bir dünyaya doğru hızla ilerliyoruz.
Parlak beyinlerin bu çekim merkezlerine
gitmeleri bir nevi kaçınılmaz. Daha çok bilgi
ve iş merkezlerini Türkiye’ye nasıl çekebiliriz, bunun üzerinde yoğunlaşmamız
gerekir.
Global bir bakış açısı kazandım. Öncelikle,
eğitim sistemimizin ve diğer etki
odaklarının Türkiye’de iken bizi ne kadar
kısıtlı bir pesrpektifle sınırladığını gördüm.
Çocuklarımın burada aldığı eğitimi
yakından takip etme fırsatı buldum ve
aradaki farkların ne kadar büyük olduğunu
farkettim. Öğretimin ezberden ziyade, fikir
geliştirme, karşılaştırma ve araştırma yapmaya dayalı olduğunu ve öyle de olması
gerektiğini gördüm. Bizim iş bitirme pratikliğimizin burada olmamasının işlerin nasıl
gecikmesine yol açtığını fark etmekle birlikte, planlamaya verilen önemin nasıl
sağlam ve kalıcı sonuçlar ortaya çıkardığını
doğrudan yaşadım. Şu anda da araştırma
ve geliştirme alanında dünya sıralamasında
ilk on içinde yer alan bir üniversitede
çalıştığım için, eğitim öğretim ve teknoloji
alanlarında bilgi birikimimi önemli ölçüde
genişlettiğimi düşünüyorum.
Din ve fikir ozgurlugu.. Insanlari ideolojilerinden ziyade yaptiklariyla degerlendirme,
temizlik, duzen, haklara saygili olma, kurallara uymanin onemi, cezalarin yaptirimi
olmasi ve insanlari daha duzenli olmaya
sevk etmesi
Gerek gidisleri engellemek, gerekse donusleri artirmak icin, ulkemizdeki her alanda kaliteyi artirmak gerekiyor. Maalesef
ozellikle universitelerimiz Amerikadakilerle
kiyaslayinca cok cok kotu durumda ... bilim
uretilmiyor, siyaset, ideoloji on planda, gerekli alt yapi bir cok universitede yok.. sistem hem burokraside hem de akademik
ortamlarda daha cok fayda uretmeye ve
verimli olmaya gore dizayn edilmemis, basarili olanlar mukafatlandirilmiyor.. torpil
rusvet adam kayirma vs on planda. bunlar
da dolayisiyla insanlarin geri donmesini geciktiriyor yada isteksiz hale getiriyor..
ALİ YURTSEVER
AMERİKA
AKİF ÖZMEN
Suudi Arabistan
M. OKAN KİBAROĞLU
İngiltere
DOSYA: ‹ST‹HDAM MAKALE
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE HİZMETLERİN
SERBEST DOLAŞIMI VE TÜRKİYE
AB’YE TAM ÜYE OLMA YOLUNDA CİDDİ ADIMLAR ATMAYA BAŞLADIKTAN SONRA,
HİZMETLERİN SERBEST DOLAŞIMININ GETİRDİĞİ HAKLARI TANIMA ANLAMINDA OLMASA
DA YABANCILARIN YAPMASI YASAK OLAN MESLEKLERDE VE YABANCILARIN TÜRKİYE’DE
ÇALIŞMA ŞARTLARINDA ÖNEMLİ LİBERALLEŞTİRMELER YAŞANMAKTADIR.
Yrd. Doç. Dr.
Özlem YÜCEL
M. Ü. İİBF
Öğretim Üyesi
72 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ilattan Sonra 476’da Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa’nın
tek bir devlet haline getirilmesi için Şarlman’dan Napolyon’a, hatta Hitler’e kadar birçok siyasi ve askeri faaliyet yapılmıştır. Fakat bütün bu başarısız örneklerden ders alan Avrupalılar, gözlerini
başarılı örneklere yöneltmişlerdir. 200’den fazla
devletten 1871’de tek bir devlet oluşturan Almanya’nın birliğini gerçekleştirme sürecini incelediklerinde Almanların önce aralarında gümrük birliği
(zollverein) gerçekleştirip, ekonomik birliğe ulaştıktan sonra kolayca siyasi birliği sağladıklarını tespit
ettiler. Bundan ilham alarak II. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasından Avrupa’da tek bir devlet ideali
gerçekleştirmek için yapılan faaliyetlerde strateji
önce ekonomik birlik, bunda başarılı olduktan sonra
Avrupa’da siyasi birlik oldu.
İşte Avrupalı devletler arasında ekonomik birliği
sağlamak için Avrupa Birliği (AB) üyesi devletler
arasında oluşturulan AB Hukuku’nda getirilen 4 temel özgürlükten (1. Malların serbest dolaşımı, 2. Kişilerin serbest dolaşımı, 3. Sermayenin serbest dolaşımı) birisi de hizmetlerin serbest dolaşımıdır.
Hizmetlerin serbest dolaşımı, AB üyesi devlet vatandaşlarının ücret karşılığı sınıraşan hizmetlerde bulunduklarında AB Hukuku’na tabi olarak yararlandığı bir özgürlüktür. Bu özgürlükten AB üyesi devletlerin vatandaşları, AB üyesi ülkelerde yaptıkları sını-
M
raşan ücretli hizmetlerde yararlanabilirler. Yabancılık unsuru taşımayan ve ücret karşılığı olmayan faaliyetler hizmetlerin serbest dolaşımına dahil değildir. Hizmet yükümlüsü ile hizmet alacaklısı farklı AB
üyesi ülke vatandaşları olabileceği gibi hizmet yükümlüsü sınıraşan durumunda olmadan, bizatihi
hizmetin kendisi de sınıraşan durumunda olması da
yeterlidir (bankacılık, sigortacılık hizmetleri gibi).
Hizmetlerin serbest dolaşımını yine AB Hukuku’nda
bulunan yerleşme özgürlüğünden ayırmak çok zor
hatta zaman zaman imkansızdır. Hizmetin devam
süresi, hizmet için oluşturulan teşkilatın kapsamı ve
faaliyetin niteliği yerleşme özgürlüğüyle etkileşimini
etkiler. AB üyesi ülkelerdeki ağır yerleşme şartları
hizmetlerin serbest dolaşımından yararlanmayı zorlaştırabilmektedir.
Bazı durumlarda hizmetlerin serbest dolaşımının
malların serbest dolaşımıyla da etkileşimi olur. Örneğin; televizyon sinyallerinin gönderilmesi.
Hizmetlerin serbest dolaşımı sermayenin serbest
dolaşımındaki hizmetleri de bu alandaki liberalleşmeye bağlı olarak kapsamaktadır.
Hizmet yükümlüsü hizmetini geçici olarak hizmetin
verileceği AB üyesi devlet ülkesinde yaparken, o
devletin kendi vatandaşlarına da tanıdığı eşit şartlara tabi olur. Ancak bu eşitlik, her zaman sanıldığı
kadar elverişli bir ortam sağlamaz. Örneğin AB üyesi ülkede hizmetin yapılabilmesi için o ülkede ika-
met ediyor olma şartı gibi. AB Adalet Divanı bu konudaki bir davada ikametgahın bir kısıtlama sebebi
olamayacağına karar vermiştir. Yani ikametgah şartı konularak başka bir AB üyesi devlet vatandaşının
hizmet vermesinin engellenemeyecektir.
Hizmetlerin serbest dolaşımında, hizmetin yapıldığı
AB üyesi devletin şartlarının tamamına uyulması yani eşitlik artık temini zorunlu bir kamu menfaati varsa uygulanabilecektir. Artık her bir hizmette, AB
üyesi devletteki mevcut hukuki şartlar, gereklilik ve
uygunluk mülahazası dikkate alınarak, bu ölçüye
uyup uymadığı belirlenecektir. Örneğin, mimarlık,
mühendislik gibi mesleklerde AB üyesi devletlerin
mevzuatlarda bulunan vatandaşlık, ikametgah gibi
ayırımlarla başka bir AB üyesi devlet vatandaşının
mesleğini icrası, hizmetlerin serbest dolaşımı kuralı nedeniyle engellenemeyecektir.
Karşılıklılık şartı hatta mesleğin ifası için yer bulma
şartlarındaki farklılıklar da açık ayrımcılık sayılmıştır. Ayrıca bu gibi açık ayrımcılıklar yanında dolaylı
olarak getirilen ayrımcılıklar da yasaklanmıştır.
Hizmetlerin serbest dolaşımıyla ilgili AB üyesi devletlerdeki kısıtlamalar bir süreç sonrasında tamamen kaldırılmıştır. Ancak bu konuda AB üyesi devletler ancak kamu düzeni, kamu güvenliği, kamu
sağlığı ve kamu otoritesinin kullanılması gerekçesiyle kısıtlamalar getirilebilir.
Bunlardan kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu
sağlığı çok geniş ve ülkeden ülkeye değişebilen kavramlar iken istisna olarak kullanılmasında ancak
dar bir uygulama alanı bulabilir. Özellikle AB Adalet
Divanı kararlarıyla bu kavramların istisna olarak
kullanılmasında oldukça dar yorumlamaktadır. Örneğin kamu düzeni gerekçesiyle yerleşme, çalışma
ve hizmet verme özgürlüklerinin kısıtlanması ancak
gerçek ve ağır tehlike teşkil etmesi ve toplumun
menfaatinin bundan haleldar olması halinde mümkündür. Burada da kendi vatandaşında kamu düzenini bozmayan bir şey başka bir AB üyesi devlet vatandaşı için kamu düzenini bozuyor olamaz.
Kamu otoritesinin kullanılması kavramı da dar anlamda yorumlanmakta ve egemenlik hakkına dayanılarak kamu otoritesinin kullanıldığı hallerde hizmetlerin serbest dolaşımının bir üye devlet tarafından engellenmesine izin verilmektedir.
Örneğin, avukatlık mesleği yarı resmi bir görev olduğundan AB Adalet Divanı tarafından tartışılmıştır.
Mahkeme avukatlık mesleğinin bu istisnaya girmeyeceğini, kamu otoritesi istisnasının ancak bu gücün
doğrudan kullanılması ve o gücün bizzat temsil edilmesi durumunda geçerli olacağına karar vermiştir.
Bu kritere uyan bir mesleğin de noterlik olacağını
başka bir kararında belirtmiştir.
Hizmetlerin serbest dolaşımında AB üyesi devletler
arasındaki uyumlaştırma ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi uzun zaman almıştır. Bütün serbest
Hizmetlerin serbest
dolaşımı, AB üyesi
devlet vatandaşlarının
ücret karşılığı sınıraşan
hizmetlerde
bulunduklarında AB
Hukuku’na tabi olarak,
yararlandığı bir
özgürlüktür. Bu
özgürlükten AB üyesi
devletlerin
vatandaşları, AB üyesi
ülkelerde yaptıkları
sınıraşan ücretli
hizmetlerde
yararlanabilirler.
OCAK-fiUBAT 2011 73
DOSYA: ‹ST‹HDAM
Hizmetlerin serbest
dolaşımıyla ilgili AB
üyesi devletlerdeki
kısıtlamalar bir
süreç sonrasında
tamamen
kaldırılmıştır. Ancak
bu konuda AB üyesi
devletler ancak
kamu düzeni, kamu
güvenliği, kamu
sağlığı ve kamu
otoritesinin
kullanılması
gerekçesiyle
kısıtlamalar
getirilebilir.
74 M‹MAR VE MÜHEND‹S
mesleklerle ilgili olmasa da bazıları için özel yönergeler kabul edilmiştir. Yüksek okulları diplomalarının tanınması, yerleşme ve hizmet alanındaki kısıtlamaları konusunda da yönergeler yapmışlardır.
Türkiye’nin durumuna gelince; bu konuda bizim tarihten gelen bir hassasiyetimiz bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında devletin başına
önemli sorunlar açan konulardan biri olan kapitülasyonlar içinde sadece yabancı malların serbest
dolaşımı değil, yabancıların ülkemizde her türlü
mesleği yapmada serbestlik getiren yani bir nevi
hizmetlerin serbest dolaşımını sağlayan hükümler
bulunmaktadır. Kapitülasyonlar, Lozan Barış Andlaşması’nın görüşmeleri sırasında bizi en fazla uğraştıran konulardan olmuştur. Bütün ısrarlarına
rağmen kararlı tutumumuz karşısında kazanılmış
haklar dışında bu haklarından vazgeçmek zorunda
kalmışlardır. Lozan Barış Andlaşması’ndan sonra
Türkiye’de çıkarılan yeni yasalarla birçok mesleğin
yabancılar tarafından yapılması yasaklanmıştır.
Hatta kapitülasyonlara olan aşırı bir tepki olarak yabancılara yasaklanan meslekler içinde bekçilik, kapıcılık, garsonluk, hamallık, berberlik gibi meslekler
de bulunmaktaydı.
AB’ye tam üye olma yolunda ciddi adımlar atmaya
başladıktan sonra, hizmetlerin serbest dolaşımının
getirdiği hakları tanıma anlamında olmasa da yabancıların yapması yasak olan mesleklerde ve yabancıların Türkiye’de çalışma şartlarında önemli li-
beralleştirmeler yaşanmaktadır. Bu yeni düzenlemeler sadece AB çerçevesinde değil, dünya çapında
yapılan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından hazırlanan GATS (General Agreement on Trade in Service=Hizmet Ticareti Genel Andlaşması) nedeniyle
de yapılması uygun olan düzenlemelerdir. AB Hukuku’nda olduğu kadar haklar tanımasa da GATS ile
dünya çapında da hizmetlerin serbest dolaşımının
sağlanmaya çalışılmaktadır.
AB’ye karşı halen hizmetlerin serbest dolaşımı konusunda bir yükümlülüğümüz yoktur. 1963 Ankara
Andlaşması ve 1995 Gümrük Birliği konusundaki Ortaklık Konseyi kararıyla Türkiye’nin hizmetlerin serbest dolaşımı konusunda ciddi bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Gümrük Birliği kararı zaten adından da anlaşılacağı gibi malların serbest dolaşımını
düzenlemiştir. Ayrıca 1963 Ankara Andlaşması ile
Türk vatandaşlarının serbest dolaşım hakkı 1987 yılından itibaren AB üyesi devletlerce uygulanması yükümü halen uygulanmamaktadır ve Türkiye tam üye
olsa bile uygulanmayacağı yönünde AB içinde kararlar alınmaktadır. 1963 Ankara Andlaşması’nı açıkça
ihlal eden AB tutumunu tartışmadan şunu belirtmeliyiz ki hizmetlerin serbest dolaşımının uygulanabilmesi için hayati önemi olan kişilerin serbest dolaşımı ve yerleşme serbestisinin sağlanmadan Türkiye’nin AB üyeliği durumunda hizmetlerin serbest
dolaşımının Türkiye ile AB arasında karşılıklı olarak
hakkıyla uygulanması mümkün olmayacaktır.
KENTVEYAfiAM
NİSF-İ CİHAN;
İSFAHAN
İSFAHAN TARİHİN CANLI ŞAHİDİ... İSLAM MİMARİSİNİN AÇIK HAVA
MÜZESİ… BEYLERİN, HAKANLARIN, ŞAHLARIN, ALİMLERİN,
SANATKARLARIN MEMLEKETİ… SELÇUKLUNUN, İLHANLININ, SAFEVİNİN
BAŞKENTİ… LAKİN İSTERSEN ÇÖLDE BİR SERAP, BİR VAHA, BİR HAN,
TÜM CAZİBESİYLE BEKLİYOR SENİ ŞARK’IN BÜYÜSÜ İSFAHAN…
76 M‹MAR VE MÜHEND‹S
YAVUZ SARI / Mimar
Ç
ÖLÜN ortasında bir zümrüt, Zayendehrud Nehri’nin suladığı bir vaha, Şark’ın yıldızı, tarihin görkemli aynası, Selçuklu’nun bestesi, İlhanlı’nın
güftesi, Safevi’nin gür sesi, açık hava müzesi, minareler
şehri İsfahan…
İsfahan Eyaleti'nin merkezi olan İsfahan şehri, İran’ın Tahran ve Şiraz’dan sonra üçüncü büyük şehridir. Nüfusu
2006 yılı verilerine göre 1.5 milyon civarındadır. İsfahan,
hem önemli bir tarım kenti, hem de İran'ın büyük sanayi
merkezlerinden biridir. İsfahan’ın içinden geçen Zayendehrud Nehri, İsfahan’ın tarihte bir cazibe merkezi olmasını sağlayan önemli unsurlardan biridir. Bahtiyari Dağları’ndan doğup, batıdan doğuya Gavhûni Bataklığı’na kadar
akan nehrin üzerinde Urgan Köprüsü, Zamanhan Köprüsü,
Kelle Köprüsü, Baba Mahmud Köprüsü, Flavercan Köprüsü, Marnan Köprüsü, Siyose Köprüsü, Haco Köprüsü, Sehristan Köprüsü, Desti Köprüsü, Verzene Köprüsü gibi çok
sayıda tarihi köprünün yanı sıra Filizî Köprüsü, Âzer Köprüsü, Firdevsî Köprüsü gibi modern köprüler bulunmaktadır. Ayrıca nehrin çevresinde büyük güzel bahçeler, mesire yerleri, müzeler, sanat merkezleri, çay bahçeleri ve mimari şaheserler yer almaktadır.
İsfahan, tarih boyunca, coğrafi konumu ve doğal kaynakları dolayısıyla, İran’ın önemli yerleşim merkezlerinden biri
olmuştur. İran’da kurulan birçok medeniyet ve devletin ya
başkenti ya da önemli şehirlerinden biri olmayı sürdürmüştür. Bu durumu hazırlayan sebeplerin en önemlilerinden biri, Asya’dan Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa’ya giden coğrafyada yer almasıdır. Bununla birlikte, İsfahan’ın
birçok şehirden farklı bir tarihi serüveni vardır. Tarihi boyunca İsfahan’da varlık gösteren yönetimler, bu kenti ele
geçirebilmek için önce savaş açmış ve şehri tahrip etmişler, sonra burada büyük imar faaliyetlerine girişmişlerdir.
İsfahan’ın tarihi M.Ö 4. bin yıla kadar dayanır. Şehir bu dönemde İlamlıların hâkimiyetindedir. M.S. 224-652 yıllarını
kapsayan Sâsâni devrinde şehir yönetim merkezidir. Sâsâni döneminden günümüze kalan iki eser; Ateşgâh Tepesi’nde bulunan Zerdüşt Ateşegedesi ve Zayendehrud Nehri üzerindeki Şehristan Köprüsü’dür. Hz. Ömer devrinde
Müslümanlar tarafından fethedilen İsfahan yaklaşık 300 yıl
boyunca Arap hakimiyetinde kalmıştır.
İsfahan tarihinde en önemli dönemlerden birisi Büyük Selçuklu Devleti hakimiyetinde kaldığı yıllardır. Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey zamanında önce Nişabur’da olan devlet merkezi, daha sonra 1043 yılında Rey kentine taşınmıştır. Alparslan zamanında da Rey kentinde kalan devlet
OCAK-fiUBAT 2011 77
KENTVEYAfiAM
İsfahan, tarih boyunca, coğrafi konumu ve doğal kaynakları
dolayısıyla, İran’ın önemli yerleşim merkezlerinden biri
olmuştur. İran’da kurulan birçok medeniyet ve devletin ya
başkenti ya da önemli şehirlerinden biri olmayı sürdürmüştür. Bu
durumu hazırlayan sebeplerden biri, Asya’dan Mezopotamya,
Anadolu ve Avrupa’ya giden coğrafyada yer almasıdır.
merkezi, oğlu Melikşah zamanında İsfahan’a nakledilmiştir. İsfahan onun zamanında, günümüze kadar gelecek önemli
mimari eserlerin inşa alanı olmuştur. İslam cami mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan İsfahan Mescid-i Cuması’nın çekirdek yapısı o dönemde oluşur.
Ardistân, Zevvare Mescid-i Cumaları, Ali,
Çihil Duhteran, Sariban gibi minareler de,
o dönemden günümüze kadar gelen örneklerdir.
Selçuklular sonrası şehre hakim olan İlhanlılar, Selçuklular’ın başlattığı inşa faaliyetlerini devam ettirmiş ve şehre
önemli eserler kazandırmışlardır. Bu
eserlerden günümüze kalan bazıları; Oştorcân Mescid-i Cuması, Aziran ve Deşti
Camileri ile Baba Kasım Türbesi, İmamiye
Medresesi, Bağ-i Kuşhane Minaresi’dir.
1335 – 1393 yılları arasında İsfahan’a Mu78 M‹MAR VE MÜHEND‹S
zafferiler hâkim olur. İsfahan Mescid-i
Cuması’nın doğu tarafındaki Suffe-i Ömer
(Medrese-i Ömer) olarak bilinen medrese
kısmı bu dönemde (1366-1367) ilave edilir.
Derdest minarelere bitişik Sultan Baht
Ağa Hanım’a ait türbe de yine bu dönemden günümüze gelmiştir. Timur 1387'de
İsfahan’ı alır ve şehir 1453’e kadar Timurlular’ın elinde kalır. Şahşahan Türbesi ve
Mescid-i Cuma’nın bazı eyvanları, batı tarafındaki Beytü'ş-şitâ bu dönem eserlerindendir.
1453'de İsfahan, Karakoyunlular'ın eline
geçer. Mescid-i Cuma’nın ana eyvanında
bazı panolar, yine Mescid-i Cuma güney
eyvanı üzerinde yükselen çifte minareler
Karakoyunlu dönemi eseridir. Cihan Şah
devri eseri olan 1453 tarihli Derb-i İmâm
da bu dönem yapılarına örnektir.
İsfahan, 1469'da Akkoyunlular'ın eline ge-
çer. Akkoyunlu Rüstem'in 1496'da yaptırdığı Derb-i Köşk bu dönem eserlerine örnektir. Mes'ûdiye Türbesi, bir başka Akkoyunlu eseridir.
İsfahan 1501’de Safevîler'in hâkimiyetine
girmiştir. İsfahan, Kanuni Sultan Süleyman zamanında bir süre için de olsa, Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Safeviler,
1501–1725 yılları arasında İsfahan’a hükmetmişlerdir. İsfahan’da mevcut eserlerin çoğu bu döneme aittir. Şah I. Abbas'ın
başşehri buraya taşımasıyla 1597'de Şahlık merkezi haline gelmiştir. İsfahan günümüzdeki ana şeklini, Safeviler zamanında almıştır. Bu dönemde İsfahan tekrar ‘Nısf-ı Cihan’ lakabını alır. 17. yüzyılda
yapılan ve günümüzde dünyanın en büyük
meydanlarından birisi olan Nakş-ı Cihan
Meydanı, Unesco tarafından Dünya Mirası
listesine dahil edilmiştir. Çevresindeki
eserler hem kendi estetik değerleri hem
de şehrin siluetine katkıları bakımından
önemlidir. 512m. x 159 m. boyutlarındaki
meydan çevresinde; Şeyh Lütfullah Camii, Mescid-i İmam, Âlî Kâpû Köşkü ve çarşılar yer almaktadır.
Safevi dönemi, İsfahan’da el sanatlarının
da zirveye ulaştığı bir dönemdir. Bu dö-
nem bronz işçiliğinde dünyanın en iyi örneklerini sunar. İsfahan metal oyma islerinin önemli merkezlerindendir. Bakır ve
bronz eşya satan dükkanların çoğu hala
İsfahan’dadır.
Kaçarlar döneminde (1753–1925) başkent
Tahran’a alınır. İsfahan’daki Mescid-i Seyyid, Rahim Han ve Rüknülmülk Camileri
bu dönem eserlerindendir.
I. ve II. Dünya Savaşları’nda Rus ve İngiliz
işgaline uğrayan İsfahan, II. Dünya Savaşı
sonrasında işgalden kurtulur.
İsfahan, düzenli şehirciliği, büyüleyici mimarisi, doğal güzellikleri ve ılıman iklimi
ile diğer İran şehirlerinden farkını ortaya
koyuyor. Şehrin bu olumlu havası insanlarına da yansıyor. İsfahanlılar, şehirlerine
ve tarihlerine sahip çıkıyor. İnsanlarının
kültür ve bilinç düzeyi yüksek. Tarihi dokuyu bozacak ve çevreye zarar verecek
yapılaşmaya müsaade etmiyorlar. Eski
eserler restorasyon çalışmalarıyla onarılıyor ve gelecek nesillere miras olarak bırakabilmek adına özenle korunuyor.
İsfahan, birçok güzel bulvarıyla, köprüleriyle, saraylarıyla, camileriyle ve minareleriyle İslami mimariyi en güzel şekilde
yansıtan şehirlerden birisidir. Nakş-ı Ci-
han Meydanı’nda bulunan Ali Kapu, Safevi
hükümdarı Şah Abbas’ın istirahat mekanı
ve aynı zamanda hükümet sarayıdır. Yapı
çinileri, alçı motifleri, oymalı ahşap sütunları, minyatürleri ve nakışlarıyla büyüleyici
bir atmosfere sahiptir. Meydana komşu
diğer bir yapı olan İmam Mescidi, çifte minareli taç kapısı ve çinilerle kaplı mavi
kubbesiyle, gök kubbenin ihtişamını yer
kürede yansıtıyor. Siesepol Köprüsü, 33
kemerli yapısıyla Zayende Nehri üzerinde
inci bir gerdanlık gibi uzanırken, Chubi ve
Hace Köprüleri bu seti tamamlayan takılar olarak göze çarpıyor. Köprülerin ayaklarında bulunan çayhaneler, çayınızı yudumlarken bu güzellikleri doya doya seyretmeye imkan sağlıyor.
Çehel Sütun (40 sütun) güzel bir gül bahçesi içinde, 17.yy'dan kalma bir köşk yapısıdır. Ön cephesindeki 20 büyük ahşap sütun, önündeki havuzda yansıdığı için 40
sütunlu köşk diye anılır. Heşt Behişt (8
Cennet) isimli köşk de şehirdeki harika
yapılardan birisidir. Allah’ın yedi cennetinden sonra yeryüzünde cennetin de mümkün olabileceğini düşündürttüğü için verilmiş bu isim. Safevi döneminin son sultanları bu sarayda yaşamış. Botanik bah-
çesi ise büyüleyici bir güzelliğe sahip. Selçuklu’nun Mescid-i Cuma’sı, kuş cenneti
Bağıparendegan, medreseler, camiler,
türbeler, minareler… İsfahan’ın hazineleri
saymakla bitecek gibi değil…
İsfahan sahip olduğu doğal ve tarihi güzelliklerin yanı sıra, el sanatlarında da oldukça ilerlemiştir. Kakmacılık, çinicilik, seramik, nakkaşlık, halı, seccade, kilim, heybe, minyatür, sedef, deri dikimi, gümüş işleri, telkari, sikke, bakır ve bronz oyma,
kuyumculuk, tuğlacılık gibi el sanatları,
İsfahan’ın adını dünyaya duyurmuştur. Bu
sanatların eşsiz örneklerini kapalı çarşıda
görmek mümkündür.
İsfahan tarihin canlı şahidi... İslam Mimarisinin açık hava müzesi… Beylerin, hakanların, şahların, alimlerin, sanatkarların memleketi… Selçuklu’nun, İlhanlı’nın,
Safevi’nin başkenti…
Lakin istersen çölde bir serap, bir vaha,
bir han, tüm cazibesiyle bekliyor seni
Şark’ın büyüsü İsfahan…
Kaynaklar:
1. ‹sfahan’da Büyük Selçuklu ve ‹lhanl› Dönemi Mimari Eserleri, Kemal Özkurt
2. ‹sfahan gezi notlar›
OCAK-fiUBAT 2011 79
SÖYLEfi‹
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe:
“BURSA KENTLERİN EN
GÜZELİ OLACAK”
BURSA’NIN GÜNCEL KONULARI VE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN YÜRÜTTÜĞÜ ÇALIŞMALARI MMG
BURSA ŞUBESİ ÜYE’Sİ CİHAT KESKİL’E ANLATAN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI RECEP ALTEPE,
“BURSA’YI MARKA KENT SEVİYESİNE ULAŞTIRMAK İÇİN GECE GÜNDÜZ DEMEDEN ÇALIŞIYORUZ.
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ YÜZYIL KENTLERİN YÜZYILI. BİZ DE BURSA’NIN ‘KENTLERİN EN GÜZELİ’
OLMASI İÇİN UĞRAŞIYORUZ” DEDİ.
SÖYLEŞİ: CİHAT KESKİL
Bursa’nın geleceğine dair hedefleriniz
nelerdir?
Bizler Bursa’yı büyüklerimizden emanet
aldık. Bu kenti en iyi şekilde işleyip hak ettiği değere kavuşturarak bizden sonraki
nesillere güzel bir kent olarak bırakmayı
hedefliyoruz. Sağlıklı bir geleceğe ancak
sağlıklı şehirlerle ve bilinçli toplumlarla
ulaşılabileceğinin farkındayız. Bu nedenle
Bursa’yı marka kent seviyesine ulaştırmak için gece gündüz demeden çalışıyoruz. İçinde bulunduğumuz yüzyıl kentlerin
yüzyılı. Biz de Bursa’nın ‘kentlerin en güzeli’ olması için uğraşıyoruz.
Bursa’nın bugünkü durumu ve kentte yaşanan öncelikli sıkıntıların çözümü noktasında nasıl bir yol izlediğiniz?
80 yıl önce nüfusun yüzde 20’si kentlerde
yaşıyorken, şimdi Bursa’da belediye nüfusunun yüzde 88’i kentte yaşıyor. Bu da
gösteriyor ki artık hemen hemen yaşam
tamamen kentlerde gelişiyor. Bu kentlerin
80 M‹MAR VE MÜHEND‹S
geleceği, gelişimi, planlaması bizim için
önemli. Keşke bugünkü düzenli çalışmalar 30-40 yıl önce yapılabilseydi de bizler
de bugün çektiğimiz sıkıntıları çekmeseydik. Özellikle son 25-30 yılda alınan kararlardan dolayı sıkıntı çekiyoruz. Çünkü şehirlerimiz son 30-40 yılda gelişti.
Bursa, son 50 yılda 17 kat büyüdü. İstanbul’dan 3,5 kat daha hızlı büyüdü. Şu anda
İstanbul’dan da daha fazla nüfus alıyor. Bu
şehri yaşanabilir, sağlıklı ve ulaşılabilir bir
kent haline getirmeye çalışıyoruz. Devamlı binalar yapıyoruz ki, yeni tesisler ve sosyal donatı alanları kuralım. Şehrin merkezinde son 6 yılda 2 bin bina yıktık, bu işleri
yapabilmek için. Çalışmalarımız hızlı bir
şekilde devam ediyor. Kentsel dönüşüm
çalışmaları, tüm bölgelerin çağdaş bir
kente yakışır hale gelmesiyle ilgili sosyal
donatı alanlarının kazandırılması, herkesin yaşadığı muhitte çağdaş bir kentin imkanlarına kavuşabilmesiyle ilgili çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz.
Bursa’ya olan hassasiyetinizi biliyoruz. Bu
kentin değerlerinin korunması noktasında
çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bu şehir sadece üreten yani tek yönlü bir
şehir olmasın. Bursa çok yönlü bir şehir.
Bu nedenle bu kentin diğer özelliklerini de
öne çıkaralım istiyoruz. Bursa da tarihi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bunların izlerini taşıyan bir şehir.
Bursa’daki bu izlerin ve tarih başkenti
kimliğinin ortaya çıkarılması konusunda
adımlar atılmasını hedefliyoruz.
Osmanlı’nın İstanbul’dan önceki 130 yılına
damgasını vuran ilk başkent Bursa, ilk 6
padişaha da ev sahipliği yapan bir kent olma özelliği taşıyor. İlk dönem Osmanlı mimari eserlerinin bulunduğu ve çadır hayatından devlet yaşamına geçilen Bursa,
han, hamam, tekke, şifahane, imaret,
mescit ve cami gibi eserlerin örneklerinin
verildiği ve buradan da diğer coğrafyalara
nakledildiği önemli bir merkez. Bu konuda
neler yapabilirizi düşündük ve Türkiye’de
konuyla ilgili seferberlik başlattık. Tüm
üniversitelerimizle irtibat kurduk. Bursa’da bu konuda destek verebilecek tüm
kurum kuruluşlarla, sivil toplum kuruluşlarıyla ve eski belediye başkanlarıyla diyaloga geçtik. Çalışmalarımızı bu doğrultuda
sürdürüyoruz. Bursa’da iki ana bölge var;
biri Hisar (Suriçi), diğeri de Hanlar Bölgesi. Burada özellikle Suriçi bölgesi Osmanlı öncesini temsil ettiği için dünya mirası
ve 2 bin 300 yıllık surların bulunduğu bölgeydi. Bu surlar, 3 bin 400 metre uzunluğunda şehri çeviren 5 kapısı bulunan surlardı. Yaklaşık 100 yıl kadar önce surların
kapıları tamamen yıkılmış, belediyeler ta-
Recep ALTEPE
BURSA BÜYÜKfiEH‹R
BELED‹YE BAfiKANI
rafından yol yapılmış, bunların kitabeleri de
müzeye konmuş. İşte bunlardan bir tanesi en
önemli şehrin ana giriş kapısı Saltanat Kapısı, Ortapazar Caddesi üzerindedir. Burada
yaptığımız çalışmayla bu kapıyı aynen buraya
koyduk. Orijinal projeyi çıkarttık daha önceki
rölyeflerinden ve 1890’lardaki fotoğraflarından orijinaline uygun olarak rekonstrüksiyonunu da gerçekleştirdik. Bu çalışmayı diğer
kapılarda da yaptık. Bu sayede Bursa’da bir
sur olduğu ortaya çıktı. Surların doğuya, şehre bakan noktalarında Fetih Kapı, Yer Kapı gibi diğer kapılarda da çalışmalara başladık.
Burada bulunan fabrikalar işyerleri kamulaştırıldı ve bugünkü son şeklini aldı. Bu çalışmalar şu anda Büyükşehir Belediyesi tarafından devam ediyor. Diğer kapılar Kaplıca Kapı,
Zindan Kapı başta olmak üzere tüm binaların
kamulaştırılması, restorasyon ve rekonstrüksiyonu diğer bölgelerle birlikte sürüyor.
Kısa zamanda bunların tamamlanmasını hedefliyoruz.
Hanlar Bölgesi’ndeki durum ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi alabilir miyiz?
Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi, Bursa’nın en
önemli noktalarından olma özelliği taşıyor.
Osmanlı döneminde Bursa fethedildikten
sonra Suriçi’ndeki hayat sur dışına taşınmış
ve güvenlik dönemi başlamış. Artık kapılar
kaldırılmış ve yeni semtler kurulmaya başlanmış. İlk kurulan semt de Bursa’yı fetheden
Orhan Gazi’nin kurduğu çarşı bölgesi. Bu bölgede yapmak istediklerimizle ilgili olarak 1,5
yıllık mücadeleden sonra izin aldık ve buradaki Uzun Çarşı’nın üzeri kapatıldı, tüm cepheler yenilendi. Cam çatıyla birlikte artık burası bir alışveriş merkezine döndürüldü. Eskiden insanlar yağmur başlayınca çarşıdan
kaçıyorlardı, şimdi ise çarşıya geliyorlar.
Bunun devamında, hiç gündeme getirilmeyen, olmaz gözüyle bakılan Okçular Çarşısı’nın da üzeri aynı şekilde kapatıldı. Burada
510 civarında dükkan, tabelaları tek tip hale
getirilerek, aks boyunca yenilenmiş oldu. Ka-
1959´da Bursa´da do¤du. ‹lk,
orta ve lise ö¤renimini
Bursa´da tamamlad›. Gazi
Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi Makine
Mühendisli¤i Bölümü´nü
bitiren Recep Altepe, 1983
y›l›nda kendi iflini kurarak
kalorifer, buhar kazan›
imalat›, ›s›tma-so¤utma
tesisat› ve proje iflleri yapt›.
Siyasete 1989 y›l›nda Refah
Partisi ‹l Yöneticisi olarak
giren Recep Altepe, 1994´te
ayn› partinin ‹l Baflkan
Yard›mc›l›¤› ve Yerel
Yönetimler Baflkanl›¤›
görevine geldi. Fazilet Partisi
döneminde bir y›l süreyle
Genel Merkez Müfettiflli¤i
görevini sürdürdü.
1994 y›l› yerel seçimlerinde
Bursa Büyükflehir ve Y›ld›r›m
Belediyesi Meclis Üyelikleri
ile BUSK‹ Genel Kurul
Üyeli¤i´ne seçildi. Altepe,
1999 y›l›ndaki seçimlerde
tekrar seçilerek üst üste iki
dönem bu görevleri yürütme
imkan› buldu. Bu görevler
s›ras›nda yurt içi ve yurt d›fl›
gezilere, çal›flmalara kat›ld›.
Ayr›ca Y›ld›r›m ve Büyükflehir
Belediye Meclisleri´nin; Bütçe
ve Mali ‹fller, ‹mar ve Ulafl›m
Komisyonlar›´nda görev
yapt›.
Recep Altepe, 2004 y›l› yerel
seçimlerinde AK Parti´den
Osmangazi Belediye
Baflkanl›¤›na seçildi. 29 Mart
2009 y›l› yerel seçimlerinde
halk›n büyük teveccühü ile
AK Parti´den Bursa
Büyükflehir Belediye
Baflkanl›¤›´na seçildi.
Türkiye Sa¤l›kl› Kentler Birli¤i
ve Marmara ve Bo¤azlar›
Belediyeler Birli¤i´nin de
baflkan› olan Altepe, evli ve
üç çocuk babas›d›r.
OCAK-fiUBAT 2011 81
SÖYLEfi‹
pan Han çevresi de komple yenilendi, ahşap ve camla değişik bir konstrüksiyon uygulandı. Batıda Cumhuriyet Caddesi’nin
devamı olan Kayhan bölgesi ile ilgili düzenlemeyi de yaptık. Bu bölgeden de artık
çarşının devamı olarak yararlanılıyor.
Kaderine terk edilen değerler kente kazandırılıyor. Aynı şekilde Tuz Han da yıkılmak üzereyken yapılan çalışmalarla 9 ayda restore edilerek, 600 yıllık eser kente
kazandırıldı. Çarşının merkezinde bulunan
Geyve Han da restore edildi.
Buralarda bizim belediyemizin dükkanı,
işyeri yok. Bunları yapıp daha sonra işyeri
sahiplerine veriyoruz. Harcadığımız paranın aldığımız fon destekleri düşülerek,
hiçbir fark koymadan aylara bölünerek seneler sonra uzun yıllarda tahsilatı yapılıyor. Yeter ki bu yapılara sahip çıkalım.
Bursa’yı baştan başa yeniliyorsunuz. Bunlardan başka ne tür çalışmalarınız var?
Tarihi eserlerin çevresinin düzenlenmesi
ve ışıklandırılması çalışmalarımız da sürüyor. Ulucami’nin çevre düzenlemesi yapılırken, ışıklandırması da tamamlandı ve
bugünkü görünümünü aldı. Büyükşehir
Belediyesi’ne ait Fabrika-i Hümayun’un
yenilenmesi projesi de yine bu dönem başında başladı ve birinci yıl tamamlandığında, ünlü modacı tasarımcı Faruk Saraç ile
yapılan anlaşmayla restore edildi. Bu dönemin başında projesi başladı, 19. aydayız
ve şu anda burada 2 aydır eğitim devam
ediyor. Özel şahıslarla restorasyon yapılınca çalışmalar daha da hızlı tamamlandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle açılışı yapılan bu mekan 1,5
yılda tamamen bitirilmiş oldu. Şehbenderler Konağı da restorasyonu yapılan ve kütüphane olarak kente kazandırılan bir başka mekan. Mudanya’daki tren istasyonumuz restore edildi ve geçtiğimiz sene sosyal tesis olarak hizmet vermeye başladı.
Restore edilen eserlerin kültür merkezi
olarak değerlendirilmesi bir tesadüf mü?
Genelde eserlerimizin çoğu kültür merkezi oluyor. Neden her eseri kültür merkezi
yaptığımız her zaman soruluyor. Bursa’da
bu konuda umduğumuzun çok üzerinde
talep var. Bu nedenle bu yapıları kültür
merkezi olarak değerlendirmeyi uygun
görüyoruz. Bu şehir, medeniyetlerin yatağı. Bu medeniyet örneklerinin ve kültür
merkezlerinin kentte öne çıkması gerekiyor. Şehrin tam merkezinde yaya olarak
ulaşılabilecek bu tür mekanların bulun82 M‹MAR VE MÜHEND‹S
masına, kolay ulaşılabilir olmasına önem
veriyoruz ve tüm mahallelerimize bu tarz
yapıları kazandırıyoruz.
Bahsetmek istediğiniz diğer çalışmalarınız nelerdir?
Üftade Hazretleri’nin dağın eteğinde bulunan tekkesini dernekler yapamayınca Büyükşehir’in planına koyduk. Çalışmalarımıza başladık, restorasyonunun da kısa
sürede tamamlamayı planlıyoruz.
Başta şehir merkezinde Atatürk Caddesi’nde olmak üzere Osmangazi, Yıldırım,
Nilüfer, Kestel, Gürsu, Gemlik, Mudanya
gibi tüm merkez ilçelerde cadde ve sokaklarda restorasyon çalışmalarımız devam
ediyor. İncirli Hamamı’nın da kamulaştırması bitti, önümüzdeki günlerde restorasyonu yapılacak. Dökümhane ve İbrahim
Paşa hamamları da aynı şekilde ele alındı.
Bitme aşamasında olan Yörük Türkmen
Kültür Konağı’nın açılışını önümüzdeki
günlerde yapacağız.
Emirsultan Hamamı, yanındaki birimlerle
birlikte restorasyonu tamamlandı. Demirkapı Kilisesi ile Mudanya Hasan Paşa Hamamı ve Mudanya Tahir Ağa Hamamı’nda
da çalışmalar hızlıca sürdürülüyor. Kızık
Genelde eserlerimizin
çoğu kültür merkezi
oluyor. Neden her eseri
kültür merkezi yaptığımız
her zaman soruluyor.
Bursa’da bu konuda
umduğumuzun çok
üzerinde talep var. Bu
nedenle bu yapıları kültür
merkezi olarak
değerlendirmeyi uygun
görüyoruz. Bu şehir,
medeniyetlerin yatağı. Bu
medeniyet örneklerinin ve
kültür merkezlerinin
kentte öne çıkması
gerekiyor.
köyleri kültür merkezi, Paşa Konağı Gemlik, Yalı Konağı Gemlik, Gemlik Balık Pazarı Hamamı ve Kestel Kalesi çevre düzenlemesi gibi çalışmalarımız da çalışmalarımız arasında yer alıyor.
Soyut miras projelerinizle ilgili olarak neler söyleyebilirsiniz?
Somut olmayan miras çalışmalarımız kapsamında mahalle kültürü çalışmalarımız
mevcut. Mahallelerin kimler tarafından
kurulduğu, oranın kültürü, tarihi eserleri,
birikimi tek tek kitap haline getirildi. Sadece mahalleler ve çarşıyla ilgili 17. kitabımız
çıkıyor. Her yıl iki yerli köy ile ilgili çalışmalar yapıyoruz. Köydeki Türk tarihi eserleri
onarıyoruz, köyü ayağa kaldırıp Bursa’nın
fethi haftası münasebetiyle orada etkinlikler düzenliyoruz. Yerli Yörük ve Türkmen
köylerinin kitapları da hazırlanıyor.
Çalışmalarınız Bursa ile sınırlı kalmıyor,
Anadolu’ya ve Balkanlar’a da ulaşıyorsunuz. Bursa dışındaki projeleriniz neler?
Kendi şehrimizin yanı sıra Balkanlar’da da
çalışmalarımız sürüyor. Bursa’nın hangi
sokağına girerseniz girin Balkanlar’a çıkıyor. Balkanların başkenti olmuş Bursa.
Bursa fethedildikten sonra 1. Murat Hüdavendigar bugünkü Trakya’yı, Bulgaristan,
Makedonya ve ardından Kosova’yı fethetmiş. Biz de onun peşinden gidiyor, oralarda yaşayan hemşehrilerimize yalnız olmadıklarını hissettirmeye çabalıyoruz.
Kırcaali Dedeler Köyü Camii, Dedeler Köyü Okulu, Üsküp Kebir Mehmet Çelebi Camii, Kosova Mamuşa Belediye Hizmet Binası ve Üsküp Hatuncuk Camii’nde çalışmalar yaptık ve bu eserleri bugünkü görünümlerine kavuşturduk.
Öte yandan Kosova’da Murad Hüdavendigar’ı anma törenlerini her yıl yapıyoruz, bu
yıl 6.’sı yapıldı. Bulgaristan’da Cebel Meydanı ve Koşukavak Eğrek Cami düzenlemeleri de oradaki yatırımlarımızdan bazıları. Kosova ve Saraybosna’da yine bu tarz
çalışmalarımız sürüyor. Bu bölgelerden
Bursa’ya göç etmiş, Bursalı işadamlarıyla
birlikte hayata geçirdiğimiz bu projelerle
diğer coğrafyalarda ecdadımızın bıraktığı
izleri ayağa kaldırmış oluyoruz.
Bu arada Anadolu’yu da unutmadık. Anadolu kentleriyle ilgili ayrı bir projemiz var.
Mimarlardan şehir plancılarına kadar birçok konuda uzman teknik ekibimiz Mardin’den Ardahan’a kadar birçok kentte incelemeler yapıyor. Hatta Antakya’nın dar
sokaklarıyla ilgili projelerimiz bile var.
Hem Anadolu’da hem Balkanlar’da bu
kültürü ve tarihi mirası ayağa kaldıran çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Çünkü biz her
köşeyi bir bütün olarak görüyoruz. Bu çalışmalarımız bizim kültürümüzün hızlı bir
şekilde değer kazanmasına ve Türkiye’nin
prestijinin tüm dünyada artmasına da büyük katkı sağlamış oluyor. Her yönüyle
kültürümüze ve insanımıza sahip çıkmaya
gayret ediyoruz.
OCAK-fiUBAT 2011 83
STKTANITIM
‹KT‹SAD‹ G‹R‹fi‹M VE
‹fi AHLÂKI DERNE⁄‹, ‹G‹AD
2003 y›l›nda kurulan ‹G‹AD, ifl ahlâk› ve giriflimcilik
alanlar›nda faaliyet gösteren bir sivil toplum kurulufludur.
‹G‹AD, giriflimcili¤in teflvik edilmesi ve ifl ahlâk›n›n
yayg›nlaflt›r›lmas› hususunda bilgilendirme, e¤itim ve yay›n
faaliyetleriyle toplumda ve özellikle ifl dünyas›nda ahlâki bir
duyarl›l›k oluflturmay› amaçlamaktad›r.
MEHMET ERDEM TEMÜR
GİAD, ahlâkî olmayan bir işi meşru ka-
İ bul etmeyerek piyasa şartlarını yeniden
sorgulamakta, hak eksenli bir iş hayatının
inşası için gayret sarfetmektedir. Helâl
kazancın adil bölüşümünü yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Öte yandan bu yolda
çalışacak girişimcileri desteklemekte, onlara rehber olmayı ve model sunmayı ve
bu bağlamda iş hayatını dayanışma ekseninde yeniden kurmayı amaçlamaktadır.
İGİAD, bu amaçlarını gerçekleştirmek için,
iş ahlâkı ve girişimcilik alanlarında seminer, konferans, panel vb. eğitim programları düzenlemekte; periyodik bülten, ilgi
alanındaki konularda kitap yayını (telif ve
tercüme), web yayını yapmakta; yurtiçi ve
yurtdışı fuar ziyaretleri, ikili ilişkileri geliştirmek üzere kurum ve işyeri ziyaretleri
gerçekleştirmektedir.
İGİAD, iktisat ve ahlak arasındaki kopartılmış bağı tekrar kurmaya gayret ediyor ve
çalışmalarını bu doğrultuda kurgulamaya
özen gösteriyor. Bu bağlamda piyasa şartlarının meşruiyetini sorguluyor ve meşru
kabul edilmeyen kuralların dönüştürülmesi gerektiğini savunuyor. İş ve iktisat
kültürüne dair çalışmaları bu ilke etrafında şekillendiriyor.
İGİAD’ın bir diğer temel ilkesi de iş adamının bütün çalışmalarında adaleti merkeze
alması ve adaleti üstün tutması ilkesidir.
Bu sebeple de İGİAD, “Hak eksenli bir iş
hayatını” savunur.
84 M‹MAR VE MÜHEND‹S
İGİAD, çalışmalarında ahlakın ve iktisadi
hayatın bütün unsurlarında yer almasını
ön görüyor. Ahlaki olan tutumun helal yollardan kazanmak olduğunu kabul ediyor
ve güzel ahlakın iktisadi hayatın bütün unsurlarında (işveren- iş gören- iş) belirleyici konuma getirilmesini benimsiyor. Ahlaki değerlerin iş dünyasına egemen kılınmasını amaçlıyor ve tam da bu yüzden, ahlaki olmayan işi meşru saymıyor.
İGİAD’ın bir diğer ilkesi de girişimcilere
rehberlik yapmak ve onlara modeller sunmaktır. İş hayatında ahlaklı insanların girişimciliğini destekliyor ve küçük sermayelerin bir araya gelerek çok ortaklı şirketlerin kurmalarını teşvik ediyor.
İGİAD, adil paylaşımın yaygınlaştırılmasını
savunan bir sivil toplum kuruluşudur. Bunun için de iş görenlere adil ve yeterli ücretin ödenmesini teşvik ediyor. Yardımlaşmayı temel alarak, “helal kazancın adil
bölüşümü”nü savunuyor. Her yıl Aralık
ayında yaptığı bir araştırma neticesinde,
kamuoyuna Asgari Geçim Ücretini (AGÜ)
ilan ediyor.
İGİAD yukarıda zikredilen şekliyle düşünen
kişi ve kurumların dayanışma içinde bir
araya gelmesini destekliyor, dayanışma bilinci ve sistemi oluşturmaya gayret ediyor.
İş ahlakının ve işletme kültürünün sürekliliğini sağlamak için çalışmalar yapıyor. Bu
yüzden, “iş hayatının dayanışma ekseninde
yeniden inşası” idealini savunuyor.
‹G‹AD’IN HEDEFLER‹ NED‹R?
İş ahlâkını geliştirmeye yönelik hedefler
• İş ahlâkı ile ilgili akademik araştırmalara, teorik ve pratik çalışmalara yardım ve
öncülük yaparak iş ahlâkının tüm iktisadî
kavramlara ve iş dünyasına uygulanmasının önünü açmak,
• Dürüst insanların oluşturduğu bir topluluğun varlığıyla iş dünyasında olumlu bir
ortam oluşturmak,
• Ahlâkın rekabet gücü olması için üyelerinin kârlarını artırıcı birliktelikler oluşturmak,
• İş dünyasında yardımlaşma, dayanışma
ve ahlâkın egemen olduğu bir ortam oluşturmak.
• İGİAD sisteminin modelini çıkarmak ve
yaygınlaştırmak,
Girişimciliği özendirmeye yönelik hedefler
• Bilgi ve tecrübe aktararak girişimcilik
ruhu oluşturmak / geliştirmek,
• Küçük girişimciliği yaygınlaştırarak işsizliği azaltmak, sosyal dayanışmayı artırmak,
• Küçük birikimleri bir araya getirerek çok
ortaklı müessese girişimciliğini özendirmek,
• Mevcut KOBİ’lere sermaye ve bilgi desteği sağlayıcı projeler üretmek.
‹G‹AD’IN ÜYES‹ OLDU⁄U
ULUSLARARASI KURULUfiLAR
EBEN-TR Avrupa İş Ahlakı Ağı Türkiye Koordinatörlüğü
TGTV Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı
İDSB İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği
KOM‹SYONLAR
İGİAD çalışmalarını beş komisyon ile yürütmektedir. Bu komisyonların görev
alanları genel hatlarıyla:
Teşkilâtlanma Komisyonu,
Eğitim, Kültür ve Tanıtım Komisyonu,
Kurumsal ve Dış İlişkiler Komisyonu,
İş Geliştirme, Yardımlaşma ve AR-GE Komisyonu,
Mâlî İşler ve Bütçe Komisyonu
SÖYLEfi‹
“HAYATIN S‹LG‹S‹
YOK, HAYAT V‹CDAN
VE VEFADIR”
Davran›fl bilimci ve tiyatro oyuncusu Hakan Bozkurt ifl
hayat›nda ve sosyal hayatta baflar›l› olmak için yap›lmas›
gerekenleri konufltuk. Baflar›l› olmak isteyen insan›n daima
kendisini gelifltirmesi gerekti¤ini belirten Bozkurt, “önemli olan
baflkalar›ndan üstün olmak de¤il, dünkü halimizden üstün
olmakt›r,” dedi.
SÖYLEŞİ: HASAN KURT FOTOĞRAF: TAHA ARI
Hakan Bozkurt’u kısaca tanıyabilir miyiz?
Newport Amerikan Üniversitesi Davranış
Bilimleri lisans ve psikoloji yüksek lisans
mezunuyum. NLP kurucularından Dr.
Waytt Woodsmall'dan Trainer ünvanı aldım. 16 yıldır profesyonel olarak eğitim
vermekteyim.Profesyonel iş hayatıma
1990 yılında TRT-1'de yayımlanan "Çiçekler Açmak İster" dizisinde profesyonel
oyuncu olarak başladım. Çeşitli özel tiyatrolarda oyunculuk, yönetmenlik ve eğitimcilik yaptım. TRT spikerleri ile birlikte
fonetik-diksiyon eğitimleri verdim. Üstün
Zekâlılar Okulu'na ve Yüzyıl Işıl Okulları’nda drama ve beden dili dersleri ile son
on yıldır bir psikolog ile profesyonel çalışmalarımı bireylere koçluk ve kurumlara
genel eğitimler vermekteyim. Aynı zamanda Tiyatro Oyuncuları Derneği (TODER) üyesiyim. Şu an Dünya Hafıza Şampiyonu Melih Duyar ile beraber çalışmaktayım. Aynı zamanda Etiler Polis Akademisi’nde öğretim görevlisi olarak hizmet
vermekteyim.
Ne çeşit eğitimler vermektesiniz, bugüne
kadar hangi kurumlarda bulundunuz?
Profesyonel eğitimci olarak THY, İDO,
TCDD, İETT, Alarko Holding, Koç Holding,
Sabancı Holding, Ziraat Bankası, CocaCola, Şekerbank, Anadolubank, Temsa,
Ülker, Yıldız Holding, Data Teknik, Siemens Akademi, İzocam, L'oreal Matrix,
Vepa Kozmetik gibi çok sayıda kurum ve
firmaya “iletişim ve motivasyon”, “diksiyon, beden dili ve hitabet”, “görgü kuralları ve beden dili” eğitimleri verdim. Kendi
yazdığım ve yönettiğim 2.5 saatlik “Hayatın Silgisi Yok” başlıklı eğitim tabanlı hüzünlü güldürüyü personel motivasyonun
artırılması amacıyla yapılan şirket toplantılarında ve şirketlerin önemli günlerinde
sunmaktayım. Profesyonel çalışmalarımın yanında Darülaceze ve itfaiye çalışanlarına; zabıta, kondüktör, taksi şoförü,
çöpçü gibi meslek gruplarına, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki çocuk mahkumlara,
körlere ve engellilere; "motivasyon ve
kendine güven" seminerlerini vererek
sosyal sorumluluk projelerine destek verdim. Halen devam eden yoğun bir eğitim
dönemi geçirmekteyim.
“‹NSANIN BEDEN D‹L‹ VE
KONUfiMASI KARTV‹Z‹T‹D‹R”
Hangi meslek grupları size daha fazla ihtiyaç duymaktadır ?
Özellikle bilmediğini bilmeyenlerle ve biliyorumu oynayanlarla ilgilenmiyorum.
86 M‹MAR VE MÜHEND‹S
“ Yaflam yolunda herkesi
kand›rabilir ard›ndan
övgüler tebrikler
alabilirsiniz fakat aynadaki
insan› kand›r›yorsunuz
sonuç ac› ve gözyafl›d›r. “
ders olarak konulmasını istiyorum. Sosyal
sorumluluk kapsamında kendi yazıp yönettiğim hayatın silgisi yok adlı oyunu tüm
Türkiye de kişilerin aile ve sosyal yaşam
kalitesini arttırmak için sunmak isterim.
Tabi ki bu çalışmalar ancak sponsorlar
sayesinde gerçekleşebilmektedir.
“Bir insan ailede çeyrekse
d›flar›da bir numara da olsa
kendisini her zaman çeyrek
hissedecektir. Motivasyon
ailede bafllar. Bizim en büyük
sorunumuz e¤itimde karnenin
sol taraf› için yar›fl at›
pozisyonunda hayat›m›z›n
puan› beklenir. Oysa
diploman›n ötesinde as›l
diplomay› hayat veriyor yani
karnenin sa¤ taraf› duygusal
zeka.”
Farkındalığını fark eden gelişmek isteyen
kişi ve gruplarla çalışmaktayım. Hukukçular başta olmak üzere iktisatçılar, egitmenler, doktorlar mimar ve mühendisler
vb. şirketlerde çalışan ağırlıklı orta-üst
kademe yöneticiler.
Neden sizden eğitim almak istiyorlar?
Hepsine neden bu eğitimi tercih ediyorsunuz diye sorduğumda çok net cevap “Biz
üniversitede uygulamalı hitabet eğitimi
görmüyoruz.” Yani insanlar ne kadar bilgili olursa olsun ne kadar kalbi temiz
olursa olsun eğer sunumu yoksa üzgünüm figüran kalacaktır. Yani gönlümüz
Mevlana sunum beton olamaz.
20 yıllık deneyimle şunu ifade edebilirim
ki eğer bir insan gelişmek istemiyorsa o
insana hiç kimse bir şey yapamıyor. İlk
çalışmada doğru nefes tekniklerini öğreniyor. Nefesle beraber diksiyon, fonetik,
kıyafet, görgü, yürüyüş ve en çarpıcı konu
hepimizin sıkıntısı kürsü korkusu ve topluluk karşısında konuşma dersleri almaktadırlar. Kürsü korkusunun yenilmesi ve ilk 5 dakikalık sürede başarılı bir konuşma gerçekleştirmesi için çok özel nefes teknikleri kullanmaktayız. Bunlar dışsal çalışmalardır. Nefesle içsel çalışmalara girerek nefesle iyileşme ve NLP teknikleriyle sinir sistemi kontrolü sağlanmaktadır.
“ÖNEML‹ OLAN BAfiKALARINDAN
ÜSTÜN OLMAK DE⁄‹L, DÜNKÜ
HAL‹M‹ZDEN ÜSTÜN OLMAKTIR.”
Mesleğinizle alakalı bir hayaliniz var mı?
Üniversitelerde hitabet eğitimlerinin uygulamalı bir yıl süreyle verilmesinin zorunlu ders statüsünde kabul edilmesini
çok arzu etmekteyim. Ardından da orta
dereceli okullarda şahsiyet eğitiminin bir
Yürüttüğünüz ortak çalışmalar neler?
Çeşitli dönemlerde beden dili, hitabet,
diksiyon ve görgü kuralları eğitimlerini
beraber çalıştığımız arkadaşlarımız olmaktadır. Uzun zamandır Mahmut Çelik
ile de bu konularda ortak çalışmalar yürütmekteyiz. Farklı gruplarda eğitim çalışmaları planlamakta ve halen devam
eden yazılı bir metin üzerinde çalışmaktayız. Mahmut Bey’den kişisel gelişim konusunda çok ümitliyim, iyi bir eğitimci
olacağını düşünüyorum.
“Karnenin sol taraf› ak›lc›
zeka inkar edilemez sayg›
duyulmas› gereken bir
gerçek, sizi en iyi fakülteden
mezun edebilir fakat
karnenin sa¤ taraf› Duygusal
Zeka (iletiflim, beden dili,
görgü, konuflma teknikleri)
sizi hayattan mezun eder.”
OCAK-fiUBAT 2011 87
MAKALE
Sosyal Ağlar’ın İş Dünyasındaki
Etkisi ve Sosyal Medya ile
Hedef Kitleye Erişim
Yönetim açısından bakıldığında sosyal ağlar gerçek zamanlı olarak 21. yüzyılın liderliğini ele
geçiriyor. Kim olduğunu ve neye inandığını açıkladıktan sonra sosyal ağlarda saklanmak
mümkün değildir. Burada şeffaflık esastır.
ALİ KILIÇ
Elektrik Mühendisi
2
010 yılında iş dünyasının en önemli
gelişimi nedir derseniz, herhalde herkesin ortak vereceği cevap “Sosyal Ağlar” olacaktır. Yıl boyunca ilk başlarda gençlerin kişisel iletişim aracı olan bu ortamlar,
şirket yöneticilerinin hem çalışanları hem de
müşterileri ile daha yakınlaşabilme çabası
için kullanılan platformlara dönüşmeye başladı. Bunun en büyük sebebi ise çift taraflı
ilişkiye imkan tanıyor olması oldu.
Çok uzun değil daha bir yıl önce, bir sürü
insan Facebook’u gençlerin birbirine ulaştığı, oyunların oynandığı ve mezuniyet resimlerinin paylaşıldığı bir ortam olarak konumlandırıyordu. Bugün ise dünya çapında 600
milyondan fazla kullanıcısı aktif olan bir site var karşımızda. En hızlı artan yaş grubu
ise 40 yaş üstü olanlar. Bir istatistiğe gore,
300 milyondan fazla kullanıcı en az günde
1 saatini Facebook’ta geçiriyor. Yaklaşık 200
milyon insan 140 karakterlik limitine rağmen aktif olarak Twitter’da yazı yazıyor. Bir
100 milyon da LinkedIn kullanıyor. Bu ortamların hiçbiri geçtiğimiz 10 yıl içerisinde
yoktu.
IBM’in lideri Sam Palmisano, PepsiCo’dan
Indra Nooyi, Apple’ın Steve Jobs’u, Microsoft’un Steve Ballmer’ı hepsi aktif sosyal
medya kullanıcısı. Peki, ama neden? Çünkü bu sosyal ağlar ulaşmak istedikleri geniş
çaptaki kitlelere gerçek zamanlı olarak ulaşabilecekleri tek nokta. İstedikleri herhangi
bir yerde ve zamanda bir basın toplantısı
yapmadan, video çekimi veya metin yazarlarının onların adına yazı yazmalarını bekle-
88 M‹MAR VE MÜHEND‹S
meden mesajlarını iletebilirler. Artık onların düşünceleri ve söyleyecekleri her şey çok
daha değerli ve ciddi bir şekilde yönlendirici
olabiliyor.
Sosyal ağlar aynı zamanda organizasyonların hiyerarşik yapısını da ortadan kaldırıyor. Bu ortamda herkes eşit ve hiyerarşiye
gerek yok.
En büyük sorunu tabii orta kademe yöneticiler yaşıyor. Çünkü böyle bir ortamda artık
mesajları yukarıdan aşağıya veya tersi yönde
götürüp getirecek kişilere ihtiyaç kalmıyor.
Sosyal ağlarda, başarının anahtarı asıl işi yapan kişileri güçlendirmektir. Yani ürünü dizayn eden, üreten, pazarlamasını yapan ve
satan kişilerin öne çıkıp liderliği hiyerarşi olmadan ele almasıdır. Bunu sağlamak içindir
ki özellikle yabancı şirketler kişilere daha
çok delegasyon ile kendi işlerinin kararlarını kendileri versinler diye çaba sarf etmektedirler.
Perakende sektöründeki şirketler kişiselleşti-
rilmiş mesajlarla kendi hedef kitlelerine ulaşmak için özel çabalar sarf ediyor. Bilinen
reklam yöntemlerine para harcamak yerine
kendi içeriklerini oluşturup bu mecralarda
yer alıyorlar. Mesela Kraft Foods, artık yiyecek üzerine en çok içeriği sunan yayıncılardan bir tanesi. IBM fikir liderliği komuniteleri oluşturuyor. PepsiCo sosyal ağları kullanarak daha önce hiç aksatmadığı Super
Bowl reklamından vazgeçiyor. Yani yönetim
açısından bakıldığında sosyal ağlar gerçek
zamanlı olarak 21. yüzyılın liderliğini ele
geçiriyor. Kim olduğunu ve neye inandığını
açıkladıktan sonra sosyal ağlarda saklanmak
mümkün değildir. Burada şeffaflık esastır.
Üstelik sosyal ağlar geçmiş 10 yılda şirket yöneticilerinin kaybettiği inandırıcılığı da tekrar kazanmaları için onlara bir imkan sunuyor. İşte tam bu yüzden sosyal ağlar iş dünyasının bu yılki en önemli gelişmesidir.
Sosyal Medya ile Hedef Kitlenize
Ulaşmak İçin 5 Yöntem!
Sosyal ağları, sosyal medya olarak kullanmayı düşünen işletmeler için en büyük zorluklardan bir tanesi doğru hedef kitleye ulaşabilmektir. Herhangi bir kitle oluşturmak basit
olsa da iyi hedeflenmediği sürece pek fazla
etkisi olmuyor. Belki de bir sonraki oyunun
kurallarını değiştirecek kampanyayı yapmak
üzere olabilirsiniz, fakat hitap edecek bir hedef kitle oluşturamazsanız büyük olasılıkla
ölü bir kampanya doğacaktır. Bu yazıda da 5
tane basit öneri de bu konuda zaman harcayan uzmanlar tarafından belirtiliyor..
1) İyi bir hazırlık ile ev ödevinizi iyi yapın!
Sosyal medya kısa yoldan başarının anahtarı değildir. Hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Ancak iyi bir hazırlık ve sıkı çalışma ile
akılcı adımlar atarak işletmenin fırsatları iyi
değerlendirmesini sağlayabilir. Peki, ama nereden başlamak gerekir? Hangi kitle ile bağlantı kurmayı hedeflediğinize karar verin.
Hangi tip müşteri sizin ürünlerinizi, servislerinizi kullanır ve bunların lokasyonları
nerededir, yaşları kaçtır, cinsiyeti nedir, gelir
düzeyi nedir? Eğer hedef kitlenizin kim olduğunu bilemiyorsanız onları nasıl hedeflemeyi düşünebilirsiniz ki?
2) Çözüm; anahtar kelimelerde!
İşletmeniz için sizi tanımlayan anahtar kelimeleri bulmak iyi bir başlangıç noktasıdır.
Ürünleriniz, servisleriniz, sektörünüz, rakipleriniz ve sizi tanımlayacak her türlü kelimeyi belirleyin. Öncelikli ve ikincil olmak
üzere iki kategoriye ayırın ve potansiyel kitlelere göre düzenleyin.
3) Detaylı arama
Hem Facebook hem de Twitter gerçekten
çok iyi detaylı arama özelliğine sahiptir. Me-
Sosyal a¤larda, baflar›n›n
anahtar› as›l ifli yapan
kiflileri güçlendirmektir.
Yani ürünü dizayn eden,
üreten, pazarlamas›n›
yapan ve satan kiflilerin
öne ç›k›p liderli¤i
hiyerarfli olmadan ele
almas›d›r. Bunu sa¤lamak
içindir ki özellikle
yabanc› flirketler kiflilere
daha çok delegasyon ile
kendi ifllerinin kararlar›n›
kendileri versinler diye
çaba sarf etmektedirler.
sela Twitter ile anahtar kelime bazında ilgili
kişileri bulmanıza yardımcı olabiliyor. Yani
sizin belirlediğiniz anahtar kelime ile eşleşen
kişiler potansiyel müşteriniz olabilir. Aynı
zamanda ilgi alanınızda kişilerin nelerden
bahsettiğini de takip etmek için iyi bir yardımcıdır. Facebook ise sessizce ve arkadaşca şirket bazında kişileri (belki de rakibi) takip etmede faydalı olabilir.
4) Araçlar
Sosyal medyanın en önemli yanlarından bir
tanesi şudur: Senin yapmakta zorlandığın
bir iş olursa, mutlaka senin gibi başkaları da
olduğundan birileri o işi yapacak bir araç
üretir ve insanlar bunu kullanarak hayatlarını kolaylaştırır. Hedef kitlenize ulaşmak için
faydalanabileceğiniz bu araç gibi bir sürü bedava ya da paralı araç var. Fakat dikkatli
olun ve hepsini birden kullanmak yerine,
amacınıza uygun olanı seçerek ilerleyin ve
tek başına bu araçlardan medet ummayın!
5) Liste ve gruplar
İnsanoğlu sosyalleşmeyi sever, ister gerçek
hayatta olsun ister sanal. Bütün sosyal hayatın vazgeçilmezi ise bir topluluğa ait olmaktır. İşte sanal ortamda bu topluluklar, listeler
veya guplar ile karşılık buluyor. Twitter listeleri kullanırken, Facebook grupları giderek artan bir trend gösteriyor. Sizin anahtar
kelimelerinizi arattığınızda karşınıza çıkan
Twitter listeleri veya Facebook gruplarına
üye olan kişilere fırsatlarınızdan bahsetmek
iyi bir fikir olabilir.
OCAK-fiUBAT 2011 89
ANMA
Kimseye minneti
olmayan, dürüst,
düzgün ve merhametli
bir adam;
ADEM SARI
Antalya’da bir cumartesi günü, küçük
bir cami avlusundan bir grup inanm›fl
insanla birlikte onu son yolculu¤una ve
gerçek evine u¤urlad›k. Sizinle ayn›
yafltaki bir dostunuzu ve ortak bir
fleyler paylaflt›¤›n›z bir arkadafl›n›z›,
size göre erken ayr›lmas›n›n
anlat›lmas› zor bir ac›s› vard›r. Ama
yaflanmas› gerekenler yaflan›r hayatta, bundan kaçamazs›n›z…
Bazen uzun mesafeli yolculuklara
çıktığınızda, ilerlediğiniz toprak yolların
kenarında rastladığınız ağaçlar olur.
Heybeti ve kararlılığı ile yerinde öylesine
sağlam dururlar. Ona zarar vermemek
için yolu hafifçe dolaştırmak zorunda
kalmıştır insanlar. Siz de dümdüz uzayıp
giden yolunuzdan biraz sapmak zorunda
kalırsınız. İçinizden keşke şu ağaç biraz
yanda dursaydı dümdüz ilerlerdik, daha iyi
olurdu dediğiniz olur. Ve bazen böyle
ağaçlar yüzünden yolunuzu sık sık
çevirmek zorunda kalırsınız. İçin için
kızarsınız, sonra, aradan zaman geçtiğinde
o yolda gidip geldikçe o ağacın bir anlamı
olduğunu, aslında öyle durmasının
90 M‹MAR VE MÜHEND‹S
doğanın bütünlüğü ve çevre güzelliği
açısından daha iyi olduğunu fark edersiniz.
Çünkü orada durmasıyla yolunuzu
çevirmesiyle birlikte farkında olarak veya
olmayarak, size harika bir manzara
seyrettirmiştir. Keyifli bir yolculuk
yaptırmıştır. Varlığına alışır ve seversiniz o
yolu. Her geçişinizde zevk almaya
başlamışsınızdır. Ama sonradan değerini
anlar ve hakkını teslim edersiniz o
ağacın…
Adem Sarı, okul yıllarında tanıştığım,
beraber aynı evi paylaştığım kişilikli,
düzgün ve kararlı duruşu olan, yaptığı
işinin hakkını vermeye prensip olarak
inanmış bir arkadaşımdı. Kendisinden
öğrendiğim çok şey oldu. Sıra dışı bir
dosttu, ama bunu doğal olarak
yapmacıksız yapardı ve ona yakışırdı.
Kaliteli insanlarla arkadaşlık yaptığınız
zaman algılarınızı ve insanlar için
kafanızda oluşturduğunuz şablonları bir
kenara bırakmak zorunda kalırsınız. Buna
sizi tatlı bir şekilde mecbur ederler siz de
kabullenirsiniz. Adem Sarı, bulunduğu
ortamda bazen kendi kurallarını koyan ve
doğru bildiğini yaptıran güçlü bir kişiliğe
sahipti. Bazen sizi zorladığı için içinizden
kızdığınız olur ama samimiyetini ve
doğruluğunu bildiğiniz için ona kızamaz ve
kabullenirdiniz. Kimseye minneti olmayan,
dürüst, düzgün ve merhametli bir adamdı.
Kısacası adam gibi adamdı Adem
kardeşim. Antalya’da bir cumartesi günü,
küçük bir cami avlusundan bir grup
inanmış insanla birlikte onu son
yolculuğuna ve gerçek evine uğurladık.
Sizinle aynı yaştaki bir dostunuzu ve ortak
bir şeyler paylaştığınız bir arkadaşınızı,
size göre erken ayrılmasının anlatılması
zor bir acısı vardır. Ama yaşanması
gerekenler yaşanır hayatta, bundan kaçamazsınız…
Her insanın çocukluğundan ödünç aldığı
günler vardır. Yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin yanında taşır bu emanet günleri. Ve
hep bir tarafı çocuk kalır bunları taşıdığı
sürece. Annenizi, babanızı, kardeşinizi
veya çok yakın bir dostunuzu kaybederek
teker teker ödersiniz bu ödünç aldığınız
günlerin borcunu. Birkaç gündür bu günler, yaşanması ve ödenmesi gereken günlerdir. Onları ödemeden ve yaşamadan
olgun ve güçlü bir adam olamazsınız.
Bunları yaşadığı her günün ertesi
sabahında, her erkek daha güçlü bir
erkek, her kadın daha güçlü bir kadın
olarak uyanır ve durur ayaklarının
üzerinde. Ve artık çocukluktan
çıkmışsınızdır.
Kanada dönüşünden sonra hoş bir tevafukla tekrar bir araya gelmiştik. Onu MMG
de yıllık faaliyet planlarını yaparken ve
dernek için yaptığı planları ve hayalleri
tutkuyla bana anlatırken hatırlayacağım.
Bu sayede dernek üyeliğime de vesile
olmuştu. Ecel emeli kesiyor ve bunu
bazen duvara çarparak öğreniyoruz. Adem
kardeşimi odasındaki kendine has çalışma
düzeni ve bir şeylere inanmanın verdiği
Baki'ye dostlar› sorar; "kaç çeflit dost vard›r?" diye. Baki, "üç çeflit dost vard›r" der:
Bir dost vard›r g›da gibidir, sen onu her gün arars›n. Bir dost vard›r ilaç gibidir,
gerekti¤inde arars›n. Bir dost vard›r hastal›k gibidir, o seni arar. Dostumuz Adem
Sar›, bizler seni hep arayaca¤›z. O MMG’yi sahiplenen sesini, bizleri teflvik eden
güler yüzünü hiç unutmayaca¤›z.
“Gördü¤ünüzde size Allah’› hat›rlatan, konufltu¤unuzda bilginizi artt›ran, ilmiyle de
size ahireti hat›rlatan sizin için en hay›rl› arkadaflt›r” der Alemlerin Sultan› Hz.
Muhammed Aleyhisselam. Sen bu tan›ma ne güzel uyars›n de¤il mi? Mekân›n
Cennet, rehberin ve komflun Hz. Muhammed (s.a.v) olsun.
Mahmut ÇEL‹K ( MMG Yönetim Kurulu Üyesi )
enerjik ve kafası dolu bir insan olarak hayallerimde saklayacağım. Derneğe her
gelişimde veya mail alışımda aklımın bir
köşesinden hatıraları geçecek. Bir gün
istisnasız hepimiz onu takip edeceğiz.
Arkamızdan eserlerimiz, hatıralarımız ve
bırakabilmişsek eğer “bir hoş sadamız”
kalacak. Dünyaya hırsla sarılmanın ve bu
nedenle insanları kırmanın anlamsız ve
gerisinin boş olduğunu bir kez daha idrak
ederek, kendisini Rahmet-i Rahmana
emanet ediyor, ailesine, anne, babasına,
eşine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Zor günlerinde ona destek olan tüm üye
arkadaşlarımıza da bu asilce
davranışlarından dolayı şahsım ve benimle
bu düşünceyi paylaşan arkadaşlarım adına
en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Burhan OTÇU
Fedakar ve gayretkefl
bir insan;
ADEM SARI
Değerli, fedakar ve hedefini yakalayan kişiliği ile Adem Sarı kardeşim; derneğimizde seninle sıklıkla karşılaştık, mesai paylaştık, hasbihal ettik. Ancak en yakın olduğumuz dönem, o sabah erken Başkan Avni
Çebi, ağabeyimin de katıldığı, Metro City
AVM'de buluşup Macaristan Baskonsolosu
Amb. Dr. Andras Gyenge beyi ziyaretimiz
oldu.
Bu ziyaret öncesi katılacak birçok arkadaşımızın eksik evraklarını kişisel gayret ve
çabalarınla tamamlaman, çok takdir etmiştim İşi akışına bırakmayışını.
Olumlu yönde inisiyatifi eline alman ve
kullanman, herhalde terbiyenin ve aldığın
eğitimin gerekleriydi. Çok hoşuma gitmişti.
Hatta konsolos bayan basit bazı eksikleri
söylediğinde, pasaport sahiplerini aramadan kendin tamamlamıştın. Müthiştin!
Zaten o gayretkeşliğini, iş takibini, o Macaristan'a gezi organizasyonumuz ve gezi
sürecince hep hissettik. Aman eksik bir
şey kalmasın, geziye katılanlar MMG adına
yanlış, eksik bir şey söylemesinler. Hem
konaklanılan otelde, hem yemeklerde,
hem de ziyaretlerimiz sürecinde MMG
Başkanımızın bir gölgesi gibi davranışın.
Hele o Budapeşte'de, Macaristan Mimar
Mühendisler Odasını ziyaretimiz sonunda,
kullandığın inisiyatif çok fazla takdire şayandı. Esztergom, Visegrad, Szentendre,
Zigetvár , Mohacs buraları ziyaretlerimizde de her an senin varlığını hissediyorduk.
Belki özellikle de otobüste arkada oturuyordun. Her birimizi rahat görmek için. Sıkıntılarımızı çözmek için. Daha sonra İstanbul’a dönüldü.
Döndüğümüzde rahatsızlandığını duyduk.
Her konuşmamızda dua istiyordun. Sade-
ce dua... Ben de kendi içimde, kendi adıma acı hissediyordum.
Özellikle Cuma geceleri yolladığın mesajların, aslında benim kendim için aldığım
bir mesajdı. Yine istediğin, sadece bir dua,
bir Yasin-i Şerif'ti. Evet, bizler de dualarımızı ismen senin için eksik etmiyorduk.
Hatta eve çıktığını da duyduğumda, daha
iyi haberlerini de alacağımı hep düşünüyordum.
Bir sabah erkenden "O" haberi aldığımda,
çok ama çok üzülmüştüm.
İlk aklıma gelen de değerli eşin oldu. Çünkü Macaristan gezimiz boyunca o kadar
güzel bir aile tablosu çizmiştiniz ki çok
uyumluydunuz.
Bugün öğleden önce yine çok eski genç
Macar arkadaşımın cenazesindeydim. Kilisenin yanındaki krematoryumda yakılmış,
küçük bir kutuya konmuş, o kutusuyla
toprağa gömdüler. Vefatına ayrı üzüldüm,
yakılmasına ayrı. Ya küçük yavruları, annelerine sarılıp hep ağladılar.
Tabii, hiç fark etmiyor, Hıristiyan, Yahudi,
ateist. Her canlı ölümü tadacak.
Şükürler olsun ki, Müslüman doğuyoruz,
senin de İslam üzerine vefatına şahidiz.
Rabbimden Rahmet diliyorum. Mekanın
Cennet olsun.
Senin gibi güzel bir insani tanımaktan da
bahtiyarım.
Osman SAHBAZ / MMG Yönetim
Kurulu Üyesi
OCAK-fiUBAT 2011 91
S‹NEMAVEMÜHEND‹SL‹K
ALEVLER ‹Ç‹NDE AFGAN‹STAN’IN KÜLLER‹NDEN DO⁄MUfi, TERTEM‹Z B‹R
AfiK H‹KAYES‹, YA DA MODERN ZAMANLARIN “LEYLA ‹LE MECNUN”U
BARAN, FARSÇA B‹R KEL‹ME, “YA⁄MUR” ANLAMINA GEL‹YOR. AMA BURADA “RAHMET” SÖZCÜ⁄Ü
DAHA UYGUN DÜfiÜYOR. BARAN, “CENNET‹N ÇOCUKLAR”, “CENNET‹N RENG‹” G‹B‹ ULUSLAR
ARASI ÜNE KAVUfiMUfi ‹RANLI YÖNETMEN MAC‹D MAC‹D‹’N‹N (OSKAR’A ADAY GÖSTER‹LM‹fi TEK
‹RANLI YÖNETMEN) 2001’DE ÇEKT‹⁄‹ B‹R S‹NEMA fiAHESER‹, B‹R BAfiYAPIT. B‹Z‹M
YÖNETMENLER‹N ÜZER‹NDE ÇOK KAFA YORDU⁄U, AMA B‹R TÜRLÜ BECEREMED‹KLER‹ “DO⁄U
KÜLTÜRÜNE A‹T B‹R S‹NEMA D‹L‹ OLUfiTURMA” MESELES‹N‹ ÇÖZMÜfi B‹R‹. BARAN, GÜNÜMÜZÜN
“LEYLA ‹LE MECNUNU.” BARAN, YAZILI KÜLTÜRDEN, GÖRSEL KÜLTÜRE GEÇ‹fiTE KEND‹ D‹L‹N‹
KURMUfi, MODERN ZAMANLARA DÜfiEN B‹R FUZUL‹ GÖLGES‹.
EROL MERMER / Senarist
ahran’da, 7-8 katlı bir inşaatın her
katında hummalı bir çalışma. Sağa
sola koşturan ameleler, kaynayan
zift kazanları, çimento torbası taşıyanlar,
karılan harçlar, örülen duvarlar, toz, duman.. Latif, 17 yaşlarında bir Azeri genci.
İnşaatın çaycısı. Herkesle kavga eden,
alaycı, delidolu bir genç. İnşaatta kaçak
olarak çalışan Afganlılardan biri üçüncü
kattan yere düşer ve bir kamyonetle hemen hastaneye kaldırırlar. Taliban korkusundan İran’a kaçmış bu Afganlının evde
bakmakta olduğu çocukları mağdur olunca yerine 16 yaşlarında ki kızı Rahmat erkek kıyafeti giyerek inşaatta çalışmaya
başlar. Ağır işlerde çok zorlanır. Bir gün
taşıdığı kireç torbası elinden kayar ve alt
kattakilerin üzerine dökülür. İnşaatın kal-
T
92 M‹MAR VE MÜHEND‹S
fası onu işten çıkarmak ister ama Rahmat’ı getiren Afganlının ısrarı üzerine ona
bir şans daha verir. Yeni görevi, Latif’in yerine çay işlerine bakacaktır. Latif’de kum,
çimento taşıyacaktır. İşimi elimden aldın
diye Latif o günden sonra Rahmat’a düşman kesilir. Olmadık eziyetler eder. Bir
gün çay ocağına girer, ne varsa yerlere
atar, kırar, parçalar, tarumar eder. Rahmat hiç karşılık vermez, hep sessiz kalır.
Çay ocağını yeni baştan sıvar, temizler, her
şeyi bir güzel yerleştirir. Kadın eli değdiği
bellidir.
Bir gün Latif çimento torbası almak için alt
kata iner. Tam torbayı sırtlarken gözü çay
ocağının perdesine takılır. O kirli perde yerine yamalıklı ama temiz bir perde takılmıştır. Perde rüzgarda hafif aralanır. İçer-
de gölge halinde Rahmat’ı görür gibi olur.
Tuhaf bir duyguya kapılır. Sessizce yaklaşır, perdeyi aralar. Gördüğü şey karşısında
donakalır. Aynada bir kız saçlarını tarıyordur. Kız saçlarını taradıktan sonra arkaya
topuz yapıp üzerine Afganlı erkeklerin giydiği sarığı dolamaya başlar. Latif bir uykudan uyanır gibi kendine gelir ve hızla koşarak çimento torbalarının arkasına saklanır. Gözleri çok derin ve manalı bakmaktadır. Adeta büyülenmiş gibidir. Birkaç gün
sora Rahmat işten ayrılır. Başka bir kasabada iş bulmuştur. Latif çılgına döner, yollara düşer, onu aramaya başlar.
Tabi biz burada bütün filmi baştan sona
anlatacak değiliz. Ama aşk nelere kadirdir. Bu kaba saba deli oğlandan nasıl bir
şeker gibi insan çıkar. Aşk insanı nasıl şe-
Ödüller
Farj Film Festivali (2001)
En İyi Film-Majid Majidi
Farj Film Festivali (2001)
En İyi Yönetmen-Majid Majidi
Farj Film Festivali (2001)
En İyi Müzik-Ahmat Pezhman
Farj Film Festivali (2001)
En İyi Erkek Oyuncu-Hossein Abedini
Farj Film Festivali (2001)
En İyi Ses Tasarımı-Mohammad Reza Delpak
Farj Film Festivali (2001)
En İyi Ses Miksajı-Mohammad Reza Delpak
Farj Film Festivali (2001)
Sinema Başarı Ödülü-Majid Majidi
Montreai Film Festivali (2001)
Jüri Özel Ödülü-Majid Majidi
Abadan Film Festivali (2002)
En İyi Film-Majid Majidi
Abadan Film Festivali (2002)
En İyi Yönetmen-Majid Majidi
Baran (Yağmur)
killendirir. Filmi izleyince göreceksiniz.
Fakat ben filmin finalini anlatayım. Rahmat ailesiyle birlikte Afganistan’a dönmek
için onları götürecek aracı beklemekteler.
Latif, Rahmat’a kendisinin kız olduğunu
bildiğini hissettirmemiştir. Daha önce inşaatta birlikte çalıştıkları Rahmat’ın babasını ziyarete gelmiş gibi davranır. O ana
kadar aralarında aşka dair tek kelime etmek bir yana, göz göze dahi gelmemişlerdir. Kamyonet gelir, eşyaları taşımaya
başlarlar. En son kapıdan Rahmat çıkar.
Kamyonete yürürken elindeki kap devrilir
ve içindekiler yere saçılır. Toplarken Latif’te yardım eder. İkisi de derin bir huşu
içindedir. Rahmat kamyonete yönelir ama
çamura saplanan ayakkabısı ayağından çı-
kar. Latif ayakkabıyı çamurdan çıkararak
Rahmat’a verir. Rahmat da araca binince
araç hareket eder. İlk defa Rahmat Latif’e
bakar. Bu kısa bir andır. Sonra peçesini indirir. Latif hiç kımıldamadan kamyonet
gözden kayboluncaya kadar bakar. Kıvrılan patika yolda nihayet kamyonet kaybolur. Latif öylece kalakalmıştır. Yüzüne düşen birkaç yağmur damlası onu kendine
getirir. Sonra önündeki ayak izini görür.
Ondan kalan tek hatıradır. Yüzünü hüzünlü bir tebessüm kaplar. Yağmur damlaları
gittiçe çoğalarak ayak izini doldurur. Onun
ayak izi rahmetle dolmuştur. Aslında o
ayak izi bir semboldür. Kadem-i Şerif’e
naziredir. Beşeri aşk bitmiş ve ilahi aşka
ilk adımdır.
F‹LM‹N KÜNYES‹
Filmin Adı
Yapım
Tür
Yönetmen
Oyuncular
: BARAN
: 2001 / İran
: Dram
: Majid Majidi
: Hossein Abedini, Hamid
Aghazi, Abbas Rahimi,
Hossein Mahjoub,
Zahra Bahrami
Senaryo
: Majid Majidi
Yapımcı
: Majid Majidi, Fouad Nahas
Görüntü Yönt. : Mohammad Davudi
Müzik
: Ahmad Pezhman
Süre
: 94 dakika
Vizyona Giriş : 03 Mayıs 2002
Filmografi
The Song of Sparrows (2008), The Willow Tree (2005), Olympics In the Camp (2003)
Barefoot to Herat (2002), Baran (2001), The Color Of Paradise (1999),
Children of Heaven (1997), God will come (1996), Father (1996) The last village (1993),
Baduk (1992), A Day With POWs (1989), Examination day (1988), Hoodaj (1984), Explosion (1981)
OCAK-fiUBAT 2011 93
K‹TAPLIK
B‹L‹M VE
YANILGI
ERCÜMENT GÜNDOĞDU
anıtımını yapacağımız, usta gazeteci ve araştırmacı Taha Akyol’ un
“Bilim ve Yanılgı” adlı kitabı, on üç
yıl aradan sonra yeni eklentileriyle yeniden
yayımlandı. Genişletilmiş bu yeni baskılar,
hızla değişen dünyanın yeni oluşumları
ışığında kaleme alınarak Doğan Yayıncılık
tarafından Kasım 2010 ve Ocak
2011’de yapıldı.
Kitabı okurken kendinizi, hayati
önemi haiz bir konunun heyecanlı
ve kışkırtıcı tartışması içinde
buluyorsunuz. Altı çizilesi satırlar
ve alıntılar, kitabın birçok yerine
not almak zorunda bırakıyor
okuyucuyu. Hayati önemi haiz
diye nitelediğim bu konu, bizim
kadim sorumuz olan “Neden
geri kaldık?” sorumuza ışık
tutuyor aslında. Bilim ve düşünce
tarihimizdeki pozitif ve negatif örnekler
kronolojik bir bakışla incelenerek çarpıcı
saptamalar yapılıyor.
“Tablo çok ilginçtir; XII. yüzyılda yaşayan
Kur’an tefsircisi İmam Razi’ye göre
geometri öğrenmek farzdır. XIV. yüzyılda
yaşayan İbni Haldun’a göre doğru
düşünmek için geometri bilmek şarttır.
T
94 M‹MAR VE MÜHEND‹S
“
Ama XVII. yüzyıla geldiğimizde İmam
Rabbani geometrinin faydasız olduğunu
yazmaktadır.’’
Kitapta en çok “Her şey”ci ideolojiler
eleştirilmekte ve gelişmenin önündeki en
büyük engel olarak görülmektedir. “Her
şey” ci ideolojileri şu alıntılarla adeta
resmetmiş Taha Akyol:
-101. sayfada Benito
Mussolini’den yaptığı alıntı;
“Bütün dünya bizim görüşlerimizi kabul edecektir. Çünkü,
okuyan herkes görecektir ki,
çözüm getirmediğimiz sorun,
cevap verilmedik soru,
keşfedilecek meçhul
bırakmadık.”
-102. sayfada ise Cemalettin
Kaplan’dan yaptığı alıntı;
“İslam müçtehitleri her meseleyi
halletmişler, her problemi çözmüşler ve
olmuş, olacak, olması muhtemel her
hadiseyi hükme bağlamışlardır.”
Bu alıntılarla “Her şey” ci ideolojiler yeterince anlatılıyor, değil mi?
“Nereden baksanız, ‘ilerici’ anlayışın vardığı
sonuç, ideolojiyi bilim sanmak, bilimi bilim
olarak kavrayamamaktır.” saptamasıyla da
‘Her fley’ci ideoloji,
zihnimize bir ç›k›fl yolu, bir
flüphe imkan› da
b›rakmam›flt›r. Her fleyin
cevab› haz›r ise biz neyi
sorup cevap araflt›raca¤›z?
Yan›lg›lardan ar›nd›r›lm›fl
ve de ‘Tek bir bütünsel
bilim’e ba¤lanm›flsak, art›k
flüphe duymam›z,
sorgulamam›z,
araflt›rmam›z mümkün mü?
“
”
“Gelece¤e dönük özlem ve
tasavvurlar›m›z “Her fley”ci bir
yan›lmazl›k ideolojisine dönüflürse,
felaket getirmektedir.”
başka bir kesimi eleştirmekte ve şöyle bir saptama daha yapmaktadır Taha Akyol: “Bir teori ‘her şey’ i izah etmeye
kalkıştığında, ‘test edilebilir’ olmaktan çıkar!” diyerek, Karl
Popper’ın Marks’a yönelttiği eleştiriyi de alıntılıyor 152. sayfada: “Bilim yöntemi sonsuz sayıdaki olaylardan teorimizi
doğrulayacak olanları seçmeyi değil, aksine yanlışlayabilecek
olguları aramayı gerektirir.”
Aslında söylenmek istenen, hangi çağda ve inançta bulunursak bulunalım, bilimi ve bilimsel düşünme metodlarını doğru
kavramak ve buna göre bir bakış açısı oluşturulması gerektiğidir. Bunu yapamadığımızda, ya hamasi bir ideolojinin ya
olayları komplo teorileriyle açıklamaya çalışan soyut bir
bakışın ya da astrolojiye endeksli gerçeküstü algıların
büyüsüne kapılacağımız anlatılmaya çalışılmaktadır.
Ama bütün bunlar, günümüz itibariyle olumlu bir gidişata
girmiş gibi algılanmakta olmalı ki geleceğe olan bakış
oldukça pozitif, “Bilim ve Yanılgı”da. Özelde Türkiye, genelde
ise Asya kıtası açısından aydınlık bir gelecek tasavvur
edilmekte, Türkiye’nin 2020’li yıllarda dünyanın en büyük on
ekonomisi arasında yer alacağı, Asya ülkelerinin de 2050’ li
yıllara damgasını vuracağı öngörülmektedir. Çünkü bilim ve
ekonomi arasındaki sıkı ilişki ile üniversitelerin hem
Türkiye’de hem de Çin, Hindistan, Kore gibi Asya ülkelerinde
ne kadar önemsenmeye başladığı kitapta zaten yeterince
anlatılmaktadır.
Kitaptaki içerik ve kaynakça oldukça kabarıktır. Kapitalizm,
Marksizm, Faşizm, piyasa ekonomisi, pragmatizm, pozitivizm,
Hegelci’lik, Platonizm, Freudizm gibi birçok kavram ve ideolojiye değinilmiş, yerli ve yabancı onlarca müelliften alıntılar
yapılmıştır. Yüz elliye yakın kaynakçaya sahip olan kitapta,
bilim felsefecisi Karl Popper’a özel bir önem atfedilmiştir.
Sonuç olarak, bu kitabın da her kitap gibi eleştiriye açık
olduğu söylenebilirse de “tenkit kolay san’at zordur.” ilkesi
gereğince saygıyı yeterince hak ediyor denilebilir. Sıkılmadan
okunacak, hem içeriğinden, hem de kaynaklarından
fazlasıyla yararlanılabilecek bir kitap “Bilim ve Yanılgı”.
OTOMOB‹L‹N
EKOLOJ‹S‹
O
tomobilin ortaya çıkışından günümüze kadar
geçen süre içinde, on yedi milyondan fazla insan
kazalarda can vermiş, milyonlarcası da bu kazalar
sonucu sakat kalmıştır. Otomobil kazalarıyla ilgili
haberler, yazılı ve 'görüntülü' basının kanıksanmış bir
üslupla verdiği günlük haberlerden biri haline gelmiştir.
Bu kazaların sorumlusu olarak, hala hatalı otomobil
kullanımı ('Trafik Canavarı') gösterilir ki bu belli bir
ölçüde doğrudur.
Otomobil kazalarının sorumluluğunun tümüyle bireylere
yüklenmesi Peter Freund ile George Martin'e göre
konuyu tek boyutuyla ele almak demektir. Hız
göstergeleriyle ortalama bir yarış arabasını andıran
günümüz otomobillerinin sıkışık bir trafikte bir beygir
hızıyla seyretmek durumunda kalmaları, 'otomobil
merkezli bir ulaşım sistemi'nin tek 'gülünç' çelişkisi
değildir. Trafik tıkanıklıklarını gidermek için inşa edilen
ek yolların, tıkanıklıkların daha da
geniş bir alana yayılmasına neden
olması, sürücülerinin trafiğe
takılma korkusu nedeniyle birçok
arabanın günün büyük bir
bölümünde otoparklarda konaklaması gibi örnekler, otomobilin bir ulaşım aracı olarak kendisinden beklenenleri gereği gibi
yerine getiremediğini hatta hiç
yerine getiremeyeceğini
gösteren bir iki örnektir sadece.
Otomobile bağımlı bir ulaşım
sisteminin kendi içinde yaşadığı
bu çelişkilerin, kısırdöngülerin ve neden olduğu
trajik kazaların yanı sıra ekolojik dengeyi bozması,
gürültü kirliliğine neden olması, erkek egemen söylemi
çoğaltması ve insan sağlığına yaptığı olumsuz etkiler
gözardı edilemeyecek denli büyük boyutludur. İnsanı,
caddelerde beş duyunun beşini de kullanmaya zorlayarak açık havada hayal kurma zevkinden mahrum
bırakması; sokak hayatını, komşuluk ilişkilerini,
keyfiliği, kısacası insani bir kent hayatını yok etmesi
'otomobil merkezli ulaşımın' en önemli açmazlarıdır.
Otomobilin Ekolojisi'nde, alternatif ulaşım tarzlarının
(trenler, otoraylar, bisiklet vb.) nasıl inşa edileceği, yeni
bir kent yapılaşmasının nasıl olması gerektiği,
halihazırdaki örneklerden yararlanıp geleceğe yönelik
projeler üretilerek irdeleniyor. Hayatımızın hemen her
alanına tecavüz eden otomobilin, birçok insanın
sorgusuz sualsiz kabul ettiği sistemsel doğasını
acımasızca sorgulayan, merkezinde otomobilin yer aldığı
bir ulaşım sisteminin dayattığı ideolojiyi çelişkileriyle
gözler önüne seren bu kitapta daha insani ulaşım tarzlarına imkan tanıyacak modeller de öneriliyor.
'Maruz kalınan' bir kamusallık yerine 'seçerek, razı
olan' bir kamusallıktan yana olanlar için vazgeçilmez
bir kaynak.
OCAK-fiUBAT 2011 95
Ç‹ZG‹YORUM
96 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Yakup Güler

Benzer belgeler