SAYI 15

Transkript

SAYI 15
4 AYDA BiR YAYIMLANIR
P UB L IS H E D E V E R Y 4 MON T HS , Y E A R : 4 , IS S UE N O: 1 5
CHAMBER of ANTALYA TOUR GUIDES MAGAZINE
KASTAMONU
KUTSAL KAPININ ŞİFRELERİ
Codes of the Holy Door
ANTALYA DENİZ BİYOLOJİSİ MÜZESİ
Antalya Marine Biology Museum
ORTAÇAĞ’IN OTELLERİ
Medieval Hotels
MOSKOVA DEYİNCE...
When We Say Moscow...
NEOLİTİK ÇAĞ
SAYI 15
“Turizmci”
30 yıldır yoğun bir turizm hareketlenmesi yaşayan ülkemiz Dünya Turizm
Pastasında ki payını koruyabilmek
ve artırmak için sarf ettiği olağan
üstü çaba gerçekten takdir edilmeli.
Nereden nereye ve nasıl geldiğimizi
her birimiz değerlendirmeli ve belki
de birçoğumuzun eskiden “günü kurtarma” faaliyeti, geleceği olmayan bir
sektör olarak gördüğü turizm sektörünü, ülkemizin gelecekteki ilk üçteki
gelir kaynaklarından biri olarak kabul
etmeliyiz artık. Bunun içinde en basit
sorunları da göz ardı etmeyecek
şekilde, tüm paydaşları ve bölgeleri
kapsayan bir yol haritası hazırlanmalı,2023 Turizm stratejisi programı
tüm sektör tarafından desteklenerek,
daha etkin hale getirilmeli.
En basit örneği, halen sektörde bulunan tanım kargaşasına da bir son
verilmeli, “turizmci” diye bir meslek
var mı ki, birçok başvuru formu veya
ankette böyle bir kavram görebiliyoruz? Kim turizmci? Otelci mi? Acenteci mi? yoksa acente çalışanı mı?
Mağaza sahibi mi? Turist Rehberi mi? “hanutçu mu? Otel rehberi mi?” turizm müdürlüğü personeli mi? yoksa
turizm bakanının kendisi mi? Kim bu turizmci diye adlandırılan şahıs? Hepsi top yekûn bu tanıma giremez
herhalde, öyle olsa her biri sektörde ki her işi yapabiliyor olmalı.
Bunun dışın da turistin bir seyahatten beklentileri dün neydi? bugün ne ve 3 sene, 10 sene sonra ne olacak
araştırılmalı. Turizm trendleri takip edilip, doğru analiz edilmeli. Bugünün gençlerinin 10-15 sene sonrasının
müşteri potansiyeli olacağını göz ardı etmeden onların nasıl bir tatil isteyecekleri, doğru yapılacak araştırma
ve anketler ile belirlenip onların istekleri doğrultusunda yatırım ve hazırlık yapılmalı. Aksi takdirde; bildiğimiz
klasik turizm mantığı ile 10 sene sonrası için hedeflenen sayı ve gelire ulaşmamız “hedef” olarak kalır.
Biz rehberler de bilim ve bilişimin bu hızlı değişimine uyum sağlamalıyız, hazırlanmalıyız, yani kendimize
yatırım yapmalıyız.
Sektördeki hiçbir aktörün “çağın gerisinde” kalma lüksü bulunmuyor. Çünkü birinin yavaşlaması diğerlerini
mutlaka etkileyecektir. Değişim hızının sürekli arttığı trendlerin hep odağında olmalıyız. Buna elbette ki bürokrasi de dahil, her yapı hantallığından sıyrılıp, sektörün ihtiyaçlarına hızlı cevap verebilmeli.
En büyük ihtiyaç, daha önce defalarca gündeme gelen, ama maalesef hayata geçemeyen, güçlü, hızlı karar
alıp uygulayabilen, tüm paydaşların yer alacağı, yasal zemini olan, doğrudan bakana bağlı olan bir “Turizm
Birliği” ve bu birliğin önemli turizm merkezlerinde, yerel yönetimleri de kapsayan, yetki sahibi, “alt birlikleri ve
temsilcilikleri”. Ancak o zaman bu trende ön vagonlarda yerimizi alabiliriz.
Hasan UYSAL
TOUR GUIDES MAGAZINE
4 ayda bir yayımlanır. YIL: 4, SAYI: 15
Ekim ayında basılmıştır.
Published every 4 months. YEAR: 4, ISSUE No: 15
Published in October.
İMTİYAZ SAHİBİ / Concessionaire
Antalya Rehberler Odası adına /
On behalf of the Chamber of Antalya Tour Guides
Hasan UYSAL - [email protected]
SORUMLU MÜDÜR,
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Director In Charge, Editor In Chief
Mehmet MACİT - [email protected]
YAYIN KURULU / Editorial Board
Prof. Dr. Bekir DENİZ, Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK
Prof. Dr. Şadan GÖKOVALI, Yavuz Ali SAKARYA
Hüseyin ÇİMRİN, Mehmet ERDEM, Hayati KORUCU
Recep YAVUZ, T. Michael P. DUGGAN
KATKIDA BULUNANLAR / Contributors
Serdar SEVİNÇ, Hayati KORUCU, Sait TAŞ, İbrahim FINDIKYAĞI
KAPAK FOTOĞRAFI / Cover Photo
Kızılkule, ALANYA - AFSAK-Ali ARAL
GRAFİK TASARIM / Graphic Design
Adnan SAYKI - Tel: +90 537 419 43 23
www.adnansayki.com - [email protected]
ÇEVİRMEN / Translator
Müge SÖZEN
BASKI / Printing House
ASUDE OFSET Matbaa Hizmetleri
Etiler Mah. Adnan Menderes Bulvarı, Sargınlar İş Merkezi
No: 55 / 1 ANTALYA - Tel: +90 242 322 26 17
YAZIŞMA ADRESİ ve İLETİŞİM BİLGİLERİ
Mailing Address and Contact Information
Demircikara Mah. Burhanettin Onat Cad.
Arıtürk Sitesi, A-Blok, No: 89 Kat: 1, D: 4 Antalya / TURKEY
Tel: +90 242 311 11 30 (Pbx) - Fax: +90 242 322 91 75
www.aro.org.tr - [email protected]
“Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu reklam
sahiplerine aittir. Yazılı izin olmaksızın hiçbir yazı, fotoğraf ve
grafik içerik başka bir yerde kullanılamaz.”
Kültür-Sanat, Tarih, Arkeoloji, Mitoloji ve Gezi Dergisi.
ARO’nun bir kültür hizmetidir.
“The responsibility for the articles and advertisements remains with the
authors and advertisers respectively. No text, photograph or graphical
content may be used anywhere else without written permission.”
Arts & Culture, History, Archaeology, Mythology and Travel Quarterly.
A cultural service provided by ARO
contents
CHAMBER OF ANTALYA
6-17
KASTAMONU
18-32
KUTSAL KAPININ
ŞİFRELERİ
Codes of the Holy Door
34-45
ANTALYA DENİZ
BİYOLOJİSİ MÜZESİ
Antalya Marine Biology Museum
46-60
ORTAÇAĞ’IN
OTELLERİ
Medieval Hotels
64- 76
Moskova Deyince...
When We Say Moscow...
78-84
NEOLİTİK ÇAĞ
86-91
HABERLER
92-93
BULMACA
Merhabalar,
Dergimiz tüm turizm paydaşları ile birlikte siz değerli üyelerimize ulaştırılmaktadır.
Her ne kadar bu derginin ortaya çıkması
ARO yönetim kadrosunun iradesi ile ortaya
konmuşsa da bir karakter kazanması Sayın
eski ARO başkan yardımcısı; şu andaki
TUREB başkanı A. Zeki APALI’nın çabaları
ile olmuştur. Bu itibarla ARO Dergi’nin yeni
Yazı İşleri Sorumlusu olarak sizler adına
kendisine bu çabalarından ötürü teşekkürü
bir borç bilirim. Bu şekilde kitlelere ulaşarak
zihinlerde yer edinmek bir toplumsal grubun
en önemli avantajıdır.
Bu avantajı değişen dünyada değişmeyen
Türkiye, değişen Türkiye’de değişmeyen
turizm paydaşı olmamak için iyi kullanmalıyız. Zira ARO Dergi birinci sayısından beri
rehberlerin sektörün paydaşları ile düzeyli bir
iletişimine aracı olmasına, rehber kimliğinin
önyargılardan arınmasına vesile olması ile
birlikte değişen ve gelişen turizm trendlerini
ve bu trendlere yönelik yazıları ile yönlendirici olması noktasında da boy göstermeli.
Mutlaka rehber kimliğinin arınma işi ve değişerek gelişen turizm trendlerine uyumlu rehberliğin oluşması tek
başına derginin yaratmış olduğu imaj ile tamamlanmış olmaz. Biz üyelere de çok iş düşmekte.
Bunlar nelerdir?
Sohbet ortamlarında hemen herkesin dile getirdiği ama piyasa oluşumunda eyleme dönüşmeyen işlerdir
bunlar. Yani hepinize malum konular.
Sizlerin birer samimi insan; samimi vatandaş ve samimi meslektaş olarak bu hususlarda azami hassasiyeti
ortaya koymanız ile mesleğimiz hak ettiği saygıyı kazanmış olacaktır. Bunun arzusu ve ümidi içinde olduğunuzu
bilerek, tüm korkuları yenerek gönlümüzün, aklımızın ve vicdanımızın bizden beklediğini ortaya koyabilmenizi
diliyorum. Temiz turizm ahlaklı turizm paydaşları ile olur yerine biz ‘ahlaklı rehber ile mümkündür’ diyelim.
Bununla birlikte sizlere buradan bir çağrı yapıyorum: “Bilim ve bilişimin hızla geliştirerek değiştirdiği turizm
alışkanlıklarının Türk turizmi ve rehberlik mesleğine izdüşümü hususunda düşünce ve yazı üreterek dergimizde paylaşmak üzere katkı yapın”.
Böylelikle okuyucularımızı tanıtıcı yazı ve görseller ile eğlendirirken, kendi kendimiz olan üye okuyucularımızı
da gelişim ve değişimin istikametine göre yönlendirmiş oluruz.
Mehmet MACIT
KASTAMONU
Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Culture and Arts Center of Architecture Vedat Tek
maktadır. Kastamonu il topraklarının % 75‘i ormanlarla, % 21’i yayla ve platolarla, % 4’ü ise, ovalarla
kaplıdır. Çok engebeli bir arazi
yapısına sahip olan Kastamonu,
13.108 km2’lik bir yüzölçümüne
sahiptir.
Zühtü ASLAN
Kastamonu Turizmini
Geliştirme Derneği Başkanı
KASTAMONU
KENTİN COĞRAFİ KONUMU
Kastamonu, Karadeniz bölgesinde yer alan illerimizden birisidir.
Anadolu coğrafyasının batı bölgesinde; 41 derece 22 dakika kuzey
enlemleriyle, 33 derece 47 dakika
doğu boylamları arasında yer almaktadır. Doğusunda Sinop, güneydoğusunda Çorum, güneyinde
Çankırı, batısında ise Karabük ve
Bartın illeri bulunmaktadır. Kentin
kuzeyinde ise 170 kilometrelik bir
sahil şeridi ile Karadeniz uzan-
Kastamonu ilinin oldukça sarp
arazi yapısı içinde çok sayıda
kanyonlar, şelaleler, mağaralar
ve yaylalar bulunmaktadır. Bu
nedenle bölgenin, dağcılık, dağ
yürüyüşü, kanyoning, mağaracılık, eko turizm, yayla turizmi, atlı
turizm, av turizmi, takım oyunları
ve doğa gözlemciliği için büyük bir
potansiyeli barındırdığı rahatlıkla
söylenebilir. Kastamonu ili, değişik piknik alanları, zengin ormanları, çok çeşitli yaban hayatı ve
bitki çeşitliliği ile çevresine yılda
dört mevsim ayrı güzellikler sunan
bir kent konumundadır.
KASTAMONU’NUN ADI
Kentin adı Gaşgalardan gelmektedir. Gaşgalara batılı kaynaklarda “Gaslar” denildiği de görülmektedir. “Küre-i Nühas,” yani
“dünyanın bakır merkezi” diye de
6>7 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
bilinen Kastamonu, sırf bu özelliği nedeniyle de ekonomik olarak
ayrı bir öneme sahiptir ve tarih boyunca da çok sayıda kavmin ilgisini çekmiştir. “Gastumana” kelimesi de “Gasların dumanı,” “Gasların
yerleşim yeri” ya da “Gasların
kenti“ anlamlarında kullanılarak
günümüze kadar gelmiştir.
Kentin adı, Arap kaynaklarında “Kastamünya”, batılı
kaynaklarda “Castamoni”
ve Osmanlı kaynaklarında
“Gastamoni” olarak geçmektedir. Günümüzde ise,
küçük bir değişiklik geçirerek “Kastamonu” şeklinde
yazılmaya ve söylenmeye
başlanmıştır.
KASTAMONU TARİHİ
Kastamonu, iki dağın arasında
oldukça korunaklı bir yerde, yitik
bir arazi gibi asırlarca kendini gizlemeyi başarmış güzel Anadolu
Araç Yaylaları, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Arac Highlands
kentlerinden birisidir. Dünden bugüne çok sayıda uygarlıktan izler
ve eserler taşıyarak günümüze
ulaşmıştır. Burası, doğal güzelliklerini, zengin kültürel eserlerini
ve tarihi mirasını sabırla korumuş
çok değerli bir vatan toprağıdır.
Kentin bilinen tarihi 7000 yılı bulmaktadır. Başta Gaşgalar olmak
üzere çok sayıda kavmin gelip geçtiği Kastamonu yaklaşık 900 yıl süre
ile Doğu Roma’nın elinde kalmıştır.
1071 senesinde kazanılan Malazgirt
savaşının ardından Gümüştekin’in
oğlu Karatekin tarafından alınan
Kastamonu, bir dönem Danişmendliler ve sonraları Çobanoğulları ve
Candaroğulları egemenliğinde kaldıktan sonra, 1461 senesinde Osmanlı egemenliğine girmiştir. Günümüzde Türkiye Cumhuriyetinin 81
ilinden biri olup, trafikte plaka kodu
olarak 37 rakamını kullanmaktadır.
Kastamonu, sanki Ilgaz Dağı’nın
kuzey eteklerinde Karaçomak vadisindeki düzlüğe tutunup kalenin
yamaçlarına otağını kuruvermiş
gibidir. Ortaçağda kent, kalenin
çevresinde şekillenmiş ve giderek
büyümüştür. Kentin asli unsuru
olan Kastamonu Kalesi, günümüzde kente hakim bir tepe üzerinde adeta bir taç gibi durmakta
ve adı yüzyıllardır kentle birlikte
anılmaktadır. Kaleye çıktığınız
zaman, bütün kent ayaklarınızın altındadır. Külliyeler, camiler,
türbeler, medreseler, hamamlar,
hanlar, konaklar ve daha neler neler, Kastamonu kent merkezinde
sizin ziyaretinizi beklemektedir.
ŞEHİTLER DİYARI
KASTAMONU
Kastamonu, Türklerin eline
Danişmentliler zamanında
Ahmet Gazi’nin oğlu Gümüştekin devrinde 1105
yılında geçmiştir. Haçlı
seferleri sırasında, sık sık
Türk ve Bizans kuvvetleri arasında el değiştiren
kent, 13. yüzyılın başlarında kesin olarak Türk egemenliğine girmiştir.
Kent, 1213 yılında Anadolu Selçuklu sultanı İzzeddin
Keykavus’un emriyle Selçuklu
kumandanı Emir Hüsameddin
Çoban bey tarafından yönetilmeye başlamıştır. Bu sırada
Kastamonu’ya çok sayıda Türkmen gelip yerleşmiş ve Türk–
Müslüman nüfus hızla artmıştır.
Çanakkale ve Kurtuluş savaşları sırasında kişi bazında en fazla
şehit veren iller arasında yer alan
Kastamonu, tarihin altın sayfalarında hak ettiği yeri almış, “Şehitler Diyarı” olarak anılmıştır. Kastamonu, Milli Mücadele yıllarında
Ankara’ya erzak, cephane ve asker akışıyla da büyük yararlılıklar
göstermiş bir ilimizdir.
Cumhuriyetin ilanından sonra, büyük
önder Mustafa Kemal Atatürk, 2331 Ağustos 1925 tarihleri sırasında
Kastamonu’yu ziyaret etmiş, Cumhuriyete giden yolda başarılı mücadeleyi, medeni olmanın gerekliliğini,
yapılan inkılap hareketlerinin gerçeklerini ve kılık kıyafet inkılabının
önemini dillendiren konuşmalar yapmıştır. Atatürk ilk kez şapkayı bu ilde
giyerek halkın karşısına çıkmıştır.
Kastamonu
geliştirmelerle bugünkü halini almıştır. Alan içerisinde 75. Yıl Cumhuriyet evi, Dantel ve bebek salonları, 3 bölümlü galeri ve rölyefli
(kabartmalı) salon bulunmaktadır.
EL SANATLARI
ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ
Seydiler, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz
KASTAMONU’DA
KÜLTÜR ve TURİZM
MÜZELER ve KÜLTÜR
MERKEZLERİ
KASTAMONU
ARKEOLOJİ MÜZESİ
Yapımı 1917 yılında tamamlanan
bina, Mimar Kemalettin Bey tarafından İttihat ve Terakki Partisi Binası olarak yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde bu yapı, İstiklal
Mahkemesi ve Cumhuriyet Halk
Parti binası olarak kullanılmıştır.
ETNOGRAFYA MÜZESİ
Mirliva (Tuğgeneral) Sadık Paşa
tarafından 19. yüzyılın son çeyreğinde (1879–1881) özel malikane
olarak yaptırılmış, aynı zamanda
askerlik dairesi olarak da kullanılmıştır. “Liva Paşa Konağı” olarak
da bilinmektedir. Tarihi konak,
1978 yılında Kültür Bakanlığı tarafından özel mülkiyetten satın
alınarak kamulaştırılmış ve onarım ve restorasyon görmüş, daha
sonra gerekli değişiklikler yapılarak Etnografya Müzesi olarak yeniden düzenlenmiştir.
VAKIF ESERLERİ MÜZESİ
Hisarardı Mahallesinde Şeyh
Şaban-ı Veli Külliyesi içerisinde
bulunan müze, iki katlı tarihi bir
ahşap konakta hizmet vermektedir. Burada Türk-İslam toplum yapısına ait geleneksel dini tasavvu-
fi miraslar, özellikler vakıf kültürü
ile ilgili eserler sergilenmektedir.
Müze içinde ayrıca, “Külliye”ye
ismini veren Şeyh Şaban-ı Veli
ve onun yolunu izleyenlere ait
özel eşyalar, Halveti dergahına
ait şecere ve sancak, el yazması
Kuran-ı Kerimlerin yanında cami
ve mescitlerden toplanıp getirilen
halı, kilim, seccade, mumluk ve
şamdanlıklar, sadaka taşları, taçlar, elbiseler ve diğer etnografik
eserler gösterime sunulmaktadır.
KENT TARİHİ MÜZESİ
Kastamonu Valiliği’nin zemin katında bulunan müze,
2002 tarihinde hizmete
açılmıştır. İlin tarihine ait
değişik etnografik eserlerin
yanında, kentin zaman içerisinde yaşadığı değişimi
anlatan çok sayıda fotoğraf
sergilenmektedir.
Müze bünyesinde araştırmacıların faydalanacağı bir kütüphane
ve bir okuma salonu da bulunmaktadır.
MİMAR VEDAT TEK
KÜLTÜR ve SANAT MERKEZİ
Kastamonu Hükümet Konağını
yapan Mimar Vedat Tek adına kültür merkezi olarak yapılandırılmış,
2007 yılındaki çeşitli eklemeler ve
8>9 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Tarım Bakanlığına bağlı olarak
çalışan kurum, 16-20 yaş arasındaki gençlere gelir getirici yöresel dokumacılık ve el sanatlarını
öğretmek amacıyla 2000 yılında
açılmıştır. Bölgenin ormanlık olması, ahşabın kalitesi ve düşük
maliyetle temini gibi nedenlerle
ahşap el sanatları, bu kurumun da
etkisiyle oldukça gelişmiş ve kent
ekonomisine küçük çapta girdi
sağlar hale gelmiştir.
SOSYAL HİZMETLER
EL DOKUMALARI MERKEZİ
Kastamonu Valiliği’nin öncülük
yaptığı ve el dokumalarını geliştirme amacını taşıyan projeyle,
tamamen el tezgahlarında insan
emeği ile yapılan ürünler dokunmaktadır. Turizm amaçlı olan, iç
ve dış pazarlarda rağbet gören
dokumalar, gerek tanıtım yönünden, gerek ekonomik yönden yöredeki dokumacılara önemli kazançlar sağlamaktadır.
KENTTEKİ ANIT ESERLER
ve SİT ALANLARI
POMPEİPOLİS
(ZIMBILLI TEPE HÖYÜĞÜ)
Taşköprü ilçe merkezi yanında bulunan antik kent, M. Ö. 64 yılında
Romalılar tarafından Paphlagonia
eyaletinin merkezi olarak kurulmuştur. Yapılan arkeolojik kazılarda birçok eser ve mozaik ortaya çıkartılmıştır. Bunlar arasında Roma
dönemine ait bir villa, bir kanalizasyon şebekesi, bir antik tiyatro ve bir
pazar yeri (agora) yer almaktadır.
KAYA MEZARLARI
Kastamonu kaya mezarları, kent merkezinin güney
batısında yer alan Endüstri Meslek Lisesi yanında
bulunan doğal kayalık
hesine bakan saray üstü mevkiinde şehre hakim bir tepe üzerinde
yer alır. 19. yüzyılın sonlarında
1885 tarihinde Kastamonu Valisi
Abdurrahman Paşa döneminde
yaptırılmıştır. Kentin simgelerinden biri olan yapı, kesme taştan
inşa edilmiştir.
KASTAMONU KÖPRÜLERİ
Kastamonu’da bulunan
pek çok tarihi köprüden
özellikle üç tanesi, diğerlerine göre çok daha fazla
bilinip, tanınmaktadır.
Hazretipir Şeyhşabanı Veli Camii, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Hazretipir Seyhsabani Veli Mosque
üzerine oyularak yapılmıştır. Kent merkezinde bulunan en eski eserler bu
kaya mezarlarıdır.
çevresindeki dış surlar zamanla
yıkılmıştır. Kalenin zirvesinden
kente bakıldığında, çok sayıda
cami, medrese, han ve hamam
görmek mümkündür.
Bu mezarların hangi dönemden
kaldığına dair elimizde herhangi
bir belge yoksa da, Frikyalılar ya
da Paflagonyalılar tarafından M.Ö
7-3. yüzyıllar arasında yapıldıkları
tahmin edilmektedir. Kaya mezarlarında 3 giriş yeri ile üç mezar
odası bulunmaktadır.
GİDEROS KOYU
KININ KAZI ALANI
Kastamonu ilinin Devrekani ilçesinde Kının köyünde bulunan
önemli arkeolojik sit alanlarından
birisidir. Kastamonu’nun yazılı tarihi Hititlerle başlar ve bu bölgede
Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öncülüğünde kazı çalışmaları yürütülmektedir. Yapılan kazı
çalışmalarında, Hitit tarihine ait
fırınlar, metal eşyalar ve bol miktarda seramik kaplar çıkartılmıştır.
Kazı alanında, yer altı ve yer üstü
olmak üzere iki antik kent kalıntısına ulaşılmıştır.
KASTAMONU KALESİ
Kentin güney batısında kente hakim bir tepe üzerinde kayalık bir
zemine oturan Kastamonu Kalesi,
Ortaçağ sonlarında Bizans İmparatorluğu döneminde Komnenoslar ailesi tarafından yaptırılmış bir
kaledir. Kastamonu’nun simgelerinden birisi olan antik kalenin
Cide ilçesi sınırları içerisinde yer
alan Gideros koyu, Karadeniz’in
en güzel koylarından birisidir.
Doğal güzelliği ile koy, gerçekten
büyüleyicidir. Cide’nin 12 kilometre batısında bulunan Kitoros (Gideros) kapalı bir liman alanıdır ve
Ortaçağdan kalma bir kale yıkıntısı barındıran arkeolojik bir sit alanıdır. Gideros’ta günümüzde 6-7
ailenin yaşadığı birkaç ev ve 19.
yüzyılın sonlarında yapılan küçük
bir cami bulunmaktadır. Bu arada
“Hababam Sınıfı” adlı kitabıyla tanınan mizahçı, ozan ve eğitimci
Rıfat Ilgaz’ın da Cideli olduğunu
anımsamakta yarar vardır.
GİNOLU KOYU
Çatalzeytin ilçe merkezinde bulunan tarihi bir alandır. İlçedeki ilk
yerleşim alanının burası olduğu
tahmin edilmektedir. Sit alanında
bulunan en önemli eser ilçenin
kalesidir. Cenevizlilerden kaldığı
tahmin edilen kale, günümüzde
restore edilmiş durumda olup, tarihi ve doğal güzellikleri ile ziyaretçilerini beklemektedir.
SAAT KULESİ
Kastamonu Valiliği’nin arka cep-
NASRULLAH KÖPRÜSÜ
Nasrullah Kadı tarafından 15.
yüzyılın başlarında Nasrullah
Meydanı ile Kuyudibi arasındaki bölgenin geçişini sağlamak
amacıyla dört gözlü olarak Karaçomak deresinin üzerine yapılmıştır. Kent içinde yapılan imar
faaliyetleri kapsamında her iki
taraftan yol yapımı sırasında suyun geçişini sağlayan gözlerden
ikisi ortadan kaldırılmıştır. Köprünün ilk hali bozulmuş olmakla
birlikte günümüzde de kullanılan
ve kenti sembolize eden tarihi
eserlerinden birisidir.
TAŞKÖPRÜ
Taşköprü ilçesinin sembol eserlerinden biri olan yapı, ilçe isminde de belirleyici olmuş,
estetik mimari yapısıyla ziyaretçilerin dikkatini çekmektedir.
Kızılırmak’ın en büyük kolu olan
Gökırmak üzerine Yağmur Bey’in
oğlu Ali Bey tarafından Candaroğlu Beyi Celaleddin Beyazıd
adına 1366 tarihinde yaptırılan
anıtsal yapı, 68 metre uzunluğunda olup 7 gözlüdür.
AŞIKLAR KÖPRÜSÜ
Azdavay ilçe merkezinde yer alan
ahşap köprü, yerleşim yerinin içinden geçen Devrekani çayı üzerinde kuruludur. Merkez mahallesi ile
Karşıyaka mahallesini birbirine bağlayan köprü, birbirini seven fakat
kavuşamayan iki gencin köprüden
geçerken sel sularına kapılıp gitmesi öyküsüne dayanır. Azdavay’ın en
Kastamonu
Şehit Şerife Bacı Anıtı
Martyr Serife Baci Monument
önemli gezi duraklarından biridir.
KASTAMONU İLİNDEKİ
TİCARİ YAPILAR
MÜNİRE MEDRESESİ EL SANATLARI ÇARŞISI
Nasrullah Kadı Camii’nin kıble
tarafında 18. yüzyıl ortalarında
(1746) Osmanlı Devletinin hayrat sahibi yöneticilerinden Reis ül
Küttab (Dış işleri Bakanı) Kastamonulu Hacı Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır. Yapı kesme
ve moloz taştan revaklı olarak
inşa edilmiştir.
KURŞUNLU HAN İSMAİL BEY HANI
15. yüzyılın ortalarında Candaroğlu Beyliği’nin son hükümdarı
hayrat sahibi Kemaleddin İsmail
Bey tarafından vakıf eseri olarak
yaptırılan han, kare planlıdır. Han
içinde toplam 51 oda bulunmakta
olup, iki katlı ve avluludur. Avlusu 19 x 19 metre boyutlarındadır
ve büyükçe bir su havuzu vardır.
Odaların önünde revaklar yer almaktadır.
BALKAPANI HANI PEMBE HAN
Osmanlı padişahı Sultan 2. Baye-
Türk Ocağı
Turkish Hearth
zid tarafından 15. yüzyılın sonlarında Kastamonu’da ticareti daha
çok geliştirmek amacıyla Cem
Sultan Bedesteni Kurşunlu Hanın bulunduğu yere yaptırılmıştır.
Hanın yapılmasıyla “Dellal Pazarı” olarak bilinen bu semt, zaman
içerisinde Kastamonu’nun adeta
ticaret üssü olmuştur.
CEM SULTAN BEDESTENİ
Fatih Sultan Mehmet’in oğlu
Şehzade Cem Sultan tarafından
Kastamonu’da Sancak Beyi olarak
görev yaptığı yıllarda 15. yüzyılın
ikinci yarısında (1466-1475 yılları
arasında) yaptırılmıştır. Osmanlı
döneminden kalan ve kent içinde
yapılan ilk eserlerin başında gelir.
Bedestenler, kentlerde çarşıların merkezinde pahalı
malların satıldığı ve korunduğu büyük yapılardır.
Cem Sultan Bedesteni’ndeki esnaf, mallarını duvarlardaki hücre, dolap ve çekmecelerde bulundururdu.
AŞİR EFENDİ HANI
Nasrullah Meydanı’nın batı kısmında bulunan yapı, daha çok
“urgan hanı” olarak bilinmektedir.
10>11 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
18 yüzyılın ortalarında (1748) Osmanlı Devleti’nde Reis-ül Küttap
olan Hacı Mustafa efendi tarafından yapımına başlanmış ve oğlu
Aşir Efendi tarafından yapımı tamamlanmıştır.
YANIK HAN - KENDİR KAPANI
Belediye Caddesi üzerinde bulunan han, 18. yüzyılın ilk yarısında (1730) Yanıkoğlu Hacı İsmail
Efendi tarafından bir ticaret hanı
olarak yaptırılmıştır. Yapı moloz
taşından harçla inşa edilmiştir.
Avlu etrafında zeminle beraber 3
katlı ahşap bir koridor dolanır ve
iç kısımlarda yolcuların içinde kaldıkları odalar yer almaktadır.
DEVE HANI
Ön yüzü kesme taştan, yan duvarları moloz taştan ve tuğladan
yapılan eser, İsmail Bey Külliyesinin temel yapılarından birisidir.
Vakfiyesi göz önüne alınırsa, hanın 1454-1457 yılların arasında
yapıldığı anlaşılmaktadır.
KASTAMONU’DA
İNANÇ TURİZMİ
Kastamonu ili, Selçuklu Candaroğulları ve Osmanlı dönemlerinden
kalan pek çok cami, türbe ve din
büyüğünün bulunması dolayısıy-
Kastamonu
dir. Külliyeye ismini veren Şeyh
Şaban-ı Veli, büyük bir mutasavvıf ve Anadolu’nun en önemli
manevi liderlerinden biri olarak tanınmaktadır. Kendisi, Kastamonu
iline bağlı Hanönü ilçesinde 15.
yüzyılın sonlarında doğmuştur.
YAKUP AĞA KÜLLİYESİ YUKARI İMARET
İsmail Camii, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Ismail Mosque
la inanç turizmi açısından son
zamanlarda yerli ve yabancı turistlerin dikkatini çekmekte ve bu
amaçla şehre gelen turist sayısı
her geçen gün artmaktadır. Gerçeğin inançla buluştuğu noktada
yer alan Evliya menkıbeleri Kastamonu ilinde dilden dile, zamandan
zamana anlatılıp durmaktadır.
Kastamonu’da inanç turizmi içinde yer alan bazı külliye, cami ve
türbeler şunlardır:
KÜLLİYELER
YILANLI KÜLLİYESİ
Kastamonu da bulunan
en eski külliye olan tarihi yapı, bu topraklara 8
asır önce vurulmuş Türkİslam Medeniyetinin damgalarından birisidir.
Yılanlı Külliyesinin kitabesinden,
yapının Anadolu Selçuk Devletinin
son dönemlerinde (1273) yapıldığı
anlaşılmaktadır. Külliye içerisinde cami, şadırvan, türbeler ve bir
konak bulunmaktadır. Selçuklu ve
Osmanlı asırlarında “darüş-şifa”
olarak isimlendirilen yapı, tıp fakültesi (hastane) olarak da yöre
insanlarına hizmet vermiştir. Tıp
alanında eğitim görmek isteyenler
de burada eğitilmişlerdir.
İSMAİL BEY KÜLLİYESİ -
AŞAĞI İMARET
Külliye, Candaroğulları Beyliğinin
son hükümdarı Kemaleddin İsmail
Bey (1443-1460) adına yapılmıştır.
Külliyeyi oluşturan yapılar, caminin
konumuna göre yerleştirilmiştir.
Cami, imaret, mektep, medrese,
han ve türbeden oluşan yapı topluluğu, yüksekçe bir tepede avlu
içerisinde yer almaktadır. Halk
arasında, genellikle “aşağı imaret”
olarak anılır. Külliyenin hamamı
avlu dışında olup, yolun batısında
ayrı bir alana yapılmıştır.
NASRULLAH KADI KÜLLİYESİ
Osmanlı padişahı Sultan Beyazıt
devrinde, 16. yüzyılın başlarında
(1506) zamanın Kastamonu kadısı olan Kadı Nasrullah tarafından
vakıf eseri olarak yapılmıştır. Külliye, Nasrullah camii, Nasrullah
köprüsü, medreseler ve şadırvandan oluşan şehrin en merkezi
yerinde bulunan simge yapılardan
biridir. Zamanla yapı topluluğu
bazı eklerle genişletilmiştir.
ŞEYH ŞABAN-I VELİ
KÜLLİYESİ (HAZRETİ PİR)
Kentin en çok ziyaret edilen, manevi yönüyle kendini hissettiren
mekanlarından birisidir. Hisarardı Mahallesinde yer alan külliye,
cami, türbe, asa suyu, şadırvan,
halvethane, kütüphane, dergah
evleri ve bir müzeden oluşmaktadır. Kastamonu ilinin en büyük ve
en önemli inanç turizmi merkezi-
12>13 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Yakup Ağa Külliyesini Kanuni
Sultan Süleyman’ın Kilercibaşısı (Hazine Reisi) Yakup Ağa, 16.
yüzyılın ortalarında 1547 senesinde yaptırmıştır. Eserin ilk banisi
Yavuz Sultan Selim Han’ın hocası
Halimi Çelebi’dir. Külliye, cami,
medrese, sıbyan mektebi ve bir
imaretten meydana gelmiştir. Külliyenin camisi, kesme taştan kare
planlıdır. Üzeri pandantifler üzerine oturmuş, merkezi bir kubbe
ile örtülüdür. Caminin önünde üç
kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri, dikdörtgen çerçeveli olup, silmelerle
sınırlandırılmış yuvarlak kemerli
bir yapıdır.
BENLİ SULTAN KÜLLİYESİ
Ilgaz Dağı’nın kuzey
eteklerinde, Kastamonu
il merkezine yaklaşık 30
kilometre uzaklıkta, Ahlat
köyünün Benli Sultan Mahallesinde bulunmaktadır.
Bu külliyeyi, Yavuz Sultan Selim
döneminde yaşamış olan Mutasavvıf Benli Sultan yaptırmıştır.
Külliyenin yapım tarihi 16. yüzyılın
başlarıdır. (1515-1520)
KASTAMONU CAMİLERİ
ATABEY GAZİ CAMİİ KIRK DİREKLİ CAMİ
Kastamonu’da bir dönem hüküm süren Atabey Muzaffereddin
Yavlak Aslan Bey tarafından 13.
yüzyılın ikinci yarısında (1273)
yapılmış olması muhtemel olan
tarihi eser, kentin bilinen en eski
camisidir. Duvarları kesme ve moloz taştan yapılan yapıyı üzerine
kırk direk üzerine oturulan ahşap
tavan örtmekle olduğundan, halk
tarafından “kırk direkli cami” olarak da anılmaktadır.
HEPKEBİRLER CAMİİ
Kastamonu’nun bir mahallesine
adını vermiş olan caminin, hangi
tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 17. yüzyılın Osmanlı
kayıtlarında caminin adı geçmektedir. Tabanı ve tavanı ahşap, duvarları kerpiç olup üzeri kiremitle örtülüdür. Hepkebirler camisinin batı
ve doğu bitişiğinde türbeler bulunmaktadır. Kays-ül Hemedani Asgar
adındaki sahabenin kabrinin burada olması nedeniyle cami, kentteki
inanç turizminin önemli merkezlerinden birini oluşturmaktadır.
İBN-İ NECCAR ELİ GÜZEL CAMİİ
Yavuz Selim Mahallesi vakıf semtinde bulunan camii, 14. yüzyılın
ortalarında (1353) Candaroğulları Beyliği döneminde yapılmıştır.
Camiye girişte yer alan iki kanatlı
motifli yazılarla işli kapısı ahşap işçiliğinin güzel örneklerinden birisidir. Ankaralı nakkaş Mahmut oğlu
Abdullah tarafından yapılmıştır.
KASABA KÖYÜ MAHMUT BEY CAMİİ
Kastamonu ilinde merkeze bağlı
Kasaba köyünde bulunan Candaroğlu Mahmut Bey camii, ahşap mimarinin en güzel örneklerinden birisi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kent merkezine 17
kilometre uzaklıkta Anadolu köy
camilerinden herhangi birini ziyaret ettiğiniz hissine kapılıyorsunuz, ancak caminin giriş kapısından adımınızı attığınız andan
itibaren muhteşem ahşap işçiliği
karşısında şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz.
Kapı ve cami, 1366 senesinde Nakkaş Mahmut
Oğlu Abdullah tarafından
itina ile yapılmış. Kapıyı açtığınız zaman rengarenk işlemeleriyle, sütunlarından,
mahfillere, minberden mihraba kadar her yer ahşap.
İşin daha da ilginç yanı, bütün
yapı çivi çakılmadan, bina bindirme ve geçme tekniği kullanılarak
yapılmış.
SİNAN BEY CAMİİ
Osmanlı Devletinin yükselme döneminde 1571 yılında Kastamonu
Sancak Beyi Sinan Bey tarafından yaptırılmış bir vakıf eseridir.
Cami kesme taştan, kare planlı
olup, tromplu sekizgen kasnak
üzerine oturtulan tek bir kubbe ile
örtülüdür. Ahşap kapıları üzerindeki kabartma ve oymalar zamanla yıpranmış olmasına rağmen,
dikkat çekmeye devam etmektedir. Caminin minberi mermerden
farklı geometrik bitki motifleriyle
süslenmiş olup, pencere vitrayları itina ile yapılmış, dikkat çekici
özelliklere sahiptir.
FERHAT PAŞA CAMİİ
16. yüzyılın ikinci yarısında 1559
tarihinde Osmanlı sadrazamlarından Ferhat Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ferhat Paşa, bu camiyi
Kastamonu’da Sancak Beyi olarak bulunduğu sırada yaptırmıştır.
Moloz taş ve harçla yapılan dini
yapının çatısı ahşaptır. Minberi
ve mihrabı taş işlemelidir. Vakıflar
Müdürlüğü tarafından restore edilen eser, günümüzde dini ibadete
açık bulundurulmaktadır.
HALİL BEY CAMİİ
Candaroğulları Beyliği döneminde
yapılan önemli eserlerden birisi
olan Halil Bey Camii, Kastamonu il
merkezine bağlı Duruçay köyünde
bulunmaktadır. İnebolu yolu üzerinde bulunan yapının Kastamonu’ya
olan uzaklığı 12 kilometredir. Cami,
Candaroğulları komutanlarından
Halil Bey tarafından yaptırılmıştır.
Kitabesinden 14. yüzyılın ortalarında yapıldığı anlaşılmaktadır. Moloz
taşından harçla yapılan yapının çatısı ahşaptır.
TÜRBE ve ŞEHİTLİKLER
HEPKEBİRLER TÜRBESİ
Aynı isimle anılan caminin yanında
iki ayrı türbe yer almaktadır. Cami
girişine göre sağ taraftaki türbede bulunan dört yatırdan biri olan
Kays-ül Hemadani Asgar adındaki sahabenin, İstanbul-Eyüp semtinde metfun (defnedilmiş) bulunan Eyüp El Ensari ile İstanbul’un
fethi için yola çıkan zatlardan birisi olduğu ve Kastamonu’da vefat
ettiği ve burada meftun (gömülü)
olduğu kabul edilmektedir.
AŞIKLI SULTAN AYAĞI YANIK TÜRBE
İki katlı yapının ön cephesi Selçuklu tarzında taş işli
olup en çok ziyaret edilen
kutsal yerlerden birisidir.
Alttaki tonozlu bölümde 5
sanduka bulunmaktadır.
Bunlardan ortadaki sandukada
yatan zat, halk tabiriyle Aşıklı
Sultan’dır. Bu türbenin, Kastamonu Kalesinin dış surlarının fethi
sırasında bir düşman okuyla şehit
olan ve buraya defnedilen kumandanın mezarı üzerine Selçuklu
döneminde inşa edildiği tahmin
edilmektedir. Sanduka içinde yatan zatın ayak bileklerine kadar
bedeninin çürümemiş olduğu bugün bile açık biçimde görülebilmektedir.
KARANLIK EVLİYA TÜRBESİ
Türbe, tamamen Selçuklu tarzı
olup, kesme taştan yapılmıştır.
Sekiz köşeli yapılmış ve üzeri
dıştan sivri bir külah ile örtülmüştür. Sandukaları zemin katta olan
kümbet tipi yapı, iki kat üzerine
inşa edilmiştir. Çobanlar dönemi
hükümdarlarından birine ait olduğu, bu kişinin ise, Emir Hüsamettin Çoban olabileceği tahmin
edilmektedir. Türbenin hemen yanında ve türbeye bitişik konumda
bir türbe mescidi yer almaktadır.
MÜFESSİR ALAÜDDİN
TÜRBESİ
Kastamonu, Kalekapısı semtinde
bir tepe üzerinde bulunan türbenin Candaroğlu Beyi Şemsettin
Yaman Candar tarafından 1289
yılında yaptırıldığı vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır. Müfessir
Alaüddin Efendi, Belh Buhara’dan
gelmiş bir tefsir alimi (bilgini) ola-
Kastamonu
Görkemli eser, heykeltıraş Prof.Dr.
Tankut Öktem tarafından tasarlanmış ve 1985 yılında açılmıştır.
Anıt 25. yılında yeniden iyileştirilmiş, kaidesi bazalt bloklarla kaplanmıştır. Resmi bayram törenleri
genellikle burada yapılmakta olup
çevresi bakımlı ve düzenlidir.
MEDRESE, HAMAM,
ÇEŞME ve ŞADIRVANLAR
Tarihi bir şehir olan Kastamonu’da
Beylikler, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerinden kalan çok sayıda
kültürel eser bulunmaktadır. Tarihin hemen her döneminde Kastamonu ili, bilim ve kültür merkezi
olarak kalmıştır. O günlerden günümüze gelen çok sayıda medrese, hamam ve çeşme vardır.
Nasrullah Köprüsü / Nasrullah Bridge
rak tanınmaktadır. Farsça bir tefsir
kitabında doğru olmayan hadisleri incelemiş ve onları reddetmiştir. Türbe, moloz taştan yapılmış
olup, üzeri de ahşap kiremitli bir
çatı ile örtülüdür.
ATABEY GAZİ TÜRBESİ
Türbe, caminin doğu cephesinde yer almaktadır. Tuğla ile örtülü olan türbe, dıştan yuvarlak,
iç kısmında ise sekiz köşeli bir
kubbe ile kapatılmıştır. İçerde yer
alan üç sandukadan en büyüğünün Atabey Gazi Muzaffereddin
Yavlak Aslan’a a ait olduğu bilinmektedir. Diğer sandukaların ise
kızına ve bir şehide ait olduğu
söylenmektedir.
“İstiklal savaşında şehit
düşen 1988 Kastamonulunun anısına Cumhuriyetimizin 60. yıl dönümünde dikilmiştir.’’
Diğer yazıtlarda Orhan Şaik
Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin?” şiirinin ilk dört kıtası, diğer tarafta ise
Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” şiirinden bir bölüm
bulunmaktadır.
KIŞLA PARKI, ATATÜRK ANITI
Kastamonu merkeze 18 kilometre uzaklıktaki Hacıveli köyünde
bulunmaktadır. 1662 yılında yapılmıştır. Şeyh Şaban-ı Veli’nin
halifelerindendir.
Bu alanın kuzeyinde bulunan ve
1953 yılında çıkan bir yangınla
yok olan tarihi kışla binasından
dolayı anıta bu isim verilmiştir. Park içerisinde yer alan anıt
“Şapka ve Kıyafet İnkılabı”nın’
75. yıl dönümünde 1982 senesinde açılmıştır. Çevre düzenlemesi
Kastamonu Belediyesi tarafından
yeniden yapılan Kışla Park alanı
içerisinde bulunan anıt iki bölümden oluşmaktadır.
PIRLAKLAR ve OLUKBAŞI
ŞEHİTLER ANITI
ŞEHİT ŞERİFE BACI ve
ATATÜRK ANITI
Kurtuluş savaşında değişik cephelerde şehit düşen kahraman Kastamonulu Mehmetçiklerimizin anısına
Cumhuriyetimizin 60. yılı kutlamaları
çerçevesinde 1983 yılında Pırlaklar
mevkiinde yapılmıştır. Eserin tasarımını Mimar Kenan Uğurlu yapmıştır. Anıtın üzerinde yer alan yazıtlarda şu ifadeler yer almaktadır:
Türkiye’nin en güzel meydanlarından birisi olarak kabul edilen Kastamonu Cumhuriyet Meydanı’nda
bulunan anıtta, 1921 yılında cepheye mermi taşırken donarak
şehit olan Şerife Bacı ile birlikte
Kurtuluş Savaşını ve Cumhuriyetin özelliklerini sembolize eden
değişik figürler bulunmaktadır.
ŞEYH MEHMET EFENDİ
TÜRBESİ - SACAYAKLI
14>15 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
MEDRESELER
Kentte yer alan medreselerin büyük bir kısmı,
günümüzde de varlığını
devam ettirmekte olup,
yöresel ürünlerin ve sanatların yaşatıldığı turizm
amaçlı mekanlar olarak
kullanılmaktadır.
Mülkiyeti vakıflara ait olan medreselerin bir kısmı restore edilmiş durumdadır. Kentte bulunan bazı medreseler şunlardır:
İsmail Bey Medresesi, Atabey
Medresesi, Tevfikiye Medresesi,
Merdiyye Medresesi ve Numaniye Medresesi.
HAMAMLAR
Kastamonu il merkezinde ve ilçelerinde geleneksel hamam kültürü belli ölçüde devam etmektedir.
Kastamonu hamamlarının bazıları şunlardır: Frenkşah Hamamı, Vakıf Hamamı, Araba Pazarı
Hamamı, Dede Sultan Hamamı,
Şifalı Bey Hamamı, İsmail Bey
Hamamı, Yeni Hamam, Belediye Hamamı, Ağacıklar Hamamı
ve Belediye Erkekler ve Kadınlar
Hamamları.
ÇEŞME ve ŞADIRVANLAR
Osmanlı döneminde, mahalle ve
sokak aralarını süsleyen çeşmeler, her eve suyun gelmesi ve su
kaynaklarının zamanla akarının
kesilmesi ile eski önemlerini kaybetmişlerdir. Şadırvan ve çeşmelerin büyük bir kısmı kullanılmakla
birlikte suyu kesilen ve özelliğini
kaybeden tarihi çeşmeler de bulunmaktadır.
Sularla ilgili çok sayıda inanış vardır. Kastamonu’da bulunan bazı
şadırvan ve çeşmelerin isimleri
şunlardır: Nasrullah Şadırvanı,
Topçuoğlu Şadırvanı, Hazreti Pir
Şadırvanı, Valilik önü Yadigar
Çeşmesi, Arslanlı Çeşme, Yanık Han Çeşmesi, Miralay Nedim
Çeşmesi, Hepkebirler Çeşmesi,
Eli Güzel Çeşmesi, Hacı Abdullah
Çeşmesi, Honsalar Çeşmesi ve
Atabey Gazi Çeşmesi.
YAYLA TURİZMİ
Yayla turizmi açısından oldukça
büyük olanaklara sahip Kastamonu ilinin Araç ilçesinde Munay,
Fındıklı, Sıragömül, Kirazlı, Başköy Yaylaları; Daday ilçesinde
Oluklu, Ballıdağ Yaylaları; Azdavay ilçesinde Suğla Yaylası;
Küre ilçesinde, Belören Yaylası,
Çatalzeytin Koru Yaylası, Bozkurt
Göynük Yaylası, Tosya ilçesinde
Kösem, Dipsiz Göl, Yeşil Göl ve
Sekiler Yaylaları bulunmaktadır.
DENİZ TURİZMİ
Karadeniz’e 170 kilometrelik sahil şeriti ile bağlı
olan Kastamonu ilinde
çok sayıda doğal plaj bulunmaktadır.
Özellikle Temmuz, Ağustos ve
Eylül aylarında bu plajlarda denize girmek mümkündür. Temmuz
ve Ağustos aylarında deniz suyu
sıcaklığı genellikle 22-24 derece
arasında değişmektedir.
Bu plajlar, Cide Gideros Koyu,
Cide ilçesi plajı, Merkez, Kumluca, Akbayır köyü kumsalı, Doğanyurt plajı, İnebolu’da Boyranaltı plajı, Evrenye köyü plajı,
Abana’da Halk plajı, Hacıveli Plajı, Tatil köyü plajı, Çatalzeytin’de
Ginolu plajı, özellikle tercih edilen
yerlerdir. Bu bölgede kamu ve
özel kurumlara ait farklı özellikleri olan küçük çaplı otel, motel ve
pansiyonlar da bulunmaktadır.
MİLLİ PARK ALANLARI
ILGAZ DAĞI MİLLİ PARKI
Ilgaz sıra dağları üzerindeki alan,
1976 yılında Bakanlar Kurulu
kararı ile “Ilgaz Dağı Milli Parkı”
olarak ilan edilmiştir. 750 hektarlık kısmı Kastamonu’da, 338 hektarlık alanı ise, Çankırı il sınırları
içinde olan ulusal park, toplamda
1088 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Ilgaz Dağı Milli park alanı,
kış turizminin yanı sıra sahip olduğu doğal güzellikleri ile dört mevsim turizme elverişlidir.
Kayak merkezinde 5 adet devlet
konuk evi ve 2 adet otel bulunmaktadır. Tesislerde sağlık hizmetleri, kayak dersi ve kayak hizmetleri verilmektedir. Ayrıca 2001
yılında Bostan köyü mevkiinde 5
yıldızlı 320 yatak kapasiteli Mountain Resort Otel ve 88 apart daireden oluşan bir kompleks hizmete
sokulmuştur.
Bu tesisin hizmete girmesi ile Ilgaz Milli Parkı daha da hareketlenmiş ve bölge turizmi açısından
bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Kayak tesisleri 2010 yılında
yenilenmiş bulunmaktadır.
KÜRE DAĞLARI MİLLİ PARKI
Kastamonu ilinin kuzey batısında Küre Dağları üzerinde yer
alan milli park, doğu-batı doğrultusunda uzanmakta olup, Cide,
Azdavay, Pınarbaşı, Şenpazar
ilçeleri ile Bartın ilinin doğu bölümü arasında kalan bölgeyi kapsamaktadır.
Küre Dağı Milli Parkı, nemli bir iklim kuşağında yer alması nedeniyle, doğal, yaşlı ve bakir bir orman
örtüsüne sahiptir. Bu ormanlar,
bünyelerinde kayın, göknar, meşe
ve çeşitli endemik bitki türlerini ve
yalancı maki oluşumlarını barındırmaktadırlar.
Milli Park, yaban yaşamı yönünden de oldukça zengindir. Türkiyede varlığı bilinen 132 memeli
türünden 40’ının bu bölgede yaşadığı bilinmektedir. Ayrıca tilki,
su samuru, karaca ve geyik gibi
nesilleri tükenme tehlike altında
olan bazı türlerin de bu bölgede
barındıkları tespit edilmiştir.
Milli Park ve çevresinde 129 değişik kuş türünün yaşadığı, bunlardan 46 tanesinin soylarının
tükenme tehlikesi altında olduğu
bilinmektedir.
Ayrıca Pınarbaşı ilçesinde dünyanın 2. büyük kanyonu olarak tanınan ve 10 kilometre uzunluğu 200
ile 500 metre arasında değişen
derinliği ile profesyonellerin bile 5
günde geçebildiği Valla Kanyonu
Kastamonu il sınırları içindedir.
Dünyanın 4. büyük mağarası olan İlgarini mağarası ve Ilıca şelalesi
de gezilip görülecek ilginç yerler arasındadır.
Ayrıca Azdavay ilçesi sınırları içerisinde yer alan Çatak kanyonu 7
kilometre uzunluğu ve 200 ila 300
metre arasında değişen derinliği
ile ilgi çekmektedir.
ORMAN İÇİ DİNLENME
TESİSLERİ
KADI DAĞI: Kastamonu-Çankırı karayolu üzerinde il merkezine
12 kilometre uzaklıkta bulunan ve
yemyeşil çam ağaçlarıyla kaplı
olan Kadı Dağı, çevrenin en tanınmış dinlenme yerlerinden, tabiat parklarından birisidir. Hafta
sonlarında ve yaz aylarında aileler bu bölgeye büyük ilgi göstermektedir.
AÇIK MASLAK: Çevre yolu üzerinde bulunan ve il merkezine en
yakın dinlenme yeridir. Çam ormanları ile kaplıdır.
DİPSİZ GÖL: Tosya’ya 18 kilometre uzaklıkta orman içinde yer
alan küçük çaplı bir krater gölüdür. Çevresi yeşillikler içindedir.
KANLI GÖL: Kastamonu-Araç
yolu üzerinde bulunan dinlenme
alanının Kastamonu il merkezine
uzaklığı 24 kilometredir.
Kastamonu
YARALI GÖZ: Kastamonu–Devrekani-Çatalzeytin kara yolu üzerinde il merkezine 45 kilometre
uzaklıkta olan yapı, doğa güzelliği
ile insanı büyülemektedir. Özellikle yaz aylarında ilgi çekmektedir.
Alan içerisinde küçük çapta tesisler bulunmaktadır.
SUĞLA: Azdavay-Pınarbaşı arasında çam ormanlarıyla çevrili
Küre Dağları üzerinde bulunan
güzel bir mesire yeridir.
ÜÇ OLUKLAR: Tosya ilçesine
3 kilometre uzaklıkta olup, çam
ağaçları ve soğuk suları ile orman
içinde güzel bir mesire yeridir.
KASTAMONU’DA TARİHİ DOKU
ve MİMARİ YAPILANMA
19 ilçesi ve toplam 1071 köyü ile
geleneksel değerlerini ve kültürünü yaşatan Kastamonu, 170
kilometrelik Karadeniz sahilleri ile
görülmeye değerdir. Sahile belli
aralıklarla serpilmiş 6 ilçesi vardır.
Yeşil ile mavinin iç içe geçtiği güzellikleri saklayan diğer 13 ilçe, il
merkezi ile beraber Ilgaz ve Küre
Dağları arasında vadi ve ovalara kurulmuştur. Kastamonu kent
merkezinin nüfusu 91.000’dir. Küçüklü büyüklü ilçe merkezlerinin
nüfusu ise 20.000 ile 30.000 arasında değişkenlik göstermektedir.
İl ve ilçeleriyle Kastamonu’nun
toplam nüfusu 361.000’dir.
Kastamonu ilinde özellikle Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait yapıların
bir arada toplandığı ve genellikle
şehrin ortasından geçen vadinin
ve kalenin her iki yamacına yayıldığı görülmektedir.
Kentsel sit alanı ilan edilen Kastamonu, Taşköprü, Küre, İnebolu, Araç ve
Abana’nın eski mahalleleri
ve yapıları, ziyaret maksadıyla kente gelenlerin yakın
ilgisini çekmektedir.
İl genelinde, toplam 1428 tescilli
anıt sayısı ile Kastamonu, gerçekten büyük bir tarihi ve kültürel
mirasa sahiptir. Kastamonu’da
kamu yapıları genellikle taştan,
tarihi konaklar ise, ağırlıklı olarak
ahşaptan yapılmıştır. Kastamonu
şehir merkezinde bugün koruma
altına alınan geleneksel Türk evi
sayısı 358 adettir. Bu da kesinlikle
küçümsenmeyecek bir rakamdır.
KASTAMONU SİMİDİ: Hamur,
simit halkası haline getirilir ve 1015 dakika bekletilir. Dinlenmiş hamur, içinde elma pekmezinin kaymağı suda haşlanır ve daha sonra
fırınlanarak hazır hale getirilir ve
sıcacık yenir.
KASTAMONU MUTFAĞINDAN
YÖRESEL LEZZETLER
Kastamonu il sınırlarının oldukça
geniş bir coğrafyaya yayılması,
bitki ve ürün çeşitliliğini de beraberinde getirmiş olup, doğal olarak mutfağını da zenginleştirip
çeşitlendirmiştir. Mutfak kültürü
içinde ahşap malzemelerin yanında bakır kapların ve estetik
anlamda sofraları süsleyen dokumaların ayrı bir yeri vardır. Kastamonu mutfağına özgü tadlar arasında şunlar bulunmaktadır:
KASTAMONU’DA TURİZM
BİRYAN (PÜRYAN) KUYU
KEBABI: Biryan, mutlaka taze
kuzu etiyle yapılır. Yaz yemeklerindendir. Genellikle Mayıs aylarında
çıkar, Ekim sonunda sona erer.
Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:
ETLİ EKMEK: Etli ekmek
Kastamonu’nun en çok bilinen
yöresel yemeğidir ve dört mevsim
geçerliliğini korur. Mayasız hamurun içine dövülerek özel olarak
hazırlanan et inceltilmiş ekmeğin
içine konularak sacda pişirilir. Pişen etli ekmeğin üzerine genellikle yağ sürülerek elle yenir.
BANDUMA: Hindi veya tavuk eti
suyundan yapılır. Yufkalar rulo
şeklinde kesildikten sonra hinditavuk suyuna batırılarak tabağa
dizilir, yufkaların üzerine eritilmiş
tereyağı gezdirilir. Aralara dövülmüş fındık içi ceviz serpilip üzerine
et suyu dökülerek servise sunulur.
ÇEKME HELVA: Bilinen iki asırlık geçmişi olan çekme helva,
Kastamonu’nun geleneksel lezzetlerinden biridir. Alternatif bir
tatlı türüdür. Osmanlı padişahları tarafından sarayda ustalara
çektirilen helva, zamanla sarayın dışında da yaygınlaşmış,
sonradan Kastamonu’nun da
simgesi olmuştur.
TİRİT: Tazeliğini kaybetmiş simitler bir tabağa küçük parçalar halinde doğranır. Tencerede
kaynatılmış olan kemik suyu, bu
simitlerin üzerine dökülür. Bunun
üstüne sarımsaklı yoğurt ve onun
üstüne de ağır ateşde uzun süre
kavrulmuş kıyma dökülür. En üste
ise, eritilmiş tereyağı dökülerek
tirit kıvamına gelir ve servise hazırlanmış olur.
16>17 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Turizm açısından olaya
baktığımızda, ülkemizde
dört mevsim turizm yapılabilecek nadir illerden
birisi olan Kastamonu’da
çok çeşitli turizm etkinlikleri yapılabilmektedir.
Kış turizmi, Av turizmi, İnanç turizmi, Sağlık turizmi, Kültür turizmi, Kongre turizmi, Gençlik turizmi, Yat turizmi, Botanik turizmi,
Mağara turizmi, Kanyon turizmi,
Yayla turizmi, Hava ve Su sporları
turizmi, Dağcılık turizmi, Rafting
turizmi, Su altı Dalış turizmi, Kuş
gözlemciliği turizmi, Eko turizm
gibi çeşitli etkinlikler. Kastamonu,
sözü edilen turizm çeşitlerinden
bir çoğu için uygun alan ve koşullara sahip bir kenttir.
Kastamonu’da günümüzün koşullarına göre henüz turizmde hak
edilen gelir sağlanamamaktadır.
Konaklama sektöründeki eksiklerin
giderilmesi, tanıtım ve hizmet sektöründeki eksikliklerle ulaşımdaki
standartın yükseltilmesi gerekmektedir. Günümüzde hava, deniz
ve kara yolu ile Kastamonu’ya ulaşım mümkündür.
Gelecekte ülkemizin en önemli turizm merkezlerinden birisi olmaya
aday konumundaki Kastamonu,
turizm yatırımcılarının ilgi alanına
girmeye ve iç turizmin önemli duraklarından birisi olmaya başlamıştır. Hava yolunun da Temmuz
2013 ayında hizmete başlaması ile
dış turizmde de istenilen canlılık
sağlanabilecektir. Gelecekte turizmin odak noktalarından biri olabilecek güzelliklere sahip olan Kastamonu, günden güne turizmcilerin
dikkatini çekmekte, onları yeni yatırımlar yapmaya özendirmektedir.
KUTSAL KAPININ ŞİFRELERİ
Bir Kapı
Bin Öykü
M. Edip ÖZGÜR,
Rehber - Arkeolog
Anlatacaklarım bugüne dek düşünülmemiş, anlatılmamış konular değil.
Ancak kim düşünebilirdi
ki, üç dinin peygamberlerinin, kutsal kitaplarının ve
de ortak inanç ve saygılarının Antalya’da bir kapı
kanadında buluşacağını!
“Gerek müze gerekse ören yerlerinde çevremizi kuşatan sayısız anıtsal eser, küçük ancak çok
çarpıcı anlatılarla dolu eserlerin
gözden kaçmasına da neden olmaktadır” düşüncesinden yola
çıkarak; adeta “hiçbir şey söylemeden 40 yıldır önümden geçip
gidiyorsunuz” dercesine Antalya
Müzesi ikonlar köşesinde sergilenen ikonastasis kapı kanadının inanılmaz gizleri, inanılmaz
öyküleri bu yazının konusu oldu.
Başlığına karar vermekte hayli
zorlandım desem yalan olmaz.
Çünkü öylesine sırlarla gizli, öylesine okunmamış şifrelerle doluydu ki, sonunda “Kutsal Kapının
Şifreleri” olmasında karar kıldım,
düşündüğüm sayısız başlık arasından. Yazı bittiğinde de doğru
karar vermişim diye düşünerek.
ARO Dergi’de yayımını sağlayan yönetime, çevirmen Müge
Sözen’e, fotoğrafları çeken fotoğraf sanatçısı dostum Kadir
Zengin’e, Grekçe çevirileri yapan
Yard. Doç. Dr. Nuray Gökalp
Özdil’e ve teknik lojistiği sağlayan
Apsis Dijital dostları; Lider Doğmuş ve Metin Demir’e teşekkürlerim sonsuzdur.
Bilindiği gibi; ikonastasis Ortodoks kiliselerinde
başta Hz. İsa’nın hayatı
18>19 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
ve mucizeleri olmak üzere, Meryem Ana, havariler ve azizlerin ikonalarının sergilendiği apsisin
önündeki bölümdür.
Oldukça zengin bezemelere sahip
bu bölümün giriş kapıları “Kutsal
Kapı” olarak adlandırılır ki, üzerlerinde çoğunlukla, oğlu İsa’nın
doğum müjdesini haberci melek
Cebrail’den alan Meryem Ana ile
kilise kurallarına göre seçilmiş
Havari ve Azizlerin betimlemeleri
yer alır.
Anlatmaya çalışacağım 1,92 ×
1,05 m. boyutlarındaki kapı kanadı
18. y.y. Antalya’sının Rum Orto-
CODES of the HOLY DOOR
One Door,
One Thousand
Stories
translations, and Lider Dogmus
and Metin Demir who are Apsis
Digital friends and who provided
the technical logistics.
As is known; iconostasis
is the part in front of the
apse where the icons of
primarily Jesus, his life
and miracles as well as
Virgin Mary, apostles and
saints are displayed in Orthodox churches.
Rambrand’ın Musa Peygamber ve “On Emir” Tablosu.
Rambrand. Prophet Moses With the Tablets of “ The Ten Commandments”.
M. Edip OZGUR,
Tour Guide - Archaeologist
The things that I will tell are not issues unconsidered or untold so far.
However, who would have
thought that the prophets,
holy books and common
beliefs and respects of the
three religions would meet
in a door wing in Antalya!
Based on the idea “Numerous historical monuments surrounding us
both in museums and historical
sites cause the monuments which
are small but full of very striking
narratives to be overlooked,” the
incredible secrets and stories of
the iconostasis door wing exhibited in the icons corner of Antalya
Museum, which almost says “You
have gone by in front of me without
saying anything for 40 years,” have
been the subject of this article. I literally had a hard time deciding on
the title. It was so hidden with secrets and full of unread codes that,
I decided its title to be “Codes of
the Holy Door” at last amoung numerous titles. And I thought that I
had made the right decision when
I finished the article.
I am indebted to the editorial
board providing the publication of
this article in ARO Quarterly, to
Muge Sozen for excellent translation, my friend and photographer
Kadir Zengin who took the photos, Asst. Assoc. Dr. Nuray Gokalp Ozdil who made the Greek
The entrance doors of this section,
which are quite richly decorated,
are called the “Holy Door,” and
there are usually the depictions of
Virgin Mary who gets the evangel
of the birth of her son Jesus from
the herald angel Gabriel, and the
Apostles and Saints selected according to the rules of the church.
The 1.92 x 1.05 m sized door wing
that I will try to explain belongs to
the iconostasis of one of the Greek
Orthodox churches in Antalya in
the 18th c., and its both functionally shaping and decorative wood
carving reflect its iconographic
originality as well as the ethnography of Antalya 200 years ago.
It belongs to one of the churches
of the Greek Orthodox of Antalya
who migrated to Greece in accordance with the articles of the
Lausanne Peace Treaty signed in
1923 related to exchange of population, and it could survive to the
present day by being preserved
Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door
Kutsal Kapının Üst Bölümünde Başmelek Cebrail “Müjde” Sahnesinde.
Archangel Gabriel, From the Annunciation Scene on the Upper Register of the Holy Door.
doks kiliselerinden birinin ikonastasisine ait olup, gerek fonksiyonel
olarak şekillendirilmesi, gerekse
dekoratif amaçlı ahşap oymacılığı,
ikonografik özgünlüğünün yanında
200 yıl öncesinin Antalya etnografyasını da yansıtır.
1923 yılında imzalanan Lozan
Barış Antlaşması’nın nüfus de-
ğişimi ile ilgili maddeleri uyarınca Yunanistan’a göçen Antalyalı
Rum Ortodoksların kiliselerinden
birine ait olup, korumaya ve zaman zaman da onarıma alınarak
günümüze kalabilmiştir.
Üst kenarı ahşap oyma dekorasyonla taçlandırılmış dikdörtgen formlu kapı kanadının deko-
20>21 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
rasyonu altlı üstlü iki bölümdür.
Başlarının üzerinde veya yanlarında yazılı adlarına göre sol
üst köşede kanatlı melek Cebrail, sağında ise oturan Meryem
Ana yer alır. Alt bölümde; İshak
Peygamber, Aziz Petros, Aziz
Pavlos, ve Musa Peygamber
soldan sağa kemerli nişler içinde sıralanırlar.
Seyyid Lokman Urmevi (1583-1586) Minyatürü.
Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban edeceği an Cebrail’in
kurbanlık koç getirişi. Türk İslam Eserleri Müzesi İstanbul.
Miniatur of the Seyyid Lokman Urmevi (1583-1586).
Gabriel who brought the sacrifice to Prophet Abraham
instead of his son.
and sometimes repaired.
The decoration of the rectangular
formed door wing, the top edge
of which is crowned with wood
carving decoration, consists of
two parts at the top and bottom.
According to their names written
over their heads or next to them,
the winged angel Gabriel is located in the upper left corner, and sitting Virgin Mary on the right. In the
lower section; Prophet Isaac, St.
Peter, St. Paul, and Prophet Moses are aligned from left to right in
arched niches.
ARCHANGEL GABRIEL
The flying winged figure
in the upper left corner of
the holy door belongs to
archangel Gabriel who is
the representative of the
common belief of all of
the three religions and the
name of whom is Gavriel
(servant of Allah) in Hebrew. He is referred to as
Başmelek Cebrail’in Sağ Elinde Arabik Harflerle “Allah” Yazılı Madalyonla Mermer
Kabartma Betimlemesi, Antalya Müzesi.
Marble Relief of Archangel Gabriel-Cebrail With a Medallion, Bearing the Name “Allah/
God” Carved in Arabic-Antalya Museum.
messenger, herald, and
provider of strength and
effort among the four angels mentioned in all of
the three holy books.
It is the angel Gabriel who brought
the sacrifice to Prophet Abraham
instead of his son, who heralded
to Zechariah that his son John the
Baptist would be born, and to Virgin Mary that her son Jesus would
be born, and who brought revelations to Prophet Muhammad.
The herald that he brought to Virgin Mary is expressed in the Gospel of Luke (1:30-31) as: The Angel said; “Do not be afraid, Mary,
for you got the God’s benevolence.
Now, you will conceive and bear a
son, and you will name him Jesus.”
Gabriel’s name is mention three
times in the Qur’an (Al-Baqarah
91,92; Tahrim 4). However, it is accepted that the names Ruh’ul Emin
(for his reliability), Ruh’ul Kuds (for
his spiritual cleanliness), and Rasul
(for being a messenger between
the God and prophet) are used
again for Gabriel in other surahs.
It is also reported that Prophet
Muhammad refers to Gabriel as
Namusu’l-Akbar as secrets can
be told to him safely.
According to Islamic belief, Gabriel not only spoke during the 23
years he told the surahs of Qur’an
to Prophet Muhammad, but also
was visible sometimes in human
form and sometimes in his actual
form. Prophet Muhammad reported that he had once seen Gabriel
with his six hundred wings, and in
a cloud at another time.
Gabriel, who is greatly depicted
in the art of miniature, is depicted
especially in the 15th and 16th cc.
Miniatures of Topkapi Palace in
his winged form while bringing
revelations to Prophet Muhammad. And his most popular depiction in iconography is seen in the
icons of “Herald to the Virgin” in
his form seen in the upper left corner of the holy door.
While he is drifting through the
clouds by opening his large wings
to give the heralds, his consecrating right hand is lifted up, and he
holds a bunch of flowers in his left
hand to be presented to the vir-
Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door
Kutsal Kapnın Üst Bölümünde Meryem Ana “Müjde” Sahnesinde.
Meryem Ana-Virgin Mary, From the Annunciation Scene on the Upper
Register of the Holy Door.
BAŞMELEK CEBRAİL
Kutsal kapının sol üst köşesindeki uçan kanatlı figür, her üç dinin de ortak
inancının temsilcisi olan
ve adı İbranice’de Gavriel
(Allah’ın kulu) olarak anılan baş melek Cebrail’e
aittir. Her üç kutsal kitapta
da adı geçen dört melek
arasında; haberci, müjdeci, güç ve gayret veren
olarak anılır.
İbrahim Peygamber’e oğlunun yerine kurbanı getiren, Zekeriya’ya
oğlu Vaftizci Yahya’nın, Meryem
Ana’ya oğlu İsa’nın doğacağı müjdelerini veren, Hz. Muhammed’e
vahiy indiren melek Cebrail’dir.
Meryem Ana’ya getirdiği müjde
Luka İncili’nde (1:30- 31): Melek;
“korkma Meryem” dedi, “çünkü
Tanrı’nın kayrasına kavuştun. İşte
gebe kalıp bir oğul doğuracak,
adını İsa koyacaksın” şeklinde ifade edilir.
Meryem Ana’nın Doğuşu İkonu.
Icon-The Birth of Virgin Mary Antalya Museum.
Kuran’da Cebrail’in adı üç kez geçer
(Bakara 91,92; Tahrim 4). Ancak
başka ayetlerde güvenilirliği nedeniyle; Ruhü’l-Emin, manevi temizliği nedeniyle Ruhü’l-Kuds, Tanrı ile
peygamber arasında elçi olması nedeniyle Rasul adlarının yine Cebrail
için kullanıldığı kabul edilir.
Müjdeleri vermek için bulutların
üzerinden geniş kanatlarını açarak süzülürken, takdis eden sağ
eli havaya kalkmış, sol elinde ise
bakireye sunulmak üzere bir demet çiçek tutmaktadır. Bulutların
arasından sızan Tanrısal ışın da
Bakireye doğru akmaktadır.
Hazreti Muhammed’in kendisine
sırların güvenle verilmesi dolayısıyla Cebrail’den Namusü’l-Ekber
sıfatıyla da söz ettiği bildirilir.
MERYEM ANA
İslam inanışına göre Cebrail, Hz.
Muhammed’e Kuran ayetlerini bildirdiği 23 yıl süresince yalnızca
konuşmakla kalmamış, kimi zaman insan şeklinde, kimi zaman
da asıl şekliyle görünmüştür. Hz.
Muhammed, bunlardan birinde
Cebrail’i altı yüz kanadıyla, bir
başkasında ise bir bulut içinde
gördüğünü bildirmiştir.
Minyatür sanatında çokça betimlenen Cebrail, kanatlı şekliyle özellikle 15. ve 16. yy Topkapı Sarayı
Minyatürlerinde Hz. Muhammed’e
vahiy indirirken tasvir edilmiştir.
İkonografide ise en popüler betimlenmesi kutsal kapının sol üst köşesinde görüldüğü şekliyle, “Bakireye Müjde” ikonalarında görülür.
22>23 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Kutsal kapının sağ üst köşesinde
Cebrail’in karşısında oturan kadın figürü, bakireliği her üç dinin
de diğer bir ortak saygı ve inanç
noktası olan Azize Meryem’e aittir. Karşılıklı iki figür “Müjde” sahnesini temsil ederler.
Bakire Meryem’in oğlu olacağını bildiren en eski kaynak,
İsrailoğulları’nın ikinci büyük peygamberi İshak Peygamber’e aittir. Matta İncili’nde bu kehanet “
Bakirenin bir oğlu olacak ve adını
İmmanuel koyacaklar” söylemiyle
vurgulanır. İncil’deki diğer kaynak
ise haberci melek Cebrail’in Luka
İncili’nde anlatılan müjdesidir.
Güzel sanatlar, müzik ve edebiyatın en yaygın konularından biri
olan hayatı tüm İncillerde ayrıntılı
a son, and he will be called Immanuel,” in the Gospel of Matthew.
Another resource in the Bible is the
messenger angel Gabriel’s herald
told in the Gospel of Luke.
Her life, which is one of the most
common themes in fine arts, music and literature, is described in
detail in the entire Bible. She is
also referred to as “Theotokos”
(meaning the Mother of God),
and “Khristotokos” (meaning the
mother of Christ).
Virgin Mary, who is mentioned in the Al-Imran and
Maryam surahs of Qur’an,
is the daughter of Imran
of the Israelites, and her
mother sacrifices Mary to
the God even when she
was in her womb. Mary is
put under the protection of
Prophet Zechariah after
she was born. Later, she
is left to a temple in accordance with the sacrifice,
and she spends her life
there worshipping. The
angels arrive and tell Mary
that God has selected and
purified her, that she is superior to the women in the
world, that God will create
anyone/anything as He
wishes, and His saying
“Be” would be enough (AlImran 35-42).
St.Paul-Paint of Bartolomeo Montagna,1482.
gin. And the Divine rays seeping
through the clouds flow towards
the virgin.
VIRGIN MARY
The figure of a woman sitting
across from Gabriel in the upper
right corner of the holy door belongs to St. Mary the virginity of
whom is another common point
of respect and belief of all of the
three religions. The reciprocal two
figures represent the scene of
“Annunciation.”
The oldest resource reporting that
Virgin Mary will have a son belongs
to Prophet Isaiah who is the second great prophet of the Israelites.
This prophecy is highlighted with
the discourse “The Virgin will have
Mary returns to her people after
giving birth to Jesus. The people
who see her with her son blame
her. Thereupon, Mary asks them
to talk with the child in the cradle.
When they ask how they can talk
with the child, Prophet Jesus in
the cradle tells them that he is the
prophet and servant of God, that
a holy book will be descended to
him, and that it is ordered that his
mother is treated well. So, Mary is
justified (Maryam Surah 16-34).
Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door
Doğumu, ölümü, Hz. İsa
ve St. John’la beraber,
Hz. İsa’nın boş mezarı
ile yeniden diriliş ve göğe
yükseliş (Pentakost) ikonlarındaki betimlemelerinin
yanında en sık üretilen betimlemesi kucağında oğlu
ile tasvir edilen “Meryem
ve Çocuk İsa” ikonlarıdır.
İSHAK PEYGAMBER
Kapının alt yarısında soldan birinci
figür İsrailoğulları’nın peygamberi
İshak Peygamber’e aittir. Başının
üzerinde yazılı adı Eski Ahit’in
Tekvin Kitabı’nda geçer. Hazreti
İbrahim ile ilk karısı Sara’nın tek
oğlu, Esav ve Yakup’un babasıdır.
Sara doğurganlık yaşını geçmiş olduğu halde, Tanrı Hz. İbrahim ve
Sara’ya İshak’ı bağışlar. Yine Eski
Ahit’e göre Tanrı’nın Hz. İbrahim’in
bağlılığını sınamak için kurban etmesini istediği oğlu İshak’tır.
“Meryem Ana ve Çocuk İsa” İkonu. / Icon-Virgin and Child. Antalya Museum.
olarak anlatılır. Tanrı Anası anlamına gelen “Theotokos” veya Mesih anası anlamındaki “Khristotokos” sıfatlarıyla da anılır.
Kuran’ın Al-i İmran ve
Meryem
Sureleri’nde
yer alan Meryem Ana,
İsrailoğulları’ndan İmran’ın
kızı olup, Meryem daha
karnındayken onu Tanrı’ya
adar. Meryem doğduktan
sonra Hz. Zekeriya’nın
korumasına verilir. Daha
sonra adak gereğince bir
tapınağa bırakılır ve yaşamını burada ibadetle
geçirir. Melekler gelerek
Meryem’e Tanrı’nın kendisini seçip arıttığını, dünya kadınlarından üstün
olduğunu ve de Tanrı’nın
dilediğini dilediği gibi yara-
tacağını, O’nun “ol” demesinin yeteceğini söylerler
(Al-i İmran Suresi 35-42).
Meryem İsa’yı doğurduktan sonra
kavmine geri döner. Meryem’i çocuğu ile gören halk O’nun hakkında kötü düşünerek ayıplar. Bunun
üzerine Meryem beşikteki çocukla
konuşmalarını ister. Çocukla nasıl konuşabileceklerini sormaları
üzerine beşikteki Hz. İsa kendisinin Tanrı’nın kulu ve peygamberi
olduğunu, kendisine kitap indirileceğini ve annesine iyi davranılmasının emredildiğini söyler.
Meryem böylece aklanır (Meryem
Suresi 16-34)
İkonografide en popüler betimlenmesi kutsal kapının sağ üst köşesinde görüldüğü şekilde “Bakireye Müjde” ikonlarında görülür. Önündeki
kitabı okuyan Bakire’nin üzerine
Kutsal Ruh güvercin şeklinde, bakireliğinin sembolü ışık huzmesi ile
pencereden içeriye süzülmektedir.
24>25 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Hıristiyan inancında İshak Peygamber; “Bakirenin bir oğlu olacak ve adını İmmanuel (Tanrı
bizimle) koyacaklar” sözüyle hatırlanır (Matta:1-23).
İshak Peygamber Kuran’ın
Enbiya Suresi’nde, salih
insanlar;
En’am
Suresi’nde, hidayete erdirilenler; Saffat Suresi’nde,
bereket verilenler ve Zariyat Suresi’nde bilginler
arasında sayılır.
Kapı kanadında kemerli dekoratif bir çerçeve içinde gösterilen
figüründe, sağ eli baş hizasında
kalkmış, sol elinde ise uçan yazıtlı bir flama taşımaktadır. Flama
üzerindeki Grekçe yazıtta; “Bakire
bir oğul doğuracak ve adını verecekler” yazılıdır.
AZİZ PETROS
İshak Peygamber’in yanındaki
ikinci kemerli nişin içindeki figür,
‘’Ÿ
Ÿ
œ¡
¢ˆ‡ŸŸ„¢£¤‘‹‚
­€‚
ƒ„…†
‡ˆƒ‰­€
ŠŠ
‹‹
…
†
Œ€€Ž

‘
‹
 ‹
’…
‹

Š
‹…
‚
ƒ‰†
‡ ‘
ƒ  ’‹
ˆƒ‰
‘
 ‰‹  ’
…ƒ‹
…
‘„
Ҡ
‘

‹…
Š
‰’

‹‹…
‡‹”Š†
ƒ‰’‹…
’ŠŠŠ
ƒ•
…
•

 –—€ ‘ Š
‹ ‘
ƒ
¥‡
‹’‚
Ÿ
¦
‘
˜Š™†
„
…
 Š  …
‘

ƒš‡›’šœŠ‰›
ƒ‰‹
…
‹†
•‘”‹
•””‹
•”‹ ž†
‹ –­€€  ‰

’
š
”‹›
‰ 
  ­€‚ƒ €„…€†‡‡ˆ‡
‰‰‰ˆŠ‰…ƒˆ‡ˆ†‡‡
Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door
Meryem Ana ve Bebek İsa.
The Virgin and Child. Giovanni Bellini (1430-1516).
Antakya’daki erken Hıristiyanların toplandığı mağara kilisenin ilk
piskoposu olduğunu anlattığımız
Aziz Petros’a (Peter) aittir. Adı
başının üzerindeki yazıtta okunan
Petros, Simon olarak da anılır.
Hz. İsa’nın on iki havarisinin ön-
deri ve Katolik Kilisesi’nin ilk Papa’sıdır. Hıristiyan inancına göre
kaya anlamına gelen Kephas adı
Hz. İsa tarafından verilmiştir. Adı
bütün İncillerde sıkça geçer ve
Hz. İsa’nın peygamberliği döneminde Taberiye Gölü kenarında
26>27 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
balıkçılıkla geçindiği anlatılır.
Yine İncillerdeki öyküler Petros’un
daha Hz. İsa’nın peygamberliğe
başladığı dönemde havarilere katılıp önderleri olduğunda birleşir.
Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu-
İshak Peygamber.
Prophet Isaiah,Paint of Ugolino Di Nerio, 1317.
Kutsal Kapının Alt Bölümünde İshak Peygamber Figürü.
Prophet Isaiah, From the Lower Register of the Holy Door.
Her most popular depiction in iconography is seen in the icons of
“Herald to the Virgin,” as seen
in the upper right corner of the
holy door. The Holy Spirit seeps
through the window with a beam of
light, which is the symbol of virginity, in the form of a dove, on the Virgin reading the book in front of her.
In addition to her depictions
as her birth, her death, together with Prophet Jesus
and St. John, the empty
tomb of Prophet Jesus,
and Pentecost icons, her
most frequently generated
depictions are the “Virgin
Mary and Child Jesus”
icons depicted with her
son in her arms.
PROPHET ISAIAH
The first figure on the left in the
Musa Peygamberin Flaması. İshak Peygamberin Flaması. “Bakire bir
oğul doğuracak ve adını verecekler.”
Flying Scroll of the Prophet Isaiah. “The virgin shall be with child and
bear a son, They shall name him.”
lower half of the door belongs to
Prophet Isaiah, the prophet of the
Israelites. His name written over
his head is mentioned in the Book
of Genesis of the Old Testament.
He is the only son of Prophet
Abraham and his first wife Sara,
and the father of Esau and Jacob.
Even though Sara is past the age
of fertility, God donates Isaiah
to Prophet Abraham and Sara.
Again, according to the Old Testament, Prophet Abraham’s son
that God asks him to sacrifice him
to test his loyalty is Isaiah.
In the Christian faith, Prophet Isaiah is remembered with the saying; “The Virgin will have a son,
and they will name him Immanuel
(God is with us)” (Matthew: 1-23).
Prophet Isaiah is counted
among the righteous people in Surah Al-Anbiya;
those who have found
the right path in Surah AlAn’am; those who have
become fertile in Surah
Saffat; and the learned in
Surah Zariyat in the Qur’an.
In his figure depicted in a decorative arched frame on the door
wing, his right hand is lifted at the
height of his head, and he holds
a flying inscribed flag in his left
hand. It’s written with a Greek inscription on it “The Virgin Shall Be
With Child and Bear A Son, They
Shall Name Him”
St. PETER
The figure in the second arched
niche beside Prophet Isaiah belongs to St. Peter whom we have
told that was the first bishop of
the cave church where the early
Christians gathered in Antioch.
Peter, whose name is read in the
inscription over his head, is also
known as Simon.
He is the leader of the twelve
apostles of Prophet Jesus, and the
first Pope of the Catholic Church.
Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door
Rubens’in Aziz Petros Portresi.
St. Peter-Paint of Rubens 1610-1612.
28>29 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
İsa Peygamber’in “Havarilerin Ayaklarını Yıkaması” İkonu.
Icon-Christ Washing His Disciples Feet. Antalya Museum.
The name Kephas, meaning rock
according to the Christian faith,
was given by Prophet Jesus. His
name is often mentioned in the
entire Bible, and it is told that he
lived on fishing near Lake Tiberias
during the prophecy of Jesus.
And the stories in the entire Bible
agree that Peter joined the apostles and became their leader in the
period when Jesus had just begun
prophecy. St. Peter is the first one
to mention that Prophet Jesus
was the Son of God (Matthew 1516, Mark 8:29 , Luke 9:20). Again,
Peter is the first one to witness
the resurrection of Prophet Jesus
(Luke 24:34).
Most of the Christian resources
tell that St. Peter spent 15 years
of his life after the resurrection of
Prophet Jesus by church organization and missionary journeys as
the leader of the Christian community, and that he was killed in
Rome during the reign of Emperor
Nero due to his faith. The later written sources agree that St. Peter’s
tomb is under the present St. Peter
Basilica on the hill of Vatican.
In addition to his many
portraits in fine arts, he is
depicted as the first apostle whose feet Prophet
“Son Akşam Yemeği” İkonu.
Icon-The Last Supper.Antalya Museum.
Jesus has washed first
in the subject of “washing their feet,” and the
first apostle on the right
of Prophet Jesus in “The
Last Supper” icon.
St. Peter is located at the head of
Virgin in the “Dormition” icon depicting Virgin Mary’s death.
St. PAUL
It is written in the inscription over
the head of the third figure in the
lower half of the door that it belongs to St. Paul, the Apostle. As
we know, St. Paul, the name of
whom we repeat most due to the
Perga tour, is referred to as Saul
of Tarsus in the Christian literature. Paul, who primarily lived on
making and selling felts and tents,
was the Apostle who embraced
Prophet Jesus’ teachings after his
death and contributed in making
Christianity a world religion.
His letters, which make up about
one-third of the Bible, are the oldest
Christian texts that have survived
until today, and form the basis of
Christian theology. Again, more
than half of the book “Acts of the
Messengers” written by Luke in the
Bible tell the activities of St. Paul.
According to the Christian faith;
Paul, who meets with the image
of Prophet Jesus on the way to
Damascus, dedicates his life to
spreading Christianity. And he joins
the Apostles after meeting St. Peter
and Jacob, referred to as the brother of Jesus, in Jerusalem. The third
of his missionary journeys, which
started in Perga for organization of
the church in the Roman territory,
ends with his killing in Rome.
In addition to his selfportraits in iconography;
he is depicted on the left
of Prophet Jesus in “The
Last Supper” icon, and on
the foot of the Virgin in the
“Dormition” icon depicting
Virgin Mary’s death.
PROPHET MOSES
It is understood from the inscription
over its head that the last figure on
the bottom line belongs to Prophet
Moses whose name is Moshe in
Hebrew. Prophet Moses, who is often mentioned in the holy books of
all of the three religions with his historical and religious identity, is told
as the first prophet to whom God
appeared in the form of burning
bush, to whom He first spoke, and
Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door
nu ilk dile getiren Aziz Petros’un.
(Matta 15-16; Markos 8:29; Luka
9:20). Hz. İsa’nın dirilişine yine
ilk kez Petros tanık olur (Luka
24:34).
Hıristiyan kaynaklarının pek çoğu
Aziz Pavlos’un Hz. İsa’nın dirilişinden sonraki 15 yılını Hıristiyan
toplumunun önderi olarak kilise
organizasyonu ve misyonerlik
gezisiyle geçirdiğini ve inançları
yüzünden İmparator Neron döneminde Roma’da öldürüldüğünü
anlatır. Daha sonraki yazılı kaynaklar Aziz Petros’un mezarının
Vatikan Tepesi’nde bugünkü San
Pietro Bazilikası’nın altında olduğunda birleşirler.
Kutsal Kapının Alt Bölümünde Aziz Petros Figürü.
St. Peter, From the Lower Register of the Holy Door.
Kutsal Kapının Alt Bölümünde Aziz Pavlos Figürü.
St. Paul, From The Lower Register Of The Holy Door.
Güzel sanatlardaki birçok portresinin yanı sıra,
“havarilerin
ayaklarının
yıkanması” ikonunda Hz.
İsa’nın ayağını yıkadığı ilk
havari, “Son Akşam Yemeği” ikonunda ise Hz.
İsa’nın sağındaki ilk havari
olarak betimlenir. Meryem
Ana’nın ölümünü betimleyen “Dormition” ikonunda
da Bakire’nin başucunda
Aziz Petros yer almaktadır.
AZİZ PAVLOS
Hıristiyan İkonografisinin En Eski Örneklerinden Olan “Pentekost” İkonunda; Kutsal Ruhun, Meryem
Ana ve Havarilerin Üzerinden Göğe Yükselişi Temsil Edilir. Üst Bölümde; Musa Peygamber (Solda) ve
İlyas Peygamber Bulutların Üzerinde Oturmaktadır.
Icon of the Pentecost. One of the Earliest Icons of the Christian Literature İs The Famous Icon of
Pentecost. Represents Descending of the Holy Spirit Over Virgin Mary and The Apostles of Christ Who
Meet After His Death. In the Upper Scenes, Two Prophets Moses (on the Left) and Elijah Are Seated
on the Clouds. Antalya Museum.
30>31 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Kapının alt yarısındaki üçüncü
figürün Havari Aziz Pavlos’a ait
olduğu başının üzerindeki yazıtta
okunmaktadır. Bilindiği gibi, Perge turundan dolayı adını en çok
tekrarladığımız havari olan Aziz
Pavlos, Hıristiyan literatüründe
Tarsus’lu Saul olarak anılır. Asıl
yaşamını keçecilik ve çadırcılıkla
sürdüren Pavlos, Hz. İsa’nın ölümünden sonra O’nun öğretisini benimseyen ve Hıristiyanlığın Dünya
dinine dönmesine katkıda bulunan
Havari’dir. İncil’in yaklaşık üçte birini oluşturan mektupları günümüze
ulaşmış en eski Hıristiyan metinleri
olup, Hıristiyan ilahiyatının temellerini oluştururlar. Yine İncil’deki
Luka tarafından yazılan “Habercilerin İşleri” kitabının yarıdan çoğu
Aziz Pavlos’un etkinliklerini anlatır.
Hıristiyan inancına göre; Şam’a
Göğe Yükseliş Sahnesi. Musa, İsa ve İlyas Peygamberler Tabor Dağı’nda...
The Transfiguration. Moses, Jesus and Elias at the summit of Mount Tabor.
(The Natioanal Gallery London)
Kutsal Kapının Alt Bölümünde Musa Peygamber Figürü.
Prophet Moses From the Lower Register of the Holy Door.
to whom the first holy book is descended, in the history of religions.
According to Islam, Prophet Moses, who stated Torah to his people, led the Israelites to escape
from slavery in Egypt, and enacted the “Ten Commandments” believed to symbolize the covenant
between his people and God, and
other sacred prohibitions.
It is understood that the
Exodus occurred during
the reign of Ramses II, immediately after the Battle
of Kadesh (1275 B. C.),
during the period told with
all the details from his birth
to his death in the Torah.
Prophet Moses is the crown jewels
of Christian iconography. Prophet
Moses meets Prophet Jesus when
he resurrects and rises into the sky
at the summit of Mount Tabor, together with Prophet Elijah.
Musa Peygamber’in Flaması. “Çalı Durmaksızın Yanıyor Fakat Tükenmiyor.”
Flying Scroll of Prophet Moses. “The Bush was burning but did not burn out.”
Again, the Prophets Elijah and
Moses are located over Virgin
Mary and the Apostles in the frequently portrayed Pentecost icon.
The richest resource of the religion and miracles of Prophet
Moses is no doubt the Surahs of
Qur’an. His birth, adulthood, and
his first encounter with God’s revelation on the Tour Mountain are
mentioned in the Ta-ha, Qasas,
and Naziat Surahs; the miracle to
turn his wand into a snake to prove
his prophethood to the Pharaoh in
the Ta-Ha Surah; and the punishment of the Pharaoh and his followers with drought and famine
in the Araf and Qaf Surahs. It is
told in the Al-Baqara, Araf, Nisa,
and Maryam Surahs that the God
directly spoke to Prophet Moses.
with his right hand on his chest in a
decorative frame on the door wing,
holds a flying flag in his left hand
with a Greek inscription on it. It is
written “He saw that the bush was
burning but did not burn out” on the
flag, expressing God’s first appearance in the form of a burning bush.
Its cutter, nailer or carver is unknown, but did not the painted
door wing of 1.5 m2 remind us a
lot of things, and take us to a lot of
places? We were almost bombed
with information, and caught in
brain storming. And it again reminded us that knowledge is infinite, and there are a lot of things
that we do not know.
This richness of stories in the holy
books of all of the three religions
has inspired the fine arts, primarily
the Renaissance art, and has been
most fruitful in a Rembrandt picture
or a Michelangello sculpture.
I believe that I have opened
a new conversation corner
of at least one hour with
your guests who are lovers
of this topic with the holy
door telling endless stories.
Prophet Moses, who is depicted
Best regards.
Musa
Peygamber
Hıristiyan
ikonografisinin baş tacıdır. İsa
Peygamber’in dirilip, göğe yükselerek ulaştığı Tabor Dağı’nın
zirvesinde O’nu İlyas Peygamber ile beraber Musa Peygamber karşılar. Yine çok resmedilen
Pentakost ikonunda Meryem Ana
ve Havarilerin üzerinde İlyas ve
Musa Peygamberler yer alır.
Musa Peygamber dininin ve mucizelerinin en zengin kaynağı
hiç şüphesiz Kuran-ı Kerim’in
Sureleri’dir. Doğumu, yetişkinliği
ve Tur Dağı’nda Tanrı’nın ilk vahyiyle karşılaşması, Ta-ha, Kasas
ve Naziat Sureleri’nde; Firavun’a
peygamberliğini kanıtlamak için
asasını yılana dönüştürme mucizesi Ta-ha; Firavun ve yandaşlarının kuraklık ve kıtlık felaketleriyle
cezalandırılmaları ise Araf ve Kaf
Sureleri’nde zikredilir. Tanrı’nın
Hz. Musa’yla doğrudan konuştuğu, Bakara, Araf, Nisa ve Meryem
Sureleri’nde anlatılır.
Musa Peygamber’in Mermer Heykeli.
Michelangello. Marble Statue of Prophet Moses (1513-1516).
giderken yolda Hz. İsa’nın görüntüsüyle karşılaşan Pavlos, hayatını Hıristiyanlığı yaymaya adar.
Kudüs’te Aziz Petros ve Hz. İsa’nın
kardeşi olarak anılan Yakup’la tanıştıktan sonra da Havarilerin arasına katılır. Roma egemenliğindeki
topraklarda kilise organizasyonu
için Perge’de başlayan misyonerlik gezilerinin üçüncüsü Roma’da
öldürülmesiyle sonuçlanır.
İkonografide kişisel portrelerinin yanı sıra; “Son
Akşam Yemeği” ikonunda
Hz. İsa’nın solunda, Meryem Ana’nın ölümünü betimleyen “Dormition” ikonundaysa Bakirenin ayak
ucunda yer alır.
MUSA PEYGAMBER
Alt sıradaki son figürün adı İbranicede Moşe olan Musa
Peygamber’e ait olduğu, başının
üzerindeki yazıttan anlaşılmaktadır. Tarihi ve dini kimliği ile her
üç dinin kutsal kitabında sıkça zikredilen Musa Peygamber, dinler
tarihinde Tanrı’nın yanan çalı şeklinde ilk göründüğü, ilk konuştuğu
ve de ilk kutsal kitabın indirildiği
peygamber olarak anlatılır.
İslam inancına göre halkına
Tevrat’ı bildiren Hz. Musa, İsrailoğullarının Mısır’da kölelikten kurtulmasına önderlik etmiş, halkıyla
Tanrı arasındaki antlaşmayı simgelediğine inanılan “On Emir”le
birlikte diğer kutsal yasakları yürürlüğe koymuştur.
Tevrat’ta
doğumundan
ölümüne dek tüm ayrıntıları ile anlatılan süreçte,
Mısır’dan çıkışın II. Ramses döneminde, Kadeş
Savaşı’ndan (İÖ 1275)
hemen sonra yaşandığı
anlaşılmaktadır.
32>33 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Her üç dinin kutsal kitaplarında
yer alan bu öykü zenginliği başta Rönesans sanatı olmak üzere
güzel sanatların ilham kaynağı
olmuş, bir Rambrand tablosunda,
bir Michelangello heykelinde en
güzel meyvelerini vermiştir.
Kapı kanadında dekoratif bir çerçeve içinde, sağ eli göğsünde betimlenen Musa peygamber sol elinde ise
üzerinde Grekçe yazıt bulunan uçan
bir flama taşır. Flamada Tanrı’nın
yanan çalı şeklinde ilk görüntüsünü ifade eden; “Baktı çalı yanıyor
ama tükenmiyor” yazılıdır. Keseni,
çakanı, oyanı bilinmez, 1.5m²’lik
boyalı kapı kanadı neler anımsattı,
nerelere götürdü değil mi? Adeta
bilgi bombardımanına tutulup, beyin
fırtınasına yakalandık ve de bilginin
sonsuz olup, çok şeyi bilmediğimizi
bir kez daha hatırlattı bize.
Konuyu seven özel konuklarınızla en az bir
saatlik yeni bir sohbet
köşesi açtığıma inanıyorum, sonsuz öyküler anlatan kutsal kapıyla.
Mutlu günler dileklerimle,
kalın sağlıcakla.





 ­€ ­‚ƒƒ‚ƒ
„
…€†€‡†„ˆ†‰†Š
Š‹ ‹
Œ€
Ž‘’…“”•…Œ–
—˜™‘’Š‘ˆ‘
…š›Œ™œŒž›–™”–›
Ÿ‚…š›Œ™œŒž›–
ANTALYA
DENİZ BİYOLOJİSİ MÜZESİ
zenginliklerini eğlenceli ve akılda
kalıcı bir yöntemle ziyaretçilerine
sunmaktadır. Deniz canlılarının
ve özellikle nesli koruma altındaki türlerin yakından tanınmasını
sağlayan müze ile deniz kültürünün benimsenmesi ve doğal mirasımıza sahip çıkılması amaçlanmaktadır.
İletişim Bilgileri:
Dr. Elif ÖZGÜR ÖZBEK
Türkiye denizlerinde yaşayan
yaklaşık 500 tür deniz canlısının
sergilendiği Türkiye’nin ilk Deniz
Biyolojisi Müzesi, Antalya Yat
Limanı’nda ziyarete açılmıştır. Dr.
Elif Özgür Özbek tarafından 15
yıldır deniz biyolojisi ile ilgili çeşitli
bilimsel projeler sonucunda oluşturulan koleksiyonu barındıran
müzenin dekoru Sahne Tasarım
Sanatçısı Ayhan Doğan tarafından batık bir korsan gemisi şeklinde canlandırılmıştır. Bilim ve
sanatın bir araya gelmesiyle kurulan Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi, Türkiye’nin denizel biyolojik
Adres:
Antalya Büyükşehir Belediyesi
Deniz Biyolojisi Müzesi,
Selçuk Mahallesi, İskele Caddesi
(Eski PTT Binası),
Kaleiçi Yat Limanı, Antalya
Tel: 0242 2432827
Ziyaret Saatleri:
09:30 - 18:30 (Pazartesi kapalıdır)
İnternet Sitesi:
www.denizbiyolojisimuzesi.com
AKDENİZ’İN ZENGİN
BİYOÇEŞİTLİLİĞİ
Biyoçeşitlilik terimi “bir bölgedeki
gen, tür ve ekosistem çeşitliliğinin tümü” olarak tanımlamakta-
34>35 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
dır. Akdeniz, dünya denizlerinin
sadece %0,8’ini oluşturmaktadır
fakat dünya deniz faunasının
(hayvansal türler) %7,5’u ve deniz florasının (bitkisel türler) %18’i
bu denizde bulunmakta, bunların
%28’ini de endemik türler (sadece
Akdeniz’de yaşayan türler) oluşturmaktadır. Bu durum, Akdeniz’i
zengin biyoçeşitliliğe sahip olan
bir havuz haline getirmektedir.
Akdeniz’in denizel biyoçeşitliliği
ile ilgili tahminler halen yeterli olmamakla birlikte, yaklaşık 17.000
denizel türün Akdeniz’de yaşadığı
tahmin edilmektedir.
Yarı-kapalı bir deniz olan Akdeniz, adalar ve sualtı düzlüklerince
zenginliğinin yanı sıra çoğu denizel tür için önemli bir kışlama,
üreme ve göç alanıdır. Posidonia
deniz çayırları ve korallijenli algler
gibi bazı türler varlıkları ile diğer
canlılar için habitat oluşturmakta,
çevrelerinde oluşan dinamik ve
bir o kadar hassas ekosistemler
ile Akdeniz’in en zengin denizel
yaşamına ev sahipliği yapmaktadırlar. Ayrıca Akdeniz’de kayalık
resifler, derin deniz mercan toplulukları, sualtı mağaraları, kumul
ANTALYA
MARINE BIOLOGY MUSEUM
Elif ÖZGÜR ÖZBEK
Antalya Marine Biology Museum
opened its doors to the visitors
in Antalya Old Town Marina on
16 January 2014. Turkey’s first
Marine Biology Museum was
founded by Antalya Metropolitan Municipality with the exhibition of approximately 500 marine species living in the coasts
of Turkey. The Museum hosts a
collection of marine species that
was gathered by the scientific
samplings of various marine research projects for 15 years by
Dr. Elif Özgür Özbek. The decoration of the Museum was designed as in the form of a sunken pirate ship by Stage Design
Artist Ayhan Doğan. With the
combination of science and art,
Antalya Marine Biology Museum
offers Turkey’s marine biological diversity to the visitors with
a way of fun and catchy learning
methods. The aims of the Museum are the display of our natural
heritage of marine species, give
information about them especially endangered and protected
species and, in general, the cul-
tivation of peoples’ love and interest for the sea, which accomplishes the educative mission of
the Museum.
Contact Info:
Adress:
Antalya Büyükşehir Belediyesi
Deniz Biyolojisi Müzesi,
Selçuk Mahallesi,
İskele Caddesi
(Eski PTT Binası),
Kaleiçi Yat Limanı, Antalya
Phone: 0242 2432827
Visiting hours: 09:30 - 18:30
(Closed on Mondays)
Web Site:
www.denizbiyolojisimuzesi.com
MEDITERRANEAN SEA:
A MARINE BIODIVERSITY
HOT SPOT
“Biodiversity” is most commonly
used to replace the more clearly
defined and long established
terms, species diversity and
species richness. However, biologists most often define biodi-
versity as the “totality of genes,
species, and ecosystems of a
region”.
Though
the
Mediterranean
only covers 0.8% of the world’s
ocean area it is one of the major
reservoirs of marine and coastal
biodiversity, with 28% of endemic species and 7.5% of the
world’s marine fauna and 18%
of its marine flora. Although the
estimates of marine diversity
are still incomplete as yet - undescribed species will be added
in the future-, there are approximately 17,000 marine species
occurring in the Mediterranean
Sea.
This semi-closed sea is rich in
islands and underwater beds
and is also a major area of wintering, reproduction and migration. Certain species there form
the foundations of this dense
life; in a dynamic but fragile balance with their environment they
build up the main striking landscapes of the Mediterranean
coastal area, like the Posidonia
meadows and the coralligenous
Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum
alanlar, kıyı ormanları, lagünler ve
kuşlar için uluslararası öneme sahip sulak alanlar gibi daha birçok
hassas habitat bulunmaktadır. vb. yumuşakçalar (Mollusca), karides, istakoz, yengeç vb. eklembacaklılar ve bentik balık türleri
gösterilebilir.
Bentik Türler:
Pelajik Türler:
Denizel ortam ekolojik yönden
Bentik Bölge ve Pelajik Bölge olmak üzere iki bölüme ayrılır. Bunlardan bentik bölge sahil çizgisinden itibaren en derin yere kadar
olan tüm dip bölgesinden; pelajik
bölge ise bentik bölgeyi örten tüm
su kütlesinden oluşmuştur. Denizlerin iki büyük sistemini oluşturan
bu bölgeler de kendi içlerinde alt
bölgelere ayrılırlar.
Pelajik bölge, bentik bölgeyi örten
tüm su kütlesinden oluşur. Yaşamlarını pelajik bölgede sürdüren organizmalara Pelajik Form,
bunların oluşturduğu topluluğa
da Pelagos adı verilir. Pelagosu
oluşturan formlar kendi içlerinde
Plankton (suda pasif olarak yer
değiştiren organizmalar), Nekton
(suda aktif olarak yer değiştiren
organizmalar) ve Nöston (su yüzeyinde ya da yüzeye yakın yerde
yaşayan organizmalar) olarak üç
gruba ayrılırlar.
Denizlerin bentik bölgesinde yaşantısını sürdüren organizmalara
Bentik Form, bunların dipte oluşturdukları topluluğa da Bentos adı
verilir. Fitobentos (bitkilerin oluşturduğu bentos) ve Zoobentos
(hayvanların oluşturduğu bentos)
olarak iki bölümde incelenir. Bentik bölgedeki biyolojik çeşitlilik pelajik bölgeden çok daha fazladır.
Bentik türlere örnek olarak bitkiler (Plantae), süngerler (Porifera), mercanlar (Anthozoa), yosun
hayvancıkları (Bryozoa), midye,
istiridye, ahtapot, deniz tavşanı
MÜZEDE NELER
GÖRÜLEBİLİR?
Köpekbalıkları ve Vatozlar:
Köpekbalıkları ve vatozların iskeleti kıkırdak yapıdadır ve bu nedenle kıkırdaklı balıklar (Latince:
Chondrichthyes) olarak isimlendirilmektedir. İlkel olarak değerlendirilen bazı özellikleri taşımakla
birlikte, büyük ölçüde özelleşmiş
36>37 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
başarılı deniz balıklarıdır. Köpekbalıkları kuvvetli bir kuyruğa ve
torpido şeklinde vücuda sahiptir.
Vatozlar ise çok fazla yassılaşmış, gözleri üstte, solungaç yarıkları altta, kuyrukları geriye doğru
incelmiştir.
Köpekbalıklarının
çoğu pelajik, vatozların çoğu ise
bentik yaşamaktadır.
Kıkırdaklı balıkların kemikli balıklar gibi solungaç kapakları yoktur,
5-7 çift solungaç yarıkları bulunur.
Hava keseleri yoktur, bu nedenle
sürekli hareket etmek zorundadırlar. Yumurtaları çok büyüktür.
Çoğu doğurur. Vücut sıcaklıkları
değişkendir (poikloterm). Ağızlarında çok sayıda hakiki diş vardır.
Beslenme şekline göre üçe
ayrılırlar;
1)Pelajik balık, yunus, deniz kaplumbağası ya da ahtapot, sübye,
kalamar gibi kafadanbacaklıları
avlayarak beslenenler (torpil şeklindeki köpekbalıklarının çoğu)
2)Dipte yaşayan midye, salyangoz, yengeç vs. ile beslenenler
(Vatozların çoğu),
3)Planktonla beslenenler (Gü-
beds. Many other sensitive habitats are found there: rocky reefs,
deep-sea coral communities,
underwater caves, dune areas,
coastal forests and Mediterranean lagoons, wetlands that are
of international importance for
birds.
Benthic Species:
swim against the ambient flow
and control their position. Neuston are the organisms that float
on the top of water or live right
under the surface.
WHAT CAN BE SEEN
In The MUSEUM?
Spatially, the marine environment is divided into the Benthic
zone and Pelagic zone. The
benthic zone is the ecological region at the lowest level of a body
of water, including the sediment
surface and some sub-surface
layers. The pelagic zone is the
water column that goes from the
surface of the sea almost to the
bottom. These two major zones
are also divided into different
layers.
Sharks, rays, and skates all
belong to the class Chondrichthyes. Characteristics of Chondrichthyes include a skeleton
made of cartilage, jaws, paired
fins, and paired nostrils. Although they have some features
that are considered primitive,
they are highly specialized, successful marine fish.
Organisms living in this zone
are called benthic community
or benthos. Phytobenthos comprises the plants, mainly benthic
diatoms and macroalgae (seaweeds) and zoobenthos comprises the animals belonging to
the benthos. Marine biodiversity
is generally higher in benthic
than in pelagic systems, and in
coastal than in open sea systems.
Plants, sponges, corals, polychaete worms, bryozoans, gastropods, bivalves, cephalopods
and nudibranchs, barnacles,
shrimps, lobsters, crabs, tunicates, echinoderms, and benthic fish are examples of benthic
species.
Pelagic Species:
Pelagic zone is the ecological
region above the benthos, including the water-column up to
the surface. Pelagic species live
in the upper waters of open sea
and pelagos can be grouped in
three biological groups. Plankton live in the water column and
their power of locomotion are insufficient to permit movement independent of water movements
so they only move pasively with
the help of waves and currents,
however, nekton organisms can
Sharks, Skates and Rays:
The primary characteristic of
dorso-ventrally flattened bodies
makes rays and skates easy to
distinguish from fusiform sharks.
Most rays are kite-shaped with
whip-like tails possessing one
or two stinging spines while
skates have fleshier tails and
lack spines. The mouth, nostrils
and gill slits of skates and rays
are always found on the underside of the fish, with the eyes
and spiracles on the upper side.
Most rays and skates live on the
bottom of the ocean while most
sharks live in open water.
Another difference between
bony fish and cartilaginous fish
is that the former have their
gills protected by a hard structure called an operculum, while
sharks simply have openings
that connect the gills directly
with the outside. These are
known as gill slits (5-7 pairs).
They do not have swim bladders. They can control their
depth only by swimming (using
dynamic lift). Development is
usually live birth (ovoviviparous
species) but can be through
eggs (oviparous). Most cartilaginous fish are “cold-blooded”
or, more precisely, poikilothermic, meaning that their internal
body temperature matches that
of their ambient environment.
They have multi-cusped teeth.
Their teeth are continually shed
and replaced.
A cartilaginous fish’s diet varies
by species. Sharks are important apex predators and may eat
fish and marine mammals such
as seals and whales. Rays and
skates, who primarily live on the
ocean bottom, will eat other bottom-dwelling creatures, including marine invertebrates such
as crabs, clams, oysters, and
shrimp. Some huge cartilaginous fish, such as whale sharks,
basking sharks and manta rays,
feed on tiny plankton.
Sharks living in the coasts of Turkey do not attack humans so the
shores are safe. While chasing
after a school of fish, sharks can
follow fishing boats and feed on
discarded bycatch or give harm
to fishing nets. Stingrays have
venomous spines along or near
the base of the tail. Although the
spines are dosed with venom,
wounds are not normally lethal
but can be painful and serious
(neurotoxic and haemolytic;
blood pressure drops, the heart
rate increases, sweating, vomiting, diarrhea, and muscle paralysis may occur).
Bony Fishes:
Bony fish, also called Osteichthyes, are a taxonomic group of
fish that have bone, as opposed
to cartilaginous, skeletons. The
vast majority of fish are osteichthyes, which is an extremely
diverse and abundant group
consisting of 45 orders, and
over 435 families and 28,000
species. It is the largest class of
vertebrates in existence today.
All bony fish possess gills. Five
pairs of gill slits protected by an
operculum (a lateral flap of skin).
Most have smooth and overlapping scales of that are ganoid,
cycloid or ctenoid. Bony fish typically have swim bladders, which
helps the body create a neutral
balance between sinking and
floating. However, these are absent in many species, and have
developed into primitive lungs in
the lungfishes. Sizes vary between 10 mm and 5m. Only 1/5
of bony fish are marine, so most
of them live in freshwater. The
Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum
neşlenen köpekbalığı, balina köpekbalığı)
Sularımızda yaşayan köpekbalıkları insanlara saldırmaz, sahillerde tehlike arz etmez. Balık
sürülerini izlerken ağlara takılmış
balıkları yedikleri için balıkçı ağlarını yırtarlar. Bazı vatozların kuyruklarının arka yarısında bulunan
birbirine ters eğimli, bazen kancalı, zehirli dikenler zor iyileşen, yırtılmış yaralar açar. Dikenli derilerinin altında bulunan bezlerin zehiri
nörotoksik ve hemolitiktir (kan basıncı düşer, kalp atışları artar, terleme, kusma, ishal ve kas felçleri
görülebilir).
Kemikli Balıklar:
Kemikli balıklar (Latince: Osteichthyes), iskeletleri kemik yapıda
ve dentin kökenli elemanları bulunan balıkları içeren sınıftır. Balıkların büyük çoğunluğunu ve son
derece çeşitli türleri içeren grup
45 sınıf ve 435’den fazla aileye ait
28.000 türü kapsamaktadır. Yaşayan omurgalıların bugün en büyük
grubunu oluşturmaktadır.
Solunum solungaçlarıyla gerçekleşir. Birbirine yakın 5 solungaç
yarığı, kemikleşmiş solungaç kapağı (operkulum) ile örtülmüştür.
Vücut kemik pullarla örtülüdür.
Hidrostatik organ ya da akciğer
olarak yüzme kesesi gelişmiştir.
Boyları 10mm ile 5m arasında değişebilir. Kemikli balıkların ancak
1/5’i denizlerde yaşar. Tek ve çift
yapılı yüzgeçleri bulunur. Kuyruk
yüzgeci vücudun ileri doğru itilmesinde, diğer tek yapılı yüzgeçler
olan sırt ve anüs yüzgeçleri dengeyi sağlamada; çift yapılı göğüs
ve karın yüzgeçleri ise yönlendirici olarak görev yapar. Bunun yanı
sıra yüzgeçlerin destek, yürüme,
uçma ve yapışma organı olarak
özelleşmiş yapılara dönüştüğü
de görülür. Birçok balık renk değiştirme yeteneğine sahiptir. Sığ
sularda yaşayan balıklar genelde renkli, pelajik yaşayanlar gri
veya gümüşü mavi, kumda veya
çamurda yaşayanlar ise gri ya da
kum rengindedir. Dağılımlarını
öncelikle suyun sıcaklık ve tuzluluğu etkiler.
Deniz Memelileri ve
Deniz Kaplumbağaları:
Deniz memelileri, denizlerde ya
da okyanuslarda yaşayan ya da
yaşamını denize bağımlı olarak
38>39 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
sürdüren foklar, balinalar, yunuslar ve morslar gibi 129 tür memeli
hayvana verilen genel isimdir.
Deniz memelileri dört gruba ayrılabilir; yunus ve balinalar (Ordo:
Cetacea), foklar, morslar ve denizaslanları (Subordo: Pinnipedia),
denizinekleri (Ordo: Sirenia);
ve kutup ayısı ve samurlar (Subordo: Fissipedia). Denizel ekosistemlerin kilit türleridir. Deniz
memelisi türlerinin %23’ü tehdit
altındadır.
Karadeniz havzası da dahil,
Akdeniz’de sürekli veya geçici
olarak 21 farklı yunus ve balina türü bilinmektedir. Türkiye
denizlerinde ise bazıları nadir
de olsa toplam 10 tür gözlenebilmektedir. Türkiye’nin Ege
ve Akdeniz kıyılarında gözlenen bir diğer deniz memelisi
ise nesli tükenme tehlikesinde
olan Akdeniz foku Monachus
monachus’dur. Türkiye’de 1983
yılından beri tüm deniz memelilerinin avlanması yasak olup,
başta 1380 sayılı su ürünleri kanunu ve ülkemizin taraf olduğu
uluslararası antlaşmalar Barselona konvensiyonu ve buna
bağlı alt protokollerle koruma
altındadır.
Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum
Türkiye denizlerinde
bulunan deniz memelileri:
Mysticeti
(Dişsiz balinalar)
Balaenoptera physalus
(Uzun balina)
Odontoceti
(Dişli balinalar)
Physeter catodon (Kaşalot)
Ziphius cavirostris
(Küvier balinası)
Globicephala melas
(Siyah yunus)
Pseudorca crassidens
(Yalancı katil balina)
Grampus griseus (Grampus)
Tursiops truncatus (Afalina)
Stenella coeruleoalba
(Cizgili yunus)
Delphinus delphis (Tırtak)
Phocoena phocoena (Mutur)
Pinnipedia (Yüzgeçayaklılar)
Monachus monachus
(Akdeniz foku)
Yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) ve iribaş deniz kaplumbağası (Caretta caretta) Akdeniz’de
yuvalayan türlerdir. D. coriacea,
Akdeniz’de zaman zaman kaydedilen ziyaretçi bir türdür. İki deniz
kaplumbağası türü daha (E. imbricata ve L. kempii) Akdeniz’de nadir
de olsa görülmektedir.
Deniz kaplumbağalarının ana
besin kaynağı deniz çayırları, denizanaları, süngerler, yumuşak
mercanlar, yumuşakçalar, yengeçler, mürekkep balıkları ve türlerine göre bazı balıklardır.
Bugün dünya denizlerinde yaşayan yedi deniz kaplumbağası türü
vardır:
Familya: Cheloniidae
Chelonia mydas,
(Yeşil deniz kaplumbağası)
Eretmochelys imbricata,
(Atmaca gagalı kaplumbağa)
Natator depressus,
(Düz kabuklu kaplumbağa)
Caretta caretta,
(İribaş deniz kaplumbağası)
Lepidochelys kempii,
(Gündüz yuvalayan kaplumbağa)
Lepidochelys olivacea,
(Zeytin yeşili kaplumbağa)
Familya: Dermochelyidae
Dermochelys coriacea,
(Deri kabuklu kaplumbağa)
Kayalık Sahillerin Canlandırması
Kayalık sahiller genellikle biyolojik açıdan çok zengindir ve sarp
40>41 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
yamaçlar, platformlar, gelgit havuzları ve falezler gibi birçok değişik habitat barındırır. Sahildeki
her kayalık bölge üzerinde zonlar
oluşturan belirli organizma grupları bulunur. Bu zonlarda bulunan
baskın türlerin değişimine dikey
(vertikal) zonasyon denir.
Neden kayalık sahiller önemlidir?
• Birçok türe ev sahipliği yapar,
• Birçok balık ve eklembacaklı
türü için üreme ve gelişme alanıdır,
• Yosunların dalga kuvvetini kırmasıyla korunaklı alanlar sağlar,
• Balıklar için besin sağlar,
• Alg yatakları deniz kaplumbağaları gibi nadir ve tehdit altındaki
türler için önemli bir besin kaynağıdır,
• Özellikle cezir esnasında kuşlar için önemli bir beslenme alanıdır,
• Kıyıda sedimentin sabitlenmesini sağlar.
Nesli Tehlike Altında Olan Türler:
IUCN Nesli Tükenme Tehlikesi
Altında Olan Türlerin Kırmızı Listesi (“IUCN Kırmızı Listesi”) bitki
ve hayvan türlerinin dünyadaki
caudal fin is the tail fin, and is
used for propulsion. The dorsal
and anal fins serve to protect
the fish against rolling, assist it
in sudden turns and stops, and
stabilize the fish while swimming. A peculiar function of pectoral fins, is the creation of the
dynamic lifting force that assists
some fish, in maintaining depth
and also enables the “flight” for
flying fish. The paired pelvic fins
assists the fish in going up or
down through the water, turning
sharply, and stopping quickly.
Fins can also be used for gliding
or crawling. Many species, such
as flounders, change the colour
of their skin. The great variety of
colors has, in itself, an essential
purpose in the lives of fish. Usually, the coastal fish are colorful; pelagic fish are steely blue
or silver; and bethic fish living in
the sandy or muddy bottoms are
gray and brown in colour. Temperature and salinity are the
main facors affecting the distribution of fish.
Marine Mammals and
Sea Turtles:
Marine mammals, which include seals, whales, dolphins,
and walruses, form a diverse
group of 129 species that rely
on the ocean for their existence.
Marine mammals can be subdivided into four recognised
groups; cetaceans (whales,
dolphins, and porpoises), pinnipeds (seals, sealions and walruses), sirenians (manatees and
dugongs), and fissipeds, which
are the group of carnivores with
separate digits (the polar bear,
and two species of otter). They
play important roles in maintaining marine ecosystems, especially through regulation of prey
populations. This is of particular concern considering 23% of
marine mammal species are
currently threatened. There are
21 different Cetacea species in
Mediterranean, including Black
Sea. 10 of them live in Turkish
waters. Another marine mammal who is endangered in Mediterannean and Aegean Sea, is
the Monk Seal, Monachus monachus. In Turkey, since 1983,
marine mammal hunting has
been prohibited and they are
under protection by the laws.
Marine Mammals in Turkey:
Mysticeti
Balaenoptera physalus
(Fin whale)
Odontoceti
Physeter catodon
(Sperm whale)
Ziphius cavirostris
(Cuvier’s beaked whale)
Globicephala melas
(Long finned whale)
Pseudorca crassidens
(False killer whale)
Grampus griseus (Grampus)
Tursiops truncatus
(Bottlenose dolphin)
Stenella coeruleoalba
(Striped dolphin)
Delphinus delphis
(Common dolphin)
Phocoena phocoena
(Harbour porpoise)
Pinnipedia
Monachus monachus
(Mediterranean monk seal)
Of the seven species of sea
turtle, two currently nest in the
Mediterranean, the loggerhead
(Caretta caretta) and the green
turtle (Chelonia mydas). D. coriacea are sighted year-round
however are not known to nest
in the Mediterranean. E. imbricata and L. kempii are also
sighted rarely in the Mediterranean Sea. The sea turtles
are omnivorous, feeding mainly
on algae, seagrasses, jellyfish,
sponges, corals, gastropods,
bivalves, decapod crustaceans,
cephalopods, fish (eggs, juveniles, and adults), and hatchling
turtles (including members of its
own species),
The seven living species of
sea turtles are:
Family Cheloniidae
Chelonia mydas,
(Green sea turtle)
Eretmochelys imbricata,
(Hawksbill sea turtle)
Natator depressus,
(Flatback sea turtle)
Caretta caretta,
(Loggerhead sea turtle)
Lepidochelys kempii,
(Kemp’s ridley sea turtle)
Lepidochelys olivacea,
(Olive ridley sea turtle)
Family Dermochelyidae
Dermochelys coriacea,
(Leatherback sea turtle)
The Imitation of the
Rocky Shores:
A rocky shore is an intertidal
area that consists of solid rocks.
It is often a biologically rich environment and can include many
different habitat types like steep
rocky cliffs, platforms, rock
pools and boulder fields. Each
region on the coast has a specific group of organisms that
form distinct horizontal bands
or zones on the rocks. The appearance of dominant species
in these zones is called vertical
zonation.
Why are rocky shores
important?
• Providing a home for a lot of
organisms
• Nursery area for many fish
and crustacean species
• Shelter in areas where seaweeds break the waves power
• Providing food for fishes
• Algal beds important food
source for rare and threatened
species like sea turtles
• Feeding ground at low tide for
wading birds
• Stabilization inshore sediment
Endangered Species:
The IUCN Red List of Threatened Species (also known as
the IUCN Red List or Red Data
List), founded in 1964, is the
world’s most comprehensive inventory of the global conservation status of biological species.
The IUCN Red List is set upon
precise criteria to evaluate the
extinction risk of thousands of
species and subspecies. These
criteria are relevant to all species and all regions of the world.
The aim is to convey the urgency of conservation issues
to the public and policy makers,
as well as help the internation-
Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum
en kapsamlı Küresel Koruma durumu envanteridir. IUCN Kırmızı
Listesi Uluslararası Doğal Hayatı
ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği tarafından sürdürülmektedir.
• EW: (Doğal Ortamında Tükenmiş): Vahşi yaşamda soyu
tükenmiş, fakat diğer alanlarda
(yetiştirme veya sergileme amaçlı) varlığını sürdüren türler.
IUCN Kırmızı Listesi, kesin ölçüt kullanılarak, binlerce tür ve
alttürlerin nesillerinin tükenme
riskini değerlendirerek oluşturulmaktadır. Bu ölçüt tüm türlerle ve
dünyanın her bölgesi ile ilgilidir.
Kırmızı Liste ile amaçlanan; koruma meselelerine kamunun ve
politikacıların dikkatini çekmek
ve bununla birlikte türlerin yokoluşunu azaltmak için uluslararası
camiaya yardım etmektir. Güçlü
bir bilimsel altyapı ile oluşturulan IUCN Kırmızı Listesi, biyolojik çeşitliliğin durumu ile iligli en
geçerli rehber olarak kabul edilmektedir.
• CR: (Kritik Tehlikede): Vahşi
yaşamda soyu tükenme tehlikesi
had safhada (extreme) olan türler.
Kategoriler 10 grupta tasnif edilmiştir; bu tasnifte, tükenme hızı,
nüfus büyüklüğü, coğrafi dağılım
alanları ile nüfüs ve dağılım derecesi kriterleri dikkate alınmıştır.
• LC: (Asgari Endişe): Yaygın
bulunan türler.
• EX: (Tükenmiş): Kuşkuya yer
bırakmayacak delillerle soyu tükenmiş olduğu ispatlanan türler.
• NE: (Belirlenmedi): Şimdiye
kadar yukardaki kriterlere uygunluğu değerlendirilmemiş türler.
• EN: (Tehlikede): Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi
çok büyük olan türler.
• VU: (Hassas): Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi büyük
olan türler.
• NT: (Neredeyse Tehdit Altında): Şu anda tehlikede olmayan
fakat yakın gelecekte VU, EN
veya CR kategorisine girmeye
aday olan türler.
• DD: (Yetersiz Veri): Üzerinde
yeterli bilgi bulunmayan türler.
42>43 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
“Tehlike altında olan türler” terimi; Kritik tehlikede, Tehlikede ve
Hassas olmak üzere üç kategoriyi
içine alır.
Egzotik Türler:
İnsan faaliyetlerinin bir sonucu
olarak doğal ortamları dışındaki
yeni alanlara taşınan türlere “egzotik türler” veya “yabancı türler”
denilmektedir. Birçoğu yeni ortamında yok olmakta ancak bazıları
iyi gelişerek yerli biyoçeşitliliğin
yerine geçmeye başlamaktadır.
Bunlara da “istilacı türler” denmektedir. Denizel istilacı türlerin
biyoçeşitlilik, ekosistemler, balıkçılık ve yetiştiricilik (deniz canlılarının besin amacıyla üretimi), insan sağlığı, endüstriyel gelişim ve
altyapı üzerinde oldukça olumsuz
etkileri vardır.
Yabancı türler çeşitli yollarla taşınabilmektedir: gemi balast suyu
veya gemi karinalarına yapışarak,
balıkçılık, SCUBA dalış ekipmanlarıyla ya da canlı yem ya da gurme yiyecek sağlamak için gerçekleştirilen canlı organizma ticareti
sevkiyatlarında ve diğer canlılar
tarafından taşınan patojen orga-
al community to try to reduce
species extinction and provide
information to guide actions to
conserve biological diversity.
Species are classified by the
IUCN Red List into nine groups,
set through criteria such as rate
of decline, population size, area
of geographic distribution, and
degree of population and distribution fragmentation.
• Extinct (EX): No known individuals remaining.
• Extinct in the Wild (EW):
Known only to survive in captivity, or as a naturalized population outside its historic range.
• Critically Endangered (CR):
Extremely high risk of extinction
in the wild.
• Endangered (EN): High risk
of extinction in the wild.
• Vulnerable (VU): High risk of
endangerment in the wild.
• Near Threatened (NT): Likely to become endangered in the
near future.
• Least Concern (LC): Lowest
risk. Does not qualify for a more
at risk category. Widespread
and abundant taxa are included
in this category.
• Data Deficient (DD): Not
enough data to make an assessment of its risk of extinction.
• Not Evaluated (NE): Has not
yet been evaluated against the
criteria.
When discussing the IUCN Red
List, the official term “threatened” is a grouping of three categories: Critically Endangered,
Endangered, and Vulnerable.
Exotic Species:
Species that have been moved,
intentionally or unintentionally,
as a result of human activity,
into areas where they do not occur naturally are called ‘exotic
species’, ‘introduced species’
or ‘alien species.’ Many of them
perish in their new environment
but some thrive and start to take
over native biodiversity and affect human livelihoods-these
are known as ‘invasive species’.
Marine invasive species have
had an enormous impact on biodiversity, ecosystems, fisheries
and mariculture (breeding and
farming marine organisms for
human consumption), human
health, industrial development
and infrastructure.
Alien species can be transported by various means: in ship
ballast water or by attaching to
hulls, as “hitch-hikers” clinging
to SCUBA gear or packaging, as
consignments of live organisms
traded to provide live bait or
gourmet food and as pathogens,
carried by other organisms.
The Suez Canal was opened in
order to shorten the commercial
ways between the Mediterranean and Indian Ocean in 1869.
It removed the geographical
barrier between these seas and
a lot of organisms originally inhabiting in the Red Sea or IndoPacific region penetrated to the
Mediterranean by way of this
canal.
These were named “Lessepsian
species” by Dov Por in 1978,
which was the name of the constructor of the canal Engineer
and Diplomat Ferdinand de
Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum
korunmasına katkıda bulunmak
müzenin misyonları arasında yer
almaktadır.
Deniz Biyolojisi Müzesi içerisinde
denizlerimizde yaşayan canlıların tanıtımı, biyolojileri ve ekolojileri hakkında bilgilendirmeler
yapılmaktadır. Müze, her yaştan
insanın deniz ve denizel yaşam
hakkında interaktif olarak bilgi
edinmesini sağlamaktadır.
Yine bu amaçlarla nesli koruma
altında olan deniz canlıları ve koruma statüleri, koruma alanları,
deniz kirliliği, sürdürülebilir balıkçılık, denizlerimizdeki yabancı ve
istilacı türler, ekolojik ve ekonomik
etkileri konularında eğitim, seminer ve sempozyumlar düzenlenmesi planlanmaktadır.
Akdeniz’in kirlenmeye karşı korunması ve özel koruma alanları
ile ilgili sivil toplum örgütleri ve Akdeniz ülkeleri ile işbirliği yapılarak
ortak eğitim stratejileri üretilmesine katkıda bulunulması hedeflenmektedir.
ÖZGEÇMİŞ:
nizmalar olarak.
Akdeniz ile Hint Okyanusu arasındaki ticaret yollarını kısaltmak
amacıyla 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ile Akdeniz arasındaki coğrafi engeli kaldırmış ve böylece Kızıldeniz’den
Akdeniz’e birçok denizel tür girmiştir. Kızıldeniz’den Akdeniz’e
geçen bu türler Süveyş Kanalı’nın
açılmasını sağlayan Fransız diplomatı ve mühendisi Ferdinand
de Lesseps’e ithafen “Lesepsiyen
türler” olarak isimlendirilmiştir. Bu
olgu, Akdeniz’i en fazla işgal edilen deniz ekosistemi haline getirmiş, özellikle Doğu Akdeniz’de
büyük ekolojik değişimler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler
insan etkilerinin çevre üzerindeki
sonuçlarını göstermesi yönünden
çok önemli örneklerdir. Türkiye kıyılarında da 400’ü geçkin egzotik
tür bildirilmiştir.
HEDEFLERİMİZ:
Deniz Biyolojisi Müzesinin öncelikli hedefi deniz yaşamını korumak amacıyla deniz kültürü ve
sevgisini halkımıza kazandırmak,
özellikle de gelecek kuşaklara
taşımaktır. Ülkemiz denizlerinde
yaşayan canlıların örneklerinin
bulunduğu bir koleksiyon ile birlikte bunlarla ilgili bir veri tabanı
oluşturmak; denizlerimiz, deniz
canlıları ve bunların korunması
ile ilgili rehber ve eğitici kaynak
kitaplar hazırlayarak bu konularda halkımızın ve özellikle öğrencilerin bilinçlenmesini sağlamak,
dolayısıyla doğal mirasımızın
44>45 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Dr. Elif ÖZGÜR ÖZBEK, 1980
yılında Antalya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri
Fakültesi’nde lisans, İstanbul
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Deniz Biyolojisi Programı’nda
yüksek lisans ve Akdeniz Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü,
Su Ürünleri Mühendisliği Deniz
Biyolojisi Anabilim Dalı’nda doktora eğitimini tamamladı. İstanbul Üniversitesi’nde beş yıl ve
Akdeniz Üniversitesi’nde dört yıl
Araştırma Görevlisi olarak görev
yaptı. Kazandığı yurtdışı burslarla birçok eğitime katıldı.
Ulusal ve uluslararası 14 projede görev aldı. Deniz biyolojisi
ile ilgili 30 makale, 3 kitap bölüm
yazarlığı bulunmaktadır. 1998
yılından beri Türk Deniz Araştırmaları Vakfı üyesidir ve 2014
yılından beri Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Yönetim Kurulu
üyesidir. Halen, Deniz Biyolojisi
Müzesi Kurucu Müdürü ve Küratörü olarak Antalya Büyükşehir
Belediyesi’nde görev yapmaktadır. Evli ve bir çocuk annesidir.
Lesseps. This phenomenon of
massive invasion has changed
the Mediterranean Sea into the
world’s most invaded marine
ecosystem.
Various ecological changes
have occurred in the Eastern
Mediterranean Sea due to these
penetrating species.
These changes are very important examples since they have
shown the results of human influences on the natural environment. A total of 400 alien species were reported along the
coasts of Turkey.
OBJECTIVES:
The primary objective of Marine
Biology Museum is to cultivate
peoples’ love and interest for
the sea in order to protect marine life and to help ensure that
future generations will enjoy and
benefit from a naturally balanced
ecosystem where the marine
wildlife flourish. Together with
the exhibition of approximately
500 marine species living in the
coasts of Turkey, the museum is
dedicated to create a database
on marine life; to publish educational materials; to increase
public awareness and finally, to
contribute the protection of our
natural heritage.
The museum offers an introduction to the broad diversity of marine species with informations
on their biology and ecology
and provides fun and interactive learning for all ages. Workshops, lectures, seminars, and
conferences will be organized
on marine protected areas, sustainable fisheries, endangered
species and their conservation
measures, marine pollution,
alien species and their ecological and economical impacts.
The museum’s another mission
is to cooperate with the NGOs
and other Mediterranean countries for the protection of the
Mediterranean Sea against pollution and establishing marine
protected areas.
CV:
Elif ÖZGÜR ÖZBEK, Ph.D. in
Marine Biology, was born in
1980, in Antalya. She graduated from the İstanbul University,
Faculty of Fisheries and got her
M.Sc. degree in Marine Biology
from İstanbul University. She received her Ph.D. from Akdeniz
University. She worked as a Research Assisstant in the İstanbul
University for five years and in
the Akdeniz University for four
years.
She has won numerous international scholarships and took
part in fourteen national and international projects. She wrote
31 articles and 3 chapters of the
books on marine biology. She
has been the volunteer of the
Turkish Marine Research Foundation since 1998 and the member of the board of directors
since 2014. She is still working
as the founding director and curator of the Antalya Marine Biology Museum. She is married
with one son.
ARO olarak
29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı
ve Kurban Bayramınızı
Kutlarız...
ORTAÇAGIN OTELLERI
ANADOLU’DA SELÇUKLU
DÖNEMİ KERVANSARAYLARINA
KISA BİR BAKIŞ
Aksaray Sultan Han / Aksaray Sultan Khan
Arş. Gör. Sevgül ÇİLİNGİR*
Kervansarayların Anadolu’daki en
erken örnekleri Selçuklular dönemine kadar gitmektedir ve genellikle bu dönemde ortaya çıktıkları
düşünülmektedir. Ancak kervansarayın işleyiş amacına benzer
yapıların Orta Asya’da doğup
İran’da geliştiğini ve Anadolu Selçukluları zamanında son şeklini
aldığını söylememiz mümkündür.1
Kervansarayların Orta Asya’daki en erken örneklerine ribat adı verilmektedir.
Ribat; Arapça “RBT” kökünden gelmekte olup çoğulu “RUBUT”tur. Rubut,
“bağ, nizam, düzenleme”
gibi anlamlara gelmektedir. Herhangi bir istilada
sınır ve karakollarda ülkeyi korumak için nöbet
tutan askerlere, sınır boylarında askerlerin ikamet
ettikleri kışla ve karakollara ve at sürüsüne de ribat
denmektedir.2
lerin yaptırdığı ilk kervansaray
olarak geçmektedir. Saray olduğu
düşünülen bir yapı ile birlikte bir
kale duvarı içinde yer almaktadır.
Tamamıyla kerpiçten ve iki katlı
olup üzeri tuğla ile kaplıdır. Günümüzde taç kapısı5 ve cephe duvarı görülmektedir. Duvarların üst
kısmında yer alan kitabesi, Farsça kûfi yazı ile yazılmıştır.6
961-1187
yılları
arasında
Hindistan’ın kuzeyi ve Horasan’da
hüküm sürmüş Türk devleti Gazneliler’in yapmış olduğu
Ribat-ı Mahi (1019-1020) en eski
ribat örneklerindendir. Günümüzde Afganistan Serahs yolu üzerinde bulunan bu yapı tuğladandır
ve kare planlıdır. Dış sur üzerinde
köşe kuleleri ve sur boyunca devam eden payandalar mevcuttur.
Girişi taç kapılı olup yapının çeşitli
mekanlarında bitkisel dolgulu geometrik süslemeler ve çiçekli kûfi
yazılar vardır. Yapının en dikkat
çekici özelliği daha XI. yüzyılda
eyvan-kubbe birleşimini sağlamış
olmasıdır. Ribat-ı Çahe olarak da
adlandırılan yapı Meşhed Çayı3
kenarındadır.4
Büyük
Selçuklular’a
baktığımızda onların Gazneliler ve
Karahanlılar’ın geliştirdikleri kervansaray mimarlığına önemli bir
yenilik getirmediklerini söylemek
mümkündür. Büyük Selçuklular
tarafından inşa edilen en görkemli
kervansaray Ribat-ı Şerif’tir.
Buhara-Semerkant yolu üzerinde
yer alan Ribat-ı Melik ise 1074
tarihinde Karahanlılar tarafından
inşa edilmiştir ve Müslüman Türk-
1114-1115 tarihlerinde yapılmış
olup eyvanlardan birindeki yazıtta Sultan Sencer ve karısının
ismi geçmektedir.7 Kareye yakın
bir ana yapı ve bunun önünde
dikdörtgen bir bölümden meydana gelmiş iki avlulu bir kervansaraydır. Dıştan yalın görünse de
içten alçı ve tuğla bezemelerle
donatılmıştır.
Emevi dönemine (661-750) baktığımızda ise kare planlı, tek taç
kapılı, iç avlulu ve ön tarafında
hayvanlar için bir bölme bulunan
kervansaraylar kullanılmış ancak
* Eskiçağ tarihçisi, Rehber, Ege Üniversitesi Çeşme Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu, Turizm Rehberliği Bölümü.
46>47 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
MEDIEVAL HOTELS
A BRIEF OVERVIEW OF THE CARAVANSERAIS
OF THE SELJUK PERIOD IN ANATOLIA
Aksaray Sultan Han Mescidi / Masjid of Aksaray Sultan Khan
Res. Asst. Sevgul CILINGIR*
The earliest examples of caravanserais in Anatolia go back to the
Seljuk period and generally are
thought to occur during this period. However, it is possible to say
that structures similar to the functioning purpose of caravanserais
emerged in Central Asia, evolved
in Iran, and took their final shape
during the period of the Anatolian
Seljuks.1
The earliest examples of
caravanserais in Central
Asia are called Ribat. The
origin of Ribat is “RBT”
in Arabic, and its plural is
“RUBUT.”
Rubut has the meanings
such as “bond, order, arrangement.” The troops
that stand guard on the
borders and guardhouses
to protect the country during any invasion, the barracks and guardhouses
where the troops reside
along the borders, and
the horse herds are also
called Ribat.2
The Ribat-i Mahi (1019-1020)
built by the Ghaznavids, the Turkish state which ruled in the North
of India and Khorasan between
961-1187, is one of the oldest examples of Ribat. This structure,
which is located on the Afghanistan Sarahs road today, is made
of brick and is square planned.
There are corner towers on the
outer walls, and there are buttresses along the walls. The entrance is a crown gate, and there
are herbal-filled geometrical decorations and floral Kufi inscriptions
in various places of the structure.
The most remarkable feature of
the structure is that it has provided a combination of iwan-dome
even in the XIth century.3, 4
The structure, which is also called
Ribat-i Cahe, is near the Mashhad
River.
And Ribat-i Malik, which is located
on the road of Bukhara-Samarkand, was built by the Karahans
in 1074, and it is referred to as
the first caravanserai built by the
Muslim Turks. It is located within
the castle walls together with a
structure thought to be a palace.
It is entirely of adobe, two-storey,
and it is covered with bricks. Today, its crown gate5 and front wall
can be seen. Its inscription located in the upper part of the walls is
written in Persian Kufic.6
When looked at the Great Seljuks,
it is possible to say that they did
not bring a major innovation to
the caravanserai architecture developed by the Ghaznavids and
Karahanids.
The most glorious caravanserai
built by the Great Seljuks is Ribat-i Sharif. It was built between
1114-1115, and the names of Sultan Sanjar and his wife pass in the
inscription on one of the iwans7. It
is a caravanserai with two courtyards, consisting of a main structure close to square and a rectangular section in front of it.
Although it looks simple from
the outside, it has plaster and
brick decorations on the inside.
And when the Umayyad period
(661-750) is considered, squareplanned, single crown-gated cara-
* Ancient historian, Tour Guide, Ege University, Cesme School of Hospitality and Tourism, Department of Tourism Guidance.
Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels
Aksaray Sultan Han / Aksaray Sultan Khan
Abbasiler döneminde (750-1258)
kervansaray yapı tipi giderek kaybolmuştur.
Ribatlar, ilk Türk devletlerinde sınırlarda askeri amaçlı yapılan güvenli yapılardır. İslam dünyasının
her tarafından cihad yapmak, muharebelere katılmak için sınırlara
gelip bu müstahkem yapılarda
kalan kişiler vardı. Sınırlarda ve
savaş esnasında sığınılması için
kritik güzergâhlarda kurulan bu
yapıların içinde, yatacak ve yiyecek yerleri, silah depoları, ambarlar, mescid, hamamlar ve ahırlar
bulunurdu. Böylece, düşmana
karşı savaşmak için gelen askerlerin her türlü ihtiyacı karşılanırdı.
Ribatlar zamanla farklı bölgelere de yayılmış ve zaviye, tekke,
hankâh gibi şeyh ve dervişlerin
kaldıkları yerlere dönüşmüştür.8 Arap coğrafyacıları, yalnız
Maveraünnehir’de 10000 adet ribat bulunduğunu belirtmişlerdir.9
Ribatların devamı niteliğindeki
kervansaray kelimesi ile han kelimesi sık sık birbirine karıştırılan
terimlerdir. Han; Farsça “hâne”
sözcüğünden bozma olup, yerleşim merkezlerinde veya kervan
yolları üzerinde yolcu, tüccar ve
misafirlerin konaklamaları için inşa
edilen yapılara verilen isimdir.10
Selçuklular, Anadolu’da fethettikleri her şehirde imar faaliyetlerine
girişiyor ve hanlar inşa ediyorlardı. Özellikle önemli ticaret yolları
üzerinde yer alan şehirlerde han
sayısı fazla idi. Örneğin; Sivas,
Kayseri ve Konya. Bu hanlar tüccarların cinsine ve ihtisasına göre
ayrılmıştır. Örneğin; Pamuk hanı,
Bezzazlar Hanı, Şekerciler Hanı,
Saraçlar Hanı gibi ticaret yapan
tüccarları barındıran hanlar bulunmaktadır.11
Kervansaray, Farsça “kârban”
kelimesinden gelmektedir.
Yolcunun konduğu ve gecelediği yer anlamındadır.
Kârbansaray ise tüccarın
oturduğu ve iş gördüğü
yere verilen isimdir.12 Peki
sıklıkla karıştırılan han ve
kervansaray arasındaki
48>49 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
fark nedir? Kervansaray,
daha çok uzak şehirler
arasındaki ıssız yerlerde
ve ticaret yolları üzerinde
yapılmış olan konaklama
yerlerine, han ise meskûn
yerlere yakın ve şehir içinde aynı vazifeyi gören binalara verilen isimdir.13
Ortaçağ’da seyahat etmek zor,
tehlikeli ve aynı zamanda da yavaş ilerleyen bir işti. Ancak yine
de insanlar ticaret yapmak, hac
ziyaretinde bulunmak ya da birbirlerinden haber almak için seyahat
ediyorlardı. Seyahat edenlerin yol
üzerinde yakalanma, yağmalanma ve köle edilme riski her zaman
vardı. Tüccarlar ise tartışılmaz bir
biçimde en büyük riski alanlardı.
Bu kişilerin, hayati tehlikesinin olmasının yanında, taşıdıkları malların da yağmalanma riski vardı.
Bu dönemde yaşayan kişiler, tüm
bu tehditleri en aza indirmek için
gruplar halinde seyahat etmiş-
vanserais with an interior courtyard
and with a section in the front for
the animals have been used, but
the caravanserai type of structure
has gradually disappeared during
the Abbasid period (750-1258).
The Ribats are secure structures
built for military purposes on the
borders in the first Turkish states.
There were people who came to
the borders to make jihad and
participate in battles from all over
the Islamic world, and who stayed
in these fortified structures. There
were places to sleep and eat,
weapons depots, warehouses,
masjids, baths and stables inside
these structures which were built
on borders and critical routes to
take shelter during wartime. Thus,
all kinds of needs of the soldiers
who came to fight against the enemies were met.
The Ribats have spread also to
different regions in time, and have
been transformed into places
where the sheikhs and dervishes
stayed such as zawiyas, lodges,
and hankahs.8
The Arabic geographers have
stated that there were 10,000 Ribats only in Transoxiana.9
The word caravanserai which is a
continuation of the ribats and the
word khan are terms which are
often confused with each other.
Khan is a disrupted version of the
Persian word “Hana,” and it is a
name given to the structures built
in residential centers or on the
caravan routes for the accommodation of the passengers, traders
and guests.10
The Seljuks used to reconstruct
all of the cities they conquered in
Anatolia, and build khans. Especially, there was a high number
of khans in the cities located on
major trade routes. For example;
Sivas, Kayseri, and Konya. These
khans were divided according to
the types and specializations of
the traders. For example, there
were khans which accommodated traders such as Cotton Khan,
Drapers Khan, Sugar Merchants
Khan, and Saddlers Khan.11
Caravanserai comes from
the Persian “Karben”
word. It means the place
where the passenger arrives in and stays overnight. And Karbenserai
is the name given to the
place where the trader
resides and does business.12 So, what is the
difference between khan
and caravanserai which
are often confused with
each other? Caravanserai
is the name given rather
to the accommodations
built in desolate places
between remote cities
and on the trade roads,
whereas khan is the name
given to the buildings that
serve for the same purpose close to built-up areas and in the city.13
It was a hard, dangerous and at
the same time a slow business
to travel in the Middle Ages. But
still the people travelled for trade,
pilgrimage or communication with
each other. There was always the
risk of being caught, plundered
and made slave on the routes for
the passengers.
And the traders were unquestionably the ones who were in the
greatest risk. Besides the danger
of life, there was the risk of plundering of the goods they carried.
The people who lived in this period
travelled in groups to minimize all
of these threats. They were called
caravan in Islamic countries, and
the places where they stayed
were called caravanserai.14
Of course, it is not a new situation
that there are caravanserais on the
roads passing through the Anatolian territories. The earliest examples of caravanserais were found in
the time of the Assyrian traders who
came to the region in the 18th century B. C., the lands on which trading
had been done for centuries.
While the traders brought tin, lapis
lazuli , ayartum mine, ivory, antelope teeth and bones, mirrors,
spices, combs, woven fabrics
and a variety of ornaments from
Assyria, they bought gold, silver,
grains, copper and wool from
Anatolia.16
There were markets called
“karum” right near the Anatolian
centers trading with Assyria.
And there were “wabartums”
on the trade routes which were
built for the accommodation of
smaller scale traders, and at
the same time which were small
centers. It is estimated that there
were a number of 30 of them. It
is known that Kanesh, which was
unearthed during the excavations
made in Kayseri,Kultepe, was
used as a karum center. In this
period, there were several different trade routes going to the
central Kanesh karum through
Cukurova. The Assyrian traders
used various routes seperating
from Carchemish (Gaziantep) in
Anatolia after departing from their
countries.17
The first of them was the route
which passed through Samsat
(Adiyaman) and Malatya, and
was northbound. And another
route was heading to the north
east after Carchemish, passing
near Maras and Goksun, and
reaching Kanesh. Again there
was another route heading to the
west after coming to Carchemish,
and leading to Kanesh. Finally,
there was a route heading to west
from Carchemish, heading to the
north east right from the north of
the Salt Lake after coming up to
Nigde, and leading to Kanesh.18
Of course, it is not surprising to
see that all of these routes were
also used in the period of the Anatolian Seljuks almost in the same
way.
When we look at the ancient
times, there are the “kastrums”19
of the Romans and the buildings
Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels
Alay Han / Alay Khan
lerdir. İslam ülkelerinde bunlara
seyyare, kâfile ya da kervan deniyordu. Bunların konakladıkları
yerlere ise kervansaray adı veriliyordu.14
Anadolu toprakları üzerinden geçen yollarda kervansaraylar olması, şüphesiz yeni bir durum değildir. Üzerinde yüzlerce yıldır ticaret
yapılan bu topraklarda, kervansarayların en erken örneklerine MÖ
18. yüzyılda bölgeye gelen Asurlu
tüccarlar zamanında rastlanmaktadır. Tüccarlar, Asur’dan kalay,
lapis lazuli15 , ayartum madeni, fil
dişi, antilop dişi ve kemikleri, ayna,
baharat, tarak, dokuma kumaşları
ve çeşitli süs eşyaları getirirken,
Anadolu’dan altın, gümüş, tahıl,
bakır ve yün alıyorlardı.16
Asurla ticaret yapan Anadolu
merkezlerinin hemen yanında
“karum” adı verilen pazarlar bulunurdu. Ticaret yolları üzerinde ise,
daha küçük çaplı tüccarların konaklamaları için yapılmış ve aynı
zamanda küçük merkezler olan
“wabartum”lar bulunurdu. Bunların sayılarının 30 kadar olduğu
tahmin edilmektedir.
Kayseri-Kültepe’de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Kaneş’in,
karum merkezi olarak kullanıldığı
bilinmektedir. Bu dönemde merkez Kaneş karumuna Çukurova üzerinden giden birkaç farklı
ticaret güzergâhı vardı. Asurlu
tüccarlar ülkelerinden hareket ettikten sonra Anadolu topraklarındaki Karkamış’tan17 (Gaziantep)
ayrılan çeşitli güzergâhları kullanmışlardır. Bunlardan ilki Samsat
(Adıyaman) ve Malatya’dan ge-
çerek kuzeye yönelen yoldur. Bir
diğer yol ise Karkamış’tan sonra
kuzey doğuya yönelerek Maraş
ve Göksun yakınlarından geçerek Kaneş’e varmaktaydı. Yine
Karkamış’a kadar gelindikten
sonra batıya yönelen ve Kaneş’e
uzanan bir yol da mevcuttu. Son
olarak ise Karkamış’tan batıya yönelen ve Niğde’ye kadar geldikten
sonra Tuz gölünün hemen kuzeyinden kuzey doğuya yönelerek
Kaneş’e uzanan bir güzergâh da
vardı.18
Tüm bu güzergâhların hemen hemen aynı şekilde Anadolu Selçuklular döneminde de kullanıldığını
görmek şüphesiz şaşırtıcı değildir.
Antik
döneme
baktığımızda
Romalılar’ın “kastrumları”19 ve
Bizanslılar’ın da yollarda geceleyenler için yaptırdıkları binalar
vardır fakat bunların günümüze
ulaşan bir örneği yoktur. Kırgızistan ve Kazakistan’daki kaleler de
kervansaraylara benzerlikleriyle
dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak dünyanın
her yerinde çeşitli zaman
dilimlerinde
yolculara
hizmet eden yapılar vardır. Fakat bunlar özellikle
Selçuklular döneminde
yoğunlaşmakta ve Orta
Asya’dan
Anadolu’ya
kadar uzanan kuşakta
önemli bir yapı tipi olarak
karşımıza çıkmaktadır.
50>51 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Anadolu Selçuklular’daki ilk kervansarayın, II. Kılıçarslan döneminde Konya-Beyşehir yolu
üzerinde yapılan Altunapa Hanı
olduğu öne sürülmektedir. Ancak
bu kervansarayın kalıntıları günümüze ulaşmamıştır.20
II. Kılıçarslan Miryakefalon’da21
Bizanslılar’ı yendikten ve Danişmend Beyliği’ne son verdikten
sonra Orta Anadolu’daki ilk Selçuklu kervansarayını inşa ettirmişti. II. Kılıçarslan’ın bu girişiminden
sonra bölgedeki ticari faaliyetlerin
artmasının da etkisiyle Selçuklu
hükümdarları kervansaray yapımına önem vermişlerdir. Bu
yapıların Anadolu’daki sayısının
artmasında bazı Selçuklu hükümdarlarının diğerlerine nazaran
daha önemli bir rol oynadığını
söylemek mümkündür.
Bu hükümdarlardan ilki 1205-1211
yılları arasında sultanlık yapmış
olan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’dir.
Antalya’yı İznik Rumları’nın desteğiyle aldıktan sonra burada
önemli bir ticaret kolonisi kurmayı
amaçlamıştır. Keyhüsrev, kervanlara önemli vergi indirimleri getirmesi ve Selçuklu topraklarında
yaşanacak herhangi bir hırsızlık
olayında kervanın mallarının devlet tarafından karşılanacağını duyurmasıyla dikkat çekmektedir.
Antalya’nın
ele
geçirilmesi,
Selçuklular’ın ilk kez açık denizlere ulaşmaları anlamına geliyordu.
Bu kuşatmadan sonra Venedikliler ve Kıbrıs kralı ile de ticaret
anlaşmaları yapılmıştır. İçeride
ve dışarıda alınan tedbirlerle Anadolu daha Keyhüsrev zamanında
built by the Byzantines for those
who spend the night on the roads,
but there are no extant examples
of them. And the castles in Kyrgyzstan and Kazakhstan are noted by their similarity to the caravanserais.
As a result, there have
been structures serving
the passangers all over
the world in various times.
However, they tend to
intensify especially during the Seljuk period, and
emerge as an important
type of structure in the
zone extending from Central Asia to Anatolia.
It is proposed that the first caravanserai of the Anatolian Seljuks
is the Altunapa Khan built on the
Konya-Beysehir road during the
reign of Kilicarslan II. However,
the ruins of this caravanserai
have not survived until today.20
Kilicarslan II had built the first
Seljuk caravanserai in Central
Anatolia after defeating the Byzantines in Myrakefalon21 and putting an end to the Principality of
Danishmend. After this initiative
of Kilicarslan II, the Seljuk rulers
gave importance to the construction of caravanserais also with
the effect of increase of the commercial activities in the region.
It is possible to say that some
Seljuk rulers played a more important role than the others in the
increase in the number of these
structures in Anatolia.
The first of these rulers was
Kaykhusraw I who made sultanate between the years 12051211. After conquering Antalya
with the support of the Greeks
of Nicaea, he aimed to establish
an important trade colony here.
Kaykhusraw is noteworthy for
bringing significant tax reductions
to the caravans and announcing that the goods of the caravan
would be met by the state in the
event of any thefts taking place in
the territories of the Seljuks. The
conquering of Antalya meant the
Seljuks’ reaching the open seas
for the first time. After this siege,
trade agreements were made
also with the Venetians and the
king of Cyprus. Anatolia had become an international trade and
transit-pass country even at the
time of Kaykhusraw with the measures taken inside and outside.
Kaykhusraw also bears the title of
“Sultan-ul Ber ve’l-bahr,” i.e. “the
sultan of sea and land.” 22
Kaykaus I, who came to the throne
after Kaykhusraw and ruled the
Seljuks between 1211-1220, conquered Sinop which was an important port for the Black Sea, and
made several agreements with
the Venetians and Cypriots. The
immigration rights and freedom of
movement of the traders and tax
reductions constitute the general
subject matter of these agreements. These applications were
meant to impress the Western i.e.
European traders.
They stated that tax no more than
2% would be taken from the traders of these countries, that they
had the right of freedom to travel
in the country, and that they would
be protected during trade and
travel.23
Another Seljuk ruler who came
to the throne after Kaykaus I and
who had a major contribution in
the construction of caravanserais
was Alaaddin Kayqubad. Kayqubad, who was one of the most
important Seljuk sultans and who
was seated on the throne between
1221-1237, conquered the city of
Kalonoros and named it Alaiyye
with a reference to his own name.
This city was one of the most important ports of the Seljuks from
the date of conquering. It is known
that the sultans used this city to
spend the winter months later on.
Kayqubad also provided a kind
of commercial insurance for the
traders. In his time, the caravan
routes were expanded and improved, and the largest caravanserais were built. It is suggested
that 31 caravanserais were built
during the reign of Kayqubad.24
Thanks to these efforts of
the Seljuk sultans, trading
became the most important business in the Anatolian territories, and about
200 caravanserais were
built in the country, especially on the trade routes.
After the War of Kosedag in 1243,
the Seljuks were defeated by the
Mongols, the political unity of Anatolia was corrupted, no peace and
security were left in the country,
and the economic and commercial life had stagnated. This negative trend affected also the caravanserais, and they gradually lost
their glory in the Seljuk period.
Trade Routes in Anatolia during the Seljuk Period
The routes in the Seljuk period
mostly followed the routes which
were built during the Roman Empire and repaired during the reign
of Iustianos. The facts that Konya
became the capital city and Kayseri and Sivas gained weight as
urban centers were influential in
shaping the transition route of
these roads. In addition, the facts
that Sinop, Antalya and Alanya
were included in the territories of
the Anatolian Seljuks and these
cities were used as port cities
played an active role in drawing
the roadmap of the period.
The trade routes connecting the
cities to each other and to the outside were as follows during the
Seljuk period in Anatolia;
1.A road coming from the Antalya-Alaiyye ports heading to the
North reached Iran and Georgia
through Aksaray, Kayseri, Sivas,
Erzincan, and Erzurum,
2.A branch of the road above
seperating from Sivas reached
Baghdad and Basra through
Malatya, Diyarbakir, Mardin, and
Musul,
3.A road seperating from Konya
reached Damascus through Karaman, Marash, and Aleppo,25
Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels
İncir Han / Incir Khan
milletlerarası bir ticaret ve transit
geçiş ülkesi haline gelmiştir. Keyhüsrev ayrıca “Sultan-ül Ber ve’lbahr” yani “denizin ve karanın sultanı” unvanını da taşımaktadır.22
Keyhüsrev’den sonra tahta geçen ve 1211-1220 yılları arasında Selçuklular’ı yöneten I. İzzeddin Keykavus da Karadeniz için
önemli bir liman olan Sinop’u
ele geçirmiş ve Venedik ve Kıbrıslılarla çeşitli anlaşmalar yapmıştır. Bu anlaşmaların genel
konusunu tüccarların göç hakları, hareket özgürlüğü ve vergi
indirimleri oluşturmaktadır. Bu
uygulamalar, Batılı yani Avrupalı tüccarları etkilemek içindi. Bu
ülkelerin tüccarlarından %2’den
fazla vergi alınmayacağını, ülkede seyahat serbestliği haklarının
olduğunu ve ticaret ve seyahat
sırasında koruma altında olacaklarını bildirmiştir.23
I. İzzeddin Keykavus’tan sonra
tahta çıkan ve kervansarayların
inşa edilmesinde büyük katkısı
olan bir diğer Selçuklu hükümdarı ise Alaeddin Keykubad’tır.
Selçuklu sultanlarının en önemlilerinden olan ve 1221-1237 yılları
arasında tahtta oturan Keykubad,
Kalonoros kentini alarak buraya
kendi ismine atfen Alaiyye adını
vermiştir. Burası alındığı tarihten
itibaren Selçuklular’ın en önemli
limanlarından biri olmuştur.
Sultanların daha sonraları bu
şehri, kış aylarını geçirmek için
kullandıkları bilinmektedir. Keykubad, ayrıca tüccarlara bir çeşit
ticari sigorta da sağlamıştır. Onun
zamanında, kervan yolları genişletilmiş ve geliştirilmiş, en büyük
kervansaraylar inşa edilmiştir.
Keykubad döneminde 31 adet
kervansaray inşa edildiği öne sürülmektedir.24
Selçuklu sultanlarının bu
çabaları sayesinde Anadolu topraklarında ticaret
en önemli uğraş haline
gelmiş ve ülkede, özellikle
ticaret yolları üzerine yaklaşık 200 adet kervansaray yapılmıştır.
1243 Kösedağ Savaşı sonrasın-
52>53 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
da Selçuklular Moğollara yenilmiş
ve Anadolu’nun siyasi birliği bozulmuş, ülkede huzur ve güven
kalmamış, iktisadi ve ticari hayat
durgunlaşmıştır. Bu olumsuz gidişattan kervansaraylar da nasibini
almış ve Selçuklu dönemindeki
görkemini giderek kaybetmiştir.
Selçuklular Dönemi’nde
Anadolu’da Ticaret Yolları
Selçuklu dönemi yolları, ağırlıklı
olarak Roma İmparatorluğu zamanında yapılan ve Iustianos
döneminde tamir edilen yolları
izliyordu. Konya’nın başkent olması, Kayseri ve Sivas’ın kentsel
merkez olarak ağırlık kazanması
bu yolların geçiş güzergahının şekillenmesinde etkili olmuştur. Ayrıca Sinop, Alanya ve Antalya’nın
Anadolu Selçuklu topraklarına katılması ve bu kentlerin birer liman
kenti olarak da kullanılması dönemin yol haritasının çizilmesinde
aktif rol oynamıştır.
Anadolu’da Selçuklu döneminde
şehirleri birbirine ve dışarıya bağlayan ticaret yolları şu şekildedir;
1. Kuzeye doğru yönelen Antal-
…


 ­€‚­­­ ­
‚­ ƒ‚
„€­­
ARO Cafe Treffpunkt
Cumhuriyet Meydaný
Tel: (242) 241 75 45
Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels
Fonksiyon ağırlıklı tipolojiye
göre ise;
1. Yalnız barınak kısmı olan kervansaraylar ve
2. Barınak ve hizmet kısmı olan
kervansaraylar olarak sınıflandırılmaktadırlar.28
Sultan Hanı Mescidi, Kayseri
Masjid of Sultan Khan, Kayseri
ya-Alaiyye limanlarından gelen
bir yol, Konya üzerinden Aksaray,
Kayseri, Sivas, Erzincan, Erzurum
üzerinden İran ve Gürcistan’a,
2. Yukarıdaki yolun Sivas’tan ayrılan bir kolu Malatya, Diyarbakır,
Mardin, Musul üzerinden Bağdat
ve Basra’ya,
3. Konya üzerinden ayrılan bir yol
Karaman, Maraş, Halep üzerinden Şam’a,25
4. Konya, Aksaray, Kayseri üzerinden gelen bir yol Tokat, Amasya üzerinden Sinop’a,
5. Antalya, Alaiyye’den gelen bir
yol da Konya’da batı yönüne ayrılarak İstanbul ve Batı Anadolu
vadilerine ulaşmaktadır.
Ticaretin, yukarıda bahsedilen
güzergâhlar üzerinde bulunan Antalya, Alanya, Antakya, Konya, Karaman, Isparta, Afyon, Eskişehir,
İznik, Sinop, Samsun, Tokat, Kayseri, Sivas, Malatya, Diyarbakır,
Bitlis ve Van gibi şehirlerde diğer
kentlere nazaran çok daha canlı
olduğunu söylemek mümkündür.26
Kervanlar, bu yollar üzerinde 8-9
saatlik ortalama günlük yolculuklarında 30-40 km arasında mesafe katedebiliyorlardı.27
Selçuklu Kervansaraylarının
Mimari Yapısı ve İşleyişi:
Ele geçen belgelere göre
kervansaraylar sığınak,
zaviye, hapishane ve kale
gibi çeşitli amaçlar için
kullanılmışlardır.
Fakat
asıl işlevleri, kervan yolları
üzerinde geceleri emniyeti sağlayacak menzil barınağı olmaktır.
Yola çıkan kervanların ilk aradığı
şey emniyet ve barınma olduğu
için kervansaray inşaatında yapılan ilk bölüm kapalı bölümdür.
Ancak kervansarayların birçoğu
kapalı ve açık bölümlerden oluşmaktadır.
Çünkü insanlar eğer olanak varsa hayvanlardan ayrı bulunmayı,
özellikle develerle birlikte yatmamayı tercih etmiş olmalıdırlar.
Yalnızca kapalı bölümden oluşan
bir kervansaray ise ya ekonomik
olanakların sınırlı olduğu erken
dönemlerde ya da özel koşullara
bağlı olarak inşa edilmiştir. Örneğin; Antalya Korkuteli’nde bulunan
Evdir Han iklim sebebiyle avlusuz
olarak inşa edilmiştir.
Selçuklu kervansarayları temelde
3 genel tipe göre ayrılmışlardır:
1. Yazlık denilen avlulu kervansaraylar,
2. Kışlık denilen avlusuz kervansaraylar,
3. Her iki türün birleşmesinden
oluşan karma kervansaraylar.
54>55 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Kervansarayın kapalı bölümüne
eğer avlu varsa sadece at, katır
ve insan girebiliyordu. Yolcular
taş ya da ahşap sekiler üzerine
atılan kilim ya da saman üzerinde
yatarken, atlarını da karşılarına
bağlıyorlardı. Bu kapalı bölümlerin ısınması insan ya da hayvanların ısısı ile oluyordu. Buranın
pencereleri yerden 3-4 metre
yüksekte ve mazgallar şeklinde
olduğundan kışın karın, yazın ise
güneşin girmesini büyük oranda
engelliyordu.
Kervansaraylar tek katlı olmalarına rağmen yüksek yapılardır. Dış
sur üzerine yapılan payandalar bu
yapılara bozkırda küçük bir kale
görüntüsü vermektedir.
Kervansarayların kapalı kısımları
genellikle bazilikal planlı olup açık
kısımlarının mimarisi değişmektedir. Bu yapılar, cami ve medreselerde görülen kesme taş kaplama
arasında moloz dolgu olarak inşa
edilmiş olup üzerleri genellikle
toprak örtülüdür.
Kervansarayların giriş kısmına
baktığımızda ise tek taç kapılı
olduklarını görüyoruz. Kapılar güneş batınca kapanır, doğunca açılırdı. Sabah kapı açılmadan önce
kervan görevlisi kayıp eşya ve çalınma riskine karşı, herkesin malının ve eşyalarının tam olduğunu
teyit ederdi. Giriş kapıları sıklıkla
ahşap ya da demirden yapılırdı,
özellikle demir kapıların kaynaklarda sık sık vurgulanmasından
bunların ayrı bir önemi olduğu anlaşılmaktadır.
Kervansarayların kapalı bölümlerinin girişinde de taç kapılar kullanılmıştır. Bu da bize ilk olarak
yapılan kapalı kısımların gerektiğinde bitmiş bir yapı gibi hizmet
ettiğini göstermesi bakımından
önemlidir. Bu kapılarda işlevsellik
ön planda olduğundan süsleme
4.A road coming from Konya,
Aksaray, Kayseri reached Sinop
through Tokat and Amasya,
5. And a road coming from Antalya,
Alaiyye reached Istanbul and the
Western Anatolian valleys by seperating towards the west in Konya.
It can be said that trading was
much more lively in the cities on
the routes mentioned above such
as Antalya, Alanya, Antakya,
Konya, Karaman, Isparta, Afyon,
Eskisehir, Iznik, Sinop, Samsun,
Tokat, Kayseri, Sivas, Malatya,
Diyarbakir, Bitlis and Van than the
other cities.26 The caravans could
span a distance of 30-40 kms in
their average daily travels of 8-9
hours on these routes.27
Architectural Structure and
Functioning of the Seljuk Caravanserais
According to the documents
obtained,
the
caranserais were used for
various purposes such as
shelters, lodges, prisons
and fortresses. However,
their real function was to
be a range shelter to ensure safety on the caravan routes at night.
As the first thing that the caravans which started out sought was
safety and shelter, the first section
made in the construction of caravanserai was the closed section.
However, most of the caravanserais consist of closed and open
sections. Because, the people
must have preferred to stay away
from the animals, and especially
not to sleep with the camels, if possible. And a caravanserai which
consists of only a closed section
was built either at an early stage
when the economic opportunities
were limited, or by depending on
specific conditions. For example;
the Evdir Khan in Antalya, Korkuteli was built without courtyard
due to the climate.
The Seljuk caravanserais are ba-
sically divided into three general
types:
1.Caravanserais with courtyard
which are called summerhouses,
2. Caravanserais without courtyard
which are called winterhouses,
3. Composite caravanserais formed
by the combination of both types.
And they are classified as follows
according to functional typology;
1.Caravanserais with only shelter section, and
2.Caravanserais with shelter and
service sections.28
If there was a courtyard, only horses, mules and people could enter
the closed section of the caravanserai. While the passangers
lied on rugs or hay thrown upon
the stone or wood benches, they
tied their horses in front of them.
The heating of these closed sections was provided by the heat
of people or animals. As the windows were 3-4 meters high and in
the shape of gratings, they greatly
hindered the entry of snow in winter and sun in summer.
Although the caravanserais are
single storey, they are high structures. The buttresses on the outer
walls give the appearance of a
small castle in the steppe. The
closed sections of the caravanserais are usually basilica-planned,
and the architecture of the open
sections varies. These structures
are built as rubble filling among
cut stone covering as seen in
mosques and madrasas, and they
are usually covered with soil.
And when we look at the entrance
section of caravanserais, we see
that they are single crown gated.
The gates were closed after sunset, and opened after sunrise. In
the morning, the caravan guard
acknowledged that everyone’s
goods and possessions were
complete against the risk of lost
property and theft before the gate
was opened. The entrance gates
were often made of wood or iron,
and as especially iron gates are
frequently emphasized in the
resources, it is understood that
they has a seperate importance.
Crown gates are also used in the
entrance of the closed sections of
caravanserais.
And it is important in terms of
the fact that it shows us that the
closed sections built first served
as a completed structure when
necessary. As functionality is in
the forefront in these gates, ornamental forms are not seen very
often. The decorations are limited
to the common crown gate decorations of the period.29
The caravanserais could
provide shelter for small
military units of 500-1000
soldiers and caravans of
100-200 camels we often see in the period they
were built. At the same
time, the accommodations
of armies of thousands
of soldiers were realised
near these structures.
While the soldiers usually accommodated on the outside of
the structure when the caravanserais would be used for the accommodation of the army, the
commanders and elite fighters accommodated inside. Besides their
military importance, the caravanserais were built for basically two
important reasons:
1.To provide safe accommodation places for the caravans carrying precious commercial goods
to protect them from the enemy
soldiers near the border, and looters and bandits,
2. To provide all kinds of needs of
the passangers at the places where
they landed or stayed overnight.30
There were two types of applications in the caranserais in terms
of accommodation. Accommodation was free of charge up to three
days in the khans with a foundation. The care and treatment of
the patients and poor coming here
were also provided.31
Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels
lunmaktaydı. Genellikle avlunun
girişinin kenarında kervansaray
idarecisi, muhafızlar ve hizmetliler
için odalar bulunurdu.
Sultanhanlar ve Ağzıkarahan gibi
çok büyük hanlarda avlunun ortasına, mescit olarak kullanılmak
üzere altı genelde boş, bir ya da
iki katlı köşk yapılmıştır. Karatay
Han gibi bazı kervansaraylarda
ise mescit olarak, avludan girilen
kubbeli bir oda tahsis edilmiştir.
Sultan Han, Kapalı Bölüm / Sultan Khan, Covered Section
formları çok sık görülmemektedir.
Bezemeler dönemin genelgeçer
taç kapı bezemesi ile sınırlıdır.29
Kervansaraylar yapıldıkları dönemde sık gördüğümüz 500-1000 kişilik
küçük askeri birliklere
ve 100-200 develik kervanlara barınma imkanı
sağlayabiliyorlardı. Aynı
zamanda binlerce kişilik
orduların konaklamaları
da bu yapıların yakınında
gerçekleşmiştir.
Kervansaraylar, ordunun konaklamasında kullanılacağı zaman genellikle askerler yapının dışında
konaklarlarken, kumandanlar ve
seçkin savaşçılar ise içeride ikamet etmişlerdir. Selçuklu kervansarayları askeri önemlerinin yanında temelde iki önemli nedenle
inşa edilmekteydiler:
1. Kıymetli ticari mallar taşıyan
kervanlara sınır civarında düşman askerlerinden, yağmacı ve
eşkıyalardan koruyacak emniyetli
konak yerleri sağlamak,
2. Yolcuların kondukları veya geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmek.30
Kervansaraylarda konaklama bakımından iki çeşit uygulama mev-
cuttur. Vakıflı olan yani bir vakfiyesi bulunan hanlarda üç güne
kadar konaklama ücretsizdir. Buraya gelen hasta ve düşkün olan
kişilerin de bakımı ve tedavisi yapılıyordu.31
Aslında bir kervansarayın vereceği hizmetler kervanın gereksinimleriyle tanımlanmıştır. Boyutları
da, üzerinde inşa edildikleri yolların ticaret hacmine ve dolayısıyla
konaklayacak kervanların büyüklüğüne ve yaptıranların ekonomik
gücüne bağlı olarak saptanmış
olmalıdır. Büyük kervansaraylarda önemli konuklar, özellikle
haremleriyle gezenler için bir-iki
odalı daireler ve hamam yapılmıştır. Fakat odaların büyük bölümü
hanın hizmetlileri ile kilerlere ve
hayvanlara verilecek saman, arpa
gibi yemlere ayrılmış olmalıdır.
Kapalı bölümlerde genellikle geceleme yapılırken, hanın diğer bütün işleri avlu çevresinde görülürdü. Avluların bir cephesi tüccarlar
ve gezginler atlarıyla girebilsinler
diye serbest bırakılırdı. Üç kenarından biri tek ve çift revaklı ve tonozla örtülü olarak avluya açıktır.
Burası develik olarak kullanılmaktadır. Bu bölümün yapının dışına
penceresi bulunmaz.
Avlunun develiğin karşısına gelen
kenarında, önemli yolcular için
bir iki daire, Aksaray Sultanhan
ve Karatay Han32 gibi büyük kervansaraylarda ise hamam, erzak
depoları, mutfak, nalbant ve binek
takımı tamircileri için işlikler de bu-
56>57 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Ancak her kervansarayda mescid
olarak kullanılan bir yapının olmadığını söylemek gerekir. Bu durumu
o dönemlerde namazın cemaatle
birlikte açıkta kılınması geleneği ile
bağdaştıranlar da vardır.
Kervansarayların süslemeleri genellikle yaptıranların zenginliği ile
doğru orantılıdır. Ancak yine de
Sultanhanların bile taç kapıları dışında çok fazla bezemeye sahip
olmadıkları görülmektedir.
Selçuklular
döneminde
yapılan
kervansaraylar
vakıflarla birlikte kurulmuşlardır. Bir kervansarayın temel işlevleri ve
işleyişini sağlayan yasal
ve parasal mekanizma bu
döneme ilişkin vakfiyelerde tanımlanmaktadır.
Örneğin; Karatay vakfiyesi, yapının tamamlanmasından yedi yıl
sonra hazırlanmıştır. Bu vakfiyeye göre, çalışanların başında bir
nazır, kontrolleri yapan bir müşrif,
bir mütevelli, bir hancı, bir muzif33 , emir havayicî34 , aşhanede
bir aşçı, bir baytar, atlı bir hizmet
adamı, mescit için bir imam ve bir
müezzin kervansarayda hazır bulunmaktaydı.
Ayrıca Karatay Han’da bimarhane
olmasına rağmen görevliler arasında doktor olmaması hastalara
yalnızca gerektiğinde ilaç verildiğini göstermektedir. Kervansaraylarda uzun yolculuklardan sonra
eskiyen ayakkabıları tamir edecek
bir ayakkabı ustası ve nalbantın
bulunması da kaçınılmazdı.
In fact, the services to be given by
a caravanserai were identified by
the needs of the caravan. And its
dimensions must have been determined according to the trade volume of the routes they were built
on, thus to the size of the caravans
to acommodate and the economic
power of those who built it.
Apartments with one or two rooms
and baths were built for the important visitors, especially those travelling with their harem, in the large
caravanserais. However, the
majority of the rooms must have
been allocated for the servants of
the khan, pantries, and forages to
be given to the animals such as
straw and barley.
While the passengers stayed overnight usually in the closed sections, all of the other works of the
khan were made around the courtyard. One front of the courtyards
were left independent for the traders and travelers to enter with their
horses. One of their three sides
was single and double porched,
and open to the courtyard by being covered with vault. This place
was used for the camels. This section had no window looking on the
outside. There were one or two
apartments for important passengers on the side of the courtyard
across the place for camels, and
bath, storerooms, kitchen, and
workshops for blacksmiths and
saddle repairers in large caravanserais such as Aksaray Sultanhan
and Karatay Khan.32
There were usually rooms for the
administrators, guards and servants
of the caravanserai on the side of
the entrance of the courtyard.
In very large khans such as Sultanhans and Agzikarahan, a one
or two storey pavilion was built in
the middle of the courtyard, the
below of which was usually empty, to be used as a masjid. And in
some caravanserais such as the
Karatay Khan, a domed room entered from the courtyard was allocated as the masjid. However, it
should be said that there was not
a structure in all of the caravanserais to be used as a masjid. There
are those who reconcile this situ-
ation with the tradition to do the
prayer in the open with the congregation in that period.
The decorations of the caravanserais are usually proportional
to the wealth of those who build
them. But still it can be seen that
even the Sultanhans do not have
much decoration except for the
crown gates.
The caravanserais built
in the Seljuk period were
established together with
foundations. The legal
and financial mechanisms
providing the basic functions and operations of a
caravanserai are identified in the deeds of trust
related to this period.
For example, the Karatay deed of
trust was prepared seven years
later than the completion of the
structure. According to this deed
of trust, there were a supervisor in charge of the workers, a
spendthrift who did the controls,
a trustee, an innkeeper, a muzif33,
an “emir havayici,”34 a cook in the
kitchen, a veterinarian, an equestrian service man, and an imam
an muezzin for the masjid in the
caravanserai. In addition, the fact
that although there was a “Bimarhane” in the Karatay Khan there
was not a doctor among the officials shows that medications were
given to the patients only when
necessary. And there were inevitably a shoemaker to repair the
shoes which wore out after long
journeys and a blacksmith in the
caravanserais.
Where did the passengers
bathe? Was there a toilet?
First, as we have mentioned
above, there was not a bath to
bathe in most of the caravanserais. The researchers suggest that
the passengers usually bathed in
the bath of a village near the khan.
And considering the toilet, although there are a few structures
interpreted as toilet in the caravanserais, no structure has been
found yet formally arranged for
this function.35
What was eaten?
According to the deed of trust of
the Karatay Khan, a big loaf of
bread (1 kg), 250 gr of meat, a
dish of meal (soup), and in Friday
evenings honey halvah were given to those who accommodated
in the caravanserai.
Although it is unknown to how
many people food was given, it
can be said that food was given
to 100 people at one time, but
more crowded groups could also
be served, due to the fact that 50
large bowls, 20 copper plates, 100
big wooden bowls, 50 small wooden plates, 10 large, 5 medium, and
3 small copper pots, 2 boilers and
2 basins were dedicated as kitchen tools. There were only two food
boilers boiling in this caravanserai.
In addition, barley and straw were
provided for the animals. No bakery and baker is mentioned in the
deed of trust. Normally, it is sensible to make bread in the caravanserai, but it is thought that the
Karatay Khan provided bread from
the villages nearby. 36
There were three villages near
the Karatay Khan which were the
foundation of the khan. This arrangement was necessary for all
of the khans. Especially, these villages were needed during the accommodation of the army. At the
same time, it is known the herds
of the foundation were grazed by
the villagers around.
How Many People could Accommodate in the Caravanserais?
It is known that travelers
as well as caravans usually carrying goods accommodated in the caravanserais. Accordingly;
assuming that there were
100 horsemen in a caravan of 100 camels, a area
Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels
Ribat-ı Mahi
Yolcular nerede yıkanırdı? Tuvalet var mıydı?
kalabalık gruplara da hizmet verilmiş olabileceği söylenebilir.
Öncelikle yukarıda da değindiğimiz üzere kervansarayların çoğunda yıkanmak için bir hamam
mevcut değildi. Araştırmacılar yolcuların genellikle hanın yakınında
bulunan bir köyün hamamında
yıkandıklarını öne sürmektedirler.
Bu kervansarayda kaynayan yemek kazanı yalnızca 2 adettir. Ayrıca hayvanlara da arpa ve saman
verilmiştir. Vakfiyede ekmek fırını
ve fırıncıdan söz edilmemektedir.
Normal bir durumda ekmeğin kervansarayda üretilmesi mantıklıdır
fakat Karatay Han’ın ekmeğini
çevre köylerden temin ettiği düşünülmektedir.36
Tuvalet konusuna baktığımızda
ise, kervansaraylarda tuvalet olarak yorumlanan birkaç yapı bulunsa da biçimsel olarak bu işlev
için düzenlenmiş bir yapıya henüz
rastlanmamıştır.35
Ne yenirdi?
Karatay Han vakfiyesine göre
kervansarayda
konaklayanlara
bir büyük somun ekmek (1 kg),
250 gr karşılığı et, bir çanak yemek (çorba), Cuma akşamları bal
helvası verilirdi. Burada kaç kişiye yemek verildiği belli değilse de
50 büyük çanak, 20 bakır tabak,
100 büyük tahta çanak, 50 küçük
tahta tabak, 10 büyük 5 orta 3
küçük bakır tencere, 2 kazan ve
2 leğenin mutfak araçları olarak
vakfedilmesinden bir defada 100
kişiye yemek verildiği fakat daha
Karatay Han’ın yakınında hanın
vakfı olan 3 köy bulunmaktaydı.
Bu düzenleme bütün hanlar için
gerekliydi. Özellikle ordunun konaklaması sırasında bu köylere
ihtiyaç duyuluyordu. Aynı zamanda vakıf sürülerinin de çevrelerindeki köylüler tarafından otlatıldığı
bilinmektedir.
Kervansaraylarda Kaç Kişi Konaklayabilirdi?
Kervansaraylarda gezginlerin yanı sıra genellikle
mal taşıyan kervanların
konakladıkları bilinmektedir. Buna göre; 100 de-
58>59 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
velik bir kervanda 100 atlı
olduğunu kabul edersek,
insanlar için 100 m2, atlar
için 400 m2, develer için
ise 600 m2’lik bir alana ihtiyaç vardır.
Bu durumda orta büyüklükteki
kervansarayların hizmet verecekleri kervan büyüklüğü en çok
150 develik olabilirdi. En büyük
kervansarayın ise 300 develik bir
kervandan fazlasına hizmet edemeyeceği öne sürülmektedir.
sAnadolu’daki en büyük Sultan
Hanı’nın 3000 m2’lik bir alanı olduğunu, buna göre burada en fazla
500 kişilik bir atlı birliğin barınabileceğini söylemek mümkündür.
Kervanların Güvenliği?
Anadolu Selçuklu Devleti ticari
faaliyetleri korumak için bir takım
tedbirler alırdı. Kıymetli ürünler taşıyan kervanlara, başında
kervansâlar veya kervanbaşı bulunan askeri birlikler eşlik ederdi.
Bunlar 100 veya 200 silahlıdan
oluşabilmekteydi. Tüccarların bu
hizmete karşılık belli bir miktar
of 100 m2 was necessary
for the people, 400 m2 for
the horses, and 600 m2 for
the camels.
In this case, the size of a caravan
that medium-sized caravanserais
would serve could be with 150
camels at most. And it is suggested that the largest caravanserai
could not serve a caravan with
more than 300 camels. It can be
said that the largest Sultan Khan
in Anatolia had an area of 3000
m2, and accordingly a mounted
unit of 500 peope at most could
be accommodated here.
Safety of the Caravans?
The Anatolian Seljuk State used
to take some measures to protect the commercial activities. The
caravans carrying precious goods
were accompanied by military
troops headed by a “kervansalar.”
They could consist of 100 or 200
armed soldiers. It is known that
the traders paid a certain amount
of money for this service.
Another safety precaution was
to keep permanent troops on the
road. And there was a Rahdar or
Tutgavul meaning commander,
road guard heading these kinds of
military units.
Finally, there are 200 caravanserais in our country built during the
Seljuk period, and some of them
have survived to the present day.
It should be denoted that the caravanserais on the Denizli-Dogubeyazit route starting from our country
and extending to Asia have been
included in the Unesco Temporary
List of World Heritage since 2000.
These caravanserais and khans
are as follows; Akhan, Pinarbasi
Khan, Egridir Khan, Pinarpazari Khan, Kantarci Khan, Obruk
Khan, Oklu Khan, Sultan Khan
(Kayseri-Aksaray), Akhan, Agzikarahan, Sunnetli Khan, Sikre
Khan, Ertokus Khan, Kireli Khan,
Elikesik Khan, Kavak Khan, Kurucesme Khan, Altinapa Khan,
Sadettin Khan, Zincirli Khan, Akbas Khan, Oresin Khan, Khan
Mosque, Sultan Khan, Sahruk
Bridge Khan, Lala Caravanserai,
Gedik Khan, Latif Khan, Mugar
Khan, Cibci Khan, Pervane Khan,
Kargi Khan, Koprukoyu Khan,
Mamahatun Caravanserai, Haci
Bekir Khan.37
Ziya KAZICI, History of Islamic Civilization
and Institutions, Kayihan Publishing House,
Istanbul 1999, p.306.
1
Selami SONMEZ, “Caravanserais (KhansRibats) in the Turkish and Islamic World in the
Middle Ages”, Journal of Ataturk University
Kazim Karabekir Faculty of Education, Issue
No.15, Erzurum, 2007, 270-296.
2
It is the administrative center of the Razavi
Khorasan Province of Iran, and the second
largest city of the country. It is the name given to the river passing near this city. (http://
tr.wikipedia.org/wiki/Me%C5%9Fhed)
3
search in Turkey, Issue No.1, Ankara, 2004,
p.153; Hasan BAHAR, “The Trade Life between Anatolia-Mesopotamia at the Beginning
of IInd Millenium B. C.”, Journal of Selcuk University Institute of Social Sciences III, Konya,
1987, p.307-311.
It is the name used for lands or buildings
surrounded for military defence purposes by
the Ancient Romans. (http://tr.wikipedia.org/
wiki/Castra)
19
Osman TURAN, “Seljuk Period Deeds of
Trust-I Semseddin Altun-Aba, His Deed of
Trust and Life”, Bulletin, V.XI, Issue No.42,
1947, p.198.
20
The region near Denizli-Civril Duzbe Passage.
21
For detailed information about the period
of Kaykhusraw I, see Selim KAYA, The Seljuk
History of the Periods of Kaykhusraw I and
Suleyman Shah II, Ankara, 2006, TTK Pub.
22
23
Salim KOCA, Sultan Kaykaus I, TTK Pub.,
Ankara, 1997, p. 66-67.
4
Prof. Dr. Muhittin SERIN and Ara ALTUN,
History of Islamic Arts, ed. Prof. Dr. Muhittin
Serin, Publication of the Open Education Faculty, Publication No: 1117, Eskisehir, 2010,
p.21.
24
5
For detailed information about the crown
gate of this ribat, see Rahmi Huseyin UNAL,
Crown Gates in the Pre-Ottoman Anatolian
Turkish Architecture, E.U. Faculty of Letters
Pub., Izmir, 1982, p.20.
25
Mehmed SEKER, History of Turkish Civilization, ed. Nesimi Yazici, Eskisehir, 2005,
p.269.
26
Fugen TUNCDAG, “The Seljuk Caravanserai”, Journal of Near East, Issue No. 14,
Ankara,1966, p.11.
27
Osman TURAN, p.473.
6
Oktay ASLANAPA, Turkish Art, V. 1, National Education Publishing House, Ankara,
1972, p.96.
7
Mustafa CEZAR, City and Architecture in
the Pre-Anatolian Turks, Turkey Is Bank Publications, Istanbul, 1977, 171.
8
Osman TURAN, Seljuk Caravanserais,
Bulletin, V.X, Issue No.39, 1946, p.489.
9
Oktay ASLANAPA, p.97
10
Osman TURAN, p.473.
11
Huseyin Kazim KADRI, Turkish Dictionary
II, Istanbul, 1928, p.591.
12
Osman CETIN, Seljuk Institutions and the
Spread of Islam in Anatolia, Istanbul, 1981,
p.180.
13
Mustafa ONGE, “Caravanserais as Symbols of Power in Seljuk Anatolia”, Power and
culture : identity, ideology, representation, ed.
Jonathan Osmond and Ausma Cimdina. - Pisa
: Plus-Pisa university press, v2007, p. 51.
14
Lapis lazuli or sapphire is a type of stone
used as jewelry since ancient times. The
meaning of the word is the stone of blue or
the stone of sky. (http://tr.wikipedia.org/wiki/
Lapis_lazuli#Kaynaklar)
15
Kursat KOCAK, “Traded Goods and Taxes
during the Period of Assyrian Trade Colonies”,
Journal of Erciyes University Institute of Social Sciences, Issue No.27, Erciyes, 2009/2,
p.209-226.
16
For detailed information about Carchemish,
see Hasan PEKER, “Kingdom of Carchemish”, Arkeoatlas, Issue No.4, 2005, 34-43;
17
For detailed information about the period of
Sultan Kayqubad I, see Emine UYUMAZ, Political History of the Turkish Seljuk State during
the Period of Sultan Kayqubad I (1220-1237),
Istanbul, 2003, TTK Pub.
M. Kemal OZERGIN, The Anatolian Roads
during the Period of Anatolian Seljuks, Unpublished Doctorate Thesis, I. U., Istanbul, 1959,
p. 29-30.
Aysil Tukel YAVUZ, “The Typology of Caravanserais during the Anatolian Seljuk Period”,
Proceedings of the Seminar of the National
Seljuk Culture and Civilization IV, Selcuk University, Selcuk Research Center, Konya,April
25th-26th 1994, p.187.
28
29
For detailed information on this subject,
see Senay ASLAN, Mythological Sourced
Animal Figures in Turkish Architectural Decoration Arts (From Central Asia to the Seljuks),
Unpublished Doctorate Thesis, Marmara University Institute of Turkish Studies, Istanbul,
2005, p.56-96.
Mehmed SEKER, p.275.
30
Hilmi Z. ULKEN, “Caravan and Caravanserai”, Turkey Touring and Automobile Association Bulletin, Issue No.93, Istanbul, 1949, p.9.
31
32
For detailed information on the Karatay Khan,
see Zehra ODABASI, “A Section from the Financial History of Karatay Sultan Zawiya (18131889)”, In Pursuit of History Journal, Issue
No.9, 2013, p.357-382.
Responsible manager.
33
The person providing the necessary supplies and materials.
34
Aysil T. Yavuz, “The Concepts That Shape
Anatolian Seljuq Caravanserais”, Muqarnas,
Vol. 14, 1997, p.80-95.
35
Although there were tandouris in some khans,
no chimney apparatus to draw the smoke of the
fire has been found. For detailed information on
Karatay Khan, see Sebnem AKALIN, Evaluation of Karatay Khan within Architectural History,
Unpublished Master’s Thesis, Istanbul University
Institute of Social Sciences, 1988, Istanbul.
36
http://basin.kultur.gov.tr/TR,45814/selcuklu-kervansaraylari-denizli-dogubayazit-guzergahi.html; http://whc.unesco.org/en/tentativelists/1403/.
37
L. Gurkan GOKCEK, “Caravan Routes and
Transport in Anatolia during the Period of Assyrian Trade Colonies”, Journal of Social Re-
18
Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels
L. Gürkan GÖKÇEK, “Asur Ticaret Kolonileri Çağında Anadolu’da Kervan Güzergahları
ve Taşımacılık”, Türkiye Sosyal Araştırmalar
Dergisi, S.1, Ankara, 2004, s.153; Hasan BAHAR, “M.Ö. II. Binyıl Başlarında Anadolu-Mezopotamya Arasındaki Ticaret Hayatı”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
III, Konya, 1987, s.307-311.
18
Antik Romalılar tarafından askeri savunma
amaçlı olarak etrafı çevrilmiş araziler ya da binalar için kullanılan isimdir. (http://tr.wikipedia.
org/wiki/Castra)
19
20
Osman TURAN, “Selçuklu Devri Vakfiyeleri-I
Şemseddin Altun-Aba, Vakfiyyesi ve Hayatı”,
Belleten, C.XI, S.42, 1947, s.198.
Denizli-Çivril Düzbe Geçidi yakınlarındaki
bölge.
21
I. Gıyaseddin Keyhüsrev dönemi ile ilgili
detaylı bilgi için bkz. Selim KAYA, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev ve İkinci Süleymanşah
Dönemi Selçuklu Tarihi, Ankara, 2006, TTK
Yay.
22
ödedikleri bilinmektedir.
Bir diğer emniyet önlemi ise yol
üzerinde sabit olarak kıt’alar bulundurmaktı. Bu tür askeri birimlerin başında da kumandan, yol
muhafızı anlamında Râhdâr veya
Tutgâvul bulunmaktaydı.
Son olarak ülkemizde Selçuklular
döneminde yapılmış yaklaşık 200
adet kervansaray vardır ve bunların bir kısmı günümüze kadar
ulaşmıştır. Ülkemizden başlayarak Asya’ya kadar uzanan DenizliDoğubeyazıt güzergâhı üzerinde
bulunan kervansarayların 2000
yılından itibaren Unesco Dünya
Geçici Miras Listesi’nde olduğunu
belirtmek gerekir.
lar)”, Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir
Eğitim Fakültesi Dergisi, S.15, Erzurum, 2007,
270-296.
İran’ın Razavi Horasan Eyaleti’nin yönetim
merkezi ve ülkenin ikinci büyük şehridir. Bu
kent yakınından geçen çaya verilen isimdir.
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Me%C5%9Fhed)
3
Prof. Dr. Muhittin SERİN ve Ara ALTUN,
İslam Sanatları Tarihi, ed. Prof. Dr. Muhittin
Serin, Açıköğretim Fakültesi Yayını, Yayın No:
1117, Eskişehir, 2010, s.21.
4
Bu ribatın taç kapısı ile ilgili detaylı bilgi için
bkz. Rahmi Hüseyin ÜNAL, Osmanlı Öncesi
Anadolu Türk Mimarisinde Taç Kapılar, E.Ü.
Edebiyat Fakültesi Yay., İzmir, 1982, s.20.
5
Mehmed ŞEKER, Türk Medeniyeti Tarihi,
ed. Nesimi Yazıcı, Eskişehir, 2005, s.269.
6
Oktay ASLANAPA, Türk Sanatı, C. 1, Milli
Eğitim Basımevi, Ankara, 1972, s.96.
7
Mustafa CEZAR, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir Ve Mimarlık, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 1977, 171.
8
Osman TURAN, Selçuklu Kervansarayları,
Belleten, C.X, S.39, 1946, s.489.
9
Bu kervansaray ve hanlar; Akhan, Pınarbaşı Han, Eğridir Han,
Pınarpazarı Hanı, Kantarcı Han,
Obruk Han, Oklu Han, Sultan Han
(Kayseri-Aksaray), Akhan, Ağzıkarahan, Sünnetli Han, Sikre Han,
Ertokuş Han, Kireli Han, Elikesik
Han, Kavak Han, Kuruçeşme
Han, Altınapa Han, Sadettin Han,
Zincirli Han, Akbaş Han, Öresin
Han, Han Camisi, Sultan Han,
Şahruk Köprüsü Han, Lala Kervansarayı, Gedik Han, Latif Han,
Mugar Han, Cibci Han, Pervane
Han, Kargı Han, Köprüköyü Hanı,
Mamahatun Kervansarayı, Hacı
Bekir Han’dır.37
10
11
Oktay ASLANAPA, s.97.
Osman TURAN, s.473.
Hüseyin Kâzım KADRİ, Türk Lügatı II, İstanbul, 1928, s.591.
12
Osman ÇETİN, Selçuklu Müesseseleri
ve Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, İstanbul,
1981, s.180.
13
Mustafa ÖNGE, “Caravanserais as
Symbols of Power in Seljuk Anatolia”, Power
and culture : identity, ideology, representation,
ed. Jonathan Osmond and Ausma Cimdina. Pisa: Plus-Pisa university press, c2007, s. 51.
14
Lapis lazuli veya laciverttaşı, çok eski çağlardan beri mücevher olarak kullanılan bir
taş türüdür. Kelime anlamı olarak mavinin
taşı ya da gökyüzünün taşı anlamına gelmektedir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Lapis_
lazuli#Kaynaklar)
15
Kürşat KOÇAK, “Asur Ticaret Kolonileri
Çağında Ticareti Yapılan Mallar ve Vergiler”,
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S.27, Erciyes, 2009/2, s.209-226.
16
Ziya KAZICI, İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1999,
s.306.
1
Karkamış hakkında detaylı bilgi için bkz.
Hasan PEKER, “Karkamış Krallığı”, Arkeoatlas, S.4, 2005, 34-43;
17
Selami SÖNMEZ, “Ortaçağ Türk ve İslam
Dünyasında Kervansaraylar (Hanlar-Ribat-
2
60>61 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Salim KOCA, Sultan I. İzzeddin Keykavus,
TTK Yay., Ankara, 1997, s. 66-67.
23
Sultan I. Aleddin Keykubad dönemi ile ilgili
detaylı bilgi için bkz. Emine UYUMAZ, Sultan
I. Alâü’d-dîn Keykubâd Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237), İstanbul,
2003, TTK Yay.
24
M. Kemal ÖZERGİN, Anadolu Selçukluları Çağında Anadolu Yolları, Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İ.Ü., İstanbul, 1959, s. 29-30.
25
Fügen TUNÇDAĞ, “Selçuklu Kervansarayı”, Önasya Mecmuası, S. 14, Ankara,1966,
s.11.
26
27
Osman TURAN, s.473.
Ayşıl Tükel YAVUZ, “Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansaraylarının Tipolojisi”, IV. Milli
Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Merkezi, Konya,25-26 Nisan 1994, s.187.
28
Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Şenay ASLAN, Türk Mimari Süsleme Sanatlarında Mitolojik Kaynaklı Hayvan Figürleri (Orta Asya’dan
Selçuklu’ya), Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü, İstanbul, 2005, s.56-96.
29
Mehmed ŞEKER, s.275.
30
Hilmi Z. ÜLKEN, “Kervan ve Kervansaray”,
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni,
S.93, İstanbul, 1949, s.9.
31
Karatay Han hakkında detaylı bilgi için bkz.
Zehra ODABAŞI, “Karatay Sultan Zaviyesi’nin
Malî Tarihinden Bir Kesit (1813-1889)”, Tarihin Peşinde Dergisi, S.9, 2013, s.357-382.
32
Sorumlu müdür.
33
34
Gerekli erzak ve malzemeyi sağlayan kişi.
Ayşıl T. Yavuz, “The Concepts That Shape
Anatolian Seljuq Caravanserais”, Muqarnas,
Vol. 14, 1997, s.80-95.
35
Bazı hanlarda tandırlar olsa da ateşin dumanını çekecek herhangi bir baca düzeneğine
rastlanmamıştır. Karatay Han hakkında detaylı bilgi için bkz. Şebnem AKALIN, Karatay
Hanın Mimari Tarihi İçinde Değerlendirilmesi,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988,
İstanbul.
36
http://basin.kultur.gov.tr/TR,45814/selcuklu-kervansaraylari-denizli-dogubayazit-guzergahi.html; http://whc.unesco.org/en/tentativelists/1403/.
37
 ­
€
REHBERLİKTEN EMLAK SEKTÖRÜNE
Antalya Emlak ve Gayrimenkul Sektörünün Kadın Liderlerinden Ebru Karaca Şen
ile Coldwell Banker’ı, Özel Yaşamını ve En Büyük Arzusunun Ne Olduğunu Anlattığı
Keyifli Sohbetimizde Bakın Neler Konuştuk.
Ebru Karaca Şen Kimdir? Sizi Tanıyabilir miyiz?
15 yaşına kadar yurt dışında yaşadıktan sonra lise eğitimimi
Türkiye’de tamamladım. Hacettepe Üniversitesi’ne başladığım
tarihlerde turizm sektörüne de adım atarak 2005 tarihine kadar çeşitli firmalarda profesyonel turist rehberi olarak çalıştım. Tabii her
zaman rehberlik olarak kalmadı işim. Rehberliğimin son yıllarında
özellikle kış operasyonlarında tur satış sorumlusu gibi satış konusunda başarılı bir dönem geçirdim.
Peki Eşiniz Ümit Şen’i Tanıyabilir miyiz? Bildiğimiz
Kadarı ile O da Turizm Sektöründeydi.
Eşim Ümit Şen ile mesleki geçmişimiz çok örtüşüyor. Hatta o kadar ki ikimiz de farklı şirketlerde aynı dönemlerde rehberlik yaptık
ama 2005 yılı bizim için bir dönüm noktası oldu.
2005 Yılında Turizmden Gayrimenkul Sektörüne Geçiş
Yaptınız, Karar Aşaması Zor Olmadı mı?
Hayır, çok zor olmadı. Turizmde gerçekten çok güzel ve kalıcı
dostluklarla yıllarımız geçti. Büyük fedakârlıklarla çalıştık tüm arkadaşlarımızla. Sektör değiştirirken yine çok yabancı olmadığımız
bir dalı seçtik.
Nasıl ki turizmde, mesleğe bakış açımız, duruşumuz, çalışkanlığımız hep işimizi doğru yapmak adına vazgeçilmezimiz olduysa yine
bu prensipler ışığında, eşim Ümit Şen ve ben gayrimenkul sektörüne 2005 yılında aracı kurum hizmetlerini vermek üzere kurumsal
ilk firmamızla yola çıktık. Başarılı bir 6 yılın sonunda küçük bir değişiklikle 10 yılımızı sektörde doldurmak üzereyiz.
Coldwell Banker Türkiye ile Yollarınızı
Birleştirdiniz ve Sektörde Ciddi Bir Yankılanması
oldu. Bize Gelişmeleri Açıklayabilir misiniz?
Biz Premium Gayrimenkul olarak 10 yıl sadece kurumsal kimlikle
çalıştık ve Antalya’daki pek çok firmaya da öncülük ettik. Kurumsal
şirketleri başarıyla temsil ettik fakat biz artık bizim dört duvarımızın
içini de yansıtan ve tüketicinin beklentilerini de tamamlayan bir
bütünlük istedik.
Coldwell Banker 1906’da kurulmuş, iki dünya savaşı görmüş ve
bugüne kadar dünyada yaşanan ekonomik burhanları atlatmış güçlü ve köklü bir firma. Gerçekten, tüm dünyada faaliyet gösteren ve
istatistiklerde işlem ve ciro bazında dünya birincisi olan bir marka.
Coldwell Banker’ın kurumsal kültürü insanı gerçekten etkiliyor. Agresif ve kısa süreli pazarlama teknikleri vizyonunda barındırmayan,
işlemi gerçekleşmemiş mutsuz müşteri ya da ofislerde başarısız ve
sürekli sirküle olan danışman kitlesi istemeyen bir yapı. Coldwell
Banker’ın vazgeçmediği önemli prensiplerinden biri; kimseyi yanıltmadan doğru hedefe sonuç odaklı, emek sarf ederek varmak.
Yani, saygınlığını ön planda tutarak ahlaklı ticareti bilinçli yapmak!
108 yıldır sürdürdükleri bu yaklaşım bizi yansıtıyor.
Gayrimenkul Sektörünü Tercih Etme Sebebiniz Nedir?
Profesyonel anlamda cevaplarsam insanların barınma ihtiyacı hiçbir zaman tükenmeyecek olması diyebilirim ama bu işe ruhunuzu
ve aklınızı dahil etmeniz gerekir, Aksi takdirde sadece sıradan bir
emlakçı olursunuz.
Antalya, Emlak ve Gayrimenkul
Sektöründe Nerede Yer Alıyor?
Antalya, sanayi bölgesi olmamasına rağmen ciddi bir göç almakta ve konut anlamında geniş bir yelpazeye sahip. Bu bağlamda her bütçeye ve beklentiye uygun
gayrimenkuller bulunabilmekte. Bu alternatif zenginliği Antalya’nın sektörel geleceği içinde ciddi bir yatırım oluşturmakta.
Gayrimenkul Alımında Nelere
Dikkat Etmek Gerekir?
Ben ve ekibim ruhumuzu ve aklımızı işimize dahil ettiğimiz için bu işin
muhteşem bir iş olduğunu ve gerçekten keyifle çalıştığımızı söyleyebilirim. Enerjisi yüksek, hareketli ve insan odaklı. Bir de eğitimli, disiplinli bir kadroya sahip olunca ofise her gün koşa koşa geliyorsunuz.
Danışmanlığını Yaptığınız Kişilere
Ne Tür Hizmetler Sağlıyorsunuz?
Öncelikle satıcı müşterimizin satmak istediği gayrimenkulün
“RAKİP PAZAR ANALİZİNİ” yapıyoruz, yani bunun yazılı evraka dayalı güncel bir fiyatlama tespiti olduğunu söyleyebilirim.
Aslında tüm çalışmalarımız alıcı fiyat teklifi dahil yazılı evraka dayalı.
Müşterilerimiz pazarlama sürecinde diğer çalışmalarımızı görünce,
kendilerini gerçekten özel hissediyorlar. Tüm çalışmalarımızdaki hedefimiz, müşterimizin gayrimenkulünü satmak için harcayacağı zamandan, yaşayacağı sıkıntılardan uzak tutarak pazarlamamıza aldığımız
gayrimenkulü maksimum alıcıya ulaştırarak en kısa sürede satmaktır.
Peki Satıyor musunuz?
Elbette. Sözleşme süresi içersindeki mülklerimizin %93’ünü satıyoruz. Tahmin edersiniz ki ciddi bir başarı bu. Bu satış yüzdemizin
içersinde mutlu müşteri yüzdesinin de %98 olduğunu düşünürsek
bugüne kadar aldığımız ödüllerin boşa alınmadığını söyleyebiliriz.
Peki Bu Ekibe Nasıl Dahil Olunur?
Bizim kurum kültürümüzde nitelikli nicelik anlayışımız var yani danışman arkadaşlarımızın eğitime bakışı, vizyonu ve çalışma prensipleri çok
önemli. Uzun soluklu bir birlikteliği hedefliyoruz ve danışman arkadaşımıza ciddi bir emek sarf ediyoruz. Ekibimize dahil olmak isteyen farklı
kariyerlerden gelen insanlar var. Bizim kapımız bir fikir alıverişi için dahi
olsa açık. Yani “ilk adım için bir telefon kadar yakınız“ diyebiliriz.
Öncelikle ihtiyaçlarını doğru tespit etmeliler. Satıcı konumundaki kişiler mülklerini
pazarlarken fiyat tespitini mutlaka kurumsal bir firmadan yaptırmalılar. Yanlış fiyatlama genelde pazarlama sürecini olumsuz etkilemekte. Firmalarını
seçerken de firmanın tecrübesine, danışmanlarının yetkinliğine ve
en önemlisi sektörel hakimiyetine dikkat etmeliler. Bu konuda atılan tüm olumlu adımlar alıcı kişileri de olumlu etkileyecektir.
Kadın Olarak Sektörde Başarılı İşler Yapan Birisiniz.
Bu İşin Zorlukları ve Sağladığı
İmkanları Var mı Diye Sorsak?
Çok teşekkür ederim evet çok güzel
projelere imza attık. Emin adımlarla
da ilerliyoruz. Fakat bu adımları atarken ekip olmak çok önemli. Sanırım
bizim şirket olarak başarımızın en
önemli detayı, eşim Ümit Şen ile birlikte iyi bir ekip olmamız. Evimizde
kızlarımızla birlikte olan mutluluğumuz işimize de kesinlikle yansıyor.
İş Ya da Özel Hayatınızda
Kendinize Misyon Edindiğiniz
Kurallarınız Var mıdır?
Misyon olarak iş ve özeli ayırt etmiyorum. Eşim Ümit Şen ve ben,
yaptığımız işi her şeyden önce
ahlaki değerlere ve dürüstlüğe dayandırarak yapıyoruz. 10 yıllık bir firma olarak ilk günkü heyecanımızı koruyabilmemizi başarı odaklı olmamıza ve değerlerimizden
vazgeçmememize bağlıyorum. Bu prensiplerimiz bize ticari başarı
getirdiği gibi kalıcı dostluklar da getirdi.
Moskova
Deyince...
Dışarı çıkınca, mutlaka eldiven
takıp, atkı ile birlikte bere giymeli.
Sakın ha, “Nasıl olsa ellerimi cebime sokarım” diye düşünmeyin.
Çünkü, eksi 20 derecede ceplerin
içi de soğuk oluyor. Bir müddet
sonra ellerinizi hissetmez olursunuz soğuktan. Kabanınız da, kaz
tüyü olmalı…
Arif Geçim, Rehber
Bugün yine hava puslu… İki haftadır zaten hep böyle. Burada
Ocak ayında hava güneşli olursa,
bilin ki, o gün çok soğuk olacak.
O yüzden, kışın güneşin olmaması, havanın daha ılık olacağı
anlamına gelir.
Kar öylesine güzel yağıyor ki, anlatımı olanaksız. Evlerin içi, merkezi kalorifer sistemi ile ısıtılıyor.
Genellikle, Eylül-Nisan ayları arasında çalışıyor ısıtma sistemi. Sıcak su her zaman var. Gece gündüz, 28-30 derece… İç mekanlar
sımsıcak. Sanki dışarda yağan
kara nispet yapıyor.. Sımsıcak
odadan yağan karı seyretmek,
bambaşka bir güzellik.
Hava kirliliği olmadığı için,
kar hep, “Kar Beyazı”
olarak kalıyor yol kenarlarında... Sabahın erken
saatlerinden itibaren, her
sokakta, kar temizleyen
işçiler var. Hele park ve
bahçeler devamlı temizleniyor... Çocuk bahçeleri
ise, pırıl pırıl…
İnsana verilen değer çok yüksek.
Her şey insan için. Evden çıktığınız anda, hemen görüyorsunuz
bunu. Hava sıcaklığı, eksi 18, hatta eksi 20 derece bile olsa, ana
caddeler hep açık… Bunun için,
gece gündüz çalışıyorlar… Bir
yandan tuzlama yapılırken, diğer
yandan kar temizleyici makinalar
64>65 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
görev başında… Tuz, arabalarda
paslanmaya neden olduğu için,
bunun yerine başka bir alternatif
yaratma çabası içindeler…
Caddeler genelde çok geniş. Örneğin, Tverskaya’da, altı şerit
gidiş, altı şerit geliş var… Dünyanın en popüler caddelerinden
birisi. Kremlin’e çok yakın. Cadde
kenarındaki dükkan ve iş yerleri
hayal edemeyeceğiniz kadar pahalı. (Tverskaya caddesinde, bir
yıl için, metre kare başına, aşşağı
yukarı 7500 dolar kira ödenir.)
Tabii ki, konutlar da aynı durumda… Örneğin, üçüncü halka civarında bile, iki oda, bir mutfak
ve küçük bir salonu olan, atmış
metrekarelik eski bir dairenin kirası, aylık 2500 dolar. Eğer metroya
yakınsa, Antalya’nın deniz kenarındaki evleri gibi, daha da pahalanıyor…
Ana caddeler iç içe üç halkadan
oluşuyor. Bunu, su dolu bir havuza taş atılmış gibi düşünebilirsiniz. Taşın düştüğü yer, Kremlin
Sarayı’nın bulunduğu alan.. Oluşan dalgalar da, halka şeklinde
birbirine paralel giden ana caddeler. Halkalar arasını, ara yollar
birbirine bağlıyor.
When We Say Moscow...
Arif Gecim, Tour Guide
It is hazy again today… In fact, it
has always been so for two weeks.
Here, if the weather is sunny in
January, it means that the day will
be very cold. Therefore, if there is
no sun in winter, it means that the
weather will be warmer.
The snow is falling so beautifully
that it is impossible to explain it.
The inside of houses is heated
by central heating system. The
heating system is usually operated between the months September-April. There is always hot
water. It is 28-30 degrees Centigrade night and day… The interiors are very warm. It is almost
making spite to the snow falling
outside… Watching the falling
snow from the warm room is entirely fantastic.
When you go out, you must surely
put on gloves, scarf and beret. Do
not you ever think that you can
put your hands in your pockets.
Brcause it is also cold inside your
pockets at minus 20 degrees Centigrade. After a while, you will not
feel your hands due to the cold.
And your coat should be made of
goose feather…
As there is no air pollution, the snow always remains “Snow White” on
the roadside… From the
early hours of the morning, there are workers
cleaning snow in every
street. And the parks and
gardens are constantly
being cleaned… And the
children’s gardens are
sparkling…
The value given to human beings
is very high. Everything is for human beings. You can see it the
moment you leave the house.
Even if the temperature is minus
18 or even minus 20 degrees
Centigrade, the main streets are
always open… They work day
and night for this… While salting
is made, snow plow machines are
at work… As salt causes rusting
in cars, they are in an effort to create an alternative of it…
The streets are usually very wide.
For example, there are six lanes
one way, and six lanes the other
way in Tverskaya… It is one of
the world’s most popular streets.
It is very close to the Kremlin. The
shops and offices on the sides of
the street are so expensive that
you cannot imagine. (About 7500
USD rent is paid per square meter
for a year in the Tverskaya street.)
Of course, it is the same situation
in housing…
For example, the rent of an old
sixty-square-meter
apartment
with two rooms, a kitchen and a
small living room is 2500 USD per
month even near the third ring. If it
is close to the subway, it becomes
more expensive like the seaside
houses in Antalya…
The main streets consist of three
rings intertwined. You might think
this as a stone thrown into a pool
full of water. The place where the
stone falls is the place where the
Kremlin Palace is…
And the resulting waves are the
main streets parallel to each other
in the form of a ring. The intermediate trails connect the rings to
each other.
First, the street surrounding all
around the Kremlin Palace was
Moskova Deyince... / When We Say Moscow...
Önce, Kremlin Sarayı’nı çepeçevre çevreleyen cadde yapılmış.
İkinci olarak, en dış halka; daha
sonra da, “İç Halka” denen ana
yol yapılmış. Yol genişliği, birinci
halkada oldukça fazla. Ama, iç
halkada bir rekora ulaşıyor. Sıkı
durun! Tam on şeritlik bir cadde… Hem de şehir içinde… İnsan
Antalya’ya gelince, kendisini çok
dar bir mekanda hissediyor…
Moskova’da‚ bu kadar
büyük caddelere karşın,
trafik hep yoğun… Bazen,
beş km.’lik bir yolu, üç saatte gidebiliyorsunuz...
Ne de olsa, Moskova, dünya
metropollerinin en büyüklerinden
birisi. Ana caddelerdeki insan sayısının çok daha fazlası, şehrin altından geçen metrolardan gidiyor.
Bu da yeterli olmadığı için, 2006
yılından bu yana yürütülen bir proje var. Apartmanların üzerinden
geçen yollar yapmak istiyorlar…
Şehrin estetiği bozulabilir endişesiyle, şimdilik rafa kaldırılmış
bir konu bu... Şu anda çareyi, üst
üste yapılmış, 3 katlı yollarla çöz-
meye çalışıyorlar…
Burada metro yapısı da çok ilginç.
Sanki orada, bir sanat galerisinde
gibi hissediyorsun kendini. Bazı
bölümlerde, duvar resimleri muhteşem. Stalin zamanında, kendisine destek veren, gönüllü gençler
tarafından yapılmış bu metro...
Derinlik, yer yer 120 m.’yi buluyor.
Avrupa’nın en büyük metrolarından birisi…
Ara yoldan ana caddeye çıkacaksanız, buradaki gibi fazla beklemiyorsunuz. Sizin döneceğiniz
şerit hep açık. Çünkü, “Devamlı
Çizgi”ler var böyle yerlerde…
“U” dönüşü yapacaksanız, kesik
çizginin bulunduğu yere kadar
gidip, oradan dönmelisiniz. “Şerit
İhlali”nin cezası çok büyük. Şehrin
her yerine, kontrol amaçlı kameralar kurulmuş… Eğer şerit ihlali
yaparsanız, cezası, ehliyeti kaybetmeye dek gidiyor. İçkili araba
kullanmanın cezası da çok yüksek. Sıkı kontrolden dolayı, herkes kuzu kuzu kurallara uymak
zorunda kalıyor… İyi ki de öyle;
yoksa, araba kullanmanın olanağı
kalmazdı.. Hem de burada, alkol
sınırı, “0” promil…
66>67 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Kremlin sarayı, Istanbul’daki Topkapı sarayına
benziyor. Kremlin’i çevreleyen duvarlar oldukça
eski... Kimler kuşatmamış
ki şehri? Napolyon’dan tutun, Hitler’e kadar gelin.
Rus halkı kahramanca savunmuş
hep “Başkent”ini. Her noktada
bir “İsimsiz Kahraman” anıtı var.
Moskovalılar devamlı gelip, bu
önemli yerleri ziyaret ediyorlar.
Asker değişim törenleri, bizdeki
gibi şaşaalı…
Anne babalar çocuklarına hep
Rus askerinin kahramanlıklarını
anlatıyor… Vatan savunmasının
ne denli kutsal olduğu, kuşaktan
kuşağa aktarılıyor… Yani, milliyetçilik hep ön planda tutuluyor…
Kremlin surlarının içinde, Çarlık
Dönemi’nden saraylar ve kiliseler
var. İçeriye girmek için bilet almak
gerekiyor. En iyisi, yerel bir rehber
almak…
O zaman bilet kuyruğunda beklemiyorsunuz. Biz de öyle yapıyo-
built. Secondly, the outmost ring,
and then the main road called “Inner Ring” was built. The road is
quite wide in the first ring. But it
reaches a record in the inner ring.
Hold on! It is astreet with a total
of ten lanes… And in the city…
When one comes to Antalya, he
feels himself in a very narrow
space…
after drinking alcohol is also very
high. Due to strict controls, everyone has to obey the rules… Good
thing, too; if not, there would be
no opportunity to drive the car…
And here, the alcohol limit is „0“
promille…
In Moscow, despite such
large streets, the traffic
is always busy… Sometimes, you can go a way
of 5 km in 3 hours…
The Kremlin Palace looks
like the Topkapi Palace in
Istanbul. The walls surrounding Kremlin are very
old… Many people have
sieged the city from Napoleon to Hitler.
After all, Moscow is one of the
largest metropolises in the world.
Much more than the number of
people in the main streets travel
with the subway passing under the city. As even this is not
enough, there is a project that has
been carried out since 2006. They
want to build roads passing over
the buildings… This is a subject
shelved for now with the fear that
the aesthetics of the city can be
deteriorated… Currently, they try
to solve the problem with 3-storey
roads built on top of each other…
The Russion people have always
defended their “Capital” heroically. At eavh point, there is an
“Unnamed Hero” memorial. The
Muscovites always come and
visit these important sites. The
soldier exchange ceremonies are
resplendent just like ours… The
parents always tell the heroism
of Russian soldiers to their children… It is transferred from generation to generation how sacred
it is to defend the country… That
is, nationalism is always kept in
the forefront…
Here, the structure of the subway
is also very interesting. There, you
feel yourself as if in an art gallery.
In some sections, the wall paintings are magnificent. This subway was built by the volunteering
young people who supported Stalin during his time… The depth is
120 m in places. It is one of the
largest subways of Europe…
Within the walls of Kremlin, there
are palaces and churches from
the Tsarist Era. You need to get
ticket to get inside. It is better to
get a local guide… Then, you do
not wait in the line for tickets. So
do we. The interior is used as a
museum today. The entrance
ticket is cheaper for the Russians.
The foreigners are paying more…
If you are going out on the main
street from the driveway, you do
not wait much as you do here.
The lane you will turn is always
open. Because there are „Continuous Lines“ in such places… If
you will do an „U“ turn, you must
go until the place where there are
dashed lines, and turn from there.
The penalty of „Violation of Lane“
is very big. There are cameras established for controlling anywhere
in the city…
We see the Tsarist Palace and the
furniture of that day, and come to
the Tsarist Church. Our guide tells
quite superficially. For example,
he does not notice a Turkish motif
on the wall of the church. However, the Tsar of the time gave
importance to dialogue among
faiths, and so had the Turkish-Islamic motif depicted on the wall of
the church. When I enlighten him,
this situation immediately attracts
the attention of our guide, and
he asks me my profession. And
when I say “I am a tour guide in
Antalya, he says “You know much
more than me, please kindly you
If you violate the lane, ist penalty
goes up to losing your driving license. The penalty for driving
tell, and I will learn.” I tell in details
the stages starting from the “Basilical Church” structure to today’s
churches. He likes it very much,
and attempts to pay back the fee
of guidance. Of course, we do not
take it. He gives us a small gift as
a reminiscent of Moscow. We say
goodbye to each other…
Shopping malls are quite interesting here. Most of them are open
24 hours. They make discounts
in the late hours of the night.
The payment queues in front of
the cash registers are quite longUnfortunately, there are a lot of
shrewd people in such queues. At
any moment, someone can pass
in front of you. People are insensitive in this issue. Nobody shows
reaction. Maybe they are afraid of
being killed in confusion…
It is forbidden to sell alcohol in
the shopping malls after 9 P. M.
And the New Year’s hike is quite
high. In spite of this, a bottle of
Vodka is ridiculously cheap…
In the bars, alcohol is free until
the morning. As you would expect, the prices have naturally
increased there a lot…
Although the price of petrol has
increased recently, when compared with Turkey, they pay less
than half of what we pay… Car
prices are also very reasonable.
You can see Hummer Limousine
everywhere. Usually, the marrying couples rent them. You cannot see this much luxury cars
anywhere else in the world. Because the Russian people think
that the ones who have money
are entitled to boast with money.
Therefore, they do not hesitate to
show their wealth… Despite very
challenging winter conditions, the
cars are clean. Both the clothing
and the shoes of the people on
the pavements and especially in
the subway are sparkling…
The construction sector
is in the hands of Turks,
food, beverage and shopping malls in the hands of
French, and tourism again
in the hands of Turks.
Moskova Deyince... / When We Say Moscow...
ruz. İçerisi günümüzde müze olarak kullanılıyor. Giriş bileti Ruslar
için daha ucuz. Yabancılar daha
fazla ödüyorlar…
Çarlık Sarayı’nı ve o günün mobilyalarını görüp, Çarlık Kilisesi’ne
geliyoruz. Rehberimiz oldukça
yüzeysel anlatıyor. Örneğin, kilise
duvarındaki bir Türk Motifi’ni fark
etmiyor. Oysa devrin Çar’ı, inançlar arasındaki dialoğa önem vermiş, o yüzden Türk-İslam Motifi’ni
kilise
duvarına
resmettirmiş.
Kendisini aydınlatınca, bu durum
hemen rehberimizin dikkatini çekiyor ve bana mesleğimi soruyor.
”Antalya’da rehberlik yapıyorum”
deyince, “ Siz benden daha çok
biliyorsunuz, ne olur anlatın da,
ben de öğreneyim” diyor.
Bir çoğu 24 saat hizmet veriyor.
Gecenin ilerleyen saatlerinde
indirim yapıyorlar. Kasalardaki
ödeme kuyrukları oldukça uzun.
Moskova’da ne yazık ki, böyle
kuyruklarda çok açıkgözlük yapan
oluyor. Her an, birisi önünüze geçebiliyor. İnsanlar bu konuda duyarsız. Kimse tepki göstermiyor.
Belki de kimvurduya gitmekten
korkuyorlar…
Saat 21’den itibaren AVM’lerde
alkol satışı yasaklanıyor. Yeni
yıl zammı ise oldukça yüksek.
Buna karşın, bir şişe Vodka,
sudan ucuz… Barlarda, sabaha
dek içki serbest. Tahmin edeceğiniz gibi, doğal olarak oralarda
fiyatlar uçmuş…
rasıyla övünme hakkına sahiptir”
diye düşünüyorlar. Zenginliklerini göstermekten de bu yüzden
hiç çekinmiyorlar… Kış şartları
çok zorlu olmasına karşın, arabalar temiz. Kaldırımlardaki ve
özellikle metrolardaki insanların
hem giysileri, hem de ayakkabıları pırıl pırıl…
İnşaat sektörü Türkler’in,
yiyecek-içecek ve AVM’ler
Fransızlar’ın, Turizm ise,
yine Türkler’in elinde.
“Bazilikal Kilise” yapısından başlayıp, günümüz kiliselerine dek
olan aşamaları ayrıntlı olarak
anlatıyorum. Çok beğeniyor ve
ödediğimiz rehberlik ücretini geri
vermeye kalkıyor. Tabii almıyoruz. Bize Moskova anısı olarak,
küçük bir armağan veriyor. Vedalaşıyoruz…
Benzine yeni zam gelmesine karşın, Türkiye ile karşılaştırılınca,
bizim ödediğimizin yarısından az
ödüyorlar… Araba fiyatları da çok
uygun. Her yerde Hummer Limuzin görebiliyorsunuz. Genellikle
evlenecek yeni çiftler kiralıyorlar.
Buradaki kadar lüks arabayı dünyanın başka hiçbir yerinde göremezsiniz…
Moskova’ya yapılan meyve ve
sebze ihracatı oldukça fazla…
Her yerde, “Finike Portakalı” bulabilirsiniz. Özellikle muz ve elma
çok ucuz… Balık ve et gibi gıda
maddeleri de çok uygun.
Bazen “Takı Fuarları” düzenleniyor. Altın, pırlanta ve diğer değerli
taşlar satışa sunuluyor. Bu tür fuarlarda Türkler’e hiç rastlamadım
ama, konfeksiyon ve kuyumculuk
olarak, Türk girişimciler öndeler.
Konfeksiyon alanında, İtalyanlar
da modayı belirleyenlerden…
AVM’ler oldukça ilginç burada.
Çünkü Ruslar, “Parası olan, pa-
Bir kaç tane Türk Restoranı var.
68>69 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
The export of fruit and vegetables made to Moscow is quite
a lot… You can find “Finike Orange” everywhere. Especially,
bananas and apples are very
cheap… Food items such as fish
and meat are very conveniently
priced as well.
Sometimes “Jewelry Fairs” are
organized. Gold, diamonds and
other precious stones are offered for sale. I have never seen
Turks in such fairs, but the Turkish entrepreneurs are leaders in
clothing and jewelry. The Italians
are also of those who determine
the fashion…
There are a few Turkish restaurants. They are named as “Ocakbasi.” There is also live music in
some of them. You have the opportunity to see and learn all cuisines of the world here.
This night, we thought we’d go
out a bit… Indeed, Moscow has
a nightlife as well. The discos are
opened from the midnight. Besides music and dance, there are
also some shows. For example, a
volunteer young girl and a young
man are called among the guests.
The young man’s shirt and undershirt are removed accompanied
by music. And the young girl’s
pants or skirt is removed. The
programme has a director. This
is someone very remarkable with
bright, satin clothing. The girl lies
on the table there with the rhythm
of the music. She slightly keeps
in her belly so that the whiskey
poured inside can stay there. The
man lowers his head backwards
as much as he can without using
his hands, and tries to drink the
whiskey pored into the girl’s belly.
It is not pornographic at all but
very aesthetic, and of course, a bit
erotic visual show… That is, they
do not get cheeky… This show
is repeated by different partners
later that night…
As drunk driving is prohibited,
taxis and private cars are waiting
on the outside. You can bargain.
The taxi drivers definitely not get
angry with the pirate drivers of private vehicles for carrying passengers. This is due to either excess
demand, or informal economy.
Probably they are working as pirate as well…
The next week, we go to watch
a show group performing “Latin
Dances.” It is agreat show performed by men and women. The
French wines served are wonderful, but they are quite expensive
at the same time… The group’s
show is very aesthetic. You are
fascinated both by the wine and
the eroticism...
In the morning, we go to see the
skyscrapers built by Turks. The
top portion remains among the
clouds just like the summit of
Mount Erciyes. It is a huge building with 79 storeys, I think it is the
highest building in Europe now…
The parking lots have not been
completed yet. So, you immediately notice that it is the work of
“One of Us,” as the infrastructure
is made after the superstructure…
Credit card is hardly ever
used. The Muscovites
prefer to pay cash.
When a work is ordered, the price
of materials is paid in advance.
And the residue at the end of the
work… This gives a considerable
impetus tot he construction industry… Because the risk of both
parties is reduced… The case of
the retired is also very interesting.
For example, as life is very expensive in Moscow, the pension
of the retired ones in Moscow is
more than that of the retired ones
in the rural areas…
There are a lot of things “When
We Say Moscow”… They have
prevented frost by passing heating cables below the marble coverings of the stairs going down to
the subway… The people do not
slide and fall…
As the birds cannot find enough
feed in winter, the people help
them in this issue. They hang the
feeders they have made simply to
the branches of trees, and help
the birds find feed easily…
On the roads passing through
valleys, walls preventing exhaust
noise have been built so that people living there would not be disturbed. The objective is to make
the people comfortable…
In many places, you see how
the buildings are restored. First,
a curtain is hung with the size of
the façade of the building. The
“Reconstruction Illustration” is
drawn on this curtain. This drawing shows the state of the building
after reconstruction. As it is drawn
same to the original, you almost
see the completed original shape
of the building. The repair made
inside remains behind the curtain.
And this prevents visual pollution.
There are also a lot of
parks and gardens… One
of the most famous ones
of them is the “Gorky
Park”…
It is also called “Culture Park”
(“Park Kultury”)… In winter, the
sleds pulled by the Reindeers in
the Gorky Park are very nice for
promenade… There is a large
area used for ice skating. Thousands of people do ice skating
here. You can rent skates there,
or use your own skates… When
one sees that scene there, he can
easily understand why this country is at the forefront in ice skating. In some places, there are
remarkable sculptures made of
ice. Such views are so interesting
for those from Antalya like us…
And there is such a lighting that
its reflection on the snow is such
a visual show…
The “Tsaritsino Park” is very impressive. Czarina Ekaterina does
not like the park and palace built
first, and orders the construction
of new ones. Her husband Peter
is the powerful Tsar of the period.
Sometimes we call extraordinary
people “Mad.” He is a Tsar so
much loved by his people… And
Ekaterina is referred to together
with “Baltaci Mehmet Pasha,”
the Ottoman Grand Vizier, in the
Pruth River Campaign. I think
there is no resource and basis of
this story other than our history.
Moskova Deyince... / When We Say Moscow...
“Ocakbaşı” olarak isimlendiriliyorlar. Bazıları canlı müzik de
yapıyor. Dünyanın bütün mutfaklarını burada görme ve tanıma
olanağınız var.
Bu gece, biraz dışarı çıkalım dedik.. Öyle ya, Moskova’nın bir de
gece hayatı var. Discolar, saat
24’ten itibaren açılıyorlar. Müzik
ve dansın yanında, bazı showlar
da var. Örneğin, konuklar arasından, gönüllü bir genç kız, bir de
genç erkek çağrılıyor.
Genç erkeğin gömleği ve atleti
çıkarılıyor müzik eşliğinde. Genç
kızın da, pantolonu, ya da, eteği
çıkartılıyor. Programın bir yöneticisi var. Üzerinde parlak, saten
giysileri olan, oldukça dikkat çekici birisi bu. Kız, müziğin ritmine
uyarak, oradaki masanın üstüne
uzanıyor. Hafifçe karnını içe çekiyor ki, içine dökülen wiski orada kalabilsin. Erkek, ellerini kullanmadan geriye doğru kafasını
inderebildiğince indiriyor ve kızın
göbeğine dökülen içkiyi içmeye
çalışıyor. Yapılan iş pornografik
değil, müthiş estetik, tabii biraz
da erotik bir görsel show…
Yani işi cıvıtmıyorlar… Gecenin
ilerleyen saatlerinde bu show,
farklı partnerler tarafından yineleniyor…
Yani, alt yapının, üst yapıdan
sonra yapılması özelliğiyle, işin,
“Bizden Birisi”nin elinden çıktığını hemen fark ediyorsunuz…
İçkili araba kullanmak yasak olduğundan, çıkışta taksi ve özel
otolar bekliyor. Pazarlık ediyorsunuz. Taksiciler kesinlikle korsan
çalışan özel araç şoförlerine yolcu
alıyor diye kızmıyorlar. Bu, ya talep fazlalığından, ya da, kayıt dışı
ekonomisi. Muhtemelen onlar da
korsan çalışıyor…
Kredi kartı hemen hemen
hiç kullanılmıyor. Moskovalılar peşin ödemeyi
yeğliyorlar.
Ertesi hafta, “Latin Dansları” yapan bir show grubunu izlemeye
gidiyoruz. Erkekli kadınlı yapılan
müthiş bir show. Sunulan Fransız
şarapları bir harika ama, ödediğiniz para da epey tuzlu yani… Grubun yaptığı gösteri çok estetik. Bir
yandan şarabın etkisi, bir yandan
erotizm, sizi büyülüyor...
Sabahleyin, Türkler’in yaptığı
gökdelenlere bakmaya gidiyoruz. En üst kısmı sanki Erciyes
Dağı’nın zirvesi gibi, bulutların
arasında kalıyor. 79 katlı devasa bina, sanıyorum şu anda
Avrupa’nın en yükseği… Otoparklar henüz tam yapılmamış.
70>71 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Bir iş yaptırılacağında, malzeme
parası peşin ödeniyor. Kalan kısım da iş bitiminde… Bu da, özellikle inşaat sektörüne büyük ivme
kazandırıyor… Çünkü, her iki
tarafın da riski azalıyor… Emeklilerin durumu da çok ilginç. Örneğin, Moskova’da hayat çok pahalı
olduğundan, oradaki emeklilerin
aldığı para, diğer taşradaki emeklilere göre, daha fazla oluyor…
“Moskova Deyince”, neler yok
ki?.. Alt geçitlere inen merdiven
basamaklarının mermer kaplamalarının altından ısıtıcı kablo
geçirerek, buz tutmasını engellemişler… İnsanlar kayıp düşmüyorlar…
Kışın soğukta kuşlar yeterli yem

 ­€ ‚ƒ­€„…†‡
ˆ‰ ­€ ‚ƒ­€„
Moskova Deyince... / When We Say Moscow...
bulamadıkları için, insanlar onlara
bu konuda yardımcı oluyorlar. Basitçe yaptıkları yemlikleri, ağaçların dallarına asıp, kuşların kolayca yem bulmalarını sağlıyorlar…
“Kültür Parkı” da deniyor… (“Park
Kultury”). Kışın, Gorki Park içindeki, “Ren Geyikleri”nin çektiği
kızaklar, gezinti yapmak için çok
güzel…
Vadilerden geçen yollarda, orada oturan kişiler rahatsız olmasın
diye, egsos gürültüsünü kesen
duvarlar yapılmış. Amaç insanlar
rahat etsin, rahat yaşasın…
Buz pateni yapanların kullandığı
büyük bir alan var. Burada binlerce kişi buz pateni yapıyor. Patenleri oradan kiralayabildiğiniz gibi,
kendi patenlerinizi de kullanabiliyorsunuz…
Bir çok yerde binaların nasıl
restore edildiğini görüyorsunuz.
Önce, bina cephesinin büyüklüğünde bir perde asılıyor. Bu
perde üzerine, “Rekontrüksiyon
çalışması” yapılıyor. Bu çizim,
binanın restorasyondan sonraki
durumunu gösteriyor. Aynı aslı
gibi çizildiğinden, bakınca siz,
sanki binanın tamamlanmış, orjinal şeklini görüyorsunuz. İçeride
yapılan tamirat, perdenin arkasında kalıyor. Bu da görüntü kirliliğini önlüyor.
Park ve bahçeler de, oldukça fazla.. Bunlardan
en meşhurlarından birisi,
“Gorki Parkı”…
İnsan o manzarayı görünce,
neden buz pateninde bu ülkenin en önlerde olduğunu hemen
kavrıyor. Yer yer buzdan yapılmış heykeller var dikkat çeken.
Bizim gibi Antalyalı’lar için, bu
görüntüler çok ilginç… Hele öylesine bir ışıklandırma yapılmış
ki, karda yansıması tam bir görsel show…
“Tsaritsino Parkı” çok etkileyici.
Çariçe Ekaterina, ilk yapılan parkı ve sarayı beğenmez, yerine
yenisinin yapılmasını emreder.
Kocası Petro, dönemin güçlü
Çar’ıdır. Biz bazen sıra dışı insanlara nedense, “Deli” damgası
vururuz. Kendi halkı tarafından
çok sevilen bir Çar…
72>73 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Ekaterina’nın adı ise, Prut Meydan
Savaşı”nda, Osmanlı Sadrazam’ı,
“Baltacı Mehmet Paşa” ile birlikte
anılır. Bizim tarihten başka, sanıyorum hiçbir kaynağı ve dayanağı yok bu öykünün. Çünkü Prut
Meydan Savaşı sırasında, Baltacı
Mehmet Paşa 81 yaşındadır…
Üstelik, ne Çar Petro, ne de Çariçe Ekaterina, bu savaşta Mehmet
Paşa ile karşılaşmıştır… Bu “Çadır öyküsü”, “Yukarı pazarda yalan söyleyip, aşağı pazarda kendi
yalanına inanmak”tan öteye gitmez… Bu park içinde bulunan Çar
ailesine ait kilise muhteşemdir. Ne
yazık ki, ilk yapıları beğenmeyen
Çariçe Ekaterina, ömrü yetmediği
için, yeni yapılan sarayı göremez.
Kolomenskaya Parkı da oldukça
ilginç. Park içinde bulunan ahşap kulübeler küçük birer lokanta.
Özellikle, Rus’ların çok sevdiği,
“Bilini”, burada balla karıştırılıp
yenmektedir. Meşhur “Borç” çorbası da denenebilir. Bu alanda,
bal sergisi açılmaktadır. Satışa
sunulan ballar birbirinden ilginç…
Çünkü bizim tanıdığımız aromalar
dışında da bir çok değişik bal çeşidi var burada…
Because Baltaci Mehmet Pasha
is 81 years old during the Pruth
River Campaign… Moreover,
neither Tsar Peter, nor Czarina
Ekaterina has met Mehmet Pasha
during this war… This “tent story”
is no more than believing in one’s
own lie… The church belonging to
the family of Tsar in this park is
magnificent. Unfortunately, Czarina Ekaterina could not see the
newly built palace as her life was
not long enough.
The Kolomenskaya Park is also
very interesting. The wooden huts
located in the park are small restaurants each. Especially, “Bilini,”
very much loved by the Russians,
is mixed with honey and eaten
here. The famous “Bortch” can
also be given a try. In this area,
honey exhibition is made. The
types of honey offered for sale
are very interesting… Because
there are a lot of different types
of honey here other than the aromas we know…
“VDNH” park comes
first among my favourite
parks… You enter through
a magnificent crown gate.
The “Spike” motifs symbolizing fertility are very
interesting. The “Hammer
and Sickle” motifs symbolize the magnificent power
of that period…
The fountains located in the park
are frozen in winter. There are
gold-plated female figures around
the fountains. In some resources,
it is told that the female statues
are made of gold. This park area is
also an exhibition area. There are
magnificent structures symbolizing the former Soviet Union… The
promenade track is quite large…
The “Victory Park” is also very impressive. It was built as a “Victory
Monument” after the Muscovites
had defeated the armies of Hitler
in “World War II.” Inside, there is a
museum describing that period…
There is a church, a mosque, and
a synagogue inside the park…
The open-air restaurants and cafes are always full. Here, you can
taste the typical Russian dishes…
The Kremlin Palace and Red
Square come first among the
places worth seeing in Moscow.
Lenin’s tomb is monumental in
the Red Square. Some ceremomies and celebrations are still
held here…
If it will be rainy on the day of celebration, the Russians can prevent
the fall of rain until the end of ceremony with the technology at their
hand today.
This area is called the “Red
Square” due to the red colour of
the walls surrounding the square.
Unfortunately, the ice rink built
here today disrupts the aesthetic
of that magnificent atmosphere.
The high-rise buildings
called “Seven Sisters”
were built in Stalin’s time.
They were built in defiance of the high-rise
buildings built in Europe
in that period.
Their architecture is quite unique
and interesting. One of these
buildings is the building of Moscow State University. Another
one serves as a hotel today… As
you know, Moscow is a city with
“Seven Hills,” just like Rome and
Istanbul. The university building is
located on one of these hills…
When you look down from this
high area also called the “Lenin
Hill,” a splendid view is under
your feet especially at night. The
“Moscow River,” which passes
right through the city and is
branch of Volga, flows with all
of its glory. This river freezes
in winter. Ice-breaker vessels
make every effort to break the
ice by working day and night. If
you’d like, you could find the opportunity to have dinner in floating restaurants. The evening
tours made with tour vessels
are as expensive as they are
beutiful…
The area on the opposite where
the winter olympics were held is
also very impressive. And the stadium on the side is also worth a
visit… (It came to my mind when
I said stadium; there is a statue of
Yasin, the famous Russian goalkeeper of the period, in front of the
Dynamo Moscow stadium.)
The St. Vasili Church is the symbol of Moscow. Its golden domes
resembling onion will dazzle
your eyes…
Another magnificent church is the
Church of Jesus Christ the Savior. Its magnificent domes rising
above its white walls are worth
seeing…
The old Arbat street is
famous for its “Street Artists” and old buildings. It
is a nostalgic corner of
Moscow…
When I say museum, the Pushkin Museum comes to my mind
immediately… There are a lot
of works of art belonging to the
Greek and Roman periods. It has
always been the Pushkin Museum which has impressed me
most… I had searched a lot the
traces of the Treasures of Troy
in Berlin. I finally came across
them here. Once again I admired
these works…
When I got out, I sat at a cafe and
started to watch the visitors. They
were students of eight or nine
years old yet, with twenty busloads. They entered the museum
with a great discipline. I had seen
this scene when the temperature
was minus 18 degrees Centigrade… Hundreds of students
were in a single row visiting the
museum…
Believe me, I was both jealous
of them, and I envied them a lot.
None of them were complaining
about the cold weather. Do not
dare to say that they are used to
cold weather. Because they were
not feeling cold due to their great
interest and excitement they had
for culture. I did not car efor Mon-
Moskova Deyince... / When We Say Moscow...
En çok beğendiğim parklar arasında, “VDNH” parkı başta gelir.. Muhteşem
bir taç kapıdan girersiniz.
Bereketi simgeleyen “Başak” motifleri çok ilgi çeker. “Orak-Çekiç” motifleri, o zamanın muhteşem
gücünü simgeler…
Park içinde bulunan fıskiyeler
kışın buz tutar. Fıskiye çevresinde, altın kaplama kadın figürleri
bulunmaktadır. Bazı kaynaklar,
kadın heykellerinin altından yapılmış olduğunu anlatır. Bu park
alanı aynı zamanda bir fuar alanıdır. Eski Sovyetler Birliği Dönemi Cumhuriyetleri’ni simgeleyen
muhteşem yapılar vardır… Gezi
parkuru oldukça büyüktür…
“Zafer Parkı” da çok etkileyicidir. Moskovalı’ların, İkinci Dünya Savaşı”nda, Hitler ordularını
bozguna uğratmalarından sonra,
“Zafer Anıtı” olarak yapılmıştır.
İçinde, o devri anlatan bir müze
bulunmaktadır… Park içinde, bir
Kilise, Bir Cami ve Havra vardır…
Açık hava restoran ve kafeleri her
zaman doludur. Burada tipik Rus
yemeklerini tadabilirsiniz…
Moskova’da görülmesi gereken
yerlerin başında, Kremlin Sarayı
ve Kızıl Meydan gelir. Kızıl Meydan içinde, Lenin’in mezarı anıtsaldır. Bazı törenler ve kutlamalar,
hala burada yapılmaktadır… Eğer
kutlama yapılacağı gün yağmur
yağacaksa, Ruslar, ellerindeki
bugünkü teknolojiyle, tören bitinceye kadar yağmurun yağmasını
engelleyebiliyorlar.
Meydanı çeviren duvarların kırmızı renginden dolayı, bu alana,
“Kızıl Meydan” adı verilmektedir.
Günümüzde burada yapılan buz
pateni alanı, ne yazık ki, o muhteşem atmosferin estetiğini bozmaktadır.
“Yedi Kız Kardeş” adlı
yüksek binalar, Stalin zamanında yapılmıştır. O
devirde, Avrupa’da yapılan yüksek binalara nispet
olarak inşa edilmişlerdir.
74>75 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Mimarisi oldukça özgün ve ilginçtir. Bu yapılardan birisi, Moskova
Devlet Üniversitesi binasıdır. Bir
diğeri günümüzde otel olarak hizmet vermektedir… Bildiğiniz gibi
Moskova, Roma gibi, İstanbul
gibi, “Yedi Tepeli” bir kenttir. Üniversite binası, bu tepelerin birisinin üzerinde bulunur…
“Lenin Tepesi” de denilen bu yüksek alandan, aşağıya baktığınızda, özellikle geceleri muhteşem
bir görüntü, bütün ihtişamı ile
ayaklarınızın altındadır. Şehrin
tam ortasından geçen, Volga’nın
bir kolu olan “Moskova Nehri”,
bütün haşmetiyle akmaktadır. Bu
nehir, kış mevsiminde donmaktadır. Buz kırıcı gemiler, gece gündüz çalışarak, tutan buzu kırmak
için büyük gayret sarf ederler.
İsterseniz, yüzen restoranlarda
akşam yemeği yeme fırsatı bulabilirsiniz. Tur gemileriyle yapılan
akşam turları, güzel olduğu kadar
da pahalıdır…
Karşı taraftaki kış olimpiyatlarının
düzenlendiği alan da çok etkileyicidir. Yan tarafındaki stadyum da
görülmeye değer… (Stadyum deyince aklıma geldi. Dinamo Mos-
ey, and entered inside once again
with them. Believe me, it was so
silent inside. Everybody listened
to the guides eagerly. Everybody
could listen to what was told with
the headphones. I had some
consolation when I saw that this
group of children examined the
“Treasures of Troy” with a great
interest. Because that treasure
was given the due importance.
The tears in my eyes had reduced a little.
In every corner there is a museum
in Moscow. There is a wide variety of museums. There is even a
“Puppet Museum.” Archaeological and arts museums are in the
majority… The works of various
artists are displayed in these art
museums…
Although our Anatolia is the richest in the world in terms of archaeological values, unfortunately
museology has
remained almost in the period of Osman
Hamdi Bey… I
think, the fear
that we cannot
preserve them
is predominant always… Pity,
what a pity… Believe me, I am
so sorry that we have so few museums… Each corner of Anatolia
would fill hundreds of museums.
Especially, after seeing this much
museums established abroad
with those taken from Anatolia,
my sorrow is even greater…
I’d like to end my words
with Nazim Hikmet Ran,
the great master… As
you know, the great
poet, the great master
lies there…
It is a monastery monumental
cemetary built in the seventeeth
century… The Tsar’s family and
the aristocratic ladies of the period
have used this monastery. Also
many famous people are buried
in this cemetary. Boris Yeltsin,
Lev Tolstoy, Anton Chekhov and
Nikolai Gogol are some of them…
Everybody working there knows
Nazim’s grave. It is always decorated with red carnations. Especially, those coming from Turkey
necessarily visit it…
Nazim is not alone there… He has
many lovers. And his wife Vera?
She is also in the same grave…
It is as if they are engaged with a
bond of love that will last forever…
And in the shade of a grand tree…
Just as Nazim has bequeathed…
On the way back with tired steps,
I murmur Nazim’s lines:
“ The most beautiful sea:
hasn´t been crossed yet.
The most beautiful child:
hasn´t grown up yet.
Our most beautiful days: we
haven´t seen yet.
And the most beautiful words I
wanted to tell you
I haven´t said yet.”
Goodbye, Moscow…
Goodbye, “Delicate Baby”…
Moskova Deyince... / When We Say Moscow...
Anadolu’muz, arkeolojik değerler açısından, dünyada en fazla
zenginliğe sahipse de, müzecilik,
ne yazık ki, neredeyse Osman
Hamdi Bey döneminde kalmış…
Sanıyorum, hep, “Ya koruyamazsak” düşüncesi hakim… Yazık,
çok yazık… İnanın bu kadar az
müzemiz olduğu için, çok üzülüyorum… Anadolu’nun her köşesi, yüzlerce müze doldurur. Hele
Anadolu’dan götürülenlerle, yurt
dışında kurulan bu kadar çok müzeyi gördükten sonra, üzüntüm
daha da artıyor…
Son sözü, büyük üstat,
Nazım Hikmet Ran ile bitirmek istiyorum… Bildiğiniz gibi, büyük şair, büyük
usta, orada yatıyor…
kova stadı önünde, dönemin ünlü
Rus file bekçisi Yaşin’in bir heykeli bulunmaktadır…)
St. Vasili Kilisesi, Moskova’nın
simgesidir. Soğana benzeyen
altından kubbeleri, gözünüzü kamaştıracaktır…
Bir diğer görkemli kilise ise, Kurtarıcı İsa Kilisesi’dir. Beyaz duvarları üzerinde yükselen muhteşem
kubbeleri görülmeye değer…
Eski Arbat sokağı, barındırdığı “Sokak Ressamları” ve eski binaları ile ünlüdür. Moskova’nın nostaljik
bir köşesidir…
Müze deyince hemen aklıma Puşkin Müzesi geliyor… İçinde birçok
Roma ve Yunan dönemine ait eser
barındırıyor. Beni en çok etkileyen
müze, Puşkin Müzesi olmuştur
hep… Truva Hazineleri’nin izini,
Berlin’de çok aramıştım. Nihayet
burada karşıma çıktı. Bir kez daha
hayran oldum bu eserlere…
Dışarıya çıkınca, bir kafeye oturup, gelen ziyaretçileri izlemeye
başladım. Bunlar, yirmi otobüs
dolusu, yaşları henüz sekiz ya da
dokuz olan öğrencilerdi. Büyük
bir disiplinle giriyorlardı müzeye.
Hava sıcaklığının eksi 18 olduğu
gün görmüştüm bu manzarayı…
Yüzlerce öğrenci, tek sıra olmuş,
müze ziyareti yapıyordu… İnanın
hem kıskandım, hem de gıpta ettim doğrusu. Hiç soğuktan yakınan yoktu. Sakın, “Onlar alışkındır
soğuğa” demeyin. Çünkü, onların
üşümemesi, kültüre duydukları
büyük ilgi ve heyecandan dolayı idi. Paraya kıyıp onlarla tekrar
içeri girdim. İnanın içeride “Çıt”
yoktu. Herkes heyecanla rehberlerini dinliyordu. Kulaklıklarından
herkes duyabiliyordu anlatılanları.
Ben, bu çocuk öğrenci grubunun,
“Truva Hazineleri”ni büyük bir ilgiyle incelediğini görünce, biraz
teselli oldum. Çünkü o hazineye,
gereken önem veriliyordu. Gözlerimin nemi biraz azalmıştı.
Moskova’da her köşede bir müze
var. Bu müzeler çok çeşitli. “Kukla
Müzesi” bile var. Arkeoloji ve sanat müzeleri çoğunlukta… Çeşitli
ressamların yapıtları sergileniyor
bu sanat müzelerinde…
76>77 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
On yedinci yüzyılda yapılmış bir
manastır anıt mezarlığı burası…
Zamanın Çar ailesi ve aristokrat
kadınları kullanmış bu manastırı.
Buradaki mezarlıkta bir çok ünlü
kişi de defnedilmiş. Boris Yeltsin,
Lev Tolstoy, Anton Çehov ve Nikolay Gogol bunlardan bazıları…
Nazım’ın mezarını bilmeyen yok
orada çalışanlardan. Her zaman
kırmızı karanfillerle donatılıyor.
Özellikle Türkiye’den gelenler
mutlaka uğruyorlar ziyaret için…
Nazım, yalnız değil orada… Çok
seveni var. Karısı Vera mı? O
da, aynı mezar içinde… Sonsuza dek sürecek bir sevgi bağı ile
kenetlenmişler sanki… Hem de
ulu bir ağacın gölgesinde… Tıpkı
Nazım’ın vasiyet ettiği gibi…
Yorgun adımlarla geri dönerken,
bir yandan da, Nazım’ın dizelerini
mırıldanıyorum:
“en güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır.
en güzel çocuk: henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz: henüz
yaşamadıklarımız.
ve sana söylemek istediğim en
güzel söz
henüz söylememiş olduğum
sözdür”.
Hoşça kal, Moskova…
Hoşça kal, “Nazlı Bebek”…
Dicle’den Meriç’e,
Göbekli Tepe’den Yenikapı Kazılarına
Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi:
Neolitik Çağ
*
Türkiye Arkeolojisinin Büyük Kaybı:
Prof. Dr. Klaus Schmidt (1953-20.07.2014) Anısına
önemli aşamalarından birini oluşturan süreçtir.
Nezih Başgelen - Türkiye’de
Neolitik Dönem / The Neolithic
in Turkey projesi yayın editörü.
Türkiye’de son yıllarda yapılan
kazı ve araştırmalar, ülkemizdeki Neolitik yerleşimlerin, Neolitik
Çağ’ın tanımını değiştirecek ölçüde gelişkin ve kendine özgü
karmaşık yapıda kültürleri barındırdığını göstermiştir. Ders kitaplarından cilalı taş dönemi olarak
bildiğimiz arkeoloji literatüründe
ise Neolitik olarak tanımlanan bu
dönem, genelde insanoğlunun
avcılık ve toplayıcılığa dayalı gezginci bir yaşamdan, genelde üretime dayalı yerleşik yaşama geçtiği kabul edilen kültür tarihinin en
Bu dönem, içinde gelişen mimari,
sanat ve zenaatlar, uzmanlaşma,
toplumsal örgütlenme gibi birçok
“olgu” ile her şeyin değiştiği ve
yeni bir düzenin kurulduğu, birçok
yeni buluşun sınanarak ortaya
çıktığı, heyecan verici bir uygarlık
sürecidir. Son 50 yıl içinde Yakındoğu’daki kazılarda, bu döneme
ait birçok yeni kanıtlar elde edilmiştir. Bizimde çekirdek bölgesinde yer aldığımız Neolitik dönemin
içinde ortaya çıkan uygarlık tarihi
açısından ikinci önemli aşama çanak-çömleğin kullanılmaya başlanması olmuştur. Son yıllarda
bu çağ, besinlerin depolandığı,
sunulduğu pişmiş topraktan kap
kacağın yapımı ve kullanımı baz
alınarak, Çanak Çömleksiz ve Çanak Çömlekli Neolitik Çağ olarak
iki ana dönemde değerlendirilmektedir.
Çanak çömlekli Neolitik, 1960
öncesi Anadolu’da sadece Mersin-Yumuktepe, Tarsus-Gözlükule ve Amik Ovası höyüklerindeki
gibi az sayıda kazılarda rastlanan
bulgular çerçevesinde biliniyordu.
Çatalhöyük kazılarına kadar ise
Gordon Childe’ın ünlü deyimiyle
“Neolitik Devrim”in ilk olarak Suriye-Mezopotamya bölgesinde ortaya çıktığı, Anadolu ‘nun bu gelişme sürecinde marjinal bir bölge
olduğu düşünülmekteydi. Buna
karşın 1961 yılında Konya İli Çumra İlçesi yakınında Çatalhöyük’te
başlatılan kazılar MezopotamyaSuriye’deki çağdaşlarından çok
daha büyük, kalabalık bir nüfusu
barındıran, köyden çok kent görünümünde şaşırtıcı Neolitik bir yerleşmeyi ortaya çıkarmıştır.
Özellikle Urfa-Göbekli Tepe ile
Batman-Körtik Tepe’deki kazılar
ise Neolitik kültür açısından bugüne kadar rastlanmamış şaşırtıcı
sonuçlar ortaya koymuştur. Batman yakınlarındaki Körtik Tepe
yeni kazılmaya başlanan, Siirt ‘teki
Gusir Höyük Anadolu’nun bilinen
en eski Neolitik yerleşmelerine
ait ilginç bulgulara sahiptir. Gusir
Höyük Yukarı Dicle Havzası’nda
yerleşik hayatın en eski bulgularına sahiptir. Yuvarlak-çukur kulübelerin içlerinde Göbekli benzeri
dikilitaşlar ilginçtir. Körtik tepe’nin
(*) Bu metin Nezih Başgelen’in ARO - Antalya Rehberler Odası’nın davetlisi olarak 24 Mart Pazartesi - Saat: 13:00’de Antalya - Atatürk Kültür Merkezi,
Perge Salonu’nda Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı Konusunda, “Göbekli Tepe’den Yenikapı’ya Türkiye’de Tarihi Yeniden Yazdıran
Neolitik Dönem Kazıları” başlıklı geniş bir ilgili kitlesine yaptığı sunumun bir özetidir.
78>79 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
mezarlarında ele geçen ustaca
biçimlendirilmiş bezemeli klorit
taşından kapları, kemik aletlerin
üzerini süsleyen sembolik bezemeleri bu dönem için karakteristik ögelerdir. Bunların yanı
sıra Batman’da kazılmakta olan
Hasankeyf Höyük, Salat Camii
Yanı, Siirt-Sumaki Höyük kazıları
Yukarı Dicle Havzasının Neolitik
dönemi ile ilgili ilginç bulgular vermektedir. Diyarbakır
Ergani’de kazılmış olan
Yayvantepe-Tilhuzur,
Urfa-Bozova çevresinde
Kumartepe,
Elazığ kazılmış olan
Tepecik ile Malatya yakınındaki İkiz
Höyük, İlk Çanak
Çömlekli
Neolitik
dönemi bize yansıtan merkezlerdir.
Diyarbakır-Ergani
yakınlarındaki Çayönü yerleşmesindeki
kazılarda ortaya çıkartılan yapı katları Neolitik
Çağ mimarisinin tüm gelişim
sürecini yansıtması açısından
önemlidir. Çayönü’nün Çanak
Çömleksiz Neolitik Çağ dönemi,
eskiden yeniye doğru, yuvarlak
planlı kulübeler, ızgara planlı, kanallı, taş döşemeli, hücre planlı ve
geniş odalı yapılar olmak üzere
farklı konutlara sahip altı evreye
ayrılmakta, 14C yaş belirlemeleri-
Çanak Çömlekli Neolitik Çağ
yerleşmesi ise GÖ 8 bin 100-7
bin 500 arasına tarihlenmektedir.
Karakaya barajının suları altında
kalan Cafer Höyük, şimdilik Doğu Anadolu dağlık
bölgesinin kazılmış yegane Neolitik yerleşmesidir.
Bunların yanı sıra Çanak
Çömleksiz Neolitik Çağa
tarihlenen, Urfa İli sınırları
içindeki günümüzde su
altına kalan Nevali
Çori ile 1995’ten
itibaren Göbekli
Tepe’de günışığına çıkartılan
görkemli sanat
eserleri Neolitik
Çağ ile ilgili düşünülen pek çok
bilgiyi altüst etmiş şaşırtıcı ve
benzersiz bulgulardır.
ne göre bu
evreler GÖ (Günümüzden Önce
) 10 bin 200-8 bin 100 arasına,
Göbekli Tepe, Harran Ovası’na hakim
konumuyla, bugüne kadar çok az bir bölümü kazılmış olmasına karşın avcıtoplayıcı yaşam biçiminden, dini
mekanların biçimlenmesi, tapınak
mimarisinin ve sanatın doğuşu,
tarım ve hayvancılığa geçiş sü-
Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi: Neolitik Çağ
lediği düşünülmektedir. Üzerlerinde her cins hayvanın betimlenmiş
olmasına karşın hiçbir zaman insan figürünün olmaması bu görüşü şimdilik doğrulamaktadır.
Urfa-Birecik sınırları içinde Fırat kıyısındaki Akarçay Tepe ile
Mezraa-Teleilat, Fırat Havzasındaki Neolitik kültürün gelişim aşamalarını göstermesi açısından
önemlidir. Mezraa-Teleilat yerleşmesi Yakındoğu’da çanak çömleksiz Neolitik’ten Çanak Çömlekli
Neolitik’e geçişi ve bu yeni teknolojik oluşumun yerleşim kültürü
içinde gelişimini en iyi yansıtan
kazı merkezlerinden birisidir. Mersin yakınındaki Yumuktepe Akdeniz Neolitik kültürlerini temsil eden
bir merkezdir.
recini anlamamıza önemli katkılar
sağlayan benzersiz bir tarihöncesi
yerleşimdir.
Göbekli Tepe, 8 tanesi kazıyla
ortaya çıkarılmış, çapı 30m. ye
ulaşan yuvarlak ya da oval planlı,
sayısı 20’yi bulan bugüne kadar
benzerlerine rastlanmamış yapılardan oluşmaktadır. (Diğerleri jeomanyetik ve georadar yöntemle-
riyle yapılan toprak üstü ölçümler
sonucunda belirlenmiştir.) Göbekli Tepe’nin en ilginç bulguları bu
yapıları oluşturan genelde üzeri
hayvan betimleriyle süslenmiş “T”
biçimli anıtsal dikilitaşlardır. Ortadaki bir çift karşılıklı dikilitaşın
çevresindeki dikilitaşlar yuvarlak
yada oval biçimli kapalı mekânlar
oluşturmaktadır. “T” ve “ters L” biçimli dikilitaşların insanları simge-
80>81 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
İç Anadolu’nun en eski Neolitik
kültürü olan Aşıklı Höyük (Aksaray) ile bunun devamı niteliğindeki
hemen yakınındaki Musular Orta
Anadolu Neolitiğinin kilit yerleşimleridir. Musular’da o dönemin en
önemli ticaret malı olan obsidyen/
doğalcam yataklarında yapılan
çalışmalar, bu konuda önemli sonuçlar vermiştir. Aşıklı Höyük ile
Pınarbaşı kazılarının sonuçları,
Orta Anadolu Platosu’ndaki Neolitik kültürün Güney Levant’taki kadar eski olduğunu göstermektedir.
Orta Anadolu’da Köşk Höyük ile
Tepecik-Çiftlik bu kültürün ileri
aşamalardaki gelişimini çarpıcı buluntularıyla yansıtmaktadır.
Niğde İli Çiftlik Kasabası yakınındaki Tepecik-Çiftlik Yerleşmesinde bulunan çanak çömlekler
üzerinde yüksek kabartma olarak
yapılmış hayvan ve insan betimleri dikkati çekmektedir. Aynı bölgede Kaletepe’de ortaya çıkan
obsidyen (Volkanik cam) işliği,
Filistin’e kadar uzanan Neolitik
dönemdeki ticaret ağının ne kadar
kapsamlı olduğunu göstermiştir.
Çatalhöyük’ün batı yamacında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan 13
yapı katı en eski yerleşme, ev mimarisi ve kutsal yapılara ait özgün
buluntuları ile insanlık tarihine ışık
tutan bir merkezdir. Çarpıcı duvar
resimleriyle tanınan Çatalhöyük’te
yeni dönem kazıları bu yerleşimin
uygarlık tarihi açısından taşıdığı
önemi arkeolojinin yeni yöntemlerinden de yararlanarak farklı bir
şekilde ele almakta ve ortaya çıkarmaktadır.
Orta Anadolu’nun daha batısında Kuruçay, Höyücek ile
Bademağacı’nda yapılan kazılarda Göller bölgesindeki çanak çömlekli Neolitik Çağ’ın tüm gelişim
sürecini yansıtan çarpıcı bulgular
elde edilmiştir. Son yıllarda Ege
Bölgesi’nde Ulucak, Yeşilova, Ege
Gübre, Çoşkuntepe yerleşimlerinde yapılan kazılar, Bafa gölünün
yakınında Beşparmak Dağı’nda
Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi: Neolitik Çağ
Aktopraklık Höyük, tarihöncesi
dönem mimarisi hakkında özellikle MÖ 6. bin yıla tarihlenen tabakalarıyla, detaylı bilgiler sunar.
Bu dönemi yansıtan 20 yapı gerek inşa teknolojisi gerekse yapısal ögeleri bakımından birbirini
neredeyse tekrar eden özellikler
gösterir. Bir hendeğin iç çeperi
boyunca yan yana dizili olan yapılar dairesel bir plan oluşturur.
Yapıların yanı sıra, avlu niteliğindeki açık alanlarda da ocak ve
işlik gibi tekrar eden ögelerle karşılaşılır. Yerleşmenin merkezinde
ise benzeri inşa teknikleri kullanılarak hazırlanan bir yapı grubu
bulunur. MÖ 6400-6000 yılları
arasına tarihlenen bu evre aynı
zamanda Neolitik yaşam biçiminin
Avrupa’ya yayılımında Marmara
Bölgesi’nin üstlendiği rolü daha
ayrıntılı ortaya koymaktadır.
saptanan kayaüstü boyalı resim
bulguları, Kuzeybatı Anadolu’da
Seyitgazi yakınındaki Keçiçayırı
bu yaşam biçiminin batıya yayılım
sürecinin aşamalarını açık bir şekilde bizlere göstermektedir.
Marmara Bölgesi’ndeki neolitik
kazı merkezleri ise İznik gölü kıyı-
sındaki Ilıpınar, Yenişehir ovasındaki Menteşe ve Barçın ile Bursa
Uluabat gölü doğusunda 2004’ten
bu yana kazılan Aktopraklık höyüğüdür. Marmara Bölgesi’ndeki
yerel avcı toplayıcı toplumların tarıma dayalı yaşam biçimine uyum
sürecinin izlendiği Aktopraklık’ta
Kuzeybatı Anadolu’da yer alan
82>83 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Fikirtepe, Pendik ve Yarımburgaz kazıları neolitik açısından
İstanbul’un en eski kültür buluntularını vermiştir. Marmara
Bölgesinde son yılların en sansasyonel neolitik bulguları ise
Marmaray projesinin Yenikapı
kazı alanında, Theodosius Limanı taban dolgusu kazılırken günümüz deniz seviyesinin yaklaşık
-6.30 m. altında tespit edilmiştir.
Çanak Çömlekli Neolitik Çağ’a ait
Ülkemizin üzerinde yer aldığı
coğrafya, uygarlık tarihinin her
döneminde önemli bir rol oynamış, sayısız eski uygarlık burada
yaşamış, dönemlerinden çarpıcı
izler bırakmıştır. Özellikle son 20
yıl içinde büyük bir ivme kazanan
Anadolu Neolitik Çağ araştırmaları, tüm bilim dünyasını şaşırtan sonuçlar vermiş ve vermeye devam
etmektedir. Özellikle son yıllarda
yapılan araştırmalarda Neolitik
dönem açısından Anadolu’nun insanlık tarihinde ayrıcalıklı bir yeri
olduğu görülmektedir.
Günümüz dünyasının uygarlık
temelleri Neolitik dönemde atılırken, bu oluşuma Türkiye coğrafyasındaki kültürlerin katkısının,
öngörülenden çok daha fazla olduğu yeni kazıların sansasyonel
sonuçları ile giderek çok daha iyi
ortaya çıkmaktadır. Her yıl değişen ve gelişen yapısıyla Neolitik
Çağ ülkemiz arkeolojisinin en dinamik ve önemli sonuçlarının elde
edildiği bir dönemdir. Bu dönemdeki Anadolu yerleşmelerinin bir
diğer önemi de, tarım, hayvancılık, yerleşik köylere dayalı yaşam
biçimini başka coğrafyalara ve
özellikle Avrupa’ya aktarmasıdır.
Anadolu’nun özellikle Güneydoğu Avrupa ve Akdeniz havzasının
“Neolitikleşmesinde” önemli bir rol
oynadığı anlaşılmaktadır.
Seçilmiş Genel Kaynakça:
- Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) (baskıda)
bu yerleşim; ölü gömme gelenekleri, arkeolojik dolgularda tesadüfi olarak kalan insan ayak izleri,
ahşap buluntu topluluğu ile dikkat
çekmektedir.
Neolitik dal-örgü mimariye ait
mekânların içinde ve çevresindeki çok sayıdaki çanak çömlek
buluntusu, “Fikirtepe Kültürü” ve
“Yarımburgaz 4 evresi’ ile yakın
benzerlik göstermektedir. Daha
geniş bir alana yayılmış olabileceği düşünülen bu yerleşimde
bulunan ve daha önce Anadolu
Neolitiğinde bilinmeyen urne tipi
kremasyon (yakma) mezarları arkeolojik açıdan ilginçtir. Yenikapı
Neolitik eserleri Avrupa kıtasının
yerleşim tarihi açısından da ayrı
bir önem taşımaktadır.
Gökçeada’daki Uğurlu, Trakya’daki Yarımburgaz, Toptepe,
Enez-Hoca Çeşme, KırklareliAşağı Pınar neolitik yerleşimleri
ise Avrupa neolitik kültürlerinin
öncülüğünü yapan yerler olarak
Türkiye kültür tarihi içinde ayrı bir
önem taşımaktadır.
The Neolithic in Turkey, 10500-5200
BC, Volume 6: Environment, Settlement,
Flora, Fauna, Dating, Symbols of Belief,
with Views from North, South, East, and
West. Archaeology and Art Publication,
Istanbul.
- Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2013
The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol.
5: Northwestern Turkey and Istanbul.
Archaeology and Art Publication, Istanbul.
- Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2012
The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol.
4: Western Turkey. Arkeoloji ve Sanat
Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi: Neolitik Çağ
Yayınları, İstanbul.
- Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2012
The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol.
3: Central Turkey. Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, İstanbul.
- Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2011
The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol.
2: The Euphrates Basin. Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, İstanbul.
- Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2011
The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol.
1: The Tigris Basin. Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, İstanbul.
- Özdoğan, M. ve N. Başgelen (yay.)
2007
Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve
Avrupa’ya Yayılımı. Türkiye’de Neolitik
Dönem: Yeni Kazılar, Yeni Bulgular (2
cilt). Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.
- Özdoğan, M. ve N. Başgelen (yay.)
1999
Neolithic in Turkey. (2 cilt) Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, İstanbul.
  ­ €
Mikail P. Duggan, Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne ait
Fikret Otyam Sanat Galerisi’nde “Resim Sergisi” açtı...
ARO Dergi Yayın Kurulu üyemiz Mikail P. Duggan, Antalya Büyükşehir
Belediyesi’ne ait Fikret Otyam Sanat
Galerisi’nde çoğunluğu karakalem
çizimlerinden ve yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açtı.
Sergide yer alan çizimler, yıllardır Akdeniz Üniversitesi Beydağları Arkeolojik araştırma ekibinin
üyesi olarak gezdiği gördüğü yerlerdeki tarihi ve
arkeolojik konuları içermekteydi. Yağlıboya resimlere gelince, restorasyon aşamasında çok yakından ilgilendiği açıkça belli olan İkikapılı Han’ın
değişik resimlerini kapsıyordu. Mikail, neredeyse
restorasyonun her aşamasında orada imiş, orada
yatıp kalkmış gibi hanın tüm yenilenme evrelerini
ele alıp bir güzel tuvaline aktarmış.
Benimde kişisel dostlarımdan biri olan Mikail,
Anadolu’yu içine sindirmiş, onu yakından tanımış
ve her fırsatta da tanıtmaya çalışan biri.
İlginç özellikleri olan Mikail, Büyük İskender’in izini
86>87 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
sürerek, tam 5.500 kilometre yolu yayan kat etmiş
biri. Helen yarımadasında bulunan Pella’dan yola
çıkarak Mısır’da bulunan Memphis’e kadar süren
bu uzun ve yorucu yolda, 1000 den fazla çizim
gerçekleştirerek, gördüğü güzellikleri, ören yerlerini ve yöre insanlarını resmetmiştir.
Büyük İskender’in izini sürerken, yol boyunca tam
4 çift ayakkabı eskiten Duggan, yüzlerce çizim
kalemi kullanarak yine yüzlerce farklı konu içeren
çizim gerçekleştirmiştir.
Zaman olmuş, ağır bir trafik kazası geçirmiş, 13
gün komada kalmış, yürümeyi yeniden öğrenmiştir. Sina çölünde susuzluktan son nefesini vermek
üzereyken bir Bedevi kadın tarafından son anda
kurtarılmıştır. Değişik zamanlarda soygun ve saldırılardan kurtulmayı başarmış, zehirli bir örümcek
tarafından sokulmuş, en son da bir kalp krizi geçirmiş ama iradesi ve dayanma gücü sayesinde
bütün bu zorlukları atlatmıştır.
Mikail’in vazgeçemediği tek şey, hastalık derecesinde düşkün olduğu yeni şeyler öğrenme
ve gördüklerini bir biçimde resmetme merakı-
dır. Onu yaşama bağlayan ve kalıcı kılan da bu
özelliğidir zaten.
Antalya tarihini incelediğimizde, 18. ya da 19.
yüzyılda bölgeye gelen, gravürler çizen, çizimler
yapan Bruyen, Lanckoronski, Beaufort ve Bartlett
gibi yazar ve çizerlerin az sayıda örnekleri ile karşılaşmakta, arşiv olarak ancak onlardan yararlanmak durumunda kalmaktayız.
Bence Mikail, Otyam Galerisindeki sergide yer
alan ya da almayan bu çizimleri ile ilerde çok
konuşulacak, çizimlerine başvurulacak bir büyük
kaynak oluşturuyor. Güzel olan şu ki, enerjisi
bitmeden, yorulmadan bıkmadan bu çalışmalarını sürdürerek, başta Antalya ve çevresi olmak
üzere arşiv değeri taşıyan koleksiyonunu sürekli
genişletiyor.
Doğrusu Mikail’in Antalya aşkına, kültür ve sanata olan düşkünlüğüne şapka çıkartmak gerekiyor.
Ama, O yaz demeden kış demeden, çiziyor, çiziyor, çiziyor. Sağolsun, bizi kırmadan, bir beklenti
içine girmeden, ARO Dergi’nin İngilizce okumalarını da yaparak sizin elinize daha doyurucu çiftdilli bir dergi çıkmasına da katkı koyuyor. Bizler de
ARO Dergi olarak sanatsever dostumuz Mikail’e
sanat ve kültür çalışmalarında sonsuz başarılar
diliyoruz. Nice güzel sergiler diyoruz.
***
Nisan ayında ARO rehberlerinin yolu Demre güzergahında yer alan Beymelek Taş Evler’e düştü. Rehberler, şimdiye kadar bir belde belediyesi
konumunda olan Beymelek’in özverili ve çalışkan
Belediye başkanı Osman Güngör’ün azim ve kararlılığın neler başardığını gözleriyle gördüler.
Dededen kalma yıkılmaya yüz tutmuş köy evlerini birer birer yenileyerek, Batı Akdeniz Kalkınma
Ajansı (Baka) ve Beymelek Belediyesinin desteğini sağlayarak, bu arada yakın komşulara da
önayak olarak, gıpta edilecek güzel bir proje ortaya koymuş işi bilen Belediye başkanı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı denetiminde işletme belgeli bir
pansiyonu kısa zamanda yerli yabancı turistlerin
hizmetine sokmuş. Güzel bir iş çıkmış ortaya.
Aile ortamında, sıcak ve samimi bir çevrede, konuklarıyla teker teker ilgilenen bir aile işletmesinde
deniz ve göl manzaralı, yeşillikler ve çiçekler içinde bir terasta oturmak, denizin ve gölün temiz iyot
kokusunu içlerine çekmek ve eşsiz manzaranın,
turkuvaz mavisinin keyfini çıkartmak isteyenler,
Beymelek Taş Evler’i kesinlikle görmeli, bahçeden
mutfağa taptaze malzeme kullanılarak hazırlanan
güzel yemeklerini tadmalı, fırsatları varsa, her bir
köşesi nefis ahşap kokan odalarında kalmalı, yaşamın tadına varmalıdırlar.
Bu proje sadece turistik potansiyeli olan bir bölgede yer alan birkaç taş evi restore edip, turizmin
hizmetine sokmaktan ibaret değildir. Kültür ve
İnanç turizminin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi
de amaçlanmaktadır. Yakın çevreye yapılan yürüyüş turları bu potansiyelin de Beymelek çevresinde fazlasıyla var olduğunu göstermektedir.
Bölge, 4. yüzyılda yaşayan ve herkesin “Noel Baba”
diye bildiği Aziz Nikolaus’tan ibaret değildir. Bir de
Sion manastırında 6. yüzyılda yaşayan bir başka
Aziz Nikolaus daha vardır. Oldukça korunaklı ve
gözden uzak yerlerde oluşturulan manastırlarda
yaşayan bu dindar insanlar, bir yandan bulabildikleri alanlarda üzüm, zeytin ve tahıl yetiştirirlerken,
diğer yandan hayvancılık ve ormancılık da yaparak
geçimlerini sağlamakta, yerleşim yerlerine yakın
yerlerde kurdukları kilise, şapel ve manastırlardada ibadetlerini gerçekleştirmekteydiler.
Bu proje, aslında Sionlu Aziz Nikolaus’un yaşadığı tespit edilen Alacadağ bölgesinin de gün ışığına çıkartılmasına ve turizme kazandırılmasına
yöneliktir.
Başkan hiç üşenmemiş, konuyu enine boyuna
araştırmış ve “Aziz Nikolaus Yolları” adıyla ayrıntılı bir kitap hazırlamış, yürüyüş güzergahlarını ve
yolda karşılaşılacak ilginç yapıları üzerinde gösterdiği bir plan (harita) çıkartmış ve gezmek maksadıyla bölgeye gelenlerin hizmetine sunmuştur.
Ayrıca bir tanıtım broşürü ile Beymelek Taş Eevlerini, konuklara sağlanan olanakları açıklamıştır.
ARO olarak, bu anlamlı projeyi yaşama geçiren,
çevresine davranışlarıyla örnek olan, bu arada bulabildiği etnoğrafik objelerle taş evleri daha da çekici kılan son Beymelek Belediye başkanı Osman
Güngör’ü içtenlikle tebrik ediyor, başarılı sezonlar
geçirmesini diliyoruz.
Haberler
22 Haziran Türkiye
Rehberler Günü
2014 yılı itibari ile 21 Şubat Dünya
Rehberler Günü dışında mesleğimizin
resmi olarak varoluş günü olan 22 Haziran’ı
Türkiye Rehberler Günü olarak yapılacak
bu etkinlikle ön plana çıkarmak istiyoruz.
Meslek yasamızın çıkışının (22 Haziran 2012) ikinci
yıl dönümü, ARO’nun kuruluşunun 10. Yılı (17
Ocak 2004 ilk Genel Kurul) ve meslekte 25 yılını
(25 yıl ve üstü) doldurmuş üyelerimize plaket
taktim etmek üzere:
23 Haziran 2014 tarihinde saat 19:30 Denizim Park
Restaurant’da barbekü partisinde buluşuyoruz.
Bilgilendirme Toplantıları
Yaptığımız bilgilendirme toplantısına katılan
meslektaşlarımıza mesleki gelişmeler, denetim,
önümüzdeki süreç ve çalışma şartları ile
ilgili güncel bilgileri aktardık. Bunun yanında
üyelerimizden gelen soruları cevapladık,
eleştirilere yanıt verdik ve önerilerini gündeme
aldık. Bu toplantılar düzenli olarak her ayın
ikinci pazartesi günü yapılacaktır. Bunun
dışında Alanya ve Side-Manavgat bölgelerinde
de üyelerimizle bir araya geleceğiz.
04-06 Temmuz 2014
Eğitim Gezisi
“Frigya Başkenti Gordion,
yenilenen Anadolu
Medeniyetleri Müzesi,
Hattuşaş, Yazılıkaya,
Acemhöyük ve Çatalhöyük”;
ANADOLU’NUN kalbine ARO
ile bir Eğitim, Kültür ve Bilgi
yolculuğu!
Denetimler
Denetimlerimiz bundan sonraki aylarda
da yoğun olarak devam edecektir.
Denetim esnasında görevli denetmenlere
yardımcı olmanız, gereksiz zaman kaybını
önleyecektir. Şikayetlerinizi doğrudan
ARO Genel Sekreteri Bilal BİLALOĞLU’na
(GSM: 0541 451 95 80 - 0242 311 11 30)
iletmenizi rica ederiz. Denetimlerin sizlerin
lehine yapıldığını ve öncelikli amacın
belgesiz rehberlik faaliyetlerini önlemek
olduğunu unutmayınız. Lütfen tura
çıkarken evraklarınızın eksik olmamasına
dikkat ediniz.
Yapılan denetimlerin cezai yaptırımları
odamıza raporlanmaktadır. Yasalar gereği
bu bilgilerin yayınlanması uygun değildir,
bilgi için arayabilirsiniz.
Haberler
Kaymakam Ziyaretleri 7-11 Temmuz
7 - 11 Temmuz tarihleri arasında ARO’ya
denetimlerde desteklerini esirgemeyen Antalya
ilçelerindeki bazı kaymakam ve belediye
başkanlarını ziyaret ederek teşekkürlerimizi
ilettik. Aynı zamanda mesleğimiz ile ilgili yasal
düzenleme ve rehberlerin çalışma şartları ile
ilgili bilgileri aktararak daha yakın iş birliği
önerisinde bulunduk.
Sayın Kaymakamlarımızın (Demre Kaymakamı
Yusuf İzzet KARAMAN, Kemer Kaymakamı
Bayramali KÖSE, Konyaaltı Kaymakamı
İbrahim KEKLİK, Aksu Kaymakamı Veysel
ÖZGÜR, Alanya Kaymakamı Erhan
ÖZDEMİR, Manavgat Kaymakamı Emir
Osman BULGURLU, Serik Kaymakamı Erol
RÜSTEMOĞLU) sorunlarımıza gösterdikleri
duyarlılıkları için teşekkür ederiz.
Mark WILSON Konferans
Prof.Dr. Mark WILSON un Anadolu
Tarihindeki Dini Merkezler konulu
konferans ve ARO Ağustos ayı
bilgilendirme toplantısı Antalya Atatürk
Kültür Merkezi’nde yapıldı.
Nezih BAŞGELEN Konferans
24.03.2014 Pazartesi günü
Sayın Nezih BAŞGELEN
“Anadolu’da Uygarlığın
Doğuşu: Urfa Göbeklitepe’den
- İstanbul Yeni Kapıya”
başlıklı konferansı
sunacaktır. Konferans AKM
Perge Salonu’nda yapıldı.
Konferanstan görüntüler…
Sagalassos Gezisi 07.06.2014
ARO Dergi Bulmaca
Not: Bu bulmacayı doğru çözenler arasında çekilecek kurada kazanan bir kişiye kitap armağan edilecektir.
Bulmacanın çözümü önümüzdeki sayıda yayımlanacaktır.
Hazırlayan: Hikmet Uğurlu, Rehber
1.
Halen British Museum’dasergilenen 1842’de Ksanthos’tan sökülüp götürülmüş ünlü yapıt
2.
Konu dışında tutma, saf dışı etme ... - bir savaş aracı
3.
Hatay yöresinde bir ova... - oyunda cezalı çocuk ... - mülteci
4.
2008-9 yıllarında Antalya’da çekilen, yönetmenliğini Levent SEMERCİ’nin yaptığı film...
- Minyatürü çağrıştıran yapıtları ile ünlü 1943 doğumlu ressamımız
5.
Danimarka’nın plaka imi ... - çayın etkin maddesi ... - ödünç alınan ya da verilen şey ... - hile
6.
Felsefede “seçmecilik” ... - halk dilinde “sersem, ahmak,”.
7.
Tanrı ... - halk dilinde “yatak, yorgan yığını” ... - soy, baba soyu ... - Güney Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi
8.
“Aptal kutusu” nun kısa yazılışı ... - Erzurum’un bir ilçesi ... - takma ad
9.
Müzikte fasıla başlamadan önce yapılan giriş ... - gaye, erek ... - getirim ...
10. Fıkraları ünlüdür ... - Ülkemizde bir petrol bölgesi ... Slovakya’nın plaka imi ... - uzaklık bildiren sözcük
11. Eski dilde “gümüş” ... - Kaz Dağı’nın antik çağdaki adı ... - Brezilya’nın parası
12. Mezopotamya’da ortaya çıkan ölümsüzlüğü arayan bir kralın öyküsünü anlatan tarihteki en eski yazılı
belgelerden biri.
92>93 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
1. İ.Ö. 80 bin ile 35 bin yılları arasında Avrupa’da ve Ortadoğu’da yaşamış bir insan türü
2. Yılmaz DURU’nunbir filmi
3. Merhametli ... - Liberya’nın plaka imi ... - görevden alma
4. Argo’da “gözetleme”... - belirti işaret ... - Magnezyum’unsimgesi
5. Terbiyesiz kimse ... - dinden bağımsız olan
6. İskoçya’nın kuzeyinde bir ırmak ... - tepi, güdü ...
- Nişan almayı gerektiren oyunlarda ekranda hedefi gösteren imleç
7. Diyarbakır yöresine özgü bir tür yoğurt çorbası ... - Halk dilinde “tavan”
8. Bir tür organik yağ çözücü ... - Çinko’nun simges ... - Aylık
9. Madagaskar’ın plaka imi ... - Endonezya’da “müzik topluluğu” anlamında kullanılan sözcük
10. İskandinav mitolojisinde deniz tanrısı... - Demir levha ... - bir nota
11. İğdiş etmek ... - “Geceleyin bir ... böler uykumu/içim ürpermeyle dolar : - Nerdesin?” (Ahmet Kutsi TECER)
12. 17. yy’ın ikinci yarısında yaşamış Mustafa ön adlı ünlü bestekarımız ... - Boks’ta bir vuruş şekli
13. Tayvan’da bir liman kenti ... - Eski dilde “ayak” ... - hantan’ın simgesi
14. Turşusu yapılan bir tür küçük yaban soğanı ... - Briç’te sanzatü’nün kısa yazılışı
15. “Biz kimseye ... tutmayız / Kamu alem birdir bize. “ (Yunus EMRE) ... - Antalya’da teleferikle çıkılan dağ
Geçen Sayıdaki Bulmacanın Çözümü
A
N
E
S
T
E
Z
İ
S
A T
N
İ R
Ş
A
D
I
R
V
A
N
D A N G
A M U R
N E M E
L A G
N O
L
R
H M
A Y
A
S A C E
N
A L
T İ
B A Ş V
A
A N
Ö K
A
K
U N
E
İ M
L A
T
E S
B E
E Z
R İ
O
K
T
A
Y
E
K
İ
N
C
İ
V A L I
A D E M
R
T I
H O Z
G
E R
L
Ş A
H U N
F A
M
E
B A
E R İ K
R
A
İ S T E
A
İ K
N I
A N
R
İ R
A
A N
N T
L İ
A Y
M E
Hazırlayan: Hikmet Uğurlu, Rehber
BEN HALİKARNAS BALIKÇISI,
DOĞDUM SEVDİM ÖLDÜM.
Prof. Dr. Şadan Gökovalı, Nisan 2014
ÇİÇEĞİ BURNUNDA BİR KİTAP ÜZERİNE DEĞERLENDİRME YAZISI
Yavuz Ali Sakarya
Öğretmen - Rehber
Türkiye Rehberler Birliği (TUREB), kuruluşunun ve ülke çapında
yapılanmasının hemen
ardından, yayın hayatına da atılarak kültüre
yönelik ilk kitabını rehberlerin ve kamuoyunun hizmetine sundu.
BEN
HALİKARNAS
BALIKÇISI, DOĞDUM
SEVDİM ÖLDÜM. Kitabın bir başucu kitabı
olması amaçlanıyordu.
“Rehberlerin Piri” sayılan Halikarnas Balıkçısı’nı (Musa Cevat Şakir Kabağaçlı’yı) çok yakından tanıyan, aynı zamanda
onun manevi evladı ve mirascısı (ekinsel (kültürel) kalıtçısı)
olan, yazılarını toplama, kamuya mal etme ve kitaplarını
yaşatma görevini de üstlenen, aynı zamanda kendisi de tanınmış bir rehber olan PROF. DR. ŞADAN GÖKOVALI’dan
böyle bir kitabın yazılması rica edildi. Öneri, Sayın Gökovalı
tarafından büyük bir sevinçle ve BALIKÇI “MERHABA”SI
ile karşılandı. Çeşitli bilgi ve belgelerden yararlanılarak, anılar ve paylaşılanlar göz önüne alınarak Gökovalı tarafından
kaleme alınan bu kitap, TUREB Kültür Yayınları’nın ilk kitabı
olarak piyasaya çıkmış bulunuyor.
94>95 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
“Ben Halikarnas Balıkçısı, Doğdum Sevdim Öldüm”
adını taşıyan kitap, baştan sona Şadan Gökovalı’nın Balıkçı babası ve yazı ustası ile aralarında geçen olayları,
onunla yaşarken paylaştıklarını içermekte olup, ünlü yazarı, aynı zamanda ülkemizin ilk rehberi olan Cevat Şakir
Kabaağaçlı’yı doğum gününde yani 17 Nisan günü okurlarıyla bir kez daha buluşturmuş oldu.
Prof. Dr. Şadan Gökovalı, bu son kitabı ile ilişkin olarak,
şimdiye kadar yazdığı kırkı aşkın kitap içinde, “En çok doyum sağladığım kitap bu oldu.” ifadesini kullanmaktadır.
Prof. Gökovalı, baştan sona Halikarnas Balıkçısı’nın ağzından anlatılan kitabın, okurları cezbedeceği (kendine çekeceği), ama özellikle rehberler için son derece önemli bir yol
gösterici, bir başucu kitabı olacağı düşüncesini taşımaktadır. Ben de kitabı, elime geçer geçmez bir solukta okuyan
biri olarak şu kadarını söyliyeyim ki, Gökovalı, bu kitabı ile
Balıkçı babası ile gerçekten bütünleşmiş. Onu bütün hatlarıyla yansıtan bir ayna, onu kusursuz resmeden bir ressam
kılığına bürünmüş.
Kitabın ilk baskısını Balıkçı’nın doğum gününe yani 17
Nisan’a denk gelecek biçimde yetiştirdiklerini ifade eden
Turist Rehberleri Birliği (TUREB) Başkanı A. Zeki Apalı,
TUREB olarak Halikarnas Balıkçısı’nın ağzından kaleme
alınan ve Balıkçı’nın çeşitli yazı, mektup, anı, görüş ve
öğütlerinden yararlanarak Prof. Gökovalı tarafından yazılan kitabın, TUREB Kültür Yayınlarının ilk kitabı olarak
çok önemli olduğunu, çok ses getireceğine inandığını, Bir-
lik olarak rehberlere ayırımsız hizmet konusunda kararlı
olduklarını, onları bilgilendirmek, yeni araştırma ve gelişmelerle ilgili olarak yeni yayınlarla buluşturmak amacında
olduklarını dile getirmiştir.
Kitap, Birlik Başkanı A. Zeki Apalı’nın sunuş yazısının ardından Balıkçı’yı tanıyan, kitaplarını okuyan, ya da rehberliğini yaptığı çok sayıda insanın Balıkçıya ilişkin sözleri ile
başlıyor: Hepsini bu değerlendirme yazısının içine almamız
mümkün (olanaklı) olmadığına göre, kitapta yer alan toplam 25 önemli sözden ancak, birkaçını, en çarpıcı olanlarını alıntılayarak sizlere sunacağız.
Cevat Şakir, büyük şair. Hiç birimiz onun ayarında klasik
manasıyla lirik anlayışla şair olmadık. Nazım Hikmet
Bizden Nobel’e aday düşünülürse, Halikarnas Balıkçısı ilk
aklıma gelen ad oluyor. Yaşar Kemal
Herodotos en ünlü Halikarnaslı. Ama bir büyük Halikarnaslı
daha var. Gerçek bir Halikarnaslı. Hemşehrimiz Halikarnas
Balıkçısı. Halikarnas bahçevanı, Cevat Şakir, Bodrum’u
Bodrum yapan adamdır. Bodrum Sualtı Müzesi kurucusu Haluk Elbe
Halikarnas Balıkçısı bana ne zaman rehberlik edebilecekse, Türkiye’ye o zaman gelmek isterim. Fransa Cumhurbaşkanı George Pompido
Anadolu’nun uzak uygarlığına kendimizi bağlamayı, o uygarlığı geçmişimiz saymayı bizler Balıkçı’dan öğrendik.
Oktay Rıfat
geçtiği yollar, rehberlik yaptığı yol güzergahları da, tıpkı
İskender yolu, Likya yolu, Aziz Paulus yolu gibi ayrıntılı
gezilecek, anıları, anlattıkları yaşanacak, Balıkçı sonsuza
dek yaşatılacaktır. Mavi yolculuklar, bunun bir kanıtı değil
mi zaten?
Kitaptan kısa kısa alıntılar:
Büyükada:
“Ben okuma çağına yaklaşırken, demek 5-6 yaşlarımdayken, İstanbul’a gelip, Büyükada’daki köşkümüze yerleştik.
Evimizin öyle bir bahçesi vardı ki içinde at koştur!”
Oyun çocuğu:
“Sadrazam yeğeni, sefir ve vezir oğlu olmakla birlikte, gözüm hep sokakta idi. Yaşıtlarımla oynamanın zevki başka
neyle değişilir ki?”
Kalem kullanmak:
“Büyükada’da yaşamımın yol haritasını çizecek bir alışkanlığım başgösterdi, Kalem kullanmak. 5-6 yaşlarında
tutmaya başladığım kalemleri, yaşamım boyunca, demek
üç çeyrek yüzyıl, elimden düşürmeyecektim.
Elime yazacak, kazacak ne bulursam, … onunla yazı yazıyor, çizi çiziyordum.
Evin iç duvarlarında karalanmadık yer bırakmıyordum.”
…
Türkiye’yi Halikarnas Balıkçısı’nın rehberliğinde gezdiğim
için mutluyum. İran Kraliçesi Süreyya
“Şahaserlerimi yaratmak için en sevdiğim yer, salonda bulunan uzun masanın altıydı.
Böylesine övülen, bunu yerden göğe kadar hak eden Balıkçı kim o zaman? Burada Balıkçı’nın özgeçmişine değinerek, yaşamına ilişkin dizinsel bir sıralama vererek yerimizi
ve zamanımızı israf etmeyi daha doğrusu uzatmayı düşünmüyoruz. Zamanı uz kullanacağız.
(Bir kere) elime kalem geçmişti ve (artık) çıkası değildi.”
Balıkçı, tüm dünyaya “Grek Mitolojisi” diye dayatılan, yutturulan tanrı, tanrıça ve tanrısal kahraman öykülerinin baştan
sona Anadolu kaynaklı olduğunu öğreten bir öncüdür.
Bodrum’un kızları saçlarına mimoza demetleri takabilsinler
diye dünyanın dört bir tarafından tohum getirtip mimozalarla kenti donatan adamdır.
Akdeniz’i “Altıncı Kıta” kabul eden, Akdeniz’in mavisine
tutkun, sevdiği arkadaşları ile birlikte “Mavi Yolculuk”ları
başlatan adamdır.
Bodrum’a Satsuma mandalini sokan, yurdu “altıntop” da
denen greyfurt ile tanıştıran insan odur.
O, ceplerinde sürekli olarak değişik tohumlar taşıyan, ektiği
tohumların bitkiye, çiçeğe, meyveye dönüştüğünde kıvanç
duyan, sevincini, Akdenizli sıcaklığını kendine saklamayıp,
herkesle paylaşan bir merhaba insanıdır.
Akdeniz insanının yapısı gereği “hayır” demekten hoşlanmayan, herşeye herkese dolu ağız “evet” diyen insandır.
Anadolu’yu tanıyan, ele güne karşı tanıtan, Anadolu hakkındaki yargıları tümden değiştiren, ömrünü Anadolu’nun
gönenci için seferber eden bir safkan bir aydındır.
Rehberlerin piri, rehberlerin öğretmeni, öğretmenlerinin
öğretmeni, Anadolu’nun bilgisiyle, görgüsüyle, sevgisiyle,
yazdıkları, çizdikleri ile çehresini değiştiren gerçek anlamda ilk rehberidir. Kimileri tek sözcükle ona “duayen rehber”
de demektedirler.
Dediğim gibi, sözü daha fazla uzatmanın anlamı yok. Ben
bir rehber olarak kesinlikle inanıyorum ki, ilerde Balıkçı’nın
Ana-babaya dair:
“Anam, ana gibi anaydı. Ama babam Şakir Paşa, evde de
paşalığını sürdürüyordu.”
Dünyanın değişmesi neye bağlı?
“İnsanın elinin değdiği yerde izi kalıyordu. Bir anlamda
“yaratıyordu “ insanoğlu. Şimdi düşünüyorum da, insanlığın avcı-toplayıcı döneminde, Kayaaltı sığınaklarında, mağaralarda gördüğümüz kaya resimlerine hayran olmamak
elde değil !
Ne müthiş mucizedir bu! Yurdun değişik yerlerinde gördüğümüz duvar resimleri (Balıkçı ad ve yer vererek sıralıyor
en önemlilerini) … Büyük şairimizin dediği gibi,” İlk insan
eli, ilk mağara duvarına ilk geyik resmini çizdiği gün” değişmeye başladı dünya.” (Karnını bir biçimde doyuran insanoğlu için ruhunu doyurmaya da sıra gelmiştir.
İşte sanatın başladığı yer, yaratarak insanoğlunun kendini
yaradandan bir parça olarak duyumsadığı an bu andır.
Unutmayalım ki, Karain Mağarasında bulunan ve Antalya
Arkeoloji Müzesinde sergilenen bir obje, üzerinde insan
elinden çıkma insan figürü bulunan ilk sanat yapıtı olarak
değerlendirilmektedir. YAS)
İnsanın yaratamadığı tek şey nedir?
El cevap: Zaman.
Gün gelir, paşa çocuğu olduğu ve evde özel ders aldığı
için, İngilizcesini bir hayli geliştirdiği için, küçük Cevat Şakir,
Robert Kolejde hazırlık sınıfını okumadan sınıf atlayarak
birinci sınıfa alınır.
Böylece bir yıl kazanır. Yani zaman yaratır. Bir yılın bile
insan yaşamındaki ne kadar önemli olduğunu kavrar. Bize
Çiçeği Burnunda Bir Kitap Üzerine Bir Değerlendirme Yazısı
de kavratır. “Vakit nakittir”i davranışları ile kanıtlar.
Okuma tutkusu:
“Robert Kolejde okumak başlıca tutkum olmuştu… Yatakhanede, battaniyeyi çadır gibi üstüme örtüp, altında cep
feneri ışığında sürdürüyordum okuma eylemini.
Yazılarım, çevirilerim, çok geçmeden zamanın gazete ve
dergilerinde yayınlanıyordu. Keyfime diyecek yoktu ama,
öğretmenlerim ve babam, böyle yararsız işlerle (?) değil,
derslerimle uğraşmam için dayatıyorlardı.
Çeviri yapmak yararlı mı?
Resim yapmak gibi bir şeydi, çeviri yapmak. Ne yarar beklenirdi ki? Çiçek diken, türkü çığıran, yaralı bir kuş ya da
hayvanı okşayıp seven insan, bu eyleminden yarar mı beklerdi?
Şiir:
Okuduğum yazılardan en çok şiir ilgimi çekiyordu.
İlyada’yı, İlahi (Tanrısal) Komedya’yı, daha birkaç başyapıtı
sular seller gibi hatmetmiştim.
(Unutmayalım ki), Tarih, üç büyük şair (ozan) kaydetmiştir.
Homeros bir (İlyada ve Odissea destanlarının yazarı), Dante iki (Tanrısal Komedya’nın yazarı). Üçüncü mü? A canım,
onu da siz seçin. Zevkinizi nerden bileyim ben?”
(Beğenmede tek seçici, pek seçici olduğunun sanılmasını
istemez Balıkçı. Zevklerin ve renklerin göreceli olarak değişkenlik arz ettiğini bilir ve okuyucuya olan saygısını gösterir, ama yine de bir sanatçı duyarlılığı içinde bir dizi isim
ve eser önermekten kendini alamaz.
Antik çağın komedya ustası Aristophanes’i, ilk lirik kadın şair olan Sappho’yu, Shakespeare’i (Şekspir’i), Türkmen kocası Yunus Emre’yi, Hoca Nasretttin’i, Baki’yi, Pir
Sultan’ı, Nazım Hikmet’i, Orhan Veli’yi, Fazıl Hüsnü, Melih
Cevdet, Oktay Rifat ve Atilla İlhan gibi isimleri sayar döker.
YAS)
Robert Kolej, ufkunun açılmaya, dünyaya öteki ülkelerin
nasıl baktığını görmeye başladığı dönemdir. Görüşlerini
şöyle özetler:
“Birçok ülke insanının bizi “Şanlı Türkler” olarak görmediğinin ayırdına vardığım yıllardır o dönem. Örnek olarak,
dünyanın, Ortaçağ’ın bitip Yeniçağ’ın başlamasının, bize
öğretildiği gibi, İstanbul’un Türkler tarafından fethiyle değil,
Amerika’nın keşfiyle başlattığını şaşarak öğrendim o zamanlar. Daha neler neler.”
Robert kolejde, neden-sonuç ilişkisi, olaylar arasında bağlantı kurmayı öğrendi. Asıl önemlisi kendine güvenmeyi
öğrendi. (s.12)
Oxford Üniversitesinde öğrencilik yıllarında kendi kabuğunu örmeye, okuduklarını çözmeye, tarihi olayların derinine
inmeye başladı. Her toplumun kendini ötekilerden üstün
tuttuğunu, kelle kesmekle, toplu kırımlar gerçekleştirmekle
övündüğünü gördü.
Tarihi, yaşamı ve insanlığı kendince ve sanatçı duyarlılığı
içinde sorgulamaya başladı:
Amerikalıların kıtanın asıl sahipleri olan Kızılderililerin kökünü kazımalarını, Almanların milyonlarca Yahudiyi sabun
yapmalarını hüner saydıklarını, bizim zorunlu nedenlerle
Ermenileri tehcire (zorunlu yer değişimine) uğratmamızı ise
insanlık dışı davranış olarak nitelediklerini gördü.
Diğer Avrupa ülkelerinin de aslında farklı olmadıklarını gördü ve “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” diye sormadan
edemedi.
Her fırsatta Avrupa’nın her tarafında büyük kentlerde bulunan müzeleri gezdi, sergilenen eserleri inceledi ve ardından şöyle yazdı:
“Ya o anlı-şanlı müzelere ne demeliydi? Cumhuriyet öncesi
çalıp çırptıkları eserleri kendilerininmiş gibi sahiplenirlerdi.
British Museum’u, Louvre‘u, daha bilmem ne müzesini içim
yanarak gezerdim.
Bu ünlü müzelerde kendilerine ait ne vardı? Biz, bize ait
olan yapıları geri alabilsek, dünyanın belli başlı müzeleri
bomboş kalırdı.
Akdeniz çevresindeki sönmüş kentlerin sayısı, Anadoludakilerin yanında solda sıfır kalırdı. Bu kentler bugün var olsalardı, şekerleme yapmak için yere uzansak, ayaklarımıza
pasaport almamız gerekecekti… (Anadolu’daki uygarlıkların, bu uygarlıkları oluşturan kent devletlerinin, eskil yerleşim yerlerinin çokluğu, sıklığı, yoğunluğu, tarihsel zenginliği
ancak bu kadar iyi anlatılabilir ve bir anlatım Balıkçı’ya ve
onun ekinsel ardılı olan manaevi oğluna (Gökovalı’ya) ancak bu kadar çok yakışır. Her ikisine de helal olsun doğrusu. YAS)
Bilime, bilimsel düşünceye nasıl ve nerede kapı araladığımız sorusuna da yanıtı vardı Balıkçı’nın.
“Bilimsel düşünme, dahası bilim de bu topraklarda (Anadolu toprakları) doğmuştu. “Şair” dediğimiz Homeros ta bile,
bilimsel düşünce, düşünürce davranış vardır. “ diyor ve
şöyle devam ediyordu:
“Bugün ayı komşu kapısı yaptıysak, insanlığa uzay kapısını araladıysak, bunu, Anadolu doğa bilginlerine borçluyuz.
Bunun için günümüzün atomistleri, ”Biz Demokritos’un çocuklarıyız “ diyor.
Bugün sıradan takvimlerde bile ayın ve güneşin ne zaman
tutulup, tutulmanın ne kadar süreceği yazılabiliyorsea, bu
yurttaşımız Miletos’lu (Balat) Thales sayesindedir…” diyordu.
Avrupada kaldığı yılların, özellikle Oxford’ta aldığı eğitimin
iki yararı olmuştur Balıkçı’ya. Biri uygarlığın kaynağını oluşturan pek çok kitabı üniversite kitaplığında bulma, okuma,
bilgi biriktirme olanağı elde etmiştir. İkincisi ve daha da
önemlisi, olaylar arasındaki bağlantıyı ve ayrılığı orada öğrenmiştir. Bu konuda da şunları söylemektedir:
“Derinine inince, bize birçok şeyi, işlerine geldiği gibi, bize
uygarlıkta rakip gösterilen ulusa mal etmeye çalıştıklarının
ayırdına vardım. Bugün bile bilgi kaynaklarına göz atın, öz
be öz Anadolu çocuğu olan nice şair, bilgin ve sanatçıların
“Helen” olduğu açıklamasıyla karşılaşırsınız.”
Bağıran adam, yüksek sesle konuşan adam, haklı demek
değildir. Bakın Balıkçı Oxford günlerine ve edinimlerine ilişkin daha başka neler diyor:
“Roma dünyanın en büyük imparatorluğuydu da, İngiliz
sömürgeleri üstünde güneş hiç batmazdı ya! İnsan, bunca
cinayet işledim diye övünebilir miydi? Bu ilerlemenin gerilemesi, genişlemenin daralması, büyümenin küçülmesi yok
muydu? Nasıl olur da bir toplumun bireyleri, başkalarını şu
kadar sömürdük diye övünebilirdi?”
“Tuhaf değil mi? Geçmişin klasikleri geleceğe ışık tutuyordu. Eskileri asıl söz sahipleri, yenileri ile vakayınüvistler
(olayları aktaranlar, kaleme alanlar) yazmıştı. Varsa da
yoksa da kral. Olan biteni, halkın değil, kralın parayla tutulmuş yazıcıları yazıyordu. Hiçbir kralın hiçbir yazıcısı, onun
kötü yanlarını yazamıyor, yapsa yapsa eskileri ve başkalarını kötülüyordu.
Balıkçı, yaşamının her kesiminde çifte standarta karşı çıktı.
Homeros, yalancı şair, Thales, “gökteki yıldızlara bakar-
96>97 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
ken, yerdeki çukura düşen” safdil, Herodotos, şundan-bundan duyduklarını yazan palavracı bir gezgin miydi?
Kısacası demem şu ki, birçok şey, bize öğretildiği gibi değildi. Bilerek tarihsel gerçekler, kronolojiler (dizinsel olaylar)
değiştiriliyordu. Bunlar benim içimdeki sezgileri güçlendiriyordu. Bu yönden İngilizlere ve onların üniversitesine (Oxford) medyun-yu şükranım. (Teşekkür borçluyum.)”
ten temele, temelden çatıya doğrudur.
Zaman, hep onu haklı çıkartmıştır. Bir kez daha anlıyoruz
ki, güneş hep doğudan doğmuştur, doğmaya da devam
edecektir. Anadolu ölçütünde balçıkla sıvanamayacak yalın gerçek budur.
Balıkçı, daha Oxford’ta öğrenci iken gerçekleri görmüş, işin
özüne inmiştir artık.
Balıkçı’nın “Fatal (Ölümcül) Gece” diye adlandırdığı bir
gece vardır. Herkesin merak ettiği. Balıkçı, istemeden de
olsa babasını öldürmüştür. Herkes, bunun gerçek nedenini
öğrenmek ister.
İngiltere’yi birinci, İtalya’yı ikinci, İspanya’yı üçüncü adresi
olarak kullanmış, gittiği yerlerde yoğun biçimde sanatla da
haşır neşir olarak, “içimdeki ikinci ben” olarak nitelendirdiği
resimle özel olarak ilgilenmiştir. Oralar da sevmiş, sevilmiştir.
Balıkçı’ya gelince, o bu istenmeyen olayı anlatmak, sözünü bile etmek istemez. Kitap içinde bu olayı da ayrıntıları ile öğreniyoruz. Olayın aslını, bizzat yaşayandan, yani
Balıkçı’nın kendisinden (s. 26, 27, 28) öğreniyoruz.
Bu arada yazmaya da devam ediyor, yazılarını, çevirilerini
Türkiye’de çıkan gazete ve dergilere gönderiyordu. Kendisini bir “ırmak” gibi görüyor ve “Kendi yatağını kendisi yapmaya çalışıyordu”.
Merak ettiğimiz başka soruların da yanıtları var kuşkusuz
kitabın içinde. Dünyanın yedi harikasından (ansığından)
biri olan Maosoleum’un (Halikarnas Mozolesi) ait olduğu
topraklara iadesi için İngiliz Müzesine yazdığı mektubun
içeriği (s. 67) yer alıyor kitapta.
Balıkçı, Oxford’u bitirmeden ve diploma almadan İstanbul’a
döndü. Alacağını almıştı. Kendini Babıali’de buldu. Güvendiği iki niteliği vardı. Birincisi çizgi yeteneği, ikincisi Farsça
ve Arapça da dahil olmak üzere iyi bildiği birkaç yabancı
dilinin olmasıydı.
Hızlı çalışmaya, dergi kapakları hazırlamaya, karikatürler
çizmeye, çizgi-romanlar yazmaya, çeviriler yapıp birbiri
ardına yayınlamaya başladı. (Şadan Gökovalı, bu kitapta
Balıkçı’nın 20 den fazla farklı isim ve mahlasla yazı yazdığını dile getiriyor. Bunun aynı isimle aynı yayın organında
ikinci kez yer almaya sıcak bakmamasından kaynaklandığını da öğreniyoruz. YAS)
Balıkçı, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali’nin gayet özlü biçimde dile getirdiği
gibi üç şeyin, “yaydan çıkan ok”un, “ağızdan çıkan söz”ün,
“bedenden çıkan can”ın bir kere çıktı mı geri gelmediğini
düşünmekte ve buna yazarca bir duyarlılıkla “kalemden çıkan yazı”yı da eklemektedir.
Bu konuda atasözlerini, eskilerin deyişlerini de anımsatmakta, çeşitli özdeyişlerden de yararlanmaktadır:
“Yazının yüzü soğuktur. Alim (Bilgin) unutmuş, kalem unutmamış. Söz uçar, yazı kalır” ifadelerinde olduğu gibi.
Balıkçı, tipik bir Akdenizli olmasının doğal sonucu olarak “evet” adamıdır. “Hayır” demeyi sevmez. Bu nedenle
Babıali’de çalıştığı dönemde pek çok angarya işi de karşılıksız yapmak zorunda kalmıştır. Sırf “hayır” demeye yüzü
tutmadığı, yüzü yumuşak olduğu, insansever olduğu için.
Balıkçı’nın oldum olası en sevdiği işlerden biri ağaçlardan,
bitkilerden tohum toplamaktır. Hele kendi diktiği ağaçların
ya da bitkilerin tohumlarını toplamak ona büyük zevk verir.
Büyükada’da bir palmiye ağacının tohumlarını toplamak
üzere ağaça çıktığında, bir polis kendisini görür ve orada
ne yaptığını sorar.
Polis, Balıkçı’nın tohum topladığına inanmaz, çünkü çıktığı ağacın bulunduğu bahçe, Rusya’dan Türkiye’ye kaçan
Troçki’nin kaldığı, göz altında tutulduğu evdir. Paçasını zor
kurtarır karakoldan.
Prof. Dr. Şadan Gökovalı, manevi babası Balıkçı’yı,”Anadolu
uygarlığının yılmaz savunucusu, Anadolu avukatı” olarak
nitelendirmektedir.
Balıkçı’ya göre, güneşin doğudan doğduğu kesindir. Ex
Oriente lux. Anadolu’nun bu anlamda ek bir savunmaya
gereksinimi yoktur.
Tersini iddia edenlerin kendi tezlerini savunmaları, kanıt
göstermeleri gerekir, diye düşünür. Balıkçının dedikleri dip-
Bodrum’da Kalebentliğe mahkum edildiği yazının, “Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile asılmaya nasıl
giderler?” başlıklı yazının tam metnini de kitapta buluyoruz.
(s.43-47)
Bir başka ilginç durum daha var. Yazının basılması konusunda ikilem içinde olan insanın aslında Balıkçı olduğu,
sorun çıkabileceği konusunda endişeli ve tedbirli davrandığını, daha önceleri Basın Yayın Genel Müdürlüğü de yapmış olan Zekeriya Sertel’in yazının yayınlanmasında israrcı olduğunu, kalebentlik cezası alınca, Sertel’in Sinop’ta,
Balıkçı’nun Bodrum’da cezayı ayrı ayrı çektiklerini de kitaptan öğreniyoruz.
Balıkçı’nın ilk karşılaşmasında Bodrum (Halikarnassos) algısı ilginç ve şöyle dillendiriyor:
“Batan güneşin turuncu-kırmızı ışığında Bodrum, öke
(dahi) bir sanatçının elinden çıkmış şahaser (başyapıt) bir
tabloyu andırıyordu. Denizin mavisiyle apak evlerin arasında Bodrum Kalesi, kolosal (dev) bir yontu (heykel) gibi
yükseliyordu.
Bodrum adı, zemin katlarının loşluğunu çağrıştırıyordu
ama, görünen, bir renk ve ışık dünyasıydı. İlk görüşte tutulmuş, burada kuru ekmek ve peynirle ömrümü geçirebileceğime inanmıştım.”
Yaşam boyu hep dost kaldığı Azra Erhat’ı tanıştıran kimsenin Sabahattin Eyüboğlu olduğunu da Balıkçı’nın açıklamalarından öğreniyoruz:
“Sabahattin Eyuboğlu, minnacık, 34 numara ayakkabı giyen, mağazaların çocuk reyonundan giyinen bir bayancığı
göstererek:
- Balıkçı, bak bu hanım, Homeros’u çeviriyor, dedi.
Ben, “Hangi Homeros’u? “ deyince, kızcağız şaşırdı, ”Balıkçı dedikleri, Homeros’yu bilmeyen bu adam mıymış? diye
düşündüğünü sezdim.
O ara tartışacak ortam yoktu. Dönüşte, Peisistratos zamanında, devlet eğitimine sokulurken, İlyada’da nasıl değişiklik yapıldığını anlatan, sarı yapraklı iki defter dolusu mektup
yazıp yolladım.
Azra, (delinmemiş inci demektir), bu yazının uzun bir bölümünü, çevirdiği İlyada’nın başına koydu. (Yazına ilgi duyan
herkesin, ama özellikle rehber arkadaşların, İlyada’ya ve
Homeros’a ilişkin o bölümü de okumalarını hararetle tavsiye ederim. YAS) “Homeros bilgini “diyebileceğim Azrabenim bilgim karşısında ama- ile bu tartışma, yaşam boyu
sürecek dostluğumuzun temelini oluşturdu.”
Çiçeği Burnunda Bir Kitap Üzerine Bir Değerlendirme Yazısı
Akdeniz’i onurlandıran, yeniden anlamlandıran adamdır
Balıkçı. Onu “Altıncı kıta“ olarak gören ve gösteren odur.
“Akdeniz güzeli” diye andığı “zeytin” için de diyecekleri var
Balıkçı’nın:
mızı, özellikle de savaşların (Troya, Malazgirt, Kurtuluş
Savaşı ve benzerlerinin) geçtiği yerleri, o savaşların nasıl
yürüyüp, nasıl sonuçlandığını gezer, tartışmalı olarak öğrenmeye çalışırdık.
“Ben zeytin için “Akdeniz güzeli “derim. Akdeniz’in ayırıcı
ağacıdır zeytin. Zeytinci Musa’nın (yani benim) (Balıkçı’nın
bir adı da Musa’dır. Tam adı Musa Cevat Şakir’dir. Soyadı
kanunu çıktığında Kabaağaçlı soyadını almıştır. YAS) Adeta kutsadığım ağaçtır bu.
Şunu da belirteyim ha, çok iyi bildiğimiz yerlere bile hepimiz
hazırlıklı giderdik.”
Kuran’da bile “zeytinli, emin bir yeri yurt tut.” mealinde (anlamına gelen) ayet vardır. Zeytin delicesinin kökleri, hangi
toprağın Akdeniz toprağı olduğunu, sınırlar çizen diplomatlardan, haritalar çizen coğrafyacılardan daha iyi bilir.”
İşin özü, “Pir-i Rehberan” (Rehberlerin piri) olan Balıkçı’yı
yaşamak ve sonsuza kadar yaşatmaktır. Bunu bugün Prof.
Gökovalı çok güzel yopıyor. Yarın başka Gökovalılar çıkacak, Rehberlerin gururu olan Balıkçı, yazdıkları ve yaşadıklarıyla bize örnek olumaya devam edecek.
Akdeniz çevresinde zeytin üreten beş ülke arasında yer
alan Türkiye’nin (diğerleri İspanya, İtalya, Yunanistan ve
Suriye) zeytin üretiminde dördüncü sırada olduğunu biliyoruz. Balıkçı’nın şu önerisine ne demeli?:
“Yurdumuzdaki delicelerin (delice zeytinlerin) yarısı aşılansa, zeytin ve zeytinyağı üretiminde dünya birinciliğini hiçbir
ülkeye kaptırmayız.”
Kitapta çok sayıda dünya bilgesinden, akışa, dünyanın gidişine ilişkin çok sayıda alıntı ve güzel söz var. Takdir edersiniz ki, alan darlığı nedeniyle onların hepsinden söz etmek
mümkün (olanaklı) değildir.
Kitabı tanıtım amacıyla biz buraya sadece bilimi ve felsefeyi başlatan Anadolulu olarak bilinen Thales hemşerimizden, yurttaşımızdan örnekler vermekle yetinelim:
“Kefaletin yoldaşı felakettir.”
“Kötü yoldan zengin olma.“
“Babandan kötü şey kapma.”
Ana-babana ne gibi davranmışsan, kendi çocuklarından da
aynı davranışı bekle. “
“İşsiz-güçsüzlük acınacak bir durumdur.”
“Ölçülü ol.”
“Acınmaktansa, kıskanıl.”
Meraklı bir okuyucu ve rehber olarak, aklıma takılan ve
kitapta yanıtını bulamadığım sorular da var hala? Büyük
merakım, Balıkçı’yı bilgisiyle, görgüsüyle bir rehber olarak
kendime örnek almamdan geliyor.
Muğla’nın eskiden “Ahiköy” adını taşıyan bucağının
Balıkçı’nın “Yatağan” adından esinlenerek değiştirildiğini
ve “Yatağan” yapıldığını öğreniyoruz. Balıkçı’nın Yatağan
adlı tirhandiline zaman içerisinde ne oldu, öncelikle onu
merak ediyorum.
Yok olduysa yerine yenisini ya da benzerini koymak ve bir
yerde değerlendirmek mümkün mü? Örneğin Yatağan’da.
Bodrum’da ya da Muğla’da? Müzede küçük bir örneğinin
olduğunu biliyorum. Ben birebir boyutta yapılmış bir örnekten söz ediyorum.
Balıkçı’nın British Museum’a yazdığı mektubun aslı ya da
fotokopisi bir yerlerde var mı? Balıkçı’nın yakın arkadaşı
büyük düşünür Sabahattin Eyuboğlu da aynı mektuptan
söz ediyor.
Ben İngiltere’de iken epeyce aradım, Biritish Museum yetkililerine sordum, ama bana olumlu ya da olumsuz herhangi bir cevap veremediler. Böyle bir belge, oluşturulacak bir
rehber müzesinde en baş köşeye konur diye düşünüyorum.
Haksız mıyım?
Mavi yolculukları başlatan, isim babası olan Balıkçı, yolculukların başlangıcına ilişkin bakın neler söylüyor:
“Bizler, “sonradan “mavi yolcular” adını aldık, tanınmayan
yerin sevilmeyeceği, sevilmeyen yerin vatan sayılamayacağı görüşündeydik. Köyümüzü-kentimizi, dağımızı-ova-
98>99 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ
Demek ki mavi yolcu da kolay olunmuyor. Bilgi birikimi ve
yoğun hazırlık gerektiriyor. Özveri de cabası.
Benim bu tanıtım yazısi le sizlere söyleyebileceğim son
söz, bir rehber olarak, Balıkçı’yı tanımak, kitaplarını okuyarak hizmetinde olduğunuz ülkenin değerlerinden birebir
haberdar olmaktır.
Önerim, hemen paraya kıyıp, Şadan Gökovalı arkadaşımızın Balıkçı’nın ağzından kaleme aldığı ve içeriğinde Balıkçı babası ile adeta bütünleştiği “Ben Halikarnas Balıkçısı,
doğdum, sevdim, öldüm” adını taşıyan kitabını satın alıp
okumanızdır.
Balıkçı’nın şahsında, emeği geçen herkese Başta Şadan
Gökovalı olmak üzere günül dolusu teşekkürler. Kitap, içeriği ve anlatımı ile bu kadarına da pes doğrusu, dedirtiyor.
Çok deneyimli bir rehber ve akademisyen olan Şadan
Gökovalı’nın son derece alçakgönüllü, egosu çok yüksek
olmayan birisi olduğunu biliyoruz. Kitabın arka kapağına,
iddialı konuşayım: Ses getirecek, yazmış.
Ben kendi hesabıma kitabı alır almaz, aralıksız okudum.
Bir solukta bitirdim. Gerçekten iddialı ve ses getirecek bir
kitap olmuş. Kimi yerde geçmişi ve olanaksızlıkları düşünerek duygulandım, kimi zaman turizmin dünden bugüne
geçirdiği aşamaları karşılaştırarak, bütün bunları aşamalı
olarak denemiş biri olarak sevindim.
Balıkçı’yı bizlere Bodrum’u anlatırken ki çoşkusu ile göz
önüne getirdim. Bitmeyecek bir öyküyü bitirmek istemezcesine uzatarak ballandıra balllandıra anlatışını, vurgulanması gereken yerleri rehber değil, bir sanatçı duyarlılığı ile dile
getirişini, coşkusunu, lirizmini anımsadım.
Bizi “Anadolucu” yapanın Balıkçı olduğunu düşünürken,
baktım ki 187 sayfalık kitap, bir çırpıda bitmiş. Gecikmeden
de bu tanıtım yazısını hazırladım. Şimdi sindire sindire bir
kez daha okumak, Balıkçıyı solumak istiyorum. İyi ki böyle
bilgelerimiz var.
Balıkçı, yazan, çizen, anlatan biri olarak, Balıkçı’nın manevi
oğlu Gökovalı, Balıkçı babasını iyi anlamış, içine sindirmiş
biri olarak ve yazan, yorumlayan, Balıkçı’yı yaşayan ve yaşatan biri olarak bu övgüyü, daha doğrusu övgüyü değil,
gerçeğin bir kez daha ifade edilmesini hak ediyorlar.
Göğün mavisi, toprağın kokusu, binlerce yıllık Anadolunun
kültürel (ekinsel) dokusu buna tanıklık ediyor.
Herkese iyi okumalar. Kitap bittiğinde, Balıkçı ve Gökovalı
sayesinde, Anadolu’yu daha iyi tanıyacağınızı, ayağınızın
yere daha sağlam bastığını göreceksiniz.
Sözü Gökovalı ile bitirelim: Ne mutlu Balıkçı’ya ki Anadolusu, ne mutlu Anadolu’ya ki Balıkçı’sı var.
Not: Kitaptaki “Rehberlik ilkeleri” bölümü bence ayrı
bir yazının konusudur. Ben o bölümün de diğer bölümler gibi dikkatle okunmasını, Balıkçı’ya ve onun ardılı
olan Gökovalı’ya kulak kabartılmasını talep ediyorum.
Herkese iyi okumalar.
Ekonomik Güvenilir Alışverişte Burdayız
Economic and Secure Shopping
Hier Werden Sie Nicht Belästigt
Bag Textile Gift Spices
Güngör KAPLAN
0532 423 83 64
[email protected]
Elmalı Mh. 1. Sk. No:51
(Cumhuriyet Square - Centrum) ANTALYA / TÜRKİYE
Tel & Fax : +90 242 248 78 97
E-mail : [email protected]
www.antalyabestbazaar.com

Benzer belgeler