Nusrat`ın başarısı... - Arıyorum İTÜ Gazetesi
Transkript
Nusrat`ın başarısı... - Arıyorum İTÜ Gazetesi
arıYORUM itü gazetesi onikinci sayı, üç-onyedi aralık ikibinyedi İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü’nün süreli yayınıdır. 15 günde bir yayınlanır. ISSN: 1305-4783 Nusrat’ın başarısı... Türkiye’nin güneş enerjisi ile çalışan ilk teknesi Nusrat, Amerika’da dünya üçüncüsü oldu Eğitim ‘çevrim’e girdi B ilgi İşlem Daire Başkanlığı’nın yeni hizmeti online öğretimin bütün olanaklarını İTÜ’lülere sunuyor. Ninova adı verilen bu eğitim platformu, öğretim üyesi ile öğrencilerin yer ve zamandan bağımsız olarak buluşmasını sağlıyor. 4000’den fazla öğrencinin ders takibi yaptığı bu hizmete ilgi gittikçe artıyor. > 8. sayfa Boğaziçi’nin bekçisi: Rumeli Kavağı B İ stanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Güneş Teknesi Takımı tarafından tasarlanan ve üretilen, Türkiye’nin güneş enerjisi ile çalışan ilk teknesi ‘Nusrat’, 13-17 Haziran 2007 tarihlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Arkansas Eyaleti’nde düzenlenen “Solar Splash 2007 - Güneş Tekneleri Yarışması Dünya Şampiyonası”nda üçüncülük derecesini aldı. Çeşitli kategorilerde gerçekleştirilen yarışma sonucunda İTÜ Güneş Teknesi Takımı altı farklı ödüle layık görüldü. Dünya üçüncüsü güneş teknesi Nusrat, en iyi elektrik sistemi tasarımı, en iyi güneş enerjisi sistemi tasarımı, en iyi görsel sunum, en iyi çaylak takım ve manevra yarışı üçüncülüğü ödülleri ile birlikte toplam altı ödüle sahip oldu. > 10 ve 11. sayfa Türkiye ‘çalıntı bilim’i tartışıyor alıkçı teknelerinin ve tamir edilmeyi bekleyen ya da çoktan ıskartaya çıkarılmış balıkçı ağlarının süslediği iskele ile martıların çığlıkları eşliğinde Karadeniz’den İstanbul’a gelmekte olan gemilere hoş geldin diyoruz. Sokak Sokak İstanbul bu sefer Rumeli Kavağı’nı ağırlıyor. > 23. sayfa ‘Arıba’lar yine şampiyon oldu N ature Dergisinin Eylül 2007’de yayımlanan sayısında Türkiye’deki bilimsel etik anlayışı ve intihal hakkındaki haber üzerine üniversite çevrelerinde ‘bilim etiği’ gündeme geldi. Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) yayımladığı bir bildiri dikkatleri çekti. ‘Bilimde dürüstlük’ diyen Prof. Ayşe Erzan bilim ahlakında köklü bir atılım yapılması gerektiğini vurguluyor. Prof. Tayfun Akgül ise bilimsel yayın denetlemelerinin yetersiz olduğu görüşünde. > 16. sayfa Değişen önşartlar İTÜ, Stratejik ‘Yola çıkmadan başarılı olunamaz’ okul uzattı Planla eleştirdi B elki de günümüzün en çok ‘uğraşan’ adamıdır Orhan Kural. Öyle farklı, öyle heyecanlı ve öyle ilginçtir ki hayat macerası, her adımı ayrı bir kitap gibidir. Orhan Kural’ı gerçekten tanımak ve başarısının sırlarını öğrenmek için bu röportajı okumalısınız. > 14 ve 15. sayfa G eçtiğimiz akademik yılın sonunda uygulamaya konulan DD önşartı, birçok öğrencinin okulu uzatmasına neden oldu. Uygulamanın bütün öğrencileri etkiliyor olması, özellikle 3. ve 4. sınıflardaki öğrenciler tarafından tepkiyle karşılandı. > 17. sayfa İ stanbul Teknik Üniversitesi, 20072008-2009 yılları için öngörülen Stratejik Plan’ı yayımladı. Planda devletin ve üniversite paydaşlarının ‘zayıflıkları’ dile getirilirken, 2009 yılı sonuna kadar ulaşılabilmesi düşünülen büyük hedefler bulunuyor. > 18. sayfa İ TÜ’nün güneş enerjili arabaları, Formula G 2007 Şampiyonası Yarışması’nda yine birinci ve ikinci sırayı aldılar. Uzun yıllardan beri çalışmalarını sürdüren ekip, geçtiğimiz yıl İzmir’de Ege Kupası’nda birinci ve üçüncülüğü, İstanbul Park’ta yapılan şampiyonada birinci ve ikinciliği, bununla birlikte de özgün tasarım ödülünü almışlardı. Bu yıl Ankara’da yapılan şampiyonluk yarışında ise yine birinci ve ikinci sıraya yerleşen ekip bugüne kadar 3 farklı araç üretti. > 13. sayfa İTÜ Geliştirme Vakfı’nın katkılarıyla... 2 arıYORUM 3-17 Aralık 2007 Hoşgörü Yılıydı Fatih Avcı 2007 yılı UNESCO tarafından Dünya Mevlana Yılı ilan edildi. Daha önceleri de yine UNESCO tarafından Yunus Emre yılı ilan edilmişti. Kendi değerlerimize, genel anlamı ile yakın olduğumuz topraklarla ilgili değerlere, nedense hep uzaklardaki ülkeler sahip çıkıyor. Ya da buna sahip çıkan ülke (Amerika) hep kendinden binlerce kilometrelerce uzaktaki değerlere sahip çıkmaya çalışıyor. Bu konuda iyi niyetli düşünebilmek, bana kalırsa Irak’ta barış olacağına inanmak kadar uzak görünüyor. Ancak yine de Hoşgörü ile ilgili etkinliklerin yoğunca yaşandığı bir yıl oldu. Hoşgörü dediğimiz kavram panel düzenleyip üç-beş konser vermekle mi oluyor bilmiyorum. ‘Lafa değil işe bak’ denilmesi gerekiyor bazen. Evet, hoşgörü yılıydı. Hoşgörebildiğimiz kadar hoşgördüğümüz bir yıldı bu. Ölümleri, savaşları, cinayetleri, haksız kazançları hoşgördüğümüz yıldı. Fikir özgürlüğünü savunup ancak kendimize karşı olmayanları hoşgördüğümüz yıldı. Gücü parayla ölçenleri tamamı ile, çok çalışıp ekmek yiyemeyenleri ise ‘hakettiği kadar’ hoşgördüğümüz bir yıldı 2007. Uzayıp gider böyle. Üniversitedeki hoşgörüye gelecek olursak dışarıdakinden pek de farklı değil. Belki de bizim farklı olması gerektiğini düşünmemiz yanlıştır. Geçtiğimiz aylarda Vadi Yurtları’nda bir tartışma yaşanmıştı. Vadi Yurtları Reşitpaşa’ya hemen sınırda bulunuyor. Reşitpaşa da bilindiği gibi İTÜ’ye tahsis edilen arazi üzerine kurulu bir semt. Yurtların etrafı demir tellerle çevrili. Teller arkasında lokanta ve marketler bulunuyor. Yurtta kalan öğrenciler çoğunlukla ihtiyaçlarını böyle karşılıyorlar. Yurtta kalan iki arkadaşımızla Reşitpaşa’nın 14-15 yaşlarındaki iki genci yol üstünde tartışıyorlar. İki taraf da alttan almıyor malesef. Yurda giriyor arkadaşlar bu tartışmalardan sonra. Derken Reşitpala’lı yaklaşık 20 genç yurdu basıyorlar; bağırıp küfürler ederek. Araya giriyoruz. Bizim arkadaşların tartıştığı gençlerin ağabeyleriymiş. Tartışma sebebi burada bahsetmeye değmeyecek kadar gülünç. Güvenlik görevlileriyle Reşitpaşalı gençler ikna edilmeye çalışılıyor. Derken gençler yurttan ayrıldı. Ardından yurdun bahçesinde olayla ilgili fikirler söylenmeye başlandı. Aynı zamanda güvenlik tutanak da tuta- caktı. Benim dikkatimi çeken bu fikir söyleme sırasındaki arayıştı. Bu arayış ‘suçlu’ arayışıydı. Reşitpaşalılar mı yoksa İTÜ’lüler mi suçlu? Hangisi sataştı, hangisi tartışmayı açtı vs... Kadın programlarının reytingini artırmak için kullanılan yöntemlerden biri de budur aslında, suçluyu aramak ve teşhir etmek. Bunun merakını yaşar herkes. Oradaki ortam da öyleydi. Düşündüm epeyce suçlu kim diye. Reşitpaşalı gençler mi yoksa bizim üniversiteli gençler mi? Acaba bir taraf suçlu olmalı mı sizce? Biraz kendimize baksak kendimizde de suç görebilir miyiz? Orada yaşayan insanlarla yurt arasına demir teller çekende, o demir tellerin çekilmesini gerektirecek bir toplumsal düzeni oluşturan siyasette suç yok mu? Halkın üniversiteye ve üniversitelilere farklı gözle bakmasını sağlayan bu sistemde suç yok mu? Reşitpaşalı gençlerin yurdun içerisine rahatça girip herhangi bir odayı çalıp ‘ağabeyim, bana şu matematik probleminde yardımcı olur musun?’ diyeceği rahatlığı ve güveni sağlayamayanlarda suç yok mu? Peki Reşitpaşalı ailelerin Ramazan ayında bir akşam iftara da yurttan birkaç öğrenciyi çağırmaktan çekinmesinin nedenlerini oluşturanlarda? Peki ya bizde? Ufak bir köye gittiğinizde hiç ummadığımız kadar iyi karşılanırız üniversiteli olduğumuz için. Halkın beklentisi vardır çünkü bizden, geleceği görür bizde ve geleceğini ister. Buna uygun davranmadığımız için bizde de suç var mıdır? Geçtiğimiz yıl gazetemizden Hamza Akın arkadaşımızın fikri ile ‘Bir Başka Yol’ adında bir gönüllülük projesi başlatmıştık. Dersaneye gidemeyen öğrencilere, İTÜ’lü gönüllüler ücretsiz ders verdi aylarca. Haftasonlarını bu iş için ayırdılar. Sadece haftasonlarını değil, dersler çoğalınca haftaiçi günleri de dahil ederek ders verdiler. Bu projenin başlamasıyla çok güzel bazı etkileşimler de oldu. Liseli öğrenciler Maden Fakültesi’nde haftasonları ders alıyorlar, haftaiçinde ise ders veren gönüllülerle belirledikleri yerlerde, çoğunlukla da o zaman Otomasyon binasında bulunan gazete odamızda çalışıyorlardı. Birkaç kere rastladım habersizce gelen lise öğrencilerine. Çözemedikleri soruları getirmişlerdi. ‘Beklediğiniz biri var mı’ diye sorunca ‘burada bu problemleri çözecek birilerini buluruz diye geldik’ cevabını almıştık. Evet, o problemleri çözecek birileri vardı. Her zaman da var. Hangimiz kantinde otururken bir lise öğren- cisinin gelip soracağı matematik problemini yanıtlamayız? Hangimiz bir ortaokul öğrencisi kampüste yolumuzu çevirip bir problem sorduğunda yardımcı olmayız? Olmayanımız olur mu? İşte bu soruyu kendimize sormamız ve az önce aramakta olduğumuz suçluyu biraz da bu yolla aramaya çalışmamız lazım. Belirtelim, Bir Başka Yol projesi bu yıl Gönüllülük Kulübü altında olarak çalışmalarını sürdürüyor. Destek olunması gereken en öncelikli proje budur bence. Hoşgörü yılında bu tür olaylar oluyor. Hepimizin hoşgördüğü meselelerde yine bir ‘sınır’ var. O sınır da aslında bizim önyargılarımızdan oluşuyor. Farklılığa hoşgörümüz, farksız olanlara gösterdiğimizden çok daha az. Bunları zaman zaman paylaşacağız. Paylaştıklarımızı da somutlaştırabilirsek ne mutlu. FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK Gazetemizi uzun bir süre yayınlayamadık. Bunun çeşitli nedenleri vardı tabii. Maddi problemlerden oda sıkıntısına kadar uzanıyor. Bu problemleri yeni yeni hallediyor ve özlem duyduğumuz kurumsallığa oturmaya başlıyoruz. Geçtiğimiz haftalarda gazetemizin çıkışını biraz daha heyecanlı kılabilmek için afişler hazırladık; Fırtına Öncesi Sessizlik, Çok Beklettik, Az Daha Bekleyin sloganlı afişler astık. Ukalalık yapmış olmayalım, elbette ‘kendimizi çok geliştirdik, müthiş ötesi bir sayı hazırladık’ diye bir iddiamız yok. Ayak seslerimizi duyuralım istedik sadece. Bu yıldan itibaren süreklilik konusunda ciddi bir çalışma içerisine girdik. Yeni planımıza göre artık Arıyorum’u 15 günde bir yayınla-yacağız. Ortalama 24 sayfa olacak gazetemizde bu sayede güncel haberlere daha sık ve zamanında yer verebileceğiz. Geçtiğimiz yıllarda başlattığımız farklı projelere bu yıl da girişeceğiz. Sürekli yeni üye alıyoruz, bilgilerimizi aktarıyor ve hemen ortak çalışmalara başlı-yoruz. Bütün okurlarımızdan, oturdukları yerden bize destek olmalarını da istiyoruz. İsteyen bütün arkadaşlarımızın fikir ve düşüncelerine yer vermek, yapıtlarını yayınlamak ve özellikle toplumsal projelerde işbirliği yapmak isteriz. Bu konuda bizim de çeşitli projelerimiz var. Arıyorum’u tüm İTÜ’ye hitap edecek ve herkesin üretimlerini sunabileceği bir platform olarak düşünmenizi istiyoruz. Bu isteğimize paralel olarak değişik uygulamalar içine girdik. Bu uygulamalardan biri yakın bir zamandan itibaren görmekte olduğunuz ‘Basın Kulübesi’dir. BASIN KULÜBESİ Önceki yıllarda Milliyet Gazetesi’nin kullandığı bir kulübeyi gazeteden istedik. Milliyet Gazetesi’nden Sayın Mustafa Can beyefendiye teşekkür etmek isteriz, gazete olarak hiçbir karşılık beklemeden bize kulübeyi hediye ettiler. Biz bu kulübeyi 75. 26 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 Öğrenciye Karantina Üniversiteye Yakışmıyor Yıl Öğrenci Sosyal Merkezi çevresinde bulundurup, gazeteleri dağıtmak, çeşitli etkinlikleri gerçekleştirebileceğimiz bir ortam oluşturmak, gazeteye daha hızlı ulaşabilmenizi ve fikirlerinizi yazıp kulübede bulunacak bir kutuya istediğiniz zaman atabilmenize olanak sağlayacak bir şekilde tasarlıyoruz. Toplantılarımızda çıkan çok değişik fikirler var. Bunları da, özellikle bahar döneminde uygulamaya geçirmeyi planlıyoruz. Bu yıl güzel çalışmalar yapacağız. Yaptığımız her etkinlikte sözünüzün geçeceğini, istediğiniz zaman fikirlerinizle katkı yapabileceğinizi ve bize istediğini zaman ulaşabileceğinizi belirtmek isteriz. Özellikle üniversitenin gerçek üretkenleri olan kulüp üyesi arkadaşlarla ortak çalışmalar yapmaktan mutluluk duyarız. HAVUZA TAŞINDIK Yaklaşık bir ay önce yeni yapılan havuz binasındaki kulüpler için ayrılan kısma taşındık. Rektör Bey çok güzel bir havuz yaptı ama üzülerek söylüyorum ki o havuz yönetilemiyor. Gerçekten havuz işinden anlayan insanları görevlendirmeniz gerekiyor. Hele ki bürokrasi mantığıyla ve hiyerarşik örgütlenme modelini iyice sindirtmeye çalışarak yönetmeye çalışmak faydadan çok zarar verir ki vermekte olduğuna her gün tanık oluyoruz. Açık konuşayım Spor Birliği havuzu yönetemiyor. Bu konuda çok eksiklikleri var. Kendi ilgi alanları olan kısımla ilgili eksikliklerini tamamlamamışken Kültür ve Sanat Birliği kulüpleri için tahsis edilen alanda da müdahil olmaya çalışıyorlar. Amacımız burada yıkıcı eleştiriler yapmak değil. Topluma mal olan bir üniversitenin içerisindeki bir hacmin iyi kullanılmasına elimizden gelen bütün desteği sağlamaya da hazırız. Havuza taşındığımız ilk günden beri farklı uygulamalarla karşılaşıyoruz. Bunların çok kısa sürede düzeleceğini düşünerek 26 Kasım 2007 günü İTÜ Kamuoyuna duyurduğumuz, aynı zamanda TeknikForum.com adresinden de gündem oluşturduğumuz yazıyı buradan da yayınlama gereğini hissediyorum. Takdir kamu vicdanınındır. Geçtiğimiz aylarda, İTÜ Olimpik Yüzme Havuzu’nun açılması ile birlikte, Rektörlüğün daha önceden KSB’ye tahsis ettiği bölümle ilgili, havuzu idare etme görevi verilen Spor Birliği birçok konuda uzlaşma sağlayamadı. Bunun acı faturasını da İTÜ’de okuyup, düşünüp ‘üretim yapan’ biz öğrenciler çekiyor. İTÜ Basın Yayın Kulübü olarak Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı’ndaki odamızdan çıkarıldık ve havuza geldik. Yeni odamızın heyecanını henüz yaşıyorken odaya ilk girişimizde Spor Birliği tarafından güvenlik zoruyla çıkartıldık. Nedeni ise garip: burada öğrenciler çalışamaz! Peki kim çalışabilir? Üniversite ne için vardır, ne öğretir, ne gösterir, kime gösterir? Yazdığımız dilekçeler etkili olacak olmalı ki tekrar odamıza yerleştik. Ama Spor Birliği’nin havuzdaki öğretim üyesi ve idarecileri, bizi burada emanet hissetirmek için elinden geleni ardına koymadı. Havuz’un ana kapısı ile bizim odamız arasındaki geçiş öğrencilerin giriş-çıkışına yasaklandı. Havuzun girişinde bulunan kantine 25 metre ile ulaşabilecekken, diğer çıkıştan merdivenle zemin katına inip, alt kattaki resepsiyon girişinden geçip tekrar merdiven ile, geçişi yasak olan kapının hemen ilerisin- deki girişe çıkıp kantine ulaşabiliyoruz. Neden? Çünkü öğrenciler o girişi kullanamazlar. Yine, aynı katta bulunan tuvaletler bize yasak. Nedeni Kemal Sunal ile Şener Şen filmini anımsatıyor. Tuvalet içinse yine alt kata inip, oradaki soyunma odasından geçip tuvaletlere ulaşıyoruz. Tabii çaktırmadan aynı kattaki tuvalete girmeyi denemiş olsak da tuvaletlerin kilitlenmiş olması bizi yine engelliyor. Belki de bu ihtimale karşı tam da bizim kulübümüzün kapısının önüne kocaman ‘GİRİLMEZ’ yazısı koydular. Odamıza ilk yerleştiğimizde genel bir temizlik yapılmıştı. Ondan sonra bizim kattaki diğer odalar temizlenirken bizim oda temizlenmedi. Yaklaşık 20 gündür odayı temizlenmeden kullandık. Önceden, kulüp öğrencilerinin girdiği B kapısına galoş koymuşlardı. Sonra onu da kaldırdılar. Dolayısıyla odaya çamurlu ayakkabılarla girmek zorunda kaldık. Bunu sorduğumuzda ise yanıt şu oldu: her gün o galoşlara 20 YTL veriyoruz. Peki biz ne için giriyoruz o binaya? Bu kadar öğrenci neyi amaçlıyor da geliyor? Tabii biz öğrenciyiz, odayı da temiz kullanamıyoruz. Su ısıtıcımız bozuk olduğu halde içmediğimiz kahve lekesinden sorumlu tutuluyoruz. Neden? Galiba neden sadece öğrenci olmamız. Ve en son uygulama olarak da alt kattan geçerek çıktığımız merdiven de kapatılmış ve üzerine yine zincirli ‘GİRİLMEZ’ yazısı konulmuş. Kantine girmek için bu sefer indiiğimiz merdivenlerden sonra bina dışına çıkıp, ana kapıdan girmemiz gerekiyor. Ben bir öğrenci olarak kendimi karantina altına alınmış gibi hissediyorum. Köklü bir üniversitede öğrenciye verilen değer buysa, lütfen eğitim sisteminden bahsetmeyelim. Bu uygulama bir son bulsun. !!! Belirtme gereği hissediyorum. Birkaç kere gece çalışması için Kültür ve Sanat Birliği'nin izni ile havuzdaki odamızda kaldık. İkinci kalışımızda, o sıra güvenlik görevliliği yapan öğrenci arkadaşımıza tutanak tutmasını istemişler. Birincisi hırsızlık şüphesi taşıyanlara yakışacak bu uygulama girişimi son derece ilkel bir harekettir. Giriş-çıkışlarda zaten kamera var. Güvenlik görevliliği yapan öğrenci arkadaşımız da bu uygulamaya, haklı olarak, karşı çıkmış. Derken en çok üzüldüğümüz olay, bu arkadaşımızın görevine son verilmiş. Eminim bunun sebebi de okuyabilmek için para kazanmak zorunda olan güvenlik görevlisinin öğrenci oluşudur. Bütün bu olaylardan sonra beni en çok üzen bu oldu. Buna vesile olduğumuz için derin bir vicdan acısı çekiyorum. İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü Arıyorum İTÜ Gazetesi, Süreli Yayın, ISSN: 1305-4783 Yayın Kurulu: Fatih Avcı, Sefa Demir, Oya Ekmekci, Esin Ekmekci, Umut Gülbayrak, Necip Duman, Gökçe Sezgin, Mehmet Akif Ceylan, Güven Çalışkan, Gökhan Gürlen, Fevzican Abacıoğlu, Burak Avcı, Emine Yılmaz, Ömer Deniz Akyıldız, Ufuk Çavuş, Ufuk Şişli, Burak Patpat, Oğuzhan Demirci, H. Özgür Kurt, M. Can İban, Mümin Çentez, F. Ülkü Çelik, Selen Günce, Neslihan Karabulut, Dilay Kaymak, İTÜ Basın Yayın Kulübü Utku G. Borataç, Cem Varışlı, Arıyorum Gazetesi Ozan Karahan, Kasim Oktay İstanbul Teknik Üniversitesi Adına; Yayın Sahibi Prof. Dr. Erkin Nasuf, Yayın Yönetmeni Y. Doç. Dr. Beyza Taşkın Baskı: DPC İstanbul Olimpik Yüzme Havuzu Binası B girişi No: 306 Ayazağa Yerleşkesi Maslak-İstanbul [email protected] www.gazete.itu.edu.tr 3 4 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 10 Kasım’da İTÜ’de Olmak Atatürk’ün düşünce, eylem ve ilkelerinin anlaşılmasına ve anlatılabilmesine katkı sağlamak, Cumhuriyet döneminde özellikle mühendislik, bilim ve öğretim alanlarında yapılanları değerlendirmek ve Ulu Önder Atatürk’ü akıl ve bilim bayramı coşkusu içinde anmak amacıyla 8-9-10 Kasım 2007 tarihlerinde Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde ’’Atatürk’ü Anma Etkinlikleri’’ düzenlendi. Oğuzhan Demirci E tkinliğin ilk gününde Rektör Prof. Dr. Faruk Karadoğan'ın yaptığı açılış konuşmasının ardından Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Süheyl Batum Nutuk'un 80. yılı ile ilgili konuşmasıyla, ünlü tiyatro sanatçısı Metin Akpınar ise kendine has mizahi üslubuyla Cumhuriyet’i geçmişten bugüne değerlendirdi. Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe Ulu Önder ile paylaştığı anılara değindi. Konuşmaların ardından ünlü modacı Faruk Saraç'ın hazırladığı ve ''Sarı Zeybek'' ismini verdiği ''Atatürk Giysileri Sergisi'' konuklar tarafından ilgiyle izlendi. Rektör Karadoğan'ın davetli konuşmacılara plaket vermesinin ardından düzenlenen kokteyl ile etkinliklerin ilk günü sona ermiş oldu. Ayrıca gün içinde fotoğraf sanatçısı Stuard Kline’nin düzenlediği ‘’Türk Sivil Havacılık Tarihi Fotoğraf Sergisi’’, Uçak ve Uzay Fakültesi’nin derece alan öğrenci projeleri, Ulusal Tekstil Makinaları Sergisi ile Ormo ve Nako İplikleri Sergisi davetlilere sunuldu. Etkinliğin ikinci günü üç farklı oturumdan oluştu. Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde Mehmet Kum, Özcan Ertem ve Mehmet Şekercioğlu' nun katılımlarıyla ''Cumhuriyet Döneminde Havacılığımız'' başlığı altında bir oturum düzenlendi. Gümüşsuyu Yerleşkesi Makine Fakültesi Orhan Öcalgiray Konferans Salonu'nda Cem Kaprol, Arzu Kaprol ve Mehmet Kumbaracı'nın katılımlarıyla ''Cumhuriyet Dönemi’nde Tekstil'' oturumu gerçekleştirildi. Aynı gün yine Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde Rektör Karadoğan'ın başkanlığında Öğretim Birliği paneli düzenlendi. Panelde İlber Ortaylı, Bozkurt Güvenç, Fahamettin Akıngüç ve Doğan Kuban; eğitim dili, laiklik ve Cumhuriyet’in eğitim devrimine katkısı gibi konulara değindi. 10 Kasım Cumartesi sabahı Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde Anma Töreni gerçekleştirildi. Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün huzu- runda saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından okunan Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku konuklara duygusal anlar yaşattı. Rektör Karadoğan'ın konuşmasının ardından öğrenciler adına Gökçe Sönmez günün önemine dair bir konuşma yaptı. Cihat Aşkın’ın ‘Kocatepe Türküsü’ adlı bestesini sunduğu konserin ardından davetli yazar Erol Mütercimler'in konuşma yaptı. Her yıl düzenlenen Özdeyiş Yorumu Yarışması’nda derece alanlara ödül verilmesi ile tören son buldu. Etkinliklerden Akılda Kalanlar Rektör Karadoğan : “ Ne mutlu gerçek Atatürkçü olabilene!” “10 Kasım’da İTÜ’lü olmak, Atatürkçü olmak demek.” ''Atatürk’ün düşüncelerini,yaptıklarını ve yapmak istediklerini özümsemek boynumuzun borcudur. Onun düşüncelerini,görüşlerini ve inkılaplarını kuşaktan kuşağa aktarmada sanatçılarımızın ve bilim adamlarımızın da önemi büyüktür.'' Süheyl Batum : '' Türk milleti hiçbir iz bırakmadan yitip gitmeyecektir.'' Metin Akpınar : ''Ekonomik özgürlüğün olmadığı bir ülkede cumhuriyet yurttaşı olabilmek çok zordur.'' İlber Ortaylı: “ Memlekette insanlar aynı dili konuşur, aynı kültür altında birleşirler. Memleket bir havaalanı değildir!” Doğan Kuban: “ Kadının yüzünü bile göstermemeye yatkın olduğu bir toplumda 50 senede kadınların erkekler kadar etkin olması önemli bir olaydır.” Bozkurt Güvenç: “Cumhuriyet bir kültür, aydınlanma ve eğitim devrimiydi.” “ Cumhuriyet’in kaderi eğitimle başladı.” “ Kızların eğitimdeki varlığını %20’den %80’ e çıkararak bir sayısal başarı (!) elde ettik; ama başörtüsünü engelleyemedik. Bunun sebebini okul dışında aramakta keramet var.” İTÜ Radyosu Yayında 1 945 yılında Türkiye’nin ilk üniversite radyosu olarak yayın hayatına başlayan İstanbul Teknik Üniversitesi Radyosu 1971 yılında düzenli yayınlarına son verilmesinin ardından 29 Ekim 1995 tarihinde tekrar düzenli olarak yayına başlamıştır. Günümüzde sadece internet üzerinden yayın yapan İTÜ Radyosu,popüler müziğin aksine, üniversite gençliğine hitap eden parçalara yer vermektedir. İTÜ Radyosu ve Arıyorum Gazetesi’nin ortak çalışması sonucu, radyoda haftalık haber bültenleri yayınlanmaya başlandı. Hafta içi her gün öğle ve akşam saatlerinde bülten yayınlanmaktadır. İTÜ Radyosu’nu www.radyo.itu.edu.tr adresinden dinleyebilirsiniz. Bilimin Merkezi Halka Açıldı U zun yıllardır kapalı olan, eski adıyla İTÜ Deneme Bilim Merkezi, İTÜ Bilim Merkezi ismiyle yeniden yapılandırılarak 7 Kasım 2007 Çarşamba günü Rektör Karadoğan tarafından İTÜ Taşkışla Yerleşkesi’nde hizmete girdi. Merkezde bilimsel kuramların deneysel açıklamalarına olanak tanıyan çeşitli aletler bulunmaktadır. Özellikle ilköğretim öğrencileri olmak üzere tüm meraklıların ilgisini çekebilecek olan merkez, her gün 10.00–17.00 saatleri arasında ziyarete açıktır. Rektörlükten kitap yazımına destek İTÜ rektörlüğünden yapılan açıklamaya göre, üniversitedeki öğretim üyesi ve yardımcılarının kitap yazması için, onlara verilen destek devam etmektedir. Buna göre, her bilim dalında en az bir kitap yazanlara en az öğretim yükü ile 2 yarıyıl yoğun çalışma olanağı, yazılan kitap başına 4.000 YTL maddi destek verilecektir. Ders notlarından ders kitabı yazanlara ise en az öğretim yükü ile 1 yarıyıl çalışma olanağı ve 500 YTL maddi destek verilecektir. Çalışma yapan herkes için atama /yükseltme ölçütlerinde değerlendirme yapılacak, herkesin telif hakkının korunması sağlanacaktır. Çalışma yapmak isteyen öğretim üyelerinin, kitap yazımı ile ilgili anketi www.kitapyazimi.itu.edu.tr adresinden temin edip, elektronik ortamda veya elle doldurmaları gerekmektedir. 25 Umut Sarıkaya ile söyleştik... “İTÜ’de erkekler daha fazla acı çekiyor!” Çizgitü sayfası “Soytarı” köşemizde ilk konuğumuz; yaptığı tespit ve ayrıntılarla tüm karikatür severlerin yakından takip ettiği ve ayrıca okuldaşımız da olan sevgili Umut Sarıkaya. Umut Sarıkaya, okulumuzun Gemi İnşaatı Mühendisliği Bölümü’nden 6 senelik bir eğitim hayatından sonra 2002 yılında mezun olmuştur. “Hıbır”, “Leman” gibi bir çok dergide çalıştıktan sonra ismini “Penguen”le duyurmuştur. Sanatçı kaliteli esprileri ve dikkat çeken çizimiyle olduğu kadar haya-tından kesitler sunduğu “Benim de Söyleyeceklerim Var!” köşesiyle de kısa sürede dikkatleri üzerine çekmiştir. Lafı fazla uzatmadan, buyurun röportajımıza. Necip Duman Karikatür camiasında çalışan sanatçıların çoğuna baktığımızda mimar ya da grafiker olduklarını görüyoruz. Siz çoğunun aksine İTÜ Gemi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunusunuz. Mühendislik eğitiminin çizim hayatınıza etkilerinden ve okul hayatınızdan bahseder misiniz? Belki kendimizi kandırıyoruz ama matematik bilmek problemlere bakış açımızı geliştirip çözümleme yapmamıza yardımcı oluyor. Ayrıca çizdiğiniz şeylere hakim olmanızı sağlıyor. Mühendislik eğitiminin dışında İTÜ zaten bambaşka bir ortam; yani oradaki sosyal durum diğer üniversitelerden farklı. İTÜ’ de erkekler daha fazla acı çekiyor. Bu durum başlı başına insanın mizah kavramını geliştiriyor. Bu yüzden çizimlerimde okul temalı esprilere de yer veriyorum. Zaten ben daha çok kampüs hayatını ele alıyorum. Öğrencilerin diyaloglarını ve yaşam tarzlarını çok iyi bildiğim için genelde bunları kullanıyorum. Sonuçta biz de kampüste 6 kişi dolaşır, ders bitiminde 6 kişi bara gider ve yine 6 kişi geri dönerdik. Hayatınızdan parçaları anlatmak ve çizmek özel hayatınızda, insan ilişkilerinizde bir avantaj ya da dezavantaj sağlıyor mu? Açıkçası ilk zamanlarda dezavantajı oluyordu. “Benim de Söyleyeceklerim Var!” köşesini yazmaya 5 sene önce başladım. En başlarda herkes inanıyordu ki bu da başarıyı gösterir aslında. Yazdıklarımın çoğu kurgu ama içerikteki ayrıntılar gerçek genelde. Ayrıca birinci tekil şahıstan anlattığım için mevzuu okur için daha inandırıcı oluyor. İnsanlar dışarıda duydukları hiçbir şeye inanmıyorlar ama orada okuyunca inanıyorlar; inanmak istiyorlar. Sonuçta yazdığım hikayenin kahramanı ben olduğum için inandırıcılığı çok daha fazla oluyor. “Gerçekten böyle bir adam var. Bak burada karikatür çiziyor.” diyorlar belki de. Ayrıca bu “hayatımdan parçalar anlatma” konusunda çok sıkıldığım bir nokta var. Özellikle söyleşilerde en çok “Yazdıklarınız gerçek mi?” sorusu soruluyor. Zaten bu sorudan çok sıkılmışım, üstüne üstlük bir de onca kalabalığın karşısında anlatamıyorsunuz her şeyi. Artık öyle bir noktaya gelmiştim ki bu soruyu sorduklarında İzmir’de: “Yok. Yazdıklarım gerçek değil.”, Eskişehir’de “Evet, bir kısmı gerçek.”, Ankara’da “Evet. Yazdıklarımın hepsi gerçek.” demiştim. “Uykusuz”da olsun “Penguen”de olsun, köşenizin formatı ayrıntı ve gözlem üzerine kurulu. Bu nasıl gelişti anlatır mısınız? Gözlem diye bir şey yok aslında. 17 yaşımdayken amatör olarak Leman Dergisi’ ne çizimlerimi götürüyordum. O zamanlar çizimler genelde cinsel içerikliydi. 90’larda cinsellik şimdiki gibi yaşanmadığı için geçerli bir çizim malzemesiydi. Merak uyandırıyordu, bilinmiyordu, çizilmesi ilginçti; ama konuya hakim olmayınca çizemiyordunuz belli bir yerden sonra doğal olarak. Bir gün “Leman”ın sahibi Tuncay Akgün; ”Kendi yaşadığın şeyleri çizsene.” dedi. “Sen bilmiyorsun bu konuyu, bilmediğin bir şeyi anlatmaya çalışıyorsun. Arkadaşlarını, aileni, eşini, dostunu, onlarla olan muhabbetini çiz.” dedi. Ben de verdim kendimi ayrıntıya. Aslında bu tarzın benzeri Leman Dergisi’nde Ahmet Yılmaz’da vardı. Ondan çok esinlendiğim bellidir zaten. Öyle bir harmanlama oldu işte. Okulla ilgili çok çarpıcı unutamadığınız bir anınız var mı peki? Valla okulla ilgili pek bir anım yok aslında. İşte derse giriyorsun, kantine gidiyorsun çay içiyorsun, o kadar yani. Zaten son zamanlar gitmemeye başlamıştım. Devamsızlıktan kalmıştım bir çok dersten. “Hıbır”a gidiyordum o sıralar daha çok. Bitirme projem de zaten 30-35 sayfalık incecik bir şeydir. Hoca artık “Senle mi uğraşıcam ya!”deyip almıştı. Son olarak çok özel olmazsa herkesin merak ettiği bir soruyu sormak istiyorum. “Penguen”den ayrılıp kendi derginizi çıkarmanın sebebi neydi? Sonuçta çok okunan bir mizah dergisinin neredeyse en çok okunan ve en genç çizerleri ayrılıp kendi dergilerini kurdular. Bu önemli bir olay. Aslında bu Ersin’le (Karabulut) çok uzun zamandır aklımızda olan bir şeydi; çünkü “Penguen”de kapakla falan çok fazla ilgilenemiyorduk. Bu tarz işlere biraz daha el atıp işin içine biraz daha girmek istiyorduk. Sonuçta kendi dergimiz diyebilmemiz çok önemli. Zaten en önemlisi biz, her şeyden önce arkadaşlarımızla açtık bu dergiyi. Hepimiz çok iyi arkadaşız aynı zamanda. Bu yaz hep beraber tatile gittik mesela… 24 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 Kulüplerin Havuz Keyfi Kültür ve Sanat Birliği bünyesindeki öğrenci kulüpleri İTÜ Olimpik Havuz Binasında yer alan Kültür Sanat Birliği ek binasına yerleşerek bu yeni alanda çalışmalarına başladı. Ek binada Kültür Sanat Birliği bünyesindeki kulüplerin kullanabilmesi için; çalışma odaları, toplantı salonları, dans salonu, sinevizyon salonu ve fotoğraf atölyesi yer almaktadır. Öğrenci kulüplerinin ihtiyaçlarını bir anlamda karşılayacak gibi görünen bu yeni çalışma alanlarında bazı kulüpler yerlerini aldı. Haftanın Yerlisi Hepimizin ilkokul yıllarımızda kutladığımız bir haftadır ‘Yerli Malı Haftası’. O hafta boyunca kimin annesinin börek yapacağı, kimin annesinin kek yapacağı, kimin meyve-sebze getireceği önceden kararlaştırılır, kararlaştırılmış olan her şey o hafta uygulanırdı. Enerji Çalıştayı 4 –5 Aralık 2007 tarihinde, Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde İstanbul Teknik Üniversitesi Enerji Konseyi tarafından Enerji Çalıştayı ve Sergisi düzenleniyor. Organizasyonun amacı; enerji alanında ortak bir terminoloji oluşturulması, ülkemizin sahip olduğu enerji kaynaklarının öncelikle değerlendirilmesi için potansiyellerimizin belirlenmesi, nükleer teknoloji seçeneklerinin, enerji verimliliğinin ve enerjide finansman modellerinin tartışılması çalışmalarına katkıda bulunmak olarak ifade edilmektedir. H. Özgür Kurt S ınıftan seçilmiş bazı öğrenciler de bu hafta ile ilgili şiirler okurdu. “Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” sözü hep tekrar edilirdi. Biz de bu dizelerin bize vermiş olduğu özgüvenle, evden getirdiğimiz her şeyi daha bir zevkle yerdik. O zamanki çocuk aklımızla, evden getirdiklerimizi yiyince yerli malı kullanımı konusunda üzerimize düşen sorumluluğu yaptığımızı zannederdik. Belki de çocuk olarak sorumluluğumuz sadece oydu. Peki, nereden, nasıl çıktı bu hafta? Türk malları kullanımı ile ilk teşvikler Cumhuriyet’in ilk zamanlarında başladı. O zamanlar yurdumuz yeni bir savaştan çıkmış olduğu için, ülkenin çoğu tarafı harap durumdaydı. Sanayi yapılacak yer hemen hemen hiç yoktu. Tarıma elverişli yerlerden alınan verim ise çok düşüktü. Yurdu bu zor durumdan kurtarmak amacıyla Atatürk, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’ni topladı. Bu kongrede yerli malı üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı. Bu kongreden bir süre sonra, dönemin başbakanı İsmet İnönü, 12 Aralık 1929 ‘da T.B.M.M.’de yaptığı konuşmada, ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma konularını anlattı. 1946 yılında da, okullarımızda, 12 Aralık’ı kapsayan hafta yerli malı haftası olarak kutlanmaya başlandı. Yerli malı kullanımında 1980 yılı önem teşkil eder. Bu yıla kadar, ithalat bugünkü kadar serbest değildi. Bu nedenle üreticiler “ne yaparsam, satacağım” düşüncesine girdiler. Ürettikleri ürünlerin kaliteli olması için bir çaba göstermediler. Bu düşünce yerli malı kullanımının ülkemizde şu an bu derece düşük seviyeye inmesine neden oldu. 1980 yılı sonrası, mal ve hizmetlerin ithalatının serbest bırakılmasından sonra, ülkemize birçok yabancı ürün gelmeye başladı. Bu zamana kadar kalitesiz yerli ürünlerden sıkılan tüketici, ithal ürünlere yönelmeye başladı. İthal ürünlere olan ilgiyi gören yerli üreticiler, ürün kalitesini arttırmaya başladılar. Şu an ülkemizde üretilen ürünlerin birçoğu kalite olarak dünya standartlarındadır. Tabii ithal ürünlerin kaliteli, yerli ürünlerin kalitesiz olduğuna inanan tüketicinin fikrini değiştirmek çok zor bir iş. Bu işi başarıyla yapabilmek için Tüketiciler Birliği 2006 yılı Haziran ayında uzun soluklu bir kampanya başlatmıştı: “Yüzde Yüz Türkiye!” “Yüzde Yüz Türkiye” kampanyası, kalite ve fiyat bakımından ithal benzerleri ile yarışan yerli mallarının öne çıkarılmasını amaçlamaktadır. Türk mallarının kullanımının artması ülkemize başta ekonomi olmak üzere birçok alanda ülkemize önemli katkılar sağlayacaktır. Bu konuda hepimize görev düşüyor. En basitinden ürettiğimiz ürünü, konuştuğumuz ana dilimizi konuşmaktan çekinmeyerek buna başlayabiliriz. 5 6 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 Mustafa Kemal’i anlamak için OKU, DÜŞÜN, ÜRET! T. Oya Ekmekçi A rıyorum Gazetesi’nin öncülüğünde, 10 Kasım Anma Etkinlikleri kapsamında 11 Kasım 2007 Pazar günü İTÜ’lü öğrenciler Anıtkabir ziyaretinde bulundu. Ankara’daki İTÜ Evi, 1. ve 2. Meclis, Anıtkabir ile TSK Gazi Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ziyaretini kapsayan etkinlik; ‘Mustafa Kemal’i nasıl anmak?’ sorusunu gündeme getirdi. Ankara’ya ulaşan üç otobüsü sabah saatlerinde İTÜ mezunları karşıladı. Mezunlarımızla İTÜ Evi’nde kahvaltı ve öğle yemeklerindeki sohbetler dışında İTÜ’lüler Birliği Dernek ve Vakıf yönetim kurulu ile söyleşi düzenlendi. Genç mezunların eksikliğinden yakınan Elektronik Mühendisliği mezunumuz Ersin Zihnioğlu, öğrenci projelerine her zaman destek olabileceklerini belirtti. Ayrıca İTÜ Evi’nin her zaman öğrencilere açık olduğuna değindi. Mezunların hazırladığı program kapsamında Maçka Salonu’nda Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Akad Çukurova ve Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Kamuran Gürakan ile bir söyleşi gerçekleştirildi. İTÜ’nün mezun-öğrenci ilişkisi, üniversitemizin Türkiye’ye katkıları, Türkiye’nin ve gençliğin şu anki durumu ile ilgili konuşmalar yapıldı. Akad Çukurova: “Bugünkü Türkiye’nin oluşumunda İTÜ’lülerin çok katkısı var. Umarım siz de ileride bunu dedirtmeye devam edebilirsiniz.” Kemal Atatürk’ün yine Nutuk’ta belirttiği şu sözleri olacaktır: “Zaten herkesçe bilinen ve o yolda hareket edilmekte olan bir gerçeği burada açıklamaktan maksadım; vatanseverlik, ahlak üstünlüğü, olgunluk ve buna benzer bir takım seçkin vasıflar gereği gibi gösterilmek istenen safsatalara karşın milletin ve gelecek kuşakların dikkatli ve uyanık bulunmalarını sağlamaktır.” ATA’YI ZİYARET 1. ve 2. Meclis gezisinin ardından mezunlarımızla birlikte Anıtkabir ziyareti gerçekleştirildi. Rehber eşliğinde müze gezildi. Savaşların canlandırıldığı ‘panorama’ odalarında gözlerde biriken yaşlar, duvarda asılı olan Sevr Antlaşması’na göre ülkenin parçalanmış haritası bizleri yoğun düşünce ve duygular içine sürükledi. Atatürk’ün kitaplığında ise sayısı beş bini bulan kitapları görmek herkes üzerinde şaşkınlık ve hayranlık yarattı. Katılımcılardan Arıyorum Gazetesi üyesi Fatih Avcı bu konu ile ilgili görüşlerini şöyle belirtti: “Türkiye’ye beş bin kitap okuyan bir liderin yeniden gelmesini beklemek yerine, herbirimizin beş bin kitap okuması gerekir.” Ayrıca katılımcılardan İsmet Soyocak bir gözlemini şu şekilde dile getirdi: “Anıtkabir gezisinde anı eşyaları bölümünde herkes takvim, poster, rozet alıyor; fakat kimse kitap almıyor.” Mustafa Kemal’i anlamak için: OKU... HAYATTAKİ EN DEĞERLİ İNSANLARIMIZ: GAZİLER Etkinliği herkes açısından en anlamlı kılan şüphesiz gazilerimizi ziyaret oldu. TSK Gazi Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi Başkanı Kurmay Albay Hüseyin Örmeci, İTÜ öğrencilerini bizzat kendisi karşılayarak merkez hakkında bilgi verdi. Ardından düşüncelerini şöyle aktardı: Kamuran Gürakan: “İTÜ’lüler Türkiye için 50’li yıllarda büyük adımlar attı. Sizden de bugün bir adım daha atmanızı istiyorum.” NUTUK neden okunmalı? Etkinlik çerçevesinde İTÜ’lü öğrenciler 1. ve 2. Meclis’i ziyaret etti. Ülkenin kaderini değiştiren ve demokratikleşme sürecinin izlerini barındıran meclisi gezerken geçmişte yaşananlar birkez daha hatırlandı. Meclis ziyareti sırasında yapılan konuşmalarda Nutuk’un önemi vurgulandı. Bu da şu soruyu akla getirdi: Yeni nesil için kılavuz olan Nutuk neden okunmalı? Bunun cevabı şüphesiz Mustafa “Önemli olan sizleri burada görmek. Kaç kişi olduğunuz değil, asıl sizlerin üniversite olarak buraya gelip gazilerimizin yanında olmak istemeniz önemli.” Örmeci, Rehabilitasyon Merkezi hakkında şunları ekledi: ‘Burası darülaceze değil, bir rehabilitasyon, gazilerimizi topluma kazandırma yeri. Bakıma muhtaçsa ömür boyu onlara bakmak bizim görevimizdir. Onlar bizim hayatta kalan en değerli insanlarımız. Onlara sahip çıkmazsak bu ülke gelecekteki sıkıntılara katlanamaz.“ Gazilerimizle buluşan İTÜ’lü öğrenciler, üniversitemizin hazırladığı paketleri gazilerimize hediye ettiler. Paketler; İTÜ tişörtlerini, kitapları ve Rektör Prof. Dr. Faruk Karadoğan’ın yazıp imzaladığı mektupları kapsamaktaydı. Yaklaşık elli gazimizle öğrencilerimizin buluştuğu ziyarette, gazilerimizin yaşadıkları olaylar, değişen yaşamları ve ülkenin içinde bulunduğu duruma dair sohbetler gerçekleştirildi. BU KEZ GAZİLERİMİZ KONUŞUYOR Mustafa Şener: Yaşadığın olay karşısında ilk üç ay kendine gelemiyorsun, hayat bitti zannediyorsun. Bakıyorsun herkes yürüyor, herkes neşeli. Buraya ilk geldiğinde mayına basan, ellerini ayaklarını kaybetmiş insanları gördüğünde şükredip haline alışıyorsun. Feridun Özcan: Şırnak’ta görev yaptım. İlk gittiğinizde hiç bilmediğiniz bir coğrafyanın içinde buluyorsunuz kendinizi. Dağın merkezindesiniz, insan yok. Yanınızda arkadaşlarınız mayına basıyor, yaralanıyor, şehit oluyor. Belki samimi bulmayabilirsiniz ama bu vatan içinde en azından ailem, sevdiğim bir kaç kişi varsa ben “Her şey vatan için” derim. Onların bir bayrak altında yaşamasını istiyorsan bu fedakarlığı gözünü kırpmadan yaparsın. Abdullah Anadolu: Ağrı’da göreve çıktığımda arkadaşlarımız yanımızda mayınlara basıyor, hayatlarını yitiriyordu. O an bastığın toprağa dahi güvenemiyorsun, her an ölüm korkusu yaşıyorsun. Ailen seni yirmi yaşında tek parça gönderiyor, eve geliyorsun ya bir tarafın eksik ya paramparça. Vatan için, bayrak için bazı şeylerin bedeli verilmek zorunda. Atalarımız Kurtuluş Savaşı’nda bu bedeli verdi. Biz de katkıda bulunduysak bundan gurur duyarız. Günün sonunda İTÜlü öğrenciler bunun gibi etkinlikleri bir daha gerçekleştirmek fikriyle yola koyuldu. Yaşananlar, duyulanlar, hissedilenler ve düşünceler ziyaretçilerin üzerinde büyük bir etki bıraktı. KATILIMCILARIN PAYLAŞTIKLARI İsmet Soyocak: Düşüncelerimizde bir değişiklik yok aslında. Sadece tek fark canlı örneklerini görmek. Bundan sonra bir şeyler yapmak için geç kaldığımızı düşünüyorum. Yapabileceğimiz tek şey geleceğe yatırım yapmak şu an. Gazilerimizden Onur abi anlattı. Başbakanımız onları ziyarete gitmiş. Bizim en ufak ziyaretimizden mutlu olan gazilerimize “Merhaba sakat arkadaşlarım” diye seslenmiş. Bunlara bizim kayıtsız kalmamız beklenemez! Dilay Kaymak: Çok anlamlı bir geziydi. Sadece Ankara’ya gelip gitmedik. 10 Kasım’da yapılacak en güzel şey gazilerimizi ziyaretti. Atatürk’ü böyle andık ve insanların yüzlerini güldürdük. Teşekkürler. Cenk Çorlu: Birçok üniversite böyle bir gezi planlamalı. Özellikle gazilerimizi görünce biraz farklı hissettim. Onlarla yaptığım muhabbet zihnimden eksik olmayacak. Görkem Taş: Savaş konusunda daha fazla düşünmeye başladım ve bir şeyler yapmamız gerektiğine inanıyorum. Mustafa Kemal’i anlamak için: DÜŞÜN... Fatih Avcı: Kapıda karşılandık. Gençliğe ciddi anlamda değer verildiğini gördük. Ne kadar düşünürsek düşünelim, okursak okuyalım bunlar üretimle sonuçlanmalı. Mustafa Kemal’i anlamak için: ÜRET... Gezi sonunda gördüklerimizi tarttık ve ‘Neler yapmalıyız?’ diye düşünmeye başladık. Görevin bizlere düştüğünün farkındaydık, bir şeyler yapmalıydık. Önemli olan noktayı yine Atatürk’ten aldık: “Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur.” İTÜ’lülerin Ankara’daki yuvası: İTÜ Evi İ TÜ Birliği Vakfı 1926’da kurulmuş ve şu an 1000 civarında genel üyesi bulunmakta. Vakfın kuruluş amacı, İTÜ mezunları ile öğrencileri arasında bağ kurmak ve tüm İTÜ’lüler arasında bir birlik sağlamak. Vakfın Ankara’daki adresi olan İTÜ Evi ise 90’lı yıllarda İTÜ’lü mimar Sezer Aygen tarafından projelendirilmiş. Mezunların söyleşi, müzik toplantıları, dans etkinlikleri gibi pek çok organizasyonu burada gerçekleştiriliyor. Binadaki Taşkışla salonu, Gümüşsuyu Restoran Salonu ve Maçka Konferans Salonu en çok ilgi çeken bölümler arasında. Bu salonlarda yemekler veriliyor, sergiler düzenleniyor. Ayrıca Ankara’da istediğiniz zaman vakit geçirebileceğiniz sıcak bir yuva. İTÜ Evi tüm İTÜ öğrenci ve mezunlarına açıktır. İTÜ Birliği Vakfı ile ilgili detaylı bilgi için: www.itubirlik.org.tr *Tüm İTÜ’lüler Birliği üyelerine ve özellikle bizi etkinlik boyunca yalnız bırakmayan mezunlarımız Kamuran Gürakan, Akad Çukurova, Asım Rasan, Hasan Namal ve Ersin Zihnioğlu’na teşekkür ederiz. SOKAK SOKAK 23 İSTANBUL rumeli kavağı Boğaziçi’nin tarihle yaşıt bekçisi… Sefa Demir R umeli Kavağı’na giderken Sarıyer’in dar sokaklarından geçip hafif bir meyille tırmanmaya başlıyorsunuz. Tepenin sonunda sizi, balık lokantaları ve ardındaki tablolara esin olabilecek manzara karşılıyor. Tepeyi aşıp tekrar aşağı doğru inerken limanında balıkçı tekneleri ile sırtını sarp kayalara dayamış ve yüzünü Karadeniz’e çevirmiş Rumeli Kavağı, huzur veren bir görüntüyle karşınıza çıkıveriyor. Kurşunî gökyüzü ve sert bir rüzgar, Rumeli Kavağı meydanında otobüsten indiğimde beni selamladı. Sabahın vermiş olduğu sakinlik, sıradan bir günün akışına bırakılmış yaşamın ritmi ve bedenimi titreten rüzgar ile kol kola ilk gördüğüm sokağa girdim. Kavak Hamamı Sokak olarak isimlendirilen bu sokağın sonunda, 1688 yılında IV. Mehmet’in annesi Turhan Hatice Valide Sultan tarafından kardeşi Yusuf Ağa adına yaptırılmış Yusuf Ağa Camiî yer alıyor. Camiî uğradığı bir sel felaketinde tamamen yıkılmış ve yeniden yaptırılmış. Sağlı sollu iki tarafta yer alan çoğu restore edilmiş. 19. yüzyıl Osmanlı sivil mimarîsinin örnekleri ahşap evler ise bu sokağı Rumeli Kavağı’nın hatıra defteri haline getir- miş. Geçmişten günümüze eski İstanbul’dan izler saklıyor. Rumeli Kavağı sokaklarını dolaşırken, gerek mimarîsi ile gerekse burada yaşayan insanları ile öylesine sade bir hayatın süregelmekte olduğunu gördüm ki asırlardır Boğaziçi’nin bekçiliğini yapmış, Kabakçı Mustafa isyanının çıkış yeri olmuş ya da II. Dünya Savaşı’nda askeri bölge olarak kontrol altında tutulmuş olan yerin, burası olduğunu hayal etmekte zorlandım. Bu düşüncelerle Rumeli Kavağı sahiline hemen hemen paralel olan Köprü Sokağı’na saptım. Sokak, çarpık yapılaşmanın getirdiği çirkinlik ve bu çirkinliği yeşille örten doğanın zarafeti ile zıtlıkların ahengini yansıtıyordu. Sokağın sonunda karşılıklı iki mezarlık gözüme çarptı. Osmanlı döneminin en canlı kanıtı olan bu mezarlıklar; Mısır piramitlerinden Roma mezarlık abidelerine, Tac Mahal’den türbelere yaşamın izlerini ölümün simgesi olan mezarlık taşlarında saklamayı tercih eden insanoğlunun hayranlık uyandıran bir ironisi olarak Rumeli Kavağı’nda da kendini gösteriyordu. Kavaklar olarak bilinen Rumeli ve Anadolu Kavağı bazı kaynaklarda belirtildiği gibi adlarını sahip oldukları koca kavak ağaçlarından değil, Türkçe’de sınır karakolu ya da denetim noktası olarak kullanılan Kavak kelimesinden geliyor. Milattan önceki yıllardan günümüze kadar kontrol noktaları olarak önemini her zaman koruyan Kavaklar, günümüzde şehrin gürültüsünden kaçıp sakinliğin kuytuluğunda ziyaretçilere huzur vaat eden bir yer haline gelmiş. Sarıyer ilçesinin bu sakin semti balığı, inciri ve midyesi ile adından söz ettirir. Sokaklarında gezerken gördüğüm sakinlik ve yoksulluk ana caddede yerini sevimli balık lokantalarına bırakıyor. Sahil şeridinde her adım başı güler yüzlü bir garson beden diliyle yoldan geçen arabaları lokantasına davet ediyor. Karadeniz’den esen hırçın rüzgarın iliklere kadar işleyen ayazına aldırmadan, alışmışlığın verdiği umursamazlıkla müşterileri lokantaya çekmeye çalışıyor. Bu lokantalar zincirini takip ettiğiniz vakit iskeleye oradan da Rumeli Kavağı’nın sevimli plajına kadar gidebilirsiniz. Kışın terkedilmişliğin hüznü ile yalnız kalmış plaj bu unutulmuşluğun kırgınlığını hiç belli etmeden yazın serinlemek için gelen insanlara kucak açıyor. Kışın insanı titreten ayaz, yazın serinletme unsuru olarak ziyaretçilere hizmet veriyor ki yazın sıcağında kaçmak için çok ideal bir yer, Rumeli Kavağı. Boğazın bekçisi Rumeli Kavağı hafta sonu ziyaretçileri ile neredeyse nüfusunu ikiye katlıyor. Bu geçici kalabalığı Rumeli Kavağı sakinleri öylesine ben- imsemişler ki artık onlara da Rumeli Kavağı’nın yerlileri gözüyle bakıyorlar. Balıkçı teknelerinin ve tamir edilmeyi bekleyen ya da çoktan ıskartaya çıkarılmış balıkçı ağlarının süslediği iskele ise martıların çığlıkları eşliğinde Karadeniz’den İstanbul’a gelmekte olan gemilere hoş geldin derken, İstanbul’u arkasında bırakmış yol alan gemilere de güle güle diyordu. Tıpkı yüzlerce yıldır yaptığı gibi… İskeleden sonra bir anda yükselen sarp kayalar ve o sarp kayalara yaslanmış yapılar bütün bu geliş gidişlere şahit olmak istermişçesine yönünü Boğaz’ın çıkışına çevirmişlerdi. Taşın ve yeşilin birbiriyle ender anlaştığı yerlerden olan Rumeli Kavağı’ndaki gezimi tamamlarken sabah aştığım tepecikten tekrar baktım Rumeli Kavağı’na. Manzara tarifi zor bir tabloyu andırmaktaydı. Kurşunî tonda bir gökyüzü, ona uyum sağlamaya çalışan yine aynı tonlara sahip deniz, deniz ile sarmaş dolaş olmuş rüzgarın dansı, kendini rüzgara bırakmış martı sürüleri ve bütün bu güzelliğe yüzyıllardır bakmanın alışılmışlığı içerisinde hayatını devam ettiren Rumeli Kavağı. Neden sonra esen sert rüzgarı hissettim. Ürpertiyle karışık bir irkilme ile arkamı dönüp yoluma devam ederken geride bıraktığım manzara aynı yaşam ritmi ile geleceğe akıyordu. 22 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 Araştırmalarda deneyi ve teoriyi bir tarafa bırakalım, Süper Bilgisayarlarla hesaplama sistemine gelelim... Bilgisayarlar İTÜ’de Çağ Atladı Mehmet Akif Ceylan Bilimsel ya da teknik araştırmalar için sadece teorik ya da deneysel yöntemleri kullanmanın eskidiği bir çağdayız artık. Hayatımızda gerekliliği tartışılamayacak kadar net olan bilgisayarlar süperleşip, bizim deneysel ya da teorik olarak yapabileceğimiz araştırmaları, hesaplamalı şekilde yapıyorlar. Bahsettiğimiz bilgisayarlar evinizde kullandığınız, çoğu zaman oyun oynamamaya yarayan bilgisayarlardan değil. Yazının ilerleyen kısımlarında anlayacaksınız nasıl bilgisayarlar olduklarını aslında daha çok şaşıracaksınız bunlar nasıl bilgisayarlardır böyle diye. KISALTMASI KARIŞIK İSMİ UZUN: UYBHM Öncelikle “UYBHM nedir?” sorusundan başlayalım. “Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi” kelimelerinin kısaltmasıdır. Bu merkezde, yüksek başarımlı hesaplamayı yapan, adından da anlaşılabileceği gibi “süper bilgisayarlar” var. Biraz daha açarsak: bir araştırmanız ya da projeniz var ve sonucu görmek için deneysel yöntemleri kullanıyorsunuz. Kullandığınız deneysel yöntemler; pahalı ve zaman alıcı. Eğer bu merkeze girme hakkınız varsa, bu süper bilgisayarları kullanarak araştırmanızın sonucunu, cevabını kısa sürede bulabilirsiniz. “İyi de nasıl kuruldu bu merkez?” Bu merkez DPT tarafından desteklenen bir projenin ürünü. Prof. Dr. Serdar Çelebi bu merkezin şu anki yöneticisi. 2004 yılında fizibilite çalışmalarıyla başlayan proje 2005’te mekân ve bina planlamayla devam etti. Bu proje içerisinde sistem yatırımları ve bu sis- temlerin planlanması var. 1.faz ana sunucu sistemi tasarlandı. Ana bileşenlerin neler olması gerektiği planlanıp, şematik tasarımları yapıldı. Daha sonra bunlar ihaleye açıldı ve 1.sunucu alındı. Yakın bir zamanda 2.faza geçilecek ve 1.faz için yapılanlar tekrar yapılacak. PARALEL DOSYA SİSTEMİYLE AYNI ANDA 10 İŞLEM Bilgisayarların teknik özelliklerine bakınca şaşırmamak güç. Olası bir depremde bilgisayarların zarar görmemesi için sismik izolatörlü 1000m2 alan üzerine kurulu bilgisayarlar, çift çekirdekli 560 işlemci kullanıyorlar. Kullanılabilir depolama kapasitesi Raid6 ile 80TB. Bu bilgisayarları farklı kılan en önemli özelliklerden biri de, paralel dosya sistemi. Oldukça yeni olan bu sistemle aynı anda 10 farklı kanal üzerinden veri giriş çıkışı yapılabiliyor (SFS = Scalable File System). Bu süper bilgisayarların Türkiye’de tek olmasına rağmen dünyada ilk 500 sıralamasında 239. sırada yer almasına, daha yeni olduğu gerçeğini neden olarak gösterebiliriz. Bu merkezin maliyeti 24.6 milyon YTL. Bu maliyete, 1.ve 2.faz sunucu sistemleri, depolama sistemleri, upsler, jeneratörler, personel oluşturulması, bina yapımı ücretleri de dahil. Yine de böyle bir merkez için ayrılan bütçe yetersiz kalmakta ve bu yüzden devletten ek bütçe talebinde bulunulmuş bile. Aslında dünyaya baktığımızda bu oluşumlar için, yaratılan oluşumlar var: HET gibi. Bu oluşumlarda, süper bilgisayarlara sahip ülkeler birleşip, AB’den fon alabiliyorlar. Devletten taksit taksit alınabilen 100.000–200.000 $ bu oluşumlar çerçevesinde bir seferinde AB’den 10 milyon € alınabilmesi şeklinde oluyor. Bu oluşumlara katılabilmek için bir kereye mahsus devletin alt yapı için bir bütçe sağlaması gerekli. Devlet böyle bir alt yapıya bütçe ayırmaktansa karayollarına ayırmayı tercih ettiğinden dolayı biz bu oluşumlara katılamıyoruz ve tırnaklarımızla eşeleye eşeleye yol almaya çalışıyoruz. Bu bilgisayarlar akademik ve endüstriyel olmak üzere 2 farklı alanda hizmet vermekte. 100’e yakın üniversite, bu merkezden araştırmalarında hesaplama desteği alıyor. Aynı zamanda Ar-Ge Prof. Dr. Serdar Çelebi yapan kuruluşlar da çalışmaları için yine bu merkeze geliyorlar. Merkezin ana hedefiyle, bu merkezden destek alanlar arasında tutarlılık görüyoruz: Rekabet gücünü arttırmak. Bu merkezimize dünyadan bakacak olursak 239. sırada yer alabildiğimizi söylemiştik. Bahsettiğimiz sıra, dünyadaki süper bilgisayarların listesi. Bu listede 33 ülke var. Çok dinamik bir yapıya sahip olan bu listede tutunmak kolay değil. Hatta biz bu yazıyı yazarken bile sıramız değişmiş olabilir. Bu liste ilk yapıldığında Türkiye’den ODTÜ bu listeye girmiş. Ama daha sonra ilk güncellemede bu listeden çıkan 300 makineden biri de bu olmuş. Prof. Dr. Serdar Çelebi’nin belirttiği gibi “Bu listeye girmek önemli, bu listede kalmak önemli ve de listeye girmiş bu makineyle anlamlı, verimli çalışmalar üretebilmek gerçekten önemli.” UYBHM’de bulunan süper bilgisayarlar Avrupa’dakilerle hemen hemen aynı olduğundan dolayı, bizden dışarıya giden bir öğrenci, kolaylıkla adapte olabiliyor oradaki bilgisayarlara. SÜPERİN DE SÜPERİ VAR Hep bizde olanın özelliklerinden bahsettik. Ama eminiz ki en iyi süper bilgisayarın nerede olduğunu merak edenleriniz oluyordur. Bu merakınızı da cevapsız bırakmayalım. Tahmin etmek çok zor olmasa gerek. En iyi süper bilgisayar Amerika’da, Lawrence Livermore National Laboratuary ismiyle bilinen laboratuarda. MERKEZ ÖĞRENCİ BEKLİYOR Bu merkezde araştırma yapmak için önce www.uybhm.itu.edu.tr adresinden “başvuru” kısmına girip form doldurmak gerekiyor. Daha sonradan bu merkezi kullanabileceğiniz, sizin için gerekli olduğu kararına varılırsa onlar size ulaşıp merkeze girişinizin onaylandığını söylüyorlar. Başvuranlarda aradıkları birkaç temel şey var aslında. Birincisi programlama dili, algoritma yazımı, işletim sistemi hakkında en azından temel bilgilere sahip olmak. İkincisi de bu merkezi kullanma amacı taşıdığınız projenin gerçekten bu merkeze ihtiyaç duyması, projenin özgün ve nitelikli olması. Bunlar dışında şu an bu merkeze çağırım veya duyuru yok. İleride eğitimler açılacak ve böylece eğitime katılanlara da bu merkeze girme hakkı doğmuş olacak. Bu merkezi kullanabilmek için illa mühendis veya İTÜ öğrencisi olmak gerekmiyor. Her branşdan ve okuldan insan bu merkezi kullanabilecek bir ara kesit yaratabilir. Şu an akademisyenlerin, master ve doktora öğrencilerinin kullandığı merkez, artık lisans öğrencilerinin de katılımını bekliyor. Amerika’da lise seviyesindeki öğrenciler bile bu bilgisayarları kullanabiliyor. Prof. Dr. Serdar Çelebi “liseli öğrenciler kullanabiliyorken niye İTÜ’lü lisans öğrencilerimiz kullanamasın” sözüyle bizleri bu merkeze çağırıyor. TÜRKİYE’NİN İKLİM RAPORU BU MERKEZDE Bu merkezi en çok kullanan, Prof. Dr. Nüzhet Dalfez’in İklim modelleme ekibi, Türkiye’nin ulusal iklim raporunu hazırlamak için çalışıyor. Bunun dışında Astrofizik’te, Nanoteknolojide, genom projelerinde kullanılması zorunlu olan bir merkez burası. Bunların yanı sıra hesaplamalı kimya grubu için de alt yapı oluşturuluyor şu an. Bilişim Enstitüsünde 2 kattan oluşan Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi’nin alt katındaki bilgisayarlar üst kattakilerden biraz daha iyi. Çünkü alttakiler “ulusal” sıfatı taşıyorlar. Buraya girmek isteyen projeler daha spesifik olmalı. Merkezin üst katında 300 araştırma var. Bu araştırmalardan sistemi zorlayanlar, kaynak sıkıntısı çekenler için alt kat düşünülebiliyor. Mesela Bilkent’in nanoteknoloji ve elektromanyetik dalgalar üzerine çalışmaları yakında alt kattaki bilgisayarlarda yapılacak. Bunun yanı sıra Boğaziçi ve Koç Üniversiteleri merkezin üst katını kullanan 6 üniversiteden ikisi. Süper bilgisayarlarla dolu bir merkeze sahip olmak dünya açısından bir gelişmişlik seviyesidir. Dünyayı yakalamada önemli bir noktadır. Bu merkezlere sağlanacak yardım ülkenin gelişimine büyük bir katkı sağlar. Her şeyden önemlisi, kaynak yetersizliğinden dolayı yurtdışına giden bilim adamlarımızın ülkemizde kalmasını sağlayabiliriz. Hatta dışarıdan bile bilim adamları gelip bizim süper bilgisayarlarımızda araştırmalar yapabilirler. Bu yüzden süper bilgisayarların geliştirilmesi ve bunların kullanımı son derece önemlidir. Not: Sıralama bilgileri 27 Haziran 2007 tarihinde Almanya’nın Dresden kentinde yapılan Uluslar arası Süper Bilgisayar konferansında açıklanan listeden alınmıştır. 7 Geleceğinizi Dönüştürün Son zamanlarda, dünyanın gündemini sıkça meşgul eden küresel ısınma ve neden olacağı olası çevre felaketleri tartışılıyor. İTÜ Ekoloji Kulübü ise üniversite içerisinde yapmış olduğu çalışmalarla soruna çözüm üretiyor. Kulüp başkanı Ömer Vanlı ile kulübün çalışmaları ve yürütmekte oldukları projeleri hakkında söyleştik. Ç evre sorunlarına çözüm üretmek amacıyla kurulan İTÜ Ekoloji Kulübü; yerleşkedeki ekolojik ortamların iyileştirilmesi, ekoloji bilincinin oluşmasını sağlamaya yönelik eğitimlerin verilmesi ve çeşitli projelerle var olan sorunlara çözüm üretilmesi yönünde çalışmalarda bulunmaktadır. Kulüp başkanı Ömer Vanlı “Dünya insana ait değil insan dünyaya aittir.” düşüncesiyle hareket ettiklerini söyleyerek, 1970’lerden sonra özellikle kimya sanayinin gelişimine paralel olarak hızla kirlenen doğaya karşı artık daha duyarlı olmamız gerektiğini vurguladı. İstanbul’a 2007 Şubat ayına kadar kar yağmamasına dikkat çeken Ömer Vanlı bunun sorumlusunun biz insanlar olduğunu ve yine yapacağımız çevre çalışmaları ile çözümünün de biz insanlar olacağını sözlerine ekledi. İTÜ Ekoloji Kulübü Toplanacak bir ton kağıt atığı, 17 tane orta boy ağacın kesilmesini engellediğini ifade eden Ömer Vanlı ağaçtan kağıt değil de atık kağıtlardan kağıt üretmeyi sağlayabilirsek dünyanın akciğeri olan ormanlarımıza fotosentez yapma imkanı verir ve küresel ısınmaya karşı mücadele etmiş oluruz, dedi. Katı Atıkların Geri Dönüşümü Projesi Bugünlerde fakülte koridorlarında ya da kantinlerde silindir çöp kutuları dikkatimizi çekmiştir. Üzerinde katı atık dönüşüm kutusu yazılı olan bu kutular İTÜ Ekoloji Kulübü’nün başlatmış olduğu geri dönüşüm projesinin bir sonucu. Yapılan çalışmalar sonunda çeşitli vakıflar, dernekler ve firmalardan sağlanan destekle yürütülen proje çerçevesinde; kağıt, karton, plastik ve metal gibi atıkların toplandığı kutuların yanı sıra atık pillerin toplandığı pil kutuları ile şişe ve cam atıkların atılabileceği cam kumbaraları da yerleşke içerisindeki çeşitli yerlere konuldu. Ayrıca İTÜ Ekoloji Kulübü elektronik atıklar için sağladıkları konteynırı Bilgisayar laboratuvarı ofislerine yerleştirdi. Şampuan kutusundan araba tamponu, süt kartonundan masa, alüminyum içecek kutularından ise uçak gövdeleri yapıldığını belirten kulüp başkanı Ömer Vanlı bu sayede hem yapılan tasarrufun ekonomiye katkısına dikkat çekti hem de çevreye zararlı atıkların faydalı bir şekilde tüketildiğini anlattı. Yerleşke içerisinde ekolojik ortamların iyileştirilmesi çalışmaları kapsamında rektörlüğün yürüttüğü ve Prof. Dr. Mehmet Sakınç’ın bizzat takip ettiği Doğa ve Çevre Bilimleri parkı çalış- Öğrenciler şehitler için yürüdü İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, son zamanlarda ülkemizdeki artan bölücü terör faaliyetlerine tepki olarak 30 Ekim 2007 Salı günü ‘Cumhuriyet Yürüyüşü’ adı altında 75. Yıl Öğrenci Merkezi’nden Rektörlük önündeki Atatürk anıtına yürüdü. G eçtiğimiz aylarda artan terör faaliyetleri kınamak, şehit olan güvenlik güçlerini anmak ve birlik beraberlik içinde yaşamayı savunmak amacıyla Cumhuriyet Yürüyüşü yapıldı. Çeşitli slogan ve marşlar eşliğinde başlayan eylem Atatürk anıtı önünde, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’yla son buldu. malarına İTÜ Ekoloji Kulübü olarak destekte bulunduklarını belirten Ömer Vanlı, ekoloji eğitimi adı altında; küresel ısınmadan alternatif enerji konusuna, ekosistemin korunmasından radyo nükleer tehlikeye kadar çok geniş bir yelpazede yer alan çevre konularında üniversite öğrencilerini bilgilendirme çalışmaları yaptıklarını da sözlerine ekledi. Dünya var olduğu sürece insanlar ekoloji ile iç içe bir yaşam sürdürmek mecburiyetinde ve bunun farkında olan İTÜ Ekoloji Kulübü yapılması gereken birtakım sorumluluklarının bilincinde olarak çalışmalarını devam ettirmektedir. www.ekoloji.itu.edu.tr adresinden kulüp ile ilgili her türlü bilgiyi ve yenilikleri öğrenebilirsiniz. Akbil Aktarması Ücretlendirildi İstanbul Büyükşehir Belediyesi şehir içi ulaşım ücretlerinde düzenleme yaptı. Bu kapsamda aktarma normal ücretin yarısı oranın da ücretlendirildi. Y eni düzenleme ile tek seferlik ücretsiz aktarma yerine iki saat içerisinde beş kez normal fiyatın yarısı ücret ile aktarma yapılmaya başlandı. Yapılan bu yeni aktarma düzenlemesi öğrenciler tarafından tepki ile karşılandı. İTÜ Öğrenci Kolektifi, Büyükşehir Belediyesi’nin yapmış olduğu bu düzenlemeye tepkilerini 22 Kasım 2007 Perşembe günü İTÜ Ayazağa yerleşkesinden 4. Levent metro istasyonuna kadar yürüyerek ortaya koydular. arıYORUM arıYORUM 8 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 "Türkiye’de İTÜ Eğitimi ‘Çevrim’de Bilgi İşlem Daire Başkanlığı, ‘Ninova’ adını verdiği yeni eğitim sistemini uygulamaya soktu. Türkiye’de bir benzerinin olmadığı bu sistem, İTÜ öğrencilerine istedikleri zamanda dijital bir amfide ders almalarına olanak sağlıyor. Zaman ve mekândan bağımsız eğitim Ninova sitesinde açılan derslerde, derslerle ilgili not ve belgeler yer alıyor, sınıf içi duyurular, ödev teslimi ve notlandırması yapılabiliyor. Dersler görsel içerik ve eklerle zenginleştirilebiliyor. Öğrenci ve öğretim üyeleri sınıf dışı mekândan ve zamandan bağımsız buluşarak tartışmalar açabiliyor, sorular sorabiliyor. Kimler kullanabilir? Ninova ortamında şu an 4000’den fazla öğrenci çeşitli dersleri takip ediyor. Ninova üzerinde, İTÜ’deki larında sistem üzerinden eğitmenlerine gönderebiliyorlar. Ninova şu aşamada dersleri desteklemek amacıyla kullanılıyor. İleriki aşamalarda hem ücretli eğitimlerin verilmesi, hem İTÜ içindeki eğitimlerin verilmesi hem de ücretsiz halka açık eğitim içeriklerin paylaşılması için kullanılabilir. Bu idari bir karar olmakla birlikte Ninova her tipte eğitimi bir arada barındırabilecek bir yapıya sahip. Ninova adı nereden geliyor? öğretim üyeleri örgün eğitimde Lisans, Lisans Üstü ve Doktora düzeyinde öğrettikleri dersleri açabiliyorlar. Sonrasında derslere ilişkin kendi ders notlarını, dersin ek kaynaklarını öğrencileri ile paylaşabiliyorlar. Şu aşamada bu ders içeriklerine sadece İTÜ öğrencileri erişebiliyor. Projenin bir sonraki aşamasında dileyen öğretim üyeleri ders içeriklerini internet erişimi olan herkese açabilecekler. Bu durumda ders içeriklerini takip etmek isteyenler için herhangi bir kayıt gerekmeyecek. Şu aşamada Ninova’da verilen eğitimler ücretsizdir. Kerem Görsev hayran bıraktı S on albümü Orange Juıce’dan parçaları ve 1950-1960 caz standartlarından oluşan bir repartuvarla ünlü caz sanatçısı piyanist Kerem Görsev izleyenlere muhteşem bir gece yaşattı. Görsev'e sahnede konturbasta Geliştirilen web tabanlı e-öğrenme platformuna verilen Ninova adı, kuruluşu M.Ö. 1800 yıllara giden ve aynı zamanda içinde bilinen ilk kütüphaneyi (M.Ö. 500) barındıran Asur’ların başkenti Ninova’dan alınmıştır. Günümüze kadar gelen Gılgamış destanı, tufan öncesi çağlara ait hikayeler bu kütüphaneden arda kalan kil tabletlerin 19. yy ortalarında bulunmasıyla gün ışığına çıkmıştır. Bu tabletler üzerinde aynı zamanda tarihteki ilk çarpma ve bölme problemlerine ilişkin bilgiler de yer almaktadır. Dersler dışında öğrencilere sunulan olanaklar Ninova’da ders içerikleri dışında öğrenciler kendi aralarında ve öğretim üyeleriyle mesajlaşabiliyorlar. Buna ek olarak öğretim üyeleri öğrencilere sınıf içi duyurularını Ninova üzerinden yapabiliyor. Sadece o sınıfla paylaşmak istediği dosyaları yayınlayabiliyor. Öğretim üyeleri öğrencilere dersin ödevlerini Ninova üzerinden duyurabiliyorlar, öğrenciler de ödevlerini tamamladık- İTÜ Vakfı, burs fonu için yaptığı etkinliklere bu yıl Kerem Görsev konseri ile başladı İTÜ Vakfı, İTÜ öğrencileri için her yıl oluşturduğu Burs Fonu kapsamında, bağış konserlerine başladı. İlk etkinlik, 26 Kasım 2007 Pazartesi günü, İTÜ Mustafa Kemal Amfisi’ndeki Kerem Görsev konseriydi. " Ninova ile ilgili hedefler N inova geniş ölçekli, web tabanlı bir elektronik öğrenme platformudur. Öğretim üyelerine ve öğrencilere sınıf dışında zamandan ve mekândan bağımsız olarak buluşma imkânı sağlıyor. Öğrenciler derslerle ilgili sorularını evlerinden, kantinden veya İnternet erişimi olan herhangi bir yerden sorabiliyor. Bu sorularına öğretim üyelerinden veya sınıf içindeki diğer arkadaşlarından cevap alabiliyorlar. Dileyen eğitmenler dersleri görsel içerik ve eklerle zenginleştirebiliyorlar. Öğretim üyeleri, Ninova üzerinden şimdilik sınıf içi duyurularını, ödev duyurularını ve öğrencilerin ödevlerini toplama ile notlandırma işlevleri gerçekleştirebiliyorlar. ihtiyaç d uyulan mühend bir isli olan Tek k dalı ve her iş te nik Üniv ersite yi öncü öncülük ne yaparak bu bölü bir yata geçi mü harmiştir Kağan Yıldız, davulda Cengiz Baysal eşlik etti. Konsere mezunların ve öğrencilerin katılımı yoğundu. Konser sonrası memnuniyetini dile getiren Görsev, caz müziğinin bir hayal kurma mekanizması olduğunu, dolayısıyla bu müziği dinleyen insanların hayata bakış açılarının çok farklı olacağını, bu müzikten alınan hazla, hayaller kurarak herkesin kendi branşında daha iyiye gidebileceğini ve sorunların çözümünde bir anahtar bulabileceğini belirtti. Sanatçı, hayattaki tek dileğinin gençlere caz müziği daha iyi tanıtmak ve sevdirmek olduğunu da sözlerine ekledi. Ninova’yı hazırlayan ekip (soldan sağa) İsmail Özgür Demirel, Sinan Çayır, Asım Güneş, Ömer Arı Şöyle ki ilk gelenler mezun oldukları zaman hatta daha mezun olmadan istihdam edilecekler. Tahminime göre ilk on yıl bu bölümün mezunları daha üçüncü sınıfta iken sektörden çalışmaları için teklifler alacaklar. Bunun yanı sıra gelen öğrencilere; yurt içi ve yurt dışı hem de ücretli staj, burs, mezun olduktan sonra iş garantisi gibi olanakları sunuyoruz. Söylediklerinize göre sektörden gelen olumlu bir talep var bu bölümün açılmasında; ancak sektör dışından ne gibi eleştiriler oldu. - Tabiî ki eleştiri oldu. Eleştiri daha çok Maden Mühendisleri Odası’ndan geldi. Onu da tam anlamış değilim yani bir gerekçesi de yok. Maden Mühendisleri Odası’nın kaygısı, bölüm kurulduğu zaman maden mühendisliğinde verilen derslerin dağılımındaki olası değişikler ya da ileride kurulacak yeni bir odanın kendi üye sayısındaki azalma olabilir. Halbuki bölüme ayrılan kontenjan ek bir kontenjan dolayısıyla Maden Mühendisliği Bölümü’ndeki kontenjan sayısı her yıl olduğu gibi yine altmış kişilik olacaktır. İkincisi programda da hiçbir değişme yok. Maden mühendisliği programında yer alan cevher hazırlama dersleri aynen devam edecektir. O yüzden bu tip eleştirileri genelde bizim toplumun daima yeniliğe karşı var olan direnci olarak kabul edi-yoruz. Toplum yeniliği birden anlayamaz; ama ileride anlarlar. Bu yüzden eleştirileri de hoş karşılıyoruz. Bölümün açılmasını düşündüğümüz zaman yurt dışından ve yurt içinden görüşler aldık. Yurt dışından yaklaşık otuz beş farklı yerden aldığımız görüşlerin tamamı bölümün kurulmasına olumlu baktılar. Yurt içinden de aynı şekilde değişik şirketler ve üniversitelerden ortalama altmış farklı kurumdan aldığımız görüşün içerisinde sadece Maden Mühendisliği Odası ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi olumsuz görüş bildirdiler. ODTÜ olumsuz görüş bildirme gerekçesinde nelerden bahsetti? - Tam olarak bir gerekçe ortaya koymadılar. Böyle bir bölümün kurulmasına gerek yoktur diye görüş bildirdiler. Aslında Teknik Üniversite’de kurulduğu için kurulmasın diyorlar. Oysa Teknik Üniversite yeniliklerin yapıldığı bir üniversitedir. Türkiye’de sadece üniversitemizde böyle bir bölümün var olması nedeniyle birtakım üniversiteler, Teknik Üniversite’yi örnek almakta ve buradaki çalışmaları izlemektedirler. Türkiye’nin endüstrisinin gelişmesi ve kalkınması için böyle bir bölüme ihtiyaç duyuluyordu. Bundan dolayı Teknik Üniversite olarak böyle bir atılım yaptık, yoksa durup dururken herhangi bir bölüm kurulmaz. Türkiye şartlarında madencilik yapılıyor; ama hammadde ihracatına dayalı. Ara ürün yok? Bölüm ise bu alanda çalışacak mühendisler yetiştirmeyi hedefliyor. Sizce yetişen mühendislerin cilere seçim "Buraya gelecek öğren miz olacak. atleri vaatleri gibi va n iş ldiğiniz zama Diyeceğiz ki ge sekü ihtiyaç var nk çü si; nti ra ga iyor. ist n ma ele r törde, şirketle bu alanın gelişmesine katkısı olacak mı? - Maalesef birçok değerli ham madde dışarıya gidiyor. Bunun yanında birçok zenginleştirme tesisleri de bilinçsiz çalıştırılmaktadır. Tahminen söylüyorum normal olarak %80 verimle çalışması gereken tesisler % 50-60 arası verimlerle çalıştırılmaktadır. Üretilen malzemenin %40’ı kaybediliyor. Şimdi bunlar milli ekonomiye zarar; çünkü uzman yok ve şu anda Türkiye’de yetişmemektedir. Kısacası Maden Mühendisliği Bölümü’nden mezun olanlar bu konuda uzman değil, bu yüzden bu alanda uzman mühendisler yetiştirmek için böyle bir bölüme gereksinim vardır. Bölümün açılması konusunda ortaya konan diğer bir olumsuz görüşte şu şekilde ki ben de böyle düşünüyorum; Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü, maden mühendislerinin ya da bölümün ders içe-riğine daha yakın olan malzeme metalürji mühendislerinin de çalışma alanlarına giren çok sayıda iş koluna yönelik mühendisler yetiştirmeyi amaçlıyor. Bu durumda bahsettiğiniz iş kolundaki uzman eksikliği, bu bölümlerde yapılacak yüksek lisans uzmanlaşması ya da dördüncü sınıfta verilen derslerin öğrencileri bu alanlara yöneltecek şekilde seçmeli olması ile ka-patılamaz mıydı? - Bakınız, yüksek lisansta uzmanlık henüz Türkiye’de gelişmiş değil. Şöyle ki buraya uzmanlık yapmaya gelenler, tabiri caizse akademik kariyere girmek istedikleri için veyahut bir şey yapamayıp askerden kaçmak için belli bir zamanı burada geçireyim diye buraya geliyorlar. Nitekim Maden Fakültesi’nde uzmanlık anlamında yüksek lisansa gelenler bu kadar yıllık akademik hayatımda onu geçmedi. Ayrıca bunların hiçbiri endüstride çalışmıyor; çünkü endüstri, bu adam yüksek lisans düzeyinde bu işin uzmanıdır diye bu insanı almıyor. Lisans düzeyinde belli bir uzmanlığı varsa onu alıyor. Öte yandan tabiî ki yüksek lisansta da bir uzmanlık yapılabilirdi; fakat yine de yüzeysel olurdu. Cevher hazırlama mühendisinin maden mühendisi ile bir ilgisi yoktur. Cevher hazırlama mühendisi sadece madeni yani minareleri tanıyacak, bir de madenden bu nasıl çıktı bunu bilecek bundan başka bir bilgiye gereksinimi yok. O bakımdan ayrı bir branştır. Maden mühendisleri maden işletmelerinde " 21 " Türkiye’ni n endüstri sinin kalkın için böyle ması bir bölüme ihtiyaç du ve Teknik yuluyordu Üniversite böyle bir at yoksa duru ılım yaptı, p dururken herhangi bi kurulmaz. r bölüm " çalışsalar bile çoğu yerin altında çalıyorlar. Örneğin İTÜ mezunları cevher hazırlama tesislerinde çalışmıyorlar; çünkü yer altından çalıştığı zaman daha fazla maaş alıyor ya da vergi ödemiyor, gelir vergisinden muaf oluyorlar. Halbuki yer üstü çalışanları vergi ödüyorlar. Bu da maden mühendislerinin neden cevher hazırlama tesislerinde çalışmadıklarının bir nedenidir. Bu tesislerde çalışanlar ya usta başları ya alaylı dediğimiz kişiler veyahut varsa bazılarında kimya mühendisi ya da makine mühendisi çalışmaktadır. Bu yüzden bu sektör boşlukta ve Türkiye bu yüzden çok şey kaybediyor. Özellikle termik santrallerde her yıl kaybedilen elektrik üretim miktarı kilovolt saat olarak üç milyar dolar değerinde sebebi de bu santrallerdeki kömür hazırlama birimlerinin iyi çalışmamasından kaynaklanmaktadır. Bir çok sektör saydınız cevher hazırlama mühendisi ihtayacının olduğu bu sektörler içinde bu ihtiyacı ile öne çıkan sektör hangisidir? - Şu anda en çok talep yapan madencilik sektörü; çünkü dünya metal ve maden piyasası çok açık, yüksek fiyatlarda herkes madencilik yapıyor. Dolayısıyla da zenginleştirme tesisleri kuruluyor. Bunları idare edecek insan gücü gereksinimi de bu doğrultuda artıyor. Bunun yanında diğer sektörlerden agrega sektörü, çimento sektörü, demin bahsettiğim termik santraller de cevher hazırlama mühendislerine ihtiyacı olan sektörlerin başında geliyorlar. Türkiye’de on beş tane termik santrali var bu on beş santrale en az ikişer tane cevher hazırlama mühendisi yerleştireceğiz. Bunları devletin elinde olduğu için kolay bunları devlete anlattık mı alırız. Yeni kurulacak özel sektörün kömür santrallerinin de yedi sekiz civarı cevher hazırlama mühendisi ihtiyacı olacak. Bunların yanında Türkiye’de değişik şirketlere ait kırka yakın çimento fabrikası var. Bunların istihdamına girecek. Türkiye’de yüzün üzerinde cevher hazırlama tesisleri bulunmakta ve her bir tesis birer mezunumuzu istihdam etse yüz mezuna ihtiyaç var. En iyi şartlarda İTÜ yılda otuz mezun verecek. Dediğim gibi çok büyük talep var mezun sayısı az, kapışılacak ve ona göre de mezunlarımızın geliri olacak, yani arz talep işi bu; eğer bir dalda uzmanlık az bulunu- Cevher Hazırlama Mühensiliği Bölümü Laboratuvarlarından bir görünüm yorsa iş veren ona daha çok para öder. ÖSS’ye göre kaç puan ile öğrenci almayı hedefliyorsunuz? - Biraz iyimser tahmin ile diyoruz ki Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü hariç Maden Fakültesi’ndeki en yüksek puan ile öğrenci alacaktır. Yeni bir bölüm olması insanları cezp eder. Ayrıca iyi tanıtım da yapıldığı zaman ki Türkiye’de görülmeyen bir şey gazeteye ilan vereceğiz, televizyonlarda reklam veriyoruz. Bu tanıtımların büyük etkisi olacağını düşünüyoruz. Bunun yanı sıra öğrencinin ilgisine de bağlı, belki de puanı hiç belli olmayan bölümü tercih etmek istemez; ancak amacımız bölümü yüksek puanlı hale getirmek. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı hocam? - Bölüme öğrencilerin ilgi duymasını bekliyoruz. Bu nedenle bölümün tanıtımını en iyi şekilde yapıyoruz. Şu anda madene yüksek lisans öğrencisi alıyoruz; ama kendi yüksek lisans programımızı tamamladıktan sonra öğrenciler madenden cevher hazırlamaya geçiş yapabilirler. Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü Türkiye için bu gerekli bir bölümdür ve de son derece yararlı olacağına inancım kesindir. Türkiye ekonomisi buradan çıkacak mezunlarla çok büyük kazanım sağlayacaktır. Kaba bir hesap yapıyorum dediklerimiz olursa termik santraller bu mezunları istihdam ettiğinde Türkiye cevher hazırlama mühendislerinin varlığı ile yılda minimum üç milyar dolar gibi bir rakamı ekonomi de kazanıma dönüştürecek. arıYORUM arıYORUM 20 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 ‘Başarı için bu sloganları hedef alın’ İTÜ’den bir ilk daha,: “Cevher Hazırlama Mühendisliği” Üniversitemizde Nisan 2007 tarihi itibari ile resmen açılan ve 2007–2008 Akademik Yıl’ında ilk öğrencilerini kabul edecek olan Türkiye’nin ilk Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü üzerine, bölüm başkanı ve 5 yıllık öğrenciliği dahil 49 yıllık İTÜ’lü Prof. Dr. Güven Önal ile söyleştik. Sefa Demir T ürkiye’de bir ilk olan Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü üzeri-ne özellikle öğrencilerin kafasında ne olduğu ve neden gerekli olduğu konusunda birçok soru işareti bulunmaktadır. Nedir cevher hazırlama mühendisliği ve niçin böyle bir bölüme ihtiyaç duyulmuştur? - Cevher hazırlama mühendisliği, uzun yıllardır yapılan çalışmalar sonucunda 2007 yılının Nisan ayında resmen kurulmuştur. Bölüme bu sene otuz tane öğrenci alınacaktır. Cevher hazırlama mühendisliği, Türkiye’de eksikliği duyulan ve bu konuda mühendislerin yetişmediği alanları kapsayan bir mühendislik dalıdır. Madenlerdeki cevher hazırlama ve zenginleştirme tesisleri yeraltından çıktığı gibi hiçbir zaman kullanılamaz. Satılabilir hale getirilebilmesi için mutlak bir zenginleştirme aşamasından geçirilmesi gerekmektedir. Bu alanda bugüne kadar maden veya kimya mühendisleri ile doldurulan boşluk, bundan sonra bu alanda uzman olan mühendislerle doldurulacaktır. Bunun yanı sıra kömür yakan termik santrallerdeki kömür hazırlama birimleri de aynı biçimde bugün boşlukta ve cevher hazırlama mühendislerinin buralara girmesi ile buralarda elektrik üretimlerinde % 10-15 oranında artış elde edilecek. Cevher hazırlama mühendislerinin diğer çalışma alanlarına örnek olarak; çimento fabrikalarında ham madde hazırlama, seramik fabrikalarında ham madde zenginleştirme ve hazırlama, demir çelik fabrikalarında ve entegre fabrikalarda ham madde hazırlama, değişik katı sıvı atık hazırlama ve atıkların değerlendirilmesi verilebilir. Ayrıca günümüzde önemli bir yer tutan 9 Birkaç aydır farketmiş olmalısınız Maslak’taki afişleri. Yenilikçi ol, yaratıcı ol, farklı ol gibi afişler yerleşkelerdeki direklere monte edildi. Peki neden asıldı bu afişler? Yerleşkenin görüntüsünü değiştirmek, direkleri canlandırmak veya reklam yapmak için değil. Bu afişlerin oluşum süreci biraz daha farklı. Prof. Dr. Erkin Nasuf P Cevher Hazırlama Mühensiliği Bölümü Laboratuvarlarından bir görünüm ‘recycling’ denilen geri kazanım ile birçok metalin tekrar değerlendirilmesinin sağlandığı alanlarda da cevher hazırlama mühendislerine ihtiyaç duyulmaktadır. Atık ayırma, katı atık denetimi gibi her türlü katı atık depolama alanlarını tasarlanması ve kurulması, cevher hazırlama tesislerinin kurma, yürütme birleştirme devrelerinin işletilmesi ve bunların uygulanması da yine bu bölümden mezun olacak öğrencilerin çalışma alanlarına girmektedir. Bunun dışında Türkiye’de bugün bine yakın Agrega tesisi vardır. Agrega malzemesinin hazırlandığı bu tesislerin işletilmesinde ve tasarlanmasında da mezunlarımıza önemli görevler düşmektedir. Burayı seçecek olan öğrencilerin çok büyük şansı olacak. Çünkü yaptığımız hesaplara göre Türkiye’de şu anda tüm tesislerde ortalama dört yüz uzman açığı var yani dört yüz mühendisi bir anda istihdam edebilirler. Bir de Türkiye’nin belli bir hızda büyüdüğünü kabul ederseniz her yılda bu ihtiyaç artacağına göre, demek ki burada mezunlara önemli bir iş potansiyeli doğmuş oluyor. Mesela şu anda cevher hazırlama tesislerinde çalışacak eleman bulamıyoruz. Çünkü o bilgi ile donatılmış eleman yok. Onun için bu bölüm, hem Teknik Üniversite hem de maden fakültesi içinde değerli bir atılım olacak. Burada bölümü kurarken yüzeysel bir kuruluş yapmadık. Bugün bölümümüz dünyanın bakın Türkiye’nin demiyorum dünyanın en geniş öğretim üyesi kadrosuna sahip bölümüdür. Bölüm; sekiz profesör, üç yardımcı doçent, sekiz araştırma görevlisi, öğretim görevlisi uzman ve iki mühendis ile yirminin üzerinde öğretim kadrosu içermektedir. Laboratuarlar açısından sahip olduğumuz olanaklar dünyada hiçbir üniversitede mevcut değildir. Elimizde cevher hazırlama mühendisliği bölümünün bireysel laboratuvarları yanı sıra Türkiye’de ve dünyada tek olan pilot tesiste, öğrenciler büyük bir endüstriyel tesisin modelini görüp bu model içinde çalışabilecek şekilde yetişmelerini sağlayacağız. Dolayısıyla önemli bir bölüm açmış bulunuyoruz ve bunu öğrencilere iyi duyurabilmeyi amaçlıyoruz. Öğrenciler olarak biz, Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü açıldığının duyuruları yapılmaya başlandığı zaman önce şaşırdık; ‘cevher hazırlama mühendisliği nedir, maden mühendisleri zaten bu işleri de yapmıyor mu?’ gibi düşüncelerimiz oldu. Sizce bölümün açılmasındaki önem yeteri kadar anlaşılamadı mı? - Madencilik tamamen farklı, madencilik ayrı maden işletme ayrı bir olay. Maden işletmede alınan 153 kredi içerisinde cevher hazırlama mühendisliğinin ilgi alanına giren dersleri içerisinde maden mühendisliği öğrencilerinin aldığı kredi miktarı on iki civarında. Oysa ki yeni bölümde 153 kredinin; 140 kredisi, genel dersleri de çıkarırsak en az 110 kredisi cevher hazırlama ilgi alanına giren derslerden oluşacak. Maden mühendisliği öğrencilerinin aldığı sınırlı ders sebebi de cevher hazırlama mühendisliğini maden mühendisliğinden ayıran bir etkendir. Bu dünyada da böyledir. Çünkü ders alt yapıları hiç birbirini tutmaz. Bir tarafta daha çok birtakım metalürji dersleri; fiziko kimya, akışkanlar mekaniği, parça mekaniği, termodinamik gibi dersler varken öteki tarafta daha çok maden ile ilgili dersler yer almaktadır. Bu nedenle isim benzerliği olsa da esasında uzmanlık alanı çok farklıdır. Bölümün açılışının ne kadar 2007 Nisan olsa da açılması için yapılan çalışmaların daha önceden başlatıldığından bahsettiniz biraz bu süreçten bahseder misiniz? - Bu bölüm Maden Fakültesi’nin en gelişmiş ana bilim dalı olarak kabul ediliyor. Anabilim dalı olarak gerek kadroları ile gerek labarotuvar imkanları ile son derece ileri aynı zamanda dünyada hiçbir üniversitede bu düzende bir bölüm yok. Dolayısıyla her olanak varken sadece üniversite yasasının gerektirdiği işlemler yapılarak gerekli bölüm kurulu kararı ile bunun bağımsız bir bölüme dönüşmesi gerçekleşti. Yoksa alt yapı tamamdı, alt yapıda hiçbir eksiğimiz yoktu. Sadece bunun bağımsız bir bölüm olması için gereken idari işlerin yapılması gerekiyordu. Gereken işlemlerin halledilmesi sonrasında bölümümüz Maden Fakültesi’nin beşinci bölümü oldu. Bu sene umut ediyoruz ki burayı seçecek öğrenciler oldukça nitelikli olacak. Ayrıca büyük bir de şansları olacak. rof. Dr. Erkin Nasuf’un önerisiyle bu afişler hazırlandı. Prof. Nasuf, Maden Fakültesi öğretim üyesi. Öğrencilerin çok sevdiği hocalardan. 2004’ten beridir de Rektör Yardımcılığı yapıyor. Bu fikir aklına geldiğinde çok heyecanlanıyor Prof. Nasuf. Çünkü bu afişleri astırmak istemesindeki amaç doğrudan öğrencilerin üniversite yıllarında oluşturması gereken bakış açısı ile ilgili. Erkin Nasuf fikrini hemen uygulamaya koymaya başlıyor. Sloganları seçiyor ve bunlara, sloganlarla özdeş tasarımlar yapılmasını arzu ediyor. Mimarlık Fakültesi’nde öğretim görevlisi Dr. Hümanur Bağlı bu konuda yardımcı oluyor ve tasarımları hazırlıyor. Ve nihayet bu sloganlar yerleşkede öğrencilerin dikkatini çekecek şekilde yerleştiri-liyor. Bu afişlerdeki amacı ve süreci Erkin Nasuf’a sorduk. Prof. Nasuf’un bu afişleri hazırlarken ve sloganları seçerken ne kadar çabaladığına şaşırdık kaldık. Her sloganın kendi içerisindeki anlamı ve diğer sloganlarla paylaştığı noktaları tek tek düşünmüş. Çağrıştırdığı kavramları, bunları nasıl anlamamız ve nasıl uygulamaya koymamız gerektiğini anlatırken, Nasuf’un bu işi nasıl ciddiyetle gerçekleştirdiğini, afişlerin görselinden felsefi anlamlarına kadar ne denli ince düşündüğünü gördük. ‘Önümüzdeki yıllarda ve hayatta karşılaşacağınız bu kavramları tanımanız ve ona göre ömür boyu sürecek eğitimlerinizde bu sloganları hedef olarak almanızdır’ diye açıklıyor sloganların amacını. ‘Yenilikçilikten başlayalım hocam’ diyoruz. Önce sözcük tanımlarıyla açıklıyor Erkin Nasuf. “Yenilikçilik yani İnovasyon, Latince bir sözcük olan ‘innovatus’tan türemiştir. ‘Toplumsal, kültürel ve idari ortamda yeni yöntemlerin kullanılmaya başlanması’ anlamındadır. Lügat anlamı ise ‘yeni ve farklı bir sonuç’ olarak tanımlanmıştır. Türkçe'de ‘yenilik’, ‘yenileme’, ‘yenilikçilik’ gibi sözcüklerle ifade edilmeye çalışılsa da, anlamı tek bir sözcükle ifade edilemeyecek kadar geniştir.” Mezuniyet sonrasındaki akademik veya iş yaşantısında ‘yenilikçi’ olmak gerektiğini vurgulayan Nasuf, iş yaşamındaki rekabet ortamında ancak yenilikçi olarak başarılı olabileceğinizi söylüyor. “Yenilikçilik, yeni veya iyileştirilmiş ürün, hizmet veya üretim yöntemi geliştirmek ve bunu ticari gelir elde edecek hale getirmek için yürütülen tüm süreçleri kapsar. Bu işlem de, yeni düşüncelerden doğar. Yenilikçilik sürekliliği olan bir faaliyettir. Bu nedenle, ortaya atılan, geliştirilerek işler hale getirilen ve sonuçta firmaya rekabet gücü kazandıracak şekilde pazarlanan bu fikirlerin ve sonuçlarının tekrar tekrar değerlendirilmesi ve yeni getiriler için yaygınlaştırılarak kulanılması gerekir. Bu sayede doğacak yeni fikirlerse yeni yenilikçilik faaliyetlerini doğurur. Yenilikçilik icat değildir. İcatların sonuçlarından yararlanabilir ancak asıl önemli olan ekonomik getirisi olan, henüz yapılmamış, bilinmeyen birşeyleri yapmaktır. Bu nedenle de fikirler ve kavramlar önem kazanır. Elektrikli süpürge J. Murray Spengler tarafından icat edilmiş olsa da ticarileştirilmesini ve satışını W. H. Hoover adlı bir deri imalatçısı gerçekleştirdi. Bunun için de Spengler adı değil, Hoover adı dünya çapında bilindi ve yayıldı.” Şimdi ise başarı konusunda en sık kullanılan kelime: Yaratıcılık. Prof. Dr. Erkin Nasuf yine ince ayrıntılarına kadar anlatıyor bize ‘Yaratıcılık’ı... “Yaratıcılık en kısa tanımı ile yeni bir şeyler düşünmek veya yeni bir şeyler yapmaktır. Bu tanımda yeni kavramının ortak ve önemli olduğu görülmektedir. Dolayısı ile yaratıcılığı yeni bir şeyleri yapabilmek ya da becerebilmek diye de tanımlayabiliriz. Daha edebî bir ifade ile, ‘Yaratıcılık yeni bir şey düşünebilme ve yapabilme becerisidir’ diyebiliriz. Yaratıcılık doğuştan mıdır yoksa sonradan mı kazanılır? Bu konuda her iki görüşüde destekleyen savlar vardır. Ancak bilinen bir gerçek vardır ki üzerimizdeki şekillenmeleri, sınırlandırmaları, baskıları, koşullanmaları kaldırarak yaratıcılık için elverişli ortamı yaratabiliriz. Yaratıcılık evrenseldir, farklılıklarına karşın herkeste bulunabilir. İşte bunun eğitimle geliştirilmesi söz konusudur. Bunun için çevreye, insana duyarlı olmak gerekir. Bu duyarlılık yaratıcılığı da beraberinde getirecektir mutlaka. Görme, anlama, ilişkilendirme, merak yeni oluşumların nedenidir. Sözcüklerin böylesine dar kapsamlı tanımları üzerinde fazlaca durmanın konuları kavrama açısından kısıtlayıcı olacağından hareketle ‘Yeni’ sözcüğünün yerine çoğunlukla, ‘farklı’ sözcüğünün de kullanıldığı, son yıllarda başarının, ‘fark yaratmak’ üzerine oturtulması da bu yüzdendir. Yaratıcılık sözcüğü yerine, benzer şekilde çoğu zaman, ‘alışılmışın dışına çıkmak’ ifadesi de kullanılmaktadır. Onun için kampüsteki sloganlardan bir tanesi ‘Farklı ol’dur. Farklı olmak için alışılmışın dışına çıkmaya çalışmak, alışkanlıkların bizi nasıl etkilediğini deneylemek; hep olması gereken yerine olmaması gerekeni de yakalamaya çalışmak; düşüncelerimizin herkesin düşüncesi paralelinde olması gerektiği saplantısından kurtulmak; şüpheci olmak, en yakın olasılığı en önce düşünmeye çalışmak; deneyim ve öğrenimimizin yaratıcılığımızı nasıl sınırladığını keşfetmeye çalışmak gerekecektir. Yaratıcılık isteyen düşünce sistemlerinde mantıksal silsile engelleyicidir. Bernard Shaw ‘Yaratıcı insanlar mantıklı düşünmeyen kişiler arasından çıkar’ demiştir. ‘Mantıklı olsana, mantıklı konuşsana, mantıklı düşünsene’ şeklindeki her yakınma karşısında, ‘Mantık nedir’ diye kendi kendinize sorun. Zaman zaman rüzgâra yelken açın. Zihninizi boşaltın. Sosyalleştirilmiş beyninizin baskısından kurtulun. Arşimed suyun kaldırma kuvvetini, hamamda kolunu kurnanın içine uzatmış mayışık bir vaziyette keyif yaparken, suyun kolunu kaldırmasını her zamankinden farklı bir biçimde algılayınca, ‘evraka, evraka – buldum, buldum’ diye hamamdan yarı çıplak bir vaziyette dışarı fırlayarak keşfetmişti. Newton da yerçekimi kanununu, aşırı sıcaklarda bir elma ağacının gölgesinde tembel tembel şekerleme yaparken çürük bir elmanın yere düşmesi üzerine bulmuştu.” Erkin Nasuf yenilikçilikle yaratıcılığın aslında farklı kavramlar olduğunu da söylüyor. Somut olarak nasıl farklar vardır diye soruyoruz. “Yenilikçilik, yaratıcılığın toplumsal yaşama aktarılmasıdır. Yaşam ile yeni bir ilişkinin meydana getirilmesidir. Yaratıcılık bireysel, yenilikçilik ise toplumsaldır. Yenilikçilik disiplinlerarası olmaktır. Disiplinler arasında ilişkiler kurmakla gerçekleşebilir. Yenilikçilik ile bilim ve teknoloji, ekonomik ve toplumsal faydaya dönüşür. Toplumların temel hedefi, bireylerin ‘toplumsal gönenç / yüksek yaşam standardı’na kavuşmasıdır. Türkiye için, bugün bilim, teknoloji ve teknolojik yenilikçilik, stratejik bir seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır. AB ölçütlerine yaklaşabilmemiz için gelişmiş ülkelere kıyasla çok daha yenilikçi ve üretken olmamız gerektiği açıktır.” Prof. Dr. Erkin Nasuf’la olan sohbetimizin ikinci kısmında, Avrupa Birliği Lizbon Stratejisi, girişimcilik, üniversitenin yenilikçilik ve yaratıcılık için yaptığı çalışmalardan ve bu çalışmaların neler olması gerektiğinden bahsettik. Önümüzdeki sayıda devamını okuyacaksınız. Cevher Hazırlama Mühensiliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Güven Önal Devamı sonraki sayıda... 10 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 Mermer Teknik Üniversite’de Hayat Buldu Gazetemizin yaptığı anket sonuçlandı! Öğrencilerin Cevabı: Uygun Fiyat Türkiye’nin İlk Güneş Teknesi “Nusrat” Dünya Üçüncüsü Oldu Nusrat Ödüllerle Döndü S olar Splash Güneş Tekneleri Yarışması, 14 yıldır ABD’de düzenleniyor. Bu yıl University of Arkansas’ın ev sahipliğinde yapılan Solar Splash, 18 üniversitenin katılımı ile gerçekleşti. Yarışma sonrasında Caderville University dünya şampiyonluğu alırken ikincilik ödülü University of Arkansas’ın oldu. İTÜ Güneş Teknesi Takımı’nın üçüncü olduğu yarışmada dördüncü ve beşinci sıralara University of Northern Iowa ve University of South Carolina yerleşti. İTÜ Makina Fakültesi Makina Mühendisliği bölümü öğrencisi Ersin Demir’in kullandığı tekne, Sıralama (Qualifying), Manevra (Solar Slalom), Hız (Sprint) ve Dayanıklılık (Endurance) aşamalarından oluşan Solar Splash Güneş Tekneleri Yarışmasında manevra kabiliyeti, sağlamlığı, özgün tasarım ve üretimi ile dikkat çekti. Türkiye’nin güneş enerjisi ile çalışan ilk teknesi Nusrat, manevra kabiliyeti ve sağlamlığı ile ilgi odağı oldu. İTÜ Makina Fakültesi öğrencisi Ersin Demir’in kullandığı tekne, bütün aşamaları başarı ile tamamladı. 17 Haziran 2007 Pazar günü yapılan şampiyonluk yarışı sonunda yapılan ödül töreninde üçüncülüğe layık görülen İTÜ Güneş Teknesi Takımı, katılımcılar ve Arkansaslılar tarafından yoğun ilgi gördü. Katılımcılar için kurulan çadırda aynı zamanda Türkiye tanıtımı yapan İTÜ Güneş Teknesi Takımı, tanıtım filmleri gösterip katılımcılara ve Arkansaslılara Türk lokumu ikram etti. Liderliğini İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi öğrencisi Münir Cansın Özden’in yaptığı İTÜ Güneş Teknesi Takımı, Berkin Kılıç, Enishan Özcan, Ersin Demir, Esin İlhan ve Kenan Askan’dan oluşuyor. Takımın danışmanlığını ise İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi öğretim üyesi Y. Doç. Dr. Deniz Yıldırım yürütüyor. Nusrat Öykü sü Arıyorum’ da! Nusrat’ın üç yıll ık bir çalışma ci bulunuyor. süreBu süreçte birç ok zorlukla da karşılaşan Nusrat ekibi, eşi az görülür bir azimle bu yarışmaya kat ıldılar. Arıyorum Gaz etesi olarak Am erika’daki süreçte de Nu srat’ın yanınd aydık. Bir öğrenci projesi nin onbini aşk ın kilometre uzaklıktaki bir yarışmada bu kadar başarılı olması, çalışma sürecin i takip ettiyseniz şaş ılacak bir dur um değil. Şampiyonluğu n çok basit birk aç nedeniyle kaç ırıldığını da ekle hata yelim. Yarışmadaki tek okyanusöte si ülkeden gelen takımın bu başarısı yar ışmayı düzenleyenle ri ve katılımcıla rı da şaşırttı. Nusrat’ın üç yıllık tasarım ve yarışmada , üretim ki başarısı ile ilgili bütün detaylar önü müzdeki say ımızda... Üniversitemizde henüz ilki düzenlenen Açıkhava Heykel Atölyesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa Yerleşkesi’nde üniversitelileri yontu sanatı ile buluşturdu. İ stanbul Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar Öğrenci Kulübü’nün öncülüğünde ilkinin gerçekleştirildiği Açıkhava Heykel Atölyesi, 1–17 Mayıs tarihlerinde Fen Edebiyat Fakültesi park alanını renklendirdi. 1 Mayıs günü Rektör Faruk Karadoğan’ın da katıldığı açılış töreni ile başlayan etkinlik on sekiz gün boyunca altı farklı heykeltıraşın ‘sevgi ve güç’ ismi altında yaptıkları çalışmalara sahne oldu. 18 Mayıs günü kapanış töreni ile son bulan etkinlik İTÜ’lü öğrencilere, hem yontu sanatının yapılışına canlı tanıklık etme hem de çalışmalara katılma fırsatı sundu. KENDİ HEYKELİNİ YAP! Etkinlik boyunca öğrenciler, mermer yontusunda heykeltıraşların çalışmalarına yardım etme imkânı bulmalarının yanı sıra Ytong taşından heykel oyma, kilden heykeller yapma ya da Açıkhava Resim Atölyesi’nde resim yaparak resim yeteneklerini sergileme imkânını da buldular. Etkinlik bünyesinde yapılan bütün bu çalışmalara katılımın ücretsiz olduğunu belirten İTÜ Güzel Sanatlar Kulübü başkan yardımcısı Orçun Eker, Açıkhava Heykel Atölyesi sayesinde mermer ile çalışarak heykel yontmanın ne kadar zevkli bir uğraş olduğunu fark ettiğini ifade etti. Ayrıca etkinlik boyunca mermer tozlarının içerisinde yapılan bu zorlu ve yorucu çalışmanın eğlenceli bir çekiciliği de olduğunu vurguladı. Açıkhava Heykel Atölyesi süresince gün boyu güneş altında sabırla çalışan heykeltıraşların etkinliğe bakışını ise heykeltıraşlardan Metin Yergin öğrencilerin böyle bir etkinliğin düzenlenmesinde ve yürütülmesinde öncü olmasının çalışmalarını daha bir anlamlı hale getirdiğini söyleyerek duygularını ifade etti. İTÜ Güzel Sanatlar Kulübü öğrencilerinin buna ön ayak olmasını iyi bir adım olarak değerlendirdiğini söyleyen heykeltıraş Metin Yergin etkinliğin zevk veren yanının da bunu düzenleyenin bir öğrenci kulübü olması, dedi. Ayazağa Yerleşkesi içerisinde yaratıcılığın ve hayal gücünün çağdaş sanatla hayat bulmasını amaç edinen Açıkhava Heykel Atölyesi, İTÜ’nün kültürel ve sanatsal birikimine önemli katkıda bulundu. Etkinlik kapsamında İTÜ’nün teknik yönünü sanat ile farklılaştıran Açıkhava Heykel Atölyesi yaklaşık üç hafta süresince İTÜ mensuplarının beğenisini kazandı. Önümüzdeki senelerde gelenekselleştirilmesi amaçlanan etkinlik İTÜ’nün sanat yönünü daha da zenginleştireceği görülmektedir. Sefa Demir İzmir Büyükşehir Belediyesi Burs Başvuruları Başladı İ zmir Büyükşehir Belediyesi’nin her sene maddi durumu yeterli olmayan üniversite öğrencilerine aylık 100 YTL yardımda bulunduğu Ahmet Piriştina Eğitim Sandığı Bursları başvuruları başladı. 2007/2008 öğretim yılı için başvurular www.izmir.bel.tr adresinden 14 Aralık 2007 tarihine kadar alınmakta olup, elden yapılan başvurular değerlendirmeye alınmayacaktır. Bu sene ilk olarak uygulanacak olan ‘’randevulu evrak teslim sistemi’’ ile evrak teslimi sırasında öğrencilerin uzun sıra beklememesi ve vakit kaybına uğramaması hedefleniyor. Sisteme göre, burs alma hakkını elde eden öğrencilere, evrak teslimi için randevu tarihi ve saati verilecek ve öğrenciler belirtilen zamanda yeni açılan Burslar Şube Müdürlüğü’ne evraklarını teslim edebileceklerdir. Geçtiğimiz senelerde bu burslardan faydalanan kişi sayısı 15 bin civarındaydı. Belediye yetkilileri ise burslara olan talebin artmasını hedefliyorlar. Bu bursa başvurmak için aranan tek şart; İzmir’de ikamet ediyor olmak ya da İzmir’deki herhangi bir devlet üniversitesinde okuyor olmak… Geçtiğimiz aylarda Öğrenci Evi ve KonukeviÇarşı projeleri hakkında öğrencilerin görüşlerini almak amacıyla düzenlediğimiz ankette öğrenciler ucuz ve 24 saat açık mekânların olması konusunda görüş belirtti Ü sosyal alanların yetersizliğinden yakınan öğrenciler yapılacak bu tip alanlara çok fazla ihtiyaç olduğunu ifade ettiler. Ankete katılan öğrencilerin büyük çoğunluğu bu alanlarda hizmet verecek mekânların ucuz, 24 saat açık ve Türkçe isim konusunda özenli olmalarını beklemektedirler. Eczane, kitabevi, berber gibi temel ihtiyaçlara yönelik alanların olmasını isteyen öğrenciler bu gibi sosyal mekânların öğrenci merkezli ve öğrencilerin fikirlerinin sorulmuş olmasını istediklerini belirttiler. niversitemizin Ayazağa Yerleşkesi içerisinde inşaatı devam etmekte olan KonukeviÇarşı ve Öğrenci Evi projeleri hakkında öğrencilerin görüşlerini almak amacı ile Arıyorum Gazetesi olarak geçtiğimiz aylarda anket çalışması yaptık. Ankette, öğrencilere yapılan alanlar hakkında beklentileri soruldu ve önerileri alındı. Gerek yüz yüze, gerekse itukampus.com üzerinden sanal olarak yapılan ankete katılan öğrencilere özellikle çarşı konusundaki beklentilerini soruldu. Yerleşke içerisindeki nk İ şt e A et So n u çl a r ı ! 19 18 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 İTÜ’nün Yol Haritası: Fotoğraftakiler soldan sağa: Enishan Özcan, Fatih Avcı, Deniz Yıldırım, Berkin Kılıç, Münir Cansın Özden, Kenan Askan, Esin İlhan, Ersin Demir, Aykan Türkoğlu Türkiye’nin İl k Güneş Teknesi NUSRAT dünya Üçüncüsü... İkinci Stratejik Plan İTÜ’nün 2007-2008 ve 2009 yıllarında yapmak istediklerini, önceliklerini, hedeflerini bir belge halinde önümüze koyan ikinci stratejik plan Nisan 2007’de yayımlandı. Gökçe Sezgin P lan ağırlıklı olarak yönetimsel konuları kapsamakla birlikte bu dönemdeki akademik, mali ve stratejik hedef ve saptamaları da içeriyor. Belgeye baktığımızda okulumuzun bu dönem içindeki çevresel fırsatlarını, çevresel tehditlerini, projelerin yapılma aşamasındaki üstünlüklerini, zayıflıklarını, projelerin planlanma süreçlerini ve mali olarak durumunu açıkça görebiliyoruz. Geleceğe yönelik plan üretirken bu periyodun nasıl işleyeceği ve işleyebilirliği yapılan çevresel tahminlere göre değerlendirilir. İkinci stratejik plan hazırlanırken de bazı öngörüler yapılmış ve bunlar arasında bazıları gerçekten dikkat çekici. Planda; ülkenin ekonomik olarak bir belirsizlik sürecine girdiği, bu dönem içinde AB ile ilişkilerin iyi gitmeyeceği ve toplumda ulusalcılık eğiliminin artacağı gibi beklentiler yer almakta. . ‘Yaşayan Yerleşkeler’ Hedefi 1-Dünya ile İşbirliği 2-Toplumsal Sorumluluk, Etkinlik ve Öncülük 3- Girişimci, Yenilikçi, Katılımcı, İnsan Odaklı Kurumsallaşma 4- Eğitim, Araştırma ve Uygulamada Uyum, Sürekli Gelişme ve Disiplinler Arası Yaklaşım 5- Araç Olarak Yabancı Dil, Bilim Dili Olarak Türkçe 6- Toplumla Bütünleşmiş Yaşayan Çağdaş Yerleşkeler Ana stratejiler belirlenirken “bilim dili olarak Türkçe” ifadesi kullanılarak bu dönem içerisinde eğitimdeki %30 yabancı dil oranında bir değişiklik olmayacağının altı çizildiğini anlayabiliyoruz. Ayrıca 6 ana stratejiden biri “yaşayan çağdaş yerleşkeler” olarak ifade edilmiş. Bu dünya ile yarışan bir İTÜ için ismine yakışmayacak altyapı sorunları içeren yerleşkelerden sıyrılmanın hedeflendiğini en azından bunun farkında olunduğunu belirtiyor. Üniversiteden Devlete ve Öğrenciye Göndermeler Çevresel fırsatlar genel olarak ülkemizde mevcut olan ihtiyaçların fazlalığı üzerine oluşturulmuş. AR-GE alanındaki boşluklar, bilim adamlarının yetişmesi ihtiyacı, Türkçe yayınlara duyulan ihtiyaç İTÜ’nün değerlendirebileceği önemli fırsatlar olarak sunulmuş. Çevresel tehditler başlığı ise hem öğrencilere hem devlete çeşitli mesajlar içermekte. Vakıflara özel statüler tanınması, üniversitelerin özerk olmayışı, ÖSS sınav sisteminin yaratıcılığı öldürmesi, üniversite affı kararları, özelleştirmelerin ar-ge ihtiyacını zayıflatması gibi maddeler ile devle- timizin üniversiteler ile ilgili çözmesi gereken sorunlar vurgulanmış. Ayrıca gençlikte kolaycılığın yerleşmesi, yeni teknoloji geliştirmeyle ilgili kulüplerde Türkiye’nin yer almayışı, beyin göçü gibi tehditlerde listelenerek öğrencilere bu konuda mesaj verilmiş. Güçlü İTÜ’nün Zayıf Yanları İTÜ’nün üstünlükleri başlığına baktığımızda aslında çözülmesi gereken sorunlu özelliklerimizin de üstünlüklerimiz olarak yazıldığını görmekteyiz. İTÜ ile eşdeğer üniversitelerin güçlü teknoparkları yanında geri kalışımız görmezden gelinerek teknoparkımızın varlığı üstünlüğümüz olarak yansıtılmış. Bunun yanında öğretim görevlisi başına sadece 0.6 akademik makale düşen üniversitemizde akademik kadromuzun uluslararası düzeyde güçlülüğü de üstünlüklerimiz arasında kendine yer bulmuş. Bunun dışında İstanbul’da olmak, mezunların potansiyeli, akredite olmuş program sayısında fazlalık üstünlüklerimiz arasında. Bir diğer tartışmalı başlık ise bazı mühendislik bölümlerinde Türkiye’de tekel olmamızın üstünlüklerimizin arasında yer alması. İTÜ’nün zayıflıkları başlığında ise tahmin ettiğimiz gibi liste biraz daha kabarık. Öğrencilerle ilişkilerde zayıflıktan, yönetime katılımın zayıflığına, sosyal alanlardaki eğitimin yetersizliğinden, temel bilimlerdeki eğitimin yetersizliğine altlarına onlarca altbaşlık sığabilecek konular bu listede bulunuyor. Sanayi ile yeterince işbirliği yapılamayışı da önemli eksikliklerimizden. Ayrıca araştırma sonuçlarının ticarileştirilememesinden de yakınılıyor. Ancak bunların ticarileştirilmesinin bir üniversitenin görevi olup olmadığı ise bir soru işareti. Umuyoruz ki üniversitedeki idari hizmetlerin zayıflığının farkında olunması en azından bunlar ile ilgili adım atılacağının bir göstergesidir. Hedefler Çok Büyük! Yeni modeller oluşturulması ve yeni yapılandırmalar idari projelerin temelini oluşturuyor. Bu modeller birçok alanda devrimsel değişiklikleri öngörüyor. Yeni bir yönetim modelinin oluşturulması, lisans öğrencilerinin çalışma projelerinde yer bulması için model oluşturulması, staj sürecinin yeniden yapılandırılması, yabancı dil eğitiminin yeniden yapılandırılması, uzaktan eğitim projesinin geliştirilmesi bu projelerden en önemli olanları. Devlet Üniversitesi Gerçeği Üniversitemiz, 2006 yılında devletten 145.2 milyon YTL, 2007 yılında 165,7 milyon YTL alırken bu hedef 2008 yılı için 169,8; 2009 yılı için 175,4 milyon YTL. Ayrıca AB projelerinden 11 gelen miktar 2006 yılında 4,9 milyon YTL iken bu 2007 yılında 4,7 milyon YTL’ye düşmüş durumda. Bu başlıkta da hedef 2008 için 5; 2009 için 5,5 milyon YTL. En dikkat çekici rakam ise TÜBİTAK projelerinden gelen miktar ile ilgili. 2006 yılında 12,5 milyon YTL gelirken bu rakam 2007 yılında bir anda 24 milyon YTL’ye çıkıyor. Hedeflenen rakamlar ise 2008 için 30; 2009 yılı için 45 milyon YTL. Giderler kısmında ise en dik grafik personel giderlerinde. 2006 yılında 86,5 milyon YTL olan personel giderleri 2007 yılında 108,9 milyon YTL’ye çıkıyor. Bu %25’lik artış 2008 ve 2009 yılı için hedeflenen %6’ya göre çok yüksek. Bu artışın personel alımından kaynaklandığını düşünürsek fakültelerdeki “personel sıkıntısından dolayı tuvaletler düzenli olarak temizlenememektedir” yazısını anlamak güç. Öğrenciler Nerede? İTÜ Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Kurulu (İTÜ-DEK) 11 profesör, 1 doçent, 3 öğretim görevlisi, 1 araştırma görevlisi ve 1 öğrenciden oluşuyor. Birkaç sayfa önce yönetime katılım ve öğrencilerle ilişkilerdeki sıkıntılardan şikâyet edilirken böyle kapsamlı bir planda yalnızca bir öğrencinin isminin geçmesi ise düşündürücü. Bu yerleşkede en çok zaman geçirenlerin, sosyal ve akademik eksiklikleri en kolay hissedebilenlerin öğrenciler olarak düşünülürse öğrencilerin söyleyecekleri daha çok şey olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu planı aslında idareciler akademisyenler ve öğrencilerden oluşan üç sac ayağından biri eksik bir plan olarak değerlendirebiliriz. Rakamlarla İTÜ Gerçeği Stratejik planın sonunda tespit edilen sayısal değerler ile ilgili bir kısım yer alıyor. Gerçekten ilgi çekebilecek bazı sayısal değerler var. İTÜ’nün 2006 yılı toplam geliri öğrenci sayısına bölündüğünde öğrenci başına 7.483 YTL yıllık gelir denk geliyor. Üniversitemiz-de 18 öğrenciye 1 öğretim görevlisi düşüyor, %68’i lisans %31’i yüksek lisans olmak üzere 20,962 öğrenci bulunuyor ve bunların %2.58’i yabancı uyruklu. Öğrencilerin %3.2’si yandal veya ÇAP yapıyor. Lisans öğrencilerinin %1.3’ü, yüksek lisans öğrencilerinin %13.16’sı diplomasını alamadan okulla ilişiği kesiliyor. Lisans programlarından mezun olan öğrencilerin %35.64’ü yüksek lisans programlarına kayıt oluyor. Lisans programlarını 4 yılda bitiren öğrenci sayısının toplama oranı %76. 20.962 öğrenciden %1.41’i uluslararası değişim programlarına katılıyor. Öğretim üyesi başına düşen yayın sayısı ise yalnızca 0,63. 2006 yılı boyun ca alınabilen patent sayısı yalnızca 1(bir)! Araştırmaların ticarileştirilememesi bir sorun olarak gösteriliyor ancak görülen üzere sorun olan şey ya araştırmaların patentlendirilememesi ya da patent alınabilecek bir araştırma yapılamamasında. Bir ilginç değer ise öğrenci başına düşen bilgisayar sayısının yalnızca 0,16 olması. Milyonlarca dolar harcanarak yapılan süper lüks kütüphanemizin haftada yalnızca 72 saat açık olması da bir diğer dikkat çekici rakam. Karşılaştırmak gerekirse bu rakam okulumuzdaki kafeteryanın açık kalma süresinden bile az. Maksimum internet bağlantı kullanımı kapasitesi ise yıllardır 100 Mbps. Bilgisayar sayısı sürekli artmasına rağmen yıllardır bu rakamın sabit kalması öğrencilerin en önemli sorunlarından birisini oluşturuyor. Yurtların durumlarına baktığımızda ise öğrencilerin %57,04’ü İstanbul dışında ikamet etmesine rağmen yurt kapasitesi yalnızca öğrencilerin %13,7’sini karşılayabilecek kapasitede olduğunu görüyoruz. Stratejik Plan’da bu konuya yer veren üniversite yönetimi bu sorunu çözmek için girişimlere de başlamış durumda. Değişik bir başlık çarpıyor gözümüze ilerledikçe: Öğrenci Memnuniyeti Anketi. Anket sonucuna göre öğrencilerin %50.4’ü üniversitesinden memnun. Asıl soru işareti ise bu anketin ne şekilde ve ne zaman yapıldığı. Çünkü bilgi almak için bu anketle muhatap olmuş hiçbir öğrenciyi bulamadık. Hazırlanan İTÜ 2. Stratejik Planı üniversitemiz için önemli bir yol gösterici niteliği taşıyor. Gerçekleştirildiğinde İTÜ’ye sınıf atlatacak çok önemli proje ve hedefler içermekle birlikte birçok sorunun idari olarak farkında olunduğunu bize göstermekte. Başlamak bitirmenin yarısıdır tümcesinden yola çıkarsak yolun yarısının aşılmış olduğunu söyleyebiliriz. Dünya üçüncüsü Nusrat’ın başarı öyküsü... İlk fikir, çalışma süreci, ekip oluşturma ve Amerika macerası... Başarı için geçen 3 yıl... Bütün öğrencilerin örnek alması gereken bir mücadele... Bütün ayrıntılar sonraki sayımızda. 12 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 “Robotlar yeşil sahada” Dün, ‘olur o kadar,’ ‘bize bu kadarı yeter,’ ‘bizde imkanlar ancak buna elveriyor,’ ‘kimse farketmez zaten’ diyerek ve örtbas edilerek ‘idare edilen’ bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Robotik Takımı (İTÜ Robotist) 2009 Avusturya RoboCup Futbol yarışmasında okulumuzu ve ülkemizi temsil etmek için çalışmalara başladı. Ömer Deniz Akyıldız E lektrik-Elektronik, Makine, İşletme ve Mimarlık Fakültelerinde öğrenimlerini sürdüren 2 yüksek lisans, 9 lisans öğrencisinden oluşan ekibin danışmanlığını İTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü, Kontrol ve Kumanda Sistemleri Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi olan Murat Yeşiloğlu yapıyor. İTÜ Robotik Takımı’nın katılacağı RoboCup, amacı yapay zekâ ve robotik bilimini geliştirmek olan uluslararası bir araştırma ve eğitim inisiyatifidir. RoboCup’un hedefi 2050 yılında dünya şampiyonu insan takımına karşı, 90 dakika mücadele edecek ve kazanacak, tamamen otonom robotlardan oluşan bir futbol takımı oluşturmaktır. RoboCup’ın kendine koyduğu bu hedef, Wright kardeşlerin ilk deneme uçuşlarıyla, Apollo’nun Ay’a inişi arasındaki yarım yüzyıl veya ilk bilgisayarın icadından yaklaşık 50 yıl sonra insan zekâsını mağlup edişi göz önüne alındığında hiç de imkânsız görünmüyor. RoboCup afet arama-kurtarma robotları (RoboCup Rescue), ortaokullise öğrencilerinin yaptıkları robotlar (RoboCup Junior) ve futbol oynayan robotlar(RoboCup Soccer) şeklinde 3 ana kategoriden oluşmaktadır. İTÜ Robotist’in katılacağı RoboCup Futbol, tüm akademi çevreleri ve dünya tarafından merakla izlenen, futbol oynayan robotların yarıştığı kategoridir. Çeşitli özelliklerde robotların yarıştığı bu alanda, her geçen yıl elde edilen gelişmelerle 2050 hedefine daha da yaklaşılmaktadır. RoboCup Futbol başlığında takımlar 5 alt kategoride yarışmaktadır: • Humanoid Lig: Bu kategoride mekanik olarak daha insansı robotlar yarışmaktadır. Mekanik problemlerden dolayı daha emekleme aşamasındadır. • Standart Platform: Bu kategoriye katılan ekipler, hazır gelen platformun kontrolünü ve yapay zekâsını geliştiriyorlar. • Simülasyon Kategorisi: 2 ve 3 boyutlu sanal platformda futbol oynayan sanal robotların yarıştığı kategoridir. • Middle-Size(orta boy): Boyu 50 cm’yi aşmayan en fazla 4 robottan oluşan takımlarla 12m-8m sahada oynanan kategoridir. Small-size(küçük boy)’dan farkı robot boyları ve yerel görüntü sistemleridir. • Small-Size (küçük boy): İTÜ Robotist’in de katılacağı small-size kategorisinde 15 cm yüksekliğinde 18 cm çapında 5’er robotluk takımlar 4,9 m 3,4 m boyutlarında yeşil bir sahada turuncu golf topuyla karşılaşmaktadır. RoboCup içerisinde en dinamik ve en heyecanlı yapıya sahip bu kategoride yarışan takımlar robotların mekanik, elektronik, yapay zekâ ve görüntü işleme fonksiyonlarının her birini gerçekleştirecek sistemi oluşturmakla sorumludurlar. Takımların mekanik tasarımları her geçen yıl birbirine daha da yaklaşmakta olup yarışmalarda üstünlüğü yapay zekâ geliştirmeleri sağlamaktadır. İTÜ Robotist de bütün bu fonksiyonları gerçekleyecek sistemi oluşturmak için yazılım ekibi, elektrik ekibi, mekanik ekibi ve organizasyon ekibi olarak 4 alt ekipten oluşmaktadır. Yazılım Ekibi, kameralar ile oyun Ü sahasından gelen görüntüleri görüntü işleme algoritmaları ile analiz edip, robotların ve topun konumunun tespiti; bu bilgilere göre kurulan yapay zekâ algoritmaları ile de gerçek zamanlı olarak taktik üretilmesi, karar verilmesi gibi işlemleri yerine getirmektedir. Görüntü işleme modülü ile genel görüntü, renk ve blob analizi ile topun ve robotların tanımlanması yapılmakta; yapay zekâ modülü ile ise savunma ya da hücum ağırlıklı oyun, pas atılacak robotun tespiti, topa yönelecek robotun tespiti, rakip kaleye şut atma zamanının ve konumunun tespiti gibi kararlar verilmektedir. Elektrik Ekibi, robotların hareketini oluşturacak bilgilerin, robotun hareketini sağlayacak mekanik kısım ile iletişimini sağlamaktadır. Kameralardan gelip yapay zekâ modülünde işlenen kablosuz olarak aktarılacak bilgi ile sensörlerden gelecek analog bilgi sayısal bir kart üzerinde birleştirilerek gerekli hareketlerin yapılması sağlanır. Elektrik Robotikte Bir Adım İleri ekibi ayrıca robotlar ile yapay zekâ modülünün kablosuz haberleşmesini sağlayacak haberleşme modülünü de kontrol etmektedir. Mekanik Ekip, robotun hareketini sağlayacak mekanizmayı tasarlamakta olup, robotun hareket edecek kısımlarındaki mekanik aksamı temin etmekte ve robotun dış kabuğunu, tekerlek, vuruş ve topu sürüş sistemini oluşturmaktadır. Organizasyon ekibi, başlangıç aşamasında projenin tanıtılması ve bu süreç boyunca da projenin düzenli bir şekilde ilerlemesi görevini yerine getirmektedir. İTÜ Robotist projeyi birden çok disiplinin bir arada bulunduğu; büyük bir proje olarak gördüğü için projeyi Proje Yönetimi, Zaman Yönetimi, Bütçe ve Risk Yönetimi yaklaşımlarıyla yönetmektedir. İTÜ Robotist sağlam yapılanmış ekibi ve ileri görüşlü hedefleriyle üniversitemizi ve ülkemizi 2009 Avusturya RoboCup’da en iyi şekilde temsil etmek için çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Pasosu olan herkese sendika: GENÇ-SEN 24–26 Nisan tarihlerinde ilki düzenlenen İTÜ Robot Olimpiyatları seminer, söyleşi ve özellikle yarışmalarıyla oldukça renkli geçti. T ürkiye’de robotik biliminin gelişmesi, bu bilime ilginin artması amacıyla ortaya çıkan etkinlik, Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde Türkiye genelinden katılan 200 civarı projeyi ve 4000 civarı katılımcıyı ağırladı. Kontrol ve Otomasyon Kulübü (OTOKON) tarafından düzenlenen etkin- likte katılımcılar çizgi izleyen, mini sumo, sumo, yangın söndüren, silindir taşıma ve süpürge kategorilerinde kıyasıya yarıştılar. Aralarında satranç oynayan robot, kendi kendine park eden araç, akıllı matkap gibi ilginç projelerin de bulunduğu serbest kategori alanında “Korkusuz Türk” isimli bomba imha ve savaş robotuyla Fırat Üniversitesi’nden Talip Korkusuz birinci oldu. İTÜRO ayrıca bir ilki de gerçekleştirerek bu yıl Türkiye’de daha önce düzenlenmemiş olan 3 farklı kategori ile robotik bili-minin çıtasını biraz daha yükseltti. Alanlarında uzman akademisyenler ve robotik alanında çalışan firmaların temsilcilerinin konuşmacı olduğu ve üç gün boyunca süren zengin seminer ve söyleşi programı ayrıca konuya ilgisi olanlar için bir bilgi şöleni Bilim etiği üzerine niteliğindeydi. Uluslararası olma hedefiyle yola çıkan İTÜRO bu ilk senesinde katılımcıların görüşlerine göre de başarılı bir grafik çizdi. Gelecekteki hedefleri ve projeleriyle de OTOKON ve İTÜRO daha adından çok söz ettireceğe benziyor. F ransa'da,Kanada'da, Yunanistan'da, Malezya'da, Şili'de öğrencilerin sendikalarıyla elde ettikleri kazanımları örnek alarak DİSK öncülüğünde kurulan GençSen, üniversitelerde yaşanan yerel sorunlardan hareket ederek, ulusal ve ulusararası boyuttaki sorunlara işbirliğiyle çözüm arayan, çok sesli, çok renkli, hak alıcı bir öğrenci örgütü yaratmayı hedefliyor. Türkiye’de birçok üniversitede olduğu gibi okulumuzda da örgütlenme aşamasında olan GençSen, İTÜ’de yaşadığımız üniversite yönetiminde öğrencilerin söz hakkının olamaması, yemekulaşım-barınma fiyatlarının pahalılığı, yaz okullarına ödediğimiz astronomik ücretler, kayıt paraları gibi sorunlara kuruluş amaçları parelelinde çözüm bulmayı hedefliyor. lkemizde bilimsel ve teknolojik üretimin, dünya genelindeki tempoyu yakalayamasa da, hızla arttığı, bilim teknoloji alanının kabuk değiştirdiği yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Genç bilim insanları, bilim ve teknoloji alanında daha üretken, daha kendine güvenli, iddialı ve daha rekabetçi bir çığır açmış bulunuyorlar. Ülkemizdeki bilim etiği bilgisi ve uygulamasının bu düzeyin gerisinde kalması tüm bilim camiası için çok derin ve sancılı sorunlar yaratmakta, bu çabalara da köstek vurmaktadır. Dün, “olur Prof. Dr. Ayşe Erzan o kadar,” “bize bu kadarı yeter,” “bizde imkanlar ancak buna elveriyor,” “kimse farketmez zaten” diyerek ve örtbas edilerek “idare edilen” bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor. Bilimde dürüstlük, bilimin tanımı içinde yer alır, onun kurucu unsurlarından biridir, onsuz olunamaz. Bilim ahlakı, insanların dürüst ve her zaman gerçeklere saygılı olmaları, hakkaniyetli olmaları, hakettiğinden fazlasına tamah etmemeleri diye özetlenebilecek çok temel hasletlerden oluşmakta. Ama modern dünyada, bunları söylemenin yetmediği deneylerle sabit. Herkesin öğrenciliği sırasında bilim etiği eğitimi alarak, mesleklerini icra ederken, araştırma ve yayın yaparken karşılaştıkları her somut durumda uygulanacak kuralları ayrıntıları ile bilmesi gerekiyor. Aşırmanın, sahteciliğin, tahrifatçılığın tanımının kimsenin, “ben buradaki usulu bilmiyordum” diyemeyeceği biçimde tanımlandığı bir dünyada, yine de karşımıza çıkabilecek ihlalleri, kurumsal olarak büyük bir titizlikle takibetmek ve cezalandırılmalarını sağlamak gerekiyor. Burada nasihatin yetmediği de, uluslararası deneylerle saptanmış bir gerçek. Demek ki, başta üniversiteler olmak üzere bilim kurumlarına iki önemli görev düşüyor: 1) Bilim etiği eğitimini, üniversitede verilen eğitimin ayrılmaz bir parçası kılmak ve 2) etik ihlallere göz yummamak, bunların bürokrasinin çatlakları, dolambaçları arasına sığınmasına müsaade etmemek. Türkiye Bilimler Akademisi de bilim etiği eğitimi konusunda üzerine düşeni daha enerjik bir biçimde yapmaya çalışıyor. (http://www.tuba.gov.tr/files_tr/bilimseletik.php) Ülkemizde, etik kuralları bilmemenin yanında, bilim etiği ihlallerinin altında yatan, başta da değindiğim önemli bir unsur daha olduğunu düşünüyorum. Yetersizliğin veri olarak kabul edildiği, “biz zaten ancak bu kadarı becerebiliriz”e teslim olunduğu bir ortamda, başkalarının fikri ürünlerine saygısızlık alabildiğine yaygın. Zira bu fikri ürünlerin nasıl bir emek karşılığı elde edildiğine dair, ancak insanların kendi pratiklerinden doğabilecek, muhayyile olabildiğince kısır. Bu yaklaşım, derslerde kopyacılığı mazur göstermek için öne sürülebildiği gibi, makaleden ders kitabına, hatta popüler kitap yazımına kadar her türlü aşırmaya kılıf olarak kullanılabiliyor. Bu nedenle, bir araştırmacı çıkıp “ben makalemde aslında yeni ve orijinal şeyler yaptım, ama giriş kısmından bazı paragrafları başka bir makaleden olduğu gibi çekmekte bir sakınca görmedim, bunlar nasılsa genel geçer laflar,” diyebiliyor, örneğin. Buna karşı, özgüvenimizi, hamaset yaparak değil de, bilim ve teknolojinin her alanında gerçek ve anlamlı ürünler çıkartarak yeniden inşa etmemiz, her türlü şarlatanlığa hayır dememiz gerekiyor. Örneğin bir İTÜ’nün, “Erke Dönengeçi” gibi bir ucubeyi kamuoyunda resmen teşhir etmesi gerekiyor. Bilim dürüstlük kadar eşitler arasında eleştiriye dayanır. Eleştiri ve özgür düşünce, bilimin ve bilim etiğinin diğer, olmazsa olmaz kurucu unsurudur. Prof. Dr. Ayşe Erzan Fizik Bölümü, İTÜ 17 DD ile FF arasındaki ince çizgi M. Can İban G eçtiğimiz eğitim-öğretim yılının sonlarına doğru yapılan yönetmelik değişikliği ile tekrar gündeme gelen önşartlar, öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında farklı görüşlerin oluşmasına sebep oldu. Bu konu ne kadar geçici ve az tartışmayla çözümlenebilir bir mesele gibi gözükse de, aslında birçok öğrencinin bu yönetmelikten yakındığı ve bu şartlar altında okulu belirli bir süre uzattıkları açıkça ortadadır. Haziran ayında çeşitli protestolara ve dilekçe toplama çalışmalarına neden olan bu yönetmelik geçerliliğini hâlen korumaktadır. Bu konuyla ilgili kafalara takılan belirli soruları irdelersek bulacağımız yanıtlar aşağıdaki gibidir. 1. Önşartların FF harf notundan DD notuna çekilmesi ne anlama gelir? Önceki yönetmelikte önşartı bulunan bir dersi almak için, koşul olan dersin alınması yeterliydi. Yani FF notu, bildiğimiz üzere, dersten geçmek anlamına gelmemesine rağmen bir sonraki dersi almak için yeterliydi. Örneğin; ilk döneminde Matematik 1 dersinden FF notuyla kalmış bir öğrenci, bir sonraki dönem Matematik 2 dersini de kaldığı ders ile alabiliyordu. Şimdi ki yönetmelik ise Matematik 1 dersinin mutlaka DD ve üstü bir notla geçilmesi gerektiğini ve alttaki dersi geçmeden, üstteki dersi öğrencinin alamayacağını belirtiyor. 2. Her yarıyıl açılmayan lisans derslerinin bu yönetmeliğe göre durumu nedir? Her yarıyıl açılmayan bir dersten FF ile kalındığı takdirde, öğrencilerin tabiriyle okul uzamış oluyor. Çünkü kalınan ders için bir yıl beklenmelidir ya da yaz okulundaki açılacak dersler beklenmelidir. Sadece akademik ders programında belirtilen dönemde açılan herhangi bir ders eğer başka bir dersin önşartını oluşturuyorsa risk daha da artmaktadır. Öğrenci, dersten kalacağını daha önceden kestirememişse, yaptığı bitirme planları suya düşebilir ve motivasyonunu kaybedebilir. Başka bir görüş ise, DD önşartının gözetim listesindeki öğrencileri daha çok zorlamasıdır. Alınabilen en fazla kredinin 15 olması önşart olan derslerin alınmasında sıkıntılar doğurabilir. 3. Önşartların DD harf notuna yükseltilmesi İTÜ’de daha kaliteli mühendis-mimar-plancı yetişmesine neden olur mu? Akademisyenlerin ve öğrencilerin genel olarak belirttiği görüşlere göre mimarlık-mühendislik eğitiminde tek dersin başarısız bir şekilde tamamlanması, gelecekte önemli bir şey ifade etmeyebilir. Bununla birlikte, önşart olan dersi başarısız tamamlayıp, üstteki dersi başarıyla geçen birçok öğrenciye rastlanmıştır. İTÜ’den mezun olmak için tüm dersleri geçmek gerektiğinden, İTÜ mezunu bir bireyin kalitesini, bir dersi kaç kerede ya da ne kadar sürede geçtiği belirlemeyebilir. Bir öğrenci bir dersten kişisel sorunlarıyla ilgili olarak da geçememiş olabilir ve diğer dönem başarılı olmak için daha fazla gayret sarf edebilir. Kısacası, kalite anlayışı öğrencinin kendi belirlediği çizgidedir ve verilen eğitimden ne kadar yararlandığı ve ya onu nasıl Görsel www.sis.itu.edu.tr’den alınmıştır. geliştirdiği ile ilgilidir. 4. Peki VF notu artık ne anlam ifade ediyor? Eski yönetmeliğe göre ‘Vizesiz F’ anlamına gelen VF harf notu, geçmişte vizeye katılmayan ya da devamsızlık yapan öğrenciye verilirdi ve önşart için yetersiz olarak kabul edilmekteydi. Şimdi ise FF notunun da önşartı sağlamamasından dolayı; VF notu ayırt edici özelliğini yitirmiştir. 5.Öğrencilerin derslerde birikmesi söz konusu olur mu? Belirli derslerden kalan öğrenci sayısının fazla olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Eğer bu ders başka bir dersin önşartını oluşturuyorsa, durumdan etkilenip derse tekrar kaydolmak isteyen öğrenci sayısı da artabilir. Bu da kontenjan ve kayıt sıkıntısı yaratabilir. Bu durum hem öğrencileri hem akademisyenleri hem de idari kadroları zor duruma düşürebilir. 6. Önşartların DD notuna çıkacağı daha önceden haber verilemez miydi? Önşart değişikliği haberi daha önceden verilebilirdi çünkü daha önceki senelerde İTÜ’ye gelen öğrenciler bitirme planlarını tamamen FF önşartının özelliğine göre hazırlamışlardı ve şimdi mezun olmadan önce DD önşartının özelliğine göre de derslerine devam etmekteler. Daha önceden haber verilmesinin yanı sıra belirli bir seneden sonra yeni gelen öğrenciler için de uygulanması ayrı bir çözüm yolu olabilirdi. 7. Önşart sıkıntısı çeken öğrenciler için başka alternatif çözümler ne olmalıdır? Önşart sıkıntısı çeken öğrencilerin en büyük sıkıntısı; dersin söz konusu yarıyılda açılmamasıdır. Bu yüzden önşart oluşturan dersler her dönem açılmalı (dersi almak isteyen kişi sayısı düşünülerek) ya da en azından yaz okulunda açılmalıdır. Başka üniversitelerden sayılan derslerin anlaşmaları arttırılmalıdır. Görüldüğü üzere DD ile FF arasında başka bir harf notu bulunmamasına rağmen arasındaki mesafe çoğu İTÜ’lüyü tedirgin etmektedir. Önşartların belirli bir düzene sokulması (özellikle beş ve daha fazla önşart zinciri içeren bölümlerimizde) ve bu düzenin öğrencilere zamanında aktarılması gerekmektedir. Akademik olarak hiçbir fark oluşturmayan bu değişiklik, çoğu kişiyi yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı sıkıntıya sokmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. arıYORUM arıYORUM 16 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 Nature’ın makalesi Türkiye’de bilim tartışması açtı Bilimsel Etik Depremi Nature Dergisi’nin geçtiğimiz Eylül ayında yayınlanan Türkiye’deki bilimsel etik anlayışı hakkındaki haberi üzerine TÜBA bir bildiri yayımlayarak dikkatleri bu konu üzerine çekti Burak Patpat B İllüstrasyon: Bonita Clark - San Jose Mercury News 2001 ilim üretme işinin özünden dolayı yapılan bilimin yayınla taçlandırılması işin bilimselliğinin gereklerinden biridir. Bilgi saklanarak değil paylaşılarak çoğalır. Bu sebeple bilim adamlarından beklenen şey ürettikleri bilgileri kamuoyu ile paylaşmalarıdır. Bu bağlamda bilimsel etik kampanyalarının, bilimsel etik tartışmalarının aslında ne kadar hayati olduğunu anlamak oldukça kolay. Bilim dünyasının en prestijli dergilerinden biri kabul edilen haftalık Nature Dergisi’nin geçtiğimiz Eylül ayı içerisinde yayınlanan 449. sayısında Türk fizikçilerinin karşılaştığı intihal (plagiarisim) suçlamalarından bahsetti. Haberde, 15 farklı yazar tarafından yazılan 70 ayrı makalenin arXiv isimli genelde fizikçi bilim insanlarının kullandığı makale veritabanından kaldırıldığı, durumun açığa çıkmasına sebep olan olayın Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde iki doktora öğrencisinin doktoralarıyla ilgili mülakatları sırasında, daha önce bilimsel açıdan yeterli makaleler yazmalarına rağmen bir çok soruya cevap verememeleri ve Doç. Dr. Özgür Sarıoğlu ve meslektaşı Prof. Dr. Ayşe Karasu’nun durumdan şüphelenerek olayda adı geçen doktora öğrencilerinin yayınlarını internette diğer benzer makalelerle karşılaştırmaları sonucu ortaya çıktığı söylendi. Daha sonra Prof. Dr. Ayşe Karasu’nun arXiv yetkililerine haber vermesi üzerine yapılan araştırmada veritabanındaki intihal vakalarının sadece ODTÜ ile sınırlı kalmayıp, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde bulunan bazı bilim insanlarının da aynı sahtekârlığı yaptıkları anlaşıldı. BEKLENEN AÇIKLAMA TÜBA’DAN GELDİ Nature Dergisi’nin saygınlığı dolayısıyla haberin Türk bilim dünyasının imajına ne kadar zarar verdiğini anla- mak güç değil. İşte bu noktada, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) geçtiğimiz ayda bir bildiri yayımlayarak durumun akademik dünyamızdaki ciddiyetine dikkati çekti. Bildiride, Nature dergisinde yayınlanan habere atıfta bulunularak etik anlayışımızın yeniden gözden geçirilmesi ve etik kaygısının bilim insanlarının ve öğrencilerinin zihinlerinde iyi bir yer edinmesi gerektiği bunun için gerekli önlemlerin alınması gerektiği açıklanarak şu ifadelere yer verildi: “Nature dergisinin 6 Eylül 2007 tarihli 449. sayısı 8. sayfada yayınlanan haber, ülkemizde bilim ve bilim ahlakının durumu konusunda, gerek bireysel gerekse kurumsal düzeydeki eksiklerimizi sorgulama ve ilgili düzenlemeleri ivedilikle yapma zorunluluğumuzu gözler önüne seren sert bir uyarıdır.’’ Aynı bildiride bilimsel hırsızlık yapan öğrenciler kadar öğreticilerin de sorumlu olduğunu vurgulayan TÜBA öğretim üyelerini şöyle uyardı, ‘Öğrencilerimizin bilim etiğine uymalarından biz öğretim üyelerinin de sorumlu olduğunu unutmamız gerekir. Yaşam tarzımız, meslek anlayışımız ve mesleğimizin gereklerini yerine getirme biçimimiz ile gençlere örnek olmak, bilim ahlakına aykırı olduğu gözlenen her türlü eğilime karşı duyarlı olmak ve gerekli tepkiyi göstermek, ihlallerin üzerine, suçlanan kişilerin kendilerini savunma hakkını da gözeten bir biçimde kararlılıkla gitmek, bu kararlılığı gösteren meslektaşlara destek vermek görevimizdir.’ Bu durumun üniversitelerimizdeki birçok bilim insanımız tarafından yıllardır beklenen bir şey olduğu sadece bilim insanları arasındaki bir sohbet konusuyken TÜBA’nın bildirisinden sonra doğrulandı. Beklenen bu duruma sebep olan yanlışları görmek için bilim dünyası içinde bile olmak gerekmediği anlaşılmaktadır. Toplumda, bilgiyi (belki de elle tutulan bir şey olmadığından dolayı) çalan ve kendi üretimi gibi gösteren insanların yaptığı hırsızlık olarak algılanmamakta. Türk bilim topluluğunu oluşturan insanlar için bile durum aynı olabilmekte. Böyle alışkanlığa sahip bilim insanları bununla birlikte yapacakları üretim sırasında değişik engellerle de karşılaşmakta. YABANCI DİL ŞARTI KOPYAYA MAZERET OLUYOR Türkiye’deki bilim hırsızlığını, yayınlardaki yabancı dil zorunluluğu ve akademik denetleme mekanizmasının yetersiz oluşunun da teşvik ettiği düşünülüyor. İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Tayfun Akgül, yapılacak bilimsel yayınlarda İngilizce şartının olması, yabancı dil eğitiminin yetersizliği ve akademik başarıların sadece yapılan yayınların sayısına bağlanması gibi bazı baskı arttırıcı uygulamaların tez hazırlayanlara ciddi sıkıntılar çıkartabildiğini söylüyor. Akgül, akademik kademe atlama sınavları için hazırlanan tezlerin ciddi olarak incelenmemesi gibi etik kontrolünü zayıflatan durumların da akademik etik ilkeleri hakkında yeterli eğitime sahip olmayan dolayısıyla yeterli duyarlılığı elde edememiş akademisyenleri kolaycılığa kaçmayı teşvik ettiğini düşünüyor. ’Kapı aralığından geçebilen’ insanlar fark ettirmeden, bulundukları konumu elde etmek için yıllarını harcamış olan insanların makamlarına ulaşabiliyor. Hatta durum bazen o kadar kolektifleşebiliyor ki bu durumu ortaya çıkartmaya çalışan bilim insanları diğerleri tarafından önce iyi niyetli ufak uyarılar daha sonra sert tehditlerle engellenmeye çalışılabiliyor. Hatta bazı örneklerde olduğu gibi iş hakaretlere dökülerek üniversiteden atma girişimleriyle beraber adli makamlara intikal edebiliyor. Bu gibi uç örneklere karşın intihal örneklerinin ülkemizdeki yaygınlığının en büyük sebebi genellikle suçu işleyen akademisyene karşı diğer akademisyenlerin hissettiği merhamet duygusu oluyor. Aslında intihal durumuyla karşılaşan dünyadaki diğer akademik cemiyetlerde durumu Türkiye’deki kadar olmasa da ufak uyarılar yaptıktan ve adı geçen bilim ürünlerini geri aldıktan sonra örtbas etmekten yana. Örneğin, Institute of Electric And Electronic Engineering (IEEE) yakaladığı intihal vakaları için suçlanan kişiden sadece özür dilemesini ve makalesini geri çekmesini istemekle yetiniyor, ya da arXiv gibi büyük bilimsel yayın veritabanları intihal vakalarında kendi içlerinde bir sorun gibi görmekten yana tavır alabiliyor. Her ne kadar Nature’ın fizikçilerimiz hakkındaki haberi durumun vahametini anlamamıza yardımcı olsa da karamsar olmamız için elimizde bir sebep yok. Köklü üniversitelerimiz bilimsel etik konusunda çok daha hassas ve bu hassasiyetleri giderek diğer üniversiteleri de etkilemekte. TÜBA gibi kuruluşlarımızın olayla ilgili yaptığı açıklamaları birer hüküm ilanından çok yaraya atılan bir neşter olarak görmek çok daha mantıklı, çünkü bu gibi bildiriler bilimsel etik konusunun hassasiyetini arttırıyor. Bu sebeple Türk Akademisyenleri bilimsel etik konusunda her geçen gün bir önceki günden daha dikkatli ve diğer ülkelerdeki akademisyenlere daha iyi birer örnek olmak yolunda emin adımlarla yürümektedir. 13 İTÜ’nün güneşten gelen şampiyonları: Arıbalar Burak Avcı İ TÜ’nün güneş arabaları İTÜRA ve ARIBA II, Türkiye’de güneş enerisiyle çalışan araçlar konusunda iddialı üniversitelerin yarıştığı 2007 Formula G yarışında ilk iki sırayı alarak büyük bir başarıya imza attı.Okulumuzun farklı bölümlerinde okuyan 38 öğrencinin işbirliği ile, alternatif enerji kaynakları konusunda ülkemizde yeni açılımlar getirmek ve ülkemizi bu alanda söz sahibi olan bir konuma getirebilmek amacıyla kurulan İTÜ Güneş Arabası Ekibi, tamamı Türkiye’de üretilen parçalarla oluşturulan ARIBA, ARIBA 2 ve İTÜ-RA, ile yurtiçinde katıldıkları yarışmalarda ilk sıralara adlarını yazdırarak, İTÜ’nün güneş arabalarındaki tartışılmaz üstünlüğünü gösterdiler. Ekip, 2006 senesinde ARIBA ile Formula-G Yarışı’nda ve İzmir Ege Kupası’nda birinciliği, ARIBA-2 ile de aynı yarışlarda ikinciliği ve üçüncülüğü aldı.24-29 Temmuz 2007 tarihleri arasında, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi tarafından Ankara Atatürk Hipodromu’nda düzenlenen ‘3. TÜBİTAK Formula G–Güneş Arabaları Yarışı’na İTÜRA ve ARIBA 2 ile katılan ekibin, İTÜRA adlı aracı 30 turluk yarışın finalinde birinciliği kazanırken, ARIBA2 isimli aracı ise yarı finalde akü patlaması sonucu yarış dışı kalmasına rağmen, ekip tarafından neredeyse bir gün içerisinde tamamen yenilenerek finale katılamayan araçların yarıştığı ANOK Kupası’nda birinci sırayı aldı ve tekrar finale katılma hakkını elde edip, final yarışını ikinci sırada tamamlayarak büyük bir zafere imza attı.İTÜ Güneş Arabası Ekibi ayrıca Özgün Tasarım Ödülü’ne de layık görüldü. Türkiye’de kazandığı başarılarla, tartışılmaz üstünlüğünü herkese kabul ettiren ekip, 2008 yılında gözünü yurtdışına çevirdi. 2008 yılında TÜBİTAK’ın düzenlediği yarışların yanısıra , ABD’de düzenlenecek olan North American Solar Challenge yarışmasına katılacak olan ekip, ülkemizi yurtdışında başarıyla temsil etmeyi hedefliyor. araçlar yarışması olan ve en az yakıtla en fazla mesafeyi almanın amaçlandığı Avrupa Shell Eco-Marathon Yarışması’na tümü kendi tasarımları olan araçları Hydrobee ile prototip araçlar kategorisinde katılan ekip, hidrojenli araçlar arasında sekizinci, üniversite ve mühendislik okulları arasında kırk altıncı ve genel klasmanda iki yüz elli beş araç arasından altmış sekizinci olmuş; başarısı, tasarımı ve teknolojisiyle; yazılı ve görsel basında yaptığı tanıtımlarla da adını ülke çapında duyurmayı başarmıştır. 2007 yılında yapılan Shell-Eco Maraton Yarışma’sında ise yapılan iyileştirme çalışmaları ile hem prototip kategorisindeki Hydrobee ile yarışmış hem de yeni üretilen şehir içi kategorisindeki H2ydroBee ile Fransa'da göz doldurmuştur. Ancak yaşanan aksiliklerden dolayı sıralamada yer alamamıştır. 2008 yılında İTÜ Hidrojenli Araç Ekibi, geçen yıldan gelen deneyimleriyle ve ekibe katılan akademisyenler, yüksek lisans ve lisans seviyesinde öğrencilerin de katkılarıyla gelecekte de başarılı adımlarla zirveyi hedeflemektedir. 2006–07 yıllarında oluşturdukları sponsor ilişkilerini daha da geliştirilerek proje daha profesyonelce yönetilecektir. İTÜ HAE ekibi H2ydroBee Urban aracıyla hem en verimli aracın kazandığı EcoMarathon yarışmasına, hem de en hızlı aracın kazandığı TÜBİTAK Hidromobil07 yarışmasına katılacağı için, her iki organizasyonda başarılı olabilecek bir tasarımı gerçekleştirmiştir. Hidrojenli bir arı: Hydrobee 2007 yılında yapılan Shell-Eco Maraton Yarışma’sında yapılan iyileştirme çalışmaları ile prototip kategorisindeki Hydrobee ve yeni üretilen şehir içi kategorisindeki H2ydroBee ile Fransa'da göz dolduran İTÜ Hidrojenli Araç Ekibi, yarışmada ülkemizi ve üniversitemizi en iyi şekilde temsil ettiler. D ünya gündeminde önemli bir yer tutan küresel ısınmanın temel sebep-lerinden biri olarak kabul edilen fosil yakıtların kullanımı nedeni ile bilim dünyası çevre sorunlarına yol açmayan yenilenebilir enerji kaynakları yaratmaya yönelmektedir. Bu amaçla Hidrojenli araçlar üzerine çalışmalar yapılmakta ve bu çalışmalar çeşitli yarışmalarla teşvik edilmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının, ekolojik ve ekonomik açıdan gelecekte kazanacağı önemin farkına varan İTÜ’lü öğrenciler hem ülkenin bu alanda gelişimine katkı sağlamak hem de eğitim sürecinde öğrendikleri teknik bilgileri endüstriyel alanda uygulamak amacıyla 2005 yılında tamamı İTÜ öğrencilerinden oluşan İTÜ Hidrojenli Araç Ekibi’ni kurdular. İlk olarak 2006 yılında Avrupa’nın en önemli alternatif enerji ile çalışan 14 arıYORUM arıYORUM 3-17 Aralık 2007 3-17 Aralık 2007 ‘Yola çıkmadan başarılı olunamaz’ Fatih Avcı O rhan Kural’la tanışırsanız belki hayatınızda yeni bir dönüm noktası oluşturabilirsiniz. Gerçekten iddia ederek söylemek ve bunun üzerinde durmak istiyorum. Dışarıdan bakıldığında zaman zaman ‘gereksiz uğraşlarla uğraşıyor, işi gücü yok mu bu adamın, hala sivrisinekleri öldürmeyin diyor, aman efendim bilim mi yapıyor bu hoca’ diyenlere şahit olabilirsiniz. Orhan Kural da şahit olmuş bunlara. Ancak Kural’ı bir gün odasında ziyaret etmenizi, onunla herhangi bir konuda iki çift laf etmenizi ve sizinle konuştuktan sonraki yapacağı programda bulunmanızı öneririm. Orhan Kural, isteyen olunca yalnız gitmesi gereken yerlere bile yalnız gitmiyor. Çünkü paylaşmayı, aktarmayı, konuşmayı, faydalı olmayı, dahası üretmeyi çok seviyor. Tanıdıkça kendinize ufuk katacak, nasıl her saniye yeni birşey öğrendiğinizi görecek, Orhan Kural’ın nasıl her saniye yeni şeyler keşfettiğine hayranlıkla tanık olacaksınız. Gezginlikten dolayı ufkunun geniş olduğunu, her adımında mutlaka bir insana faydası olduğunu, her hareketinde zarar vermemeyi felsefe aldığını, söyledikleriyle yaptıklarının bir olduğunu tanıdıkça göreceksiniz. Orhan Kural, kelime anlamının üzerinde ‘çok yönlü’ bir insan. Daha çok gezginliği ve Guiness Rekorlar Kitabı için yaptığı çalışmalardan tanıyoruz. Ama bazen bir öğrencisine ‘o yemediğin pilav için insanlar günlerce çalışıyorlar’ diyerek yediği yemeğe dahi saygılı olması gerektiğini söylerken; sigarayı özendiriyor diye sanatçılara, film yapımcılarına dava açarken; kötü şartlarda yaşayan ceylanlar için basın toplantısı düzenlerken; Türkiye’de yaşayan Ganalı ve Beninlilerin sıkıntılarıyla uğraşırken; Türkiye’nin herhangi bir yerinde ilkokul, ortaokul ve liselerde, hatta anasınıflarında konferanslar verirken; belediyelerde, camilerde, köy kahvelerinde ve birçoğumuzun önyargıyla baktığı tutukevlerinde konuşmalar, sohbetler düzenlerken; çevre kirliliği için, ekolojik düzen için, bütün canlıların sağlığı için projeler üre- tirken; radyo programı hazırlarken; televizyonda belgeseller sunarken; onu aşkın gazete için yazılar yazarken veya kitaplar hazırlarken görebilirsiniz Orhan Kural’ı. Bu anlarının en az birine tanık olmalısınız. Maden Fakültesi’ndeki her zaman kapısı açık olan odada bir çayını içmeli, bir projesine katkıda bulunmalısınız. İşte o zaman ‘ben toplum için ne yaptım, ne yapmalıyım’ sorularına yanıtlar bulacaksınız. ‘Yola çıkmadan başarılı olamazsınız’ diyor Prof. Kural. Uzun-kısa her yolculuğunun büyük katkıları olduğunu söylüyor. 200 civarında ülke gezen, bu ülkelerin çoğunda konferanslar veren, Türkiye’nin 81 ilinde, neredeyse her lisesinde konuşmalar yapan Orhan Kural, fırsat bulduğu her yerde gezginlik yapıyor. Trafik sıkışıksa beklemek yerine bir kahvede insanlarla konuşmayı, ara sokaklara girip gözlem yapmayı yeğliyor. Asla lüks yerlere gitmiyor. Çok önemli toplantılar olsa bile pahalı yemeklerin verildiği, kürk giyen kadınların geldiği yerlere gitmemeye çabalıyor. Onun yerine güvencinlerle beraber yemek yemeyi, pazardan iki üç liraya gömlek almayı, dostlarıyla buluşmayı, hayvan beslemeyi tercih ediyor. İlgi çeken Orhan Kural başlıkları şunlar: Gezginlik, Bilimadamlığı, Guiness macerası, Tutukevi ziyaretleri ve iki ülkenin konsolosluk görevi... Bunların üzerine durmaya çalışacağız. GEZMEYENLER DAHA ÇOK PARA HARCIYORLARDIR Çok küçük yaşlardan beri tutku olmuş gezginlik Orhan Kural’da. Yıllardır ‘modern Evliya Çelebi’ diye lakap takılıyor Kural’a. Türkiye’nin en çok gezen adamı. Gezginliğe ayrı bir zevkle ve hayat anlamı olarak bakıyor. Sadece tarihi yapıları, binaları, müzeleri görmek için gezmiyor. Çoklukla insanları tanımayı, farklı şeyler öğrenmeyi ve öğretmeyi amaçlıyor. Gezginler Kulübü’nün de kurucusu. Üniversite yıllarınızda başlamış mıydınız gezginliğe? Babam pek izin vermiyordu ama üniversite yıllarımda biraz başladım gezmeye. O zamanlar Türk Hava Yolları’nda öğrenciye %60 tenzil hakkı vardı. İrlanda’ya gider, iki gün kalıp dönerdim. Derler ki nerden buluyorsun bu parayı. Benim başka bir harcamam yok. Sigaram yok. Hayatımda lüks bir lokantadan yemek yemedim. Hiçbir zaman Vakko’dan birşey almadım. İki üç liraya gömlek alırım. Gittiğim yerlerde otobüsle seyahat ederim. Gençlik yıllarımda büyük paralar harcamadım. Pansiyonlarda, öğrenci yurtlarında kaldım. Şimdi Gezginler Kulübü’nün başında olduğumdan gittiğim yerlere para ödemiyorum. Eminim ki Türkiye’de de popülerdi Guinness. Habire rekor kırıyorduk. Ancak İngiltere’de gördüm ki Türkiye’den kitaba giren yalnızca 13 rekor var. Bunların da çoğu müracaat etmemiş. Otomatikman kitaba girenler var. Hakan Şükür, Naim Süleymanoğlu, Halil Mutlu var, Kırkpınar Güreşleri ile ilgili bir rekor var, en uzun burun rekoru var. Türkiye’de yapılan birçok rekor yok. Türkiye’yi tanıtmak için güzel bir fırsat olacağını düşündüm. Dedim ki ben size yardım edeyim. Kabul etti-ler. Benden sonra 13 kadar olay daha kitaba girdi. İşi öğrendim çünkü. Guinness’in fahri temsilcisi oldum. Litvanya’daki bir televizyon programında bunlardan bahsedince Guinness zor durumda kalmış. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde Guinness’in fahri temsilciliği diye birşey yok. ‘Neden Türkiye’de fahri temsilcilik var da bizde yok?’ diye sorulunca bunlar sıkışmışlar. Ve mecburen yok demek zorunda kalmışlar. Sonra konuştuk başkanlarıyla da Guinness’in, dedim ben bunu menfaatim için yapmıyorum. Bir menfaatim yok. Tek isteğim Türkiye’yi daha çok duyurmak, daha çok olayı kitaba sokabilmek. ‘Bizim öyle bir çabamız yok’ dediler. Öyle deyince de ayrıldım. Ama şu an yine gelenlere danışman olarak hizmet veriyorum. Ama fahri temsilcilik durumunu kaldırdık. Aksi durumda dünyanın her yerine bir temsilci atamak zorunda kalacaklardı. Türkiye’den birçok olayı Guinness’e soktum. Mesela İspanya’dan bir bayrak açtık 20 milyon insan seyretti. Bunlar güzel şeyler, dünya televizyonlarına Türkiye’yi tanıtmak. Dört yıl kadar sürdü. ‘nasıl bilimle uğraşıyor’ sorusu normal geliyor. Peki bilimadamlığınız nasıl gidiyor? Bilimle uğraşmaktan zevk alıyor musunuz? Elbette zevk duyuyorum. Ben şunu anlamıyorum, başka ülkelerde olmak bilimsel hayattan uzakta kalmak anlamına mı geliyor? Elbette bilimsel hayattan uzak kalmıyorum. Burada oturup ellerinde sigarasıyla maç konuşan hocalarımız var. İskambil kağıtlarıyla sigara içerek bilim mi yapıyor bu insanlar? Ben bunlara karşı çıktım. Ben oturup üç tane laboratuvar çalışması yapmak yerine topluma doğru olanı anlatmayı seçtim. Benim yaptığım çalışmalar ortada. Beni tenkit edebilirler, mükemmel değilim, hatalarım var. Ama benim ne yaptığıma baksınlar. Bu kadar sene üç bin tane konferans verdim. Sigaranın zararlarını anlattım, aşırı tüketimi anlattım, gezginliği anlattım, matematiğin faydalarını anlattım. İstanbul’da gitmediğim lise kalmadı. 81 ilde konferanslar verdim. Dünya tarihinde bir ilk olan ve 13 yıllık bir çalışma sonucu bilimsel bir kitap yayınladım. Muazzam bir eforla çalıştık o kitap için. Bütün dünya basınında yer alan bu kitabı hazırlamış olmak bile kendini bilim dünyasına kabul ettirmektir diye düşünüyorum. Dünyanın en saygın üniversitelerinde bu kitap bulunur. Açtığım davaların çoğunu kazandım. Sigarayı özendiren sanatçıları ve filmleri dava ettim. Yıllardır yazı yazdım, televizyon ve radyoda programlar yaptım. Aile yaşantımı bir yana bıraktım. Evlendim, ayrıldım. Bütün hayatımı insanlara adadım. Ama sanıyorum beni 200 yıl sonra anlayacaklar, şimdi anlamayacaklar. Bazı şeyleri 200 yıl sonrasını düşünerek yapıyorum. GANA VE BENİN’İN KONSOLOSU TUTUKEVİ ANILARI Prof. Dr. Orhan Kural İstanbul’da yaşayanlar konserlere giderek, kahvelere giderek, arabalarar binerek benden daha fazla para harcıyorlardır. Gezginler Kulübü’nü kurmak nasıl geldi aklınıza? Altı yıl kadar oldu. Bu da Nasuh Mahruki, Prof. Nadir Paksoy ve Coşkun Aral’la sohbet ederken şekillendi. Dediler ki İngiltere’de Gezginler Kulübü var. Meşhur bayağı. Hatta ‘80 Günde Devr-i Alem’ filmi vardı. O filmin fikri de o kulüpte ortaya çıkar. Keşke dediler böyle bir kulüp olsa da gezmeyi seven insanlar biraraya gelse. Ben bunu ciddiye aldım. Epeyce araştırdım. O zamanlar ders de veriyordum, para kazanıyordum. Şimdi biraz param varsa o da verdiğim derslerdendir. İstanbul’un geleneklerini koruyan bir binada olmalı dedim. Derneği bu zorluklarla kurduk. Hayatımda yaptığım en iyi işin bu kulüp olduğunu düşünüyorum hep. BENDEN SONRA KİTAPLAR YAŞAR Çok sayıda da kitap yazdınız bu sürede.... Gezi kitabı olarak 10 kitap yazdım. İlk kitabım gezi kitabıydı. Aklıma birşey geldi, insanlar gidiyor gidiyor da bunları bir yazmak lazım dedim. Sonra ufak notlar yazarak gezginlere dağıtmaya başladım. Bir dostum ‘neden kitap yapmıyorsun’ dedi. Önceleri kendime güvenemedim. Sonra yazmayı denedim. Kitap yazmaya böyle başladım. İlk yazdığımda yine şüphelerim vardı, pek beğenmiyordum yazdıklarımı. O yıllarda Aziz Nesin babamın arkadaşıydı. Ona götürdüm yazdıklarımı. Sonra Aziz Nesin aradı beni, ‘çok güzel olmuş. Bu kitapla herkes heryere gidiyor’ dedi. Daha sonra önsöz de yazdı bu ilk kitabıma. Hayatında yazdığı üç önsözden biridir. Tabii çevreci olarak şöhretimiz vardı ama yazar olarak yoktu. Kitap basıldı ama yayınevlerinde göremiyordum. Sonra duyuldu iyice tabii, basında da çok yer buldu. Birden bire yükseldi. Epeyce yeni baskısı da yapıldı. Değişik bir üslupla coğrafyaları anlatmaya başladım. Elbette ki mühim olan paylaşmak. Benden sonra bu kitaplar yaşayacak. GUINNESS’İN DÜNYADAKİ TEK FAHRİ TEMSİLCİSİ Bir de Guinness Rekorlar Kitabı’nın Türkiye’de hakemliğini yaptınız. Ben İngilizce Coal (Kömür) kitabını hazırlamıştım yıllar önce. 22 devlet başkanı önsöz yazdı bu kitaba. Benim aklıma da Guinness’e başvurmak geldi. Başvurdum ancak cevap vermediler. Şimdi anlıyorum tabii neden cevap vermediklerini. İngiltere’de bulunduğum bir sırada tesadüfen bir arkadaşım aracılığı ile Guinness’e gittim. Öğrendim işlerin nasıl girdiğini. Bir de başkonsolosluklarınız var... Benin’in başkonsolosuyum. Diplomat olmayı da istiyordum aslında. Annem müsaade etmedi. Bir gün Benin’e gittiğimde Cumhurbaşkanı ile karşılaştık. Cumhurbaşkanı teklif etti bana. Ama ben lafta kalır diye düşündüm. Günün birinde büyükelçilikten bir yazı geldi. Şunu söyleyeyim, konsolos olmak profesör olmaktan çok daha zor. Çok uğraştık prosedürler için. Zaten profesör olup konsolos olan üç kişi var İstanbul’da. Çoğu işadamıdır. Çok vakit alıyor çünkü. Gerçi benim çok vaktimi almıyor çünkü bir tane Benin vatandaşı var Türkiye’de. Fakat Gana vaktimi alıyor. Başkonsolos yardımcısıyım Gana’nın ama Başkonsolosu bütün işleri bana devretti. Haftada beş-altı vize veriyorum. Onun daha çok vatandaşı var tabii. ‘Fahri’ ünvanı da o ülkenin temsilcisi olmak demek aslında. Tabii her fahri konsolosun vize verme yetkisi yok. Benim var. Fahri konsolosluğun bana getirdiği katkı da arabamda bayrak ve CC plaka eki olması. Diplomatik toplantılara da davet ediliyorum. Ben lüks yerleri çok sevmediğim için nadir gidiyorum o toplantılara. Halkın arasında olmayı tercih ederim genelde. İnsanlarla birarada olmaktan zevk duyarım. Genel olarak Ganalı ve Beninlilerin sıkıntılarıyla uğraşıyorum. Ganalılar bilhassa tutukevlerine konuluyorlar sık sık. Hastanede olanlar var. 250 vatandaş var İstanbul’da. Bu kadar işten dolayı insanların Benim en çok ilgimi çeken sizin tutukevlerinde düzenli konferanslar vermeniz. Ayrıca tutukevlerinde bulunan çocuklara da matematik dersleri veriyorsunuz... Tutukevlerine giderim sık sık. Çok sevdiğim bir kesim, beni çok iyi anlıyorlar ve dinliyorlar. Çok farklı insanlar var, çok önyargılı bakıyoruz tutukevlerine. İstanbul’da Ümraniye, Kartal, Bayrampaşa ve Metris tutukevlerine gidiyorum. Çok ilginç anılarım var tutukevlerinde. Üsküdar’dayken enteresan bir olay oldu. Üsküdar tutukevinin hanımlarına sigara ile ilgili konferans veriyorum. Önde bir kadın vardı, çok bakımlı, efendi bir hanım. Savcı da en iyi mahkumlarımızdan birisidir demişti. Sigara içiyor musunuz dedim. Maalesef, burada başladım dedi. Evli misiniz dedim, yok, kocam öldü dedi. Başınız sağolsun dedim, sonra da kocanız eğer yaşasaydı siz buradan çıktığınızda kocanızı öpünce eşiniz kül tablası yalamış gibi olmayacak mıydı? Espri yaptım ama baktım kimse gülmüyor. Tekrar başınız sağolsun dedim. Ama bir ölüm sessizliği oldu, anlayamadım. Konferans bitti, savcı ve müdür beyle sohbet etmek için odaya geçtik. Hocam o kaldırdığınız mahkum vardı ya, o kadın kocasını öldürdü dedi. Neden espriye gülmediklerini o anda anladım. Ben de çok üzüldüm, başınız sağolsun demiştim kadına. Böyle çok değişik anılar var. Kitapta topladım tabii bunları. 15 ORHAN KURAL’DAN BAŞARININ 5 SIRRI nı hem de Orhan Kural hem kendi başarısı öncelikli başarılı olmak isteyen insanların bize açıkolarak yapması gereken beş sırrı ladı. 1. SIR: AZ UYUMAK ‘Yaklaş ık üç saat uyuyor um, sabah Gündüz beşte yatarım. Gece çalışıyorum. , telefonpek fırsat olmuyor, gelen-gidenden dan...’ İ 2. SIR: İYİ MATEMATİK BİLGİS . ‘Yıllarc a matem atik dersi verdim a doğru Matema tik insana doğru zamand asyon organiz e, düşünm alma, r kararla coğrafya yapma gibi başarılar getirir. Tarih, olmada n ve hatta Türkçe bile matema tik olmaz diye düşünüyorum. ’ 3. SIR: GEZGİNLİK m ‘Öğren ci arkada şlarıma tavsiye bir sene gerekir se ünivers ite eğitiml erini çıksınl ar. dondur sunlar, dünya turuna ı, iş Ufukla rı çok genişle r; hayat başarıs demesin başarıları artar. Kimse param yok . Mesela çünkü bence para en son problem bilet alaburadan Tebriz’e (İran) 23 Dolara yaşayıp bilirsin iz. Çok farklılık lar görüp, varki çok şeyler kazanırsınz. Öyle insanlar yaramaz İstanbul’da bile gezmiyorlar. İşe e benAkmerkez, Kanyon gibi hepsi birbirin yerlere zeyen, insanları uyuşturan, pahalı öy neregidiyorlar. Fakat ne bileyim Küçükk si, Gültepe neresi bilmiyorlar.’ 4. SIR: MERAKLI OLMAK ‘Bazıla rımız Banu Alkan’ ın göğüs n doğum ölçüler ini bilir, Hakan Şükür’ü uların kaç gününü bilir, yabanc ı futbolc bilir ama milyon Dolara transfer olduklarını bilmez. iki adım ötesindeki ilkokulun adını eden insan Çünkü merak etmemiştir. Merak başarılı olur.’ 5. SIR: PROGRAMLI OLMAK Çanta‘Ben yazarım yapacağım işleri. işleri. Veya ma koyarım. O gün yaparım o , mutlaka onu yazarım edince bir şeyi merak görmüyoakşam öğrenirim. Bunu gençlerde a maç rum maalese f. Ben hayatım boyunc oynaizlemed im, kahved e oturup kağıt değerli madım. Her dakikayı olabildiğince ki derskullanırım ama bu demek değildir um ama ten başka bir şey yapmam. Yapıyor Bu da dikkatl ice öncede n planlıy orum. olmak.. beşinci sırrı başarının; programlı . Emin Orhan Kural’ la lütfen tanışın ya olun ki hayata daha farklı bakma başlayacaksınız. Orhan Kural, gezdiği ülkeleri bir haritada işaretliyor...