XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ 19

Transkript

XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ 19
XVII. ULUSAL
KANSER KONGRESİ
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
Program
ve
Bildiri Özet Kitabı
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
ORGANİZASYON SEKRETERYASI
Serenas Turizm
Kongre Organizasyon Hizmetleri Ltd.Şti.
Turan Güneş Bulvarı, 5, Cad. No:13
06550 Yıldız, Çankaya, Ankara
Tel: +90 312 440 50 11
Fax: +90 312 441 45 64
Web site: www.serenas.com.tr
YAYIN HİZMETLERİ
BAYT Bilimsel Araştırmalar
Basın Yayın ve Tanıtım Ltd. Şti.
Ziya Gökalp Cad. 30/31, Kızılay, Ankara
Tel. (0312) 431 30 62
Faks (0312) 431 36 02
E-posta: [email protected]
ii
19-23 Nisan 2007
İ Çİ N DEKİ LER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
v
Kongre Düzenleme Kurulları
vi
Kurs Programı
viii
1
Bilimsel Program
Sözel ve Poster Bildirileri
231 Yazar Dizini
Sungate Port Royal, Antalya
iii
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
YÖNETİM KURULU
Kongre Başkanı
Canan Akyüz
Eş Başkan
Fikri İçli
Gökhan Töre
Sekreter
Nurdan Taçyıldız
Sayman
İnci Ergürhan ilhan
Üyeler
Hakan Akbulut
Ethem Nezih Oral
Berksoy Şahin
Sedat Turkan
BİLİMSEL KOORDİNASYON KURULU
KONGRE ONUR KURULU
Başkan
Canan Akyüz
Metin Aran
Önder Berk
Bülent Berkarda
Nijat Bilge
Ayhan Çavdar
Namık Çevik
Dinçer Fırat
Gündüz Gedikoğlu
Ali Haydar Taşpınar
Reha Uzel
Sekreter
Ayşe Kars
Üyeler
Lale Atahan
Maktav Dinçer
Melek Erkişi
Sevgi Gözdaşoğlu
Rejin Kebudi
Ahmet Özet
Ömer Uzel
KO N G R E DÜ ZEN LEM E KU R U LLAR I
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
KONGRE BİLİMSEL KURULU
Ufuk Abacıoğlu
Hüseyin Abalı
Sabri Acar
Leyla Ağaoğlu
Hamdi Akan
Tarık Akçal
Zafer Akçalı
Atıf Akdaş
Nuran Akdemir
Kıymet Akgedik
Hikmet Akgül
Fadime Akman
Müge Akmansu
Serap Aksoylar
Gamze Aksu
Fadıl Akyol
Mehmet Alakavuklar
Hilmi Alanyalı
Mustafa Altınbaş
Musa Altun
Kadri Altundağ
Sema Anak
Arif Aras
Ali Arıcan
Fikret Arpacı
Nuri Arslan
Özlem Aslan
Işık Aslay
Sevcan Atay
Gülyüz Akyıl Atkovar
Tanju Atamer
Erkut Attar
İnci Ayan
Birol Aydemir
Fazıl Aydın
Yıldız Aydın
Adnan Aydıner
Ali Ayhan
Faruk Aykan
Meral Bakar
Ümit Balcısoy
Eşmen Baltalı
İbrahim Barışta
Sabri Barutça
Semih Baskan
Gül Başaran
Mert Başaran
Sevil Bavbek
Figen Bay
Mahmut Bayık
Meral Beksaç
Mustafa Benekli
Semha Berberoğlu
Uğur Berberoğlu
Aytekin Besim
Nuran Beşe
Murat Beyzadeoğlu
Banu Bilkay
Leman Birol
Hakan Bozcuk
Nur Buyru
Süleyman Büyükberber
Abdullah Büyükçelik
Lale Büyükgönenç
Münevver Büyükpamukçu
Evin Büyükünal
Gülbeyaz Can
Cengiz Canpolat
Ali Cengiz
Mustafa Cengiz
Şenol Coşkun
Melda Çağlar
Ahmet Çağ Çal
Medine Çalışkan
Filiz Çay Şenler
Turgay Çelikel
Rıza Çetingöz
Nazan Çetingül
Ayhan Dağdeviren
Nejat Dalay
Emin Darendeliler
Uğur Deligezer
Gökhan Demir
Salim Demirci
Fuat Demirelli
Taner Demirer
Binnaz Demirkan
Ahmet Demirkazık
Ediz Demirpençe
Sergülen Dervişoğlu
Ömer Devecioğlu
Fazilet Dinçbaş
Dilek Dinçol
Lale Doğan
Öznur Düzovalı
Suna Emir
Özlem Er
Tülay Ercan
Sungate Port Royal, Antalya
Yeşim Eralp
Yıldız Erhan
Mustafa Erman
Suzan Eroğlu
Ulya Ertem
Mustafa Esassolak
Saadettin Eskiçorapçı
Murat Eşkinat
Burhan Ferhanoğlu
Mehmet Füzün
Onur Genç
Sabriye Göçmen
Şaban Çakır Gökçe
Erdem Göker
Erhan Gökmen
Hülya Gör
İlknur Görkem Bilkay
Sebahat Gözüm
Dicle Güç
Nilüfer Güler
İbrahim Güllü
Orhan Gümrükçüoğlu
Fatma Gündoğdu
Nazan Günel
Perihan Güner
Adem Güngör
Murat Gürkaynak
Erhan Hamaloğlu
Ömer Harmancıoğlu
Ayfer Haydaroğlu
Mutlu Hayran
Volkan Hazar
Rauf Haznedar
Murat Hız
Abdullah İğci
Şefik İğdem
Osman İlhan
Oktay İncekara
Altan İplikçi
Gökhan Kandemir
Savaş Kansoy
Emin Kansu
Mehmet Kantar
Bünyamin Kaplan
Özlem Kapucu
Ayfer Karadakovan
Ahmet N. Karadeniz
Ceyda Karadeniz
Rabia Karafazlıoğlu
Nurseven Karaman
Sultan Kav
Halil Kavgacı
Derya Kaya
Ayşin Kayış
Esra Kaytan Sağlam
Canan Keskin Gemici
Münir Kınay
Erol Kısmet
Ahmet Kizir
Sedat Koca
Gülseren Kocaman
Hilmi Kocaoğlu
Yener Koç
Savaş Koçak
Şeref Kömürcü
Faruk Köse
Derin Kösebay
Vedat Köseoğlu
Sıdıka Kurul
Cengiz Kurtman
Tezer Kutluk
Okan Kuzhan
Işınsu Kuzu
Ömer Küçük
Hanife Maltepe
Osman Manavoğlu
Nil Molinas Mandel
Leyla Memiş
Rasim Meral
Mahmut Müslümanoğlu
Meltem Nalça
Aynur Oğuz
Sait Okkan
Ülgen Okyayuz
Nur Olgun
Haluk Onat
Handan Onur
Kaan Oysul
Ahmet Öber
Tayfun Özçelik
Evren Özdemir
Mustafa Özdoğan
Haluk Özen
Erdener Özer
İzzet Özgenç
Mustafa Özgüroğlu
Yavuz Özışık
Alp Özkan
Metin Özkan
Zülay Özkan
Serdar Özkök
Yavuz Özoran
Mahmut Özşahin
İlhan Öztop
Dilek Öztürk
Mehmet Öztürk
Enis Özyar
Özgür Özyılkan
Gökhan Özyiğit
Yücel Pak
Semra Paydaş
Nurgün Platin
Şevket Ruacan
Yener Sağlık
Pınar Saip
Meral Sakızlı
Tansu Salman
Mustafa Samur
Kadriye Sancı
Haluk Saner
Deniz Sargın
Faik Sarıalioğlu
İskender Sayek
Uğur Selek
Süheyla Serdengeçti
Betül Sevinir
Ertuğrul Seyrek
Teoman Soysal
Serdar Soyuer
Kerim Sönmezoğlu
Arzu Sungur
İsmet Şahinler
Meriç Şengöz
Atilla Tanyeli
Faruk Taş
Coşkun Tecimer
Ercüment Tekin
Salim Başol Tekin
Gülten Tekuzman
Gülşen Terakye
Mahmut Tokaç
Gülnur Tokuç
Reşit Tokuç
Erkan Topuz
Cemalettin Topuzlu
Candaş Tunalı
İlhan Tuncer
Murat Tuncer
Serdar Turhal
Sıtkı Tuzlalı
Alev Türker
Levent Türkeri
Altan Tüzüner
Nükhet Tüzüner
Ömer Uğur
Cüneyt Ulutin
Sahra Urhan
Kazım Uygun
Kamer Uysal
Cem Uzal
Emel Ünal
Hilal Ünal
Ayşegül Üner
Aytuğ Üner
Mustafa Ünsal
Necdet Üskent
Besti Üstün
Ali Varan
Canan Vergin
Bilgehan Yalçın
Bülent Yalçın
Şuayib Yalçın
Deniz Yamaç
Fulya Yaman Ağaoğlu
Nilgün Yarış
Aydın Yavuz
Gülsan Yavuz
Melek Yavuz
Sinan Yavuz
Mustafa Yaylacı
Ferah Yıldız
İnci Yıldız
Uğur Yılmaz
Fulden Yumuk
İdris Yücel
Lebriz Yüksel Soycan
Hümeyra Zengin
Nurullah Zengin
Faruk Zorlu
Ünal Zorludemir
Bülent Zülfikar
v
vi
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
vii
viii
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
ix
x
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
xi
xii
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
xiii
xiv
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
xv
xvi
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
xvii
xviii
19-23 Nisan 2007
Sungate Port Royal, Antalya
xix
xx
19-23 Nisan 2007
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 49
MASTEKTOMİ SONRASI POSTOPERATİF RADYOTERAPİ
UYGULANAN MEME KANSERLİ OLGULARDA AKSİLLER
LENF NODU TUTULUM YÜZDESİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ
1
I. Lale Atahan, 1Ferah Yıldız, 1Gökhan Özyiğit, 1Sait Sarı,
Uğur Selek, 1Murat Gürkaynak, 2Mutlu Hayran
1
1
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Preventif Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Mastektomi sonrası adjuvan radyoterapi uygulanan meme
kanserli olgularda aksiller lenf nodu tutulum yüzdesinin prognostik
rolü araştırıldı.
Gereç ve Yöntem: Tarafımızca geliştilen özel bir meme kanseri
veritabanı programına anabilim dalımızda tedavi edilen tüm meme
kanserli olgular kaydedildi. Bu veritabanı yardımı ile Ocak 1994 ile
Aralık 2002 tarihleri arasında mastektomi sonrası radyoterapi uygulanan 939 metastatik olmayan meme kanserli olgunun verileri değerlendirildi. Pozitif cerrahi sınır, primer tümör boyutu 4cm üzerinde,
deri-fasya tutulumu olan olgulara göğüs duvarına radyoterapi uygulandı. Lenfatik radyoterapi ise 4 ve üzeri aksiller lenf nodu tutulumu,
yetersiz aksiller diseksiyon yapılan (<10 lenf nodu) ve ekstrakapsüler
ekstensiyon veya perinodal yağ doku invazyonu olan olgulara uygulandı. Göğüs duvarı ve lenfatiklere uygulanan fraksiyon dozu 2 Gy/
gün ve toplam doz 50 Gy idi. İstatiksel analizler için Kaplan-Meier
metodu, log-rank testi ve Cox regresyon analizi kullanıldı.
Bulgular: Yaşayan tüm hastalar için medyan izlem süresi 62 aydı.
Beş-yıllık genel sağkalım ve hastalıksız sağkalım sırası ile %81 ve
%65 olarak bulundu. Tek değişkenli analizlerde primer tümör boyutu (<5 cm vs. >5 cm, p<0.001), metastatik nodal tutulum (0 vs.
1-3 vs >4 LN, p<0.001), aksiller lenf nodu tutulum yüzdesi ([metastatik nod/çıkarılan lenf nodu sayısı]X100, %0 vs. %25 vs %26-50
vs. >%50, p<0.001), pozitif cerrahi sınır (negatif vs. pozitif, p=0.05)
ve hormonal tedavi (verilen vs. verilmeyen, p=0.03) genel sapkalım için önemli prognostik faktörler olarak saptandı. Hastalıksız
sağkalım için ise yaş (<40 yaş vs. >40 yaş, p=0.006), tümör boyutu
(p=0.02), metastatik nodal tutulum (p<0.001), aksiller lenf nodu tutulum yüzdesi (p<0.001) ve perinodal invazyon (pozitif vs negatif,
p=0.01) prognostik faktörler olarak bulundu. Çok değişkenli analizlerde genel sağkalım için tümör boyutu, aksiller lenf nodu tutulum
yüzdesi, hormonal tedavi ve cerrahi sınır; hastalıksız sağkalım için
yaş ve aksiller lenf nodu tutulum yüzdesi bağımsız prognostik faktör
olarak saptandı.
Sonuç: Bu çalışmada aksiller lenf nodu tutulum yüzdesi meme
kanserlerinde genel sağkalım ve hastalıksız sağkalım için önemli bir
prognostik faktör olarak bulundu. Özellikle %50’den fazla aksiller
lenf nodu tutulumu olan olgularda daha etkin adjuvan tedavilere gereksinim duyulmaktadır.
Ref No: 666
TÜRK TOPLUMUNDA HEREDİTER MEME KANSER
SENDROMU OLGULARI VE HEREDİTER GENETİK
MUTASYON ANALİZ SONUÇLARI
1
Şefik Güran, 2Ahmet Özet, 3Murat Dede, 4Johan Jp. Gille,
Müfit Cemal Yenen
3
1
GATA, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Etlik Ankara,
GATA Onkoloji Bilim Dalı Etlik Ankara,
3
GATA Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı. Etlik Ankara,
4
VU Üniversitesi Tıp Fakültesi, moleküler Tanı Laboratuarı Aamsterdam Hollanda
2
Meme kanseri kadınlarda en sık gözlenen kanser tipidir. Olguların % 5-10 unda herediteden şüphelenilebilir. 1996 yılından itibaren
ailesel mutasyon taşıdığından şüphelenilen 82 aile çalışma gurubuna alınmıştır. İncelemeye alınan 82 ailenin 7’sinde klinik tanı olarak
Sungate Port Royal, Antalya
ailesel meme-over kanser sendromu tanısı konmuştur. Ailelerin 19’
unun “pedigree” incelemesinde iki veya daha fazla meme kanseri tanısı göze çarpmaktadır. Bu 19 ailede en sık mutasyon tanımlanan 13
gen bölgesi esas alınarak yapılan BRCA 1 ve BRCA 2 genlerine ait
mutasyon taramasında sadece bir olguda BRCA 1 geninde 185 del
AG mutasyonu tanımlanmıştır. Üç ailede klinik olarak Li-Fraumeni
sendromu tanısı konmuş, bu bulgu TP53 genine ait (Lys 292 Ile, Pro
278 Ser ve Pro 278 Thr) mutasyonları gösterilerek tanı doğrulanmıştır. Herediter-nonpolipozis kolon kanseri sendromu tanısı konan
(HNPCC-Lynch syndrome) olguda herediter MLH1 (IVS 17-3G>C)
mutasyonunu taşıdığı ortaya konmuş, sağlıklı iki çocuğu ve II. derece akrabası olan eşinin bu mutasyonu taşımadığı saptanmıştır. Aynı
ailede kolon kanseri tanısı almış 3 akrabasında tanımlanan herediter
mutasyonun varlığı gösterilmiştir. Genetik danışma ile gelen ailelerin çoğunda sadece bir meme kanseri veya kistik adenom (veya her
ikisi birden) vardır. Bu olgularda genetik danışma verilmiş herhangi bir genetik test yapılmamıştır. Özet olarak halen süren çalışmada
başvuran 82 ailenin sadece 10’ unda (%12.19) herediter germline
mutasyon tanımlanmıştır. Bu sonuçlar gelen olgularda öncelikle klinik evalüsyon yapılmasının, pedigree incelemesinin, gerekli olgularda moleküler analiz yapmanın önemini ortaya koymaktadır.
Ref No: 384
SOL MEME KANSERLİ OLGULARDA EPİRÜBİSİN VEYA
ANTRASİKLİN TABANLI ADJUVAN KEMOTERAPİ
VE LOKAL BÖLGESEL RADYOTERAPİNİN ERKEN
DÖNEM KARDİAK ETKİLERİNİN PROSPEKTİF OLARAK
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Gökhan Özyiğit, 1Ferah Yıldız, 2Hüseyin Gündüz, 1Ebru Karakaya,
Uğur Selek, 1Murat Gürkaynak, 1Gökhan Aydın,
3
Hakan Harputluoğlu, 1Mustafa Cengiz, 1Ibtisam Lale Atahan
1
1
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İzzet Baysal Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı,
3
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Bu prospektif çalışmada sol göğüs duvarına uygulanan
konvansiyonel radyoterapinin (RT) erken dönem kardiak etkileri
elektrokardiyografi (EKG), ekokardiyografi (EKO) ve kardiak enzim
ölçümü ile değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya mastektomi ve adjuvan 4 kür kemoterapi sonrası RT planlanan ve tanı anında kardiyak hastalığı olmayan sol meme kanserli 12 olgu dahil edilmiştir. Hastaların tamamına
tanjansiyel alanlardan sol göğüs duvarına 2 Gy günlük dozlarından
toplam 50 Gy eksternal RT uygulanmıştır. İç kadran tümörlerinde ve
yoğun aksiller lenfatik tutulum olan hastalarda ise ek olarak mammaria interna (MI-RT) alanı açılmıştır. RT planlamasında Theraplan
(Theratronics Inc.) bilgisayarlı tedavi planlama yazılımı kullanılmış,
doz-hacim histogramları ile kalbin almış olduğu dozlar hacimsel
olarak incelenmiştir. Tüm hastalarda RT öncesi, RT sonu, 6. ay ve 1.
yılda EKG’de düzeltilmiş QT dispersiyon ölçümü (QTd), EKO’da sol
ventriküler ejeksiyon fraksiyonu (SVEF), sol ventrikül diyastol çapı
(SVDÇ) ve kardiak enzimlerden kreatinin fosfokinaz-MB (CK-MB),
troponin-t ve myoglobin (Mb) düzeylerine bakılmıştır. Tekrarlı ölçümler için Friedman iki yönlü varyans analizi, adriamisin ve mammaria interna ışınlamasının kardiyolojik etkilerini değerlendirmek
içinse varyans analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmamızda 12 sol meme kanserli olgunun 46 EKG,
41 EKO ve 45 kardiak enzim çalışması ve 12 doz-volüm histogramı
değerlendirilmiştir. Olguların medyan yaşı 49’dur (30-63 yaş) . Radyoterapi öncesi 6 olguya 4 kür siklofosfamid ve adriamisin (CA), 6
olguya ise 4 kür siklofosfamid, epirübisin ve fluroürasil (CEF) verilmiştir. Altı olguda Mammaria interna radyoterapisi uygulanmıştır.
Doz-hacim histogramlarının incelenmesinde medyan kalp volümü
551±269 cc, dmax 48.56±10.4 Gy, dortalama 4.05±0.74 Gy, V40 Gy
%1±4 ve 40 Gy alan kalp volümü 0.59±2.07cc olarak bulundu. Rad-
1
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
yoterapi ile ilgili hacimsel ve dozimetrik parametreler ile kardiyak
incelemeler (QTd, SVEF, SVDÇ Ck-MB, Troponin-T ve Mb düzeyleri) arasında anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Alt grup analizlerinde adriamisin alan olguların QTd (p=0.01), SVEF’ları (p=0.01),
SVDÇ (p=0.02) ve CK-MB ölçümleri (p=0.004) ile almayan olguların ölçümleri arasında istatiksel olarak anlamlı farklılıklar görüldü.
Benzer şekilde MI-RT uygulanan olgularda SVEF’ları (p<0.001) ve
CK-MB ölçümleri (p=0.04) uygulanmayan olgulardan anlamlı farklı
bulundu.
Sonuç: Konvansiyonel yöntemlerle uygulanan göğüs duvarı ve/
veya MI-RT ışınlamalarında ortalama kalp dozu ve V40 değerleri
düşük bulunmuştur. RT öncesi adriamisin alan veya göğüs duvarı ile beraber mammaria interna ışınlaması yapılan olgularda hafif
subklinik myokardial hasarın bulgularından olan SVEF’da azalma,
SVDÇ’da artış, bazı kardiak enzimlerde artma ve QTd dispersiyonda
uzama saptanmış olup, bu bulgular uzun dönemde ortaya çıkabilecek kardiotoksisitenin bir göstergesi olabilir.
Şekil 1. Adriamisin alan ve almayan olgularda QTd dispersiyon değişimleri
Ref No: 339
MEME KANSERLİ HASTALARDA
İMMÜNOHİSTOKİMYASAL C-ERB B-2 EKSPRESYONUNUN
FISH (FLORESAN İNSİTU HİBRİDİZASYON) YÖNTEMİ İLE
KORELASYONU
I. Oğuz Kara, Adem Kıdık, Berksoy Şahin
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Giriş-Amaç: c-erb B-2 ekspresyonu meme kanserli hastalarda
hastalık davranışı, prognozu ve seçilecek tedavi ajanlarının belirlenmesinde önem arz etmektedir. İmmünohistokimyasal (İHK) olarak
c-erb B-2 ekspresyonunun semikantitif tayini her zaman doğru bilgi
verici olmamaktadır. Bu nedenle de kimi zaman hastaya ideal tedavi veril (e) memektedir. (+1) boyanma çoğu zaman tedavi rejiminin
belirlenmesinde dikkate alınmazken, Floresan İnsitu Hibridizasyon
(FISH) yöntemi ile c-erb B-2 ekspresyonu incelendiğinde pozitif
sonuçlar elde edilebilmekte ve bu da hastaya uygun tedaviyi uygulayamamak gibi ciddi durumlarla sounçlanabilmektedir. Biz burada
meme kanserli hastalarda İHK yöntemi ile c-erb B-2 ekspresyonu
tayin edilmiş olgularda aynı zamanda FISH yöntemi ile korrelasyonunu belirlemeyi ve klinik ve laboratuar parametreleri ile ilişkisini
araştırmayı amaçladık.
Materyal-Metod: Çalışmaya klinik ve laboratuar verilerine ulaşılabilen 49 hastaya ait, daha önce İHK yöntemi ile c-erb B-2 ekspresyonu tesbit edilmiş olgulara ait parafin bloklardaki c-erb B-2 ekspresyonu FISH yöntemi ile araştırıldı.
Sonuçlar: Hastaların median yaşı 44 (24-75), ortanca takip süresi 29 (7-192) ay idi. Hastaların 23’ü (%46.9) premenopozal ve 26’sı
(%53.1) postmenopozal dönemdeydi. Tanı anında hastaların 2’si
evre-I (%4.1), 32’si evre-II (%65.3), 9’u evre-III (%18.4) ve 4’ü evreIV (%8.2) hastalığı mevcuttu. ER (+) 33 (%67.3) hastada tespit edilirken PR (+) 32 (%65.3) hastada tespit edildi. c-erb B-2 ekspresyonu
IHK ile 15 (%30.6) hastada +1, 17 (%34.7) hastda +2, 15 (%30.6)
hastda tesbit edilirken FISH yöntemi ile hastaların 23’ünde (%46.9)
tesbit edildi.
Tartışma: Hastalara ait analiz verileri sunum sırasında planlanacaktır.
Ref No: 326
TRİPL NEGATİF MEME KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK VE
PATOLOJİK ÖZELLİKLERİ
Kadri Altundağ, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Nilüfer Güler,
İbrahim Güllü, Gülten Tekuzman
Hacettepe Üniversitesi
Şekil 2. MI-RT uygulanan ve uygulanmayan olgularda SVEF değişimi
2
Meme kanseri heterojen bir hastalıktır. Çeşitli tümör altgruplarından oluşur. Her bir tümör altgrubunun kendine has morfolojik,
biyolojik, genetik ve klinik özellikleri vardır. Tripl negatif meme
kanseri bu altgruplardan biridir ve ER, PR ve HER2 ekspresyonları
negatiftir. Türk toplumunda meme kanserli hastalarda tripl negatif
hasta oranı ve bunların epidemiyolojik, demografik özellikleri tam
olarak bilinmememektedir. Bu çalışmada triple-negatif meme kanserli hastaların oranı, epidemiyolojik, demografik özellikleri değerlendirilmiştir.
Hastalar ve Yöntemler
Çalışmamıza 2006 yılında Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Medikal Onkoloji Bölümü’ne ardışık olarak başvuran 101
meme kanserli hasta alındı. Hastaların tümör patoloji preparatlarından immunhistokimyasal boyama ile ER, PR ve HER2 çalışıldı. ER,
PR ve HER2 negatif olan hastalar ‘’tripl negatif ’’ olarak tanımlandı ve
hastaların demografik ve epidemiyolojik özellikleri belirlenerek tripl
negatif olmayan grup ile karşılaştırıldı.
19-23 Nisan 2007
Sonuçlar
Çalışmaya toplam 101 hasta dahil edildi. Hastaların %42: 6’sı evre
I, %5.9’u IIA, %28,7’si IIB, %17.8’i IIIA, %2’si IIIB, %1’i IIIC ve %2’si
IV idi. Hastaların 11 (%10,9) ’i tripl negatif grup, 90 (%89.1) ’i ER,
PR veya HER2 pozitif idi. Tripl negatif hastaların ortanca yaşı 45
iken triple negatif olmayan grubun ortanca yaşı ise 48 idi (p=0.34) .
Tripl negatif 9 (%81.8) hasta tanı konduğu dönemde premenopozal
dönemde iken tripl negatif olmayan grupta 39 (%43.8) hasta premenopozal dönemde idi (0.057) . Tümör boyutu, lenf nodu metastazı ve
uzak metastaz varlığı açısından tripl negatif olan grup ile olmayan
grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p >0.05) .
Tripl negatif hastaların %55,6’sı grade III iken tripl negatif olmayan
grubun ise %30.4 (p=0.14) . Tripl negatif olan grupta lenfovasküler
invazyon %60 iken triple negatif olmayan grupta bu oran %38 idi
(p=0.30) . Hastalar genel olarak değerlendirildiğinde %71.3’ü ER,
%67.3’ü PR ve %64.7’si HER2 pozitifti. HER2 hastaların %21.6’sında
1+, %12.1’inde 2+ ve %25.6’sında 3+ idi.
Tartışma
Tripl negatif meme kanserlerinin farklı klinik ve patolojik özellikleri vardır. Daha genç yaşta görülür. Bu tümörler yüksek proliferasyon indeksine sahip yüksek gradeli tümörlerdir. Tripl negatif meme
kanserlerine spesifik bir tedavi seçimi yoktur. Yeni tedavi seçenekleri
araştırılmalıdır.
Ref No: 268
DERİ KORUYUCU MASTEKTOMİ VE REKONSTRÜKSİYON
SONUÇLARIMIZ
1
Hasan Karanlık, 1Sıdıka Kurul, 1Cemalettin Topuzlu,
Seden Küçücük, 3Ahmet Torkut, 3Murat Atay
2
1
Istanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Cerrahi Onkoloji Ünitesi,
Istanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
3
Florance Nightingale Metropolitan Hastanesi
2
Amaç
Deri koruyucu mastektomi meme kanserinin proflaktik veya küratif cerrahi tedavisinde giderek artan sıklıkta uygulanmaktadır. Çalışmamızın amacı, deri koruyucu mastektomi ile aynı seansta silikon
implant, latissimus dorsi (LD) veya transvers rektus abdominis miyokutanöz flep (TRAM) ile rekonstrüksiyon yapılan hastalarımızın
cerrahi teknik, lokal nüks ve estetik sonuçlarını bildirmektir.
Gereç ve Yöntem
1995-2004 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Cerrahi Onkoloji Ünitesinde proflaktik veya küratif amaçlı deri
koruyucu mastektomi ve rekonstrüksiyon uygulanan 11 hasta retrospektif olarak incelendi. Aksiller girişimin gerekli olduğu durumlarda ayrı bir insizyon uygulandı.
Bulgular
Hastaların ortalama yaşı 45 (31-60) olup, 5 hasta erken evre invaziv meme kanseri, 3 hasta karsinoma insitu, 3 hasta proflaktik amaçlı
deri koruyucu mastektomi yapıldı. Ortalama 36 aylık (18-60 ay) takipte 1 hastada lokal nüks görüldü. Lokal nüks, önceki eksizyonel
biyopsi skarının çıkarılmadığı hastada gelişti, genişletilmiş reeksizyon ve primer onarım ile tedavi edildi. Meme kanseri nedeniyle deri
koruyucu mastektomi yapılan 5 hastada ortalama tümör çapı 1.5 cm
(1.2-2.5 cm) idi. Proflaktik amaçlı deri koruyucu mastektomi yapılan
hastaların 2’sinde karşı memede kanser öyküsü mevcut olup, yaygın
mikrofalsifikasyonlar ve takip zorluğu açısından deri koruyucu mastektomi uygulandı. TRAM yapılan 1 hastada flep beslenmesindeki
bozukluk nedeniyle kısmi flep nekrozu dışında komplikasyon gelişmedi. Tüm hastalar estetik açıdan memnundu.
Sonuç
Deri koruyucu mastektomi seçilmiş erken evre meme kanserlerinde ve insitu karsinomlarda küratif, risk faktörlerinin bulunduğu
takibi güç vakalarda ise proflaktik amaçlı yapılabilir. Eski biyopsi
skarlarının piyese dahil edilmesi ve fleplerin uygun kalınlıkta hazırlanması ile küratif meme kanseri tedavisinde lokal nüks oranlarını
Sungate Port Royal, Antalya
arttırmaksızın uygulanabilir. Rekonstrüksiyonda meme cildinin korunması ve kesi skarının minimal olması deri koruyucu mastektominin estetik avantajlarıdır.
Ref No: 243
AKSİLLA NEGATİF MEME KANSERLİ HASTALARDA
ENDOTELİN AİLESİNİN VE VASKÜLER ENDOTELYAL
BÜYÜME FAKTÖRÜNÜN PROGNOSTİK ÖNEMİ
1
Emel Üçgül Çavuşoğlu, 2Uğur Çoşkun, 3Özlem Erdem,
Nazan Günel, 3Ayşe Dursun, 2Aytuğ Üner, 4Mustafa İlhan,
3
Mehmet Doğan
2
1
Bayındır Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü,
GÜTF Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, 3GÜTF Patoloji Anabilim Dalı,
4
GÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı
2
AMAÇ:
Meme kanserinde tümör kinetiği ve tümör biyolojisi ile ilgili çok
sayıda araştırma mevcuttur. Bunların hastalıksız ve total sağ kalım
üzerine etkisi araştırılmaktadır. Son yıllarda endotelin ailesinin
prognoz üzerine etkisini araştıran az sayıda çalışma mevcuttur. Bu
konu araştırmaya değer görülmektedir. Aksilla negatif meme kanserinin prognozu daha iyi olduğundan bazı hastalara gereksiz adjuvan
kemoterapi uygulanmaktadır. Bu çalışmada amaç, bilinen prognostik faktörlere ek olarak yeni prognostik faktörlerin saptanmasıdır.
GEREÇLER VE YÖNTEM:
1994-2004 yılları arsında GÜTF Medikal Onkoloji Bilim Dalı’nda
takip edilen 61 aksilla negatif kadın hastanın parafinize doku örneklerinde immunhistokimyasal yöntemle ET-1, ET (A), ET (B),
VEGF gibi biyolojik faktörlerin ekspresyonu çalışılmış; bunun yanı
sıra yaş, evre, histolojik greyd, vasküler invazyon, hormon reseptör
ve menopoz durumu gibi bazı klasik parametreler de bu hasta grubunda retrospektif dosya ve bilgisayar kayıtları taraması yöntemi ile
incelenmiştir. Tüm hastalarda hastalıksız ve genel sağ kalım verileri
hesaplanmıştır.
BULGULAR:
Tek değişkenli bir analiz olan ki kare testi ile tüm parametreler
ve nüks ve ölüm oarnı arasındaki ilişki incelenmiştir. Ki-kare testi
ile histolojik greyd, hem ölüm (p=0.028), hem nüks oranı (p=0.015)
için istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Ki-kare testi ile ET (A)
ekspresyonu ile ölüm oranı arasında istatistiksel anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p= 0.009) . Ancak ET (A) ile nüks oranı arasında anlamlı
bir ilişki bulunamamıştır. Başka bir tek değişkenli analiz olan LogRank testi ile, Tüm prognostik faktörler ile hastalıksız ve total sağ kalım arasındaki ilişki araştırılmıştır.Log-Rank testi ile histolojik greyd
hem hastalıksız sağ kalım (p= 0.026) hem total sağ kalım açısından
(p=0.040) anlamlı bir prognostik faktör olarak bulunmuştur. Benzer
şekilde, ET (A), Log-Rank testi ile total sağ kalım açısından anlamlı
bir prognostik parametre olarak bulunmuştur (p=0.020) . Ancak ET
(A) hastalıksız sağ kalım açısından anlamlı bulunmamıştır. Ki-kare
ve Log-Rank testlerinin sonuçları birbirini destekler görünmektedir.
Çok değişkenli bir analiz olan COX regresyon modelinde, total sağ
kalım açısından hiçbir parametre anlamlı bulunmamıştır. Hastalıksız sağ kalım süresi ile aynı parametrelerle yapılan COX Regresyon
Modeli’nde ise sadece histolojik greyd bağımsız prognostik faktör
olarak bulunmuştur (p=0.019) .
SONUÇLAR:
Daha önce kanıtlanmış prognostik faktörlerin çalışmamızda anlamlı çıkmamasının nedeni hasta sayısının nisbeten az olması olabilir. Buna rağmen ET (A) ’nın literatürdeki az sayıda çalışmayı destekler şekilde total sağ kalım için anlamlı bulunması oldukça önemli bir
bulgudur. İleride daha büyük vaka sayısını içeren prospektif çalışmalarla endotelin ailesinin prognostik önemi daha iyi vurgulanacaktır.
Ayrıca bu çalışmalarda hayvan deneylerinde gösterilen şekilde ET
(A) ’nın osteoblastik kemik metastazlarını belirlemedeki değeri anlaşılabilecektir.
3
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 229
SAĞLIK BAKANLIĞI ÜREME SAĞLIĞI PROGRAMI
KAPSAMINDA AVRUPA KOMİSYONU DELEGASYONUNCA
DESTEKLENEN BİR PROJE: “ŞİMDİLİK KADIN KADINA”
KADINLARIN MEME KANSERİNİN ERKEN TANISINA
YÖNELİK EĞİTİMİ”
1
Nurgün Platin, 2Sebahat Gözüm, 3Özgül Karayurt, 1Sultan Kav
1
Onkoloji Hemşireliği Derneği,
Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu,
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu
2
3
Projenin amacı, Erzurum İli’ndeki meme kanseri insidansının artış gösterdiği 40 yaş ve üzeri kadınları eğiterek, meme kanseri erken
tanı yöntemleri konusunda bilinçlendirmek, erken tanı yöntemlerinin uygulanmasını sağlamak, meme kanseri taramalarına ilişkin inançlarını geliştirmek ve kanser tarama ve eğitim merkezinin
(KTEM) kullanırlılığını arttırmaktır. Projenin hedef grubu Erzurum
İl Merkezinde yaşayan 40 yaş ve üzeri yaklaşık 33.000 kadından
5000’idir (%15’i) . Bir eğitim projesi niteliğinde olan bu çalışmada
öncelikle eğitim materyallerinin hazırlanması, halk arasından eğiticilerin seçilmesi, projenin yerel kitle iletişim araçları yolu ile topluma duyurulması, seçilen eğiticilerin eğitilmesi, eğitimcilerin halkı,
akran eğitimi yöntemi ile eğitmesi ve 1000 kadının Sağlık Bakanlığı
(S.B.) Kanser Tarama ve Eğitim Merkezi’ne (KTEM) başvurmasının
sağlanması temel etkinliklerdir.
Projenin genel hedefi; sosyo-ekonomik göstergeleri düşük, geleneksel-kültürel değerlerin güçlü olduğu, kapalı bir toplum yapısında
olan Erzurum İl merkezindeki kadınları meme kanseri konusunda
bilinçlendirmek, erken tanılarını sağlayarak, yaşam süre ve kalitesini
arttırmak, tedavi giderlerini azaltmaktır.
Projenin özel hedefi; Erzurum İl merkezinde 40 yaş ve üzeri 5000
kadına bir yılda ulaşıp, meme kanseri ve erken tanı yöntemleri konusunda bilinçlendirmek, meme kanseri taramalarına ilişkin inançlarını geliştirmek ve bu 5000 kadından 1000’inin (%20) erken tanı
hizmeti almasını sağlamak ve KTEM’in kullanırlılığını arttırmaktır.
Bu hedeflere ulaşabilmek ve programın sürdürülebilirliğini sağlamak üzere Erzurum İl merkezinde seçilen 25 kadın, eğitim ilkeleri,
meme kanseri, erken tanı yöntemleri (kendi kendine meme muayenesi (KKMM), klinik meme muayenesi ve mamografi) ve uygulaması konusunda akran eğitimcisi olarak eğitilmişlerdir. Her bir akran
eğiticisi, akranı olan 200 kadının meme kanseri erken tanı yöntemleri konusunda eğitiminden sorumlu tutulmuştur.
Temel sonuçlar: 2006 Mart ayında başlayan projenin 11. ayı itibariyle ara dönem hedef göstergelerine ulaşılmıştır. Bugüne kadar
4137 kadına akran eğiticileri aracılığı ile doğrudan eğitim verilmiş ve
925’ ine mamografi çekilmiştir. Mamografi çekilen kadınlardan 7’si
meme kanseri tanısı almıştır. Mamografiye gelen kadınlardan 202’si
aynı zamanda pap-smear testlerini de yaptırmışlardır. Kadınların
meme kanseri ve taramalarına ilişkin sağlık inançlarındaki değişim
değerlendirilmektedir.
Ref No: 548
LOKAL İLERİ EVRE MEME KANSERLİ HASTALARDA
NEOADJUVAN DOCETAKSEL + EPİRUBİSİN
TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİNİN RETROSPEKTİF OLARAK
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Deniz Yamaç, 1Ali Osman Kaya, 2Ercüment Tekin, 1Uğur Coşkun,
Banu Öztürk, 1Süleyman Büyükberber, 2Çağatay Çifter,
1
Aytuğ Üner, 1Mustafa Benekli
1
1
Gazi Tıp Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Gazi Tıp Genel Cerrahi Anabilim Dalı
2
AMAÇ: Neoadjuvan kemoterapi esas olarak lokal ileri opere edilemeyen meme kanserinin cerrahi rezeksiyonunu yapmak amacıyla
4
verilmektedir. Epirubisin ve docetaksel bu amaçla kullanılan etkili
iki önemli ilaçtır. Bu çalışmada amacımız, kliniğimizde neoadjuvan
docetaksel + epirubisin kemoterapisi (KT) verilmiş lokal ileri evre
meme kanseri hastalarında tedavinin etkinliğini ve toksisitesini değerlendirmektir.
HASTALAR VE YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalında Ocak 2004 ile Aralık 2006 tarihleri arasında neoadjuvan tedavi alan lokal ileri evre meme kanseri hastaları
retrospektif olarak incelendi. Hastalara, operasyon öncesi 3 veya 4
kür, docetaksel (75mg/m2) ve epirubisin (75 mg/m2) 21 gün arayla
verildi. Tedavi cevabı ve toksisiteleri değerlendirildi.
BULGULAR: 21 hastanın (yaş ortalaması 51) 14’ü (% 67) postmenapozal ve 7’si (%33) premenapozal idi. Onbir hasta 3 kür ve 10 hasta
4 kür KT aldı. Tedavi alan ilk 4 hastada ciddi nötropeni gelişmesi
nedeniyle birinci kürden başlayarak G-CSF profilaksisi uygulandı.
RECİST kriterlerine göre yanıt değerlendirmesi yapıldı. Tam cevap
(minimal mikroskopik in-situ karsinoma) 1 hastada (% 5) gözlendi.
Parsiyel cevap 11 hastada (% 53), stabil hastalık 9 hastada (% 42)
gözlendi. Tedavi sırasında progressif hastalık olmadı. Evre azalması
12 hastada (% 57) gözlendi. WHO kriterlerine göre toksisite değerlendirmesi yapıldı. Hematolojik toksisite olarak hastaların 7 ‘sinde
(%35) grade 2 nötropeni, 3 ‘ünde (%15) grade 3 nötropeni, 1 hastada (%5) febril nötropeni gözlendi. Non-hematolojik toksisite olarak
hafif-orta derecede alopesi, bulantı-kusma, sıvı retansiyonu, miyalji,
artralji ve tırnak değişiklikleri gözlendi. Toksisiteye bağlı ilaç doz
azaltılması yapılmadı. Tedaviye bağlı ölüm gözlenmedi. Hastaların
tümü, kemoterapi sonrasında MRM operasyonu geçirdi. Operasyon
sonrasında, adjuvan 2 veya 3 kür aynı tedavi rejimi verildi Tüm hastalara radyoterapi tedavisi uygulandı.
SONUÇ: Lokal ileri evre meme kanserinin neoadjuvan tedavisinde, docetaksel + epirubisin kombinasyonu, yüksek yanıt oranlarıyla
etkili bir tedavi yöntemidir ve iyi tolere edilmektedir.
Ref No: 51
MASTEKTOMİ SONRASI ADJUVAN RADYOTERAPİ
UYGULANAN MEME KANSERLİ OLGULARDA AKSİLLER
LENF NODU TUTULUM YÜZDESİ VE BEYİN METASTAZI
GELİŞİM RİSKİ
1
1
1
2
İ. Lale Atahan, 1Ferah Yıldız, 1Gökhan Özyiğit, 1Sait Sarı,
Uğur Selek, 1Murat Gürkaynak, 2Mutlu Hayran
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Faakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Prevantif Onkoloji Bilim Dalı
Amaç: Bu çalışmada mastektomi sonrası adjuvan radyoterapi uygulanan metastatik olmayan meme kanserli olgularda beyin metastazı gelişimini predikte eden faktörler değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem: Anabilim dalımızda Ocak 1994 ve 2002 tarihleri
arasında mastektomi sonrası adjuvan radyoterapi uygulanan meme
kanserli olgulardan izlemde beyin metastazı saptanan hastaların
tıbbi kayıtları incelendi. Bu hastaların klinik ve patolojik özellikleri
aynı dönemde tedavi edilen ancak beyin metastazı gelişmeyen olguları özellikleri ile karşılaştırıldı. Yaş (<40 yaş vs. >40 yaş), AJCC
2002 evresi, aksiller lenf nodu tutulum yüzdesi ([Metastatik nod sayısı/Diseke edilen toplam LN sayısı]X100; %0 vs <%25 vs %26-50 vs
>%50), lenf nodu metastaz sayısı (0 vs 1-3 vs >4), primer tümör boyutu (<5 cm vs >5 cm), grad (Grad I vs Grad II vs Grad III), cerrahi
sınır durumu (negatif vs pozitif) ve perinodal yağ dokusu invazyonu
(pozitif vs negaif) beyin metastazı açısından prediktif faktör olarak
araştırıldı. İstatiksel analizler için log-rank testi ve Cox regresyon
analizi kullanıldı.
Bulgular: Medyan izlem süresi tüm grup için 61 aydı. Bu periyot
içerisinde 957 meme kanserli olgudan 32’sinde beyin metastazı saptandı. Tek değişkenli analizlerde aksiller lenf nodu tutulum yüzdesi
(p<0.001), primer tümör boyutu (p<0.001), metastatik lenf nodu
sayısı (p=0.01), AJCC 2002 evresi (p<0.001) ve grad (p=0.05) be-
19-23 Nisan 2007
yin metastazı gelişimi açısından prediktif faktörler olarak bulundu.
Ancak çok değişkenli analizlerde sadece aksiller lenf nodu tutulum
yüzdesi ve primer tümör boyutu bağımsız prediktif faktörler olarak
saptandı.
Sonuç: Bu çalışmada mastektomi sonrası radyoterapi uygulanan
meme kanserli olgularda primer tümör boyutu ve aksiller lenf nodu
tutulum yüzdesi arttıkça beyin metastazı gelişme riskinin arttığı gösterilmiştir.
Ref No: 143
METASTATİK MEME KANSERLİ HASTALARDA
ANTRASİKLİN VE TAKSAN TEDAVİSİ SONRASI
KAPESİTABİN-SİSPLATİN KOMBİNASYONUNUN ETKİNLİK
VE TOKSİSİTESİ
1
Berna Öksüzoğlu, 2Hüseyin Abalı, 1Nuriye Yıldırım Özdemir,
Burçin Budakoğlu, 3Mutlu Hayran, 1Nurullah Zengin
1
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği,
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Onkoloji Enstitüsü Preventif Onkoloji Bilim Dalı
2
3
Amaç: Yoğun tedavi edilmiş metastatik meme kanserli (MMK)
hastaların tedavisine karar vermek oldukça güç olabilir. Önceden
antrasiklin ve taksanlı kemoterapileri kullanmış hastalarda kapesitabin-sisplatin (Kap-Sispl) kombinasyonunun etkinlik ve toksistesinin
değerlendirilmesi çalışmanın amacıydı.
Gereç ve Yöntem: Yirmi ile 61 yaş arası (ortanca; 41) 33 kadın
MMK’li hasta çalışmaya alındı. Hastalar her 3 haftada bir olmak
üzere Sisp 60 mg/m2 1. gün ve Kap 2x1000 mg/m2 1-14 gün arası
aldılar. Tolere edilemeyen toksisite gelişmezse ve hastalık kontrolü
sağlanırsa tek ajan Kap ile tedaviye devam edildi.
Bulgular: En sık histoloji infiltratif duktal karsinoma (%88) idi.
Patoloji raporlarında histolojik gradı belirtilen 23 hastanın %13’ü
grad 1, %48’i grad 2 ve %39’u grad 3’tü. Östrojen reseptörü (ER),
Progesteron reseptörü (PR) ve c-ErbB2 pozitifliği sırasıyla %39, %63
ve %42 idi. Tüm hastalar Kap-Sispl tedavisi öncesi adjuvant veya palyatif olarak antrasiklin ve taksan tedavisi almışlardı. Toplamda hastalar 154 kür Kap-Sispl kemoterapisi (hasta başına aralık; 1-8 kür,
ortanca; 5 kür) aldılar. Hastalık kontrol oranı %82 idi (tam yanıt, n:
1; parsiyel yanıt, n: 16, stabil hastalık, n: 10, progresif hastalık, n: 6)
. Onbir hasta tek ajan Kap ile devam etti (ortanca; 4, aralık; 3-6 kür
Kap) . Grad 1 and 2 bulantı/kusma (%66.7) ve yorgunluk (%60.6)
en sık gözlenen yan etkilerdi. Grad 3 nötropeni 4 hastada saptandı
(%12.1) . Ortanca izlem süresi veya ölüme dek geçen süre 9.5 aydı.
Ortanca yanıt süresi 5.1 aydı (3.2-6.9, %95 CI) . Hastalık progresyonuna dek geçen ortanca süre 6.3 aydı (3.8-8.8, %95 CI) . Onbeş hasta
öldü ve ortanca sağkalım 11.5 aydı (6.9-16.1, 95% CI) .
Sonuç: Kap-Sispl kombinasyonu, önceden antrasiklin ve taksanla
tedavi edilmiş MMK’li hastalarda kabul edilebilir toksisiteyle ümit
verici antitümör etkinliğe sahiptir.
POSTERLER
Ref No: 66
METASTATİK MEME KANSERLİ HASTALARDA
TRASTUZUMAB İNFUZYONUNUN EKG PARAMETRELERİ
UZERİNE AKUT ETKİLERİ
jenik potansiyeli gösterebilen EKG parametreleri uzerine olan akut
etkilerinin araştırılmasıdır.
Metod: HER-2/neu artmış ekspresyonu (IHC ile 2+ veya 3+ veya
FISH pozitif) nedeniyle trastuzumab uygulanan metastatik meme
kanserli 20 hasta çalışmaya alındı. Hastaların tumu kardiyolojik
olarak normal idi. Bazal ve trastuzumab infüzyonu (2 mg/kg i.v., 30
dakikada infüzyon) sonrasi kardiyolojik fizik muayeneleri yapıldı
ve standard 12-derivasyonlu EKG kayıtları elde edildi. Bu EKG kayıtlarından QT ve RR intervalleri ve P dalga süreleri manual yöntemle, uzman kardiyolog tarafından, hasta kimliği ve çekim zamanı
bilinmeden ölçüldü. QT dispersiyon ve P dispersiyon değerleri hesaplandı. Elde edilen bu EKG parametrelerinin bazal ve ilaç sonrası
değerleri Wilcoxon’s testi ile karşılaştırıldı. P<.05 ise fark istatistiksel
olarak anlamlı kabul edildi.
Sonuç: Tüm EKG parametreleri (QT ve RR intervalleri, QTd, Pd,
P max, P min, QT max, QTmin) ve vital bulgular (Kalp hızı, sistolik
kan basıncı, diyastolik kan basıncı) için, ilaç öncesi bazal değerler ile
ilaç sonrası değerler karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Calismanin sonuçlarına gore trastuzumab infüzyonunun
akut aritmojenik etkisi olmadığı söylenebilir.
Ref No: 105
BEYİN METASTAZI OLAN MEME KANSERLİ HASTALARDA
PRİMER TÜMÖR ÖZELLİKLERİNİN SAĞKALIMA ETKİSİ
Fatma Ünal, Gülnihan Eren, Canfeza Sezgin, Erhan Gökmen
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Amaç: Beyin metastazı genel olarak kanserli hastalarda sağkalımı
olumsuz etkilemektedir. Meme kanserli hastalarda beyin metastazı
geliştikten sonra sağkalımı etkileyen klinik parametreler tanımlanmışken, primer tümörün özelliklerinin sağkalıma etkisi bilinmemektedir. Çalışmamızda metastatik meme kanserli (MMK) hastalarda beyin metastazı geliştikten sonra primer tümör özelliklerinin
sağkalım üzerine olan etkileri araştırıldı.
Yöntem: Çalışmaya izleminde beyin metastazı gelişmiş 38 MMK
hasta alındı. Primer tümörün histolojik derecesi (HD) (1-2 ile 3),
immunohistokimyasal parametreler (hormon reseptörleri, c-erbB-2,
ki67, p53), T evresi ve aksiller lenf nodu (ALN) metastazı sayısı (<4,
4-9, >9) ile sağkalım arasındaki ilişki değerlendirildi. Sağkalım analizleri için Kaplan Meier ve log rank testleri kullanıldı.
Bulgular: 38 hastanın beyin metastazı geliştikten sonraki sağkalımı medyan 5 ay (%95 güven aralığı (GA) 2,14-7,86 ay) bulundu.
Tek değişkenli analizde beyin metastazı geliştikten sonraki sağkalım
üzerine olumsuz etki gösteren parametrelerin yüksek HD ve ALN
metastazı sayısı >9 olduğu saptandı. HD: 3 olan hastaların sağkalımı,
HD: 1-2 olan hastalara göre daha kötü (3 aya karşılık 13 ay, p= 0.006)
bulunurken, LNM sayısı >9 olan hastalarda 4-9 ve <4 olan hastalara
göre daha kötü (sırasıyla 3 aya karşılık 9 ay ve 8 ay, p= 0.006) olduğu
bulundu.
Sonuç: Primer meme tümörü özelliklerinden yüksek HD ve >9
LNM sayısının beyin metastazı geliştikten sonraki sağkalımı olumsuz etkilediği saptandı. Daha geniş hasta serilerinde prognostik faktörlerin değerlendirilmesi, bu hastalarda tedavi yaklaşımlarının daha
akılcı olmasını ve bireyselleştirilmesini sağlayarak yararlı olabilir.
1
Özlem Yavaş, 1Mehmet Yazıcı, 1Orhan Önder Eren, 2Başak Oyan Uluç
1
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi,
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
2
Amaç: Trastuzumab ile ilişkili konjestif kalp yetmezliği iyi bilinen
bir kardiyotoksisite olmasına rağmen, ilacın aritmojenik potansiyeli
hakkında klinik çalışma sonucu bulunmamaktadır. Tek merkezde
yapılan ve prospektif olan bu çalışmanın amacı metastatik meme
kanseri nedeniyle trastuzumab kullanan hastalarda ilacın aritmo-
Sungate Port Royal, Antalya
5
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 107
Ref No: 110
MEME KANSERLİ OLGULARIMIZIN RETROSPEKTİF
DEĞERLENDİRMESİ
ATİPİK METASTAZ İLE BAŞVURAN BİR MEME CA OLGUSU:
3
1
2
M. Ali Kaplan, Timuçin Çil, Abdullah Altıntaş,
Zafer Pekkolay, 1Abdurrahman Işıkdoğan
3
1
Dicle Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Dicle Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı,
3
Dicle Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı
2
Giriş ve amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen malignitedir. İnsidansı yıllar içinde artma eğilimi göstermesine karşın meme
kanserine bağlı ölüm oranı giderek azalmaktadır. 2004-2006 yılları
arasında düzenli takipleri yapılabilen hastalarımızın epidemiyolojik
özellikleri retrospektif değerlendirilmesi.
Materyal ve method: Kasım 2003-aralık 2006 tarihleri arasında
kliniğimizde takip edilen 464 adet meme kanseri tanılı olgu; demografik özellikleri, evre, prognostik özelikleri açısından değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 7’si erkek (%1.5) 457’si kadın (%98.5) olmak
üzere toplam 464 hasta değerlendirildi. Median yaş 48 (23-86) olup
erkek hastalarda 62 (49-68) bulundu. Hastaların 262’si (%56.5) premenopozal ve 202’si (%43.5) postmenopozaldi. Hastaların 241’i sağ
(%51.9), 221’i sol (%47.6) ve iki hastamızın da bilateral (%0.4) yerleşimliydi. Hastaların median takip süresi 14 ay (1-192) bulundu.
Hastaların başvuru sırasındaki baskın semptomu değerlendirildi.
Kitle (%89.9) en sık başvuru şikayeti iken, kitleyi ağrı (%4.7), kanama (%2.7) ve diğer şikayetler (akıntı, çekilme) (%2.7) izliyordu. İlk
şikayetin ortaya çıkmasından sonra hastaların median 6. ayda (1-90)
hastaneye başvurduğu gözlendi.
Risk faktörleri ve prognostik faktörler değerlendirildiğinde hastaların %40.6’sında eski meme hastalığı hikayesi ve % 8.8’inde oral
kontraseptif kullanım hikayesi mevcuttu. Menarş yaşı median 13
(12-16), ilk doğum yaşı median 20 (15-30), doğum sayısı median
4 (0-12) tespit edildi. CerbB2 %55.7’sinde, ER %58.4’ünde ve PR
%56.6’sında pozitif saptandı.
Hastalar tanı şekli, histoloji ve tanı anındaki evreleri açısından
incelendi. Hastaların %75.5’i invaziv duktal, %10.8’i invazivlobüler,
%4.4’ü tubuler, %3.9’u medüller, %1.5’i papiller ve %3.9’u diğerleri
olarak değerlendirildi. Tanı anındaki evreleri değerlendirildiğinde,
%13,6’sı metastatik olarak saptandı. Evre 0, 1, 2A, 2B, 3A, 3B ve 4
hasta oranları sırasıyla; %0.8, %2.8, %14.8, %19.9, %24, %24.1ve 13.6
saptandı. Tanı anındaki metastaz bölgeleri değerlendirildiğinde, kemik, karaciğer, akciğer, beyin ve diğer bölgelere metastazlar sırasıyla;
%52.4, %34.9, %20.6, %9.5 ve %14.2 olarak tespit edildi.
Hastalar tedavi seçenekleri açısından değerlendirildiğinde, hastaların %87.1’i küratif ve/veya palyatif cerrahi tedavi uygulanmıştı. Tüm hastaların %85.2’si küratif amaçlı cerrahi uygulanmış iken
bunların %90.2’si modifiye radikal mastektomi + aksiler diseksiyon,
%9.8’i kadranektomi + aksiler diseksiyonla cerrahi tedavi seçenekleri uygulanmıştı.
Tartışma: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserdir. Görülme oranındaki artışa ragmen son yıllarda hastalıksız sağ kalım ve
ortalama sağ kalım oranlarının artığı saptanmıştır. Biz de güneydoğu
anadolu bölgesinde 2003 yılı sonrası düzenli takipleri olan hastalarımızı retrospektif olarak değerlendirdik.
6
1
Timuçin Çil, 2Abdullah Altıntaş, 1M. Ali Kaplan,
Burhanettin Zincircioğlu, 2Semir Paşa, 3Zafer Pekkolay,
1
Abdurrahman Işıkdoğan
4
1
Dicle Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Dicle Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı,
Dicle Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
4
Dicle Üniversitesi Radyasyon Onkoloji Anabilim Dalı
2
3
Atipik cilt metastazları nadiren görülmektedir. En sık cilt metastazları meme kanserinde görülmektedir. Meme ca’da cilt metastazları
genellikle göğüs duvarına sınırlı olmasına rağmen daha az sıklıkla
baş-boyun, skalp ve karın cildine metastazlar da olabilmektedir ancak atipik cilt metastazları oldukça nadirdir.
Olgu: 67 yaşında postmenapozal olan, 3 yıl önce sol meme kanseri tanısı alan hastamız düşük riskli vaka; T2 N1 M0, ER (+) ve PR
(+), Ki 67 (-), Cerb-B2 (-), histolojik grade 1, nükler grade 1, nöral,
vasküler ve kapsüler invazyon saptanmadı. Ardından adjuvan dört
kür atrasiklin bazlı kemoterapi sonrası hastamız aromataz inhibitörü
kullanmış. Hormonal tedavinin 30. ayında sağ kulak kepçesi ve sağ
avuç içinde kitle tespit edildi. Avuç içi ve kulak kepçesinden yapılan
biyopsi ile invaziv duktal karsinom metastazı saptandı. Hastaya sistemik paklitaksel tedavisi uygulandı. Üçüncü doz paklitaksel sonrası
tam yanıt sağlandı.
Tartışma: Meme kanserinde cilt metastazlarına sık olarak rastlanmasına rağmen, genellikle metastazlar operasyon skarı üzerinde
veya toraks duvarında görülmektedir. Cilt metastazlarının tedavisinde uygun olgularda lokal cerrahi eksizyon yapılabileceği gibi hormonal tedavi, radyoterapi, lokal veya sistemik kemoterapi kullanılabilir.
Bizim olgumuzda ise düşük riskli olması nedeniyle radyoterapi ve
taxan tedavisi uygulanmamış ancak hormonal tedavi kullandığı dönemde atipik cilt metastazları gelişmiştir.
Ref No: 177
PRİMER YÜKSEK RİSKLİ MEME KANSERİNDE ADJUVAN
YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE OTOLOG KÖK HÜCRE
NAKLİ: NAKİL SONRASINDA GM-CSF VE G-CSF ALAN
HASTALARIN SAĞ KALIM FARKLARI
Okan Kuzhan, Ahmet Özet, Bekir Öztürk, Fikret Arpacı,
Şeref Kömürcü, Selmin Ataergin
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Etlik Ankara
Giriş: Çalışmanın amacı, primer yüksek riskli meme kanseri nedeniyle yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre nakli uygulanan
hastalarda sağkalım sonuçlarını retrospektif olarak saptamak ve nakil sonrasında GM-CSF veya G-CSF alan hastaları sağ kalım açısından karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Yaşları 16 ile 55 arasında, performans durumu
ECOG<1 olan, metastatik aksiller lenf düğümü sayısı en az 8 adet
olan 54 kadın hastaya yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre
nakli uygulandı.
Bulgular: Ortanca izlem süresi 41,4 aydı. Nakle bağlı ölüm oranı %3,7 idi. Beş yıllık hastalıksız sağ kalım olasılığı %45,7; beş yıllık
toplam sağ kalım olasılığı %53,9 idi. Nakil sonrası GM-CSF (n=12)
alanlar G-CSF (n=15) alanlara göre daha uzun yaşadı (%46.6 ve %75,
p=0,050) (Resim 1) .
Sonuç: Meme kanserinde yüksek doz kemoterapinin yeri tam
olarak aydınlatılmış değildir. Gelecekteki çalışmaların yüksek doz
kemoterapiden yarar görecek alt grupları taramaya odaklanması gereklidir. Çalışmamızda dikkat çeken GM-CSF grubundaki sağ kalım
avantajının prospektif randomize çalışmalarda araştırılması gereklidir.
19-23 Nisan 2007
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
Ref No: 208
KOLLOJEN BAĞ DOKU HASTALIĞI VE DUKTAL
KARSİNOMA İNSİTU
Necmi Yücekule, Suat Kutun, Melih Akıncı, Haluk Uluçanlar,
Abdullah Demir, Abdullah Çetin
Ankara Onkoloji Hastanesi 1. Genel Cerrahi Kliniği
Şekil . Nakil sonrası GM-CSF veya G-CSF alan hastaların toplam sağ kalım oranları
Ref No: 199
PREMENOPOZAL MEME KANSERLİ HASTALARDA
ANJİOTENSİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ ENZİM GEN
POLİMORFİZMİ İLE PROGNOSTİK FAKTÖRLER
ARASINDAKİ İLİŞKİ
1
Arzu Yaren, 1Sebahat Turgut, 1Raziye Kurşunluoğlu, 2Ilhan Öztop,
Günfer Turgut, 1Canan Kelten, 1Ergün Erdem
1
1
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
2
Giriş ve Amaç: Anjiotensin Dönüştürücü Enzim (ADE) gen polimorfizmi ile meme kanseri riski arasındaki ilişki pek çok epidemiolojik çalışmada gösterilmiştir. Gen polimorfizminde DD genotipi ile
serum ve doku ADE düzeyleri yüksektir. Bu enzim, Anjiotensin I’i
Anjiotensin II’e dönüştürmektedir. Anjiotensin II’nin karsinogenez
üzerinde promitotik, proliferatif ve anjiogenezi artırıcı etkileri bulunmaktadır. Biz bu çalışmada, premenopozal meme kanserli kadınlarda ADE gen polimorfizmi dağılımını ve kötü prognostik faktörler
ile arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: İnvaziv duktal meme kanseri tanısı almış 44
erken veya lokal ileri meme kanserli ve 46 sağlıklı premenopozal
kadın çalışmaya dahil edildi. DNA izolasyonu yapılan periferik kan
örneklerinden polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile ADE genotiplemesi yapıldı. Klinik ve patolojik özellikler hasta dosyalarından elde
edildi. İstatistiksel değerlendirmede (SPSS 10.0) ki-kare testi, Spearman’s korelasyon analizi, Kaplan-Meier sağkalım analizi ve log-rank
testi kullanıldı.
Bulgular: Meme kanserli hastaların 25’i (%56.8) DD, 17’si (%38.6)
ID ve 2’si (%4.6) II genotipine sahipti. Kontrol grubunda ise 28’i
(%60.9) DD, 12’si (%26.1) ID ve 6’sı (%13.0) II idi. İki grup arasında
ADE genotip ve allel dağılımı benzerdi. DD genotipi negatif hormon
durumu, pozitif lenf nodu tutulumu, 2 cm’den büyük tümör boyutu,
yüksek histolojik derece ve c-erbB2 aşırı ekspresyonu ile birliktelik
gösteriyordu. Ancak, istatistiksel anlamlılık sadece 2 cm’den büyük
tümör boyutu olanlarda idi (p=0.02) . DD genotipine sahip hastalarda hastalıksız sağkalım (DFS) hızı %68 ve süresi 62 ay iken, ID/II
genotipine sahip hastalarda DFS %78 ve süresi 74 ay olarak bulundu.
Bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi.
Sonuç: Premenopozal meme kanserli hastalarda ADE I/D gen
polimorfizmi açısından sağlıklı kadınlar arasında bir farklılık bulunmadığını, ancak DD genotipinin tümörün lokal büyümesine etki
edebileceğini ve bu genotipe sahip kadınlarda ADE inhibitörlerinin
tedaviye katkısı olabileceğini düşündürmektedir.
Sungate Port Royal, Antalya
Amaç: Sistemik sklerozan bağ doku hastalığı olan hastanın memede duktal karsinoma insitu (DCİS) tanısı alması ile klinik takip ve
tedavi modalite seçeneklerini sunmayı amaçladık.
Olgu Sunumu: 66 yaşında bayan hasta Skleroderma tanısı ile 15
yıldır takipte iken sağ meme başı altında kitle, meme cildinde ve vücutta yaygın kızarıklık şikayeti ile başvurdu.
Mamografide sağ memede makrokalsifikasyonlar, radyolojik negatif aksilla BIRADS 2 (Breast Imaging Reporting And Data System)
ve bilateral meme ultrasonografisi normal rapor edildi. Yapılan
punch biyopside bütünlüğü izlenemeyen insitu duktal karsinom,
Paget hastalığı olarak rapor edildi. Sklerozan hastalığa yönelik taramada akciğer grafisinde sağ akciğer alt lob posteriorda buzlu cam
görünümü izlendi, abdominal ve toraks tomografileri, gastroskopi
normal olarak değerlendirildi. Sağ simple mastektomi, aksiller lenf
nodu örneklemesi yapıldı. Operasyon sonrası patoloji sonucu İntraduktal karsinom, high grade, tümör boyutu 4×3×2 cm, aksillada11
adet reaktif lenf nodu, atipik apokrin metaplazi alanları, ER (-), PR
(-), pagetoid yayılım ve intraduktal karsinom alanlarında C-erb B2
(+) rapor edildi. Tıbbi Onkoloji ve Radyoterapi Klinikleri tarafından
ek tedavi planlanmadı.
Tartışma: DCIS tarama programları ile % 15-20 oranında görülmektedir. Sınıflandırmada Modifiye Van Nuys Prognostic İndeks’inde yaş, tümör boyutu, cerrahi sınır, nükleer grade ve nekroz değerlendirmeye alınmaktadır.
DCIS’da cerrahi tedavi seçenekleri meme koruyucu cerrahi
(MKC), MKC ve radyoterapi, mastektomiden oluşmaktadır. DCIS’da
mastektomi endikasyonları multisentrik, tümör boyutunun 4 cm
üzerinde, santral yerleşimli olması, negatif cerrahi sınır sağlanamaması, RT kontraendike olduğu durumlar, klinik izlem yapılamayacak olgular ve hasta isteği olarak sıralanabilir. Mastektomi uygulanan
DCIS olgularında tedavi sonuçları nüks ve exitus açısından Tablo1’de
özetlenmiştir. Günümüzde DCIS cerrahi tedavisinde meme koruyucu cerrahi ve eş zamanlı rekonstrüksiyon ilk tedavi seçeneği olabilir.
DCIS tanısı ile eksizyon uygulanan hastalarda 5 yıllık lokal ve invaziv yineleme oranları sırası ile %20.9, %50 iken radyoterapi eklenmesi ile bu oranlar sırası ile %10.4, %29’a düşmektedir.
NSABP B–06 çalışmasında 27 hastaya total mastektomi, 22 Hastaya MKC, 29 Hastaya MKC+RT uygulandıktan sonra 39 aylık median
takip sonucunda total mastektomi kolunda nüks izlenmezken, MKC
kolunda %22.7 nüks, MKC+RT kolunda %10.3 nüks izlenmiştir.
1994–2002 yılları arasında takip edilen 66 skleroderma olgusundan
5 (%7) hastada çeşitli organ maligniteleri (Akciğer, Meme v.b.) izlenmiştir. Skleroderma ile meme kanseri birlikteliğini gösteren literatürde çalışmalar mevcuttur,,.
Sonuç: Sklerodermalı olgularda atipik duktal meme yapısı olan
hastaların meme kanseri yönünden yakın takipte tutulması gerektiği
kanısına varıldı.
7
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
Tablo .
muayenesinde sağ meme üst-dış kadranda insizyon skarı dışında
özellik yoktu. Spesmenlerin merkezimizde patolojik incelenmesi ile
diffüz T- hücreli non-hodgkin lenfoma (LCA ve CD45RO pozitif)
tanısı konuldu. Yapılan tarama testleri ile başka bir odakta lenfoma
tutulumu saptanmaması nedeniyle olgu memenin primer T- hücreli non-hodgkin lenfoması olarak değerlendirildi. Hastaya CHOP
(cyclophoshamide, doxorubicine, vincristine, prednisone) kemoterapi rejiminin ilk kürü başlandı.
Primer T- hücreli NHL son derece az görülen bir hastalık olup
genellikle memede ağrılı veya ağrısız kitle ile prezente olmaktadır.
Standart tedavisi konusunda konsensus bulunmamakla beraber tedavide genellikle cerrahi, kemoterapi, radyoterapi ve kombinasyonları uygulanmaktadır.
Hasta Sayısı
nüks (%)
exitus (%)
Takip (yıl)
Ashiari
110
2
1
l-l0
Carter
38
3
8
_
Farrow
181
1
2
-
Lagios
98
0
0
-
Rosner
182
-
2
5
Schuh
51
0
2
5.5
Silverstein
228
1
0
6.7
Ref No: 258
Temple
116
0
0
7.5
NÖROENDOKRİN MEME KARSİNOMU OLGUSU
Feyyaz Özdemir, Bülent Yıldız, Halil Kavgacı, Fazıl Aydın
Ref No: 217
METASTATİK MEME KANSERLİ HASTALARDA SİGARA
İÇİLMESİNİN GENEL SAĞKALIM ÜZERİNE ETKİSİ
Gülnihan Eren, Fatma Ünal, Canfeza Sezgin, Erhan Gökmen
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserlerden olup
önemli bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Sigara içilmesinin kanserli hastalarda tedavi sonuçlarını ve sağkalımı olumsuz etkilediğine
dair yayınlar artmaktadır. Çalışmamızda, metastatik meme kanserli
(MMK) hastalarda sigara içilmesinin sağkalım üzerine etkilerinin
araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Sigara içilmesinin sağkalıma etkisini araştırmak için
MMK tanısı ile izlenen 175 hasta değerlendirmeye alındı. Genel sağkalım analizi için Kaplan Meier eğrisi ve log rank testi kullanıldı.
Bulgular: Hastaların 29’ u sigara içiyor iken, 146’ sı içmiyordu. Sigara içen hastaların genel sağkalımı (GS) medyan 33 ay (%95 güven
aralığı (GA) 20,30-45,70 ay), sigara içmeyen hastaların GS ise medyan 30 ay (%95 GA 22,27-37,73 ay) olmak üzere birbirine benzer
bulundu (log rank testi p=0.6) .
Sonuç: MMK hastalarda sigara içilmesinin sağkalım sonuçlarını
etkilemediği saptandı. Bu sonuca hasta grubumuzda sigara içen hasta sayısının az olması neden olmuş olabilir. Bununla birlikte sigara
içilmesinin bir çok olumsuz sağlık sorunlarına neden olması ve tedavi sonuçlarını olumsuz etkileyebilmesi nedeni ile bırakılması ve
içilmemesi önerilmelidir.
Ref No: 257
PRİMER MEME T-HÜCRELİ NON-HODGKİN LENFOMA
OLGUSU
1
Bülent Yıldız, 1Fazıl Aydın, 1Feyyaz Özdemir, 1Halil Kavgacı,
Abdülkadir Reis
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Nöroendokrin karsinom meme kanserleri içinde en az görülen
patolojik tiplerden biridir. Literatürde primer nöroendokrin meme
kanseri vakası oldukça az sayıdadır. En çok küçük hücreli nöroendokrin alt tipi tanımlanmıştır. Klinik olarak agresif bir seyir gösterebileceği rapor edilmiştir.
48 yaşında premenopozal hasta 2 ay önce sol göğsünde ele gelen
kitle ile başvurduğu dış merkezde yapılan mamografik inceleme sonucunda sol meme üst-iç kadranda 1 cm çapında opasite izlendi.
Kitlenin eksizyonel biyopsisi nöroendokrin karsinom olarak rapor
edildi. Tümör 1 cm çapında ve cerrahi sınıra yakın sonlanmaktaydı.
Hastanemizde yapılan immünhistokimyasal incelemelerde nöron
spesifik enolaz ve sinaptofizin pozitif tespit edildi ve noröroendokrin karsinom tanısı doğrulandı. Primer tedavi olarak sol modifiye
radikal mastektomi uygulandı. Rezidü tümör dokusu saptanmadı.
Çıkarılan 27 aksiller lenf nodülünün tamamı reaktif özellikteydi.
Metastaz taramalarında metastatik herhangi bir odak tespit edilmedi. Hastaya adjuvan olarak 4 siklus cisplatin-etoposid kemoterapi
protokolü uygulanması planlandı. Şu an birinci siklus kemoterapisini almış olup tedavisi devam etmektedir.
Şu ana kadar nöroendokrin meme karsinom olgularının tedavisinde bir konsensus sağlanamamakla birlikte cerrahiyi takiben adjuvan kemoterapi en çok uygulanan tedavi yaklaşımıdır. Genellikle
cisplatin-etoposid ve antrasiklinli rejimler etkinliği gösterilen ve en
sık uygulanan tedavi protokolleridir.
Ref No: 287
MEMEDE SKUAMOZ HÜCRELİ KARSİNOM OLGU
SUNUMU
1
1
1
Gonca Hanedan Uslu, 1Emine Canyılmaz, 1Ahmet Yaşar Zengin,
Melek Nur Yavuz, 1Halil Kavgacı
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Anabilim Dalı
2
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
Non-hodgkin lenfoma (NHL) ABD’de 2006 yılı itibariyle erkeklerde 6. kadınlarda ise 5. sıklıkta izlenen bir malignitedir. Kanserlerin % 4’ünü oluşturmaktadır. Görülme sıklığındaki artış devam
etmektedir. Primer meme lenfoması nadir görülen bir hastalık olup
NHL’ların % 1’den azını oluşturur. Pimer meme kanserlerinin ise %
0.12-0.53’ünden sorumludur. Primer meme NHL’larının çok büyük
bir kısmını B-hücreli lenfomalar oluşturmaktayken T-hücreli lenfomalar son derece az görülmektedir.
22 yaşında premenopozal hasta 2 ay önce sağ göğsünde ağrılı kitle
şikayeti ile başvurduğu sağlık merkezinde total kitle eksizyonu uygulanmıştır. Lenfoma tanısı ile hastanemize başvuran hastanın fizik
8
AMAÇ: Memede nadir görülen Skuamoz Hücreli Karsinom (SCC)
tanılı olgunun kliniğinin tartışılması.
OLGU: 31 yaşında bayan hastaya 2004 yılında sol meme orta-üst
kadranda kitle farketmesiyle eksizyonel biyopsi uygulandı. Patolojisi
apse ile uyumlu rapor edildi ve hasta takibe alındı. Kitlenin büyümesiyle 1 yıl sonra sol memeye tekrar eksizyonel biyopsi uygulandı.
Patolojisi Skuamoz Hücreli Karsinom (Non-Keratinize, Berrak Hücreli Tip), tümör boyutu 7x6x3 cm., cerrahi sınırlar intakt, dermis tutulumu pozitif, lenfovasküler invazyon mevcut olarak rapor edildi.
Sonrasında Sol meme modifiye radikal mastektomi uygulandı. Patolojisi rezidü tümör negatif, iltihabi granülasyon dokuları, fibrokistik değişiklikler, 18 adet reaktif hiperplazik lenf nodu, meme başı
ve meme derisi intakt, fasia cerrahi sınır intakt olarak rapor edildi.
19-23 Nisan 2007
İmmunhistokimyasal çalışmasında Östrojen Reseptör (ER) Negatif,
Progesteron Reseptör (PR) Negatif, C-ERB/B2 negatif sonuç vermişti. Sonrasında olguya 4 kür Cisplatin + 5Fluorouracil + Adriamicin
kemoterapisi uygulandı. Yapılan tarama tetkiklerinde metastaz saptanmayan olguya radyoterapi planlandı. Sol göğüs duvarı lokalizasyonuna 2 Gy/fr/gün Cobalt-60 ile toplam 50 Gy eksyernal radyoterapi uygulandı. RT sonrası ilk kontrolünde (3. ayda) lokal nüks ve
metastaz saptanmayan olgu takibe alındı.
TARTIŞMA: Memenin Skuamöz Hücreli Karsinomu nadir tümörlerindendir. Malign hücrelerin %90 dan fazlası skuamöz tip olduğunda teşhis edilebilir (1) . Tüm meme karsinomalarının %0.1 den azını
oluşturur (1) . Klinik sonuçları bildirilen az seri vardır. Son yıllarda
literatürde memenin SCC tanılı 92 vakası bildirilmiş olup bunların
da histolojik paternleri çeşitlilik içermektedir (2) . Klinik ve radyolojik görüntüler spesifik değildir, tümör genellikle hormon reseptörü
negatiftir (ER, PR, C-ERB/B2) (3) . Bazı raporlar agresif olduğunu
öne sürmelerine rağmen meme karsinomunun bu tipi için prognoz
halen tartışmalı konudur (4) . Yetersiz verilerden dolayı adjuvan tedavisi kesin çözümlenmemiştir ancak oldukça agresif seyir gösterdiği için en iyi sistemik tedaviye ihtiyaç vardır (5) . EGFR (Epidermal
Growth Fator) ekspresyonu bu hastalarda daha ileri tetkikle bakılarak sistemik tedaviye eklenebilir (5) . Kemoterapi ve radyoterapinin
etkinliği yayınlanan serilerde halen tartışmalıdır. Tedavi sonuçlarını
değerlendirmek için seriler sınırlıdır ve sonuçları değişkendir.
REFERANSLAR: 1. Rosen PR: Rosen’s Breast Pathology. Chepter
19.Philadelphia, PA Lipincott Williams& Wilkins, 2001
2.Behranwala KA, Nasiri n, Abdullah N, et al; Squamous cell carcinoma of the breast: Clinicopathologic implications and outcoma.
Eur J Surg Oncol,2003
3.Tayeb K, Sadi I, Kharmash M, et al: Primary Squamous cell carcinoma of the breast: Report of three casec. Cancer Radiother 2002
4.Menes T, Schacter J, Morgenstern S, et al: Primary squamous cell
carcinoma of the breast.Am J Clin Oncol 2003
5.Bryan T.Hennessy, Savitri Krishnamurthy, Sharon Gio
Ref No: 305
EL-AYAK SENDROMUNUN ETKİN TEDAVİSİ UMUT VERİCİ
RASLANTISAL BİR KEŞİF: KINA
1
İdris Yücel, 1Güzin Gönüllü, 2Müge Karaoğlanoğlu, 2Mehmet Pala
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
2
GİRİŞ: El-ayak sendromu, fluoropirimidinler (özellikle kapesitabin) ve lipozomal doksorubisin kullanan hastalarda gelişen, çoğu kez
ilacın kesilmesini ya da doz azaltılmasını gerektiren, böylece tedavi
etkinliğini ortadan kaldıran önemli bir komplikasyondur. Bugüne
kadar da etkin bir tedavi yöntemi bilinmemektedir.
Kına, “lythraceae” familyasından çalımsı bir bitki olan “lawsonia
inermis” in kurutulmuş yapraklarından ve dal kabuklarından elde
edilen bir boyadır ve doğu kültürlerinde ve ülkemizde özellikle kırsal
kesimlerde kullanılmaktadır.
Burada kapesitabin başladığımız 5 meme kanserli hastada gelişen
el-ayak sendromunun kına yakmak yoluyla etkin bir şekilde tedavi
edildiğine dair rastlantısal keşfimizi sunuyoruz.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kapesitabin başlanan meme kanserli bir
kadın hastamız ilk siklus sonunda ayaklarında 3. derece el-ayak
sendromu bulgularıyla başvurdu, ellerinde aynı bulguların olmadığını, avuç içlerinin salim olduğunu ve hastanın ellerinde geleneksel
bir alışkanlık olarak kına yakılmış olduğunu gözlemledik. Kınanın
koruyucu bir etkisi olduğunu düşünerek, ayaklarına da uygulamasını önerdik, kınanın solması durumunda hem ellerine, hem de
ayaklarına tekrar yakmasını söyledik. Kapesitabin dozunda azaltma
yapmadık. Hasta ikinci kür sonunda başvurduğunda ayaklarındaki
lezyonların tama yakın kaybolduğunu, hastanın, yanma, ağrı ve yürüyememe gibi yakınmalarının da ortadan kalktığını gözlemledik.
Sungate Port Royal, Antalya
Daha sonra el-ayak sendromu gelişen 4 hastaya daha aynı uygulamayı önerdik. 5 hastanın 3’ünde 3.üncü, ikisinde 2.nci derece el-ayak
sendromu mevcuttu.
BULGULAR: 3.üncü derece el-ayak sendromu olan 2 hastada
tam yanıt gözlendi, bir hastada 1.inci derece düzeyine geriledi, 2.nci
derece olan 2 hastada tam yanıt elde edildi. Bunlardan biri, ellerine
kına yakmayı reddetti, sadece ayaklarına kullandı, ayaklar iyileşti,
ellerde bulgular devam etti.
TARTIŞMA: Bir rastlantı sonucunda farkettiğimiz kınanın el-ayak
sendromundaki etkisi umut vericidir. Burada 5 hastalık bir gözlem
sunulmaktadır. Bundan sonra geniş hasta serilerini kapsayan, gerek
terapötik, gerekse profilaktik kullanım konusunda klinik çalışmalara
ihtiyaç vardır. Ünitemiz böyle bir çalışmanın hazırlıklarını sürdürmektedir. Daha sonraki aşamalarda ise kınadaki tedavi edici madde
ya da maddelerin tanımlanarak krem veya losyon tarzında ürünlerin
kullanımı gündeme gelebilir.
Ref No: 319
METASTATİK MEME KANSERİNDE ÖSTROJEN RESEPTÖRÜ,
PROGESTERON RESEPTÖRÜ, HER 2 DURUMUNUN
PROGNOZ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Mutlu Doğan, Ozan Yazıcı, Sebahattin Güleş, Halis Yerlikaya,
Bülent Yalçın, Abdullah Büyükçelik, Orhan Şencan, Handan Onur,
Dilek Dinçol, Fikri İçli
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Amaç: Metastatik meme kanserli hastalarda östrojen reseptörü
(ER), progesteron reseptörü (PR) ve Her-2 durumunun prognoz
üzerine etkisini araştırmak.
Materyal Metod: Retrospektif bu çalışmaya 2003-2006 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Kliniğinde
takip edilen ‘triple’ negatif (ER-, PR-, HER2-) metastatik meme kanserli 50 hasta dahil edilmiştir.
Sonuçlar: Hastaların median yaşı 48 (29-75) idi. 25 hastada yumuşak doku, 28 hastada kemik, 16 hastada karaciğer, 26 hastada akciğer, 13 hastada beyin, 10 hastada ise plevra metastazı mevcuttu.
Vakaların %51’inde ER, %40.8’inde PR, %42’sinde HER2 pozitifti.
Hastaların %16.3’ü ‘triple negatifti. Vakaların %12.2sine hormonal
tedavi (1 hastaya Tamoksifen verilirken diğerlerine aromataz inhibitörü verildi) . Kemoterapi oranları antrasiklin grubu için %18.4,
taksan grubu için %44.9, platin grubu için %20.4 iken, diğer tedaviler için oran %4.1 idi. HER2 pozitif olanların tedavisine trastuzumab
eklendi. ‘Triple’ negatif hastaların hiçbirine hormonal tedavi uygulanmazken %11.1’sine antrasiklin, %18.2’sine taksan, %30’una ise
platin uygulandı. Yanıt oranları hormonal tedavi verilen hastalarda
%30.2, antrasiklin uygulananlarda %37.5, taksan verilenlerde %28.6,
platin uygulananlarda ise %22.2’di. ‘Triple’ negatif hastalar için yanıt
oranı ise %37.5’di. Medyan takip süresi 24 ay idi. Medyan sağkalım
açısından ER, PR, HER2 pozitif hastalar ile ‘triple’ negatif hastalar
arasında anlamlı fark izlendi (12 + 6 ay vs 44 + 12 ay, p=0.0012) .
ER negatif hastalar için medyan sağkalım 38 + 10 ay iken, ER pozitif
hastalarda medyan sağkalıma ulaşılamadı (p=0.0175) . Yine, HER2
negatif hastalar için medyan sağkalım 38 + 10 ay iken, HER2 pozitiflerde medyan sağkalıma ulaşılamadı (p=0.447) . Medyan sağkalımlar tedavi tipine göre değerlendirildiğinde gruplar arasında anlamlı
fark izlenmedi (p=0.448) . Sonuç olarak, ‘triple’ negatif hastaların
prognozu daha iyi gibi görünmektedir. Trastuzumab, HER2 pozitif
hastalarda prognozu düzeltmektedir. Ancak, daha fazla sayıda hasta
içeren çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır.
9
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 340
LOKAL/LOKAL İLERİ MEME KANSERLERİNDE ADJUVANT
FAC VS AC/PAC RETROSPEKTİF TEDAVİ SONUÇLARININ
KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ; TEK MERKEZ SONUÇLARI
I. Oğuz Kara, Fatih Öçal, Berksoy Şahin
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Giriş-Amaç: Klinik çalışmalar meme kanseri tedavisinde adjuvant
kemoterapi uygulamaları ile hastalıksız sağ kalım ve genel sağ kalımın uzatılabildiği gösterilmiştir. Karşılaştırmalı klinik çalışmalarda
kontrol kolunu oluşturan FAC (fluorourasil, doksorubisin, siklofosfamid) ile birlikte AC (dosorubisin, siklofosfamid) → PAC (paklitaksel) ardışık tedavisinin sağ kalım üzerindeki ek katkıları bilinmekle
beraber, her iki rejimin etkinlik açısından karşılaştırıldığı klinik çalışma verisi yeterince yoktur. Biz bu çalışmada lokal/lokal ileri meme
kanserli hastalarda uygulanan FAC ve AC→PAC tedavi rejimlerinin
etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık.
Metryal-Metod: Çalışmaya Çukurova Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı’nda tedavi edilen ve retrospektif klinik verilerine
ulaşılabilen 83 hasta dahil edildi.
Sonuçlar: Hastaların ortanca yaşı 47 (23-79) idi. Median takip süresi 27 ay (4-144) idi. Hastaların 41 ‘i (%49.4) premenopozal, 42’si
(%50.6) postmenopozal dönemdeydi. Hastaların evrelerine göre
dağılımı: Evre-1’de 4 (%4.8), Evre-2A’de 13 (%15.7), Evre-2B’de 22
(%26.5), Evre 3A’de 22 (%26.5), Evre-3B’de 5 (%6), Evre 3C’de 10
(%12) ve Evre 4’de 7 (%8.4) hasta yer almaktaydı. Hastaların 57’sinde
(%68.7) ER (+), 46’sında PR (+) (%55.4) ve 14 hastada reseptör (-)
saptandı. Hastaların 37’sinde c erb B-2 (+) saptandı. Tanı anında hastaların 12’inde (%14.5) lenf nodu metastazı yok, 44’ünde (%53) 1-4
lenf nodu metastazı ve 27 hastada (%32.5) > 4 lenf nodu metastazı
saptandı. Hastaların 44’üne (%53) FAC ve 39’una (%47) AC→PAC
tedavisi uygulandı. Hastaların verileri SPSS ile analiz edildi.
Tartışma: Hastaların tedavi yanıtları, sağ kalım veri analizleri sunum sırasında yapılacaktır.
Hastaların reseptör durumları da birbirleri ile karşılaştırıldı. C-erb
B2 (+) olan toplam 32 hastanın 16’sında ER (-) ve PR (-), 4’ünde ER
(-) ve PR (+), 12’sinde ER (+) ve PR (+) idi.
Kliniğimize başvuran toplam 88 hastanın 82’sinde ER ve PR durumu çalışılmıştı. ER (-) ve PR (-) olan hastaların 7’si evre IIb, 12’si evre
IIIa, 1’i evre IIIb, 12’si evre IIIc idi ER (+) ve PR (+) olan hastaların
2’si evre IIa, 7’si evre IIb, 11’i evre IIIa, 4’ü evre IIIb, 9’u evre IIIc idi.
ER (+) ve PR (-) olan hastaların 2’si evre IIb, 1’i evre IIIa, 1’i evre IIIc
ve 1’i evre IV idi. ER (-) ve PR (+) hastaların ise 2’si evre IIb, 7’si evre
IIIa ve 3’ü evre IIIc idi.
Hasta verilerinin değerlendirilmesinde ki-kare ve ANOVA istatistiksel yöntemleri kullanıldı.
Bulgular: Tüm veriler incelenip karşılaştırıldığında c-erb B2 ile
evre arasında korelasyon saptanmadı. Yine ER ve PR durumu ile evre
arasında ilişki saptanmadı. C-erb B2 ile tümör grad’ı arasında herhangi bir ilişkiye rastlanmadı.C-erb B2 ile N evresi arasında ve yine
ER ve PR durumu ile N evresi arasında da korelasyon saptanmadı.
Son olarak c-erb B2 ile ER ve PR durumu arasında da herhangi bir
korelasyon bulunamadı.
Tartışma: Bilindiği gibi c-erb B2 sitoplazmik membran boyanması
pozitifliği meme kanseri için kötü prognostik faktördür. C-erb B2
durumunun tespitinde alınan spesmenlerin doğru ve zamanında
incelenmesi oldukça önemlidir ve kullanılan iki yöntemden FISH
tekniği İHK (immunhistokimyasal boyama) yöntemine göre daha
doğru sonuçlar vermektedir. Bizim çalışmamızda c-erb B2 durumu
ile evre, nodal durum ve tümör gradı arasında herhangi bir ilişkinin
bulunamaması farklı merkezlerde tanı alan hastalarda c-erb B2 durumunun yanlış tanımlanmasından olabilir.
Ref No: 399
MEME KANSERLİ OLGUDA DİĞER MEMEDE MEME
LENFOMASI
Ömür Alan, Mehmet Yalçıner, Özge Gürsel, Bekir Eren,
Süleyman Altın, Berna Dernek, Cumhur Yıldırım,
Binnur Yılmaz, Mustafa Ünsal
Ref No: 426
Okmeydanı Eğitim Hastanesi Onkoloji Kliniği
MEME KANSERLİ HASTALARDA ÖSTROJEN,
PROGESTERON RESEPTÖRÜ VE C-ERB B 2 İLE TÜMÖR
EVRESİ, NODAL DURUMU VE GRADI ARASINDAKİ
İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Malign lezyonu olup tedavi edilen hastalar diğer kanserlerin oluşumu açısından belirgin bir riske sahiptirler.
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserdir.Memenin primer lenfoması ise tüm meme malignitelerinin % 0.05 ‘ini oluşturur.
Kliniğimizde meme kanseri nedeniyle takip ettiğimiz hastamızda
diğer memede primer meme lenfoması tespit edilmesi üzerine olgunun özelliklerini inceledik.
67 yaşındaki hastamıza 7yıl önce sağ MRM uygulanıp invaziv duktal meme kanseri tanısı almıştı.T2N1MO,ER (+) PR (+) olan hastaya
6 kür FEC kemoterapisi sonrası post operatif radyoterapi uygulandı
ve tamoksifen verilerek takibe alındı.6 yıl sonra memede saptanan
ağrısız kitleye yapılan eksizyonel biopsi sonucu diffuz büyük hücreli
lenfositik lenfoma tanısı kondu.PET incelemesi sonucunda sol memede periareolar FDG tutulumu saptandı.Opere edilen hastaya daha
sonra kemoterapi başlandı.
Hastamız diğer organ ve lenfatiklerde lenfoma ile ilgili hastalık
bulunmadığından primer meme lenfoması olarak değerlendirildi.
Memede hodgkin lenfomadan ziyade non hodgkin lenfoma görüldüğü literatürde bildirilmektedir.
Hastamızda B semptomlar görülmedi ve tanı sırasında hastamız
67 yaşında idi,buda literatür ile uyumluydu.
Sırf cerrahi ile tedavi edilen memeye sınırlı lenfomaların 2/3’ü 5
yıl içinde nüks ettiğinden hastaya kemoterapi yapılması uygun görüldü.
Aysun Kocacan, F. İlknur Aytaş, Sercan Özyurt, Rahşan Habiboğlu,
Ferit Çetinyokuş, Haluk Sayan, Salih Zeki Çakar, Ferdi Aksaray,
Nalan Aslan, Mübeccel Tümöz
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Meme kanseri hastalarında östrojen (ER) ve progesteron
(PR) reseptör durumu ve c-erb B2 ile tümör evresi, nodal durum ve
grad arasındaki ilişkiyi değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2005 – Aralık 2006 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi
Kliniği’ne başvuran meme kanseri tanılı 88 hastanın patolojik verileri (nodal durum, grad, evre) ve reseptör durumları (ER, PR, c-erb
B2) incelendi.
Toplam 88 hastanın 74 ünde c-erb B2 reseptör durumu İHK yöntemle çalışılmıştı ve bunların 42 sinde c-erb B2 (-) idi.
C-erb B2 (+) olan 32 hastanın 2’si evre IIa, 6’sı evre IIb, 13’ü evre
IIIa, 1’i evre IIIb ve 10’u evre IIIc idi.
C-erb B2 (+) olan hastaların (T: 32 hasta) nodal durumu incelendiğinde 4’ü N0, 10’u N1, 7’si N2 ve 10’u N3 idi. 1 hasta yetersiz diseksiyon (Nx) nedeni ile değerlendirilemedi.
İncelenen toplam 88 hastanın sadece 53’ünde tümör gradlaması
yapılmıştı. C-erb B2 (+) olan hastaların 4’ünde tümör gradı 1, 13’ünde grad 2, 6’sında grad 3’tü. C-erb B2 (+) olan 9 hastanın tümör
gradlaması yapılmamıştı.
10
19-23 Nisan 2007
Ref No: 409
SOLİD TÜMÖRLÜ HASTALARIN SERUM SHER-2/NEU
DÜZEYLERİNİN PROGNOSTİK VE PREDİKTİF ÖNEMİ.
1
Çiğdem Papila, 2Hafize Uzun, 3Huriye Balcı, 1Hasan Zerdali,
2
Can Sezgin, 2Habibe Genç, 4Günay Can, 1Halil Yanardağ
uygulanmamıştır. Hormonoterapisi aromotaz inhibitörüne değiştirilen hasta, hastalıksız olarak takip edilmektedir.
Ref No: 432
1
ERKEK MEME KANSERLERİNDE PROGNOSTİK
FAKTÖRLER: EGE ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ
2
1
İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul,
Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul.,
3
Merkez Araştırma Laboratuarı, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul.,
4
Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul.
Özellikle meme kanserinin önemli onkogenlerinden olan HER-2/
neu normal olarak 185 kD ağırlığında bir glikoprotein olup akciğer,
mesane, pankreas, meme, prostat gibi pek çok organın epitelinden
eksprese edilen epitelyal transmembranöz bir proteindir. HER-2/neu
geni (neu = c-erbB-2) transmembran tirozin kinaz organ reseptör
p185 HER-2/neu tarafından kodlanır. Çalışmadaki amacımız serum
HER-2/neu düzeylerinin değişik tipteki solid tümörlü hastalarda
teşhis ve izlem markerı olarak önemini göstermektir. Çalışmaya 40
akciğer, 36 kolon, 23 meme kanseri hasta ve tümör markerları normal olan 25 sağlıklı kişi katılmıştır. CA15-3, CA125, CA 27,29, CEA,
CA19-9 gibi klasik tümor marker’ları ve serum sHER-2/neu düzeyleri ELISA ile ölçülmüştür. Serum HER-2/neu seviyeleri ELISA
yöntemiyle ölçülmesinin avantajı, hızlı ve non-invaziv bir yöntem olmasıdır. En önemli avantaj ise, gerçek zamanı test etmesidir. Bunun
anlamı, hastanın HER-2/neu durumu terapatik kararın alınmasıyla
aynı anda ölçülür. Desavantajı ise yöntemin standardize edilmemiş
olması, tekrarlanabilirliği ve tümörün durumunu tam olarak yansıtmamasıdır. Çalışmamızın sonuçları göstermiştirki, serum sHER2/neu düzeyleri yüksek spesifite ile tüm kanser gruplarında kontrol
grubuna göre artmıştır. Akciğer ve kolon tanılı olguların HER-2 neu
değerleri meme olgulara göre anlamlı derecede daha düşüktür. Aynı
zamanda meme kanserinin teşhisi için yüksek sensitivite gösterirken, akciğer ve kolon için düşük sensitivite göstermektedir. Akciğer
tanılı olgularda metastazı olanların HER-2 neu değerleri metastazı
olmayanlara göre anlamlı derecede daha yüksektir. Kolon kanserli
olgularda metastazı olan ve olmayanlar arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık yoktur. Meme tanılı olgularda metastazı olanların HER-2 neu değerleri metastazı olmayanlara göre anlamlı derecede daha yüksektir. HER-2/neu tüm kanserlerde tümör marker’ı
olarak kesin gösterge olmamasına rağmen, meme kanserinin derecesinin değerlendirilmesinde ve gidişin izlenmesinde yararlı olabileceği kanısındayız.
Ref No: 420
MEME, OVER, ENDOMETRİUM KANSERLİ OLGU
Mehmet Yalçıner, Ömür Alan, Bekir Eren, Özge Kandemir,
Süleyman Altın, Berna Dernek, Binnur Yılmaz, Mustafa Ünsal
S. B. Okmeydanı Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü
Primer neoplazm olan bir hasta diğer bir tümor için daha hassastır. Diğer kanserlerin oluşumunda kalıtım, karsinojenler, endokrin
uyarı rol oynar. Ancak multipl organda simultane primer kanser sıklık olarak daha az görülmektedir.
Kliniğimizde meme kanseri nedeniyle takip edilmekte olan hastanın takibinde over kanseri ve endometrium kanseri aynı anda gelişmiştir.
Olgunun özellikleri:
47 yaşındaki kadın hasta sol meme koruyucu cerrahi ve aksiller
küraj uygulanıp, sonucu invaziv duktal kanser gelmiştir. T2 N0 M0
olarak evrelendirilen, ER (+) PR (+) olan hastaya 6 kür CMF tedavisi
ve radyoterapi uygulanıp, 2 yıl tamoksifen tedavisi kullanılmıştır. 2
yıl sonra total abdominal histerektomi ve bilateral salpingooforektomi uygulanan hastada overde 1 A, endometriumda 1 B adenokanser
saptanmıştır. Hastaya jinekolojik tümörler açısından adjuvan tedavi
Sungate Port Royal, Antalya
Senem Demirci, 1Ayfer Haydaroğlu, 2Alper Uğuz, 1Zeynep Özsaran,
Serra Kamer, 2Levent Yeniay, 3Necmettin Özdemir,
4
Bülent Karabulut, 2Rasih Yılmaz, 1Arif Aras
1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı,
3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Meme kanseri erkeklerde görülen tüm malignitelerin
%0.2’sini ve tüm meme kanserlerinin %1’inden azını oluşturmaktadır. Bu çalışmada 42 erkek meme kanserli olgunun özellikleri, uygulanan tedaviler ve sağkalım sonuçları değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Ocak 1987-Aralık 2006 tarihleri arasında Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi ve Genel Cerrahi
Ana Bilim Dal’larında tedavi alan olgular geriye dönük olarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Medyan yaşın 62 (aralık: 41-82) olduğu olgularda en sık
rastlanan semptom memede kitleydi (%61.9) . Tümör yirmiiki olguda (%52.4) sağ, 20 olguda (%47.6) sol meme kaynaklıydı. Otuzüç
olguya (%78.6) modifiye radikal mastektomi, 4 olguya (%9.5) basit
mastektomi ve 5 olguya da diğer operasyon tipleri uygulandı. Evrelendirilmesi yapılamayan 6 olgu dışında evrelere göre dağılım; evre
I, II ve III için sırasıyla %16.7, %40.4 ve %28.6’dır. Histolojik olarak
%81 olgu invaziv duktal karsinomdu. Kırkiki olgunun 31’ine (%73.8)
cerrahi sonrası adjuvan, 3 (%7.1) olguya da nüksüne olmak üzere
toplam 34 olguya (%81) eksternal radyoterapi uygulanmıştır.Radyoterapi kobalt 60 teleterapi cihazıyla endikasyonuna göre tanjansiyel
saha ve periferik lenfatikleri içerecek şekilde, günlük 2Gy fraksiyonlarla, haftada 5 gün, toplam 50 Gy uygulanmış, lokal yineleme
riski yüksek olan olgularda ‘boost’ ile 60Gy’e çıkılmıştır. Ondokuz
olguya preoperatif, radyoterapi öncesi veya radyoterapi sonrası olmak üzere kemoterapi uygulanmıştır. Medyan takip süresi 120 aydır
(aralık: 12-237) . Altı olguda lokal bölgesel yineleme, 3 olguda lokal bölgesel yineleme ve uzak metastaz ve 11 olguda uzak metastaz
gelişmiştir. Beş yıllık lokal bölgesel yinelemesiz, hastalıksız ve genel
sağkalım oranları sırasıyla %86.5, %58.3 ve %57.4’dür. Aksiller lenf
nodu pozitifliği (p=0.011) ve lenf nodunda çevre yumuşak doku yayılımı (p=0.011) hastalıksız sağkalımı etkileyen prognostik faktörler
olarak saptanmıştır. Yaş (≥60 y) (p=0.033), cilt tutulumu (p=0.01),
aksiller lenf nodu pozitifliği (p=0.007) ve lenf nodunda kapsül invazyonu (p=0.039) genel sağkalımı etkileyen prognostik faktörler olarak
saptanmıştır.
Sonuç: Erkek meme kanserleri az rastlanan bir malignite olması
nedeniyle optimal tedavi seçeneklerini ve prognostik faktörleri daha
kesin olarak belirleyebilmek için çok sayıda olgu içeren çok merkezli
çalışmalara gereksinim vardır.
Ref No: 517
284 MEME KANSERLİ HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Öznur Aksakal, H. Orhan Kızılkaya, Berrin Yalçın,
Ahmet Uyanoğlu, Mehtap Çalış, Handan Erkal, Özlem Maral,
Begüm Ökten, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
AMAÇ: Meme kanseri kadınlar arasında rastlanan en sık malignensi olup,keza kanser ölüm nedenleri arasında da ilk sıradadır.Çalışmanın amacı kliniğimize başvuran ve meme kanseri tanısı almış
284 hastanın klinikopatolojik özellikleri ve hastalık seyrinin retrospektif olarak değerlendirmektir
11
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
GEREÇ VE YÖNTEMİ: Kliniğimize 1995-1999 yılları arasında
başvurup tedavi edilen ve en az 6 ay takip edilen 284 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 52 (24-79) olup en sık
rastlanan histopatoloji %80,6 ile invaziv ductal karsinomadır.Hastalarımızın %43,3 sı Premenopoz,%52 si Postmenopoz ve %4,2 si
Perimenopoz statusundadır.Bir erkek hasta vardır.ER ve PR ancak
%32 hastada değerlendirilmiştir.Hastalarımızın %38,7 (110) sinde
aksiller lenf nod tutulumu negatiftir.TNM evrelemesine göre dağılım şöyledir: Evre 0: 1 (0,3),Evre I; 35 (%12,4),Evre II; 159 (%56)
.EvreIII; 88 (%31),EvreIV; 1 (0,3) hasta.
Hastaların %80,6 sına Modifiye Radikal Mastektomi uygulanmış
olup, Meme Koruyucu Cerrahi oranı ancak %3,1 lerde kalmaktadır.
Hastaların %66,5 ine Adjuvan Radyoterapi (46-55 Gy) uygulanmış
olup; en sık kullanılan Adj.Kemoterapi rejimi ise FEC olmuştur.Hastaların %63,7 si Tamoksifen 20 mg/gün (3-5 yıl) kullanmıştır.
Ortalama 60 (6-132) aylık izlemde 113 hastada lokal ve/veya uzak
yinelemeler olmuştur.Progresyona kadar geçen zaman ortalama 24
(4-127) aydır.En sık rastlanan metastaz lokalizasyonu kemik olup,
bunu Akciğer izlemiştir.
SONUÇ: Ortalama 60 (min 6,max 132) aylık izlemde 34 (11,9)
hasta exitus olmuştur..Hastalıksız sağkalım oranı %66,1,genel sağkalım oranı %88 olarak kaydedilmiş olup literatürle uyumludur.
Ref No: 522
AKSİLLA NEGATİF 110 HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
H. Orhan Kızılkaya, Öznur Aksakal, Handan Erkal, Berrin Yalçın,
Ahmet Uyanoğlu, Özlem Maral, Mehtap Çalış, Begüm Ökten,
Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
AMAÇ: Meme kanserlerinde en önemli prognostik faktörlerden
biri Aksiller lenf nod tutulumudur..Tümör çapı arttıkça lenf nod pozitifliği de artmaktadır.Aksiller lenf nod tutulumu olmayan hastalarda prognoz oldukça iyidir.
Çalışmamızda bu grupta yer alan 110 hasta retrospektif olarak incelenmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: 1995-1999 yılları arasında kliniğimize başvurup tedavi edilen ve en az 6 ay takibi yapılan 110 hasta retrospektif
olarak analiz edilmiştir.
BULGULAR: Median yaş 49 (31-75) dur.Hastaların %49 u premenopoz,%47,2 si postmenopozal ve %3 ü perimenopozal statustadırBir hasta erkektir.En sık rastlanan histopatolojik tip %71,8 ile
invaziv ductal karsinomadır.Hastaların evrelere göre dağılımı TNM
sistemine göre yapılmiş olup şöyledir: Evre 0; 1 (%0,9) .Evre I : 37
(%33,6),Evre IIA 55 (%50),Evre IIB; 17 (%15,5) . 82 (%71,8) hastaya
Modifiye Radikal Mastektomi uygulanmıştır.CMF,%33,6 ile en sık
kullanılan kemoterapi rejimi olmuştur.Hastaların %71,8 ine Adjuvan
Radyoterapi (46-55Gy) uygulanmıştır.Hastaların %59 u Tamoksifen
kullanmıştır.
Median 60 (6-132) aylık takipte 20 (%18,1) hastada lokal ve/veya
uzak yinelemeler meydana gelmiş olup, kemik (%30) en sık metastaz
lokalizasyonu olmuştur.Progresyonlar medyan 25 (12-80) ayda ortaya çıkmıştır.8 (%7,2) hastamız exitus olmuştur.
SONUÇ: Medyan 60 (6-132) aylık izlemde hastalıksız sağ kalım
oranı %80,Genel sağ kalım ise %92 olarak kaydedilmiştir.Bu veriler
literatür bilgileriyle uyuşmaktadır
12
Ref No: 524
ERKEK MEME KANSERLERİ: ALTI VAKA
1
4
Gamze Uğurluer, 2Mahmut Ilhan, 3Hüseyin Avni Şahin,
Nedim Turan, 5Aktan Karahan
1
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı,
4
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
5
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
2
Amaç: Erkek meme kanserleri nadir görülür, tüm meme kanserlerinin %1’ini oluşturmaktadır. Bu çalışma ile Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Kliniği’nde tedavi alan meme kanserli erkek hastaların literatür bilgileri ışığında sunulması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 1 Ocak 2001–31 Aralık 2006 tarihleri
arasında tedavi alan erkek meme kanserli hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi ve hastalara telefon aracılığıyla ulaşıldı, son
durumları kaydedildi. Veriler SPSS programında değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 1 Ocak 2001–31 Aralık 2006 tarihleri arasında tedavi edilen altı erkek meme kanserli hasta dahil edildi. Bu
tarihler arasında tedavi edilen 262 meme kanserli hastadan %2,3’ünü
erkek meme kanserli hastalar oluşturuyordu. Yaşları 34 ile 75 arasında değişiyordu (medyan 55) . Hastaların ikisine total eksizyon (bir
hastaya biyopsi amaçlı, bir hastaya medikal inop olması nedeniyle),
ikisine modifiye radikal mastektomi ve aksiler diseksiyon, ikisine
basit mastektomi ve aksiler diseksiyon yapılmıştı. Tamamında histopatoloji infiltratif duktal karsinom idi. Eksizyon yapılan bir hasta
herhangi bir adjuvan tedavi almamıştı ve kontrole gelmemişti. Beş
hasta adjuvan kemoterapi, üç hasta hormonoterapi, üç hasta radyoterapi almıştı. Takipleri esnasında adjuvan tedavi almayan hastada
lokal nüksle beraber akciğer metastazı gelişmişti, üç hastada uzak
metastaz (bir hastada karaciğer, iki hastada akciğer metastazı) gelişmişti ve bu hastalara kemoterapi uygulanmıştı. Hastaların ortalama
takip süresi 49,8 aydı (17,2–98,5 ay arası) . Takip süresi sonunda beş
hasta hayattaydı. Hastaların toplam sağ kalım oranları iki yıllık %83
ve beş yıllık %62,5 idi. Vaka sayısının düşük olması nedeniyle karşılaştırmalı analizler yapılamadı.
Sonuç: Erkek meme kanserinin insidansının düşük olması nedeniyle çalışmalarda vaka sayısı düşüktür. Bu konuda hasta sayısının
fazla olduğu, tedaviyi, prognozu ve sağ kalımı etkileyen parametreleri tartışan çok merkezli çalışmalar yapılmalıdır.
Ref No: 525
HASTANEDE ÇALIŞAN KADINLARIN MEME KANSERINE
İLİŞKİN BİLGİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
2
Gamze Uğurluer, 2Hüseyin Avni Şahin, 3Ali Kolusarı,
Canev Kaynak, 3Hanım Güler Şahin
1
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı,
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı
2
Amaç: Bu çalışmada hastanemizde çalışan kadınların meme kanseri ve tarama programlarına ilişkin bilgi tutum ve davranışlarının
değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel bir çalışma tasarlanarak
hastanede çalışan tüm kadınlar çalışma kapsamına alındı. Geliştirilen anket soruları bir ön testten sonra uygulandı. Sosyo-demografik
özellikler, risk faktörleri ve önleyici faktörler, meme kanserine ilişkin
yaygın bulgu ve semptomlar, kendi kendine meme muayenesi uygulaması, klinik meme muayenesi ile mamografi taramasına ilişkin
bilgi ve uygulama düzeyleri belirlendi.
Bulgular: Cevap veren kadınların ortalama yaşı 28,8 (±5,5) idi.
Sağlık personelinin ilk doğum yapma yaşı ile (25,8±3,9) diğer çalışanların ilk doğum yapma yaşı (22,4±4,7) kıyaslandığında aralarında
19-23 Nisan 2007
istatistiksel olarak anlamlı bir fark var idi (p=0,001) . Risk faktörleri
ortalama bilgi skoru sağlık personelinde 8,1±2,8 iken sağlık personeli olmayanlarda 6,2±2,8 idi. (p<0,0001) .
Meme kanserinin risk faktörleri konusunda sağlık personelleri iyi
bilgi düzeyine sahip olmalarına karşın bunların çoğu meme kanseri tarama yöntemlerini doğru bir şekilde uygulamıyordu. Sadece %
15,2’si ayda bir, % 2’si de yılda bir kendi kendine meme muayenesini
uyguluyordu. Kendi kendine meme muayenesini uygulama bakımından sağlık personeli ile diğer personel arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p=0,0001) .
Sonuç: Bu çalışma, sadece hastane çalışanlarını kapsaması nedeniyle sınırlılıkları olsa da sağlık çalışanları da dahil kadınların meme
kanseri ve risk faktörlerini bilmelerine rağmen kendi kendine meme
muayenesi yapmadıklarını ortaya koymuştur. Hastane ve toplum
odaklı eğitim ve farkındalık programlarının uygulanmasıyla öncelikle hastanede çalışanlar olmak üzere kadınlar meme kanseri ve
kendi kendine meme muayenesi konusunda bilgilendirilmelidir.
Ref No: 529
AKSİLLA 1-3 POZİTİF MEME KANSERLİ 82 OLGUNUN
İNCELENMESİ
Handan Erkal, Öznur Aksakal, H. Orhan Kızılkaya, Berrin Yalçın,
Ahmet Uyanoğlu, Özlem Maral, Mehtap Çalış, Begüm Ökten,
Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
AMAÇ: Meme kanserleri halihazırda kadın kanserleri arasında ilk
sırada yeralmaktadır.Prognostik öneme sahip parametrelerin başında Aksiler lenf nod tutulumu gelmektedir.Aksilla negatif olgularda
hastalık seyri iyiyken; 4 ve üzeri pozitiflerde oldukça kötüdür.1-3
arası pozitif nodlular ise orta riskli grubu oluşturmaktadır.Çalışmamızda bu grupta yeralan hastalarımızın genel özellikleri ve sağkalımları retrospektif olarak incelenmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimize 1995-1999 yılları arasında
başvurmuş ve en az 6 ay takipte kalmış Aksiler 1-3 nod pozitifliği
olan 82 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 54 (27-77) idi.Hastaların
%37,8 i premenopozal,%57,3 ü postmenopozal ve %3,6 sıda perimenopozal statustaydı.En sık rastlanan histopatoloji % 84,1 ile İnvaziv
Duktal Karsinomaydı.Tümörün ortalama çapı 3,5 (0,5-10) cm.di.
Hastaların evrelere göre dağılımı TNM Sistemine göre yapılmış
olup; Evre II de 65 (%79,2) hasta,Evre III te 16 (%19,5) ve Evre IV te1
(%1,2) hasta yeralmaktaydı.
En sık kullanılan cerrahi yöntem %82,9 ile MRM olmuştur.73 (%
89) hastaya Adjuvant Kemoterapi uygulanmış olup FEC rejimi en
çok uygulanan tedavi olmuştur.Hastaların 67sine (%81,7) Adjuvan
Postoperatif Radyoterapi yapılmıştır.Keza hastaların %76,8 i Tamoksifen 20 mg/gün kullanmıştır.
Medyan 72 aylık takipte 35 (%42,6) hastada lokal ve/veya uzak
yinelemeler kaydedilmiştir.Nükslerin ortaya çıkış süresi medyan 30
(5-127) aydır.En sık metastaz lokalizasyonu %31,4 ile kemik ve Akciğer olmuştur.
SONUÇ: Medyan 72 (7-132) aylık takipte 8 hasta (%9,7) eksitus
olmuştur.Genel sağkalım %90,2 hastalıksız sağkalım ise %69,5 olarak kaydedilmiştir.Bu verilerin ışığında tedaviye yanıtın düşük riskli
hastaların verilerine benzerlik gösterdiği söylenebilir.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 538
KEMİK METASTAZI NEDENİ İLE RADYOTERAPİ
ALAN MEME KANSERLİ OLGULARDA OSTEOPOROZ
BELİRTEÇLERİ
Berrin Yalçın, H. Orhan Kızılkaya, Öznur Aksakal, Handan Erkal,
Ahmet Uyanoğlu, Begüm Öktem, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
AMAÇ: Meme kanserli hastalarda ilk kez tespit edilen kemik metastazlarında radyoterapi öncesinde ve sonrasında kan kalsiyum,
alkalen fosfataz, idrar kalsiyum ve deoksipiridinolin düzeylerindeki
değişiklikleri, palyatif radyoterapi etkinliğini değerlendirmede kullanabilmeyi amaçladık..
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya meme kanseri nedeniyle takip
edilen ve kemik metastazı gelişen 15 kadın hasta alınmıştır.Kan ve
idrar örnekleri radyoterapi öncesinde ve radyoterapi bitiminde alındı.8 hastada dorso-lomber vertebraya, 7 hastada sakroiliak kemiğe
5x 400cGy toplam 2000cGy eksternal radyoterapi Co 60 teleterapi
cihazı ile uygulandı.
BULGULAR: Hastaların median yaşı 46.7 idi. Hastalar daha önce
bifosfanat ve kalsiyum metabolizması ile ilgili herhangi bir ilaç
kullanmamışlardı.Radyoterapi öncesinde kan kalsiyumu (mgr/dl)
9.47,total alkalen fosfataz (mgr/dl) 135,5, idrar kalsiyumu (mgr/dl)
2.0, idrar deoksipiridinolini (mgr/dl) 8.2 bulunmuştur.Hastalara
radyoterapi uygulandıktan sonra kan kalsiyumu (mgr/dl) 9.34, total
alkalen fosfataz (mgr/dl) 109.7,idrar kalsiyumu (mgr/dl) 1.8, idrar
deoksipiridinolini (mgr/dl) 8.0 bulunmuştur.
SONUÇ: Radyoterapi öncesinde ve sonrasında tüm çalışılan parametrelerde anlamlı farklılık oluşturabilecek değişiklik saptanmamıştır. Ancak kan kalsiyum ve alkalen fosfataz düzeyi mutlak değer
olarak farklılık göstermiştir. Benzer çalışmalarda anılan parametrelerdeki değişikliklerin anlamlı olduğu ve de radyoterapi etkinliğinin
erken dönemde değerlendirilmesi için kullanılabileceği belirtilmektedir. Muhtemelki çalışma gurubumuzun küçüklüğü ve hipofraksiyone radyoterapi uygulaması sonucumuzun anlamlı çıkmasını engellemiştir.
Ref No: 568
MEME KANSERİ TANISI ALMIŞ HASTALARDA PSİKİYATRİK
SEMPTOMLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Melek Abca Yılmazer, F. İlknur Aytaş, Sercan Özyurt,
Rahşan Habiboğlu, Ferit Çetinyokuş, Haluk Sayan, Nalan Aslan,
Ferdi Aksaray, Mübeccel Tümöz
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Meme kanseri tanısı almış hastaların psikiyatrik semptomlarının değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği’ne başvuran, meme
kanseri tanısı almış olan 91 hasta ve kontrol grubu olarak da, fiziksel
ve psikiyatrik hastalık tanısı olmayan 60 kadın dahil edilmiştir. Her
iki gruba da, psikiyatrik belirtilerinin değerlendirilmesi amacıyla Belirti Tarama Listesi (SCL-90-R, Symptom Check List) uygulanmıştır.
SCL 90-R, 90 madde ve 10 alt testten oluşan bir testtir. Bu alt testler,
somatizasyon (SOM), obsesif-kompulsif eğilim (Ob-c), kişiler arası
duyarlık (INT), depresyon (DEP), anksiyete (ANX), hostalite (HOS),
fobik anksiyete (PHOB), paranoid düşünce (PAR), psikotik eğilim
(PSY), genel semptom indeksi (GSİ) olmak üzere 10 alt bölümden
oluşmaktadır. Tüm alt testlerden alınan puan toplamlarının 90’a bölünmesi ile de “Genel Belirti Ortalaması” elde edilmektedir. Dağılımın normal bulunmasından sonra, “Independent Samples Testi”ile
anket sonuçları karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Çalışma grubu ve kontrol grubu arasında somatizasyon,
öfke düşmanlık, fobik kaygı ve psikotik eğilim alt testleri açısından
13
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
fark bulunmamıştır. Her iki grup arasında, Obsesif kompulsif eğilim
ve paranoid düşünce alt testleri açısından fark sınırdadır (p=0,064
ve p=0,056) . Kişilerarası duyarlık, depresyon ve anksiyete alt parametreleri açısından karşılaştırıldığında ise farklar istatistiksel olarak
anlamlıdır (p≤0.001) . Her iki grup arasında genel belirti düzeyi açısından oldukça anlamlı bir fark vardır (p≤0.001) .
Sonuç: Meme kanseri tanısı almış hastalarda gerek hastalığın
seyri sırasında, gerekse tedaviye uyumda ruhsal bozukluğun sıklığı
ve yaygınlığı dikkate alınacak olursa, psikiyatrik değerlendirmenin
önemi ortaya çıkar. Oluşan ruhsal bozukluklar hastalığın seyrini, yaşam kalitesini ve tedaviye ya da hastalığa uyumu etkilediği için, bu
parametreler ile ilgili özel önem gösterilmeli ve psikososyal destek
sağlanmalıdır.
Ref No: 631
RADYOTERAPİ UYGULANAN ERKEK MEME İNVAZİF
PAPİLLER KARSİNOMLU OLGU SUNUMU
Eda Bengi Yılmaz, Sibel Kahraman Çetintaş, Huriye Öztürk,
Meral Kurt, Candan Demiröz, Süreyya Sarıhan, Lütfi Özkan
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
GİRİŞ: Memenin papiller karsinomu, oldukça nadir görülen bir
histolojik subtip olup, genellikle invaziv duktal karsinoma göre daha
yavaş seyirli olan ve büyük kitleler halinde karşımıza çıkan bir klinik
antitedir. Erkekte izlenen tüm malign tümörlerin %0.2-1.5’ni meme
kanseri oluşturmaktadır. Papiller karsinom erkekte oldukça nadir
görülür. Memenin papiller karsinomu klinik olarak sıklıkla ağrısız,immobil, subareolar kitle şeklindedir. Gros ve mikroskopik olarak
kadındaki papiller karsinoma benzemektedir.
Papiller meme karsinomu tanılı erkek bir olgu nedeniyle bu konudaki literatürü ve papiller karsinomun klinikopatolojik özelliklerini
gözden geçirdik.
OLGU: 55 yaşında olan erkek olgunun hekime başvuru yakınması, sağ meme alt dış kadranda bir yıldır varolan ağrısız kitlenin son
altı ayda büyümesi, meme derisinde renk değişimidir. Dış merkezde
olguya sağ modifiye radikal mastektomi uygulanmıştır. Mastektomi
piyesinde 5x3x2 cm boyutlarında kistik ve solid alanları içeren kirli
beyaz renkli yer yer kanamalı tümöral kitle izlenen olgunun patolojik tanısı invaziv papiller karsinom, 9 adet lenf nodülünden 4 tanesinde tümör metastazı saptanmıştır. Bu bulgularla T3N1b3M0 (Evre
IIIA) olarak evrelendirilen olguya 6 kür FEC kemoterapisi sonrası
2 Gy fraksiyonlarla sağ göğüs duvarı ve periferik lenfatiklerine 50
Gy ve skar boostu ile total 60 Gy radyoterapi uygulanmıştır. Medikal
Onkoloji’ye refere edilen olguya ER (+) olması nedeniyle Tamoksifen
2x 10 mg hormonoterapisi başlanmış olup olgu 55 aydır takiptedir ve
hastalıksız olarak yaşamaktadır.
SONUÇ: Papiller karsinoma büyük boyutlara ulaşmalarına rağmen lokal kalma eğiliminde olan aksiller ve uzak metastaz görülme
olasılığının düşük olduğu bildirilen histolojik subtiptir. Olguların
sağkalımları tubuler ve müsinöz karsinomalı olgularınki gibi görülmektedir ve iyi prognozlu histolojiler arasında yer almaktadırlar.
Erkekte invazif papiller karsinom çok nadir görülen bir tümördür.
Klinik, patolojik ve prognostik özellikleri kadınlardaki ile benzerlik gösterse de insidansının düşüklüğüne bağlı olarak olgunun tek
olması, optimal tedavi, prognostik faktörler ve prognoz hakkındaki
bilgilerimiz yetersiz sayıdaki çalışmalardan dolayı sınırlı kalmaktadır. Daha kesin sonuçlar için çok sayıda olgu içeren çok merkezli
çalışmalara gereksinim vardır.
14
Ref No: 637
TRİPLE NEGATİF MEME KANSERLİ OLGULARIMIZ
Cem Börüban, Mehmet Artaç, Önder Eren, Özlem Yavaş
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim
Dalı, Konya
Amaç: Triple negatif meme kanseri (östrojen reseptörü negatif,
progesteron reseptörü negatif ve HER-2 negatif) bu proteinleri hedefleyen spesifik tedavilerden faydalanamayacak olan yüksek riskli
meme kanseri olgularıdır. Meme kanseri yeni tedavi yaklaşımları
ve hedefe yönelik tedaviler sayesinde mortalitesi azalan bir hastalık
grubu olsa da, triple negatif hasta gruplarında mortalite yüksektir.
Bu bildiride kendi merkezimizde izlediğimiz triple negatif meme
kanserli olgularımızı sunuyoruz.
Hastalar ve yöntem: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Tıbbi
Onkoloji Bilim Dalı’na 2004-2006 yılları arasında başvuran toplam
430 meme kanserli hastanın dosya verileri incelenerek triple negatif
meme kanserli yaşları 28 ila 72 arasında değişen toplam 36 (%8.3)
hasta çalışmaya alındı.
Bulgular: Hastaların 11’i (%30.6) premenapozal ve 25’i (%69.4)
postmenapozal ve izlem süresi 5 ila 79 ay arasındaydı (median: 25.8
ay) . Hastalardan 7’sinin (%19.4) ailesinde kanser öyküsü mevcuttu.
Histopatolojik tanıda, invaziv duktal karsinom 29 hastada (%80.6),
medüller karsinom 4 hastada (%11.1) ve invaziv lobuler karsinom 2
hastada (%5.6) saptandı. Tanı anında hastaların 3’ü (%8.3) evre 1’de,
18’i (%50) evre 2’de, 12’si (%33.3) evre 3’de ve 3’ü (%8.3) evre 4’de
idi. Patolojisinde tümör grade’i bakılan 13 hastanın 9’unda (%69.2)
grade 2 ve 4’ünde (%30.7) grade 3 bulundu. Hastalardan 28’i adjuvan
kemoterapi ve 4’ü neoadjuvan kemoterapi aldı. Neoadjuvan kemoterapi alan hastalardan 3’ü yanıtlı iken 1’i yanıtsız olarak bulundu. Tanı
anındaki veya sonrasındaki metastazı nedeniyle antrasiklin veya taksan bazlı palyatif kemoterapi alan 11 hastanın 7’si (%63.6) tedaviye
yanıtlı iken, 4’ü (%36.4) yanıtsız olarak bulundu. Yanıtsız hastalardan daha sonra cisplatin-etoposid kemoterapisi kullanan 4 hastanın
2’si yanıtlı iken, diğer 2’si yanıtsız bulundu. Adjuvan tedavi alan ve
takipte verilerine ulaşılan 28 hastadan 8’inde (%28.5) hastalık nüksü
görüldü. Bu hastaların 4’ünde aynı zamanda lokal nüksde mevcuttu.
Hastalık nüksü gözlenen 8 hastanın 4’ü daha sonra ex oldu. Hastaların sağkalım verileri henüz yeterli sayıda olay gelişmediğinden dolayı verilemedi.
Sonuç: Triple negatif meme kanserleri farklı tedavi yaklaşımlarının gerekli olduğu bir hasta grubudur. Bu hasta grubundaki farklı
prognostik ve prediktif belirteçlerin ortaya çıkarılabilmesi için yeni
çalışmalara ihtiyaç vardır.
Ref No: 648
METASTATİK MEME KANSERİNDE İKİNCİ SERİ
KEMOTERAPİ OLARAK GEMCİTABİNE+ DOCETAXEL
Handan Erkal, Öznur Aksakal, Ahmet Uyanoğlu, H. Orhan Kızılkaya,
Ayşe Demirci, Mehmet Arslan, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
AMAÇ: Kliniğimize başvuran metastatik meme kanseri hastalarında ikinci seri gemcitabin+docetaxel kemoterapi uygulamasının
değerlendirilmesi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmaya kliniğimizce takip edilen
2’si erkek, 12’si kadın toplam 14 hasta alınmıştır.Hastaların ortalama
yaşı 48 olup, yaş aralığı 37-71 idi. 8 hasta premenopozal,4 hasta postmenapozaldi. 12 hastanın histopatolojisi invaziv ductal karsinom, 1
hastanın medüller karsinom, 1 hastanın da lobuler karsinomdu.ER
(+++) 5 hasta, (+) 1 hasta, (-) 8 hasta; PR (+++) 5 hasta, (++) 1 hasta,
(+) 2 hasta, (-) 6 hasta tespit edilmiştir.Hastalarımızdan 12’si birinci
seri kemoterapi olarak FEC, 1’i CMF, 1’i EC/TAXOL almıştır.9 hastaya hormonoterapi uygulanmış, 5 hasta herhangi bir hormon preparatı kullanmamıştır.
19-23 Nisan 2007
İlk tedaviden metastaza kadar geçen ortalama süre 24 aydır. Metastaz bölgeleri en sık kemik (11 hasta) olup sırası ile karaciğer (9
hasta), akciğer (6 hasta), beyin (4 hasta) dir.Hastaların hemen hepsinde birden fazla organ metastazı bulunmuştur.Beyin metastazı
dışındaki visseral organ metastazlı hastalara ikinci seri kemoterapi
olarak gemcitabin+docetaxel rejimi (Gemcitabine 2000mgr/m2,
Docetaxel 80mgr/m2,tek günlük uygulama 21 günlük interval ile)
6 kür uygulanmıştır.
BULGULAR: İkinci seri kemoterapiden sonra en kısa takip süresi
6 ay, en uzun takip süresi 38 ay olup, ortalama takip süresi 17 ay
olarak tespit edilmiştir.
SONUÇ: Çalışmaya alınan hasta sayısı az olmakla birlikte metastatik meme ca. nın ikinci seri kemoterapisinde gemcitabine+ docetaxel kombinasyonu tek günlük uygulama ile uygun bir seçim olabilir.
Tablo .
KT Protokolü
Hasta Sayısı
Median Kür Sayısı
CMF (siklofosfamid + metotreksat +
5 fluourourasil)
26
3,15
FAC (5 fluourourasil + adriamisin +
siklofosfamid )
45
3,86
FEC (5 fluourourasil + epirubisin +
siklofosfamid )
8
3,62
Vinorelbine + adriamisin
6
3,33
Docetaksel + adriamisin
1
3
Ref No: 655
LOKAL İLERİ EVRE MEME KANSERLİ HASTALARDA
TÜMÖRÜN NEOADJUVAN KEMOTERAPİYE YANITI
Ref No: 664
Seçkin Akküçük, Hakan Bulak, Süleyman Oral
MEME KANSERİ TEDAVİSİ SIRASINDA GELİŞEN
DERMATOPOLİMYOZİT VAKASI
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Genel Cerrahi Kliniği
1
Giriş
İnoperable lokal ileri meme kanserli hastalarda neoadjuvan kemoterapi (NAKT) ile tümör boyutunda meydana gelen değişiklikleri
tespit etmeyi amaçladık.
Materyal ve Metot
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 1996-2003
yılları arasında Evre IIIB meme ca tanısı ile başvurup, NAKT uygulanan ve sonrasında evre düşümü sağlanarak opere edilen 86 kadın
hasta incelendi. Uygulanan NAKT protokollerinin tümör dokusunda yapmış olduğu etkileri patolojik ve klinik olarak tam remisyon,
parsiyel remisyon ve stabil hastalık olarak değerlendirildi.
Sonuçlar
Çalışmaya dahil edilen 86 hastanın başvuru anındaki tümör boyutları 2-16 cm (ortalama 7,15 cm) idi. Hastaların %75’ine modifiye
radikal mastektomi, %20’sine radikal mastektomi, %5’ine ise basit
mastektomi uygulandı. Ameliyat materyallerinden yapılan incelemelerde ortalama %41 oranında küçülme gözlenerek residü tümör
boyutu 0-13 cm (ortalama 2,96 cm) olarak ölçüldü. Uygulanan
NAKT protokolleri ve ortalama kür sayısı ise tablo 1’de mevcuttur.
Bütün NAKT protokolleri değerlendirildiğinde tümörün NAKT’ye
yanıtı patolojik tam remisyon % 10,5, klinik tam remisyon %19,5,
parsiyel remisyon %44,1 ve stabil hastalık %22 olarak tespit edildi.
Tartışma
Çalışmamızda %75 hastada (n=67) klinik yanıt elde edilmiş olup,
bunların %30’unda tam remisyon, %45’i parsiyel remisyon şeklindedir. Lokal ileri evre meme kanserlerinde uygulanan NAKT protokolerinin avantajlardan biri tümörün kemoterapiye verdiği yanıt
sayesinde ameliyat sonrası uygulanacak adjuvan kemoterapi rejimlerinin seçilmesine olanak vermesidir. Bu şekilde NAKT’ye iyi yanıt
veren hastalara yine aynı kemoterapi protokolünün fayda sağlayacağı kesindir.
Sungate Port Royal, Antalya
2
Mehmet Artaç, 1Önder Eren, 1Özlem Yavaş, 1Cem Börüban,
Hatice Toy, 1Recep Tunç
1
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim
Dalı, Konya,
2
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Konya,
3
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim
Dalı, Konya
Giriş:
Dermatomyozit kas dokusunun inflamasyonu ile karakterize sıklıkla meme, akciğer, over ve mide kanseri ile birlikte görülen paraneoplastik bir sendromdur. Bu bildiride, tanıdan yaklaşık 9 ay sonra
dermatopolimyozit gelişen lokal ileri evre meme kanserli bir olguyu
sunuyoruz.
Vaka:
60 yaşında bayan hasta sağ memede kitle nedeniyle başvurdu. Yapılan fizik muayenede sağ meme üst dış kadranda yaklaşık 6*5 cm
kitle ve sağ aksillada multipl fikse lenfadenopatiler mevcuttu. Yapılan biyopsi ile infiltratif duktal karsinom tanısı kondu. Metastaz
saptanmayan olgu lokal ileri evre meme kanseri olarak kabul edildi.
Hastaya neoadjuvan siklofosfamid+adriamisin kemoterapisi başlandı. Dört kür kemoterapi sonrası yapılan değerlendirmede kitle
boyutunun 3*2 cm’e indiği saptanarak modifiye radikal mastektomi
uygulandı. Patolojik incelemede tümör boyutunun 4.2*3*2 cm ve çıkarılan 21 lenf nodunun 20’sinde metastaz olduğu tespit edildi. Dört
kür adjuvan paklitaksel kemoterapisi ve adjuvan radyoterapi verildi.
Hastada 4.kür paklitaksel kemoterapisi sonrasında yaygın kas ağrısı,
kas güçsüzlüğü ve eklem ağrıları ve yüzde döküntü gelişti. Yapılan
tetkiklerinde CPK 4067 u/L (38-234), AST 154 u/L (15-41), LDH 487
u/L (98-192) olarak tespit edildi. Yapılan EMG’de yaygın miyopati
ile uyumlu değişiklikler saptandı. Sağ deltoid kastan yapılan biyopsi
‘dermatomyozit’ ile uyumlu olarak rapor edildi. Hastaya romatoloji
ile konsülte edilerek dermatopolimyozit tanısıyla 1mg/kg/gün prednizolon tedavisi başlandı ve iki hafta sonra hastanın yakınmalarında
belirgin azalma olduğu gözlendi.
Tartışma:
Dermatopolimyozit idiyopatik ya da paraneoplastik olarak ortaya
çıkabilir. Vakaların yaklaşık
%25’inin malignite ile ilişkili olduğu bildirilmektedir. Hastalar
sıklıkla proksimal kas güçsüzlüğü ve cilt döküntüsü nedeniyle başvurmaktadır. Dermatopolimyozit tanısı malignite teşhisinden önce,
sonra ya da eş zamanlı olarak konulabilir ancak sıklıkla dermatopolimyozit tanısından sonraki 1 yıl içerisinde malignite teşhis edilmektedir. Hastamızda meme kanseri teşhisinden yaklaşık 9 ay sonra
dermatopolimyozit teşhisi konmuş olup daha az görülen bir klinik
tablodur.
15
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 667
Tablo .
SUPİN VE PRON POZİSYONDA MEME IŞINLAMASININ
DOZ VOLÜM HİSTOGRAMLARI AÇISINDAN
KARŞILAŞTIRILMASI
supin
Prone
3
P değeri
29.5 cm
3
P=0.005
10 Gy alan AC volümü
181 cm
Senem Demirci, Ayfer Haydaroğlu, Sinan Hoca, Murat Köylü,
Nezahat Olacak
10 Gy alan % ipsilat. AC volümü
%15.3
%1.9
P=0.005
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
20 Gy alan AC volümü
163.9 cm3
25.3 cm3
P=0.005
Amaç: Meme koruyucu cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi uygulamasında supin ve pron pozisyonun tedavi planlarının doz homojenitesi, akciğer, kalp ve karşı meme dozları açısından karşılaştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalında meme koruyucu cerrahi sonrası adjuvan
radyoterapi için başvuran 10 olgu supin pozisyonda bilgisayarlı tomografi simulatörle (BT-sim) planlanmış ve tedavi edilmişlerdir.
Aynı olgular ‘Medtec marka Horizon Prone Breastboard’ ile pron
pozisyonda BT-sim’e alınmış ve pron pozisyonda da planlamaları
yapılmıştır. Olguların görüntüleri Precise bilgisayarlı planlama sistemine aktarılarak aynı hastanın supin ve pron pozisyonlarında meme
hacimleri, ışınlanan memenin doz homojenitesi (V110, V105), 10 ve
20 Gy alan akciğer volümleri ve % oranları, ipsilateral ve kontrlateral
ortalama akciğer dozları, 20 Gy ve 30 Gy alan kalp volümleri ve %
oranları, ortalama kalp dozları, ortalama karşı meme dozları değerlendirilmiştir.
Bulgular: Meme koruyucu cerrahi yapılan 10 sol meme kanserli
olgunun supin ve pron pozisyonda planlamaları karşılaştırılmış ve
pron pozisyonda 10 ve 20 Gy alan akciğer volümünün, 10 ve 20 Gy
alan % ipsilateral akciğer volümünün, ortalama ipsilateral ve kontrlateral akciğer dozlarının daha düşük olduğu, buna karşın pron pozisyonda karşı meme dozlarının arttığı saptanmıştır. Doz homojenitesi
değerlendirildiğinde; %105’in üzerinde doz alan meme volümü pron
pozisyonda daha az olmakla birlikte bu fark istatistiksel anlamlılık
taşımamaktadır. Kalp dozları açısından iki pozisyon arasında fark
saptanmamıştır (tablo 1: Supin ve pron pozisyon meme ışınlamasının doz volüm histogramlarının karşılaştırmalı sonuçları) . Pron pozisyonda ışınlamanın büyük ve pandülöz memelerde katkı sağladığı
bununla birlikte tümör kavitesi göğüs duvarına yakın olan olguların
pron pozisyon için uygun olmadığı gözlenmiştir.
Sonuçlar: Pron pozisyonda meme ışınlaması büyük ve pandülöz
memesi olan, akciğer hastalığı bulunan ve tümör kavitesi göğüs duvarına yakın olmayan olgularda tercih edilebilecek bir radyoterapi
tekniğidir.
20 Gy alan % ipsilat. AC volümü
%13.7
%1.6
P=0.005
Ortalama ipsilat. AC dozu
886.7 cGy
173.2cGy
P=0.005
Ortalama kontrlat. AC dozu
34.6 cGy
17.6 cGy
P=0.007
Ortalama kalp dozu
415.8cGy
336.9cGy
P=0.2
20 Gy alan kalp volümü
20.8 cm3
13 cm3
P=0.2
%4.4
%2.2
P=0.2
16
20 Gy alan % kalp volümü
30 Gy alan kalp volümü
30 Gy alan % kalp volümü
17.4 cm
3
9.7 cm
3
p=0.2
%3.5
%1.7
P=0.1
Kontrlat. meme Dort
69.6 cGy
152.8 cGy
P=0.008
Meme Dmax
5671 cGy
5615 cGy
P=0.2
Meme V110
20.3
23.2
p=0.7
Meme V105
35.6
27.2
P=0.07
Ref No: 668
HEREDİTER MEME KANSER SENDROMU TANISI KONAN
AİLELERDE GIS VE PROSTAT TÜMÖR FAZLALIĞI
1
Şefik Güran, 2Ahmet Özet, 3Murat Dede, 3Müfit Cemal Yenen
1
GATA, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Etlik Ankara,
2
GATA Onkoloji Bilim Dalı Etlik Ankara,
3
GATA Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı. Etlik Ankara
Tüm dünyada en sık rastlanan kanserler içinde ilk 5 sırayı akciğer, mide, meme, kolon/rektum, uterine/serviks kanserleri oluşturmaktadır. Meme kanserleri kadınlarda en sık gözlenen kanserlerdir.
Meme kanserleri içinde küçük bir alt gurup ailesel meme kanser
sendromlarını oluşturur. Bu ailelerde meme kanserleri sık gözlenir
ve tanı genellikle erken yaşlarda olmaktadır. Konulan tanıya göre
değişmek üzere başta over kanserleri olmak üzere yine erken yaşta gözlenen diğer kanserlerin sıklığı dikkat çekmektedir. Ailelerde
genel olarak bir kansere yatkınlık söz konusudur. Bu olgulara ait
çalışmalar herediter bazda belli genlere ait mutasyonları ve buna
bağlı protein değişikliklerini ön plana çıkarsa da kansere yatkınlığı
oluşturan mekanizmalar tam olarak ortaya konmamıştır. Günümüzde meme kanser sendromları içinde yer alan Herediter Meme-Over
Kanseri Sendromunda BRCA 1/BRCA 2, Li-Fraumeni Sendromunda TP53, Cowden Hastalığında PTEN, Moir Torre Sendromunda
MLH1/MSH 2 ve Peutz Jegers Sendromunda ise STK1 geninin rolü
bilinmekte ve bu ailelerde ilgili herediter mutasyonlar aranmaktadır.
Yaklaşık 10 yılı kapsayan bir dönem için başvuran 82 aileden 23 ailede meme kanser sendromu ve/veya kanser sendromu düşünülmüş,
ailelerde öncelikle pedigree analizi yapılmış, tanıya uygun moleküler
çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Olguların pedigree analizinde en az
üç kuşak detaylı olarak incelenmiş, bu ailelerde saptanan kanserlerin sıklıkları ve görülme yaşları bir tablo halinde ortaya konmuştur.
Araştırılan grup küçük olsa da ailelere meme, over kanseri haricinde
sıklıkla akciğer kanseri, gastro intestinal sistem tümörleri ve prostat
kanserinin bulunduğu görülmüştür. Akciğer kanseri gözlenen olgularda görülme yaşının ileri olması ve tümünde sigara öyküsü bulun-
19-23 Nisan 2007
ması etyolojiyi açıklayan önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak genel toplum ortalaması fazla olsa da bizim seçilmiş 23
ailemizde özellikle gastrointestinal tümörlerin ve prostat kanserlerin
sık tanımlanması, kanser saptanan olgularda kanser görülme yaşının
erken olması, özellikle bu olgularda olası herediter gen değişikliklerinin etyolojide bu kanserlerin oluşumunda da rol alabileceği fikrini
akla getirmektedir.
Ref No: 734
MEMENİN PRİMER OSTEOSARKOMU: OLGU SUNUMU
1
Taflan Salepçi, 1Mesut Şeker, 1Sibel Yılmaz, 1Ayhan Kaya,
Berkant Sönmez, 1Hülya Gözü, 2Mahmut Gümüş, 2Mustafa Yaylacı,
1
Ali Yayla
1
1
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
2
GİRİŞ: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserdir ve tüm
meme kanserlerinin %1’den azını primer meme sarkomları oluşturur. Extraosseöz osteosarkoma tirod bezi, böbrek, mesane, kolon,
testis, penis, cerebellum gibi organlarda tanımlanmıştır fakat memenin primer osteosarkomu oldukça nadir görülen bir tümördür.
Memenin primer osteosarkomu normal meme dokusundan de novo
olarak veya primer benign veya malign meme lezyonlarından metaplastik diferansiasyon sonucunda ortaya çıkar. Literatür taraması
sonucunda 100’den az sayıda memenin primer osteosarkomu vakasına rastlandı.
OLGU: 49 yaş bayan hasta Ağustos 2006’da sağ memesinde sertlik
nedeniyle hekime başvurmuş. Çekilen mamografisinde ve yapılan
ultrasonografisinde malin kitle saptanması üzerine 17.08.2006 da
kuadranektomi ve aksiler küraj yapılarak meme koruyucu cerrahi
uygulanmış. Histopatolojik incelemesinde T2NoMx cerrahi sınır
negatif osteosarkom saptanmış. Hasta ileri tetkik ve tadavi amacıyla
hastanemize sevk edilmiş. Hasta bu ameliyattan 4 ay sonra hastanemize başvurmuş. Hastanın yapılan fizik muayenesinde sağ meme
üst iç kadranda koruyucu cerrahi uygulanan bölgede 3x3 cm sert,
ağrılı, kızarık kitle saptandı ve lokal nüks kabul edildi. USG ve mammorafisinde kitle tesbit edildi. Sol meme normaldi. Yapılan tarama
tetkikleri sonucu metastatik hastalık saptanmadı.
Hastaya 22.12.2006 tarihinde sağ modifiye radikal mastektomi
ameliyatı yapıldı. Histopatolojik incelemede en büyüğü 16x15x6
cm olan 4 adet osteoid ve osteoklastik tipi dev hücrelerden zengin
osteosarkom saptandı. Cerrahi sınırlar negatifdi. Ayrıca pektoralis
minör ve klavikula üzerinden alınan biyosilerde tümör görülmedi.
1 ay sonra hastanın hemoptizi yakınması olması üzerine tomografileri çekildi ve yaygın akciğer metastazı olduğu gözlendi. Hastaya
adriamisin, cisplatin ve ifosfamid ile kemoterapi başlandı. Hastanın
sistemik tedavisine devam edilmektedir.
TARTIŞMA: Memenin primer osteosarkomu tanısı koymak için
meme dokusunda osteoid doku gösterilmeli ve lezyonun altdaki
meme dışı göğüs dokusundan memeye invaze olmadığından emin
olunmalıdır. Bu hastamızda cerrahi ve hisyopatolojik bulgular ile göğüs duvarından yayılım dışlanmıştır. Memenin primer osteosarkomu çok nadir görüldüğü için prognoz çok iyi bilinmemektedir. Tümör hematojen yayıldığı için bu vakada olduğu gibi klınik gidiş hızlı
olabilir. Tedavide tümörün cerrahi olarak çıkarılması ön plandadır.
Radyoterapi eklenebilir. Kemoterapi daha çok metastatik hastalıkda kullanılmaktadır. Yaşam oranları, diğer extraosseoz sarkomlara
benzemeksizin, çok değişik süreler gösterir. En geniş seride 5 yıllık
yaşam % 38 olarak bildirilmiştir.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 674
ERKEKLERDE MEME KANSERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ
2
1
1
2
Sinem Tümtürk, 1Nuriye Yıldırım Özdemir, 1Berna Öksüzoğlu,
Burçin Budakoğlu, 1Nurullah Zengin
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Kliniği
Amaç: Erkeklerde meme kanserine nadiren rastlanır. Tüm meme
kanserlerinin %1’ini ve erkek kanser ölümlerinin %0.1’den azını
oluşturur. Kliniği, patolojisi ve doğal seyri kadınlardaki meme kanseriyle benzerlik gösterir. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen erkek meme kanserli olguların klinik özellikleri incelendi.
Yöntem ve Gereçler: Bu çalışmada Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği’nde 2000-2006 yılları
arasında takip edilen meme kanserli olguların dosyaları incelenerek
tesbit edilen 15 erkek meme kanserli hastanın verileri retrospektif
olarak değerlendirildi. Olgular yaş, geliş yakınması, risk faktörleri,
reseptör durumu, tümör boyutu, histopatolojik alt tipi açısından
gözden geçirilerek, erkek meme kanserli olguların demografik özellikleri araştırıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 64.2 idi. En sık baş vuru semptomu (%93.3) memede ele gelen kitle idi. En sık görülen histopatolojik tümör tipi invaziv duktal karsinom olarak 14 olguda (%93.4)
izlenirken, 1 olguda (%6.6) duktal karsinoma insitu tesbit edildi.Tümörlerin büyük bir çoğunluğu (%73) subareolar bölge yerleşimliydi.
Aksiler diseksiyon bütün hastalara yapılmıştı ve bunların 6’sında tutlum tesbit edildi. Hastaların tanı anındaki evrelerine bakıldığında 1
hastada (%6.6) evre 0, 3 hastada (%20) evre I, 7’sinde (%46.7) evre II,
4 hastada (%26.7) evre III olarak bulundu. Olguların 7’sinde (%46.7)
östrojen reseptörü, 5’ inde (%33.3) progesteron reseptörü, 8’inde
(%53) c-erb B2 pozitif olarak bulundu.
Sonuç: Meme kanseri erkeklerde daha nadir olması ve genellikle tanıda gecikme nedeni ile lokal ileri evrede başvurdukları bilinir.
Ancak sınırlı sayıda hasta ile yaptığımız bu araştırmamızda hastaların yaklaşık %75’i evre 0-I-II’de başvurmuştur. Bu; erkeklerde meme
dokusunun küçük olmasından dolayı hastaların kitleyi daha erken
farketmelerinden kaynaklanıyor olabilir.
Ref No: 680
POSTMENAPOZAL MEME KANSERLİ HASTALARIMIZIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Güzin Gönüllü, 2Müge Karaoğlanoğlu, 2Dilek Erdem, 1İdris Yücel
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji,
2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
GİRİŞ: Meme kanserinde hastalık gelişme riski yaş ile doğrudan
ilişkili olup, yaş arttıkça hastalık görülme sıklığı giderek artmaktadır.
Menapozal dönemdeki hafif bir azalmayı takiben, post menapozal
dönemde artarak devam eden bir gidiş gösterir. Bu çalışmada kendi
kliniğimizde meme kanseri tanısı almış postmenopozal hastalarımızın verilerini inceledik.
MATERYAL METOD: Kliniğimize başvuran meme kanseri tanısı
almış postmenopozal 126 hastanın dosya verileri retrospektif olarak
değerlendirildi. Hastaların histopatolojileri, evreleri, aksilla nod tululumu, grade, ER, PR, Cerb-B2 değerleri incelendi.
BULGULAR: Çalışmamıza toplam 126 hasta alındı. Hastaların
yaş ortalaması 58.2 ± 9.3 idi. Hastaların 52’sinde (%41.3) sağ memede, 67’sinde (%53.2) sol memede tümör mevcuttu. Bilateral meme
kanserli hasta sayısı 7 (%5,5) olarak tespit edildi. Histopatolojik incelemede; hastaların 117’sinde (%92,8) infiltratif duktal karsinom,
4’ünde (%3,2) infiltratif lobüler karsinom, 2’sinde (%1,6) malign
mezankimal tümör, 2’sinde (%1,6) müsinöz karsinom, 1’inde (%0,8)
medüller karsinom saptandı. Tümör çapı < 2 cm olan hasta sayısı 23
(%18.3), 2-5 cm olanların sayısı 74 (%58.7), > 5 cm olanların sayısı
15 (%11.9) idi. Hastaların 86’sında (%66,7) aksiller lenf nodu pozi-
17
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
tifliği mevcuttu, bunlardan 4 ve üzerinde lenf nodu pozitif olanların
sayısı 22 (%25,5) tespit edildi. Grade göre değerlendirmede; Grade
I’de hasta sayısı 20 (%15.8), Grade II’de 84 (%66.7), Grade III’de 19
(%15,2), Grade IV’de 3 (%2,3) idi. Evrelere göre dağılımda; Evre I’de
10 (%7,9), Evre II’de 76 (%60,4), Evre III’de 29 (%23), Evre IV’de 11
(%8,7) hasta bulunmaktaydı. Hastaların 68’inde (%54) ER pozitifliği,
31’inde (%24,6) PR pozitifliği, 51’inde (%40,5) Cerb-B2 pozitifliği,
27’sinde (%21,4) P53 pozitifliği tespit edildi.
SONUÇ: Hastalarımızda %40,5 oranında Cerb-B2 pozitifliği tespit
edilmiş olup, bu oran olarak %30 olarak bildirilen literatür bilgisinden yüksektir. Diğer verilerimiz literatür bilgileriyle uyuşmaktadır.
Ref No: 691
KEMİK İLİĞİ VE KRANİAL METASTAZI OLAN MEME
KANSERİ HASTALARINDA HAFTALIK PAKLİTAKSEL İLE
TEDAVİ SONUÇLARI : İKİ OLGU SUNUMU
Metin Özkan, Mustafa Dikilitaş, Gamze Gököz Doğu, Özlem Er
Erciyes Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
GİRİŞ: Metastatik meme kanserinin tedavisinde taksanlar monoterapi ve kombinasyon kemoterapisinde etkinliği gösterilmiş ajanlardır. Paklitakselin konvansiyonel uygulama şekli üç haftada bir 3
saatlik veya 24 saatlik infüzyondur. Bununla birlikte haftalık paklitaksel uygulamasının konvansiyonel rejime benzer etkinlikte olup
myelosupresyon etkisinin daha düşük olduğu gösterilmiştir.
OLGULAR:
OLGU 1: 42 yaşında premenapozal hasta 1995 yılında İnvaziv
duktal meme karsinomu tanısı aldı. Antrasiklin içeren kombine kemoterapi ve radyoterapi ardından hastaya hormonoterapi başlandı
(tamoksifen) . Takipte olan hastada Mayıs 2004’de kemik metastazı
tespit edildi. Palyatif radyoterapi sonrası, hastaya visseral metastazının olmaması nedeniyle ikinci sıra hormonoterapi olarak aromataz
inhibitörü başlandı. Nisan 2006 tarihinde kranial metastaz ve kemik
iliği tutulumu tespit edildi. Hastaya palyatif radyoterapinin ardından
haftalık paklitaksel tedavisi başlandı. 20. hafta sonunda progresyon
tespit edilmeyen hastada grad 1 nöropati dışında toksisite bulgusuna
rastlanmadı. Tedaviyi iyi tolere eden hastaya ilave 8 haftalık tedavi
sonrası hasta halen takiptedir.
OLGU 2: 35 yaşında premenapozal hastaya Eylül 2004 tarihinde
invaziv duktal karsinom nedeniyle modifiye radikal mastektomi
uygulandı. Adjuvan antrasiklinli kemoterapi sonrası radyoterapi
uygulanan hastada Eylül 2005 tarihinde kemik ve kranial metastaz
tespit edildi. Aynı tarihde yapılan kemik iliği biyopsisinde metastaz
gösterildi. Başlangıçta nötropenisi olan hastaya büyüme faktörü desteğiyle haftalık paklitaksel tedavisi başlandı. Dört uygulama sonrası
hastanın hematolojik parametrelerinde düzelme gözlendi. Tedaviyi
iyi tolere eden ve takip süresince progresyon saptanmayan hastada
tedavi 32 hafta boyunca sürdürüldü. 32. uygulama sonrası hastada
grad 3 nöropati nedeniyle tedavi sonlandırıldı. Metastatik evrede 2.
sıra kemoterapi başlanan hasta halen takip edilmektedir.
TARTIŞMA: Beyin metastazları meme kanserlerinde %10-15
oranında görülür ve ortalama 3-6 aylık sağkalımla ilişkilidir. Hastalarda kemik iliği tutulumunun olması ise bu hastalara agresif tedavi
verilmesini engellemektedir. Haftalık paklitaksel uygulaması düşük
myelosupresyon yapıcı etkisinin yanı sıra kabul edilebilir toksisite
profili nedeniyle bu gibi hastalarda etkili bir tedavi seçeneğidir. Sunulan iki olguda öngörülen ortalama sağkalımdan daha uzun yaşam
sürelerinin elde edilmiş olması paklitakselin bu hasta grubundaki
etkinliğinin kontrollü çalışmalarla değerlendirilmesi gerektiğini düşündürmektedir.
18
Ref No: 714
ÇİFT PRİMER TÜMÖRLÜ VE METASTATİK BİR OLGUDA
MÜKEMMEL SAĞKALIM
Metehan Karaca, Yıldız Güney, Meltem Nalça Andrieu,
Ayşe Hiçsönmez, Cengiz Kurtman, Şaban Çakır Gökçe
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Giriş:
Meme kanseri sonrası ikincil primer tümörlerin görülme sıklığı
normal populasyona göre daha fazladır. Bu tümörler arasında akciğer kanseri için mastektomi sonrası radyoterapi gören hastalarda
sigara kullanımı ve ileri yaş risk teşkil etmektedir. Ancak, biz burada
meme koruyucu cerrahi (MKC) sonrası ışınlanan bir hastada gelişen
küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) olgusunu sunuyoruz.
Olgu Sunumu:
1996 yılında endometrioma nedeniyle total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferoktomi yapılan 55 yaşındaki kadın hastaya sonraki 4 yıl süresince hormon replasman tedavisi uygulanmış.
Yapılan yıllık kontrol mammografisinde sol meme içerisinde bir önceki yıla göre progresyon gösteren mikrokalsifik bir lezyon saptanmış
(Kasım 2000) . Sol MKC ve aksiller diseksiyon sonucu tümör çapı 7
mm ve invaziv duktal karsinoma olarak tespit edilmiş, çıkartılan 20
lenf nodunun tamamı reaktif olarak bulunmuş (pT1N0M0) . Hormon reseptörleri pozitif olan hastaya 2 Gy fraksiyonlarla 50 Gy ve
tümör yatağına 14 Gy boost dozunda radyoterapi uygulandı ve adjuvan tamoksifen başlandı. 3 yıl sonra sırt ağrısı ile başvuran hastanın
toraks tomografisinde sağ akciğer orta lobda hiler yerleşimli 4,5x3x3
cm boyutlarında bir lezyon, aynı lob fakat başka bir segmentte 1,5
cm uzunluğunda bir başka lezyon ve çok sayıda mediastinal patolojik lenf nodu görüldü. Biyopsi sonucu KHAK saptanan hastanın
evresi, taramalar sonucu metastaz saptanmaması üzerine toraksa sınırlı hastalık olarak kabul edildi (Mayıs 2003) . İkinci primer olan bu
lezyon, ilk ışınlanan memenin karşı tarafındaki akciğer yerleşimindeydi. Bir kür kemoterapi sonrası küratif amaçla torakal radyoterapiye başlandı ve primer lezyon ile mediasten bölgesine 2 Gy fraksiyon
dozlarıyla 50 Gy eksternal radyoterapi uygulandı (Temmuz 2003) .
Ek olarak 5 kür kemoterapi verilen hasta, olası metastazlar açısından her kürün sonunda tetkik edildi. Tam remisyonda olan hastaya
2 Gy fraksiyon dozlarıyla 30 Gy profilaktik kranial radyoterapi (PCI)
uygulandı (Ekim 2003) . Ondördüncü aya kadar hiç bir şikayeti olmayan hasta, baş dönmesi ve nöbet geçirme öyküsüyle acil servise
başvurdu. Kranial manyetik rezonans görüntüleme ile sol oksipitoparietal bölgede kortikal yerleşimli 4 x 2, 5 x 3, 5 cm boyutlarında bir
lezyon saptanması üzerine lezyon total olarak rezeke edildi (Aralık
2004) . Postoperatif patolojik ve immünhistokimyasal inceleme sonrası KHAK metastazı olduğu saptandı. Olası diğer metastazlar için
yapılan değerlendirmelerde metastaz saptanmaması üzerine 2 Gy
fraksiyon dozlarıyla tüm beyine 20 Gy ve tümör lojuna 12 Gy boost
dozunda radyoterapi uygulandı (Ocak 2005) . RT sonrası 5 kür daha
kemoterapi uygunlanan hastanın ikinci yıl sonundaki tüm incelemeleri doğal olarak bulunmuştur.
Ref No: 724
70 YAŞ ÜSTÜ MEME KANSERLİ HASTALARIMIZDA
SAĞKALIMI ETKİLEYEN PROGNOSTİK FAKTÖRLER
Çiğdem Kılıç Edincik, Sibel Kahraman Çetintaş, Meral Kurt,
Şenay Kaplan, Candan Demiröz, Süreyya Sarıhan, Lütfi Özkan
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç; Meme kanserli 70 yaş üzerindeki hastaların genel özellikleri, tedavi sonuçları ve sağkalım üzerine etkili faktörlerin değerlendirilmesidir.
Gereç-Yöntem; Aralık 1995 – Aralık 2003 tarihleri arasında UÜTF
Muammer Ağım Radyoterapi Merkezine başvuran 54 hasta retros-
19-23 Nisan 2007
pektif olarak değerlendirildi. Hastaların ilk tanıdaki medyan yaşı 74
(70-85), ortalama 74,7’idi. Yerleşim yeri olarak 27 hastada sağ meme,
26 hastada sol meme, 1 hastada bilateraldi. 37 hasta erken evre (Evre
I-II), 17 hasta ileri evre (Evre III-IV) ’idi. Hastaların 25’ine modifiye
radikal mastektomi (MRM), 27’ine meme koruyucu cerrahi (MKC),
birine salvage mastektomi yapılmış olup bir hastaya sadece biopsi
yapılmıştır. Hastaların axilla tutulumu değerlendirildiğinde 20 hastada negatif, 31 hastada pozitif bulunmuş, 3 hastanın bilgisine ulaşılamamıştır. Axilla pozitif olguların 17’sinde 1-3 pozitif, 14’ünde 4
ve üstü pozitiftir. Hastalara Lineer accelatör cihazı ile konvansiyonel
RT uygulanmıştır. (200cGy fx /5gün) Axilla pozitif hastalara ek olarak periferik lenfatik ışınlama yapılmıştır. Total doz MRM’de 60Gy,
MKC’de 66Gy. Neoadjuvan Kemoterapi (KT) 17 hastada ve hormonoterapi (HT) 50 hastada uygulanmıştır. İstatistiksel hesaplamalarda
tek değişkenli analizde Kaplan- Meier, Log Rank testleri, çok değişkenli analizde Cox Regression testleri kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular; Ortalama 49 ay takip süresince 18 hastada uzak metastaz
veya lokal nüks gelişmiştir, 7’si kanser dışı nedenlerle olmak üzere
toplam 24 hasta kaybedilmiştir. Genel sağkalım süresi ortalama 60,2
(6-129) ay, ortanca 58,5 aydır, 5 yıllık genel sağkalım oranı %67 dir.
Tek değişkenli analizde sağkalım üzerine olumlu prognostik değeri olan parametreler: yaş (p: 0.038), tümör volümünün 10cm3’den
az olması (p: 0,002), cilt invazyonu yokluğu (p: 0.001), pektoral kas
invazyon yokluğu (p: 0,001), neoadjuvan kemoterapi (p: 0.006), Çok
değişkenli analizde yaş (p: 0,05), neoadjuvan kemoterapi (p: 0,007)
anlamlı olumlu prognostik faktör olarak bulunurken, pektoral kas
invazyonu anlamlılık sınırına yakın anlamlı bulunmuştur (p: 0,076)
.
Tartışma: Yandaş hastalıkların varlığı sağkalımı doğrudan etkileyen bir sorundur ve tedavi protokolünün oluşturulmasında önemli
bir belirleyicidir. Yaş ve tümör evresinden bağımsız olarak yandaş
hastalık tek başına mortalite riskini önemli ölçüde arttırmaktadır. 65
yaş üstü meme kanserli hastaların %13-55’i meme kanseri dışındaki
nedenlerden dolayı ölmektedirler.
sorubisin, 600 mg/m2 siklofosfamid; 21 günde bir) verildi. Ardından
radyoterapi uygulandı. Sonrasında tamoksifen 20 mg/gün başlandı.
22 ay tamoksifen kullanımı sonrasında, hasta sırt ağrısı şikayetiyle
başvurdu. Ca 15-3 değerinde artış saptanan hastanın tüm vücut kemik sintigrafisinde sol iliak kanatta ve T2 vertebra her iki lateral kesiminde yoğun fokal tarzda artmış radyofarmasötik tutulum izlendi.
MR değerlendirmesinde; sol iliak kanatta yumuşak doku uzanımı
oluşturan metastazla uyumlu 3 cm çaplı kitle lezyonu, T2 vertebrada
total kollaps, anterior ve posteriorda yumuşak doku ekstansiyonu,
spinal korda bası etkisi, T2 vertebra lamina ve spinoz prosesinde
metastazla uyumlu alanlar tespit edildi. Hastaya posterior yolla T2
total vertebrektomi + mesh + enstrumentasyon uygulandı. Patolojik
inceleme T2 vertabrada meme karsinom metastazı ile uyumlu olarak
değerlendirildi. Operasyon sonrası C7 – T4 vertebralar ve sol iliak
kanat sahasına palyatif radyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrasında megestrol asetat 160 mg/gün, goserelin 3,6 mg/ay ve klodronat
1600 mg/gün başlandı.
Sonuç:
Fokal mikroinvaziv meme kanserinde aksilla diseksiyonu tartışmalı bir konu olmakla birlikte, bu hastada aksilla diseksiyonu ile lenf
nodu metastazı saptanmış olup, bu bulgunun prognostik öneminin
olduğunu düşünmekteyiz. Hastamız erken evre bir meme kanseri
olgusu olmakla birlikte, erken dönemde sistemik metastazlarının ortaya çıkması beklenenin dışında bir klinik seyir olmuştur. Tüm hastalarda müphem semptomlar bile ciddiyetle ele alınıp ayrıntılı fizik
muayene, uygun tetkik ve tedavi planlanmalıdır.
Ref No: 741
70 YAŞ ÜSTÜ MEME KANSERLİ OLGULARDA PROGNOZ
ÜZERİNE ETKİLİ FAKTÖRLER
Sibel Kahraman Çetintaş, Çiğdem Kılıç Edincik, Meral Kurt,
Eda Bengi Yılmaz, Huriye Öztürk, Candan Demiröz, Süreyya Sarıhan,
Lütfi Özkan
UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Ref No: 752
METSTAZLA SEYREDEN İNTRADUKTAL MEME
KARSİNOMLU BİR OLGU
Bahattin Yılmaz, Hakan Sakallı, Züleyha Çalıkuşu,
Hüseyin Mertsoylu, Damla Burçak Ekin, Dilşen Çolak,
Zafer Akçalı, Özgür Özyılkan
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Amaç:
Fokal mikroinvazyon gösteren intraduktal karsinoma tanısı alan
erken evre bir meme kanseri olgusunun nadir görülen agresif klinik
seyrine dikkat çekmek istedik.
Olgu:
30 yaşında kadın, evli, 2 çocuk annesi, premenapozal hasta, sol
memede kitle, ağrı, akıntı, kitle ve koltuk altında ağrı şikayetleriyle
başvurdu. Fizik muayenede, sol meme dış yarısını dolduran, yaklaşık
10 cm çapında kitle saptandı. Dış merkezde uygulanan meme ultrasonografisi ve bilateral mamografisinde sol meme dış yarıyı dolduran ve alt iç kadrana doğru uzanımı bulunan malign kriterlere sahip,
pleomorfik kalsifikasyonlar içeren kitle tespit edilmişti. Alınan biyopsi sonucu komedo ve kribriform duktal karsinoma insitu olarak
rapor edildi. Uzak organ metastazı saptanmayan hastaya modifiye
radikal mastektomi ve level II aksilla diseksiyonu uygulandı. Postoperatif patolojik incelemede tümör boyutu 10x8x5 cm, komedo ve
solid tip fokal mikroinvazyon içeren intraduktal karsinom olarak
rapor edildi. Çıkarılan 22 adet lenf nodundan, santral aksiller bölgedeki bir adet lenf nodunda karsinom metastazı tespit edildi.Tümör
intraduktal olduğu ve fokal mikroinvazyon gösterdiğinden hastanın
evresi T1mic N1 M0 olarak kabul edildi. ER %60 (+), PR % 40 (+), cerbB2 (-) tespit edildi. Hastaya 4 kür AC protokolü (60 mg/m2 dok-
Sungate Port Royal, Antalya
Amaç; Meme kanserli 70 yaş üzerindeki hastaların genel özellikleri, tedavi sonuçları ve sağkalım üzerine etkili faktörlerin değerlendirilmesidir.
Gereç-Yöntem; Aralık 1995 – Aralık 2003 tarihleri arasında UÜTF
Muammer Ağım Radyoterapi Merkezine başvuran 54 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların ilk tanıdaki medyan yaşı 74
(70-85), ortalama 74,7’idi. Yerleşim yeri olarak 27 hastada sağ meme,
26 hastada sol meme, 1 hastada bilateraldi. 37 hasta erken evre (Evre
I-II), 17 hasta ileri evre (Evre III-IV) ’idi. Hastaların 25’ine modifiye
radikal mastektomi (MRM), 27’ine meme koruyucu cerrahi (MKC),
birine salvage mastektomi yapılmış olup bir hastaya sadece biopsi
yapılmıştır. Hastaların axilla tutulumu değerlendirildiğinde 20 hastada negatif, 31 hastada pozitif bulunmuş, 3 hastanın bilgisine ulaşılamamıştır. Axilla pozitif olguların 17’sinde 1-3 pozitif, 14’ünde 4
ve üstü pozitiftir. Hastalara Lineer accelatör cihazı ile konvansiyonel
RT uygulanmıştır. (200cGy fx /5gün) Axilla pozitif hastalara ek olarak periferik lenfatik ışınlama yapılmıştır. Total doz MRM’de 60Gy,
MKC’de 66Gy. Neoadjuvan Kemoterapi (KT) 17 hastada ve hormonoterapi (HT) 50 hastada uygulanmıştır. İstatistiksel hesaplamalarda
tek değişkenli analizde Kaplan- Meier, Log Rank testleri, çok değişkenli analizde Cox Regression testleri kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular; Ortalama 49 ay takip süresince 18 hastada uzak metastaz
veya lokal nüks gelişmiştir, 7’si kanser dışı nedenlerle olmak üzere
toplam 24 hasta kaybedilmiştir. Genel sağkalım süresi ortalama 60,2
(6-129) ay, ortanca 58,5 aydır, 5 yıllık hastalığa özgü sağkalım oranı
%75 dir.
Tek değişkenli analizde sağkalım üzerine prognostik değeri olan
parametreler ek hastalık (p: 0.017), tümör boyutu (p: 0,059), cilt
invazyonu (p: 0.004), kan damarı invazyonu (p: 0,05), neoadjuvan
kemoterapi (p: 0.007), meme koruyucu cerrahi yapılanlar (p: 0,014),
19
MEME KANSERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
metastazın olmaması (p: 0,006) anlamlı bulunmuştur. Çok değişkenli analizde faktörlerden herhangi birisi anlamlı bulunmamıştır.
Tartışma; Kadınlarda en sık rastlanılan malignite olan meme
kanserinin görülme sıklığı yaşla birlikte artış göstermektedir. Buna
karşın özellikle 65 yaş üstü kadınlarda meme kanseri tanı ve tedavisi ile ilgili prospektif klinik çalışmalar sınırlıdır. Yaşlı kadınlarda
meme kanserinin daha ileri evrelerde tanı konduğu öne sürülmüşse
de bu düşünce birçok araştırmacı tarafından desteklenmemektedir.
Meme kanseri tedavisi yaşlılarda -eğer tıbbi bir kontrendikasyon
yoksa- çok farklılık göstermemektedir. Yandaş hastalıkların varlığı
sağkalımı doğrudan etkileyen bir sorundur ve tedavi protokolünün
oluşturulmasında önemli bir belirleyicidir. Yaş ve tümör evresinden
bağımsız olarak yandaş hastalık tek başına mortalite riskini önemli
ölçüde arttırmaktadır.
Ref No: 802
MEME KANSERİNE BAĞLI KRANİAL METASTAZLARDA
HASTA ÖZELLİKLERİNİN RETROSPEKTİF OLARAK
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Mustafa Dikilitaş, 2Celalettin Eroğlu, 1Metin Özkan,
Bünyamin Kaplan, 1Gamze Gököz Doğu, 1Özlem Er, 1Mustafa Altınbaş
2
1
Erciyes Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Erciyes Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
2
Giriş: Meme kanserli hastaların yaklaşık %- kadarında kranial
metastazlara rastlanmaktadır. Kısa sağkalımla ilişkili olan bu durum,
antineoplastik ilaçların beyine geçişlerinin yeterli olmamasının yanı
sıra metastazların genellikle multipl olması nedeniyle cerrahi girişim
de mümkün olmadığından tedavisi güç bit klinik tablodur.
Hastalar ve metod: Bu çalışmada 2000-2006 yılları arasında kranial metastaz nedeniyle Dedeman Onkoloji Hastanesine başvuran
ve bilgilerine ulaşılabilen 46 hastanın dosyaları retrospektif olarak
incelendi.
Sonuçlar: Hastaların yaşları 28 ile 75 arasında değişmekte olup
(median 25), 26 hasta premenapozal (%56) 20 hasta ise (%44) postmenapozal idi. Patolojik tanı 43 hastada invaziv ductal karsinom
(%93), 2 hastada invaziv lobuler karsinom (%5), ve 1 hastada (%2)
kolloidal karsinomdu. En sık başvuru yakınması baş ağrısı (%32),
baş dönmesi (%24), bulantı-kusma (%16) ve dengesizlikti (%14) .
Metastatik lezyonlar %92 oranında multipl iken % 8 vakada tekti.
Kranial metastazla birlikte en sık kemik (%42), akciğer (%22) ve
karaciğer (%13) metastazları izlendi. Tanı ile kranial metastaz tespit
edilmesine kadar geçen süre median 24 ay (0-101 ay) . Hastalarda
genel sağkalım 2 ile 105 arasında değişmekteydi (ortalama 28 ay) .
Buna karşın kranial metastaz gelişimi sonrası ortalama sağkalım son
derece kısa olup ortalama dört aydı (0-32 ay) .
Tartışma: Hasta grubumuzda premenapozal kadınlarda daha sık
kranial metastaz izlenirken en sık başvuru yakınması baş ağrısı olmuştur. Hastalarda metastazların genellikle çoklu olması cerrahi
girişime imkan vermemiştir. Kranial metastaza en sık kemik metastazları eşlik etmiştir. Hastalarda kranial metastaz gelişimi sonrası
sağkalım ortalama olarak 4 ay olarak bulunmuş olup bu oran literatürde bildirilen süre ile uyumludur
Ref No: 803
EVRE III-B MEME KANSERİNDE UZAK METASTAZLAR
Seçkin Akküçük, Hakan Bulak, Süleyman Oral
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Genel Cerrahi Kliniği
Giriş
Evre III-B meme kanseri tanısı ile tedavi uygulanan hastalarda
uzak metastaz bölgelerini ve metastaz gelişim sürelerini tespit etmeyi amaçladık.
Materyal ve Metot
20
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 1996-2003
yılları arasında Evre IIIB meme ca tanısı ile başvurup neoadjuvan
kemoterapi (NAKT) uygulanan ve sonrasında evre düşümü sağlanarak opere edilen ve takiplerinde uzak metastaz gelişen 58 kadın
hasta incelendi.
Sonuç
Hastaların tümü kadın olup yaş ortalaması 45,9 (23-72 yaş) idi.
Bütün hastalara NAKT’yi takiben evre düşümü sağlandıktan sonra modifiye radikal mastektomi operasyonu ve operasyon sonrası
radyoterapi ve adjuvan kemoterapi uygulandı. Uzak metastaz gelişen hastaların metastaz yerleşim bölgeleri ve oranları tablo 1’de
mevcuttur. Metastazların 13’ü (%22,4) ilk 12 ay içerisinde, 23’ü
(%39,6) 12-24 aylar arasında, 10’u (%17,2) 24-36 aylar arasında,
7’si (%12) 36-48 aylar arasında, 2’si (%3) 48-60 aylar arasında, 3’ü
(%5) 60. ay ve sonrasında ortaya çıkmıştır. Hastalar değerlendirildiğinde sadece izole kemik metastazı bulunan 3 hasta hayatta idi ve
sağkalım süreleri 39, 101 ve 102 ay şeklindeydi. İlk metastaz tespit
edildiğinde 6 (%10,3) hastada 2 ya da daha fazla bölgede metastatik
hastalık mevcuttu. Hastaların 16’sında (%30,7) ise ilk metastazdan
ortalama 10,3 (1-44 ay) ay sonra başka bir organda metastaz ortaya
çıktı.
Tartışma
Meme kanserinde sıklık sırasına göre kemik metastazları daha
fazla görülmesine rağmen bizim çalışmamızda evre III-B hastalarda
solid organ metastazlarının daha yüksek oranda bulunduğu tespit
edildi. Bütün hastalar ele alındığında izole kemik metastazları olan
hastaların sağkalım süreleri solid organ metastazları olanlara göre
daha uzun olarak belirlendi. Solid organ metastazlarının ilk 2 yıl içerisinde görülme oranı da kemik metastazlarına göre daha yüksek idi.
Kemik metastazları için ise bu oran 2. yıldan sonra artmaktadır.
Tablo .
Metastaz bölgesi
Hasta sayısı
%
Akciğer
23
40
Kemik
17
30
Karaciğer
10
17
Beyin
8
13
Ref No: 804
MEME KANSERİNDE ORBİTAL METASTAZ
Seçkin Akküçük, Hakan Bulak, Süleyman Oral
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Genel Cerrahi Kliniği
Giriş
Meme kanseri nedeniyle tedavi edilen bir hastada gelişen orbital
metastaz literatür bilgileri ile beraber değerlendirildi.
Olgu
Hasta 23 yaşında, premenapozal bayan hasta idi. Sol meme üst dış
kadranda 5x3 cm’lik meme derisinde peau de orange görünümü veren sert kitle ile aksillada 2x2 cm konglomere lenf nodları bulunan
hastanın insizyonel biyopsi patolojisi invaziv duktal karsinom olarak
rapor edildi. Hastaya neoadjuvan kemoterapi sonrası modifiye radikal mastektomi işlemi uygulandı. Postoperatif patolojisinde ER (-),
grade-II, invaziv duktal karsinom tanısı ile beraber 18/21 metastatik
lenf nodları bulunan piyes rapor edildi. Adjuvan radyoterapi ve kemoterapi alan hastanın operasyon sonrası 12. ayda akciğer 13. ayda
sol orbital metastazları oluştu. Hasta operasyon sonrası 16.ay, akciğer
metastazı sonrası 4. ayda pulmoner yetmezlik nedeniyle exitus oldu.
Tartışma
19-23 Nisan 2007
BİLDİRİLER
Meme kanserinde sıklıkla kemik, akciğer, karaciğer ve beyin metastazları görülür. Meme kanserinde orbital metastaz ise sayılı vakalar şeklinde rapor edilmektedir. Meme kanserinde orbital metastaz
görülmesi hastalığın oldukça ileri bir evrede olduğunun kanıtı olarak
kabul edilmelidir.
Ref No: 814
MEME KANSERİNDE MANDİBULA METASTAZI
Özge Kandemir, Bekir Eren, Ömür Alan, Süleyman Altın, Mustafa Ünsal
S. B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü
Kemiklerde görülen malign lezyonların en sık nedeni metastatik
tümörlerdir. Meme kanserinin dissemine olarak görüldüğü durumlar içinde de kemik metastazına sık oranda rastlanmaktadır. Hareket
kısıtlılığı ve ağrı açısından ele alındığında yerleştiği kemiğe bağlı olarak hastanın hayat kalitesini çok etkilemektedir. Tüm iskelet sistemi
içinde en sık tutulan kemikler sırasıyla vertebra korpusları, pelvis,
femur proksimali ve humerustur. Meme kanserinde mandibula metastazı oldukça nadir görülen bir metastaz yeridir. Bizim olgumuzda
da bu nadir bölgeye metastaz varlığı nedeniyle uygulanan tedavi ve
prognoz değerlendirilmiştir.
37 yaşında bayan hastaya Mayıs 2000 yılında 12 cm çapında tümör
varlığı ile sağ modifiye radikal mastektomi uygulanmıştır. Çıkarılan
15 lenf nodunun 7 sinde kapsül invazyonu bulunan karsinom metastazı, dermiste invazyon bulunmaktaydı.Patolojik değerlendirme
sonrasında hastanın evresine göre altı kür FAC tedavisi ardından göğüs duvarı ve periferik lenfatiklere radyoterapi uygulandı. Östrojen
reseptörü pozitif bulunan hastamıza tamoksifen ile birlikte goserelin
acetate tedavisi başlanarak takiplere alındı.2 yıl boyunca kontrollerine gelen hasta 4 yıllık kontrolsüz dönemin ardından dokuz aydır
devam eden diş ağrısı nedeniyle gittiği diş hekimi tarafından çekilen radyografide sağ mandibula bölgesinde radyolusent görünümlü patolojik oluşum saptanması nedeniyle yapılan biyopsi sonucu
memenin metastazı olarak değerlendirilmiştir. Biyopsi sonucu ile
tekrar kliniğimize başvuran hastaya çekilen boyun ultrasonografisinde sağ submandibular yerleşimli 9x7 mm boyutlarında lenf nodu
lehine solid lezyon saptanmıştır. Ardından çekilen boyun CTde sağ
mandibula ramusunda destrüksiyona neden olan nonhomojen yumuşak doku kitlesi ile birlikte sağ submandibular ve internal juguler zincirde en büyüğü 1 cm çaplı lenf nodları saptanmıştır. Diğer
bölgelere yönelik yapılan organ metastazı taramasında toraks CT de
her iki akciğerde dağınık yerleşimli multipl metastatik nodüler opasiteler saptanmıştır.Kemik sintigrafisinde mandibula sağında diffüz
aktivite artışı dışında kemik metastazına ait bulgusu bulunmayan
hastaya 3 kür docetaksel –gemsitabine ardından hastanın mandibula bölgesinde şiddetli ağrı bulunması nedeniyle bu bölgeye yönelik
palyatif amaçlı radyoterapi uygulanmıştır. Kemoterapi tedavisi sekiz
küre tamamlanan hastamıza sodyumklodronat ile birlikte goserelin
acetate ve exemestan başlanarak takibe alınmıştır. Halen ağrı şikayetinde belirgin gerileme saptanan hastamızın bu bölgesindeki patolojik lenf nodlarında ve akciğer metastazında regresyon ile kontrollere
gelmektedir.
Meme kanserinde bilinen metastaz bölgelerinin yanında nadiren
de olsa atipik metastaz bölgelerine rastlanmaktadır. Mandibula metastazı nedeniyle tedavi ettiğimiz olgumuzda olduğu gibi olağandışı
semptom ve bulguları değerlendirerek farklı bölgelerdeki metastazlarının saptanması ve ağrı palyasyonunun sağlanması mümkündür.
Sungate Port Royal, Antalya
21
MEME KANSERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Tablo .
Ref No: 486
Sağkalım Analizi
NON-METASTATİK MİDE KANSERİ OLGULARINDA
METASTAZ GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN PREDİKTİF FAKTÖRLER
Univariate analiz
Saadettin Kılıçkap, Hakan Harputluoğlu, Ömer Dizdar,
Sercan Aksoy, Şuayib Yalçın
Hacettepe Onkoloji Enstitüsü Medikal Onkoloji
GİRİŞ: Tüm tedavi seçeneklerine karşın metastatik mide kanseri
oldukça kötü bir prognoza sahiptir. Non-metastatik mide kanseri
olgularında metastaz gelişimi için risk faktörlerinin önceden belirlenmesi tedaviye yön verebilir.
HASTA VE METODLAR: 2001-2006 yılları arasında Hacettepe
Üniversitesi Medikal Onkoloji polikliniğinde takip edilen ve metastatik olmayan mide kanseri olgularına ait veriler hasta dosyaları ve
hastane bilgisayar kayıtları incelenerek elde edildi. Veriler SPSS 11.5
paket programına aktarılarak analiz edildi. İkili karşılaştırmalar için
ki-kare testi, Mann-Whitney U ve Student t testi kullanıldı. Sağkalım analizi Kaplan-Meier metodu uygulandı. Metastaz gelişimi için
prediktif faktörlerin belirlenmesinde lojistik regresyon analizi kullanıldı.
SONUÇLAR: Çalışmaya toplam 169 hasta dahil edildi. Medyan
izlem süresi 18 ay idi. Hastaların % 72’si erkek, %28’i kadın idi. Ortalama yaş±SD 56.5±12.0 idi. İzlem süresince metastaz gelişen hastaların ortalama yaşı metastaz gelişmeyenlerden farklı bulunmadı
(p=0.921) . Tanı anında olguların %12.4’ü evre I, %20.1’i evre II,
%52.7’si evre III ve %14.8’i evre IV idi. En sık yerleşim alanı %52.1
ile antrum idi. Olguların %48.8’inde kötü diferansiye tümör izlendi.
Sağkalım analizinde metastaz gelişen hasta grubunda sağkalım anlamlı derecede daha kısa idi (p=0.0001) . İzlem süresince 45 hastada metastaz geliştiği görüldü. Metastaz gelişimi için median süre 14
ay idi. Tanı anındaki evre (p<0.001), T (tümör) status (p<0.001), N
(nodal) status (p<0.001), ekstrakapsüler lenfatik yayılım (p<0.001),
CA 19-9 düzeyi (p=0.016), kilo kaybı (p=0.020), hipoalbuminemi
(p=0.038), performans status (p<0.001), diferansiasyon (p=0.001) ve
perinöral invazyon (p=0.006) ile metastaz gelişimi arasında bir ilişki
olduğu görüldü. Multivariate analizde evre (p=0.009), performans
status (p<0.001) ve hipoalbuminemi (p=0.040) sağkalım üzerine
etkili faktörler idi. İzlem süresince metastaz gelişen olgularda metastatik lenf nodu sayısı, primer kitlenin çapı ve CEA düzeyi anlamlı
derecede daha yüksek olduğu görüldü (sırasıyla p<0.001; p=0.001;
p=005) . Multivariate analizinde CEA yüksekliği (p=0.004; OR: 3.7;
CI %95: 1.53-9.01), lenfovasküler invazyon (p=0.042; OR: 2.5; CI
%95: 1.03-6.08), ekstrakapsüler lenfatik yayılım (p=0.015; OR: 2.9;
CI %95: 1.23-6.87) metastaz gelişimi için prediktif faktörler olarak
belirlendi.
TARTIŞMA: Metastatik mide kanseri olgularında sağkalım nonmetastatik olgulara oranla daha kısadır. Tanı anında CEA yüksekliği,
patolojik spesmende lenfovasküler invazyon varlığı ve ekstrakapsüler lenfatik yayılımı olan olgular metastaz gelişimi için yakından
izlenmelidir.
22
Multivariate analiz
p
Multivariate analiz
CI %95
Evre
<0.001
T (tümör) status
<0.001
N (nodal) status
<0.001
Ekstrakapsüler lenfatik
yayılım
<0.001
CA 19-9
=0.016
Kilo kaybı
=0.020
Hipoalbuminemi
=0.038
Performans status
<0.001
Diferansiasyon
=0.001
Perinöral invazyon
=0.006
Evre
=0.009
11.49
Performans status
<0.001
4.23
0.04-0.45
Hipoalbuminemi
=0.040
14.49
0.01-3.29
p
OR
CI %95
Lojistik Rgeresyon
Univariate analiz
OR
Metastatik lenf nodu
sayısı
<0.001
Primer kitlenin çapı
=0.001
CEA düzeyi
=005
CEA yüksekliği
=0.004
3.7
1.53-9.01
Lenfovasküler invazyon
=0.042
2.5
1.03-6.08
Ekstrakapsüler lenfatik
yayılım
=0.015
2.9
1.23-6.87
Ref No: 617
MİDE ADENOKANSERLİ OLGULARDA POSTOPERATİF
RADYOTERAPİ: HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ
1
2
1
2
Pervin Hürmüz, 1Faruk Zorlu, 1Gökhan Özyiğit, 1Mustafa Cengiz,
Şuayip Yalçın, 1Murat Gürkaynak
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Amaç:
Postoperatif adjuvan radyoterapi ve kemoradyoterapi uygulanan
mide adenokanserli olgularda tedavi sonuçlarımız değerlendirilmiştir.
Materyal ve Metot:
Mart 1997-Eylül 2005 tarihleri arasında mide adenokanseri tanısı
almış ve postoperatif tümör yatağı ve bölgesel lenfatiklere 6 MV foton veya Kobalt-60 ile medyan 50 Gy (46-50.4 Gy) radyoterapi (RT)
uygulanmış 138 olgumuz (90 erkek,48 kadın) retrospektif olarak değerlendirilmiştir.Median yaşları 54’dür (30-83 yaş) .
Olgular genel (GS), lokal-bölgesel hastalıksız (LBHS) ve uzak metastazsız sağkalım (UMS) açısından tek ve çok değişkenli istatistiksel
yöntemlerle analiz edildi. Uygulanan değişkenler cinsiyet, T evresi,
N evresi, nodal disseksiyon tipi, tümör lokalizasyonu, uygulanan tedavi (yalnız RT, eşzamanlı FUFA+RT, eşzamanlı UFT+RT), RT’ ye
kadar geçen süre olarak belirlenmiştir.
19-23 Nisan 2007
Sonuçlar:
Olguların %53’ünde total ve %47’sinde subtotal gastrektomi uygulanmış ve %58 ile en fazla uygulanan D1 nodal disseksiyon (D2:
%26, D3: %6, D4: %4, Bilinmeyen: %6) olmuş, medyan 16 lenf nodu
çıkarılmıştır.
Tümörler en çok distal yerleşimli (%43,5) olurken, en sık izlenen
lokal tümör evresi T3’tür (%78) .
Cerrahi sonrası RT’ye kadar geçen süre medyan 75 gündür. Olguların %33,5’u yalnız RT, %66,5’u eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT)
(%18 oral UFT, 300 mg/m2 ve %48,5 haftalık FUFA, 425 mg/m2, IV
bolus, 1. ve 5. haftada) almıştır. Medyan izlem süresi 39 aydır (5.5132 ay) .
22 olguda (%16) lokal-bölgesel relaps izlenmiştir. İki ve 5 yıllık
LBHS oranları %87 ve %83 olmuştur.
30 olguda (%21.7) uzak metastaz (UM) belirlenmiş, İki ve 5 yıllık
UMS oranları %80 ve %76 olmuştur.
10’dan fazla nodal disseksiyon yapılan olgularda kümülatif UM
oranları D1 disseksiyonda 19/56 ve D2 disseksiyonda 5/34 olarak
izlenmiş; eşzamanlı KRT alan olgularda D2 disseksiyon yapılanlarda
(kümülatif 5 metastaz/29 olgu) D1 disseksiyona oranla (kümülatif 15
metastaz/36 olgu) istatistiksel bir 2 ve 5 yıllık UMS avantajı belirlenememiştir (p= 0,068) .
24 olgu hastalığa bağlı, 2 olgu hastalık dışı sebeplerle yaşamını
yitirdi. İki ve 5 yıllık hastalığa spesifik sağkalım oranları %85.6 ve
%79.8 olarak gerçekleşmiş; GS oranları ise sırasıyla %85.2 ve %79.2
olmuştur. Uygulanan tedaviye bağlı 2 ve 5 yıllık GS ise yalnız RT ile
%82,3 ve %77,5; eşzamanlı FUFA ile %86 ve %78,3 olurken eşzamanlı UFT ile 2 yıllık GS %91,6 olarak gerçekleşmiştir.
10’dan fazla nodal disseksiyon yapılan olgular değerlendirildiğinde
kümülatif ölüm oranları D1 disseksiyonda 16/56 ve D2 disseksiyonda 3/34 olarak izlenmiş; eşzamanlı KRT alan olgularda D2 disseksiyon yapılanlarda (kümülatif 2 ölüm/29 olgu) D1 disseksiyona oranla
(kümülatif 10 ölüm/36 olgu) daha uzun bir 2 ve 5 yıllık GS avantajı
saptanmıştır (%96 ve %86,4 ile %72,3 ve %68,5, p= 0,05) .
Tartışma: En az 10 adet lenf nodu çıkarılmış ve eşzamanlı KRT
uygulanan olgularda, D2 disseksiyon D1 disseksiyona oranla daha
uzun GS sağlamıştır.
Hastalara pelvik (ön-arka,üçlü alan ve box) 180-200 cGy (ortanca
180 cGy) fraksiyon dozlarıyla toplam 4400-5600 cGy (ortanca 5040
cGy) eksternal radyoterapi uygulanmıştır. 156 olgu (%39) yalnız radyoterapi ile tedavi edilirken, 243 olguda (%61) kemoradyoterapi uygulanmıştır. Eş zamanlı kemoterapi protokolleri 239 hastada (%59.9)
5FU temellidir.
BULGULAR: Ortanca izlem süresi 36 aydır. İzlemde 35 hastada
lokal-bölgesel relaps, 90 hastada uzak metastaz gelişmiştir. Son kontrolde 213 hasta (%53.4) hastalıksız olarak hayatta iken 32 hastada
(%8) hastalık bulgusu mevcuttur. 154 hasta ise (% 38.6) hastalık ve
hastalık dışı nedenlerle kaybedilmiştir.
Sırasıyla 2 ve 5 yıllık; hastalıksız sağkalım %77.4 ve % 71.2, genel
sağkalım % 78.9 ve % 58, hastalığa özel sağkalım %79.8 ve %59.1,
uzak metastazsız sağkalım %81.3 ve %75.3, lokal-bölgesel yinelemesiz sağkalım ise %91.9 ve %89.6’dır. T evresine göre 2 ve 5 yıllık lokalbölgesel rekürrenssiz sağkalım oranları sırasıyla T1-3 tümörlerde
%93 ve %90.6, T4 tümörlerde %76.9’dur (p=0.01) . İki ve 5 yıllık uzak
metastazsız sağkalım oranları sırasıyla lenf nodu metastazı olmayan
hastalarda %88.8 ve%84.7 iken lenf nodu metastazı varlığında %71.8
ve %64’dür (p=0.00001) . Beş yıllık hastalığa spesifik sağkalımda
benzer şekilde lenf nodu metastazı olmayan ve T4 dışı tümörlerde
anlamlı olarak iyidir (%69.3 vs %51, p=0.0004 ve %61.2 vs %38.9,
p=0.0008) Hastalığa spesifik sağkalım için çok değişkenli analizde T
evresi (p=0.002) ve lenf nodu metastazı (p= 0.03) anlamlı prognostik
faktörler olarak bulunmuştur.
SONUÇ: Çalışmamızda postoperatif adjuvan radyoterapi veya kemoradyoterapi uygulanan rektum kanserli hastalarda lokal kontrol
ve sağkalım oranlarımız literatürle uyumlu olup, T ve N evresi hastalığa spesifik sağkalım için anlamlı faktörler olarak bulunmuştur.
Ref No: 440
KOLOREKTAL KANSERLERDE SURVİVİN, MCL-1, FAS VE
FAS LİGAND EKSPRESYONU
1
Mustafa Benekli, 1Aytuğ Üner, 2Nalan Akyürek, 3Serhat Işık,
Ayşe Dursun, 4Tuğçe E. Çerezci, 1Uğur Coşkun, 1Deniz Yamaç,
1
Süleyman Büyükberber
2
1
Ref No: 697
POSTOPERATİF RADYOTERAPİ/KEMORADYOTERAPİ
UYGULANAN REKTUM KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ
SONUÇLARIMIZ
1
Melis Gültekin, 1Faruk Zorlu, 1Uğur Selek, 1Mustafa Cengiz,
Gülten Tekuzman, 1Murat Gürkaynak
2
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
2
AMAÇ: Postoperatif adjuvan radyoterapi/kemoradyoterapi uygulanan rektum kanserli hastalarımızda retrospektif olarak tedavi
sonuçları ile lokal kontrol ve sağkalıma etkili prognostik faktörler
değerlendirilmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Haziran 1994-Aralık 2005 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi
Anabilim Dalında postoperatif tedavi uygulanan toplam 399 rektum
kanserli hastanın tedavi sonuçları değerlendirilmiştir. Hastaların ortanca yaşı 55 (23-88), 236’sı erkek (%59) ve 163’ü (%41) kadındır.
En sık görülen başlangıç semptomu rektal kanamadır (n=309,%77.4) . Tümör sıklıkla distal rektum (n=136,%34.1) ve orta rektum
yerleşimlidir (n=119,%29.8) . En sık uygulanan cerrahi yaklaşımları
183 olguda (%45.7) aşağı anterior rezeksiyon ve 174 olguda (%43.6)
abdominoperineal rezeksiyondur. Cerrahi sonrası hastaların histopatolojik tanısı %97.5 adenokarsinomdur. 18 hastada (%4.7) cerrahi
sınır pozitiftir. AJCC evrelemesine göre hastaların dağılımı %3 (11)
evre I, %35 (137) evre IIA, %5.9 (23) evre IIB, %3 (12) evre IIIA,
%27.3 (109) evre IIIB, %24.3 (97) evre IIIC ve %2 (10) evre IV’tedir.
Sungate Port Royal, Antalya
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
4
Gazi Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi İstatistik Bölümü
2
Apoptosis ile proliferasyon arasındaki dengenin bozulması tümör
gelişiminde rol oynamaktadır. Kolorektal kanserlerde apoptosis mekanizması ve kontrolünün bozulduğu gösterilmiştir. Birtakım hücresel mediatörler apoptosis yolaklarında görev alırlar: 1) Fas-Fas ligand
(FasL) sistemi tarafından düzenlenen ekstrinsik yolak ve 2) survivin,
bcl-2, Mcl-1 gibi apoptosis proteinleri tarafından düzenlenen intrinsik yolak. Bu çalışmada apoptosis ile ilgili moleküllerin kolorektal
kanserlerdeki rolleri ve prognostik değerlerini incemeyi amaçladık.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’nda takip
edilen 126 kolorektal kanserli hastanın arşivlenmiş parafin bloklarında survivin, Mcl-1, Fas reseptörü ve FasL ekspresyonları retrospektif olarak immünhistokimyasal metodlarla ölçüldü. Hastaların
son takipleri Eylül 2006’da güncellendi. Erkek ve kadın hasta sayısı
eşitti (n=63) . Hastaların ortanca yaşları 58 yıl (aralık 25-90), yerleşim yeri 78 (62%) hastada kolon ve 48 (38%) hastada rektum olarak
tespit edildi. İki hasta Dukes’ evre A (2%), 49 evre B (38%), 54 evre
C (43%) ve 21 evre D (17%) idi. Molekül ekspresyonları ayrıca kontrol grubu olarak 83 hastada tümöre komşu dokuda ve normal kolon
mukozasında çalışıldı.
Survivin ekspresyonu 57 (45%), Mcl-1 40 (32%), Fas 108 (86%)
ve FasL 21 (17%) tümör örneğinde pozitif saptandı (p<0.001, bütün karşılaştırmalarda) . Fas reseptörü 83 normal mukoza örneğinin
12’sinde pozitif bulunurken, hiçbir örnekte survivin, Mcl-1 ve FasL
ekspresyonu yoktu. Survivin, Mcl-1, Fas ve FasL ekspresyonları tümöre komşu geçiş mukozasında düşük oranlarda tespit edildi.
23
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Çalışılan apoptosis proteinlerinin hiçbiri hastaların klinikopatolojik özellikleri ile korelasyon göstermiyordu. Survivin ekspresyonu ile
Fas reseptor ekspresyonu arasında pozitif yönde bir korelasyon tespit
edildi (p=0.006) ; ancak diğer moleküler markerler arasında başka
bir ilişki gözlenmedi.
Tüm popülasyonda median 36 ay takip süresinde median toplam
sağkalım 59 ay (%95 CI, 34-84) bulundu. Beklendiği gibi Dukes’ evresi sağkalım ile korele idi (p<0.0001) . Ayrıca survivin (p=0.047) ve
Mcl-1 (p=0.05) expresyonları varlığı hastalarda daha uzun toplam
sağkalım göstergesi olarak bulundu. Ancak, Fas ve FasL ekspresyonlarının toplam sağkalım üzerine prognostik bir değeri tespit edilemedi (p>0.05) . Univariate analizde Dukes’ evresi, metastaz varlığı, survivin ve Mcl-1 ekspresyonu sağkalımı tahmin ederken, Cox
multivariate oransal hazard modeli uygulandığında Dukes’ evresi
(p=0.027), metastaz varlığı (p<0.001) ve Mcl-1 (p=0.043) diğer faktörlerden bağımsız olarak sağkalımı gösteriyordu.
Sonuç olarak, kolorektal kanserlerde apoptosis regülasyonu bozulmuştur. Normal kolon mukozası ve tümöre komşu mukoza ile karşılaştırıldığında, tümör hücrelerinde survivin, Mcl-1, Fas reseptörü ve
FasL ekspresyonu artmıştır. Survivin ve Mcl-1 ekspresyonu bu hastalarda uzamış sağkalımın bir göstergesi olarak bulunmuştur.
Gereç ve Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim
Dalı’nda 2004-2005 yılları arasında tedavi edilen 43 metastatik kolorektal kanserli hasta prospektif olarak çalışmaya alındı. Hastalara
irinotekan bazlı XELİRİ (irinotekan-xeloda) (n=38) veya İFL (irinotekan-5FU-LV) (n=5) rejimleri uygulandı. XPD (Lys751Gln) ve
XRCC1 (Arg399Gln) polimorfizimleri lenfosit DNA’larından PCRRFLP yöntemiyle analiz edildi. Hastaların demografik özellikleri,
klinik sonlanımları (genel sağkalım (GSK), progresyonsuz sağkalım
(PSK) ), hematolojik ve gastrointestinal (grade 3-4) toksisite değerleri kaydedildi.
Bulgular: Univariate analizde GSK ile XPD (p = 0.05) ve XRCC1
(p = 0.04) polimorfizmleri arasında anlamlı ilişki saptandı. Performans durumu (ECOG=0,1-2) ve hastalık yaygınlığı (tek-multiple
metastaz) ile birlikte değerlendirildiğinde, XRCC1 genotipinin ve
performans durumunun anlamlılığını devam ettirdiği görüldü (sırasıyla P = 0.04, HR = 2.85, ve P = 0.02, HR = 3.19) . Arg/Gln ile Arg/
Arg ve Gln/Gln ile Arg/Gln genotipleri karşılaştırıldıklarında ölüm
riskinin yaklaşık 3 kat arttığı tespit edildi. Univariate analizde hastalığın presentasyon tipinin (metastatik vs. lokal hastalık) PSK için
tek anlamlı prognostik faktör olduğu belirlendi (n = 40, P = 0.003)
. Performans durumu ve hastalık yaygınlığı ile birlikte değerlendirildiğinde presantasyon tipinin anlamlı kaldığı gözlendi (P = 0.003,
HR=4.35) . Hastalığın karaciğere sınırlı olmaması durumu ile grade
3-4 gastrointestinal toksisite arasındaki ilişki, multivariate analizde
anlamlılığını yitirdi. Grade 3-4 hematolojik toksisite ile ilgili değerlendirilen faktörlerin hiçbirisi istatiksel anlamlı bulunmadı.
Sonuç: XRCC1 genotipinin bağımsız bir değişken olarak irinotekan bazlı tedavi alan metastatik kolorektal kanserli hastalarda genel
sağkalım ile ilişkili bir prognostik faktör olduğu gösterildi. DNA
tamir enzimlerinin kolon kanseri tedavisinde belirleyici rolünün
anlaşılması için daha ileri randomize prospektif çalışmalara gerek
vardır.
Ref No: 286
İRİNOTEKAN BAZLI KEMOTERAPİ ALAN METASTATİK
KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA MİKROSATELLİT
İNSTABİLİTENİN ROLÜ
1
Mehmet Artaç, 2Sacide Pehlivan, 3Songül Akcan,
Mustafa Pehlivan, 4Tekinalp Gelen, 6Gülcin Itırlı,
4
Nazif Hikmet Aksoy, 3Mustafa Özdoğan, 3Burhan Savaş, 3Hakan Bozcuk
5
Şekil . Survivin Sağkalım Eğrisi
Ref No: 291
İRİNOTEKAN BAZLI TEDAVİ ALAN METASTATİK
KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA XPD, XRCC1 GEN
POLİMORFİZMLERİNİN PROGNOSTİK DEĞERİ
Mehmet Artaç, 2Sacide Pehlivan, 3Songül Akcan,
Mustafa Pehlivan, 5Mustafa Özdoğan, 6Ali Özcan,
5
Mustafa Samur, 5Burhan Savaş, 5Hakan Bozcuk
1
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim
Dalı, Konya,
2
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep,
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Antalya,
4
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Antalya,
5
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı,
Gaziantep,
6
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, İzmir
1
4
1
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim
Dalı, Konya,
2
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep,
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya,
4
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı,
Gaziantep,
5
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Antalya,
6
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, İzmir
Amaç: Literatürde metastatik kolorektal kanserli hastalarda DNA
tamir enzim polimorfizminin prognostik rolü olduğu gösterilmiştir.
Yapılan çalışmalar genellikle retrospektiftir veya irinotekan bazlı tedavileri içermemektedir. Çalışmamızın amacı irinotekan bazlı tedavi
alan metastatik kolorektal kanserli hastalarda XPD, XRCC1 gen polimorfizmlerinin prognostik etkisini ortaya çıkarmaktır.
24
Amaç: Mikrosatellitler DNA’da sıklıkla dinükleotid şeklinde olan
çok sayıda kısa nükleotid tekrarlarıdır. Özellikle adjuvan tedavi alan
kolorektal kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda, tedavi yararını
belirlemede etkili olabilecekleri gösterilmiştir. Çalışmamızın amacı
irinotekan kullanılan metastatik kolorektal karsinomlu hastalarda
mikrosatellit instabilite (MSI) ve diğer sık kullanılan prognostik faktörlerin tedavi yanıtı ve sağkalımla ilişkisini ortaya çıkarmaktır.
Gereç ve Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’na 2004-2005 yılları arasında başvuran, metastatik kolorektal kanser tanısıyla ilk defa kemoterapi alacak olan hastalardan irinotekan
bazlı kemoterapi alan 30 hasta çalışmaya alındı. Hastalar primer sonlanım noktası olan progresyonsuz sağkalım, objektif yanıt ve genel
sağkalım yönünden izleme alındı. Hastalardan alınan kan ve tümör
dokusu örneklerinden izole edilen DNA’larda; BAT-25, BAT-26, D5S346, D2S123, D17S250 mikrosatellit lokusları PCR ile çoğaltıldıktan
sonra, denatüre PAGE’de yürütülerek gümüş boyama ile görüntülen-
19-23 Nisan 2007
di. Kan ve tümör dokusundan izole edilen DNA’lardaki farklılıklara
(MSI) bakıldı ve klinik parametrelerle karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastalar 22-76 yaş arasında, median yaş 55 ve 16’sı kadın (%53.3), 14’ü erkek (%46.7) idi. Hastaların 12’si (%40) adjuvan
kemoterapi, 7’si (%23.3) adjuvan radyoterapi almışlardı. Hastaların
MSI skorları; MSI-H 11 hastada (%36.7), MSI-L 12 hastada (%40),
ve MSS 7 hastada (%23.3) saptandı. Hastaların 14’ünde (%46.7) yanıt mevcuttu. En iyi objektif yanıt D17S250 mikrosatellit belirleyicisi
ile ilişkili idi (p=0.047) . MSI skoru en iyi objektif yanıt ile ilişkili
bulunmadı (p=0.88) . Median progresyonsuz ve genel sağkalım sırasıyla, 152 gün ve 486 gün olarak saptandı. Mikrosatellit instabilite
skorunun progresyonsuz ve genel sağkalımı belirlemediği gösterildi.
Sonuç: Hasta grubumuzda MSI-H fenotipinin literatürde bildirilen oranların üzerinde olduğu görüldü (%36.7) . Bu prospektif çalışmada, irinotekan bazlı rejim alan hastalarda mikrosatellit instabilite
durumunun sağkalımı belirlemediği, ancak D17S250 belirleyicisinin
en iyi objektif yanıt ile ilişkili olduğu gösterildi.
(Bu çalışma Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu’nun vermiş
olduğu Terry Fox Kanser Araştırmaları için Destek Fonu tarafından
desteklenmiştir.)
Tablo .
GSK
PSK
Yanıt
ve kemoradyoterapinin etkinlik ve sağkalım etkilerinin değerlendirilmesi planlandı.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmada Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine Ocak 2000 ile Aralık 2005 arasında
tedavi edilen gastrointestinal sistem kanserli 591 hastanın hastane
dosyalarına ulaşılarak epidemiyolojik verileri ve tedavi özellikleri
retrospektif olarak tarandı. Bu dönem içerisinde radyoterapi ile tedavi edilen hasta ve yakınları ile irtibata geçilerek izlemleri yapıldı.
Verilerin incelenmesi için SPSS 11.5 istatistik paket programı kullanıldı.
Bulgular : Ankara Onkoloji Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde tedavi edilen 591 gastrointestinal sistem kanserli hastanın sağkalım
analizleri yapılırken son durumları hakkında bilgiye ulaşılabilen 410
hasta değerlendirildi. Kliniğimize özefagus kanserli 121 hasta başvurmuştu, 85 hastada sağkalım değerlendirilmesi yapıldı.Tüm grupta 1,2,3 ve 4 yıllık sağkalım sırasıyla %42, %12, %9.5, %3.5, median
sağkalım 9 ay olarak bulundu. Kliniğimizde mide kanseri teşhisi ile
tedavi edilen 147 hastanın değerlendirmesi 111’i ile yapıldı. Bir, 2, 3
ve 5 yıllık genel sağkalım sırası ile %76.5, %44, %22,%15 bulundu.
Evre IB-IIIA hastalarda medyan sağkalım 22 ay, evre IIIB hastalarda
medyan sağkalım 17 ay, evre IV (uzak metastaz olmayan) hastalarda
ise medyan sağkalım 14 ay idi. Rektum kanserli hastalarımızın sayısı
ise 280 idi. Değerlendirmeye 175’i alındı. Tüm grupta 1,2,3,4 yıllık
sağkalımlar sırası ile %85, %70, %53, %37 olarak bulundu. Bu tarihler arasında kliniğimizde 43 pankreas kanserli hasta tedavi edilmişti,
39’u sağkalım açısından incelendi. Tüm grupta 1,2,3 yıllık sağkalımlar %56,%34,%20, medyan sağkalım 14 ay olarak bulundu.
Sonuç : Gastrointestinal sistem kanserli hastalarımızda eniyi sağkalım sonuçlarımızı rektum kanserinde elde ettiğimizi saptadık.
Tüm hasta grubumuzda eniyi sonuçlar beklendiği gibi operasyon
uygulanabilen veya küratif radyoterapi ile eşzamanlı kemoterapi uygulanan hastalarda elde edildi. Sonuçlarımız evrelere göre değerlendirildiğinde literatüre benzer olmakla birlikte, hastanemize başvuran
hastaların genellikle ileri evrelerde olduğu saptandı.
Exp(B)
p
Exp(B)
p
Exp(B)
p
Yaş
0.98
0.42
0.98
0.24
1.04
0.17
Cinsiyet
0.78
0.65
0.72
0.44
2.88
0.19
Grade
2.82
0.13
1.92
0.25
0.21
0.20
Performans statüsü
1.61
0.30
1.35
0.38
1.18
0.81
Metastaz yeri
0.77
0.63
1.98
0.13
1.60
0.55
MSI-L vs MSS
0.47
0.27
1.23
0.72
0.25
0.17
Ref No: 39
MSI-H vs MSI-L
0.64
0.51
1.29
0.67
0.93
0.95
MSI skor (0-5)
0.74
0.33
1.12
0.70
1.08
0.88
GASTRİK ADENOKARSİNOMALARDA POSTOPERATİF
KEMORADYOTERAPİ: ORAL UFT VE 5-FU REJİMLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
Bat25
0.39
0.24
0.61
0.34
6.54
0.11
MSI
1
2
Bat26
1.43
0.56
1.58
0.35
2.29
0.38
Serdar Sürenkök, 1Murat Beyzadeoğlu, 1Kaan Oysul,
Selmin Ataergin, 2Fikret Arpacı, 2Ahmet Özet, 3Gökhan Özyiğit
1
D5S346
0.43
0.27
1.14
0.77
0.48
0.41
D2S123
2.23
0.16
0.79
0.62
3.0
0.23
D17S250
0.31
0.14
1.21
0.80
0.16
0.05*
POSTERLER
Ref No: 38
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ KLİNİĞİNE BAŞVURAN GASTROİNTESTİNAL
SİSTEM KANSERLİ HASTALARIN TEDAVİ SONUÇLARI
Vahide Işıl Uğur, Taciser Demirkasımoğlu, Ş. Pınar Kara,
Aytül Özgen, Bülent Küçükplakçı, Yeşim Elgin, Cem Mısırlıoğlu,
Ergun Sanrı, Tijen Yörükoğlu, Y. Nadi Özdamar
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi
Amaç : Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde Ocak 2000 – Aralık 2005 tarihleri arasında tedavi edilen gastrointestinal sistem kanserli (Özefagus - Mide – Rektum – Pankreas)
hastalara tedavi yaklaşımı olarak uygulanan cerrahi ile radyoterapi
Sungate Port Royal, Antalya
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
3
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi, Anabilim Dalı
2
Amaç: Bu çalışmada mide adenokanserlerinde cerrahi sonrası adjuvan oral UFT veya IV bolus 5-FU ile eş zamanlı kemoradyoterapinin tedavi sonuçları ve tolerabilitesi karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmada total veya subtotal
gastrektomi sonrası kemoradyoterapi uygulanan 46 olgu incelendi.
Medyan yaş 53 olup, hastaların 39’u erkek, 7’si kadındı. Tüm olgularda küratif cerrahi uygulandı (11 total gastrektomi, 35 subtotal gastrektomi) . Cerrahi radyoterapi arası interval 14 ile 161 gün arasında
değişmekteydi (medyan 55 gün) . Olguların 20’sine radyoterapi ile
eş zamanlı oral UFT (200 mg/m2) ; 26’sına IV bolus 5-FU (425 mg/
m2) verildi. Planlanan radyoterapi volümü tümör yatağı ve bölgesel
lenfatikleri içermekteydi. Günlük 1.8-2 Gy fraksiyon dozu ile toplam
40-50 Gy (medyan, 46 Gy) eksternal radyoterapi uygulandı.
Bulgular: Medyan izlem süresi 24 aydı (2-67 ay) . İki yıllık genel
sağkalım tüm grup için %64, 5-FU alan olgularda %72 ve oral UFT
alanlarda %66 olarak bulundu (p=0.3) . Tedaviye bağlı faktörler olarak cerrahi tipi, fraksiyon dozu, toplam radyoterapi dozu ve kemoterapi türünün sağkalım üzerine etkisi incelendi. D2 diseksiyon yapılan olguların sağkalımı D1 diseksiyon yapılanlara göre daha düşük
bulundu (p=0.01) . Oral UFT alan olgularda tüm grad II ve III toksi-
25
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
site insidansı 5-FU alan olgulara kıyasla daha düşük olarak saptandı
(4 olgu vs. 14 olgu, p=0.03) .
Sonuç: Eş zamanlı oral UFT ile yapılan kemoradyoterapi 5-FU’ya
kıyasla benzer etkinlikte olup, olgularımız tarafından daha iyi tolere
edilmiştir. Bu çalışmada D2 diseksiyon yapılan olgularda sağkalım
daha düşük saptanmıştır.
Ref No: 59 ÖZEFAGUS KANSERİNDE TEDAVİ
SONUÇLARIMIZ
Ref No: 48
Amaç: Özefagus kanseri nedeni ile kliniğimizde radyoterapi alan
hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi.
Hastalar ve Metodlar: 2000 ile 2006 yılları arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde tedavi verilmiş olan 21 özefagus kanserli hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların 12’si erkek, 9’u kadındır. Hastaların yaşları
24 ile 75 (median 50) yaş arasındadır. Evrelere göre dağılım; 1hasta
Evre 2B, 1hasta Evre 4, 19 hasta ise Evre 3’dür. Altı hasta proksimal,
5 hasta orta, 10 hasta distal yerleşimli tümöre sahiptir. Opere olan 10
hastanın, 7’si distal, 1’i proximal ve 2’si orta özefagus tutulumludur.
Uygulanan radyoterapi (RT) dozları küratif 180-200 cGy/ fraksiyon,
palyatif 300 cGy/fraksiyondan toplam 3000-7000 cGy (median 5000
cGy) arasında değişmektedir. İnoperable olan 4 hastaya neoadjuvan
sisplatin ve 5 flloro urasil uygulanmıştır.
Takip süresi 1 ile 21 (median 6 ay) ay arasındadır.
Sonuçlar: 6 ve 12 aylık genel sağkalım sırasıyla %59 ve %44 olarak bulunmuştur. Distal tutulumda 6 ay ve 1 yıllık sağkalım sırasıyla
%40 ve %20, proksimal tutulumda ise 6 ay ve 1 yıllık sağkalım %100
olarak saptanmıştır. Proximal tutulumda anlamlı sağkalım avantajı
olduğu gözlenmiştir (p=0.01) .
Tartışma: Özefagus kanserinin küratif tedavisinde cerrahi tedavi
genel yaklaşımın en önemli kısmını oluşturmaktadır. Randomize
çalışmalar, kombine tedavilerin (cerrahi+kemoterapi +/- radyoterapi), tek başına cerrahiye göre daha üstün olduğunu göstermektedir.
Walsh ve ark.’ın randomize çalışmalarında özefagus kanserinde tüm
hastalardaki 2 ve 5 yıllık genel sağkalım sırasıyla %49-%26, 2 ve 5
yıllık sağkalım cerrahi tedavi kolunda %53-%21, kemoradyoterapi
ve cerrahi tedavi kolunda %57-%40, kemoterapi ve cerrahi tedavi kolunda %37-%27, kemoradyoterapi kolunda %50-%27 ve radyoterapi
kolunda %23-%0 bulunmuştur. Özefagus kanserinde radyoterapinin
etkilerini değerlendiren, 42 randomize çalışma ve 2 meta analize
dayanılarak yapılan bir sistematik incelemede, rezektable hastalıkta
preop RT’nin sağkalımı arttırmadığı, inoperable hastalıkta konkomitan kemoradyoterapinin tek başına radyoterapiye göre anlamlı
sağkalım avantajına sahip olduğu, rezektable hastalıkta postoperatif
radyoterapinin sağkalımı arttırdığı gözlenmiştir. Fransa’da Rouen
Üniversitesinde, 2000-2004 yılları arasında yapılan bir çalışmada,
özefagus kanserinin definitif radyoterapisinde konvansiyonel RT +
kemoterapi ve split course radyoterapi + kemoterapinin etkileri karşılaştırılmıştır. Klinik komplet cevap konvansiyonel kolda anlamlı
olarak daha yüksek (%83.8’e %65.4) bulunmuştur. Bu şemaya KRT
sonrasında kemoterapinin de eklenmesiyle uzak metastaz riskinin
de azaltılabileceği belirtilmiştir. Frédéric Di Fiore ve arkadaşlarının
çalışmasında, tümör lokalizasyonunun prognostic faktörler arasında
değerlendirilmemiş olmasına rağmen, bizim çalışmamızda lokalizasyon sağkalım üzerine anlamlı etkin olarak saptanmıştır.
GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLİ HASTALARIMIZIN
EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLERİ
Vahide Işıl Uğur, Ş. Pınar Kara, Taciser Demirkasımoğlu,
Aytül Özgen, Bülent Küçükplakçı, Yeşim Elgin, Cem Mısırlıoğlu,
Ergun Sanrı, Tijen Yörükoğlu, Y. Nadi Özdamar
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç : Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde Ocak 2000- Aralık 2005 tarihleri arasında tedavi edilen gastrointestinal sistem kanseri tanısı alan hastaların epidemiyolojik özelliklerinin değerlendirilmesi planlandı.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmada Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine Ocak 2000 ile Aralık 2005 tarihleri arasında başvuran 591 gastrointestianl sistem kanserli hastanın hastane
dosyalarına ulaşılarak epidemiyolojik verileri retrospektif olarak tarandı. Verilerin incelenmesi için SPSS 11.5 istatistik paket programı
kullanıldı.
Bulgular : Ocak 2000 ile Aralık 2005 tarihleri arasında Ankara
Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde tedavi edilen 591 gastrointestinal sistem kanserli hastanın yaş dağılımı 21-87
arasında idi. Hastalarımızın 367’si erkek, 224’ü kadın idi.Erkek/Kadın oranı 1.64/1 idi. Vakaların 12 (%20.5) ’si özefagus, 147 (%25) ’si
mide, 280 (%47.3) ’i rektum, 43 (%7.2) ’ü pankreas bölgesinde yerleşmişti. Vakaların histopatolojik açıdan değerlendirilmesi sonucu;
özefagus kanseri tanılı hastaların 92’si epidermoid karsinom, 16’sı
adenokarsinom, 3’ü diğer patolojik tanıları almıştı. On hastanın patolojik tanısına ulaşılamadı. Mide kanseri tanılı 147 hastanın 134’ü
adenokarsinom, 2’si diğer patolojik tanıları almıştı, 11 hastanın
patolojik tanısına ulaşılamadı. Rektum kanseri tanılı 280 hastanın
272’si adenokarsinom,1’i epidermoid karsinom tanısı almıştı, 7 hastanın patolojik tanısına ulaşılamadı. Pankreas kanserli 43 hastanın
30’u adenokarsinom, 6’sı diğer patolojik tanıları almıştı. Bir vakanın
patolojik tipine ulaşılamadı. Hastaların TNM evreleme sistemine
göre değerlendirilmesi sonucu; özefagus kanserli hastaların; 8’i evre
IIA, 2’si evre IIB; 82’si evre III, 10’u evre IVA, 6’sı evre IVB idi. Onüç
hastanın evre bilgisine ulaşılamadı. Mide kanserli hastaların 3’ü evre
I, 15’i evre II, 32’si evre IIIA, 29’u evre IIIB, 35’i evre IV (T4N3),
15’i evre IV (M1) idi. Onsekiz hastanın evre bilgisine ulaşılamadı.
Pankreas kanserli hastaların 2’sinde T2, 17’sinde T3, 15’inde T4 tümör vardı. Ondokuz hastada bölgesel lenf nodu metastazı vardı, 5
hastada lenf nodu negatif idi. Ondokuz hastada lenf nodu bilgisine
ulaşılamadı. Rektum kanserli hastaların evrelemesi Astler Coller sistemine göre yapıldı. Evre A 2, evre B1 3, evre B2 60, evre C1 3, evre
C2 124 hasta saptandı.
Sonuç : Gastrointestinal sistemde kanserlerin genellikle 50 yaşından sonra görüldüğü, erkeklerde biraz daha sık ortaya çıktığı,en sık
rektumda yerleştiği ve hastanemize başvuran hastaların genellikle
ileri evrelerde olduğu saptandı.
Züleyha G. Savaş, İlknur Aytaş, Rahşan Habiboğlu, Sercan Özyurt,
Salih Z. Çakar, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Nalan Aslan,
Ferdi Aksaray, Mübeccel Tümöz
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Ref No: 69
METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE FARKLI
KEMOTERAPİ KOMBİNASYONLARININ TOKSİSİTELERİ:
M. K. DEDEMAN ONKOLOJİ HASTANESİ GÖZLEMİ
Metin Özkan, Özlem Er, Gamze Gököz Doğu,
Mustafa Dikilitaş, Mevlüde Polat, Ismail Hakkı Akbudak,
Mustafa Altınbaş
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Amaç: Metastatik kolorektal kanserli hastalarımızda uygulanan
farklı rejimlerin toksisitelerini retrospektif olarak değerlendirmek.
26
19-23 Nisan 2007
Gereç ve yöntem: 2000-2006 tarihleri arasında metastatik kolorektal kanser tanısıyla kemoterapi uygulanan hastalar retrospektif
olarak gözden geçirildi. Takibimizde kalan ve en az 3 kür kemoterapi
alan hastaların toksisitelerini değerlendirildi
Bulgular: Elli beş erkek 76 kadın olmak üzere toplam 131 hasta çalışmaya alındı.Hastaların ortanca yaşı 52.5 yıl (sınırlar 22-83) olarak
hesaplandı. Metastatik dönemde uygulanan rejimler şu şekildeydi:
FOLFOX4; (n=25) alan hastaların 3’ünde (%12) grade 4 ishal, diğer 18 (%72) hastada grade 3-4 nötropeni saptandı.
XELOX; (n=39) rejimi uygulanan 5 (%13) hastada grade 2, 1 (%3)
hastada grade3 nöropati; 2 (%5) hastada grade 2-3 bulantı kusma, 1
(%3) hastada grade 4 ishal, 1 (%3) hastada grade2 nötropeni, 1 (%3)
hastada grade 4 nötropeni, 1 (%3) hastada nötropenik ateş, 1 (%3)
hastada grade 2 el-ayak sendromu görüldü
infüzyonel FUFA; (n=16) verilen hastaların 4 (%25) ‘ünde diare, 5
(%31) hastada mukozit saptandı.
FOLFİRİ; (n=5) uygulanan 1 (%20) hastada grade 3 anemi saptandı.
FOLFİRİ ve Bevacizumab; (n=4) verilen hastaların 3’ünde (%75)
grade 4 nötropeni saptandı.
Modifiye IFL; (n=31) alan 10 (%32) hastada grade 3-4 ishal, 8
(%26) hastada nötropeni gözlendi. 2 (%6) hastada febril nötropeni
gelişti. 4 (%13) hastada mukozit, 1 (%3) hastada grade 3 trombositopeni, 1 (%3) hastada grade 4 anemi, 2 (%6) hastada DVT gelişti.
XELİRİ; (n=6) protokolü verilen hastaların 1’inde (%17) grade 4
bulantı-kusma, grade 4 nötropeni, grade 3 mukozit görülürken, 1
(%17) hastada grade 3 bulantı, 1 (%17) hastada grade 3 anemi gözlendi.
Sonuç: Bu bulgulara göre en toksik rejim IFL olup bugün için kolorektal kanser tedavisinde önerilmemektedir. Oxaliplatin içeren rejimlerde nöropati ve nötropeni önemli yan etkilerdendir. Kombinasyonlarda oxaliplatin kullanımı ve tedaviye bevacizumabın eklenmesi
toksisiteyi bir miktar artırmaktadır. Bizim serimizde oxaliplatinli
kombinasyonlarda nörotoksisitenin gözlenmemesi pre ve postmedikasyonda rutin olarak Ca++ ve Mg++ kullanımına bağlı olabilir
Ref No: 72
ANREZEKTABL HEPATOSELÜLER KARSİNOM’DA DÜŞÜK
DOZ EKSTERNAL RADYOTERAPİNİN REZEKTEBALİTE
ÜZERİNE ETKİSİ
1
Görkem Aksu, 1Merdan Fayda, 2Erdem Okay, 1Binnaz Sarper
1
Kocaeli Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
2
Kocaeli Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Anrezektabl hepatosellüler karsinomda perkutanöz etanol injeksiyonları, kemoembolizasyon ve radiofrekans ablasyon metodları
kür veya palyasyon amacıyla uygulanan en sık tedavi yöntemleridir. Ancak bazı vakalarda, gerek tümör lokalizasyonu gerekse boyut
nedeniyle belirtilen metodlar uygulanamamakta veya yeterli tedavi
başarısı sağlanamamaktadır. Bu tip vakalarda eksternal radyoterapi
(ERT) tedavi alternatifi olarak ön plana çıkmaktadır.
Vakamız, 58 yaşında erkek hasta olup, batın sağ alt-orta kadran ağrısı ve dispeptik yakınmaları ile hastanemiz Genel cerrahi kliniğine
başvurmuştur. Fizik muayenesinde, hepatomegali dışında patolojik
bulgu saptanmayan hastanın laboratuar testlerinde ise Alfa-fetoprotein (AFP) yüksekliği (53 ng/ml) tespit edilmiştir. Geçirilmiş hepatit
öyküsü mevcut değildir. Altmış paket/yıl sigara öyküsü mevcut olup,
alkol öyküsü yoktur. Batın ultrasonografisinde (USG) karaciğer sol
lob medial segmentte (segment 4b) 5.5 x 5 cm boyutlu, sınırları belirsiz hipoekoik alan tespit edildi. Batın Manyetik rezonans (MR)
incelemesinde ise, Karaciğer segment 4b’de 6x5 cm boyutlarında
hepatoselüler karsinom (HCC) ile uyumlu lezyon gözlendi. Alınan
biyopsi sonucu da HCC ile uyumlu olarak geldi. Bu bulgularla birlikte onkoloji konseyinde değerlendirilen hastada kitlenin lokalizasyon nedeniyle rezektabilite açısından sınırda olduğu ve boyutlarında
Sungate Port Royal, Antalya
sağlanabilinecek minimal regresyon ile operabl hale geleceği Genel
Cerrahi birimi tarafından belirtildi. Ancak, lokalizasyon ve boyut
açısından kemoembolizasyon veya radyofrekans ablasyon tedavisi
için uygun bir aday olmadığına karar verildi. Bunun üzerine hastaya
konformal radyoterapi planlandı ve 7 fraksiyonda toplam 21 Gy ERT
uygulandı. Tedavi süresi ve sonrasında herhangi bir toksisite izlenmedi. Tedaviyi takiben yaklaşık 1.5 ay sonra çekilen MR’da ise lezyon
boyutlarında herhangi bir küçülme olmadığı, aksine boyutlarda minimal bir artış olduğu tespit edildi. Bu bulguların ışığı altında hastaya kemoterapi planlandı.
Sonuç olarak, eksternal radyoterapinin yukarıda belirttiğimiz düşük dozlarda hepatoselüler karsinom boyutunda herhangi bir küçülme oluşturmadığı tespit edilmiştir.
Ref No: 100
REKTUM KANSERİ AMELİYATLARINA BAĞLI ERKEN VE
GEÇ DÖNEM KOMPLİKASYONLAR
Niyazi Karaman, Can Atalay, Kerim Bora Yılmaz, Cihangir Özaslan
Ankara Onkoloji Hastanesi 4. Genel Cerrahi Kliniği
Amaç
Rektum kanseri ameliyatları sonrası erken ve geç dönem komplikasyonlar nadir değildir. Kolorektal kanser cerrahisi sonrası komplikasyonlarda azalma septik komplikasyonların azalmasıyla yakın
ilişkilidir. Bu çalışmada, rektum kanseri tanısı ile ameliyat edilen
hastalarda erken ve geç dönem komplikasyon oranlarını ve olası sebepleri ortaya koymak amaçlanmıştır.
Hastalar ve metod
Çalışmaya 1999-2005 yılları arasında rektum kanseri tanısıyla
ameliyat edilerek aşağı anterior rezeksiyon (AAR) uygulanan 21 ve
abdominoperineal eksizyon (APE) uygulanan 30 hastanın dosyaları
alınmış ve dosya kayıtları erken ve geç dönem komplikasyonlar açısından retrospektif olarak incelenmiştir. Erken dönem komplikasyonlar; postoperatif erken dönemdeki ileus, anastomoz kaçağı, abse
ve fistül gelişimi, presakral kanama, anastomozdan kanama, dalak
yaralanması ve üreter yaralanması şeklinde tanımlanmıştır. Geç dönem komplikasyonlar ise mesane ve seksüel disfonksiyonlar, inkontinans ve femoral ve perineal nöropatiler şeklinde tanımlanmıştır.
Çıkarımlar
Çalışma grubu yaş ortalaması 57.5 (28-78) olan 29 (%56.8) erkek
ve 22 (%43.1) kadın hastadan oluşmaktadır. Ortalama tümör boyutu, AAR grubunda 4.8 cm (3-7.5 cm) ve APE grubunda 5.3 cm
(1-14 cm) ; seroza tutulum oranı ise sırasıyla %73.6 ve %90 olarak
saptanmıştır. AAR grubundaki hastaların %9’una, APE grubundaki
hastaların ise %20’sine preoperatif kemoradyoterapi uygulanmıştır.
Onbeş hastada primer cerrahi işleme paraaortik diseksiyon da ilave
edilmiştir. Yedi hastaya histerektomi ve bilateral salpingooferektomi,
beşer hastaya karaciğer metastazektomisi ve kısmi mesane rezeksiyonu, 4 hastaya ooferektomi ve 3 hastaya ise vajen arka duvar eksizyonu uygulanmıştır. Erken dönem komplikasyonlar sıklık sırasına
göre; 7 (%13) evisserasyon, 5 (%9.8) reoperasyon gerektiren kanama,
3 (%5.8) anastomoz kaçağı, 2 (%3.9) üreter yaralanması, 2 (%3.9)
perkütan tedavi gerektiren hematom, 1 (%1.9) ince barsak fistülü,
1 (%1.9) idrar fistülü ve şeklindedir. Bu komplikasyonlar ile ilişkili
mortalite iki hastada gözlenmiştir. Geç dönem komplikasyonlar sıklık sırasına göre; 5 (%9.8) mesane disfonksiyonu, 3 (%5.8) kolostomi
stenozu, 2 (%3.9) seksüel disfonksiyon ve birer hastada (%1.9) ise
insizyonel herni, anal sfinkter yetmezliği, yapışıklığa bağlı ileus ve
parastomal herni şeklindedir.
Sonuçlar
Ülkemizde rektum kanseri tanısı oldukça ileri evrelerde konabilmektedir. Bu hastaların erken tanı almaları veya preoperatif kemoradyoterapi ile evre gerilemesi sağlandıktan sonra opere edilmeleri,
hem ek organ rezeksiyonlarına olan gereksinimi ortadan kaldırması,
hem de erken ve geç dönem komplikasyonların engellenmesi açısın-
27
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
dan büyük önem taşımaktadır. Ayrıca bu hasta grubu primer hastalıkları, ileri yaş ve yandaş hastalıklar açısından da özenle ele alınmalı
ve dikkatli bir cerrahi teknik ile opere edilmelidir.
Ref No: 109
METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE GEÇ
BASAMAKLARDA FOLFİRİ-BEVASİZUMAB ETKİNLİĞİ:
RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRME
1
Timuçin Çil, 2Abdullah Altıntaş, 3M. Ali Kaplan, 2Semir Paşa,
Mehmet Küçüköner, 1Abdurrahman Işıkdoğan
3
1
Dicle Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Dicle Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı,
Dicle Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı
2
3
Giriş ve amaç: Kolorektal kanserde tarama yöntemlerinin artmasına ve sık olarak kullanılmasına rağmen hala tüm dünyada hastalar
geç tanı almaktadır ve yaşam süreleri kısa olmaktadır. Ancak hedef
tedavi ajanlarından VEGF antagonisti olan bevasizumab’ın 1. basamak metastatik hastalıkta IFL kemoterapi protokolü ile birlikte kullanılmasıyla ortalama yaşam süreleri 15 aydan 20 ayın üzerine çıkmıştır. Bevasizumab’ın IFL ile birlikte önerilen kullanımı 1.basamak
metastatik hastalar olmakla birlikte FOLFİRİ protokolü ile kullanımını ile yanıt ve sağkalım oranlarının daha iyi olacağı beklenilmektedir. Bizde daha geç evrede özellikle 2. veya 3. basamak metastatik
kolorektal kanserli olgularımızdaki FOLFİRİ-bevasizumab yanıt
oranlarını retrospektif olarak değerlendirdik.
Sonuçlar: Toplam 12 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
Hastalarda 2 kadın 10 erkek idi. Medyan yaş 40 (37-52), 10 hasta
kolon, 2 hasta ise rektum kanseri tanısı almıştı. Bu hastaların 8’ine
2.basamak, 4’üne ise 3.basamakta FOLFİRİ-bevasizumab kemoterapi rejimi uygulandı. Hastaların genel yanıt %66.6 saptandı. Sekiz
hastada (%66.6) PR, 2 hastada (%16.7) stabil hastalık tespit edilirken
2 hastada (%16.7) progresyon saptandı. Hastaların hiçbirinde hemotoçiezya ve perforasyon gibi bevacizumabın neden olabileceği gastrointestinal sistem toksisiteleri gelişmedi.
Tartışma: Metastatik kolorektal kanserde; 1. basamak metastatik hastalık tedavisinde bevasizumab-IFL rejimi ile genel sağkalım
oranında %30 artış sağlanırken sadece IFL alan hastalarla karşılaştırıldığında medyan progresyonsuz sağkalımda %71 oranında artış
sağlanmıştır. IFL-bevasizumabın yanıt oranlarına bakıldığında ise 1.
basamakta %45 yanıt alınmaktadır bizim hastalarımız ise 2. veya 3.
basamakta tedavi almalarına rağmen %66.6 oranında tedavi yanıtı
sağlanmıştır. Bizim hastalarımızda olduğu gibi bevasizumab-FOLFİRİ kombinasyonu ile daha iyi tedavi yanıtları alınması nedeniyle
standart tedavi yaklaşımının FOLFİRİ-bevasizumab olabileceği düşüncesindeyiz.
Ref No: 122
AMPULLA VATER TÜMÖRLERİNDE KLİNİKOPATOLOJİK
ÖZELLİKLER VE PROGNOZ
1
Merve Pamukçuoğlu, 2Berna Çakmak Öksüzoğlu, 3Hüseyin Abalı,
Burçin Budakoğlu, 2Nuriye Yıldırım Özdemir, 2Tunç Güler,
2
Doğan Uncu, 2Nurullah Zengin
2
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Dahiliye Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Kliniği,
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbı Onkoloji Bilim Dalı
2
3
AMAÇ:
Ampulla vater tümörlerinde klinikopatolojik özellikler ve prognoz
ile ilişkisini ortaya koymak.
Materyal ve Metod:
Aralık 1998 ile Eylül 2006 arasında Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği’ne başvuran 32 ampulla vater tümörlü hastanın dosyası geriye dönük olarak incelendi.
Çalışmaya, başvuru anında uzak metastazı olan hastalar alınmadı.
28
Sağkalım analizleri Kaplan-Meier yöntemi ve Log-rank testi ile hesaplandı.
Sonuçlar:
Yirmidört erkek (% 75), 8 kadın (%25) toplam 32 hastanın yaş
ortancası 59 (36-80) idi. Hastaların başvurusundaki klinik bulguları
arasında en sık sarılık (%65,6), ardından karın ağrısı (%18,8) vardı.
Başvurudaki Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) performans durumları; 18 hastanın (%56,3) ECOG-1 ve 8 hastanın (%25)
ECOG-2 idi. Onbeş hasta klinik ve cerrahi olarak erken evrede (Evre
1 ve 2) ve 15 hasta lokal ileri evrede (Evre 3 ve 4) tespit edildi.
Yirmisekiz hastaya Whipple, 3 hastaya palyatif cerrahi girişim
(gastroenterostomi, koledekojejunostomi, hepatojejunostomi) yapılmıştı.
Sekiz hastada lenfovasküler invazyon, 6 hastada perinöral invazyon vardı. İyi diferansiye tümörü olan 11 hasta, orta differansiye tümörü olan 9 hasta ve kötü diferansiye tümörü olan 4 hasta vardı.
Ondört hastaya adjuvan tedavi verilmişti. On hasta kemoterapi, 3 hasta kemoterapi ve radyoterapi, 1 hasta sadece radyoterapi
almıştı.
Genel sağ kalım üzerine ECOG performans durumunun (p=0,06), perinöral invazyon olup olmamasının (p=0,01), erken evre veya
lokal ileri evre olmanın (p=0.05), tümör diferansiasyonunun (gradı)
(p=0,01), adjuvan tedavi şeklinin (sadece kemoterapi veya kemoradyoterapi veya sadece radyoterapi verilmesi) (p=0,001) istatistiksel
olarak anlamlı olarak etkili olduğu saptandı. Hastalıksız sağ kalıma
etkili tek faktör ise tümörün histopatolojisi (p<0,001) olarak tespit
edildi.
SONUÇ:
Ampulla vater kanserleri gastrointestinal tümörler arasında az
görülen malignitelerdendir. Bazı klinikopatolojik özellikler prognoz
üzerinde önemli etkiye sahiptir. Prognoz üzerinde etkili faktörleri
belirleyebilmek ve bunlara göre adjuvan tedavi verilecek hastaları seçebilmek için randomize prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Ref No: 123
İNFÜZYONEL 5-FLOROURASİL–SİSPLATİN TEDAVİSİ İLE
TAM CEVAP ELDE EDİLEN METASTATİK AMPULLA VATER
KARSİNOMU OLGUSU
1
Merve Pamukçuoğlu, 2Berna Çakmak Öksüzoğlu, 3Murat Vural,
Narin Nasıroğlu, 2Burçin Budakoğlu, 2Nuriye Yıldırım Özdemir,
2
Tunç Güler, 2Nurullah Zengin
1
1
2
3
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Radyoloji Bölümü
Giriş:
Ampulla Vater tümörleri biliyer ve pankreatik kanala yakın duodenumun az görülen bir tümörüdür. Ampulla Vater adenokarsinomları tüm gastrointestinal sistem tümörlerinin %5’ini oluşturur. Tüm
otopsi çalışmalarında bu oran %0,2’dir. Ampulla Vater tümörlerinin
asıl tedavisi cerrahidir. Metastatik ampulla Vater tümörlü bir olguda
verilen CFF (sisplatin, infüzyonel 5-flourourasil, folinik asit) protokolü ile tam yanıt elde edilmiştir.
Olgu Sunumu:
Elli dokuz yaşında erkek hasta, 2003 yılında sarılık nedeni ile tetkik
edilirken ampulla Vater tümörü tanısı alarak opere edildi (whipple)
. Hastaya adjuvan tedavi planlanmadı. Postoperatif ikinci yılında
yapılan abdominal ultrasonografide (USG) karaciğerde en büyüğü
sağ lob posterior segmentte, subkapsüler yerleşimli,17x17,5x21 mm
boyutlarında,hipoekoik yapıda metastazla uyumlu birkaç adet solid
oluşum tespit edildi. Üst abdomen manyetik resonans görüntüleme
(MRG) sonucu karaciğerde en büyüğü 20 mm çapında olan multipl
nodüler lezyon saptanması üzerine palyatif kemoterapi (CFF) verilmesine karar verildi. Altı kür sonrası yapılan kontrol USG.de metastatik lezyonların kaybolduğu görüldü. CFF’e tam yanıt alınan hasta
ilaçsız izleme alındı.
19-23 Nisan 2007
TARTIŞMA:
Ampulla Vater tümörlerinin tedavisinde çeşitli kemoterapi protokolleri verilebilir. Literatürde 24 saat sürekli yüksek doz 5-Fluorourasil ve lökoverin uygulanmasına mitomisin C eklenerek yapılan
çalışmalar vardır. Yine postoperatif dönemde hepatik ve pankreatik
yatağa radyoterapi ile eşzamanlı infuzyonel 5–fluorourasil ve lökoverin tedavisi uygulanmıştır. Yayınlanan literatürler arasında ampulla Vater tümörlerinin tedavisinde CFF uygulanması ve CFF sonrası
tam yanıt alınmasına rastlanmamıştır.
Ref No: 144
Ref No: 139
Amaç: Anjiojenez veya yeni kan damarı oluşumu tümör büyümesi ve ilerlemesinde önemli bir basamaktır. Bevasizumab (B), potent
bir proanjiojenik faktör olan vasküler endotelyal büyüme faktörüne
(VEGF) karşı geliştirilmiş ve metastatik kolorektal kanser (MKRK)
tedavisinde kemoterapiyle birlikte kullanımı onaylanmış bir ilaçtır.
Ayrıca, anjiojenez; yaşa bağlı maküler dejenerasyon (AMD), diyabetik retinopati ve santral retinal ven trombozu gibi bazı göz hastalıklarında görme kaybından sorumludur. MKRK tedavisi için sistemik B
kullanımının olası oftalmik etkilerini değerlendirmek çalışmamızın
amacıydı.
Gereç ve Yöntem: Otuzdört ile 67 yaş arası (ortanca; 52) 15 MKRK
hastası, her 2 haftada bir olmak üzere irinotekan (1800 mg/m2), 5fluorourasil (5-FU) (400 mg/m2 IV bolus ve 2600 mg/m2 48 saat
sürekli infüzyon), folinik asit (200 mg/m2) içeren kombine kemoterapi (FOLFIRI) + B (5 mg/kg/gün) uygulaması öncesi, 1. 2. ve 4. kür
sonrası anterior segment ve fundoskopi dahil oftalmolojik muayeneye tabii tutuldular.
Bulgular: MKRK’li 8 erkek (%53.3) ve 7 kadına (%46.7) toplamda 46 kür FOLFIRI+B (hasta başına aralık; 1-7 kür, ortanca; 3 kür)
uygulandı. Dokuz vakada (%60) FOLFIRI+B, oksaliplatin ve infüzyonel 5-FU kapsayan kemoterapi sonrası 2. sıra tedavi olarak, 2 vakada (%13.3) 3. sıra tedavi olarak kullanılmıştı. Dört vakada (%26.7)
ise adjuvant kemoterapi sonrası metastatik 1. basamak tedavi olarak
FOLFIRI+B kullanılmıştı. Yanıt değerlendirmesi 11 hastada (%73.3)
yapıldı. Bir hastada (%9) parsiyel yanıt, 5 hastada stabil (45.4%) hastalık ve 5 hastada (45.4%) da progresyon saptandı. Hastalar ortalama
4 kez oftalmolojik muayene oldular. Tedavi öncesi 2 hastada kuru
AMD, 3 arteryosklerotik retinopati, 4 nükleer lens sklerozu, 1 gözkapaği nevusu, 2 pterjiyum/pinguecula ve 3 genişlemiş konjunktival
damarlar saptandı. AMD hastalarında fundus anjiyografisinde koroidal neovaskülarizasyon saptanmadı. İzlemde 2 hastada kuru göz
bulguları gelişti ve yapay gözyaşı önerildi. Diğer oftalmolojik bulgularda farklılık saptanmadı.
Sonuç: Onkolojik sebeplerle sistemik B kullanımı oftalmolojik
olarak güvenli gibi durmakta ise de daha geniş sayıda hasta içeren
prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
HEPATOSELÜLER KARSİNOMDA COX-2 EKSPRESYONU
1
Yeşim Yıldırım, 1Özgür Özyılkan, 2Banu Bilezikçi, 1Zafer Akçalı,
Mehmet Haberal
3
1
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji,
Başkent Üniversitesi Patoloji,
3
Başkent Üniversitesi Genel Cerrahi
2
Amaç: Hepatosellüler karsinom çoğunlukla kronik hepatit B
(HBV) ve hepatit C virus (HCV) enfeksiyonları sonucu gelişen kemoterapiye dirençli bir tümördür. Bu iki etiolojik ajanın neden olduğu hepatokarsinogenez mekanizmaları farklı olmasına rağmen aynı
klinik sonuç gözlenmektedir. Siklooksijenaz-2 (COX-2) indükte
edilen bir enzim olup artmış COX-2 ekspresyonu bir çok tümörün
karsinogenez mekanizmasında yer almaktadır. Bu çalışmada kronik
HBV ve HCV enfeksiyonuna bağlı gelişen hepatosellüler karsinomda COX-2 ekspresyonunun belirlenmesi ve sağ kalım ile ilişkisinin
tespit edilmesi amaçlandı.
Materyel ve Metot: Bu çalışmada hepatoselüler karsinom tanısı
alan 31 hastanın doku örneklerinde immunhistokimyasal yöntemlerle COX-2 ekspresyonu incelendi. Dokudaki COX-2 ekspresyonu
<%20 ve ≥%20 olarak derecelendirildi. Hastaların viral markırları,
tanı anındaki alfa-fetoprotein düzeyleri, lezyonların sayısı, hastalığın
evresi ile COX-2 ekspresyon derecesi karşılaştırıldı.
Bulgular: Altı hastada hepatit markırlar negatifti (%19.4), 19
(%61.3) hastada HBV pozitif, 6 (%19.4) hastada HCV pozitif olarak
bulundu. Hastaların %45.2 sinde tek lezyon tespit edilirken, %51.6
sinde multiple lezyonlar mevcuttu, 1 hastada diffüz tutulum tespit
edildi. Altı hastaya lokal terapiler (transarteriel kemoembolizasyon, radyofrekans ablasyon), 13 hastaya transplantasyon, 4 hastaya
cerrahi rezeksiyon, 7 hastaya da palyatif tedavi uygulandı. Sistemik
kemoterapi 1 hastaya uygulandı. Lokal tedavi uygulanan hastaların
ortanca sağ kalımı 9 aydı. Transplantasyon ve cerrahi rezeksiyon
uygulanan hastaların sağ olması nedeniyle bu grubun ortanca sağ
kalımı hesaplanamadı. Hastaların %35.5 inde COX-2 ekspresyonu
<%20 iken, %64.5 inde ≥%20 olarak bulundu. COX-2 ekspresyonu
<%20 olan hastalarda ortanca sağ kalım 32 aydı. COX-2 ≥%20 olan
hastalarda ortanca sağ kalıma ulaşılamadı, ancak ortalama sağ kalım
31,69 aydı. COX-2 ekspresyonun derecesine göre grupların sağ kalımları arasında fark yoktu (p>0.72) . Hepatit markırlarının durumu,
AFP düzeyleri, lezyonların sayısı ve evre ile COX-2 ekspresyonu arasında ilişki bulunmadı.
Sonuç: Hepatoselüler karsinomda COX-2 ekspresyonu derecesi
ile hastaların özellikleri ve sağ kalımları arasında ilişki görülmemektedir. Bu hastalarda tranplantasyon ve cerrahi rezeksiyon ile uzun
süreli sağ kalım elde edilebilmektedir. Prognozu kötü olan bu tümörün etiolojisinde temel faktör olan kronik viral hepatitleri önlemeye
yönelik çabalar arttırılmalıdır.
Sungate Port Royal, Antalya
METASTATİK KOLOREKTAL KANSER TEDAVİSİNDE
SİSTEMİK UYGULANAN BEVASİZUMABIN OFTALMİK
ETKİLERİ
1
2
1
2
Berna Öksüzoğlu, 2Dilek Güven, 1Füsun Özmen,
Hikmet Hasıripi, 1Nurullah Zengin
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Hastalıkları Kliniği
Ref No: 147
GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİNDE MIF’İN
ÖNEMİ
Hilal Oğuz Soydinç, Aziz Yazar, Esra Kaytan Sağlam,
Hakan Çamlıca, Derya Duranyıldız, Vildan Yasasever
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
AMAÇ: Migrasyon inhibitör faktör (MIF) sindirim sisteminde
sentezlenen, 12.5 kD molekül ağırlığında proinflamatuar bir sitokindir. Çalışmamızda makrofaj inhibitör faktörün (MIF) gastrointestinal sistem kanserli hastalardaki serum düzeylerinin belirlenmesi
amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü’ne
başvuran 52 gastrointestinal sistem kanserli hasta ve görünüşte sağlıklı 20 kişilik kontrol grubunda MIF serum düzeyleri enzim immunassay (ELISA) yöntemi ile belirlenmiştir.
29
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
BULGULAR: Gastrointestinal sistem kanserli hastalarda serum
MIF düzeyi kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde
yüksek bulunmuştur (p=0.034) .
SONUÇ: Araştırmamız sonucuna göre, hastaların serumlarında
MIF düzeylerinin artış göstermesi bu parametrenin hastalığın tanısında diğer klinik ve radyolojik bulgularla birlikte kullanılabilecek
bir tümör belirleyici olabileceğini düşündürmektedir.
Sonuç: Kolorektal kanserlerin cilt metastazları yaygın hastalığın
belirtisidir. Metastazların klinik görüntüleri diğer sık karşılaşılan
dermatolojik hastalıklara benzeyebilir. Bu nedenle, hastalarda cilt
metastazları olabileceği akılda tutulmalı ve kesin tanı için cilt biyopsisi ve histopatolojik inceleme yapılmalıdır. Tedavi eşlik eden sistemik metastazlara yönelik ve palyatif amaçlıdır. Hastalarda beklenen
yaşam süresi genellikle bir yıldan daha kısadır.
Ref No: 149
Ref No: 158
GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİNDE IL-12’NİN
ROLÜ
PANKREAS ANAPLASTİK KARSİNOMU: BİR VAKA
SUNUMU
Derya Duranyıldız, Aziz Yazar, Esra Kaytan Sağlam,
Hilal Oğuz Soydinç, Hakan Çamlıca, Vildan Yasasever
1
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
2
1
3
AMAÇ: Çalışmamızda Interlökin- 12 (IL -12) ’nin gastrointestinal
sistem kanserli hastalardaki serum düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü’ne
başvuran 52 gastrointestinal sistem kanserli hasta ve görünüşte sağlıklı 20 kişilik kontrol grubunda serum IL -12 düzeyleri enzim immunassay (ELISA) yöntemi ile belirlenmiştir.
BULGULAR: Gastrointestinal sistem kanserli hastalarda serum IL
-12 düzeyi kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde
yüksek bulunmuştur (p<0.001) .
SONUÇ: Hastalar ve sağlıklı kontroller arasındaki IL-12 serum
değerlerinin istatistiksel olarak anlamlı bulunması, IL-12’ nin gastrointestinal sistem kanserlerinin tanısında yardımcı bir parametre
olabileceğini düşündürmüştür.
Ref No: 159
KOLOREKTAL KANSERLERİN CİLT METASTAZLARI
Can Atalay, Kerim Bora Yılmaz
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Gastrointestinal sistem kanserlerinin cilt metastazları ile
takip sırasında nadir olarak karşılaşılır. Bu metastazların görülme
sıklığı %0.7 ile %9 arasında değişmektedir. Çalışmamızda kolorektal
kanserlere ait cilt metastazı saptanan hastaları inceleyerek klinik bulguları ve sağkalımları hakkında bilgi edinmeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Hastanemizde 2003-2006 yılları arasında
kolorektal kanser tanısıyla tedavi edilip izlenen hastalardan cilt metastazı saptananlar çalışmaya alındı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, primer tümörün ve cilt metastazının yerleşim yeri, tümörün evresi, cilt
metastazları ile birlikte saptanan diğer metastaz yerleri ve adjuvan
tedavileri kaydedildi. Hastalar takip edilerek nüks ve ölüm süreleri
belirlendi.
Bulgular: Kolorektal kanser tanısı alan ve cilt metastazı gelişen sekiz hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortalama yaşı 46 (28-72) olup
yedisi (%87.5) erkekti. Primer tümör dört hastada rektumda (%50),
üç hastada sigmoid kolon ve bir hastada da çıkan kolonda yerleşmişti. Cilt metastazları altı hastada (%75) gövdede ve iki hastada
presakral bölgede saptandı. Tüm cilt metastazlarının histopatolojik
inceleme sonucu adenokarsinom olarak bildirildi. Cilt metastazı ile
birlikte dört hastada (%50) peritonitis karsinomatoza, birer hastada
karaciğer metastazı ve lokal nüks saptanırken bir hastada ise uzak
organ metastazına rastlanmadı. Tanı anında tüm hastalar C2 evresindeydi. Adjuvan tedavi olarak hastaların tamamına kemoterapi ve
üç hastaya da radyoterapi verildi. Cilt metastazları primer tümöre
yönelik tedavi tamamlandıktan ortalama 25 ay (9-61 ay) sonra ortaya çıktı. Hastalara yeniden farklı kemoterapi protokolleri uygulandı.
Cilt metastazı saptandıktan sonra dört hasta ölürken dört hasta ise
halen sağdır. Ölen hastaların metastaz sonrası ortalama sağkalım süresi 9 aydır (3-17 ay) .
30
Yeşim Yıldırım, 2Şeniz Sarıtaş, 1Özgür Özyılkan, 3Beyhan Demirhan
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji,
Baskent Üniversitesi İç Hastalıkları,
Başkent Üniversitesi Patoloji
GİRİŞ: Pankreasın anaplastik karsinomu tüm pankreas kanserlerinin %2-7sini oluşturan nadir görülen, agresif bir tümördür. Hastaların sağ kalım oranlarının pankreas adenokarsinomlu vakalara göre
daha kötü olduğu bildirilmiştir. Yapılan vaka sunumlarında etkili
bir tedavisi henüz olmadığı bildirilen bu tümörde yaşam süresinin
haftalarla sınırlı olduğunu söylenmektedir. Burada uzun süreli sağ
kalım sağlanan pankreas anaplastik karsinomlu bir vaka sunuldu.
VAKA: Nisan 2005 tarihinde karın ağrısı, sarılık ve halsizlik şikayetiyle başvuran 61 yaşındaki bayan hastanın yapılan tetkiklerinde biluribin yüksekliği saptandı. Çekilen abdomen tomografisinde
pankreas başında, en kalın yerinde 3cm ölçülen kalınlaşma, gövde
ve kuyruk kısmında atrofik görünüm saptandı. Hastaya endoskopik
retrograd kolonjiopankreagrafi yapılarak safra drenaj sağlandı. Ca19-9 düzeyi normal olan hastaya whipple operasyonu yapıldı. Patolojik incelemede pankreas başında yerleşen 3 cmlik tümörün osteoklastik dev hücreler hücreler içeren anaplastik pankreas karsinomu
ile uyumlu olduğu ve immunohistokimyasal çalışmada vimentin,
CD- 68, sitokeratin ve EMA ile pozitif, faktör 8, aktin ve S-100 ile
negatif olarak boyandığı saptandı. Hastaya adjuvan 5-Florourasil ve
kalsiyum folinat tedavisi radyoterapi ile birlikte verildi. Kontrollerinde karaciğer metastazı saptanan hastaya Kasım 2005 tarihinde gemsitabin tedavisi başlandı. Toplam 8 ay gemsitabin alan hastada stabil
yanıt elde edilmesi üzerine hasta ilaçsız takibe alındı. Eylül 2006
tarihinde yapılan kontrollerinde karaciğer metastazlarında progres
saptanması üzerine hastaya urasil-tegafur başlandı. Aralık 2006 tarihinde gastrointestinel kanama nedeniyle hospitalize edilen hastada
progres gözlenmesi üzerine urasil-tegafur kesildi. Ocak 2007 de ex
olan hasta toplam 20 ay yaşadı.
SONUÇ: Pankreasın anaplastik karsinomu oldukça agresif seyirli bir tümörüdür. Yaşam süresinin çok kısa olduğu bildirilen bu
tümörde gemsitabin tedavisi hastalığın kontrolünü sağlamada etkili
gibi görünmekle birlikte bu konuda geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç
vardır.
Ref No: 160
SOLİD PSÖDOPAPİLLER PANKREAS KARSİNOMU: BİR
VAKA SUNUMU
1
1
2
3
Yeşim Yıldırım, 2Şeniz Sarıtaş, 1Özgür Özyılkan, 1Beyhan Demirhan
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji,
Başkent Üniversitesi İç Hastalıkları,
Başkent Üniversitesi Patoloji
Giriş: Pankreas en sık görülen tümörleri adenokarsinomlardır ve
cerrahi rezeksiyona rağmen oldukça kötü prognozludur. Solid psödopapiller karsinomlar, pankreas karsinomlarının %0.13-2.7 sini
oluşturan, adenokarsinomların aksine iyi prognozlu tümörlerdir.
Sıklıkla üreme çağındaki genç kadınlarda görülen bu tümörün progestreron reseptör ekspresyonu nedeniyle gelişiminde seks hormonlarının rolü olabileceği düşünülmektedir. Genellikle pankreasta bü-
19-23 Nisan 2007
yük kitle ile gelen bu hastalarda, öncelikli tedavi seçeneği cerrahidir.
Adjuvan tedavi konusunda bilgiler sınırlıdır. Burada operasyon sonrası adjuvan 5-Florourasil tedavisi ile uzun süreli sağ kalım sağlanan
psödopapiller karsinomlu bir vaka sunuldu.
Vaka: Karın ağrısı nedeniyle başvuran 33 yaşında bayan hastanın
çekilen abdomen tomografisinde pankreasta 4x3 cm boyutlarında,
çevre dokulara belirgin invazyon saptanmayan kitle lezyonu saptandı. Ca19-9 düzeyi normal olan hastaya distal pankreatektomi ve
splenektomi uygulandı. Patolojik incelemede solid psedopapiller
karsinom tespit edildi. İmmunohistokimyasal incelemede NSE, vimentin ve progesteron primer antikoru pozitif saptanırken keratin
ve sinaptofizin negatif olarak bulundu. Hastaya adjuvan haftalık 5Florourasil tedavisi başlandı. Bir yıl tedavi alan hasta 56 aydır remisyonda izlenmektedir.
Sonuç: Pankreasta kitle ile gelen genç kadınlarda psodopapiller
karsinom ayırıcı tanıda akla gelmelidir. Cerrahi rezeksiyon genellikle
yeterli olmasına rağmen hastaların %15 inde metastaza rastlanmaktadır. Adjuvan 5-florourasil tedavisi hastalarda sağ kalımı arttırmada
faydalı olabilir.
kolonda adenokarsinom, küçük kardeşin ise tubulovillöz adenom ve
1 cm. çaplı poliplerin birinde intramukozal karsinom saptandı.
Sonuç: Familyal adenomatöz polipozis (FAP), kolon ve rektumda
çok sayıda adenomatöz poliplerin bulunması ile karakterize bir hastalıktır. Erken tanı konup tedavi edilmediğinde kanserleşme oranı
%100’dür. Aile öyküsü olan bireyler yakın izlemde tutulmalı, periyodik rektosigmoidoskopik inceleme yapılmalı ve malignite gelişmeden gerekli cerrahi tedavisi uygulanmalıdır.
Ref No: 188
FAMİLYAL ADENOMATÖZ POLİPOZİS: ÜÇ KARDEŞİN
SUNUMU
Hayrullah Derici, Tuğrul Tansuğ, Enver Reyhan, Cemal Kara,
Okay Nazlı, Ali Doğan Bozdağ
Resim . Sigmoid kolon tümörü olan olgudaki rektum ve anal kanal mukozasındaki
multipl polipler
Ref No: 191
İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Genel Cerrahi Kliniği
Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde FAP tanılı ve ikisinde kolorektal
kanser, diğerinde ise intramukozal kanser gelişmiş olan üç kardeşe
uygulanan cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak amaçlandı.
Olgu sunumları: Kırkbir yaşındaki erkek hasta iki yıldan beri devam eden karın ağrısı şikayetlerine son ayda karında şişlik, gaz-gaita
çıkaramama ve rektal kanama şikayetleri eklenmesi üzerine polikliniğimize başvurdu. Rektal tuşede linea dentata seviyesinde tümoral
kitle palpe edildi. Hastaya yapılan kolonoskopik incelemede sol kolon ve rektumda multipl polipler ve distal rektumda polipoid tümoral kitle tespit edildi. Kitleden alınan biyopsi tubulovillöz adenom ve
adenokarsinom olarak rapor edildi. Hastaya uygulanan laparotomide distal rektumda tümöral kitle ve sol kolonu dolduran multipl polipler palpe edildi. Karaciğer 7. segmentte bir adet metastaz saptandı.
Hastaya total proktokolektomi ve uç ileostomi uygulandı, üç aylık
adjuvan kemoradyoterapi sonrası karaciğer metastazına segmenter
rezeksiyon uygulandı. Patolojik inceleme, kolonda multipl tubulovillöz adenomlar ve rektumda adenokarsinom, karaciğerde ise adenokarsinom metastazı olarak rapor edildi. Postoperatif dönemi sorunsuz geçen hasta, adjuvan kemoterapi sonrası yakın takibe alındı.
Hastanın 28 ve 33 yaşlarında iki erkek kardeşinin olduğu öğrenildi
ve tetkik edilmek üzere polikliniğimize başvurması önerildi. Ameliyattan bir ay sonra polikliniğimize baş vuran ortanca kardeşin, son
5 aydır kanlı dışkılama şikayeti olduğu, küçük kardeşin ise herhangi
bir yakınması olmadığı öğrenildi. Her iki olguya fizik muayenede
rektumda polipler saptanması üzerine endoskopik tetkikler uygulandı. Ortanca kardeşin kolonoskopik tetkikinde kolonda milimetrik
multipl poliplerin olduğu, ayrıca sigmoid kolonda polipoid tümoral
kitlenin olduğu görüldü. Yapılan biyopsi adenokarsinom olarak rapor edildi. Küçük kardeşde ise kolonda multipl milimetrik polipler
ve endoskopik biyopsi materyalinde ise tubulovillöz adenom tespitt
edildi. Küçük kardeşe rektumda birkaç adet milimetrik polip tespit
edilmesi üzerine total proktokolektomi ve ileo-anal poş anastomoz
(J poş), ortanca kardeşe ise sigmoid kolonda serozayı aşmış ve pasaja
kısmen izin veren tümoral kitleyle birlikte linea dentataya kadar tüm
rektumda multipl polipler saptanması üzerine total proktokolektomi
ve uç ileostomi uygulandı. Ortanca kardeşin rezeksiyon materyalinin
patolojik incelemesinde kolonda tubulovillöz adenomlar ve sigmoid
Sungate Port Royal, Antalya
PANKREAS KANSERLERİNDE ADJUVAN
KEMORADYOTERAPİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ
1
2
Aziz Yazar, 3Zeki Üstüner, 2Burak Şakar, 2Esra Kaytan Sağlam,
Hakan Çamlıca, 2Faruk Aykan
1
Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi,
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü,
3
Osman Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim
Dalı
2
Amaç: Kanser ölümlerinin önemli nedenlerinden biri pankreas
kanseridir. Cerrahi uygulanan hastalarda dahi yüksek nüks oranından dolayı beş yıllık sağkalım %10-24 arasındadır. Bu nedenle pankreas kanserlerinde adjuvan tedaviye ihtiyaç duyulmakta ancak bu
konu ile ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı
pankreas kanserli hastalarda verilen adjuvan kemoradyoterapinin
sağkalım üzerine etkilerini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsünde
1994-2000 yılları arasında tam rezeksiyon yapılmış pankreas duktal
adenokarsinomalı 128 vaka retrospektif olarak tarandı. Bu vakaların
63’üne kemoradyoterapi, sekiz hastaya sadece kemoterapi, iki hastaya sadece radyoterapi ve 55 hastaya harhangi bir tedavi verilmemişti.
Kemoradyoterapi olarak 5-fluorourasil 225 mg/m2/gün devamlı infüzyonla ve radyoterapi 45 Gy 25 fraksiyonda verilmişti. Herhangi
bir tedavi verilmeyen 55 hasta ya tedaviyi reddeden kişilerden veya
kötü performans durumundaki hastalardan oluşuyordu.
Bulgular: Medyan takip süresi 8 ay (1-67 ay) idi. Kemoradyoterapi grubunda medyan genel sağkalım 13 ay, tedavisiz grupta ise 4
ay idi (p<0.001) . Multivariate analizde sağkalım üzerine kemoradyoterapinin (p<0.001), düşük serum LDH düzeyinin (p=0.0026), iyi
performans durumunun (p=0.033) ve postoperatif düşük CA19-9
düzeyinin (p=0.037) olumlu etkileri saptandı.
Sonuç: Pankreas kanserlerinde adjuvan kemoradyoterapinin sağkalıma olumlu katkısı vardır. Ancak mevcut sağkalımlara baktığımızda cerrahiye ilave daha etkili bir tedavi yöntemine ihtiyaç vardır.
31
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 209
KOLON KANSERİNDE S100A6 İLE
İMMUNUHİSTOKİMYASAL BOYANMA ÖZELLİKLERİ
1
Necmi Yücekule, 1Suat Kutun, 1Melih Akıncı, 1Ahmet Seki,
Hüseyin İncir, 1Yavuz Pirhan, 2Işın Pak, 1Abdullah Çetin
1
1
Ankara Onkoloji Hastanesi, 1. Genel Cerrahi Kliniği,
Ankara Onkoloji Hastanesi, Patoloji Kliniği
2
Amaç: Kolon kanserinde S100A6 ile immunohistokimyasal boyanma ve prognostik parametrelerin değerlendirilmesi.
Yöntem ve gereç: Ankara Onkoloji Hastanesi Genel Cerrahi Kliniklerinde 2000-2001 yıllarında kolon kanseri tanısı ile operasyona
alınan 51 hastanın dosyaları retrospektif incelendi ve prospektif olarak bakılan parametrelerle birlikte değerlendirmeye alındı. Hastaların dosyalarından operasyon tipi, patoloji tümör boyutu, tümör tipi,
diferansiyasyon derecesi, lenf nodu sayısı, tutulan lenf nodu sayısı,
cerrahi sınır durumu, radyoterapi alıp almadığı, kemoterapi almış
ise kemoterapi tipi, hastaların hastalıksız yaşam süresi ve genel yaşam süreleri değerlendirmeye alındı. Patoloji değerlendirmede damar düz kas hücrelerinin boyanma derecesi referans alınarak tümör
dokusu içerisinde yüzeyel ve derin boyanma özellikleri incelenerek
yüzeyel zayıf-derin kuvvetli, yüzeyel kuvvetli-derin zayıf ve yüzeyel eşit-derin eşit olarak sınıflandırıldı ve formlara aktarıldı (Resim
1.2.3) .
Bulgular: Patoloji Kliniği’nce değerlendirilme sonucu 9 (%17,6)
hastanın preparatlarının S100A6 ile boyanma özelliğinin negatif, 42
(%82,4) hastanın preparatlarının boyanma özelliğinin pozitif olduğu rapor edildi. S100A6 ile boyanma ve metastatik lenf nodu sayısı
arasında istatistiksel fark bulunamadı (p=0.350) . Pozitif boyanma
gösteren 42 hastanın boyanma özelliği ile çıkarılan lenf nodu sayısı
ve metastatik lenf nodu sayısı arasında fark bulunamadı (p=0.454 ve
p=0.708) . Negatif boyanan 9 hastadan 3 (%11,8) ’ünün hayatta, 6
(%33,3) ’sının exitus olduğu ve pozitif boyanan 25 (49,0) ’inin hayatta, 17 (%33,3) ’sinin exitus olduğu görüldü. S100A6 ile boyanma ile
exitus oranı arasında istatistiksel olarak fark yok idi (p=0.268) . Negatif boyanan 9 hastadan 2 (%3,9) ’si nüks gelişirken, 7 (%13,7) ’sinde
nüks olmadığı ve pozitif boyanan 7 (%13,7) hastada nüks gelişirken,
35 (%68,6) hastada nüks oladığı görüldü. S100A6 ile boyanma ile
nüks gelişmesi arasında istatistiksel olarak fark yok idi (p=0.651) .
Negatif boyanan 9 hastadan 2 (%3,9) hastada metastaz gelişirken,
7 (%13,7) hastada metastaz olmadığı ve pozitif boyanan 5 (%9,8)
hastada metastaz gelişirken, 37 (%72.5) hastada metastaz olmadığı
görüldü.S100A6 ile boyanma ile metastaz gelişmesi arasında istatistiksel olarak fark yok idi (p=0.592) . Pozitif boyanan 42 (%82,4) hasta
boyanma özelliklerine göre derin- yüzeyel eşit 32 (%76,2), derin kuvvetli-yüzeyel zayıf 4 (%9,5) ve derin zayıf-yüzeyel kuvvetli 6 (%14,3)
olarak alt gruplara ayrıldı. Yapılan istatistiksel alt grup analizde sadece derin ve yüzeyel eşit grup ile derin kuvvetli yüzeyel- zayıf grup ve
derin zayıf-yüzeyel kuvvetli grup arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulundu (p=0.042) .
Sonuç: Kolon kanserlerinde İmmünhistokimyasal yöntemlerin
geliştirilmesi ile risk grupları belirlenerek, adjuvan tedavi ve takip
profilinin ileride değişebileceği kanısına varıldı.
32
Resim 1. Yüzeyel eşit- derin eşit boyanma , 4x büyütme ile çekilmiş resim
Resim 2. Yüzeyel eşit- derin eşit boyanma , 4x büyütme ile çekilmiş resim
Ref No: 218
ATİPİK PREZANTASYON; SKALP METASTAZLI REKTUM
KANSERİ
1
İbrahim Tek, 1Baki Tarakçı, 2Canan Yüksel
1
Samsun Devlet Hastanesi Hematoloji-Onkoloji Merkezi,
2
Özel Samsun Patoloji Labaratuarı
Kolorektal kanserler kadınlarda 2. erkeklerde 3. sıklıkta görülmektedir. Avrupadaki epidemiyolojik çalışmalarda 5 yıllık sağkalım
%41’ dir. Kolorektal kanserlerde tanı anında %10-15 oranında uzak
metastaz olma ihtimali mevuttur. Kolon portal venöz sisteme drene
olurken; rektumun proksimal kısmı superior hemoroidal venle portal sisteme, distali medium ve inferior hemoroidal venle vena cava ve
sistemik dolaşıma drene olur. Rektal kanserlerde karaciğer ve akciğer
metastazı olmadan diğer organlara metastaz oranı % 4’ dür.
53 yaşında erkek hasta rektal kanama nedeniyle mart 2006 yılında
hastanemize başvurdu. Yapılan biyopsi sonucu rektum adeno kanseri tanısı konulan hasta, nisan 2006 tarihinde opere edildi. Takiben
kemoradyoterapi ve adjuvan kemoterapi tedavisini aldı. İlk kontrole
geldiğinde hasta sol parietal bölgede 3 hafta içinde oluşan, önce ağrısız iken son zamanlarda ağrıya neden olan kitleden şikayetçiydi. Çekilen bilgisayarlı beyin tomografisinde sol pariyetal bölgede cilt ile
kafa kemikleri arasında olan ve kemikte destrüksiyona yol açan kitle
saptandı. Bu bölgeden yapılan biyopsi sonucu rektum adenokarsinom metastazı saptandı. Semptomatik olan hastaya palyatif amaçlı
radyoterapi uygulandı. Dramatik şekilde radyoterpiyi takiben kitlede küçülme görüldü.
Onkoloji hastalarında tedaviyi takiben saptanan atipik bulgulara
kuşkuyla yaklaşmak doğru olacaktır.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 289
HEPATOSELÜLER KARSİNOM TANILI OLGUDA VENA KAVA
İNFERİOR YOLUYLA SAĞ ATRİUMA ULAŞMIŞ TÜMÖR
TROMBÜSÜ
1
Mert Saynak, 1Alaattin Özen, 1Zafer Koçak, 2Hakan Karagöl,
Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Ruşen Coşar Alas, 1Murat Çaloğlu,
2
Sernaz Uzunoğlu, 1Füsun Tokatlı, 1Cem Uzal
1
1
2
Resim . Skalp metastazı
Ref No: 272
PANKREAS KANSERİ: CERRAHİDEN SONRA KÖTÜ
SAĞKALIM DEVAM EDİYOR
Mehmet Yıldırım, Fuat İpekçi, Emrah Bayam
S. B. İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Cerrahi Kliniği Bozyaka İzmir
Giriş: Retroperitoneal yerleşimli bir organ olan pankreasın kanserlerine (PK),ülkemizde, günümüzün ileri tanı araçlarına rağmen
erken evrede tanı konamamaktadır. Bu nedenle PK için uygulanan
cerrahi çoğu kez küratif olmayıp, palyatif kalmaktadır. Özellikle PK
hakkında toplumun bilinçlendirilmesi ve özellikle bu hastaların ilk
başvuru yaptığı birinci basamak yada gastroenteroloji ve dahiliye
gibi branş doktorlarının bilinçlendirilip,eğitilmeleri ve ERCP ‘den
histopatolojisine kadar gerekli mültidisipliner yaklaşımlar sağlanmalıdır. Bu nedenle PK olgulara yaklaşım şeklimiz,tanı ve tedavi
olanaklarımızı gözden geçirip, bu konuda saptadığımız negatif parametreleri ortaya koymayı amaçladık.
Materyal-Metod: SB İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Cerrahi Kliniğinde PK nedeniyle Ocak 2000-Şubat 2007 yılları arasında
ameliyat edilen olgular yaş,cinsiyet.klinik bulgular,tanı yöntemleri,
lokalizasyon, cerrahi tipi, morbidite ve mortalite açısından değerlendirilmiştir. Periampuller kanserler çalışma dışı bırakılmıştır.
Bulgular: 52 PK olgusunun yaş ortalaması 57 (34-75) olup,kadın/
erkek oranı 19/33’dür. Olgularda başlıca klinik bulgular ağrı (%78),
zayıflama (% 65) ve sarılık (% 67) dır.Olguların %67’si acil servis kanalıyla ve tıkanma ikteri ön tanısıyla yatırılmıştır.Olguların tümüne
ultrasonografi yapılmış olup, PK tanısı 27 (%55) olguda ultrasonografi ile konurken, 48 (% 92) olguda BT ile konmuştur.Tıkanma
ikteri ile başvuran 19 (%36) olguya MRCP yapılmıştır. Preoperatif
23 (%44) olguya endoskobik biyopsi ile tanı konmuştur. Ameliyat
öncesi endoskobik biyopsi 23 (% 44) olguya yapılmış, histopatolojik
olarak PK tanısı konmuştur. 4 (%7) olguya ameliyat öncesi perkütan
safra drenajı yapılmıştır.Tümör yerleşimi pankreas baş, korpus ve
kuyruğunda 42 (%82), 4 (%7) ve 6 (%11) ’dır. Uygulanan ameliyatlar
12 olguda pankreatikoduodenektomi,6 olguda distal pankreas rezeksiyonu,30 olguda bilier diversiyon ve 4 olguda biyopsi idi.Komplikasyonlar 14 (%26) olguda,mortalite 7 (%13) olguda görülmüştür.1
yıllık sağkalım %19,5 yıllık sağkalım %3 bulunmuştur.
Sonuç: Pankreas cerrahisinde sağkalımı etkileyen en önemli faktör morbidite ve mortalitesi düşük ameliyattır.Bu nedenle: 1.Olgularımızın %67 gibi büyük bir kısmının tıkanma ikteri ile acil şartlarda başvurmaları olguların erken evrede olmadıklarının en büyük
göstergesidir. 2. PK nın erken tanısı için cine qua non; görüntüleme
eşliğinde İİAB,deneyimli histopatolog, tedavide de yoğun bakım ve
deneyimli ekibin gerekliliğidir.
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Giriş: Hepatoselüler karsinomun (HCC) vasküler yapıları invaze
etme eğilimi bilinmektedir. Bununla birlikte inferior vena kava yolu ile
kalbe yayılım nadirdir. Kliniğimize vena kava inferior yoluyla sağ atriuma uzanan trombüs ile başvuran HCC tanılı bir olguyu sunuyoruz.
Olgu: Kronik Hepatit B hastalığı olan 59 yaşında kadın olgu, 3 aydır mevcut karın ağrısı ve giderek belirginleşen dispne yakınmaları
ile kliniğimize başvurdu. Muayenesinde juguler venlerde dolgunluk,
asit ve her iki alt ekstremitede ödem belirlendi. Bilgisayarlı tomografi incelemesinde karaciğer sağ lobda 10 cm çapında portal vene
invaze lezyon ve komşuluğunda birkaç adet benzer özellikte lezyon;
ayrıca vena kava inferior ve sağ atriumda şüpheli dolum defekti saptandı. Karaciğer fonksiyon testleri ve kan alfa feto protein (AFP) düzeyi yüksek bulundu. Karaciğerden ultrason eşliğinde alınan tru-cut
biyopsi sonucunda hepatoselüler karsinom tanısı konuldu. Patolojik
olarak, kronik hepatit zemininde gelişmiş siroz varlığı ve çevrede
izlenen displazi bulguları da kaydedildi. Dinamik kontrastlı toraks
MR tetkikinde vena kava inferiorda suprahepatik segmentten başlayıp sağ atrima uzanan 3,5x4 cm boyutunda bir lezyon ve yine vena
kava inferiorda hepatik seviyede 1 cm çapında ikinci bir lezyon belirlendi. Trombüsün sağ atriumu büyük oranda doldurduğu gözlendi.
Dispnesi belirginleşen hastanın asiti parasentez ile kısmen boşaltıldı.
Palyatif eksternal radyoterapi açısından değerlendirilen hasta tedaviye başlanamadan kaybedildi.
Sonuç: Nadir görülen bu olguların tedavisinde cerrahi rezeksiyon
tekniklerinin yanında non-invaziv bir tedavi yöntemi olarak radyoterapi de denenmiştir. Bununla birlikte prognoz oldukça kötüdür ve
pulmoner emboli ya da triküspid kapağın obstrüksiyonu gibi sebeplerle ani ölüm ortaya çıkabilmektedir.
Resim 1. Vena kava inferor ve sağ atriumda tümör trombüsü
Resim 2. Sağ atriumu dolduran tümör trombüsü.
Sungate Port Royal, Antalya
33
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 333
EVRE II-III REKTUM KANSERLİ HASTALARDA ADJUVAN
KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARI: RETROSPEKTİF
DEĞERLENDİRME
1
Mustafa İzmirli, 2Bülent Aşkaroğlu, 2M. Yakup Büyükpolat,
M. Halil Akbörü, 2Tayfun Hancılar, 2Fuat Yaman, 2Mustafa Ünsal
2
1
YYÜ Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
S. B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
2
Amaç: Bu çalışmanın amacı adjuvan kemoradyoterapi uygulanan
evre II-III rektum kanserli hastalarda sağkalım ve nüks oranları üzerine etkili faktörlerin değerlendirilmesidir.
Hastalar ve Yöntem: Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Radyasyon Onkolojisi Kliniğine 1 Ocak 1998 – 31 Aralık 2003 tarihleri arasında başvurarak kemoradyoterapi uygulanan ve takipleri
yapılan opere evre II-III rektum kanserli 164 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların klinik ve patolojik bulguları ve
cerrahi, kemoradyoterapi uygulamaları kaydedilmiştir. Sağkalım ve
nüks üzerine etkili faktörler değerlendirilmiştir.
Bulgular: Hastaların medyan yaşı 56 (aralık 22-82), 86’sı (%52,4)
kadın, 78’i (%47,6) erkekti. TNM evrelemesine göre hastaların 70’i
(%42,7) evre II, 94’ü (%57,3) evre III’tü. Histopatolojik tip 127
(%77,4) hastada adenokarsinom, 31 (%18,9) hastada müsinöz adenokarsinom ve 6 (%2,4) hastada diğer adenokarsinom alt tipleriydi.
Tüm hastalara 5-Fluorourasil / Folinik asit (FuFA) kemoterapisi ve
radyoterapi uygulanmıştır. Takipte 16 (%9,8) hastada lokal nüks, 35
(%21,3) hastada uzak metastaz ve 6 (%3,7) hastada ise lokal nüks ve
uzak metastaz birlikte görülmüştü. En sık uzak metastaz yeri karaciğerdi. Lokal nüks evre II’de 3 (%4,3) evre III’te 19 (%20,2) toplamda 22 (%13,5) hastada görülmüştür. Uzak metastaz ise evre II’de 12
(%17,1) evre III’te 29 (%30,9) toplamda 41 (%25,0) hastada görülmüştür. Lokal nüks üzerinde etkli parametrelerde lenf nodu tutulum
durumu, evre, histolojik grade ve cerrahi tipi istatistiksel anlamlı etkili olurken uzak metastaz üzerine yalnızca evre istatistiksel anlamlı
olarak etkili bulundu. Nükslerin tamamı dikkate alındığında ise lenf
nodu tutulumu, evre, ve histolojik grade istatistiksel anlamlılığa ulaştı. Medyan takip 50 ay olup 5 yıllık genel sağkalım %68,34 ve hastalıksız sağkalım %63,82’dir. Genel ve hastalıksız sağkalımı etkileyen
parametreler değerlendirildiğinde tek değişkenli analizde lenf nodu
tutulumu, evre, cerrahi tipi ve histolojik grade istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Çok değişkenli analizde ise genel sağkalımı evre,
histolojik grade ve cerrahi tipi etkilerken hastalıksız sağkalımda evrenin etkisi istatistiksel anlamlı bulunmamış yalnızca cerrahi tip ve
histolojik grade istatistiksel anlamlı bulunmuştur.
Sonuç: Çalışmamızda lokal nüks üzerine lenf nodu tutulumu,
evre, histolojik grade ve cerrahi tipinin etkili olduğu, tümör evresinin etkili olmadığı, uzak metastaz üzerine ise yalnızca evrenin etkili
olduğu bulundu. Genel ve hastalıksız sağkalım üzerine lenf nodu tutulumu, evre, histolojik grade ve cerrahi tipi etkili olurken multivaryan analizde hastalıksız sağkalım üzerine yalnızca histolojik grade
ve cerrahi tipi etkili bulunmuştur. Bu sonuçlarla cerrahi tipinin lokal
nüksü ve dolayısıyla hastalıksız sağkalımı anlamlı olarak etkilediği
sonucuna ulaşıldı.
Ref No: 334
ÖZOFAGUS YASSI EPİTEL HÜCRELİ KARSİNOMLARINDA
CD44S EKSPRESYONUNUN KLİNİKOPATOLOJİK
FAKTÖRLERLE İLİŞKİSİ VE PROGNOSTİK ÖNEMİ
1
Serkan Şenol, 2Mustafa Izmirli, 1Irfan Bayram, 3Mahmut Ilhan
1
YYÜ Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
YYÜ Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
3
YYÜ Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Bu çalışmada özofagus’un yassı epitel hücreli karsinomlu
(ÖYEHK) hastalarda sağ kalım ile bir hücre adezyon molekülü olan
34
CD44s ekspresyon durumu ve diğer prognostik faktörler arasındaki
ilişkilerin incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: YYÜ Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı tarafından 1999- 2004 yılları arasında raporlanmış 35 vakaya ait patoloji preparatları değerlendirildi. Onkoloji dosyaları taranarak klinik,
laboratuar bulguları elde edildi. Klinik, laboratuar ve histopatolojik
parametrelerin, genel sağ kalım, prognoz ve CD44s ekspresyon durumu ile arasındaki ilişkiler incelendi.
Bulgular: Hastaların 21’i kadın (%60,0), 14’ü erkekti (%40,0) . Ortalama yaş 53,3 (35-69) ve 50 yaş ve üstü vaka sayısı 21 (%60), 50 yaş
altı ise 14 (%40) idi. Performans durumu 0-1 olan hasta 12 (%34,3),
2-4 arası olan 23 (%65,7) idi. Vücut Kitle İndeksi 20’nin altında olan
22 (%62,9), 20 ve üzeri olan ise 13 (%37,1) idi. Tedavi almayan 3
(%8,6), yalnız kemoterapi alan 21 (%60,0) ve hem kemoterapi hem
de radyoterapi alan 11 hasta (%31,4) vardı. Kemoterapi cevabı sekiz
(%22,8) hastada vardı. Klinik değerlendirmede (MRI ve BT) tüm
hastalar T3 ve T4’tü ve evre III olan hasta sayısı 19 (%54,3), evre IV
olan hasta sayısı 16 (%45,7) idi. En sık metastaz Karaciğere (10 vaka)
saptandı. Vakaların 13’ü i diferansiye (%37,1), 18’i orta derecede diferansiye (%51,4), 4’ü az diferansiye (%11,5) idi. İltihabi reaksiyon 23
olguda (%65,7) var, 12 olguda (%34,3) yoktu. CD44s boyanma oranı
32 (%91,4) hastada pozitif, 3 (%8,6) hastada negatif, CD44s boyanma yoğunluğu 30 (%85,7) hastada pozitif, 5 (%14,3) hastada negatif
olarak bulundu. Tümör boyutları ortalama 6,63 cm (4-11) olarak tomografi ve endoskopi bulguları üzerinden değerlendirildi.
Toplam 35 hastanın medyan genel sağ kalım süresi 5,2±2,7 ay
olup, bir ve iki yıllık genel sağ kalım oranları ise %34,4±8,0 ile %11,3±0,5 idi.
Tek değişkenli analizlerde sağkalımı tedavi durumu, kemoterapiye
cevap, klinik evre ve tümör boyutu istatistiksel anlamlı olarak etkiliyordu. CD44s ekspresyonunun sağ kalımla ve prognozla istatistiksel
olarak bir ilişkisi saptanmadı. Multivaryan analizde ise yalnızca tanı
anındaki tümör boyutu istatistksel olarak anlamlı bulundu. (P=0.045) .
Tümör çapının-uzunluğunun invazyon derinliği ile ilişkili olduğu,
çap artıkça metastazın arttığı ve prognozun da kötüleştiği bulundu
(P<0.05) . CD44s boyanma yoğunluğu ile yaş ve performans durumu
arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki görüldü, ancak sağ kalım ve
prognoz ile arasında direkt bir bağlantı kurulamadı.
Sonuç: Bu çalışmada tanı anındaki tümör boyutu sağkalım ve
prognozu değerlendirmede önemli bir faktör olarak bulundu. CD44s ekspresyonunun ve varyantları ise prognostik bir faktör olarak
bulunmadı ancak CD44s ekspresyonunun olgularımızın hemen hemen tamamında pozitif olması ve serimizin büyük çoğunluğunun
lokal ileri evre veya metastatik olması CD44s’in metastazda önemli
bir belirteç olabileceğini düşündürdü.
Ref No: 346
MİDE KARSİNOMUNDA POSTOPERATİF
RADYOKEMOTERAPİ
1
Seyyed Mortaza Parvizi Oskoei, 1Ayhan Aydın, 1Füsun Göçen,
Samim Yurtsever, 1Gönül Demirpişkin, 1Hasan Taylan Yılmaz,
5
Hilmi Alanyalı, 4Serdar Özkök
1
1
Onkomer Özel Onkoloji Merkezi, Bornova – İzmir,
Izmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
3
Izmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir,
5
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir
2
AMAÇ: Mide karsinomlarında primer tedavi cerrahidir. Postoperatif radyokemoterapi radikal cerrahi sonrası, lokal bölgesel yineleme riski yüksek olan olgularda (T3-T4 veya lenf nodu metastazı) bu
riski azaltmaktadır. Bu çalışma da postoperatif radyokemoterapi’nin
lokal yineleme ve uzak metastaz üzerine olan etkisi, tedavinin erken
ve geç komplikasyonları ve sağkalımı etkileyen prognostik faktörler
açısından değerlendirilmiştir.
19-23 Nisan 2007
GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2000 – Kasım 2005 arasında mide ca.
tanısı ile opere edilen ve adjuvan tedavi için refere edilen toplam 81
olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Lokal risk faktörlerine bağlı olarak
olgulara günlük 180 cGy fraksiyonlarla, hafta da 5 fraksiyon olmak
üzere toplam 4500–5940 cGy (medyan 5040 cGy) eksternal radyoterapi (RT) uygulanmıştır. RT ile birlikte 5-FU/LV (Bolus, RT’nin ilk
4 günü ve son 3 günü) veya oral Tegafur (300 mg/m2/gün-haftada 5
gün) kemoterapisi (KT) uygulanmıştır. RT sonrasında ise olguların
performansın durumuna göre adjuvan KT’ye devam edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen olguların 29’u kadın (%35,8),
52’si erkek (%64,2), medyan yaş 55 (aralık 19–79 yaş) olarak saptanmıştır. Olguların %51,9’una Total Gastrektomi + LND uygulanmışken %48,1’ine ise Subtotal Gastrektomi + LND uygulanmış, %70,4’ü
Adenokarsinom, %27,2’si Taşlı Yüzük Hücreli Karsinom, %1,2’si ise
Papiller Karsinom, ve tip tayini yapılamayan İndiferan Malign Tümör histolojik tanısı almıştır. Olguların %17,3’ü Evre II, %50,6’sı
Evre IIIA, %22,2’si Evre IIIB ve %9,9’u ise Evre IV (M0) hastalığa sahiplerdi. RT ile eşzamanlı 74 olgu’ya KT uygulanmış olup, bunların
41’i (%55,4) 5-FU/LV (Medyan 4 kür, aralık 2-6 kür), 33’ü (%44,6)
ise oral Tegafur (Medyan 5 ay, aralık 2-6 ay) almışlardır. Medyan
36 aylık (aralık 8–85 ay) izlem süresinde, 10 olguda (%12,3) lokal
nüks (medyan gelişme süresi 16 ay), 30 olguda (%37) uzak metastaz
(medyan gelişme süresi 10 ay) gelişmiş, olguların 37’si (%45,7) hastalığa bağlı, bir olgu hastalık dışı ve bir olguda idame KT’ye (5-FU/LV
kolunda) bağlı febril nötropeni gelişmesine bağlı ex olmuştur. Tüm
grupta 36 aylık sağkalım oranı %47,45 iken, medyan sağkalım süresi
21 ay (aralık 3–81 ay) olarak bulunmuştur. Log-rank testi ile yapılan
tek değişkenli analizlerde sağkalımı etkileyen prognostik faktörlerin
değerlendirmesinde yaş, cinsiyet, kilo kaybı, cerrahi tipi, disseke edilen ve metastatik lenf nodu sayısı, histopatolojik tip açısından gruplar arasında fark bulunmaz iken, TNM sınıflamasına göre Evre II ve
IIIA’ya karşılık Evre IIIB ve IV (M0) iki grup halinde değerlendirildiğinde, genel sağkalım oranında bu iki grup arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark gözlenmiştir (P=0.0229) .
SONUÇ: Mide karsinomunda postoperatif radyokmeoterapi T3T4 veya lenf nodu metastazı olan olgularda lokal kontrol ve sağkalımı arttırıcı tedavi şekli olmasının yanı sıra, yan etkileri göz önünde
tutulduğunda uygulanabilir etkili adjuvan tedavi yöntemidir.
süresi 36 ay olarak bulundu. Hastalarımızın 1 yıllık sağkalımı %90, 3
yıllık sağkalımı %68 idi.
Sonuç: Mide lenfomalarının tedavisi halen tartışmalıdır. Gastrik
diffüz büyük B hücreli lenfoma tedavisinde kemoterapiyi takiben
radyoterapi oldukça etkili bir tedavi olarak görülmektedir ve organ
prezervasyon tedavisi mantıklı bir tedavi seçeneği olarak göz önünde
bulundurulmalıdır
Ref No: 374
AKCİĞER KANSERİ OLGUSUNDA İKİNCİL MALİGNİTE:
İLEUMUN EPİDERMOİD KANSERİ
Mehmet Yıldırım, Fuat İpekçi, Özcan Alpdoğan, Emrah Bayam
S. B. İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Cerrahi Kliniği, Bozyaka - İzmir
Giriş: Akciğer kanseri olgusunda farklı lokalizasyonda ve en az 6
ay sonra gelişen ikincil maligniteler metakron tümörler olarak adlandırılır. Akciğer kanserli olgularda ikincil tümörün en sık görülme
yeri baş-boyun bölgesidir. Bu çalışmada nadir tutulum yeri olarak
ileum tanımlanarak,olgu takibinin önemi vurgulanmaktadır.
Olgu: 78 yaşında erkek hasta, 9 ay önce yapılan toraks BT‘sinde
sol akciğer üst lob apikoposterior segment yerleşimli non-small cell
akciğer kanseri saptanmış. PET incelemesinde kitlenin pleura, kosta invazyonu ve mediastinal lenfatik tutulumu nedeniyle inoperabl
kabul edilerek radyoterapi yapılmış. 7 aylık sorunsuz dönem geçiren
olguda yaklaşık on gün önce intermittent karın ağrısı başladı. Kliniğimize iki günden beri devam eden yaygın karın ağrısı ile başvurdu.
Görüntüleme yöntemleri ile her iki diafragma altında serbest hava ve
karın boşluğunda sıvı saptandı. Acil ameliyata alınan olguda terminal ileumda ileoçekal valve 5 cm uzaklıkta tam transeksiyon görüldü.
Olguya ileostomi yapıldı. Ameliyat sonu dönemde akciğerde radyoterapi alanında pnömoni gelişti ve tıbbi tedaviden yarar gördü. Rezeke edilen ileum segmentinin histopatolojik bakısında epidermoid
kanser tanısı kondu.
Sonuç: Akciğer kanserli hastaların takibinde ikincil kanser olasılığı mevcuttur.Toraksın izlemi yanında tanı araçlarıyla batında tetkik
edilmelidir. İntestinal sistemi tutan tümörlere, akut batın oluşturmadan, erken tanı konursa düşük morbidite ve mortalite sağlanacağı
kanısındayız.
Ref No: 363
MİDE LENFOMALI HASTALARIMIZDA TEDAVİ SONUÇLARI
Rahşan Habiboğlu, F. İlknur Aytaş, Sercan Özyurt,
Ferit Çetinyokuş, Haluk Sayan, Zeynep Doğan Akarsu,
Nalan Aslan, Ferdi Aksaray, Mübeccel Tümöz
Ref No: 393
MİDE KANSERİNDE POSTOPERATİF KEMORADYOTERAPİ
Adnan Yöney, Yasemin Batı, Bekir Eren, Mustafa Ünsal
Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Ekstranodal lenfomalar sıklıkla baş-boyun, deri ve sindirim sistemini tutarlar. Sindirim sisteminde ise en sık mide ve ince
barsaklarda görülür. Mide lenfomalarının çoğunluğunu agresif büyük hücreliler oluştururken, karışık hücreli ve yavaş seyirli lenfomalar da görülür.Bu çalışmada amacımız Ankara Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi kliniğine 2000-2006
yılları arasında başvuran mide lenfomalı hastalarda tedavi sonuçlarımızı değerlendirmektir.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmada 2000-2006 yılları arasında kliniğimizde takip ve tedavileri yapılan 12 mide lenfomalı hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ortalaması 47 (33-75) idi.Toplam
12 hastanın 7’si erkek, 5’i kadındı. En sık başvuru şikayeti karın ağrısıydı. Hastaların tanıları endoskopik biyopsi ile konuldu. Patolojik
tanıları “Working Formulation”’a göre; 11 hasta agresif, 1 hasta yavaş
seyirli olarak değerlendirildi. Hastaların 7’si evre IE, 4’ü evre IIE, 1’i
evre IIIEB idi. Bir hastaya gastrektomi sonrası kemoterapi ve radyoterapi uygulanmış olup diğer hastalara 4-6 kür kemoterapi sonrası
30-40Gy radyoterapi Co60 cihazı ile verildi. Hastalarımızın takip süreleri ortalaması 24.5 (1-39) ay olarak bulundu. Ortalama sağkalım
Sungate Port Royal, Antalya
AMAÇ: Postoperatif kemoradyoterapi uygulanmış mide kanserli
hastalarda tedaviye bağlı yan etki, lokal kontrol ve sağkalım sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2003-Aralık 2005 tarihleri arasında S.B.Okmeydanı E.A.H, Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde metastatik olmayan postoperatif kemoradyoterapi uygulanmış mide
kanserli 142 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların
46’sı (%32) kadın, 96’sı (%68) erkektir. Medyan yaş 57 (25-73) dir.
AJCC 2002 evreleme sistemine göre EIB 9 (%6), EII 22 (%16),EIIIA 49 (%34),EIIIB 30 (%21),EIV 22 (%16) hasta olup, 10 hastada
lenf nodu diseksiyonu yetersizdir.105 hasta (%74) adenakarsinom,
27 hasta (%19) taşlı yüzük hücreli karsinom, 4’ü (%3) müsinöz adenokarsinom, 6’sı (%4) diğer histolojik tiptedir. Hastaların 5’i grade
I (%4), 47’si grade II (%33), 66’sı grade III (% 46) iken, 24 hastanın
grade’i değerlendirilememiştir. 78 hastaya total gastrektomi (%55),
64 hastaya subtotal gastrektomi (%45) uygulanmıştır ve 25 hastada
(%17) cerrahi sınır pozitiftir. Cerrahiden ortalama 5 hafta sonra 134
hastaya kemoterapi (KT) 5 gün boyunca 5-FU 425 mg/m2/gün +folinik asit 20mg/m2/gün şeklinde ve 2.KT ile eşzamanlı radyoterapi
(RT), ortalama 5040 cGy (4500-5040) Gy,180cGy/gün 5 hafta uygu-
35
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
lanmış, 3. KT, RT ‘nin son 3 günü yapılmıştır. Ardından adjuvant KT
23 hastada 6 kür, 64 hastada 5 kür, 12 hastada 4 kür’e tamamlanmış,
36 hasta 2 yada 3 kür KT almıştır. 8 hastaya ise 45 Gy lökorejyonel
radyoterapi ile birlikte oral kemoterapik ajan (UFT) 300mg/m2/gün
ve Leucoverin 90 mg/gün uygulanmıştır.
BULGULAR: Medyan takip süresi 12 aydır. Tedavi sırasında görülen en sık yan etki hematolojik yan etkilerdir (anemi %21, lökopeni
%8,5) . RT sonrası cilt reaksiyonları ise %5 sıklıkla görülmektedir.
Bir ve üç yıllık hastalıksız sağkalım değerleri %78,2 ve % 2,8 iken,
bir ve üç yıllık genel sağkalım ise %81,7 ve %2.8 dir. Tüm grubun
medyan sağkalımı 12 aydır. 8 hastada (%5,6) lokal nüks, 27 hastada
(%19) uzak metastaz gelişmiştir. En sık görülen uzak metastaz bölgesi karaciğerdir (%7) .
SONUÇ: Mide kanserinde eksternal radyoterapi ile eş zamanlı KT
uygulanması lokal kontrolu artıran ve tolere edilebilir tedavi yöntemidir.
Ref No: 395
BEVASİZUMAB-FOLFİRİ PROTOKOL HASTALARINDA YAN
ETKİ DEĞERLENDİRİLMESİ
Füsun Özmen, Berna Öksüzoğlu, Meral Bakar, Nurullah Zengin
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Bevasizumab, tümör anjiojenez inhibisyonunda kullanılmak üzere, VEGF’e karşı monoklonal antikor olarak geliştirilmiş bir kemoterapotiktir. Metastatik kolon kanserlerinin birinci ve ikinci basamak
tedavilerinde diğer sitotoksik ajanlarla kombine olarak kullanılmaktadır.Tek ajan olarak kullanımında sınırlı yan etkiler beklenen Bevasizumab’ın kombine tedavilerde, toksik etkilerde herhangi bir artışa
neden olup olmadığının araştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem :
İkinci basamak tedavisi olarak Folfiri-Bevasizumab başlanan 20
metastatik kolon kanserli hastada prospektif olarak yan etki sıklığına
ve şiddetine bakıldı. Hastaların 11’i kadın, 9’u erkekti.Yaşları 34 ile
70 arasında değişen hastalara (ortanca 51) toplam 73 uygulama yapıldı. Uygulamalar iki haftada bir, irinotekan (1800 mg/m2), 5-fluorourasil (5-FU) (400 mg/m2 IV bolus ve 2600 mg/m2 48 saat sürekli
infüzyon), folinik asit (200 mg/m2) içeren kombine tedaviye Bevasizumab (5 mg/kg/gün) eklenerek yapıldı. Her uygulama sonrası yan
etki varlığı ve şiddeti ‘’National Cancer Institute’’ Toksisite Skalasına göre,ağrı ise ağrı skalasına göre değerlendirildi.Yan etkiler başta
hipertansiyon, arteriyel tromboz olmak üzere Bevacizumab tedavisi
sırasında dikkat edilmesi gereken yan etkilere göre seçildi.
Bulgular:
Sıklık sırasına göre; halsizlik, alopesi, bulantı, iştahsızlık, anemi,
stomatitis, konstipasyon, terleme, başağrısı, lökopeni, nötropeni,
diare, bronkospasm, kusma en fazla görülen yan etkilerdi (Tablo 1)
Karın ağrısı, sırt ağrısı, taşikardi, el-ayak sendromu, asteni, hipotansiyon daha az sıklıkta görülenlerdi. Hipertansiyon, alerjik reaksiyon,
ateş, ödem trombositopeniden her birinin görülme sıklığı ise % 5’in
altındaydı. Hastaların hiçbirinde arteriyel tromboz, gastrointestinal
sistem perforasyonu görülmedi. Yan etki şiddetinin doz sayısı ve
yaşla ilişkili olmadığı gözlemlendi. Beklenenin aksine hipertansiyon
sıklığında artış olmadı.
Sonuç:
Genel olarak hastalarda halsizlik, alopesi, bulantı, iştahsızlık, anemi başta olmak üzere 1. veya 2. dereceden toksisiteler görülmüş, bu
duruma bevasizumab’dan çok kombine tedavinin neden olduğuna
karar verilmiştir. Bevasizumab’ın tek ajan ve kombine tedavilerde
güvenle kullanılabileceğinin düşünülmesine karşın bunun daha fazla
uygulama içeren çalışmalarla desteklenmesi gerekir.
36
Ref No: 448
ERİŞKİN PANKREOBLASTOMA VAKASI
1
Gökhan Çelenkoğlu, 2Hüseyin Üstün, 1Ülkü Yalçıntaş Arslan,
Murat Koçer, 1Sadık Muallaoğlu, 1Saadet Tokluoğlu,
1
Güngör Utkan, 1Necati Alkış
1
1
2
Ankara Onkoloji Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Ankara Hastanesi Patoloji Kliniği
GİRİŞ: Pankreoblastoma (PM) pankreasın nadir görülen non-endokrin tümorlerinden birisi olup daha çok çocukluk çağında görülmekle beraber erişkinlerde de görülebilmektedir. Çocuklarda, erişkinlere göre daha yavaş bir seyir göstermektedir.
VAKA: 47 yaşında erkek hasta 3 aydır karında şişkinlik şikayeti
ile hastaneye başvurdu. Fizik muayenede epigastrik bölgede sınırları net değerlendirilemeyen sert, hareketsiz, ağrısız kitle palpe edildi.
Kan biyokimyası ve hemogramında belirgin patoloji saptanmadı. Yapılan abdominal ultrasonografide pankreasdan köken alan ve dalak
hillusuna uzanan, 20 cm boyutunda içerisinde geniş septalar içeren
ve dopler kontrolünde internal damarlanma gösteren düzensiz kontürlü semisolid kitle lezyonu saptandı. Yapılan abdominal tomografide epigastriumu dolduran, dalağı ve böbreği posteriora iten, intestinal segmentleri deplase eden ve kistik komponentleri olan pankreas
orijinli olduğu düşünülen kitle lezyonu tespit edildi. CEA, Ca 19.9,
α-FP (alfa-fötoprotein) düzeyleri normal olarak bulundu. Hastaya
bu bulgularla yapılan laparatomide kitlenin pankreastan köken aldığı damar yapılara invaze olduğu gözlendi. Yapılan insizyonel biopsi
sonucu pankreatoblastoma olarak geldi. Hastaya sisplatin 70 mg/m2
1. gün ve gemstabin 1000 mg/m2 1. ve 8. gün, 21 günde bir olmak
üzere palyatif kemoterapi başlandı. Birinci kür tedavisini alan hastanın halen takip ve tedavisi sürmektedir.
SONUÇ: PM erişkin yaş grubunda nadir görülen bir tümördür.
PM, 11 nolu kromozomda heterozigotenin kaybı, familiyal adenomatosis coli sendromu, Beckwith Wiedemann Sendromu ile birliktelik gösterebilir. Vakaların yaklaşık 2/3’nde α-FP yüksekliği eşlik
edebilir. Tedavide cerrahi tedavi temel yaklaşım olup adjuvant kemoterapi veya radyoterapi vaka sayılarının da azlığı nedeni ile tartışmalıdır. Palyatif kemoterapide, tedavide sisplatin etoposid, doksorubisin, siklofosfamid kullanılan ajanlardandır. Operasyon şansı
olmayan vakalarda prognoz olumsuz olup, bu grup hastada da erken
tanı önem göstermektedir.
Ref No: 449
ÖSEFAGUS KANSERLİ BÜLLÖZ PEMFİGOİD VAKASI
1
Gökhan Çelenkoğlu, 2Özlem Altay Akman, 1Ülkü Yalçıntaş Arslan,
Saadet Tokluoğlu, 1Sadık Muallaoğlu, 1Murat Koçer,
1
Güngör Utkan, 1Necati Alkış
1
1
2
Ankara Onkoloji Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Ankara Onkoloji Hastanesi, Tıbbi Dermatoloji Kliniği
GİRİŞ: Pemfigus; deri veya mukozalarda görülebilen genelde
epidermal hücrelerde adezyon kaybı ile karakterize kronik seyirli
otoimmun hastalıktır. Bunlar arasında son yıllarda tanımlanan, ana
klinik özellikleri pemfigus vulgarise benzeyen ancak kendine özgü
histopatolojik, immunfloresan ve immunpresipitasyon özellikleri
olan paraneoplastik pemfigus tanımlanmıştır. Ayrıca büllöz pemfigoid malignite ile birliktelik gösterebilir. Özellikle akciğer, böbrek,
prostat kanserleri ile birlikte bildirilmiş olup ösefagus kanserlerinde
nadir bildirilmiştir.
VAKA: Yetmiş yaşındaki erkek hasta yutma zorluğu nedeni ile
hastaneye başvurdu. Özgeçmişsinde 30 paket sigara yıl dışında
özellik yoktu. Fizik muayenede ECOG performans statusu 2, boyunda her iki alt servikalde 4 adet en büyüğü 2 cm olan, sert, ağrısı ve immobil lenfadenopati saptandı. Yutma zorluğu nedeni ile
yapılan endoskopide, ösefagus üst uçta, ülserovejetan kitle tespit
edildi. Yapılan biyopsi sonucu yassı hücreli karsinom olarak sap-
19-23 Nisan 2007
tanan hastanın toraks ve üst abdominal tomografisinde ösefagus
duvarında kalınlaşma, karaciğerde en büyüğü 2 cm olan metastazla
uyumlu olabilecek multipl hipodens lezyonlar saptandı. Histopatolojik tanıdan sonra kemoterapi planlanan hastada gövde ön ve arka
yüzde,eritemli plaklar ve yer yer bunların üzerinde gergin büller
gözlendi. Mukozalarda belirgin patoloji saptanmadı. Nikolsky Fenomeni (-) bulundu. Yapılan dermatoloji konsultasyonu doğrultusunda büllöz pemfigoid ön tanısı ile cilt biyopsisi yapıldı ve biyopsi
sonucu non spesifik özellikler gösterdi. Metilprednisolon aseponat
topikal 3x1, oral antihistaminik (klemastin 2x1 mg/gün) ve enfeksiyon olasılığı nedeni ile sefazolin 2x1 gram gün başlandı. Halen
takip ve tedavisi sürmektedir.
Penisilamin, kaptoril, furosemid, florourasil gibi ilaçlar da ciltte
büllöz reaksiyonlar oluşumuna yol açabilir ancak hastamızda ilaç
kullanım anemnezi mevcut değildi. Lezyonların yaygın olmaması ve
topikal tedaviye iyi yanıt vermesi ve muköz alanların tutulmaması
nedeni ile sistemik steroid tedavisi planlanmadı. Vakamızdaki deri
lezyonlarını histopatolojisi non spesifik olmakla beraber klinik bulgular doğrultusunda büllöz pemfigoid olarak kabul edildi.
SONUÇ: Hiperkalsemi ösefagus kanserinde en sık görülen paraneoplastik sendromdur. Pemfigus otoimmun kökeni nedeni ile lösemi, lenfoma ve sarkomlarla birlikte görülebilmekte olup nadirde
olsa ösefagus kanserinde bildirilmiştir. Ayrıca pemfiguslu hastalarda
malignite olasılığı akılda tutulmalıdır.
(filgrastim) başlandı. Kalsiyum folinat oral doz planlandı. Palyatif
tedaviyle izlenen hasta exitus oldu.
SONUÇ: Mide karsinomunun doğal seyri düşünüldüğünde leptomeningial karsinomatozis sık rastlanmayan bir bulgudur. Klinik
belirti ve semptomlarının, sıklıkla özgül olmayan baş ağrısı, bulantı,
kusma, mental değişiklikler gibi semptomlar olması tanıyı zorlaştırmaktadır. Vakamızda LP ile tanı konulmuşsa da leptomeningial
karsinomatozis tanısında maalesef tek bir görüntüleme yöntemi veya
laboratuar testi yoktur. Pozitif bir BOS sitolojisi tanı koydurucu olsa
da duyarlılığı yüksek değildir. Tedavi edilmez ise ortalama sağkalım
çok kısadır. Hastamıza uyguladığımız intratekal metotreksat tedavisi
sonrası kemik iliğinin baskılanması da klinik uygulamalarda nadir
gözlenen bir durumdur.
Ref No: 459
AMAÇ: Hepatosellüler karsinomda (HCC) karaciğer transplantasyonu uygun hasta seçimi ile küratif bir yöntem olarak kullanılmaktadır. HCC nedeni ile transplantasyon sonrası intra veya ekstrahepatik nüks ortalama %20 görülmektedir, fakat nüks sonrası
sağkalım, tedavilerin etkileri ve hastalığın doğal seyri hakkında
elimizde çok az bilgi mevcuttur. HCC de kemik metastazı oldukça
nadir görülmektedir. HCC nedeni ile yapılan karaciğer transplantasyonu sonrasında kemik metastazı saptanan bir olguyu sunuyoruz.
OLGU: 59 yaşında erkek hastaya Hepatit C virüsüne bağlı hepatoselüler karsinom nedeniyle karaciğer transplantasyonu yapıldı. Karaciğer transplantasyonu sonrası 27.ayda hastanın 2 aydır var olan
bel ağrısı nedeniyle çekilen lumbosakral magnetik rezonans görüntülemesinde L3 vertebra sağ yarısından L4 vertebra korpus sağına
orta kesim düzeyine kadar uzanan lezyon, sol iliak kanat süperiorunda kortekste bir miktar ekspansiyona yol açan belirgin destrüksiyon
oluşturmayan 2,5x1,5 cm. lezyon saptandı. Hastaya yapılan kemik
biyopsisinin patolojik incelemesi sonucunda bu odakların HCC
metastazı olduğu bildirildi. Palyatif olarak haftada bir kez 1000 mg.
5- fluorourasil tedavisi başlandı, L2-S1 vertebralara yönelik palyatif
radyoterapi verildi.
SONUÇ: Karaciğer transplantasyonu sonrasında nüks zamanı
yaklaşık 12 ay iken, 27 ay süre ile kür kabul edilen hastamızda HCC
olgularında oldukça nadir görülen kemik metastazı saptanmıştır.
Hastamızda da olduğu gibi HCC li hastalarda kemik metastazı daha
çok vertebral kolona ve pelvik kemiklere olmaktadır. Hastaya haftalık 5-fluorourasil kemoterapisi başlandı. Ağrılı kemik metastazına
yönelik palyatif radyoterapi verildi.
MİDE ADENOKARSİNOMUNDAN KAYNAKLANAN
LEPTOMENİNGİAL KARSİNOMATOZİS: OLGU SUNUMU
1
Salih Boğa, 2Hüseyin Mertsoylu, 2Hakan Sakallı, 2Züleyha Çalıkuşu,
Zafer Akçalı, 2Özgür Özyılkan, 3Turgut Noyan
2
1
Başkent Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı,
Başkent Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı
2
3
AMAÇ. Metastatik leptomeningial tutulum birçok malignanside
sık rastlanabilen bir durumdur. Leptomeningial karsinomatozis sırasıyla meme kanseri, non-Hodgkin Lenfoma, ve malign melanom
vakalarında daha sık görülürken mide adenokarsinomunda oldukça nadirdir. İntratekal metotreksat tedavi sonrasında kemik iliğinde
baskılanma izlediğimiz leptomeningial tutulum gösteren bir mide
karsinomu vakasını sunuyoruz.
OLGU: 49 yaşında erkek hasta midede yanma şikayetiyle merkezimize başvurdu. Fizik muayenede yaygın asit,karın ultrasonografisinde mide duvar kalınlığında artış saptandı. Endoskopide
midede saptanan tümoral lezyondan alınan biyopsinin patolojik,
ve asit mayiinin sitolojik incelemesi sonucunda adenokarsinom
rapor edildi. Batın bilgisayarlı tomografisinde (BT) ek lezyon
saptanmadı. Genel Cerrahi bölümünce inoperabl kabul edilen
hastaya, sisplatin+epirubisin+5-fluorourasil başlandı. 3. kür sonrasında kontrol BT de yaygın asit, kolon serozal yüzeyinde kalınlaşma, ve asit miktarında progresyon saptandı. Progresif hastalık
olarak değerlendirildi, ve UFT başlandı. Abdominal distansiyon
nedeniyle karın ağrısı şikayeti olan hastaya birçok kez yapılan boşaltıcı parasentez ihtiyacının artması üzerine sağ subklevyen vene
asit boşaltılması için peritovenöz şant yerleştirildi.Takipte, UFT
tedavisi altındaki hastada 10 gündür varolan şiddetli baş ağrısı
şikayeti ile hasta tekrar hospitalize edildi. Beyin BT ve beyin magnetik rezonans görüntülemesinde patolojiye rastlanmadı. Yapılan
lumbar ponksiyonla (LP) alınan beyin omurilik sıvısının sitolojik
incelemesinde malign epitelyal tümör rapor edildi. İlk teşhisinden 9 ay sonra leptomeningial tutulum nedeni ile 3 defa verilen
intratekal metotreksat tedavisi sonrasında hastadan gönderilen
kontrol BOS sitolojilerinde hala atipik hücreler olduğu belirtildi. İntratekal kemoterapi sonrasında grade 4 trombositopeni ve
grade 4 nötropeni gelişen hastaya granülosit koloni uyarıcı faktör
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 460
HEPATOSELÜLER KARSİNOMUN KARACİĞER
TRANSPLANTASYONU SONRASI KEMİK METASTAZI:
OLGU SUNUMU
1
2
Salih Boğa, 2Züleyha Çalıkuşu, 2Yeşim Yıldırım, 2Zafer Akçalı,
Özgür Özyılkan, 3Hamdi Karakayalı, 3Mehmet Haberal
1
Başkent Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı,
3
Başkent Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı
2
37
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 462
VAN BÖLGESİ ÖZEFAGUS KANSERLİ HASTALARINDA
UYGULANAN TEDAVİYE BAKMAKSIZIN EVREYE GÖRE
SAĞKALIM SONUÇLARI
1
Mahmut Ilhan, 2Göktürk Kılınç, 3Sıddık Keskin, 4Erkan Doğan,
Nedim Turan, 5Gamze Uğurluer
2
1
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıları Anabilim Dalı,
3
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı,
4
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Bitlis Sağlık Yüksek Okulu,
5
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkoloji Bilim Dalı
2
Giriş:
Özefagus kanseri Türkiyede nadir rastlanmaktadır. Van bölgesinde nisbi sıklık olarak, kadınlarda en sık ve erkeklerde ise mide kanserinden sonra 2.en sık görülen kanserdir. Bu çalışmada, evreye göre
hastaların sağkalım süreleri araştırıldı.
Materyal ve metodlar:
2001 ocak-2005 aralık arasında özefagus kanseri tanısı konulmuş
ve medikal onkoloji de tedavi edilmiş 319 hasta çalışmaya alındı.
Hastaların tedavi tipine bakılmaksızın evrelere göre hastaların sağkalım sonuçları çıkarıldı. Evre sisteminde, bilinen kabul edilmiş evrelendirme sistemleri (AJCC, UICC veya JJCC) uygulanmadı. Hastalar radyolojik olarak lokal, lokal ileri ve metaztatik diye 3 evreye
ayrılark incelendi. Tedaviden çıkmış (erken veya geç) ancak kontak
kurulamayan yaşayıp yaşamadığı belli olmayan 30 hasta (cencored)
çalışmadan çıkarıldı ve geriye kalan 289 hasta analize katıldı.
Bulgular:
Hastaların yaşı 56±11.8 (aralık 23-85), %52.5 kadın,%47.5 erkek
ve K/E: 1.12, %85 squamoz hücreli karsinom ve %15 adenokarsinom
bulundu. Başvuru sırasında hastaların %33.9 lokalize, %39.1 lokalileri ve geri kalan %27 metaztatik safhada başvurdu. Yapılan tedavi
şekline bakmaksızın sırasıyla ortanca ve ortalama sağkalım süresi ile
1,3 ve 5 yıllık sağkalım oranları tablo da sunuldu.
Sonuç:
Tüm evreler gözönüne alındığında hastalarımızın yaşam süreleri
Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve Japonya hastalarından daha
kısadır. Daha geniş bilgi kogrede sunulacaktır.
GEREÇ-YÖNTEM: Postoperatif adjuvant tedavi uygulanan 69
olgunun cerrahi spesmenlerinde primer tümör ve metastatik lenf
nodlarında CD10 ve 99 ekspresyon durumu immünohistokimyasal
(İHK) yöntemle incelendi ve pozitif-negatif ekspresyon olarak iki
ayrı grupta değerlendirildi. İki grubun cinsiyet, yaş (<50 ve ≥50), tümör boyutu (<5 ve ≥5 cm), tümör diferansiyasyon derecesi (iyi-orta
ve kötü), evre (pTNM), ve lenfovasküler invazyon (LVİ, var ve yok)
parametreleriyle ilişkisi incelendi. Herhangi bir parametre açısından
iki grup arasındaki fark veri türüne göre non-parametrik test veya
ki-kare/Fisher-exact test ile analiz edildi. Kaplan-Meier ile belirlenen
sağkalım eğrileri arasındaki fark log-rank ile kıyaslandı.
SONUÇLAR: CD10 ve 99 ekspresyonu tümör dokusunda sırayla
%10 ve %17 olguda; lenf nodunda ise %92 ve %19 olguda pozitifti. CD10 ekspresyonu, iyi ve orta derecede diferansiye tümörlerde
kötü diferansiye tümörlere kıyasla daha fazla olguda pozitif bulundu
(tümör dokusu ve lenf nodları için sırasıyla p=0.049 ve 0.002) . CD
10 pozitifliği ile LVİ arasında bağlantı mevcutken (p=0.04) CD99 ile
herhangi bir klinikopatolojik parametre arasında ilişki saptanmadı.
İyi ve orta derecede diferansiye karsinomlarda N pozitif olgularda
CD10 pozitifti (p=0.03) . N evresindeki artışla da pozitif boyanan
spesmen sayısı artmaktaydı. Tüm hastalar için ortalama genel sağkalım (GS) süresi 33.34±2.8 ay, ve hastalıksız sağkalım (HS) süresi
27.6±2.8 ay olarak saptandı. CD 10 ve CD99 boyanma durumuna
göre GS ve HS değişiklik saptanmadı. CD 10+, diferansiye tümörlerde ortalama GS süresi hasta grubuna kıyasla azalma eğiliminde idi
(sırasıyla 26.14± 5.7 ve 33.24±2.8, p=0.06) .
TARTIŞMA: Mide adenokarsinomlarında CD10 ve 99 ekspresyonunu değerlendiren ve birbirleriyle çelişen sonuçların bildirildiği
çalışmalarda farklı tedavi protokolleriyle tedavi edilmiş heterojen bir
hasta grubunda ekspresyon durumunun sadece klinik özelliklerle
ilişkisi araştırılmıştır. Çalışmamızda lokal-ileri evre opere mide adenokarsinomlarında CD10+liği iyi diferansiye tümörlerde kötü prognostik faktörlerle paralellik gösterme eğiliminde bulunmuştur. Bundan sonraki çalışmalarda bu özellikteki hasta grubunun daha fazla
irdelenmesi önerilmektedir. Aynı protokolle tedavi edilmiş, evre açısından homojen hasta grubunda, klinikopatolojik özelliklerin yanısıra olguların sağkalımları ile de ekspresyon durumunun incelemesi
açısından çalışmamız bu konudaki ilk verilerdendir.
Ref No: 506
Tablo .
Evre
GENÇ YAŞ MİDE KANSERİ: AYRI BİR ANTİTE Mİ?
Ortanca SK±SD
(Ortalama)(ay)
1y SK oranı
(%)
3y SK oranı
(%)
5y SK oranı
(%)
Lokalize
17±2.8(20.9)
64
13
3
Lokal İleri
15±1.4(17.2)
60
10
1
Metaztatik
8±0.7(10.2)
36
0
0
Ref No: 489
OPERE MİDE ADENOKARSİNOMALI OLGULARIN
DOKU CD10 VE CD99 EKSPRESYON DURUMUNUN
İNCELENMESİ
1
Diclehan Ünsal, 1Ö. Petek Erpolat, 1Ünsal Han, 1Yücel Pak
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Sağlık Bakanlığı Dışkapı Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Anabilim Dalı
2
AMAÇ: CD10 ve 99 tümörogenezis ve tümör progresyonunda rol
alan ve genelde hematolojik neoplazmlarda tanı koymada kullanılan
proteinlerdendir. Kısıtlı sayıdaki çalışmada, mide kanserindeki ekspresyonlarının klinik önemi ile ilgili farklı sonuçlar bildirilmektedir.
Bu çalışmada postoperatif adjuvant tedavi almış mide karsinomu tanılı olguların doku CD10 ve 99 ekspresyon durumu, klinikopatolojik
özelliklerle ilişkisi ve sağkalım açısından önemi araştırıldı.
38
1
2
1
2
Sedat Caner, 2Nurullah Zengin, 1Barış Yılmaz, 1Bilal Yılmaz,
Burçin Budakoğlu, 2Nuriye Yıldırım Özdemir, 2Ömür Berna Öksüzoğlu
Ankara Numune Eiğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
Giriş
Mide kanserleri halen sık görülen ve önemli ölçüde mortalitesi
olan tümörlerdir. Yaşın prognostik bir faktör olduğu pek çok kanser
türü için araştırılmış ve bir kısmında etkiliği olduğu görülmüştür.
Biz bu çalışmada mide kanserinde yaşın prognostik etkisini araştırdık.
Gereç-Yöntem
Çalışma, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi
Onkoloji Kliniğine Kasım 2002 ile Aralık 2006 tarihleri arasında
başvuran mide kanserli hastaların dosyaları incelenerek retrospektif olarak yapılmıştır. Çalışmada yer alan hastalar 40 yaş alı ve üstü
olarak iki gruba ayrıldı. Bu iki grup arasında prognostik faktörler
açısından fark olup olmadığı incelendi.
Bulgular
Çalışmaya toplam 413 hasta dahil edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması 59 (25-87) idi. 40 yaş ve altı hasta sayısı 46 (%11.1) iken 41
yaş ve üstü hasta sayısı 354 (%85.7) idi. 128 (%30,9) hasta kadın ve
285 (%69,1) hasta erkekti. Hastaların 261’i (%63) hiç sigara içmemişti. Hastalarda en çok görülen semptom karın ağrısı (hastaların
%58.4’ünde), kusma (%16.2) ve kilo kaybı (%12.8) idi.
19-23 Nisan 2007
Hastaların 317’sinde (%76.8) histolojik alt tip adenokanserdi. 56
(%13,6) hastada histolojik olarak taşlı yüzük hücre hakimiyeti vardı.
Patolojik olarak tümörlerin %35.4’ü kötü diferansiyasyona sahipken
%13’ünde diferansiyasyon iyiydi. Tümör yerleşim yeri olarak mide
korpusu en çok tutulan bölge iken (%49.2 hastada) bunu sırasıyla
distal (%27,1) ve kardiya bölgesi (%9,9) izlemekteydi. Tanı anında
hastaların %36.8’sinde metastaz mevcuttu. En sık izlenen metastaz
bölgesi karaciğer ve peritondu.
Hastalar 40 yaş altı ve üstü olarak olarak gruplandırıldığında iki grup
arasında cinsiyet (p=0.09), şikayeti ve süresi (p=0.8), preoperatif CEA
(p=0.27) ve CA19-9 (P=0.28), tümör yerleşim yeri (p=0.9), patolojik
alt tip (p=0.3), tümörün mide duvarındaki derinlik derecesi (p=0.4),
tutulan lenf nodu sayısı (p=0.9) arasında bir ilişki bulunamamıştır.
İki grup arasında histolojik diferansiyasyon arasında istatiksel fark
vardı (p=0.03) . 40 yaş ve altı hastalarda kötü diferansiyasyona sahip tümör daha fazlaydı. İki grup arasında metastaz gelişme riskide
fazlaydı (p=0.001) . Genç yaş grubunda hastaların metastatik evrede
başvurması daha fazla idi ve bu genç hastalarda 40 yaş üstündeki
hastalara göre peritonitis karsinomatoza görüme insidansı istatiksel
olarak anlamlıydı (p=0.05) .
Sonuç
Genç yaşlarda görülen mide kanseri kötü prognozlu özelikler sahip olma ve daha fazla metastatik olma eğilimindedir. Bu nedenle
genç yaştaki hastaların daha agresif tedavi edilmesi tedaviden daha
iyi sonuçlar alınmasını sağlayabilir.
Ref No: 537
KEMİK METASTAZI İLE SEYREDEN ATİPİK
HEPATOSELLÜLER KARSİNOM OLGUSU
H. Orhan Kızılkaya, Berrin Yalçın, Begüm Ökten,
Öznur Aksakal, Handan Erkal, Ahmet Uyanoğlu, Mehtap Çalış,
Ayşe Doğan, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
OLGU: F. K. 73 yaşındaki erkek hasta 143/2006 protokol numarası
ile 03/02/2006 tarihinde karaciğer tümörü tanısı ile polikliniğimize
başvurdu.
6 aydır devam eden karın ağrısı şikayeti ile yapılan değerlendirmeler sonucunda 04/02/2005 tarinde karaciğer 3 segmentte radyolojik
olarak tespit edilen kitleye Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma hastanesi
Genel Cerrahi kliniği tarafından rezeksiyon uygulanmıştır.2308,571965 protokol numaralı rezeksiyon materyali sonucu,hepatocellüler
karsinom olarak değerlendirilmiştir. Histolojik grade II, karaciğer
kapsüler invazyonu bir alanda gözlenmiştir.Bu bulgularla onkoloji
kliniğine yönlendirilen hasta tedavi için başvurmamıştır.
03/02/2006 tarihinde karın ağrısı ve bel ağrısı nedeniyle kliniğimize başvuran hastadan biz kontrol abdominopelvik CT, toraks CT,
pelvik MRI ve rutin biyokimya ve hemogram değerlerini istedik.Hasanın SGOT 101mgr/dl, SGPT 43mgr/dl, GGT 69mgr/dl, LDH 585
mgr/dl, AFP 45853 ng/dl, CA19-9 60.77 U/ml gelmişitir. Pelvik MR’
da iliak kemikte litik görünüme neden olan ve iliak kemiği anterior ve posteriordan çevreleyen 17x17x8 cm ebatlarında kitlesel lezyon tespit edildi.Yapılan sağ iliak kanat tru-cut biopsisi sonucunda
3250/06 protokol numaralı patolojik değerlendirme; hepatosellüler
karsinom metastazı tespit edildi.07/03/2006 tarihinde hastanın sağ
hemipelvis bölgesine
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 578
BÖBREK METASTAZI SAPTANAN MİDE KARSİNOMLU
OLGU
Züleyha Çalıkuşu, Hakan Sakallı, Hüseyin Mertsoylu,
Bahattin Yılmaz, Zafer Akçalı, Özgür Özyılkan
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Böbrek parankim metastazları literatürde nadir görülmektedir.
Otopsilerde % 18 oranında böbreklerde metastaz saptanmaktadır..
Burada nadir görülmesi nedeni ile böbrek metastazı yapan bir mide
kanserli olguyu paylaşmak istedik.
OLGU: 68 yaşında erkek hasta, karın ağrısı, bulantı, kusma ve karında şişlik şikayetleri ile başvurdu. Üst gastrointestinal sistem endoskopisinde mide korpus distalinde ve antrumda fragil ve infiltratif
kitle mevcuttu. Abdominal tomografide mide antrum düzeyinde en
kalın yerinde 2 cm’ye ulaşan konsantrik düzensiz duvar kalınlaşması,
tesbit edildi. Endoskopik biyopsi sonucu adenokarsinom olarak geldi. Hastaya total gastrektomi uygulandı. Patoloji raporu: adenokarsinom, grade 3, büyük ve küçük kurvaturda serbest tümör nodülleri,
17 adet lenf nodunda metastaz olarak rapor edildi. Hastaya eşzamanlı kemoradyoterapi başlandı. Kalsiyum folinat 20 mg/m2 +5-FU
425mg/m2 5 gün 28 günde bir, verildi. Radyoterapi aldığı dönemde
doz ayarlaması yapıldı. Tedavi sonrası 6. ayda yapılan kontrol abdominal tomografide, karaciğer 2.segmentte 30Χ18Χ23 mm boyutlarında hipoekoik kitle mevcut olup distalde kalan safra yollarında dilatasyona neden olmaktadır. Sol böbrek alt polünde takip sürecinde
dansite ve boyut değişikliği gösteren 32mm çapındaki kitle lezyonu
öncelikle malign özellikli olarak değerlendirilmiştir şeklinde rapor
edildi.. Hastaya uygulanan karaciğer biyopsi sonucu adenokarsinom
metastazı olarak geldi. Metastatik mide karsinomu olarak değerlendirilen hastaya, Epirubicin, Cisplatin ve infüzyonel 5-FU’dan oluşan
tedavi protokolü başlandı. 3. kür sonunda yapılan kontrol abdominal tomografide, önceki tomografide izlenen fokal intrahepatik safra
yolu genişlemesi tümüyle gerilemiş, aynı zamanda karaciğerde yer
alan kitle lezyonu izlenmedi.Ayrıca sol böbrekte yer alan metastatik
lezyonda %50 ‘ye varan regresyon saptanmış olup, kitle16 mm çapında ölçülmüştür. Hastanın tedavisi devam etmektedir.
Böbrekteki metastatik tümörlerin; % 20’si akciğer, % 12’si meme,
% 11’i mide, % 9’u böbrek tümöründen olmaktadır, ayrıca over ve
kolondan da metastazlar olabilmektedir. Metastazlar % 40-50 oranında bilateral olmaktadır. Albüminüri ve hematüriye neden olabilmektedir. Önemli bir nokta ise sekonder böbrek tümörü varlığının
genelde çok ileri evre ve yaygın hastalığa işaret etmesidir. Literatürde
nadir görülmesi nedeni ile böbrek metastazı yapan mide kanserli olguyu paylaşmak istedik.
Ref No: 588
REKTUM KANSERİNDE PREOPERATİF
KEMORADYOTERAPİ
Ahmet Küçük, Adnan Yöney, Bülent Aşkaroğlu, Halil Akbörü,
Selvi Tabak Dinçer, Tayfun Hancılar, Levent Işıklı,
Yakup Büyükpolat, Cumhur Yıldırım, Mustafa Ünsal
S. B. İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
AMAÇ: Preoperatif kemoradyoterapi uygulanmış rektum kanserli
hastalar toksisite,patolojik cevap,lokal kontrol,rezektabilite ve sağkalım açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 1999-Aralık 2005 tarihleri arasında
S.B. Okmeydanı eğitim ve araştırma hastanesi Radyasyon onkolojisi
kliniğinde tedavi gören metastatik olmayan 28 hasta değerlendirilmiştir.Olguların 10’u (%36) kadın 18’i (%64) ise erkektir.Medyan yaş
56 (19-78ay) dır.AJCC 2002 evrelendirme sistemine göre; Evre I 5
(%18), EIIA 6 (%21), EIIB 2 (%7), EIIIA 2 (%7), EIIIB 7 (%25), EIIIC
4 (%14) olup olgulardan 23’ü (%82) Adenokarsinom, 3’ü (%11) Mü-
39
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
sinöz adenokarsinom, 2’si ise (%7) diğer tiplerdir.13 (%46) hastaya
LAR (Low Anterior Rezeksiyon), 11 (%39) hastaya APR (Abdomino
Perineal Rezeksiyon) ve 1 (%4) hastaya da diğer rezeksiyonlar yapılmıştır.3 (%11) hasta ise inop kabul edilmiştir.
Radyokemoterapiden ortalama 5 hafta sonra hastalara cerrahi uygulanmış olup 15 (%54) hastaya (5-FU 225mg/m2 devamlı infüzyon),11 hastaya (%39) oral UFT, 1 (%4) hastaya Tomudex ve 2 (%7)
hastayada radyoterapinin 1-3.günü ve 25-28.günlerinde 5-FU (425mg/m2+Leucovorin 20mg/m2) uygulanmıştır.Operasyon sonrası
ise hastalar (27 hasta) 4 kür kemoterapi (FUFA) almışlardır. Radyoterapi ise günlük 180-200 cGy fraksiyon dozlarında haftada 5 gün
ortalama 4500 cGy (4500-5040) uygulanmıştır.Unrezektabl olarak
kabul edilen hastalara da boost yapılarak ortalama 6600cGy doza
kadar çıkılmıştır.
BULGULAR: Medyan takip süresi 19.5 (1-72ay) aydır.4 (%14)
hastada şiddetli diyare ve 1 (%4) hastada nötropeni gelişmiştir.2
(%7) hastada ise patolojik tam cevap elde edilmiştir. Lokal nüks oranı %10.71’dir. Rezektabilite oranı %89’dur.Üç yıllık genel sağkalım
%49.8, hastalıksız sağkalım %41 dir..
SONUÇ: Elde edilen rezektabilite oranının yüksek olması nedeniyle başvuruda rezektabilite şansı az olan olgularda preoperatif
kemoradyoterapi tercih edilmelidir. Eksternal pelvik radyoterapi ile
eşzamanlı kemoterapi uygulaması gerek genel sağkalıma ve gereksede hastalıksız sağkalıma katkı sağlayan tolere edilebilen bir tedavi
yöntemidir.
de artış olması üzerine yapılan tetkiklerde metastazektomi lojunun
süperiorunda adenokarsinom metastazı saptandı. (05/05) Kitleye
radyofrekans ablasyon (RF) uygulandı, Eloxatin+FU+FA (Nordic
FLOX) verildi.KT bitiminden 6 ay sonra CEA düzeyinde artış üzerine yapılan pozitron emisyon tomografisinde (PET) saptanan sağ
lob segment 8 deki patolojik tutulumda adenokarsinom metastazı
saptandı, tekrar RF uygulandı (08/06) .3 ay sonra tekrarlanan PET
de sağ lob segment 5 ve 8 de yeni oluşmuş tutulum izlenmesi üzerine
hastaya sağ lobektomi yapıldı. (11/06)
SONUÇ: Hastalarda iki yılın üzerinde sağkalım elde edilmiştir.
Tekrarlayan karaciğer nüksleri de çıkartılmış veya RF uygulanmıştır.
Hatta bir hastada peripankreatik lenf nodu çıkartılmıştır.Bu çıkartımlara rağmen hastalığın nüksleri olabilmekle birlikte literatürde
metastazektomisiz elde edilen sağkalımlardan daha uzun sağkalımlar
elde edilmiştir.Nüksler sırasında CEA yüksekliği gözlenen hastaların
takiplerinde mutlaka serum CEA düzeyi sık aralıklarla bakılmalıdır.
Ref No: 624
METASTATİK MİDE KANSERİNDE, EPİRUBİCİN,
CİSPLATİN, URACİL-TEGAFUR(UFT) KOMBİNASYON
KEMOTERAPİSİNİN ETKİNLİĞİ
1
Serap Kaya, 2Mehmet Aliustaoğlu, 1Faysal Dane, 1Mahmut Gümüş,
Mesut Seker, 1Akın Öztürk, 1Taflan Salepçi, 1Mustafa Yaylacı,
1
Alpaslan Mayadağlı
1
1
Ref No: 609
KOLOREKTAL KANSERLERDE METASTAZEKTOMİ İLE
UZUN SAĞKALIM: ÜÇ OLGU SUNUMU
1
Salih Boğa, 2Zafer Akçalı, 2Özgür Özyılkan, 3Gökhan Moray,
Hamdi Karakayalı, 3Mehmet Haberal
3
1
Başkent Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı,
3
Başkent Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı
2
AMAÇ: Kolon ve rektum kanserli hastaların takipleri sırasında
hastaların yaklaşık yarısında karaciğer metastazı ortaya çıkmaktadır.
Sadece karaciğere metastaz varsa ve bu metastaz tam olarak çıkartılırsa bazı hastalarda uzun süreli sağkalım elde edilebilmektedir.Burada metastazektomi yapılmış üç hastanın takipleri bildirilecektir.
Hasta 1: 67 yaşında erkek hastaya yapılan bilgisayarlı tomografide
(BT) karaciğer sol lobda solid lezyonlar saptandı. (12/01) Kolonoskopide çıkan kolonda adenokarsinom saptanması üzerine hastaya
parsiyel ileokolektomi, karaciğer sol lobektomi ve sağ lobdan wedge rezeksiyon yapıldı. (12/01) .Hastaya adjuvant 5-fluorourasil (FU)
+folinik asit (FA) 6 kür uygulandı ve remisyonda kabul edildi. (06/
02) Kemoterapi (KT) sonrası 41. ayda pankreas başı komşuluğunda
metastaz ve serum karsinoembriyonik antijen (CEA) düzeyinde artış
saptandı. (01/05) Metastaz eksizyonu ve rezidü tümöre yönelik koterizasyon yapıldı, lenf noduna metastatik adenokarsinom rapor edildi.Hastaya kapesitabin+oxaliplatin verildi. Hasta nükssüz izleniyor.
Hasta 2: 64 yaşında erkek hastaya yapılan kolonoskopide çıkan kolonda adenokarsinom saptandı. (09/02) BTde metastaz saptanmadı.
Sağ hemikolektomi ve iliotransversostomi yapıldı,adjuvan FU+FA 6
kür verildi.Yedi ay sonra karaciğer sağ lobda adenokarsinom metastazı saptanması üzerine sağ loba subtotal rezeksiyon yapıldı.Metastazektomi sonrasında hastaya irinotekan+FU+FA (FOLFIRI) 6 kür
verildi. (11/03) Hasta nükssüz izleniyor.
Hasta 3: 48 yaşında erkek hastaya yapılan endoskopide mide adenokarsinomu rapor edildi. (11/00) .Distal subtotal gastrektomi yapıldı.FU+FA ve eş zamanlı radyoterapi verildi.KT bitiminden 6 ay sonra kolonoskopide sigmoid kolonda adenokarsinom ve multipl polip
saptandı.Subtotal kolektomi ve ileoproktostomi yapıldı. (10/01) 6
kür adjuvan FU+FA verildi.KT sonrası 15. ayda karaciğer sağ lobda
adenokarsinom metastazı saptanması üzerine metastazektomi yapıldı. (08/03) FU+FA+İrinotekan 6 ay verildi.14 ay sonra CEA düzeyin-
40
2
Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Onkoloji Bölümü,
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Onkoloji Bölümü
Giriş-Amaç: Metastatik mide kanserinde kemoterapi, verilebilecek
en iyi destek tedavisiyle karşılaştırıldığında sağ kalımı anlamlı ölçüde uzatmaktadır. Üçlü ilaç tedavisi düşünülen hastalarda, epirubicin,
cisplatin ve sürekli iv infüzyonla verilen 5-FU, standart kombinasyon
tedavisi olarak düşünülmektedir. Sürekli iv infüzyonla 5-FU uygulaması yerine UFT kullanılabileceği bazı çalışmalarda gösterilmiştir.
Bu çalışmada metastatik mide kanserinde birinci seri kemoterapi
olarak kullandığımız ECU kombinasyon tedavisinin etkinliği analiz
edilmiştir.
Materyal-Metot: İstanbul’da iki Onkoloji kliniğinden epirubicin, cisplatin ve UFT alan metastatik mide kanseri olan toplam 59
hastanın (20 kadın 39 erkek) tedavi sonuçları değerlendirilmiştir.
Hastalara 21 günde bir olmak üzere epirubisin 50 mg/m2, cisplatin
60 mg/m2, UFT 300 mg/m2/gün, ve oral folinik asit 45-90 mg/gün
uygulanmıştır. Hastalar yanıt açısından her 3 kür sonrası radyolojik
olarak değerlendirilmiştir. Yaş, cinsiyet, ECOG performans skoru
(PS), primer kanser lokalizasyonu ve başlangıçta küratif cerrahi rezeksiyon varlığı prognostik önem açısından incelenmiştir.
Bulgular: Medyan takip süresi 6 (1-21) aydı. Medyan yaş 55 yıldı
(26-76) Hastalar medyan olarak 3 (1-6) kür tedavi alabilmiştir. Hastaların % 88.6’sı PS ≤ 1, % 11.4’ü PS= 2 idi. Tanı sırasında hastaların
% 37.9’una küratif cerrahi uygulanmış, kalan % 62.1 hasta ise metastatik hastalık ile baş vurmuştu. En sık metastaz yeri karaciğerdi
(% 53.9) . Hastaların % 25.0’inde tedaviye parsiyel cevap mevcuttu,
% 28.1’inde ise stabil hastalık gözlendi. Böylece tüm hastaların %
53.1’inde tümör kontrolu sağlandı. Tam cevap ECU kombinasyon
tedavisi ile bizim hasta serimizde görülmedi.
Medyan progresyona kadar geçen süre (TTP) ve genel sağ kalım
sırasıyla 6.4 ve 9.1 ay olarak hesaplandı.
Sonuç: Metastatik mide kanserinin birinci seri tedavisinde ECU
kombinasyon kemoterapisi literatürdeki diğer tedavilerle benzer etkinlikte görülmektedir. Port ve dolayısıyla infüzyon gerektirmemesi
bu rejimin önemli bir avantajı gibi görünmektedir.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 632
YASSI HÜCRELİ ÖZEFAGUS KANSERİ İLE İLİŞKİLİ
PARANEOPLASTİK NEFROTİK SENDROM OLGUSU
1
Burçin Budakoğlu, 2Cüneyt Yüksel, 3Musa Akoğlu, 3Birol Bostancı,
Nuriye Yıldırım Ödemir, 1Nurullah Zengin
1
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Kliniği,
3
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Gastoenteroloji Cerrahisi Kliniği
2
GİRİŞ
Nefrotik sendromun bazı malignitelerle birlikteliği bildirilmiştir.
Nefrotik sendrom tümörle eş zamanlı ortaya çıkabildiği gibi tümörün ortaya çıkmasından daha önce de bulgu verebilir. Daha çok akciğer kanserleri ile birlikte görülürken özefagus kanseri ile birliktelik
çok enderdir.
OLGU
36 yaşında kadın hasta vücudda yaygın şişlik nedeni ile yapılan
tetkiklerde 12 gr/gün proteinüri, yapılan böbrek biyopsisinde ise
mezenşioproliferatif glomerulonefrit bulguları saptanmıştı. Nefrotik
sendrom tanısıyla kortikosteroid ve immünsupresif tedavi kullanmakta iken izleminin yaklaşık birinci yılında önce katı ve sonra sıvı
gıdalara karşı yutma güçlüğü gelişmesi üzerine hasta değerlendirmeye alındı. Yapılan özefagoskopide özefagus 27 cm’den başlayan ve 32.
cm’e kadar uzanan asimetrik yerleşimli polibe-ülsere lezyon izlendi.
Alınan endoskopik biyopsi yassı hücreli karsinom ile uyumlu bulundu. Görüntüleme tetkiklerinde metastaz bulgusu saptanmadı. Özefagus kanseri tanısıyla hastaya Ivor-Lewis özefajektomi ve lenf nodu
diskesiyonu uygulandı. Hastanın postoperatif evrelemesi T3N1M0
ile uyumlu idi.
Postoperatif takiplerinde proteinürisinde azalma olan hastanın
operasyondan iki ay sonra yapılan 24 saatlik idrarda protein düzeyi
220 mg/gün olarak ölçüldü. Hasta nefrotik sendrom açısından remisyonda kabul edilerek nefroloji bölümü tarafından ilaçsız izleme
alındı. Özefagus kanserinin adjuvan tedavisi olarak kısa süreli 5-florourasil bazlı kemoterapi planlandı.
TARTIŞMA
Membranoproliferatif glomerulonefrit ve nefrotik sendrom malignitelere sekonder paraneoplastik sendrom bulgusu olabilir. Etyolojisi açıklanamayan nefrotik sendromlu hastalarda özefagug kanseride dahil malignite varlığı araştırılması daha erken tanıya neden
olabilir.
Ref No: 640
VENA KAVA SUPERİOR SENDROMU İLE BAŞVURAN
METASTATİK KOLON KANSERİ VAKASI
1
Önder Eren, 1Mehmet Artaç, 1Özlem Yavaş, 1Fatih Küçükkartallar,
Kemal Ödev, 2Hatice Toy, 1Cem Börüban
3
1
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim
Dalı, Konya,
2
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Konya,
3
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Konya
Giriş: Vena kava superior sendromu (VKSS), superior vena kavaya
dıştan bası, invazyon ya da trombüs oluşumu ile ortaya çıkar. Günümüzde VKSS’nin en sık rastlanılan sebebi malignitelerdir. Sıklıkla
akciğer kanseri ve non hodgkin lenfoma vakalarında görülmektedir.
Bu bildiride kolon kanseri metastazına bağlı bir VKSS olgusu sunulmuştur.
Vaka: Kolon kanseri öyküsü olan 57 yaşında hasta, Şubat 2005’te
yaklaşık 2 aydır devam eden nefes darlığı ve yüzde şişlik nedeniyle
kliniğimize başvurdu. Hastaya 3 yıl önce çekum adenokarsinomu
nedeniyle sağ hemikolektomi uygulanmış ve evre III kolon kanseri
nedeniyle 6 kür adjuvan 5-FU+FA verilmişti. Fizik muayenede boyun venöz dolgunluğu ve sağ supraklaviküler bölgede yaklaşık 5 cm
çaplı konglomere lenfadenopati saptandı. Toraks BT’de en büyüğü 4
Sungate Port Royal, Antalya
cm çaplı olan ve superior vena kavaya bası yapan çok sayıda lenfadenopati tespit edildi. Supraklaviküler bölgeden alınan biyopsi sonucu metastatik adenokarsinom olarak rapor edildi. Hastaya VKSS
nedeniyle palyatif radyoterapi uygulandı ve semptomlarda belirgin
düzelme oldu. Hastaya radyoterapiden sonra sırasıyla palyatif FOLFOX-4, irinotekan ve kapesitabin kemoterapileri uygulandı. Tedaviden kısmen fayda gören hastada kapesitabin tedavisinin 3.kürü
sırasında tekrar nefes darlığı ve yüzde şişme gelişti ve toraks BT’de
lenfadenopatilerin süperior vena kava’ya yeniden bası yaptığı saptandı. Hastaya bu bulgularla Aralık 2006’da FOLFİRİ + Bevacuzimab
kombinasyon kemoterapisi başlandı. Birinci kürün sonunda hastanın semptomlarında belirgin gerileme izlendi.
Sonuç: Metastatik kolon kanserine bağlı ortaya çıkan VKSS literatürde nadiren bildirilmiştir. FOLFİRİ+Bevacuzimab rejimi metastatik kolon kanserine bağlı VKSS tedavisinde kullanılabilir. Bu hastalarda tedavi ile uzun süreli sağkalım sağlanabilir.
Ref No: 658
PANKREAS KANSERİLİ HASTALARIN YÖNETİMİ: CERRAHİ,
KEMOTERAPİ VE DESTEK TEDAVİLERİN YERİ
1
Yeşim Yıldırım, 1Özgür Özyılkan, 1Zafer Akçalı, 2Şeniz Sarıtaş,
Hüseyin Mertsoylu, 3Beyhan Demihan, 4Fatih Boyvat,
5
Gökhan Moray, 5Mehmet Haberal
1
1
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji,
Başkent Üniversitesi İç Hastalıkları,
3
Başkent Üniversitesi Patoloji,
4
Başkent Üniversitesi Girişimsel Radyoloji,
5
Başkent Üniversitesi Genel Cerrahi
2
Amaç: Pankreas kanseri, kansere bağlı ölümler içinde 4. sırada
yer almakta olup 5 yıllık sağ kalım oranı %5’in altındadır. Hastalığın
kötü prognozuna etki eden en önemli faktörler arasında tanı anında
hastaların büyük kısmında lokal ya da metastatik hastalık olması ve
tümörün kemoterapiye dirençli olması sayılabilir. Bu hastalarda ağrı
ve beslenme problemleri hastalık süresinde sık karşılaşılan problemlerdir.Destek tedavileri sağ kalım süresi uzun olmayan bu hastalıkta
hastaların yaşam kalitesini arttırmak konusunda önemli olmaktadır.
Bu çalışmada pankreas kanseri tanısı alan hastaların tedavi yöntemleri ve sonuçları incelendi.
Hastalar ve Metot: Pankreas kanseri tanısı alan 27 erkek ve 17 kadın olmak toplam 41 hastanın tanı anındaki klinik özellikleri, uygulanan tedaviler, beslenme desteği ve ağrı palyasyon yöntemleri
incelendi.
Bulgular: Yaş ortalaması 65 olan 41 hastanın %80’ni (33 hasta)
karın ağrısı şikayeti ile başvurdu. Hastaların %51’inde (21 hasta)
sigara kullanımı mevcuttu. Hastaların %41’inde (17 hasta) eşlik
eden diabetes mellitus mevcuttu. Hastaların %65.9 unda (27 hasta) tümör pankreasın baş kısmında yerleşmişti. Tanı anında 6 hasta
(%14.6) Evre I, 8 hasta (%19.5) Evre II, 8 hasta (%19.5) Evre III ve
19 (%46.3) hasta evre IV olarak evrelendirildi. Takip sürecinde hastaların %68.3’ü (28 hasta) ex olmuştu, 2 hasta takipten çıkmıştı. 17
(% 41.4) hastaya whipple operasyonu yapıldı. Bu hastalardan 8’ine
(%47) adjuvan kemoterapi uygulandı. Diğer hastalara postoperetif
komplikasyonlar ve performans durumları nedeniyle kemoterapi
uygulanamadı. Radyoterapi 6 hastaya (%14.6) uygulandı. Operasyon
sonrası adjuvan kemoterapi alan hastaların ortanca sağ kalımı 21 ay
iken sadece opere olan hastaların ortanca sağ kalımı 9 aydı (p=0.022)
. On altı (%39) hastaya palyatif gemsitabin kemoterapisi uygulandı. Bu hastaların ortanca sağ kalımı 12 ay olarak bulundu. Otuz beş
hastaya (%85.4) medikal olarak ağrı tedavisi uygulandı. Yedi hastada
(17.1%) ise ganglion blokajı yapıldı. Otuz beş hastaya (%85.4) takip
sürecinde beslenme desteği yapıldı. Dört hastada (%9.8) derin ven
trombozu gözlenirken bu hastaların ikisinde pulmoner emboli tespit
edildi.
Sonuç: Pankreas karsinomu kötü seyirli bir tümördür. Operasyon
sonrası adjuvan kemoterapi alan hastalarda sağ kalım avantajı elde
41
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
edilmektedir. Metastatik yada operasyona uygun olmayan hastalarda
palyatif gemsitabin tedavisi sağ kalımı arttırmaktadır. Ancak toplam
sağ kalım süresi bir yıldan az olan bu hastalarda yaşam kalitesini arttırmada beslenme ve ağrı palyasyonu için destek tedavileri sık kullanılmaktadır.
Ref No: 661
ATİPİK SEYİR GÖSTEREN AGRESİF MİDE KANSERİ : BEŞ
OLGU SUNUMU
1
Mustafa Dikilitaş, 1Metin Özkan, 1Gamze Gököz Doğu,
Edip Torun, 3Leylagül Kaynar, 1Özlem Er
2
1
Erciyes Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Erciyes Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı,
3
Erciyes Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı
2
Giriş: Mide kanserinin görülme sıklığı diyet ve yiyeceklerin saklanma koşullarındaki iyileşmelere bağlı olarak giderek azalmaktadır. Genellikle ileri yaşlarda görülmekle birlikte ülkemizde 35 yaş
altında da görülmektedir. Midenin zengin lenfatik yapısı nedeniyle
lenf nodu metastazları sık izlenir, venöz dolaşım büyük ölçüde karaciğerden geçtiğinden hematojen metastazlar sıkılıkla karaciğerde
izlenir. Daha seyrek olarak böbrek üstü bezi, kemik ve beyinde de
metastazlar izlenebilir.
Olgular: Yaşları 23 ile 48 yaşında değişen dört erkek bir bayan
hastanın tümünde başvuru yakınmasında dispeptik şikayetler belirgin olmayıp özellikle bel ağrısı olmak üzere kemik ağrısı yakınması
ön plandaydı. Endoskopik olarak 3 hastada mukoza pilileri ödemli
hiperemik ve konjesyone izlendi, iki hastada ise incisura angularis
düzeyinde milimetrik ülser gözlendi. Patolojik tanı 2 hastada adenokarsinom, 2 hastada taşlı yüzük hücreli karsinom ve 1 hastada da indiferansiye adenokarsinom olarak rapor edildi. Hastaların tümünde
tüm vücut kemik sintigrafisinde yaygın metastatik lezyonlar izlenirken 3 hastada kemik iliği tutulumu da mevcuttu. Hiçbir olguda karaciğer ya da akciğerde metastaz bulgusuna rastlanmadı. Tanı sonrası
hastalara kısa süre içerisinde kemoterapi başlanmasına karşın tüm
hastalar ortalama bir aylık süreçte kaybedildi.
Sonuç: Nispeten genç hastalardan oluşan bu grubun ortak özellikleri ilk başvuruda belirgin dispeptik yakınmalarının olmayıp özellikle iskelet sistemini ilgilendiren yakınmalarının ön planda olmasıdır.
Hastaların tümünde endoskobik olarak belirgin lezyon izlenmemesi
toraks ve batın BT’de metastaz bulgusuna rastlanmazken TVKS’de
yaygın kemik tutulumunun olması diğer göze çarpan bulgulardır.
Hastalarda tümör agresif bir seyir göstermiş olup yaklaşık bir aylık
süreçte tüm hastalar kaybedilmiştir. Yukarıda belirtilen özelliklerin
ışığında kemik ve kemik iliği tutulumu ile başvuran genç hasta grubunda primer tümör araştırılırken mide kanserinin akılda tutulması,
endoskopik muayenenin dikkatli yapılması ve maligniteyi kuvvetle
düşündüren bulgular olmasa da biyopsi alınması gerektiğini düşünmekteyiz.
Ref No: 663
POSTOPERATİF KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN MİDE
KANSERLİ OLGULARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Mehmet Koç, 1Sinan Ezirmik, 1Kerim Çayır, 1Meryem Aktan,
Salim Başol Tekin
1
1
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum
2
T3-T4 veya lenf bezi tutulumu olan mide kanserli olgularda uygulanan postoperatif kemoradyoterapi lokal kontrol ve sağkalım üstünlüğü sağlamaktadır. Bu amaçla Temmuz 2004’de bu grup hastalara
postoperatif kemoradyoterapi protokolu başlatılmışdır. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji ve Radyasyon Onkolojisi
kliniklerine başvuran ve Temmuz 2004-Ocak 2007 tarihler arasında
tedavi edilen 41 olgu değerlendirilmeye alınmıştır.
42
Hastaların ortanca yaşı 56 (33-77 yaş) olup 29’u erkek 12 si kadındır.Tedavi protokolü KT (5-FU 425 mg/m2/gün+Lökovorin 20
mg/m2 /gün x 5) takiben KT ile eşzamanlı radyoterapi 45 Gy /1,8
Gy/gün 5 hafta ve RT nin ilk 4 günü ve son 3 günü eşzamanlı kemoterapi, RT tamamlandıktan sonra 2 kür daha RT öncesi uygulanan
dozda ve sürede kemoterapi uygulanmıştır.
BULGULAR: Medyan izlem 9 ay (2-30 ay) ’dı. Hastaların %48’i
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği’nde, %25’i
diğer üniversite ve eğitim hastanelerinde, kalan %22’si ise devlet hastanelerinde opere olmuştu. Lokalizasyon %58 antrum, %20 kardia,
%12 pilor ve %10 korpusta idi. Histopatoloji, %80 adeno ca ve %20
taşlı yüzük hücreli ca idi. Hastaların %83 üne R0, %12’sine R1 ve
%5’ine R2 rezeksiyon uygulanmıştır. %10 hastada T2, %33 hastada
T3 ve %10 hastada T4 tümör saptandı. Toplam çıkarılan lenf nodu
sayısı medyan 17 (1-50) olup pozitif lenf nodu sayısı 6 (1-34) idi.
%17,5 olgu N0, %41 N1, %24 N2,%15 N3 ve %2,5 NX idi.
RT’ye bağlı gelişen erken yan etkiler RTOG skalasına göre değerlendirildi. %36 olguda G1, %16 olguda G2 ve %5 olguda G3 gastrointestinal yan etkiler (bulantı, kusma, diyare) gözlendi. Üç hastada
(%7) G2 ve 1 hastada (%2,4) G3 hematolojik toksisite (nötropeni)
gözlendi. Yalnızca iki hastada yan etkiler nedeniyle tedaviye ara verildi. İzlem süremiz kısa olduğundan lokal kontrol ve genel sağkalım
analizi yapılmadı. Hastaların izlemleri devam etmektedir.
Sonuç olarak T3,T4 veya lenf bezi pozitifliği olan mide kanserli olgularda kemoradyoterapi tolere edilebilir bir tedavi olmakla birlikte
hastalar dikkatle izlenmelidir.
Ref No: 670
LOKAL İLERİ EVRE REKTUM KANSERİNDE NEOADJUVAN
RADYOKEMOTERAPİNİN ETKİNLİĞİ
1
1
1
2
Özlem Demir, 1Samim Yurtsever, 1Ayhan Aydın, 2Neşe Ekinci,
Ayla Duransoy, 1Aylin Aydın, 1Tümay Gökçe, 1Özgür Ozan Şeşeoğulları
Izmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İzmir,
İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İzmir
Amaç: Lokal ileri evre rektum kanserinde preoperatif radyokemoterapi (RKT), rezeke edilebilme oranını arttırmak ve sfinkter fonksiyonunu korumak amacı ile kullanılan bir tedavi yöntemidir.Lokal
ileri evre rektum kanseri tanısı alarak neoadjuvan RKT (RT ile eşzamanlı 5-fluorourasil +LV veya Urasil-Tegafur) uygulanan hastalara
ait veriler kullanılarak, tedavi yanıtının cerrahi öncesi klinik evre ile
cerrahi sonrası patolojik evrelere göre, geriye dönük olarak değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Ocak - Aralık 2006 tarihleri arasında, İAEAH’si Radyasyon Onkolojisi Kliniği’nde neoadjuvan RKT
uygulanan lokal ileri evre rektum kanseri tanılı 22 olgu geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Eksternal RT, 1.8 Gy/gün fraksiyon
dozunda, pelvik lenfatikler ve primer tümör bölgesini kapsayacak
şekilde medyan 50.4 Gy olarak uygulanmıştır. Tüm olgular tedavi öncesi klinik olarak ve opere edilenler cerrahi sonrası patolojik
olarak AJCC/TNM evreleme sistemine göre evrelendirilmiştir. Evrelendirme cerrahi öncesi batın tomografisi veya MRG’ına göre yapılmış olup, haftada bir düzenlenen cerrahi konseyinde konuşularak
neoadjuvan RKT uygulanması kararı verilen olgular tedaviye kabul
edilmiştir. Erken yan etkiler RTOG/EORTC kriterlerine göre değerlendirilmiş olup hastalar cerrahi sonrası patolojik yanıtları açısından
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Olguların 17 (%77.2) ’si erkek ve 5 (%22.8) ’i kadın olup
medyan yaş 55’dir (aralık: 18-76) . En sık başvuru şikayeti rektal kanamadır (%75) . Ondokuz olgu neoadjuvan KT olarak RT ile eşzamanlı
‘Mayo Rejimi’ olarak bilinen intravenöz bolüs 5-Fluorourasil (425
mg/m2) + folinik asit (20 mg/m2) D1-5 KT’si 28 günde bir tekrar
edilerek toplam 2 kür alırken, 3 olgu urasil- tegafur (UFT tablet 3*2)
ile tedavi edilmiştir. RT bitiş tarihi ile cerrahi arasındaki süre medyan 7 haftadır. Yirmiki olgunun 2’si kendi isteği ile opere olmamış.
19-23 Nisan 2007
On olguya low anterior rezeksiyon (LAR), 6 olguya abdominopelvik
rezeksiyon (APR) ve 4 olguya parsiyel rezeksiyon uygulanmıştır. Olguların tanı anındaki klinik evresi ile cerrahi sonrası patolojik evresi
primer tümör (T) ve lenf nodu (N) için ayrı olarak karşılaştırıldığında, T evresi için anlamlı derecede gerileme sağlandığı gösterilmiştir
(p<0.05) . Onaltı hastada cerrahi sınır negatiftir. Cerrahi öncesi yapılan tetkiklere göre konseyde verilen karar doğrultusunda yapılan
klinik evrelemeye göre hastaların dağılımları T3N0 3, T4N0 3, T34N1 13 ve T3-4N2-3 3 olarak tespit edilmiştir. Cerrahi uygulanan
20 hastanın patolojik evrelere göre dağılımları ise T1N0 1, T2N0 2,
T2N1 3, T3N0 9, T3N1 5 olarak tespit edilmiştir. En sık izlenen grade 3-4 erken yan etkiler myelosupresyon (6 olgu) ve diyare (8 olgu)
’dir. Medyan 10.2 ay izlenen olgulardan 2’sinde karaciğer metastazı
tespit edilmiş olup halen KT almaktadırlar. Takip süresi kısa olduğu
için medyan sağkalım sürelerine henüz ulaşılamamıştır.
Sonuçlar: Lokal ileri evre rektum kanseri tanısı alarak RT ile eşzamanlı neoadjuvan KT alan takipli toplam 22 hastadan opere edilen
20 hastanın cerrahi öncesi ve sonrası T evresi karşılaştırıldığında,
farkın istatistiksel olarak anlamlı düzeyde olduğu tespit edilmiştir
(p<0.05) . Her iki KT rejimi etkin, tolere edilebilir ve düşük toksisite
oranına sahiptir. Neoadjuvan KRT, belirgin downstaging sağlamış
olup, rezeke edilebilme olanağını arttıran bir tedavi yöntemidir.
Ref No: 694
KÜRATİF TEDAVİ EDİLEBİLİR 198 LOKAL VEYA LOKALİLERİ
EVRE ÖZEFAGUS KANSERLİ HASTANIN TEDAVİ
MODALİTELERİNE GÖRE SÜRVİ SONUÇLARI
1
Mahmut İlhan, 2Göktürk Kılınç, 3Erkan Doğan, 4Sıddık Keskin
1
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
2
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıları Anabilim Dalı,
3
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Bitlis Sağlık Yüksek Okulu,
4
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı
Giriş:
Özefagus kanseri Türkiye genelinde nadir rastlanmaktadır. TC
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığının istatistiklerine göre en sık görülen ilk 10 kanser arasına girmemektedir. Ancak
Van bölgesinde nisbi sıklık olarak kadınlarda en sık ve erkeklerde ise
2-3.sıklıkta gözükmektedir. Metaztatik evre dışındaki lokoregional
evrede tespit edilen özefagus kanserli hastalarda bimodal veya en
iyisi trimodal tedavi ile yaşam süresi uzamış ve kür oranı artmıştır.
Bu çalışmada, tanı sırasında lokoregional evreye sahip değişik tedavi
modalitelerinin sürvi üzerinde etkileri araştırılmak istendi.
Materyal-metodlar:
2001 ocak-2005 aralık arasında özefagus kanseri tanısı konulmuş
ve medikal onkoloji de tedavi edilmiş 356 hasta çalışmaya alındı. Bu
hastalar içinde içinde lokal veya lokal ileri evreye sahip 258 (%72.4)
hasta çalışmaya alındı. Evre sisteminde, bilinen kabul edilmiş evrelendirme sistemleri (AJCC, UICC veya JJCC) uygulanmadı. Hastalar
radyolojik olarak lokal, lokal ileri ve metaztatik diye 3 evreye ayrılark
incelendi. Bu hastalar içinde hiç tedavi almayan ve tedavi başlandıktan sonra kısa bir süre sonra gelmeyen ve sonucu (yaşam-ölüm) belli
olmayan (sansürlü vaka) 60 hasta çalışma dışı bırakıldı. Geriye kalan
sürvi sonuçları belli 198 hasta analize alındı.
Bulgular:
Hastaların yaşı 56±11.8 (aralık 23-85), %52.5 kadın,%47.5 erkek
ve K/E: 1.12, %85 squamoz hücreli karsinom ve %15 adenokarsinom
bulundu. Değişik tedavi modalitelerine göre sürvi sonuçları tablo da
gösterilmiştir.
Sonuç:
Yaşam süreleri dünya sonuçları ile karşılaştırldığında, hastalarımızın uzun vadede daha az yaşadıkları anlaşılmaktadır. Daha geniş
bilgi kongrede sunulacaktır.
Sungate Port Royal, Antalya
Tablo .
Tedavi modaliteleri
Ortalama SK(ay) 1y SK oranı
3y SK oranı
5y SK oranı
Sadece cerrahi
17.9
51
16
3
Sadece Kemoradyoterapi
20.1
66
13
3
Sadece Kemoterapi
15.3
57
7
0
Cerrahi+KT
27.3
85
25
4
Cerrahi+KRT
27.6
79
25
6
Ref No: 702
REKTUM KANSERLERİNDE POSTOPERATİF RADYOTERAPİ
SONUÇLARIMIZ
Deniz Yalman, Yasemin Bölükbaşı, Serdar Özkök
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
AMAÇ: Postoperatif adjuvan radyoterapi uygulanan rektum kanserli olgularda tedavi sonuçlarını, lokal kontrol ve sağkalıma etkili
prognostik faktörleri değerlendirmek.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 1990-Aralık 2003 tarihleri arasında
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda postoperatif adjuvan radyoterapi uygulanan 255 olgu geriye
dönük olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Olguların %59.6’sı erkek, %40.4’ü kadın olup medyan yaş 57’dir (aralık 17-84) . Yüzdört olguya (%40.8) abdominoperineal rezeksiyon, 106 olguya (%41.6) aşağı anterior rezeksiyon, 45 olguya (%17.6) anterior rezeksiyon uygulanmıştır. Onbeş olguda (%6)
cerrahi sınır pozitiftir. AJCC evrelemesine göre 100 olgu (%39.2)
Evre IIA, 4 olgu (%1.6) IIB, 10 olgu (%3.9) IIIA, 76 olgu (%29.8)
IIIB, 55 olgu (%21.6) IIIC’dir. On olgu (%3.9) lenf bezi diseksiyonu yapılmadığından evrelendirilememiştir. Eksternal radyoterapi
ön-arka pelvik, üçlü pelvik veya dörtlü pelvik kutu sahalardan, günlük 1.8 Gy’lik fraksiyonlarla medyan 54 Gy dozunda uygulanmıştır.
Kırkyedi olguya kemoterapi uygulanmazken 106 olguya radyoterapi
ile eşzamanlı 5-FU bazlı kemoterapi, 5 olguya raltitreksed uygulanmıştır. Medyan 82 aylık (aralık 36-211) takip süresinde 67 olguda
(%26.3) lokal nüks, 84 olguda (%32.9) çoğu karaciğere olmak üzere
uzak metastaz tespit edilmiştir. Beş yıllık lokal kontrol, genel ve hastalıksız sağkalım oranları sırasıyla %87.4, %77.3 ve %80.2’dir. Lokal
kontrola etkili prognostik faktörler tek değişkenli analizlerde AJCC
evresi (p=0.024), T evresi (p=0.002), nodal evre (p=0.031), cerrahi
sınır (p=0.017), operasyon tipi (p=0.031), tümörün anal kanaldan
uzaklığı (p=0.012), lenfovasküler invazyon (p=0.05) ; çok değişkenli
analizlerde T evresi (p=0.039) ve tümörün anal kanaldan uzaklığı
(p=0.005) olarak bulunmuştur. Hastalıksız sağkalıma etkili faktörler
ise tek değişkenli analizlerde AJCC evresi (p=0.000), nodal evre (p=0.000), T evresi (p=0.001), operasyon tipi (p=0.004), tümörün anal
kanaldan uzaklığı (p=0.005), lenfovasküler invazyon (p=0.000) ; çok
değişkenli analizlerde T evresidir (p=0.004) . Radyoterapi sonrası 10
olguda (%3.9) derece 3-4 geç yan etki gözlenmiştir.
SONUÇ: Rektum kanserlerinde lokal kontrol ve sağkalım oranlarını etkileyen pek çok prognostik faktör bulunmaktadır. Yüksek
riskli olgularda cerrahi sonrası uygulanan radyoterapi veya radyokemoterapinin lokal kontrol oranlarını arttırdığı bilinmekle birlikte
prognostik faktörlerin ayrıntılı olarak değerlendirilmesi adjuvan tedaviye gereksinimi olan hastaların belirlenip tedavilerin bireyselleştirilmesini sağlayarak lokal kontrol ve sağkalımda iyileşmenin yanı
sıra hastanın hayat kalitesini de yükseltecektir.
43
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 722
GASTROİNTESTİNAL STROMAL TÜMÖRLÜ
HASTALARIMIZIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Taflan Salepçi, 1Mesut Şeker, 2Mahmut Gümüş, 1F. Yavuz Erkal,
Berkant Sönmez, 1Ayhan Kaya, 1Derya Öztaş, 2Betül Öztürk,
2
Mustafa Yaylacı, 1Ali Yayla
1
1
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
2
GİRİŞ: Gastrointestinal stromal tümörler (GIST) primer olarak
gastrointestinal sistemdeki (GIS) mezenkimal dokulardan kaynaklanan yumuşak doku sarkomlarıdır. Tüm gastrointestinal tümörlerin %1-3’ünü oluştururlar. GIST’lerin %52’si mideden, %25’i ince
bağırsaktan kalanı GIS’in diğer bölgelerinden kaynaklanır. GIST
‘lerin %94’ü CD117 antijeni taşırlar ve bu sayede leiyomyosarkom
ve leiyomyomdan ayırt edilebilirler. Tedavide cerrahi rezeksiyon ön
plandadır. Bu tümörler tirozin kinaz aktiviteleri nedeniyle imatinib
tedavisinden fayda görürler.
HASTALAR ve YÖNTEM: Ocak 2003-Ocak 2007 arasında Dr.
Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji polikliniğine başvuran 19 GIST’lü hasta değerlendirmeye alındı. Hastalar
demografik özellikleri, ilk başvuru yakınmaları, tümör lokalizasyonu, hastalık yaygınlığı, tedavi ve sağkalım açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Median izlem süresi 15 (2-50) ay, medyan yaş 50
(34-73) idi. Hastaların 10’u kadın, 9’i erkekti. Hastalardaki başvuru
yakınmaları arasında 8 hastada karın ağrısı, 7 hastada batında kitle,
3 hastada gastrointesinal kanama, 1 hastada yutma güçlüğü vardı.
1 hastada batında kitle başka bir yakınma nedeniyle yapılan ultrasonografi sonucu saptandı. Ayrıca 1 hasta bulantı kusmalara bağlı
akut böbrek yetmezliği tablosu ile hastaneye başvurmuştu. 8 hastada
tümör lokalizasyonu midede, 6 hastada ince bağırsakdaydı. 5 hastada yaygın metastaz mevcuttu ve primer tümör lokalizasyonu konusunda bilgi edinilemedi. Başlangıçda 5 hastada karaciğer metastazı,
3 hastada omentum metastazı, 1 hastada diafragma metastazı vardı.
8 hastada R0 rezeksiyon yapıldı.. 2 hasta yapılan explorasyon sonucu
inoperabl olarak değerlendirildi. 10 hastaya operasyon sonrası imatinib 400 mg1x1 başlandı. 3 hastaya progresyon saptanınca imatinib
başlandı. Hasta grubumuzda median progresyonsuz sağkalım 44 ay
olarak bulundu. İzlem süresi içinde bir hastamız öldü. Median genel
sağkalıma ulaşılamadı. 2 yıllık progresyonsuz sağkalım oranı % 70.3,
genel sağkalım oranı ise % 85.7 olarak bulundu.
SONUÇ: GIST’lü hastalarda komplet rezeksiyon yapılamayan
veya cerrahi sınır pozitifliği olanlarda tedavi imatinib 400mg/gün
ile başlanmalı, progresyon olursa doz 600-800 mg’a yükseltilmelidir.
Tek küratif tedavi şekli cerrahi olduğu için tekrarlayan veya metastatik hastalarda cerrahi seçeneği göz önünde bulundurulmalıdır
Ref No: 737
REKTUM KANSERLİ HASTADA SAĞ AYAK BİLEĞİ
METASTAZI: OLGU SUNUMU
1
Taflan Salepçi, 1Mesut Şeker, 2Mahmut Gümüş, 1Berkant Sönmez,
F. Yavuz Erkal, 1Derya Öztaş, 1Sibel Yılmaz, 2Mustafa Yaylacı, 1Ali Yayla
1
1
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
2
GİRİŞ: Kolorektal kansere bağlı kemik metastazı hastalığın geç
dönemlerinde görülür. Kemik metastazı olduğunda çoğunlukla karaciğer ve akciğer metastazı vardır. Metastazlar, sıklık sırasına göre;
lumbosakral vertebralar, pelvis, kostalar, humerus ve femura olmaktadır. El ve ayak kemik metastazları çok nadirdir ve bu konudaki bilgiler olgu sunumlarına dayanmaktadır.
OLGU: 38 yaşında bayan hastada eylül 2000’de rektoskopide anorektal halkanın 3-4 cm proksimalinde ülserovejetan kitle saptandı ve
biopsi sonucu adenokarsinom gelmesi üzerine preoperatif radyoterapi uygulandı. Sonrasında low anterior rezeksiyon yapıldı. Histo-
44
patolojik inceleme sonrasıT3N1 tümör saptandı. FUFA ile 6 kür adjuvan tedavi uygulandı. Hastanın şubat 2005’de akciğer metastazları
saptanması üzerine oxaliplatin-capesitabin ile kemoterapi başlandı.
3 ay sonra akciğer metastazlarında progresyon olması üzerine 2. seçim bevacizumab-campto-FUFA ile tekrar kemoterapi verildi. Hasta
mayıs 2006’da sağ ayak bileğinde 2 aydır olduğunu söylediği ağrı yakınması ile görüldü. Sintigrafik incelemede sağ tibia distalinde saptanan aktivite tutulumu travma lehine yorumlandı. Ayak bileğindeki
ağrı non-steroid anti enflamatuar tedavisi ile geriledi. Hastanın sağ
ayak bileğindeki ağrısı aralık 2006’da tekrar arttı. Kemik sintigrafisinde sağ ayak bileğinde daha önceden olan aktivite tutulumunun
arttığı ve yoğunlaştığı gözlendi ve maligniteye sekonder aktivite tutulumu olarak bildirildi. Sağ distal tibia multislice tomografide sağ
tibia distal bölümünde sklerotik yapıda hiperdens görünüm saptandı
ve MR önerildi. MR’ da tibia distal metafiz diafiz, fizis hattı ve epifizi
tutan, medüller kaviteyi oblitere eden, kortekside tutarak periostta
elevasyona sebep olan, heterojen kontraslanma sergileyen ve en geniş olduğu yerde boyutları 45x32 mm olan tümöral kitle saptandı.
Biopsi önerildi fakat hastanın onay vermemesi nedeniyle yapılamadı. Hastanın ağrısı opioid analjeziklerle kontrol altındadır
TARTIŞMA: Kolorektal kanserli bir hastada ayak bileği gibi kemik
metastazı saptanması hastalığın son dönemlerinde olmaktadır. Bu
hastalar ayak ağrısıyla görüldüğü zaman akciğer ve karaciğer metastazı olmasa bile ayak bileği metastazı olabileceği düşünülmelidir.
Bazı kemik metastazlarında görüntüleme ile yetinilmesine rağmen
bu hastalarda osteomyelitin dışlanması ve radyoterapinin yapılabilmesi için tanı biopsi ile doğrulanmalıdır. Literatürde kolorektal
kansere bağlı kemik metastazları sıklığı %1-5 arasında bildirilmekle
olup, ayak bileği metastazı olan yaklaşık 10 olgu bildirilmiştir.
Ref No: 754
SON DÖNEM BÖBREK YETMEZLİKLİ, HEMODİYALİZ
PROGRAMINDA OLAN METASTATİK KOLON
KARSİNOMLU BİR OLGUDA FOLFİRİ PROTOKOLÜ
KULLANIMI
Bahattin Yılmaz, Hakan Sakallı, Dilşen Çolak, Züleyha Çalıkuşu,
Hüseyin Mertsoylu, Damla Burçak Ekin, Zafer Akçalı, Özgür Özyılkan
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Vaka:
71 yaşında, kronik böbrek yetmezliği nedeni ile haftada 3 kez hemodiyalize alınmakta olan erkek hasta gastrointestinal sistem kanaması nedeni ile başvurdu. Kolonoskopide 35. cm’de polipoid vejetan
kitle tespit edildi. Endoskopik biyopsi adenokarsinom olarak rapor
edildi. Abdomen tomografisinde sigmoid kolon düzeyinde lümeni
belirgin derecede daraltan yumuşak doku dansitesi ve karaciğer 6.
segmentte 5x4 cm metastazla uyumlu görünüm saptandı. Hastaya
Şubat 2005’de sigmoid kolon rezeksiyonu, karaciğer 6. segment rezeksiyonu ve intraoperatif olarak saptanan 2. ve 3. segmentlerdeki
en büyüğü 3 cm olan 3 adet metastatik lezyona alkol enjeksiyonu
uygulandı. Operasyonu takiben Dukes D kolon karsinomu olarak
evrelendirilen hastaya palyatif kemoterapi olarak urasil+tegafur başlandı. Tedavinin yedinci ayında karaciğerdeki metastatik lezyonlarda progresyon saptandı. Hastaya Şubat 2007’de FOLFİRİ (irinotekan
185 mg/m2, kalsiyum folinat 200 mg/m2, 5 fluourasil 400 mg/m2
iv puşe, 600 mg/m2 24 saat infüzyon, 28 günde bir 1. ve 15. günler) protokolü standard dozda başlandı. Tedavi süresince klinik yanıt
gözlendi ve tedavi yanıtı stabil hastalık olarak değerlendirildi. Hasta
tedaviyi çok iyi tolere etmiş olup herhangi bir Grade 3-4 toksisite gözlenmedi. Hasta halen FOLFİRİ kullanımının 9. ayında olup, ECOG 1
performans statüsü ile stabil hastalık olarak takip edilmektedir.
Tartışma:
Kronik böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyalize alınan olgularda sitotoksik kemoterapi kullanımı konusunda yeterli veri mevcut
değildir. Bu konuda yapılmış klinik çalışma bulunmamakla birlik-
19-23 Nisan 2007
te, olgu sunumları yol gösterici olmaktadır. Literatürde hemodiyaliz
hastalarında irinotekan kullanımına ait az sayıda yayında, irinotekan
ilk etapda ciddi doz eskalasyonu ile başlanmış, tedavinin iyi tolere
edilmesi nedeniyle doz artırılmış, ama sıklıkla standard doza ulaşılmamıştır.
Biz hastamızda FOLFİRİ protokolünü standard dozda başladık.
Toplam 9 ay FOLFİRİ kullanımı sırasında hastamız tedaviyi çok iyi
tolere etti ve herhangi bir Grade 3-4 toksisite gözlenmedi. Hastamız
halen, metastatik kolon karsinomu tanısının 25. ve FOLFİRİ kullanımının 9. ayında ECOG 1 performans statüsü ile stabil hastalık olarak
takip edilmekte olup, tedavisine devam edilmektedir.
Sonuç:
FOLFİRİ protokolü standard dozlarda, hemodiyalize giren son
dönem kronik böbrek yetmezliği olan bir hastada herhangi Grade
3-4 toksisite gözlenmeksizin, etkili bir tedavi yöntemi olarak kullanılmıştır. Bu konuda yapılacak prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Ref No: 757
EVRE II – III REKTUM KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ
SONUÇLARIMIZ
Bülent Aşkaroğlu, Selvi Tabak Dinçer, Halil Akbörü, Bekir Eren,
Tayfun Hancılar, Levent Işıklı, Yakup Büyükpolat,
Elif Berberoğlu, Mustafa Ünsal
S. B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Bu retrospektif çalışmada kliniğimizde 1999-2006 yılları
arasında tedavi edilen evre II ve evre III hastalarda adjuvan tedavi
sonuçlarımız değerlendirilmiştir.
Metod: Kliniğimize başvuran 449 rektum kanserli olgudan histopatolojik tanısı konulmuş, yeterli lenf nodu çıkarılmış olan evre II ve
III 221 hasta değerlendirilmeye alınmıştır. Hasta grubunun median
yaşı 55 (21-78) dir.Hastaların 116’sı erkek (%53),105’i kadın (47) idi.
Tedavi edilen 221 hastanın evrelere göre dağılım yüzdeleri sırasıyla
evre IIA ‘da %24; IIB’de %0,9; IIIA’da %8,2; IIIB’de %46,1 ve IIIC’de
%20,8 olarak tespit edildi. Low anterior rezeksiyon 127 (%57.5) hastaya, abdominoperineal rezeksiyon 90 (%40.7) hastaya ve tümör
eksizyonu 4 (%1.8) uygulanmıştı. Hastalara pelvik alandan günlük
180-200 cGy fraksiyon dozlarından medyan 5040cGy (4000-6000
cGy) eksternal radyoterapi uygulandı. Kemoterapiyi istemeyen veya
performansı düşük, yaşlı 13 hastaya sadece radyoterapi uygulanmıştır. Cerrahi olarak tümör eksizyonu yapılmış hastalarda pelvik radyoterapi 6000cGy olarak uygulanmıştır. Hastaların %77.4’üne 5-FU+FA tedavisi ilk ve son üç günlerde uygulanırken, %7.7 hastaya FAM
ve %5.9 hastaya diğer kemoterapiler (UFT, Campto) uygulanmıştır.
Sonuç: Medyan takip süresi 35 ay (5-98 ay) dır. İki ve 5 yıllık genel
sağkalım,hastalıksız sağkalım sırasıyla; (%73.85 - %25.38), (%66.15
- %23.08) dir. 160 olgu hastalıksız takip edilmekte iken, 17 olguda
karaciğer, 10 olguda akciğer, 9 olguda kemik, beyin, cilt metastazı
ve 6 olguda multipl organ metastazı gelişmiştir. 26 hastada da lokal
nüks tespit edilmiştir. Tedavi esnasında %41 hastada grad I hematolojik yan etkiler, %39 hastada grad I sistit ve %50 hastada da grad II
diare gözlenmiştir.
Tartışma: Evre II ve III rektum kanserli hastalarda adjuvan tedavi
olarak eksternal pelvik radyoterapi ile eşzamanlı kemoterapi uygulanması tolerabl bir tedavi olup sonuçlarımız literatür ile uyumludur.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 765
DEFİNİTİF VE ADJUVAN RADYOTERAPİ UYGULANAN
MİDE KARSİNOMU OLGULARINDA TEDAVİ
SONUÇLARIMIZ
Aylin Korcum, Gamze Aksu, Elif Tekeli
Akdeniz Üniversitesi
Amaç: Klinğimizde definitif ve adjuvan amaçlı radyoterapi uygulanan mide karsinomlu olguların tedavi sonuçlarının ve toksisitelerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi.
Materyal – Metod: Haziran 1999 – Kasım 2006 tarihleri arasında
mide karsinomu tanısı ile kliniğimizde tedavi edilen 87 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 58’i (% 66.7) erkek, 29’u (%
33.3) kadın ve median yaş 56 (33 – 78) idi. Olguların 28’ine (% 32.2)
total gastrektomi 48’ine (% 55.2) subtotal gastrektomi, 11’ine (%12.6)
ise komorbidite ve lokal ileri evre olması nedeni ile yalnızca biyopsi
uygulandı. Operasyonda çıkarılan medyan lenf nodu sayısı 15, metastatik lenf nodu sayısı ise medyan 4 idi. Patolojik değerlendirmede
hastaların % 80’i adeno karsinom, % 20’si taşlı yüzük hücreli karsinomdu. Cerrahi sonrası evrelere göre dağılım % 2.3 evre I, % 21.8
evre II, % 26.4 evre IIIA, % 14.9 evre IIIB, 18 % 20.7 evre IV şeklinde
idi. Radyoterapi 1.8 – 2 Gy fraksiyon dozuyla medyan 45 Gy olarak uygulandı. Simülasyon sonrası tüm hastalarda 1 cm aralıklarla
BT kesitleri alındı ve KC, böbrek ve medulla spinalis için doz volüm
histogramı çalışıldı. Radyoterapi öncelikle karşılıklı paralel alandan
başlandı. Daha sonra KC ve böbrek doz sınırlarının aşılmaması için
ön ve sağ – sol lateral alanlar olmak üzere 3 alan ile tamamlandı.
Tüm hastalarda akut ve geç yan etkiler RTOG toksisite kriterlerine
göre değerlendirildi.
Sonuçlar: Tedavi sırasında Grade III akut gastrointestinal toksisite bir hastada, grade III hematolojik toksisite iki hastada gözlendi.
Medyan takip süresi 14 (1 – 50) ay ortalama sağ kalım ise 18.5 (1
– 47) ay olarak hesaplandı. Takip süresinde 25 hastada uzak metastaz, 11 hastada lokal nüks izlendi. Otuz hasta hastalıksız olarak takip
edilirken 3’ü hastalık dışı nedenlerle olmak üzere toplam 49 hasta
kaybedilmiştir.
Ref No: 771
PANKREAS KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ
SONUÇLARIMIZ
Aylin Korcum, Vildan Kaya, Gamze Aksu
Akdeniz Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi
Amaç: Pankreas kanserleri 5 yıllık %4 sağkalım oranıyla kansere bağlı ölüm nedenlerinin 4. sırasında yer almaktadır. Hastaların
büyük çoğunluğu ileri evrede tanı alır. Bu nedenle cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi tedavilerine rağmen hastaların %80’i ilk yılda
kaybedilir.
Bu çalışmada, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda eksternal radyoterapi (RT) uygulanan
pankreas kanserli hastaların tedavi özellikleri değerlendirilmiştir.
Metod: 1999-2006 yılları arasında tedavi edilen 41 pankreas kanserli hastanın tedavileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 26 (%63) ’sı erkek, 15 (%37) ’i kadındı ve ortalama yaş 58 (35-79)
’di. On (%24) hastaya Whipple operasyonu ve 10 (%24) hastaya da
palyatif olmak üzere toplam 20 (%48) hastaya cerrahi uygulandı.
Hastaların evrelere göre dağılımı sırasıyla; 1 hasta (%2) evre I, 4 hasta (%10) evre II, 5 hasta (%12) evre III, 28 hasta (%68) evre IV’tü.
Üç hasta (%7) da nüks sebebiyle tedavi edildi. Histopatolojik tanı
35 hastada (%85) adenokarsinomdu. Onaltı (%39) hastaya neoadjuvan kemoterapi ve 29 hastaya (%63) ise eş zamanlı kemoradyoterapi
uygulandı. Yirmialtı hasta (%90) planlanan eşzamanlı kemoterapiyi
tamamladı. Eş zamanlı tedavide en sık haftalık 5-florourasil ve lökovorin (%37) . kullanıldı. Yirmi hastaya (%49) definitif, 10 hastaya
45
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
(%24) adjuvan, 10 hastaya (%24) palyatif ve 1 hastaya (%2) da neoadjuvan eksternal radyoterapi uygulandı. Toplam 37 hasta (%90)
planlanan radyoterapiyi tamamladı. Eksternal radyoterapi: 34 hastada (%83) lineer hızlandırıcı ve 7 hastada (%17) Co60 cihazı kullanılarak 1.8-2.0 Gy fraksiyon dozuyla toplam ortalama doz 45 Gy
olarak uygulandı.
Sonuç: Median takip süresi 13.3 ay ve median sağkalım 12.6 aydı.
Opere olan hastalarda median sağkalım 16.4 aydı. İkinci yılda hastaların %96’sı hastalığa bağlı kaybedildi. Yapılan tek ve çok değişkenli
analizde evre, tümörün en geniş çapı ve invazyon derinliği prognostik olarak anlamlı değildi.
Tartışma: Pankreas kanserinde radyoterapi tekniklerinin, cerrahi tekniklerin ve yeni kemoterapi rejimlerinin gelişmesine rağmen
hastaların tanı anında ileri evrede olması sebebiyle tedavi başarısı
sağlanamamaktadır.
Çalışmamızda cerrahi sonrası kemoradyoterapi uygulanan hastalarda sağkalım süresinin daha uzun olduğu görülmüştür.
Ref No: 774
MİDE KANSERİNİN ADJUVAN TEDAVİSİNDE
KEMORADYOTERAPİNİN ETKİNLİĞİ
3
Mahmut Gümüş, 2Faysal Dane, 1Serap Kaya, 2Mehmet Akif Öztürk,
Perran Fulden Yumuk, 3Beste Melek Atasoy, 2Gül Başaran,
1
Taflan Salepçi, 1Mustafa Yaylacı, 2Nazım Serdar Turhal
2
1
Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İstanbul,
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul,
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
İstanbul
2
3
Giriş-Amaç: Küratif olarak rezeke edilmiş mide adenokanserli
hastaların hastalıksız sağ kalım ve genel sağ kalımlarının izlemle karşılaştırıldığı zaman postoperatif adjuvan kemoradyoterapi (AKRT)
ile daha iyi olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda, belirtilen hasta
grubunda postoperatif AKRT nin tedavi sonuçları ve prognostik parametrelerin incelenmesi amaçlanmıştır.
Materyal-Metot: İstanbul’da 2 Onkoloji kliniğinden küratif rezeksiyon sonrası AKRT verilmiş olan Evre IB-IV (M0) toplam 135 hasta
çalışmaya alınmıştır.Tedavi rejimi : 5 gün boyunca 5-FU 425mg/m2
ve lökovorin 20 mg/m2, sonrasında 5 hafta boyunca 4500 cGy radyoterapi ile birlikte radyoterapinin ilk 4 günü ve son 3 günü 5-FU
400 mg/m2 ve lökovorin 20 mg/m2 uygulanmıştır.Radyoterapinin
bitiminin 4.haftasında birincisi başlanan toplam 2 kür, 5 günlük,
başlangıçtaki dozlarla aynı ve 28 günde bir verilen kemoterapi uygulanmıştır. Hastaların demografik özellikleri ve hastalığın histopatolojik karakteristikleri prognostik önem açısından incelenmiştir.
Bulgular: Operasyon tarihinden itibaren medyan takip süresi 12
(1-77) aydı. Medyan yaş 58 (33-75) yıldı. Hastaların % 26.7 si kadındı. ECOG performans skoru (PS) % 92.4 hastada ≤1 idi, % 7.6
hastada 2 idi. T1,T2,T3 ve T4 tümörlerin oranları sırasıyla..% 3.7,
% 27.4, % 61.5 ve % 7.4 şeklindeydi. 113 hastanın (% 83.7) bölgesel
lenf nodu tutulumu mevcuttu. Tüm hastalar için 3 yıllık hastalıksız
sağ kalım ve genel sağ kalım oranları sırasıyla % 50.2 ve % 61.7 olarak bulundu. Çok değişkenli Cox regresyon analizinde nodal tutulum genel sağ kalım açısından tek bağımsız prognostik faktör olarak
saptandı. Tedaviye tolerans kabul edilebilir sınırlardaydı ve en fazla
gastrointestinal sisteme ait toksisite gözlendi.
Sonuç: Bu sonuçlar, küratif rezeksiyon sonrası uygulanan AKRT
‘nin Türk toplumunda da literatürdeki sonuçlarla benzer etkinlikte
ve kabul edilebilir oranda toksisiteye neden olduğunu göstermektedir.
46
Ref No: 781
TİROİD METASTAZI İLE NÜKSEDEN KOLON KANSERİ
OLGUSU
1
3
Gamze Gököz Doğu, 2Işın Soyuer, 1Mustafa Dikilitaş, 1Metin Özkan,
Aylin Okur, 4Alper Yurci, 1Özlem Er
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
3
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı,
4
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Anabilim Dalı
2
Amaç: Tiroid bezine metastaz nadir olup, otopsi serilerinde mikroskopik metastaz saptanma orani %4-9 oranında bildirilmektedir.
Literatürde tiroid bezine en sık metastazlar meme, akciğer, malign
melanom ve renal hücreli karsinomlarda gösterilmiştir. Gastrointestinal sistem kanserlerinde ise nadirdir.Tiroid bezine metastaz saptanan olgularda prognoz daha kötü olmuştur.
Olgu: Kırkiki yaşında kadın hasta. 2002 yılında kolon kanseri tanısıyla sol hemikolektomi operasyonu geçirmiş. Evresi T3N0M0. Orta
diferansiye adenokarsinom tanısı konan hastaya, 6 kür Mayo klinik
(puşe FUFA) rejimi adjuvan olarak uygulanmış. Tanıdan 39 ay sonra
CEA 53.02 ng/mL (N: 0-2.5) olarak saptanan hastaya metastaz taraması yapıldı. Fizik muayenede tiroid sol lobunda 3*2 cm lik nodül
saptanan hastanın, tiroid USG ve servikal BT’de 33*26mm düşük
dansiteli sınırları net izlenmeyen nodülü doğrulandı. Toraks ve batın
BT’sinde yaygın akciğer metastazı ve karaciğer metastazı saptanan
hastaya tiroid İİAB yapıldı. Kolon kanserinde gözlenen uzun kolumnar hücrelerin varlığı bize kolon kanser metastazını düşündürdü.
Yapılan immunhistokimya (İHK) boyamasında CK7 (-), CK20 (+)
olarak bulundu. Hastaya XELOX protokolü (Xeloda 2000 mg/m² 114 gün ve Eloxatin 130 mg/m² 1.gün 21 gün arayla.) uygulandı. 7
kür sonrasında progresyon gelişti. Solunum sıkıntısı ve tiroid kartilaj
tutulumu nedeniyle palyatif radyoterapi uygulandı. Radyoterapi bitiminden 1 ay sonra hasta ex oldu.
Sonuç: Literatürde bizim vakamızla birlikte tiroid metastazı yaptığı bildirilen 33 vaka bulunmaktadır. Beraberinde akciğer ve karaciğer metastazı olan 6 hasta bildirilmiştir. Olgu başlangıçta erken evre
(evre II) olmasına rağmen, yaklaşık 3. yılın sonunda hızlı bir metastatik sürece girmesi, takipte kullanılan CEA’nin bu hastada olduğu
gibi önemli bir belirteç olduğunun vurgulanması ve IHK yönteminin
primer ayırımında öneminin gösterilmesi açısından sıradışı olduğu
düşünülerek olgu olarak bildirilmiştir.
Ref No: 783
METASTATİK MİDE KANSERİNDE EPİRUBİSİN-SİSPLATİNUFT KOMBİNASYONUNUN ETKİNLİĞİ: RETROSPEKTİF
DEĞERLENDİRME
Metin Özkan, Ismail Hakkı Akbudak, Gamze Gököz Doğu,
Mustafa Dikilitaş, Özlem Er
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Amaç: Metastatik mide kanserli hastaların tedavisinde ECF (Epirubisin, Sisplatin, 5-FU) bir çok merkezde iyi tolere edilmesi ve etkin
bir rejim olması nedeniyle tercih edilmektedir. UFT oral bir fluoropirimidin ajanı olup uzun etkili 5-FU gibi etki ettiği düşünülmektedir.
Bu çalışmada Epirubisin, Sisplatin, UFT kombinasyonunun etkinlik
ve tolerabilitesi değerlendirildi.
Gereç-Yöntem: Bu çalışmaya, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
M.Kemal Dedeman Onkoloji Hastanesi’ne evre IV mide karsinomu
tanısıyla başvuran ve ölçülebilir lezyonu olan 3’ü kadın 16’sı erkek
toplam 19 hasta alındı. Kemoterapi kombinasyonu olarak Epirubisin
50 mg/m2 1.gün, sisplatin 60 mg/m2 1.gün, UFT 300 mg/m2 1-14
gün, 3 hafta arayla uygulandı.
Bulgular: Ortanca yaş 49 yıl (sınırlar 34-65) olarak bulundu.Histopatolojik olarak hastaların 7’si (%37) diffüz tip, 12’si (%63) ise intestinal tipte mide kanseri olarak değerlendirildi. Hastaların 4’ü (%21)
19-23 Nisan 2007
tanı anında metastatik değilken, 15’i (%79) metastatikti. Hastaların
14’üne (%74) primer tümöre yönelik küratif veya palyatif cerrahi
yapılmıştı. Dört hastanın tanı anında birden fazla uzak organ metastazı vardı.Dokuz hastada sadece karaciğer, 1 hastada karaciğer ve
kemik, 1 hastada karaciğer, kemik iliği ve yaygın periton 2 hastada
sadece akciğer, 1 hastada supraklavikular lenf nodu ve kemik, 1 hastada over, periton ve kemik metastazı mevcuttu. Üç hastada yaygın
peritonitis karsinomatoza, 1 hastada ise multipl lenf nodu tutulumu
saptanmıştı. Beş hastanın PS değeri 0, 10 hastanınki 1, 4 hastanınki
ise 2 olarak değerlendirildi. Ortanca kür sayısı 4 (sınırlar 2-6) idi.
Tedavi cevabı olarak 3 hastada parsiyel yanıt (%16), 2 hastada (%11)
stabil hastalık, 11 hastada (%58) progresyon saptandı.Tam yanıt gözlenmedi. Üç hastanın henüz ara değerlendirmesi yapılmadı. Takip
süresince sadece 8 hasta (%42) ex olduğu için genel sağkalım süresi
değerlendirilmedi. Progresyonsuz sağkalım süresi 7 ay olarak bulundu. Dokuz hastada (%47) grade 2-3 bulantı-kusma, 2 hastada (%11)
grade 2 anemi, 1 hastada (%5) grade 4 nötropeni, 1 hastada (%5) ise
nötropenik ateş gözlendi.
Sonuç: Bu sonuçlara göre, metastatik mide karsinomunda epirubisin-sisplatin-UFT kombinasyonu iyi tolere edildi. Epirubisin,
Sisplatin ve UFT kombinasyonunun tedavi cevabı platin bazlı diğer
rejimlere göre daha düşük bulunmuştur. Progresyonsuz sağkalım süresi ise literatür verileriyle uyumlu bulunmuştur. Bu kombinasyonun
etkinliğini ölçmek için daha fazla hasta sayısı ile yapılacak değerlendirmelere ihtiyaç vardır.
Ref No: 798
APENDİKSİN KARSİNOİD TÜMÖRÜ
Hakan Bulak, Seçkin Akküçük, Kıvanç Tunç, Süleyman Oral
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Genel Cerrahi Kliniği
Karsinoid tümörler vücudun enterokromaffin hücrelerinden köken alan primer olarak gastrointestinal sistem ve ana solunum yollarında görülen nöroendokrin diferansiyasyon gösteren tümörlerdir.
Gastrointestinal sistemde en sık apendikste tespit edilirler. Aynı
zamanda apendiksinde en sık görülen tümörleridir. Ancak bir cerrahın meslek hayatı boyunca sayılı vakalar şeklinde görebildiği ve
büyük çoğunluğunun tesadüfen tespit edildiği bu tümörün klinik ve
patolojik özellikleri ile tedavisi literatür bilgileri ile beraber değerlendirildi.
Kliniğimize yaklaşık 2 gündür karın ağrısı ve iştahsızlık şikayetleri
ile 33 yaşında bayan bir hasta başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde sağ alt kadranda hassasiyet, defans ve rebound tespit edildi.
Lökosit değeri 17.000 olarak ölçülen hastanın çekilen abdominal
ultrasonografisinde batın sağ alt kadranda 10 mm çapında, duvar
kalınlığı 4 mm olan aperistaltik, komprese olmayan, kör sonlanan
enflame appendiks vermiformis ile uyumlu barsak ansı saptandı. Bu
bulgular ile laparatomi yapılan hastanın eksplorasyonunda apendiks
distal kesiminde lokalize 15 mm çapında sert bir kitle tespit edildi.
Apendektomi yapılan hastanın postoperatif patoloji raporu apendiksin karsinoid tümörü olarak rapor edildi. Hastaya ek bir tedavi
uygulanmadı.
Apendiksin karsinoid tümörlerinin büyük çoğunluğu akut apendisit nedeniyle apendektomi yapılan hastalarda insidental olarak
tespit edilirler. Tedavide basit apendektomi genellikle yeterli olmaktadır. Ancak 2 cm’den büyük, apendiksin kökünde lokalize, mezoya
invaze veya lenf bezi metastazı bulunan hastalarda sağ hemikolektomi yapılmalıdır.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 799
PANKREASIN GRUBER FRANTZ TÜMÖRÜ
Hakan Bulak, Seçkin Akküçük, Emine Kurt, Süleyman Oral
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Genel Cerrahi Kliniği
Giriş
Gruber frantz tümörü pankreasın oldukça nadir görülen iyi prognoza sahip tümörlerinden biridir. Pankreasın solid-kistik epitelyal
neoplazmı olarak kabul edilen bu tümör pankreas adenokarsinomuna göre oldukça iyi bir prognoza sahiptir. Daha çok 2. ve 3. dekattaki
kadınlarda ve siyah ırkta görülür. Erkeklerde ise oldukça nadir ve
sayılı vakalar şeklindedir.
Olgu
Yaklaşık 3 aydır iştahsızlık ve kilo kaybı şikayeti ile başvuran 51
yaşında erkek bir hasta kliniğimize başvurdu. Hastanın abdominal
ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografisinde pankreasın kuyruk kesiminde lokalize 6 cm çapında içinde solid ve kistik komponentler
bulunan bir kitle tespit edildi. Hastaya distal pankreatektomi ve splenektomi işleminin yapıldığı redüksiyon operasyonu uygulandı. Postoperatif patoloji raporu pankreasın solid kistik epitelyal neoplazmı
olarak değerlendirildi. Herhangi bir adjuvan tedavi planlanmayan
hasta postoperatif 29 aydır hastalıksız hayattadır.
Tartışma
Pankreasın Gruber frantz tümörünün daha çok fertil çağdaki kadınlarda görülmesi ve etiyolojisinde oral kontraseptiflerin suçlanması bu tümörlerin östrojen ve progesteron gibi hormonal faktörlerle ilişkili olduğunu düśündürmektedir. Ancak bizim hastamızda
olduğu gibi nadir de olsa erkeklerde de bulunması etiyopatogenezde
başka faktörlerinde etkisinin olduğunu desteklemektedir. Oldukça
iyi prognoza sahip bu tümörlerin tedavisinde cerrahi rezeksiyon
ve hatta parsiyel kistektomi ve kistojejunostomi tedavisi bile yeterli
görülmektedir. Rekürrens veya metastazlar ise ancak birkaç vakada
bildirilmiştir.
Ref No: 806
MİDE KANSERİ HASTALARINDA TÜMÖR BELİRTEÇLERİ İLE
HASTALIK ARASINDAKİ İLİŞKİ
1
Münevver Moran, 2Oskay Kaya, 2Mehmet Tokaç, 1Mahir Özmen
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Cerrahi Kliniği,
2
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Cerrahi Kliniği
Amaç: Mide kanseri hastalarında tümör belirteçleri ile hastalığın
evresi, morbidite ve mortalite arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi.
Hastalar ve Yöntem: 2000-2007 arasında mide kanseri tanısı ile
izlenen 173 hastanın preoperatif serum ve postoperatif dren sıvısı
tümör belirteçleri incelenerek, hastalığın evresi, mortalite ve morbidite ile arasındaki ilişkileri araştırıldı.
Bulgular: Hastaların123 (%71) ’ü erkekti, ortalama yaş 61±12 (2393) idi. Tedavide hastaların 146’sına cerrahi uygulanırken, 27 hasta
ileri yaş, yandaş patolojiler ya da ileri evre nedeni ile medikal tedavi ile izlendi. Hastalardan peroperatuvar ileri evre saptanan 36’sına
gastrektomi yapılmazken, 2’sine wedge rezeksiyon, 32’sine subtotal
gastrektomi, 76’sına total gastrektomi uygulandı. Hastaların 44’üne
lenf nodu diseksiyonu yapılmazken, 24’üne D1, 70’ine D2 ve 8’ine de
D3 lenf nodu diseksiyonu uygulandı.
Hastaların 58’inin tümör belirteçleri preoperatif değerlendirildi.
Bunların %36’sında serum CEA, %34’ünde CA19.9, %18’inde CA15.3 değerleri yüksek saptandı.
CEA yüksek olanların %57’sinin, normal olanların ise sadece
%26’sının evre 4 olduğu saptandı, diğer evreler ile CEA düzeyleri
arasında belirgin bir korelasyon saptanamadı.
CA19.9 yüksek grupta, normal gruba göre evre 4 hastaların 2 kat
fazla olduğu ve bu hastaların tüm evrelerin %46’sını oluşturduğu
saptandı.
47
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
CA15.3 açısından normal grupta evre dağılımı genel dağılıma uygundu ancak, CA15.3 değerleri yüksek hastaların tamamının evre 3
ve 4 hastalardan oluştuğu saptandı.
CEA normal hastalarda mortalite %7 iken, yüksek grupta %16 olarak saptandı ve bunun nedeninin bu hastaların büyük oranda evre
4 hastaları kapsamasından kaynaklandığı düşünüldü. Aynı şekilde
CA19.9 düzeyleri normal grupta mortalite oranı %13 iken, yüksek
grupta %14 oranında gerçekleşti. CA 15.3 açısından ise; normal değerlerdeki hastalarda mortalite %11 olurken, yüksek değerlerdeki
hastalarda mortalite gözlenmedi.
Tümör belirteçleri normal veya yüksek olan hastalar arasında,
hastanede kalış süresi, komplikasyonlar açısından belirgin farklılık
saptanamadı.
Abdominal dren sıvısından ölçülen tümör belirteçlerinin preoperatif serum değerleri ve diseksiyonla ilişkileri karşılaştırıldığında;
serum CEA düzeyleri normal hastaların %25’inde dren CEA düzeylerinde artış saptanırken, yüksek olanların ise %75’inde dren CEA
düzeylerinde de yükseklik saptandı. Preoperatif CA19.9 düzeyleri
normal hastaların % 33’ünde dren CA19.9 düzeylerinde yükselme
saptanırken, serum düzeyleri yüksek olanların %75’inde bu değerler
postoperatif de yüksek seyretti. CEA düzeyleri ve CA19.9 preoperatif dönemde normal olup postoperatif dönemde yüksek bulunan
hastaların tümüne total gastrektomi ve D2 veya D3 diseksiyon yapıldığı görüldü.
Sonuç: Mide kanserli hastalardaki normal tümör belirteçleri hastalığın evresi hakkında belirgin bilgi vermezken, yüksek serum değerlerine daha çok ileri evrelerdeki hastalarda rastlanır. Tümör belirteçlerinin düzeyi erken morbidite açısından belirleyici olmamasına
karşın, preoperatif yüksek CEA değerlerinin artmış mortalite ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Preoperatif tümör belirteçleri yüksek olan
hastaların çoğunluğunda dren sıvısında da artmış düzeyler izlenirken, ameliyat öncesi tümör belirteçleri normal olan hastalarda dren
sıvısından ölçülen değerlerdeki artışlar hastalığın evresi, uygulanan
rezeksiyon ve lenf nodu diseksiyonunun genişliği ile ilişkilidir.
Tablo .
Hastalar:
n: 173
E/K: 123/50
Gastrektomi:
Yapılmadı .................36 (%23)
Wedge rez...................2 (%2)
Subtotal.....................32 (%30)
Total..........................76 (%53)
serum total kolesterol ve trigliserid düzeyleri ölçülerek hastalığın evresi, hastane mortalitesi ve erken morbidite üzerine etkisi araştırıldı.
Bulgular: Hastaların123 (%71) ’ü erkek, ortalama yaş 61 (23-93)
idi. Tedavide hastaların 146’sına cerrahi girişimler uygulanırken, 27
hasta ileri yaş, yandaş patolojiler ya da ileri evre hastalık nedeni ile
medikal tedavi ile izlendi. Operasyonda hastalardan ileri evredeki
36’sına gastrektomi yapılmazken, 34 hastaya subtotal gastrektomi,
76 hastaya total gastrektomi uygulandı ve hastaların %29’una lenf
diseksiyonu yapılmazken diğerlerine D1-3 lenf nodu diseksiyonları
uygulandı. Ayrıca 75 hastaya gastrektominin yanında ek girişimler
uygulandı. Tüm hastaların yaklaşık %75’i evre 3 ve 4 hastalardan
oluşuyordu. Opere edilen hastaların %11,6’sı mortal seyretti.
Opere edilen hastalardan ölçüm yapılan 69 hastanın ortalama kolesterol değeri 161±40mg/dl ve ortalama trigliserid değeri 116±56
mg/dl olarak ölçüldü. Hastaların 51’inde kolesterol düzeyi normal
sınırlarda saptanırken, 9 hastanın değerleri düşük, 9 hastanın ise
yüksekti. Serum trigliserid düzeyleri 59 hastada normal iken ve 9
hastada yüksek olarak saptandı, sadece 1hastanın trigliserid değeri
düşüktü ve bu hasta çalışmadan çıkarıldı. Serum lipit düzeylerine
göre hastalar yaş, cins, cerrahi işlem, kanserin evresi, lenf nodu tutulum oranı, hospital mortalite ve morbidite açısından karşılaştırıldığında tablo 1’deki verilere ulaşıldı.
Tüm gruplardaki hastalarda yaş, medikal veya cerrahi tedavi oranları açısından belirgin farklılık saptanmadı.Kolesterol veya trigliserid
yüksekliği bulunanlarda hastanede kalış süresi uzun olarak saptandı
ve bunun bu hastalarda D3 diseksiyon oranlarının fazla oluşundan
kaynaklanabileceği düşünüldü. Serum trigliseridi yüksek olanlarda
lenf nodu pozitiflik oranı daha azdı, bu durum hastaların daha çok
evre 3a hastalardan oluşmuş olması ve daha sık subtotal gastrektomi
yapılmış olması ile açıklanabileceği düşünüldü. Nitekim kolesterolü
düşük gruptaki hastalarda erken evre tümörlerin daha sık görüldüğü,
buna rağmen yüksek gruptaki hastaların hemen tümünün ileri evredeki hastalardan oluştuğu izlendi. Lipit yüksekliği bulunan gruplarda postoperatif komplikasyon oranı ve mortalite diğer gruplara göre
belirgin olarak daha fazla idi.
Sonuç: Hasta azlığı yorum için kısıtlayıcı olsa da, mide kanserli
hastalardaki yükselmiş serum kolesterol ve trigliserid düzeyleri ileri
evre hastalığın göstergesi olabilir ve bu hastalardaki artmış mortalite ve morbidite oranları bunlarda daha sık sorun oluşabileceğini
gösterdiğinden bu hastalarda operasyon öncesi ve sonrası hazırlık ve
bakım koşullarına gerekli önem verilmelidir.
Yaş : 61±12 (23-93) yıl
Tedavi:
Cerrahi.................... 146(%84)
Medikal ....................27(%16)
Lenf Nodu Diseksiyonu:
Yapılmadı............... 44 (%30)
D1.......................... 24 (%16)
D2.......................... 70 (%49)
D3........................... 8 (%5)
Ref No: 807
MİDE KANSERİ HASTALARINDA SERUM LİPİT
KONSANTRASYONLARI İLE HASTALIK EVRE, MORTALİTE
İLİŞKİSİ
1
Münevver Moran, 1Oskay Kaya, 1Tezcan Akın,
Mehmet Tahir Oruç, 1Mehmet Mahir Özmen
1
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Cerrahi Kliniği,
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Cerrahi Kliniği
2
Amaç: .Çalışmada kolesterol ve trigliserid seviyelerinin mide kanseri hastalarında evre, mortalite,morbidite üzerine etki edip etmediğini araştırmak amaçlandı.
Hastalar ve yöntem: 2000-2007 yılları arasında 173 hasta mide
kanseri tanısı ile izlendi. Hastaların 69 (44E) ’unun operasyon öncesi
48
19-23 Nisan 2007
Ref No: 461
Tablo .
TOTAL KOLESTEROL
TRİGLİSERİD
normal
düşük
yüksek
normal
yüksek
n(%)
51(%74)
9(%13)
9(%13)
59(%86)
9(%13)
E/K %
33/18
5/4
6/3
35/24
7/1
GENEL
VAN BÖLGESİ ÖZEFAGUS KANSERLİ HASTALARININ
TANIMLAYICI ÖZELLİKLERİ:356 VAKANIN KESİTSEL
ANALİZİ
1
123/50
Ortalama yaş
60(23-79) 60(40-78) 61(41-72) 61(23-79) 57(41-66) 61(23-93)
Hast kalış(gün)
17(4-34) 18(6-23) 23(8-42) 17(4-34) 25(18-42) 16(3-42)
Tedavi
cerrahi%
43(%84)
8(%89)
7(%78)
49(%83)
6(%75) 145(%83)
medikal%
8(%16)
1(%11)
2(%22)
10(%17)
2(%25)
yapılmayan%
11(%22)
3(%29)
2(%22)
16(%27)
subtotal%
15(%29)
6(%67)
17(%30)
7(%87)
91(%54)
total%
25(%49)
6(%72)
1(%11)
26(%44)
1(%13)
41(%23)
yapılmayan%
11(%22)
2(%22)
1(%11)
16(%27)
37(%20)
D1%
11(%22)
11(%20)
39(%22)
D2%
26(%52)
D3%
3(%5)
28(%16)
Gastrektomi
41(%23)
LN diseksiyonu
7(%78)
Mahmut İlhan, 2Göktürk Kılınç, 3Sıddık Keskin, 4Erkan Doğan
1
4(%44)
29(%49)
6(%75)
90(%52)
4(%44)
3(%5)
2(%25)
7(%6)
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı,
4
Yüzüncü Yıl Üniveristesi, Bitlis Sağlık Yüksek Okulu
2
3
Giriş:
Özefagus kanseri Türkiye’de nadir rastlanmaktadır. Van bölgesinde nisbi sıklık olarak, kadınlarda en sık ve erkeklerde ise mide kanserinden sonra 2.en sık görülen kanserdir. Bu çalışmada, özefagus
kanseri tanısı konulmuş hastaların genel özellikleri tanımlanarak
diğer bölgelerle farkları ortaya konulmak istendi.
Materyal ve metodlar:
2001 ocak-2005 aralık arasında özefagus kanseri tanısı konulmuş
ve medikal onkoloji de tedavi edilmiş 356 hasta çalışmaya alındı.
Hastaların tanımlayıcı özellikleri (yaş,cins, histolojik tip, evre) belirlendi..
Bulgular:
Hastaların yaşı 56±11.8 (aralık 23-85), %52.5 kadın,%47.5 erkek
ve K/E: 1.12, %85 squamoz hücreli karsinom ve %15 adenokarsinom
bulundu. Başvuru sırasında hastaların %32.6 lokalize, %39.8 lokalileri ve geri kalan %27.6 metaztatik safhada başvurdu.
Sonuç:
Gelişmiş ülkelerin aksine SHK dominant histolojik tip olup ve kadınlar daha sık hastalığa yakalanmaktadır. Hastalarımızın %72.4 tanı
esnasında küratif tedavi uygulanabilecek şansa sahiptir.
PLN/TLN %(range) 31(0-96) 20(0-60) 23(7-47) 32(0-96) 10(0-17) 26(0-96)
AJJGC evre
1(%)
8(%16)
2(%22)
2(%)
7(%13)
3(%)
15(%29)
3(%33)
4(%)
21(%42)
komplikasyon %
mortalite%
10(%18)
18(%10)
5(%9)
6(%25)
21(%)12
3(%33)
17(%27)
2(%75)
76(%44)
4(%44)
6(%67)
27(%46)
28
20
50
28
50
33
9
0
33
7,7
28
11
Sungate Port Royal, Antalya
58(%34)
49
GASTROİNTESTİNAL KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 33
Ref No: 688
KLİNİK ORGANA SINIRLI PROSTAT KANSERİNİN
TEDAVİSİNDE LAPAROSKOPİK RADİKAL
PROSTATEKTOMİ: 100 OLGU
KONFORMAL 3 BOYUTLU RADYOTERAPİ UYGULANMIŞ
YEREL PROSTAT KANSERLİ HASTALARDA ERKEN YAN
ETKİLERİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
İlknur Bilkay Görken, 1Zümre Arıcan Alıcıkuş, 2Güven Aslan,
Burcu Durmak İşman, 1Fevzi Demircioğlu, 1Mehmet Adıgül,
2
Adil Esen, 1Hilmi Alanyalı, 1Münir Kınay
Tibet Erdoğru, Murat Uçar, Orçun Çelik, Erdem Akkaya,
Selçuk Yücel, Mehmet Baykara
1
1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir,
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, İzmir
Amaç: DEÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda 3 boyutlu konformal radyoterapi (3BKRT) ile tedavi edilen erken evre
prostat kanserli hastalarda erken yan etkilere etki eden faktörleri
incelemektir.Hastalar ve Yöntem: Temmuz 2003-Haziran 2006 tarihlerinde 3BKRT uygulanmış 75 hastadan erken evre prostat kanserli
olup erken yan etkileri düzenli olarak kaydedilmiş olan 47’si çalışmaya dahil edilmiştir. Medyan yaş 69 (55-78),medyan izlem süresi 14
(5-92) aydır.Biri dışında tümü TRUS biopsiyle tanı almıştır.Histolojilerin tümü adenokarsinomdur.Başlangıç PSA değeri medyan 10,6
(2,31-121) olup klinik T (kT) evrelerine göre dağılım: 24 (%53) T1,
4 (%8,5) T2a, 6 (%12,8) T2b, 4 (%8,5) T2c, 8 (%17) T3a’dır. Medyan
Gleason değeri (GD) 7 (4-9) ’dir.Klinik T evresi, başlangıç PSA seviyesi ve GD’ne göre hastaların prognostik grup dağılımı: 17 (%36)
düşük, 9 (%19) orta, 21 (%48) yüksek risklidir. Diabetes mellitus
(DM) 9 (%19) hastada bulunmaktadır. Yirmisekiz (%60) hasta medyan 8 (4-24) hafta neoadjuvan hormonoterapi (NHT) kullanmıştır.
Medyan prostat hacmi 37,84 (11,64-145,33) cm3’dür. 3BKRT; klinik
hedef hacim (KHH), düşük riskli grupta prostata, orta ve yüksek
riskli grupta prostatla birlikte seminal veziküllere 1 cm verilerek,
KHH’e 0,5 cm sınır eklenerekde planlanan hedef hacim (PHH) oluşturularak uygulanmıştır. Fraksiyon dozu hastaların 36 (%77) ’sında
2 Gy, 11 (%23) ’inde 1,8 Gy olup toplam doz medyan 73 (66-76,2)
Gy, toplam süre medyan 52 (38-71) gündür.Hastaların erken dönem yan etki değerlendirmeleri haftalık muayene sırasında RTOG
derecelemesine göre yapılmıştır. İstatistiksel analizler Chi-square
testi ile SPSS version 11 kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Derece
3 erken cilt yan etki sadece 1 (%2) hastada intergluteal bölgede gözlenirken,hiçbir hastada derece 4 yan etki gözlenmemiştir.Hastaların
yaş grupları, DM varlığı, NHT kullanımı, kT evresi, prostat hacmi,
prognostik gruplar, toplam radyoterapi süresi ve dozuyla yan etki dereceleri arasındaki ilişki incelenmiştir.Erken yan etkiler yüksek riskli grupta ve 69 yaş üstü hastalarda daha fazla gözlenmekle beraber
istatistiksel fark gösterilememiştir (p=0,544 ve p=0,693) .DM varlığında derece 2-3 erken yan etki görülmesi oransal olarak artmakta
ancak istatistiksel anlama ulaşamamaktadır (%11 vs %22; p=0,344) .
Yaşın tekbaşına yan etki üzerine anlamlı etkisi gösterilemezken (p=
0,693) ; 69 yaş ve üstü grupta dozlar 70 Gy’in üstüne çıktığında yan
etkilerde anlamlı bir artış saptanmıştır (p=0,024) .Sonuç: 3BKRT ile
standart radyoterapi ile benzer veya daha düşük yan etki oranıyla
KHH’de doz artırımı mümkündür. Hasta sayısı az olmakla beraber
bu çalışma bize, özellikle yaşlı hastalarda yüksek dozlarda derece 1-2
erken yan etkilerin bir miktar arttığını göstermiştir. Geç yan etkiler
için takip süresinin kısa olması nedeniyle yorum yapmak zor olmakla beraber erken yan etkilere bakarak, geç yan etkilerde ciddi artış
olmadan dozun arttırılabileceği söylenebilir.Bu konuyla ilgili daha
geniş hasta sayılı çalışmalara ihtiyaç vardır
50
Akdeniz Üniverstesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Klinik organa sınırlı prostat kanseri tanısıyla ardışık olarak laparoskopik radikal prostatektomi (LRP) ile tedavi edilen 100 olgunun
operasyon verileri ve onkolojik özellikleri, takip sonuçları beraberinde değerlendirildi.
Lokalize prostat kanseri belirlenen 100 hastaya (ortalama yaş:
63.1±6.7 yıl) asendan LRP uygulandı. Ameliyat öncesi hastanın vücut kitle indeksi, PSA değeri, transrektal ultrasonografide elde edilen
prostat volümü, Gleason skoru ve preoperatif hemoglobin değeri değerlendirildi. Ameliyat sırasında ameliyat süresi, anastomoz süresi,
yaklaşık kan kaybı, intraoperatif kan transfüzyonu yanında komplikasyonlar değerlendirildi. Ameliyat sonrası dönemde ise hastanede
yatış süresi, postoperatif analjezik miktarı ve süresi, uretral kateterizayon süresi değerlendirildi.
Preoperatif ortalama PSA, prostat volümü ve Gleason skoru, sırasıyla, 12.3±10.1 ng/ml, 32.7±13.6 gr ve 6.4±0.9 olarak belirlendi.
Ortalama toplam ameliyat süresi 224.1±56.6 dakika olup, bu ameliyat süresi içinde yer alan, veziko-uretral anastomoz süresi ortalama
32.4±7.8 dakika olarak gerçekleşti. Hastaların %34’üne pelvik lenfadenektomi, %32’sine sinir koruyucu yaklaşım uygulandı. Ortalama
kan kaybı 463.7±135.8 ml olup, preoperatif hemoglobin değerine
göre postoperatif değerdeki azalma %17 olarak belirlendi. %11 olguya peroperatif kan tranfüzyonu uygulandı. Postoperatif dönemdeki
ilk 24 saat içinde 16 hastada hiçbir şekilde analjezik ihtiyacı olmadı.
Bu dönem içinde 29 hastada kullanılan ortalama narkotik analjezik
miktarı 47.3±10.7 mg olup, postoperatif ortalama 4 günlük hospitalizasyon döneminde kullanılan toplam narkotik analjezik miktarı
50.1±13.2 mg olarak gerçekleşti. Hastalarda ortalama uretral kateterizasyon süresi 10.3±4.7 (median: 9) gün olarak tespit edildi.
Ülkemizdeki en geniş LRP serisini oluşturan değerlendirmemizde
elde edilen operatif, onkolojik ve fonksiyonel veriler, LRP’nin ülkemiz açısından gelecekte organa sınırlı prostat kanserinin cerrahi tedavisinde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir cerrahi
teknik olarak gelişeceğini göstermektedir. Özellikle laparoskopik
cerrahi eğitiminin kalitesi ile bu gelişme oldukça hızlı bir uygulama
alanının oluşmasında önemli yere sahip olacaktır.
Ref No: 580
ERKEN EVRE PROSTAT KANSERİNDE BRAKİTERAPİ;
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
DENEYİMİ
1
Işık Aslay, 3Gönül Kemikler, 3Nuri Tenekeci, 2Seden Küçücük, 2İsmail Özbay
1
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi,
2
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Medikal Fizik,
3
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Radyoloji
Amaç: Erken evre prostat kanseri tanılı hastalarda uygulanan brakiterapi (BT) sonrası PSA sonuçlarının incelenmesi.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 2000-2006 yılları arasında İ.Ü.
Onkoloji Enstitüsü Brakiterapi Ünitesi’ne erken evre prostat kanseri
tanısı ile başvuran ve BT uygulanmış 69 hastanın değerlendirmesi yapılmıştır. Hastaların 64 (%93) ’üne tek başına, 5 (%7) ’ine ise
eksternal radyoterapi ile birlikte BT uygulanmıştır. Kırk dört (%64)
hastaya BT öncesi hacim küçültmek amacı ile androjen blokajı yapılmıştır. Aplikasyon epidural veya genel anestezi ile transperineal US
klavuzluğunda, önyüklemeli yöntemle, I-125 radyoaktif kaynakları
(seed) kullanılarak, eş zamanlı planlama ile, “Son dozimetrik çalış-
19-23 Nisan 2007
ma” ise aplikasyondan 4-6 hafta sonra BT+MRG kullanılarak yapılmıştır. Minimum periferik doz 145 Gy olarak belirlenmiştir. PSA
başarısızlığını değerlendirmek için ASTRO kriterleri uygulanması
planlanmıştır. Hastaların tümü izlemdedir.
Bulgular: Ortanca yaş 67 (47-79), ortanca takip 33 (6-81) aydır.
Hastaların 3’ü (% 4) T1, 60’ı (%87) T2, 6’sı (%9) T3 evresindedir.
Gleason skoru hastaların 22’sinde (%32) 7, 36’sında (%52) 6, 8’inde
(%12) 5, 3’ünde (%4) 3 dür. Oniki (%17) hastada perinöral invazyon,
18 (%26) hastada PIN 3 tesbit edilmiştir. Tanı srasındaki ortanca
PSA değeri 6.50 (0.69-43.39) dir. Onikinci ay PSA kontrolü 53, 24.
ay 33, 36.ay 21, 48. ay 15, 60. ay ise 7 hastada yapılabilmiştir. Ortanca
(en az- en çok) PSA değerleri sırası ile 0.69 (0.06-4.92), 0.34 (0.003.51), 0.37 (0.03-1.38), 0.22 (0.01-2.80), 0.20 (0.00-12.00) olarak bulunmuştur. Takip süreleri 60 ayı aşan 5 hastada PSA değerleri 0.10’un
altında seyretmektedir. Hastaların 66’sı hastalıksız olarak yaşamaktadır. İki hasta prostat kanseri dışı nedenlerden dolayı (1 kardiyak, 1
kolon kanserine bağlı akciğer ve beyin metastazı ile) eks olmuştur.
SONUÇ: 2006 Poenix konsesusu uyarınca medyan izleme süresi
60 ay olduktan sonra ancak sağkalım değerlendirmesinin yapılması
uygun olacaktır. Hastalarımızın PSA kontrolleri literatür verileri ile
uyumludur. Hasta birikim hızı düşük olmakla birlikte Türkiye koşullarında yeni uygulanmaya başlayan bu güncel yötem (prostat brakiterapisi) için normal kabul edilebilir.
Ref No: 683
HORMONA DİRENÇLİ PROSTAT KANSERİNDE BASMAKLI
KEMOTERAPİ YAKLAŞIMININ PSA SEYRİ VE YAŞAM
SÜRESİNE ETKİSİ
Yusuf Temiz, İlker Tinay, Abdülkadir Gümrah, Levent Türkeri
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
AMAÇ:
Hormona dirençli prostat kanserinin etkili tedavisi henüz bulunamamıştır. Birçok kemoterapi ilacı bu amaçla kullanılmaktadır. Bu çalışmada Taksoter, Estrasit, Ketoral, Prednol, Navelbin ve Mitoksantron gibi ilaçların farklı kombinasyonlarda, basamaklı bir yaklaşımla
tedaviye eklenmesinin serum PSA düzeyleri ve ortalama yaşam süreleri üzerindeki etkileri araştırılmıştır.
HASTALAR VE YÖNTEM:
Hormona dirençli prostat kanseri tanısı ile kliniğimizde birden
fazla kemoterapi ilacı ile tedavi edilmekte olan son 45 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşları, ilk tanı anındaki
serum PSA değerleri, Gleason skorları, her kombinasyon tedavisi
öncesi ve sonrası serum PSA değerleri, kaç kür kemoterapi aldıkları
saptandı. Ardından her kombinasyon tedavisiyle serum PSA değerinin yarılanma zamanı ve PSA’nın değişim yüzdeleri ve ortalama
yaşam süreleri hesaplandı. SPSS 13,0 istatistik paket programı kullanılarak ANOVA testi ile gruplar arasındaki farklar incelendi.
BULGULAR:
Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 67,6 (min: 54- maks:
82) yıl olarak hesaplandı. Bu hastalara uygulanan kemoterapi kombinasyonları ayrı ayrı olarak hesaplandığında, tek başına Taksoter’in
19 hastaya, estrasit-ketoral-prednol kombinasyonunun 21 hastaya,
estrasit-mitoksantron-navelbin kombinasyonunun 21 hastaya, Taksol’ün 10 hastaya ve estrasit-vepesit kombinasyonunun 8 hastaya
uygulanmış olduğu saptandı. Bu tedavi gruplarında PSA yarılanma
zamanı, azalma yüzdeleri ve yaşam süreleri arasında anlamlı fark
saptanmadı. Hormona direnç geliştikten sonra ortalama yaşam süresi 17 ay olarak hesaplandı.
SONUÇ:
Hormona dirençli prostat kanseri tedavisi için araştırmalar devam
etmektedir. Kliniğimizde tedavi ve izlemi yapılan hastaların PSA ve
türevlerinin gösterdiği değişim bazında diğerlerine göre daha etkili
bir kemoterapi ilaç (lar) ’ı saptanmamıştır.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 763
LOKAL İLERİ EVRE PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİNDE
VASKÜLER ENDOTELYAL BÜYÜME FAKTÖRÜNÜN ÖNEMİ
1
1
1
2
Hüseyin Bora, 1Eda Yirmibeşoğlu, 2Merih Demirel, 1Müge Akmansu,
Yücel Pak
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara
GİRİŞ:
Son yıllarda gelişen anti-kanser ilaçları konvansiyonel yaklaşımların dışına çıkarak hedefleme (target-based) terapisini gündeme
getirmektedir. Kanser gelişiminde önemli rol oynayan anjiyojenezde
vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) anahtar moleküldür.
Yüksek VEGF ekspresyonu, tümörün mikro çevresindeki düşük
oksijen ortamına (hipoksi) uyum sağlarken görülmektedir. Hipoksinin malignansi progresyonu, kanser tedavilerine direnç görülmesi
ve kötü prognozla ilişkili asıl faktör olduğu kabul edilmektedir. Birçok kanser türünde olduğu gibi prostat kanserinde de yüksek VEGF
ekspresyonunun kötü prognozla ilişkili olabileceği gösterilmiş olmasına rağmen yapılan bir çalışmada Türk populasyonunda gen düzeyinde VEGF ile ilişki bulunamamış. Bu araştırmamızda, lokal ileri
evre prostat kanseri tedavisinde radyoterapi (RT) sonuçları üzerinde
VEGF ekspresyonunun olası etkilerini araştırmak amaçlanmıştır.
MATERYAL METOD:
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim
Dalı’nda lokal ileri evre prostat kanseri tanısı ile RT tedavisi uygulanan 48 hasta VEGF ekspresyonu açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Biyokimyasal başarısızlık takiplerde ölçülen PSA değerlerinin ardışık 3 ölçümde yükselmesi olarak tanımlandı. VGEF
ekspresyon düzeyleri için immunohistokimyasal olarak yüzde ve
yoğunluk skorlaması ile son immunreaktif skor elde edildi. Hastalar,
düşük (0-4) ve yüksek (5-8) VEGF ekspresyonuna sahip olmasına
göre gruplandırılıp analiz edildi.
BULGULAR:
Hastaların yaşları medyan 68idi. AJCC TNM evrelemesine göre,
47 hastanın 30’u (%63.8) T1-2N0 ve 17’si (%36.2) T3N0 evresindeydi. RT öncesindeki PSA değerleri 18 hastanın (%38.3) ≤10ng/ml
ve 29’unun (%61.7) >10ng/ml idi. Hastaların ortalama PSA düzeyi 19.5ng/ml (4-66ng/ml) idi. Transrektal biyopsi sonuçlarına göre
rapor edilen Gleason Skoru (GS) 28 hastada (%59.6) ≤6, 19’unda
(%40.4) ≥7 idi. Uygulanan RT dozu ortalama 69Gy (60-74Gy) idi.
Hastaların ortalama izlem süresi 3,23 yıldı. Lokal ileri evre olan 47
hastanın 38’ine primer, 9’una radikal prostatektomi sonrası RT uygulandı. 23 (%49) hastada düşük (0-4) ve 24 hastada (%51) yüksek
(5-8) VEGF ekspresyonu belirlendi. Analizlerde GS, yaş, tanı anında
PSA düzeyleri ve RT sonrası biyokimyasal başarısızlık ve VGEF ekspresyonu düzeyleri arasında istatiksel olarak anlamlılık bulunmadı.
SONUÇ:
Lokal ileri prostat kanseri tedavisinde cerrahi, RT ve hormon
tedavisi gibi standart tedavi modaliteleri tek başına veya kombine
uygulanmaktadır. Tedavi duyarlı hastalığı olan hastaları tanımlayabilmek olası değildir. Bir çok kanser türünde ön plana çıkmakta
olan hedefleme terapisinin prostat kanseri tedavi algoritması içinde
değerlendirilmesi için hücresel veya moleküler biyolojik belirteçlere
ihtiyaç vardır. Bu belirteçler özgünlük ve duyarlılık açısından değerlendirilirken ırksal varyasyonlar göz önünde tutulmalıdır. Bu konuda Türk populasyonunda uzun takip süreli geniş çalışmalara ihtiyaç
vardır.
51
GENİTOÜRİNER KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 492
RENAL HÜCRELİ KANSER TEDAVİSİNDE LAPAROSKOPİK
RADİKAL NEFREKTOMİ –ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
DENEYİMİ
Bülent Oktay, Hakan Vuruşkan, İsmet Yavaşçaoğlu, Yakup Kordan
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Bursa
Amaç: Renal hücreli kanser nedeniyle laparoskopik radikal nefrektomi (LRN) uygulanan 32 olgunun erken cerrahi ve onkolojik
sonuçlarını değerlendirdik
Yöntem ve Gereç: Kasım 2003 ve Ocak 2007 arasında 13 sağ ve
19 sol taraflı renal hücreli kanserli toplam 32 olguya (22 T1 ve 10
T2- N0 M0) transperitoneal LRN uygulandı. Kan kaybı, operasyon
süresi, postoperatif analjezik ihtiyacı, hospitalizasyon süresi, komplikasyonlar ve erken onkolojik sonuçları da içeren perioperatif ve postoperatif pek çok değişken gözden geçirilerek değerlendirildi.
Bulgular: Olguların ortalama yaşı 56.5 yıl (25-74) idi. Hastaların
17’si erkek ve15’i kadındı. Ortalama kitle boyutu T1 hastalarda 3.61
cm (2-5.5) ve T2 hastalarda 8.05 cm (7-10.5) olarak saptandı. Ortalama operasyon süresi 210 dakika (120-280) ve perioperatif ortalama
kan kaybı 110 ml (75-150) olarak saptandı. Beş hastada postoperatif dönemde kan transfüzyonu gerektiren kanama, dört hastada da
uzamış ileus gözlendi ve tüm hastalar konservatif yaklaşımla tedavi
edildi. Hastanede ortalama kalış süresi 3.4 gün (2-7) olarak bulundu.
Toplam hastane maliyeti ortalama 2800 YTL (2000-3400) ‘idi. Ortalama 15.5 aylık (1-38) takip süresinde rekürrens veya metastatik
hastalık gözlenmedi.
Sonuç: Laparoskopik radikal nefrektomi kabul edilebilir cerrahi
ve onkolojik sonuçlarıyla T1-T2 N0 M0 renal hücreli kanserlerin tedavisinde minimal invazif ve uygulanabilir bir tedavi yaklaşımıdır.
Cerrahi tecrübenin artışı ve pahalı, tek kullanımlık malzemelere gereksinimin azalmasıyla birlikte LRN daha ucuza mal olacaktır.
POSTERLER
Ref No: 12
TESTİKÜLER SEMİNOMLU HASTALARDA RADYOTERAPİ
SONUÇLARIMIZ
1
İlknur Aytaş, 1Haluk Sayan, 1Züleyha Savaş, 1Rahşan Habiboğlu,
Ferit Çetinyokuş, 1Sercan Özyurt, 1Ercan Aydınkarahaliloğlu,
1
Nalan Aslan, 1Ferdi Aksaray, 1Mübeccel Tümöz
1
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Germ hücreli tümörler arasında radyoduyarlılığı nedeniyle
seminomların özellikli bir yeri vardır. Seminomatöz testiküler germ
hücreli tümörü olan erkeklerin neredeyse %80’i Evre I durumunda
tanı alır. Bu hastalarda standart tedavi orşiektomi sonrası paraaortik
ve iliak lenf nodlarına radyoterapi uygulanmasıdır. Çalışmamızda
orşiektomi sonrası radyoterapi uygulanan veya takibe alınan erken
evre seminom tanılı hastalarda tedavi sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Hastalar: Temmuz 2000 ile Temmuz 2006 tarihleri
arasında seminom tanısıyla Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine başvuran 18 hasta çalışmaya dahil edilmiştir.
Hastaların hepsine orşiektomi operasyonu yapılmıştır. Hastaların
yaşları 26 ile 48 arasında (medyan 36 yaş) değişmektedir. Hastaların
hiçbirinde lenfatik nodal tutulum yoktur. On hasta evre I A, 6 hasta
evre I B ve 1 hasta evre II B’dir. Evre I A olan 2 hasta takibe alınmıştır. Diğer tüm hastalara radyoterapi paraaortik ve pelvik alanlara ön
arka portaller kullanılarak hafta içi 5 gün 150 cGy – 200 cGy/ fraksiyon toplam tedavi 2340 cGy – 3600 cGy olacak şekilde kobalt 60
teleterapi ünitesi ile uygulanmıştır.
52
Sonuçlar: Takip süresi 6 – 78 ay arasında (medyan takip süresi 27
ay) değişmektedir. Hiçbir hasta ölmemiştir. Evre I A olan ve radyoterapi uygulanmış bir hastada tedaviden 12 ay sonra nüks saptanması
üzerine tekrar cerrahi tedavi ve kemoterapi uygulanmıştır. Tüm sağkalım %100, hastalıksız sağkalım %94,44 olarak saptanmıştır.
Tartışma: Testisin germ hücreli tümörlerine multidisipliner yaklaşım tüm sağkalım oranının %90’ın üstüne çıkmasını sağlamıştır.
Yapılan çalışmalarda tüm sağkalım %98.61 olarak raporlanırken hastalıksız sağkalım %90.54 olarak bildirilmiştir. Paraaortik ve pelvik
alanların tedavi edildiği erken evre seminomlu hastalar geç komplikasyon riski çok az olacak şekilde mükemmel uzun dönem kür oranları gösterir. Bizim çalışmamızda da sonuçlarımız literatürle uyumlu
olarak saptanmıştır.
Ref No: 35
EVRE IIB-C NONSEMİNOMATÖZ TESTİS KANSERİNDE
POSTKEMOTERAPİ REZİDÜEL KİTLELERDE
LAPAROSKOPİK RETROPERİTONEAL PARAAORTİK
LENFADENEKTOMİ
Tibet Erdoğru, Ahmet Şanlı, Yiğit Akın, Selçuk Yücel, Mehmet Baykara
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Evre IIb ve IIc testis nonseminomatöz germ hücreli tümörlerinde
kemoterapi sonrası rezidüel kitlelerin çıkartılmasında açık cerrahi
kadar son yıllarda laparoskopik paraaortik/interaortokaval lenfadenektomi oldukça popülarite kazanmıştır. Laparoskopik retroperitoneal lenfadenektomi (LRPLNx) özellikle düşük morbidite, kısa sürede iyileşme ve kozmetik avantajları gibi özellikleri nedeniyle giderek
yaygın olarak uygulanır hale gelmiştir.
Evre IIb ve IIc nonseminomatöz testis tümörü nedeniyle 4 kür
BEP kemoterapisi alan ancak kemoterapi sonrasında paraaortik lenfadenopatide herhangi bir ufalma sağlanamayan 2 olguda, sırasıyla
(10x6x4 cm) ve (12x7x5 cm) kitle laparoskopik retropetioneal olarak
çıkartıldı.
Klasik sol lombotomi pozisyonunda yatırılan hastalarda, Petit aralığından retroperitoneal alana parmakla girilerek, künt disseskiyon
ile alan hazırlandı. Petit aralığından 1 adet 12 mm. trokar yerleştirilmesi öncesinde, parmak rehberliğinde 1 adet 10 mm. ve 1 adet 5
mm. trokar yerleştirildi. Sol renal arterin inferior komşuluğundan
iliak bifurkasyonun superioruna kadar uzanan ve psoas kası ile aort
önyüzüne yapışık olan kitle üzerindeki üreter dikkatli bir şekilde
disseke edilerek serbestlendi. Kitle yoğun psoas kası ve aort üzerinden disseke edildi. Lomber ven ve arterler titanium kliplerle kontrol
edilerek kesildi. Tamamen serbestlenen kitle endobag içine alınarak
Petit aralığı insizyonundan çıkartıldı. Sırasıyla ameliyat süresi 175 ve
267 dakika olup, kitle yaklaşık 50 ve 220 ml. kanama ile çıkartıldı.
Patolojik değerlendirmede teratom metastazı belirlenen iki hastada
da kür kabul edilerek, adjuvant kemoterapi uygulanmadı. Hastanede
kalma süresi 2 gün olan hastaların, hospitalizasyon süresince narkotik analjezik kullanımına gerek olmadı.
Germ hücreli testis tümörlerinde sadece kemoterapi sonrasındaki
rezidüel paraaortik/interaortokaval lenfadenopatiler de değil, aynı
zamanda Evre I NSGH tümörlerin evrelemesinde de LRPLNx düşük
morbidite ve hızlı iyileşme süresi ile etkin bir cerrahi alternaif olarak
uygulanabilir.
19-23 Nisan 2007
Resim 1. Paraaortik kitle (Olgu 1)
Resim 1. Hematosin-Eozilen staining of lymph node (case 1)
Resim 2. Paraaortik kitle (Olgu 2)
Ref No: 70
PROSTAT KANSERİNİN TİPİK OLMAYAN PRESENTASYONU:
Özlem Yavaş, Hatice Toy, Orhan Önder Eren, Melih Cem Boruban,
Fatih Küçükkartallar, Mehmet Artaç
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi
Ozet
Prostat kanseri genellikle iliak, obturator ve hipogastrik lenf nodlari gibi bolgesel lenf nodlarina metastaz yapar. Inguinal lenf nodlarina ve supradiyafragmatik lenf nodlarina metastaz nadirdir. Bu gibi
durumlarda da prognoz kotu ve hastalik ileri evrededir.
Bu vaka sunumunda generalize lenf nodu ile basvuran ve prostate
kanseri tanisi alan iki hastayi bildirmek istiyoruz. Her iki hastanin da
tani aninda ve izlemlerinde bahsedilen generalize lenf nodu metastazlari disinda, prostate kanserinde sik gorulen metastazlari yoktu.
Hastalarin serum PSA ve fPSA duzeyleri sirasi ile >150 ng/ml and
>20 ng/ml idi. Ayrica yine her iki hastanin da prostat dokulari radyolojik goruntuleme ve digital rektal muayene ile normal idi. Prostat
biyopsileri icin hastalardan onay alinamadi. Lenf nodlarinin histopatolojik incelemesi adeno ca metastazi olarak rapor edildi. Vakalardan
birinin immunohistokimyasal incelemesinde PSA ile pozitiflik saptandi. Her iki hastaya da hormon tedavisi basladi. Bu tedavi ile lenf
nodlari kayboldu ve serum PSA duzeyleri normal seviyelere dustu.
Ortalama 18 aylik takiplerinde progresyona ait bulgu saptanmadi.
Periferal, karin veya toraks ici lenf nodlarindan metastatik adeno
ca tanisi alan yasli erkek hastalarda, prostatizm semptomu bulunmasa veya prostat radyolojik olarak normal gorunse bile prostat kanseri de ayirici tanida dusunulmelidir. Serum PSA duzeyleri veya lenf
nodu biyopsi orneginde immunohistokimyasal olarak PSA boyanmasi taniyi kesinlestirmek icin yapilabilir. Bu hastalarda hormone
tdavisi ile basarli sonuclar alinabilir.
Sungate Port Royal, Antalya
Resim 2. Immunohistochemical staining for PSA of lymph node (case 2)
Ref No: 91
ÜRİNER SİSTEM KANSERLİ HASTALARIMIZIN
EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Şakire Pınar Kara, Yeşim Elgin, Vahide Işıl Uğur,
Taciser Demirkasımoğlu, Aytül Özgen, Bülent Küçükplakçı,
Cem Mısırlıoğlu, Ergun Sanrı, Tijen Yörükoğlu, Y. Nadi Özdamar
Ankara Onkoloji Hastanesi
Amaç : Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde Ocak 2000- Ocak 2005 tarihleri arasında tedavi edilen üriner
sistem kanseri (böbrek, renal pelvis, üreter, mesane) tanısı alan hastaların epidemiyolojik özelliklerinin değerlendirilmesi planlandı.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmada Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine Ocak 2000 ile Ocak 2005 tarihleri arasında başvuran 220 üriner traktus kanserli hastanın hastane dosyalarına ulaşılarak epidemiyolojik verileri retrospektif olarak tarandı.
Verilerin incelenmesi için SPSS 11.5 istatistik paket programı kullanıldı.
Bulgular : Ocak 2000 ile Ocak 2005 tarihleri arasında Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde tedavi edilen 220
üriner traktus kanserli hastanın yaş dağılımı 28-86 arasında idi. Hastalarımızın 185’i erkek, 35’i kadın idi. Erkek/Kadın oranı 5,28/1 idi.
Vakaların 46 (%21) ’sı böbrek, 3 (%1,36) ’ü renal pelvis, 1 (%0,45) ’i
üreter, 170’i (%77,19) mesane bölgesinde yerleşmişti. Vakaların histopatolojik açıdan değerlendirilmesi sonucu; böbrek tümörü tanılı
hastaların tamamı berrak hücreli karsinom, renal pelvis ve üreter
53
GENİTOÜRİNER KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
yerleşimli 4 olgunun transizyonel hücreli karsinom, mesanede ise
147 hasta transizyonel hücreli karsinom (TCC),14 hasta ise TCC dışı
patolojilere sahipti. Böbrekte 22 vaka sol, 24 vaka sağ yerleşimli, 2’si
sol renal pelvis, 1’i sağ renal pelvisde idi. Üreter tümörü ise sol yerleşimli idi. Mesanede ise 49 hastada lezyon mesanenin sağ tarafında,
35’inde sol tarafta, 18’inde ön duvarda, 17’sinde tabanda, 15’inde ise
arka duvardaydı. Onbir hastada tüm duvar diffüz olarak tutulmuştu.
Yirmibeşinde tümör gelişim yeriyle ilgili bilgiye ulaşılamazken, lokalizasyonu belli olanların 32’sinde tümör multifokal yerleşimliydi.
Hastaların TNM evreleme sistemine göre değerlendirilmesi sonucu;
böbrek tümörlü hastaların; 2’si evre II, 15’i evre III; 29’u evre IV’dü.
Renal pelvis ve üreter tümörlü 4 olgunun tamamı evre III (T3N0)
’dı.Mesanede ise evre I’de 6, evre II’de 65, evre III’de 44, evre IV’de
(T4N1-3) ’de 28,evre IV (M1) ’ de18 hasta mevcuttu.
Sonuç : Üriner sistemde kanserlerin genellikle ileri yaşlarda, erkeklerde ortaya çıktığı, en sık mesanede yerleştiği ve hastanemize
başvuran hastaların genellikle ileri evrelerde olduğu saptandı.
Ref No: 92
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİNE BAŞVURAN ÜRİNER
TRAKTUS TÜMÖRLÜ HASTALARIN TEDAVİ SONUÇLARI
Şakire Pınar Kara, Yeşim Elgin, Vahide Işıl Uğur, Aytül Özgen,
Taciser Demirkasımoğlu, Bülent Küçükplakçı, Cem Mısırlıoğlu,
Ergun Sanrı, Tijen Yörükoğlu, Y. Nadi Özdamar
Ankara Onkoloji Hastanesi
Amaç : Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde Ocak 2000 – Ocak 2005 tarihleri arasında tedavi edilen üriner
traktus kanserli (böbrek, renal pelvis, üreter, mesane) hastalara uygulanan cerrahi ile radyoterapi ve kemoterapinin etkinlik ve sağkalım etkilerinin değerlendirilmesi planlandı.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmada kliniğimizde Ocak 2000 ile Ocak
2005 arasında tedavi edilen ürolojik sistem kanserli 220 hastanın
hastane dosyalarına ulaşılarak epidemiyolojik verileri ve tedavi özellikleri retrospektif olarak tarandı. Bu dönem içerisinde radyoterapi
ile tedavi edilen hasta ve yakınları ile irtibata geçilerek izlemleri yapıldı. Verilerin incelenmesi için SPSS 11.5 istatistik paket programı
kullanıldı.
Bulgular : Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde tedavi edilen 220 ürolojik kanserli hastanın sağkalım analizleri
yapılırken son durumları hakkında bilgiye ulaşılabilen 157 hasta değerlendirildi. Kliniğimizde böbrek tümörü teşhisi ile tedavi edilen 46
hastanın 2’si evre II, 15 hasta evre III ve 29 hasta evre IV idi. Değerlendirmede olguların 27’sinin yaşamadığı, yaş gruplarında sağkalım
sürelerinin farklılık gösterdiği, 40 yaş ve altındaki hasta grubunda 1
yıllık sağkalımın %33,3 olduğu ve 2,3,4,5 yıllık sağkalım % 0 olarak
bulundu. Kırkbir ile altmış yaş arası vakalarda ise sağkalım 1, 2, 3,
4, 5 yıllık sırasıyla %81,8, %36,4, %18,2, %9,1, %9,1; 61 yaş ve üzeri
grupta ise 1, 2, 3, 4, 5 yıllık sağkalım sırasıyla %84,6, %46,2, %38,5,
%15,4, %15,4 olarak bulundu. Renal pelvis tümörlü 3 olguda evre III
(T3N0) idi. Bir vakanın başvurudan 6 ay sonra kaybedildiği; diğer
2 vakanın hayatta olduğu,1 üreter tümörlü olgunun da evre III olup
hayatta olduğu tesbit edildi. Sağkalım analizi yapılabilen 107 mesane
tümörlü hastanın ise 6’sı evre I’de, 65’i evre II’de 44’ü evre III’de ve 46
hasta evreIV’de idi. Bir, 2, 3, 4 ve 5 yıllık genel sağkalım sırası ile %70,
%44, %38, %26, %18 olarak bulundu. Evre I’de az sayıda hasta olması
nedeniyle karşılaştırma analizine alınmadı. 1,2,3 yıllık sağkalımlar
sırası ile evreII’de (%72,%53; %49), evre III’de (%74,%31,%25), evre
IV’de (T4N1-3) ’de (%55,%32,%26) olarak bulundu. Medyan sağkalım; evreII’de 43 ay, evre III’de 18 ay, evre IV’de 13 ay idi.
Sonuç: Üriner traktus kanserli hastalarımızda; en iyi sağkalım sonuçlarımızı 60 yaş üzeri böbrek tümörlü hastalarda, erken evre mesane tümörlerinde elde ettiğimizi saptadık. Sonuçlarımız evrelere göre
değerlendirildiğinde; literatüre benzer olmakla birlikte, hastanemize
54
başvuran hastaların genellikle ileri evrelerde olduğu saptandı. Halen
mevcut tedaviler ile sonuçlar yüz güldürücü değildir.
Ref No: 117
GERM HÜCRELİ TÜMÖRLER: TEK MERKEZ DENEYİMİ
1
Yüksel Ürün, 2Berna Öksüzoğlu, 2Burçin Budakoğlu,
Savaş Cumali Efe, 2Nuriye Özdemir, 2Tunç Güler, 2Doğan Uncu,
2
Hüseyin Abalı, 1Engin Sennaroğlu, 2Nurullah Zengin
1
1
2
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 4. Dahiliye Kliniği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü
AMAÇ
GHT’ler (Germ Hücreli Tümör) günümüzde şifa sağlanma oranı
yüksek, 15–34 yaş grubu erkeklerde en sık saptanan solid tümörlerdir. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen hastaların sonuçlarını
değerlendirmeyi amaçladık
GEREÇ ve YÖNTEM
Temmuz 2002 - Aralık 2006 tarihleri arasında Ankara Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği’ne başvuran
66 GHT’li hasta geriye dönük incelendi. Evrelemede American Joint
Committee on Cancer evreleme sistemi, risk grubu değerlendirmede
ise International Germ Cell Cancer Collaborative Group Prognostic
Classification kriterleri kullanıldı
BULGULAR ve SONUÇ
Hastaların tümü erkek olup, ortalama yaş 32 (17–80) idi. Patoloji
sonuçları değerlendirildiğinde 10 hasta seminoma, 51 hasta nonseminoma ve 5 hasta da ekstragonadal GHT tanıları ile izlenmekteydi.
Seminoma hastalarının %75 ve %50’sinde sırasıyla ß-hCG (İnsan
Koryonik Gonadotropini) ve LDH (Laktat Dehidrogenaz) ; nonseminoma hastalarının ise sırasıyla %77, %59 ve %77’sinde alfa fetoprotein, ß-hCG ve LDH normalden yüksekti. Hastalar evre açısından
değerlendirildiğinde 17 hasta klinik evre I, 11 hasta IIA-B ve 38 hasta ise IIC-III idi. Hastalar risk grubuna göre değerlendirildiğinde 44
hasta iyi, 6 hasta orta ve 16 hasta ise kötü risk grubundaydı. Hastalar
aldıkları 1. sıra tedaviye göre incelendiğinde klinik evre I olan 7 hasta ilaçsız izlemde iken, 58 hasta KT (kemoterapi) almış ve 1 hasta
da palyatif radyoterapi almıştı. Hastaların klinik evre ve risk grubu
durumlarına göre yanıt değerlendirmeleri tablo–1’de gösterilmiştir.
Birinci sıra tedavi ile tam yanıt elde edilemeyen 15 hastaya VIP (Etoposid, ifosfamid, sisplatin) ve/veya paclitaksel-gemsitabin kurtarma
tedavileri verildiği ancak hastaların % 26’sında yanıt elde edildiği belirlendi. Yine kök hücre desteği ile yüksek doz KT verilen 4 hastanın
da 3’ünde progresyon gözlenirken, 1’inde tam yanıt sağlandığı ve 21
aylık izlemde remisyonda olduğu saptandı. Hastaların tümü değerlendirildiğinde ortanca izlem süresi 24,5 (1–150) ay olup, bu süre
sonunda hastaların %91’i hayattaydı. Ölen 6 hasta incelendiğinde
hastalardan 1’i orta risk grubundayken, 5 hasta kötü risk grubunda
olup; hastaların 4’ü ekstragonadal GHT tanısı ile izlenmekteydi.
Sonuç olarak GHT’ler kür şansı yüksek olan tümörler olup, yanıt
oranları hastanın risk grubu ve klinik evresi ile doğrudan ilişkilidir.
Tedavi öncesi hastaların risk grubu mutlaka belirlenmelidir. Ancak
hastaların izleminde iyi risk grubunda olan hastalarda da nüks olabildiği göz önüne alındığında daha yeni prognostik göstergelere gerek olabilir. Yüksek tedavi şansı ve hastalığın daha çok genç yaşlarda
görülüyor olması nedeniyle erken evre ve iyi risk grubunda olan hastalarda toksisite açısından dikkatli olunmalıdır. Ancak orta ve kötü
risk grubunda olup sisplatin içeren tedavilere dirençli hastaların çoğunda halen istenen sonuçlar elde edilememekte dolayısı ile bu grup
hastalarda yeni etkin ilaç ve tedavi stratejileri ihtiyaç olmaya devam
etmektedir.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 190
Tablo . Klinik Evre ve Risk Gruplarına Göre TSYD
RİSK GRUBU
EVRE
1.SIRA TSYD
İYİ
ORTA
KÖTÜ
I
16
1
0
IIA VE IIB
10
0
0
IIC VE III
12
3
6
IIC VE III
2
2
2
IIA VE IIB
1
0
0
IIC VE III
3
0
7
IIC VE III
0
0
1
CR
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİNE BAŞVURAN
PROSTAT KANSERLİ KEMİK METASTAZLI HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Aytül Özgen, Işıl Uğur, Pınar Kara, Taciser Demirkasımoğlu,
Yeşim Elgin, Cem Mısırlıoğlu, Bülent Küçükplakçı, Ergun Sanrı,
Tijen Yörükoğlu, Nadi Özdamar
Ankara Onkoloji Hastanesi
PR
PROG.
DEĞ.
TSYD: Tedavi Sonrası Yanıt Değerlendirme CR: complete response (tam yanıt) PR: partial response
(kısmi yanıt) PROG: progresyon DEĞ: değerlendirilemedi
Ref No: 138
PROSTAT KÜÇÜK HÜCRELİ KARSİNOMU: ENDER BİR
VAKA SUNUMU
1
Yeşim Yıldırım, 2Yeşim Akçay, 1Özgür Özyılkan, 3Beyhan Demirhan
1
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji,
2
Başkent Üniversitesi İç Hastalıkları,
3
Başkent Üniversitesi Patoloji
Giriş: Prostat kanseri erkeklerde kanser bağlı ölümlerin en sık ikinci sebebidir. Prostat kanserlerinin yaklaşık %95 ‘ini adenokarsinomlar oluşturmaktadır. Agresif bir seyir gösteren prostat küçük hücreli
karsinomu ise % 0,5 –2 oranında görülür ve genellikle prostat adenokarsinomuna eşlik eder. Yapılan incelemelerde prostat bazal hücrelerinin totipotent özelliği nedeniyle, prostat adenokarsinomunun
progresyon sürecinde küçük hücreli karsinom gelişebileceği belirtilmektedir. Bu nedenle tedavinin belirlenmesinde immünohistokimyasal tanı önemlidir. Bu çalışmada nadir görülen ve farklı bir klinik
seyir gösteren prostat küçük hücreli karsinom vakası sunuldu.
Vaka: İdrar yapmada zorluk ve halsizlik şikayetleriyle başvuran 61
yaşındaki erkek hastanın yapılan abdominal tomografisinde seminal
veziküllere, rektuma, mesaneye invazyon gösteren 7x6x8 cm boyutlarında prostatik kitle tespit edildi. Prostat spesifik antijen düzeyi normal
olan hastanın yapılan biyopsi prostat adenokarsinom ve küçük hücreli
karsinom olarak rapor edildi. Patolojik incelemede kromogranin ve sinaptofizin ile boyanma tespit edildi. Evreleme amacıyla çekilen toraks
tomografisinde mediastinel lenf nodları mevcuttu. Bronkoskopik lavaj
sitolojisinde karsinom hücreleri saptandı. NSE düzeyi 105 mcg/L olan
hastaya etoposid ve sisplatinden içeren kemoterapi başlandı. Birici kür
sonrası andojen blokajı sağlamak amacıyla bilateral orşektomi yapıldı. Altı kür kemoterapi sonrası yapılan kontrollerde nüks saptanması üzerine siklofosfomid, adriamisin, ve vinkristin içeren kemoterapi
başlandı. Ancak 3 kür sonrası progresif hastalık tespit edilmesi üzerine kemoterapi kesildi. Takiplerinde skrotumunda kanamalı lezyonlar
oluşması üzerine hasta hospitalize edildi. Lezyonlardan alınan biyopsi
küçük hücreli karsinom metastazı olarak rapor edildi. Palyatif tedavi
uygulanan hasta toplam 11 ay yaşadı.
Sonuç: Küçük hücreli prostat karsinomu oldukça nadir görülmektedir.Genellikle yaygın metastazlarla ortaya çıkmasına rağmen cilt
metaztazı çok nadirdir. Tedavi yaklaşımı akciğer küçük hücreli karsinoma ile benzerlik gösterir. Ancak bu hastalarda standart bir tedavi protokolü mevcut değildir. Hastalık sürecinde hormonal tedaviye
direnç geliştiren prostat adenokarsinomlu hastalarda prostat küçük
hücreli karsinom gelişme olasılığı akılda tutulmalıdır.
Sungate Port Royal, Antalya
AMAÇ: Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümünde Ocak 2003-Ocak 2007 tarihleri arasında, prostat kanseri
kemik metastazı nedeniyle tedavi edilen hastaların, metastaz alanlarının ve RT dozlarının değerlendirilmesi.
GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmamızda Ankara Onkoloji Hastanesi
Radyasyon Onkolojisi Bölümüne Ocak 2003 ile Ocak 2007 tarihleri
arasında başvuran 259 prostat kanserli hastanın hastane dosyaları
taranarak kemik metastazları retrospektif olarak incelendi. Bilgiler
SPSS 11.5 istatistik programı ile değerlendirildi.
BULGULAR: Ocak 2003 ile Ocak 2007 tarihleri arasında Ankara
Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümünde tedavi edilen
259 prostat kanserli hastanın median yaşı 67 idi. Prostat kanseri olup
kemik metastazı gelişen 136 hastanın median yaşı ise 63 bulundu.
Prostat kanseri kemik metastazı olan hastaların, metastaz bölgelerine göre dağılımı incelendiğinde; 54 (%40) hastada pelvis, 34 (%25)
hastada vertebra, 48 (%35) hastada extremite tutulumu vardı. Ankara
Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümüne başvuran 259
prostat kanserli hastanın 128 (%49) ’ine kemik metastazı nedeniyle
palyatif radyoterapi tedavisi verilmiştir. Prostat kanserli kemik metastazlı hastalara uygulanan palyatif radyoterapi dozları ise; 16 (%13)
hastaya 8 Gy, 46 (%36) hastaya 20 Gy, 66 (%52) hastaya 30 Gy idi.
SONUÇ: Prostat kanserli hastalarımız genellikle ileri yaşlarda
olup, kemık metastazı gelişen hastaların yaş ortalaması daha düsük
bulundu. Bu hastalarda kemik metastazı daha sıklıkla pelvis bölgesindedir. En çok uygulanan palyatif radyoterapi dozu 30 Gy dir.
Ref No: 187
989 VAKADA PSA DÜZEYLERİNİN İSTATİSTİKSEL
DEĞERLENDİRİLMESİ
Hakan Çamlıca, Yavuz Dizdar, Hilal Oğuz Soydinç
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
AMAÇ: Çalışmamız, total ve serbest PSA düzeylerine göre gereksiz prostat biyopsisini önlemek amacıyla planlanmıştır.
GEREÇ ve YÖNTEM: İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Biyokimya Laboratuarı’na 2004- 2006 yılları arasında başvuran 989 vakada total ve serbest PSA düzeyleri MEIA (mikropartikülenzimimmünassay) yöntemi ile (AXSYM cihazında-Abbott) belirlenmiştir.
Hastaların PSA düzeyleri ve serbest/total PSA oranları için farklı
üst sınır değerleri saptanarak gruplardaki duyarlılık ve özgüllükler
hesaplanmıştır.
BULGULAR: Prostat kanserli hastalar, benign prostat hipertrofili
hastalar ve sağlıklı kontrol gruplarındaki ortalama PSA değerleri sırasıyla 194.0 ng/mL; 6.94 ng/mL ve 1.49 ng/mL bulunmuştur. Total
PSA değerleri 4-10 ng/mL olan 237 vakada serbest PSA / total PSA
oranı 0.15 alındığında 122 şüpheli vakanın 107’sinde gereksiz prostat
biyopsisine gönderilmesine gerek kalmadığı gözlenmiştir.
SONUÇ: Tarama esnasında PSA değerleri 4-10 ng/mL olan vakaların serbest PSA/total PSA oranı belirlenip, 0.15’in altındaki değerleri olanlar biyopsiye yollanmalıdır.
55
GENİTOÜRİNER KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 222
İLERİ EVRE VE METASTATİK MESANE TÜMÖRÜ
TEDAVİSİNDE SİSTEMİK GEMSİTABİN + CİSPLATİN/
CARBOPLATİN (GC) KEMOTERAPİSİ
Asıf Yıldırım, Erem Kaan Başok, Bilal Günaydın, Reşit Tokuç
S. B. İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1. Üroloji Kliniği
Giriş: Mesane kanseri erkeklerde en sık görülen 5. ve kadınlarda 7.
kanserdir. Tanı anında olguların yaklaşık %30’u lokal ileri veya metastatik hastalıktır. İleri evre veya metastatik mesane değişici epitel
hücre kanserinde sistemik kemoterapi tercih edilen tedavi seçeneğidir. Bu çalışmanın amacı ileri evre ürotelyal kanserli hastalarda
Gemcitabine ve Cisplatin/Carboplatin kombinasyon kemoterapisinin etkinliğinin ve toksisitesinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Ocak 2003 ile Mart 2006 tarihleri arasında, ileri/metastatik değişici epitel hücreli 12 hasta çalışmaya alındı. Tüm hastalara
1., 8. ve 15.günlerde 30 dakikalık i.v. infüzyon şeklinde 1.000 mg/m2
Gemcitabine ve 2. günde renal fonksiyonlara göre 1 saatlik i.v. infüzyon şeklinde Cisplatin 70 mg/m2 ya da Carboplatin (AUC 5) verildi.
Bu tedavi 28 günde bir tekrar edildi. Hastalar 4 kür kemoterapi sonrası tedaviye cevap açısından değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 68’di (53–72 arası, 11 erkek 1
kadın) . Ortalama takip süresi 9.9 aydı (3–24 ay) . Toplam remisyon
oranı (kısmi+tam) %42’iydi. Beş hastada (%42) grade 3 anemi; 1 hastada (%7,6) grade 3 trombositopeni görüldü. Grade 3 bulantı/kusma
ya da nötropeni görülmedi. Grade 4 toksisite ya da tedaviye sekonder
ölüm görülmedi.
Sonuç: Yirmi-sekiz günlük Gemcitabine ve Cisplatin/Carboplatin
kombine tedavi protokolü güvenli ve etkindir. Bu ön sonuçlarla ve
sınırlı sayıdaki hasta ile uzun dönem hastalıksız yaşamla ilgili yorumda bulunmak zordur.
Ref No: 225
HORMONA DİRENÇLİ PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİNDE
İKİNCİL BASAMAK KEMOTERAPİDE DOCETAXEL +
PREDNİSONE TEDAVİSİ
Asıf Yıldırım, Erem Kaan Başok, Serhat Göçer, Adnan Başaran,
Murat Rifaioğlu, Reşit Tokuç
S. B. İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1. Üroloji Kliniği
AMAÇ: Hormona dirençli prostat kanserinde bir çok çalışma
yürütülmektedir. Henüz kabul görmüş ve etkin kemoterapi ptotokolü mevcut değildir. Docetaxel ve mitoxantrone hormona dirençli
prostat kanseri hastalarında (HDPK) ilk tercih edilen kemoterapötik
ajanlardır. Docetaxel’in ikincil tedavide kullanımı ile ilgili çalışma
sınırlı sayıdadır. Bu çalışmada, ikincil tedavide intravenöz docetaxel
ve oral prednizon kombinasyonunun etkinliği ve toksisitesi araştırılmıştır.
MATERYAL VE METOD: Bu çalışmada androjen ablasyon tedavisi ve mitoxantrone-kortikosteroid kemoterapi rejimi uygulanmış
ve başarısız olmuş 13 hastayı (ortanca yaş: 67, 51-76) içermektedir.
Hastalar her 3 haftalık döngünün 1. gününde olmak üzere, intravenöz 70 mg/m2 docetaxel ve günde 10 mg oral prednizone ile tedavi
edildiler. Tedaviye hastalık progresyonu ya da aşırı toksisite olana
kadar devam edildi. Klinik etkinlik; ortalama toplam sağkalım (OS),
progresyonsuz sağkalım (PFS), tedavi sonrası PSA düşüşü (>50%)
olarak ve tedaviyle ilişkili toksisite değerlendirildi. Hasta takibinde
her kür öncesi rutin biyokimya tetkikleri, PSA ve hemogram değerleri istendi. Ayrıca haftalık hemogram kontrolleri yapıldı.
BULGULAR: Ortanca izlem süresi 6 aydı (3-30 ay) . İki hastada tedavi öncesine göre PSA değerlerinde yükselme izlenirken; 5 hastada
(%38.4) %50’den fazla ve 6 hastada (%46.1) %75’ten fazla PSA düşüşü izlendi. Tüm hastalar için ortalama progresyona kadar geçen süre
3 aydı (1-10 ay; %95 [CI], 1.26-8.46) . Tedavi öncesi ağrısı olan sekiz
56
hastanın (%61,5) ağrısı geriledi ve analjezik ihtiyacı kalmadı. Bir hastada (%7.6) ateşsiz grade 3-4 nötropeni görüldü ve granülosit koloni
uyarıcı faktör verildi. Yedi hastaya (%53.8) grade 3 anemi nedeniyle
kan tranfüzyonu yapıldı. İzlem sırasında üç hasta kaybedildi.
SONUÇ: Docetaxel’in birinci basamak tedavi olarak uygulandığı
çalışmalarda PSA yanıtı %50 ile %85 arasında değişmektedir. Yapılan klinik çalışmalarda docetaxel’in mitoxantrone sonrası ikincil
tedavide kullanılımı ile docetaxel’in mitoxantrone’un öncesi birincil
tedavide kullanımı karşılaştırıldığında PSA yanıtının daha yüksek
olduğu bildirilmiştir.
Docetaxel, HDPK hastalarında aktif bir ajan olarak değerlendirildi ve iyi tolere edildi. Erken sonuçlar literatürdeki sonuçları desteklemekte, docetaxel’in HDPK hastalarında uygulanacak rejimlerde
önemli bir yer tutacağını öngörmektedir. Sağkalımla ilgili yargılara
varmak için daha büyük serilere ve daha uzun izlem sürelerine ihtiyaç vardır.
Ref No: 259
RENAL HÜCRELİ KARSİNOM OLGUSUNDA
TEMOZOLAMİD DENEYİMİMİZ
Feyyaz Özdemir, Bülent Yıldız, Halil Kavgacı, Fazıl Aydın
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Renal hücreli karsinom yetişkinlerde görülen malignitelerin yaklaşık % 2-3’ünü oluşturmaktadır. ABD’de 2006 yılı itibariyle renal
hücreli karsinom yeni tanı kanser vakalarında erkeklerde % 3’lük
oranla 7. sırada, mortalitede ise yine %3’lük oranla 10. sırada yer almaktadır. Kadınlarda ise ilk on kanser tipi içinde bulunmamaktadır.
2 yıl önce sol yan ağrısı ile hastanemize başvuran 63 yaşında erkek hastanın tetkiklerinde sol böbrekte 6x6,5 cm boyutunda kitle
tespit edildi. Renal hücreli karsinom ön tanısıyla sol nefrektomi yapılan hastanın patolojisi papiller renal hücreli karsinom olarak rapor
edildi. Görüntüleme yöntemlerinde multipl metastatik akciğer lezyonları ve paraaortik mutipl lenfadenopatiler izlendi. 2 aylık IFN-α
tedavi sonrasında progresif hastalık cevabı gözlenmesi üzerine bu
tedavi sonlandırıldı. Sitokin refrakter olması ve olumlu bazı etkinlik
dataları bildirilmesi nedeniyle temozolamid (200 mg/m2 1-5 gün/28
gün) tedavisi başlandı. Hasta tedaviyi iyi tolere etti ve grade I bulantı dışında tedaviye bağlı herhangi bir yan etki gözlenmedi. 4 siklus
tedavi sonrası stabil hastalık cevabı alınması üzerine mevcut temozolamid tedavisine devam edildi. Toplam 22 siklus tedavi sonunda
progresyon tespit edilmesi nedeniyle temozolamid sonlandırıldı ve
sunatinib tedavisi başlanması planlandı.
Günümüzde metastatik renal hücreli karsinom tedavisinde ilk basamakta IL-2 ve IFN-α kullanılmaktadır. Bu ajanların cevap oranları
oldukça sınırlı olup refrakter olgularda tedavi yaklaşımı halen belirsizliğini korumaktadır. Sitokin refrakter hastalarda temozolamid
ile yapılan Faz II çalışmalarda oldukça iyi tolere edilmiş ve parsiyel
+ stabil hastalık cevabı olarak olumlu sonuçlar bildirilmiştir. Metastatik renal hücreli karsinomda temozolamidin yerinin tam olarak
belirlenebilmesi için daha geniş randomize çalışmalara ihtiyaç duyulduğu da açıktır.
Ref No: 270
HORMONA DİRENÇLİ PROSTAT KANSERLİ OLGULARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Mihriban Koçak, Şule Karabulut Gül, Alper Özkan, Alpaslan Mayadağlı
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç:
Bu çalışmada hormona dirençli prostat kanserli olgularda kemoterapi kullanımının sonuçları değerlendirilmiştir.
19-23 Nisan 2007
Gereç ve Yöntem:
2003-2006 yılları arasında total androjen blokajı altında PSA progresyonu gözlenen 14 prostat kanserli olguya kemoterapi uyguladık.
Olguların medyan yaşı 65 (54-78) olup, ECOG performans durumları 10 olguda 0-1 (%78),4olguda (%28) 2 idi.10 olgu (%71) opereydi
ve radikal prostatektomi uygulanmıştı.6 olguya (%43) postoperatif
radyoterapi uygulandı.Tüm olgularda histoloji adenokarsinom olup,gleason değerleri 6-9 (medyan 7) arasındaydı.14 olgunun 12’sinde
kemik metastazı ve bu olguların 11’inde (%79) kemik metastazlarına
bağlı ağrı semptomları vardı.2 olguda ise yanlızca PSA progresyonu
vardı ve semptomatik değillerdi.Biz tüm olgulara kemoterapi uyguladık.Kemoterapi şeması olarak dosetaksel (metrekareye 75mg 21
günde bir) ve prednizolon (4mg oral günde 2kez) kullanıldı.Kemoterapi medyan 6 kür (3-11) uygulandı.Kemoterapi uyguladığımız 14
hastanın 11’inde (%79) kemik metastazlarına bağlı ağrı semptomu
vardı.Kemoterapi ile 8 hastada (%57) semptom palyasyonu sağlandı.
Semptom palyasyonu medyan 3.kürde ortaya çıktı.Semptom palyasyonu sağlanan olguların 5’inde (%61) PSA progrese olmaya devam
etti.
PSA cevabına baktığımızda 14 olgunun 10’unda (%71) PSA progresyonu devam etmiştir.4 olguda (%29) cevap sağlanmıştır.Cevap
veren 4 olgunun 4’üde tedavi öncesi semptomatikti.PSA cevabına
rağmen 2 olguda semptom palyasyonu sağlanamadı.Kemoterapi
esnasında ciddi yan etkiye rastlanmamıştır.Takip süresi olarak kemoterapi başlangıç tarihi baz alınarak hesaplanmıştır.Takip süresi
medyan 14 (3-33) aydır.
Sonuçlar:
Çalışmamızın sonucu olarak 14 olgunun 8’inde (%57) semptom
palyasyonu sağlanmış olup,PSA seviyesinde düşme 4 olguda (%29)
gözlenmiştir.
Prostat kanseri kemoterapiye iyi yanıt vermeyen,dirençli kanserler arasında sayılmaktadır.Buna rağmen kemoterapinin PSA yanıtı
ve yaşam kalitesi üzerine etkileri nedeniyle kemoterapi kullanımına
ilgi ve beklentiler artmıştır.
konglomere LAP saptanması üzerine RT tedavisi kesildi. Bu bölgeden bronkoskopi ile alınan biyopsi sonucu papiller böbrek hücreli
karsinom metastazı ile uyumlu bulundu. İnterferon tedavisi (hafta 3
defa 9 mIU interferon alfa) başlandı. Bu tedavi altında yaklaşık 3 ay
sonra çekilen batın tomografisinde, karaciğerde multipl metastazlar
ve sakrumda 3cm çapında destrüksiyona yol açan litik metastatik
lezyon izlendi. Kemik sintigrafisinde multipl kemik metastazları saptanan olguya, kemiklerine yönelik palyatif RT uygulandı. Bu dönemde yapılan fizik muayenesinde, olgunun göğüs ön yüzünde, meme
dokusu altında, aksillaya uzanan, cilt altı nodülleri izlendi. Alınan
biyopsi materyalinin histopatolojik değerlendirilmesi, lezyonların
papiller renal hücreli karsinom metastazı olduğunu doğruladı. Yine
aynı dönemde kranial MR’ında multipl metastatik lezyonlar belirlenen olguya palyatif tüm beyin radyoterapisi uygulandı. Olgu tanıyı
takiben yaklaşık 1 yıl sonra beyin metastazlarının progresyonu nedeniyle kaybedildi.
Sonuç: Böbrek hücreli karsinom olguları çeşitli klinik tablolarla
doktora başvurabilmekte ve farklı klinik seyir gösterebilmektedirler.
Bu açıdan, böbrek hücreli karsinom sıra dışı ve şaşıtıcı bir kanser
türüdür.
Resim 1. Böbrekteki primer hastalığın mikroskopik görüntüsü
Ref No: 310
MEDİASTEN VE CİLDE METASTAZ YAPAN BÖBREK
HÜCRELİ KARSİNOM, OLGU SUNUMU
1
Mert Saynak, 1Murat Çaloğlu, 2Ufuk Usta, 1Gülden Bayır Angın,
Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Ruşen Coşar Alas, 1Bengü Denizli,
3
Sernaz Uzunoğlu, 3Hakan Karagöl, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Giriş: Böbrek hücreli karsinom böbreğin en sık görülen malign
tümörüdür ve yetişkinlerdeki böbrek tümörlerinin %90-95’ini oluşturur. Tanı sırasında hastaların %30’unda uzak organ yayılımı vardır.
Uzak yayılım olan hastalarda medyan sağ kalım süresi yaklaşık 10 ay
ve uzun dönem sağkalım oranı %5’in altındadır.
Olgu: 74 yaşında erkek olgu, Ocak 2006’da, ateş, üşüme, halsizlik
şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Batın tomografisinde, sol böbrek üst kutbundan kaynaklanan 10x7x6 cm boyutlarında kitle lezyon ve sol paraaortik alanda splenik ven posteriorunda yerleşmiş,
psoas anterioruna uzanım gösteren multipl yer yer birleşme eğiliminde primer kitle ile benzer karakterde lezyonlar izlendi. Olguya
Mart 2006 tarihinde radikal nefrektomi, retroperitoneal lenfadenektomi, infrahiler retrokaval lenfadenektomi ve sol sürrenalektomi
uygulandı. Rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesi ile papiller
böbrek hücreli karsinom tanısı konuldu. Mikroskopik olarak tümörün perirenal yağlı dokuyu invaze ettiği, konglomere retroperitoneal
lenf bezleri ve infrahiler retrokaval lenf bezinde karsinom metastazı
olduğu belirlendi. Olguya postoperatif interferon tedavisi ve radyoterapi planlanarak, böbrek lojuna ön arka alanlardan 18 MV foton
ile 36 Gy RT uygulandı. Toplam 45 Gy RT planlanan olgunun toraksa yönelik bilgisayarlı tomografisinde subkarinal bölge yerleşimli
Sungate Port Royal, Antalya
Resim 2. Cilt metastazının mikroskopik görüntüsü
Ref No: 401
İNVAZİF MESANE KANSERİ TEDAVİSİNDE LAPAROSKOPİK
RADİKAL SİSTEKTOMİ-ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLK
DENEYİMİ
İsmet Yavaşçaoğlu, Hakan Vuruşkan, Yakup Kordan
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Bursa
AMAÇ: İnvazif mesane kanseri tedavisinde başarılı bir laparoskopik radikal sistektomi+ileal loop üriner diversiyon operasyonu
deneyimimizin bildirilmesi
GEREÇ VE YÖNTEM: 62 yaşındaki erkek hastaya 2003 yılında
yüzeyel mesane kanseri (TaG3) tanısı konmuş ve 3 ay sonra yapılan
kontrol sistoskopisinde nüks ve progresyon (T1G3) saptanması üzerine hastaya 6 haftalık intravezikal BCG ve sonrasında 6 aylık idame
57
GENİTOÜRİNER KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
tedavisi uygulanmış. Kontrollerinde tümor saptanmayan hastanın
şubat 2006’da yapılan abdominal ultrasonografisinde mesane posterior ve sağ yan duvardan kaynaklanan 8 cm çapında kitle saptandı.
Yapılan sistoskopide mesane karşı duvar ve sağ yan duvardan kaynaklanan solid karakterdeki tümöral oluşuma transurethral mesane
tümörü rezeksiyonu uygulandı. Patolojisi invazif ürotelyal karsinoma (T2G3) olarak rapor edilen hastanın çekilen torakoabdominopelvik bilgisayarlı tomografisinde mesane inferior ve sağ lateral
duvarda kalınlaşma dışında patoloji saptanmadı (N0 M0) . Yapılan
üroonkoloji konseyi sonrasında hastaya radikal sistektomi+üriner
diversiyon yapılmasına karar verildi. Hastaya 3 adet 10 mm ve 2 adet
5 mm’lik laparoskopi portları kullanılarak laparoskopik radikal sistektomi uygulandı. Sistektomi sırasında sağ eksternal-internal iliak
bölge bileşkesinde konglomere 5x3 cm’lik bir lenf nodu saptanması
nedeni ile hastaya ileal loop üriner diversiyon uygulanmasına karar
verildi. Sistektomi meteryalinin torbalanarak infraumbilikal 5 cm’lik
bir kesiden çıkarılmasını takiben genişletilmiş lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Ekstracorporeal olarak appendektomi yapılarak ileal
segment alındı ve staplerler yardımıyla ileo-ileal anastomoz yapıldı.
Üreterler poksimal ileum segmentine Wallace tekniği ile anastomoz
edilerek stoma hazırlandı.Üreterlere 6 Fr feeding tüp, loop içine 20
Fr pezzer sonda ve sistektomi lojuna 22Fr dren konarak katlar antomik planlara uygun kapatıldı.
BULGULAR: Hastanın iyileşmesi sorunsuz olarak tamamlandı.
Post operatif 2. gün gaz çıkaran hastanın nazogastrik sondası çekilerek oral alıma geçildi ve bu günden sonra hastanın analjezik ihtiyacı
olmadı. Postoperatif 5. gün üreter kateterleri, 6. gün pezzer sondası
ve 7. gün dreni çekilen hasta sorunsuz taburcu edildi.. Ameliyat süresi 312 dakika ve kan kaybı 300 ml olarak hesaplandı.
SONUÇ: Laparoskopik radikal sistektomi küçük bir insizyon gerektirmesi, daha az postoperative analjeziye ihtiyaç duyulması, çabuk iyileşme gibi avantajları barındıran minimal invazif bir işlem
olması ve güvenle uygulanabilmesi nedeniyle invazif mesane kanseri
tedavisinde tercih edilmesi gereken bir yöntemdir.
Ref No: 469
GERM HÜCRE TÜMÖRLÜ ERKEK HASTALARIMIZIN
TANIMLAYICI ÖZELLİKLERİ VE SAĞKALIMLARI: 156 VAKA
ANALİZİ
Mehmet Bilici, Ahmet Özet, Fikret Arpacı, Okan Kuzhan,
Şeref Kömürcü, Bekir Öztürk, Selmin Ataergin, Mustafa Öztürk
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Giriş ve amaç: Testisin germ hücreli tümörleri (GHT) erkek kanserlerinin %1’ini oluşturması nedeniyle enderdir. Ancak bu kanserler 15-35 yaş arası erkeklerin en sık rastlanan kanseridir. Bu çalışma
GHT’lü erkek hastaların tanımlayıcı özelliklerini, tam sağkalım (TS)
ve hastalıksız sağkalımlarını (HS) araştırmak için planlandı.
Gereç ve yöntem: Ağustos 1983 ile eylül 2006 arası kliniğimizce
takip edilen, patolojik olarak tanısı konulmuş olan toplam 156 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi ve değerlendirmeye
alındı. Primer testis tümörü olup patolojisi GHT olmayan 5 hasta
çalışma dışı bırakıldı. TS ve HS Kaplan-Maier Method’u kullanılarak
hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya alınan GHT’lü toplam 156 erkek hastanın
yaş ortalaması 23 (18-60) olarak bulundu. GHT’lü hastaların 117’si
(%75) nonseminomatöz germ hücreli tümör (NSGHT), 21’i (%13.4)
karışık germ hücreli tümör (KGHT) ve 18’i (%11.5) saf seminoma sahipti. Bu primer tümörlerin 148’inin (%94.8) gonadal, 8’inin
(%5.1) ekstragonadal olduğu tespit edildi. Ekstragonadal germ hücreli tümörlerin 3’ü retroperitoneal, 4’ü mediastinal, 1’i de pineal bez
tutulumuna sahipti. Testis germ hücreli tümörlerin (TGHT) tümüne
orşiektomi ile tanı konuldu. Tümör, 84 (%56.7) olguda sağ testise, 62
(%41.8) olguda sol testise, 2 (%1.35) olguda ise her iki testise yerleşimli idi. TGHT’lü hastaların 57’sinde (%38.5) metastaz saptanmaz-
58
ken, 66 (%44.5) hastada 1, 23 (%15.5) hastada 2, 2 hastada (%1.35)
≥3 bölgede metastaz tespit edildi. Başlangıçda sık rastlanan metastaz bölgeleri olarak, 29 (%19.5) akciğer, 60 (%40.5) retroperitoneal
bölge olarak dikkat çekmekteydi. Seminomalar hariç TGHT’ler başlangıçta evrelendirildiğinde, 57’inin (%43.8) evre I, 48’inin (%36.9)
evre II, 25’inin de (%19.2) evre III olduğu saptandı. En sık gözlenen
şikayet testiste şişme idi (%87.1) . TGHT’lü hastaların %60.8’inde
ağrılı, %26.3’ünde ağrılı şiş testis saptandı. 5 (%3.2) hastada etyolojide kriptorşidizm vardı. 114 hastaya 1. hat kemoterapi uygulandı. Bu
tedavide en sık 75 olguda 4xBEP, 15 olguda 6xBEP, 9 olguda 3xBEP
kemoterapisinin uygulandığı saptandı. İkinci hat kemoterapi olarak
14 hastaya tedavi verildi. Burada en sık uygulamanın 3xVİP olduğu gözlendi. 3. hat olarak 1 hastaya oral etoposide verildi. 5 hastaya otolog kemik iliği transplantasyonu yapıldı. GHT’lü hastaların 5
yıllık TS %88, HS %69 bulundu. NSGHT; KGHT, saf seminomanın
TS oranları sırasıyla %87, %94, %87, HS oranları sırasıyla %70, %64,
%67 olarak bulundu. Evre I, II, III’te 5 yıllık TS oranları sırasıyla
%93, %92, %79, HS oranları ise sırasıyla %72, %77, %51 olarak tespit
edildi.
Sonuç: Vakalarımızın tanımlayıcı özellikleri ve tedavi sonuçlarının gelişmiş merkezlerde elde edilen sonuçlarla benzerlik gösterdiği
söylenebilir.
Ref No: 491
LOKALİZE PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİNDE
EKSTRAPERİTONEAL LAPAROSKOPİK RADİKAL
PROSTATEKTOMİ-ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ
Bülent Oktay, Hakan Vuruşkan, İsmet Yavaşçaoğlu, Yakup Kordan
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Bursa
Amaç: Lokalize prostat kanseri nedeniyle ekstraperitoneal laparoskopik radikal prostatektomi operasyonu uygulanan hastalarımızın sonuçlarının değerlendirilmesi
Gereç ve Yöntem: Kasım 2003-Şubat 2007 tarihleri arasında lokalize prostat kanseri ön tanısı ile ekstraperitoneal laparoskopik radikal prostatektomi uygulanan 52 hastanın sonuçları operasyon süresi,
kan kaybı, hospitalizasyon süresi, komplikasyonlar ve erken onkolojik sonuçları da içeren perioperatif ve postoperatif pek çok değişken
retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 63 yıl (52-74 yıl), ortalama PSA
değerleri 7.94 ng/dl (1.3-27.8 ng/dl) ve ortanca gleason’s skoru 3+3=6 (3+2=5- 4+4=8) idi. Hastaların 28’i cT1c, 9’u cT2a, 10’u cT2b ve
5’i de cT2c olarak evrelenmişti. Hiçbir hastada açık cerrahiye dönüş
gerekmedi. Ortalama operasyon süresi 318.4 dk (220-510 dk), kanama miktarı 221 ml (80-600 ml), hastanede kalış süresi 5.8 gün (2-22
gün, ortanca 3 gün), foley kateterin çekiliş süresi 12.2 gün (7-21 gün)
olarak saptandı. Bir hastada peroperatif rektal yaralanma gelişti ve
laparoskopik intrakorporeal olarak onarılırken bir hasta da postoperatif 3. gün pulmoner tromboemboli nedeniyle kaybedildi. Hastaların %26.9’inde pozitif cerrahi sınır (kapsül : 11, üretra: 3) saptandı
ve bu hastaların 6’sı adjuvan tedaviyi kabul etti. Ortalama 12.7±8 ay
(0-37 ay) takipte tüm hastaların PSA düzeyi <0.04±0.13 ng/dl olarak
saptandı. Bir hastada seminal vezikül tutulumu saptanırken cerrahi
sınır negatif olarak rapor edildi.
Sonuç: Ekstraperitoneal laparoskopik radikal prostatektomi minimal invazif bir teknik olmanın sağladığı dah fazla hasta konforu,
daha az analjezi gereksinimi, hızlı iyileşme ve kısa hastanede kalış
süresi, erken foley kateterin çekilebilmesi gibi avantajlarının yanısıra
kabul edilebilir onkolojik sonuçları ile lokalize prostat kanseri tedavisinde tercih edilen cerrahi teknik olmalıdır.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 519
SKROTAL SEMPTOMLARLA BAŞVURAN HASTALARDA
TESTİKÜLER MİKROLİTİYAZİS ORANI VE TESTİKÜLER
TÜMÖRLE İLİŞKİSİ
Murat Koşan, Umut Gönülalan, Özgür Uğurlu, Volkan Öztekin,
Özgür Akdemir, Öztuğ Adsan
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Üroloji Kliniği, Ankara
Amaç:
Bu prospektif çalışmada, çeşitli skrotal şikayetlerle polikliniğe
başvuran semptomatik hastalarda testiküler mikrolitiazisin (TM)
skrotal patolojilerdeki dağılımı ve bunun testiküler tümörlerle olan
ilşkisini incelemek amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod:
Çalışmaya Ocak 2004 -Şubat 2005 tarihleri arasında polikliniğe
çeşitli skrotal şikayetlerle başvuran 197 hasta alındı. Hastaların şikayetleri, ağrı, şişlik, küçük testis ve infertiliteydi. Hastalar, fizik muayene ve anamnez sonrası, skrotal ultrasonografi, tümör belirleyicileri
ve hormon profilleri bakılarak değerlendirildi. Tespit edilen patolojilere yönelik çeşitli tedavi prosedürleri uygulandı. İstatistiksel analiz
İndependent t test ve Fisher’s Exact test kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
Hastaların yaş ortalaması 28,3±8,5 idi. Patolojilere göre hasta
dağılımı; %1.8 testis tümörü, %3.5 inmemiş testis, %75 varikosel,
%9.8 hidrosel, %9 epididim kisti ve %0.9 atrofik testis şeklindeydi.
Hastaların 4 tanesinde testis tümörü tespit edildi. Bunların 3 (%75)
tanesinde TM tespit edildi. TM, inmemiş testisi olanların %25’inde,
varikosel olanların %6.5’inde, hidrosel olanların %23’ünde, epididim
kisti olanların %10’unda ve atrofik testisi olanların %50’sinde gözlendi. TM, tümör saptanan hastalarda diğer gruplara göre anlamlı
olarak daha sıktı. Ortalama takip süresi 19,5 ay (16-23) olup bu sürede yeni tümör gelişimi gözlenmedi.
Sonuç:
Testiküler semptomlar bulunan patolojik süreçlerde mikrolitiyazis gözlenebilmektedir. Bu prospektif çalışma göstermiştir ki, diğer
tüm patolojilere kıyasla, testis tümörlerinde, TM daha yüksek oranda bulunmaktadır. Mikrolitiyasiz saptanan hastaların testis tümörü
açısından daha sıkı takibe alınması ve hastanın bilgilendirilmesi gerektiğine inanmaktayız.
Ref No: 520
LOKALİZE PROSTAT KANSERİ NEDENİYLE RADİKAL
RETROPUBİK PROSTATEKTOMİ UYGULANAN
HASTALARDA PREOPERATİF PSA PARAMETRELERİNİN
PROGRESYONLA İLİŞKİSİ
Murat Koşan, Mehmet Yarış, Özgür Uğurlu, Volkan Öztekin,
Öztuğ Adsan, Mesut Çetinkaya
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Üroloji Kliniği, Ankara
Amaç:
Bu çalışmada radikal retropubik prostatektomi (RP) uygulanan
lokalize prostat kanserli (PCA) hastaların, preoperatif Prostat Spesifik Antijen (PSA) parametrelerinin progresyonla ilişkisini belirlemek amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod:
Kliniğimizde Haziran 1997 ve Mayıs 2005 tarihleri arasında lokalize prostat kanseri tanısıyla radikal retropubik prostatektomi operasyonu uygulanan 86 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar PSA progresyonu yönünden iki gruba ayrıldı. Preoperatif total
PSA, serbest PSA, serbest PSA yüzdesi, PSA dansitesi değerlendirilerek, prognostik önemleri açısından iki grup karşılaştırıldı. Ayrıca
hastalar serbest PSA oranları sınır değer 15’in altı ve üstü değerler
kullanılarak iki gruba ayrıldı ve progresyon yönünden karşılaştırıldı.
Sungate Port Royal, Antalya
İstatistiksel analiz olarak Mann-Whitney U testi ve Chi—Sguare testi
(p<0,05) kullanıldı.
Bulgular:
Değerlendirmeye alınan 86 hastanın 12 (%13,9) tanesinde progresyon gözlendi. Hastaların ortalama yaşı, takip süreleri, prostat volumleri sırasıyla 62,15±6,28 (ortalama±standart sapma), 31,32±23,62
ay ve 46,59±22,32 ml bulundu. Total PSA, serbest PSA, serbest PSA
oranı ve PSA dansitesi de sırasıyla 12,14±11,97 ng/ml, 1,55±1,41 ng/
ml, 0,14±0,06 ve 0,29±0,28 idi. Progresyon ayı ortalaması 9,58±11,82
ay bulundu. Progresyon olan ve olmayan grup karşılaştırıldığında ise
serbest PSA, total PSA ve serbest PSA yüzdesi yönünden istatistiksel fark bulundu (p=0,001) . Serbest PSA oranında sınır değer %15
alındığında progresyon yönünden özgüllüğü %100, duyarlılığı %45
olarak tespit edildi.
Sonuç:
Lokalize prostat kanseri nedeniyle RP planlanan hastalarda, PSA
parametreleri içinde, postoperatif progresyon yönünden, serbest
PSA, total PSA ve serbest PSA yüzdesi güvenilir parametreler olarak
görülmektedir.
Ref No: 586
KARBOHİDRAT ANTİJENLERİNİN (CA 19-9, CA 125,
CA 15-3) MESANE TÜMÖRÜ TANISI VE PROGNOZUNU
BELİRLEMEDEKİ ETKİNLİĞİ
Murat Koşan, Mesut Tül, Umut Gönülalan, Özgür Uğurlu,
Gürdal İnal, Öztuğ Adsan
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Üroloji Kliniği, Ankara
AMAÇ:
Bu prospektif çalışmamızda mesane tümörü nedeniyle takip ettiğimiz hastalarımızın serum CA19-9, CA125, CA15-3 düzeylerini
hastalık özelliklerine göre karşılaştırmayı amaçladık.
MATERYAL ve METOD:
Çalışmaya mesane tümörü nedeniyle çeşitli tedaviler uygulanan
61 hasta ve hematüri şikayeti bulunan 25 benign prostat hiperplazili (BPH) hasta alındı. Mesane tümörü bulunan hastalar yüzeyel ve
invaziv olarak iki gruba ayrıldı. Tüm gruplar kendi içinde ve tümör
olan ve olmayan iki grup, CA19-9 (sınır değer; 37 IU/ml), CA125
(sınır değer; 35 IU/ml) ve CA15-3 (sınır değer; 31 IU/ml) değerleri yönünden karşılaştırıldı. Transisyonel hücreli karsinom olmayan
(4/61) ve üriner enfeksiyon veya hematolojik sorunları saptanan
(5/20) hasta çalışma dışı bırakıldı.
BULGULAR:
Mesane tümörü bulanan hastaların 21’i (%36.8) invaziv, 36’sı
(%62,3) yüzeyel gruptaydı. Kontrol grubunda bulunan 20 hastaya
BPH nedeniyle tedaviler uygulandı. Tümör grubuyla kontrol grubunun CA düzeyleri karşılaştırıldığında istatiksel olarak farklılık
CA19-9 ve CA15-3 arasında bulundu. Yalnızca CA19-9 düzeylerinde, invaziv ya da yüzeyel olan gruplar arasında, tümör büyüklüğü,
evre ve grade açısından farklılık görüldü (p<0,05) . Tüm tümör belirleyicileri yönünden kontrol grubunda pozitif değer yoktu. Mesane
tümörü bulunan hastalarda CA19-9, 9 (15.7%), CA15-3, 3 (5.2%) ve
CA125 sadece 1 hastada pozitif bulundu.
59
GENİTOÜRİNER KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SONUÇ:
Bizim bulgularımız, mesane tümörü varlığında testin bazı vakalarda pozitif bulunması, CA19-9 ve CA15-3’ün tanısal değeri ve tümör
varlığıyla ilgili olarak bir gösterge olabileceğini düşündürmektedir.
Ref No: 595
METAKRON PROSTAT KANSERİ VE PRİMER SANTRAL
SİNİR SİSTEMİ LENFOMALI BİR OLGU SUNUMU
1
Melis Gültekin, 1Uğur Selek, 2Y. Cem Aygün, 3Özlem Özen, 1Faruk Zorlu
Ref No: 602
BÖBREK TÜMÖRÜ TANILI HASTALARDA GENEL ÖZELLİK
VE PROGNOSTİK FAKTÖR ANALİZİ: TÜTF RADYASYON
ONKOLOSİ AD DENEYİMİ
1
Murat Çaloğlu, 1Vuslat Yürüt Çaloğlu, 2Mustafa Kaplan,
Kamuran İbiş, 1Mert Saynak, 3Hakan Karagöl, 1Bengü Denizli,
1
Zafer Koçak, 1Cem Uzal
1
1
2
3
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı,
3
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
Giriş
Prostat kanseri tedavisi sonrası izleminde metakron beyin lenfoması tanısı konularak tedavi edilen bir olgumuzu sunmaktayız.
Vaka Sunumu
70 yaşında erkek hasta Mart 2004’de bölümümüze prostat adenokarsinomu tanısı ile refere edildi. Ağustos 2003’de virjin plazma PSA
değeri 15,5 g/L gelen olgunun biyopsisi prostat adenokarsinomu
ile uyumlu bulunmuş ve radikal retropubik prostatektomi sonrası
patoloji raporunda gleason skoru 7 (4+3) olurken bilateral seminal
vezikül invazyonu ve çıkarılan 7 lenf nodundan biri (obturator) metastatik olarak belirlenmişti.
Evre T3bN1Mo (AJCC TNM Evreleme Sistemi) olan olguya 3/3/04
ve 20/04/04 tarihleri arasında total androjen blokajı ile birlikte prostat ve seminal vezikül yatağına yönelik (68Gy, 2Gy/fraksiyon/gün, 5
gün/hafta, 6 MV) adjuvan radyoterapi (RT) uygulandı. Hasta tedaviyi anlamlı toksisite olmadan iyi tolere etti. RT’i takiben 5 ay sonra
hasta unutkanlık, mental instabilite ve uykuya meyil şikayetleri ile
başvurdu. Beyin MRG’de multiple lezyonlar (sağ temporal bölgede
36x36x30 mm, sol serebral pedikülde 10 mm ve sol frontal lobda
7 mm) olduğu görüldü. Göz muayenesinde patoloji tespit edilmedi.
Eylül 2004’ de gros total kitle eksizyonu yapıldı ve patoloji sonucu B
hücreli malign lenfoma olarak rapor edildi. Torako-abdominal BT
ve kemik iliği biyopsi sonucu normal olarak değerlendirilen hastaya
primer santral sinir sistemi lenfoması (PSSL) tanısı konuldu. Hasta
HIV (-) ve performansı ECOG 1’di.
Medikal Onkoloji Bölümünce hastaya yüksek doz Metotreksat (3,5
g/m2, toplam 7g) kemoterapisi planlandı ancak renal toksisite nedeniyle ancak 1 kez verilebildi. Takiben hastaya 08/11/04 ve 11/12/04
tarihleri arasında (46Gy, 2Gy/fraksiyon/gün, 5 gün/hafta, Cobalt 60)
tüm beyin RT’si uygulandı.
RT sonrası birinci ay kontrol MRG’de hastalıksız olan hastada altı
ay sonra (Temmuz 2005) çekilen beyin MRG’de ensefalonda sağ serebral pedinkülde, solda korpus kallozum genusu ve korpus kallozum spleniumu lokalizasyonunda, sağda parietooksipital bölgede,
periventriküler beyaz cevherde, sağda korona radiata lokalizasyonunda, lateral ventrikül komşuluğunda yeni gelişen lezyonlar görülerek lokal rekürrens olarak değerlendirildi.
Kurtarma KT’si (Prokarbazin ve Lomustine-CCNU) uygulanan
hasta progresif hastalık nedeniyle Ekim 2005’de kaybedildi.
Tartışma
Prostat adenokarsinomlu olgularda uzun sağkalım süresi daha
yüksek oranlarda sekonder primer kanser riski ile karşılaşılmasına
yol açmaktadır. Kanser tanılı hastalarda karşılaşılan yeni lezyonlarda ilk akla gelen tanı metastaz olmakla birlikte ikinci bir malignensi
olasılığı göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle mutlaka metakron ya da
senkron malignansi varlığı araştırılmalıdır. Olgumuzda olduğu gibi,
özellikle beyin metastaz olasılığı sınılı olan prostat kanserli hastalarda yeni gelişen beyin lezyonları mutlaka biyopsi ile değerlendirilmelidir.
60
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Amaç: Kliniğimizde böbrek tümörü tanısı ile tedavi edilmiş hastaların genel özellikleri ve tedavi sonuçlarının geriye dönük olarak
değerlendirilmesi.
Materyal ve Method: 1999-2006 yılları arasında böbrek tümörü
tanısı ile toplam 34 hasta tedavi edilmiştir Ortalama takip süresi 13
(3-56) aydır.
Bulgular: Ortalama yaş 60 (36-81 yaş) ’dır. Ortalama sağ kalım
süresi 17 (6-72) aydır. Hastaların 12 (%35.) ’si kadın, 22 (%64.7)
’si erkektir. Operasyon tipi 29 hastada radikal nefrektomi, 2 hastada parsiyel nefrektomidir. Üç hastaya ise tanı amaçlı ultrasonografi
eşliğinde aspirasyon biyopsisi yapılmıştır. Tümör differansiyasyonu
21 (%62) hastada grade I-II ve 13 (%38) hastada grade III-IV’tür.
18 (%52.9) sağ, 16 (%47.1) tümör sol böbrek yerleşimlidir. 17 (%50)
hasta T3-4’dür. Operasyon piyesleri incelendiğinde, 6 (%17.6) ’sında
renal ven invazyonu, 2 (%5.9) ’sinde vasküler invazyon, 5 (%14.7)
’inde renal vende trombüs, 1 (%2.9) ’inda lenfatik invazyon, 3 (%8.8)
’ünde renal hilus yağlı dokuda invazyon, 21 (%61.8) ’inde renal kapsül invazyonu ve 9 (26.59) ’unda perirenal yağlı doku invazyonu saptanmıştır.
Tek değişkenli analizde sağ kalımı etkileyen olumsuz prognostik
faktörler; yüksek tümör diferansiyasyonu (grad III-IV) (p=0,0001),
ileri T evresi (T3-T4) (p=0,001) ve cerrahi yapılmaması (p=0,002),
olarak belirlenmiştir. Operasyon yapılan hastalarda cerrahi sınır pozitifliğinin de sağ kalımı etkileyen istatiksel anlamlı bir faktör olduğu
bulunmuştur (p=0,03) .
Sonuç: Serimizde literatüre uygun olarak, operasyon yapılması,
cerrahi sınır pozitifliği, tümörün diferansiyasyon derecesi ve T evresinin sağ kalıma etkili faktörler olduğu saptanmıştır.
Ref No: 618
RADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN EVRE I KLASİK
SEMİNOM TANILI HASTALARIMIZIN GENEL ÖZELLİKLERİ:
TÜTF RADYASYON ONKOLOJİSİ AD DENEYİMİ
1
Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Murat Çaloğlu, 1Mert Saynak,
Mustafa Kaplan, 1Kamuran İbiş, 1Bengü Denizli, 3Hakan Karagöl,
1
Cem Uzal
2
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı,
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Kliniğimizde evre I klasik seminom tanısı ile tedavi edilen
hastaların genel özelliklerinin belirlenmesi.
Materyal ve Method: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon
Onkolojisi AD’da 2000-2006 yılları arasında tedavi edilen 19 hastanın genel özellikleri geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Ortalama takip süresi 27 aydır.
Sonuçlar: Ortalama yaş 37 (24-55) . Tümör 11 (%57.9) hastada sol,
8 (%42.1) hastada sağ testis yerleşimlidir. Yedi (%36.9) hastada T1,
11 (%57.9) hastada T2 ve 1 (%5.3) hastada T3 tümör bulunmaktadır. Dokuz (%27.4) hastaya paraaortik, 10 (%72.6) hastaya ipsilateral
pelvik ve paraaortik sahadan RT uygulanmıştır. RT öncesi tümör
belirteç düzeyleri normal bulunmuştur. Ortalama RT dozu 26 Gy.
Akut yan etkiler değerlendirildiğinde, 3 (%15.8) hastada Grade IIIIV emezis, 1 (%5.3) hastada Grade III nötropeni, 1 (%5.3) hastada
19-23 Nisan 2007
Grade I, 2 (%10.5) hastada G III diare, 5 (%26.3) hastada Grade I,
1 (%5.3) hastada Grade II bulantı ve kusma izlendiği görülmektedir. Bir (%5.3) hastalık progresyonuna bağlı kaybedilmiş, 1 (%5.3)
hastada retroperitoneal LAP oluşmuş ancak BEP ile hastalık kontrol
altına alınmıştır.
Tartışma: Hasta sayılarımızın az olması nedeniyle tedavi sonuçlarımız üzerine etkili olabilecek prognostik faktörler ve sağ kalım analizleri yapılamamıştır. Bununla birlikte hastalarımızın akut toksite ve
tedavi sonuçları literatürle uyumludur.
Ref No: 673
PROSTAT KANSERLİ HASTALARDA SERUM HER2/NEU
PROTEİN DÜZEYLERİ İLE PSA ARASINDAKİ İLİŞKİ
1
Habibe Genç, 1Hafize Uzun, 2Huriye Balcı, 3Süleyman Ataus,
Mustafa Bilal Tuna, 4Can Günay, 1Can Sezgin, 5Volkan Sözer,
6
Çiğdem Papila
3
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Merkez Araştırma Laboratuarı, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, İstanbul,
4
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul,
5
Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü, İstanbul,
6
İç Hastalıkları Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul
2
3
Prostat kanseri, erkeklerde en sık tanı konulan ve aynı zamanda
batılı ülkelerde kanserle ilişkili ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda
yer alır. Androjen ve büyüme faktörleri, prostat hücrelerinin proliferasyonunu kontrol eder. Bu faktörlerin reseptörlerindeki değişiklikler, kanser oluşumuna yol açan büyüme regülasyonunu bozar. Her-2/
neu (c-erbB-2) geni, büyüme faktör reseptör tirozin kinaz ailesinden
185-kD ağırlığındaki transmembran proteinini kodlar. Çalışmamızda, prostat karsinomunda, serum Her-2/neu düzeylerinin, yaş,
tümör histolojik tip, tümör boyutu, grade, lenf nodülü metastaz varlığı, metastatik lenf nodülü sayısı, prostat spesifik antijen (PSA) ile
arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmanın kontrol
grubunu hicbir ürolojik yakınması olmayan, PSA değerleri normal
olan 20 sağlıklı erkek oluşturdu. Serum PSA değeri 4ng/ml üzerinde bulunan ve bu inceleme için kontrendikasyonu bulunmayan 64
hasta çalışma kapsamına alındı. Tüm hastalar detaylı bir anamnez
ve dijital rektal muayeneyi içeren fizik muayene ile değerlendirildi.
Rutin biyokimyasal ve PSA incelemeleri tüm hastalarda yapılırken,
gerekli olgularda transrektal inceleme ve/veya biyopsi uygulandı.
Hastalarda PSA ve Her-2/neu incelemesi için kan alınma zamanı
rektal muayeneden hemen önce idi. Serum sHER-2/neu düzeyleri
ELISA, PSA ve free PSA kemiluminesans immunoassay yöntem ile
ölçülmüştür. Hasta grubunun HER-2/neu seviyeleri kontrol grubuna
gore anlamlı derecede daha yüksektir (p<0.001) . Kontrol grubunda
HER-2/neu ve yaş, PSA ve free PSA arasında anlamlı bir korelasyon
yoktur. HER-2/neu ve PSA değerleri arasında zayıf derecede anlamlı
olarak pozitif korelasyon vardır (r=-0,346 p<0.05) . Prostat kanser
grubunda HER-2, yaş ve free PSA arasında anlamlı bir korelasyon
yoktur. Bu çalışma malign prostat hastalığının patogenezinde, PSA
ve Her-2/neu ekspresyonu arasında zayıf bir ilişkiyi ortaya koymuştur. Sonuç olarak, bugün için literatürde sınırlı sayıda olan bilgilere
göre PSA, Her-2/neu ile prostat fizyolojisi ve patolojisi arasındaki
ilişki tam olarak açıklığa kavuşturulamamışsa da bu sonuçları doğrulayan daha ileri düzeyde ve daha çok sayıda hasta ile çalışmaların
devam etmesi uygun olacaktır.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 676
MESANE KANSERİNDE RADYOTERAPİ CEVABINI
DEĞERLENDİRMEDE DEMİRİN ROLÜ
1
1
2
Meral Kurt, 1Sibel Çetintaş, 2Gülaydan Filiz, 1Çiğdem Edincik, 1Lütfi Özkan
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
GİRİŞ: Serbest radikaller aracılığı ile oluşan doku hasarında hücresel demir önemli rol oynar. Bu çalışmada definitif radyoterapi (RT)
ile tedavi edilen mesane kanserli hastaların patoloji spesimeninde
hücresel demir düzeyi ile tedavi cevabı arasındaki ilişki değerlendirilmiştir.
MATERYAL-METOD: Retrospektif çalışmamızda Uludağ Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Bölümünde 1995 - 2004 yılları arasında
mesane kanseri tanısı ile tedavi edilen toplam 43 hasta (39 erkek, 4
kadın) değerlendirildi. Hücresel demir yoğunluğu hastalara ait parafin blokları Perls İron ile boyanarak değerlendirildi. Günlük 1.8 Gy
fraksiyonla total 66.6 Gy RT verildi. Histolojik cevap değerlendirilmesi RT bitiminden 3 ay sonra sistoskopi eşliğinde biyopsi alınarak
yapıldı. Genel sağ kalım hesaplamasında Kaplan –Meier metodu ve
demir boyanma yoğunluğunun tedavi cevabı ile ilişkisini değerlendirmede Spearman’s Rho testi kullanıldı.
SONUÇ: Median sağ kalım 23 ay (%95 CI: 18.4-27.6) ’dır. Genel
sağ kalım 3 ve 5 yıllık %36 ve %30 bulunmuştur. Hücresel demir boyanma yoğunluğu ile RT sonrası histolojik tam cevap arasında istatistiksel anlamlılığa ulaşmayan sınırda bir ilişki saptanmıştır (p=0.081)
. Yaş, cinsiyet, primer tümör evresi ve nodal yayılım, histolojik grade,
lenfatik ve perinöral invazyon ile tedavi cevabı arasında istatistiksel
anlamlılığa ulaşan ilişki bulunamamıştır.
TARTIŞMA: Mesane tümör hücrelerindeki demir yoğunluğu
mesane kanserinin RT’e cevabını değerlendirmede prediktif faktör
olabilir.
Ref No: 692
OVER KANSERİNDE REKTUMA METASTAZ YOLUYLA
GELİŞEN İNTRAKRANİAL METASTAZ
1
1
1
2
Metin Özkan, 1Mustafa Dikilitaş, 1Gamze Gököz Doğu, 2Dilek Ünal,
Özlem Er
Erciyes Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Erciyes Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Giriş: Epitelyial over kanseri peritona dökülme, lenf yolu ve kan
yoluyla olmak üzere üç şekilde yayılır. Ensık ve e erken yayılım şekli
malign hücrelerin peritona dökülmesidir. Daha sonra pelvik ve paraaortik lenf nodlarına yayılım görülmektedir. Tanı sırasında karaciğer
ve akciğer gibi organlara kan yoluyla metastaz nadir (%2-3) görülür.
Over kanserlerinde beyin metastazları ise son derece nadir olup literatürde % 1 civarında görüldüğü bildirilmiştir.
Olgu: 62 yaşında postmenapozal hasta 2001 yılında pelvik kitle
nedeniyle başvurdu. Hastaya TAH+BSO+ bilateral pelvik, paraaortik
lenf nodu diseksiyonu+omentektomi uygulandı. Sağ over ve omentumdan az diferansiye seröz adenokarsinom tanısı alan hasta adjuvan 6 kür Karboplatin+ Paklitakselden oluşan kombine kemoterapi
aldı. Takiplerde her hangi bir yakınması olmayan hasta Şubat 2004’de
intestinal obstrüksiyon nedeniyle başvurdu. Endoskopik olarak hepatik flexura düzeyinde tümör tespit edildi ve sağ hemikolektomi, uç
uca anastomoz lenf nodu disseksiyonu uygulandı. Patolojik inceleme sonucu seröz papiller kistadenokarsinom metastazı olarak rapor
edildi. Hasta platin duyarlı kabul edilerek 2. sıra kemoterapi olarak
Karboplatin+ Paklitaksel planlandı. Tedavi sonrası takipte olan hasta
2006 Ocak ayında tekrar intestinal obstrüksiyon nedeniyle hastaneye başvurdu. Endoskopik olarak rektosigmoid bölgede tümör tespit
edildi ve rektosigmoid rezeksiyon ve Hartman kolostomi operasyonu
uygulandı. Patoloji sonucu adenokarsinom metastazı olarak rapor
edildi ve immunhistokimyasal olarak sitokeratinin pozitif boyanma-
61
GENİTOÜRİNER KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
sı nedeniyle over tümörünün metastazı olarak değerlendirildi. Lenf
nodu tutulumu olan hasta postoperatif 4 kür lipozomal doxorubicine + gemcitabine aldı. El ayak sendromu gelişmesi nedeniyle tedavisi
sonlandırılıp takibe alındı. 2006 Haziran ayında başın sol yarısında
uyşma, baş dönmesi ve dengesizlik yakınması ile başvuran hastada
kranial MR’da Sol serebellar pedinkül yerleşimli ponsa ve serebellar
hemisfere uzanımı olan, ödem etkisi oluşturan 3x 1,5 cm ebadında
kitle lezyonu tesbit edildi. Operasyonu kabul etmeyen hastaya palyatif radyoterapi uygulandı.
Tartışma: Over kanserinde beyin metastazları son derece nadir
görülmektedir.Rektosigmoid bölge tümörlerinin venöz drenajının
farklı olması nedeniyle beyin metastazı daha sık gözlenmektedir.
Olgumuzda olduğu gibi rektosigmoid bölgedeki tümör depozitleri
intrakranial ve vertebral yayılım için predispozisyon oluşturabilir.
Bu bölge tümörlerinin sistemik tedaviye ek olarak radyoterapi gibi
diğer bölgesel tedavi yaklaşımları ile etkin tedavisi bu yatkınlığı azaltabilir.
Ref No: 736
NEFREKTOMİ SONRASI SPONTAN REGRESYON GÖRÜLEN
METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOM: OLGU
SUNUMU
1
Mustafa Dikilitaş, 1Metin Özkan, 2Ahmet Savranlar,
Gamze Gököz Doğu, 1Özlem Er
1
1
Erciyes Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi
2
GİRİŞ: Re nal hücreli karsinomda hastaların 1/3- 1/2’ si tanı sırasında lokal ileri veya metastatik evrede olup hastalık genellikle
asemptomatikdir. Diğer tıbbi nedenlerle yapılan USG veya diğer görüntüleme incelemeleri ile hastalığa tanı konması son derece sıktır.
Erken tanı ve tedavi uzun sağkalımla ilişkilidir, erken evrede hastalık
radikal nefrektomi ve hatta nefron koruyucu cerrahi ile başarılı biçimde tedavi edilebilir. Metastatik hastalığı olanlarda tümörün çıkarılması immünoterapiye cevabı arttırarak fayda sağlayabilir, ayrıca
sınırlı sayıda metastaza sahip olan hastaların palyasyonunda faydalı
olabilir.
OLGU: 31 yaşında bayan hasta 2002 yılında yan ağrısı yakınması ile başvurdu. Batın US’de sol böbrekte kitle tespit edilen hastada
perkütan biyopsi sonucu renal hücreli karsinom olarak rapor edildi. Radyolojik değerlendirmede her iki akciğerde multipl metastatik lezyonları tespit edilen hastada akciğer dışında metastaz bulgusuna rastlanmadı. Hastanın performans durumunun uygun olması
nedeniyle hastaya nefrektomi uygulandı ve sistemik tedaviyi kabul
etmeyen hasta takibe alındı. Takiplerde hastada yeni metastaz tespit edilmezken akciğerdeki lezyonları regrese olduğu gözlendi. Son
olarak Toraks BT’de sol akciğerde soliter pulmoner nodül saptanan
hastaya Kasım 2006 tarihinde wedge rezeksiyon uygulandı. Patoloji
sonucu renal hücreli karsinom metastazı olarak rapor edildi. Hasta
tanı sonrası beşinci yılda halen takip edilmektedir.
SONUÇ: Renal hücreli karsinomların metastazlarında spontan
regresyon nadir görülmekle kesin olarak ortaya konmuş bir klinik
tablodur. Bu durum literatürde en sık akciğer metastazlarında bildirilmiştir. Metastatik renal hücreli karsinom son derece heterojen bir
grup olup bazı hastalarda sağkalım aylarla sınırlıyken bazı olgularda uzun sağkalımlar söz konusudur. Literatürde nefrektomi sonrası
metastazlarda spontan regresyon görülen vakalarda on yıla yaklaşan sağkalımlar bildirilmektedir. Sonuç olarak metastaz varlığında,
özellikle genel durumu iyi olan hastalarda uzun sağkalım elde etmek
mümkün olduğundan nefrektomi uygulanmasını önermekteyiz.
62
Ref No: 746
ATİPİK METASTAZLA SEYREDEN RENAL CELL CA. VAKASI
Öznur Aksakal, Ahmet Uyanoğlu, H. Orhan Kızılkaya,
Berrin Yalçın, Mehtap Çalış, Ayşe Doğan, Begüm Ökten,
Handan Erkal, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
OLGU: Ş.U 54 yaşında kadın hasta, multipl kemik metastazı olan
renal cell ca tanısı ile aralık 2005 yılında kliniğimize başvurdu.
GELİŞME : Multipl kemik metastazı ve sol ikinci insisiv diş hizasında kanamalı kitlesi bulanan hasta metastatik renal cell ca tanısı
ile tedavi için kliniğimize başvurduğunda sistemik metastaz taraması için tüm radyolojik tetkikleri ve ağız içindeki kitleden biopsi
istendi.Ağız içindeki kitlenin histopatolojik incelenmesi sonucunda
renal cell ca metastazı geldi.Hastanın ağız içindeki kitleye yönelik
palyatif amaçlı 500cGy/1 frx radyoterapi 2 kez Co-60 teleterapi cihazı ile uygulandı.24/02/2006 tarihinde hastaya sistemik kemoterapi planlandı.Vinblastin10 mgr, 5-Fluorourasil 1 gr/D1 21 günde
bir şeklinde bir kür kemoterapiden sonra hasta K.B.B tarafından
konsülte edildi ve kitlenin operasyonu planlandı.17/03/2006 tarinde
K.B.B tarafınadan opere edildi.Operasyon sonrası hastanın sistemik
kemoterapilerine devam edilerek 6 küre tamamlandı.Kontrolleri sırasında kranial metastaz tespit edilen hastaya mayıs 2006 tarihinde
palyatif total kranium radyoterapisi (10x300cGy) yapıldı.23/04/2006
tarihinde vajinal kanama ile acile gelen hastanın yapılan jinekolojik
muayenesi sırasında vajende 5x4 cm lik ülserovejetan kanamalı kitle
tespit edildi.Metastaz olarak kabul edilerek 1000cGy/1frx radyoterapi palyatif amaçla yapıldı.6 ay boyunca kontrollerine gelmeyen hasta
15/09/2006 tarihinde ağız içinde aynı yerde kanamalı kitle ile geldi.
Destek tedavisi sonucunda kanama kontrol altına altına alındı..Ekim
2006 tarihinde hastanın beyin metastazlarında progresyon gelişti ve
hasta exitus oldu.
SONUÇ: Renal hücreli kanser böbreğin en sık görülen tümörüdür.Atipik yerleşimli metastazlar bu tümör tipinde oldukça sık görülmektedir..Bizim hastamızda da nadir görülen atipik yerleşimli
metastazların olması nedeni ile vaka taktimi olarak sunmayı uygun
gördük.
Ref No: 758
PROSTAT KANSERİNİN KONVANSİYONEL VE 3DKONFORMAL TEKNİK İLE RADYOTERAPİSİNİN YAN ETKİ
VE MALİYET YÖNÜNDEN ANALİZİ
Kamuran İbiş, Fadime Alkaya, Şule Parlar, Vuslat Yürüt Çaloğlu,
Murat Çaloğlu, Mert Saynak, Nükhet Kürkçü, Ayşegül Bacacı,
Seçil Saka, Cem Uzal
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç:
Prostat kanserinin tedavisinde radyoterapi önemli bir yer tutmaktadır. Konvansiyonel RT ile 65-70 Gy dozlar uygulandığında tedavi
morbiditesi çok yüksek olmaktadır. 3D konformal veya IMRT teknikleri ile tümör dozunun arttırılması ve yan etkilerin azaltılması
mümkün olabilmektedir. Kliniğimizde prostat kanserinin radyoterapisinde kullanılan konvansiyonel ve 3D-konformal teknikler arasındaki maliyet farkının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Maliyet Analizi:
3D-konformal radyoterapi için gerekli ekipmanlar: similatör, bilgisayarlı radyoterapi planlama, lineer akseleratör cihazı, portal görüntüleme.
Maliyet analizi: Klinik onkolojik değerlendirme ücreti (554.73YTL), konformal radyoterapi tasarımı (195.80YTL), konformal
radyoterapi planlama (522.06YTL), konformal doz hesapları (228.47YTL), 20 adet portal görüntüleme (783.20YTL), lineer akseleratörde uygulanan 31 fraksiyon konformal tedavi (1391.50), tedavi
19-23 Nisan 2007
boyunca toplam 7 defa yapılan haftada bir defa poliklinik kontrolü
ve tam kan sayımı (178YTL)
4 alan radyoterapi için gereken ekipmanlar: similatör, konturmetre, kontur üzerinden bilgisayarda izodoz çizimi, lineer akseleratör,
portal görüntüleme
Maliyet analizi: Klinik onkolojik değerlendirme ücreti (554.73YTL), kompleks radyoterapi tasarımı (163.24YTL), kompleks
radyoterapi planlama (293.70YTL), kompleks doz hesaplama (117.48YTL), 12 adet dijital port (469.92YTL), 37 fraksiyon kompleks
lineer akseleratör tedavi uygulaması (1208.79YTL), tedavi boyunca
toplam 7 defa yapılan haftada bir defa poliklinik kontrolü ve tam kan
sayımı (178YTL)
Sonuç: Konvansiyonel (4 alan) radyoterapi uygulamasının toplam
maliyeti: 2985.86YTL,
konformal radyoterapi uygulamasının toplam maliyeti 3853.76YTL olup aralarında 867.9YTL fiyat farkı bulunmaktadır.
Tartışma: Küratif radyoterapi ile tedavi edilebilecek olan prostat
kanserinin tedavisinde doz artışının tedavi etkinliğini arttırdığı bilinmektedir. Tedavide temel prensip, tümör dozunu arttırmak bununla birlikte yan etkiyi azaltmak olmalıdır. Prostat kanseri nedeniyle tedavi edilen hastalarda uzun sağ kalım beklentisi yan etkilerin
önemini arttırmaktadır. Bu nedenle iki tedavi arasındaki fiyat farkı
kabul edilebilir düzeydedir.
misyonda, 4’ü hastalıklı izlenmektedir. 5 hasta hastalığa bağlı, 6 hasta ise hastalık dışı nedenlerle kaybedilmiştir. Neoadjuvan androjen
blokajı kullanımı ve gleason skoru tek değişkenli analizde genel sağ
kalım açısından istatistiksel anlamlı faktörler olarak bulunurken çok
değişkenli analizde istatistiksel anlamlı değere ulaşmamıştır. Lokal
nüks açısından ise neodjuvan androjen blokajı tek değişkenli analizle
istatistiksel anlamlı bulundu ancak çok değişkenli analizde anlamlı
bulunmamıştır.
Tartışma:
Lokal ileri evre hastalarda eksternal radyoterapi lokal kontrol, PSA
cevabı ve sağ kalım üzerinde etkili bir tedavi olmakla birlikte cerrahi
uygulanacak vakaların daha dikkatle seçilmesiyle cerrahi ve adjuvan
radyoterapinin birlikte uygulandığında olabilecek olası yüksek morbidite önlenebilir.
Ref No: 766
AMAÇ: İnvaziv mesane tümöründe; mesane tümörü tanısının
konduğu ilk TUR-Tm (Trans üretral tümör rezeksiyonu) ile radikal
sistektomi arasında geçen süre, toplam TUR-Tm sayısı ve radikal sistektomi kararının alındığı son TUR-Tm ile radikal sistektomi arasında geçen sürenin lenf nodu pozitifliğine etkisini araştırmak.
YÖNTEM-GEREÇLER: Kliniğimizde 1994-2005 yılları arasında
invaziv mesane tümörü (≥ Evre pT2) nedeniyle radikal sistektomi
uygulanan 126 hastanın verileri retrospektif olarak gözden geçirildi.
Lenf nodu (-) 100 hasta (Grup 1) ve lenf nodu (+) 26 hasta (Grup 2)
ilk TUR-Tm ile radikal sistektomi arasında geçen süre, toplam TURTm sayısı ve radikal sistektomi kararının alındığı son TUR-Tm ile
radikal sistektomi arasından geçen süre açısından evrelere göre birbirleriyle karşılaştırıldı. İstatistiksel analiz için Mann Whitney U ve
ki-kare testleri kullanıldı.
BULGULAR: İlk TUR-Tm ile radikal sistektomi arasında geçen
ortalama süre grup 1 için 5.3, grup 2 için 8.0 ay (p=0,103), ortalama
TUR-Tm sayısı grup 1 için 1.5, grup 2 için 1.72 (p=0,440), son TURTm ile radikal sistektomi arasında geçen süre grup 1 için 1,67, grup
2 için 2,08 ay (p=0,129) idi. Gruplarda yer alan aynı evredeki hastalar birbirleriyle karşılaştırıldıklarında da arada istatistiksel olarak
anlamlı bir fark saptanmadı (Tablo) . T2 evresindeki hastaların %
13.3’ü, T3 evresindeki hastaların % 18’i, T4 evresindeki hastaların %
45’inde lenf nodu pozitifliği vardı. Evre arttıkça lenf nodu pozitifliği
istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde artıyordu (p=0,012) .
SONUÇLAR: Bizim sonuçlarımıza göre mesane tümörü tanısının konduğu TUR-Tm ile radikal sistektomi arasında geçen süre
ve TUR-Tm sayısı lenf nodu pozitifliğini etkilememektedir. Yüzeyel
mesane tümörlülerde invaziv hastalığa progresyon oluncaya dek rekürrensler TUR-Tm’ler ile tedavi edilebilir.
RADYOTERAPİ UYGULANAN PROSTAT KANSERLİ
HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARIMIZ
Aylin F. Korcum, Elif Tekeli, Gamze Aksu
Akdeniz Üniversitesi
Amaç:
Kliniğimizde radyoterapi uygulanan prostat karsinomlu hastaların
tedavi sonuçlarının ve toksisitelerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Materyal - Metod:
Temmuz 1999 – Kasım 2006 tarihleri arasında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda eksternal
radyoterapi uygulanan 112 prostat kanserli hasta retrospektif olarak
değerlendirildi. Medyan yaş 71 (56 – 83) idi. Tüm hastalarda histopatolojik tanı adenokarsinomdu. Hastaların % 1,8’i T1, % 66,1’i
T2, % 31.3’ü T3 olarak evrelendirildi. Hastaların hiçbirinde patolojik
lenf nodu tutulumu saptanmadı ancak bir hastada radyolojik olarak
şüpheli lenf nodu tutulumu mevcuttu. Kapsül invazyonu 27 (% 24.1)
hastada, seminal vezikül tutulumu ise 14 (% 12.5) hastada saptandı.
Gleason skoru medyan 7 (3 – 10) olarak değerlendirildi. Seksensekiz (% 78,6) hastaya transrektal USG veya TUR– P eşliğinde biyopsi
sonrası definitif amaçlı radyoterapi uygulandı. Yirmidört (% 21,4)
hastaya ise cerrahi sınır pozitifliği, seminal vezikül tutulumu ve biyokimyasal başarısızlık nedeniyle radikal prostatektomi sonrası adjuvan amaçlı uygulandı. Tüm hastalara radyoterapi öncesi bilgisayarlı
tomografi kesitleri alındı ve prostat volümü çizildi.Eksternal radyoterapi, lineer hızlandırıcı cihazıyla 25 MV foton enerjisi kullanılarak
180 – 200 cGy/gün fraksiyon dozuyla box tekniğiyle uygulandı. Tüm
pelvise 5040 cGy sonrası medyan 1560 (540- 1980) cGy boost dozu
eklendi. Radyoterapi öncesinde 94 (% 83,9) hastada androjen blokajı
kullanıldı. Radyoterapi öncesi medyan PSA değeri 0,59 (0 – 45,2) ng/
dl idi. Akut ve geç yan etkiler RTOG toksisite kriterlerine göre derecelendirildi. Hastalar tedavi süresince haftada bir, ilk iki yıl 3 ayda
bir, sonraki yıllarda ise 6 ayda bir klinik, biyokimyasal, radyolojik
değerlendirmelerle takip edildi.
Sonuç:
Medyan izlem süresi 23.67 (3.47 – 91) aydır. Hastalarda akut ve
geç grade III-IV toksisite izlenmedi. Genel sağ kalım medyan 32.73
(8.8 – 102.87) aydır. Radyoterapi sonrası 3. ayda 43 (% 38,4) hastada
PSA değeri 0,06 veya altında idi. İzlem süresinde 8 hastada biyokimyasal nüks, 4 hastada uzak metastaz saptandı. Hastalardan 96’sı re-
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 786
İNVAZİV MESANE TÜMÖRLERİNDE İLK VE SON TUR-TM
İLE RADİKAL SİSTEKTOMİ ARASINDA GEÇEN SÜRELER VE
TUR-TM SAYISININ LENF NODU POZİTİFLİĞİ İLE İLİŞKİSİ
Özgür Uğurlu, Öztuğ Adsan, Umut Gönülalan, Murat Koşan,
Özgür Akdemir, Mesut Çetinkaya
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Üroloji Kliniği, Ankara, Türkiye
63
GENİTOÜRİNER KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Tablo .
Tablo .
n
Evre T2Lenf Nodu (-) 436
Lenf Nodu (+)
p değeri
Son TUR-Tm
İlk TUR-Tm
ile Rad. Sist
ile Rad. Sist
arasında geçen
Toplam arasında geçen
süre (ay) TUR-Tm Sayısı süre (ay)
Ortalama
Ortalama
Ortalama
(ortanca,
Ortalama yaş (ortanca,
(ortanca,
aralık)
aralık)
(aralık)
aralık)
57,4 (8-75) 4,88 (1, 1-48) 1,26 (1, 1-4)
61,5 (43-76) 2, 33 (1,5, 1-5) 1,50 (1, 1-4)
0,483
0,478
0,885
Evre T3Lenf Nodu (-) 4611 59,7 (30-80)
Lenf Nodu (+)
57,3 (39-74)
p değeri
0,412
Evre T4Lenf Nodu (-) 119
Lenf Nodu (+)
p değeri
Ortalama
Prostatik
Rekürrense
Ortalama
Üretra/Mesane Kadar Geçen
Takip Süresi
Boynunda
Süre (ay)
(ay) (Median, Rekürrens Progresyon Rekürrens
(Median,
n (%)
Range)
n (%)
n (%)
Range)
Grup-1
(Sadece TUR-Tm)
1,82 (1, 1-28)
1,66 (1, 1-2)
0,938
Grup-2
(TUR-P+TUR Tm)
5,38 (1, 1-60) 1,47 (1, 1-12) 1,59 (1, 1-11)
8,27 (1, 1-36) 1,10 (1, 1-2) 2,00 (1, 1-9)
0,738
0,420
0,738
58,0 (42-74) 6,45 (1, 1-24) 2,54 (1, 1-80)
63,4 (48-75) 11,44 (4, 1-38) 2,55 (2, 1-6)
0,238
0,359
0,775
1,36 (1, 1-4)
2,87 (1, 1-8)
0,132
P Degeri
27.4(20.5, 14 (%41,2) 3 (%8.8)
12-91)
30,6(18,
12-98)
0,968
11 (%35,5) 3 (%9.7)
0,638
0,905
1 (%2,9)
13.7(12, 4-27)
1 (%3,2)
20.2(14, 3-59)
0,99
0,783
Ref No: 791
PROSTAT ADENOKARSİNOMUNA BAĞLI İNTRAKRANİYAL
METASTAZ NEDENİYLE BİR OLGU SUNUMU
1
Ref No: 787
BPH VE ÜÇ SANTİMETREDEN KÜÇÜK TEK ODAKLI
YÜZEYEL MESANE TÜMÖRLÜ HASTALARIN AYNI
SEANSTA TRANSÜRETRAL REZEKSİYONLA TEDAVİSİNİN
REKÜRRENS VE PROGRESYONA ETKİSİ
Özgür Uğurlu, Umut Gönülalan, Öztuğ Adsan, Murat Koşan,
Volkan Öztekin, Mesut Çetinkaya
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Üroloji Kliniği, Ankara, Türkiye
AMAÇ: Üç santimetreden küçük, tek odaklı, yüzeyel görünümlü
bir mesane tümörü ile birlikte cerrahi tedavi gerektiren BPH’sı olan
hastaların transüretral rezeksiyonla aynı seansta tedavisinin rekürrens ve progresyon oranları üzerine etkisini araştırmak.
YÖNTEM-GEREÇLER: 1996-2004 yılları arasında kliniğimizde
sadece TUR-Tm yapılan 34 erkek hasta (1. Grup) ile aynı seansta
TUR-Tm ve TUR-P yapılan 31 hastanın (2. Grup) takipleri retrospektif olarak gözden geçirildi. Tümünde tek odaklı, 3 cm’den küçük,
papiller, yüzeyel görünümlü ve histolojik olarak kanıtlanmış TCC
vardı. Çalışmaya alınan hiçbir hasta adjuvan intravezikal tedavi almadı. Gruplar rekürrens ve progresyon oranları açısından karşılaştırıldı. Ortalama yaşlar; Grup 1 için 55,9 (25-77), Grup 2 için 68,2
(52-84) idi. Birinci gruptaki 34 hastanın 23’ü (% 67.6) TaG1, 2’si (%
5.9) TaG2, 8’i (%23.6) T1G1, 1’i (% 2.9) T1G2, ikinci gruptaki 31
hastanın 21’i (% 67.8) TaG1, 2’si (% 6.4) TaG2, 2’si (% 6.4) TaG3,
5’i (% 16.2) T1G1, 1’i (% 3.2) T1G2 idi. İstatistiksel analizler Mann
Whitney U ve ki-kare testleriyle yapıldı.
BULGULAR: Hastalar en az 12 ay olmak üzere takip edildi (ortalama 28.92 ay, range 12-98) . Gruplar arasında ortalama takip süresi,
rekürrens, progresyon, prostatik üretra ve/veya mesane boynunda
rekürrens ve rekürrense kadar geçen süre açısından istatistiksel olarak fark yoktu (Tablo)
SONUÇLAR: Aynı seansta TUR-P ve TUR-Tm uygulanması rekürrens ve progresyon açısından negatif bir etki yaratmamaktadır.
Bizim sonuçlarımıza göre 3 cm’den küçük, tek odaklı, yüzeyel görünümlü bir tümörle birlikte cerrahi tedavi gereken şiddetli alt üriner
sistem semptomları olan hastalarda TUR-Tm ile aynı seansta TUR-P
prostatik üretra ve/veya mesane boynunda rekürrens oranlarını arttırmadan güvenle uygulanabilir.
64
Bengü Denizli, 1Murat Çaloğlu, 1Vuslat Yürüt Çaloğlu,
Kamuran Ibiş, 2Hakan Karagöl, 1Mert Saynak, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Medikal Onkoloji Anabilim Dalı
2
GİRİŞ: Malignitesi olan hastaların %25’inde beyin metastazı gelişir, bunun yanında serebral kitlelerin %50’den fazlası metastatiktir.
Prostat kanseri erkelerde en sık görülen malignansidir ve herhangi
bir organa metastaz yapabilir. Ancak prostat kanserine bağlı santral
sinir sistemi metastazı nadiren görülür. Otopsi serilerinde bu oran
%1-6’dır. En sık nörolojik belirtiler nonfokal ve başağrısı ile kognitif
değişikliklerdir. Diğer serilerin aksine ataksi ve nöbetler sık değildir.
OLGU: Yetmişaltı yaşında erkek hasta iki yıl önce prostatizm şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Bilateral orşiektomi uygulanan hastanın patolojisi Prostat Adenokarsinomu, Gleason skoru: 4+5=9 olarak rapor edildi. Tanı anında kemik ağrıları nedeniyle yapılan tüm
vücut kemik sintigrafisinde multiple kemik metastazı tesbit edildi.
Kemiklerine yönelik palyatif radyoterapi uygulanıp, bifosfonat tedavisine başlanarak takibe alındı. Bir yıl sonra PSA: 53,95 ng/dl saptanması, tüm vücut kemik sintigrafisinde progresyon olması üzerine
kemoterapi için değerlendirildi. Performans skoru ve genel durumu
kemoterapiye uygun olmayan hastaya anti-androjen tedavisi başlandı. Takiplerinde lokalde progresyon nedeniyle idrar yapamama şikayeti gelişen hastanın mesanesine sistofiks sonda takılarak pelvisine
yönelik palyatif radyoterapi uygulanmak üzere interne edildi. Performans skoru gerileyen hastanın klinik takibinde bir kez generalize,
bir kez de absans tarzında nöbeti kaydedildi. Nöbete ait metabolik
neden tesbit edilemedi. Çekilen kontrastlı kraniyal MRI’da supratentorial alanda sol serebral hemisferde frontoparyetal bölgede yaklaşık
3x2 cm, sağ frontal bögede yaklaşık 1x1.5 cm boyutlarında duraya
oturan ekstraaksitel yerleşimli lezyonlar tesbit edildi. Multiple kitlelerin yerleşimleri ve hastanın performans düşüklüğü nedeniyle
tanısal cerrahi girişime uygun bulunmadı ve hasta kraniyal radyoterapiye alındı. Kobalt -60 ile TD: 30Gy/10 fr eksternal radyoterapi
uygulandı. Radyoterapiyi takiben genel durumu iyileşen olgu eksterne edildi. Tedaviden iki ay sonra olgu hastalık progresyonuna bağlı
olarak kaybedildi.
SONUÇ: Prostat adenokarsinomuna bağlı santral sinir sistemi
metastazları çok nadir görülür ve prostat ile vertebrobasiller sistem
arasındaki perinöral ve kapsüler lenfatikler yoluyla meydana geldiği
bilinmektedir. Genelde supratentoriyal yerleşimli ve tek lezyonlardır.
Radyolojik olarak extraaksiyal yerleşimli menengiomlara benzerler.
Ayırıcı tanıda CT, MRI önemlidir, ancak selektif angiografi tipik
radyografik görüntüyü verir. Literatürde sistemik hastalıkla birlikte
19-23 Nisan 2007
BİLDİRİLER
3-4aylık bir sağ kalım bildirilmiştir. Palyatif kraniyal radyoterapi bu
süreyi uzatmada etkili tedavi metodudur.
Ref No: 794
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ AD: PROSTAT KANSERİ TEDAVİ DENEYİMİ
1
Kamuran İbiş, 1Bengü Denizli, 1Vuslat Yürüt Çaloğlu,
Murat Çaloğlu, 2Mustafa Kaplan, 1Mert Saynak, 3Sernaz Uzunoğlu,
3
Hakan Karagöl, 1Zafer Koçak, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı,
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
AMAÇ:
Kliniğimizde prostat kanseri tanısı ile tedavi edilen hastaların sonuçlarının değerlendirilmesi
MATERYAL ve METHOD:
Ocak 2000- Haziran 2006 tarihleri arasında kliniğimizde prostat
kanseri tanısı ile tedavi görmüş ve takipleri yapılmış 75 hasta geriye
dönük olarak değerlendirilmiştir.
SONUÇLAR:
Ortalama takip süresi 25 (4-68) aydır. Yaş ortalaması 67 (43-85)
’dir. Gleason skoru 3-10 arasında değişmektedir. 41 (%54) hasta başlangıçta metastatiktir ve bunların tamamında kemik metastazı bulunmaktadır. Primer tedavisi olarak hastaların 62 (%82.7) ’sine TURP, 13 (%17.3) ’üne radikal prostatektomi yapıldığı görülmektedir. 74
(%98.7) hastada tümörü adenokarsinom, 1 (%1.3) ’ünde indiferansiye karsinom histopatolojisindedir. 7 (%9.3) hasta dışındaki tüm hastalara hormonoterapi yapılmıştır. Yapılan hormonal tedaviler sırası
ile; 7 (%9.3) sadece orşiektomi, 17 (%22.7) orşiektomi ve bicalutamide, 44 (%58.7) goserelin ve bicalutamide’dir. Hastaların tümüne
zoledronik asid verilmiştir.
34 (%46) hastaya küratif amaçlı RT uygulanmıştır. RT sırasında
17 (%22.7) hastada ishal, 18 (%24) hastada disüri, 18 (%24) hastada
bulantı kusma, 19 (%25.3) hastada rektal kanama görülmüştür. Geç
yan etki olarak ise; 15 (%20) hastada idrar inkontinansı, 2 (%2.7)
hastada rektal inkontinans tespit edilmiştir.
TARTIŞMA:
Vaka sayımızın azlığı ve homojen dağılım olmaması nedeniyle yeterli analiz yapılamamıştır. Hastalarımızın büyük bir kısmında cerrahi olmayan TAB tercih edildiği görülmektedir. Gerek akut gerekse
geç yan etki oranları literatüre uyumludur.
Sungate Port Royal, Antalya
65
GENİTOÜRİNER KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 84
İZOLE PULMONER METASTAZLARDA CERRAHİ TEDAVİ
Orhan Yücel, Alper Gözübüyük, Hasan Çaylak, Kuthan Kavaklı,
Onur Genç, Mehmet Dakak, Sedat Gürkök, Ersin Sapmaz
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
AMAÇ: Belirli malign hastalıklarda, primer tümör odağının kontrol altında olduğu ve izole pulmoner metastaz bulunan olguların tedavisinde cerrahi tedavinin beklenen yaşam süresi üzerine etkinliği
kabul edilmiştir. Bu retrospektif çalışmada 11 yıllık bir süreç içinde
küratif tedavinin amaç edinildiği cerrahi rezeksiyon uygulanan pulmoner metastazlı hastaların verileri incelenmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Temmuz 1996 – Aralık 2006 tarihleri arasında belirli malign hastalıklarda izole pulmoner metastazı bulunan
tüm olgular retrospektif olarak incelenmiştir. Olgular yaş, cinsiyet,
klinik özellikler, histopatolojik tanı, hastalıksız geçen süre, uygulanan cerrahi girişim ve survi parametreleri açısından değerlendirilmiştir.
BULGULAR: 30 olguya toplam 44 cerrahi girişim ile pulmoner
metastazektomi uygulanmıştır. 26’sı (%86.6) erkek, 4’ü (%13.4)
bayan olan toplam 30 olgunun yaş ortalaması 26.6 (15-65) olarak
saptanmışıtır. En sık saptanan histopatolojik tümör tipi 13 olgu ile
osteosarkoma olduğu saptanmıştır. Olguların preoperatif değerlendirilmeleriyle saptanan lezyonların dışında operasyon esnasında
akciğerlerin elle muayenesi ile %50 oranında daha fazla lezyon saptanmış ve rezeke edilmiştir. Olguların 27’sinde (%90) torakotomi ve
3’ünde (%10) VATS yaklaşımları ile pulmoner metastazektomi operasyonu uygulanmıştır.
SONUÇ: Pulmoner metastazektomide Video Yardımlı Toraks
Cerrahisi (VATS) tekniği torakotomi yaklaşımına göre daha az invazif bir yöntem olmasına rağmen, preoperatif radyolojik incelemelerde gözden kaçabilen metastatik lezyonların operasyon esnasında
saptanabilmesi ve aynı zamanda tüm metastatik lezyonların rezeke
edilebilmesi amacıyla akciğerlerin elle muayenesine olanak sağlayan
torakotomi yaklaşımı halihazırda önemini korumaktadır.
Ref No: 336
PROFİLAKTİK KRANYAL IŞINLAMA (PKI) UYGULANAN
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERLİ (KHAK)
HASTALARDA YİNELEME ÖZELLİKLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Rıza Çetingöz, Oğuz Çetinayak, Ayşe Demiral, Işın Arslan, Münir Kınay
Dokuz Eylül Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Bu çalışmada; Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi’nde tedavi gören KHAK olgularda PKI sonrası
yineleme özellikleri geriye dönük olarak irdelenmiştir.
Hastalar ve Yöntem: Eylül 1992 ile Haziran 2006 tarihleri arasında
PKI uygulanmış 28 olgu geriye dönük olarak irdelenmiştir. Hastaların 25’i sınırlı evredir. Tüm olgular Dokuz Eylül Akciğer Kanserleri
Grubu (DEAKG) ’da değerlendirilerek tedavi kararları verilmiştir.
Kombine tedavi sonrası tam/tama yakın yanıt elde edilen olgulara
PKI uygulanmıştır. İkisi hariç hastaların tümüne 1998 sonrası PKI
endikasyonu konulmuştur. Tüm beyin’e karşılıklı paralel iki yan
alanla, eşmerkezli olarak radyoterapi uygulanmış olup, tüm hastalar
simüle edilmiştir. Steroid uygulaması gerek duyulan hastalara uygulanmıştır. Hastalara medyan 15 (8-15) fraksiyonda, 30 Gy (20-30 Gy)
uygulanmıştır. Tanı ile PKI arası medyan 179 (53-308) gün, torasik
radyoterapi ile PKI arasındaki süre medyan 13 (0-180) gündür. Tanıdan itibaren 6 aydan önce PKI uygulaması; “erken PKI”, 6 aydan
sonra uygulanması “geç PKI” olarak tanımlanmıştır.
66
Bulgular: Medyan yaş 63 (36-82) olup, ikisi dışında tüm hastalar
erkektir. Medyan izlem 20 (9-98) ay’dır. Bir, 2 ve 5 yıllık genel sağkalım oranları sırasıyla %88, %58 ve %13’dir. Erken PKI uygulanan
hastalarda 1, 2 ve 5 yıllık genel sağkalım oranları sırasıyla; %92,, %62
ve % 22, geç PKI uygulananlarda ise %91.5, %47 ve % 10 olarak bulunmuştur. İzlemde yalnızca 3 (%11) hastada beyin metastazı saptanmıştır. Hiçbir hastada ilk yineleme yeri olarak beyin metastazı
gözlenmemiştir. Beyin’de yineleme saptanan 3 olgunun tümüne 15
fraksiyonda 30 Gy verilmiş olup, radyoterapi dozu ile beyin yinelemesi arasında ilişki saptanmamıştır. Sekiz hastada beyin dışı uzak
metastaz saptanmış olup bu hastaların tümü kaybedilmiştir. Uzak
metastaz 3 hastada kemik, 2 hastada sürrenal, 2 hastada karaciğer ve
1’inde toraks duvarında saptanmıştır.
Sonuç: Sınırlı sayıda hasta içermesine ve geriye dönük irdeleme
olmasına karşın PKI ile hiçbir hastada ilk yineleme yerinin beyin
olmaması ayrıca hastaların yalnızca % 10’unda beyin metastazı
saptanması dikkate değer bulunmuştur. Literatür verileri eşliğinde
kombine tedavilere tam/tama yakın yanıt alınan olgularda standart
tedavi olması önerilen PKI’yi bizim çalışmamızda desteklemektedir.
Ref No: 681
EKSTRAPLEVRAL PNÖMONEKTOMİ UYGULANAN
MALİGN PLEVRAL MEZOTELYOMA OLGULARINDA
POSTOPERATİF HEMİTORAKS RADYOTERAPİSİ VE
PEMETREXED - SİSPLATİN TEDAVİSİ; ERKEN DÖNEM
SONUÇLARI
1
Pervin Hürmüz, 1Fadıl Akyol, 1Uğur Selek, 2Murat Kara,
Ayten Kayı Cangır, 4İrfan Taştepe, 3Nezih Özdemir, 2Rıza Doğan,
5
Salih Emri
3
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
3
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
4
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Şefliği,
5
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı
2
Amaç :
Malign plevral mezotelyoma olgularında ekstraplevral pnömonektomi (EPP) sonrası radyoterapi (RT) ve kemoterapiden (KT)
oluşan üçlü tedavi yaklaşımı ile lokal kontrolün değerlendirilmesi ve
ön sonuçlarının bildirilmesi.
Gereç ve yöntem:
Eylül 2004 ile Nisan 2006 tarihleri arasında EPP sonrası Hacettepe Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda hemitoraks
radyoterapisi uygulanan ve adjuvan kemoterapi ile tedavisi tamamlanan malign plevral mezotelyoma tanılı 10 olgu değerlendirilmiştir.
Evrelendirmede International Mesothelioma Interest Group (IMIG)
tarafından önerilen AJCC/UICC evreleme sistemi kullanılmıştır.
Hemitoraksa yönelik üç boyutlu konformal RT olgulara 1.8 Gy/fraksiyon dozu ile toplam 50.4 Gy olarak verilmiştir. Adjuvan kemoterapi RT sonrasında IV infuzyonla 4 kür pemetrexed 500 mg/m2 ve
sisplatin 75 mg/m2 şeklinde planlanmıştır.
Bulgular :
Medyan izlem süresi 20 aydır (7-28 ay) . Medyan yaşı 52 (39-61)
olan olgulardan 3’ü kadın (%30), 7’si erkektir (%70) . Hastalık 5 olguda (%50) sağ ve 5 olguda (%50) sol yerleşimlidir. En sık görülen
histoloji epitelyal tiptir (%80) . Bir hasta (%10) evre I, 4 hasta (%40)
evre II, 5 hasta (%50) evre III olarak değerlendirilmiştir. Radyoterapi dozu 50.4 Gy olarak planlanmış olup bir olgu 52.6 Gy alırken,
bir olguda ise cerrahiye bağlı gelişen ampiyem nedeniyle tedavi 32.6
Gy’de sonlandırılmıştır. Olgular RT’yi iyi tolere etmiş ve tedaviye ara
vermeyi gerektiren bir yan etki gelişmemiştir. Olguların ikisi dışında tümü planlanan adjuvan KT’yi tamamlamıştır. Olgulardan hiç
birinde tedavi alanı içinde relaps görülmemiştir. İzlemde 4 olguda
abdominal relaps gelişmiştir. Bir olgu abdominal relaps ve progresif
19-23 Nisan 2007
hastalık ile bir olgu ise 2 kür KT sonrası primer hastalık dışı bir nedenle kaybedilmiştir.
Sonuç:
EPP sonrası üç boyutlu konformal hemitoraks radyoterapisi ile
yüksek dozlara çıkılabilmekte ve adjuvan KT ile birlikte erken dönem sonuçlarımıza göre lokal kontrol artmaktadır.
Ref No: 163
Ref No: 173
Rıza Çetingöz, Zümre Arıcan Alıcıkuş, Ayşe Nur Demiral,
Burcu Durmak İşman, Betül Bakış Altaş, Münir Kınay
LOKAL İLERİ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ
HASTALARDA İNDÜKSİYON KEMORADYOTERAPİSİ VE
CERRAHİ SONUÇLARI
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
1
Süreyya Sarıhan, 1Sena Kurt, 1Eda Bengi Yılmaz, 2Türkkan Evrensel,
Sami Bayram, 3Cengiz Gebitekin, 4Şaduman Balaban Adım, 1Lütfi Özkan
3
1
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
4
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
2
3
Amaç: Lokal ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserli
(KHDAK) olgularda indüksiyon kemo-radyoterapisi (kemo-RT) ve
ardından cerrahinin etkinliğini değerlendirmek amacıyla prospektif
Faz II çalışma başlattık.
Gereç-Yöntem: KPS 70 ve teknik olarak rezektabl T1-4, N2, M0
KHDAK’li olgular 1. ve 22. günlerde indüksiyon kemo-RT’si (45 Gy
RT + sisplatin 60 mg/m2, docetaxel 60 mg/m2) ile tedavi edildi. Hastalar, eşzamanlı kemo-RT sonrası yeniden değerlendirildi. Cerrahi,
ortanca 5 hafta (3-15 hafta) içinde uygulandı. Hastalara, cerrahiden
sonra iki kür KT uygulandı. Unrezektabl olgularda 63 Gy definitif
RT, eşzamanlı 2 kür KT ile verildi. Postoperatif RT, patolojik prognostik faktörlere göre verildi. Toksisite, RTOG kriterlerine göre değerlendirildi.
Bulgular: Ocak 2005 – Ağustos 2006 arasında çalışmaya 19 hasta
alındı. Ortanca yaş 57 (38-74 yaş) ve E/K oranı 14/5 idi. Hastaların
çoğu yassı epitel hücreli karsinom histolojisine sahip (n: 14) ve evre
IIIA (n: 13) idi. Bir hasta tedavi sırasında miyokard enfarktüsü nedeniyle kaybedildi. İndüksiyon tedavisi ile parsiyel yanıt oranı %66
(12/18) oldu. En sık görülen akut toksisite hematolojik toksisite ve
özafajitti.
Üç hasta cerrahiyi kabul etmedi (biri çalışmayı bıraktı) ve 4 hasta
indüksiyon tedavi sonrası unrezektabl bulundu. Bu 6 hasta, küratif
63 Gy RT ve 2 kür KT ile tedavi edildi. Cerrahi 11 hastaya uygulandı
(bir olgu torakotomide unrezektabl bulundu) ve rezektabilite oranı
%55 oldu (10/18) . Operatif morbidite ve mortalite görülmedi. Patolojik downstaging ve tam yanıt sırasıyla; 9 (%50) ve 6 olguda (%33)
sağlandı. Postoperatif RT (1440-1800 cGy) hastaların %17’sine (n:
3) uygulandı.
Olgular Ocak 2007’de değerlendirildi. Ortanca izlem zamanı 11 ay
(1-24 ay) bulundu. İzlem süresi içinde, 7 olguda uzak metastaz geliştiği ve 3 olgunun öldüğü görüldü. Hiçbir olguda lokal nüks görülmedi. Ortalama genel ve hastalıksız sağkalım oranları sırasıyla; 18.7 ay
(1-24 ay) ve 17.5 ay (1-20 ay) oldu.
Sonuç: Birçok faz II çalışma, evre III KHDAK’de preoperatif indüksiyon kemo-RT’nin uygulanabilir olduğunu ve 5-6 yıllık sağkalım oranlarının %19-%26 arasında olduğunu bildirmektedir.
Çalışmamızda, yanıt ve rezeksiyon oranları %66 ve %50 olmuştur. Teknik olarak rezeke edilebilen lokal ileri KHDAK’li hastalarda
sisplatin-docetaxel indüksiyon KT’si ile eşzamanlı RT ve ardından
cerrahi uygulaması uygulanabilir ve ümit verici tedavi yöntemi olarak bulunmuştur.
Sungate Port Royal, Antalya
İKİNCİ SERİ IŞINLAMALAR BAŞLANGIÇTA METASTATİK
OLMAYAN KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ
HASTALARIN SEMPTOMATİK YEREL YİNELEMELERİNDE
ETKİLİ MİDİR?
AMAÇ: DEÜTF Radyasyon Onkolojisi A.D’nda, başlangıçta metastatik olmayan küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanısıyla önceden radyoterapi ± kemoterapi almış ve izlemde primerinde
semptomatik/radyolojik progresyon gelişimi sonrası radikal tedavi
uygulanamayan hastalarda ikinci seri radyoterapi (İSRT) sonuçlarının geriye dönük olarak irdelenmesidir.
GEREÇ ve YÖNTEM: Nisan 1992 – Aralık 2006 tarihlerinde altı
metastatik 38 KHDAK’li olgunun primer tümörüne yönelik İSRT
uygulanmıştır. İkinci seri RT alanı konvansiyonel simülasyon ile,
yeterli emniyet marjı bırakılıp bireysel bloklar kullanılarak, medulla
spinalis alan dışı bırakılarak karşılıklı AP/oblik alanlarla, eşmerkezli
olarak planlanmıştır. Başlangıç yakınmalarında %50 üzerinde gerileme sağlanması “yeterli palyasyon”, %75-100 arası “tam/tama yakın
palyasyon” olarak tanımlanmıştır. Sağkalımlar Kaplan Meier, değişkenlerin irdelenmesi log-rank yöntemi ile SPSS version 11 programı
kullanılarak yapılmıştır.
BULGULAR: Hastaların medyan yaşı 58 (33-80) olup, 3’ü dışında tümü erkektir. En sık skuamöz hücreli karsinom gözlenmiştir
(%60,5) . Medyan izlem süresi 13,5 (4-65) ay olup, İSRT sonrası 3
hasta izlem dışı kalmıştır. İkinci seri RT öncesi 9 hastaya, farklı ajanlarla kemoterapi uygulanmış olup, hiçbirinde yanıt alınamamıştır. İlk
radyoterapi, medyan 10 fraksiyonda, toplam 30 Gy; İSRT ise medyan
10 (1-10) fraksiyonda, toplam 25 (5-30) Gy uygulanmıştır. İki radyoterapi arası süre medyan 35 (4-189) haftadır. İkinci seri RT sonrası
öksürüğü olan hastaların %62,5’inde, dispnesi olanların %53’ünde,
hemoptizi ve göğüs ağrısı olanların yarısında “yeterli palyasyon”;
tüm hastaların %35,6’sının yakınmalarında “tam/tama yakın palyasyon” sağlanmıştır. İSRT sonrası medyan sağkalım 11 (1-237) haftadır. Bir ve 2 yıllık genel sağkalım (GSK) oranları sırasıyla, tanıdan
itibaren %57,8 ve %28,8; ikinci seri başlangıcından itibaren %8,7 ve
%5,8’dir. Tek değişkenli analizde, yaş, tümör boyutu, tümör yerleşimi
ve iki radyoterapi arası sürenin GSK üzerine etkisi incelenmiş olup,
yalnızca aranın 35 haftadan uzun olması GSK’ı olumlu etkilediği bulunmuştur (p=0.000) . Hiçbir hastada EORTC/RTOG derece III-IV
yan etki saptanmamıştır.
SONUÇ: Başlangıçta metastatik olmayan KHDAK’li olgularda,
primer tümöre ilişkin bulguların yarısından fazlasında İSRT ile yeterli palyasyon sağlanması olası gözükmektedir. Bu tedavi sonrası
metastatik hastaları da içeren bu grubun yaklaşık üçte birinde 2 yıllık
medyan sağkalım gözlenmesi umut vericidir. Bu grup hastalarda, nitelikli bir yaşam olanağı sağlamak ve sağkalımı göreceli olarak uzatmak amacıyla primer tümöre yönelik ikinci seri RT uygulanabilir.
Daha geniş hasta serilerini içeren çalışmalarla güvenli, ucuz ve etkin
bir tedavi olduğu düşünülen bu yöntemin etkinliğinin kanıtlanması
gerekmektedir.
67
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 106
EVRE IIIB KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE EŞ
ZAMANLI DOSETAXEL-CİSPLATİN-RADYOTERAPİ TEDAVİ
VE TOKSİSİTE SONUÇLARI
Timuçin Çil, 3M. Ali Kaplan, 2Burhanettin Zincircioğlu,
2
Bilgehan Karadayı, 1Abdurrahman Işıkdoğan
Tablo .
Dosetaksel-Cisplatin
Cisplatin
Median yaş
62
50
Kadın/erkek
1/11
0/14
1
1
Dicle Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
2
Dicle Üniversitesi Radyasyon Onkoloji Bilim Dalı,
3
Dicle Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Giriş ve amaç: Akciğer kanseri kadın ve erkekte kansere bağlı ölüm
nedenleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Hastaların yaklaşık
% 45’i evre III hastalardan oluşmaktadır. Bu hastaların (evre IIIA/B)
bir kısmı operable iken çoğu inoperable olarak değerlendirilmektedir. Evre III küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinin tedavisinde son
yirmi yılda belirgin değişiklikler meydana gelirken, güncel standart
tedavi eş zamanlı kemoradyoterapidir. Tek başına radyoterapi ile
karşılaştırıldığında uzun dönem sağkalım üzerine anlamlı olumlu
etkileri olduğu gösterilmiştir.
Materyal ve metod: Mayıs 2006-Ocak 2007 tarihleri arasında kliniğimize başvuran evre 3B küçük hücreli dışı akciğer kanserli vakalar
çalışmaya alındı. Toplam 19 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalara
5 hafta boyunca total 51 Gy radyoterapi ile eşzamanlı haftalık dosetaksel (25 mg/m2) ve cisplatin (20 mg/m2) tedavisi başlandı. Tedavi yanıtları değerlendirilen 12 hastanın yanıt oranları ve toksisite
bulguları daha önceden kliniğimizde takip edilen ve radyoterapi ile
eş zamanlı cisplatin (35 mg/m2) alan 14 hastanın bulgularıyla karşılaştırıldı. Analizler spss 11 kullanılarak Chi-square testi ile değerlendirildi.
Bulgular: RT eş zamanlı dosetaksel-cisplatin alan 12 hastanın 1
tanesi kadın 11’i erkek hasta ve median yaş 62 (51-74) iken, RT eş
zamanlı cisplatin alan 14 hastanın tamamı erkek hasta ve median
yaş 50 (28-79) idi. Hastaların tedavi yanıtları değerlendirildiğinde
dosetaxel-cisplatin alan hastalarda %83.3 klinik yanıt elde edilmişken, cisplatin alan hastalarda % 71.4 olarak tespit edildi (p>0.05) .
Alopesi, bulantı, myelosupresyon, nefrotoksisite ve özefajit gelişimi
açısından hastalar değerlendirildi (tablo1) . Dosetaxel-cisplatin alan
hastalarda nefrotoksisite, bulantı ve özefajit daha az gözlenirken,
cisplatin alan hastalarda myelosupresyon ve alopesi daha az gözlendi
(p>0.05) .
Tartışma: Günümüzde evre IIIB küçük hücreli dışı akciğer kanserinde standart tedavi yaklaşımı kemoradyoterapidir. Radyoterapi
ile birlikte tek başına platin veya platin-vinblastin, platin-paklitaksel
kombinasyonları içeren çalışmalarda tedaviye yanıt oranları, ortalama sağkalım ve toksisite bulgularının benzer olduğu görülmektedir.
Biz de prospektif olarak radyoterapi ile birlikte eş zamanlı haftalık
düşük doz cisplatin-dosetaksel tedavisi ile sadece cisplatin uygulanan hastalarımızın yanıt oranlarını ve toksisite bulgularını değerlendirdik. Ancak erken dönem değerlendirmede yanıt oranları ve toksisite bulguları arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Bununla birlikte
ile hastalıksız sağkalım ve ortalama sağkalım değerlendirmesi için
hastaların uzun süreli takipleri planlandı.
Klinik yanıt oranları
Nefrotoksisite
Bulantı
% 83.3
1/12 (%8.3)
%71.4
(p>0.05)
5/14 (%35.7) (p>0.05)
10/12 (%83.3)
13/14 (92.9)
(p>0.05)
9/12 (%75)
4/14 (%28.6)
(p>0.05)
Alopesi
4/12 (%33.3)
7/14 (%50)
(p>0.05)
Özefajit
3/12 (%25)
4/14 (%28.6)
(p>0.05)
Myelosupresyon
POSTERLER
Ref No: 85
CERRAHİ REZEKSİYON UYGULANAN 17 BRONŞİAL
KARSİNOİDLİ OLGUNUN ANALİZİ
Onur Genç, Orhan Yücel, Kuthan Kavaklı, Alper Gözübüyük,
Hasan Çaylak, Sedat Gürkök, Mehmet Dakak, Ersin Sapmaz
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
AMAÇ: Bronşial karsinoid tümörler akciğer neoplazilerinin %
2’sini oluşturan, lokal invaziv, nadiren bölgesel lenf nodlarına yayılım gösterebilen ve düşük dereceli malign tümörlerdir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Temmuz 1996-Aralık 2006 tarihleri arasında karsinoid tümör nedeniyle cerrahi rezeksiyon uygulanan 17
hastanın tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Olgular yaş,
cinsiyet, klinik özellikler, histopatolojik tanı, uygulanan cerrahi girişim ve survi parametreleri açısından değerlendirilmiştir.
BULGULAR: 17 olguya karsinoid tümör nedeniyle cerrahi rezeksiyon uygulanmıştır. Olguların 12’si (%70,5) erkek, 5’i (%29,5) bayan ve yaş ortalaması 33,2 (19-68) olarak saptanmışıtır. Preoperatif
dönemde yapılan bronkoskopik iğne biyopsisi ile 17 olgunun 9’una
(% 52.9) histopatolojik tanı konulmuş ve bütün olgulara sağ veya sol
torakotomi ile cerrahi rezeksiyon uygulanmıştır. Cerrahi rezeksiyon
olarak 10 (% 58.8) lobektomi, 2 (%11.7) sleeve lobektomi, 4 (% 23.5)
pnömonektomi ve 1 (% 5.8) olguda alt bilobektomi ameliyatı uygulanmıştır. Olguların postoperatif histopatolojik tanıları 12 (% 70.5)
tipik karsinoid ve 5 (% 29.5) atipik karsinoid olarak rapor edilmiştir.
Beş yıllık sağ kalım % 85.6 olarak tespit edilmiştir.
SONUÇ: Bronşial karsinoid tümörde erken tanı önemli olup, tedavilerinde parankim koruyucu cerrahi rezeksiyon önerilmektedir.
Ancak akciğer parankimindeki yaygın destrüksiyon nedeniyle bazı
olgularda lobektomi veya pnömonektomi ameliyatı uygulanabilir.
Bu tip cerrahi tedavi sonrası uzun dönem sağ kalım elde edilebilmektedir.
Ref No: 86
AKCİĞERDEN KÖKEN ALAN SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖRLÜ
İKİ OLGU
Orhan Yücel, Onur Genç, Ersin Sapmaz, Alper Gözübüyük,
Hasan Çaylak, Mehmet Dakak, Sedat Gürkök, Kuthan Kavaklı
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
GİRİŞ: Soliter fibröz tümör (SFT) plevranın nadir görülen tümörlerindendir. Benign lokalize mezotelyoma, submezotelyoma veya
subserozal fibroma olarak da adlandırılırlar. SFT’lerin %80 i vis-
68
19-23 Nisan 2007
seral plevradan kaynaklanmakla birlikte periton, perikard, burun,
mediasten, karaciğer ve akciğerden de kaynaklanabilir. Akciğerden
kaynaklanan SFT’lerin çok nadir görülmesi nedeniyle iki olgumuz
literatür bilgileri ışığında sunulmuştur.
OLGU 1: 50 yaşında erkek, göğüs ve sırt ağrısı şikayetiyle kliniğimize başvuran olgunun yapılan muayene ve tetkikleri sonrası; Toraks MR’ında sağ kostodiyafragmatik bileşkede bronkovasküler yapının hemen önünde 3x3x3 cm ebadında öncelikle benign natürde
solid kitlesel lezyon saptanmıştır. Sağ torakotomi ile kitle rezeksiyon
ameliyatı uygulanmış ve alınan dokunun histopatolojik incelemesi
sonucunda akciğer parankiminden köken alan SFT tanısı konulmuştur. Olgu altıncı yılında olup, nüks saptanmamıştır.
OLGU 2: 57 yaşında bayan olgu sırt ağrısı ve nefes darlığı şikayetiyle kliniğimize başvurmuştur. Yapılan muayene ve tetkikleri sonrası; Torasik radyolojik incelemede; , mediasten ve kalp ile komşuluk
gösteren lateralde toraks duvarı ve diafram üzerine oturan 10X15X15
cm ebatlarında düzgün sınırlı heterojen kitle lezyonu saptanmıştır.
Sol torakotomi ile alt lobektomi ameliyatı uygulanarak çıkarılan dokunun histopatolojik incelemesi sonucunda akciğer parankiminden
köken alan SFT tanısı konulmuştur. Olgu 10 aydır takip de olup,
nüks saptanmamıştır.
SONUÇ: Akciğerden kaynaklanan SFT nadir olup genellikle
asemptomatiktir. Ancak SFT’lü olguların %15 i malign karekter gösterebilmektedir. Erken dönemde asemptomatik iken ileriki dönemde
yerleşim yeri ve büyüklüğünün artmasına bağlı olarak öksürük, göğüs ağrısı, nefes darlığı, hipoglisemi veya çomak parmak gibi semptomlar görülebilmektedir. Tümörün cerrahi olarak çıkarılması tedavide yeterlidir. Kliniğimizde cerrahi rezeksiyon uygulanan SFT’lü iki
olgu literatür bilgileri ışığında irdelenmiştir.
da olumlu etkileri olabileceği düşünülmüştür. Anastrazol tedavisine
başlanmasını takiben, östrojen düzeyleri hızlı bir şekilde düşürülmüş
ve bazal seviyede kalması sağlanmıştır. Solunum fonksiyon testleri,
bilgisayarlı tomografi ve bronko-alveoler lavaj sonuçlarının tamamı
hastalığın üçüncü ay sonunda kontrol altına alındığını göstermiştir.
Hasta, bu tedavi ile 2 yıldır göğüs hastalıkları polikliniğimizden takip edilmekte ve durumu stabil olarak seyretmektedir.
Sonuç olarak, östrojen reseptör pozitifliği gösterilen ve serum östrojen değerleri yüksek olan bu pulmoner lenfanjiyoleyomiyomatozis
olgusunda, güçlü ve seçici bir aromataz inhibitörü olan Anastrozol
kullanılmış, beklendiği şekilde serum östrojen düzeyleri en alt seviyeye düşürülmüş ve hastalığın gidişatı tüm parametrelerde belirgin
bir şekilde iyiye gitmiştir. Alveoler kanama miktarı azalmış, difüzyon
kapasitesi yükselmiş, arter kan gazı değerleri normale yaklaşmış ve
solunum fonksiyonları düzelmiştir.
Bu olgu sunumunda, Anastrozol ile elde edilen medikal ooferektominin, tıpkı östrojen reseptör pozitifliği saptanan meme kanserli
olgularda olduğu gibi, pulmoner lenfanjiyoleyomiyomatozis tedavisinde de başarıyla kullanılabileceği ve uygun bir tedavi seçeneği
olacağı gösterilmiştir.
Ref No: 90
PULMONER LENFANJİYOLEYOMİYOMATOZİS’İN
ANASTRAZOL İLE BAŞARILI TEDAVİSİ
1
Cüneyt Tetikkurt, 2Seza Tetikkurt, 3Kimia Cepni, 4İsmail Cepni, 4Sanlı Erkan
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul.,
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Taksim, İstanbul.,
3
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Kartal, İstanbul.,
4
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim
Dalı, İstanbul
2
Pulmoner lenfanjiyoleyomiyomatozis, akciğerlerde kistik dejenerasyonlarla karakterize, pulmoner parenkimin atipik düz kas hücreleri ile diffüz infiltre olduğu, sadece kadınlarda görülen, çok nadir
bir interstisyel akciğer hastalığıdır. Hastalık, semptomların başlamasından sonraki 5 - 15 yıl içinde solunum yetmezliği ile ölüme neden
olur.
Hastalığın çok nadir görülmesi nedeniyle, farklı tedavi seçeneklerini değerlendiren hiçbir kontrollü çalışma yapılamamış, en uygun
tedavi şekli de bu yüzden belirlenememiştir.
Ne var ki, pulmoner dokuda östrojen ve progesteron reseptörlerinin saptanması ve lenfanjiyoleyomiyomatozis’in premenapozal
kadınlarda görülmesi, bu hastalığın gelişiminde steroid hormon
metabolisması ile düz kas hücre proliferasyonunun ilişkili olabileceği fikrini doğurmuştur. Bu varsayımdan yola çıkılarak östrojenin
etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik tedavilere ağırlık verilmiş;
androjenler, progesteron ve tamoksifen gibi ajanlarla menapoz oluşturulmaya çalışılmıştır.
Olgu sunumumuzda; 24 yaşındaki pulmoner lenfanjiyoleyomiyomatozis tanısı koyulan bayan hastaya ilk olarak progesteron tadavisi
uygulanmış ancak hastalık bir yıl süreyle tüm yönleriyle kötüye gidiş
göstermiştir. Bu olumsuz seyir sebebiyle hasta ile alternatif tedavi seçenekleri görüşülmüş ve onayı alınmıştır.
Östrojen reseptör pozitif meme kanserli olgularda serum östrojen
seviyesini düşürerek etkisini gösteren, güçlü ve seçici bir aromataz
inhibitörü olan Anastrazol’ün, benzer bir mekanizma ile hastamız-
Sungate Port Royal, Antalya
Resim 1. Düzgün cidarlı çok sayıda kistin homojen olarak her iki akciğer dokusuna
yayıldığı izleniyor.
Ref No: 114
EVRE IV KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE
SERUM VASKÜLER ENDOTELYAL BÜYÜME FAKTÖRÜ VE
BCL-2 DÜZEYLERİ VE ARALARINDAKİ İLİŞKİ
1
1
Esra Yazar, 2Faruk Taş, 2Hilal Oğuz, 3Aziz Yazar, 2Vildan Yasasever,
Akif Özgül, 1Veysel Yılmaz
1
S. B. Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü,
3
Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi
2
Amaç: Kanserlerin metastazında anjiojebik faktörler çok öemli rol oynamaktadırlar. Tümörlerin çoğunda vasküler endotelyal
büyüme faktörü (VEBF) angiogenik etkisini Bcl-2 onkoproteinini
arttırarak göstermektedir. Evre I-III küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) ’nde VEBF ile Bcl-2 arasındaki ilişki ile ilgili çelişkili sonuçlar bildirilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız metastatik
KHDAK’nde VEBF düzeyinin evre III hastalardan farklı olup olmadığını ve VEBF ile Bcl-2 serum düzeyleri arasındaki muhtemel
ilişkiyi araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 28 evre IV ve 24 evre III KHDAK’li
hasta ile bilinen herhangi bir hastalığı olmayan 25 kontrol alındı.
ELISA yöntemi ile tüm hasta ve kontrollerden serum VEBF ve Bcl-2
düzeyleri çalışıldı.
Bulgular: VEBF (pg/ml) düzeyi evre IV (116,7151,7) ile evre III
(116,2140,6) grup hastalarda kontrollere (34,56,3) göre oldukça
69
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
yüksek bulundu (p<0,0001) . Evre IV ile evre III arasında VEBF
açısından bir farklılık saptanmadı. Bcl-2 (ng/ml) düzeyi açısından
evre IV (74,955,6), evre III (71,930,9) ve kontroller (85,248,2)
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmedi (p=0,15)
. Üç grubun hiçbirinde VEBF ile Bcl-2 arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Tüm gruplar birleştirilip VEBF ile Bcl-2 ilişkisi araştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı olmayan negatif bir ilişki saptandı
(r=-0,184; p=0,109) .
Sonuç: Metastatik KHDAK’li hastalarda VEBF düzeyi ile evre
III arasında bir fark saptamadık. Ayrıca VEBF ile Bcl-2 arasında da
anlamlı bir ilişki bulunmadı. Evre IV KHDAK’li hastalarda VEBF
ile Bcl-2 arasında muhtemel ilişkiyi ortaya çıkarmak için daha fazla
angiogenik, antiapoptotik sitokin ve daha fazla hasta ile yapılan çalışmalara ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz.
Ref No: 136
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ YAŞLI
HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARI
1
Yeşim Yıldırım, 1Özgür Özyılkan, 1Zafer Akçalı, 2Yeşim Akçay,
Dalokay Kılıç, 4Füsün Eyüboğlu, 5Beyhan Demirhan
3
1
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji,
Başkent Üniversitesi İç Hastalıkları,
Başkent Üniversitesi Gögüs Cerrahisi,
4
Başkent Üniversitesi Göğüs Hastalıkları,
5
Başkent Üniversitesi Patoloji
2
3
Amaç: Akciğer kanseri, ortalama görülme yaşı 69 olması nedeniyle aslında bir yaşlılık hastalığıdır. Ancak yapılan çalışmalarda dünyanın pek çok yerinde 70 yaşın üstündeki hastaların daha genç olanlara
oranla standart tedavilerden daha az yararlandığı bildirilmektedir.
Bu çalışmada 70 yaş üzerindeki küçük hücreli dışı akciğer kanserli
hastaların tedavi sonuçları incelendi.
Hastalar ve yöntem: 2002-2006 yılları arasında küçük hücre dışı
akciğer kanseri tanısı alan 23 hastanın (20 erkek, 3 kadın) bilgilerine
dosya kayıtları incelenerek ulaşıldı. Hastalar da uygulanan tedaviler sisplatin ya da karboplatin içeren kombinasyonları ya da tek ajan
vinorelbin, gemsitabin ya da dokotaksel içermektedir. Hastalığın evresine bağlı olarak uygun hastalarda cerrahi rezeksiyon ve/veya radyoterapi uygulanmıştır. Hastalar yaşları göz önüne alınarak 2 gruba
ayrılmıştır (Grup 1: 70-74 yaş ve Grup 2 : ≥75 yaş) .
Bulgular: Ortanca yaşı 74 olan 23 hastanın tanı anında 9 unda
(%39.9) eşlik eden komorbid bir hastalık mevcuttu. Tanı anında 4
hasta evre I (%17.4), 3 hasta (%13) evre IIIA, 4 hasta (%17.4) evre
IIIB ve 12 hasta (%52.2) evre IV olarak evrelendirildi. Altı hastada
(%26.1) operasyon uygulandı. On iki (%52.2) hasta radyoterapi aldı.
Tüm hastalar kemoterapi almış olup hastaların %47 sinde sisplatin
içeren kombinasyonlar kullanıldı. İkinci basamak tedavi hastaların
%47.8 ine uygulandı. Hastalarda kemoterapiye bağlı ölüm gözlenmedi. Dokuz hastada (%39.1) nötropenik ateş gözlendi ve bu hastalara takip eden sikluslarda profilaktik filgrastim uygulandı. Üç hastada (%13) nefrotoksisite ortaya çıktı ve bu hastalardan biri diyalize
alındı. Hastaların toplam sağ kalımı 15 ay olarak bulundu. Gruplar
arasında yapılan karşılaştırmada uygulanan kemoterapi şemaları,
opere edilen ya da radyoterapi uygulanan hasta sayıları arasında fark
gözlenmedi. Grup 1 de ortanca sağ kalım 15 ay, Grup 2 ise 17 ay
olarak bulundu (p=0.97) . Gruplar arasında nötropenik ateş ya da
nefrotoksisite insidansı arasında fark gözlenmedi.
Sonuç: Tıbbi gelişmelere paralel olarak beklenen yaşam süresi ve
beraberinde yaşlı populasyon artmaktadır. Bunun sonucu olarak
yaşlı akciğer kanserli hasta sayısının da artması beklenmektedir.Yetmiş yaşın üstündeki küçük hücreli dışı akciğer kanserli hastalar, hastalığın evresine göre 70 yaşın altındaki hastalara uygulanan standart
tedavileri hak ediyor gibi görünmektedir.
70
Ref No: 170
PRİMER RADYOTERAPİ UYGULANAN MEDİASTİNAL
PARAGANGLİOMA VAKASI
1
3
Umut Seda Baloğlu, 1Fulya Çolak Ataizi, 2Sare Kabukçuoğlu,
Cumhur Sivrikoz, 1Durmuş Etiz
1
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
3
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı
2
Özgeçmişinde özellik bulunmayan 56 yaşında bayan hasta öksürük, iştahsızlık, boğaz ağrısı, ateş, kilo kaybı (6 ayda 10 kg) şikayetleri
ile başvurduğu sağlık kurumunca lenfoma ön tanısı ile diagnostik
amaçlı kliniğimize yönlendirilmiştir. Tanısal amaçlı çekilen toraks
bilgisayarlı tomografisinde ön ve orta mediasteni kaplayan en geniş
çapı 12.5 cm olan, komşu dokulara infiltre kitle tespit edilmesi üzerine örnekleyici anterior mediastinoskopik biyopsi yapılmıştır. Paraganglioma tanısı alan hastanın kitlesi çevre dokulara invaze olduğu
için vaka irrezektabıl kabul edilerek radyoterapi kararı alınmıştır.
Radyoterapi bilgisayarlı tomografi planlama yardımı ile 1.8 Gy/gün,
28 fraksiyon, toplam 50.4 Gy kobalt cihazı ile anterior-posterior karşılıklı iki alandan eksternal olarak uygulanmıştır.
Ek tedavi uygulanmayan hasta toraks tomografisi ile takibe alınmıştır. Radyoterapi tedavisi sonrası 3. aydaki toraks incelemesinde
kitlesinde % 10-15 regresyon ve perikardial effüzyon gözlenen hastaya boşaltıcı perikardiyosentez yapılmıştır. Kliniği düzelen hasta
tekrar takibe alınmıştır.
Yirmi dördüncü ay’da (Aralık 2006) yaptırılan toraks tomografisinde hastanın kitlesinde regresyon ve nekrozun artarak devam ettiği
tespit edilmiştir.
Sunulan vakada tümörün komşu yumuşak doku invazyonu ve büyük vasküler yapılara yakınlığı nedeniyle operasyon uygulanmamış
sadece radyoterapi uygulanmıştır. Paragangliomaların aorta sempatik paraganlionlardan gelişen nadir görülen nöroendokrin tümörler
olması nedeniyle bu konuda literatürde yeterli veri bulunmamaktadır.
Hastanın uzun dönem takibinden elde edilecek sonuçlar mediastinal paragangliomanın tek başına radyoterapi ile tedavisi sonrası
sağkalım ve hastalıksız sağkalım hakkında bize yeni çalışmalar konusunda yol gösterici olacaktır.
Ref No: 175
AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA KLİNİK VE SUBKLİNİK
TROMBOEMBOLİK HASTALIK VARLIĞININ PROGNOSTİK
ÖNEMİ
Satılmış İnal, Okan Kuzhan, Ahmet Özet, Bekir Öztürk,
Şeref Kömürcü, Fikret Arpacı, Mustafa Öztürk
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Etlik, Ankara
Amaç: Akciğer kanserli hastalarda klinik veya subklinik tromboembolik hastalık varlığının prognostik ve prediktif değerini ortaya
koymaktır.
Gereç ve yöntem: Haziran 2003 ve Temmuz 2006 yılında hastanemizde yeni tanı konan akciğer kanseri hastaları çalışmaya alındı.
Hastalardan çalışmaya katılmak için onayları alındı. Tüm hastalardan alınan plazma örnekleri -85°C’de saklandı ve d-dimer, vWF,
protrombin fragman 1 ve 2 ölçümleri bir seansta yapıldı. Hastalar
ileriye dönük olarak tromboz ve yaşam süreleri açısından izlendi.
Bulgular: Ortanca yaşları 63 (aralık: 21-83) olan toplam 70 hasta
(65 erkek, 5 kadın) çalışmaya alınıp ortanca 12 ay izlendi. İzlem sonunda hastaların 65’i ölmüştü, beşi yaşıyordu.
Yedi hastada belirgin tromboemboli kliniği saptandı. Tromboembolisi olan hastalarda sağ kalım olmayanlara göre istatistiksel anlamlı derecede kısaydı (9,40±3,65 ve 11,7±1,10 ay, p=0,042) . Toplam 32
hastada d-dimer düzeyi 670 mU/ml üzerinde idi. D-dimer düzeyi
bu değerin üzerinde ve altında olanlarda sağ kalım anlamlı derecede
19-23 Nisan 2007
farklıydı (12.53±0.92 ve 3.67±3.67±1.05 ay, p=0.157) . D-dimer düzeyi evre ile korelâsyon gösteriyordu.
Yüksek platelet ve lökosit sayısı, yüksek D-dimer, vWF, protrombin fragman 1 ve 2 ve fibrinojen düzeyi sağ kalımla ters korelâsyon
gösteriyordu. Bunlar arasında DD, fibrinojen ve klinik tromboembolizm bağımsız risk faktörü olarak saptandı.
Sonuç: Klinik veya subklinik tomboembolisi olan akciğer kanserli hastalarda sağ kalım oldukça kısadır. D-dimer ölçümü sağ kalımı
kestirmede kullanılabilecek ucuz ve kolay bir testtir.
Ref No: 180
İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ OLMAYAN AKCİĞER
KANSERİNDE SİSPLATİNİN 8. GÜNDE VERİLDİĞİ, 21
GÜNDE BİR UYGULANAN SİSPLATİN + GEMSİTABİN
TEDAVİSİ VE SONUÇLARI
Zafer Akçalı, Züleyha Çalıkuşu, Hakan Sakallı, Özgür Özyılkan
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Amaç: İleri evre, küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin tedavisinde sisplatinin + gemsitabin (GP) uygulandı. Sisplatinin 8. günde verilmesinin ilaçların doz yoğunluğu ve toksisitesi, tümör üzerine
ve sağkalım üzerine olan etkileri incelendi. Gereç ve yöntem: Daha
önce kemoterapi almamış, performans durumu Eastern Cooperative
Oncology Group (ECOG) ’a göre 0-2 arasında, iki-boyutlu ölçülebilir lezyonu olan, evre IIIB ve evre IV hastalara 3 haftada bir kemoterapi uygulandı. Gemsitabin 1. ve 8. günler 1250 mg/m2, sisplatin
8. gün 75 mg/m2 verildi. Bulgular: Altmışyedi hastaya, toplam 293
uygulama yapıldı. Ortanca kür sayısı 4 oldu. Uygulama başına doz
yoğunluğu gemsitabin için %92,3, sisplatin için %93,9 idi. Toksisiteler, National Cancer Institute Common Toxicity Criteria for Adverse
Events Version 3 (CTCAE V3) ’e göre değerlendirildi. Grade 3/4 anemi %6, granülositopeni %46, trombositopeni %6 hastada görüldü.
Hastaların %13,4’ünde toksiste sebebiyle tedavi kesilirken, %4,5’u
toksisite sebebiyle kaybedildi. Grade 3/4 emezis %11,5 hastada gözlendi. Nefrotoksisite sadece grade 1 olarak %7,5 hastada gözlendi. İki
hastada (%3) radyolojik tam yanıt, 27 hastada (%40) kısmi yanıt, 26
hastada (%39) stabil yanıt izlenirken 7 hastada (%10) ilerleme oldu.
Ortanca sağkalım süresi 13 ay (evre IIIB için 15, evre IV için 12 ay),
ortanca ilerlemesiz sağkalım süresi 9,5 aydır. Bir yıllık sağkalım oranı %54 (evre IIIB için %61, evre IV için %49), iki yıllık sağkalım
oranı %10,4’dür. Ortanca yanıt süreleri, tam yanıt için 12,5 ay, kısmi
yanıt için 8 ay, stabil hastalık için 7,5 aydır. Sonuç: Yirmisekiz günde
bir GP uygulanan faz II çalışmaların sonuçlarına göre, sisplatinin ilk
gün değil, 2. veya 15. gün uygulanması önerilmiştir. Yirmibir günde
bir GP uygulanan çalışmalarda ise sisplatin çoğunlukla 1. gün uygulanmıştır. Araştırmamızda bir yılın üzerinde sağkalım süresi ve çok
düşük şiddette trombositopeni elde edilmiştir. Diğer yan etkiler literatürdekilere benzer şekildedir. Akciğer kanserinde bu şekliyle tek
başına verilebilecek bir uygulamadır. Yanına eklenecek tirozin kinaz
önleyici veya anjiyogenez önleyici ilaçlarla yapılacak araştırmalarda
tercih edilebilir.
Ref No: 196
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE ANEMİ İLE
ADE GEN POLİMORFİZMİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
1
Arzu Yaren, 2Ilhan Öztop, 1Sebahat Turgut, 1Günfer Turgut,
Serkan Değirmencioğlu, 2Mustafa Demirpençe
1
1
Pamukkale Üniversitesi,
Dokuz Eylül Üniversitesi
2
Giriş ve Amaç: Renin-angiotensin sisteminin hematopoez ile
ilişkisi ve angiotensin dönüştürücü enziminin (ADE) bu sistemde
önemli bir role sahip olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda
II genotipine sahip hastalarda, ADE inhibitörlerinin kullanımı ile
Sungate Port Royal, Antalya
dozdan bağımsız olarak anemi geliştiği ve eritropoetin ihtiyacının
artığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastalarda tanı anında anemi durumu ile ADE gen
polimorfizmi arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: KHDAK’li 75 hasta ve 85 sağlıklı olgu çalışmaya dahil edildi. ADE gen polimorfizmi periferik kan örneklerinden polimeraz zincir reaksiyonu yöntemi ile çalışıldı. Klinik ve patolojik özelliklere ait bilgiler hasta dosyalarında elde edildi. İstatistiksel
değerlendirmede SPSS 10.0 kullanılarak yapıldı.
Bulgular: KHDAK’li hastaların 32’si (%42.7) DD, 39’u (%52) ID
ve 4’ü (%5.3) II genotipine sahipti. Kontrol grubunda ise 34’ü (%40)
DD, 37’si (%43.5) ID ve 14’ü (%16.5) II idi. İki grup arasında ADE
genotip ve allel dağılımı benzerdi. Adenokarsinom 29 (%38.7), skuamoz hücreli 38 (%50.7), diğer histolojik alt tipler 8 (%10.7) hastada
bulundu, 13 (%17.4) hasta erken evre, 65 (%82.6) lokal ileri evre ve
metastatik idi. Tanı anında anemi sıklığı %45.3 (34) idi. KHDAK hastalarda tanı anında anemisi olanlarda II ve ID genotipi 27 (%79.4),
DD genotipi 7 (%20.6) iken, anemisi olmayanlarda II ve ID genotipi
16 (%39), DD genotipi 25 (%61) hastada bulundu (OR=6.02,p=0.001) . Anemi, evre IIIB ve IV hastalarda daha sık bulunurken, yaş,
cins, histolojik alt tip ve sigara içimi arasında bir ilişki bulunmadı.
Sonuç: I allelini taşıyan (II ve ID genotipleri) KHDAK’li hastalar
tanı anında düşük hemoglobin düzeylerine sahip olabilmektedir. Bu
hastalarda eritropoetin ihtiyacı artacağı için, antihipertansif tedavi
olarak ADE veya AT2 reseptör antagonistlerinden kaçınılmasının ve
anemi için eritropoetin dışı tedavi yaklaşımlarının göz öünde bulundurulmasının yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Ref No: 200
İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ
HASTALARDA BEYİN METASTAZINI ETKİLEYEN
FAKTÖRLER
Arzu Yaren, Serkan Değirmencioğlu, Şenay Topsakal,
Sevin Başer, Sinemis Yüksel
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi
Amaç: Küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastalarda
beyin metastazının ortaya çıkması sağkalımı etkileyen acil bir durumdur. Bu çalışmada, ileri evre KHDAK olan hastalarda beyin metastazını belirleyen risk faktörlerini inceledik.
Hastalar ve Yöntemler: Ocak 2005-Aralık 2006 tarihleri arasında
Tıbbi Onkoloji polikliniğimize tedavi için başvuran 135 ileri evre
(IIIA-N2, IIIB ve IV) KHDAK’li hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastalar izlem sırasında beyin metastazı gelişen ve
gelişmeyen olarak iki gruba ayrıldı. Tanı yaşı, cinsiyet, performans
durumu, kilo kaybı, patolojik tipi, primer tümörün lokalizasyonu,
sigara öyküsü, kemoterapiye yanıtı ile laboratuar değerleri içinde
LDH, albümin, hemoglobin düzeyleri analize alınan değişkenlerdi.
İstatistiksel değerlendirme SPSS 10.0 ile ki-kare testi, Kaplan-Meier
sağkalım ve Cox’s regresyon analiz yöntemleri kullanıldı.
Sonuçlar: Hastaların 19 (% 14.1) ’u kadın, 116 (% 85.9) ’sı erkekti ve
medyan yaş 60 (29-85) idi, 14’ü (%10.4) evre IIIA (N2), 16’sı (%11.8)
evre IIIB ve 105’i (%77.8) evre IV idi. İzlem sırasında 32 (% 23.7)
’inde beyin metastazı gelişti. Yapılan istatistiksel değerlendirmede
55 yaş altı (OR=4.9, p=0.001), kötü performans durumu (OR=2.8,
p=0.01), LDH yüksekliği (OR=4.1, p=0.001), düşük albümin düzeyi (OR=2.7, p=0.001), kilo kaybı (OR=10.3, p=0.001), beyin dışı
çoklu metastazın varlığı (OR=2.9, p=0.03), kemoterapiye yanıtsızlık
(OR=13.6, p=0.001) beyin metastazı gelişimi için prognostik faktörlerdendi. İki yıllık tüm sağkalım hızı % 76, beyin metastazı gelişimi
için geçen medyan süre 120 hafta bulundu.
Tartışma: İleri evre KHDAK’li hastalarda tanı anında beyin metastazı olmayan hastaların yaşı 55’in altında, LDH’ı yüksek, albümin
düzeyi ve performansı düşük, kilo kaybı gibi faktörler, beyin metastazı gelişimini öngörmede önemlidir. Bu grup hastalarda beyin me-
71
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
tastazı gelişimini geciktirmek ve beyin metastazının yol açtığı morbidite ve mortaliteyi azaltmak için profilaktik kraniyal ışınlama söz
konusu olabilir.
Ref No: 202
SINIRLI EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ TANILI
HASTALARDA KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARI
1
Alaattin Özen, 1Mert Saynak, 1Zafer Koçak, 1Gülden Bayır Angın,
Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Ruşen Coşar Alas, 2Sernaz Uzunoğlu,
1
Murat Çaloğlu, 1Füsun Tokatlı, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Kombine kemoterapi (KT) ve radyoterapi (RT) uygulanmış
sınırlı evre küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) tanılı hastaların
demografik özellikleri ve tedavi sonuçları açısından değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde Ocak 1999-Haziran 2006 arasında
tedavi edilmiş sınırlı evre KHAK tanılı medyan yaşı 58 (36-79) olan
77 erkek (E) ve 1 kadın (K) hasta incelenmiştir. Vena kava superior
sendromu ile başvuran hasta saysı 10’dur (%13) . Hastalara medyan
45 Gy (30-60Gy) radyoterapi (RT) uygulanmıştır. Toplam RT dozu
22 hastada 50Gy ya da üzerindedir. Radyoterapi süresi medyan 34
gündür (12-60 gün) . Hastaların tamamına sisplatin temelli kemoterapi (KT) uygulanmış olup, 39 hastaya (%50) 6 kür Kt uygulanabilmiştir. Rt’ye Kt’nin başlamasından sonra medyan 47. günde (0189 gün) başlanmıştır. RT öncesi ya da RT esnasında belirlenen kan
hemoglobin düzeylerinin medyan değeri 11.4 g/dl’dir (7.8-15.2G/dl)
. Tedavi 37 hastaya (%47) KT ardından RT, 25 hastaya (%32) eşzamanlı kemoradyoterapi, 16 hastaya (%21) ise sandviç tarzında (KTRT-KT) uygulanmıştır.
Bulgular: Kemoradyoterapi ardından 14 hastada (%18) tam cevap,
30 hastada (%39) kısmi cevap, 11 hastada stabil hastalık (%14) ve
23 hastada (%29) progresyon belirlenmiştir. Medyan sağkalım süresi
başvuruyu takiben 12,8 aydır (5.4-56.4 ay) . Tüm hastalar için 1 ve
2 yıllık genel sağkalım oranları %57 ve %10’dur. Tek değişkenli analizde toplam RT dozunun 50Gy ya da üzerinde olması (p=0.0002),
RT ve KT’nin eşzamanlı olarak uygulanması (p=0.01), 4 kürden fazla
KT uygulanması (p=0.05) ve tam ya da parsiyel tedavi cevabı (p=0,006) olumlu prognosik faktörler olarak belirlenmiştir. Çok değişkenli
analizde ise eşzamanlı tedavi (p=0,07) ve KT kür sayısı (p=0.09) anlamlılığını kaybetmiştir.
Sonuç: Sonuçlarımız sınırlı evre KHAK tedavisinde uygulanan RT
dozunun önemine işaret etmektedir. Kemoradyoterapiye yanıt prognozun bir göstergesi olarak ortaya çıkmıştır.
Ref No: 203
REZEKE EDİLEMEYEN LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ
DIŞI AKCİĞER KANSERLERİNDE (KHDAK) HAFTALIK
GEMCİTABİN±CİSPLATİNLE EŞZAMANLI (KONKOMİTAN)
RADYOTERAPİ UYGULAMASI: RETROSPEKTİF,
MULTİMODALİTER, FAZ II KLİNİK ÇALIŞMA
SONUÇLARIMIZ
1
Celalettin Eroğlu, 1Bünyamin Kaplan, 1Okan Orhan, 2Metin Özkan,
Oğuz Galip Yıldız, 1Serdar Soyuer, 1Mete Gündoğ, 2Özlem Er
1
1
Erciyes Üniverditesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Erciyes Üniverditesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Çalışmamızda kliniğimizde kemoradyoterapi gören
KHDAK tanılı 22 olgu genel özellikleri, toksisite analizi, lokal kontrol ve genel sağkalım açısından değerlendirilmiştir.
Materyal ve Metodlar: Eylül 2003 ile Aralık 2004 tarihleri arasında
22 KHDAK olgusu retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların ilk
dördüne Gemcitabin 40 mg/m²/hafta + Cisplatin total 50 mg/hafta,
72
sonra 5 hastaya Gemcitabin total 125 mg/hafta + Cisplatin total 50
mg/hafta ve 66 Gy eşzamanlı konvansiyonel radyoterapi uygulanmıştır. Radyoterapi ile eşzamanlı olarak Gemcitabin’in farklı dozlarının
Cisplatin’le uygulandığı dokuz hastada toksisitenin yüksek olması ve
tedavi sonuçlarının iyi olmaması üzerine 13 hastaya Gemcitabin 100
mg/m²/hafta, 60 Gy eşzamanlı radyoterapi uygulanmıştır. Eşzamanlı
kemoradyoterapiden 3 hafta sonra tüm hastalara, Gemcitabin 1000
mg/m², 1. ve 8. günler ve Cisplatin 75 mg/m², 1. gün olarak 21 günde bir ve 4 kür şeklinde konsolidasyon kemoterapisi uygulanmıştır.
Gemcitabin’in farklı dozlarının Cisplatin’le uygulandığı 9 hasta birinci grup, Cisplatin’in kullanılmadığı 13 hasta ise ikinci grup olarak
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Birinci gruba alınan 9 hastanın hepsi ex oldu. Bu grupta
genel yanıt oranı %44, kısmi yanıt 1 hasta (%11), stabil hastalık 3
hasta (% 33) ve progresyonlu 2 hasta (%22) idi. 3 hasta (%33) değerlendirme yapılamadan (1 hasta hepato-renal toksisite nedeni ile) ex
olmuştu. İki hastada beyin metastazı ve 1 hastada da kemik metastazı gelişmişti. Altı aylık sağkalım, progresyonsuz sağkalım ve lokal
kontrol oranları sırasıyla %44, %11 ve %22 bulunmuştur. Medyan
sağkalım 6 ay ay±1,49 (% 95 GA, 3,07-8,92) ve medyan progresyonsuz sağkalım (PFS) 3 ay±0,75 (% 95 GA, 1,54 4,46) idi. Medyan lokal kontrol 5 ay±1,4 (% 95 GA, 2,22-7,77) idi. İkinci gruba alınan
13 hastadan 1’i hastalıksız olarak sağdır. Bu grupta yanıt oranı %54,
tam yanıt 1 hasta (%8), parsiyel yanıt 2 hasta (%15), stabil hastalık 4
hasta (%31) ve progresyonlu 4 hasta (%31) idi. İki hasta (%15) değerlendirme yapılamadan ex olmuştu. İki hastada karaciğer metastazı,
2 hastada da lenf nodu metastazı (paraaortik ve sağ ingüinal) ve 1
hastada cilt metastazı gelişmiştir. Altı aylık, 1 ve 2 yıllık sağkalım
oranları sırasıyla %46, %38 ve %15 bulunmuştur. Altı aylık, 1 ve 2
yıllık progresyonsuz sağkalım oranları sırasıyla %25, %17 ve %8 saptanmıştır. Altı aylık, 1 ve 2 yıllık lokal kontrol oranları sırasıyla %46,
%31 ve %15 bulunmuştur. Medyan sağkalım 5 ay ay±2,15 (% 95 GA,
0,77-9,22) ve medyan progresyonsuz sağkalım (PFS) 3 ay±1,15 (%
95 GA, 0,73-5,26) idi. Medyan lokal kontrol 5ay±1,7 (% 95 GA, 1,478,52) idi.
Sonuç: Eşzamanlı-haftalık Gemcitabin±Cisplatin kemoradyoterapisi sonrası konsolidasyon kemoterapisi uygulaması, yüksek toksisitesi nedeni ile iyi tolere edilemeyen; hem radyoterapiye uzun süre ara
verilmesine hem de yetersiz doz ve sayıda kemoterapi uygulamasına
neden olduğu için, düşük lokal kontrol ve sağkalım sonuçları olan
bir tedavi modelidir.
Ref No: 215
MEME CİLDİNE METASTAZ YAPMIŞ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI
AKCİĞER KANSERİ OLGUSU
1
Mert Saynak, 1Zafer Koçak, 2Ufuk Usta, 1Alaattin Özen,
Gündeniz Altıay, 1Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Ruşen Coşar Alas,
1
Murat Çaloğlu, 1Füsun Tokatlı, 1Cem Uzal
3
1
2
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
Amaç: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı ile tedavi edilen ve
hastalığın seyrinde sol memesinde ağrılı lezyon ortaya çıkan olgunun klinik ve patolojik özelliklerini sunuyoruz.
Olgu: Ağustos 2005’de dispne ve göğüs ağrısı yakınmaları ile kliniğimize başvuran 40 yaşında kadın hastanın bilgisayarlı tomografi
incelemesinde sol akciğerde santral lezyon, plevral ve periardiyal
effüzyon belirlendi. Bronkoskopik biyosi ile akciğer adenokarsinom
tanısı alan hastaya 2 kür sisplatin-dosetaksel uygulandı. Progresyon
saptanması üzerine KT rejimi değiştirilerek 4 kür gemsitabin uygulanan hastanın cevap değerlendirmesi amacıyla çekilen bilgisayarlı
tomografisinde plevral ve perikardiyal effüzyonunda gerileme belirlendi. Göğüs ve sırt ağrısı yakınması devam eden hastaya toraksa
yönelik 30 Gy/10 fr RT uygulandı. Radyoterapinin tamamlanmasından 4 ay sonra hasta yaygın ağrı, nefes darlığı, sol memede sertlik
19-23 Nisan 2007
ve peud’orange görüntüsü ile başvurdu. Yapılan tetkikleri sonucu
akciğerdeki primer hastalığın ve plevral effüzyonun progrese olduğu
ve ağrıların yaygın kemik metastazlarından kaynaklandığı belirlendi. Meme MR’ında kitle saptanmayan hastanın sol meme cilt ve ciltaltı dokusunda kalınlaşma tesbit edildi. Bu bölgeden alınan trucut
biyopsinin immünohistokimyasal incelemesinde tümörün CK7 ve
TTF-1 pozitif, buna karşılık CK 20 ve breast Ag negatif olduğu belirlenmiştir. Bu özelliklere dayanarak tümörün az differansiye müsinöz
adenokarsinom ve akciğer kanserinin cilt metastazı olduğu düşünüldü. Dispnenin rahatlatılması amacıyla toraks drenajı ve plörodez
uygulanan hastaya genel durumunun bozuk olması dikkate alınarak
agresif bir tedavi planlanmadı ve destek tedavi ile takip edildi. Hasta
cilt metastazının belirlenmesinden 5 ay sonra akciğerdeki hastalığın
progresyonu nedeniyle kaybedildi.
Sonuç: Nadir görülmekle birlikte, cilde ya da meme parankimine
metastaz yapan KHDAK olgularının prognozu kötüdür ve hastaların
büyük bölümü 1 yıl içinde kaybedilmektedir. Bu nedenle, bu hastaların tedavisinde palyasyon amaçlayan yaklaşımlar önerilmektedir.
Resim 1. Meme başı ve cildinin metastatik infiltrasyonu
Ref No: 230
İLERİ EVRE AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA PERİFERİK
KAN CD4+CD25+ VE CD8+ REGULATUVAR T HÜCRELERİ
1
Bülent Karagöz, 1Oğuz Bilgi, 2Mahmut Gümüş, 3Alev Akyol Erikçi,
Özkan Sayan, 1Orhan Türken, 1E. Gökhan Kandemir,
3
Ahmet Öztürk, 2Mustafa Yaylacı
3
1
2
3
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kartal
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Hematoloji Kliniği
Giriş:
Regulatuvar T (Treg) hücreleri, graft reddi, graft versus host hastalığı, self tolerans ve otoimmunitenin yanında tümör immün yanıtında da rol oynamaktadır. Birçok kanser tipinde periferik kanda
bu hücrelerin sayısının arttığı ve bu artışın immunsupresyon, klinik
agresiflik ve kısa sağkalım verileriyle beraber olduğu bilinmektedir.
Bu Treg hücrelerden CD4+CD25+ ve CD8+ olanların kanser hastalarında arttığı; CD8+ T lenfosit alttip oranlarının değiştiği farklı
çalışmalarda gösterilmiştir. Bu çalışmada akciğer kanserli hastalarda
lenfosit altipleri yanında, hem CD4+CD25+ Treg hem de CD8+ Treg
hücreler araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya yaygın hastalık evresinde küçük hücreleri akciğer kanseri tanılı ve evre III ve IV küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanılı
hastalar alınmış ve sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırılmıştır. Çalışma, sağlıklı bireyler ve spesifik tedavi öncesi hastalardan periferik
kan alınarak akım sitometrik inceleme ile yapılmıştır. CD4+CD25+
Treg hücrelerin fenotipik olarak CD4+CD25+CD69- ve CD4+CD25+CD45RO+ hücrelerce, CD8+ Treg hücrelerin de efektör T lenfositlerle beraber CD8+CD28-CD45RO- hücrelerce temsil edildiği
kabul edilmiştir.
Bulgular:
Akciğer kanserli hastalarda sağlıklı bireylere karşın CD4+/CD8+
T lenfosit oranı azalmış olduğu, CD8+ lenfosit oranı artmış olduğu
gözlenirken NK hücre oranının farklı olmadığı saptanmıştır. CD4+CD25+CD69- ve CD4+CD25+CD45RO+ fenotipindeki CD4+CD25+ Treg hücrelerin oranı artmıştı. Ayrıca CD8+CD28- ve
CD8+CD28-CD45RO- (CD8 Treg ve efektör CD8+ T lenfositler)
hücrelerin oranları artmış; CD8+ naiv hücre oranı azalmıştı.
Tartışma ve Sonuç:
Sonuç olarak bu çalışmada akciğer kanserli hastalarda hem CD4+CD25+ Treg hem de CD8+ Treg hücrelerin arttığı gösterilmiş ve
CD8+ T lenfosit alttip dağılımında -naiv hücrelerden efektör/Treg
hücrelere diferansiyasyon ile- farklılık olduğu saptanmıştır.
Kanser hastalarında CD4+CD25+ Treg ve CD8+ Treg hücrelerin
önemli bir rol aldığı immun trafikteki bu değişimler ve bunların taşıdığı anlamlar daha fazla anlaşıldığında kanserin immun tedavisinde
yeni hedefler belirlenebilecektir.
Ref No: 312
UNREZEKTABL LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK
HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE EŞ ZAMANLI
KEMORADYOTERAPİNİN ETKİNLİĞİNİN RETROSPEKTİF
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Ali Osman Kaya, 1Süleyman Büyükberber, 2Petek Tater,
Müge Akmansu, 1Mustafa Benekli, 1Uğur Coşkun, 1Ramazan Yıldız,
1
Emel Yaman, 1Banu Öztürk, 3Mehmet Emin Kalender
2
1
Resim 2. Sol meme cildinde infiltrasyona bağlı kalınlaşma
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkoloji Anabilim Dalı,
3
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
GİRİŞ: Unrezektabl lokal ileri evre KHDAK (Evre IIIA ve IIIB)
hastaların tedavisinde kombine kemoradyoterapi güncel standart
tedavi olarak kabul edilmiştir. Bu çalışmada amacımız, neoadjuvan
Cisplatin-Docetaxel eş zamanlı kemoradyoterapi tedavisi almış olan
Sungate Port Royal, Antalya
73
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
hastalarda tedaviye cevabı, tolerabiliteyi, toksisiteyi değerlendirmektir.
HASTALAR ve METOD: Çalışmada, Ocak 2004 ile Aralık 2006
tarihleri arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji ve Radyasyon Onkolojisi
Kliniklerinde Taxotere + Cisplatin ile eş zamanlı tedavi edilen, lokal
ileri evre unrezektabl KHDAK’li (Evre IIIA ve Evre IIIB) 29 hasta
retrospektif olarak değerlendirildi. Taxotere 20 mg/m2/haftalık (6
hafta), Cisplatin 20mg/m2/haftalık (6 hafta) radyoterapi ile eş zamanlı verildi. Hastalara verilen toplam radyoterapi dozları 6000 cGy
ile 6600 cGy arasında değişmektedir. Hastaların tedavi değerlendirme ve takiplerinde Toraks CT, Batın CT, Kranial CT ve bazı hastalarda PET-CT kullanıldı.
BULGULAR : Hastaların 25’i erkek (%86), 4’ü kadın (%14) idi.
Yaş ortalaması 59 (38-76) ve hastaların performans statusu ECOG
0-1 idi. 25 hasta (%86) Evre IIIB ve 4 hasta (%14) Evre IIIA idi. Histopatolojik olarak, Epidermoid Ca 22 hasta (%76), Adeno Ca 6 hasta
(%20.5), Adenosquamöz Ca 1 hasta (%3.5) idi. Ek hastalık olarak,
4 hastada koroner arter hastalığı ve hipertansiyon (%14), 1 hastada
tip 2 diabetes mellitus (%3.5), 1 hastada kronik bronşit (%3.5) vardı.
Hastaların tedavi sonrasında değerlendirmeleri yapıldı. Tam cevap
2 hastada (%7), 9 hastada parsiyel cevap (%31), 10 hastada stabil
hastalık (%34), 8 hastada progressif hastalık (%28) gözlendi. Tedavi
sonrası 9 hastada (%31) evre azalması (down-stage) görüldü. Tedavi
sonrası cerrahiye giden 8 hasta (%28) ‘dan 1 hastaya pnömonektomi,
3 hastaya lobektomi, 4 hastaya kitle eksizyonu uygulandı. Tedavi süresince hastalar WHO Toksisite Kriterlerine göre toksisite açısından
değerlendirildi. 4 hastada (%14) grade 2-3 bulantı/kusma, 2 hastada
(%7) grade 2 nötropeni, 3 hastada (%10) grade 1 nötropeni, 4 hastada (%14) grade 1 pulmoner toksisite ve 1 hastada (%3.5) grade 1
perikardiyal efüzyon ve 1 hastada (%3.5) grade1 hepatotoksisite, 5
hastada grade 1 (%17) özefajit, 3 hastada (%10) grade 2 özefajit ve 1
hastada grade 3 özefajit gözlendi.
SONUÇ : . Radyoterapi ile eş zamanlı uygulanan Cisplatin 20mg/
m2 (haftalık), Docetaxel 20mg/m2 (haftalık) dozları, doz sınırlamasına gerek duyulmayan tolere edilebilen dozlar olarak görülmektedır.
Bu dozlarda tedaviye ara verilecek kadar veya doz redüksiyonu yapılacak kadar ciddi toksisite gözlenmemiştir.
ilişkisi incelendi. Bazal M30 antijen değerleri 43.8 U/l’in üzerinde
olan hastaların altında olan hastalara göre anlamlı olarak daha kısa
sürvi değerlerine sahip olduğu gözlendi (p=0.013; hazard ratio: 3.9
[95% CI=1.3-11.4]. Ayrıca, tedavinin bazal M30 antijen düzeyleri
üzerindeki etkisi incelendi. 18 akciğer kanserli hastada tedavi öncesi
ve tedaviden sonra 24. ve 48. saatteki M30 antijen düzeyleri ölçüldü.
48. saatte yaklaşık 4 katlık bir artış saptandı (p < 0.001) .
Bu sonuçlara göre, literatürde ilk kez olarak, serum M30 düzeylerinin akciğer kanserli hastalarda sürviyi tahmin etmede ve tedavinin
akut etkinliğini izlemede kullanılabilecek yararlı bir parametre olabileceği sonucuna varıldı.
Tablo 1. M30 antijen düzeylerinin kemoterapi ile değişimi
M30 antijen (U/L)
Malign grup (n=60)
Benign grup (n=22) Sağlıklı grup (n=32)
Ortalama (±SD)
109.03 (±152.59)
16.03 (±35.31)
(min.-mak.) Median (0.73-1104.30) 71.95 (0.00-133.40) 0.00
[interquartile range] [42.38-128.47]
[0.00-4.73]
p-değeri
p<0.001*
p<0.001**
35.97 (±51.41)
(0.00-207.80) 18.70
[0.00-51.43]
p=0.017***
Tablo 2. M30 antijen düzeyi ve sürvi ile ilişkisi
Ref No: 318
AKCİĞER KANSERİNDE YENİ BİR BELİRTEÇ OLARAK
KASPAZLA-KIRILMIŞ SİTOKERATİN 18 DÜZEYLERİ VE
TEDAVİ/SÜRVİ İLE İLİŞKİSİ
1
Engin Ulukaya, 1Arzu Yılmaztepe, 2Semra Akgöz, 4Stig Linder,
Mehmet Karadağ
3
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Bursa,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Bursa,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı,
Bursa,
4
Karolinska Institute And Hospital, Department of Oncology and Pathology, Stockholm,
Sweden
2
3
Kazpazla-kırılmış sitokeratin 18 fragmanları (M30 antijen), sitokeratin 18’in apoptozise özgü enzimler olan kaspazlar tarafından
Asp396 pozisyonunda kırılması ile oluşur. Bu fragmanlar kanser
hastalarının serumunda saptanabilir ve serumdaki varlıklarının epitelyal orjinli tümörlerdeki apoptozise işaret ettiği düşünülmektedir.
M30 antijen düzeyleri ticari bir kit (Apoptosense, PEVIVA, Sweden)
kullanılarak ELISA ile ölçülebilmektedir.
Biz bu çalışmada, M30 antijen düzeylerinin akciğer kanserli hastalarda hem sürvi hem de tedavinin akut etkinliği ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Bunun için, 60 akciğer kanserli, 22 benign akciğer hastalıklı ve 32 sağlıklı kontrollerde tedavi öncesi M30 antijen
düzeylerini belirledik. Gruplar arasında anlamlı farklılık bulundu
(p < 0.001; Kruskal-Wallis) . En ideal “cut-off ” değeri olarak 43.8
U/l alınarak, tedavi öncesi (bazal) M30 antijen düzeylerinin sürvi ile
74
Şekil .
Ref No: 323
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ KLİNİĞİNDE 2001-2006 YILLARI ARASINDA
GÖRÜLEN KHDAK OLGULARI
Asuman Mirik, Erkut Erkurt, Candaş Tunalı, Melek Erkişi,
Esra Kekilli, Özlem Keskiner
Çukurova Üniversitesi
Amaç: 2001-2006 tarihleri arasında kliniğimize başvurmuş
KHDAK (küçük hücreli dışı akciğer kanseri) hastalarının klinik
özelliklerinin ve tedavilerinin incelenmesidir.
19-23 Nisan 2007
Gereç ve yöntem: 86 KHDAK olgusu retrospektif olarak hasta
dosyalarından incelenmiştir. Takibi olmayan hastalar adreslerine
mektup göndermek sureti ile araştırılacaktır. Evreleme 2002, 6th ed.
AJCC sistemine göre yapılmıştır.
Bulgular: K/E : 5/81 olgu ve ortalama yaş 58,4 (44-77) ’tür. Tüm
olgularda histopatolojik tiplerin oranları şöyledir: epidermoid karsinom 40 olgu, adenokarsinom 23 olgu, büyük hücreli karsinom 3
olgu, mişellenöz 19 olgu. Evrelere göre dağılım şöyledir: evre I 2 olgu,
evre IIB 2 olgu, evre IIIA 11 olgu, evre IIIB 67 olgu, evre IV 4 olgu.
Tedavi modellerine göre olguların dağılımı şöyledir: 54 olguya yalnız
RT (radyoterapi), 3 olguya cerrahi, RT ve KT (kemoterapi) kombinasyonu, ardışık tedavi yapılanlardan 15 olguya KT’yi takiben RT ve
4 olguya RT’yi takiben KT, 8 olguya eş zamanlı KT + RT. 27 olguya
sisplatin-temelli kombinasyon KT’si, 1 olguya gemsitabin+karboplatin kombinasyonu yapılmıştır. KT uygulanan hastalarda RT sahası,
KT sonrası tümör volümüne göre primer tümör 2 cm tutulan lenf
nodülü 1 cm sınırla belirlenmiştir. Yalnız RT uygulanan hastalarda
RT sahası orijinal tümör ve lenfatik yayılımı ile birlikte subklinik
hastalık bölgelerini de içermiştir. Palyatif RT alan 3 olguya 3Gyx15fx;
konvansiyonel RT alan geri kalan tüm olgulardan KT de verilenlerin
de subklinik hastalık volümüne 40-44Gy doz verildikten ve omurilik
korunduktan sonra primer tümör ve tutulmuş lenf nodlarına oblik
sahalarla toplam 60Gy tümör dozu verilmiştir ve yalnız radikal RT
yapılanlara ortalama 57Gy (36-70Gy) tümör dozu verilmiştir.
Sonuç: 86 olgunun takip süresi ortalama 46 ay (24-68 ay) ’dır. Takipsiz olguların adreslerine yazılacak olan mektupları takiben yapılacak klinik muayene ve incelemelerden sonra tedavilerin sonuçları
değerlendirilecektir.
+1, 15’inde +2 ve 12’inde +3 saptandı. c-erb B-2 ekspresyonu 1 hastada negatif, 2’inde +1, 14’ünde +2 ve 45’inde +3 saptandı. Hastaların veri analizleri SPSS-14 soft ware programı ile yapıldı. Hastaların
tanı anındaki evreleri ile takip süresi sonundaki statusları (p=0.000),
tedavi alıp almayışları (p=0.003), c-kit ekspresyonu ekspresyonu
(p=0.022) arasında anlamlı ilişki saptandı. Bivaryant analizde evre
ile bcl-2 (p=0.023), bcl-2 ile c-kit (p=0.001) arasında anlamlı ilişki
saptandı. Takip süresi sonunda hastaların 38’i (%61.3) halen yaşamaktaydı. Genel ortanca sağ kalım 37.2 ay olarak saptandı. Cerrahi
uygulanan hastalarda 41.6 ay, DP uygulananlarda 24 ay ve GP uygulananlarda 20 ay olarak saptandı. Topoizomeraz-II (p=0.07), c-erb
B-2 (p=0.6), bcl-2 p=0.15) ve c-kit (p=0.118) ekspresyonlarına ait
prognostik anlamlılık saptanmadı.
Tartışma: KHDAK’li hastaların yönetimi multimodaliter olmalıdır. DP alan hastaların sağ kalımlarının daha uzun olarak saptanması GP’ye üstünlüğünü düşündürebilir. topoizomeraz-II, c-erb B-2,
c-kit ve bcl-2 ekspresyonunun prognostik önemini araştırmak için
daha geniş hasta serilerine ihtiyaç vardır.
Ref No: 338
Serum paraoksonaz-1 (PON-1), yüksek dansiteli lipoproteine
(HDL) bağlı olup paraokson gibi organofosfor bileşiklerinin detoksifikasyonuna ve lipid peroksidasyonu sonucu oluşan karsinojenik
lipid-solubl radilallerin temizlenmesine katkıda bulunur. Oksidatif
stres ve serbest radikaller çeşitli kanserlerde bir risk faktörü olduğundan, amacımız serum PON ve arilesteraz enzim aktivitelerinin
artmış risk faktörleriyle ilişkisini araştırmaktır. Çalışmaya 40 akciğer,
36 kolon, 23 meme kanseri hasta ve tümör markerları normal olan
25 sağlıklı kişi katılmıştır. CA15-3, CA125, CA 27,29, CEA, CA19-9
gibi klasik tümor marker’ları ELISA, lipidhidroperoksid (LOOH) seviyeleri, paraoksonaz ve arilesteraz aktiviteleri ise spektrofotometrik
tekniklerle ölçüldü. Kontrol grubunun PON ve ariestreaz aktiviteleri
kanser gruplarına gore anlamlı derecede yüksek, LOOH seviyeleri
ise düşük bulunmuştur. Akciğer ve kolon tanılı olguların PON değerleri de meme kanseri tanılı olgulara gore daha yüksektir. Akciğer
tanılı olgularda LOOH ile PON ve arilesteraz aktiviteleri arasında
anlamlı olarak negatif korelasyon vardır. Gruplarda PON ve arilesteraz değerleri arasında kuvvetli derecede anlamlı olarak pozitif korelasyon vardır. Reaktif oksijen partikülleri, mutagenezi, tümör promosyonunu ve progresyonunu kolaylaştıran potensiyal karsinojenler
olduğundan, artmış LOOH bu olayları hızlandırmış olabilir. Artmış
LOOH, azalmış paraoksonaz ve arilesteraz aktivitesi kanser için potent bir risk faktörü olabilir. Kanserde LOOH seviyeleri ve PON aktiviteleri için gelecekte daha geniş çapta çalışmalara ihtiyaç vardır.
DOCETAXEL VE GEMCİTABİNE TABANLI TEDAVİ
UYGULANMIŞ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER
KANSERLERİNDE TOPOİZOMERAZ-II, C-ERB B-2, C-KİT VE
BCL-2 EKSPRESYONU
1
I. Oğuz Kara, 2Derya Gümürdülü, 1Melek Erkişi, 1Berksoy Şahin,
Handan Zeren
2
1
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
Giriş-Amaç: Bu çalışmanın amacı Küçük Hücreli Dışı Akciğer
(KHDAK) Kanserlerli decetaxel ve gemcitabine tedavisi uygulanmış
olgularda topoizomeraz-II, c-erb B-2, c-kit ve bcl-2 ekspresyonunu tayin etmek ve uygulanan tedaviler ile ilişkili klinik-prognostik
önemlerini tayin etmektir.
Materyal-Metod: Çalışmaya klinik verilerine ulaşılabilen
KHDAK’li 62 hasta dahil edildi. Hastalara ait parafin bloklar topoizomeraz-II, c-erb B-2, c-kit ve bcl-2 tayini için immünhistokimyasal
yöntemle boyandı ve iki bağımsız patolog tarafından değerlendirildi.
Sonuçlar: Çalışmaya toplam 62 hasta dahil edildi.Hastaların ortanca yaşı 53 yıl (37-78) idi, 58’i erkek ve 4’ü kadın hasta idi. Ortanca
takip süreleri 15 ay (1-50) idi. Başvuru sırasında hastalardan3’ü evreII (%4.8), 10’u evre III-A (%16.1), 21’i evre-IIIB (%33.8) ve 28’i evreIV (%45.1) hastalığa sahipti. Ondört hasta tedavi almayı red etti, 12
hastaya sadece cerrahi tedavi uygulanırken 36 hastaya kombinasyon
tedavileri (cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi) uygulandı. Hastaların
27’sine docetaxel-cisplatin (DP) ve 7’sine gemcitabine-cisplatin (GP)
rejimi verildi. DP alan hastaların 14’ü ek olarak radyoterapi alırken
13’üne kemoterapi ile birlikte cerrahi uygulandı. İmmünhistokimyasal yöntem ile boyanan parafin bloklarda topoizomeraz-II, c-erb
B-2, c-kit ve bcl-2 ekspresyonu semikantitatif yöntemle negatif (hiç
boyanma yok) ve +3 (şiddetli boyanma) olarak skorlandı. Hastaların
1’inde topoizomeraz-II negatif, 3’ünde +1, 31’inde +2 ve 27’inde +3
saptandı. bcl-2 ekspresyonu 9 hastada negatif, 16’ında +1, 22’sinde +2
ve 15’inde +3 saptandı. c-kit ekspresyonu 9 hastada negatif, 26’ında
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 404
KANSER İLE LİPİDHİDROPEROSİT SEVİYELERİ VE SERUM
PARAOKSONAZ ENZİM AKTİVİTELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
1
3
Hafize Uzun, 1Habibe Genç, 2Huriye Balcı, 1Can Sezgin,
Günay Can, 4Hasan Zerdali, 4Halil Yanardağ, 4Çiğdem Papila
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Merkez Araştırma Laboratuarı, İstanbul,
3
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul,
4
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Iç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
2
75
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 410
AKCİĞER, KOLON VE MEME KANSERİNDE OKSİDATİF
LİPİD VE PROTEİN HASARI
1
Çiğdem Papila, 2Hafize Uzun, 3Huriye Balcı, 2Can Sezgin,
Hasan Zerdali, 2Habibe Genç, 4Günay Can, 1Halil Yanardağ
1
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Iç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı , Istanbul.,
3
Istanbul Üniversitesi, Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Merkez Araştırma Laboratuarı, İstanbul.,
4
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
2
Fizyolojik şartlarda insan vücudunda oluşan reaktif oksijen ürünleri (ROS) ile antioksidan defans bir denge halindedir. Yoğun ROS
üretimi ya da antioksidan defansın azalması, biyomoleküllerde yapısal ve fonksiyonel modifikasyonlara yol açarak oksidatif strese
neden olur. Çeşitli klinik, epidemiyolojik ve deneysel çalışmalar,
serbest radikaller, lipid peroksidasyonu ve peroksidasyon ürünleri
ile karsinogenezis arasında bir ilişki bulunduğunu göstermiştir. Çalışmadaki amacımız mide, kolon ve meme kanserli hastalarda lipid
ve protein hasarını ölçerek oksidatif stresi göstermektir. Çalışmaya
40 akciğer, 36 kolon, 23 meme kanseri hasta ve tümör markerları
normal olan 25 sağlıklı kişi katılmıştır. CA15-3, CA125, CA 27,29, CEA, CA19-9 gibi klasik tümor marker’ları ve protein karbonil
(PCO) düzeyleri ELISA ile ölçülmüştür. Malondialdehid (MDA) ve
tiol grupları spektrofotometrik tekniklerle ölçüldü. Gruplar arasında
yaş ortalaması bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
yoktur (p>0.05) . Kontrol grubunun PCO ve MDA değerleri kanser
gruplarına gore anlamlı derecede daha düşüktür (p<0.001) . Kontrol
grubunun T-SH değerleri kanser gruplarına gore anlamlı derecede
daha yüksektir (p<0.001) . Akciğer tanılı olguların; MDA değerleri
meme kanseri tanılı olgulara gore daha düşük (p<0.001), PCO ve TSH değerleri arasında orta derecede anlamlı olarak negative korelasyon vardır (r=-0,528 p<0.001), MDA ve T-SH değerleri arasında orta
derecede anlamlı olarak negative korelasyon vardır (r=-0,551 p<0.001), PCO ve MDA değerleri arasında kuvvetli derecede anlamlı olarak pozitif korelasyon vardır (r=0,843 p<0.001) . Meme kanseri tanılı
olgularda; PCO ve T-SH değerleri (r=-0,763 p<0.001), MDA ve T-SH
değerleri (r=-0,674 p<0.001) arasında kuvvetli derecede anlamlı olarak negative korelasyon vardır (r=-0,763 p<0.001) . PCO ve MDA
değerleri arasında kuvvetli derecede anlamlı olarak pozitif korelasyon vardır (r=0,835 p<0.001) . Bu sonuçlar oksidatif lipid ve protein
hasarı ile kanser arasında ilişki olabileceğini gösermiştir. Protein SH
gruplarında azalma, lipid peroksid radikallerinin ve MDA gibi yıkım
ürünlerinin birikimi sonucu proteinlerin oksidasyonuna bağlanabilir. Sonuç olarak, kanserlerde oksidatif protein ve lipid hasarının,
oksidan-antioksidan balansının oksidan yönüne kaymasına katkıda
bulunduğu düşüncesindeyiz.
Ref No: 412
TRAKEA ADENOİD KİSTİK KARSİNOM OLGUSU
Halil Cumhur Yıldırım, Süleyman Altın, Mehmet Ferhan Adatepe,
Tuğba Tülin Bek, Ahmet Aykanat, Mustafa Ünsal
S. B. İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
OLGU: 44 yaşında erkek hasta daha önceden nefes darlığı yakınmaları ile 2 yıldır göğüs hastalıkları polikliniğinde takip ediliyor.
Hastanın 25 paket yılı sigara öyküsü de mevcut. Hastaya en son
09/05/2006 tarihinde trakeadan biyopsi alınmasına karar veriliyor.
Biopsi işlemi esnasında siyanoz gelişen hasta acil operasyona alınıyor. Tümör ekzisyonu ve trakea tamiri yapılan hastanın patoloji
raporu trakea adenoid kistik karsinom geliyor. Toraks ve tüm batın
bilgisayarlı tomografisi ve kemik sintigrafisinde herhangi bir patoloji
saptanmayan hasta radyoterapi için kliniğimize sevk ediliyor.
27/06/2006 tarihinde polikliniğimize başvuran hastaya 06/07/2006 - 07/08/2006 tarihleri arasında trakea ve üst mediasteni kapsayacak şekilde ön ve arka 2 alandan Co60 kaynaklı cihaz ile günlük
76
200cGy’lik dozlarla 23 fraksiyonda toplam 4600 cGy radyoterapi
uygulandı. Radyoterapi esnasında ve sonrasında herhangi bir komplikasyona rastlanmayan hasta kontrole alındı. En son 11/01/2007
tarihinde kontrole gelen hastada herhangi bir patoloji saptanmadı.
Hasta şu an sağlıklı olarak takipte.
TARTIŞMA: Tüm akciğer tümörleri arasında adenoid kistik karsinom %0,2 oranında görülmektedir. Primer trakea tümörleri arasında ilk iki sırayı ise adenoid kistik karsinom ve squamoz hücreli
karsinom almaktadır. Her iki malignitenin de radyoterapiye iyi yanıt
verdiği bilinmektedir. Adenoid kistik karsinomda cerrahi ve radyoterapinin surviyi en az 3 kat arttırdığı gösterilmiştir. Tümör hücre
bölünme zamanlarının uzun olması nedeniyle yıllar sonra bile lokal
nüks gelişebilmekte ve en sık akciğerlere asemptomatik metastaz yapabilmektedir. Bu sebeplerden dolayı her vakaya postoperatif 45-65
Gy radyoterapi ve uzun süreli takipler önerilmektedir.
Ref No: 421
METASTATİK İNCE BARSAK TÜMÖRÜ OLGUSU
1
1
2
Güzin Gönüllü, 2Dilek Erdem, 1Idris Yücel
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
Amaç: İnce barsağın primer ya da metastatik tümörleri nadir görülmektedir. En sık metastazı; akciğer ve melanomdan kaynaklanmaktadır. Burada; ince barsağa metastaz yapmış bir akciğer epidermoid karsinom olgusu sunulmaktadır.
Olgu: 65 yaşında erkek hasta; şiddetli karın ağrısı, bulantı-kusma
şikayetleriyle acil servise başvurdu. İntestinal obstrüksiyon düşünülerek laparatomi yapıldı. İntraoperatif ince barsak perforasyonu
(tümöre bağlı) saptanarak segmental rezeksiyon + anastomoz yapıldı. Patolojik inceleme; squamöz hücreli karsinom metastazı olarak
yorumlandı. Hastanın çekilen toraks CT’sinde; sağ akciğer alt lobda
8 cm çapında tümöral kitle saptandı. Radyolojik ve patolojik bulguların ışığında hastada akciğerin ince barsak metastazı yapmış epidermoid karsinomu olduğuna karar verildi.
Sonuç: Akciğer kanserinin abdominal metastazı; klinik olarak
nadir görülen bir durumdur. İntestinal perforasyon bir tümör nedeniyle oluyorsa; primerin akciğer olabileceği ihtimali göz önünde
bulundurulmalıdır
Ref No: 499
ASKİN TÜMÖRLÜ (PNET) OLGU SUNUMUZ
Mehtap Çalış, Berrin Yalçın, Orhan Kızılkaya, Öznur Aksakal,
Ahmet Uyanoğlu, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Askin tümörleri torakopulmoner bölgenin seyrek görülen
malign küçük yuvarlak hücreli oldukça malign tümörleridir. Bu nedenle az görülen olgumuzu sunmayı uygun bulduk.
Olgu sunumu: 28 yaşında erkek hasta M.Y. 18.09.02 tarihinde sağ
aksiler kitle eksizyonu yapılarak kliniğimize başvurmuştur. 6x6 cm.
aksiller ucun altından başlayan kitle ve medialinde 1x1 cm.lik LAP
çıkarılmış ve patolojik tanısı PNET/ torakopulmoner orjinli küçük
hücreli tümör (Askin Tümörü) olarak raporlanmıştır. Toraks ve tüm
batın BT’si normal idi. Tümör markırlarından sadece CEA: 13.5 ng/
ml yüksek idi. Hastaya 3 kür cisplatin + etoposid kemoterapisi uygulandı. Aksiller bölgeye 46 Gy /23 fraksiyonda radyoterapi uygulandı.
Arkasından kemoterapisi 6 küre tamamlandı. Kemoterapi sonrası
CEA: 2.85 ng/ml normal idi. 30 ay sonra 18.03. 2005 tarihinde çekilen Toraks ve batın BT’de hastanın sağ aksillasında multipl LAP
ve sağ akciğerinde 2 adet metastatik nodül tespit edilerek hastaya
carboplatin+ etoposid kemoterapisi uygulandı. Kitleleri tamamen
regrese olan hasta bir yıl hastalıksız olarak takip edildi. 25.04.2006
tarihinde aynı bölgede nüks gelişti ve hasta opere edildi. 8x7.5x 5.5
cm ölçülerinde kitle ve 11 adet lenf nodu eksize edilmiş ve 2 adet
19-23 Nisan 2007
lenf nodunda karsinom metastazı tespit edilmiştir. Subklavian ven
içerisinde tümör trombüsleri gözlenmiş, pansitokeratin (+), NSE
(+), CD57 (+), Vimentin (+), Kromografin (-), MİC-2 mebranöz
(+), EMA zayıf seyrek (+), Demsin (-), S-100 (-), TTF-1 (-), düşük
molekül ağırlıklı sitokeratin (-) olarak sonuç vermiştir. Ki67 proliferasyon indeksi %40 olarak saptanmıştır. Küçük yuvarlak hücreli
indiferansiye malign tümör-nöroendokrin karsinom düşünülmekle
birlikte atipik Ewing /PNET olasılığı saf dışı edilmemelidir olarak
patolojisi raporlanan hastaya 6 kür VAC sistemik kemoterapisi uygulanmıştır. Radyoterapi planlanan hasta tedaviye gelmemiş, 8 ocak
2007 tarihinde yapılan kontrolleri normal olarak değerlendirilmiştir.
Hasta 53 aydır takip edilmektedir.
Tartışma: Aksin tümörü hastaların çoğunda göğüs duvarından orjin alır. Komşu kostaları ve akciğer dokusunu infiltre eder. Sık nüks
eder, metastazlar oluşturur. Agresif multimodalite tedavi gerektirir.
Pre ve postoperatif kemoterapi, radikal cerrahi rezeksiyon ve postoperatif radyoterapi (seçilmiş olgularda preoperatif radyoterapi) ile
tedavi edilmelidirler.
Resim 1. PET-BT’de peritoneal implant ile uyumlu görünüm
Ref No: 511
AKCİĞER KANSERİ TANILI OLGUDA PERİTONEAL YAYILIM
Alaattin Özen, Mert Saynak, Zafer Koçak, Ruşen Coşar Alas,
Vuslat Yürüt Çaloğlu, Gülden Bayır Angın, Murat Çaloğlu,
Füsun Tokatlı, Cem Uzal
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Giriş: Akciğer kanseri erkeklerde en sık ölüme neden olan kanser
türüdür. Bu hastalıkta, sistemik yayılım riski yüksek olmasına rağmen peritoneal yayılım nadir görülür. Akciğer adenokarsinom tanılı
55 yaşında erkek hastada operasyondan 6 ay sonra ortaya çıkan ve
Pozitron Emisyon Tomografisi/Bilgisayarlı Tomografi (PET-BT) ile
belirlenmiş peritoneal yayılıma ait klinik ve radyolojik bulguları sunuyoruz.
Olgu: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanısı ile Mayıs 2006’da sol pnömönektomi uygulanmış ve patolojik evresi T2N1Mx olan 55 yaşındaki erkek hasta, Kasım 2006’da 2 gün arayla
geçirilmiş epileptik nöbet ve karın sol alt kadran ağrısı yakınmaları
ile kliniğimize başvurdu. Kranial MR tetkikinde sol inferior serebellar lobda subkortikal alanda, sol temporal lob ventralinde ve sağ
parietal lobda en büyüğü 2cm çapında periferik kontrastlanma gösteren metastatik lezyonlar görüldü. Bilgisayarlı tomografi incelemesinde sol psoas kası anteriorunda 3x4x4 cm boyutlarında ve çekum
lateral komşuluğunda 1,5 cm çapında implant ile uyumlu nodüler
solid lezyonlar görüldü. Rutin kan tetkikleri, tümör belirteçleri, tüm
vücut kemik sintigrafisi ve kolonoskopide patoloji saptanmadı. Kasım 2006’da tüm beyine, 300cGy fraksiyon dozu ile 30Gy eksternal
radyoterapi (RT) uygulandı. Opioid analjezik gerektiren karın ağrısı
devam eden olguya, BT de implant lehine yorumlanan lezyonların
değerlendirilebilmesi için PET-BT çekildi. PET-BT’de batında sol
common iliak düzeyde ve sağda çekum posterior komşuluğunda peritoneal implant lehine değerlendirilen 2 adet hipermetabolik odak
görüldü. Sistemik tedavi uygulanması kararlaştırılarak 2 kür karboplatin/dosetakselden kombinasyon kemoterapisi uygulanan ve BT ile
batında stabil hastalık belirlenen olguya ağrı palyasyonu için palyatif
eksternal RT planladı.
Sonuç: Periton boyunca yayılım genellikle gastrointestinal sistem
ve over tümörlerinde görülmektedir; akciğer kanserinde nadirdir. Bu
hastaların uygulanan sistemik tedavilere rağmen progozu kötüdür.
Radyoterapi ise yalnızca palyasyon gerektiren semptomların varlığında uygulanmaktadır.
Ref No: 536
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİNDE TEDAVİ
SONUÇLARI
H. Orhan Kızılkaya, Öznur Aksakal, Berrin Yalçın,
Ahmet Uyanoğlu, Handan Erkal, Ayşe Doğan, Berrin Yalçın,
Mehtap Çalış, Hikmet Özvar, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
AMAÇ: Şişli Etfal Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine başvuran küçük hücreli akciğer kanseri tanılı hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 2000-2005 yılları arasında kliniğimize başvuran 5’i kadın 69’u erkek toplam 74 küçük hücreli akciğer kanseri tanısı almış hasta alındı.Hastaların yaş ortalaması 54 olup
en genç hasta 29 en yaşlı hasta 79 yaşında idi.Hastaların 65’inde sigara alışkanlığı, 15’inde (+) aile öyküsü mevcuttu. 46 hastamız sınırlı
evre de 28 hastamız yaygın evre de olup, 26’sı başlangıçta sistemik
metastazlı olarak tespit edildi. Mixt histopatolojisi olan (Squamöz
cell+ small cell) 1 hasta opere edilmiş, 70 hastaya 4-8 kür primer sistemik kemoterapi uygulanmış olup; kemotrapi şeması CDDP+VP16
(30 hasta), CDDP+VP16/VEC alterne tedavi (40 hasta) dır. 33 hastaya lokal radyoterapi (10 hasta10x300cGy, 22 hasta 50 Gy / 25fx, 1
hasta split kür) uygulanmıştır. Profilaktik kranial ışınlama 6 hastaya
24 Gy olarak uygulanmıştır.Başlangıçta ve takip sırasında 24 hastada
beyin, 20 hastada kemik, 14 hastada karaciğer, 7 hastada sürrenalde
metastaz belirlenmiş olup 6 hastada ayni anda birden fazla bölgede
metastaz bulunmuştur, palyatif amaçlı cranial ışınlama 24 hastaya
30 Gy, kemik metastazlarına yönelik palyatif radyoterapi 20 hastaya
uygulanmıştır.13 hastaya ikinci seri kemoterapi uygulanmıştır.
BULGULAR: En kısa takip süresi 5 ay en uzun takip süresi 72 ay
olup ortalama takip 14, 6 ay olarak bulunmuştur. Literatürle kıyaslandığında ortalama takip süresinin düşük bulunmasının nedeni
hastaların 1/3’ünden fazlasının başlangıçta metastatik evrede olması
dır.
Ref No: 540
IL-13 VE AKCİĞER KANSERİ
Hilal Oğuz Soydinç, Faruk Taş, Kazım Uygun, İrfan Çiçin,
Meltem Selam, Hakan Çamlıca, Derya Duranyıldız, Vildan Yasasever
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
AMAÇ: Interlökin 13 (IL-13) ’ün immün spesifik anti-tümör tedavide etkili olabileceği,IL-12’ nin neden olduğu proliferasyonu önlediği ve tümör hücrelerinin apoptoza girmesini inhibe ettiği iddia
edilmektedir. Bu çalışma akciğer kanserli hastalardaki serum IL-13
Sungate Port Royal, Antalya
77
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
düzeylerini ve kemoterapi ile olası değişikliklerini belirlemek için
planlanmıştır.
GEREÇ ve YÖNTEM: Patolojik olarak tanıları konmuş ileri evre
(evre III-IV) 40 akciğer kanserli hastalardan tedavi öncesi ve sonrasında alınan kanlardan ayrılan serumlarda IL-13 düzeyleri ELISA
yöntemi ile belirlenmiştir ve 20 sağlıklı kontrol ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Hastaların tedavi öncesi serum IL-13 düzeyleri
kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p=0.043)
. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası serum IL-13 değerleri arasında istatistiksel anlamlılık bulunamamıştır (p=0.861) .
SONUÇ: Çalışmanın sonuçları göstermiştir ki, akciğer kanserli
hastalarda serum IL-13 düzeylerinin tedavi öncesi yüksek olması tümör hücresindeki apoptozun azalmasıyla ilişkili olabilir.
(MR) tetkiki yapıldı. MR’da spinal kordda çeşitli seviyelerde yaygın
tutulum saptandı. İlginç bir bulgu olarak daha önce radyoterapi alan
torasik bölgede hiçbir tutulum bulgusu yoktu (Şekil 1) . Hastaya acil
olarak daha önce radyoterapi almayan spinal kord segmentlerini içeren alanlara radyoterapi uygulandı (3 Gy/gün, toplam 30 Gy) . Hasta
izlemin 7. ayında mevcut nörolojik bulguları ile hayattadır.
Sonuç: Bu olguda görülen yaygın ekstramedüller metastazlara
rağmen eski radyoterapi alanlarının tutulmaması, radyasyonun hücresel düzeyde metastatik tümörün hedef bölgeye tutunmasını sağlayan mekanizmaları etkilediğini düşündürmektedir.
Ref No: 541
AKCİĞER KANSERİNDE ANJİOGENİK FAKTÖRLER
Faruk Taş, Hilal Oğuz Soydinç, Kazım Uygun, Irfan Çiçin,
Meltem Selam, Hakan Çamlıca, Derya Duranyıldız, Vildan Yasasever
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
AMAÇ: Bu çalışmada akciğer kanserli hastalardaki serum vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ve reseptörü (VEGFR1) ile
trombospondin (TSP-1) düzeylerinin belirlenmesi ve metronomik
ve konvansiyonel kemoterapi ile olası değişikliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
GEREÇ ve YÖNTEM: Patolojik olarak akciğer kanseri tanısı konmuş ileri evre (evre III-IV) metronomik (n=20) ve konvansiyonel
kemoterapi (n=20) uygulanan hastalardan tedavi öncesi ve sonrasında alınan kanlardan ayrılan serumlarda VEGF, VEGFR1 ve TSP-1
düzeyleri ELISA yöntemi ile belirlenmiştir ve 20 sağlıklı kontrol ile
karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Hastaların tedavi öncesi serum VEGFR1 düzeyleri
kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmuşken (p<0.001), VEGF ve TSP-1 düzeylerindeki artışın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı gözlenmiştir. Her iki tedavi grubundaki hastaların
bu parametrelere ait serum değerlerinde tedavi sonrası anlamlı bir
değişiklik belirlenememiştir.
SONUÇ: Metronomik ve konvansiyonel kemoterapinin VEGF,
VEGFR1 ve TSP-1 düzeyleri üzerine etkisi arasında bir fark bulunamamıştır.
Şekil 1. Olgunun simülasyon grafisi ve spinal manyetik rezonans görüntüleri.
Ref No: 556
İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ OLMAYAN AKCİĞER
KANSERİNDE C-ERBB2’ NİN GEMZAR-CİSPLATİN
KEMOTERAPİ CEVABI ÜZERİNE OLAN ETKİSİ
1
1
Ref No: 542
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞERLİ BİR OLGUDA TORASİK
RADYOTERAPİ ALANINI TUTMAYAN YAYGIN
EKSTRAMEDÜLLER SPİNAL KORD METASTAZLARI
1
Serdar Sürenkök, 3Ahmet Özet, 1Murat Beyzadeoğlu,
Kaan Oysul, 2Gökhan Özyiğit, 3Selmin Ataergin, 3Fikret Arpacı
1
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
3
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Küçük hücreli akciğer kanserlerinde görülebilen nörolojik
bozuklukların sadece %11’i spinal kord metastazlarına bağlıdır. Bu
raporda kemoterapi, torasik radyoterapi ve proflaktik beyin ışınlaması sonrası izlemde yaygın ekstramedüller spinal kord tutulumu
saptanan yaygın evre küçük hücreli akciğer kanserli bir olgu sunumu
yapacağız.
Bulgular: 51 yaşında erkek hasta öksürük ve disfaji yakınması ile
anabilim dalımıza başvurdu. Olguya yapılan transbronşiyal biyopsi
ve evrelendirme işlemleri sonucunda yaygın evre küçük hücreli akciğer kanseri tanısı konuldu. Hastaya 6 kür sisplatin ve etoposid uygulandı. Tam cevap alınması üzerine torasik radyoterapi ve takiben
proflaktik kranial ışınlama uygulandı. Tedavi sonrası izlemin 4. ayında alt ekstremitelerinde progresif güç kaybı, gayta ve idrar inkontinansı gelişen hastaya acil olarak kranial ve spinal manyetik rezonans
78
1
2
Züleyha Çalıkuşu, 1Hakan Sakallı, 1Bahattin Yılmaz,
Hüseyin Mertsoylu, 2Nebil Bal, 1Zafer Akçalı, 1Özgür Özyılkan
Başkent Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Başkent Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı
Amaç: Bu çalışmada ileri evre küçük hücreli olmayan akciğer kanserli hastalarda c-erbB2’nin gemsitabin-cisplatin kemoterapi cevabı
üzerine olan etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Hastalar ve metod: : Daha önce kemoterapi almamış, performans
durumu Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) ’a göre 0-2
arasında, iki-boyutlu ölçülebilir lezyonu olan, evre IIIB ve evre IV
hastalara, tedavi protokolü olarak Gemsitabin 1. ve 8. günler 1250
mg/m2, sisplatin 8. gün 75 mg/m2 3 haftada bir kemoterapi uygulandı. Bu hastaların Patoloji bölümümüzde saklanan bloklarında
c-erbB2 immünohistokimyal yöntem ile bakıldı, 0 ile 3 arasında derecelendirildi. 3 kür kemoterapi sonunda bilgisayarlı toraks tomografi bulguları karşılaştırılarak yapıldı. Bulgular: Ellibeş hasta değerlendirmeye alındı. Ortanca yaş 62,00 (44-78) idi. c-erbB2 pozitifliği
oranı (1-3. dereceler) %16 olarak bulundu. Hastaların tedaviye yanıt
oranları değerlendirildiğinde tedaviye cevap veren hasta grubunda
(CR+PR) 29 hasta vardı, tedaviye cevap alınamayan hasta grubunda
ise (SD+PD) 23 hasta vardı. Hastaların yanıtlara göre Cerb-B2 düzeyleri değerlendirildiğinde, c-erbB2 pozitif 9 hastanın, 6’sının (%
66) kemoterapiye cevapsız, 3 tanesinin ise tedaviye cevabı olduğu
bulundu (p=0.475) . Bir yıllık sağkalım oranları % 54 (c-erbB2 negatif için % 56, c-erbB2 pozitif için % 44), p=0,716.
19-23 Nisan 2007
Sonuç: İleri evre küçük hücreli olmayan akciğer kanserli hastalarda c-erbB2 pozitifliği oranı düşüktür ve gemsitabin-cisplatin kemoterapi cevabı üzerine olan etkisinin değerlendirilebilmesi için daha
fazla sayıda hasta içeren çalışmalara ihtiyaç vardır
Ref No: 577
PANKREAS METASTAZI VE TIKANMA SARILIĞI İLE
BAŞVURAN KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KARSİNOMU
1
Ref No: 569
GASTROİNTESTİNAL SİSTEM METASTAZI İLE SEYREDEN
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ VAKASI
1
Murat Koçer, 1Sadık Muallaoğlu, 1Saadet Tokluoğlu,
Ülkü Yalçıntaş Arslan, 1Gökhan Çelenkoğlu, 1Ayşe Gök Durnalı,
1
Güngör Utkan, 2Işın Pak, 1Necati Alkış
1
1
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Ankara Onkoloji Hastanesi Patoloji Kliniği
2
GİRİŞ: Primer akciğer karsinomunun ince barsak metastazı nadiren rapor edilmiştir. İnce barsak metastazları genellikle asemptomatik olup seyrek olarak perforasyon, obstrüksiyon veya çok daha
nadiren gastrointestinal (GIS) kanama şeklinde bildirilmiştir.
OLGU: 67 yaşında erkek hasta, akciğer ca tanısı ile dış merkezde opere ediliyor. Büyük hücreli karsinom geliyor. Adjuvant tedavi
önerilmeyen hastaya 8 ay sonra demir eksikliği anemisi nedeni yapılan özofagogastroduedonoskopisinde sol tonsil ve mide korpusunda
kanama odakları tespit edilmiştir. Tonsilden biyopsi alınan hastanın
patolojisi az diferansiye squamöz hücreli karsinoma olarak rapor ediliyor. Melena gelişen ve medikal tedaviye rağmen kanaması devam
eden hastaya yapılan laparatomide; ileum ve midede multipl sayıda
kanamalı 2 cm çaplı ülsere lezyon tespit ediliyor. İleum rezeksiyonu,
mideden kitle eksizyonu, sol tonsillektomi yapılan olgunun her üç
patolojisi malign melanoma metastazı olarak rapor ediliyor.
Tanıdan 1 yıl sonra merkezimize başvuran hastanın fizik muayenesinde; belirgin patoloji saptanmadı. Laboratuvar bulguları: Hb: 7,1
g/dL, koagülasyon profili ve diğer biyokimyasal parametreler normal olarak bulundu. Toraks ve abdomen bilgisayarlı tomografisinde
(BT) patoloji saptanmadı. Gelişen anemi nedeni ile tekrarlanan gastroskopide kronik eroziv antral gastrit ve biyopsi sonucu karsinoma
infiltrasyonu olarak rapor edildi. Hastanın önceki patoloji preparatları karşılaştırmalı olarak değerlendirildi ve hepsi de az diferansiye
adenokarsinoma olarak yorumlandı. Nüks küçük hücreli dışı akciğer
karsinomu (KHDAK) tanısı ile palyatif sisplatin 80mg/m2/gün 1.
gün, etoposit 120mg/m2/gün 1.2.3.gün, 21 günde başlandı. Hemoglobin değeri 6 kür boyunca stabil olduğu gözlendi. Kemoterapiden
(KT) sonra yapılan gastroskopi, torakoabdominal BT de patoloji saptanmadı. Kemoterapiden 6 ay sonra zaman zaman melana gözlenen
hastada tomografi, endoskopi, sintigrafi ve koagülasyon testlerinde
belirgin bir patoloji saptanmadı. Çöliak ve süperior mezenterik arter
DSA incelemesinde de aktif kanama bulgusuna rastlanmadı. Hastanın GIS kanamasının maligniteye bağlı olabileceği düşünülerek sisplatin, vinorelbin başlandı. KT ile birlikte melenası giderek kayboldu,
takip hemoglobin değerlerinde düşme saptanmadı. Altı kür KT alan
hasta tedavi bitiminden 4 ay sonra yeniden melena ile başvurdu.
Endoskopilerinde patoloji saptanmayan hastanın çölyak ve superior
mezenter arter anjiografisinde aktif kanama odağı gözlenmedi. Yapılan jejunoskopisinde: proksimal jejunum üzerinde sızdırır tarzda
kaçağı bulunan kitle tespit edildi. Hastaya parsiyel ince barsak rezeksiyonu yapıldı. Patoloji sonucu karsinom metastazı, non small cell
karsinom ile uyumlu bulundu. Üçüncü sıra KT düşünülmedi. Dengesizlik şikayetiyle çekilen Kranial MRI da multipl infark alanları ve
iskemik alanlar vardı. Metastaz yoktu. Tanıdan 3.5 yıl sonra ex oldu.
SONUÇ: GIS kanaması ile başvuran KHDAK de olası GIS metastazı akılda tutulması gereklidir.
Sungate Port Royal, Antalya
Murat Koçer, 1Sadık Muallaoğlu, 1Saadet Tokluoğlu,
Ülkü Yalçıntaş Arslan, 1Gökhan Çelenkoğlu, 1Güngör Utkan,
2
Gülay Bilir Dilek, 1Necati Alkış
1
1
2
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Ankara Onkoloji Hastanesi Patoloji Kliniği
GİRİŞ: Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) en sık karaciğer,
kemik ve beyine metastaz yapar. Pankreas metastazı nadir rastlanmakta olup tıkanma sarılığı ile başvuran küçük hücreli akciğer karsinomu olgusu sunulmuştur.
OLGU: 53 yaşında, erkek hasta öksürük, kanlı balgam, nefes darlığı nedeni ile başvurduğu merkezde sol hiler kitle şüphesi nedeni
ile yapılan toraks bilgisayarlı tomografisinde (BT) de sol hilusta
ana bronşu ve alt lop bronşunu çevreleyen düzensiz konturlu infiltran kitle tespit edilmesi üzerine yapılan bronkoskopide sol alt lop
girişini tama yakın tıkayan endobronşial lezyon saptandı. Biyopsi
sonucu küçük hücreli akciğer kanseri olarak gelen hasta ikter ile
merkezimize başvurdu. Özgeçmişinde 25 yıl 30 paket/yıl sigara öyküsü olan hastanın fizik muayenesinde ECOG performans statusu
1, cilt ve konjuktivalar ikterik, karaciğer midklavikuler hattı 5 cm
geçecek şekilde palpabl olarak bulundu. AST: 263 IU/L, ALT: 729
IU/L, total bilirubin: 14,76 mg/dL, direkt bilirubin: 8,93 mg/dL bulundu. Anti-HCV, Anti-HIV, HBsAg negatif olarak saptanan hastada
abdominal ultrasonografide hepatomegali, intrahepatik ve extrahepatik safra yollarında dilatasyon safra kesesinde hidrops ve lümende seviye veren çamur ve milimetrik kristaller tespit edildi. Yapılan
abdominal tomografide, pankreas başında kalınlaşma ve pankreas
başında düzensiz sınırlı 1,5 cm hipodens alan tespit edildi. Yapılan
ERCP’de (endoskopik retrograd kolanjiopankreotikografi) papilla
normal, distalde malign darlık tespit edildi ve stent takıldı. Pankreas
başındaki lezyondan yapılan biyopsi sonucu nöroendokrin diferansiyasyon gösteren küçük hücreli karsinom metastazı ve akciğerdeki
patoloji ile uyumlu bulundu. Hastanın yapılan uzak organ taramalarında kemik sintigrafisi ve kranial tomografisinde patoloji tespit
edilmedi. Bilirubin düzeyleri stend uygulaması sonrasında giderek
gerileyerek normal sınırlara dönen hastaya, metastatik küçük hücreli
akciğer kanseri tanısı ile sisplatin 80 mg/m2/gün 1.gün, etaposit 120
mg/m2/gün 1.2.3.gün 21 günde bir olmak üzere başlandı. Üçüncü
kürden sonra yapılan tomografide yanıt gözlenen hastada altıncı kür
tedavisi sonrasında lezyon boyutları stabil bulundu ve hastanın 9 ay
sağkalımı ile takibi sürmektedir.
SONUÇ: Tıkanma sarılığı ile başvuran olgularda, hepatobiliyer
sistem dışındaki tümörlerin nadir de olsa metastazları sonucu oluşabileceği akılda tutulmalıdır. Pankreas sık görülen metastaz yeri değildir. Pankreasa en sık metastaz yapan histolojik tip küçük hücreli
karsinomdur.
Ref No: 579
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİNDE 2006 YILINDA
TEDAVİ GÖREN KADIN AKCİĞER KANSERİ OLGULARININ
ÖZELLİKLERİ
Murat Koçer, Sadık Muallaoğlu, Saadet Tokluoğlu,
Ülkü Yalçıntaş Arslan, Gökhan Çelenkoğlu, Güngör Utkan, Necati Alkış
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
AMAÇ: 2006 yılı içinde hastanemizde takip ve tedavisi yürütülmekte olan Akciğer kanseri tanısı almış kadın hastaların demografik
ve patolojik alt grup özelliklerini araştırmak hedeflendi.
MATERYAL VE METOD: 2006 yılında Ankara Onkoloji Hastanesi’ ne başvuran histopatolojik olarak dökümante edilmiş akciğer
79
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
kanseri tanısı almış olan 20 kadın hasta retrospektif olarak değerlendirilmeye alındı.
BULGULAR: Yaşları 37 ile 75 arasında değişen (ortanca=60) toplam 20 tane kadın hastanın retrospektif değerlendirmesinde: 1 tane
yassı epitel hücreli, 1 tane büyük hücreli, 8 tane adenokarsinom, 2 tane
bronkoalveolar ve 1 hastanın ise histolojik alt grubu belli olmamak
üzere toplam 13 tane küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) ile
7 tane Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) mevcut idi. Tüm hastaların 8 tanesinde sigara öyküsü yok iken, 5 tanesinde sigara öyküsü
mevcut, 7 tanesinde içip içmediğine ait veri yoktu. KHDAK lı hastaların tanı aldığında 7 tanesi nonmetastatik iken, 6 tanesi de tanı sırasında metastatik olduğu tespit edildi. Tanı anında 3 hastada rastlanılan
kemik metastazı en sık rastlanılan metastaz bölgesi olarak bulundu.
Diğer metastaz yerleri arasında beyin, servikal lenf nodları ve supraklavikular lenf nodu yer almaktaydı. KHAK’ li hastalarda ise tanı
anında 4 tanesinde sınırlı hastalık gözlenirken 3 tanesinde ise yaygın
hastalık mevcut idi. KHAK lı hastaların metastaz yerleri arasında kemik, skalen ve servikal lenf nodları yer almaktaydı. Değerlendirilen
hastaların 17 tanesine tanı sonrasında sisplatin tabanlı kemoterapi
verilmişti (7 hastaya sisplatin+etaposit, 5 hastaya sisplatin+vinorelbin,
3 hastaya sisplatin+docetaxel, 2 hastaya sisplatin+gemsitabin) . İki
hastaya performansından dolayı kemoterapi önerilmemişti. KHDAK
(beyin metastazı) ile başvuran bir hastada sadece radyoterapi (RT) alıp
sonraki tedavilerine ilişkin bir bilgiye rastlanılmadı.
SONUÇ: Bayanlarda son zamanlarda akciğer kanseri sıklığı artmaktadır. Çalışmamızda değerlendirilen 20 hastanın 13 tanesi
KHDAK iken, 7 tanesi de KHAK idi. KHDAK lı grupta ağırlıklı histolojik alt grubu adenokarsinom oluşturuyordu.
Ref No: 598
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİNDE (KHAK)
SİSPLATİN-ETOPOSİD VE SİSPLATİN-ETOPOSİD İLE
ALTERNE UYGULANAN SİKLOFOSFAMİDE-VİNKRİSTİNEPİRUBİCİN TEDAVİSİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Begüm Ökten, Didem Karaçetin, Özlem Maral, Berrin Yalçın,
Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç : Kemoterapinin (KT) küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK)
tedavisinde etkinliğinin anlaşılmasına rağmen, en iyi rejimin hangisi
olduğu konusunda kesin bir karara varılmamıştır. Bu çalışmada Sisplatin ve etoposidle alterne uygulanan siklofosfamid-vinkristin-epirubucin kombine tedavisi ile sadece sisplatin-etoposide tedavisini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal-Metod : Ocak 2004-Temmuz 2005
tarihleri arasında kliniğimize başvuran, KHAK’li hastalardan düzenli
kontrollere gelen ve en az 4 kür kemoterapi alan 34 olgu kemoterapi
rejimlerinin etkinliğini araştırmak üzere retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar değerlendirildiğinde, ortalama yaş 59 (45-72), hastaların 32’si erkekti, hastaların tamamında yaygın hastalık mevcuttu.
Hastaların 18’ine sisplatin-etoposid (CE), 16’sına ise alterne protokol
uygulandı. Alterne uygulanan grupta (CE/ CEV) ; Sisplatin 1, 3, 5. sikluslarda 1. gün 100 mg/m2/IV, 1-3. günlerde etoposid 120 mg /m2 /IV
dozlarda alterne uygulanan 1. ve 2. günler siklofosfamid 500 mg/m2/
IV, 1. gün vinkristin 2 mg/IV ve 1.ve 2. günler epirubicin 50 mg/m2/
IV, 2, 4 ve 6. siklusları içeren tedavi uygulandı.. Hastaların 22’sine tedaviden sonra toraksa radyoterapi uygulandı. Hiçbir hastaya profilaksi
amacıyla kranial radyoterapi uygulanmadı. ECOG’a göre 18 hastanın
performans durumu 1, 16 hastanın ise 2 idi.
Tartışma ve Sonuç : KT sonunda CE/ CEV kolunda %62 (10 hasta)
hastada parsiyel yanıt CE kolunda %44 (8) parsiyel yanıt sağlandı.
Bu olgularda medyan sağkalım (MS) süreleri alterne kolda 14.6 ay,
CE kolunda 9.9 ay (p : 0.005), 2 yıllık sağ kalım alterne kolda %15
olarak bulundu..
CE kolunda 5, alterne kolda 4 hastada local, CE kolunda 7,alterne
kolda 4 hastada beyin, CE kolunda 1, alterne kolda 2 hastada kara-
80
ciğer, alterne kolda1 hastada kemik, CE kolunda 1 hastada surrenal
metastaz oluştu. Grade III -IV lökopeni %14 / %12 (CE/alterne), grade III -IV bulantı ve kusma %10 / %15, alopesi her iki grupta %60
oranında gözlendi. CAV/EP alterne KT rejimi, alterne verilmeyen
rejimlerle karşılaştırıldığında, CAV/EP alterne KT rejiminin anlamlı
sağkalım avantajına sahip olduğu saptandı. Alterne kemoterapi rejiminin KHAK’de daha uzun sürvi, ve cevap oranlarına sahip, iyi tolere edilen, toksisitesi oldukça az bir tedavi olduğu sonucuna varıldı.
Ref No: 601
DERİ METASTAZI YAPAN AKCİĞER ADENOKANSERİ: OLGU
SUNUMU
1
Pervin Hürmüz, 1Faruk Zorlu, 2Gülten Tekuzman
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Olgu Sunumu:
50 yaşında kadın hasta, sol taraf yerleşimli akciğer adenokanseri
tanısıyla opere edilmiş ve yaygın lenf nodu tutulumu ve karaciğer
metastazı (T2N3M1) izlenmesi ile kemoterapisine (KT) başlanılmıştı. Altıncı kür KT sonrasında izlemde gelişen beyin metastazları
nedeniyle bölümümüze refere edildi. Beyin manyetik rezonans görüntülemesinde en büyüğü sağ serebellar yerleşimli multipl metastatik kitleler bulunan hastanın nörolojik muayenesi normaldi. Kranial
300 cGy/fraksiyon/gün ile toplam 3000 cGy sonrası lokalize hastalığa yönelik 1500 cGy ek doz uygulanan hastada tedavinin üçüncü
haftasında sol göğüs duvarında, hızla büyüyen inflamatuar tipte iyi
sınırlı ülseratif lezyon gelişti. 6x7 cm’lik lezyondan alınan biyopsi
sonucu akciğer kanserinin cilt metastazı ile uyumlu geldi. Lezyon
boyutlarında artış ve kanama nedeniyle bu bölgeye yönelik palyatif
12 MeV enerji ile 400 cGy/fraksiyon/gün’den toplam 2000 cGy RT
uygulanıldı. Tedavinin ikinci günü kanama durdu. İzlem sırasında
gelişen solunum problemleri ve enfeksiyöz komplikasyonlar destek
tedavilere yanıt vermedi ve hasta kaybedildi.
Sonuç:
Akciğer kanserinin deriye metastazı seyrektir (2-9 %) ve prognostik öneme sahiptir (1,2) . Özel bir görünümleri olmadığı için hastalarda ortaya çıkan deri lezyonları konusunda izlemde dikkatli olunmalı ve metastaz olma olasılığı gözönünde bulundurulmalıdır.
Kaynaklar:
1.Molina Garrido MJ, Guillen Ponce C. Cutaneous metastases of
lung cancer. Clin Transl Oncol. 2006 May; 8 (5) : 330-3
2. Schoenlaub P, Sarraux A. Survival after cutaneous metastasis:
a study of 200 cases. Ann Dermatol Venereol. 2001 Dec; 128 (12) :
1310-5
Deri metastazı yapan akciğer adenokanseri
Sol göğüs duvarında ortaya çıkan kanamalı inflamatuar lezyon
Ref No: 628
32 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ VAKASININ
RADYOTERAPİ UYGULAMASI SIRASINDAKİ ALAN
DEVİASYONLARI
1
Durmuş Etiz, 1Seda Baloğlu, 1Fulya Çolak Ataizi, 2Hüseyin Yıldırım
1
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
2
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
Küçük Hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) iki boyutlu radyoterapi planlamalarında hedef alanın tümörü kapsamasında %15
civarında hata tespit edilmektedir. Bu amaçla uygulanmaya başlayan
üç boyutlu radyoterapi uygulamalarında hedef volümün belirlenmesi ve uygulama sırasında hastanın ve/veya tümörün hareketlerinin
saptanıp tedavi planlamasında hesaba katılması tedavi başarısı açısından esastır.
19-23 Nisan 2007
AMAÇ: Bu amaçla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Radyasyon
Onkolojisi Kliniğinde küratif amaçlı konformal radyoterapi uygulanmış 32 KHDAK vakası incelenmiştir.
GEREÇ-YÖNTEM: Planlamada, tomografide görülen makroskopik tümör ve mediastende kısa çapı 1cm’den büyük lenf nodları
gross tümör volümü (GTV) olarak belirlenmiş, skuamöz hücreli
kanserlerde subklinik hastalık marjı olarak 6mm, adenokarsinomlarda 8mm marj verilerek klinik hedef volüm (CTV) saptanmıştır.
Hastanın radyoterapi sırasındaki hareketleri ve solunum nedeniyle
akciğerdeki tümörün hareketlerine bağlı emniyet marjı olarak 15
mm alan açılmış ve planlanan hedef volüm (PTV) belirlenmiştir. Bu
çalışmada her vakanın ilk radyoterapi fraksiyonu, 15.fraksiyonu ve
son tedavi fraksiyonundaki portal radyoterapi görünütülerinin orta
noktası ile planlamadaki dijital yaratılmış radyografilerin (DRR)
görüntüleri, “Radyasyon Onkolojisi Bilgi Yönetim Sistemi”nde karşılaştırılmış ve tedavideki mediolateral (x ekseni) ve kraniokaudal
(y ekseni) sapmalar mm. cinsinden hesaplanmıştır. Bu sapmaların
PTV’de verilen emniyet marjı içinde kalıp kalmadığı sorgulanmıştır.
Simülasyon sırasında 24 vakada immobilizasyon kalıbı, 18 vakada
T-bar kullanılmıştır.
BULGULAR: Tüm grupta median tümör volümü 143 cc (33-1207cc), ortalama akciğer volümü 4501 cc (2913-6308cc) ’dir. İlk radyoterapi seansında ortalama sapma 6.3 mm, 15.seansta 5mm ve son
radyoterapi seansında 5.7mm olarak saptanmıştır. Radyoterapinin
başlangıcı, ortası ve son seansı arasındaki deviasyonlarda anlamlı
fark saptanmamıştır (p>0.05) . Tümör volümü 143 cc’den küçük olan
hastalarda ilk, orta ve son seansdaki deviasyonlar sırası ile 6.9mm,
6.3mm ve 5.2mm iken 143cc’den büyük tümörlerde 5.7mm, 3.8mm
ve 4.8mm deviasyon saptanmıştır. Hacimleri büyük tümörlerin solunuma bağlı olarak daha az yer değiştirdiği düşünülmüştür. Akciğer
volümü 4500 cc altında olan hastalarda ortalama deviasyon sırası ile
5.9mm, 4.2mm ve 6.1mm iken, volümü 4500cc üstinde olan hastalarda 6.7mm, 6mm ve 4.1mm’dir. Akciğer volümünün tedavideki
deviasyonları arttırıcı veya azaltıcı etkisi saptanmamıştır (p>0.05) .
İmmoblizasyon kalıbı (6.3mm-5.1mm-5.2mm) ve T-bar kullanılan
(6.7mm-5.3mm-4.7mm) ve kullanılmayan hastalarda[kalıp (6.4mm5mm-8mm) T-bar (5.9mm-4.8mm-7.1mm) ] deviasyonlarda belirgin farklılık saptanmamıştır (p>0.05) .
SONUÇ: Kliniğimizde kullanılan 15mm’lik PTV marjı, radyoterapi uygulamamız sırasındaki deviasyonları kapsayan bir marj’dır.
veya pozitif cerrahi sınır varlığında ise tümör volumü veya toraks
duvarına radyoterapi uygulandı. Radyoterapi Co60 veya 15-18 MV
lineer hızlandırıcı kullanılarak yapıldı. Radyoterapi dozları 46-66 Gy
arasında değişmekteydi. 46 Gy’in üstüne çıkılan durumlarda medulla spinalis alan dışı bırakıldı. Cerrahi sınırı pozitif ya da yakın olan
olgularda 45-50 Gy sonrası ek doz verildi. Lokal kontrol ve sağkalım
sonuçları Kaplan Meier yöntemi ile bulundu. Prognozu etkileyen
faktörlerin univariye ve multivariye analizi ise Cox regresyon analizi
kullanılarak yapıldı. Cinsiyet, yaş, operasyon tipi, histoloji, grad, primer tümör boyutu,T evresi, N evresi, perinodal invazyon, kan damarı invazyonu, lenfatik invazyon, pozitif lenf nodu sayısı ve seviyesi,
cerrahi sınır, göğüs duvarı ve plevra invazyonu incelendi.
BULGULAR: Yaşayan hastalarda ortanca izlem süresi 53 (12-182)
aydı. 33 olguda lokal nüks, 51 olguda ise uzak metastaz saptandı. Lokal kontrol oranları 2 ve 5 yıllık % 67 ve %60’dı. İki ve 5 yıllık hastalıksız sağ kalım oranları ise %31 ve %25 iken hastalığa bağlı sağkalım
oranları sırasıyla 40% ve 24% olarak bulundu. Univariye analizlerde
toraks duvarı ve kan damarı invazyonu (p= 0.035, p=0.024), cerrahi sınır pozitifliği ve pnömonektomi dışı cerrahiler lokal kontrolü
olumsuz yönde etkiliyordu. Histolojik gradı 3 olan olgular ve 5’den
fazla mediastinel lenf nodu tutulumu olan olgularda da hastalıksız
sağ kalım oranları diğer olgulara göre daha düşük bulundu (p=0.01,
p=0.032) . Sağkalıma bakıldığında nodal evresi yüksek olan, yüksek grad tümörlü ve tümör nekrozu olan olgularda sonuçlar daha
kötüydü (p=0.054, p=0.01, p=0.022) . Multivariye analizde ise lokal
kontrolde kan damarı ve toraks duvarı invazyonu varlığı, hastalıksız
sağkalımda grad ve nodal tutulum, sağkalımda ise grad ve nekroz
oranı bağımsız prognostik değişkenler olarak bulundu.
SONUÇ: Bu retrospektif analizde kullanılan veriler heterojen olmakla birlikte lokal kontrol ve sağ kalım değerleri literatürle karşılaştırılabilir düzeydedir.
Ref No: 657
AMAÇ: Üst lob tümörlerinin tedavi yaklaşımlarını değerlendirerek sağ kalım ve prognostik faktörlerin incelenmesi
HASTALAR VE YÖNTEM: 1999–2001 yılları arasında İ.Ü. Onkoloji Enstitüsüne başvuran toplam 107 üst lob tümörlü hasta, retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
Median yaş: 58 y (38–85 y), erkek kadın oranı 1043 tür. En sık
başvuru semptomları sırt-omuz ağrısı (35 hasta, %32,7), kilo kaybı
(13 hasta, %12,1) ve hemoptizi (12 hasta, %11,2) ’dir, ayrıca 7 hastada
(% 6,5) horner sendromu saptanmıştır.
Tümörler 39 hastada (% 36,4) sol akciğer, 66 hastada (%63,6) sağ
akciğer yerleşimlidir. Histopatolojik olarak 62 hastada (% 57,9) yassı epitelyal hücreli karsinom ve 35 hastada (%32,7) adeno karsinom
saptanmıştır.
Evrelere göre dağılım 7 hasta (%6,5) evre I; 5 hasta (%4,6) evre II;
42 hasta (%39,2) evre III A; 45 hasta (%42) evre III B şeklindedir.
SONUÇLAR: Hastalara uygulanan tedaviler 4 başlık altında toplanabilir;
1) Neoadjuvan kemoradyoterapi (45 Gy RT ve CDDP + Etoposide (9 hasta, % 60) veya Taxotere+Carboplatin (4 hasta, %27,7) veya
CDDP+Navelbine (2 hasta % 13,3)
2) Cerrahi (üst lobektomi veya pnömonektomi) ± kemoradyoterapi
3) Radikal kemoradyoterapi (60 Gy RT + yukarıda belirtilen kemoterapi rejimleri)
4) Yalnız Radikal radyoterapi: 60- 64 Gy RT
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE(KHDAK)
PATOLOJİK EVRE 3 VE CERRAHİ SINIRI POZİTİF VEYA
YAKIN T3N0 OLGULARDA POSTOPERATİF RADYOTERAPİ
SONUÇLARI
1
Özlem Yetmen, 1Fazilet Öner Dinçbaş, 1Beyhan Ceylaner,
Mehmet Sar, 2Büge Öz, 1Sedat Koca
2
1
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
AMAÇ: Postoperatif KHDAK’de radyoterapi yapılan olgularda
lokal kontrol, yaşam sonuçları ve prognostik faktörler retrospektif
açıdan değerlendirildi.
MATERYAL VE METOD: 1978-2004 yılları arasında Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine başvuran ve postoperatif radyoterapi uygulanan KHDAK tanılı 111 olgu incelenmiştir.
Olguların 85’i patolojik evre 3 ve 26’sı ise cerrahi sınırı yakın veya
pozitif T3N0 olgulardı. Kadın/ erkek oranı 9/102 idi. Histopatolojik
olarak 73 olgu skuamöz hücreli, 38 olgu skuamöz hücreli olmayan
KHDAK tanısını almıştı. Cerrahi tiplerine bakıldığında 47 olguya lobektomi, 50 olguya pnömonektomi, 10 olguya bilobektomi, 4
olguya wedge rezeksiyon uygulanmıştı. Mediastinal örnekleme yapılmayan olgular, bazı N1 olgular (hiler N1, perinodal invazyonlu
ve paket yapmış) ve N2 olgulara mediastinal ışınlama yapıldı. Yakın
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 699
AKCİĞER ÜST LOB TÜMÖRLERİNİN RETROSPEKTİF ÖN
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
1
1
2
Bilgehan Şahin, 1Arzu Ergen, 1Esra Kaytan Sağlam, 2Yeşim Eralp,
Ethem Nezih Oral, 1Ahmet Kizir
Istanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı
81
AKCİĞER KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Cerrahi ± kemoradyoterapi 51 hastaya (% 47,6), radikal kemoradyoterapi 27 hastaya (%25,2) uygulanmıştır. Dokuz hastada (%8.4)
yalnızca radikal radyoterapi, 20 hastada (%18.6) neoadjuvan tedavi
[preoperatif RT 6 hastada (%5.6), preoperatif KT 9 hastada (% 8.4),
preoperatif KTRT 5 hastada (% 4.6) ] uygulanmıştır.
Lokal yineleme veya progresyon 29 hastada (% 27,1), uzak metastaz 61 hastada (% 57) görülmüştür. En sık metastaz bölgeleri kemik
(21 hastada %34,4), beyin (8 hastada %13,1) ve sürrenal (5 hastada %
8,1) dir. Median sağ kalım 14,3 ay, 2 yıllık sağ kalım hızı %43,2’dir.
SONUÇ: Ön sonuçlarımızın değerlendirildiği çalışmada, hastaların sıklıkla lokal ileri evrede başvurmaları ve erken dönemde metastaz gelişimi sonuçları negatif etkilemiştir. Tedavi modaliteleri arasında anlamlı kıyaslama yapabilmek için daha geniş serilere ihtiyaç
vardır.
hastalıkta %40-68 arasında değişmektedir. Sınırlı evrede KT’yi takiben gelişen lokal yinelemelerin fazlalığı ve yinelemelerin daha çok
primer tümör bölgesinde olması nedeniyle RT önem kazanmaktadır.
Bizim çalışmamızda GSK ortanca 18 ay olarak bulunmuştur. Beyin
metastazı insidansı PKI ile %50’lerden %5’lere gerilemektedir. Çalışmamızda PKI uygulanan olguların sadece 2’sinde (%12,5) beyin
metastazı geliştiği görülmüştür.
Ref No: 729
AŞIRI HİPERKALSEMİ GELİŞEN METASTATİK KÜÇÜK
HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ: OLGU SUNUMU
1
1
1
Ref No: 704
KÜRATİF KEMO-RADYOTERAPİ ALMIŞ KÜÇÜK HÜCRELİ
AKCİĞER KARSİNOMLU OLGULARIMIZDA YANITIN
SAĞKALIM ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Huriye Öztürk, 1Süreyya Sarıhan, 2Ender Kurt, 3Mehmet Karadağ,
Sibel Çetintaş, 1Meral Kurt, 1Candan Demiröz
1
1
UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
UÜTF Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
UÜTF Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
2
3
AMAÇ: Akciğer kanserlerinin %15-25’ini oluşturan küçük hücreli
akciğer karsinomunda (KHAK) küratif radyoterapi (RT) sonuçlarımızı değerlendirmek.
GEREÇ-YÖNTEM: Ekim 1995-Aralık 2005 tarihleri arasında
UÜTF Radyoterapi Merkezinde küratif RT almış olan 49 KHAK’li
olgu incelenmiştir. Olguların 7’si kadın 43’ü erkekti. Medyan yaş
54’tü (30-77 yaş) . Olguların 45’inde sigara anamnezi vardı. Sigara
alışkanlığı medyan 30 (9-60 yıl) yılda 25 adet/gün (10- 100 adet/gün)
şeklinde idi. Hepsi sınırlı evre olup 1’i E1A, 5’i EIIB, 9’u EIIIA, 34’ü
EIIIB idi. Radyoterapi; primer tümör, hiler ve mediastinal lenf nodlarına Lineer akseleratör ile 6-15-25 MV’luk foton enerjisiyle ortanca 5400cGy (3000-6300cGy) /180cGy fraksiyon dozuyla uygulandı.
İstatistiki analizlerde Kaplan-Meier yöntemi kullanıldı.
BULGULAR: Olgular Ocak 2007’de değerlendirildi. Radyoterapi
öncesi 46 olguya ortanca 6 kür (1-9kür) kemoterapi (KT) verildi.
Kemoterapi sonrası yanıt elde edilen 35 olgunun 19’unda tam (TY),
16’sında parsiyel yanıt (PY) vardı. En sık kullanılan KT rejimi; Sisplatin-Etoposid kombinasyonuydu. Radyoterapi sonrası değerlendirmede KT ile PY alınan 6 ve stabil olan 1 olguda TY elde edildiği
görüldü. Yedi olguda lokal nüks saptanırken 28 olguda metastaz
saptandı: beyin (n: 14), kemik (n: 4), sürrenal (n: 1), lenf nodu (n:
2), multipl (n: 7) . Radyoterapi sonrası TY elde edilen 16 olguya ortanca 3000 cGy (2400-4000 cGy) proflaktik kranial ışınlama (PKI)
uygulandı (1 olgunun PKI’sı myokard enfarktüsü geçirdiği için 1200
cGy’de kesildi) . PKI yapılan olgulardan ikisinde (%12,5) 4. ve 19.
aylarda nüks gelişti. Tam yanıt elde edilemeyen ya da metastaz saptandığı için PKI yapılamayan 33 olgunun 16’sında (%48) kranial metastaz vardı. Ortanca 14 aylık izlemde (2-70 ay) tüm hastalar için
genel sağ kalım (GSK) ortanca 18 ay (2-64 ay), hastalıksız sağkalım
(HSK) ortanca 12 ay (1-66 ay) olarak bulundu. Bir ve 2 yıllık GSK ve
HSK oranları, sırasıyla; %71,4, %30,6 ve %25,8, %12 olarak bulundu.
Kemoterapi ve RT sonrası TY elde edilen 25 olguda, ortanca, 1 ve
2 yıllık GSK oranları; 21 ay (8-72 ay), %80 ve %32 olarak bulundu.
Tam yanıt elde edilemeyen 24 olguda ise sırasıyla; 15 ay (2-64 ay),
%59, %29 oldu (p>0.05) . Hastalıksız sağkalım açısından yapılan değerlendirmede; TY elde edilen olgularda ortanca, 1 ve 2 yıllık HSK
oranları; 7 ay (1-66 ay), %33,7 ve %15 bulunurken, TY elde edilemeyenlerde sırasıyla; 4 ay (1-32 ay), %15 ve %0 oldu (p=0.076) .
SONUÇ: Tüm akciğer kanserleri arasında %15-25 oranında görülen KHAK KT’ye duyarlıdır. Kemoterapi sonrası TY oranları sınırlı
82
2
Taflan Salepçi, 1Mesut Şeker, 1Berkant Sönmez, 1Ayhan Kaya,
F. Yavuz Erkal, 1Derya Öztaş, 1Ömür Volkan, 2Mustafa Yaylacı, 1Ali Yayla
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
GİRİŞ: Kanser hastalarının % 20-30’unda hastalıklarının seyri sırasında hiperkalsemi ortaya çıkmaktadır. Hiperkalsemi mental bozukluk, koma ve renal yetmezlik gibi tablolara neden olabilmektedir.
Bu komplikasyonlar özellikle ileri evre kanserli hastalarda görülmektedir. Kanserli hastalarda hiperkalseminin gelişmesi kötü prognozu
gösterir ve bu hastaların % 50’sinde yaşam beklentisi oldukça kısadır.
Burada metastatik küçük hücreli akciğer kanseri olgusunda gelişen
aşırı hiperkalsemili bir olgu sunulmuştur.
OLGU: 46 yaşında erkek hasta halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı ve
sağ bacakda travma sonrası ağrı ve şişlik yakınması nedeniyle yapılan tetkiklerinde Ca: 19 mEq/L saptandı. Fizik muayenede sağ uylukta palpe edilen 10x10 cm kitle dışında özellik yoktu. Laboratuar
bulgularında üre: 61 mg/dl, kreatinin: 2.2 mg/dl, albumin: 3.3 mg/L,
globulin: 3.4 mg/L, sedimantasyon: 98 mm/saat, WBC: 25100/mm3,
Hb: 11.3 g/l, CRP: 174 tesbit edildi. Parat hormon ve diğer laboratuar bulguları normaldi. EKG’de hiperkalsemi ile ilgili bulgular tesbit
edilmedi. Akciğer grafisinde sol sinüs kapalıydı. Çekilen torax BT’de
sol akciğer alt lobda 7 cm çapında kitle, batın BT’de paraaortik bölgede 35 mm çapında metastatik LAM pakesi saptandı. Sağ uyluk MR’da
10 cm çapında kitle vardı. Bu kitleden alınan biopsi sonucu küçük
hücreli dışı akciğer kanseri metastazı ile uyumlu geldi. Hastanın
hiperkalsemisi için i.v. sıvı, diüretik, steroid ve pamidronat tedavisi
verildi. Ca ve üre-kreatinin değerleri tedavinin 5. gününde normale
döndü. Paklitaxel carboplatin kemoterapisi başlanan hasta tedavinin
3. ayında hastalık progresyonu nedeniyle kaybedildi.
TARTIŞMA: Hiperkalsemi aritmi, böbrek yetmezliği, asidoz,
dehidratasyon ve koma gibi nedenlerle ölüme neden olabilen metabolik bir acil durumdur. Kanserli hastalarda gelişen hiperkalsemi
çoğunlukla paratiroid hormon related pepdid salınımına bağlı humoral hiperkalsemidir. Bu hastada olduğu gibi ileri evre kanseri olan
bir hastalarda primer hiperparatiroidizm, tiazid diüretik kullanımı
ve granulomatoz hastalıklar gibi diğer hiperkalsemi yapan nedenler
dışlandıktan sonra hiperkalsemi nedeni kansere bağlanmalıdır. Bu
hastaların prognozu kötü olmasına rağmen hiperkalsemi tedavisi
acilen başlanmalı ve mümkün olan hastalarda altta yatan hastalığa
yönelik tedavi öncelikle başlanmalıdır.
Ref No: 730
MALİGN MEZOTELYOMA TEDAVİSİNDE PEMETREXED
KULLANIMI
Berksoy Şahin, Burak Tellioğlu
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Malign mezotelyoma (MM), görülme sıklığı son yıllarda artan ve
önümüzdeki 20-30 yıl boyunca da bu artışın devam edeceği öngörülen malign bir tümördür. En sık plevrada görülür. MM’de ortalama
yaşam süresi, herhangi bir tedavi uygulanmadığı taktirde 4-12 ay
arasında değişir. Kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi tedavi konusun-
19-23 Nisan 2007
BİLDİRİLER
da yeni gelişmeler olmasına rağmen bu tedavilerin hastaların yaşam
süresine olumlu katkıda bulunduğuna dair hâlâ genel kabuller oluşmamıştır. Bu bildirinin amacı MM tedavisinde pemetrexed ve cisplatin kombinasyonu kullanımının değerlendirilmesidir.
Mart 2004 tarihinde kliniğimize başvuran hastanın, yaklaşık üç
ay önce sağ kolunda ve boynunda şişlik ortaya çıkmış. Bu nedenle
yapılan toraks bilgisayarlı tomografi tetkikinde paraaortik, paratrakeal ve supraklavikular lenfadenopatiler tespit edilmiş. Aynı zamanda boyun ultrasonografisinde bilateral servikal lenfadenopati
saptanmış ve takibinde yapılan sağ skalen lenf nodu biyopsi sonucu,
karsinom metastazı olarak değerlendirilmiş. Tarafımızdan primer
odağı saptamaya yönelik yapılan incelemelerde herhangi bir bulguya
rastlanmadı. Hasta patologlar ile yeniden konsülte edildi ve yapılan
immünohistokimyasal çalışmalar sonucunda olgunun malign mezotelyoma olduğuna karar verildi. Bunun üzerine hastaya pemetrexed
ve cisplatin tedavisi uygulandı. On beş siklüs kemoterapi uygulandıktan sonra yapılan kontrol bilgisayarlı tomografi incelemelerinde
hastada tam remisyon elde edildiği görüldü.
Malign mezotelyoma’da (MM) ortanca yaşam süresi bir yıldan azdır. Cerrahi, kemoterapi ve radyoterapinin yaşam süresini uzatmaya
katkısı kuşkulu olup, erken evre hastalıkta kombine tedavi ile uzun
süreli sağkalım elde edilebilmektedir. Artan olgu sayısına karşın tedavideki bu önemli kısıtlılık MM’yi yeni tedavi seçenekleri için aday
hale getirmektedir. Pemetrexed ve cisplatin kombinasyonu, nispeten
kemorezistan olan bu hastalıkta bugüne kadar en iyi sonuçların elde
edildiği bir tedavi alternatifidir. Bu başarıda yeni jenerasyon antimetabolit olan pemetrexed’in payı oldukça yüksektir. Bizim olgumuz,
bu ajanlar ile tedavi edildikten sonra tam remisyona girmiş bir metastatik MM olması bakımından farklı bir öneme sahiptir. Olgumuzun bir başka ilginç yönü başlangıç klinik prezentasyonudur. Klinikopatolojik değerlendirmenin ne denli önemli olduğunu göstermesi
bakımından örnek bir hasta olması ayrıca dikkat çekicidir.
Ref No: 775
LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER
KANSERİNDE TEDAVİ SONUÇLARININ RETROSPEKTİF
DEĞERLENDİRİLMESİ
Özlem Maral, Berrin Yalçın, Didem Karaçetin, Begüm Ökten,
Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç. Lokal İleri Evre Küçük hücre dışı akciğer kanserli (KHDAK)
hastalarda radyoterapi, ardışık kemoterapi tolerabilitesi, tedaviye cevabın değerlendirilmesidir.
Materyal-Metod : Kliniğimize 2002-2005 yılları arasında müracaat eden 78 hasta değerlendirilmiştir. Hastaların 68’i erkek, 10’u kadındır. Medyan Yaş 57 (38-76) dır.
Hastaların 45’inde yüzde on ve üstünde kilo kaybı mevcuttu. 200
cGy/gün fraksiyon dozuyla, 50-64 Gy radyoterapi uygulandı. Cisplatin içeren kemoterapi rejimi 3-6 kür uygulandı. Hastaların 18’I ever
IIIA, 60’I ever IIIB idi. Histopatolojik sınıflandırmada 65 hasta skuamoz cell, 13 hasta adenokarsinomdu.
Sonuç : Medyan sağkalım 11.2 ay olarak bulundu (5-48 ay) . Hastaların %19.2’sinde (15) local progresyon, %44.8’inde (35 hasta) uzak
metastaz gelişmiştir. Metastaz yerleri: karaciğer (11), kemik (12),
beyin (9), surrenal (3) dir.Kemoterapiye bağlı toksisite 18 hastada
grade1-2 nötropeni, 6 hastada grade 3-4 nötropeni, 21 hastada grade
1-2 bulantı-kusma, hastaların %60’ında alopesi görüldü. Radyoterapiye bağlı olarak 14 hastada grade 1-2 anemi görüldü.Hastaların
15’ine ikinci seri kemoterapi olarak taxan kombinasyonlu rejimler
uygulandı.
Sungate Port Royal, Antalya
83
AKCİĞER KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
JİNEKOLOJİK KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 82
JİNEKOLOJİK TÜMÖRLERDE ÜÇ BOYUTLU KONFORMAL
RADYOTERAPİ VE YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ’NİN
KARŞILAŞTIRILMASI
1
Şefik İğdem, 1Tülay Ercan, 1Gül Alço, 1Funda Zengin,
Reyhan Yapar, 2Ahmet Öber, 2Sedat Turkan, 3Sait Okkan
1
1
Metropolitan Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü,
Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Istanbul Bilim Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
2
3
Amaç: Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi (YART) ile risk altındaki
dokular korunarak hedef volümlere yeterli dozlar verilebilmektedir. YART’ın pelvik radyoterapi uygulanan jinekolojik tümörlerde
potansiyel yararlarını araştırmak amacıyla bu dozimetrik çalışma
planlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Serviks ve endometrium kanseri tanısıyla kliniğimize başvuran 7’si postoperatif, 2’si küratif amaçlı 9 olguya pelvik
radyoterapi öncesi CT simülasyon yapıldı. Hedef volümler ve risk
altındaki organlar (RAO) ICRU 50’ye göre konturlandı. Uterus/serviks loju, parametrial dokular, vajinanın üst ½’si, common, eksternal
ve internal lenf nodu bölgeleri Klinik Hedef Volüm’e (CTV) dahil
edildi. Serviks kanserli ve serviks tutulumu yapmış endometrium
kanserli olgularda presakral lenf nodları da CTV’ye katıldı. CTV’ye
1cm eklenerek Planlanan Hedef Volüm (PTV) belirlendi. İnce barsak, rektum, mesane, femur başları ve kemik iliği (ileal kemik) RAO
olarak konturlandı. YART’de eşit aralıklı, koplanar, 7 alan; üç boyutlu
konformal radyoterapide (3DKRT) 4 alan kutu tekniği ve 18MV fotonlar kullanıldı. Olguların 6’sına 50.4Gy/1.8Gy fraksiyonda, 3’üne
45Gy/1.8Gy fraksiyonda uygulandı. RAO volümlerinin aldığı dozlar
ve ince barsağın mutlak volümü YART ve 3DKRT ile 7 doz seviyesinde (10, 15, 20, 25, 30, 40, 45Gy) karşılaştırıldı. Her doz seviyesindeki
ortalama volümler Eşleştirilmiş T testi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: YART planı 45Gy alan ince barsak volümünde tüm
olgularda azalma sağladı. 45Gy alan ortalama ince barsak volümü
3DKRT’de %22, YART ile %2 bulundu (p=0.0001) . 45Gy alan ortalama mutlak ince barsak volümü de YART ile 318cc’den 33cc’ye geriledi
(p=0.0001) . 15Gy’den az alan ince barsak volümlerinde anlamlı fark
gözlenmedi. Rektum ve mesane için de yüksek doza (>30Gy) maruz kalan volümlerde YART ile anlamlı bir düşüş sağlanırken, düşük
doza (<20Gy) maruz kalan volümlerde bir fark saptanmadı. Femur
başlarında ise düşük dozlarda (≤25Gy) YART anlamlı bir fark gösterirken, yüksek dozlarda (>30Gy) bu anlamlılık kayboldu. Kemik
iliğinde 10 ve 15Gy alan volümlerde anlamlı bir fark saptanmazken,
≥20Gy alan volümlerin YART ile anlamlı olarak azaldığı gözlendi.
Sonuçlar: YART pelvik radyoterapi uygulanan jinekolojik tümörlü
olgularda yüksek doza maruz kalan normal doku volümünü anlamlı olarak azaltmaktadır. Bu bulgu tedaviye bağlı yan etki insidansını
düşmesine neden olabilir. Ayrıca çalışmamızda YART ile düşük doza
maruz kalan normal doku hacimlerinde artış gözlenmemiştir.
Ref No: 354
ENDOMETRİUM KANSERLİ 116 OLGUDA
GENEL SAĞKALIMA ETKİSİ OLAN FAKTÖRLERİN
BELİRLENMESİNDE İKİ FARKLI İSTATİSTİK YÖNTEMİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
1
Füsun Tokatlı, 2Mevlut Türe, 1Ruşen Coşar Alas, 1Dilek Nurlu,
Gülden Bayır, 1Hasan Yılmaz, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı
2
AMAÇ: Bölümümüze 1999 – 2006 tarihleri arasında başvuran endometrium kanserli 116 olguda genel sağkalım üzerine etkili olan
faktörlerin yeni bir istatistik yöntemi olan CHAID (Chi-squared
84
Automatic Interaction Detector) analizi ile değerlendirilmesi ve Cox
regresyon analizi ile karşılaştırılmasıdır.
MATERYEL VE METOD: Ortanca yaş 63 (39–85), %85’i postmenopoze, %96’da TAH+BSO+PPALND yapılmıştır. Olguların patolojik dağılımı; 86 (%74) ’ı adenokarsinom, 11 (%9.5) ’i sarkom ve 19
(%16.5) ’u diğer karsinomlar şeklinde idi. Altmışbeş olgu (%56) Figo
I, 16 (%14) ’i II, 28 (%24) ’i III ve 7 (%6) ’i IV idi. Histolojik grad
hastaların %37’nde II dir. Otuzbir (%27.5) olguda postoperatif adjuvan radyoterapi endikasyonu konmamış, 85 (%72.5) olguda ortanca
50.4Gy/28fraksiyonda eksternal radyoterapi (ERT) ve 59 (%51) olguda ortanca 18Gy/3fraksiyonda brakiterapi (BT) verilmiştir. Sadece
8 olguya kemoterapi uygulanmıştır. Genel sağkalım süresi üzerine
etkisi olan faktörler bir sınıflandırma ağacı yöntemi olan CHAID
analizine göre değerlendirilerek Cox regresyon analizi ile karşılaştırılmıştır. Cox regresyon analizi sağkalım süresine etkisi olan faktörleri tüm örneklemde bir arada analiz ederken, CHAID’de, ortaya çıkan altgrublarda bu faktörlerin yinelemeye olan etkileri analiz
edilmektedir. Grubların hastalıksız sağkalım süreleri Kaplan-Meier
yöntemi ile hesaplanmıştır.
BULGULAR: Ortalama 78 (3–121) aylık takipte 31 (%36) olgu eksitustur. CHAID analizine göre eksitus olup, olmamasını belirleyen
faktörler, BT yapılıp yapılmaması (p=.011), BT yapılmayan altgrubta
ERT yapılıp yapılmaması (p=.002) ve BT yapılan altgrubta yerel-bölgesel yineleme (YBY) olup olmaması (p=.002) idi. BT yapılmayan
ERT yapılan olguların genel sağkalımları ortalama 45 ay (%63’ü eks)
iken, ERT yapılmayanların 65 ay (%23.3’ü eks) idi. BT yapılan ve
YBY olmayan olguların genel sağkalımları ortalama 96 ay (%14.8’i
eks), YBY olanların 42 ay (%80’i eks) olup, iki grup arasındaki fark
anlamlı idi (p=.002) . BT almayıp ERT alan altgrup ile BT yapılan
YBY olmayan altgruplar arasındaki fark da anlamlı idi (p=.002) .
Cox regresyon analizine göre, genel sağkalım süresini etkileyen faktör evre (p<.023) idi. Tüm altgrublar için ortalama genel sağkalım 78
ay, 6-yıllık genel sağkalım %52 idi.
SONUÇ: ERT ve BT, endometrium kanserinde tedavinin önemli
komponentleridir ve birlikte uygulanmaları lokal kontrolde artış ve
sağkalım ile ilişkilidir. CHAID analizi ile sağkalım üzerinde etkili
olan faktörler ve bu faktörlerin alt gruplardaki etkisi Cox regresyon
analizine göre daha detaylı ve doğru bir şekilde analiz edilebilmektedir.
Ref No: 388
UTERUS SARKOMLU 105 HASTANIN RETROSPEKTİF
ANALİZİ
Şükran Eskici, Adnan Yöney, Bekir Eren, Adile Salman, Mustafa Ünsal
S. B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Çok seyrek görülen ve patolojik olarak heterojen bir grup
olan uterus sarkomlarında hasta özellikleri, tedavi yaklaşımları, lokal
kontrol ve sağkalım sonuçlarını değerlendirilmesidir.
Materyal ve Method: 1995-2003 yılları arasında uterus sarkomu
tanısı ile SB Okmeydanı EAH, Radyasyon Onkolojisi Kliniğine başvuran 105 hasta retrospektif olarak incelenmiştir.
105 hastanın yaş ortalaması 51’dir (24- (87) . Hastaların %55’i 50
yaşın altındadır ve % 68.5’i uterusa sınırlı hastalık (Evre I ve Evre
II) ’tır.
%43.8’i Leiomyosarkom (LMS), %28.6’ı Endometrial stromal sarkom (ESS) ve %27.6’ı Malign müllerian mikst tümörler (MMMT)
histolojik alt grublu hastalar da grade %58.8’sinde düşük ve orta
gradli, %41.2’sinde yüksek gradlı olarak bulunmuştur.
%76.2 sına Total Abdominal Histerektomi+Bilateral Salpingooverektomi (TAH+BSO),%18.1 ine Total Abdominal Histerektomi+Bilateral Salpingooverektomi +Lenfadenektomi (TAH+BSO+LND)
ve %5.7sine Suboptimal Cerrahi uygulanan hastaların %38.1’ine
Radyoterapi (RT), %18.1’ine Kemoterapi (KT) ve %12.4’üne herikisi
(RT+KT) eklenmiştir.
19-23 Nisan 2007
Sonuçlar: Medyan izlem süresi 69 ay (3- 134 ay) olan hastalar da
gözlenen uzak metastaz oranı %30, lokal nüks oranı %16.2’dir. Lokal
nükslerin tamamı, uzak metastazların %90’ı ilk iki yıl içinde gelişmiştir.
3 ve 5 yıllık hastalıksız sağkalım oranları %54.46 ve %51.09; 3 ve
5 yıllık genel sağkalım oranları %54.63 ve %49.88 dır. Evre genel
sağkalım üzerine en etkili değişkendir, 5 yıllık sağkalım oranı Evre
I hastalarda %68.43 dir.
Tartışma: Uterus sarkomlarının agresif gidişi ve kötü prognozu
nedeniyle adjuvant tedaviler gereklidir. Ancak şimdiye kadar çok
etkin tedavilerin ortaya konamamış olması nedeniyle mevcut adjuvant tedavilerin yararlılığı tartışmaya açıktır. Hiç kuşkusuz yapılması
gereken çok merkezli randomize çalışmalarla büyük hasta sayılarına
ulaşılması; prognostik faktörlerin tam olarak belirlenmesi ve her alt
grup için en uygun tedavi seçeneklerinin ortaya çıkarılmasıdır.
Ref No: 762
UTERUS SARKOMLARINDA POSTOPERATİF
RADYOTERAPİ SONUÇLARI
Seden Küçücük, Zeynep Almaç, Şule Karaman, Adnan Aydıner,
Maktav Dinçer, Işık Aslay
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
AMAÇ: Uterus sarkomları hızlı progrese olan ve kötü prognoza
sahip nadir görülen tümörlerdir. Bu çalışmanın amacı radyoterapinin lokal kontrol ve sağkalıma etkisini değerlendirmektir.
METOD MATERYAL: 1975-2003 yılları arasında İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü’nde uterus sarkomu tanısıyla tedavi edilmiş 125 hasta
retrospektif olarak incelenmiştir. Prognostik faktörlere göre yinelemelerin karşılaştırmaları Ki-kare, sağ kalım değerleri Kaplan–Meier, tek değişkenli karşılaştırmalarda log-rank, istatistik yöntemleri
kullanılmıştır.
BULGULAR: Medyan yaş 50 (14-73) olarak bulunmuştur.Histopatolojik alt gruplar değerlendirildiğinde 61 (%49) hastanın leiyomyosarkom (LMS),38 (% 30) hastanın karsinosarkom (KS),23 (%18)
hastanın endometrial stromal sarkom (ESS) olduğu bulunmuştur.Üç
hasta alt grubu bilinmeyen sarkom tanısıyla tedaviye alınmıştır.Eksizyonel biyopsi yapılan 6 hasta dışında tüm hastalara histerektomi
uygulanmıştır.Kırküç (%34) hastada radyoterapi (RT),21 (%17) hastada kemoterapi,49 hastada (% 39) ardışık kemoterapi-radyoterapi
adjuvan olarak uygulanmıştır.Oniki (%10) hasta ise adjuvan tedavi
yapılmayarak takipte bırakılmıştır.
FİGO evrelendirmesine göre hastalar Evre I 62 (%50),Evre II 13
(%10),Evre III 20 (%16),Evre IV 12 (%10) olarak değerlendirilmiştir.
Onsekiz (%14) hastanın evresi tesbit edilememiştir. Medyan takip 52
(3-195) aydır. Hastalarda lokal yineleme % 9.6 (12), uzak metastaz
%26.4 (33), lokal+uzak yineleme %7.2 (9) oranında görülmüştür. Bir
hastada insizyon skarında yineleme olmuştur. RT yapılan hastalarda
lokal kontrol %92.4, yapılmayanlarda ise %54.5 oranında bulunmuştur (p=0.000) . Beş yıllık genel sağkalım %57.5,LMS da %59,KS da
%55.4,ESS da %60.9 olarak bulunmuştur.Hastalıksız sağkalım tüm
seride %56.5,alt gruplarda ise sırası ile %57,%56,%59 olarak bulunmuştur.RT açısından hastalar karşılaştırıldığında Evre I-II hastalarda 5 yıllık genel sağkalım RT alanlarda %78.4,RT almayanlarda %58
(p=0.039),5 yıllık hastalıksız sağkalım RT kolunda %77,RT almayanlarda %53 olarak bulunmuştur (p=0.017) .Evre III-IV hastalarda 5
yıllık genel sağkalım RT alanlarda %53,RT almayanlarda %11,5 (p=0.002),5 yıllık hastalıksız sağkalım RT kolunda %60,RT almayanlarda %12.5 olarak bulunmuştur (p=0.000) .
Tartışma: Radyoterapinin pelvik yinelemeleri azalttığı bilinmektedir ancak erken evre hastalıkta postoperatif radyoterapinin sağkalımı arttırdığı kanıtlanamamıştır. Hastalığın doğal seyrinde uzak
metastaz olasılığının fazla olması lokal tedavi olan radyoterapinin
sağkalıma katkısını gölgelemektedir.Çalışmamızda postoperatif radyoterapi ile uterus sarkomunda lokal kontrol ve sağkalım artışı tesbit
Sungate Port Royal, Antalya
edilmiştir.Ancak serinin retrospektif olması göz ardı edilmemelidir.
Uterus sarkomunda standart tedavileri belirlemek için benzer prognostik faktörlere sahip hastaları içeren çok merkezli prospektif randomize çalışmalara gereksinim vardır.
POSTERLER
Ref No: 124
VULVA KANSERİNDE POSTOPERATİF ADJUVAN
TEDAVİNİN ÖNEMİ
Şule Karabulut Gül, Kimia Çepni, Erkan Göçen, Sevgi Özden,
Zerrin Özgen, Makbule Eren, Alpaslan Mayadağlı
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Giriş:
Vulva kanseri tüm jinekolojik malignitelerin %4-5’ini oluşturur.
Biz kliniğimize postoperatif olarak başvuran ve adjuvan tedavi uyguladığımız olgularımızı irdeledik.
Yöntem ve Gereç:
2003-2006 yılları arasında merkezimize başvuran 15 vulva kanserli hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Klinik,patolojik ve performans özellikleri, tedavi yöntemleri ve sağkalım süreleri
incelendi.
Bulgular:
Olguların tümü operasyon öncesi doktora kaşıntı şikayeti ile başvurmuştu. Kanama ve akıntı 8 olguda (%53.3) olup,7olguda (%46.7)
yoktu.Ağrı 12 (%80) olguda vardı.Ortalama median menarş yaşı
14’tü (12-15) .1olgu premenopoze olup (%6.7) diğerleri postmenopozeydiler.
Ortalama median yaş 68 (38-85) idi.Performans durumları ECOG
performans ölçeğine dayanılarak bakılmış olup 8olgu ECOG 0-1
(%60),70lgu ECOG 2-3 tü (%40) .Ortalama median menarş yaşı 14tü
(12-15) .1olgu premenopoze olup (%6,7) diğerleri postmenopozeydiler.9 olgu (%60) opereydi ve vulvektomi ve inguinal lenf nodu disseksiyonu uygulanmıştı.Histoloji 14 (%93.3) olguda skuamöz hücreli
olup 1 (%6.7) olguda malign melanom olarak gelmişti. 7 (%46.7) olgu
grade 1 ve 8 olgu grade 2 (% 53,3) olarak değerlendirilmişti.Tümör
9 olguda (%60) sağ labium majus yerleşimli olup, 3olguda sağ ve sol
(%20),1olguda (%6.7) sol,2 olguda (%13,4) ortada lokalizeydi.6olguda (%40) vasküler invazyon mevcuttu.tümör boyutu median 4’cmdi
(2-5) .Perinöral invazyon 4 olguda (%26.7) pozitifti.Cerrahi sınır 4
(%26,7) olguda pozitifti.9 0lguda (%60) lenfnodu tutulumu vardı.13
(%86,7) olguya radyoterapi uygulandı.Tedavi Co60 cihazı ile vulva,inguinal ve pelvik lenf bezlerini içerecek şekilde düzenlenmiştir.5-6
haftada 50Gy verildikten sonra elektron ile inguinal bölgeyi alacak
şekilde boost planlanarak 66Gy radyoterapi uygulanmıştır.
1hastaya sistemik tedavi uygulanmıştır.Tedavi rejimi olarak cisplatin 75mg metrekareye, endoxan 600mg metrekareye olmak üzere
5kür uygulanmıştı.Takip (9-41ay) ortalama 18 aydı.Hastalardan 1
(%6,7) tanesi genel durum bozukluğu nedeniyle tedaviden yaklaşık
6 ay sonra ölmüştür.1 hastada tedaviden 10 ay sonra inguinal bölgede nüks gelişmiş olup hastanın genel durumunun bozuk olnası nedeniyle palyatif tedavi verilmiştir.Kümülatif sağkalım %26.7,1 yıllık
sağkalım %66.7 olarak hesaplanmıştır.Hastalıksız sağkalım kümülatif %20,1yıllık %60 olarak bulunmuştur.14 olgunun takibi halen
davam etmektedir.
Sonuç:
Vulva kanserinde operasyondan sonra olgu özelliklerine göre seçilen adjuvan tedavi sağkalımı olumlu etkiler.
85
JİNEKOLOJİK KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
JİNEKOLOJİK KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 125
SERVİK KANSERİNDE ORAL KAVİTE METASTAZI: OLGU
SUNUMU
Kimia Çepni, Şule Karabulut Gül, Saliha Bilge, Alpaslan Mayadağlı
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
GİRİŞ:
Servikal kanser genellikle direkt infiltrasyon,lenfatik ve hematojen
yolla yayılır. Uzak metastaz yerleri ise sıklıkla akciğer, karaciğer ve
kemik dokulardır. Diğer nadir metastaz bölgeleri içinde oral kavite
metastazı sadece birkaç olguda bildirilmiştir. Bu özelliği ile kaviteye
metastaz yapan serviks kanseri olgumuzu literatürü gözden geçirerek sunmak istiyoruz.
OLGU :
40 yaşında bayan hasta 2003 yılında 9 ay kadar süren düzensiz vajinal kanamaların artması nedeniyle hastaneye başvurmuştur. Özgeçmiş ve soy geçmişinde özellik olmayan hastada parite 4’tür. Sistemik
muayenesi normal olan hasta serviks kanseri ön tanısıyla opere olmuştur. 20-3-03’te Tip3 histerektomi ve pelvik lenf nodu diseksiyonu
uygulanan hastanın patoloji sonucu iyi diferansiye invaziv skuamöz
hücreli kanser olarak gelmiştir (keratinize büyük hücreli tip) .
Grade I olup, lenfovasküler tutulum pozitiftir. Tümör tüm kadranları tutmuş ön arka ve yan fornikslere ulaşmıştır.Tümör komşuluğunda yüksek dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon odakları
gözlenmiştir. Çıkartılan 18 lenf nodundan birinde tutulum belirlenmiştir. Başka bir odak belirlenemeyen hasta bu haliyle evre III olarak
değerlendirilerek postoperatif eksternal ve intrakaviter radyoterapi
uygulanmıştır. Eksternal radyoterapi ile pelvik bölgeye 8-5-03 ile 166-03 tarihleri arasında Co60 cihazı ile ön arka alan kullanılarak 25
fraksiyonda 50Gy uygulanmıştır. Ardından 3 seansta olmak üzere
20Gy intrakaviter radyoterapi uygulanmıştır. Tedavi 17-7-03’te tamamlanmıştır. Takibe alınan hastada yaklaşık 3 yıllık hastalıksız dönemin ardından 2006 yılı 9.ayında alt çenede ağrı ve şişlik olması nedeniyle doktora başvurmuştur. Tedaviye yanıt alınamayınca biyopsi
alınmıştır. Biyopsi sonucu az diferansiye mukoepidermoid ca olarak
gelmiştir. PET/CT ile de ağız tabanında malign karakterde yoğun hipermetabolik kitle belirlendi. Radyoterapi planlanması için çekilen
boyun MR’ında bu kitle mandibula korpus orta hat ve sol yarısında
kemik yapıda destrüksiyona neden olan ve komşuluklu muskuler yapılara invazyon gösteren yumuşak doku kitlesi olarak tanımlanmıştır. Alt çenedeki tümörün metastaz olabileceği düşünülerek lamlar
revize edilmiştir. Klinik bulgular ve morfolojik bulgular patologlarca
birarada değerlendirildiğinde alt çenedeki tümör metastatik yayılım
olarak kabul edilmiştir. Metrekareye 75 mg olmak üzere cisplatin ve
taxotere 21 günde bir olarak üç kür uygulanmıştır. Kemoterapi sonrasında alt çenedeki metastaz odağına Co60 cihazı ile palyatif amaçlı
radyoterapi uygulanmıştır.
SONUÇ:
Literatürde serviks kanserinin oral kaviteye metastazı çok nadir
olarak bildirilmiştir. Buna rağmen serviks kanseri olgularında hastaların yakınma ya da bulguları çok dikkatle değerlendirilmeli ve
metastaz olasılığı akılda tutulmalıdır.
Ref No: 134
SERVİKS KANSERLİ OLGULARIMIZIN İRDELENMESİ: TEK
MERKEZ DENEYİMİ
1
Füsun Tokatlı, 1Ruşen Coşar Alas, 2Hakan Karagöl,
Sernaz Uzunoğlu, 1Dilek Nurlu, 1Gülden Bayır, 1Hasan Yılmaz, 1Cem Uzal
2
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
AMAÇ: Serviks kanserli 35 olguda genel özelliklerin ve tedavi sonuçlarının irdelenmesidir.
86
MATERYEL VE METOD: Anabilim dalımıza 2000–2006 tarihleri
arasında serviks kanseri tanısı ile başvuran 35 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. Olguların 8 (%22.8) ’i Figo I, 12 (%34.3) ’si II, 7
(%20) ’si III, 8 (%22.8) ’i IV evresinde idi. Ortanca yaş 58 (22-81) olan
hastaların patolojik olarak 29 (%83) ’u epidermoid tip, 5 (%14.3) ’i
adenokarsinom ve 1 (%2.7) ’i de adenoskuamöz tip idi. Hastaların 23
(%65.7) ’nde tanı sadece biyopsi ile konurken, 7 (%20) ’nde TAH+BSO, 5 (%14.3) ’nde ise Wertheim operasyonu yapılmıştı. Ortalama
tm çapı 5cm olup, 16 (%45.5) olguda lenf nodu pozitif, 17 (%48.6)
olguda lenfovasküler invazyon pozitif, 13 (%37) ’nde histolojik grad
3 idi. Dört (%11.5) olguda radyoterapi endikasyonu konmamış, 10
(%28.5) olguda ise tek başına radyoterapi yapılmıştır. Olguların 21
(%60) ’i eşzamanlı kemoradyoterapi protokolüne alınmıştır. Sisplatin 40mg/m2 haftada bir olmak üzere 6 kür olarak planlanmıştır.
Hastaların 25 (%71.5) ’nde pelvise 4 alan tekniği ile, 4 (%11.5) ’nde
ön-arka 2 alan ve 2 (%5.5) ’nde pelvik-paraortik alan tekniği ile ortanca 50.4Gy/28fraksiyonda eksternal radyoterapi uygulandı. Brakiterapiye uygun olmayan 9 olguda ortanca 10Gy (10-20Gy/5-10fr)
ek doz verildi. Diğer 16 (%48.5) olguya HDR ile ortanca 20Gy/34fraksiyonda, bir olguya da LDR ile 32.6Gy verildi. Prognoz üzerine
etkisi olabileceği düşünülen parametrelerden yaş, evre, tm çapı, patolojik tip, tedavi öncesi hemoglobin değeri, grad, eşzamanlı tedavi
alıp almaması, tedaviye yanıt (tam, kısmi, progresif), lenfovasküler
invazyon, parametriyal tutulum ile sağkalımlar arasındaki ilişki Kaplan-Meier ve Cox regresyon testleri ile analiz edildi.
BULGULAR: Olguların tamamı ortanca 47 (36-61) günde radyoterapilerini tamamlarken, eşzamanlı tedavi alan hastaların sadece 6
(%28.5) ’ı 6 kür kemoterapiyi tamamlayabildi. Beş (%23.8) olgu 5, 7
(%33.3) olgu 4, 2 (%9.5) olgu 3 ve 1 (%4.7) olgu da 2 kür kemoterapi
alabildi. Ortanca kür sayısı 5 idi. Hemoglobin değerleri tedavi başlangıcında ortanca 11.6gr iken, tedavi sonunda ortanca 10.5gr idi.
Tedavi bitiminde 28 (%80) olguda tam yanıt, 5 (%14.3) olguda kısmi
yanıt ve 2 (%5.7) olguda progresyon saptandı. Ortalama 51 (1.5-93)
aylık takipte 8 (%23) olguda yerel, 11 (%31.5) olguda uzak yineleme
ortaya çıkmış, 16 (%45.7) olgu eksitus olmuştur. Ortanca hastalıksız
ve genel sağkalımlar 26.5 ve 48.5 aydır. Beş yıllık hastalıksız ve genel sağkalımlar %40’dır. Tedaviye yanıt (p<.0001) ve lenfovasküler
invazyon varlığı (p=.001) hastalıksız ve genel sağkalımı etkileyen
faktörlerdir.
SONUÇ: Kısıtlı hasta sayımıza rağmen sağkalımı etkileyen faktörler literatürle uyumlu bulunmuştur. Bu çalışmada eşzamanlı tedavilerde hastaların beş kürden fazla sisplatini tolere edemedikleri de
gözlenmiştir. Tedavilerin tam doz ve zamanında kesintisiz uygulanması yanıtı ve sağkalımı etkileyen önemli parametrelerdir.
Ref No: 386
VENTRİKÜLOPERİTONEAL ŞANT’ LI HASTADA OVER
TÜMÖRÜ İNTRAVENTRİKÜLER YAYILIMI: OLGU SUNUMU
1
Yeşim Eralp, 2Zeki Aydın, 3Sinan Berkman, 4Deniz Konya, 1Erkan Topuz
1
İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Dahiliye Kliniği,
3
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı,
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroşirurji Anabilim Dalı
2
GİRİŞ: Jinekolojik kanserlere bağlı ölümlerin başta gelen nedeni
epitelyal over kanserleridir. Hastaların yaklaşık %60’ında karın içi
yayılın ile tanı konur. Epitelyal over kanserlerinin yayılımı öncelikle
peritoneal kaviteye dökülme yoluyla, ayrıca lenfatik ve hematojen
yolla olmaktadır. Ventriküloperitoneal şant ile intraventriküler yayılım bildirilmemiştir.
OLGU: Otuzaltı yaşında bayan hastanın başvurduğunda son 4
aydır giderek artan karında şişlik ve halsizlik şikayetleri mevcuttu. Hikayesinde 16 yıl önce nonkomminikan.hidrosefali nedeniyle
ventriküloperitaneal (VP) şant uygulandığı öğrenilen hastanın yapılan muayenesinde ciddi nefes darlığına yol açan gergin asit saptandı.
Radyolojik incelemelerinde sağ overde uterusu da invaze eden 10
19-23 Nisan 2007
cm kitle, peritonitis karsinomatoza görünümü ve yaygın implantlar
saptandı. CA125 değeri 6235 U/ml saptanan hastaya inoperabl over
tümörü (Evre III) tanısıyla 3 kür paclitaxel + karboplatin ile neoadjuvan kemoterapi uygulandı. Primer kemoterapi sonrası kısmi yanıt
ile opere edilen hastanın patoloji sonucunda epitelyal over tümörü
(berrak hücreli tip) saptandı, operasyondan sonra kemoterapiye
6 kür devam edildi ve CA-125; 25 U/ml’ e kadar geriledi. Kemoterapiden 5 ay sonra CA-125 yükselmeye başladı. Ara ara aynı rejim
tekrarlanan hastada tanıdan 3 yıl sonra Doxorubicine (lipozomal)
rejimi uygulanırken CA-125; 980 U/ml’ e kadar yükseldi. Batın-pelvik MR ve pozitron emisyon tomografi (PET) ’ de nüks veya metastaz saptanmadı. Bu sırada kusma, başağrısı, çift görme şikayetleri
gelişen hastada VP şantın disfonksiyone olduğu ve hidrosefali geliştiği görüldü. VP şant yerine ventriküloatrial (VA) şant operasyonu
uygulandı, yapılan BOS sitohistolojik incelemesi primer hastalık ile
uyumlu saptandı. Çekilen kranial MR’da lateral ventrikül duvarlarında yoğun subepandimal metastatik kontrast tutulumu saptandı (resim) . Tekrar paclitaxel + karboplatin rejimine başlandı. Kemoterapi
sonrası şikayetleri düzelen hastanın VA şant disfonksiyonu gelişerek
alt uç revizyonu yapıldı. Topotekan ve ardından Gemcitabine tedavisine cevap vermeyen, ancak radyolojik olarak nüks bulgusu olmayan
hasta halen platin bazlı kombinasyon kemoterapisi ile izlem altındadır.
TARTIŞMA: Olgumuzda ilk tanı sırasında karın içinden retrograd olarak VP şant yoluyla intraventriküler yayılım olduğunu ve
ventrikül içine lokalize olan tümör hücrelerinin BOS yoğunluğunu
arttırmasına bağlı 2 kez şant disfonksiyonu geliştiğini düşünmekteyiz. Literatürde VP şant ile primer beyin tümörlerinin özellikle medulloblastomanın abdominal yayılımından olgu sunumları olarak
bahsedilmektedir. Bunların hepsinde de primer kranial tümöre bağlı
hidrosefali gelişimi ve sonrasında VP şant operasyonu sözkonusudur. Ancak Daha önce varolan VP şantdan batın içine veya özellikle
tersten intraventriküler-BOS yayılımdan bahsedilmemiştir. Bu şekilde yayılımın ilk olması nedeniyle olgumuzu sunmayı uygun bulduk.
Ref No: 649
PRİMER MALİGN OVER KANSERLİ HASTALARIMIZ
1
Mehtap Çalış, 1Berrin Yalçın, 1Ahmet Uyanoğlu, 1Orhan Kızılkaya,
Öznur Aksakal, 2Canan Tanık, 2Nedim Polat, 1Nedim Kahraman,
1
Begüm Ökten, 1Oktay İncekara
1
1
2
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pataloji Laboratuarı
Amaç: Over kanserleri kadın kanserlerinin % 4’ünü, jinekolojik
kanserlerin ise % 23’ünü oluşturur. Kadınlarda ölüme yol açan nedenler arasında % 5 oranında yeri vardır.
Gereç Ve Yöntem: Bu çalışmada Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği’ne 1998-2005 yılları arasında başvuran ve en az 6 ay süre ile takip edilen primer malign over
kanserli 97 hasta irdelenmiştir.
Bulgular: Median yaş 49 (17-82 yaş) En sık görülen tip seröz papiller kistadenokarsinom 68 hasta (%70) . Müsinoz papiller kistadenokarsinom 19 hasta (%20), endometrioid tip over kanseri 7 hasta
(%7), Malign Brenner tümörü 3 hasta (%3) .TAH+BSO: 54 hastaya, TAH+BSO+pelvic lenf nodu örneklemesi: 15 hastaya, unilateral
ooferektomi: 4 hastaya, laparotomi+kitle ekstirpasyonu: 24 hastaya
uygulanmıştır. 90 hastaya sistemik kemoterapi uygulanmıştır. En sık
kullanılan 1.seri kemoterapi rejimi paklitaxel+ platin bazlı rejimdir.
En az 6 kür uygulanmıştır.
Sonuç: Jinekolojik tümörler içerisinde 3.cü sıklıkla gözlenen over
kanserleri genellikle orta-ileri yaş hastalığıdır. Platin+ taxan bazlı
sistemik kemoterapi uygulamaları altın standarttır. Çeşitli literature
serilerinde Evre IIB-IV hastalıkta sağ kalım 24-38 ay olarak bildirilmektedir. Hastalarımız ortalama 30 ay (6-92 ay) takip edilmişlerdir.
Ref No: 671
ENDOMETRİUM VE SERVİKS KANSERİ TEDAVİSİNDE
CO-60 KAYNAKLI YÜKSEK DOZ HIZLI İNTRAKAVİTER
BRAKİTERAPİ SONUÇLARIMIZ
1
Özlem Demir, 2Füsun Altıntaş, 1Tümay Gökçe, 1Aylin Aydın,
Ayla Duransoy, 1Samim Yurtsever, 1Ayhan Aydın,
1
Özgür Ozan Şeşeoğulları
1
1
İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Uzman
Doktor, İzmir,
2
İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Medikal
Fizikçi, İzmir
Resim . Kranial MR: Tüm lateral ventrikül kompartmanlarında yoğun subepandimal
metastatik infiltrasyon.
Sungate Port Royal, Antalya
AMAÇ: Endometrium ve serviks kanseri tedavisinde eksternal
radyoterapi (ERT) ’ye intrakaviter brakiterapi (İBRT) ilavesi ile amaç;
optimum cerrahi uygulananlarda adjuvan RT veya inopere olgularda küratif RKT ile, erken ve geç yan etkileri en aza indirerek, lokal
kontrol oranlarını arttırmaktır. Çalışmamızda ülkemizde ilk kez kullanıma giren 5 yılda bir kaynak değiştirme ihtiyacı ile ekonomik bir
tedavi olanağı sağlayan Co-60 kaynağı içeren uzaktan kumandalı ve
sonradan yüklemeli yüksek doz hızlı (HDR) İBRT cihazı (Multisource-HDR) ile tedavi ettiğimiz olguların hedef organlardaki tolerans
dozları ve erken yan etkileri değerlendirilmiştir.
GEREÇ ve YÖNTEM: İAEAH Radyasyon Onkolojisi Kliniği’nde
HDR İBRT’nin uygulanmaya başlandığı Ağustos 2006 tarihinden
Ocak 2007’ye kadar geçen sürede tedavi edilen 50 olgu geriye dönük
olarak değerlendirilmiştir. Yirmiki olgu (%44) opere endometrium
kanseri, 19 olgu (%38) inopere serviks kanseri ve 9 olgu ise (%18)
opere serviks kanseri tanısı almıştır. İBRT başlama zamanı, ERT’si
dış merkezlerde yapılmış olan olgularda tedavinin bitiminden sonra,
diğerlerinde ise tümör yanıtına göre ortalama 3. haftadır. Brakiterapi
uygulamaları 2.5 cm çaplı ovoidleri bulunan Fletcher aplikatör seti
ile yapılmıştır. Uygulama inopere olgulara spinal anestezi eşliğinde
yapılmıştır.Akut toksisiteler RTOG/EORTC toksisite kriterlerine
göre değerlendirilmiştir.
87
JİNEKOLOJİK KANSERLER
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
JİNEKOLOJİK KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
BULGULAR: Hastaların medyan yaşı 56 olup (aralık: 36-85),
medyan izlem süresi 4.5 ay’dır. Opere olgularda vajen yüzeyinden 0.5
cm derine ulaşacak şekilde 11 hastada 3 *700cGy toplam 21 Gy, 17
hastada 3*600cGy toplam 18 Gy, 3 hastada 2*700cGy toplam 14 Gy
olacak şekilde uygulanırken, inopere olgularda A noktasına 8 hastada 3 * 700 cGy toplam 21 Gy, 9 hastada 3 *800 cGy toplam 24 Gy ve 2
hastada 4 *600 cGy toplam 24 Gy olarak uygulanmıştır. Opere olgular için medyan ERT dozu 46.8 Gy (aralık 45-50.4 Gy) olup medyan
İBRT dozu 18 Gy’ (aralık: 14-21 Gy) dir. Opere olgular için İBRT’deki ortalama rektum dozu 11.5 Gy, ortalama mesane dozu 11.7 Gy’dir.
İnopere olgular için medyan ERT dozu 50.4 Gy (aralık: 45-59.4 Gy)
olup medyan İBRT dozu 22 Gy (aralık: 21-24 Gy) ’dir. İnopere olgularda ise İBRT’deki ortalama rektum dozu 14.4 Gy, ortalama mesane
dozu 14.2 Gy olarak tespit edilmiştir. Opere olgular için vajen için
hesaplanan total dozu sırasıyla 69.6 Gy olup inopere olgular için bu
değer 70.9 Gy olarak tespit edilmiştir. Erken yan etki gelişen 28 vakada en sık derece I-II mesane toksisitesi gözlenmiştir.
SONUÇLAR: Her uygulamada yeni tedavi planlaması ile kritik organ dozlarının tolerans limiti içinde kalması sağlanmış ve A noktası
ve vajen için istenen dozlara ulaşılmıştır. Erken dönem sonuçlarımız,
kısa takip süresine rağmen, endometrium ve serviks kanserinde, Co60 kaynağı HDR brakiterapisi ile yan etkiler açısından güvenli bir
tedavi sağlanmış olup A noktası, mesane, vajen ve rektumun aldığı
dozların tolere edilebilir sınırlar içinde olduğu gösterilmiştir.
Ref No: 677
ORTA VE YÜKSEK RİSKLİ EVRE I ENDOMETRİUM
KANSERLERİNDE POSTOPERATİF RADYOTERAPİ VE
PROGNOSTİK FAKTÖRLER
1
Yasemin Bölükbaşı, 1Senem Demirci, 1Zeynep Özsaran,
Deniz Yalman, 2Aydın Özsaran, 3Merih Hanhan, 1Arif Aras
1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı,
Tcsb Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
2
3
Amaç: Evre IA Grad (G) III, Evre IB GII-III, Evre IC GI-II-III
endometrium kanseri tanısı ile postoperatif adjuvan radyoterapi uygulanan olgular lokal-bölgesel kontrol, hastalıksız ve genel sağkalım
oranları ve bu oranları etkileyen prognostik faktörler açısından değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Ocak 1990-Aralık 2003 tarihleri arasında Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda
postoperatif radyoterapi (RT) uygulanan Evre I endometrium kanserli 403 olgu geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Protokolümüze göre evre IA GIII, evre IB GII, evre IC GI olgulara (169 olgu)
yalnız eksternal RT, geri kalan olgulara (234 olgu) eksternal RT ve
intrakaviter brakiterapi uygulanmıştır. Eksternal RT tüm olgulara
günlük 1.8 Gy fraksiyonlarla ön-arka veya dörtlü pelvik sahadan
medyan total doz 50.4 Gy şeklinde uygulanmıştır.
Bulgular: Medyan yaşı 55 (aralık: 37-83) olan olguların %77.7’si
postmenopozal ve medyan vücut kitle indeksi 29.6’dır. Olguların
%70.5’ine (285 olgu) Total Abdominal Histerektomi ve Bilateral
Salpingooferektomi (TAH+BSO), %20.3’üne (82 olgu) TAH+BSO+lenf bezi örneklemesi, %9.2’sine (37 olgu) Wertheim operasyonu
uygulanmıştır. Dokuz olgu (%2.2) Evre IA, 196 olgu (%48.6) Evre
IB, 198 olgu (%49.1) Evre IC’dir. Histolojik derece 52 olguda (%12.9)
I, 268 olguda (%66.5) II ve 83 olguda (%20.6) III’dür. Histopatolojik
dağılım olguların 20’sinde (%5) berrak hücreli, 6’sında (%1.5) seröz
papiller, 21’inde (%5.2) adenoskuamöz ve 356’sinde (%88.3) ise endometriod adenokarsinom olup 71 olguda (%17.6) lenfovasküler
invazyon saptanmıştır.
Medyan 96 ay (aralık: 12-262 ay) takip süresinde 4 olguda lokalbölgesel yineleme, 26 olguda uzak metastaz, 4 olguda ise eş zamanlı
lokal-bölgesel yineleme ve uzak metastaz saptanmıştır. Beş yıllık lokal-bölgesel kontrol, genel ve hastalıksız sağkalım oranları sırasıyla
88
%98.5, %91.3 ve %92’dir. Tek değişkenli analizde histopatolojik tip
berrak hücreli veya papiller seröz (p=0.05), yüksek histopatolojik
derece (p=0.033), lenfovasküler invazyon varlığı (p=0.012), 1/3 dış
myometrial invazyon (p=0.017), toplam RT süresinin 8 haftadan
uzun oluşu (p=0.021) genel sağkalım üzerine olumsuz faktörler olarak saptanmış olup yaşın (>/<60 yaş; p=0.18) ve vücut kitle indeksinin 30’un üzerinde olmasının (p=0.63) etkili olmadığı belirlenmiştir.
Adenokarsinom dışı histopatoloji (p=0.025) lokal-bölgesel kontrol
üzerine olumsuz etkili tek prognostik faktör olarak saptanmıştır.
Sonuç: Postoperatif RT uyguladığımız Evre I endometrium kanserli olgularımızda kötü histopatoloji, yüksek histolojik derece, lenfovasküler invazyon varlığı, myometrial invazyon derinliği, RT süresi genel sağkalımı, adenokarsinom dışı histoloji ise lokal-bölgesel
kontrolü etkileyen prognostik faktörler olarak belirlenmiştir.
Ref No: 738
PRİMER SERVİKS KANSER TANILI HASTALARIN
KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARI
1
2
1
2
İlknur Alsan Çetin, 1Züleyha Akgün, 2P. Fulden Yumuk,
Faysal Dane, 1Beste Atasoy, 1Ufuk Abacıoğlu
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Medikal Onkoloji Anabilim Dalı
Amaç; Serviks kanseri tanılı hastalarda uygulanan primer kemoradyoterapinin toksisite ve sağkalım sonuçlarını değerlendirmek.
Gereç ve yöntemler: Marmara Üniversitesi Hastanesinde Aralık
1999-Mayıs 2006 tarihleri arasında izlenen serviks kanseri tanılı
primer kemoradyoterapi uygulanan 20 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların medyan yaşı 54 (37-73) idi. Hastaların 15’i
evre IIB, 3’ü evre III ve 1’i evre IVA idi. Hastaların histopatolojisi;
19 hastada skuamöz hücreli karsinom, 1 hastada adenokarsinomdı.
Hastalara radyoterapi ile eşzamanlı haftalık 40 mg/m2 cisplatin uygulandı. Hastaların %50’sine planlanan kemoterapi tam olarak verilebildi. 10 hasta 2-5 hafta cisplatin aldı. Radyoterapi pelvis alanına 4
alandan özel bloklu 4500- 5040 cGy/25-28 fraksiyon, 2 hastaya boost
ile toplam 6040-7040 cGy konformal RT uygulandı. 19 hastaya dış
merkezlerde HDR intrakaviter brakiterapi (10.4-30 Gy) uygulandı.
Toksisite değerlendirmesinde NCI CTC v2 ve RTOG/EORTC skalaları kullanıldı.
Bulgular: Hastaların medyan takip süresi: 48 (8-88) ay. Akut toksisiteler: Hemotolojik toksisite (trombostopeni, lökopeni, anemi) 3
hastada grad III, 5 hastada grad II, 1 hastada grad I; Bulantı 7 hastada grad II, 1 hastada grad I; Gastrointestinal toksisite (diare, rektal
yanma, rektal kanama) 9 hastada grad II, 3 hastada grad I; Cisplatine
bağlı cilt reaksiyonu 1 hastada grad II toksisite izlendi. Kronik toksisite olarak 1 hastada rektal darlık saptandı. 5 yıllık progresyonsuz
sağkalım oranı % 79 ve 5 yıllık sağkalım oranı %78 idi. İki hastada
lokal nüks saptandı. Yedi ay sonra servikste kitle saptanan hastaya
cerrahi ve kemoterapi uygulandı. Onbir ay sonra vajen ve paraortik nüks olan diğer hasta daha sonra gelişen karaciğer metastazı ile
kaybedildi. Bir hasta 22 ay sonra gelişen paroaortik nüks nedeniyle
o bölgeye 45 Gy radyoterapi uygulandı ve halen yaşamaktadır. İki
hasta uzak metastaz (akciğer, karaciğer, beyin) nedeniyle ve 1 hasta
da over ca nedeniyle kaybedildi.
Sonuç: Serviks kanserinde prospektif çalışmalarla primer radyoterapiye üstünlüğü daha önceden gösterilmiş olan kemoradyoterapi
uygulamasının kendi hasta populasyonumuzda da etkili ve tolere
edilebilir düzeyde olduğu görülmüştür.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 767
BİLATERAL OVER KANSERLİ HASTALARIMIZ
Mehtap Çalış, Berrin Yalçın, Orhan Kızılkaya, Öznur Aksakal,
Ahmet Uyanoğlu, Begüm Ökten, Ayşe Doğan, Handan Erkal,
Nur Kozan, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Over kanserleri kadın kanserlerinin % 4’ünü, jinekolojik
kanserlerin ise % 23’ünü oluşturur. Kadınlarda ölüme yol açan nedenler arasında % 5 oranında yeri vardır. Over kanseri tanısı koyulan
olgularda ortalama 5 yıllık yaşam %35-38 arasında değişmektedir.
Gereç Ve Yöntem: Bu çalışmada Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği’ne 1998-2005 yılları arasında başvuran ve en az 6 ay süre ile takip edilen bilateral over kanserli
26 hasta irdelenmiştir.
Bulgular: Median yaş: 51 (24-68 yaş) . Ortalama yaş: 50.7. histopatolojik olarak 2 hastada müsinöz, 1 hastada adeno, 23 hastada seröz
papiller kistadenokarsinom mevcuttu. Tüm hastalara TAH+BSO+pelvik lenf nodu örneklemesi+ omentektomi+ appendektomi uygulanmıştır. CA125 düzeyi 8 hastada normaldi, 18 hastada yüksek
idi. 5.8 u/ml-2255 u/ml değerleri arasında idi. Ortalama 412 u/ml. 9
hastada başlangıçta batında asit mevcuttu. 20 hastaya 1. seri sistemik
kemoterapi olarak paklitaxel+ platin bazlı rejim en az 6 kür uygulandı. 6 hastaya CEP protokolü uygulandı. Takiplerinde 7 hastada
metastaz gelişti. 4 hastada karaciğer, 2 hastada akciğer, 1 hastada kranial metastaz tespit edildi. Hastaların aynı zamanda batında nüksleri
meydana geldi.
Sonuç: Over kanserleri genellikle orta-ileri yaş hastalığıdır. Platin+ taxan bazlı sistemik kemoterapi uygulamaları altın standarttır.
Çeşitli literature serilerinde Evre IIB-IV hastalıkta sağ kalım 24-38
ay olarak bildirilmektedir. Hastalarımız ortalama 37.5 ay (6-101 ay)
takip edilmişlerdir.
BİLDİRİLER
üzerine 4 kür daha topotekan uygulandı. Toplam sağ kalım süresi
48 aydır.
H.A. 68 yaşında. Kızında over kanseri öyküsü mevcut. TAH+BSO
yapılmıştı ve tanısı bilateral over karsinomu (seröz papiller adenokarsinoma) 6 kür Paklitaxel + platin bazlı kemoterapi aldı. Asiti yoktu. 12 ay hastalıksız dönemden sonra asit ve karaciğer metastazı ile
başvurdu. 1 kür kemoterapi sonrası destek tedavi ile gidildi. Toplam
sağ kalım süresi 21 aydır.
S.A. 70 yaşında. bir kardeşinde over karsinomu, bir kardeşinde
endometrium kanseri öyküsü mevcuttu. Bilateral over karsinomu
(seröz papiller adenokarsinoma) tespit edilmişti. Omentum tutulumu mevcuttu. Hastaya 6 kür CEP uygulandıktan sonra 2. operasyon
yapıldı, kitleler eksize edildi. 3 kür daha CEP uygulandı. 13 ay sonra
CA125 550 u/ml’ye yükseldi. 3 kür cisplatin + siklofosfamid arkasından 6 kür Paklitaxel + platin bazlı kemoterapi uygulandı.Kontrolde
plevral efüzyon ve peritonitis karsinomatoza tablosu tespit edildi.
6 kür daha Paklitaxel + platin bazlı kemoterapi uygulandı. Kitleler
stasyoner olarak tespit edildi. Toplam sağ kalım süresi 50 aydır. 2 yıl
sonra kızında borderline seröz papiller adenokarsinom tespit edildi.
SONUÇ: Kanser ailesine mensup kadınlarda over, meme ve endometrium kanseri gelişme riski yüksektir.Over kanseri gelişimi
toplumdaki %1.4 orandan % 50’ye çıkmaktadır. Familyal over karsinomu predispozisyonunun belirlenmesinde hiperdiploidi ve serum
Alfa-L-fukozidaz düzeylerindeki düşüklüğün üzerinde durulmaktadır.
Ref No: 768
AİLESEL OVER SENDROMLU 5 OLGUNUN SUNUMU
1
Mehtap Çalış, 1Berrin Yalçın, 1Orhan Kızılkaya, 1Öznur Aksakal,
Ahmet Uyanoğlu, 2Yusuf Başer, 3Nedim Polat, 3Damlanur Sakız,
1
Handan Erkal, 1Oktay Incekara
1
1
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
Adıyaman Devlet Hastanesi,
3
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pataloji Laboratuarı
2
Amaç: Familyal kanser sendromlarında, aile bireylerinde familyal
kanser perdispozisyonunun belirlenmesi ve genetik danışma son derece önemlidir.
M.Ö. 28 yaşında. Ablasında over karsinomu öyküsü mevcuttu. Laparatomi+sağ ooferektomi+ sol over Wedge rezeksiyon+ omentektomi uygulanmıştı. Sağ over: seröz papiller kistadenokarsinom, batın
sıvısı sitolojisi pozitifti. Sol over: Borderline seröz papiller adenokarsinom. 6 kür Paklitaxel + platin bazlı kemoterapi uygulandıktan sonraki kontrolleri normal idi. 2 yıldır hastalıksız takip edilmektedir.
F.Z. 42 yaşında. Anne ve teyzesinde over kanseri öyküsü mevcut.
Bilateral over karsinomu (seröz kistadenokarsinoma) idi. Batın sıvısında tümör hücreleri mevcuttu. Cisplatin +Endoxan içeren kemoterapi rejiminden 6 kür uygulandı. Hasta 86 ay hastalıksız yaşadı.
Karaciğer metastazı tespit edildi. Paklitaxel + platin bazlı kemoterapi
3 kür aldı, trombositopeni ve kanama nedeniyle hasta kaybedildi.
Toplam sağ kalım süresi 101 aydır.
P.Ö. 49 yaşında. Teyzesi ve teyze kızında over kanseri öyküsü mevcut. Diğer bir teyzesinde meme kanseri öyküsü mevcuttu. Bilateral
over karsinomu (seröz papiller adenokarsinoma) idi. Omentum tutulumu mevcuttu. 6 kür CEP sistemik kemoterapisi aldı. 19 ay hastalıksız dönemden sonra karaciğerde metastaz tespit edildi ve 3 kür
CEP + 6 kür Paklitaxel + platin bazlı kemoterapi aldı. Progresyon gelişmesi üzerine topotekan 6 kür uygulandı. Regresyon tespit edilmesi
Sungate Port Royal, Antalya
89
JİNEKOLOJİK KANSERLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 165
Ref No: 111
DEFİNİTİF TEDAVİ UYGULANMIŞ BAŞ BOYUN KANSERLİ
HASTALARDA HASTA, TÜMÖR VE TEDAVİYE AİT
ÖZELLİKLERİN YAŞAM KALİTESİNE ETKİLERİ
YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ UYGULANAN BAŞBOYUN KANSERLİ OLGULARDA AKUT YAN ETKİLER
1
Şefik İğdem, 1Tülay Ercan, 1Gül Alço, 2Coşkun Tecimer,
Gülistan Köksal, 3Musa Altun, 4Sedat Turkan, 5Sait Okkan
2
1
Metropolitan Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü,
Metropolitan Hastanesi, Medikal Onkoloji Bölümü,
3
Istanbul Üniversitesi, Istanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
4
Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
5
Istanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
2
Amaç: Kliniğimizde Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi (YART) ile tedavi edilen baş boyun kanserli olgularda akut yan etkilerin değerlendirilmesi
Olgular ve Yöntem: Haziran 2005-Ekim 2006 tarihleri arasında
baş boyun kanseri tanısıyla kliniğimize başvuran 50 olguya Simültane İntegre Boost (SİB) tekniği ile YART uygulandı. Olguların 17’si
nazofarenks, 9’u larenks,7’si oral kavite, 6’sı orofarenks, 4’ü paranasal
sinüs, 3’ü primeri bilinmeyen boyun metastazı, 1’i cilt, 1’i de tükürük
bezi kaynaklıydı. 2 nazofarenks olgusuna da ikinci seri ışınlama uygulandı. Medyan yaş 61 (14-85) idi. Başvuru anında olguların %6’sı
evre 1, %16’sı evre 2, %36’sı evre 3, %42’si de evre 4’dü. Hastaların
%72’si küratif, %28’i ise postoperatif amaçla ışınlandı; %58’ine radyoterapi ile eşzamanlı kemoterapi, %4’üne Cetuximab uygulandı.
Olguların %58’ine PET/CT eşliğinde simülasyon yapıldı. Radyolojik ve klinik tespit edilebilen tümör dokusu ve tutulu lenf nodları
GTV’ye dahil edildi. Klinik Tümör Volümü (CTV1) primer olgularda tümör ve olası mikroskopik yayılımını, postoperatif olgularda
ise tümör yatağı ve 2cm çevresini kapsıyordu. Yüksek risk altındaki
lenf nodları CTV2’ye, profilaktik ışınlanan düşük risk altındaki lenf
nodları ise CTV3’e dahil edildi. CTV’lere 5mm marj verilerek Planlama Hedef Volümleri (PTV) oluşturuldu. Tüm hedef volümler ve
risk altındaki organlar (RAO) deneyimli bir baş-boyun radyoloğu ile
beraber konturlandı.
Primer ışınlanan olgularda PTV1’e 69.96Gy/2.12Gy, PTV2’ye
59.4/1.8Gy, PTV3’e 54Gy/1.64Gy SİB tekniği ile 33 fraksiyonda
uygulandı. Postoperatif ışınlanan yüksek risk grubundaki olgulara
PTV1’e 66Gy/2Gy, düşük risk grubundaki olgulara da 60Gy/2Gy
fraksiyonda verildi.
Mukoza, ağız kuruluğu, özafagus, farenks ve cilde bağlı akut yan
etkiler Sık Görülen Toksisite Kriterleri‘ne (CTC Sürüm 2) göre derecelendirildi.
Bulgular: İzlem sürecinde akut reaksiyon olarak olguların %40’ında grad 2, %32’sinde grad 3 mukozit; %44’ünde grad 2, %2’sinde grad
3 cilt reaksiyonu; %50’sinde grad 2, %28’inde grad 3 disfaji ve %70’inde grad 2 ağız kuruluğu gözlendi. Grad 3 mukozit, cilt reaksiyonu
ve disfajinin ortalama ortaya çıkış süreleri sırasıyla 4, 5.5 ve 4 hafta
bulundu. Dört olguda tedaviye akut reaksiyon nedeniyle ortalama 1
hafta ara verildi. Dört olguya tedavi öncesi profilaktik gastrostomi
tüpü takıldı. Bir olguya tedaviden hemen sonra gastrostomi açıldı,
bir olguya da tedavinin 5.haftasında nazogastrik sonda uygulandı.
Üç olgu tedaviden 4 ay sonrasına kadar gastrostomi tüpüne bağımlı
kaldı.
Sonuçlar: Simültane İntegre Boost tekniği ile Yoğunluk Ayarlı
Radyoterapi uyguladığımız ve %62’si eşzamanlı sistemik tedavi alan
50 olguda ortaya çıkan akut yan etkilerin kabul edilebilir düzeyde
olduğu gözlendi.
90
Fadime Akman, Zümre Arıcan Alıcıkuş, Özlem Uruk Ataman,
Esmehan Orçin, Nihal Dağ, Betül Bakış, Münir Kınay
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Baş boyun kanserli hastalarda, definitif tedaviler sonrası
yaşam kalitesi ciddi olarak etkilenmektedir. Bu çalışmada, definitif
veya postoperatif radyoterapi ± kemoterapi uygulanmış olan baş boyun kanserli hastalarda yaşam kalitesi üzerine etki eden hasta, tümör
ve tedavi ile ilişkili özelliklerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel çalışmada, tedavi sonrası belli aralıklarla rutin izlemleri devam eden 119 baş boyun kanserli hasta değerlendirildi. Hastalardan, izlem muayenelerinden sonra, EORTC (European Organisation for Research and Treatment of Cancer) yaşam
kalitesi anketini (QLQ C-30) ve Baş Boyun bölümünün (EORTC
QLQ-H&N35) Türkçe uyarlamasını yanıtlamaları istendi. Ayrıca
izlemleri sırasında geç yan etkileri EORTC/RTOG dereceleme sistemine göre değerlendirildi. QLQ C-30 and QLQ-H&N35 anketlerinin
ortalama skorları; yaş, cinsiyet, meslek, eğitim düzeyi, sosyal güvenlik durumu, yaşadığı yer, tümör yerleşimi, klinik evre, komorbidite
varlığı, Karnofsky performans durumu, tedavi şekli, geç yan etki derecesi değişkenleri kullanılarak ANOVA analizi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların medyan izlemi 26 (2-155) aydır, 51 (%47) ’i
postoperatif radyoterapi, 57 (%53) ’si ise definitif radyoterapi ± kemoterapi ile tedavi edilmiştir. Tümör yerleşimi; fiziksel (p=0,03),
sosyal (p=0,01) ve kognitif fonksiyon skorlarını (p=0,01) istatistiksel
anlamlı olarak etkilemektedir. En kötü skorlar, nazofarenks yerleşimli tümörlerde bulunmuştur. Kadın cinsiyet, rol fonksiyonu skorlarını
anlamlı olarak kötü etkileyen tek faktör olarak saptanmıştır (p=0,05)
. Tedavi şekli, fiziksel (p=0,03) ve kognitif (p=0,01) skorlar üzerine
anlamlı olarak etkili bulunmuş olup, kemoradyoterapi uygulanan
hastalar en kötü skorlara sahiptir. Genel (global) yaşam kalitesi; klinik evre (p=0,02), meslek (p=0,01) ve sosyal güvenlik durumundan
(p=0,009) anlamlı olarak etkilenmektedir. Hastaların 46 (%43) ’sında
EORTC / RTOG derece 1 geç yan etki, 46 (%43) ’sında derece 2 ve
16 (%14) ’sında derece 3 yan etki gözlenmiştir. Ilımlı ve ciddi derecede yan etkiye sahip hastalarda, QLQ-H&N35’deki ağrı (p=0.01),
yutkunma (p=0.003), duysal (p=0.01), sosyal yemek yeme (p=0,03),
dişlere ait (p=0,02), ağız açıklığı (p=0,001), ağız kuruluğu (p=0,005),
tükrük yapışkanlığı (p=0,01) gibi semptom skorları istatistiksel anlamlı yüksek bulunmuştur.
Sonuç: Hastaları anlama ve onlara uygun desteği vermek açısından
tüm faktörler önemli olmakla beraber tümör yerleşimi ve tedavi şekli definitif tedavi uygulanmış baş boyun kanserli hastalarda yaşam
kalitesini etkileyen en önemli faktörlerdir. Beklenildiği gibi, daha
fazla morbidite gözlenen hastalarda daha yüksek semptom skorları
bulunmaktadır. Morbiditeyi azaltıp, yaşam kalitesini arttırabilmek
için konformal radyoterapi olanakları ve destek tedaviler daha etkin
kullanılmalıdır.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 223
Ref No: 477
LARENKS KANSERİ TANISIYLA POSTOPERATİF
RADYOTERAPİ UYGULANAN 247 HASTADA TEDAVİ
MERKEZİNİN VE DİĞER PROGNOSTİK FAKTÖRLERİN
ÖNEMİ
LOKAL İLERİ EVRE NAZOFARİNKS KARSİNOMUNDA CERB-B2 İLE TOPOİZOMERAZ-II ALFA’NIN PROGNOSTİK
ÖNEMİ VE NEOADJUVAN ANTRASİKLİNLİ KEMOTERAPİ
SONRASI RADYOTERAPİYE YANIT İLE İLİŞKİSİ
Fadime Akman, Özlem Uruk Ataman, Nihal Dağ, Cenk Ecevit,
Ahmet Ömer Ikiz, Işın Arslan, Sülen Sarıoğlu, Emel Ada,
Mehmet Şen, Münir Kınay
1
Dokuz Eylül Üniversitesi
2
AMAÇ: Bu çalışmada multidisipliner çalışma grubu kararı ile cerrahi ve postoperatif radyoterapi (RT) uygulanmış larenks kanserli
hastalarda, sağkalım, yerel-bölgesel ve uzak başarısızlık ile klinik ve
patolojik risk faktörleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amaçlanmıştır.
HASTALAR VE YÖNTEM: Temmuz 1991 ile Aralık 2004 tarihleri arasında Dokuz Eylül Baş-Boyun Kanserleri Grubu (DEBBKG) tarafından tedavi edilmiş 247 hasta, retrospektif olarak incelenmiştir.
Medyan yaş 57 (30-86) ’dir. İki yüz otuz sekiz (%96) hastada skuamoz
hücreli karsinom saptanmıştır. Klinik değerlendirmede, hastaların
53 (%21) ’ü T2, 137 (%56) ’si T3, 57 (23) ’si T4, 163 (%66) ’ü N0, 34
(%14) ’ü N1, 47 (%19) ’si N2 ve 3 (%1) ’ü N3 olarak evrelendirilmiştir. Seksen üç (%34) hastada klinik subglottik uzanım saptanmış, 36
(%15) hastaya preoperatif acil trakeotomi uygulanmıştır. Otuz (%12)
hastaya parsiyel, 216 (%87) ’sine ise total larenjektomi uygulanmış ve
32 (%13) hastada cerrahi sınır pozitifliği saptanmıştır. Hastaların 66
(%27) ’sına unilateral radikal, 28 (%11) ’ine unilateral selektif, 129
(%52) ’una bilateral boyun diseksiyonu uygulanmıştır, 24 (%10) hastada ise boyun diseksiyonu yapılmamıştır. Cerrahiden radyoterapiye
kadar geçen medyan süre 42 (18-188) gün, medyan RT dozu 60 (4670) Gy’dir. RT süresi medyan 38 (31-69) gün, toplam tedavi süresi
(cerrahi-RT bitiş) medyan 83 (52-232) gündür. Sağkalımlar ve risk
faktörleri Kaplan Meier yöntemiyle hesaplanmıştır.
BULGULAR: Median izlem 47 (3-181) aydır. Toplam 43 (%17,4)
hasta larenks kanseri nedeniyle ölmüştür. Bu hastalardan 24 (%9,7)
’ü yerel-bölgesel başarısızlık (YBB), 15 (%6) ’i uzak metastaz (UM),
4 (%1,7) ’ü ise YBB ve UM ile kaybedilmiştir. Tüm hasta grubunda
5 ve 10 yıllık, genel sağkalımlar sırasıyla % 64 ve %41, yerel-bölgesel
yinelemesiz sağkalımlar %88 ve %75, uzak metastazsız sağkalımlar
ise %90 ve %80 olarak hesaplanmıştır. Çok değişkenli analizlerde,
genel sağkalım için ileri yaş (p<0.0001), perinodal invazyon varlığı
(p=0.002), cerrahi-RT arası geçen sürenin 6 haftadan uzun olması
(p=0.0001) ve cerrahinin grubun dışında merkezde yapılması (p=0.039) anlamlı olumsuz prognostik faktörler olarak bulunurken; ileri
klinik evre (p=0.007), cerrahi yapılan merkez (p=0.025), klinik subglottik uzanım (p=0.032) yerel-bölgesel yinelemesiz; cerrahi yapılan
merkez (p=0.036), patolojik lenf nodu durumu (p=0.002), klinik
subglottik uzanım (p=0.04) ve perinodal invazyon (p=0.02) ise uzak
metastazsız sağkalım için istatistiksel anlamlı prognostik faktörler
olarak belirlenmişlerdir.
SONUÇ: Bilinen prognostik faktörler yanında, klinik subglottik
uzanım varlığı ve cerrahi merkez istatiksel anlamlılık göstermişlerdir. Cerrahi ve radyoterapinin multidisipliner grupta, olumsuz klinik
patolojik özelliklere göre planlanmasıyla daha iyi hastalık kontrolü
sağlanabilir.
Sungate Port Royal, Antalya
5
Özlem Demir, 2Mustafa Esassolak, 3Ruçhan Uslu, 4Özcan Hüdaverdi,
Ali Veral, 6Ümit Bayol, 7Hakan Postacı
1
Izmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İzmir,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir,
3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İzmir,
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir,
5
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, İzmir,
6
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir,
7
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
AMAÇ: Lokal ileri evre nazofarinks kanseri (NFK) tanısı alarak
neoadjuvan antrasiklinli KT sonrası RT uygulanan hastalara ait veriler kullanılarak, yüksek oranda topoizomeraz II alfa (topo II α) ve
c-erb B2 ekspresyonu gösteren hastaların, düşük ekspresyon gösterenlere göre prognoz farkının olup olmadığı, yanıt oranları, SK süre
ve oranları gibi kriterlere dayanarak araştırılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 1995-Aralık 2003 tarihleri arasında,
EÜTF Radyasyon Onkolojisi ABD’ında neoadjuvan 3 kür sisplatin
(100 mg/m2) ve epirubisin (100 mg/m2) sonrası RT alan lokal ileri NFK tanılı 33 olgu değerlendirilmiştir. RT, 3.kür KT’den 3 hafta
sonra, 2 Gy/gün medyan 70 Gy (aralık: 70-76 Gy) ve pozitif boyuna medyan 66 Gy (50-74 Gy), negatif boyuna 50 Gy uygulanmıştır.
Olgulara ait parafin bloklardan EÜTF Patoloji ABD’ında 4 μm kalınlığında kesitler özel lamlara alınarak ksilen ile deparafinizasyondan sonra İHK boyama Benchmark XT (Ventana) otomatik boyama
cihazında gerçekleştirilmiş ve cihaza uygun hazır kit kullanılmıştır.
c-erbB-2 için boyanan hücre oranı ile boyanma şiddeti skorlanmıştır. Topo II α ekspresyonları her hasta için sıfırdan yüze kadar bir
sayı olarak boyanma derecesine göre belirlenmiş, 33 hastanın topo
II α ortanca değeri 35 olarak bulunup bu değer cut-off değeri olarak
tanımlanmıştır. Bu değerin altı ve üstü sırası ile negatif ve pozitif olarak kabul edilmiştir.
BULGULAR: Olguların 24 (%72.5) ’ü erkek ve 9 (%27.5) ’u kadın
olup medyan yaş 48’dir (aralık: 17-68) .Hastaların c-erbB-2 ile %30’u
pozitif boyanmıştır. Topo II α için (+) boyanan hücre oranı %45.5’tir.
Tüm olgularda medyan izlem süresi 82 ay, yaşayan 24 olguda ise 68
aydır. Topo II α (-) olan 18 olgunun 10’unun sağ ve 8’inin ex olduğu;
topo II α (+) olan 15 olgunun ise 14’ü sağ iken 1’inin ex olduğu tespit edilmiştir.Toplam 33 olguda 5 yıllık SK %68.9 ve hastalıksız SK
%65.5 olup, medyan SK ve HSK sürelerine henüz ulaşılmamıştır.Beş
yıllık SK oranları; topo II α (-) olgularda %59.5 iken (+) ’lerde %88.8
(p=0.0556) olup 5 yıllık HSK oranları topo II α (-) olgularda % 51.8
iken (+) ’lerde %81.7 (p=0.0049) olarak tespit edilmiştir.Cerb B-2
(-) olan olgularda 5 yıllık SK %70.6 iken (+) ’lerde %78.2 (p= 0.78),
HSK ise cerb B-2 (-) olgularda %63.6, (+) ’lerde %70.2 olarak tespit
edilmiştir (p=0.86) .
SONUÇLAR: Lokal ileri NFK tanısı ile, antrasiklinli 3 kür neoadjuvan KT sonrası RT alan 33 hastada, topo II α (+) ile, topo II α (-)
olgular karşılaştırıldığında, 5 yıllık HSK oranları arasındaki farkın
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Benzer
ilişki c-erb-B-2 için gösterilememiştir. Topo II α (+) olgularda SK
oranlarının daha yüksek olması, topo II α’nın moleküler prediktif bir
markır olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca, çalışmanın farklı bir
neoadjuvan KT alan kontrol kolu ile karşılaştırılmasının, NFK’inde
topo II α’nın önemi konusunda yararlı bilgiler sağlayabileceğini düşündürmüştür.
91
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 453
POSTERLER
NAZOFARENKS KARSİNOMLU HASTALARDA TANI VE
TAKİPTE PLAZMA EBV DNA KANTİTATİF TAYİNİ : YENİ BİR
TÜMÖR BELİRTECİ
Ref No: 97
1
Enis Özyar, 1Melis Gültekin, 2Alpaslan Alp, 2Gülşen Hasçelik,
Çetin Demir, 1I. Lale Atahan
3
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
3
Hacettepe Üniversitesi İlaç Dirençliliği Laboratuvarı
2
TOTAL LARENJEKTOMİ GEREKTİREN LARENKS
KANSERLERİNDE TEK KÜR KEMOTERAPİ YANITI İLE
BELİRLENEN EŞZAMANLI KEMOREDYOTERAPİ
1
Burçin Budakoğlu, 2Hakan Korkmaz, 1Nurullah Zengin,
Mübeccel Tümöz, 3Ferdi Aksaray, 3İlknur Aktaş, 4Adnan Ünal,
5
Cafer Özden, 6Adil Eryılmaz, 7Hüseyin Dere
3
1
AMAÇ:
Nazofarenks kanserli hastalarda tedavi öncesi ve takipte EBV DNA
düzeylerinin saptanması ve klinik korelasyonunu incelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Şubat 2004 – Haziran 2006 tarihleri arasında NK’li hastalar ile sağlıklı kontrolleri içeren toplam 149 birey
çalışmaya dahil edilmiştir. DNA ölçümü için ‘’real-time kantitatif
PCR assay’’ kullanılmıştır. Nazofarenks kanserli hastaların plazma
EBV DNA düzeyi 3 grupta incelenmiştir. Grup A (35 hasta) : Tanı ve
tedavi sonrası takibinde düzenli olarak EBV DNA düzeylerine bakılan, küratif olarak tedavi edilen yeni tanı metastatik olmayan NK’li
hastalar. Grup B (82 hasta) : Konvansiyonel yöntemler ile remisyonda olan hastaların takiplerinde EBV DNA düzeyi ölçümü. Grup C
(13 hasta) : Klinik/radyolojik olarak kanıtlanmış lokal ve/veya uzak
hastalık bulgusu olan hastalar. Grup D: 19 sağlıklı birey kontrol grubu olarak alınmıştır.
BULGULAR: Grup A: Tanı anında 10 (% 29) hastada EBV DNA
düzeyi 0 kopya/ml olarak saptandı. Bu hastaların tümü halen tam remisyonda olarak izlenmektedir. Tanı anında EBV DNA düzeyi kantitatif olarak ölçülebilen 25 hastanın (% 71) tanı değerleri 41 ile 15.599
kopya/ml aralığında değişmekteydi (ortanca değer 576 kopya/ml) .
Tanı anında EBV DNA düzeyi kantitatif olarak ölçülebilen 25 hastanın 21’inde takipte EBV DNA değeri 0 kopya/ml olarak bulundu.
Takipte bu hastaların 17’i tam remisyonda izlenirken, 2 hastada uzak
metastaz (UM), 1 hastada lokal rekürrens (LR) ve 1 hastada ise bölgesel rekürrens (BR) gelişti. Her iki hastada da EBV DNA düzeyi tedavi sonu 0 kopya/ml iken kontrollerinde artış saptandı. Tanı anında
EBV DNA düzeyi kantitatif olarak ölçülebilen 25 hastanın 4’ünde takipte EBV DNA değeri halen kantitatif olarak ölçülebilir düzeydeydi.
1 hasta tam remisyonda olmasına rağmen; 3 hastada UM gelişti.
Grup B: İzlemde 82 hastanın 74’ünde EBV DNA düzeyi 0 kopya/
ml iken 8 hastada kantitatif olarak ölçülebilir düzeydeydi. 8 hastanın 3’ünde PET/BT ile 2 UM ve 1 BR tespit edilirken, konvansiyonel
görüntüleme yöntemleriyle 1 hastada BR, 1 hastada lokal rekürrens,
2 hastada UM saptandı. Kalan bir hastada ise yalancı pozitiflik mevcuttu.
Grup C: Uzak metastazlı 5 hastanın üçünde (% 60) ve lokal-bölgesel yinelemeli 8 hastanın dördünde (% 50) EBV DNA düzeyi kantitatif olarak ölçülebilir düzeydeydi.
Grup D: Tüm sağlıklı bireylerde (19) plazma EBV DNA düzeyi
negatiftir.
SONUÇ: Bu çalışmada NK’li hastaların tanıda % 71’inde serumda
EBV DNA ‘nın kantitatif olarak ölçülebildiği gösterilmiştir. Klinik
remisyonda olan hastalarda plazma EBV DNA düzeyi saptanamaz ya
da oldukça düşük düzeydedir. Genel olarak bakıldığında hastaların
EBV DNA düzeylerinin klinikle uyumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Bu sonuçlar göstermektedir ki, plazma EBV DNA kantitatif analizi NK’li hastaların tarama ve takibinde önemli bir tümör belirteci
olarak kullanılabilir.
Bu çalışma Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir.
92
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Dışkapı Yıldırım Bayezıt Eğitim ve Araştıma Hastanesi KBB Kliniği,
3
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
4
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. KBB Kliniği,
5
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. KBB Kliniği,
6
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. KBB Kliniği,
7
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 4. KBB Kliniği
2
Amaç: Total larenjektomi gerektiren larenks kanserlerinde eşzamanlı kemoradyoterapi, cerrahiye kıyasla benzer başarı oranlarını ile
larenks fonksiyonlarında daha iyi koruma sağlayabilmektedir. Ancak
bir grup hastada bu modalitenin başarılı olamadığı bilinmektedir.
Bu çalışmada tek kür kemoterapiye alınan yanıt düzeyinin eşzamanlı kemoradyoterapi uygulanacak hastaların seçiminde kullanılması
araştırılmıştır
Metod: Total larenjektomi gerektiren larinks kanserli hastalara kemoterapi olarak 100 mg/m2 sisplatin bir gün ve 1000 mg/m2/gün
5-fluorourasil beş gün sürekli infüzyon olarak uygulandı. Tedavi
başlangıcı sonrası 4. haftada yapılan değerlendirmede %50’den fazla
yanıt veren hastalara sisplatin ile eş zamanlı kemoradyoterapi, daha
az oranda yanıt veren hastalara ise cerrahi tedavi uygulandı.
Bulgular: Toplam 22 hasta çalışmaya dahil edildi; 14 hastada
(%63.6) indüksiyon kemoterapisine %50’den fazla yanıt sağlandı. Takiben eşzamanlı kemoradyoterapi programına alınan bu hastaların
hepsinde uygulama sonrası radyolojik tam cevap elde edildi. Ortanca 26 aylık izlem sonrası hastalarda hastalıksız yaşam % 73.4 genel
yaşam ise %.73.4 bulunmuştur. Başlangıçta uygulanan tek kür kemoterapiye alınan yanıt ile tümörün yerleşim yeri (supraglottik veya
glottik) (p=.2), tümörün evresi (p=.8) ve tümörün histolojik grade’i
(p=.1) arasında anlamlı fark bulunmamıştır.
Yorum: Total larenjektomi gerektiren larenks kanserli hastalarda
tek kür kemoterapiye alının yanıtın düzeyi eşzamanlı kemoradyoterapi için daha uygun hastaların seçiminde kullanılabilecek bir yöntem olabilir.
Ref No: 98
MOBİL DİL KANSERLERİNDE RADYOTERAPİNİN YERİ VE
SONUÇLARI
1
2
1
2
Serra Kamer, 1Mustafa Esassolak, 1Adem Şengül, 1Senem Demirci,
Atilla Yavuzer
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı
Amaç: Mobil dil kanserlerinde postoperatif adjuvan veya küratif
radyoterapi sonuçlarının değerlendirilmesi.
Gereç-yöntem: Ocak 1995-Aralık 2004 tarihleri arasında Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda
mobil dil kanseri tanısı ile radyoterapi uygulanan 94 olgunun hasta
özellikleri ve tedavi sonuçları geriye dönük değerlendirilmiştir. Olguların 28’ i küratif amaçlı, 66’sı cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi
programına alınmıştır. Eksternal radyoterapi 87 olguda tek başına, 7
olguda interstisyel brakiterapi ile birlikte planlanmıştır ve 13 olguya
radyoterapi ile eşzamanlı kemoterapi uygulanmıştır. Eksternal radyoterapi hastalığın evresine bağlı olarak; 17 olguda primer tümör yatağı ve üst boyun lenfatiklerini, 77 olguda primer tümör yatağı ve üst
boyun lenfatiklerinin yanı sıra alt boyun lenfatiklerini de kapsayan
sahalardan günlük 2 Gy fraksiyon dozunda medyan 66 Gy (aralık:
19-23 Nisan 2007
48-74) uygulanmıştır. Küratif radyoterapi uygulanan grupta evrelere
göre dağılım; evre I bir olgu, evre II 6 olgu, evre III 3 olgu, evre IV 16
olgu olarak değerlendirilmiştir. Cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi
uygulanan grupta evrelere göre dağılım; evre I bir olgu, evre II 22
olgu, evre III 23 olgu, evre IV 19 olgu şeklindedir.
Bulgular: Olguların medyan yaşı 55 (aralık: 26-87), kadın/erkek
oranı 1/1,7 ‘dir. Sağ kalan olgularda medyan 74 ay (aralık: 26-144)
takip sonrası, tüm grupta 5 yıllık genel, hastalıksız ve lokal yinelemesiz sağkalım oranları sırasıyla %35, %44,3 ve %46 olarak saptanmıştır. Cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi uygulanan olgularda 5
yıllık lokal bölgesel kontrol oranı %53 iken, küratif radyoterapi uygulanan olgularda bu oran %13 olarak tespit edilmiştir. Takipte 50
olguda lokal bölgesel yineleme, 5 olguda uzak metastaz saptanmıştır.
Lokal bölgesel yinelemelerin dağılımı; 36 olguda (%38,3) primer tümör bölgesinde, 10 olguda (%10,6) boyunda, 4 olguda (%4,3) primer
tümör bölgesi ve boyundadır. Lokal bölgesel yinelemelerin medyan 7
ayda ortaya çıktığı ve yinelemelerin çoğunun ilk yılda oluştuğu gözlenmiştir. Tek değişkenli analizde; tümör evresi, nodal evre, tedavi
öncesi Hb değeri, cerrahi, tümör yerleşimi (dilin serbest kenarı/orta
hat), cerrahi uygulanan olgularda cerrahi sınırın durumu hastalıksız
ve genel sağkalım üzerine etkili faktörler olarak saptanmıştır (p<0,05) .
Sonuç: Eksternal radyoterapi dil kanserinin tedavisinde yüksek
riskli olgularda postoperatif adjuvan kullanımda lokal kontrol ve
sağkalım için etkin bir tedavi modelidir.Tek başına radyoterapi yetersiz sonuçlarına karşın operasyona uygun olmayan vakalarda %30
yanıt oranı ile önerilebilir. Tedavinin etkinliğini arttırmaya yönelik
kombine tedavi yaklaşımlarını hedef alan çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Ref No: 232
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYASYON
ONKOLOJİ BÖLÜMÜNDE T1-T2 GLOTTİK LARİNKS
KARSİNOMU TANISIYLA RADYOTERAPİ ALAN
HASTALARIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ:
Mete Gündoğ, Oğuz Galip Yıldız, Okan Orhan,
Bünyamin Kaplan, Serdar Soyuer, Serkan Kaplan
Erciyes Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Giriş: Larinks kanserleri tüm kanserlerin %2’sini; baş-boyun bölgesi kanserlerinin yaklaşık %25’ini oluşturur. 2000 yılında ABD’inde yılda 12000 yeni larinks kanseri görülürken, yaklaşık 4000’inin
aynı nedenle öldüğü rapor edilmektedir. Larinks kanserinin en sık
görülme yaşı 60 ile 65 yaş arasındadır.Bir çok ülkede erkek/kadın
oranı 5: 1dir. Erken evre larinks karsinomunda tedavinin en önemli
amacı kür sağlamaktır. Erken evre tümörlerinde (Evre I ve II) tek
tedavi modalitesi seçilirken, ileri evre tümörlerinde kombine tedavi
yöntemi seçilir. Erken evre glottik larinks kanserinde radyoterapi tek
başına uygulanan primer tedavi yöntemidir.
Materyal-metod: Bu retrospektif çalışmada ocak 1996- aralık
2006 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi
Kliniğinde; erken evre (T1 ve T2) glottik larinks karsinomu tanısıyla
başvurmuş ve primer radyoterapi uygulanmış 25 hastanın tedavi sonuçları incelenmiştir.
Bulgular: Hastaların median yaşı 68 (50-91) ’dir. Hastaların tamamı erkek cinsiyetindedir. Hastaların 13 tanesi (%52) T1 glottik
karsinom olarak evrelendirilirken 12 tanesi (%48) T2 glottik karsinom olarak evrelendirilmiştir. Hastaların 24’ünün patolojisi epidermoid karsinom iken 1’ verriköz karsinom olarak rapor edilmiştir.
hastaların 17’si (%68) Co60 ile 8’i (%32) lineer akselatör (6 MV)
ile tedavi olmuştur. Hastaların 2’sine (%8) kordektomi,3’üne (%12)
striping ve 20’sine (%80) direkt laringoskop+biopsi uygulanmıştır.
Tedavi sırasında hastaların hiçbirinde grade III-IV toksisite gözlenmemiştir.Hastalarınradyoterapi dozu median 70 Gy (50Gy-74Gy)
’dir. Hastaların 3 tanesinde (%11) takipleri sırasında nüx gelişmiştir.
Sungate Port Royal, Antalya
Nüx gelişen hastaların birine kurtarma cerrahisi (total larenjektomi)
uygulanmıştır ve halen sağdır.Takipler sırasında 6 hasta (%19) ex olmuştur. Ex olan hastaların 1’ siroza bağlı hepatik yetmezlikten, 1’i
kalp krizinden,1’i serebrovasküler hastalık nedeni ile ve 1 tanesi de
ilk tanıdan 19 ay sonra gelişen 2.primer Akciğer kanserine bağlı olarak ex olmuştur.Diğer iki hasta ise nüx geliştikten sonra hastalık nedeni ile ex olmuştur. Hastaların median takip süresi 29 (4- 126) aydır.
Hastaların 11 aylık lokal kontrol oranı; %96, 28 aylık lokal kontrol
oranı %89 ve 39 aylık lokal kontrol oranı %79’dur.
Sonuç: T1-T2 Erken evre Glottik larinks tümörlerinde primer tedavi olarak radyoterapi etkin bir tedavi şeklidir.
Ref No: 307
NAZOFARİNKS KANSERLİ OLGULARDA İKİNCİ PRİMER
TÜMÖRLER
Serra Kamer, Mustafa Esassolak, Ayfer Haydaroğlu,
Barbaros Aydın, Yasemin Bölükbaşı
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Kanserli olgularda uzun süreli takip sonrası gelişen ikinci
primer tümörler sağkalım üzerine özel bir etki göstermektedir. Bu
çalışmanın amacı; nazofarinks kanserli olgularda takipte gelişen
ikinci primer tümörleri; hasta özellikleri, ortaya çıkış süreleri ve
prognozları yönünden değerlendirmektir.
Gereç-Yöntem: Ocak 1995- Aralık 2005 tarihleri arasında Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda
radyoterapi uygulanan 252 olgu geriye yönelik incelenmiştir.Bir yıldan kısa süreli takipli olgular değerlendirme dışı bırakılmış ve analizler 194 olgu ile yapılmıştır. Olguların 47’si (%24,3) tek başına radyoterapi ile tedavi edilmiş, 147 olguya (%75,8) radyoterapi ile birlikte
kemoterapi uygulanmıştır.1997 AJCC evrelemesine göre; 8 olgu evre
I, 45 olgu evre II, 77 olgu evre III ve 64 olgu evre IV olarak tespit edilmiştir. Histopatolojik değerlendirmesinde primer nazofarinks kanseri veya yinelemesi ile benzer olmayan, ayrı bir tümörü tanımlanan
olgular ikinci primer tümörlü olgular olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Medyan yaş 55, erkek/kadın oranı 2,2/1 ‘dir. Medyan
61 ay takip sonrası (aralık: 14-155 ay) 8 olguda ikinci primer tümör
tespit edilmiş (%4,1) ve dağılımı; akciğer kanseri 2 olgu, prostat kanseri 1 olgu, sinonazal karsinom 1 olgu,, yumuşak doku sarkomu 1
olgu, pankreas kanseri 1 olgu, non-hodgkin lenfoma 1 olgu ve dil
kanseri 1 olgu olarak saptanmıştır (Tablo-1) . İkinci primer tümörler
medyan 21 ayda (aralık: 7-154 ay) gözlenmiştir. Tedavide üç olguya kemoterapi ve radyoterapi, 4 olguya sadece cerrahi, 1 olguya tek
başına kemoterapi planlanmıştır. Takipte olguların 4’ü ikinci primer
tümörleri nedeniyle kaybedilmiştir. Kaplan-meier sağkalım analizi
kullanılarak yapılan değerlendirmede; 5 yıllık ikinci primer tümörsüz sağkalım %96 olarak saptanmıştır. Yaş, cinsiyet, kemoterapi uygulanması, evre ve yeni tümör gelişimi arasında istatistiksel anlamlı
bir ilişki gözlenmemiştir (p>0,05)
Sonuç: Nazofarinks kanseri tanısı ile radyoterapi veya radyokemoterapi uygulanan olgular ikinci primer tümör eğilimleri nedeniyle
dikkatle takip edilmelidir.
93
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 512
Tablo .
Olgu
Yaş
Cinsiyet Tümör yerleşimi
Histopatoloji
Ortaya çıkış süresi (ay)
1
59
Kadın
Pankreas
Adenokarsinom
84
2
48
Erkek
Dil
Epidermoid
18
3
61
Erkek
Akciğer
Adenokarsinom
9
4
73
Erkek
Akciğer
Epidermoid
24
LOKAL İLERİ EVRE BAŞ BOYUN KANSERİNDE
POSTOPERATİF AKSELERE RADYOTERAPİ İLE EŞZAMANLI
KEMOTERAPİ
1
Berrin Pehlivan, 2François Lüthi, 1Abderrahim Zouhair,
Luc Bron, 3Philippe Pasche, 1Walter Seelentag,
1
René-olivier Mirimanoff, 1Mahmut Özşahin
3
1
2
3
5
41
Erkek
Prostat
Adenokarsinom
155
6
21
Erkek
Sarkom
İğ hücreli
38
7
58
Erkek
Sinonazal
Undiffreansiye
12
8
42
Kadın
Lenfoma
Büyük B hücreli
7
Ref No: 414
2000-2005 YILLARI ARASINDA NASAL KAVİTE VE
PARANASAL SİNÜS TÜMÖRÜ TANILI 95 VAKANIN
EPİDEMİYOLOJİK ANALİZİ
Mehmet Ferhan Adatepe, Süleyman Altın,
Halil Cumhur Yıldırım, Bülent Aşkaroğlu, Tuğba Tülin Bek,
Özge Kandemir Gürsel, Ahmet Küçük, Mustafa Ünsal
S. B. İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
GİRİŞ: Nazal kavite ve paranasal sinüslerin malign tümörleri, tüm
kanserlerin %0,3’ünü ve baş-boyundaki kanserlerin de %3’ünü oluşturur. Nadir görüldükleri için erken tanı koyma olasılığı çok zayıftır.
Genellikle tümör kemik invazyonu yaptığında saptanabilmektedir.
AMAÇ: Kliniğimize 2000-2005 yılları arasında başvuran 95 olgunun retrospektif olarak analizini yaptık.
BULGULAR VE SONUÇ: 95 olgunun 59’u erkek (%62), 36’sı kadındı (%38) . Medyan yaş 56 ve ortalama yaş 56,26 bulundu. Tümör
58 hastada (%61) maksiller sinüste, 33 hastada (%35) nazal kavitede,
4 hastada (%4) diğer sinüslerde idi. Patolojik olarak 31 olgu (%33)
skuamöz hücreli karsinom, 14 olgu (%15) adenoid kistik karsinom,
10 olgu (%11) adenokarsinom, 8 olgu (%8) lenfoma ve 5 olgu (%5)
indifferansiye karsinom iken 27 olgu da (%28) diğer histolojik tiplerde idi. Vakaların yalnızca 4 tanesi T1-T2 tümör evresindeydi. 91
vaka T3-T4 tümör evresi ile başvurdu. Bunlardan 84 tanesi opere,
11 tanesi ise inoperable idi. 85 hastada nod negatif, 10 hastada nod
pozitif saptanmıştı. Hastaların 72’si (%78) postoperatif 3600 ile 7000cGy (ortalama 5960cGy) radyoterapi, 16’sı da (%17) CCDP ve/veya
FU bazlı neoadjuvan / adjuvan kemoterapi aldı. Başvuru anında 6
hastada nüks tümör, 3 hastada uzak metastaz mevcut idi. 16 hastada
sonradan nüks gelişti (2ay-2 yıl) . Medyan nüks süresi 8.5 ay ve ortalama nüks süresi 9.5 ay olarak bulundu. 7 hastada ise daha sonradan
uzak metastaz gelişti (3ay-42ay) . Medyan uzak metastaz süresi 18
ay, ortalaması 17 ay bulundu. 2 vakada kemik ve karaciğer, 2 vakada akciğer ve karaciğer, 2 vakada yalnız akciğer, 1 vakada da beyin
metastazı saptandı. Bulgular genel olarak literatür verileriyle uyumlu
saptandı, survi değerlendirmeleri ve daha kapsamlı analizleri daha
uzun süreli izlemlerde yapmak üzere vakalar takipte bırakıldı.
94
Lozan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İsviçre
Lozan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Medikal Onkoloji Anabilim Dalı, İsviçre
Lozan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Otorinolaringoloji Anabilim Dalı, İsviçre
Bu çalışmanın amacı lokal ileri baş boyun kanserinde (LİBBK)
cerrahi sonrası 66 Gy postoperatif akselere radyoterapi (pazartesiperşembe tek doz 2 Gy, cuma günleri konkomitan boost ile 2x2 Gy)
ile eşzamanlı kemoterapinin uygulanabilirliğini ve etkinliğini araştirmaktır. Mart 2001 ve Nisan 2006 tarihleri arasında pT1-pT4 ve/
veya pN0-pN3 tümörü olan 40 LİBBK (15 oral kavite, 8 orofarinks,
7 larinks ve 2 primeri bilinmeyen) olgusu (erkek/kadın: 35/5; medyan yaş: 60 [36-81 yaş]) bu prospektif çalışmaya alındı. Postoperatif
radyoterapi indikasyonu 9 olguda pozitif cerrahi sınırlar (hepsinde
R1), 5 olguda T4 R0 hastalık, 2 R0 olguda 3 veya daha fazla lenf bezi
tutulumu (16 olgu; %40) ; ya da 24 (%60) olguda cerrahi sınır tutulumu olmadan (n = 11) veya cerrahi sınır tutulumuyla birlikte (n = 13)
ekstranodal hastalık nedeniyle konuldu. Cerrahi ile postoperatif radyoterapi arasındaki medyan süre 46 gündü (24-112 gün) . Postoperatif radyoterapi 5.5 haftada 66 Gy (2 Gy/fr) olarak uygulandı. Medyan
radyoterapi süresi 39 gündü (35-62 gün) . Tüm olgularda 5 alanla üç
boyutlu ya da yoğunluk ayarlı radyoterapi GORTEC/EORTC/RTOG
tanımlamalarına sadık kalınarak eşzamanlı sisplatin kemoterapisi ile
birlikte 1., 22. ve 43. günlerde 100 mg/m2 olarak uygulandı (1 olguda
renal yetmezlik nedeniyle karboplatin kullanıldı) . Profilaktik perkütane endoskopik gastrostomi (PEG) 18 olguda (%45) uygulanırken,
3 olguda (%8) nazogastrik sonda takıldı. Medyan takip süresi 37 ay
oldu (5-66 ay) . İki olgu dışında, tüm olgularda tedavi planlanan dozda ve sürede uygulandı (38 olguda 66 Gy, 1 olguda 64 Gy, 1 olguda 58
Gy) . CTC/NCI v3.0 toksisite kriterlerine göre erken radyoterapi yan
etkisi olarak 10 olguda grad 3 mukozit (%25), 9 olguda grad 3 disfaji
(%23) ve 5 olguda grad 3 cilt toksisitesi (%13) gözlendi. Kemoterapi
nedeniyle hemoglobin toksisitesi 2 olguda (1 olguda grad 3, 1 olguda
grad 4) ve 4 olguda lökopeni (2 olguda grad 3, 2 olguda grad 4) gözlenirken grad 3 veya 4 trombopeni hiçbir olguda gözlenmedi. Grad
3 renal toksisite sadece 1 olguda gözlendi. Tedavi süresince medyan
kilo kaybı 3.5 kg olarak kaydedildi (0-14.5 kg) . Geç yan etki olarak,
grad 0, 1 veya 2 ağız kuruluğu 9 (%23), 22 (%55) ve 9 (%23) olguda
gözlenirken grad 0, 1 veya 2 ödem 25 (%63), 14 (%35) ve 1 (%3)
olguda gelişti. Lokal ve/veya bölgesel nüks 8 (%20) olguda medyan 6
ayda (1-40 ay) gelişirken, uzak metastazlar ise sadece 7 (%18) olguda
gözlendi. 3 yıllık genel sağkalım, kansere bağlı sağkalım, hastalıksız
sağkalım ve lokal/bölgesel kontrol oranları, sırasıyla, %65, %69, %64
ve %82 olarak saptandı. Tek yönlü (logrank testi) ve çok yönlü (Cox
modeli) analizlerde başarısızlığı etkileyen tek prognostik faktörün
lenf bezi tutulumu olduğu saptandı. Sonuç olarak, bu prospektif çalışmada, LİBBK‘de cerrahi sonrası 66 Gy postoperatif akselere radyoterapi (haftada 6 fraksiyon) ile eşzamanlı sisplatin kemoterapisinin emin bir şekilde iyi sonuçlarla ve kabul edilebilir bir toksisiteyle
uygulanabilirliği kanıtlandı.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 530
Ref No: 531
23 LOKAL İLERİ SKUAMÖZ HÜCRELİ LARENKS
KARSİNOMUNDA PRİMER RADYOKEMOTERAPİ
PAROTİS BEZİNDE OLUŞAN LENFOEPİTELYOMA BENZERİ
KARSİNOM TANILI BİR OLGU SUNUMU
1
Kamuran İbiş, Vuslat Yürüt Çaloğlu, Murat Çaloğlu,
Mert Saynak, Bengü Denizli, Ruşen Coşar Alas, Cem Uzal
Durmuş Etiz, 1Fulya Çolak Ataizi, 1Seda Baloğlu, 2Zeki Üstüner,
Cengiz Bal, 4Erkan Özüdoğru
3
1
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı.,
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
3
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı,
4
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi
2
Amaç: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Prof Dr Servet Bilir Onkoloji Merkezinde Mayıs 2004 – Eylül 2006 tarihleri arasında primer
radyokemoterapi ile tedavi edilen lokal ileri 23 larenks karsinomlu
olgu retrospektif olarak irdelenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Medyan yaş 58’dir (45-72 yıl) . T3-4 ve/veya lenf
nodu pozitif vakalar incelenmiştir. On iki vaka Evre III, 11 vaka Evre
IV A’dır (2 vaka T2, 12 vaka T3, 9 vaka T4) (15 vaka N0, 8 vaka N
pozitif) . Onaltı vaka supraglottik, altı vaka glottik ve bir vaka subglottik yerleşimlidir. Onbir vakada preepiglotik bölge, dört vakada
kartilaj tutulumu saptanmıştır. Radyoterapi, immobilizasyon maskesi eşliğinde ve kişiye özel blok dökülerek kobalt cihazı (Theratron
Elite 80©) ve lineer akseleratör (Elekta Precise©) ile uygulanmıştır.
Radyoduyarlaştırıcı olarak kullanılan sisplatin 80mg/m2 dozunda,
radyoterapinin 1, 22 ve 43. günlerinde uygulanmıştır. Tüm vakalar
hospitalize edilmiştir. Yan etki skorlaması CTC 2.0 (Common Toxicity Criteria Version 2.0) kriterlerine göre yapılmıştır.
Bulgular: Medyan radyoterapi dozu primer tümörde 70 Gy (6070Gy), lenf nodlarında 50 Gy’dir (50-72 Gy) . Tedavi süresi medyan 48 gün (42-60 gün) ve radyoterapiye ara verilen süre medyan 2
gün’dür (Ortalama 3.3gün, min.0-maks.13 gün) . Ondört vaka (%61)
üç kür, sekiz vaka (%34.8) iki kür ve bir vaka (%4.3) bir kür radyoduyarlaştırıcı sisplatin almıştır. Vakaların ortalama takip süresi 16.7
ay’dır (6-29 ay) . Radyoterapi sonrasında iki vakada lokal kontrol
elde edilememiştir (Evre T3N2 ve T2N3) . Tüm grupta ortalama lokal kontrol süresi 15.9 ay (SD 9.63), ortalama sağkalım 16.7 ay’dır
(SD 8.6) . Üç vakada uzak metastaz saptanmıştır (I. VakaT3N2, lokal
kontrol yok, 6.ayda akciğer metastazı, 13. ayda exitus, II.vakaT4N0,
lokal kontrol mevcut, 4. ayda akciğer metastazı, halen yaşıyor, III.vakaT4N0, lokal kontrol mevcut, 7. ayda akciğer metastazı ve eksitus) .
Takip dönemi içinde eksitus olan üç vakanın biri sadece uzak metastaz (akciğer) nedenli, ikincisi hem uzak metastaz (akciğer) hem lokal
kontrolsüzlük nedenli, üçüncü vaka lokal kontrolsüzlüğe eşlik eden
fulminan hepatit sonucu (6. ayda) kaybedilmiştir. Şiddetli akut yan
etki olarak, beş vakada (%21.7) grad 3 mukozit, yedi vakada (%30.4)
grad 3, bir vakada (%.4.3) grad 4 nötropeni ve iki vakada (%8.7) grad
3 disfaji görülmüştür.
Prognostik kriterler incelendiğinde, lokal kontrole etki eden tek
faktör olarak radyoterapiye ara verilen gün sayısı (0-3 vs. 4 ve üzeri)
(p=0.059), uzak metastaza etki eden faktörler olarak tümörün kartilaj tutulumu (p=0.035), grad 3-4 nötropeni (p=0.032) ve radyoduyarlaştırıcı kemoterapi sayısı (üçten az) (p=0.015) saptanmıştır. Radyoterapi sırasında grad 3-4 nötropeni (p=0.016) görülen ve üçten az
sisplatin alan vakalarda (p=0.032) genel sağkalım süresi daha kısa
saptanmıştır.
Sonuç: Lokal ileri larenks karsinomunda primer radyokemoterapi
kabul edilebilir lokal kontrol ve toksisite değerleri ile uygulanabilir
bir yöntemdir.
Sungate Port Royal, Antalya
Lenfoepitelioma, nadir görülen bir tükrük bezi tümörüdür. Bu
vaka hastalığın seyri ve tedavi yaklaşımı konusunda literatüre katkı
amacıyla sunulmuştur.
Vaka:
76 yaşında bayan hasta, sağ yanakta şişlik ve ağrı nedeniyle hekime başvurmuş. Sağ parotis lojundan yapılan insizyonel biyopsi
sonucunda lenfoepitelyoma benzeri karsinom tanısı almış. Servikalfasyal MR’ında sağ parotis gland yüzeyel lobunda 4x5x7 cm boyutlarında lobüle konturlu tümöral kitle, sağ juguler zincirde büyüğü
3cm ve sağ supraklavikuler bölgeye ekspanse multiple metastatik
LAP saptanmış. Toraks ve Batın BT’sinde patolojiye rastlanmamış.
KBB kliniği tarafından inoperatif olarak değerlendirilen hasta kliniğimize yönlendirilmiştir. Hastaya 70Gy/35fr eksternal radyoterapi
uygulandı. Kontrol MR’ında tümöral kitle ve metastatik LAP boyutlarında belirgin regresyon saptandı. Altı ay sonra bilinç bulanıklığı,
konuşma bozukluğu, uykusuzluk ve bel ağrısı şikayeti ile kliniğimize
başvurdu ve kranyal MR ve TVKS yapıldı. TVKS’de multiple metastaz saptandı. Kranyal MR’ında yaşla uyumlu global atrofi bulguları
mevcuttur. Hastanın mevcut nörolojik bulguları 20 yıl önce geçirdiği SVH’a sekonder olarak değerlendirildi. Pirmer tümör bölgesinde
progresyon bulgusuna rastlanmadı. Toraks ve Batın BT normaldi.
Kemik metastazlarına yönelik radyoterapi planlanan hasta tedaviyi
kabul etmedi. Ajite, kooperasyonu ve bilinci bozuk olan hasta 20
Aralık 2006 tarihinde evinde ex oldu.
Tartışma:
Lenfoepiteliomanın oldukça radyosensitif bir tümör olduğu bilinmektedir. Sadece RT ile oldukça yüksek lokal bölgesel kontrol oranları elde edilmekle birlikte, hastalığın uzak metastaz yaptığı ve uzak
metastazın kötü prognoz göstergesi olduğu unutulmamalıdır.
Ref No: 603
NADİR KARŞILAŞILAN EŞ ZAMANLI ÇİFT PRİMER TÜMÖR
KOMBİNASYONU: EPİDERMOİD LARENKS VE KÜÇÜK
HÜCRELİ AKCİĞER KARSİNOMU
1
3
1
2
3
Murat Çaloğlu, 1Vuslat Yürüt Çaloğlu, 2Ufuk Usta, 1Bengü Denizli,
Hakan Karagöl, 1Mert Saynak, 1Zafer Koçak, 1Cem Uzal
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Giriş:
Oluşmasında aynı etiyolojik faktörlerin etkili olduğu solunum sistem tümörlerine, aynı hastada gerek ardışık gerekse eş zamanlı olarak rastlanılmaktadır. Bununla birlikte her iki tümörün hücre tipinin
sıklıkla aynı olduğu bilinmektedir. Literatürde larenks epidermoid ve
akciğer küçük hücreli dışı karsinom birliktelikleri sık bildirilmesine
rağmen, larenks epidermoid ile küçük hücreli akciğer karsinomunun
birlikte olduğu yalnızca 4 hasta mevcuttur.
Bu vaka larenks kanseri, eş zamanlı küçük hücreli akciğer kanseri
ve beyin metastazı tanısı konan bir hastada tedavi yaklaşımının değerlendirilmesi amacıyla sunulmuştur.
Vaka Sunumu:
44 yaşında ağır sigara içicisi erkek hasta larenks kanseri tanısı ile
supraglottik larenjektomi ve sol modifiye radikal boyun diseksiyonu uygulandıktan sonra kliniğimize başvurmuştur. Histopatolojik
değerlendirmede Grad 2 epidermoid karsinom saptanmıştır. Postoperatif evresi T3N1’dir. Toraks BT’de sol akciğer alt lobda 3x4 cm
çapında primer tümör, aynı lobda 2x2.5 cm çapında metastatik kitle
95
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
görülmüştür. Bronkoskopik biyopsi yapılmış ve küçük hücreli akciğer kanseri tanısı konmuştur. Şiddetli baş ağrısı olan hasta kranyal
MR ile değerlendirilmiş ve multipl beyin metastazı izlenmiştir.
Hastaya eş zamanlı primer larenks epidermoid kanseri ve metastatik küçük hücreli akciğer kanseri tanısı ile önce 30 Gy kranyal RT
yapılmıştır. Radyoterapi sonrası, 21 günlük aralarla, 3 kür sisplatin
(100 mg/m2,1 gün) ve etoposid (100 mg/m2, 1-3 gün) verilmiştir.
Çekilen toraks BT ve kranyal MR’da tam yanıt alındığı görülmüştür.
Hastanın KT’si 6 küre tamamlanmış ve tam yanıtın devam etmesi
nedeniyle larenkse yönelik adjuvan RT önerilmiştir ancak hasta kabul etmediği için takibe alınmıştır.
On beş ay sonra, hasta sol boyunda 10 cm çapında şişlik nedeniyle
kliniğimize başvurdu. Lezyondan biyopsi yapıldı ve epidermoid karsinom metastazı olduğu anlaşıldı. Toraks, batın BT ve kranyal MR’da
patolojik bulguya rastlanmadı. Hastaya total larenjektomi ve boyun
diseksiyonu uygulandı. Histopatolojik değerlendirmede larenkste
tümöre rastlanmadı ancak 8 lenf nodunun 1 tanesinde kapsül dışı
yumuşak doku invazyonu yapmış lenf nodu metastazı saptandı. Hastaya adjuvan 60 Gy RT uygulandı ancak böbrek fonksiyonları yetersiz olduğu için eş zamanlı KT uygulanamadı. Altı aydır takipte olan
hastanın herhangi bir sorunu yoktur.
Tartışma:
Eş zamanlı birden çok kanseri olan hastalarda sağ kalımı belirleyecek hastalığın tedavisi önceliklidir. Bununla birlikte, ilk hastalığın
tedavisinden tam yanıt alınan hastalarda ikinci hastalığın küratif tedavisi mutlaka değerlendirilmelidir.
Ref No: 607
İZOLE İSKELET KAS METASTAZI İLE SEYREDEN DİL
KANSERİ OLGUSU
1
Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Murat Çaloğlu, 2Fulya Özpuyan,
Mert Saynak, 1Kamuran İbiş, 3Hakan Karagöl, 1Zafer Koçak, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
Giriş:
Vücudumuzun yaklaşık %50’si kaslardan oluşmasına rağmen kas
metastazına nadir rastlanmaktadır. İzole kas metastazları ileri evre
hastalıkta görülmekte ve genellikle otopsi serilerinde bildirilmektedir. Literatürde daha önce iskelet kaslarına metastaz yapmış dil kanseri sadece bir olguda bildirilmiştir. Ancak izole deltoid kas metastazlı bir olgu ilk defa sunulmaktadır.
Vaka:
63 yaşında bayan hasta dilinde 8 aydır geçmeyen yara yakınması ile
KBB kliniğine başvurmuş Muayenesinde, dilin sol tarafına lokalize
yaklaşık 4 cm çapında ülsere lezyon saptanmış. Bölgesel LAP saptanmamış. Biyopsi yapılmış ve epidermoid karsinom tanısı konmuş. Çekilen MR’da dilde sol tarafa lokalize 4x2 cm kitle görülmüş. Hastaya
subtotal glosektomi ve bilateral modifiye radikal boyun diseksiyonu
uygulanmış. Piyesin patolojik incelemesinde, tümörün 4x2.5x3 cm
çapında nonkeratizine epidermoid karsinom ve cerrahi sınırlarının
temiz olduğu bildirilmiş. Sol boyundan ayıklanan nodların 2’sinde
perikapsüler uzanımı olan metastatik tutulum görülmüş.
Hasta, kliniğimize yönlendirildi. Sistemik tutulum bulgusu yoktu. Hastaya yüksek riskli olması nedeniyle adjuvan radyokemoterapi
endikasyonu kondu, ancak hasta sadece RT’yi kabul etti. Hastaya 66
Gy eksternal RT uygulandı. RT’nin tamamlanmasından yaklaşık 3
ay sonra, sol omuzda ağrı ve genel durum bozukluğu nedeniyle acil
servise başvurdu. MR’da sol omuzda deltoid kas içinde 2.5 cm çapında kitle saptandı. WHO III’dü. Başka sistemik tutulum bulgusu yoktu. Lezyondan biyopsi alındı ve primer tümörle aynı histopatolojik
özellikler görülmesi nedeniyle lezyonun metastatik olduğu anlaşıldı.
Lezyon bölgesine 30 Gy palyatif RT verildi ve total ağrı palyasyonu
sağlandı. Hasta olası ek tedavileri kabul etmedi ve hastaneden ayrıl-
96
dı. Aile ile yapılan görüşmede, hasanın genel durumunun giderek
bozulduğu ve 5 ay sonra kaybedildiği öğrenildi.
Tartışma:
Kas metastazının genel olarak hematojen yollarla oluştuğu bilinmektedir. Olgumuzda sol boyun lenfatiklerinin tutulu olması nedeniyle metastazda lenfatik akımın da etkili olduğu düşünülmektedir.
Kas metastazları ileri hastalığın ve kötü prognozun bir göstergesidir.
Ref No: 608
KÜRATİF RADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN LARENKS
KANSERLİ HASTALARDA PROGNOSTİK FAKTÖR ANALİZİ
1
Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Murat Çaloğlu, 1Mert Saynak,
Kamuran İbiş, 1Ruşen Coşar Alas, 2Hakan Karagöl,
3
Mine Uğuzalp Kaldır, 2Sernaz Uzunoğlu, 1Cem Uzal
1
1
2
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
TC Sağlık Bakanlığı Erzurum Numune Hastanesi
Amaç: Bu çalışmada, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon
Onkolojisi Anabilim Dalı’nda küratif amaçla tedavi edilen larenks
karsinomlu hastaların tedavi sonuçlarının sunulması ve lokal bölgesel yinelemeyi etkileyen prognostik faktörlerin belirlenmesi hedeflenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Biyopsi ile epidermoid larenks karsinomu tanısı
konduktan sonra, bölümümüze gönderilen ve Temmuz 1999-Eylül
2005 yılları arasında tedavi edilen 58 hasta değerlendirmeye alınmıştır. Medyan yaş 62 (44-83) ’dir.
Bulgular: Tüm hastalar için medyan takip 18 (4-54) aydır. Hastaların 34 (%58.6) ’ünde T3-4 tümör ve 23 (%39.7) ’ünde N (+) hastalık
saptanmıştır. Tümör, 34 (%58.6) hastada glottik, 15 (%25.8) hastada
supraglottik ve 9 (%15.5) hastada subglottik yerleşimlidir. 27 (%46.6)
hastaya sadece RT ve 31 (%53.4) hastaya eşzamanlı radyokemoterapi
uygulanmıştır. Çalışmamızda yerel-bölgesel sonuçlar üzerine etkili
olabilecek faktörler ‘Chi-square’ testi kullanılarak analiz edilmiştir.
Yerel-bölgesel kontrol % 68.8’dir. Dokuz (%15.5) hastada yineleme
izlenmiştir. Yineleme, 4 (%6.9) hastada sadece yerel, 4 (%6.9) hastada sadece nodal, 1 (%1.7) hastada sadece uzak metastaz şeklindedir.
Univariyet analizde, yerel-bölgesel kontrolü olumsuz etkileyen faktörler; Evre III-IV hastalık (p=0.05), lenf nodu tutuluşu bulunması
(p=0.03), performansın WHO II ve üzerinde olması (p=0.022) ve
eşzamanlı KT yapılmaması (p=0.033) olarak tespit edilmiştir.
Sonuç: Larenks kanserinin tedavisinde yerel-bölgesel kontrole
etkili olabilecek prognostik faktörlerin bilinmesi daha etkin tedavi
şekillerinin planlanmasına yardımcı olacaktır.
Ref No: 616
BAZAL HÜCRELİ CİLT KANSERİNİN ATİPİK KLİNİK SEYRİ:
OLGU SUNUMU
1
3
1
2
3
Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Murat Çaloğlu, 1Mert Saynak, 2Ufuk Usta,
Hakan Karagöl, 1Kamuran İbiş, 1Cem Uzal
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Giriş:
Bazal hücreli cilt kanseri (BCC) karşılaşılan en sık kanser tipi olmasına rağmen, Giant BCC, %1’in altında görülmektedir. Primer tümörü eş zamanlı radyokemoterapi ile tedavi edildikten sonra, kemik
ve cilt metastazı saptanan hasta literatüre katkı sağlamak amacıyla
sunulmuştur.
Olgu:
50 yaşında erkek hasta, sol şakağında geçmeyen yara nedeniyle
Plastik Cerrahi Kliniğine başvurmuş. Hikayesinde yaranın 8 yıl önce
kaşıntılı bir lezyon olarak geliştiği ve giderek büyüdüğü öğrenilmiş.
İki yıl önce lezyona eksizyonel biyopsi yapılmış. Histopatolojisi solid
19-23 Nisan 2007
infiltratif tip BCC saptanmış ve takibe alınmış. Hastanın 35 yıldır
Anklozan Spondilit hastası olduğu ve dönem dönem immunsupresif
tedaviler aldığı öğrenildi. Yaklaşık 6 ay önce, hastalık tekrarlamış ve
giderek büyümeye başlamış. Muayenesinde, sol fronto temporal bölge lokalizasyonlu yaklaşık 5x7 cm tümöral oluşum saptanmış. BT’de
lezyonun sol masseter ve temporal kası invaze ettiği, zigomatikotemporal infiltrasyon oluşturduğu görülmesi üzerine kliniğimize gönderilmiş. Akciğer BT, Batın USG ve kan biyokimyası normal olarak
tespit edilmesi üzerine lokal ileri evre hastalık olması nedeniyle eş
zamanlı radyokemoterapi planlandı. Primer tümör bölgesine 60 Gy
RT uygulandı. 21 günlük aralar ile konkomittan 3 kür sisplatin (75
mg/m2) verildi. RT sonrası tam yanıt alınan hastaya plastik cerrahi
kliniği ek tedavi önermedi.
Olgu 6 ay sonra bilateral omuz ve bel ağrısı yakınması ile başvurdu. Direkt grafilerinde T10, bilateral humurus başında litik lezyonlar tespit edildi. Romatoloji kliniği ile konsülte edildi ve lezyonların
kemik metastazı olarak kabul edildi. Tüm vücut kemik sintigrafinde
multiple tutulum odağı saptandı. Torakal vertebralarına, bilateral
humerus başına ve sağ femur başına palyatif RT uygulandı. Bu arada
hastanın sırtında ve kollarında 1-1.5 cm çapında çok sayıda cilt altı
nodul görüldü. Nodüller ağrısızdı. Sağ deltoid bölgeden 1 adet nodul
çıkarıldı. Histopatolojik değerlendirmede, primer tümör ile uyumlu
cilt metastazı olduğu anlaşıldı. Ancak hasta kendisine önerilen palyatif KT ve kemiklere yönelik RT’yi kabul etmeyerek kliniğimizden
ayrıldı. Aileden hastanın genel durumunun giderek bozulduğu ve
yaklaşık 4 ay sonra kaybedildiği öğrenildi.
Tartışma:
AJCC, çapı 5 cm’den büyük olan BCC’leri ‘Giant BCC’ olarak adlandırmaktadır. Giant BCC, oldukça agresif gidebilmekte ve sıklıkla
metastazlar yapmaktadır. Genellikle kötü histolojik alt tip ve hastaya
ait faktörlerin Giant BCC oluşumuna neden olduğu düşünülmektedir. BCC özellikle bölgesel lenfatiklerin ardından, akciğer, kemik
ve cildi tutabilmektedir. BCC’de lezyon etrafında cilt metastazı görülmesi tipik olmakla birlikte vücutta yaygın görülmesi oldukça nadirdir. Cilt metastazı kötü prognozun göstergesidir ve tanıdan sonra
ortalama sağ kalım yaklaşık 8 aydır.
Ref No: 630
RADYOTERAPİ UYGULANAN TİMİK TÜMÖRLÜ
OLGULARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Eda Bengi Yılmaz, 1Süreyya Sarıhan, 2Sami Bayram, 2Cengiz Gebitekin
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı
2
Amaç: Radyoterapi (RT) uyguladığımız timik tümörlü hastaları
retrospektif olarak değerlendirmek.
GEREÇ - YÖNTEM: 1995-2004 yılları arasında timoma ve timik
karsinom tanısıyla UÜTF Muammer Ağım Radyoterapi Merkezi’nde
tedavi edilen 10 timik tümörlü olgu retrospektif değerlendirildi. Erkek/ kadın oranı 6/4.Ortanca yaş 42 (21-73) Evrelemede Masaoka
evreleme sistemi kullanıldı; timomalı olgular EI (n: 1), EII (n: 1), EIII
(n: 1), EIV (n: 1) şeklinde dağılırken timik karsinomlu olguların 2’si
EII, 1’i EIII, 3’ü EIV idi.
Altı timik karsinomlu olgunun 4’ünde total eksizyon (TE) birinde
totale yakın rezeksiyon yapılırken biri inoperabl bulundu.Timomalı
olguların hepsine TE yapıldı.
Olguların 9’una adjuvan RT ortanca 5940 cGy dozunda uygulandı
(5400-5940) . Küratif RT planlanan bir olguya hematolojik toksisite ve genel durum bozukluğu nedeniyle 1620cGy RT uygulanabildi.
Olgu kaybedildi. EI timomalı olguya, yüksek mitoz oranı (6/10) ve
Ki-67 proliferatif indeksi (104/1000) bulunması nedeniyle adjuvan
RT uygulandı.RT sonrası timik karsinomlu 5 hasta ve timomalı 3
hasta kemoterapi aldı.
BULGULAR: Olgular Ocak 2007’de değerlendirildi.Ortanca izlem
süresi34 ay (3-84 ay) Ortanca genel sağkalım süresi tüm olgular için
Sungate Port Royal, Antalya
48 ay (3-84 ay) olup 5 hasta hastalıksız hayattadır. Ortanca genel
sağkalım oranları timomalı ve timik karsinomlu hastalarda sırasıyla
34 ay (18-49 ay) ve 48 ay (3-84 ay) idi.Radyoterapi sonrası EIII ve
EIV timik karsinomlu 3 olguda akciğer,perikard ve ön mediastende
nüks görüldü.Akciğer yerleşimli nüksü olan olguya KT uygulandı.
Perikard yerleşimli nüks olguda kitle eksize edildi. 2.seri 3960cGy
RT uygulandı.Olgu halen hastalıksız olarak izlemdedir.EI ve EIII
timomalı 2 olguda ön mediastende nüks saptandı. Kitle eksizyonu
uygulanan EI olgu hastalıksız olarak izlemimizdedir.
YORUM: Ön mediastende en sık bulunan tümörler timomalardır.
Timüs kapsülüne direk invazyon en belirgin yayılım yoludur.Tümörün invazif özellik taşıyıp taşımaması en önemli prognostik faktörlerdir.
Toraks dışı yayılımın olduğu ender vakalar veya yaygın toraks içi
metastazlar dışında tam cerrahi rezeksiyon ilk tedavi seçeneğidir.
Kapsüllü ve invazif olmayan timomalarda adjuvan radyoterapi endikasyonu yoktur.İnvazif timomalarda adjuvan RT kullanılmalıdır.
Timik karsinomlar ise timomaya göre çok daha nadir görülür.Genellikle kötü prognozludurlar.Başlangıçta yaygın lokal invazyon vardır.Uzak metastaz yapma olasılıkları fazladır. Nüks ve uzak metastaz oranı %83 olarak bildirilmektedir.En sık mediastinal,servikal ve
aksiller lenf nodları, kemik ve karaciğere metastaz yapmaktadırlar.
İnvazyon derecesi rezeksiyonu ve bu da prognozu etkilemektedir..
Sonuç olarak agresif gidişli, nadir görülen bir hastalık olması ve
prospektif randomize çalışma olanağı olmaması nedeniyle tedavisi
halen tartışmalıdır.Başlangıç tedavisinde tam cerrahi eksizyon ve
olanak varsa postoperatif RT potansiyel olarak değerlendirilmelidir.
Ref No: 731
PARANASAL SİNUS TÜMÖRLERİNDE RADYOTERAPİ
1
1
1
2
Fatma Sena Kurt, 1Candan Demiröz, 2Hakan Coşkun,
Sibel Kahraman Çetintaş, 1Meral Kurt, 1Lütfi Özkan
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Uludağ Ünivesitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı
AMAÇ: Paranasal sinus tümör tanısıyla radyoterapi (RT) uygulanan olgularda tedavi sonuçları ve sağ kalım üzerinde etkili prognostik faktörleri irdelemek.
METOD-MATERYAL: 1995-2006 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Muammer Ağım Radyoterapi Merkezinde radyoterapi uygulanan 20 paranasal sinus tümörlü olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların erkek/kadın: 1’di. Ortanca yaş 57 (23-86) dir. Tümör
olguların 15’inde maksiller sinus, 3’ünde ethmoid sinus, 1’inde
frontal sinus ve 1’inde sfenoid sinus yerleşimliydi. Olguların 11’inde
orbita invazyonu mevcuttu. Tümör evresine göre dağılım 1 olgu T3,
18 olgu T4 ve 1 olgu T2 idi. iki olguda radyolojik olarak N2 hastalık
saptanırken 18 olgu N0 olarak tanımlandı. Patolojik sınıflamaya göre
8 olgu yassı epitel hücreli (YEH), 3 olgu adenoidkistik, 3 olgu mukoepidermoid ve 4 olgu indiferensiye karsinom idi. Ayrıca 1 olguda
mixoid liposarkom ve 1 olguda küçük hücreli karsinom saptandı.
Dokuz olguya postoperatif radyoterapi uygulanırken, 11 olguya tek
başına radyoterapi uygulandı. Prognoz üzerinde etkili olabileceği
düşünülen başvuru yaşı, T ve N evreleri, histopatolojik tip, tümör
lokalizasyonu, orbita yayılımı, toplam tedavi süresi ve eş zamanlı kemoterapi incelendi. Tek değişkenli analizde Kaplan Meier/log rank
testi kullanıldı. Olgu sayısının azlığı nedeniyle çok değişkenli analiz
yapılmadı.
BULGULAR: Yirmi olgunun 4’ü izlem dışı olup değerlendirilen 16
olgudan 11’i hastalıksız olarak izlemdeydi. Beş olgudan 3’ü metastatik hastalık nedeniyle kaybedildi. Ortalama genel sağkalım süresi 44
ay (ortanca 45 ay, sınırlar 4-126 ay) olarak belirlendi. Beş ve10 yıllık
sağkalım %55 idi.Tek değişkenli analizlerde yaş (60 yaş altının) (p=0.006), lenf nodu tutulumunun (p=0,002) ve operasyon uygulanmasının (p=0.006) genel sağkalım üzerinde etkili olduğu saptandı. Ayıca YEH’li olan olgular ile maksiller sinus yerleşimli olanlarda daha
iyi genel sağkalım olmakla birlikte anlamlılık sınırına ulaşmadı.
97
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SONUÇ: Paranasal sinus tümörlerinde ileri yaş, lenf nodu tutulumu ve unrezektabl tümör varlığı kötü prognostik faktörler olarak
saptandı. Maksiler sinüs yerleşimi ve yassı epitel histoloji ise potansiyel iyi prognostik özellikler olarak bulundu.
Ref No: 732
GLİOBLASTOMADA EŞ ZAMANLI VE ARDIŞIK
TEMOZOLAMİD VE RADYOTERAPİ SONUÇLARI
CERRAHPAŞA TIP FAK. DENEYİMİ
1
Esengül Koçak, 1Cenk Umay, 2Nilay Aksoy, 1Ayça Iribaş,
Gökhan Demir, 1Ömer Uzel, 1Sedat Turkan
2
T evresi, N evresi, evre, cerrahi-radyoterapi arası süre,metastaz varlığı, fasial paralizi, kandamarı invazyonu alındı. Tek değişkenli analizlerde Kaplan-Meier/log-rank testi çok değişkenli analizde ise Cox
regresyon analizi kullanıldır. İstatistikler için SPSS 13.0 paket programı kullanıldı.
Bulgular: . Ortalama genel sağkalım süresi 45.7 ay (sınırlar 4-117
ay) olup 5 olguda RT sonrası uzak metastaz saptandı. Son kontrol
tarihinde olguların 10’u hastalıksız olarak izlemdeydi. Tek ve çok değişkenli analizlerde fasial paralizi varlığı ve 60 yaş üstü olmak prognozu olumsuz yönde etkileyen faktörler olarak saptandı (p< 0.05) .
Sonuç: Çalışmaya alınan hasta grubu için ileri yaş ve fasial paralizi
genel sağkalımı olumsuz yönde etkileyen faktörler olarak belirlendi.
1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı,
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
AMAÇ: EŞ zamanlı ve ardışık temozolamid (TMZ) ve radyoterapi
(RT) ile tedavi edilen glioblastoma tanılı olgularda tedavi sonuçları
ve prognostik faktörlerin irdelenmesi.
MATERYEL VE METHODS: 2002 ile 2007 yılları arasında cerrahpaşa tıp fakültesi radyasyon onkolojisi anabilim dalı ve medikal
onkoloji bilim dalına opere Glioblastoma tanısıyla başvuran, eşzamanlı ve ardışık TMZ ve RT ile tedavi edilen 47 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 25’i erkek (%53,2), 22’i kadın (%46,8)
olup median yaş 54 tür (23-70), radyoterapi ve kemoterapiye median
bir ay (1-4) sonra başlanmıştır. RT dozu 45-63 arasında değişmekte
olup median 59.4 Gy dir. TMZ RT ile eşzamanlı olarak 75 mg/m2,
ardışık olarak 150-200 mg/m2 6 kür planlanmış 0-10 medyan 3 kür
verilmiştir. Takip süresi 1-25 AY medyan 7 aydır. Tek değişkenli analizlerde yaş, cinsiyet, Karnofsky performans durumu (KP), cerrahi
rezeksiyon genişliği Log-rank testi ile değerlendirilmiş, çok değişkenli analiz Cox regresyon analizi ile hesaplanmıştır.
BULGULAR: kemoradyoterapi uygulanan 47 olgunun malignite
dışı ölümü gözlenmemiştir, 23 hasta exitus olmuştur.
Bu olguların %53,3 (26) ünde progresyon vardır ve % 44,7 (21) de
progresyon yoktur. Tüm olgularda 1 yıllık sağ kalım oranı % 67 olarak hesaplanmıştır. Tek değişkenli analizlerde KP’si % 80 ‘nin altında
olanlarda prognozun daha kötü olduğu tesbit edilmiştir (p=0,01) .
1 yıllık sağ kalım oranları; KP< %80 olanlarda %50 iken, KP>%80
olanlarda % 79 olarak tespit edildi. Total ya da totale yakın rezeksiyon yapılanlarda prognozu anlamlı derecede etkilediği tespit edildi
(p= 0,01) . 1 yıllık sağ kalım total eksizyonda % 71,totale yakında
%19 ve subtotalde % 85 olarak tespit edildi.Multifaktöryel analizlerde operasyon tipinin anlamlılığı koruduğu tespit edildi (P=0,02) .
SONUÇ: Takip süresi kısa olmasına rağmen postoperatif radyoterapiye temozolamid eklendiğinde medyan sağkalım süresinin 12
ayın üzerinde olduğu hesaplanmış, prognozu belirleyen en önemli
faktörün cerrahi rezeksiyon genişliği olduğu bulunmuştur.
Ref No: 745
TÜKRÜK BEZİ KANSERLERİNDE PROGNOSTİK FAKTÖRLER
1
Oya Karadağ, 1Candan Demiröz, 2Levent Erişen, 1Meral Kurt,
Sibel Kahraman Çetintaş, 1Lütfi Özkan
1
1
UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
UÜTF Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı
2
Amaç: Tükrük bezi tümörü nedeniyle radyoterapi uygulanan olguların prognostik faktörlerin belirlenmesi amacıyla irdelenmesi.
Gereç ve Yöntemler: UÜ Muammer Ağım Radyoterapi Merkezinde 1995-2007 yılları arasında radyoterapi uygulanan 26 tükrük
bezi tümörlü olgu değerlendirildi. Olguların ortalama yaşı 61,7 yıl
(sınırlar 30-87 yıl) olup 13’ü (%50) erkek, 13’ü (%50) kadındı. Primer tümör yerleşim yeri 18 olguda parotis, 6 olguda submandibuler,
1 olgu sublingual, 1 olgu minör tükrük bezi idi. Histopatolojik olarak 4 adenokistik, 2 pleomorfik, 8 yassı epitel hücreli, 2 anaplastik, 3
adeno, 4 malign mikst tümör ve 3 ductal kanser saptandı. Prognoz
üzerine etkili olabilecek faktörler olarak yaş, cinsiyet, tutulan gland,
98
Ref No: 750
LARENKS KARSİNOMUNDA POSTOPERATİF
RADYOTERAPİ UYGULANAN OLGULARDA SAĞ KALIMI
ETKİLEYEN FAKTÖRLER
1
1
1
3
Eda Bengi Yılmaz, 1Fatma Sena Kurt, 1Candan Demiröz,
Lütfi Özkan, 2Fikret Kasapoğlu, 3Özlem Saraydaroğlu
UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, 2UÜTF Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı,
UÜTF Patoloji Anabilim Dalı
AMAÇ: Lokal ileri evre larenks karsinomlu olgularda postoperatif
radyoterapi sonrası lokal kontrol ve genel sağkalımı etkileyen prognostik faktörleri belirlemek.
GEREÇ ve YÖNTEMLER : 1996-2003 yılları arasında UÜTF Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde küratif cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi uygulanan patolojik evre (pE) -III ve pE-IV larenks karsinomlu 90 olgu retrospektif olarak incelenmiştir. Olguların 87’si erkek, 3’ü
kadın olup medyan yaş 59 yıl (37-81 yıl) idi. Tüm olgular yassı epitel
hücre histolojisinde olup on yedi olguda pE-III ve 73 olguda pE-IV
hastalık saptanmıştır. Tümör yerleşimi 46 olguda glottik, 37 olguda
supraglottik ve 7 olguda da subglottik olarak bildirildi. Kırk yedi olguya RT ile eşzamanlı olarak kemoterapi (sisplatin 30-40 mg/m2)
verildi.
Olası prognostik faktörler olarak yaş, ailede kanser öyküsü, metastaz, RT öncesi, ortası ve sonrası hemoglobin değeri,tedavi sırasında
hemoglobin değerleri arasındaki farkın 2 grdan fazla olması, içilen
sigara adeti ve yılı, metastatik lenf nodu sayısı analiz edildi. Sağkalım
belirlemesi Kaplan-Meier yöntemiyle, tek değişkenli analizler logrank testi ve çok değişkenli analizde Cox regresyon testi uygulandı.
İstatistiki analizler Windows için geliştirilen SPSS-13 hazır program
paketi kullanılarak yapıldı.
BULGULAR: Ortanca genel sağkalım süresi 56 ay (5-123ay) ve
ortanca hastalıksız sağkalım süresi 51.5 ay (3-122 ay) olup 41 olgu
hayattadır. Olguların hiç birinde lokal-bölgesel nüks görülmezken 7
olguda metastaz saptandı. Tek değişkenli analizlerde 60 yaşından büyük olmak (p: 0.004), vasküler invazyon bulunması (p: 0.005), tiroid
kıkırdak invazyonunun varlığı (p: 0.051), RT sonrası hemoglobin değerinin 12’den düşük olması (p: 0.000), metastaz gelişimi (p: 0.001)
ve metastatik lenf nodu sayısının 5’ten fazla olmasının (p: 0.000) sağkalımı anlamlı ölçüde kısaltan faktörler olduğu belirlendi. Yaş, tiroid
kıkırdak invazyonu,metastatik nod sayısı,ekstra kapsüler invazyon,
hemoglobin düzeyleri (önce, orta,sonra), tedavi sırasında hemoglobin değerleri arasındaki farkın 2 gr ‘dan fazla olması, ailede kanser
öyküsü, içilen sigara adedi ve yılı çok değişkenli analizde değerlendirildiğinde ise yaşın 60’dan az olması (p: 0.023) tiroid kıkırdak invazyonu olmaması (p: 0.028), RT sonrası hemoglobin değerlerinin
12’den yüksek olması (p: 0.036), RT süresince hemoglobin düzeyleri
arasındaki farkın 2 gr/dl’den az olması (p: 0.010) sağkalımı olumlu
yönde etkileyen prognostik faktörler olarak saptandı.
SONUÇ: Çalışmamızda postoperatif radyoterapi uygulanan lokal ileri larinks kanserli olgular değerlendirildiğinde yaşın 60’dan az
olması, tiroid kıkırdak invazyonu olmaması (p: 0.028), RT sonrası
hemloglobin değerlerinin 12gr/dl’den yüksek olmasının (p: 0.036),
19-23 Nisan 2007
RT süresince hemoglobin düzeyleri arasındaki farkın 2 gr/dl’den az
olmasının (p: 0.010) sağkalımı olumlu yönde etkileyen faktörler olduğu saptandı.
Ref No: 747
ERKEN EVRE LARENKS KARSİNOMUNDA GÜNLÜK İÇİLEN
SİGARA SAYISININ LOKAL KONTROLE ETKİSİ
1
Ümit Gürlek, 1Candan Demiröz, 1Lütfi Özkan, 2Hakan Coşkun,
Özlem Saraydaroğlu
3
1
UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
UÜTF Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı,
UÜTF Patoloji Anabilim Dalı
2
3
AMAÇ: Çalışmanın amacı kliniğimizde tedavi edilen erken evre
larenks (T1-T2) karsinomlu hastalarda prognostik faktörlerin retrospektif olarak değerlendirilmesidir.
GEREÇ-YÖNTEM: Ekim 1995-Aralık 2006 arasında UÜTF Radyasyon Onkolojisi AD’da küratif radyoterapi ile tedavi edilen erken
evre larenks karsinom tanısı almış 80 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 76 ‘sı erkek (%95), 4’ü kadın (%5) olup ortanca
yaşı 58 yıl (32-85) idi. Histolojik tiplendirmede tüm olgular yassı epitel hücreli karsinom olup olguların grade dağılımı grade 1 (n=11),
grade 2 (n=8),grade 3 (n=4) şeklinde idi. Geriye kalan 57 olgunun
grade’i belirtilmemişti. Olgularda; yaş, histolojik tip, evre, tümör lokalizasyonu, ön komissür tutulumu, tanı ile radyoterapiye başlama
arasındaki süre ve sigara kullanımının genel sağ kalım ve hastalıksız
sağ kalım üzerindeki etkileri araştırıldı. 5 ve 10 yıllık yaşam süreleri
tablolarından yararlanılarak belirlendi.Faktörler arasındaki tek değişkenli analizler Kaplan-Meier / log-rank testi, çok değişkenli analizler Cox regresyon testi kullanılarak yapıldı.
BULGULAR: Tüm olgular içinde 11 olguda (%13.8) lokal başarısızlık saptandı.Ortalama 45 gün ve daha az radyoterapi gören 59
olgunun 8’inde (%14),45 gün ve üzeri radyoterapi gören 11 olgunun
3’ünde (%27) nüx görüldü. Fark anlamlılık sınırına ulaşmadı. (p>
0.05) . Günde 20 adet ve daha fazla sigara içenlerde lokal kontrol
oranı % 69 iken daha az içenlerde bu oran % 91.5 idi. Aradaki fark
tek ve çok değişkenli analizlerde anlamlı bulundu (p=0.007) . Radyoterapiye bağlı olarak RTOG grade 3-4 yan etki hiçbir olguda görülmedi. Larenks kanseri dışında 2. bir primer tümör öyküsü olan ya
da daha sonraki takibi sırasında gelişen 5 olgu vardı. İkinci primer
tümör dağılımı; 1 olgu rektum kanseri, 1 olgu meme kanseri, 1 olgu
prostat kanseri, 1 olgu akciğer kanseri ve 1 olgu cilt kanseri idi.Uzak
metastaz hiçbir hastada görülmedi.
SONUÇ: Erken evre larenks kanserinde lokal hastalıksız sağ kalımı etkileyen faktörler arasında günlük içilen sigara adedinin 20 ‘den
fazla olması tek ve çok değişkenli analizlerde anlamlı bulundu.
BİLDİRİLER
hücre histolojisinde olup on yedi olguda pE-III ve 73 olguda pE-IV
hastalık saptanmıştır. Tümör yerleşimi 46 olguda glottik, 37 olguda
supraglottik ve 7 olguda da subglottik olarak bildirildi. Kırk yedi olguya RT ile eşzamanlı olarak kemoterapi (sisplatin 30-40 mg/m2)
verildi.
Olası prognostik faktörler olarak yaş, ailede kanser öyküsü, metastaz, RT öncesi, ortası ve sonrası hemoglobin değeri,tedavi sırasında
hemoglobin değerleri arasındaki farkın 2 grdan fazla olması, içilen
sigara adeti ve yılı, metastatik lenf nodu sayısı analiz edildi. Sağkalım
belirlemesi Kaplan-Meier yöntemiyle, tek değişkenli analizler logrank testi ve çok değişkenli analizde Cox regresyon testi uygulandı.
İstatistiki analizler Windows için geliştirilen SPSS-13 hazır program
paketi kullanılarak yapıldı.
BULGULAR: Ortanca genel sağkalım süresi 56 ay (5-123ay) ve
ortanca hastalıksız sağkalım süresi 51.5 ay (3-122 ay) olup 41 olgu
hayattadır. Olguların hiç birinde lokal-bölgesel nüks görülmezken 7
olguda metastaz saptandı. Tek değişkenli analizlerde 60 yaşından büyük olmak (p: 0.004), vasküler invazyon bulunması (p: 0.005), tiroid
kıkırdak invazyonunun varlığı (p: 0.051), RT sonrası hemoglobin değerinin 12’den düşük olması (p: 0.000), metastaz gelişimi (p: 0.001)
ve metastatik lenf nodu sayısının 5’ten fazla olmasının (p: 0.000) sağkalımı anlamlı ölçüde kısaltan faktörler olduğu belirlendi. Yaş, tiroid
kıkırdak invazyonu,metastatik nod sayısı,ekstra kapsüler invazyon,
hemoglobin düzeyleri (önce, orta,sonra), tedavi sırasında hemoglobin değerleri arasındaki farkın 2 gr ‘dan fazla olması, ailede kanser
öyküsü, içilen sigara adedi ve yılı çok değişkenli analizde değerlendirildiğinde ise yaşın 60’dan az olması (p: 0.023) tiroid kıkırdak invazyonu olmaması (p: 0.028), RT sonrası hemoglobin değerlerinin
12’den yüksek olması (p: 0.036), RT süresince hemoglobin düzeyleri
arasındaki farkın 2 gr/dl’den az olması (p: 0.010) sağkalımı olumlu
yönde etkileyen prognostik faktörler olarak saptandı.
SONUÇ: Çalışmamızda postoperatif radyoterapi uygulanan lokal ileri larinks kanserli olgular değerlendirildiğinde yaşın 60’dan az
olması, tiroid kıkırdak invazyonu olmaması (p: 0.028), RT sonrası
hemloglobin değerlerinin 12gr/dl’den yüksek olmasının (p: 0.036),
RT süresince hemoglobin düzeyleri arasındaki farkın 2 gr/dl’den az
olmasının (p: 0.010) sağkalımı olumlu yönde etkileyen faktörler olduğu saptandı.
Ref No: 780
LARENKS KARSİNOMUNDA POSTOPERATİF
RADYOTERAPİ UYGULANAN OLGULARDA SAĞ KALIMI
ETKİLEYEN FAKTÖRLER
1
Eda Bengi Yılmaz, 1Fatma Sena Kurt, 1Candan Demiröz,
Lütfi Özkan, 2Fikret Kasapoğlu, 3Özlem Saraydaroğlu
1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı,
3
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
AMAÇ: Lokal ileri evre larenks karsinomlu olgularda postoperatif
radyoterapi sonrası lokal kontrol ve genel sağkalımı etkileyen prognostik faktörleri belirlemek.
GEREÇ ve YÖNTEMLER : 1996-2003 yılları arasında UÜTF Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde küratif cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi uygulanan patolojik evre (pE) -III ve pE-IV larenks karsinomlu 90 olgu retrospektif olarak incelenmiştir. Olguların 87’si erkek, 3’ü
kadın olup medyan yaş 59 yıl (37-81 yıl) idi. Tüm olgular yassı epitel
Sungate Port Royal, Antalya
99
BAŞ BOYUN KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 298
GLİOBLASTOMADA RADYOTERAPİ PLANLAMASINDA
KLİNİK HEDEF VOLÜM TANIMLAMASINDA PERİTÜMORAL
ÖDEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Serap Akyürek, 2Eric Chang, 2Tedde Avalos, 2Neal Rebueno,
Chris Spicer, 2Pamela Allen, 2Clifford Chao, 2Anita Mahajan,
2
Shiao Woo, 2Moshe Maor
2
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
M.D. Anderson Kanser Merkezi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Gamma Knife sonrası 6 aylık sağkalım oranı %91’dir. Ölen 5 olgunun 1 tanesinde neden intrakranial tümörün progresyonu, diğer 4
tanesinde sistemik hastalığın ilerlemesidir. Tümör büyüme kontrol
oranı %97’dir. Peritümöral radyasyon nekrozu gelişen olgu sayısı 4
(%8) dür. Bu olguları hepsi daha önceden 1 veya 2 seri RT almış hastalardır.
Gamma Knife radyocerrahisi, primer tümörü kontrol altında olan
metastatik beyin tümörlü hastaların tedavisinde yüksek güvenilirlik
ve tümör kontrol oranları ile tedaviye yardımcı bir yöntemdir.
Ref No: 67
2
Amaç: Glioblastomada (GBM) tümör rekürrens paterni ile peritümoral ödem arasındaki ilişki tam bilinmemektedir. Radyoterapi
ve Onkoloji Gurubu (RTOG) klinik hedef volüm (CTV) tanımlamasında peritümoral ödemide almaktadır ancak bu konuda yeterli
veri yoktur. Bu nedenle bu çalışmada GBM’de rekürrens paterni ile
peritümoral ödem arasındaki ilişki değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntemler: Temmuz 2000 ile Haziran 2001 tarihleri arasında 48 rekürren GBM olgusu değerlendirildi. Onaltı hastaya total
rezeksiyon, 25 hastaya sub-total rexeksiyon ve 7 hastaya da sadece
biyopsi yapılmıştı. Hastalar 3-D konformal radyoterapi ile tedavi
edilmişler ve CTV belirlenmesinde peritümoral ödem alınmamıştı
(gross tümör volüm + 2cm) . Teorik olarak aynı hastaların radyoterapi plalaması RTOG’ye göre peritümoral alanı da içerecek şekilde
tekrar planlandı. Doz-volüm histogramlarından yararlanarak target
volüm, rekürren tümör lokalizasyonu ve radyoterapi alan normal beyin dokusu volümü her iki planlama yöntemine göre karşılaştırıldı.
Bulgular: Median rekürrens zamanı 4 ay ve median sağkalım 14.5
aydı. Tüm hastalarda peritümoral ödem vardı ve median peritümoral
ödem volümü 78.6cc idi. Linear regresyon modeli ile rekürren tümor
lokalizasyonu ve peritümoral ödem volümleri karşılaşırıldığında korelasyon görülemedi (r2= 0.0007; p= 0.3) . Radyoterapi alan normal
beyin dokusu volümlerine bakıldığında özellikle ödem alanının >
75cc olduğu hastalarda, normal beyin dokusunun daha fazla ışınlandığı görüldü (38% vs 31%, P=0.003) . Her iki planlamada rekürrens
paterni karşılaştırıldığında ise aynı olduğu gözlendi (40 merkezi, 3
alan içi, 3 marjinal ve 2 uzak rekürrens) .
Sonuç: Peritümoral alanı içermeyen CTV belirlenmesi GBM’de
sentral rekürrens paternini değiştirmemektedir. Diğer taraftan özellikle peritümoral ödem alanı > 75cc olan hastalarda sabit 2 cm marjin ile CTV belirlenmesi ile RTOG planlamaları karşılaştırıldığında
30, 46, ve 50 Gy alan normal beyin dokusu volümlerinin, RTOG
planlamalarında belirgin daha fazla olduğu görülmüştür.
POSTERLER
Ref No: 55
BEYİN METASTAZLARININ TEDAVİSİNDE GAMMA KNİFE
RADYOCERRAHİSİ
Meriç Şengöz, Selçuk Peker, Necmettin Pamir, Halil Küçücük
Acıbadem Kozyatağı Hastanesi
Kranial metastazların tedavisinde Gamma Knife radyocerrahisinin kullanımı konusundaki tecrübemiz aktarılacaktır.
Eylül 2005- Aralık 2006 tarihleri arasında merkezimizde 48 hastaya beyin metastazı nedeni ile Gamma Knife radyocerrahisi uygulanmıştır. Olguların 25 tanesi erkek, 23 tanesi kadındır. Yaş ortalaması
55 (31-86) dir. Dört olguya yeni gelişen metastazlar nedeni ile iki kez
tedavi verilmiştir. Primer tümör olguların 19 tanesinde meme Ca,
19 tanesinde AC Ca’dir. Diğer 14 olguda farklı primer tümörler saptanmıştır.Olguların 19 tanesinde soliter, 33 tanesinde multipl (2-11
adet) tm saptanmıştır. Ortalama marjinal doz 19 Gy (14-20 Gy) dir.
31 olgu daha önceden fraksiyone radyoterapi almıştır.
100
GLİOMA GRADİ İLE OSTEOPONTİN EKSPRESYONU
ARASİNDAKİ İLİSKİ
1
Özlem Yavaş, 1Hatice Toy, 1Orhan Önder Eren, 2Mustafa Erman
1
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi,
2
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitusu
Amaç: Osteopontin, hücre ve hücre dışı matriks arasındaki fizyolojik ve fonksiyonel etkileşimi sağlayan reseptor yapısındaki integrin
proteinlerinin ligandlarından birisidir. Pek çok transforme hücre
serisinde ve tümör dokusunda ekspresyonu artmış olarak bulunmuştur. Yine OPN ekspresyonun artmış olduğu tümörler, kotu prognostic faktörler ve ileri evre ile seyretmektedir. Artmış OPN ekspresyonu tümörün infiltratif özelliklerine yol açmaktadır. Bu çalışmanın
amacı insan glioma tümör dokularındaki OPN ekspresyonu ile bu
tümörlerde prognozu belirleyici önemli bir özellik olan grade arası
korelasyon varlığını araştırmaktır.
Çalışma Dizaynı: 30 glioma tümörlerindeki OPN ekspresyonu
varlığı ve düzeyi immunohistokimyasal çalışma ile saptandı. Tümörlerin 7, 9, 7 ve 7’si sıra ile grade I, II, III ve IV (GBM) idi. Gruplar
arasındaki (düşük gradeli tümörler- yüksek gradeli tümörler) OPN
ekspresyonu arasındaki farkın varlığı Mann-Whitney U testi ile arastırıldı. P<.05 ise fark istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Sonuç: OPN ekspresyonu yüksek gradeli tümörlerde (III-IV) düşük gradeli tümörlere (I-II) göre daha yüksek bulundu (53.6±13.4
karşılık 7.7±13.7, P=0.00) . Bu sonuçlar ile insan gliomalarında OPN
ekspresyonu ile tümör gradenin korele olduğu söylenebilir.
Ref No: 141
ERİŞKİN EPENDİMOMLARINDA RADYOTERAPİNİN ROLÜ
VE ZAMANLAMASI
Senem Demirci, Fatma Yavaş, Serra Kamer, Yavuz Anacak,
Ayfer Haydaroğlu
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Erişkin çağın nadir tümörlerinden ependimomlarda postoperatif adjuvan veya yineleme sonrası radyoterapi (RT) sonuçlarının değerlendirilmesidir.
Materyal-Metod: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda Ocak 1990- Aralık 2005 tarihleri arasında radyoterapi (RT) uygulanan, 17 erişkin ependimom olgusu
geriye dönük değerlendirilmiştir. Olguların 8’i (%47.1) erkek, 9’u
kadın (%52.9) ve medyan yaşı 30 (aralık: 17-46y) ’dur. Olguların 7’si
(%41.2) miksopapiller ependimom, 8’i (%57.1) ependimom ve 2’si
(%11.8) anaplastik ependimom histopatolojisindedir. Tümör yerleşimi; 5 olguda (%29.4) kraniyal, 10 olguda (%58.8) spinal ve 2 olguda
(%11.8) kraniyospinal’dir. Radyoterapi öncesi 13 (%76.5) olguya parsiyel, 4 olguya (%23.5) tam cerrahi rezeksiyon uygulanmıştır. Ondört (%82.4) olguya ilk cerrahi sonrası, 3 olguya (%17.6) tekrarlayan
cerrahiler sonrası RT uygulanmıştır. Radyoterapi 9 olguda (%52.9)
spinal, 7 olguda (%41.2) kraniyospinal ve 1 olguda (%5.9) lokal kraniyal saha olarak planlanmıştır. Medyan RT dozu 54 Gy (45-59.4 Gy)
olup, 15 olguya (%88.3) Co 60-teleterapi cihazı, 2 olguya (%11.8)
6MV-LINAC ile radyoterapi uygulanmıştır.
19-23 Nisan 2007
Bulgular: Medyan 127 aylık takip süresinde (aralık: 13-219ay)
15 olguda (%88.2) yineleme gözlenmezken, 2 olguda (%11.8) 4.ve
5. aylarda yineleme saptanmıştır. Ondört olgu (%82.4) sağ olarak
izlemdedir. Beş yıllık hastalıksız sağkalım %88 olarak saptanmıştır.
Takipte 2 olgu hastalık progresyonu, bir olgu hastalık dışı nedenle
kaybedilmiş ve 5 yıllık genel sağkalım oranı %88 olarak tespit edilmiştir. Radyoterapi zamanlamasının hastalık yinelemesi üzerine
etkisi değerlendirildiğinde; ilk cerrahi sonrası adjuvan RT alan olgularda yineleme gözlenmezken, tekrarlayan cerrahiler sonrası RT
gören olgularda hastalık progresyonu saptanmıştır.
Sonuç: Erişkin yaş ependimomlarında radyoterapinin ilk cerrahi
sonrası adjuvan uygulanması hastalıksız sağkalımı uzatmaktadır ve
erken dönem radyoterapi bu çalışmanın bir sonucu olarak önerilebilir.
SONUÇ: Temozolamid eşzamanlı ve konsolidasyon uygulaması
kolay ve iyi tolere edilebilen bir tedavidir. Çalışmamızda opere glioblastoma multiforme olgularında her iki koldaki genel sağkalım
ve hastalıksız sağkalım arasında fark bulunamamıştır. Ancak daha
kesin sonuç vermek için geniş serili ve uzun takip süreli çalışmalara
ihtiyaç vardır.
Ref No: 260
GLİOBLASTOMA MULTİFORME TANILI OLGULARDA
TEDAVİ SONUÇLARIMIZ
1
Murat Çaloğlu, 1Mert Saynak, 1Vuslat Yürüt Çaloğlu,
Bengü Denizli, 1Kamuran İbiş, 1Alaattin Özen, 1Ruşen Coşar Alas,
2
Sernaz Uzunoğlu, 2Hakan Karagöl, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Ref No: 166
2
TEMOZOLAMİDE İLE EŞ ZAMANLI RADYOTERAPİ
UYGULANAN GLİOBLASTOMA MULTİFORMELİ
OLGULARDA TEMOZOLAMİD KONSOLİDASYONUNUN
SAĞKALIMA ETKİSİ
Amaç: Ocak 2000-Aralık 2005 tarihleri arasında tedavi için kliniğimize başvuran Glioblastoma Multiforme tanılı 68 erişkin hastanın,
demografik özellikleri ve tedavi sonuçları açısından retrospektif analizle değerlendirilmesi.
Yöntem: Gliblastoma Multiforme tanılı medyan yaşı 55 (21-78)
olan 47 erkek (%69) ve 21 kadın (%31) hastaya radyoterapi (RT)
uygulanmıştır. Cerrahi rezeksiyon 44 hastada (%65) total rezeksiyon şeklindedir. Geri kalan 24 hastaya (%35) subtotal rezeksiyon
yapılmış ya da yalnızca biyopsi alınmıştır. Operasyon öncesi yapılan radyolojik incelemeler sonucu 9 hastada (%13) birden çok odak
belirlenmiştir. Tümör çapı medyan 4,5 cm dir (1,5-7,5cm) . Hastalara medyan 60 Gy (42-66Gy) RT uygulanmıştır. RT ile eş-zamanlı
(75mg/m2/gün) ve adjuvan (200mg/m2/5gün/28günde bir) olarak
11 hastaya (%16) temozolamid uygulanmıştır. Medyan RT süresi
42 gündür (18-53 gün) . RT sırasında ya da öncesinde 61 hastanın
kan hemoglobin (hb) değeri bilinmektedir. Hemoglobin değeri 25
hastada (%37) 12g/dl’nin altında ve 36 hastada (%53) ise 12g/dl’nin
üzerindedir.
Bulgular: Medyan sağkalım süresi tüm seri için 10,4 aydır (2,1-32
ay) . Genel sağkalım oranı 1 yılda %57, 2 yılda %6’dır. Serimizdeki 4
hasta (%6) halen hayattadır. Cerrahi rezeksiyon yapılmaması (p=0,04), yaşın 55 ya da daha büyük olması (p=0,02), temozolamid uygulanmaması (p=0,009) genel sağkalımı olumsuz etkileyen faktörler
olarak ortaya çıkmıştır. Genel sağkalım, kan Hb değeri 12g/dl’nin
altında olan hastalarda daha kötü olma eğilimi göstermektedir (p=0,07) . Progresyon tedavisi olarak temazolamid uygulanan 6 hastanın
medyan sağkalım süresi ise 20,2 aydır. Yaş (<55 ya da >55), cinsiyet,
tümör çapı (<4cm ya da >4 cm), cerrahi rezeksiyon, kan Hb düzeyi
(<12 ya da >12) ve temazolamid tedavisi dikkate alınarak yapılan çok
değişkenli analizde ise cerrahi rezeksiyon (p=0,02), kan Hb düzeyi
(p=0,02) ve temozolamid tedavisi (p=0,01) genel sağkalım için anlamlı prognostik faktörler olarak belirlenmiştir.
Sonuç: Sonuçlarımız RT uygulanan glioblastoma multiforme tanılı hastalarda kan Hb düzeyinin tedavi sonucları üzerine etkisini
teyit etmektedir.Temozolamid, gliblastoma multiforme tedavisinde
yeni standarttır. Kliniğimizde de 2005 yılında RT ile eş-zamanlı ve
adjuvan olarak temozolamid uygulamasına başlanmıştır. Ön sonuçlarımız literatürle uyumlu olarak glioblastoma multiforme tanılı
hastalarda temozolamid uygulanmasının sağkalım üzerine olumlu
etkisine işaret etmektedir.
1
Okan Orhan, 1Celalettin Eroğlu, 1Oğuz Galip Yıldız,
Serdar Soyuer, 1Bünyamin Kaplan, 2Kadir Uçar, 1Mete Gündoğ
1
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi,
Kayseri Devlet Hastanesi Radyoterapi Ünitesi
2
AMAÇ: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi
Bölümü’ne glioblastoma multiforme tanısı ile başvuran hastalarda
temozolamide (Temodal®) ile eş zamanlı radyoterapi sonrası konsolidasyon temozolamide devam eden ve etmeyenlerin sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.
GEREÇ ve YÖNTEM: Eylül 2003 ile Aralık 2006 tarihleri arasında
histopatolojik olarak glioblastoma multiforme tanılı toplam 29 olgu
bu çalışmaya alındı. Primer tümör + 2-3 cm toplam 46 Gy sonrası
primer tümör + 1 cm boost ile (2 Gy/gün/fr, 5gün/hafta) total 60 Gy
olacak şekilde eksternal radyoterapi uygulandı. Temodal uygulamasına göre iki kola randomize edildi. Birinci kolda temozolamid (75
mg/m2/gün x 7 gün/hafta) radyoterapiden 1 saat önce eş zamanlı
olarak uygulandı. İkinci kola ise aynı dozlarda eş zamanlı kemoradyoterapiden 4 hafta sonra konsolidasyon temozolamid (200 mg/m2/
gün x 5 gün/28 gün x 6 siklus) verildi. Nüks eden olgularda temozolamid kemoterapisine devam edildi.
BULGULAR: Birinci kola alınan 15 olgunun özellikleri: erkek/kadın: 6/9, medyan yaş: 56 (30-70), total eksizyon/subtotal eksizyon:
9/6, primer tümör büyüklüğü: medyan 4 cm (1-6 cm), primer tümör
yerleşkesi: sağ hemisfer/sol hemisfer: 8/7; frontal lob: 4, temporal
lob: 3, parietal lob: 7 ve serebellar: 1 idi. Bu kolda medyan takip süresi 15 aydır (2-41 ay) . Ortalama genel sağkalım 19,4 ay±3,8 (%95 GA
11,8-27,0) saptandı. Ortalama ve medyan progresyonsuz sağkalım
sırasıyla 11 ay±2,9 (%95 GA 5,7-17,2) ve 7 ay±5,5 (%95 GA 0,0-17,8)
bulundu. İkinci kola alınan 14 olgunun özellikleri: erkek/kadın: 9/4,
medyan yaş: 51 (26-62), total eksizyon/subtotal eksizyon: 5/9, primer
tümör büyüklüğü: medyan 3,5 cm (1-6 cm), primer tümör yerleşkesi: sağ hemisfer/sol hemisfer: 7/7; frontal lob: 5, temporal lob: 4,
parietal lob: 2 ve oksipital lob: 3 idi. Bu kolda medyan takip süresi
10 aydır (7-28 ay) . Ortalama genel sağkalım 20,9 ay±2,8 (%95 GA
15,4-26,4) saptandı. Ortalama ve medyan progresyonsuz sağkalım
sırasıyla 6,4 ay±0,6 (%95 GA 5,1-7,6) ve 6 ay±0,7 (%95 GA 4,4-7,5)
bulundu. Ortalama genel sağkalım konsolidasyon temozolamid uygulanan kolda daha yüksek olmasına rağmen her iki kolda genel
sağkalım ve progresyonsuz sağkalım açısından karşılaştırıldığında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (sırasıyla p=0,37 ve p=0,06) . Grade III-IV toksisite eşzamanlı kemoradyoterapi uygulaması
sırasında görülmezken, konsolidasyon temozolamid uygulaması sırasında ise birer hastada nötropeni, lökopeni, trombositopeni ve cilt
reaksiyonu görüldü.
Sungate Port Royal, Antalya
101
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 171
Ref No: 322
GLİOBLASTOMA MULTİFORME TANILI OLGULARIMIZDA
RADYOTERAPİ İLE EŞZAMANLI VE ADJUVAN
TEMOZOLOMİD UYGULAMASI
ACIBADEM KOZYATAĞI HASTANESİ GAMMA KNİFE
MERKEZİNDE TEDAVİ EDİLEN İLK 200 OLGU
1
Acıbadem Kozyatağı Hastanesi
Süreyya Sarıhan, 1Sevil Yıldırım, 1Huriye Öztürk,
1
Eda Bengi Yılmaz, 2Türkkan Evrensel, 3Hasan Kocaeli, 4Şahsine Tolunay
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
3
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroşirurji Anabilim Dalı,
4
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
2
Amaç: Temozolomid (TMZ), oral alkile edici bir ajandır. Faz III
çalışmalarla yeni tanınmış glioblastoma multiforme (GBM) ’li hastalarda RT ile eşzamanlı ve adjuvan TMZ uygulamasının tek başına
RT’e göre medyan sağkalımda mutlak 2.5 aylık artış ve ölüm riskinde
%37 azalma sağladığı gösterilmiştir. Biz de GBM tanılı olgularımızda RT ile eşzamanlı TMZ’in etkinliğini değerlendirmek amacıyla bir
çalışma başlattık.
Gereç-Yöntem: Şubat 2005- Kasım 2006 arasında birimimizde tedavi edilen 17 olgu, cerrahiden sonra RT ile eşzamanlı olarak 75 mg/
m2/gün/6 hafta TMZ aldılar. Çalışmanın ikinci bölümünde, RT tamamlandıktan 4 hafta sonra 200 mg/m2/gün dozunda, her 28 günde
bir 5 gün olacak şekilde 6 kür adjuvan TMZ uygulandı.
Bulgular: Tüm olgular Aralık 2006’da değerlendirildi. Olguların
ortanca yaşı 56 (29-59) ve erkek/kadın oranı 12/5 idi. Cerrahi; 7 olguda STE, 10 olguda TE şeklindeydi. Tümör yerleşimi sağ lob (n: 13),
sol lob (n: 4) şeklindeydi. Olguların 5’inde nörolojik defisit ve 6’sında
tedaviden önce nöbet öyküsü vardı. Olguların 2’sinde 4 ve 11 yıl önce
düşük gradlı beyin tümörü tanısıyla operasyon öyküsü vardı. Tümör
proliferasyon marker’larından Ki-67 ortanca %28 (%15- %61.5) olarak bulundu. Tüm olgular ortanca 60 Gy (5040-6000 cGy) RT aldılar.
Tedavi öncesi ortanca KPS değeri 90 (60-100) olup, operasyon-RT
arası 35 gün (29-102 gün) ve ortanca RT süresi 46 gün (35-54 gün)
olarak belirlendi. RT sırasında 15 hastada ortanca 4 gün (1-10 gün)
tedavi arası verildi. Ara verme nedenleri; olguların 9’unda makine
arızası, 4’ünde resmi tatiller, birinde pnömoni ve 1 olguda da nöbet
gelişmesi idi. Trombositopeni ve karaciğer enzim yüksekliği olan 2
olgu dışında hepsi kombine rejimi iyi tolere ettiler. Bir olgunun tedaviyi istememesi ve 7 olguda ise progresyon gelişmesi nedeniyle 8
olguda adjuvan TMZ verilmedi. Adjuvan TMZ, ortanca 4 kür (1-6
kür) olarak 9 hastaya verildi. Adjuvan TMZ alan 6 olgudan 3’ü progresif hastalık, 3’ü de trombositopeni nedeniyle tedavilerini tamamlayamadılar. Radyoterapi ile eşzamanlı ve adjuvan TMZ, iyi tolere
edildi, grad 3 ve grad 1 trombositopeni faz 1’de sadece 1 ve faz 2’de
sadece 3 olguda gözlendi. Tedaviden sonra ortanca KPS, 90 (60-100)
bulundu. Nörolojik düzelme 3 olguda görüldü. Yanıt değerlendirmesi; RT’nin bitiminden 6 hafta sonra radyolojik olarak yapıldı, parsiyel yanıt sadece 1 hastada ve stabil yanıt 6 hastada gözlendi. Tümör
progresyonu 9 olguda görüldü. Bir olguda yanıt değerlendirmesi yapılamadı. 2 olgu progresyon nedeniyle reoperasyona gitti. Ortanca
izlem 9 ay (5-22 ay) oldu. Son kontrol tarihinde 5 olgunun progresyon nedeniyle kaybedildiği görüldü. Ortanca genel sağkalım 18 ay
(5-22 ay), ortanca progresyon zamanı 1 ay (1-4 ay) olarak bulundu.
Sonuç: GBM’lerde RT ile eşzamanlı ve adjuvan TMZ’in etkinliğini araştırdığımız çalışmanın ön sonuçlarına göre kabul edilebilir
toksisite oranları ile ortalama sağkalımın 18 aya yükseldiği görülmektedir.
102
Selçuk Peker, Meriç Şengöz, Necmettin Pamir, Halil Küçücük
Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Gamma Knife merkezinde tedavi
edilen ilk 200 olgunun dökümü ve tecrübelerimiz aktarılacaktır.
Merkezimiz Eylül 2005’den itibaren hasta kabulüne başlamıştır.
Tedavi planlamasında rutin 3 tesla MR cihazının kullanıldığı dünyadaki tek merkezdir. Aralık 2006 sonuna kadar 200 olgu tedavi
edilmiştir. Bu olguların 55 tanesi (%27.5) metastaz, 42 tanesi (%21)
AVM, 24 tanesi (%12) meningiomdur. Vestibuler schwannom ve
hipofiz adenomu tanıları ile de her birinden 20 olgu (%10) tedavi
edilmiştir. Metastatik tümörü olan olgularda tedavi sonrasında her
2 ayda kontrol MR tetkikleri görülmüştür. Diğer gruplarda ise ilk
kontrol 3. ayda yapılmış, daha sonra yılda bir MR kontrolüne geçilmiştir.
Gamma Knife sonrası erken dönemde 2 olguda bulantı ve kusma
olmuştur. Daha önceden nöbetleri nedeni ile ilaç kullanmakta olan
2 AVM olgusunda erken dönemde nöbet olmuş, ilaç ayarlaması ile
kontrol altına alınmıştır. Gamma Knife tedavisine bağlı morbidite ve
mortalite gelişen hasta yoktur.
Gamma Knife radyocerrahisi uygun hasta gruplarında, minimal
morbidite ve mortalite ile tedavide önemli katkı sağlayan bir yöntemdir. Ülkemizde bu konudaki toplumsal bilgilenmenin artması ile
daha çok olgunun bu tedavi yönteminden yararlanabileceği açıktır.
Ref No: 280
MEME KANSERİ BEYİN METASTAZLARINDA
STEREOTAKTİK RADYOCERRAHİ TEDAVİ SONUÇLARI
1
Serap Akyürek, 2Eric Chang, 2Anita Mahajan,
Samuel Hassenbusch, 2Pamela Allen, 2Leni Mathews,
2
Almon Shiu, 2Moshe Maor, 2Shiao Woo
2
1
2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
M.D. Anderson Kanser Merkezi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Bu çalışma meme kanseri beyin metastazlarında primer
veya tüm beyin radyoterapisi (TBRT) sonrası kurtarma amaçlı stereotaktik radyocerrahi (SRS) tedavi sonuçlarını değerlendirmek amacı
ile planlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Temmuz 2000 ile Eylül 2005 tarihleri arasında
49 meme kanseri beyin metastazlı hastanın 84 beyin metastazına linak tabanlı SRS uygulanmıştır. Otuzdört hasta primer SRS alırken 15
hasta TBRT’si sonrası kurtarma amacı ile SRS almıştır. Kaplan-Meier metodu, log-rank test ile ünivaryan karşılaştırma ve multivaryan
analiz ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Tüm hastalar için medyan takip süresi 12 ay (5-50 ay) ve
medyan sağkalım 19 aydır. Bir ve 2 yıllık genel sağkalımlar primer
SRS grubu ve kurtarma SRS grubunda sırası ile 60%, 56% ve 55%,
23%’dir (p=NS) . Multivaryan analizde yüksek KPS skoru (KPS ³90
vs <90; p = 0.02), yüksek SIR değeri (SIR 6 vs <6; p = 0.001), postmenapozal durum (p = 0.003), pozitif östojen reseptör durumu (p =
0.04) istatistiksel anlamlı bulunmuştur. Primer SRS ve kurtarma SRS
gruplarında 1- ve 2- yıllık lokal kontrol oranları 79%, 49% ve 77%,
46% (p=NS) ’dir.
Sonuç: Meme kanseri beyin metastazlı olgularda medyan 19 ay
sağkalım genel beyin metastazı popülasyonu ile karşılaştırıldığında
oldukça iyi görünmektedir. SRS ile 1 yıllık yaklaşık %80 lokal kontrol
oranı, meme kanseri beyin metastazlarının tedavisinde gerek primer
gerekse TBRT’si sonrası kurtarma tedavisi amacı ile uygulanabileceği kanısına varılmıştır.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 563
POSTOPERATİF RADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN
İNTRAKRANYAL VE EKSTRAKRANYAL EPENDİMOMALI
OLGULARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Ümit Gürlek, 1Şenay Kaplan, 1Süreyya Sarıhan,
Muammer Doygun, 3Türkkan Evrensel, 4Şahsine Tolunay, 1Lütfi Özkan
2
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji,
3
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji,
4
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji
2
AMAÇ: Kliniğimizde son 10 yılda tedavi edilen erişkin yaş ependimomalı olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlandı.
GEREÇ- YÖNTEM: Ağustos 1996 – Haziran 2006 arasında UÜTF,
Radyasyon Onkolojisi AD’da tedavi edilen ependimoma tanılı erişkin
yaşta 14 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 5’i kadın,
9’u erkek olup ortanca yaş 35 (23-57) idi. Olguların grad dağılımı;
grad 2 (n: 7), grad 3 (n: 2), bilinmeyen (n: 5) idi. Yedi olguda tümör
intrakranyal, 7 olguda ekstrakranyal yerleşimli idi. Ekstrakranyal
yerleşimli olguların 4’ü servikal, 2’si lomber, 1’i sakral bölgede bulunuyordu. İntrakranyal yerleşimli İki olgu ilk cerrahiden 17 ve 31 ay
sonra nüks ile başvurmuştu. Olguların histolojik dağılımı papiller (n:
2), clear cell (n: 1), anaplastik tip (n: 3), klasik tip (n: 8) şeklinde idi.
Olguların 9‘una total eksizyon (TE), 3’üne subtotal eksizyon (STE),
2 olguya da biyopsi (bx) uygulanmıştı. Ortanca Ki-67 proliferasyon
indexi 67/1000 (50-483/1000) bulundu
BULGULAR: Olgular Şubat 2007’de değerlendirildi. Ortanca izlem başvurudan itibaren 30 ay (6-111 ay) oldu. Olgular, cerrahiden
sonra ortanca 4. haftada (0-8 hf), radyoterapi (RT) ile tedavi edildiler. Radyoterapi, primer tümör lojuna ortanca 54 Gy (4680-6000
cGy) dozunda uygulandı. Bir olguda kranyospinal RT; primer tümöre 60 Gy, spinal alana 36 Gy dozunda verildi. Cerrahi-RT arası süre
ortanca 35 gün (12-63 gün) ve RT süresi ortanca 38 gün (32-50 gün)
oldu. Olguların 6’sına adjuvan kemoterapi (KT) uygulandı. Ortanca
kür sayısı 6 olup, uygulanan KT rejimleri; PVC, CCNU+ VCR+Prokarbazin, CCNU+VCR+Natulan şeklindeydi. Total eksizyon + RT
yapılan bir olgu 17. ayda nüks etmiş olup nüks sonrası Gama-Knife
tedavisi ile 12 aydır hastalıksız takiptedir. Başvuruda nüksle gelen
bir olgu ise RT sonrası 3. ayda 2. kez nüks etmiş olup halen KT almaktadır.
Ortanca izlem süresi içinde spinal kord yerleşimli 2 olgunun, 56 ve
87 aylık izlem süreleri ile takipsiz olduğu, kalan 12 olgudan 2‘sinin
13 ve 14 aylık sağkalım süreleri ile öldüğü görüldü. Takip edilen 12
olgunun, ortalama genel sağkalımı ilk tanıdan itibaren 95.5 ay (13112 ay), RT başlangıcından itibaren 94 ay (5-112 ay) olarak bulundu.
Başvuruda nüksle gelen olgular çıkarıldığında 30 aylık izlem süresi
içinde lokal kontrol oranı % 90 (9/10) olarak bulundu.
Ekstakranyal (spinal) yerleşimli olguların ortalama genel sağkalımı 91.6 ay (14-111 ay) iken intrakranyal yerleşimli olguların ortalama genel sağkalımı tanıdan
Ref No: 567
EKSTERNAL RADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN
MENİNGİOMALI OLGULARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Ümit Gürlek, 1Çiğdem K. Edincik, 1Süreyya Sarıhan,
Ender Korfalı, 3Şahsine Tolunay, 1Lütfi Özkan
2
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji,
3
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji
2
AMAÇ: Menengiomalar, erişkin yaşamın orta ve geç dönemlerinde görülen, kadınlarda baskın olan, ekstraaksiyal MSS tümörleridir.
Birçoğu benign (%90) olup % 6 oranında atipik, %2 oranında da malign histoloji gösterirler. Tedavide total cerrahi eksizyon (TE) küratiftir. Subtotal eksize tümörlerde (STE), nüks olgularda veya cerrahi
Sungate Port Royal, Antalya
yapılamayacak olanlarda radyoterapi (RT) önerilmektedir. Kliniğimizde son 10 yılda tedavi edilen meningiomalı olguların retrospektif
olarak değerlendirilmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ağustos 1996 - Haziran 2006 arasında
UÜTF, Radyasyon Onkolojisi AD’da tedavi edilen meningiomalı 8
olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 5’i kadın, 3’ü erkek olup ortanca yaş 47 (27-64) idi. Dört olgu malign meningioma
(1’i nüksle başvuru), 2 olgu atipik meningioma tanısı almış olup,
benign meningiomalı ve nüksle başvuran 2 olgu bulunuyordu. Olguların 3’ü nüksle başvurmuş olup bunların sadece 1’ine reoperasyon uygulanmıştı. Beş olguya TE, 3’üne STE uygulanmıştı. Ortanca
semptom süresi 2 ay (1-24 ay), ortanca nüks zamanı 9 ay (7-53 ay)
olarak bulundu.
BULGULAR: Olgular Şubat 2007’de değerlendirildi Ortanca izlem
başvurudan itibaren 17 ay (4-123 ay) oldu. Olgular postoperatif dönemde, ortanca 30 gün (21-64 gün) içinde RT’e başladılar. Radyoterapi primer tümör lojuna ortanca 5760 cGy (50-60 Gy) dozunda
uygulandı. Bir olgu 22 Gy’de tedaviyi bıraktı. Ortanca RT süresi 41
gün (31-53 gün) oldu. Ortanca izlem süresi içinde 4 olgunun kaybedildiği, bir olgunun ise 20 aylık izlem sonrası takipsiz olduğu görüldü. Ortanca genel sağkalım tanıdan itibaren 60 ay (13-124 ay),
RT’den itibaren 40 ay (4-123 ay) olarak bulundu. Bir ve 5 yıllık genel
sağkalım oranları ise tanıdan itibaren %85,7 ve %57, RT’den itibaren
%68,5 ve %34 olarak hesaplandı.
YORUM: Menengiomalar, tüm beyin tümörlerinin % 15-20‘sini
oluşturur ve yıllık insidansı 100 binde 4.5’dur. En çok 7. dekatta ve
K/E: 2/1 oranı ile görülürler. Tedavide ana problem lokal kontroldür.
Benign meningioma için asıl tedavi cerrahidir. Kafa tabanı, serebellopontin açı, kavernöz sinüs yerleşimli meningiomalarda ise tam rezeksiyon güç olduğundan bu hastalarda STE+RT ile morbidite daha
az olmakta ve daha iyi lokal kontrol sağlanmaktadır.
RT, genel olarak inoperabl olgularda, malign histolojide, nüks ve
rezidü tümörlerde ve vaskülaritesi yüksek olanlarda kullanılmaktadır.
Ref No: 596
GLİOBLASTOMA MULTİFORME TANILI OLGULARDA
TEMOZOLOMİD İLE EŞ ZAMANLI LOKAL RADYOTERAPİ
SONUÇLARI
Süleyman Altın, Tülin Bek, Ferhan Adatepe, Cumhur Yıldırım,
Ahmet Küçük, Mustafa Ünsal
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi
AMAÇ: Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon
Onkolojisi Kliniğinde glioblastoma multiforme tanısı ile başvuran
hastalarda konkomitant ve adjuvant temozolomid’in lokal radyoterapiye katkısı değerlendirilmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada Şubat 2004 ve Şubat 2006
tarihleri arasında histopatolojik olarak glioblastoma multiforme tanısı almış 46 olgu (26 erkek,20 kadın) değerlendirilmiştir.Protokol
gereği olarak Karnofski Performans Skoru 80’in altında olan olgular
çalışma dışı bırakılmıştır.Konvansiyonel şema ile tedavi edilen olgularda 200 cGy/gün olmak üzere toplam 60 Gy eksternal radyoterapi
(primer tümör + 3 cm toplam 40 Gy,lokalizasyonda primer tümör
bölgesi + 1 cm toplam 20 gy) uygulanmıştır.Olgularımıza radyoterapi süresince temozolomid 75 mg/m2/gün dozunda radyoterapisinin
ilk gününden son gününe dek devam edecek şekilde haftada 7 gün
uygulanmıştır.4 haftalık aradan sonra,hastalar altı döngülük standart rejim olan her 28 günde bir 5 günlük 150 mg/m2/gün dozunda
adjuvant temozolomid almışlardır.
BULGULAR: Medyan yaş 48 (18-68) olarak bulunmuştur.Yirmiyedi olgu total eksizyon ile başvururken,17 olgu subtotal eksizyon ve
2 olgu biopsi sonrası tarafımıza refere edilmiştir.Medyan takip süresi
11 aydır (6-25 ay) .Tedavi sırasında radyoterapiye bağlı akut grad 3-4
toksisite izlenmemiştir.Temozolomide bağlı akut grad 3-4 hemato-
103
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
lojik toksisite 2 olguda görülmüştür.Oniki olgu hastalık nedeniyle
exitus olmuştur.Yirmiiki olgu stabil olarak izlemdedir.Oniki olguda
lokal progresyon/nüks gözlenmiştir.1 yıllık genel sağkalım %85,7; 1
yıllık hastalıksız sağkalım oranı %60 olarak bulunmuştur.
SONUÇ: Temozolomid ile eş zamanlı radyoterapi minimal toksisite ile tolere edilmiştir.
Ref No: 597
GLİOBLASTOMA MULTİFORME’DE KONKOMİTANT VE
ADJUVANT TEMOZOLOMİD’İN RADYOTERAPİYE KATKISI
Tülin Bek, Süleyman Altın, Ferhan Adatepe, Cumhur Yıldırım,
Ömür Alan, Mustafa Ünsal
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi
AMAÇ: Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon
Onkolojisi Kliniğinde glioblastoma multiforme tanısı ile başvuran
hastalar tüm beyin artı fokal radyoterapi (kontrol grubu) veya tüm
beyin artı fokal radyoterapi ve eşlik eden günlük temozolomid uygulamasını takip eden 6 kür adjuvant temozolomid grubu olarak ikiye
ayrılmıştır.Genel sağkalım süresi (GSS),progresyonsuz sağkalım süresi (PSS) ve önemli prognostik faktörlerden yaş ve cinsiyet için hem
GSS hem de PSS her iki grub
için değerlendirilmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada Şubat 2004 ve Ağustos 2005
tarihleri arasında histopatolojik olarak glioblastoma multiforme tanısı almış 44 hastanın 25’i tek başına radyoterapi; 19’u radyoterapi
artı temozolomid almıştır.Radyoterapi,2 Gy/fraksiyon dozunun haftada beş gün günde bir kez,altı haftanın üzerinde toplam 45 günlük
bir zaman dilimi boyunca uygulanmasını içeren,tüm beyine 46 Gy
ve tümör yatağına 20 Gy’lik ek doz verilerek total 66 Gy dozunda,konvansiyonel fraksiyone ışınlamadır.Bütün hastaların tedavisinde
Co-60 ünitesi kullanılmıştır.Temozolomid artı radyoterapi grubunda
temozolomid 75 mg/m2/gün dozunda,radyoterapinin ilk gününden
son gününe dek devam edecek şekilde toplam 49 günü aşmayacak
şekilde haftada 7 gün uygulanmıştır.4 haftalık bir aradan sonra,hastalar altı döngülük standart rejim olan her 28 günde bir 5 günlük 150
mg/m2/gün dozunda adjuvant temozolomid almışlardır.
BULGULAR: Çalışma sonucunda medyan PSS kombine tedavi grubunda 111 gün,tek başına radyoterapi grubunda ise 99 gün
olarak bulunmuştur (p=0.74) .Tek başına radyoterapi grubunda ise
medyan GSS 428 gün olarak bulunmuştur (p=0.24) .Kombine kolda
medyan GSS değerlendirme döneminde analiz için yeterli ölüm sayısı elde edilemediğinden henüz ulaşılamamıştır.Önemli prognostik
faktörlerden yaş (<50 yaş) ve cinsiyet (kadın hasta) için hem PSS,hem de GSS bakımından istatistiksel olarak anlamlı olmayan yarar
gösterilmiştir.
SONUÇ: Yeni tanı konulmuş glioblastoma multforme hastalarında radyoterapi ile kombine temozolomid tedavisini takiben 6 kür
temozolomid uygulaması,tek başına radyoterapi tedavisinden üstün
bulunmuştur.
Ref No: 605
RADYOTERAPİ İLE EŞ ZAMANLI VE ADJUVAN
TEMOZOLOMİD KULLANILAN GLİOBLASTOMA
MULTİFORME TANILI HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARI
1
Züleyha Akgün, 1Beste Atasoy, 1İlknur Çetin, 2Faysal Dane,
Fulden Yumuk, 1Ufuk Abacıoğlu
2
1
Marmara Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Marmara Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
2
AMAÇ: Yeni tanı konmuş glioblastoma multiformeli (GBM) erişkin hastalarda radyoterapi (RT) ile eşzamanlı ve adjuvan temozolomid (TMZ) kullanımının etkinliği ve güvenliğinin değerlendirilmesi
amaçlandı.
104
YÖNTEM VE GEREÇLER: Kliniğimize 2/2004-9/2006 arasında
başvuran histolojik olarak tanı konmuş 28 GBM tanılı hasta değerlendirildi. Medyan yaş 57 (23-75) idi. Hastaların %35’i kadın (10 hasta), %65’i erkek idi. Hastaların %42’si total (12 hasta), %32’u subtotal
rezeke, %26’sına ise sadece biopsi yapılmıştı. Hastaların tümünün
RT öncesi KPS 70 ve üzerinde idi. Konformal RT, Lineer Akseleratör ile 6 MV’lik enerji ile immobilizasyon gereçleri ve kişisel bloklar
kullanılarak uygulandı. RT cerrahiden 4-6 hafta sonra başlatıldı, 200
cGy/gün/5 gün/hafta şeklinde maksimum 6000 cGy/total uygulandı.
Eş zamanlı TMZ 75 mg/m2/hergün/oral olarak 2 saat açlıkla, alınış
saati radyoterapiye bağlı olmadan uygulandı. Adjuvan uygulamada
ise TMZ, radyoterapiden 30 gün sonra başlatıldı, 1. kürde 150 mg/
m2, daha sonraki kürlerde 200 mg/m2/gün/1-5.günler/28 günde bir
olacak şekilde uygulandı.
BULGULAR: Tüm hastalar planlanan dozda eşzamanlı TMZ aldı.
Sadece 1 hastada eş zamanlı TMZ uygulaması sırasında Gr2 hematolojik toksisite (nötropeni) gözlendi. Hastaların %18’ü (5 hasta) klinik
progresyondan dolayı adjuvan TMZ alamadı, diğer hastalar medyan
6 kür (2-22 arası) adjuvan TMZ alabildi. Adjuvan TMZ kullanımı
sırasında hastaların %18’inde (5 hasta) Gr 2 hematolojik toksisite
(trombopeni ve/veya nötropeni) gözlendi. Radyoterapi sırasında
hastaların %32’sinde kafa içi basınç artışı bulguları gözlendi ve antiödem tedavi düzenlendi. Tüm hastalarda medyan izlem süresi 11.5 ay
(2-29 ay) idi. Takiplerinde progresyon görülen 2 hasta reopere edildi.
İki hastada progresyon nedeniyle ikinci basamak PCV kemoterapisi,
1 hastaya Gamma Knife radyocerrahisi uygulandı. Medyan progresyonsuz ve genel sağkalım süreleri 8 ay ve 15 ay, 1 yılık progresyonsuz
ve genel sağkalım oranları %31 ve %56 olarak hesaplandı.
SONUÇ: Yeni tanı konmuş GBM hastalarındaki eşzamanlı ve adjuvan kemoradyoterapi sonuçlarımız EORTC çalışmasının sağkalım
ve yan etki sonuçları ile benzerdir.
Ref No: 626
GLİOBLASTOMA MULTİFORME TEDAVİSİNDE
EŞZAMANLI VE ADJUVAN KEMOTERAPİ İLE BİRLİKTE
RADYOTERAPİDE DOZ YÜKSELTİLMESİ: ERKEN
SONUÇLAR
1
1
Arzu Ergen, 2Neşe Güney, 3Talat Kırış, 3Burcu Göker,
Ahmet Karadeniz, 1Musa Altun, 1Rasim Meral
1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
3
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroşirurji Anabilim Dalı
2
AMAÇ : Glioblastoma multiforme (GBM) tanılı hastalarda tümör
rezeksiyonundan sonra radyoterapi (RT) dozunun arttırılmasının
progresyonsuz sağkalım, genel sağkalım ve tedavi toksisitesi üzerine
etkisini araştırmaktır.
HASTALAR VE YÖNTEM: İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü’ne Şubat 2006-2007 tarihleri arasında rezeksiyon sonrası gelen
GBM tanılı 24 hasta faz II, prospektif radyasyon dozunu yükseltme
çalışmasına alınmıştır. Bilgisayarlı Tomografi ile simülasyon ve konformal planlama yapılan hastalarda tümör ve ödemi 2-5 cm. emniyet
marjı ile kapsayacak şekilde 40 Gy konvansiyonel fraksiyonda RT
uygulanmıştır. Ardından yalnız tümör ve ödem alanına 26 Gy (1., 5.
ve 10. tedavi günlerinde 8 saat ara ile 2 fraksiyonda) RT verilmiştir.
Hastalar RT ile eşzamanlı temozolomid (75 mg/m²) hergün almış,
RT tamamlandıktan sonra ayda bir 5 gün temozolomid (200 mg/m²)
tedavisi 6 ay sürdürülmüştür. Cilt, göz, santral sinir sistemi ve hematolojik toksisiteler RTOG/EORTC akut radyasyon morbidite skorlama kriterlerine göre kaydedilmiştir. Ortalama 6 ay izlem sonunda
Kaplan-Meier yöntemi ile genel sağkalım, progresyonsuz sağkalım
analizleri ve akut toksisite değerlendirmesi yapılmıştır.
BULGULAR : Onüçü erkek (%54.2) ve 11’i kadın (%45.8) olan 24
hastanın ortanca yaşı 58.5’dur (dağılım : 26-70) . Karnofsky performans skoru ortanca % 90’dır. 18 hasta (%75) eşzamanlı kemoradyo-
19-23 Nisan 2007
terapisini sorunsuz tamamlayarak planlanan 66 Gy dozu almıştır. 2
hasta eşzamanlı ve adjuvan tedavisini bitirmiş, 10 hastada adjuvan
kemoterapi, 4 hastada eşzamanlı kemoradyoterapi devam etmektedir. Bir hasta eşzamanlı kemoradyoterapi sırasında pnömoni nedeni
ile, 3 hasta adjuvan tedavilerini alırken hastalık progresyonu nedeni
ile kaybedilmiştir. Akut toksisite açısından RTOG/EORTC kriterlerine göre değerlendirildiğinde 9 hastada (%45) ciltte grade 1 değişiklikler, 4 hastada (%20) gözde grade 1 değişiklikler, 8 hastada (%40)
santral sinir sisteminde grade 1 değişiklikler, 2 hastada grade 1,1 hastada grade 2 ve 1 hastada grade 3 lökopeni; 4 hastada (%20) grade
1,1 hastada grade 2 trombositopeni; 1 hastada grade 1 nötropeni, 1
hastada grade 1, 1 hastada grade 2 anemi tesbit edilmiştir. Hastaların
20 (% 83.3) ’si hayattadır ve 5’inde yineleme mevcuttur. Altı aylık
progresyonsuz sağkalım %43, genel sağkalım %77’dir.
SONUÇ: Glioblastoma multiforme tanılı hastaların tedavisinde
radyoterapi dozunun 66 Gy’e yükseltilmesi akut dönemde iyi tolere
edilmekted
Ref No: 641
POSTOPERATİF RADYOTERAPİ UYGULANAN
MEDULLABLASTOMLU ÇOCUK HASTALARIMIZIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sevilcan Aygün, Candan Demiröz, Huriye Öztürk,
Eda Bengi Yılmaz, Lütfi Özkan
Uludağ Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Medulloblastoma tanısıyla postoperatif radyoterapi (RT)
uygulanan pediatrik olguların sağ kalım ve prognostik faktörler yönünden irdelenmesi.
Metod ve materyal: 1995- 2007 yılları arasında medullablastoma
tanısıyla birimimize başvuran 23 çocuk hastanın sonuçlarını inceledik. Ortanca yaş 9 (4-15y) olup, 17’si erkek (%73), 6’sı (%27) kız
idi. On hastaya total eksizyon, 11 hastaya subtotal eksizyon sonrası,
2 hasta küratif RT için refere edildi. 3 hastaya operasyon sırasında
şant uygulandı. Cerrahi ile RT arasında ortanca 32 (17-69 gün) gün
vardı.12 hastada operasyon sonrası rezidü ortanca 1cm (1-3cm)
saptandı. Tümör (T) evrelemesi Chang everelemesine göre yapılmış
olup hastakarın evresine göre 7’si (%31) T2, 8’i (%34) T3a, 3’ü (%13)
T3b, 5’i T4 (% 22) evre olup, metastaz durumuna göre 16 hasta M0,
4 hasta M1, 2 hasta M3’dü. 7 hastada manyetik rezonans görüntüleme ile (MR) beyin omurilik sıvısı (BOS) tutulumu,1 hastada lomber
ponksiyonda BOS tutulumu saptandı. Tüm hastalara spinal alana 3600cGy (3240-4500cGy) ve kranyuma ortanca 5400 cGy (4050-5940
cGy) olmak üzere kraniyospinal RT uygulandı. RT ile eş zamanlı 10
hastaya Vincristin tedavisi verildi. Sağkalım üzerine etkili olabileceği
düşünülen yaş, cins, MR’da BOS tutulumu, preoperatif tümör çapı,
rezidü varlığı, şant varlığı, eş zamanlı kemoterapi alımı, T evresi,
cerrahi-RT arası süre, fraksiyon dozu, kranyum dozu, RT süresi, RT
ara verilmesi, akut komplikasyonlar tek değişkenli analizde kaplan
meier metodu log rang testiyle,çok değişkenli analiz cox regresyon
testi kullanılarak yapıldı.
Bulgular: Akut komplikasyon olarak 2 hastada grade3 lökopeni ve
grade 3 trombositopeni, 1 hastada grade 2 anemi gelişti. Bir hastada
şanta bağlı menenjit geliştiği için tedavisine 2 hafta ara verildi. Takip
sırasında 6 hasta ex oldu, 17 hasta sağ ve kontrollere gelmektedir.
Hastaların ortanca izlem süresi 20 ay (1-99ay), ortanca hastalıksız
sağkalım 21 (4-102 ay),ortanca genel sağkalım 22 ay (1-100ay) olarak saptandı. 18 hastada RT sonrası tam cevap gelişti.4 hastada lokal
nüks saptandı. 1 hastada kemik metastazı gelişti. Rezidüsü olan tüm
hastalarda tam cevap sağlandı.
Sonuç: MR’da BOS yayılımı (p=0,010), rezidü varlığı (p=0,033) tek
değişkenli analizde, MR yayılımı, yaş, kitle ile yapılan çok değişkenli
analizde MR yayılımı (p=0,040) anlamlı derecede medullablastomda
sağkalımı etkilediği saptandı.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 662
YÜKSEK GRADE’Lİ BEYİN TÜMÖRLÜ OLGULARDA
TEMOZOLOMİD İLE EŞ ZAMANLI RADYOTERAPİ
1
2
1
2
Şükran Ülger, 1Sait Sarı, 1Uğur Selek, 1Murat Gürkaynak,
Alev Türker, 2Ayşe Kars, 1Faruk Zorlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Anabilim Dalı
Amaç: Hacettepe üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi
Bölümü’ ne grade III-IV beyin tümörü tanısı ile başvuran hastalarda
Temozolomid ile eş zamanlı radyoterapinin prospektif olarak uzun
dönem sonuçları değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Kasım 2003- Aralık 2005 tarihleri
arasında histopatolojik olarak yüksek grade’li beyin tümörü (5 grade III oligodendroglioma, 7 grade III astrositom, 33 Glioblastoma
Multiforme-GBM, 5 grade III oligoastrositoma) tanısı almış 50 olgu
(27 erkek, 23 kadın) değerlendirilmiştir. Protokol gereği olarak 60
yaşın üzerinde veya Karnofski Performans Skoru 70’in altında olan
olgular çalışma dışı bırakılmıştır. Kreatinin klirensinin >60ml/dk
olması ve kan tablosunun sağlıklı olması (Hb>=1Og/dl, BK>=4000/mm3, trombosit>=150000/mm3, normal AST veALT) kriterler
arasında yer almıştır.Konvansiyonel şema ile tedavi edilen olgularda
200 cGy/gün olmak üzere toplam 60 Gy eksternal radyoterapi (GTV
+ 3 cm toplam 40 Gy; lokalizasyonda GTV + lcm toplam 20 Gy) uygulanmıştır. Olgularımıza radyoterapi ile eş zamanlı Temozolomid
protokolümüz doğrultusunda 150 mg/m2/gün Temozolomid, 5 iş
günü, tedavinin 1. ve 5. haftalarında olmak üzere uygulanmıştır. Bir
hastada radyoterapi öncesi 1 kür kemoterapi (200mg/m2 Temozolomid) uygulanırken, 22 hastada radyoterapi sonrası adjuvan olarak 4
kür (200mg/m2 Temozolomid) kemoterapi verilmiştir.
Bulgular: Ortanca yaş 47 (18-72) olarak izlenen olguların KPS
ortanca 80 (70-100) olarak bulunmuştur. Yirmiyedi olgu total eksizyon ile başvururken, 20 olgu subtotal eksizyon ve 3 olgu biyopsi
sonrası tarafımıza refere edilmiştir. Ortanca takip süresi 16.92 aydır
(2.03-37.40 ay) . Tedavi sırasında radyoterapiye bağlı akut grad 3-4
toksisite izlenmemiştir. Temozolomid’e bağlı akut grad 3-4 hematolojik toksisite de görülmemiştir. İzlemde 26 olgu hastalık nedeniyle
kaybedilmiştir (%52) . Hayatta olan olgulardan 13’ünde lokal progresyon / nüks gözlenirken, dördüne reeksizyon ve diğerlerine kemoterapi ile kurtarma tedavisi uygulanmıştır. Bir olguda spinal ekilim
metastazı izlenmiş ve radyoterapi verilmiştir. On hasta hastalıksız
olarak izlemdedir.
Sonuç: Yüksek grade’li glial tümörlü olgularımızda uygulanan
Temozolomid ile eş zamanlı radyoterapi minimal toksisite ile tolere
edilmiştir. Bu çalışma grubumuzda protokolün 3. yılında mortalite
oranı %52 olarak bulunmuş, literatürle karşılaştırıldığında oldukça
yüz güldürücü olduğu görülmüştür. Bu olguların uzun dönem sonuçları çalışmalarımızı planlarken yol gösterici olacaktır.
Ref No: 695
YÜKSEK GREYDLİ GLİAL TÜMÖRLERDE RADYOTERAPİ
İLE EŞ ZAMANLI TEMOZOLOMİD VE SONRASINDA
KONSOLİDASYON TEMOZOLOMİD TEDAVİSİ
1
Emel Yaman, 1Süleyman Büyükberber, 1Nazan Günel, 1Aytuğ Üner,
Müge Akmansu, 1Uğur Coşkun, 1Banu Öztürk, 1Ramazan Yıldız,
1
Ali Osman Kaya, 1Mustafa Benekli
2
1
2
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı
Yüksek grade’li glial tümörlerde cerrahi ve radyoterapiye rağmen
prognoz kötüdür. Bir imidazotetrazinon türevi olan Temozolomid
ile yapılan çalışmalar umut vaat edici görünmektedir. Gazi Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı’nda takip edilen yüksek grade’li
glial tümörlü hastalarda Temozolomid tedavisinin etkinliğini retrospektif olarak değerlendirdik.
105
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Değerlendirilen 62 hastanın median yaşı 45 (aralık, 22-74) olup,
40’ı (%64.5) erkek, 22’si (‰35.5) kadındı. Hastaların 48’i (%77.4)
WHO grade IV tümöre sahipken, 12 hastada (%19.3) WHO grade
III glial tümör, 2 hastada ise grade III oligodendrioglioma (%3.2)
saptandı. Tüm hastalarda cerrahi sonrası 1. ayda kranial MRI görüntülemesi yapıldı. Postoperatif 1. ayda 6000 cGy kranial radyoterapi
ve eş zamanlı Temozolomid 75 mg/m2/gün uygulandı. Tüm hastalar
radyoterapi sonrası 1. ayda kranial MRI ile değerlendirildi. Konsolidasyon amaçlı Temozolomid tedavisi 200mg/m2/gün’den 5 gün
süreyle her 28 günde bir progres olana kadar 3-11 (median 6) kür
uygulandı.
Değerlendirilen 62 hastanın 44’ünde (%71) yanıt ve toksisite
analizi yapıldı. İki hasta ise çeşitli sebeplerle takip dışı kaldı. Grade III tümörü olan 2 hastada (%4.5) postoperatif dönemde rezidü
ile uyumlu bulgu saptanmazken, grade IV tümörü olan hastaların
sadece 1 tanesinde (%2.3) rezidü saptanmadı. Bu hastalarda tam
yanıt kabul edildi. Kranial radyoterapi ve eş zamanlı Temozolomid
tedavisi sonrasında yapılan değerlendirmede 9 hastada (%20.5) parsiyel yanıt, 29 hastada ise (%65.9) stabil hastalık izlendi. Üç hastada
(%6.8) ise progresif hastalık gözlenerek tedavi rejimi değiştirildi.
Konsolidasyon 6-8 kür Temozolomid tedavisi sonrasında 3 hastada
(%7.8), 9 hastada (%20.5) parsiyel yanıt, 19 hastada (%43.1) ise stabil hastalık gözlendi. On bir hastada (%25) ise progresif hastalıktan
dolayı kemoterapi rejimi değiştirildi. En sık gözlenen yan etki, 8 hastada (%18.8) gözlenen G3 nötropeniydi. Üç hastada (%6.8) G4 trombositopeni ve 6 hastada (%13.6) G4 nötropeni gözlendi; 1 hastada
(%2.2) nötropenik ateş nedeniyle hospitalizasyon gerekti. Beş hastada (%11.4) G2 bulantı gözlenirken, 1 hastada (%2.2) G3 düzeyinde
yaygın deri döküntüsü izlendi. Median takip süresi 12 ayda (aralık,
3-24) median progresyonsuz sağkalım ve toplam sağkalım sürelerine
henüz ulaşılamadı (Şekil 1 ve Şekil 2) .
Primer yüksek grade’li beyin tümörlerinde cerrahi ve radyoterapi
günümüzde standart tedavi olarak kabul görmektedir. Temozolomid
tedavi seçeneklerinin oldukça kısıtlı olduğu bu tümör grubunda ilk
basamak tedavide kullanıldığında etkili bir ajan olarak görünmektedir. Takibimizdeki hastalarda median TTP ve OS halen ulaşılmamıştır. Bizim sağkalım sonuçlarımız literatürde bildirilen 7 ay TTP
ve 15 ay OS oranlarından daha iyi görünmektedir. Yan etki profilinin
çok iyi olması ve oral kullanım kolaylığı nedeniyle de hayat kalitesi
üzerinde olumsuz etkileri minimaldir.
Şekil 1. Progresyonsuz sağkalım eğrisi.
106
Şekil 2. Toplam sağkalım eğrisi
Ref No: 705
AGRESİF MENİNGİOMA TANILI HASTALARIN
TEDAVİSİNDE RADYOTERAPİNİN ROLÜ: RETROSPEKTİF
DEĞERLENDİRME
Eda Yirmibeşoğlu, Sevilay İren, Hüseyin Bora, Müge Akmansu,
Yücel Pak
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara
Giriş:
Meningioma, benign olarak tanımlanmasına rağmen agresif davranışlı ve kötü prognozlu santral sinir sistemi (SSS) tümörüdür.
Sıklıkla rastlantısal olarak beyin görüntülemesi sonucunda tanı konulmaktadır. Bütün SSS tümörleri içinde %13- 26 oranında görülmektedir ancak klinik ve histopatolojik olarak agresif seyreden alt
tiplerinden atipik meningioma %4,7- 7,2 oranında ve malign meningioma %1,0- 2,8 oranında görülmektedir. Radyoterapi (RT) cerrahi
sonrası adjuvant tedavide veya nüks hastalarda önerilmektedir. Bu
çalışmada, RT uygulanan agresif meningioma tanılı hastaların demografik özelliklerini tanımlamak ve tedavi algoritmasında RT’nin
rolünü değerlendirmek amaçlanmıştır.
Yöntem:
1996- 2006 yılları arasında Gazi Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalında WHO sınıflamasına göre grade II-III olan agresif meningioma tanısı ile RT uygulanan 23 erişkin hastanın dosya
kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Yeterli takip verilerine
ulaşılamayan 8 hasta değerlendirme dışı bırakıldı. Sağkalım analizleri RT bitiş tarihinden itibaren yapıldı.
Bulgular:
Hastalardan 11’i kadın ve 6’sı erkekti. Hastaların yaşları medyan
48 yaş (16-80) idi. Tümör yerleşimi sıklık sırasına göre frontoparietal
(%41), frontal (%35), temporal (%12) ve posterior fossa (%12) şeklindeydi. 17 hastanın hepsine gross total/total eksizyon yapıldı. Histopatolojik tanı 10’unda (%59) malign meningioma ve 7’sinde (%41)
atipik meningioma şeklindeydi. Altı hastada cerrahi sonrası rezidü
olması ve 8 hastada cerrahi sonrası nüks gelişmesi nedeni ile, geri
kalan 3 hastada ise cerrahi sonrası adjuvant amaçlı RT planladı. Konvansiyonel fraksiyon şemasında uygulanan toplam RT dozu medyan
56 Gy (46- 60 Gy) idi. Nüks olan hastalardan birine kurtarma amaçlı
40 Gy gamma-knife uygulaması yapıldı.
Takip süresi ortalama 3.5 yıl (0,17- 10.44) idi. Tüm hastaların genel
sağkalım süresi ortalama 7 yıl; 5 ve 10 yıllık genel sağkalım oranları
sırasıyla %84 ve %56’dir. Postoperatif RT uygulanan 17 hasta içinde
takip süresinde ölen 3 hastanın 2’si hastalık dışı nedenlerden öldü.
Kalan 14 hasta semptomsuz olarak izlemdedir.
Sonuç:
19-23 Nisan 2007
BİLDİRİLER
SSS tümörlerinde benign karakter gösteren meningioma tümörlerinin küçük bir oranı yüksek gradeli ve agresif seyirli olabilmektedir.
WHO sınıflamasında grade II-III olan atipik meningioma ve malign
meningioma bu sınıftadır. Agresif meningioma tanılı hastaların tedavisinde gross total/total eksizyon ve cerrahi sonrası 50- 60 Gy RT
ile uzun süreli lokal kontrol ve sağkalım sağlanması olasıdır. Yüksek
nüks oranları nedeniyle agresif meningiomaların tedavi algoritmasında total eksizyon ve cerrahi sonrası adjuvant amaçlı RT’nin göz
önünde bulundurulması uygun olacaktır.
Ref No: 717
GLİOBLASTOMA MULTİFORMEDE TEDAVİ SONUÇLARI VE
PROGNOSTİK FAKTÖRLER; 112 OLGUNUN ANALİZİ
1
Yasemin Bölükbaşı, 1Yavuz Anacak, 1Deniz Yalman,
Ömür Karakoyun Çelik, 1Ayfer Haydaroğlu
2
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir,
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojsi Anabilim Dalı, Manisa
2
Amaç: Gliolastoma Multiforme (GBM) tüm primer santral sinir
sistemi tümörlerinin %30’ unu oluşturan yüksek dereceli malign bir
tümördür. Bu çalışmada, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon
Onkolojisi Anabilim Dalı’nda GBM tanısı ile tedavi gören olgular
sağkalım ve prognostik faktörler yönünden değerlendirilmiştir.
Gereç ve yöntem; Kliniğimizde 1996- 2006 yılları arasında GBM
tanısı ile postoperatif radyoterapi uygulanan 112 olgu retrospektif
olarak incelenmiştir. Doksanüç olguda 1.8-2 Gy fraksiyonlarla medyan 59.4 Gy (59.4-66) radyoterapi, 19 olgu da 1996-98 yılları arasındaki klinik protokolüne göre hiperfraksiyone (1.5 Gy x 2, 60 Gy)
radyoterapi uygulanmıştır. Olguların 65’inde iki boyutlu radyoterapi
planlaması yapılmış olup, 2005 yılından bu yana GBM tanılı olgulara
(n=28) konformal radyoterapi ile eş zamanlı temozolamid ve ardından adjuvan 6 kür temozolamid verilmektedir. Yirmisekiz olguya
temozolomid ile eşzamanlı radyoterapi uygulanırken, 7 olguya muphoran ve 1 olguya CCNU verilmiştir.
Bulgular: Olguların 75’i erkek (%67), 37’si kadın (%33) olup medyan yaş 55,5 (aralık: 26-79) dir. Medyan KPS değeri 80 (aralık: 50100) dir. Başvuruda en sık (% 33-37 olgu) birden fazla semptom
saptanırken, bunu 2. sıklıkta baş ağrısı (%22.3-25 olgu) izlemektedir.
Tümör en sık yerleşim yeri frontal (%20), parietal (%27) ve temporal (%22) loblar olup, olguların %24’ünde birden fazla lob tutulumu
gözlenmiştir. Radyoterapi 59 olguda gross total eksizyon, 39 olguda
subtotal rezeksiyon, 13 olguda ise biyopsi sonrasında uygulanmıştır.
Medyan Ki-67 yüzdesi 19 (aralık: 4-50) olarak belirlenmiştir. Tüm
olgularda radyoterapi sonrası klinik yanıt değerlendirmesi yapılmış olup olguların %50’sinde stabil yanıt, %26’sında semptomlarda
iyileşme, % 24’ünde progresyon görülmüştür. Radyoterapi sonrası
manyetik rezonans (MR) görüntülemesi ile yanıt değerlendirmesi 98
olguda yapılmıştır. Bu olguların %59’unda (58) stabil yanıt, %14’ünde regresyon (14), %27’sinde (26) progresyon saptanmıştır. Medyan
takip süresi 11 (1-82) ay olup, bir ve 2 yıllık sağkalım sırasıyla %34.9
ve %11.9 dur. Genel sağkalımı istatistiksel olarak anlamlı etkileyen
faktörler yaşın 56’nın altında olması (p=0.025), konvasiyonel fraksiyonasyon (p=0.023), radyoterapi ile eş zamanlı temozolamid uygulanması (p=0.03), Ki 67 değerinin 13’ün altında olması (p=0.047)
olarak tespit edilmiştir
Sonuç: GBM tanılı olgularda yaş, cerrahinin tipi, fraksiyonasyon,
temozolamid uygulanması, Ki67 genel sağkalım üzerine etkili faktörler olarak belirlenmiştir. En agresif seyirli kanserlerden biri olan
glioblastomlarda (GBM) sağkalım cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi ile yapılan agresif tedavilere rağmen 12–18 ay arasında değişmektedir.
Sungate Port Royal, Antalya
107
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
POSTERLER
Ref No: 71
İLERİ EVRE MALİGN MELANOMDA MEME PARANKİM
METASTAZI
1
Görkem Aksu, 2Nagihan İnan, 3Zafer Utkan
1
Kocaeli Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
2
Kocaeli Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı,
3
Kocaeli Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Primer meme tümörleri, en sık karşılaşılan tümörler grubuna
dahil olmasına rağmen, meme parankimine metastaz oldukça nadir görülür. Primer meme karsinomu dışındaki malign tümörlerde
meme metastazı sıklığı literatürde %1 ila %5 arasında değişmektedir.
Özellikle memedeki lezyonun hastalığın ilk bulgusu olduğu durumlarda, klinisyen ve patolog, primer tümör veya metastaz ayrımını
yapmakta çok dikkatli olmalıdır. Metastatik meme lezyonları multipl
olabilecekleri gibi daha az sıklıkla soliter de olabilirler ve bu durum
da özellikle radyolojik ve klinik olarak tanı koymayı güçleştirebilir.
6 ay öncesinde sağ kulak arkasında kitle nedeniyle opere edilen ve
malign melanom tanısı alan 76 yaşındaki bayan hasta sağ memesinde
2 hafta önce fark etmeye başladığı kitle şikayeti ile hastanemize başvurdu. Fizik muayenede sağ meme saat 3 hizasında kitle palpe edildi.
Hastanın yapılan meme US’sinde sağ meme saat 3 hizasında 18x11
mm boyutlarında, lobule konturlu, sınırları çevre dokudan iyi ayrılabilen, oval şekilli, hafif heterojen iç yapıda, distal akustik güçlenmesi
olan hipoekoik solid kitle lezyonu izlendi (Resim1) . Mammografide
bu lokalizasyonda, keskin sınırlı, lobule konturlu dens kitle lezyonu
saptandı (Resim2) . Her iki aksillada patolojik boyut ve görünümde lenf nodu yoktu. Olgunun MRG incelemesi 1.5 Tesla, 130 mT/s
gücündeki cihazda (Gyroscan S 15; Philips Medical Systems, Eindhoven, The Netherlands) yüzeyel meme sargısı kullanılarak yapıldı. Standart meme MRG protokolü uygulanan hastanın incelemesi
kontrast öncesi aksiyel planda yağ baskılı T1- ve T2-ağırlıklı turbo
spin echo (TSE), intravenöz 0.1 mmol/kg Gd-DTPA (Gadopentetate
dimeglumine, Magnevist; Schering) sonrası aksiyel dinamik (0-300
sn) 3D T1-ağırlıklı fast field echo (FFE) ve geç faz (6.dk) yağ baskılı
T1-ağırlıklı TSE sekanslarından oluşmaktaydı. Yağ baskılı T1-ağırlıklı (Resim3a) sekanslarda hiperintens izlenen lezyonun ortasında
T1-ağırlıklı sekanslarda hipointens (Resim3a,ok), T2-ağırlıklı sekanslarda belirgin hiperintens (Resim 3b,ok) alan mevcuttu. Kontrast sonrası dinamik görüntülerde erken arteryel fazda periferik güçlü kontrast tutulumu saptandı (Resim3c,okbaşı) . Kitlenin ortasında
T1-ağırlıklı görüntülerde hipointens, T2-ağırlıklı görüntülerde hiperintens olarak tanımlanan alanda hem post-kontrast erken dinamik
görüntülerde hemde geç faz (6.dk) görüntülerde kontrast tutulumu
izlenmedi (Resim3d) . Yapılan meme biyopsisi sonucu melanositik
melanom olarak bildirildi.
Aynı dönemde çekilen batın US’de yaygın karaciğer metastazı ve
şiddetli kemik ağrıları nedeniyle çekilen Tüm vücut kemik Sintigrafisinde (TVKS) yaygın kemik metastazı tespit edildi. Düşük performans skoru nedeniyle kemoterapi uygulanamayan hastanın fraktür açısından riskli olarak tanımlanan pelvik bölge ve dorsolomber
vertebral bölgelerine, Co 60 cihazı ile 10 fraksiyonda toplam 30 Gy
palyatif Radyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrası destek tedavisi
uygulanan hasta, progresif hastalığa bağlı olarak 3 ay sonra öldü.
Ref No: 99
BAZAL HÜCRELİ NEVUS (GORLİN) SENDROMU: OLGU
SUNUMU
Kerim Bora Yılmaz, Can Atalay, Niyazi Karaman
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Gorlin sendromu otozomal dominant geçişli ve 9. kromozom lokalizasyonundaki bir gende oluşan defekte bağlı bir hastalıktır.
108
Çenede odontojenik keratokistler, iskelet sistemi anomalileri, deride
tekrarlayıcı bazal hücreli karsinomlar ve falks serebri kalsifikasyonu
başlıca klinik özelliklerini oluşturmaktadır. Burada Gorlin sendromu tanısıyla takip edilen bir olgumuz sunulmuştur.
Olgu: Göz kapakları, nazolabial bölge ve kaşlarında tekrarlayan
altı adet cilt lezyonu nedeni ile başvuran hastanın daha önce yapılan biyopsilerinde bazal hücreli karsinom tanısı aldığı öğrenildi.
Nüks bazal hücreli karsinom tanısı ile takibe alınan 47 yaşındaki
erkek hastanın fizik muayenesinde burun ve yüz yapısında defektler, iskelet anomalileri ve pektus ekskavatum saptandı. Hastanın aile
öyküsünde benzer bir hastalık saptanmadı. Mental retardasyon ve
fokal başlangıçlı jeneralize epilepsisi de olan hastanın kranial grafilerinde falks kalsifikasyonları saptandı. Temporomandibuler eklem tomografisinde mandibuler ve maksiller alveoler proseslerde
kistik görünümlü lezyonlar saptanan hastanın odontojenik kistleri
gözlemlendi. Yüzündeki cilt lezyonlarına eksizyonel biyopsi uygulanan hastanın histopatolojik inceleme sonucu bazal hücreli karsinom
olarak bildirildi. Hasta halen tekrarlayan bazal hücreli karsinom ve
sendroma bağlı olarak farklı organlarda artan kanser riski nedeni ile
kliniğimizce takipte tutulmaktadır.
Sonuç: İskelet ve santral sinir sistemi anomalileri, mental retardasyon, endokrin anomaliler, erken yaştan itibaren görülen odontojenik
kistler ve tekrarlayan bazal hücreli karsinomlar ile karakterize olan
Gorlin sendromunda radyolojik ve klinik özelliklerinin bilinmesi
erken dönemde tanınmasını ve hastanın sağkalımının uzamasını
sağlayacaktır.
Ref No: 140
METASTAZLI MALİGN DERİ EKİ TÜMÖRÜ: AZ RASTLANAN
BİR TÜMÖRÜN OLGU SUNUMU
1
Barkın Sakallıoğlu, 1Cemal Taşğın, 1Bilgehan Şahin,
Esra Kaytan Sağlam, 2Nesimi Büyükbabani, 1Ethem Nezih Oral,
1
Ahmet Kizir
1
1
2
İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Amaç: Metastatik deri eki tümöründe tedavide radyoterapinin etkinliğinin görüldüğü bir olgunun sunumu.
Özet: Deri tümörlerinin çeşitliliğinde büyük bir paya sahip deri eki
tümörleri (DET),klinik olarak sıklıkla yanlış tanı alan,doğru sınıflanmakta zorluk çekilen ve birçok histolojik alt tipi tanımlanan tümörlerdir.Çoğu benign veya lokal agresif,çok azı ise maligndir.Bazılarının
klinik ve histopatolojik olarak tanımlanmaları kolay olmasına rağmen
vakaların bir bölümü derinin diğer epitelyal tümörleri ve metastatik
karsinomlarından güçlükle ayrılırlar.DET’leri sınıflama sisteminde şu
alt başlıklar altında toplanmaktadır: Kıl folikülü yönünde farklılaşma
gösterenler,Ter bezi yönünde farklılaşma gösterenler,Sebase bez yönde
farklılaşma gösterenler.Ayrıca ekrin ve apokrin olarak da ikiye ayrılmaktadırlar.Her grup içinde çoğu benign, çok azı malign davranışlı
olan alt gruplar da yer almaktadır.Malign DET’leri benign karşılıklarının aksine daha büyüktürler ve invaziv gelişirler,nükleer pleomorfizm,yüksek mitotik aktivite,atipik mitozlar gösterirler.Malign deri eki
tümörleri malign ekrin tümörler,apokrin tümörler,foliküler tümörler
ve sebase karsinomlar olarak sınıflandırılır.
Olgu: 1962 yılında sol dirsek içinde şişlik şikayeti ile doktora başvuran ve cilt kanseri tanısı ile lokal RT alan hasta 2005 yılı Temmuz
ayında sol koltukaltında 5x4cm. kitle ve eş zamanlı ameliyat yerinde
4x2.5cm. kitle ile yeniden doktora başvurmuştur. Dış merkezde yapılan eksizyonel biyopsilerde hem aksilladaki hem de dirsek iç yüzündeki lezyonların patolojisinde malign deri eki tümörü tanısı konması üzerine enstitümüze onkolojik tedavi için yönlendirilmiştir.İTF
Patoloji ABD’da yapılan konsültasyonun sonucunda kıl folikülünün
supramatrikal hücrelerine benzeyen hücrelerin oluşturduğu tümöral
lezyonda sebase diferansiyasyon için yapılan immün-histokimyasal
incelemeleri sonucunda reaksiyon görülmemesi üzerine pilar diferansiyasyon gösteren malign deri eki tümörü tanısı almıştır.Aksilla
19-23 Nisan 2007
biyopsisindeki örneklerde de lenfoid parenkimdeki metastaz aynı
histolojik özellikleri gösterdiğinden malign deri eki tümörü aksilla
metastazı olarak yorumlanmıştır.Sistemik tarama için yapılan Toraks ve Batın BT’lerinde özellik görülmemesi üzerine aksiller bölgeye 25fr.x200cGy=50Gy RT uygulanmıştır.Ağustos 2006’da sol dirsek
hizasında 5x6cm.lik kitle görülmesi üzerine önce operasyon açısından değerlendirilmiş,pre-op magnetik rezonans görüntüleme (MRI)
ile dirsekte eklem içi uzanım olması nedeniyle ciddi morbidite oluşacağından inoperabıl kararı alınmış,sol dirseğe 25fr.X200cGy=50Gy
RT uygulanmıştır.Post op MR da %70 regresyon saptanan hastaya
RT sonrası yeniden cerrahi değerlendirmesi yapılmaktadır.
Sonuç: Vakamızda metastatik malign deri eki tümörü gibi ender
görülen bir hastalıkta radyoterapiye olan cevabın oldukça yeterli olduğu görülmüştür.
Tablo .
göğüs duvarı, bel bölgesi gibi kısımlarda da görülebilir. Klasik olarak
yavaş büyüyen ağrısız basit veya kistik nodül olarak saptanır. Tanı
sırasında vakaların çoğunda lenf nodu matastazı mevcuttur. Tedavisi geniş lokal eksizyon şeklinde çıkartmaktır. Terapotik lenf nodu
eksizyonu çok agresif ve büyük tümörlerde endikedir. Kemoterapiye
yanıt iyi değildir. Radyoterapi lokal ileri tümörlerde kullanılabilir.
52 yaşında erkek hasta yaklaşık 6 aydır giderek büyüyen ağrısız yumuşak kıvamdaki sağ aksiller kitle nedeniyle hastanemize başvurdu.
Yapılan fizik muayenesinde sağ koltuk altındaki yumuşak kıvamda
ağrısız 6x4 cm mobil kitle dışında patolojik bulgu yoktu. Çekilen göğüs tomografisinde sağ aksillada 5x7 cm boyutunda kistik bal peteği
görünümünde kitlesel lezyon saptandı. Sonrasında kitle aksiller lenf
nodlarıyla birlikte ekisze edildi. 19 adet lenf nodunun 2 tanesinde
metastaz mevcuttu. Hastaya adjuvan amaçlı radyoterapi planlandı.
İleri yaşta aksiller kitle ile başvuran hastalarda; akciğer, meme,
lenfoma gibi hastalıkların yanında düşük olasılıkla görülebilecek tümörlerinin olabileceği de düşünülmelidir.
Benign ekrin neoplazilerden kaynaklananlar
Primer duktal yönde farklılaşma gösterenler
Belirgin müsinöz stroma içerenler
Adenoid kistik alanlar içerenler
Müsin sekrete eden ve skuamoid hücreler içerenler
Papiller bir komponent içerenler
Ref No: 146
MALİGN MELANOMDA MIF’İN ÖNEMİ
Derya Duranyıldız, Hilal Oğuz Soydinç, Hakan Çamlıca,
Faruk Taş, Vildan Yasasever
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
AMAÇ: Migrasyon inhibitör faktör (MIF) proinflamatuar bir sitokindir ve mononükleer fagositlerin farklılaşmasında hücreyi uyarıcı
rol oynar. Özellikle T hücreleriyle makrofaj etkileşimini uyarır. Malign melanom, deri kanserinden ölümlerin %80’ini oluşturan agresif
bir tümör tipidir. Çalışmamızda makrofaj inhibitör faktörün (MIF)
malign melanom erken evre hastalarda değişimini ve bu parametrenin prognostik önemini araştırması planlanmış, klinikte rutin olarak
kullanılıp-kullanılamayacağı belirlenmeye çalışılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü’ne
başvuran malign melanom tanısı konmuş 65 erken evre hasta ve görünüşte sağlıklı 25 kişilik kontrol grubunda MIF serum düzeyleri
enzim immunassay (ELISA) yöntemi ile belirlenmiştir.
BULGULAR: Malign melanomlu hastalarda serum MIF düzeyi
kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p=0.032) .
SONUÇ: Malign melanomlu hastalarda serum MIF düzeyi kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur. MIF’in erken evre hastalarda
yüksek düzeyde bulunması tümör progresyonu ile ilişkili olduğunu
göstermektedir.
Ref No: 220
APOKRİN KARSİNOMLU BİR OLGU SUNUMU
1
İbrahim Tek, 1Baki Tarakçı, 2Canan Yüksel, 1Mahmut F. Gürsel
1
Samsun Devlet Hastanesi Hematoloji-Onkoloji Merkezi,
Özel Samsun Patoloji Labaratuarı,
Gazi Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Servisi
2
3
Apokrin karsinom ter bezlerinin nadir görülen farklı bir sitopatolojik görünümü olan karsinomudur. En sık görüldüğü yer aksiller
bölge olmasına rağmen anogenital bölge,göz kapağı, dış kulak yolu,
Sungate Port Royal, Antalya
Resim . Apokrin karsinom
Ref No: 241
EPİTELYAL CİLT KANSERLERİNDE TEDAVİ SONUÇLARIMIZ
Bülent Küçükplakçı, H. Cem Mısırlıoğlu, Yeşim Elgin, V. Işıl Uğur,
Ergun Sanrı, Taciser Demirkasımoğlu, Ş. Pınar Kara, Aytül Özgen,
Tijen Yörükoğlu, Nadi Özdamar
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Epitelyal cilt kanseri tanısı alan hastaların epidemiyolojik
özellikleri, tedavi ve sağkalım sonuçlarının incelenmesi planlandı.
Gereç ve Yöntem: Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde Ocak 1998-Aralık 2004 arasında tedavi olan 407 hastanın hasta, tümör ve tedavi bilgileri retrospektif olarak incelendi.
Takip bilgileri olan 232 hastaya sağkalım analizi yapıldı.
Bulgular: Hastalığın görülme yaşı medyan 66 (15-97) idi. Hastaların 256’sı erkekti ve Erkek/Kadın oranı 1.7/1 idi. Lezyonların
%94’ü baş-boyun yerleşimliydi ve %13’ü multipl odak şeklindeydi.
Lezyonlar %25 oranında burunda, %16 kulak ve çevresinde ve %13
göz çevresinde yerleşmişti. Birden fazla lezyon ise %9 hastada mevcuttu. Histopatolojik dağılım oranları; %50 bazal hücreli karsinom,
%45 skuamoz hücreli karsinom, %3 bazoskuamoz karsinom ve %2
bazal ve skuamoz hücreli karsinom idi. Evrelere göre dağılım; %37
T1, %19.5 T2, %19 T3-4 ve %5.5 N (+) idi. Hastalardan 77’si (%19)
ise nüks nedeni ile başvurmuştu. Total eksizyon uygulanmış lezyonlarda cerrahi sınırlar değerlendirildiğinde; %63’ünde cerrahi sınır
(+), %28’inde yakın, %9’unda ise bilinmiyordu. Cerrahi sınır pozitif
olanlarda %40 lateral kenar, %35 taban sınır pozitifti; %25’inde ise
birden fazla kenar pozitifti. Hastaların %67’sine postoperatif, %27’sine primer ve %6’sına palyatif amaçlı radyoterapi uygulandı. Hastala-
109
MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
ra farklı fraksiyonasyon şemalarında 1000-7000 cGy (medyan 4600
cGy) arasında doz uygulandı. Lineer kuadratik modele göre, α/β=10
Biyolojik Etkin Doz (BED10) ise 1200-8400cGy (medyan 5850 cGy)
arasındaydı. Takip bilgileri olan 232 hastada takip süresi medyan 35.5
(2-96) aydı. Bu hastalarda %12 oranında nüks saptandı. 5-yıllık genel
sağkalım %51, düzeltilmiş genel sağkalım %79 ve hastalıksız sağkalım %86 idi. Evrelere göre sağkalım oranları Tablo1’de verilmiştir.
Sonuç: Kliniğimize başvuran cilt kanserli hastalarda skuamoz
hücreli karsinom görülme oranı literatür bilgilerine göre yüksek bulunmuştur. Sağkalım oranları literatür bilgileriyle uyumludur. Epitelyal cilt kanserlerinde kür şansının yüksek olmasına rağmen lokal
ileri hastalıkta sağkalım oranlarının düşük olması, mümkün olan en
erken evrede tedavi yapılmasını ve toplumun erken başvuru konusunda bilinçlendirilmesini gerektirmektedir.
Tablo .
T1
T2
T3-4
N(+)
Düzeltilmiş Genel Sağkalım (%)
98
85
50
24
Hastalıksız Sağkalım (%)
93
87
60
-
Ref No: 242
BAŞ-BOYUN YERLEŞİMLİ BAZAL HÜCRELİ CİLT
KANSERLERİNDE TEDAVİ SONUÇLARIMIZ
Bülent Küçükplakçı, Ergun Sanrı, H. Cem Mısırlıoğlu, V. Işıl Uğur,
Yeşim Elgin, Taciser Demirkasımoğlu, Ş. Pınar Kara, Aytül Özgen,
Tijen Yörükoğlu, Nadi Özdamar
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Baş-Boyun yerleşimli bazal hücreli karsinom tanısı almış
hastaların epidemiyolojik özellikleri ve tedavi sonuçlarının incelenmesi planlandı.
Gereç ve Yöntem: Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde Ocak 1998-Aralık 2004 arasında tedavi olan 201 başboyun yerleşimli bazal hücreli karsinom tanısı olan hastanın, hasta,
tümör ve tedavi özellikleri retrospektif olarak incelendi. Takip bilgileri olan 121 hastada sağkalım analizi yapıldı.
Bulgular: Hastaların %55’i erkek, %45’i kadındı. Hastalık görülme
yaşı medyan 65 (21-97) idi. Lezyonlar %33 oranında burun yerleşimliydi; ardından %17 ile göz çevresi ve %14 ile kulak ve çevresinde
yerleşmişti. Multipl lezyonu olan hasta sayısı 15 idi. Evre dağılımı
sırasıyla; %57.5 T1, %24.5 T2, %18 T3-4 idi. Hastaların 121’ine total
eksizyon uygulanmıştı ve bunların yaklaşık 2/3’ünde (%69) cerrahi
sınırlar pozitifti. Cerrahi sınır bilgisi olmayan sadece 11 hasta vardı.
Cerrahi sınırı pozitif olanlarda birden fazla kenar pozitifliği oranı
%26 idi. Hastaların %72’sine postoperatif, %26’sına primer radyoterapi uygulandı. Radyoterapi dozu farklı fraksiyon şemalarında 18006200 cGy (medyan 4500 cGy) arasında değişti. BED10 (Biyolojik Etkin Doz, α/β=10) ise 2800-7440cGy (medyan 5850 cGy) arasındaydı.
Takip bilgileri olan 121 hastada takip süresi medyan 45 (5-96) aydı.
Hastaların 8’inde nüks saptandı ve nüks zamanı medyan 21 aydı.
Hastalardan ikisi ikincil malignite (akciğer kanseri) nedeni ile kaybedildi. 5-yıllık genel sağkalım %56, düzeltilmiş sağkalım %92, hastalıksız sağkalım %91 idi. Evrelere göre hastalıksız sağkalım oranları
sırasıyla T1’de %94, T2’de %93 ve T3-4’te %64 idi.
Sonuç: Lezyonların görünür bölgelerde yerleşmesinden dolayı erken tanı mümkün olmaktadır. Bizim serimizde de hastaların yarıdan
fazlası T1 evresindeydi. İleri yaş hastalığı olmasına rağmen özellikle
erken evrelerde yüksek sağkalım oranları elde edilmektedir. Gerek
yerleşim yerinin kesinliği gerekse tedavilerin kozmetik sonuçları açısından takip sırasında, hastaların fotoğraflanmasının yararlı olacağı
düşüncesindeyiz.
110
Ref No: 244
EPİTELYAL CİLT KANSERİNDE PRİMER EKSTERNAL
RADYOTERAPİ SONUÇLARI
Bülent Küçükplakçı, Ergun Sanrı, Nadi Özdamar,
H. Cem Mısırlıoğlu, Yeşim Elgin, Taciser Demirkasımoğlu, V. Işıl Uğur,
Ş. Pınar Kara, Aytül Özgen, Tijen Yörükoğlu
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Amaç: Epitelyal cilt kanseri tanısı almış ve primer eksternal radyoterapi uygulanan hastaların genel özellikleri, hastalık durumu ve
tedavi sonuçlarının incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde Ocak 1998-Aralık 2004 arasında primer radyoterapi
alan 106 hasta değerlendirildi. Takipte olan 58 hastanın sağkalım
analizi yapıldı.
Bulgular: Hastalık görülme yaşı medyan 68 (15-97) idi. Hastaların
70’i erkekti ve Erkek/Kadın oranı 1.9/1 idi. Lezyonların %95’i başboyun yerleşimliydi ve ilk sırayı %19 ile burun bölgesi almaktaydı.
Hastaların 20’sinde birden fazla lezyon mevcuttu. Histopatolojik
dağılım oranları; %50 Bazal hücreli karsinom, %46 skuamoz hücreli
karsinom idi. Hastaların 83’ü ilk kez tanı almıştı ve herhangi bir tedavi uygulanmamıştı. İlk tanı alanlarda evre dağılımı; %25 T1, %31
T2, %35 T3-4 ve %9 N1 idi. Hastalara farklı fraksiyon şemalarında
radyoterapi doz uygulandı. Lineer Kuadratik modele göre α/β=10,
Biyolojik Etkin Doz (BED10) 1560-8400cGy arasındaydı. Doz aralığı 5500-6500cGy olanların oranı %31, 6500-7500cGy arasında olanların oranı ise %54 idi. Takip bilgileri olan 58 hastada takip süresi
medyan 28 (6-90) aydı. Hastaların üçünde lokal kontrol sağlanamadı. Bir hasta akciğer kanseri nedeni ile kaybedildi. Takipte 8 hastada
nüks saptandı, bunlardan 6’sı skuamoz hücreli karsinom tanısına
sahipti. Lokal kontrol oranları sırasıyla T1’de %92, T2’de %85 ve T34’te %64 idi.
Sonuç: Hasta sayısı patolojik alt gruplara göre değerlendirme için
yeterli olmadığından sonuçlar toplu olarak verilmiştir. Radyoterapi
ile özellikle erken evrelerde yüksek oranda lokal kontrol sağlanmış
olması, etkin tedavi seçenekleri arasında olduğunun işaretidir. Ancak gerek bizim sonuçlarımız gerekse genel literatür bilgilerine göre,
lokal ileri hastalıkta sonuçların düşük olması nedeni ile mümkün
olan en erken evrede tedavi yapılmalı ve toplum erken başvuru konusunda bilinçlendirilmelidir.
Ref No: 468
METASTAZLI MALİGN EKRİN POROMA :OLGU SUNUMU
Barkın Sakallıoğlu, Nergiz Dağoğlu, Ahmet Karadeniz
İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Az rastlanan bir tümör olan metastazlı malign ekrin poroma olgusu sunumu
Özet: Deri eki tümörlerinin matür hücrelerden çok,bir veya birkaç
yöne diferansiye olma yeteneği olan indiferansiye kök hücrelerden
kaynaklandığı düşünülmekte olup deri eki tümörleri diferansiyasyonlarına göre kıl folikülü,sebase,ekrin ve apokrin tümörler olarak
sınıflandırılmakla birlikte,bir deri eki tümörü birkaç yönde diferansiyasyon gösterebilmektedir.Malign ekrin poroma matür yapılardan
çok pluripotansiyel epitelyal germ hücrelerinden orjin aldığına inanılan,kıl folikülü,sebasöz,apokrin,ekrin bezlerden biri veya nadiren
birkaçı yönünde farklılaşan,büyük bölümü benign olan deri eki neoplazmıdır.
Oldukça seyrek görülen malign DET’leri klinikte de sıklıkla farklı
tanılar aldıkları için histolojik olarak belirlenmeleri önemlidir.Başka
bir önemli nokta da,benign DET’lerinden malign karşılıklarının histolojik ayrımının güç olabilmesi ve bu tümörlerin bazılarının bazal
hücreli ca,yassı hücreli ca ve metastatik tümörleri andırabilmesidir.
19-23 Nisan 2007
Malign ekrin poroma çoğunlukla uzun süredir var olan ekrin
poroma zemininden gelişir.Biyolojik davranışı farklılık gösteren
bu tümör sıklıkla nüks etme eğiliminde olup,bazen mültipl deri ve
lenf gangliyonu metastazlarına ve yaygın iç organ metastazlarına yol
açmaktadır.Tedavisinde yeterli cerrahi sınırla total eksizyon yeterli
iken klinik tutulum durumunda lenf nodu disseksiyonu tedaviye eklenmelidir.Prognoz yeterli cerrahi eksizyon sonrası oldukça iyi olup
Olguların %20’sinde bölgesel lenf bezi metastazı %12’sinde iç organ
metastazı görülür.Metastaz geliştiğinde mortalite % 70’dir.
Olgu: 2005 yılında sağ uyluk içinde şişlik şikayeti ile dr.a başvuran
ve eksizyonel biyopsi sonucu sebase karsinom gelen hasta 2006 yılı
Ekim ayında eksizyon lojunda ve sağ ingunal bölgede şişlik ile yeniden dr.a başvurmuş.İTF Plastik Cerrahi bölümünde yapılan eksizyonel biyopsi ve inguinal lenf nodu disseksiyonunda hem inguinaldeki
hem lokadeki lezyonların patolojisinde malign ekrin poroma tanısı
konması üzerine enstitümüze onkolojik tedavi için yönlendirilmişti.
İTF Patoloji’de eski sebase karsinom hikayesi olması nedeniyle antiEMA antikoru ile immünfenotiplendirmesi de yapılan hastanın diferansiye sebase hücrelere özgü mikrovakuoler sitoplazma görünümü
izlenmeyip sonucunda malign ekrin poroma ve dört adet lenf gangliyonundan ikisinde kapsül ve perikapsüler yumuşak doku invazyonu
gösteren malign ekrin poroma metastazı tanısı aldı.Sistemik tarama
için yapılan Toraks ve Batın BT’lerinde özellik görülmeyen hastaya
post-op dönemde pulmoner emboli geçirmesi üzerine gecikmeli de
olsa lokaline ve inguinal bölgeye post op 23fr.x 200cGy = 46Gy RT
tedavisi planlanıp 46 Gy sonrasında 14 Gy boost için değerlendirilecektir
Sonuç: Vakamızda metastatik malign ekrin poroma gibi ender görülen bir hastalıkta olgu nadir görülmesi nedeniyle klinik ve histopatolojik özellikleri nedeniyle sunuldu.
Tablo .
Vaka: 64 yaşında erkek hasta, hikayesinde, 10 yıldır yavaş yavaş
büyüyen ve dış kulak yolunda akıntıya neden olan yara nedeni ile
birkaç kez antibiyotik tedavisi dışında tedavi almadığını belirterek
başvurdu. Fizik muayenesinde, sağ kulak dış kulak yolunda tüm kulak bölgesini tutan kulak kepçesinin büyük kısmını yiyen, parotis
lojuna ve kranial bölgeye doğru ilerleyen pulsatil, geniş, kanamalı,
erode yaklaşık 7x7 santimetre boyutlarında ağrılı lezyonu vardı.
Hastanın yapılan bölgesel ve kranial tomografisinde; sağ temporoparietalde kraniektomi defekti, infratemporal fossada yukarıya ve
cilt altına doğru ilerleyen 6x6 cm’lik kitle, kitle posteriorda petröz
kemiğe uzanmakta ve içerisinde hava alanları bulunan geniş ülsere
alan temporal lob düzeyinde sulkuslarda silinme ve beyaz cevherde
ödem tespit edilmişti, kitlenin histopatolojik incelemesi; sebase bez
karsinomu olarak değerlendirildi. Hasta bu dönemde inoperable olarak kabul edildi ve tümör yükünü azaltmak üzere yapılacak palyatif
cerrahi yaklaşımı da kabul etmedi. Hastaya bu bulgularla kanamayı
kontrol etmek ve ağrı palyasyonu için radyoterapi uygulandı. Hastaya uygulanan palyatif radyoterapi sonunda ciddi ağrı palyasyonu
sağlandı, kanama tamamen kontrol altına alındı. Lezyon boyutlarında da radyoterapi sonrası ilk 1 ayda ciddi küçülme tespit edildi.
Hasta başka tedavi yaklaşımlarını kabul etmediği için, yaşı ve diğer
medikal nedenlerle izleme alındı. Hastanın 14 aylık izleminde ek
problemi olmadı.
Bu vaka ile sebase bez tümörlerinin klasik olarak beklenen göz
bölgesi dışında da gelişebileceğini, özellikle dış kulak yolu gibi çok
çok nadir bir lokalizasyon ile belirtmek istedik. Burada; bu nadir tümörün ekstraoküler bölgede, dev kitle ile başvuran bir olgu olması ve
değişik seyri nedeniyle literatürü gözden geçirdik.
Ref No: 415
CİLT EPİDERMOİD KARSİNOMU AKCİĞER VE KARACİĞER
METASTAZLI OLGU
Hidroakantoma simpleks
Süleyman Altın, Halil Cumhur Yıldırım,
Mehmet Ferhan Adatepe, Ahmet Aykanat, Mustafa Ünsal
Ekrin poroma
S. B. İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Dermal kanal tümörü
OLGU: 72 yaşında erkek hastaya sağ hipokondriak bölgeden
13.12.2006 tarihinde 7*5 cm’lik kitle ekzisyonu uygulanıyor. Patoloji
raporunun skuamöz hücreli karsinom ile uyumlu gelmesi üzerine
kliniğimize yönlendiriliyor. 21.12.2006 tarihinde kliniğimize başvuran hastaya aynı gün toraks ve tüm batın bilgisayarlı tomografisi yapıldı ve hem akciğerde hem de karaciğerde multipl metastatik
nodüller tespit edildi. Hastaya üç hafatada bir olmak üzere 5-Fluorourasil ve cisplatinden oluşan kemoterapi protokolüne başlandı.
Olgu şu anda ikinci kemoterapisini almış durumda. Tedavi altındaki
olgu çok nadir olan, atipik gözlediğimiz karaciğer metastazı yapmış
olması nedeniyle primer veya sekonder olma olasılığı yönünden histopatolojik olarak araştırılıyor.
TARTIŞMA: Cilt kanseri dünyada en çok görülen kanser türüdür.
Bazal hücreli karsinom ve skuamöz hücreli karsinom cilt kanserlerinin çoğunluğunu oluşturur. Skuamöz hücreli karsinom daha çok
yüz, boyun, omuz, kollar gibi güneş ışığına maruz kalan bölgelerde
oluşur. Yeterli ve zamanında tedavi edilmezse bölgesel lenf nodlarına
ve iç organlara metastazlar görülebilir. Bu olguyu hem yerleşim yeri
açısından hem de metastaz bölgeleri açısından nadir görüldüğü için
incelemeye aldık.
Siringoakantoma
Siringofibroadenoma
Malign ekrin poroma
Ref No: 392
OLGU SUNUMU: DIŞ KULAK YOLUNDA DEV SEBASE BEZ
KARSİNOMU
Pınar Kara, V. Işıl Uğur, Bülent Küçükplakçı, Aytül Özgen,
Taciser Demirkasımoğlu, Yeşim Elgin, Cem Mısırlıoğlu,
Ergun Sanrı, Nadi Özdamar
S. B. Ankara Onkoloji Hastanesi
Sebase bez karsinomları derinin nadir görülen tümörlerindendir.
Daha ziyade, oküler adneksanın sebase bezlerinden, meibomian
bezlerden ve gözkapağının zeis bezlerinden kaynaklandığı için göz
civarında görülür. Çok nadiren ekstraoküler bölgelerden kaynaklanan sebase bez karsinomları da bildirilmektedir. Nadir olan sebase
bez karsinomları diğer cilt tümörlerinden daha agresif seyirlidir.
Standart tedavi yaklaşımı, geniş lokal eksizyon ve lenfadenopati varsa lenfadenektomidir. Radyoterapi; postoperatif ve palyatif olarak tümörlerde uygulanan bir tedavi şeklidir. Biz bu olgu nedeni ile sebase
bez karsinomları için beklenmeyen bir lokalizasyon ve seyir gösteren
hastamızı, erken dönemde de başarılı radyoterapi yanıtı nedeni ile
dikkate getirmek istedik.
Sungate Port Royal, Antalya
111
MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 500
REKTAL YERLEŞİMLİ MALİGN MELANOM OLGUSU
Mehtap Çalış, Berrin Yalçın, Orhan Kızılkaya, Öznur Aksakal,
Ahmet Uyanoğlu, Oğuz Gürsoy, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
GİRİŞ: Malign melanom sık görülen bir deri tümörüdür, deri melanomlarının %1’i anorektal bölgede yer alır. Bununla beraber ano
rektal bölgenin primer malign melanomları oldukça az görülür. Bu
tümörler sıklıkla dentat çizginin hemen üstünden köken alırlar ve
en sık görülen semptomu rektal kanamadır. Genel olarak kötü prognozlu bu tümörlerin tedavisi de netlik kazanmamıştır. Cerrahiyle
beraber RT ve/veya KT, immunoterapi denenebilir. Bizde kliniğimize başvuran ve anorektal yerleşimli malign melanom tanısı alan
hastamızı nadir görülmesi nedeniyle litaretür eşliğinde olgu olarak
sunuyoruz.
OLGU: 51 yaşında, T.E. erkek hasta rektal kanama şikayetiyle genel cerrahi kliniğine başvurmuş. Hastanın tüm batın tomografisinde rektum lümenini dolduran kitle görülmesi üzerine biopsi yapılmış, malign melanom gelmesi üzerine 16/12/2002 tarihinde MİLES
operasyonu yapılmış, post-op takip için kliniğimize gönderilmiştir.
Hastanın yapılan fizik muayenesinde sol aksillada, sağ servikalde
milimetrik cilt altı nodüller tespit edilmiş, çekilen üst abdomen tomografisinde karaciğerde metastaz tespit edilmiş ve hastaya kemoterapi ve immunoterapi başlanmıştır. 5 kürden sonra baş dönmesi
şikayeti olan hastadan kranial MR istenmiş, kranial metastaz tespit
edilmesi üzerine total kranium 5x4 Gy toplam 20 Gy, Co 60 teleterapi cihazı ile radyoterapi uygulanmıştır. Kontrolünde radyolojik
olarak regresyon saptanmamasına rağmen klinik olarak palyasyon
sağlanan hastaya immunoterapi başlanarak takibe alınmıştır.
TARTIŞMA: Anorektal bölgenin malign melanomu oldukça nadirdir; tüm melanomların %1’ni oluşturur.Genelde tümör hayatın
6. dekadında gözlenir. Semptomlar tümör lokalisazyonuna göre
değişmekle beraber en sık rektal kanama görülür. Koyu pigmente
renklerinden dolayı tromboze hemoroid ile karışabilir. Pigmente
olmayanlar polipler ile karışabilmektedir. Anal kanal melanomları
rektuma doğru submukozal bir akım sıklıkla gösterirler, ancak çevre
dokuları ender infiltre ederler. Hastaların 1/3 ünde mezenterik lenf
nodu metastazı vardır. Ancak inguinal lenf nodlara metastaz nadirdir. Hematojen olarak akciğer ve karaciğere metastaz erken dönemde
olur ve en sık ölüm nedenidir. Melonomalar radyorezistan oldukları
gibi kemoterapi ve immunoterapiyede cevap vermezler. Bu nedenlede başarılı tedavinin erken olgularda uygulanan abdominoperineal
rezeksiyon olacağı düşünülmüştür. Buna rağmen prognoz kötüdür
ve 5 yıllık yaşam oranları %10 civarındadır. Bu nedenle neoadjuvan
radyoterapi ve kemoterapi, sonrasında lokal eksizyon ve immunoterapiye devam edilmesi tarzındaki yaklaşımlar son yıllarda daha
çok kabul görmektedir.olgumuzda da öncelikle abdominoperineal
rezeksiyon yapılmıştır ve radyoterapi planlandığı sırada karaciğer
metastazı çıkması üzerine sistemik kemoterapi ve immunoterapi uygulanmıştır.
Ref No: 553
NADİR GÖRÜLEN KUTENÖZ MİXOMALI BİR OLGUNUN
SUNUMU
1
Naciye Özşeker, 1Saliha Bilge, 1Atınç Aksu, 2Nimet Karadayı,
Alpaslan Mayadağlı
1
1
Dr. Lütfü Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
Dr. Lütfü Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümü
2
AMAÇ: Kutenöz mixoma nadir görülen benign tümördür. Carney Sendromu’nun bir parametresini oluşturur. Carney Sendromu;
1) kardiak-meme-kutenöz mixoması, 2) mukokütanoz pigmentasyon, 3) hipofiz ve adrenal hormon değerlerinde artma ile seyreder.
Otozomal dominant geçiş gösterir. Kutenöz mixoma daha çok göz
112
kapağı, dış kulak yolu, meme başını tutar. Cerrahi sonrası sıklıkla
tekrarlayabilir. Nadir görülen kutenöz mixomalı olgumuzun ciltte
sık tutulum bölgeleri dışında tek bir noktada tutulum göstermesi,
Carney Sendromunun diğer parametrelerini içermemesi ve aile öyküsünün olmaması ön planda tutularak sunulması amaçlanmıştır.
GEREÇ ve YÖNTEM: Sağ klavikula 1/3 dış kısmında 2 aydan beri
şişlik şikayeti olan 25 yaşındaki bayan hasta doktora başvurmuş. Çekilen magnetik resonansta (MR) sağ supraklavikular bölgeden başlayarak deltoit ve pektoral kas arasından kaudale uzanım gösteren 5x4
cm ebadında yumuşak doku kitlesi görülmüştür. Lokal olarak eksize
edilen kitleye histopatolojik inceleme sonucunda kutanoz mixoma
tanısı konmuştur. Ailenin diğer fertlerinde Carney Sendromuna ait
lezyon hikayesine rastlanmamıştır.
BULGULAR: Cerrahi sonrası adjuvan tedavi açısından kliniğimizde değerlendirilen hastanın başka cilt lezyonları olmadığı görüldü. Çekilen meme ultrasonogrofi (US), ekokardiyografi ve batın
bilgisayarlı tomogrofide (BT) herhangi bir kitleye rastlanmadı. Hormonal tetkik sonuçları normal olarak değerlendirildi. Bu bulgularla
hataya uygulanan cerrahi tedavi yeterli bulunup yakın takibe alınmıştır. Postoperatif 18. ayında olan hastada nüks yada Carney Sendromunun diğer parametrelerine rastlanmamıştır.
SONUÇ: Mixomalar genelde kalp, cilt ve meme gibi organlarda
multiple olma eğilimindedir. Ancak ciltte tek bir noktada tutulum
olduğunda Carney Sendromunun diğer parametreleri ile birlikte olmayabilir. Bizim vakamızda sadece cilt tutulumu olması bu bilgileri
desteklemektedir. Literatür bilgilerinde cerrahi sonrası nüks olayının
sıklıkla gerçekleşiyor olmasına rağmen bizim vakamız cerrahi sonrası 18. ayda hastalıksız olarak takip edilmektedir.
Ref No: 576
MALİGN MELANOMLU HASTALARIMIZIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Berrin Yalçın, Özlem Maral, Didem Karaçetin, Begüm Ökten,
Öznur Aksakal, Oktay İncekara
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Melanoma tüm cilt kanserlerinin %1.5’unu oluşturur.Görülme
sıklığı dünyanın çeşitli bölgelerinde farklılıklar gösterir.Kliniğimize
2000-2005 yılları arasında başvuran,6 aydan uzun süre takip edilen
hastaları değerlendirmeyi amaçladık.Hasta sayısı 20,erkek: 13 kadın: 7.En genç hasta 17,en yaşlı hasta 85 yaşındadır.Median yaş 52,ortalama yaş 50 bulunmuştur.Bacak yerleşimi 8 hasta; İnce barsak
yerleşimi 1 hasta; nazal kavite yerleşimi 2 hasta; üst dudak yerleşimi 1 hasta; meme yerleşimi 1 hasta; orbita yerleşimi 1 hasta; axilla
yerleşimi 2 hasta; beyin yerleşimi 2 hasta; el sırtı yerleşimi 2 hasta.
Histopatolojik olarak Nodüler malign melanoma 4 hasta; Akral Lentiginöz tip 1 hasta; yüzeyel tip malign melanoma 14 hasta; epiteloid
tip (klasifiye olmayan) 1 hastada görülmüştür.Hastalar postoperatif
dönemde negatif cerrahi sınır elde edilmek üzere geniş lokal eksizyonla tarafımıza gönderilmiştir.Nazal kavite,axilla,beyin yerleşimli
6 hastaya adjuvan radyoterapi uygulanmıştır.15 hastaya da adjuvan
kemoterapi uygulanmıştır.Kemoterapide Cisplatin+Deticene+İnterferon X 6 kür uygulanmıştır.En sık lokal nüks görülmüştür (5 hasta)
.Diğer metastaz yerleri kemik 1 hasta,surrenal 1 hasta,akciğer 1 hasta,beyin 1 hasta,karaciğer 2 hasta şeklindedir.Nüks sonrasında 2.ci
seri kemoterapide fotemustine veya temozolamide,kemik ve beyin
metastazlarında palyatif radyoterapi kullanılmıştır.Progresyona dek
geçen süre 14.9 ay; sağkalım 25.3 ay olarak bulunmuştur.Malign
melanomada tümör derinliği ve kalınlığı prognostik öneme sahiptir.İnsidans erkek ve kadınlarda eşittir.Görülme sıklığı yaşamın 4.ve
5.dekatlarında pik yapar.Yüzeyel tip tüm vakaların %60-70’ini oluşturur,horizontal büyür.Nodüler tip %30 sıklıkta görülür ve vertikal
büyür.Lentigo maligna ise en az yaygın form olup 70 yaş ortalaması
ile yaşlılarda görülür.Adjuvan tedavide kemoterapinin etkinliğini
gösteren veri yoktur.Yüksek doz İnterferon alfa nükse dek geçen sü-
19-23 Nisan 2007
reyi uzatır.Radyoterapi lokal nüks olasılığı yüksek olan hastalarda
uygulanmaktadır.Bizim de serimiz literatürle uyumludur.
Ref No: 594
FARE MELANOMA MODELİNDE RADYOTERAPİNİN
TÜMÖR GELİŞİMİ VE SUBSTANCE P ÜZERİNE ETKİLERİ
2
Nuray Erin, 1Aylin Fidan Korcum, 2Münevver Yılmaz, 1Gamze Aksu,
Nina Tuncel
1
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı
2
B16F10 hücreleri C57BL/6 farelerinden orijin alan oldukça agresif bir melanoma türüdür. Hücreler sistemik uygulandığında akciğer
metastazı yaparken, deri içine uygulandığında 15-17 gün içinde çok
hızlı büyüyerek farelerin ölümüne neden olmaktadır. Substance P
deride hem duyu sinir sonlanmalarında hem de sinir dışı hücrelerde
bulunan, mitojenik ve anjiojenik etkileriyle tümör gelişimini hızlandırdığı düşünülen bir nöropeptittir. Bu çalışmada eksternal radyoterapinin B16F10 hücreleri ile farelerde oluşturulmuş deri melanomu
üzerindeki etkisi ve bu etkide Substance P düzeyindeki değişikliklerin rolü değerlendirildi.
Tümör hücrelerinin fareye enjeksiyonundan iki gün sonra eksternal radyoterapiye başlandı. Radyoterapi, anestezi altındaki farelere
iki gün arayla 15 Gy fraksiyon dozunda toplam 45 Gy olacak şekilde
uygulandı. Tümör boyutu iki günde bir ölçüm yapılarak değerlendirildi.
Yaşam süresi radyoterapi almayan kontrol farelerde 12-17 gün
iken, radyoterapi alan grupta 55-65 gün arasındaydı. Tümör çapı
kontrol grupta 15 gün içinde 12 mm’nin üzerine çıkarken RT grubunda 21 gün boyunca 2-3 mm arasında sabit kaldı ve deney sonuna
kadar (55-65 gün) ortalama 8 mm düzeyindeydi. Bu farelerde yaşam
süresinin uzamasıyla 50 günden sonra birden fazla deri ve lenf nodu
metastazı gözlendi. Bir farede makroskopik akciğer metastazları da
bulundu. Radyoterapi yapılan grupta tümör Substance P düzeyinin
azaldığı bulundu. Metastazlarda ise öncü tümöre göre Susbtance
P’nin anlamlı derecede arttığı bulundu. Substance P düzeyleri tümörü çevreleyen deride ve tümörden uzak deride incelendi ve radyoterapi alan farelerde anlamlı derecede azaldığı görüldü.
İn-vivo ve in-vitro radyoterapi cevabında farklılık olup olmadığını
belirlemek için B16F10 melonoma hücrelerine in-vitro (kültürde)
tek doz 45 gray radyoterapi uygulandı. Bu uygulama tümör büyümesini %30 düzeyinde azalttı ve ortama salınan Substance P miktarını
etkilemedi.
Bu sonuçlar in-vitro hücre denemelerinin in-vivo durumu yansıtmadığını göstermektedir. Ayrıca B16F10 tümörlerinin radyoterapiye
duyarlı olduğunu ve radyoterapinin etkilerini değerlendirmede iyi
bir model oluşturduğunu göstermektedir. Radyoterapinin anti-tümöral etkisinde substance P düzeylerindeki değişikliğin rol oynayabileceği de düşünülmüştür.
Ref No: 779
MALİGN MELANOM TANISIYLA ADJUVAN RADYOTERAPİ
UYGULANAN HASTALARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Eda Bengi Yılmaz, 1Süreyya Sarıhan, 2Ramazan Kahveci,
Türkkan Evrensel, 4Hayriye Sarıcaoğlu, 5Ömer Yerci
3
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı,
3
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Anabilim Dalı,
4
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı,
5
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
AMAÇ: Malign melanom (MM) tanısıyla adjuvan radyoterapi
(RT) uygulanan hastalarımızın değerlendirilmesi.
ARAÇ ve GEREÇLER : Ekim 1999-Şubat 2000 yılları arasında
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Muammer Ağım Radyoterapi
Sungate Port Royal, Antalya
Merkezinde MM tanısıyla radyoterapi alan 15 hastanın kayıtları geriye dönük incelendi.Hastaların ortalma yaşı 47 (28-68) olup erkek/
kadın: 9/5 idi.Hastaların 4’ünde tümör baş-boyun (%28.5), 3’ünde
gövde (%21), 2’sinde üst ekstremite (%14), 2’sinde alt ekstremite
(%14) yerleşimliyken 3’ünde (%21) primer lokalizasyon saptanamamıştır.Yedi hastada primer nodal tutulum mevcuttur. Nodal tutulum
dağılımı: servikal (n: 4), aksiller (n: 2), inguinal (n: 1) şeklindedir.
Hastaların 5’ine kitle eksizyonu, 4’üne eksizyonel biyopsi ve 5’ine
de primer olarak lenf nodu disseksiyonu (LND) uygulanmıştı. Bir
hastada LND yapılmazken,1 hastada elektif LND,12 hastada ise terapötik LND yapılmıştı.Çıkarılan ortalama lenf nodu sayısı 18 (136), ortalama metastatik lenf nodu sayısı 2 (1-13) olup 5 hastada
lenf nodlarında ekstra nodal yayılımın varlığı saptanmıştır.Primeri
bilinmeyen 3 hasta ve mukozal tutulumu olan bir hasta dışında kalan
10 hastanın Breslow ve Clark evreleri incelendi. Breslow (kalınlık)
evreleri; Evre I (n: 7), Evre II (n: 1) Evre III (n: 1), bilinmeyen (n:
1) şeklinde dağılıyordu. Clark (invazyon) evreleri ise; Evre II (n: 1)
Evre III (n: 4), EvreIV (n: 2), Evre V (n: 1), bilinmeyen (n: 2) şeklinde dağılıyordu. Radyoterapi hastaların 12’sinde lenf nodlarına yönelik 2 hastada ise primere yönelik olarak uygulanmıştı. Hastaların
12’sinde postoperatif nodal, 2’sinde postoperatif primere yönelik RT
uygulanmıştı.Radyoterapi ortanca 200cGy (180-600cGy) fraksiyon
dozları ile toplam ortanca 50 cGy (30-66cGy) uygulandı.Hastaların
12’si interferon almış olup 5 hastaya kemoterapi (Deticene,Cisplatin)
uygulanmıştır.
BULGULAR: Olgular Şubat 2007’de değerlendirildi.Ortanca izlem
süresi 11 ay (1-89 ay) oldu. İzlem süresi içinde 7 hasta kaybedildi.
Hastaların 2’sinde sırasıyla 12. ve 15.aylarda sağ inguinal ve boyun
nodlarında nüks saptanmış olup sağ inguinal nod nüksü disseke
edilmiştir.Hastaların 7’sinde uzak metastaz saptanmıştır. Uzak metastaz dağılımı; karaciğer (n: 1), beyin (n: 1), multipl organ metastazı
(n: 5) şeklindedir.Bu olgulara palyatif RT ve KT uygulanmıştır.Son
kontrol tarihinde 5 hastanın hastalıksız olarak izlemde olduğu görüldü.Ortanca genel sağkalım tüm hastalar için 72 ay (4-103 ay) ve
ortanca rejyonel kontrol 13.5 ay (2-64 ay) olarak bulundu.
YORUM: Malign melanom derinin bazal hücreli ve skuamoz hücreli karsinomdan sonra 3.sıklıkta görülemektedir.Histopatolojik incelemede prognoz açısından önemli olan tümörün kalınlığı (Breslow
kalınlığı), invazyon düzeyi (Clark düzeyi), ülserasyon varlığı, mitoz
sayısı, satellit ve intransit metastaz varlığı gibi parametreler önemlidir.Rejyonel lenf nodlarına yayılan MM’lar geniş lokal eksizyon ve
tutulan nodlarının çıkarılımıyla küratif tedavi edilebilirler.Nüks açısından riskli hastalarda nüks insidansını azaltmak i
Ref No: 790
PERİANAL BÖLGEDE REKÜRREN PİLONDAL SİNÜS
ENFEKSİYONU NEDENİYLE GELİŞEN MARJOLİN ÜLSERİ
1
1
1
2
Bengü Denizli, 1Vuslat Yürüt Çaloğlu, 1Zafer Koçak, 1Murat Çaloğlu,
Mert Saynak, 2Hakan Karagöl, 1Cem Uzal
Trakya Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Trakya Üniversitesi Medikal Onkoloji Anabilim Dalı
GİRİŞ: Kronik inflamasyona veya traumaya maruz kalan cilt dokularında malignite gelişmesi riski yüksektir. Marjolin ülseri böyle
dokulardan gelişen ve sıklıkla agresif klinik seyir gösteren nadir
bir cilt tümörü tipidir. En sık rastlanan histopatolojik tipi skuamoz
hücreli karsinomdur. İlk kez 1928 yılında Jean- Nicholas Marjolin
tarafından tariflenmiştir. Literaürdeki vakalar daha çok yanık zemininden gelişmelerine rağmen, hidradenitis süpürativa, osteomyelit
fistülü, travma, radyoterapi veya diabet gibi nedenlere bağlı olanlarda tariflenmişlerdir. Bu nedenle perianal bölgede rekürren pilonidal
sinüs enfeksiyonu zemininde gelişen perianal bölge yerleşimli Marjolin ülseri olgusu sunulmuştur.
OLGU: Altmışüç yaşında erkek hasta kliniğimize perianal bölge
yerleşimli rekürren pilonidal sinüs enfeksiyonu zemininde gelişen
113
MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
10x10 cm’lik kitle ile başvurdu. Hikayesinden 20 yıldır pilonidal sinüs enfeksiyonuna yönelik hiçbir medikal tedavi almadığı, son üç
ayda kitlenin giderek büyüdüğü, kötü kokulu akıntı ve ağrı gelişmesi
üzerine başvurduğu sağlık kuruluşunda kitleden insizyonel biyopsi
yapıldığı ve patolojik incelemesinin iyi diferansiye skuamoz hücreli
karsinoma olarak rapor edildiği öğrenildi. Çekilen pelvik BT’de kitlenin 10x10 cm boyutlarında olduğu ve anal kanal, rektum uzanımı yaparak burada obstrüksiyon meydana getirdiği saptandı. Uzak
metastaz saptanmayan olguya yine aynı sağlık kuruluşunda kitle
eksizyonu ve loop kolostomi uygulandığı, ameliyat materyalinin
postoperatif patolojik incelemesinde cerrahi sınırların salim olduğu,
kolostomi kapatılması sırasında alınan lenf nodlarının üç tanesinden
ikisinde karsinom metastazı tesbit edildiği öğrenildi. Kliniğimizde
yapılan tetkiklerinde, bilateral inguinal bölgede en büyüğü solda
27 mm çapında olan konglomere multiple lenf nodları tesbit edildi. Olguya bilateral inguinal lenf nodu disesiyonu uygulandı ve lenf
nodlarının patolojik incelemesi karsinom metastazı ile uyumlu saptandı. Evre III cilt kanseri tanılı olguya postoperatif kemoradyoterapi
planlandı.
SONUÇ: Marjolin ülseri kronik yara veya skar dokusu zemininde
gelişebilen, nadir ve agresif seyreden bir cilt kanseri tipidir. Kronik
yara veya skar dokularında, uzun dönemde malign transformasyon
gelişebileceği aklıda tutulmalı, şüphe halinde mutlaka histopatolojik
değerlendirme yapılmalıdır. Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapiden
oluşan kombine tedavi hastalığın yaygınlığı araştırılarak kişiselleştirilmeli, böylece lokal nüks oranları azaltılmalı ve sağ kalım iyileştirilmelidir.
Ref No: 795
LENTİGO MALİGN MELANOMA: ONKOLOJİK PRENSİPLER
VE REKONSTRUKTİF YAKLAŞIM
Hakan Bulak, H. Erhan Güven, Seçkin Akküçük, Süleyman Oral
Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Ref No: 797
MALİGN MELANOMA VE VİTİLİGO
Hakan Bulak, Seçkin Akküçük, Aziz Sürel, Süleyman Oral
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Genel Cerrahi Kliniği
Vitiligo vücutta beyaz yamalar şeklinde dağınık veya diffüz olarak
görülebilen derinin hipopigmentasyonu ile karakterize bir cilt hastalığıdır. Vitiligo hastalarında melanositlere karşı oluşan T lenfositler
yüksek miktarlarda bulunmakta olup hastalığın patogenezinden direk olarak sorumlu tutulmaktadır. Vitiligonun melanoma ile ilişkisi
ise hala tartışma konusudur.
Kliniğimize sol ayak topuk bölgesinde clarck level IV malign melanom nedeniyle 3 yıl önce geniş total eksizyon yapılan 45 yaşında
erkek bir hasta; sol diz ön yüzde 5 cm, sol inguinal bölgede 3 cm ve
sol üst karın duvarında 8 cm boyutlarında kitle ile başvurdu. Malign
melanom metastazı olarak rapor edilen bu kitlelerin total eksizyonu sonrası hastaya 6 kür DTIC – Cisplatinum kemoterapisi verildi.
Hastada kemoterapinin 5. küründen itibaren yüzde frontal bölgeden
saçlı deriye devamlılık gösteren 6 cm çapında dağınık hipopigmentasyon alanı gösteren vitiligo oluştu. Kemoterapiden 6 ay sonra sol
üst karın duvarı ve sol ilioinguinal bölgede nüks kitleler ile başvuran
hastaya bu kitlelerin ilioinguinal disseksiyon ile beraber eksizyonu
yapıldı. Disseksiyon sonrası 8. ayda ise sol uyluk lateralinde 8 cm
boyutunda kitle ve ileus tablosu ile tekrar başvuran hastaya acil laparatomi yapıldı. Eksplorasyonda özellikle sol pelvik bölgeyi dolduran
ve batın içerisinde yaygın nodüler kitleleri bulunan hastaya segmenter ince barsak rezeksiyonu ve loop sigmoid kolostomi yapıldı. Hasta
kolostomi sonrası 3. ay, ilk tanı sonrası 56. ayda exitus oldu.
Malign melanomalı hastalarda oluşan vitiligonun iyi bir prognoz
ile ilişkili olduğu bildirilmektedir. Ancak bu ilişkinin fizyopatolojisi
hala kesin olarak açıklanamamıştır. Üzerinde durulan hipotezler bu
durumun malign melanom için uygulanan tedavilerin immun sistem cevabının bir göstergesi veya uygulanan tedavinin gücünün bir
belirtisi olduğu konusundadır.
Amaç: Lentigo maligna (LM) melanomun potansiyel prekürsörü
olan melanositik lezyondur. Lentigo malign melanoma (LMM) tüm
malign melanomlar içinde %4-15 oranında görülür. Genel olarak
güneşe maruz kalan baş, boyun ve üst ekstremitede ortaya çıkar. Biz
literatür bilgileri ışığında LMM’ lu bir olguda cerrahi plan ve rekonstrüktif problemleri incelemeyi amaçladık.
Olgu: Sol yanağında, üst dudak sol köşesine uzanan 8x6 cm’ lik
hiperpigmente lezyonu olan 67 yaşında kadın hasta kliniğimize
başvurdu. Fizik muayenede yanağındaki açık kahverenkli ana lezyon
üzerinde yama tarzı, siyah alanlar gözlendi. Servikal bölgede palpable lenf nodları tespit edilmedi. Üst dudak sınırından ve lezyonun
ortasından insizyonel biyopsiler alındı ve histopatolojik tanısı LMM
olarak değerlendirildi. 15 mm’ lik makroskopik cerrahi sınırla tüm
lezyon eksize edildi. Rezeksiyon sonrası 10 x 8 cm’lik cilt defekti
oluştu. Dudak ve yanak için sol pektoralis major myokutanöz flebi ve
orbital bölgenin alt sınırı için temporal cilt rotasyon flebi uygulandı.
Postoperatif 5. günde flep nekrozu ve enfeksiyon oluştu ve postoperatif 11. günde komplikasyonlara bağlı sepsis nedeniyle hasta kaybedildi.
Tartışma: Lentigo maligna, LMM’ un prekürsörü ve invaziv olmayan bir formudur. Genel olarak lezyonlar başvuru anında oldukça
geniş çaplı olduğundan dolayı fasyal LMM’ ın cerrahi ve rekonstruktif planı cerrahları düşündürmektedir. Bizce fasyal LMM, agresif cerrahiden korunmak için, erken dönemde LM evresindeyken tedavi
edilmelidir. Geniş rezeksiyonun gerektiği ve rekonstrüksiyonun zor
olduğu vakalarda LM lezyonlarındaki LMM odakları rezeke edilmeli
ve LM odakları takip için bırakılmalıdır.
114
19-23 Nisan 2007
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 382
ERİŞKİN EWING SARKOMLU HASTALARDA ST.JUDE
HASTANESİ PROTOKOLÜ
Selmin Ataergin, Ahmet Özet, Fikret Arpacı, Fatih Kılıçlı,
Mustafa Turan, Cüneyt Ulutin, Bekir Öztürk, Şeref Kömürcü,
Mustafa Öztürk, Okan Kuzhan
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Amaç: Erişkin Ewing sarkomlu olgularda lokal tedavi ve sistemik
kemoterapi ile uzun süreli sağkalım sağlanabilmektedir. Kemoterapi
etkin olmasına karşın henüz standart bir kemoterapi rejimi geliştirilememiştir. Bu çalışmada çocuk hastalar için kullanılan uzun süreli
St.Jude protokolünün erişkin hastalar için de uygun olup olmadığı
araştırıldı.
Gereç ve Yöntem: Ewing sarkom tanısı konulmuş 25 erişkin hastaya (22 erkek, 3 kadın) 41 haftalık St. Jude hastanesinin protokolü
uygulandı. Protokol 0-6 haftalar arasında indüksiyon kemoterapisi:
Ifosfamide 2 g/m2/gün X 3, Etoposide 150 mg/m2/gün X 3, Cyclophosphamide 1.5 g/m2 5.gün, Doxorubicin 45 mg/m2 5.gün; 9.haftada cerrahi rezeksiyon ve/veya radyoterapi, takiben 11-17.haftalar
arasında Vincristin 1.5 mg/m2, Dactinomycin 1.5 mg/m2; 20-44
haftalar arasında ise idame tedavisi: Ifosfamide 2 g/m2/gün X 5,
Etoposide 150 mg/m2/gün X 5, Cyclophosphamide 1 veya 1.5 g/m2/
gün X 2, Doxorubicin 60 mg/m2 24 saatte sürekli infüzyon şeklinde
41.haftaya kadar 3 haftada bir verildi.
Bulgular: Hastaların medyan yaşı 23 (18-55) idi. Başlangıç evresi
20 olguda evre IIB, 5 olguda evre IV’dü. Olguların 10’unda tümör
ekstremite, 14’ünde ekstremite dışı kaynaklıydı. Lokal kontrol amacıyla 14 olguda cerrahi rezeksiyon, 22 olguda radyoterapi uygulandı.
Tüm olgular tedavi protokolünü tamamladılar. Medyan kemoterapi süresi 44 hafta (41-56) idi. 12 olguda (%48) tam cevap, 7 olguda
(%28) kısmi cevap, 5 olguda (%20) cevap alınamadı. 13 olguda (%52)
myelotoksisite, 2 olguda nefrotoksisite (%0.08), 2 olguda nörotoksisite (%0.08), ve 3 olguda (% 12) angina pektoris şeklinde gözlendi.
Hiçbir hastada doz modifikasyonu yapılmadı. Tedavi sırasında olguların 11’de (%44) G-CSF kullanıldı, 13 olguda (%52) eritrosit transfüzyonu yapıldı. 48 aylık toplam sağkalım evre II olgularda %43, evre
IV olgularda %40 olarak bulundu. 48 aylık hastalıksız sağkalım ise
evre II olgularda %25, evre IV olgularda %20 olarak bulundu.
Sonuç: Sonuç olarak, St.Jude protokolü erişkin Ewing sarkomlu
hastalarda toksisite ve sağkalım açısından diğer kemoterapi protokolleriyle benzer etkinlikte bulundu.
Ref No: 383
METASTATİK EWING SARKOMLU HASTALARDA ST.JUDE
HASTANESİ PROTOKOLÜNÜ TAKİBEN YÜKSEK DOZ
KEMOTERAPİ VE OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ: PİLOT
ÇALIŞMANIN ERKEN DÖNEM SONUÇLARI
Selmin Ataergin, Ahmet Özet, Fikret Arpacı, Mustafa Turan,
Murat Beyzadeoğlu, Fatih Kılıçlı, Mustafa Öztürk, Kaan Oysul,
Şeref Kömürcü, Bekir Öztürk
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Amaç: Ewing sarkomu metastatik hastalık evresinde kötü prognoza sahiptir. Bu hasta grubunda yüksek doz kemoterapi ve otolog kök
hücre naklinin etkinliği tam olarak belirlenmemiştir. Bu çalışmada
metastatik hastalarda St.Jude konvansiyonel tedavilerini takiben
yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre naklinin hastaların sağkalımı üzerindeki etkisi ve tedavi toksisitesi araştırıldı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 41 haftalık St. Jude hastanesinin protokolünü tamamlamış olan metastatik Ewing sarkom tanılı 7 erkek
hasta alındı. Çalışmaya alınan hastaların 5’i (%72) St.Jude protokolü
Sungate Port Royal, Antalya
sonrasında tam cevap, 1’i kısmi cevap (%14), 1’i (%14) cevap oluşturmamıştı. Hastalara 4 gün süreyle 10 μg/kg G-CSF uygulanmasını
takiben 5.gün kök hücre aferezi yapıldı. Aferezden 7-10 gün sonra
yüksek doz ICE (ifosfamide 12 g/m2, etoposide 1.2 g/m2, carboplatine 1.2 g/m2) kemoterapisi uygulandı.
Bulgular: Hastaların medyan yaşı 20 (15-28) idi. Tümör yerleşim
yeri 6 olguda ekstremite, 1 olguda ekstremite dışındaydı. Olguların
6’sına (%86) St.Jude protokolü sırasında cerrahi, 7’sine (%100) radyoterapi uygulandı. Son kemoterapi tarihinden kök hücre nakline
kadar geçen medyan süre 5.5 ay idi. Kök hücre naklinden sonra 3
hasta sırasıyla 2.,3., ve 5. aylarında kaybedildi. Nakilden sonra 5 hastada progresyon gelişti (1 karaciğer, 4 akciğer) . Diğer 2 hasta stabil
cevap gösterdi. St Jude protokolü sırasında 4 olguda myelotoksisite, 1
olguda geçici karaciğer toksisitesi gelişti. 4 olgu ise G-CSF kullanımı
ve eritrosit transfüzyonuna ihtiyaç gösterdi. Yüksek doz kemoterapi sırasında ise grad III/IV toksisite olarak lökopeni (%50), anemi
(%14), trombositopeni (%36) ve nötropenik ateş (%36) en sık görülen yan etkiler oldu. Hiçbir hastada yüksek doz kemoterapiye bağlı
ölüm görülmedi. 60 aylık toplam sağkalım %30 olarak bulundu.
Sonuç: Sonuç olarak, 41 haftalık uzun tedavi sonrasında metastatik evrede yapılan otolog kök hücre nakli sağkalıma kısmi fayda
sağlamaktadır. Uzun süreli kemoterapi protokollerinden sonra halen
metastatik evrede olan hastalarda yüksek doz kemoterapi sınırlı cevap sağlamaktadır. Konsolidasyon veya salvage amaçlı yüksek doz
kemoterapinin etkinliğini gösterebilmek için hasta sayısının arttırılmasına ihtiyaç vardır.
Ref No: 776
EKSTREMİTE YERLEŞİMLİ NONMETASTATİK YÜKSEK
GRADLI OSTEOSARKOMDA PREOPERATİF NEOADJUVAN
KEMOTERAPİ VE/VEYA RADYOTERAPİ TEDAVİ
SONUÇLARI: CERRAHPAŞA DENEYİMİ
1
Nil Molinas Mandel, 2Fazilet Öner Dinçbaş, 2Didem Çolpan Öksüz,
Sedat Koca, 3Sergülen Dervişoğlu, 2Beyhan Ceylaner Bıçakçı,
4
Hayrettin Seçmezacar, 1Hande Turna, 5Kaya Kanberoğlu, 4Murat Hız
2
1
Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
3
Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,
4
Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı,
5
Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyodiagnostik Anabilim Dalı
2
Amaç: Ekstremite yerleşimli nonmetastatik yüksek gradlı osteosarkomlu olgularda neoadjuvan kemoterapi ve kemoterapiye radyoterapi eklenmesinin hastalığın lokal kontrolu, tümördeki nekroz oranı ve sağkalım üzerindeki etkileri retrospektif olarak değerlendirilip,
sonuçlar karşılaştırılmıştır.
Gereç ve yöntem: 1987-2006 yılları arasında, 75 nonmetastatik,
ekstremite yerleşimli yüksek gradlı osteosarkomlu olgu hastanemizde tedavi edilmiştir. 46 olgu erkek ve 29 olgu kadın olup, medyan
yaş 17’dir (11 - 66 yaş) . Tüm hastalara neoadjuvan kemoterapi uygulanmıştır. Olgulara cerrahi öncesi 2-5 kez, epirubisin, sisplatin ve
ifosfamid ± yüksek doz metotraksattan oluşan kemoterapi programı
uygulanmıştır. Amputasyonu kabul etmeyen veya tümörü yeterli
emniyet sınırı ile çıkartılamayacak olan hastalara ekstremite koruyucu cerrahi şansını arttırmak amacı ile preoperatif radyoterapi de
eklenmiştir. Radyoterapi genellikle 2. ve 3. kür kemoterapi arasında
verilmiştir. 47 olguya 10 fraksiyonda 35 Gy, diğer 2 olguya ise 46 Gy
radyoterapi uygulanmıştır. Kemoterapiye postoperatif olarak 3-6 kür
daha devam edilmiştir. Medyan tümör boyutu radyoterapi uygulanan hastalarda 11 cm (3-32 cm) iken, yalnızca kemoterapi uygulananlarda da 10 cm (4-20cm) ’dir.
Bulgular: Medyan takip süresi 49 ay’dır (2-192 ay) . Radyoterapi
uygulanan 49 hastanın 47’sine ekstremite koruyucu cerrahi yapılırken, tek başına kemoterapi uygulanan 26 hastanın 24’üne ekstremite
koruyucu cerrahi yapılmıştır. 38 (%50.7) olguda uzak metastaz gelişmiştir. En sık metastaz yeri akciğerdir. Işınlanan ve yalnızca kemote-
115
KEMİK TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
KEMİK TÜMÖRLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
rapi uygulanan olgularda sırasıyla 5 yıllık lokal kontrol oranları %98,
%91; 5 yıllık hastalıksız sağkalım oranları %42, %62; 5 yıllık genel
sağkalım oranları ise %52, %55 olarak tespit edilmiştir. Tüm olgular
için 5 yıllık lokal kontrol oranı %95, hastalıksız sağkalım oranı %48,
genel sağkalım oranı %54 saptanmıştır. Genel sağ kalımı etkileyen
faktörlerin tek değişkenli analizinde yaş (p=0.02), nekroz oranı (p=0.009), tümörün üst veya alt ekstremite yerleşimli olması (p=0.01)
anlamlı faktörler olarak tespit edilmiştir.
Sonuç: Multidisipliner sonuçlarımız literatürle kıyaslanabilir düzeydedir. Preoperatif kemoterapiye radyoterapi eklendiğinde, lokal
kontrol oranları yükselmekte ve ekstremite koruyucu cerrahi şansı
artmaktadır ancak bu sağkalım sonuçlarına yansımamaktadır. Tek
başına kemoterapi alan hastalarda hastalıksız sağkalım ve genel
sağkalım oranları daha yüksek bulunmasına rağmen, bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildir. Değerlendirmemizin retrospektif ve
nonrandomize olması, her iki gruptaki hasta sayısının ve niteliğinin
farklı olması, sağlıklı yorum yapılmasını güçleştirmektedir.
POSTERLER
Ref No: 79
OSTEOSARKOMUN MANDİBULA METASTAZINDA
PALYATİF AMAÇLI CERRAHİ: OLGU SUNUMU
Can Atalay, Kerim Bora Yılmaz, Niyazi Karaman,
Cihangir Özaslan, Kubilay Özgen
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Osteosarkom genç hastalarda en sık rastlanan malign kemik tümörüdür. En sık 10-30 yaşları arası erkek hastalarda görülür.
Cerrahi olarak segmenter rezeksiyon ve amputasyon, kemoterapi ve
radyoterapi uygulanan tedavi protokolleridir. Burada osteosarkomun mandibula metastazı nedeniyle kliniğimize kanama, havayolu
obstrüksiyonu ve yutma güçlüğü yakınmaları ile başvuran hastaya
uygulanan cerrahi tedaviyi bildirmeyi amaçladık.
Olgu Sunumu: 19 yaşında erkek hasta sağ dizde ağrı ve şişlik yakınmaları ile başka bir merkeze başvurduğunda yapılan MRG’sinde
sağ fibula başından köken alan ve sağ femur distaline kadar uzanım
gösteren 18x13x14 cm’lik tümöral kitle saptanması üzerine yapılan
kalın iğne biyopsisinde osteosarkom tanısı konulmuş ve üç kür neoadjuvan metotreksat kemoterapisi verilmiş. Takibinde progresyon
saptanması üzerine sağ diz üstü amputasyon uygulanmış. Postoperatif toraks tomografisinde akciğer metastazı saptanan hastaya üç
kür sisplatin ve doksorubisin kemoterapisi uygulanmış. Takibinde
sol mandibular bölgede kitle saptanması üzerine ifosfamide-mesna
kemoterapisi uygulanmış. İlk kürde nörotoksisite gelişmesi üzerine kemoterapi durdurularak takipe alınmış. Boyun ve yüzün sol
kısmını tamamen tutan kitle, yutma güçlüğü, tümörden kanama ve
nefes darlığı yakınmaları ile kliniğimize başvuran hastanın yapılan
insizyonel biyopsisi malign olarak bildirildi. Tomografilerinde her
iki akciğer parankiminde ve beyinde metastatik nodüller saptandı.
Sol mandibula kaynaklı, ağız içine uzanım gösteren sol maksiller
sinüs posterior duvarında, pterogoit kemikte, sol zigomatik arkusta
destrüksiyona yol açan ağız içine uzanıp dili sola basılayan kitle nedeniyle hasta ameliyat edildi. Cerrahi olarak hastaya maksillektomi,
mandibula rezeksiyonu, kısmi temporal kemik rezeksiyonu ve sol
radikal boyun diseksiyonu uygulandı. Beslenme amaçlı gastrostomi
açılarak ameliyat sonlandırıldı. Hastanın patolojisi yüksek gradlı osteosarkom olarak rapor edildi. Postoperatif 4. gününde trakeostomi kanülü çekilen ve postoperatif 7. günde oral başlanan hasta 10.
günde taburcu edildi. Postoperatif dönemde kranial radyoterapi alan
hasta üç aydır takip edilmektedir.
Sonuç: Klinik olarak hızlı seyredebilen osteosarkom gibi malign
tümörlerde, özellikle genç hastalarda, palyatif amaçlı geniş rezeksiyonlar yaşam kalitesini artırıcı olmaktadır.
116
Ref No: 254
KALKANEUSDA EWİNG’S SARKOMA
1
1
2
Nesrin Uğraş, 1Ulviye Yalçınkaya, 2Zeynep Yazıcı
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı
AMAÇ: Ewing’s sarkom / PNET çocukluk çağı kemik ve yumuşak doku sarkomlarında osteosarkomdan sonra ikinci en sık görülen
tümördür. En sık uzun kemiklerin diafiz veya metafizyo – diafizyal
bölgesinden kaynaklanır. El ve ayakların küçük kemiklerinde de nadiren görülebilir.
BULGULAR: Olgumuz 12 yaşında erkek hasta olup Mayıs 2006’da
sol ayak bileğinde ağrı ve şişlik şikayeti üzerine gittiği bir merkezde
analjezik tedavi düzenlenmiş. Şikayetlerinin devam etmesi nedeniyle UÜTF ortopedi polikliniğine başvuran olguda yapılan BT ve MR
tetkiklerinde kalkaneusda kitle tespit edilmesi üzerine parsiyel eksizyon uygulanmış.
SONUÇ : Olgu histopatolojik bulgular ve radyolojik görüntüler
eşliğinde Ewing’s Sarkom / PNET ailesinden malign küçük yuvarlak
hücreli tümör tanısı aldı.
2003-2006 yılları arası UÜTF Patoloji AD.’ında Ewing’s Sarkom /
PNET tanısı konulan 12 olgunun 5 tanesi (%42) uzun kemik, 2 tanesi
(% 27) ekstraskeletal yerleşimli olup 2 olgu (% 27) pelvis, 1 olgu (%8)
skapula, 1 olgu (%8) kosta, 1 olgu (%8) kalkaneus lokalizasyonludur.
Nadir lokalizyonu nedeniyle olgumuzu literatür bilgileri eşliğinde
sunduk.
Ref No: 554
GORHAM-STOUT SENDROMU : OLGU SUNUMU
Nergiz Dağoğlu, Yavuz Dizdar, Fulya Yaman Ağaoğlu,
Emin Darendeliler
İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Az rastlanan bir malign iskelet sistemi hastalığı olan Gorham-Stout sendromu olgusu sunumu
Özet: Etyolojisi tam olarak bilinmeyen sıklılla adloesan ve genç
erişkinlerde görülmekle beraber her yaş grubunda görülebilen spontan regresyondan ölüme dek değişik klinik seyir izleyebilen bir klinik
sendrom olan Gorham-Stout sendromu patolojik olarak kemik matriksin kaybı ve damar proliferasyonu ile karakterizedir.İskelet sistemini herhangi bir bölgesini tutabilen bu sendrom sıklıkla kafatası
omuz ve pelvis bölgesinde görülmektedir.
Radyolojik olarak direkt grafilerde artmış geçirgenliğe bağlı azalmış radyodansite görülen bu sendrom klinik olarak romatoid artrit,osteomiyelit,tüberküloz gibi pek çok hastalıkla kolayca karışabildiğinden herediter,enfektif,metabolik,neoplastik ve immünolojik
hastalık ihtimallerinin hepsi ekarte edilmelidir.
Sendromun patogenezinde rol alan osteolizisdeki osteoklastların
rolü tam belli olmamakla beraber, kemik dokusunun damar dokusu
ile tutulması ve endotelyal displazi sonucunda anjiyomatozisin lokal
hipoksiyle hidrolitik enzimleri tetiklediği düşünülmektedir.
Olgu: 2005 yılı Eylül ayında dış bir merkeze öksürük şikayeti ile
dr.a başvuran ve PA akciğer grafisinde sağ alt lobda infiltrasyon
görülen hastada yapılan PPD ve ARB’nin negatif gelmesi üzerine
hastaya seftriakson 100mg/m2 antibiyoterapi başlanmıştır.Antibiyoterapi ile şikayetlerinin geçmemesi üzerine yapılan toraks BT değerlendirmesinde sağ alt lobda total atelektazi ve masif plevral efüzyon
saptanan hastanın toraks tüpü ile drenajı yapılıp sıvının patolojik
değerlendirmesinin hemoşilöz özellikte gelmesi üzerine antibiyoterapisi meropenem ile değiştirilmiştir.Neoplastik bir hastalık olup
olmadığının değerlendirmesi için yapılan TVKS’de sol omuz,T10,T12,L2,L3,L5’de aktivite artışı saptanmış olup yapılan kemik iliği
biyopsisi normal gelmiştir.Çekilen toraks MR’ın değerlendirmesinde
T10,T12,L2,L3,L5 dışında tüm vertebralarda kostalarda ve sternumda hiperintens görünüm saptanması üzerine yapılan torakotomi ile
19-23 Nisan 2007
biyopside timus,akciğer ve plevrada kapillerde ve lenfatiklerde dilatasyon ve proliferasyon kemiklerde havers kanallarında dilatasyon
ve proliferasyon ile perikardiyal efüzyon saptanması üzerine hastaya
Gorham-Stout sendromu tanısı konmuş masif efüzyonu hastalığa
bağlı kot tutulumu ve duktus torasikus tutulumuna bağlanmıştır.
Hastaya torasentez sonrası hemitoraksa lokal 15Gy RT sonrası pleuroperitoneal şant takılmıştır.
Tartışma: Tedavide etkilenen kemiğin cerrahi olarak çıkartılması
ya da lokal RT ile bifosfonat kullanılabilen hastalarda sık olmamakla
birlikte görülen önemli komplikasyonlardan biri olan şilotoraks durumunda torasentezden pleuropertoneal şanta kadar değişen yöntemlerle tedaviye hemitoraksa RT eklenmesi önerilmektedir.
Gorham-Stout sendromu gibi ender görülen bir hastalıkta tedavide RT’nin yeri ile klinik ve histopatolojik özellikleri nedeniyle vakanın sunulması uygun bulunmuştur.
Ref No: 653
AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİDE KRANİYAL PROFİLAKTİK
RADYOTERAPİ: İKİ FARKLI TEDAVİ ALANI VE ENERJİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
M. Gamze Aksu, Aylin Fidan Korcum, Nina Tuncel,
Cenk Ahmet Şen, Ertuğrul Dündar
Resim 1b. Çalışma için tasarlanan sanal tedavi alanı.
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: bu çalışmada profilaktik kraniyal radyoterapi uygulanan
akut lenfositer lösemi (ALL) hastalarında hedef volüm ve lens dozu
açısından iki farklı tedavi alanı ve iki farklı enerji karşılaştırıldı.
Gereç ve yöntem: Sekiz hastanın simülasyon filmleri, bilgisayarlı
tomografi (BT) kesitleri ve tedavi planları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların gerçek simülasyon filmleriyle (Resim 1a) karşılaştırmak için bu çalışmaya özel ikinci bir sanal alan (Resim 1b)
tasarlandı. Gerçek ve sanal alanların her biri için ayrı ayrı Co60 ve
6MVx enerjilerinde tedavi planları hazırlandı. Her planda lens, kribriform plate, hipofiz, optik sinir ve meninks dozları hesaplandı.
Bulgular: Her iki tedavi alanında da Co60 kullanıldığında lensin
aldığı doz, Linak 6 MVx ile aldığı dozun yaklaşık üç katıydı. Ayrıca
Co60 ile kribriform plate, hipofiz ve maksimum meninks dozları,
tedavi dozundan daha yüksekti. İki tedavi alanı arasında anlamlı fark
yoktu.
Sonuç: Kraniyal radyoterapi uygulanan ALL hastalarında homojen bir doz dağılımı ve maksimum lens koruması sağlanabilmesi için
Co60 ‘a göre Linak 6MVx tercih edilmelidir.
Resim 1a. Hastaların tedavisinde kullanılan gerçek tedavi alanına ait simülasyon
filmi.
Sungate Port Royal, Antalya
117
KEMİK TÜMÖRLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 815
Tablo .
Sonuç (Ölü/Yaşıyor)
Sıklıkn (%)
Hepatitis B virus infeksiyonu
13/12
25 (39.1)
Sercan Aksoy, Hakan Harputluoğlu, Saadettin Kılıçkap,
Nilüfer Bulut, Didem Şener Dede, Ömer Dizdar,
Kadri Altundağ, İbrahim Barışta
Sitomegalovirüs infeksiyonu
2/13
15 (23.4)
Varisella Zoster virüs infeksiyonu
2/4
6 (9.4)
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara
Echovirus infeksiyonu
0/3
3 (4.7)
İnfluenza A virüs infeksiyonu
0/2
2 (3.1)
Parvovirüs B19 infeksiyonu
0/2
2 (3.1)
Respiratory Syncytial virüs infeksiyonu
1/1
2 (3.1)
West Nile Virüs infeksiyonu
2/0
2 (3.1)
Sitomegalovirüs ve BK papovavirus
1/0
1 (1.6)
Enterovirüs infeksiyonu
1/0
1 (1.6)
Hepatit C virüs infeksiyonu
1/0
1 (1.6)
Herpes Simpleks virüs infeksiyonu
1/0
1 (1.6)
JC papovavirüs infeksiyonu
1/0
1 (1.6)
Varisella Zoster virüs ve Sitomegalovirüs infeksiyonu
1/0
1 (1.6)
Varisella Zoster virüs ve JC papovavirüs infeksiyonu
0/1
1 (1.6)
26/38
64 (100)
LENFOMA HASTALARINDA RİTUXİMAB İLİŞKİLİ CİDDİ
VİRAL INFEKSİYONLAR
Giriş:
Anti-CD20 monoklonal antikoru olan Rituximab özellikle B-hücre kaynaklı Hodgkin Dışı Lenfomalarda (NHL) ve bazı otoimmün
hastalıkların tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır. Rituximab tedavisi alan hastaların izleminde çeşitli ciddi viral infeksiyon vakaları
bildirilmiştir. Ancak bu viral infeksiyonların çeşitleri ve sonuçları
net olarak tanımlanmamıştır.
Hastalar ve Yöntemler:
Rituximab tedavisi sonrası gelişen viral infeksiyon vakalarını belirlemek için konuyla ilgili ingilizce literatür Medline yardımı ile tarandı. Bu amaçla anahtar kelime olarak ‘’rituximab, virus, infection’’
sözcükleri kullanıldı. Bu taramaların sonunda ulaşılan çalışmaların
referansları da ek kaynaklar açısından gözden geçirildi.
Sonuçlar:
Literatürde daha önceden rituximab sonrası viral enfeksiyon gelişen 64 (26 erkek, 23 bayan ve 15 cinsiyet bildirilmemiş) vaka tespit
edilidi. Vakaların ortanca yaşı 61 (aralık; 21-79) idi. Hastaların sadece 2 tanesi Rituximab’ı monoterapi olarak alırken diğer 62 vaka sitotoksik tedavilerle birlikte almıştı. Rituximab tedavisi başlangıcından
viral infeksiyon gelişene kadar geçen ortanca süre 5 aydı (aralık; 120) . En sık bildirilen viral infeksiyonlar; 25 (%39.1) vakada Hepatit
B virus (HBV) infeksiyonu, 15 (%23.4) vakada CMV infeksiyonu, 6
(%9.4) varicella zoster infeksiyonu ve 18 (%28.1) vakada ise çeşitli
diğer viral infeksiyonlar bildirilmişti. İnfeksiyonlara bağlı mortalite
%40’dır. Tablo 1’de viral infeksiyon tipleri ve sonuçları detaylı gösterilmiştir.
Tartışma:
Lenfoma hastalarında rituximab tedavisi sonrası gelişen viral infeksiyonlar yüksek oranda morbidite ve mortaliteye sebeb olmaktadır. Bu vaka serisinde rituximab sonrası gelişen viral infeksiyonlara
bağlı mortalite %40’dır. Bu nedenle erken tanı ve tedavi önemlidir.
Rituximab almış hastalar viral infeksiyonlar açısından yakın takip
edilmelidir.
118
Toplam
Ref No: 102
PERİFERİK KÖK HÜCRE MOBİLİZASYONUNDA 10
MİKROGRAM/KG FİLGRASTİME KARŞI 7.5 MİKROGRAM/
KG LENOGRASTİM: RANDOMİZE ÇALIŞMA SONUÇLARI
Selmin Ataergin, Fikret Arpacı, Mustafa Turan,
Mustafa Öztürk, Ahmet Özet, Şeref Kömürcü, Bekir Öztürk,
Murat Beyzadeoğlu, Okan Kuzhan
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Amaç: G-CSF’nin filgrastim (Neupogen ®) ve lenograstim (Granocyte ®) olmak üzere iki formu bulunmaktadır. İn vitro çalışmalar
ve klinik araştırmalar filgrastim ve lenograstimin etkinliği arasında
%27’lik bir fark bulunduğunu göstermiştir. Ancak, sadece büyüme
faktörüyle yapılan CD34+ mobilizasyonu için hem filgrastim hem de
lenograstimin 10 mikrogram/kg’lık eşit dozları önerilmektedir. Bu
çalışmada 7.5 mikrogram/kg lenograstimin 10 mikrogram/kg filgrastime eşit etkinlikte olup olmadığı araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Toplam 29 ardışık hasta filgrastim (n: 14) ve
lenograstim (n: 15) kollarına randomize edildi. İlk aferez 5.günde
yapıldı. Her iki grup hastalık, cinsiyet, ağırlık, vücut yüzey alanı ve
hazırlama rejimleri, önceden aldıkları kemoterapi siklus sayıları ve
radyoterapiler açısından farklı değildi. Nakilden sonraki dönemde,
filgrastim veya lenograstim lökosit engraftmanına kadar 5 mikrogram/kg/gün dozunda uygulandı.
Sonuçlar: İlk aferezde, başarılı mobilizasyon (CD34+ hücre ≥ 2X
106kg) filgrastim grubunda 7/14 (%50) hastada elde edilirken lenograstim grubunda 7/15 (%46) hastada elde edildi. Mobilize edilen CD34+ hücrelerin medyan sayısı filgrastim grubunda 3X106/kg
(1.54-20.05), lenograstim grubunda 2.06X106/kg (0.89-17.10) olarak bulundu. Her iki grup arasında medyan aferez sayısı, medyan
aferez volümü, CD34+ hücre oranı, CD34+ hücre sayısı ve CD34+
hücre/ml açısından fark bulunmadı. Grupların nakilden sonraki dönemde, lökosit ve trombosit engraftman süreleri, G-CSF kullanılan
19-23 Nisan 2007
gün sayısı, parenteral antibiyotik kullanılan gün sayısı, ve transfüzyon sayıları da farksızdı.
Sonuç: Sonuç olarak, progenitor kök hücre mobilizasyonu için 7.5
mikrogram/kg/gün dozunda lenograstim 10 mikrogram/kg/gün dozunda filgrastime eşit etkinlikte bulundu.
Ref No: 805
ÜLKEMİZDE HEMATOPOETİK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU (HHT) DENEYİMİ: EBMT-AVRUPA
AKTİVİTESİ TARAMA ANALİZİ
Şekil 1. Ülkemizde 1990-2005 yılları arası tanılara göre otolog HHT aktivitesi.
Mutlu Arat, Fikret Arpacı, Mehmet Ertem, Günhan Gürman
Turkish Transplant Registry (TTR, Türkiye Transplantasyon Veri Kayıt Sistemi)
Kök hücre transplantasyonu kemo-, radyo- ve immunosensitif
(duyarlı) malin ve non-malin hastalıkların sağaltımında güçlü, aynı
zamanda zorlu bir yaklaşım olarak 1960’lardan beri artan sıklıkta
kullanılmaktadır. EBMT (Avrupa Kan ve Kemik İliği Transplantasyonu Çalışma Grubu) transplant aktivitesi toplanmasına 1990’da başlamıştır (1) . 2005’de 24.000’i aşkın HHT rapor edilmiştir
(2) . EBMT aktivite taraması (EBMT-AT) yıllık bildirimli zorunlu
formları doldurulması ile geliştirilmiş bir sistemdir (http: //www.
ebmt.org/4Registry/registry6.html) . Bu formlarda transplant sayıları, endikasyonları, kök hücre kaynağı, verici tipi bildirilmektedir.
Türk Transplant Kayıt sistemi (TTR) ulusal transplant merkezlerini
kapsamayı benimsemiş ve EBMT ilkeleri çerçevesinde düzenli veri
toplanmasını ve işlenmesini hedeflemiştir. 2006 yılında ülkemizden
kayıtlı aktif merkez sayısı 25’tir. Bu çalışmada TTR olarak 1990-2005
yılları arası ulusal HHT aktivitesinin Avrupa verileri ile karşılaştırılması hedeflenmiştir. Ülkemizde 2005’de ilk defa 600 üzeri HHT
rapor edilmiştir. EBMT kapsamında 2005’de otolog transplant sayısı
allojenik HHT’lerin iki katına yakın fazlalıktadır (15278/8890) . Nüfusumuza göre oranlandığında transplant sayıları hem otolog hem
de allojenik için 1-50/10 milyon (M.) kişidir. Avrupa’da standart otolog oranı 151-300/10 M. ve allojenik oranı >150/10 M. (2) . 2005
yılı EBMT-AT’de ülkemizde en sık lenfoproliferatif hastalıklar için
OPKHT -YDKT işlem yapılmış bunu lösemiler takip etmiştir (Resim
1) . Son 5 yıldır 22-24 merkez yıllık verilerini düzenli bildirmektedit Kök hücre kaynağı seçimi 1990 larda kemik iliği (Kİ) lehine iken
1995 sonrasında yeni açılan merkezlerin de periferik kök hücreleri
(PKH) yeğlemesi ile hızlı bir PKH kullanımında artış gözlenmiştir
(2) . İndirgenmiş yoğunlukta hazırlık rejimlerinin kullanımında artış
izlenmekte olup 2005’de ülkemizde kullanım oranı 69/296 (%23) olup
EBMT-AT’de bu oran %34’dür. Ülkemizde de dünyada ve Avrupa’da
olduğu gibi sıra başı transplant endikasyonu akut lösemilerdir (Resim 2) . Ülkemizde 1990-2005 yılları arasında yapılan allo HHT’lerin
%28’i AML olgularıdır. Son 16 yılda 441 KML olgusuna allo HHT
yapılmıştır. Tüm allo HHT olgularının %22’sini oluşturmaktadır.
2000 yılına kadar kronik faz KML’de gözlenen artış eğilimi, imatinib
sonrası dönemde hızla kaybolmuştur. Son yıllarda lenfoproliferatif
hastalıklarda allojeneik HHT’nin gözle görülür transplant hızı artışı
izlenmektedir. Ülkemizde yıllık toplam transplant sayısı 600’ü geçmesine rağmen ortalama allojenik oranı >150/10 M. kişidir. Bizde bu
oran 300/65 Milyon 46/10 M.’dur. Bu hızın en az 3 optimal dört katına çıkması hedeflenmelidir. Transplant endikasyonlarında eğilimler
EBMT-TA ile uyumludur fakat sayısal azlık ön plandadır. Otolog ve
allo HHT sayısının başat olması dikkat çekicidir.
Kaynaklar:
1- Gratwohl A, et al. Bone Marrow Transplant. 1991; 8: 197-201.
2- Gratwohl A, et al. Marrow Transplantation 2007; 39: 71–87.
Sungate Port Royal, Antalya
Şekil 2. Ülkemizde 1990-2005 yılları arası tanılara göre allojenik HHT aktivitesi.
Ref No: 505
MULTİPLE MYELOMALI HASTALARDA OTOLOG PERİFERİK
KÖK HÜCRE AFEREZ SONUÇLARI: TEK MERKEZ DENEYİMİ
Önder Arslan, Erol Ayyıldız, Pervin Topçuoğlu, Meltem Bay,
Ender Soydan, Mutlu Arat, Osman Ilhan
Ankara Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Aferez Ünitesi, Cebeci, Ankara
Farklı hastalık gruplarında değişik mobilizasyon rejimleri kullanılsa da, otolog nakillerde tercih edilen kök hücre kaynağı büyüme
faktörü ile mobilize edilen periferik kök hücresidir.Otolog kök hücre nakli desteğinde yüksek doz kemoterapi (YDK), başta Multiple
Myeloma (MM), Hodgkin ve Hodgkin Dışı Lenfomalar olmak üzere,
bazı solid tümörler ve otoimmun hastalıklarda tercih edilen tedavi
yöntemidir. Altmışbeş yaşı altı hastalarda MM’da ilk sıra tedavileri
takiben kullanılan standart tedavi yaklaşımıdır. Son zamanlarda ardışık iki otolog periferik kök hücre (OPKH) destekli YDK kullanımı
önerilmektedir. Bu çalışmada aferez ünitemizde son beş yıl içerisinde MM’lı hastalarda uygulanan periferik kök hücre toplama etkinliğimiz değerlendirilmiştir.
Ünitemizde Ocak 2000-Temmuz 2006 yılları arasında OPKH
aferezi yapılan ve verilerine ulaşılabilen MM’lı hastalar çalışmaya
alınmıştır. Mobilizasyon rejimi olarak kemoterapi ile birlikte (n=63)
veya tek başına (n=20) 5 mcg/kg dozda 12 saatte bir G-CSF ciltaltı
uygulanmıştır. Kemoterapi ile birlikte G-CSF kulanılanlarda tam kan
sayımında beyaz küre sayısı 1000 μl’nin üzerine çıktığı gün veya tek
başına G-CSF kullanılanlarda 9. dozdan sonra perifer CD34 (+) sayımı yapılmış ve ³ 10/μl olan hastalarda aferez işlemine başlanmıştır.
Değerlendirmeye alınan toplam 83 hastanın K/E oranı 23/60 ve ortanca yaş 52 (33-66 arası) ’dir. Hastaların işlem öncesi ortanca CD34
(+) değerleri 38 (2-672 arası) /μl idi. Aferez işlemleri sürekli akım
yöntemi ile çalışan aferez cihazları ile yapılmıştır. Aferez işlemleri,
83 hastanın 60’ında santral venöz kateter ve 23’ ünde ise periferik
damarlar kullanılarak yapılmıştır. Aferez işlemi ve hastaya ilişkin
aferez öncesi ve sonrası kan değerleri tabloda gösterilmiştir. Toplanmak istenen hedef CD34+ hücre sayısı 2.0x10e6/kg’dır. 83 hastaya
toplam 157 işlem yapılarak ortanca 3.7x10e6/kg (0.03-54.95) CD34
(+) toplanmıştır. Ortanca aferez seansı 1 (1-4) ’dür. Bugüne kadar
hastaların %86.7’sine (n=72) YDK’yi takiben OPKH nakli gerçekleştirilmiştir. Geri kalan hastaların 4’ü henüz nakil sırasını beklerken 7
(%8) hastada ise toplam 13 aferez seansı ile hedef CD34+ hücre sayısına ulaşılamamıştır. Yeterli CD34+ hücre sayısına ulaşılamayan bu
hastaların 5’inde sadece büyüme faktörü, 2’sinde ise kemoterapi+bü-
119
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
yüme faktörü ile mobilizasyon yapılmıştır. Aferez hücre ayrım cihazları ile işlem sırasında komplikasyon gelişmemiş ve tüm hastalarda
işlem başarıyla sonlandırılmıştır. YDK ve OPKH transplantasyonu
uygulanan hastaların hiçbirinde engraftman sorunu yaşanmamıştır.
Tablo .
Aferez İşlem Bilgileri Aferez Ürün Bilgileri Aferez Sonu
WBCx109/L
Pltx109/L
MNHx108/kg
15,3
85
38
1
13614 1064 3,43 1,91
Minimum
1,7
13
2
1
4604 366 0,57 0,22 0,03
672
4
21690 1793 9,55 8,16 54,95 93,4 303
116,5 452
TÇHx108/kg
İşlenen kan
hacmi(ml)
14
Seans Sayısı
2
CD34+/ul
60
Pltx109/L
13,2
WBCx109/L
3,7
Ortanca
Maksimum
Ref No: 431
NON-HODGKİN LENFOMADA YTTRİUM-90
İBRİTUMOMAB TİUXETAN İLE RADYOİMMÜNOTERAPİ
1
Pınar Özgen Kıratlı, 2Evren Özdemir, 2Ibrahim Barışta,
Osman Özcebe, 1Ömer Uğur
2
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Onkoloji ve Hematoloji
Üniteleri
2
Radyoimmünoterapi (RIT), non-Hodgkin lenfoma tedavisinde
kullanılan en yeni tedavi yöntemlerinden biridir. Halen en sık kullanılan ajan Zevalin® olup, içeriği CD20 antijenine karşı monoklonal
IgG1 antikoru (ibritumomab), şelatör tiuxetan ve beta-ışıma yapan
Yttrium-90’dır. Zevalin ile yapılan RIT radyasyon güvenliği açısından poliklinik şartlarında verilebilmektedir. Tedavi dozu hastanın
ağırlığı ve trombosit sayısına göre belirlenmekte olup, özellikle relaps/refrakter folliküler düşük dereceli CD20 (+) NHL olgularına
verilmesi önerilmektedir.
ABD’de 2002 yılından itibaren rutin kullanıma giren bu tedavi ajanı Türkiye’de 2004 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bu
çalışmada Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde Zevalin tedavisi
verilen yaşları 24-68 arasında 8 hastanın (3 kadın, 5 erkek) sonuçları
verilmiştir.
Zevalin tedavisi verilen olguların üçü diffüz büyük hücreli lenfoma, ikisi folliküler lenfoma, ikisi marjinal zon lenfoması ve biri
küçük hücreli lenfositik lenfoma idi. Zevalin tedavisi öncesi median 4 farklı tedavi alan hastaların tümü relaps/refrakter durumdaydı.
Ann-Arbor sistemine göre 2 hasta evre IIIB, diğerleri evre IV olarak
değerlendirildi. Tedavi öncesi tüm hastaların anatomik görüntülemeleri, 1 hasta dışında hepsinin Ga-67 SPECT ve/veya PET-PET/BT
çalışmaları mevcuttu. Hastalar tedavi öncesinde Onkoloji ve Hematoloji Üniteleri ile Nükleer Tıp Anabilim dallarının ortak konseyinde
değerlendirildi. Gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra, protokole
1. gün rituximab tedavisi ile başlandı. Sekizinci günde yine protokole
uygun bir şekilde rituximab verildikten sonra 27-32 mCi Yttrium-90
ibritumomab tiuxetan i.v. olarak yavaş infüzyon ile verildi. Hastalarda erken dönem komplikasyon izlenmemiş olmakla birlikte, bir hasta dışında tüm hastalarda değişik derecelerde hematolojik toksisite
tespit edildi. Hastaların tedavi sonrası klinik izlemlerinin yanısıra
tedavi sonrası 3. ayda Ga-67 SPECT ve/veya PET-PET/BT ile takip
yapıldı. Bir hastada tam remisyon (17 aylık takipte halen remisyondadır), 3 hastada parsiyel remisyon (progresyona kadar geçen süre
6., 8. ve 12. ay) elde edildi. İki hasta 5. ve 8. haftalarda sepsis nedeniyle, iki hasta ise 3. ve 12. haftalarda progresif hastalık nedeniyle
120
kaybedildi. Yanıt alınan tüm olguların düşük dereceli histolojide olduğu dikkati çekti.
Zevalin ile radyoimmünoterapi relaps/refrakter düşük dereceli
CD20 (+) NHL olgularında etkili bir tedavi yöntemidir. Dikkatli bir
hasta seçimi ve multidispliner yaklaşım bu tedavi yönteminin başarısını arttıracaktır. NHL tedavisinde daha erken basamaklarda Zevalin kullanılması veya kök hücre destekli tedavi protokollerine yüksek
doz Zevalin entegre edilmesi ile daha iyi sonuçlar elde edilebilir.
Ref No: 178
CD34x106/kg)
Aferez Öncesi
ACD miktar(ml)
n
83 (23K/60E)
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
PRİMER YÜKSEK RİSKLİ MEME KANSERİNDE ADJUVAN
YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE OTOLOG KÖK HÜCRE
NAKLİ: GÜNCELLENMİŞ TEK MERKEZ SONUÇLARI
Okan Kuzhan, Ahmet Özet, Fikret Arpacı, Şeref Kömürcü,
Bekir Öztürk, Selmin Ataergin
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Etlik Ankara
Giriş: Çalışmanın amacı primer yüksek riskli meme kanseri nedeniyle merkezimizde 1997-2004 arasında, yüksek doz kemoterapi ve
otolog kök hücre nakli uygulanan hastalarda sağ kalım sonuçlarını
retrospektif olarak saptamaktır.
Gereç ve Yöntem: Yaşları 16 ile 55 arasında, performans durumu
ECOG<1 olan, metastatik aksiller lenf düğümü sayısı en az 8 adet
olan, çalışmaya katılmaya onay veren meme kanserli hastalara yüksek doz kemoterapi ve otolog periferik kök hücre nakli uygulandı.
Bulgular: Yaşları ortanca 43 (min-maks: 22-66) olan 54 hastaya
yüksek doz kemoterapi uygulandı. Tanı transplantasyon arasında
geçen ortanca süre 129 (min-maks: 85-550) gündü. Ortanca izlem
süresi 41,4 aydı. Nakle bağlı ölüm oranı %3,7 idi. Beş yıllık hastalıksız sağ kalım olasılığı %45,7 (Resim 1) ; beş yıllık toplam sağ kalım
olasılığı %53,9 idi (Resim 2) .
Sonuç: Primer yüksek riskli meme kanserinde yüksek doz kemoterapinin konvansiyonel kemoterapiye göre hastalıksız sağ kalım süresini uzattığı görülmektedir. Ancak meme kanserinde yüksek doz
kemoterapinin yeri konusunda henüz son söz söylenmemiştir.
Şekil 1. Hastalıksız sağ kalım (Kaplan Meier Yöntemi)
19-23 Nisan 2007
grubunda daha çok eritrosit transfüzyonu ihtiyacı (9 ve 3) olduğu
belirlendi (p=0.08)
Çalışmamızda her iki platin-temelli kurtarma rejimi arasında etkinlik ve toksisite açısından fark gösterilemedi.
Tablo .
Hastaların Tanı Ve Tedavi Grubuna Göre Yanıt Durumları
Kurtarma Tedavisi Sonrası Yanıt Değerlendirme
Şekil 2. Toplam sağ kalım (Kaplan Meier Yöntemi)
1
Yüksel Ürün, 2Hüseyin Abalı, 3Berna Öksüzoğlu, 3Nuriye Yıldırım,
Burçin Budakoğlu, 3Tunç Güler, 3Doğan Uncu, 4Gülsüm Özet,
3
Nurullah Zengin
3
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 4. Dahiliye Kliniği,
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dahiliye Anabilim Dalı, Onkoloji Bilim Dalı,
3
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği,
4
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği
2
AMAÇ
Kurtarma tedaviler ile yanıt elde edilebilen nüks veya refrakter
Hodgkin hastalığı (HH) ve agresif Nonhodgkin lenfomalar (NHL)
için seçkin tedavi kök hücre destekli yüksek doz kemoterapidir. Etkinliği gösterilmiş kurtarma tedavilerden bazıları CD 20 pozitif olan
olgularda rituksimab’ın (R) da eklendiği (R+/-) DHAP (Deksametazon, Sitozin Arabinosid, Sisplatin), (R+/-) ICE (İfosfamid, Mesna,
Karboplatin, Etoposid), (R+/-) ESHAP (Etoposid, Metilprednizolon,
Sitarabin, Sisplatin) ve (R+/-) IIVP’dir (İfosfamid, Mesna, Etoposid,
İdarubisin) . Ancak halen hangi kurtarma tedavisinin daha uygun
olduğu açık değildir ve bu tedavileri birbiri ile karşılaştıran bir çalışma yoktur. Biz bu çalışmada en sık kullanılan tedavi rejimlerinden
DHAP ve ICE kemoterapi (KT) rejimlerini etkinlik ve toksisite açısından karşılaştırmayı amaçladık.
GEREÇ ve YÖNTEM
Ekim 1998–Mart 2006 tarihleri arasında nüks veya refrakter HH
veya NHL tanıları olan en az 1 kür DHAP veya ICE kurtarma KT’si
alan 16’sı (% 30,2) HH ve 37’si (%69,8) NHL olan 53 hastanın dosyaları yanıt ve toksisite açısından incelendi.
BULGULAR ve SONUÇ
Ortanca yaş 43 (16–75) yıl olup, 21 kadın ve 32 erkek hasta vardı.
Otuzbir refrakter, 22 nüks (4’ü geç nüks) hastanın, nüks anındaki
evreleri şöyleydi: 17 evre I-II (% 32), 36 evre III-İV (% 68) . HH
grubunda en sık Nodüler sklerozan (11, %68,8), NHL grubunda ise
en sık diffüz büyük B hücreli (18, %48,6) alt tipleri saptandı. Hastaların 25’inin (% 47) (12’si HH) ICE, 28’inin DHAP (% 53) (4 HH)
aldığı belirlendi. Dört (%7,5) hastada yanıt değerlendirilemedi. ICE
grubunda 15 hastada (%60) (tam + kısmi) yanıt var iken; DHAP grubunda 13 hastada (% 46,4) yanıt elde edildi (p=0,24, Fisher kesin
Ki-kare) . Hastalar alt histolojik tip (HH, NHL) yanıt üzerine etkili
bulunmadı (p=1,00) . Hastalar majör toksisiteler açısından değerlendirildiğinde istatistiksel olarak fark olmamakla birlikte DHAP
Sungate Port Royal, Antalya
Tanı
CR
PR
St.
Prg.
Değ.
Toplam
ICE
HL
4
4
1
3
0
12
DHAP
NHL
2
5
0
3
3
13
HL
0
1
2
1
0
4
NHL
5
7
0
11
1
24
Toplam
11
17
3
18
4
53
CR: Complete Response (Tam Yanıt), PR: Partial Response (Kısmi Yanıt), St: Stabil Hastalık,
Prg: Progresif Hastalık Değ: Değerlendirilemeyen
Ref No: 120
REFRAKTER VEYA NÜKS LENFOMALARDA, KURTARMA
TEDAVİSİ OLARAK ICE VE DHAP: ETKİNLİK VE TOKSİSİTE
KARŞILAŞTIRILMASI
Tedavi
POSTERLER
Ref No: 17
KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU YAPILAN OLGULARDA
İKİ FARKLI HAZIRLAMA REJİMİNİN AKUT RENAL
TOKSİSİTELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI: TBI-CY VS. ICE
1
1
1
2
3
Serdar Sürenkök, 1Murat Beyzadeoğlu, 3Fikret Arpacı,
Kaan Oysul, 3Selmin Ataergin, 2Gökhan Özyiğit
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı
Amaç: Bu retrospektif çalışmada otolog kemik iliği transplantasyonu öncesi uygulanan iki hazırlama rejiminin akut renal toksisiteleri karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Erken transplantasyon döneminde (6 ay) 68
otolog kemik iliği transplantasyonu yapılan olgu bu çalışmada değerlendirilmiştir. 47 olguya hazırlama rejimi olarak İfosfamid (12
g/m2), siklofosfamid (1.2 g/m2) ve etoposid (1.2 g/m2) (ICE rejimi)
6 gün boyunca uygulanırken; 21 olguya 12 Gy tüm beden ışınlaması (Günde 2 kez 6 fraksiyonda) ve 60 mg/m2/gün siklofosfamid 2
gün boyunca (TBI-Cy rejimi) uygulanmıştır. Nefrotoksisite serum
kreatinininde bazal seviyenin 0.5 mg/dl üzerine çıkması olarak tanımlanmıştır.
Bulgular: ICE ve TBI-Cy olgularının bazal renal fonksiyonları
arasında anlamlı bir fark bulunmadı. ICE grubunda olguların %60’ı
(28/47), TBI-Cy grubunda ise olguların tamamı (21/21) transplantasyon öncesi sisplatin almıştı. Medyan yaş ICE grubunda 31 (15-67
yaş), TBI-Cy grubunda ise 24 (21-55) idi. ICE grubunda 11 olguda
(%23.4), TBI-Cy grubunda ise sadece 1 olguda (%4.8) nefrotoksisite
gözlendi (p=0.06) . ICE grubunda nefrotoksisite gözlenen 11 olgudan 5’i hemodiyalize gitti ve bu olgulardan 4’ü (%8.5) kaybedildi.
Buna karşın TBI-Cy grubunda sadece 1 olguda (%4.8) hemodiyaliz
gerekti ve bu olgu nefrotoksisiteye bağlı kaybedildi.
Sonuç: Bu retrospektif çalışmada özellikle transplantasyon öncesi
sisplatin kullanan olgularda TBI-Cy hazırlama rejiminin ICE rejimi
kadar nefrotoksik olmadığı gösterilmiştir.
121
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 103
ALLOJENEİK HEMOPOETİK KEMİK İLİĞİ NAKLİNDEN
SONRA GELİŞEN KRONİK GVHD’YE BAĞLI HASTALIĞIN
TEDAVİSİNDE URSODEOKSİKOLİK ASİD ETKİN BİR
AJANDIR
Selmin Ataergin, Fikret Arpacı, Ahmet Özet, Salih Deveci,
Şeref Kömürcü, Bekir Öztürk, Mustafa Öztürk
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Giriş: Allojeneik kemik iliği naklinden sonra kronik graft versus
host hastalığı (GVHD) görülme oranı %33-64 arasındadır. Busulfan ve endoksan kullanılarak yapılan hazırlama rejimleri ile de novo
karaciğer GVHD’sinin sık olduğu ve kolestatik anormalliklerin ön
planda olduğu bildirilmektedir
Vaka sunumu: 34 yaşında kadın hastaya 4 yııl önce KML tanısı
konulduktan sonra Hydrea 2 g/gün verilerek hematolojik remisyon
sağlandı. 8 ay sonra HLA tam uyumlu kız kardeşinden Busulfan ve
siklofosfamid hazırlama rejimi uygulanarak allojeneik kemik iliği
nakli yapıldı. GVHD profilaksisi siklosporin, kısmi süreli metotreksat ve immünglobülin ile yapıldı. Nakilden sonraki 19.günde ciltte
1.derece GVHD bulgularının başlaması nedeniyle oral metilprednizolon başlandı. +27.günde hasta sorunsuz bir şekilde taburcu edildi.
Nakilden 6 ay sonra hafif-orta düzeyde karaciğer fonksiyon bozukluğu gelişti (AST: 53 U/L, ALT: 78 U/L, ALP: 204 U/L, GGT: 96 U/L,
LDH: 687 U/L ve indirekt bilirübin: 1.8 mg/dl, direkt bilirübin: 0.8
mg/dl) . Siklosporin ve metilprednizolon kombine edildi. Nakilden
sonraki 15.ayda karaciğer enzim yüksekliğinin devam etmesi nedeniyle siklosporin ve metilprednizolon dozları kısmi olarak azaltıldıktan sonra mikofenolat mofetil (1 g/gün) tedaviye eklendi. Kombinasyon tedavisinin bu dozlarda devam etmesine rağmen, nakil sonrası
21.ayda karaciğer fonksiyon bozukluğunun sebat etmesi üzerine
(AST: 88 U/L, ALT: 102 U/L, ALP: 308 U/L, GGT: 124 U/L, LDH:
982 U/L ve indirekt bilirübin: 2.4 mg/dl, direkt bilirübin: 1.4 mg/dl)
yapılan karaciğer iğne biyopsisinde enflamasyon bulguları gösteren,
ağır güve yeniği nekrozu ve komşu parankim alanlarında granülomlar ile safra yolları epitelinde minimal dejeneratif değişiklikler bildirildi. Granülomatöz görünüm nedeniyle sarkoidoz, parasitoz, primer bilier siroz gibi diğer nedenler ekarte edildikten sonra hastaya
ursodeoksikolik asid (500 mg/gün) eklendi. Tedaviye başlandıktan 2
ay sonra karaciğer fonksiyon bozukluğunu yansıtan tüm parametreler normal sınırlara indi. 6 ay sonra siklosporin ve mikofenolat mofetil kesildi. Nakilden sonra 35.ayda yapılan karaciğer biyopsisi ile
kolestaz ve portal inflamasyon bulgularının belirgin olarak azaldığı
rapor edildi. Hastanın halen nakilden sonraki 50.ayında 250 mg/gün
ursodeoksikolik asid ile karaciğer GVHD’si kontrol altında olup,
hastalıksız olarak takiplerini sürdürmektedir.
Sonuç: Sonuç olarak, ursodeoksikolik asid ağır karaciğer GVHD
tedavisinde etkin bir ajandır ve konvansiyonel tedaviye eklenmelidir.
Ref No: 104
OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİNDEN SONRA MULTİPL
CİLT PLAZMASİTOMLARI ŞEKLİNDE RELAPS YAPAN BİR
SEKONDER PLAZMA HÜCRELİ LÖSEMİ OLGUSU
Selmin Ataergin, Fikret Arpacı, Ahmet Özet, Mustafa Öztürk,
Şeref Kömürcü, Bekir Öztürk, Okan Kömürcü
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Multipl myelomada cilt tutulumları olması prognozun kötü olacağını gösteren bir bulgudur. Gerek otolog, gerekse allojeneik kök
hücre naklinden sonra cilt tutulumları şeklinde relaps gösteren az
sayıda olgu bildirilmiştir. 50 yaşında erkek hasta ever IIIA Ig hafif
zincir kappa multipl myeloma tanısı konularak 12 ay süreyle melfalan, prednizolon ve zoledronik asid ile tedavi edildi. Tedaviden 2
122
yıl sonra sekonder plazma hücreli lösemi gelişti. Takiben 6 kür VAD
kemoterapisi ve bitiminde 3 kür bortezomib uygulanarak hematolojik remisyon sağlandı ve takiben hastaya otolog periferik kök hücre
nakli yapıldı. Nakilden sonra hematolojik remisyonun devam ettiği gözlendi. Bortezomib tedavisine idame olarak nakilden sonra da
devam edildi. Nakilden 6 ay sonra hasta, özellikle ekstremiteler ve
gövdede üzeri eritemli, çapı 1-3.5 cm arasında değişen multipl nodüler lezyonlarla müracaat etti. Yapılan incelemede toraks tomografisinde toraks duvarı üzerine sınırlı olan bir kitle lezyonu sapatndı.
Buradan yapılan biyopside plazma hücre infiltrasyonunu gösterildi.
Eritrosit sedimantasyon hızı, β-2 mikroglobulin ve immunoglobulin
hafif zincir kappa düzeyleri yüksek bulundu. Hastanın performansının ECOG: 3 düzeyinde olması ve ilave bir kemoterapi uygulanmadı, ancak bortezomibe deksametazon eklendi. Ancak hasta cilt
lezyonları ortaya çıktıktan sonraki 3.ayında hastalığın progresyonu
nedeniyle kaybedildi. Sonuç olarak, multipl myelomada kök hücre
nakli sonrasında cilt tutulumu şeklinde nükslerle gelen hastaların
prognozları kötüdür ve bu olgular için farklı yeni tedavi yöntemlerine ihtiyaç vardır.
Ref No: 112
YÜKSEK DOZ TEDAVİ VE OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU UYGULANAN SOLİD TÜMÖRLÜ
HASTALARDA ERKEN DÖNEMDE SEMPTOM PROFİLİ
1
Mustafa Öztürk, 1Şeref Kömürcü, 1Selmin Ataergin,
Okan Kuzhan, 1Ahmet Özet, 1Fikret Arpacı, 1Bekir Öztürk,
2
Recai Oğur, 1Ebru Yaşar
1
1
2
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.,
GATA Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Amaç: Otolog periferik kök hücre transplantasyonu (OPKHT)
uygulanan hastalar yüksek doz kemoterapi (YDK) sonrası erken
dönemde yoğun semptomlar yaşamaktadırlar. Bu çalışmada semptomların sıklığını ve şiddetini etkileyen parametreler ve hazırlama
rejiminin semptom profili üzerine olan etkisi araştırıldı. Yöntem:
OPKHT uygulanan solid tümörlü hastalarda YDK sonrası 21 semptom prospektif olarak sorgulandı. Hastalardan reinfüzyon sonrası
+1.günden +10. güne kadar kendilerine verilen çizelgede yaşadıkları semptomları ve şiddetlerini günlük olarak işaretlemeleri istendi.
Skorlama 0: semptom yok; 1: hafif; 2: orta; 3: şiddetli; 4: çok şiddetli
derecede semptomu gösterir şeklinde yapıldı. Değerlendirmelerde ‘Toplam semptom skoru’ (TSS) 10 günlük semptom şiddetlerinin toplamı olarak değerlendirilmeye alındı. Sonuçlar: Toplam 58
OPKHT hastası çalışmaya dahil edildi. Hastaların 40’ı (%69) erkek,
28’i (%31) bayandı. Hastaların median yaşı 25’di (15-80 yaş) ; nötrofil engraftmanı median +10. gün (8-18 gün) olarak bulundu. Vakaların %41’i Non-Hodgkin Lenfoma, %14’ü Hodgkin Hastalığı, %14’ü
Multiple Myeloma ve %31’i diğer tanılardaydı. TSS’nun +1.gün ile
+6. gün değerleri karşılaştırıldığında ağrı, yorgunluk, anoreksi, erken
doygunluk, dispepsi, disfaji, tat bozukluğu, diyare, bulantı, mukozit,
öksürük, anksiyete, uyku probleminde belirgin artış gözlenirken,
konstipasyon şiddetinde anlamlı azalma saptandı (p<0.05) . Ancak
hıçkırık, dispne, depresyon ve unutkanlık skorlarının değişmediği
görüldü (p>0.05) . En sık kullanılan hazırlama rejimleri olan BEAM
(BCNU, Etoposit, ARA-C, Melfelan) ve İCE (İfosfamid, Karboplatin,
Etoposit) tedavilerini alan hastalar semptomlar açısından karşılaştırıldı. Buna göre İCE tedavisi alan hastalarda BEAM tedavisi alan
gruba göre YDK sonrası erken dönemde (1-5 günler) ağrı, anoreksi,
ağız kuruluğu, erken doygunluk, disfaji, diyare, ve mukozit skorlarının daha yüksek olduğu saptandı (p<0,05) . Kadın ve erkek hastalar
kıyaslandığında TSS’da belirgin farklılık tespit edilmedi (p>0.05) .
TSS’na göre semptomlar sıralandığında en yoğun yaşanan 5 semptomun anoreksi (skor=17,6), yorgunluk (skor=15,1), tat bozukluğu
(skor=14,7), erken doygunluk (skor=12,8) ve disfaji (skor=11,9) olduğu tespit edildi. Yorum: OPKHT uygulanan hastalarda reinfüzyon
19-23 Nisan 2007
sonrası dönemde en sık ve şiddetli yaşanan semptom anoreksiydi.
Cinsiyet semptomların yoğunluğu ile ilişkili bulunmadı. Hazırlama
rejimi olarak İCE tedavisi alan hastalarda BEAM alanlara göre erken
dönemde semptom yoğunluğu daha fazla bulundu. Semptomların
+1. günde +6. güne göre daha yoğun olarak yaşandığı tespit edildi.
Yüksek doz tedavi sonrası erken dönemde hastaların yaşadığı semptomların sıklığını ve şiddetini bağımsız olarak etkileyen parametreleri belirlemek bu semptomlardan korunmada önemli gelişmeler
sağlayacaktır.
Ref No: 118
YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE PERİFERİK KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU UYGULANAN NON-HODGKİN
LENFOMALI HASTADA İZOLE İNVAZİF İNTESTİNAL
ASPERGİLLOZ
1
Mustafa Öztürk, 2Nail Ersöz, 1Selmin Ataergin, 1Fikret Arpacı,
Bekir Öztürk, 1Okan Kuzhan, 1Şeref Kömürcü, 1Ahmet Özet,
2
Gökhan Yağcı, 2Erkan Öztürk
1
1
Ref No: 116
İLERİ YAŞ YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE OTOLOG
PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ İÇİN SINIRLAYICI BİR
FAKTÖR MÜ?
Mustafa Öztürk, Selmin Ataergin, Fikret Arpacı, Okan Kuzhan,
Ahmet Özet, Bekir Öztürk, Şeref Kömürcü
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Giriş: Yüksek doz kemoterapi (YDK) ve otolog periferik kök hücre nakli (OPKHN) yüksek dereceli lenfomaların tedavisinde yaygın
olarak kullanılan bir tedavi yöntemidir. 65 yaş üstündeki hastalarda
görülen hematolojik malignitelerde, YDK’ye bağlı gelişebilecek toksisitelerden çekinildiği için YDK ve OPKHN çok yaygın bir tedavi yöntemi olarak tercih edilmemektedir. Ancak literatürde bu yaş
grubu hastaların dahil edildiği çalışmalarda, kabul edilebilir toksisite
oranları bildirilmiştir. Olgu sunumu: 80 yaşında karaciğer ve kemik
iliği tutulumu olan, CD20 (+) diffüz büyük B-hücreli lenfoma tanılı
hastada 6 kür Rituximab, Siklofosfamid, Epirubisin, Vincristin, ve
Prednisolon tedavi sonrasında, FDG-PET ile konfirme edilen tam
cevap elde edildi. Hastanın genel değerlendirmesinde IPI skorunun
yüksek olması nedeniyle YDK ve OKPHN uygulanmasına karar verildi. Nakilden önce yapılan değerlendirmede, ECOG performans
skoru 0 olarak tespit edildi. Kalp, solunum, karaciğer ve böbrek
fonksiyonları normaldi. Hastadan 5 gün boyunca 10m/kg filgrastim
uygulanarak Cobe Spectra aferez cihazıyla 5,5x10^6/kg CD34 (+)
hücre toplandı. Hazırlama rejimi olarak BEAM (BCNU, etoposit,
Ara-C, melfelan) uygulandı. Nakilden sonraki 7. gündeki nötropenik dönemde pnömoni gelişti. Hemokültür sonucuyla koagülaz negatif stafilok saptandı. Hasta uygun intravenöz antibiyotiklerle başarılı bir şekilde tedavi edildi. Kök hücre reinfüzyonundan sonraki
11. günde lökosit engraftmanı, 13. günde ise trombosit engraftmanı
gerçekleşti. Başka bir komplikasyon gelişmeden 16. günde transplantasyon merkezinden taburcu edildi. 12 ay sonra yapılan kontrollerinde hastanın tam cevap durumunun devam ettiği ve performans
skorunun ECOG: 0 düzeyinde olduğu gözlendi. Sonuç: Son yıllarda
destek tedavi yöntemlerinin gelişmesiyle birlikte transplantasyona
bağlı mortalite ve morbidite oldukça azalmıştır. Bu nedenle genel
performansı iyi olan yüksek riskli lenfomalı veya diğer hematolojik
maligniteli yaşlı hastalarda YDK ve OPKHN daha çok tercih edilmektedir. Literatürde bidirilen yaşlı hastalarla ilgili yapılmış olan çalışmalar, daha çok 60-75 yaş arası hastaları kapsamaktadır. Ancak 80
yaş üstü hastaların alındığı yayın sayısı oldukça azdır. Olgumuz 80
yaşında olmasına rağmen, çok iyi genel performans ve organ fonksiyonlarına sahip olması nedeniyle YDK ve OPKHN’nı başarılı bir
şekilde tolere etmiştir. OPKHN’da üst yaş sınırının olup olmadığını
gösteren bilgi henüz literatürde mevcut değildir. Bu durum, çok yaşlı
hastalarda yapılan çalışmaların sayıca arttırılması ile açıklığa kavuşturulabilecektir.
2
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
GATA Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Giriş: İnvazif aspergilloz fırsatçı bir enfeksiyon olup, karakteristik
olarak immünsüprese hastalarda yüksek oranlarda mortalite ve morbidite ile seyreder. Vaka sunumu: 54 yaşında erkek hastada akciğer
üst lob posteriorunda saptanan nodüllerden yapılan biyopsi şüpheli
B hücreli malign lenfoma olarak rapor edildi. Kesin tanı için sağ koltuk altı lenf nodu eksizyonel biyopsi ile çıkartıldı. Çıkartılan lenf nodunun lenfositten zengin tip hodgkin lenfoma olarak rapor edilmesi
üzerine 6 kür ABVD tedavisi uygulandı. Tedavi sonrası minimal regresyon saptandı. Tedaviye yanıtın düşük olması nedeniyle tanı nonHodgkin lenfoma olarak değerlendirildi ve 8 kür R-CHOP tedavisi
uygulandı. Tedavi bitiminde yapılan PET-CT değerlendirilmesinde
çok iyi parsiyel cevap elde edilmesi üzerine, konsolidasyon amacıyla
yüksek doz kemoterapi (BEAM) ve otolog periferik kök hücre nakli (OPKHN) uygulandı. OPKHN’den sonra ikinci günden itibaren
başlayan ateş yüksekliği nedeniyle basamak şeklinde IV antibiyotik tedavisi başlandı. Nakilden sonraki 12.günde ateşin devamlılık
göstermesi nedeniyle amfoterisin B tedavisine geçilerek ateş kontrol
altına alındı. Nakilden sonraki 10. günde lökosit engraftmanı gerçekleşti. Ancak +14. günde batında progressif olarak gelişen distansiyon ve gaz gaita çıkışının kesilmesi üzerine yapılan batın ultrasonografisinde sol alt kadranda daha belirgin olmak üzere serbest mayi
ile birlikte barsak hareketlerinin segmental olarak kaybolduğu gözlendi. Batın içi serbest mayiden yapılan örneklemede defibrine kan
görüntüsü olması nedeniyle hastanın eksplorasyonuna karar verildi.
Laparoskopik eksplorasyonda ince barsak proksimal segmenlerinde
nekroz gözlendi. Açık eksplorasyona geçildiğinde, proksimal ince
barsakta 80 cm’lik bir segmenti kapsayan duvar nekrozu gözlendi.
Nekroze segmentin 10 cm proksimalinden ve distalinden emniyet
sınırı bırakılarak rezeksiyon ve anastomoz gerçekleştirildi. Hastanın
rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesinde transmural ve mukozal infarklar saptandı. İnfarkt alanlarında damar duvarlarının ve
lümenlerinin aspergilloz plakları ile yoğun olarak atake olduğu saptandı. Tartışma: Pulmoner aspergillozlu hastaların ¼ ünde hematojen yayılımla dissemine enfeksiyon ve çok nadiren barsak tutulumu
meydana gelebilmektedir. İntestinal aspergilloz, özellikle OPKHN
gibi immünsüpresyon uygulanan, standart proflaktik antibiyotiklere
rağmen inatçı ateş yüksekliği ile seyreden ve batın semptomları ön
planda olan vakalarda akla gelmesi gereken mortal seyirli klinik bir
tablodur.
Ref No: 176
METASTATİK MEME KANSERİNDE YÜKSEK DOZ
KEMOTERAPİ VE OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ:
GÜNCELLENMİŞ TEK MERKEZ SONUÇLARI
Okan Kuzhan, Ahmet Özet, Fikret Arpacı, Şeref Kömürcü,
Bekir Öztürk, Mustafa Öztürk
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Etlik, Ankara
Giriş: Çalışmanın amacı metastatik meme kanseri nedeniyle merkezimizde 1984-1997 arasında, yüksek doz kemoterapi ve otolog kök
hücre nakli uygulanan hastalarda sağ kalım sonuçlarını retrospektif
olarak saptamaktır.
Sungate Port Royal, Antalya
123
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Gereç ve Yöntem: Yaşları 16 ile 55 arasında, performans durumu
ECOG<1 olan, beyin metastazı olmayan, kreatinin >1mg/dL, beyaz
küre sayısı >3500/ mm3, platelet sayısı >100000/mm3 olan, çalışmaya katılmaya onay veren metastatik meme kanserli hastalara yüksek
doz kemoterapi ve otolog periferik kök hücre nakli uygulandı. Yüksek doz kemoterapi rejimi olarak ICE veya CNV kullanıldı.
Bulgular: Yaşları ortanca 42,8 (min-maks: 27-66) olan 29 hastaya
yüksek doz kemoterapi uygulandı. Tanı transplantasyon arasında geçen ortanca süre 717 (min-maks: 109-2470) gündü. Ortanca izlem
süresi 35,6 aydı. Nakle bağlı ölüm oranı %14,2 idi. Beş yıllık progresyonsuz sağ kalım olasılığı %25; beş yıllık toplam sağ kalım olasılığı
%31,4 idi.
Sonuç: Merkezimizde nakle bağlı ölüm oranının ilk yıllarda yüksek olduğunu, sonra düştüğünü gözlemledik. Literatür verileriyle
karşılaştırıldığında yüksek doz kemoterapinin progresyonsuz sağ
kalımı artırdığı görülmektedir.
si,aydabir Zometa İV uygulanımı ve idame 100 mg/gün Thalidomid
tedavisiyle remisyonda izlenmektedir.
Olgu 3: 47 yaşında bayan hasta 2.olgunun kızı olup 15 yıldır remisyonda sarkoidoz ve anami nedeniyle takipte ikengelişen proteinüri
nedeniyle yapılan değerlendirmede multiple myeloma kappa hafif
zincir hastalığı saptandı.Sitogenetik değerlendirmede kötü pronostik
faktör olarak değerlendirilen 13q delesyonu saptandı.Hastanın kötü
prognostik faktörlere sahip olması ve genç yaş grubu hasta olması
nedeniyle VADX4 indüksiyon kemoerapisi ve melfalan 200 mg/m2
ve PBSCT programına alındı.
Sonuç: Multiple myeloma aynı aile içinde yakın akraba 3 kişide
aynı dönemde ortaya çıkması nadiren bildirilmiştir.Aile muhtemel
genetik yatkınlık ve halen sağlıklı diğer bireylerde multiple myeloma
gelişimi yönünden takibe alınacaktır.
Ülkemizde ortaya çıkan myeloma olguları muhtemel çevresel etkiler ve genetik yatkınlık yönünden değerlendirilmelidir.
Ref No: 344
Ref No: 646
LENFOMALARDA İ-NİTRİK OKSİT SENTAZ VE
SİKLOOKSİJENAZ-2’ NİN ROLÜ
FDG-PET YALANCI POZİTİF İKİ HODGKİN LENFOMA :
OLGU SUNUMU
Bahar Akkaya, Irem Hicran Özbudak, Ayşen Timurağaoğlu,
Gülten Karpuzoğlu
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Son zamanlarda yapılan çalışmalarda siklooksijenaz-2 (COX-2)
ve indüklenir nitrik oksit sentazın (iNOS) tümör progresyonunda
önemli rol oynadığından bahsedilmektedir. Lenfomalarda iNOS ve
COX-2’nin rolü bilinmemektedir. Bu çalışmada yüksek ve düşük
gradlı lenfolarda COX-2 ve iNOS’un rolü araştırıldı. Çalışmamızda
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında kayıtlı
57 olgu araştırıldı. Olgulardan 44 tanesi yüksek gradlı lenfoma, 13
tanesi düşük gradlı lenfoma tanısı almıştı. Hastalarda yaş ortalaması yüksek gradlı lenfomalarda 46.7, düşük gradlı lenfomalarda 55.2
idi. Parafin bloklara immunhistokimyasal olarak COX-2, iNOS ve
proliferasyon indeksini belirlemek için Ki-67 boyası uygulandı. Yüksek gradlı lenfolamarda COX-2 ve iNOS pozitif olgu sayısı sırasıyla
10 (%22), ve 12 (%27) idi. Düşük gradlı lenfolamalarda ise COX2 ve iNOS pozitif olan olgu sayısı sırasıyla 6 (%46) ve 6 (%46) idi.
Proliferasyon indeksi yüksek ve düşük gradlı lenfomalarda COX-2
pozitif olan olgularda COX-2 negatif olan olgulara göre daha yüksek
saptandı. COX-2 ve iNOS protein ekspresyonu ile yaş arasında korelasyon görülmedi. Lenfomalarda grad ile COX-2 ve iNOS protein
ekspresyonu arasında istatistiksel bir korelasyon saptanmadı. COX-2
ile tümör proliferasyonu arasında belirgin ilişki saptandı.
Ref No: 407
AİLESEL MULTİPLE MYELOMA
Ahmet Özet
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Multile myeloma tüm malignitelerin %1 ve hematolojik malignitelerin %10 oluşturmakta ve ABD yüzbinde 4 oranında görülmektedir.
Literatürde az sayıda 2 veya daha fazla aile bireyinde multiple myeloma olguları bildirilmiştir.Aynı aleden üç ayrı bireyde ortaya çıkan
myeloma olgusu ülkemizde heüz bildirilmemiştir.
Olgu1: 50 yaşında erkek hasta kontrol muayeneleri sırasında saptanan 100 üzerinde sedimantasyon yüksekliği nedeniyle yapılan
değerlendirmede Ig A tipi multiple myeloma saptandı.8 yıllık izlem
sonunda OKİT sonu refrakter MM ve Akciğer kanseri gelişimi nedeniyle kaybedildi.
Olgu 2: 76 yaşında erkek hasta birinci olgunun amcası olup yaygın
kemik metastazları nedeniyle yapılan histopatolojik değerlendirmede nonsekretuar multiple myeloma saptandı.5 kür VAD kemoterapi-
124
Arzu Ergen, 2Mesut Ayer, 2Naciye Demirel, 1Barkın Sakallıoğlu
1
İstanbul Üniversitesi, istanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
2
İstanbul Üniversitesi, istanbul Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı
Günümüzde lenfomalarda evrelemede ve kontrol değerlendirmesinde, özellikle nükslerin belirlenmesinde, tedavi sonrası rezidivlerde metabolik ve fonksiyonel bir tanı yöntemi olmasından dolayı
özgüllüğü ve duyarlılığı yüksek FDG-PET kullanılmaktadır. Ne
var ki abse ya da granülasyon dokusu gibi inflamasyon alanlarında
bulunan aktive makrofajlar nedeniyle artmış FDG aktivitesinin görülmesi sonucu ortaya çıkabilen yalancı pozitiflik henüz tam olarak
çözülemeyen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Burada yalancı pozitif tanı koyma değeri konusunda örnek teşkil
eden iki lenfoma olgusu sunulacaktır.
Olgu 1: İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalına Ağustos 2004’de ateş, gece terlemesi şikayeti ile başvuran
55 yaşındaki erkek hastada yapılan tetkiklerinde mediastende çeşitli
lokalizasyonlarda ve para-aortokaval bölgede patolojik boyutta multipl lenf ganglionları tesbit edilmiştir. Mediastinoskopi ile yapılan
lenf nodu biyopsisi sonucu ‘Hodgkin Lenfoma, Klasik tip Nodüler
sklerozan grade I’ tanısı konmuştur. Kemik iliği biyopsisi pozitif gelmesi üzerine Evre IVB olarak değerlendirilmiştir. 8 kür ABVD tedavisi sonucunda yapılan incelemelerde lenf nodlarında belirgin regresyon ve kemik iliği tutulumunun kaybolması ile tam cevaplı kabul
edilmiştir. 3 ay sonra yapılan kontrol BT’lerinde boyunda sol distal
internal juguler ve sağ proksimal internal juguler yerleşimli lenfadenopati tesbit edilmiştir. Sonraki Boyun BT’lerinde ise minimal progresyon görülmesi üzerine PET-CT çekilmiştir. PET-CT’de bilateral
servikal zincirde hipermetabolik odak saptanmış ve erken yineleme
düşünülmüştür. Ancak sol servikal lenf nodlarından yapılan biyopsi
neticesi sklerotik ve reaktif değişiklikler olarak gelmiştir.
Olgu 2: Aynı tarihlerde halsizlik, kilo kaybı ve ateş şikayeti ile
başvuran 36 yaşındaki erkek hasta yapılan tetkiklerinde hepatosplenomegali ve kemik iliği tutulumu ile Evre IVB ‘Klasik Hodgkin
lenfoma‘ tanısı almış ve 8 kür ABVD tedavisi sonrası tam cevap elde
edilmiştir. Kontrol amaçlı çekilen PET-CT’de sol iliak kemik, sağ
asetabulum ve sol femur proksimalinde yer yer belirginleşen hipermetabolik odaklar saptanmıştır. Sol iliak kemikten yapılan biyopsi
neticesi granülositik seri baskınlığında fokal hipersellüler alanlı normosellüler kemik iliği olarak bildirilmiştir.
FDG tümöre özgü bir madde olmadığı için enfeksiyon, ilaç toksisitesi,fraktür,dejeneratif değişiklikler
gibi durumlarda, radyoterapi, biyopsi, cerrahi girişim sonrası ve
fizyolojik aktivitede de artmış tutulum gösterebilir. Bu sebeple şüp-
19-23 Nisan 2007
heli durumlarda PET bulgularının klinik ve diğer radyolojik görüntülerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Ref No: 442
PRİMER SSS LENFOMALARI:İÜ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
DENEYİMİ
Zeynep Almaç, Fulya Yaman Ağaoğlu, Yavuz Dizdar,
Mert Başaran, Sevil Bavbek, Ebru Kemikler, Emin Darendeliler
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
GİRİŞ: Primer santral sinir sistemi lenfoması nadir görülen ekstranodal yerleşimli bir non-hodgkin lenfoma tipidir.Uygulanan
kombine tedavilere rağmen prognozları kötü seyretmektedir.
MATERYAL-METOD: 1989-2004 yılları arasında İ.Ü. Onkoloji
Enstitüsünde primer santral sinir sistemi lenfoması tanısıyla tedavi
görmüş 21 hasta retrospektif olarak incelendi.Tedavi uygulanan 21
hastanın 14’ü (%67) erkek,7’si (%33) kadın ve medyan yaş 55 (13-78)
idi.Lenfoma tanısı 6 hastada subtotal eksizyon,4 hastada total eksizyon ve 11 hastada stereotaksik biyopsi ile histopatolojik olarak konulmuştu.Başvuruda 9 hastada BOS pozitifliği mevcuttu.Karnofsky
Performans Skoru medyan 70 (50-90) idi.Dokuz hastaya kemoterapi
uygulanmıştı (7’sinde yüksek doz metotreksat,1’inde CHOP,1’inde
de BACOP) .Bir hasta dışında tümüne radyoterapi uygulanmıştı.12
hastaya tüm beyin ışınlaması,7 hastada kranyospinal,1 hastada sadece spinal ışınlama yapılmıştı; kranyal RT alan 7 hastaya tümör yatağı
boost dozu verilmişti.Radyoterapi dozu tüm beyin için medyan 4140
(400-5400) cGy,spinal alan için medyan 3600 (2340-3960) cGy ve
boost alanı için medyan 1170 (1020-1260) cGy idi.
BULGULAR: Hastalıksız sağkalım medyan 5 (1-68) ay, genel sağkalım medyan 5.27 (1-68) ay olarak bulunmuştur. Serideki hasta
sayısı az olduğundan istatistiksel anlamlı prognostik faktör saptanamadı.
SONUÇ: Bu seri değerlendirildiğinde hastaların KPS ve yaş açısından incelendiğinde kötü prognostik faktörlere sahip oldukları
görüldü.Performansları kötü olduğundan tüm hastalara kemoterapi uygulanamamıştı. Yüksek doz metotreksat uygulamasıyla devam
eden çalışmalar literatürdeki en iyi sonuçları vermektedir ve prospektif çalışmalar halen devam etmektedir. Sağkalımları kötü olan bu
hastalık grubunda performansın iyi olması ve yaş en önemli prognostik faktör olmaktadır.
Ref No: 483
NON-HODGKİN LENFOMA TANILI OLGULARIMIZIN
İRDELENMESİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ
Ruşen Coşar Alas, Fusun Tokatlı, Hakan Karagöl,
Sernaz Uzunoğlu, Gülden Bayır, Hasan Yılmaz, Cem Uzal
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Non-Hodgkin Lenfoma (NHL) tanısı ile kliniğimize başvuran hastalar retrospektif olarak değerledirilmiş, hasta özellikleri
ve tedavi sonuçlarımız sunulmuştur.
Materyal ve Metod: Çalışmaya Temmuz 1999- Temmuz 2006
tarihleri arasında kliniğimize başvurmuş 57 hasta dahil edilmiştir.
Medyan yaş 57.5 (13-83 yaş) ’dur. Hastaların 24’ü (%42) kadın, 33’ü
(%58) erkekti. Hastalığın ilk başlangıç yeri %42 sıklıkla boyun iken,
%15.8 ile inguinal bölge ve 3. sıklıkla mide idi. Histopatolojik olarak
en sık (%68.4) diffüz büyük B hücreli lenfoma saptandı. IPI skorlaması; %40.3 iyi, %24.6 orta ve %35.1 ile kötü dağılım göstermekte idi.
Hastaların Ann-Arbor evreleme sistemine göre; evre I %12.4 (n=7),
evre II %22.8 (n=16), evre III %12.5 (N=7), evre IV %28 (n=17),
ekstralenfatik tutulum %17.6 (n=10) dağılım göstermiştir. ß-2 mikroglobulin değeri ortalama 2675.6 ng/ml (9.11-6107), LDH ortalama
422 U/L (101-2298) idi. Hastaların 29 (%50.8) ’una radyoterapi (RT)
uygulanmıştır. RT tutulu alan RT’si olarak 26 (89.5) hastaya, uzak
Sungate Port Royal, Antalya
metastaz nedeni ile de 3 (10.5) hastaya palyatif amaçlı uygulanmıştır.
RT dozu ortalama 40Gy/20 fraksiyonda (15-54) idi. Olguların tümü
RT öncesinde kemoterapi (KT) almıştı. KT rejimi, olguların %29’unda CHOP, %19’unda CEOP, %13’ünde R-CHOP ve %11’nde R-CEOP
şeklinde idi. Sağkalımı etkileyen faktörler Cox regresyon analizi ile,
sağkalım süreleri ise Kaplan-Meier yöntemi ile hesaplanmıştır.
Bulgular: Tüm seri için ortalama takip süresi 22 (3-62) aydır. RT
alan iki (%6.8) hastada RT sahası içinde nüks gelişmiştir. Hastaların 15’inde (%26.3) takip sürecinde metastaz gelişmiştir. Hastalıksız
sağkalımı etkileyen anlamlı bir faktör bulunamamıştır.Hastalıksız
sağkalım ortalama 15 ay, 2-yıllık hastalıksız sağkalım %54.5’dur. Genel sağkalımı etkileyen faktörler, tek değişkenli analizde evre ve hemoglobin seviyesi anlamlı iken çok değişkenli analizde sadece evre
anlamlı bulunmuştur. Genel sağkalım ortalama 24.4 ay, 2-yıllık genel
sağkalım %56 dır.
Sonuç: Genel sağkalım, ortalama 2 yıllık takip sürecinde tüm grup
için %56 bulunmuştur. Literatür ile kıyaslandığında evre IV hastalığın hakim olduğu bir seriye göre iyi bir sağkalım oranı elde edildiği
gözlenmektedir. Bu sağkalım oranı, hastaların RT’siz bırakılmaması
ve tutulu alan RT’nin tercih edilmesi ile komplikasyonların azalmasına ve son yıllarda KT’ye eklenen Rituksimab’ın uzak ve lokal-bölgesel hastalığın kontrolünde artışa sebebiyet vermesi ile açıklanabilir. Böylesi bir yorum için daha çok hasta ve takip sürecine ihtiyaç
vardır.
Ref No: 485
MİDE LENFOMA TANILI OLGULARIMIZIN İRDELENMESİ:
TEK MERKEZ DENEYİMİ
Ruşen Coşar Alas, Fusun Tokatlı, Hakan Karagöl,
Sernaz Uzunoğlu, Gülden Bayır, Hasan Yılmaz, Cem Uzal
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: : Mide lenfoma tanısı ile kliniğimize başvuran hastalar retrospektif olarak değerledirilmiş, hasta özellikleri ve tedavi sonuçlarımız sunulmuştur.
Materyal ve Metod: Çalışmaya Temmuz 1999- Temmuz 2006 tarihleri arasında kliniğimize başvuran 6 hasta dahil edilmiştir. Medyan yaş 63.5 (30-75) ’dır. Hastaların erkek/kadın oranı 1’idi. Tanı 3
hastada subtotal gastrektomi, 1 hastada total gastrektomi, 2 hastada
biopsi ile konmuştur. Histopatolojik dağılım %50 diffüz büyük B
hücreli lenfoma, %50’sinde MALT lenfoma idi. Ortalama LDH, ß-2
mikroglobulin, Hgb seviyeleri; sırasıyla 228 U/L, 2408 ng/ml, 12.8
mg/dl’idi. Dört hasta evre I iken 2 hasta evre II idi. İki hastada tutulu
alan radyoterapisi (RT) yapılmıştı. RT dozu ortalama 45Gy/25fr idi.
Beş hasta kemoterapi almış, sadece bir hasta takipte bırakılmıştı. KT
şemaları CEOP, CEOP-R, CHOP rejimlerinden oluşmaktaydı.
Bulgular: Hastaların birinde takip sırasında uzak metastaz, birinde de lokal yineleme saptanmıştır. Hastaların dördü hayatta, ikisi eksitus idi. Genel sağkalım ortalama 22.6 ay ve 1 yıllık sağkalım %66,
hastalıksız sağkalım ise ortalama 15.8 ay ve 1 yıllık sağkalım %60
olarak hesaplandı.
Sonuç: Mide lenfomalı hastalarımızda biopsi ile tanı sadece iki olguda konmuştur.
Hasta sayısı ve takip süresinin kısalığı dikkat çekici olmasına rağmen genel ve hastalıksız sağkalım oranlarımız literatür ile uyumludur. Daha çok yorum için daha uzun takip ve daha çok hasta sayısına
ihtiyaç vardır.
125
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 497
KEMİK METASTAZI ÖN TANISI İLE TETKİK EDİLİRKEN
SAPTANAN İKİ LENFOMA OLGUSU
Didem Aydın, Zeki Aydın, Ahmet Akın, Serdar Alkan,
Seda Akkaya Özdemir, Mustafa Yaylacı
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. İç Hastalıkları Kliniği
GİRİŞ: Genellikle lenf nodu tümörü olarak düşünülen lenfomalar,
diğer lenfoid ya da nonlenfoid dokulardan da köken alabilmektedir. Diffüz büyük B Hücreli lenfomalar non-Hodgkin lenfomaların
en büyük alt grubudur ve relatif bir sıklıkta ekstranodal tutulum
ile karakterizedir. Ekstranodal non-hodgkin lenfoma sıklığı çeşitli çalışmalarda %10-50 arasında bildirilmektedir. Kemiğin primer
lenfoması ilk olarak Parker ve Jackson tarfından kemiğin retikulum
hücreli sarkomu olarak tanımlanmıştır. Bu lenfomalar primer kemik
tümörlerinin %3-5 ini ve lenfomaların % 4 kadarını oluştururlar.
Pelvik kemikler, uzun tübüler kemikler vertebralar ve kostalar en sık
tutulum alanlarıdır. Primer kemik lenfomalarının çoğunluğu Diffüz
Büyük B hücreli Lenfomalardır. Rölatif olarak nadir görülen bu durumdan dolayı biz kliniğimizde tanı koyduğumuz iki primer kemik
lenfoma olgusunu sunmak istedik.
OLGU1: Bel ağrısı ve boyunda şişlik nedeniyle başvurduğu sağlık
kurumunda yapılan tetkikler sonucunda primeri bilinmeyen kemik
metastazı ön tanısı ile hastanemize yönlendirilen 64 yaşındaki bayan
hastanın yapılan çeşitli görüntüleme yöntemlerinde özellikle lomber
vertebra ve sakroiliak eklemde metastaz ile uyumlu tutulumu tespit
edildi. Yapılan servikal lenf nodu biyopsileri reaktif değişiklik olarak
rapor edilmesi üzerine hastanın tutulum olan kemik bölgelerinden
biyopsi yapılmasına karar verildi. Yapılan biyopsi sonucu diffüz büyük B hücreli lenfoma tanısı konulan hastaya R-CHOP kemoterapi
protokolü başlandı. Hasta onkoloji poliklinik kontrolüne alındı.
OLGU2: Bel ağrısı, ateş şkayeti ile başvuran 75 yaşında erkek
hastanın yapılan lomber MRI tetkikinde L1-L4-S1-S2 vertebralarda
metastatik tutulum saptanması üzerine hastanın primer odak tespiti
için geniş çaplı tetkikleri yapıldı. Odak saptanamaması üzerine kemik biopsisi ugulanan hastanın patoloji sonucu diffüz büyük B hücreli lenfoma ile uyumlu bulundu.Hastaya CHOP protokolü uygulandı ve onkoloji poliklinik takibine alındı..
SONUÇ: Her iki hastanın uzun süre metastaz nedeni ile tetkik
edilmiş olması,fakat odak saptanamaması, tüm risklerine rağmen
alınan vertebra biopsisinde tanı alması ilginç bulundu. Kemik biopsisinin tanı için ön plana çıkması gereğini de bize hatırlattı.Özellikle Yaşlı Hastalarda primer tümör tetkik edilirken primer kemik
lenfomasının da düşünülmesi gereken ön tanılar arasında yer alması
gerekmektedir.
Ref No: 501
CASTLEMAN HASTALIĞI OLGU SUNUMU
1
Mehtap Çalış, 1Berrin Yalçın, 1Orhan Kızılkaya, 2Ayşim Sungur,
Tülay Başak, 1Öznur Aksakal, 1Ahmet Uyanoğlu, 1Handan Erkal,
1
Oktay İncekara
2
1
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Laboratuarı
2
Amaç: Castleman hastalığı nadir görülen bir hastalıktır.İlk defa
1956 yılında tanımlanmıştır. Hyalen vasküler ve plazmasellüler tip
olarak ikiye ayrılır. Malign dejenerasyon plazmasellüler alt tipte tanımlanmıştır. Lenfoma ile karışır fakat tedavisi benzerdir. Uzun süre
hastalıksız yaşayan olguyu sunmayı uygun bulduk.
OLGU: E.A. 56 yaşındaki erkek hasta; öksürük, balgam cıkarma, nefes darlığı, ishal şikayetiyle hastaneye başvuran hastaya 5-6
ay antibiyotik tedavisi verilmiş, şikayetleri geçmeyince aksiller ve
supraklavikuler lenf nodu biyopsisi yapılmış, tetkikler sonucunda
folliküler lenfoma tanısı konulmuştur. Fizik muayenede vücudunda
yaygın makulopapüller döküntüler, bileteral servikal, her iki aksiller
126
bölgede konglomere LAP pakeleri, inguinalde bilateral cok sayıda
LAP pakeleri tespit edildi. Splenohepatomegalisi mevcuttu. Her iki
bacakta varikomatöz genişlemeler, ekimotik görünüm, (+++) gode
bırakan ödem mevcuttu. Her iki akciğerde alt zonlarda solunum
sesleri alınmıyordu. Cildiye konsültasyonu sonucunda makülopapüler döküntüler ilaç erüpsiyonu olarak düşünüldü, fakat hastanın
ilaç anamnezi olmaması üzerine vücuttaki ve bacaktaki vasküler
lezyonlardan biyopsi alındı. Hastada lenfomanın cilt tutulumu düşünülmediği, Castleman hastalığı (plazma hücreli tip) düşünüldüğü
raporlandı.
Toraks- abdominopelvik tomografi sonucunda her iki akciğer alt
saha dorsalinde hemitoraksın ½ oranında işgal eden, alt loblarda
parsiyel kompresyon atelektazisi oluşturan plevral effüzyon mevcuttu, dalak hilusunda, periçöliak, paraaortikal, her iki inguinal, femoral bölgelerde yaygın yer yer pakeler oluşturan en büyüğü 40 mm
çapa ulaşan lenfadenopatiler tespit edildi. Dalak 20 cm yüksekliktedir (ileri derecede splenomegali), parankimde belirgin mass saptanmadı.Karaciğerde hafif hepatomegali tespit edildi.
Hastaya 6 kür CHOP kemoterapisi uygulandı. Kontrol toraks tomogafisinde; her iki aksillada patolojik boyutlara ulaşan LAM tespit
edildi. Tüm batın tomografisinde; çölyak aksta, sol gastrik, pankreatik, lianel, renal, lomber, iliak zincirde multipl hipodens LAM tespit
edildi. Hastaya 4 kür daha CHOP kemoterapisine devam edilmesine
karar verildi, toplam 10 kür kemoterapi yapıldı. Torako abdominal
tomografide preaortik bölgede milimetrik LAP dışında herhangi bir
bulgu tespit edilmedi. 41 ay boyunca sağlıklı ve hastalıksız yaşayan
hasta polikliniğimize genel durum kötülüğü ve tüm vücudunda yaygın lenfadenopatiler ile başvurdu. Destek tedavisi düzenlenen hasta
bir buçuk ay sonra eksitus oldu. Toplam sağ kalım süresi 73 aydır.
SONUÇ: Castleman hastalığının tedavisinde kemoterapi önerilmekte, steroidle birlikte radyoterapide verilmektedir. Ancak tedaviye yanıt farklı olarak bildirilmiştir. Bu nedenle prognoz değişken ve
kötüdür; ortalama yaşam süresi 26 aydır. Hastalık sıklıkla medistinal
lenf bezlerini tutar, mediastinal kitle ile başvuran hastaların ayırıcı
tanısında düşünülmelidir.
Ref No: 574
İKİNCİ PRİMER CD 20(+) NHL HASTASINDA R+CHOP+R
İDAME TEDAVİSİ SONRASI GELİŞTİĞİ DÜŞÜNÜLEN
SEKONDER AML-M4 OLGUSU
1
1
1
2
3
Ahmet Özet, 1Mustafa Öztürk, 1Okan Kuzhan, 1Selmin Ataergin,
Fikret Arpacı, 2Yusuf Tunca, 2Salih Kozan, 3Aysel Pekel
GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
GATA Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.,
GATA İmmünoloji Bilim Dalı
Giriş: CD 20 (+) lenfomanın tedavisinde kullanılan Anti CD 20
monoklonal antikoru olan Rituximab, kemoterapiyle birlikte ve kemoterapi sonu nüks gelişmesini engellemek amacıyla standart olarak
kabul edilen bir tedavi ajanıdır. Rituximab tedavisine bağlı immunsüpresyona sekonder olarak infeksiyonlara yatkınlık artmaktadır.
Bunun dışında literatürde 1 olguda R-CHOP tedavisine sekonder
geliştiği öne sürülen bir lenfoma olgusu bildirilmiştir.
Olgu sunumu: 1983’te 32 yaşında olan hastaya evre IV lenfositik
lenfoma tanısı konulmuş olup siklofosfamid 1, 8. günler, Vincristin
1, 8. günler, Prokarbazin 1-14 günler, Prednisolon 1-14 günler şeklinde 6 kür kemoterapi uygulanmıştı ve tam cevap elde edilmişti. 22
yıl tam remisyonda kalan olguda 2005 yılında sol mandibulayı invaze eden kitle ve sol servikal LAP gelişti. Patolojik değerlendirmede
CD20 (+) NHL tanısı onrası 8 kür R-CHOP kemoterapisi ve tutulum
alanına radyoterapi uygulandı. Tedavi sonrası tam cevap elde edildi.
Tedaviden sonraki 6. ve 12. ayda hastaya haftada bir 4 doz Rituximab
375mg/m2 idame tedavisi uygulandı. Son Rituximab tedavisinden
15 gün sonra hastada ciltte makulopapüler döküntüler, halsizlik, yorgunluk ve nefes almada güçlük yakınmaları gelişti. Hastanın tam kan
19-23 Nisan 2007
sayımında WBC 280.000 /mm³, periferik yayma ve kemik iliği incelemeleri AML olarak değerlendirildi. Flowsitometrik değerlendirme
AML-M4 ile uyumlu bulundu. FİSH ile yapılan genetik değerlendirmede %15 oranında 15-17 kromozom translokasyonu saptandı.
Sonuç: Sunulan olgu uygulanan tedavilere sekonder AML-M4 gelişimi olarak değerlendirilmiştir. Literatürde AML-M4’lü olgularda
nadiren 15-17 kromozom translokasyonu bildirilmiştir. Olgumuzda
gelişen sekonder AML’nin etyopotogenezinde toplam 16 doz uygulanan Rituximabın neden olduğu immunosüpresyon ve henüz açıklanamayan mekanizmalar sorumlu tutulabilir.
Rituximab NHL, diğer maligniteler ve non malign hastalıkların
tedavisinde yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu olgular Anti
CD 20 tedavisinin neden olabileceği uzun dönem yan etkiler yönünden dikkatle izlenmelidir. Uzun dönem yan etkilerden en önemlisi
de tedaviye sekonder gelişebilecek akut lösemilerdir.
Ref No: 599
BİLATERAL KONJONKTİVAL MALT LENFOMA: OLGU
SUNUMU
1
Mesut Şeker, 2Ekrem Kurnaz, 3Mahmut Gümüş, 3Akın Öztürk,
Naciye Özşeker, 3Betül Öztürk, 1Taflan Salepçi, 3Mustafa Yaylacı, 1Ali Yayla
5
1
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Göz Kliniği,
3
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
4
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Dahiliye Kliniği,
5
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
2
GİRİŞ: Mukoza ilişkili lenfoid dokunun ekstra-nodal marjinal
zon lenfoması (MALT lenfoma) yalnızca ekstra nodal alanlarda görülen bir indolent B-hücre neoplazmıdır. Dünyada MALT lenfoma
tüm Bhücreli lenfomaların % 7-8 ‘ini oluştururken ülkemizde %3.2
oranında görülmektedir. Sıklıkla midede saptansa da MALT lenfomalar göz, tükrük bezleri ve cilt gibi diğer bölgelerde de görülebilir.
Konjonktival MALT lenfomalar tüm MALT lenfomaların %10’dan
azını oluşturur ve bunlarında ancak %10’u bilateraldir. Burada nadir
görülmesi sebebiyle bilateral konjonktival MALT lenfomalı bir hasta
sunulmuştur.
OLGU: 60 yaşında erkek hasta gözde kaşıntı hissi nedeniyle 6 ay
önce göz hastalıkları polikliniğine başvurdu. Hatada alerjik konjonktivit düşünüldü ve steroidli damla verildi. Şikayetleri gerileyen
hasta tedaviyi tamamladıktan 2 ay sonra benzer şikayelerine heriki
göz kapağı iç kısmında kabarıklık yakınması eklenmiş olarak tekrar
göz hastalıkları polikliniğine başvurdu. Steroidli damla ile bilateral
konjonktivada saptanan kitleler kaybolmadığı için hastadan biopsi
alındı. Biopsi sonucu MALT lenfoma olarak bildirildi. İmmün histokimyasal inceleme sonucunda CD20 (+), CD5 (–), CD3 (–), CD23
(–) saptandı. Hastanın muayenesinde göz bulguları dışında patoloji
saptanmadı ve hemogram, sedimantasyon ve biyokimya tetkikleri
normaldi. Orbita MR ile boyun, torax ve batın tomografileri normaldi. Hasta evre 1E MALT lenfoma olarak değerlendirildi. Radyoterapi
amacıyla iki radyoterapi merkezi ile konsülte edildi. Komplikasyon
riskleri nedeniyle radyoterapi uygun görülmedi. Bunun üzerine hastaya siklofosfamid-vinkristin-prednizolon (CVP) kemoterapisi başlandı. Lezyonda 3 kür sonrası kısmi cevap sağlandı. 6 kür sonrasında
sağ konjonktivadaki lezyon kayboldu soldaki lezyon tama yakın küçüldü. Hasta 2 mg/gün leukeran ile aralıklı olarak tedavi edilmektedir. 6 aydır takiptedir ve lezyonda progresyon yoktur.
TARTIŞMA: Oküler adneksial lenfomalar genellikle orbital yumuşak doku, göz kapakları veya, bu hastada olduğu gibi, konjonktivanın primer hastalığı olarak ortaya çıkar. Bu tümörler göz veya etrafındaki dokunun B hücrelerinden köken almaktadır. En sık MALT
tipi lenfoma görülmesine rağmen, diffüz büyük B hücreli lenfoma,
mantle hücreli lenfoma foliküler lenfoma ve plazmositoma da görülebilmektedir. Konjonktival MALT lenfoma tedavisinde cerrahi eksizyon, lokal tedaviler (interferon v.b.), oral aralıklı klorambusil veya
CVP kemoterapisi verilebilmektedir. C. Psittaki pozitif saptanan has-
Sungate Port Royal, Antalya
talarda doksisiklin tedavisi ile remisyon sağlanabilmektedir. Küratif
tek tedavi yolu uygulabilen hastalarda radyoterapidir. Hastamızda
komplikasyon riski nedeniyle yapılamamıştır.
Ref No: 635
NODAL YERLEŞİMLİ NON-HODGKİN LENFOMADA
1
1
1
2
Nuriye Yıldırım, 2Hüseyin Abalı, 1Berna Öksüzoglu,
Burçin Budakoglu, 1Tunç Güler, 1Nurullah Zengin
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Mersin ÜTF, Tıbbi Onkoloji Kliniği
GİRİŞ: Non-Hodgkin lenfomalar (NHL), farklı morfolojik, immunolojik ve genetik özelliklere sahip oldukça geniş bir grubu oluşturan
lenfoid neoplazmlardır. Biz bu çalışmada, kendi hasta gurubumuzda
NHL’nin klinik prezentasyonu, demografik özellikleri ve prognostik
parametreleri inceledik.
MATERYAL-METOD: Bu çalışma Ocak 1994 ile Kasım 2005
tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Tıbbi Onkoloji Kliniği’nde yatan lenf nodundan histopatolojik inceleme ile tanı konulan, tedavi ve takibi yapılan 214 erişkin nodal NHL
hastası üzerinde retrospektif olarak yapılmıştır
BULGULAR: Araştırmaya toplam 214 hasta alındı. Hasta ve
hastalığa ait özellikler değerlendirildi. Hastaların 142’si (%66.4) erkek, 72’si (%33.6) kadındı. Hastaların ortanca yaşı 53.5 idi. Hastaların ECOG performans durumuna bakıldığında %3.3’ü ECOG 0,
%36.0’sı 1, %29.9’si 2, %16.4’ü 3, %15.4’ü ECOG 4 idi. LDH hastaların %32.5’inde normal, %67.5’inde yüksek bulundu. B semptomu
hastaların %75.1’inde mevcutken, %24.9’unda yoktu. IPIS yaş faktörü göz önüne alınmadan hastaların %23.7’sinde düşük, %26.3’ünde düşük-orta, %30.6’ünde yüksek-orta, %19.4’ünde yüksek bulundu. Hastaların tanı anında evrelerine bakıldığında %5.6’sında evre
I, %22.9’unda evre II, %29.4’ünde evre III, %42.1’inde evre IV idi.
Grade dağılımına bakıldığında %18.6’sında low grade, %22.0’sinde
intermediate grade, %59.4’ünde yüksek gradli bulundu. Lenfoma
alt tiplerine bakıldığında en büyük gurubu (%31.5) diffüz büyük B
hücreli (DBBH) lenfoma oluşturuyordu. Daha sonra sıra ile küçük
lenfositik lenfoma (%13.6), periferik T hücreli lenfoma (%6.5), anaplastik büyük hücreli (%6.1), diffüz miks hücreli (%6.1), follküler lenfoma (%4.2), lenfoblastik lenfoma (%3.7), immünoblastik lenfoma
(%2.8), mantle hücreli (%0.9), lenfoplazmositik ve burkitt lenfoma
(%0.5) yer alıyordu.
TARTIŞMA: NHL batı toplumlarında tüm maligniteler arasında
%3-4 oranında görülürken, ülkemizde bu oran %8’e, ortadoğu ülkelerinde ise %12’ye kadar yükselmektedir. Çalışmamızda hastaların
evrelerine göre dağılım oranları literatür ile uyumlu bulunmasına
rağmen, gradlerine bakıldığında serimizde yüksek gradli hasta oranı daha fazla bulundu. Yine çalışmamızda hastalarımızın gerek IPI
skoru, gerekse tanı anındaki ECOG performans durumları batı toplumlarından daha kötü bulundu; bunun sebebi hastalarımızın sosyokültürel nedenlerle bir sağlık kuruluşuna geç başvurmasından kaynaklanıyor olabilir. Bizim hasta gurubumuzda hastaların çoğu diffüz
büyük B hücreli, küçük bir gurup folliküler lenfoma bulunmasına
rağmen, Avrupa ve Amerika’da DBBH ve folliküler lenfoma en sık
görülen 2 alt tipi oluşturuyor. Bu farklılığın nedeni ise çalışmamıza
sadece nodal lenfomaları almamızdan kaynaklanıyor olabilir.
127
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
WALDEYER HALKASINI TUTAN EKSTRANODAL NONHODGKİN LENFOMALI OLGULARIMIZ
nüksetti ve ikinci seçim kemoterapi ile tekrar remisyona girdi. Bir
olgu tedavi kesiminin 9. yılında AML geliştirdi ve exitus oldu. Median izlem süresinin 72 ay olduğu çalışma grubumuzda genel sağkalım
%91.7; 5 yıllık olaysız sağkalım ise %86 olarak saptandı.
Nafiye Yıldız, Berna Öksüzoğlu, Nuriye Yıldırım, Kaan Helvacı,
Nurullah Zengin
Ref No: 687
Ref No: 639
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Giriş:
Baş-boyun bölgesini tutan lenfomalar nodal veya ekstranodal bir
bölgeden gelişebilir. Baş-boyun bölgesi ekstranodal lenfomaları en
sık Waldeyer halkasından (tonsil, nazofarenks, dil tabanı) kaynaklanmakla birlikte oral kavite, paranazal sinüs, tiroid/paratiroid bezi
ve tükrük bezlerinden de gelişebilir.
Gereç-Yöntem:
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji
Kliniği’nde 2002-2007 tarihleri arasında izlenen Waldeyer halkasından kaynaklanan Non-Hodgkin lenfomalı hastaların dosya kayıtları
retrospektif olarak tekrar incelenerek veriler SPSS vs. 13.0 bilgisayar
programında analiz edildi.
Bulgular:
On biri (%52.3) kadın 10’u erkek (%47.7) toplam 21 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortanca yaşı 54 idi (aralık: 13-88) . Waldeyer
halkası tutulum bölgeleri içinde tutulum alanlarına göre dağılım incelendiğinde tonsil %52.4 (n: 11), nazofareks %47.6 (n: 10) oranında
tutulduğu görüldü. Hastaların %45’inde (n: 9) B semptomları vardı.
Hastalarda en çok rastlanan histolojik alt tip diffüz büyük B hücreli lenfoma idi. Hücre tipinin belirtilmiş olduğu 12 hastanın 8’inde
(%66.6) diffüz büyük B hücreli lenfoma olduğu görüldü. Ann Arbor
evreleme sistemine göre dağılım incelendiğinde evresi bilinen 18
hastanın 16’sının (%88.8) evre 1-2 olduğu görüldü. IPI skoru hesaplanabilen 14 hastanın 12’sinde (%85.7) IPI skoru 0-1 idi. 21 hastadan
takibi merkezimizde devam eden 16 hastaya kemoterapi ve takiben
radyoterapi verildi. Bu hastaların %62.5’i CHOP (n: 10), %31.25’i RCHOP (n: 5), %6.25’i CEOP (n: 1) tedavisi aldı.
Sonuç:
Malign lenfomalar baş-boyun bölgesi malignitelerinin %3 kadarını oluşturmakta olup bu bölgede görülen tüm lenfomaların
%25-50’si ekstranodal yapılardan, sıklıkla da Waldeyer halkasından
gelişmektedir. Tonsiller en sık görülen tutulum yeridir; daha sonra
nazofarenks ve dil tabanı gelir. En sık görülen histolojik alt tip dffüz
büyük B hücreli lenfomadır. Günümüzde Waldeyer halkası lenfomalarında kemoterapi ve takiben tutulmuş alan radyoterapisi standart
tedavi yaklaşımıdır.
Ref No: 645
HODGKİN LENFOMALI OLGULARIMIZIN RETROSPEKTİF
OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ
Gülnur Tokuç, Perran Boran
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Onkoloji Kliniği
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk onkoloji kliniğinde Nisan 1996- Nisan 2006 tarihleri arasında tanı konarak tedaviye alınan toplam 52 Hodgkin Lenfoma tanılı hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
Tanıda ortanca yaş 6.5 yıl (2.5-14), erkek/kız oranı 34/18: 1.8 olarak saptandı. Sıfır- beş yaş arası olgu sayısı 11 (%21) ; 5-10 yaş arası
30 (%58) ; 10-14 yaş arası ise 11 (%21) idi. En sık görülen başvuru
şikayeti boyunda şişlik olup %78 olguda primer yerleşim bölgesi servikal lenf nodlarıydı. Olguların %38’inde B semptomu vardı. Hastaların 9’u evre I, 17’si evre II, 19’u evre III, 7’si ise evre IV olarak değerlendirildi. Vakaların 31’i karışık hücreli, 19’u nodüler sklerozan, 2’si
lenfositten yoksun tipteydi. Olgular evrelerine göre kemoterapi ve
tutulmuş alan radyoterapisi aldılar. Enfeksiyon nedeniyle kaybedilen
2 hasta dışındakiler tedavi sonrası tam remisyona girerken, 2 hasta
128
NON-HODGKİN LENFOMALI HASTALARDA ERKEN
TEDAVİ SONUÇLARININ İRDELENMESİ
Berna Akkuş Yıldırım, Ercan Aydınkarahaliloğlu,
Rahşan Habiboğlu, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş,
Salih Zeki Çakar, Yıllar Lehimcioğlu, Nalan Aslan,
Ferdi Aksaray, Mübeccel Tümöz
Ankara Numune Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Kliniğimize 2002 yılından itibaren başvurup tedavi ve takipleri
yapılan Non-Hodgkin Lenfomalı hastaların erken tedavi sonuçları
sunulacaktır.
2002 yılından beri tedavi ve takipleri yapılan 50 NHL’lı hastanın
34’ü erkek,16’sı kadın,yaşları medyan: 51 (ort: 48, 18-88), kadın erkek hastalar arasında yaş dağılımı farkı yoktur.Evre I: 8, evre II: 22,
evre III: 10, evre IV: 10 dur. Hastaların 12’sinde (%24) B semptomu,
10’unda (%20) ekstranodal tutulum ve 7’sinde (%14) bulky hastalık
(≥10cm) mevcuttur. ECOG 0-I : 30 (%60), II+ : 20 (%40), Hastaların hepsi daha önce KT (%66’sı CHOP, %14’ü RCHOP,%20’si diğer.
%20’si 4 kür, %60’ı 6+ kür) ) almışlardır.
Radyoterapi Co60 cihazı ile karşılıklı paralel ışın demeti kullanılarak tutulu lenfatik alan şeklinde planlanmıştır. RT doz seçimi, başlangıçta bulky hastalığı olanlar ve mevcut klinik hastalığı olanlara
1.8/40-50 Gy, subklinik hastalığı olanlara 1.8/25-36 Gy olarak yapılmıştır. Hastaların %30’u boyun, %22’si boyun ve mediasten, %18’i
abdomen-pelvik tutulu nodal alanlardan tedavi edildi. %30 hasta
ekstranodal (kemik 6, tonsil 6, nasofarinks 2, beyin + kemik 1) bölge
yerleşimli idi.
Hastaların %60’ında tam cevap, %16’sında kısmi cevap, %14’ünde stabil hastalık saptanırken, %10 hastada progresyon gözlenmiştir. Progresyon gösteren 4 hasta, takiplerinin 4.,6.,10. ve 12. ayların
kaybedilmişlerdir. Ortalama takibi 22ay (4-38 ay) olan hastarın 46’sı
(%92) sağ, 30’u (%60) sağ ve hastalıksız olarak takip edilmektedirler.
Kliniğimizde takip elden NHL hastalarının erken sonuçlarına bakıldığında, hasta ve hastalık özelliklerinin tümör cevabına etkisi gözlenmemiştir. Tedaviye cevap vermeyip progresyon gösteren 5 hastanın 4’ü bir yıl içinde kaybedilmişlerdir. Takip süresinin artmasıyla
daha iyi değerlendirme yapılabilecektir.
Ref No: 706
İBRİTUMOMAB TİUXETAN-YTTRİUM90 TEDAVİSİ
SONRASI GELİŞEN AKUT HEPATİT B ALEVLENMESİ
1
3
Timuçin Çil, 2Abdullah Altıntaş, 1M. Ali Kaplan, 2Semir Paşa,
Burhanettin Zincircioğlu, 1Abdurrahman Işıkdoğan, 2Orhan Ayyıldız
1
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı,
3
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkoloji Anabilim Dalı
2
GİRİŞ: Hepatit B (HBV) gelişmekte olan ülkelerde en sık hepatite
neden olan hepatotorop virüstür. Hepatotrop virüslerin hematolojik
maligniteler ile özellikle de lenfoma ile birlikteliğinin normal popülasyondan daha sık olduğu bilinmektedir. Lenfoma tedavisinde son
yıllarda hedef tedavi ve immunoterapi tedavi seçenekleri de kullanılamaya başlanmıştır. Rituximab’ın hodgkin dışı lenfoma hastalarında kullanımı çok sık iken immunoterapi tedavi seçeneği olan
ibritummumab-tiotexan-Yitrium90 (zevalin) kullanımı da artmıştır.
HBsAg (+) kanser hastalarında kemoterapi kullanıldığı dönemde
akut hepatit alevlenmesi görülebilmektedir. Biz burada literatürde
ilk defa HBsAg (+) olan hodgkin dışı lenfoma hastamızda ibritum-
19-23 Nisan 2007
mumab-tiotexan-Yitrium90 (zevalin) tedavisi sonrası gelişen akut
hepatit alevlenmesi vakamızı sunduk.
OLGU: Karın ağrısı, ateş, gece terlemesi şikayeti ile 8 ay önce kliniğimize başvuran 56 yaşında erkek hasta yapılan batın USG’de çok
sayıda lenfadenopati saptandı. Hastaya laparaskopik biyopsi yapılarak foliküler lenfoma tanısı kondu. Hastalık evresi 3B olarak belirlendi. International prognostik indeks 4 olarak saptandı. Hastanın
HBsAg (+) anti-HBsAg (-), HbeAg (-), anti-HBeAg (-), antiHBcIgM (-), antiHBcIgG (+), HDV IgM (-), HDV IgG (-), HBV DNA
(-) ve ALT, AST değerleri normal olarak saptandı. CHOP-Mapthera
tedavisi verildi. Tedaviye parsiyel yanıt alınan hasta aynı dönemde
lamuvidine tedavisi önerilmesine rağmen kullanmamış. Tedavi sürecinde ALT ve AST değerlerinin normal sınırlarda olduğu saptandı. Tedavi sonucunda tam remisyon sağlanamadığı için hastamıza
İbritumomab- tiotexan-Yitrium90 (zevalin) tedavisi verildi. Aynı
dönemde lamivudine 100mg/gün tedavisi önerildi. Ancak hastanın
immunoterapi uygulandıktan sonra lamivudine tedavisi kullanmadığı öğrenildi. Zevalin uygulamasından 1 ay sonra hasatanın ALT ve
AST değerlerinin 15 kat arttığı görüldü. Hastanın anti-HBsAg IgM
(+) olarak saptandı. INR: 1,2 Albumin: 3,2g/dl. Batın USG’de: karaciğer ve dalak normal sınırlarda olarak değerlendirildi. Portal ven çapı
normal boyutta saptandı. HDV IgM (-) ve HDV IgG (-) bulundu.
Hasta HBV’e bağlı akut hepatit alevlenmesi olarak değerlendirildi.
Lamivudine tedavisi 100mg/gün başlandı. Hastanın ALT ve AST değerleri tedrici olarak azalarak normal sınırlara geldi.
TARTIŞMA: HBsAg (+) kanser hastalarında immünsupresif dönemde akut hepatit alevlenmesi görülebilmektedir. Bu hasta guruplarında kemoterapi sürecinde ve sonrasında lamuvidine tedavisi
kullanılması önerilmektedir. Lamuvidine tedavisi uygulanmayan
olgularda akut karaciğer yetmezliğine yol açabilecek akut hepatit
tabloları görülebilmektedir. Hedef tedavi ajanlarından Rituximab
kullanımında HBsAg (+) lenfoma hastalarında akut alevlenme görülmektedir. Biz burada literatürde ilk defa hodgkin dışı lenfoma
olgumuzda İbritumomab-tiotexan-Yitrium90 (zevalin) tedavisi sonrası akut hepatik alevlenme gelişen vakamızı sunduk.
Ref No: 707
ÇOCUKLUK ÇAĞI HODGKİN LENFOMALI OLGULARIMIZIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Sevil Yıldırım, 1Lütfi Özkan, 1Candan Demiröz, 2Betül Sevinir,
Metin Demirkaya
2
1
Uludağ Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Uludağ Üniversitesi Pediyatrik Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Pediatrik Hodgkin Lenfoma (HL) tanısıyla başvuran ve
tedavi edilen olguları prognostik faktörlerin belirlenmesi amacıyla
irdelemek.
Gereç ve yöntem: Uludağ Üniversitesi Muammer Ağım Radyoterapi Merkezinde Eylül-1995 / Ocak-2006 döneminde HL tanısı
aldıktan sonra tedavi uygulanan 40 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların ortanca yaşı 12.5 (5-18 yaş) ve kız/erkek oranı
12/28 idi. Primer bölge olguların 32’sinde boyun, 2’sinde aksilla ve
6’sında mediasten olarak saptandı. Rye sınıflamasına göre 22 olgu
nodüler sklerozan, 10 olgu mikst sellüler, 4 olgu lenfositten zengin
histopatolojiye sahip iken 4 olguda histolojik alt tip ayrımı yapılamadı. Başvurudaki olguların evrelere göre dağılımı: evre Ia 3 olgu,
evre IIa 20 olgu, evre IIb 4 olgu, evre IIIa 1 olgu, evre IIIb 3 olgu, evre
IIIS 6 olgu, evre IVa 1 olgu, evre IVb 1 olgu ve evre IVS 1 olgu şeklindeydi. Olguların 15’inde B semptomları mevcuttu. Prognoz üzerine etkili olabilecek faktörler olarak cinsiyet, yaş (10yaş≤ ve 10yaş>),
primer tümör lokalizasyonu, histolojik alt tip, evre, B semptom varlığı, kemoterapi (KT) rejimi, radyoterapi (RT) dozu ve tedaviye yanıt
alındı. Tek değişkenli analizler Kaplan-Meier/log rank testiyle, çok
değişkenli analizler ise Cox regresyon analiziyle yapıldı. Analizlerde
SPSS 13.0 program paketi kullanıldı.
Sungate Port Royal, Antalya
Bulgular: Olguların medyan genel sağkalım (GSK) süresi 56.5 ay
(23-168 ay) ve medyan hastalıksız sağkalım (HSK) süresi 44 ay (3132 ay) idi. Olguların 2’si izlem dışı kaldığı için değerlendirilemedi.
İzlemdeki 38 olgudan 4’ünde nüks gelişti ve bu olguların 2’sine KT,
birine RT uygulanırken, biri tedavi edilemeden ex oldu. 38 olgunun
biri tedavi komplikasyonu (radyasyon pnömonisi), diğeri pansitopeni ve enfeksiyon nedeniyle kaybedildi. Yaşam süresi tabloları ile hesaplanan 5- ve 10-yıllık GSK’lar %100 ve 5- ve 10-yıllık HSK’lar %95
olarak saptandı. Tek ve çok değişkenli analizlerde olay (nüks veya
ölüm) sayısı azlığı nedeniyle anlamlı prognostik faktör bulunamadı.
Sonuç: Pediatrik malignitelerin %6’sını oluşturan Hodgkin Lenfomalarda kemoradyoterapi programlarıyla kür şansı yüksektir.
Ref No: 773
PRİMER SANTRAL SİNİR SİSTEMİ LENFOMALI
HASTALARIMIZIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ
1
Taflan Salepçi, 1Mesut Şeker, 2Mahmut Gümüş, 1F. Yavuz Erkal,
Naciye Özşeker, 3Gökhan Yaprak, 1Berkant Sönmez, 2Mustafa Yaylacı,
1
Ali Yayla
3
1
2
3
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkoloji Kliniği
GİRİŞ: Primer santral sinir sistemi lenfomaları (PSSSL) nadir görülen ekstranodal lenfoma tipidir ve beyin, leptomeninksler, spinal
kord veya gözlerde görülebilir ve sadece santral sinir sistemine sınırlı
tümörlerdir. PSSSL’ları primer beyin tümörlerinin %2.7’sini ve tüm
non-Hodgkin lenfomaların %1’ini oluşturur. PSSSL’larının %90’ı diffüz büyük B hücreli lenfoma iken geriye kalan %10’u düşük dereceli
lenfoma, Burkitt’s lenfoma ve T hücreli lenfomadır. Bilinen tek risk
faktörü immün yetmezlik olmasıdır. Burada PSSSL’lı hastalarımızın
verilerini paylaşmak istedik.
BULGULAR:
1997-2006 yılları arasında Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi I. Dahiliye Kliniği Medikal Onkoloji Polikliniği’ne
primer santral sinir sistemi lenfoması patolojik tanısı konmuş tedavi amaçlı başvuran 9 hasta yaş, cinsiyet, lenfoma tipi, yerleşimi,
uygulanan tedavi, tedaviye verdikleri cevap ve sağkalım açısından
retrospektif olarak değerlendirildi. Çeşitli nörolojik semptomlarla ilgili kliniklere başvuran 6’sı erkek, 3’ü kadın 9 hastanın yaşları
44-70 arasında değişiyordu (ortalama yaş 55,2±9,3) . Hastaların 3’ü
sterotaktik, 6’sı eksizyonel biyopsi ile patolojik tanılarını almışlardı.
3 hasta büyük hücreli immunoblastik lenfoma, 6 hasta diffüz büyük
B hücreli lenfoma tanısına sahipti. MR bulgularına göre lezyonlar
6 hastada tek 3 hastada multipl yerleşimliydi. Hastaların tümüne
kemoterapi ve 6’sına radyoterapi uygulandı. Kemoterapi rejimi olarak tüm hastalar metotreksat ve folinik asid aldı. 2 hasta intratekal
metotreksat 5 hasta intratekal sitozin arabinozid aldı. Tüm hastalara sistemik steroid (deksametazon) verildi. 3 hastaya antikonvulzif
tedavi başlandı. Tedavi sürecinde 1 hastaya beyin ödemi nedeniyle
şant operasyonu düzenlendi. Bu tedavi rejimleri altında izlenen hastalarda 1-72 aylık bir sağkalım sağlandı. 6 hasta kaybedildi.
SONUÇ: PSSSL’ düşünülen tüm hastalarda stereotaktik biopsi
endikedir. Tümörün tamamen veya kısmen çıkarılmasının yalnızca biopsiye göre yaşam süresini uzatması anlamında katkısı yoktur.
PSSSL’larında kemoterapi methotrexate temelli olmalıdır. Radyoterapinin etkisi kısıtlıdır ve kullanılan hastalarda nörotoksisite riski
göz önünde bulundurulmalıdır. Kemoterapiye radyoterapi eklenmesi sağkalım avantajı gösteren kontrollü çalışma olmadığı için tartışmalıdır.
129
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
LÖSEMİ, LENFOMA, TRANSPLANTASYON
BİLDİRİLER
Ref No: 785
HODGKİN LENFOMALI HASTALARDA ERKEN TEDAVİ
SONUÇLARININ İRDELENMESİ
Yllar Lehimcioğlu, Ercan Aydınkarahaliloğlu,
Berna Akkuş Yıldırım, Zeynep Doğan Akarsu, Salih Zeki Çakar,
F. İlknur Aytaş, Rahşan Habiboğlu, Nalan Aslan,
Ferdi Aksaray, Mübeccel Tümöz
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
antijen sıklığı yüksek bulunurken HLA-B35 ve HLA-B50 antijen sıklığı düşük bulundu. HLA-DR grubunda HLA-DR10 ve HLA-DR15
antijen sıklığı yüksek, HLA-DR7 ve HLA-DR11antijen sıklığı düşük
bulundu. Bu farklılıklar istatistiki olarak anlamlı idi (p<0.05) .
Sonuç olarak akut lösemili çocuklarda HLA-A, B ve DR grublarında belirli antijenlerin sıklığı kontrol grubundan istatistiki olarak
önemli düzeyde farklı bulunmuştur.
Ankara Numune Hastanesi Radyasyon Onkolojisi
AMAÇ: Kliniğimize 2002 yılından itibaren başvurup tedavi ve takipleri yapılan Hodgkin Lenfomalı hastaların erken tedavi sonuçları
sunulacaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2002 yılından beri tedavi ve takipleri yapılan 20 HL’lı hastanın 13’ü erkek,7’si kadın,yaşları medyan: 29 (ort:
36, 15-80), kadın hastalar daha genç grubu oluşturmaktadır (ortalama 28’e karşılık 39 yaş) . Evre I: 7, evre II: 10, evre III: 1, evre IV: 2 dir.
Hastaları 3’ünde (%15) B semptom ve 3’ünde (%15) bulky hastalık
(≥10cm) mevcuttur. ECOG 0-I : 16 (%80), II+ : 4 (%20), histopatolojik alt tipleri klasik NS: %60, MS: %20, LZ: %10 ve LF: %10. Hastaların hepsi daha önce 4 (%60) ve 6 (%40) kür KT (%80 ABVD)
almışlardır.Radyoterapi Co60 cihazı ile iki paralel ışın demeti kullanılarak tutulu lenfatik alan şeklinde planlanmıştır. RT doz seçimi,
başlangıçta bulky hastalığı olanlar ve mevcut non-bulky klinik hastalığı olanlara 1.8/36 Gy, 75 yaşın üstünde veya subklinik hastalığı
olanlara 1.8/30 Gy olarak yapılmıştır.
BULGULAR: Hastaların %50’si boyun, %30’u mini mantle, %10
abdomen-pelvik ve %10 evre IV hasta tutulu nodal alanlardan tedavi edildi.Başlangıç KT’ ye hastaların %65’i tam cevap vermişlerdi ve
kısmi cevap ile stabil seyreden 7 hastanın 3’ ü başlangıçta bulky, 2’si
evre IV idi. RT sonrasında cevap oranı %80’e çıkmış, 2 evre IV dahil
4 hastada (%20) tam cevap elde edilememiştir. Bir hasta (evre IV)
takibinin 18. ayında kaybedilmiştir.
Ortalama takibi 20 ay (15-47ay) olan hastarın 19’ u (%95) sağ, 16’sı
(%80) sağ ve hastalıksız olarak takip edilmektedirler.
SONUÇ: Kliniğimizde takip elden HL hastalarının erken sonuçlarına bakıldığında, bulky hastalığın KT açısından, yaygın hastalığın
KT/RT açısından olumsuz olduğu görülmüş ve bunların dışında hasta ve hastalık özelliklerinin tümör cevabına etkisi gözlenmemiştir.
Hasta sayısının ve takip süresinin artmasıyla daha iyi değerlendirme
yapılabilecektir.
Ref No: 809
AKUT LÖSEMİLİ ÇOCUK HASTALARDA HLA-A, B VE HLADR SIKLIĞI
1
Tülin Çora, 1Canan Uçar Albayrak, 1Ümran Çalışkan, 1Hasan Acar,
Davut Albayrak
2
1
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi
2
Akut lösemiler çocukluk çağında sık görülen malign hastalıklardandır. Kemik iliği nakli bu hastaların tedavisinde önemli bir yere
sahiptir. Bu nedenle bu hastalara tanıdan sonra doku tipi tayini yapılarak uygun akraba vericisi aranmaktadır. Bu çalışmanın amacı
hastanemizde tanı alarak tedavisi yapılan akut lenfoblastik ve myeloblastik lösemili çocuklarda insan lökosit antijenleri HLA-A, B ve
DR sıklığını araştırmaktır.
Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji bölümünde tanı alıp tedavi edilen 72 akut lösemili çocuk hasta
çalışmaya dahil edilmiştir. HLA class I and II antijenleri hem hasta
grubunda hem de kontrol grubu olarak seçilen sağlıklı 74 kişide, düşük resolüsyon-SSP (PCR) tekniği ile çalışıldı.
Hastaların HLA antijenleri kontrol grubununki ile ki-kare yöntemi
kullanılarak karşılaştırıldı. HLA-A grubunda HLA-A1 ve HLA-A26
antijeni sıklığı yüksek oranda bulundu. HLA-B grubunda HLA-B15,
HLA-B27, HLA-B38, HLA-B41, HLA-B49, HLA-B51 ve HLA-B52
130
19-23 Nisan 2007
POSTERLER
Ref No: 150
Ref No: 126
DİLDE PRİMER MALİGN FİBRÖZ HİSTİOSİTOM OLGU
SUNUMU
OLGU SUNUMU: İNTRA KARDİAK METASTAZLI SARKOM
OLGUSU
Barkın Sakallıoğlu, Alptekin Arifoğlu, Yavuz Dizdar,
Fulya Yaman Ağaoğlu, Emin Darendeliler
İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Amaç: Sarkomlarda az rastlanan bir durum olan intra kardiak
metastazlı olgunun sunumu ve intra kardiyak metastazların irdelenmesi
Özet: Kalbe metastaz onkolojide az bilinen ve çok az çalışmanın
bulunduğu bir konu başlığıdır. Primer kalp tümörleri oldukça ender
olmasına rağmen sekonder tümörleri o kadar ender değildir. Kalbe
sıklıkla metastaz yapan tümörler akciğer ve meme karsinomu, lösemi, lenfoma ve melanomdur. Yaklaşık%80’i otopsiler sırasında saptanan kalp tümörlerinin metastatik olanları primer olanlardan 20-40
kez daha fazladır.Hematojen ve lenfatik yayılım,komşu intratorasik
tümörlerin direkt yayılımı,vena kava ve pulmoner ven yoluyla yayılım olası metastaz yollarıdır.Günümüzde non-invaziv görüntüleme
yöntemlerinin gelişmesiyle erken tanı kolaylaşmıştır.Klinik bulgular
hastaların%10’unda görülür.Enflamatuar ya da hemorajik perikardiyal efüzyon,kalp yetmezliği,ateş ve aritmiler ortaya çıkabilir,tamponad gelişebilir,ritm bozuklukları ve kalp yetmezliği görülebilir.Nadiren tümör embolilerine ya da koroner arterlerin kompresyonuna
bağlı olarak iskemi bulguları ortaya çıkabilir.
Olgu: 1999 yılında sol ayak malleolünde şişlik şikayetiyle kliniğe
başvuran ve eksizyonel biyopsi sonucu iğsi hücreli sarkomatöz tümör
gelen hasta adjuvan kemoterapi sonrası kontrollerinde hemoptizi ve
öksürük yakınmasıyla enstitümüze başvurmuştur.PA AC grafisinde
metastatik lezyonlar görülmesi üzerine çekilen Toraks BT’sinde her
iki akciğerinde sağda en büyüğü 8 cm.,solda en büyüğü 4 cm. çapta
multipl metastatik nodüller görülmesi üzerine tek ajan adriamisin
75mg/m2 ile tedavisine başlandı.Üçüncü kemoterapi sonrasında çekilen BT’lerinde akciğerdeki lezyonların stabil olduğu,ancak ayakta
lokal progresyon olduğunun görülmesi üzerine kemoterapi kesilerek
ayağa palyatif 10fr. x 300cGy = 30Gy RT tedavisi yapılıp cevabın minimal olması üzerine 5fr. X 300cGy = 15 Gy ufak alan boost tedavisi
eklendi.Lokaldeki yanıtı %50 civarında olan hastanın kontrol değerlendirilmesi için çekilen yeni BT’sinde akciğerdeki lezyon boyutlarında artış ve sol atriyuma uzanan metastatik kitle saptandı.Bunun
üzerine çekilen Kardiak MR değerlendirmesinde kalpte sol atriumda
ventriküle doğru uzanımı bulunan 3.5x3.5x8 cm.boyutlarında siklus
boyunca hareketli olan ancak fonksiyonel ve hemodinamik bozukluğa yol açmayan kitle lezyon saptandı.İTF Göğüs Cerrahisi tarafından
inoperabl olarak değerlendirilen hasta akciğer metastazlarının progresyonuna bağlı olarak kaybedildi.
Tartışma: Metastatik kalp tümörlerinde tedavi lezyon sayısına ve
tümör tipine bağlıdır. Lenfomalar ve lösemiler radyoterapi ve kemoterapiye cevap verebilir.Çok sınırlı sayıda vakaya bu güne kadar
rezeksiyon yapılmıştır. Cerrahi ancak doku tanısı elde etme ve perikardiyal efüzyonun boşaltılması için yapılır,ancak cerrahi sonrası
sonuçlar çok iyi seçilmiş olgularda dahi iyi değildir.İntra kardiak metastazların seyrek görülmeleri nedeniyle genel bilgi vermek için ve
bu vakanın kötü klinik seyri nedeniyle sunulması uygun bulundu.
Sungate Port Royal, Antalya
1
1
1
2
Emine Canyılmaz, 1Ahmet Yaşar Zengin, 2Şafak Ersöz,
Ali Aydın Yavuz, 1Orhan Sezen
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
AMAÇ: Dilde nadir görülen primer malign fibröz histiositom tanılı olgunun kliniğinin tartışılması.
OLGU: 82 yaşında erkek hasta, 2006 yılı ocak ayında dilinin sol
tarafında 1 aydır devam eden ağrısız şişlik şikâyeti ile kulak burun
boğaz polikliniğine başvurdu. Fizik muayenesinde dilin sol lateralinde posterior arka 1/3’den kaynaklanan üzeri nekroze 3x3 cm.
ülsere kitle saptandı, boyunda lenfadenopati bulunmadı. Olguya genel anestezi altında 0.5 cm. cerrahi sınırla lokal rezeksiyon yapıldı.
Patolojisi malign fibroz histiositom, pleomorfik tip (yüksek gradeli)
olarak rapor edildi (Resim 1) . Evreleme amaçlı yapılan tarama tetkikleri normaldi. Hastaya 1.8 Gy/fr/gün’lük şema ile primer tümör
ve bilateral boyun lenfatiklere toplam 6660 cGy, SCF lokalizasyonuna 50.4 Gy Co 60 cihazı kullanılarak eksternal RT uygulandı. İleri yaş
ve komorbidite nedeni ile kemoterapi uygulanamadı. Tedavinin 8.
ayında son kontrolünde lokal nüksü ve metastazı saptanmadı.
TARTIŞMA: Malign fibröz histiositom genelde yüksek gradeli ve
agresif bir yumuşak doku tümörüdür. 50-70 yaşları arasında pik yapar. Çoğunlukla ekstremiteler (alt eksteremite %49, üst ekstremite
%19), retroperiton veya abdominal kavite (%16) en yaygın görüldüğü bölgelerdir (1, 2,3) . Malign fibröz histiositom baş boyun lokalizasyonunda oldukça nadirdir. Ortalama tüm baş boyun tümörleri
içinde %3-%7 oranında görülür (2,4) . Vakaların %30’u en fazla kraniofasial yerleşimlidir. Yaygın görüldüğü baş boyun lokalizasyonları
yüz kemikleri (%15-25), larenks (%10-%15), boyun yumuşak dokuları (%10-%15) ve major tükrük bezidir (%10-15) (5) .
Literatüre bakıldığında bildirilen primer dilde malign fibröz histiositom vaka sayısı hastamız hariç 6’dır (Tablo-1) . Hastamız dışında
bir vakaya RT uygulanmıştır.
Dilin malign fibröz histiositomu kötü prognostik özellik gösterir.
Boyut, derinlik, histopatolojik özellikler ve cerrahi sınır prognozu
etkileyen en önemli faktörlerdir (6) .
Tablo .
Hasta
HistolojikAlt Tip
Tedavi
Tanı Sonrası Sürvival
1
Mixt
Eksizyon
HSS (9 ay )
2
Storiform-pleomorfik
RT+ eksizyon + MRBD
EX (12 ay)
3
Storiform-pleomorfik
Eksizyon + MRBD
HSS (24 ay)
4
Storiform-pleomorfik
Eksizyon + MRBD
HSS (37 ay)
5
Giant cell
Eksizyon + MRBD
HSS (36 ay)
6
Storiform-pleomorfik
Eksizyon
HSS (18 ay)
131
SARKOMLAR
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
SARKOMLAR
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 168
Ref No: 197
EKSTREMİTE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI: ANKARA
NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
RADYASYON ONKOLOJİSİ KLİNİĞİ SONUÇLARI
GEBELİKTE ORTAYA ÇIKAN ALVEOLAR
RHABDOMYOSARKOMUN BİLATERAL MEME METASTAZI:
OLGU SUNUMU
İlknur Aytaş, Rahşan Habiboğlu, Zeynep Doğan, Sercan Özyurt,
Ferit Çetinyokuş, Haluk Sayan, Nalan Aslan, Ferdi Aksaray,
Mübeccel Tümöz
Arzu Yaren, Aydın Güçlü, Nilay Şen, Ergün Erdem, Fahir Demirkan
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği
Yumuşak doku sarkomları nadir görülen, prevelansı düşük, randomize prospektif çalışmaların azlığı nedeniyle de standart tedavi
önerileri olmayan tümörlerdir. Burada, Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine 1998 ile 2006
tarihleri arasında ekstremite yumuşak doku sarkomu tanısıyla başvuran ve radyoterapi uygulanan 8 hasta değerlendirilmiştir.
Hastaların yaşları 18 ile 60 yaş arasında değişmektedir. Üç hasta
kadın, 5 hasta erkektir. Hastaların hepsine cerrahi tedavi sonrası radyoterapi uygulanmıştır. Takip süreleri 9 ile 33 ay [29 ay (+/- 3 ay) ]
arasında değişmektedir. Hastaların özellikleri tabloda özetlenmiştir.
Metastatik hastalık bulgusu olmayan hastalarda ve küçük, düşük gradlı yüzeyel tümörlerde, yeterli cerrahi sınır sağlama olanağı olabileceğinden primer tedavi cerrahi tedavidir. Büyük, derin
tümörlerde veya önemli nörovasküler yapılara veya kemiğe yakın
yerleşimli tümörlerde rezeksiyona radyoterapinin eklenmesiyle lokal
kontrol oranları yükselmiş ve genel sağkalımı etkilemeden ekstremite korunması şansı artmıştır. Yüksek riskli tümörü olan hastaların
%50’sinde metastatik hastalık riski bulunduğundan kemoterapi ile
etkin sistemik tedavi gereklidir. Son zamanlarda cerrahi, medikal, biyolojik ve genetik çalışmalarla tedavi yaklaşımında ilerleme çabaları
mevcuttur. Bu tümörlerde multidisipliner yaklaşım önemli bir yere
sahiptir.
Melanoma, lenfoma, rhabdomyosarkoma, akciğer, over ve kolorektal kanser gibi pek çok kanser tipinin memeye metastazı bildirilmiştir. Alveolar rhabdomyosarkomun memeye metastazı literatürde az sayıda yer almaktadır. Biz de, gebelikte ortaya çıkan bilateral
meme metastazı yapan alveolar rhabdomyosarkom olgumuzu sunmayı amaçladık. 21 yaşında 30 haftalık gebe kadın kliniğimize infiltratif lobular karsinom tanısı ile refere edildi. Fizik muayenesinde her
iki memede çok sayıda, ayrıca sol el tenar bölgede 60 X 50 mm ağrılı
bir kitle ele geldi. Histopatolojik revisyonunda malign mezenkimal
tümör tanısı alan hasta, 32. haftanın tamamlanması üzerine sezeryan
ile sağlıklı bir erkek doğurdu. Doğum sonrası yapılan akciğer ve tüm
batın bilgisayarlı tomografilerinde metastaz bulgusu saptanmadı. Sol
elindeki lezyon lokal olarak rezeke edildi ve patolojik tanısı “alveolar
rhabdomyosarkom, önceki meme biyopsisine benzer morfolojide”
olarak geldi. Sistemik kemoterapi Intergroup Rhabdomyosarcoma
Study Protokolüne göre (vincristine, dactinomycin, cyclophosphamide) uygulandı.Üç kür kemoterapi sonrası değerlendirildiğinde,
memedeki metastazları tama yakın geriledi. Bizim olgumuz, bilgilerimiz dahilinde gebelikte ortaya çıkan ve memeye bilateral metastaz
ilk alveolar rhabdomyosarkom olgusudur.
Ref No: 245
ESTHESİONÖROBLASTOMA: OLGU SUNUMU
Emin Tamer Elkıran, Bilge Aygen, Aziz Karaoğlu
Fırat Üniversitesi, Fırat Tıp Merkezi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
Tablo .
Lokalizasyon operasyon cerrahi sınır Kemoterapi
total doz
sol diz
kitle
eksizyonu
pozitif
post-op 6
klür İMA
6000 cGy
yok
sağ
sol diz
kitle
eksizyonu
negatif
yok
6000 cGy
yok
sağ
sağ el bileği
kitle
eksizyonu
negatif
post-op
4 kür
ifosfamidadriamisin
6400 cGy
yok
sağ
sağ humerus
kitle
eksizyonu
pozitif
post-op 5
kür İMA
6000cGy
yok
sağ
sağ alt
ekstremite
amputasyon
negatif
sağ dirsek
kitle
eksizyonu
negatif
yok
6000 cGy
yok
sağ
sağ bacak
kitle
eksizyonu
negatif
yok
6300cGy
Akciğer
met.
ex
132
metastaz durum
post-op 3 3000cGy+1500 Beyin
kür ifosfamid
cGy
met+Akc.
adriamisin
met
sağ
Esthesionöroblatoma nasal olfaktör epitelden köken alan ve sıklıkla kafa tası kaidesini, kranial sinirleri ve göze invaze olan nadir bir
tümördür. Kadish evrelemesine göre evre C olan 23 yaşında bir erkek
hastayı bildirmek istedik. Bildirinin amacı bu tümörün doğal seyrini, tedavisini ve prognozunu güncel literatür bilgileri ile sunmaktı.
2004 yılının eylül ayında sol gözde ağrı ve şişlik şikayetleri başlamış. Orbital bilgisayarlı tomografide frontal ve etmoid sinüsü dolduran ve solda orbita duvarını oblitere edip kitle saptanmış. Nazofarinx
MR da sol nazal kitle lezyonu izlenmiş. Sol nazal pasajdan yapılan biyopsi sonucu Esthesioneuroblastoma olarak raporlanmış. Total kitle
exsizyonu yapılmış patoloji sonucu olfaktör nöroblastoma olarak
gelmiş. Postoperatif 45 gün radyoterapi uygulanan hastanın radyoterapi sonrası çekilen orbital MR’da kitlenin nüks ettiği saptandı.
Her 28 günde bir nöroblastom A3 protokolu [vincristine 1,5 mg/
m2 ifosfamid 1800 mg/m2, mesna 1800 mg/m2, DTIC 250 mg/m2,
adriamisin 20 mg/m2] ve nöroblastom A5 protokolu [sisplatin 30
mg/m2, Siklofosfamid 300 mg/m2, Mesna 180 mg/m2, Vepesid 150
mg/m2] G-CSF desteğinde dönüşümlü olarak toplam 4 kür verildi.
En son kemoterapisini Mayıs 2005 tarihinde alan hasta halen remisyonda takip edilmektedir.
Esthesionöroblatoma tanılı hastaların cerrahi sonrası yaklaşık
%60’ında hastalık lokal nüks etmekte ve hastalığın agresif seyrinden
dolayı hastalar rekürrensten itibaren 12 ay içerisinde kaybedilmektedirler. Multidisipliner bir tedavi yaklaşımı ile hastaların prognozu
oldukça iyileşmektedir.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 342
Ref No: 496
ERİŞKİNDE BOYUN YERLEŞİMLİ ALVEOLAR
RABDOMYOSARKOM: OLGU SUNUMU
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİNE BAŞVURAN
YUMUŞAK DOKU SARKOMLU HASTALARIN BÖLGESEL
DAĞILIMI
1
Füsun Tokatlı, 1Ruşen Coşar Alas, 2Ufuk Usta, 3Hakan Karagöl,
Hasan Yılmaz, 1Cem Uzal
1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
2
Trakya Üniversitesi Tıp Fak.patoloji Anabilim Dalı,
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı
GİRİŞ: Çocuklarda en sık görülen yumuşak doku sarkomu olan
rabdomyosarkomun erişkinlerde görülme sıklığı %5-10’dur. Lenf
nodu metastazı sıklığı ise %15’dir. Tedavi cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi kombinasyonundan oluşan agresif multimodel tedavidir.
Çocuklara göre erişkinde sağkalım daha kötüdür. Alveolar tipi agresif seyirli olup, prognoz kötüdür.
OLGU: Yaklaşık bir yıl önce sol kulak arkasında şişlik ve ağrı şikayeti ile KBB polikliniğine başvuran 61 yaşındaki kadın hastanın yapılan muayenesinde; boyunda solda kitle ve bilateral yaygın lenfadenopatiler, nazofarenksin endoskopik tetkikinde solda itilme saptanıyor.
Lenfoma ön tanısı ile istenen boyun bilgisayarlı tomografisinde ve
magnetik rezonans görüntülemede; boyun sol yarısında submandibüler bölgeden supraklaviküler bölgeye kadar uzanan yaklaşık
20x13x12cm boyutlarında, lobüle konturlu malign kitle saptanıyor.
Kitlenin karotid proçese, sternokleidomastoid kasa, paravertebral
kas grublarına invaze olduğu ve juguler veni oblitere ettiği görülüyor. Ek olarak, sağ servikal zincir, submental, bilateral supraklaviküler konglomere değişik boyutlarda yer yer nekrotik lenfadenopatiler
izleniyor. Toraksın bilgisayarlı tomografisinde; sol aksiler en büyüğü
2cm çapında multipl lenfadenopatiler ve sol akciğer alt lobda şüpheli nodül saptanıyor. Hastanın tüm batın tomografisinde ve beyin
magnetik rezonans görüntülemesinde patoloji saptanmıyor. Kitleden yapılan insizyonel biyopsi sonucunda patolojik tanı alveolar
rabdomyosarkom olarak geliyor. İmmunohistokimyasal tetkiklerde;
tümör hücrelerinde vimentin ve desmin ile pozitif sitoplazmik reaksiyon, Ki67 ile %10-20 hücrede pozitif nükleer reaksiyon saptanıyor.
Retikülin lif boyasında tümör hücrelerinin grublar halinde (alveolar
patern benzeri) retikülin lifleri ile çevrelendiği görülüyor. İnoperabl
olarak değerlendirilen hastaya kemoterapi ve radyoterapi planlanıyor. Ancak artan semptomları nedeniyle tedaviye lokale yönelik
radyoterapi ile başlanıyor. Tüm boyun ve bilateral supraklaviküler
bölgeye kobalt-60 şartlarında 40Gy/22fraksiyonda ön-arka alanlardan radyoterapi verildikten sonra, sol boyuna 20Gy/10fr, sağ boyuna
10Gy/5fr da ek doz veriliyor. Radyoterapi sonrası tama yakın regresyonu olan ve performansı düzelen hastaya VAC kemoterapisi (vinkristin 1.4mg/m2 1. gün, adriamisin 75mg/m2 1. gün, siklofosfamid
1200mg/m2 1. gün, 21 günde bir) planlanıyor. Bir kür kemoterapi
sonrası hasta kendi isteği ile tedaviyi ret ediyor. Üç ay sonra polikliniğimize başvuran hastada lokalde progresif hastalık saptanarak yeniden kemoterapi öneriliyor. Ancak tedaviyi kabul etmeyen hastaya
destek tedavi öneriliyor.
SONUÇ: Erişkinde rabdomyosarkom nadir görülmesine rağmen
baş-boyun yerleşimli kitlelerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır.
İmmunohistokimyasal çalışmalar ayırıcı tanıda önemli rol oynarlar.
Kombine tedavilerle sonuçlar daha iyidir. Tek tedavi modalitesi ile
sağkalım düşüktür.
Sadık Muallaoğlu, Murat Koçer, Saadet Tokluoğlu,
Ülkü Y. Arslan, Gökhan Çelenkoğlu, Güngör Utkan, Necati Alkış
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
GİRİŞ VE AMAÇ: Yumuşak doku sarkomları (YDS) tüm kanserlerin % 1’ ini oluşturur. Tanı konulduktan sonra en iyi tedavi koşullarında bile 5 yıl içinde hastaların % 50’ ye yakın bir kısmı hastalık
nüksü veya uzak metastazlar ile kaybedilmektedir. Amaç bu hastalık
grubunda ülkemizdeki bölgesel dağılımı inceleyip varsa farklılıkları
ortaya koymaktı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada 1996 – 2002 yılları arasında
hastanemize başvuran YDS tanısı almış 300 hastanın yaş, cins, yaşadığı şehir ve histolojik alt tipi retrospektif olarak incelendi. Hastaların bölgelere göre dağılım yüzdeleri, histolojik subtiplerin bölgesel
dağılım oranları incelendi.
BULGULAR: Hastaların % 62’ si erkek, % 38’ i kadın, medyan yaş
45 idi. Hastaların yaşadıkları şehirler sıklık sırasına göre Ankara (50
hasta), Afyon (13 hasta), Urfa (10 hasta), Mersin (10 hasta), Samsun
(9 hasta) idi. Hastaların % 36’ sı iç Anadolu (en sık Ankara), % 14’ ü
Karadeniz (en sık Çorum), % 13,3’ ü doğu Anadolu (en sık Van), %
12’ si güneydoğu Anadolu (en sık Urfa), % 6,6’ sı ege (en sık Afyon)
ve % 1,9’u Marmara bölgesinden başvurmuştu. En sık başvuran histolojik tipler sıklık sırasına göre Liposarkom % 14,6 (44 hasta), Malign fibröz histiositom % 12,6 (38 hasta), Sinovyal sarkom % 10,6 (32
hasta), Rabdomiyosarkom % 10,3 (31 hasta), Leiyomiyosarkom % 8
(24 hasta) . Histolojik alt gruba göre bölgesel dağılım incelendiğinde
Liposarkomların % 34’ ü iç Anadolu (en sık Eskişehir), % 20,4’ ü Karadeniz (en sık Samsun), % 18,1’ i doğu Anadolu bölgesinden (en sık
Urfa) iken Malign fibröz histiositomların % 39’u iç Anadolu (en sık
Ankara), % 15,7’ si karadeniz (en sık Samsun), % 15,7’ si güneydoğu
Anadolu (en sık Diyarbakır) bölgesinden, Sinovyal sarkomların %
31,2’ si güneydoğu Anadolu (en sık Gaziantep), % 21,8’ i Karadeniz
(en sık Çorum), % 15,6’ sı Akdeniz (en sık Adana), Rabdomiyosarkomlarn ise % 45,1’ i iç Anadolu (en sık Ankara), % 25.8! i Karadeniz
(en sık Bartın), % 16,1’i güneydoğu (en sık Urfa) bölgesinden idi.
SONUÇ: Hastanemize başvuran YDS’ lu hastalar en sık iç Anadolu, Karadeniz ve güneydoğu Anadolu bölgesinden başvurmuştu.
Liposarkom, rabdomiyosarkom, malign fibröz histiositom, leiyomiyosarkom ve fibrosarkom alt grupları en sık iç Anadolu, Karadeniz ve güneydoğu bölgelerinden gelirken bunlardan farklı olarak
sinovyal sarkom alt grubu en sık güneydoğu Anadolu bölgesinden
gelmekteydi. Hastanemizin coğrafi konumu nedeni ile hastaların iç
Anadolu ve Karadeniz bölgelerinden daha fazla başvurmaları doğal
karşılanabilir ancak sinovyal sarkom alt grubunun en sık güneydoğu Anadolu bölgesinden başvurmasını izah edebilmek için bölgeye
özgü incelemeler ve daha fazla hasta sayıları ile yapılmış çalışmalara
gereksinim vardır.
Ref No: 561
MİDE LENFOMALI HASTADA İKİNCİ PRİMER ATRİAL
LEİOMYOSARKOM
1
Begüm Öktem, 1H. Orhan Kızılkaya, 1Öznur Aksakal, 1Berrin Yalçın,
Ahmet Uyanoğlu, 1Handan Erkal, 1Mehtap Çalış,
2
Eyüp Murat Öktem, 1Oktay İncekara
1
1
2
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği,
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Hastanesi
OLGU 44 yaşında kadın. 636/2004 protokol numarası ile 24.03.2004 tarihinde yüksek gradlı malign mide lenfoma tanısıyla kliniğimize başvuran hastaya 6 kür CHOP kemoterapi rejimi verildi.
Sungate Port Royal, Antalya
133
SARKOMLAR
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
SARKOMLAR
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
14.07. 2006 tarihinde,son 1 aydır nefes darlığı şikayeti ile hasta kliniğimize başvurduğunda, yapılan fizik muayene ve tetkiklerde konjestif kalp yetmezliği saptandı.Çekilen EKO sunda sol atriumda diastolik doluşu engelleyen mass imajı,kitleye sekonder ileri derecede
mitral yetmezlik, sağ ventrikül serbest duvarında duvar kalınlaşması
ve hareket bozukluğu, orta derecede triküspit yetmezlik ve pulmoner
hipertensiyon, minimal perikardial effüzyon saptandı.Hasta kitlenin
eksizyonu için kalp damar cerrahisi merkezine yönlendirildi. Topluca 8,5x7x5,5 cm ölçüsünde lobule görünümlü düzgün yüzeyli 4 adet
yeryer kanamalı kirli beyaz görünümlü atrial kitle eksize edildi.Yapılan patolojik incelemede vimentin,SMA,desmin ile pozitif boyanma
saptanmış olup leiyomyosarkom olarak değerlendirildi.
SONUÇ VE TARTIŞMA: Kalbin malign tümörleri genel olarak
başka organlardan köken alan metastatik tümörlerdir. Primer malign tümörler oldukça nadir olarak görülmekle birlikte malign tümörlerin tamamına yakınını sarkomlar oluşturur.En sık görülen tip
anjiyosarkomdur. Kardiyak malignansilerin izlendiği yaşlar genel
olarak 3 ile 5. dekadlar arasıdır. Primer mide lenfoma ve kardiak
sarkomun birlikte görülmesi oldukça nadir bir durum olduğu için
bildirmeyi uygun gördük.
olduğu görüşü yoğunlaşmaktadır. Lokal rekürrens riskinin en aza
indirgenebilmesi için çevre dokuları invaze etmiş liposarkom olgularında sağlam cerrahi sınır sağlanabilmesi açısından agresif cerrahi
yaklaşımlar da sıklıkla uygulanan ve prognoza direkt olumlu etkisi
bulunan prosedürlerdir.
SONUÇ: Retroperitoneal liposarkom olgularında lokal rekürrensi
engellemek amacıyla agresif cerrahi prosedürler uygulamanın sağkalıma olumlu etkisi olabileceği ve bu bölgede operasyon planlayan
cerrahın gastrointestinal, ürolojik, jinekolojik ve vasküler cerrahide
deneyimli olması veya gerektiğinde ekip oluşturabilmesi gerektiği
inancındayız.
Ref No: 720
NÜKS ETRAF DOKUYA İNVAZE DEV BOYUTLU
LİPOSARKOM OLGUSU
Aybala Ağaç, Bahadır Çetin, Sabahattin Aslan, Necmi Yücekule,
Melih Akıncı, Yavuz Pirhan, Haluk Uluçanlar, Abdullah Çetin
Ankara Onkoloji Hastanesi, 1. Genel Cerrahi
AMAÇ: Retroperitoneal liposarkom olgularında agresif cerrahi
tedavi modalitelerinin prognoza olumlu etkisi ışığında dev retroperitoneal liposarkom olgusu sunmaktayız.
OLGU SUNUMU: 43 yaşında erkek hasta Ağustos 2005’de kliniğimize batın sol alt kadranda ağrısız kitle ve kabızlık yakınmasıyla
başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde sol alt kadranda yaklaşık 15
cm büyüklüğünde kitle saptandı. Diğer muayenesi normal olup tüm
abdomen ultrasonografisinde, batın sol alt kadranda 150*100 mm
çapında solid kitle rapor edildi, diğer batın içi parankimal organlar
normaldi. Tüm abdominal bilgisayarlı tomografisi (BT), pelvis sol
yarımda dev kitle lezyonu şeklinde rapor edildi. Kabızlık yakınması da bulunan hastanın yapılan kolonoskopisi normal olarak rapor
edildi. Laparotomide batın sol alt ve üst kadranları dolduran retroperitoneal 30*25 cm boyutlu kitle gözlenerek total eksize edildi.
Postop patolojisi liposarkom ile uyumlu gelen hasta postop 7.günde
taburcu edildi. Kasım 2006‘da kontrol için başvuran hastanın yapılan
muayenesinde batın sol alt kadranda dolgunluk tesbit edilerek abdominal BT yapıldı; kitle nüksle uyumlu rapor edildi. Laparotomide sol
alt kadranı dolduran yaklaşık 30 cm çaplı, aortaya iliak bifurkasyon
10 cm süperiordan infiltre olan ve sol üreteri tamamen saran kitlenin aynı zamanda sigmoid kolonu da invaze ettiği görülerek kitle
sol iliak interna ve eksterna arter ve venlerinden disseksiyonla ayrıldıktan sonra segmenter kolon rezeksiyonu ve segmenter sol üreter
rezeksiyonu yapılarak eksize edildi ve sağ üretere uç yan anastomoz
edildi. Retroperitoneal lenf nodu disseksiyonu tamamlandı. Postoperatif patolojisi liposarkom rapor edilen hastanın 11 adet retroperitonal lenf nodlarının tümünde tutulum mevcuttu. Hasta postop. 8.
günde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Hasta halen nükssüz
takiptedir.
TARTIŞMA: Liposarkomlar yağlı dokudan gelişen bir tür malign
mezanşimal tümör grubudur. Öncelikli yeleşim yerleri retroperitoneal bölge olmakla beraber tüm vücut bölgelerinde de görülebilirler.
Bugün kabul edilen şekliyle hastalığın prognozunda birçok parametrenin etkisi olmakla beraber lokal rekürrensin de sağkalıma birincil
derecede etkili olduğu bilinmektedir. Literatürde yeralan daha önceki çalışmalarda da tümörün geniş ve komplet rezeksiyonunun lokal
rekürrensi minimize etme açısından en önemli prognostik faktör
134
Resim 1. 30cm boyutlu dev liposarkom
Ref No: 755
YUMUŞAK DOKU SARKOMU TANISIYLA RADYOTERAPİ
ALAN HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARI VE
PROGNOSTİK FAKTÖRLER
Huriye Öztürk, Sibel Kahraman Çetintaş, Şenay Kaplan, Lütfi Özkan
UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
AMAÇ: Yumuşak doku sarkomlarında (YDS) radyoterapi (RT)
sonrası tedavi sonuçları ve genel sağkalıma (GSK) etki eden prognostik faktörlerin incelenmesi amaçlandı.
METOD- MATERYAL: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Muammer Ağım Radyoterapi Merkezi’nde Ocak 1996- Aralık 2005 tarihleri arasında 72 yumuşak doku sarkomlu hastaya radyoterapi uygulandı. Hastalardan 36’sı erkek, 36’sı kadındı. Medyan yaş 39 (18- 80)
idi. Sekiz olgu Evre (E) IB, 7 olgu EIIA, 13 olgu EIIB, 17 olgu EIIIB,
4 olgu EIVA, 5 olgu EIVB idi. Onsekiz olguda nüks sonrası RT uygulandı.Tümör yerleşimi sıklık sırasına göre gövde (n=43), ekstremite
(n=20) ve baş boyun (n=9) şeklinde idi. Histopatolojik tanı 18 olguda
malign fibröz histiositom, 10 olguda liposarkom, 7 olguda leiomyosarkom, 6 olguda dermatofibrosarkom, 31 olguda diğer (kondrosarkom, anjiosarkom, rabdomyosarkom, periferik sinir kılıfı tümörü…)
histolojilerdeydi. Hastaların 51’inde yüksek gradeli, 21’inde düşük
gradeli tömür mevcuttu. Tümör çapı 18 olguda 5cm ve altı, 54 olguda
5cm’nin üstünde idi. Beş olgu tanıda metastatik olarak saptandı ve
palyatif RT aldı. Postoperatif RT uygulananlardan 33’ünde cerrahi
sınır negatif iken 8’inde mikroskobik rezidüel hastalık 9’unda makoskobik rezidüel hastalık saptanmıştı.Yirmiiki olguda cerrahi sınır
durumu belirtilmemişti. Radyoterapi Lineer Akseleratör cihazı ile
medyan 5940cGy (900-6660cGy) şeklinde uygulandı. Tek değişkenli
analizlerde cinsiyet, yaş, evre, histolojik tip, grade, tümör çapı, tümör lokalizasyonu, cerrahi sınır durumu, biyopsi-cerrahi arası süre,
biyopsi-RT arası süre, cerrahi- RT arası süre, adjuvan KT verilmesi,
lokal nüks varlığı ve uzak organ metastazı varlığının; çok değişkenli
analizlerde de cinsiyet, yaş, tümör çapı, grade, lokalizasyon, cerrahi
19-23 Nisan 2007
sınır durumunun genel sağkalım (GSK) açısından prognostik değeri
değerlendirildi. Tek değişkenli analizlerde Kaplan- Meier, Log-Rank
yöntemi; Çok değişkenli analizlerde Cox regresyon analizi kullanıldı.
İstatistiksel analizlerde SPSS 13.0 paket program kullanıldı.
BULGULAR: Ocak 2007deki değerlendirmede 28 hastanın sağ olduğu 39’unun öldüğü, 5 olgunun ise takip dışı kaldığı görüldü. Medyan 48 aylık (2-156 ay) izlemde 8 olguda lokal nüks, 17 olguda uzak
organ metastazı (7 olguda AC, 2 olguda KC, 2 olguda kemik,1 olguda
dalak, 5 olguda ise multipl organ metastazı) vardı.Tüm olgular için
GSK süresi ortalama 49.6 ay (3-158 ay) aydı. Tek ve çok değişkenli
analizlerde sadece cerrahi sınırın pozitif olması GSK açısından anlamlı kötü prognostik faktör olarak saptandı (p<0.05) .
TARTIŞMA: Çalışmaya aldığımız hasta grubunda cerrahi sınırı
negatif olan olgularda GSK oranlarının cerrahi sınırı pozitif olan
olgulara göre daha iyi olduğu bulunmuş ve GSK açısından anlamlı
prognostik faktör olarak değerlendirilmiştir.
Ref No: 760
KOMPOSİT KUTANÖZ HEMANJİOENDOTELYOMA : OLGU
SUNUMU
Serap Başkaya, Fulya Yaman Ağaoğlu, Alptekin Arifoğlu,
Yavuz Dizdar, Emin Darendeliler
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Giriş :
Hemanjioendotelyoma vasküler neoplasmlar arasında hemanjiomlar ile anjiosarkomlar arasıda biyolojik yapıya sahip bir grup hastalığı ifade eder. Komposit Hemanjioendotelyoma (KH) ise bu gruba
son yıllarda eklenen düşük malign potansiyelli vaskuler bir neoplazmdır. Histolojik olarak çeşitli komponenlerin içerildiği peculiar
içerik sayasinde diğer alt tiplerden ayrılmaktadır.
KH literatürde tek tek olgu sunumu şeklinde bildirilmiştir. Bu
olgularda tanı sırasında ortalama yaş 39 iken lezyonlar el-ayak sırtı
veya parmaklarda tek veya çoklu nodüller olarak palpe edilmişlerdir.
Bu hastalarda yerel yineleme oranları yüksek iken sadece bir hastada lenf bezi metastazına rastlanılmış.Bizim olgumuz ilk tanı konulmasından sonra iki defa yinelemiş ve son yinelemesinde yapılan
değerlendirmede inguinal lenf bezlerine metastazı saptanmış nadir
olgulardan biridir.
Olgu Sunumu :
37 yaşında kadın olan hastamız 4 yıl önce sol bacak arka bölgesinde ortaya çıkan ciltaltı nodülleri ile doktora başvuruyor. Hastanın
bu lezyonları eksizyonel biyopsi ile çıkartılarak patolojiye gönderiliyor. Patoloji sonucunda hemanjiom olarak bildirilmesi üzerine hasta
kontrolde kalıyor. 2 yıl kadar şikayeti olmayan hasta ilk lezyonlarının bulunduğu yerde yeniden yaygın nodüllerin oluşması ile tekrar
doktora başvuruyor. İkinci cerrahi girişim sonrası patoloji sonucu
komposit hemanjioendotelyoma olarak sonuçlanan hasta kontrole
alınıyor. İkinci defa daha yüzeyel fakat yaygın olarak insizyon çevresinde nodüllerin oluşmasıyla hasta tekrar cerrahi girişim için değerlendiriliyor. Yapılan fizik muayenesinde sol inguinal lenfadenopati
de tespit edilerek sol posterior femoral bölgeden ilk cerrahi alanlarını ve yaygın nodülleri içeren geniş bir eksizyon, fleb ile onarımı ve
aynı sırada sol inguinal lenf bezi disseksiyonu operasyonu geçiriyor.
Postoperatif dönemde enstitümüze yönlendirilen hastanın patoloji raporunda komposit hemanjioendotelyoma ve bir adet inguinal
lenf ganglionu metastazı bildiriliyor. Hastanın iki defa yinelemesi ve
lenf bezi metastazı yapmış olması dolayısıyla literatürdeki serilerde
dikkate alınarak radyoterapi uygulanmasına karar verilmiştir. Radyoterapi sırasında fleb üzerinde hiperemi ve deskuamasyon oluşmuş
ancak planlanan doz uygulanabilmiştir. Radyoterapi sonrası 6. ay
kontrollerine gelen hastada yineleme veya komplikasyona rastlanılmamıştır.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 784
TAKİPTE HİPOGLİSEMİ GELİŞEN GASTROİNTESTİNAL
STROMAL TÜMÖRLÜ BİR OLGU
1
2
Gamze Gököz Doğu, 1Mustafa Dikilitaş, 1Metin Özkan,
Ökkeş İbrahim Karahan, 3Züleyha Karaca, 2Nejmiye Güney, 1Özlem Er
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı,
3
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Anabilim Dalı
2
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler (GİST) sarkomların
%5’ini oluştururlar ve tanı anında %50’sinde metastaz görülür. GİST
tanısıyla tedavi alan, takipteyken inatçı hipoglisemisi nedeniyle palyatif tedavi verdiğimiz hastamızı vaka olarak sunmak istedik.
Bulgular: 2002 yılından beri karın ağrısı şikayeti olan ve diğer birimlerce takip edilen hasta, Kasım 2003 ‘de opere olmuş. Gastrojejunostomi+Braun anostomoz+kc biyopsisi yapılmış. Operasyonda
mide küçük kruvaturda, 3 cm çapında, çevre dokulara invaze olmayan kitle ve kc multipl metastaz saptanmış. Kitle ve karaciğer biyopsisi; leiomyosarkom metastazı, karaciğer; S-100-, aktin ve vimentin
ile tm hücreleri diffüz pozitif, C-kit (+) leiomyosarkom olarak rapor
edilerek merkezimize yönlendirilen hastaya 6 kür İMA protokolü
uygulandı. Sonraki değerlendirmelerde epiteloid GİST metastazı olarak değerlendirildi. [CD 117 (+), CD34 (+), keratin (-), heppar (-),
desmin (-) ] Glivec 400mg tedavisi başlandı. 1 aylık kullanım sonrası
grade 4 asteni, bulantı-kusma saptanan hastanın dozu azaltılmasına
rağmen ilacı tolere edememesi üzerine 1.5 ay sonra ilaç kesildi. Sunitinib başlandı. 2. ay sonra hipoglisemi nedeniyle kesildi. Hastanın
hayatı tehdit edici semptomatik bilinç kaybıyla giden hipoglisemileri
(KŞ 24 mg/dl) oldu Hipoglisemik dönemde: İnsülin: 1.ölçüm: 0.05,
2.ölçüm: 2.60, 3.ölçüm: 1.87, C-peptid: 1.ölçüm: 3.02, 2.ölçüm: 0.82,
3.ölçüm: 0.26 IGF1: 23. Semptomatik ataklar, sürekli %20 dextroz
infüzyonu+ steroid (50mg/gün ultralan) + sandostatin (3*100mg)
tedavisi ile ancak kontrol altına alınabildi. Batın tomografisinde, kc
segment 8-4-2-3’ü dolduran 22 cm kitle, ayrıca segment 7 ‘de 2 cm
lik 2. lezyon ve mide antrumunda lümeni tama yakın tıkayan kitle
saptandı. Hastaya palyatif Cisplatin+ Etoposid protokolü başlandı.
6 kür sonrası değerlendirmede, stabil hastalık olarak kabul edildi.
Hastanın semptomatik hipoglisemik epizodu olmadı. Dıştan palpe
edilen kitlede belirgin yumuşama saptandı. 6 kürü tamamlanan ve
stabil hastalık olarak değerlendirilen hastanın şimdi sadece 20 mg
ultralan ile hipoglisemi atakları düzeldi.
Sonuç: Paraneoplastik hipoglisemi, en sık mezenşimal kökenli
tümörlerde bildirilmiştir. Hastanın hipoglisemik ataklarının hedefe
yönelik tedavi ile başlaması ilacın tetiklediği hipoglsemiyi düşündürmektedir. Hedefe yönelik tedavinin verilemediği bu hastalarda,
kemoterapinin en azından semptomatik düzelmeye katkısı olabilir.
135
SARKOMLAR
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
ENDOKRİN SİSTEM KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 792
DİFERANSİYE TİROİD KANSERLİ OLGULARA UYGULANAN
TAMAMLAYICI TİROİDEKTOMİ AMELİYATLARININ
SONUÇLARI
Nazif Zeybek, Yusuf Peker, Özgür Albuz, Erkan Öztürk,
Semih Görgülü, Ali Akdeniz, Turgut Tufan
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
AMAÇ: Diferansiye tiroid kanseri nedeniyle tamamlayıcı tiroidektomi uygulanan olguların dosya verilerinin retrospektif olarak
incelenmek ve elde edilen sonuçlardan çıkarımımızı paylaşmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: GATA Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde 1997-2005 tarihleri arasında tamamlayıcı tiroidektomi uygulanan 64 diferansiye tiroid kanserli olgu retrospektif olarak; yaş,
cins, ilk operasyon endikasyonu, tümör histopatolojik tipi, kapsül ve
damar invazyonu, tamamlayıcı tiroidektomi endikasyonları, patoloji
raporları, iki ameliyat arası süre ile görülen komplikasyonlar değerlendirildi.
BULGULAR: Olguların 24’ü papiller, 21’i papiller mikro, 13 ‘ü foliküler, 6’sı Hurtle hücreli tiroid kanseridir. Yaş ortalaması 39.013.5,
ortanca değer ise 36.0 ‘dır. İlk ameliyata ait spesmenlerinin incelenmesinde %22 oranında multisentrik tümör, bunlarında %57.1’inde
tamamlayıcı tiroidektomi materyalinde tümör saptandı. Multisentrik tümörlerden 10’u (%72) papiller tiroid kanseri idi. Tamamlayıcı
tiroidektomi materyallerinin %29,6’sında tümöre rastlandı. Bunların
%34,3’ünde tiroid kapsülü invazyonu, %20’sinde damar invazyonu
tespit edildi. Tamamlayıcı tiroidektomi ile ilk ameliyat arasında geçen
süreye bakıldığında 24’ü (%37,5) ilk on gün içinde, 11’i (%17,2) ilk
bir ay içinde, 25’i (%39) ilk 6 ay içinde, 4’ü (%6,3) ise 6-8 ay arasında
tamamlayıcı tiroidektomi ameliyatlarını olduğu saptandı. Olguların
2’ (%3,1) ’sinde unilateral geçici, birinde (%1,5) kalıcı rekürren laringeal sinir felci, 6 (%9,3) ’sında postoperatif hipokalsemi saptandı.
Hipokalsemilerin 3’ü (%4,5) kalıcı olup, 6 aydan fazla kalsiyum ve D
vitamini replasmanı gerektirdi. Ayrıca, 2 (%3,1) olguda yara infeksiyonu, 1 (%1,5) olguda postoperatif erken dönemde kanama, 1 (%1.5)
olguda ise tiroid lojunda abse gelişti.
SONUÇ: Tiroid kanserlerinin cerrahi tedavisinde, tamamlayıcı
tiroidektomi ameliyatlarının deneyimli merkezlerde yapılması ve
spesifik tiroid cerrahisi eğitimi veren deneyimli merkezlerce tamamlayıcı tiroidektomi ameliyatların yapılması ile geçici ve kalıcı komplikasyon oranlarının daha düşük olacağını düşünüyoruz.
kontrol grupları ile karşılaştırılarak SOD, GP enzim aktivitelerine ve
MDA seviyelerine bakıldı.
Bulgular: Kontrol grubunda ortalama SOD, GP, MDA seviyeleri
sırası ile 11,15+0,34 U/ml, 173,98 + 4,86 U/ml, 1,34 +0,1 nmol MDA/
ml ölçülmüştür. Troid kanser grubunda operasyon öncesi ortalama
SOD, GP, MDA seviyeleri sırası ile 10,98+0,41 U/ml, 162,76+11,82
U/ml, 3,59+0,1 nmol MDA/ml olup tirodektomi sonrası ortalama
seviyeler sırası ile 10,20 +0,59 U/ml, 217,15 + 9,71 U/ml, 2,99 + 0,13
nmol MDA/ml olarak ölçülmüştür (Tablo 2) . Troidektomi öncesi,
sonrası ve kontrol grubundaki SOD aktiviteleri arasında farklılık
yoktur (p>0.05) . GP aktivitesi kontrol grubuna göre troidektomi öncesi düşükken (p>0.05) troidektomi sonrasında kontrol grubuna ve
troidektomi öncesi değerlere göre anlamlı yüksetir (p>0.05) . Lipid
peroksidasyon ürünü MDA seviyesi troidektomi öncesi kontrol grubuna göre belirgin yüksektir (p>0.05) . MDA seviyesi troidektomi
sonrası belirgin düşmesine rağmen (p>0.05) halen kontrol grup değerleri ile karşılaştırıldığında anlamlı yüksektir (p>0.05) . Tartışma:
Proteinler, yağlar, nükleik asidler gibi biomoleküllerin reaktive oksijen ürünleri (ROÜ) ile hasarlanması hastalıkların başlamasına ve
ilerlemesine neden olabilir1.Oksidatif stress ve serbest radikallerin
neden olduğu içinde kanserin de bulunduğu birçok patolojik durum
vardır2. ROÜ seviyeleri SOD, GP gibi antioksidant enzimlerince
kontrol edilir ve çeşitli organlarda artmış veya azalmış lipid peroksidasyonu SOD, GP aktivitesine bağlanmaktadır3,4. Serum MDA seviyesi hasarlı hücre ve dokuda oksidatif hasarın lipid peroksidasyon
belirteçi olarak kullanılmaktadır5.
Troid dokusunda da ROÜ fizyolojik ve patolojik proçeşlere katılırlar ve hidrojen peroksitin (H2O2) troid hormon sentezinin değişik kademelerinde rol alması buna örnektir6. Lipid peroksidlerinin
yapım ve atımı arasındaki denge hücredeki peroksid seviyesini belirler. Bu denge hücre defans sisteminde zayıflama veya artmış peroksidatif reaksiyonlarla bozulabilir7. Troid kanserlerindeki oksidan
denge hakkında kısıtlı bilgiye sahibiz8 ve troid dokusunun tamamı
çıkarılması ile oluşan etkiyi araştıran ilk çalışma olduğunu düşünmekteyiz.
Sonuç: SOD troid kanser başlangıç ve oluşumunda etkisiz gibi gözürken azalmış GP sonucu artmış lipid peroksidasyon ürünü MDA
ile etkili olabilir.
Tablo .
Kontrol
Troid kanser hastaları
Yaş(yıl)
44±13
43±13
POSTERLER
Kilo (kg)
71±14
68±13
Ref No: 204
Boy (cm)
163±9
161±7
38/5
30/13*
TROİD KANSERİNDE OKSİDAN/ANTİOKSİDAN DENGE
1
1
1
Menopozal durum (pre/post)
1
Bahadır Çetin, Funda Kosova, Melih Akıncı, Aylin Sepici,
Nilgün Altan, 1Sabahattin Aslan, 1Aybala Ağaç, 1Abdullah Çetin
1
1
Ankara Onkoloji Hastanesi , 1. Genel Cerrahi Bölümü,
Celal Bayar Üniversitesi, Biyokimya Bölümü,
3
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Bölümü
2
Amaç: Troid kanserli hastaların kan örneklerinde antioksidan enzimlerden süperokside dismutaz (SOD), glutathone peroksidaz (GP)
aktiviteleri ve lipid peroksidasyon ürünü malondialdehid (MDA)
seviyesinin sağlıklı kontrol bireyleri ile karşılaştırılarak araştırılması
amaçlandı.
Yöntem ve gereç: İnce iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) malign
olarak rapor edilen 43 bayan hasta ve 43 kontrol normal bayan çalışmaya dahil edildi (Tablo 1) . İİAB sonucu papiller karsinom olarak rapor edilmeyen, sistemik hastalığı, endokrin bozukluğu olan ve
hormonoterapi alan hastalar çalışma dışına alındı. Troid karsinomlu hastalara bilateral total troidektomi öncesi ve 20 gün sonrasında
136
Ref No: 205
TROİD KANSERİNDE İLERİ OKSİDASYON PROTEİN
ÜRÜNLERİ
1
2
Funda Kosova, 2Bahadır Çetin, 2Melih Akıncı, 2Sabahattin Aslan,
Aybala Ağaç, 3Aylin Sepici, 3Nilgün Altan, 2Abdullah Çetin
1
Celal Bayar Üniversitesi, Biyokimya Bölümü, Manisa, Türkiye,
Ankara Onkoloji Hastanesi, Genel Cerrahi Bölümü, Ankara, Türkiye,
3
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Bölümü, Ankara, Turkiye
2
Amaç: Protein oksidasyonunun önemli sayıdaki dejeneratif ve
kanser hastalığının patogenezinde önemli rol oynadığı artık oldukça
belirgindir1,2. İleri oksidasyon protein ürünleri (İOPÜ), lipid peroksidasyon ürünü malondialdehid (MDA) ve ferröz oksidasyonunda
xylenol orange (FOX) troid kanseri hasta serum seviyeleri oksidas-
19-23 Nisan 2007
yon durumunu belirlemek amacı ile sağlıklı kişilerle karşılaştırılarak
araştırılmıştır.
Gereç ve yöntem: Yaş, cinsiyet, ağırlık ve boyları arasında istatiksel fark olmayan çalışma ve kontrol grupları planlandı (Tablo 1) .
Total troidektomi geçiren 35 bayan troid kanser hastası ve 39 bayan
kontrol hastası çalışmaya dahil edildi. Troid kanserli hastaların post
operatif patolojileri beşi okkült olmak üzere hepsi papiller karsinom
olarak rapor edildi. İOPÜ, MDA ve FOX seviyeleri kanserli hastalarda ameliyat öncesi ve sonrası olmak üzere çalışılarak kontrol grubu
ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Kontrol grubunda İOPÜ, MDA ve FOX seviyelerinin ortalamaları sırası ile 61,59  16,42 mol/ml, 1,34 0,1 nmol/ml, 1,7 
0,25 M/ml ölçüldü. Troid kanser grubunda ameliyat öncesi İOPÜ,
MDA ve FOX seviyelerinin ortalamaları sırası ile 232,63  16,40
mol/ml, 3,59  0,1 nmol/ml, 4,94  0,83 M/ml iken sonrası ortalama değerleri sırası ile 129,65  19,90 mol/ml, 2,99 + 0,13 nmol
MDA/ml, 3,69  0,19 M/ml olarak ölçüldü (Tablo2) . Operasyon
öncesi İOPÜ, MDA ve FOX seviyeleri kontrol grubuna göre belirgin
yüksektir (p<0.05) . Troidektomi sonrası troid kanserli hasta İOPÜ,
MDA ve FOX seviyeleri operasyon öncesi değerlere göre belirgin
olarak azalmıştır (p<0.05) . Buna rağmen troid kanserli hastaların
post troidektomi İOPÜ, MDA ve FOX seviyeleri kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında anlamlı yüksektir (p<0.05) .
Tartışma: Serbest radikalleri temizleyen veya serbest radikallerin
başlattığı zincir reaksiyonları engelleyen ajanlar neoplastik proçesi
sellüler ve moleküler düzeyde durdurabilir3,4. Birçok hastalıkta serbest radikallerin artışı lipid peroksidasyonuna ve antioksidan defans
sisteminin zarar görmesine bağlıdır5. Lipid peroksidasyon ürünü
MDA oksidan antioksidan dengeyi pek çok hastalıkta tayin etmede
sıklıkla kullanılır 6,7 ve oksidatif hasarın hücrelerde ve dokulardaki
hasarı belirteçi olarak kullanılır8.
Hidrojen peroksit (H2O2) oksidatif stress belirteçi olarak kanser
hastalarında kullanılmaya başlamıştır9. FOX-2 ile H2O2 plasma tayini yapılabilir ve oksidasyon hakında fikir sahibi olunabilir.
Yeni tanımlanan İOPÜ serbest radikallerin proteinler üzerine olan
etkileri sonucu ortaya çıkarlar10 ve troid kanserlerinde yüksek seviyesinin troidektomi sonrası düşmeye başlaması ilgi çekicidir.
Sonuç: Protein oksidasyon ve lipid hiperoksidasyonunu gösteren
AOPP, FOX and MDA artmış seviyeleri troid kanser gelişiminde etkili gözükmekte olup total troidektomi sonrası düşmeye başlamaktadır.
Tablo .
yun diseksiyonu önerilmektedir. Bu ameliyatların en önemli postoperatif komplikasyonları; rekürran sinir yaralanmasına bağlı olarak
gelişen geçici veya kalıcı vokal kord paralizisi ve paratiroid travması
veya çıkarılmasına bağlı gelişen geçici veya kalıcı hipokalsemidir.
Komplikasyon oranları malign olgularda ve tekrarlanan cerrahi girişimlerde artmaktadır.
Hastalar ve Method
1997-2001 yılları arasında hastanemizde tiroid kanseri tanısı ile
tedavi edilen ardışık 282 hastanın kayıtları kalıcı hipokalsemi sıklığı ve risk faktörleri açısından retrospektif olarak incelendi. Bilateral
subtotal tiroidektomi, total ya da totale yakın tiroidektomi uygulanan
hastalar Grup 1’i, tamamlayıcı tiroidektomi yapılanlar Grup 2’yi, boyun diseksiyonu ± tiroidektomi yapılanlar Grup 3’ü oluşturdu. Risk
faktörleri olarak incelenen parametreler; yaş, cinsiyet, tiroid fonksiyon testleri, tümör lokalizasyon ve boyutu, multisentrisite, tiroid
kapsül invazyonu, tiroid dışı yumuşak doku invazyonu, eşlik eden
lenfositik tiroidit varlığı, metastatik ve toplam çıkarılan lenf nod
sayısı, insidental paratiroidektomi varlığı, ameliyat tipi ve cerrahın
tecrübesi olarak tanımlandı.
Çıkarımlar
Grup 1’de 90, Grup 2’de 106 ve Grup 3’te 86 hasta mevcuttu. Çalışma grubundaki 32 (%11.3) hastada kalıcı hipokalsemi saptandı. Bu
hastaların gruplara göre dağılımı; Grup 1’de 4 (%4.4), Grup 2’de 11
(%10.4) ve Grup 3’de 17 (%19.8) hasta şeklindedir. Grup 2’de kalıcı
hipokalsemi sıklığı Grup 1’e göre artmış olmasına rağmen, istatistik
değerlendirmede Grup 1 ve Grup 2 arasındaki bu fark anlamlı bulunmamıştır (p=0.19) . Grup 3’de yer alan hastalarda ise risk diğer iki
gruba göre 2.59 kat artmaktadır. Kalıcı hipokalsemi için risk faktörleri; Grup 1 için hipertiroidi varlığı (p=0.02), Grup 2 için insidental
paratiroidektomi varlığı (p=0.004) ve Grup 3 için ise tiroid dışı yumuşak doku invazyonu (p=0.03) ve çıkarılan toplam lenf bezi sayısı
(p=0.04) olarak saptanmıştır.
Sonuçlar
Tiroid kanseri tanısının tiroid dışı doku invazyonu gelişmeden
konabilmesi, dikkatli bir cerrahi teknik uygulayarak insidental paratiroidektomi sıklığının azaltılması ve gereksiz geniş lenfatik diseksiyondan kaçınılması ile kalıcı hipokalsemi sıklığının azaltılabileceği
düşünülmüştür.
Ref No: 227
ANAPLASTİK TİROİD KANSERİNİN KALP METASTAZI: BİR
OLGU SUNUMU
1
1
İOPÜ (μmolml)
MDA (nmol/mL)
FOX(μM/ml)
61,59 ± 16,42
1,23 ± 0,1
1,7 ± 0,25
1
KONTROL
2
3
TRODEKTOMİ ÖNCESİ
232,63 ± 16,40*
3,33 ± 0,1*#
4,94 ± 0,83*#
TROİDEKTOMİ SONRASI
129,65 ± 19,90*#
2,50 ± 0,13*#
3,69 ± 0,19*#
Ref No: 207
TİROİD KARSİNOM TANILI HASTALARDA POSTOPERATİF
KALICI HİPOKALSEMİ SIKLIĞI VE RİSK FAKTÖRLERİ
Sevim Turanlı, Niyazi Karaman
Ankara Onkoloji Hastanesi 4. Genel Cerrahi Kliniği
Bülent Karagöz, 1Oğuz Bilgi, 1Abdullah Haholu, 1Ejder Kardeşoğlu,
Orhan Türken, 1E. Gökhan Kandemir
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği,
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Patoloji Kliniği,
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Kardiyoloji Kliniği
Anaplastik tiroid kanserleri aşırı agresif kanserlerdir ve sıklıkla
akciğer ve plevraya metastaz yaparlar. Bunların kalp dokusuna metastazı ve bu metastazın premortem tanısı enderdir. Bu bildiride kalp
dokusuna metastaz yapmış anaplastik tiroid kanserli bir olgusu sunulmuştur. İlk bulgu olarak kendini yeni gelişen bir aritymiyle göstermiştir. Ekokardiyografik incelemede interventriküler septumda
solid kitle gösterilmiştir. Hastanın plazma tiroglobulin düzeyi yüksektir ve lökositoz saptanmıştır. Hasta bir hafta sonra kalp yetmezliği nedeniyle kaybedilmiştir. Anaplastik tiroid kanseri gibi agresif
tümörlerin ileri evrelerinde yeni saptanan aritmi kalp metastazının
bir bulgusu olabilir.
Amaç
Bu çalışmada tiroid karsinom tanısı ile opere edilen hastalarımızda kalıcı hipokalsemi sıklığı ve risk faktörlerini ortaya koymak
amaçlanmıştır.
Diferansiye tiroid karsinom tedavisinde tiroidektomi gereklidir.
Fizik muayene ile saptanan lenf nodu olan veya radyolojik görüntüleme ile lenf nodu metastazı şüphesi olan olgularda tedavi edici bo-
Sungate Port Royal, Antalya
137
ENDOKRİN SİSTEM KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
ENDOKRİN SİSTEM KANSERLERİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 256
METASTATİK MALİGN GLUKAGONOMA OLGUSU
Bülent Yıldız, Feyyaz Özdemir, Halil Kavgacı, Fazıl Aydın
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Nöroendokrin pankreatik tümörler sık görülen maligniteler değildir. Toplumda yaklaşık 1/100000 oranında görülürken, pankreas tümörlerinin % 1-2’sini oluşturmaktadır. Glukagonomalar pankreasın
α-adacık hücrelerinden köken almakta olup genellikle asemptomatik
olduklarından geç tanı alırlar. Tanı anında çoğunlukla 4 cm üzerinde
ve % 50-80 metastatik evrededirler. Karaciğer en sık tutulan metastatik organdır.
Haziran 2004’te karın ağrısı ile başvurduğu dış merkezde splenomegali tespit edilerek hastanemize refere edilen hastanın yapılan
tetkiklerinde pankreas kuyruk kesiminde dalağa ve mideye invaze
olan 10x10x8 cm kitle tespit edilmiştir. Dış merkezde distal pankreatektomi + splenektomi + segmenter transvers kolon diseksiyonu
+ proksimal mide wedge rezeksiyon uygulanmıştır. Patolojik tanısı
pankreas, omentum majusu, mideyi, transvers kolon mezo yağ dokusunu ve dalağı invaze eden nöroendokrin karsinom (glukagonoma) olarak rapor edilmiştir. Diseke edilen 3 peripankreatik rejyonel
lenf nodülünden 2’sinde karsinom metastazı tespit edilmiştir. Adjuvan tedavi almadan hastanın postoperatif 3. ayda çekilen In-111 oktreotit sintigrafisi normal olarak rapor edilmişti. Operasyondan 2,5
yıl sonra acil servise diyabetik ketoasidoz tablosunda gelen hastanın
görüntüleme tetkiklerinde pankreas baş kesiminde 1 cm’lik kitle
lezyon ve karaciğerde en büyüğü 2 cm çapında multipl metastatik
lezyonlar tespit edildi. In-111 oktreotit sintigrafisinde karaciğerde
multipl odakta patolojik tutulum belirlendi. Sandostatin LAR tedavisi 6 ay uygulandıktan sonra çekilen tomografilerde karaciğerdeki
metastatik lezyonlarda progres olması ve hastanın karaciğer dışında
metastatik lezyonun bulunmaması üzerine hepatik kemoembolizasyon tedavisi uygulandı. Bu tedavinin 6 hafta sonra tekrarlanması
planlandı.
Glukagonoma günümüzde erken evrede cerrahi ile kür sağlanabilirken, ileri evrede sistemik tedavi seçenekleri ile tümör boyutunda
gerileme ve semptomların kontrolü şeklinde palyasyon sağlanabilmektedir. Progres gösteren karaciğer metastazlı olgularda hepatik
arteryel kemoembolizasyon etkili bir tedavi olarak öne çıkmaktadır.
Ref No: 385
TİROİD KANSERLİ HASTALARDA KALICI REKÜREN
PARALİZİ
Sevim Turanlı
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi
AMAÇ: Tiroid kanseri tanısıyla ameliyat edilen hastalarda gelişen
kalıcı reküren paralizi insidansı ve buna etki eden risk faktörlerini
inceleme.
HASTA VE METHOD: 1997-2001 yılları arasında Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi edilen ardışık 290
hasta kaydı retrospektif olarak saptandı, median 58 ay takip edildi.
Hastaların 151’inin tüm tedavileri hastanemizde yapıldı geri kalan
139 hasta diğer hastanelerde ameliyat edilerek tamamlayıcı tiroidektomi veya RAI tedavisi için bize gönderildi. Ameliyat öncesi reküren
paralizisi olanlar ve larenjektomi yapılanlar çalışmaya alınmadı. Tümör reküren sinir ilişkisinin değerlendirilmesi subjektif olduğundan
ve kayıtlardan net bilgi edinilemediğinden tümör invazyonuna bağlı
olabilecek paralizide komplikasyon olarak değerlendirildi. Hasta sayısına göre hesaplama yapıldı ve 12 aydan uzun süren paralizi kalıcı
paralizi olarak değerlendirildi. İncelenen risk faktörleri; yaş cinsiyet,
tiroid fonksiyonları, tümör lokalizasyonu ve boyutu, multisentrisite,
tiroid kapsül invazyonu, tiroid dışı yumuşak doku invazyonu, tümör
diferensiyasyon derecesi, histolojik tip, eşlik eden lenfositik tiroidit
138
varlığı, metastatik ve total çıkarılan lenf nod sayısı, ameliyat tipi ve
sayısı, cerrahın tecrübesi.
BULGULAR: Hastaların 88’ine total tiroidektomi, 103’üne tamamlayıcı tiroidektomi ve 99’una tiroidektomili veya tiroidektomisiz boyun disseksiyonu yapılmıştı. Kalıcı reküren paralizi 290 hastanın 27’sinde (%9.3) gelişti. Hastaların 17’sinde tek taraflı 10’unda iki
taraflıydı.
Tümör boyutuna göre hastalarda gelişen paralizi oranları T1-2
tümörde %1.6, T3 tümörde %2.1 ve T4 tümörde %5.3’tü. İyi diferensiye tümörlü hastalarda %8.1, orta diferensiye hastalarda %4.5 ve
kötü diferensiye tümörlü hastalarda %29.4 oranında kalıcı paralizi
gelişti. Tiroid kapsül invazyonu olan ve olmayan hastalardaki oranlar
sırasıyla %13.5 ve %6.2, tiroid dışı yumuşak doku invazyonu olan ve
olmayan hastalardaki oran ise sırasıyla 28.8 ve %4.7.
Total çıkarılan lenf nod sayısı; 10 lenf nodu ve altı, 10-20 lenf nodu
ve 20 lenf nod üstü olarak, metastatik nod sayısı; 3 ve altı lenf nodu,
4-10 lenf nodu ve 10 lenf nod üstü olarak gruplandırıldı. Rekürren
paralizi oranı total nod sayısına göre oluşturulan gruplarda sırasıyla;
%14.3, %17.4 ve %30.4 ve metastatik nod sayısına göre oluşturulanlardaysa; %12.5, %19.2 ve %46.7 idi.
Ameliyat tipine göre paralizi oranları total tiroidektomide %1.1,
tamamlayıcı tiroidektomide % 6.7 ve boyun diseksiyonu grubunda
%19.2. Ameliyatın onkoloji merkezinde veya diğer hastanelerde yapılması paralizi oranını etkilemiyordu.
Lojistik regresyon analizi yapıldığında kalıcı paraliziyi etkileyen
risk faktörleri; tümör boyutu (p=0.02), metastatik nod sayısı (p=0.01), ameliyat tipi (p=0.03), ve boyun diseksiyonu (p=0.008) .
SONUÇ: Kalıcı reküren paraliziye etki eden faktörler uygulanan
ameliyat tipi ve tümöre ait faktörlerdir. Cerrahın tecrübesi anlamlı
bulunmamıştır.
Ref No: 490
ADRENAL PATOLOJİLERDE LAPAROSKOPİK
ADRENALEKTOMİ- ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ
İsmet Yavaşçaoğlu, Bülent Oktay, Hakan Vuruşkan, Yakup Kordan
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı., Bursa
Amaç: Adrenalektomi gerektiren adrenal patolojilerin tedavisinde
laparoskopik adrenalektomi deneyimimizin aktarılması ve dikkatlerin bu konuya çekilmesi
Gereç ve Yöntem: Bizim deneyimimiz kasım 2003’ten şubat 2007’ye uzanmakta olup toplam 4 hasta ve 5 transabdominal laparoskopik adrenalektomiyi içermektedir. Tüm hastalara detaylı bir hormonal tarama, preoperatif kontrastlı abdominopelvik bilgisayarlı
tomografi ve kimyasal shift manyetik rezonans görüntüleme yapıldı.
Hastaların birinde Cushing hastalığı mevcut olup hastaya bilateral
adrenal hiperplazi nedeni ile bilateral, 2 hastaya sağ ve 1 hastaya sol
malign olduğu düşünülen insidentaloma nedeniyle komplikasyonsuz sonlanan transabdominal laparoskopik adrenalektomi uygulandı. Transabdominal giriş lateral dekubitus pozisyonunda 3 adet 10
mm ve 2 adet 5 mm laparoskopi trokarları kullanılarak yapıldı.
Bulgular: Hastaların 2’si erkek ve 2’si de kadın olup ortalama yaşları 40 (40-59yıl) ve ortalama kitle boyutu 3.32 cm (2.4-5 cm) idi.
Tüm hastalar sorunsuz olarak iyileşirlerken ortalama hastanede kalış süresi 3.5 gün (3-5 gün) olarak saptandı. Hastalar ortalama 2.5
gün (2-4 gün) analjeziye ihtiyaç duydular. Spesimenlerin patolojik
incelemesi sonrasında 1 hastada bilateral adrenal hiperplazi, 2 hastada adrenokortikal karsinom ve 1 olguda kortikal adenom saptandı.
Ortalama operasyon süresi 190.7 dk (160-225 dk) ve ortalama kan
kaybı 85.7 ml (50-175 ml) olarak saptandı.
Sonuç: Adrenalektomi gerektiren adrenal patolojilerin tedavisinde
bizim laparoskopik adrenalektomi sonuçlarımız deneyimli diğer çalışmacıların sonuçlarını doğrulamaktadır. Bu tümörlerin laparaskopik tedavisi hem güvenilir hem de işlemin azalmış postoperatif ağrı,
19-23 Nisan 2007
kısa yatış süresi ve hızlı iyileşme gibi minimal invazifliğin avantajlarını barındırması nedeniyle tercih edilmesi gereken bir yöntemdir.
Ref No: 518
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİNE BAŞVURAN 100
TİROİD KANSERLİ HASTANIN DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ
Saadet Tokluoğlu, Murat Koçer, Sadık Muallaoğlu,
Gökhan Çelenkoğlu, Ülkü Yalçıntaş Arslan, Güngör Utkan,
Necati Alkış
Ankara Onkoloji Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği
AMAÇ: Tiroid kanseri çeşitli faktörlerden etkilenebilmektedir. Etkili olabilecek dış faktörler nedeni ile coğrafi dağılımı önem gösterebilir. Ankara Onkoloji Hastanesi ‘ ne başvuran histopatolojik olarak
dökumante edilmiş100 tiroid kanserli hastanın demografik özellikleri ve patolojik alt grupları değerlendirmeye alındı.
MATERYAL METOD: Çalışmaya alınana hastaların median yaş
50 (range: 22-85 yıl) olarak bulundu. Kadın erkek oranı 2.7 (73/27)
olarak bulundu. Patolojik alt gruplara göre değerlendirmede 17 hastada folliküler, 79 hasta papiller, 1 hasta medüller, 3 hastada ise anaplastik tiroid ca saptandı. Doğum yerine göre sıralamada en sık 22
hasta Ankara, 8 hasta Yozgat, 7 hasta Konya, 4’er hasta ile Çorum,
Kars, Urfa ve Muş takip etmekteydi. Yaşadıkları ile göre sıralamada
49 hasta Ankara, 8 hasta Konya, 4 hasta Tokat, 3 er hasta Çorum,
Muş ve Van’dan olduğu gözlendi. Bölgelere göre tiroid kanserlerinin
dağılımı Tablo 1 de özetlenmiştir. Ayrıca doğum yeri ve yaşadığı yer
ile patolojik alt grup arasındaki ilişki değerlendirildiğinde istatistiki
bir fark gözlenmedi (p=0,19 ve p=0,8 sırasıyla)
SONUÇ: Ankara Onkoloji Hastanesine başvuran tiroid kanserlerinin dağılımında coğrafik yakınlığın dışında kümülasyonu düşündürecek belirgin bulguya rastlanmadı. Ancak bunun daha iyi tartışılabilmesi için Türkiye çapında istatistiki değerlendirmeye ihtiyaç
vardır.
dokrin karsinom tanısı ile başvuran ve orbita metastazı saptanan 3
hastamızı sunmayı amaçladık. Primeri bilinmeyen karaciğer ve çok
sayıda kemik metastazı ile başvuran iki hastada, karaciğer tru-cut
biyopsi ile endokrin karsinom metastazı tanısı konmuş ve Somatostatin LAR ve Zometa tedavisi başlamıştır. 57 yaşında bir bayan olan
ilk hastada Eylül 2006 tarihinde sağ gözde yukarı kayma şikayeti gelişmesi üzerine çekilen orbital MRG’da sağ inferiör rektus kasında
3x2 cm boyutlarında kitle tesbit edilmiştir. Hastanın sistemik tedavisine devam edilmiştir.Aralık 2006’da yapılan kontrollerine vizyon
tam olarak bulunmuş,sağ aşağı bakışta kısıtlılık tesbit edilmiştir.
38 yaşında erkek olan ikinci hastamızda ise Ağustos 2006’da sol
göz alt kısımda görme bozukluğu (perdelenme) gelişmiştir. Ultrasonografik (USG) incelemesinde sol göz nazal superiör anteriörde
glob içinde gelişim gösteren 16x12x9 mm boyutlarında solid kitle
tesbit edilmiştir.
Melanomdan ayırt etmek için yapılan biyopsisi karsinoid tümör
metastazı gelmesi üzerine Aralık 2006’da radyoaktif plak tedavisi uygulanmıştır.
Üçüncü olgumuz ise 2003 yılında küçük hücreli akciğer kanseri
tanısı ile sol alt lobektomi yapılmış 74 yaşında erkek hastadır.Takiplerinde Temmuz 2006’da sağ gözde çift görme şikayeti gelişmiş ve
çekilen MRG’da sağ orbita içinde kitle tesbit edilmiştir.Aynı zamanda abdominal USG’de karaciğerde çok sayıda hipoekoik karakterde
kistler görülmüş ve biyopside nöroendokrin karsinom metastazı
saptanmıştır. Ekim 2006’da sağ orbitotomi yapılmış ve sonuç nöroendokrin karsinom metastazı olarak gelmiştir.
Hastaların üçü de hayatta olup, kontrolleri devam etmektedir.
Literatürde çok az sayıda olgu bildirilmesine rağmen karsinoid tümör tanısı alan hastalarda göz semptomları olduğu zaman metastaz
da akılda tutulmalıdır.
Tablo .
BÖLGE
DOĞUM YERİNE GÖRE
YAŞADIĞI YERE GÖRE
İÇ ANADOLU
54
68
KARADENİZ
9
3
DOĞU ANADOLU
14
11
GÜNEYDOĞU ANADOLU
11
8
MARMARA
1
1
EGE
5
3
AKDENİZ
6
6
Ref No: 629
KARSİNOİD TÜMÖR VE ORBİTA METASTAZI : OLGU
SUNUMU
1
Arzu Ergen, 1Sezer Sağlam, 1Zeynep Almaç, 1Samuray Tuncer,
Gönül Peksayar
1
1
Istanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Istanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı,
3
Istanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı
2
Karsinoid tümör genellikle gastrointestinal sistem mukoza hücrelerindeki nöroendokrin hücrelerden kaynaklanan ve yavaş ilerleyen
bir hastalıkdır.Lenf nodları, karaciğer, kemik ve çok nadir olarak da
göz metastazı yapar. Gözde en sık koroidal metastaz görülürken,
orbital metastazlar daha seyrek oluşmaktadır.Bu nedenle nöroen-
Sungate Port Royal, Antalya
139
ENDOKRİN SİSTEM KANSERLERİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
SÖZEL BİLDİRİLER
Ref No: 240
ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNDE TEDAVİNİN BÜYÜME
VE KEMİK SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ
1
Filiz Kart, 2Betül Sevinir, 3Halil Sağlam, 4Yeşim Ilçöl
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
2
Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı,
3
Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı,
4
Biyokimya Anabilim Dalı
Amaç: Bu çalışmada lenfoma ve solid tümör tedavisi almış çocuklarda büyüme ve kemik sağlığının değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Ağustos 1997-Temmuz 2004 tarihleri arasında
merkezimizde pediatrik kanser tanısı ile onkolojik tedavi alan 71
çocuk (E/K: 50/21) değerlendirmeye alındı. Tanı, evre, tedavi protokolleri ve tedavisiz izlem süreleri kaydedildi. Hastaların boy ve vücut
ağırlığı, vücut kitle indeksleri, beslenme ve aktiviteleri belirlendi.
Kan biyokimyası, tiroid hormonları, vitamin D, PTH ve IGF-1 düzeyleri saptandı. Kemik yaşı ve kemik mineral yoğunluğu ve z-skorları belirlendi. Çocukların tanıda ve çalışma sırasındaki boy, ağırlık,
VKİ persentilleri ve farklı tanı gruplarındaki hastaların verileri istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Primer tanıları Hodgkin dışı lenfoma (%25), Hodgkin
lenfoma (%15), Wilms tümörü (%20), sarkoma tipleri (%19), nöroblastoma (%7), retinoblastoma (%7), santral sinir sistemi tümörleri
(%4) olan hastalar ortalama 2.6±1.4 yıl tedavisiz izlem sonunda değerlendirildi. Çalışma sırasında hastaların boy persentilinde azalma
ve ağırlık persentilinde artma gözlendi. Hastaların %85’inde günlük
kalsiyum alımı düşük olup %37’sinde osteopeni, %24.6’sında osteoporoz mevcuttu. Hastaların ortalama IGF-1 düzeyi 135±100 ng/ml
ve %19.7’sinde normalden düşüktü. Vitamin D ve IGF-1 düzeyleri
ile kemik mineral yoğunluğu ilişkili bulundu. IGF-1 düzeyi radyoterapi almış hastaların %43’ünde, almayanların %4’ünde düşüktü (p:
0.001) . Boy persentilinde azalma ve osteoporoz radyoterapi almış
hastalarda daha fazla gözlendi (p: 0.04) . Ağırlık persentil artışı kortikosteroid alımı ile korelasyon gösterdi. Kemoterapi şemaları, tanı
yaşı ve cins ile çalışma parametreleri arasında ilişki saptanmadı.İki
yıldan uzun izlemde osteoporoz %17, daha kısa izlemde %36 bulundu (p: 0.054) .
Sonuç: Bu çalışmada lenfoma ve çeşitli solid tümör tedavilerinden
sonra kür olmuş çocuk hastaların %85’inde diyetle günlük kalsiyum
alımı düşüktü. Hastaların %62’sinde osteopeni veya osteoporoz saptandı.Tedavisiz izlem süresi arttıkça kemik sağlığında düzelme gözlendi. Pediatrik kanser hastalarında tanıdan itibaren diyetin düzenlenmesi ve kemik mineral yoğunluğunun özellikle radyoterapi alan
çocuklarda değerlendirilmesinin önemli olduğu yorumlandı.
Ref No: 811
GEREÇ VE YÖNTEM:
Bu çalışmaya, AÜTF Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Onkoloji Bilim
Dalında Eylül 2003-Mart 2006 tarihleri arasında retinoblastom tanısı alan 45 hasta ve kontrol grubu olarak 10 sağlıklı çocuk dahil edilmiştir. Hastalar, göz içine sınırlı hastalığı olan ve göz dışına yayılımı
olanlar olarak iki gruba ayrılmıştır. Hastalardan alınan serum örneklerinde sFas ve sFasL düzeyleri ELISA yöntemi ile çalışılmıştır.
BULGULAR:
Çalışmamızda, hastalardan tedavi öncesi alınan sFas düzeyi (n=45,1.72±0.62 ng/ml) ile kontrol grubu (1.97±0.20 ng/ml) arasında
fark saptanmadı (p>0.05) . Göz içine sınırlı hastalığı olan (n=27,1.81±0.63 ng/ml) ve göz dışına yayılımı olan hastalardaki (n=18,1.58±0.58 ng/ml) sFas düzeyi ile kontrol grubu arasında fark bulunmadı
(p>0.05) .Hastalığı göz içne sınırlı olanlar ile göz dışı yayılımı olan
hastalar arasında sFas düzeylerinde fark saptanmadı (p>0.05) . Remisyona giren 16 hastada, tedavi öncesi (1.75±0.82 ng/ml) ve remisyon dönemi sFas düzeyleri (1.52±0.64 ng/ml) arasında fark bulunmadı (p>0.05) .
Hastalardan tedavi öncesi dönemde alınan sFasL düzeyi (n=30,0.50±0.55 ng/ml),kontrol grubuna (0.64±0.28 ng/ml) göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük saptandı (p>0.05) . Hastalığı göz
içine sınırlı olan (n=20,0.50±0.46 ng/ml) ve göz dışına yayılımı olan
grupta da (n=10,0.50±0.07 ng/ml) sFasL düzeyi kontrol grubuna
göre düşük bulundu (p<0.05) . Göz içine sınırlı hastalığı olanlar ile
göz dışı yayılımı olan hastalar arasında sFasL yönünden fark saptanmadı (p>0.05) . Remisyona giren 7 hastada tedavi öncesi (0.51±0.08
ng/ml) ile remisyon düzeyleri (0.50±0.09 ng/ml) arasında fark saptanmadı (p>0.05) .
SONUÇ:
Çalışmamızda, sFas değerleri yönünden retinoblastomu olan hastalar ile kontrol grubu arasında, tedavi öncesi ile remisyon dönemi
arasında ve göz içi tutulumu olan olgular ile göz dışı tutulumu olan
olgular arasında fark saptanmamıştır. Bu veriler sFas’ın tümör yükünü ve tedaviye yanıtı belirlemede bir parametre olarak kullanılamayacağını düşündürmektedir.
sFasL düzeyi ise retinoblastomlu hastalarda düşük saptanmıştır.
Tedavi öncesi ile remisyon dönemi arasında ve göz içi tutulumu
olanlar ile göz dışına yayılımı olanlar arasında ise sFasL düzeyleri
yönünden fark saptanmamıştır. Bu nedenle sFasL’ın prognostik bir
kriter ya da tedaviye yanıtı değerlendirmede bir parametre olarak
kullanılamayacağı düşünülmekle birlikte retinoblastomda sFasL’ın
düşme mekamizmasının aydınlatılması ve tümör patogenezindeki
yerinin belirlenmesi yeni tedavilerin geliştirilmesine olanak sağlayacaktır.
Ref No: 654
ÇOCUKLUK ÇAĞI SANTRAL SİNİR SİSTEMİ
TÜMÖRLERİNDE RADYOTERAPİ
1
RETİNOBLASTOMLU OLGULARDA SERUM SOLUBL FAS VE
SERUM SOLUBL FAS LİGAND DÜZEYLERİ
1
Meltem Güneş, 2Emel Ünal, 2Gülsan Yavuz, 2Nurdan Taçyıldız,
Handan Uğur, 3Aydan İkincioğulları, 3Figen Doğu, 3Deniz Güloğlu,
4
Kaan Gündüz, 4İlhan Günalp
2
Serra Kamer, 1Gözde Işcan, 2Yusuf Erşahin, 2Saffet Mutluer,
Mehmet Kantar, 3Serap Aksoylar, 3Nazan Çetingül, 4Taner Akalın,
1
Yavuz Anacak
3
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nöroşirürji Bilim Dalı,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı,
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
3
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları,
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,
3
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları İmmünoloji Bilim Dalı,
4
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı
2
AMAÇ:
Çalışmamızda retinoblastomlu hastalarda, vücudun tümöre karşı
savunma sistemlerinden biri olan fas aracılı apopitoz yolağında çeşitli fonksiyonları bulunan sFas ve sFasL düzeylerinin tümör yükünü, tümör agresivitesini ve tedaviye yanıtı değerlendirmede bir parametre olarak kullanılabilirliğinin belirlenmesi hedeflenmiştir.
140
Giriş: Çocukluk çağının en sık görülen solid tümörü santral sinir sistemi tümörleridir. Eksternal radyoterapi çocukluk çağı santral
sinir sistemi tümörlerinde cerrahi sonrası adjuvan veya opere edilemeyen vakalarda küratif amaçla uygulanmaktadır. Bu çalışmanın
amacı ondokuz yıllık bir süreçte santral sinir sistemi tümörü tanısı
ile radyoterapi uygulanan olgularda hasta özellikleri ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesidir.
Gereç-Yöntem: Ocak 1988-Aralık 2006 tarihleri arasında santral
sinir sistemi tümörü tanısıyla ekternal radyoterapi uygulanan 296
olgu geriye dönük değerlendirilmiştir. 227 olguya cerrahi eksizyon
19-23 Nisan 2007
uygulanmıştır. (119 olguda subtotal eksizyon (%42.6), 108 olguda
total eksizyon (%36.5) ) . Tedavi protokollerine uygun olarak 47
olguya (%15.9) radyoterapi öncesi, 167 olguya (%56.4) radyoterapi
sonrası kemoterapi uygulanmıştır. Eksternal radyoterapi; 175 olguda
(%18.2) kraniyal, 112 olguda (%37.8) kraniyospinal ve 9 olguda (%3)
spinal sahadan uygulanmıştır.
Bulgular : Olguların medyan yaşı 9 (aralık: 3-17) olup, 158 olgu
(%53.4) erkek, 138 olgu (%46.6) kız’dır. Tümör lokalizasyonu; 106
olguda supratentorial (%35.8), 181 olguda infratentorial (%61.1) ve 9
olguda spinal (%3) yerleşimlidir. Histopatolojik tanı: pons gliomu 48
olgu, düşük dereceli astrositom 40 olgu, yüksek dereceli astrositom
51 olgu, medulloblastom 75 olgu, ependimom 33 olgu, optik gliom
11 olgu, oligodendrogliom 12 olgu şeklindedir. Radyoterapi uygulanan olguların yıllara göre dağılımı orantısal olarak değerlendirildiğinde; son on yılda düşük dereceli astrositom olgularının azaldığı,
medulloblastom olgularının arttığı izlenmiştir. Medyan 31 ay takip
sonrası (aralık: 2-237 ay) alt gruplara göre 5 yıllık genel sağkalım
oranları; medulloblastom %45, düşük dereceli astrositom %81 ve
pons gliomlarında %13 olarak saptanmıştır. Tüm grupta genel sağkalıma etki eden faktörler tek değişkenli analizle değerlendirildiğinde; histopatolojik alt tip ve cerrahi tipi, tümör lokalizasyonu ve tanı
tarihi istatistiksel anlamlı faktörler olarak saptanmıştır (p<0.01) .
Sonuç: Çocukluk çağı santral sinir sistemi tümörlerinde eksternal
radyoterapi tedavinin önemli bir parçasıdır ve bazı tümör gruplarında son yıllarda tedavi ile elde edilen sonuçlar yüz güldürücüdür.
Düşük dereceli astrositom tanılı olgularda cerrahi teknikdeki ilerlemeler ve kemoterapi uygulamalarındaki artışlara bağlı olarak daha
az radyoterapi ihtiyacı duyulmaktadır. Özellikle pons gliomları için
yeni tedavi yaklaşımlarına gerek vardır.
lan tümörlerin histopatolojik incelemesinde 1 vakada ‘tam nekroz’,
9 vakada ‘geniş nekroz alanları’ tanımlandı; 1 vakada ‘teratoid WT’
saptandı. Ameliyatlarda tümör rüptürü veya benzer önemli cerrahi
olmadı. İVK’da tutulum olan 4 vakanın (2’sinde sağ atriuma kadar)
tümör trombüsleri başarı ile çıkarıldı; üçünde canlı tümör var, 1’inde
yok idi. Dört vaka da halen remisyonda izleniyor. Nefrektomi materyallerinin ağırlıkları 1 vakada 910 gram (difüz anaplazi), 1 vakada
(teratoid WT) 750 gram; diğer vakalarda < 500 gram olup ortalama
345 ±208 gram idi. Ortanca 46 aylık izlem sonunda (2.5-94), primer
tümör bölgesinde relaps gelişen 2 hasta [evre IIA, 6.4 ay; evre IV,
52. ay] tedavi sonrası halen remisyonda izlemde, tanı anında evre IV
olup akciğerlerde 9. ayda progresif hastalık gelişen bir hasta eksitus
oldu. Evre IIA ve IV olan 2 hasta 22 ve 5 aylık süre sonunda izlemi
terk etti. Tüm hastalarda 5-yıllık hastalıksız ve genel yaşam hızları sırasıyla %61 ve %92.3; tanı anında metastatik hastalığı olmayan
hastalarda ise 5-yıllık hastalıksız ve genel yaşam hızları sırasıyla %86
ve %100 idi. Sonuç ve Yorum: Preoperatif tedavi verilen 20 vakada
histopatolojik tanıda yanılma görülmedi. Tüm vakalarda primer tümörler, trombüsler de dahil olmak üzere, rüptür veya önemli komplikasyon yaşanmadan başarı ile çıkarıldı. Ortalama tümör ağırlığı
preoperatif tedavi verilmeyen vakalarınkine göre daha düşük olup
belli oranlarda nekroz sağlandığı görüldü. Vaka sayısı sınırlı olan
bu çalışma, endikasyon konulan hastalarda preoperatif tedavinin
önemli avantajlar sağladığını ortaya koymuştur.
Ref No: 417
İNVAZİV RESPİRATUAR ASPERGİLLOZİS ERKEN TEŞHİS VE
AGRESİF TEDAVİYE CEVAP VEREN BİR HASTALIKTIR
1
Ref No: 686
TÜRK PEDİATRİK ONKOLOJİ GRUBU (TPOG) WİLMS
TÜMÖRÜ ÇALIŞMA PROTOKOLÜ PREOPERATİF TEDAVİ
SONUÇLARI
1
Canan Akyüz, 1Bilgehan Yalçın, 2Nur Olgun,
3
Nebil Büyükpamukçu, 4Melda Çağlar, 5Lale Atahan,
6
Ceyda Karadeniz, 7İnci Yıldız
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi,
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi,
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi,
4
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Patolojisi,
5
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi,
6
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi,
7
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi
2
Amaç: TPOG Ulusal Wilms Tümörü Protokolü (WT) içinde tedavi ve takip edilen ve preoperatif tedavi uygulanan vakaların klinik
ve patolojik özelliklerinin incelenmesi. Hastalar ve Yöntem: Ocak
1998-Aralık 2006 arasında protokole dahil edilen ve preoperatif
tedavi verilen WT vakalarının tanı anındaki yaş, cinsiyet, primer
tümör yeri, preoperatif tedavi verilme gerekçeleri, hastalık evreleri,
histopatolojik bulgular, izlemde gelişen relaps veya diğer ‘olaylar’
incelendi, yaşam analizleri yapıldı. Bulgular: Toplam 162 hastadan
20’sine (%12.3) preoperatif kemoterapi (vinkristin + aktinomisin-D)
verilmiştir [Hacettepe Ü.T.F 14 vaka, Dokuz E.Ü.T.F. 3 vaka, Gazi
Ü.T.F. 2 vaka, İ.Ü. Cerrahpaşa T.F. 1 vaka]. Hastaların ortanca yaşı
3.9 yıl (0.4-16) olup 2’sinin yaşı < 2 yıl idi (kız/erkek: 9/11) . Primer
tümörler 14/20 vakada (%70) sağ böbrekteydi. 15/20 vakaya (%75)
ameliyat için uygun görülmeme, 5’ine (%25) ise bununla beraber
inferior vena kavada (İVK) tümör trombüsü olması nedeniyle preoperatif tedavi verilmesi kararlaştırılmıştı. Tüm vakalara 4 haftalık
kemoterapi sonrasında cerrahi rezeksiyon yapıldı. Evrelemeler için
ameliyat bulguları ve çıkarılan primer tümörün histopatolojik bulguları ile klinik ve radyolojik bulgular esas alındı. Hastalık evreleri:
I, 8; II, 4; III, 4; IV, 4 vaka olup tümörlerin 2’sinde (%10) ‘unfavorable’ histoloji saptandı. Kemoterapi sonrasında cerrahi ile çıkarı-
Sungate Port Royal, Antalya
Fatma Betül Çakır, 2Erkan Çakır, 1Su Gülsün Berrak,
Zeynep Seda Uyan, 1Dildar Bahar Beker, 2Fazilet Karakoç,
1
Cengiz Canpolat, 2Elif Dağlı
2
1
2
Marmara Üniversitesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji,
Marmara Üniversitesi Pediatrik Pulmonoloji
İnvaziv Respiratuar Aspergillozis (İRA), bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda görülen ve ölümcül seyredebilen bir enfeksiyondur.
AMAÇ: Bu çalışmada febril nötropeni (FNP) atakları sırasında
tespit edilen İRA vakaları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2003 ve 2006 yılları arasında oluşan 69
hastadaki 212 FNP atağı incelendi. Bunlardan 5. günlerinde ateşli
olanlar amprik Amfoterisin B tedavisi öncesi sinus, toraks ve batın
bilgisayarlı tomografisi (BT), göz muayenesi ve ekokardiyografi ile
değerlendirildi.
BULGULAR: Atakların %14’ünde mantar enfeksiyonu bulunurken, 22 çocukta İRA tespit edildi. Hastalar 5-30 gün (ortalama 11.5
gün) boyunca mutlak nötrofil sayısı sıfır olarak izlendi. Olgular Avrupa Kanser Araştırma ve Tedavi Organizasyonu/İnvazif Mantar
Enfeksiyonu Kooperasyon Grubu ve Ulusal Allerji ve Enfeksiyon
Hastalıkları Enstitüsü Mantar Çalışma Grubu (EORTC/MSG) tanımlamasına göre; 3 kanıtlanmış olgu, 7 yüksek olasılıklı olgu ve 12
düşük olasılıklı olgu olarak sınıflandırıldı. Bütün olgulara başlangıç
tedavisi olarak Amfoterisin B verildi ve 7 hastada tek ilaç olarak devam edildi. Sırasıyla 11,9 ve 2 hastada caspofungin, vorikonazol veya
itrakonazol ile farklı modifikasyonlar yapıldı. Hastalar ortalama 339
gün (13-1027 gün) takip edildi. Yedi hasta tedavi sonrası, 6 hasta ise
tedavi altında remisyonda izlenmektedir. Beş hasta primer hastalığı
nedeniyle, 4 hasta ise İRA nedeniyle mantar tedavisine rağmen kaybedilmiştir.
SONUÇ: Bu sonuçlarla remisyon ve sağkalım hızı sırasıyla 83% ve
60% olarak bulundu. İRA, hızlı ve agresif yaklaşımla tedavi edilebilir
bir hastalıktır ve erken teşhis amacı ile geniş spektrumlu antibiyotik
cevabı olmayan olgularda mantar taraması önerilir.
141
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 756
ÇOCUKLUK ÇAĞI HODGKİN HASTALIĞI VAKALARININ
ERİŞKİN DÖNEMİNDEKİ TOPLUMSAL ÖZELLİKLERİ VE
YAŞAM KALİTELERİ
Hatice Tatar Aksoy, Bilgehan Yalçın, Canan Akyüz, Ali Varan,
Münevver Büyükpamukçu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi Bölümü, Ankara
Amaç: Hodgkin Hastalığı (HH) tanısı ile tedavi edilen ve uzun
süreli izlenen çocuk hastaların erişkin dönemindeki sosyal ve toplumsal özelliklerinin incelenmesi. Hastalar ve Yöntemler: Şubat
1979- Şubat 2002 tarihleri arasında hastanemizde HH tanısı ile tedavi edilmiş ve >4 yıl süre izlenmiş, araştırma sırasında >18 yaş olan
65 vakada eğitim, çalışıyor olma, evlilik, çocuk sahibi olma, sosyal
güvenlik olanakları ve sigara içme durumları sorgulanarak kaydedildi. Verilerin, hastaların cinsiyeti, tanı anındaki yaşları, hastalık evreleri ve izlem süreleri ile ilişkisi incelendi. Bulgular: Belirtilen dönem
içinde, yukarıda belirtilen özelliklere sahip, ortanca izlem süresi 16
yıl (4-26) olan 65 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların tanı anında
ortanca yaşı 9 yıl (2-19), şimdiki ortanca yaşı 23 yıl (18-40) olup 50’si
(%77) erkek 15’i (%23) kız idi. Tanı anında 12 (%19) hasta evre I,
29 (%46) hasta evre II, 18 (%29) hasta evre III ve 4 (%6) hasta evre
IV idi. On hasta ilköğretim okulu, 26 hasta lise, 15 hasta üniversite
mezunu iken 14 hasta halen üniversite öğrencisi idi. Hastaların 38’i
(%59) bir mesleği olduğunu beyan ederken 27’si (%41) mesleği olmadığını belirtti. Hastaların 34’ü (%52) bir işte çalışırken, 31’i (%48)
çalışmıyordu. Kız hastaların %58’i herhangi bir işte çalışmadığını
belirtirken bu oran erkeklerde %31 idi (p=0.08) . Hastaların 36’sı
(%56) hiç sigara içmediğini, 21’i (%32) sigara içtiğini, 8’i (%12) ise
eskiden içtiğini ve bıraktığını belirtti. Kız hastaların %20’si, erkeklerin %36’sı sigara içtiğini belirtti (p=0.06) . Üçü bayan ve 11’i erkek,
14/65 (%21.5) hasta evliydi. Bu hastalardan 6’sının (%43) (3 bayan 3
erkek) çocuğu olduğu öğrenildi. Hastaların 54’ünün (%83) bir sosyal
güvencesi varken (24 SSK, 19 E. Sandığı, 7 Bağkur, 3 Y. Kart, 1 Özel
Sigorta) 11’inin (%17) yoktu. Kız hastaların tamamının sağlık güvencesi varken bu oran erkeklerde %74 idi (p=0.02) . Tanının 10 yaşından önce ya da sonra konulması ya da izlem süresinin 15 yıldan kısa
ya da uzun olması ile üniversite okuma, bir işte çalışma, sigara içme,
evli olma veya sosyal güvencenin olup olmaması arasında anlamlı
fark yoktu (p>0.05) . Cinsiyet ile evli olup olmama arasında anlamlı
fark saptanmadı. Erken evre (Evre I-II) ile ileri evrede (Evre III-IV)
tanı konulması ile üniversite okuma, bir işte çalışma, sigara içme,
evli olma veya sosyal güvencenin olup olmaması arasında anlamlı
bir fark saptanmadı (p>0.05) . Sonuç ve Yorum: Hastaların eğitim
düzeylerinin toplumun geneline göre daha düşük olmaması dikkat
çekici ve sevindiricidir. Sigara içme oranları toplumun geneline göre
daha yüksek olmasa da hastaların tütünün zararları için bilinçlendirilmesi önemlidir. İleri evrede de olsa, kür sağlanan HH vakalarının
toplumsal yaşamda önemli dezavantaj yaşamadığı görülmektedir. Bu
vakaların uzun dönemli izlemde öğrenime devam etme, meslek ve iş
sahibi olma ve evlenme gibi konularda desteklenmeleri yaşam kalitelerinin yükseltilmesi için önemlidir.
Ref No: 337
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA PRİMER PLÖROPULMONER
TÜMÖRLER
1
Ahmet Demir, 1Bilgehan Yalçın, 2Arbay Çiftçi, 3Gülsev Kale,
Canan Akyüz, 1Münevver Büyükpamukçu
1
1
Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Onkoloji,
Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Cerrahi,
3
Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Patoloji
2
Amaç: Primer plevra veya akciğer kökenli tümörleri olan çocuk
hastaların klinik özellikleri ile tedavi sonuçlarının incelenmesi.
142
Hastalar ve Yöntem: Hastanemizde 1972- 2005 yılları arasında
tanı konulup izlenen primer plevra ve akciğer kökenli tümörü olan
çocuk vakaların dosyalarından klinik özellikleri ve tedavi sonuçları
retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Belirtilen dönemde maliyn tümör tanısıyla bölümümüzde izlenen 6800 hasta içinde toplam 14’ü (%0.2) primer plevra
veya akciğer kökenli maliyn tümör tanısı ile takip ve tedavi edildi.
Tanı anında ortalama yaş 9.1 yıl (2-16) olup kız/erkek oranı 9/5 idi.
Bir hasta dışında tüm vakalar semptomatik olup %57’sinde pnömoni bulguları, %29’unda öksürük, %21’inde kilo kaybı, birer hastada
hemoptizi (karsinoid) ve parmaklarda çomaklaşma (inflamatuvar
psödotümör) mevcuttu. Mezotelyomalı bir hastaya asemptomatik
iken akciğer grafisi ile “tesadüfen” tanı konuldu. Sekiz hastaya (%57)
tümör tanısı öncesinde pnömoni tanısı ile tedavi verilmişti [tanı gecikmesi, ortanca 2.5 ay (0-48) ].
Patoloji tanıları, plöropulmoner blastom (PPB, n=5), inflamatuvar
psödotümör (n=3), mezotelyoma (n=2), mukoepidermoid karsinom
(MEK, n=2) ve karsinoid tümör (n=2) idi. MEK ve karsinoid tümör
vakalarına bronkoskobik biyopsi ile, 5 PPB ve 2 mezotelyomalı hastaya “tru –cut” biyopsi ile, inflamatuvar psödotümör’lü 3 hastaya primer cerrahi rezeksiyon sonrası tanı konuldu.
PPB vakaları cerrahi rezeksiyon, kemoterapi ve/veya radyoterapi
ile tedavi edilirken, karsinoid tümörler cerrahi rezeksiyon ve kemoterapi; mezotelyomalar ise sadece kemoterapi ile tedavi edilmiş;
inflamatuvar psödotümör vakalarına ise sadece primer cerrahi rezeksiyon uygulanmış idi. Ortanca 21.5 aylık (0.4-98) izlem sonunda; PPB’lu 5 vakanın biri hayatta (izlem, 84 ay) iken, 2’si hastalıklı
eksitus, 2’si tedaviyi terk etmiş idi (biri hastalıklı) . Karsinoid tümör
ve inflamatuvar psödotümör vakaları halen hastalıksız izlemde,
MEK’lu 2 vaka (biri hastalıklı) terk, mezotelyomalı 2 vakanın ise biri
terk iken diğeri halen hastalıksız izlemde idi.
Sonuç: Çocukluk çağında primer plöropulmoner tümörler nadir
olup tanı konulmasında gecikmelerle karşılaşılmaktadır. İnatçı öksürük, tekrarlayan pnömoniler veya hemoptizi ile gelen çocuk hastalarda primer akciğer tümörleri de akla gelmelidir. Bu tümörlerin
prognozu histoloji ve evreye bağlı olup erken tanı konulması önemlidir.
Ref No: 527
GENİTO-ÜRİNER SİSTEM RABDOMİYOSARKOMALI
HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1
4
Neriman Sarı, 1Canan Akyüz, 2Nebil Büyükpamukçu, 3Gülsev Kale,
Lale Atahan, 1Münevver Büyükpamukçu
1
Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bölümü,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı,
3
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Patolojisi Bölümü,
4
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
2
Amaç: Merkezimizde, genito-üriner sistem kökenli rabdomiyosarkom tanısı alan hastaların demografik, klinik ve histopatolojik
özelliklerini, prognostik faktörleri ve tedavi sonuçlarını bildirmektir
Hastalar ve yöntem: 1972-2003 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji bölümünde 409 hasta
Rabdomiyosarkom tanısı aldı. Altmış hastada tümör genitoüriner
sistem yerleşimli idi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, TNM evresi ve IRS
klinik grubu, histopatolojik tipi, tedavi protokolleri ve sonuçları,
hastalıksız ve genel yaşam hızları, relaps durumları ve prognostik
faktörler araştırıldı.
Bulgular: Tümörlerin primer yerleşim yerleri değerlendirildiğinde
60 hastada genitoüriner sistemin (%15) etkilendiği görüldü. Tümör,
otuziki hastada mesane, dört hastada prostat, onbir hastada vajinal,
oniki hastada paratestiküler ve bir hastada uterus yerleşimli idi. Erkek -Kız oranı 41/19 olup ortalama yaş 4.5 idi. Hastaların başvuru şikayetleri idrar yapamama (28), kanlı idrar (9), Disüri (8), şişlik (23),
sarkan kitle (13) vajinal kanama (6), vajinal akıntı (5) ve karın ağrısı
(4) idi. Ortanca tümör boyutu 7 cm idi. Yirmi hastada (%33) emb-
19-23 Nisan 2007
riyonal tip, otuzdört hastada botrioid (%57),bir hastada (%2) pleomorfik tip saptanırken diğer hastalarda alt tip belirlenemedi. Yirmiiki hasta evre I (%37), iki hasta evre II (%3), yirmi iki hasta evre
III (%37), üç hasta evre IV (%5) idi. Diğer hastalarda evrelendirme
yapılamamıştı. IRS klinik gruplara bakıldığında yedi hasta (%12)
grup1, onsekiz hasta (%30) grup 2 ve yirmisekiz hasta (%47) grup
3, üç hasta grup 4 (%5) olarak değerlendirildi. On hastada parsiyel
(%17) ve yirmidokuz hastada (%48) tam rezeksiyon uygulandı. Onyedi hastada (%28) VAC, yirmiüç hastada (%38) AVAC, iki hastada
(%3) MMR ve bir hastada (%2) PİAV tedavi protokolü uygulandı.
Kemoterapi sonuçları değerlendirildiğinde yirmibir hastada (%35)
tam yanıt, yedi hastada (%12) parsiyel yanıt elde edildi. Yedi hastada
(%12) hastalık stabil iken iki hastada (%3) progresyon görülmüş ve
yirmi üç hastada (%38) değerlendirme net yapıladı. Radyoterapi hastaların %57’sine uygulandı. Mesane-prostat kökenli rabdomiyosarkomalı hastalarda on yıllık hastalıksız yaşam hızı %24, genel yaşam
hızı ise %30, Mesane-prostat dışı yerleşimli hastalarda %69 ve %73
olarak saptandı (p: 0.02) .
Sonuç: Mesane-prostat kökenli rabdomiyosarkomada sonuçlar
yüz güldürücü olmamakla beraber Mesane-prostat dışı genitoüriner
sistem tümörlerinde prognoz oldukça iyidir. Bunun en önemli nedeni mesane-prostat dışı genitoüriner sistem tümörlerinde tam cerrahi
rezeksiyonun daha çok uygulanabilmiş olması, komplikasyonların
daha az görülmesi olabilir.
Ref No: 269
ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERİ SAĞKALANLARINDA İKİNCİ
KANSER RİSKİ
Rejin Kebudi, İnci Ayan, Ömer Görgün, Fulya Yaman Ağaoğlu,
Yavuz Dizdar, Bülent Zülfikar, Haldun Emiroğlu, Emin Darendeliler
İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü
Giriş: Kanser sağkalanı olan çocuklarda ikincil kanser riski, sağlıklı popülasyona göre 3-6 kez artar. İkincil kanser insidansı ve tipi
primer tanı, uygulanmış olan tedavi ve genetik faktörlere bağlı farklılıklar gösterir. Kemoterapi, özellikle alkilleyiciler ve topoizomeraz
enzim inhibitörlerine bağlı hematolojik ikincil maligniteler genellikle tedaviden sonraki ilk 2-5 yıl içinde görülürken, solid tümörler
daha geç dönemde gözlenir. Çocukluk Çağı Kanser Sağkalanları çalışmasında (CCSS Robison L et al. Cancer 2005) 5 yıldan uzun sağkalan 14193 çocukta ikinci kanserlerin 20 yılda kümülatif riski %3.2
olarak bildirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü,Pediatrik
Hematoloji-Onkoloji B.D. ve Radyasyon Onkolojisi B.D.’da 19892002 yılları arasında tedavi gören 1300 hasta ikinci kanser oluşumu
yönünden retrospektif olarak değerlendirildi.
Sonuçlar Kanser tedavisi görmüş çocukların onunda (% 0.7) median 66 ayda 11 ikinci malign tümör saptandı. Primer tanıları Ewing
sarkom, osteosarkom, non-Hodgkin lenfoma ve nöroblastom olan
dört hastada median 31 ayda (13-60 ay) AML saptandı. Bu hastaların
ikisi nüksler nedeniyle mükerrer kemoterapiler görmüştü. Primer
tanıları medulloblastom olan bir hastada ve nöroblastom olan bir
hastada median 9 yılda radyoterapi sahasında malign periferik sınır
kılıfı tümörü saptandı. Bir Ewing sarkomlu hastada 6 yıl sonra sarkom, 1 osteosarkomlu hastada 8 yıl sonra meme Ca, 1 mezenkimal
kondrosarkomlu hastada 11 yıl sonra meme Ca 16 yıl sonra osteosarkom, 1 ALL tanılı hastada 5 yıl sonra Ewing sarkom tanısı kondu.
Hastaların yedisi kaybedildi. Nöroblastom sonrası AML tanısı alan
hasta ve meme Ca olan iki hasta hayattadır.
Tartışma: İkincil tümör riski literatüre göre düşük olmakla birlikte,
takip süresi arttıkça oran artabilir. İkincil tümör riskinde bazı kemoterapötiklerin kümülatif dozu, radyoterapi doz ve sahaları önemli olduğundan, tedavi seçimlerinde tanılara, evrelere ve riske yönelik en
etkin, en az tedavinin (örneğin, Hodgkinde evreye göre kür sayısının
Sungate Port Royal, Antalya
kısıtlanması, radyoterapi doz ve sahalarının yıllar içinde azaltılması
gibi) uygulanması önemlidir.
Ref No: 198
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK ONKOLOJİ
BİLİM DALI HODGKİN HASTALIĞI SONUÇLARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
2
Münevver Büyükpamukçu, 1Ali Varan, 1Canan Akyüz,
Lale Atahan, 3Gülsev Kale, 1Tezer Kutluk, 1Yavuz Köksal, 1Bilgehan Yalçın
1
Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara,
3
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Patoloji Bilim Dalı, Ankara
2
Amaç: Merkezimizde tedavi edilen Hodgkin hastalarının klinik
özelliklerinin ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi
Metod: 1972 ve 2006 yılları arasında Hodgkin hastalığı tanısı alan
614 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm hastalara kemoterapi ± radyoterapi uygulandı. Kemoterapi protokolü COPP, ABVD
ya da ABVD/COPP derivelerini içermekteydi. Evreleme Ann Arbor
sınıflandırmasına göre ve histopatolojik sınıflandırma Rye sistemine göre yapılmıştı. Demografik özellikler için ortalama ve ortanca
değerler hesaplandı. Hastaların genel yaşam hızları Kaplan Meier
Survival metodu ile hesaplandı. Gruplar arası genel yaşam hızları
log-rank testi kullanılarak karşılaştırıldı.
Sonuç: Hastaların 452’si erkek, 162’si kızdı ve hastaların yaşları 2
ile 21 yıl arasında değişiyordu (ortanca yaş 8’di) . B semptomları 183
hastada vardı. Hastaların 165’i evre I, 185’i evre II, 145’i evre III ve
119’u evre IV olarak değerlendirildi. Histopatolojik olarak hastaların
344’ü miks sellüler tip, 90’ı noduler sklerozan tip, 62’si lenfositten
zengin tip, 46 hastada lenfositten fakir tip iken, 71 hastada alt tip
saptanamadı. Tüm gruplarda genel yaşam ve olaysız yaşam hızları
sırasıyla %83 ve %60 idi. Genel yaşam hızı COPP (n: 402) rejimi
alan hastalarda %79, ABVD rejimi alan hastalarda (n: 94) %95.6 ve
ABVD/COPP protokolü alan hastalarda ise (n: 65) %91.8 olarak saptandı (p: 0.02) . Genel yaşam hızları üzerinde etkili diğer prognostik
faktörler; evre (p: 0.0001), B semptomları (p: 0.0001), ve yaş (p: 0.01)
olarak saptandı.
Yorum: Bu çalışma tek merkezde yapılan en büyük serilerden biridir. ABVD rejimi en iyi genel yaşam hızına sahiptir ve Hodgkin
hastalığı tedavisinde kullanılmalıdır.
Ref No: 63
ÇOCUKLUK ÇAĞI NON-HODGKİN LENFOMALARINDA
DOKU ANJİOJENİK FAKTÖRLERİNİN KLİNİKOPATOLOJİK
ÖZELLİKLERİ İLE İLİŞKİSİ
1
Aynur Oğuz, 1Çağlar Çıtak, 1Ceyda Karadeniz, 2Nalan Akyürek, 1Arzu Okur
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara,
2
Gazi Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Bu çalışmada anjiojenezde önemli rolleri olan vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF), matriks metalloproteinaz 2 ve 9
(MMP-2, MMP-9) ve bunların inhibitörü olan doku matriks metalloproteinaz inhibitörü-1 (TIMP-1) ’in çocukluk çağı non-Hodgkin
lenfomalarının (NHL) klinikopatolojik bulguları üzerine olan etkilerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Yaş ortalaması 9.1 ± 4.13 olan ve NHL tanısı
ile izlenen 25 (4 kız, 21 erkek) olgunun parafin blokları immünhistokimyasal olarak MMP-2, MMP-9, TIMP-1, VEGF ve CD31 ile
boyandı. Boyanma oranlarına göre tümör hücrelerinin %10’undan
fazlasında boyanma elde edildi ise pozitif, %10’undan daha az boyanma oldu ise negatif olarak kabul edildi. Mikrodamar yoğunluğunun belirlenmesi CD31 ile yapıldı. MDS küçük büyültme ile değerlendirildiğinde 10 ve daha fazla sayıda damar belirlendi ise pozitif
olarak kabul edildi. Sonuçlar olguların klinikopatolojik bulguları ile
değerlendirildi.
143
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Sonuçlar: Tümöral dokuda MMP-2 ve VEGF belirlenmesi ile klinik parametreler arasında anlamlı bir bağıntı bulunamamıştır (p>0.05) . MMP-2, MMP-9 ve VEGF negatif ve pozitif olan olguların 5
yıllık olaysız ve genel sağkalım oranları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılığa rastlanılmamıştır (p>0.05) . B semptomu ile
maliyn hücrelerde MMP-9 belirlenmesi arasında anlamlı bir bağıntı
bulunmuştur (p=0.046) . MMP-2, MMP-9 ve VEGF belirlenmesi ile
MDS arasında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p>0.05) . NHL
tanısı ile izlenmekte olan 25 olgudan sadece birinde TIMP-1 pozitiflik oranı %5 olarak saptanırken diğer olgularda TIMP-1 pozitifliğine
rastlanılmamıştır. Klinik evre ile MDS arasında anlamlı bir bağıntı
olduğu görülmüştür (p=0.023) . MDS <10 ve MDS ≥ 10 olan olgular
arasında 5 yıllık olaysız sağkalım oranları arasında anlamlı bir farklılık saptanmamasına karşın 5 yıllık genel sağkalım oranları arasında
anlamlı bir farklılık olduğu belirlenmiştir (%100-%55.53, p=0.039) .
Tartışma: Bulgularımız çocukluk çağı NHL klinik parametreleri
ile anjiojenezisin ilintili olduğunu desteklemektedir. Daha büyük
hasta grupları ile yapılacak olan çalışmalar ile daha detaylı bilgiler
elde edileceği kanaatindeyiz.
Ref No: 789
MALİGN HASTALIKLI ÇOCUK HASTALARDA VE SAGLIKLI
ÇOCUKLARDA ETYOLOJİK AJAN OLARAK, KAPOSİ
SARKOMA ASOSİYE HERPES VİRUS (HERPES VİRUS TİP-8)
VE HERPES VİRUS-6 SIKLIGI
1
Nurdan Taçyıldız, 3Halil Özdemir, 1Gülsan Yavuz, 1Emel Ünal,
Handan Dinçaslan, 2Aydan İkinciogulları, 2Figen Doğu,
3
Deniz Güloğlu, 3Emine Suskan, 4Zeynep Bıyıklı
1
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünoloji Bilim Dalı,
3
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Klinigi,
4
Ankara Üniversitesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı
2
Giriş: Kaposi sarkoma asosiye Herpes Virus veya Human Herpaes
Virus Tip-8 (HHV-8) insanlarda tümör yaptıgı kanıtlanmış nadir viruslardan biridir, aynı zamanda EBV gibi cografik dagılım farklılıkları göstermektedir.Avrupa ve Amerika da ki sınırlı çalışma sonuçlarına göre sıklık % 0-4 arasında iken, Dogu Avrupa Ülkelerinde daha
yüksek, Afrika da en yüksektir. Human Herpes Virus Tip-6 (HHV-6)
özellikle lenfositlerde latent kalabildiğinden onkojenik potansiyele
sahiptir ve insanlarda oldukça yaygındır. Bazı çalışmalar HHV-6 nın
çocukluk çagı lösemilerini başalatabilecegini göstermiştir.
Amaç: Malign hastalıklı ve saglıklı Türk çocuklarında HHV-8 ve
HHV-6 sıklıgını belirlemek etyolojik ajan olarak karşılaştırmak.
Hastalar ve Metod: İlk başvuruda 88 maligniteli çocuk (lenfoma:
31, ALL: 17, retinoblastoma: 40 hasta; yaşları 3 ay ile 18 yaş arasında) ve saglıklı 37 çocuga ait serumlarda ELİSA yöntemi ile HHV-8
antikorları çalışıldı. 85 hasta (ALL: 16, lenfoma: 29 – NHL: 21,HL:
8- retinoblastoma: 40, yaşları 3 ay- 18 yaş) ve aynı kontrol grubunda
ELİSA ile HHV-6 antikorları araştırıldı.
Sonuçlar: Saglıklı çocuklarda HHV-8 sıklıgı %5.7, Lenfomalarda
%3.2 (OR: 0.6, % 95 CI: 0.05-6.8, p: 0.85), ALL de %5.8 (OR: 1, % 95
CI: 0.09-12, p: 0.57) ve retinoblastomada %7.5 (OR: 1.4, %95 CI: 0.28.7, p: 0.9) idi. Malign hastalıklı çocuklar ile saglıklı çocuklar arasında HHV8 antikorlarının sıklıgı açısından önemli fark bulunmadı.
HHV-6 sıklıgı, saglıklı çocuklarda %75.6 idi. 0-1 yaş: %61, 1-2 yaş:
%80, 3-5 yaş: %83, 6-10 yaş: %87.5 pozitiflik gösteriyordu. HHV-6
sıklıgı ALL de: %87 (OR: 2.25, %95 CI: 0.42-11.8),
Lenfomalarda %72.4; HL: %75 (OR: 1.03, %95 CI: 0.17-6.07),
NHL: %40 (OR: 1.24, %95 CI: 0.37-4.16), Retinoblastomada %82.5
(OR: 1.5, %95 CI: 0.5-4.5) idi.
Çıkarımlar: Türk çocuklarında endemik bölgelere benzer şekilde
EBV pozitiflik oranı yüksek oldugu halde, HHV-8 pozitifliği Dogu
Avrupa ya da Afrika Ülkeleri kadar yüksek bulunmamış, Italyan çocuklarındakine benzer oranlar (%3.5-7.8) saptanmıştır.Bu sonuçlar,
TPOG Tümör kayıtları içindeki düşük Kaposi sarkomu sıklıgı ile de
144
uyumludur (2003 yılında bildirilen 1218 hastanın sadece birinde Kaposi sarkomu varken, 2002 ve 2004 yıllarında bildirilmiş olgu yoktur) . Ayrıca saglıklı çocuklar ile maligniteli çocukların arasında da
HHV-8 açısından bir fark bulunmamıştır.
HHV-6 sıklıgı saglıklı Türk çocuklarında oldukça yüksek bulunmuştur ve yaşla pozitiflik oranında artış belirlenmiştir.ALL grubunda pozitiflik oranı biraz daha yüksek görünmekle birlikte, saglıklı
grup ile arasında pozitiflik oranı ya da titrasyon farklılıgı açısından
anlamlı fark bulunmamıştır. Diğer malignitelerdeki sıklık da anlamlı
farklılık göstermemiştir.
Ref No: 487
SANTRAL VENÖZ KATETERLERDE ANTİBİYOTİK
KİLİTLEME TEDAVİSİ
Nalan Yazıcı, Canan Akyüz, Serhan Küpeli, Ahmet Demir,
Münevver Büyükpamukçu
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı
AMAÇ: Antibiyotik Kilitleme Tekniği (AKT) kateter ilişkili enfeksiyonların (KİE) konservatif tedavi oranını artırmak üzere uzun süredir
kullanılmaktadır. Bu çalışmada sistemik antibiyotik tedavisi yanısıra
AKT ile KİE’nin tedavi oranlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
METOT: Ocak 2002 - Kasım 2006 arasında tamamı cilt altına
yerleştirilen port ya da Hickman kateterli hastalarda, KİE’nin tedavisinde sistemik tedavi yanısıra, izole edilen mikroorganizmanın
antibiyotik duyarlılığına göre seçilmiş bir ya da birden fazla antimikrobiyal ajanın yüksek konsantrasyonda kateter içine verilerek, belirli
süre ‘kilitleme’ yöntemi ile yapılan uygulamalar retrospektif olarak
değerlendirildi. Tedavi başarısı ardışık kültürlerde üreme olmamasına göre değerlendirildi.
SONUÇLAR: Onbeşi erkek toplam 22 hastada, 33 KİE’de AKT
uygulandığı tespit edildi. Hastaların yaş dağılımı 0.75-13.59 olup
ortanca yaş 2.55’ti. Hastalık tanılarına göre dağılıma bakıldığında
grubun çoğunluğunu nöroblastom (8), retinoblastom (4) ve Wilms
tümörü (3) oluşturmaktaydı. Yirmibir vakada santral venöz kateter
port tipi kateter olup yalnızca bir vakada Hickman kateteri mevcuttu. En sık rastlanılan enfeksiyon tekli gram (+) mikroorganizmaların
neden olduğu enfeksiyonlar olup etken koagülaz (-) stafilokoklardı
(12/33) . Gram (+) çoklu mikroorganizma enfeksiyonları 5, gram (-)
tekli mikroorganizma enfeksiyonları 5, gram (-) çoklu mikroorganizma enfeksiyonları 2, gram (+) ve (-) çoklu mikroorganizma enfeksiyonları 3, tekli non-albicans candida enfeksiyonu 4, tekli candida albicans enfeksiyonu 1, çoklu mantar enfeksiyonu ise 1 durumda
saptandı. Atakların 14’ünde febril nötropeni vardı. AKT’de en sık
kullanılan tekli antibiyotikler vankomisin (6), teikoplanin (5) yada
meropenem (4) ; kombinasyon olarak teikoplanin+aminoglikozit
(3) ve antifungal olarak Amfoterisin B’ydi (3) . Otuzüç enfeksiyonun
25’inde tedavinin başarılı olduğu (%75.7), 5 durumda enfeksiyon nedenli cihaz çıkartılması yada tekrarlayan üremelerin meydana geldiği, 2 hastanın kateter üzerindeyken hastalık progresyonu ve sistemik
enfeksiyon tablosunda exitus olduğu, bir hastanın ise çalışma sırasında halen tedavi altında olduğu saptandı. Enfeksiyonsuz kateter
yaşamı tüm grupta ortanca 90 gündü (0-546 gün) . Gram (+) ya da
(-) tekli ya da çoklu ve mantar enfeksiyon grupları ile tedavi başarı
oranları arasında anlamlı fark tespit edilmedi (p=0.29) . İlginç olarak
enfeksiyon nedenli çıkartılmış ve uç kültürleri alınmış 4 kateterin
2’sinde üreme olmadığı ve bu 2 KİE’nin önceki etkeninin de nonalbicans candida olduğu görüldü.
YORUM: Sistemik antibiyotik tedavisine ek olarak uygulanan
AKT, KİE’de % 75.7 oranında başarı sağlamıştır. En fazla başarı koagülaz negatif stafilok enfeksiyonlarında saptanmış olup gruplar arasında anlamlı fark tespit edilememiştir. Non-albicans candida enfeksiyonlarında da bu tekniğin etkili olabileceği çıkartılan iki kateter uç
kültüründe üreme olmaması nedeniyle kuvvetle düşünülmüştür.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 452
ÇOCUKLUK ÇAĞI OSTEOSARKOMA TANILI HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ: TEK MERKEZ SONUÇLARI
1
Neriman Sarı, 2Bülent Ince, 2Şafak Güngör, 1Inci İlhan
1
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Onkoloji Bölümü,
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi Bölümü
2
Amaç: Tek merkezde, osteosarkoma tanısı alan hastaların demografik, klinik özelliklerini, prognostik faktörleri ve tedavi sonuçlarını
bildirmek.
Hastalar ve Yöntem: Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 1992-2004 yılları arasında tanı alan 139 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, tümörün primer
yerleşim yeri, metastaz durumu, tedavi protokolleri ve sonuçları,
hastalıksız ve genel yaşam hızları, relaps durumları ve prognostik
faktörler değerlendirildi.
Bulgular: Osteosarkoma, bu dönemde bu merkezde görülen çocukluk çağı malign solid tümörlerinin %21’ini oluşturuyordu. Ortanca yaş 13 yıl olup erkek/kız oranı 1.5/1 idi. En sık görülen yerleşim yeri alt ekstremite idi. Hastaların %86’sında alt ekstremite,
%11’inde üst ekstremite, %2’sinde kafa kemikleri ve %1’inde vertebra tutulumu gözlendi. Metastatik hastalık sıklığı %16 iken en sık
akciğer metastazı olduğu (%13) görüldü. Kemik metastazı %1’inde,
kemikle birlikte akciğer metastazı ise %2’sinde saptandı. İlk tedavi
seçeneği hastaların %21’inde cerrahi, %78’inde kemoterapi olurken
bir hasta hiçbir tedaviyi kabul etmedi. Hastaların %51’ine amputasyon, %33’üne ekstremite koruyucu cerrahi uygulanırken hastaların
%16’sına hiçbir cerrahi girişim uygulanmadığı görüldü. Hastaların
%78’i sisplatin-adriamisin-yüksek doz metotreksat kombinasyonu
ile tedavi edildi. Yaşayan hastalarda ortanca izlem süresi 4,7 yıl olup
10 yıllık hastalıksız yaşam hızı %54, 10 yıllık genel yaşam hızı %71
olarak saptandı. Değerlendirilen risk faktörleri arasında tanı anında
metastaz varlığı, tanı anında lokal rekürrensin olması ve tedavi süresince cerrahi uygulanmamış olmasının hastalıksız ve genel yaşam
hızını belirgin ölçüde düşürdüğü görüldü. Metastatik olmayan vakalarda 5 yıllık genel yaşam hızı %79 ve cerrahi uygulananlarda %
70 iken metastatik hastalıkta ve cerrahi uygulanmayan vakalarda bu
hızın 0’a düştüğü görüldü.
Sonuç: Çocukluk çağının en sık görülen malign kemik tümörü
olan osteosarkomda metastatik olmayan hastalıkta kemoterapi ve
cerrahinin kombine kullanılması ile oldukça iyi yaşam hızları elde
edilmiş olup sonuçlarımız literatürle aynıdır. Tanı anında metastaz
varlığı ve lokal rekürens olması yaşam hızlarını belirgin ölçüde etkilemektedir.
Ref No: 367
15-17 YAŞ ARASI ADOLESANLARDA MALİGN TÜMÖRLER:
236 VAKANIN RETROSPEKTİF ANALİZİ
Canan Akyüz, Begül Yağcı, Ali Varan, Bilgehan Yalçın,
Tezer Kutluk, Münevver Büyükpamukçu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı
AMAÇ: 15-17 yaş arasındaki adölesan hastalarda malign tümör
alt grubu dağılımının, klinik özelliklerinin, genel ve hastalıksız yaşam oranlarının incelenmesi.
HASTA VE METODLAR: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatrik Onkoloji Bölümü’nde son 35 yılda 15-17 yaş arasında malign tümör tanısı alan
236 hasta çalışmaya dahil edildi.
BULGULAR: Tanı anındaki ortalama yaş 15.6; ortanca yaş 15.5
olarak bulundu. Erkek/kız oranı 1.95 olarak saptandı. Herhangi bir
tümör alt grubunda cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı (p=0.13) . 51 hastada (%21.6) Hodgkin-dışı lenfoma (HDL), 46 hastada (%19.5) Hodgkin hastalığı (HH), 27 hastada
Sungate Port Royal, Antalya
(%11.4) santral sinir sistemi (SSS) tümörleri, 23 hastada (%9.7) osteosarkom, 20 hastada (%8.5) nazofarinks karsinomu (NFK), 20 hastada (%8.5) Ewing/Primitif nöroektodermal tümör (EWN/PNET)
ve 53 hastada da (%22.5) diğer tümörler (germ hücreli tümörler,
hepatoselüler karsinom, nöroblastom, langerhans hücreli histiyositoz, tiroid papiller karsinom, rabdomyosarkom, malign mezenkimal
tümör, renal hücreli karsinom, Wilms’ tümörü) saptandı. Tedaviye uyumsuzluk hastaların %10.6’sında gözlenmiş olup, hastalık alt
grupları arasında bu yönden istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0.16) . Tüm grupta ortanca 8.75 yıllık takip süresinde genel
yaşam (OS) %55.7, hastalıksız yaşam (EFS) %44.6 olarak saptandı.
Genel yaşam oranları SSS tümörlerinde %51.5, HDL’de %54.7, HH’de
%71.5, EWN/PNET grubunda %28.6, NFK’de %52.1, osteosarkomda
%34.2, diğer tümörlerde ise %69.6 olarak bulundu.
SONUÇ: Adölesan yaş grubunda tüm çocukluk çağına göre daha
düşük genel ve hastalıksız yaşam oranları elde edilmekte; tanı, tedavi ve takip aşamalarında birçok sorunla karşılaşılmaktadır. Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak kabul edilen bu dönemin
özellikleri dikkate alınarak en uygun yaklaşım planının yapılması
gerekmektedir.
Ref No: 796
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PEDİATRİK
ONKOLOJİ BÖLÜMÜNDE İZLENEN HODGKİN
LENFOMALI OLGULARIN KLİNİK PREZENTASYON VE
VİRAL ANALİZ SONUÇLARI İLE İKİ FARKLI DÖNEMDE
KARŞILAŞTIRILMASI
1
Gülsan Yavuz, 1Emel Ünal, 1Nurdan Taçyıldız, 1Handan Dinçaslan,
Ali Pamir, 2Selim Erekul, 3Suat Fitöz, 1Emel Babacan,
1
Sevgi Gözdaşoğlu, 1Ayhan Çavdar
1
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji, İmmünoloji, Hematoloji Anabilim
Dalları,
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,
3
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı
2
Giriş-Amaç: Ülkemizde 1970’li yıllardan itibaren pediatrik onkoloji merkezlerinin çalışmaları malign lenfomaların akut lösemileri
takiben 2. sırada yer aldığını, 2000 yılından itibaren TPOG’da toplanan verilerin bu ilk iki sıranın henüz değişmediğini göstermektedir.
Öte yandan Hodgkin Lenfoması (HL) ülkemizde Tip 1 epidemiyolojik örneğin özelliklerini taşımaktadır. Geçtiğimiz yıllar içerisinde
ülkemizde sosyo-ekonomik koşullar değişmeye başladığından HL
olgularımızın klinik prezentasyon, histopatolojik subtip ve EBV sonuçlarıyla yeniden değerlendirilmesi düşünüldü.
Materyal-Metot: HL’lı olgular 1964-1994 ve 1997-2006 yılları arasında iki farklı dönemde değerlendirildi.
Bulgular: 1964-1994 yılları arasında 175 HL’lı hastanın retrospektif değerlendirmesinde, %80’inin <10yaş, erkek cins ve MC subtip
egemenliği ve %65’inin evre III-IV’de tanı aldığı görüldü. Son 10 yıl
içinde izlenen 27 olguda ise yaş dağılımının, erkek egemenliğinin,
EvreI-II sıklığının değişmemesine karşın olguların yarıdan fazlasının (%51.8) evre III’de tanı aldığı ve evre IV sıklığını %49.7’den
%7.4’e indiği dikkat çekti. İki dönem arasında evre IV sıklığının giderek azalması ve evre III’te tanı alma oranı giderek artması istatistik
olarak anlamlı bulundu. Histopalojik dağılım gözden geçirildiğinde
MC egemenliğinde değişmediği LP’de azalma ve NS’de hafif artış
olduğu görüldü. Bölümümüzde 1985 yılından itibaren yapılan çalışmalarda HL hastalarda EBV sıklığının %90’nın üzerinde olduğu,
sağlıklı Türk çocuklarıyla karşılaştırıldığında (%71.7) bu farkın anlamlı olduğu görüldü. EBV HL beraberliği özellikle <6 yaş grubunda
(erken tip HL) çok daha belirgindi. EBV LMP-1 (immünhistokimyasal yöntem) sonuçları değerlendirildiğinde MC ön planda olmak
üzere tüm histopatolojik subtiplerde, tümör dokusunda EBV pozitifliği gösterildi. Özellikle MC tipinde ve <6 yaştan Hodgkin Lenfomalı çocuklarda EBV beraberliğinin daha yüksek olması birçok
145
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
ülke sonuçlarıyla uyumlu bulundu. Bu bulgular ülkemizde Hodgkin
lenfomasının etyopatogenezinde EBV’nun çok önemli rol oynadığını
gösterdi. Öte yandan son yıllarda EBV’nun Hodgkin lenfomasının
prognozunda olumsuz bir rol üstlenmediği üzerinde durulmaktadır.
Bu literatür bilgilerine paralel olarak 1984 yılından itibaren bölümümüzde kullanılmakta olan modifiye OPPA/COPP ve tutulmuş alan
radyoterapi protokolü ile hastalarımızın %90’dan fazlasının 5 yıldan
fazla sağ kalım oranlarına sahip olmaları nedeniyle EBV enfeksiyonunun prognozu etkilemediği düşünüldü.
Sonuç olarak; İki dönem arasında evre IV sıklığının giderek azalması, MC egemenliğinin değişmemesine karşın LP’de azalma ve
NS’de hafif artış olması bu tablonun ülkemizde son yıllarda sağlık
hizmetlerinin iyileşmesi ve çevre ve sosyoekonomik koşullardaki
olası değişikliklerin (tarım toplumunda sanayi toplumuna geçiş süresinin hızlanması gibi) bir sonucu olabileceğini düşünüldü. Benzer
bir değişiklik (NS subtipinin artması) sosyo ekonomik olarak gelişmekte olan Brezilya’dan da bildirilmektedir.
POSTERLER
Ref No: 127
COWDEN SENDROMLU BİR OLGUDA TİROİD MEDÜLLER
KARSİNOMU
1
Yavuz Köksal, 2Mustafa Şahin, 3Hande Köksal, 4Diclehan Orhan,
Ekrem Ünal, 1Engin Alagöz
1
1
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Konya,
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Konya,
Net-Göz Tıp Merkezi, Konya,
4
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Faültesi, Çocuk Patoloji Ünitesi, Ankara,
5
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Ankara
2
3
Giriş: Cowden sendromu, mukokutanöz deri lezyonlarının belirgin olduğu nadir bir hastalıktır. Bu sendromda, meme, tiroid, kalın
bağırsak başta olmak üzere birçok organda kanser gelişme riski yüksektir. Burada, Cowden sendromulu bir adölasanda tiroid medüller
karsinom gelişimi sunulmaktadır.
Olgu sunumu: 16 yaşındaki erkek olgu son 5 yıldır yüzünde, gözünde ve ağzındaki cilt değişiklikleri ile başvurdu. Özgeçmiş ve soy
geçmişinde özellik tespit edilmeyen olgunun fizik muayenesinde boy
ve vücut ağırlığı %3’ün altında idi. Cilt muayenesinde göz kapakları,
ağız çevresinde, dilde ve yanak mukozasında daha fazla olmak üzere multipl, deri renginde, pürüzsüz, ağrısız, hiperkeratotik papüller
dikkat çekiyordu. Episkleritin eşlik ettiği proptosiz, anal papillamatöz lezyonları saptanan olgunun tiroid sol lobunda 1x1 cm boyutunda nodül palpe edildi, diğer muayene bulguları normal sınırlarda idi.
Tam kan sayımı, idrar analizi, kan şekeri, kan elektrolitleri, böbrek ve
karaciğer fonksiyon testleri, serbest T4, TSH, Tiroglobulin, anti-tiroglobulin antikoru, anti-mikrozomal antikoru, CA19–9, alfa-fetoprotein normal sınırda olan olgunun CEA seviyesi 34 ng/ml (0–3) idi.
Tiroid USG’de sol lobta 18x14x11 mm ebadında, sağ lobta 8x7x6 mm
ebadında hipoekoik, heterojen, nodül görüldü. Tiroid sintigrafisinde
sol lobta hiperaktif, sağ lobta hipoaktif nodül olması üzerine yapılan tiroid ince iğne aspirasyon biyopsi yapıldı. Sitolojik incelemede
malign hücreler görülmesi üzerine servikal lenf nodu diseksiyonu
ile total tiroidektomi uygulandı. Çıkarılan tiroid dokusunun makroskobik incelemesinde her iki lobta 2-7 mm çaplarında, kapsülsüz
multipl tümörler görüldü. Mikroskobik incelemede tümör dokusunun hyalinize kapsül ile ayrılmış yuvarlak ve poligonal hücrelerden
oluştuğu gözlendi. Bazı bölgelerde amiloid birikimi mevcuttu. Yalancı papiller büyüme paterni fokal olarak izlendi. Bu bulgular tiroid medullar karsinomu ile uyumlu bulundu. Ameliyattan iki hafta
sonra iyod ablasyon tedavisi uygulandı ve ardından tiroid hormon
replasmanı başlandı. CEA seviyesi normal sınırlara geriledi.
Sonuç: Cowden sendromunda görülen mukokütonaz lezyonlar,
malign tümörlerin habercisi olabilir. Cowden sendromunun erken
ve doğru tanısı, gelişebilecek kanserlerin erken tanısına olanak sağla-
146
yacaktır. Cowden sendromlu olgularda tiroid lezyonların multisentrik olması, yüksek rekürrens ve karsinomaya ilerleme ihtimallerinden dolayı total tiroidektomi önerilmektedir. Klinisyenlerin ortak
çalışmasına gerektiren ileri araştırma ve tedavi planları gerektiğinden dolayı, Cowden sendromunun ağız, baş ve boyun bulgularının
tespitinde çocuk uzmanları, cildiye uzmanları, diş hekimleri ve cerrahlara önemli roller düşmektedir.
Ref No: 128
HEPATOBLASTOMU TAKLİT EDEN KARACİĞERİN
MEZENKİMAL HAMARTOMU
1
4
Ekrem Ünal, 1Yavuz Köksal, 2Zuhal Akçören, 3Lema Tavlı,
Engin Günel, 5Ülkü Kerimoğlu
1
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Konya,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Patoloji Ünitesi, Ankara,
3
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Konya,
4
Selçuk Üniersitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya,
5
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya
2
Giriş: Karaciğerin mezenkimal hamartomu, periportal bağ dokusundan kaynaklanan nadir görülen benign kistik bir malformasyondur. Pediatrik karaciğer tümörlerin, %6–8 kadarını oluşturan
mezenkimal hamartoma vakalarının %80’i iki yaş altında görülür.
Burada, hepatoblastomayı taklit eden karaciğer mezenkimal hamartomlu bir olgu sunulmaktadır.
Olgu sunumu: Huzursuzluk ve karında şişlik yakınmasıyla getirilen 11 aylık erkek olgunun fizik muayenesinde batında solunumla
hareket eden, pelvise kadar uzanan, dev kitle tespit edildi. Tam kan
sayımı, kan biyokimyası ve idrar analizi normal olan hastanın AFP
seviyesi 3829 ng/ml olarak saptandı. Batın ultrasonografisinde abdomenin büyük bir kısmını dolduran multikistik anekoik solid kitle
görüldü. Batın tomografisinde karaciğerin sağ lobundan kaynaklanan, arteriel fazda belirgin kontrast tutan, 28x12x11 cm boyutlarında kitle görüldü. Batın Manyetik rezonans görüntülemesinde ise karaciğerin sağ lobundan pelvise uzanan T1 ağırlıklı kesitlerde düşük,
T2 ağırlıklı kesitlerde yüksek sinyal yoğunluğuna sahip miks paterne
sahip kitle görüldü. İki yönlü akciğer grafisi ve akciğer tomografisi
normal olan hastaya kitlenin kistik karakterinden dolayı ince iğne
aspirasyon biyopsisi uygulandı. Sitolojik incelme hepatoblastom ile
uyumlu olması üzerine hastaya sisplatin ve adriamisin içeren preoperatif kemoterapi başlandı. Kemoterapinin 3. küründen sonra yapılan görüntüleme çalışmalarına göre kitle boyutlarında (14x12x11
cm) ve serum AFP seviyesinde azalma tespit edildi. Sağ hepatektomi
uygulanan hastanın çıkarılan tümör dokusu değişik boyutlarda müsinöz karakterde içeriğe sahip kistlerden oluşuyor idi. Mikroskobik
incelemede, sağlam karaciğer dokusundan kesin ayrılabilen tümör
dokusuna sahipti. Tümör dokusunda hepatositler ve düzensiz safra
kanalı yapıları, ekstramedüller hematopoez odağı mevcut idi. Bu
bulgular karaciğerin mezenkimal hamartomu ile uyumlu bulundu.
Sonuç: Karaciğerin mezenkimal hamartomu özelliklede yüksek
AFP seviyesi varlığında, hepatoblastom ile karışabileceği akılda tutulmalıdır.
Ref No: 129
BİR OLGU NEDENİYLE PANKREASIN PRİMİTİF
NÖROEKTODERMAL TÜMÖRÜ
1
4
Ekrem Ünal, 2Müslim Yurtçu, 1Yavuz Köksal, 3Hatice Toy,
Zuhal Akçören, 5Ülkü Kerimoğlu, 2Engin Günel
1
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Konya,
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya,
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Konya,
4
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Patoloji Ünitesi, Ankara,
5
Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya
2
3
Giriş: Primitif nöroektodermal tümörler sıklıkla ekstremitelerin
yumuşak dokularında görülür. Pankreas gibi nöroendokrin hücre-
19-23 Nisan 2007
leri olan solid organlarda primitif nöroektodermal tümör çok nadir
bildirilmiştir.
Olgu sunumu: On yaşındaki kız hasta üç haftadır devam eden karın ağrısı, sarılık yakınmalarıyla başvurdu. Özgeçmiş ve soy geçmişinde özellik tespit edilmeyen olgunun fizik muayenesinde deri ve
skleralarda ikter, batın sağ üst kadranda hassasiyet mevcuttu. Tam
kan sayımı, idrar analizi, kan şekeri, kan elektrolitleri, böbrek fonksiyon testleri normal olan hastanın total bilirubin 19.9 mg/dl, direkt
bilirubin 13.4 mg/dl, SGOT 563IU/L, SGPT 610 IU/L, GGT 566 IU/
L olarak saptandı. Batın ultrasonografisinde intrahepatik safra yolları ve koledokta dilatasyon, pankreas başı lokalizasyonunda yaklaşık
36x31 mm ebadında düzensiz konturlu, heterojen, hipoekoik kitle
lezyonu izlendi. Batın manyetik rezonans görüntülemesinde pankreas başında, insunat proçes düzeyinde 3x3 cm ebadında, periferik
kontrastlanan, ortası nekrotik kitle lezyonu mevcuttu. Kolesistoenterostomi ve gastrointestinal diversiyon operasyonu yapılan olgunun
pankreas başındaki kitlesi etraf dokulara invaze olduğu için total
çıkarılmadı, tanısal doku örneklemesi yapıldı. Tümör dokusunun
patolojik incelemesi pankreasın primitif nöroektodermal tümörü ile
uyumlu idi. Ameliyattan bir ay sonra ifosfamid, sisplatin, adriamisin,
vinkristin içeren kemoterapi başlandı. Hastanın halen kemoterapisine devam edilmekte olup, çok iyi kısmi yanıt ile izlenmektedir.
Sonuç: Oldukça nadir görülen, pankreas yerleşimli primitif nöroektodermal tümörlü olgu literatür eşliğinde tartışıldı.
Ref No: 73
KANSERLİ ÇOCUKLARIN ANNE VE BABALARINDA
POSTTRAVMATİK STRES BOZUKLUĞU VE İLİŞKİLİ RİSK
FAKTÖRLERİ
1
İrem Yaluğ, 2Funda Çorapçıoğlu, 2Eviç Z. Başar,
Görkem Aksu, 3Merdan Fayda, 4Kıvanç Yaluğ, 1Tamer Aker
3
1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalı
2
3
Çocuklarda yaşamı tehdit eden bir hastalığın bulunması aile tarafından ağır bir stresör olarak algılanabilir. Posttravmatik stres bozukluğu (PTSB) kanserli çocukların ebeveynlerinde hasta çocuklardan daha yüksek oranda saptanmaktadır.
Hastalar ve Yöntem: Mart 2003-Aralık 2006 tarihlerinde Kocaeli
Üniv. Çocuk Onkoloji Bilim Dalı’nda kanser tanısı ile tedavi gören
0-22 yaş grubundaki 64 çocuğun anne ve babaları çalışmaya alındı. Çalışma grubuna sosyodemografik form, travmatik olaylar listesi, yapılandırılmış klinik görüşmenin (DSM-IV için) depresyon ve
PTSB modülü, genel sağlık anketi verildi. Değerlendirme psikiyatri
uzmanı tarafından yapıldı.
Sonuçlar: Çalışma grubundaki 104 ebeveynin % 34,6’sında PTSB
saptandı. Travma sonrası stres semptom kümeleri bu grupta sıktı.
PTSB özellikle kadınlarda, eğitim düzeyi yüksek grupta, daha önce
geçirilmiş ruhsal bozukluğu bulunanlarda, çocuğunun tanısı göreceli
olarak daha kötü prognozlu olanlarda ve onkolojik tedavi kapsamında radyoterapi de bulunanlarda sıktı. Yaşamında daha önce yakın
birinin ölümünü deneyimleyen kişilerde PTSB sıklığı daha fazlaydı.
Sonuç olarak ebeveynlerin çocuklarının kanser tanısı almasıyla
beraber PTSB yönünden yakın izlemi, özellikle risk grubu altındakilerin tedavi süreci sonrasında da takibinin önemli olduğu düşünülmektedir.
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 74
KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİ UYGULANAN KANSERLİ
ÇOCUKLARDA NÖTROPENİNİN ÖNLENMESİNDE
FİLGRASTİM VE LENOGRASTİM’İN ETKİNLİKLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
1
1
1
2
Funda Çorapcıoğlu, 1Eviç Z. Başar, 2Merdan Fayda, 2Görkem Aksu,
Ajda Mutlu, 1Zehra İnce
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Çocuklarda kemoterapi ve radyoterapiye bağlı myelosupresyon
ve sonucunda oluşan nötropeni, yeni tedavi kürlerinde gecikmeye
neden olmakta ve ciddi bakteriyel infeksiyonlara eğilim yaratmaktadır. Kemoterapi/radyoterapi sonrasında kullanılan hematopoietik
büyüme faktörleri (HBF) nötropeni ciddiyeti ve süresini azaltmayı
hedeflemektedir. Bu çalışmada iki farklı HBF’nün nötropeni ciddiyeti, süresi ve infeksiyon sıklığına etkisi araştırılmıştır
Hastalar ve Yöntem: Ekim 2006-Şubat 2007 tarihlerinde Kocaeli
Üniv. Çocuk Onkoloji Bilim Dalı’nda kanser tanısı ile kemoterapi
ve/veya radyoterapi uygulanan hastalar başvuru sırasına göre randomize edildi. Otuz dokuz hastaya filgrastim (5μgr/kg/gün, S.C.) ve 43
hastaya lenograstim (150 μgr/m2/gün, S.C), kemoterapi bitiminden
24 saat sonra başlanarak lökosit sayısı 10.000/mm3 olana dek devam
edildi. Çalışma periyodunda kemoterapi sikluslarında gecikme ve
nötropenik infeksiyon sıklığı karşılaştırıldı.
Sonuçlar: İki grup arasında demografik özellikler, uygulanan kemoterapi şemalarının myelosupresif yoğunluğu ve radyoterapi uygulanımı yönünden farklılık yoktu. Filgrastim uygulanan grupta yeni
kemoterapi küründe gecikme (median 2 hafta), lenograstim uygulananlara göre (median 12 hafta) daha azdı. Çalışma periyodunda
nötropenik infeksiyonlara yatkınlık yönünden fark bulunmadı. Lenograstim uygulanan grupta istatistiksel anlamlı olmamakla birlikte
kemik ağrısı olarak tanımlanan HBF’in sık yan etkisi daha düşük
oranda görüldü.
Sonuç olarak anti-kanser tedaviye bağlı nötropeninin ve nötropenik infeksiyonların önlenmesinde iki HBF arasında fark bulunmamakla birlikte filgrastim alanlarda yeni kemoterapi sikluslarının
başlanmasında gecikme daha azdır.
Ref No: 75
KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİ UYGULANAN KANSERLİ
ÇOCUKLARDA EPOETİN-B KULLANIMININ HEMOGLOBİN
DÜZEYİ VE TRANSFÜZYON İHTİYACINA ETKİSİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
1
1
2
Funda Çorapcıoğlu, 1Eviç Z. Başar, 2Görkem Aksu, 2Merdan Fayda,
Ajda Mutlu, 1Zehra Ince
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Çocuklarda kemoterapi ve radyoterapiye bağlı myelosupresyon
ve sonucunda oluşan anemi, hastaların sık transfüzyon almalarına
neden olmakta ve gerek tedavi maliyeti ve yatış süresini ve gerekse
tranfüzyon ilişkili infeksiyonlara maruz kalma riskini arttırmaktadır.
Bu çalışmada eritropoetin uygulanımının hemoglobin düzeyleri ve
transfüzyon sıklığına etkisi araştırılmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Ekim 2006-Şubat 2007 tarihlerinde Kocaeli
Üniv. Çocuk Onkoloji Bilim Dalı’nda kanser tanısı ile kemoterapi
ve/veya radyoterapi uygulanan 22 hastaya tedavi sonrası Hb düzeyi
10 g/dl olduğunda 450 IU/kg/hafta (haftada 3 güne bölünmüş olarak
S.C.) epoetin-B başlandı ve tedavi Hb 12 g/dl’nin üzerinde kesildi.
Çalışma grubundaki 22 hasta yaş, cinsiyet, tümör tipi ve aldığı tedavi
protokolü yönünden benzer bulunan 22 retrospektif seçilmiş kontrol
hastası eşleştirildi.
147
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Sonuçlar: İki grup arasında demografik özellikler yönünden ve tedavi öncesi Hb düzeyleri yönünden fark yoktu. Eritropoetin median
12 hafta süreyle uygulandı. Tedavi grubunda ortalama Hb düzeyi 9,6
± 2,6 g/dl, kontrol grubunda 8,8± 2,4 g/dl olarak saptandı. Eritropoietin uygulanan grupta eritrosit suspansiyonu transfüzyon ihtiyacı
belirgin olarak düşük bulundu.
Sonuç olarak anti-kanser tedaviye bağlı aneminin önlenmesinde
eritropetin etkin bulunmuştur. Çalışmalarda tranfüzyona bağlı yan
etkilerin yanı sıra maliyet değerlendirmesinin de yapılması bu konuda daha rasyonel yaklaşım sağlayacaktır.
hastada anaplastik büyük hücreli lenfoma saptanmış olup esas olarak
abdominal lenf nodlarının tutulmuş olduğu görüldü. Son hastada
abdominal lenf nodlarının, karaciğer ve böbreklerin tutulmuş olduğu evre IV Burkitt lenfoma bulunmaktaydı. Tanı anında üç hastada
da H. pylori IgG ve ÜNT pozitifliği saptandı. Gastrik, intestinal veya
abdominal hastalığı olan diğer 12 hastada bu anlamda pozitif bir sonuç elde edilmedi.
SONUÇ: Mevcut verilerle çocukluk çağındaki gastrointestinal
veya abdominal lenfomada H. pylori etiyolojik bir ajan olarak öne
çıkmamaktadır.
Ref No: 76
Ref No: 237
WİLM’S TÜMÖRÜ VE BİLATERAL RENAL KİSTİK HASTALIK
İLE SEYREDEN JARCHO-LEVİN SENDROMU OLGUSU
HODGKİN-DIŞI LENFOMALI ÇOCUKLARDA LMB/LMT
PROTOKOLÜ TEDAVİ SONUÇLARI
1
1
2
1
1
1
2
2
Nagihan İnan, 2Funda Çorapçıoğlu, 1Gür Akansel, 3Görkem Aksu,
Ajda Mutlu, 4Bülent Kara, 5Kürşat Yıldız
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı ,
3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
4
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Nöroloji Bilim Dalı,
5
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Jarcho-Levin sendromu (JLS) veya diğer adıyla spondilotorasik
displazi, tipik olarak çeşitli vertebra ve kosta anomalilerinin neden
olduğu torasik asimetri ile kendini gösteren konjenital bir hastalıktır.
Literatürdeki az sayıda raporda çeşitli derecelerde nöral tüp kapanma defektlerinin, kalp ve akciğer gibi iç organlara ait anomalilerin
de sendroma eşlik edebileceği bildirilmiştir. Ancak böbreklere ait
herhangi bir solid veya kistik kitle ile ilişkisi henüz bildirilmemiştir.
Bilgimiz dahilinde, ilk kez bu yazıda bilateral renal kistik hastalık ve
Wilm’s tümörü ile birliktelik gösteren JLS’lu bir olguya ait bulgular
sunulmaktadır. Ayrıca eşlik eden kostovertebral, spinal ve pulmoner
anomalilere ait görüntüleme bulguları da literatür bilgileri gözden
geçirilerek sunulmuştur.
Ref No: 183
ÇOCUKLUK ÇAĞI HODGKİN-DIŞI LENFOMALARINDA
HELİCOBACTER PYLORİNİN ROLÜ
1
Serhan Küpeli, 1Ali Varan, 2Hülya Demir, 1Burça Aydın,
Aysel Yüce, 1Münevver Büyükpamukçu
2
1
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Ünitesi,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Gastroenteroloji Ünitesi
2
AMAÇ: Çocukluk çağında gastrik, intestinal veya abdominal
lenfoma ile Helicobacter pylori arasında bir ilişki olup olmadığının
araştırılması
GEREÇ ve YÖNTEM: Şubat 2003 ve Haziran 2006 arasında Hacettepe Üniversitesi Çocuk Onkoloji Ünitesinde, Hodgkin-Dışı Lenfoma tanısını yeni alan ve gastrik, intestinal veya abdominal tutulumu
olan 15 hasta prospektif olarak değerlendirildi. Önceden kemoterapi
veya H. pylori eradikasyon tedavisi almış olan hastalar çalışma dışında bırakıldı. Tüm hastalara evreleme amaçlı rutin incelemeler yapılmış olup patolojik tanı biyopsi örneklerinin incelenmesiyle kondu.
H. pylori varlığı serolojik olarak H. pylori Ig G’nin çalışılması ve koopere olan hastalarda üre nefes testinin (ÜNT) yapılmasıyla araştırılıdı. Ayrıca pozitif test sonuçları elde edilen hastalar için endoskopik
inceleme de planlandı.
BULGULAR: Bahsedilen tarihler arasında yaşları 3 ve 16 arasında
değişen (ortanca yaş 7) 12 erkek ve 3 kız hasta değerlendirmeye alıdı.
Hastalarda yaygın abdominal, gastrik veya intestinal tutulum vardı.
Hastaların dokuzunda evre III, dördünde evre IV hastalık bulunmaktaydı. On hastada yüksek dereceli B-hücreli lenfoma saptandı.
Sadece 3 hastada (20 %) H. pylori IgG ve ÜNT pozitifliği olduğu
görüldü. İlk hastada evre IV T-hücreli lenfoma vardı ve periferik lenf
nodları, mediasten, kemik iliği ve mide tutulumu mevcuttu. İkinci
148
Ali Varan, 1Begül Yağcı, 2Gülsev Kale, 3Mehmet E. Şenocak,
Canan Akyüz, 1Bilgehan Yalçın, 1Tezer Kutluk, 1Münevver Büyükpamukçu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Patoloji Ünitesi,
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı
Amaç: LMB ve LMT protokolleri ile tedavi edilen Hodgkin-dışı
lenfomalı (HDL) çocuklarda tedavi sonuçlarının incelenmesi.
Hasta ve metodlar: 1994-2006 yılları arasında HDL tanısı alan 252
hastanın dosyası primer yerleşim yeri, laboratuvar bulguları, hastalığın yaygınlığı, tedavi protokolleri ve tedavi sonuçları yönünden
retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Tanı anındaki ortanca yaş 7, erkek/kız oranı 2.5 olarak
bulundu.167 hastada (%66.3) B hücreli, 85 hastada (%33.7) T hücreli
lenfoma saptandı. Tüm grupta ve B hücreli lenfoma grubunda en sık
primer yerleşim yerinin abdomen olduğu görüldü. T hücreli lenfoma
grubunda hastaların %45.9’unda primer mediastinal tutulum vardı.
Hastaların 4’ünde evre I, 26’sında evre II, 149’unda (%59.1) evre
III, 73’ünde (%29) evre IV hastalık saptandı. Tedavide kemoterapi
(LMB/LMT ptotokolleri) ve bazı endikasyonlarda ek olarak radyoterapi verildi. 7.5 yıllık ortanca takip süresinde genel ve hastalıksız
yaşam oranları sırasıyla %69.2 ve %58 olarak bulundu. 2 yıllık genel
ve hastalıksız yaşam oranları LMB ve LMT grupları için %71 ve %73,
evre I hastalarda %100, evre II’de %75, evre III’de %75 ve evre IV’te
%46.2 olarak saptandı. Genel yaşamın 15 yaş üstünde ve evre 4 hasta
grubunda en düşük olduğu gözlendi. Primer yerleşim yerinin, tanı
anındaki laktat dehidrogenaz düzeyinin, sitoredüktif faz ve konsolidasyon sonundaki tedavi cevabının genel ve hastalıksız yaşam oranlarını istatistiksel olarak anlamlı şekilde etkilediği gözlendi.
Sonuç: Çalışmamızda en iyi sonuçlar 5-9 yaş grubu ve evre I-III
hastalarda elde edildi. 15 yaş üstündeki hasta grubu ve ileri evre hastalık dışında LMB/LMT protokollerinin HDL’li çocuklarda etkili tedavi seçenekleri olduğu düşünülmektedir.
Ref No: 213
WILMS TÜMÖRÜNÜ TAKLİT EDEN İKİ NADİR BENİGN
RENAL TÜMOR OLGUSU
1
Çağdaş Karaveli, 1Güngör Karagüzel, 2Bahar Akkaya, 1Mustafa Melikoğlu
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı,
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Önbilgi/Amaç: Çocukluk çağındaki solid böbrek tümörleri genellikle malign olup benign böbrek tümörleri ender olarak görülür. Bu
çalışmada Wilms tümörünü taklit eden ancak benign böbrek tümörü tanısı alan iki olgunun sunulması amaçlanmıştır.
Olgu 1. Üç aylık erkek olgu kabızlık nedeniyle başvurduğu merkezde karında kitle palpe edilerek Wilms tümörü ön tanısı ile hastanemize sevkedildi. Bilgisayarlı tomografide sol böbrekte 5,5cm çapında kitle saptanarak hasta ameliyata alındı. Sol böbrek üst polden
köken alan ve iliopsoas kasına yapışık tümör görülerek olguya nefro-
19-23 Nisan 2007
üreterektomi yapıldı. Histopatolojik inceleme sonucu “matür kistik
teratom” olarak rapor edildi.
Olgu 2. Oniki yaşında erkek olgu karın ağrısı yakınması ile başvurduğu merkezde sol böbrekte kitle saptanarak Wilms tümörü ön
tanısı ile hastanemize sevk edildi. Bilgisayarlı tomografide sol böbrekte yaklaşık 6-7cm çapında solid kitle saptandı. Ameliyata alınan
olguda sol böbrek alt polden köken alan ve ekzofitik olarak büyümüş
tümöral kitle saptanarak nefroüreterektomi yapıldı. Histopatolojik
inceleme sonucu “renal hamartom” olarak rapor edildi.
Sonuç: Nadir görülen benign böbrek tümörleri klinik tablo olarak
Wilms tümörünü taklit edebilirler. Her ne kadar histopatolojik inceleme ile kesin tanı koyulsa da çocukluk çağı solid renal tümörlerinin
ayırıcı tanısında benign böbrek tümörleri de akılda bulundurulmalıdır.
lu sağkalım oranları elde edilmiştir. Uzun dönem takip sonuçlarımız
daha sonra verilecektir.
Ref No: 219
Giriş: İnfantil myofibromatozis, infant döneminin en sık görülen
fibröz tümörüdür. Süt çocukluğu ve erken çocukluk döneminin,
deri, subkutan doku, kas, kemik, iç organlar ve santral sinir sisteminde yerleşebilen tek veya generalize lezyonlar ile karakterize bir
hastalığıdır. Generalize hastalıkta, visseral organ tutulumu olduğunda morbidite ve mortalite görülebilir. Burada sağ alt ekstremitede ve
sağ göğüs duvarında kitle ile başvuran, yaygın kemik tutulumu olan
düşük doz kemoterapiye iyi cevap veren bir infantil myofibromatozis
olgusu sunulmuştur.
Olgu: 20 yaşındaki annenin ilk gebeliğinden 38 haftalık 3300 gr
ağırlığında doğan kız bebek sağ ayakta ve sağ meme başı üzerinde kitle ile başvurdu. Fizik muayenede, sağ meme başı üzerinde
2x1cm’lik düzgün sınırlı, sert, lobüle yapıda, yer yer mavi refle veren
kitle palpe edildi. Sağ ayak ve ayak bileğini içine alan ~10x10cm boyutunda, lobüle, yer yer yumuşak kıvamda, üzerinde belirgin vaskülarizasyon gösteren ve nekrotik alanlar içeren kitle saptandı. Diğer
sistem muayeneleri normal idi. Kemik taramasında, her iki humerus
proksimal, sağ radius distal, her iki femur proksimal ve distal, her iki
tibia proksimal ve distal submetafizer bölgelerinde yer yer korteks
bütünlüğünü bozan radyolusen alanlar görüldü. Toraks CT’sinde
0.5cm’lik bir nodül saptanan hastanın, abdominal ve kraniyel ultrasonografisi normaldi. Sağ ayağındaki kitleye insizyonel biyopsi,
sağ göğüs duvarındaki kitleye ise eksizyonel biyopsi yapılan hastanın, histopatolojik incelemesi infantil myofibromatozis ile uyumlu olarak rapor edildi. Sağ ayak ve ayak bileğine ait kemik yapılar
oluşmamış olduğu ve rekonstrüksiyon sağlanamayacağı için sağ diz
altından amputasyon uygulandı. Yaygın kemik tutulumu nedeniyle
SIOP MMT-95; vinkristin ve aktinomisin D’den oluşan 24 haftalık
kemoterapi başlanan hastanın kemoterapi sonrası kemik lezyonlarında tam düzelme saptandı.
Tartışma: Literatürde generalize infantil myofibromatozis olgularının ¼’ünde visseral organ tutulumu bildirilmektedir. En önemli
prognostik faktör visseral organ tutulumudur. Santral sinir sistemi,
kemik, gastrointestinal sistem ve kardiyak tutulum gösteren, konvülsiyon, kemik ağrısı, aritmi gibi semptomları olan, cerrahinin mümkün olmadığı generalize vakalarda tedavide düşük doz kemoterapi
kullanılmaktadır. Olgumuzda da visseral tutulum ve yaygın kemik
tutulumu olduğu için düşük doz kemoterapi kullanılmıştır. Ancak,
proliferasyon fazını takiben bir kısım olgularda spontan gerileme
başladığı için uygulanan tedavi yöntemlerinin yararları tartışmalıdır.
PEDİATRİK HODGKIN LENFOMALI OLGULARDA TEDAVİ
SONUÇLARIMIZ
1
Merdan Fayda, 2Funda Çorapçıoğlu, 1Görkem Aksu, 2Eviç Başar,
Nagihan İnan
3
1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı
2
3
Amaç: Yeni yapılanmakta olan merkezimizde çocuk onkoloji grubu tarafından izlenen pediatrik yaş Hodgkin lenfomalı hastalarımızın karakteristikleri ve tedavi cevapları incelenmiştir.
Hastalar ve Metod: 2003-2006 yılları arasında Hodgkin lenfoma
tanısı almış Kocaeli ili ve çevresinde ikamet eden ve ilk tedavileri
Kocaeli Üniversitesi Pediatrik Onkoloji Grubu tarafından yapılan 13
hasta değerlendirilmiştir. Hastaların ortalama yaşı 9’dur (4-15) . 9’u
erkek (%70), 4’ü kızdır (%30) . En sık semptom boyunda şişlik (%61)
olup ortalama semptom süresi 5.2 (1-16) aydır. Olguların 6’sında
(%46) başvuru anında B semptomu mevcuttur. Bir olguda paraneoplastik sendrom olarak kaşıntı ilk semptom olmuştur. Histolojik
tiplere göre dağılımı ise 7’si (%54) karışık hücreli, 4’ü (%30) noduler
sklerozan, 2’si (%16) ise noduler lenfosit baskın hodgkin lenfomadır.
Evrelere göre bakıldığında ise %54’ü evre 2, %30’u evre 3 ve %16’sı
evre 1’dir.
Bulgular ve Sonuç: 12 olgunun tedavisine ABVD rejimi ile başlanmıştır. Bunlarından 10’unda (%83) 2. kürden sonra tam yanıt elde
edilmiştir. 2 kür ABVD sonrası parsiyel yanıt elde edilmiş 1 olguda
4. kürden sonra tam yanıt sağlanmıştır. Diğer 1 olgu ise 2 kür ABVD
sonrası progresyon göstermiş refrakter Hodgkin lenfoma olarak kabul edilmiş ve tutulu bölgelere 2520 cGy radyoterapi uygulanması
ardından 7 kür ICE kemoterapisi ile remisyona girmiştir. 1 olgunun
başlangıç kemoterapisi 2 kür OEPA ve ardından 4 kür COPP’dur.
Bu olguda ise iki kür ardından doğrulanmamış tam cevap elde edilmiştir. Olguların 11’ine kemoterapi sonrası tutulu alan radyoterapisi
uygulanmıştır. 2 olguya ise bulky bölgeye radyoterapi uygulanmıştır.
Radyoterapi dozları merkezlere ve kemoterapi cevabına göre değişmekle beraber ortanca 2000 cGy ‘dir (1500-3000) Ortalama 27 aylık
(8-68.7) takipte olguların ikisinde nüks gelişmiştir. Bunlardan biri 2
kür ABVD ve ardından tutulu bölgeye radyoterapi uygulanan evre
2A noduler sklerozan Hodgkin lenfomalı hastadır. Tedavinin tamamlanmasından 2 yıl sonra non-hogkin lenfoma gelişmiş ve ileri
tedaviyi kabul etmeyen hasta 3 ay sonra kaybedilmiştir. Diğer olgu
ise 2 kür OEPA, 4 kür COPP ve ardından bulky bölgeye radyoterapi
ile tedavi edilen evre IVSB noduler sklerozan hodgkin lenfomalı hastadır. Bu olgu tedavinin tamamlanmasından 3 yıl sonra nüks etmiştir. 6 kür ABVD ardından radyoterapi almamış bölgelere radyoterapi
uygulanmıştır. 2 yıl sonra tekrar nüks etmiş ve halen ICE kemoterapisi sürmektedir.
Yorum: Pediatrik Hodgkin lenfomalı olgularımızın erken tedavi
sonuçları bildirilmiştir. Sınırlı sayıda hasta grubunda yapılan değerlendirmemizde Hodgkin lenfomalı hastalarımızda literatürle uyum-
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 238
DÜŞÜK DOZ KEMOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN
GENERALİZE İNFANTİL MYOFİBROMATOZİSLİ BİR OLGU
SUNUMU
1
3
Arzu Okur, 1Ceyda Karadeniz, 1Aynur Oğuz, 2Onur Özen,
Ömer Uluoğlu, 1Çağlar Çıtak, 4Öznur Boyunağa, 5Hakan Selek
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı,
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
4
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı,
5
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi Anabilim Dalı
2
149
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Ref No: 236
KRANİAL KEMİK TUTULUMU OLAN KSANTOMA
DİSSEMİNATUMLU BİR OLGU SUNUMU
1
Begül Yağcı, 1Ali Varan, 2Gülçin Altınok, 2Figen Söylemezoğlu,
Ayşenur Cila, 1Münevver Büyükpamukçu
3
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı
2
GİRİŞ: Ksantoma Disseminatum (KD), etiyolojisi bilinmeyen, nadir görülen, Langerhans hücre dışı histiyositoz grubunda yer alan,
normolipemik bir ksantomatozistir. Kemik tutulumu erişkinlerde
sık olmasına rağmen, çocuklarda daha nadirdir ve kranial kemik tutulumu literatürde daha önce bildirilmemiştir.
OLGU SUNUMU: 5 yaşında erkek hasta 1.5 aydır olan propitozis nedeniyle bölümümüze başvurdu. Fizik muayenesinde sağ gözde
egzoftalmus, sağ preauriküler bölgede, alt göz kapağında ve skapula
üzerinde milimetrik ksantomlar vardı. Yan kafa grafisinde parietal
ve frontal kemiklerde sınırları net seçilemeyen litik lezyonlar saptandı. Karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, serum lipid profili, idrar
tetkiki, akciğer grafisi ve abdominal ultrasonografi incelemeleri normal bulundu. Parietal kemikten alınan biyopsi materyalinde fibrokollajenöz stromada yerleşmiş ksantomatize matür histiyosit toplulukları ve daha az miktarda lenfositlerden oluşan inflamatuar hücre
infiltrasyonu görüldü. İmmünhistokimyasal çalışmalarda difüz yoğun CD68 pozitifliği saptandı. CD1a ve S100 boyamaları negatifti.
KD tanısı ile hastaya 2mg/kg/gün dozunda prednizolon başlandı.
Tedavinin 3. ayında kemik lezyonlarında %50’den fazla düzelme saptanan, cilt lezyonlarında ve propitozisinde progresyon gözlenmeyen
hastanın tedavisi 6 aya tamamlanmış olup, halen remisyonda olarak
izlenmektedir.
TARTIŞMA: KD, kutanöz ksantomların görüldüğü, benign seyirli,
normolipemik bir Langerhans hücre dışı histiyositozdur. Kemik iliği,
karaciğer, solunum, santral sinir sistemi ve iskelet sistemini tutabilen
sistemik formları da bulunmaktadır. Olguların %40’ında meinngeal
infiltrasyona bağlı gelişen santral diabetes insipidus görülmektedir.
KD’de kemik tutulumu çocuklarda nadir olup, daha önce bildirilen
2 vakada kranium dışı kemik tutulumları gösterilmiştir. Hastamızdaki kemik lezyonlarının sınırlarının iyi seçilememesi ve destrüktif
özelliklerinden dolayı ayırıcı tanıda öncelikle lösemi ve nöroblastom
düşünülmüştür. Bu hastalığın ayırıcı tanısında akla gelen ilk kastalık
olan Langerhans hücreli histiyositozda kemik lezyonları etraflarında sklerotik bir alanla iyi şekilde sınırlanmış olarak görünmektedir.
Genellikle kronik ve benign bir seyir gözlenen hastalığın tedavisi
semptomatik olup, en sık steroidlerin yer aldığı protokoller kullanılmaktadır. Hastamızda tek prednizolon ile litik lezyonlarda skleroz
sağlanmıştır.
SONUÇ: Burada nadir görülen bir hastalık olan KD klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri ile sunulmakta ve prednizolon ile tedavide elde edilen klinik başarı vurgulanmaktadır.
Ref No: 239
ANEMİ VE GELİŞME GERİLİĞİ İLE BAŞVURAN CASTLEMAN
HASTALIĞI OLGUSU
1
Ceyda Karadeniz, 1Aynur Oğuz, 2Sinan Sarı, 1Arzu Okur,
Ülker Koçak, 2Buket Dalgıç, 4Peyami Cinaz, 5Nalan Akyürek
3
rülebilir. Lokalize ya da yaygın hastalık şeklinde görülür. Hyalin vasküler, plazma hücreli ve karışık tip olmak üzere 3 histopatolojik yapıda saptanır. Sistemik bulgular, histopatolojisinde bulunan plazma
hücrelerinin sayısına ve akut faz reaktanlarının üretimine bağlıdır.
Burada gelişme geriliği ve solukluk şikayeti ile başvuran ve abdomende lokalize Castleman hastalığı saptanan bir olgu sunulmuştur.
Olgu: 14 yaşında kız hasta 2-3 yıldır fark edilen boy kısalığı, halsizlik, iştahsızlık ve malabsorbsiyon bulguları ile başvurdu. Parsiyel
büyüme hormonu eksikliği nedeniyle 6 aydır Growth hormon tedavisi ve anemi nedeniyle oral Fe tedavisi kullanmaktaydı. Fizik muayenesinde, vücut ağırlığı ve boyu 3 persentilin altında idi. Solukluk
dışında diğer sistem muayeneleri normaldi. Laboratuvar incelemesinde, hemoglobin, serum Fe, B12 ve folik asid düzeyleri düşüktü. Creaktif protein ve sedimantasyon yüksekliği, Alfa1, Alfa2, ßeta globulinlerde artma, poliklonal gammaglobulinemi saptandı. Anti-HIV
ve EBV-IgM negatifti. Görüntüleme yöntemlerinden, akciğer grafisi,
toraks BT ve abdominal ultrasonografisi normal olan hastanın, abdominal BT’sinde retroperitoneal bölgede sol böbrek hilus düzeyinden başlayan, inferiorda umblikus inferioruna uzanan 32x45x63mm
boyutlarında kitle lezyonu saptandı. Kitle genel anestezi altında eksize edildi. Histopatolojik incelemesi mikst tip Castleman hastalığı
tanısı aldı. Kitle rezeksiyonundan 2 hafta sonra bakılan akut faz reaktanları negatif, sedimantasyonu normal olarak saptandı. Hastanın
ishali ve anemisinde düzelme görüldü.
Sonuç: Büyüme, gelişme geriliği, mikrositik anemi ve malabsorbsiyon bulguları ile gelen hastalarda ayırıcı tanıda Castleman hastalığının düşünülmesi gereklidir.
Ref No: 277
MASİF LENFADENOPATİ İLE SEYREDEN SİNÜS
HİSTİOSİTOZLU (ROSAİ-DORFMAN) BİR VAKADA 2KLORODEOKSİADENOZİN TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİ
Vural Kesik, Erol Kısmet, E. Çağlar Çıtak, Vedat Köseoğlu
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Etlik, Ankara
Masif lenfadenopati ile seyreden sinüs histiositozu veya diğer adı
ile Rosai-Dorfman hastalığı etiyolojisi bilinmeyen histiositik proliferatif bir hastalıktır. Hastalık genellikle büyümüş servikal lenf nodları,
ateş, lökositoz ve poliklonal hipergamaglobulünemi ile seyretmektedir. Erkek ve kadınlarda eşit oranda görülmekte ve genellikle hayatın
ilk iki dekadında ortaya çıkmaktadır. Tanı lenf nodu biyopsisi ile patolojik olarak konulmaktadır.
Birçok hasta spontan remisyon gösterdiğinden tedavisiz izlenmektedir. Fakat agresif seyreden hastalarda cerrahi, radyoterapi,
kortikosteroidler ve birçok kemoterapotik denenmiştir. Son yıllarda
klasik tedavilerin dışında 2-klorodeoksiadenozin ile Rosai Dorfman
hastalığında başarılı sonuçlar alındığı bildirilmektedir. Burada cerrahi eiksizyona rağmen kitlesinde büyüme gösteren, steroid, metotreksat, merkaptopurin ve vinblastin dahil birçok tedaviye cevap
vermemiş, uylu apnesine yol açan ve masif servikal lenfadenopatileri
bulunan sinüs histiositozlu, 2-klorodeoksiadenozin tedavisine kısmi
yanıt vermiş on yaşında erkek hasta sunulmuştur.
Ref No: 283
ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNDE BAŞVURUDA
GECİKMEYE SEBEP OLAN SOSYAL VE KLİNİK FAKTÖRLER
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Gastroenteroloji Bilim Dalı,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı,
4
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı,
5
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı
2
1
3
1
Giriş: Castleman hastalığı, çocuklarda nadir görülen benign lenfoproliferatif bir hastalıktır. Olguların çoğunda hastalık mediastende
lokalize olmakla birlikte abdomen, boyun ve aksillada yerleşim gö-
Çocukluk çağı kanserlerinde yakınmaların başlangıcından doktora başvuruya kadar geçen süre; ailesel gecikme zamanı bir çok
faktöre bağlı olarak değişebilir ve erişkin kanserlerindeki örnek baz
alınırsa geç tanı, sağ kalım süresini etkileyebilir. Bu çalışmada Hazi-
150
Dildar Bahar Beker, 1Su Gülsün Berrak, 2Burcu Topçu, 1Cengiz Canpolat
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı,
2
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı
19-23 Nisan 2007
ran 1995-Ocak 2007 tarihleri arasında izlenen 259 kanserli olguda
yaş, cinsiyet, tanı tipi, başvuru yakınması ve ikamet yerinin ailesel
gecikmesi üzerine etkisi ve gecikmenin sağ kalım üzerine olan etkisi retrospektif olarak araştırıldı. Ortanca ailesel gecikme süresi 1.71
hafta idi. Yaşa göre değerlendirildiğinde 1 yaşın altı hastalar en erken
doktora başvuran gruptu (ortalama süre=1.75 hafta, p=0.033) . Cinsiyet grupları arasında gecikme açısından anlamlı fark saptanmadı. Hematolojik maliniteli hastalar en hızlı başvuru yapan grupken
(ortanca süre=1.00 hafta) merkezi sinir sistemi (MSS) tümörleri en
geç başvuruda bulunan gruptu (ortanca süre=2.71 hafta, p=0.000)
. Hastalar başvuru yakınmalarına göre gruplandığında kanamalı
hastaların en çabuk doktora getirildiği (ortalama=1.58 hafta), görme bozukluğu olan çocukların en geç başvurduğu görüldü (ortalama=33.10 hafta, p=0.001) . Gecikme süresi; ikamet edilen bölgenin
başvurulan merkeze olan uzaklığından etkilenmediği gibi, toplam
sağ kalım süresi ve nüks hastalık sıklığını da etkilemedi. Bu sonuçlar
erken başvuran hastaların daha agresif seyirli tümörleri olmasından
kaynaklanabilir. Görme bozukluğu gibi yavaş gidişli ve hayatı tehdit
etmeyen yakınmalar konusunda ailelerin uyarılması hem gereksiz
tetkik ve tedaviden çocuğu koruyacak, hem de erken tanı olanağı
sağlayacaktır.
Ref No: 306
NÖROBLASTOMLU HASTALARIMIZIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Yavuz İrişti, Nilgün Yarış
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bölümü, Trabzon
Amaç: Bu çalışmada ünitemizde izlenen nöroblastik tümörlü olguların klinik, demografik, özellikleri ve yaşam hızlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Aralık 1999-Aralık2006 tarihleri arasında
ünitemizde izlenen 28 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların
yaşı, cinsiyeti, yakınmaları, fizik inceleme bulguları, radyolojik ve
laboratuvar bulguları; hastalığın evresi, patolojik tanısı; uygulanan
tedavi, tedavi cevabı ve yaşam hızları değerlendirildi.
Bulgular: Olguların 15’i (%53.6) kız, 13’ü (%46.4) erkek olup yaş
ortalaması 50±42.2 (3-175) aydı. Patolojik tanı hastaların 21’inde
nöroblastom, 3’ünde ganglionöroblastom, 4’ünde ganglionöromdu.
Ganglionöromlu hastalar başka yakınmalarla başvurduğunda tesadüfen tanı almış olup 3’ü mediasten biri abdomende lokalizeydi.
Nöroblastom ve ganglionöroblastom’lu hastalarda en sık görülen yakınmalar ateş (%21.6), halsizlik (%21.4), karın ağrısı-şişliği (%17.8),
solukluk (%14.8), kusma (%14.8), öksürük (%14.8) ve kord basısı
bulguları (%12.5) olarak belirlendi. Yakınmaların başlangıcı ile tanıya kadar geçen ortalama süre 6.3±6.6 (1-24) haftaydı. Tümör olguların 13’ünde (%54.2) abdomende, 4’ünde (%16.7) mediastende,
3’ünde (%12.5) paravertebral bölgedeydi. Üç hastada ise hem paravertebral hem de surrenal bez olmak üzere iki pimer bölge saptandı. Olguların %65’inde VMA, %53’de ferritin, %50’de LDH (>750
IU) yüksek bulundu. Hastaların biri evre I, biri evre IVs, 7’si evre II
(%29.2), 5’i evre III (%20.8), 10’u evre IV (%41.7) hastalığa sahipti.
En sık lenf nodu (10 hasta) ve kemik iliği metastazı (9 hasta) saptandı. On yedi hastada (%70.8) erken, 6 hastada (%25) geç primer
cerrahi uygulandı. Klinik, laboratuar ve patolojik bulgularla hastaların 15’i (%62.5) yüksek risk, 2’si (%8.3) orta risk ve 7’si (%29.2)
düşük risk grubundaydı. Risk gruplarına uygun kemoterapi protokolleri uygulanan hastaların %25’inde relaps görüldü. Bunlardan
ikisi kaybedilirken 3’ü sırasıyla 72, 18, ve 9. ayda hastalıksız olarak
izlenmektedir. Kaybedilen diğer 5 hastadan ikisi enfeksiyon, biri cerrahi komplikasyon, ikisi de progresif hastalıkla exitus oldu. Üç yıllık
genel ve hastalıksız yaşam oranları %70.8 ve %58.3 olarak hesaplandı. Yüksek riskli ve ileri evre hastalıkta düşük ve orta risk grubuna, ve
düşük evreli hastalığa göre istatistiki olarak anlamlı derecede düşük
yaşam hızları bulundu.
Sungate Port Royal, Antalya
Sonuç: Nöroblastom tanısı alan hastalarımızın büyük çoğunluğunun (%62.3) ileri evre hastalıkla başvurduğu ve yüksek risk grubunda yer aldığı belirlendi. İlginç olarak %12.5 oranında eş zamanlı
iki primer bölgede tümör saptandı. Hastalarımızın yaşam hızlarının
literatürde bildirilenlere benzerlik gösterdiği belirlendi.
Ref No: 309
YAYGIN AKCİĞER METASTAZLARINDA LASER İLE
METASTAZEKTOMİ
1
Betül Sevinir, 2Arif Gürpınar, 1Metin Demirkaya
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatrik
Onkoloji Bilim Dalı,
2
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı
Amaç: Nefroblastoma, yumuşak doku sarkomları ve osteosarkomda akciğer metastazlarının tekrarlanan torakotomilerle çıkarılması
sağkalıma katkıda bulunmaktadır. Ancak bilateral akciğer metastazı
olduğunda cerrahi ile kontrol şansı azalır. Alveoler soft part sarkoma tanısı ile tedavi edilen, primer bölgede ve akciğer dışında tümör
saptanmayan bir çocuk hastada laser ile metastazektomi uygulanmıştır. Alveoler soft part sarkoma çocukluk çağında nadir görülen
kötü prognozlu bir yumuşak doku sarkomudur. Bu tümörde en iyi
kemoterapi protokolü üzerinde görüş birliği yoktur. Çocuk hastada
laser ile metastazektomi deneyimimiz sunulmuştur.
Hasta ve yöntem: Yedi yaşında erkek hasta Şubat 2006’da, sol uyluk
ön yüzünde bir yıldır devam eden şişlik yakınması ile başvurdu. Fizik
incelemede genel durumu iyi olup sol uyluk ön yüz proksimal kesiminde sert ve düzgün yüzeyli 5x5 cm boyutlu kitle palpe ediliyordu.
Diğer muayene bulguları doğaldı. Manyetik rezonans görüntüleme
ile sol uyluk proksimalinde rektus femoris kası içerisinde 5.5x3.5x3.5
cm boyutlarında, düzgün konturlu, kontrast sonrası heterojen belirgin boyanma gösteren solid kitle saptandı. Kitle total olarak çıkarıldı.
Alveolar soft part sarkoma olarak rapor edildi. Tanıdaki toraks BT’de
her iki akciğerde çapları 3-7 mm arasında değişen çok sayıda nodüler metastaz ile uyumlu lezyonlar saptandı. Diğer tetkikleri normaldi. Hastaya “VAC” kemoterapi protokolü başlandı. Primer tümör
bölgesine radyoterapi uygulandı. Lokal kontrol sağlanan hastada sağ
akciğerde 5, sol akciğer parankiminde 4 adet 3-8 mm boyutlu metastaz ilk tanıdan itibaren devam etti. Kemoterapiye yanıtı iyi olmayan
ve total akciğer ışınlaması önerilmeyen hastada torakotomi ve metastazektomi yapılmasına karar verildi. Akciğer parankim kaybının
önlenmesi için işlem sırasında 900 nanometre dalga boyunda, 25 ile
35 watt gücünde fiber DIOT laser kullanıldı. Torakotomi latissumus
dorsi ve serratus anterior kasları kesilmeden yapıldı. Hastaya 20 gün
arayla iki ayrı seansta uygulanan bilateral torakotomide toplam 21
adet olmak üzere; sağ hemitorakstan 10 adet (sağ üst lobdan 4, orta
lobdan 3, alt lobdan 3 adet) ; sol hemitorakstan 11 adet (sol üst lobdan 6, alt lobdan 5 adet) nodül çıkarıldı. Bu lezyonlar çapları 0.5-1
cm arasında değişen, beyaz renkli, sert özellikte idi. 19 tanesi yüzeyel, 2 tanesi intraparankimal olan lezyonların yüzeyel olanları periferik yerleşimli, intraparankimal olanlar santral yerleşimli idi. Hasta
postoperatif 4. gün sorunsuz taburcu edildi. Çıkarılan lezyonların
tümör dokusu olduğu rapor edildi. Hasta halen klinik remisyonda
izlenmektedir.
Sonuç: Yaygın akciğer metastazları nedeniyle torakotomi gereken
olgularda laser ile lezyonların çıkarılması çocuk hastalarda da akciğer parankim kaybı olmadan cerrahi şansı sağlamaktadır
Ref No: 311
ADOLESAN TÜMÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Nilgün Yarış, Yavuz İrişti
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bölümü, Trabzon
Amaç: Adölesan yaş grubunda kanser insidansı çocukluk yaş grubundan daha yüksek olup milyonda 200 civarındadır. Onbeş yaş üs-
151
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
tünde görülen tümörlerin 3/4’ü pediatrik döneme özgün olmasına
rağmen bu çocuklar genellikle erişkin kliniklerine başvurmaktadır.
Bu çalışmada çeşitli neoplastik hastalıklar nedeniyle ünitemizde izlenen adölesan olguların özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Aralık 1999- Aralık 2006 tarihleri arasında
ünitemizde solid tümör tanısı alan 200 hastadan 63‘ünün (%31.5) 12
yaş ve üstünde olduğu belirlendi. Altmışüç hasta retrospektif olarak
incelenerek klinik, demografik özellikleri ve yaşam hızları değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 171±18 (144 -205) aydı. Altmışüç hastanın 38’inin (%60.4) 12-15 yaş arasında, 25’inin (%39.4)
15 yaş üstünde olduğu belirlendi. Hastaların tanılara göre dağılımı
yapıldığında %23.8’sı Hodgkin dışı lenfoma, %17.5’i santral sinir
sistemi tümörü, %15.9’u germ hücreli tümör, %11.1’u Hodgkin lenfoma, %9.5’u Ewing tümör ailesi, %8’i kemik ve yumuşak doku sarkomu, %7.9’u nazofarenks karsinomu olup %6.3’ünü diğer tümörler
oluşturmaktaydı. Tüm hastaların %49.2’u kız, %50.8’u erkekti (Kız/
erkek: 0.96) . Buna karşın lenfomaların %68’i erkek, GHT’lerin %90’ı
kızdı. Diğer tümör tiplerinde kız/erkek oranında belirgin bir fark
izlenmedi. Hastaların yakınmalarının başlangıcından başvuruya
kadar geçen ortalama süre 9.4±1.5 (1-72) hafta olarak bulundu. Bu
süre Hodgkin dışı lenfomalarda (2.8±0.7) diğer tümör tiplerine göre
istatistiki olarak anlamlı derecede kısaydı. Olguların %49’u ileri evre
hastalığa sahipti. Hastaların 3 yıllık genel ve olaysız yaşam hızları
%70 ve %63 olarak bulundu. Tümör tiplerine göre değerlendirildiğinde genel ve olaysız yaşam hızları sırasıyla Hodgkin dışı lenfomada
%79 ve %64, Hodgkin lenfomada %100 ve %86, santral sinir sistemi
tümörlerinde %45.5 ve %45.5, Germ hücreli tümörlerde %90 ve %90
olarak bulundu.
Sonuç: Ünitemizde izlenen adolesan dönemdeki hastaların oranının beklenenden düşük olması bu hastaların bir kısmının erişkin kliniklerinde tedavi edildiklerini düşündürmektedir. Tanı dağılımının
daha küçük yaştaki hastalardan farklı olduğu görülmüştür. Yaşam
hızlarının 12 yaş altındaki aynı tanılı hastaların yaşam oranlarına
benzerlik gösterdiği belirlenmiştir.
Ref No: 324
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA HEMOFAGOSİTOZLA
BİRLİKTELİKGÖSTEREN SUBKUTAN PANNİKÜLİT BENZERİ
T HÜCRELİ LENFOMA OLGUSU
1
Sema Vural, 1Nesimi Büyükbabani, 2Öner Doğan, 1Seda Güleç,
Yıldız Yıldırmak
1
1
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniği,
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
Subkutan pannikülit benzeri T Hücreli lenfoma, periferal T hücreli lenfomaların nadir karşılaşılan bir tipi olup özellikle çocukluk
çağında çok az olgu bildirilmiştir. Hemofagositik sendromla birlikte
görülen olguların prognozu kötüdür; standart bir tedavi protokolü
yoktur. Yazımızda, subkutan pannikülit benzeri T hücreli lenfoma ve
hemofagositik sendrom tanısı alıp CHOP protokolü ile tam remisyon elde edilen 15 yaşında bir hasta sunulmuştur.
Daha önce sağlıklı olan 15 yaşındaki kız hasta yüzde, boyunda şişlik yakınmaları ile doktora başvurmuş. Muayenesinde ve ultrasonografisinde boyun cildinde kalınlaşma dışında bir bulgu saptanmayıp,
izleme alınmış. İki ay içinde lezyonların artması, ateşinin çıkması,
bisitopeni (Hb 9.5 gr/dl, lökosit 1200/ mm3) bulunması üzerine cilt
biyopsisi yapılmış. Biyopside subkutan pannikülit benzeri T hücreli lenfoma tanısı alan, kemik iliği aspirasyonunda ve tümör içinde
hemofagositoz görülen hasta hastanemize sevk edilmiş. Fizik muayenesinde göz kapaklarında ödem, kızarıklık; iki taraflı boyun ile
inguinal bölgede kızarıklık, deride kalınlaşma; yanaklarda kabuklu,
pigmente lezyonlar ve hepatosplenomegali vardı. Ateşi 39°C idi. Tetkiklerinde Hb 9 g/dl, lökosit 1200/ mm3, nötrofil 500/ mm3, trig-
152
liserit 267 mg/dl, fibrinojen 187 mg/dl, ALT 63 U/L, AST 45 U/L,
LDH 1640 U/dl bulundu. Görüntüleme yöntemlerinde boyun ve
inguinal bölgede ciltte kalınlaşma dışında patoloji saptanmadı. Hastaya siklofosfamid (750 mg/m2), vinkristin (1.4mg/m2), adriamisin
(50mg/m2), prednizolon (100mg/m2x5 gün) içeren CHOP protokolü başlandı. Tedavinin birinci haftasında ateş düştü, lezyonlar
geriledi, kan tablosu düzeldi. Toplam 6 kür kemoterapi alan, tedavi
sırasında önemli bir sorun yaşamayan hastamız 7 aydır hastalıksız
olarak izlenmektedir.
Çocukluk çağında nadir de olsa görülebilen bu lenfoma tipi cilt
lezyonları ile gelen hastaların ayırıcı tanısında düşünülmeli, özellikle
hemofagositoz ile birlikte giden vakalarda sistemik kemoterapi protokolleri kullanılmalıdır.
Ref No: 325
İMMUNSUPRESİF SAĞALTIMLA İLİŞKİLİ KAPOSİ
SARKOMU OLGUSU
1
2
Bengü Demirağ, 1Mehmet Kantar, 1Serap Aksoylar, 2Mine Hekimgil,
Taner Akalın, 1Savaş Kansoy, 1Nazan Çetingül
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı,
²Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Çocuklarda Kaposi sarkomu AİDS ile birlikte görülen endemik
formu dışında, immunsupresif sağaltımla ilişkili olarak görülmektedir. İmmunsupresif ilaç kullananlarda Kaposi Sarkom riski 2-4 kat
artmıştır. Konunun güncel olması nedeniyle, yakın zamanda izlediğimiz bir Kaposi Sarkomu olgusunu sunuyoruz. Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi Organ Nakli Merkezi’ nde tirozinemi ve biliyer atrezi
nedeniyle, 8 aylıkken anneanneden karaciğer transplantasyonu yapılan 3,5 yaşındaki kız olgu nakil sonrası takrolimus almaktaydı. Nakil
sonrası 16. ayda rejeksiyon nedeniyle mikofenolat sodyum ve kortikosteroid sağaltımı eklendi. Bu tedavileri aldığı dönemde, karın ağrısı ve gastrointestinal kanama bulguları gözlenmesi üzerine yapılan
fizik bakısında sert damakta 2 adet 2x3 cm nodüler lezyonlar, preauriculer, servikal, suboksipital, supraklaviküler, axiller ve inguinal
multipl lenfadenopatileri saptandı. GIS kanaması nedeniyle endoskopisi yapılan olguda kardiyo-özafageal sfinkterden başlamak üzere
mide fundusu ve duedonum ile tüm kolonda vasküler yapılardan
zengin mor renkli çok sayıda nodüler lezyon gözlendi. Bu lezyonlardan alınan biopsi sonucu Kaposi Sarkomu tanısı konuldu. Hastalık
nodüler ve dissemine form gösteriyordu. Olgunun aldığı takrolimus,
mikofenolat sodyum ve kortikosteroid sağaltımı sonlandırılarak
sirolimus başlandı. Başka herhangi bir medikasyon uygulanmadan
bir ay içinde sert damaktaki nodüler lezyonlar geriledi. Yinelenen
GİS endoskopisinde lezyonların tamamı kayboldu. Sirolimus kullanımı sonrası rejeksiyon olmadı ve klinik-endoskopik olarak Kaposi
Sarkomuna ait yeni lezyon gelişmedi. İmmunsupresif sağaltım alan
organ nakil hastalarında gözlenebilen Kaposi Sarkomu örneğinde;
ilaçların kesilmesi ve/veya modifikasyonu ile gelişen malignitenin
ortadan kaldırılabildiği gözlenmiştir.
Ref No: 327
BATIN TUTULUMLU BURKİTT LENFOMALI
HASTALARIMIZDA TANI YÖNTEMLERİ
1
1
Sema Vural, 2Didem Baskın, 3Öner Doğan, 4Nedim Polat,
Nafiye Urgancı, 5Can Çalışkan
1
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniği,
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi,
3
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,
4
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Kliniği,
5
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Kliniği
2
Amaç: Endemik olmayan Burkitt lenfomanın en sık yerleşim yeri
batın olup tanı ve tedavide cerrahinin rolü sınırlıdır. Tanısal amaçlı
laparotomilerde tam çıkarım erken evrelerde mümkün olabilir. Tam
19-23 Nisan 2007
çıkarılamayacak tümörlerde yapılacak cerrahi girişim sağ kalıma
olumlu bir etki yapmayacağı gibi, ameliyata bağlı komplikasyonlara
ve kemoterapiye çok duyarlı olan bu tümörlerde tedavinin gecikmesine neden olabilir. Girişimsel radyoloji ile alınacak biyopsilerin,
asit/plevra sıvısı ya da kemik iliği örneklerinin deneyimli patologlarca incelenmesi tanının daha kolay ve kısa sürede konulmasını
sağlayabilir. Bu yazıda batın tutulumu ile gelen hastalarımızın tanı
yöntemlerini belirlemeyi amaçladık.
Hastalar ve yöntem: Hastanemiz çocuk onkoloji bölümünce 19982006 yılları arasında tedavi edilen batını tutmuş Burkitt lenfomalı
hastaların tanı alma yöntemleri geriye dönük olarak araştırıldı.
Bulgular: Birimimizde tedavi edilen 41 Burkitt lenfomalı hastanın
33’ünde batın tutulumu vardı. Ortanca yaşı 7 yaş (2-14), kız/ erkek
oranı 5/28 olan hastaların 2’si evre II, 4’ü evre IV, 27’si evre III idi.
Vakaların 23’ünde kitle yalnız batında yerleşmiş, 10’unda batın dışı
bölgeler de tutulmuştu. Batın dışı tutulumu olan hastalardan 2’si laparotomi ile tanı alırken, tek batın tutulumlu hastalarda laparotomi
oranı (17/23) oldukça yüksekti (Tablo 1) . Laparotomi ile sadece iki
hastada kitle tam olarak çıkartılabilmiş, diğerlerinden biyopsi alınmıştı. Laporotomilerin tümü çocuk onkolojisi ile görüşülmeden
cerrahiye yatırılan vakalarda yapılmıştı. Ameliyat sonrası üç hastada
dikiş bölgesi açıldı, uzun süren yara infeksiyonu gelişti. Bir hastada
tümör lizis sendromu oluştu. Laparotomi yapılan hastalarda tedaviye
median 7 gün (4-22 gün), diğer yöntemlerle tanı alan hastalarda ise
median 2 gün (2-4gün) içinde başlanabildi. Tedavi sırasında özellikle
ileri evre hastalarda tedaviye bağlı yan etkiler yoğun olarak yaşandı.
Laparotomi sonrası bir hasta tedavi başında yara infeksiyonu ve sepsis ile kaybedildi.
üzerine etkili olabilecek faktörler one-way ANOVA testi ile analiz
edilmiştir.
Bulgular: Yaş grupları, cinsiyet, tümör tipi, evresi, lokalizasyonu,
çocuğun ikamet ettiği yer (şehir merkezi, ilçe, köy), ebebeynin eğitim durumları ve yaşları, ailede kronik hastalık varlığı, ailede kanser
varlığı, çocukta bilinen kronik hastalık varlığı, kardeş sayısı, çocuğun
kaçıncı çocuk olduğu, ilk başvurduğu merkez (sağlık ocağı, pediatristin olduğu hastane, üniversite hastanesi) ve ilk hekimin toplam
tanı gecikmesi üzerine etkileri incelenmiştir. Batın içi tümörlerde
toplam tanı süresi diğer yerleşim bölgelerine göre anlamlı olarak
daha kısa bulunmuştur (p=0.01, %95 güven aralığı) .
Sonuç ve Yorum: Üniversitemiz bünyesinde takip ve tedavi edilen pediatrik tümörlerde ilk semptomdan tanıya kadar geçen süre
olarak kabul edilen toplam tanı gecikmesi üzerinde etkili olabilecek
faktörler incelenmiştir. Gonad-germ hücreli tümörler ve nöroblastom dışındaki tümörlerde hekim gecikmesinin daha uzun olduğu
görünmektedir. Özellikle pediatrik maligniteden şüphelenilen olgularda tetkiklerin hızlandırılması ve ailenin uyarılıp geçmeyen semptomlarla karşılaşıldığında vakit kaybetmeden tekrar başvurması gerekliliği hatırlatılmalıdır.
Tablo .
Tanı
Tablo .
n (%)
Aile gecikmesi Hekim gecikmesi Toplam gecikme
ortalama hafta ortalama hafta ortalama hafta
(minimum(minimum(minimummaksimum)
maksimum)
maksimum)
Lemfoma
20 (%20)
3.3 (0-30)
9.4 (0-72.9)
12.7 (0-72.9)
Gonad-germ h’li tm
13 (%12)
8.3 (0-52.4)
2 (0-8.6)
10.3 (0-52.4)
Merkezi Sinir Sistemi
13 (%12)
3.8 (0-47.8)
9.4 (0-45)
13.3 (0-52.1)
Batın
Batın+diğer
Toplam
Laparotomi
15
2
17
Böbrek
12 (%11)
1.2 (0-4.29)
2.1 (0-12.9)
3.3 (0-12.9)
Batın kitlesinden kalın iğne biyopsisi
5
2
7
Yumuşak doku sarkomu
11 (%10)
1.1 (0-5.71)
7.13 (0-34.3)
8.2 (0-34.6)
Sıvı sitolojisi
3
2
5
Nöroblastom
9 (%9)
5.2 (0-38.5)
4.3 (0-25.7)
9.52 (0-64.3)
Batın dışı kitleden insizyonel/eksizyonel biyopsi
3
3
Histiyositoz
8 (%8)
2.1 (0-8.57)
22.9 (0-104.3) 25.1 (0.3-108.6)
İnce iğne aspirasyon biyopsisi
1
1
Kemik
8 (%8)
3.5 (0-21.43)
18.37 (0-72.9)
21.8 (0.1-72.9)
Retinoblastom
4 (%4)
2.3 (0-8)
3.4 (0-5.4)
5.75 (4.3-8)
Ref No: 375
Karaciğer
3 (%3)
0.1 (0-0.4)
3.3 (0-8.1)
3.5 (0.1-8.6)
PEDİATRİK TÜMÖRLERDE TANI GECİKMESİ
Epitelyal tümör
2 (%2)
2.1 (0-4.3)
10.7 (0-21.4)
12.8 (0-25.71)
Akciğer
1 (%1)
0.3
1.7
2
1
Merdan Fayda, 1Görkem Aksu, 2Funda Çorapçıoğlu, 2Sühel Karataş,
2
Filiz Harputluoğlu, 2Eviç Başar, 2Zehra İnce
1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı
2
Amaç: Erken tanı almış pediatrik tümörlü hastalarda kür oranları
%70-75’lere ulaşmaktadır. İzmit ve çevresi illerde ikamet eden, takip
ve tedavisi Kocaeli Üniversitesi Pediatrik Onkoloji Grubu tarafından
yapılan lösemi dışı pediatrik tümörlü hastalarda tanı gecikmesine
etkili olmuş faktörler tespit edilmeye çalışılmıştır. Toplam gecikme:
Semptomların başlamasından tanının konmasına kadar geçen süre;
hekim gecikmesi: hastanın hekime kanserle ilişkili semptomla başvurmasından tanının konmasına kadar geçen süre; aile gecikmesi:
ilk semptomun belirmesinden hekime başvuruya kadar geçen süre
olarak tanımlanmıştır.
Hastalar ve Metod: 2002-2006 yılları arasında başvuran 8 ay-18
yaş arası (ortalama: 8) lösemi dışı pediatrik tümörlü 104 hastanın
%50’si (52) dış merkezde tanısını almış olarak başvurmuştu. Hastaların %55’i erkek, %45’i kızdır. Hastaların teşhislerine ve ortalama
gecikmelerine göre dağılımı tabloda belirtilmiştir. Toplam gecikme
Sungate Port Royal, Antalya
Ref No: 376
SARKOMATÖZ FARKLILAŞMA GÖSTEREN
SAKROKOKSİGEAL TERATOM OLGUSU
1
1
Murat Elli, 1F. Güçlü Pınarlı, 1Bedri Kandemir, 1Ayhan Dağdemir,
Meltem Ceyhan, 1Bilge Gürsel, 1Sabri Acar
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı,
4
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
2
3
Giriş ve Amaç:
Gonadlar dışından kaynaklanan teratomların en sık yerleşim yeri
sakrokoksigeal bölgedir. Sarkomatöz farklılaşma gösteren teratom
germ hücreli tümörlerin (GHT) oldukça nadir bir formudur. Biz
burada sakrokoksigeal bölge yerleşimli sarkomatoz elemanlar içeren
ve tam cerrahi eksizyon ve adjuvan kemoterapi ile başarılı şekilde
tedavi edilmiş bir teratom olgusunu sunduk.
153
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Olgu Sunumu:
Beş yaşında kız hasta bel bölgesinde ağrısız şişlik ve kızarıklıkla
başvurdu. Öyküsünde kitlenin doğumdan itibaren olduğu ve giderek büyüdüğü öğrenildi. Lumbo-sakral manyetik rezonans görüntülemede deri altı yağ dokusu içinde L5-S1 vertebra düzeyinde iyi
sınırlı, 2,5x1,5x3 cm boyutlarda heterojen kitle tanımlandı. Posterior
füzyon defekti ve bu düzeyde kitlenin uzantısı saptandı. Tümör belirleyicileri normal sınırlardaydı. Evreleme amaçlı görüntüleme çalışmalarında uzak yayılım saptanmadı. Kitle tamamıyla eksize edildi.
Patolojik incelemede epitelyal ve mezenkimal öğelerden oluşan teratom ve mezenkimal elemanlar içinde bazı alanlarda yüksek derecede atipik hücreler ve mitotik aktivite görüldü. İmmunhistokimyasal
çalışmalarda vimentin ve SMA ile pozitif boyanma saptandı. Cerrahi
sonrasında primer tümör bölgesine 5060cGy radyoterapi ve vinkristin (1,5 mg/m2/hafta x13) ve aktinomisin-D (1,5 mg/m2/ 4 hafta da
bir 4 kez) verildi. Tedavi sonrası bir yıllık izleminde hastalık tekrarı
ve istenmeyen etki oluşmadı.
Tartışma:
Gonad dışı GHT daha çok kızlarda görülen sık karşılaşılmayan
tümörlerdir. En sık yerleşim yeri sakrokoksigeal bölgedir. Yarıdan
fazlası doğumdan itibaren mevcuttur, 3 yaş altında ve12 yaş üstünde
iki kez pik yapar. Germ hücre dışı maliyn öğeler içeren teratomlar
maliyn mikst GHT’lerden içeriğindeki maliyn somatik diferansiyasyon alanları varlığı ve maliyn germ hücre içeriği taşımaması ile
ayırt edilir. Sarkomatöz öğeler içeren farklılaşma daha çok mediastinal GHT’lerde görülür. Bilgimize göre bizim olgumuz en genç
kraniyum dışı sarkomatoz farklılaşma gösteren ekstragonadal teratom olgusudur. Bu olgularda kitlenin cerrahi olarak tam çıkarılması
esastır ve adjuvan tedavi en maliyn komponent göz önüne alınarak
yapılmalıdır.
Ref No: 377
RABDOMİYOSARKOMATÖZ FARKLILAŞMA GÖSTEREN
TESTİS KAYNAKLI İNFANTİL İMMATÜR TERATOM OLGUSU
1
Murat Elli, 1Ayhan Dağdemir, 1F. Güçlü Pınarlı, 1Levent Yıldız,
Rıza Rızalar, 1Meltem Ceyhan, 1Sabri Acar
1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı,
4
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı
2
3
Giriş ve Amaç:
Erkek çocuklarda solid maliyn neoplazilerinin %2’sini çocukluk
çağı testis tümörleri oluşturur. Çocukluk çağı testis tümörlerinin
%10’u teratomdur ve sıklıkla 4 yaş altında görülür. Bu tümörlerin az
bir kısmı tam farklılaşmamış öğeler ya da nöroektodermal dokular
içerir. Matür ve immatür teratomlar nadiren malign farklılaşma gösterirler. Biz burada rabdomiyosarkomatöz farklılaşma içeren immatur teratom olgusunu sunduk.
Olgu Sunumu:
11 aylık erkek bebek sol kasık bölgesinde şişlik yakınmasıyla başvurdu. Öyküsünden 2,5 aylıkken benzer yakınmalarla başvurduğu
merkezde yapılan USG’de fıtık tanısı konularak izleme alınmış olduğu öğrenildi. Son iki aydır şişliğin artması nedeniyle tekrar başvurması üzerine yapılan skrotal USG’de; sağ testis 7x12x14mm, ekosu
azalmış ve sola göre kanlanması azalmış olarak izlendi. Sol testis
15x9.5x18mm boyutunda ve parenkimi homojendi. Sol skrotumu
tamamen dolduran, soldan kaynaklandığı düşünülen, sağ testisi superiora, sol testisi inferiora iten 85x46 mm boyutunda izo-hipoekoik
lobüle kontürlü, öncelikle solid olduğu düşünülen heterojen kitle
izlendi. Abdomen USG’de abdominal aorta distal kesiminde en büyüğü 20x10 mm boyutlarında, sağ iliyak damarlar komşuluğunda en
büyüğü 13x8 mm boyutlarında, bazılarının hilusu seçilebilen multipl
LAP saptandı. Tümör belirleyicileri normal sınırlardaydı. Hastaya
sol orşiektomi ve batından lenf nodu örneklemesi yapıldı. Patolojik
incelemede testis ve epididimi infiltre eden, fibröz kapsülle çevrili,
154
hiperkromatik çekirdekli, iğsi şekilli, primitif hücrelerden kurulu
tümöral oluşum izlendi. Tümör dokusunun mitotik aktıvitesinin
yüksek olduğu, aralarda S-100 ile pozitif boyanan matür ganglion
hücrelerinin ve desmin ile pozitif boyanan kas farklılaşması gösteren
alanlar olduğu görüldü. Hastaya rabdomiyosarkomatöz farklılaşma
gösteren maliyn teratom tanısı konuldu. ve vinkristin (1,5 mg/m2/
hafta x13), aktinomisin-D (1,5 mg/m2 4 haftada bir 4 kür) içeren
kemoterapi protokolü verildi. Tedavi sonrası bir yıllık izleminde rekürrens izlenmedi.
Sonuç
Çocukluk çağı testis tümörlerinin insidansı 0,5-2/100.000 çocuktur. Puberte öncesi teratomlar daha iyi seyirlidir. Teratomun maliyn
komponentini germ hücreli tümörlerin oluşturması halinde mikst
maliyn germ hücreli tümör olarak tanımlanırken, maliyn komponent somatik farklılaşma (örn. sarkomatöz) yönündeyse tümör maliyn teratom olarak adlandırılmaktadır. Bu hastalarda orşiektomi
yapılmalı ve adjuvan tedavi maliyn içeriğe göre planlanmalıdır.
Ref No: 378
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK
ONKOLOJİ BİLİM DALINDA 1978-2005 YILLARINDA
İZLENEN WİLMS TÜMÖRÜ OLGULARI
1
1
M. Şahin Arısoy, 1Sabri Acar, 1Murat Elli, 1Ayhan Dağdemir,
Rıza Rızalar, 1Bilge Gürsel, 1F. Güçlü Pınarlı
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı,
3
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
2
GİRİŞ: Wilms Tümörü (WT), embriyonal kökenli metanefrik
blastemden gelişen böbreğin karışık hücresel histolojiye sahip maliyn bir neoplazmıdır. Çocuklarda birincil böbrek tümörleri içinde
ilk sırada, retroperitoneal bölgede saptanan tümörler içinde ise ikinci sırada yer alır
OLGULAR VE YÖNTEM: Bu çalışmada Ocak 1978 ve Aralık 2005
tarihleri arasındaki 28 yıllık sürede, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Onkoloji Bilim Dalı’nda takip ve tedavi edilen, tanı yaşları 4,5 ay ile 156 ay arasında değişen 52 Wilms tümörlü olgu dosya bilgileri ile retrospektif olarak ve
24 saatlik idrar incelemesi (kreatin klirensi, proteinüri, tubuler fosfor
geri emilimi), kalp ekokardiografisi ve boy uzunluğu ile prospektif
olarak incelendi.
SONUÇLAR: Olguların 31’u (% 59,6) kız 21’i (% 40,4) erkekti.
Kızlarda ortalama tanı yaşı 47,3 ay, erkeklerde 40,3 ay olarak saptandı. Tüm olgularımızın %92,2’sinde ilk başvuru şikayetinin batında
kitle olduğu görüldü. Olgularda % 46,2 oranında hematüri saptandı.
Çalışmamızdaki 52 olgu, % 51,9 oranda ileri evre tümöre (Evre IIIIV-V) sahip iken, anaplazi oranı da % 38,4 gibi yüksek bir oranda
bulundu.
Olgularımızda tümörün evresi, anaplazi özelliği ve tanı yaşı göz
önünde tutularak yapılan uzun dönem yaşam oranları değerlendirmesinde, literatüre oranla daha düşük değerler saptandı. Çalışmamızda olgularımızın %32,6’ünün kaybedildiği, %19,2’sının takipsiz
kaldığı ve % 50’nin ise en az 6 ay ve en çok 25 yıl olmak üzere hastalıksız izlemde olduğu görülürken, ortalama yaşam oranı % 61,2
saptandı. Yaşam oranının düşük oluşunun başlıca nedenleri olarak,
olguların tedavi için özelleşmiş merkezlere geç başvurmaları, serimizde ileri evre ve anaplazili olgu sayısının çok fazla olması, bölgemizin sosyo-ekonomik şartlarının iyi olmaması düşünüldü.
Takipteki olguların toplamda % 28,8’inde hipertansiyon, işitme
kaybı, HBV bulaşı, üreter yaralanması, hidroüreteronefroz, kardiotoksisite, skolyoz ve infertilite gibi komplikasyonlarla karşılaşılırken,
hiçbir olguda ileri dönem böbrek yetmezliği ve sekonder malignite
gelişmediği görüldü.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 418
Ref No: 458
ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNDE YATARAK VE
AYAKTAN TEDAVİ ALAN HASTALARIN EBEVEYNLERİNİN
DEPRESYON DÜZEYLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
DÜŞÜK RİSKLİ FEBRİL NÖTROPENİLİ KANSERLİ ÇOCUK
HASTALARDA ORAL ANTİBİOTİK KULLANIMI
1
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Onkoloji Bölümü
Su Gülsün Berrak, 1Dildar Bahar Beker, 2Kemal Kuşçu,
1
Cengiz Canpolat, 3Gülnur Toker, 1Fatma Betül Çakır
1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Onkoloji,
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri,
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gülgenç Pediatrik Onkoloji Tedavi Ünitesi
2
Çocukluk çağı kanserlerinde ebeveynlerin aşırı strese maruz kaldığı ve depresyona eğilimli oldukları bilinmektedir. Bu durum ailenin tedaviye olan katılımını düşürüp çocuğun hastalığının seyrini
olumsuz etkileyebilir. Ayaktan ve yatarak tedavi edilen hastaların
bakım vericilik yükünün ağırlığındaki farklar depresyon düzeylerine
yansıyabilir. Bu çalışmada kanser tanısı ile izlenen ve halen kemoterapi almakta olan 27 hastanın ebeveynleri Beck depresyon ölçeği
ile değerlendirildi. Ortanca Beck depresyon skoru 9 olarak bulundu
(aralık 0-35) . Hasta yakınları ayaktan ve yatarak tedavi alma durumuna göre değerlendirildiğinde Beck depresyon skorları benzer
olarak saptandı (sırasıyla ortanca değer 10.00 ve 9.00, p=0.867) .
Hastanın cinsiyetinin, ebeveynlerin Beck depresyon skorlarını etkilemediği görüldü (p=0.187) . Ancak 10 yaşın altında çocuğu olan
ebeveynlerin Beck depresyon skorunun (ortanca=11, aralık 0-35), 10
yaş ve üzerinde çocuğu olan ebeveynlerin Beck depresyon skoru (ortanca=9, aralık 0-20) ile karşılaştırıldığında yüksek olduğu gözlendi
(p=0.495) . Bu çalışmanın dezavantajı hasta grubunun az sayıda olgudan oluşmasıdır. Yatarak ve ayaktan tedavi edilen hastaların ebeveynlerinin depresyon düzeyinin değerlendirilmesi için daha geniş
çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır.
Ref No: 441
PEDİATRİK SOLİD TÜMÖRLERDE YÜKSEK DOZ
KEMOTERAPİ - OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ:
TEK MERKEZ SONUÇLARI
Serap Aksoylar, Savaş Kansoy, Mehmet Kantar, Bengü Kadıoğlu,
Nazan Çetingül
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji ve Kök Hücre Nakli Ünitesi, İzmir
EÜTF Pediatrik Kök hücre nakli Ünitesinde Mayıs2001- Aralık
2006 tarihleri arasında 16 solid tumor tanılı hastaya yüksek doz kemoterapi ve ardından Otolog Periferik Kök hücre nakli (OPKHN)
uygulandı. Olguların 6’sı kız, 10’u erkek olup yaşları 9 ay- 19 yaş
(median 7 yaş), vücut ağırlıkları 9-60 kg (median 27 kg) arasında
değişmekteydi. Hastaların tanıları Nüks Hodgkin Lenfoma (4hasta), Nöroblastom yüksek risk grubu (6 hasta), Rabdomyosarkom (6
hasta) olup 10’u ilk remisyonda, 4’ü ilk nüks ve 2’si ikinci nüksünde
iken yüksek doz kemoterapi ve OPKHN tedavisi aldı. Nakil öncesi
10 hasta CR veya VGPR iken 4 olgu PR’da idi. 6 hastada tanı sırasında Kİ tutulumu vardı. Tanılarına göre farklı hazırlama rejimleri
uygulanan olgulara median 3.7x 108/kg (range: 2-9) MNH ve 3.4x
106/kg (range: 1-16) CD34 (+) hücre verildi, Tüm olgulara nakil sonrası 1. günde G-CSF 10μg/kg günde tek doz IV olarak başlandı. BK
ve trombosit engrafmanı sırasıyla median 15. (8-68) ve 33. (13-270)
günlerde sağlandı. 4 hasta erken dönemde infeksiyoz komplikasyonlarla kaybedildi. Diğer 12 olgunun tümünde tam remisyon sağlandı.
Ortanca 46 aylık izlem süresi içinde 5 olguda (%42) relaps gelişti.
Halen 8 olgu (%50) hastalıksız yaşamaktadır.
Sungate Port Royal, Antalya
Neriman Sarı, Ayşe Akı, Raziye Öcal, Nurseven Karaman, İnci İlhan
Amaç: Kemik ve yumuşak doku sarkomu nedeniyle tedavi edilen
düşük riskli febril nötropenili çocuk hastalarda oral antibiyotik kullanımının etkinliğini göstermek.
Hastalar ve Yöntem: Aralık 2005 ve Aralık 2006 tarihleri arasında
merkezimizde tanı alıp tedavi edilen 3 yaş üzeri, düşük riskli nötropeni atağı (nötropeninin 10 gün içinde düzelmesinin beklenmesi,vücut sıcaklığının 39oC altında olması, karın ağrısının olmaması,
nörolojik ve mental bulguların normal olması, kateter yeri enfeksiyonunun olmaması, hipoksi, şok, pnömoni, derin organ enfeksiyonu, mukozit, dehidratasyon, ishal ve kusmanın olmaması, MNS’nin
100/mm3 üzerinde olması, akciğer grafisinin normal olması, böbrek
fonksiyonlarının normal olması) olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastalar kan, kateter ve idrar kültürleri alındıktan sonra ilk 48
saat 3. kuşak sefalosporin grubu antibiotik ile IV tedavi edildi. Daha
sonra amoxicillin/clavulanate (CAM) 80 mg/kg/gün BID ve ciprofloxacin 25 mg/kg/gün BID olmak üzere oral tedaviye geçildi. Ateşsiz
geçen beş günden sonra antibiyotik tedavisi kesildi. Gereken hastada
kliniğe ve kültür sonucuna göre tedavi modifikasyonu yapıldı.
Bulgular: Aralık 2005 ve Aralık 2006 tarihleri arasında 21 hastada
38 düşük riskli febril nötropeni atağı çalışmaya dahil edildi. Altı hasta osteosarkom, altı hasta Ewing sarkomu, beş hasta rabdomyosarkom, birer hasta şeffaf hücreli sarkom, medulloblastom, nazofarenks
carsinomu ve Wilms tümörü nedeniyle tedavi ediliyordu. Dokuz
hastada bir, sekiz hastada iki, üç hastada üç ve bir hastada dört febril
nötropeni atağı tedavi edildi. Tanı anındaki ortanca beyaz küre sayısı 550/mm3, ortanca mutlak nötrofil sayısı 100, ortanca ateş 38,1
derece idi. Hiçbir hastada risk oluşturabilecek pozitif fizik muayene
bulgusu yoktu. Hastaların hepsinde akciğer grafisi normaldi. Alınan
kültürlerden birer kan ve yara kültüründe E. Coli üremeleri oldu. İlk
48 saatte27 hasta sefepim 100 mg/kg/gün ve 11 hastada sefaperazone/sulbaktam 100 mg/kg/gün olarak başlandı. Ortanca ateşli geçen
gün sayısı iki idi. Toplam antibiyotik süresi ortanca yedi gün idi. Bir
atak dışında diğerlerinde başarısızlık görülmedi. Hastaların altısı taburcu edilerek ayaktan izlendi. Diğerleri sosyoekonomik nedenlerden dolayı taburcu edilemedi
Sonuç: Oral CAM ve Ciprofloxacin tedavisi düşük riskli febril nötropenili hastalarda güvenle kullanılabilecek antibiyotiklerdir.
Ref No: 612
NONHODGKİN LENFOMADAN SONRA GELİŞEN
SÜRRENAL KORTEKS KARSİNOMU
1
Ferhan Akıcı, 1Zafer Salcıoğlu, 1Gönül Aydoğan, 1Aysel Kıyak,
Deniz Tuğcu, 1Arzu Akca, 1Hülya Şen, 2Serdar Sander,
3
Alaaddin Çelik, 4Yeşim Kapran
1
1
Sb Bakirkoy Dogum Kadin ve Cocuk Hastaliklari Egitim Arastirma Hastanesi,
Sb Bakırköy Dogum Kadın ve Cocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Cocuk
Cerrahi Kliniği,
3
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı,
4
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
2
Non Hodgkin lenfoma (NHL) tedavisinde geliştirilen yoğun ve
kısa süreli kemoterapiler sonucu kür şansı %70-90’lara ulaşmıştır.
Uzun dönem yaşayan çocuklarda ise tedaviye bağlı geç komplikasyonlar ve ikincil maligniteler daha fazla görülmeye başlanmıştır.
İkincil maligniteler ilk 20 yılda %3-12 oranında ilk maligniteden
farklı histopatoloji ve lokalizasyonda görülür. AML en çok görülen
ikincil kanser olup en az bildirilen ise sürrenal korteks karsinomudur.
Ağustos 2002 yılında batın kaynaklı Burkitt Lenfoma tanısı alan 8,5
yaşında erkek hasta BFM-90 kemoterapi protokolü ile tedavi edildi.
155
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Kemoterapi sonrası izlemde iken şubat 2006 ayında yapılan kontrol
batın USG’de sağ sürrenalde 5x5 cm kitle saptandı. Hastanın herhengi bir yakınımı ve patolojik fizik muayene bulgusu yoktu.Batin magnetik rezonans (MR) incelemesinde sağ sürrenal grandda 10,5x6x10
cm kontras tutulumu gösteren kitle saptandı. Biopsi sonucu sürrenal
korteks karsinomu tanısı aldı. Mart 2006’da İ.Ü. İTF Çocuk Cerrahisinde kitle total olarak çıkarıldı. Cisplatin 75 mg/m2 doz 3 hafta
aralarla başlandı. Mitotan 4gr /m2 önerildi. Torax BT ve sürrenal
bland hormonları normaldi. Hasta halen kemoterapi almakta olup
hayattadır. İkincil malignite ilk kanserinde aldığı alkilleyici ajanlara
bağlı olabilir. Kür sağlanan olguların hematolojik tetkikleride dahil
olmak üzere görüntülemelerle kontrolleri özenle yapılmalıdır.
Tümör tedavisine yönelik KT&RT alan nontransplant, uzun süren febril nötropenili hastalarda etken olarak CMV reaktivasyonu da
araştırılmalıdır.Erken tanıda CMV-DNA PCR incelemesi son derece
önemlidir.Gansiklovire yanıt,klinik durumun ağırlığına göre değişkenlik gösterebilmektedir.
Ref No: 480
YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE OTOLOG KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU SONRASI HEMORAJİK SİSTİT : BİR
OLGU SUNUMU
1
Dilek Güneş, 1Kamer Mutafoğlu Uysal, 1Emre Çeçen, 1Şebnem Yılmaz,
Ali Aykan Özgüven, 1Hale Ören, 1Mustafa Olguner,
2
Faik Sarıalioğlu, 1Gülersu Irken, 1Nur Olgun
1
Ref No: 479
ÇOCUK KANSERLİ İKİ OLGUDA SİTOMEGALOVİRÜS
REAKTİVASYONU VE GANSİKLOVİR YANITI
1
Bülent Zülfikar, 1Haldun Emiroğlu, 1Rejin Kebudi, 2İlknur Tutkun,
3
Gülden Yılmaz
1
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı,
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı,
3
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
2
Sitomegalovirüs (CMV),sağlıklı kişilerde yaşam boyunca subklinik latent bir enfeksiyona yol açmaktadır.Latent enfeksiyonlu kişilerde bağışıklığın baskılanması sonucu reaktivasyon geliştiğinde ortaya
çıkan ağır hastalık tablosu, genellikle; kolit,pnömoni,hepatit,kemik
iliği baskılanması veya retinit bulguları ile ağır seyretmektedir.Ayrıca sürekli olarak bağışıklığı baskılayıcı ilaç kullanma zorunluluğu
bulunan kök hücre nakli uygulanmış kişilerde de CMV enfeksiyonuna daha sık rastlanılmaktadır. Kemoterapi (KT) uygulanırken CMV
reaktivasyonu sonucu,birinde bilateral retinit ve diğerinde ise ağır
interstisyel pnömoni gelişen solit tümörlü 2 çocuk hasta sunulmaktadır.
Olgu 1; perianal bölge kökenli metastatik alveolar rabdomyosarkomlu 12 yaşındaki erkek hastaya KT ve radyoterapi (RT) uygulandı.
Kemoterapinin 40. haftasında gelişen febril nötropeni; geniş spektrumlu antibakteriyel, antifungal ve antiviral tedavi sonucu iyileşti.Bir
süre sonra sol gözde ani görme kaybı fark edilen hastada muayene ve
laboratuar incelemeler sonucunda [CD4 ve CD19 düzeyleri düşük,
anti-CMV IgM (-),anti-CMV IgG (+),CMV-Ag ve CMV-DNA PCR
(+) ] CMV reaktivasyonu ve bilateral CMV retiniti tanısı konuldu
ve intravenöz gansiklovir tedavisine başlandı.Tedavinin 2. haftasında
CMV-Ag, 7.haftasından itibaren de CMV-DNA PCR incelemesi negatifleşen ve aktif retinit bulguları düzelen hastada gansiklovir idame
dozuna inildi.Eksik olan KT kürleri 2 ay aranın ardından tamamlandı.Yapılan MR, sintigrafi ve PET incelemelerinde tümör ile ilgili
bir patoloji saptanmadı ve tedavi sonlandırıldı.Ancak bağışıklıktaki
baskılanmanın devam edeceği en az üç aylık bir süre daha, gansiklovir tedavisinin sürdürülmesi uygun bulundu.
Olgu 2; sol sürrenal bez kökenli 2 yaşındaki evre IV nöroblastomlu kız hasta TPOG protokolüne göre KT ve cerrahi tedavi ve düzenli
olarak trimetoprim-sulfometoksazol (TMP/SMT) proflaksisi alırken
sekizinci kür KT sonrası gelişen febril nötropeni, antibakteriyel tedavi
ve lipozomal amfoterisin B’ye yanıt verdi.Ancak,kan biyokimyasında
karaciğer fonksiyon testlerinde bozulma, batın MR incelemelerinde
karaciğerde metastatik nodüller saptandı.Anti-CMV IgG (+), antiCMV IgM (-) bulunmasına karşın; reaktivasyon olasılığına yönelik
CMV-Ag ve CMV-DNA PCR (+) sonuçlanarak CMV reaktivasyonu
kanıtlandı. Solunum sıkıntısı başlaması üzerine yapılan akciğer BT
incelemesinde; pneumocystis carini veya CMV infeksiyonuna bağlı
olduğu düşünülen bilateral diffüz retikülonodüler interstisyel pnömoni saptandı.Yoğun bakım birimine nakledilen hastaya intravenöz
immunoglobulin, gansiklovir ve TMP/SMT başlanıldı.Ancak durumu hızla kötüleşerek ventilatöre bağlanan hasta,tedavinin başlangıcından bir hafta sonra kaybedildi.
156
1
2
Dokuz Eylül Üniversitesi,
Başkent Üniversitesi
Onyedi yaşındaki kız hastaya Evre 4sB Hodgkin lenfoma tanısıyla
COPP rejimi alırken progresyon göstermesi üzerine, üç kür ABED
(Adriamisin, Bleomisin, Etoposid, Dakarbazin) sonrası periferik kök
hücre toplanıp; yüksek doz kemoterapi (karmustin, etoposid, sitozin
arabinozid, melfalan) ve otolog hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HKHT) uygulandı. Otolog HKHT sonrası 74. günde geç
başlangıçlı, hafif derecede hemorajik sistit (HS) gelişti. İdrar bakteriyolojik kültürlerinde üreme olmadı. İlk gün yapılan ultrasonografi
(US) normal değerlendirildi. Parenteral hidrasyon (3-5 L/m2/24saat)
ile izlemde hematüri gerilemişken, 7. gününde pıhtılı, makroskopik
hematüri ile seyreden ağır HS gelişti. Ultrasonografide mesane duvar
kalınlığı artmış ve mesanede 7x1cm sediment izlenmekteydi. Sistoskopi ile pıhtı evakuasyonu yapıldı; tüm mesane mukozasında yaygın
küçük kanama odakları görüldü. Üç lümenli 22 F Foley sonda ve steril salin (30L/24saat) ile kapalı sistemde devamlı mesane irrigasyonu
yapıldı; oksibutinin başlandı. İşlemden sonra nötropenik ateş gelişen
hastaya amikasin 10, sefepim, teikoplanin, lipozomal amfoterisin
B 15 ve G-CSF 21 gün sürelerle uygulandı. Hastanın kullanmakta
olduğu flukonazol, TMP-SMX, asiklovir tedavileri sürdürüldü. Tekrarlanan kültürlerde üreme olmadı. İdrarda CMV antijeni negatif idi
ve viral inklüzyon saptanmadı, serumda CMV IgG + bulundu. İdrarda insan polyomavirus ve adenovirus çalışılamadı. Ağır HS tablosu
devam ettiğinden 13. günde traneksamik asit (3x10mg/kg/doz İ.V.)
başlandı, 9 gün uygulandı. Eritrosit ve trombosit süspansiyonları ile
destek tedavi uygulandı, HS’ nin ilk 24 gününde 6 defa eritrosit süspansiyonu ve ilk 34 gününde 14 defa aferez trombosit süspansiyonu
verilmesi gerekti. İzlemin 33.gününde trombosit süspansiyonlarına
dirençli otoimmün/alloimmün olabilecek trombositopeni gelişti ve
dört gün IVIG uygulandı. Klinik seyirde ilk ay boyunca mesanede
pıhtı izlendi ve 33. günde sistoskopi ile pıhtı evakuasyonu yapıldı.
Toplam 40 gün mesane irrigasyonu gerekti. İzlemde 50. güne dek
mikroskopik hematüri sürdü. Hastanın HKHT sonrası iki yıllık izleminde HS tekrarlamadı.
Primer rezistan Hodgkin lenfoma nedeniyle yüksek doz KT ve
otolog HKHT uygulanmış olması, kemik iliği engrafmanının gecikmiş olması ve immün trombositopeni gelişmesi HS ortaya çıkıp,
ağır seyretmesinde rol oynayan risk faktörleridir. Nötropenik ateş
agresif antibiyotik ve antifungal tedavi uygulanmasını gerektirmiştir.
Etiyolojik etken tanımlanamamıştır, olasılıkla insan polyomavirus,
adenovirus gibi viral etkenlerin rolü olduğu düşünülmüştür. Destek
tedaviler, hiperhidrasyon, pıhtı evakuasyonu, uzun süreli mesane irrigasyonu, sistemik antifibrinolitik ajan kullanımı, immün trombositopeni için verilen IVIG’ in kombine etkilerinin bu geç başlangıçlı
ağır HS’ in kontrolünü sağladığını düşünmekteyiz.
19-23 Nisan 2007
Ref No: 481
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ PEDİATRİK ONKOLOJİ
GRUBUNCA İZLENEN GERM HÜCRELİ TÜMÖRLER
1
Kamer Mutafoğlu Uysal, 1Dilek Güneş, 1Nur Olgun, 1Emre Çeçen,
Ali Aykan Özgüven, 1Mustafa Olguner, 1Handan Çakmakçı,
1
Erdener Özer, 1Rıza Çetingöz, 2Faik Sarıalioğlu
1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi,
Başkent Üniversitesi
2
Çocukluk çağı germ hücreli tümörleri (GHT) kombine tedavi yaklaşımlarıyla başarıyla tedavi edilmektedir. Burada merkezimizde tedavi edilen GHT tanılı çocukların tedavi sonuçları analiz edilmiştir.
Hastalar ve Yöntem: 01.01.1988 – 31.12.2006 tarihlerinde merkezimizde GHT tanısıyla izlenen hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.
Sonuçlar: İzlediğimiz maliyn tümörlü 546 hastanın 31’ i (%5.7)
GHT idi. Relaps ile başvuran 2, tanı sonrası başka merkeze giden
3 olgu dışlanarak, 26 hastanın verileri değerlendirildi. K/E : 18/8;
ortanca tanı yaşı 11 yaş (0– 17yaş) olan grupta 15 (%58) gonadal
(over: 9, testis: 6), 11 (% 42) ekstragonadal (sakrokoksigeal: 5, intrakraniyal: 4, mediastinal: 1, uterus: 1) tümör tanımlandı. Tanıda
tümör belirleyicileri bakılan 19 hastadan, 11’inde AFP, 5’inde AFP
ve β-hCG yüksek, 3 hastada her ikisi de normal bulundu. POG/CCG
evreleme sistemine göre gonadal tümörlerde: Evre I (n: 7), Evre II (n:
4), Evre III (n: 1), Evre IV (n: 3) ; ekstragonadal tümörlerde : Evre I
(n: 3), Evre II (n: 1), Evre III (n: 1), Evre IV (n: 2), ve % 32’si ileri evre
hastalıklı idi. Histopatolojik tanılar : matür teratom (n: 8), immatür
teratom (n: 4), miks germ hücreli tümör (n: 5), germinom (n: 3),
embriyonel karsinom (n: 3), yolk sak tümörü (n: 2) .
Gonadal GHT’ lerin (n: 15) 13’üne primer total rezeksiyon, ikisine
kısmi rezeksiyon uygulanmıştır. Primer total rezeksiyon yapılan 7
hastaya [matür teratom (n: 5), immatür teratom (n: 1), yolk sak (n: 1)
] ek onkolojik tedavi verilmemiş olup, tümü remisyonda izlemdedir.
Diğer 8 gonadal tümörlü olguya KT uygulanmış, 6 olguda tam yanıt
alınmış, ikisi ilerleyici hastalık ile kaybedilmiştir.
Ekstragonadal GHT’lerde (n: 7) 4 primer total, 3 kısmi cerrahi rezeksiyon uygulanmış. Primer rezeksiyon yapılan bir hastada primer
bölgede relaps gelişmiş, tam rezeksiyon ve KT ile tam yanıt alınmıştır.
Kısmi rezeksiyon uygulananlardan (n: 3) ikisinde KT ile kısmi yanıt
sağlanıp, gecikmiş cerrahi uygulaması sonrası hastalıksız izlenirken,
biri KT’ e dirençli hastalık ile 13. ayda ölmüştür. Erken postoperatif
kaybedilen bir olgu dışında, 3 intrakraniyal GHT olgusu hastalıksız
izlenmektedir; ikisi parsiyel rezeksiyon sonrası başvurup, KT ve RT
almış, diğerinde ise KT ve RT ile tam yanıt elde edilmiştir.
Hastalara platinum içeren KT şemaları ortanca 5 kür (3–8) olarak
uygulanmıştır. Dört olgu primer bölgeye RT almıştır. Hastaların ortanca izlem süresi 39 ay (0,75 – 168 ay), 5 ve 10 yıllık olaysız sağkalım
%78, 5 ve 10 yıllık genel sağkalım %81 bulunmuş. Gonadal (n: 15)
ve ekstragonadal (n: 11) grupta 5 ve 10 yıllık olaysız yaşam %85 ve
%67 (p: 0,40) ; 5 ve 10 yıllık genel yaşam %83 ve %78 (p: 0,68) bulunmuştur.
Yorum: Ağırlıklı teratom histolojisi nedeniyle bu hasta grubunda
cerrahi rezeksiyon önemli rol oynamaktadır. Ancak, ileri evre hastalıkla gelen %32 oranındaki hastada ek olarak platinum içeren KT ve
RT başarılı yaşam oranlarında rol oynamıştır.
Ref No: 482
KONVANSİYONEL KEMOTERAPİ SONRASI GELİŞEN
HEPATİK VENO-OKLUZİV HASTALIK
Emre Çeçen, Kamer Mutafoğlu Uysal, Ali Aykan Özgüven,
Dilek Güneş, Gülersu İrken, Nur Olgun
Dokuz Eylül Üniversitesi
Çocukluk çağında veno-okluziv hastalık (VOH), sıklıkla allojenik
kök hücre transplantasyonu (KHT) sonrası, hazırlık rejimi ile ilişki-
Sungate Port Royal, Antalya
li olarak, ilk 4 hafta içinde gözlenir. 1. Kilo artışı (vücut ağırlığının
%2’nden fazla) veya asit, 2. Sarılık veya hiperbilirubinemi (>2 mg/
dl), 3. Ağrılı hepatomegali bulgularından en az ikisinin bulunması
ile tanısı konur (Seattle kriterleri) . Özellikle Wilms tümörlü, daha
nadir olarak rabdomiyosarkom tanılı hastalarda Aktinomisin-D ve/
veya siklofosfamid içeren kemoterapi protokolleriyle ilişkili olarak
nadir görülen bir antitedir. Burada rabdomiyosarkom tedavisi sırasında hepatik VOH gelişen pediatrik bir olgu sunulmaktadır.
Olgu
Sol göz kapağı primerli alveolar rabdomiyosarkom tanısı olan
iki yaşında erkek hastaya, IRS-IV protokolüne göre, vinkristin (1.5
mg/m2), aktinomisin D (0.015 mg/kg X 5 gün) ve siklofosfamid (2.2
g/m2) içeren VAC kemoterapisi başlandı. Kemik iliği baskılanması
nedeniyle izleyen kürlerde siklofosfamid dozu önce 1.8 g/m2 sonra
1.5 g/m2 ‘ye düşürüldü. Olguda 5. kür tedaviden bir hafta sonra, ateş
yüksekliği ve pansitopeni gelişti. Koagülasyon testlerinde bozulma
olması üzerine, nötropenik sepsis, DİK düşünülerek, geniş spektrumlu antibiyotik başlandı. Düzenli taze donmuş plazma, gerektiğinde eritrosit ve trombosit süspansiyonu transfüzyonları uygulandı.
Trombosit transfüzyonlarına yetersiz ve geçici yanıtlar alındı. Ateş
yüksekliği ve nötropenin sürmesi nedeniyle, antibiyotik modifikasyonu yapıldı, G-CSF, amfoterisin-B başlandı. Diffüz oral mukozit,
ishal, batın distansiyonu yanı sıra masif asit nedeniyle solunum sıkıntısı geliştiği için terapötik parasentez yapıldı. Hiperbiluribinemi
(1.48 mg/dl), transaminazlarda yükselme (AST 1500 U/L, ALT 582
U/L), batın US’da hepatomegali, masif asit, paraumblikal venin patensi kazanması, vücut ağırlığında %23 artış, gibi bulgularla, Seattle
kriterlerine göre, hepatik VOH düşünüldü. Sıvı kısıtlaması, sprinolakton, K vitamini uygulandı. Kültürlerinde üreme olmadı. Yedinci
günden itibaren ateş gözlenmedi ve 2 hafta içerisinde hastalığın klinik-laboratuvar bulguları geriledi.
VOH etyolojisinden, aktinomisin-D ve/veya siklofosfamid sorumlu olabileceği için, tedavi protokolünde bu iki ilaç yerine etoposid ve ifosfamid kullanıldı ve VOH tekrarlamadı. Yedi aydır tedavisiz
remisyonda izlenen hastada relaps gözlenmedi.
Sonuç ve yorum
Konvansiyonel kemoterapiye bağlı VOH nadir görülen, erken tanı
ve uygun tedavi ile genellikle kalıcı hepatik hasar yapmadan düzelen bir klinik antitedir. Nötropenik ateş ve DİK ile karışabilir. Erken
tani için klinisyenlerin bu antiteyi düşünmeleri gereklidir. Verilen
kemoterapi rejimi ile beklenmeyecek oranda ağır ve refrakter trombositopeni, VOH tanısı için önemli bir ipucudur. Ayrıca kilo artışı,
asit, sarılık, hepatopati, koagülopati bulgularının saptanması VOH
lehine uyarıcı olmalıdır. Erken tanı ve uygun destek tedavi yaşam
kurtarıcı olabilir.
Ref No: 526
ORBİTAL RABDOMİYOSARKOMALI HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
1
4
Neriman Sarı, 1Canan Akyüz, 2Hayyam Kıratlı, 3Gülsev Kale,
Lale Atahan, 1Münevver Büyükpamukçu
1
Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bölümü,
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göz Anabilim Dalı,
3
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Patolojisi Bölümü,
4
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
2
Amaç: Merkezimizde, rabdomiyosarkom tanısı alan hastaların demografik, klinik ve histopatolojik özelliklerini, prognostik faktörleri
ve tedavi sonuçlarını değerlendirmek
Hastalar ve yöntem: 1972-2003 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji bölümünde 409 hasta Rabdomiyosarkom tanısı aldı. Hastaların yirmisekizinde tümör
orbital yerleşimli idi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, TNM evresi ve IRS
klinik grubu, histopatolojik tipi, tedavi protokolleri ve sonuçları,
hastalıksız ve genel yaşam hızları, relaps durumları ve prognostik
faktörler araştırıldı.
157
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
BİLDİRİLER
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
PEDİYATRİK ONKOLOJİ
XVII. ULUSAL KANSER KONGRESİ
BİLDİRİLER
Bulgular: Tümörlerin primer yerleşim yerleri değerlendirildiğinde
en sık baş-boyun bölgesinin (%46) etkilendiği görüldü. Tümör, hastaların %6.8’inde orbital yerleşimli idi. Erkek -Kız oranı 16/12 olup
ortalama yaş 5.2 idi. Hastaların tamamında şişlik, dört hastada göz
kapağında renk değişikliği, üç hastada görme azlığı, iki hastada hareket kısıtlılığı ve iki hastada başağrısı şikayeti mevcuttu. Üç hastada
göz kapağı kökenli tümör saptandı. Ortanca tümör boyutu 5 cm idi.
Yirmibir hastada (%75) embriyonal tip, iki hastada (%7) alveolar tip
saptanırken diğer hastalarda alt tip belirlenememişti. Hastaların tamamı Evre I iken, IRS klinik gruplara bakıldığında 3 hasta (%11)
grup1, 7 hasta (%25) grup 2 ve 18 hasta (%64) grup 3 olarak değerlendirildi. On hastada (%36) tam rezeksiyon uygulanabilmiş iken
diğerlerine biyopsi ve parsiyel rezeksiyon uygulanabildi. İki hastada
(%7) VA, on hastada (%36) VAC, onbir hastada (%39) AVAC ve beş
hastada (%18) MMR tedavi protokolü uygulandı. Kemoterapi sonuçları değerlendirildiğinde onbeş hastada (%54) tam yanıt, 4 hastada (%14) parsiyel yanıt elde edilmişti. Bir hastada (%4) hastalık stabil
iken bir hastada (%4) progresyon görülmüş ve yedi hastada (%25)
değerlendirme net yapılamamıştı. Radyoterapi hastaların %75’ine
uygulandı. Orbital rabdomiyosarkomalı hastalarda on yıllık hastalıksız yaşam hızı %75, genel yaşam hızı ise %85 olarak saptandı.
Sonuç: Orbital rabdomiyosarkoma prognozun oldukça iyi olduğu bilinen bir gruptur. Bunun en önemli nedeni hastaların yerleşim
nedeniyle erken dönemde tanı alması, tümörün boyutu ve histopatolojik tip olabilir. Yaşam hızı yüksek olan bu grupta gözü koruyucu tedavi modalitelerinin seçilmesi yaşam kalitesini daha da artıracaktır.
Ref No: 539
ÇOCUKLUK ÇAĞI PRİMİTİF NÖROEKTODERMAL
TÜMÖRLÜ HASTALARIN POSTOPERATİF RADYOTERAPİ
SONUÇLARI
1
Hüseyin Bora, 1Petek Erpolat, 1Aynur Oğuz, 1Ceyda Karadeniz,
Eray Karahacıoğlu, 1Müge Akmansu
1
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalı
2
GİRİŞ: Primitif nöroektodermal tümörler (PNET) çoçukluk çağı
beyin tümörlerinin en sık görülen ikinci malignensisidir. İnfratentoriyal yerleşimli olanlar medulloblastom olarak adlandırılır ve tüm
çocukluk çağı beyin tümörlerinin %20-25’ini oluşturmaktadır. Supratentoriyal yerleşimli PNET’lerin insidansı %2.5’tir. Hastalar sıklıkla ilk dekatta tanı alırlar. Yaş, tümör yeri, postoperatif rezidiv hacimi
ve evre (Chang) gibi kriterlere göre standart ve yüksek risk grubuna
ayrılan hastaların, tedavi protokolleri belirlenir. Günümüzde düşük
riskl