YAZ 2013 SAYI 36 - Mezunlar

Transkript

YAZ 2013 SAYI 36 - Mezunlar
SAYI 36 YAZ 2013
İÇİNDEKİLER KULE 36
KOÇ ÜNİVERSİTESİ
ADINA SAHİBİ
Prof. Dr. Umran İnan
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Ayça Yürük
EDİTÖR
Leyla Demirbağ Atay
GÖRSEL YÖNETMEN
Levent Pakdamar
KATKIDA BULUNANLAR
Çağla Güneşler, Fatih Tok,
Neziha Mühürcü, Aykut Karadere,
Pınar Akoğul, Elif Yılmaz
YAYIN KURULU
Ahu Parlar, Arzum Kopşa, Bilgen
Bilgin, Ebru Tan, Emre Alkan,
Lemi Baruh, Metin Sezgin, Nazmi
Ağıl, Özden Gür Ali, Sanem
Yükselsoy Tekcan, Şevket Ruacan,
Veysel Onur Kaynar, Zeynep
Başak, Zeynep Derya Tarman
YAPIM
Demirbağ Yayın ve Tasarım
İBA Blokları 42/6 Barbaros Bulvarı,
Balmumcu / İstanbul
Tel: 0212 347 47 80
www.demirbag.com.tr
[email protected]
OFSET HAZIRLIK VE BASKI
Gezegen Tanıtım
Baskı Sorumlusu: Serap Baranoğlu
100. Yıl Mahallesi Matbaacılar
Sitesi 2. Cadde No: 202/A
Bağcılar İstanbul
Tel: 0212 325 71 25
2
REKTÖRÜMÜZÜN MESAJI
3
ÖĞRENCİ KONSEYİ BAŞKANI’NIN MESAJI
4
DOSYA - ZEKÂ
6
DOSYA - ZEKÂNIN DERİNLİKLERİ
28
DOSYA - ZEKİ OLMAK MI ZEKİCE
DAVRANABİLMEK Mİ?
30
DOSYA - TASARIMIN PENCERESİNDEN
33
DOSYA - ZEKÂ TURU
34
RÖPORTAJ - HOCALARIN HOCASI NERMİN
ABADAN UNAT KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDEYDİ
16
DOSYA - ZEKÂ NEDİR, NE DEĞİLDİR?
18
DOSYA - KIVRAK ZEKÂNIN FENDİ MANTIKSI
ZEKÂYI YENDİ!
38
MEZUNLAR - KOÇ RUHUYLA
ŞEKİLLENEN YAŞAM
20
DOSYA - ZEKİ TÜKETİCİLERİN KÖTÜ
TERCİHLERİ
40
RÖPORTAJ - KOLT İLE EĞİTİME DESTEK
24
42
KAMPÜSTEN NOTLAR
DOSYA - DOĞRU KARARA GİDEN YOL
İŞ ZEKÂSINDAN GEÇER
KOÇ ÜNİVERSİTESİ
Rumelifeneri Yolu
34450 Sarıyer İstanbul
Tel: 0212 338 1000
www.ku.edu.tr
[email protected]
1
REKTÖRÜN MESAJI
Merhaba...
Kule’nin yaz sayısını, zekâ kavramının farklı disiplinlerin penceresinden
incelendiği kapsamlı bir dosya konusuna ayırdık. Bilim dünyasında
sınırları aşan zihinsel faaliyetlerin ortaya çıkardığı büyük gelişmeler,
teknolojinin hayatımıza yön veren ve yeni ufuklara yelken açmamız
adına bizi cesaretlendiren karakteri, tüm insanlığın faydalanabileceği
ve geleceği inşa ederken güç alacağı adımların her biri parlak
zekâların ürünüdür. Sadece bilimsel ve teknik alanda değil sosyal,
kültürel, sanatsal boyutlarıyla da dünyayı besleyen tüm atılımlar
hayata bambaşka bir pencereden bakabilen, eleştirel düşünceyi
benimsemiş, cesur zihinlerin çabalarıyla filizlenmektedir. Ancak tüm
bunlar zeki olmanın ötesinde zekâsını akıllıca kullanmayı başaran
tutkulu insanların yaratımlarıdır. Kısacası bilişsel bir yeti olmanın
ötesinde zekâmızın ve onu kullanabilme becerilerimizin, toplumsal
var oluşumuzun başlangıcı ve gelişimimize yön verecek adımların
atılması yolundaki ilk koşul olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hem bireysel
gelişiminiz hem de aydınlık bir Türkiye için Koç Üniversitesi’nin parlak
gençleri olarak birikimlerinizi, kazanımlarınızı, mükemmele ulaşma
yolunda sizlere sunulmuş tüm koşulları en iyi şekilde değerlendirmek
için göstereceğiniz çabanın yani zekânızı ortaya koyma cesaretinizin
çok değerli olduğuna inanıyorum. Değerli öğretim üyelerimizin zekâ
kavramı hakkındaki tartışmaları, görüşleri ve katkılarıyla hazırlanan dosya
konumuzu, sizleri eleştirel düşünceye ve araştırmaya teşvik edecek
nitelikleriyle keyifle okuyacağınızı umuyorum.
Koç Üniversitesi olarak, zekâsını akıllıca kullanmanın önemini
kavramış, dahası onu ortaya koyma konusundaki cesaretini ve
kararlılığını göstererek yaşamının sorumluluğunu bilime ve eğitime
katkı yapma sorumluluğu olarak özümsemiş zengin bir akademik
kadroya sahibiz. Koç Üniversitesi’nin eğitim ve araştırma misyonunu
bir arada sürdürerek bilimsel mükemmeliyet merkezi olma
vizyonunun, tıkır tıkır işleyen bir saat gibi bizi her an yeni başarılara
taşıdığını memnuniyetle izliyoruz. Bu vesileyle her sayımızda
olduğu gibi bir kez daha, elde ettiğimiz akademik başarıları sizlere
aktarmaktan sevinç duyuyorum.
2
Son dönemde öğretim üyelerimiz Tevfik Metin Sezgin, Reşat Bayer,
Özgür Birer, Kazım Büyükboduk, Gülayşe İnce Dunn, Seda Ertaç,
Nurhan Özlü, Mehmet Sayar ve Seda Keskin Avcı kendi alanlarında
sergiledikleri üstün nitelikli çalışmalarıyla TÜBA GEBİP kapsamında
ödüle layık görüldüler.
Zeynep Aycan Society for Industrial and Organizational Psychology
(SIOP) üyeliğine, Ahmet İçduygu, Zeynep Aycan, Gün Şemin ve Ali
Çarkoğlu Bilim Akademisi’ne üye olarak seçilirken, Ali Çarkoğlu aynı
zamanda "2013 Wapor En İyi Makale" ödülünü aldı. Elvan Ceyhan
Global Young Academy ve “2013 TWAS The Academy of Science for
Developing World Young Affiliate – Central & South Asia Region”
üyeliğine seçilerek Koç Üniversitesi’nin uluslararası alandaki başarılı
temsilcilerinden biri oldu.
Fuat Balcı ve İlke Öztekin ise Bilim Akademisi "2013 Genç Bilim
İnsanları Programı" ödülüne layık görüldüler.
Şener Aktürk “Almanya’da, Rusya’da ve Türkiye’de Etnisite Rejimleri
ve Milliyet” isimli kitabıyla Joseph Rothschild Ödülü’nü kazanırken,
Sinan Ünver “Aritmetik Geometrinin Motifler Teorisi” konusunda
matematiğe yapmış olduğu katkılarından dolayı "Masatoshi Gündüz
İkeda Araştırma" ödülüne layık görüldü. Tuğba Bağcı Önder de "2013
UNESCO-L’OREAL Ulusal Genç Bilim Kadınlarına Destek" ödülünü
kazandı. Koç Üniversitesi’ni onurlandıran tüm öğretim üyelerimizi
kutluyorum.
Başarılarla dolu, hareketli ve yoğun bir tempoyla geçirdiğimiz
2012- 2013 eğitim öğretim dönemini noktalarken bu yılın Koç Üniversitesi
mezunlarını da sevgiyle kucaklıyor, başarılarının devamını diliyorum.
Prof. Dr. Umran İnan
Rektör
ÖĞRENCİ KONSEYİ
Niceliğin ötesine geçmek
Doğuştan bir avantaj olarak görülebilecek
olan zekâ, uygun bir eğitimle desteklenmediği
takdirde potansiyel faydayı sağlayamamakta;
hem bireyin kendisi hem de toplum için bir
kayıp söz konusu olmaktadır.
Kule’nin bu sayısında ele alınan “zekâ” kavramı, ilginç ve geniş bir tartışma sahasına sahip olmakla beraber bilimsel olarak mutabık kalınan
noktalar da barındırıyor. Bu noktalardan biri kalıtımın zekâ üstündeki
etkisinin çok yüksek olmasına rağmen zekânın gelişimi için doğru
tespitin ve eğitimin de bir hayli önemli rol oynadığıdır. Doğuştan sahip olunan bir avantaj olarak görülebilecek olan zekâ, uygun eğitimle
desteklenmediği takdirde potansiyel faydayı sağlayamamakta; hem
bireyin kendisi hem de toplum için bir kayıp söz konusu olmaktadır.
Zekâ gelişiminin en hızlı olduğu çağlar, üniversite hayatımızdan
önceki dönemlerimiz. Yaş ilerledikçe zekâdaki gelişimin de yavaşlamaya başladığı gerçeğini göz önünde tutarsak, üstün zekâlı çocukların
erken yaşlarda tespit edilmesi ve onlara özel dizayn edilmiş sistemlerle
eğitilmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, ülkemizde bu gerekliliği yerine
getirmeye çalışan kurum sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İlköğretim sonrası ise sayılar daha vahim. Benim de mezunu olduğum Türk
Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi, ülkemizde üstün zekâlılara özgü
eğitim yapan tek lise. Sayılardaki noksanlık bile konudaki yetersizliğimizi gözler önüne sermeye yetiyor.
Niceliğin ötesinde nitelik olarak da eğitim yapımızın zekânın kıymetini
ortaya çıkarmakta yetersiz olduğu; hatta zararlı olduğu savunulabilir.
Farklı zekâ alanlarının varlığını göz önüne alırsak, kişinin zekâsının
belirli bir disiplindeki başarı için daha uygunken başka bir disiplinde
aynı derecede avantaj sağlayamayabileceğini kabul etmek gerekir.
Hâlbuki mevcut yapıda gençler, farklı disiplinlerde kendilerini deneme
fırsatı verilmeksizin çok erken yaşlarda tercih yapmaya zorlanıyor ve
tekdüzeliğe kanalize ediliyorlar. Bunun sonucu olarak sanat, spor,
edebiyat gibi alanlarda sivrilebilecek gençler, ebeveyn baskısı ve eğitim sisteminin yetersizliğinden dolayı daha pasif oldukları alanlarda
yüksek rekabet içinde kayboluyorlar. Yaklaşık üç yıl önce Milli Eğitim
Bakanlığı, Türk Eğitim Vakfı ve üniversitemizin işbirliğiyle 1. Uluslararası
Üstün Yetenekliler Eğitimi Sempozyumu düzenlenmişti. Maalesef bunun
devamı henüz gelmedi. Umuyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu eksikliklerin giderilmesi için Koç Üniversitesi öncülüğünde yapılan yeni
çalışmalara tanıklık ederiz.
Koç Üniversitesi öğrencileri olarak kendi üniversitemizdeki eğitimin
artılarını çoğaltmaya çalıştığımız kadar ülkemizdeki eğitim sisteminin
eksilerini gidermeye de çabalamamız gerektiğine candan inanıyorum. Toplumun genelini ilgilendiren bu tarz meselelerin muhakkak
üniversitelerde tartışılması gerekir. Bizim kampüsümüz, tartışmaların
zenginliğine ev sahipliği yapabilecek bir özgürlük ortamı barındırmaktadır. Öğrenciler olarak bu fırsatı değerlendirmeyi görev addetmeliyiz.
Kule’nin yaz sayıları camiamız için çok değerli bir dönemin habercisi
olma niteliğini taşıyor: Mezuniyet! Yuvadan ayrılan arkadaşlarımızın,
hayatlarının geri kalanında da başarıyı ve mutluluğu yakalayacaklarına olan inancım, veda etmenin getirdiği üzüntüyü kısmen azaltıyor.
Önümüzdeki dönemin üniversitemizin bütün mensupları için güzellikler getirmesini arzular, taze mezunlarımızın her birine hayalleriyle
planlarının kesiştiği bir gelecek temenni ederim.
Veysel Onur Kaynar
Öğrenci Konseyi Başkanı
3
Bilgiye ulaşma, yani veriyi yorumlama yetisini kullanmamızı
sağlayan zekânın, farklı bilim dallarının penceresinden bakıldığında
kendine nasıl yer bulduğunu tartışmak üzere yola çıktığımız dosya
konumuzla karşınızdayız. Kavrama dair üretilen soruların ve farklı
bakış açılarıyla yolumuzu aydınlatan tüm konuların herkesi yepyeni
bilgilere ulaştıracağını umuyoruz.
6
Zekânın
derinlikleri
Zekâ dediğimizde hepimizin aklında bazı kalıplar, kabul
edilegelmiş ilkeler ve birtakım ölçütler canlanır. Ama zekâ
kavramını açıklamanın kelimeyi söyleyivermek kadar
kolay olmadığı da ortadadır. Bu nedenle zaman kısıtlı
olsa da, kavramın derinliklerine daldığımız ve bolca soru
ürettiğimiz bir sohbet için Kule’nin yedinci katındaydık.
Bu sayımızda yeniden Kule’nin yedinci katında, bu kez zekâ kavramını tartışmak üzere bir
araya geldik. Konuklarımız Tıp Fakültesi’nden Dr. Sarper Taşkıran, Hukuk Fakültesi’nden
Yrd. Doç. Dr. Yiğit Sayın, Öğrenci Dekanlığı’ndan Dr. Bilgen Bilgin, Mühendislik Fakültesi’nden
Doç. Dr. Deniz Yüret, Kimya ve Biyoloji Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Seda Keskin’di.
Gündelik dildeki kullanımından, tarihsel bakış açısındaki değerlendirmelerden zekânın ölçülebilirliğindeki tartışmalara ve zekâ ile birlikte ele alınabilecek diğer kavramlara kadar pek çok
konunun tartışıldığı buluşma, tüm katılımcıların sorular üreterek katkıda bulunduğu zengin bir
ortam yarattı. Cevaplardan çok soruların önem kazandığı, üretilen sorularla herkesin aklında
yeni soruların şekillenmesine ışık tutacak sohbet toplantımızın çıkış noktası kavramın tarihselliği üzerineydi. İlk soruyu Kule ekibi olarak biz sorduk ve “Sizce, tarihsel olarak hangi tip
bilginin değerli kabul edildiği, zekâ kavramının yorum ve tanımını etkiler mi? Zekâ kavramına ait kabullenişlerin toplumlara göre değişkenlik gösterebileceğini düşünüyor musunuz?
Modernite ile zekâ kavramının ele alınışı arasında dolaylı bir ilişki olabilir mi?” dedik; ardından
sessizce takibe koyulduk, çünkü artık tartışmayı yönlendiren birbirlerine sordukları sorularla
yeni konulara el atan öğretim üyelerimizdi. Konunun bir psikiyatrın açacağı yoldan ilerlemesi
konusunda herkes hemfikir olunca zekâ ile ilişkili ilk kavram tartışmaya açıldı: Uyum.
7
Dr. Sarper Taşkıran
Doç. Dr. Seda Keskin
Dr. Bilgen Bilgin
Gündelik dildeki kullanımından
tarihsel bakış açısındaki
değerlendirmelere,
ölçülebilirliğindeki
tartışmalardan kendisiyle
birlikte ele alınabilecek diğer
kavramlara kadar zekâyı farklı
boyutlarıyla ele aldık.
8
İnsanı şekillendiren koşullar
“İnsan var olduğu sürece ele alınmış bir
kavramdan bahsediyoruz. Zekâ bu anlamda
tarihsel olarak gelişiyor ve evrim gösteriyor”
planda. Kısacası zekâ ele alındığında temel bir
kavram olan uyumun tarihsel süreçte değişmediğini düşünüyorum.”
diyen Sarper Taşkıran bunun sebebini toplumun insandan beklediği birtakım becerilerin
süreç içerisinde değişip farklılık göstermesine
bağlıyor. Bu konuda verdiği örnek ise şöyle:
“Eski çağlarda bir avın nerede olduğunu iyi
görebilen, motor koordinasyonu iyi olan
insanlar daha başarılı görülürken bugün projeleri daha iyi yapabilenler başarılı. Kavramın
toplumlara göre değişiklik gösterdiği de açık.
Aslında içerdiği anlam tamamen beklentiyi
karşılama ya da karşılayamama üzerine kurulu.
Bu açıdan zekânın önemli bir göstergesi uyum
sağlayabilme becerisidir. Elindeki verileri, kendi
içinde hızlı bir şekilde değerlendirerek ortama,
ortamda başarılı ve kalıcı olmaya uyarlamadır.
Geçmişte ya da başka topluluklarda motor beceriler veya fiziksel güç öne çıkarken, bugünün
toplumunda bilişsel beceriler ve dikkat daha ön
Bilgen Bilgin de insan yaşamının devamlılığı
açısından coğrafi koşullara uyum sağlama becerilerinin zekâ ile ilişkisini ele alarak Kaliforniya
Üniversitesi’nden Jared Diamond’un 1997’de
yazdığı Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitabına değiniyor: “Kitap, bazı bölgelerde medeniyet sürekli
gelişirken neden bazı bölgelerde yüzyıllardır
bir gelişme kat edilmeksizin yaşandığını anlatıyor. Oradaki insanların daha az zeki olduğunu
kanıtlayan hiçbir bulgu yok; ama temel güdü
uyum sağlama olarak ortaya çıktığında şunu
görüyorsunuz: Savaş olmayan, konumunuzdan
dolayı kimsenin size ilişmediği bir coğrafyada
yeni bir düzen keşfetmek zorunda değilsiniz. Medeniyetin ilk geliştiği yerlerde, yani
yaşamayı becermenin daha zorlu koşullardan
geçtiği coğrafyalarda ilerleme daha hızlı
olmuş.”
Yrd. Doç. Dr. Yiğit Sayın
Doç. Dr. Deniz Yüret
Uyum kavramı ve zekâ ilişkisi açısından
başka bir yorum da Yiğit Sayın’dan geliyor.
Zekânın coğrafi dağılımıyla ilgili teorilere
değinerek şunları söylüyor: “Kuzey ve daha
soğuk bölge insanlarının evrim sırasında
adapte olmaları gereken iklim koşullarından
dolayı daha yüksek bir zekâya sahip oldukları, daha sıcak bölge insanlarının zekâsının ise
bu bölgelerdeki insanlardan farklı geliştiği
yönünde teoriler var. Bunların kesinliğini
bilmiyorum, ancak Doğu ve Batı toplumları
arasındaki zekâ seviyesinden ziyade, zekâ
anlayışının tartışılabileceğini düşünüyorum.
IQ testlerinin de bu açıdan değerlendirilmesi
gerekebilir. Batı toplumunun oluşturduğu bir
zekâ ölçme sistemini Doğu’ya uygulamak ne
derece sağlıklı?
Hep karşımıza çıkıyor; toplum içinde dezavantajlı birtakım grupların daha az başarı
sağlaması onların diğerlerinden daha az zeki
olmasıyla bağdaştırılır. Ancak kültürel ve sos-
yal şartlar önemli. Ben hem zekâ algılanışının
hem zekânın ortaya konuluşunun hem de anlamının kültürlerarası pek çok farkı olduğunu
düşünüyorum. Afrika’da ‘intelligence’ ya da
Latince ‘intellectus’ denilen kavram, altı yedi
ayrı kavramla beraber ortaya konuyor. Hatta
Zambiya ve Kenya’da zekâ, ‘sorumluluk’ anlamına da geliyor. Yani onlar için zeki olmak
ailenden, çevrenden, toplumdan sorumlu
olmak.”
hafızasında daha da fazla rakam tuttuğu görülmüş. Ancak daha derinlemesine bir analize
girişince dil faktörü ortaya çıkmış. Değişik
dillerde rakam kelimelerinin uzunluğu arasındaki farkın, çocukların hafızasında tuttuğu
rakam sayısını etkilediği anlaşılmış. Afrikalı
çocukların dilinde rakamın kelime karşılığı
uzun, İngilizcede orta, Çincede ise çok kısa
olduğu için bu farklılığın meydana geldiği
saptanmış.”
Deniz Yüret ise konuyla ilişkili olarak ırklar
arasında zekâ karşılaştırması yapma iddiasıyla
çalışma gerçekleştiren bir grubun araştırmasına değiniyor: “Afrikalı ve Amerikalı
çocukların zekâ düzeylerini ölçmek amacıyla,
kısa süreli hafızalarında kaç rakam tutabildiklerini incelemişler. Sonuçta beyaz çocukların
daha fazla rakamı hafızalarında tuttuğunu
tespit etmişler. Bunun üzerine makaleler
bile yazılmış. Ardından aynı karşılaştırmayı
Çinli çocuklarla yapmışlar. Onların kısa süreli
Zekâ testleri ne için?
Sarper Taşkıran Batı’da kullanılan ilk zekâ
testlerinin Fransız hükümetinin, okuldan
yararlanamayacak kadar durgun zekâdaki
çocukları ayırt etmek amacıyla geliştirildiğine
değinerek, zekâ testlerinin asıl olarak geriyi
ayırt etmek için ortaya çıktığını anlatıyor. Psikiyatri için testlerin bir rehber olduğunu, ama
tanı koymak için kullanılmadığını vurguluyor:
“Psikiyatrlar bir çocuğun devletten yardım
alabilmesi için ona zekâ gerisi tanısı koyarken
9
“Zekâ elindeki verileri,
kendi içinde hızlı bir şekilde
değerlendirerek ortama,
ortamda başarılı ve kalıcı olmaya
uyarlamadır.”
Sarper Taşkıran
testleri sadece rehber olarak alır. Klinik gözlem bunun çok daha önemli bir parçasıdır.
Yani uyum, işlevsellik ve testlerin ölçtüğü bilişsel kapasite ortalama bir bilgi verir: “Çocuk
mantıksal, lineer düşünebiliyor mu, sebep
sonuç ilişkisi kurabiliyor mu ve bunu hep aynı
şekilde tekrarlayabiliyor mu? Ölçtüğümüz
bunlardır.” Taşkıran, zekâ testlerinin ileri zekâ
konusunda elde ettiği sonuçlar hakkında
ise şunları söylüyor: “Sıklıkla kullanılan zekâ
ölçekleri 100 puan civarında daha kaliteli
sonuçlar verir. 130 puan (yani iki standart
deviasyon) üzerinde varyasyonlar çok daha
fazla oluyor ve güvenilirlikleri düşüyor. 130
ve üzerini standart zekâ testiyle ölçmeye
çalışmak sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.”
Yıldızlar takımı sınıfta kalır mı?
Bilgen Bilgin bu yorumdan hareketle eğitilebilir olmanın bir zekâ düzeyi ölçütü olup
olmayacağı sorusunu sorarak bir deney örneğini ve Türkiye’de yaşanmış fen lisesi deneyiminin sonuçsuz kalma hikâyesini anlatıyor:
“Bir deneyde 10 değişik grup oluşturulmuş.
Grupların belli bir problem karşısında nasıl
çözümler ürettikleri gözlemlenmiş. Her grubun içinde lider olarak öne çıkan kişiler belirlenmiş. Sonra bu liderlerden yeni bir grup
oluşturularak yeni bir problem karşısındaki
düşünce ve davranış biçimleri gözlemlenmiş.
Diğer gruplarda görüldüğü gibi bu grupta
da bir çan eğrisi dağılımı oluşmuş ve bir lider
öne çıkmış. Ayrıca bu 10 liderden oluşan
grubun sorun çözme yetisi, daha önceki 10
gruptan ileri bir düzeyde gerçekleşmemiş.
Bunu nasıl yorumlayabiliriz bilemiyorum ama
çok parlak öğrenciler aynı sınıfta olduğunda
da aynı şeyle karşılaşabilirsiniz. Türkiye’de ya-
10
şanan fen lisesi deneyimi bir boyutuyla buna
örnektir. Onlar da liderlerin bir araya geldiği
gruptaki problemi yaşadı. Yıldız olarak gelip,
o grup içinde başka sonuçlar aldılar. Diğer bir
sorun da üç yıllık lise eğitiminin ardından bu
öğrencilere verilecek eğitimin biçimi konusunda hazırlıksız olunmasıydı. Bu öğrenciler
çok eğitilebilir olmasına rağmen devamı
planlanmamış bir deneyim olarak kaldı” diyen Bilgin, durumu dünya çapındaki bilimsel
yönelimle birlikte ele alıyor:
Dünya nereye gidiyor?
“Bilimin gerekliliği o zaman toplum ya da
yönetim içinde daha temel kavramlardan biriydi. Bilim olmadan teknolojinin alt yapısının
sağlanamayacağına dair bir yaklaşım vardı.
Şimdi onun buharlaşmış olduğunu görüyoruz. Bütün dünyada böyle. Artık temel bilimle
ilgilenenlerin sayısı giderek azalıyor. Teknolojik
türde akademik çalışmalar artıyor. Belki bu
sebeple dünyanın geleceği daha karanlık olabilir. Bu yöne gidişten dolayı çok zeki adamları
doğru kullanmadığımızı söyleyebilir miyiz?
Teknoloji açısından değerlendirildiğinde
şimdiki neslin karşılaştığı ve çözmek zorunda
olduğu sorunlarla bizlerin ve bizden öncekilerin çözmek zorunda olduğu sorunların
farklı olduğu görülüyor. Hayata bakış farklı ve
bunlara adapte olabilecek bir değişkenliği de
müesseseler gösteremiyor. Bizim neleri öğretmemiz lazım, neleri öğretmesek de olur?
Üniversite sınavı sonucunda bizden eğitim
alacak öğrencilerin seçilme yöntemi ile bizim
bu öğrencilere aktarmak istediğimiz şeyler
ne kadar örtüşüyor? Bütün bunların arasında
zekânın yeri nedir?”
Çoklu uyaranlar devrine hoş geldiniz!
Sarper Taşkıran bu tespitlerden hareketle
zekâ ile iç içe bir kavramı daha tartışmaya
açıyor: “Yeni gelen neslin dikkati çok daha
değişik yapılandırılmış; çünkü onlar çoklu
uyaranlar dünyasının içine doğuyor. Ama biz
eğitim anlamında bunu ne kadar yakalayabiliyoruz? Çünkü onların dikkatini aktif olarak
sürdürebilmelerini sağlayabilmemiz, onların
içinde bulunduğu uyaranlar dünyası kadar
renkli değişken ve hızlı olmamızı gerektiriyor.
Bunu ne kadar başarabiliyoruz ya da başarmamız gerekiyor mu? Kendimizi çağa adapte
etmeye çalışıyoruz ama bu sağlıklı mı? Çocuk
psikiyatrı olduğum için sık karşılaşıyorum
bu konuyla. Çoğu anne çocuğunu, ‘Benim
çocuğum çok zeki; ama dikkati dağınık’ diye
getiriyor. Bu olabilecek bir şey; ama bazen
de çocuklar sadece ortalama zekâya sahip
olarak, ortalama başarı gösterebiliyorlar. Ailelerin beklentileri çok yüksek ve bir kısmı da
bunu kabullenmeyle ilgili problem yaşıyor.
Gerçek anlamda dikkat eksikliği olanlar da
var ve onlar tedaviyle potansiyelini ortaya
koyabiliyor. Bu nedenle çağımızın tartıştığı
konulardan biri de dikkat ve zekâ ilişkisi."
Zekânın sınırlarını çizebilir miyiz?
Yiğit Sayın tartışmayı farklı bir boyuta
taşıyarak, “Sanatsal ya da sportif dediğimiz
motor yetileri zekâ kavramının içine katıyor
muyuz? Bu durumda çok daha karmaşık ve
geniş bir yeti alanı ortaya çıkıyor. Örneğin,
çocuk yaşta belli açılardan yetersiz ama müzikal
becerisi çok üst düzeyde insanlar var…” diyor.
Bilgen Bilgin’in bu konudaki yorumu şöyle:
“Zekâyı bir tek matematik problemi çözmekle
sınırlandırırsak bahsettiğiniz becerileri kategori
dışı bırakmış oluruz. Ama zekâyı, bir problemi
çözmek için elimizde bulunan araç olarak
düşünürsek, bir opera bestelemeyi çok ufak
yaşlarda hiçbir eğitim almadan becerebilmiş
birinin o konuda inanılmaz bir yeteneğe sahip
olduğunu, ayrıca bunu hayata geçirebilecek bir
özgüven ve çalışma güdüsüyle hareket ettiğini
de düşünebiliriz.”
Standart zekâ olarak kabul edip edemeyeceğimiz konusunda tartışılan fiziksel, duygusal,
sanatsal yeteneklerle ilgili Deniz Yüret şunları
söylüyor: “Yapay zekâ alanındaki çalışmalarımdan dolayı 1960’tan bu yana insanların bu
konuda ne tip aşamalardan geçtiklerini, neler
araştırıp bulduklarını meraklı bir biçimde okuyorum. İnsanlar bilgisayarı bulduktan hemen
sonra, bu zeki aletle yapay zekâ üretebileceklerini düşünmüşler. 1956’da ilk yapay zekâ konferansı gerçekleştirilmiş ve 1960’larda ilk yapay
zekâ laboratuvarları kurulmuş. İşin ilginç tarafı
ilk olarak soyut zekânın çözdüğü problemlerle
ilgilenmişler. Örneğin; satranç oynayan programlar yazmışlar. Bu aşamalar geçildikçe bilim
insanları kısa sürede genel insan zekâsı seviyesinde şeyler yaratabileceklerini düşünmüş; ama
bu ümit gerçekleşmedi. Mühendisler zekâyla
çok da bağdaştırmadığımız, beş yaşındaki her
çocuğun becerebildiği birtakım şeyler üzerinde
çalışmaya başladığında esas problemlerin onlar
olduğunu fark etti.”
“Afrika’da ‘intelligence’ ya da
Latince ‘intellectus’ denilen
kavram, altı yedi ayrı kavramla
beraber ortaya konuyor. Hatta
Zambiya ve Kenya’da zekâ,
‘sorumluluk’ anlamına da geliyor.”
Yiğit Sayın
Beş yaşındaki çocuk bile yapar ama…
Deniz Yüret çalışma alanı açısından henüz
çözülmemiş problemleri şöyle aktarıyor:
“Öncelikle görsel algı konusu çözülemedi. 50
yıldır bizim baktığımızda görüp algıladığımız
şeyleri, bilgisayarın da görebileceği bir prog-
11
“Zekâyı, bir problemi çözmek için elimizde bulunan araç olarak
düşünürsek, bir opera bestelemeyi çok ufak yaşlarda hiçbir eğitim
almadan becerebilmiş birinin, o konuda inanılmaz bir yeteneğe sahip
olduğunu, ayrıca bunu hayata geçirebilecek bir özgüven ve çalışma
güdüsüyle hareket ettiğini de düşünebiliriz.”
Bilgen Bilgin
ram üretmeye çalışıyoruz. Sonra dil geliyor.
Cümleleri anlama, onları kendi hafızasından
gelen anılarla bağdaştırıp o konuyu anlama
yeteneğini bilgisayarlara uygulamaya çalışıyoruz ve henüz emekleme safhasındayız.
Doğal dile anlamını veren yapıların bile ne
olduğu konusunda hemfikir olabilmiş değiliz.
Aynı zamanda hareket konusunda, robotikte
bunu planlayarak genel ölçüde çözen bir sistem hâlâ yok. Kısacası esas yeteneklerimizin
beş yaşındaki çocukların yapabildiği şeyler
olduğunu yeni anlıyoruz. Soyut düşünce ile
yaptıklarımızın bunlar üzerine inşa edildiğini de… Örneğin Deep Blue’nun Garri
Kasparov’u yenerken kullandığı algoritmalar
ve yöntemin Kasparov tarafından kullanılmadığı çok açık. Kasparov’un beynindeki
hücreler saniyede 10-100 sinyal üretebiliyor.
Deep Blue ise saniyede 200 milyon pozisyon
değerlendirebiliyor. Dolayısıyla onun deneyime, hafızaya, oyuna dayalı bambaşka bir
yöntemle bu yeteneğe ulaştığı kesin.
En azından yapay zekâ ve bilişsel bilim
alanında bu temel yeteneklerin soyut zekâ
dediğimiz şeyi nasıl oluşturduğu sorusu ha-
12
kim. Soyut zekâ kendi kendine var olan, diğer
yetilerden soyutlanmış bir şey değil. Tam aksine vücudunuz, duygularınız ve yaşantınızda
kullandığınız temel yeteneklerinizin üzerine
inşa edilmiş bir beceri.”
Eğitim yöntemi ve zekâ
Yiğit Sayın bu konudaki tartışmayı eğitim
tekniklerine doğru yönlendirerek, “Zekâyı
ilerletmek ya da daha iyi kullanılmasını
sağlamak için çocukluktan itibaren temel
özellikler üzerine inşa edilecek bir eğitim mi
verilmeli? Sanat, spor gerçekten çocukları
daha zeki hale getiriyor mu?” sorusunu soruyor. Sarper Taşkıran da benzer bir yaklaşımla oluşturulmuş Montessori ve benzeri eğitim
yöntemlerinin kullanıldığına değinerek
olanakların sağlandığı, sadece gözlem yapılan ve kendiliğinden gelişime odaklı eğitim
yaklaşımlarından çok iyi neticeler alınamadığını belirtiyor ve şunu söylüyor: “Çocuklar
sınırlarla çerçeveli ama olanak sağlayan,
yönlendirici eğitimlerden çok daha fazla
yararlanıyorlar. Sınırlar ve kurallar zekâya ket
vurmaz, tam tersine açığa çıkmasını sağlar.
Zekâyı bir nehir olarak düşünürsek nehir
yatağının belirli olması, suyun gürüldeyerek
akmasını sağlar. Dikkat etmek gereken taştığı
zaman destek vermektir. Ancak kurallar
ve sınırların nehrin önüne set çekmemesi
gerekir.”
Uygulama öğretir
Deniz Yüret ise, bir eğitimci olarak insanın
kendisinin aktif olarak üretmeye çalışmasıyla
daha iyi öğrendiğini vurguluyor. Okumanın
ya da izlemenin uygulama kadar geliştirici ol-
“Bir tartışmada sorduğu soruyla konu için yeni ufuklar açan kişilerin
zeki olduğunu düşünüyorum. Çünkü o kişi kimsenin yakalayamadığı
başka bir şeyi yakalamış oluyor.”
Seda Keskin
madığına değinerek, “Öyle bir ortam ve bilgi
hazinesi sağlanmalı ki, çocuk kendi kendine
bir şeyler deneyip, yanılıp, yanılmaktan korkmayarak keşfetmeli. Aslında zanaat olarak
gördüğümüz aşçılık, marangozluk gibi alanlarda bunun böyle olduğu zaten tartışılmıyor.
Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi
öğrenemezsiniz. Bir şekilde elinizi kirletmeniz gerekir. Ben bilgisayar programlamada
ya da calculus’ta bunun neden böyle kabul
edilmediğini gerçekten merak ediyorum…”
diyor. Yiğit Sayın konuyu hukuk eğitimi
çerçevesinde değerlendirerek uygulamanın
öğrenme üzerindeki etkisini şöyle açıklıyor:
“Biz eğitimi veriyoruz. Kanunları gösteriyoruz. Örnek olaylar çözdürüyoruz. Şanslıysak
bir kez mahkemeye gidip, işleyişi gözlemleyebiliyoruz. Ama ben mezun olup staja
başladığımda ilk üç günde öğrendiklerimin,
dört yıl boyunca öğrendiklerimden daha
etkin olduğunu düşünüyorum. Kaybedebilecek şeyler işin içine girdikçe, stresiniz artıyor
ama motivasyonunuz yükseliyor. Hukuk
eğitiminin şu an dünya çapında içinde olduğu kriz bununla çok ilgili. Kitapları, tahtaya
yazdıklarınızı ya da slaytları her yerde herkes
görebiliyor artık. Farklılığınız ve özelliğiniz
ancak pratiğe aktif olarak katıldığınızda ortaya çıkıyor. Bu bambaşka bir sohbet konusu
olsa da çok önemli bir nokta…”
Eğitimde zanaatkarlık konusunun tartışılmaya devam eden ve henüz çözüm bulunamamış bir konu olduğunu belirterek söze
başlayan Bilgen Bilgin, eğitimde beklendiği
kadar olumlu sonuçlar vermeyen Montessori
ve benzeri yöntemlerin çöküşünü şöyle açık-
lıyor: “Tarihsel süreçte bunun keşfedilmemesi
mümkün değil. Yol gösterici her zaman var.
Toplumsal ve kişisel olarak ilerleme açısından
bilineni yeniden, tek başımıza keşfetmenin
bir anlamı olmadığından, gelinen noktanın
sonrasını gerçekleştirme şansını vermenin
tek yolu eğitim. Ancak eğitimin çıkmazı
şurada olabilir: Bizim gibi ülkelerde bu
kurumların ihtiyaca göre sayısıyla, aşağıdan
gelenlerin ve toplum içinde buna ihtiyaç
duyanların sayısı arasında uyuşmazlık var.
Zekâ testlerinin ilk çıktığı zamanlardaki gibi
elemine etmek zorundasın. Kimler eğitilmeyecek; onları seçiyoruz.
Kurum olarak dünyaya ve geleceğe bakıp neyi ne şekilde öğretmemiz gerektiği
kaygısıyla sınıfa girdiğimizde, bu seçilme
yöntemlerine göre orada bulunan insanlarla
bir uyumsuzluk yaşıyoruz…”
Deniz Yüret bu konudaki düşüncesini şöyle
anlatıyor: “Neyi neden öğrettiğimiz konusuna değinirsek; bundan beş yıl sonra hangi
bilgisayar programının aktif ya da popüler
olabileceği konusunda kimsenin bir fikri
13
“Yapay zekâ ve bilişsel bilim
alanında, temel yeteneklerin
soyut zekâ dediğimiz şeyi
nasıl oluşturduğu sorusu
hakim. Çünkü soyut zekâ
vücudunuz, duygularınız ve
yaşantınızda kullandığınız temel
yeteneklerinizin üzerine inşa
ediliyor.”
Deniz Yüret
yok. O nedenle olabildiğince genel problem
çözme yetileri, düşünce tekniklerini değişik
alanlara uygulayabilme araçları, yani problem değişince de işe yarayabilecek araçları
sağlamak gerekiyor.”
Hayat testinden geçmek için
Bilgen Bilgin çıraklık eğitimine benzer bir
eğitimin bazı alanlarda çok gerekli olabildiğini ama genel anlamda sistemin soyut düşünceye
kaydığını belirterek bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Bu pratiğin içine girdiğinde çok hızlı adapte
olabilme, problemi kavrayabilme ve değişik
alternatifte çözümler üretebilmeyi getiriyor. Konu
hakkında MIT’de yapılan bir araştırmayı örnek
verebiliriz: MIT mezunlarının hangi pozisyonlarda
çalıştıklarını araştırdıklarında dünyada çapında
bir numara olan bu kişilerin daha ortalama
üniversitelerden mezun olmuş kişilerin altında
çalıştıklarını görmüşler. Bu parlak mühendislerin
neden bu pozisyonda kaldığının cevabı, Liberal
Arts eğitiminin gerekliliği noktasında ortaya
çıkıyor. ‘Vahşi’ mühendisler yetiştirilmiş, sadece
mühendislik hakkında uzmanlaşmış bu kişilerin
hayat hakkında son derece kısıtlı fikirleri var.
Sınırlar içinde onlarla yarışmak mümkün değil.
Ama bir adım sağa sola gidip hayatın senden
talep ettiklerine bakarsan kayboluyorlar. Hayatın
insanı test etmesiyle sınavların insanı test etmesi
arasındaki fark bu.”
Deniz Yüret ise eğitim hayatında karşılaştığı
benzer bir durumu şöyle aktarıyor: “Benim
bir hocam bütün dersleri A olan öğrencileri
doktoraya almayı pek tercih etmezdi. Çünkü
tecrübelerinden hareketle onların araştırmada çok başarılı olamayacağını düşünürdü.
Yani mükemmelliği hedef edinip her ders
için kendini o yönde şekillendiren biri, hangi
dersi kullanarak çözeceği belli olmayan, belki
14
de cevapsız bir problemle karşılaştığında bocalayabiliyor, aşırı strese girebiliyor. O konuya
cesaretle girip sabırla işleyerek çözmeye çalışmak ayrı bir yetenek. Biz ilkokul birden itibaren
hep çözümü belli olan ve cevapların kitabın
arkasında yer aldığı sorularla eğitiliyoruz. Bu
çok yanıltıcı, çünkü mezun olduğunuz an bir
daha böyle bir soru görmüyorsunuz. Belki de
artık bazı sorular çözümsüz olmalı ve çözümsüz
oldukları söylenmeden çocuklar onunla uğraşmalı. Gerçek hayat buna benziyor.”
Yiğit Sayın’ın da konuyla ilgili yorumları
şöyle: “Bazen sorunun cevabını bilseniz
de uygulayamayabilirsiniz. Bu hukuk için
böyledir. Ben staja başladığımda bir dava
hakkında iki gün boyunca yönetmelikleri ve
kanunları çalıştım. İzlenmesi gereken yolu
biliyordum. Ama arada insan faktörü var.
Siz memura yönetmelik dediğinizde saat
16.10’sa, hakimin tutumu tersse, müvekkiliniz
size yalan söylüyorsa çözümsüz kalabilirsiniz.
Bu okulda öğretilemiyor ve burada uyum
becerisi ortaya çıkıyor.”
Sorular mı cevaplar mı?
Bu noktada Bilgen Bilgin’in bir sorusu daha
var: “Birinin sorulara cevap bulabilme yeteneği mi onun daha zeki olduğunu gösteriyor
yoksa doğru soruları sorma becerisi mi?
Ben bilimsel araştırmaya baktığımda asıl
zorluğun doğru soruyu sormaktan geçtiğine inanıyorum. Doğru soruyu sormazsanız
çözmeye çalıştığınız problem, kimsenin
ilgilenmediği, dünyaya bir katkısı olmayan
boyutta kalıyor. Düzgün soruları sormayı
başaranlar, diğerleriyle aynı emeği sarf
etse de çok daha parlak sonuçlar alabiliyor… O zaman doğru soruyu sormuş olana
daha zeki diyebilir miyiz?”
?
i
m
i
k
e
z
m
a
d
a
Bu
Seda Keskin de bu örnekten hareketle düşüncelerini aktarıyor: “Bence bu, zekâ ile akıl
arasındaki ince çizgiyle de ilgili. Aklın zekâyı
doğru şekilde kullanma kapasitesi olduğunu
düşünüyorum. Gündelik dilde bazı kişiler
için zeki, bazıları için de akıllı deriz. Sınavlarda kötü olan ama bir tartışmada sorduğu
soruyla konu için yeni ufuklar açan kişilerin
zeki olduğunu düşünüyorum. Çünkü o kişi
kimsenin yakalayamadığı başka bir şeyi yakalamış oluyor. Diğer yanda da verileni alan,
adım adım çözen insanlar var ve onların da
akıllı olduğu kesin.”
Zeki olmak her durumda iyi mi?
Bilgen Bilgin, zekâyı başarıyla özdeşleştirmenin mümkün olup olmadığını konusunu
tartışmaya açarken süper zekâ kulüplerinden
birinin, IQ seviyesi 180’in üzerinde olduğu
söylenen bir üyesinin hayatını örnek gösteriyor: “Bu kişinin mesleği odacılık. Bunun
dışında kalan zamanlarda ise kulüp faaliyetlerine katılıyor. Hayatta kendine koyduğu
başarı seviyesi olarak odacılığı seçmiş; yani
zekâsıyla süper işler yapma peşinde değil...
Bu durumda zekâyı başarıyla özdeşleştirmek
mümkün mü? Sonuçta zekâ hayattan zevk
almayı sağlayan yani hayatı kolaylaştıran bir
araç olarak kullanılabilir. Diğer yandan başa
bela da olabilir. Kişiyi obsesyona itebilir. Belki
de insanları deha yapan bu ruh durumudur.”
Sarper Taşkıran da konuyla benzer olarak
şunları söylüyor: "Beautiful Mind filmindeki
karaktere benzer kişilerle çok kez tanıştım.
Zeki insanlardı; ama pek çok psikiyatrik
bozukluğa sahip olanlar da vardı. Böyle bir
durumda üstün zekâlı olmanın hiçbir önemi
yok, çünkü belki de bu insanın hayatını
kaydırabilir.”
Bilgen Bilgin'in sorusu: “Benim babam 40’lı yaşlarında ehliyet aldı. Ehliyet başvurusu için dosya hazırlanması gerekiyordu. Koşullardan biri ilkokul mezunu olabilme
şartıymış. Babam doktor ve tıp fakültesi diplomasını eklemiş dosyaya… Dosyayı gözden
geçiren memur babama ilkokul diplomasının olmadığını ve dosyayı işleme koymayacağını söylemiş… Öylesine ısrarcı olmuş ki, sonunda araya vali girmiş. Memur ‘Vali emriyle
ilkokul diploması olmamasına rağmen sınava alınmıştır’ diye evraklara şerh düşmüş.
Bunu insana hayat öğretebilir ancak. Sizce bunun sebebi ne olabilir?”
Sarper Taşkıran’ın cevabı: “Memurun davranışını anlamak için, durumu hakkında
konuşmamız gerekir. Bu davranış bir zekâ eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa memur
bulunduğu ortama o şekilde mi adapte olmuş? Eğer bir amiri varsa ve onun ayağını
kaydırmak için bir hatasını kolluyorsa memurun tutumu bir zekâ belirtisi de olabilir…”
Düşünmek isteyenler için
cevabı belirsiz sorular
Yiğit Sayın: “Kime zeki diyoruz ve zekâ ne işe yarıyor? Başarılı olmaya, mutlu olmaya, çevrene yararlı olmaya…”
Bilgen Bilgin: “İyi matematik problemi çözdüğüm için küçükken bana, 'Ne
kadar zekisin' derlerdi. Sonra ortaya çıktı ki, EQ düzeyim sıfır. İnsan ilişkilerinde aktif olduğum söylenemez; ama tam da onu gerektiren bir iş yapıyorum… Bu durumda hangisi doğru olabilir? EQ gereksizdir, geliştirilebilirdir
ya da ben yalan söylüyorum… ”
Sarper Taşkıran: “Kendimizi çağa adapte etmeye çalışıyoruz ama bu
sağlıklı mı?”
Deniz Yüret: “Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi öğrenemezsiniz;
mutlaka elinizi kirletmeniz gerekir. Bilgisayar programlamada ya da
calculus’ta bu neden böyle kabul edilmiyor?”
Seda Keskin: “Başarılı olmak için zeki olmak şart mıdır? Her zeki insan
başarılı mıdır?"
15
Zekâ nedir, ne değildir?
Doç. Dr. Bilge Yağmurlu • İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi
Zekâ, akademik alandaki bilginin yüksek düzeyde olmasını
değil; kişinin tecrübelerinden yararlanabilmesini, gereken
tüm durumlarda tecrübelerinden elde ettiği bilgiyi uygun
şekilde kullanabilmesini, soyut kavramları anlayabilmesini
ve uygulayabilmesini gerektiriyor.
“Zeki”, “üstün zekâlı”, günlük yaşamda sıklıkla
kullandığımız ifadeler; ancak araştırmacılara
göre zekâ, bizim günlük dilde kullandığımız
ve ağırlıklı olarak akademik başarı ile eşleştirilen bu kavramdan daha farklı bir anlam
taşıyor. Zekâ üzerine yazılmış derlemelere
baktığımızda bu sözcüğün çeşitli dillerdeki
karşılıklarının ve kökenlerinin farklılık gösterdiğini anlıyoruz. Türkçede kullandığımız
zekâ kelimesi dilimize Arapçadan girmiş ve
“parıltı”, “ateşin harlanması” gibi anlamları
olan bir kökten türemiş. Dilimizdeki “parlak
fikir”, “kafasında şimşek çakmak” ya da zeki
insanlar için kullandığımız “ateş gibi” deyimleri kültürümüzdeki zekâ anlayışına dair
ipuçları veriyor. Avrupa kökenli dillerin pek
çoğunda kullanılan “intelligence” kelimesi ise
Latince iter-legere, yani “toplamak”, “arasından seçmek”, “ayırt etmek” kökünden türemiş; Ortaçağ'dan itibaren çevirilerde Yunanca
“nous (akıl, tin)” sözcüğünü karşılamak için
kullanılmış. Zimbabwe’de zekâ kelimesinin
karşılığı olan “ngware” sözcüğü ise “dikkatli”,
“tedbirli”, “basiretli” gibi anlamlar taşıyor.
Bilimsel çalışmalar, gerçekten de zekâ olgusunun kültürler arasında farklılık gösterdiğini
ortaya koyuyor. Örneğin; Çin’de Konfüçyüsçü
anlayış zekâyı doğru olanı yapmak olarak tanımlıyor ve genel bilişsel yeteneğin yanında,
kişilerarası zekâ (sosyal yetkinlik), içsel zekâ
ve zekâsını göstereceği ve göstermeyeceği
zamanı bilme gibi unsurlara vurgu yapıyor.
Afrika’da zekâ, daha çok grup içi ve gruplar
arası ilişkilerin sürdürülmesine ve iyileştirilmesine katkı yapan beceriler olarak betimle-
16
Her ne kadar genel zekâ kuramına
göre zekâ, okul başarısının çok
ötesinde, bilişsel temelli beceri olarak
kavramsallaştırılsa da modernite,
formal eğitimin yaygınlaşması ve Batı
kültürünün baskınlığı, zekânın akademik
göstergelerini öne çıkarmıştır.
niyor. Örneğin, Zambiya’da çocukların sosyal
sorumluluk ve işbirliği gösterme davranışları
zekânın tezahürü olarak nitelendiriliyor.
Psikoloji, tüm bu farklı tanımların altında
yatan beceriyi, yani zekâyı “deneyimden
öğrenebilme, yeni ortamlarda karşılaşılan
durumları anlayabilme ve genel olarak sorun
çözebilme, çözüm üretebilme” becerisi olarak
tanımlıyor. Zekâ, esasen akademik alandaki
bilginin yüksek düzeyde olmasını değil; kişinin tecrübelerinden yararlanabilmesini,
gereken tüm durumlarda tecrübelerinden
elde ettiği bilgiyi uygun şekilde kullanabilmesini, soyut kavramları anlayabilmesini ve
uygulayabilmesini gerektiriyor.
Zekânın bu tanımı kapsayıcı ve farklı kültürlerdeki değişik zekâ anlatımlarını içerecek
nitelikte. Ancak bu genel tanım, zekânın
farklı türleri olduğu önermesiyle çelişmiyor.
Bazı araştırmacılar zekânın çeşitli formları
olduğunu ama hepsinin altında yatan genel
bir zekâdan söz edilebileceğini ve bunun
bilişsel bir beceri olduğunu düşünüyorlar.
Diğer araştırmacılar ise bilişsel temelli zekâ
türlerinden ziyade, farklı alanlarda farklı becerilerle ilişkili olan bir çoklu zekâ yapısından
söz ediyorlar. Bu yaklaşım, akademik başarı
ile de ilişkili olan bilişsel beceriden bağımsız
Doç. Dr. Bilge Yağmurlu
olarak zekâyı uzamsal, sözel, mantıksal-matematiksel, kinestetik, müziksel, içsel, sosyal,
doğasal ve varoluşsal olarak çeşitlendiriyor.
Birkaçını açmak gerekirse, örneğin, “Bir ürünü
ortaya koymak, bir problemi çözmek, kendini
ve duygularını ifade edebilmek için vücudun
bir bölümünü veya tamamını kullanabilme
yeteneği” (kinetik zekâ), “Doğayı tanıma ve
anlama, yaşayan canlıları tanıma, doğanın
dengesini anlama, canlıları tanıma ve sınıflandırma yeteneği” (doğasal zekâ) ve “Kişinin
kendisi hakkında sahip olduğu gerçek bilgi
ve anlayış ile uyumlu davranışlar sergilemesi
ve kendisini tanıma yeteneği” de (içsel zekâ)
bu yaklaşıma göre zekânın belli başlı formları.
Çoklu zekâ kuramı günümüzde özellikle
eğitim alanındaki uygulamalarda popüler.
Zekânın, sadece bilişsel bir kapasiteye değil;
bundan apayrı alanlardaki farklı yetenekleri
de anlattığı düşüncesi oldukça cazip. Ancak
çoklu zekâ kuramına gelen önemli bir eleştiri,
burada bahsedilen zekâ türlerinin aslında yetenek olarak adlandırılması gerektiği ve altta
yatan bir genel zekânın yadsınmasının doğru
olmadığı yönünde. Yine de, örneğin, müzik
yeteneği yerine “müzik zekâsı” demenin
çekiciliği ağır basıyor ve özellikle çocuklarının gelişimi için maddi, manevi pek çok
özveride bulunmaya hazır ebeveynler için bu
farklı zekâ tanımları suistimale açık bir alan
yaratıyor. İndigo veya yeni ifade biçimiyle
“kristal” çocuk tanımının uygulamada bu
kadar yaygınlaşması da benzeri bir durumun
tezahürü.
Her ne kadar genel zekâ kuramına göre zekâ,
okul başarısının çok ötesinde bir bilişsel
temelli beceri olarak kavramsallaştırılsa da
modernite, formal eğitimin yaygınlaşması ve
Batı kültürünün baskınlığı, zekânın akademik
göstergelerini öne çıkarmıştır. Günümüz
toplumunda çarpım tablosunu bilmeyen birinin zeki sayılması mümkün değil gibi. Oysa
değişik yaşam koşullarında karşılaşılan ve baş
edilmesi gereken problemler farklı olabilmekte. Çözülmesi gereken problemler değişse de, tüm bireylerin problemi tanıma ve tanımlama, çözmek için stratejiler geliştirme ve
bu stratejileri değerlendirebilme gibi bilişsel
becerileri göstermeleri gerekmekte. Dolayısıyla, genel bilişsel beceri anlamındaki zekâ
insanın yaşamını kolaylaştırabilen önemli bir
unsur. En basit şekliyle, bilişsel temelli genel
zekâyı akademik başarının gerekliliği olan
kristalleşmiş zekâ ve sosyal/duygusal zekâ
olarak ayrıştırsak da, her durumda zekâ, farklı
şekillerde de olsa işlenmiş bir cevheri ifade
ediyor; yer altında yatan ama kullanılamayan
binlerce ton madeni değil.
17
Kıvrak zekânın fendi
mantıksı zekâyı yendi!
Prof. Dr. Kemal Türker • Tıp Fakültesi
Zekâ nedir? Zekâ doğuştan mı yoksa çevresel faktörlerle sonradan mı oluşur?
Herhangi bir zekâ testiyle kişiler arasında zekâ sıralaması yapılabilir mi?
Zekâyı yediye (dilsel, mantıksı/matematiksel,
yersel/konumsal, müziksel, ilişkisel, ...), dokuza ve hatta daha da fazlaya ayıran çalışmalar
vardır. Bu sıralamalarda genel yaklaşım, her
kişinin belli bir konuya karşı özel bir yeteneğinin olduğu ve herhangi bir zekâ testinin
tüm yetenekleri test edemeyeceği ve bu
nedenle kişiler arasında bir zekâ sıralaması
yapmanın doğru olmadığı yönündedir.
Sıralama yapmaksızın, sadece zekânın ne
olduğunu ve ne işe yarayabileceğini anlamak
için onu üçe ayırarak incelemek doğru
olacaktır: Mantıksı (critical) zekâ, düşünceli
(caring / emotional) zekâ ve kıvrak/buluşçu
(creative) zekâ. Bunlardan hangisi insan
yaşamını başarılı, mutlu ve seçkin kılabilir?
Bunlara 3 ‘C’ler de diyebiliriz.
Prof. Dr. Kemal Türker
18
Başarıya ulaşmak
Mantıksı zekânın IQ testleriyle derecelendirildiği ileri sürülmektedir. Peki, bu zekâ
kişiye ne kazandırabilir? Kanımca mantıksı
zekâ kişinin geleceğini garanti altına alması
konusunda gereklidir. Mantıksı zekâsını kullanarak; kişi okuyacak, üniversite sınavını üstün
başarıyla kazanacak, öğrenimini ilerletecek
ve sonunda evine bakacak seviyede maddi
kazanım sağlayacak bir iş bulacaktır. Mantığını kullanarak kendine göre en iyi seçimini (ev,
araba, eş, gibi) yapacak ve kendisine maddi
bakımdan başarılı bir hayat kurabilecektir.
Mutlu bir hayat
Düşünceli zekânın da EQ testleriyle derecelendirildiği ileri sürülmektedir, ancak bu
testler kişilerin kendileri hakkındaki sorulara
yine kendilerinin verdikleri yanıt şeklinde
olduklarından kolayca hata verebilirler.
Düşünceli zekâ kişiye ne kazandırabilir?
Empati duyusunun gelişmiş olduğu bu kişiler
başkalarının hislerini daha kolay anlarlar, kolay arkadaş edinirler ve arkadaş çevrelerince
sevilirler. Bu kişiler, insan ilişkili her türlü işte
başarı sağlarlar ve kendilerini ve çevrelerini
mutlu edebilirler.
Seçkin bir yaşam
Buluşçu zekâ için de testler geliştirilmiştir ve
bu testler genelde kişinin bir olay karşısında
alternatif üretebilmesini ölçmektedir. Bu
zekâya sahip olan kişi problemlere değişik
ve beklenmeyen yaklaşımlarından dolayı
yadırganabilir, dışlanabilir ve hatta fikirleri
delice bulunabilir; ancak buluş yapabilmek
için mantıklı düşünce değil, beklenmeyen
(mantık dışı) düşünceyle yaklaşımlar daha
başarılı olmaktadır. Buluşçu zekâya sahip
olan kişi problemlerle karşılaştığında buluşçu yaklaşımı sayesinde yeni yöntemler,
araçlar ve sistemler bulabilir ve bu şekilde
daha seçkin bir yaşam sürebilirler.
Genler mi yoksa çevre mi?
Zekânın doğuştan mı yoksa sonradan çevresel faktörlerle mi oluştuğu konusundaki
tartışma halen sürüp gitmekle birlikte her
iki faktörün de son derece önemli olduğu
ortaya çıkmış gibidir.
Genlerin önemli olduğunu ileri sürenlerin
verdikleri örneklerden bazıları şöyle sırala-
nabilir: Tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan deneyler göstermiştir ki, tek yumurta
ikizlerinin IQ’ları çift yumurta ikizlerinkine
göre birbirine daha yakındır. Aynı evde büyüyen kardeşlerin IQ’ları da, o eve evlatlık
olarak alınan ve diğer kardeşlerle birlikte
büyüyen çocuklara göre birbirlerininkine
daha yakındır.
Mantıksı (critical) zekâ, düşünceli
(caring / emotional) zekâ ve
kıvrak / buluşçu (creative) zekâ...
Bunlardan hangisi insan yaşamını
başarılı, mutlu ve seçkin kılabilir?
Çevresel faktörlerin daha önemli olduğunu
ileri sürenlerin verdikleri örneklerden bazıları ise şu şekilde sıralanabilir: Aynı evde
büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ’ları farklı evlerde büyüyen tek yumurta ikizlerinin
IQ’larına göre birbirine daha yakındır. Okula
düzenli devam ediş ile IQ testinde alınan not
arasında doğru bir orantı vardır. Doğumdan
sonraki ilk beş ayda anne sütüyle beslenen
çocuklar, anne sütü emmemiş olanlara göre
daha yüksek IQ notu almaktadırlar.
Özet olarak zekâ bizi başarılı, mutlu ve seçkin
yapabilir. Zekânın gelişmesinde hem genetik
hem de çevresel faktörler son derece önemli
rol oynarlar. Örneğin, bir çocuğun anne ve babası uzun boylu ise, büyük bir olasılıkla çocuk
da uzun boylu olacaktır; ancak ne kadar uzun
boylu olacağını belirleyen faktörler beslenme
ve hastalıklarla ilgilidir.
19
Zeki tüketicilerin
kötü tercihleri
Yrd. Doç. Dr. Baler Bilgin • İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İnsanlar deneyimlerinden öğrenme, soyut
akıl yürüterek karmaşık fikirleri anlama, farklı
düşünce biçimlerini kullanarak sorunların üstesinden gelme ve çevrelerine uyum sağlama
yetenekleri bütünüyle diğer canlılardan ayrılırlar. Bu zihinsel yetenekler bütününü zekâ
olarak tanımlayarak başlayalım. Bu zihinsel
yeteneklerde bireyler arasında önemli farklar
gözlemlendiği düşünülürse, daha zeki olmanın bireyleri ve dolayısıyla toplumları yarışta
bir adım öne geçireceğine dair güçlü inancın
sebebini daha iyi anlayabiliriz.
Bir rakamla özetlenebilen zekânın hem bireysel hem
toplumsal ölçekte bu denli tahmin gücü olması, önemli
bir bilimsel başarıya işaret eder. Bu özetleme gücü, aynı
zamanda tüketicilerin zekâyı kavramsal olarak basite
indirgeme riskini de beraberinde getirir.
Psikoloji yazınında zekânın psikometrik
ölçümü üzerine çok sayıda araştırma vardır.
Birçoğumuz IQ (intelligence quotient) olarak
kısaltılan zekâ kat sayısını erken yaşlarda çeşitli sebeplerle duymuşuzdur. Bundan yaklaşık
bir asır kadar önce filizlenen insan zekâsına
bir rakam atfedebilme arzusu, günümüzde
insanın akademik, iş ve sosyal hayatındaki
başarısını (ve hatta ne kadar sağlıklı ve uzun
yaşayacağını) oldukça etkili biçimde tahmin
20
Zekâ ölçüm araçlarının Batı’da icat edilmiş ve Batı’nın başarı ölçütleriyle
doğrulanıyor olmaları genellenebilirliklerini kısıtlasa da bunlar soyut
düşünme ve mekânsal yetenekleri ölçmede elimizdeki en iyi aletlerdir.
Yrd. Doç. Dr. Baler Bilgin
edebilen zekâ ölçüm araçlarının geliştirilme-
sel hem toplumsal ölçekte bu denli tahmin
geçici bir uyarılma etkisi kaynaklı olabileceği-
sine vesile olmuştur. Bu ölçüm araçlarının
gücü olması önemli bir bilimsel başarıya
ni göstermişlerdir.
Batı’da icat edilmiş ve Batı’nın başarı ölçütle-
işaret etmektedir. Fakat bu özetleme gücü,
riyle doğrulanmakta olmaları genellenebilir-
aynı zamanda tüketicilerin zekâyı kavramsal
Fırsatı paraya çevirmek
liklerini kısıtlamaktadır. Bu tarz kısıtlamalarına
olarak basite indirgeme riskini beraberinde
Tüm bunlara rağmen, şirketler ve girişimciler
rağmen bu testler, özellikle soyut düşünmeyi
getirmektedir. IQ artırma sözüyle pazarlanan
bu fırsatı paraya çevirmeye niyetlenmişlerdir.
ve mekânsal yetenekleri ölçmede elimizdeki
fakat bilimsel hiçbir temeli olmayan ürünlerin,
Bu bulgunun bebeklerde de gözlemlene-
en iyi aletlerdir. Buna göre, IQ’su 130 olan biri
tüketicilere inandırıcı ve cazip gelmesinin bir
bileceği spekülasyonuyla, Mozart etkisi
karmaşık bir matematiksel kavramı anlamakta
sebebi belki de budur. Birkaç örnek bu konuda
CD’leri, video kasetleri ve oyuncakları ardı
çok zorluk çekmeyecekken, IQ’su 100 olan
açıklayıcı olacaktır. 1993 yılında prestijli Nature
ardına pazara sunulmuştur. Bu yalanı en iyi
birinin aynı kavramı anlamak için fazlaca
dergisinde yayımlanan bir makale, 10 dakika
pazarlayanlardan Don Campbell’in CD’lerini,
motivasyona ihtiyacı olacaktır. IQ’su 70 olan
boyunca Mozart’ın piyano sonatosunu dinleyen
insan zekâsını kalıcı artırmanın bu kadar kolay
biri bu kavramı belki hiçbir zaman anlayama-
üniversite öğrencilerinin, mekânsal yetenek-
olacağına inanmak isteyen iki milyondan fazla
yacaktır. İlginç bir bulgu olarak, bir ülkenin
leri ölçen bir origami testinde, bu sonatoyu
tüketici satın almıştır. Bugün bile, Amazon’da
ortalama IQ’sundaki bir puanlık artışın, kişi
dinlemeyen öğrencilere oranla daha başarılı
sadece “Baby Mozart” aramasıyla üzerlerinde
başına gelirde 229 dolarlık bir artışa denk
olduklarını göstermiştir (Rauscher, Shaw ve Ky,
bebek ve çocuk resimleri olan 3.000’e yakın
geldiği saptanmıştır. Araştırmacılar, özellikle
1993). Araştırmacılar, bu başarının 8-9 puanlık
ürün bulabilirsiniz. Vurgulamak gerekir ki bu-
bir ülkedeki en zeki %5’lik kesimdeki bir puan-
bir IQ artışına denk geldiğini hesaplamışlardır.
radaki sorun çocuklara (fetüsü hariç tutarak)
Mozart dinletmek değil, bu ürünlerin açıkça
lık IQ artışının, kişi başına gelirde 468 dolarlık
bir katkıya eşdeğer olduğunu göstermişlerdir
Mozart etkisi olarak bilinen popüler inanışa
bir yalan üzerinden pazarlanmaya devam
(Rindermann ve Thompson, 2011).
ilham veren bu bulgunun ne kalıcı bir IQ artışı
edilmesidir.
iddiası olmuştur, ne de bu deneyler bebekler
Mozart etkisi?
veya çocuklar üzerinde yapılmıştır. Hatta
“Süper bebekler”
Bir rakamla özetlenebilen zekânın hem birey-
sonraki araştırmalar, kısa süreli bu IQ artışının,
Benzer şekilde yine Amazon’da “Baby
21
RQ’su (rationality quotient) yüksek olan kişiler, bilişsel kısa yolların kararları
üzerindeki etkilerinin farkında olduklarından daha akılcı kararlar verebilirler.
Einstein” araması yaklaşık 4.000 ürünle
Yüzde 10 masalı
edebilme) ve duyu ötesi algı yeteneklerine
karşılığını buluyor. Üç ay ile üç yaş arasındaki
IQ’nun bu tarz ürünlerle kolayca artırılabile-
kavuşacaklarını vaat etmektedirler.
bebeklerin zekâsını yükseltme iddiasıyla
ceği sanısını kuvvetlendiren bir diğer inanış
oyuncak ve videolar üreten bu markanın
da beynimizin sadece %10’unu kullandığımız
Bu yalana inanmamak için elimizde onlarca
tahmin edeceğiniz gibi ne Einstein ile ne de
hikayesi. Bu masalı hicveden Şahan Gökbakar,
bilimsel sebep vardır. Eğer 10%’dan kasıt fiziki
onun herhangi bir çalışmasıyla ilgisi vardır.
ağrıyan beyninin %99’unu aldıran bir hastayı
olarak beynin %90’ının kullanılmadığıysa,
Amaç, bu adı kullanarak tüketicilerin gerekli
canlandırdığı skecinde, beynimizin %10’unu
gelişen görüntüleme teknolojileri kullanılarak
çıkarımları yapmalarını sağlamaktır. Markanın
kullandığımızı bir bilimsel gerçek olarak suna-
yapılan araştırmalarda beyinde herhangi ses-
100 milyon doları aşan satış rakamları için
rak Türk tıbbının duayeni bir doktoru ameliyat
siz veya atıl bir bölgeye rastlanmamıştır. Ayrı-
tehlike oluşturmadığı sürece, tüketicilerin bu
için ikna ettiğini anlatmaktadır. İnsanların po-
ca, kazalarda veya inmelerde beynin 90%’dan
çıkarımlarının doğruluğunun önemi azdır.
tansiyelinin neredeyse sınırsız olduğunu ima
çok daha ufak bir kısmını kaybetmenin yıkıcı
Örneğin araştırmacılar, Baby Einstein tarzı
eden ve popüler kültürde çokça karşılık ve
sonuçları olduğu bilinmektedir. Bu ve bunlar
videoları izlemeye ayrılan vaktin aktif olarak
destek bulan bu masal, özellikle Amerika’da
gibi birçok sebep, %10 masalının farklı yorum-
oyun oynamaya ayrılmasının, bu ürünlerin
birçok ürün reklamında bilimsel bir gerçekmiş
larının bilimsel bir temelden yoksun olduğu-
hedeflediği yaşlardaki çocuklara daha faydalı
gibi kullanılmaya devam etmektedir. Bu ma-
nun ortaya konulmasına rağmen, bu masala
olabileceğini öne sürmüşlerdir (Anderson ve
sal kulağa hoş gelmektedir; çünkü beynimizin
inanmaya devam eden birçok kişinin olması
Pempek, 2005). 1980’lerde buna benzer bir
kullanılmayan %90’ını kullanabilecek sırlara
düşündürücü ama şaşırtıcı değildir.
akımda “süper bebekler” yaratabileceklerine
ulaşabilmek, bu sırlardan bihaber olanların
inandırılan ebeveynler, yeni doğan çocukla-
önlerine kolayca geçeceğimiz anlamına
Akıllı mı zeki mi?
rını yabancı bir dil ve ileri matematikle tanış-
gelecektir. Ve her inanmak isteyen tüketici
Bu bağlamda, son olarak günlük dilde zekâ ile
tırmışlardır. Fakat bu yaşlardaki çocuklar bu
için inandırmaya hazır bir satıcı bulunacaktır.
akıl arasındakine benzer bir ayrım üzerinden
zorlu beceriler için gerekli bilişsel gelişi-
Özellikle New Age adıyla anılan “manevi”
IQ ile yeni geliştirilmekte olan RQ (rationality
min çok uzağında olduklarından, ancak
akımın pazarlayıcıları, beynin kullanılmayan
quotient) arasındaki önemli gördüğüm bir
maliyetleriyle kendilerine konulan ada layık
%90’lık kısmına hükmedebilenlerin, psiko-
farktan bahsetmek istiyorum. Zeki olduğu-
olabilmişlerdir.
kinezi (düşünme gücüyle olayları kontrol
nu düşündüğümüz birçok insanın pek de
22
akıllı davranmadıkları durumlara sıkça şahit
veriye dayalı daha akılcı kararlar verebilir. He-
oluruz. Bunun tersine de, belki daha seyrek
nüz anlamlı bir kıyaslama yapabilecek kadar
de olsa, rast gelmişizdir. RQ, çelişiyormuş gibi
insan RQ testini yapmadığı için, IQ puanı gibi
görünen bu gözlemleri açıklamakta bizlere
bir RQ puanı belirlenememektedir. Bu gerçek-
yardımcı olacak bir ölçümdür. RQ, kişinin
leşirse, bebeklerin RQ’sunu yükseltme iddiası
kendi düşünsel süreçlerinin ne kadar farkında
taşıyan ürünlerin reklamlarını sıkça görmeye
olduğunu ölçmeyi amaçlamaktadır. RQ’su
hazır olun. Kişinin kendi düşünsel süreçlerine
yüksek olan kişilerin bu farkındalıklarının yük-
iç görüsü öğrenilebilir yöntemlerle artırılabile-
sek olması, karar mekanizmalarına hükmeden
ceğinden, RQ puanını yükseltmek IQ’ya göre
bilişsel kısa yolların kararlar üzerindeki etki-
daha kolay olabilecektir. Ve eğer bu ürünler
lerini azaltmaya yardımcı olmaktadır. Bunun
RQ’yu yükseltmekte gerçekten işe yararlarsa
daha akıllı kararlar alınmasını kolaylaştıracağı
bu, geleceğin tüketicilerinin çok daha akıllı
tahmin edilmektedir. Yani IQ’su yüksek olan
tercihler yapabileceklerini müjdeleyecektir.
Bir ülkenin ortalama IQ’sundaki bir
puanlık artışın, kişi başına gelirde
229 dolarlık artışa denk geldiği
saptanmıştır.
bir kişinin RQ’sunun düşük olması, kişinin zeki
bile olsa akıllı kararlar vermede zorlanabileceği ihtimalini doğurmaktadır.
Basit bir örnekle, onaylama önyargısı, kişilerin
kendi beklentilerini doğrulayan bilgiye
yoğunlaşıp bu bilgiye kolayca inanırken, bu
beklentileri doğrulamayan bilgiyi göz ardı
etme veya kuşkuyla bakma durumunu açıklar.
Bu içselleşmiş bilişsel eğilimin farkında olan
yüksek RQ’lu kişi, bilgiyi beklentisinden olabildiğince bağımsız değerlendirerek objektif
Kaynakça:
Anderson, D. R. ve Pempek, T.A. (2005). Television and
Very Young Children. American Behavioral Scientist, 48,
505-522.
Rauscher, F. M., Shaw, G. L., ve Ky, C. N. (1993). Music and
spatial task performance. Nature, 365, 611.
Rindermann, H. ve Thompson J. (2011). Cognitive Capitalism: The impact of ability, mediated through science and
economic freedom, on wealth. Psychological Science, 22,
754-763.
23
Doğru karara giden yol
iş zekâsından geçer
Gelişen teknoloji büyük bir veri patlaması yaratırken bu
verilerin küflenmek yerine işe yaramasını sağlayan, yani
veriyi bilgiye dönüştüren, küçük büyük tüm işletmelerin
kaderini belirleyen kilit kavram: İş zekâsı
Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali • İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Günümüzde şirketler gelişen teknolojinin de
Doç. Dr. Özden Gür Ali sorularımızı yanıtladı.
yardımıyla müşterileri, tedarikçileri ve iş süreç-
şekilde yapabiliriz. Örneklerle anlatmak gerekirse mahallenizdeki pastaneyi düşünün. Pas-
leriyle ilgili her türlü veriye sahip. Bu verilerin
İşletme pratiğinde iş zekâsı kavramı olduk-
tanenin sahibi her zaman işinin başındadır.
yorumlanarak anlam kazanmasıyla ulaştığı-
ça sık kullanılıyor. Teknolojinin gelişme-
Müşterilerini tanır, onlarla sıcak ilişkiler kurar,
mız bilgiler ise yöneticilere belli aksiyonların-
sine paralel olarak, literatüre giren bu
onlara ne gibi ürünler önermesi gerektiğini
da ışık tutarak onların İş Zekâsı (BI) dediğimiz
kavramı tanımlayabilir misiniz?
bilir. Zaman içinde onları tanıyarak neyi alıp
çözümleri üretmesini sağlıyor. Kavrama ilişkin
Öncelikle şunu belirtebiliriz. İş zekâsı dedi-
almadığını, ne zaman aldığını, ne kadar aldığı-
olarak, “Sezgisel olduğu düşünülebilir ancak
ğimizde sezgisel bir yorumlamadan bahset-
nı aklında depolar. Bir müşterinin alışkanlıkla-
iş zekâsı; veriyi özetleyen, betimleyen ya da
tiğimiz düşünülebilir; ancak kavram, veriyi
rının diğerine benzerliğinden hareket ederek
öngörü yönelimli olarak kullanma pratiğine
kullanarak yorumlamaya dayanan bir süreci
bir takım örüntüleri fark etmeye başlar. Buna
döken sistematik bir kavram olarak karşımıza
anlatıyor. Veriyi bilgiye dönüştürme işini
göre sorular sorar ve kararlar alır. Hangi ürün-
çıkıyor” diyen Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari
yapan unsurun zekâ olduğunu söyleyerek
den kaç adet almalıyım veya üretmeliyim ki,
Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden Yrd.
kavramın bu alan açısından yorumunu bu
müşteri geldiğinde elimde yeterince bulun-
24
alışverişinde ne almış, ne kadar almış? Ya da
biz ne zaman alıp ne zaman ödemişiz; hangi
Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali
kanaldan almışız? Bütün bu veriler toplanarak
kurumun hafızasını oluşturuyor. Veriler toparlanıyor ve modelleniyor. Örneğin, bugün Koç
Üniversitesi içindeki bir mağazadan, akşam
Sarıyer’den, hafta sonu Kadıköy’den ya da
Internet’ten alışveriş yapmışsınız; ama siz hep
aynı müşterisiniz. Bunların hepsinin bir araya
getirilmesinin ardında bir zekâ söz konusu.
Yani, bu bilgilerin küflenmesi yerine bir işe
yaramasını sağlayan şeye iş zekâsı diyoruz.
Sizin de söylediğiniz gibi küçük büyük her
işletme, bahsettiğimiz veriyi yorumlama
sürecini gerçekleştiriyor. Peki, bu süreç
işletmelere uzun vadede neler sağlıyor?
İş zekâsı BI (Business Intelligence), organizasyonun en küçük parçalarına kadar görülebilmesini sağlayarak farklı yönlerinin birbirleriyle ilişkilendirilmesine yardımcı olur. İş
sahibinin ya da yöneticinin durumu hakkında
sun! Aynı zamanda çok fazla da birikmesin.
belirsizliği azaltmasını mümkün kılar. Yani
Ne gibi ürünler sunalım ki, mevcut müşteri
kaç müşterim var, bu ürünü alanlar başka ne
kitlesinin ilgisini çekebilelim? Pastaneme bir
süredir uğramayan müşterim başka bir yere
mi taşındı, yoksa benden alışveriş yapmayı mı
bıraktı? İşte bunlar küçük çapta, tek kişilik bir
işletmenin dahi karşı karşıya kaldığı sorular.
Veriyi yani bilgiyi düşünüp aldığı kararlar…
alıyorlar, yarın ya da bir sene sonra bu ürün
gamı hâlâ işe yarayacak mı; indirimler satışa
ne kadar katkıda bulunuyor? İşletmelerin bu
sorulara cevap verebilmesini sağlar. Peki, ne
gibi veriler kullanılıyor? Alışveriş kayıtlarından
söz ettim; ama cep telefonlarıyla yaptığımız
her görüşme nerede olduğumuzu, o anda
ne gibi aplikasyonlar kullandığımızı, kimlerle
Eğer bir perakende zincirini ele alırsak, onun
görüştüğümüzü anlatan verilerdir. Bunların
da aynı kararları vermesi gerekiyor. Ancak bunu
hepsi telekomünikasyon sektöründeki şirket-
kişisel hafızayla gerçekleştirmek mümkün
lerin veri ambarlarında biriken kişisel bilgiler.
değil. Elinizde birçok veri var. Her müşteri her
Öte yandan, bu bilgilerin isimsizleştirilerek
"İş zekâsı uygulamaları karar
destek sistemleri, sorgu ve
raporlama, çevrimiçi analitik
işleme, istatistiksel analiz,
tahmin yürütme ve veri
madenciliği faaliyetlerini içerir."
25
“Internet kendi başına bir veri patlaması yarattı. Big Data önemli
bir terim olarak ortaya çıktı. Son iki yılda, ondan öncesindeki bütün
zamanlar kadar veri üretildi.”
de olsa işlenmesi gizliliğin korunması ile ilgili
dı, aldı veya almadı. Hatta perakendeci
endişeleri de beraberinde getiriyor.
müşterinin o ürünü kendisinden almayıp
nereden aldığını da görebilir. Cisco’nun
Bu durumda işletmelerin veri elde etmesi
açısından Internet’in de büyük bir önemi
ABD’deki yöneticilerinden biri şu uygulama-
var…
ilişkisi yok. Nihai tüketici firma gelip onların
Internet kendi başına bir veri patlaması
web sitesine bakabiliyor. Baktıkları ürünü alıp
yarattı. Big Data önemli bir terim olarak
almadıklarına dair ayrıca bir inceleme yapmış-
ortaya çıktı. Son iki yılda, ondan öncesindeki
lar. IP adresinin kime ait olduğunu bulmaları
bütün zamanlar kadar veri üretildi. Hepi-
gerekiyor. Hangi firma benim ürünlerime
miz internet kullanıyoruz ve artık içerik
bakmış, kaç kere bakmış. Neden satış yapa-
üreticisi konumundayız. Sadece metin
madık? Bunun üzerine araştırma yapmışlar ve
değil, filmler, videolar, görsel materyaller
nedenini sormuşlar. Bu şekilde birçok kaybı
de veri patlamasına sebep oluyor. İşte tüm
geri çevirmişler.
larını anlattı: Onların nihai tüketiciyle bire bir
bunlar çok ciddi uygulama alanları açıyor.
26
Perakendeci açısından bakarsanız önce
Sosyal medyada yazılanlar, arama motoru
şunu görürsünüz: “Müşteri geldi, şu ürünü
kelimeleri de analiz edilen büyük bir veri
aldı ve gitti.” Ama aynı zamanda birçok
kaynağı. Şirketim hakkında kim, neden, ne
ürüne bakmış ve bazılarını da almamıştır.
yazıyor? Tavsiye mi ediyor; yoksa şikâyet mi
Aslında neyin neden alınmadığını anlamak,
ediyor? Buna hemen müdahale edilmezse,
müşterinin hangi ihtiyacına cevap vereme-
durum çok büyük bir halkla ilişkiler faciası-
diğini fark etmek işletme açısından önemli.
na dönüşebilir. Şirketler hem duygu hem
Bunu görebileceğiniz yer Internet’tir. Web
de içerik açısından otomatik metin analizi
sitesinde hangi ürünleri ne süreyle inceledi,
yaparak şirket hakkında neler söylendiğini
sepete koydu, hangi ürünlerle karşılaştır-
araştırıyor. Bunu özetleyecek sistemler ve
"İş zekâsı, gerçek veriye dayanan doğru kararların alınmasına yardımcı olur."
bulgulara göre hemen şirket adına gerekli
ürün çeşitleriyle çok geniş bir tüketici kitlesine
vadeli olabilecek bir ilişki oluşturma şansı
halkla ilişkiler/ müşteri ilişkileri aksiyonla-
hitap ediyor. Artık bu gibi büyük organizas-
ortaya çıkıyor.
rını alan elemanlar var. Internet’te metin
yonlar, müşterilerinin tüketim alışkanlıklarını
analizi ile elde edilen bilgilerin talep ve satış
ve tercihlerini gelişen teknolojinin de yardı-
tahminlerine katkı yapar hale getirilmesi de
mıyla depolayıp bir veri tabanı oluşturuyorlar.
ihmaline kadar uzayabiliyor. Bu açıdan bu ve-
çok önemli. Örnek verecek olursak, tekstilde
Bu verilerden genel bazı çıkarımlarda bulu-
riler toplanırken ve kullanılırken izinlerin alın-
yeni akımların tespiti, hedef kitlenin yorum-
nabilmelerinin yanı sıra kişilere özel sonuçlar
ması çok önemli. Özellikle cep telefonları çok
ları, tepkisi ürün seçimi ve talep tahmini için
da elde edebiliyorlar. Burada da esas dikkat
kapsamlı bir bilgi veriyor, fakat biz tüketiciler
değerlendirilebilir.
edilen nokta müşterilerin kişisel özelliklerin-
özel bilgilerimizin kullanılmasını istemeyiz.
den daha çok davranışları. Ne gibi ürünler
Zaten ülkemizde ve dünyada bu konuyla ilgi
Toplanan verilerden ede edilen sonuçlar
almış? Hangi sıklıkla sipariş veriyor? Elde
bazı yasal kısıtlamalar getirildi, getiriliyor. Bu
nasıl hayata geçiriliyor?
ettikleri bu envanterle kişilere özel satış ve
noktada kişi haklarının korunması çok önemli
“Bu soruya da örnekler üzerinden cevap vermek
pazarlama yapabilme yeteneğini elde etmiş
bir unsur olarak ortaya çıkıyor.
daha açıklayıcı olacak: Çok yaygın olarak kullanı-
oluyorlar. Her müşteriye aynı promosyonu
lan yemek sipariş sitesi yemeksepeti.com
önerip, e-postalarını birçok mesajla doldurup,
üzerinden gelen verilerin toplanmasını ele
spam olarak algılanmak yerine az sayıda fakat
alalım. Bu site içerisinde hizmet veren yüzler-
o kişinin ilgilenme olasılığı yüksek teklifler
ce işletme var. Bu işletmelerin her biri farklı
gönderildiğinde kazan-kazana dayalı uzun
Bu yoğun rekabet ortamında kişisel hakların
27
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak Kule’nin sorularını yanıtladı.
Zeki olmak mı
zekice davranabilmek mi?
Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak • Tıp Fakültesi
Nörobilim, nöroanatomi, sinir stimulasyonu,
girişimsel olmayan beyin stimulasyonu ve
medikal cihaz inovasyonu üzerine araştırmalar yürüten Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi Doç.
Dr. Yusuf Özgür Çakmak Kule’nin sorularını
yanıtladı.
Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak
28
Bilgiye ulaşma, yani veriyi yorumlama
yetisini kullanmamızı sağlayan zekâ,
sadece bilişsel ve kalıtımsal olarak tanımlayabileceğimiz bir kavram mıdır? Sizce
kültürel, çevresel ve tarihsel olarak bu
tanım nasıl değişebilir?
Çok net bir şekilde çevresel, kültürel ve
tarihsel şekillendirmeden bahsedebiliriz.
Yakın zamanda yapılan bir araştırmada ABD
üniversitelerinde öğrenim gören Batı ve Uzak
Doğu kökenli öğrencilere gösterilen bir videoda bu öğrenci gruplarının verdikleri geri
bildirimler arasında çok net bir farklılık göze
çarptı. Batı kültürlü öğrenciler aynı videodaki
büyük balıktan bahsederken arka plandaki
oluşumlara ait hiç geri bildirim yapmadılar,
Uzak Doğu kültürü almış öğrenciler ise arka
plandaki yosunlardan, bitkilerden, mercanlardan bahsettiler. Bu çalışmanın sonuçlarının
da açıkça gösterdiği gibi kültürel farklılıklar
aynı uyaranı bambaşka açıdan algılamamızı
sağlıyor. Uzakdoğu kültürleri bütünsel ve
tüm çerçeveyi eşit algılarken, Batı kültürü
büyük balığı görmemizi istiyor. Her iki bakış
açısının da hayatta kalmamızı sağladığı farklı
şartlarla karşılaşmamız mümkün, dolayısıyla doğru ortamda, doğru algı bakış açısını
kullanmadan hep aynı tür algı yetisiyle
biçimlenmiş zekânın farklı şartlarda başarısız
olması mümkün.
Zekâ üzerine söylenmiş ve sizi etkilemiş
bir söz var mı?
“Zekânın seviyesini, değişebilme yeteneği
belirler.” - Albert Einstein
Zekâsıyla sizi etkileyen herhangi biri
varsa, kim olduğunu söyleyerek nedenini
kısaca açıklayabilir misiniz?
Değişen yeni şartlara yönelik yaratıcı adaptasyonu ve stratejileriyle kesinlikle Mustafa
Kemal Atatürk.
Fikir, yaratıcılık gibi kavramların ve başarının zeki olmakla ilişkisi sizce nedir?
Beyin ağları (network’leri) zaman içerisinde
Zekâ kavramının birçok bileşeninin
tek tek ya da birkaçının birlikte
kişinin farkındalığında ya da
haberi olmaksızın aktif ve pasif
beyin eğitimleriyle geliştirilerek
zekâ kapasitesinin artırılabilmesi
mümkündür.
tekrarlanan uyaranlarla kurgulanmaktadır.
Benzer ya da ilintili kavramlar, var olan network’lerde kendilerine yeni dallar olarak yer bulabilirler. Birbirinden bağımsız gibi gözüken
iki farklı beyin ağı arasındaki benzerlikleri
kurgulamaya yönelik içsel algının kavranılmasıyla yeni bakış açıları da kazanılması
mümkün olmaktadır. Bu bakış açısı farklı
network benzerlikleri ile daha büyük
network’lerin kurgulanmasını beraberinde
getirdiği gibi kompleks gibi gözüken kavramlara çok basit çözümlemeler de kazandırabilmektedir. Bütün bu yaklaşımlar sıklıkla
analitik çözümlemeler, yaratıcılıklar ve fikirler
için yeterli olabilirse de sanatsal yaratıcılık
için mevcut analitik network’leri anlık ya da
kısa süreliğine kapatmamız gerekir; çünkü bu
analitik network'ler beynin sanatsal yaratıcılığını oluşturan network'ler üzerinde baskılayıcı
nitelik taşımaktadırlar.
Duygusal zekâ kavramının, başarı ve
mutlulukla ilişkisi üzerine neler söylemek
istersiniz?
Duygusal zekâ dediğimiz kavram, içerisinde
empatiyi ve sosyal konum algısını barındırır
ki, bu sayede analiz edilen algıya sadece algı
ve kişisel tepki refleksi olarak değil, toplumsal ve karşımızdaki kişinin penceresinden
bakarak yaklaşmamızı sağlar. Bu tip bir tepki
beraberinde güçlü sosyal ilişkiyi getirecektir
ki, kitleleri peşinden sürükleyen birçok lider
zekânın en önemli bileşenlerinden biri olan
empati yetilerini üst düzeye taşıyabilmişlerdir. Empati kuramadığımız durumlarda doğru
analiz edilen algılarımız olsa dahi, reaksiyonlarımızın sonuçları başarı ve mutluluk beklentisini karşılayamayacaktır. Dostoyevski’nin
dediği gibi, “Zeki davranabilmek, zeki olmaktan çok daha ileri bir olgudur.”
Zekâ geliştirilebilir midir?
Bu soruya çocuk ve yetişkin olarak ayırarak
başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsan
beyni 22-24 yaşlarına kadar gelişimini devam
ettirmektedir. Bu süre zarfında bu gelişimi
hızlandırmak mümkündür. En yaygın bilinen
uygulamalardan örnek vermek gerekirse,
ilkokul 1. sınıfa giden bir çocuğa altı ay boyunca
verilen balık yağının bu gelişimi 1-1,5 sene
hızlandırdığı gösterilmiştir. Gelişimini tamamlamış bir beyin için ise farklı teknikler uygulanabilir. Bu tekniklerden bahsetmeden önce zekâ
kavramının içerisinde dikkat, analiz, algı, gibi
birçok kavram olduğunun altını çizmekte fayda
görüyorum. Bu saydığımız kavramlardan her
biri tek tek geliştirilebilir niteliktedirler. Örneğin,
beynin dikkat yeteneği bugün nörobiyolojik
geri besleme teknikleriyle geliştirilebilir bir zekâ
bileşeni haline gelmiştir. Dikkat eksikliği yaşayan çocuklarda ve hatta uçağı indiriş anında
dikkat problemi çeken bir pilotun da NASA’nın
geliştirip uygulamaya soktuğu nörobiyolojik
geri besleme teknikleriyle dikkat performanslarını artırabildikleri araştırmalarla net olarak
gösterilmiş ve günümüzde rutin uygulama
alanı bulabilmiştir. Zekânın algı bileşeni de
hedefe yönelik olarak yapılan bir beyin eğitimi
sayesinde geliştirilebilmektedir. Tüm bu eğitimlere ek olarak kişinin pasif olduğu ama dışarıdan
verilen uyarılarla beyin eğitiminin aktif olduğu
uygulamalar da bulunmaktadır. Bütün bu bilgiler
ışığında zekâ kavramının birçok bileşeninin tek
tek ya da birkaçının birlikte kişinin farkındalığında ya da haberi olmaksızın aktif ve pasif beyin
eğitimleriyle geliştirilerek zekâ kapasitesinin
artırılabilmesi mümkündür.
Sizce zeki insan…
Bence zeki insan değişen koşullara adapte
olabilmeyi başarabilendir.
29
Tasarımın penceresinden
Prof. Dr. Oğuzhan Özcan • İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi
Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi
Oğuzhan Özcan ile zekâ üzerine…
Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar
Bölümü Öğretim Üyesi Oğuzhan Özcan,
2011 yılından bu yana “designLab” Araştırma
Birimi ve Koç Üniversitesi Tasarım, Teknoloji
ve Toplum Doktora Programı’nın koordinatörlüğünü üstleniyor. Genel olarak tasarım
düşünmesi ve yaratıcı fikir üretimi sürecinde,
ilham kaynakları üzerine uzmanlaşan Özcan
ile yaratıcılığın zekâ ile ilişkisi üzerinden yola
çıkarak gerçekleştirdiğimiz sohbeti keyifle
okuyacaksınız.
Zekâ ve yaratıcı fikir üretimi arasında
nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Üretim sürecinde kişiyi öne çıkaran nedir sizce?
Öncelikle ben zekâ alanında çalışan bir
bilim insanı değilim. Bizim alanımızda bilgi
üretiminin “ezber bozan” bir yapısı var ve bu
anlamda üretimin zekâ ile bağlantısı ilginç
olabilir. Ancak zeki bir insanın ezber bozabileceğini düşünebiliriz. Yaratıcılık sürecinin,
özellikle tasarım alanında sistematik ve
formüle edilebilir olduğunu söylemek çok
zordur. Bazıları sistematik bir yoldan
gider ama bazılarında yaratıcılık rastlantısal bir sürece dayanır. Özellikle sanatçıların
30
Prof. Dr. Oğuzhan Özcan
rastlantısallığı yani gördükleri, dokundukları, hissettikleri çok önemlidir. Örneğin, bir
bestecinin bir anda içine girdiği duygu seliyle
yarattığı ve yıllarca kimsenin dilinden düşürmediği şarkıları vardır.
Ben daha çok ilham alma üzerine çalışıyorum. İnsanın her şeyden ilham alarak üretim
yapabileceği fikrine sahibim. Aslında geleneksel sanatçıların yaptığı budur.
Tasarımda ilham alma fikrinin zekâyla olan
bağlantısı tamamen neden sonuç ilişkisine
dayalı. Değişik sanat eserlerinden bir süpürgeye ya da bir ana bakan bir tasarımcı oradan
kimsenin göremediği bir bağlam çıkartıp fikir
üretir. Bu tabii ki belli bir zekâyı gerektiriyor.
Sıradan anlamıyla zekâyı ölçülebilir, sayısal
veriye dökülebilir bir şey olarak algılıyoruz.
İnsanın neden sonuç ilişkisini kurarak, oradan
bir fayda çıkarabilme yeteneğine sahip olmasını da bir zekâ örneği olarak düşünebiliriz.
Peki, yaratıcılığı tetikleyen anlık fikirler midir?
Bu konuda iki farklı ekol var. Birinde kullanıcının talepleri ve ihtiyacı doğrultusunda
“Kendi alanımdan baktığımda zeki kişi, beklenmedik bir
anda karşılaştığı bir soruna, alışılmadık biçimde ama
faydalı çözüm üreten ve bunu da kabul edilebilir bir zaman
dilimi içinde yapan kişidir.”
yapılan tasarımlar söz konusu. Örneğin,
gelen talepleri dikkate alarak, kullanıcının bir
fincanın her şeyini tasarlayacak veriyi vermesi ve tasarımcının da onu vücuda getirmesi
söz konusu. Bunu eleştiren diğer okullar ise
şunu düşünüyor: Kullanıcı daha başka ne gibi
zenginliklerin olabileceğini algılayamayabilir?
Bu nedenle yeni oluşturulacak bir form, araç
ya da obje için tasarımcının öncülük rolü
üstlenmesi gerekir. Ben ikinci tarafla daha
çok ilgiliyim. Bu bağlamda bu işin anlık olup
olmadığı sorusunun tanımını yapmak zor;
çünkü bazı insanlara baktığımızda yaratıcılık
onun içinde bulunduğu koşullardan bağımsız, içten ve kendisinde var olan yetilere
dayanıyor. Diğer yandan bir şeyi vücuda
getirebilmek için kişinin birikimi olmalı. Onun
eğitimini, yaşadıklarını görmezsek, yaratıcılığın anlık olduğunu düşünebiliriz; ama tetikleme denilen bir sistem var.
Sizce zekânın tanımı nedir?
Kendi alanımdan baktığımda zeki kişi,
beklenmedik bir anda karşılaştığı bir soruna,
alışılmadık biçimde ama faydalı çözüm
üreten ve bunu da kabul edilebilir bir zaman
dilimi içinde yapan kişidir. Bu anlık da olabilir,
makul sürede problemin üzerinde düşünerek de... Biz görsel tasarımda yokluk üzerine
üretim yapan kişinin zeki olabileceğini
varsayıyoruz. Engeller ve sınırlamaların yaratıcılığı artıran koşullar olduğu kabul ediliyor.
O pencereden baktığımızda bir insanın en
son teknolojiyle donatılmış bir stüdyoda
animasyon yapması da mümkün; sadece
kâğıt ve kalemin olduğu bir ortamda motion
capture (hareket yakalama tekniği) yapması
da. İkincisinde kişinin daha zekice bir üretim
yaptığı düşünülebilir. Tabii bunun zekâ ile
uğraşan bilim insanları açısından geçerliliği
var mıdır bilemiyorum.
Yaratım sürecinde karşılaşılan engeller ya
da eldeki olanaklar açısından Türkiye ile
Batı arasında bir ayrım var mı sizce?
Bundan 20 yıl önce sorsaydınız var olduğunu söyleyebilirdim. O dönemde doktora
öğrencileri yurtdışından Türkiye’ye bavullarla
kitap taşırdı. Ama küreselleşen dünyada
eldeki olanaklar açısından bir dezavantaj
söz konusu değil. Yalnız araştırma kültürü
açısından öğreneceğimiz çok şey var. Bence
31
Deforme arayüz analizleri / Tasarım: Ahmet Güzererler, Design Lab doktora öğrencisi
“Görsel tasarımda yokluk
üzerine üretim yapan kişinin zeki
olabileceğini varsayıyoruz. Engeller
ve sınırlamaların yaratıcılığı artıran
koşullar olduğu kabul ediliyor.”
Türkiye’deki en ciddi sıkıntı rekabette yaşanıyor. Batı’da eğer rekabet içinde yoksanız
siz de yoksunuz. Ama Türkiye’de aile devreye
giriyor. Koruma ve kollama var. Çoğu kişide
“Çok donanımlı olmalıyım ve üretim yapmalıyım ki, sektörde belli bir yere gelebilmeliyim”
düşüncesi yok.
Bu anlamda zekâmızı, yaratıcılığımızı ya
da olanaklarımızı yeterince kullanamadığımızı söyleyebilir miyiz?
Evet, bu nedenle Türkiye’de pasifize olan
birinin eğer potansiyeli varsa, Batı’da çok iyi
işler ortaya koyduğunu görebilirsiniz. Çünkü
orada kişi rekabete dahil olmak zorunda
kalıyor.
Sizin ilham kaynaklarınız, itici gücünüz
neydi?
Benim alanım mimarlıktı ve 10 yıla yakın bu
alanda akademisyenlik yaptım. 80’li yıllarda
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde
öğretim üyesi olan Mark Butler ile tanışmam
bir şans oldu. O benim aslında bir görsel iletişimci olduğumu düşünmüştü. İşte o 10 yılın
ardından görsel iletişim alanına geçtiğimde
kendi yerimi de bulmuş oldum. İnsanlar
kendi yerlerini bulduğunda öngörüleri çok
kuvvetli oluyor. İddialı bir söylem olsa da
Türkiye’de ileride ulaşılması gereken noktayı
görerek, onu öne çekebildim. Bu sayede güncel kalarak dünyayla olan rekabetin içinde
var olabildim.
32
Öngörünün kaynağı ne olabilir sizce?
Birikimleriniz ya da zekânız…
Zekâ ve birikim bir arada… Ben gerçekten
çok zeki ama zekâsını kullanamayan insanlar
görüyorum. Belki de akıl ve zekâ ayrımı söz
konusu burada ya da zekâyı akıllıca kullanabilmek yani akıl edebilmek… Çok zeki olup
da çok başarısız olan insanlar tanıyorum. O
kadar zeki ve sıra dışı olmayı göze alabilmek de
önemli. Müthiş bir birikiminiz, yani yaşadıklarınız, yapıp ettikleriniz, ürettikleriniz var. Yeni bir
durumla karşı karşıya kaldığınızda birikiminizi
zekânızla birleştirmeniz gerekiyor. Bu anlamda zekâ birikimi yaratıyor, birikim de zekâyı
kullanarak bir adım öteye gitmenizi yani fayda
yaratmanızı sağlıyor. Ticari anlamda değil; ama
faydacı olmayan hiçbir şeyin anlamı yok. Kendi
içinde yenilik, yeni bir bakış getirmek önemli.
Öğrencilerinize bir mesajınız var mı?
Mücadele ve rekabet etme yetilerini kullanmayı öğrenmeliler. Emek kavramını anlamaları gerekiyor. Yavaş yavaş, deminde yapılan
bir çay ile üzerine kaynar suyu bir anda
döktüğünüz çayın tadı nasıl farklı olursa,
emek verilerek yapılan işin değeri de başka
olur. Eskiden tasarım öğrencilerinin ulaşabildiği birkaç dergi vardı. Artık araştırma yapma
olanaklarımız sınırsız ve bu mecra bir şeyleri
hazır beklemek yerine daha çok araştırma
için tetikleyici olmalı.
Zekâ turu
Koç Üniversitesi’nde çıktığımız kısa turda, Hemşirelik Yüksekokulu’ndan Yrd. Doç.
Dr. Ayşecan Terzioğlu'na ve fizik bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Güneş
Aydındoğan'a zekâ konusunda ne düşündüklerini sorduk.
"Mizah zekânın
gülümsemesidir"
"Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise
sorunların oluşmasını engeller"
Yrd. Doç. Dr. Ayşecan Terzioğlu, Hemşirelik Yüksekokulu
Eski Yunan felsefecilerinden bugüne, düşünürler insanın farklı
özelliklerini doğa ve kültürün ne ölçüde biçimlendirdiğini tartıştılar.
Yapılan genetik, anatomi, fizyoloji, insan ilişkileri, sosyalizasyon, cinsel
kimlik, çocuk yetiştirme pratikleri konusundaki araştırmalar da bize
insanın farklı özelliklerini oluşturmada doğa ve kültürün ne derece
iç içe geçtiğini gösterdi. Zekâ da doğa ve kültürün, yani kalıtımsal
yapımızla, çevremizin bizden beklentilerinin ve yetiştirilmemizin
oldukça karmaşık bir şekilde iç içe geçtiği konulardan biri. Önyargılar
ve yerleşik kültürel kalıplar da zekâ konusundaki algılarımızı oldukça
etkiledi. Örneğin, çok yakın zamanlara kadar kadınların daha çok
annelik vasfıyla özdeşleştirilen duygusal zekâya sahip olduğu; zekânın
mantıklı, çok boyutlu, soğukkanlı düşünme ve analiz etmeye yönelik
boyutunun kadınlarda eksik olduğu düşüncesiyle birçok kız çocuğu
eğitimde pozitif bilimler, tıp ve mühendislik gibi dallardan uzak tutuldu. Bu dallarda başarılı olan kadınlara birer istisna gözüyle bakıldı.
Bugün dünyada ve ülkemizde bu önyargının önemli ölçüde kırılmaya
başladığını görmek çok güzel!
Ben zekâyı çok boyutlu, karmaşık ve her zaman gelişmeye açık olarak
görüyorum. Bana göre kişinin kendini sorgulayabilmesi, geçmişini ve
bugününü değerlendirip bu değerlendirme ışığında yarınını planlayabilmesi ve farklı koşullara kolayca uyum sağlayabilmesi önemli zekâ
göstergeleri ve zekâyı geliştirip, başarılı olma kriterleri. Bütün bunları
yaparken, mutlu olmak için de zekânın mizah boyutunu da unutmamak gerekiyor tabii. Bir Fransız atasözü, “Mizah zekânın gülümsemesidir” der ve bence de bir insanın zekâsı en bariz olarak yaptığı espriden
belli olur. Mizah aynı zamanda bizim zorluklarla da başa çıkmamızı
sağlayan önemli bir zekâ özelliğidir.
Güneş Aydındoğan, Fizik Bölümü Doktora Öğrencisi
Charles Darwin, “Türlerden en güçlü ya da en zeki olanı
hayatta kalan değildir, değişime en yatkın olanıdır” der.
Bence gerçek zekâ da budur. Bazen yetenek yarışmalarında görürüz, hesap makinesi kullanmadan bütün işlemleri
aklından yapabilen çocuklar vardır ya da yıllar önce hangi
gün ne yaptığını detaylarıyla hatırlayan insanlar… Bu tarz
bir zekâ örneğinin nadir bulunmakla beraber, kişilere sosyal ve profesyonel hayatta çok yardımı dokunmaz, ama
içinde bulunduğu ortamın şartlarını iyi anlayan ve doğru
değerlendiren birinin daha başarılı olması kaçınılmazdır.
Toplumların dinamikleri de yıllar boyunca hep değiştiğine göre insan zekâsının da bu doğrultuda evrimleştiğini
söyleyebiliriz. Bence zekâ, matematiksel zekâ, duygusal
zekâ ve adapte olabilme özelliğinin en doğru biçimde harmanlanmasıdır. Duygusal zekânın mutluluk ile ilişkisi söz
konusu olduğunda mutluluğun bir seçim olduğu söylenebilir. Kendini nelerin mutlu ettiğini bilen biri, zamanını
ve yeteneklerini bu etkenlere ya da bunları elde etmeye
çalışmaya harcarsa mutlu olmayı seçmiş demektir. Zekâ
konusunda Einstein’ın hiç aklımdan çıkarmadığım bir sözü
var: “Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise sorunların
oluşmasını engeller.”
33
RÖPORTAJ
Hocaların hocası
Koç Üniversitesi’ndeydi
Türkiye’de bir kadın olarak bilimsel alanda gerçekleştirdiği pek çok ilkle herkese ilham
veren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat Türkiye’de sosyal bilimler ve Koç Üniversitesi üzerine
sorularımızı yanıtladı.
Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nin ilk kadın asistanı, ilk
kadın doçenti, ilk kadın profesörü ve ilk
kadın kürsü kurucusu… Uluslararası göç ve
kadın çalışmaları konusunda ülkemizde akla
gelen isimlerin en başında, makaleleri ve
kitapları yabancı dillere çevrilen, dünyanın
her köşesinde seminerler veren, Boğaziçi
Üniversitesi’ndeki çalışmalarını halen
sürdüren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 5
Mart’ta Koç Üniversitesi’ndeydi. Kendisiyle
Tıp Semineri kapsamında verdiği “Yirminci
Yüzyılda Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statüsüne ve Toplumsal Değerlere Etkisi” başlıklı
konferans öncesinde Koç Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Şevket
Ruacan’ın ofisinde buluştuk.
Koç Üniversitesi kuruluşundan bu yana
uluslararası bir üniversite olarak bilime
katkı sağlama hedefiyle çalışmalarını
sürdürüyor. Bir araştırma üniversitesi
olma misyonuyla hareket ediyor. Siz
Koç Üniversitesi’nin bu çabalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Üniversitenin hem araştırma hem öğretimi birleştirmesi çok önemli. Üniversitenin
böyle bir kurum olarak inşa edilmesi fikrini
ortaya atan ve Berlin Üniversitesi’ni bu
34
modele göre yaratan Alman filozof Wilhelm
von Humboldt’dur.
Bilim insanı için iki şart gerekir: Birincisi özgürlüktür, yani bugünkü anlamda özerklik.
Hiçbir baskı altında kalmadan araştırma
yapabilmelidir. Bu, tıp alanında maddi olanaklara da bağlıdır; ama bilim insanı bunu
gerçekleştirebilmeli. İkincisi de yalnızlık
(Einsamkeit) yani kendini birtakım mükellefiyetlerden tecrit edip, arınabilmesidir.
Almanya’da daha evvel kurulan Göttingen
ve Heidelberg gibi kurumlar bu yörüngeye oturdular ve gerek tıpta gerek fizikte
gerekse kimyada çok önemli başarılara imza
attılar. Tabii yapılan çalışmalar her zaman insanlığın yararına olmadı; atom bombası da
Alman araştırma merkezlerinin bir çocuğudur. Diğer yandan pozitif tarafları, endüstriyel gelişmelere katkıları büyük olmuştur.
Şimdi Almanya'da, bütün devlet üniversiteleri OECD Eğitim Direktörlüğü Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı
(PISA) modelini uygulamak zorundadır. Bu
modelde lisans eğitimi üç senede tamamlanıyor ve araştırma fonksiyonu üniversitelerden, çeşitli merkezlere devrediliyor. Bu
araştırma merkezlerinin en önemlilerinden
bazıları Max-Planck Vakfı'na ait enstitülerdir. Toplam 22 araştırma merkezi var ve her
birinin uzmanlık alanı farklı. Çoğu tıbbı da
kapsayan fen alanından başka Heidelberg
ve Göttingen’de de sosyal bilimler alanında merkezler faaliyet gösteriyor. Yani artık
son yıllarda Almanya’da bir araştırma alanı
arayacaksak bunu üniversitelerde değil, ancak araştırma merkezlerinde bulabiliyoruz.
Amaç bir taraftan yüksek sayıda gence üniversite öğrenimi sağlamak, öte taraftan en
yüksek vasıflı araştırmalara olanak tanımak.
Bütün bunların ışığı altında Koç Üniversitesi’nin
benim şahsen çok önemli bulduğum
Humboldt modelinin çağdaşını, Amerikan
versiyonunu, benimsemiş olması çok pozitif
sonuçlar getirecek. Belki de bu sayede tüm
dünyaya ışık tutacak yeni şeyler ortaya
çıkacak.
Bilim insanı için iki şart gerekir:
Birincisi özgürlüktür, yani bugünkü
anlamda özerklik; ikincisi de kendini
birtakım mükellefiyetlerden tecrit edip,
arınabilmesidir.
Sizce Türkiye’de akademik camianın gelişimi önündeki engeller ve gelişim için
kilit rol oynayacak değerler neler?
Engellerin başında siyaset geliyor. İlerleme için tek reçete, üniversitenin tek ilacı
özerkliktir.
Koç Üniversitesi’nin kadın çalışmaları
alanındaki faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve
Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama
Merkezi (KOÇ-KAM)’nin kurulmuş olması
çok önemli bir adımdı. Bunu Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın çok önemli bir atılımı
olarak görüyorum. Kendisi çok üretken, çok
verimli, çok yönlü ve uluslararası üne sahip
bir bilim insanımız. Biz bu yola beraber
çıkmıştık. 1975’te tanıştık. O dönemde Türk
Sosyal Bilimler Derneği’nin başkanıydım ve
kadın çalışmaları konusunda bir konferans
için Amerika’ya davet edilmiştim. Döndüğümde Türkiye’de de kadının toplumsal
durumunu tespit etmeye yönelik bir konferans düzenlemeye giriştim. ABD'deki Nüfus
Konseyi’nden bir miktar destek alabildik
ve Yeniköy’deki Sait Halim Paşa Yalısı’nda
yabancı katılımcıların da yer aldığı bir konferans yaptık. Özelliği ekonomi, siyaset, edebiyattan tıbba kadar tüm katılımcıların kadın
olmasıydı. Ardından iki baskı yapan bir kitap
hazırladık ve kitabın İngilizcesi Hollanda’da
yayımlandı. Şimdi o kitap hâlâ okunabilir;
ama sadece tarihi gelişim aşamasını görmek
üzere. Son 20 yılda katedilen mesafe başka
yapıtlarda yer alıyor. Bizim vaktiyle düzenlediğimiz konferansı tekrar edebilsek çok
yararlı yeni veriler elde edilebilir. Eğer gün
24 değil 96 saat olsaydı ben bu işe yeniden
girişebilirdim. Ancak vaktim az olduğu
için en önemli işlere kendimi veriyorum.
Dolayısıyla gençlerin bu işe girmesini arzu
ediyorum.
Birazdan vereceğiniz "Yirminci Yüzyılda
Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statüsüne
ve Toplumsal Değerlere Etkisi" başlıklı konferansı izleyeceğiz. Öncesinde
Kule’nin genç okurları için bize kısa bir
değerlendirme yapabilir misiniz?
Her şeyden evvel şunu söylemek istiyorum.
Eğer Amerika hali hazırda dünya politikasında bir süper güç ise ve bu ülkenin cumhurbaşkanı ikinci kez seçildikten sonraki ilk konuşmasında, geleceğimiz için beyin üzerine
araştırmaları desteklememiz gerek ve buna
20 milyar dolar kaynak ayırıyoruz diyorsa,
soru cevaplanmış oluyor. Geleceğin şekillenmesini yine tıbba borçlu olacağız. Nasıl
ki, insanoğlunun genetik kodu keşfedildiyse
şimdi de beynin DNA’sı aranıyor. Ben bunları
bir okuyucu olarak anlayabiliyorum sadece.
Şimdi aranan beyindeki tepkilerin duygularla nasıl ilişki kurduğunu öğrenmek mümkün
müdür? Bu soruya cevap verebilirsek, sizinle
konuşurken hakikate aykırı bir şey söyleyip
söylemeyeceğinizi de anlayabileceğim.
35
RÖPORTAJ
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr. Şevket Ruacan
Şimdilik keşfedilen şey, beyin haritalarını
çıkartarak hangi parçanın neyle ilgili reaksiyon gösterdiği… İnsanoğlunda merakı
öldürmediğiniz sürece bambaşka şeylere
ulaşacağız ve ilerleyeceğiz.
Sosyal bilimlerin Türkiye’deki saygınlığı
hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir
miyiz? Sosyal bilimlerin toplumsal çözümleme ve ilerlemeye katkısı açısından sesini
duyurabilmesi için nelere ihtiyacı var?
Sorduğunuza çok sevindim. Sosyal bilimler
bence çok sağlıklı bir gelişme yaşıyor. Ben hâlâ
ders veriyorum; çünkü kendi yaşımdakilerden
hiçbir şey öğrenemediğim gibi içim kararıyor.
Türkiye’de bir devlet üniversitesinden emekli
olan kişi başka bir devlet üniversitesinde çok
cüzi bir ücretle ders verir. Ama mesele bu
değil; ben gençlerle beraber olmaktan zevk
alıyorum. Yüksek lisans ve doktora seviyesinde ders veriyorum, Erasmus programı
sayesinde pek çok yabancı öğrencim var.
Çok taze bilgilerin sunulduğu merkezler ve
yayımlanan çok kaliteli dergiler var. TÜBA’nın
yardımıyla dışarıya gönderilen gençlerden bir
kısmı önemli çalışmalar yapıyor. Zamanında
36
Şerif Mardin Amerika’nın teşvikiyle Türk Sosyal
Bilimler Derneği’ni kurmuş. Şerif Bey derneği
bıraktığında Ankara’da bulunan bazı arkadaşlarla birlikte biz bu derneği benimsedik.
Ben başkan seçildim; daha sonra Kontenjan
Senatörü olunca başka biri başkanlığı devraldı. Bahsettiğim konferansı o zaman yapmıştık.
Daha sonra her iki yılda bir Ulusal Sosyal
Bilimler Kongresi yapmaya karar verdik. Tek
desteğimiz ODTÜ’nün bize verdiği toplantı
salonlarıydı. Bu yıl Kasım ayında bu kongre
17. kez düzenlenecek. Her kongrede 1.200’ün
üzerinde tebliğ sunuluyor. Bu dünyada kabul
edilmiş bir yöntemdir. Genç araştırmacılar
tebliğlerini sunar, kendini dener ve çalışmalarını geliştirir. Bu benim diktiğim bir fidandı ve
kurumadığına çok memnunum.
çok değerli sosyal bilimcilerimizden biri
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
dolayısıyla bir mesajınız var mı?
Bütün Ortadoğu’da modernite yüzünden kadın erkek çarpışmasının en yoğun
yaşandığı ülke Türkiye’dir. Bunun sebebi
elektronik iletişim araçları ile inanç değerlerine bağlı kalan nüfus gruplarının değerler
savaşıdır. Yale Üniversitesi’nden mezun
dumura uğratılabilir...
olan Yılmaz Esmer tüm dünyada değerlerin
değişimi üzerine yürütülen bir araştırmanın
Türkiye ayağını devam ettiriyor. Bu araştırmanın verilerinden hareketle hazırlanan ve
Türkiye’de Değerler Atlası ismiyle yayınlanan
kitap gösteriyor ki; Türkiye çok az değişiyor.
Çok muhafazakâr bir toplum olduğumuzu
daha net görmek için bu kitabı edinmek
şart. Bu da demek oluyor ki, çatışma kadın
aleyhine olacak şekilde devam ediyor.
Kule’nin 36. sayısındaki dosya konumuz
zekâ. Zekilik kavramının algılanışı ve
değişimi üzerine siz ne söyleyebilirsiniz?
“Zekâ Allah vergisidir” denir günlük dilde.
Ama zekâ geliştirilebilir, değiştirilebilir,
Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyeleriniz var mı?
Her şeyi merak etsinler, her şeyi görmeye
çalışsınlar, gençliklerinin kıymetini bilsinler,
dünyayı gezsinler, hayatın en güzel tarafının
sevgi olduğunu bilerek sevgiyle yaşasınlar.
İlham veren bir öykü
Nermin Abadan Unat’ın babası Osmanlı’nın son döneminde Türkiye’den
Avrupa’ya fındık ihraç eden ailesinin Hamburg’daki işlerini yürütürken,
orada tanıştığı Barones Elfriede Karwisky ile evleniyor. Nermin Abadan
Unat 1921’de Viyana’da doğuyor. 1930’ların başında İstanbul’a taşınıyorlar. Eğitimine evde devam ettikten sonra yatılı olarak Dame De Sion’a
gönderiliyor. Babasını kaybedince annesiyle birlikte Budapeşte’ye
gidiyor. Annesi beş yıl içinde, kocasından kalan serveti harcıyor. Onun da
okuyacak imkanı kalmıyor. Almanca, Fransızca, İngilizce ve Macarca konuşan ama Türkçe bilmeyen Nermin Abadan Unat, 14 yaşında Budapeşte’deki Türk Büyükelçiliği’nin kapısını çalıyor. Büyükelçinin yanına çıkıp
“Türkiye’de okumak istiyorum. Param yok. Beni Türkiye’ye gönderin”
diyor ve büyükelçi, onu Türkiye’ye yolluyor. Böylece Türkiye’deki büyük
macerası başlıyor…
Nermin Abadan Unat, hukuk mezunu olarak Fullbright bursuyla
Amerika’ya gidiyor. Amerika’da kamuoyu kavramı üzerinde çalışıyor. Türkiye’ye döndükten sonra, fakülte haline gelen Siyasal Bilgiler
Fakültesi'ne 10 asistan alınacağını öğreniyor. O tarihte SBF'de İdari İlimler
Enstitüsü'nü kuran Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta onu bu sınava girmesi için
teşvik ediyor. Berlin'deki Humboldt Üniversitesi'nde doktora yapan ve
o tarihlerde Almanya'da kadınların kamusal hayata katıldıklarını gören,
aynı durumun Türkiye'de de olmasını isteyen Nermin Abadan Unat, bu
sınavı kazanarak 1953’te eski Mülkiye’de ilk kadın asistan oluyor. Kendisi
durumu şöyle anlatıyor: “Kamu yönetimi için vasıflı eleman yetiştirmeyi
hedefleyen ve 1859’da kurulan Mekteb-i Mülkiye, 1930’da İstanbul’dan
Ankara’ya taşındı ve adı Siyasal Bilgiler Okulu oldu. 1948’de Ankara Üniversitesi kurulunca da fakülteye dönüştü. Fakültede cinsiyete dayalı ayrım
yapılmadığı ve açılan sınavı kazandığım için okula girdim."
Doktora tezini kamuoyu, doçentlik tezini bürokrasi kavramı üzerine
yapan Nermin Abadan Unat'ın profesörlük tezi de, 1965 seçimlerinin
(Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nin kazandığı seçimler) anayasa ve
seçim hukuku açısından siyaset bilimi analiziydi.
Nermin Abadan Unat hukuk fakültesinin ardından 1944’te gazeteciliğe
başlıyor. O tarihlerde ilk kadın gazetecilerden biri oluyor. 1961 anaya-
sasının hazırlık çalışmalarının ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk
tarafından Kontenjan Senatörlüğü'ne seçiliyor. 1978’de yemin ediyor; 12
Eylül 1980 darbesinin ardından bu mevki kaldırılıyor ve Nermin Abadan
Unat akademiye dönüyor.
Uluslararası göç ve kadın konusunda ülkemizde ilk akla gelen isimler
arasında yer alan Nermin Abadan Unat, bu alana yönelme sebebini şöyle
aktarıyor: “Birleşmiş Milletler 1970’te Meksika’da Dünya Kadın Kongresi'ni
topladı. Bunu 1975 ve 1980’de yapılan toplantılar izledi. 1980’de
Kopenhag’da yapılan toplantıya ben Türk delegasyonunun başında
gittim. Sonunda her türlü ayrımcılığa karşı CEDAW (Cinsiyete dayalı her
türlü ayrımcılığa karşı sözleşme) sözleşmesi hazırlandı. Türkiye de bunu
kabul etti. Bu ne demektir? Kadına karşı hangi konularda farklı davranıldığını araştırmak lazımdı. Ben de 12 Eylül’ün ardından üniversiteye
döndükten sonra ücret almada, izinlerde, terfilerde, girişkenlikte, eşitlik
ölçütünün ne çapta zedelendiği, cam tavan meselesinin ne olduğu,
siyaset hayatında kadının yeri gibi konularda doktora dersleri verdim. Bu
konuda araştırmalarını derinleştiren eski öğrencim Prof. Dr. Serpil Sancar,
SBF'de Kadın Çalışmalarını anabilim dalı haline getirmiş, bu alanda birçok
kitap yayımlamıştır. Son görevi AB'nin gerçekleştirmiş olduğu başta
İngiltere ve İrlanda olmak üzere beş ülkeyi kapsayan GENOVA Projesi'nin
koordinatörlüğüdür.
Göç konusuna gelince, 1961 Anayasası beş yıllık kalkınma planı öngörüyordu. O beş yıllık kalkınma planında artan işgücü ihracı da vardı. Bu
işsiz insanları yurtdışına göndermek anlamına geliyordu ve Almanya’ya
işçi gitmeye başladı. Ben onun ilk araştırmalarından birini yaptım. Beş
asistanla Almanya’da altı hafta da 494 işçi ve 50 civarında firmayla görüştük. Bu çalışma kitap olarak çıktı. O günden bugüne göç konusundaki
çalışmalarıma devam ediyorum. Amerika’da çıkan Turks in Europe isimli
son kitabım Türkiye’de Bitmeyen Göç Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa
ismiyle yayımlandı.”
Geçtiğimiz yıl Vehbi Koç Vakfı ödülüne de layık görülen Prof. Dr. Nermin
Abadan Unat Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü Öğretim Üyesi olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a ithafen, öğrencisi Prof. Dr. Serpil Sancar tarafından
derlenen "Birkaç Arpa Boyu... 21. Yüzyıla Girerken Türkiye'de Feminist Çalışmalar"
isimli kitap, Koç Üniversitesi Yayınları tarafından 2011’de kadın çalışmaları alanının
gelişimini ve mevcut durumunu tanımak isteyen okurlarla buluştu.
37
MEZUNLAR
Koç ruhuyla şekillenen yaşam
Koç Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü’ndeki eğitimiyle
tanıştığı Koçlu olma kültürüyle
geleceğini kuran Seçil Kınay
(Sosyoloji '04) Kule’nin
sorularını yanıtladı.
38
Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki
lisans eğitiminin ardından Anadolu Medeniyetleri ve Kültürel Miras Yönetimi yüksek
lisans programından mezun olan Seçil Kınay,
Eyül 2007’den bu yana Vehbi Koç Vakfı’nda
proje yöneticisi olarak çalışıyor. Toplumların gelişiminde kültür-sanatın ve eğitimin
anahtar rol oynadığına inanan Kınay, 2000
yılından bu yana sanatsal üretimler yapıyor.
İlk kişisel sergi projesi Müze Gibi’yi Koç Üniversitesi mezunlarından Bige Duyulmuş’un
küratörlüğünde ve Begüm Gazioğlu’nun
danışmanlığında 2010 yılında gerçekleştiren Kınay, şu sıralar ikinci sergi projesi ‘Sen’
üzerinde çalışıyor. Aynı zamanda 2008
yılından beri gönüllü olarak destek verdiği
Koç Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde Aralık
2011’den bu yana yönetim kurulu başkanlığı
görevini yürüten Kınay, Koçlu olma kültürüyle şekillendirdiği bu çok yönlü yaşamını
anlatıyor.
Koç Üniversitesi’nde aldığınız eğitim ve
yaşadığınız deneyimler geleceğinizi şekillendirirken size nasıl yardımcı oldu?
Koç Üniversitesi’nin kendimi ve geleceğimi
şekillendirmemde faydasının çok büyük olduğunu söyleyebilirim. Disiplinlerarası eğitim
anlayışı, yüksek standartlarda bir ortam, bilgiye ulaşma yöntemleri ve kaynakların bollu-
Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyem, hayal etmeleri ve ulaşmak
istedikleri yönü belirlerken hata yapmaktan korkmamaları.
ğu, akademik ortamda ve sosyal kulüplerde
öğrencilere tanınan otonomi ve yanında getirdiği sorumluluklar… Bunlar tüm öğrencilere sunulan temel değerler ve kişinin kendini
oluşturduğu yaşlarda bu değerlerle büyüyüp
yetişmesi, iş ve sosyal hayatta ciddi avantajlar
sağlıyor. Ayrıca, üniversite aracılığıyla tanıdığım
değerli arkadaşlarımın ve hocalarımın faydasını
hayatımın her alanında görüyorum.
Uzmanlaştığınız alan size nasıl katkılar sağladı ve hayatınızda nasıl bir pencere açtı?
Uzmanlaştığım alanların hem en tutkulu olduğum hem de güçlü yönlerimi kullandığım
alanlar olduğunu düşünüyorum. Üniversite
ve bölüm seçimlerimi yaparken “Ne yapmak istemiyorum” diye kendime sorarak ve
elemeler yaparak ilerlemiştim. Hem üniversitede hem de stajlarım sayesinde çok sayıda
farklı alanda deneyim sahibi oldum. Her
deneyim bana kendimi tanıma, güçlü ve zayıf
yönlerimi keşfetme, doğal akışında mutlu ve
severek yaptığım işe yakınlaşma fırsatı verdi.
Dolayısıyla, uzmanlaştığım alan mesleki ve
sosyal anlamda kendimi gerçekleştirmemi
sağladı diyebilirim.
Gelecek hedefleriniz ve projelerinizden
bahsedebilir misiniz?
Şu anda Vehbi Koç Vakfı olarak faaliyet
gösterdiğimiz her üç alanda yeni başladığımız önemli projelerimiz var. Eğitim alanında
21. yüzyıl öğrenme ihtiyaçlarına yönelik bir
model okul üzerinde çalışıyoruz. Sağlık ala-
nında Tıp Fakültemizin Eğitim ve Araştırma
Hastanesi ile Hemşirelik Yüksek Okulumuzu kapsayacak tam donanımlı bir sağlık
bilimleri kampüsü inşaatı yürütüyoruz, ilk
fazı 2014 yılında faaliyete geçecek. Kültür
alanında ise 2007’den bu yana geliştirdiğimiz Çağdaş Sanat Koleksiyonumuza,
çağdaş sanatın ve kültürün her alanına ev
sahipliği yapacak bir çağdaş sanat müzesi
projesi yürütüyoruz. Bunların hepsi uzun
soluklu projeler ve çok heyecan verici
deneyimler getiriyor.
Gelecekte de topluma fayda sağlayabileceğim alanlarda çalışmaya ve gönüllülük
yapmaya devam edeceğim sanırım. Kendime
ve ürettiğim çalışmaların çıktılarına bakarak
bu vizyona doğru yolumu çizeceğimi düşünüyorum.
Sanatsal üretimlerime de devam edeceğim.
Bige (Ekonomi ’05) ile Müze Gibi Projesi’nde
kendimiz için koyduğumuz hedeflere ulaştık
ve devam etmek istiyoruz. Üzerinde konuştuğumuz ve çalıştığımız kültürel miras ve
sanat alanında projelerimiz var, onları hayata
geçirmek çok heyecan verici olacak. Yine Koç
Üniversitesi’nden arkadaşım Bengü Gün (MA
ACHM ’07) ile ortak çalışmalarımız var. Bengü,
genç sanatçıların görünürlük kazanmasını ve
sanatı bilinçli olarak destekleyen genç koleksiyonerlerin oluşmasını amaçlayan Mixer Arts
Platformu’nun Direktörü, onunla eğitim-öğrenme üzerine çalışmalar yürütüyoruz.
Mezunlar Derneği’ni çok önemsiyorum, ortak
bir geçmişe sahip olduğumuz ve varlıklarıyla
birbirini güçlendiren bir topluluk olduğumuzu düşünüyorum. 2012-2013 döneminde
derneğe başkanlık yapıyorum, oluşturduğumuz yönetim kurulu farklı senelerde farklı
bölümlerden mezun olmuş Koçlulardan oluşuyor, bu çeşitlilik bizi güçlendiriyor. Hem iş
hem de sosyal alanlarda birbiriyle kenetlenmiş, aidatlarını düzenli ödeyen, faaliyetlere
katılan, destek veren ve yararlanan, diplomasının değerinin arttığının bilincinde olan
bir mezun kitlesine ulaşmak için çalışıyoruz.
Bunun bir bayrak yarışı olduğunu düşünüyorum, o yüzden görevi devretmek ve tabii ki
desteklemeye devam etmek isterim.
Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyeleriniz var mı?
Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyem aldıkları eğitimin, içinde bulundukları ortamın ve
kendilerine sunulan olanakların farkına henüz öğrenimlerine devam ederken varmaları,
bunun keyfini ve faydasını yaşamaları…
Hayal etmeleri ve ulaşmak istedikleri yönü
belirlerken hata yapmaktan korkmamaları.
Onlarla aynı yollardan geçmiş olan mezunlarla ilişkilerini güçlü tutmaları. Biz her ayın
ilk salı veya perşembe günü Beyoğlu’nda
ANAMED binasında toplanıyoruz, tüm
mezunlarımız bu kurulun doğal üyesi
olduğundan katkı sağlamak isteyen mezun
ve öğrenci arkadaşlarımızı toplantılarımıza
bekliyoruz.
39
RÖPORTAJ
KOLT ile eğitime
destek
Öğrencilere, ders asistanlarına ve öğretim üyelerine
dört yıldır kesintisiz hizmet veren Koç Üniversitesi
Öğrenme ve Öğretme Ofisi (KOLT)’nin aktivitelerini
KOLT Direktörü Doç. Dr. Murat Sözer’den dinledik.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Makina Mühendisliği eğitimi aldım. Aselsan’da
tasarım mühendisi, Prentice Hall’da teknik
editör ve University of Delaware’deki Kompozit Malzeme Araştırma Merkezi’nde araştırmacı olarak çalıştım. 2000’de katıldığım Koç
Üniversitesi’nin bir çalışanı olmaktan büyük
bir mutluluk duyuyorum. Araştırma laboratuvarımda lisansüstü öğrencilerimle birlikte
yaptığım kompozit malzeme üretimiyle
ilgili çalışmalardan aldığım hazzın yanı sıra,
derslerde öğrencilerle bir arada olmaktan ve
onları mühendislik mesleğine hazırlamaktan
da ayrı bir keyif alıyorum. Kendisinden iki
ders aldığım, derslerine defalarca asistanlık
yaptığım ve aynı zamanda doktora tez hocam
olan Prof. Michael D. Greenberg’den, etkin
ders verme konusunda çok şeyler öğrendim.
Ders saatlerimin mümkün olduğunca tartışma
ve sorgulamaya ağırlık vermesine; öğrencilerin
ezberleyerek değil, konunun anlamını kavrayarak ilerledikleri bir ders süreci yaratmaya ve
öğrencilerimde içten gelen bir motivasyonla
heyecan duyulan bir sınıf ortamı oluşturmaya çalışıyorum. Kendi öğrencilik yıllarımda
karşılaştığım, yazı tahtasındakileri defterine
aktarmaktan öteye gidemeyen, verimi düşük
ve ezbere dayalı bazı öğretim yöntemlerinden
uzak durmaya çalışırken; örnek aldığım bazı
40
hocalarımın öğrenci odaklı öğretim yöntemlerini ve öğrenciye olan yaklaşımlarını kendi tarzımla birleştirip uygulamaya gayret ediyorum.
2012 Eylül’ünden bu yana, Koç Üniversitesi
Öğrenme ve Öğretme Ofisi (KOLT) direktörü
olarak görev yapmaktayım.
KOLT’un aktiviteleri nelerdir?
KOLT, Türkiye’deki üniversiteler arasında örnek
oluşturacak şekilde, üniversitedeki öğrenme
ve öğretme aktivitelerine destek vermektedir.
Koç Üniversitesi’ni ayrıcalıklı yapan özelliklerine,
2009’da kurulan KOLT’un aktiviteleri de eklendi.
KOLT, üç gruba hitap etmektedir: Öğrencilere,
ders asistanlarına (TA’ler) ve öğretim üyelerine.
KOLT’un öğrencilere sağladığı servisleri
paylaşabilir misiniz?
Her öğrencinin temel bilgi birikimi, motivasyon, hedef ve öğrenme tarzlarının farklı
olduğunun farkındayız. Akademik desteğe
ihtiyaç duyan her öğrenciye destek vermek
için hazırız ve bu konuda çok hevesliyiz. Bu
yaklaşımla, çeşitli sebeplerle akademik zorluk
çeken öğrencilerimize, aşağıda özetlenen
konularda destek vermekteyiz.
KOLT’un Akran Destek Birimi’nde öğrencilere
derslerinde bireysel destek verilmektedir. Aynı
dersleri daha önce almış ve yüksek başarı göstermiş üst sınıf öğrencileri, öğretim üyeleri ile
işbirliği içinde arkadaşlarına destek sunmaktadır. Akran desteği sunan öğrenciler, arkadaşları
ile rahat bir iletişim kurduğundan ve onların
derslerinde karşılaştığı sorunlara empatik
yaklaşabildiklerinden, bu destek öğrencilerin
sık başvurduğu bir hizmet haline gelmiştir.
Güz 2012 döneminde 48 akran destekçisi ile
37 derste, Bahar 2013 döneminde 50 akran
destekçisi ile 42 derste bu hizmet verilmiştir.
KOLT Akran Destek Birimi
Bireysel ya da küçük gruplar halinde, öğrencilik
becerilerini geliştirecek şu çalışmalar ve seminerler sunulmaktadır: Etkili okuma/öğrenme,
ders dinleme, not tutma, kişiye özgü ders çalışma yöntemleri, sınava hazırlanma ve zaman
yönetimi, akademik ve mesleki hedef belirleme
yon programı kapsamında, öğrenme/öğretme konularında iki günlük çalıştay düzenliyoruz. Tüm öğretim üyelerimize yıl boyunca şu
konularda çalıştay ve seminerler sunuyoruz:
Etkili ders verme yöntemleri, aktif öğrenme,
teknoloji uygulamaları ile desteklenmiş eğitim
uygulamaları, e-öğrenme (“online learning”)
ya da harmanlanmış (karma) öğrenme
(“blended learning”).
KOLT İngilizce Konuşma Grubu
ve farklı alanlara açılmanın yararlarını kavrama.
Motive olmakta ve bir program dahilinde
çalışmakta zorluk çeken öğrencilerimize de,
lisansüstü asistanlarımız destek olmakta,
gelişimlerini birebir takip etmekte ve onlara
rehberlik yapmaktadır.
KOLT’un öğrencilere yönelik İngilizce iletişimi
destekleyici “İngilizce konuşma grupları”
çok talep görmektedir. Gruplar, değişim
programları kapsamında yurtdışındaki iyi
üniversitelerden üniversitemize gelen, anadili İngilizce olan öğrencilerce yönetilmektedir. Bahar 2013 döneminde, beş değişim
öğrencisi, 15 saat/hafta konuşma gruplarına
liderlik yapmışlardır. Konuşma gruplarına
katılım genelde beş kişi ile sınırlı tutulduğundan, katılımcılar bolca pratik yapma imkanı
bulmaktadır.
KOLT’un asistanlara (TA’ler) servisleri
nelerdir?
Birçok dersimizin parçası olan problem çözme seansları (PS) ve laboratuvar deneylerinin
daha verimli olması amacıyla; henüz ders
anlatma tecrübesi olmayan yeni lisansüstü
öğrencilerimize akademik yılın başında bir
eğitim çalıştayı düzenlemekteyiz. Bu çalıştayda, şu konularda eğitim verilmektedir:
Sınıf yönetimi, anlaşılır ve akıcı ders anlatma,
önemli yerleri vurgulama, öğrenciyi motive
etme, sınıf içi soru/yanıtlara katılımı teşvik
etme ve öğrenme/öğretmeyle ilgili etik
konular. Her asistan, bu eğitimin sonunda 20
dakikalık video kayıtlı TA sunumu yapmakta (çoğunlukla problem çözümü) ve KOLT
çalışanlarından geri besleme alarak, nasıl
daha verimli olabileceği konusunda yönlendirilmektedir. 2012-2013 akademik yılında 130
asistanımız bu eğitimden geçmiştir. 2013-2014
akademik yılında, bu servisimizi daha çok
uygulama katarak yeniden yapılandıracağız ve
okulun açılmasından önceki bir hafta boyunca
vereceğiz ki TA’lerimiz döneme hazır olsunlar.
KOLT’un öğretim üyelerine servisleri hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Yeni öğretim üyelerine hazırlanan oryantas-
Öğretim üyelerimiz ders planlaması yaparken, öğrencilerin ders konusundaki düşüncelerinden yararlanmak isteyebiliyorlar.
Bu amaçla, KOLT her yarıyılın ortasındaki
haftalarda pek çok dersi ziyaret etmekte,
öğrencilerden dersleri hakkında geribildirim
almakta ve bu geribildirimi öğretim üyelerine öğrencilerin kimliklerini açıklamadan
raporlamaktadır. Bu raporlar gizli olduğu için,
rapor dersin hocasından başkasıyla kesinlikle
paylaşılmamaktadır. Bu şekilde, öğrencilerimiz öğretim üyelerinin ders planlamasına
(örneğin kullanılan öğretim yöntemi, ölçme
ve değerlendirme yöntemleri ve ders verme
hızını ayarlama) yapıcı katkıda bulunabilmektedir. 2012-2013 akademik yılında, bu servis
toplam 126 dersimizde uygulandı.
Yenilikçi öğrenim yöntemlerini (örneğin aktif
öğrenme, takım çalışması bazlı öğrenme ve
teknolojiyle destekli öğrenme) derslerinde
kullanma projesi olan ya da bu konulardaki konferanslara katılacak olan öğretim
üyelerimize “Öğretimde Yenilik Bursu” adı
altında destek veriyoruz. Her dönem toplam
altı öğretim üyemiz bu burs programından
faydalanabilmektedir.
Çok yakında uygulamasına başlayacağımız
bir başka servisimiz de, internet ortamında
öğretim üyelerimizin öğrenme ve öğretme
konularında tecrübelerini anonim olarak
paylaştıkları forum tarzı bir tartışma platformu yaratmak ve bu sayede hocalarımızın
derslerinde karşılaştıkları sorunlar konusunda
birbirlerinden tavsiye almalarını sağlamaktır.
KOLT iletişim bilgileri: Suna Kıraç Kütüphanesi, Zemin Kat, Z-06
KOLT çalıştayı
Tel: 0 212 3381468, e-mail: [email protected]
web sitesi: http://kolt.ku.edu.tr
41
KAMPÜSTEN NOTLAR
Anadolu’nun parlak gençleri Koç’ta yetişiyor
Koç Üniversitesi, Anadolu Bursiyerleri Programı ile yeni eğitim döneminde burs
sağladığı öğrenci sayısını 100’e çıkartmayı hedefliyor.
Koç Üniversitesi, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde yaşayan, başarılı oldukları halde ekonomik nedenlerle ülkemizin en donanımlı
eğitim kurumlarında yüksek öğrenim fırsatı
bulamayan öğrencilere “Anadolu Bursiyerleri
Programı”yla geleceğin kapılarını aralıyor.
Anadolu Bursiyerleri Programı ile yeni
eğitim döneminde burs sağladığı öğrenci
sayısını 100’e çıkartmayı hedefleyen Koç
Üniversitesi’nin burslu eğitim için bağışçı kişi
ve kuruluşların taahhütleriyle birlikte kaynak
yarattığını belirten Rektör Prof. Dr. Umran
İnan, fırsat eşitliğini temel alan programda
hedefin Türkiye’de yeni bir “hayırseverlik
kültürü” oluşturmak olduğuna değindi. İnan,
“Programa yapılan yüzlerce başvuru ülkemizde eğitimde fırsat eşitliğine duyulan ihtiyacı
gözler önüne seriyor. Şu an Koç Holding
şirketi olan 14; Koç Holding dışından ise 34
destekçimiz bulunuyor. Amacımız, toplumumuzun önemli ihtiyacı olan kaliteli eğitime
erişimin öneminin altını çizerek eğitimde
fırsat eşitliğine olumlu katkılar sağlamak
ve üniversitemizde sunduğumuz imkânları
giderek daha fazla sayıda üstün yetenekli ve
ihtiyaç sahibi öğrenciye ulaştırarak geleceğin
liderleri olacak bireyler yetiştirmek” dedi.
Programda bugüne kadar
Koç Üniversitesi yönetici ve akademisyenleri,
Anadolu Bursiyerleri Programı’yla gençlere
Böylece, program çerçevesinde 35 binden
fazla kişi eğitimde fırsat eşitliği hakkında bilinçlendirildi. Bu çalışmaların sonucu olarak;
2011-2012 eğitim öğretim döneminde 14,
2012-2013 eğitim öğretim döneminde ise 44
öğrenci ile toplamda 58 Anadolu Bursiyeri, Koç
Üniversitesi’nde eğitim görmeye başladı. Program dahilinde bugüne kadar 3.5 milyon TL’ye
yakın bağış toplandı ve bursiyerlerin mezuniyetine kadar sağlanması taahhüt edilen kaynaklarla birlikte toplam 14 milyon TL tutarında
kaynak geliştirildi. Önümüzdeki eğitim dönemi
için programa katılan yeni bağışçıların katkıları
sayesinde programın çerçevesinde geliştirilen
kaynak tutarı 25 milyon TL’ye ulaşacak.
sağlanan tam burslu eğitim olanaklarını
anlatmak amacıyla 2011 yılından bu yana
Gümüşhane’den Diyarbakır’a, Van’dan
Hatay’a, Batman’dan Sivas’a, Artvin’den
Konya’ya, Erzurum’dan Mardin’e kadar 50’ye
yakın ilde 150’nin üstünde okulu fiilen ziyaret
etti. 300’ü aşkın okulun müdür ve rehber öğretmenine de çeşitli kanallar kullanılarak ulaşıldı. Öğrencilerin aileleriyle temas kurularak,
bilinçli kariyer seçimleri yapılması konusunda
ve programın detaylarıyla ilgili bilgi aktarıldı.
İşletme Enstitüsü’nden bir ilk
Koç Üniversitesi İşletme Enstitüsü Yönetici Geliştirme Programları,
birçok ülkede satın alma mesleğinin geliştirilmesi için sertifika programları ve konferanslar düzenleyen CIPS – İngiliz Satın Alma ve Tedarik
Enstitüsü (Chartered Institute Purchasing and Supply) ile bir ortaklık
anlaşması imzaladı. Bu anlaşma ile kurulan Koç Üniversitesi - CIPS Satın
Alma Akademisi, kurumlara özel ve açık katılımlı satın alma sertifika
programları düzenleyecek.
42
Her üç öğrenciden ikisi burslu
Koç Üniversitesi’nin kâr amacı gütmeyen bir
vakıf üniversitesi olduğunun altını çizen İnan,
Anadolu Bursiyerleri Programı dahil olmak
üzere Koç Üniversitesi’nde eğitim gören öğrencilerin %73’ünün burslu olduğuna dikkat
çektiği konuşmasında Türkiye genelinde en
yüksek oranda burslu eğitim veren üniversiteler arasında olduklarını ifade ederek; “Üç
öğrenciden ikisinin burslu eğitim gördüğü
üniversitemizde hedefimiz Türkiye’yi ileriye
taşıyacak, donanımlı, merak ve heyecanını
takip eden yeni nesiller yetiştirmek” dedi.
http://anadoluburslari.ku.edu.tr
AnaMed’den haberler
Anadolu’nun geçmişi hakkındaki bilimsel
araştırmaları destekleyen ilk yerel akademik
araştırma merkezi olan Koç Üniversitesi
Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi
(AnaMed)’den haberler…
Bizans’ın kapıları açılıyor
Türkiye’de ve yurtdışında sürdürülen Bizans
araştırmalarını uluslararası platformda paylaşmak ve kültürel miras bilincini arttırmak amacıyla düzenlenen 3. Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu 24-27 Haziran
tarihleri arasında düzenlenecek. Bu yılki teması
“Bizans’ta Ticaret” olan sempozyum Beyoğlu
İstiklal Caddesi’ndeki AnaMed binasında gerçekleştirilecek. Dört gün boyunca, 34 bildirinin
sunulacağı 14 oturumda son dönemlerdeki
arkeolojik keşifler ve yazılı kaynakların yeni
okumaları ışığında, Bizans dünyasında ticaret
konusunda ulaşılan güncel bulgu ve belgeler
aktarılacak. Bizans dönemi üzerine yapılan
çalışmaların yaygınlaşmasını sağlamak ve genç
Bizans araştırmacılarının yetişmesine destek
olmak amacıyla düzenlenen sempozyuma,
konuya ilgi duyan herkes katılabilecek.
Sempozyum kapsamında ayrıca, İstanbul
Arkeoloji Müzelerinde “Saklı Liman’dan
Hikayeler: Yenikapı’nın Batıkları” ve AnaMed’de
“Artamonoff: Bizans İstanbulu İmgeleri, 19301947” sergileri sanat ve tarih severlere kapılarını
açacak. Her iki sergi için hazırlanan ve ele alınan
konuların daha detaylı incelendiği katalogların
yanı sıra 2010 yılında gerçekleştirilen İkinci
Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları
Sempozyumu’nda sunulan bildirilerin yer
alacağı kitap sempozyumla eşzamanlı olarak
yayımlanacak.
Sagalassos’a yolculuk
AnaMed, 8 Mart’ta kazı fotoğrafçılığının en
güzel örneklerini arkeoloji ve sanat meraklılarıyla buluşturmanın heyecanını yaşadı.
Burdur’un Ağlasun ilçesinin 7 km güneyinde yer alan, ilk yerleşim izleri M.Ö. 4200’lere
uzanan “İmparatorlar Kenti” Sagalassos’un
binlerce yıllık tarih uykusundan uyanışını
görüntüleyen Belçikalı fotoğraf sanatçıları
Bruno Vandermeulen ve Danny Veys’in
eserleri sanatseverlerle buluştu. Kazı
fotoğrafçılığının dünyaca ünlü isimlerinin
gerçekleştirdiği sergi, “Tarihi Hayallemek:
Sagalassos, Kazı Fotoğrafçılığının Arkeolojisi” adıyla Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet
Misbah Demircan, Koç Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Umran İnan, Belçika Başkonsolosu
Henri Vantieghem ve AnaMed Direktörü
Scott Redford’ın katılımıyla açıldı.
10 Haziran’a kadar ziyarete açık olan sergi
döneminde “Son Romalılar” isimli belgesel
de sanatseverlerle buluştu. 18 Nisan’da
gösterimi yapılan belgeselde, Sagalassos’ta
yürütülen kazı çalışmaları ve antik şehirle
ilgili görüntüler yer alıyor. Son Romalılar,
Doğu Akdeniz’in en büyük arkeolojik girişimlerinden biri kabul edilen Sagalassos Antik
Kenti’nde, dünyaca ünlü arkeolog Prof. Dr.
Marc Waelkens başkanlığındaki uluslararası
ekip tarafından yürütülen özverili kazı
çalışmalarını konu ediyor.
20 yıllık çalışmanın ürünü
Trakya’da bugüne dek inşa edilmiş en uzun
ve geniş tarihi su kanalının kalıntılarını ortaya
çıkaran çalışmaların yer aldığı “Bir Başkentin
Su Yolları” Sergisi AnaMed’de ziyaretçileriyle
buluştu. Sergide arazi çalışmaları ve uzaktan
algılama teknolojileriyle belgelenen tarihi
anıtların fotoğraf ve rekonstrüksiyonlarının yanı
sıra dördüncü yüzyıldan itibaren inşa edilmeye
başlanan su kemerlerinin bilgisayar ortamında
canlandırılan görüntüleri yer aldı. İstanbul
Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Derya Maktav
ve Edinburgh Üniversitesi Prof. James Crow’un
Trakya ormanlarında 20 yıl önce başlattığı
çalışmayla ortaya çıkartılan mühendislik ve
mimarlık harikası olarak değerlendirilen tarihi
su sisteminin tanıtıldığı sergi, ziyaretçilerden
büyük ilgi gördü.
Uzlaştırıcılar 2013: Önyargıları Haysiyet ile Aşmak
Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ofisi, 20 Haziran Perşembe günü “Uzlaştırıcılar 2013: Önyargıları Haysiyet ile
Aşmak” başlıklı konferansa ev sahipliği yapıyor. Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Donna Hicks’in önderliğinde
10 Türk ve 10 Ermeni katılımcının Türk-Ermeni ilişkilerini Dr. Hicks’in Haysiyet Modelini baz alarak konuşacağı üç
günlük çalıştayın akabinde, 20 Haziran Perşembe günü katılımcılardan oluşan gruplar, Koç Üniversitesi Nişantaşı Kampüsü’nde çalıştaya dair tecrübelerini paylaşacakları ve Türk-Ermeni çatışmasını çözmeye yönelik proje
önerileri sunacakları bir sunum günü de gerçekleştirecekler. Sunumlar öncesi Dr. Donna Hicks, Haysiyet Modeli
ile ilgili genel bilgi verecek. Konu ile yakından ilgilenen herkes 20 Haziran’daki sunum gününe davetlidir.
43
KAMPÜSTEN NOTLAR
Rüya gibi festival
Koç Üniversitesi Sosyal Aktiviteler Kulübü tarafından düzenlenen Bahar Şenliği’13, 11 Mayıs’ta
Rumelifeneri Kampüsü’nde gerçekleştirildi.
Koç Üniversitesi Sosyal Aktiviteler Kulübü tarafından her yıl düzenlenen Bahar Şenliği’13,
11 Mayıs’ta Tarkan, Teoman, Bengü ve DJ
Ozan Çolakoğlu’nun canlı performanslarıyla
tüm üniversitelilere eğlenceli saatler yaşattı.
Ünlü şarkıcılar ve Number1 FM DJ’lerinin
sahne aldığı festival sabahın ilk ışıklarına
kadar sürdü. Eğlenceli outdoor oyunlarıyla ödüllü yarışmaların da düzenlendiği
festivalin basın sponsorluğunu Number1
FM üstlendi. Koç Üniversitesi öğrenci ve
mezunlarının yanı sıra, dışarıdan katılımcılara
da açık olan Bahar Şenliği’13, geçtiğimiz yıl
olduğu gibi yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı
bir şölene dönüştü. Konuklar şenlik günü
boyunca Kadıköy ve Beşiktaş’tan Rumelifeneri Kampüsü’ne, kampüsten Kadıköy ve
Beşiktaş’a ücretsiz servislerle ulaştı.
Tarkan’a gençlerden büyük ilgi
Eski ve yeni şarkılarından oluşan bir repertuvar
hazırlayan Tarkan, sahne şovu ve etkileyici
sesiyle gençlere unutulmaz bir müzik ziyafeti
yaşattı. Binlerce gencin katıldığı bahar şenliğinde gençler Tarkan’ın şarkılarını hep bir
ağızdan söyledi.
Teoman hayranlarıyla buluştu
Türkiye’nin en iyi rock müzisyenlerinden
Teoman’ı ağırlayan festival, sanatçının esprili
tavırlarıyla gençlere unutulmaz bir gece yaşattı.
Bengü’den renkli repertuar
Koç Üniversitesi’nin Bahar Şenliği kutlamalarında sahneye çıkan Bengü, sevilen
şarkılarıyla festival katılımcılarını coşturdu.
Müzik kalitesini sahne enerjisiyle birleştirerek renkli ve özel bir repertuvar hazırlayan
Bengü konserinde öğrenciler gönüllerince
eğlendi.
Katılımcılara doyumsuz bir müzik şöleni
yaşatan festivalde Bengü, Teoman,
Tarkan ve DJ Ozan Çolakoğlu canlı
performanslarıyla sahnedeydi.
44
Design Lab genç tasarımcıları çağırıyor
Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar
Bölümü bünyesinde faaliyet gösteren Design
Lab, yaz ve son bahar döneminde “Jestlere
Dayalı Etkileşim” başlıklı eğitim programında
genç tasarımcılara ev sahipliği yapacak. Endüstriyel ürün, görsel iletişim ve grafik tasarımı lisans öğrencilerine yönelik eğitim programında, katılımcılara Kinekt gibi ortamlarda
beden hareketleriyle tasarım konusunda
bilgi aktarılacak. Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde ücretsiz ve Türkçe verilecek olan eğitim programı üç dönem olarak
düzenlenecek. 10 günlük eğitim programının
ilk dönemi 17-28 Haziran, ikinci dönem
22 Temmuz - 1 Ağustos, üçüncü dönem ise
2-13 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Eğitime katılmak için endüstriyel ürün, görsel
iletişim ve grafik tasarımı lisans öğrencisi
olmak, jestlere dayalı etkileşim üzerine çalışmamış, ama grafik tasarım konusunda temel
bir eğitim veya en az başlangıç seviyesinde
tasarım yapmış olmak, dizüstü bilgisayara
sahip olmak gerekiyor.
Yelkenciler
şampiyon oldu
Üniversitelerarası Türkiye Yelken Şampiyonası Yarışları 3-5 Mayıs tarihleri arasında 11
üniversitenin katılımıyla Ankara Gölbaşı'nda
gerçekleştirildi. Koç Üniversitesi Yelken Takımı,
üç gün süren yarış serisinde yapılan altı yarışın
her birinde birinci olarak yarışların ikinci
gününden itibaren birinciliği garantiledi ve
bu yıl da rakiplerine büyük fark atarak Türkiye
şampiyonluğunu elde etti. Üniversite Sporları
Federasyonu tarafından bu yıl dördüncüsü
düzenlenen yarış, üç gün sürdü ve altı yarış
olarak gerçekleştirildi. Yarışlara 11 üniversiteden 12 takım ile toplam 24 öğrenci katıldı.
Detaylı bilgi için:
http://designlab.ku.edu.tr/workshop/
En eğlenceli yaz programı
Koç Üniversitesi, “Koç University English
Language Center for Kids” İngilizce
programıyla çocuklar için fark yaratacak bir
yaz etkinliği sunuyor. 5-12 yaş aralığındaki
çocuklara yaratıcı atölyeler, takım çalışmaları
ve sosyal etkinliklerle kaynak kullanabilme,
problem çözme becerisi kazandıran programlarda aktif İngilizce konuşma ve dinleme
becerilerinin geliştirilmesi hedefleniyor.
Tüm atölye ve etkinlikleri, ABD’nin prestijli
üniversitelerinden gelen tecrübeli rehberler
eşliğinde İngilizce olarak düzenlenen yaz
programının ilk dönemi, 24 Haziran’da Koç
Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde
başlayacak ve 29 Ağustos’a kadar üç ayrı
dönem olarak sürecek. Her üç öğrenciye bir
Amerikalı rehberin eşlik ettiği yaz kampında
yoga, İngilizce konuşma ve sahne performansı
dersleri, havuzda eğlence, poi-juggling ve golf
eğitimleri, geri dönüşüm temalı sanat atölyesi
dersleri, mutfak atölyesi, fotoğrafçılık dersleri,
kamp aktiviteleri, ritim ve perküsyon, parkurfree running atölyeleri gerçekleştirilecek. Koç
Üniversitesi bünyesinde bulunan açık ve kapalı
havuzlarda rehber öğretmenlerle keyifli spor
aktiviteleri ve havuz oyunlarıyla eğlenceli dakikalar geçirecek çocukların, geri dönüşüm temalı sanat atölyesinde, çevreyi koruma ve geri
dönüşüm bilinci geliştirmeleri hedefleniyor.
mının ilk dönemi 8-12 Temmuz 2013, ikinci
dönemi ise 15-19 Temmuz tarihleri arasında
Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde
başlayacak. Hafta içi her gün 09.00 ile 16.00
saatleri arasında gerçekleştirilecek olan
eğitim programına toplam 60 kişi alınması hedefleniyor. 25 saat futbol ve beş saat havuz zamanı olarak tasarlanan programda katılımcılar
yaşlarına göre gruplara ayrılacak ve eğitimler
İngilizce olarak yapılacak. En fazla 10 öğrenciden oluşacak olan gruplara bir Amerikalı bir
Türk mentor tüm gün eşlik edecek.
Futbol kampı
Yaz okulu programları kapsamında ayrıca
İngiltere Futbol Federasyonu’ndan Koç Danis
Salman ile Amerika’dan ve Türkiye’den toplam altı mentor eşliğinde iki dönem halinde
futbol kampı gerçekleştirilecek. Yaz progra-
45
KAMPÜSTEN NOTLAR
Yaz okulu buluşmalarında üçüncü yıl
Türkiye’nin kültür ve tarih mirasının tanıtılmasına, Türkiye ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren iş
dünyasının yakından gözlemlenmesine olanak sağlayan yaz okulu programları üçüncü yılına giriyor.
Türkiye’nin kültür ve tarih mirasının tanıtılmasına, Türkiye ve Ortadoğu’da faaliyet
gösteren iş dünyasının yakından gözlemlenmesine olanak sağlayan yaz okulu
programları üçüncü yılına giriyor.
Koç Üniversitesi ve uluslararası saygın üniversitelerin işbirliğinde düzenlenecek Asırlar Boyunca İstanbul, Bizans ve Bizans Sonrası Kapadokya, Osmanlı Kitabesine Giriş,
Asırlar Boyu İstanbul/
Istanbul Through The Ages
Koç Üniversitesi tarafından
düzenlenen Asırlar Boyu
İstanbul Programı ile
görkemli imparatorluklara ev
sahipliği yapan İstanbul’un
zengin kültür ve tarih mirası
keşfedilecek. Dünyaca
ünlü Osmanlı ve Bizans
araştırmacıları tarafından
düzenlenen yoğun akademik
yaz programıyla İstanbul’u
farklı bir bakış açısıyla
algılamaya olanak sağlanacak.
Program Koç Üniversitesi
Anadolu Medeniyetleri
Araştırma Merkezi’nde
gerçekleşecek.
http://oip.ku.edu.tr/istanbul/
home
46
Orta Doğu ve Türkiye’de İş Yapmak başlıklı
yaz programlarıyla dünyanın her köşesinden katılımcılar, Koç Üniversitesi’nde
bir araya gelecek. Türkiye’nin kültür ve
tarih mirasının tanıtılmasına, Türkiye
ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren iş
dünyasının yakından gözlemlenmesine
olanak sağlayan programlar Haziran ve
Temmuz aylarında beş hafta boyunca
sürecek.
Bizans ve Bizans Sonrası
Kapadokya/ Cappadocia In
Context
Prof. Robert Ousterhout
(University of Pennsylvania),
Dr. Tolga Uyar (Phd, University
of Paris I) ve Koç Üniversitesi
Öğretim Üyeleri tarafından
düzenlenecek program,
Kapadokya’da Bizans
dönemini dersler, seminerler,
tartışmalar ve çevre gezileri ile
kurgulayıp, akademik odaklı
çalışmayı amaçlıyor. Bizans
İmparatorluğu’nun başkenti
İstanbul’da başlayacak olan
program, yoğun olarak
Kapadokya’da devam edecek.
http://oip.ku.edu.tr/cappadocia/home
Geçen yıl Türkiye, Avustralya, İtalya ve
Amerika’dan öğrencilerin katılımıyla
düzenlenen ve bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek olan yaz okulu programları, Koç
Üniversitesi, Pennsylvania Üniversitesi,
Paris Üniversitesi, Chicago Üniversitesi
ve Santa Clara Üniversitesi’nden dünyaca
ünlü akademisyenler tarafından verilecek.
Öğrencilere aynı zamanda burs imkânları
da sunulacak.
Osmanlı Kitabesine Giriş/
Introduction To Ottoman
Epigraphy
Koç Üniversitesi ve University
of Chicago tarafından ortak
yürütülen program, 14. yy
Osmanlı kitabelerinden
başlayarak 19. yy ve 20. yy
Osmanlı kitabelerine kadar geniş
bir kronolojik araştırma niteliği
taşıyor. Osmanlı kitabelerini,
dersler, seminerler, sunumlar
ve İstanbul ve çevresinde
düzenlenecek çevre gezileriyle
incelemeyi amaçlayan program
dâhilinde Bursa ve Edirne ziyareti
yapılması planlanmaktadır.
Program, Koç Üniversitesi
Anadolu Medeniyetleri Araştırma
Merkezi’nde gerçekleşecek.
Orta Doğu ve Türkiye’de İş
Yapmak/ Doing Business In
The Middle East & Turkey
İstanbul’da gerçekleşecek
olan program Koç
Üniversitesi ve Santa Clara
University Law School’un
ortaklığı ile bu yıl üçüncü kez
düzenlenecek. Orta Doğu
ve Türkiye’de iş dünyasını
yakından gözlemlemeyi
ve konu hakkında tecrübe
edinmeyi isteyen öğrencilere
yönelik program, Orta Doğu
ve Türkiye’de iş dünyasının
özellikle hukuki unsurları
üzerinde yoğunlaşmayı
amaçlıyor. Program Koç
Üniversitesi Rumelifeneri
Kampüsü’nde gerçekleşecek.
http://oip.ku.edu.tr/projects/
summer-programs/epigraphy
http://oip.ku.edu.tr/projects/
summer.programs/santa.clara
İşletme eğitiminin geleceği
Koç Üniversitesi’nde tartışıldı
31 Ocak-1 Şubat 2013 tarihleri arasında dünyanın sayılı
işletme okullarından gelen dekanlar ve direktörler, 2013
EFMD (The European Foundation for Management
Development Network-Avrupa İşletme Geliştirme Vakfı)
Dekanlar ve Direktörler Konferansı kapsamında, Koç
Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde bir araya geldi.
Konferansta, son yıllarda küresel anlamda işletme eğitiminde meydana gelen değişikliklerle, önümüzdeki beş
yılda trendlerin ne yönde olacağına ilişkin çeşitli konular
ele alındı.
Koç Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi ve
EFMD’nin ortak organizasyonuyla gerçekleştirilen konferansta, “İşletme Eğitiminin Geleceği” başlığı altında
çeşitli oturumlar ve atölye çalışmaları düzenlendi.
Dünyanın önde gelen işletme okulları ve fakültelerinin
dekan ve direktörlerinin de aralarında bulunduğu 47
ülkeden 350’yi aşkın katılımcı, son beş yılda işletme
eğitimindeki yaşanan gelişmelerle birlikte önümüzdeki
dönemde uluslararası şirketlerin işletme mezunlarından
beklentilerini ve bu konuya yönelik işletme okullarının
eğitimlerini nasıl gözden geçirmeleri gerektiğini ele
aldılar; işletme eğitiminin önümüzdeki beş yıl için yol
haritasını çıkardılar.
SGKM renkli bir sezonu daha
geride bıraktı…
Koç Üniversitesi Sevgi Gönül Kültür Merkezi, geçtiğimiz aylarda pek çok etkinliğe ev sahipliği yaptı.
Şubat ayı müzikseverler için oldukça hareketli geçti.
Kerem Görsev Trio, Golden Horn Brass ve Boğaziçi
Caz Korosu müzikseverlerle buluştu. Şubat ayında
Human Profit, Semaver Kumpanya Metot ve Basit
Bir Ev Kazası oyunları da sahnelenen tiyatrolardı.
Mart ayında ise, Koç Üniversitesi Müzik Kulübü tarafından altıncısı düzenlenen Müzik Günlerinde
Birsen Tezer, Tünel Trio & Bilal Karaman Trio ve In
Da Saoul konserler verdi. SGKM’de Nisan ayında,
Koç Üniversitesi Tiyatro Kulübü tarafından gerçekleştirilen 12. Sevgi
Gönül Tiyatro Günlerinde Anton Çehov’un Vişne Bahçesi’nden Sevgili Doktor’una, Engin Hepileri ve Nergis Öztürk’ün yer aldığı Oda ve Adam’dan, Haldun Taner’in ünlü eseri Keşanlı Ali Destanı’na, pek çok oyun tiyatro severlerle
buluştu. SGKM, Mayıs ayında ise iki etkinliğe ev sahipliği yaptı; Dans Festivali
ve Gary Stegall Piyano Resitali SGKM’nin Mayıs ayı etkinlikleriydi.
RAMP[A]’dan…
14 Mayıs’ta bu yıl 3’üncü kez ziyaretçilerle buluşan RAMP[A] sergisi, Koç
Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü öğrencilerinin kolektif çalışmalarının sonucu ortaya çıkan eserlerden oluşuyor. Küratörlüğünü öğretim
üyeleri Ela Başak Atakan ve Laleper Aytek’in yaptığı sergide, yaratıcı fotoğrafların yaratıcı senaryolarla buluştuğu çalışmalar sergileniyor.
KU Gönüllüleri Artvin’de
Koç Üniversitesi Gönüllüleri (KU Gönüllüleri) her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiği
“Kütüphane Yapımı” projesini bu yıl da
Artvin’de hayata geçirdi. Proje kapsamında, KU Gönüllüleri bünyesindeki 30 öğrenci, Nisan ayı başında Artvin Yusufeli’nde
bulunan Kazım Karabekir İlköğretim
Okulu’na kütüphane kurdu. Ekip, aynı
zamanda öğrencilere ritim, drama, çevre,
resim, meslek edindirme dersleri de verdi.
47
Koç Üniversitesi Yayınlarından
Akademik ve bilimsel yayınlarıyla toplumun gelişmesine katkıda bulunmayı amaç edinen
Koç Üniversitesi Yayınları, bilim dünyasına önemli katkılar sağlayan kitaplarını okurlarla
buluşturmaya devam ediyor.
Avrupa Edebiyatı, Tarihi ve Kültüründe Hürrem Sultan
Galina Yermolenko tarafından derlenen kitapta Hürrem Sultan’ın “tarihsel bir figür olmaktan ziyade çeşitli kültürel fantezilerin ve inşaların bir karışımı ve alanı” oluşu, uluslararası bir figür olarak ötekine karşı değişken Avrupa tavrını yansıtışı, Batı ve
Doğu Avrupa’da temsilleri gibi konular ele alınıyor. Türkiye’de de çeşitli tartışmaların konusu olan Hürrem Sultan’ın (yaklaşık
1505-1558) Avrupa imgelemindeki temsillerini ele alan ilk akademik çalışma olan kitaptaki makaleler Hürrem Sultan mirasının,
İngiltere, İtalya, Fransa, İspanya, Almanya, Türkiye, Polonya ve Ukrayna’dan alınan vakayinamelerden gezi yazılarına, tarihi
romanlara, tiyatro oyunlarına çeşitli kaynaklara bakılarak yapılan disiplinlerarası bir incelemesidir.
Kültürel Eleştiri Olarak
Antropoloji: İnsan Bilimlerinde
Deneysel Bir An
Raymond Roussel:
Ölüm ve Labirent
İşsiz Yaşam: İşsizliğin ve İş
Güvencesizliğinin Birey ve Aile
Üzerindeki Etkileri
George E. Marcus,
Michael M.J. Fischer
tarafından kaleme
alınan kitap, dünyada
hızlı değişimlerin yaşandığı bir dönemde
toplumsal gerçekliği
temsil etme çabalarının merkezindeki antropolojinin durumunu netleştirmeyi amaçlarken, geçmiş antropoloji çalışmalarının tarihsel
eleştirisini de yapıyor. Kitap, deneysel etnografya yazım çabaları, imkânları ve sorunları
üzerinde duruyor.
Michel Foucault, Raymond Roussel: Ölüm ve
Labirent adlı kitabında, felsefe ve sosyal
bilimlerde çığır açan
temel meselelerden birini, dilin doğası ile dış
dünya arasındaki, yani
“kelimeler” ile “şeyler”
arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Kitap, dünya
edebiyatında tam anlamıyla ayrıksı bir yere
sahip olan, edebiyatı dilin dille gerçekleştirdiği bir deney(im) olarak kurgulayan Raymond
Roussel'in yapıtını çözümlemeye yönelik ilk
girişim.
Nebi Sümer, Nevin Solak, Mehmet
Harma tarafından
kaleme alınan kitap
Türkiye’de işsizliğin
ve iş güvencesizliğinin birey ve bireyin
a i l e si üzerindeki
psikolojik ve fiziksel
etkileriyle bunların çalışma hayatına yansımalarını geniş bir örneklem üzerinde derinlemesine inceliyor. Kitapta, aynı zamanda, ilgili alanlardaki temel araştırmalar ve işsizliğe
ilişkin güncel istatistikler özetleniyor; etkili
destek ve çözüm önerilerine yer veriliyor.
Dönme Kadınlar: Toplumsal Cinsiyet, Kimlik ve Sınırlar
Eric R. Dursteler, Dönme Kadınlar: Toplumsal Cinsiyet, Kimlik ve Sınırlar adlı kitabında, 16 ve 17. yüzyıllarda yaşamış, doğdukları yerleri, ailelerini ve dinlerini bırakan Akdenizli kadınların sahip oldukları karmaşık toplumsal ve siyasal alanı açık eden
hikâyelerini anlatıyor. “Dönme,” en dar anlamıyla, erken modern Akdeniz’de Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçenler için
kullanılıyor. Eric R. Dursteler, Dönme Kadınlar kitabında, bu anlamı ustaca değiştirerek kelimeyi, dönemin ve bölgenin
toplumsal, dini, siyasi ve toplumsal cinsiyet sınırlarının ötesine geçen herkesi kapsayacak şekilde kullanıyor.
48

Benzer belgeler

KULE 36_baski.indd

KULE 36_baski.indd gözlemlendiği düşünülürse, daha zeki olmanın bireyleri ve dolayısıyla toplumları yarışta bir adım öne geçireceğine dair güçlü inancın sebebini daha iyi anlayabiliriz.

Detaylı