Prof.Dr. Naciye Yildiz Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş

Transkript

Prof.Dr. Naciye Yildiz Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş
Prof.Dr. Naciye Yildiz
Gazi Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Völümü
Türk sözlü anlatı geleneğinde destandan halk hikâyesine geçiş
Özet
Тürk dünyası, köklü bir destancılık geleneğine sahiptir. Bu gelenek, geçmişten
günümüze destandan halk hikâyesine uzanır. Bu örnekler, gelenekleri, temsilcileri
ve metinleriyle edebî kültürümüzün ortak bileşenlerini meydana getirir.
Anahtar sözcükler: Destan, gelenek, destancı, halk hikâyesi, âşık.
İnsanoğlunun, her dönemde duygu ve düşüncelerini, hayallerini ve yaşadıklarını
dile getirmek üzere edebi türlere ihtiyacı olmuştur. Yazılı edebiyat oluşmadan
önceki dönemde milletin başından geçen ve millî hafızada yer alan maceraların bir
kahraman etrafında birleştirilerek dile getirilmesiyle oluşan destanlar da bu
ihtiyaca cevap veren edebi türlerdir.
Destan nedir?
Destanlar konusunda çalışan araştırmacıların yapmış olduğu birçok destan
tanımı vardır; destanın tanımını “Bir milletin yaşamış olduğu maceraların, dünyaya
bakışının ve ideallerinin, genellikle bir prototipten hareketle, bir kahraman
etrafında birleştirilerek dile getirildiği, kendisine has bir geleneği olan anonim
eserlere denir” şeklinde vermek de mümkündür.
Destan terimi, Türkiye Türkçesinde nazım şekli, halk hikâyesi, dinî hikâye, fikrî
ve tasavvufî eser, mensur edebî eser, manzum ve mensur tarih, yeni edebiyat
alanında genellikle vakaya dayalı uzun şiirler için de kullanılmaktadır (Elçin
1981:139-154; Karasoy 1991:37-43). Bizim burada ele alacağımız, anonim olarak
yaratılmış genellikle nazım; ancak bazen de nazım-nesir bir arada veya sadece
nesir olarak yaratılmış tabii destanlardır.
Bu anlamdaki destan türü, bütün Türk Dünyasında dastan, dasitan, dessan
şeklinde telaffuz edilebildiği gibi, lehçelerde batı dillerinden geçmiş “epos” terimi
ile de veya lehçenin kendi kelime dağarcığında bulunan bir terimle de ifade
edilebilmektedir. “kay-çörçök”, “alıptıh numah”, “comok”, “batırdık jırı” gibi .
Kısaca bilgi verdiğimiz bu türün kahramanları nasıl bir kültür ortamının
ürünüdür?
Destanlar, mücadelelerle geçen bir hayatın içinde –bu mücadeleler tabiat
şartları, yırtıcı ve olağan üstü güçlü hayvanlar ve düşmanla olabilir- hayatı olduğu
biçimiyle kabullenmeyip değiştirmeye çalışan, kendi gücünün yanı sıra Tanrı
tarafından kendisine verilen “kut” ile hedefine varmayı amaçlayan kahramanlar
etrafında oluşur.
Bu özelliklere sahip kahramanların etrafında bir destanın oluşum aşamalarını şu
şekilde özetleyebiliriz:
1. Destan tertip etmeye meyilli milletlerin muhtelif devirlerde maceralı bir
hayat yaşaması gerekir. Bu olaylar ozanlar tarafından şiir şeklinde söylenir.
2. Millet son bir büyük mecera-olay yaşar. O zamana kadar söylenmiş olan
destan nüveleri bu son yaşanan olayın ve ön plana çıkan kahramanın etrafında
birleştirilir.
3. Bu maceralar yaşandığı sırada toplumun belli bir kısmı öyle bir seviyeye
gelir ki onların içinden çıkan bir kişi belirmeye başlayan bu destanı belli bir plan
dahilinde tertip ve tanzim ederek onu yazılı bir hâle getirir. (Togan 1931:4-5)
Üst üste günlerce yağan kardan sonra katmanların birbirinden ayrılmaması
gibi, birden fazla kahramanla ilgili olarak söylenen parçaların tek bir kahramanın
etrafında bütünleşmesiyle, destanlarda bir katmanlaşma meydana gelir ve bunlar
tıpkı kar kütlesi gibi, bir bütün hâlinde görülür.
İlk iki aşamayı geçirdiğine, yani var olduklarına dair, bilhassa Türk, Çin, İran,
Bizans ve Arap kaynaklarında bilgiler olan eski Türk destanları, yazıya
geçirilmediği için mi günümüze kadar gelememiştir; yoksa bazı araştırmacıların
iddia ettiği gibi, böyle destanlar yoktur da, biz kendimize bir kimlik ve tarih bilinci
oluşturmak üzere mi bu destanların varlığından söz ediyoruz? Bu soru her zaman
destanlar üzerinde çalışan bilim insanlarını meşgul etmiştir. Sorunun cevabını Çin
yıllıkları, Bizans, İran ve Arap tarihleri ile edebî eserleri; hatta daha da net bir ifade
ile, 1330’da yazdığı Dürerü’t-Ticân ve Gureru Tevârîhi’l-Ezmân adlı tarih
kitabında, Oğuzlarda, elden ele gezen bir Oğuznâme’den bahseden Memluk
tarihçisi Aybeg ed-Devâdâri vermektedir. Bu destanlar var mıydı diye yaratılan
sözde problem ve eski Türk destanları olarak adlandırdığımız destanlarımızın
kaynakları konusu, bu çalışmanın konusu değildir; üstelik bu konuda tereddüde yer
vermeyecek çalışmalar da yapılmıştır [1]. Eski Türk destanlarının Oğuz Destanı
dışındakilere ait Türkçe metinleri için, savaşlar, göçler ve bugün ilk destanımız
olarak bildiğimiz Alp Er Tunga’nın milattan önce altı yüzlü yıllarda yaşanan
olaylara dayandığı düşünülürse, binlerce yıl gibi sebeplerle günümüze
ulaşamamıştır demek, tarafsız ve aklı başında bir araştırmacının kabulü ve söylemi
olmalıdır.
Türkçe yazılı metni günümüze kadar ulaşan Oğuz destanından günümüze,
Türk destan kahramanları tipik özellikler taşır; bu kahramanların genel olarak,
İslamiyetten önce oluşan ve İslamiyet etkisi ön planda olmayan destanlarda alp;
İslamiyet etkisini yansıtan destanlarda ise gazi tipi olarak adlandırıldığı görülür.
Edebiyat tarihi araştırmacıları arasında “yazılı edebiyata geçildikten sonra
artık destan yaratılamayacağı”na dair bir görüş vardır. Yazılı edebiyatla birlikte
başka türler ortaya çıkar; ancak, destan yaratma şartları geçerli olduğu sürece,
yazılı edebiyatın yanı sıra destan geleneği de sürebilir. Bugün birçok Türk
boyunun destancılık geleneğinin sadece var olan destanları söylemek şeklinde
değil, yeni destanlar yaratmak şeklinde de devam ettiğini biliyoruz. Mesela Uygur
Türkleri 19. yüzyılda Kalmuk ve Mançu idarecilere karşı vermiş oldukları
mücadeleleri Nüzüğüm, Seyit Noçi, Abdurrahman Han gibi yarattıkları yeni
kahramanlık destanlarıyla dile getirmişlerdir.
Bununla birlikte, değişen hayat şartları ve kültürle birlikte, edebi türlerde de
değişikliklerin olduğu da ayrı bir gerçektir. Milletin hayatında destan dönemi
şartları ortadan kalkmış ise, destanların yerini de zamanla halk hikâyeleri alır.
Bunu şu şekilde bir şema ile bir örnek üzerinde göstermek mümkündür:
Eski Türk Destanları:
I. Yaratılış Destanı (efsanesi)
II. Saka Destanları
1. Alp er Tunga Destanı (M.Ö. 7. yüzyılda yaşanan olaylara dayanır)
2. Şu Destanı (M.Ö. 4. yüzyılda yaşanan olaylara dayanır)
III. Hun-Oğuz Destanları
IV. Kök-Türk Destanları:
1. Bozkurt Destanı
2. Ergenekon Destanı
3. Köroğlu destanı
V. Siyenpi Destanı
VI. Uygur Destanı
1. Türeyiş Destanı
2. Göç destanı
Hun-Oğuz Destanları
Oğuz Kağan Destanı (M.Ö. 3-2.yy.yaşanan olaylara dayanır)
↓
Oğuzname (14. yüzyılda İslâmi riyaveti tespit edilmiş)
↓
Dede Korkut Boyları (16. yüzyıl sonunda yazıya geçirilmiş)
↓
Bey Böyrek Hikâyesi (20. yüzyılda derlenmiş)
Aybek ed-Devâdarî’nin Dürerü’t-Tican, Reşidüddin’in Camiü’t-Tevarih,
Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime gibi eserlerinden hareketle, 14.
yüzyılda elden ele dolaşacak kadar yaygın olmasına rağmen, günümüze
ulaşamamış olan Oğuzname’nin içinde Dede Korkut boylarının bulunduğu tespit
edilebilmektedir. Bu şemada, Oğuz destanından günümüze; destandan halk
hikâyesine geçişin bir örneği değerlendirilmiştir. Bu bakış açısıyla
değerlendirildiğinde, Dede Korkut Boyları, destandan halk hikâyesine geçiş
dönemini temsil etmekte; eserde yer alan bir boydan hareket ettiğimizde ise, Kam
Püre Oğlu Bamsı Beyrek, 20. yüzyıla Bey Böyrek hikâyesi olarak taşınmaktadır.
Pertev Naili Boratav’ın “Eskiden destanların gördükleri vazifeleri üzerine
almış yeni ve orijinal bir nev’in mahsülleri” (Türk Dili ve Edebiyatı
Ansiklopedisi1981:57) olarak kabul ettiği halk hikâyesi tanımları içinde, bu
çalışmanın konusu ile bütünleştirilebilecek olan bir tanesi de “Zaman seyri ve
coğrafya-mekan içinde, efsane, masal, menkabe, destan vb. gibi mahsüllerle
beslenerek dini, sosyal hadiselerin potasında, iç bünyelerindeki bağlarını muhafaza
ederek milletimizin roman ihtiyacını karşılayan eserlerdir” (Elçin 1993:444)
şeklindedir. Bu tanımda, halk hikâyelerinin destandan romana geçiş ürünleri
olduğu ifade edilmektedir.
Bir başka tanım da “halk hikâyeleri göçebelikten yerleşik hayata geçişin ilk
mahsullerinden olup; aşk, kahramanlık v.b. gibi konuları işleyen; kaynağı Türk,
Arap-İslam ve Hint-İran olan, büyük ölçüde âşıklar ve meddahlar tarafından
anlatılan nazım-nesir karışık anlatmalardır” (Alptekin 1997:7) şeklinde olabilir. Bu
tanımda, halk hikâyelerinin kaynakları da ortaya konulmuştur.
Mehmet Kaplan’ın Oğuz Kağan Destanı ve Dede Korkut Boylarından
hareketle yazdığı “Türk Destanında Alp Tipi” başlıklı makalesinde belirlediği alp
tipinin özelliklerini, (1976:12-21) halk hikâyelerinin tipi ile mukayese edelim:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Alp tipi usta avcıdır, göçebe olarak çadırda yaşar, bir medeniyet
seviyesine sahiptir, sürü besler, akıncıdır. Halk hikâyelerinin
kahramanları ise, hayatları seyahatle geçse de yerleşik hayatın ferdidir;
her türlü mesleğe sahip olabilir, birçok halk hikâyesinin kahramanı
ozandır. Hemen hepsi okulda veya evde okuma-yazma öğrenir.
Toplumun medeniyet seviyesi ve tarzının değişmesi, alp tipinin
yaşantısında da değişikliklere sebep olur; dolayısıyla Oğuz Destanında
sadece at sürülerinden söz edilirken, Dede Korkut’ta koyun ve deve de
yer alır. Yırtıcı hayvanlar Oğuz Kağan Destanında büyük bir tehlike
iken, Dede Korkut’ta tehlike olmaktan çıkar. Halk hikâyelerinde yırtıcı
hayvan ile mücadelenin yerini rakip ile ve sevgiliye ulaşma yolunda
verilen mücadele alır.
Göçebelikten yerleşikliğe geçiş, kahramanı cihangirlik ülküsünden
uzaklaştırır. Oğuz zapt etmek istediği kavimlere kendisine itaat
etmelerini emreder; sebep göstermesine gerek yoktur, ancak, daha ileri
bir dönemin ürünü olan Dede Korkut boylarında, bu cihangirlik
ülküsünü göremeyiz. Halk hikâyelerinde ise cihangirlik ülküsünün
yerini, rüyada görerek, adını duyarak veya suretini görerek âşık olduğu
güzeli bulma ve kavuşma macerası işlenir.
Amaç ister cihan hâkimiyeti, isterse kendini koruma olsun, her iki
destanda da alplık yüksek bir idealdir. Bazı hikâyeler kahramanlık
hikâyesi olsa da, bunlarda cihan hâkimiyeti ülküsü değil, kendini veya
soyunu, milletini koruma ön plana geçmiştir. Halk hikâyesinde bazı
kahramanlar silah eğitimi alsa da kahramanın okuma-yazma bilme, şiir
söyleme, herhangi bir mesleğin erbabı olma gibi başka donanımları
vardır.
Daimî mücadele sebebiyle, alp tipinde hem vücut hem de psikolojik
yapının çok kuvvetli olması gerekir; kuvvetli olmayanın hayatta kalma
şansı da yoktur. Kahramanlık konulu halk hikâyelerinin dışında
kahramanlar olağan denilebilecek bir yapıya sahiptir.
Kahraman, mücadele sırasında yalnız kalabilir; bunun için düşmanını
veya rakibini tek başına yenebilecek güçte olmalı ve kendine
güvenmelidir. Bunun için de ancak, gücünü ve aklını birlikte
kullanmayı başarabilen kahraman olabilir. Halk hikâyesi
7.
kahramanının mücadelesi başka yönde de olsa aklı ile sahip olduğu
değerleri birlikte kullanarak başarıya ulaşır; bazen da pasif mücadele
içindedir.
Yaşadığı hayat dolayısıyla, alp tipi, gözle görünmeze inanmaz.
Yerleşikliğe geçiş ve dinler, kahramanda tanrıya teslimiyet duygusunu
ortaya çıkarır. Dede Korkut kahramanlarında, özellikle Deli
Dumrul’da bu geçişi görmek mümkündür. Halk hikâyelerinde de
tanrıya teslimiyet duygusu ön plandadır; kahramanların pirler, Hızır,
dört halife gibi tanrı tarafından görevlendirilmiş yardımcıları vardır.
Bunlar, destandan halk hikâyesine geçişte değişen unsurları gösterir.
Ortak olan unsurlar ise;
1. Destanların da halk hikâyelerinin de özel anlatıcıları vardır.
2. Her iki türde de çocuksuzluk motifi işlenir. Yerine getirilen
ritüellerden sonra, kahraman dünyaya gelir.
3. Kahramanların başından geçmiş maceralarda olağanüstülükler
bulunur.
4. Destanların başında destana giriş kalıpları olduğu gibi, halk
hikâyelerinin de “döşeme” denilen girişleri vardır.
5. Özellikle nazım-nesir karışık destanlar ile halk hikâyelerinin
söyleniş şekilleri benzerdir.
6. Destanlarda kahraman başarıya ulaştıktan sonra destan biter; halk
hikâyelerinde de kahramanlar birbirine kavuştuktan sonra destan
biter; mutlu sonla bitmeyen halk hikâyelerinde de âşıkların öbür
dünyada kavuşacaklarına inanılır.
Türk destan geleneğinde destanın yapısı konusunda, Kazak destanlarından
hareketle, Prof.Dr. Şakir İbrayev’in de “Tipolojik Motifler” başlığı altındaki
tematik planı, destancılık geleneğimizle ilgili olarak üzerinde durulması gereken
önemli çalışmalardandır. İbrayev’in tematik planının birinci bölümü;
I. Batırın çocukluğu ve kahramanın evlenmesi (batıra uygun dünürlük)
1. Soyun tasviri (taife, anne-baba, mekânın tanıtılması)
2. Kahramanın olağan üstü doğumu
3. Batıra özgü çocukluk çağı
4. İlk kahramanlığı
5. Gelin (sevdiği kız) hakkında haber alma, eş arama
6. Gelinle (sevdiği kızla) yarışma, öne sürülen şartları yerine getirme
7. Zafer ve kahramanın gelinle dönmesi
şeklindedir. Bu planı halk hikâyesi bakımından değerlendirdiğimizde, “ilk
kahramanlık” epizotu, halk hikâyesinde “kahramanın kendini ispat etmesi” ile
değiştirildiğinde destan ve halk hikâyesinde birebir örtüşür. Dede Korkut boyları
açısından dikkate aldığımızda, Boğaç Han, Bamsı Beyrek gibi Dede Korkut
kahramanlarının tipolojisinde de bu epizot yer alır.
İbrayev’in çalışmasında destanın ikinci bölümü;
II. Batırın kahramanlıkları
1. Düşmanın taarruzu hakkında haber
2. Yola çıkması (düşmanı duyunca kendi yurdundan çıkıp düşmanla savaşmak
için yola çıkması veya düşman geldiği zaman kahraman yurdundan dışarıda ise
düşmanı yenmek için yurduna geri dönmesi)
3. Batırların güreşmesi (bazen yolculuk uğurlu olmaz, bahadır esir düşer)
4. Teke tek mücadele ve kahramanın zaferi
5. Zaferle geri dönme
şeklindedir. Burada da tematik planı “kahramanın rakipler veya karşısına çıkan
çeşitli engeller ile mücadelesi” şeklinde okuduğumuzda, yine birçok halk hikâyesi
ile örtüştüğünü görmekteyiz.
Bu tematik planda son bölüm,
III. Kahramanın soyunu (taifesini, annesini, babasını, kardeşini, eşini,
akrabasını) düşmanlardan (rakipten, köleden) kurtarması
1. Gelin veya akrabanın (soyun) esir olması hakkında haber alınması (rüya,
mektup)
2. Kahramanın sevdiğiyle veya eşiyle, rakibi veya bir kölenin evlenmeye
niyetlenmesi
3. Eşle veya sevgiliyle gizli buluşma veya düğüne tebdili kıyafetle yabancı biri
gibi gelme
4. Kahramanın tanınması veya kendisini tanıtması
5. Rakip veya kölelerin cezalandırılması
6. Düğün (1998: 273-275)
şeklindedir ve yine halk hikâyelerinin tematik planı ile birebir örtüşmektedir.
Bütün bu örneklendirmeler, halk hikâyelerinin destanlarla beslendiğini
göstermektedir.
Halk hikâyeciliği geleneğinde, gerek kitaplara geçmiş gerekse meddahlar
tarafından anlatılan bir tür daha vardır ki bunlara “realist halk hikâyeleri” denir.
Bunlar gerçekçi karakterler taşıyan hikâyelerdir; Hızır, dört halife, pirler gibi
olağanüstü karakterler yoktur. Realist halk hikâyelerinin hemen hemen hepsinin
konusu İstanbul’da başlar, kahraman bir müddet bir beladan kurtulmak için
İstanbul dışına çıksa da tekrar İstanbul’a döner ve hikâye burada sonlanır. Bu tür
halk hikâyelerinin hepsinde erkek kahramanın kötü arkadaşlar edinerek
batakhaneye düşmesi, bütün servetini kaybetmesi, birçok tehlike atlattıktan sonra
bir arkadaşının yardımı ile içine düştüğü kötü durumdan kurtulması ve temiz bir
aile kızıyla evlenmesi konusu işlenir.
“Hançerli Hanım”, “Tayyarzade”, “Cevri Çelebi” gibi realist halk hikâyeleri,
gerek konuları gerekse üslupları bakımından Ahmet Mithat Efendi’nin
romanlarından çok farklı değildir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; en eski kahramanlık şiirleri, mitler,
efsaneler destanların alt yapısını oluşturmuş; halk hikâyeleri, özellikle de realist
halk hikâyeleri destandan romana geçişte bir köprü görevi görmüştür. Dolayısıyla
Türk edebiyatında “roman” dendiğinde, bunun tamamen batı kaynaklı bir tür
olmadığını göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Benzer belgeler

KÖROĞLU DEST ANI`NIN T ÜRKMENİSTAN VE

KÖROĞLU DEST ANI`NIN T ÜRKMENİSTAN VE ulaşamamıştır demek, tarafsız ve aklı başında bir araştırmacının kabulü ve söylemi olmalıdır. Türkçe yazılı metni günümüze kadar ulaşan Oğuz destanından günümüze, Türk destan kahramanları tipik öze...

Detaylı