volume 3 - Eurasian Journal of Family Medicine

Transkript

volume 3 - Eurasian Journal of Family Medicine
2
Euras J Fam Med
EURASIAN JOURNAL OF FAMILY MEDICINE
Avrasya Aile Hekimliği Dergisi
VOLUME 3 • YEAR 2014 • AUGUST • NUMBER 2
ISSN: 2147-3161
PUBLISHED THREE TIMES A YEAR
3
4
Euras J Fam Med
EURASIAN JOURNAL OF FAMILY MEDICINE
Avrasya Aile Hekimliği Dergisi
VOLUME 3 • YEAR 2014 • AUGUST • NUMBER 2
ISSN: 2147-3161
PUBLISHED THREE TIMES A YEAR
Editor-in-Chief
H. Nezih Dağdeviren
Editors
Zekeriya Aktürk
Mehmet Ungan
Serdar Öztora
Ayşe Çaylan
Erdem Birgül (Language Editor)
Necdet Süt (Biostatistics Editor)
International Editorial Board
Amanda Barnard (Australia)
Amanda Howe (UK)
Ayfer Gemalmaz (Türkiye)
Bruce LW. Sparks (South Africa)
Chris van Weel (Netherlands)
Christos Lionis (Greece)
Daniel M. Thuraiappah (Malaysia)
Davorina Petek (Slovenia)
Denis Puchain (France)
Dilek Toprak (Türkiye)
Eliezer Alkalay (Israel)
Ersin Akpınar (Türkiye)
Esra Saatçi (Türkiye)
Faisal A. Latif Alnasir (Kingdom of Bahrain)
Ferdinando Petrazuoci (Italy)
Füsun Ersoy (Türkiye)
Garth Manning (Thailand)
Howard Tandeter (Israel)
Igor Svab (Slovenia)
Iona Heath (UK)
İlhami Ünlüoğlu (Türkiye)
İsmail Hamdi Kara (Türkiye)
Joao Sequiera Carlos (Portugal)
Johan Wens (Belgium)
John Murtagh (Australia)
José Miguel Bueno Ortiz (Spain)
Luc Martinez (France)
Luis Pisco (Portugal)
Kamile Marakoğlu (Türkiye)
Karen M. Flegg (Australia)
Kurtuluş Öngel (Türkiye)
Marius Marginean (Romania)
Mehmet Uğurlu (Türkiye)
Michael Kidd (Australia)
Murat Ünalacak (Türkiye)
Mümtaz Mazıcıoğlu (Türkiye)
Nabil Alkurashi (Saudi Arabia)
Önder Sezer (Türkiye)
Paul Van Royen (Belgium)
Peter Kotanyi (Hungary)
Pinar Topsever (Türkiye)
Richard Hobs (UK)
Richard Roberts (USA)
Sarah Larkins (Australia)
Süleyman Görpelioğlu (Türkiye)
Teresa Pawlikowska (UK)
Tuncay Müge Alvur (Türkiye)
Turan Set (Türkiye)
Valentina Madjova (Bulgaria)
Wesley Fabb (Australia)
Young-Sik Kim (Korea)
Zorayda E. Leopando (Philippines)
Owner: H. Nezih Dağdeviren (On Behalf of ESFAM)
Responsible Managing Editor: Serdar Öztora
Editorial Office:
Trakya University Medical Faculty, Department of Family Medicine (Aile Hekimligi),
Balkan Campus, 22030, Edirne, Türkiye
Printed on acid-free paper in:
Trakya University Press, Edirne, Turkey
Indexed in:
Index Copernicus International
Turkiye Citation Index
5
EURASIAN JOURNAL OF FAMILY MEDICINE
EDITORIAL
Dear readers,
I would like to thank our colleagues across the world
for supporting and following Eurasian Journal of
Family Medicine.
With the new submission system (TAPS), readers,
authors and reviewers have now a more user-friendly
and interactive experience, which raised the interest
in the journal.
The journal is widely available as printed and online,
along with the e-Book and mobile versions.
We hope that the contributions of our colleagues will
continue to grow and help to share the knowledge
among the family physicians worldwide.
Prof. Nezih Dagdeviren, MD
Editor in Chief
6
Euras J Fam Med 2014;3(2):65-122
I ND E X / İÇİN D E K İL E R
Title / Başlık
Authors / Yazarlar
65. Birinci Basamakta Kronik Yorgunluk Sendromu Yönetimi
Management of Chronic Fatigue Syndrome in Primary Care
İlknur Aslan, Mehmet Halis Tanrıverdi,
Pakize Gamze Erten Bucaktepe
69. Psikiyatri Polikliniğinde Takip Edilen Depresyon Hastalarında
Hemogram Sonuçları ile Serum Folik Asit ve Vitamin B12 Düzeylerinin
İncelenmesi
Determination of Hemogram, Folic Acid and B12 Vitamin Levels of
Depression Patients Followed Up in Psychiatry Outpatient Clinic
İsmail Hamdi Kara, Hesna Gül Çeler, Aylin
Yılmaz, M. Harun Deler, Leziz Hakan, Davut
Baltacı, Ahmet Ataoğlu, Ramazan
Memişoğulları
79. The Knowledge About Cardiovascular Risk Factors Among Students Eylem Paslı Gurdogan, Seda Kurt, Serap
Unsar
in a Faculty of Health Sciences
Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Kardiyovasküler Risk
Faktörleri Bilgi Düzeyleri
85. Current Position of Family Medicine in Undergraduate Medical
Education in Turkey
Türkiye’de Aile Hekimliğinin Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimindeki Yeri
Selcuk Mistik, Dilek Toprak, Gulsen Ceyhun
Peker
91. Obez Çocuklar Daha mı Mutsuz? Depresyon, Beden Algısı ve Kaygı
Durumları
Are Obese Children Unhappy? State of Depression, Body Image and
Anxiety
Pınar Doruk, Hülya Yıkılkan, Nurcan Akbaş
Güneş, Cenk Aypak, Süleyman Görpelioğlu
99. Mushroom Consumption Despite Its Risks; Habits and Beliefs of the Aysegul Uludag, Ahmet Uludag, Arif Alper
Cevik, Ilhami Unluoglu
People in Central Anatolia
Risklerine Karşın Mantar Tüketimi; Orta Anadolu’da İnsanların
Alışkanlık ve İnanışları
105. Doğurganlık Sorunu Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi
Ölçeği’nin Türkçe Versiyonunun İç Güvenilirlik Analizi
Internal Reliability Analysis of Turkish Version of Fertility Quality of Life
Questionnaire
Ayça Çetinbaş, Hamdi Nezih Dağdeviren,
Serdar Öztora, Ayşe Çaylan, Önder Sezer
111. Aile Sağlığı Birimimize Başvuran Hastaların Sağlık Hizmeti
Tercihi ve Evde Sağlık Hizmetinin Yeri
Health Care Preferences of Patients Admitted to the Family Health
Center and the Role of Home Care
Yusuf Haydar Ertekin, Yasemin Korkut,
Hülya Ertekin
116. Acute Cholecystitis in a Large Calculous Gall Bladder with
Multiple Polipozis
Çoklu Polipli, Taşlı Büyük Safra Kesesinde Akut Kolesistit
Muhtesem Erol Yayla
119. Kayısı Çekirdeğine Bağlı Siyanid Zehirlenmesi: Bir Olgu Sunumu
Cyanide Toxicity Caused by Apricot Kernel: A Case Presentation
Mehmet Halis Tanrıverdi, Cem Uysal, Pakize
Gamze Erten Bucaktepe, Enes Arıca, Velat
Şen
7
1
REVIEW / DERLEME
2014
Birinci Basamakta Kronik Yorgunluk Sendromu Yönetimi
Management of Chronic Fatigue Syndrome in Primary Care
AUTHORS /
YAZARLAR
İlknur Aslan
Mazgirt İlçe Entegre
Hastanesi 1 Nolu Aile
Sağlığı Merkezi, Tunceli
Mehmet Halis
Tanrıverdi
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Dicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Diyarbakır
Pakize Gamze Erten
Bucaktepe
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Dicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Diyarbakır
ÖZET
Yorgunluk (fatigue), genel popülasyonda sık rastlanan bir semptomdur ve birinci basamak sağlık
hizmetlerinden yararlanan hastalarda yaygın olarak görülmekte ve bildirilmektedir. Yorgunluk, tipik
olarak geçici ve duruma bağlı niteliktedir. Fakat bu nitelikte değilse ve başka bir tıbbi veya psikiyatrik
bozuklukla açıklanamıyorsa Kronik Yorgunluk Sendromu (Chronic Fatigue Syndome) düşünülmelidir.
Kronik Yorgunluk Sendromu semptoma dayalı veya klinik temele dayalı olarak teşhis edilen heterojen bir
sendromdur. Kronik yorgunluk sendromunun henüz özgül bir tedavisi yoktur. Ancak tedavi başarısında
erken teşhis önemlidir. Bu açıdan hastaların en sık başvurduğu ve takiplerini üstlenen birinci basamak
hekimlerine görev düşmektedir.
Anahtar kelimeler: temel sağlık hizmeti, kronik yorgunluk sendromu, erken tanı
ABSTRACT
Fatigue is a common symptom in the general population and patients, and commonly reported in
patients using primary health care services. Fatigue is typically temporary and depending on the situation.
But if it is not of this nature and accounts for another medical or psychiatric disorder, Chronic Fatigue
Syndrome should be considered. Chronic Fatigue Syndrome is a heterogeneous syndrome, which is
diagnosed according to clinical symptoms. Yet there is no specific treatment for chronic fatigue
syndrome. However, early diagnosis is important in the success of treatment. In this respect, primary care
physicians should have a role on management of this syndrome as the most referred doctors by these
patients.
Keywords: primary health care, chronic fatigue syndrome, early diagnosis
Kronik yorgunluk sendromu nedir?
Yorgunluk, her zaman hissedilebilir ve enerji yokluğu anlamına gelir. Birinci
basamak sağlık hizmetlerinden yararlanan hastalarda yaygın olarak görülmekte ve
bildirilmektedir ve genelde geçicidir. Genel olarak toplumda yaşayanların %9-13’ü, aile
hekimliği uzmanları/genel pratisyenlere başvuranların %10-25’i uzamış ve güçten
düşürücü yorgunluktan şikayet etmektedir (1).
Kronik yorgunluk sendromu (KYS), en az 6 (altı) ay süren ve organik veya ciddi
psikiyatrik hastalık gibi nedenler olmaksızın gelişen ve yatak istirahati ile düzelmeyen
bir yorgunlukla birlikte, kas iskelet ağrısı, uyku bozukluğu, konsantrasyonda bozulma
ve baş ağrısının eşlik ettiği, sakatlayıcı, multisitemik, doğumsal olmayan ve tedavisi zor
bir hastalıktır. KYS kronik yorgunluk ve immün disfonksiyon sendromu (KYIDS) veye
miyaljik ensafalomyelit (ME) olarak da bilinir. Yorgunluk hastanın bireysel, sosyal,
mesleki, eğitimsel ve ruhsal fonksiyonlarını sınırlandırır. KYS’li hastalar sıklıkla
hastalığın başlangıcından önceki kapasitelerinden daha düşük düzeyde aktivite
gösterirler. Bazı olgularda KYS yıllarca sürebilir. KYS’nin sebep veya sebepleri henüz
Corresponding Author / İletişim için
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Halis Tanrıverdi
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 21280, Diyarbakır
E-mail: [email protected]
Date of submission: 31.07.2013 / Date of acceptance: 07.10.2013
65
Aslan İ ve ark. Birinci Basamakta Kronik Yorgunluk Sendromu Yönetimi
açılanamamıştır, dahası hastalığın spesifik tanısal
testi ve tedavisi bulunmamaktadır. KYS tanısı
koymadan önce diğer bilinen nedenler ve tedavi
edilebilir durumlar (multiple skleroz, infeksiyonlar,
AIDS, metabolik endokrin doku hastalıkları, lenfoma
ve diğer karsinomlar, hipotiroidizm, uyku apne
sendromu, psikiyatrik bozukluklar) ekarte edilmelidir
(2). Alanin aminotransferaz (ALT), albümin, kan üre
azotu (BUN), kalsiyum, fosfor, tam kan sayımı,
kreatinin, elektrolitler, globülin, total protein, glukoz,
eritrosit sedimantasyon hızı, TSH (tiroid stimüle edici
hormon), transferrin satürayonu ve idrar tahlili
yorgunluk/bitkinliğin KYS dışındaki nedenlerini
ekarte etmek için kullanılabilir. Bazen tilt-table testi
ya da ileri görüntüleme tetkikleri gerekebilir.
1994’de Centers for Disease Control and
Prevention (CDC) tarafından uluslararası katılımlı bir
çalışma grubu oluşturularak, günümüzde halen
kullanılmakta olan ve geçerliliğini koruyan kriterler
geliştirilmiştir (Tablo 1). Kriterleri tam karşılayan
durumlar KYS olarak, karşılamayan durumlar
“İdiyopatik Kronik Yorgunluk” olarak tanımlanmaktadır (3).
Prevalans
Günümüzde KYS’nin önceden tahmin edilenden
daha yaygın olduğu düşünülmektedir. Vakaların çoğu
sporodiktir. KYS’nin bulaşıcı olduğuna ve KYS’li
hastaların izolasyonunun gerektiğine dair bir bulgu
yoktur. Bu sendrom her iki cinsiyetten, her
sosyoekonomik sınıftan ve her ırktan insanı
tutabilmektedir. KYS’nin genç, beyaz ve başarılı
kadınlarda, 40-49 yaş arası kişilerde, deneyimli
çalışanlarda daha sık görüldüğü bildirilmiştir (4).
12-18 yaş adölesanlarda KYS oranı, yetişkinlerin-
kinden belirgin olarak daha azdır, 12 yaşın
altındakilerde KYS saptanamamıştır (2). KYS ailesel
birikim göstermektedir. Akrabalarında KYS
olanlarda, KYS riskinin 35,9 kat fazla olduğu ve
KYS’li çocukların akrabalarında %50 oranında KYS
olduğu bildirilmiştir (5,6). Prevelans çalışmalarının
sonuçları kullanılan kriterlere göre değişmekle
birlikte, KYS prevelansı erişkin popülasyonda
%0,007-2,8 arasında bildirilmektedir (3). Vakaların
%80’inin teşhis edilemediği düşünülmesine rağmen,
Amerika Birleşik Devletleri’nde en azından bir
milyon kadar KYS hastası olduğu, bu sayının akciğer
kanseri ve multiple sklerozlu hastaların sayısından
fazla olduğu bildirilmektedir (4). Keza Türkiye’de de
sağlık çalışanları üzerinde yapılan araştırmalarda;
uzun çalışma saatleri, mesleki ve vicdani sorumluluk,
maddi tatminsizlik, sosyal yaşam yetersizliği, uyku
problemleri gibi nedenlerle KYS görülebileceği
düşünülmüştür (7-9).
KYS, benzer semptomlarla seyreden ve tanıyı
etkilemeyen bazı hastalıklarla birlikte görülebilmektedir. Bunların arasında fibromiyalji, major depresyon, anksiyete ve inflamatuar barsak hastalıkları
sayılabilir (10).
Seyir ve prognoz
Hastalığın erken döneminde spontan iyileşme
görülür. Hastalık süresi 1-9 yıl arasında ise prognoz
iyidir. 2/3 bireyde hastalık sürekli ve şiddetli
seyreder. %15 alevlenme ve remisyonla gider. Tedavi
sonrası; hastaların %30’unda 1-6 yıl içinde normale
dönüş, %20‘sinde semptomlarında hafifleme,
%20’sinde daha önceki aktivitesinin %50’sinden daha
azının geri döndüğü bildirilmiştir (11). İleri yaş, uzun
hastalık süresi, yorgunluk şiddeti, komorbid
Tablo 1. Kronik yorgunluk sendromu için Centers for Disease Control and Prevention tanı kriterleri-1994
A) Ciddi açıklanamayan yorgunluk (en az 6ay)
B) Kronik yorgunlukla birlikte en az 4 semptomun varlığı
1) Yeni başlamamış ve belirlenmemiş
1) Hafıza ve konsantrasyon kaybı
2) Devamlı bir egzersizin sonucu oluşmamış
2) Boğaz ağrısı
3) Dinlenmeyle geçmeyen
3) Hassas lenf nodları
4) Fonksiyonel bozukluğa yol açan
4) Ağrılı-katı kaslar
5) Birçok eklemde ağrı
6) Yeni baş ağrısı
7) Rahatlatmayan uyku
8) Egzersiz sonrası ağrı
66 Euras J Fam Med 2014; 3(2):65-68
psikiyatrik hastalık kötü prognoz için risk faktörüdür.
Çocuk ve adölesanlarda ise prognoz daha iyidir (2).
Tedavi
Kronik yorgunluğu olan bir hastayla karşılaşan
hekimin birincil sorumluluğu ayrıntılı bir öykü
alarak, tam bir fizik muayene yaparak, laboratuvarı
akıllıca kullanarak ve bu süreç içerisinde ayırıcı
tanıyı göz önünde tutarak nedeni araştırmaktır.
KYS’de etkinliği kanıtlanmış bir ilaç tedavisi
yoktur. İlaçlar ancak semptomatik olarak
kullanılmaktadır. Örneğin; subjektif enerji sağlamada
maklobemid, uyku bozukluğu için amitriptilin ve
nefazodone, nöropatik ağrı, kas ve eklem ağrıları için
amitriptilin ve nonsteroid anti inflamatuar ilaç,
siklobenzaprin, depresyon için sertralin, paroksetin,
nefazodone, anksiyete için alprozolam ve lorezepam
önerilmiştir (10). Ayrıca hiperbarik oksijen tedavisi,
uyku tedavisi, magnezyum sülfat ile suplement
tedavisi de yapılan tedaviler arasındadır (10,12,13).
Bugün için spesifik tedavisi bulunmayan
KYS’de hastanın yönetimi ve sakatlık değerlendirmesi psikiyatristleri de içine alan multidsipliner
bir ekip tarafından yapılır. Hastaların hayatını
yavaşlatması, esnek planlar yapması, fiziksel veya
psikolojik olarak kuvvetli stres cevabı oluşturabilen
durumlardan kaçınması önemlidir (3). Bu açıdan
hastanın eğitimi, hayat stili değişiklikleri, uygun
vücut hareketleri, gevşeme ve stres azaltma
teknikleri, ergonomik değişiklikler, dengeli beslenme,
uykunun maksimize edilmesi, hastanın yeni kimliğini
geliştirmesi ve cesaretlendirilmesi, çevresel
zorlayıcılardan kaçınılması tedavinin temelidir.
Birinci basamağa düşen görev
Öncelikle, birinci basamak hekimleri,
çoğunlukla hastaların başvuruda bulunduğu ilk
hekimler olduğundan, her hastada dikkatli, erken tanı
ve doğru yönlendirme açısından alert durumda
olmalıdırlar. Erken tanı, tedavide başarı şansını daima
arttırır.
KYS’nin en önemli belirtisi yeni veya bilinen
bir zamanda başlayan, devam eden bir fiziksel
aktivite sonucu olmayan, istirahatle hafiflemeyen, iş,
eğitim, sosyal ve özel yaşam aktivitelerinde belirgin
azalmaya yol açan bir yorgunluğun olmasıdır. KYS’li
hastaya, bireye özgü fiziksel ve sosyal tedavi planı
geliştirme, herhangi bir yeni semptomu ya da
kötüleşen fonksiyonu değerlendirme, kişiyi ve
ailesini eğitme ve sosyal yaşantısını destekleme,
düzenli bir şekilde hastayla iletişimi sürdürmede
birinci basamak, dolayısıyla aile hekimi önemli yer
tutar. Aile hekiminin her görüşmede hasta ve yakını
ile etkin iletişim kurması birinci basamak
yaklaşımının özünü oluşturmaktadır.
Bireyleri var olan tıbbi hastalığı dışında bir
bütün olarak; ailesi, çevresi ve iş yaşamını da
etkileyen faktörlerle ele alan biyopsikososyal
yaklaşım; doktorun aile hekimi olarak aileyi
oluşturan bütün unsurların da dünyasına girmesi ile
somutlaştırılabilecek bir kavrama dönüşmüştür (14).
Hasta ve yakınları pek çok sorunu bir arada
yaşayabilir. İş gücü kaybı ve bunun getirdiği
ekonomik sorunlar, sosyal aktivitelere katılamama,
aile içi çatışmalar ve uyumsuzluklar, utanç, anksiyete
ve depresyon gibi duygu durum bozuklukları yaşama
bunlardan bazılarıdır. Hasta ve yakınlarının, hastalık
ve hastalığın seyri hakkında bilgilendirilmesi
önemlidir. Kronik hastalıklarda işlevselliğin artması
ancak aile ve hekimin uyumuyla mümkün
olabilecektir.
KYS multisistemik bir hastalık olduğundan;
birinci basamak hekimi farklı uzmanlık dalları ve
hastanın tedavisinin devam ettiği sağlık merkezi ile
işbirliği ve iletişim içinde olmalıdır.
Kaynaklar
1. Sharpe MC, Archard LC,
Banatvala JE, Borysiewicz
LK, Clare AW, David A, et al.
A report--chronic fatigue
syndrome: guidelines for
research. J R Soc Med
1991;84(2):118-21.
2. Kara İH. Aile Hekimliğinde
kronik yorgunluk
sendromunun
değerlendirilmesi. Aktüel Tıp
Dergisi 2004;9(1):51-9.
3. Sofuoğlu S, İzgi HB,
Asdemir A. Kronik
yorgunluk immün
67
Aslan İ ve ark. Birinci Basamakta Kronik Yorgunluk Sendromu Yönetimi
4.
5.
6.
7.
68 disfonksiyon sendromu
nedir? Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni
2006;16(1):63-78.
Griffith JP, Zarrouf FA. A
systematic review of chronic
fatigue syndrome: don’t
assume it’s depression. Prim
Care Companion J Clin
Psychiatry 2008;10(2):120-8.
Bell KM, Cookfair D, Bell
DS, Reese P, Cooper L. Risk
factors associated with
chronic fatigue syndrome in a
cluster of pediatric cases.
Clin Infect Dis
1991;13(Suppl 1):32-8.
Bell DS, Bell KM, Cheney
PR. Primaty juvenile
fibromyalgia syndrome and
chronic fatigue syndrome in
adolescents. Clin Infect Dis
1994;18(Suppl 1):21-3.
Kara İH, Özdemir Ö, Geter Y,
Eğilmez S. Diyarbakir’da
birinci ve ikinci basamakta
görevli hemşirelerde kronik
yorgunluk sendromu
sıklığının değerlendirilmesi.
Göztepe Tıp Dergisi
2005;20(4):214-8.
8. Kara IH, Topcu GS, Demir
D, Erdem O, Yıldız N,
Yaman H. Chronic fatigue
syndrome among nurses and
health care workers in a
research hospital in the
southeast region of Turkey.
Soc Behav Pers
2008;36(5):585-90.
9. Sayın S. Tıp fakültesinde
görev yapan araştırma
görevlilerinde kronik
yorgunluk ve depresyon
sıklığının incelenmesi (tez).
Düzce: Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi; 2012.
10. Durmuş D, Bölükbaşı N.
Kronik yorgunluk
sendromuna güncel bir bakış.
11.
12.
13.
14.
Turk Fiz Tıp Rehab Derg
2007;53(2):69-73.
Loblay R, Bertouch J,
Darveniza P, Hickie I, Lloyd
A, Rowe K, et al. Chronic
fatigue syndrome. Med J
Aust 2002;176(9):17-55.
Van Hoof E, Coomans D, De
Becker P, Meeusen R,
Cluydts R, De Meirleir K.
Hyperbaric therapy in
chronic fatigue syndrome. J
Chronic Fatigue Syndr
2003;11(3):37-49.
Cox IM, Campbell MJ,
Dowson D. Red blood cell
magnesium and chronic
fatigue syndrome. Lancet
1991;337(8744):757-60.
Ak M. Ağır psikiyatrik
hastası olan aile yönetimi.
Türkiye Klinikleri J Fam
Med-Special Topics
2012;3(2):63-6.
ORIGINAL RESEARCH / ORİJİNAL ARAŞTIRMA
2014
Psikiyatri Polikliniğinde Takip Edilen Depresyon Hastalarında
Hemogram Sonuçları ile Serum Folik Asit ve Vitamin B12 Düzeylerinin
İncelenmesi
Determination of Hemogram, Folic Acid and B12 Vitamin Levels of Depression Patients
Followed Up in Psychiatry Outpatient Clinic
AUTHORS /
YAZARLAR
İsmail Hamdi Kara
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
Hesna Gül Çeler
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
Aylin Yılmaz
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
M. Harun Deler
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
Leziz Hakan
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
Davut Baltacı
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
Ahmet Ataoğlu
Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
Ramazan
Memişoğulları
ÖZET
Amaç: Bu çalışmada, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğinde takip edilen suisidal düşüncesi
bulunan yada eylemde bulunduğu belirlenen vakaların hemogram, folik asit ve B12 vitamin düzeylerinin
incelenmesi amaçlandı.
Yöntemler: Kesitsel tipteki bu araştırmada, Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran depresyon olguları, remisyonda olan, major
depresyonda olan ve suisidal düşüncesi bulunan olgular olarak gruplandırılarak, demografik veriler,
Hamilton Depresyon İndeksi ile hemogram, folik asit ve B12 vitamin düzeyleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışma yaş ortalaması 36,6±10,4 yıl olan 31’i (%64,8) kadın, sekizi (%35,2) erkek, 39
olguda gerçekleştirildi. Olguların yedi’si (%17,9) bekar, üçü (%7,7) boşanmış, biri (%2,6) dul olup, 28’i
(%71,8) evliydi. Olguların 15’i remisyonda, 12’si major depresyonda ve 12’si ise major depresyonda
olup suicidal risk taşımaktaydı. Vitamin B12 düzeyleri major depresyon olgularında en düşük düzeyde
olup (236,1±119,3 pg/ml), suicidal risk taşıyan olgularda da düşük düzeydeydi (283,7±108,6 pg/ml),
buna karşın remisyon fazında ise diğer iki gruba göre en yüksek (321,6±245,9 pg/ml) düzeydeydi. Yine,
aylık gelir düzeyleri, major depresyon olgularında diğer gruplardan daha düşük (1023±549 TL)
düzeydeydi.
Sonuç: Vitamin B12 düzeyleri major depresyon olgularında en düşük düzeyde olup, remisyonda
yükselmektedir. Aylık gelir de, major depresyondaki olgularda en düşük düzeyde olup, depresyon için bir
risk faktörü olarak gözükmektedir.
Anahtar kelimeler: vitamin B12, depresyon, folik asit, Hamilton depresyon indeksi
ABSTRACT
Aim: In this study, we aimed to determine the hemogram, folic acid and B12 vitamin levels of
clinical cases with suisidal thoughts or attempts detected in psychiatry outpatient clinic.
Methods: In this cross-sectional study, depression patients admitted to the psychiatry outpatient
clinic of Düzce University Medical Faculty are grouped as cases in remission, in major depression and
have suisidal thoughts or actions. Hemogram, folic acid and B12 vitamin levels were compared with
demographic data and Hamilton Depression Index scores.
Results: Study is implemented to 39 cases with 31 female (64.8%), 8 male (35.2%) at the average
age of 36.6±10.4. Seven of the cases (17.9%) were single, three of them (7.7%) were divorced, one was
(2.6%) discoverted, and 28 (71.8%) were married. Of the cases, 15 were in remission, 12 of them were in
major depression and 12 of them were in major depression with suicidal risk. Vitamin B12 levels was
low in cases with sucidial risks (283.7±108.6 pg/ml), whereas it was the lowest in major depression
group (236.1±119.3 pg/ml), and the highest in remission group (321.6±245.9 pg/ml). In major depression
group, income per month was lower than the other groups (1023±549 TL).
Conclusion: Level of B12 vitamin was the lowest at major depression cases, and it rises at remission
cases. Major depression patients had the lowest income per month and it seems as a risk factor for
depression.
Keywords: vitamin B12, depression, folic acid, Hamilton depression index
Biyokimya Anabilim
Dalı, Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Düzce
Corresponding Author / İletişim için
Prof. Dr. İsmail Hamdi Kara
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 81620, Konuralp, Düzce
E-mail: [email protected]
Date of submission: 26.12.2013 / Date of acceptance: 04.03.2014
69
Kara İH ve ark. Depresyon Hastalarında Hemogram Sonuçları ile Serum Folik Asit ve Vitamin B12 Düzeylerinin İncelenmesi
Giriş
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre
depresyon tüm dünyada dördüncü hastalık yükü
nedenidir (1). Bu kişisel, sosyal ve ekonomik
rahatsızlık, fonksiyon ve üreticilik kaybı ve yardım
gereksinimi niteliklerine dayanarak yapılan bir
hesaplamadır. Türkiye’de de “Ulusal Hastalık Yükü
ve Maliyet Etkililik” çalışması sonuçlarına göre
dördüncü sırada yer almıştır (2). Bir çok batı
ülkesinde son 20 yılda antidepresan kullanımı
dramatik bir şekilde artmıştır. Özellikle Selektif
Serotonin Gerialım İnhibitörleri (SSRI) ve yeni nesil
antidepresanlar yoğun bir şekilde reçete edilmektedirler (3). SSRI grubu ilaçlar genellikle Trisiklik
Antidepresan (TSA)’lara göre daha iyi tolere
edilmektedirler ve etkinliklerinin aynı düzeyde
olduğu düşünülmektedir (4,5). Folat ve vitamin B12
kullanımının, andidepresanlara karşı yanıtsızlığı,
depresif semptomları ve yüksek homosistein
düzeylerini azalttığına dair güncel çalışmalar
bulunmaktadır (6-9).
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD)
Epidemiologic Catchment Area (ECA) çalışmalarına
göre majör depresyon sıklığı %3-5,8, bir yıllık
prevalans %2,6-6,2'dir. Hayat boyu risk erkekler için
%3-12, kadınlar için %10-26 olarak verilmektedir.
Genel toplumda yaşam boyu prevalans %15 kadardır
(10,11). ABD’de intihar, 10-14 yaş grubu ergenler
arasında kazalar, kanser ve cinayetlerin ardından
dördüncü ölüm nedeni olarak sayılırken, 15-24 yaş
grubundaki ergenler arasında ise kazalar ve
cinayetlerin ardından intihar üçüncü ölüm nedeni
olarak sayılmaktadır. Aynı zamanda 1950’li yıllardan
bu yana 15-19 yaş arası ergenlerde intihar oranının
%350 arttığı belirtilmektedir (1). İntihar girişiminde
bulunanların %70’i aşırı dozda ilaç kullanırken,
intihar edenlerin %63’ü ateşli silahları tercih
etmişlerdir (12).
Türkiye’de ise intihar girişiminde bulunanların ve
intiharı gerçekleştirenlerin oranı Avrupa ülkelerine
göre daha düşük olmakla birlikte intihar girişiminde
bulunanların büyük çoğunluğunu Avrupa ülkelerinde
olduğu gibi 20 yaş altı gençler oluşturmaktadır
(13,14). Türkiye Ruh Sağlığı Profili çalışmasında 12
aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda %5,4,
erkeklerde %2,3, tüm nüfusta %4 olarak verilmek70 tedir. (11)
Ancak, Türkiye’de intihar girişimlerine ilişkin
sistemli ve güvenilir veriler olmadığından (15), folat
ve B12 vitamin düzeylerinin depresyonla ilişkisini
içeren çalışmaların yeterli olmadığından bahsedebiliriz.
Bu çalışmada, depresyon tanısıyla Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları polikliniğinde takip edilen olguların
hematolojik parametreleri, folik asit ve B12 vitamin
düzeylerinin incelenmesi amaçlandı.
Yöntemler
Kesitsel tipteki bu araştırmada Başhekimlik
Makamının 31.01.2013 tarih ve 548 nolu yazısı ile
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğine
Ocak 2013 - Mart 2013 tarihleri arasında başvuran
hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelenmiştir.
Çalışmamızda, dosyalardan, tanısı, reçete edilen
ilaçlar, hemogram, folik asit ve B12 vitamin
düzeyleri ve demografik verileri incelenmiştir.
Psikolojik tanı
Depresyon tanısı DSM-IV sınıflamasına göre,
depresyon şiddeti ise 17-maddeli Hamilton
Depresyon İndeksi (HAMD-I) ile belirlenmiştir
(HAM-D-17) (16). Olgular, remisyonda olan, major
depresyonda olan ve suisidal düşüncesi bulunan ya da
eylemde bulunduğu belirlenen olgular olarak
gruplandırıldı.
Biyokimyasal Analizler
Tüm ölçümler Düzce Üniversitesi Araştırma ve
Uygulama Hastanesi Biyokimya Laboratuvarı’nda
gerçekleştirilmiştir. Tam kan sayımları CELL-DYN
3700 SL (Abbott Diagnostics, Chicago, USA)
otomatik kan sayım cihazında yapıldı. Serum B12
vitamini ve folat düzeyleri Siemens IMMULITE
2000 competitive chemiluminescent enzyme
immunoassay yöntemi (CCEA) ile ölçüldü. Çalışılan
laboratuvarda daha önce ayrıntılı anlatıldığı üzere test
verilerini etkileyebilecek olası hataları saptamak
amacıyla periyodik internal ve eksternal kalite
kontroller yapılmaktadır (17). B12 vitamini eksikliği
için; <200 pg/mL (148 pmol/L) yaygın indeks iken;
<250 pg/mL (185 pmol/L) orta nokta; <350 pg/mL
(258 pmol/L) eksiklik düşündüren değer; Folat
Euras J Fam Med 2014; 3(2):69-78
eksikliği için ise <4 ng/mL alındı.
Anemi, Lökopeni, Trombositopeni Tanımlaması
Kan hemoglobin konsantrasyonunun kadınlarda
12 g/dL, erkeklerde 13 g/dL altında olması Dünya
Sağlık Örgütü tarafından anemi olarak tanımlanmıştır. Beyaz küre sayısının 4500/mm3 ve trombosit
sayısının 150.000/mm3’ün altında olması sırasıyla
lökopeni ve trombositopeni olarak değerlendirildi.
anemi için erkeklerde Hct <%39, kadınlarda <%36
olarak, MCV için 90 fl üzeri yüksek, 80 fl altı düşük
değer olarak kabul edildi (18).
İstatistiksel Analizler
Sonuçlar %95’lik güven aralığında, ortalama±
standart deviasyon olarak verildi. İstatistiksel
analizler SPSS istatistik programı (SPSS, Chicago,
IL, USA, versiyon 11.5) kullanılarak gerçekleştirildi.
Ortalamalar arasındaki farkların anlamlılığı için
Student t testi, çoklu gruplarda One Way ANOVA
(Bonferroni) testi, kategorik değişkenlerin analizinde
ise Ki-Kare (Fisher’s exact) testi kullanıldı. Ölçümler
arasındaki korelasyon, Pearson korelasyon analizi,
normal dağılım göstermeyen parametreler ise
Spearman’s rho korelasyon testi ile incelendi.
Kullanılan testler için p<0,05 değeri istatistiksel
olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular
Çalışma yaş ortalaması 36,6±10,4 (min-maks:
21-65) yıl olan 31’i (%64,8) kadın, 8’i (%35,2) erkek,
39 olguda gerçekleştirildi (Tablo 1). Olguların 7’si
(%17,9) bekar, 3’ü (%7,7) boşanmış, 1’i (%2,6) dul
olup, 28’i (%71,8) evliydi.
Tablo 1. Olguların sosyodemografik özellikleri ile vitamin
B12, folik asit ve hemogram sonuçları
Ortalama ± SD
Yaş
VKI
36,6±10,4
(kg/m2)
27,6±4,6
HAMD-I
15,3±5,8
Aylık gelir (TL/ay)
1523±998
Sigara (paket/yıl)
6,0±9,2
Sigara süre (ay)
15,7±24,2
B12 düzeyi (pg/mL)
226±101
Folik asit düzeyi (ng/mL)
8,4±2,8
WBC (x1000 µL)
8,1±2,5
HCT (%)
39,5±4,3
MCV (fL)
85,8±5,3
RDW (%)
13,8±1,3
MPV (fL)
8,8±0,8
PLT (x1000 µL)
287±76
Olguların cinsiyete göre sosyodemografik
faktörler ile vitamin B12, folik asit ve hemogram
sonuçları Tablo 2’de verildi. Kadınların vitamin B12
düzeyleri erkeklerden daha fazla idi (p=0,039).
Olguların 15’i remisyonda, 12’si major
depresyonda ve 12’si ise major depresyonda olup
suicidal risk taşımaktaydı. Aylık gelir düzeyleri,
major depresyon olgularında diğer gruplardan daha
düşük (1023±549 TL) düzeydeydi. Vitamin B12
düzeyleri major depresyon olgularında en düşük
düzeyde olup (236,1±119,3 pg/ml), suisidal risk
Tablo 2. Cinsiyete göre bazı sosyodemografik faktörler ile vitamin B12, folik asit ve hemogram sonuçları
Yaş grubu
Parametre
Yaş
VKI (kg/m2)
HAMD-I
Sigara (paket/yıl)
Sigara süre (ay)
B12 düzeyi (pg/mL)
Folik asit düzeyi (ng/mL)
WBC (x1000 µL)
HCT (%)
MCV (fL)
RDW (%)
MPV (fL)
PLT (x1000 µL)
Erkek
n=8
34,5±15,2
28,0±3,5
11,9±18,2
6,3±7,7
13,3±18,2
226±101
7,5±2,5
8,9±3,7
44,4±3,4
88,3±5,2
13,4±1,7
8,6±0,7
283±64
Kadın
n=31
37,2±9,0
27,5±4,9
16,2±5,8
6,0±9,6
16,4±26,3
298±189
8,7±2,9
7,9±2,1
38,1±3,5
85,1±5,2
13,9±1,3
8,8±0,8
289±79
p
0,524
0,810
0,061
0,921
0,792
0,039
0,322
0,285
0,001
0,137
0,323
0,390
0,846
71
Kara İH ve ark. Depresyon Hastalarında Hemogram Sonuçları ile Serum Folik Asit ve Vitamin B12 Düzeylerinin İncelenmesi
Tablo 3. Depresyon gruplarında sosyodemografik faktörler ile vitamin B12, folik asit ve hemogram sonuçları
Remisyon
n=15
37,0±13,3
Depresyon
Major Depresyon
n=12
37,1±8,5
Major Depresyon - Suisid
n=12
35,8±8,5
0,783
28,0±3,5
27,5±4,9
27,5±4,9
0,438
HAMD-I
12,5±4,6
17,2±5,5
16,6±6,7
<0,05
Aylik Gelir (TL)
1685±882
1023±549
1787±1312
<0,0001
Sigara (paket/yıl)
5,9±7,4
5,7±10,9
6,7±9,6
0,276
Sigara süre (ay)
10,9±14,5
28,3±36,4
6,0±5,5
0,014
B12 düzeyi (pg/mL)
322±246
236±119
284±109
0,042
Folat düzeyi (ng/mL)
8,3±3,2
9,1±3,5
8,4±2,8
0,583
WBC (x1000 µL)
8,0±3,1
7,8±2,3
8,3±2,0
0,607
HCT (%)
39,4±5,2
39,9±3,9
39,2±3,7
0,719
MCV (fL)
85,4±6,3
85,6±4,8
86,4±4,7
0,582
RDW (%)
13,8±1,4
13,9±1,4
13,7±1,3
0,812
MPV (fL)
8,8±0,7
8,8±1,0
8,6±0,7
0,246
PLT (x1000 µL)
286±70
253±93
320±54
0,001
Parametre
Yaş
VKI
(kg/m2)
taşıyan olgularda da düşük düzeydeydi (283,7±108,6
pg/ml), buna karşın remisyon fazında ise diğer iki
gruba göre en yüksek (321,6±245,9 pg/ml)
düzeydeydi (Tablo 3 ve Şekil 1).
p
dokuz kadın olguda Hct %36’nın altındaydı. RDW
değeri normalde %10’un altında olan olgu
bulunmazken; %16’nın üzerinde olan olgu sayısı ikisi
kadın, birisi erkek üç (%7,7) olgudur. MCV’si 100 fl
üzeri olan hiçbir olgu bulunmuyor iken; MCV’si 90 fl
üzeri olan olgu sayısı (üçü erkek) 6 (%15,4) olup; 80
fl altı olan olgu sayısı ise 4 (%10,3) olup, hepsi
kadındı (Tablo 4).
321,6
320,0
Vitamin+B 12
300,0
Tartışma
283,7
280,0
260,0
240,0
236,1
220,0
R E MİS Y O N
MD
MD#S UIC ID(R IS K
T A NI
Şekil 1. Depresyon subgruplarında vitamin B12 düzeyleri
Olguların %33,3’ünde (n=13) B12 vitamin
düzeyleri <200 pg/mL (148 pmol/L; yaygın indeks)
iken; %43,6’sında (n=17) <250 pg/mL (185 pmol/L;
orta nokta); %71,8’sinde (n=28) ise <350 pg/mL (258
pmol/L; eksiklik düşündüren değer) altında ölçüldü.
Folik asit düzeyleri yalnızca bir erkek, bir kadın, iki
olguda 4 ng/ml altındaydı.
Anemi, yalnızca bir erkek hastada bulunuyorken,
72 !
Güncel olarak vitamin B12 eksikliğinin tanısını
koyabilmek için herkes tarafından kabul edilmiş
kesin bir sınır değer bulunmamaktadır. Klinisyenler
tarafından yaygın olarak kullanılan sınır değerlerden
birisi 200 pg/mL (148 pmol/L)‘dir (19). Ancak, bu
klinik eşik değerin sensitivitesi düşüktür ve düşük
normal statüdeki birçok hastada klinik semptomlar
bulunabilmektedir (20). Lindenbaum ve ark. (21)
vitamin B-12 plazma konsantrasyonunun 350 pg/mL
(258 pmol/L)’a kadar çıkan bireylerde dahi
semptomların olduğunu bildirmişlerdir.
Tucker ve ark. (20) B12 vitamini serum düzeyleri
için 3 farklı cut-off değeri önermektedir: 200 pg/mL
(148 pmol/L); yaygın kullanılan değer, 250 pg/mL
(185 pmol/L; orta nokta) ve 350 pg/mL (258 pmol/L);
B12 vitamini eksikliğini düşündüren ancak ilave
testlerin gerekli olduğu değerdir. Bizim önceki
Euras J Fam Med 2014; 3(2):69-78
Tablo 4. Cinsiyete göre bazı sosyodemografik faktörler ile vitamin B12, folik asit ve hemogram sonuçları
Parametre
Cins
Erkek
Kadın
Medeni durum
Evli
Bekar
Dul-boşanmış
Eğitim durumu
İlkokul
Ortaokul-lise
Yüksek okul
Eğitimsiz
Kronik hastalık
Var
Yok
Yakın kaybı
Var
Yok
İlaç
Sertralin
Essitolapram
Diğer-kombine
Egzersiz (günlük)
Var
Yok
Çay (Bardak/gün)
<2
2-4
≥5
Kahve (Bardak/gün)
0
1
≥2
Zeytinyağ tüketimi
Nadiren-hiç
Hergün-sıklıkla
Süt ürünleri tüketimi
Nadiren-hiç
Hergün-sıklıkla
Asitli içecek tüketimi
Nadiren-hiç
Hergün-sıklıkla
Sigara kullanımı
Var
Yok
Alkol kullanımı
Var
Yok
Madde kullanımı
Var
Yok
Remisyon
n=15
Depresyon
Major Depresyon Major Depresyon - Suisid
n=12
n=12
p
5
10
2
10
1
11
0,258
10
3
2
7
3
2
11
1
0
0,446
6
3
4
2
6
6
0
0
5
5
2
0
3
12
3
9
6
6
0,214
5
10
3
9
7
5
0,214
1
8
6
3
3
6
1
4
7
0,407
5
10
0
12
3
9
0,093
2
3
10
1
5
6
1
4
7
0,590
11
2
2
8
4
0
7
2
3
0,573
9
6
8
4
9
3
0,971
1
14
4
8
6
6
0,05
12
3
10
2
7
5
0,105
10
5
6
6
8
4
0,614
3
12
1
11
1
11
0,570
0
15
0
12
0
12
-
0,655
73
Kara İH ve ark. Depresyon Hastalarında Hemogram Sonuçları ile Serum Folik Asit ve Vitamin B12 Düzeylerinin İncelenmesi
çalışmamızda (22), check-up polikliniğine başvuran
yaşlı olgularımızda, B12 eksikliği her iki cinste de
oldukça yaygındı. Erkeklerde %70, kadınlarda
%45,7, B12 vitamini eksikliği saptandı (p=0,07).
mevcut çalışmada ise, tüm olguların, %33,3‘ünde
(n=13) B12 vitamin düzeyleri <200 pg/mL (148
pmol/L; yaygın indeks) iken; %43,6’sında (n=17),
<250 pg/mL (185 pmol/L; orta nokta); %71,8’sinde
(n=28) ise <350 pg/mL (258 pmol/L; eksiklik
düşündüren değer) altında ölçüldü. Folik asit
düzeyleri yalnızca bir erkek, bir kadın, iki olguda 4
ng/ml altındaydı.
Vitamin B12 eksikliği olan hastalarda depresif ve
nöropsikolojik şikayetlere çeşitli mekanizmalar neden
olabilir (21,23). Brenda ve ark.’nın (24) yaptığı
çalışmada B12 eksikliğinin seratonin ve katakolamin
sentezini etkileyerek depresyona neden olabileceği
savunulmuştur. Ayrıca B12 vitamin eksikliğinin
spinal kord ve beyinin demiyelinizasyonuna da neden
olduğu gösterilmiştir.
Bunun yanı sıra, depresyonda iştah azalmasına
bağlı olarak azalmış gıda alımı sonucu B12
vitamininde düşüklük oluşabileceği vurgulanmıştır.
Depresif ve non depresif olguları karşılaştırıldığı
çalışmasında; depresif kadınların genelde beyaz ırk
olduğu; daha az eğitimli, daha çok kronik hastalığı
olan ve günlük aktivitelerinde daha çok kısıtlılık
yaşayan hastalar olduğu görülmüştür. Yaş, gelir, BMI,
alkol kullanımı ve vitamin preperatları kullanımına
göre fark bulunmamıştır. Vitamin B12 eksikliği,
depresyonda olmayan kadınlara nazaran hafif ve ağır
depresyondaki kadınlar arasında önemli ölçüde daha
yaygın saptanmıştır. Hafif depresyonun B12 ve folat
eksikliği ile ilişkisi bulunmamışken ağır depresyonla
güçlü ilişkisi bulunmuştur (24).
Natasha ve ark.’nın (25) yaptığı çalışmada,
olgularda kullanılan antidepresanlarda değişiklik
olmadan belirli bir süre verilen B12 takviyesiyle,
depresyon ve bilişsel disfonksiyonda iyileşme
o l m u ş t u r. A n t i d e p r e s a n t e d a v i y e d i r e n ç l i
semptomlarla başvuran hastalarda altta yatan tıbbi bir
patoloji olduğu kabul edilebilir (25).
Mischoulon ve ark. (26) tarafından major
depresyon hastalarında makrositozun incelendiği
çalışmada, folat ve B12 eksikliği bulunan olguların
hiçbirinde makrositoz saptanmamış, antidepresan
74 tedaviye yanıtsızlık bulunan hastalarda ise yalnızca
%3 oranında makrositoz saptanmıştır. Yazarlar sonuç
olarak, anemi ve makrositozun folat veya B12
eksikliğini yada antidepresanlara yanıtsızlığı
öngördürmeyeceğini bildirmişler ve folat ve B12
düzeylerinin tedaviye dirençli olgularda özellikle
incelenmesini önermişlerdir (26). Bizim çalışmamızda da aynı şekilde olguların hiçbirinde makrositoz
saptanmamış, gruplar arasında folat düzeyi, RDW,
MCV, MPV düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı
farklılık bulunamamıştır. Bizim çalışmamızda
MCV’si 100 fl üzeri olan hiçbir olgu bulunmuyor
iken; MCV’si 90 fl üzeri olan olgu sayısı (üçü erkek)
6 (%15,4)’dır.
Bizim çalışmamıza majör depresyon grubunda
platelet düzeyleri en düşük bulunmuş olup,
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (236±119,
p=0,042). Burada serotonin düzeylerinin trombosit
sayısı üzerinde etkili olabileceği öngörülmştür.
Serotonin gastrointestinal ve santral sinir sisteminde
bulunan bir nörotransmitterdir. Duygudurum, iştah,
uyku, öğrenme ve bellek gibi bilişsel işlevlerde rol
oynadığı bilinmektedir. Trombositlerde depolanan
serotonin gerektiğinde salgılanarak kan pıhtılaşma
süreçlerine katkıda bulunmaktadır. Serotoninin
sinaptik aralıktaki miktarı antidepresan ajanlar
tarafından regüle edilmektedir. Serotonin,
enterokromafin hücrelerden doku dışına salınmakta,
aktif transport sistemi ile trombositlerde depolanmaktadır. Herhangi bir kanama gerçekleştiğinde
serotoninler salınmakta, vazokontrüksiyonla birlikte
trombosit agregasyonu meydana gelmekte, hemostaz
oluşmaktadır. Serotonin miktarındaki azalmanın
trombosit işlev bozukluğuna yol açtığı vurgulanmıştır
(27-29).
Daha önceki çalışmalar, vitamin B12 eksikliği ve
depresyon gibi nöropsikiyatrik bozukluklar
arasındaki korelasyonu göstermiştir (30,31).
Miscoulon ve ark.’nın (26) günlük 20 mg fluokstin
tedavisi alan 213 depresyon hastasında yaptığı
çalışmada Fluoksetin tedavi etkisinin folik asit ve
vitamin B12 düzeyleriyle ilişkisi incelenmiştir. Folik
asit ve vitamin B12 düzeylerinin depresif hastalarda
suç işlemede belirleyici olduğu görülmemiştir.
Plazma B12 seviyeleri düşük olan hastalarda
fluoksetin tedavisine daha az yanıt olmuştur (26).
Euras J Fam Med 2014; 3(2):69-78
Benzer olarak Hintikka ve ark. (32)’nın çalışmasında
vitamin B12 serum düzeyleri yüksek olan depresyon
hastalarında düşük vitamin B12 serum düzeyleri olan
hastalara göre depresif şikayetlerin tedaviye daha iyi
yanıt verdiği görülmüştür. Diğer bir çalışmada genel
popülasyondaki hastalar B12 eksikliği gözlenen
hastalarla depresif semptomlar açısından kıyaslandığında korelasyon bulunamamıştır. Bu çalışmada
B12 destek tedavisinin depresif semptomlar üzerine
de etkisi olmadığı gösterilmiştir. Bu durum gelecekte
yeni çalışmalar için faydalı olacaktır (33-36).
Önen ve ark. (37) tarafından Eskişehir’de kadınlarda depresyon prevalansını belirlemek amacıyla 700
hasta üzerinde yapılan çalışmada medeni durum ile
primer depresyon (PD) arasında ileri derecede önemli
bir ilişki saptanmıştır. Buna göre evlilerde PD'nun
ileri derecede önemli oranda düşük olduğu (p<0,01)
bulunmuştur (37). Bizim çalışmamızda ise depresyondaki bireylerde medeni durumun istatistiksel
olarak anlamlı bir fark oluşturmadığı gözlenmiştir. Bu
durum çalışmamızda subgruplarda hasta sayısının az
olmasından kaynaklanabilir.
Türkiye’de yapılan bir incelemede de intihar
girişiminde bulunan ergenlerin %94.7’si ilaç içerek
intihar etmeye çalışmışlardır (38). Bizim çalışmamızda, 11 olgunun psikiyatrik tedavi aldığı; sık
yutulan ilaçlar arasında antidepresanların (özellikle
SSRI ve TSA), ilk sırada yeraldığı belirlenmiştir. Bu
ilaçların bir özelliği, sık reçete edilen ilaçlar olması
ve evlerde sıkça bulunabilmesidir.
Bizim çalışmamızda da, önceki çalışmalarda da
belirtildiği gibi ilaçla özkıyım girişimi bekar genç
kadınlarda daha sık görülmektedir (39-41). Güncel
toplumda genç kız veya kadın özgüvenini kazanmış,
kültürlü bir birey olarak “kendi” olamamakta,
toplumdaki yerini alamamakta ve karşısına çıkan
problemlere uygun çözüm üretememektedir. Çoğu
ailede; erkek-kadın, baba-çocuk arasında sözlü
iletişimin ve olumlu duygu paylaşımının az olduğu
söylenebilir. Diyarbakır gibi yoğun göç alan
şehirlerde; ailesiyle çatışmalı erkek öğrenciler ve
işsiz erkekler arasında ilaçla özkıyım girişimi daha
sık görülmüştür. Ergen-genç erkeklerde yaş ilerledikçe ilaçla özkıyım girişimi kadınlara oranla
azalmaktadır. Bu belki de, yaşın ilerlemesiyle
problemli aile etkisinden kısmen kendilerini
uzaklaştırabilmelerine, kısmen de bireyselleşme ve
sosyalleşme çabalarının bir sonucu olarak problem
çözme yetilerinin gelişmesine bağlı olabilir (42,43).
Bizim çalışmamızda, ortalama yaş 21,6±7,8 yıl
olup, 34 olgudan 27’sinin (%85,3) 15-25 yaş arasında
olduğu belirlenmiştir. Pekçok araştırmada görüldüğü
gibi, bizim çalışmamızda da yaş değişkeninin intihar
olayında önemli bir değişken olduğu görülmüştür.
15-25 yaş grubundaki gençler ülkemiz koşulları
gereği, üniversite giriş sınavları ve mezuniyet sonrası
işsizlik gibi bazı sorunlar ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu yaş grubundaki ergen ve genç bireylerin,
özellikle gelecek ile ilgili duygu ve beklentilerinin
düşük olması ve de ahlaki ve dini engeller ile doğaya
ve hayata bağlılık gibi birtakım koruyucu etkenlere
sahip olmamaları nedeni ile intihar olasılıkları artıyor
olabilir (42).
Kaya ve ark. (44) tarafından tıp fakültesi
öğrencilerinde depresyon sıklığının incelendiği
çalışmada; ailesinin aylık gelir düzeyi asgari ücret ve
altında olan gruptaki öğrencilerin Beck Depresyon
İndeksine göre depresyon puanlarının daha yüksek
olduğu bulunmuştur. Bizim çalışmamızda da majör
depresif hastaların aylık gelir düzeyi en az olan grup
olduğu saptanmıştır (p<0,0001). Ayrıca sigara içme
süresinin major depresif hastalarda diğer iki gruba
göre anlamlı derecede artmış olduğu görülmüştür.
Major depresif olguların depresyonda olduğu süre
boyunca sigara kullanma sıklıkları diğer dönemlere
göre detaylı incelenebilir. Hastalarda kronik major
depresyon durumu mevcut ise sürenin uzaması, sigara
içme süresinin de uzamasına neden olabilir.
Ceylan ve ark.’larının (45) yaptığı çalışmada lise
öğrencilerinde sigara kullananlarda Beck Depresyon
Envanteri, Durumluk Anksiyete Envanteri ve Sürekli
Anksiyete Envanteri yüksek saptanmış olup, ayrıca
ekonomik durumu kötü olanlarda depresyon
sıklığının arttığı saptanmıştır. Marakoğlu ve ark.‘nın
(46) Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinde
yaptığı çalışmada, sigara içenlerde içmeyenlere göre
beck depresyon değeri yüksek olup, bu durumlar
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde saptanmamıştır
(p>0,05). Çalışmamızda, süt ve süt ürünleri tüketimi
remisyondaki olgularda, majör depresyon ve suisidal
riski olan hastalara göre fazla olup istatistiksel olarak
anlamlı bulunmuştur. Bu konuda yapılacak yeni
75
Kara İH ve ark. Depresyon Hastalarında Hemogram Sonuçları ile Serum Folik Asit ve Vitamin B12 Düzeylerinin İncelenmesi
çalışmalara gereksinim olduğu görülmüştür.
Sonuç olarak, vitamin B12 düzeyleri major
depresyon olgularında en düşük düzeyde olup,
remisyonda yükselmektedir. Major depresyondaki
erkeklerde aylık gelirde en düşük düzeyde olup
depresyon için bir risk faktörü olarak gözükmektedir.
Dolayısıyla B12 eksikliğinin depresyon tanısı konan
hastalarda tedaviye yanıt açısından önemli olabileceği
düşünülmüştür.
Kaynaklar
1. Preventing suicide: a
resource for primary health
care workers. Geneva: World
Health Organization; 2000.
17 p.
2. Sağlık Bakanlığı Başkent
Üniversitesi Refik Saydam
Hıfzıssıhha Merkezi
Başkanlığı Hıfzıssıhha
Mektebi Müdürlüğü
(Türkiye). Ulusal hastalık
yükü ve maliyet-etkililik
çalışması, hastalık yükü final
rapor. Ankara: 2004.
3. Onur E, Yemez B, Polat S,
Gürz NY, Cimilli C.
Konsültasyon liyezon
psikiyatrisi uygulamaları ve
farmakoterapi tercihlerindeki
değişim. Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni
2007;17(4):167-73.
4. Cipriani A, Barbui C,
Brambilla P, Furukawa TA,
Hotopf M, Geddes JR. Are all
antidepressants really the
same? The case of
fluoksetine: a systematic
review. J Clin Psychiatry
2006;67(6):850-64.
5. Çetin M, Açıkel C.
Meta-analizler ışığında:
bütün antidepresanlar aynı
mıdır? Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni
2009;19(2):87-92.
6. Cornish S, Mehl-Madrona L.
The role of vitamins and
76 7.
8.
9.
10.
11.
minerals in psychiatry. Integr
Med Insights
2008;3(1):33-42.
Sachdev PS, Parslow RA,
Lux O, Salonikas C, Wen W,
Naidoo D, et al. Relationship
of homocysteine, folic acid
and vitamin B12 with
depression in a middle-aged
community sample. Psychol
Med 2005;35(4):529-38.
Tolmunen T, Hintikka J,
Ruusunen A, Voutilainen S,
Tanskanen A, Valkonen VP,
et al. Dietary folate and the
risk of depression in Finnish
middle-aged men. A
prospective follow-up study.
Psychother Psychosom
2004;73(6):334-9.
Lerner V, Kanensky M,
Dwolatzky T, Rouach T,
Kamin R, Miodownik C.
Vitamin B12 and folate
serum levels in newly
admitted psychiatric patients.
Clin Nutr 2006;25(1):60-7.
Amerikan Psikiyatri Birliği:
Mental bozuklukların tanısal
ve sayımsal elkitabı,
Dördüncü baskı (DSM-IV),
Amerikan Psikiyatri Birliği,
Washington DC, 1994’ten
çeviren Köroğlu E, Hekimler
Yayın Birliği, Ankara, 1996.
Tezvaran Z, Akan H, İzbırak
G. Birinci basamak sağlık
hizmetinde depresyon
12.
13.
14.
15.
16.
17.
yönetimi. Turkish Family
Physian 2010;1(3):1-7.
Davis JM, Brock SE. Suicide.
In: Sandoval J (Ed.).
Handbook of in crisis
counseling, intervention,
prevention in the schools.
2nd ed. London: Lawrence
Erlbaum Associates
Publishers; 2002:273-301.
Guloglu C, Kara IH. Acute
poisoning cases admitted to a
university hospital
emergency department in
Diyarbakir, Turkey. Hum Exp
Toxicol 2005;24(2):49-54.
Devrimci HO, Sayıl I.
Suicide attempts in Turkey:
Results of the WHO-EURO
multicentre study of suicidal
behavior. Can J Psychiatry
2003;48(5):324-9.
Korkut F. Okul temelli
önleyici rehberlik ve
psikolojik danışma. 1. Baskı.
Ankara: Anı Yayıncılık;
2004. p.217-53.
Akdemir A, Turkcapar MG,
Orsel SD, Demirergi N, Dag
I, Ozbay MH. Reliability and
validity of the Turkish
version of the Hamilton
Depression Rating Scale.
Comprehensive Psychiatry
2001;42(2):161-5.
Duran S, Memisogullari R,
Coskun A, Yavuz O, Yuksel
H. Do Turkish adults really
Euras J Fam Med 2014; 3(2):69-78
18.
19.
20.
21.
22.
23.
have lower levels of the
high-density lipoprotein
cholesterol? Acta Cardiol
2007;62(5):453-9.
Benoist B, McLean E, Egli I,
Cogswell M. Worldwide
prevalence of anaemia
1993-2005. WHO Global
Database on Anemia. Spain:
WHO Press, 2008; p. 3-7.
World Health Organization.
Nutritional anaemias. Report
of a WHO Scientific Group.
World Health Organ Tech
Rep Ser 1968:5-37.
Tucker KL, Rich S,
Rosenberg I, Jacques P,
Dallal G, Wilson PW, et al.
Plasma vitamin B-12
concentrations relate to
intake source in the
Framingham Offspring Study.
Am J Clin Nutr
2000;71(2):514-22.
Lindenbaum J, Healton EB,
Savage DG, Brust JC, Garrett
TJ, Podell ER, et al.
Neuropsychiatric disorders
caused by cobalamin
deficiency in the absence of
anemia or macrocytosis.
Nutrition 1995;11(2):181.
Kara İH, Kandiş H,
Bahçebaşı T, Köylü OK,
Sayın S, Demirin H, et al.
Check-up polikliniğine
başvuran 50 yaş üzeri
bireylerin folat, B12 vitamini
düzeyleri ve anemi yönünden
değerlendirilmesi. Turk J
Biochem 2010;35(4):350-5.
Santhosh-Kumar CR, Hassell
KL, Deutsch JC, Kolhouse
JF. Are neuropsychiatric
manifestations of folate,
cobalamin and pyridoxine
24.
25.
26.
27.
28.
29.
deficiency mediated through
imbalances in excitatory
sulfur amino acids?. Med
Hypotheses
1994;43(4):239-44.
Penninx B, Guralnik J,
Ferrucci L, Fried L, Allen R,
Stabler SP. Vitamin B12
deficiency and depressionin
physically disabled older
women: epidemiologic
evidence from the women’s
health and aging study. Am J
Psychiatry
2000;157(5):715-21.
Kate N, Grover S, Agarwal
M. Does B12 deficiency lead
to lack of treatment response
to conventional
antidepressants?. Psychiatry
(Edgmont) 2010;7(11):42-4.
Mischoulon D, Burger JK,
Spillmann MK, Worthington
JJ, Fava M, Alpert JE.
Anemia and macrocytosis in
the prediction of serum folate
and vitamin B12 status, and
treatment outcome in major
depression. J Psychosom Res
2000;49(3):183-7.
Schins A, Honig A, Crijns H,
Baur L, Hamulyák K .
Increased coronary events in
depressed cardiovascular
patients: 5-HT 2A receptor as
missing link? Psychosom
Med 2003;65(5):729-37.
Cifariello A, Pompili A,
Gasbarri A. 5-HT(7)
receptors in the modulation
of cognitive processes. Behav
Brain Res
2008;195(1):171-9.
Varma GS, Ateşci FÇ, Keskin
A, Şimşek D. Paroksetin’e
bağlı trombosit işlev
30.
31.
32.
33.
34.
35.
bozukluğu: vaka sunumu.
Yeni Symposium Journal
2012;50(2):112-5.
Kim JM, Stewart R, Kim SW,
Yang SJ, Shin IS, Yoon JS.
Predictive value of folate,
vitamin B12 and
homocysteine levels in
late-life depression. Br J
Psychiatry
2008;192(4):268-74.
Rao NP, Kumar NC, Raman
BR, Sivakumar PT, Pandey
RS. Role of vitamin B12 in
depressive disorder--a case
report. Gen Hosp Psychiatry
2008;30(2):185-6.
Hintikka J, Tolmunen T,
Tanskanen A, Viinamaki H.
High vitamin B12 level and
good treatment outcome may
be associated in major
depressive disorder. BMC
Psychiatry 2003:17.
Kamphuis MH, Geerlings
MI, Grobbee DE, Kromhout
D. Dietary intake of B
(6-9-12) vitamins, serum
homocysteine levels and their
association with depressive
symptoms: the Zutphen
Elderly Study. Eur J Clin
Nutr 2008;62(8):939-45.
Ford AH, Flicker L, Thomas
J, Norman P, Jamrozik K,
Almeida OP. Vitamins B12,
B6, and folic acid for onset of
depressive symptoms in older
men: results from a 2-year
placebo-controlled
randomized trial. J Clin
Psychiatry
2008;69(8):1203-9.
Hvas A, Juul S, Lauritzen L,
Nexø E, Ellegaard J. No
effect of vitamin B12
77
Kara İH ve ark. Depresyon Hastalarında Hemogram Sonuçları ile Serum Folik Asit ve Vitamin B12 Düzeylerinin İncelenmesi
36.
37.
38.
39.
78 treatment on cognitive
function and depression: a
randomized placebo
controlled study. J Affect
Disord 2004;81(3):269-73.
Coppen A, Bolander-Gouaille
C. Treatment of depression:
time to consider folic acid
and vitamin B12. J
Psychopharmacol
2005;19(1):59-65.
Önen FR, Kaptanoğlu C,
Seber G. Kadınlarda
depresyonun yaygınlığı ve
risk faktörleriyle ilişkisi. Kriz
Dergisi 1995;3(1):88-103.
Tezcan AE, Oğuzhanoğlu
NK, Ülkeroğlu F. Çocuk ve
gençlerde intihar girişimleri,
Kriz Dergisi 1995;3(1):83-7.
Ateşci FÇ, Kuloğlu M,
Tezcan E, Yıldız M. İntihar
girişimi olan bireylerde
birinci ve ikinci eksen
tanıları. Klinik Psikiyatri
2002;5(1):22-7.
40. Sır A, Özkan M, Altındağ A,
Özen Ş, Oto R. Diyarbakır’da
özkıyım ve özkıyım
girişimleri: adli kayıtların
incelenmesi. Türk Psikiyatri
Dergisi 1999;10(1):50-7.
41. Sayar K, Acar B.
Psikofarmakolojik ajanlarla
yapılan intihar girişimlerinde
risk etkenleri. Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni
1999;9(4):208-12.
42. Özen Ş, Güloğlu C. İlaçla
özkıyım girişiminde bulunan
ergen ve gençlerde depresif
belirti farklılıkları. Anadolu
Psikiyatri Dergisi
2003;4(1):159-66.
43. Özen Ş, Oto R, Tıraşcı Y,
Ayna YE. Çocuklarda suç
davranışları,
farik-mümeyyizlik ve
sosyodemografik özellikler.
Psikiyatri Psikoloji
Psikofarmakoloji (3P)
Dergisi 2002;10(2):155-64.
44. Kaya M, Genç M, Kaya B,
Pehlivan E. Tıp fakültesi ve
sağlık yüksekokulu
öğrencilerinde depresif belirti
yaygınlığı, stresle başaçıkma
tarzları ve etkileyen faktörler.
Türk Psikiyatri Dergisi
2007;18(2):137-46.
45. Ceylan A, Özen Ş, Palancı Y,
Saka G, Aydın YE, Kıvrak Y,
et al. Lise son sınıf
öğrencilerinde
anksiyete-depresyon
düzeyleri ve zararlı
alışkanlıklar: Mardin
çalışması. Anadolu Psikiyatri
Dergisi 2003;4(1):144-50.
46. Marakoğlu K, Çivi S,
Şahsıvar Ş, Özdemir S. Tıp
fakültesi birinci ve ikinci
sınıf öğrencilerinde sigara
içme durumu ve depresyon
yaygınlığı arasındaki ilişki.
Bağımlılık Dergisi
2006;7(3):129-34.
ORIGINAL RESEARCH / ORİJİNAL ARAŞTIRMA
2014
The Knowledge About Cardiovascular Risk Factors Among Students in a
Faculty of Health Sciences
Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Kardiyovasküler Risk Faktörleri Bilgi
Düzeyleri
AUTHORS /
YAZARLAR
Eylem Pasli
Gurdogan
Department of Nursing,
Trakya University
Faculty of Health
Sciences, Edirne, Turkey
Seda Kurt
Department of Nursing,
Trakya University
Faculty of Health
Sciences, Edirne, Turkey
Serap Unsar
Department of Nursing,
Trakya University
Faculty of Health
Sciences, Edirne, Turkey
ABSTRACT
Aim: Cardiovascular diseases are among the most common reasons for mortalities and morbidities
worldwide, and mortalities related to cardiovascular diseases have become more common in the younger
population in recent years. This study was planned to determine the knowledge levels and affecting
factors about cardiovascular risk factors among students in a faculty of health sciences.
Methods: The study was performed between April-May 2013 with the participation of 665 students
studying in the Nursing, Nutrition and Dietetics, and Physiotherapy and Rehabilitation departments of the
Health sciences Faculty of a university. Data were collected by using the knowledge levels on risk factors
related to cardiovascular diseases scale developed by Arıkan et al.
Results: The average age of the students was 20.76±1.76, 81.8% were female, 31.7% studied in their
1st year, and 53.1% studied in the nursing department. 31.9% of the students stated that they had
knowledge on cardiac risk factors. The average score of the students was 17.86±2.83. The knowledge
level of students in their senior years, who had a history of cardiac disease in their families on
cardiovascular disease risk factors was found to be higher in a statistically significant manner (p<0.005).
Conclusion: In our study, the knowledge levels of the students on cardiovascular disease risk factors
are above average. Giving more emphasis in the faculty of health sciences curriculum to the topic of
cardiac risk factors and protection methods would increase awareness on the subject. Future members of
health care teams educating the public on cardiac risk factors would provide a significant improvement in
primary health care services.
Keywords: students, cardiac risk factors, health knowledge
ÖZET
Amaç: Kardiyovasküler hastalıklar dünya çapında ölüm ve hastalıkların en sık nedenleri arasında
yer almakta, son yıllarda kardiyovasküler hastalıklar ile ilişkili ölümler genç nüfusta artış göstermektedir.
Bu çalışma Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin kardiyovasküler risk faktörleri bilgi düzeyleri ve
etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla planlanmıştır.
Yöntemler: Çalışma Nisan-Mayıs 2013 tarihleri arasında bir üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi
Hemşirelik, Beslenme ve Diyetetik, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon bölümlerinde öğrenim gören 665
öğrenci ile gerçekleştirildi. Veriler Arıkan ve arkadaşları tarafından geliştirilen Kardiyovasküler
hastalıklar ile ilgili risk faktörleri bilgi düzeyi ölçeği kullanılarak toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde
SPSS 16.0 paket programı kullanıldı.
Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 20,76±1,76, %81,8'i kadın, %31,7'si 1. sınıf ve %53,1'i
hemşirelik bölümü öğrencisidir. Öğrencilerin %31,9'u kardiyak risk faktörleri konusunda bilgi sahibi
olduğunu ifade etti. Öğrencilerin ölçek puan ortalamaları 17,86±2,83'tü. Dördüncü sınıfta öğrenim gören
ve ailesinde kardiyak hastalık öyküsü bulunan öğrencilerin kardiyovasküler hastalık risk faktörleri bilgi
düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu (p<0,005).
Sonuç: Çalışmamızda öğrencilerin kardiyovasküler hastalıklar risk faktörleri bilgi düzeyleri
ortalamanın üzerindedir. Sağlık bilimleri fakültesi müfredat programlarında kardiyak risk faktörleri ve
korunma yöntemlerine daha fazla yer verilmesi, bu konudaki farkındalık düzeyini arttıracaktır. Geleceğin
sağlık ekibi üyelerinin, toplumu kardiyak risk faktörleri konusunda bilinçlendirilmesi primer sağlık
hizmetlerine önemli katkı sağlayacaktır.
Anahtar kelimeler: öğrenciler, kardiyak risk faktörleri, sağlık bilgisi
Corresponding Author / İletişim için
Assist. Prof. Eylem Pasli Gurdogan, PhD
Trakya University Faculty of Health Sciences Department of Nursing, 22030, Edirne, Turkey
E-mail: [email protected]
Date of submission: 25.09.2013 / Date of acceptance: 31.10.2013
79
Pasli Gurdogan E et al. The Knowledge About Cardiovascular Risk Factors Among Students in a Faculty of Health Sciences
Introduction
Since the occurrence of cardiovascular diseases
increases every day and such diseases have become
the most common cause of death in the world,
protection from such diseases has become a primary
goal for health care services (1). In the beginning of
the twenty first century, cardiovascular diseases are
responsible for nearly half of the deaths in developed
countries and 25% in developing countries. It is
projected that, by the year 2020, such diseases will
cause 25 million deaths every year, and be the
primary cause of death in the world (2). According to
the Cardiac Diseases and Risk Factors in Turkish
Adults Report, cardiovascular diseases are the most
common cause of death in our country for both men
and women (3).
Protection from cardiovascular diseases is a
topical, ever increasing and urgent health care
necessity (4). In the Prospective Urban Rural
Epidemiology study performed by the Turkish
Metabolic Syndrome Association, with the effects of
social factors on lifestyle and cardiovascular risk
factors, and the incidence of these neither chronic nor
contagious disease groups are found increasing in our
country (1,5). While a decrease in the prevalence of
such diseases is observed in developed countries,
where primary and secondary precautions to the risk
factors of coronary artery disease are applied with
diligence, the average prevalence of such diseases is
reported to increase for both genders in our country,
and it is reported that the changes in the lifestyle of
Turkish people have an important effect in this
increase (4,6).
It is important to determine cardiovascular risk
factors, using of primary protection measures for high
risk individuals, and using of secondary prevention
measures in individuals that are already sick (4,6).
Lifestyle changes play an important role in primary
and secondary prevention from cardiovascular
diseases. Quitting smoking, regular physical activity,
having a balanced body weight, and a regular diet are
main goals in protection from cardiovascular diseases
(7).
Nurses, dieticians and physiotherapists, who are
all a part of the health care team, have important
responsibilities in preventing of cardiovascular or
80 other chronic diseases, delaying the development of
such diseases in high risk individuals, and reducing
possible complications. Creating public awareness on
such diseases, educating healthy and ill individuals,
promoting healthy lifestyle habits, and helping with
compliance to treatments in case of the disease
presenting are among the main responsibilities of the
health care team members (4,8).
For the health care team members to fulfill those
responsibilities, they have to be educated and aware
about cardiovascular and other chronic diseases
starting from their college years. In the light of these
facts, this study was planned to determine the
knowledge levels of nursing, nutrition and dietetics,
and physiotherapy and rehabilitation students, on
cardiovascular risk factors and affecting factors.
Methods
The study was conducted between April-May
2013 with the participation of 665 students studying
in the Nursing, Nutrition and Dietetics, and
Physiotherapy and Rehabilitation departments of the
health sciences faculty of a university who
volunteered for the study. Data were collected by
using a 10 item questionnaire developed by the
researchers including socio-demographic
characteristics, stories of cardiac diseases in the
family or the student related to cardiovascular risk
factors, smoking status, exercise status, and body
mass index (BMI), together with the knowledge level
on risk factors related to cardiovascular diseases
(CARRF-KL) scale.
The CARRF-KL scale was developed and tested
for validity and reliability by Arıkan et al. The scale
consists of 28 items. While the first four items of the
scale regard the properties of cardiovascular diseases,
the likelihood of protection, and the age factor, 15
items question the risk factors (items 5, 6, 9, 11, 12,
14, 18, 19, 20, 23, 24, 25, 27, 28), and nine items
question the results of changes in risk behavior (items
7, 8, 13, 15, 16, 17, 21, 22, 26).The items in the scale
were presented to the participants in a true-false
questionnaire composed of full sentences. The
participants were asked to answer "Yes", "No", or "I
don't know". Every "correct answer" corresponded to
1 point, and every "wrong answer" or "I don't know"
Euras J Fam Med 2014; 3(2):79-84
statement corresponded to 0 points. The highest
possible score in the scale was 28, and items
11-12-16-17-24-26 were scored so that affirmative
answers gave 0 points while negatory answers gave 1
point (reverse coding). The total scores were
calculated by giving 1 point to the rest of the
affirmative answers. A higher score means a better
level of knowledge. Arıkan et al found the Cronbach
alpha value of the scale to be 0.76 (9). In this study
the Cronbach alpha value was found to be 0.70.
Data were evaluated with the SPSS 16.0 program
using percentages, average values, student’s t-tests,
and one way analysis of variance (ANOVA). In order
to compare significance of differences between
groups, the Bonferroni multiple comparison test was
used.
Results
The mean age of the students participating in the
study was 20.76±1.76 (min: 18, max: 32). Among the
participants, 81.8% were female, 31.7% were
freshmen and 53.1 % were studying in the department
of nursing. It was determined that 91.6% of the
students do not smoke, 56.4% do not exercise
regularly and 74.3 % have a normal weight according
to BMI, 31.9% of the students have a family history
of cardiac disease and 58.9% reported that they knew
the risk factors associated with cardiovascular
diseases (Table 1).
There were significant differences according to
the grade that the students are studying (p=0.003),
having a history of cardiac disease (p=0.013),
Table 1. Descriptive Characteristics and Comparison of the CARRF-KL Mean Scores (n=665)
Features
Gender
Female
Male
Grade
1st
2nd
3rd
4th
Department
Nursing
Nutrition and Dietetics
Physiotherapy and Rehabilitation
Smoking Status
Smoking
Not smoking
Exercise status
Exercises
Does not exercise
BMI
Thin
Normal weight
Slightly overweight
Family history of chronic disease
Present
None
History of chronic disease
Present
None
Knowing cardiac risk factors
Yes
No
Partially
n (%)
CARRF-KL
Mean ± SD
p
544 (81.8)
121 (18.2)
17.79 ± 2.92
18.14 ± 2.39
0.23*
211
178
176
100
(31.7)
(26.8)
(26.5)
(15.0)
17.32 ± 2.47
17.87 ± 3.12
18.14 ± 2.76
18.47 ± 2.98
353 (53.1)
178 (26.8)
134 (20.2)
17.64 ± 3.33
18.21 ± 1.85
17.95 ± .41
56 (8.4)
609 (91.6)
17.64 ± 2.88
17.88 ± 2.83
0.55*
290 (43.6)
375 (56.4)
17.80 ± 2.95
17.90 ± 2.75
0.671*
90 (13.5)
494 (74.3)
81 (12.2)
18.04 ± 3.07
17.92 ± 2.77
17.25 ± 2.90
212 (31.9)
453 (68.1)
18.25 ± 2.50
17.67 ± 2.96
59 (8.9)
606 (91.1)
18.52 ± 1.89
17.79 ± 2.90
392 (58.9)
44 (6.6)
229 (34.4)
18.32 ± 2.61
15.795 ± 3.55
17.46 ± 2.83
0.003**
0.079**
0.118**
0.013*
0.06*
<0.001**
* Student’s t-test, ** One-Way ANOVA
81
Pasli Gurdogan E et al. The Knowledge About Cardiovascular Risk Factors Among Students in a Faculty of Health Sciences
knowing the cardiovascular risk factors (p<0.001),
and the mean CARRF-KL scores. According to this
study, the CARRF-KL scores of the 4th grade
students were higher than the other grades and scores
of the students with a history of cardiac disease in the
family were higher than the students who do not have
a family history of cardiac disease. Scores of the
students who know the cardiac risk factors were also
higher than those who does not know the risks. In this
study, a significant difference was not found in mean
CARRF-KL scores according to gender, department,
smoking status, exercising, BMI, and presence of
chronic diseases among the students (Table 1).
The mean CARRF-KL score of the students was
found to be 17.86±2.83 (Table 2). CARRF-KL total
scores range was between 4 and 22.
Discussion
The mean CARRF-KL score of the students was
found to be 17.86 ± 2.83. Arikan et al. reported in
their study which recruited medical staff that the
mean score obtained from the scale was 19.3±3.2.
Tan et al. carried out with rural women that the mean
score obtained from the scale was 13.05±6.93 (9, 10).
Hacıalioğlu at al. (11) carried out with collage
students, the knowledge of cardiac risk factors was at
medium level. In another study carried out with high
school students, it was determined that 55.6% had a
medium level of knowledge regarding cardiac risk
factors (12). It can be stated that those studying in
health-related areas have a high level of knowledge
of cardiovascular risk factors.
This study showed that the CARRF-KL scale
scores increases while the students’ grade increases
too. This study releaved that CARRF-KL scale scores
of fourth grade students were higher than other
students. In a study evaluating the level of knowledge
of cardiovascular risk factors which was carried out
with collage students, the senior students had higher
levels of knowledge than the first grade students (11).
This shows the importance of education in enhancing
the level of knowledge of cardiovascular risk factors.
In our study, the CARRF-KL scale scores of the
students who had a family history of cardiac disease
were significantly higher than the students who did
not have a family history of cardiac disease. Tan et al.
stated in a study that was conducted with women that
CARRF-KL scale scores of the women who had a
history of cardiac disease in the family were higher
(10). Similarly, in another study including medical
staff, it is found that people who had a family history
of cardiac disease had higher CARRF-KL scale
scores (9). Having a history of cardiac disease
increases the level of knowledge of risks for other
members of the family.
In our study, CARRF-KL scale scores of the
students with a chronic disease were higher than
those without a chronic disease, but the difference
was not statistically significant. In a study conducted
on patients with heart disease, patients identified very
low levels of cardiovascular risk factors (13). It is
expected that the interest in and awareness of people
regarding chronic diseases should increase.
In this study, CARRF-KL scale scores of the
students who knew about cardiovascular risk factors
were found to be higher than those who did not know
and those who knew partially. In a study carried out
with medical students, it was stated that 41.7 % of the
students in the early years of education have
knowledge about the risk factors of cardiovascular
diseases and also stated that this score is declined to
13.6% in the last year of education (14). This can be
explained with the education of the students who
study health sciences and therefore having a high
level of knowledge about this subject.
Clinical nutrition and healthy eating habits play
an important role on primary and secondary
prevention of cardiovascular disease (15).
Responsibilities and duties of dietitians are becoming
more and more important each day on the treatment
and prevention of cardiovascular diseases. Although
there was no significant difference between the
Table 2. Distribution of CARRF-KL Mean Scores
Scale
CARRF-KL
82 Possible maximum and Maximum and minimum
minimum scores
scores in our study
0-28
4-22
Mean ± SD
Cronbach’s
Alpha
17.86 ±2 .83
0.70
Euras J Fam Med 2014; 3(2):79-84
department of the students which they study and their
CARRF-KL scores, the CARRF-KL scale scores of
nutrition and dietetics department students were
higher. This situation can be explained by the training
about nutrition and exercise of Nutrition and Dietetics
students that they have taken during their education.
In many industrialized countries, total calorie
intake continues to increase while physical activity
decreases and this causes the obesity epidemic.
Obesity increases cardiovascular risk alone due to the
structural changes that obesity cause on the heart. The
trends that cause obesity are increasing while
noticeable improvements happen on other risky
behaviors and risk factors such as smoking (2, 16). In
our study, 74.3% of the students had a normal weight.
Although there was a significant difference, the
students in the thin group had higher scores on the
scale of CARRF-KL. In a study, it was expressed that
there was no difference between the scores of the
CARRF-KL and body mass index (10).
Most of the known risk factors for cardiovascular
disease can be arranged with the primary prevention
before the disease occurs. Preventing approaches
such as nonsmoking and in case of smoking, quitting
are among the aims of cardiovascular protection (17).
In this study, no significant difference was found
between smoking status and CARRF-KL scale
scores. In a study, women who smoked had higher
scores on the scale of CARRF-KL (10). 91.6% of the
students who participated in the study were not
smoking. In the study carried out by Hacıalioğlu et.
al. (11) 79.3% of the students were not smoking.
Non-smoking is important for reducing the
cardiovascular risk factors. In the last few years,
policy on the restriction of smoking places in our
country can be considered to be effective on reducing
tobacco use.
Conclusion
In our study, the knowledge level of students
about cardiovascular risk factors was found to be
above the average. This study showed that the grade
in which the students trained, the presence of cardiac
disease in the family, and the status of knowing
cardiovascular risk factors increases the level of
knowledge in a positive way.
Cardiovascular disease is a disease group with
high mortality and morbidity. Prevention from these
diseases may be possible by fighting against the risk
factors. Physicians, nurses, dietitians, physical
therapists, who are members of the medical care
team, play an important role on achieving and
developing healthy life style habits such as healthy
nutrition, quitting smoking and exercise behaviors
within the society. Training programs to increase the
level of awareness of cardiac risk factors can be
recommended to medical care professionals working
in primary health care.
References
1. Canpolat U, Tokgözoğlu L.
Cardiovascular protection:
what did happen in 2010? [in
Turkish]. Türk Kardiyoloji
Seminerleri
2011;11(1):115-26.
2. Gaziano JM.
Kardiyovasküler hastalığın
global morbiditesi [Global
burden of cardiovascular
disease]. In: Aslanger E,
Şirinoğlu I, editors.
Braunwald kalp hastalıkları
[Braunwald’s heart disease a
textbook of cardiovascular
medicine]. Istanbul (Turkey):
Nobel Tıp Kitabevleri;
c2007. p. 1-19. Turkish.
3. Onat A, Aydın M, Köroğlu B,
Örnek E, Altay S, Çelik E, et
al. TARF Survey 2011:
mortality and performance in
the long-term follow-up [in
Turkish]. Türk Kardiyol Dern
Arş 2012;40(50):117-21.
4. Türkmen E, Badır A, Ergün
A. Coronary artery diseases
risk factors: role of nurses on
primary and secondary
prevention [in Turkish]. ACU
Sağlık Bil Derg
2012;3(4):223-31.
5. Teo K, Chow CK, Vaz M,
Rangarajan S, Yusuf S. The
Prospective Urban Rural
Epidemiology (PURE) study:
examining the impact of
societal influences on chronic
noncommunicable diseases in
low-, middle-, and
high-income countries. Am
Heart J 2009;158(1):1-7.
83
Pasli Gurdogan E et al. The Knowledge About Cardiovascular Risk Factors Among Students in a Faculty of Health Sciences
6. Onat A, Ugur M, Cicek G,
Ayhan E, Dogan Y, Kaya H,
et al. The Turkish adult risk
factor survey 2009: similar
cardiovascular mortality in
rural and urban areas [in
Turkish]. Turk Kardiyol Dern
Ars 2010;38(3):159-63.
7. Teyyareci Y, Aytekin S.
Diettary patterns in primary
and secondary prevention of
cardiovascular disease [in
Turkish]. Turkiye Klinikleri J
Cardiol-Special Topics
2010;3(2):10-8.
8. International Council of
Nurses (CH). Delivering
quality, serving communities:
nurses leading chronic care.
International Nurses Day
2010. Geneva: ICN;2010.
9. Arıkan İ, Metintaş S,
Kalyoncu C, Yıldız Z. The
cardiovascular disease risk
factors knowledge level
(CARRF-KL) scale: a
validity and reliability study.
Türk Kardiyol Dern Arş
2009;37(1):35-40.
84 10. Tan M, Dayapoğlu N, Şahin
ZA, Cürcani M, Polat H.
Determining cardiovascular
disease risk factors
knowledge level of women
living in rural area [in
Turkish]. Gümüşhane
Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Dergisi, 2013;2(3):331-41.
11. Hacıalioğlu G, Mert N, Deniz
S, Orak E. The investigation
of awareness of the students
of a private university about
myocardial infarction risk
factors [in Turkish]. I.U.F.N.
Hem Derg
2011;19(2):99-104.
12. Yadav KD, Wagle RR.
Knowldge and attitude
regarding major risk factors
of cardiovascular diseases
among 15-19 years old
students of Kathmandu
district. Health Prospect
2012;11(1):7-10.
13. Momtahan K, Berkman J,
Sellick J, Kearns SA, Lauzon
N. Patients’ understanding of
cardiac risk factors: a
14.
15.
16.
17.
point-prevalence study. J
Cardiovasc Nurs
2004;19(1):13-20.
Reiner Z, Sonicki Z, Reiner
ET. The perception and
knowledge of cardiovascular
risk factors among medical
students. Croat Med J
2012;53(3):278-84.
Stone NJ. Diet and nutritional
issues. Ulker T, Yuksel A,
Talay M (Eds.). In: Textbook
of cardiovascular medicine.
3th ed. Philadelphia:
Lippincott
Williams&Wilkins;
2007:13-26.
Samur G, Yıldız E. Obezite
ve kardiyovasküler
hastalıklar/hipertansiyon.
Ankara: Klasmat
Matbaacılık, 2008.
Türkmen E, Güven GS.
Principles of primary
prevention of cardiovascular
diseases [in Turkish].
Hacettepe Tıp Dergisi,
2010;41(3):179-85.
ORIGINAL RESEARCH / ORİJİNAL ARAŞTIRMA
2014
Current Position of Family Medicine in Undergraduate Medical
Education in Turkey
Türkiye’de Aile Hekimliğinin Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimindeki Yeri
AUTHORS /
YAZARLAR
Selcuk Mistik
Department of Family
Medicine, Erciyes
University Medical
Faculty, Kayseri, Turkey
Dilek Toprak
Department of Family
Medicine, Sisli Etfal
Training and Research
Hospital, İstanbul,
Turkey
Gulsen Ceyhun
Peker
Department of Family
Medicine, Ankara
University Medical
Faculty, Ankara, Turkey
ABSTRACT
Aim: There is not a standard for undergraduate medical education in family medicine in Turkey. The
aim of this study was; (1) to define the present role of family medicine teachers in undergraduate medical
education (2) to analyze the family medicine lectures in Turkey.
Methods: A standard questionnaire comprised of seven questions was administered to the medical
teachers in 42 departments of Family Medicine. The questionnaire which was sent by e-mail contained
questions about demographic data and an open question demanding the details of the lessons given by the
medical teachers.
Results: Of the 122 medical teachers lecturing in 42 departments of Family Medicine, 99 (81%)
responded the questionnaire. Forty-seven (47.5%) were male and 52 (52.5%) were female. The mean
age±SD was 44.8±6.1. Of the medical teachers, 14 (14%) had no lectures at all, whereas 28 (28%) had
lectures 10 hours or less a year. Medical school year distribution of lectures was: 1. year 42 (42%), 2.
year 43 (43%), 3. year 49 (49%), 4. year 18 (18%), 5. year 10 (10%), 6. year 20 (20%). The number of
teachers, lecturing only one medical year, were 33 (38%). The mean±SD of hours of total lectures was
35.6±58.4 with the maximum hours observed at the third year with 9.9±22.5. The least lecture hours was
at the fifth year with 1.4±7.6 (mean±SD) followed by the fourth year 1.9±6.8 (mean±SD).
Conclusion: There is a necessity for defining and implementing the minimum standards for
undergraduate medical education in Family Medicine in Turkey.
Keywords: undergraduate medical education, family practice, standards, Turkey
ÖZET
Amaç: Türkiye’de aile hekimliği için mezuniyet öncesi eğitim standardı yoktur. Bu çalışmanın
amacı; aile hekimliği öğretim üye ve görevlilerinin mezuniyet öncesi tıp eğitimindeki mevcut rollerini
tanımlamak ve Türkiye’de aile hekimliği derslerinin analizini yapmaktır.
Yöntemler: Yedi sorudan oluşan standart bir anket 42 aile hekimliği anabilim dalındaki öğretim üye
ve görevlilerine uygulanmıştır. Elektronik posta ile gönderilen ankette demografik veriler ve öğretim üye
ve görevlilerinin derslerinin detayları hakkında sorular mevcuttu.
Bulgular: Toplam olarak 42 aile hekimliği anabilim dalında ders vermekte olan 122 aile hekimliği
öğretim üye ve görevlisinden 99’u (%81) anketi yanıtlamıştır. Kırk yedisi (%47.5) erkek ve 52’si (%52.5)
kadındı. Ortalama yaş±SS 44.8±6.1’di. Öğretim üye ve görevlilerinin 14’ünün (%14) hiç dersi yokken,
28’inin de (%28) yılda 10 saat ve daha az dersi vardı. Derslerin tıp fakültesi yıllarına göre dağılımları: 1.
yıl 42 (%42), 2. yıl 43 (%43), 3. yıl 49 (%49), 4. yıl 18 (%18), 5. yıl 10 (%10), 6. yıl 20 (%20)
şeklindeydi. Sadece belirli bir yıla ders verenler 33 kişiydi (%38). Toplam ders saati ortalama±SS değeri
35.6±58.4 olup en fazla saatin 9.9±22.5 ile üçüncü yılda olduğu gözlenmiştir. En az ders saati 1.4±7.6
(ortalama±SS) ile beşinci sınıfta olup bunu 1.9±6.8 (ortalama±SS) ile dördüncü sınıf izlemekteydi.
Sonuç: Türkiye’de mezuniyet öncesi tıp eğitiminde aile hekimliğinin en az standardının belirlenip
uygulanmasının gerekli olduğu görülmektedir.
Anahtar sözcükler: mezuniyet öncesi tıp eğitimi, aile hekimliği, standartlar, Türkiye
Corresponding Author / İletişim için
Prof. Dr. Selcuk Mistik
Erciyes University Medical Faculty Department of Family Medicine, TR-38039, Kayseri, Turkey
E-mail: [email protected]
Date of submission: 17.03.2014 / Date of acceptance: 04.06.2014
85
Mistik S et al. Current Position of Family Medicine in Undergraduate Medical Education in Turkey
Introduction
There is no doubt that Family Medicine as a
medical specialty has a particular role in the medical
systems of many countries of the world. However, it
has been stated that in countries where Family
Medicine is less a career option, it will not be
regarded as a required clinical experience during
medical school. In addition, even in countries where a
Family Medicine clerkship (undergraduate rotation)
has been implemented, there is no standardization in
terms of time, length of content of this rotation and
these may vary remarkably between medical schools
inside one country and between countries (1).
Medical education must change according to the
changing healthcare needs of the society, thus
primary care in general and family medicine in
particular is assuming an expanding role in
undergraduate medical education (2,3). There are
many reports on the status of Family Medicine
clerkship (4-8). However, Family Medicine education
is not always available as clerkships. This is as well
true for the current Family Medicine education in
Turkey.
The first department of Family Medicine in
Turkey has been established in 1993 and currently
there are 42 departments of Family Medicine in 73
medical schools of Turkey. The number of medical
schools and Family Medicine departments are
increasing very rapidly. Family Medicine has been
supported by the Ministry of Health by Health
Reform which started in 2003. Most of the practicing
physicians in Turkey are family physicians, with only
about 2000 being family medicine specialists. Even
with these positive advances, the current position of
Family Medicine in undergraduate medical education
still requires efforts to make.
The aim of this study was; (1) to define the
present role of family medicine teachers in
undergraduate medical education (2) to analyze the
family medicine lectures in Turkey.
Methods
Subjects:
Teachers in family medicine in Turkey were
included in the study. Of the 122 family medicine
teachers in Turkey working at 42 departments of
86 Family Medicine, 99 (%81) have completed the
questionnaire. The study was performed between
June and December 2012. The latest list of Family
Medicine Departments of Universities obtained from
the Higher Education Council of Turkey was used at
the commence of the study.
Teachers in family medicine consist of lecturers,
assistant professors, associate professors and
professors who work at the departments of Family
Medicine, where undergraduate education is
available. Family medicine teachers, who work at
training and research hospitals and were involved in
postgraduate training, were not included in this study.
Erciyes University Medical Faculty Ethical
Committee has approved this study.
Questionnaire:
A questionnaire comprised of 11 questions has
been administered to teachers in family medicine.
The questionnaire included questions about
demographic data, which included age, academic
service years, gender, marital status, academic title
and the name of workplace. A detailed question
including the open name of the lectures given, the
medical school year, the duration of the lecture and
whether the lecture was mandatory or elective was
the major source of data used in this study.
Analysis of the lectures:
The lecturers were asked to state the kind of the
lecture as: theoretical, practical, whether in a lesson
committee or as a particular clerkship. In order to
make a detailed analysis of the lectures, 15 themes
defined by Tandeter H. et al. has been used. 1 More
items are added to make a full coverage of the
lectures as follows:
1. Introduction to FM/GP as a specific medical
discipline. Principles of Family Medicine: Continuity,
comprehensiveness, coordination of care
2. Holistic approach. Bio-psycho-social model
3. Management of diseases at early,
undifferentiated stage. Dealing with uncertainty
4. Communication skills: with patient, with
patient’s relatives, and with ‘difficult ’ patients
5. Management of multiple health problems,
identifying priorities
6. Decision making based on prevalence and
incidence of target
Euras J Fam Med 2014; 3(2):85-90
7. Prevention and health promotion, patient
education
8. Patient-centeredness
9. Consulting skills — stages of a consultation
10. Chronic care, management of chronic
diseases and health problems, diabetes/hypertension/
chronic ischaemic heart disease/obesity
11. The family as a source of disease and
resource of care; family context; genograms; family
life cycle
12. The specific characteristics of healthcare in
FM: all ages, male and female, curative care,
prophylactic care, emergencies
13. Community orientation; community centred
care; community needs assessment
14. Most common presenting symptoms ‘and
problems’ in family practice
15. Interface of primary and secondary care:
Referrals, gate keeping, advocacy
16. History taking and physical examination
17. Clinical skills laboratory
18. Care of the patient at home
19. Family planning
20. Sexual health
21. Obstetrics and gynaecological diseases
22. Care of the old patient
23. Reading and evaluating articles, evidence
based medicine, research
24. Alternative and complementary medicine
25. Use of laboratory in Family Medicine
26. Patient records
Statistical analysis:
The distribution of the data was evaluated by
Shapiro-Wilk test. Mann-Whitney test was used to
define the differences between academic service
years, the duration of the establishment the
department and lecturing status. Chi-squared test was
used to define the significance between academic
Table 1. Distribution of lectures in medical school years
Lectures*
n
%
Mean
1. year
42
42.4
25.7
2. year
43
43.4
17.0
3. year
49
49.4
20.0
4. year
18
18.1
10.6
5. year
10
10.1
14.3
6. year
20
20.2
20.5
Total
85
85.8
41.5
title, gender, marital status and having lectures.
Kruskal-Wallis test was used to define the difference
between academic title and the lecture hours.
Spearman correlation analysis was used to define the
correlation between academic service years and the
lecture hours. P<0.05 was considered statistically
significant.
Results
Medical teachers’ characteristics:
Ninety-nine medical teachers out of 122 (81.1%)
were enrolled in the study. Of the medical teachers,
52.5% (52) were women and 47.5% (47) were men.
The mean age ±SD was 44.8±6.1 (range 33-66) years.
Seventy-nine percent (79) were married and 20% (20)
were single. Of the medical teachers 14.1% (14) were
lecturers, 35.4% (35) were assistant professors,
36.4% (36) were associate professors, and 14.1% (14)
were professors. The mean ±SD of academic service
years was 8.3±6.7 (range 0.3-44). Of the 42
departments of Family Medicine, 40 (95.2%) were
included in the study.
Lecturing status:
Overall, 85 (85.8%) (95% confidence interval
(CI)) = (77.4-92.1) medical teachers were lecturing.
Of the medical teachers, 14 (14.1%) had no lectures
at all, whereas 28 (28.2%) had lectures 10 hours or
less a year. Medical school year distributions of
lectures were: 1. year 42 (42.4%), 2. year 43 (43.4%),
3. year 49 (49.4%), 4. year 18 (18.1%), 5. year 10
(10.1%), 6. year 20 (20.2%) (Table1). The teachers
lecturing only one medical year were 33 (38%). Of
these, first year were 5 (5.8%), second year 3 (3.5%),
third year 11 (12.9%), forth year 5 (5.8%), fifth year
4 (4.7%) and sixth year 5 (5.8%). The mean±SD of
hours of total lectures was 35.6±58.4 with the
maximum hours observed at the third year with
9.9±22.5. The least lecture hours was at the fifth year
Median
13.5
11.0
10.0
6.0
9.0
4.0
16.0
SD**
32.6
19.2
28.8
13.2
20.8
47.8
61.1
Min***
1
1
2
1
1
2
1
Max****
138
90
169
48
72
160
274
*Lectures: includes the sum of practical and theoretical lessons, **SD: Standard deviation, ***Min: Minimum, ****Max: Maximum
87
Mistik S et al. Current Position of Family Medicine in Undergraduate Medical Education in Turkey
with 1.4±7.6 (mean±SD) followed by the fourth year
1.9±6.8 (mean±SD). The distributions of the duration
of lectures are given at Table 2.
There was no statistical significance between
academic service years, the duration of the
establishment of the department, academic title,
gender, marital status and having lectures (p>0.05).
There was a correlation between the total lecture
hours at the third year, the total lecture hours and
academic service years (p<0.05). Men have more
lectures at the sixth year (p<0.05).
Table 2. Duration of total lectures
Hours
10 and less
11-20
21-30
31-40
41-50
51-60
More than 60
Missing
Total
Frequency
%
33
19
5
6
6
1
15
14
99
33.3
19.2
5.1
6.1
6.1
1.0
15.2
14.1
100.0
Valid
%
38.8
22.4
5.9
7.1
7.1
1.2
17.6
Cumulative
%
38.8
61.2
67.1
74.1
81.2
82.4
100.0
Properties of lectures:
The first three years of medical education does
not include clerkships. Although the 4th, 5th and 6th
years are consisted of clerkships, some of the forth
year lectures are not in the form of clerkships.
Eighteen teachers (18.1%) were lecturing the 4th year
from 6 medical schools, where none of the lectures
were in the form of Family Medicine clerkships. At
one of the six medical schools where there were
lectures for the forth year, the lectures were elective.
When fifth years were evaluated for the presence
of Family Medicine clerkships, there were clerkships
at 5 medical schools (12.5%) with 10 teachers
(10.1%) lecturing. The clerkships were 3 weeks at
one medical school, 2 weeks at three and 1 week at
the remaining. There were 8 medical schools (20.0%)
where Family Medicine clerkship existed at the sixth
year. The duration of these clerkships were 2 weeks
at two schools, 4 weeks at four medical schools and 6
and 8 weeks at the remaining medical schools. In
total, 20 teachers (20.2%) were lecturing at the sixth
year.
Analysis of the lectures:
The details of the lectures are given at Table 3.
The most common lectures in the first year were
principles, communication skills and prevention,
88 followed by consulting skills. In the second year,
prevention and principles was followed by the family
properties. Prevention was the leading lecture in the
third year. Most common symptoms and consulting
skills followed prevention. In the forth year, history
taking and physical examination lectures were the
most commonly observed lectures. Consulting skills
and principles followed this. In the fifth year,
prevention, principles and preventive care were the
commonest lectures. The sixth year’s most common
lectures were the family properties followed by
principles and most common symptoms. When all of
the years are considered, the third year’s lectures of
prevention, most common symptoms and consulting
skills were the leading lectures.
Discussion
This study is the analysis of all the present
lectures of Family Medicine nationwide. Our study
demonstrated that: (1) most of the lectures were in the
third year of medical school (2) there were few
clerkships of Family medicine in medical schools, (3)
the majority of medical teachers had lectures 20
hours or less.
This is the first study in the literature reporting
the full content and type of lectures in Turkey. The
limitation of this study was that it was not able to
categorize and compare the lectures in clerkship
programs. In contrast, almost all kinds of lectures
were scattered to all years of medical education.
The general secretary of WONCA (World
Organization of National Colleges, Academies and
Academic Associations of General Practitioners/
Family Physicians) Europe has stated in the 11.th
National Congress of Family Medicine which was
held in Turkey that Family Medicine must find a
position in the medical school curriculum as much as
possible. However, the strong influence of Family
Medicine in the medical school’s curriculum has not
been obtained in all European countries or around the
world. 1 Our study was compliant with these where
the lectures were minimal in most medical schools
and the lectures were scattered to all medical years.
EURACT (European Academy of Teachers in
General Practice and Family Medicine) has suggested
that medical schools across Europe include primary
care rotations in their undergraduate studies (1). In
Euras J Fam Med 2014; 3(2):85-90
Table 3. Classification of total lectures according to items
Lecture Items
1. Principles
2. Biopsychosocial model
3. Management of disease
4. Communication skills
5. Multiple health problems
6. Decision making
7. Prevention
8. Patient centeredness
9. Consulting skills
10. Chronic care
11. The family
12. Characteristics of healthcare
13. Community orientation
14. Most common symptoms
15. Referrals, gate keeping
16. History, physical examinations
17. Clinical skills
18. Home care
19. Family planning
20. Sexual health
21. Obstetrics/gynaecology
22. Geriatric care
23. Literature evaluation
24. Complementary medicine
25. Laboratory use
26. Patient records
1. year
18
3
1
18
2. year
21
3
5
7
1
16
1
15
1
9
6
31
4
5
1
12
10
3
2
4
4
2
3
1
7
6
1
1
1
1
2
6
accordance with the Health Reform Project, The
Ministry of Health of Turkey also suggests that the
first step training of Family Medicine, which includes
the principles of Family Medicine, should be
included in the sixth year clerkship in the medical
schools. In this context, this study showed that there
were clerkships at the sixth year in only 8 (10.9%) of
the 73 medical schools in Turkey.
In a study performed in Israel, 51 teaching
objectives for the Family Medicine Clerkship in
medical schools were generated. The most important
objective was stated as ‘common problems in primary
care’, followed by ‘recognition of the biopsychosocial model’ and ‘understanding the doctor-patient
relationship’ (2). Common problems in primary care
have also been placed first by some other authors
(9-11). However in our study, common symptoms
and problems in primary care was not the most
common lectures, but one of the most frequent
lectures in the third and sixth years.
The Society of Teachers of Family Medicine
stated that at the end of Family Medicine clerkship,
each student should be able to; 1. Discuss the value of
the provision of primary care by family physicians to
9
20
4
3
Number of lectures
3. year
4. year
19
3
7
1
9
7
1
4
64
5. year
7
1
1
2
11
24
12
22
3
3
1
7
4
35
1
15
13
6
2
2
5
11
5
2
1
9
13
1
7
1
1
1
1
1
6
2
1
2
6. year
20
3
14
2
14
7
10
12
22
1
1
18
2
4
2
1
1
7
5
3
2
8
any health care system, 2. Assess, formulate a
differential diagnosis, and propose initial evaluation
and management for patients with common acute
presentations, 3. Manage a chronic illness follow up
visit for patients with common chronic diseases, 4.
Develop an evidence-based health maintenance plan
for a patient of any age or either gender, 5. Discuss
the major components of family medicine care, 6.
Demonstrate competency in advanced history taking,
communication, physical examination, and critical
thinking skills (5). If we compare the current lecture
status with these competencies, yet it may not be able
to achieve them in many medical schools in Turkey.
In a survey, the ADFM (Association of Departments of Family Medicine) member departments
have stated the necessity of Family Medicine
clerkship duration as 4 weeks (32%), 6 weeks (45%)
and 8 weeks (11%) (6). These clerkship durations
may all be possible with the condition that sixth year
clerkships are accepted by the faculty administrations
in Turkey.
It has been stated that teaching of medical
students in general practice and community settings
accounts for up to 15% of the undergraduate medical
89
Mistik S et al. Current Position of Family Medicine in Undergraduate Medical Education in Turkey
curriculum in London medical schools, each school
working with up to 600 General Practice teachers and
400 teaching general practices (12). This condition
may only be a future will for most of the European
countries and Turkey.
The current factors defining the status of Family
Medicine lectures in medical schools in Turkey are;
the gaps in the curriculums, the availability of
obtaining clerkships, the priorities and necessities of
medical school education determined by the
administrators, and the number of Family Medicine
teachers in each medical school. This study showed
the necessity of both more medical teachers in Family
Medicine and more clerkships. A mandatory clerkship
in Family Medicine in the sixth year may be the first
step in overcoming the barriers.
Conclusion
range of lectures scattered to all years of medical
school rather than in a clerkship program in Turkey.
The data of this study suggests that in medical
schools where lectures are very few, a clerkship
program may overcome this negative situation. There
is a necessity for defining and implementing the
minimum standards for undergraduate medical
education in Family Medicine in Turkey.
Acknowledgement
Authors have no financial or proprietary interest
in any instrument or products used in this study. This
study has been presented as an oral presentation at the
WONCA 2013 Prague 20th World Conference. The
authors would like to thank Assistant Professor
Ferhan Elmali from Erciyes University Medical
Faculty Department of Biostatistics for his assistance
in statistical analysis.
This study demonstrated that there is a wide
References
1. Tandeter H, Carelli F,
Timonen M, Javashvili G,
Basak O, Wilm S, et al. A
'minimal core curriculum' for
Family Medicine in
undergraduate medical
education: a European Delphi
survey among EURACT
representatives. Eur J Gen
Pract 2011;17(4):217-20.
2. Milman U, Alperin M, Reis
S, Van-Ralte R, Hermoni D.
Determining teaching
objectives for the family
medicine clerkship in
medical school--an Israeli
national Delphi survey. Isr
Med Assoc J
2001;3(12):978-81.
3. Richards RW, Henry RC.
Community partnerships:
educational linkages to
increase the number of
primary care practitioners.
Acad Med 1993;68(8):594-6.
90 4. Wilson MA, Blondefield PJ.
Teaching "doctoring": a
model curriculum for family
medicine. J Am Osteopath
Assoc 2007;107(1):30-4.
5. Chumley H. The family
medicine clerkship core
content curriculum. Ann Fam
Med 2009;7(3):281-2.
6. Manyon A, Hobbs J. Family
Medicine clerkship, tracks,
and faculty support for
Family Medicine education
in departments of Family
Medicine: an update. Ann
Fam Med 2010;8(5):469-70.
7. Rosenthal TC, Hobbs J,
James P, Newton W. The
current status of medical
student education in Family
Medicine. Ann Fam Med
2005;3(6):559-60.
8. Davis AK, Stearns JA,
Chessman AW, Paulman PM,
Steele DJ, Sherwood RA.
9.
10.
11.
12.
Family medicine curriculum
resource project: overview.
Fam Med 2007;39(1):24-30.
Robbins AS, Cope DW,
Campbell L, Vivell S. Expert
ratings of primary care goals
and objectives. J Gen Intern
Med 1995;10(8):429-35.
Freeling P. Objectives and
students' learning in general
practice. Med Educ
1982;16(4):212-8.
Kamien M, MacAdam DB.
Are departments of general
practice in medical schools
really needed?. Med J Aust
1991;154(7):461-4.
Rosenthal J, Stephenson A.
General practice: the future
teaching environment - a
report on undergraduate
primary care education in
London. Br J Gen Pract
2010;60(571):144.
ORIGINAL RESEARCH / ORİJİNAL ARAŞTIRMA
2014
Obez Çocuklar Daha mı Mutsuz? Depresyon, Beden Algısı ve Kaygı
Durumları
Are Obese Children Unhappy? State of Depression, Body Image and Anxiety
AUTHORS /
YAZARLAR
Pınar Doruk
Aile Hekimliği Kliniği,
Dışkapı Yıldırım Beyazıt
Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
Hülya Yıkılkan
Aile Hekimliği Kliniği,
Dışkapı Yıldırım Beyazıt
Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
Nurcan Akbaş Güneş
Aile Hekimliği Kliniği,
Dışkapı Yıldırım Beyazıt
Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
Cenk Aypak
Aile Hekimliği Kliniği,
Dışkapı Yıldırım Beyazıt
Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
Süleyman
Görpelioğlu
Aile Hekimliği Kliniği,
Dışkapı Yıldırım Beyazıt
Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Ankara
ÖZET
Amaç: Obezite vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya çıkan, fiziksel ve ruhsal sorunlara yol
açabilen bir enerji metabolizması bozukluğudur. Çocukluk yaşlarında başlayabilen obezite, morbidite ve
mortaliteyi önemli ölçüde etkilemesinin yanısıra son derece ciddi sosyal ve ekonomik boyutları olan bir
sorundur. Bu çalışmada, 7-12 yaş grubu obezitesi olan ve olmayan çocukların depresyon, kaygı durumu
ve beden algısı açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntemler: Çalışmaya basit rastgele yöntem ile belirlenen iki ilköğretim okulunda öğrenim gören
çocuklar dahil edilmiştir. Çocuklara cinsiyetleri, doğum tarihleri, boy ve kilo ölçümlerinin kaydedileceği
bir form ile Sürekli Kaygı Ölçeği, Çocuk Depresyon Ölçeği ve Vücut Algısı Ölçeğinden oluşan anket
formu dağıtılmıştır. Tüm çocukların vücut kitle indeksi persentil değerleri hesaplanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 197 kız (%44,8), 243 erkek (%55,2) olmak üzere 440 çocuk dahil edilmiştir.
Kız ve erkek çocuklar arasında depresif belirti düzeyleri açısından anlamlı bir fark bulunmamaktadır.
Çocuk Depresyon Ölçeğinden alınan puan ortalaması 6.96 ± 5.50 olup; zayıf, kilolu ve obez gruplar
arasında anlamlı bir fark görülmemektedir (p=0,86). Kızların Sürekli Kaygı Ölçeği puanı erkeklere göre
istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p=0,01). Yaş grupları arasında Vücut Algısı
Ölçeği puan ortalamaları anlamlı olarak farklıdır.
Sonuç: Obezite ve ruhsal sorunlar arasındaki neden-sonuç ilişkisi ve boyutları halen netlik
kazanmamıştır. Çalışma grubumuzda da obezite ile depresyon, kaygı ve beden algısı arasında bir ilişki
bulunamamıştır.
Anahtar kelimeler: çocuk, obezite, depresyon, kaygı, beden algısı
ABSTRACT
Objective: Obesity is an energy metabolism disorder in which excess body fat has accumulated and
it may cause physical and psychological problems. Obesity may start early in childhood and although it
has an effect on morbidity and mortality, it also has serious social and economic aspects. The aim of this
study is to compare depression, anxiety and body image of obese and normal weight children, 7 to 12
year of age.
Methods: Children from 2 different primary schools were recruited to the study. Questionnaires that
included information about their gender, birth date, height, weight and Trait Anxiety Inventory, Child
Depression Inventory and Body Image Questionnaire were distributed to the children. Percentiles of
Body Mass Index were calculated.
Results: There were a total of 440 children; 197 (44.8%) girls and 243 (55.2%) boys, in the study.
Child Depression Inventory scores were not different between genders. The mean CDI score was 6.96 ±
5.50 and there was not any difference between normal, overweight and obese children (p= 0.86). Trait
Anxiety Inventory scores were higher in girls (p=0.01). The mean Body Image Questionnaire scores were
statistically different among age groups.
Conclusion: It is not still clear the reason-result relation of obesity and pschological problems. In
our study group, we did not find any relation between obesity and depression, anxiety and body image.
Keywords: child, obesity, depression, anxiety, body image
Corresponding Author / İletişim için
Uzm. Dr. Hülya Yıkılkan
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği İrfan Başbuğ Cad, Dışkapı, Ankara
E-mail: [email protected]
Date of submission: 01.04.2014 / Date of acceptance: 04.06.2014
91
Doruk P ve ark. Obez Çocuklar Daha mı Mutsuz? Depresyon, Beden Algısı ve Kaygı Durumları
Giriş
Obezite vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya
çıkan, fiziksel ve ruhsal sorunlara yol açabilen bir
enerji metabolizması bozukluğudur (1). Obezite
oluşumunda pek çok faktör rol oynamaktadır.
Bunların başında; beslenme alışkanlıkları, ayaküstü
atıştırma, enerji içeriği yoğun besin grupları tüketme,
yetersiz aktivite, genetik yatkınlık, düşük yağ
oksidasyonu, psikolojik stres, sosyoekonomik durum
gelmektedir (2).
Çocukluk yaşlarında başlayan ve ileri yaşlarda
devam eden obezite; morbidite ve mortaliteyi önemli
ölçüde etkilemesinin yanısıra, son derece ciddi sosyal
ve ekonomik boyutları da olan bir sorundur. Dünya
Sağlık Örgütü (DSÖ) obeziteyi global bir epidemi
olarak nitelendirmektedir (3). Dünyada 5-17 yaş
grubu her 10 çocuktan biri kiloludur ve bunların
30-45 milyonunda ciddi obezite problemi mevcuttur
(4). Çocukların yaşam tarzında bir iyileştirme
yapılmadığı takdirde obezite yakın gelecekte en akut
sağlık sorunu haline gelecektir.
Gelişmiş ülkelerdeki sağlık harcamalarının %2
ile %8’inden hatta bazı ülkelerde %15’ inden sorumlu
olan obezite, artık günümüzde kozmetik bir sorunun
ötesinde bir hastalık olarak ele alınmaktadır. Obezite,
psikosomatik bir hastalık olarak kabul edilmekte,
tedavisinde çok boyutlu bir terapi yaklaşımının
gerekli olduğu ileri sürülmektedir (5).
Obezite ile
ilgili harcamaların çoğu, obezitenin neden olduğu
fiziksel ve psikolojik hastalıklar ile ilgilidir (4).
Ayrıca toplumların obezlere yönelik önyargıları ve
genel olumsuz bakış açısı, bu grubun iş bulma
güçlüğü yaşamasına ve daha düşük ücretlerle
çalışmak zorunda kalmalarına neden olarak
obezitenin toplumsal maliyetini artırmaktadır (6,7).
Bu çalışmada, 7-12 yaş grubu obezitesi olan ve
olmayan çocukların depresyon, kaygı durumu ve
beden algısı açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntemler
Çalışma, çocuklarda Vücut Kitle İndeksi (VKİ)
ile depresyon, kaygı ve vücut algısı ilişkisini
araştırmak amacıyla Eylül-Kasım 2012 tarihleri
arasında yürütülmüş olan tanımlayıcı bir araştırmadır.
İl Milli Eğitim Müdürlüğünden gerekli izinler alınmıştır. Araştırmanın örneklem seçiminde tabakalama
92 yöntemi kullanılmıştır. Çalışmanın yürütülmesi
amacıyla sosyoekonomik seviyesi farklı olan 2
ilçeden, İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından basit
rastgele yöntem ile birer ilköğretim okulu
belirlenmiştir. Belirlenen okullarda mevcut olan 1, 2,
3, 4 ve 5. sınıflardan birer tanesi şans eseri seçilmiş
ve anketler öğretmenleri tarafından öğrencilere
dağıtılmıştır. Anket formunu eksik dolduran veya hiç
doldurmayan 60 öğrenci çalışma dışı bırakılarak,
toplamda dağıtılan 500 anketin 440’ı çalışmaya dahil
edilmiştir (%88). Çalışmaya hastanemiz etik kurulu
onay vermiştir.
Tüm öğrencilere çocukların cinsiyetleri, doğum
tarihleri, boy ve kilo ölçümlerinin kaydedileceği bir
form ve Sürekli Kaygı Ölçeği (SKÖ), Çocuk
Depresyon Ölçeği (ÇDÖ) ve Vücut Algısı Ölçeği
(VAÖ)’nden oluşan anket formu dağıtılmıştır.
Obezite değerlendirmesinde, her çocuk için VKİ
değeri [vücut ağırlığı (kg)/ boy2(m2)] belirlenmiştir.
Olcay Neyzi ve arkadaşlarının belirlediği Türk
çocukları için VKİ persentil değerleri esas alınarak
tüm çocukların VKİ’ye göre persentil değerleri
hesaplanmıştır. VKİ persentil değeri ≤ %5 olanlar
zayıf, % 5-84 arası normal, %85-94 arası fazla
kilolu,%95 ve üzeri obez kabul edilmiştir.
Anket Formunda Kullanılan Ölçekler:
Sürekli Kaygı Ölçeği (SKÖ): Spielberg
tarafından 1973 yılında geliştirilmiş bir özbildirim
ölçeğidir. Türkiye için geçerlik-güvenilirliği Özusta
tarafından 1995 yılında yapılmıştır (8). Ölçek 20
sorudan oluşmakta, cevapları (1) Hemen hiçbir
zaman, (2) Bazen, (3) Çok zaman ve (4) Hemen her
zaman, şeklinde sınıflandırılmaktadır. Ölçekten
alınan 35 puan ve altı normal kabul edilirken, 36 ve
41 puan arası hafif kaygı seviyesini, 42 puan ve üzeri
yüksek kaygı seviyesini göstermektedir.
Vücut Algısı Ölçeği (VAÖ): Secard ve Jurard
tarafından 1953 yılında geliştirilmiştir. Geçerlik ve
güvenilirliği Hovardaoğlu tarafından1993 yılında
yapılmıştır (9). Ölçek 40 sorudan oluşmakta, her bir
madde için “Hiç beğenmiyorum”, “Beğenmiyorum”,
“Kararsızım”, “Beğeniyorum” ve “Çok beğeniyorum” şeklinde 1’den 5’e kadar puan verilmektedir.
Ölçeğin toplam puanı 40 ile 200 arasında değişmekte
olup, kesme puanı 135’tir. Alınan puanın yüksekliği
doyum düzeyinin yüksekliğini göstermektedir.
Euras J Fam Med 2014; 3(2):91-98
Ölçekten 135 puanın altında alanlar, vücut algısı
düşük olarak tanımlanmıştır.
Çocuk
Depresyon Ölçeği (ÇDÖ): Kovacks
tarafından 1985 yılında geliştirilmiştir. Geçerlik ve
güvenilirlik çalışması Öy tarafından 1991 yılında
yapılmış olan bir tarama ölçeğidir (10). Ölçek toplam
27 maddeden oluşmaktadır. Her maddede çocuğun
son iki haftasını değerlendirerek, aralarından seçim
yapacağı üç cümle bulunmaktadır. Her cümle seti
çocukluk depresyonunun belirtilerine ilişkin ifadeler
içermektedir (örneğin, uyku ve iştah problemleri,
disfori gibi ). Verilen cevaplara 0 ile 2 arasında
değişen puanlar verilmektedir. Ölçekten alınabilecek
en yüksek puan 54'tür. Toplam puanın yüksek olması
depresyon düzeyinin ya da şiddetinin yüksekliğini
göstermektedir. Ölçeğin kesme puanı 19'dur.
İstatistiksel analiz
Sonuçlar ortalama ± standart sapma ya da sayı
(%) olarak ifade edilmiştir. Gruplar arası
karşılaştırmalarda normal dağılım gösteren
değişkenler için bağımsız gruplarda t testi, ikiden
fazla grup arası karşılaştırmalarda tek yönlü ANOVA
testi; varyansların homojen olmaması durumunda
Kruskal Wallis testi kullanılmıştır. Kategorik verilerin
gruplar arası karşılaştırmasında ise ki-kare testi
kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık için p<0,05
kabul edilmiştir.
Bulgular
Çalışmaya 440 çocuk dahil edilmiştir.
Çocukların yaşları 7 ve 12 arasında değişmekte olup,
ortalama yaş 8,84±1,64 yıldır. Çocukların vücut
ağırlıklarının ortalaması 33,1±9,4 kg (minimum:18
kg ve maksimum: 70 kg); boy ortalaması 135,5 ±
13,1 cm (minimum: 105 cm ve maksimum: 175 cm)
bulunmuştur. Çalışmaya alınan çocukların
demografik özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir.
Çalışmada kullanılan anket formunu, çocukların
%54,3’ü (n=239) kendisi tek başına, %32,7’si
(n=144) annesi, %8,9’u (n=399) babası ile
doldurmuştur.
Cinsiyetlere göre bakıldığında, kız ve erkek
çocukların vücut ağırlığı ortalamaları sırasıyla
32,3±8,9 kg ve 33,7±9,7 kg’dır. Kız ve erkek
çocukların vücut ağırlığı ortalamaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamaktadır
(p=0,11). Kız çocukların boy ortalaması (134,8±13,8
cm) ile erkek çocukların boy ortalaması (135,2±12,5
cm) arasında da istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmamaktadır (p=0,74). Tüm çocuklar içinde
fazla kilolu ve obez erkeklerin oranı, fazla kilolu ve
obez kızların oranından fazladır (sırasıyla %21,4 ve
%10,7) (p=0,001).
Tablo 1. Çalışmaya alınan çocukların demografik özellikleri
Demografik özellikler
Cinsiyet
Yaş
VKİ*
persentil
değerlerine göre
kilo
n
%
Kız
197
44,8
Erkek
243
55,2
7 yaş
117
26,6
8 yaş
100
22,7
9 yaş
101
23,0
10 yaş
28
6,4
11 yaş
48
10,9
12 yaş
46
10,4
Zayıf
11
2,5
Normal
288
65,5
Fazla kilolu
80
18,2
Obez
61
13,8
*VKİ: Vücut Kitle İndeksi
ÇDÖ’den alınan ortalama puan 6,9±5,5
(minimum: 0, maksimum: 36) puan olarak
bulunmuştur. VKİ persentiline göre obez olan
çocuklar dışında diğer gruplar incelendiğinde, zayıf
olanlardan fazla kilolu olanlara doğru depresyon
ölçeği ortalama puanı artmaktadır. Ancak, tüm
gruplar incelendiğinde depresyon ölçeğinden alınan
ortalama puanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmamaktadır (p=0,86). VKİ persentillerine göre ortalama depresyon puanı dağılımları
Tablo 2’de gösterilmiştir.
Cinsiyete göre değerlendirildiğinde, kız ve erkek
çocuklar arasında depresyon puanı açısından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır
(p=0,08). Depresyon ölçeğinden alınan puanlar yaş
gruplarına göre incelendiğinde, yaş arttıkça
depresyon puanları da artmaktır. Gruplar arası fark
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,001).
Yaş gruplarına göre ortalama depresyon puanı
dağılımları Tablo 2’de gösterilmiştir.
93
Doruk P ve ark. Obez Çocuklar Daha mı Mutsuz? Depresyon, Beden Algısı ve Kaygı Durumları
Tablo 2. Cinsiyet, yaş ve vücut kitle indeksi (VKİ) persentillerine göre depresyon ölçeği ortalama puanlarının
dağılımı
Ortalama puan
± SS
Cinsiyet
Yaş (yıl)
VKİ*
persentil
değerlerine
göre
Kız
6,46 ± 5,33
Erkek
7,37 ± 5,61
7-8 yaş
5,78 ± 4,65
9-10 yaş
7,73 ± 5,41
11-12 yaş
8,64 ± 6,74
Zayıf
5,73 ± 4,42
Normal
7,02 ± 5,31
Fazla kilolu
7,11 ± 6,47
Obez
6,72 ± 5,26
p
0,08
0,001
0,86
*VKİ: Vücut Kitle İndeksi
SKÖ’den alınan ortalama puan 48,9±7,1
(minimum: 26, maksimum: 78 ) puandır. VKİ’ye göre
gruplandırdığımız tüm çocukların ortalama kaygı
puanı yüksek olmakla birlikte; gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır
(p=0,20). Cinsiyete göre incelendiğinde kız
çocukların kaygı düzeyi erkeklerden daha yüksektir
(p=0,01). Tüm yaş gruplarının ortalama kaygı puanı
yüksek olmakla birlikte yaş artışı ile kaygı ölçeği
puanları arasında anlamlı bir ilişki görülmemektedir
(p=0,76). Cinsiyet, yaş ve VKİ persentillerine göre
SKÖ ortalama puanlarının dağılımı Tablo 3’de
gösterilmiştir.
Tablo 3. Cinsiyet, yaş ve vücut kitle indeksi (VKİ) persentillerine göre sürekli kaygı ölçeği ortalama puanlarının
dağılımı
Ortalama puan
± SS
Cinsiyet
Yaş (yıl)
VKİ*
persentil
değerlerine
göre
Kız
49,86 ± 7,01
Erkek
48,25 ± 7,18
7-8 yaş
48,84 ± 6,82
9-10 yaş
49,36 ± 7,75
11-12 yaş
48,74 ± 7,05
Zayıf
52,00 ± 10,56
Normal
49,01 ± 6,88
Fazla kilolu
49,46 ± 7,26
Obez
47,59 ± 7,38
*VKİ: Vücut Kitle İndeksi
94 p
VAÖ sonuçları incelendiğinde, çocukların
hiçbirinin kesme puanı olan 135’in altında puan
almadığı görülmektedir. Alınan VAÖ ortalama
puanları açısından zayıf, normal, fazla kilolu ve obez
çocuk grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunmamaktadır (p=0,48). Cinsiyetler açısından
incelendiğinde, her iki cinsiyet grubunda da VAÖ
puanları yüksektir ve aralarında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,18). Çocukların
VAÖ ortalama puanları yaş gruplarına göre
incelendiğinde, 9-10 yaş grubunun ortalama puanının
diğer yaş gruplarından daha düşük; 7-8 yaş grubunun
ortalama puanının daha yüksek olduğu dikkati
çekmektedir. Gruplar homojen olarak dağılmadığından, ortalamaların karşılaştırılmasında KruskallWallis testi kullanılmıştır. Gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmiş ancak
bu farklılığın hangi gruptan kaynaklandığı
belirlenememiştir (p=0,001). Cinsiyet, yaş ve VKİ
persentillerine göre VAÖ ortalama puanlarının
dağılımı Tablo 4’de gösterilmiştir.
Tablo 4. Cinsiyet, yaş ve vücut kitle indeksi (VKİ) persentillerine göre Vücut Algısı Ölçeği ortalama puanlarının
dağılımı
Ortalama puan
± SS
Cinsiyet
Yaş (yıl)
VKİ*
persentil
değerlerine
göre
0,01
0,76
Kız
171,69 ± 23,50
Erkek
174,55 ± 21,59
7-8 yaş
175,82 ± 21,77
9-10 yaş
169,81 ± 20,47
11-12 yaş
172,13 ± 26,00
Zayıf
175,55 ± 17,97
Normal
172,06 ± 22,26
Fazla kilolu
175,91 ± 24,15
Obez
175,10 ± 22,04
P değeri
0,18
0,001
0,48
*VKİ: Vücut Kitle İndeksi
Tartışma
0,20
Çalışmamızda çocukluk çağında obezite ile
depresyon, kaygı ve beden algısı arasında bir ilişki
bulunmamıştır. Türkiye’de çocukluk çağı obezitesinin
psikolojik yönünü ortaya koyan çalışmalar çok kısıtlı
sayıdadır. Dallar ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada
Euras J Fam Med 2014; 3(2):91-98
7-15 yaş aralığında ekzojen obezite tanısı almış 40
çocuk, aynı yaş aralığında, normal ağırlıktaki 40
çocukla karşılaştırılmış; depresyon ve özgüven
eksikliği olma oranları obez grup için istatistiksel
olarak daha yüksek bulunmuştur (11). Bir başka
çalışmada, obez adölesan grubun depresyon puanları,
normal gruba göre anlamlı yüksek bulunmuş ve obez
grubun yarısından fazlasında majör depresif bozukluk
dahil psikiyatrik bir probleme rastlanmıştır. Aynı
çalışmada obez adölesanlarda sosyal geri çekilme,
sosyal problemler ve özgüven eksikliği normal kilolu
adölesanlara göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur
(12).
Bizim çalışma sonucumuz ile bu iki çalışmanın
sonucu farklılık göstermektedir. Her iki çalışmada
çalışma grupları ekzojen obezite tanılı çocuklardan
oluşmakta olup, çocuklar sağlık kuruluşunda
değerlendirilmişlerdir. Bizim çalışma grubumuz ise
toplumun o yaş grubunu temsil etmek üzere rastgele
seçilen okul çocuklarından oluşmaktadır. Bu farklılık,
klinik tanı almış obezlerde psikolojik sorunların
görülme riskinin daha yüksek olabileceğini
düşündürmektedir.
Çalışmamıza göre depresyon ve vücut ağırlığı
arasında ilişki bulunmaması, çocukların kendileriyle
barışık ve mutlu olduklarını düşündürmektedir. Bizim
çalışma sonucumuzla uyumlu uluslararası çalışmalar
bulunmaktadır (13,14). Ancak uluslararası literatür
incelendiğinde, birçok çalışmada obezlerde anksiyete
ve depresif bozuklukların yüksek olduğu bildirilmektedir (15-18). Obezite ve depresyon ilişkisini
aydınlatmak adına yapılmış olan bu çalışmaların
sonuçlarındaki farklılıklar; ırk, coğrafya, etnik köken,
eğitim, sosyoekonomik durum, aile yapısı gibi birçok
sosyodemografik özelliğin obezite ve depresyon
ilişkisini etkilediğini düşündürmektedir.
Çalışmamıza göre yaş artışıyla depresyon
ölçeğinden alınan puanlar anlamlı ölçüde artmaktadır.
Benzer şekilde, Ceylan ve arkadaşlarının 444
öğrenciyle yaptıkları çalışmada yaş artışıyla
depresyon ölçek puanlarında anlamlı derecede artış
olduğu görülmüştür (19).
Cinsiyete göre ÇDÖ ortalama puanları
değerlendirildiğinde, erkek ve kız çocuklar arasında
depresyon puan ortalamaları açısından anlamlı bir
fark bulunmamıştır (p=0,08). Fidan tarafından
yapılmış, 0-18 yaş aralığındaki 632 çocuk ve
adölesanın değerlendirildiği bir çalışmada, kız
olgularda mutsuzluk, ağlama, öz kıyım girişimi, saç
dökülmesi gibi depresif semptomlar erkeklere oranla
anlamlı derecede yaygın bulunmuştur (20). Bu
çalışmaların yanında, cinsiyetle depresyon arasında
anlamlı ilişki göstermeyen çalışma sonuçları da
mevcuttur (21-23). Sonuçları arasındaki bu farklılar,
depresyonun multifaktöriyel bir hastalık olduğunu,
ortaya çıkışında cinsiyetten daha etkili risk
faktörlerinin olabileceğini düşündürmektedir. Görüldüğü gibi ülkemizde ve dünyada, çocukluk çağı
obezitesi ve depresyon ilişkisi net değildir.
Ülkemizde çocukluk çağında vücut ağırlığı ile
kaygı ilişkisinin incelendiği bir çalışma bulunmadığından çalışmamızın sonuçları önemlidir.
Uluslararası bir çalışmada obezite ve anksiyete
arasında anlamlı bir ilişki olduğu, ancak neden-sonuç
ilişkisinin yönü konusunda daha ileri araştırmalara
gerek olduğu söylenmektedir (24). Çalışmamız
sonucunda VKİ’ye göre bir fark olmamakla birlikte,
tüm gruplarda kaygı puanı yüksek bulunmuştur.
Obezitesi olan çocuklarda kaygı durumunun yüksek
olmamasının nedeninin, akranlarına göre daha yapılı,
güçlü ve dikkat çekici olmanın, kaygılı duygu durumu önleyici bir faktör olabileceğini düşündürmüştür.
Ayrıca, fazla kilolu ve obez çocuklar, erişkin boyları
kısa olsa da yaşıtlarına göre daha uzun boylu ve
yapılıdır (25). Çocuklarda yüksek kaygı düzeylerine
sebep olabilecek okul başarısı, sınav kaygısı,
öğretmen-öğrenci ilişkisi, akran ilişkileri,
sosyoekonomik düzey, ebeveyn-çocuk ilişkileri,
kardeş ilişkileri gibi pek çok faktör bulunmaktadır.
Çalışmamızda yüksek kaygıya yol açabilecek bu
sosyodemografik durumlar incelenmediğinden,
çocukların neden kaygılı olduğu değerlendirilememiştir.
Benzer çalışmalarda, bizim çalışmamızla uyumlu
olarak kızların SKÖ’den aldığı ortalama puanlar
erkeklere göre anlamlı derecede yüksektir (26-28).
Uluslararası literatüre göre de çocukluk ve ergenlik
çağında, kızlarda anksiyete görülme riski erkeklerden
daha yüksektir (29,30). Sonuçlar kız cinsiyetin
kaygılı duygu durum için bir risk faktörü olduğunu
düşündürmektedir.
Çalışma grubumuzda, vücut ağırlığı çocukların
95
Doruk P ve ark. Obez Çocuklar Daha mı Mutsuz? Depresyon, Beden Algısı ve Kaygı Durumları
vücut algısını olumsuz yönde etkilememiştir. Tüm
yaş gruplarındaki çocuklar bedenlerinden memnun
görünmektedir. Bunun sebebi çalışma grubumuzu
oluşturan 7-12 yaş aralığındaki çocukların henüz
fiziksel farkındalığının gelişmemiş olması olabilir.
Ulusal bir çalışmada da benzer şekilde, yaş
ortalaması 15.2 yıl olan 271 öğrenciyle yapılan bir
çalışmada zayıf, normal ve aşırı kilolu çocuklar
arasında beden bölgesi ve vücut ağırlığı ile ilgili
endişe açısından anlamlı fark saptanmamıştır (31).
Vücut algısı açısından cinsiyetler arasında
anlamlı bir fark bulunamamıştır. Uluslararası
çalışmalara bakıldığında ise kız çocuklarında vücut
tatminsizliği, vücut memnuniyetsizliği ve düşük
benlik saygısı erkeklerden anlamlı derecede yüksek
görülmektedir (32-35).
Sonuç olarak, obezitenin psikososyal boyutu ile
ilgili çalışmalar ancak buzdağının görünen kısmını
oluşturmaktadır. Obezite ve ruhsal sorunların
neden-sonuç ilişkisi ve boyutları halen netlik
kazanmamıştır. Çocukluk döneminden başlayarak
obeziteden korunma, birçok tıbbi komplikasyonun
önlenmesinin yanısıra mutlu, özgüveni sağlam, ruhsal
yönden sağlıklı bireylerin yetişmesine katkıda
bulunacaktır.
Çıkar Çatışması Beyanı
Yazımızın tarafsızlığı ile ilgili bilinmesi gereken
herhangi bir mali katkı veya diğer çıkar çatışma
ihtimali (potansiyeli) ve ilişki alanı yoktur. Çalışma
12. Ulusal Aile Hekimliği Kongresinde poster olarak
sunulmuştur.
Kaynaklar
1. Eker E, Şahin M. Birinci
basamakta obeziteye
yaklaşım. Sted Dergisi
2002;11(7):246-9.
2. Uskun E, Öztürk M, Kişioğlu
NA, Kırbıyık S, Demirel R.
İlköğretim öğrencilerinde
obezite gelişimini etkileyen
risk faktörleri. S.D.Ü. Tıp
Fak. Derg 2005;12(2):19-25.
3. WHO Consultation. Obesity:
preventing and managing the
global epidemic. World
Health Organization; 2000.
Technical Report No: 894.
4. Korugan Ü, Damcı T, Özbey
N, ve ark. Klinik obezite.
İstanbul: Obezite Çalışma
Grubu Yayınları, 2000.
5. Resch M, Haasz P, Sido Z.
Obesity as psychosomatic
disease. European Psychiatry
1998;13(suppl 4):315.
6. Sadock BJ, Sadock VA.
Kaplan & Sadock’s
96 7.
8.
9.
10.
Comprehensive Textbook of
Psychiatry. Philadelphia:
Lippincott
Williams&Wilkins,
2000:1787-97.
Wardle J, Volzc C, Golding
C. Social variation in
attitudes to obesity in
children. Int J Obes Relat
Metab Disord
1995;19(8):562-9.
Özusta Ş. Çocuklar için
Durumluk-Sürekli Kaygı
Envanteri'nin uyarlama,
geçerlik ve güvenirlik
çalışması. Türk Psikoloji
Dergisi 1995;10(1):32-44.
Hovardaoğlu S. Vücut algısı
ölçeğinin güvenirlik ve
geçerlik çalışması (tez).
Ankara: Ankara Üniversitesi;
1990.
Öy B. Çocuklar için
depresyon ölçeği: geçerlik ve
güvenirlik çalışması. Türk
11.
12.
13.
14.
Psikiyatri Dergisi
1991;2(1):132-6.
Dallar Y, Erdeve ŞS, Çakır İ,
Köstü M. Obezite,
çocuklarda depresyon ve
özgüven eksikliğine neden
oluyor mu? Gülhane Tıp
Dergisi 2006;48(1):1-3.
Erermis S, Cetin N, Tamar
M, Bukusoglu N, Akdeniz F,
Goksen D. Is obesity a risk
factor for psychopathology
among adolescents?. Pediatr
Int 2004;46(3):296-301.
Wardle J, Cooke L. The
impact of obesity on
psychological well-being.
Best Practice & Research
Clinical Endocrinology &
Metabolism
2005;19(3):421-40.
Benson LP, Williams RJ,
Novick MB. Pediatric obesity
and depression: a
cross-sectional analysis of
Euras J Fam Med 2014; 3(2):91-98
15.
16.
17.
18.
19.
absolute BMI as it relates to
children’s depression index
scores in obese 7- to
17-year-old children. Clin
Pediatr 2013;52(1):24-9.
Simon GE, Korff VM,
Saunders K, Miglioretti DL,
Crane PK, Van Belle G, et al.
Association between obesity
and psychiatric disorders in
the US adult population. Arch
Gen Psychiatry
2006;63(7):824-30.
Baumeister H, Härter M.
Mental disorders in patients
with obesity in comparison
with healthy probands. Int J
Obes 2007;31(7):1155-64.
Carpiniello B, Pinna F, Pillai
G, Nonnoi V, Pisano E,
Corrias S, et al. Psychiatric
comorbidity and quality of
life in obese patients. Results
from a case-control study.
The International Journal of
Psychiatry in Medicine
2009;39(1):63-78.
Carpiniello B, Pinna F, Pillai
G, Nonnoi V, Pisano E,
Corrias S, et al Obesity and
psychopathology. A study of
psychiatric comorbidity
among patients attending a
specialist obesity unit.
Epidemiologia e Psichiatria
Sociale 2009;18(2):119-27.
Ceylan A, Özen Ş, Palancı
Y, Saka G, Aydın YE, Kıvrak
Y, et al. Lise son sınıf
öğrencilerinde
anksiyete-depresyon
düzeyleri ve zararlı
alışkanlıklar: Mardin
çalışması. Anadolu Psikiyatri
Dergisi 2003;4(1):144-50.
20. Fidan T. Bir çocuk ve ergen
ruh sağlığı ve hastalıkları
polikliniğine başvuran çocuk
ve ergenlerin ruhsal belirti ve
risk faktörlerinin
değerlendirilmesi. Konuralp
Tıp Dergisi 2011;3(1):1-8.
21. Arslantaş D, Ünsal A,
Metintaş S, Tözün M, Toker
S. Eskişehir ili kırsal alanında
10-15 yaş grubu öğrencilerde
depresyon. Osmangazi Tıp
Dergisi 2007;29(2):77-84.
22. Yılmazel G, Günay O.
Çorum ili Kargı ilçesinde
öğrenim gören 12-17 yaş
arasındaki öğrencilerde
özsaygı ve depresyon. Sağlık
Bilimleri Dergisi
2012;21(1):20-9.
23. Arıkan Ş, Antar S. Diyabet
kampına katılan ergen ve
çocukluk çağındaki Tip 1
diyabetik hastaların ruhsal
bulgu ve belirtilerinin
değerlendirilmesi. Dicle Tıp
Dergisi 2007;34(4):294-8.
24. Gariepy G, Nitka D, Schmitz
N. The association between
obesity and anxiety disorders
in the population: a
systematic review and
meta-analysis. Int J Obes
2010;34(3):407-19.
25. Günöz H. Çocuk ve adolesan
yaşlarda obezite. XXXVII.
Türk Pediarti Kongresi Özet
Kitabı, İzmir, Türkiye.
2001:156-61.
26. Karakaya I, Coşkun A,
Ağaoğlu B. Yüzücülerin
depresyon, benlik saygısı ve
kaygı düzeylerinin
değerlendirilmesi. Anatolian
Journal of Psychiatry
2006;7(1):162-6.
27. Şahin H, Günay T, Batı H.
İzmir ili Bornova ilçesi lise
son sınıf öğrencilerinde
üniversiteye giriş sınavı
kaygısı. Sürekli Tıp Eğitimi
Dergisi 2006;15(6):107-13.
28. Özen Ş, Antar S, Özbulut Ö,
Altındağ A, Oto R. İç göç
yaşayan bir grup lise
öğrencisinde ruhsal belirti
şiddetinin cinsiyet ile ilişkisi.
Çocuk ve Gençlik Ruh
Sağlığı Dergisi
2001;8(3):156-62.
29. Letcher P. Anxiety afflicts
adolescent girls more than
boys. The University of
Melbourne UniNews
2005;14(21):14-28.
30. Palapattu AG, Kingery JN,
Ginsburg GS. Gender role
orientation and anxiety
symptoms among African
American adolescents.
Journal of Abnormal Child
Psychology
2006;34(3):441-9.
31. Göksan B. Ergenlerde beden
imajı ve beden dismorfik
bozukluğu (tez). İstanbul:
Şişli Etfal Eğitim ve
Araştırma Hastanesi; 2007.
32. Vander Wal JS, Thelen MH.
Eating and body image
concerns among obese and
average-weight children.
Addict Behav
2000;25(5):775-8.
33. Sweeting HN, West PB, Der
GJ. Explanations for female
excess psychosomatic
symptoms in adolescence:
evidence from a school-based
cohort in the West of
97
Doruk P ve ark. Obez Çocuklar Daha mı Mutsuz? Depresyon, Beden Algısı ve Kaygı Durumları
Scotland. BMC Public Health
2007;7(1):298.
34. Wood KC, Becker JA,
Thompson JK. Body image
dissatisfaction in
preadolescent children.
Journal of Applied
98 Developmental Psychology
1996;17(1):85-100.
35. Cohane GH, Pope HG. Body
image in boys: a review of
the literature. Int J Eat Disord
2001;29(4):373-9.
ORIGINAL RESEARCH / ORİJİNAL ARAŞTIRMA
2014
Mushroom Consumption Despite Its Risks; Habits and Beliefs of the
People in Central Anatolia
Risklerine Karşın Mantar Tüketimi; Orta Anadolu’da İnsanların Alışkanlık ve
İnanışları
AUTHORS /
YAZARLAR
Aysegul Uludag
Department of Family
Medicine, Canakkale
Onsekiz Mart University
School of Medicine,
Canakkale, Turkey
Ahmet Uludag
Department of Medical
Genetic, Canakkale Onsekiz
Mart University School of
Medicine, Canakkale,
Turkey
ABSTRACT
Aim: We aimed to learn about the mushroom consumption habits of the people and the effects of
informing the public about poisonous mushrooms on solving the mushroom poisoning.
Methods: This descriptive study was done at Central Anatolia in April and May 2005. A
questionnaire was applied including questions about their habits and beliefs while consuming mushroom.
Then, the participants were given education about poisonous mushrooms and what to do after poisoning.
We observed the effect of education by estimating differences in emergency ward admissions between
three years before and after the education.
Results: In the study; 788 participants attended and 698 participants (88.6%) stated that they
regularly consumed mushrooms, and 396 participants (50.3%) told that they knew people around
poisoned due to consumption. The number of patients admissions diagnosed with mushroom poisoning at
the emergency ward decreased after the education given in the year 2005 from Mihalıcçık.
Conclusion: We conclude that in Central Anatolia, mushroom poisoning is an important problem
and the education can be effective for solving this problem.
Keywords: mushrooms, mushroom poisoning, education
Arif Alper Cevik
Department of Emergency
Medicine, Eskisehir
Osmangazi University
School of Medicine,
Eskisehir, Turkey
Ilhami Unluoglu
Department of Family
Medicine, Eskisehir
Osmangazi University
School of Medicine,
Canakkale, Turkey
ÖZET
Amaç: İnsanların mantar tüketme alışkanlıklarını ve bilgilendirmenin mantar zehirlenmeleri etkisine
öğrenmek amaçlandı.
Yöntemler: Bu tanımlayıcı çalışma, Nisan ve Mayıs 2005 tarihleri arasında Orta Anadolu’da yapıldı.
Anket formu ile insanların mantar tüketme konusundaki alışkanlık ve inançları sorgulandı. Katılımcılara
zehirli mantarlar ve mantar zehirlenmesi sonrasında yapılması gerekenlerle ilgili eğitim verildi. Çalışma
öncesi ve sonrası 3 yıl bu bölgeden acil servise mantar zehirlenmesi ile gelen hastaların sayısı
karşılaştırılarak eğitimin mantar zehirlenmelerine etkisi belirlendi.
Bulgular: Çalışmaya 788 kişi katıldı. 698 katılımcı (%88,6) düzenli mantar tükettiğini, 396 katılımcı
(%50,3) da çevrelerinde mantardan zehirlenenlerin olduğunu belirtti. 2005 yılında verilen eğitim
sonrasında Mihalıcçık’tan acile mantar zehirlenmesinden dolayı başvuranların sayısında anlamlı azalma
olduğu saptandı.
Sonuç: Orta Anadolu’da mantar zehirlenmeleri önemli bir problemdir ve insanlara mantar tüketimi
ve zehirli mantarlar hakkında eğitilmesi bu problemin çözümünde etkilidir.
Anahtar kelimeler: mantarlar, mantar zehirlenmesi, eğitim
Corresponding Author / İletişim için
Assoc. Prof. Dr. Ayşegül Uludağ
Department of Family Medicine, Canakkale Onsekiz Mart University School of Medicine, Canakkale, Turkey
E-mail: [email protected]
Date of submission: 18.07.2013 / Date of acceptance: 06.05.2014
99
Uludag A et al. Mushroom Consumption Despite Its Risks; Habits and Beliefs of the People in Central Anatolia
Introduction
Until now, nearly a hundred thousand species of
mushroom have been defined in the world and only
2-3% of these species cause poisoning (1). While
Amanita is the most poisonous genus, poisoning
cases caused by the genus Cortinarius also attract
attention in Europe (2). The American Association of
Poison Control Centers (AAPCC) states in its 2008
Annual Report that 6034 applications were made with
regard to mushroom poisoning (3). Although the
exact number of mushroom poisoning cases in
Turkey is unknown, the studies reveal that the
number of deaths caused by mushroom poisoning is
really high in Central Anatolia (4).
Wild mushroom poisoning can result in clinical
findings varying from gastrointestinal complaints and
neurological problems to liver and renal failure (5).
Clinical spectrum and toxicity show changes
depending on the consumption pattern, geographical
region and immunity of the person concerned (6).
The effects of wild mushrooms on the body are
influenced by factors such as the age of the
mushrooms ingested, how much and in what way
they were ingested, characteristics of the region and
season (7).
People know very little about wild mushroom
poisoning effects and the belief that processing the
wild mushroom will alter its toxicity is really
common. The people have wrong beliefs that when
the mushroom is picked if the inside color
immediately turns blue it is poisonous; when the
mushroom is cooked or boiled with a silver spoon or
coin, the silver turns black if the mushroom is
poisonous; the mushrooms that snails and insects eat
and the ones grow in the pastures and on trees are
nonpoisonous; boiling the mushroom in water with
salt or vinegar removes the poison; snakes give their
poison to mushrooms; the poison is taken off when
the mushrooms are dried or cooked, and eating the
mushroom with yoghurt or after having kept it in
buttermilk prevents the poison (8).
There are many studies about wild mushroom
poisoning cases in the Central Anatolia (4,9). In
Unluoglu et al. studies around Eskisehir between the
years 1996 and 2004, they. draw the attention to the
fact that the number of poisoning cases is really high
100 in districts of Eskisehir (9). The aim of the study
concerned was to learn about the frequency of wild
mushroom consumption, and habits and beliefs of
consumption, which characteristics of the mushrooms
are considered while consuming, what the people do
in case of mushroom poisoning in Mihalıcçık district
of Eskisehir and its villages where poisoning cases
are frequently seen. We wanted to give education the
people about poisonous mushrooms and what to do in
case of poisoning.
Methods
Participants and Procedures:
Mihalıcçık is situated in a forestland at an altitude
of 1330 meters, 90 km away from Eskisehir. The
population of Mihalıcçık and its’ villages is 12000
aproximately. The study, was done in the center of
Mihallıcçık and its’ 10 villages, the people of which
presented most to the district state hospital with the
complaint of wild mushroom poisoning. We
calculated the representative sample confidence
interval of 90% with a standard deviation of 5%
consisting of 650 participants aged 18 years and older
in this study.
Before the study; we got the permission from the
local government. In this study; the data were
collected using anonymous questionnaires.
Selected villages were informed about the survey
by a phone call to the headmen and wanted them
make announcement about the study to the villages
and made to schedulate the survey date. Ten villages
headmen agreed to participate the study. Completion
of the survey took one day in one village. Data were
collected between April and May in 2005.
Study Design and Data acquisition:
We aimed to learn about the mushroom
consumption habits of the people and the effects of
education the public about poisonous mushrooms on
solving the mushroom poisoning.
In this survey; we performed two studies; the first
one was about learning habits and beliefs and
knowledge of people about mushroom consumption
and than we gave education abut poisonous
mushrooms and what to do in the case of the
poisoning. And then we observed the emergency
ward admissions with mushroom poisoning from the
Euras J Fam Med 2014; 3(2):99-104
Mihalıcçık. Firstly; the participants, included the
study on a volunteer basis, were questioned face to
face with a questionnaire composed of 18
multiple-choice and open-ended questions and their
socio-demographic features were noted by the
researchers. Verbal and written instructions reminded
participants of the importance of giving honest
answers, not writing their names on the questionnaire
to maintain confidentiality.
Instrument:
The questions were about their methods of
obtaining wild mushrooms, ways of consumption,
whether there were special methods performed to
make the mushroom not poisonous, whether they or
the people around had been poisoned before or
anyone they knew had died, the symptoms of
poisoning they knew and what they did in the case of
poisoning. Following this questionnaire, the
participants were gathered together and given
education by researchers about the poisonous
mushrooms, symptoms of poisoning and things to do.
After this education, the number of patients,
diagnosed with mushroom poisoning, followed up in
the reference hospital, Eskisehir Osmangazi
University Faculty of Medicine Hospital Emergency
Department, situated in the western part of the
Central Anatolia, before and after three years from
Mihalıcçık. So we may mention about the effect of
the education by estimating differences in emergency
ward admissions between 2002-2004 and 2005-2008.
Statistical evaluation
Statistical analysis for descriptive statistics was
performed using SPSS software (version 16.0; SPSS
Inc., Chicago, IL, USA).
Results
Sociodemographic features:
A total of 788 participants were included in the
study. Of these participants, 248 (31.5%) were female
between the ages 18-86 and 540 (68.5%) were male
between the ages 17-96. 118 participants (15.0%)
were illiterate and 32 (4.1%) were only literate. 446
(56.4%) participants were farmers and 54 (6.8%)
were civil servants.
Habits and beliefs and knowledge of people:
In the study, 698 participants (88.6%) stated that
they consumed wild mushrooms. 76.8% of the
participants consuming wild mushrooms stated that
they themselves or their families gathered wild
mushrooms, 6.1% stated that their neighbors gave
them and 5.7% bought them from the bazaar.
It was found that while consuming wild
mushrooms, the people trusted the appearance of the
mushroom most (x2=157,397 p<0.05). Besides, there
were 294 people (37.3%) believing that the location
and 104 participants (13.2%) believing the
experiences of the person who gathered it were
important. There were 388 participants (49.4%)
believing that cooking the mushroom takes out the
poison. The wild mushroom consumers did not obtain
which the way of cooking was more effective. There
were 62 participants (7.9%) believing that the poison
of the wild mushroom takes out the poison with
eating soil.
There were 396 participants (50.3%) around
whom there were people poisoned from wild
mushroom, and 12 persons (1.5%) around whom
mushroom poisoning ended in death.
466 participants (59.1%) stated that the most
frequent symptoms of mushroom poisoning were
nausea and vomiting.
In the case of poisoning, 526 (66.8%) participants
declared that eating yoghurt and 62 (7.9%)
participants eating soil, 304 (38.6%) participants
declared that admitting immediately to a hospital and
96 (12.2%) participants declared that they did not
know what to do. (Participants marked multiple
options.)
It was found that 44 participants (5.6%) declared
that they still consume the wild mushroom although
got poisoned before. A statistically significant
relationship was found between the participants who
themselves got poisoned before and the ones
presenting to a health care facility in the case of
poisoning (x2=12,897, p<0.05).
Effect of the education given in 2005:
Between the years 2002-2004, a total of 161
persons admitted to the Emergency Department due
to mushroom poisoning, and 18 (29.5%) out of these
161 patients were from Mihalıcçık. In the year 2005,
no one presented from Mihalıcçık whereas between
the years 2006 and 2008 a total of 135 persons of
101
Uludag A et al. Mushroom Consumption Despite Its Risks; Habits and Beliefs of the People in Central Anatolia
whom 4 (3.0%) were from Mihalıcçık admitted to the
emergency ward. When we compared the differences
in emergency ward admissions between three years
before and after the education, there was reduction in
the number of mushroom poisoning cases. For the
hypothesis, “is education effective factor for wild
mushroom consuming?”, we compared the admission
the emergency department for mushroom poisoning
from the area of Mihalıcçık. It was compared with
power analysed and was found as a result that
education, given on mushroom poisoning in 2005,
was found as a protective factor (p=0.011<0.05,
OR=0,266 (0.07-0.762)).
Discussion
Mushroom poisoning is an important health
problem both in Turkey and in the world (4,10,11).
Thus, the Ministry of Health in Turkey prohibits the
sale of wild mushrooms in public places. In
Switzerland, 5638 patients had been reported because
of mushroom poisoning by Toxicology Center
between January 1995 and December 2009 (12).
It is not always possible to clearly determine
which type of mushroom is poisonous. Furthermore,
geographical features such as the region, the season,
experience of the gathering people and the type of
consumption are also important. The appearance of
the mushroom was the most important point for the
participants in our study, and then the experience of
the person gathering the mushrooms. In the study in
England, it has been found that one out of every three
adults consumed cultivated and/or wild mushrooms
and they reported that mushroom consumption per
person was 0,12 kg annually (11).
In studies conducted in Turkey, it has been found
that mushroom poisoning is mostly seen in June and
December, while in Switzerland in June, September
and October and it is mostly seen in Ireland in May to
October (4,9,12,13).
Except for the genus Amanita, the poisoning
effects of mushrooms which are more toxic when
eaten raw are partially reduced by cooking (14,15). In
this regard, children are of great risk. The mushrooms
which seem attractive to children because of their
shapes are digested raw and lead to increase in cases
of poisoning. In the study of Unluoglu et al., 223
102 cases of children were discussed and 5 children died
of mushroom poisoning (16). In the 2002 Annual
Report of AAPCC, it is stated that children under the
age of 6 were the most affected group and that 90%
of the poisoning cases consisted of people under the
age of 19 (17).
In mushroom poisoning cases, gastrointestinal
symptoms appear within the first 6 hours of
mushroom ingestion and then symptoms progressing
to renal and liver failure are observed. In our study;
most of the participants stated that nausea and
vomiting can be seen.
While the mortality rate in Turkey due to
mushroom poisoning was found to be %1,02 in Sivas
% 2,8 in the study in Eskisehir and, it was found
%17,9 in Istanbul (4,16,18). In the Toxicology Report
(2009) of the North American Mycological
Association (NAMA), it is stated that 4 patients who
had undergone liver transplantation died after
mushroom ingestion (19). In the review of Jander et
al. (15), the mortality rate was between 4.8 to 34.5%.
In our study, while 12 participants knew persons
around who died of mushroom poisoning, 44
participants have been poisoned themselves. The fact
that; people continue consuming wild mushrooms
although they have been poisoned before. It may
depend that there are cheap and delicious mushrooms
in the region they live. However, edible and
poisonous mushrooms might be growing side by side
and thereby cause poisoning. The finding in the study
of Işıloğlu et al. (8), there are 14 types of poisonous
mushrooms including Amanita phalloides were found
alongside with 10 types of edible mushrooms in the
same area supports this view. Besides, fungal spores
spread around by variables such as wind, heat and
moisture and thereby poisonous and nonpoisonous
mushroom types are mixed together (8).
Limitations:
The rate of wild mushroom consumption was
higher. We think this data is important because of
reflection the situation about consuming wild
mushroom in rural area.
We analyzed the effect of the education by using
the data from emergency ward admissions at only
reference hospital so we had overlooked the
admissions to other hospitals.
Euras J Fam Med 2014; 3(2):99-104
Conclusion
Mushroom poisoning is a rare event compared to
poisoning with other toxicants and has lower
mortality rate. As in this paper; in Europa, America
and far east in the world, there are many mushroom
poisoning people. Due to importance from a
population point of view, healthcare professionals
should be aware of the possibility mushroom
consumption may lead to fatal poisoning. We found
that the rate of mushroom consumption was
extremely high in rural areas and people had wrong
beliefs. We conclude that informing the public the
about poisonous mushrooms and mushroom
poisoning in regions is of great importance for public
health.
References
1. Gonmori K, Yoshioka N. The
examination of mushroom
poisoning at Akita University.
Leg Med 2003;5(suppl
1):83-6.
2. Holmdahl J. Mushroom
poisoning: cortinarius
speciosissimus
nephrotoxicity. Goteborg:
Institude of Internal Medicine
Goteborg University;
2001:12.
3. Bronstein AC, Spyker DA,
Cantilena LR Jr, Green JL,
Rumack BH, Giffin SL. 2009
Annual Report of the
American Association of
Poison Control Centers'
National Poison Data System
(NPDS): 27th Annual Report.
Clin Toxicol (Phila)
2010;48(10):979-1178.
4. Eren SH, Demirel Y, Ugurlu
S, Korkmaz I, Aktas C,
Guven FMK. Mushroom
poisoning: retrospective
analysis of 294 cases. Clinics
2010;65(5):491-6.
5. Dhabolt J. Mushroom
poisons and poisonous
mushrooms. The Puffball
Newsletter of the Willamette
Valley Mushroom Society
1993;16(3):21-6.
6. Horowitz BZ, Hendrickson
RG. Mushroom toxicity.
Medscape Drugs & Diseases
[internet]. [cited 2013 May
20]. Available from:
http://emedicine.medscape.co
m/article/167398-overview
7. Schnider SM, Brayer A.
Mushroom poisoning. In:
Tintinalli J, Kelen GD,
Stapczynski JS (Eds.).
Emergency medicine: a
comprehensive study guide.
Philadelphia: McGraw-Hill;
2000. pp. 1317-22.
8. Işıloğlu M, Gücin F, Mat A.
Mushroom poisoning in
Istanbul at November 1994
[in Turkish]. Ekoloji Dergisi
1995;(14):21-4.
9. Unluoglu I, Tayfur M.
Mushroom poisoning: an
analysis of the data between
1996 and 2000. Eur J Emerg
Med 2003;10(1):23-6.
10. Barbee G, Berry-Caban C,
Barry J, Borys D, Ward J,
Salyer S. Analysis of
mushroom exposures in
Texas requiring
hospitalization, 2005-2006. J
Med Toxicol
2009;5(2):59-62.
11. De Román M, Boa E,
12.
13.
14.
15.
Woodward S. Wild-gathered
fungi for health and rural
livelihoods. Proc Nutr Soc
2006;65(2):190-7.
Schenk-Jaeger KM,
Rauber-Lüthy CR, Bodmer
M, Kupferschmidt H,
Kullak-Ublick GA, Ceschi A.
Mushroom poisoning: a study
on circumstances of exposure
and patterns of toxicity. Eur J
Intern Med
2012;23(4):85-91.
Cassidy N, Duggan E, Tracey
JA. Mushroom poisoning in
Ireland: the collaboration
between the National Poisons
Information Centre and
expert mycologists . Clin
Toxicol (Phila)
2011;49(3):171-6.
Escudié L, Francoz C, Vinel
JP, Moucari R, Cournot M,
Paradis V, et al. Amanita
phalloides poisoning:
reassessment of prognostic
factors and indications for
emergency liver
transplantation. J Hepatol
2007;46(3):466-73.
Jander S, Bischoff J,
Woodcock BG.
Plasmapheresis in the
treatment of amanita
103
Uludag A et al. Mushroom Consumption Despite Its Risks; Habits and Beliefs of the People in Central Anatolia
phalloides poisoning: II. A
review and
recommendations. Ther
Apher 2000;4(4):308-12.
16. Unluoglu I, Alper Cevik A,
Bor O, Tayfur M, Sahin A.
Mushroom poisonings in
children in Central Anatolia.
Vet Hum Toxicol
2004;46(3):134-7.
17. Watson WA, Litovitz TL,
104 Rodgers GC Jr,
Klein-Schwartz W, Youniss J,
Rose SR, et al. 2002 annual
report of the American
Association of Poison
Control Centers Toxic
Exposure Surveillance
System. Am J Emerg Med
2003;21(5):353-421.
18. Ergüven M, Çakı S, Deveci
M. Cases of mushroom
poisoning: evaluation of 28
cases [in Turkish]. Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları
Dergisi 2004;47(4):249-53.
19. Beug MW. NAMA
Toxicology Committee
Report for 2009 North
American mushroom
poisonings. McIlvainea:
Journal of American Amateur
Mycology 2010;19(1):1-7.
ORIGINAL RESEARCH / ORİJİNAL ARAŞTIRMA
2014
Doğurganlık Sorunu Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği’nin
Türkçe Versiyonunun İç Güvenilirlik Analizi
Internal Reliability Analysis of Turkish Version of Fertility Quality of Life
Questionnaire
AUTHORS /
YAZARLAR
Ayça Çetinbaş
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Trakya Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Edirne
H. Nezih Dağdeviren
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Trakya Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Edirne
Serdar Öztora
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Trakya Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Edirne
Ayşe Çaylan
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Trakya Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Edirne
Önder Sezer
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Trakya Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Edirne
ÖZET
Amaç: Bu çalışmada Boivin ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş olan Doğurganlık Sorunu
Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği’nin Türkçe versiyonunun iç güvenilirlik çalışmasının
yapılması amaçlanmıştır.
Yöntemler: Çalışmamız Trakya Üniversitesi Hastanesi Üremeye Yardımcı Teknikler Merkezi'nde
gerçekleştirilmiştir. Trakya Üniversitesi Hastanesi Üremeye Yardımcı Teknikler Merkezi'ne başvuran 18
yaş ve üzerindeki infertilite tanılı 50 gönüllü kadın hasta çalışmamıza dahil edilmiştir. Bu katılımcılara
araştırmacı tarafından hazırlanan 63 sorudan oluşan anket uygulanmıştır. Ankette 27 sorudan oluşan
sosyodemografik form ile Boivin ve arkadaşları (2011) tarafından geliştirilen ve Cardiff Üniversitesi’nde
Türkçe’ye çevirilen 36 soruluk ‘Doğurganlık Sorunları Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği’
(FertiQol) kullanılmıştır. Anket çalışmaya katılmayı kabul eden infertilite tanılı kadınlarla yüz yüze
görüşülerek doldurulmuştur.
Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamaları 31,8±5,96 yıl olarak saptandı. Ölçeğin iç güvenilirlik
katsayısı Cronbach alfa 0,905 olarak hesaplandı. Katılımcıların ortalama FertiQol puanları 71,1±13
olarak bulundu.
Sonuç: Bu çalışmada ölçüm aracının niteliğine uygun olarak yapılması gereken iç güvenilirlik
analizleri ile FertiQol ölçeğinin iç güvenirliğinin kadın katılımcılarda yeterince yüksek olduğu
gösterilmiştir. Bu ölçeğin, Türkiye’deki erkek hastalarda da iç güvenilirliğinin gösterilmesiyle daha
yaygın gruplarda kullanımı sağlanabilecektir.
Anahtar kelimeler: yaşam kalitesi, güvenilirlik, infertilite
ABSTRACT
Aim: In this study the aim is to analyse internal reliability of Turkish version of 'Fertility Quality of
Life Questionnaire' designed by Boivin et all.
Methods: The research was completed in Trakya University Hospital Research Centre for Assisted
Reproductive Techniques. 50 infertile women volunteers older than 18 years old who applied to Trakya
University Hospital Research Centre for Assisted Reproductive Techniques was included in our research.
Interview containing 63 questions was applied to participants. Questionnaire containing
sociodemographic information including 27 questions and Turkish version of 'Fertility Quality of Life
Questionnaire' designed by Boivin et all (2011) in Cardiff University consisting 36 items was applied to
the participants. The interview was implemented face to face with women with the diagnosis of infertility
who accepted to participate the study.
Results: The mean age of the participants was detected as 31.8±5.96 years old. The internal
reliability coefficient Cronbach's alpha was calculated as 0.905. The mean FertiQol score of the
participants was detected as 71.1±13.
Conclusion: In this study, the internal reliability anlysis of FertiQol scale was sufficiently high in
female participants. This scale will be provided in common groups with showing internal reliability in
male patients.
Keywords: quality of life, reliability, infertility
Corresponding Author / İletişim için
Dr. Ayça Çetinbaş
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Balkan Yerleşkesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 22030, Edirne, Türkiye
E-mail: [email protected]
Date of submission: 07.05.2014 / Date of acceptance: 25.07.2014
105
Çetinbaş A ve ark. Doğurganlık Sorunu Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği’nin Türkçe Versiyonunun İç Güvenilirlik Analizi
Giriş
Üreme ve nesli sürdürme bütün canlıların en
temel içgüdülerindendir. İnfertilite, eşler için
genellikle duygusal olarak stresli, psikolojik olarak
tehdit edici, ekonomik olarak pahalı ve tanı-tedavi
için yapılan işlemler dolayısıyla fiziksel olarak acı
verebilen bir durumdur. Üreme kabiliyetinin istek
dışında azalması veya kaybolmasına infertilite denilir.
Diğer bir ifadeyle bir yıl herhangi bir kontrasepsiyon
kullanmadan ve düzenli cinsel ilişkiye rağmen
(haftada en az iki kez) gebelik elde edilememesi
infertilite olarak tanımlanır. Dünya Sağlık
Örgütü’nün infertilite tanımında bu süre iki yıla kadar
uzatılmaktadır (1).
İnfertilite oranı dünyada %8-12 arasında,
Türkiye’de ise %10-20 arasında değişmektedir (2).
Bu durum infertilite prevalansı yüksek olan ve
toplumsal baskıların yapıldığı gelişmekte olan
ülkelerde önemli bir sorun teşkil eder. Yapılan bazı
araştırmalarda infertilitenin eşlerin sosyal yaşamlarını, duygusal durumlarını, cinsel yaşamlarını ve
dolayısıyla evlilik ilişkilerini etkilediği gösterilmiştir.
Bu etkilerin kadınlarda daha yoğundur ve daha fazla
anksiyeteye sebep olur. İnfertilitenin, kadınlar için
hayal kırıklığı yaşatan ciddi bir kriz olduğu
belirlenmiştir (3).
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı "yalnızca
hastalığın bulunmayışı değil, fiziksel, ruhsal ve
sosyal olarak tam bir iyilik hali" olarak tanımlamıştır.
Böylece “yaşam kalitesi” kavramı, sağlıkla ilişkili
iyilik halinin ölçülebilmesi için, sağlık hizmetleri
uygulamalarında giderek artan bir öneme sahip
olmuştur. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi, bireylerin
kendi değerler sistemi ve kültürleri içinde kendi
durumlarını algılayışlarını, fonksiyonlarını yerine
getirmedeki yeteneklerini ve yaşamlarında algıladıkları sosyal, fiziksel ve mental alanı ifade eder (4).
Yaşam kalitesi insanların psikolojik durumları,
fiziksel fonksiyonları, sosyal ilişkileri, çevreyle
etkileşimleri ve inançlarını kapsar. Klinik ve
biyokimyasal değerlendirmelerin bireyin hastalıktan
ne kadar etkilediğini gösterememesi nedeniyle
‘yaşam kalitesi’ kavramını oluşturmuştur. İnfertilite,
çiftlerin aile, arkadaş ve çevre ile ilişkilerini, cinsel
ve sosyal yaşamını, evlilik uyumunu, dolayısıyla
yaşam kalitesini etkileyen bir sağlık sorunudur.
106 Yapılan bir araştırmada infertil çiftlerin %29’unun
yaşadıkları infertilite problemini sır olarak sakladığı
ortaya koyulmuştur. İnfertilitede sorumluluğu daha
çok yüklenen kadın eşte yaşam kalitesi daha olumsuz
etkilenir (5).
FertiQol, Boivin ve arkadaşları (2011) tarafından
geliştirilen ve Cardiff Üniversitesi’nde Türkçe’ye
çevirilen 36 soruluk ‘Doğurganlık Sorunları Yaşayan
Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği’ dir. FertiQol,
çekirdek olarak 24 madde, tedavi ile ilişkili 10
madde, tüm hayat ve fiziksel sağlıkla ilgili 2 madde
içeren toplam 36 soru ile yaşam kalitesini
değerlendirmektedir (6). Ölçek 5’li Likert tipi
cevaplar içermektedir (7). Yanıt puanları 0 ile 4
arasında değişmektedir. Daha yüksek puanlar daha
yüksek yaşam kalitesi anlamına gelmektedir. FertiQol
üç toplam ölçek ve altı alt ölçekten sağlanan
puanlarla 0 ile 100 arasında puanlandırılır.
'Fertility Quality of Life Questionnaire' (FertiQol)
İngilizce olarak üretilmiş ve aynı çeviri ekibi
tarafından 20 dile çevrilmiştir: Almanca, Arapça,
Çince, Danimarkaca, Fince, Fransızca, Hırvatça,
Hintçe, Hollandaca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca,
İsveççe, Portekizce, Romence, Rusça, Sırpça, Türkçe,
Vietnamca ve Yunanca (www.fertiqol.org). Her çeviri
yerli iki dil bilen fertilite uzmanlarınca doğrulanmıştır. FertiQol fertilite problemleri ve tedavisinin yaşam
kalitesi üzerindeki etkilerini gösteren güvenilir bir
ölçektir. Boivin ve ark. (6) yaptıkları 1414 fertilite
problemi yaşayan kişinin katıldığı bir çalışmada
çekirdek FertiQol ve tedavi modülü için hesaplanan
Cronbach güvenirlik istatistikleri 0,72 ve 0,92
aralığında saptanmıştır. Sensitivite analizleri yaşam
kalitesi ile cinsiyet, parite ve destek arayışı arasında
beklenen ilişkileri saptadığını göstermiştir (6).
Ölçme “Bir niteliğin gözlenip, gözlem sonucunun
sayı ve sembollerle gösterilmesidir”. İstatistikte,
ölçme aracının kendi içinde tutarlılığı güvenilirliktir.
Bu da standart hatanın az olması anlamına gelir.
Ölçme aracının ölçmek istenilen değişkeni ölçüp
ölçmediği, ölçüyorsa başka değişkenlerden ne derece
ayırarak ölçebilmesi ise geçerliliktir. Bilim ölçüm
demektir. Yanlış ölçümler kanıtlarımızın ve tedavilerimizin güvenilmez olmasıyla sonuçlanır. Bu
sebeple ölçüm araçlarımızın geçerli ve güvenilir
neticeler vermesine azami önem göstermeliyiz (8).
Euras J Fam Med 2014; 3(2): 105-110
Cronbach tarafından geliştirilen ve bir iç tutarlılık
tahmin yöntemi olan alfa katsayısı, matematiksel
anlamda yarıya bölmenin eşdeğeridir. Güvenilirlik
hesaplarında sıkça kullanılan bir katsayıdır (8,9). Alfa
değeri esas işlev olarak iç tutarlılığı saptar (10).
Cronbach alfa katsayısının, maddeler 1-3, 1-4,
1-5 gibi puanlandığında kullanılması uygundur (9).
Başka bir ifade ile Cronbach alfa, likert türü
toplamalı ölçekler, anlamsal farklılık ölçekleri vb.
ölçeklerde maddelerin birbiriyle tutarlı olup
olmadığını belirler ve ölçekteki maddelerin birbiriyle
ne ölçüde tutarlı olduğu hakkında bilgi verir (10).
Cronbach alfa, ölçek maddelerinin rastgele ikiye
ayrılarak karşılaştırılmasıyla hesaplanır. Rastgele
ikiye ayırma işlemi bütün ihtimaller için tekrarlanır
(8).
Genel olarak ölçek için hesaplanan alfa
katsayısının değerlendirilmesinde kullanılan ölçüt
değerler aşağıdaki gibidir:
0.00 <= α < 0.40 ölçek güvenilir değil
0.40 <= α < 0.60 ölçek düşük güvenilirlikte
0.60 <= α < 0.80 ölçek oldukça güvenilir
0.80 <= α < 1.00 ölçek yüksek derecede güvenilir
(11).
Uluslararası kabul görmüş FertiQol ölçeğinin
Türkçe versiyonunun kullanılabilir olması, gerek
hekimlerin hasta yönetimlerine katkıda bulunmak,
gerekse akademik alanda uluslararası karşılaştırmalar
yapmak açısından yararlı olacaktır. Bu çalışmada
Boivin ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş olan
FertiQol ölçeğinin Türkçe iç güvenilirlik çalışmasının
yapılması amaçlanmıştır.
Yöntemler
Türkçe FertiQol ölçeği, Üremeye Yardımcı
Teknikler Merkezi Polikliniği’ne başvuran, 18 yaş ve
üzerindeki ardışık 50 kadın hastaya uygulandı.
Ölçeğin yönergesi hastalara okundu ve gerektiğinde
soru sorabilecekleri belirtildi. Sonuçlar SPSS
programı ile bilgisayara girilerek Cronbach alfa iç
güvenilirlik analizleri yapıldı. Ölçeğin Cronbach alfa
güvenilirlik katsayısı 0,905 olarak bulundu.
Bulgular
Katılımcıların yaş ortalamaları 31,8±5,96 yıl olup
katılımcılar minimum 21 maksimum 45 yaşında idi.
Tüm katılımcılar kadındı. Katılımcıların %68’i ev
hanımı olup %32’si ücretli çalışan olarak saptandı.
Çalışmaya katılan gönüllülerin %94’ü primer infertilite, %4’ü sekonder infertilite tanılı hastalardan
oluşmaktadır. Uluslararası FertiQol ölçeği,
‘Doğurganlık Sorunları Yaşayan Kişiler İçin Hayat
Kalitesi Ölçeği’ başlığı altında puanlamaya katılan,
24 sorudan oluşan çekirdek FertiQol ve ‘İsteğe Bağlı
Tedavi Modülü’ başlığı altında 10 sorudan oluşan
tedavi modülü olarak iki bölüm içermektedir.
‘Doğurganlık Sorunları Yaşayan Kişiler İçin Hayat
Kalitesi’ sorularının iç güvenilirlik katsayısının
Cronbach alfa 0,902 değerine, ‘İsteğe Bağlı Tedavi
Modülü’ sorularının iç güvenilirlik katsayısının
Cronbach alfa 0,763 değerine sahip olduğu bulundu.
Ölçeğin puanlamaya katılan tüm soruları ile iç
güvenilirlik katsayısı Cronbach alfa 0,905 olarak
hesaplandı (Tablo 1). Bu hesaplamalar sonucunda
ölçek yüksek derecede güvenilir olarak saptandı.
Tablo 1. Güvenilirlik istatistikleri
Cronbach Madde
Alfa
sayısı
Doğurganlık Sorunları Yaşayan
Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği
0,902
24
İsteğe Bağlı Tedavi Modülü
0,763
10
FertiQol Toplam
0,905
34
FertiQol ölçeğinin 24 sorudan oluşan çekirdek
bölümü altı alt ölçek içermektedir. Bunlar duygusal,
akıl/beden, ilişkisel ve sosyal alt ölçeklerdir. Bu
bölümdeki her alt ölçek altışar sorudan oluşmakta
olup Cronbach alfa katsayıları duygusal alt ölçek için
0,765, akıl/beden alt ölçeği için 0,767, ilişkisel alt
ölçek için 0,644 ve sosyal alt ölçek için 0,659 olarak
hesaplandı.
İlişkisel alt ölçekten Q6 numaralı madde
silindiğinde Cronbach alfa katsayısı 0,703 olarak
hesaplandı.
Sosyal alt ölçekten Q14 numaralı madde
silindiğinde Cronbach alfa katsayısı 0,713 olarak
hesaplandı.
FertiQol ölçeğinin yaşam kalitesi ile ilgili
çekirdek bölümünde Q6 maddesi silindiğinde
Cronbach alfa 0,904 değerine, Q14 maddesi
silindiğinde 0,905 değerine yükseldi.
FertiQol ölçeğinin 10 sorudan oluşan tedavi
modülü çevresel ve dayanma gücü adı altında iki alt
ölçekten oluşmaktadır. Çevresel alt ölçek altı,
107
Çetinbaş A ve ark. Doğurganlık Sorunu Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği’nin Türkçe Versiyonunun İç Güvenilirlik Analizi
dayanma gücü alt ölçeği ise dört sorudan oluşmakta
olup çevresel alt ölçeğin Cronbach alfa katsayısı
0,753, dayanma gücü alt ölçeğinin Cronbach alfa
katsayısı 0,696 olarak hesaplanmıştır.
Çevresel alt ölçekten T7 numaralı madde
silindiğinde Cronbach alfa 0,763 olarak hesaplandı.
FertiQol ölçeğinin tedavi modülü bölümünde T7
maddesi silindiğinde Cronbach alfa 0,768 değerine
yükseldi.
Ölçeğin puanlamaya katılan tüm maddeleri tek
tek değerlendirildiğinde soruların hepsi için
katılımcıların ortalama FertiQol puanları ortalama
71,1±13 olarak bulundu. Katılımcıların minimum
FertiQol puanı 37,5, maksimum 94,1 olarak saptandı
(Tablo 2).
Tablo 2. FertiQol Puanları
Çekirdek
FertiQol
FertiQol
FertiQol
Tedavi Modülü Toplam
Toplam Puan Toplam Puan
Puan
Geçerli
50
50
50
n
Kayıp
0
0
0
Ortalama
72,5634
67,8000
71,1620
Standart
15,08617
14,20190
13,08684
Deviasyon
Minimum
38,54
30,00
37,50
Maksimum
96,88
90,00
94,12
Tartışma
Somut özellikler ölçülürken, ölçülecek olan
özellik koşulsuz bir değişmezlik gösterir; ancak soyut
özelliklerin ölçülmesi genellikle istenen derecede
kararlılık göstermez. Bu sebeple soyut özelliklerin
ölçülmesine yönelik geliştirilecek ölçeklerin uygun
güvenilirlik analizleriyle analiz edilmesi ve
geçerliliğinin araştırılması gerekmektedir. Ancak
güvenilirlik ve geçerliliği yeterli bulunan ölçekler
geçerli veri sağlayacaktır. Şayet ölçeğin güvenilirlik
ve geçerliliğinin araştırıldığı toplum ile sonradan
ölçeğin uygulanması planlanan toplumlar arasında
önemli farklılıklar varsa güvenilirlik ve geçerliliğinin
tekrarlanması gerekebilir (9).
Hollanda’da yapılan bir çalışmada, 29 üremeye
yardımcı teknikler kliniğine başvuran 785 hastaya
FertiQol uygulanarak ölçeğin güvenilirliği psikometrik olarak test edilmiştir. Güvenilirlik katsayısı
0,72 ve 0,91 arasında saptanmıştır (12).
FertiQol ölçeğinin iyi psikometrik karakteristikler
108 içeren Portekizce versiyonu ile yapılan bir çalışmada
ise Cronbach alfa değeri 0,71 ve 0,90 arasında
değişmektedir (7).
Tayvan’da yapılan bir çalışmada FertiQol
ölçeğinin ilişkisel, sosyal ve çevresel alanları için
hesaplanan Cronbach katsayıları düşük saptanmıştır.
Q13 maddesinin silinmesi sosyal alt ölçeğin
Cronbach alfa katsayısının 0,54 olmasını sağlamıştır
ve üstelik çekirdek FertiQol için hesaplanan
Cronbach alfa değeri 0,827’den 0,865’e yükselmiştir.
T5 maddesinin silinmesiyle çevresel alt ölçeğin
Cronbach değeri 0,148’den 0,522’ye yükselmiştir ve
tedavi modülü için hesaplanan Cronbach alfa değeri
0,620’den 0,712’ye yükselmiştir. İlişkisel alt ölçekten
Q11 maddesinin silinmesi ile ölçeğin geçerliliği
artarak Cronbach alfa değeri 0,328 olmuştur. FertiQol
için yüksek güvenilirlik gösterilen Hollanda
popülasyonuna rağmen şaşırtıcı bir şekilde Tayvan’da
yapılan bu çalışmada sosyal ve çevresel alanlarda
düşük iç tutarlılık saptanmıştır (13). Tayvan’da
yapılan çalışmanın aksine bizim çalışmamızda sosyal
alt ölçekten Q13 numaralı maddenin silinmesi,
ilişkisel alt ölçekten Q11 numaralı maddenin
silinmesi ve çevresel alt ölçekten T5 numaralı
maddenin silinmesi ile hesaplanan Cronbach alfa
değerinde düşüklük olduğu görülmüş olup bu
maddelerin ölçekten çıkarılmasının doğru olmadığı
saptanmıştır (Tablo 3).
Denizli’de yapılan bir çalışmada ise FertiQol
ölçeğinin, SF-36 ve WHO-BREF gibi genel yaşam
kalitesi ölçeklerine göre infertil kadınlarda daha
sensitif, güvenilir ve geçerli bir şekilde yaşam
kalitesini ölçtüğü saptanmıştır (14).
Sonuç
Bilim ölçüm demektir. Bu sebeple ölçüm
araçlarımızın geçerli ve güvenilir neticeler vermesine
azami önem göstermeliyiz. Nasıl laboratuvarda
kullandığımız alet veya bir tansiyon aleti kalibre
edilmiş olmalıysa, psikometrik ölçümlere yönelik
kullanılan ölçekler de geçerli ve güvenilir olmalıdır
(8).
Cronbach güvenilirlik ve geçerlilik kavramlarını
bütünleştirmiştir ve bu kavramlar birlikte kullanıldığında standardizasyon anlamına gelir. Bir ölçüm
değişik alanlarda geçerlilik güvenilirlik analizleri ile
Euras J Fam Med 2014; 3(2): 105-110
uygun güvenilirlik katsayılarına ulaştığında aynı
zamanda standartlaştırılmış olur (10).
Bu çalışmada ölçüm aracının niteliğine uygun
olarak yapılması gereken iç güvenilirlik analizleri
incelenmiştir. FertiQol ölçeğinin Türkiye’deki erkek
hastalarda da geçerlilik ve güvenilirliğinin gösterilmesiyle daha yaygın gruplarda sağlık elemanları
tarafından kullanımı sağlanabilir.
Tablo 3. FertiQol güvenilirlik istatistikleri
Madde
Madde
Düzetilmiş
Madde
Madde
Madde
Düzeltilmiş
Madde
silinirse
silinirse
Madde-
silinirse
silinirse
silinirse
Madde-
silinirse
ölçek
ölçek
Toplam
Cronbach
ölçek
ölçek
Toplam
Cronbach
Q1
ortalaması
67,02
varyansı
190,306
Korelasyonu
0,577
Alfa
0,896
T1
ortalaması
24,50
varyansı
25,602
Korelasyonu
0,465
Alfa
0,738
Q2
67,14
184,858
0,586
0,896
T2
24,20
26,653
0,418
0,745
Q3
66,82
188,436
0,656
0,894
T3
24,08
27,626
0,364
0,752
Q4
67,04
189,100
0,526
0,897
T4
23,92
25,585
0,488
0,734
Q5
66,94
201,690
0,310
0,901
T5
25,36
24,847
0,417
0,750
Q6
66,76
207,533
0,084
0,904
T6
24,30
25,929
0,364
0,757
Q7
66,64
196,031
0,424
0,899
T7
24,66
30,025
0,200
0,768
Q8
67,36
191,256
0,572
0,896
T8
24,46
28,988
0,379
0,751
Q9
67,92
191,096
0,607
0,896
T9
24,40
26,122
0,721
0,714
Q10
66,32
190,793
0,620
0,895
T10
24,20
26,898
0,678
0,722
Q11
65,88
203,332
0,393
0,900
Q12
66,26
198,278
0,459
0,899
Q13
66,56
191,843
0,438
0,900
Q14
67,08
199,300
0,232
0,905
Q15
67,24
199,043
0,280
0,903
Q16
66,90
191,969
0,534
0,897
Q17
66,56
191,476
0,627
0,895
Q18
66,80
189,469
0,582
0,896
Q19
66,04
199,753
0,534
0,898
Q20
66,38
192,240
0,540
0,897
Q21
66,38
195,873
0,530
0,898
Q22
67,08
180,524
0,699
0,893
Q23
66,72
184,818
0,696
0,893
Q24
66,34
193,739
0,540
0,897
Kaynaklar
1. Kırca N, Pasinlioğlu T.
İnfertilite tedavisinde
karşılaşılan psikososyal
sorunlar. Psikiyatride Güncel
Yaklaşımlar
2013;5(2):162-78.
2. Ünal S, Kargın M, Akyüz A.
İnfertil kadınları psikolojik
olarak etkileyen faktörler.
TAF Prev Med Bull
2010;9(5):481-6.
3. Kılıç M, Ejder Apay S,
Kızılkaya Beji N. İnfertilite
ve kültür. Derleme yazısı. F
N Hem Derg
2011;19(2):109-15.
4. Avcı K, Pala K. Uludağ
Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde çalışan
araştırma görevlisi ve uzman
doktorların yaşam kalitesinin
değerlendirilmesi. Uludağ
Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dergisi 2004;30(2):81-5.
109
Çetinbaş A ve ark. Doğurganlık Sorunu Yaşayan Kişiler İçin Hayat Kalitesi Ölçeği’nin Türkçe Versiyonunun İç Güvenilirlik Analizi
5. Sezgin H, Hocaoğlu Ç.
İnfertilitenin psikiyatrik
yönü. Psikiyatride Güncel
Yaklaşımlar
2014;6(2):165-85.
6. Boivin J, Takefman J,
Braverman A. The Fertility
Quality of Life (FertiQol)
tool: development and
general psychometric
properties. Hum Reprod
2011;26(8);2084-91.
7. Lopes V, Canavarro MC,
Verhaak CM, Boivin J,
Gameiro S. Are patients at
risk for psychological
maladjustment during fertility
treatment less willing to
comply with treatment?
Results from the Portuguese
validation of the
SCREENIVF. Hum Reprod
110 2014;29(2):293-302.
8. Aktürk Z, Acemoğlu H. Tıbbi
araştırmalarda güvenilirlik ve
geçerlilik. Dicle Tıp Dergisi
2012;39(2):316-9.
9. Ercan İ, Kan İ. Ölçeklerde
güvenirlik ve geçerlik.
Uludağ Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dergisi
2004;30(3):211-6.
10. Çakmur H. Araştırmalarda
ölçme-güvenilirlik-geçerlilik.
TAF Prev Med Bull
2012;11(3):339-44.
11. Eser E, Baydur H. Uygulama:
yaşam kalitesi ölçeklerinin
psikometrik çözümlenmesi.
Sağlıkta Birikim
2006;1(2):99-123.
12. Aarts JW, Van Empel IW,
Boivin J, Nelen WL, Kremer
JA, Verhaak CM.
Relationship between quality
of life and distress in
infertility: a validation study
of the Dutch FertiQoL.
Human Reproduction
2011;26(5):1112-8.
13. Hsu PY, Lin MW, Hwang JL,
Lee MS, Wu MH. The
fertility quality of life
(FertiQoL) questionnaire in
Taiwanese infertile couples.
Taiwan J Obstet Gynecol
2013;52(2):204-9.
14. Karabulut A, Özkan S, Oğuz
N. Predictors of fertility
quality of life (FertiQoL) in
infertile women: analysis of
confounding factors. Eur J
Obstet Gynecol Reprod Biol
2013;170(1):193-7.
ORIGINAL RESEARCH / ORİJİNAL ARAŞTIRMA
2014
Aile Sağlığı Birimimize Başvuran Hastaların Sağlık Hizmeti Tercihi ve
Evde Sağlık Hizmetinin Yeri
Health Care Preferences of Patients Admitted to the Family Health Center and
the Role of Home Care
AUTHORS /
YAZARLAR
Yusuf Haydar
Ertekin
Aile Hekimliği Uzmanı,
İstanbul Şişli Kuştepe
Aile Sağlığı Merkezi,
İstanbul
Yasemin Korkut
Aile Hekimliği Uzmanı,
Dr. Ayten Bozkaya
Spastik Çocuk Hastanesi,
Bursa
Hülya Ertekin
Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Kliniği, S.B.
İstanbul Şişli Etfal
Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, İstanbul
ÖZET
Amaç: Sağlık ocağı döneminde kurum içinde verilen muayene, pansuman, sağlık taraması vb.
hizmetlerin aile hekimliği uygulaması ile evde sunulması planlanmıştır. Hastaların hangi sağlık hizmetini
ne oranda talep ettiğini tespit etmek, buna göre yeni hizmet planını oluşturmak ve gelecekte hastaların
yönelimlerinin ne yönde olacağını görmek amaçlandı.
Yöntemler: Çalışma aile sağlığı merkezimize başvuran 18 yaş üstü 96 hastaya anket formu verilerek
yapıldı. Hastalara sağlık hizmetine ne şekilde ihtiyaç duydukları, evde sağlık hizmetini isteyip
istemedikleri ve hangi saatlerde evde sağlık hizmetini tercih ettikleri soruldu.Veriler PASW-18 istatistik
programında ki-kare testi, varyans analizi ve tukey hsd ile çözümlendi.
Bulgular: Poliklinikte verilecek hizmetler her iki cinsiyette, tüm yaş gruplarında ve eğitim
düzeyinde en çok tercih edilen hizmet oldu. İkinci sırada telefon ile hizmet, üçüncü sırada evde hizmet ve
son sırada e-posta ile hizmet alma tercih edildi.
Sonuç: Bu verilere göre hastalar, telefonla hizmete ve evde sağlık hizmetine poliklinikte verilen
hizmetler kadar ihtiyaç duymaktadır. Öte yandan, evde sağlık hizmetine günlük olmasa da haftalık mesai
planında yer verilmelidir.
Anahtar kelimeler: sağlık hizmeti sunumu, yardım hatları, elektronik posta, ihtiyaç tespiti
ABSTRACT
Aim: In the period of primary health care center, it was planned that the services like controlling,
dressing, health screening etc. are going be performed at home with the application of family practice. It
was aimed to set patients’ demands in which rate, and according to this to set a new care plan and see
patients’ future tendency.
Methods: The study has been done giving a survey with 96 patients who have applied to family
practice center, and these patients were over 18 years old. It was asked that which form of health
services they need, if they want a service at home or not and what time they prefer home-services. The
datas were analyzed via PASW-18 statistics programme with square testing, variance analyze and tukey
hsd.
Results: Policlinic services are the most preferential services for both genders, for all age groups and
education levels. Telephone services become the second and home health services are the third. And,
lastly e-mailing preferred.
Conclusion: According to these datas, patients are needed telephone services and home health care
as provided in the policlinic services. On the other hand, home care services should be on the plan of
working hours not for daily but weekly.
Keywords: delivery of healthcare, hotlines, electronic mail, needs assessment
Corresponding Author / İletişim için
Uzm. Dr. Yusuf Haydar ERTEKİN
İstanbul Şişli Kuştepe Aile Sağlığı Merkezi, Kuştepe Mah. Suphi Ezgü Sok. No:4, Şişli, İstanbul
E-mail: [email protected]
Date of submission: 17.12.2012 / Date of acceptance: 06.02.2014
111
Ertekin YH ve ark. Aile Sağlığı Birimimize Başvuran Hastaların Sağlık Hizmeti Tercihi ve Evde Sağlık Hizmetinin Yeri
Giriş
Kronik hastalıklardaki artış, nüfusun yaşlanması
ve özürlülük sağlık hizmetlerine olan talebin
artmasına neden olmuştur. Evde sağlık hizmetleri;
bireye özel sağlık hizmeti olması, sağlık giderleri
açısından kurumsal sağlık hizmetlerine göre
avantajlarının bulunması, toplumsal ve de yönetimsel
olarak tercih önceliği olmaktadır (1).
Toplumda emeklilik yaşının ileri çekilmesi, aile
bireylerinin iş gücüne katılım oranlarının artması,
sosyokültürel gelişmişlik ve diğer sebeplerden
kaynaklanan sağlık ihtiyaçlarında aile üzerinde
oluşan yük, ailenin yetersiz kalmasıyla sonuçlanmaktadır. Kapsamlı, düşük maliyette ve hedefe özel
sağlık hizmetleri ile devlet ve aile arasında dengeyi
sağlayacak olan evde sağlık sistemlerinin geliştirilmesi ve stratejiler oluşturulmasında gayret edildiği
görülmektedir (2).
Aile hekimliği uygulaması ile evde sağlık
hizmetlerine olan talepte son yıllarda gözle görülür
bir talep artışı olmaktadır. Bu hizmet, ihtiyacı olan
bireylerin muayene, tıbbi bakım, tetkik, tedavi ve aile
bireyleriyle evinde rehabilitasyonlarının sağlanması,
bu kişilere ve aile bireylerine hem psikolojik hem de
sosyal destek hizmetlerinin bütüncül bir yaklaşımla
verilmesi için Sağlık Bakanlığı ve bağlı sağlık
kurumları bünyesinde uygulanması planlanmıştır (3).
Ancak aile sağlığı merkezlerinde verilen poliklinik, laboratuar, enjeksiyon, pansuman, acil ve
koruyucu sağlık hizmetlerinin yanında talep edilen
evde sağlık hizmetine doğru ve yeterli zaman
ayrılabilmesi için mesai planı ve sağlık personelinin
efektif olarak kullanılması gerekmektedir (4).
Bu çalışma ile amacımız evde sağlık hizmeti
aşamasından önce bölge halkının aile sağlığı
merkezimizden sağlık hizmetini ne şekilde talep
ettiğini tespit etmek, yeni bir hizmet planı için
arz-talep dengesi sağlamak ve yapılacak ileriki
çalışmalarda hastaların yönelimlerindeki değişikliği
tespit etmek adına referans olmaktır.
Yöntemler
Çalışma aile sağlığı birimimize başvuran 18 yaş
üstü 96 hastaya sözlü ve yazılı onamları alınarak
vermiş olduğumuz anket formu ile yapılmıştır.
Personel yetersizliği nedeni ile okuma-yazma
112 bilmeyen hastalar çalışmaya alınmamıştır.
Hastalar eğitim durumuna göre ilköğretim, lise ve
üniversite mezunu olarak üç kategoriye ayrıldı.
Evde sağlık hizmetinin verileceği vakitler; sabah
saat 09-12, öğleden sonra 13-16, akşam saat 18-21 ve
ağır hastalıkta geceleyin olmak üzere dört gruba
ayrıldı. Seçenek olarak birden fazla tercih hakkı
verildi.
Aile hekimlerinin ne şekilde sağlık hizmeti
vermesini istedikleri sorusuna; poliklinik muayenesi,
telefonla danışılabilmesi, elektronik posta ile danışılabilmesi ve sağlık ekibi ile ev ziyareti seçenekleri
sunularak birden fazla tercih yapabilecekleri
belirtildi.
Aile hekimlerinin evde sağlık hizmetine gitmesi
gerekliliği ve gitmesi gerekiyorsa ne sıklıkta gitmesi
sorusuna; haftaiçi 1-2 gün, haftaiçi 3-4 gün,
haftasonu, hem hafta içi hem haftasonu ve
gitmemelidir seçenekleri sunularak birden fazla tercih
yapabilecekleri belirtildi.
Evde sağlık hizmetinin uygun zamanda
yapılabilmesi açısından hastalara sabah saat 09-12,
öğleden sonra saat 13-16 ve akşam saat 18-21
tercihleri sunularak hastaların evde bulundukları vakit
tespit edilmesi amaçlandı. Hastalara birden fazla
tercih yapabilecekleri belirtilerek verilecek evde
sağlık hizmetinin hangi zaman diliminde yapılması
halinde daha çok hastaya ulaşılabilmesi öngörülmek
istendi.
Veriler PASW 18 programı kullanılarak analiz
edilmiştir. Hastaların sağlık hizmetlerini tercih
şekilleri ki-kare testi, bağımsız gruplar arasındaki
fark varyans analizi ve Tukey HSD ile çözümlendi.
İstatistiksel anlamlılık sınırı p<0.05 olarak kabul
edildi.
Bulgular
Katılımcıların yaş ortalaması kadınlarda 36,4±13
(n=71), erkeklerde 42,8±18 (n=25) idi.
Hastaların %19,8’i (n=19) 18-25 yaş grubunda,
%28,1’i (n=27) 26-35 yaş grubunda, %20,8’i (n=20)
36-45 yaş grubunda, %17,7’si (n=17) 46-55 yaş
grubunda ve %13,5’i (n=13) 55 yaş ve üstü grupta
yer aldı.
Cinsiyete göre başvurularda kadın lehine
baskınlık vardı (Şekil 1).
Euras J Fam Med 2014; 3(2):111-115
Şekil 4. Sağlık hizmeti tercihinin cinsiyete göre dağılımı
Şekil 1. Hastaların cinsiyete göre dağılımı
Eğitim durumlarına göre hastalar 3 gruba ayrıldı;
ilköğretim, lise ve üniversite (Tablo 1). Kadınlar ve
erkekler arasında anlamlı bir eğitim farkı yoktu.
Tablo 1. Eğitim ve cinsiyet durumlarına göre hastaların
dağılımı
Eğitim durumu
Kadın Erkek
n
%
İlköğretim
34
9
43
44,8
Lise
30
10
40
41,7
Üniversite
7
6
13
13,5
Toplam
71
25
96
100,0
Aile hekiminden sağlık hizmetini ne şekilde
sunulması ihtiyacı sorusuna verilen yanıtlar yaş
grupları, cinsiyet ve eğitim durumlarına göre
karşılaştırıldı (Şekil 2-5).
Şekil 5. Sağlık hizmeti tercihinin eğitim durumlarına göre
yüzdelik dağılımı
Yaş grupları, cinsiyet ve eğitim durumlarına göre
gruplar arasında sağlık hizmeti tercihi açısından
anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05).
Evde verilecek sağlık hizmetinin hangi saatlerde
olması gerektiği sorusu; %25’i sabah saat 09-12’de,
%34’ü öğleden sonra saat 13-16’da, %32’si akşam
saat 18-21’de, %21’i ağır hastalıkta geceleyin
gelmelidir şeklinde cevaplandı (Şekil 6).
Şekil 2. Hastaların sağlık hizmetinden faydalanma tercihi
Şekil 6. Vakitlere göre evde sağlık hizmeti tercihlerinin
yüzdelik dağılımı
Şekil 3. Sağlık hizmeti tercihlerinin yaş gruplarına göre
yüzdelik dağılımı
Cinsiyete göre tercihler karşılaştırıldığında ise
erkeklerin sadece %4’ü (n=1) ağır hastalıkta
geceleyin gelinmesini isterken kadınlarda bu hizmeti
tercih edenlerin oranının %26,7 olması ile aralarındaki farkın anlamlı olduğu görüldü (p=0,011).
Eğitim ve yaş grubuna göre gruplar arasında anlamlı
fark görülmedi (p>0,05).
113
Ertekin YH ve ark. Aile Sağlığı Birimimize Başvuran Hastaların Sağlık Hizmeti Tercihi ve Evde Sağlık Hizmetinin Yeri
Aile hekimlerinin ne şekilde sağlık hizmeti
vermesini istedikleri sorusu; %86’sı poliklinik
muayenesi, %35’i telefonla danışılabilmesi, %4’ü
elektronik posta ile danışılabilmesi ve %29’u sağlık
ekibi ile ev ziyareti olarak tercih edildi. Cinsiyet,
eğitim ve yaş gruplarına göre tercihler karşılaştırıldığında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05).
Evde sağlık hizmetine gidilmeli midir sorusunu
%30’u hafta içi 1-2 gün, %5’i haftaiçi 3-4 gün,
%12’si haftasonu, %15’i hem hafta içi hem haftasonu
ve %22’si gitmemelidir şeklinde cevapladı. Cinsiyete,
yaş grubuna ve eğitime göre gruplar arasında anlamlı
farklılık saptanmadı (p>0,05).
Hastaların evde bulundukları vakitlere bakıldığında %54 ile akşam saat 18-21 arası ilk sırada, %32 ile
öğleden sonra 13-16 arası ikinci sırada, sabah saat
09-12 %27 olarak son sırada yer aldı. Cinsiyet ve
eğitime göre karşılaştırıldığında gruplar arasında
anlamlı fark gözlenmezken (p<0,05), yaş gruplarına
göre karşılaştırıldığında 18-25 ve 26-35 yaş
grubundaki hastaların sabah saat 09-12 arası evde
bulundukları vakit sırasıyla %11 ve %15 oranında
iken 55 yaş üstü hasta grubunun bu saatte bulunma
oranı %62 saptandı ve aradaki fark anlamlı bulundu
(p<0,05).
Tartışma
Sağlık sistemimizin ve dolayısıyla aile hekimliği
uygulamasının bir parçası olan evde sağlık hizmetinin
henüz uygulamaya geçileceği İstanbul’da, hastaların
aile hekimlerinden sağlık hizmetini nasıl, ne sıklıkta,
hangi hallerde, ne zaman talep edeceklerini bilmek
aile hekimliği biriminin mesai planını hazırlaması
için gerekmektedir (5).
Yaptığımız çalışmada aile sağlığı merkezine olan
müracaatlarda kadınların (%74) erkeklere (%26)
oranla daha fazla yer alması; gebe, lohusa, bebek ve
çocuk aşı, izlem ve diğer sağlık muayenelerinde daha
çok kadınların rol oynaması sebebiyle beklenen bir
durumdu (6).
Eğitim durumuna göre hastaların sağlık hizmeti
tercihlerini karşılaştırdığımızda her ne kadar eğitimin
artması ile evde sağlık hizmeti, telefon ve mail ile
hizmet verilmesi kolaylığında talep artışı beklesekte,
erkeklerin geceleyin verilmesi düşünülen evde sağlık
hizmetine pek taraf olmamaları bölge halkının
114 sosyokültürel olarak aile mahremiyetine bakış açısı
olabileceği gibi ekonomik nedenlerle bilgisayar ve
internet teknojilerine olan erişim kısıtlılığı bu
beklentimizin karşılanmamasına sebep olabilir.
Bununla beraber gebe, bebek ve çocuk izlemleri
için ailelere telefon ile ulaşılması kimi zaman da mail
ile bilgi alınması gibi sağlık ocağı dönemine nazaran
aile bireyleri ile olan bu alışılagelmemiş yakın temas
aile hekimliği ile artmış, ancak koruyucu sağlık
hizmetleri ötesinde bir adım atılmamış olması
hastaların da alışkanlıklarının dışında olan seçeneklere olan yönelimi sağlamamış olabilir.
Yaş gruplarına göre tercihlerdeki fark anlamlı
olmasa da tüm grupların ortalamalarına baktığımızda
hastaların % 86’sı poliklinik hizmeti isterken aynı
zamanda %35 telefonla ve %29 evde sağlık hizmeti
istemeleri poliklinik hizmetlerinin ne kadar yoğun
olsa da yeterli gelmediğinin yada yoğunluğun
yetersizlikten kaynaklandığının bir göstergesi olabilir.
Literatürü incelediğimizde sağlık sisteminin
güvenilir, bilimsel, bireye özel, değerlere ve
seçimlere saygı duyan ve zaman kaybı yaratmayan
bir gelişim sürecine girdiğini görmekteyiz (7). Bu
bağlamda birinci basamakta sunulan hizmetin,
sürekli, toplum yönelimli ve bütüncül olması beklenir
(8).
Aile hekimliği uygulaması ile tarama, takip,
koruyucu sağlık hizmetleri gibi bireylerin talebi olmadan kendilerine ulaştırılmaya çalışılan hizmetlere
ve aile hekimliği ile ilgili yapılan televizyon
kanallarındaki tanıtımlarına ilaveten yapılacak evde
sağlık hizmetleri ile sağlık sunucularından talebin
artış yapıp yapmayacağını, bireylerin sağlık hizmeti
tercihlerinin nasıl bir değişim göstereceğini gelecekte
yapılacak çalışmalarda görebileceğiz.
Euras J Fam Med 2014; 3(2):111-115
Kaynaklar
1. Oğlak S. Uzun süreli evde
bakım hizmetleri ve bakım
sigortası. Türk Geriatri
Dergisi 2007;10(2):100-8.
2. Onarcan M. Türkiye’de evde
bakım hizmetleri ve ülke
modeli için öneriler. Sağlık
Düşüncesi ve Tıp Kültürü
Dergisi [Internet]. [cited 2011
Aug 02]. Available from:
http://issuu.com/sdplatformu/
docs/sd19
3. Sağlık Bakanlığı’nca sunulan
evde sağlık hizmetlerinin
uygulama usul ve esasları
hakkında yönerge. 2010
[internet]. Türkiye
Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı
(Erişim tarihi: 05.11.2012).
http://www.tkhk.gov.tr/Eklent
i/30,evde-saglik-hizmetleri-h
akkinda-yonerge.pdf?0
4. Kıdak LB. Hastane
yöneticilerinin zaman
yönetimi tutumlarının
belirlenmesi: İzmir ili eğitim
ve araştırma hastaneleri
uygulaması. Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi
2011;10(25):159-72.
5. Aile Hekimliği Uygulama
Yönetmeliği. 2010 [internet].
Türkiye Cumhuriyeti Sağlık
Bakanlığı (Erişim tarihi:
06.11.2012).
http://www.saglik.gov.tr/TR/
belge/1-10376/aile-hekimligiuygulama-yonetmeligi.html
6. Yıldız AN, Akkaya AE,
Günay İ, Bektaşoğlu G, Güler
M, Doğan C, ve ark.
Keçiören belediyesine bağlı
bir sağlık ocağı ile Keçiören
sağlık grup başkanlığına
bağlı bir sağlık ocağına 7-11
nisan 2003 tarihleri arasında
yapılan başvuruların
değerlendirilmesi. Sağlık ve
Toplum Dergisi
2004;14(4):28-33.
7. Uzuner A, Ünalan PC.
Türkiye’de aile hekimliğinin
geleceğine yönelik planlar.
Türk Aile Hek Derg
2005;9(1):37-40.
8. Coulter A. Patients’ views of
the good doctor. BMJ
2002;325(7366):668-9.
115
CASE REPORT / OLGU SUNUMU
2014
Acute Cholecystitis in a Large Calculous Gall Bladder with Multiple
Polipozis
Çoklu Polipli, Taşlı Büyük Safra Kesesinde Akut Kolesistit
AUTHORS /
YAZARLAR
Muhteşem Erol
Yayla
Family Medicine
Specialist, 5th Family
Medicine Center,
Afyon,Turkey
ABSTRACT
Acute cholecystitis is an acute inflammatory disease of the gallbladder. More than 90% of
cases of acute cholecystitis are associated with cholelithiasis. As in our case, a palpable mass is
present in one quarter of patients after 24 hours of symptoms. Ultrasonography detects
cholelithiasis in about 98% of patients. Gallbladder polyps are often detected incidentally.
About 5% of the healthy population is expected to have gall bladder polyps. The risk of
malignancy is increased in polyps with diameters of 10 mm or greater, patients aged over 50
years, coexisting gallstones and rapid growth of polyps. We would like to represent a case of
acute calculous cholecystitis with multiple polyps and large gall bladder in an elderly patient.
Keywords: cholecystitis, polyps, cholelithiasis
ÖZET
Akut kolesistit safra kesesinin akut inflamatuar hastalığıdır. Akut kolesistitli vakaların
%90’ı taşlı kolesistittir.Vakamızda olduğu gibi, 24 saat süren semptomlar sonrası dörtte bir
hastada palpe edilebilen bir kitle oluşur. Ultrason %98 hastada kolelityazisi saptar. Safra kesesi
polipleri ise sıklıkla rastlantısal olarak saptanır. Sağlıklı populasyonun %5’inde safra kesesi
polibi olması beklenir. 10 mm ve üstü, 50 yaş üstü ve eşlik eden safra kesesi taşları ve hızlı
büyüyen poliplerde malignensi riski artmıştır. Bu vakada, yaşlı bir hastada multipl polipli, taşlı
ve büyük safra keseli kolesistit olan bir hastayı sunmayı amaçladık.
Anahtar kelimeler: kolesistit, polipler, kolelityazis
Introduction
Acute cholecystitis is an acute inflammatory disease of the gallbladder (1). More
than 90% of cases of acute cholecystitis are associated with cholelithiasis. The
gallbladder becomes enlarged, tense, and reddened with inflammation and wall
thickening and an exudate of pericholecystic fluid may develop. The inflammation is
sterile at first in most cases, but secondary infection of Enterobacteriaceae or
enterococci family or anaerobes occurs in the majority of patients (2,3).
The main symptom of uncomplicated cholelithiasis is biliary colic, caused by the
obstruction of the gallbladder neck by a stone. Mild impaction may cause pain only, but
if impaction is lasting for many hours, an inflammation can occur. The pain is
characteristically episodic, severe, and located in the epigastrium or right upper
quadrant. Patients commonly have pain that radiates into the back, accompanied by
nausea and vomiting. Acute cholecystitis usually begins with an attack of biliary colic,
often in a patient who has had previous attacks, but the pain persists and is localized in
the right upper quadrant (4).
Corresponding Author / İletişim için
Dr. Muhteşem Erol Yayla
Family Medicine Specialist, 5th Family Medicine Center, Afyon,Turkey
E-mail:[email protected]
Date of submission: 13.11.2013 / Date of acceptance: 08.04.2014
116 Euras J Fam Med 2014; 3(2):116-118
Case
Patient was 83 years old female. She was having
abdominal pain for 3 days, and began vomiting at the
day of attending to Sultandağı State Hospital. There
was no blood, but bile with a yellowish brown colour
in vomiting material. She had no diarrhea and she
was constipated for 2 days. She had mild jaundice in
appreance. She had intense tenderness with deep and
superficial palpation, escipecially on the right upper
quadrant of abdomen. A mass with indistinct borders
was palpated in the abdomen.
An abdominal ultrasonographic image shows a
gall bladder with dimentions of 10.5x5.6x7.7 mm. On
the image multipl polyps were detected and the gall
bladder wall thickness was over 5 mm. Neither gall
bladder neck nor pancreas could be imaged. She is
thought to have acute cholecystitis. She was referred
to the hospital afterwards where the cholecystectomy
was performed. No complication has occured after
cholecystectomy and she was discharged after 2 days
of hospitalization.
Image 1. Ultrasonographic image of the case
Discussion
Most patients with gallstones are asymptomatic.
Biliary colic develops in 1 to 4% annually in those
patients, and acute cholecystitis eventually develops
in about 20% of these symptomatic patients if they
are left untreated. Such patients tend to be older than
those with uncomplicated symptomatic cholelithiasis
(5-8). Our patient’s age was consistent with this
literature information.
Tenderness and guarding in the right upper
quadrant are frequent signs. As in our case, a palpable
mass is present in one quarter of patients after 24
hours of symptoms but is rarely present early in the
clinical course. Murphy’s sign may be useful,
particularly when direct tenderness is absent
(Murph’s sign: the arrest of inspiration while
palpating the gallbladder during a deep breath).
Occasionally, acute cholecystitis may cause systemic
sepsis and organ failure, usually in the setting of
gangrenous or emphysematous cholecystitis. Fever
and an elevation in the white cell count are classically
described in patients with acute cholecystitis, but
either or both may be absent (9). In elderly patients,
delays in diagnosis are common and physical
examination and laboratory findings may be normal
(10). Even if our patient was old, white cell count
was high, symptoms was mild for a cholecystitis with
a gall bladder of this dimention.
Ultrasonography detects cholelithiasis in about
98% of patients. Acute calculous cholecystitis is
diagnosed radiologically by the concomitant presence
of thickening of the gallbladder wall (5 mm or
greater), pericholecystic fluid, or direct tenderness
when the probe is pushed against the gallbladder
(ultrasonographic Murphy’s sign) (4).
Gallbladder polyps are often detected incidentally
and they are more frequently encountered with the
increased use of ultrasonography. About 5% of the
healthy population is expected to have gall bladder
polyps (11). The risk of malignancy is increased in
polyps with diameters of 10 mm or greater, age over
50 years, coexisting gallstones and rapid growth of
polyps (12). Polyp size greater than 10 mm is the
most established predictor of malignancy; and in
polyps less than 10 mm in diameter, the risk of cancer
is minimal (13-16). Multiple polyps in our case
exposed in a pathology specimen. None of them was
over 10 mm in diameter. Yet pathologic microscobic
examination was performed due to coexisting gall
stones and old age of patient and no malign cell was
encountered.
117
Yayla ME. Acute Cholecystitis in a Large Calculous Gall Bladder with Multiple Polipozis
References
1. Barie PS, Eachempati SR.
Acute acalculous
cholecystitis. Gastroenterol
Clin North Am
2010;39(2):343-57.
2. Järvinen H, Renkonen OV,
Palmu A. Antibiotics in acute
cholecystitis. Ann Clin Res
1978;10(5):247-51.
3. Claesson B, Holmlund D,
Mätzsch T. Biliary microflora
in acute cholecystitis and the
clinical implications. Acta
Chir Scand
1984;150(3):229-37.
4. Strasberg SM. Acute
calculous cholecystitis. N
Engl J Med
2008;358(26):2804-11.
5. Friedman GD, Raviola CA,
Fireman B. Prognosis of
gallstones with mild or no
symptoms: 25 years of
follow-up in a health
maintenance organization. J
Clin Epidemiol
1989;42(2):127-36.
6. Gracie WA, Ransohoff DF.
The natural history of silent
gallstones: the innocent
gallstone is not a myth. N
Engl J Med
118 7.
8.
9.
10.
11.
12.
1982;307(13):798-800.
McSherry CK, Ferstenberg
H, Calhoun WF, Lahman E,
Virshup M. The natural
history of diagnosed
gallstone disease in
symptomatic and
asymptomatic patients. Ann
Surg 1985;202(1):59-63.
Carter HR, Cox RL, Polk HC
Jr. Operative therapy for
cholecystitis and
cholelithiasis: trends over
three decades. Am Surg
1987;53(10):565-8.
Gruber PJ, Silverman RA,
Gottesfeld S, Flaster E.
Presence of fever and
leukocytosis in acute
cholecystitis. Ann Emerg
Med 1996;28(3):273-7.
Adedeji OA, McAdam WA.
Murphy’s sign, acute
cholecystitis and elderly
people. J R Coll Surg Edinb
1996;41(2):88-9.
Afzal A, Kristiansen VB,
Rosenberg J. Gall bladder
polyps. Ugeskr Laeger
2001;163(37):5003-6.
Koga A, Watanabe K,
Fukuyama T, Takiguchi S,
13.
14.
15.
16.
Nakayama F. Diagnosis and
operative indications for
polypoid lesions of the
gallbladder. Arch Surg
1988;123(1):26-9.
Chattpadhyay D, Lochan R,
Balpuri S, Gopinath BR,
Wynne KS. Outcome of gall
bladder polypoidal lesions
detected by transabdominal
ultrasound scanning: a nine
year experience. World J
Gastroenterol
2005;11(14):2171-3.
Lee KF, Wong J, Li JC, Lai
PB. Polypoid lesions of the
gallbladder. Am J Surg
2004;188(2):186-90.
Terzi C, Sokmen S, Seckin S,
Albayrak L, Ugurlu M.
Polypoid lesions of the
gallbladder: report of 100
cases with special reference
to operative indications.
Surgery 2000;127(6):622-7.
Ito H, Hann LE, D’Angelica
M, Allen P, Fong Y,
Dematteo RP. Polypoid
lesions of the gallbladder:
diagnosis and follow up. J
Am Coll Surg
2009;208(4):570-5.
CASE REPORT / OLGU SUNUMU
2014
Kayısı Çekirdeğine Bağlı Siyanid Zehirlenmesi: Bir Olgu Sunumu
Cyanide Toxicity Caused by Apricot Kernel: A Case Presentation
AUTHORS /
YAZARLAR
Mehmet Halis
Tanrıverdi
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Dicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Diyarbakır
Cem Uysal
Acil Tıp Anabilim Dalı,
Dicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Diyarbakır
Pakize Gamze Erten
Bucaktepe
Aile Hekimliği Anabilim
Dalı, Dicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Diyarbakır
Enes Arıca
Acil Tıp Anabilim Dalı,
Dicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Diyarbakır
Velat Şen
Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim
Dalı, Dicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Diyarbakır
ÖZET
Siyanid bir siyanür bileşiği olup çok çabuk toksik etki gösteren maddelerden biridir. Siyanid
bileşikleri doğada çeşitli şekillerde bulunabilir ve kimyasal yollarla üretilebildiği gibi farklı canlılar
tarafından da üretilebilir. Çok ağır klinik tablolara ve yaşamı tehdit eden durumlara neden olabilen
siyanid zehirlenmesi ağızdan, solunum veya cilt yoluyla oluşabilir. Ağızdan siyanid zehirlenmesi daha
çok siyanojenik glikozid içeren gıdaların alınması sonucu oluşur. Başlangıç semptomları nonspesifiktir
ve tanı çok zordur. Bu çalışmamızda, bir avuç yaş kayısı çekirdeği yedikten yaklaşık 30 dakika sonra
bilinç kaybı tablosu ile Dicle Üniversitesi Acil Servisine getirilen 4 yaşında bir erkek hasta sunuldu.
Öykü, klinik ve laboratuvar bulguları ile akut siyanür zehirlenmesi düşünülen olguya mide lavajı
uygulanıp aktif kömür ve hemodinamik destek verilerek çocuk yoğun bakıma transfer edildi. Ankara
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nden antidotu olan hidroksokobalamin getirtildi. Antidot
kullanılmasına gerek kalmadan bilinci açılan hasta yatışının üçüncü gününde şifa ile taburcu edildi.
Erken başvuru, doğru tanı ve uygun tedavinin hayatı tehdit edebilen bu olguların iyileşmesinin esası
olduğu kanısına varıldı.
Anahtar kelimeler: kayısı çekirdeği, siyanidler, zehirlenme, tanı, hidroksokobalamin
ABSTRACT
Cyanide is a cyano-compound which quickly shows toxic effects. Cyanide compounds are found in
nature in variable forms and it can be produced by various living organisms as well as chemical ways.
Cyanide toxicity which causes serious clinical and life threatening effects can occur when it is taken by
inhalation and absorption through the skin or taken by orally. Oral cyanide toxicity is mostly occurred by
consumption of foods including cyanogenic glycosides. Onset symptoms are non-specific and the
diagnosis is very hard. In this case study, 4 years old boy who applied to emergency department with an
unconscious state 30 minutes after eating a handful of fresh apricot seeds. The case was considered as
acute cyanide toxicity with clinical and laboratory symptoms and gastric lavage performed. After having
been given activated charcoal and hemodynamic support, the child was transferred to intensive care unit.
Antidote kit, hydroxocobalamin was brought from Ankara Refik Saydam Hıfzıssıhha Center. The child’s
consciousness unfolded without using the antidote and at the third day of the hospitalization he had
discharged from the hospital with full recovery. It is understood that early application and right diagnosis
with proper treatment are the main principals for the healing of those life threatening cases.
Keywords: apricot kernel, cyanides, poisoning, diagnosis, hydroxocobalamin
Giriş
Siyanür, hidrosiyanik asit ve bu asitten türeyebilen metal tuzlarının genel adıdır (1).
Siyanid bir siyanür bileşiği olup çok çabuk toksik etki gösteren maddelerden biridir (2).
Siyanid bileşikleri doğada çeşitli şekillerde bulunabilir ve kimyasal yollarla meydana
getirilebildiği gibi farklı canlılar tarafından da üretilebilir (3-5). Siyanür zehirlenmesine
neden olabilecek faktörler arasında; duman inhalasyonu, endüstriyel kazalar, ev ve
işyerlerindeki kazaen toksik madde alımları, intihar girişimleri, terörist saldırılar
olabildiği gibi siyanürü doğal olarak üreten siyanojenik gıda alımı sonrasında da siyanür
Corresponding Author / İletişim için
Yrd. Doç. Dr. P. Gamze Erten Bucaktepe
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Diyarbakır
E-mail: [email protected], [email protected]
Date of submission: 18.07.2013 / Date of acceptance: 07.10.2013
119
Tanrıverdi MH ve ark. Kayısı Çekirdeğine Bağlı Siyanid Zehirlenmesi: Bir Olgu Sunumu
ya da siyanür bileşiği zehirlenmeleri görülebilir (6,7).
Siyanür zehirlenmesi, asıl olarak siyanür içeren
maddelerin ağız yoluyla alınması ile gerçekleşse de,
solunum ve deriden emilim yoluyla da olabilir (3-5).
Başlangıç semptomları nonspesifiktir ve tanı çok
zordur (2,6,8,9). Siyanid mitokondriyal etki gösteren
bir maddedir (10). Siyanür hücresel hipoksiye yol
açan protoplazma zehridir. Solunum fermentleriyle
(sitokrom oksidaz) birleşerek bunları inaktive eder.
Siyanür ve karbonmonoksit mitokondride oksidatif
fosforilizasyonu bozar. Elektron taşınmasını engeller
(8). Kandan oksihemoglobinin dokulara geçmesini
engeller. Beyin dokusu siyanür zehirlenmesinden en
fazla etkilenen dokulardan biridir. Siyanür
zehirlenmelerinde ölüm nedenlerinden biri de
solunum sistemini uyaran merkezin inhibisyonudur
(11).
Literatüre baktığımızda kayısı çekirdeği yenmesi
sonrası geliştiği bilinen siyanür zehirlenmesi vakaları
az sayıda bulunmaktadır. Ülkemizde en fazla vaka
bildirimi Akyıldız ve arkadaşlarının yapmış oldukları
çalışmadaki 13 olgudur (12). Bu çalışmamızda, bir
avuç yaş kayısı çekirdeği yedikten yaklaşık 30 dakika
sonra bilinç kaybı tablosu ile acil servise getirilen 4
yaşında bir erkek hastanın sunulması ve literatürün
gözden geçirilmesi amaçlandı.
Olgu
4 yaşında erkek hasta, bir avuç dolusu taze kayısı
çekirdeğini yedikten yaklaşık 30 dakika sonra ani
gelişen bilinç kaybı nedeniyle Batman’dan ambulans
ile oksijen desteği verilerek Dicle Üniversitesi
Hastaneleri acil servisine getirildi. Acil servisteki ilk
değerlendirmesinde hastanın genel durumu kötü,
bilinci kapalı, Glasgow Koma Skalası 5, pupilleri
midriyatik, ışık refleksi zayıf, nabız 140/dk, periferik
nabızları zayıf, kan basıncı 90/50 mmHg, kapiller
dolum zamanı 4-5 saniye idi, spontan solunumu
yeterli olarak değerlendirildi. Mayi replasmanı
başlandı, oksijen desteği verildi. Hastaya aspirasyon
açısından çekilen akciğer grafisi ve EKG normal
olarak değerlendirildi. Hastada meninks irritasyon
bulgusu yoktu ve derin tendon refleksleri normal idi.
Kafaiçi basınç artışı ya da fokal nörolojik bulgu
olmamasına rağmen, ani bilinç kaybı gelişiminde
intrakranyal patolojilerin dışlanması için çekilen
kranyal bilgisayarlı tomografi ve yapılan tüm
120 laboratuar tetkiklerinin sonucu normal olarak
değerlendirildi.
Öykü, fizik muayene, klinik ve laboratuvar
bulguları kayısı çekirdeklerinin alımı sonrası
gelişebilecek akut siyanid zehirlenmesi ile
uyumluydu. Bu amaçla, bir yandan destek tedavisine
devam edilirken, diğer yandan da siyanid
eliminasyonu için önerilen siyanid kiti aramalarına
başlandı. Gastrik lavaj ve aktif kömür uygulandıktan
yaklaşık 3 saat sonra hastanın bilinci açıldı. Yatışın
ancak yedinci saatinde Ankara Refik Saydam
Hıfzıssıhha Merkezi’nden getirtilebilen antidot kiti
içerisindeki hidroksokobalaminin uygulanmasına
gerek kalmadığı görüldü. Hasta yatışının üçüncü
gününde yoğun bakımdan servise geçirildi ve
buradan da sekelsiz ve sağlıklı bir şekilde taburcu
edildi.
Tartışma
Çocuklarda akut siyanür zehirlenmesine yol
açabilen etkenler arasında siyanür içeren bitkilerin ve
siyanojenik ürünlerin bulaştığı gıdaların yenmesi
sayılabilir. Kiraz, badem, kayısı, şeftali, erik gibi
meyvelerin çekirdekleri, iri ve yassı taneli fasulyeler
(Lima fasulyesi), patates, turp, lahana, şalgam,
brokoli, mısır, cassava bitkisi ve Amanitia muscaria
mantarı siyanür içeren gıdalar arasında sayılabilir
(2,13-15). Siyanür coğrafi olarak çeşitli bölgelerde
günlük besin olarak alınmaktadır (16). Kayısı çekirdekleri doğal amygdalin içerirler ve yenildiklerinden
sonra glükosidaz ve emulsin enzimleriyle hidrolize
olarak siyanüre ve benzaldehide parçalanırlar
(2,10,17).
Siyanid zehirlenmesindeki klinik bulgular kan
düzeyine göre değişiklik göstermektedir. Hafif
olgularda sadece irritasyona bağlı tükürük ve gözyaşı
salgısı artarken, orta ve ağır olgularda başağrısı,
başdönmesi, kulak çınlaması, sık kusma, konfüzyon,
dispne, taşikardi, düzensiz nabız görülür ve bunlar
midriasise hatta bilinç kaybı ve komaya yol açar.
Laboratuvar bulgularında ise doku hipoksisini
gösteren laktik asidozla beraber miyokart hasar
göstergeleri yükselmiş bulunur (10,16,18,19).
Tanımlanan klinik ve laboratuvar bulgularının çoğu
olgumuzda vardı. Ayrıca tablo ilerlemeye devam
ederse venöz kan alındığında kan renginin oksijenize
haldeki kan rengi gibi açık kırmızı renkte olduğu ve
Euras J Fam Med 2014; 3(2):119-122
nefesin badem gibi koktuğu tespit edilebilir (13).
Siyanid zehirlenmesinde tedavi, alınan doza ve
klinik bulgulara göre değişmektedir. Klinik bulguları
daha hafif olanlarda destek tedavisinin yanına oksijen
tedavisi eklenmesi yeterli iken tablo ağırlaştıkça
tedavi yöntemleri de artmaktadır (13). Siyanür
zehirlenmesinde aktif kömür, sodyum nitrit, sodyum
thiosülfat, hidroksokobalamin ve kobalt EDTA gibi
ajanlar kullanılabilmektedir (2,8,20,21). Hastamızda
kayısı çekirdeği yedikten hemen sonra ortaya çıkan
şiddetli siyanür zehirlenmesi tablosu başarılı bir
şekilde tedavi edilmiş ve antidot olarak kullanılan
hidroksokobalaminin verilmesine gerek kalmamıştır.
Kayısı çekirdeğinin siyanür içeriği 0,122-4,09
mgr/gr arasında değişmekte, ortalama 2,92 mg/g
olduğu bilinmektedir (22). İnsanlar için siyanürün
öldürücü dozu 0,56 mg/kg-1,52 mg/kg’dır (2). Diğer
bir kaynakta ise 100 gram yaş kayısı çekirdeğinde
yaklaşık olarak 8.9 mgr hidrojen siyanür bulunduğu
kabul edilmiş olup kan siyanür düzeyinin 1 mg/L ise
toksik, 3 mg/L olduğunda ise ölümcül olduğu bildirilmiştir (23). Siyanür alındıktan sonra dakikalar içinde
hastanın solunum sıkıntısı bulgularının başlayıp
siyanotik hale gelmesi, komaya kadar varan ağır bir
klinik tablonun olması ve laboratuvarda saptanan
ciddi laktik asidoz ve miyokart hasarı göstergeleri,
müdahale edilmemesi durumunda hastanın kaybedilebileceği olasılığını göstermektedir (24). Bu
bulgular göz önüne alındığında, olgumuzda kan
siyanür düzeyinin bakılma olanağı bulunmasa da
ölümcül dozda olduğunu kabul edebiliriz. Hastanın
hızlı bir şekilde havayolu stabilizasyonu, destek
hemodinamik/ventilasyon tedavileri ile beraber
ayırıcı tanısının yapılması ve buna yönelik olarak
antidotun bulunup getirtilmesi, kısa zamanda sekelsiz
ve sağlıklı bir şekilde taburcu olmasına olanak
sağlamıştır.
Olgumuzda temin edilen ancak destek
tedavisinden sonra gerek kalmayan siyanür antidotu
olan hidroksokobalamin Türkiye’de sadece Bergama’
da ve Ankara Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nde
bulundurulmaktadır. Siyanür zehirlenmesi durumunda hidroksokobalaminin yararları daha önceki
çalışmalarda da gösterilmiştir (25-27). Olgu
serilerinde, genellikle erişkin hastalarda siyanür
tuzlarının ağızdan alımı sonrası gelişen zehirlenmeler
ve bunların tedavilerinde hidroksokobalaminin
etkinliği bildirilmiştir (9,28).
Sonuç olarak, sebebi bilinmeyen klinik tablolarda
klinisyenlerin sorgulaması gereken konulardan biride
alınan besin maddeleridir. Masum gibi gözüken bazı
besin maddeleri zehirleyici etki gösterebilmektedir
(10). Siyanüre maruz kalındığından ya da alımından
şüphelenilen tüm hastalarda, klinik bulguların
gözlenmesi durumunda acilen kullanılan hidroksikobalamin ve sağlanan destek tedavisi yaşam
kurtarıcı olmaktadır. Ülkemizde siyanür zehirlenmesi
oluşturabilecek çevresel ve doğal ürünlerin bulunması
nedeniyle tüm hastane ya da ambulanslarda antidot
olarak hidroksokobalaminin bulundurulması
gerekmektedir.
Kaynaklar
1. Dawood Y. Acute tapioca
poisoning in a child. J
Singapore Paediatr Soc
1969;11(2):154-8.
2. Şen TA, Köken R, Demir T,
Doğru Ö, Bahçeli E. Kayısı
çekirdeği yenildikten sonra
ortaya çıkan akut siyanür
zehirlenmesi. Türkiye Çocuk
Hast Derg 2009;3(3):38-41.
3. Cheok SS. Acute cassava
poisoning in children in
Sarawak. Trop Doct
1978;8(3):99-101.
4. Akintonwa A, Tunwashe OL.
Fatal cyanide poisoning from
cassava-based meal. Hum
Exp Toxicol 1992;11(1):47-9.
5. Ariffin WA, Choo KE,
Karnaneedi S. Cassava (ubi
kayu) poisoning in children.
Med J Malaysia
1992;47(3):231-4.
6. Uysal C, Karapirli M, Uzun I.
Cyanide poisining: an
unusual case. Journal of
Harran University Medical
Faculty 2011;8(3):119-22.
7. Lasch EE, Raghda ES.
Multiple cases of cyanide
poisoning by apricot kernels
in children from Gaza.
Pediatrics 1981;68(1):5-7.
8. Kaya A, Okur M, Üstyol L,
Temel H, Çaksen H. Kayısı
çekirdeği yeme sonrası akut
121
Tanrıverdi MH ve ark. Kayısı Çekirdeğine Bağlı Siyanid Zehirlenmesi: Bir Olgu Sunumu
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
siyanür zehirlenme olgusu.
Türk Ped Arş
2012;47(2):141-2.
Shragg TA, Albertson TE,
Fisher CJ Jr. Cyanide
poisoning after bitter almond
ingestion. West J Med
1982;136(1):65-9.
Cigolini D, Ricci G, Zannoni
M, Codogni R, De Luca M,
Perfetti P, et al.
Hydroxocobalamin treatment
of acute cyanide poisoning
from apricot kernels. BMJ
case reports
2011;28(9):804-5.
Dogan M, Yilmaz C, Kaya A,
Caksen H, Taskin G.
Cyanide intoxication with
encephalitis clinic: a case
report. Eastern Journal of
Medicine 2006;11(1):22-5.
Akyildiz BN, Kurtoglu S,
Kondolot M, Tunc A.
Cyanide poisoning caused by
ingestion of apricot seeds.
Ann Trop Paediatr
2010;30(1):39-43.
Iqbal I, Maqbool B. Acute
cyanide poisoning. Nishtar
Medical Journal
2009;1(2):26-8.
Wikipedia: Siyanür
[Internet]. Available from:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Si
yan%C3%BCr.
Nwokoro O, Ogbonna JC,
Ubani CS, Okpala GN,
Ofodile OE. Determination of
cyanide in amanitia muscaria
samples using alkaline
picrate method. Pakistan
122 16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
Journal of Nutrition
2010;9(2):134-6.
Geller RJ, Barthold C, Saiers
JA, Hall AH. Pediatric
cyanide poisoning: causes,
manifestations, management,
and unmet needs. Pediatrics
2006;118(5):2146-58.
Suchard JR, Wallace KL,
Gerkin RD. Acute cyanide
toxicity caused by apricot
kernel ingestion. Ann Emerg
Med 1998;32(6):742-4.
Vural N. Hidrosiyanik asit.
Ankara: Ankara Üniversitesi
Eczacılık Fakültesi Yayınları,
1996:421-6.
Gossel TA, Bricker JD.
Principles of clinical
toxicology. New York: Raven
Press, 1984:90-3.
Megarbane B, Delahaye A,
Goldgran-Toledano D, Baud
FJ. Antidotal treatment of
cyanide poisoning. J Chin
Med Assoc
2003;66(4):193-203.
Hall AH, Dart R, Bogdan G.
Sodium thiosulfate or
hydroxocobalamin for the
empiric treatment of cyanide
poisoning?. Ann Emerg Med
2007;49(6):806-13.
Holzbecher MD, Moss MA,
Ellenberger HA. The cyanide
content of laetrile
preparations, apricot, peach
and apple seeds. J Toxicol
Clin Toxicol
1984;22(4):341-7.
Fortin JL, Waroux S,
Giocanti JP, Capellier G,
24.
25.
26.
27.
28.
Ruttimann M, Kowalski JJ.
Hydroxocobalamin for
poisoning caused by
ingestion of potassium
cyanide: a case study. J
Emerg Med
2010;39(3):320-4.
Chin RG, Calderon Y. Acute
cyanide poisoning: a case
report. J Emerg Med
2000;18(4):441-5.
Baud FJ, Borron SW,
Megarbane B, Trout H,
Lapostolle F, Vicaut E, et al.
Value of lactic acidosis in the
assessment of the severity of
acute cyanide poisoning. Crit
Care Med
2002;30(9):2044-50.
Weng TI, Fang CC, Lin SM,
Chen WJ. Elevated plasma
cyanide level after
hydroxocobalamin infusion
for cyanide poisoning. Am J
Emerg Med
2004;22(6):492-3.
Bromley J, Hughes BG,
Leong DC, Buckley NA.
Life-threatening interaction
between complementary
medicines: cyanide toxicity
following ingestion of
amygdalin and vitamin C.
Ann Pharmacother
2005;39(9):1566-9.
Koçak S, Dündar ZD,
Demirci Ş, Cander B, Doğan
H. Siyanür zehirlenmesi: olgu
sunumu. AKATOS
2010;1(1):11-4.
123
Euras J Fam Med
INSTRUCTIONS FOR AUTHORS
Eurasian Journal of Family Medicine (EJFM) is an
international journal which publishes clinical and
experimental trials, interesting case reports, invited
reviews, letters to the Editor, meeting, news and bulletin,
clinical news and abstracts of interesting researches
conducted in Family Medicine field. The language of the
journal is both Turkish and English. The journal is based
upon independent and unbiased double-blinded
peer-review principles. The Journal is the scientific
publication of the Eurasian Society of Family Medicine
(ESFAM), and is published three times per year.
The authors are responsible for the scientific content
of the material to be published.
Scientific Review and Acceptance
Manuscripts must only be submitted electronically
through the following website: www.ejfm.org.
Only the papers that have not previously been
published or under review in any scientific publication are
accepted for publication. Manuscripts that have been
presented orally or as a poster must be stated on the title
page with the date and the place of the congress. All
articles submitted for publication are peer-reviewed for
their suitability for the Journal. Papers do not comply with
the format of the Journal will be returned to the author
without further review. Therefore, to avoid time and work
loss, authors must carefully review the rules of the journal.
Manuscripts that comply with the main rules of the
journal are sent to at least two reviewers from Advisory
Board, and the reviewers are asked for opinion about the
suitability of the paper for publication. The reviewed
manuscripts are then re-reviewed by the Editorial Board
and the publisher and volume of the manuscripts are
arranged.
All submissions must be accompanied by a signed
statement of scientific contributions and responsibilities of
all authors and a statement declaring the absence of
conflict of interests.
Any institution, organization, pharmaceutical or
medical company providing any financial or material
support, in whole or in part, must be disclosed in a
footnote. Manuscript format must be in accordance with
the ICMJE-Uniform Requirements for Manuscripts
Submitted to Biomedical Journals: Writing and Editing for
Biomedical Publication available at www.icmje.org
The Advisory Board, Editorial Board and the
Publisher have the authority to edit the manuscripts,
request changes in the format of the manuscripts, and make
reductions within the authors' knowledge in typographic
control. Until the required changes and edits have been
made, the papers will not be preceded for publication.
Manuscript Preparation
The manuscript file should include title page, abstracts
and keywords, text, references, tables (each table on a
separate page), figure legends (if any) in the mentioned
order.
Title page: Title page should include the title of the
manuscript, the name(s) and institution(s) of the author(s)
and telephone, postal address and e-mail address of the
corresponding author.
Abstracts: Abstract should follow the title. Turkish
and English abstracts must be included. For the
manuscripts submitted from outside of Turkish speaking
countries, editorial team will provide the translation into
Turkish upon request. For research articles, abstracts
should be structured as follows; Aim, Methods, Results,
Conclusion, and should not exceed 200 words. Abstracts of
case reports should mainly include information about the
case and should consist of a short and single paragraph.
Keywords: At least two keywords should be written
both in Turkish and English. Keywords must be selected
from “Medical Subject Headings” (MESH) available
through: www.nlm.nih.gov/mesh/MBrowser.html.
Main text file: The main text should be structured as
follows: Introduction, Methods, Results, Discussion,
Authors Contributions, Acknowledgements, Conflict of
Interest Disclosure and References. The sections do not
have to begin on separate pages. Case reports should also
be structured as Introduction, Case(s) and Discussion
following the titles and abstracts. Author names and their
institutional information, figures and illustrations should
not be present in the manuscript file.
References: Reference listing must be in accordance
with ICMJE standards and numbered consecutively at the
end of the manuscript in the order in which they are
mentioned in the text. Journal abbreviations should be in
Index Medicus style. If there are more than six authors, it
should be abbreviated with the use of "et al.". Authors
should only cite the articles that they have directly used.
Our journal does not approve the citations made from
references of any other articles. If a reference is considered
not to be directly cited, the reference(s) must be verified by
the authors against the original documents by sending the
Euras J Fam Med
INSTRUCTIONS FOR AUTHORS
photocopy of the first page(s). Any citation of unpublished
work, of which the page as numbers could not be provided,
such unpublished conference, symposium, and meeting
presentations, is permissible. For further information
authors should consult NLM’s Citing Medicine for
information on its recommended formats for a variety of
reference types.
Examples for writing references (please give attention
to punctuation):
Format for journal articles; initials of author’s names
and surnames, titles of article, journal name, date, volume,
number, and inclusive pages, must be indicated. Example:
Marakoglu K, Toprak D, Taner S, Ozdemir S, Erdem
D, Bodur S. Smoking and Depression Symptoms Among
Medical Students in Turkey. Euras J Fam Med
2012;1(2):42-54.
Format for books; initials of author’s names and
surnames, chapter title, editor’s name, book title, edition,
city, publisher, date and pages. Example:
Eyler AE, Biggs WS. Medical Human Sexuality in
Family Medicine Practice. In: Rakel RE, ed. Textbook of
Family Medicine. 7th ed. Philadelphia: WB Saunders;
2007. p.1335-55.
Format for books of which the editor and author are
the same person; initials of author(s)’ editor(s)’ names and
surnames chapter title, book title, edition, city, publisher,
date and pages. Example:
Solcia E, Capella C, Kloppel G. Tumors of the
exocrine pancreas. Tumors of the Pancreas. 2nd ed.
Washington: Armed Forces Institute of Pathology; 1997.
p.145-210.
Format for online-only publications; DOI is the
preferred on-line reference.
Format for websites; author(s)/organization, internet
in square brackets, title, page update, citation date and web
adress. Example:
AMA: helping doctors help patients [Internet].
Chicago: American Medical Association; c1995-2007
[ c i t e d 2 0 0 7 F e b 2 2 ] . Av a i l a b l e f r o m :
http://www.ama-assn.org/.
Tables, Figures, Graphics and Photographs: Tables,
figures and graphics should not be embedded in the
manuscript. Each table must be on a separate sheet.
Figures, graphics and photographs must be submitted as a
separate file in jpeg format in high resolution. Table and
figure legends must be placed at the end of the main text.
Tables, figures and graphics must be cited in the text.
Ethics
An approval of research protocols by ethics committee
in accordance with international agreements is required for
experimental, and clinical and drug trial studies:
WMA Declaration of Helsinki - Ethical Principles for
Medical Research Involving Human Subjects, October
2013, Fortaleza, Brazil (available at: http://www.ub.edu/
recerca/Bioetica/doc/Declaracio_Helsinki_2013.pdf)
Guide for the care and use of laboratory animals 8th
edition (available at: http://grants.nih.gov/grants/olaw/
Guide-for-the-care-and-use-of-Laboratory-animals.pdf)
Euras J Fam Med
YAZARLARA BİLGİ
Avrasya Aile Hekimliği Dergisi (EJFM), Aile
Hekimliği alanında yapılan klinik çalışmaları, ilginç olgu
bildirimlerini, davet edilmiş derlemeleri, Editöre
mektupları, toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri
ve ilginç araştırmaların özetlerini yayınlayan; yayın dili
Türkçe ve İngilizce olan, bağımsız ve önyargısız çift-kör
hakemlik (peer-review) ilkelerine dayanan uluslararası bir
dergidir. Dergi, Avrasya Aile Hekimliği Derneği’nin
(ESFAM) bilimsel içerikli yayın organı olup yılda 3 sayı
yayınlanır.
Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir.
Bilimsel Değerlendirme ve Yayına Kabul
Yazılar sadece http://www.ejfm.org adresinden online
olarak gönderilmelidir. Gönderilen yazıların dergide
yayınlanabilmesi için daha önce başka bir bilimsel yayın
organında yayınlanmış ya da değerlendirme sürecinde
olmaması gerekir. Daha önce sözlü ya da poster olarak
sunulmuş çalışmalar, yazının başlık sayfasında tarihi ve
yeri ile birlikte belirtilmelidir.
Dergiye gönderilen yazılar, ilk olarak dergi standartları
açısından incelenir. Derginin formatına uymayan yazılar,
daha ileri bir incelemeye gerek görülmeksizin yazarına
iade edilir. Bu nedenle, gereksiz yere zaman ve emek
kaybına yol açılmaması için, yazı sahipleri dergi
kurallarını dikkatli incelemek zorundadır.
Derginin temel kurallarına uygunluğuna karar verilen
yazılar Danışma Kurulundan en az iki üyeye gönderilir ve
bu üyelerden yayına uygun olup olmadığı konusunda
görüşleri alınır. Bu incelemeden geçen yazılar, Yayın
Kurulu tarafından tekrar değerlendirilir ve basılacağı yer
ve sayı kararlaştırılır.
Tüm yazarlar bilimsel katkılarını, sorumluluklarını ve
çıkar çatışması olmadığını bildiren toplu imza ile yayına
katılmalıdır.
Araştırmalara yapılan kısmi de olsa nakdi ya da ayni
yardımların hangi kurum, kuruluş, ilaç-gereç firmalarınca
yapıldığı dip not olarak bildirilmelidir.
Makalelerin formatı ICMJE-Uniform Requirements
for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals: Writing
and Editing for Biomedical Publication (www.icmje.org)
kurallarına göre düzenlenmelidir.
Danışma Kurulu, Yayın Kurulu ve Yayıncı dizgi ve
kontrol aşamasında, yazılarda düzeltme yapmak, biçiminde
değişiklikler istemek ve yazarları bilgilendirerek kısaltma
yapmak yetkisine sahiptir. Yazarlardan istenen değişiklik
ve düzeltmeler yapılana kadar, söz konusu yazılar yayın
programına alınmayacaktır.
Makalenin Hazırlanması
Yazının gönderildiği metin dosyasının içinde sırasıyla,
başlık sayfası, Türkçe ve İngilizce özetler ve anahtar
sözcükler, makalenin metinleri, kaynaklar, her sayfaya bir
tablo olmak üzere tablolar ve son sayfada şekillerin (varsa)
alt yazıları şeklinde olmalıdır.
Başlık sayfası: Başlık sayfası yazının başlığını,
yazar(lar)ın isim ve çalıştıkları kurumları ve sorumlu
yazarın telefon, adres ve elektronik posta bilgilerini
içermelidir.
Özetler: İkinci sayfada Türkçe ve İngilizce özetler
yazı başlığı ile birlikte verilmelidir. Araştırma
makalelerinde özetler; Amaç, Yöntemler, Bulgular, Sonuç
bölümlerine ayrılmalı ve toplamı 200 sözcüğü
geçmemelidir. Olgu sunumlarının özetleri ağırlıklı olarak
mutlaka olgu hakkında bilgileri içermeli, kısa ve tek
paragraf olmalıdır.
Anahtar kelimeler: En az iki adet anahtar kelime
Türkçe ve İngilizce olarak “Medical Subject Headings
(MESH)”e uygun verilmelidir. İngilizce anahtar kelimeler
için www.nlm.nih.gov/mesh/MBrowser.html ve Türkçe
anahtar kelimeler için www.bilimterimleri.com
adreslerinden yararlanılabilir.
Tam metin dosyası: Giriş, Yöntemler, Bulgular,
Tartışma, Çıkar Çatışması Beyanı, ve Kaynaklar şeklinde
oluşturulmalıdır. Metin dosyasında yazının hiçbir
bölümünün ayrı sayfalarda başlatılması zorunluluğu
yoktur. Olgu sunumları da, başlık ve özetlerden sonra
Giriş, Olgu(lar) ve Tartışma şeklinde düzenlenmelidir.
Metin dosyasının içinde, yazar isimleri ve kurumlara ait
bilgi, makalede kullanılan şekil ve resimler olmamalıdır.
Kaynaklar: Kaynak yazım stilleri ICMJE kurallarına
göre yapılmalı ve yazı içinde geçiş sırasına göre makale
sonunda listelenmelidir. Kullanılacak kısaltmalar Index
Medicus'a uygun olmalıdır. Yazar sayısı altıdan fazla ise
sonraki isimler Türkçe makalelerde "ve ark." İngilizce
makalelerde ise "et al." şeklinde kısaltılmalıdır. Yazarlar
yalnızca doğrudan yararlandıkları kaynakları yazılarında
gösterebilirler. Dergimiz, başka çalışmalarda bildirilen
kaynakların aktarma şeklinde kullanılmasını kesinlikle
benimsememektedir. Bir kaynağın aslından yararlanılmamış olduğu düşünüldüğünde, yazarından söz konusu
kaynak ya da kaynakların ilk sayfalarının fotokopilerini
Euras J Fam Med
YAZARLARA BİLGİ
göndermesi istenir. Yayınlanmamış ve sayfa numaralarıyla
verilemeyecek kaynak (yayınlanmamış kongre, sempozyum, toplantı, vb. belgeleri) kullanılamaz. Çeşitli kaynak
tiplerinin kullanımı hakkında daha fazla bilgi için yazarlar
“NLM’s Citing Medicine” kaynağına başvurabilirler.
Kaynakların yazımı için örnekler (Noktalama
işaretlerine lütfen dikkat ediniz):
Makale için; Yazar(lar)ın soyad(lar)ı ve isim(ler)inin
başharf(ler)i, makale ismi, dergi ismi, yıl, cilt, sayı, sayfa
no’su belirtilmelidir. Örnek:
Yabancı dilde yayınlanan makaleler için;
Marakoglu K, Toprak D, Taner S, Ozdemir S, Erdem
D, Bodur S. Smoking and Depression Symptoms Among
Medical Students in Turkey. Euras J Fam Med
2012;1(2):42-54.
Türkçe makaleler için;
Öztürk Ö, Seven H. [Comparison of Late Term
Treatment with “Steroid” and “Hyperbaric Oxygen Aided
Steroid” in Idiopathic Sudden Hearing Loss]. Euras J Fam
Med 2012;1(2): 63-8.
Kitap için; Yazar(lar)ın soyad(lar)ı ve isim(ler)inin
başharf(ler)i, bölüm başlığı, editörün(lerin) ismi, kitap
ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar
belirtilmelidir. Örnek:
Yabancı dilde yayımlanan kitaplar için;
Eyler AE, Biggs WS. Medical Human Sexuality in
Family Medicine Practice. In: Rakel RE, ed. Textbook of
Family Medicine. 7th ed. Philadelphia: WB Saunders;
2007. p.1335-55.
Türkçe kitaplar için;
Tür A. [Emergency airway management and
endotracheal intubation]. Şahinoğlu AH, editör. Yoğun
Bakım Sorunları ve Tedavileri. 2. Baskı. Ankara: Türkiye
Klinikleri; 2003. p.9-16.
Yazar ve editörün aynı olduğu kitaplar için;
Yazar(lar)ın/editörün soyad(lar)ı ve isim(ler)inin
başharf(ler)i, bölüm başlığı, kitap ismi, kaçıncı baskı
olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar belirtilmelidir.
Örnek:
Yabancı dilde yayımlanan kitaplar için;
Solcia E, Capella C, Kloppel G. Tumors of the
exocrine pancreas. Tumors of the Pancreas. 2nd ed.
Washington: Armed Forces Institute of Pathology; 1997.
p.145-210.
Türkçe kitaplar için;
Eken A. [Cosmeceutical ingredients: drugs to
cosmetics products]. Kozmesötik Etken Maddeler. 1.
Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2006. p.1-7.
Sadece online yayınlar için; DOI tercih edilen on-line
referanstır.
Websiteleri için; Yazar(lar)/Organizasyon, [Internet],
başlık, sayfa güncelleme tarihi, erişim tarihi ve web adresi
belirtilmelidir. Örnek:
AMA: helping doctors help patients [Internet].
Chicago: American Medical Association;2007.
http://www.ama-assn.org/ adresinden 27.02.2007 tarihinde
erişilmiştir.
Tablo, Şekil, Grafik ve Fotoğraflar: Tablo, şekil ve
grafikler yazının içine yerleştirilmiş halde
gönderilmemelidir. Tablolar her sayfaya bir tablo olmak
üzere yazının gönderildiği dosya içinde olmalı ancak
yazıya ait şekil, grafik ve fotoğrafların her biri ayrı bir imaj
dosyası olarak yüksek çözünürlüklü jpeg formatında
gönderilmelidir. Tablo başlıkları ve şekil altyazıları eksik
bırakılmamalıdır. Şekillere ait açıklamalar yazının
gönderildiği dosyanın en sonuna yazılmalıdır. Tablo, şekil
ve grafiklerin yazıda nerede geçtiği belirtilmelidir.
Etik
Deneysel, klinik ve ilaç araştırmaları için ilgili
uluslararası anlaşmalara uygun etik komisyon raporu
gerekmektedir:
WMA Declaration of Helsinki - Ethical Principles for
Medical Research Involving Human Subjects, October
2013, Fortaleza, Brazil (available at: http://www.ub.edu/
recerca/Bioetica/doc/Declaracio_Helsinki_2013.pdf)
Guide for the care and use of laboratory animals 8th
edition (available at: http://grants.nih.gov/grants/olaw/
Guide-for-the-care-and-use-of-Laboratory-animals.pdf)
Euras J Fam Med

Benzer belgeler