CİNSEL KİMLİKLER Nefertiti`den Emily Dickinson`a Sanat ve Çöküş

Transkript

CİNSEL KİMLİKLER Nefertiti`den Emily Dickinson`a Sanat ve Çöküş
CİNSEL KİMLİKLER
Nefertiti’den Emily Dickinson’a Sanat ve Çöküş
Camille Paglia (2 Nisan 1947-); Philadelphia Beşeri Bilimler
ve Medya Çalışmaları Üniversitesi’nde Profesör.
1968 yılında Binghamton New York Üniversitesi’nde lisans
eğitimini, 1971-1974 yılları arasında Yale Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı.
Beşeri Bilimler ve medya çalışmaları alanında araştırmalar yapan ve kültür eleştirmeni olarak da çalışmalarda bulunan Prof.
Paglia, daha çok edebiyat, genel ve özel etkileriyle popüler kültür evreni, feminizm, politika, inançlar konusundaki fikirleriyle tanınır. Genel kabul gören feminizmin ve feminist pratiklerin
aykırı bulduğu bir feministtir.
Magazin röportaj editörlüğü de yapmaktadır ve ayrıca, 1995 yılından beri Salon.com’da yazılar yazmaktadır. ABD ve çeşitli
ülkelerde dersler vermekte, televizyon ve radyo programlarına
katılmaktadır.
Elinizde bulunan kitap dışındaki önemli çalışmalarından bazıları şunlardır: Cinsellik, Sanat ve Amerikan Kültürü (Sex, Art,
and American Culture-Vintage Books, 1992); Vamplar ve
Orospular: Yeni Denemeler (Vamps & Tramps: New EssaysVintage Books, 1994); ve The Birds-Kuşlar, 1998 yılında bir
Alfred Hitchcock çalışması olarak İngiliz Film Enstitüsü tarafından Klasik Filmler Serisi içinde yayınlandı. Çalışmaları çeşitli dillere çevrildi. Şiirleri, Pantheon Books tarafından yayınlanmıştır. Sanat, edebiyat, popüler kültür, feminizm ve politika
alanlarında sayısız makalesi vardır.
EPOS YAYINLARI– 21
inceleme
Camille Paglia
CİNSEL KİMLİKLER
Nefertiti’den Emily Dickinson’a
Sanat ve Çöküş
İngilizceden Çevirenler
Anahid Hazaryan, Fikriye Demirci
Yayıma Hazırlayan:
Bâki Alemdar, Anıl Kaya
Kitabın Orijinal Adı:
SEXUAL PERSONAE
Art and Decadence from Nefertiti to Emily Dickinson
© Yale University Press
Yale Nota Bene serisi içinde 2001 yılında yapılan I. Baskıdan çevrilmiştir
© Epos Yayınları, 2004
Düzelti:
Cem Kaan Gürbüz, Anıl Kaya
Kapak Tasarımı ve Uygulama:
Epos – Cem Kaan Gürbüz
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:
Epos
Baskı ve Cilt:
Sözkesen Matbaası (0.312) 395 21 10, Ankara
İvedik OSB 1518. Sk. Mat-Sit İş Merkezi No: 2/40
Yenimahalle, Ankara
İkinci Basım, Şubat 2014
ISBN: 978-975-6790-17-5
Sertifika No: 16468
EPOS YAYINLARI
GMK Bulvarı 60/20 (06570) Maltepe, ANKARA
Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 - 229 98 21
[email protected]
eposyayinlari.com
CAMILLE PAGLIA
CİNSEL KİMLİKLER
Nefertiti’den Emily Dickinson’a
Sanat ve Çöküş
İngilizceden Çevirenler
Anahid Hazaryan
Fikriye Demirci
büyük annelerim
ve
teyzeme
Vinvenza Colapietro
Alfonsina Paglia
Lenora Antonelli
içindekiler
Resim Listesi / 7
Önsöz /9
Teşekkür /11
1. Cinsellik ve Şiddet, ya da Doğa ve Sanat . . . . . . . . . . . . . . . 13
2. Batılı Gözün Doğuşu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .53
3. Apollon ve Dionysos . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .85
4. Pagan Güzellik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .113
5. Rönesans’ta Biçim: İtalyan Sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .155
6. Spenser ve Apollon: The Faerie Queene . . . . . . . . . . . . . . 185
7. Shakespeare ve Dionysos: Size Nasıl Geliyorsa ile
Antonius ve Kleopatra . . . . . . . . . . . . . . . . .209
8. Ulu Ana’nın Geri Dönüşü: Sade’a Karşı Rousseau . . . . . . 247
9. Amazonlar, Analar, Hayaletler: Goethe’den Gotik’e . . . . . . 266
10. Kısıtlanan ve Kısıtlarından Sıyrılan Cinsiyet : Blake . . . . . . 290
11. Doğa Anayla Evlilik: Wordsworth . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .322
12. Lezbiyen Vampir Olarak Daemon: Coleridge . . . . . . . . . . .339
13. Hız ve Mekân: Byron . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .371
14. Işık ve Isı: Shelley ve Keats . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .390
15. Cinsellik ve Güzellik Kültleri: Balzac . . . . . . . . . . . . . . . . . .415
16. Cinsellik ve Güzellik Kültleri: Gautier,
Baudelaire ve Huysmans . . . . . . . . . . . . . . . .434
17. Romantik Gölgeler: Emily Brontë . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .465
18. Romantik Gölgeler: Swinburne ve Pater . . . . . . . . . . . . . . . .487
19. Daemonikleşen Apollon: Dekadan Sanat . . . . . . . . . . . . . . .517
20. Yıkıcı Olarak Güzel Oğlan:
Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi . . . . . . . . . . . . . . . . .541
21. İngiliz Çift Cinsiyetlisi:
Wilde’ın The Importance of Being Earnest’ı . . . . . . . . .560
22. Amerikan Dekadanlar: Poe, Hawthorne, Melville . . . . . . . .602
23. Amerikan Dekadanlar: Emerson, Whitman, James . . . . . . .629
24. Amherstlü Madame de Sade: Emily Dickinson . . . . . . . . . .655
Notlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .710
Resim Listesi
1. Perseus, Medusa’nın başını keserken, Selinus’taki tapınaktan, Sicilya, MÖ
yaklaşık 550–540./ s. 62
2. Willendorf Venüs’ü, MÖ yaklaşık 30.000. / s. 69
3. Kefren, Giza Piramitleri’nden, MÖ yaklaşık 2500. / s. 72
4. Amon, Nib-Amun ve karısı Huy’un ve Ambar yöneticisinin dikili taşı, 18.
Sülale. / s. 76
5. Tek altın küpeli Tanrıça Kedi, Geç Sülale. / s. 75
6. Nefertiti (kopya). / s. 80
7. Nefertiti, MÖ yaklaşık 1350. / s. 81
8. Apollon ve Centaurs ile Lapithlerin Çarpışması (Ayrıntı), Olympia’daki Zeus Tapınağı’nın batı alınlığından, MÖ 465–457. / s. 88
9. Efesli Artemis. HelenistikTasarımlı Roma Heykeli. / s. 89
10. Athena Parthenos. Varvekion Heykeli, MÖ yaklaşık 447–439. / s. 94
11. Dionysos ve Maenadlar. Ressam Kleophrades tarafından yapılmış, Altika
kırmızı desenli amfora, MÖ yaklaşık 500. / s. 102
12. New York Kouros, MÖ yaklaşık 600. / s. 124
13. Kritios Oğlanı, MÖ yaklaşık 480. / s. 125
14. Bizanslı Azizler, 1138-1148. / s. 127
15. Sandro Botticelli, St. Sebastian, 1474. / s. 128
16. Benevento Oğlan. Herculaneum’da bulunmuş MÖ 5. yüzyıla ait bir Yunan
çalışmasının, MÖ I. Yüzyıldan, Augustus Dönemi’nden kalma Roma Kopyası ile Olympia’da galibe takılmış yabanî zeytin dalından arta kalanlar.
Kont Tyskiewicz tarafından 1860’larda Napolili bir satıcıdan alındı. / s. 132
17. Antinous. Yunan Stilinde Hadrianus Dönemi Roma Heykeli, MS 2. Yüzyıl.
/ s. 133
18. Benvenuto Cellini, Perseus Medusa’nın Başıyla, MÖ yaklaşık 1550. / s.
160
19. Donatello, Davut, yaklaşık 1430–32. / s. 161
20. Sandro Botticelli, Venüs’ün Doğuşu, 1485. / s. 164
21. Sandro Botticelli, Primavera, 1478. / s. 166
22. Leonardo da Vinci, Mona Lisa, 1503. / s. 168
23. Leonardo da Vinci, Azize Anne ile Bâkire ve Çocuk, 1508–10. / s. 170
24. Michelangelo, Kymeli Sibyl, 1508–12. / s. 174
25. Michelangelo, Gece, 1525–31. / s. 175
26. Michelangelo, Giuliano de’Medici, 1531–34. / s. 178
27. Michelangelo, Can Çekişen Köle, 1513–16. / s. 180
7
28. Savaşa Hazır Homogeneous, Almanya, 1580. Anton Peffenhauser, Augsburg. / s. 188
29. Yunan Tolgası. Korint Tipi, MÖ yedinci yüzyıl sonu, altıncı yüzyıl başı. / s.
189
30. Sandro Botticelli, Venüs ve Mars, 1485–86. / s. 302
31. William Blake, Tanrı Âdem’i Yaratıyor, 1795. / s. 204
32. William Blake, Infant Joy, Masumiyet ve Deneyim Şarkılarından, 1794. / s.
296
33. Jean-Auguste-Dominique, The Turkish Hamamı, 1862. / s. 299
34. Thomas Phillips, Lord Byron, 1814. / s. 384
35. Elvis Presley Speedway filminde, 1968. / s. 385
36. Eugéne Delacroix, Sardanapalus’un Ölümü, 1826. / s. 424
37. Dante Gabriel Rossetti, Lady Lilith, 1868. Âdem’in uğursuz kabul edilen
ilk karısı. Kibri yansıtan büyülü yüksükotundan oluşan çiçekler. Yılın farklı
zamanlarında açarlar. Bu yüzden de doğanın kraliçesi kabul edilen mitolojik kadını simgelerler. / s. 520
38. Dante Gabriel Rossetti, Astarte Syriaca, 1877. / s. 521
39. Dante Gabriel Rossetti, The Bower Meadow, 1872. / s. 522
40. Sir Edward Burne-Jones, The Briar Wood, 1870-90. / s. 526
41. Sir Edward Burne-Jones, The Doom Fulfilled, 1885. / s. 527
42. Gustave Moreau, Scaea Kapısındaki Helen, yaklaşık 1880. / s. 528
43. Gustave Moreau, Jupiter and Semele, 1869. / s. 529
44. Franz von Stuck, Sin, 1893. / s. 530
45. Aubrey Beardsley, Lima’nın St. Rose’nun Yükselişi. / s. 538
46. Aubrey Beardsley, The Yellow Book’daki oto-portresi, C.3. / s. 539
47. Aubrey Beardsley, The Climax (Şahika) Salomé’den, 1894. / s. 594
ÖNSÖZ
Cinsel Personalar,* I. Dünya Savaşı öncesi döneminden bu yana dar kafalı inançlardan ilham alanların aksine, Batı kültürünün bütünlüğü ve kesintisizliğini ispatlama çabasındadır. Bu kitap, kutsal kitaptaki kurallarla
belirlenen batı geleneğini kabul etmekte ve kültürün anlamsız parçalara
ayrılarak çöktüğünü ifade eden modernist fikri reddetmektedir. MuseviHıristiyanlığın sanatta, erotizmde, astrolojide ve pop kültürde gelişmeye
devam eden paganizmi hiçbir zaman ortadan kaldıramadığını göstermeye
çalışıyorum.
Cinsel Personalar’ın ilk cildi** antikiteyi, Rönesansı ve geç on sekizinci yüzyıldan 1900’e kadar Romantizmi incelemektedir. On dokuzuncu
yüzyıl boyunca Romantizmin Dekadansa dolaysız geçişini, aralarında
Emily Dickinson’ın da olduğu önemli yazarlardan örneklerle gösteriyorum. İkinci cilt, filmlerin, televizyonun, sporun ve Rock müziğin klasik
antikitedeki bütün pagan temaları ne kadar cisimleştirdiğini gösterecektir.
Disiplinler kitap boyunca ortaya koyduğum yaklaşım aracılığıyla birleştirilmeye çalışılmaktadır: Edebiyat, sanat tarihi, psikoloji ve din.
Sanat nedir? Sanatçı neden ve nasıl yaratır? Pek çok akademik çalışma, sanatta ahlâkî yokluğu, saldırganlığı, sadizmi, röntgenciliği ve pornografiyi görmezden gelmiş ya da parlatmıştır. Sanatçı ve sanat eseri arasındaki alanı Cambridge Antropoloji Okulu’ndan esinlendiğim metaforlarla dolduruyorum. Bu çalışmayla Frazer ile Freud’u birleştirmeyi amaçlıyorum.
* Kitap altbaşlığındaki “Decadence” kapak ve içkapakta “Çöküş” ama içsayfalarda
“dekadans” olarak kullanılıp muhafaza edilmiştir. Kitabın başlığındaki ‘Personae’ kimlik
olarak çevrildi. Ancak ‘Personae’yi kitap boyunca aynen kullanıldı. Latince persona sözcüğü ilk olarak “tiyatro maskesi” anlamında kullanılır, Yunanca karşılığı olan prosôpon
sözcüğü de ilkin “yüz”, “çehre”, başkasının bakışına sunulandır, daha sonra “maske” anlamında kullanılır. Sonra elbette ki (tiyatroda) kişilik, oynadığı rol ve bu rolü oynayan
oyuncu anlamları gelecektir. Bu sözcükler maskenin ardından konuşan kişi anlamını çok
daha sonra edinecektir. Doğal sürecindeki bu anlamsal evrimde, bizim gözlerimizle gördüğümüz hiçbir zaman “o kişi” değil, ama her zaman, başkasının bakışına sunulan, herkesin az ya da çok bilinçli olarak oluşturulan bir maske, çoğu zaman gizemini muhafaza
eden bir yüzdür. – y.n.
** Elinizde bulunan kitap, orijinalinde olduğu gibi sözü edilen her iki cildi de kapsamaktadır. – y.n.
9
10
CİNSEL KİMLİKLER
Cinsellik nedir? Doğa nedir? Seksi ve doğayı merhametsiz pagan güçler olarak kabul ediyorum. Cinsel yargı kalıplarındaki hakikatin ve cinsel
farklılıklarının biyolojik temeli konulu vurgumun keskin ihtilaflara neden
olacağına inanıyorum. Ayrıca bu çalışmayla, kadının antik gizemi ve ihtişamını anmayı ve yeniden gündeme getirmeyi amaçladım. Anneyi, erkekleri ömürleri boyunca sadece rasyonellik ve fiziksel başarıyla kurtulabilecekleri cinsel endişeye mahkûm eden karşı konulamaz bir güç olarak görüyorum.
Batı hayatı, sanatı ve düşüncesi, bu kitapta tekrarlanan tipler ve personalar (“maskeler”) aracılığıyla takip ettiğim şahsiyetin hükmettiğini gösteriyorum. Kitabın başlığında Ingmar Bergman’ın zalim, düşsel şaheseri
Persona’dan (1966) esinlendim. Kullandığım yöntem duyumculuğun bir
biçimidir: Akla, duygu ile can vermeye ve okuyucuda kapsamlı bir duygu çeşitliliğine neden olmaya çalıştım. Sanatsal eleştiri ve yorumu, basit
gündelik şeylerin ortaya çıkardığı – kediler, bakkal dükkânları, köprüler,
tesadüfi karşılaşmalar – anlamları ifade ederek, hapsoldukları sınıf ve kütüphane sınırlarından çıkarmayı istiyorum.
1
Cinsellik ve Şiddet,
ya da Doğa ve Sanat
Başlangıçta doğa vardı. Tanrı hakkındaki fikirlerimizin kendisinden çıkarak ve kendisine karşı biçimlendiği arka plan olan doğa, en yüce ahlâkî
sorun olarak kalır. Doğaya karşı tutumumuzu açıklığa kavuşturmadıkça,
cinsellik ve cinsiyeti anlamayı umamayız. Cinsellik doğanın bir alt kümesidir. Cinsellik insanda doğal olanın ta kendisidir.
Yapay bir inşa olan toplum, doğanın gücü karşısındaki bir korunaktır.
Toplum olmasaydı, doğa denen barbar denizin kasırgalarında perişan olurduk. Toplum, doğa karşısındaki o aşağılayıcı edilginliğimizi azaltan, miras alınmış bir biçimler sistemidir. Bu biçimleri tedricen ya da hızlıca değiştirebiliriz, ama toplumdaki hiçbir değişiklik doğayı değiştiremeyecektir. İnsanlar, doğanın özel kayırmasına mazhar değildir. Biz insanlar, doğanın üstlerinde herhangi bir ayrım gözetmeden kudretini sergilediği çok
sayıdaki türden biriyiz sadece. Doğanın bizim ancak birazcık farkında olabileceğimiz bir temel işleyişi vardır.
İnsanî hayat, korku ve kaçışla başladı. Din, yatıştırma törenlerinden,
azap verici unsurları teskin etmeye yönelik efsunlardan doğmuştur. Bugüne değin sıcaktan kavrulan ya da soğuktan donan bölgelere pek az topluluk yerleşmiştir. Uygar insan, doğaya ne kadar boyun eğmiş durumda olduğunu kendinden gizler. Kültürün görkemi, dinin yatıştırıcılığı dikkatini
çeker, inancını kazanır. Ama doğanın herhangi bir kımıldanışı her şeyi tuzla buz etmeye yeter. Yangınlar, seller, yıldırımlar, fırtınalar, kasırgalar, yanardağlar, depremler – her zaman her yerde hazır ve nâzırdır. Felâketler
iyiyi kötüden ayırmadan vurur. Uygarlaşmış hayatın bir yanılsama haline
ihtiyacı vardır. İnsanın hayatta kalma mekanizmaları arasında en kuvvetli
olanı, doğanın ve Tanrının nihaî iyilikseverliği fikridir. Mevcut kültür, bu
fikir olmadan korku ve umutsuzluğa geri dönerdi.
Cinsellik ve erotizm doğayla kültürün iç içe geçtiği buluşma noktasıdır. Cinsellik sorunu, feministlerin bir toplumsal uzlaşma nesnesine indirgemesi nedeniyle, kabaca aşırı basitleştirilmiş oluyor: Toplumu yeniden
düzenleyin, cinsel eşitsizliği ortadan kaldırın, cinsel rolleri arıtın, böylece
her yerde mutluluk ve uyum hâkim oluverecektir. Bu noktada feminizm,
son iki yüzyılın tüm liberal hareketleri gibi, Rousseau’nun mirasçısıdır.
13
14
CİNSEL KİMLİKLER
Toplum Sözleşmesi (1762) şu sözlerle başlar: “İnsan özgür doğar ama her
yerde zincirlere vurulmuştur.” İyi huylu Romantik doğayı yozlaşmış toplumun karşısına çıkartan Rousseau, toplumsal reformlar yoluyla dünyada
cennetin yaratılabileceğini sanan on dokuzuncu yüzyıl ilerlemeci akımını
üretmişti. Bu içi boş umutlar, iki dünya savaşının felaketleriyle yerle bir
edildi. Fakat Rousseauculuk, çağdaş feminizmin kendisinden kaynaklanarak geliştiği 1960’ların savaş sonrası kuşağında, yeniden doğdu.
Rousseau, ilk günahı, Hıristiyanlığın insanın kötülüğe teşne biçimde
kirli ve suçlu doğduğu itikatından kaynaklanan kötümser anlayışını reddeder. Rousseau’nun insanın doğuştan iyiliğine dair Locke’tan kaynaklanan
kendi düşüncesi, bugün ABD’de toplumsal hizmetlerde, ceza hukuku
mevzuatında ve davranışçı terapi uygulamalarında hâkim etik durumdaki
toplumsal çevreciliğin yolunu açtı. Bu anlayış, saldırganlığın, şiddetin ve
suçun toplumsal yoksunluktan – yoksul bir mahallede kötü bir evde yaşamaktan – kaynaklandığını varsayar. Dolayısıyla da, feminizm, ırza tecavüzün suçunu pornografiden bilir ve kendi kendini doğrulayan döngüsel
bir akıl yürütmeyle sadizm tezahürlerini kendisine karşı bir tepki olarak
yorumlar. Ne var ki ırza geçme ve sadizm tarih boyunca bütün kültürlerde rastlanan vakalardır.
Bu kitap, Batı edebiyatının önemli yazarlarından en az okunmuşu olan
Sade’ın bakış açısını benimsiyor. Sade’ın, ilk büyük Rousseaucu deney
olan ve politik cennetle değil, Terör Dönemi’nin cehenneminde sonuçlanan Fransız Devrimi’nden on yıl sonra kaleme aldığı eserleri, hiciv tarzında yazılmış geniş kapsamlı Rousseau eleştirileridir. Sade, Locke’dan ziyade Hobbes’un yolunu izlemiştir. Saldırganlık doğadan gelir; Nietzsche’nin güç istemi olarak adlandıracağı şeydir. Sade’e göre, doğaya dönmek (cinsel danışma merkezlerinden lifli yiyecek reklâmlarına, hâlâ kültürümüze işlemeye devam eden Romantik zorunluluk) dizginleri şiddet
ve şehvete bırakmak demektir. Bu görüşe katılıyorum. Toplum suçlu değildir, ama suçu denetim altında tutan güçtür. Toplumsal denetim zayıfladığında, insan doğasında varolan bütün acımasızlık açığa çıkar. Tecavüzcüyü yaratan toplumsal koşulların kötülüğü değil, esasen toplumsal koşullanmanın iflâsıdır. İktidar ilişkilerini cinsellikten kapı dışarı etmeye çalışan Feministler, kendilerini doğaya karşı konumlandırmıştır. Cinsellik
güçtür. Kimlik, güçtür. Batı kültüründe, sömürücü olmayan tek bir ilişki
biçimi yoktur. Herkes hayatta kalmak için öldürmüştür. Doğanın evrensel
kanunu olan yok ederek yaratmak, maddede olduğu gibi düşüncede de işler. Kimlik, Nietzsche’nin vârisi Freud’un ileri sürdüğü gibi, kimlik, çatışmadır. Her kuşak sabanını ölülerin kemikleri üzerinde sürer.
Modern liberalizm, çözüme kavuşmamış çelişkilerden musdariptir.
Bireyselliği ve özgürlüğü yüceltir, radikal kanadı toplumsal düzenleri
CİNSELLİK ve ŞİDDET ya da DOĞA ve SANAT
15
baskıcı olmakla suçlar. Fakat öte taraftan da yönetimin herkese eşit imkânlar sağlamasını bekler; yani ancak otoritenin daha da genişlemesi ve
bürokrasinin güçlendirilmesiyle mümkün olabilecek bir beceri talep eder.
Başka bir ifadeyle liberalizm, yönetimi zorba bir baba olarak tanımlar, ancak ondan esirgeyici bir ana gibi davranmasını da talep eder. Feminizm bu
çelişkileri miras almıştır. Her türden hiyerarşiyi baskıcı ve toplumsal bir
uydurma olarak; kadın konusundaki her bir olumsuzluğu da bizzat kadını
mevcut konumunda tutmak amacıyla tasarlanmış bir erkek yalanı olarak
görür. Feminizm, kadınların politik eşitliğine uygun olan misyonun öte tarafına geçip, olumsallığın, yani doğa ya da kaderle belirlenen insanî sınırların inkârı noktasına varmıştır.
Cinsel özgürlük, cinsel kurtuluş. Modern bir yanılsama. Bizler hiyerarşik hayvanlarız. Bir hiyerarşiyi süpürüp atın, yerini muhtemelen öncekinden daha zor katlanılır bir başkası alacaktır. Doğada hiyerarşiler vardır
ve toplumda da birbirlerinin yerine geçebilen hiyerarşiler bulunur. Doğada, kaba kuvvet, en uygunun hayatta kalması yasadır. Toplumda, zayıflar
için korunmalar vardır. Toplum, doğala karşı kırılgan barikatımızdır. Devletin ve dinin itibarı azaldığında, insanlar özgürdür, ne var ki bu özgürlüğü katlanılmaz bulur, uyuşturucular ya da depresyonla kendilerini köleleştirmenin yeni yollarını arar. Benim teorim, cinsel özgürlük arayışı ya da
kazanımını, sado-mazoşizmin de takip edeceğidir. Romantizm her koşulda çöküşle sonuçlanır. Doğa katı bir angaryacıdır. Bireyselliği ezen çekiç
ve örstür. Mutlak özgürlük, toprak, hava, su ve ateş tarafından yok edilirdi.
Cinsellik, feminizmin kabul ettiğinden daha karanlık bir güçtür. Cinsellik konusunda çalışan davranışçı terapistler, suçluluktan arınmış, hatâsız bir cinselliğin mümkün olduğuna inanır. Ne var ki, cinsellik bütün kültürlerde tabularla kuşatılmıştır. Cinsellik, ahlâkın ve iyi niyetin ilkel dürtülere yenik düştüğü, insan ile doğa arasındaki temas noktasıdır. Ben bunu kesişme olarak adlandırıyorum. Bu kesişme, her şeyin geceleyin geri
geldiği Hekate’nin tekinsiz kavşağıdır. Erotizm, hayaletlerin kol gezdiği
bir âlemdir. Soluk yüzlerin ötesindeki, hem lânetli hem tılsımlı bir yerdir.
Bu kitap, kültürün en iyi dileklerimize aykırı olan ne kadar çok şey
içerdiğini gösterir. İnsan bedeninin zihniyle bütünleşmesi, cinselliği bir
haz eylemi kılmak ya da kadınların yurttaşlık haklarını genişletmek gibi
yollarla çözümlenemeyecek kadar derin bir meseledir. Vücut bulma, zihnin maddeyle sınırlanması, imgeleme yapılmış bir hakarettir. Aynı ölçüde
tahkir edici bir başka şey de bizim tercihimiz olmayan fakat doğanın bize zorla kabul ettirdiği cinsiyettir. Fizikselliğimiz bir işkencedir; bedenimiz ise Blake’in üzerinde çarmıha gerilmiş bulunduğumuzu tahayyül ettiği doğanın ağacı.