Dergi - Mimarlar Odası Mersin Şubesi

Transkript

Dergi - Mimarlar Odası Mersin Şubesi
ODA
ODA
ARALIK 2015 | SAYI 7
TMMOB MİMARLAR ODASI
MERSİN ŞUBESİ
Sağlıklı Kent-Mutlu Kent
Perspektifinden Mersin
TMMOB MİMARLAR ODASI MERSİN ŞUBESİ
ARALIK 2015 | SAYI 7
ISSN 2146-815X
07
ODA’DAN
ISSN 2146-815X ARALIK 2015 | SAYI 7
Kapak fotoğrafı: Selami Türk
TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi
tarafından yayımlanır.
Yerel Süreli Yayın
SAHİBİ
TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi adına
Sevgi Emekli
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Sinan Tütüncü
YAYIN SEKRETERİ
Sevgi Emekli
YAYIN KURULU (Alfabetik sıra ile)
Benan Dönmez, Esra Şahin Burat, H. Oya Saf,
Meltem Uçar, Sabri Konak, Sema Uğurlu,
Sevgi Emekli, Sinan Tütüncü
DOSYA EDİTÖRÜ
Esra Şahin Burat
GRAFİK TASARIM - UYGULAMA
Ebru Laçin
YAPIM
Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi
Karaköy, Kemankeş Cad. No: 31 Beyoğlu 34425 İst.
Telefon: (0212) 244 86 87
BASKI
Doruk Grafik.
100. Yıl Mahallesi Matbacılar Sitesi 5.Cadde
No: 44 Bağcılar / İstanbul
Telefon: (0212) 629 01 26
İLETİŞİM ADRESİ
ODA Dergisi
TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi
Limonluk Mahallesi 2413 Sok. No: 2
Yenişehir - Mersin
Telefon: (0324) 327 99 33 - 328 92 47
Fax: (0324) 328 92 47
e-Posta: [email protected] - [email protected]
MAKALE YAZIM KURALLARI
ODA dergisinde yayımlanacak yazıların içeriği, değerlendirme şekli ve
yazım kuralları aşağıda verilmektedir.
İçerik: Dergi, her sayı için Yayın Kurulu tarafından belirlenen ve Mersin bölgesini konu alan bir “dosya” konusunun yanı sıra, “kültürel ve
doğal çevre”, “Mersin’den proje”, “Mersin’den yapı”, “Cumhuriyet Dönemi Mersin yapısı”, “röportaj” ve “öğrenci sayfaları” konu başlıkları
altında katkılara açıktır. Yayım dili Türkçedir.
Yazıların değerlendirilmesi: ODA dergisine katkı koymak isteyen yazarlar, yazı metinlerini bilgisayar ortamında, TMMOB Mimarlar Odası
Mersin Şubesi adresine cd içerisinde veya [email protected]/
[email protected] adreslerine e-posta ile iletebilir. Yazıların
dergide yayımlanıp yayımlanmayacağına ve derginin hangi sayısında
yayımlanacağına Yayın Kurulu karar verir. Değerlendirme sonuçları
yazarlara e-posta yolu ile iletilir. Yazıdaki görüşler yazarlara aittir, Yayın
Komitesi’ni hiç bir koşulda bağlamaz.
Yazım kuralları: ODA Dergisi’ne gönderilecek yazılar için bir sayfa sınırlaması yoktur. Gerekli kısaltma ve uzatmalar yazarla iletişim içinde
yapılabilir. Yazı metni ve görsel malzemeler aşağıda belirtilen düzende
teslim edilmelidir.
Yazı metni: Yazı metni Word dokumanı (*.doc veya *.docx) olmalıdır.
Yazım karakteri Times New Roman, kullanılacak punto boyutu ana
başlıklar için 12, alt başlıklar ve metin için 11’dir. Paragraf ayrımları bir
satır boşluk bırakılarak yapılmalıdır. Yazılar en fazla 100 kelimelik bir
özet ile birlikte gönderilmelidir.
Görsel malzeme: Görsel malzemenin sayısı 15’i aşmamalıdır. Bunlar
300dpi çözünürlükte, JPG veya TIFF formatında ve sıkıştırma yapılmadan ayrıca gönderilmelidir. Tüm görsel malzemeler numaralandırılmalı
ve alt başlıkları ayrı bir Word dosyası halinde teslim edilmelidir. Yazar
tarafından iletilen her görsel malzeme için telif hakkının gözetilmesi, telif sahibinin izninin alınması ve yazıda bunun belirtilmesi yazarın
sorumluğundadır.
Notlar: Notlar sonnot şeklinde verilmeli, yazı içerisinde üst simge
ile numaralandırılmalıdır. Not içinde kaynak gösteriminde kaynak kitap ise: Soyad, kısaltılmış Ad., “Kitabın Adı”, yayıncı, şehir, yıl. düzeni
geçerlidir. (Örnek: Uzun, H., Fındık, F., Salman, S., “Malzeme Biliminin
Temelleri”, Değişim Yayınları Kitabevi, İstanbul, 2003.) Kaynak makale
ise: Soyad, kısaltılmış Ad., “Makalenin Adı”, yayın Adı, Sayı:, sayfa no,
ay-yıl. düzeni geçerlidir. (Örnek: Atakök, G. ve Kurt, M., “Parametrik
Yaklaşımları Temel Alan CAD Modellerinin Birbirine Dönüşümü”,
Makine Market, Sayı: 59, 96-101, Ağustos 2002). Aynı kaynak tekrar
gösterildiğinde “Soyad, yıl, sayfa numarası” şeklinde belirtilmedir.
Dergimizin bu sayısının dosya konusunu “Sağlıklı Kent, Mutlu Kent Perspektifinden
Mersin” olarak belirledik. Bu konuyu, şubemiz tarafından 2014 Dünya Mimarlık Günü
kapsamında aynı başlıkla düzenlenen panelde ele aldık. Farklı uzmanlık alanlarından
akademisyenlerin, meslektaşlarımızın, yerel yönetim temsilcilerinin ve öğrencilerin katılımıyla şubemiz konferans salonunda ve iki oturumda gerçekleştirdiğimiz panelde,
genel anlamda bir kentin sağlığı ve mutluluğuna dair kavramlar tartışılırken, bu kavramlar ışığında Mersin’in durumu irdelendi.
Panel sürecinde tartıştığımız konuları, Odamızın asli görevlerinden biri olan kamu yararına çalışma hedefi çerçevesinde her zaman canlı tutarak tartışmaya devam ediyoruz. Bir kentin sağlıklı ve mutlu olmasının ölçütlerini Mersin’in güncel sorunları çerçevesinde her daim sorguluyoruz: Alt yapısı tamamlanmamış, trafik problemlerinin had
safhada olduğu, otopark sorununun çözülemediği, yaya ulaşımından ziyade araçların
öncelikte olduğu, yeşil alanların beton yığınları arasında yok denecek kadar azaldığı bir
durumda mutluluktan ve sağlıktan ne derece söz edebiliriz?
Maalesef güzel kentimiz Mersin için bu olgulardan bahsetmek çok zor. Oysa sağlıklı
ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı anayasa ile koruma altına alınmıştır. Devletin ve
yerel yönetimlerin görevi de çevreyi geliştirerek çevre sağlığını korumak ve kamu yararını gözeten düzenlemeler yapmaktır. Ancak bu görevlerini ne denli yerine getirdikleri ve getirebilecekleri kamuoyunun takdirindedir.
Yerel yönetimler, kentin geleceğinde söz sahibi olan Mimarlar Odası ve diğer kent
paydaşları ile müşterek çalışarak, kent sakinlerinin mutluluğu, sağlığı ve yaşam kalitesi için gerekli mekân ve alt yapının üretilmesini hedeflemeli, kentte yaşamın nasıl kurgulandığı, yaşamı canlı kılmak için neler yapılabileceği ve düzensizliklerin önceden fark
edilerek nasıl müdahale edilebileceği, uyumlu bir çevrede yaşama ortamının hazırlanması için nelerin yapılabileceği konularında faaliyet göstermelidir.
Yerel yönetimler seçimler öncesinde Mimarlar Odası ve kent paydaşları ile koordineli
çalışacaklarını söylemelerine rağmen, birçok konuda bilgi vermeden, projelerini kentli ile paylaşmadan uygulamaya başlamaktalar. İnşaatı devam eden ve neredeyse bitme
aşamasına gelen, bizlerin basın açıklaması ile uyardığımız Tulumba Kavşağı projesi, hala
Mimarlar Odası ve kent halkı ile paylaşılmamıştır. Toplu taşıma konusunda kente çözümü tam olarak getiremeyecek olan ve Mimarlar Odası ile İl Koordinasyon Kurulu
tarafından da çok olumlu görülmeyen monorail ulaşım sistemi sürekli gündeme gelmektedir. Mimarlar Odası olarak bu ve benzeri konularda sürdürdüğümüz kent mücadelelerimizi bu sayımızda da sizlerle paylaşılmakta ve değerlendirmelerinize sunmaktayız.
Yaşanan tüm olumsuzluklara, Mimarlar Odamızın etkisizleştirilmesi süreçlerine rağmen, meslektaşlarımızın Odalarına ve meslek örgütlerine sahip çıkacaklarını umut ediyorum.
Verecekleri destekler ile daha sağlıklı, daha mutlu, daha huzurlu bir Mersin’de yaşamanın öncülüğünü yapacaklardır.
Sinan Tütüncü
Mimarlar Odası Mersin Şube Başkanı
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 1
‹Ç‹NDEK‹LER
‹Ç‹NDEK‹LER ‹Ç‹NDEK‹LER
‹Ç‹NDEK‹LER
‹Ç‹NDEK‹LER
‹Ç‹NDEK‹LER
HABERLER
3 Mersin Kentinin Denizle İlişkisini Yeniden Düşünmek: Kıyı Alanlarının Tasarımı /
City by Sea: Rethinking the Waterfront of Mersin / Nida Naycı
4 Bilirkişilik Sempozyumu / Yasemin Bilir Altınok
5 Timur Ersen Sunumu: Yerele Odaklanmak / Sema Uğurlu
6 Tarsus Teknik Gezisi / Yasemin Bilir Altınok
7 TMMOB Mimarlar Odası 44. Dönem Seçimsiz Genel Kurulu / Benan Dönmez
8 Mersin Üniversitesi ve Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Mimarlık Bölümlerinden
Çevresel Farkındalık Temalı Çalıştaylar Dizisi / Esra Şahin Burat
11 Mimarlar Odası Mersin Şubesi’nin Atatürk Parkı Dolgu Alanına Yapılan Emniyet Binası ile İlgili
Kent Mücadelesi / Nursen Yücesoy Temizkan
12 Tulumba Köprülü Kavşak ve Altgeçit / Sinan Tütüncü
13 Tulumba Köprülü Kavşağı Hakkında Basın Açıklaması
15 Monorail İnceleme Gezisi ve Değerlendirmesi / Sinan Tütüncü
16 Link-in-Energy / Efficient Architectural and Cultural Energy Networks / Enerji Etkin Mimari ve
Kültürel Ağlar Projesi Uluslararası Çalıştayı / İpek Durukan
17 Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Çarşamba Seminerleri / Ahmet Hasdal
18 ICOMOS 50. yılı etkinlikleri kapsamında Mersin Üniversitesi Restorasyon ve
Koruma Merkezi, ICOMOS Türkiye Milli Komitesi ve Mersin Büyükşehir Belediyesi
ortak bir etkinlik düzenledi / İpek Durukan
19 2. TMMOB Mersin Yerel Kadın Kurultayı Gerçekleşti / Burçin Yorgun
21 Atatepe Proje Yarışması Sergisi ve Ödül Töreni Gerçekleşti
24
25
26
29
33
35
38
42
47
51
DOSYA: Sağlıklı Kent-Mutlu Kent Perspektifinden Mersin
Editörden / Esra Şahin Burat
Sağlıklı ve Mutlu Kentler İçin Yeşil Alanlar: Mersin Kentsel Yeşil Alanları Üzerine Bir İnceleme / Sinan Burat
Mersin’in Geleceğini Tasarlarken: Kent-Su İlişkisi Üzerine Yeniden Düşünmek / Nida Naycı
Ekosistem Yaklaşımıyla Sürdürülebilir Kentler / Huriye Kara
Mutlu Kent Var Mı? / Ayşe Devrim Başterzi
Mutlu Değil; Obez, Şımarık, Tedirgin Kentler / Ulaş Bayraktar
Mersin’de Güncel Planlama ve Yatırımların Dayandığı Değerlerin Analizi / Fikret Zorlu
Mersin Tarihi Kent Merkezi’nde Kamusal Alanların Canlılığı Üzerine
Bir Değerlendirme / Züleyha Sara Belge
Dünyadan Kamusal Alanda Bir Yapı Örneğine Bakış: Serpentine Galeri Evi / Ayşen C. Kölemezli Benli
ÖĞRENCİ
55 VIII. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı / Nihari Şen - Ahmet Hasdal
56 Mimarlık ve Eğitim Kurultayı VIII - Öğrenci Forumu / Nihari Şen - Ahmet Hasdal
2 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
HABERLER
Mersin Kentinin Denizle İlişkisini Yeniden Düşünmek:
Kıyı Alanlarının Tasarımı / City by Sea: Rethinking
the Waterfront of Mersin
Nida NAYCI
Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü
“Mersin kentinin denizle ilişkisini yeniden düşünmek: Kıyı Alanlarının Tasarımı / City by the Sea: Rethinking the Waterfront of
Mersin” konulu uluslararası öğrenci çalıştayı 3-14 Kasım 2014
tarihleri arasında Mersin’de düzenlendi.
Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ile, Ecole Supérieure
d’Architecture de Paris La Villette (ENSAPLV) ve National
Technical University of Athens (NTUA) Mimarlık Fakültesi’nin
ortaklığında, 3-14 Kasım 2014 tarihleri arasında “City by the
Sea: Rethinking the Waterfront of Mersin / Mersin Kentinin
Denizle İlişkisini Yeniden Düşünmek: Kıyı Alanlarının Tasarımı”
konulu bir kentsel tasarım çalıştayı düzenlendi. Çalıştay, Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden öğretim üyeleri Cânâ
Bilsel, Nida Naycı, Fikret Zorlu ve Yasemin Sarıkaya Levent,
ENSAPLV’den Pierre Bouché, Claudio Secci, Célia Lebarbey
ve NTUA’dan Helene Haniotou ve Konstantinos Serraos’un
yürütücülüğünde gerçekleştirildi.
Akdeniz kıyısı boyunca doğu-batı doğrultusunda lineer bir
gelişme gösteren Mersin kentinin denizle kurduğu ilişkinin
yeterince güçlü olmadığı saptamasından yola çıkan bu çalıştayda, kentin kıyısı ve denizle kurduğu ilişkiler sorgulanarak,
bu ilişkilerin çeşitlenerek güçlendirilmesinin biçimleri araştırıldı. Bu ana sorunsal çerçevesinde, Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden 30, ENSAPLV Mimarlık Okulu’ndan 17,
NTUA Mimarlık Bölümü’nden 15 öğrencinin oluşturduğu
karma gruplar Mersin kenti kıyısı üzerinde seçilen 9 ayrı alanda kentsel tasarım önerileri geliştirdiler. Çalışma alanları olarak, kent merkezleriyle ilişki kuran Atatürk Parkı, Eski Marina, Stadyum ve çevresi, Pozcu’da Muğdat Camii ve Kushimoto Sokağı çevresi gibi kentsel aktivitelerin yoğun olduğu bölgelerin yanısıra, Soli Pompeiopolis arkeolojik sit alanı, Yumuktepe Höyüğü ve çevresi ile Davultepe Tabiat Parkı ve deniz kaplumbağası koruma alanı seçildi. Her bir çalışma grubu,
seçtikleri kıyı alanı üzerine gerçekleştirdikleri ayrıntılı gözlemler ışığında, o alanın sorun ve değerlerini, mevcut kullanımları ve toplumsal pratiklerini saptayarak kentsel tasarım fikirleri
geliştirdiler. Öğrenciler bu gözlem ve tasarım önerilerini kısa
filmler biçiminde sundular.
“City by the Sea: Rethinking the Waterfront of Mersin /
Mersin kentinin denizle ilişkisini yeniden düşünmek: Kıyı
Alanlarının Tasarımı” konulu bu çalıştayın sonuç sunuşları 14
Kasım 2014 Cuma günü saat 14.00-17.30 arasında Mimarlar
Odası Mersin Şubesi konferans salonunda gerçekleştirildi. Liman kenti Mersin’in denizle ilişkisini ve kıyı alanlarının geleceğini kentin gündemine taşımayı amaçlayan bu etkinliğe Mersin Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, İlçe Belediyeleri ve Meslek
Odaları’ndan temsilciler, Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri katıldılar.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 3
HABERLER
Bilirkişilik Sempozyumu
Yasemin BİLİR ALTINOK
Mimar, Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi’nde 13 Mart 2015 tarihinde Kamulaştırma Bilirkişiliği eğitimi alan mimarlara sertifikaları
bir tören ile takdim edildi.Tören, hâkimlerimiz, savcılarımız, Silifke
Ceza Evi Müdürü Sn. Abdullah Yalçın ve Kurum 2. Müdürü Mustafa Yeşilyurt ile mimar meslektaşlarımızın katılımıyla gerçekleşti.
Açılış konuşmasını TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şube
Başkanı Sn. Sinan Tütüncü yaptı.
Yönetim Kurulu ve Mimarlar Odası Bilirkişilik Komite üyesi Sn. Yasemin Bilir Altınok, bilirkişilik ve mimarlık üzerine hazırlamış olduğu power point sunumunu izleyicilerle paylaştı.
“Bugünkü uygulama biçimi ve bu uygulamadan doğan aksaklıklar nedeniyle BİLİRKİŞİLİK Kurumu, birçok meslek alanında tartışılır hale gelmiştir. Söz konusu aksaklıklar yalnızca hukuk alanındaki profesyoneller için değil, bütün kamuoyu için giderek daha
fazla hoşnutsuzluk ve sıkıntı yaratmaktadır. Uzmanlık alanlarının
her geçen gün arttığı günümüz dünyasında, yargıçların sağlıklı bir
yargılama süreci ve adil kararlar verebilmeleri için mesleklerinde uzman kişilerin yardımlarına gereksinim duymaları kaçınılmazdır. Bu anlamda, kamu vicdanını tatmin eden berrak sonuçlar
elde edilmesinde BİLİRKİŞİLİK kurumu etkin rol oynamaktadır.
Bilirkişinin, meslekî deneyim bakımından yetkin ve meslek etiğine saygılı olması kadar, görev yapacağı konuya uygun ve doğru seçilmesi de aynı oranda önem taşımaktadır. Mimarlar Odası, taşımakta olduğu toplumsal sorumluluğun bilinci ile BİLİRKİŞİLİK kurumunu önemsemekte ve ilgili alanlardaki teknik bilirkişilerin sürekli mesleki gelişimini sağlamak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlemektedir. Oda, sertifikalı eğitim programları, bilgi paylaşım toplantıları, Bilirkişilik Sempozyumları, kitaplar, üyelerinin sicil durumlarının takibi ve gerektiğinde bilirkişilik raporlarının incelenmesi gibi pek çok etkinlik aracılığıyla üyelerini ve kamuoyunu bu alanda bilgilendirmeye ve bilinçlendirmeye çalışmaktadır.
Mimarlar Odası, konusunda uzman, bilgili, deneyimli ve meslek
etiğine saygılı bilirkişilerin seçilerek görev alması amacıyla hukuk
ortamının talep edebileceği her türlü işbirliğine açıktır. Adalet
Bakanlığı’nın bu alanda yürüttüğü projelere katkıda bulunmaktadır. Adalet hepimizin ihtiyacıdır.” diyerek sözlerini bitirdi.
Daha sonra söz alan Ankara Şube yönetim kurulu üyesi,
TMMOB bilirkişilik komite üyesi mimar Sn. Leman Ardoğan
sözlerine Mimarlar Odası’nın düzenlemiş olduğu 4. Bilirkişilik
Sempozyumu sonuç bildirisinden alıntı yaparak başladı:
“Hukuksuzluğun doruğa çıktığı, mahkeme kararlarının uygulanmadığı, meslek odalarının bilimsel ve teknik uyarılarının dikkate alınmadığı, bir süreçten geçmekteyiz.
Adalet ile bilirkişiliğin doğrudan bir ilişkisi vardır. Adaletin
sağlanması için bilirkişi kurumunun sağlıklı işlemesi zorunluluğu bulunmaktadır. Bu bağlamda öteden beri bu alanın
sorunları dile getirilmekte ve düzenlemeler yapılması ihtiyacı vurgulanmaktadır.
4 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Son yıllarda bu gereksinimin karşılanması bir yana, yasama
sürecinin hukuka aykırı işleyişi, hukuksuzluklar, zaten tartışmalı olan “yargı bağımsızlığı”nı daha da olumsuz hale getiren müdahaleler, idarenin bilirkişiler üzerindeki baskıları,
yetersizlikler vb. nedenlerle “adalet / yargı ve bilirkişilik”
bir kaosa sürüklenmiştir.
Adaletsizliğe ve tartışmalı bilirkişi raporlarına neden olan
bu sürecin niteliklerini anlamak, sağlıklı çözüm önerilerini ortaya koymak ve adaletin gerçekleşmesine katkı sağlamak için yasama ve yargının içinde bulunduğu durumu doğru değerlendirmek gerekmektedir.”
Konuşmasına bilirkişiliği Mimarlar Odasının neden önemsediğini, mimar olarak topluma olan sorumluluklarımızı, eğitim
çalışmalarını, komitenin çalışmalarını ve Geliştirilmiş Bilirkişilik Eşleştirme Programı çerçevesinde Alman Hukukçularla
01-03 Aralık 2014 tarihlerinde, İmar Hukuku Kapsamına
Giren Davalarda Bilirkişilik Sempozyumu’nun sonuç bildirisinden aşağıdaki bazı başlıkları bizlerle paylaşarak devam etti.
1. Meslek mensuplarının bilirkişilik görevi üstlenebilmesi konusunda sertifikaya sahip olması, sertifikasyonun
(meslek içi) eğitimi ve sınavla ilişkilendirilmesi, sertifikasyonun derecelendirmeye ve uzmanlaşmaya tabi tutulup bununla eğitim ve sınav bağının kurulması, bu suretle mahkemelerdeki bilirkişilik uygulamasının standarda
ulaştırılması gerektiği,
2. Bilirkişilerin sertifikasyonu, eğitimi, denetimi ve performans ölçümlerinin yapılması, düzenleyici ve denetleyici
kurallar belirlenmesi ve uygulanması amacıyla, kamusal
yetkilerle donatılmış ilgili tüm aktörlerin (Adalet Bakanlığı, ilgili kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, meslek
odaları gibi) adil katılımı ile oluşturulmuş özerk ve bağımsız bir idari üst kurulun oluşturulması gibi konularda görüş birliğini varılmış ve çalışma aksları tanımlanmıştır.” diyerek sözlerini bitirdi.
Konuşmaların ardından Kamulaştırma Bilirkişiliği eğitimi alan
ve 2015 yılında bilirkişilik yapmaya hak kazanan 14 mimar
üyeye sertifikaları takdim edildi.
Ardından Mimar ressam Sn. Zekiye Tellioğlu’nun resim sergisi
açılışı da yapıldı. Bu serginin farklı bir anlamı daha vardı. Şöyle ki; Sn. Zekiye Tellioğlu yapmış olduğu 3 adet tabloyu Silifke Kadın Tutukevine bağışlarken “siz dışarıya çıkamıyorsunuz,
fakat ben dışarıyı size getireceğim” sözünden yola çıktığını ve
bugünkü sürecin başlangıcının bu şekilde geliştiğini ifade etti.
Açılışa katılan Silifke Ceza Evi Müdürü Sn. Abdullah Yalçın yapılan bu bağışın kendileri için çok anlamlı olduğunu belirtti.
Etkinlik resim sergisinin gezilmesinden sonra bir kokteyl ile
son buldu.
HABERLER
Timur Ersen Sunumu: Yerele Odaklanmak
Sema UĞURLU
Y. Mimar / Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Sayman Üyesi
Yerel malzeme ile inşa etmek ilk inşai faaliyetten beri süregelen bir gelenektir. Ancak modern çağda endüstrileşme bu geleneğin önüne geçmiş, ustalık ve zanaatkârlık yerini makinelere daha hızlı, daha fazla üretime bırakmış; yerel malzeme kullanma anlayışı ise teknolojik gelişmeler ve yeni tasarım anlayışları ile terk edilmiştir. Ancak bu hızlı üretimin sonuçları günümüzde enerji tasarrufu, sürdürülebilirlik, yerel zanaatkârlık
gibi konuları yeniden düşünmemize neden olmuş ve bu konular giderek önem kazanmaya başlamıştır.
Bu bağlamdan hareketle 6 Nisan 2015 tarihinde Mimarlar
Odası Mersin Şubesi Konferans Salonu’nda Y.Mimar Timur
Ersen’in sunumu ve Yrd. Doç. Dr. Esra Şahin Burat’ın çevirisi
ve moderatörlüğü ile “Yerele Odaklanmak” başlıklı bir sunum
gerçekleştirildi. Ersen sunumunda yerel şartları gözeten mimari yaklaşımları ve çağdaş toprak yapıları konu aldı.
Ersen sunumuna 2012 yılında diploma projesi olarak tasarladıkları ve ardından inşasında bizzat çalıştığı projesini anlatarak başladı. Antik çağlardan günümüze “toprak” ile inşa
edilen yapılardan örnekler sundu. Toprak ile inşa etmeyi öğrenmek için mimar kimliğini bir kenara bırakıp “toprak ustası” olarak Herzog and De Meuron’un tasarladığı “House
of Plant for Ricola” projesinde kazandığı deneyimlerinden
bahsetti. Ardından Martin Rauch’un yönetiminde inşa edilen Rauch Evi, Silplaz Sineması ve Rauch’un diğer projelerini
dinleyicilere aktardı. Mimar Anna Herringer’in Bangladeş’te
yerel malzemeleri ve yerel iş gücünü kullanarak tasarlayıp
inşa ettiği Ağa Han Mimarlık Ödülü de dâhil olmak üzere birçok uluslararası ödüle sahip “METI School” projesi ile ilgili değerli bilgiler paylaştı. Dünya genelinde yapılmış çağdaş toprak yapılardan örnekler sundu. 2014 yılında Meksika’da bu kez hem mimar olarak tasarımını, hem
de usta ve zanaatkâr olarak inşasını üstlendiği “La Apoteka”
isimli projesini ve son olarak Türkiye’de gerçekleştirdiği sıkıştırılmış toprak çalışmalarını dinleyicilere aktardı.
Y.Mimar Timur Ersen’in sunumu, geçmişte “toprak” ile sunulan etkin mimari çözümleri hatırlamamıza, geçmişten gelen
bu bilginin çağdaş mimaride ne şekilde yer bulduğunu görmemize ve belki de en önemlisi önyargılarımızdan kurtulmamıza ve sorgulamaya başlamamıza neden olmuştur.
MİMAR SİNAN’I ANMA GÜNÜ ETKİNLİĞİ
Tarih: 06.04.2015 Saat:16.30
Yer: Mimarlar Odası Mersin Şubesi Konferans Salonu
Sunumu takiben saat 18.00’de kokteyl verilecektir.
*Konuşma dili İngilizcedir. Sunum sırasında tercüme yapılacaktır.
LOCAL
ENGAGEMENT
YERELE ODAKLANMAK
Konuşmacı: Y.Mimar Timur Ersen
(ENSAL-Lyon Mimarlık Okulu)
www.timurersen.com
Çeviri ve Tartışma:
Yrd.Doç.Dr. Esra Şahin Burat
Y. Mimar Timur Ersen Kimdir?
Timur Ersen 1989 yılında Lyon’da doğmuştur. 2012 yılında
Lyon Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi’nden mezun olup yüksek lisansını da tamamladıktan sonra, toprak yapılar konusunda Martin Rauch, Anna Herringer gibi önemli isimlerle
çalışmıştır. Akabinde, Meksika’da “Permakültür Merkezi” için
ufak bir barınağın hem mimarı hem de inşaatçısı olarak kendi çalışmasını gerçekleştirmiştir. Bu proje İtalyan Boundaries
dergisinde yayınlanmış ve Mimar Philippe Rotthier Ödüllerine aday gösterilmiştir. Şimdilerde İstanbul’a yerleşmiş olup
etik ve estetik prensiplere sahip (yerel malzeme ve yerel
zanaatkarlık) bir mimariye inanmakta ve tasarım kalitesinin
(çağdaş ve inovatif / teknolojik çözümler) ekolojik krizleri
çözmekte yardımcı olacağını düşünmektedir.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 5
HABERLER
Tarsus Teknik Gezisi
Yasemin BİLİR ALTINOK
Mimar, Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi olarak ilimizin tarihi
açıdan zengin ilçesi Tarsus’a teknik bir gezi düzenledik. Mimarlık öğrencileri ve üyelerimizden oluşan 23 kişilik grubumuza
yerel rehberimiz Serpil Demir eşlik etti. Kleopatra Kapısı’ndan
başlayan gezimizin rotası yeni ziyarete açılan Taşkuyu Mağarası, Eshab-Keyf, Nusret Mayın Gemisi, Tarsus Şelalesi, Kırkkaşık
6 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Bedesteni, St. Paul Kilisesi, Eski Cami, Hz. Danyal Peygamber
Cami, eski Tarsus Evleri, St. Paul Kuyusu ve Evi ile devam ederek antik yolda son buldu. Rehberimiz Serpil Hanım Kırkkaşık
Bedesteni’ndeki dükkânında bizlere yerel içecek olan şifa kaynağı “kaynar” ikram etti. Bir tarih ziyafetinin ardından Mersin’e
güzel anılarla döndük.
HABERLER
TMMOB Mimarlar Odası
44. Dönem Seçimsiz Genel Kurulu
Benan DÖNMEZ
Mimar / Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
TMMOB Mimarlar Odası 44. Dönem Seçimsiz Genel Kurulu,
delegelerin katılımıyla 11-12 Nisan 2015 tarihinde Antalya’da
gerçekleşti. Ülke gündeminde her alanda olan değişikliklerin
günümüz mimarlık ortamına olan etkilerinin tartışıldığı kurulda, Türkiye Mimarlık Politikaları, Mimarlar Odası Örgütlenmesi, Mali Yapılanma ile Mesleki Uygulama ve Denetim konuları genel olarak gündemi belirledi.
Mevcut düzenin kente, mimarlığa ve insana dayattığı fiziksel, toplumsal ve kültürel temaslanmaların, beraberinde yıkımla sonuçlandığı bir döneme vurgu yapılarak, fiziksel çevrenin toplumsal değerler ile birlikte sarsıldığı bir durumun varlığı üzerinde duruldu. Karar mekanizmaları ve politikalarının
sonucu olarak fütursuzca dönüşen kentler ve yine aynı tavırla toplum düzenine eklemlenen göçmen gerçeği konusu
gündeme getirilerek, bu durumun mimarların yeni etik görevi
haline gelmesi gerektiğine değinildi. Kanun Hükmünde Kararnameler ve Torba Yasalar ile kamu yararının aksine taraf olan
bir sistemde, artık mimarlık olarak tariflenemeyecek bir büyümenin içinde yer alındığı, ancak mevcudun ötesinde olanın inşasının yine mimarların sorumluluğunda olduğu belirtildi. Mimarlığın değersizleştirilmesine girişildiği, etik problemlerin artık birer sorunsal haline geldiği bir düzende, örgütlenmenin gücü ve önemi vurgulandı.
Kent, mimarlık, meslek ve meslek odaları üzerine görüşlerin
sunulduğu iki günlük toplantı neticesinde ise, ele alınan tüm
yaklaşımların ortak değerlendirmesi niteliğindeki Genel Kurul
Sonuç Bildirgesi şu söylemler ile oluşturuldu.
“Günümüzde, kapitalist kalkınma modelinin gelip dayandığı
noktada hem bölge hem de dünyada tüm halklara sunulan,
insanca bir yaşam değil kelimenin tam anlamıyla barbarlaşmadır... Milyonlarca insanın yerinden edildiği, yüz binlerin öldüğü,
kentlerin tümüyle yıkıldığı, HES’ler ve ‘çılgın projelerle’ doğal
kaynakların tüketildiği, nükleer felaket tehdidinin kapımıza dayandığı kaybolmuş bir gelecek bizleri beklemektedir.
Türkiye’de uygulanmakta olan devlet destekli vahşi kapitalizm
aracılığıyla üretilen yolsuzluk, yıkım ve felaketler, otoriter bir
devlet mekanizmasıyla örtülmeye çalışılmaktadır... Artan işçi
cinayetleri ise yıkım sürecinin doğal sonucudur. İnsanlar arasında, ırk, cinsiyet, mezhep ayrımı yapılarak toplumsal huzur
bozulmaktadır... Bölgede yaşanmakta olan savaşlar nedeniyle
yoksul göçmenlerin kentlerimizdeki barınma ve yaşam koşullarının kötülüğüne günlük hayatımızda birebir tanıklık etmekteyiz. Bu durum biz mimarlara yeni kentsel yoksulluk haline
ilişkin etik görevler yüklemektedir.
... İktidar, hukuksal ve kamusal denetimi devre dışı bırakarak
merkezi ve yerel politikaları yeniden düzenlemektedir... Bununla birlikte bugün, afet riski bahane edilerek çıkarılan 6306
Sayılı Yasa ve uygulamalarıyla, salt kâr amacı güden projeler
nedeniyle merkezi yerleşim alanlarıyla birlikte temel vatandaşlık hakları da gasp edilmektedir.
Türkiye’de mimarlık ve kent, tüm bu zorlu sürecin tam da ortasında yer almaktadır... Artık ‘alternatifin inşası’ geleceğe dair
belirsiz ve kuşkulu bir ifade değil, bugüne dair açık ve gerçek
bir durumdur. ... Kent ve mimarlık alanının bileşenleri olarak
bizler, içinde bulunduğumuz kritik aşamada ülke adına da insanca yaşanacak bir dünya kurulmasının mümkün olabileceğini söylemenin tarihsel sorumluluğunu taşımaktayız... 21. yüzyıl mimarlığını günümüzün muktediri kapitalizm değil, kolektif
hayal gücü ve dinamikleri tanımlayacaktır.
Bu dinamiğin taşıyıcılarından biri olan Mimarlar Odası, üzerine düşen bu toplumsal görevi yerine getirme çabası içindeyken, iktidar, anayasaya ve hukuka aykırı düzenlemeler yaparak meslek örgütlerinin kanun ve mevzuatını değiştirmeye çalışmaktadır. Verdiğimiz bu mücadelede TMMOB ve diğer
meslek örgütlerini baskı altına almayı hedefleyen uygulamaları reddediyoruz... Atatürk Orman Çiftliği alanına hukuksuz biçimde dikilen “Kaçak Saray” da simgeleşen diktatörlük ve yağma rejiminin inşasına karşı demokrasiyi savunmayı toplumsal
bir görev olarak görüyoruz.
Mimarlar Odası Genel Kurulu, bu değerlendirmelerin ışığında, başta meslektaşlarımız olmak üzere bütün duyarlı kesimleri savaşa ve antidemokratik süreçlere karşı tavır almaya, meslek örgütlerimizin, üniversitelerimizin, yerel yönetimlerin, kamusal özerk kimliklerinin güvence altına alındığı, doğal
ve kültürel tüm değerlerimizin korunduğu bir geleceğin inşası için birlikte çalışmaya çağırmaktadır.”
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 7
HABERLER
Mersin Üniversitesi ve Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi
Mimarlık Bölümlerinden Çevresel Farkındalık Temalı
Çalıştaylar Dizisi
Esra ŞAHİN BURAT
Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü / Mimarlar Odası Mersin Şubesi 2. Başkanı
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi ile Mersin Üniversitesi arasında
2013-2014 akademik yılında yapılan işbirliği anlaşması kapsamında gerçekleştirilen ortak çalışmalar, 2014-15 akademik yılı
içerisinde gerçekleştirilen iki çalıştayla sürdürüldü. İki üniversitenin Mimarlık Bölümü öğretim elemanları ve öğrencileri tarafından yürütülen çalıştayların birincisi, 17-18 Kasım 2014 tarihlerinde Mersin Üniversitesi Çiftlikköy Kampüsünde, ikincisi
ise 5-6 Mayıs 2015 tarihlerinde Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi
‘nin Lefkoşa’da yer alan Haspolat Kampusu’nda gerçekleştirildi.
Her ikisinde de mimari müdahalelerde çevresel verilerin dikkate alınmasının önemine ve yöntemlerine dikkat çekilen çalışmalarda, farklı alan ve proje konuları üzerinden çevreye duyarlı
mimari yaklaşımlar irdelendi, örneklendi ve tartışıldı.
Güz 2014: “Geçiş Ekolojilerinde Mimarlık:
Çiftlikköy’ü Yeniden Düşünmek”
Mimarlar Odası Mersin Şubesi’nin katkılarıyla düzenlenen çalıştaya (Resim 1), Mersin Üniversitesi Mimarlık
Bölümü’nden 55 öğrenci ve 4 öğretim elemanı, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden ise 16 öğrenci
ve 2 öğretim elemanı katıldı. MEÜ Mimarlık Bölümü’nden
Yrd. Doç. Dr. Esra Şahin Burat, Yrd. Doç Dr. Özlem Tüz,
Mimar Ufuk Yürekli ve İç Mimar Yasemin Okutan Boyar’ın,
UKÜ Mimarlık Bölümü’nden ise Öğr. Gör. Nezire Özgece ve Öğr. Gör. Mete Mutlu Balkıs’ın atölye yürütücülüğü
yaptığı çalıştay, iki aşamalı olarak gerçekleştirildi. Seminerler, atölye guruplarının oluşturulması, proje arazisi analizleri ve araştırma gezisinden oluşan ilk aşama 17 Kasım’da, fikir projelerinin üretimi ve çalışma guruplarının sunumundan oluşan ikinci aşama ise 18 Kasım’da tamamlandı. Çalıştayda iki üniversitenin öğrencileri karma guruplar halinde çalışma imkânı buldu. Proje alanı olarak seçilen Mersin
Üniversitesi Çiftlikköy Kampusu içerisinde her atölye grubu için ayrı bir çalışma alanı belirlendi. İlgili atölye yürütücülerinin rehberliğinde çalışma alanlarına tanıtım gezileri
yapıldı ve öğrencilere kendilerinden beklenen arazi analiz ve tespitlerine yönelik bilgi verildi. Seminerler ve teknik
gezi ile üretilecek fikir projelerine bilimsel ve kuramsal altyapı sağlanması hedeflendi. Araziyi anlama, yöntem belirleme, örnek yaklaşımlar konusunda bilgilenme ve kuramsal çerçeve oluşturma amaçları doğrultusunda kurgulanan
ilk aşama, fikir projesi üretimini ve sunumunu içeren ikinci
aşamanın temelini oluşturdu.
Bu kapsamda, 17 Kasım sabahı Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü 2. sınıf stüdyosunda gerçekleştirilen açılış ve ilk buluşmayı takiben, Yüksek Ziraat Mühendisi Huriye Kara tarafından “Geçiş Ekolojileri ve Bunların Kültür
ve Mekân Üzerindeki Etkileri” başlıklı bir sunum yapıldı.
Mimarlık Fakültesi Konferans Salonunda gerçekleştirilen
sunumda geçiş ekolojilerinin ne olduğu ve bu “ara” bölgelerin özelliklerinin kültür ve mimariyi nasıl yönlendirdiği örneklerle anlatıldı. Sunumu takiben öğrenci ve yürütücülerden oluşan çalışma gurupları belirlendi ve Çiftlikköy Kampusu içerisinde yer alan farklı çalışma alanla-
Resim 1. “Geçiş Ekolojilerinde Mimarlık” çalıştayı tanıtım posteri.
8 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
rında ilk keşif ve tespit çalışmaları yapıldı. Sonrasında ça-
HABERLER
Resim 2. “Geçiş Ekolojilerinde Mimarlık” çalıştayı katılımcıları Mersin Üniversitesi’nde.
Resim 3. “Temporary Shelter for Two” çalıştayı katılımcıları Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nde.
lışma gurupları Huriye Kara’nın Çeşmeli’de bulunan çiftliğini ziyaret etti. Burada ilk olarak komşu çiftliklerden gelen kadın üreticiler tarafından yerel malzeme ve araçlarla hazırlanan öğle yemekleri yendi. Sonrasında Huriye Kara rehberliğinde, çiftlikte üç nesildir yapılan tarımsal ve mimari üretimin, ırmak, toprak, bitki örtüsü, iklim, güneş, malzeme kaynakları gibi doğal öğelerle nasıl ilişki kurduğu ve şekillendiği konusunda bilgiler verildi. Sunumlarını nar, avokado ve narenciye ağaçları arasında yapan Kara, biyolojik çeşitliliğin ve iklimsel ve coğrafi verilerin önemine vurgu yaptı. Çiftlik gezisi sonrasında otobüslerle Mimarlar Odası Mersin
Şubesi’ne geçildi. Çalıştaya İstanbul A Mimarlık’tan konuk konuşmacı olarak katılan Mimar Özgül Öztürk, konferans solunda Yrd.
Doç. Dr. Özlem Tüz ile birlikte “Ekolojik Döngülerin Mimari Yansımaları” başlıklı bir sunum yaptı. Öztürk sunumunda doğanın işeyişini anlamanın ve bu işleyişle uyumlu mimari yaklaşımlar üretmenin öneminden bahsetti ve örneklerinden kesitler sundu. Mimarlar Odası Mersin Şubesi terasında verilen kokteyl ile çalıştayın ilk
kısmı tamamlanmış oldu.
Teoman Sungur, Mimar Ufuk Yürekli, Mimar Murat Kemal Akyur t,
İç Mimar Yasemin Okutan Boyar) ve öğrencileri ile UKÜ Mimarlık
Bölümü öğretim elemanları (Yrd. Doç. Dr. Afet Çeliker, Öğr. Gör.
Meltem Z. Nevzat, Öğr. Gör. Ahmet M. Saymanlıer) ve öğrencilerinden oluşan çalıştay ekibi, bu kez Kuzey Kıbrıs’ın coğrafya, iklim, flora ve faunasını gözeten mimari yaklaşımlar konusunda bir
çalışma yaptılar. Çok sayıda yabancı uyruklu öğrencinin de katılımıyla Türkçe ve İngilizce olarak çift dilli yürütülen çalışmanın odağını, Girne’de yer alan ve koruma altında bulunan Alagadi Kaplumbağa Plajı oluşturdu. 1992 yılından bu yana İngiliz Üniversiteleri tarafından yerel idarelerle birlikte yürütülen ve soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan deniz kaplumbağalarının izlenmesini ve korunmasını hedefleyen çalışmaların Mayıs’tan Ekim’e
kadar süren ekspedisyon bölümünün yapıldığı Alagadi Kaplumbağa Plajı’nda mevcut durumda ihtiyaç duyulan geçici barınma ünitelerine dair projeler üretilmesi çalışmanın ana hedefiydi. Bu kapsamda, doğal koruma bölgesi olan arazinin ve orada yapılan gözlem ve koruma faaliyetlerinin koşullarını dikkate alan bir yaklaşımla Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen gönüllü öğrenciler için ihtiyaç duyulan geçici barınma üniteleri tasarlandı. Mersin ili sahilleri için de güncelliğini ve önemini koruyan bir konu olan Caretta
caretta’ların yumur tlama alanlarının maruz kaldığı tehditler hakkında farkındalık yaratmayı, bu ve benzeri koruma alanlarının içinde ve çevrelerinde yapılan mekânsal düzenlemelerde gözetilmesi gereken koşullara dikkat çekmeyi ve malzeme, taşıyıcı sistem,
havalandırma, aydınlatma, gürültü kontrolü, enerji tüketimi, program öğelerinin araziye yerleşimi gibi mimari kararlarda bu koşulların önemine vurgu yapmayı hedefleyen çalışma, yine iki aşamalı olarak gerçekleştirildi.
18 Kasım sabahında atölye gurupları, Mimarlık bölümü 2. sınıf stüdyolarında bir araya gelerek proje üretim çalışmalarına başladılar. Toros Dağları’ndan Akdeniz’e uzanan, eğimli bir vadiler dizisi üzerinde konumlanmış bir “geçiş” alanı olan Çiftlikköy Kampüsünün farklı noktalarında bugüne dek yapılmış mimarlık ve peyzaj üretimleri
analiz edildi. Bunların güçlü ve zayıf yönleri ve yapılan tasarımlarda
öngörülen ve öngörülmeyen şekilde ortaya çıkan fiili durumlar tespit edildi. Her alan için çevresel koşullara daha duyarlı, daha sürdürülebilir ve daha konforlu mekân ve alanlar oluşturmaya yönelik,
küçük ölçekli mimari müdahalelerden oluşan fikir projeleri üretildi. Plan, kesit, cephe, maket ve üç boyutlu çizimlerle görselleştirilen
projeler, günün sonunda yapılan gurup sunumları ile birlikte paylaşıldı ve tartışıldı (Resim 2).
Bahar 2015: “Temporary Shelter for Two”
İki üniversitenin Mimarlık Bölümlerince bahar döneminde yapılan
or tak çalışmanın proje alanı Akdeniz’in karşı kıyısında, Girne sahilinde yer aldı. MEÜ Mimarlık 2. sınıf stüdyosu öğretim elemanları (Yrd. Doç. Dr. Esra Şahin Burat, Yrd. Doç Dr. Özlem Tüz, Mimar
İlk olarak 5 Mayıs tarihinde, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nin Mimarlık Bölümü stüdyolarında iki okulun ekipleri bir araya geldi. Açılış
konuşmalarını takiben, çalıştay temasıyla, çalışma konusu olan araziyle, deniz kaplumbağaları araştırmalarıyla ve ihtiyaç duyulan mekânsal
düzenlemelerle ilgili bilgilendirmeler içeren Türkçe ve İngilizce sunumlar yapıldı. Çalıştay gurupları belirlendi, ilk fikir ve yaklaşımların ortaya çıktığı gurup toplantıları yapıldı. 6 Mayıs’ta tüm gün süren atölye çalışmasının sabahki bölümünde, guruplarca önerilen kavramsal yaklaşımlar ve fikirler yürütücüler rehberliğinde tartışıldı. ÖğODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 9
HABERLER
leden sonra çalışma gurupları proje üretimlerini sürdürdüler. Günün
sonunda, plan, kesit, cephe ve üç boyutlu eskiz ve canlandırmalarla yapılan gurup sunumları, Prof. Dr. Nezih Ayıran’ın da katılımıyla izlendi ve tartışıldı. Kapanışı, coşkulu geçen bir sertifika töreni ile yapılan çalıştay, Mersin Üniversitesi ile Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Mimarlık Bölümleri arasında iki yıldır devam etmekte olan işbirliğinin verimli birer basamağı olan bu iki çalışmanın, meyvelerini gelecekte de vermeye devam edeceğine dair öngörülerle son buldu
(Resim 3).
Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencileri, 7 Mayıs tarihinde Mimarlık Tarihi dersi kapsamında, Yrd. Doç. Dr. İrem Dizdar yürütücülüğünde yapılan Girne, Lefkoşa ve Gazimağusa inceleme gezileri ile Kıbrıs çalışmalarını tamamladırlar. Tarihi kent
dokularının ve yapılarının incelendiği gezilerde, Girne’de Bellapais Manastırı, Lefkoşa’da Selimiye Cami (St. Sophia Katedrali) ve
Gazimağusa’da Lala Mustafa Cami (St. Nikolas Katedrali, Resimler
4 ve 5), öğrencilerin örneklerini ilk kez gözlemleme fırsatı buldukları Gotik mimari eserleri olmaları sebebiyle inceleme çalışmalarının odağını oluşturdu.
Resim 4. Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencileri Gazimağusa Lala Mustafa
Cami önünde.
Resim 5. Gazimağusa Lala Mustafa Cami (St. Nikolas Katedrali). Fotoğraf: Leyla Turhan.
10 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
HABERLER
Mimarlar Odası Mersin Şubesi’nin Atatürk Parkı
Dolgu Alanına Yapılan Emniyet Binası ile İlgili
Kent Mücadelesi
Nursen YÜCESOY TEMİZKAN
Avukat
1950 ‘li yıllarda Mersin Liman inşaatı nedeni ile denizin doldurulması suretiyle elde edip, 1960 yıllarda tapuya hazine
adına tescil işlemi yapılan ve o tarihten bu yana Atatürk
Parkı olarak kamunun kullanımına açık olan dolgu alan üzerinde inşaat yapılmakta olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.
Yaptığımız araştırmada, Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile Atatürk Parkı Kentsel Tasarım ve Çevre Düzenlemesi Projesi’ni içeren 1/1000 ölçekli uygulama imar planında değişiklik yapılarak, hali hazırda Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Hamidiye Mah. 19. II, 9378 ada, 9 parsel no’da tapuya
kayıtlı dolgu alanın, imar planında “Resmi Kurum” (Emniyet
Müdürlüğü Hizmet Alanı) olarak işaretlendiği ve yapılaşmanın kullanılabilir alanı ve yüksekliği de belirtilmek suretiyle
Emniyet Müdürlüğü’ne açıkça yapılaşma izni verildiği öğrenilmiştir. Uygulama imar planında yapılan bu değişikliğe dayalı olarak Mersin Akdeniz Belediyesi tarafından, söz konusu alan üzerinde Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme ve
Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü Binası inşa edilmek inşaat ruhsatı verilmiştir.
İnşaat ruhsatı verilen bu yapı Kıyı Kanunu’nda öngörülen dolgu alanlarda yapılabilecek yapılardan olmadığından, Mersin
Büyükşehir Belediyesi ve Akdeniz Belediyesi’nin dolgu alanlara yönelik Kıyı Kanununa aykırı bu işlemlerinin iptali ve yürütmenin durdurulması talebi ile Mimarlar Odası tarafından
29.04.2013 tarihinde Mersin 2. İdare Mahkemesinde dava
açılmıştır.
Delillerin toplanması, keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda
İdare Mahkemesi 11.07.2014 tarihli kararı ile hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin, uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceğinden yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir.
Mersin Defterdarlığı’nın da davalı idare yanında davaya müdahil olduğu davanın yargılaması sonucunda Mahkeme
24.12.1014 tarihli kararı ile davaya konu olan hukuka aykırı idari işlemlerin iptaline karar vermiştir. Kararın davalı idareler tarafından temyiz edilmesi nedeniyle, Danıştay’dan kararın
temyiz sonucu beklenmektedir.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 11
HABERLER
Tulumba Köprülü Kavşak ve Altgeçit
Sinan TÜTÜNCÜ
Mimar / Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Okan
Merzeci’nin vefatından sonra Belediye Başkanlığına Halil Kuriş seçildi. 1997 yılında Belediye Başkanı olduktan sonra sözde trafiği rahatlatma! düşüncesiyle bir köprülü kavşak projesi hazırladı.
Mersin Büyükşehir Belediye meclisinin 24.04.1998 gün ve 25
sayılı kararı ile Meclis’ten geçen 1/5000’lik plana askı süresinde ve daha sonra yapılan itirazlara rağmen inşaat 1998 yılı
sonlarına doğru başladı.
Mimarlar Odası Mersin Şubesi olarak Adana 2. İdare
Mahkemesi’ne dava açıldı. Adana 2. İdare Mahkemesi’nin
1998/1189 nolu kararı ile plan iptal edilmiş ve planın yürütmeyi durdurma kararı verilmişti.
Daha sonraki yıllarda Mersin Büyükşehir Belediyesi inşaatı biten köprülü kavşağı yasal duruma getirebilmek için bir dizi
meclis kararları almış ve son olarak 1/25.000 planlara işleterek meclisten geçirmiştir. Bu gelişmeler üzerine 2008 yılında bu defa 1/25.000’lik planların iptali için Mersin 1. İdare
Mahkemesine dava açıldı ve Mersin 1. İdare Mahkemesinin
2009/829 sayılı kararı ile de bu plan iptal edildi.
Böylece Tulumba Köprülü Kavşağı plansız olduğu için kaçak
duruma düştü ve yıkılması gerekti. Kenti bir sur gibi ikiye bölen, yapım aşamasındaki yanlışlıktan dolayı sürekli kazaların
meydana geldiği, can kayıplarının yaşanmasına ve trafiğe çö-
züm yerine çözümsüzlük getirmesine rağmen yıkım maliyetinin yüksekliği bahane edilerek yıkılmadı.
Yerel seçimlerden sonra yeniden yapılanan Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin 13.02.2015 tarih ve 164 sayılı kararı ile
Tulumba Köprüsü’nün yıkılması kararını olumlu karşıladık ve
kendilerine hukuka uygun işlem yaptıkları için teşekkür ederiz.
Ancak yine aynı meclis kararı ile o bölgede alt geçit yapılması kararlaştırıldı. Büyükşehir Meclisi’nden geçen alt geçit projesi meslek odaları ile paylaşılmadı. Odaların görüşleri alınmadan proje çalışması yapıldı.
Meclis kayıtlarından elde ettiğimiz proje incelendiğinde de
birçok çözümsüzlüğün bulunduğu Köprülü Kavşağın yarattığı olumsuzluklar giderilirken daha farklı sorunlarla karşılaşma ihtimalinin söz konusu olduğunu gördük. Bir problemi çözerken daha çok problemle karşılaşmamak için Büyükşehir Belediyesi Etüt ve Proje Daire Başkanlığı’na ve
İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı’na çok kapsamlı bir rapor hazırladık. Alt geçidin yaratacağı tüm olumsuzlukları
bu rapor ile kendilerine ilettik. Bu uyarılarımızın dikkate
alınacağına dair Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri tarafından cevabi yazı iletildi. Dileriz Tulumba alt geçidinde
bu uyarılar dikkate alınır ve sorunlara çözüm olan bir kavşak çalışması olur.
12 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
HABERLER
Tulumba Köprülü Kavşağı Hakkında
Basın Açıklaması
Mimarlar Odası Mersin Subesi
6 Ağustos 2015
Hepimizin bildiği gibi Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi,
24.04.1998 gün ve 25 sayılı kararı ile 1/5000 ölçekli plan içerisinde, yolların ve çevrenin özelliklerini çok fazla dikkate almayan bir Köprülü Kavşak projesi onayladı. Plana askı süresinde ve daha sonrada yapılan tüm itirazlara rağmen köprülü
kavşak inşaatı 1998 yılı sonlarına doğru başladı.
Mimarlar Odası Mersin Şubesi olarak, söz konusu köprülü kavşak projesinin kamu yararına, şehircilik ilkeleri ile planlama esaslarına aykırı olması nedeni ile Adana 2. İdare Mahkemesine açtığımız dava neticesinde Mahkeme, dava gerekçelerimizi haklı bularak köprülü kavşağa ilişkin planın iptaline
karar vermişti.
Daha sonraki yıllarda Mersin Büyükşehir Belediyesi, inşaatı biten köprülü kavşağı yasal duruma getirebilmek için, bir dizi
meclis kararları aldı ve son olarak 1/25000 planlara işleterek Meclisten geçirdi. Bu gelişmeler üzerine, 2008 yılında bu
defa 1/25000’lik planın iptali için yine Mimarlar Odası Mersin Şubesi tarafından Mersin 1. İdare Mahkemesine dava açıldı ve Mahkeme, bu planı da yine hukuka aykırılığı nedeni ile
iptal etti.
Böylece kaçak durumda olan ve yıkılması gereken, ayrıca kenti bir sur gibi ikiye bölen, yapım aşamasındaki yanlışlıklardan
dolayı sürekli kazaların meydana geldiği ve can kayıplarının
yaşanmasına sebebiyet veren bu köprülü kavşak, trafiğe çözüm yerine çözümsüzlük getirdiği halde ve kesinleşmiş mahkeme kararlarına rağmen, yıkım maliyetinin yüksekliği bahane
edilerek yıkılmamıştı.
Yerel seçimlerden sonra yeniden yapılanan Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı Tulumba Köprüsünün yıkılması kararını olumlu karşıladık ve kendilerine hukuka uygun işlem yaptıkları için teşekkür ederiz.
Ancak , Adana ve Mersin İdare Mahkemeleri,
• İnşaata ilişkin ihalenin kavşak ve köprü projelerinin hazırlanmasından önce yapıldığı,
• Plan kararlarının planlama esaslarına, şehircilik ilkeleri
ve kamu yararına uygun olmadığı,
• Katlı kavşak çözümlerinin kapsamlı bir etüt ve araştırmaya dayalı kent bütününü içeren ulaşım planının sonucunda olması gerektiği,
• Katlı kavşağın kenti ikiye bölmekte olduğu, fonksiyonel
ve fiziksel bir mahalli ilişki sistemini bozduğu,
• Zemin katta bulunan yapı kullanımlarının çalışmayacağı,
• Yerleşim dokusunun böylesine gelişmiş ve oluşmuş
kentsel bölgelerinde köprülü kavşak gibi büyük çap-
lı müdahalelerin planlamada zorunlu olmadıkça kaçınılması gereken kararlar olduğu,
• Köprülü kavşağın raylı ulaşım sistemine engel oluşturduğu
gerekçeleri ile planları iptal etmişti.
Şimdi ise, aynı yerde, yine katlı bir kavşağın (battı-çıktı) yapılması söz konusudur. 18 yıl önce idare mahkemelerinin saymış olduğu bu iptal gerekçeleri maalesef bugün yapılması düşünülen alt geçit için de geçerlidir.
• Kentte ulaşım master planı tamamlanmamış ve alt geçit çalışması kent bütününü içeren bir planlama içerisinde düşünülmemiştir.
• Köprülü kavşak, kenti kuzey-güney ekseninde ikiye
bölerken, alt geçit, doğu-batı istikametinde bölecektir. Yaygın olan yaya ulaşımı aksayacak, zemin kotlarının
kullanımı zorlaşacaktır.
• Köprünün yıkımından sonra Tulumba Kavşağında
nasıl bir uygulamanın olacağı, hangi projenin yapılacağı Meslek Odaları ve Sivil Toplum Kuruluşları ile paylaşılmamış ve kamuoyu bilgilendirilmemiştir. Tarafımızla paylaşılmamasına rağmen, kentin geleceğine ilişkin endişelerimizi Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’na iletmemize ve Büyükşehir
Belediyesi’nden gelen cevabi yazıda, görüşlerimizin
dikkate alınacağı ve proje tamamlanınca tarafımıza
iletileceği ifade edilmesine rağmen, bugüne kadar
Kavşak projesi ile ilgili bir bilgi tarafımızla ve kamuoyuyla paylaşılmamıştır.
Bizler de bu nedenle kentimize ilişkin bu endişelerimizi kamuoyuyla paylaşmayı sorumluluğumuzun bir gereği olarak görmekteyiz.
İmar planları insan, toplum ve çevre ilişkilerinde kişi ve aile
mutluluğu ile toplum hayatını yakından etkileyen fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimleri ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın korumakullanma dengesini en rasyonel biçimde belirlemek üzere hazırlanırlar. Koşulların zorunlu kıldığı biçimde mevzuata uygun
olarak revize edilebilirler.
Yanlış planlama sonucunda yapılan Tulumba köprülü kavşağının imalat ve yıkım bedelleri Mersin halkının milyonlarca lirasının heba olmasına neden oldu. Şimdi ise çözüm getirmek
düşüncesi ile kamuoyuyla, meslek odalarıyla, sivil toplum örgütleriyle paylaşılmadan yapılacak yanlış bir uygulama, yine telafisi zor zararlar verecek, maddi olarak büyük kayıplar yaratacaktır.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 13
HABERLER
Sonuç olarak, Büyükşehir Belediyesi’ne sunmuş olduğumuz raporda da
belirttiğimiz gibi,
• Kentin bu defa doğu-batı yönünde bölüneceği,
• Deniz seviyesinin altında kalacak olan alt geçidin aşırı yağışlarda
su ile dolabileceği,
• İnönü Bulvarı’nda kent merkezi yönünden gelip, GMK Pozcu
yönüne dönüşün direk sağlanamadığı, alt geçitten çıktıktan sonra ancak U dönüş ile Pozcu yönüne gidilebileceği,
• Aynı şekilde Pozcu yönünden İnönü Bulvarı kuzey yönüne dönüşte ve Kapalı Spor Salonu yönünden İnönü Bulvarı güneye dönüşte, katılım kolundan sonra ancak U dönüşü ile sağlanması,
• Kent Merkezi İnönü Bulvarı’ndan gelen yolun Adnan Menderes
Bulvarı’na dönüşünün kapatılması,
• Gazi Mustafa Kemal Bulvarı güzergâhında kavşaktan sonra batıda
Muğdat ışıkları, doğuda Çetinkaya ışıklarında yığılmaların olacağı,
ve raporda daha detaylı anlattığımız diğer sorunlar çerçevesinde, altgeçit çalışmalarının tekrar değerlendirilmesi ve yerine sinyalizasyon sistemi ile bir kavşak yapılması, yaşanacak olumsuzlukların önemli bir kısmını ortadan kaldıracaktır.
Bunlara bağlı olarak,
• Ulaşım planının tamamlanarak paylaşılmasını,
• Noktasal çözümler yerine bütünsel çözümler getirilmesini,
• Karayolu ile ulaşıma yönelik bir planlama yerine, yaya, bisiklet ve
toplu taşıma (hafif raylı sistem) sistemlerine ağırlık veren planların yapılmasını,
• Sadece Tulumba Kavşağı projesi değil, Büyükşehir Belediyesi’nin
ifade ettiği dönüşüm projelerinin de kamuoyuyla paylaşılmasını,
• Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binası projesinin ve eski otogarda ve makine ikmalde düşünülen bilim araştırma merkezi projelerinin ulusal proje yarışmaları ile elde edilmesini,
• Büyükşehir Belediyesi’nin kent yararına olarak düşündüğü tüm
projelerin kent paydaşları ile paylaşılmasını ve böylece daha
sağlıklı, daha yaşanabilir bir Mersin için katkı ve destek olmasını
temenni ve umut ediyoruz.
Sinan TÜTÜNCÜ
Mimarlar Odası Mersin Şube Yönetim Kurulu Başkanı
Mersin Büyükşehir Belediyesi Etüt ve Projeler Dairesi Başkanlığı internet sitesinde yer alan Tulumba Battı Çıktı Projesi (Kasım 2015).
14 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
HABERLER
Monorail İnceleme Gezisi ve Değerlendirmesi
Sinan TÜTÜNCÜ
Mimar / Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
Kentimizin ticari ve ekonomik olarak gelişimi, nüfus artışı ve
bunlara bağlı olarak düzenli ve sağlıklı bir planlamanın yapılamamış olması, büyük kentlerin genel sorunlarından biri
olan trafik sorununun Mersin’de de başlamasına sebep olmuştur. Yıllardır Ulaşım Master Planı’nın yapılamamış olması toplu taşıma ve özellikle hafif raylı sistem üzerinde çalışmalar yapılmaması kent trafiğinin karışmasına ve yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Mart 2014’de yapılan yerel seçimlerde Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na gelen Sayın Burhanettin Kocamaz toplu taşımaya çözüm olarak monorail sistemi önermiştir.
Büyükşehir Belediyesi “Monorail Sistem” konusunda araştırma ve incelemelerde bulunmuş ve kentimizde uygulanması düşünülen bu sistemin sağlıklı olup olmadığı, kentimizde
uygulanma imkânının olup olmadığı konusunun araştırılması
için Meslek Odalarının ve Sivil Toplum Kuruluşlarının görüşüne ihtiyaç duymuştur. Bu amaçla, Mersin Büyükşehir Belediye Meclisinde, 13.02.2015 tarihinde 183 sayılı kararı ile meslek odası başkanları ve akademisyenlerin oluşturduğu ekibin
24-25-26 Şubat 2015 tarihlerinde Japonya’nın Tokyo kenti ve
Chiba kentlerindeki raylı sistem hakkında teknik inceleme gezisi yapması kararlaştırılmıştır.
Bu teknik gezi, Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı Ahmet Turgut, Etüt ve Projeler Daire Başkanı Hüseyin Çankaya, İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Mustafa Yalın, Ulaşım Daire Başkanlığı Şube Müdürü Yakup Kurt, Meslek Odalarından İnşaat Mühendisleri Oda Başkanı Halil Deveden, Mimarlar Odası Şube Başkanı Sinan Tütüncü, Makine Mühendisleri
Odası Şube Başkanı Alper Turna, Elektrik Mühendisleri Odası Şube Başkanı Seyfettin Atar, Şehir Plancıları Odası Temsilcisi Fikret Ünlüer, Çevre Mühendisleri Odası Temsilcisi Zehra
Korkmaz, Harita Mühendisleri Odası Temsilcisi Özgür Nergis ile İ.T.Ü. Yrd. Doç. Dr. Pelin Alpkökin, Y.T.Ü. Doç. Dr. Sırma
Turgut, Gebze T.Ü. Dr. Selim Sivrioğlu’nun katılımları ile gerçekleştirildi.
ve hiçbir kaza ile karşılaşılmamıştır. Taşıyıcı kolonların zeminde fazla yer kaplamamasından dolayı zemin alanların kullanımına imkân sağlamaktadır; karayolunda bir daralmaya sebebiyet vermemektedir. Bindirme tipi Monorail Sistem daha
yaygın olarak kullanılmaktadır. Bakim maliyeti de asma sisteme göre daha azdır.
Dünyanın en büyük metropollerinden birisi olan Tokyo şehrinin, trafik sorununu, yapılmış olan çok geniş bir metro ağı ve
monoray sistem de dahil olmak üzere raylı sistemlerle ciddi
anlamda çözmüş olduğu görülmüştür. Özel otomobil yolculuklarının da oldukça az olduğu gözlemlenmiştir. Nüfusun büyük bölümü ulaşımda metro, hızlı tren, AGT ve monorail sistemini tercih etmektedir. Bu ulaşım sistemlerinin bisikletli ulaşımlarla desteklendiği görülmüştür.
Tokyo ve Chiba kentlerindeki uygulamalarda ulaşım tamamen toplu taşıma ile çözüldüğü için yer yer iki veya üç katlı yol geçişleri bulunmaktadır. Bu da köprü ve monorail taşıma ayaklarının yerden 15-20 metre yükseklikte olmasına sebebiyet vermekte ve binalara 2 metreye kadar yaklaşabilmektedir. Yolcu indirme bindirme istasyonları yol seviyesinden 8 ve 10 metre yükseklikte ve genişlikleri de 15
metre uzunluklarında en az 50 metre olacaktır. Böyle bir
istasyon yapısının ulaşım sorununu çözerken farklı sorunlar getirebileceği de göz ardı edilmemeli, gerekli tedbirler alınmalıdır.
Mersin’de yapılması planlanan monoray sistemi, kalıcı ve sürekli bir alt yapıya sahip olacaktır. Bu nedenle yatırım kararları verilmeden önce ulaşım master planları, ulaşım ana
planları ve trafik yönetim planları ile (ÇED) Çevresel etki
değerlendirmesi raporları da dikkate alınarak sistem seçimi
ve sistemin inşa edileceği koridorun belirlenmesinin daha
uygun olacaktır.
Bir günde taşınacak yolcu sayısı çok iyi belirlenip, sistemin
24-25-26 Şubat 2015 tarihlerinde yapmış olduğumuz bu
teknik gezide monorail sistemin Mersin için uygunluğu araştırıldı. Monorail sistemin bindirmeli ve askılı sistem olarak
iki farklı şekilde uygulanmakta olup, Tokyo kentinde bindirmeli sistem, Chiba kentinde askılı sistem uygulanmıştır. Sistem, Tokyo kentinde 1964 senesinden beri kullanılmaktadır
verimli çalışmasının sağlanması gerekmektedir. Çünkü Chiba kentinde yapılmış olan askılı sistem monorailin öngörülen yolcu taşıma sayısına ulaşamadığı için zarar ettiği ifade
edilmiştir. Monoray sisteminin ana aktarma istasyonlarının genel olarak kara taşıt ulaşım durumları da göz önüne alınarak
planlanması gerekmektedir.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 15
HABERLER
Link-in-Energy
Efficient Architectural and Cultural Energy Networks
Enerji Etkin Mimari ve Kültürel Ağlar Projesi Uluslararası Çalıştayı
İpek DURUKAN
Yrd. Doç. Dr. Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü
2014 Türk Alman Bilim, Araştırma ve Inovasyon Yılı kapsamında, Almanya Federal Cumhuriyeti Eğitim ve Araştırma
Bakanlığı ile TÜBİTAK tarafından desteklenen ve Bauhaus
Üniversität-Weimar Mimarlık Fakültesi ile Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ortaklığında Prof. Rainer Gumpp ve Yrd.
Doç. Dr. İpek Durukan tarafından yürütülmekte olan Link-inEnergy: Efficient Architectural and Cultural Energy Networks
(Link-E) Projesi’nin birinci aşamasında yer alan etkinlikler Şubat ayında tamamlandı.
Link-in- Energy Projesi, farklı kültürlerden değişik alanlarda
çalışan akademisyen ve uzmanlar ile mimarlık öğrencilerini
bir araya getirerek disiplinler arası bir çalışma ortamında, binalarda enerji etkin tasarım alternatifleri geliştirmeyi ve yenilikçi çözümler üretmeyi hedefliyor. Bu kapsamda ilk aşamada,
her iki üniversitenin öğrencileri yedinci dönem projesi olarak
“Tarsus’ta Enerji Etkin Bina Tasarımı” konusunda çalıştılar. Proje kapsamında tanımlanan ve ilki 13-18 Ekim 2014 tarihleri
arasında Türkiye’de, ikincisi 2-7 Şubat 2015 tarihleri arasında
Almanya’da gerçekleşen çalıştaylarda öğrenciler, proje fikirlerini ve sonuç ürünlerini paylaşmak fırsatını buldular.
Mersin Üniversitesi’nden Cânâ Bilsel, İpek Durukan, Oya Saf;
Bauhaus Üniversitesi’nden Rainer Gumpp, Stephan Schütz,
Marcel Ebert ile uzmanlar Burhan Çiçek ve Alexander
Hollberg’den oluşan proje ekibine ek olarak Ünal Şahin, Burak Belge ve Jürgen Ruth’un da katkıda bulunduğu çalıştaylara Bauhaus Üniversitesi’nden 12, Mersin Üniversitesi’nden
20 öğrenci katıldı.
Çalıştaylar sürecinde Tarsus’ta, çalışma alanı olarak, biri
St. Paul kuyusu kuzeyi, ikincisi Şahmeran Hamamı güne-
16 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
yi ve üçüncüsü Kırkkaşık Bedesteni batısında seçilen üç
arazi için, öğrencilerden tarihi çevrenin sürdürülebilirliğine katkıda bulunacak mimari program önerileri sunmaları beklendi. Geleneksel dokuda yapılan analizlerle enerji
etkin tasarım alternatiflerinin oluşturulmasına yönelik veriler toplandı. Enerji etkin bina tasarımını önceleyen bina,
kurum ve kuruluşlara geziler düzenlendi. Öğretim üyeleri kuramsal ve uygulamaya yönelik sunumlarla deneyimlerini paylaştı. Alman ve Türk öğrencilerden oluşan karma
grupların ilk fikirleri jüri tarafından değerlendirildi; ardından Mersin Üniversitesi’nde 10 Aralık 2014 tarihinde yapılan ve her öğrencinin bireysel çözüm önerileri geliştirdiği
proje ara jürisine iki Alman öğretim üyesinin katılımı sağlandı. 2-7 Şubat 2015 tarihleri arasında Almanya’da yapılan
ikinci çalıştayda ise, Weimar ve Dessau’daki Bauhaus binaları yanında Berlin’de enerji etkin bina uygulamaları gezildi. Ülkelerin enerji etkinliğine yönelik yasal düzenlemeleri,
uygulamaları karşılaştırıldı. Öğrenci tasarımlarının modellemeleri üzerinden yapılan enerji performans ölçümleri ve
projelerin enerji etkinliği tartışıldı.
İki mimarlık okulunun proje üretim kültürünü paylaşmanın yanı sıra birçok etkileşimde bulunduğu sürecin sonunda, 5 Şubat 2015’te Weimar’da Bauhaus Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde Henry Van de Velde tarafından tasarlanan Oberlichtsaal’da yapılan final jürisinde öğrencilerin dönem projeleri değerlendirildi ve çalıştaylara katılım sertifikaları takdim edildi.
Link-in- Energy projesi kapsamında Mersin Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı projeler dönem boyunca Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde sergilendi.
HABERLER
Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Çarşamba Seminerleri
Ahmet HASDAL
Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğrenci Temsilcisi
Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesinin Mimarlık Bölümü
ve Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğrencilerinin aynı bina
içerisinde eğitim görmelerine rağmen birbirlerinden kopuk
olmaları çözülmesi gereken bir sorun olarak görülmüş ve
bunula ilgili projeler geliştirilmek istenmiştir. Mesleki olarak
da birbirleriyle yakın ilişkide olacak bu iki bölümün öğrencilerinin hocalarımızın da yardımıyla eğitim süreci içerisinde elde etmiş oldukları deneyimleri ve bilgileri paylaşmaları
için iki haftada bir düzenli olarak bilgi paylaşımları yapacakları seminerler düşünülmüştür. Ancak yoğun katılım dolayısıyla
her hafta Çarşamba günü 12.30 - 13.30 arasında “Çarşamba Seminerleri” adı altında seminerler düzenlenmeye başlanmıştır. Bu seminerlerde bölümlerimizle ilgili olarak üzerlerinde çalıştığımız projeler, konular ve gerçekleştirmiş ol-
kadar her hafta düzenli olarak ve yoğun bir katılımla devam
duğumuz teknik gezilerle ilgili sunumlar yapılmıştır. Gerek
etmiş ve Mimarlık Bölümü 3. Sınıf öğrencileri Nihari Şen ve
Mimarlık Bölümü gerekse Şehir ve Bölge Planlama Bölü-
Yemliha Güngör’ün “Antik Roma ve Rönesans Mimarisi” ko-
mü öğrencilerinin projeleri için il sınırları içerisinde veya şe-
nulu sunumuyla -bu dönem için- son bulmuştur. Seminerle-
hirlerarası olmak üzere teknik geziler büyük önem arz et-
rin sonunda konuşmacı arkadaşlara Mimarlık Fakültesi De-
mektedir. Teknik gezilerle öğrencilerin proje yapacakları or-
kanlığı tarafından “Teşekkür Belgesi” verilmiştir. Proje ama-
tamı iyi analiz edebilmeleri, farklı iklim ve yaşam koşulların-
cına ulaşmıştır ve gelecek dönemlerde de devam edecektir.
da farklı projeler üretebilmeleri ve çevreye her durumda en
Seminerlerimize konuşmacı olarak katılan arkadaşlarımız ve
iyi şekilde uyum sağlayabilmeleri öğretilmesi amaçlanmak-
konuları şu şekildedir:
tadır. Farklı şehirlerde ve arazilerde farklı projeler üretebilmek öğrencilerin hareket kabiliyetini artırmaktadır. Nitekim
11.03.2015 / “1970’ten Günümüze Çukurova Bölge Planla-
iki bölümünde gerçekleştirdiği teknik geziler ve projeler bu
rı” - Yunus Tekler (Şehir ve Bölge Planlama 3. Sınıf)
seminerler aracılığı ile sunulmuş, iki bölümün öğrencilerinin
de birbirlerinin çalışma konuları üzerinde ortak fikir sahibi
olmaları sağlanmıştır. 11 Mart 2015 tarihinde Şehir ve Bölge Planlama 3. Sınıf Öğrencisi Yunus Tekler tarafından gerçekleştirilen “1970’ten Günümüze Çukurova Bölge Planları”
konulu sunum ile başlayan seminerlerimiz dönem sonuna
25.03.2015/ “Arkeoloji Müzeleri ve Hatay Teknik Gezisi” Ahmet Hasdal (Mimarlık 3. Sınıf)
01.04.2015/ “Çıkmaz Sokaklar ve Cul-De-Sac” - Müjde Elif
Merve Çınar (Şehir ve Bölge Planlama 3. Sınıf)
08.04.2015/ “Eskişehir Teknik Gezisi ve Analizleri” - Burak Akgün (Mimarlık 3. Sınıf)
15.04.2015/ “Haussmann Paris Olayları” - Nupel Buluttekin
(Şehir ve Bölge Planlama 2. Sınıf)
22.04.2015/ “Türkiye’de Kentsel Dönüşüm ve “Mimar” ” - Elif
Demir ve Canfida Çakırbay (Mimarlık 4. Sınıf)
06.05.2015/ “Antik Roma ve Rönesans Mimarisi” - Nihari
Şen ve Yemliha Güngör (Mimarlık 3. Sınıf)
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 17
HABERLER
ICOMOS 50. yılı etkinlikleri kapsamında Mersin Üniversitesi Restorasyon
ve Koruma Merkezi, ICOMOS Türkiye Milli Komitesi ve Mersin
Büyükşehir Belediyesi ortak bir etkinlik düzenledi
İpek DURUKAN
Yrd. Doç. Dr. Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’nin (ICOMOS) kuruluşunun 50. yılı, Mersin’de, Mersin Üniversitesi Restorasyon ve
Koruma Merkezi ile Mersin Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle
ve ICOMOS Türkiye Milli Komitesi’nin katkılarıyla 21 ve 26
Nisan 2015 tarihlerinde iki farklı etkinlikle kutlandı.
başlığı altında sunuldu. Ahunbay konuşmasında, Mersin kenti sınırları içinde yer alan ve dünya mirası aday listesine girmiş olan varlıkların özgün niteliklerinin korunmasının öneminin yanı sıra diğer kriterleri ve dünya mirası kavramının
önemini vurguladı.
Etkinliklerden ilki, Mersin Büyükşehir Kongre ve Sergi
Sarayı’nda Mersin Vali Yardımcısı Ali Katırcı, Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Haluk Tunçsu, MEÜ Rektörü Prof. Dr.
Ahmet Çamsarı, ICOMOS Türkiye Milli Komitesi üyesi Prof.
Dr. Tamer Gök ve ICOMOS Türkiye Milli Komitesi üyesi ve
eski Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Müze Müdürleri, KUDEB temsilcileri, Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim üyeleri ve öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşti.
Toplantı teması ile bağlantılı olarak düzenlenen ikinci etkinlik, Dünya Mirası Aday listesinde yer alan Silifke Korykos Antik Kenti ve Kızkalesi ile Mut Alahan Manastırı’na düzenlenen
geziydi. 26 Nisan Pazar günü gerçekleşen ve halkın katılımına
açık olan geziye, Mersin Üniversitesi öğretim üyeleri, öğrencileri, Müze ve Belediye temsilcilerinin yanı sıra çeşitli yaş ve
meslek gruplarından yaklaşık 70 kişi katıldı. Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü araştırma görevlisi Arkeolog Ulus Tepebaş, Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Şenel
Yıldırım ve Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İpek
Durukan’ın rehberliğinde gerçekleşen ve konferans sırasında
dile getirilen kavramların yerinde tartışılmasına olanak sağlayan etkinlik büyük beğeni topladı.
Protokolün açış konuşmalarının ardından Prof. Dr.Tamer Gök,
“Toplumsal Değer Olarak Kültür Mirası ve Çevre” konusunu, güncel yaklaşımlar, ICOMOS 2014 Floransa Deklarasyonuna yaptığı göndermeler ve Mersin kentinden seçtiği görüntüler ile anlattı.
Mersin kentindeki kültür varlıklarının önemini vurgulamayı, toplumun çeşitli kesimlerinde bilinç ve farkındalık geliştirmeyi amaçlayan toplantının ana teması, konferans konuğu ICOMOS Türkiye Milli Komitesi üyesi ve eski Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay tarafından “Dünya Mirası
ve ICOMOS’un Dünya Mirası Değerlendirme Kriterleri”
18 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Mersin’de etkinliklerin gerçekleştiği hafta boyunca ayrıca, Büyükşehir Belediyesi’ne ait bilboarlarda Mersin’in dünya kültür
mirası aday listesinde yer alan dört kültür varlığı; St. Paul Kilisesi, St. Paul Kuyusu ve Çevresi, Alahan Manastırı, Mamure Kalesi ve Korykos Antik Kenti’nin posterleri sergilendi.
Etkinliğe ait haberlerin yerel ve bölgesel gazetelerde, Mersin
Üniversitesi internet sayfasında yer alması sağlandı.
HABERLER
2. TMMOB Mersin Yerel Kadın Kurultayı Gerçekleşti
Burçin YORGUN
Peyzaj Mimarı
4.TMMOB Kadın Kurultayı 2. Mersin Yerel Kurultayı 16 Mayıs 2015 günü Mimarlar Odası Mersin Şubesi Konferans
Salonu’nda gerçekleştirildi.
Sabah 09.00’da kayıtlarla başlayan kurultay, saat 18.00’e kadar
geniş katılımla devam etti.
Kurultay açılışı TMMOB Mersin İKK Kadın Çalışma Grubu
Yürütme Kurulu Başkanı Zehra KORKMAZ’ın konuşması ile
başladı ve ardından TMMOB Mersin İKK Sekreteri Seyfettin ATAR’ın konuşmasıyla devam etti. Açılışta ayrıca TMMOB
Kadın Çalışma Grubu Başkanı Asiye Ülkü KARAALİOĞLU,
TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Zeyneti Bayri ÜNAL ile Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan
Karakuş CANDAN’ın konuşmaları da yer aldı. Divan seçimi
yapıldıktan sonra beş oturum olarak düzenlenen kurultayın
ilk oturumuna geçildi.
Eğitimde Cinsiyetçilik başlıklı ilk oturumda, Ege Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Burcu ŞENTÜRK
“Akademide Kadınlar” başlıklı, İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Kadın Komisyonu Üyesi Gülru YILDIZ “Mühendislik Eğitiminde Cinsiyetçilik” başlıklı konuşmalarını yaptılar.
Çalışma Yaşamında Cinsiyetçililik başlıklı oturumda, Mersin
Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Ayşe Devrim BAŞTERZİ “Çalışma Hayatında
Kadın Ruh Sağlığı” başlıklı konuşmasını yaptı.
Kadına Yönelik Şiddet başlıklı üçüncü oturumda, Avukat Nursen Yücesoy TEMİZKAN “Kadına Karşı Şiddet ve Yasal Düzenlemeler” başlığı, Mersin Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Gül YILGÖR “Cinsel Taciz ve
Mobbing” başlığıyla konuşmacı olarak yer aldı.
“TMMOB’de Kadın Örgütlenmesi” oturumunda ise TMMOB
Kadın Çalışma Grubu Başkanı Asiye Ülkü KARAALİOĞLU
konuşmacıydı.
“Çalışma Hayatında ve Yönetim Mekanizmalarında Kadın Katılımının Arttırılması” başlıklı oturumda önergeler konuşuldu,
oylandı ve serbest kürsüde katılımcılardan, önergeler konusunda katkı sağlamaları istendi.
Mersin Fotoğraf Derneği tarafından kurultay için özel olarak hazırlanan “Hayatın İçinden Kadın” başlıklı fotoğraf sergisi fuayede sunuldu. Sergi ve serginin genişletilmiş fotoğraf gösterisi de büyük beğeni aldı. “Kadın öyküleri” başlığı ile hazırlanan, mimar, mühendis ve şehir plancı kadınların çalışma yaşamında iz bırakmış anılarından oluşan video
gösterisi ise oturumlar arasında izleyicilere sunuldu. Kurultay için çekilen “Hayat Akarken” adlı kısa film yoğun ilgi ve
beğeni gördü.
Kurultay yaklaşık 200 kişinin katılımı ile son buldu.
TMMOB 4.Kadın Kurultayı
2. Mersin Yerel Kurultayı Sonuç Bildirgesi
16 Mayıs 2015 - Mersin
Mühendis, mimar ve şehir plancısı kadınların sorunlarını dile
getirerek bunlara yönelik çözüm önerileri sunmayı amaçlayan
ve TMMOB 43. Olağan Genel Kurulu’nca yapılması karar altına alınan TMMOB 4. Kadın Kurultayı çerçevesinde “2. Mersin Yerel Kadın Kurultayı, TMMOB Mersin İKK Kadın Çalışma
Grubu tarafından 16 Mayıs 2015 tarihinde Mimarlar Odası
Mersin Şubesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilmiştir. Kurultaya mimar, mühendis, şehir plancısı olmak üzere 62 kadın delege, 11 erkek üye ile diğer akademik meslek örgütleri, kadın örgütleri ve çeşitli kurumlardan 50 konuk ve 30 öğrenci üye katılmıştır.
Kurultayımızda, Eğitimde Cinsiyetçilik, Çalışma Yaşamında
Cinsiyetçilik, TMMOB’de Kadın Örgütlenmesi, Kadına Yönelik Şiddet konu başlıkları altında dört oturum gerçekleştirilmiştir. Çalışma Hayatında ve Yönetim Mekanizmalarında Kadın Katılımının Arttırılması konusunda önergeler sunulmuştur.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 19
HABERLER
Mersin’de 16 meslek odasına kayıtlı 8450 üyenin 1741’i kadın üyedir;
toplam üyenin yaklaşık % 21’i kadınlardan oluşturmaktadır. Mersin’deki
TMMOB’li kadınların örgütlülüğünün sağlamlaştırılması ve yönetim
mekanizmalarında kadın temsiliyetinin arttırılması yönünde önemli bir
adım olarak TMMOB Mersin İKK Kadın Çalışma Grubu oluşturulmuştur.
Bu zamana kadar yapılan tüm çalışmalara rağmen, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin maalesef kadınlar aleyhine artarak devam ettiğini
görmekteyiz. TMMOB’li kadınlar olarak sorunların çözümü ve cinsiyetçi bakış açısının değiştirilmesi için eğitimden başlayarak hayatın
her alanında yapılması gereken çalışmaların yanı sıra, yasal anlamda “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” nin sağlanması için gerekli yasal düzenlemelerin, yeni oluşturulacak eşitlikçi, demokratik ve özgürlükçü anayasada yer alması için çalışmalar yürütmeli ve TMMOB Kadın
Çalışma Grubu bünyesinde bir Yasal Düzenlemeler Çalışma Grubu oluşturularak mevcut ve yeni yapılacak yasal düzenlemeleri takip etme, düzenleme ya da değişiklik taleplerini ilgili kurumlara bildirme görevini üstlenmelidir.
Türkiye’de kadınların sadece % 28’i istihdam edilirken, OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkeleri ortalaması %57. 2’dir.Kadın istihdamında Türkiye ile diğer OECD ülkeleri arasında derin bir
uçurum olmasına rağmen, günümüz Türkiye’sinde kadınların akademide diğer ülkelere göre çok daha fazla sayıda yer aldıkları bir gerçektir.
Üniversitelerde %42.65 kadın akademisyen bulunmasına rağmen, kadınların üniversitelerdeki karar mekanizmalarında neredeyse hiç temsil
edilmediği görülebilmektedir. Bugün 174 üniversitenin sadece 9 tanesinin rektörü kadındır. Aynı şekilde Mersin’de TMMOB’ye bağlı 16 oda
bulunmaktadır, bu 16 oda içinde sadece 3 tanesinin başkanı kadındır.
Akademide kadın çalışan sayısının fazla olmasının cinsiyetçi bir durum
olduğu göz ardı edilemez. Çünkü piyasada daha prestijli olan ve daha
iyi kazanç getiren meslek alanlarında, erkekler akademiden çekiliyorlar ve boş alanlar kadınlara kalıyor. Toplumdaki ataerkil düzenin dayatması olan aileyi geçindirenin erkek olduğu ve kadından daha fazla para
kazanması gerektiği algısı yüzünden erkekler, akademik kariyer yerine
daha fazla kazanç getiren serbest piyasada çalışmayı tercih ediyor, böylelikle kadınların akademide görünürlüğü artıyor. Buna rağmen üniversitelerin yönetici kadrolarında kadınların neredeyse hiç yer alamadığını görüyoruz. Üniversitelerin yönetici kadrolarında %50 kadın kotası uygulanmalıdır.
Eğitim alanına baktığımızdaysa özellikle kadın sayısının az olduğu makine, inşaat, elektrik gibi mühendislik dallarında kız öğrencilerde farkında olunmayan bir özgüven eksikliği olduğu çeşitli etnometodolojik ve
sosyolojik araştırmalarla ortaya konmuştur. Erkeklerin yoğun olduğu
ve toplulukta % 30’luk bir kritik eşiğin altında kadınlar bulunduğunda,
kadınlar başarısız olma, söylediğinin ciddiye alınmaması, sözünü söyleyememe vb. kaygılarla susmakta ve kadınlarda özgüven eksikliği gelişmektedir. Kadınların daha eğitim hayatında kaybettirilen özgüvenin kazandırılması için odalarımız bünyesinde üyelerimize yönelik liderlik, zaman yönetimi vb. alanlarda seminerler ve eğitimler düzenlenerek, birlikte çalışmalar yürütülmelidir.
Mesleki yaşantıya baktığımızda ise Türkiye’de kadın mühendisler
%30’luk oranları ile dünya genelinde ilk üçüncü sırada yer almalarına
rağmen % 20’lik oran mesleğini yapmakta % 15’lik bir kesimin ise ne
yaptığı bilinmemektedir. Bunlar ya farklı alanlarda çalışmakta ya da çalışmamaktadır. Kadınların çalışma hayatında bu kadar az oranda görünür
20 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
olmasının sebepleri arasında güvencesiz çalıştırılma, cinsiyetçi iş bölümü, taciz, mobbing gibi sorunlar gelmektedir.
Mobbing tüm kültürlerde ve ülkelerde, yaş, cinsiyet, kıdem, hiyerarşik konum ayrımı olmadan çalışanların karşılaşması muhtemel, iş ahlakına aykırı sistematik yürütülen bir işyeri sorunudur. Mobbing; sistemli bir şekilde, süreklilik arz eden bir sıklıkta, çalışanı sindirme maksadı ile kişinin özgüvenine uygulanan psikolojik ve hatta fiziksel saldırgan davranışı ifade etmektedir. Cinsel şiddet ve taciz, çoğu kez tacizcinin kişisel ve psikolojik özellikleri ile açıklanan sıra dışı durumlar olarak tanımlanmaktadır. Kadınların giyim, tavır ve davranışları cinsel tacize mazeret gösterilemez. Cinsel şiddet ve taciz, erkek egemen kültürün bir sonucudur.
3. Kadın Kurultayında alınan karar ile oluşturulan TMMOB Cinsiyet Ayrımcılığı Takip Sekretaryası’nın nasıl çalıştığı hakkında yerel kadın çalışma guruplarının üyelerini bilgilendirmesi gerekmektedir; herhangi bir
sorunla karşılaştıklarında nasıl bir yol izleyecekleri konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.
Şiddet nedeniyle hayatını kaybeden 15- 44 yaş grubu kadınların sayısı kanser, sıtma, trafik kazası ve savaşlarda ölen kadınlardan fazladır. Kadın - erkek eşitliğini sağlamanın önündeki en önemli engel namus cinayeti, zorla evlendirme, cinsel taciz gibi insan haklarını ciddi şekilde ihlal eden şiddettir. Kadınların yasal hakları konusunda bilgilendirilmesi ve
hukuki desteğin oda örgütlerince sağlanması gerekmektedir.
Günümüzde en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik dünyada kadınları erkeklerden daha çok etkilemektedir.
Halen tüm toplumlarda kadınlar daha az eğitim almakta, okuma yazma öğrenmeleri engellenmekte, yoksulluğa mahkûm kılınmakta, aynı işi
yaptıkları halde daha az para kazanmaya devam etmektedirler. Dünya
üzerinde yaşayan kadınların çok küçük bir kısmı resmi kurumlarda ve
sosyal güvenceli olarak çalışmaktadır. Kadınlar tarım, ev işleri, gündelik
yevmiyeli işler gibi alanlarda erkeklerden çok daha uzun saatler boyunca hiç durmadan çalışsalar da emeklerinin hak ettiği maddi karşılığı ve
sosyal güvenceyi alamamaktadırlar. Tüm bu sorunların çözümü için yasal düzenlemelerin yapılması için çalışmalar yürütülmelidir.
Kadına karşı işlenen şiddet her geçen gün artarak devam etmekte ve
kentler herkes için güvensiz hale gelmektedir. Kent güvenliği ve kentlerdeki göç sorunları, özellikle sığınmacı kadın ve çocuklar için diğer kurum, kuruluş ve örgütlerle birlikte çalışmalar yürütülmelidir.
Güç, emek ve enerji paylaşımı için örgütlenmeliyiz, çünkü birlikte değiştirebiliriz!
HABERLER
Atatepe Proje Yarışması Sergisi ve
Ödül Töreni Gerçekleşti
Anamur Belediyesi
Atatepe Sosyal Merkezi ve Çevresi Ulusal Mimari Proje Yarışması Sergisi ve Ödül Töreni Programı, 10 Ocak 2015 tarihinde Anamur Ortaokulu Kapalı Spor Salonu’nda düzenlenen programla gerçekleşti.
Program sonrası Belediye Meclis Salonu’nda Kolokyum Toplantısı yapılarak projelerin eksileri ve artıları konuşuldu.
176 projenin başvuruda bulunduğu ve 128 projenin yarıştığı Atatepe Sosyal Merkezi ve Çevresi Ulusal Mimari Proje Yarışması’nda başvurusu kabul edilen tüm projeler Cumar tesi günü saat 13.00 itibariyle Anamurluların
ziyaretine açıldı. Saat 16.30’da ise Ödül Töreni düzenlenerek 1.ye 20.000 TL, 2.ye 15.000 TL, 3.ye 12.500 TL ve
5 adet 7.500 TL’lik Mansiyon ödülleri sahiplerine çekleri takdim edildi.
Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından başlayan program
raportörlerden Anamur Belediyesi Plan ve Projeler Müdürlüğü Şehir Plancısı Fatih Acar’ın yarışma süreci ve yarışma hakkında detaylı bilgilendirme yaptığı konuşması ile sürdü. Acar’ın
konuşmasının ardından Anamur Belediyesi Kültür ve Sosyal
İşler Müdürlüğü Yetişkinler Halk Oyunları Ekibi katılımcılara
muhteşem bir gösteri sundu.
Halkoyunları gösterisinin ardından Prof. Dr. Mimar Hasan
Şener’in başkanlığındaki Prof. Dr. Mimar Fatma Cânâ Bilsel,
Doç. Dr. Mimar Müyesser Ebru Erdönmez, Yüksek Mimar
Özcan Uygur, İnşaat Müh. Kamil Körhasanoğulları, Yrd. Doç.
Dr. Meltem Uçar, Dr. Mimar Eser Yağçı, İnşaat Müh. Suat Kurt,
Yrd. Doç. Dr. Peyzaj Mimarı Sinan Burat, Şehir Plancısı Fatih
Yılmaz, Mimar Ömer Yılmaz ve Anamur Belediyesi Plan ve
Proje Müdürü Kemal Dündar’dan oluşan jüri üyelerine Teşekkür Belgeleri verildi.
Yarışmada, Mimarlar Oya Eskin ve Ayça Yontarım’ın birlikte
hazırladığı proje 20 bin liralık birincilik ödülüne layık görüldü.
Kamil Kaplan, Tuğba Bahar Yılmaz ve Pınar Ongun’un projeleri 15 bin liralık 2.lik ödülüne, Emre Uysal, Ramazan Avcı ve
Fatih Yavuz’un hazırladığı proje ise 12.500 liralık 3.lük ödülüne layık görüldü.
Yarışmada 5 proje de mansiyon ödülü aldı.
Anamur Belediye Başkanı Mehmet Türe, projelerin hepsinin
birbirinden güzel projeler olduğunu belirterek, “bizim önceliğimiz, gelecek nesillerimize Anamur için önem arz eden bu
tepenin otantik yapısını bozmadan doğal güzelliklerine dokunmadan yaşayabilecekleri bir eseri takdim etmekti. Jüri
üyelerimizin de öncelikle görkemden öte projeleri bu şekilde
değerlendirdiklerine inanıyorum” dedi.
128 projenin de halen kendileri için Atatepe için konuşlandırabilecek projeler olduğunu kaydeden Başkan Türe,
Meclis üyeleri ile konuyu tekrar ele alacaklarını, ancak fikirlerin önünü bu 128 proje ile de kesmeyeceklerini belir terek bambaşka bir projenin de gelebileceği sinyalini
verdi.
Jüri Başkanı Prof. Dr. Hasan Şener de 128 proje için günlerce
inceleme yaptıklarını ve öncelikle Atatepe’nin coğrafi ve ik-
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 21
HABERLER
limsel özelliğini ön plana alarak bitki örtüsü, görselliği ve yapısal özelliğini bozmayacak bir projeyi seçtiklerine inandığını söyledi.
Ödül töreninde yarışma raportörleri ve Plan ve Projeler Müdürlüğü
4. mansiyon ödülünü almaya hak kazanan proje ekibi üyeleri (7.500 TL)
• Damla Başaran
• Şeyda Aytekin
• Tuğba Tekin Ateş
çalışanları Muhammed İlhan Arıkan, Fatih Acar, Bilge Nur Mersin, İbrahim Şahan, Ahmet Kaya, Fadime Güngör, Buket Limon ve Abdullah
Taşpınar’a Takdir Belgesi verildi.
Konuşmaların ardından ödül törenine geçilirken, yarışma katılımcısı dereceye giren mimarlar ödül çeklerini Anamur Belediye Başkanı Mehmet Türe’nin elinden aldılar.
Ödül töreninin ardından dereceye giren tüm projeler, Anamur Belediye Meclis Salonu’nda düzenlenen Kolokyum Toplantısı’nda ele alındı.
Anamur Belediye Başkanı Mehmet Türe gecenin sonunda Belediye
Sosyal Tesisleri Hanedan Otel&Restaurant’ta katılımcılara akşam yemeği verdi.
Cumartesi günü saat 13.00’te başlayan sergi, Pazar günü saat 17.30’da
son bulurken, vatandaşlar Atatepe Sosyal Merkezi ve Çevresi Ulusal
Mimari Proje Yarışması’na katılım gösteren eserleri tek tek inceleme
fırsatı buldular.
Atatepe Sosyal Merkezi ve Çevresi Ulusal Mimari Proje Yarışmasında
dereceye giren ekipler;
5. mansiyon ödülünü almaya hak kazanan proje ekibi üyeleri (7.500 TL)
• Tamer Başbuğ
• Hasan Özbay
22 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
3. mansiyon ödülünü almaya hak kazanan proje ekibi üyeleri (7.500 TL)
• Ervin Garip
• Banu Garip
2. mansiyon ödülünü almaya hak kazanan proje ekibi üyesi (7.500 TL)
• İbrahim Eyüp
1. mansiyon ödülünü almaya hak kazanan proje ekibi üyeleri (7.500 TL)
• Murat Çetin
• Evin Eriş
• Mehmet Hamarat
Yarışma 3.lük ödülünü almaya hak kazanan ekip (12.500 TL)
• Emre Şavural
• Ramazan Avcı
• Yavuz
• Seden Cinasal Avcı
Yarışma 2.lik ödülünü almaya hak kazanan ekip (15.000 TL)
• Kamil Kaptan
• Tuğba Bahar Yılmaz
• Pınar Ongun
Yarışma 1.lik ödülünü almaya hak kazanan ekip (20.000 TL)
• Oya Eskin Güvendi
• Ayça Yontarım.
DOSYA
Sağlıklı Kent-Mutlu Kent Perspektifinden Mersin
Fotoğraf: Selami Türk.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 23
DOSYA
Editörden
Dosya Editörü: Esra ŞAHİN BURAT
Antik Çağ felsefesinin önemli isimlerinden Krisipus (MÖ 279206), tüm evreni bir “şehir” olarak tanımlamış, hatta ilk ve tek
gerçek şehrin “kozmos” olduğunu söylemiştir. Bu anlamda evrenin parçası olan tüm öğelerin hemşerilik bağıyla ve ortak
düzenin gerektirdiği kurallar çerçevesinde yaşamasını ve kurduğumuz şehirlerin bunun birer yansıması olmasını öngörmüştür. Günümüzde Mersin’in Mezitli ilçesi Viranşehir Mahallesi sınırları içinde yer alan Soli antik kentinde doğan Krisipus, aslen Tarsus’lu olan babasından kalan miras haczedilince Atina’ya giderek burada Stoacı felsefe okulunun önderliğini yapmıştır. Doğa felsefesi, etik, erdem, mantık, bilgi felsefesi gibi konularda 700’den fazla kitap yazdığı rivayet edilen
Soli’li Krisipus, kâinatın düzenini “güçlerin dengesi” olarak ifade eden felsefe geleneğinin bir temsilcisidir. Evreni oluşturan
öğelerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve paylaştıkları temel
güçler/elementler sayesinde bütünün dengesinin korunduğunu söylemiştir. Krisipus’a göre sağlıklı olmak da, bütünün işleyişine doğru bir şekilde katılmaktan geçer. Bir beden, çevrenin
kaynaklarından uygun/orantılı bir pay alıyorsa sağlıklıdır. Krisipus kuramını şöyle özetler: “Bizim doğamız, kozmosun doğasının bir parçasıdır.” Bireyin sağlığını evrenle yaptığı değiş tokuşun dengesi ile ölçen, kenti de evrenin bir yansıması olarak
gören bu yaklaşımı çözümlersek üç önemli nokta ortaya çıkar: Öncelikle bir ortaklık ve paylaşım yeri olarak şehrin sağlığı, içinde konumlandığı ve parçası olduğu “bütünlükten” aldığı payların dengeli olmasına bağlıdır. Güncel söylemde “ekolojik” veya “sürdürülebilir” olma kriteri olarak ifade edilen bu
durum, doğal kaynakların doğru kullanımına işaret etmektedir.
İkinci olarak hemşerilik, “kozmosun” işleyişine katılımdır ve bu
katılımı anlamlı kılan paylaşım, işbölümü ve alışverişin dengeli
olması gerekir. Şehirdeki güçlerin orantılı dağılımı, yani “sosyal
adalet,” şehrin sağlığının ve “bütünün” bir parçası olabilmesinin en temel koşuludur. Son olarak da “hem-şehirliliği” insanlığa indirgemeden, şehri tüm flora ve faunasıyla, coğrafi unsurlarıyla ve fiziksel altyapısını oluşturan mekân ve yapılarıyla birlikte ele almak gerekir. Bireysel fayda yerine “ortak iyinin” yüceltilmesinde, ortaklığın tarafları en geniş anlamda tanımlanmalıdır. Özetle Krisipus, doğa – şehir – insan – sağlık – orantılılık (denge/adalet) – paylaşım (hemşerilik/kamusallık) – bütünlük (çevre/evren) – düzen (kanun) olgularının ancak birbirleri sayesinde anlamlandırıldığı bir matris sunar bize.
“Mutluluk” ise tarifi daha zor bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Etimologlar “mutlu” kelimesinin yapı ve kökeninin
karanlık olduğunu söyler! Buna ilaveten anlamının ve kapsamının da biraz karanlık olduğu söylenebilir. “Kutlu” kelimesi ile
ilişkili olduğu, yani bereketli, bahtlı, kısmetli anlamlarıyla ilişkili
olduğu düşünülmektedir. Sağlıklı bir kentin zaten bereketli ve
bahtlı olacağı düşüncesiyle mutluluğu kentin diğer niteliklerinden türeyen bir olgu olduğu da öne sürülebilir.
24 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Biz de ODA dergisinin 7. sayısında dosya konusu olarak sağlıklı ve mutlu kenti ve bu çerçeveden bakıldığında Mersin’in
durumunu ele aldık. Dosyamız başlığını, Mimarlar Odası Mersin Şubesi tarafından Dünya Mimarlık Günü kapsamında 16
Ekim 2014’te düzenlenen panelden aldı (Resim 1). Panelin
konusu ise, her yıl Ekim ayında küresel ölçekte kutlanan Dünya Mimarlık Gününün 2014 yılı temasının, Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) tarafından “Sağlıklı Kentler, Mutlu Kentler”
olarak belirlenmesi ile şekillendi. Mimarlar Odası Mersin Şubesi konferans salonunda gerçekleştirilen panelde, hem Sağlıklı Kent-Mutlu Kent kavramları tartışıldı, hem de Mersin’in
sağlığı ve mutluluğu farklı boyutlarıyla irdelendi. Sunulan bildirilerin yüksek niteliğini de göz önüne alarak, bu dosya ile bildirilerin basılı hale gelmesini ve geniş bir okuyucu kitlesine
ulaşmasını hedefledik. Mevcut dosyamızı panelde sunulan bildirilere aynı temayla ilişkili iki çalışmayı daha ekleyerek oluşturduk. Dosyada yer alan özgün araştırmalarla, Soli’li hemşerimiz Krisipus’un yorumladığı kent, sağlık ve çevre konularına mutluluğu da ekliyor ve bu konular çerçevesinde Mersin’e
odaklanıyoruz. Bu sayede yaşanabilir kent tartışmalarına güncel bakış açıları getirmeyi ve Mimarlar Odası Mersin Şubesi
olarak Mersin’in sorun ve potansiyellerinin irdelenerek sağlıklı ve mutlu bir kent olması yönünde kentimize katkı sunmayı hedefliyoruz.
DOSYA
Sağlıklı ve Mutlu Kentler İçin Yeşil Alanlar:
Mersin Kentsel Yeşil Alanları Üzerine Bir İnceleme
Sinan BURAT
Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Giriş
Kentsel mekân ve sağlık ilişkisi, son yıllarda farklı boyutlarıyla artan bir şekilde üzerinde durulan bir konudur. Hem
mekânın sağlık üzerine etkileri, hem mekânın iyileştirici etkileri, hem de mekânın sağlıklı davranış biçimlerinin özendirici ve yönlendirici etkileri üzerine oldukça fazla araştırma ve yayın yapılmaktadır. Yapılı çevre içinde değerlendirilen yeşil alanların sağlık üzerine etkisi de yapılan araştırmalarda ayrı bir yer tutmaktadır. Mekân ve sağlık ilişkisine dair
son 25-30 yılda artan bir ilgi varsa da, bu ilişkinin tarihi daha
eskilere, 19. yüzyılın ortalarına kadar gitmektedir. Bu çalışmada önce bu ilişkinin zaman içindeki değişimi izlenecektir. Bundan sonra, yeşil alanların sağlık üzerine etkisi ile ilgili bildiklerimiz özetlenecek, ardından da Mersin kentinin yeşil alanlarının durumu üzerinden kamu sağlığına yönelik sundukları potansiyeller, fırsatlar ve olasılıklar ile ilgili görüşler
ortaya konacaktır.
Kamu Sağlığı ve Kent Planlama: Kısa Bir Tarihçe:
Kamu sağlığı ve kent planlaması, endüstri kentinin yol açtığı problemlere çözüm bulma sürecinde ortaya çıkmış iki
alandır ve aralarındaki ilişki 19. yüzyıl ortalarına gider. Kamu
sağlığına dair problemleri çözmek için kimi mekânsal önlemlerin alınması gerektiği fikri, modern kamu sağlığı çalışmalarının öncüleri tarafından ortaya atılmıştır. Endüstri
kentinin büyük bir çekim odağı olarak ortaya çıkması ile
katlanarak artan sağlık problemlerine çözüm bulmak amacıyla yapılan çalışmalardan, problemin mekânsal yönünün
önemine değinen ilk çalışma Edwin Chadwick’in 1840’larda ürettiği bir seri rapordur. Chadwick, ilkini 1842’de ürettiği bir seri rapor ile kentlerde yaşanan sağlık problemlerinin kent mekânının, konutların, alt yapının ve sosyal servislerin üretilme biçimlerinden kaynaklandığını ortaya koymuş ve çözümün su ve kanalizasyon alt yapısının, konutların ve sosyal servislerin niteliklerinin iyileştirilmesinden
geçtiğini belirtmiştir. Yani mekânın kimi niteliklerinin sağlık
üzerinde olumsuz etkileri olduğunu, örneğin bulaşıcı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırdığını, yayılma hızını arttırdığını ortaya koymuştur.
Kamu sağlığı çalışmaları da özellikle Edwin Chadwick, John
Snow ve Lemual Shettuck gibi isimlerin araştırmalardan
sonra ortaya çıkmıştır. Bu dönemde konu, bir kamu otoritesi sorunu olarak ele alınmıştır. Akarsudan, banyo ve mut-
faktan mahrum barınma koşullarının olduğu, defin işlemlerinin, mezbahaların, atık toplama, temiz ve pis su altyapı ve hizmetlerinin olmadığı kentlerde bu hizmetlerin verilmeye başlanması, sistemlerin kurulması ve kontrol edilmesi ve standartların belirlenip konu ile ilgili yasal ve idari yapının oluşturulması işi, kamu otoritesinin bir işi olarak ortaya konmuştur.
Kent Planlama ve Kamu Sağlığı İlişkisi1
Bu tespitler ve bu dönemde yapılan çalışmalar, kentlerin
çok yoğun kullanılmakta olan geleneksel dokularının dönüşmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Birçok ideal yaşam
alanı önerileri ve ütopyalar üretilmiş ve bunlar gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu öneriler eski kentlerin, konut
üretme biçimlerinin, idare biçimlerinin ve hatta eski olarak görülen yaşam biçimlerinin bir alternatifi olarak or taya konmuştur ve bütün bu çabalar ihtiyaç duyulduğu dile
getirilen bir “sosyal reform” arayışının bir parçası olmaya
evrilmiştir. İhtiyaç duyulduğu ne kadar belli olsa da, kentlerde bu dönüşüm gerçekleştirilememiş, dönüşüm ve yenileme çabaları başarısız olup benzer koşulların yeniden
üretilmesine yol açmıştır. 2 Bu önerilerden en bilineni ve
etkilisinin Ebenezer Howard’ın Bahçe Şehir ütopyası olduğu söylenebilir.
Kabaca 19. yüzyılın ortalarında başlayan birliktelik 1930’larla bozulmaya başlamıştır. Bu ayrışmada mekân üretim süreçlerinin birey ve kamu sağlığına dair öncelikleri ve hassasiyetleri içermeye başlaması kadar, kamu sağlığı alanındaki gelişme
ve buluşlar etkili olmuştur. Aşıların önleyici tedavi olarak ortaya çıkması ve bulaşıcı hastalıkların mekanizmalarının çözülmesi sonunda kamu sağlığı tıp billiminin elinde olan ve mekânsal
bağlamı zaten sağlanmış veya sağlanmaya başlanmış olan bir
konuya dönüşmüştür. Bu gelişme ile kamu sağlığı ile ilgili problemlerin çözümü artık mekânsal olmaktan çıkmış ve laboratuvardan geçmeye başlamıştır.
Planlama ve mimarlık alanında gelişmeler de bu değişikliği desteklemiştir. Kamu sağlığının mekânsal bağlamı iki savaş arasında kentlerin yeniden inşa edilmeye başlanması
ve yeni şehirler hareketinin hız kazanması ile çözülmüştür.
CIAM’ın Atina Anlaşması’ndaki sloganı olan “Güneş, Açıklık, Yeşillik” (Sun, Space, Greenery), eski kentten ve konuttan kurtulmak ve alternatifini tarif etmek amacıyla çıkılan
yolda, amacın en yalın ve kristalize olmuş ifadesi olarak ortada durmaktadır.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 25
DOSYA
İkinci Savaş sonrasında ucuz ve bol miktarda üretilebilen otomobilin gündelik hayatın önemli bir parçası haline gelmesi ile artan bir biçimde altşehirler (suburbler) kurulmaya başlanmış ve kent merkezleri boşalmaya ve çöküntü alanlarına dönüşmeye başlamıştır. Kentlerin ulaşım altyapıları bu yeni makineye uygun olmadığından, kent yönetimleri ne yapacaklarını bilemedikleri bu yeni araca yer açmak için
çözüm arayışına girmiştir. Bir çözüm önerisi olarak İngiltere’de “Kentlerde Trafik” (Traffic in Towns) adlı bir rapor yayınlanmış ve çok etkili
olmuştur. Rapor, geniş otoban benzeri yolların kentlerin içinden geçmesini, çok sayıda aracın kesintisiz bir biçimde hızla hareket edebilmesinin sağlanması için alt, üst ve katlı geçitler üretilmesini ve bu yolla da kent merkezlerin ve yapılı çevrenin dönüştürülmesini önermiştir. Yüksek kapasiteli bu yolların mahalleleri, konut alanlarını ve kent
merkezlerini yararak geçmesi yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Araç yoğunluğu sebebiyle kent içindeki sokakların yürünebilirlikleri yitirilmeye başlanmıştır. Ayrıca kentler artık motorlu taşıt mesafesinde gelişmeye başladığı ve yeni konut bölgeleri kentlerin dışında ve yatakhane kentler biçiminde üretilmeye başlandığı için mesafeler de yürünebilir olmaktan çıkmıştır.
ni ve kan basıncını düşürmeye yaramasının yanı sıra, yeşil alanlarda yapılan fiziksel egzersizin daha geniş çaplı ve uzun erimli psikolojik ve zihinsel faydaları olduğu ortaya konmuştur. Ofislerde ve iş yerlerinde bitkilerin bulunmasının ve pencerelerden park, orman gibi manzaraların izlenebilmesinin de çalışanların işlerinden ve yaptıkları işten daha mutlu olmalarına yol açtığı kanıtlanmıştır. Ayrıca yeşil alanlarda yapılan yürüyüşün daha
yüksek konsantrasyon ve daha düşük kortizol seviyelerine yol
açtığı, yeşil alanların çok olduğu çevrelerde yaşamanın ruh sağlığı üzerinde uzun süreli faydaları olduğu bulunmuştur. Yeşil alanların çok olduğu bölgelerde yaşayan ve dikkat eksikliği bozukluğu çeken çocukların problemlerinin azaldığı da kanıtlanmıştır.
• Sosyal yararları:Yeşil alan miktarının çok olmasının bireylerin aidiyet hissini arttırarak yaşadıkları çevrede topluluklar oluşturmalarını kolaylaştırdığı, çevrelerine karşı daha hoşgörülü, yardımsever ve güven dolu oldukları ortaya konmuştur. Ayrıca yeşil alan miktarı ile işlenen suç sayısı arasında ters ilişki olduğu da
kanıtlanmıştır.
Mersin’de Yeşil Alanlar ve Sağlık
1980’lerle beraber bu ayrışmanın sorgulandığını görmekteyiz. Sağlıklı olmak kavramı da yeniden tanımlanmış ve sağlıklı olmak hastalığın
veya halsizliğin olmadığı bir durum olarak değil, karmaşık fiziksel, sosyal ve ruhsal bir durum olarak tarif edilmeye başlanmıştır. Bu bütüncül
ve sosyal ele alışın bir sonucu olarak da sağlık, sosyoekonomik durum,
kültür, çevresel koşullar, barınma, istihdam ve toplumsal etkilerin ortaya çıkardığı bir sonuç olarak değerlendirilmiştir. Barış, barınma, eğitim, yiyecek, gelir, dengeli bir ekosistem, sürdürülebilir kaynaklar, sosyal adalet
ve eşitlik sağlanmadıkça kamu sağlığının varlığından bahsedilemeyeceği kabul edilmiştir. Bu ele alışın bir sonucu olarak da mekânın nitelikleri ve mekânın üretim ve dönüşümünde söz sahibi olan disiplinler ile
hıfzısıhhanın tekrar bir araya gelmesi gerektiği dile getirilmiştir. Böylece mekânın bireyin ve toplumun sağlığı üzerindeki etkileri de yeniden
sorgulanmıştır.
Sağlık ve sağlıklı olmak kavramlarındaki değişimin de bir sonucu olarak
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1986’da Sağlıklı Kentler Girişimi (Healthy Cities Initiative) başlatılmıştır. Bu girişimin amaçları,
• Sağlığı destekleyen çevreler üretmek,
• Yüksek yaşam kalitesi sağlamak,
• Temel hıfzıssıha ve temizliği sağlamak,
• Sağlık hizmetlerine erişim sağlamak olarak belirtilmiştir.3
Böylece 1980’lerin başından itibaren fiziksel mekânın sağlık üzerine etkisini ortaya koymak için yapılan araştırmaların ve yayınların sayısında
da artış görülmeye başlanmıştır. Bu araştırmalar hem ilgili tıp uzmanlıkları ve kamu sağlığı alanlarında, hem de mekânın üretimi ile ilgili disiplinler ve araştırma alanlarında yürütülmüştür. Geniş bir alanda yürütülen bu araştırmaların bir kısmının amacı da doğrudan yeşil alanların insan sağlığı üzerindeki etkisini ortaya koymaktır. Günümüze kadar süren bu araştırmaların sonuçlarına göre yeşil alanların sağlığa yararları
şöyle sıralanabilir.4
• Bireysel yararları: Yeşil alanlar aktif ve pasif rekreasyon için imkan sağlamaktadır. Aktif rekreasyonun bireylerin stres seviyesi26 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Kentsel mekân-sağlık ilişkisi ve yeşil alanlar-sağlık ilişkisi üzerine Mersin özelinde yapılan araştırmaların eksikliği yüzünden burada sadece mevcut durumun analizi üzerinden bir değerlendirme yapılacaktır. Yeşil alanlarla ilgili bu değerlendirme mevcudiyet, erişilebilirlik, açıklık, nitelik, güvenlik gibi kavramlar ve ölçütlerden faydalanılarak yürütülebilir. Bu ölçütler kendi içlerinde de alt ölçüt ve gösterge setlerine de ayrılabilir. Bu konu kendi başına bir araştırma projesi olmaya
adaydır ve bu sunumun kapsamını oldukça aşmaktadır. Mersin genelinde kentsel mekânın, özelde de yeşil alanların kamu sağlığı üzerindeki etkisi ile ilgili yapılmış çalışmaların eksikliğinin bu metin kapsamında giderilemeyecek olduğu açıktır. Yeşil alanların sağlık üzerine etkilerinden bahsetmek için öncelikli olarak mevcut olmaları gereklidir.
Bu yüzden de mevcudiyet en temel değerlendirme ölçütüdür. Mevcut olmayan veya yeteri kadar bulunamayan birşeyin çevresi üzerine
etkisinin tartışma konusu olamayacağı da açıktır. Bunun için de ilçe
belediyelerinden alınan kamusal yeşil alan miktarları ve Mersin’in yayıldığı coğrafyanın niteliklerinden faydalanılarak kimi çıkarsamalarda
bulunulacaktır.
Mersin doğuda ve batıda tarım alanları, kuzeyde tarım alanları, ormanlar, yaylalar ve dağlar, güneyde de denizle çevrelenmiştir. Kentin içinden
en önemlileri Mezitli ve Müftü Dereleri olan dereler geçmektedir. Sahilde yer alan Kültür Park’ın kentin en önemli ve büyük yeşil alanı olduğu söylenebilir. Kentin yayılma yönü kuzeye ve batıya doğru, tarım
alanları, yaylalar ve ormanlar yönündedir. Ormanlar, dereler, sahil, deniz ve tarım alanları erişilebilirliklerinin yüksek olması açısından Mersin için çok yüksek rekreasyonel ve çevresel öneme sahiptirler. Ancak
Mersin kenti sahil boyunca çizgisel bir biçimde gelişmiştir ve kent içinde motorlu araç ile ulaşım sağlamak bir zorunluluk halini almıştır. Ormanlar ve sahilin de nüfusun büyük çoğunluğu için daha çok haftasonu erişilebilecek mesafede olduğunu düşünmek yersiz olmayacaktır.
Bu sebepten ötürü gündelik olarak kullanılabilecek, erişilebilirliği yürüme mesafesinde olan kamusal yeşil alanların varlığı ve miktarı çok büyük önem kazanmaktadır.
DOSYA
İlçe
Kişi başına düşen yeşil alan
miktarı (m2/kişi)
Mezitli
2.2
Yenişehir
2.04
Akdeniz
0.87
Toroslar
0.83
Tablo 1. Mersin kentinin dört büyük ilçesinde kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarları
Kaynak: İlçe belediyelerine yapılan Bilgi Edinme Başvuruları.
Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği’nde kişi başına düşecek yeşil alan
miktarı 10 m² olarak belirlenmiştir. Bu standart, yeni planlar veya plan
değişikliği önerileri yapılırken kentsel altyapının belli bir nicelikte üretilmesini garanti etmek için belirlenmiştir. Tablo 1’den de izlenebileceği gibi Mersin’in ilçelerinde mevcut yeşil alan miktarı bu standardın çok
altındadır. Söz konusu standardın yeterliliği de sorgulanmaya açık olmakla birlikte, bu standart yeşil alanların miktar olarak yeterli olup olmadığına dair bir değerlendirme yapmak için yeterlidir.
Sahildeki en geniş kamusal açık alan olma özelliğine sahip olan Kültür
Park, zaman içinde keyfiyetle eklenmiş çay bahçeleri, pergolalar, havuzlar, yel değirmeni, pagoda, betondan dev hayvanlar, mavi cinli kaydırak
ve Taş Heykel Sempozyumu sırasında üretilmiş heykellerden oluşan bir
cümbüşe sahne olmaktadır. Bu durum, spor amaçlı yürüme, koşma ve
bisiklete binmeyi kısıtlamamakta, ancak kullanılabilir yeşil alan miktarını azaltmaktadır. Özellikle sıcak havalarda ve yaz akşamlarında yoğun
kullanılmakta olan parkın kentle ve denizle ilişkisini sorgulayan ve yeniden kuran, yeni ve bütüncül bir tasarıma kavuşması için yeniden tasarlanması ve hatta bu dönüşümün bir proje yarışması açılarak sağlanması düşünülmelidir.
Kültür Park’a erişimi kolaylaştıracak denize dik yeşil yaya koridorları kadar, doğu-batı yönünde yaya koridorlarının da üretilmeleri gereklidir.
Üretilecek bu koridorların mümkün olduğunca mevcut parkları, spor
sahalarını ve okulları birbirine bağlamaları işlevsel olarak da faydalarını
arttıracaktır. Üretilecek böyle bir açık alan sistemi yaya ve bisikletli ulaşımı da destekleyecek ve üretecektir.
Değerlendirme
En temel problemlerden biri, Mersin’de (diğer birçok kentimizde de
olduğu gibi) yeşil alanların biribirleri ile, hatta belki çevreleri ile de ilişkisiz bir biçimde kent mekanına dağılmış olmalarıdır. Mevcut yeşil alanlar
bir sistem oluşturamamakta ve yaya hareketini üreten ve destekleyen
bir yapı üretememektedir. Parsel veya parseller bazında kent mekânına
dağılmış parklar önemsiz olmamakla birlikte, bir yeşil alan sisteminin ve
sürekli bir yaya koridorunun parçası olarak işlev görmeyen yeşil alanların faydaları kısıtlı olmaktadır. Bu durum yeşil alanların ekosistem ilişkilerini koruması ve iyileştirmesini de imkânsız kılmaktadır. Ayrıca yeşil alanların rüzgâr koridoru olarak işlev görmesini ve kentin havasının
rüzgârla değişmesini de güçleştirmektedir. Bunun sonunda kent merkezi yazın kavrulup kışın ise ısınma için kullanılan sistmelerin gazlarına
boğulmaktadır.
Yukarıda yetersizlikleri belgelenmiş olan yeşil alanlar kentsel imar hareketleri ile daha da azalmaktadır. Kent merkezindeki en büyük ve erişilebilirliği en yüksek açık alan ve spor sahası olan Tevfik Sırrı Gür Stadyumu Akdeniz Oyunları için yapılan stadyum karşılığında TOKİ’ye devredildiği için artık kullanılmamaktadır. Ulaşılabilirliği bu kadar yüksek
olan ve okulların spor faaliyetleri için de yoğun kullanageldiği bu açık
alanın konuta ve alış veriş merkezine dönüşeceği söylenmektedir. Yeni
stadyum otoban bağlantısının kuzeyindedir ve erişilebilirliği Tevfik Sırrı Gür’e oranla çok düşüktür; gündelik olarak kullanılması mümkün değildir.
Mersin’in en büyük yeşil alanı olan Kültür Park’ın erişilebilirliğini ve
kullanımını arttırmak için mekânsal düzenlemeler yapılmalıdır. Park’a
yaya olarak erişmek için geniş caddeler geçmek veya özel veya kamusal motorlu araçlar kullanmak gerekmektedir.Yaya erişimini güçleştiren
engellerin nasıl aşılacağına dair yeni çözümler üretilmesi gerekmektedir. Kültür Park’a yaya erişimini kolaylaştırmak için denize dik yolların
kesitlerinde değişikliklere gidilmelidir. Bu kesitlerin yaya erişimi öncelikli
yeşil şeritler halinde düzenlenmeleri denizden gelen rüzgârın kent içine erişmesini kolaylaştıracak ve geniş asfalt caddelerin yarattığı ısı adası etkisini kıracaktır.
Kent bütününde yaya ve bisikletli ulaşımı özendirmek ve desteklemek
için kurumlar arası işbirlikleri güçlendirilip politika ve programlar geliştirilmeli ve mekânsal altyapı (yeşil yollar, yaşam yolları, yürüyen okul
otobüsü gibi) hazırlanmalıdır.
Kentin içinden geçen derelerin korunması ve yeşil yol düzenlemeleri ile kuzeydeki köylere ve tarım alanlarına açılan yürüme ve bisiklet güzergâhları üretilmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleşmesi
durumunda kent ve kır arasında direkt bağlar da kurulacaktır. Ancak burada çok dikkat edilmesi gereken bir nokta da kenti çevreleyen tarım alanlarının kentsel gelişmeden korunmasıdır. Yerel yönetimler açmış oldukları üretici köylü ve kadın üretici pazarları ile
kırsal ekonomiyi desteklemektedirler. Ancak bu girşimler kentin tarımsal alanlar üzerinde gelişmesini engellemekten uzaktır. İlçe belediyelerinin, Büyükşehir Belediyesi ile birlikte zirai üretim ve tüketimin hem üretici hem de tüketici taraflarını dikkate alan, tüketiciyi
de üretim sürecine dahil edecek destekleme ve farklılaştırma programları başlatmalıdırlar.
Kentin çevresindeki ormanların rekreasyonel olarak kullanımının arttırılması, konu ile ilgili kurumların ortak projeler yürütmeleri ve gerekli
düzenlemeleri ve organizasyonları gerçekleştirmeleri gereklidir.
Bütün bu sayılanların gerçekleştirilmesi için imar yönetmeliklerinde yapılması gereken değişiklikler vardır. Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin
ve ilçe belediyelerinin imar yönetmeliğinde değişiklikler yapması, yeşil alan tanımlarını detaylandırmaları, yeşil alanlara dair özel bir yönetmelik çıkartılması, kentsel tarımın ve yeşil koridorların bu yönetmelikte tanımlanması ve tüm yeşil altyapı ile ilgili nitel tanımların üretilmesi gereklidir. Bu yönetmelik ile birlikte ulaşım planı içinde yaya ve bisikletli altyapıyı kurmak ve sürdürmek için gerekli değişikliklerin de yapılması uygun olacaktır.
Sonuç olarak çok boyutlu işlevlere sahip olan, kentsel yaşama entegre
olmuş ve kentin ve kentlinin sağlıklı olmasına destek olacak yeşil alanların ve yeşil altyapının üretilmesi için planlama sürecinin yeniden ele
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 27
DOSYA
alınması, kurumlar arası ilişkilerin mekanın üretim sürecinde değiişikliklere gidecek şekilde yeniden ele alınması gereklidir. Mersin kenti de
bunu gerçekleştirmek için uygun özelliklere sahiptir.
KAYNAKLAR
Benevolo, L. “The Origins of Modern Town Planning”, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, 1971.
Choay, F. “The Modern City, Planning in the 19th century”, George Braziller,
New York, 1969.
Duhl, J. L, Sanchez, A. K., “Healthy Cities and the City Planning Process: A background document on links between health and urban planning”, WHO Regional Office for Europe, Copenhagen, http://www.euro.who.int/__data/assets/
pdf_file/0009/101610/E67843.pdf, erişim tarihi: 18 Kasım 2014.
Kamu sağlığı tarihi üzerine kısa kaynakça
http://global.britannica.com/EBchecked/topic/482384/public-health/35547/
National-developments-in-the-18th-and-19th-centuries
http://www.sphtc.org/timeline/timeline.html
Rosen, G. “A History of Public Health”, Johns Hopkins University Press, Baltimore, Maryland, 2015.
Yeşil alanlar ve kamu sağlığı ilişkisi üzerine kısa kaynakça
Bowler, D. E., Buyung-Ali, L. M., Knight, T. M., Pullin, A. S., “A systematic review
of evidence for the added benefits to health of exposure to natural environments”, BMC Public Health, Cilt: 10, 2010.
Cohen-Cline, H.,Turkheimer, E., Duncan, G. E., “Access to green space, physical
activity and mental health: a twin study”, Journal of Epidemiology and Community Health, Cilt: 69, 2015.
Ian Alcock, I., White, M. P., Wheeler, B. W., Fleming, L. E., Depledge, M. H., “Longitudinal Effects on Mental Health of Moving to Greener and Less Green Urban
Areas”, Environmental Science and Technology, Cilt: 48, Sayı: 2, 2014.
Lee, A.C.K., Maheswaran, R., “The health benefits of urban green spaces: a review of the evidence”, Journal of Public Health, Cilt: 33, Sayı: 2, 2010.
Mitchell, R., Popham, F., “Effect of exposure to natural environment on health
inequalities: an observational population study”, Lancet, Cilt: 372, Sayı: 9650,
Kasım 2008.
Public Health England, UCL Institute of Health Equity, “Local action on health inequalities: Improving access to green spaces”, Health Equity Evidence Review 8, Erişim adresi: https://www.gov.uk/government/publications/
local-action-on-health-inequalities-evidence-papers, Erişim tarihi: 14 Kasım 2014.
The National Park Service Health and Wellness Executive Steering Committee, “Strategic Action Plan: Healthy Parks Healthy People US: a holistic approach to promoting the health and well-being of all species and the planet we
share”, Erişim adresi: http://www.nps.gov/public_health/hp/hphp/press/1012955-WASO.pdf, Erişim tarihi: 14 Kasım 2014.
Wolf, K. L., Flora, K., “Mental Health and Function: A literature review”, Green
Cities: Good Health, (www.greenhealth.washington.edu), College of the Environment, University of Washington, 2010.
Wolf, K. L., Krueger, S., Flora, K., “Healing and Therapy: A literature review”,
Green Cities: Good Health, (www.greenhealth.washington.edu), School of
Forest and Environmental Resources, College of the Environment, University of Washington, 2014.
Wolf, K. L., Krueger, S., Flora, K., “Work and Learning: A literature review”, Green Cities: Good Health, (www.greenhealth.washington.edu), College of the
Environment, University of Washington, 2014.
Wolf, K. L., Krueger, S., Rozance, M. A., “Stress, Wellness and Physiology: A literature review”, Green Cities: Good Health, (www.greenhealth.washington.
edu), College of the Environment, University of Washington, 2014.
NOTLAR
1. Bu bölümde kent planlama ve kamu sağlığı ilişkisi genel hatlarıyla ele alınmıştır. Bu ilişkinin detaylı tarihçesi için yazının sonunda yer alan kaynakçadan
faydalanılabilir.
2. Hall, P. “Cities of Tomorrow: an intellectual history of urban planning and design in the twentieth century”, Blackwell Publishing, Masschusetts, Oxford,Victoria, üçüncü baskı, 2002.
3. www.who.int/healthy_settings/types/cities/en/
4. Bu bölümle ilgili geniş bir yazın mevcuttur. Konu ile ilgili seçilmiş bir kaynakça yazının sonunda yer almaktadır.
“Kentin Keçileri.” Fotoğraf: Sinan Burat.
28 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
DOSYA
Mersin’in Geleceğini Tasarlarken:
Kent-Su İlişkisi Üzerine Yeniden Düşünmek
Nida NAYCI
Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi
İnsanoğlunun su kaynakları ve kıyı alanları ile ilişkisi, ilk yerleşimlerin gelişimi kadar eskidir. Yaşamın temel kaynağı olan
su, beslenmenin yanısıra barınma, savunma, ticaret, iletişim
gibi birçok konuda insanoğlunun gelişmesinde önemli rol
oynamıştır. Tarihteki önemli uygarlıklar deniz, nehir ve göl
kenarlarında kurulmuştur. Denizcilik ve deniz aşırı seyahatlerin gelişmesine olanak sağlayan teknolojik gelişmelere koşut tarih sahnesinde ortaya çıkan deniz kavimleri, geniş coğrafyalara yayılan koloni yerleşimleri kurmuşlardır. Beslenme,
barınma, savunma vb. somut nedenlerin yanısıra, suyun kutsallığı ve insan psikolojisi uzerindeki etkisi de su kenarı yerleşimlerinin kuruluşunda önemli olmuştur. “Su kültü,” birçok farklı inanışta kutsallığın, ruhani arınmanın ve sonsuzluğa yolculuğun simgesidir. Bunun yanısıra, su ile tedavi ve termal şifanın öne çıktığı özel yerleşim merkezleri kurulmuştur. Sonuç olarak, insanoğlu tarihin ilk dönemlerinden itibaren su kaynaklarının değerini iyi bilmiş ve bundan çeşitli şekillerde istifade etmiştir.
Bir Kıyı Kenti Olarak Mersin’in Tarihsel Gelişimi:
Mersin kenti,Toros dağları ile Akdeniz kıyısı arasında kalan verimli bir düzlük alan üzerinde kurulmuştur. Dağlardan denize
doğru azalan topografik yapısı, Toros dağları ile Akdeniz arasında yer altı ve yüzey sularını denizle buluşturan irili ufaklı
vadi ve dere sistemleri, bu sistemler tarafından beslenen verimli tarım alanları, kıyı ovaları, lagun ve delta alanları, kumsal
alanlar ve buna bağlı olarak gelişen özel flora ve fauna yaşam
alanlarının gelişmesine olanak sağlamıştır.
İnsanoğlunun su kaynakları ve kıyı alanları uzerindeki etkisi, sanayi devriminden sonra ar tan teknolojik imkanlara
koşut giderek daha olumsuz hale gelmiştir. Çevresel etkileri göz ardı etmeye başlayan, hızlı ve sağlıksız kentsel
yerleşim süreçlerinden su kaynakları ve kıyı alanları da etkilenmiştir. Bugün dünyada bulunan su kaynaklarının sadece % 3’ü temiz su olup, bunun da %20’si yer altı suyu,
% 1’i erişilebilir yüzey suyu (göl, nehir, su buharı,vb) kaynaklarıdır.1 Dünya Sağlık Örgütü- Avrupa Bölgesel Ofisi
tarafından kentlerin kamu sağlığı ile ilişkisi üzerine yapılan tespitlere göre;
“Avrupa nüfusunun üçte ikisi kasaba ve kentlerde yaşamaktadır. Kentsel alanlar çoğunlukla hava kirliliği, ağır trafik yoğunluğu, gürültü, şiddet ve yaşlılar ve çocuklar için sosyal soyutlanma gibi nedenlerle yaşamak için sağlıksız ortamlar”
olarak ifade edilmektedir. Buna göre ‘Sağlıklı Kent,’ kentliler
için sağlıklı bir çevrenin, iyi bir yaşam kalitesinin, temel sağlık
ve hijyen ihtiyaçlarının ve sağlık hizmetlerine erişimin geliştirilmesini hedeflemelidir.”2
19. yüzyıldan sonra Doğu Akdeniz’in önemli bir liman kenti olarak parlamaya başlayan Mersin’in tarihsel gelişiminde,
doğal eşikleri ve ekolojik yapısı yukarıda tanımlanan coğrafi özellikleri ve buna bağlı gelişen deniz ticareti önemli rol oynamıştır. Kentin tarihsel öyküsünde çoğunlukla göz
ardı edilen Yumuktepe Höyüğü, Mersin’deki öncü yerleşimlerin su kaynakları ile ilişkisini MÖ 7. binyıla götürmesi açısından önemlidir. Höyüğün en eski katmanları, neolitik çiftçiler tarafından kurulan tarım yerleşimlerinin izlerini taşır.
Müftü Deresi’nin kenarında kurulmuş olan bu yerleşimlerin
seçiminde, su kaynağına yakın olma, tarımsal faaliyet olanağı, denizden içeride korunaklı bir alanda bulunma, hem deniz hem de nehir ticaretine olanak sağlama gibi özelliklerin
öne çıktığı anlaşılır. Eskiçağlardan başlayıp 13. yüzyıl ortaçağına kadar kesintisiz iskan edilmiş olan Yumuktepe, hem denizsel hem de karasal ulaşıma olanak sağlayan coğrafi konumuyla Yakındoğu coğrafyası ile Orta Anadolu arasında kültürel, ticari ve ekonomik anlamda bir kavşak noktası olmuştur. Mersin’in önemli bir su kenarı yerleşimi olma özelliğini
yansıtan bir başka tarihsel odak, bugün Mezitli sınırları içerisinde kalan Soloi-Pompeipolis antik yerleşimidir. Mezitli Deresi ile Akdeniz’in birleştiği bir kıyı kavşağında konumlanmış
olan antik kentin, erken dönem tarihi Soli Höyük’te elde
edilen veriler doğrultusunda günışığına çıkmaktadır. Günümüzde yerüstünde izlenen şehir kalıntıları, MÖ. 8. ve 7. Yüzyılda Akdeniz’de görülen kolonileşme etkilerinin izlerini taşır. Antik liman ve limana açılan sütunlu cadde, yerleşimin
Roma dönemine ait önemli yapı kalıntılarıdır.
“Sağlıklı Kent” kentlilerin sadece fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da iyi durumda olmasını amaçlamalıdır. Bu ilkelerden hareketle, kentlerin gelişiminde önemli bir yer tutan “su kaynaklarının yönetimi” günümüzde giderek artan
tehditlere koşut daha kritik bir konu haline gelmekte olup,
kent sağlığı ve kent yönetimi içerisinde ele alınması gereken
önemli başlıklardan biridir. Bu yazının amacı, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, 320 km’lik sahil şeridi ile önemli bir
kıyı ili olan Mersin kent merkezinin, Kent-Su ilişkisi üzerinde ortaya çıkan sorunların ve geleceğe yönelik ilkelerin tartışılmasıdır.
19. yüzyıldan sonra Mersin’de artan liman faaliyetlerine koşut gelişmeye başlayan tarihi ticari merkez hala kentin çekirdeğini oluşturmaktadır. Dönemin Ebniye Nizamnamelerinde
öngörülen şartlara uygun olarak, ızgara plan sistemi ile gelişen kentte, denize dik uzanan sokaklar, bölgede hakim olan
kara-deniz melteminin kentin içlerine kadar girmesine olanak
sağlamıştır. Kentin doğu bölgesi, liman ve ticari işlevlere bağlı
olarak gelişirken, yerleşim batıda Müftü Deresi ile sınırlanmıştır. Bunun batısında kalan bölgeler, kentliler tarafından rekreasyonel ve sayfiye amaçlı kullanılmıştır Mersin kentinin planlamasında kent-deniz ilişkisini sorgulayan ilk plancı Herman
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 29
DOSYA
Resim 1. Mersin limanı inşasından önce sahil görünümü ve iskeler (Kaynak: Başgelen, 1998).
Jansen’dir. Jansen’in 1938 tarihinde Mersin için hazırladığı kent planında (Beyhan, B., Uğuz, S, 2012), deniz önemli bir tasarım elemanı olarak girdi olmuştur. Kentin gelişiminde bahçe-kent modelini benimseyen Jansen, Mersin’in bir taraftan liman kenti olarak büyümeye devam
ederken, diğer taraftan sahip olduğu sahil beldesi karakterini muhafaza
etmesini önermiştir. Bu kapsamda kentin halihazırdaki ızgara dokusunu, sahile dik uzanan ‘yeşil koridorlar’ ile pekiştirmiş, böylece kentin geri
bölgelerinin deniz ve sahil ile olan ilişkisini, iklimsel, görsel ve rekreasyonel potansiyelleri ile sosyal olarak güçlendirilmesini sağlamaya çalışmıştır. Jansen, Mersin’in bir taraftan sanayi ve liman kenti olarak gelişirken,
diğer taraftan ‘plaj kenti’ karakterini korumasını istemiştir.
Ancak, 1954-1958 yılları arasında modern Mersin limanının inşası ve
1970’lerden sonra artan kentsel nüfus, kentin kıyı ile ilişkisini hızla değiştirmeye başlamıştır. Kent içi plaj kullanımları, kent merkezindeki rıhtımlar, kumsal alanlar üzerinden denize uzanan çok sayıdaki iskelesi, küçük bir sahil yerleşimi olan Mersin’in 1960’lara kadar kent belleğinde
önemli bir yer tutmaktadır (Resim 1). Bu dönemden itibaren kentin su
kenarı ile ilişkisi, modern bir liman, kıyı dolgusu ile elde edilmiş büyük
bir sahil bulvarı ile kurulmaktadır (Resim 2).
Liman bölgesinin doğusunda kalan bölge, liman geri sahası ve lojistik hizmetleri ile sanayi kulanımlarına ayrılmıştır. Bu kullanım, Jansen’in
kentsel gelişme hedefleri ile de uyumludur. Ayrıca, kent içi tüketimine yönelik tarımsal faaliyetler de devam etmektedir. Tarihsel çağlardan
beri alüvyonlu dolgunun kıyılarda birikmesi ile oluşmuş bataklık-sazlık
alanlar ile uzun kumsalı, Akdeniz kıyı şeridinin önemli deniz kaplumbağası yuvalama alanlarından biridir. Bölgede yapılan bilimsel araştırmalar,
tarım ve sanayi faaliyetlerinin hem tarım hem de endüstriyel kaynaklı kirlilik yarattığını, ve bunun da doğrudan deniz ve yer altı su kaynaklarını kirlenmesi tehdidini ortaya çıkardığını ortaya koymuştur (Güler,
C., vd. 2012). Bölgedeki yanlış kullanımlar, kıyı ekosistemini olumsuz etkilemektedir (Resim 3).
Doğu bölgesinde sanayi ve liman geri sahası hizmetleri ile sınırlandırılmış olan Mersin kenti, batı ekseninde kıyıya paralel (lineer) bir biçimde büyümeye devam eder. 1960’lı yıllarda İller Bankası tarafından getirilen planlama ilkelerinde, kentin ana omurgasını oluşturan
Mersin-Silifke karayolu (bugünku Gazi Mustafa Kemal Bulvarı) ile sahil şeridi arasında kalan bölgeye yükseklik sınırlaması getirilmiş; böylece kentin ard alanları ve geri bölgeleri ile deniz arasında bütüncül
Resim 2. Mersin limanının inşasından sonra liman bölgesi ve doğu Mersin’in günümüzdeki durumu (Kaynak: Mimarlar Odası Mersin Şubesi Arşivi).
30 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
DOSYA
Resim 5. Mersin Batı bölgesi, doğal plaj kullanımları.
Resim 3. Mersin doğu bölgesindeki sanayi ve tarım faaliyetlerinin dere sistemleri ve kıyı
ekosistemi üzerinde yarattığı kirlilik baskısı (Kaynak, N. Naycı arşivi).
Resim 6. Mersin Batı bölgesi, Davultepe Tabiat Parkı ve site yerleşimleri.
Resim 4. Mersin kent merkezi (N. Naycı arşivi).
bir ilişki kurulması istenmiştir. Ancak 1985 yılından sonra plan yapma yetkisinin yerel yönetimlere devri ile birlikte Mersin’de yeni bir
dönem başlamıştır. Bu dönemden itibaren, etaplar halinde sürdürülen kıyı dolgu çalışmaları ile yaklaşık 12 km.lik doğal sahil şeridi, 100
m’lik dolgu alana dönüşmüştür (Resim 4). Kent bu şekilde batı yönünde hızla gelişirken, bozulan doğal kıyı yapısının yerini alan dolgu
alan, kent içi ulaşımında transit yol olarak kullanılmak üzere önceliklendirilmiştir. Ortaya çıkan araç trafiği, kentin su kenarı ile ilişkisinde yaya kullanımı açısından çatışmalı sonuçların doğmasına sebep olmuştur. Ayrıca sahil şeridindeki yapı yüksekliklerine ilişkin kısıtlamaların kalkması ile kıyı silüeti hızla bozulmaya başlamıştır. Sonuç olarak,
hem fiziksel hem de görsel olarak kent-kıyı ilişkisi giderek zarar görmeye başlamış, yapılan kıyı müdahaleleri ile kent denizden iyice uzaklaşmıştır.
Mezitli Deresi’nden batıya doğru ortaya çıkan ikinci konut yerleşimlerinde ise yüksek katlı apartman tipi bloklardan oluşan bir gelişme deseni ortaya çıkmıştır. Mezitli, Davultepe,Tece yerleşimlerini içeren Batı Mersin’deki ikinci konut gelişimi, hala doğal yapısını korumuş olan kıyı alanlarının çevresel ve fiziksel özellikleri üzerinde ciddi
sorunlara yol açmaktadır (Resim 5). Bölgedeki site türü yerleşimlerin su kaynakları üzerinde yarattığı sorunlar, arıtma tesislerindeki yetersizlik nedeniyle karasal kaynaklı deniz kirliliği, yer altı su kaynaklarının siteler tarafından kontrolsüz kullanımı ve kentlilerin kıyı alanına erişimi konusunda yaşanan kısıtlamalar olarak özetlenebilir. Bölgedeki en önemli kıyı ekosistemi, Davultepe Tabiat Parkı içerisinde bulunan kumsal alan, kumul vejetasyonu ve ormanlık alandır. Aynı za-
Resim 7. Müftü Deresi’nin günümüzdeki kullanımları (N. Naycı arşivi).
manda kent içinde kalmış ender deniz kaplumbağası yuvalama alanıdır (Resim 6). Ancak Tabiat Parkının, aynı zamanda günübirlik rekreasyonel alan olarak kullanılıyor olması, basşta deniz kaplumbağaları ve yuvaları olmak üzere bölgenin ekolojik yapısı üzerinde önemli bir baskı oluşturmaktadır. Geçmiş yıllarda, siteler tarafından yapılan
çok sayıdaki kıyı yapısının (mahmuzlar, dere ve nehir ağızlarında yapılan iskeleler, vb) zamanla kıyı yapısının bozulması ve erozyona yol
açması nedeniyle (Durmuş, 2007:56) kıyı işgalleri yerel idareler tarafından yıktırılmıştır.
Mersin kentinin mekansal gelişiminde kentin denizle ilişkisini kesintiye
uğratan önemli müdahalelerden biri de dere sistemlerine yapılan müdahalelerdir (Resim 7). Birçok noktada dere yataklarının değiştirilmesi,
taşkın alanlarının yapılaşma ile işgal edilerek daraltılması, yeraltı ve yerüstü tatlı su kaynaklarının yönetiminde ciddi sorunlara yol açmaktadır.
Son on yıllık süreçte kent içinde yaşanan sel felaketlerinin birçoğu kapatılan dere yataklarından (Kaynak, 2001:47) kaynaklanmıştır.
Mersin’in özellikle son 30 yıllık süreçte geçirdiği mekansal gelişim ve
dönüşümün, kentin su kenarı ve su kaynakları ile ilişkisi üzerindeki etkileri Tablo 1’deki gibi özetlenebilir.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 31
Kuzey
Mersin
Batı Gelişme Mersin Kent
Bölgesi
Merkezi
Mersin Doğu
Bölgesi
DOSYA
Faaliyetler
Etkiler
Sanayi gelişimi
Yeryüzü ve yer altı sularında sanayi atıkları
Tarımsal faaliyetler
Toprak ve yeraltı sularında tarım kimyasallarına bağlı kirlilik
İkinci konut gelişimi
karasal kirlilik, Plaj kulanımına ilişkin sorunlar
Profesyonel/Amatör Balıkçılık faaliyetleri
Deniz kaplumbağaları ve diğer deniz canlıları üzerinde baskı
Baraj kullanımı (Berdan çayı)
Kıyı erozyonu, kumsal alan aşınması
Liman faaliyetleri
Gemi trafiğine bağlı deniz kirliliği, ekolojik yaşam üzerindeki olumsuz etkiler
Kıyı dolgusu ve kıyı yapıları mudahaleleri
Doğal kıyı yapısının ve plajların ekolojik özelliklerinin bozulması, kentin denizden uzaklaşması
Dolgu alanın taşıt trafiği için kullanılması
Yaya erişiminin kısıtlanması
Kentsel gelişim
Kıyı ve ard bölgelerin görsel ilişkisinin kopması, karasal kirliliğin artması
Karasal kaynaklı kirlilik, yeraltı su kaynaklarının kontrolsuz kullanımı, kamu erişiminin
azalması, Sit alanları üzerinde koruma baskısı,
Deniz kaplumbağaları yuvalama alanları ve kumul vejetasyonunun tahrip olması
İkini konut gelişimi
Rekreasyonel kullanım
Amatör Balıkçılık faaliyetleri
Dere yataklarının ve akarsu rejimlerinin
değiştirilmesi
Dere taşkın sahalarının imara açılması
Deniz kaplumbağalarının zarar görmesi
Kentsel gelişim
kıyı ve ard alanların iklimsel, ekolojik, görsel ilişkilerinin kopması
Denizle bağlantı noktalarında kumsal alan erozyonu, kıyı gerilemesi
Afet zamanlarında taşkınlar
Tablo 1. Mersin kentsel gelişiminin kent-su ilişkisi üzerinde yarattığı baskılar.
Mersin Kentinin Geleceğini Tasarlarken…
Mersin kentinde geçtiğimiz 30 yıllık süreçte yaşanan hızlı kentleşmeye koşut, kentin su kaynakları üzerinde fiziksel, çevresel ve sosyal olarak olumsuz dönüşümler meydana gelmiştir (Naycı, 2014). Kentin
mekânsal gelişiminin kıyıya paralel doğrusal bir büyüme şeklinde olması, kıyı ile ard alanlarının ilişkisini koparmıştır. Nitekim kentin batıya doğru gelişmesine koşut gerçekleştirilen büyük ölçekli kıyı dolgu çalışmaları, hem kentin kıyı ile ilişkisini fiziksel ve görsel olarak koparmış, hem
de doğal kıyı yapısının bozulmasına neden olmuştur.
Maruz kaldığı doğal ve/veya kentsel gelişmeye bağlı insan kaynaklı tahribatların kıyıların doğal kaynakları üzerinde yarattığı baskıların artması, özellikle 1990’lardan sonra, kıyı alanlarının doğal, ekolojik ve kültürel
özellikleri ile birlikte koruma-kullanma dengesini gözeterek gelişmesine olanak sağlayacak “Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetimi” (BKAY) kavramının gelişmesini sağlamıştır. Bu kapsamda Mersin kenti için geliştirilecek BKAY yaklaşımlarında, kumsal alan yönetimi, habitat yönetimi ve
havza yönetimi gibi yeni kentsel yönetim araçlarının bütünleştirilmesi
sağlanmalıdır. Bu değerlendirmeler ışığında;
- Kentin geleceğine yönelik ekolojik temelli planlama ve kentsel
tasarım stratejilerinin geliştirilmesi hedeflenmelidir.
- Kentin bugune kadarki mekansal gelişiminde doğrusal (lineer) planlamanın yarattığı baskının ortadan kaldırılması için çok merkezli kent
gelişimi üzerinden kıyı ve ard alanları bütünlüğü sağlanmalıdır.
- Liman faaliyetlerinin gelişmesine koşut ihtiyaç duyulan lojistik hizmetlerin bütüncül bir şekilde yönetilmesine olanak verecek organize lojistik merkezlerinin kurulması sağlanmalıdır. Gerek liman faaliyetleri gerekse lojistik faaliyetlerinden kent üzerinde yaratacağı
olumsuz etkilerin giderilmesine yönelik birçok liman kentinde uygulanan “yeşil liman” türü yönetim modelleri benimsenmelidir.
- Mersin Doğu bölgesinde de gerçekleşen tarım ve sanayi faaliyetlerinin birbirleri üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak
için havza yönetimini ilke edinen yaklaşımlar geliştirilmelidir.
- Bugüne kadar kentsel gelişme stratejilerinde göz ardı edilmiş
olan dere sistemleri, kentin iç bölgeleri ile kıyıyı birbirine bağlayan ekolojik koridorlar olarak değerlendirilmelidir.
32 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
- Kıyı mühendisliği çalışmaları ile bozulan doğal kıyı yapısının onarılması ve iyileştirilmesine yönelik altyapılar hazırlanmalıdır. Kent
içinde kalmış doğal plaj alanlarının korunması için kumsal alan
yönetimi yaklaşımları geliştirilmelidir.
- Kazanlı plajı, Davultepe Tabiat Parkı gibi kentsel ve sanayi gelişme alanları arasında kalmış kıyı ekosistemlerinin ve kumul
bölgelerinin korunması için özel habitat yönetim planları hazırlanmalıdır. Kentlilerin kıyı ile rekreasyonel ilişkileri güçlendirilirken deniz kaplumbağaları, kumul vejetasyonu gibi endemik ve kırılgan türler üzerinde kullanma baskısı önlenmelidir.
- Evsel ve sanayi atıkları başta olmak üzere karasal kaynakli kirliliğin önlenmesine yönelik mevcut altyapı ve arıtma sistemleri
güçlendirilmeli; Mersin Körfezi genelinde yaygınlaştırılmalıdır.
- Kentlilerin denizle ilişkisini güçlendirmek üzere su sporları, amatör denizcilik ve balıkçılık faaliyetleri gibi spor faaliyetlerinin yaygınlaştırılması teşvik edilmelidir.
KAYNAKLAR
Başgelen, N., 1998, “Bir Zamanlar Mersin”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.
Beyhan, B., Uğuz, S., “Planning as a Tool for Modernization in Turkey: The Case
of Hermann Jansen’s Plan for Mersin”, METU JFA 2012/2 (29:2) 1-34.
Durmuş, C., 2007. “Mersin Bölgesi Kıyı Koruma Yapılarının İncelenmesi”, Basılmamış yüksek lisans tezi, Çukurova Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü.
Güler, C., vd. 2012, “Assessment of the impact of anthropogenic activities on
the groundwater hydrology and chemistry in Tarsus coastal plain (Mersin, SE
Turkey) using fuzzy clustering, multivariate statistics and GIS techniques”, Journal of Hydrology 414-415 (2012) 435-451.
Kaynak, A., 2001. “Mersin’de Sel Afeti Raporu”,TMH - Türkiye Mühendislik Haberleri, Sayı 415 - 2001/5, 47-48.
Naycı, N., 2014. ‘Kıyı Alanlarında Bütüncül Planlama:Kentsel Müdahaleler ve
Kıyı Kullanımı Etkileri’; Liman Kentlerinde Değişimi Yönetmek: Mersin’in Geleceğine İlişkin Perspektifler, MDTO yayını, 2014, Mersin, 42-55.
NOTLAR
1. http://water.usgs.gov/edu/ /watercycle-screen.html (erişim tarihi, 25.05.2015)
2. http://www.euro.who.int/en/health-topics/environment-and-health/urbanhealth/urban-health (erişim tarihi; 19.05.2015)
DOSYA
Ekosistem Yaklaşımıyla Sürdürülebilir Kentler1
Huriye KARA
Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi
KENTİ SÜRDÜRÜLEBİLİR SİSTEM OLARAK
TASARLAMAK HAYAL DEĞİLDİR
KENTLİNİN EKONOMİK VE SOSYAL OLARAK
VAR OLABİLMEK İÇİN ÖNCELİKLE EKOLOJİK
OLARAK VAR OLABİLMEK GERÇEĞİNE
İÇTENLİKLE SARILMASI YETERLİDİR
Sürdürülemez Kentleşmeye Geçiş Dönemi
İnsanoğlu yeryüzünde var olduğundan beri doğayla ve doğal
kaynaklarla ilişki içerisindedir. Bir yandan doymak, barınmak,
örtünmek gibi ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmek ve yaşantısını güzelleştirip kolaylaştırmak, öte yandan da doğadan gelecek tehlikeleri önleyecek tedbirler almak için teknikler geliştirmiştir. İnsanın temel ihtiyaçlarını karşılamak için verdiği büyük uğraşı sonucu tarım sistemleri ve yerleşik düzenler kurulmuştur Her toplum kendi coğrafyasının, ikliminin, çevresindeki doğal kaynakların getirdiği olanaklar veya kısıtlamalar neticesinde yerleşim sistemini oluşturmuştur. Başlangıçta yaşamını sürdürebilmek için doğayı çok iyi gözlemlemekten başka
şansı olmayan insanoğlu, doğadaki bilim ve sanatı eliyle kurduğu sistemlere aktarmıştır.Tarih boyunca uygarlıkların sosyal,
ekonomik ve kültür zenginlikleri doğal zenginlikleriyle yoğrularak ortaya çıkmıştır.
Zamanla teknolojinin ilerlemesiyle doğal ekosistemlerin yerleşim ve tarım sistemlerine dönüşümü hız kazanmıştır. Yerküre geride bıraktığımız yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren tarihinde emsali görülmemiş baş döndürücü hızda bir değişim dönemine girmiştir. Madde, canlı ve enerjinin yanlış bileşenle, yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış miktarda çok hızlı dolaşımının getirdiği sorunlara teknolojinin her sorunun üstesinden geleceğine duyulan güvenle çözüm üretmeye çalışılmıştır. Yekpare olan yerküre üç ayrı küreye dönüştürülmüştür (Şekil 1).
dır (ürünü endüstriyel ve metropolitan sistemlere, atığı do- Kompostana
ğaya gider). Bu nedenle sistem açık verdiği için dış girdiye Ekoyaşam
Çeşmeli-Mersin
bağımlıdır.
Endüstri ve kentleşmiş insan yaşamı bütünüyle doğal sistemlerdeki dengelerin korunması ve fonksiyonlarının devam etmesi ile tarım sistemlerinin gıda ve hammadde güvencesini
sürdürmesine bağlıdır. Bu anlamda parazit sistem olma özelliğindedir.
İnsanın sosyal ve ekonomik hedeflerindeki sürdürülebilirlik
anlayışı ekoloji yasalarına tabi olan yeryüzü sisteminin sürdürebilmesi ile bağdaşmamaktadır. Doğanın sigortası atmış,
tarım köprüsü çatırdamıştır. Doğal ekosistemler temel hizmetlerini gereğince verememekte, tarım sistemleri de toplumların yeterli ve sağlıklı beslenme hakkını yerine getirememektedir. Üç ayrı küreye dönüştürdüğü taksimata da razı
olmayan insan, kırsal yaşamı ve yerel tarımı ortadan kaldırarak bu kez tüm dünyayı endüstriyel metropolitan bir sistem olarak tekrar yekpare hale getirme yönünde felakete
gitmektedir.
Olumlu Gelişmeler
İnsanoğlu hızlı sanayileşme ve sürdürülemez aşırı tüketen
kentleşmenin, tarımda ise monokültür ve kimyasala dayalı üretimin getirdikleri ile 1970’lerden sonra istese de istemese de yüzleşmeye başlamıştır. Ancak çözümü doğada tür
korumacılığı, tarımda ağır kalıntı bırakan kimyasalların yasaklanarak daha emin olduğuna inanılan yeni formülasyonlara
geçilmesi, kentlerde çevre kirliliğini önlemek için doğal gaz
ve kurşunsuz yakıta geçilmesi, organik çöplerin ayrı toplana-
Doğal ekosistemler insanın tüm faaliyetlerinin kaynak tabanıdır. Diğer iki sistemin sigortası ve geleceğinin garantisidir Doğal ekosistemlerde tüm canlılar içsel kontrol dışta uyum üzerinedir. Sonuçta tüm öğe ve ilişkiler sistem dengesini sağlamaya uyumludur.
Tarım ekosistemleri yapı ve fonksiyon olarak doğal ekosistemlere benzer. Her ikisinde de girdi ve çıktı biyotik elementlere bağlıdır. Ürettiği bitki ve hayvanlarla insanları doyurur ve insan ihtiyaçlarına madde sağlar. Bu sebeple doğayla insan arasında köprüdür. Tarım ekosistemlerinin farkı, doğal sistemlerdeki geri dönüşüm mekanizmasının aksine, insan yönetimi ile sistem dışı hedeflere yönlendirilmiş olması-
Şekil 1. Üretici, Köprü ve Parazit (Kara, 1999)
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 33
DOSYA
rak büyük tesislerde komposta dönüştürülmesi, cam ve plastiklerin
geri dönüşüme sokulması gibi sorun odaklı olarak görmüştür.
Geçtiğimiz yüzyılın son dönemlerinde yerkürede doğal ekosistemlerdeki tür kaybını çok aşan sistem kayıpları, toprak, su ve havanın tarımı çıkmaza sokması, kentlerin insan yaşamının temel refah kriterlerine
cevap verememesi, dünya zirvelerini gündeme sokmuştur. Kentler ve
kent insanının dünya kaynaklarını tüketen, çevreyi bozan unsur konumundan çıkıp dünyanın ortak geleceğini koruyan konuma geçmesi yönünde kararlar alınmaya başlanmıştır. Birleşmiş Milletler öncülüğünde
Rio1992, Rio+20 dünya zirveleri yapılmış, milenyum kalkınma hedefleri konmuştur. Bir kentin bütüncüllüğü düzeyinde birtakım kavramlarla
yaşanabilen kentlere doğru umut veren gelişmeler olmuştur.
Örneğin ‘Sürdürülebilir Kent’ adıyla yapılanan kentlerde alan kullanımı, yenilenebilir enerji, karbon ayak izi konularında yoğunlaşmayı, ‘Sakin
Kent’ olarak markalaşan kentlerde hızlı döngünün sorunlarına vurguyu
ön planda görmekteyiz. ‘Yeşil Kentler’ yeşil bina, yeşil turizm konusunda çarpıcı örnekler teşkil ederken, ‘Biyofilik Kent’lerde ana vurgu biyolojik çeşitlilik üzerinedir. Yeşil binalarda güneş panelleri, rüzgar tribünleri kurulup, yağmur hasadı ile binanın suyu sağlanabilmekte, sıfır karbon
emisyon örneği oluşturulabilmektedir.
Kent tarımı konusunda 1970’lerin sonundan bu yana çok mesafe
alınmıştır. Birçok yerel yönetimin kent planlamasında organik atıkları kompostlaştırma, atık su rehabilitasyonu, hobi bahçeleri yerini alır
olmuştur. Yasal düzenlemeler konusunda özellikle geçimini kent tarımı ile sağlayan riskli grupları rahatlatan ilerlemeler kaydedilmiştir.
Kent tarımı ve gelecekteki potansiyeli ile yüzleşme sonucu kanunla
kısıtlama yerine kanunla düzene koyma aşaması gelmektedir. Gelişmiş ve geri kalmış ülkelerde birçok kent yönetimi yerel uygulamalara destek vermeye başlamış, hatta kendi kent tarımı programını ortaya koymuştur.
Gerçekçi Çözüm: Ekosistem Yaklaşımı
Doğadaki denge ve düzeni gözlemeye, anlamaya çalışmak
İnsanın hırs ve kontrol güdüsünden kaynaklanmayan gerçek
ihtiyaçlarını, yaşamın her zaman ve zemininde samimiyetle
sorgulamak, sahip çıkmak, saygı göstermek
34 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Teknolojiyi akılla, aklı da yürekle kontrol etmek
Kent tasarımına ve mimarisine doğadaki çeşitlilik ve verimliliği
taşımak
Yerkürenin geleceği, kent insanının doğasıyla olan bağını yeniden değerlendirme yönündeki isteğine bağlı olacaktır. Doğal sistemlerin
kompleks yapısına ve çeşitliliğine saygı duymayı yeniden kazanmaya,
doğayı tahrip edip kontrol etmeye çalışmaktansa doğadaki ritimli çalışmayı dinlemeye, öğrenmeye ve bunu yönetimli sistemlere aktarmaya gereklilik vardır.
Ekolojik yaklaşımlı kent, bilinçli bir şekilde bütünün içinde uyumlu parça olabilme arayış ve çabası içinde olmalıdır. Global ekosistemin alt sistemlerinin içi içe karmaşık yapı ve etkileşimini ancak bütüncül bir ekosistem yaklaşımıyla anlayabilir ve alt sistemler için spesifik çözümlere
gidebiliriz. Kentler doğadan ve tarımdan ayrı düşünülemez.
Ekosistem yaklaşımı fen bilimleri ile sosyal bilimlerin birlikte kullanıldığı ve birçok alt bilim dalı için uygun bir yaklaşımdır. Örneklemek istersek Türkiye Doğu Akdeniz’ini seçili ekosistemimiz olarak aldığımızda, tıp doktoru için insan sağlığının bu sistemin öğeleriyle ilişkileri, özellikle iklim faktörü ile kurduğu denge, mimar için ekosisteme
en uygun yapılar üzerinde çalışma, yemek uzmanı için Akdeniz flora ve faunasının lezzet olarak yaşama aktarılması, folklorik araştırmacı için Akdeniz elementi biyolojik çeşitliliğin türküye, kilime yansıması,
tarımcı için seçtiği tarımsal pratiklerin sistemin doğal kaynak tabanını desteklerken en iyi kullanım yararının sağlanması şeklinde ara hedeflere yansır. Ancak bu hedeflerin tamamı seçtiğimiz ekosistemin
ekolojik, ekonomik ve sosyal anlamda değerlerini dengeleyebilmesine hizmet eder.
Ekolojik Kentler Teknolojinin Emrinde Değildir
Teknoloji Ekolojik Kentlerin Emrindedir
NOT
1. Yazı, yazarın 1994-2013 yılları arasında yayınlanmış bildiri, eğitim ders notları ve kitap bölümlerinden derlenmiştir.
DOSYA
Mutlu Kent Var Mı?
Ayşe DEVRİM BAŞTERZİ
Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
2001’de dünyadaki tüm hastalıkların %11’ini ruhsal hastalıklar
oluştururken, 2020’de tüm hastalıkların %15’inin ruhsal hastalıklar olması beklenmektedir. Dünya üzerinde yaşayan her
4 kadından, her 7 erkekten birisinin yaşamı boyunca en az
bir defa depresyon geçirdiği bilinmektedir. Bilinen tüm ruhsal hastalıklar kentlerde yaşayanlarda daha fazla görülmektedir. Örneğin, şizofreni riski şehirde yaşayanlarda 2 kat artmıştır, kırsal alanda yaşayanlara göre anksiyete bozuklukları %20,
depresyon, manik depresif hastalık %40 civarında daha sık görülmektedir.
Kent yaşamı ile ruh sağlığı ilişkisine bakmadan önce ruh sağlığı ile ilgili temel bilgilerimizi sıralarsak;
• Sağlık sadece hastalık ve sakatlık durumunun olmayışı
değil, kişinin bedenen ruhen ve sosyal yönden tam bir
iyilik halidir. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı “sadece hastalıklardan ve mikroplardan korunma değil, bir bütün
olarak fiziki, ruhi ve sosyal açıdan iyi olma hali” olarak
tanımlar. Bu nedenle ruh ve beden sağlığı bir bütündür. Ruhsal sağlık da tıpkı bedensel sağlık gibi bir hastalığın olmaması demek değildir. Kişinin bireysel, ailesel ve toplumsal bağlamda kendisini iyi hissetmesidir.
• Ruhsal sağlığın temel belirleyicilerinin tıpkı genel sağlık durumu gibi sosyoekonomik faktörler ve çevresel
faktörler olduğunu biliyoruz.
• Ruhsal sağlık bozulması sadece ruhsal hastalıklar şeklinde kendini göstermez. Davranış değişir; madde kullanımı, şiddet eğilimi, cinsel taciz vb. görülebilir. Aynı zamanda kalp hastalıkları, kanser gibi bazı bedensel hastalıkların da daha sık görüldüğü iddia edilmektedir.
• Sağlık hizmetlerinin tedavi edici hizmetler üzerinden
yapılandırılması, sağlık sistemlerini geliştirmemektedir. Ancak hastalıkların gelişmesini ve ortaya çıkmasını
önlemeyi, azaltmayı hedefleyen koruyucu ve önleyici
hekimlik bir toplumun sağlıklılığını arttırmaktadır. Etkin
politik sosyoekonomik ve çevresel müdahalelerle beden sağlığı gibi ruh sağlığı da iyileştirilebilir. Temel insani, politik, sosyal ve ekonomik hakların gelişmesi ruh
sağlığını geliştirmektedir.
Dünya üzerinde yaşayan insanlar, sanayileşme ile birlikte kırsal
alandan kentlere doğru kaymıştır. Kentleşme ve kapitalizm ile
birlikte ruhsal hastalıklar artmaktadır. Kentlerde yaşamak insanlar açısından neleri değiştirmektedir diye bakıldığında, karşımıza
ücretli çalışma düzeni, zaman yönetimi, yaşanan mekanların düzeni, insanların temel ihtiyaçlarına erişimler vb. temalar gelebilir.
Kentte yaşayan insanlar arasında aşırı uzmanlaşmış bir işbölümü vardır. Belki de kentin kırsal alandan en büyük farkı
kentte yaşayan herkesin ötekiler olmadan yaşamını sürdüremeyeceği olabilir. Komşu komşunun külüne muhtaçtır ve
aslında komşuluk ilişkilerinin giderek kısıtlandığı bir yüzyılda
kentte yaşayan herkes diğerlerine muhtaçtır. Dünyada herhangi bir şeyin yok olduğunu hayal edin, örneğin pil, örneğin cam kavanoz, örneğin tuvalet kağıdı. Ancak kent bir yandan da içinde yaşayanlara öyle bir şey sunar ki kimse kimseye muhtaç değildir, buzdolapları vardır ve marketten paranız ölçüsünde istediğiniz kadar doldurabilirsiniz, yaşanılan
evler öyle kapalı öyle mahrem alanlardır ki, diğer insanlarla
ilişkimizi çok sınırlarlar, ölseniz kimsenin ruhu duymayabilir.
Kentte evinize çekilip yaşamı kendi başınıza idame ettirmenin süresi ne kadar olabilir? Ekmek ne zaman biter? Yiyecekler ne zaman tükenir?
İnsanlar ne zamandır üzerlerinde saat taşımaya başlamıştır?
Ne zamandan bu yana birbirimizin 3-5 dakika gecikmesine
dayanamaz hale gelmişizdir acaba? 15.yüzyılda erkekler için
taşınabilen cep saatleri yaygınlaşmaya başlamış. İlk kadın saati bilezik gibi Kraliçe Elizabeth için 16. yüzyıl sonunda yapılmış. Metropolün alamet-i farikası olan kol saati şimdi yerini akıllı telefonlara bırakıyor olabilir mi? Kentte yaşayan insanların büyük çoğunluğu benzer saatlerde uyanır, çocuklarını benzer saatlerde okullarına gönderir, benzer saatlerde
yollara düşer ve işine gider, benzer saatte işten çıkar, alışveriş yapar, evine döner, yemek yer, televizyon izler ve hatta
benzer saatlerde hatta benzer günlerin benzer saatlerinde
sevişir. Kent yaşamı aşırı uzmanlaşmış işlerinde çalışan insanların yaşamını hizaya sokar. Şehir ‘para’ ekonomisinin yuvasıdır ve ekonomi insanların yaşamını her açıdan düzenler, düzeni tehdit edecek her şey kabul edilemezdir. Mesela aşkın
bile zamanı vardır. İnsanlar ne zaman aşık olursa kabul edilebilir? Çalışmaya başlamadan ya da çalışmaya başladığı sıralarda. Erişkin yaşamında aşk gibi (karasevda) yıkıcı duygulara
(ki adamın çalışmasını engeller) yer yoktur.
Kentlerde yaşayan insanlar ömür boyu işte ve evde neredeyse durmaksızın çalışırlar. Aşırı uzmanlaşmış işlerde
giderek aşırı uzmanlaşarak çalışırken, yaşamı sürdürecek
(kentlerde yaşayan insanların bir bölümü için temel ihtiyaçları karşılayacak değil, arzularımızı birazcık dindirecek)
parayı kazanmanın yolu giderek daha uzun saatler boyunca çalışmaktan geçiyor. İnsanların tatil günleri, dinlenme saatleri giderek azalıyor. Uyku dışındaki zamanların büyük
çoğunluğu işte ya da işe gitme yolunda geçiyor. Bir çok insan Pazar günleri ve Cuma geceleri için çalışmaya başladı. Cumartesi çalışma günü değilse (yani kamu sektöründe çalışıyorsanız) ‘yeniden üretim’ e ayırdığımız gün, o gün
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 35
DOSYA
de çalışıyoruz, ev, ev işleri, evlerin ve kendimizin ihtiyaçları için durmadan çalışıyoruz.
Kentlerde yaşayan insanların çalışma saatlerinin bu kadar yoğunlaşıp, insanların birbirleri ile keyif için, eğlence için, insanı insan yapan
her türlü hazzın giderilmesi için ayırabildikleri zaman azaldıkça ortaya çıkan iki tehlikeli durum, usanmışlık ve tükenmişlik oluyor. Her
gün hepimiz yeniden aynı şeyleri tekrar tekrar aynı düzenle yapıyoruz. Tekdüze bir yaşam içinde şanslıysanız 10 güne 15 güne sığdırılmış tatillerle hayatı idare etmeye çalışıyoruz. Bu tekdüzeliği azaltmak için gereken eyleme şehirde izin yok. Kişiler kendi yaşamlarında karşılayamadıkları heyecanı, diziler ve filmler izleyerek, şehrin keyfini sürenleri televizyon ekranlarından izleyerek ve dünyada
olan bitenlere dair haberleri dinleyerek elde ediyorlar. Trafik kazaları, dövüş kulüpleri... Biz hâlâ Allah’tan aksiyonu bol bir memlekette yaşıyoruz!! Şükürler olsun.
Kentin insan ilişkilerini nasıl etkilediği ise büyük bir muamma. Bir yandan kent bize sayısız insanla ve kendimize yakın olanlarla tanışma olasılığı sağlarken, yani küçük köylerin, kasabaların boğucu akraba ve tanıdık kafesinden arındırırken, bir yandan da beşeri ilişkileri yok ediyor.Yakın ilişkilere ayıracak zaman yok, insanlar çalışma saatlerinden evde hayatın yeniden üretildiği alana gidiyorlar. Bu tekdüze yaşamdan başlarını kaldırıp ötekilerle temasa, keyifli uzun sohbetlere, ruha iyi gelen her
türlü kolektif haz üretimine (mesela sanat, mesela oyun, mesela kültürel yeniden üretim) ise ne zaman ne para var. Modern kent yaşamının
önemli açmazlarından birisi de çekirdek aile. Çekirdek aile, her türlü
sosyal destekten mahrum, çocukların bakımını, okulunu, yaşamını düzenlemek için kendini feda eden iki ebeveynden oluşuyor. Çocuk olduktan itibaren bu iki yetişkinin kendi yaşamlarının haz dolu yanlarına
büyük oranda nokta koyarak kendilerini çocuklarına adamaları olağan
görülüyor. Cumartesi ve pazar günleri biraz gelirleri varsa tüm ebeveynler kendilerinden esirgedikleri sanatsal, sporsal faaliyetlere çocuklarını taşıyorlar.
Tüm bunlar sonucunda ne kadar büyük bir şehirde yaşarsanız paradoksal olarak o kadar fazla yalnızlık hissediyorsunuz!! Sosyal yoğunluk
arttıkça sosyal temas azalıyor. Sosyal temas azaldıkça da beynimizin düşünme merkezlerinin hacmi ve kalınlığı azalıyor, yani Korteks kalınlığı!!!
100-150 kişilik gruplarda insanların sosyal becerileri yeterli, daha fazla
büyüdükçe sosyalleşme azalıyor.
Yüzyıllardır felsefecilerin bize sorduğu soruya dönersek ‘İnsan ne için
yaşar?’ Ruhbilimin buna vereceği temel yanıt; ‘arzularının doyurulması
için’ olacaktır. Ama o halde bizim arzumuz ne? Freud a göre 2 temel
dürtü var; cinsellik, eros, yani asıl ismiyle libido (sevmek sevilmek), sevmediğimiz sevilmediğimiz hakkımızı alana yönelttiğimiz yıkıcı dürtülerimiz, agresyon. Bu durumda kentte kentte libido nereye, agresyon nereye yatırılır?
‘Dakiklik, hesaplanabilirlik, kesinlik’ Simmel’in söylediği gibi metropolün metropol insanının temel ihtiyaçları arasında. Metropol insanı çok çalışmak zorunda ve yaptığı işten mümkünse zevk almak
zorunda. Bu durumda or taya çıkan ‘çalışmayı seven’ insanlar, kolları kırılsa er tesi gün işe gelirler ve tüm bu çalışkanlıkları, iyi ebeveynlikleri ile takdir görür, değer kazanırlar. Yaşamın hakim değerlerini kararlaştırmayı amaçlayan o irrasyonel, içgüdüsel bağımsız özelliklerin ve dür tülerin dışlanması ancak onların yüceltilerek
metropol değerlerine yatırılması ile kolaylaşmaktadırlar. Dür tü36 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
lerin coşmasını ve ‘doğru yerlere’ kanalize olmasını sağlamak için
(kapitalizmin istediği üretken insan) kent yaşamında insanlar arası teması en aza indirecek şekilde düzenlenmiştir. Aşkın bile yaşı,
aşkın bile konumu vardır. Bunun için dür tü, arzu, talep edilen şeyleri insani ilişkilerden çekip, ‘satın alınabilecek, tüketilecek’ şeylere dönüştürmek gerekir ve büyük şehirlerde şeylerin alınabilirliği,
daha küçük kentlerden daha mümkündür. Yeterince paranız varsa
her şeyi satın alabilirsiniz (her türlü insani ilişkiyi de). İnsani ilişkiler
ar tık satın alınabilen bir şey. Yeterince paranız varsa yeşil alan satın alabilirsiniz, yeterince paranız varsa çocuklar için ‘güvenli oyun
alanı’ alabilirsiniz, yeterince paranız varsa daha az çocuk doğurma hakkınız vardır, yeterince paranız varsa iş çıkışı arkadaşlarınızla birlikteyken çocuğunuza bakıcılar bakar. Kentte mutlu yaşam kimin hakkı? Kentte yaşayıp mutlu olanlar kim? Mutlu olmayanlar
kim? O da benimle aynı şeyden mi mutlu olacak, herkes yerini bilecek, onların on çocuğu benim bir çocuğumla aynı yerde mi diye
sordur tur kent yaşamının derin eşitsizliği insanlara... Onun çocuğu ile benim çocuğum arasındaki farka gözümüzü kapatmak için
kent insanı komşusunun yüzünü bile bilmez! Evinde ne pişer, ne ile
karnını doyurur? Sosyal adaletsizliğin yol açtığı risklerden kaçmak
için ‘Kendimize benzeyenle bir arada’ yaşamaya başlarız. Ve ötekiler tekin değil... Zengin mahalleleri ve yoksul mahalleleri arasında
kentler bölünmüş alanlardan oluşur.
1960’larda yapılan yeşil alan çalışmalarında kentlerdeki yeşil alanlı yerler –banliyö ve insanlar banliyöye gidip gelmek için çok zaman harcamaktadır. Dolayısıyla yeşil alan, insanların mutluluğunu ya da iyi hissetmesini belirlemez. 2013’te yapılan çalışmada ise, yeşil alan ne kadar
çoksa parka, sahile ne kadar yakın oturuyorsanız ruhsal stres o kadar
düşük, o kadar haz alıyorsunuz. Çiçek böcek ruha iyi geliyor.
Tüm bunlarla birlikte yaşanılan yerin barınma koşullarının ruhumuzu
nasıl etkilediği üzerine yapılmış binlerce çalışma var. Ses yüksekse, ulaşım zor ve uzun saatler alıyorsa, temiz değilse, kanalizasyon, arıtma yeterli işlemiyorsa her şey zor. Kentin belediyesi ve belediyecilik hizmetleri insanların ruhsal iyilik halini doğrudan belirliyor. Daha çok gürültü daha çok ruhsal hastalık doğuruyor; ADHD, Şizofreni depresyon ve
kaygı bozuklukları...
Metropollerin ve büyük kentlerin en önemli sorunu; ‘güvenlik’. Bu kocaman şehirde kime güvenebiliriz? Şehir yaşamı ihtiyat gerektirir; ‘babana bile güvenmeyeceksin’. Kentlerin her yeri etrafı yüksek duvarlarla
çevrili, güvenli, görevlileri, kameralarla donatılmış kule halinde sitelerle
dolmaya başladı. Ballard’ın yazdığı gökdelen distopyaları giderek gündelik yaşamı andırmaya başladı. Mersin çok göç alan bir şehir ve her
göç kent sakinlerinde ‘yeni tehlikeler’ barındırdığı hissiyatıyla gerçekleşiyor. Geliri eşitsiz dağılan, yolda sokaklarda aç çocuklar olan bir şehirde güvenlik tedbirleri ile vicdanımız rahat uyuyabiliyorsak, artık insanları birada tutan vicdani, ahlaki sorumlulukları büyük ölçüde yitirmişiz
demektir. Belki de son dönem filozoflarının bize söyleyip durdukları
gibi dinlerin ve Tanrı’nın insan yaşamı üzerinde etkisi giderek azalmasa,
bu kapitalist dünyanın gelir uçurumu arasında deliksiz uyumak mümkün olmayacaktır.
Kime güvenebiliriz o halde metropolde? Kendimiz gibi olana. Kendimiz
gibi olmayanlar kirli, arsız, hırsız, kötü ve ahlaksız... Metropol insanının
temel hislerinden birisi ANTİPATİ. Nefret söylemi, ırkçılık, ayrımcılık en
çok metropol insanında görülüyor. Burada korkunç bir ‘yer değiştirme’
işler. Kendi içimizdeki kötüyü ve kötülüğü olduğu gibi ötekilere yansıtı-
DOSYA
rız. Kötü olan güvenli sitelerde yaşamını sürdüren biz değil, onlardır. Bu
nedenle belki de ayakkabı kutuları içinde istiflenen paralar değil, kenar
mahallelerde yaşayan yoksulların cezalandırılmasını ‘adalet’ olarak kabul eder, trafikte mersedeslerle dolaşanlara yol vermeyi tercih ederiz.
Oysa ki aslında hepimiz biliriz; en çok zararı yakın ilişkide olduğumuz
ve ‘biz gibi’ olandan görürüz.
Sosyal destek arttıkça, depresyon özellikle kadınlarda azalıyor. Oysa
artık her yer toplu konut, binaların dikey dikey yükselmesi teması
azaltan bir şey, ortada ortak kamusal alanlar yok, kamusal alan olmayınca temas da yok, kimse kimseyi tanımıyor, komşulara sadece selam veriyoruz, doğumlardan çok ölümlerden haberimiz oluyor. Kentin yeni vaadi olan ‘zengin yaşam alanları’ sadece zenginlerin hakkı. Parklara, bahçelere ve meydanlara her şehrin değil her mahallenin, her sokağın ihtiyacı var. Oysa yeni metropoller ve kapitalizm için
meydan, insanların bir araya geldiği yer. Türkiye’nin en bilinen meydanını gri bir betonla kaplayıp, her türlü estetiği yok edenler, insanların
birbirleri ile bir arada olduğu değil, AVM camlarından evdeki 10 ayakkabıya rağmen yeni ayakkabı baktıkları bir düzenin legalitesini tartışmamızı bile istemeyenlerdir.
Birbirine güvenen, karşılıklı dayanışma içinde olan, ortak faydalar sağlamayı hedefleyen bir arada ilişkiler ‘sosyal kapital’ olarak tanımlanmaktadır. Sosyal kapital sigara içmemizi, egzersiz yapmamızı, sağlık hizmetlerini ulaşmamızı, saldırganlık ya da riskli cinsel ilişkileri belirlemektedir.
Ortak normları, ortak değerleri, ortak yaşam anlayışları olan insanlarla
bir arada yaşamak sağlığın tüm parametreleri için iyi. Ancak metropollerde sosyal kapital giderek azalıyor. ‘Ölsem kimsenin ruhu duymaz’ yalnızlığı tüm şehirlerin üstünü gri bir bulut gibi kaplıyor. İntihar edenlere
ya da karılarını öldürenlere ‘kendi halinde munis bir insandı hiç duymadık, görmedik başka yüzünü’ sedaları ile anılıyor ama insanlar kendilerine sormuyorlar ‘ben bu insanı ne zaman gördüm, ne zaman iki dal sohbet ettim?’ diye. Sonuç olarak kentin yükselen kulelerin, etrafı güvenlik görevlileri ile dolu kalelerinde yaşamak insani ilişkileri azaltıp ruhsal
hastalıkları arttırıyor.
Temel insan ruhu için söyleyebileceğimiz şey, insan ötekinde anlamını bulur. Bir çok insan için, kendileri adına az bir miktar izzeti nefis saklamanın ve bir konumu doldurma duygusunun nihai olarak tek aracı,
ötekilerin kendisini kavrayışına bağlıdır ve dolaylıdır. Oysa ki şehir insanının hayatı; ‘DOKUN-KAÇ!’ tan oluşur. Beşeri ilişkiler derinliğini yitirmiştir modern kent hayatında.
İnsanlar neden kentlerde ve bir arada yaşarlar tüm bunlara rağmen? Kentlerin yüceltilmesi ve kentin değerlerinin yüceltilmesi ile
daha konforlu, daha rahat barınma, yaşamı sürdürmek için belki de, ancak kent bir yandan da sosyal yaşamı rahatlatır. Yaşanılan
alan ne kadar küçükse sosyal denetim o kadar fazla, sosyal normlara uymadığınız zaman uğradığınız dışlanma o kadar yüksek, canınız istediği gibi davranma olasılığınız bir yönden düşük, kent bireyselliği ar ttırıyor bu da özgürleştiriyor. Kent ayrıca toplu ruh temiz-
leyicilerine ulaşabilme mekanıdır. Kenti kent yapan sanatsal kültürel spor faaliyetleri, yani oyundur. Kent kırsala göre daha fazla eğlence vaat eder.
İyi Bir Kent Ruhsal Açıdan Nasıl Olmalı?
Mekanı yapılandırmak insanı, insanı yapılandırmak mekan kullanımını
yapılandırıyor.
Ulaşım, temizlik, su ve kanalizasyondan bu konuşmanın sonunda söz
etmeyeceğim.
1. Ancak kentlerde insanların iyi hissettikleri bir yaşamı kurmanın
temel şartı sosyal adalettir.
2. Ancak yoksulluk ve yoksunlukla mücadele sonunda hayat metropolde yaşayan herkes için çekilebilir ve iyi hissedilebilir bir nitelik kazanacaktır.
3. Kentin ötekileri için kent, kendini yeniden yapılandırmalıdır;
gençler, yaşlılar, kadınlar, engelliler ve hatta azınlıklar için ayrı düzenlemeler gerekir. Belediyelere ait tandırlar, çamaşırhaneler,
ortak spor alanları teması az olan insanları bir araya getirebilir.
4. Gürültüyü azaltacak her türlü düzenleme insanlara iyi gelecektir, daha çok bisiklet, daha çok yeşil alan, daha az araç, daha az
trafik.
5. Dışlanma ve ayrımcılığın azaltılması için kentte yaşayan her tür
insanın bir araya geleceği mekanlar ve faaliyetler düzenlemek
gerekir; kültürel, sanatsal ve spor faaliyetleri!
6. Her kente değil her mahalleye meydan, kamusal alan, park ve
bahçe gerekir. İnsanların birbiri ile temas edeceği kapalı ve açık
mekanlar, insanların ruh sağlığını iyileştirir. Modern hayatla restoranlarda bile masadaki sandalye sayısı azalmaktadır. 8 kişilik
masanın olmadığı restoranlar belki protesto edilmeli. Bir yemek
ne kadar kalabalık yenebiliyorsa, o kadar neşe o kadar haz getirecektir. İnsanları zorunlu olarak bir araya getirecek düzenlemelere, dokun-kaç zamanlara değil, uzun uzun sohbet edilecek
mekanlara ve zamana ihtiyaç var.
7. Dikey değil yatay kent insanların yaşamını her açıdan değiştirecektir. Kulelerden, kalelerden, gökdelenlerden vazgeçip, evlerin
değil kamusal alanların hacmini arttıracak bir kent düzenlemesi
ruha yarar sağlar.
Sonuç olarak, yeni kent politikasının ruh sağlığı açısından temel düsturu ötekilerin hakkının muhafazası ve geliştirilmesidir. Ancak sosyal adalet sağlandıkça duvarlar yıkılacak, beşeri temaslar artacak, mutsuzluk
azalacaktır.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 37
DOSYA
Mutlu Değil; Obez, Şımarık,
Tedirgin Kentler
Ulaş BAYRAKTAR
Doç. Dr., Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü
Özet
Bu yazı yaşadığımız kentlerin mutlu olmadığını, kenti vücudu, aklı ve ruhu olan bir organizma olarak tahayyül etiğimizde bu boyutların her birinde için ciddi sancıların yaşandığını savlar. Mutluluktan ziyade, obezite, şımarıklık ve tedirginliğe gark olmuş kentlerin tekrar mutlu ve huzurlu yerlere dönebilmesi için öncelikle tedirginliği geride bırakacak kamusallığı keşfedebilmesinin gerekliliği yazının ikinci önermesidir.
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur
Louis Aragon
Kenti kestirmeden köyün karşıtı olarak, bu anlamda da ekonomik, demografik, sosyal ve mekânsal bakımdan geleneksel kırsal yaşamın karşıtı olarak düşünürüz. Oysa kenti bir
yaşam birimi olmanın ötesinde bir organizma olarak, akla,
bedene ve ruha sahip bir canlı olarak tahayyül etmek de
mümkün. Böylelikle kentin mutluluğunu tartışmak daha kolaylaşacaktır.
Böyle bir tartışmaya soyunacağım bu yazıda fakat ana savım
Aragon’un aşka atfettiği mutsuzluk halinden kentlerin de malul olduğu olacak. Nitekim mekânsal açıdan ihtiyaç duyduğundan fazlasını inşa ederek obezleşen, demokratik bakımdan populizmin yarattığı şımarıklıktan mustarip ve müştereklik ruhunu kaybettikçe de tedirginleşen kentlerde mutluluğa
rastlamak istisnai bir hal olma eğiliminde.
Resim 1. Fotoğraflı yapı tarihi
http://www.radikal.com.tr/turkiye/fotografli_yapi_tarihi-1128403, 7/4/2013
38 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Obez Kentler
Kentleri düşündüğümüzde ilk aklımıza gelen, şehircilerin yapılı çevre diye özetlediği, insan eliyle oluşturulmuş yollar, binalar, anıtlar, parklar vb. olur. Kenti kırdan ayıran en önemli
farklılıklardan biri yapılaşmanın yoğun ve daha kapsamlı olması sayılabilir. İlk defa tanıştığımız bir insanda olduğu gibi,
bir kente adım attığımızda bizde uyanan ilk izlenimler de
bu dış görünüşten kaynağını alır. Geçmişini sergileyen tarihsel yapılar ile yüzünü nereye döndüğünü ifşa eden semboller bu yüzden önemlidir. O kenti yöneten siyasal erkin kendine şiar edindiği ilkeler ilk başta bu semboller üzerinden
okunur. Bu yüzden mesela sokak isimleri (ya da artık köprü isimleri) Türkiye’de hep bir tartışma konusudur. Bir yerin
park, AVM, rezidans, orman ya da havaalanı olup olmayacağı, sadece mikro bir karar değildir; kentin karakteri hakkında da bir fikir verir.
Mutsuzluğuna en az itiraz edilecek kentsel nitelik, muhtemelen bu yapılı çevre boyutudur. Öyle ki “kentleşme” ismi ile
Türkçede en çok anılan sıfat, olsa olsa “çarpık”tır. Türk Dil
Kurumu’nun güncel sözlüğü çarpık için “doğru veya düzgün
olmayan, kötü” anlamlarının yanı sıra, “huysuz bir biçimde”
anlamına işaret eder. Türkiye kentleri özelinde bu iki anlam
yani düzgün olmayan ve huysuzluk bir araya gelip, düzensiz
ve mutsuz kentleri niteliyor, çünkü istikrarlı bir konut ve kentleşme politikasının eksikliğinde, memleket kentleri vahşi hayatta kalma stratejilerine emanet edildi. Yeni sakinlerine başlarını sokacak bir dam sunamayan kentler, onların kendi çarelerini üretmelerine de haliyle seyirci kaldı. Fakat kentleşmenin bu otodidakt kendin yap, kendin otur hali, hayatta kalmanın kritik ihtiyaçlarının ötesine geçti. Çıkılan katlar, el koyulan
yeni araziler ve konutun dışındaki sosyo-ekonomik alanlarda
geliştirilen fiili çözümler (işporta, dolmuş vb.) kentleri bu hayatta kalma ve daha iyi bir yaşam sürme dürtülerinin denetimsiz insafına bıraktı.
Böylece başlarda gerçekten de bir yaşamda kalma stratejisi olarak meşru görülen fiili kentleşme dinamikleri, zamanla göçmen ve hatta yoksul olmayanların daha sık faydalandığı rant imkanlarına dönüştü. Radikal Gazetesi’nde 7 Nisan
2013’te yayınlanan bir fotoğrafın müthiş bir berraklıkta gösterdiği gibi (Resim 1), derme çatma gecekonduların üstüne,
önce diğer akraba ve tanıdıklar, sonra da tanımadık kiracılar için kat çıkılarak sabit bir kazanç kapısı yaratıldı. Bu aşamadan sonra bu rant kapısının sadece kentin göçmen ve/
veya yoksullarına hitap eder halde kalması elbette beklenemez. Gerçekten de önce küçük müteahhitlerin apartmanları, sonra büyük gayrimenkul şirketlerinin ve nihayet de devletin site ve rezidansları kendisi, bu hızlı ve kolay rant imka-
DOSYA
nını yasaları kah esneterek, kah değiştirerek, hatta gerektiğinde yok
sayarak sürdürdü.
Bu hayatta kalma reflekslerinden zenginleşme güdülerine geçişle azmanlaşan, karmaşıklaşan, estetik kaygılardan ziyade bireysel ya da cemaatsel çıkarlarla şekillenen kentlerde haliyle mutluluk da istisnai bir
hal aldı; çünkü ihtiyacından daha fazlasını tüketen tüm canlılar gibi kentler de obezleşti, çirkinleşti. Hayatta kalmak için yemek mecburiyeti, yemek için yaşamaya döndü. Kentler de böylece yaşamdan ziyade kazanç
alanlarına dönerek mutsuzlaştı, çarpıklaştı.
Şımarık Kentler
Bu çarpık, obez kentsel bedenlerin ortaya çıkmasında en belirleyici
faktör tabii ki yerel yönetim olarak ifade ede geldiğimiz kent aklıdır.
Kentlilerin ve dolayısıyla kentlerin ortak ve yerel ihtiyaçlarına, taleplerine ve tercihlerine tercüman olma adına yapılandırılmış karar süreçlerine kısaca yerel yönetim diyoruz. Demokratik usullere en azından şeklen bağlı yönetim sistemlerinde siyasal meşruiyet önem taşıdığı için seçimler ile karar ve katılım mekanizmaları bu sürecin önemli bileşenleri sayılır. Oysa Elizabeth Farrely1 bu demokratik kazanımın
kendi kalemize attığımız bir gol olabileceğini iddia eder. Çünkü demokratik yönetimler de çocuklarını şımartan ebeveynlerin düştüğü
yanlışa düşerek, kentlerin yukarıda işaret ettiğimiz bedenlere sahip
olmasına sebep oluyorlar:
“Nasıl ki ebeveynler olumsuz duygulara yol açma korkusu ile çocuklarını disiplin altına almaktan kaçınıyorlarsa, hükümetler de her
zamankinden daha talepkar ve daha huysuz olan seçmenlerini kaybetme korkusuyla, etkili bir yönetim sergilemekten kaçınıyorlar. Siyasetçilerin bile karşı gelmeye cesaret edemediği şımarık bebeklerle dolu bir dünyada yaşıyoruz sanki.2”
Bu şımarıklığın siyasal terimlere tercümesi popülizmdir. Bu popülizm yukarıda obezite ile metaforlaştırılan sürecin başında bir zorunluluktu. Konut, istihdam ve ulaşım alanlarında etkili politikalar
geliştirebilecek kaynaklardan yoksun yerel yönetimler, bu amaçlara yönelik geliştirilen “kendin pişir-kendin ye” çarelerine göz yummak zorundaydılar. Öyle ki, Ankara’nın efsane başkanı Vedat Dalokay 1976’da o günlerdeki bir gecekondu yasa tasarısına binaen şöyle yazıyordu:
“Gecekondu, bir toplumsal ve ekonomik güvencedir. Kente göç etmek zorunluluğunda olan kitleler, henüz kentlerimizdeki endüstriler tarafından emilemediklerinden, devamlı ve güvenilir bir iş bulamamakta ve güvenceyi tepelerindeki çatıda bir konut-gecekondu
sahibi olmakta bulmaktadırlar. Gecekondu genel sistemin çözümlemesi gereken konut sorununa, bu sorunla en çok karşılaşan, düşük gelirlilerin buldukları bir çözümdür. Gecekondu yapımı süreci, kentlerdeki diğer konut alanlarındakinden farklı olmak zorundadır ve meşrudur.3”
Kentin yeni sakinlerinin temel ihtiyaçlarının karşılanmasında uygun ve
yeterli kamu politikalarının geliştiril(e)memesi sonucunda bireyler ve
gruplar kendi çözümlerini üretme refleksini, sonra kabiliyetini ve nihayet de alışkanlığını kazandılar. İlk başlarda nicel ağırlıklarının haricinde birlikte hareket edebilme eğilimleri ile gelişen fiili örgütlülük halleri ile yerel yönetimlerin görmezden gelemediği bu kesimler sonrasında da kazandıkları ekonomik güçle söz sahibi oldular. Partilerin yerel
teşkilatlarında, yerel yönetimlerin karar mekanizmalarında, yerel basında güçlenen bu kesimlere karşı kent yöneticilerinin ilgisiz kalması söz konusu olamazdı. Özellikle kent rantının oluşturulması ve taksiminde bu güçler belediyenin üzerinde büyük bir etkiye sahip oldu.
Elden bir şey gelmediği için göz yumulan çarpık yapılaşma bir nokta itibarı ile karşı koyulamayacak bir şiddette kendini dayatan bir hak
iddiasına dönüştü.
Tüm kent sakinlerinin böylesi rant dayatmalarının parçası olduğunu söyleyemeyiz tabii ki. Fakat onların gönlünün hoş tutulması için
de boş durulmadı. Hem kentsel rant gelişimine destek olacak, hem
de bu rantla ilgisiz kesimlerin desteğini alacak bir formül bulundu: çılgın kentsel projeler. Sözde bazı temel ihtiyaçlara cevap olarak geliştirilen alışveriş merkezleri, havaalanları, meydanlar, otoyol ve köprüler ve hatta kanallar şeklindeki bu çılgın projeler kentin belli kesimlerini cazip kılıp, imara açarak, kentsel rantın niceliğini ve niteliğini arttıran projeler olarak hem cüzdan, hem de göz doldurma işlevlerini
görür haldeler.
Tabii ki, böylesi çılgın projeleri her mahallede, köşe başında yapmak
mümkün olamıyorsa da gösterişli projecilik farklı ölçeklerde kurgulanabiliyor. Önemli olan kent yönetimlerinin çalışmakta olduğunun, kente faydasının dokunduğunun gözle görülebilmesi. Bu “Çalışan Belediye” imaj arayışı da işlevsel olarak hiçbir yararı olmayan kentsel objeler furyasını tetikledi. Özellikle heykellerle cismanileşen bu icra ediyor
olma halini görünür kılma arayışı kentler de hayal gücü sınırlarını zorlayan örneklere sebep oluyor.4 Hatta öyle ki, bu ülkenin başkentinde bir
robot heykelinden birkaç hafta sonra yerini bir dinozor heykeline bırakabiliyor (Resim 2).
Sonuçta kentlerin bu obezleşme sürecinde hayatta kalma stratejisi olarak meşru görülen ve fakat sonrasında bir haksız kazanç kaynağına dönüşmekten kur tulamayan kentleşme dinamiklerini kentsel siyasetin karşı koyamayacağı bir baskıya sahip oldu. Kentsel siyaset vurgusu özellikle mühim, çünkü “şımarıklık” olarak tabir ettiğim tablonun or taya çıkması sadece belediye başkanlarının sorumluluğuna yıkılamaz; belediye meclisleri, siyasal par tilerin taşra teşkilatları, enformel ya da formel yur ttaş birliktelikleri ve yerel basın da bu sürece dolaylı ya da doğrudan bir şekilde müdahil olup, kentsel rant düşkünlerinin “şımarık” taleplerine boyun eğdiler. Özellikle imar plan ve ruhsatlarındaki böylesi müdahalelerin mahal verdiği kazançlardan layıkıyla yararlanamayan kesimler
de bir “kentsel projeler” modası içinde daha farklı bir “şımarıklığa,” yani ihtiyaçtan ziyade gösterişe hizmet eden belediyecilik anlayışına tamah ettiler.
Tedirgin Kentler
Bu obez, şımarık hallerin kentlerin ruh sağlığını da tehdit etmesi kaçınılmazdı. Kentlerin psikolojisini, bu kentlerde yaşayan kişilerin kendi aralarındaki uyum ya da gerilimlerin üzerinden anlamaya çalışabiliriz. Nitekim Rousseau,5 “kentin evlerden, sitenin de yurttaşlardan oluştuğunu bilmezler” diye yazar Toplum Sözleşmesi’nde. Bir binalar yığınından
oluşan kentin (arzu ederseniz kasabanın) siteleşmesi için gerekli yurttaşlık da sadece siyasal hak ve ödevlerden ibaret görülemez. Bir müştereklik duygusuna muhtaçtır demokratik vatandaşlık anlayışı. Kentler
de böylesine bir müşterekliği, hemşehriliği, adab-ı muaşeret ilkelerine
riayet eden bir ruhu besledikleri sürece demokratik sayılabilirler (Resim 3).
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 39
DOSYA
Resim 2. Ankara’ya birkaç hafta aralıklarla dikilen otorobot ve dinozor heykelleri.
Tam da bu anlamda, Sabitfikir’in 2013-Ekim sayısında Ayşe Çavdar,
Sadettin Ökten’e “peki İstanbul gayrimüslimlerini kaybedince nesini kaybetti?” diye sorar. “İstanbul onlarla birlikte görgüsünü kaybetti” şeklinde yanıtlar, Hoca.6 Çünkü “muaşeret, birlikte yaşamak” demektir; azınlıklarını kaybeden bir toplum birlikte yaşamın kurallarını,
adab-ı muaşeretini kaybetmiş de olur. Bu birlikte yaşama adabını kaybetmek, Rousseau’nun işaret ettiği kentlerin kasabalaşmasına sebep
olacaktır. Çünkü Richard Sennett’in Gözün Vicdanı’nda7 ifade ettiği gibi kentler, bireyleri gitgide belli özel alanlara hapsederek, gayrikamusallaştırır ve böylece de toplumun parçalı bir yapıya evrilmesine
sebep olur. Yaşanan mekân diğer hemşehrilerle paylaşılan, farklılıkların kabul edildiği bir mecra olmaktan çıkarak farklı eksenlerde kurgulanan çekişme ve gerilimlerle özdeşleştirilir. Bu da memleket bağının
yaşanan mekândan ziyade, göçülmüş olsa da hâlâ ait hissedilen başka
bir coğrafyayla kurulmasına sebep olur. Bu anlamda, hemşehrilik ilişkisi gündelik karşılıklı bir mekandâşlıktan çıkarak, geride bırakılmış, ayrı
kalınmış bir yer üzerinden kurulur. Bu da yaşanan mekâna sahip çıkılmasını ve buranın diğerleri ile bir araya gelinebilen bir yer olmasını
hayli zorlaştırır. Tam aksine, mekânı paylaştığınız hemşehriler hakkında nasıl düşünüleceğini çok iyi bildiğimiz bir dışarlıklı,8 bir “gayri-ben,
gayri-biz”e dönüşür.
Böylesi bir parçalanmış, gurbetleşmiş bir mekânda diğerlerine karşı
beslenen güvensizlik ile eğreti bir biçimde kurulmuş mekânsal aidiyet bağları müşterek çıkarların tanımlanmasına izin veremeyecektir.
Resim 3. Bir şehrin kır ve kent hali...
40 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Yaşamaktan ziyade hayatta kalma psikolojisi içindeki bireyler kendi çıkarlarını tavizsiz olarak savunmaya çalışacaklardır. Bu da kentlerin gergin ve tedirgin bir psikolojiye sahip olmasına sebep olur.
Birbirlerine güvenmeyen ve dolayısıyla dayanışmadan ziyade rekabetçi bir ruh haline sahip kentliler yukarıda işaret ettiğimiz bir akıl
ve bedenin ortaya çıkmasını da kolaylaştıracaklar, kentlerin bedenine dair müdahaleleri rakipler karşısında güç kazanma ve koruma
gerekçeleriyle meşrulaştıracaklar, buna engel olmayan yöneticileri
destekleyeceklerdir.
Kentlinin, kentlinin kurdu olduğu böyle bir toplulukta haliyle yukarıda
resmedilen beden ve akıla direnecek güçbirliklerinin yeşertilmesi çok
güç olacaktır. Birbirlerine şüpheyle, en azından güvensizce yaklaşan kişi
veya toplulukların tartışmaları da müzakereden ziyade münazaraya çalacak, demokratik bir siyaset ve ruh olanağı kalmayacaktır. Böylesi süreçler de kimsenin sahip çıkmadığı ve/veya mevcut iktidar ilişkilerinin tekrar üretildiği mostralık siyasi araçlara döner. Müşterek zeminlerin keşfi ve
geliştirilmesinden ziyade, siyasi ve toplumsal yarıkların derinleştiği, farklılıkların daha vurgulu, çekişmelerin daha ateşli bir hale dönüştüğü bu süreçlerin müşterekliğe herhangi bir katkısının olduğunu söylemek çok güç.
Böylesi mekanizmaların anlamlı bir katılım ve temsil işlevi kazanabilmeleri için öncelikle bunları kullanması beklenen yurttaşların müşterek bir
mekânsal aidiyet bağı kurabilmelerine ihtiyaç vardır. Bu illa da bir benzeşme, tektipleşme anlamına gelmez. Aksine bu farklılıkların kabulü ve bunların ötesinde bir müştereklik duygusunun yayılmasına işaret eder.
DOSYA
Bu sürece, yani mekandaşların hemşehriliğe terfi edişini kamusallaşma olarak nitelendirilebiliriz. Kişinin mekânla olan ilişkisini birinci tekil
şahıstan, birinci çoğula çıkarmasını yani çevresiyle olan beşeri ilişkilerini daha uzağa ve derine indirmesini sağlayan bu süreçlerin, özel hayatı akla getiren sosyalleşmeden farklı olarak, daha siyasal tınılı kamusallaştırma dinamiklerine çekemeden, kentlerdeki hakim tedirgin ruh
halinin değişmesi pek mümkün olamayacaktır.
Ezcümle, kentleri bir bedene, akla ve ruha sahip organizmalar olarak ele aldığımızda, mutluluk adına pek bir nitelik bulamıyoruz. Göçün sonucunda ortaya çıkan fiili çözümlerin bir alışkanlık haline gelerek, sabit bir rant kaynağı olmasıyla obezleşen kentlerimiz, vatandaşlara ihtiyaçlardan ziyade göz boyayıcı projeler üreten popülist
yöneticilerin elinde tedirgin bir ruh halinin egemen olduğu mekanlara dönüşme eğilimindeler. Bu makûs kentleşme halini alt etmenin yolunun da idari düzenlemeler ya da yasal değişikliklerle geçtiği kolaycılığına karşı da dikkatli olmak lazım, çünkü kasabaları kent
yapan yurttaşlık duygusu ikna değil, idrakin konusudur ; icat olmaz,
keşfedilir. Sennett9 buna dair Coğrafyacı Hickeringill’den harika bir
alıntı yapar : “Kolomb Batı Hint’in kendini ilk kez keşfettirdiği mutlu kişi[dir]”; Kolomb kıtayı keşfetmemiştir, yabancı yer kendini ona
keşfettirmiştir. Bu anlamda, kentleri mutlu yerleşim yerleri yapmak
için önce birbirimizi keşfetmemize, tedirginlikten azade bir birlikteliğe kavuşmaya ihtiyacımız var.
Bu yeni bir “biz” olmayı sağlayacak, yani kamusal müşterekliğe yükseltecek keşif sürecinin rotası illaki kentin kamusal alanlarından geçecektir.10
Çünkü kamu, toplantı salonlarında, masa başlarında, oy pusulalarında
değil, gündelik hayatın içinde oluşur, piyasası kentin sokaklarıdır.Türkçedeki “piyasa” kelimesinin kökeninin Venedikçe’de “meydan, çarşı, pazar
yeri anlamına gelen” piàsa’dan11 geldiğini hatırlayacak olursak, kamusallığın keşfinde piyasanın değil ama piàsa’nın gizli elinden daha fazla medet ummakta yarar var.
Bu gizli el, 2013 yazında hayret, heyecan ve umutla tanık olduğumuz
gibi “üç-beş ağaçla” harekete geçebilir. Üç-beş ağaç; onlarca şarkı, yüzlerce slogan, binlerce duvar yazısı, on binlerce fotoğraf ve milyonlarca
insan oluverir. Kamu kendini, bu küçücük kıvılcım üzerinden milyonlarca insana keşfettirmiştir. İşte ancak bu keşif sonrasında forum gibi katılım mekanizmaları demokratik bir anlam kazanabilir. Dolayısıyla kararlara, yönetime, siyasete değil, önce kamuya katılımı sağlayacak bir
adab-ı muaşerete ihtiyacımız var.
Bu kamusallaşmanın or taya çıkması için sadece deprem gibi, Gezi
gibi olağanüstü vesilelere mahkum değiliz. Gündelik hayatın olağan akışı içinde böylesi kıvılcımları yaratmak, beledi adab-ı muaşeretin temel uğraşlarında biri olmalı. Kentin planlamasından kamusal alanların tanzimine, yatırım önceliklerinden politika seçimlerine kadar yönetim süreçlerinin tümü, bu kamusallığın kendisini keşfettirmesini kolaylaştıracak şekilde tahayyül edilmeli; çünkü muaşeret bir merdivenin renklerinde, sokak arasındaki basit
bir futbol kalesinde, voleybol filesinde, basket potasında; bir tandır ocağında, mangal alanında, mahalle bostanında, çocuk parkında, aşure tabağında, iftar sofrasında, Hıdrellez’de, Newroz’da bizi
bekliyor. Dolayısıyla, yerel yönetimlerin ilk adab-ı muaşeret ödevi, gündelik hayatın müşterek kılınmasına, kamusallığın kendini keşfettirmesine imkân tanımak olmalı.
NOTLAR
1. Farrely, Elizabeth (2015), “Mutluluğun Sakıncaları”, İstanbul, YKY, s. 183.
2. Farrely, 2015: 184.
3. Dalokay, Vedat (tarihsiz), “Yelkenimizdeki rüzgarı çaldılar”, Ankara, Çağlar
Matbaası, s. 38.
4. http://spektakulersehirheykelleri.tumblr.com/b adresinde memleketin dört
bir yanına yayılmış böylesi belediye icraatlarına toplu olarak görmek mümkün.
5. Rousseau, Jean-Jacques (2006), Toplum Sözleşmesi, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., s. 15, dip not 5).
6. Çavdar, Ayşe (2013), “Adab-ı Muaşeretin Sınıfsal Manzarası”, Sabitfikir, n. 32,
Ekim, 20-26.
7. Sennett, Richard (1999), “Gözün Vicdanı - Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam”, İstanbul, Ayrıntı Yay.
8. Sennett, R. (1996), “Kamusal İnsanın Çöküşü”, Ayrıntı yay: İstanbul, s. 71.
9. Richard Sennett (1999), Gözün Vicdanı, Ayrıntı yay.: İsyanbul, s. 174.
10. Bu noktada kamusal mekân ile alan arasındaki ayrımı hatırlatmakta yarar görüyorum. Biri mülkiyet biçimine, diğeri işleve vurgu yapan bu iki kavram
arasındaki farklılıklara dair derli toplu değerlendirme için bkz. Zeynep Güney
(2007), “Kamusal alan nedir? Kamusal mekan nedir?”, http://v3.arkitera.com/
news.php?action=displayNewsItem&ID=21487, son erişim 6 Kasım 2011).
11. http://www.nisanyansozluk.com/?k=piyasa son başvuru 6/11/2013.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 41
DOSYA
Mersin’de Güncel Planlama ve
Yatırımların Dayandığı Değerlerin Analizi
Fikret ZORLU
Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Bu sunumda Mersin kentinin ekonomisine ve sosyal yaşamına
önemli etkileri olabilecek güncel beş proje değerlendirilmiştir. Kamu kurumları tarafından projeleri hazırlanmış olan ve
kamuoyunda gündemde olan konteyner limanı, kruvaziyer limanı, hafif raylı sistem, balıkçı barınağı ve TSGL Stadyumu’nun
dönüşümü kentin büyük ölçekli projeleri olarak öne çıkmaktadır. Bu projelerde pratik tartışmalardan yola çıkılarak teorik
sonuçlara varılmaya çalışılmıştır.
Kamuoyunda projelerin geliştirilmesinin gerekçeleri ve bu
projelerin uygulanmasına karşı görüşler temelde belirli varsayım, kabul, öncelikler ve beklentilere dayanmaktadır. Projelerin savunucuları ve karşıtı kesimlerin yaklaşım ve tutumları aynı değildir ve temelde bu ayrışma kente yönelik beklentilerin farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ayrışmaların temeli irdelendiğinde değerler konusunda bir ayrışma olduğu
anlaşılmaktadır. Bu sunumda kent inşasının, kent tasavvurunun
hangi değerlere dayandığı irdelenmektedir. Bu sunumda aşağıdaki sorulara yanıt aranmaktadır.
• Mersin’de son yıllarda gündemde olan planlama ve
yatırımlar hangi değerler üzerinden geliştirilmiştir?
42 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
• Gündemdeki projeler neler amaçlamaktadır ve hangi
değerlere öncelik vermektedir?
• Projelerin dayandığı düşünce nasıl bir kent öngörmektedir?
• Yatırım kararlarının dayandığı ontolojik temel (insan
tanımı) nedir?
Mersin’de Güncel Projeler
Mersin’de kentin ekonomisini, ulaşımını ve gelişimini etkileyecek en önemli yatırım kararı olan ikinci bir liman yapılması konusu 20 yıla yarın bir süredir gündemdedir ve kamuoyu büyük oranda bu yatırıma olumlu bakmaktadır. Projenin son durumuna göre 11 milyon TEU kapasiteli konteyner limanı olarak işlev görmesi amaçlanan yeni limanın inşaat projeleri hazırlanmış ve ÇED süreci devam etmektedir. Denize yapılacak
271 hektar alanda dolgu üzerinde kurulacak konteyner limanının kent ekonomisine katkıları sıralanmakla beraber neden
olacağı trafik ve çevre sorunları yeterince dile getirilmemiştir.
Bu yatırımın yer seçimi konusunda alternatifler değerlendirilmemiştir. Örneğin Ceyhan bölgesinde kurulması durumunda
kentsel büyüme, tarım arazilerinin kaybı ve mevcut yollarda
neden olacağı trafik yoğunluğu daha az olabilirdi.
DOSYA
Kentin gündemindeki diğer bir proje ise kruvaziyer limanıdır. Mersin’de
turizm çeşitliliğini arttırmak amacıyla uluslar arası görüşmeler yapılmış
ve 2014 yılı sonunda ilk kurvaziyer gemileri kenti ziyaret etmiştir. Mevcut limana yanaşan gemilerin yolcularının kent merkezine erişiminde
sorunlar yaşandığından liman içinde batı mendireği bitişiğinde sadece
kurvaziyer gemilerine yönelik bir rıhtım yapılması için proje hazırlanmıştır. Bu yatırımın gerçekleşmesi durumunda ziyaretçilerin balıkçı barınağı ve Çamlıbel’i geçerek kent merkezine yaya ulaşmaları sağlanacaktır. Kentin turizminin gelişmesinde önemli katkıları olması beklenen
kruvaziyer turizmi konusunda kamuoyu destek vermektedir.
Uzun zamandır kentin gündeminde olan hafif raylı sistem henüz uygulanmamış önemli projelerden biri olarak görülmektedir. Kentin ulaşım
sorunlarının çözümünde etkili bir ulaşım aracı olan hafif raylı sistemin
yapılması gerektiği konusunda ilk fikirler 1995 yılında gündeme gelmiş, sistemin projesi 2000 yılında RMT Ltd. Şti. tarafından hazırlanmıştır. Çeşitli bürokratik engeller nedeniyle gerçekleştirilmeyen projenin
gerekliliği konusunda bazı minibüs kooperatifleri dışında ortak beklenti söz konusudur.
Kentte kamuoyunun yeterince bilgi sahibi olmadığı önemli plan kararlarından biri
TSGL Stadyumu’nun yıkılması ve yerine alışveriş merkezi yapılması yönündedir. TSGL
Stadyumu’nun Akdeniz Oyunları için yetersiz
olması nedeniyle 2013 yılında Kocavilayet köyünün kuzeybatısında yeni stadyum inşa edilmiş ve buna karşılık mevcut stadyum alanının
kullanımı stadyum inşaatının maliyetini karşılayan TOKİ’ne tahsis edilmiştir. TOKİ ise inşaat masraflarının tekrar gelir olarak karşılanması
için TSGL Stadyumu arazisini ticari amaçla değerlendirmeyi öngörmüş ve bu amaçla ticaret
alanı öngören imar planı hazırlamıştır. Bu projeye karşı başta Mimarlar Odası Mersin Şubesi
olmak üzere kentin ilgili oda, dernek ve birlikleri öngörülen kullanımın niteliği ve yapılaşma
yoğunluğu nedeniyle karşı çıkmıştır. Söz konusu proje gündemde olmakla beraber inşaat
çalışmaları başlamamıştır. Stadyum Müftü Deresi taşkın alanında ve denize döküldüğü delta
üzerinde kurulduğu için doğal değer taşımaktadır. Diğer yandan bugüne kadar sayısız etkinliğe mekân olduğundan kentin belleğinde özel
bir değere sahiptir. Bu iki değer, projeye yönelik itirazların temelini oluşturmaktadır.
rınağının yerinin uygun olmadığı ve yetersiz olduğu” iddiası ile Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığı tarafından 2015 yılında yeni
balıkçı barınağı yapılmasına yönelik proje hazırlanmıştır. Mersin Üniversitesi Yenişehir Kampüsü’nün güney batısında Proje ile sahil parkının deniz yönünde yaklaşık 100.000m2 alanda dolgu yapılması ve
600mx1000m boyutlarında mendireklerin çevrelediği bir tekne yanaşma yeri öngörülmektedir. Bu projeye başta Mersin Büyükşehir Belediyesi ve Mimarlar Odası Mersin Şubesi olmak üzere kentin ilgili oda,
dernek ve birlikleri yer seçimindeki sorunlar nedeniyle karşı çıkmıştır.
İnşaat öngörülen alan sahil parkının batı sınırında olduğundan kentin
en büyük ve en yoğun kullanılan yeşil alanının kesintiye uğramasına neden olacaktır. Mezitli Belediye Başkanı, barınağın yer seçiminin yanlış olduğunu belirtmektedir:
“Yapılması planlanan barınağın hem dolgu için, hem de şehir merkezi ile ulaşım bağlantısı Adnan Menderes Bulvarı yönünde devam eden kısımdan sağlanacağından trafik yönünden de olumsuzluk doğacaktır. Balıkçı Barınağı yapılması planlanan alan kara
Kaynak: http://www.mersin2013.gov.tr/detay/6377/Mersin-e-Ilk-Kruvaziyer-Gemisi-Geldi
Stadyumun korunmasını savunan taraflar, bu
mekanın kent belleğindeki önemine (anı değerine) ve ekolojik değerine atıfta bulunmaktadır. Yatırımı savunan kesim ise ekonomik
gelişmenin bütün topluma yayılacağı iddiasıyla ekonomik değere ve faydaya atıfta bulunmaktadır. Bu iki farklı yaklaşım teknik gerekçelerden dolayı değil, toplumsal değerlere yönelik yapısal bir ayrışmayı göstermektedir.
Kent gündemine giren son proje ise yeni balıkçı barınağıdır. “Mersin’de mevcut balıkçı ba-
Kaynak: http://i.eurosport.com/2014/10/21/1336125-28716200-1600-900.jpg
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 43
DOSYA
yönünde, gerisi yapılaşmasını %100 tamamlamış konut bölgelerinden oluşmaktadır. Bölgede alt ölçekli ticari kullanım dahi yoktur. Bölgede geçimini balıkçılıkla sürdüren yoktur. Tamamı denizden doldurularak kazanılan Mezitli sahiline yapıştırılmaya çalışılan
Balıkçı Barınağı’nın yer seçimi konusunda çok büyük hata yapılmıştır. Kentin yönetiminden sorumlu belediyemizin ve diğer ilgili belediyelerin bilgilerine başvurulmadan düşünülen yatırım demokratik yönetim anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Tarım Bakanlığı Taşra Teşkilatının inceleme ve değerlendirmesine dayalı olarak yatırım planlaması ve yer seçimi ise bir başka büyük hatadır”.
Kaynak: http://mersinistikbal.net/guncel/21463-mezitliler-balikcibarinagi-istemiyor.html
Balıkçı barınağına yönelik itirazlar temelde yatırımın olup olmamasına
değil, yer seçimine, öngörülen kullanımın konumuna yöneliktir. Mezitli
kıyısını öngören yaklaşım temelde her ne şekilde olursa olsun ekonomik kazanca, karşıt yaklaşım ise kentin doğal değerleri, güvenliği, çevre
kalitesi gibi değerlere atıfta bulunmaktadır. Bu iki farklı yaklaşım da esasen teknik ölçütlerle değil, değerler üzerinden ayrışmaktadır.
Yukarıda sıralanan projelerin bazıları üzerinde kamuoyunda belirgin bir
ayrışma ortaya çıkmaktadır.TSGL Stadyumu’nun yıkılarak yerine alışveriş merkezi yapılması ve Mezitli sahiline yeni balıkçı barınağı yapılması konusunda temelde iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Diğer projelerde
kentin ekonomik gelişimi, ulaşım sorunlarının çözülmesi ve turizmin
gelişmesi adına uzlaşma olduğu söylenebilir. Bu uzlaşma temelde kent
öngörüsü olduğunu ve aynı değerlerin benimsendiğini göstermektedir.
Bazı projeler üzerinde uzlaşılamaması ise kentin insanlar için ne ifade
ettiği, kentin hangi amaca hizmet ettiği ve hangi değerlerin esas alındığı yönündeki ayrışmadan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle değerler üzerine bir çözümleme yapmakta yarar görülmektedir.
Değerler
Her toplum varlığını ve bütünlüğünü korumak için değerler geliştirmekte ve yaşatmaktadır. Üretim, bölüşüm ve korumaya yönelik ihti-
Kaynak: http://www.mersin2013.gov.tr/detay/4989/MERSIN.html
44 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
yaçlardan kaynaklanan değerler (başarı, güç, güvenlik, gelenek, yardımseverlik, haz) zaman içinde bu etkenlerin (inançlar, ihtiyaçlar, amaçlar,
korkular, öncelikler) değişmesiyle doğal olarak değişirler (Schwartz ve
Bilsky). Değerler bilgisi ya da bilimi olarak tanımlanan aksiyoloji değer
kategorilerini ve modalitelerini incelemektedir. Buna göre temelde üç
değer kategorisinden bahsedilebilir:
• Etik değerler
• Estetik Değerler
• Pratik yaşam değerleri
İnsanların kararları ve tutumları temelde ilk iki değerler üzerine inşa
edilmektedir. Ancak toplumda yaşamın sürdürülmesi aşamasında pratik sorunların çözümü için bazı kurallar ve ortak ilkeler belirlenmektedir. Pratik yaşamın ürettiği, daha çok araçsal olan bu değerler çeşitli başlıklar altında gruplandırılabilirler:
• Ekonomik Değerler (emek değeri, değişim değeri, fayda, gelişme, üretim)
• Sosyal Değerler (dayanışma, saygı, itibar, adalet,)
• Kültürel Değerler (gelenek, inanç, tarih, kimlik)
• İnanç ve Düşünce Değerleri (özgürlük, din, adalet)
• Bilim ve Meslek Değerleri (başarı, saygı, gelişme)
Değerler, kişisel ve toplumsal ihtiyaçlardan doğar, zaman içinde değişebilir, toplumlarda öncelik sıralaması farklı olabilir. Bunlar, toplum ve kişilere göre özgürlük, adalet, güvenlik, sağlık, itibar, onur, kimlik, başarı, dayanışma, eşitlik, saygı, güven, itibar şeklinde sıralanabilir. Neo-klasik yaklaşımın kent modeli kalkınma, gelişme, rekabet, kazanç, fayda, verimlilik gibi değerleri öne çıkarırken Sosyal Devlet yaklaşımda refah, eşitlik, hakçalık, sosyal adalet, paylaşım, dayanışma, güven gibi değerler esas
alınmaktadır.
Kent modellerinin dayandığı sistemlerin insan tanımı temelde bu düşüncelerin ontolojik konumunu belirler. Burada temel soru, insanın nasıl bir varlık olduğu, hayatına anlam veren değerlerin neler olduğu, yaşamında hangi değerler için çabaladığı hakkındadır. Bu soruya kimi zaman
amaç değerleri, kimi zaman araç değerleri üzerinden yanıt verilmektedir ve çeşitli değerler sıralanmaktadır: sağlık,
güvenlik, başarı, refah, fayda, itibar, onur, saygı,
eşitlik, özgürlük, adalet, kimlik, inanç, düşünce,
aile, kent, ülke, doğal çevre, insanlık.
Yukarıda sıralanan değer kategorileri temelde etik değerlerin pratik yaşama uyarlanmış
biçimleri olarak da görülebilir. Kant “değer”i
açıklarken kimi yerde “fayda” ile ilişkili bir
kavram olarak tanımlar. Değerler üzerine
sorgulama yapan düşünürlerden biri Max
Scheler’dir. Scheler insana dair bir değer hiyerarşisi tanımlar. Zaman ve mekâna bağlı olmaksızın tamamen evrensel değerler olduğu yönündeki Kantçı etik anlayışına karşı postmodern etik kuramı (Bauman, 2011) değerlerin öznel ve değişken olduğu iddiasını öne
sürmüştür. Levinas ise kişinin ötekine ya da
karşısındakine karşı sorumluluğu ve vicdanı
esas alan bir etik tanımı ve değer sıralaması
yapmaktadır. Levinas’a göre etik değerler en
üst düzey değerledir ve de-ontolojiktir, aklın
ve bilginin ötesindedir.
DOSYA
Mersin’deki projeler, bu yönden değerlendirildiğinde, ekonomik gelişme gibi pratik amaçlara hizmet etmekte iken diğer yandan gelir adaletsizliğine neden olabilmekte, başkalarının temiz bir çevrede yaşama
hakkına, toplumun kolektif belleğine zarar verebilmektedir. Projelere
yönelik olumlayıcı ve karşıt iki düşünce ise temelde değer anlayışında uzlaşamamaktadır. Bu yönüyle kentsel projeler, sadece teknik ölçütlere göre değil, temelde dayandıkları etik değerler üzerinden sorgulanabilirler. Günümüzde, başkasına karşı sorumluluk duygusu, dayanışma
ve ortak değerlerin yerine ekonomizmin değerlerinin egemen olduğu açıktır. Ekonomizm, kanunlara, yönetmeliklere, kentin planlarına ve
kurumsal politikalara kadar geniş bir alana nüfuz etmiş ve yaygın düzeyde toplumsal kabul görmüştür. Bu düşüncenin karşısında teknik bir
yaklaşım ve değerlendirme yöntemi etkisiz kalacaktır. Burada “değerlerin değişimi toplumsal yapının sürdürülmesine olanak vermekte midir”
sorusuna yanıt aranabilir.
Toplumların varlıklarını sürdürmesi için üretilen ve bireylere benimsetilen değerler, zaman içinde ihtiyaçların ve önceliklerin değişmesiyle beraber değişmektedir. Bu değişimler kimi zaman hızlı ve sarsıntılı, kimi
zaman yavaş ve benimsenerek gerçekleşmektedir.
Bilim ve teknik alandaki büyük değişmeler insan yaşamında ve toplumsal yaşamda büyük sarsıntılara yol açıyor. Yüzyıllardan beri içinde yaşanılan değerler dünyasının birden değişmesine insan kolay kolay ayak
uyduramıyor. Bunu bizim ülkemiz çift yönlü yaşıyor günümüzde. Bir
yandan geçirdiğimiz Aydınlanma Devrimi ile bin yıldan beri içinde olduğumuz kültür dünyasından başka bir kültür dünyasına geçtik. Onun
sarsıntılarını atlatmadan birden dünyadaki bilimsel ve teknik gelişmeler
bir yandan, ekonomik gelişmeler öte yandan toplumumuzda yeni sarsıntılara yol açtı. Bu sarsıntıyı şimdilerde bütün dünya yaşıyor. Yepyeni
bir çağa geçiyor insanlık (Akarsu, 2006: 24).
Modernleşme ve kentleşmeyle beraber üretim, ekonomik gelişme
ve kaynak yaratmayı önceleyen ekonomizm düşüncesi hakim olmuş
ve kendi değerlerini yerleştirmiştir. Modern toplumda, ekonominin
işleyişi için firmaların uyması gereken kurallar zaman içinde yasalara, kurumlara ve toplumsal yaşamın her alanına yayılmıştır (Scheler). Scheler’e göre “değerler hiyerarşisindeki en derin sapma, yaşam
değerlerinin fayda değerlerine tabi kılınmasıdır ve bu sapma modern ahlak geliştikçe güç kazanır”. “Endüstrileşme döneminde modern devletin kurucuları olan tüccarların ve sanayicilerin mesleki değerlerinin, bu tikel insan tipini başarılı kılan ve iş çevirmesini sağlayan niteliklerin genel olarak geçerli ahlaki değerler olarak kurulması” na dayanır. Scheler, modern toplumun en önemli sorunlarından
birinin “değerlerin öznelleşmesi” olarak görür; “başkalarının suçundan sorumlu olmayı reddetme eğilimi, değerlerin deneyimlenmesindeki bu değişikliğin doğal uzantısıdır. Dahası bu, öteki kişinin ahlaki değerine ilişkin temelde güvensizlik duyan bir tutumdan kaynaklanır” (2004: 96). Scheler, “modern ahlakın her bakımdan insanlara
ve onların ahlaki değerlerine duyulan bir güvensizliğe dayandığını”,
“modern ahlaki bireyciliğinin ve dayanışma ilkesinin reddi”nin özünde “güvensizlik”olduğunu ve “hınça çok yakın” bir düşünce olduğunu belirtir (2004:96).
Eski ahlakın “doğal haklar” arasında saydığı yaşama ve var olma hakkı
hem teoride ve hem de pratikte reddedilmiştir. Tam tersine, eğer biri
kendisini faydacı medeniyet mekanizmasına ve onun şu an gerekli gördüğü şu ya da bu insan faaliyetine uyarlamamışsa, yaşamsal değeri ne
kadar büyük olursa olsun, yok edilmesi “gerekir”… Bu temel fikre uy-
gun olarak, hayata içkin bir değer olarak bakma yetisi teori ve pratikte
kayboldu (Scheler, 2004:110).
Scheler, modern toplumlarda değerler değişiminin inşan yaşamının her
alanına nüfuz ettiğini belirtir. “Bu dünya devasa bir makine dairesinde
oturan –kansız, duygusuz, aşksız ve nefretsiz- bir mantıkçılar yığınından
ibarettir” (2004:116). Değerler değişimi aynı zamanda amaçlar ve anlamların değişimidir. “Böylelikle, mekanik medeniyetin sonsuz ‘ilerleyişi’ bütün yaşamsal faaliyetin asıl ‘amacı’ haline gelir ve hesapçı zekanın
sonsuz gelişmesi de hayatın ‘anlamı’ olur” (2004:121-122). Scheler, üretim ve faydanın amaç olarak görülmesini, bolluk içinde haz alamama
durumunu “modern çilecilik” olarak tanımlar. “Ne var ki, faydalı çalışmanın hazzı yaşamaktan daha iyi olduğu, modern ahlakın bir kuralı haline gelmiştir” (2004: 105).
Eskiden, çileciliğin ideali hoş ve özellikle faydalı nesnelerin asgari kullanımıyla azami haz almaya erişmekti. Amacı, insanın doğa gibi en basit, en kolay erişilebilir şeylerden bile haz elde etme becerisini yükseltmekti… Buna karşılık, modern çilecilik etik özü tam tersi olan bir ideal geliştirdi: Haz verici ve faydalı şeylerin azami miktarıyla asgari zevk
alma “ideali”!... Hoş uyarıcı unsurun bolluğu burada hayattan zevk alma
işlevini ve bu işlevin gelişimini tam anlamıyla öldürür. Çevre giderek
daha parlak, şenlikli, gürültülü ve heyecan verici hale gelir –ama insanların zihinleri tersine giderek neşesini kaybeder. Alabildiğine şen şakrak
şeyler, onlarla ne yapacağını bilmeyen alabildiğine mahzun insanlar tarafından seyredilmektedir. İşte metropoliten eğlence “kültürümüzün”
“anlamı”(Scheler, 2004: 106).
Yirminci yüzyılın yaygın kabul gören değerlerinden olan “gelişme”, “başarı”, “refah” ve bunlar adına benimsenmiş olan “rekabet”, “başarı”,
“hırs”, “kazanma” değerleri güdülenme kaynağıdır. Değerler, temelde
estetik ve etik alanında kalan soyut kavramlar olarak kalmamakta, yaşamın bütün uygulama alanında karşılık bulabilmektedir. Gündelik yaşamın basit bir nesnesi veya kararı dahi, düşünsel bir sorgulama sonrasında etiğin alanında yanıt aranacak bir sorun olabilir.
Kentsel Mekânın Değeri
Mekânın değeri, insanı insan yapan değerlere ne düzeyde karşılık geldiği, bu değerleri ne düzeyde yansıttığı, bu değerlere ne düzeyde hizmet ettiği ile kavranabilir, tayin edilebilir. Bunun için “değer”in insan yaşamındaki karşılığını irdelemek yönlendirici olabilir. Timuçin’e göre “İnsanı insan yapan değerlerdir. Değer dediğimiz şey insanın amaçlarıyla
ilgili fikirlerdir, amaç değeri taşıyan tasarımlardır, insanın daha da insan
olmasını sağlayacak dayanaklardır” (2011: 108).
Bireyler ortak bir zeminde değerleri başka başka olan varlıklar olarak yaşarlar. Bir çağın bir dönemin bir toplumun ortak değerleri belli
yaşam koşulları altında önce kişilerin dünyalarında varlık bulmuş öngörülerden başka bir şey değildir. Bir yerde bir zamanda olmak, birileriyle bir takım değerleri paylaşır durumda olmaktır, herkesin bu
ortak değerler karşısında alacağı tutum az çok başka olsa da (Timuçin, 2011:75).
Mekânın değeri, kişilerin mekâna atfettiği anlama, ihtiyaçlara, mekânın
yaşamdaki rolüne, etkisine ya da yok olması durumunun neden olacağı etkiye göre ekonomik, sosyal, kültürel ve estetik yaklaşım ve ölçütlere göre tanımlanabilir. Yazında, çoğunlukla değişim ve kullanım değeri üzerinden ekonomik açıklama, güzellik ve yücelik üzerinden estetik
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 45
DOSYA
açıklama, toplumsal bellek ve anı değeri açısından tarihsel kültürel açıklamaları yapılmıştır. Mekânın değerini bu kavram ve ölçütlere göre tanımlamak yeterli olabilir mi? Bunların yanı sıra mekânın anlam değerinden bahsedilebilir mi? Burada anlam değeri bir düzeye kadar anı ve tarihsel değeri içermekle beraber bunun ötesinde kavram ve göstergelere göre tanımlanabilir mi? Kişilerin bazı mekânlara atfettikleri değerin
anlaşılamaması, bilinen değer göstergelerinin dışında bazı etkenler, sebepler olabileceğini göstermektedir.
Mekânın anlamı, mekânın değeri olarak kendini göstermektedir ve değerin kendisi duygusal ifade, yansıtma ve tüketim gibi birçok göstergeye üzerinden açıklanabilir. Kişilerin mekâna aidiyet duyguları, gündelik
yaşamlarında kendilerini mekâna duygusal olarak bağlanmış hissetmeleri, mekâna kendini alışık hissetmeleri, mekânı sahiplenme duyguları,
mekânın salt değişim, kullanım, kültürel ve estetik değerin ötesinde bir
değeri de olduğunu göstermektedir. Atfedilen anlamı kişilerden öğrenmek kolay olmayacağından görünür sonuçları anlayarak bu davranışların gerisindeki sebeplerin aranması ile mekânın kişiler için anlamı, dolayısıyla değeri anlaşılabilir.
Kentte eksikliği hissedilen ve insanları büyük bir heves ve istekle, büyük maliyetlerle bu yeni yaşam bölgelerine yönelten öğeler, nitelikler,
mekânsal özelliklerin anlaşılması ile kentin insanileştirilmesine yönelik
etkili olabilecek bir anlayış hayata geçirilebilir. Bunun ne kadar maliyetli,
ikna edilmesi ve uygulanması güç, zaman alıcı bir süreç olmayacağı iddia edilse de, kentsel mekânın değerini ekonomik kazanca eviren güç,
tersine kentin insanileştirilmesine de yönlendirilebilir.
İnsanların eksikliğini hissettikleri yaşantı, deneyim ve duygulanımları fark
eden ve bunu kazanca eviren pazarlama alanının temelde doğrudan
veya dolaylı olarak insanların “rasyonel” kategorik, kestirilebilir, belirlenebilir, ölçülebilir ihtiyaç, talepleri ile bunların karşılanmasına yönelik
çoğunlukla niceliksel, standart olan ve kaba fayda ve maliyet analizlerine dayalı arz, ya da mekân sunumu anlayışı sorgulanabilir. Bu yönde bir
sorgulama aynı zamanda gelişme, kazanç ve başarı gibi değerlerin de
sorgulanmasını gerektirir. Mekân tasarlama, üretme, hizmet sunma ve
insanlara yönelik çabaların “başarı”dan öte anlamlılık üzerinden değerlendirilmesi daha insani bir anlayışı ifade eder.
Diğer yandan kişilerin gündelik yaşamlarında bireysel veya bir arada yaşadıkları anılara, deneyimlere genel olmasa da öznel anlam atfetmeleri, mekânın öznel ancak aynı zamanda toplumsal değerini göstermektedir. Mekânın diğer bir değer ifadesi olan görsel, dokunsal, işitsel özgül
deneyimlere olanak vermesi, duyumsal etkileri, estetik değerini oluşturmaktadır. Bu değer her zaman nesnel olmayabilmekte, çoğunlukla
öznel olmakta, ancak geniş kitlelerce benzer değerler paylaşılabilmektedir. Mekânın değeri var ise tüketilme olasılığı da bulunmaktadır, ya da
tüketilen bir ye var ise bir değeri ya da birden fazla göstergeyle anlaşılabilecek değerleri olduğu çıkarımı yapılabilir. Lefebre kentin tüketildiğini, yok edildiğini iddia eder ve yeni bir toplumla birlikte yeni bir kentin inşasını önerir:
Tarihsel olarak oluşturulmuş kent artık fiilen ne yaşamakta ne de
algılanabilmektedir. Kent sadece gösteriler ve pitoresk konusunda
46 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
doyumsuz turistler ve doyumsuz estetizmin kültürel tüketim nesnesinden ibarettir. Kenti samimi bir şekilde anlamak isteyen için
bile kent artık ölmüştür. Analizin ve çıplak gözlerimizin yerde/sahada yansımasını gördüğü şey, gelecekteki bir nesnenin doğanın güneş altındaki gölgesinden ibarettir. Eski kentin yeniden inşasının tasarlanması imkansızdır. İmkanlı olan, yeni temeller üstüne yeni bir
kentin, faklı bir ölçekte ve farklı şartlar altında, yeni bir toplum içinde oluşturulmasıdır. Reçete ne (geleneksel kente) geri dönüş, ne
de dev gibi bir aglomerasyona sahip, şekilsiz gelecek kentine gidiştir (2011: 141).
Toplumsal yapılanmalara ilişkin maddeci ve faydacı kuramların ekonomik üretim ve yönetsel süreçlere değil, aynı zamanda bireyin iç
dünyasına, değerlerine ve anlam dünyasına nüfuz ettiği söylenebilir.
Buna bağlı olarak kişilerin kentin fiziki mekânını nasıl şekillendireceği
ve kentin değerleri ile nasıl ilişki kuracağı ve müdahalelere nasıl yaklaşacağı da belirlenmektedir. Toplumsal ve kurumsal amaçlar olan gelişme, kalkınma ve refah düzeyi, toplumsal olmanın ötesine geçerek
insanın içselleştirdiği amaçlara dönüşmektedir. Kalkınma modellerinin
temel motivasyon kaynağı olan bu amaçlara zaman içinde ulaşıldıkça kişiler de bundan daha fazla pay alma ve bunlardan yararlanmaya
çalışmaktadır. Endüstri toplumunun en önemli ürünlerinden biri olan
kent, sadece fiziki, ekonomik ve sosyal bir mekân olmaktan öte bireylerin yaşamını ve düşünce dünyasını da şekillendirmektedir. Modernleşmesinde kesintiye uğramayan, sadece arada sorgulanan kentli toplumun teknolojik ve konfor düzeyi, üretim miktarı ve olanaklarının ileri düzeyi, kentin eş nitelikte yaşanılabilir olduğu anlamına gelmemektedir.
Ekonomik gelişmenin toplumsal refahı ve gelişmeyi sağlayacağı, uzun
vadede toplumun tamamının sağlıklı, güvenli ve yüksek kalitede yaşam sürdüreceği yönündeki görüş toplumun geniş kesimlerini ikna
edebilmektedir. Buna karşın bu görüşün uygulamalarının sadece belirli kesimlerin yararına olduğu ve geniş bir kesimin yaşam kalitesini, yaşam çevresini olumsuz etkilediği sayısız örnekte görülmüştür.
Bu düşüncenin ürettiği planlama ve yatırım önerilerinin anlamlı olup
olmadığı, hangi amaca hizmet ettiği ise projelerin teknik içeriklerinden öte dayandıkları değerlere yönelik bir sorgulama ile açığa çıkarılabilir.
KAYNAKLAR
Akarsu, B. “Değişen Dünya Değişen Değerler”, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2006.
Bauman, Z. “Postmodern Etik”, Ayrıntı Yayınları, 2011.
Bozkurt, V. “Püritanizmden Hedonizme Yeni Çalışma Etiği”, Alesta Yayınları,
2000.
Kant, I. “Pratik Aklın Eleştirisi” (2.Baskı), (Çeviren: Nejat Bozkurt), Say Yayınları, İstanbul, 2008.
Lefebre, H. “Kent Hakkı” (Çevirenler: Gizem Aksümer, Julia Strutz) Eğitim Bilim Toplum Dergisi, Cilt:9,
Sayı:36, 140-152, Güz:2011.
Scheler, M., “Hınç” (Ressentiment), (Çeviren: Abdullah Yılmaz) Kanat Yayınları, İstanbul, 2004
Schwartz, S.H., Bilsky, W. “Toward A Psychological Stmcture of human Values”,
Journal of Personality And Social Psychology, Sayı:53, 550-562, 1987.
DOSYA
Mersin Tarihi Kent Merkezi’nde
Kamusal Alanların Canlılığı Üzerine Bir Değerlendirme
Züleyha Sara BELGE
Yüksek Şehir Plancısı, Mersin Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Özet
Kent planlama ve kentsel tasarım yazınında kamusal alan,
kamusal alanın yaşam kalitesi ve mekânsal yaşam kalitesi gün geçtikçe daha çok tartışılan başlıklardır. Kamusal alan insanlar arasındaki etkileşimi sağlayarak kentin
kimliği ve karakteri üzerinde önemli bir rol oynar. Bu bağlamda, yurttaş olmanın deneyimi kamusal alanlarda elde
edilir. Bu yazı temel olarak mekânsal yaşam kalitesi kavramını kamusal alan ve yaşam kalitesi yazının bir parçası olarak değerlendirmekte ve Mersin tarihi kent merkezinin mekânsal yaşam kalitesini değerlendirmektedir. Bu nedenle, öncelikli olarak, “kamusal alan”, “yaşam kalitesi” ve
“mekânsal yaşam kalitesi kavramları” üzerinde durulacaktır. Sonrasında, kamusal alanlarda mekânsal yaşam kalitesinin ne şekilde ölçülebildiği tartışılarak, Mersin tarihi kent
merkezinin mekânsal yaşam kalitesine yönelik değerlendirme yapılacaktır.
Giriş
Gelişen teknolojik olanaklar ile yapılan gözlemler ve bilimsel
çalışmalar ile son yıllarda yaşam kalitesi çalışmaları, kamusal
alanda yaşam kalitesini ve yaşanabilirliği geliştirme konusunda önemli bir yere sahiptir. Bunun temel nedeni ise bu kavramların kent hakkı ile olan ilişkisidir. Yaşam kalitesi kavramı, yaşamı tüm yönleriyle değerlendirmeyi amaçlayan geniş kapsamlı bir kavramdır.1 Bu nedenle, yaşam kalitesi kavramı her yaşam pratiğinin, bilimsel disiplinin ve toplum içinde gerçekleştirilen her faaliyetin ilgi alanına girmektedir.2 Yaşam kalitesinin tek bir tanımının olmaması da yine her alanın kendi uzmanlığına göre tanım geliştirmesi ile ilgilidir. Tekeli,3 merkezinde insan olan günümüz dünyasının, insanın
seçimine dayalı olması nedeniyle öznel bir sonuç çıkaracağını belirtiyor. Ancak tüm toplumlar tarafından kabul edilebilecek ve ölçülebilir bir yaşam kalitesi kavramı için nesnellik gerekmektedir. Yaşam kalitesi kavramının geliştirilmesi ve
göstergelerinin ortaya konulması için toplumsal politikaların akılcılığının geliştirilmesi kaygısı bulunmaktadır. Bu aşamada belirlenen ölçütlerin nesnel olması gerekliliği karşımıza çıkmaktadır.4
Yaşam kalitesi kavramı insanın temel ihtiyaçları ile ilişkilidir.5
Mekân kimliğinin oluşturulmasında ve mekân belleğinin sürdürülmesinde ise mekânsal yaşam kalitesinin önemli bir yeri
vardır. Yazında yaşam kalitesinin göstergeleri nesnel ve öznel
olarak iki şekilde incelenir. İnsan ve yaşam kalitesinin etkileşimli bir ilişkisi olması sebebiyle yaşam kalitesi bağlamında insan hareketleri mekânsal yaşam kalitesini değiştirebilir. Bu nedenle mekânsal yaşam kalitesi bireyler tarafından kontrol edilebilir, düzeltilebilir ve değiştirilebilir.6 Massam ise yaşam kalitesi göstergelerinin zaman, yer ve ölçek açısından farklılıklar
göstereceğini belirtir.7 Bu doğrultuda yaşam kalitesinin yere
göre özgünlük kazanması ve göstergelerinin yere özgü olması gerekmektedir. Belirlenen bu göstergeler incelenen o yerin
mekânsal yaşam kalitesini ortaya koyar.
Başarılı kamusal mekânlar yaratılması bağlamında yapılan çalışmalarda değerlendirilmiş farklı özel nitelikler söz konusudur. Konfor ve imaj, erişim ve bağlantı, kullanım ve aktivite
veya sosyallik gibi nitelikler başarılı kamusal alanların oluşumunda önemli özellikler olarak çalışılmıştır.8 Montgomery ise
başarılı bir kamusal alanın anahtar niteliğinin hareketlilik zemini olduğunu belirtmektedir.9 Bu hareketlilik zemini için belirlenen nitelikler; “arazi kullanım çeşitliliği”, “yerelin sahip olduğu işletmeler, dükkanlar”, “akşam/gece yarısı etkinlikleri”, “sokak pazarlarının varlığı”, “sinema, tiyatro, bar, restoran ve diğer kültürel toplanma mekanlarının varlığı”, “insanların birbirlerinin aktivitelerini izleyecekleri ve sosyalleşecekleri bahçeler,
meydanlar, köşeler”, “ küçük ölçekli yatırımlara izin veren karışık arazi kullanım desenleri”,” yapı tiplerinin sitillerinin ve tasarımlarının çeşitliliği”, “canlı sokak cephelerinin varlığı” şeklinde sıralanabilmektedir.
Fotoğraf 1-2. Uray Caddesi üzerinde araç trafiği ve düzensiz park yerleri yaya hareketlerini olumsuz şekilde kısıtlamaktadır.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 47
DOSYA
Mersin Tarihi Kent Merkezi
Günümüzde değişen tüketim alışkanlıkları ve büyük ölçekli alışveriş merkezlerinin çekiciliği, tarihi kent merkezinin doğru stratejiler ile
yönetilememesi ve sağlıklaştırma çalışmalarının yetersiz olması, tarihi
kent merkezlerinin canlılığını yitirmesine neden olmaktadır. Mersin tarihi kent merkezi kentin idari merkezi olmayı sürdürürken, kültürel
merkez olma niteliğini zamanla yitirmektedir. Pozcu’da yer alan Forum
Mersin ve Göçmen’de yer alan Marina alışveriş merkezleri tarihi kent
merkezini olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca, önemli bir odak niteliğindeki Mersin Valiliği’nin tarihi kent merkezinden yakın zaman içinde
taşınması yanlış bir yer seçimi kararıdır. Bu durum alanın idari merkez
olma niteliğini de olumsuz yönde etkileyecektir. Bu çerçevede, bir alandaki yaşam kalitesi ile o alanın yerel politikaları birbirleri ile ilişki içerisindedir. Yerelde yapılan her türlü yenilik, canlandırma stratejisi ve doğru planlama yaklaşımları ile “yer”in yaşam kalitesi ve dolayısıyla mekansal yaşam kalitesi seviyesi yükselecektir.
Mersin tarihi kent merkezi önemli bir öyküye sahiptir. Mersin
Tanzimat’tan (1839) sonra kurulan ve ortaya çıkan yeni idari kurumlara ve yeni nizamnameler çerçevesinde gelişen ve idare edilen, dönemin ilk ve en özgün Osmanlı Kenti olma ayrıcalığına sahiptir.10 Kurulduğu dönemde hanlar, hükümet konağı, kiliseler, eski cami, bankalar, iskeleler, Gümrük Meydanı, konutlar, işyerleri ve dükkânlar11 ile 19 yy’da
arazi kullanım çeşitliliği açısından zengindir. Bugün, İstasyon Önü, Gümrük Meydanı, Balık Pazarı, Yoğurt Pazarı Meydanı, Cumhuriyet Meydanı, Uray ve Atatürk Caddeleri gibi önemli kamusal alanları bulunan bu
Şekil 1. Mersin tarihi kent merkezi içerisindeki önemli odak noktaları (Belge, 2012).
48 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Merkez, yaşam kalitesi seviyesinin artırılması konusunda önemli bir potansiyele sahiptir.
Genel hatlarıyla Mersin makroformu 1960’tan bu yana lineer bir şekilde gelişmektedir.12 Konut alanları merkezi iş alanının kuzeyinde ve
batısında yoğunlaşmaktadır. Mersin tarihi kent merkezi içinde önemli
bir yeri olan Atatürk ve Uray Caddeleri geçmişten bugüne tarihi kent
merkezinin omurgasıdır. Tarihi kent merkezi ile deniz ilişkisi incelendiğinde sahil boyunca yer alan dolgu ve büyük rekreasyon alanlarından dolayı Mersin, Liman Şehri olma özelliğini zamanla yitirme tehlikesine girmiştir. Artan nüfusa ve kentleşme hızına planlama çalışmaları
ile çözüm bulunamaması, tarihi kent merkezi ve çevresini olumsuz etkilemektedir. Tarihi kent merkezinde kamusal alanların kullanılması konusunda, yaya mekânlarının düşük kalitede olması ve yaya hareketinin
araç trafiğinden olumsuz etkilenmesi alanın temel problemlerinden
bir tanesidir ve alanın çekiciliğini kaybetmesine neden olmaktadır (Fotoğraf 1 ve 2). Sokak dokusu ve kamusal alanlar incelendiğinde Uray
ve Atatürk caddeleri ve etkileşim bölgeleri yakın çevre bağlantıları konusunda önemli potansiyele sahiptir. Düzenlemeler ve doğru canlandırma stratejileri ile kamusal alan kullanımı artabilecek ve bu şekilde
mekânsal yaşam kalitesi iyileşebilecektir.
Bu bağlamda, yukarıda başarılı bir şekilde işleyen kamusal mekânlar için
öngörülen niteliklerden bazıları Mersin tarihi kent merkezi özelinde incelenmiştir. Aktif ve konforlu sokaklar ve kamusal alanların yaratılması
için öncelikle arazi kullanım aktivitelerinin çeşitliliği sağlanmalıdır.13 Arazi kullanımındaki bu çeşitlilik kamusal alanlardaki yaya hareketliliğini ar-
DOSYA
Fotoğraf 3-6. Mersin tarihi kent merkezinin ana omurgalarından olan Uray Caddesi’nden deniz açılan zayıf sokak bağlantıları.
tıracaktır. Mersin tarihi kent merkezinde arazi kullanım çeşitliliği incelendiğinde idari yapılar, kamu binaları, tarihi yapılar ve alışveriş imkanları sunan çok çeşitli dükkanlar, bankalar, telekomünikasyon birimleri, döviz büroları ve eğitim merkezleri, kuyumcular, yeme içme faaliyetlerinin olduğu alanlar bulunmaktadır. İl Emniyet Müdürlüğü, İl İdare Mahkemeleri, Akdeniz Kaymakamlığı, Mersin Büyükşehir Belediyesi gibi idari yapılar alanın yaya hareketliliğini artırmaktadır. Tarihi yapılar da arazi kullanım çeşitliliği için önemli bir nitelik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çeşitli kültürel aktivitelerinde gerçekleştiği Latin Katolik Kilisesi, Sursok
Han, Taş Han, Eski Cami, Atatürk Evi, Taş Bina (Mersin Büyükşehir Belediyesi) ve Kültür Merkezi (Eski Halkevi) gibi yapılar alanı zenginleştirmektedir (Şekil 1).
Ancak, tarihi kent merkezini canlandıracak konaklama faaliyetleri ise
yok denecek kadar azdır. Oysa ki kullanılmayan, atıl durumda olan nitelikli yapılar ve uygun ticaret alanlarının üst katları, butik oteller ve konaklama alternatifleri ile alana canlılık katabilir. Bu sayede, Jane Jacobs’ın14
“sokaktaki gözler” olarak tanımladığı, sokağın 24 saat kullanımı ve canlılığı ile güvenlik sağlanabilecektir. Ancak, çeşitlilik yönünden zengin görünen Mersin tarihi kent merkezinde bu çeşitliliğin mekâna dağılımı konusunda eksiklikler söz konusudur.
Akşam ve geceyarısı etkinliklerinin varlığı değerlendiğinde, saat 17.0018.00 arasında idari yapılar ve bankalar kapandığı için alanın kullanımı
büyük oranda azalmaktadır. Saat 21.00’dan sonra alanda hemen hemen tüm dükkanların kapatılması ile yaya hareketliliği yok denecek kadar azalmaktadır. Alandaki düşük kalitedeki eğlence mekânları nedeniyle özellikle gençler bu alandaki yerleri tercih etmemektedirler. Arazi kullanımı çeşitliliğinde olduğu gibi tarihi kent merkezinde konaklama
faaliyetlerinin yaratılması ve gençleri çekebilecek eğlence yerleri, sokak
etkinlikleri ile alan 24 saat yaşayan bir kente dönüşebilir.
Başarılı kamusal alan yaratılmasında bir diğer nitelik ise çeşitli kültürel toplanma mekânlarının varlığıdır. Tarihi kent merkezinde ne yazık ki özel tiyatro bulunmamaktadır. Bu tür etkinlikler genellikle Atatürk Parkı’nda yer alan Kültür ve Kongre Sarayı’nda ya da Cumhuriyet Meydanı’nda yer alan Mersin Kültür Merkezi, eski Halkevi binasında
gerçekleştirilmektedir. Kültür Merkezi, özellikle Mersin Devlet ve Opera Balesi etkinlikleri ve Mersin Müzik Festivali etkinlikleri ile yoğun şekilde kullanılan bir yapıdır. Yine bu alanda Mersin Arkeoloji Müzesi de
bulunmaktadır. Ancak, kent merkezinin kullanımında önemli bir odak
olabilecek arkeoloji müzesi, Pozcu sahilinde inşa edilmekte olan yapının tamamlanması ile kent merkezinden taşınacaktır. Bu durum, yukarıda Valilik Binası’na ilişkin yapılan değerlendirmede de belirtildiği üzere yanlış bir yer seçimi kararıdır.
Tarihi kent merkezinin ara sokaklarında yerele özgü, ünlü restoranlar da bulunmaktadır. Alanın kullanımında bu gastronomik faaliyetler
önemli bir yere sahiptir. Sokak kafeleri ve kahvehanelerde yine alanın
gün içinde kullanımını büyük oranda arttırmakta, alana canlılık katmaktadır. Ancak kentsel tasarım düzenlemelerindeki eksiklikler, bu kullanımı yüksek alanların çekiciliğini azaltmaktadır. Bu durumda, görsel açıdan ve kullanım rahatlığı açısından sorunlu alanlar haline gelmektedir.
Yapılacak sokak düzenlemeleri ile kültürel toplanma mekânları artırılabilir, daha çekici hale getirilebilir.
İnsanların birbirlerini ve aktivitelerini izleyebilecekleri, sosyalleşecekleri bahçeler, meydanlar, köşeler ve sokak bağlantılarının varlığı kamusal
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 49
DOSYA
alanların kullanımını artırarak alanı çekici kılacaktır. Bu durum kamusal alanın canlılığının artırılması ile, alanın yaşam kalitesi seviyesinin yükselmesinin sağlanmasında önemli bir etkendir. Tarihi kent merkezinde
Cumhuriyet Meydanı, Atatürk Evi ve Çevresi, Ulu çarşı-Gümrük Meydanı, Yoğurt Pazarı ve tarihi kent merkezi sokakları gibi kamusal alanlar insanların sosyalleştikleri ve yaya hareketliliğinin yoğun olduğu alanlar olarak değerlendirilebilir. Üst örtü, bank gibi sokak mobilyaları ile
temel ihtiyaçların karşılanabileceği olanakların oluşturulması ve kentsel tasarım düzenlemeleri ile bu alanlar daha çok kullanılabilir. Hatta bu
durum, sokak düzeyinde sosyalleşmeyi sağlayan yeni alanlar yaratabilir.
Bu aşamada özellikle tarihi kent merkezi ile deniz arasındaki zayıf sokak bağlantıları (Fotoğraf 3-6) düzenlemeler ile güçlendirilebilir. Bu şekilde sosyalleşmenin sağlanacağı canlı ve çekici kamusal alanlar yaratılabilir. Bu alanlarda da sokak kafeleri artırılarak sokakların kullanımı zenginleştirilebilir.
Canlı ve düzenli sokak cephelerinin varlığı kamusal alanların çekiciliği konusunda önemli bir niteliktir. Yapı cephelerinde görsel deneyim
çeşitliliği sunar. Bunlar duvarlar, pencereler, vitrinler, malzeme, renk ve
doku ile ilişkilidir. Sokağın kalitesi ve yaşanabilirliği için aktif ve çekici
cepheler, ve cephe önü düzenlemeleri canlandırma stratejileri arasında
yer alır. Alanın ticari ve karma kullanımı, aktif ve çekici cepheler yaratılmasında önemli bir potansiyeldir. Ancak özellikle Uray Caddesi, Hastane Caddesi ve çevreleri incelendiğinde kullanımların düzensizlikten gelen farklılıkları alanı olumsuz etkilemekte ve bir bütünlük sağlamamaktadır. Atatürk Caddesi’ndeki yayalaştırma ile birlikte düzenlenen cepheler tarihi kent merkezi içerisindeki diğer sokaklardan daha kaliteli bir
kamusal alan olarak görülebilir.
Sonuç olarak, bir kentte yaşam kalitesinin yükseltilmesi, kamusal alanlarının kullanılabilirliği ve dolayısı ile canlılığı ile ilişkilidir. Kapsamlı ve bütünleşik bir yaklaşım ile Mersin tarihi kent merkezi kamusal alan kullanımı açısından daha canlı bir hale getirilebilir. Kapsamlı canlandırma
stratejileri ile hem kent bütünü, hem de deniz ile güçlü ilişki kurulması kamusal alanların kullanımını da artıracaktır. Benzer şekilde, koruma,
ekonomik, sosyal ve ekolojik yönleriyle kentsel yenileme, bu karmaşık
yapbozu tamamlamak için büyük önem taşımaktadır. Başka bir deyişle, alan bazlı politikaların yanında, yenilenen tarihi yerler için bütünleşik
stratejilere ihtiyaç bulunmaktadır.
50 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
NOTLAR
1. Tekeli, İ. Gündelik Yaşam, Yaşam Kalitesi ve Yerellik Yazıları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2010, 84.
2. Tekeli, İ., 2010, 85.
3. Tekeli, İ., 2010, 85.
4. Tekeli, İ., 2010, 85.
5. Belge Z. S. ve Akkar Ercan M., “Increasing Walkability Capacity for Livable
Historic City Centers:The Case of Mersin”, p. 289-304, 25th International Building and Life Congress, Bursa, Turkey, 28-30 March, 2013, 9.
6. Belge Z. S. ve Akkar Ercan M., 2013, 10.
7. Massam, 2002 aktaran Belge, Belge, Z. S. , Increasing Walkability Capacity of
Historic City Centers: The Case of Mersin, yayınlanmamış yüksek lisans tezi,
Tez Yöneticisi: Doç. Dr. Müge Akkar Ercan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2012, 10.
8. Project for Public Space,1999 aktaran Carmona, M.,Tiesdell, S., Heath,T. and
Oc, T. Public Places Urban Spaces, The Dimensions of Urban Design (2nd edition). Architectural Press. 2010, 100.
9. Montgomery, J., Making a City: Urbanity,Vitality and Urban Design, Journal of
Urban Design, 3: 1, 93-116, 1998 aktaran Carmona vd., 2010.
10. Yenişehirlioğlu, F. “Mersin Evleri”, Sırtı Dağ Yüzü Deniz: Mersin, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2004, 177.
11. Yenişehirlioğlu, 2004, 181.
12. Belge, 2012, 88-89.
13. Belge, 2012, 116.
14. Jacobs, J., The Death and Life of Great American Cities, Knopf Doubleday
Publishing Group, 1989, 55 aktaran Belge, 2012, 55.
DOSYA
Dünyadan Kamusal Alanda Bir Yapı Örneğine Bakış:
Serpentine Galeri Evi
Ayşen C. KÖLEMEZLİ BENLİ
Yrd. Doç. Dr., Toros Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi
Özet
Kamusal alanlar, yapılar, açık alanlar, meydanlar, yollar, parklar, köprüler olarak, yaşamın akışında tüm bunları birleştiren unsurlardan oluşur. Kamusal alanlar, tüm kentler için, büyük ölçekteki ana planlarla yeni yerleşim yerlerinin oluşturulması ve kent içi iyileştirme çalışmalarından, kentteki anıtsal
ve heykelsi köprülere ve yaya için küçük köprülere kadar en
önemli unsurları içerir.
Kamusal alanların çevreye, doğaya, kültüre, mimari estetiğe, insan gereksinimlerine uygun yapılması önemli olmakla
birlikte, zaman ve değişimin getirdiği bir devinim her zaman
varolmuştur ve varolacaktır. Her toplumda zamanın ve değişimin etkisine uyum gösterilirken doğayı, kültürü, mimari estetiği ve insan gereksinimlerini gözardı etmemek gerekliliği
üzerine konuya yaklaşılmıştır. Bu nedenle dünyadan Serpentine Galeri Evi örneği ele alınarak, zaman ve değişimin devinimi yanında, çevre, doğa, kültür, mimari estetik ve insan gereksinimleri açısından konuya genel bir bakışla yaklaşılmıştır.
Kamusal Alanlar, Yapılar ve Çevre
Düzenlemeleri Üzerine
Kamusal alanlar denildiğinde, devlet, gücünü, etkisini, cömertliği ve yardımseverliğini, yapıları yoluyla -Hükümet Konakları,
Belediye Yapıları, Adliye Sarayları, Büyükelçilikler, Hastaneleryansıtır ve dışavurur. Kamusal alanların ortaya çıkışı, bu alanların algılanması ve çevreyi değiştirmesi yoluyla olduğu gibi,
özel kurum kaynakları ve toplumsal örgütlenmelerle de olabilir. Kamusal alanlar, tüm kentler için ve kentsel düzeyde gerilemeye gitmiş birçok kent merkezi için en önemli unsurları
içerir; bunlar, büyük ölçekteki ana planlarla (nazım planlarla)
yeni yerleşim yerlerinin oluşturulması ve kent içi iyileştirme
çalışmalarından, kentteki anıtsal ve heykelsi köprülerden, yaya
için küçük köprülere kadar olan tüm unsurlardır.1
Kamusal alanlar, kamusal açık mekânları oluşturan unsurları,
yapılarla, mekânların, meydanların, yolların, parkların, köprülerin birleşimini, bütünleşmesini de içerir. Ayrıca özel kurumlarca yapılanlar, alışveriş yerleri, bazı kent merkezlerindeki işyerlerinin parkları da bu kamusal alanları tamamlar. 1970’lerden
bu yana, bu mekânlar dikkatleri üzerlerinde toplamayı sürdürürler ve iki anahtar sözcükle ilgilidirler: kentbilim (şehircilik)
ve nazımplan (ana plan).2
Kamusal yapılar ve çevre düzenlemelerinde, çevre gözönüne alınarak tasarımlar yapıldığında, insan özne olarak ele
alındığında, kamusal yapılar ve çevresi de nesne olsa, her ikisinin arasında sürekli devinim vardır. Açık havadaki kamu-
sal alanlar ve çevre düzenlemelerinde, ne insan doğal çevre
ele alınmadan, ne de doğa insan ele alınmadan düşünülebilir.
Çevrebilimsel (ekolojik) estetik yardımıyla, insanla doğa, insanla çevre arasındaki ilişki, çevre-dizge (eko-sistem) ve organik bir bütünlük olarak ele alınabilir. İnsan ve doğal çevrenin birlikte uyum içinde olmasıyla sağlıklı, doğal bir çevre elde edilebilir.3
Kamusal alandaki yapılarda ve çevre düzenlemelerinde, kültürün payı da hiç unutulmaması gereken bir unsur olarak varlığını korur. Her toplumdaki kültür, tasarımı oluştururken ana
unsur olarak ele alınarak, kültürel ve yaşamsal niteliği artırmak üzerine çalışılması önemlidir. Kültürel ipuçları ve yeşile
yönelmek, çoğu kez tasarım aşamasında çalışmanın apar topar ve derinliksiz olması önünde aşılması gereken önemli basamaklar olur ve niteliğin öncülleridir. Bu tür derinliğine yönelerek başlayan çalışmalar geleneksel kültürden çağrışımlar
yaptığı gibi, yaşanan zamanlara ve topluma da yeni anlamlar
katmayı sürdürür.
Kamusal açık alanlar olan gezinti ve dinlenme alanları (parklar
ve rekreasyon alanları), aynı zamanda, sosyal ve kültürel etkinliklerin yapıldığı alanlar da olmaktadır. Tüm kamusal mekânlar,
bütün kent merkezleri için ve kentsel düzeyde gerilemeye
gitmiş birçok kent merkezi için de önemli unsurlardır.
Kamusal Alanların Planlanması
Dünyada kamusal alanların planlanması kentbilim (şehircilik)
ya da nazım plan (ana plan-master plan) kavramları ile adlandırılır. Bu kavramlar arasında tümüyle farklılık yoktur, ayrım yalnızca anlamsaldır. Nazım plan (ana plan-master planning) bir
Amerikan terimidir. Kentbilim (şehircilik) terimi Avrupa’dan,
özellikle Fransa’dan çıkmıştır. Sonuç olarak, Amerika’da özel
sektöre verilen yetki ve Fransa’da merkezi yönetime (Belediyeye) verilen yetki ile önce, daha çok, geniş ölçekli ticari gelişmeler uygulanmış, daha sonra kamusal alandaki projelere geçilmiştir.Ancak burada önemli bir ayırım vardır. Nazım plan,
daha çok gerçek yaşamla ve bedelli yapılan projelerle ilgiliyken, kentbilim (şehircilik) daha çok akademik ve kuramsal
çalışmalara dayalıdır. Ama yine de bu kavramlar ve anlayışlar
arasında belirgin çakışmalar da vardır.4
Günümüzden Kamusal Alanda Yapı Örneği:
Serpentine Galeri Evi
Günümüzden gözönüne alınabilecek dünyadan ve ülkemizden birçok yeni kamusal alan ve yapı örneği vardır. Bunlardan
Londra’daki Serpentine Galeri Evi, bir örnek olarak irdelenmek üzere ele alınmıştır.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 51
DOSYA
İngiltere, Londra Hyde Park’ta bulunan Serpentine Galerisi önüne yapılan Serpentine Galeri Evi, 2000 yılından bu yana, Serpentine Galerisi önündeki çim alanda, tanınmış mimarlarca yapılıp, her yıl yenilenmektedir. Ülkemiz yeşil alanları, açık alanları ve geçici sergi yapıları için
örnek alınabilecek bir uygulama olabileceği düşüncesi ile bu çalışmada incelenmiştir. Geçici bir kamusal yapı olarak açık ve kapalı alanları ile
her yıl yeni bir yapı ve alan düzenlemesi olan her bir Serpentine Galeri Evi, kendi içinde, yerleşim planında, fiziksel yapısında, üçüncü boyutta, malzeme kullanımında, insanlara ve ortama katkılarıyla incelenmeye değerdir.
Serpentine Galeri Evi 2012
Serpentine Galeri Evi (Serpentine Pavyonu) 2012 yılında, mimarlar
Herzog ve De Meuron tarafından yapılmıştır. Jacques Herzog ve Pierre
Meuron, Basel, İsviçre doğumlu ve 1975 ETH Zürih Mimarlık mezunudurlar. Aldo Rossi ile çalışmış, 1978’de ortak olarak Basel’de, kendi işlerini kurmuşlardır. 2001’de Pritzer Ödülünü, 2007’de hem RIBA Altın
Madalyasını, hem de Praemium Imperial’ı kazanmışlar ve 1994’ten günümüze birçok müze yenileme ve müze tasarım projeleri yapmışlardır.
Resim 1. Serpentine Galeri Evi, Londra, 2012, Mimarlar: Herzog & De Meuron
(www.serpentinegalleries.com)
Serpentine Galerisi, Hyde Park’ın bir parçası olan Kensington
Bahçesi’nde, çok kişinin sergileri, eğitim çalışmalarını, mimarlık etkinliklerini ve kamuya açık programları izlediği bir yerdir. Adını Serpentine gölünden alır. Serpentine Galeri Evi de, Serpentine Galerisi’nin
önündeki çim alanda her yıl tanınmış mimarlar tarafından geçici sergi
evi olarak, bir tür açıkhava müzesi gibi yapılmaktadır. Her yıl aynı yerde yapılır, sonra yıkılıp yerine yenisi yapılır. İlk yapı, 2000 yılında, Zaha
Hadid’in tasarımı ile başlamıştır. Jodido’nun kitabında belirttiği gibi, Herzog ve De Meuron’un yaptığı bu yapı, aynı yerde daha önce yapılmış
olan 12 mimarın yapısına göre en yalın olanıdır.5
Yapının aslı, yerden tam olarak 1 m. yüksekliğinde görünen ama altta yer düzeyinin altında bir dikme üzerinde havada duran, 10 m. çapında metal yuvarlak bir düzlemdir ve bu düzlemin altında mantar
kaplanmış oturulabilen yerler bulunan bir mekândır. Jodido’nun dediği gibi, 12 ayrı mimarın ardından bu deneyimi devralan mimarlar, ‘içgüdüsel olarak bir bilinmedik nesneyi, bir beton biçimiyle çözmekten
kaçınmak’ isterler. Parkı toprak altındaki su hattına kadar, 1,5 m. kazarlar, telefon hatlarına ve önceki galerilerin temel ve dolgu kalıntılarına kadar ulaşırlar.6 Bu kazı sonucunda, daha önceki temel ve ayaklar ‘karmaşık çizgiler yığını’ olarak ortaya çıkınca, yeni tasarım için esin
kaynağı olur. Daha önceki 11 taşıyıcının yeri ve bu tasarımla yerleştirilen 12 ayrı taşıyıcı ile tasarım gerçekleştirilir. Jodido’nun da belirttiği gibi, bu tasarım için, “çatısıyla birlikte bir arkeolojik alanmış duygusu uyandırdığı” yazılır. Ayrıca, insanlar üzerindeki suyu görebilsin diye,
çim alanda, yerden bir 10-20 cm. yukarıda yapılan çatının üzerindeki suyla, Londra’da gökyüzünün sonsuz değişimlerini yansıtan bir tablo gibi olduğu ortadadır.
Resim 2. Serpentine Galeri Evi, 2012, Kuşbakışı Görünüm
(www.serpentinegalleries.com)
Çatının suyunun bir küvetmişcesine deliğinden su kanalına boşalıp, oradan da arazinin en derin noktasına gitmesi hem suyun değişimi, hem
suyun doğaya dönüşü açısından olumlu olduğu gibi, hem de değişik
amaçlarla kullanılabilmesi için fırsat yaratır. Üstündeki su boşaltılan kuru
çatı, parkta yükseltilmiş, asılı duran bir düzlem olabildiği gibi, bir dans
pisti işlevi de görebilmektedir.
marların yapıtlarını görmeleri açısından bir yıl süren bir sergi gibidir. Bu,
parka canlılık, sıradanlığı önleyen bir değişim katmaktadır. Bu yapıların
her yıl yenilenmesi, mimarlara da yeni tasarımlarla değişik yorumlarla
yapılar ortaya koyabilme heyecanı verebilmektedir Üstelik Londra’daki
bu uygulamada birçok sponsor kurum vardır ve Ekim 2012’de yapının halka sunumu sonlandıktan sonra, sponsorlardan biri, yapıyı kolleksiyonlarına katmak üzere satın almıştır. Bu işleyiş de, hem yapının sürekliliği, hem de emek, çaba ve ürünün boşa gitmemesi açısından çok
olumludur.
Galeri Evi’nin her yıl yenilenmesi, parkı gezmeye gelenler ya da sürekli oradan yolu geçen insanlar için güzel bir değişiklik, her yıl başka mi52 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Resim 3. Serpentine Galeri Evi, 2012, Çatı ve Üst Yüzeyindeki Su
(www.serpentinegalleries.com)
DOSYA
Herzog ve De Meuron’un yaptığı Serpentine Galeri Evi, mimari estetik açısından, hem önünde yer aldığı Serpentine Galerisi’nin görünümünü gizlememesi, hem de doğanın silüetine uyum göstermesiyle oldukça ilginç bir kamusal alan yapısı ve düzenlemesidir. Üstelik yarı gömülü oluşuyla daha çok merak uyandırmakta ve insanlar için çekici bir yer olabilmektedir. Doğada yatay konumu, örtme,
kapatma etkisi bırakarak, dinginlik, rahatlık etkisi vererek başarılı bir
çalışma olmuştur.
Herzog ve De Meuron’un 2012’de yaptığı tasarımdan sonra 2013,
2014 ve şimdi 2015 yılında da Serpentine Galeri Evi’nin tanınmış
mimarlarca tasarlanması işi sürdürülmüştür. Serpentine Galeri Evi
2013, Japon Mimar Sou Fujimoto tarafından beyaz boyalı çelik borularla bütünleşen ışık geçirgen polikarbonat örtülü bir yapı olarak yapılmış, bu borularla ve polikarbonat örtüyle yapay ve doğal
çevreye öykünmüştür. Işık geçirgen polikarbonat yağmurdan korurken, doğadaki gibi, ağaçların ve bulutların yarı gölge yarı güneş geçiren doğal ortamını yaratıp, hava durumuna bağlı olarak, güneşin
etkisinin çok olduğu zamanlarda, güneşi de doğallıkla kırarak geçirmektedir. 7
Resim 4. Serpentine Galeri Evi, 2013, Mimar: Sou Fujimoto
(www.supermodular.com)
1971 Hokkaido doğumlu olan Sou Fujimoto, hafif yapılar, geçirgen duvar ve bölücüler yapmasıyla tanınır. Serpentine Galeri Evi 2013, güneş
ışığını kırması ve doğadaki yarı gölge, yarı doğal ışığı kullandığı malzemelerle sağlasa da, mimari estetik açısından beyaz renkle soğuk etki bırakmakta ve yerden yüksekliği ile Serpentine Galeri’sinin görünümünü
kesip doğanın silüetine de zıtlık yaparak ön plana çıkmasıyla merkezi
olma ve dikkat çekme etkisi yaratmıştır.
Serpentine Galeri Evi 2014, Şili’li mimar Smiljan Radic tarafından,
geçirgen yuvarlak bir biçimde, ince bir tabaka beyaz fibergastan yapılmış, yontulmamış doğal taşlar üzerinde yükseltilmiş olarak, ortasında gökyüzünü gören bir küçük avlusu olan, Radic’in dediği gibi
simgesel bir mekândır.81965 Santiago Şili doğumlu olan Smiljan
Radic’in yapıları genelde küçük ölçektedir, yaptığı evlerin ve yerleşimlerin tasarımları geleneksel kültürel anlayışlara dayanır. Serpentine Galeri Evi 2014, mimari estetik açısından, görünüm olarak, yığma ana çıkış noktasından, ufak bir tepe görünümü yaratmış, bu biçimi, çıkmak, yükselmek, tırmanmak etkisine doğru gitmiştir. Bu da ilgi
ve etki yaratma yollarından biri olmakla birlikte, doğal taşlar üzerinde yükselmesi ve soğanımsı dış kabuğuyla oldukça doğal bir etki bırakmakta ve önünde durduğu Serpentine Galerisi’ne de, doğallığıyla güzellik katmaktadır.
Serpentine Galeri Evi 2015, İspanyol mimarlar José Selgas ve Lucia
Cano tarafından bir koza gibi renkli plastik malzemelerden tasarlanmıştır. Bir dizi değişik ölçü ve biçimdeki ışık geçirmez ve ışık geçirgen
iki katmanlı plastik kabuk malzemeden, renk dizilimi ile yapılmıştır.9 Her
ikisi de 1965 Madrid doğumlu olan mimarların çalışmaları, ender kullanılan yapay malzemeleri ve yeni teknolojileri kullanmalarıyla belirginleşmiştir. Louis Barragan ve Richard Rogers’dan esinlenmişler, belirgin
renkler kullanmış ve doğadan esinlenen tasarımlar yapmışlardır. Anlayışları mimarlığın doğa yanında ikincil olduğu ve doğayı ve iklimi yansıttığıdır.10
Serpentine Galeri Evi 2015, mimari estetik açıdan, sıcak renkler dizilimi ile, sıcak ve soğuk renklerde bir dengeleme yapmış, açık ve koyu
renkler kullanımı ile yakınlık ve uzaklık etkisini de dengelemiş, doku
açısından yumuşak etki bırakırken, parlaklık ve ışıkla ilgi çekici olmuş-
Resim 5. Gündüz kullanımı, Serpentine Galeri Evi 2013
(https://en.wikipedia.org/wiki/sou-fujimoto/to/media/file/Serpentine_gallery_Pavilion_2013)
Resim 6. Serpentine Galeri Evi 2014, Mimar: Smiljan Radic
(www.serpentinegalleries.org.2014 )
tur. Yapının biçim dizilimi değişse de, çıkış noktasında bir tekrar, sıralama vardır ve mimari olgu olarak bu sıralama, tekrarlama, birbirine
bağlanma, peşpeşelik etkisiyle yapıda bir bütünlük yaratmıştır. Renk,
biçim, ışık kullanımıyla ve silüete uygun yapılışıyla oldukça uyumlu ve
ilginç bir kamusal yapı olmuştur. Doğayla çok bütünleşmemesi, içedönük bir kamusal yapı olarak tasarlanmış olması çok olumlu olmamakla birlikte, birçok noktasından dışarı açılmış olması doğadan ve
çevreden içeriye bağlantıyı artırma çabasıyla bu olumsuzluk kırılmaya çalışılmıştır.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 53
DOSYA
lay ve anlamlı olur. Üstelik değişik kültürlerden o çevreye gelen insanlar için de her zaman ilgi çekici yerler olurlar. Her ne kadar kültürü tasarımda ele alarak çalışmak, çalışmanın derinliğini ve aşılması gereken
basamakları artırsa da, sonuç nitelik olarak yükselir ve yaşanan zamana, topluma anlam katar.
Açık ve yeşil alanları, insan ve doğa dengesini gözönüne alarak, yaşam
koşullarını iyileştirerek tasarlamak kamusal alanlar ve yapılar için ele
alınması gereken önemli bir unsurdur. Böylece bu alanlara daha çok ve
daha başka birçok çevreden insanı çekmek sağlanmış olur; bu da değişik sosyo-ekonomik sınıftan insanı kaynaştırmak için olumlu bir adımdır. Üstelik kentsel alanların nitelikçe gerilememesi ya da yenilenmesine yönelik bu çabalar, kentsel düzeyde bu kamusal yapı ve alanları daha
iyi konuma ve duruma taşır.
Resim 7. Serpentine Galeri Evi 2015, Mimarlar: José Selgas & Lucia Cano
(www.serpentine galleries.com)
Sonuç
Kamusal alanlar, yapılar, açık alanlar ve çevre düzenlemeleri, insan yaşamında bir çok zaman dilimini geçirdikleri yerler olduğu için önemli yer
tutar. Kentbilim ya da nazım plan olarak adlandırılsın, kamusal alanlar
için yapılan çalışmalar, doğal çevre, sosyal yaşam ve insanlar için önem
taşır ve yaşama değer katarlar. Kentsel düzeyde gerilemeye yüz tutmuş
kent merkezlerinin, kent alanlarının yeniden canlandırılması ve insanlar için çekici alanlar oluşturması, bu alanların sürdürülebilir kılınmasına da hizmet eder.
Kültüre duyarlı kamusal alanlar ve yapılar tasarımı zenginleştirirken,
daha derinliğine araştırmalar yapılarak tasarımlarda ve uygulamalarda
niteliğin artırılmasını sağlar ve tüm yaşanan zamanlara ve topluma da
yeni anlamlar katmayı sürdürür. Kentlerde insan ve doğa arasındaki ilişkinin dengelenmesi çoğunlukla kamusal açık alanlar yoluyla yapılır. İnsan ve doğa arasındaki ilişki dengelenirken, her sosyo-ekonomik yapıdan insanın da birlikte dinlenmesi, eğlenmesi ve kültürel etkinliklere katılması sağlanarak hem çevrenin kültürel anlamını bulması, hem de insanların sosyal ortamlarda bulunması sağlanmış olur. İnsanın bulunduğu
ve zamanın aktığı her durumda, tüm çevrede ve kamusal alanlarda değişim kaçınılmazdır ve bu nedenle insan, çevre ve yapılar arasında sürekli bir devinim vardır ve hep olacaktır.
Kamusal alanlarda ve yapılarda, doğal çevre, çevrebilimsel estetik ve
çevre-dizge (ekosistem), hiçbir zaman gözardı edilmemeli ve hepsi bir
bütünlük içinde, değişik alanlardan uzmanlarla hep birlikte, uyum içinde ele alınmalıdır. Böylesi bir çevre ve kamusal alanda, insan ve doğa
uyum içinde, sağlıklı ve doğal kalabilir.
Kültür, kamusal alanlarda, gereken önemle ve duyarlılıkla tasarımlarda
yer bulduğunda, o yapı ya da çevrenin toplumla kaynaşması, o denli ko-
54 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
Serpentine Galeri Evi örneğinde görüldüğü üzere, bir kamusal sergi
alanı ve yerinin her yıl yenilenmesi, parkı gezmeye gelenler ya da sürekli oradan yolu geçen insanlar için güzel bir değişiklik olması nedeniyle örnek alınacak bir çalışmadır. Her yıl başka mimarların yapıtlarını
görmek açısından bir yıl süren bir sergi gibi olması da, parka bir canlılık, sıradanlığı önleyen bir değişim kattığı gibi, bu yapıların her yıl yenilenmesi, mimarlara da yeni tasarımlarla değişik yapılar yapma olanağı vermesi açısından önemli ve değerlidir. Ülkemiz için de, örnek alınacak bir yaklaşımdır.
Dünyadan birçok başka kamusal yapı ve örneği gözlemlemek ve onları
örnek almak, yaşadığımız kentlerin de, kamusal yapı ve alanlarının düzeyini yükseltmemiz ve gerilemeye yüz tutmuş kentsel mekânlarımızı kültüre, zamana ve devinime uyumla niteliğini artırmak için çabalar göstermemize yardımcı olur. Son söz olarak, yaşamın sürekliliğinde, çevre
de sürekli değişiyor, zamana uyum gösteren insanla, insan yapısı çevre de sürekli birbirinden etkilenerek değişim geçiriyor ve devinim gösteriyor. Tasarım ve insan yapısı çevreyi sürekli, yeniden, yeniden ele almak gerekiyor.
NOTLAR
1. Pearman, H., ‘Contemporary World Architecture’, ISBN 0-7148-3743-1,
Phaidon, London, 1998, s.428
2. Pearman, H., 1998, s.428
3. Garcia, S. G., Derleyen, ‘Community Center Design’, ISBN 978-988-156644-7, Design Media Publishing Limited, Hong Kong, 2013.s.46
4. Pearman, H., 1998, s.428
5. Jodido, P., ‘Architecture Now 9’, ISBN 978-3-8365-3899-2, Taschen, Cologne, 2013, s.212
6. Jodido, P., 2013. s.212
7. www.dezeen.com/2013/06/04/serpentine-gallery-pavilion-2013-by-sou-fujimoto/
8. www.dezeen.com/2014/06/24/serpentine-gallery-pavilion-2014-smiljanradic-opens-london/
9. www.dezeen.com/2015/03/25/selgascano-2015-serpentine-paviliondesign-london/
10. https://architecture.mit.edu/faculty/jose-selgas
ÖĞRENCİ
VIII. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı
Nihari ŞEN - Ahmet HASDAL
Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü
2001 yılından itibaren her iki yılda bir düzenlenen Mimarlık ve
Eğitim Kurultayı’nın sekizincisi, 12-13 Kasım 2015 tarihlerinde “Mimarlık ve Eğitim: Nereye?” temasıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sedat Hakkı Eldem Oditoryumu’nda
gerçekleştirildi. Kurultay süresince mimarlığı ve mimarlık eğitimini sorgulamak, ülkemizdeki mimarlık alanındaki ve mimarlık
eğitimindeki olumsuz gelişmeleri değerlendirmek ve dünyadaki mimarlık ve eğitimi alanındaki gelişmelere nasıl dâhil olabileceğimiz üzerine oturumlar düzenlendi.
İlk oturum Zeynep Ahunbay’ın moderatörlüğünde, “Toplumsal Sorumluluklar” başlığıyla ve Doğan Kuban, Korkut Boratav ve Afşar Timuçin’in katılımlarıyla gerçekleşti. Doğan Kuban, sunumunda eğitimde özgürlük ve plansız yapılaşma üzerinde dururken, “Bir ülkedeki gelişmişliği kaldırımlarından anlayabiliriz; ülkemizde yüz metre içinde üç çeşit kaldırım örneği görüyoruz” diyerek bir ülkedeki gelişmişliğin süreç içerisinde değil, tepeden inme gerçekleştiğinden dem vurdu. Korkut
Boratav, sunumunda toplumun gelişim sürecini etkileyen dinsel unsurun geçmişten günümüze toplum üzerindeki etkisinden bahsetti. Bir diğer konuşmacı olan Afşar Timuçin ise sunumunda eğitim ve sanatın iç içe olması gerektiğini, gelişmemiş bilincin özgür olamayacağını söyledi.
İkinci oturum ise “Mimarlık ve Etik” başlığı altında Doğan
Hasol’un yürütücülüğünde yapıldı. Doğan Hasol, etik ve ahlak üzerinde durarak‘etik’in evrensel kabullere dayandığını, ‘ahlak’ın ise toplumdan topluma farklılık gösterebileceğini söyleyerek oturumu başlattı. Oturumun ilk sunumu “Mimarlık, Etik ve Eğitim Sarmalı” başlıklı sunumuyla İpek Akpınar tarafından gerçekleştirildi. Akpınar sunumunda küreselleşmenin parçası olan ve olmayan kentler üzerinden sosyal adaletsizliğin büyümesinden, etik kavramının göz ardı edilmesinden bahsetti. İkinci konuşmacı olan Mücella Yapıcı, kendi mesleki deneyimleri üzerinden, günümüzde evrensel bir ‘etik’ anlayışının olmadığını, farklı ‘etik’lerin egemen olduğunu söyledi.
Kurultaya katılamayan Cengiz Bektaş ise gönderdiği bildiri ile
‘ben yapmasam başkası yapacak’ yaklaşımıyla etik anlayışının
arka plana atılması üzerinde durdu.
yer verildi. ‘Süre gelen sorunlar’ başlığı altında mimarlık eğitiminin işleyişi, süreci ve süresi konusunda tartışmalar yapıldı.
Avrupa’daki mimarlık eğitimi ve ülkemizdeki mimarlık eğitimi
kıyaslanarak, ülkemizde eğitiminin beş yıla çıkartılması üzerinde konuşuldu. Üniversitelerde verilen eğitimin yanı sıra öğrencilerin mezuniyetten sonraki süreçte zorunlu olarak staj
yapıp yapmama konusu tartışıldı. Ayrıca ‘öğrenci yarışmalarının mimarlık eğitimindeki yeri’ ve üniversitelerimizdeki ‘yüksek lisans ve doktora programları’ hakkında bilgilendirme yapıldı.
Yedinci oturum “Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası için Öneriler” başlığıyla yapıldı. Afife Batur’un yöneticiliğindeki oturuma Ayşen Ciravoğlu, Bülend Tuna, Güven Arif Sargın konuşmacı olarak katıldı. Sekizinci oturumda ise sonuç değerlendirmesi yapılarak kurultay tamamlandı.
Fotoğraf: Nihari Şen.
Günün son oturumu Öğrenci Forumu olarak gerçekleştirildi. Forumda öğrenciler kendi kurultaylarında hazırladıkları bildirgeyi sunarak ‘Mimarlık eğitiminde neler yapılabilir?’ konusu üzerinde durdular. Akademisyenler ve öğrenciler arasında karşılıklı fikir alışverişi yapılarak öğrencilerin mimarlık eğitiminden beklentileri üzerine konuşuldu. Sorunlara istinaden
çözümler arandı.
Kurultayın ikinci gününde de beş ayrı oturum yapıldı. Dört,
beş ve altıncı oturumlarda çalışma gruplarının sunuşlarına
Fotoğraf: Ahmet Hasdal.
ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7 | 55
ÖĞRENCİ
Mimarlık ve Eğitim Kurultayı VIII - Öğrenci Forumu
Nihari ŞEN - Ahmet HASDAL
Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Mimarlık ve Eğitim Kurultayı VIII, 11 Kasım 2015 Çarşamba Günü düzenlenen Öğrenci Forumu ile başlatıldı. “Öğrenilen Mimarlıktan Uygulanan Mimarlığa Doğru: Mimarlık Eğitimi Nereye?” temasıyla düzenlenen foruma Türkiye’deki birçok üniversiteden Öğrenci Temsilcileri katıldı. Mimarlar Odası 5. Dönem Öğrenci Temsilciler Kurulu tarafından hazırlanan
sunumlarla ve akabinde gerçekleşen tartışmalarla öğrenciler
birçok farklı konuda fikir alışverişi yaptı.
Forum, “Mimarlık Eğitiminin Değişimi ve Dönüşümü”, “Mimarlıkta Üretim Süreçleri” ve “Toplumsal Dönüşüm ve Mimarlık” konularında 3 farklı oturum halinde gerçekleşti. Bu
Kaynak: www.mimarlarodasi.org.tr.
Fotoğraf: Nihari Şen.
56 | ODA | ARALIK 2015 | SAYI 7
oturumlarda, farklı üniversitelerden gelen tüm mimarlık öğrencilerinin ortak sorunları olduğu görüldü. Bu sorunların başında ise -istisnai görüş bildirenler olmakla birlikte-, akademisyenlerin, mimarlık eğitiminin esas öğesi olan öğrencileri
göz ardı etmeleri geliyordu. Çok kısa bir zaman zarfında büyük kapsamlı projelerin istenmesi, öğrencilerin zaman sorunu
yaşaması ve entelektüel yönü güçlü olması gereken mimarlık öğrencilerinin, derslerle ve projelerle uğraşmaktan entelektüel ve kültürel gelişimlerine zaman ayıramadıkları belirtildi. Her proje için en fazla bir dönem zaman verilmesinin projeyi yeterince geliştirecek zamanın bulunamamasına yol açtığı
üzerinde fikir birliği sağlandı. Bu konuyla ilgili Erasmus programından faydalanan öğrenciler yurtdışındaki sistemle ilgili bilgilerini aktardılar. Özellikle Avrupa ülkelerinde daha uzun bir
mimarlık eğitimi verildiği, Türkiye’deki 4 yıllık eğitimin yeterli
olmadığı, bu sürenin daha da uzatılmasının faydalı olacağı fikri
ortaya kondu. Kendi üniversitem adına bu eleştiriye katılmamakla birlikte, diğer okullarda teknik alanlara daha fazla yer
verilmesinden dolayı öğrencilerin kendilerini farklı yaklaşımlar açısından yetiştiremedikleri, bunun yerine piyasaya mimar
yetiştirmek gibi bir amacın olduğu belirtildi. Mimarlar Odasının ve diğer bazı kurumların sıklıkla düzenlemiş oldukları seminerler, kurultaylar ve forumlar gibi etkinliklere öğrencilerin katılımlarının derslere devamlılık bahanesiyle engellendiği, akademisyenlerin eğitimde bunlara daha fazla izin vermeleri gerektiği söylendi.
Eleştirilerin büyük bölümünü akademisyenler ve Türkiye’deki
eğitim düzeni üzerine yapan öğrenci temsilcileri, öğrencilerin de kendi başlarına yapmaları gereken konular üzerinde
de durdular. Topluluklar kurularak ve bunları aktif bir şekilde kullanarak workshoplar ve aktiviteler yapılması istendi.
İlerde bizimde aramızdan akademisyenlerin çıkacağı ve bizlerin bu hataları yapmadan, bir şeyleri değiştirebilmek için
kendimizi geliştirecek çalışmalar yapmamız gerektiği belirtildi. Öğrenci değişim programlarıyla veya öğrencilerin kendi imkânlarıyla yurtdışını deneyimlemesi gerektiği üzerinde duruldu. Yanlış görülen konuların sorgulanmadığı ve bu
yüzden yanlışların giderilemediği belirtildi. Proje yarışmaları, meslek odası toplantıları ve diğer faaliyetlerde daha aktif olunması istendi.
Gün sonunda tartışılan bu konuların derlemesi yapıldı. Öğrenci temsilcilerinin forumda konuşulan konuları kendi üniversitelerinde de anlatması istendi. Forumda görüşülen konuların 12 Kasım 2015 tarihindeki kurultayın ‘Öğrenci Oturumunda’ sunulması için Sonuç Bildirgesi hazırlandı ve okundu.
Bildirgenin foruma katılan öğrenci temsilcileri tarafından kabul edilmesi üzerine forum sonlandırıldı.

Benzer belgeler