1 BORU HATTI OYUNUNDA BÜYÜK GÜÇLER

Transkript

1 BORU HATTI OYUNUNDA BÜYÜK GÜÇLER
BORU HATTI OYUNUNDA
BÜYÜK GÜÇLER VE TÜRKİYE
27.12.2012 tarihinde gerçekleştirilen “Boru Hattı Oyununda Büyük Güçler ve
Türkiye” konulu konferans metnidir.
Konuşmacı:
Doç. Dr. Mustafa İsmihan (Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi İktisat Bölüm
Başkanı)
Dr. Cenk Pala (E.ON Türkiye Enerji A.Ş. İş Geliştirme Sorumlusu)
Doç. Dr. Mustafa İsmihan: Bildiğiniz üzere enerji bir ülkenin kalkınmasında ve
gelişmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi
bu bağlamda çok önemlidir. Ama bizim ülkemiz açısından enerjinin bir başka önemi
vardır, bu da Türkiye’nin stratejik konumu nedeniyledir. Ülkemiz bir geçit, koridor
ülkesi olarak petrolün, doğalgazın geçişinde çok önemli roller oynamaktadır ve bu
durumun büyük güçlerin kendi arasındaki etkileşiminden dolayı bazı olumlu ve
olumsuz etkileri olmaktadır.
Bugün aranızda çok değerli bir enerji uzmanı vardır. Kendisinin özgeçmişi o kadar
dolu ki ben takdim etmeden önce özetlemek istiyorum. Cenk Hoca 1989 yılında Gazi
İktisat Bölümünden mezun oldu, sonrasında 7 yıl süreyle araştırma görevlisi olarak
çalıştı. Kendisi akademisyenliğin en önemli başlangıç aşaması sayılan araştırma
görevliliğini 7 yıllık süreyle götürdü ve Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümünden
Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini elde etti. Bu dereceleri elde ederken tez
çalışmaları ve diğer ilgili çalışmaları hep enerji üzerine ve petrol üzerine oldu. 1997
yılında BOTAŞ’a katıldı ve BOTAŞ’ta çok önemli ve sürekli duyduğunuz Nabucco gibi
projelerin mutfağında yer aldı. Kendisi mütevazıdir, söylemeyecektir. Bunun fikrini
veren kişilerin başında gelmektedir. BOTAŞ’ta bulunduğu sürece birçok daha
projenin içerisinde üst düzey yönetici olarak çalışmıştır. Bunları neden detaylı olarak
söylüyorum, kendisinin iyi bir akademisyen formasyonu var. Aynı zamanda alanında
da pratikte de bulunmuştur. Yani bir akademisyende bu taraf maalesef olmuyor. O
yüzden bu ikisini harmanlayıp bize çok güzel bir sunum yapacaktır. Birçok eseri
bulunmaktadır; makale ve kitapları vardır. Petrolle ilgili çok güzel bir kitabı var,
sunumun sonunda size kendisi de iletecektir.
Dr. Cenk Pala: Ben 1968 Ankara doğumluyum. Benim için 7 yıllık üniversite hayatı
çok önemliydi. Çünkü ben yaklaşık 5 tane sınav kazandım. Fakülteyi birincilikle bitirip
üniversitede kalmaya karar vermiştim. Ergun Türkcan’ın asistanıydım. Türkiye’de
değeri bilinmeyen en değerli iktisatçılardan birisidir, TÜBİTAK’ın kurucusu
diyebilirsiniz. AR-GE harcamalarını ilk hesaplayan, ilk çalışan insanlardan birisidir.
Hâlâ yazdıklarına dünya çapında atıf vardır. İki buçuk yıl kadar Yalçın Küçük’ün
asistanıydım. Mehmet Ali Kılıçbay’a asistanlık yaptım. Kapı komşum da Mahir
Kaynak’tı. Dolayısıyla onlardan çıka çıka işte benim gibi bir adam çıkıyor.
1997’de karar verip BOTAŞ’a geçtim; çünkü ben 1989’dan itibaren petrol okuyup,
petrol yazmaya başladım, beni çok etkilemişti. Hatta İngilizceyi petrolü seçtiğim için
kendi kendime öğrendim. Ben Ankara Atatürk Lisesi mezunuyum. Eğitimimin
1
herhangi bir tarafı yurtdışında falan geçmedi, Made in Turkey’im yani. Ama kendi
kendime petrolü anlamak, öğrenmek dünyayı kavramak için aktüel İngilizce
öğrenmeye çalıştım. Bunun için sizler daha şanslısınız biraz ama bizim zamanımızda
böyle internet falan yoktu. Sanki anlatan da 1940’ları anlatıyor zannedersiniz ama
ben üniversitede öğretim üyesiyken internette girmek için iki gün önceden adınızı
yazdırıyordunuz, sadece bir saat YÖK’e bağlanıyordunuz, bu kadar 1991’den
bahsediyorum. Dolayısıyla bulunduğunuz imkânları iyi değerlendirmenizde fayda
görüyorum. Bir insanın ne olduğu, nerede okuduğu, ne yaptığı önemli değil merak
etmesi çok önemli. Merak edip bir şey üstünde uzmanlaşırsanız, gün gelir hobiniz
para kazanacağınız ve zevk alacağınız bir meslek haline dönüşebilir. Benim size
tavsiyem özellikle İngiltere’de yayınlanan işte Financial Times gibi, L’İndependat gibi,
Newsweek gibi Amerikan gazetelerine ve dergilerine abone olun. Hepsini okumanız
şart değil ben iki buçuk yıl boyunca anlayamadım, ondan sonra üçüncü yılda
öğrenmeye başladım. Yazma, çizme oradan gelecektir, biraz da atak olup girişken
olacaksınız ve günde en az 20 sayfa İngilizce okumanızı tavsiye ediyorum. Ben
okuya okuya öğrendim, sonra sağ olsun herkes BOTAŞ’tan mezun olamaz ben
BOTAŞ’tan mezun oldum. Kendimi müzakere masalarında, projelerin içinde
doğrudan yabancılarla çalışır bulunca, önce dinlemeyi, sonra öğrenmeyi, sonra
araştırmayı öne alıp açıp gidiyorsunuz. Herhangi kişiden emir almayı beklemenize
gerek yok.
Şimdi bugün buradayım, niye buradayım? Çünkü üstünde bulunduğunuz coğrafya
çok ilginç bir coğrafya. Bu coğrafyada ayağınız altından halıyı çektikleri anda surat
üstü yapışabilirsiniz. Neden acaba? Yani petrol nereden çıktı, bugün ne oluyor
buralarda? Kürdistan’da bir şeyler kuruluyor, oradan gaz getireceğiz diyoruz. Hazar
açıldı oradan bir şeyler geliyor, nereye gidiyor bu dünya, biraz iktisatçı gözüyle de
bakmak lazım. İktisat mesleğini seçenlerin her zaman şanslı olduğunu
düşünmüşümdür. Çünkü iktisat öyle yoğurulabilir bir şeydir ki, benim gibi adamlar da
çıkar karşınıza. Mesela beni herkes mühendis zanneder ama ben mühendis değilim,
iktisat biliminin temel ilkelerine hâkim olursanız, dünyadaki bütün mal piyasalarında o
hareketlerin niye öyle olduğunu, bunların dünya ekonomisi etkilerini zevkle
öğrenirsiniz. Kimse durduk yere bir gecede işte Grunberg TV’de birileri yorum yapsın
diye petrol fiyatlarını indirip çıkartmıyorlar.
“Bugün sizlerle ilk önce tarihe yolculuk yapacağız”
Bugün sizlerle ilk önce tarihe yolculuk yapacağız. Arkasından da biraz bizim boru
hattı projelerine değineceğim. Aklınızda olan sorular varsa onları alacağım. Hızlı bir
şekilde anlatmaya çalışacağım. Bu benim aslında on dört haftalık siyasalda verdiğim
doktora dersim. On dört haftalık dersin bir saate sıkıştırılmaya çalışılmış hali olacak.
Amacım burada sizi provoke edip uyandırmak, enerji diye bir şeyin varlığından
haberdar etmektir. Bununla ilgili okuduğunuz haberleri neden daha iyi okumanız
gerektiğini anlatmaya çalışmaktır. Türkiye’nin geleceği burada ve bu gelecekte rol
alacak sizlerin de bu konuyu mutlaka içine sindirmesi gerekiyor. Basit bir mevzudan
bahsetmiyoruz.
2
Amerika Dışişleri Bakanlığı, dikkatinizi
çekerim dünyada enerji işini yürüten
tek dışişleri bakanlığıdır. Yani enerji
bakanlığından daha etkilidir. Mesela
bir sofrada veya bir yerde petrolle ilgili
birisi bir kelam ettiğinde Amerika
Dışişleri Bakanı aynen şöyle yapar:
“Hop,
petrolden
bahsediyorsun.
Amerika’nın
geleceğinden
bahsediyoruz.” der. Yani aklınızın bir
yerinde tutun.
Bu haritayı göreniniz var mı bilmiyorum. Bu Balkan Savaşları sonrasında Osmanlı
toprakları, ne kadar, nerelere kadar gerilemişiz. Foreign Office Agreement 1914’te
Mart ayında İngiltere’de imzalanmış bir antlaşma. Antlaşma yapılırken masadakiler
soruyorlar: “Osmanlı çok büyük bir imparatorluktu; fakat bu son Balkan Savaşları
şudur budur bayağı geriledi. Osmanlı’nın reel haliyle, bugünkü haliyle topraklarını
bilen var mı?” Kimdir diye bir kişi parmak kaldırıyor. Osmanlı Heyetine gitmiştir o da
daha sonra anlatacağım size.
Calouste Sarkis Gülbenkian diye birisi ben biliyorum diye eline kalın kırmızı kalemini
alıp bu haritayı çiziyor. Bu haritada özellikle Emirlikler kısmına bakarsanız Bahreyn
ve Kuveyt’i İngilizler dışarıda bırakmışlardır. Bizim toprağımızdır ama bakınız körfeze
orada ihtiyari boştur, içeriye doğru. Niye? Çünkü Bahreyn özellikle Kuveyt daha
Osmanlı tebaasıyken Arap isyanını başlatacak şekilde İngiliz gizli servisinin aracı
haline gelmiş ve İngilizlerle Manda Sözleşmesi imzalamıştır, biz onları tebaamız
zannederken. Daha Osmanlı’nın tabasıyken Arap isyanının bütün silahları buradan
3
gelmiştir. Bunu merak eden Hikmet Uluğbay’ın “Petropolitik” kitabını okuyabilir, gayet
ayrıntılı ve belgesiyle ortaya koyarak anlatıyor.
Niye böyle oluyor, onlara da bakmak lazım. Yani bu haritayı çizen Gülbenkian. Bu
harita daha sonra 1928 yılında bugün sizin işte sağda solda benzin alırken
durduğunuz ve dünya petrol tarihinde “Yedi Kız Kardeşler” diye bilinen, niye kız
kardeşler? Çünkü çıkarları uyuştuğunda çok iyi geçinirler, çatıştığında birbirlerini
yerler, o yüzden adları “Yedi Kız Kardeşler”dir. Kimdir bunlar? Exxon, Mobil,
Chevron, Shell, BP, o günkü adı CPP bugünkü adı Total Fransız, bir kısmı birleşik
oldu, artık üç-beş şirkete dönüştüler ama hepsinin de babası David Rockefeller’dir.
Bugünkü Suudi Arabistan dünyanın en büyük petrol şirketi Saudi Aramco dâhil bu
“Yedi Kız Kardeşler”in kurduğu şirketlerdir. Evet, bunu çizmiştir Gülbenkian. Bu harita
1928’de “Yedi Kız Kardeşler” dünya petrol piyasalarını kartel düzenine dönüşürken
uygulanmıştır, adı Red Line Agreement (Kırmızı Hat Antlaşması) olarak geçer.
İskoçya’da bir şatoda bütün dünyayı üretim ve tüketim bölgelerinde rekabet
etmeyecek şekilde bölüştükleri ilk haritadır. O yüzden hiçbir şekilde bu haritayı
unutmamakta fayda var.
“Ne olmuş da petrol bu kadar önemli hale gelmiş?”
Kimdir bu Gülbenkian ve diğer arkadaşlar, düşünmek lazım. Ne olmuş da petrol bu
kadar önemli hale gelmiş? Bu harita görmüş olduğunuz üzere dünya petrol
bölgelerini çiziyor, İran yok içinde. Osmanlı elindeki bütün petrol kaynaklarını
gösteriyor.
“Gülbenkian’ın ailesi saraya çok yakın bir ailedir”
Gülbenkian’ın ailesi saraya çok yakın
bir ailedir. Babası Trabzon’da valilik
bile yapmıştır. Tabaslı bir ailedir,
Üsküdar’da
okumuştur.
Kapalı
Çarşı’dadır, işleri ve bütün Kapalı
Çarşı pazarlık yöntemlerini ve o
ajanlık yöntemlerinin tamamını orada
öğrenmiştir. Babasının verdiği ilk
harçlıkla şeker almamıştır, Yunan
parası almıştır. Bugün dünyanın en
büyük 6.000 küsur parçalı antik para
koleksiyonun da sahibidir. Orta
Doğu’daki
bütün
petrol
ayrıcalıklarından da %5 pay almıştır.
O yüzden petrol tarihinde Mr. Five Percent olarak bilinir. Şimdi bizim için Gülbenkian
niye çok önemli? Özellikle I. Sanayi Devrimi tamamlanmış; kömür, buhar, pamuk.
Biliyorsunuz buharla pamuğu da evlendirip fabrika sistemini kurmuşsunuz. Fakat
başka yere daha gidiyor, II. Sanayi Devrimi denilen aşama geliyor, yani 1850 ve
1880’lerden sonrası. Kömürle gidilmeyeceği, onun yerine başka bir şey elektrikli bazı
icatlar adlandırıldı. Sanayileşmede bir kıpırdanma, kimya piyasası, optik ilerlemeler
var. Çok ilginç bir şekilde İngiliz hükümeti ve İtalyanlar donanmalarının yakıtını
kömürden petrole çevirme kararı verdiler. İtalyanlar 1905’de bu uygulamaya geçiyor.
O zaman Donanma Bakanı Churchill ve Lord Fisher, lakabı petrol delisidir, onlar da
4
İngiltere için bir planı devreye koyuyorlar. 1904’de başlar bu plan 1911’de biter.
İlginç, İngilizlerin elinde kömür var, kendilerinde olmayan pamukluyla endüstri
devrimini gerçekleştirmişler.
Hindistan’daki 100.000 ustanın bileklerini, kollarını keserek ne yapmış pamuk ipliği
getirip olmayacak bir iklimde buharla pamuğu evlendirip sanayi devrimi yapmış.
Beklenir ki kömür ve buhar daha devam etsin ve kömürün hükümranlığı sürsün ki 19.
yüzyılda hükümdar kömür, kral kömür; fakat İngilizler en büyük ve en stratejik kararı
alıyorlar, Donanmanın yakıtını petrole çeviriyorlar. Niye?
1- Kömürlü bir savaş gemisinin dumanını 10 km öteden temiz bir havada
görürsünüz. Bu ne demek, askeri açıdan vurulabilirsiniz, yakalanabilirsiniz.
2- Bazen kömürlü gemilere, mesafeye göre geminin üçte ikisi kadar kömür
yüklemek zorunda kalıyoruz. Bu ne demek, daha az asker, daha az top, daha
az mal-mülk demek.
Ama petrol ve petrol tankları öyle değil. Hem sıvı istediğin gibi kabın şeklini alıyor,
hem daha fazla yer kazanıyorsun, hem daha fazla silah kullanıyorsun, hem de
dumandan enselenmiyorsun. Peki, elinde olmayan bir kaynağı, bu kadar stratejik bir
kaynağı bir yerle değiştirdiğiniz zaman ne yapmak lazım? Bu sefer de petrol bulmak
lazım. Ne oluyor? İşte İngilizlerin Orta Doğu’ya ilgisi buradan kaynaklanıyor.
Amerikalılar daha henüz petrolü 1859’larda bulmuşlar. Amerika kendi drenajına
yönelmiş, üzerinde de araştırmalar yapıyor. 1920’lerde ciddi anlamda bir enerji krizi
çıkana kadar da Amerika’nın gözü Orta Doğu tarafına bakmayacaktır. Burayla kim
ilgileniyor? İngilizler, Hollanda ve özellikle Almanya ilgileniyor. Berlin-Bağdat
Demiryolunu hatırlatmam yeterli galiba. Berlin-Bağdat Demiryolunun özellikle Türkiye
topraklarından, Osmanlı topraklarından geçen bölümünde sağından ve solundan
20’şer km’lik alanlarda Almanlara her türlü yeraltı zenginliğinin araştırılması izni de
verilmişti. O yüzden biz I. Dünya Savaşı’na Almanlarla girmeseydik bile zaten I.
Dünya Savaşı’nın diğer tarafında olacaktık; çünkü işin içinde petrol var. Birileri
petrolle ilgilenmeye başlamıştı.
Şöyle söyleyelim, her önüne gelen Osmanlı Sarayına başvurarak izin alıp, Irak
üzerinden, Gürcistan üzerinden, İran bütün o Mezopotamya toprakları ve bütün
alanlarda ben arkeologum diye gelmişlerdir.
“Abdülhamit bir şeyler olduğunu anladı”
Mesela Abdülhamit bir şeyler olduğunu anlayıp izin verdiği adamların, o tarafa
gidenlerin peşlerine adam takmıştır, Doğrudan ajanlarından mesajlar almıştır; bu
adamlar geldiler, iki buçuk yıldır buradalar bir kere bile arkeolojik alana gitmediler.
“Petrol Pınarları” diye bir şeyle ilgileniyorlar. Bundan bin altın filan kazanırız Sayın
Padişahım vergi olarak. Vergi olarak bakıyoruz. Abdülhamit anlamış. Ne yapmış?
Mezopotamya alanını kendi Hazine-i Asasına katmış, yani kendi toprakları haline
getirdi, özel mülk haline getirmiş ki devlet herhangi bir şekilde acize düşerse pazarlık
edilemesin ve o toprakların hâkimiyeti Abdülhamit’te kalsın diyedir.
Yani Abdülhamit’in çok hatası olmuş olabilir ama gelmiş geçmiş en zekâlı
adamlardan birisidir. 13 yaşında İngiliz Borsasında Londra’da 75 bin pount
kazanmıştır. Harçlıklarıyla borsada oynayarak çok iyi bilirdi. Her ne kadar şehzade
5
olarak iyi bir eğitim almadığı iddia edilse de 33 yıl herhalde yanlış hatırlamıyorsam,
iktidarda kalabildiğine göre bayağı iyi demektir.
Bunu şunun için anlattım: Nerede petrol var? Araştırılıyor. İlk önce bir 1892’de İran’a
giden bir Fransız heyeti dönüp diyor ki İran’da korkunç petrol rezervleri var, petrol çok
önemli hale geliyor. Ondan sonra Irak’a gidenler rapor yazmaya başlıyorlar ve orada
İngilizler kendilerine yeni petrol alanları ararken önüne Osmanlı toprakları çıkıyor. Ne
oluyor? İlk önce Arap İsyanı, arkasından I. Dünya Savaşı bütün petrol alanlarının
elimizden kopartılması ve tesadüfen hepsinin İngiliz kuklası adamlar tarafından
yönetilmesi. Bütün başımıza gelen hikâye bu.
Gülbenkian çok akıllı bir adam. Babası Bakü’ye gönderiyor; çünkü aynı zamanda
Osmanlı İmparatorluğu’nda o zaman petrolün tek işlevi aydınlatma. O zaman gaz
lambaları yakılıyor. Gaz lambalarına gaz yağı bulmak için oraya gidiyor. Orada petrol
işinden çok etkileniyor ve Fransız gazetesine makaleler yazmaya başlıyor. Bu
makaleler toplanıp 21 yaşındayken kitap haline getiriliyor ve dünyanın en büyük
petrol uzmanı oluyor. Mr. Five Percent Mezopotamya, Orta Doğu’ya hiç gitmemiştir
ama bütün Orta Doğu petrolünden %5 payı vardır. İlk petrol tankerinin 61 yaşında
görmüştür. Biraz önce size anlattım, 1928 Antlaşmasını kutlamak için kızıyla beraber
Akdeniz’de yatla açılıyor. Kızı gösteriyor “Bak baba bu petrol tankeri” diye yani ne
gitmiş ne görmüş, bütün pazarlıklar Londra’da yapılıyor. Tıpkı bugün Washington’da
ve tekrar yine Londra’da bittiği gibi… O coğrafyaya gidip orada bir antlaşma
yapılmıyor, başka yerlerde yapılıp bu taraflarda uygulanıyor.
1912 yılında Türkish Petroleum Campany kuruluyor. Adı Türk Petrol Şirketi ama
içinde hiç Türk hissesi yok, Deutsche Bank, Almanlar, İngilizler, Hollandalılar var ama
içinde Türk yok. Bu petrol şirketleri biraz önce bahsettiğim “Yedi Kız Kardeşler”
özellikle Irak petrolünü ele geçirmek, bu şirketten hisse almak için çok uğraşıyorlar.
Bu şirketin kurulmasıyla ve imtiyaz sözleşmesi imzalanması ve sarayla arasındaki
ilişkinin kurulması için de Gülbenkian anlaşıyorlar.
Gülbenkian, Irak petrollerinden %5’ini, sarayla petrol şirketleri arasında kurduğu
ilişkilerden dolayı almıştır. 1912’de kurulan bu şirket bugün Irak Petrol Şirketinin
babasıdır. Bugün IPC olarak geçer ama asıl adı TPC’dir; Türkish Petroleum
Corporation.
“San Remo Antlaşmasından çıkan kararlar Sevr olarak burnumuza
dayatılmıştır”
San Remo Antlaşması belki tarih derslerinden hatırlarsınız. Gerçi bizde ezbere tarih
dersi verdikleri için San Remo’dan kimse bahsetmez, bana göre çok kritik bir
anlaşmadır. Çünkü oradan çıkan kararlar Sevr olarak burnumuza dayatılmıştır. San
Remo Konferansı’nda özellikle Almanların yenilgisinden sonra Fransızlar bütün
Alman ganimetlerini el koymayı düşünüyorlar. Bunun içinde tabii petrol de var. Yani
özellikle Türkish Petroleum Corporation’deki Deutsche Bank %20 hissesine sahip.
Fakat o antlaşma bir şekilde uygulanamıyor. Biliyorsunuz San Remo 21-25 Nisan
1920’de toplanmış. Bana göre, benim iddiam Atatürk çok yakından takip ettiği için ve
oradan çıkacak sonucun Meclisi Mebusan’a Osmanlı Meclisi’ne gideceğini bildiği için
TBMM’nin kurulmasını öne çekmiştir ve daha San Remo sonuçlanmadan o yüzden
23 Nisan 1920’de meclis açılmıştır. Niye? Muhatap biziz. Türkiye Cumhuriyeti’nin
6
muhatabı Meclisi Mebusan değil, TBMM diye bir yer. Özetiyle sıkıysa bizi deglare
edin demiştir ve bu olmamıştır, gönderememişlerdir.
Sevr kararı olarak Meclisi Mebusan’a gitmiştir. Tabii bu coğrafyada Irak’ta her yere
bakılırken, Irak’ta petrol olduğu anlaşılırken, İran da hemen hemen aynı formasyona
sahipti. Irak tamamen İngiliz jeologların eseridir. Fakat İran’da korkunç rezervler
vardı, orası için de bir şeyler yapılması gerekmektedir. Orada William Knox D'Arcy
diye bir adam vardır. Bu adam Fransız, İngiliz aynı zamanda Kanada vatandaşı
değişik bir adam. Hayatının 20-25 yılını Şah Muzaffereddin’in yanında geçirmiştir. O
kadar sevmiştir ki Muzaffereddin ona saray bile hediye etmiştir. Amacı İran’ın bütün
yeraltı zenginliklerini tespit etmektir.
Uzunca bir süre İran’daki bütün maden kaynaklarını, petrol kaynaklarını nerelerde
olabileceğini falan araştırıp raporlamıştır. Fakat ihtiyarlayıp artık dünyadan elini
eteğini çekmek istediği bir dönemde şaha gidip demiştir ki ben elimden geleni yaptım,
artık biraz ben kendimi dini hayata vermek istiyorum. Oturup din okuyacağım ben
gitmek istiyorum buradan diye. Şah izin verir ama izin verirken birde ferman yazar
buna. Ferman bugünkü İran’ın altı da beşini kapsayan bir alanla William Knox D'Arcy
ve oğullarına 69 yıllığına İran topraklarının araştırılması, üretilmesi, satılması, ticareti,
altındaki zengin ne çıkarsa bunu ayrıcalığına verir.
Bunu duyan petrol şirketleri, “Yedi Kız Kardeşler” ve gizli servisler birbirleriyle girdi.
Savaşa bu adamı kim ikna edecek? Bunu elinden kim alır fermanı diye uğraşmaya
başlıyorlar. Hatta yolda iki kere suikast atlatıyor. Kaldığı otele bomba atılıyor. Adam
ne yapıyor? Bir gemiye biniyor Mısır’dan İngiltere’ye gidecek. Sadece elinde İncil var,
İncil okuyor her gün. İlk gün daha güvertede genç bir Anglikan Rahibiyle karşılaşıyor.
Konuşurlarken üçüncü günde onunla güvertede ağzından kaçırıveriyor. Ben İran
Şahı’ndan böyle bir ferman aldım. Anglikan rahip diyor ki süper bir şey diyor hemen
bunu götürüp kiliseye verelim. İran’ı Hıristiyanlaştırmak için kullanabiliriz diyor. İkna
ediyor, adamdan alıyor. Gemiden iner inmez diyor hemen senle beraber koşup
Anglikan Kilisesine bağışlayacağız diyor. Bunlar sürekli güvertede sohbet ediyorlar.
Tabii yolculuk bitiyor Londra rıhtımına yanaşıyorlar. D'Arcy iniyor genç rahip yok.
Genç rahip gelmiyor, bekle bekle yok, ferman kapılmış durumda.
Genç rahip şu gördüğünüz yakışıklı işte. Kendisi gizli
servisinin ilk ajanıdır. Sidney Reilly diye bilinir. Lakabı daq
casuslar kralıdır. Son görevi Lenin’i öldürüp Bolşevik
Devriminin tersine bir devrim yapmaktır. Finlandiya
sınırından Fransız bir ajanla girerken yakalanmıştır. Onu
sorgulayan KGB yarbayı adamla ilgili çok acayip şeyler
söylemiştir. Gerçi yıllarca Ruslar böyle bir adam
yakaladıklarını ama sorgulamadıklarını ve öldürmediklerini
İngilizlerde böyle bir ajanları olmadığını da söyleseler de
kabul etmek zorunda kaldılar. Yakalandı ve Moskova’da bir ormanlık alanda tek
kurşunla enseden infaz edildi. Daha sonra bunun resimlerini dünyaya duyurdular.
San Remo Antlaşması’nı duyuran da Lenin’dir. Bolşevik Devriminden sonra biz
dünyaya kazık attık, Türkiye’yle ilgili böyle planlarımız vardı, biz artık kardeş olacağız
deyip San Remo Antlaşması’nın bütün belgelerini ve bilgilerini de dünyaya Lenin
açıklamıştır. Bu arkadaş öldü. Fakat Ukrayna doğumludur, Odessalı korkunç bir
adamdır. Bu eskiden TRT’de 13-14 bölümlük bir dizi olarak yayınlandı. Başrolünde
de Sam Neill oynuyordu. Bir tane de kitap var bu adamla ilgili.
7
Bu adam Knox D'Arcy’den aldığı fermanı nereye götürmüş? Churchill’e ve Fisher’e.
Bu bahsettiğim Birleşik Petrolün kuruluşudur, BP’yi kuran adamdır. Daha sonra
hükümete
ait
bir
şirket
üzerinden bu D'Arcy Grubu’na
hisse bölünerek adam çok
ağlatılmamış, onun ailesi de
para almıştır ve İngiltere bütün
İran’daki
petrol
işini
geliştirmiştir. Şimdi burada tabii
ilginç tarafı da şudur dikkat
ederseniz, Ian Fleming James
Bond romanının yazarı ve ilk
filminde sarışın yeşil gözlü bir
James Bond yoktur. Kim
vardır? Jean Bolero vardır.
Jean Bolero niye vardır? Çünkü bu adama bir iltifattır, ona bir teşekkür
göndermişlerdir. O Sidney Reilly içindir. Ian Fleming’in kendisi de MI6 ajanıdır.
Tabii bu diğer tarihi figürleri hatırlatmakta fayda var. Bu İngilizlerin biraz önce
gördüğünüz Kuveyt Bahreyn üzerinden o Arap Milliyetçiliğini harekete geçirip, Mekke
şerifini, Haşimi sülalesini kuran insanlar bunlar, Lawrence filmlerini filan da seyrettiniz
Türkiye’yi aşağılayan. Kendisi gerçekten arkeologdur, bazı bilgisi vardır bu konuda
ama aynı zamanda İngiliz ordusundandır, MI6’tendir. Bakın çeşitli yerlerde mesela bu
Irak Kral Faisal’ın, Haşimi sülalesinin ilk ilan edildiğinde arkasındaki resimlerde hep
Lawrence görürsünüz.
“Angeline Jolie Gerthrude Bell’i
canlandıracak”
Bu da çok güzel değildir ama
teyzemiz bu Gerthrude Bell. Bu
Lawrence’ın bile beynimin yarısı
dediği insandır. Angeline Jolie
bunun hayatını canlandıracak,
Antakya’ya geldi gitti. Antakya’da
8
Gerthrude Bell’in gezdiği yerleri görmeye geldi. Kürt hikâyelerini bilmem nelerini falan
onu anlattıracaklar. Angeline Jolie Gerthrude Bell’i canlandıracak. Nişanlısını
Çanakkale’de öldürdüğümüz için Türklerden nefret etmiştir, bütün mevzu budur.
Öldükten sonra uyuşturucu bağımlısı olmuştur. Haşimi Hanedanlığı yaratılsın diye
Arap İsyanını destekleyen her türlü pisliği yapan insanlardan birisidir. O da arkeolog
yardımcısı olarak bizim sınırlara girip çıkmıştır. İki buçuk yıl Türkiye’nin doğusunda ve
güneydoğusunda cirit atmıştır; girmiş, çıkmış girmiş, çıkmış hem petrol alanını
saptamış, hem de Arap isyanını organize etmiştir. Daha sonra zaten aşırı dozdan
Bağdat’ta ölmüştür. Bugün bile Bağdat’ta İngiliz mezarlığında yatmaktadır. Tabii yan
tarafta Lawrence’n Suriye Gılgamış kazılardaki resmini görüyoruz. Arada da böyle
resimleri var, yani yok değil, bir iki kitap yazmış sağ olsun.
“Petrol artık kömürün yerini yavaş yavaş almaya başlamıştır”
1830’lardan itibaren bu tür İngiliz ordusundan adamların Osmanlı topraklarına girip
bu konularda araştırma yaptığını görürsünüz. Tabii petrolün bulunmuş olması, 19.
yüzyılın sonunda petrole çok fazla bir şey ifade etmez. Niye? Çünkü petrol asli alanı
aydınlatmadır. Petrolün patlama yapabilmesi için çok büyük bir yerde büyük bir şey
olması gerekiyordu. Bu nedir? Bir kere her şeyden önce içten patlamalı motorların
bulunması, yani otomobilin keşfi. İkincisi de ateşleme sistemi ve elektrik. Tabi II.
Sanayi Devrimi’nde kimya sanayi yayılmasıyla olur.
1906’daki San Francisco depremi otomobil sayesinde bir sürü insanı hastaneye
yetiştirdikleri için otomobil Amerika’da korkunç bir patlama göstermişti, hiçbir zaman
hiçbir ülkede böyle bir şey olmamıştır. Ondan sonra zaten petrol ve Amerikan tarzı
“Amerikan By Offline” dedikleri şey ortaya çıkmıştır. Biliyorsunuz Amerikalılar
evlenirken kiliselere bile arabayla giderler. Yani otel, motel, coca cola, hamburger bu
tip şeyler hep birlikte olmuştur. Tabii içten patlamalı motorların gelmesi, elektrikteki
icatlar, petrolün özellikle kimya, boya ve plastik sanayisinde yayılmasıyla beraber
petrol, artık kömürün yerini yavaş yavaş almaya başlamıştır.
“19. yüzyılın sonunda dünya petrol başkentlerinden birisi Bakü’dür”
Aslında 19. yüzyılın sonunda
dünya petrol başkentlerinden
birisi Bakü’dür. Alfred Nobel
o
zaman
Çar
için
çalışmaktadır ve Kızıl orduya
tüfek, tüfek kabzaları satar.
Kabzalar da ceviz ağacından
yapılır. O yüzden ceviz ağacı
aramak için Bakü’ye gittiği
söylenir. Gezerken Bakü’de
korkunç
bir
petrol
işi
olduğunu görür ve Çara
mektup yazar; “Ben petrol
için ayrıcalık istiyorum” der.
Çar’dan
ayrıcalığını
alıp
petrol işine girer. Korkunç bir
9
şekilde “Yedi Kız Kardeşler”le rekabet etmeye başlar. Bütün mevzu o zaman Avrupa
piyasasından ziyade Hindistan ve Çin’in ele geçirilmesidir; o piyasalara kim gaz kim
petrol satacaktır.
Avrupa içinde zaten şirketler Sumatra’yı, orayı burayı ele geçirdikleri için pek şey
olmaz. Bu arkadaşı da tanıyorsunuzdur herhalde. Bu siyah beyaz bir film 15 dakikalık
Safranbolu’yu Safranbolu yapan bizim en ünlü belgeselcimiz Allah rahmet eylesin
2007’de öldü Suha Arın o buldu bunu Azeri arşivlerinden. Bu, sene 1941 Aralık ayı
falan olsa gerek, adı da Blau Operasyonu. Bir şey kutluyorlar yani bütün hepsi
oradalar, bütün adamları çok mutlular. Bir cheese kek getirmişler, cheese kekin
üstünde Kaspische Meer yazıyor.
Oradan bir şeyler kesiyor tabii, verdikleri
parçayı
okuyabiliyorsunuz:
“Bakü.”
Hitlere verilen parça Bakü. Bu şu:
Romanya’da
ele
geçirilen
petrol
kaynaklarının bir işe yaramayacağını,
özellikle Cezayir cephesini açtıktan sonra
oradan Avrupa’ya transferin kolay
olmayacağını öngören Hitler, kuvvetlerini
bölüp Rusya’ya açılan kapıdan Bakü’ye
doğru bir ordu göndermeye karar veriyor.
Bunun adı Blau Operasyonudur. Yahudi
toplama
kamplarında
saçlarının
kesilmesinin en önemli nedenlerinden birisi ordunun Bakü’ye yönlendirilmesidir.
Niye? Yazlık üniformalarıyla gitmesinler diye Yahudilerin saçlarını astarların içine
dikmişlerdir, yani kışlık hale getirmişlerdir. Tabii kış başlamadan dönmeyi
varsaymaktadırlar ama olmamıştır öyle bir şey. Ne olmuştur? Ruslar geriye çekilirken
Rostov, Grozni, yani Bakü’ye giden yol, bütün petrol kuyularını, rafinerileri yakarak
gitmişlerdir. Hitler alamamıştır, kış bastırmıştır ve bu operasyon başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Hitlerin bir sözü vardır: Eric von Monstein’a demiştir ki “Eğer Bakü
petrollerini ele geçiremezsek bu savaşı kaybetmiş sayılırız.” Aynen de öyle olmuştur.
Hitler bir, bir buçuk yıl sonra tıpış tıpış geri dönmüştür. Yani ondan sonra da 1943’ün
ortalarından itibaren de biliyorsunuz müttefik kuvvetler Almanları hemen hemen her
yerden atmaya başlamışlardır. Bunları bu soğuk yüzünü görün diye anlattım.
“Dünyadaki bütün savaşlar her şey enerji üstüne kuruludur”
10
Dünyadaki bütün savaşlar her şey enerji üstüne kuruludur. Enerji çok önemli bir
şeydir. Emperyalist dönemde enerji kaynağının sahibi olmak evet çok önemli bir
şeydir ama modern dünyada enerji kaynağına sahip olmanın pek de anlamı yoktur.
Japonların hiçbir şeyi yoktur. Dünya ekonomisindeki yerlerini bakın Çad ve
Namibya’da dünyanın en büyük uranyum rezervlerine sahiptir. Kaç kişi haritada yerini
gösterebilir? Önemli olan sanayi, sanayileşme, bilim ve teknoloji politikalarının
olmasıdır. Enerji politikaları bunun içinde bir zamp olarak kullanılabilir. Doğru ve
yerinde verimlilikle ilgili kararlar alacaksınız, teknolojinize bakacaksınız. Öbür türlü
“Ben petrole sahip oldum. O zaman en kalkınmış ülke ben olurum” denmesinin de bir
anlamı yoktur. Herhalde bunun için Arap Milletlerinin bugün ki durumlarını göstermem
yeterli.
Ben BOTAŞ’a katıldığımda bana Bakü-Ceyhan’la ilgili bir şeyler hazırla demişlerdi.
Kürşad Bey burada, benim ilk patronlarımdandır kendisi. Ben de Atatürk’ün mutlaka
dediği bir şey vardır ve ilk önce Atatürk modelinde düşündüm. Ondan sonra
Atatürk’ün 33 konuşmasını buldum bu çok ünlüdür. Hiçbir şeyini okumasanız bile
Bursa konuşmasını okumanızı tavsiye ederim. 1933 konuşmasında Atatürk demiş ki:
“Sovyetler Birliği dostumuzdur, bugün evet. Ama içinde dil, din, ırk, tarih açısından
akrabalarımız, kardeşlerimiz var, onlarda bir gün Avusturya Macaristan İmparatorluğu
gibi dağılabilirler. Dağıldıkları günü beklememek lazım, o güne hazır olmak lazım.
Tarihi bağlarımızı, dini bağlarımızı, dil bağlarını hepsini sağlam tutmamız lazım o gün
oturup beklemek bir anlam ifade etmez.” Ata oradan görmüş, her zaman gördüğü
gibi.
“Birinci petrol krizi 1973-1974’tür, ikinci petrol krizi 1979-1980”
Petrol krizlerini iktisatçı olanlar en azından hocaların bir kısmından duymuş olsalar
gerek. Zaten okutulan bütün enflasyon ve stagflasyon teorileri petrol krizinden
çıkmadır. Birinci petrol krizi 1973-1974’tür, ikinci petrol krizi 1979-1980. 1973-1974’de
daha kriz başlamadan önce petrolün varil fiyatı 1 dolardır. Fakat bir şeyler olur, o
sırada. OPET diye bir yer vardır ama kimsenin umurunda değildir. OPET 1960’da
kurulmuştur ama 1973 yılına kadar hiçbir şey yapmamıştır. Ne olmuştur peki? Altın
dolar standarttı çökmüştür, Exxon ben bu pencereyi kapattım deyip para almıştır.
Arap İsrail Savaşı başlamıştır ve Amerika, Japonya ve Avrupa karşısında sürekli
verimlilik gerilemesi içindedir, dünya piyasalarından tek tek atılmaktadır. Her yeri
Japon ve Avrupa malları sarmaya başlamıştır.
Amerika bu düşüşün önüne geçememektedir. Ne yapması gerekir? İşte orada
kurulmuş olan uydu devletler üzerinden mesela hiç kimsenin tanımadığı Kaddafi diye
bir adamı 1969’da Kral İdris Türkiye’yi ziyaret ettiği sırada oranın lideri haline
getirmişlerdir. Cuntayla Libya’da Kaddafi başa gelmiştir. Ne zaman başa gelmiştir?
50 bin kişilik İngiliz ordusu Libya’dayken başa gelmiştir. Amerikan ordusu da ordadır,
yakınlardadır. Niye? Çünkü fiyatların arttırılması, petrolün siyasi bir silah olarak
kullanılmasını isteyen bir grup yaratılması gerekmişti de ondan. Ne olmuştur Libya’ya
gelir gelmez? Hızla petrol şirketlerine baskı ve petrol şirketlerinin elinde olan
ayrıcalıkların millîleştirilmesi ve petrol fiyatları özellikle Arap İsrail Savaşı’na bir tepki
olarak 1973-1974, 1973’te özellikle ama 1974 son artışıyla beraber %400 artmıştır.
11
“Amerika doğrudan petrol üretimini altınla eşdeğer tutmuştur”
Şimdi şöyle düşünün 1973’te dünya enerji tüketiminin %57-%58’inin petrole dayalı
olduğu bir yıldasınız. Petrolün tek ödeme birimi dolar. Amerikan ekonomisi olarak
yani enerji mamul malın içinde %25 oranında maliyete katkı yapıyor. Japonlar %100
bağımlı, Avrupa %100 bağımlı petrol ithalatına ve siz de Amerika olarak bir şey
yapmak zorundasınız. Ne yaparsınız? Bu arada altın dolar standarttı çökmüş bu
işlemi tersine çevirebilmek için dolar altın konvertibilitesini kaldırmışsınız. Böylece
insanların elinde dolarlar patlamış. Amerika’nın doları ve dolardan kaynaklı
enflasyonu bütün dünyayı yıkamış. Merkez Bankalarının kontrolü dışında euro, dolar
diye bir piyasa çıkmış. Hiç kimse sorumluluk almıyor, sınırsız üretimi olan bir dolar
var ve hiç kimse bunu kontrol etmiyor. Bundan en çok kim yararlanır? Amerika, tek
hamlede işi bitirmiştir. Nasıl bitirmiştir? Altın dolar standardındaki altın yerini petrol
almıştır. Amerika Birleşik Devletleri doğrudan petrol üretimini altınla eşdeğer
tutmuştur, petrolle doların arasındaki bağı kurmuştur. Bahsettiğim petrol krizleri de
ekonomiyi yeniden düzeltebilmek için 1985’lere kadar sürer. O yüzden dünyanın
petrole bağımlılığı, ithal petrole bağımlılığı, Orta Doğu Bölgesine %65 oranında
bağımlılığı, bunlar hep Amerikalıların uçaklarıyla, gemileriyle, askerlerle Hollywood
filmlerinde sürekli gördüğünüz, kafamıza empoze edilen; can siperane şeklinde Basra
Körfezi’nden bu iğrenç Arapların elinden kurtarılmış petrolü almak için Amerikalılar
orada ölmektedir.
“1 varil petrolün maliyeti bugün 110 dolar”
1 varil petrolün maliyeti bugün 110 dolar, Amerika Birleşik Devletlerine maliyeti 250
dolar. Niye? Çünkü oraya o kadar asker, o kadar uçak gemisi, o kadar ıvır zıvır askeri
harcama yapıyor da ondan. Bunun bedelini birisinin ödemesi lazım, bunu dünya
ekonomisi olarak finansal krizlerle, şunlarla bunlarla ödüyoruz işte. Amerika’yı bağlar
mı bağlamaz. Dünyadaki 40-45 tane mal piyasalarına bakın en önemli değişim aracı
ve ifade aracı nedir? Dolar. Petrol de aynısını yapmıştır. Petrolde istisnai olarak dolar
dışında para kabul edilmiştir. Saddam’ın asılmasının nedeni Saddam’ın ödemeleri
dolardan euroya çevrilmemesidir. Ahmedinejat’ta biliyorsunuz aynı şeyleri söyleyip
duruyor. O ne gün buna tamamen karar verirse onun da sonu o gün gelir. Yani
düşünün elinizde dolar gibi bir imkân var, Türkiye Cumhuriyeti olarak yarım varil
petrol almak için ne bileyim belki bu salon kadar sandalye üretmem gerekiyor değil
mi? Yani, ihracat yapmam lazım. Amerika için böyle bir şey geçerli mi? Yok. Arıyor,
biraz para bas diyor, basıyorlar. Bu kadar, maliyeti yok. Maliyeti bize. Karşılığı
olmayan dolarlar. Dünyanın en büyük borçlu ülkesi kim? Amerika Birleşik Devletleri.
Yani dünya GDBC yani 30-35 trilyon dolardır, 40 olsun hatırlamıyorum ama
Amerikan’ın borcu 10 trilyon doları geçti. Basıyor, sürekli basıyor.
“Hepinizin cebindeki dolar ABD’nin size borcudur”
Bütün enerji kaynaklarını, bütün temel mal piyasalarını, hepsinin tamamının
transection içinde future piyasalar, uzun vadeli dış borçlar buralara da bakacaksınız.
Uzun vadeli dış borçlar sürekli yeniden yapılandırılır tekrar dolar üzerinden devam
ettiği müddetçe dolara olan talebinizde devam edecek demektir. I owe you. “Sana
Borçluyum” demek. Hepinizin cebindeki dolar ABD’nin size borcudur, ama karşılığı
yok.
Niye bu kadar Büyük Orta Doğu Projesi çıkıyor? Neden bu coğrafyalarda bir sürü
ülkeler bir sürü olaylar oluyor; Arap Baharı falan. “Arap Baharı” diye bir şey olamaz;
12
çünkü Arapların baharı olamaz. Bunlar Haçlı Seferlerinden beri birbirlerini,
kardeşlerini, babalarını satmış bir ırktır. O adamların bir araya gelerek bir şey
yapması bahar, demokrasi falan filan bu hikâyedir. Tesadüf Atlantik’ten Pasifik’e 22
tane ülke Büyük Orta Doğu Projesi’nin içinde. Tesadüfen bunlarda uranyum, bakır,
petrol, doğalgaz var. Tesadüfen hepsi Müslümanlar. Ne yazık ki biz de içindeyiz, ne
benim görüşüm bu artık.
“20. yüzyıl petrol çağıydı, içinden bir pay alamadık”
Kıvrılmanın hiçbir âlemi yok. Buna uygun bir şey geliştirmek için de ayağımızın
altından halıyı çektiler petrol gitti. 20. yüzyıl petrol çağıydı, içinden bir pay alamadık.
Ne yazık ki askeri darbelerle belki daha yumuşak geçiş yapıp ihracata dayalı
ekonomiyle ekonomimize başka bir yerde tanımlayacakken, mesela Güney Kore gibi
yapabilirdik. Petrol fiyatlarındaki artışları yansıtmayıp bastırarak sonunda bizim
Süleyman Demirel’in dediği gibi oldu; 70 cente muhtaç hale geldik. Bir de sordular
petrol var da biz mi içtik dedi. Bizim mevzumuz bu. Hâlbuki o fiyatları gerçek
maliyetle yansıtmış olsaydık. Belki bambaşka sektörlere kayacaktı, makro
sektörlerden vazgeçecektik, mikro sektörlere yönelecektik. Belki biz herkesten daha
önce dondurulmuş gıdaya girecektik, belki herkesten daha önce bilgisayar parçalarını
biz üretiyor olacaktık gibi ama biz ne yaptık, darbe yaptık. Niye yaptık? İşte Ruslar
aşağıya iniyor, işte burada Amerikalı kardeşlerin Afganistan olayları şunlar bunlar
falan filan okursunuz, hepsi birbirine bağlı.
Sonuç olarak yakıt payları var
ben size hızlıca anlatırım sorun
değil. Dünyada günde 89 milyon
varil petrol tüketiliyor. Üretilen her
1 varil petrol için 40 varillik işlem
yapılıyor.
O
yüzden
o
piyasalardan patlaklar, çatlaklar
finansal
saçmalıklar
ondan.
Üretilmiş bir varil petrol var,
karşılığında 40 varillik hisse
senedi diyelim. Yani bu dünyada
dağıtılıyor. Bu işlemlerden çok
fazla para kazanıldığı için
Amerika Birleşik Devletleri tarafından future piyasalarda 3 milyon varil/gün sınır
getirildi. Günlük sadece petrol üstünden ticaretleri değiştirilen rakamda günlük 10
milyar doları buluyor. Dolayısıyla korkunç bir sektörden bahsediyoruz. Bu sektörün
kurtulması, bu sektörden başka bir boyuta taşınması, yeni enerji kaynaklarının
gelmesi tabii ki mümkün ama şöyle düşünün, bizim ordumuza da eski bir II. Dünya
Savaşı’nda kullanılmış gemceleri veriyorlar. Şimdi aynısı şöyle olacak: Eski petrol,
petrole dayalı, eski enerji kaynaklarına dayalı, eski paradigmalara dayalı bu teknoloji,
enerji ve ekonomi sistemini bize kakalıyorlar, kendilerini bir üst boyutta tanımlıyorlar.
Neyle tanımlıyorlar? Hidrojen çalışması yapıyorlar. Yakıt teknolojilerin değiştiriyorlar.
Elektrikle bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Nükleerde füzyon makineleri deniyorlar.
“Biz bunun neresinden yakalarız”, hep oraya bakarsam bir şey yakalaman zaten
mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti olarak mutlaka kendi de bir önlem almak
zorundasın.
13
“Türkiye’de Afşin Elbistan’dan başka yüksek fırın yok”
Kaynağın var mı? Evet, işte kömürüm var. Yani 14 milyar ton olduğu söyleniyor.
Linyit %50’si kötü durumda diyorlar ama bu yaklaşık 30 yıldır, ben işi okuyorum
yazıyorum. 30 yıldır kötü durumda diyorlar. 30 yıldır şûralarda diyorlar ki temiz kömür
teknolojileri var, acaba bir tane heyet temiz kömür teknolojileri görmeye gitmiş mi?
Koskoca Türkiye’de Afşin Elbistan’dan başka yüksek fırın yok, o da B ünitesinde.
Bunlar utanılacak ve ağlanacak şeyler. Mesela Ceyhan’ın Rotterdam olması yazan
benim, bana ait. Ama ben bunu yazarken nominal anlamda olalım demedim. Yani
Rotterdam’ın gerçekten Rotterdam olması, nedir bu? Yanına rafinerisini, petrokimya
tesisini, oraya bir borsa kuracaksın.
Türkiye’ye gelen bütün petrolleri sen birleştirip bir Turkish Bland yapacaksın, oradan
dünya piyasasını sen belirleyeceksin falan. Yoksa geçiş ülkesi, şudur budur falan
diyoruz ya Türkiye Cumhuriyeti’nden 60-70 milyar dolar petrol gitse ve bizde buna el
sallasak, bunun benim çocuğuma ne faydası var? Ben bir şey çıkartabiliyor muyum
yoksa çıkartamıyorum. Önemli olan bu dengeleri iyi tutmamanız. Bu kritik yatırımların
Türkiye Cumhuriyeti’nden geçmesini sağlayacaksınız. Daha sonra bizim
sanayileşmemizin önüne engellerin kaldırılması için müzakere masasında bunu
kullanacaksınız, özeti budur.
Musluğun başına geçeceksin ve her zaman sen elinde tutup gerekirse kısacaksın,
Yapabiliyorsan. Bunun karşılığında ne alacaksın, karşı olanınız vardır bilmiyorum
ama nükleer enerjiyle bir şeyler yapman lazım, ama bu bahsettiğim şey başkasından
teknoloji al değil, ben önümüzdeki 30 yıllık perspektiften bahsediyorum. Bizim 9.200
ton uranyumumuz var. 380 bin ton toryumumuz var, her ne kadar envanterinin tam
yapılmadığı söylense de; çünkü toryumlar Eskişehir civarındadır ve envanter
yapmaya giden profesörler nedir sizin raporlarınız diye sorduğunda: “Hocam daha
raporları tamamlayamadık ama şu tepeden şu tepeye toryum” falan denilen bir
ülkede yaşıyoruz. Yani ciddiyetsizliğin diz boyu olduğu bir yerdeyiz. Toryum
rezervlerini değerlendir. Dünyada toryum yakan santral yok, bir tek Hintliler deniyor
şu anda Kamini diye bir reaktör, Ruslarda da var toryum. İlk önce dön Avrupa
Birliği’ne güle güle de, tekrar dön Doğu’ya al toryum yapan santralini geliştir.
HAYTEK ürün satamadığın müddetçe hiçbir şey yapamaz. Enerjiyle bunun hiç
bağlantısı yok, hiçbir şey yapamazsın. HAYTEK çok büyük paralar kazanacağın
ürünler yaratmadığın müddetçe, yani iki tane armut, dört tane fındık sat ama bir şey
olması zaten mümkün değil
Üniversitelerini, TÜBİTAK’ını, bilim ve sanayi politikanı buna göre dizayn edeceksin.
Önümüzdeki 30 yılı yiyeceksin. Toryum yapan üstünde “Made İn Turkey” yazan
nükleer santraller geliştireceksin. Hem teknolojiyi satacaksın hem de 380 bin ton
dünyanın bir numarası olan rezervleri satacaksın, bu basit uygulanabilir. Bunun için
çalışan insanlardan ne yazık ki dört tanesini Isparta’da düşen uçakta kaybettik. Ölen
hocalarımız toryumu çalışıyorlardı. Yani toryum santrali, toryum tipi reaktörlerle
deniyorlardı.
14
“20. yüzyılı bir film seyreder gibi seyretmişiz”
Şimdi biz tekrar petrole dönelim. Oyunu kaybetmişiz. 20. yüzyılda hiçbir şeye
yönlendirmemiş, ne yazık ki bir askeri darbeyle belki exportla dünyada çok da farklı
bir yerde olacakken olamamışız, petrolü bir türlü anlayamamışız. Oturmuşuz çekirdek
elimizde bütün 20. yüzyılı bir film seyreder gibi seyretmişiz. Artık o film bitti. Ben
elime çekirdeği alayım, en ön sıraya oturayım dersen bu perdeyi kafana yıkarlar, o
yüzden hazır olman gerekiyor. Hazır olmakta böyle saçma sapan işler yapmakla
olmaz.
Türkiye ekonomisine, gencine güveneceksin, ben İTÜ’de ders veriyorum. Adamın iki
tane dili var, master yapmış, İTÜ’den mezun İnşaat Mühendisi çocuklar, İstanbul’da
aldıkları maaş 2.500 euro. Bu adamlar nereye gidiyor, Malezya’ya oraya buraya. Yani
niye gidiyorlar? Neden? Bunun planlaması çok mu zor? İşte koyarsın bir hedef, ben
bir tane koyuyorum bedavadan; Toryum. Buna göre dizayn et o zaman bütün
üniversitelerini, aldığın öğrencileri, oraya verdiğin parayı, Ar-Ge harcamalarını.
Utanılacak derecede Ar-Ge harcamalarına sahibiz.
Güney Kore’nin yıllık GDP’den Ar-ge’ye ayırdığı para %5 ila %8 arasında. Bundan 5
yıl öncesine kadar biz daha önce %1’e bile yaklaşamadık binde 5 falandı. Enerji ArGe’si de binde 5’in binde 5’i falandı. Yani enerji Ar-Ge’si adı altında verilen Ar-Ge’yle
bütçeyle laboratuar malzemesi almanız mümkün değildi, öyle söyleyeyim.
Dolayısıyla yapısal sorunlarımız. Bizim insan kaynağımız, üniversitelerimiz, elimizde
var olanı kullanma kapasitemizde var, yani “helva yapsana” diyesi geliyor, insanın.
Ama sizin hâlâ oyunun içinde olmayıp da hâlâ ithalata bağımlı, cari açığıyla,
ekonomisiyle idare eden, sıcak para girişi çıkışıyla, ekonomisi yükselen alçalan bir
ülke olmaya mı devam edeceksiniz, yoksa gerçekten bir sanayileşme hamlesi içine
mi gireceksiniz? Bende diyorum ki boru hatları, petrol ve doğalgaz üzgünüm bizde
göreceğiz, çocuklarımızda görecek en az 100 yıl daha bizlerle beraber. Kyoto
Protokolü falan hikâyedir, hiçbir şey değildir. Kyoto Protokolü. Niye diyeceksiniz,
söyleyeyim. Ben Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da çalıştım.
Benim bu dediklerim orada da yazıyor. 2020 yılında Çin ve Hindistan ki ayırmadan
söyleyeyim, copy right bana ait, Çin, Hindistan iki ülke 2.3 milyar insan orada olacak,
2020’de dünya karbondioksit emisyonun %26’sı bu iki ülkeden kaynaklanacak. Peki,
bunların imzası var mı Kyoto’da? Yok. Amerika’nın var mı? Yok. %45 kömürden
elektrik üreten bir ülkeden bahsediyoruz, Amerika’dan. Japonya’nın var mı? Yok.
Kirleten kirletene her taraftan. Ne geliştirdiler bunun yerine? “Emmission Trading
Mechanism” tam pragmatik Amerikan sisteminin tamamen ruhunu yansıtan bir şey.
Nedir bu? Kirlilik global olduğuna göre biz bunun üstünden hesaplama yapalım.
Nasıl? Enerji tüketim portföyünüze bakalım, eğer enerjinin payı, mesela petrol,
kömür, doğalgaz, hidro, yenilenebilir, nükleer… vs. eğer orada daha az emisyona yol
açan enerji kaynaklarını kullanıyorsanız, sizin dünyayı daha fazla kirletme hakkınız
da çıkar. Avrupa Birliği’nin apar topar Doğu Bloğu ülkelerini niye aldığını
zannediyorsunuz? Neden yani, beş para etmez adamlar çok.
Mesela Bulgaristan, Romanya sefiller, Macaristan, orada da geçti benim hayatım,
toplam ülkede beş tane fabrika var. Yol yok, ilk içeriye giriyorsunuz, sınırdan 200 km
tavuk var sadece, insan bile yok. Hepsi İtalya’da kaçak çalışmaya gitmiş. Bulgaristan,
Romanya öyle, sadece bir Bükreş var. Onu da Avrupalılar gelirken hemen sabunlarla
15
binaları yıkıyorlar. Avrupalıları oradan geçiriyorlar. Ama onlar oradalar, biz değil
dikkatinizi çekerim. Bunları aldılar. Niye aldılar? Çünkü Doğu Blok ülkeleri olduğu için
ve Rusya sistemi içinde oldukları için ve Rusya tamamen gaza dâhil bir sistem
geliştirdiği için. Onlardan yararlanmak, taahhütlere uymayan Avrupa Birliği ülkelerini
kurtarmak için de Avrupa Birliği’nin buraya dâhil edildiğini düşünüyorum, Bulgaristan,
Romanya, Macaristan kim geldiyse sonradan gelenler. Siz ki Amerika Birleşik
Devletlerisiniz. Bu sistemi sürdürmek istiyorsunuz. Hangi sistemi? Bir tane kocaman
bir evim olsun; 10 odalı, 5 çocuğum, 6 tane arabam olsun iyi benzin yiyenlerden
böyle, hiç değiştirmeyeyim ben tarzımı, tüketimin mabediyim ben, bana dokunmayın
ben tüketeyim yani.
Böyle bana galonu 5 dolar diye bir şeyler söylemeyin, ben galonu 90 centen çıktım
ona göre bir hayat yaşamam lazım. O yüzden ben bu hayatı sürdürmek istediğim için
senin kirletme hakkını ben alıyorum. Al bu da paran. O yüzden Rusya’yla Amerika bir
ara çok yanaştılar; çünkü Rusya hiçbir şey satmasa 2027 yılına kadar yılda sadece
emisyonlarını satarak 50 milyar dolar kazanır. Aynısı Doğu Blok ülkeleri içinde
geçerlidir. O yüzden Rusya Amerika’yı sıkıştırmak için koyuyor ama zaten biliyor
mekanizmaların içinde en önemli ülke Rusya 50 trilyon metre küp gaz rezervi var.
Enerji tüketiminde doğalgazın payı %60’a dayandı, yani %55 %57 civarında şu anda
en rahat o.
Bugün burada bunları konuşmakla fayda olacağını düşünüyorum; çünkü tamamı
birbirinin içinde. Yani mesela bir şeye bağlı olarak reddediyorsam yani büyüklük
olarak yerine bir şey koymam lazım. Mesela Green Peace, biz Bakü Ceyhan’ı
yaparken konuşuyoruz, Bakü Ceyhan’ı anlatıyoruz. Yani modern dünyanın batı
dünyasının kuzey denizindeki rezervleri bitiyor. Orta Doğu sorunlu bir alan, yeni alan
bulmak lazım, neresi burası? Hazar, yıllardır bilinen. 19. yüzyıldan hatta Marco
Polo’dan Evliyâ Çelebi’den beri bilinen yerler. Ne diyor size Green Peace? “Biz
hidrokarbon üretimine karşıyız” diyor. Şimdi yani hidrokarbon üretimine karşı olduğun
zaman Adem’le Havva gibi gezmen lazım. Yani şu anda bile hepinizin üstünde 20-30
tane petrol ve benzeri ürün var. Ne kullanıyorsun sen? Plastik iplik boyası, bilmem
ne, kaleminiz şu bu yani ben dünyayı kirletelim, bitirelim demiyorum, çok farklı
şeylerden bahsediyorum.
Sonra çıkıp da bütün dünya elektriğinin %15’ini rüzgârdan üreteceğiz falan, yani bu
kadar hani uçmamak lazım. Potansiyel başka bir şey her ülkenin yapacağı katkı
başka bir şey. Danimarka, Hollanda için geçerli olabilir ama senin için geçerli
olmayabilir.
Mesela biliyor musunuz? 500 megawattlık rüzgâr enerjisi için 500 tane 1 megawattlık
büyük şeylerden koyuyorsunuz. Kuşların göç yollarını değiştiriyor, yaptığı gürültü
kirliliğinin haddi hesabı yok. Hani bir şey yapmak lazım, evet. Yenilenebilir enerji
kaynağı çok önemlidir, ama ben bunun yerine küçük bir şeyden 5 megawatt alacağım
diye uğraşacağıma enerji verimliliğine yatırım yapılmasını, tasarruf edilmesini,
binaların yalıtılmasını tercih ederim. Şunu demeye çalışıyorum: Kömür 100 birim,
petrol 75 birim, doğalgaz 50 birim, yani kömürle karşılaştırdığınızda %50 daha az
karbon dioksit emisyonuna yol açar.
Bu yüzyıl doğalgazın yüzyılı olacak. Nükleerdeki felaketler nükleer enerjide belli bir
durgunluğu getirse de kapananların yerine yenileri zaten açılıyor, şu anda dünyada
440’a yakın santral faaliyette. Bizim de nükleer enerjide çok akıllı hareket etmemiz
16
lazım. Bende sizinle aynı kaygıları paylaşıyorum; çünkü eğitimsiz bir toplumda
nükleer enerjinin tamamen bir felaket olduğunu düşünüyorum. Sadece şunu
unutmayın yani TÜBİTAK’a bağlı Marmara Araştırma Enstitüsü’nde tümüyle
radyasyon olmuş, radyasyonlu atık. Adamlar ne yaptılar biliyor musunuz? Çöpe
çıplak elle götürdüler. Adamın iki kolu gitti, 5 gün sonra da öldü, böyle bir yerdeyiz. O
yüzden dünyanın en iyi teknolojisi geri plandadır ve eğitim altyapısının uygunluğu çok
önemli. Biliyorsunuz bize bir şey olmaz “Türk’üz”, hiçbir şey olmaz. Tabii birde
eskiden Devlet Planlama Teşkilâtı’mız vardı, önemli bir şeydi, kimse pek anlamadı, 3.
Plan dâhilinde rahmetli oldu.
“Bu coğrafyada kimse eceliyle ölmüyor”
Şu andan itibaren devletimizde ve ülkemizde ne yazık ki “ma” eki olumsuz anlamıyla
kullanılır. Danışmaya gidersiniz, soru sorarsınız cevap alabileniniz var mı? Ama
yanlış oluyor, “danışma” diyor sen de gidip danışıyorsun. Devlet Planlama Teşkilâtı,
planlamıyor işte adam niye zorluyorsun. Saat döner, senin de yapabileceğin bir şey
yoktur. Bu felsefeyle Türkiye’nin gidebileceği hiçbir yer yoktur, hele bu coğrafyada.
Bu coğrafyada kimse eceliyle ölmüyor. Bakü Ceyhan’ı yaparken biz BOTAŞ olarak
petrole bağımlıyız. Türkiye olarak da bağımlıyız, yani yıllık 32 milyon ton petrol ithal
ediyoruz. Bu günde 600 bin varil yapar. Dünya kanıtlanmış petrol ve doğalgaz
rezervlerinin Rusya’yı da koyduğunuz zaman %70’ne komşuyuz. Bu kadar acayip
coğrafyada oturup bunu çeşitlendiremiyorsan sadece sende bir sorun yok demektir,
yani politik bir sürü müdahaleler vardır. Mesela İran sistemden tamamen kopuk.
Dünyanın ikinci en büyük doğalgaz rezervlerine sahip, en büyük petrol rezervlerinden
birisine sahip ama ben onlarla iş yapamıyorum. Topu topu 10 milyar m3’lük bir boru
hattı yaptık. O gaz da İran gazı diye Türkmenistan’dan geliyor.
Biz bunu, geleceğimizi dizayn etmeye çalışırken; çünkü öyle ya da böyle bu petrol,
doğalgaz ithalatımız devam edecek ama en azından benim bulunduğum dönemde
bizim ekibimiz bunu hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin ithalatının devamlılığı
algılamayıp Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazar’da ve Orta Doğu’daki petrol ve doğalgaz
sahalarında payı olması gerektiğini, taşımak ve buna el sallamak bizim bir işimizin
olmayacağını, aynı zamanda ticarette de aktif olması gerektiğini savunduk.
17
Bütün projeler tamamen buna dayanmıştır. Mesela ben bir sürü televizyon
programına çıkıyorum, daha önce de çok çıktım ve söyledim, makalelerim de yazdım;
İran’dan petrol alıyoruz, ithalatımızın %30’u İran’a bağımlıyız. Birleşmiş Milletler
İran’dan petrol almayacaksın diyor. Sende dönüp Amerika’ya diyorsun ki ne
yapacağım, o zaman bana yardım et. Şimdi komedi filmi. Niye komedi filmi?
Bakü- Tiflis-Ceyhan’ı yapmışım, günde 1 milyon varil petrol geliyor. Türkiye
Cumhuriyeti Bakü-Ceyhan’dan ne kadar petrol alıyor biliyor musunuz? Sıfır. Niye?
Bilmem. Ben 1997’de müsteşara yazmıştım
50 milyon ton varil Bakü-Tiflis-Ceyhan, 15 milyon tonun yarısının Bakü petrolünden
olmasını istemiştik. İthalatımızda bugünler için öngördüğümüz doğru tutmuş; 32
milyon ton, biz 30 milyon ton öngörmüştük. Hem orada hissemiz var hem de daha
düşük fiyatla niye almıyoruz. Biz Süveyş’i geçen ithalat yaptığımız müddetçe 14
günlük nalbur ödemeye devam ederiz. Bakü petrolü sabah 07:00’de basıldığında
akşam 07:00’de Kırıkkale rafinerisinde oluyor. Yani nalbur ödemiyorsun, bir günde
geliyor. Hiçbir şey olmasa bile seni 14 günlük nalburdan kurtarıyor. Bunlar görülmedi,
şu anda ne yapsak İran petrolü alamıyoruz, Ruslara yalvarıyoruz.
Topraklarımızdan bir Bakü-Ceyhan geçiyor. Bunun için BOTAŞ bugünkü hallere
düştü, her türlü bedeli BOTAŞ’a ödettiler ama TPA’nın orada %6.75 hissesi var
petrolümüzde ve biz oradan petrol almıyoruz. Biz bunun için Bakü-Ceyhan yapmışız.
Hayatımın sekiz buçuk yıl orada geçti de ondan söylüyorum. Biz tabii Bakü- Ceyhan’ı
yaparken birde şöyle düşünün, 1992’de başlamış bir proje, bir taraftan Rusya diyor ki
“Hiçbir şekilde vermem, Orta Asya’dan bir tane bile kıl kopartmam.”
Bir taraftan biz Amerika’yla daha böyle şey içindeyiz “Doğu Batı Enerji Koridoru”, işte
ikiz kardeşler yapacağız. Hazar’dan kardeşlerden Kazak ve Azer petrolü
Türkmenlerden de gazı yanına getireceğiz. Türkmenlerde de çok gaz var. Böylece
Doğu Batı enerji koridoru, petrol ve doğalgaz boru hatlarıyla örülmüş olacak.
Düşünün boru hatlarıyla ülkelerin sınırlarını belirliyorsunuz, bundan sonraki 30-40
yıllık ilişkilerini belirliyorsunuz. Boru hatları bu yüzden çok önemli. Reel politiğin bire
bir parçasıdır.
“BOTAŞ olarak her zaman hep boğazları öne çıkartmaya çalıştık”
Biz tabii raporlara bakıp çıkardığımızda, biliyorsunuz bizim en handikap yerimiz Türk
boğazlarıdır. Biz BOTAŞ olarak her zaman hep boğazları öne çıkartmaya çalıştık.
Bizi “Siz işte sadece boğazları kullanarak Bakü-Ceyhan yapılmasını istiyorsunuz”
diye çok suçladılar. Bakü-Ceyhan’da 8 tane seçenek vardı, biz en sonuncuyduk.
İran’da yapılacak ihracat bile bizim üstümüzdeydi. İngilizler rapor hazırlamışlar o
zaman işte Kürşad Bey ve ben filan oturup çalışıp buna bir kağıt rapor hazırlayıp
kendi fizibilitemizi yaptık. Daha sonra Dünya Bankası’ndan 5 milyon dolar alıp çok
kapsamlı fizibilite yaptık. Ama bizim ekibin kendi imkânlarıyla yaptığı fizibiliteden
sadece 20 milyon dolar oynadı, yani bize para vermediler, biz yaptık. Sonra tanker
hesaplamalarını yaptık. Bizim tanker hesaplamalarımız daha sonra İsrail’le su
satılacakken DSİ tarafından falan da onaylandı. Bakü-Ceyhan en uzun boru hattıydı
ve orada Nobel döneminden kalma bir boru hattı vardı; Gürcistan üzerinden gitsin,
Gürcistan’dan Karadeniz’e gelsin, Karadeniz’den geçip, boğazlar bedava ya, giderler.
Nasıl olsa maliyeti yok.
18
Türkiye “Total Transformation Cost” diye bir şey çıkardı. Dedi ki bunu oradan boru
hattıyla buraya getirdin. Bakü-Ceyhan en uzun 1.776 km, Bakü’den Ceyhan’a. Fakat
yolda hiçbir yerde durmuyorsun. Yani getiriyorsun dünyanın en büyük 365 gün
çalıştırabildiğin bir terminalinde yükleme yapıyorsun ve dünyanın en büyük
tankerlerini kabul eden bir yerdesin. 24 saat çalışabiliyor, kapasitesi korkunçtur,
merak edenler görmeye gidebilirler, hala çok etkileyicidir. Aslında biliyorsunuz Irak
petrolleri için kurulmuş BOTAŞ’ı başlatan yer burası yani Kerkük petrolleri ama biz
Bakü-Ceyhan için de kullandık; çünkü alan çok büyüktü.
Öbür projelere bakıyorsunuz. Bakü-Supsa Gürcistan üzerinden gidiyor. Oradan
Karadeniz’e gidiyorsun. Biz boğazlardan dolayı itiraz ettiğimiz için “By-Pass Projeleri”
diye bir şey geliştirdiler. Bu By-Pass Projeleri İle Burgaz-Dürre, Burgaz-Dedeağaç bir
de İtalya’ya giden Köstence-Trieste boru hattı yaptılar.
Biz dedik ki onlarla karşılaştırılmaz. Bakü-Ceyhan petrol boru hattına bir kere biniyor,
iniyor tankere biniyor; Rotterdam’a, Lavera’ya, Avusturya’ya gidiyor. Öbürü boruyla
Karadeniz’e geliyor, tanker geliyor. Tanker bunu alıyor, Karadeniz’de biz tankere de
karşıyız. Karadeniz’de 200 m altında oksijen yok, sadece 40 millik alanda hayat var,
rahmetli olmuş bir deniz zaten, getiriyorsun tekrar Balkanlara Romanya veya
Bulgaristan’a tankerden indiriyorsun, bu oraya bir terminal yapman demek. Ondan
sonra oradan bir tane daha Ege’ye veya Adriyatik’e boru hattı yapıyorsun. Boru
hattıyla gidiyor, orada gene gelip bir tanker alıyor Rotterdam’a, Lavera’ya götürüyor.
Biz buradan bir hesaplama yaptık. 50 cent civarında varil başına bir zamanlar karşı
çıktık, o yüzden Bakü-Tiflis-Ceyhan oldu. Kimsenin kıyağı filan değildir Türkiye
Cumhuriyeti’nin insanlarının kıyağıdır. BOTAŞ çok eziyet çekti; çünkü Azerileri ve
Gürcüleri özellikle Gürcüleri kendi projelerinden vazgeçirtmek için belli bedeller
ödendi. Bunun büyük bedelini de BOTAŞ’ın hazineden adını alacağı paralarla
görürsünüz, sabittir 55 cent-80 cent civarındadır ama mesele diğer projelerde diğer
19
normal boru hatlarında her yıl enflasyona göre arttırarak gidersiniz. Bizde öyle bir şey
yok, 30-40 yıl boyunca sabit.
BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN (BTC) BORU HATTI GÜZERGÂHI
Bakü-Ceyhan güzergâhını da
göstermiş
olayım
size.
Bu
Samsun-Ceyhan bizim en son
BOTAŞ’tan
ayrılmadan
önce
uğraştığımız projeydi. Belirli bir
aşamaya
getirdik.
Ruslar
Novorossisk
limanına
Kazakistan’dan petrol getiriyorlardı
ve Türk boğazları için çok ciddi bir
tehditti. Şöyle düşünün 2010
yılında 120 milyon ton ekstra
petrol Türk boğazlarını zorlayacak
şekilde Karadeniz’e çıkacaktı.
Bakü-Ceyhan bunun sadece 50
milyon tonunu alırdı, kalan 70 milyon ton Rusların, CPC’nin, Samsun-Ceyhan’ı
geliştirme nedenimiz o. Amacımız Samsun’la Novorossisk arasına şatıl yapacak iki
üç tane tanker koyup o petrol hiç Karadeniz’de hareket etmeden ve boğazlardan
geçmeden doğrudan Samsun’a gelmesini sağlamaktı. Tesadüftür o da 70 milyon ton
civarındaydı, kapasitesini öyle dizayn etmiştik. Yani Ceyhan’ı Rotterdam’a
dönüştürmenin ayağı olarak gördüğümüzü de söylemiştik. Fakat Ruslar biliyorsunuz
bedava boğazlarla içinden para istenen bir projeyi pek beğenmediler.
20
Bir de bu yeni dönem gereği olarak tercihli bir özel sektör şirketine bizim projemiz
resmen gasp edilerek verildi. Benim ve arkadaşlarımın bir buçuk yıllık emeğini bir
gecede alıp bir özel şirkete aynen fizibilitesi filan dâhil hepsini götürüp hediye ettiler.
Ne oldu? Ben bu projeyi 2005’te bıraktım, o günden bugüne özel sektör yürütüyor bu
Samsun-Ceyhan projesini. Aqua park bile yapamadılar. Ben de o zaman dalga
geçiyordum. Diyorum ki: “Madem bir şey beceremediniz, o zaman hiç olmazsa Rus
turistleri almak için Samsun’dan Ceyhan’a kadar bir aqua park yapın da bari insanlar
kayarak oradan denize insinler.
Şimdi Bakü-Ceyhan’ı yaptıktan sonra en önemli şeylerden birisi doğalgazı
yapabilmekti. Ben Bakü-Ceyhan’dan sonra 2001 yılında daire Başkanı olarak
Stratejik Kurumu Uluslararası Proje Daire Başkanlığına atandım. Doğalgazla bir
şeyler yapılabilir mi acaba diye. O zaman ilk projemiz 1999’da katıldığımız bir şeyden
sonra ortaya çıktı. İlk defa Fransızlar ve Yunanlılar Türkiye üzerinden gaz istiyorlardı.
Tabii yeni araştırmalar yapman gerekiyor. Şimdi öyle bir dönemde daire başkanı
olduk ki Avrupa’da hem bir nükleerde donma dönemi var, hem bizimle AB ilişkileri
yürütüyorlar; fakat suratımıza bakmıyorlar. Dedik ki Avrupa Birliği’ni Türkiye’yi almaya
ve kabul etmeye zorlayacak en önemli alan enerji.
Hedefimiz şuydu: Avrupa Birliği’nin en azından doğalgaz ithalatının %15’i Türkiye
üzerinden gitmeli. Bunu becerirsen Avrupa Birliği enerji politikalarının içinde çok aktif
bir yere gelmiş oluyorsun.
Asıl çıkış noktamız buydu. İlk projemizi imzaladık. Nasıl imzaladık o da bayağı ayrı
bir hikâyedir. Yunanlılar hep bizden biliyorsunuz çekindiler, korktular. El atmak
istemediler. İnogate diye bir program vardı, o kapsamda konuşuyorduk. 2 yıl boyunca
hiç gelmediler, ilgilenmediler. Sonra bir gün genel müdürle otururken dedim ki
Bulgaristan üzerinden de bir tane güzergah açalım, Yunanlılar bir türlü bizimle
antlaşma imzalamıyorlar. Ondan sonra kararlaştırdık işte ben o zaman 33
yaşındaydım. Oturduk gencecik adamlar kurtların ortasına gideceğiz. 30 yıldır 50
yıldır gaz kullanan ülkelere biz de bir boru hattı getiriyoruz, kabul edin diyeceğiz. Ben
33 yaşındayım, Emre 34 yaşında, iki kişiyiz bölümüm evrakçım ve sekreterim dâhil
beş kişi. Ondan sonra yola çıktık. İlk önce Romanya’ya gittik, ayrı bir hikâye benim
21
internette “Nabucco Yol Hikâyeleri” diye makalem var okursunuz. Bir tane yazdım
çok heyecanlı bir hikâyeydi.
Romanlara ve Bulgarlara Karma Ekonomik Komisyon kapsamında Gazprom’dan
gelen mevcut boru hattını tersine çevrilmesini teklif ettik. Yani kompresörleri yerini
değiştirdik. Aşağıdan yukarıya Hazar’la Orta Doğu gazı basalım diye. Çok hoşlarına
gitti ama hakların sahipleri Gazprom’da olduğu için tabii bunlar olmadı.
İkinci alternatif bir tane yeni boru hattı çizdik; Türkiye sınırlarından başlıyor
Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya’ya kadar gidiyor. Avusturya’da
Baumgarten'e diye bir yer var. Bütün Rus gazının toplandığı yer, oradan bütün
Avrupa’ya, Almanya’ya, Fransa ve İtalya’ya dağılıyor. Oraya da gidelim bari dedik,
orayı çizdik yanımıza aldık. Pek suratımıza bakmadılar, kendi düzeyimizde adamlarla
buluştuk ama biz döndükten sonra üç ayrı strateji toplantısı yapıp ne kadar önemli iş
verdiğimizi şey yapmışlar. Bu 2002 yılında 9 günlük bir seyahatti. Bizim seyahatten
10 gün sonra bugün Nabucco adıyla bildiğimiz proje Avrupa Birliği’nin önemli
projelerinden birisi haline geldi. Bizim seyahatten bir buçuk ay sonra da iki buçuk
yıldır imzalanmayan Yunanlılar tıpkı beklediğimiz gibi gelip tıpış tıpış imzaladılar hem
de BOTAŞ’la Gaz Alım Sözleşmesi imzaladılar. Yani iki proje birbirini iteklemiş oldu.
“Nabucco aslında 9 Ekim’de imzalanacaktı”
Nabucco’nun hikâyesini anlatayım. Nabucco aslında 9 Ekim’de imzalanacaktı. Ama
benim evlilik yıldönümüm 11 Ekim’di ve eşimi de yemeğe götürdüm. O yüzden 11
Ekim’de imzalanmasını istedim ve 11 Ekim’de imzalandı. 10 Ekim gecesi bütün
parafları attık, yaklaşık 20 kişi falanız, beş tane şirketten tam çıkacağız akşam saati
19:00 Nabucco’nun Avusturya genel müdürü hepimize opera bileti verdi. Viyana
trafiğini gidenler bilir, rezalettir o saatlerde; çünkü orada aktif bir hayat var, herkes bir
tarafa gidiyor. Opera binasına gittik. İçeriye zar zor girdik, perdeler kapanmıştı.,
daldık içeriye tam Türk, Balkan usulü oldu. Oturduk çok güzel bir yer, gidenlere
tavsiye ederim, mutlaka seyretsinler. Üç dilde oradaki operayı okursunuz yani
perdenin arkasında takip ediyorsunuz ne söylendiğini ne dendiğini. Çok yorgunduk,
dinledik güzeldi, Nabuco’nun aryaları iyidir. Ondan sonra döndük ertesi gün imza
atıldı. İmza töreninde ben parmak kaldırdım. Böyle dedim proje ismi olmaz. Ne bu
dedim “Türkiye Bulgaristan Romanya Macaristan Avusturya Doğalgaz Boru Hattı
Projesi”, yani İngilizcesi de uzun Arapçası da uzun Türkçesi de uzun. Buna bir nick
name bulalım, bir şey bulalım ne koysak ne koysak ben “NG5” olsun dedim. Yani
doğalgaz “Natural Gas Fife” beş ülkeyiz, beş şirketiz. Şimdi genel müdür olan bir
arkadaşım var, dedi ki bıktık artık bu teknik isimlerden, biz neredeyiz şu anda,.
Viyana’dayız. Neresi burası? Klasik müzik şehri. Dün gece ne yaptık hep beraber?
Opera seyrettik. Neydi adı? Nabucco. Haydi adını Nabucco koyalım dedi, koydu. Adı
Nabucco oldu. Ama bunu Avrupa Birliği’ndeki ileri zekâlılar şöyle yaptılar: Türkiye’nin
önemini küçültmek içindir; çünkü bunların tamamı kendinizi önemsiz hissedin diye
yapılır.
Yıllarca Türkiye bir sürü proje geliştirdi görüyorsunuz. Türkmen gazı için geliştirdik,
Azeri gazı için geliştirdik, petrol için geliştirdik, hepsini Avrupa Birliği’ne sunmaya
çalıştıkça Avrupa Birliği hep bizi son noktaya kadar görmezden geldi. Nabucco’yu da
görmezden geldi. Bugün Nabucco ölüyorsa Avrupa zamanında yaşatmayı
beceremediği içindir, zamanında destek atmadığı içindir, zamanında bununla ilgili
şeyler yapmadığı içindir.
22
2005 yılında bir makale okuyorum, bizim petrolcülerin sevdiği bir dergi vardır. Bir
baktım oraya birisi Nabucco’nun tarihini yazmış. Okudum şöyle olmuş: Avrupa Birliği
Parlamentosunda Brüksel’de enerji toplantısı olmuş, sonra böyle 15 tane parlamenter
çok sıkılmışlar; çünkü işte Ukrayna’yla gaz savaşları başlamış. Avrupa’ya gaz
gidemiyor bilmem ne sıkılmışlar, bunlar gitmişler orada parlamentonun içinde çok
güzel bir cafe var. Orada kahve içmişler, kahve içerken iki tanesi üç tanesi demiş ki
yok kardeşim böyle olmayacak. Yani Ruslarla bu kadar devam edemeyiz. Yani
Avrupa’ya yeni bir boru hattı lazım, bu da Hazar’a falan gelsin. Üstelik Türkiye’yi
geçsin olur demişler, adını da Nabucco koyalım demişler. O editöre yazdığım mektup
biraz ağır oldu galiba hâlâ cevap alamadım, yedi yıl kadar oldu. Hâlâ cevap gelmedi.
Niye? Bu projeyi BOTAŞ’ın ve Türkiye’nin yaptığı görmek istemiyorlar da ondan. Biz
olmasak o proje yoktu, yaratan da üreten de biziz. Devamını getiremeyen kim?
Avrupa Birliği. Niye? Avrupa Birliği’nin ortak dış enerji politikası olmadığı için. Bakınız
Stratejik Paper çıkardılar, Green Paper çıkardılar. Seni görmezden gelmiş, hiçbir
politika uygulaması yok. Mesela size bir şey göstereyim: Bunu benim öğrencim
gönderdi. 2005 Eylül ayı Avrupa Birliği’ne yani katılanlar olmuş.
Rusların elinde Rus gazına bağımlılıktan inliyorlar. Avrupa Birliği gitti ne imzaladı
Shröeder ve Putin, yani Baltık Denizi’ni geçen, şu anda benim çalıştığım şirketin
sahibi olduğu boru hattı projesini 2005’de imzaladılar. Ben çok ağır bir yazı yazdım,
Avrupa Birliği’ni çiftte standartla suçladım; çünkü bu II. Dünya Savaşı’nda meşhur
Ribbentrop Molotov Paktı vardır. Duymayanlar araştırabilir? Nazilerle, Ruslar
savaşmadan Baltık’ı bölüşelim, sen bana savaş açma ben sana savaş açmayayım.
Yani bugün molotov kokteyline adını veren adam aynı zamanda. O pakta benzettik
onu. Bütün Polonya ve sonradan girenler. Bu ne demek? Avrupa Birliği’nin
parçasısınız; fakat ortak dış enerji politikanız yok, ithalatta Ruslara bağımlısınız,
bunlarla mücadele edip bütün
Avrupa Birliği’nin işine yarayacak
bir sistem kuracağınıza ne
yapıyorsunuz? Avrupa Birliği’nin
en büyük ülkeleri olarak İtalya,
Almanya bilmem neler milletlerle
antlaşmaları
30-35
yıllığına
tamamlıyorsunuz.
Avrupa
Birliği’nin geriye kalanı ne olmuş?
Çöpe. Bütün mevzu oydu, zaten
Polonya’ya benim gönderdiğim
öğrenciydi, Bu Polonya dergisi.
“Avrupa Birliği sadece 10 tane ülkenin golf kulübüne dönüşüyor”
O zaman ne olmuş oluyor? Dışlanmış oluyorsunuz, Avrupa Birliği sadece 10 tane
ülkenin golf kulübüne dönüşüyor. Avrupa Birliği bugün eurodan çatırdıyor. Çatırdıyor.
Portekiz sallantı da, İspanya sallantı da, Yunanistan zaten yıllarca bize karşı tetikçi
olarak kullanılmış. Bu tetikçiliğinin karşılığını 104 milyar euro borcunu silerek ödediler
ve hâlâ 350 milyar euro borçları var. Yunanistan’da ben before ve after resimlerini
çok iyi bildiğim için Avrupa birliği paralarının nerelerde kullanıldığını çok iyi biliyorum.
Hiçbirisi üretken yatırımlarda kullanılmadı. Hiçbirisi üretken yatırıma dönmedi. Avrupa
Birliği fonlarıyla yollar yaptılar, belediye binalarını boyadılar, bütün Atina’yı boyadılar,
23
bütün altyapıyı, bütün belediyeleri ihya ettiler ama ne yazık ki üretim sistemine,
ekonomiye, istihdama bir çözüm bulamadılar. Portekiz de öyle.
“Avrupa Birliği’ne 1995’te girmeliydik”
Avrupa Birliği’ne girmek içinde çok yırtınmanın falan bir âlemi anlamı yok. Yani
oradaki değerlere sahip olmuş olman yeterli. Orada bulunmuş olman bir şeyi
değiştirmiyor. Size yalan söyleniyor, unutmayın. 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı adı
“Perspektif Planı”dır, 1973’te başlar, 22 yıl sonra Avrupa Birliği’ne girmemizle
kapanır. Yani bu ne demek? 1995’te girmeliydik. Ne yaptı ama sarışın güzel kadın?
“Sizi Gümrük Birliği’ne soktuk canlarım” dedi. Ne oldu Gümrük Birliği’nde? Kim ayvayı
yedi? Biz.
Sonuç olarak dengesi bozuk bir ticaret şeyimiz var. Ne olduğu belli olmayan dış
politika müdahaleleri var. Bizi çok seven Avrupalıların sattığı mayınlar var, her gün
birileri basıyor bir sürü şehit gidiyor. Yani bir şey yanlış, niye yanlış? 100 yıl önce hiç
beklemedikleri bir tane adam çıktı Selanik’ten geldi Kurtuluş Savaşı yapacağı tuttu.
Tokadı çaktık ne oldu planlar ertelendi. Ne oldu belki Kürtlerden bir devlet
kuracaklardı. Biraz işin şirazesini kaçırıp Araplardan bir devlet kurmaya kalktılar. Bu
Araplardan El-Kaide çıkıp iki tane uçakla çaktı. Araplara aşırı derecede paye
verildiğini düşünüyorlar. Ama şunu da unutmayın Dr. Frankenstein, Frankenstein’ı
öldürme hakkına sahiptir; çünkü o yarattı. El-Kaidesini Taliban’ını aynısı şu anda
buralarda oluyor. O yüzden hassasiyetle takip etmeniz gerekiyor. Bu yüzyılın bir
yerinde mutlaka Kürtlerle ilgili bir şey olacak. Onun için burada, onun için petrol ve
doğalgaz boru hatları buralardan geçiyor, onun için burada bir şeyler karışıyor. Yoksa
Amerika çok rahat. Niye? 100 yıl sonra gene Teksas’ta korkunç petrol keşfettiler.
Sonra kayaç gazı diye bir şey çıktı, çok okuyorsunuzdur. Avrupa Birliği’nde satılıyor
11-12 dolara, Japonya’da 18 dolara, Amerika’da 3 dolar ve bunu ihraç etmeye
başladığında Rus Gazprom yani Kutsal Gazprom İmparatorluğu da çökecek. Ruslar
şu anda panik vaziyetteler. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri olarak Irak’tan bir
şey çıkıp çıkmamış, oranın kontrol edilmesi iyi bir şeydir. Irak sizin elinizde olursa
Kuveyt’le birlikte petrolün tamamen %20-%25’i hakkında söz hakkına sahip
oluyorsunuz.
“100 yıl önce olamayan şeyler bu yüzyılda olur mu?”
Sonuçta bu dünyayı iyi takip etmek lazım, 100 yıl önce olamayan şeyler bu yüzyılda
olur mu? Bütün hassas olmamız gereken husus ve konu budur. Bununla ilgili çıkmış
ya da çıkabilecek bütün kitapları okumanızı tavsiye ediyorum.
Cengiz Çandar’ı seversiniz sevmezsiniz en son bir kitap yazdı “Mezopotamya
Ekspresi” diye, alın bir okuyun. Ne güzel şeyler yazmış. Ben çok haz etmem kendisini
ama takdir etmemek mümkün değil, çok iyi yerler yakalamış. Sonuçta biz burada
Türkiye olarak topu topu 100 milyar m3 bir gaz oyunun içinde Avrupa piyasalarına
gaz satıp Avrupa Birliği’nin parçası olalım diye çalıştık. Avrupalıların bunu görmesiyle
yüzlerini yıkayıp neler söylemişsiniz demeleri için 2005 yılının gelmesi gerekti ve
Avrupa Birliği’ne şunu da söyledik. Yani dedik ki 2000 yılında Avrupa Birliği Rusya
Enerji Diyalogu Direktörü kurulsun komisyonunun altına. Hazar Direktörlüğün niye
yok, neden Orta Doğu Direktörlüğün yok. Çünkü bu muhasebe ilkesidir, son giren ilk
çıkar. Hani en son girenler çıkıp gidecekler ki Avrupa Birliği’nden bu 27 sayısı 10’a mı
24
düşer, 8’e mi düşer, 12’ye mi düşer bilmiyorum, birbirlerini ne kadar yiyeceklerine
bağlı.Bir golf kulübü olarak kaldıklarından Rusya bunların ana arz sağlayıcıları olarak
da devam edebilir veya başkentini Moskova’dan St. Petersburg’a taşır ondan sonra
Rusya der ki “Avrupa enerji arz güvenliği konusunda sıkıntıya düşmesine gerek yok
boş verin Hazar’dan gelen gazları, boş verin Türkiye’den gelen gazları üzerinden
geçen Orta Doğu’yu, ben sana veririm. Ben Avrupa Birliği’ne de üye olacağım”
diyebilir. Mr. Putin’e bağlı her şey. Mr. Putin 2025’e kadar burada, yani başımızda.
Bizim projelerin sadece kapasitelerini söyleyeyim. Ruslar niye rahatsız oldu anlamak
da mümkün değil. Nabuccoi orijinal Nabucco, sünnet edilmeden önce, Nabucco
sünnet edildi. Şimdi düşürüldü 1.300 km’ye, 4.000 km’ydi Irak dâhil 30 bin milyar
m3’tü. Şimdi benim temsilcisi olduğum Trans Adriyatik Boru Hattı oda aşağı yukarı 10
milyar m3 işte ikinci şey arttırılırsa 20 milyar m3’e gidecektir. Ben üç projenin de
içindeydim. Hani şey gibi düşünebilirsiniz Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray
hepsinde oynadım ben, ister istemez öyle oluyor.
Üçünü geliştirip, devletteyken geliştirdim sonra kendime bir tanesini seçtim; çünkü
şirketim onu seçti, ben de onun temsilcisiyim şu anda. Bizim projemiz Nabucco’ya
göre şu anda biraz daha avantajlı gözüküyor ama Nabucco’nun olması için Avrupa
Birliği’nin vereceği destek ve Irak gazı çok önemli. Hiç kimsenin beklemediği
derecede Irak bir anda oyuna girdiğinde Türkiye’nin konumu, geleceği, güç politikası
ve haritası değişecek. Buna açık olmak lazım. Bizim oradaki petrol ve doğalgazdaki
hâkimiyetimizin derecesi Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının da bir şekilde ne kadar
oynayıp oynamadığı bağlı. Büyüyebiliriz de, sakın bunu olumsuz anlamda anlamayın.
Etki alanınız da büyüyebilir. Bu sadece oyunu iyi yönetmekle ilgilidir. İyi bir koçun
varsa iyi bir oyun okuyucusu olursun.
Türkiye hayal ettiklerimiz olursa böyle bir veba gibi bir şey olacak, böyle her tarafa
gaz gönderen gaz getiren gaz alan Notterdam olabiliriz. Ama bunun için henüz
rafineri yapabilmiş değiliz.
25
Rusya’ya
ve
Irak’a
çok
değinemedim.
Rus
KGB
ajanından öğrendim. Rusya’da
seçimler olduğunda ve adaylar
belli olduğunda halk üniversite
eğitimine,
politik
bürodaki
görevine şuna buna bakmıyor.
Neye bakıyor biliyor musunuz?
Aday kel mi saçlı mı? Çünkü
Lenin’den itibaren Malenkov
hariç Stalin’den sonra Rusya’yı
yöneten Rusların bile Rus
olduğu
için
utandıklarını
söylediği bir adamdır, öyle
derler. Tarih şeritlerinde bile
göremezsiniz.
Malenkov’u
çıkardığınız zaman Rusya’yı
bir kel bir saçlı, bir kel bir saçlı, bir kel bir saçlı yönetmiş. Bu seçimler olacağı zaman
da bizde tahmin yürütüyoruz. Yani Putin ilk geldiğinde biliyorsunuz yarı açıktı kafa,
ondan sonra seçime giderken kafa iyice kelleşti. Biz Dmitry Medvedev olacağını
söylüyorduk yaş itibariyle, Putin’in St. Petersburg’dan sağ koluydu. St.
Petersburg’taki 7 kişiden başka Putin’in ne yapacağını bilen hiç kimse yoktu, isteyen
sadece konuşurdu.
Zubkov Putin’in hocam dediği bir adamdır. Sergei Ivanov kardeşi gibi bir adamdır.
Birlikte KGB’de ajanken 5 yıl aynı evde yaşamışlar. Onu da Rusya’ya yeni bir
bakanlık kurdu. Bütün bu füzelerden, teknolojik, askeri şeylerden sorumlu bir bakan,
Teknoloji ve Savunma Bakanlığı galiba, onun başına getirdi. Sonuçta Putin gitti
Medvedev geldi. Sonra ne oldu? Anayasayı değiştirdiler. Putin tekrar seçilebilir hale
geldi ve tekrar seçildi. Çünkü iyice kelleşmişti. Rusya’da şöyle bir fıkra var: 2025 yılı
Putin Medvedev’i 1 Ocak Pazartesi günü arıyor, sabah saat 08:00, “Günaydın Dmitry”
diyor. “Günaydın Glodya” diyor. Putin’in lakabı Glodya’dır. “Ne oldu?” “Sabah saat
08:00, yarım saat sonra işte olacağım da bu sene hangimiz başbakan, hangimiz
başkan da onu karıştırdım, nereye gideceğim, Grablin’e mi Başbakana mı?”
Kitabım basıldı tam dağıtılamadı, bilemiyorum. İçinde Amerikan Belgeleri olduğu
içindir belki.
26

Benzer belgeler