30.05.2016

Transkript

30.05.2016
1
SÖYLEŞİ
Roza:
İki nehrin
ülkesi
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:104
30 Mayıs - 05 Haziran 2016
bas-haber.com
S:16
Kongre sonrası AKP:
Yeni AKP’de
yenilik var mı? S:13
Barzani:
Bağımsızlığa
hazırız
S:04 - 05
HDP, AYM’ye başvurdu:
Rakka zaferi kimin olacak?
IŞİD’in Suriye’deki başkenti Rakka’ya yönelik başlayan operasyon 3 koldan devam ederken, operasyonun siyasi yankılarının askeri boyutlarından daha karmaşık olduğu ortaya çıktı. Ankara
- Washington ilişkilerini de zorlayan operasyonun
Rakka’nın kuzeyi ile mi sınırları olacağı, kentin tümünü mü kapsayacağı net değil.
Uluslararası ve bölgesel güçler, YPG’nin merkez kuvvetini oluşturduğu Rakka Operasyonu’ndan farklı
beklentiler içerisinde. ABD’de Demokratlara bir seçim zaferi lazım iken, Esad, IŞİD’i çökerterek iktidarını pekiştirme peşinde, Kürdlerin Rakka sonrası hesaplarında ise Cerablus kapılarına dayanmak var.
S:02 - 03
Prof. Ferhad İ. Seyder:
Rakka Kürdlerin meselesi değil
“Rusya PYD’yi Cenevre’ye götüremedi. PYD’yi Suriye
muhalefetinin bir tarafı olarak koyamadılar. Onların
PKK’ye desteği çok zayıf ve zaten PKK’nin güçlenmesini
istemiyorlar. PKK’nin stratejisi şu an kendisini ABD’nin
partneri olarak göstermektir.”
S:08 - 09
Referandumdan kaçış
MESUT YEĞEN
Çözüm yerli Pegida değildir!
s03
BİLAL SAMBUR
s05
Türkiye’de yeni dönem:
Dokunulmazlıklar
mahkemelik S:14
Yeni hükümetten sert mesajlar
Başkanlık
çare
olacak mı?
Ufukta barış
görünmüyor
S:06 - 07
Totalitarizmin sıradanlığı
FERHAT KENTEL
S:12
Marksizmin en zayıf halkası
s07
ABDULLAH KARATAY
s11
02
MANŞET
BasHaber
SÖYLEŞİ
30 Mayıs
- 5 Haziran 22016
Rakka zaferi kimin olacak?
Yeter Polat - M. Salih Batırhan
R
ojava’da uzun bir zamandır Efrin ile
Kobanê’yi birleştirmek için Cerablus
hattına operasyon yapmaya hazırlanan
Kürd güçleri bir anda yönlerini Rakka’ya çevirdiler. Rakka Operasyonu kamuoyuna ‘ABD ve
Suriye rejiminin isteği’ biçiminde yansıtılırken,
ABD’de Demokratların seçimler öncesi zafere
olan ihtiyacı yorumlarına sebep oldu. Rakka
Operasyonu’nun üreteceği sonuçların Esad
Rejimi’ni memnun edeceği, ABD’de ise demokratların seçimlerden önce iç kamuoyuna zafer
yatırımı olarak sunulacağına kesin gözüyle
bakılırken, operasyon öncesinde kapalı kapılar
ardında ne tür anlaşmaların yaşandığı, Kürdlerin elde edeceği kazanımları ifade eden yeterli
ipuçları vermemekte. Suriye ve ABD açısından
böyle olsa bile Türkiye, İran ve Rusya’nın yaptığı açıklamalarda bölge devletleri ve uluslararası
güçlerin Rakka Operasyonu’ndan birbirinden
farklı beklentiler içerisinde olduklarını onaylar
nitelikte. Ancak operasyonun Pentagon - YPG
ilişkisi üzerinden yürütülmesinin Türkiye’de
yarattığı rahatsızlık ile Ankara-Washington
ilişkilerinin gerilmesi operasyonun kendisinden daha önemli bir konu haline gelmesi
dikkat çeken gelişmelerden oldu. Türkiye’nin
Rakka Operasyonu karşısında ABD’ye yaptığı eleştiriler, Pentagon’un YPG ile iş birliği
yapması boyutuna ilişkinmiş gibi gözükse de,
Kürd - ABD işbirliğinin seçim yatırımından
daha fazlası olduğu; ilk defa ABD’li siyasi bir
temsilcisinin YPG ile ilgili görüşlerini direkt
ifade etmiş olması farklı ve yeni boyut olarak
değerlendirilmekte.
YPJ’li kadın komutan yönetiyor
IŞİD’in Suriye’deki başkenti olarak tabir
edilen Rakka’ya yönelik operasyon ise 3 koldan
devam ediyor. 12 bin savaşçının yer aldığı
operasyonun başında ise YPJ komutanı Rojda
Felat var. Rakka’ya 50 km öteden başlatılan
operasyonun aşamalı olarak 4 km uzunluğunda, 15 km genişliğindeki bir alanı kapsadığını
açıklayan Rojda Felad, Rakka ve çevresinde
yaşayan halkların isteği üzerine hamleyi başlattıklarını, koalisyonun hava desteği ile zafere
ulaştıracaklarını söyledi. YPG’nin kontrolündeki Tel Abyad’a bağlı Ayn İsa kasabasından
3 koldan başlatılan operasyona Rakkalılardan
oluşan Ahrar Rakka ve Liva Tahrir Tugayları
eşlik ediyor. Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile
Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) öncülüğündeki SDG’ye ABD’nin verdiği hava desteğiyle
Rakka’nın kuzeyinde başlattığı operasyonun,
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General
Joseph Votel’in Kobanê ve Ankara temaslarının ardından start alması ise dikkatlerden
kaçmadı. Londra merkezli İnsan Hakları
Gözlem Örgütü SDG’nin IŞİD’i aralıksız ağır
silahlarla vurduğunu açıklarken, SDG’ye bağlı
bir komutanın Rakka’ya bağlı en az 6 köy ve
bazı alanların geri alındığını cephenin Rakka’ya
60 km mesafede olduğunu duyurdu.
Toner: YPG, PKK’den farklı bir oluşum
Rakka Operasyonu’na YPG’nin varlığını gerekçe göstererek tepki koyan Türkiye’nin tavrı
ise Wahsington - Ankara ilişkilerini germeye
devam ediyor. “YPG ile çalışmaya devam edeceğiz” diyen ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
Mark Toner’in, Ankara’nın PKK ile YPG ilişkisi
hakkındaki rahatsızlığına vurgu yaparken,
“Bazı bağların olduğunu göz ardı etmiyoruz,
PKK ve YPG arasında kategorik olarak hiçbir
bağ yoktur diyemeyiz ancak, YPG, PKK’den
farklı bir oluşum“ demesi, Washington’un
sahada YPG’nin varlığına verdiği önemi ifade
etmesi şeklinde yorumlanıyor. ABD askerlerinin YPG arması takmasına ilişkin Türkiye
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “O
zaman onlara tavsiyemiz Suriye’nin diğer
bölgelerine gittikleri zaman IŞİD’in, El
Nusra’nın, El Kaide’nin armasını taksınlar”
tepkisi hatırlatılan Toner, ABD’nin YPG’yi
PKK ile eşit tutmadığını belirterek, “Birlikte
çalışmaya devam edeceğiz, YPG’nin Suriye’nin
kuzeyinde IŞİD’e karşı etkili bir güç olduğunu
düşünüyoruz, operasyonel ve tavsiye şeklinde
destek vermeye devam edeceğiz. Türkiye, YPG
hakkındaki düşüncelerini açık bir şekilde söyledi. Biz de aynı şekilde söyledik. Türkiye’nin
kaygılarını anlamakla birlikte, SDG’nin bir
parçası olarak YPG ile çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu. Operasyonlar sırasında
ABD askerlerinin YPG üniforması giymesi
ve fotoğraflarının basına yansıması üzerine
çıkan tartışmalara dahil olan ABD Savunma
Bakanlığı Pentagon Sözcüsü Peter Cook ise,
ABD güçlerinin Suriye Demokratik Güçleri’ne
danışmanlık için bölgede bulunduğunu ve
çatışmalara girmediğini, özel harekat birliklerinin belli bölgelerde güvenliklerini sağlamak
için yerel silahlı güçlerin arasına karışabileceğini ifade etti. ABD’li General Joseph Votel’in
Ankara’ya gelerek Genelkurmay 2. Başkanı
Yaşar Gülen ile görüştüğü, Türk tarafı ile ABD
- YPG işbirliğinin konuşulduğu, Gülen’in YPG
ile işbirliğinden duydukları rahatsızlığı ilettiği
ve “YPG yarın sizi yolda bırakırsa şaşırmayın”
dediği öne sürülüyor.
Rakka’yı kim yönetecek?
Rakka IŞİD’den geri alındıktan sonra kentin
yönetimine dair ABD ve Kürd güçlerinin ayrı
ayrı planlar içerisinde olduğu izlenimi verilse
de operasyona katılan Rakka Araplarının
Rakka’yı bırakmayacağı yönünde bölgeden
bilgiler geliyor. Uluslararası Koalisyon Sözcüsü
Albay Steve Warren, IŞİD’den kurtarılan bölgelerin güvenliğinin sağlanmasının birinci öncelikleri olduğunun altını çizmesi kafalardaki
Rakka düşerse kenti kim yönetecek sorusuna,
hayati derecede önem kazandırıyor. Oluşturulan ittifak içerisindeki dengenin iyi kurulması
gerektiğini, IŞİD’in elinden alınan bölgelerdeki
nüfusun etnik ve mezhepsel eğilimlerinin göz
önünde bulundurulması gerektiğine de dikkat
çeken ABD Dışişleri Sözcüsü Mark Toner,
SDG’nin yüzde 60’ının Kürdlerden yüzde
40’ının ise Araplardan oluştuğunu ifade etse de
uzmanlar önümüzdeki günlerde yeni bir Kürd
– Arap gerginliğinin kaçınılmaz olduğunu
vurguluyor. Rakka’yı ele geçirmek isteyen Rakkalı Arapların şehri ele geçirmek için YPG’ye
ihtiyaç duydukları gizlenmezken, ele geçirdikten sonra ortaya çıkan gerilimin boyutlarına
dair yapılan değerlendirmeler Arapların daha
avantajlı olduğu yönünde. Analistler, Rakka’nın
Araplara ait olduğunu, YPG’nin tabanının
Rakka’da yüzde 3’e tekabül ettiğini, YPG’nin
sahip olduğu askeri güç sayesinde Rakka’daki
varlığını ABD’nin alacağı pozisyonun belirleyeceğini ileri sürüyor. Rojava Federasyonu’na
dahil edilmese bile Rakka’nın yönetiminde
pay sahibi olacağı, tek başına Rakka’yı kontrol
etmesinin mümkün olmadığı iddialarının yanı
sıra en çarpıcı değerlendirme ORSAM Dış
Politika Uzmanı Oytun Orhan’dan, “Oradaki
Araplar YPG ve IŞİD’i desteklemiyor. İkisinden
biri olacaksa IŞİD olsun” diyeceklerdir diyor.
göre, ABD destek vermeyecek ancak engel de
olmayacak, ‘Kendiniz girerseniz de karışmayız’
dedikleri yönünde. Bir tarafta seçimlerden
önce Rakka ve Musul’da zafer elde etmek
isteyen Amerikan tarafı, diğer tarafta seçimden
sonra yeni aktörlerin ortaya çıkmasıyla Kürdler
aleyhine gelişecek olası yeni siyasi dengeler.
Kürdler bu ihtimale karşılık kendi planlarına
göre ABD seçimlerinden önce kendisine biçtiği
rolü oynayabilecek mi? Bu gelişmeler ışığında
sorularımızı bölgede yaşayan ve bölgeyi izleyen
siyasilere ve akademisyenlere yönelttik. ENKS
üyeleri Eli Remi ile Eli Enver Naso, ORSAM Dış
Siyaset Uzmanı Oytun Orhan, TOBB Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Burak
Bilgehan Özbek, gazeteci Mustafa Bali, KBY
Rojava Masası Şefi Mustafa Şefik, Peşmerge
Komutanı Sait Çürükkaya, gazeteci Mutlu Çiviroğlu ve Kobanê Kantonu Eski Dışişleri Bakanı
İdris Nassan BasHaber’in sorularını yanıtladı.
Taştekin: Amaç Rakka’ya girmek değil yolu
temizlemek
Bölgeyi yakından takip eden gazeteci Fehim
Taştekin Türkiye’nin, Kürdlere çektiği kırmızı
çizgi yüzünden YPG’nin Cerablus’u kurtarma
planlarına ABD’nin fren yaptırdığını, gündemde Menbic’in olduğunu ancak Ankara
ile yapılan pazarlıkların istenildiği biçimde
ilerlemediği için operasyon ağırlık yönünün
Menbic’ten Rakka’ya yöneldiğini ifade ederek,
“Amaç Rakka şehir merkezine girmek değil
Rakka’ya doğru yol temizliği yapmak” diyor.
Gazeteci Mutlu Çiviroğlu:
ABD’nin alternatifi yok Kürdlerin var
SDG ve YPG güçlerinin diğer yönlere doğru
da ilerleme ihtimalleri bulunuyor. Önce Minbic ve Cerablus’tan başlamaları fazla reaksiyona yol açacaktı. Bu şekilde karşı çıkışların
önünü aldı. ABD - PYD arasında bir ittifak
yaşanacağını yönünde göstergeler mevcuttur.
İlişkilerin daha da ilerleyeceğini düşünüyorum.
ABD Suriye’de var olmak istiyorsa, Kürdlere
ihtiyacı var ve hiçbir güce Kürdler kadar bel
bağlayamaz. Kürdlerin alternatifi var ancak
ABD’nin alternatifi yok.
ABD desteği olmadan
Cerablus’a girilecek mi?
Rakka operasyonun olası başarı ile sonuçlanmasının ardından bir sonraki aşamada Kürdlerin hedefindeki Cerablus hattına ilişkin merak
edilen konu, Kürdler ABD desteği olmadan
Cerablus’a girecek mi? Girerlerse ABD buna
engel olur mu? Yapılan değerlendirmelere
ENKS üyesi Eli Enver Naso:
Yeni bir harita çizilmek isteniyor
Rakka’nın kuzeyi kurtarılacak. Cizire bölgesinde tehlike var. Gelen son bilgilere göre Demokratik Güçler Rakka’nın kuzeyinden çekildi.
Silahlar Kürd bölgesinden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar iyi olur. Yönümüzü oralara vermek
yerine öncelikle kendi bölgelerimizi korumak
MANŞET
BasHaber
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
3
SÖYLEŞİ
alternatifsiz oldukları yönünde. Bunun
Kürdlere faydası ne olacak ne olmayacak bu ayrı bir tartışma konusu ancak,
ABD şimdiye kadar askeri olarak direkt
destek verdi ilk defa siyasi olarak destek
veriyor. Siyasi anlamda basına verilmiş
herhangi bir demeç görülmemiştir. ABD
şu an IŞİD savaşında Kürdlerle birlikte
bulunmaktadır. Umuyorum ki Kürdler
bir hataya düşmezler. Halep, Haseke ve
Deyrezor gibi stratejik yerler IŞİD’den
tamamıyle temizlenirse otomatik olarak
Cerablus düşecektir. Asıl sorulması
gereken soru şu: Rakka alındıktan sonra
Kürdlerin durumu ne olacak?
ve yönetmek zorundayız. Görüyoruz
ki bu süreç Arap ve Kürdler arasındaki
çelişkileri daha da arttıracak. Rakka
halkı daha fazla bölgelerinin özgürleştirilmesini istiyor. Kürdleri bu savaşta
kullanmaları demek savaşın bizim
sınırlarımızda sürmesi demek ve bu da
bizim topraklarımızda yeni tehlikelerin
oluşmasına yol açar. Suriye’nin durumu
net değil, asıl mesele Ortadoğu’nun haritasının yeniden şekillenmesidir. IŞİD’i
yaratanlar Sykes - Picot döneminde
konulan sınırları ortadan kaldırıp yerine
yeni haritalar yapmayı planladılar.
Gazeteci Mustafa Bali:
Sonra Cerablus!
Elimizdeki son bilgilere göre 16 köy
kurtarılmış, IŞİD’in ise çok kayıp verdiği
yönünde. Rakka’nın içinden gelen
bilgilere göre de, Rakka’nın içinde bazı
değişiklikler yapılıyormuş. 250 civarında
ABD askeri operasyonda yer alıyor. Bu
operasyon bir iki gün daha sürer, kendilerine belirledikleri sınıra vardıktan
sonra operasyonun genişletilmesi için
çalışacaklardır. Elimizde net bilgiler
olmamakla beraber pratikte görünen
durum, Rakka’dan sonra Cerablus’a bir
yönelim olacağı. Koalisyon uçakları
Rakka’nın kuzeyindeki IŞİD hedeflerini
bombalıyor.
KBY Rojava Masası Şefi Mustafa
Şefik: Kürdlerin pozisyonu
ne olacak?
Suriye krizinin başladığı günden
bugüne kadar ABD direkt olarak Kürd
güçlerine ilk defa destek veriyor ve en
üst düzeyde temsilcilerle Rojava ve
Kobanê’yi ziyaret ettiler. İnanıyorum ki
bu savaş planları görüşmelerde taraflarla ortaklaşa hazırlandı. Bundan dolayı
ABD eleştirildi, plansız-projesiz olduğu,
Peşmerge Komutanı Sait
Çürükkaya: Rakka ve Musul’a
yönelim paralel olmalıydı
Sınırlı bir stratejiyle belirli bir yere
kadar ilerleyecekler, IŞİD’in direnişine
bakacaklar eğer yeterli bir direniş göstermezse ilerleyebilirler ama direnişle
karşılaşırlarsa belirli bölgeleri alıp tehdit
olmaktan çıkarıp daha sonra sıkıştıracaklar. Bu savaşı başlatmalarının nedeni
Rusya ve Suriye Ordusu’nun ortak bir
operasyon yapmasından ziyade, Kürd
güçleri ve ABD’nin orayı kendi denetimlerine almak istemeleridir. Musul’da
bir karar alınmadan bence orada bir
ilerleme sağlanamaz. Yakında Musul’a
yönelik birşeylerin olması lazım. Rakka
ve Musul’a operasyonlar paralel olarak
yürütülmeli yoksa insani kayıp yüksek
olabilir. IŞİD’in Cerablus’taki varlığına,
Türkiye’nin de içinde olacağı ortak bir
çözüm üzerinde durabilirler. Bu durum
yenidir. ABD orada ne kadar kalabilir
ne yapabilir, zamanla göreceğiz. Irak’ta
da aynı şekilde bir operasyon yapılmalı.
Ancak bu şekilde IŞİD’de bir kırılma
yaşanır.
Kobanê Kantonu Eski Dışişleri İdris
Nassan: Cerablus ve Minbic
de alınacak
Bu Kuzey Rakka hamlesidir. Bu aşamada savaş Rakka’nın merkezine doğru
gitmeyecek gibi görünüyor. Tecrübeler
bunu gösteriyor. Ama ufukta Minbic’i
kurtarma operasyonu görünüyor. DSG
koalisyon uçaklarının öncülüğünde
ve bir kaç yüz ileri düzeyde eğitimli
Suriye’de bulunan ABD askeri ile çalışıyor. Tüm okuma ve değerlendirmelerimizi bu göstergeler üzerinden yapmak
da doğru değil. Uzun süreli olaylar
zaman içerisinde görünüyor hale geliyor. Gelişmeler Cerablus ve Minbic’in
de alınacağını söylüyor. ABD ile Kürd
güçleri müttefikler. Askeri müttefiklik
siyasete de yansıyor.
Akademisyen Burak Bilgehan
Özbek: Kürdler stratejik olarak
özerkliğe yakınlaştı
Türkiye’nin korkusu, Kürdlerin bu
savaşa katılmasıyla beraber ABD’nin
nezdinde daha muteber bir grup olacağı
ve dolayısıyla pazarlıklarda daha etkin
rolü olacağı. Aynen 2003 senesindeki
Barzani-Talabani önderliğindeki Kürd
cephesine benzer bir şekilde Demokratik Suriye Güçleri’nin operasyonu
eğer başarılı olursa, Kuzey Suriye’de
genişletilmiş bir otonomi alacağına
ilişkin bir endişe var. Demokratik Suriye
Güçleri’nin başarılı olması, ABD’nin
operasyonunda önemli bir partner
olması, zannedersem Ankara hükümeti tarafından memnuniyetsizlikle
karşılanıyor. Bu durum Ankara’nın uzun
zamandır tedirgin olduğu, ulus aşırı
Kürd milliyetçiliğini de tetikleyebilir.
Türkiye’nin tepkisi biraz bundan mütevellit. PYD’nin ve PKK’nın bölgedeki
meşruiyeti kırsal devrim ya da üçüncü
dünya milliyetçiliğinden değil, sekülerlik ve daha demokratik Batı ile ilişkileri
daha kurumsal olan bir yapıyı savunmalarından gelir. Şu anda bu konuda
bazı sıkıntılar var uzun vadede realite
bunu söyleyecek. Dolayısıyla ABD ile iş
birliği yapmak, eğer bölgede özerk bir
bölge kurmak istiyorsa, sadece ABD ile
değil, Rusya ve AB ile PKK ve PYD için
kaçınılmaz bir strateji.
ORSAM Dış Siyaset Uzmanı Oytun
Orhan: YPG güçlenirse rejim ile
rekabet eder
PYD ve YPG’nin önceliği Rakka değil.
Öncelikleri Cerablus ve Azaz. Rakka
daha çok ABD’nin önceliği. Çünkü ABD
oraya daha çok IŞİD ile mücadele perspektifi ile yaklaşıyor. O bağlamda da
örgütün güçlü olduğu Rakka’dan temizlenmesi öncelikli. Obama muhtemelen
bir zafer ile ayrılmak isteyecektir. Bunun
da etkisi var. Ama sadece bununla bağlantılı olduğunu değerlendirmek doğru
olmaz. Çünkü çok uzun zamandır zaten
Rakka ve Musul operasyonu sürekli
gündemdeydi. IŞİD’in gerçek anlamda
zayıflatılması için bu merkezdeki IŞİD
varlığının sona erdirilmesi gerekiyor.
Uzun zamandır planlanan bir operasyondu. Tabi ki YPG’nin öncülüğü
olmasa da sonuçta YPG’de bu konuda
da istekli. Artık YPG sadece Kürd nüfusunun yaşadığı bölgelerde değil, bunun
ötesinde çok daha geniş bir coğrafyada bir federasyon ilan etmek çabası
içerisinde. Rakka eğer kurtulabilirse bu
bölgenin federasyona dâhil olmasını istiyor. Böylece daha geniş bir coğrafyaya
hükmedebilecek. Rakka kurtarılmadığı
zaman Kürd bölgeleri her zaman IŞİD
tehdidi altında olacak. Cerablus hattı
öncelik olsa da Türkiye’nin muhalefeti
nedeniyle ABD’ye PYD’nin burada
ilerlememesi için son dönemde telkinde
bulunuyordu. İlk aşamada dikkati buraya çevrilmiş olabilir. Rakka Operasyonu
başarılı olursa, Cerablus, Minbic; buralarda IŞİD çok daha rahat temizlenebilir
diye düşünüyorum.
03
Referandumdan kaçış
MESUT YEĞEN
Meclisteki ilk tur oylama,
dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla
ilgili anayasa değişikliğine dair nihai
sonucun referandumda belli olacağına,
dokunulmazlıkların referandum yoluyla
kaldırılacağına işaret ediyordu. Geçen
haftaki yazımda bu durumu ‘referandum aralığı’ olarak tanımlayıp, bu
aralığın bir siyasi açıklığa işaret ettiğini
ve Kürd meselesinin seyri açısından
farklı neticeler üretebileceğini söylemiştim.
Heyhat! Yazıda sözünü ettiğim diğer olasılık gerçekleşti; meclisteki ikinci tur görüşmelerde değişiklik teklifinin
kabulü için gerekli 367 sayısı bulundu ve dokunulmazlıklar
kaldırıldı. Artık cumhurbaşkanının onayı bekleniyor.
Peki, ne oldu da işler referanduma doğru giderken,
birden CHP’de bir kısım milletvekili karar değiştirdi
ve değişiklik teklifinin kabul edilmesine yetecek sayı
bulundu. CHP’lilere sorulacak olursa, ikinci tur oylamada
CHP’li bir kısım vekil ilk turdan farklı oy kullandı, çünkü
iş referanduma kalsaydı, Erdoğan bir yolunu bulup
partili cumhurbaşkanlığı ya da bir tür başkanlık yolunu
açan anayasa değişikliğini de 330’un üzerinde bir oyla
meclisten geçirtip, dokunulmazlık referandumuyla aynı
anda referanduma götürecekti. Bu durumda seçmenler
açısından dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet demekle
Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanlığı evet demek kararları
birbirlerine yaklaşabilecek, seçmenlerin büyük kısmı da
dokunulmazlıkların kaldırılmasını isteyeceğinden, oluşan
bu karambolde Erdoğan’ın arzusu gerçekleşebilecekti. Bu
mantığa göre, CHP’liler akıllıca davranmış, bir Erdoğan
kumpasını daha önlemişlerdi.
Ama nedense bana esas sebep bu değilmiş gibi geliyor.
Bana kalırsa bir kısım CHP vekili ilk turdaki tercihlerini
değiştirmeye ikna edildi; çünkü CHP kurmaylık aklının da
parçası olduğu Türkiye’nin yeni müesses nizamı referandumdan kaçmak istedi. Yeni müesses nizam referandumda
alınacak sonuçların Kürd meselesinin seyri üzerindeki
muhtemel akislerinin ne olacağını iyi tahmin ettiğinden
süratle yeterli sayıda CHP’li vekil ikna edildi ve dokunulmazlıklar meclis eliyle kaldırıldı.
İzah edeyim. Dokunulmazlık işi referanduma kalsaydı
olacak olanı tahmin etmek zor olmasa gerek. CHP yönetimi referandum kampanyasında ne yapacağını bilemez,
CHP tabanının az bir kısmı sandık başına gitmez, kalan
Türkiye seçmeninin ezici bir çoğunluğu, mesela % 80 85’i dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet, Kürdistan
seçmeninin de yine ezici bir çoğunluğu, mesela % 70 - 80’i
hayır der, böylece de referandum bir Türk - Kürd referandumuna dönerdi. Bana kalırsa Türkiye’nin yeni müesses
nizamı tam da bu sonuçla yüzleşmek istemediğinden apar
topar referandumdan kaçmayı mümkün kılacak bir formül
üretti. Dokunulmazlık referandumunun bir Türk - Kürd
referandumuna ya da Türkiye - Kürdistan referandumuna
dönmesi ihtimali müesses nizamı yaratıcılığını konuşturmaya mecbur bıraktı. İkinci tur oylamada oluşan manzaranın,
bir kısım CHP’li vekilin aniden pozisyon değiştirmesinin
esas sebebi bu.
Neticede, müesses nizam almak istediği sonucu aldı.
Hem dokunulmazlıklar kaldırıldı, hem de bir Türk - Kürd
referandumunun önüne geçilmiş oldu. Öte yandan, dokunulmazlık referandumunun ardından CHP ve MHP’de
yaşananlar işlerin ne Erdoğan ne de yeni müesses nizam
için o kadar da yolunda gitmeyeceğini gösteriyor. CHP ve
MHP’nin Kürd meselesinde AK Parti’ye verdiği cömert
destek Erdoğan’ın başkanlığına giden yolu sağlamlaştırdığından bu iki partinin bir kısmında önemli seviyede bir
huzursuzluk oluşmuş durumda. Bu hal, Erdoğan’ın Kürd
meselesi üzerinden MHP ve CHP’nin tamamını felç etme
ve bu hal üzerinden başkanlık yolunu inşa etme işinin
o kadar rahat işlemeyeceğini gösteriyor. Bu durumda
Erdoğan da dahil yeni müesses nizam Kürd meselesinde
alınan pozisyonun devamını sağlamak adına Erdoğan’ın
partili cumhurbaşkanlığına ve hatta daha azına, mevcut fiili
durumun devam etmesi seçeneğine razı olabilir.
04
KBY
BasHaber
SÖYLEŞİ
30 Mayıs
- 5 Haziran 42016
KBY
BasHaber
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
5
SÖYLEŞİ
YNK-Goran referandumu müza yedeye mi çıkarıyor?
KBY’de Goran Hareketi ile YNK arasında imzalanan anlaşmanın yankıları sürüyor. Tarafların
anlaşmaya diğer partileri de dahil etme planına, PDK, “Bu şartlarda Goran’la görüşmeyiz” diyerek kapıları kapattı. YNK ve Goran yakınlaşmasın ‘KBY’de iki başlı bir yönetim
yaratacağı’ endişeleri yaratırken, YNK’li Kerkük Valisi Kerim’in “Kerkük bağımsız bir bölge
olacak” açıklaması “YNK bağımsızlık referandumunu siyasi müzayede konusu yapmak
istiyor” şeklinde yorumlanıyor.
K
Zeyat Cebo
ürdistan Bölge Yönetimi’nde (KBY)
Goran Hareketi ile YNK arasında
imzalanan anlaşma gündemdeki yerini koruyor. Tarafların “Ortak bir komisyon
ile PDK dahil tüm partilerle güreşeceğiz”
şeklindeki açıklamalarına PDK Politbüro
Üyesi Cafer Eminki, “Bu şartlarda Goran’la
görüşmeyiz” cevabı vererek görüşmelere
kapılarını kapattı. Bu arada anlaşmanın pratik adımları atılmaya başlandı. Hafta içinde
Goran ve YNK anlaşmaya diğer partileri de
dahil etme planı kapsamında ortak bir heyetle İslami Birlik (Komel) Partisi yetkilileri
ile görüştü. Ancak görüşmenin ardından
Komel’den bu davete sıcak bakmadıkları
açıklaması geldi.
YNK ve Goran’ın bu yakınlaşmasının Kürdistan Bölgesi’nde iki başlı yönetime neden
olacağı endişelerini doğururken, YNK’li
Kerkük Valisi Necmeddin Kerim’in “Kerkük
bağımsız bir bölge olacak” açıklamaları,
“YNK’nin bağımsızlık referandumunu siyasi
müzayede konusu yapmak istiyor” şeklinde
yorumlanıyor.
KBY’de bir yandan Goran - YNK anlaşması
nedeniyle boy veren siyasi belirsizlik sürerken bir yandan da bağımsızlık referandumu
için etkinlikler sürüyor. Hafta içinde Duhok
ve Erbil’e bağlı Soran ilçesinde “Referanduma Destek Karnavalı” düzenlendi. Karnavallara yoğun ilgi gösteren Kürdistan halkı,
bağımsızlık referandumuna hazır olduğu
mesajı veriyor. Bağımsızlık referandumu
konusunda KBY’li yetkililerden de somut
açıklamalar gelmeye devam ediyor. PDK Dış
İlişkiler Sorumlusu Hemin Hewrami, Bağdat’taki durumlar normale döndükten sonra, referandum hazırlıkları başlatılmadan
önce KBY’den bir heyetin, Iraklı yetkililerle
referandum konusunu müzakere etmek için
Bağdat’a gideceğini açıkladı.
Akademisyenler ve siyasetçiler hafta
içinde yaşanan gelişmeleri BasHaber’e
değerlendirdi.
Akademisyen Nakşibendi:
YNK referandumu siyasi müzayede
konusu haline getiriyor
YNK ile Goran Hareketi arasında imzalanan anlaşmayı ve Kerkük Valisi Necmedin Kerim’in açıklamalarını BasHaber’e
değerlendiren akademisyen Hardawan
Mahmud Kakaşêx, Goran Hareketi’nin
hükümette iken hayata geçiremediği projelerini bu anlaşma yoluyla gerçekleştirmeye
çalıştığını söyledi. Kerim’in açıklamalarını
da siyasi müzayede olarak değerlendiren
Kakaşêx, “Goran ve YNK arasında imza-
Barzani, İngiltere ve Romanya’nın Bağdat
Büyükelçilerini kabul etti
KBY’ye yapılan diplomatik ziyaretler de devam ediyor.
KBY Başkanı Mesud Barzani, İngiltere’nin Irak Büyükelçisi Frank Baker ve Romanya’nın Irak Büyükelçisi Jakob
Pirada’yı Selahaddin ilçesindeki Başkanlık Konutu’nda
kabul etti. İngiltere’nin Irak Büyükelçisi Frank Baker,
KBY’nin ekonomik krizi aşması için ülkesinin destek
sunacağını belirtti. Görüşmede, Irak, Kürdistan ve bölgedeki IŞİD ile mücadelenin gelmiş olduğu aşama, Musul’u
kurtarma operasyonu sonrası süreç ve genel güvenlik
durumu ve Irak’ta ortaya çıkan siyasi kaosun değerlendirildiği öğrenildi. Romanya’nın Irak Büyükelçisi Jakob
Pirada’da KBY’i müttefik olarak gördüğünü kaydetti. Jakob
Pirada, ülkesinin, KBY’ye yönelik yardımlarının süreceğini
belirtti. Barzani de, Romanya hükümeti ve halkına IŞİD ile
mücadelede KBY’ye verdiği destekten dolayı teşekkür etti.
Barzani, IŞİD’in tüm insanlık için bir tehlike olduğunu ve
bu tehlikeye karşı bedel ödeyen Peşmerge Güçleri’ne daha
fazla destek verilmesi gerektiğinin altını çizdi.
lanan anlaşmanın içeriğine bakıldığında,
Goran Hareketi’nin daha önce Parlamento
ve Hükümette gerçekleştirmek istediği
planların tümünü içerdiğini görüyoruz.
Bütün maddeler Goran’ın projelerine hizmet
ediyor. KBY’deki siyasi sistemin Parlamenter sistem olması önerisi, KBY Başkanlığı
yetkilerinin kısıtlanması ve seçim sisteminin düzenlenmesi gibi projeler Goran
Hareketi’nin dayattığı ve KDP’nin kabul etmediği ve siyasi krize neden olan projelerdi”
ifadelerini kullandı. Kakaşêx, Necmeddin
Kerim’in Kerkük’ün statüsüne ilişkin yaptığı
değerlendirmeyi de hatırlatarak sözlerine
şu cümleler ile son verdi: “Bu anlaşmanın
referandum kararına nasıl yansıyacağı
merak ediliyordu. İşte hafta içinde Kerkük
Valisi Necmeddin Kerim, “Kerkük Kürdistan
Bölgesi’nden ayrı bağımsız bir bölge olacak”
şeklinde bir açıklamada bulundu. Bu da
gösteriyor ki, YNK ve Goran referandumu
bir siyasi müzayede konusu yapmak istiyor.”
Qurbani: KBY bu krizi aşabilecek güçte
Güney Kürdistan’ın geleceği hakkında hayati öneme sahip olan bağımsızlık referandumunun gündemde olduğu bir dönemde,
KBY’de yaşanan siyasi krizi “talihsizlik”
olarak değerlendiren akademisyen Arif
Qurbani ise, “Gerekmeyen bir siyasi bir kriz
türetildi ki sanırım krize neden olanlar da
sonuçların bu şekilde olmasını istemiyordu.
Bu kriz nedeniyle hükümet ve parlamento
işlemez duruma gelmiş bulunuyor. Yani
bu kriz meşru kurum ve kuruluşlarımızı
da etkisiz hale getirmiş bulunuyor. Bir yıl
önce ulusal birlik, ekonomik bağımsızlık
tartışılıyordu. Şimdi ise parçacılık tehlikesi
üzerine konuşuyoruz. KDP, bağımsızlık
referandumunun gündemde olduğu bir
dönemde tüm partilerin bir çatı altında
toplanması ve tarafların bunun dışında bir
dayatmasının olmamasını istiyor. Goran
Hareketi ise, KBY’de değişiklik yapmakta
ısrarlı. Bence Goran Hareketi ne kadar kendi
tavırlarında aceleci ise, KDP’de faaliyetleri
ile o kadar aceleci davranıyor ve bu durum
krizin derinleşmesine neden oluyor. Unutmamak gerekir ki iç savaş döneminde bile
sorunlar ve kriz bu günkünden daha derin
ve kötüydü. Bugünkü kriz aşılabilir. Yeter
ki taraflar birbirlerini anlamaya çalışsın”
değerlendirmesinde bulundu.
Peşmerge Komutanı Kerkuki:
Kerkük Kürdistan kentidir
öyle de kalacak
Kerkük Valisi Necmedin Kerim’in
açıklamalarını BasHaber’e değerlendiren
Batı Kerkük Cephesi Sorumlusu Dr. Kemal
Kerkuki de, Peşmerge’nin kendi kanı ile
kurtardığı toprakların KBY idaresi dışında
hiç bir idareye bağlanmasının kabul edilmeyeceğini söyledi. Kerkuki şöyle konuştu:
“Peşmerge Güçleri IŞİD’in işgal ettiği tüm
Kürdistan topraklarını özgürleştirmekte
kararlıdır. Buna Kerkük’ün tüm bölgeleri de
dâhildir. Peşmerge’nin kendi kanıyla kurtardığı ve bedel ödediği tüm toprakların KBY
idaresi dışında farklı bir idareye bağlanması
kabul edilemez. Kerkük konumu en hassas
bölgedir. Kerkük Kürdistan kentidir öyle
de kalacak. Önümüzde bir referandum var.
Kerkük’ün geleceği hakkında söz sahibi olan
tek merci de halktır.”
Abdullah:
Peşmerge’nin kurtardığı alanlar
pazarlık konusu olmayacak
Kerkük Valisi Necmedin Kerim’in açıklamalarına atıfta bulunan Irak Parlamentosu
Güvenlik ve Savunma Komisyonu Üyesi
Şaxewan Abdullah da, Kerkük’ün Peşmerge
kanı ile kurtarıldığını ve pazarlık konusu
olamayacağını söyledi. Abdullah, “Daha
önce de Haşdi Şabi güçlerinin Kerkük’e
yerleştirilmelerini eleştirmiştik. Kerkük
konumu en hassas olan Kürdistan kentidir.
Geçmişte Irak’taki iktidarların “Kerkük’ü
Kürdsüzleştirme” politikaları çerçevesinde
demografik yapısı değiştirilmeye çalışılmıştır. Buna karşın Kürd halkı Kerkük için
büyük bedeller ödemiştir. Unutulmamalı ki
Peşmerge Güçleri olmasaydı bugün bu kent
de IŞİD’in işgali altında olacaktı. Dolayısıyla,
Peşmerge kanı ile kurtarılan Kerkük ve diğer
Kürdistan bölgeleri pazarlık konusu olamaz”
şeklinde konuştu.
‘Meşru haklarımızın önünde
hiçbir şey engel olamayacak’
KBY Başkanı Mesud Barzani, Mayıs
Devrimi’nin 40. yıldönümü vesilesiyle
yayımladığı mesajında da, ‘’Mayıs Devrimini, Peşmerge ve Kürdistan halkının
Eylül Devrimi’nin amaç ve mesajını yerine
getirmenin devamı olarak değerlendiren KBY
Başkanı Barzani, ‘’Kürdistan halkı yenilgiyle
karşılaştığı her süreçte, yeniden mücadele
ve iradesiyle özgürlük ve kurtuluş direnişini
sürdürmesini bilmiştir’’ ifadelerini kullandı.
“Mayıs Devrimi de diğer Kürdistan devrimleri gibi halkımızın haklı davası için yürütülen direnişin mesajını taşımakta’’ diyen Barzani, “Mayıs Devrimi’nde halkımızın birlikte
davranarak gösterdiği direniş ile kahraman
Peşmerge’nin döktüğü kan sayesinde; ayaklanma, federalizm ve Kürdistan Bölgesi’nin
kurumlaşması kazanımlarını bize miras
bırakmıştır’’ değerlendirmesinde bulundu.
Mayıs Devrimi’ne katılan Peşmergeleri
saygıyla anan KBY Başkanı Barzani, ‘’Mayıs
Devrimi’nin ilk şehidi Seîd Ebdulla şahsında
tüm şehitleri anıyorum. Cephede savaşta cefa
çeken ve Kürdistan topraklarını ve halkının mirasını koruyan ve terör efsanesini yerle bir eden Peşmergeleri binlerce
kez selamlıyorum. Devrime emek harcayanların direniş ve
çalışmaları boşa gitmeyecektir. Kürdistan halkının meşru
haklarını elde etmesinin önünde hiçbir şey engel olamayacaktır’’ ifadesini kullandı.
Mesrur Barzani: Irak ile iyi komşu olabiliriz
KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani de,
İngiltere Başbakanlığı Yemen ve Ortadoğu Temsilcisi
Sir Alan Duncan ve İngiltere Muhafazakar Partisi parlamenterlerinden oluşan bir heyeti kabul etti. Görüşmede
Barzani, Irak’ın bileşenlerinin artık merkezi hükümete
güvenmediğini ve ortak yaşam zeminin ortadan kalktığını kaydederek, tarihi hataların sürdürülmesi nedeniyle
ülkeye istikrarın gelmediğini belirtti. Mesrur Barzani,
IŞİD benzeri radikal örgütlerin ortaya çıkmasına tarihi
hataların yol açtığını söyledi. Koalisyon devletlerinin,
IŞİD ile mücadelede Peşmerge Güçleri’ne yardımlarının
devam etmesi gerektiğini belirten KBY Güvenlik Ajansı
Müsteşarı, IŞİD savaşının Kürdistan’ın bağımsızlığı için
olumlu bir faktör olacağını kaydetti. Irak’taki BAAS rejimi
sonrası Kürdlerin demokratik ve birleşik bir Irak için çok
çaba harcadığını hatırlatan Mesrur Barzani, “Ancak bunun
karşılığında Bağdat hükümeti, Kürdlerin bütçesini ve
memurların maaşını kesti” dedi. Barzani sözlerini şöyle
sonlandırdı: ‘‘Eğer Bağdat bizi ortağı olarak görmüyorsa o
zaman iyi komşu olabiliriz. KBY, başka bir ülkenin hatalarının bedelini ödemek zorunda değildir.’’
Barzani: Bağımsızlık için hazırız
KBY Başkanı Barzani, İsviçre’de yayımlanan Neue Zuricher
Zeitung gazetesine verdiği röportajda, 40-50 milyon nüfuslu
Kürd milletinin devlet sahibi olması gerektiğini belirterek,
Kürdistan’ın bağımsızlık için gereken olgunluğa ulaştığını
söyledi. Barzani bağımsızlık hakkında, “Şüphesiz, 40 – 50
milyonluk milletimizin bir devleti olmasını istiyoruz. Ancak
gerçeklerimizi de göz önünde bulundurmalıyız. Dört parçaya
bölünmüşüz. Her birinin durumu farklıdır. Bu yüzden her
parça, merkezi hükümetle çözüm aramalı” dedi. KBY’nin bağımsızlık için hazır olduğunu belirten Barzani, “Referandum
bu yıl olur mu?” sorusuna, “İnşallah” yanıtını verdi. Mevcut
sınırların pratikte ortadan kalktığını söyleyen Barzani, gerçeği kabul etmenin zamanının geldiğini ifade etti.
KBY Başkanı Barzani, uluslararası toplumun Irak’taki
savaşa gerçek bir çözüm araması gerektiğini aksi takdirde
çatışmanın süreceğini, küresel barışın tehdit altında olacağını
söyledi. Her milletin kendi doğal sınırları olduğunu dile
getiren Barzani, “Güç zoruyla çizilen sınırlar artık kabul edilemez” olduğunu vurguladı. Referandumun önemine vurgu
yapan KBY Başkanı Barzani, “Hiçbir çözüm dayatılamaz, her
yeni çözüm referandumla sağlanmalı” ifadesini kullandı. Barzani Musul operasyonunun kendileri için “öncelikli” olduğunu
belirterek, “Musul savaşı için hazırız fakat Irak Hükümeti ile
Amerikalılar saldırı planı ile kentin kurtarılması sonrasına
ilişkin planı hazırlamalı. Musul’un kurtarılmasındaki en
önemi soru, savaştan sonra nasıl yönetileceği konusudur”
ifadelerini kullandı.
05
Kürd meselesinin çözümü
yerli Pegida değildir!
BİLAL SAMBUR
Önümüzdeki dönemde HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kademeli bir şekilde kaldırılacağı bir
süreç işletilecektir. HDP’nin Türkiye
siyasal hayatından etkisizleştirilmesi
ve tasfiye edilmesi planı sistematik bir
şekilde hayata geçirilecektir. Meclis’te
dokunulmazlıkların referanduma
gitme ihtimali karşısında, bütün siyasal
partilerin işbirliği yaptığı görülmüştür.
Referandum olayının gerilimi ve çatışmayı arttırmasından duyulan endişe nedeniyle, dokunulmazlıklarla ilgili anayasa değişikliği teklifi, 367 sayısının üstünde bir oyla kabul edilmiştir.
CHP’nin hiçbir şekilde dokunulmazlıklar konusunda HDP
ile işbirliği yapmayacağı, hatta HDP’yle beraberlik görüntüsü
verecek bütün tutumlardan uzak duracağı açıktır. Önümüzdeki süreçte HDP, dokunulmazlık davalarıyla meşgul olan bir
siyasal yapı haline gelecektir. Dokunulmazlıklarla ilgili yapılan değişiklik konusunda HDP’nin Anayasa Mahkemesi’ne
başvurmaya hazırlanması, önümüzdeki dönemde HDP’yi
yoğun bir yargı sürecinin beklediğini göstermektedir.
Kürd meselesi ve dokunulmazlıklar meselesi bugün iç
içe geçmiş durumdadır. Dokunulmazlıklar meselesinin Kürd
meselesiyle iç içe geçen bir konu olması, bu konuda yeni
algıların, tartışmaların ve gerilimlerin önünü açacaktır. Kürd
meselesinde siyasal ve sosyal alanın tamamen daraldığı bir
döneme girilmiştir.
HDP, Kürd meselesinde etkili bir siyasal aktör olma pozisyonunu kaybetmiş durumdadır. Devlet, her zaman PKK’yi
direkt tehdit olarak değerlendirdiğinden dolayı terörle mücadeleyi en önemli öncelik olarak benimsemiştir. Çözüm süreci
tecrübesinden sonra örgütün silahsızlandırılması ve tasfiye
edilmesinde HDP’nin etkisiz bir araç olduğunu anlayan hükümete göre, HDP’nin sosyal ve siyasal alanda yeri olmadığı
gibi ona gerek de duyulmamaktadır. Dokunulmazlıkların kaldırılması süreci, sivil, siyasal ve demokratik bir anlayışla Kürd
meselesine yaklaşmanın artık mümkün olmayacağını ortaya
koymaktadır. Militer ve güvenlik merkezli müdahalelerle terörü bitirme politikasının hakim olduğu bu süreçte toplumda
derin bir gerilim ve çatışma havasını yaygınlaştırmaya çalışan
girişimlere şahit olmaktayız. Sosyal medya, ırkçılığı, toplumsal nefreti ve şiddeti meşrulaştıran ve yaygınlaştıran bir araç
olarak kullanılmaktadır. Twitter da “Kürdler tehcir edilmelidir!” hashtagıyla en trend konu haline gelmeyi başaran
ırkçılık, Kürd meselesinin şiddetin her biçimiyle çözülmesi
gerektiği anlayışının bir tezahürüdür. Irkçılık, şiddet, ötekileştirme ve soykırım dahil her türlü barbarlığı meşru gören insan
düşmanı bir anlayıştır. Irkçılığın Kürd meselisini çözmede tek
yol haline gelme eğilimi olma potansiyeli taşıması, tehlikeli
ve alarm verici bir gelişmedir. Kürd meselesi konusunda uzak
durulması gereken iki ölümcül tehlikenin, ırkçılık ve şiddet
olduğu maalesef unutulmaktadır.
Avrupa’da İslamofobi adı altında ırkçılık kendisini çok
ileri biçimlerde üretirken Türkiye’de de ırkçılık, Kürdler üzerinden kendisini üretmektedir. “Kürdler tehcir eilmelidir!”
şeklindeki hashtag, ırkçılığın bu ülkeye yıkım ve çatışmadan
başka bir şey vermeyeceğinin en çarpıcı ifadesidir. Bu ifade
ile Türkiye’de Kürdlere karşıtlık temelinde bir Türk Pegida’sı
oluşturulmaya çalışılmaktadır. Irkçılığın hedefi, toplumsal
çoğulculuk içinde barışçıl bir şekilde bir arada yaşamayı
imkansız hale getirmektir. Ülkemizde hortlatılmaya çalışılan
Pegidavari ırkçılığa karşı, bütün toplum kesimlerinin karşıt
olması gerekmektedir. Almanya’nın İslamofobik Pegida’ya
ihtiyacı olmadığı gibi, Türkiye’ninde Kürdlerin tehcirini
isteyen Kürdofobik bir Pegida’ya ihtiyacı yoktur.
Kürd meselesinin çözümü, yerli bir Pegida icat etmekten
geçmemektedir. Sosyal, siyasal ve bölgesel boyutlarının
derinliğine ve sahici bir şekilde kavrandığı demokratik ve
barışçıl bir anlayışla Kürd meselesine yeniden bakabilmeyi
başarmış yeni bir sivil perspektife ihtiyaç vardır. Irkçılık ve
şiddetin, Kürd meselesini çözmediği, fakat azgınlaştırdığı
unutulmamalıdır.
06
TÜRKİYE
BasHaber
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
BasHaber
Başkanlık çare olacak mı?
Türkiye’de yeni dönem
T
Dilan Almaz
ürkiye’de uzun yıllardır çözülemeyen
yapısal sorunlar ve Kürd Meselesi ile
kronik hak ihlalleri, AB ile başaşağı
giden ilişkiler gibi önemli konulara Başkanlık sistemin çare olacağını savunan AKP
iktidarı rejim değişikliğine gitmeyi planlıyor. Bir süredir aralarında uyum sorunu olduğu bilinen Cumhurbaşkanı ile Başbakan
arasındaki kriz, Davutoğlu’nun görevinden
istifa ederek AKP’yi kongreye götürmesi
ile sonuçlanmış, ardından kurulan yeni
hükümetin hedefinde ise Başkanlık sistemi
olacağı ifade edilmişti.
Binali Yıldırım Başbakanlığında kurulan yeni Hükümet ile birlikte kabine
üyelerinin eskiye nazaran çok daha fazla
başkanlık vurgusu yapması Türkiye’de
yeni döneme girildiğine işaret ediyor.
Genel Başkan seçildiği kongrede konuşan
Başbakan Binali Yıldırım, Yeni Anayasa ve
Başkanlık sistemi vurgusu yaparak şunları
söylemişti: “Yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var
Türkiye’nin. Yeni Anayasa’nın Başkanlık
sistemini Türkiye’ye getirmeye hazır mısınız? Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından
seçilmesiyle birlikte kalkıp her şey eskisi
gibi olmayacak, çünkü Cumhurbaşkanı’mız
milyonlarca vatandaşımızın oyunu almış ve
onların siyasi sorumluluğunu taşıyor. Siz
her ne kadarCumhurbaşkanı’mıza sorumsuzdur deseniz de, Cumhurbaşkanımız
Türkiye, millet sevdasıdır. Onun sorumluluğu milletin dertleridir. Onun için bugün
yapmamız gereken en önemli işi fiili durumu yasal hale getirmek, anayasayı ve bu
kafa karışıklığını sona erdirmektir. Onun
yolu da Yeni Anayasa’dır. Yeni Anayasa da
Başkanlık sistemidir.”
Başbakan Yıldırım’ın bu konuşması uzun
zamandır tartışılan ‘uyumlu Başbakan ile
Cumhurbaşkanı’ sorununun çözüldüğü ve
iktidarın öncelikli hedefinin Başkanlık sistemini getirerek, rejimi değiştirmek istediği
yönünde tartışmalar başlattı.
Yıldırım, Kürd Meselesi’nin çözümüne
ilişkin de “Buradan milletime ilan ediyorum; bölgede yaşayan vatandaşlarımızın
can ve mal güvenliği, huzuru sağlanana
kadar bu operasyonlar aynen devam edecek.
Vatandaşlarımıza, sivillere, güvenlik güçlerine yönelik saldırılar sona erinceye kadar
bu operasyonlar devam edecek. PKK terör
örgütü silahlı eylemlerini sona erdirene
kadar, sona erene kadar bu operasyonlar
aralıksız devam edecek. Milletimiz rahat
olsun. Bu terör belasını Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” demişti. Hükümet
kaynaklarından haber alması ile bilinen Abdulkadir Selvi, Başbakan’ın bu konuşmasını
yorumlayan “Yeni dönemde Çözüm Süreci
ağızlara alınmayacak” diyerek çatışmaların
devam edeceğini, Hükümetin bu konuda
farklı bir arayışa girmeyeceğini teyit etmesi
dikkati çekti.
İktidarın rejim değişikliği çabalarını, olası değişikliğin Türkiye’nin önemli
sorunları olan Kürd Meselesi, hak ihlalleri
ve AB ile ilişkilere etkisini siyasetçiler ve
gazetecilerle konuştuk. AKP kurucularından ve bir dönem Başbakan Yardımcılığı
görevinde bulunan Abdülatif Şener iktidar
partisinin sorgulanamaz hale geldiğini
vurgulayarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
Anayasa’ya bağlı olmadığı yorumunda
bulundu. Davutoğlu’nun istifa etmesine
ilişkin “Cumhurbaşkanı’nın iradesiyle
iktidar partisinin Genel Başkanı ve Başbakan değiştirildi” diyen Şener, “Parlamento, hükümet, bürokrasi, medya, yargı,
sivil toplum, Cumhurbaşkanı’nın talep ve
beklentilerine göre davranıyor. Böylesi bir
noktaya geldik. Çoğu ülkelerde diktatör
olarak nitelendirilen isimlerden daha güçlü
bir iktidar gücünün olduğunu görürüz.
Sayın Cumhurbaşkanımızın yetkisi Sultan
Reşat’ın yetkisinden daha fazladır” şeklinde
konuştu.
“Güçlü lider zayıf ülke” vurgusu
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar
alanını genişletme çabasına değinen Şener,
güçlü liderin zayıf ülke anlamına geldiğini
ifade ederek, “Güçlü liderlerin olduğu yerde
çözümsüzlük doğar. ABD hukuk devletinin hâkim olduğu, Başkan’ın yetkilerinin
sınırlandırıldığı, Anayasa Mahkemesi’nin
Başkanı yargıladığı bir sistemdir. Demokratik kurumlar, hukuk devleti ne kadar
yerleşmişse o kadar güçlü olur bir devlet.
Dolayısıyla otorite var ve demokrasi yok ise
o devletin uluslararası alanda bir gücü de
yok demektir. Türkiye şu an bu durumdadır” dedi.
AB ile Türkiye’nin mülteci sorunu ve
Terörle Mücadele Kanunu’nun değiştirilmesi konusunda sorunlar yaşadığını ve bu
sebeplerden kaynaklı ilişkilerin iyi olmadığını hatırlatan Şener, “Bu da demektir ki;
Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti yara
aldıkça, güçlü liderlik anlayışı sürdükçe, AB
sürecinden uzaklaştırıldığını düşünüyorum” şeklinde konuştu.
‘Dokunulmazlıkların hedefi HDP’
Dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili
sürecin tamamen siyasi olduğunu ve amacın
HDP’li vekillerin Parlamento dışına atılmak
istendiği, ancak bunun Türkiye’nin içinde
bulunduğu durum açısından doğru bir
adım olmadığını söyleyen Şener, AKP’nin
prensip olarak dokunulmazlıkları kaldırma
gibi bir isteğinin olduğunu düşünmediğini
vurguladı. 1994 yılında Meclis’te yaka paça
gözaltına alınan ve 10 yıl hapis yatan DEP’li
milletvekillerini hatırlatan Şener, şöyle
dedi: “Bu uygulamanın ülkeye hiçbir şey
kazandırmadığını gördük. Olumsuz dene-
yimi olan bu konuyu siyasi malzeme olarak
devreye sokmak ülke menfaatleri ile bağdaşmıyor. Daha sonra bu iktidarın olduğu
dönemde DEP’lilere sizi sağlık gerekçesiyle
çıkaracağız denildi. Başta Leyla Zana olmak
üzere, DEP’liler ‘bizi düzgün bir şekilde
çıkaracaksanız, çıkarız. Yoksa gerek yok’
dediler. Onun üzerine AB sürecine de engel
çıkmaması için başka bir formülle tahliye
edildiler. Şimdi ise Kürd siyasi hareketini
meclisten atma çabasındalar.”
‘Halk, Başkanlığı istemiyor’
İktidar partisinin halktan yeteri kadar
destek göremediği için referanduma gidip
Başkanlık sistemine geçiş yapamadıklarını
belirten Şener, “Ama bu istikrarsızlığın karşıtlığı başkanlıktır havasını medya üzerinden oluşturmaya çalışıyorlar. Şayet kamuoyu üzerinden yeterli desteği aldıklarını
görürlerse, referanduma giderler. Şu ana
kadar böylesi bir an yakalayamadılar” diye
belirtti. AKP’nin 7 Haziran’dan sonra tek
başına iktidar olma koşulları kalmadığından, gerek Cumhurbaşkanlığı gerek milletvekili seçimleri için iktidarın MHP oylarına
yöneldiğini dile getiren Şener, “MHP’den
alacakları oylar ile önümüzdeki seçimlerde
mesafe alacaklarını hesap ediyorlar. Tam bir
MHP duyarlılığı içerisinde yürümeyi siyasetlerinin merkezine koymuş vaziyetteler.
Başkanlık sistemine nasıl geçileceğini tam
kestiremiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı ve
iktidar partisinin kafasında Başkanlık sisteminin ne olduğunu tam çözebilmiş değilim.
Başbakanlık sisteminin olduğu yerlerde
güçlü dengeleme mekanizmaları var. Biz
hala nasıl bir düzenleme yapacaklarını bile
bilmiyoruz” ifadelerini kullandı.
Tanrıkulu: Fiili değişikliğin
en ağır halini yaşıyoruz
Rejimin fiilen değiştiğinin altını çizen
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise, hem
Parlamento’da, hem toplumun bütün kesimlerinde fiili rejim değişikliğinin en ağır
halinin yaşandığını vurguladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bağımsızlığını yitirdiğini ve
kendisini fiilen başkan ilan ettiğini belirten
Tanrıkulu, “Kurucusu olduğu partiyle
ilişkisini hukuken kesse bile, atadığı Genel
Başkanı istifaya zorlayan, yeniden kurultay
yapan tek adam var. Yasama organı olarak
Parlamento’da yasa çıkmasını engelleyen, muhalefetin bütün önerilerine sırt
çeviren bir anlayış var” şeklinde konuştu.
Yeni hükümet programını da değerlendiren Tanrıkulu şunları söyledi: “Hükümet
programının tek bir satırında Kürdlerin,
hak ve özgürlüklerin adı geçmemektir. Bu
hükümet programı Erdoğan’ın Başkanlık
yolundaki yol haritasıdır. Erdoğan, kanlı
bir süreçten sonra Türkiye’yi Başkanlık sistemine götürebileceğini düşünüyor. Tarih,
kanlı süreçleri arzulayanların hep sonunun
geldiğini göstermiştir.”
Mahçupyan: Rejim değişikliği değil,
geçiş dönemi
Türkiye’ye hangi sistem gelirse gelsin bir
Parlamentosu’nun ve Hükümeti’nin olacağını vurgulayan Gazeteci Etyen Mahçupyan
da mevcut rejimde herhangi bir değişikliğin söz konusu olmayacağını belirtti.
Başkanlık sistemini tek başına AK Parti’nin
istemesinin yeterli olmadığını ifade eden
TÜRKİYE
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
Mahçupyan, yaşanılanların rejim
değişikliğinden ziyade geçiş dönemi
olduğunu söyledi. Kürd Meselesi’ni
çözecek ana faktörün siyaset kurumu
olduğunun altını çizen Mahçupyan,
“Kürd meselesiu’nu şu veya bu yöne
gitmesine neden olan sistemler değil.
Kürd meselesiu’nu çözecek şey zihniyet ve siyaset. Hükümet ve örgüt karşılıklı olarak doğru bir zihniyette siyasete doğru gider ise sorun çözülür.
Ama herhangi bir taraf ben ‘doğru bir
zihniyette geçmeyeceğim, menfaatim
bu yönde değil’ diyerek ısrarcı olursa
sorun çözülmez. Dolayısıyla Kürd
Meselesi’nda çözüm Başkanlık sistemi, Parlamenter sistem falan değil,
bölgede ki konjonktürdür” şeklinde
konuştu.
Dokunulmazlıkların kaldırılma
sebebinin HDP’nin Meclis’ten çıkartılma girişimi olarak yorumlayan
Gazeteci Mahçupyan, “HDP’lilere
DEP’lilere yapıldığı yapılmaz. Ama
bu durumun vahametini azaltmıyor.
Tabi bunun da Kürd toplumunda bir
karşılığı olacak. İnsanlar PKK yanlısı
olsun olmasın, HDP’li olsun olmasın
Meclisin bu tavrı çatışmayı arttırıcı
bir tavır. Ve bunun karşılığı da olacaktır” dedi.
Özgürel: Türkiye’de Parlamenter
sistem yok
Türkiye’de bir Parlamenter sistemin olmadığını tespitini yapan
Gazeteci Avni Özgürel ise, Meclis’teki grup toplantıları için “şov”
tanımlaması yaparak, “Türkiye’de
kanun yapmış milletvekili var mı?
Tabii ki yok. Türkiye’de milletvekilinin kanun yapma yetkisi yok.
Türkiye’de milletvekilleri sadece lider
kadroların istikametinde oy vermeye
yetkilidirler. Meclise grup toplantılarına bakın, bunlar hepsi parti
liderlerinin şov mekânları. Dolayısıyla bunları bir parlamenter sistem
sayıp, insanları kandırmaya çalışmak
son derece hatadır” dedi. AKP’nin
istediği Başkanlık sistemini yeteri
kadar anlatamadığını ifade eden
Özgürel, “AK Parti istediği sistemi
anlatmadığı için tartışılmıyor. Ne
istediğini masanın üzerine koyarsa,
tartışılacaktır. Bu yüzden Türkiye
ileriki dönemde Parlamenter sistem,
Başkanlık, Yarı Başkanlık neticede
sistemi yeni baştan kurmak zorundadır. Olmayan sistemin yerine biz,
yeni bir sistem inşa etmek zorundayız” diye konuştu.
‘Başkanlık, Kürd meselesiu’nda
rahatlatıcı olacak’
Rejim değişikliği değil, sistem
değişikliğini tartıştıklarını ifade eden
AK Parti Milletvekili Orhan Miroğlu,
Türkiye’nin koşullarına uygun sistemin tam başkanlık sistemi olduğunu
ifade etti. Kürd meselesiuna ilişkin
yeni dönemde AK Parti’nin politikalarının büyük önemi olduğunu dile
getiren Miroğlu, “Cumhurbaşkanı’nın
‘Çözüm Süreci buzdolabında’ söylemini saklamak gibi düşünüyoruz.
Biz bunu saklıyoruz. HDP ve PKK ile
tarif edilen siyasetin yeni bir tercihte
bulunması sürecine kadar mevcut
sistemle Kürd meselesiu noktasında
kat edilecek bir mesafenin kalmadığı
tespitinde bulunan Miroğlu şöyle
konuştu: “Yani Kürd meselesinin
tartışılması da yeni bir anayasa ve
başkanlık sistemine geçişi gerektiriyor. Başbakanlık sistemi ile Türkiye
bürokratik oligarşiden kurtulacaktır.
Bugün Bursa Valisi ile Mardin Valisi
arasındaki farkı biz pratikte görebiliriz. Oligarşik yapı Kürd meselesinde
neden 35 yıldır şiddeti yaşıyoruz?
unda cevabıdır. Bu açıdan baktığımızda aslında başkanlık sisteminin
en çok da Kürd meselesinde rahatlatıcı olacağını düşünmeliyiz.”
Dokunulmazlıkların kaldırılmasının Kürd siyasi hareketine yönelik bir
tavır olmadığını vurgulayan Miroğlu, “HDP’ nin meclisteki varlığını
savunuyoruz. Ama teröre ve şiddete
bireysel olarak katkı sunmuş bunun
propagandasını yapmış insanların da
hukuki bir hesap vermeleri gerektiğini savunuyoruz. Şiddet ve teröre
tolerans gösterme hakkına sahip
değiliz” dedi. AKP’nin Binali Yıldırım
döneminde de AB sürecinden geri
adım atmayacağını belirten Miroğlu,
“AB Türkiye’nin stratejik hedefidir
ama AB ile ilişkilerde birçok konunun Kürd meselesiu ile düğümlen-
diğini düşünüyorum. Türkiye AB
ile eşit ilişkiler kurmak istiyor, ama
AB’nin sömürgeci tavrı ilişkileri
sıkıntıya sokuyor” diye konuştu.
Baluken: Parlamentoyu Saray’ın
şubesi yapmak istiyorlar
HDP Milletvekili İdris Baluken
de, 7 Haziran seçimlerinden sonra
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rejim
değişikliği planlamasını devreye koyduğunu savunarak, “Kürd illerinde
yaşanan hukuksuz sokağa çıkma
yasakları, ablukalar aslında yapmak
istedikleri rejim değişikliğini toplumda tartıştırmamak için devreye
kondu” dedi. Davutoğlu’nun istifa
edip yerine Binali Yıldırım’ın seçilmesiyle Başbakanlık kurumunun fiilen
devreden çıkarıldığını belirten Baluken, “Gelecek olan Hükümetin ya da
Başbakanın herhangi bir inisiyatifinin olmayacağını bütün politikaların
Saray’dan belirleneceğini rahatlıkla
söyleyebiliriz” şeklinde konuştu.
İktidarın ve Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın Başkanlık sistemi üzerinden bir politika izlemelerinin halktan
çok kendi iktidarlarını önemsediği
anlamına geldiği tespitinde bulunan Baluken şunları söyledi: “Yeni
dönemde Kürd Meselesi kavramsal olarak da geçmiyor, bir çözüm
önerisi de yok. Zaten Kürd Meselesi
ve ülkenin diğer sorunlarıyla ilgili bir
çözüm üreteceklerini sanmıyorum.
Kürd Meselesi’ne karşı daha çok
‘terörle mücadele’ kapsamında sığ bir
yaklaşım olduğu görülüyor. Tabi bu
yaklaşımı Davutoğlu Hükümeti de
ortaya koymuştu. Davutoğlu, Binali
Yıldırım ya da değişen kabinenin herhangi bir etkinliği ve yetkinliği yok.
Bu politikaları belirleyen Erdoğan’ın
kendisidir. Dolayısıyla Çözüm Süreci,
Kürd Meselesi ile ilgili bir değişiklik
beklemek gerçekçi değildir. Ancak
bunun çıkmaz bir yol olduğunu,
çözümsüzlüğü derinleştirdiği, her
geçen gün savaşı arttırdığı daha
geniş toplumsal kesimler tarafından
dillendiriliyor.”
Öymen: Başkanlık çözüm olamaz
İktidarın yetkileri geniş, denetlenmesi zor bir Başkanlık sistemi arayışında olduğunu dile getiren Gazeteci
Altan Öymen, “Eğer o arayış sonuca
ulaşırsa, Türkiye’nin temel sorunlarından hiçbirine çözüm bulunamaz.
Sorunlar, iktidar politikacılarının
demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ kurallarına uymamasından kaynaklanıyor”
dedi. Dokunulmazlıkların kaldırılması girişiminde Anayasa’nın başta
eşitlik olmak üzere birçok ilkesine
aykırı unsurların yer aldığını belirten
Öymen, “Anayasa değişikliklerindeki
‘gizli oy’ ilkesinin açıkça ihlal edilmesi var. Bunlar, demokrasinin kurallarını hazmedememenin sonuçlarıdır”
diye konuştu.
07
Totalitarizmin sıradanlığı
FERHAT KENTEL
Tarihten bildiğimiz, totaliter
ülkelerde örneklerini çok sık gördüğümüz manzaralar giderek artıyor...
Aradan epey zaman geçti ama
Türkiye’nin ahvalini tamamen yansıtan Pelikan olayı... Adeta kötü bir
Amerikan filmi taklidi olarak, 70’li
yıllardaki Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki izbe sinemalarda oynayan ve
dersi kıran öğrencilere hitap eden ve
ancak onları etkileyen filmler gibi beklenen etkiyi yarattı.
Bildiğimiz gibi, “Pelikan dosyası” adı verilen ve belli ki
birilerinin epey malzeme biriktirdikten sonra, yazarına (yazarlarına?) görev olarak verilen “iş”e müteakip, Başbakan
Davutoğlu görevini bırakmak zorunda kaldı.
Mesele sadece görev bırakmak değildi... Belli ki, arkası
“duygusal” olarak “sağlam” olan bu film sayesinde, Davutoğlu da “uluslararası bilmem kaçıncı komplonun yerli
işbirlikçilerinden biri” olarak etiketlenip hainler listesine
girdi. Kendisine “haddini bil, nereden geldiğini bil” dendi.
Ancak isimlerini saklayarak “cesur” olabilen ve sağa sola
“hain” sıfatı savuranların yanısıra, ortalama totaliter mekanizmalar da iletişim tekniklerini kullanarak, Davutoğlu’nu
görünür alanlardan sildi.
1930’ların sonunda “casusluk ve anti - Sovyet komplo”
suçlaması ile tutuklandıktan sonra, yargılanıp kurşuna
dizilen İçişleri Halk Komiseri Nikolay Yejov’un silindiği
gibi... Mesela bir fotoğrafta Josef Stalin’in yanında yer alan
Yejov, o dönemin fotoshop tekniklerine göre mükemmel
denilebilecek bir şekilde o fotoğraftan silindi. Sadece fotoğraftan silinmekle kalmadı... Kısaca “yok” oldu; “olmayan
kişi” haline geldi...
Farklı alanlarda cadı avlarının süregittiği bu tür totaliter zamanlarda, başka hesapları olanlar için, vaziyetten
fırsat çıkarmak çok sık rastlanan bir durumdur. Pelikan’da
olduğu gibi, travmatik hezeyanlar ve sinir krizleri içinde,
cadı avına dalıp, “siyaset” gibi görünen linç dünyasında
bilfiil rol alabilirler.
Stalin’in Sovyetler Birliği’nde, Enver Hoca’nın Arnavutluk’unda, tek partinin Cumhuriyet’inde çok çeşitli örneklerine rastlanan pratikler bunlar... Göze girmek isteyen,
önce kapı arkasında kulis, lobi ve hesap ya da hizipçilik
yapan; yeteri kadar güç devşirdikten sonra, kamuoyu
oluşturma ve manipülasyon merkezlerinde boy gösteren
merkezin adam ya da kadınlarının pratikleri...
Türkiye’nin, itibar kuran, itibar yıkan totaliter pratiklerinin numunesi olan Pelikan dosyasındaki, neredeyse
hepsi spekülasyon olan, hepsi “Sen düşmansın! Gözünün
üzerinde kaşın var!” mantığına dayalı olan ve madde madde döktürülen “suçlar” listesi, 28 Şubat’ta BÇG tarafından
çeşitli gruplara verilen “şeriat tehlikesi” brifinglerinin
mantığından epey esinlenmiş anlaşılan...
Her totaliter ortamda, adına “dava” denilen güç ve
çıkar ağı için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olan aparatçik,
görevlerini yapmak konusunda sınırsız ve yaptırımsız bir
“özgürlüğe” sahiptir. Mesela Pelikan’da,“camide namaz
kıldılar!” türünden hezeyanlar listesinin sonlarına doğru,
yazar Türkçe’yi, grameri, imlâyı da kopartmış; frenleri
boşalmış kamyon gibi dalmış yokuş aşağı...
Yejov’u devirenler, kendilerini devirecek olanlar
gelinceye kadar, her türlü hakarette özgürdürler. Mesela,
Pelikan yazarı, kamyon kıvamındaki inişi sırasında, Etyen
Mahçupyan’a da “REİS hakkında eşcinsellik imasında bile
bulunan bir herif” diyerek itibar kırıcı hakareti basmış. Aslında belli ki, kendisini “uluslararası şirketlerden komisyon
almakla” suçlayan bir takım danışmanların “eşcinsel olduklarına” dair bir yalan uydurmanın (“O yalansa bu da yalan,
o doğruysa bu da doğru…”) nasıl bir şey olacağını mizah
yoluyla anlatmaya çalışan Mahçupyan’ı anlamamış veya
anlamazlıktan gelmiş ya da çok fena alınmış ve “REİS” ile
uzaktan yakından alakası olmayan bir takım satırların Reis
için yazıldığı hezeyanına kapılmış.
Yani tam bir özdeşleşme... Tepeden tırnağa...
Devlet, reis (önder, başbuğ vb.), parti ve... küçük
adamlar...
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
SÖYLEŞİ
30 Mayıs
- 5 Haziran 82016
SÖYLEŞİ
BasHaber
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
9
SÖYLEŞİ
Prof. Dr. Ferhad İbrahim Seyder:
Rakka Kürdlerin meselesi değil
Bir süredir Amerika ile Türkiye arasında yaşanan krizden
dolayı operasyonlara ara veren Demokratik Suriye Güçleri
(DSG) ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) hafta içinde IŞİD’in
Suriye’deki başkenti Rakka’ya yönelik operasyon başlattı. Operasyondan önce bir hafta önce
Kobanê’ye gelen yaklaşık 250 kişilik
ABD’li askeri uzmanın operasyona
müdahil olduğu öğrenildi. ABD ile
PYD’nin koordineli yürüttüğü Rakka
Operasyonu’nun Suriye’deki savaşı
nasıl etkileyeceği ise merak konuMehmed Salih Bedirxan
Kürd güçleri uzun zamandır, Efrin
ile Kobanê’yi birleştirecek Cerablus
hattına operasyon yapma hazırlığında
idi. Neden birden yüzlerini Rakka’ya
çevirdiler?
Kürd güçleri değil, Demokratik Suriye güçleri adıyla operasyonlara başlandı. ABD her
zaman Kürdlerin adının ön plana çıkmasını
istemiyor. Ancak biz biliyoruz ki YPG ve PYD
bu işin arkasındadırlar. Cerablus’a müdahale Türkiye istemediği için yapılamıyor.
Onlar da Rakka’nın düşürülmesini istiyor,
Rakka düşerse Cerablus’ta düşecektir. Rakka
Suriye’nin ortasında yer almasından dolayı ve
IŞİD’in başkenti konumunda olması Rakka’ya
operasyon yapılmasını ön plana çıkarıyor.
Diğer bir konu da şudur, eğer bu güçler
sadece Araplardan oluşsaydı Cerablus’un
alınması Türkiye için sorun olmazdı ama
Kürd güçlerinin içinde yer alması, Özellikle
PKK’ye yakın olduğunu iddia ettikleri gruplar
olması, Türkiye tarafından tepkiye yol açıyor.
Kürdlerin ABD nezdinde bir noktaya ulaştığı
kesindir. Rakka Operasyonu hem zor ve hem
de önemli bir operasyondur. Eğer Rakka düşerse IŞİD büyük bir darbe alacaktır. Cerablus
her şekilde düşecektir. Türkiye bıraksaydı
2 -3 ay önce Cerablus, Demokratik Suriye
Güçleri’nin eline geçecekti. Ancak Türkiye
buna karşıydı. ABD de operasyon yapmıyordu ve onlara Türkiye’nin pozisyonu ve
Türkiye siyasetlerinden dolayı yardım etmek
istemiyordu.
ABD’nin IŞİD’e darbe vurmak istediğini
söylüyorum ancak Rakka Operasyonu’nun
tüm yükü Kürd güçlerinde olacaktır. Kürdler
bu konuda kazançları ne olacak bunu
netleştirmeleri gerekiyor. Ben Kürdlerin bu
konuda büyük kazanımlara sahip olacaklarına inanmıyorum. Kürdlerin en önemli
kazancı budur, PKK, PYD, YPG ve buralarda
hizmet edenler diyecekler ki ‘ABD ile iş yapıyoruz’ ve bunun propagandasını yapacaklar
ve nice Kürd genci onlara ait olmayan bir
toprakta yaşamını yitirecek ve bu onların işi
değil Arapların kendi topraklarını kurtarması
gerekiyor, Kürdlerin değil. Rakka Kürd şehri
değil Arap şehridir. Ben Kürdlerin meselesi
olmayan bir meselede kurban olacaklarını
düşünüyorum.
Suriye rejiminin ve Araplar’ın PYD’nin
Rakka’ya yönelmesini isteği söyleniyor.
Sizin bu konudaki fikriniz nedir? Bu
konuda Arapların ve rejimin isteğinin
kabul edilmesi mümkün müdür?
Bu savaşta yer alan ve rolleri olan güçler
varsa muhtemelen onların da Qamişlo’daki
güçleridir. Bu silahlı birimler Arap güçleridir.
ABD iyi biliyor ki Sünni Araplarla savaşa
girmeleri zordur. Bundan dolayı YPG’nin ve
PYD’nin rolünün çok olacağını düşünüyorum ve bunu ABD de biliyor. Bundan dolayı
Kürdler savaşacaklar ve Arapların bu savaşa
dahil olacağını ve savaşacağına inanmıyorum. Birçok Arap IŞİD’in gitmesini istemiyor.
YPG Rakka’ya girerse o zaman savaş Kürd Arap savaşına dönecektir. Bu da Kürdler için
tehlikeli bir durumdur. Bıraksınlar Araplar
gidip kendi şehirlerini kurtarsınlar bu onların
işidir. Kürdlerin işi değil. PKK’nin stratejisi
şu an şudur. PKK kendisini ABD’nin partneri
olarak göstermeye çalışıyor. Ve ABD’nin onlara destek verdiği yönünde propaganda yaparak, kullanmak istiyorlar ancak bu çok ağır
sonuçlara yol açacaktır. Bu savaşın sonuçları
ağır olacaktır. Çünkü hala binlerce insan var
Rakka’da. IŞİD Rakka’nın ayakta durmasını
isteyecektir. Sivillerin Rakka’dan ayrılmasına
izin vermiyorlar.
Bölgedeki kaynaklar 50 binden fazla sivilin
Rakka şehir merkezinde olduğunu belirtiyor.
Sivillerin şehir merkezinde olması operasyonun geleceğine ilişkin sıkıntı yaratmaz mı?
-IŞİD’le Rakka savaşı çok sert geçecektir ve
birçok Kürd genci yaşamını yitirecektir. Ve
kendi meseleleri olmayan, kendi toprakları
olmayan bir konudan dolayı savaşacaklar.
IŞİD için Rakka stratejik bir yerdir ve onlar
için önemi büyük bir yerdir. Bu onların varlık
yokluk savaşı olacaktır. Bundan dolayı da
IŞİD Rakka’da büyük bir savaş verecektir.
Şimdiye kadar herhangi bir savaşın yaşandığını pek söyleyemeyiz. Yaklaşık 20 - 25 km
de yer yer çatışmalar yaşanıyor ancak daha
Rakka topraklarında savaşın başladığı söy-
su. Erfurt Üniversitesi Melle Mustafa Barzani Kürd Araştırmaları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ferhad İbrahim Seyder ile
konuştuk.
Prof. Seyder, operasyona ilişkin, “ABD’nin IŞİD’e darbe vurmak istediğini söylüyorum ancak Rakka Operasyonu’nun
tüm yükü Kürd güçlerinde olacaktır. Kürdlerin bu konuda
kazancı ne olacak bunu netleştirmeleri gerekiyor. Ben
Kürdlerin bu konuda büyük kazanımlara sahip olacaklarına
inanmıyorum” diyerek Kürd Güçleri’nin Rakka’ya yönelmesinin doğru olmadığını savunuyor.
lenemez. Rakka çöllerindeki savaşın bedeli
ağır olur.
Rakka’dan çekilecek IŞİD üyeleri
Musul’a mı yığılır, bu durumda KBY’de
kimi cephelerde saldırıya geçmeleri
beklenilir mi, IŞİD’in askeri taktiği ne
olur?
Ben böyle bir şey olabileceğine inanmıyorum. Eğer Rakka düşerse, IŞİD zayıflayacaktır
güçlenmeyecektir. Musul’da durumun nasıl
olacağını bilmiyorum ama eğer Musul’da
savaş başlayacaksa Irak askerlerinin savaşacağını sanmıyorum. Orada Peşmergeler IŞİD’e
karşı savaşacaklar. Ama dediğim gibi Rakka
düşerse IŞİD zayıflayacaktır.
Rakka’nın düşmesi halinde sonrasında ne olur? Kenti kim yönetir? Kürd
güçleri ağır kayıplar ihtimali içeren bu
operasyon sonrasında bölgede nasıl
konumlanır?
PYD yöneticileri ‘eğer Rakka halkı isterse
biz Rakka’da kanton ilan edeceğiz’ diyorlar,
ancak ben bunu ihtimal dâhilinde görmüyorum. Bu projenin hayata geçeceğine dair
inancım yok. Birçok şey söyleniyor. Rakka
halkının yarısı Rakka’yı terk etmiş durumda
ve şu an orada bulunanların çoğu IŞİD askerleri ve onlara destek verenlerden oluşuyor.
Sonrasında da şunu söylemek gerekiyor, orası
Kürd bölgesi değil. Ben her zaman söylüyorum Salih Müslim’in ve PYD’nin meselesi Kürd meselesi değil. Onlar Öcalan’ın
Demokratik Toplum ve Demokratik Konfederalizm projesini hayata geçirip Suriye’yi
bu konuda örnek bir yer yapmak istiyorlar.
Öcalan’ın ütopyalarını hayata geçirip ’işte
Öcalan’ın ütopyaları Suriye de gerçekleşiyor
ve Demokratik Konfederasyon hayat buluyor’
diyecekler. PYD ve PKK için öncelik ideolojidir. Siyasi düşünmüyorlar.
PYD ve ABD şu an sahada müttefik
konumdalar, ABD ve PYD’in müttefikliğinin siyasi alanda da gerçekleşme
durumu var mı?
Bu ilişki devam etmeyecektir. Çünkü
aralarındaki anlaşma resmi değil, gizli bir
anlaşma var şuanda. Şimdiye kadar PYD’ye
ne vermişler tonlarca füze mi, tank, top mu
verdiler? ABD kendi amaçları doğrultusunda
çaba göstererek Kürd kanı dökerek kendi
amaçlarını hayata geçirecek. Şimdiye kadar
ABD kurulan kantonlar için, ‘kantonları
resmi olarak tanıyoruz ve doğru buluyoruz’
diye bir açıklama yapmadı. ABD’li yetkililer
her zaman bu konu açıldığında kurulmuş
olan kantonları eleştirdiklerini belirtiyorlar.
Salih Müslim ve arkadaşları için önemli olan
propagandadır. PYD’liler, ‘ABD ile uluslararası bir anlaşmamız var ve beraber çalışıyoruz’
mesajını vermek istiyorlar. Ben de bunun tam
tersini düşünüyorum ABD’nin özel amaçları
var. Söylediğimiz gibi ABD hala kantonları
tanıdığını ve resmi yerler olarak gördüğünü
söylemedi. ABD bu konuda kendini her zaman geri çekiyor ve hiçbir zaman bu konuya
dâhil olmuyor.
IŞİD Suriye’den sökülürse, bu durumun
Kürdlerin ellerini zayıflatabileceği,
Kürdlerin rejimle karşı karşıya gelme
ihtimaline vurgu yapan yorumlara ne dersiniz? Kısa vadede rejim
ile PYD gerginliği mümkün mü?
Açıkça söylemek gerekirse, kimse Suriye’nin gelecekte nasıl bir yer
olacağını bilmiyor. Suriye eskisi gibi
bir devlet olabilecek mi? Ya da Suriye,
Somali gibi güçsüz bir hal alacak, ya
da Suriye’den birçok devlet çıkacak
Alevi, Sunni devletlere bölünecek ve
burada Kürdler devlet sahibi olacak
mı olmayacak mı belli değil. Bunların
hepsi şu anki durumlarla bağlantılıdır.
Suriye’nin eskisi gibi kalıp kalmayacağı
meselesidir. Konfederalizm meselesine
Araplar izin vermeyeceklerdir. Sünni
Araplar açıkladılar federalizm ve konfederalizme karşı olduklarını ve Suriye
devletini eskisi gibi 2011’den öncesi gibi
kurmayı istiyoruz diyorlar. Diğer yandan Aleviler de hazırlıklar yapıyorlar
Suriye’de rejimi ve tüm Suriye’yi kontrol altına tekrar alamazsalar bunların
bağımsız Alevi devletini kurmaları
uzak bir ihtimal değil. Alevi devleti kurulursa, PKK devleti kurulma ihtimali
de var. O zaman PKK’liler Kürd devleti
demeyecekler. Kendi felsefelerine
göre demokratik devlet diyecekler.
O zamanda ABD ve Rusya’nın onlara
destek vermesi gerekiyor. Suriye’nin
dağılmasını uzak görmüyorum ama
eğer Suriye devleti ayakta kalabilirse
ve 2011’den önceki haline dönebilirse
o zaman PKK ve PYD’ye Suriye de yer
kalmayacağına inanıyorum.
PYD ve YPG, ABD – Türkiye
arasında krize neden olmaya
devam ediyor. Bu kriz devam eder
mi? ABD ve Türkiyeli yetkililerin karşılıklı açıklamasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bu gelişmelerin ABD seçimleri ile
bağlantısı var. ABD seçimlerinden
sonra yeni Başkan Suriye ve Irak’ta
ne yapacak? Asıl soru budur. Türkiye
ve Obama yönetimi arasında birçok
noktada çelişkiler bulunuyor. ABD
ile Türkiye arasında krize neden olan
onlarca madde var. Onlarca mesele
sayabiliriz. Birincisi Obama’nın İran
siyasetidir, Türkiye ve Suudi Arabistan,
Obama’nın İran politikalarının yanında yer almıyor. İran’ın hegemon bir
devlet olmasını istemiyorlardı. Bu konuda çelişki yaşıyorlar. PYD konusunda da çelişki yaşıyorlar, şimdiye kadar
ABD, ’biz hiçbir zaman PYD ile ittifak
kurmadık ancak IŞİD’e karşı savaşan
diğer güçler gibi onları da destekliyoruz’ diyor. Türkiye ve ABD arasında
birçok konuda çelişki var. Türkiye
ile Avrupa Birliği arasında da birçok
çelişki var. Daha çok Suudi Arabistan
ve Türkiye birbirine yakınlaşıyor. İki
ülke arasındaki askeri ve diplomatik
ilişkileri iyi görünüyor.
ABD, PYD’ye olan desteğini çekerse Rusya, Kürdler için alternatif olur mu?
Rusya’nın çeşitli stratejileri ve iki
amacı var. En önemlisi, dünyada
büyük bir rol sahibi olmak ve ABD gibi
bir güce sahip olmak istiyor. İkincisi
ise Ortadoğu’da kendilerine partnerler
yaratmak istiyor. İran ile yaptıkları
birçok anlaşma bulunuyor. Mısır da şu
an Rusya’ya destek veriyor. Esad rejimi
onların yanında yer alıyor. Gerilla
güçlerinin de yanlarında yer almasını
isterler. Ama bunların ilişkilerinin güçlü olacağına inanmıyorum. PKK, İran
ve Rusya karşısında büyük ilişkiler geliştirmediler. Şimdiye kadar ne kazanmışlar, onlara silah vermediler, onlara
siyasi destekte yetersiz kaldılar. PYD’yi
Suriye muhalefetinin bir tarafı olarak
koyamadılar. Rusya PYD’yi Cenevre’ye
götüremedi. Onların PKK’ye desteği
çok zayıf ve zaten PKK’nin güçlenmesini istemiyorlar.
ABD ile resmi ve açık işbirliği,
şimdiye dek “emperyalizm”
retoriği ile konuşan PKK yönetiminin siyasetini nasıl etkiler.
Bu işbirliği PKK’nin bölgesel Şii
Mihveri ile ilişkisini nasıl etkiler?
ABD, Türkiye ile PKK’yi yeniden
konuşmaları için ikna etme
pozisyonuna sokar mı?
Emperyalizm meselesi eski modeldi, bu Bağımsız Kürdistan ile alakalı
değildi. PKK’liler tüm inançlarını
attılar. 90’lı yıllardaki inançları yok.
90’lı yıllardaki söyledikleri ile şimdikiler çok farklı şeyler ayrı dünyaları
yaşıyorlar. Onlar kendileri diyorlar
‘biz ideolojinin arkasındayız.’ Öcalan,
‘benim söylediklerim gerçekçi değildi’
diyor. Birçok kitabında diyor ’bizim
inancımız doğrudur ve inancımızda
gerileme yoktur.’ O zaman da inandığı
şeyler doğru değildi. Dönemin siyasetine uygun olmayan düşünceleri vardı
ve o dönemdeki söylemleri de ütopya
idi. Öcalan ve PKK’nin şimdi söyledikleri de ütopyadır. Maalesef Kuzey
Kürdistan’daki Kürdlerin çoğunluğu
Öcalan’ı destekliyor ve o ne derse onu
yapıyorlar. Aydın ve yazarların sesini
kimse duymuyor. Öcalan ne yaparsa
yapsın onun yanında yer alıyorlar.
Halk ideoloji ve stratejiyi bir birine
karıştırıyor.
İran cephesi, Şii bir cephedir. Onlar
Suriye ve Irak, hatta Lübnan’a kadar
birçok yerde hâkimiyet kurmak istiyorlar. Bu Şii hilalidir. Rusya bu konulara uzak duruyordu ancak onlarda
Suriye savaşına dahil olup Türkiye ile
aralarında çelişkiler başladıktan sonra
o zaman PYD ve PKK ile ilişkilerini
geliştirdiler. Rusya ve PKK ilişkileri
stratejik değildir. İlişkinin Rusya
için stratejik bir mesele olduğunu
düşünmüyorum. Ne zaman isterlerse
istesinler PKK ile ilişkilerini keserler.
İran ve Rusya kendi aralarında kendi
oyunlarına destek olarak PKK ile ilişki
geliştiriyorlar. Türkiye’de yaşanan
savaş halinin İran’ın başının altından
çıktığını düşünüyorum. Bundan hiç
şüphem olmadı ve İran o savaşın
arkasında yer alıyor. İran’ın amacı
Türkiye’yi güçsüzleştirip Suriye’ye
müdahalesini önlemekti. Türkiye güçsüzleşirse İran’ın politikalarının karşısında duramasın diye yaptı ve bunu
da gerçekleştirdi. Türkiye’nin büyük
problemleri bulunuyor. Örneğin savaş
konusunda ciddi bir sorun var. Angela
Merkel Türkiye’ye geldiğinde açıkça
bu savaşa karşı olduklarını söylemişti.
Savaşa ve çatışmaya Türkiye başlamadı PKK başladı.
09
Yeni milli Türkiye ve Kürd
karşıtlığı
HAKAN TAHMAZ
AK Parti’nin içinde yaşananlara
parti içi mesele sınırında yaklaşmanın
yanlış olduğu kongre sonrasında berraklaştı. Parti’nin lideri Recep Tayyip
Erdoğan tarafından Binali Yıldırım’ın
genel başkan ve başbakan olarak belirlenmesi sonrasında parti yetkililerinin
açıklamalarında sorun bütün yönleriyle
ortaya konuldu.
Konuyu başkanlık, yarı başkanlık,
partili cumhurbaşkanı sınırında tartışmak veya böyle sunulması
dar alana sıkışmak/sıkıştırmaktır.
AK Parti ve onun lideri RTE, Ortadoğu’da son yıllarda
yaşananlardan ve Gezi Direnişi sonrasında temel hedefinde
köklü değişikliğe gitti. Türkiye’yi küresel dünyanın bir parçası
yapma hedefinden küresel dünyadan özerk “yeni milli Türkiye”
yaratma ve Hıristiyan batı nezdinde Müslüman dünyanın
temsilcisi olma hedefine yöneldi. Burada iki kritik kavram var
“milli” olma ve “Müslüman dünyanın temsilcisi” olma.
AK Parti ideologları bunu 2. milli kurtuluş savaşı, yeni Türkiye hedefi olarak tanımlıyor. Mustafa Kemal’in yüzünü Batı’ya
dönerek yaptığını, RTE, Doğu’ya/Müslüman dünyaya doğru
dönerek ama bunu Batı’yla bütün köprüleri atmadan yapmaya
çalışıyor. Türkiye’nin ve insanlığın kazanımı olan uluslararası
normlardan ve değerlerden uzaklaşarak ve bunların yerine dini
öncelikler konuluyor.
Son dönemde AB, BM, NATO, IMF gibi finans kurumlarının politikalarına ilişkin yapılan itirazların, eleştirilerin, temel
taleplerin arka planında bu yönelimin argümanlarını görüyoruz.
Bu planın hayata geçmesi küresel dünyada Ortadoğu’da
özerk bir Türkiye yaratma olasılığı oldukça zayıf görünüyor.
Çünkü yalnızlaşmış milli Türkiye dünyanın rotasıyla jeopolitik
konumu gereği çok daha şiddetli çatışma ve gerilimle karşı
karşıya kalacaktır.
Ortadoğu için her gün büyük bir tehlike olarak belirmeye
başlayan Arap Kürd çatışması bile tek başına Türkiye’de yüksek
düzeyde depreme yol açacak potansiyel taşıyor. Irak’ın işgaliyle
başlayan Kürd Arap geriliminin, Kobanê’de derinleşmesini ciddiye almama hali Türkiye için yangına körükle gitmeye dönüşebilecek bir potansiyel taşıyor. Bunun farkında olan Abdullah
Öcalan çözüm sürecinin mantığını Kürd - Türk ittifakı üzerine
kurdu. Bu benimsenmedi ve çözüm süreci bitirildi.
Hükümet programında, Kürd meselesine ilişkin tek bir
cümle kurmadan, terör ve bölücülük vurgusunun geniş yer
alması “milli yeni Türkiye” yaratmanın bir aracı olarak Kürd
karşıtlığının kullanıldığının gösteriyor. Son MGK kararında
PYD konusundaki vurgu ise bu karşıtlığın sınırının Türkiye’yi
aşan bir konu olduğunu gösteriyor.
“Yeni milli Türkiye” yolunda hükümet, Kürd meselesinin
çözümünü askıya alarak, PKK ile savaşı önceledi. 1990’ların
hatasına düşmeden PKK’nin bastırılması politikasını bütün
Kürdleri cezalandırma biçiminde sürdürülüyor. Hükümet
çevresinde çok sıkça tekrarlanan PKK ile savaşın kaderini
Kürdilerin tutumu belirleyecek. Kürdlerden, PKK’ye tutum
almalarını beklemek ve AK Partileştirme politikası geleneksel
devlet politikasına dönüşün ilanıdır. Yeni milli Türkiye böylesine Kürd karşıtı politikalarla kurulamaz.
AK Parti, Kürd meselesiunun çözüm öznesi/aktörü olmaktan bu politika nedeniyle çıkmıştır. Artık barışın adresi yoktur.
Muhataplar savaşı seçmiştir. AK Parti’nin uzun süredir izlediği
politika, karşı cephesini yarattı. Kürd siyaseti, AK Parti’yi
çözüme zorlama rotasını değiştirip, AK Parti’yi yıkma cephesini
büyütmeye yöneldi.
Bu nedenle, kısa sürede yeniden çözüm yoluna girileceği
hayaline kapılmadan daha uzun erimli ve çetin bir yolun başında olduğumuz gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Çözüme yeni bir yol
bulmak AK Parti’ye oy vermiş muhafazakâr kitlenin, CHP’ye
oy veren cumhuriyetçi seçmenin Türkiye’nin geleceğinin millileşme politikalarında olmadığı ve kent savaşına son verilmesi
için barış cephesinin güçlendirilmesine ikna edilmesi şart.
Barışın olanakları ve potansiyeli muhafazakâr ve cumhuriyetçi
demokratların güçlenmesinden geçiyor.
10
DİPLOMASİ
BasHaber
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
AB Temsilcisi Ajgeyî:
KBY diplomasisi altın çağını çağını yaşıyor
E
rbil’in dünya ve özellikle Avrupa ülkelerine açılımı, Suriye ve Irak’taki kaostan
öncesine dayanıyor. Bağdat ile Erbil
arasında yaşanan siyasi ve ekonomik kriz ve ardından IŞİD’in Kürdistan Bölgesi’ne saldırması
KBY’ni zor durumda bıraksa da, mevcut krize
karşı KBY’nin tavrı ve Peşmerge Güçleri’nin
IŞİD’e karşı elde ettiği başarılar, tüm dikkatleri Kürdistan Bölgesi’ne çevirdi. Özellikle
2014’ten bu yana Erbil Ortadoğun’nun önemli
diplomasi merkezlerinden biri haline gelmiş
durumda. Bu süre zarfında Erbil’i en çok
ziyaret eden Avrupa Birliği liderleri oldu. KBY
Avrupa Birliği Temsilcisi Dilawer Halit Ajgeyi,
KBY ile AB ilişkilerini, Avrupa ülkelerinin bağımsızlık konusuna yaklamışımını BasHaber’e
değerlendirdi.
Dünya genelinde 14 ülkede temsilcilikerinin
bulunduğunu belirten KBY Avrupa Birliği
Temsilcisi Dilawer Halit Ajgeyi, Holanda,
Lüksenburg ve Belçika temsilciğinin de aynı
zamanda 2008’den beri resmen AB ile ilişkiler
temsilciliği rolünü üstlendiğini belirtti. KBY
Başbakanlığı’nın 2013’te çıkardığı talimname doğrultusunda AB Temsilciliği görev ve
sorumluluklarının da netleştirildiğini belirten
Ajgeyi, “AB Temsilciliği KBY Dışilişkiler
Ofisi’ne bağlı olarak, kendisi için belirlenen
bir yolharitası doğrultusunda, Kürdistan
Bölgesi’nin siyasi ve diplomatik amaçlarına
hizmet çerçevesinde çalışmalarını sürdürüyor.
KBY Avrupa Temsilciliği bugün Belçika’nın
başkenti Brüksel’de, dünya ülkelerinin büyükelçilikleri ile aynı sırada bulunuyor” dedi.
“AP’de güçlü bir Kürd lobisi var”
AP’de Kürdistan Bölgesi, Kürd meselesiu ve Irak’la ilgili gündemlerin ele alındığı
toplantılara katıldıklarını dile getiren Dilawer
Ajgeyi, bu toplantılarda KBY’nin mesajlarını
aktardıklarını, kendi çalışmaları ve Erbil’e
düzenlenen diplomatik ziyaretler hakkında da
AP ile koordine halinde olduklarını söyledi.
Ajgeyi, “Gerek Avrupa ve gerekse diğer dünya
ülkeleri temsilciliğimiz aracılığıyla KBY ile
ilişki sağlıyor. Bize gelen davet ve mektuplarda
“Büyükelçilik” ifadesi kullanılıyor. Bununla
birlikte bu AB Parlamentosu’nda “Kürdistan
Dostları Grubu” kurduk. Mevcut durumda
grubumuzda 15 farklı ülkeden 30 temsilci bulunuyor. Bu temsilciler AP milletvekillerinden
oluşuyor. Aralarında Hristiyan Demokratlar,
Sosyal Demokratlar, Sosyalistler, Liberaller
ve Muhafazakarların da bulunduğu bu güçlü
grup, aynı zamanda Kürd lobisini oluşturuyor.
Toplantı ve münazaralar olduğunda Kürdistan
Dostları Grubu aktif bir şekilde katılıyor ve
toplantılarımızın vermli geçmesine büyük
katkıda bulunuyor” dedi.
IŞİD’in Kürdistan Bölgesi’ne saldırıdığı
Ağustos 2014’te, AB yetkililerinin bir çoğunun tatilde olduğunu dile getiren Ajgeyi,
ancak Kürdistan Bölgesi’nin önemi nedeniyle
yetkililerin tatillerini yarıda bırakıp olağanüstü bir toplantı düzenlediklerini ve Erbil’e
destek kararı aldıklarını hatırlattı. Ajgeyi şöyle
dedi: “Toplantıda tarihi bir kararla Peşmerge
BasHaber
875 ölü, 500 hapis çocuk
Çocuk mağduriyeti
devam ediyor
T
Güçleri’ne destek çıktı. Bu karadan sonra bir
çok ülke Peşmerge’ye silah, cephane ve askeri
danışmanlar gönderildi. Yine birçok ülke
IŞİD’e karşı Uluslarası Koalisyon’da yer alarak
Peşmerge’ye havadan destek verdi. AB aynı
zamanda KBY’ne mültecilere yardım konusunda da destek verdi. Kürdistan Bölgesi’nde
Irak ve Suriye’deki savaştan kaçarak gelen bir
milyon 800 bin mülteci, KBY için büyük bir
mali külfet oluşturuyordu. AB bu noktada
BM’in mültecilerle ilgili kurumlarını harekete
geçirme konusunda rol oynadı.”
“AB’nin KBY’ne mali destek kararı tarihi
bir karardır”
KBY’nin içinde bulunduğu ekonomik ve
mali krizin aşılması için KBY Başkanı Mesud
Barzani’nin yılbaşında AB konseyi ve komisyonu başkanlarına iki ayrı mektup göndererek
yardım talebinde bulunduğunu belirten Dilawer Ajgeyi, “AB temislciliği olarak konunun
takipçisi olduk. Bununla birlikte Kürdistan
Dostları Grubu da, Avrupa Birliği Dışişleri ve
Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi sayın
Mogerini’ye konu hakkında mektup gönderdi.
AB ülkelerinin dışişleri bakanları geçtiğimiz
hafta konuyu bir oturumda ele aldı ve KBY’ne
mali destek verme kararı aldı. Bununla birlikte
IMF ve Dünya Bankası’nın Irak’a borç verme ve
Kürdistan Bölgesi’nin payının belirlenmesi kararının desteklendiği belirtildi. Bazı AB ülkelerinin ekonomik kriz yaşadığı bu dönmde AB
ülkelerinin aldığı bu karar siyasi ve diplomatik
açıdan tarihi bir karardır” ifadelerini kullandı.
“Avrupa, Erbil’le stratejik ilişkiler geliştirmek istiyor”
Avrupa ülkelerinin Erbil’le ilişkilere büyük
önem verdiğinin altını çizen KBY Avrupa Birliği Temsilcisi Dilawer Halit Ajgeyi, şu ifadeleri
kullandı: “Sadece son 6 aylık diplomasiye
bakarsak bu yaklaşımı görebiliriz. Bu kadar
yoğun bir diplomasi trafiği bölgenin diğer
ülkelerinde yok. Dünya devletleri, özellikle
bölgenin siyasi kaderi konusunda Erbil’in
bugün olduğu gibi, gelecekte de önemli bir
merkez olacağını görüyor. Suriye ve Irak krizinin yaşandığı bu süreçte Kürdistan Bölgesi
güven ve istikrar merkezi oldu. Yine Peşmerge Güçleri’nin IŞİD’e karşı elde ettiği başarı
Avrupa ülkeleri tarafından takdirle karşılandı.
Peşmerge’nin tüm dünya adına teröre karşı
savaştığını ve kahramanlık sembolü olduğunu
itiraf etti. Yine Avrupa ülkeleri KBY’nin bölgede en güvenilir ittifat olduğunu biliyor. Bu
yüzden Kürdistan Bölgesi’nin bölgede güçlü
olmasını, güvenliğinin sağlam olmasını istiyorlar. Güvenlik açısından sorunsuz, ekonomik
açıdan ayakta durabilen bir Erbil, Ortadoğu’da
siyasi ve ekonomik açıdan güç dengelerini ve
balansını da sağlayabilir. Kürdistan Bölgesi
yeraltı kaynakları açısından da zengin bir bölge. Bölge ve Avrupa devletleri için de ciddi bir
kaynak olur. AB ülkelerinin önem verdiği bir
diğer konu da Kürdistan Bölgesi’ndeki birlikte
yaşam ve demokrasi kültürüdür. Kürdistan’da
tüm etnik ve dini farklılıkların birlikte barış
içinde yaşaması ve KBY’de yönetiminde temsiliyetlerinin bulunması AB açısından önemli
bir kriter. Kürdistan Bölgesi Ortadoğu’da farklı
din , ırk ve kültürlerin birlikte kardeşçe yaşadığı bir adadır. Kısacası, Avrupa’nın değer verdiği demokratik ilkelerin Kürdistan Bölgesi’nde
uygulanıyor olması kendileri açısından önemli
bir husus. Kürdistan’ı bu konuda kendilerine yakın görüyorlar. Tüm bu sebeplerden
ötürü Avrupa ülkeleri Kürdistan Bölgesi ile
iyi ve stratejik ilişkiler içinde olmak istiyorlar.
Kürdistan’a gerçekleştirdikleri ziyaretlerin
yanısıra, gelen ülke temsilcileri KBY Başkanı
Mesud Barzani ve KBY yetkililerinin de kendi
ülkelerini ziyaret etmesini istiyorlar. Şunu
rahatça belirtebilirim ki, Kürdistan Bölgesi
diplomatik açıdan altın çağını yaşıyor.”
“Avrupalılar bağımsızlık ilan edildiğinde
Kürdlerin yanında olmak istiyor”
Avrupa ülkelerinin Kürdistan’ın bağımsızlığı ve referandum konusuna yaklaşımına
da değinen Dilawer Ajgeyi, AB ve Avrupa
ülkelerinin bağımsızlık refrandumunu olumlu
karşılamaları için girişimlere başladıklarını
dile getirdi. Ajgeyi bu konuda şöyle konuştu: “Avrupa ülkelerinin Kürd halkının siyasi
iradesine ve alınan karara karşı çıkmaması
için girişimlere başlamış bulunuyoruz. Bununla birlikte Avrupa’da referandum yolu ile
bağımsızlığını ilan eden devletlerin deneyim
ve tecrübelerinden yararlanmak istiyoruz. Bu
konuda görüşmelerimiz var. AP milletvekilleri
ve AP’de yer alan gruplardan Kürdistan’da
düzenlenecek olan referanduma katılmaları
ve yerinde gözlem yapmalarını talep ediyoruz.
Önümüzdeki dönemde bağımsızlık referandumu hakkında Avrupa Parlamentosu’nda
bir konferans düzenlemeyi düşünüyoruz.
Konferansa AB temsilcilerinin yanısıra Şii ve
Sunni Arap temsicilerin de katılmasını ve bu
konunun konferansta tartışılmasını istiyoruz.
KBY’nin demokrasi prensipleri çerçevesinde
sorunu barış içinde, diyalog yoluyla çözmek
istediğini belirtmek istiyoruz. Bağımsızlık konusunda Avrupa halkı ve ülkelerinin Kürdistan
Bölgesi’ne destek verdiğini ve Kürd halkının
iradesine saygı duyduğunu belirtmek istiyorum. Genel olarak, yüzde bir ihtimalle bir
ülkenin veya bölgenin güvenliğini ve istikrarını
zedeleyecek bir durum sözkonusu ise, Avrupa
ülkeleri bu riski karşılamak istemiyor. Ancak
değişimler güvenlik ve istikrar sorunlarını
çözmeye yönelikse, o zaman kendi çıkarları
doğrultusunda destekliyorlar. Sonuç olarak
şunu belirtebilirim; Bugün Kürd halkı artık
yanlız değildir, dostları gittikçe artmaktadır.
Avrupa ülkeleri de KBY’ni kendileri için önemli bir ittifak olarak görüyor. Görüştüğümüz
bir çok Avrupalı yetkili, ‘Kürdlerin tek dostu
dağlar değil, bizlerde dostuz, bunu halkınıza
iletin’ diyorlar. Yine Kürd halkının bağımsızlığını ilan edecei o tarihi ve anlamlı günde
Kürdistan’da olmak istediklerini belirterek
kendilerini de davet etmemizi istiyorlar. Avrupalılar bağımsızlığın ilan edildiği o anlamlı
günde Kürd halkının yanında olmak istiyor”
ÇOCUK
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
Adem Özgür
ürkiye’de 2015’te en az 875 çocuğun önlenebilir sebeplerden
hayatını kaybettiğini ve en az
500 çocuğun anneleri ile birlikte hapiste yaşadığı açıklandı. Gündem Çocuk
Derneği’nin hazırladığı “Türkiye’de
Çocuğun Yaşam Hakkı 2015 Raporu”
Çocuğun İnsan Hakları Konferansı’nda
açıklandı.
Gündem Çocuk Derneği’nden
Çocuğun Yaşam Hakkı 2015 Raporu’nu
açıklayan Ezgi Koman, ‘’2015 adaletsizliğin ve zorbalığın yaşandığı bir yıl
olarak; fiziksel koşullardan, kamu
görevlilerinin ihmali yüzünden, devlet
şiddetinden hayatını kaybeden çocuklarla dolu. Çocukların birey olarak
değerlendirilmeyip sahibinin, ailesi ya
da devlet olduğu koşullarda hak ihlalleri kaçınılmaz oluyor’’ dedi. Çocukların
yaşam hakkındaki yükümlülüklerinin
devlete ait olduğunu belirten Koman,
saygı gösterme, üçüncü kişilerden koruma ve olanak sağlama ile çocukların
yaşam haklarının kolaylıkla sağlanacağını ifade etti. Koman, 2014 yılında
en az 589, 2015 yılında ise en az 875
çocuğun önlenebilir sebeplerden hayatını kaybettiğini söyledi. Çocukların
eğitim, sağlık hizmetleri, intihar, çocuk
evlilikleri, çocuk işçiliği, yargısız infaz
ve çatışma sırasında öldüğünü aktaran
Koman, “Ölen mülteci çocukların ise
ismi dahi bilinmiyor’’ diye konuştu.
“103 çocuk devlet eliyle hayatını
kaybetti”
Çocuğun yaşam hakkı raporuna
göre; devletin bizzat gerçekleştirdiği
yaşan hakkı ihlallerinde en az 103
çocuk, devletin önlem almayarak sebep
olduğu yaşam hakkı ihlallerinde en az
772 çocuk hayatını kaybetti. Gündem
Çocuk Derneği’nin “Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı 2015 Raporu”nda,
“Devlet Eliyle Ortaya Çıkan Yaşam
Hakkı İhlalleri” başlığı altındaki veriler
şu şekilde: Yargısız infaz sonucu 61, silahlı çatışmada 1, çatışma atıkları askeri
mühimmat ve mayın patlaması sonucu
5, kamu görevlilerinin ihmali sebebiyle
yaşam hakkı ihlalleri sonucu 36 çocuk
yaşamını yitirdi.
“875 çocuk alınamayan önlemler
sonucu yaşamını yitirdi”
“Devlet Önlem Almadığı İçin Ortaya
Çıkan Yaşam Hakkı İhlalleri” başlık
altındaki veriler ise şu şekilde: İntihar
ve bombalı saldırılarda 6, nefret cinayetinde 1, şiddet sebebiyle yaşam hakkı
ihlallerinde 42, çocuk evliliklerinde 4,
uyuşturucu kullanımında 4, intihar vakalarında 35, bireysel silahlanmada 30,
ihmal sonucu yaşam hakkı ihlallerinde
473, iş yeri ölümlerinde 65, afetlerde 4
ve mülteciler ile Türkiye’deki yabancılar
arasında 108 çocuk ölümü yaşandı.
Dolayısıyla 875 çocuk, 2015 yılında devletin önlem almaması sonucu yaşamını
yitirdi. Raporda, sokağa çıkma yasakları
sonucu çocukların yaşam haklarının
ihlal edildiği ve Kürd illerinde birçok
çocuğun hayatını kaybettiği gözlemleniyor. Raporda yer alan ve yaşamlarını
yitiren bazı çocukların isimleri şu
şekilde:
0-6 yaş arası 500’den fazla çocuk
mahpus
Öte yandan Türkiye’de annesiyle beraber hapiste tutulan 0-6 yaş
arası 500’den fazla çocuğun olduğu
bildirildi. İHD’nin yaptığı açıklamaya
göre, siyasi sebeplerle tutuklanan
çocuklar, tutuklandıktan ilk cezaevine
girişlerinden itibaren baskı yapılarak
zorla çıplak aramadan geçiriliyor ve
adına “hoş geldin dayağı” dedikleri
kaba bir dayaktan geçiriliyor. İnsan
hakları savunucuları ve ailelerin siyasi
sebeplerle tutuklanmış olan çocuklarla
yapmış olduğu görüşmeler neticesinde
tespit edilen baskı ve kötü muameleler şöyle sıralanıyor: “Öncelikle
siyasi sebeplerle tutuklanan çocuklar,
tutuklandıktan ilk cezaevine girişlerinden itibaren baskı yapılarak zorla
çıplak aramadan geçirilmekte ve adına
“hoş geldin dayağı” dedikleri kaba bir
dayaktan geçirilmektedirler. Sürekli
koğuş gardiyanlarca denetlenmekte ve
bu sırada çocukların sürekli hazırolda
durması ve gardiyanlara başkanım
şeklinde hitap edilmesi emredilmekte
uymayanlara kaba dayak atılmaktadır.
Dayak atılmak istenen çocuklar diğer
çocukların korkulu bakışları arasından
seçilerek alınıp, “merdiven altı” denilen
yerde veya koğuşun kameralı olmayan
üst katındaki yatakhaneye götürülüp
dövülmekte ve tehdit edilmektedir.
Hasta veya yaralı vaziyette tedaviye ve
aile bakımına ihtiyaç duyan çocukların
tedavileri geciktirilmekte ve doktora
çıkmaları halinde bile sadece ilaç verilerek koğuşa geri gönderilmektedir.
Öte yandan aralarında Gündem
Çocuk Derneği, İHD, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, KAOS
GL, Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları
Merkezi’nin de bulunduğu 32 dernek
ve sivil toplum örgütü, hapishanelerde
anneleriyle beraber tutulan 0-6 yaş
çocuklar ve annelerinin özgürlüğü
için ortak bir açıklama yaptı. Poyraz
Ali şahsında yapılan açıklamada, şu
ifadeler kullanıldı: “Türkiye’de, annesi
hakkında hapis hükmü verilen 0-6 yaş
çocuklar için 3 gelecek söz konusudur.
Dışarıda kendisine bakacak yakınları
varsa onların yanında kalabilir, kendilerine bakacak kimse yoksa hapishanede
anneleriyle tutulabilir veya ‘devlet
korumasında’ olan çocuk yuvasına
yerleştirilebilirler. Anneler, dışarıda
bakacak kimselerinin olması halinde
dahi emzirmek ve güvenlik gibi nedenlerle çocuklarının yanlarında kalmasını
isteyebilmektedir. Türkiye’de annesiyle
beraber hapiste tutulan 0-6 yaş arası
500’den fazla çocuk var.”
11
Emperyalizm: Marksizmin
en zayıf halkası
ABDULLAH KARATAY
Siyasal hegemonyanın tarafları
olarak ulusalcılar başta olmak üzere,
İslamcılar ve Türkçü milliyetçiler
uzun zamandır kavramın sahibi olarak
bilinen Marksistlerden daha fazla
‘emperyalizm’, ‘anti- emperyalizm’
ve bağımsızlık türü kavramları kullanıyorlar. Emperyalizm kavramını
ise ne ilk kullanan ne de tek kullanan
Marksistler değil; ancak bu kavramın
büyük oranda onlarla anıldığı bilinmektedir. Marksistlerin
tanımında ise emperyalizm esas olarak kapitalizmin dönüşümünün ve yayılmasının vardığı bir düzey olduğu bilinmektedir. Hilferding ile başlayan, Rosa Luxemburg’la devam
eden ve Lenin’le olgunlaşan emperyalizm çözümlemelerinin
tümümde süreç kapitalist üretimin ‘içsel yasaları’ gereği
vardığı tekelci ve küresel aşaması olarak tarif edilmektedir.
Lenin’in tabiri ile emperyalizm kısaca “..dünyadaki bütün
toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme evresine ulaşmış
kapitalizmdir.” Yani Lenin’in yazdığı yer ve zamanda kalmaya devam edersek bir egemenliğin emperyalist olabilmesi
için işgalin ‘en büyük’ kapitalist ülkeler arasında paylaşılması
gerekiyor. Bu “en büyükler” zihinlerde genelde Batı’lı kapitalist ülkeler olarak kodlanmış durumda. Öncelikle solun
Türkiye’ye taşıdığı kavramı şimdilerde yukarıda isimlerini
andığımız gruplar, Lenin’in yazdığı zamanlarda kalarak
emperyalizmi hala ve sadece Batı’lı “en büyük” kapitalist
dünyada arıyorlar. Ama bu tahlil tarzı “somut koşulların
soyut” tahlili olduğu için tarih dışıdır ve gerçeklikten uzaktır.
“Somut koşulların somut tahlili” için kavramın kendisiyle ve
yaşadığımız zamandaki ilişkilere bakılmalıdır.
Emperyalizmin işaret ettiği yayılmacılık ve egemenlik
ne tek başına kapitalizm/ekonomi ne de ileri kapitalistlerin
yayılmacılığı değildir. Esas olan güçlünün zayıf üzerinde
sosyal/siyasal/kültürel tahakküm talebidir. Atalardan
devirle hükümran olma alışkanlığının sürdürülme isteği ise
tetikleyicidir. Bazen ekonomik zarar hilafına siyasal işgal ve
egemenlikte ısrarcıdır emperyalist. Böyle bakıldığında, merkez ülkeler ‘büyük’ emperyalist, yarı-çevre ülkeler ‘küçük’
emperyalist olur. Ayrıca ‘sömürgecilikle’ de kategorik bir
çelişkisi yoktur emperyalizmin. Türkiye’nin de dahil olduğu
bu yarı-çevre ülkeler bulundukları bölgenin hegemonik gücü
olmaya çalışırken pekala bir tür emperyalizmdir yaptıkları.
Bu da ‘Asya tipi emperyalizm’ tarzı olur ve bu tarzda orta
büyükler de küçüklerin emperyalistidir.
Kürdistan coğrafyası üzerindeki egemenlik türlerine
bakıldığında, bu egemenliklerin başat sebebinin ekonomik
ya da kapitalizm olduğunu söylemek mevcut durumu açıklamaktan oldukça uzak olacaktır. Bu coğrafyanın özellikle
Türkiye kısmı ile ilgili açıklamalarda Marksistkülliyatın
uzun zaman etkin olması nedeniyle de, Kürdistan’ınçoklu
yapılara bağımlılığı ve ezilme hali de bu nedenle yeterince
açıklanamamıştır. Ezme, sömürge ilişkisi temel olarak
emperyalistlerin işi, emperyalistler Batılı kapitalist ülkeler
olarak zihinlerde kodlandığından, Kürdistan’ın durumunun Marksist zihinlerde hep belirsiz kaldığını düşünmek
mümkün görünüyor. Bunun sonucu ise pratikte olduğu
gibi zihinlerde de bir statüsüzlük atfedildi Kürdlere. Ortadoğu’dakikarmaşık ilişkilerini salt ekonomik emperyalist
ilişkilere indirgemek, bu bölgenin yerli egemenlerinin
tarihinde birikmiş siyasal hükümranlık iddialarını görmemizi
engeller. Oysa hem dostun hem düşmanın en güçlüsü en
yakınımızdakidir. Kürdler düşmanlığın en büyüğünü hep en
yakınlarından gördü. Dolayısıyla Kürdler ille birilerine emperyalist sıfatı yakıştıracaksa, bu konuda çok ayrım yapacak
durumda değildir; çok da uzaklara gitmelerine gerek yok
gibi görünüyor. Sonuçta Kürd dünyasının egemenleri ile ilişkilerini anlamak için Marksist emperyalizm kavramının yetersiz olduğu, emperyalizm çözümlemesinin de Marksizm’in
Doğu dünyasının geç-kapitalizmini anlamadaki zayıf halkası
olduğu söylenebilir.
12
ÇÖZÜM
BasHaber
SÖYLEŞİ
30 Mayıs
- 5 Haziran12
2016
SİYASET
BasHaber
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
13
SÖYLEŞİ
Kongre sonrası AKP
Yeni AKP’de yenilik var mı?
A
Yeni Hükümet’ten sert mesajlar
Ufukta barış görünmüyor!
B
Kendal Helîn
ölgede PKK ile devlet güçleri arasındaki çatışmalar devam ederken, yeni
Hükümet’in kurulması ardından konuşan Başbakan Binali Yıldırım, PKK’nin etkisizleştirilmesine dek operasyonların devam
edeceğini açıklması şiddet ortamının devam
edeceğine işaret ediyor. Güvenlik uzmanları
ise PKK’nin eylemlerine devam edeceğini,
devletin de güvenlik önlemlerini arttıracağını
ifade ediyor. AKP Kongresi ardından göreve
gelen yeni Başbakan Binali Yıldırım’ın operasyonların devam edeceğini ifade etmesi, çözüm ve barış umutlarının belirsiz bir zamana
ertelenmesine neden oldu.
Çatışmalar tam gaz
7 Haziran seçimlerinden sonra PKK ile
devlet güçleri arasında devam eden şiddetten
kaynaklı can kayıpları devam ederken, çatışmalardan dolayı bölge halkının mağduriyeti
de sürüyor. PKK’nin çekildiğini açıkladığı
Nusaybin’den bomba ve silah sesleri yayılmaya devam ederken, Şırnak ve Yüksekova’da
da kent içinde devam eden çatışmalar devam
ediyor. Öte yandan kırsal kesimlerde de can
kayıpları haberleri, tutuklamalar, gözaltılar, insan hakları ihlalleri haberleri hız
kesmiyor. Öte yanda zaman zaman çatışma
haberlerinin geldiği kimi yerlerde sokağa
çıkma yasakları konuluyor. Geçtiğimiz hafta
Mardin’in Ömerli, Midyat ve Nusaybin ilçelerinin kırsalında yer alan 13 mahallede sokağa
çıkma yasağı ilan edilirken, Mardin Valiliği
ise yaptığı açıklamayla yasaklı olan bölgelerde operasyonların başladığını bildirdi. Bu
arada Van kent merkezinde de zaman zaman
PKK’liler ile devlet güçleri arasında çıkan
çatışmalar kaygı uyandırıyor.
Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
yaptığı Diyarbakır ziyaretinde kullandığı sert
söylem de ‘Çatışmalar devam edecek, barış ve
çözüm umutları başka bahara kaldı’ şeklinde
yorumlandı.
Uzmanlar yaşanan çatışmaları ve yeni
Hükümet’in pozisyonunu BasHaber’e değerlendirdi.
Özertem: Bölgedeki çatışmalar devam
edecek
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu
(USAK) Güvenlik ve Enerji Araştırmaları
Merkezi Başkanı Hasan Selim Özertem,
Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamasını değerlendirerek, “Burada görünen o ki önümüzdeki PKK yurt içindeki saldırılarını sürdürdüğü müddetçe, Türkiye de gerekli güvenlik
önlemleri almak konusunda bir pozisyon
almış durumda” dedi. Özertem, bölgede
devam çatışmaların süreceğine dikkat çekerek, “PKK’nın özellikle şehirlerin içine tünel
kazdığı ve patlayıcı yerleştiğini görüyoruz.
Nusaybin’de askeri araca yapılan saldırıda 6
asker şehit oldu. Yine Diyarbakır’da bombanın patlamasıyla 16 yurttaşımız yaşamını
yitirdi. Bütün bunlar olduğu müddetçe gerek
PKK’ya yönelik daha sert önlemlerin alınacağını ve bunun için bir kamuoyu oluştuğunu
görüyoruz. Hükümet ise bu konuda kendi
politikalarını uyguluyor” diye konuştu.
‘Kandil’in Türk hükümetine göndereceği
mesajlar kritik olacaktır’
Önümüzdeki dönemde çıkışın birkaç
boyutunun olduğunu belirten Öztertem
şöyle devam etti: “Bunlardan bir tanesi hükümetin değişmesiyle birlikte, önümüzdeki
dönemde yaklaşımlarda da bir farklılaşma
gündeme gelebilir. Burada adımın nereden
geleceği önemlidir. Bundan sonra özellikle
Kandil’in Türk hükümetine göndereceği
mesajların çok kritik olacağı inancındayım.
Cemil Bayık verdiği demecinde çatışmaların
tüm yurda yayılacağını söylemişti. Bu tarz
açıklamalardan sonra Ankara, İstanbul, Ma-
nisa, Diyarbakır’da saldırılar gerçekleştirildi.
Sivillere yönelik saldırıların durması esastır.”
Özertem, bundan sonra kurulacak iletişim ile
birlikte belki siyasi çözümün gündeme gelme
ihtimalinin inancını yaşadığını belirterek
“Bunun gerçekleşmenin olması için sivillere
yönelik saldırıların durması ve şehirlerde
çatışmaların durması gerekir. Çatışmalar
konusunda PKK’nın stratejisinde gideceği
değişiklik de önemlidir” ifadesini kullandı.
Alpkaya: Çatışma ortamı tırmanarak
devam edecek
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Faruk Alpkaya, Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamalarından tam olarak ne kastettiğini bilemediğini
belirterek, “Geçmiş deneyimlere baktığımızda iki şeyden biri kastediliyordu. Birincisi
Kürd hareketini tamamen ezmek, bitirmekti.
İkincisi ise bir müzakere, uzlaşma ortamı
doğurmak. Bunlardan hangisini kastettiğini
bilemiyorum. Ama şu ana kadar olan gidişat
çatışma ortamının tırmandırılarak devam
edeceği görümünde” tespitinde bulundu.
Değişikliğin olabilmesi için Türkiye’nin başka
bir yola girmesi gerektiğini söyleyen Alpkaya,
“Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan izin vermeyecek gibi görünüyor. Onun kendi gündemi
Başkanlık rejimi, AB’de den Türkiye’yi kopartıp Müslüman Birliği’ne doğru yöneltmek yönünde olduğu izlenimini veriyor. Bu
yönde gitmesi de Türkiye’nin AB çizgisinden
uzaklaşması da demokrasiden uzaklaşması
sorununu doğurmuştur. Bu gidişatın işaret
ettiği, Türkiye’nin daha çatışmalı bir ortama
sürükleneceği yönünde” ifadelerini kullandı.
‘Bu iş sonunda uzlaşma ve müzakereye
varılacak’
“Şu gün için Kürd meselesiun çözümü
için bir umut var mı demek mümkün
görünmüyor. Tam aksine çatışmaların daha
derinleşeceğine işaret ediyor olgular” diyen
Alpkaya, “Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerden
dolayı bunu daha fazla sürdürülmesine de el
vermiyor. Kürd halkı soykırıma tabi tutulamayacağına göre her hâlükârda bu iş uzlaşma
ve müzakereye varacaktır. Ama oraya kadar
giden yolunda bir süre daha da kanlı olacağı
da anlaşılıyor” dedi. Kurulan yeni kabine
hakkında konuşan Alpkaya, “Bunlar Tayyip
Erdoğan’ın sekreterleri konumundalar. Yeni
Başbakan da farklı bir çizgi izlemeyecektir.
Yeni Başbakan da hükümetten sorumlu
sekreter konumundadır” dedi.
Öneş: Çözümün anahtarı siyasal çözüm
Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş
ise gelişmelerden üzüntü duyduklarını belirterek, PKK’nin eylemlerini sürekli hale getirdiğini söyledi. Öneş, PKK’nin eylemlerinin
artmasına bağlı olarak güvenlik güçlerinin de
güvenlik önlemlerini arttırdığını söyledi. Bu
durumun çatışmalara devamlılık kazandırdığını, çatışmaların boyutunu genişlettiğini belirten Öneş şunları söyledi: “Bu durum genel
olarak tüm Türkiye’yi sosyal ve siyasal yapıyı
ve bölgeyi etkileyen durumları ortaya çıkarıyor. Meselenin çözümünde PKK’nın şiddet
eylemleri karşısında, güvenlik tedbirlerinin
alınması zorunlu ve kaçınılmazdır. PKK’nın
tüm eylemlerinin ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor ve PKK neye hizmet ediyor
sorusunuda sürekli canlı tutulması gerekiyor.
Çözüm temelde ve çözümün anahtarı, siyaset
üretimi, çözümü siyasi yönden barış şartlarına götürecek şekilde, güvenlik önlemleri
dışındaki siyasi, sosyal ekonomik ve diğer
tedbirlerle birlikte ele alınması gerekir. Bu
gün tartıştığımız mesele, bu şiddet eylemleri,
siyaset alanını daraltıyor. Bu şiddet ortamı
siyaset üretimini engelliyor. Barış şartlarının
yaratılması, şartlarında da ağır koşullar ortaya
çıkarıyor.”
Mustafa Ergün
KP’nin 29 Nisan’da gerçekleştirdiği MKYK toplantısıyla ortaya çıkan parti içi kriz, Davutoğlu’nun “Olağanüstü Kongre” kararı alması ve Genel Başkanlık ile
Başbakanlık görevlerini bırakmasıyla sonuçlanmıştı. AKP’nin
22 Mayıs’ta yapılan 2. Olağanüstü Kongresi’nde yeni hükümet
ve yeni parti yönetimi şekillendi. Merak edilenler ise parti ve
hükümetin kongre sonrası iç ve dış politikaya ilişkin yeni bir
çizgi belirleyip belirlemeyeceğiydi. Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müdahalesiyle görevden ayrılacağı konuşulan
AKP’de yaşanan bu gelişmeler, Pelikan dosyasıyla ayyuka
çıkmış ve ikili arasındaki görüş ayrılıkları açık bir şekilde tasvir
edilmişti. 22 Mayıs’ta yapılan kongrede tek aday olan Binali
Yıldırım, oylama sonucunda geçerli 1405 oyun tamamını alarak
AKP’nin yeni ve 3. genel başkanı oldu. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın birlikte şekil verdiği 65. Hükümet kabinesi listesinde, 14 isim yerini korurken,
8 isim kabine dışı kaldı. 9 isim kabineye yeni girerken, 4 isim
de yer değiştirdi. Davutoğlu ve Abdullah Gül’e yakın isimlerin
kabinede yer alması da parti içindeki muhalefeti elde tutmak
için yapılmış bir seçim olarak yorumlandı. Yeni Genel Başkan
ve Başbakan Yıldırım da, Cumhurbaşkanı’nın beklentilerini
karşılayacağını vurguladığı konuşmasında “davan davamız,
yolun yolumuzdur” ifadelerine yer vermiş ve amaçlarının
Erdoğan’ın fiili Başkanlığını yasal hale getirmek olduğunu
belirterek yeni anayasa ve Başkanlık sistemi için çalışacaklarını
belirtmişti. Yıldırım’ın vurgu yaptığı diğer konu da bölgedeki
operasyonların devam edeceğiydi. 22 Mayıs’ta şekillenen yeni
AKP’yi yazarlar, akademisyenler ve siyasetçiler BasHaber’e
değerlendirdi.
Özipek: Parti içi gerilim azalabilir
Kabinede yer alan isimleri hükümet programında radikal bir
değişim olmayacağının işareti olarak değerlendiren Akademisyen Bekir Berat Özipek, iç ve dış politikada da kayda değer bir
değişimin olmayacağını söyledi. Yıldırım’ın Davutoğlu’nun gitmesinin AKP tabanında bir kırgınlık oluşturduğu bir ortamda
iş başına geldiğini belirten Özipek, Yıldırım’ın ılımlı kişiliğinin
parti içindeki gerilimi azaltabileceğini ifade etti. Yeni hükümetin iç ve dış politikada kayda değer bir değişiklik doğurmayacağını söyleyen Özipek, Başkanlık sistemiyle ilgili çabalar yoğunlaşacağını söyledi. Özipek, Kürd meselesiunda nasıl bir politika
izleneceğinin daha çok PKK’nin tutumuna bağlı olacağını ifade
ederek, “Silahlı çatışmaların yoğun bir şekilde devam ettiği bir
ortamda Çözüm Süreci’ne dönüş hiçbir hükümet açısından
kolay değil” değerlendirmesinde bulundu.
Katırcıoğlu: Sistem değişikliğine yönelik
Erdoğan’ın bir sistem değişikliğini fiilen gerçekleştirdiğini
ifade eden akademisyen ve yazar Erol Katırcıoğlu, önümüzdeki dönemde hükümetin fiili durumu yasal hale getirmeye
çalışacağını söyledi. MGK’nın sarayda, Cumhurbaşkanının
başkanlığında toplanmasının sembolik bir anlam taşıdığını belirten Katırcıoğlu, AKP’deki değişimin buna yönelik
olduğunu söyleyerek “Öyle görünüyor ki yargıda bir dirençle
karşılaşmayacak. Başından beri Türkiye siyasetinde önemli bir
aktör olan askerle de, Cumhurbaşkanının kızının düğününde
Genelkurmay Başkanı’nın nikah şahidi olduğunu düşünürsek,
bir uzlaşma içinde olduğu görülüyor” dedi.
‘Milliyetçi ve şiddete dayalı siyaset’
Sınırlarda yeniden bir şekillenme olacağını söyleyen Katırcıoğlu, “Suriye aynı sınırlar içinde yeniden inşa edilecekse bu
aynı Suriye olmayacak. Muhtemelen özerk bölgelerden oluşan
bir Suriye olacak. Türkiye’nin sınırlarında bir Kürd yapılanması istememe durumu devam edecek. Zaten ABD ile Türkiye
arasında yürütülen pazarlıkların büyük bir bölümünü bu konu
oluşturuyor” dedi. Suriye iç savaşının Türkiye’ye maliyetinin
karşılanamayacak bir hal aldığını söyleyen Katırcıoğlu, “Rojava
ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki herhangi bir kazanım
Türkiye’yi rahatsız ediyor. Türkiye Osmanlı döneminde özerk
yaşayan Kürdlere karşı milliyetçi ve şiddete dayalı bir anlayışla
siyaseti kurguluyor” dedi.
AKP’li İçten: Anayasa çalışmaları yoğunlaşacak’
Bölgede devam eden çatışmalara değinen AKP Diyarbakır
Milletvekili Cuma İçten, Türkiye’nin eskisinden çok daha güçlü
bir irade ortaya koyacağını söyleyerek, “Yeni başbakan ile birlikte devletin içinde paralel yapı ile mücadele ve terörle mücadele
konusunda sonuna kadar mücadele edecektir. Yeni hükümetin
böyle bir hedefi var” dedi. Yine yeni bir anayasanın yapılması
için çalışmaların yoğunlaşacağını ifade eden İçten, “AKP’nin
halka karşı taaddütleri var. Bu taaddütler kişilere bağlı değildir.
Özgürleşmenin ve demokratikleşmenin önündeki engeller
Meclis aracılığıyla tek tek ortadan kaldırılacaktır. Bundan geri
dönüş olmaz” dedi.
Dindar: Kimin Parti Başkanı olduğu önemli değil
AKP Eski Şırnak Milletvekili Mehmet Emin Dindar ise,
AKP’de fazla bir değişikliğin olmayacağının altını çizdi.
Türkiye’yi yöneten kişinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu
söyleyen Dindar, “Erdoğan siyasi bir Cumhurbaşkanı olacağını
daha önce de söylemişti. Partili, siyasi ve halk tarafından seçilen
bir Cumhurbaşkanımızdır. Kimin Parti Başkanı olduğu pek
önemli değil. Parti başkanı Cumhurbaşkanı ile ahenkli çalıştığı
zaman Türkiye’nin geleceği için daha olumlu neticeler alacağımıza inanıyoruz” dedi.
Prof. Altan: Kan ve gözyaşından besleyen siyaset var
Türkiye’de askıya alınmış bir anayasa ve anayasayı ihlal eden
bir Cumhurbaşkanı olduğunu söyleyen Gazeteci Mehmet
Altan, sistemin işletilmediği bir sivil darbe yaşandığını ifade
ederek, yüzde 49,5 oyla seçim kazanan Davutoğlu’nun azledildiğini, AKP’ye kayyım atandığını söyledi. Anayasa değişikliği
yapılmadan fiili bir Başkanlık rejimine geçildiğini belirten
Altan, önümüzdeki süreçte koyulaşarak bu durumun devam
edeceğini söyledi. Altan, hükümetin Kürd politikasının da
buna göre bir çizgide ilerleyeceğini belirterek, “Tek kişinin belirlediği Türk usulü bir İslam faşizmin dün olduğu gibi bugün
de uygulamada olduğu için bir değişiklik beklemiyorum. Tam
tersine kan ve gözyaşından beslenen bir siyaset var. Amaçlanan
HDP’nin baraj altında bırakılması ve MHP’den oy çalınmasıyla
elde edilecek yeterli milletvekili sayısıyla istediği anayasayı
yürürlüğe koymak. Bu yüzden bir değişim beklemiyorum” dedi.
13
Masa ve meşruiyet
bunalımı
ÖZTEKİN ÇAÇAN
Hendek siyasetinin mahsurları
çeşitli siyasal kesimler, aklıselim aydınlar tarafından defalarca eleştirildi.
Yanlışları defalarca ortaya konuldu
ama nafile. “Dediğim dedik, çaldığım
düdük” havasında olan “hendekçiler”
daima sağır’a yattılar. Devletin
kentleri yoğun bombardıman altına
almasına neredeyse destek verdiler
sonuç ne peki. Bence hüsran. Haber
sitelerine düşen bilgilere göre YDG-H aylardır süren Nusaybin direnişini bitirmiş. Direniş bitti ama ortada Suriçi’nin
üçte birinin tarla haline geldiği gibi, Nusaybin’in yarısı da
yok artık. Cizre neredeyse boşaltılmış. Ortada ciddi bir
askeri yenilgi var ve ayrıca ondan çok daha ciddi bir “meşruiyet bunalımı” oluşmuş durumda.
Kürd toplumu şiddetin meşruluğunu, dolayısıyla
bundan başka bir araç geliştiremeyenlerin de meşruiyetini
sorgulamaya başlamış durumda. Kimse şiddet ortamının
devam etmesini istemiyor. Şiddet siyaseti kentlerde en azından kısa dönem için başarılı olamamıştır. Çok ciddi tepki
toplamıştır ve artık bitmelidir.
Tam bu hendek savaşının sonuçları ve açık yenilgi, siyaseten kaybetme durumu yaşanırken Ankara’dan bir hamle
geliyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması süreci başlıyor.
Hendek siyasetinin sonuna gelindiği bir sırada bu defa legal
alanda kriz başlıyor. Bazı yorumcular (Vahap Coşkun)
“HDP sahadan çekilirse sahada bir tek PKK kalacaktır”
değerlendirmesi yapıyorlar. Bir yönü ile çok doğru bir değerlendirme ama eksik. Çünkü devletin Kürd meselesiunu
muhatapsızlaştırma gibi bir siyaseti var. Ve siyaset şu anda
işletiliyor. Demek istediğim şu; Öcalan tecrit koşullarında,
HDP halkın gözünde iş birlikçi, yıkıcı, muhatap kabul
edilme konumunda değil. PKK ise terörist, askeri bir yenilgi
yaşıyor ve meşruiyet bunalımı var. Devlet zafer havasında
iken zaten tam kurulmamış masanın diğer tarafı boş gibi bir
şey.
Başkanlık sistemine giderken, erken seçim vb konuşulurken, yönetim kendini güçlü ve muzaffer hissederken
devletin masanın karşı tarafını doldurma gibi bir niyeti yok.
“Muhatabımız Kürd halkının kendisidir” , demokratikleşme, insan hakları halkımız içindir. “Silah bırakılmazsa
kimseyi muhatap almayız” söylemleri gerçektir ve Kürd
meselesiunda “muhatapsızlaştırma” siyasetinin devamı
niteliğindedir.
Benim korkum ise tam da bu noktada beliriyor. PKK
‘oyunda tekrardan güç kazanmak isterse, muhatap benim
demeye başlarsa, ülkede neler yaşanır noktasında. Demokratik Özerklik yolunda şiddet’ten başka bir yol yöntem geliştirilemezse neler olacak noktasında. Ya birileri çıkıp hendek
kazmaya devam derse. “Bizi muhatap almıyorsunuz öylemi
alın size bomba” derse. Masaya, ya da Oslo sürecine şiddet
yoluyla dönmek isterse neler olacak. Tekrardan şiddet kullanarak kendine meşruiyet oluşturma yolunu seçerlerse ne
olacak. Düşünmek bile istemiyorum. Peki, şiddetten başka
bir yöntem geliştirebilme durumumuz var mı? Yok.
Kürt siyasal hareketi kapasitesi yüksek, “organik aydın”
yetiştirememiştir. Kendi örgütsel yapısının dışında var olan
ama kendisi için bilgi üretebilecek aydınlar ile de doğru
ilişki kuramamıştır. Aydınsız ve ufuksuz bir toplumuz vesselam. Kürdistan’ın, Türkiye’nin, dünyanın yeni gerçeklerini
doğru bir şekilde bize anlatacak, Kürdler bu ülke nerede,
nasıl, ne şekil yaşar. Ne yapmalıyız, doğru siyaset tarzı ne olmalı bu soruların cevabını bilimsel olarak bize anlatacak ne
kişilerimiz ne de kurumlarımız var. Siyasete yön verenler ise
hiçbir zaman böyle bir değere kıymet biçmediler. Hep kendi
doğruları ve kapasiteleriyle ilerlediler. Bize kendilerinin
sunduğu, oluşturduğu koşullarda yaşamaktan başka seçenek
bırakmadılar. Yeniden Suriçi’nde direniş başlarsa şaşırmayın. Bazılarımız zafere doymuyor çünkü. Yani ufukta
bombadan, zulümden medet uman, “meşruiyet kurulumu”
nu bu yolla sağlayanların istediği savaştan başka bir şey yok.
Masa’da yok.
14
MECLİS
BasHaber
SÖYLEŞİ
30 Mayıs
- 5 Haziran14
2016
HDP, AYM’ye başvurdu
Dokunulmazlıklar mahkemelik!
A
ların kaldırılması karalarına karşı 7 gün içerisinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) kararın
iptali için başvuru yapılabildiğini belirten
Alataş, şunları söyledi. “Şimdi yine aynı şekilde
başvuru yapılabilir. Ben o konuda çok net
değilim. Çünkü bu yapılan iş, bir Meclis kararı
değil. Bir yasa çıkarılıyor. Dolaysıyla bu farklı
bir durum. Bireysel başvuru deniliyor. Bireysel
başvuru başka bir şey, itiraz hakkının kullanılması başka bir şeydir. Burada bir problem var.
AYM, bunu nasıl yorumlar? Bu konuda emin
değilim. AYM şunu diyebilir ki, bu bir Meclis
kararı değildir. AYM bir Anayasa değişikliğidir
diyebilir. AYM, 7 gün içinde başvurma diye
bir usul yoktur diyebilir. İşin özüne girip yasa
sonucu dokunulmazlıklar kalkmıştır, milletvekilinin de başvuru yapma hakkı vardır da
diyebilir. Ama ben bu konuda şüpheliyim.”
Eren Dinç
KP, MHP ve kimi CHP’li vekiller
Meclis’te kabul edilen milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıran
yasa değişikliği teklifi kabul edildikten sonra,
yeni tartışmalar başladı. HDP, Meclis kararının ‘Anayasa’ya aykırı’ olduğu gerekçesi ile
AYM’ne başvurdu. Burdaki başvurudan sonuç
alınamaması halinde AİHM’e başvurulacağı
bildiriliyor.
TBMM Genel Kurul’da Maddelerin tümü
üzerinde yapılan görüşmelerden sonra,
dokunulmazlık teklifi 376 oyla referandumsuz kabul edildi. Bununla birlikte haklarında
fezlekeler düzenlenen 138 vekilin dokunulmazlığı kalkacak. Meclis Genel Kurul’da
kabul edilen ve yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına ilişkin hakkında fezleke bulunan milletvekilleri için, Anayasa’nın yasama
dokunulmazlığını düzenleyen 83. maddesinin
ikinci fıkrasındaki birinci cümle hükmü uygulanmayacak. Geçici değişiklik teklifinde, “Bu
kanun yürürlüğe girdiği tarihte, Başbakanlık
tarafından TBMM Başkanlığı’na havale edilen
ve esas numarası alan Yasama Dokunulmazlığı
Tezkereleri ile Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonu’nda
bulunan ekli listede adı ve soyadı belirtilen
milletvekillerine ait yasama dokunulmazlığı
dosyalarına ilişkin olarak ilgili milletvekilleri
hakkında 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Kanunun 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki
birinci cümle hükmü uygulanmaz” denilerek,
Anayasa’nın 83. maddesindeki, “Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen
bir milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve
yargılanamaz” hükmünün uygulanmayacağı
belirtiliyor. Hukukçular, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının ardından, olayın yasa boyutunu BasHaber’e değerlendirdi.
‘Anayasaya ve eşitliğe aykırı’
Dokunulmazlıkların Parlamento kararıyla
kaldırılabileceğini söyleyen Üzeltürk, “Siz ne
yapıyorsunuz? Cumhurbaşkanını ve halkı
katıyorsunuz. Bu durumda Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kimlere veriyorsunuz,
bunlara veriyorsunuz. Bu anayasaya ve eşitliğe
aykırıdır. Neden aykırı? Çünkü o saate kadar
Parlamento’da çıkan fezlekeler için geçerli.
Ama ondan sonrası için gelen fezlekeler için
geçerli değildir. Yarın gelen fezlekeler için bu
geçerli değil. Bu da aynı zamanda parlamenterler için bir eşitsizlik yaratır” dedi. Dokunulmazlıkların bireysel olarak kaldırılması
gerektiğini söyleyen Üzeltürk şöyle devam
etti: “Tek tek dokunulmazlıkları kaldırma
durumu var mı yok mu? Buna göre kaldırmak
lazım. Dokunulmazlıkların topyekûn olarak
kaldırılması da kabul edilebilir bir şey değildir.
Bu hem Ceza Hukuku bakımından hem de
Anayasa Hukuku bakımından. Bireyselleştirilmemiştir. Bu anlamada bakıldığında anayasaya aykırı bir anayasa değişikliği var. “
Üzeltürk: Dokunulmazlıklarının
kaldırılması anayasadaki yönteme aykırı
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sultan Tahmazoğlu
Üzeltürk, anayasanınım geçici maddesi ile
dokunulmazlıkların kaldırılması için Meclis’e
hakkında fezleke gönderilen milletvekilleri
için dokunulmazlıklarının kaldırılmasının öncelikle Anayasa’daki yönteme aykırı
olduğunu belirterek, “Neden aykırı? Parlamento dokunulmazlıklara kaldırma yetkisine
zaten sahip. Parlamento dokunulmazlıkları
kaldırma yetkisine sahipken, ne yapmamalısınız? Anayasa değişikliği yaparak bunu hayata
geçirmemelisiniz” diye konuştu.
‘Sonrası yargının durumu ile ilgili’
“Bundan sonra ne olacak” sorusuna yanıt
veren Üzeltürk, bundan sonrasının ise yargının ne kadar tarafsız ve bağımsız
olmasıyla ilgili olduğunu söyledi.
Yargı’nın bu anlamda parlamenterlere dokunulabileceğine dikkat
çeken Üzeltük, savcıların fezlekeleri
Meclis’e göndereceğini ve savcıların
gerekli gördükleri takdirde dava
açmalarını talep edebileceklerini
söyledi. Dokunulmazlıklar olmadığı
zaman yargılama sürecinin savcılık
makamından başlanarak devam edeceğini söyleyen Üzeltürk, şunları söy-
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş,
Dilan Almaz, Murat Özdemir,
Eren Dinç, Mustafa Erğün
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Türkiye’nin gündemini uzun bir süre
meşgul eden milletvekili dokunulmazlıkları
kaldırılırken, HDP, kararın iptal edilmesi
için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuruda bulundu. Hukukçular da dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin anayasa aykırı
olduğunu söyledi.
ledi: “Anayasa’nın 83. Maddesi’ndeki anayasal
güvenceler, tutuklama, sorgulamaya çekme ve
yargılama süreci artık engellenmeyecek. Bunlar için yol açılacak. Bazı parlamenterler için
yargılama süreci sonuçlandığında ne yapılır?
Eğer onun vekil seçilmesine engel bir suçtan
mahkûm olmuşsa milletvekilliği düşer.”
Alataş: Bireysel başvuru başka,
itiraz hakkı başka
Avukat Yusuf Alataş, dokunulmazlıkların
kaldırılması için Anayasa’daki değişikliğin
sadece belli tarihler için geçerli olduğunu
belirterek, düzenlemenin geçici olduğunu
söyledi. Alataş, bundan sonraki dosyaların
eski prosedüre tabi olacağını belirterek,
düzenlemenin Anayasa’ya aykırılık meselesi
konusunda bir problemin olduğunu söyledi.
Değişikliğin olmadan önce dokunulmazlık-
Yusuf Alataş
Sultan Tahmazoğlu
Tel: +90 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
www.bas-haber.com
Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No:
39 Kat:5 Beyoğlu / İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
‘DEP dönemindeki vekiller
tek tek başvurdu’
Bireysel başvuru kararının Resmi Gazete’de
yayımlandıktan sonra bir aylık bir süreye tabi
olduğunu söyleyen Alataş, bireysel başvurunun ayrı olduğunu ve bir usul probleminin olduğunu açıkladı. 94 yılındaki DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında
her milletvekilinin kendi hakkındaki kararın
iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunu hatırlatarak, “Bireysel başvuru hakkı yeni
getirildi. Bu herkes için geçerli hak. Buradaki
milletvekillerinin kullandığı 7 günlük süre,
sonradan kabul edilen bir başvuru değildir.
Bu anayasanın 84. Maddesi’nde düzenlenen
iptal başvurusu. Burada bir Meclis kararı yok.
Meclis’in yaptığı ise anayasa değişikliğini
öngören bir kanun. Bu dokunulmazlıkların
kaldırılması kararlarından farklı diye düşünüyorum. Ama Anayasa Mahkemesi benim
yorumunun tersine farklı bir uygulama da
yapabilir” ifadelerini kullandı.
‘Başvurulardan olumlu sonuç
çıkabileceğinde iyimser değilim’
İşin esasına baktıkları zaman durumun
anayasa aykırı olduğuna dikkat çeken Alataş,
“Çünkü her vekilin durumun Meclis tarafından komisyonlarda tek tek ele alınıp, Meclis’te
oylanması gerekir. Vekiller özgür iradeleriyle
oy kullanmaları gerekir. Ama biz biliyoruz
ki bunlar bu süreçte bunlar uygulanmadı.
Kaldıracağız diye net bir tavır koyuldu ve tek
tek oylama da olmadı. Dokunulmazlıklar
kaldırıldı. Anayasa’ya çok açık bir aykırılık var.
Burada eşitlik, yasama hakkının kullanılması,
ifade özgürlüğü ve özgürlüklerin ihlali var. Bu
tümüyle Anayasa’ya ve uluslararası hukuka aykırıdır. Problem ise bunun AYM tarafından ele
alınıp tartışılıp tartışılmayacağıdır. Birtakım
sıkıntılar var. Anaysa değişikliği konusunda
110 vekilin imzasıyla dava açılsa dahi, AYM
bunu şekil yönüyle incelebilir. Anayasa bunu
böyle diyor. Sıkıntılı bir döneme giriyoruz. Bu
başvurulardan olumlu bir sonuç çıkabileceği
konusunda iyimser değilim”
YAŞAM
BasHaber
30 Mayıs - 5 Haziran 2016
15
SÖYLEŞİ
Laleş, Beybûn, Roştiya
Taksim’in Kürd
demxaneleri
K
Çaçan Amedi
ürdçe isimle ilk açılan mekânlardan biri “Medi.”
Medi on altı yıl kadar önce kebap evi olarak açılıyor.
1998 yılında tabelasını Küçük Parmakkapı Sokak
ile Taksim Kule Sokak’ın kesiştiği köşeye asıyor. Sonrasında uzun bir boşluk oluşuyor cafe, çayevi (demxane)
olarak mekânların açılması ise dört yıl önce başlıyor. Cafe/
demxane olarak ilk açılan mekân Tel Sokak’ta Laleş Cafe.
Laleş Cafe Kürd öğrenciler tarafından açılıyor ve bir yıl
sonra kapanıyor. İki ay önce ise bir daha yeni işletmecileriyle “Mirkut” olarak açılıyor. Bir ilk olan Laleş Cafe/
Demxane’den sonra, Şewin, Roştiya, Beybûn, Keskesor,
Rengin gibi mekânlar son üç yılda ortaya çıkıyor.
Mirkut Demxane/Cafe’nin emekçileri “biz bir kollektifiz“
diyorlar. “Kafedeki her şey masa sandalye hariç bir dostumuzun emeği ile oluştu“ diyorlar. “Parkelerin cilası, boya
badana, her şeyde bir arkadaşımızın emeği var. Çay parası
vermeden kalkabilir miyiz?“ dediğimizde ise “evet” yanıtı
alıyoruz. “Şarta bağlı tabi“ diye de ekliyorlar, “Teşekkür
edip hoşça kalın demen gerekiyor” diyorlar. “Neden Kürdçe
isim koydunuz“ sorusunu ise oldukça farklı bir yaklaşımla
yanıtlıyorlar. “Üç tane Arap, Fars turist geldiğinde mekân
isimleri değişiyor. Biz yüzlerce yıldır İstanbul’da, binlerce
yıldır da Anadolu’dayız neden Kürdçe isim olmasın ki“ diye
ekliyorlar.
Şimdiki durumda ise ayrı sokaklarda tek mekânlardan
ziyade Kürdçe isimli demxane sokakları gelişmeye başlamış
durumda. Nane Sokak bunlardan biri.
Demxaneler sokağı
Nane Sokak’ta halen Kürdçe isimli üç demxane bulunuyor ve neredeyse sokaktaki demxanelerin tamamını
bu mekânlar oluşturuyor. Aynı sokakta bulunan bu
mekânların sahiplerini Kürdistan’ın çeşitli illerinden gelmiş İstanbullular oluşturuyor. Demxanelerin sahiplerinin
çoğu Erzurum, Diyarbekir, Bingöl, Dersim gibi Kürdistan
kentlerinden gelenler. ‘Cafe, çayhane, demxane aynı şey,
farkı ne olabilir ki’ demeyin. Kürdçe isimle ticari yaşamına devam eden demxanelerin diğer cafe, çayhane tarzı
mekânlarla farkları sadece isimleri değil. Ayırt edici birçok
özellikleri var aslında. Bu konularda sohbet etme fırsatı
bulduğumuz cafe/demxane sahipleri, işletmecileri önemli
buldukları ayrım noktalarına dikkat çekiyorlar.
Sokak çayhanesi sayılabilecek kapalı kısmı gayet sınırlı olan sokağa daha çok hitap
eden Roştiya, kendine daha çok müzik ile
misyon biçiyor. Roştiya çalışanları “Sadece
evde konuşulan dillerin, kapalı mekânlarda
icra edilen müzikleri sokağa taşırdık” diyor.
Bu konuda neredeyse bir ilk olduklarını
belirtiyorlar. İstanbul’da kapalı mekânlarda
icra edilen bütün yasaklı dillerin ezgilerini sokağa taşırmış olmak büyük birşey.
Roştiya’nın işletmecileri kendilerini bu
konuda sınırlamadıklarını belirtiyorlar.
Bütün dillerde yapılan müzikleri çaldıklarını, sokakta çay eşliğinde müzik dinlemenin
İstanbul için kendileri tarafından başlatılan
bir ilk ve önemli bir farklılık olduğunu dile
İstanbul’da Taksim bölgesinde Kürdçe isimli mekânlara
sıkça rastlanmaya başlandı.
Her geçen gün yeni bir mekân
tabelasını sokaklardan birine,
bir dükkânın girişine asıveriyor.
getiriyorlar. Roştiya, Nane Sokak’ta Kürdçe isimle açılmış
en eski demxane, yaşamına üç yıldır devam ediyor. Müşterileri arasında her görüşten, her kesimden, her ırktan ve
her meslekten insan var. Her kesime kapılarını açmışlar.
Temelde Kürd olmaktan kaynaklı hassasiyetlerini korumakla birlikte, anti-kapitalist Müslümanlardan tutun da;
solcu, Alevi, Kürd, Türk, Ermeni herkes burada kendinden
bir şeyler, en azından bir parça “müzik” buluyor. Hemen
bitişiğindeki Beybûn Cafe’nin emekçileri ise “Bizim diğer
Kürdçe isimli demxanelerden farkımız sadece çayımızın
kalitesi” diyorlar. Bu esprili cevap aslında bir gerçeği de
ifade ediyor. Beybûn’un çayı henüz taze, açılalı daha iki ay
olmuş çünkü. Az ilerdeki Keskesor Demxane ise henüz bir
haftalık. Masa, sandalyeleri giriş kapısının renginde, her
şeyi sokağa ayrı bir canlılık vermiş. Keskesor emekçileri,
“Biz eski çayhane kültürünün devamıyız, biraz modernize
edilmiş, biraz çeşitlendirilmiş haliyiz“ diyorlar. Sokakta
bulunan her üç demxanenin ortak özelliği ise kaçak çay
ve olabildiğine özgür demokratik ortam. Her kesimden
muhalif basının yayınlarını masalarda görebiliyorsunuz.
Kimse kimseyi herhangi bir şeyinden dolayı eleştirmiyor.
“Demokratik cumhuriyet“ ilan etmişler sanki!
Sokakta kullanılan kürsüler plastik. Bu plastik kürsülerinde pratik bir faydası var tabi. Genelde polislerle, zabıtanın beraber yaptığı baskınlarda toplanması kolay. Sokakları
kullanmak için defalarca “işgaliye” bedeli ödemek isteseler
de olumlu cevap alamamışlar. Kiminin de vergi kaydı, kaymakamlık başvuruları vb Kürdçe yapılabilmişken, nedense
belediyenin verdiği açma ruhsatında engelle karşılaşmışlar.
Merkezi devlet kabullenirken, yerel yönetimler Kürdçe
isimden hoşnut olmamış anlaşılan.
Bu mekânların açılması, zamanlamasıyla ilgili bazı
açılardan ciddi kronik ve anakronik durumlar ihtiva ediyor.
Sosyal medyadaki Kürdleşme hızına, siyasetteki aktifleşmeye, demografik dağılımlara göre bu mekânların Kürdçe
isimlerle açılması sanki biraz yavaş ilerliyor. Kendini Kürdçe isimle dışa vurma, delege etme süreçleri Taksim bölgesi
için henüz çok taze. Ve son yıllarda yaşanan barış süreci ile
paralel kronolojik bir ilgisi var gibi görünüyor. Ama barış
süreci neredeyse bitmiş durumda ve sokakların ne hal alacağı belli değil. Bu da anakronik, zamanla uyumlu olmayan
bir hale işaret ediyor. Bakalım demxaneler açılmaya devam
edecek mi?
15
Kurtarılamayan
SENNUR BAYBUĞA
Yanı başında birlikte yıllarca
siyaset yaptığı, kimi yaşı kendisinden
büyük çoğunun eğitimi kendisinden
kat kat fazla insanların, gölgesinden
bile korkar hale gelerek, sokakların
bu korku üzerinden sindirildiği tek
adam mı yönetiyor bizi şimdi. Kürdistan coğrafyasında, ayna gibi tam ortada duran tescilli ve ‘aklanmış’ katliam
çetelerinin, karanlık yıkıntılı sokaklarda sinsice dolaştığı,
ışığın önüne bir uzun adamı atıp hepimizi onunla oyaladığı
ve ama bu oyalanma haline pek de hoşlanarak yine yarı
Akdeniz yarı Arap toplumuna has o bilimsellik ve gerçekte
olandan uzak duygusal ‘siyasamız’ nasıl bu hale geldi..
Dört aydır maaşlarını alamayan çoluğu çocuğu aç
kalmış maden işçilerinin, bırakalım güvenli şartlarda çalışıp
her yıl yüzlercesi ölmeden dikkatimizi bile çekmeyen
çalışma koşullarını değiştirmeyi, çocuğumuza ekmek alacak
paramızı verin diye kendini kapattıkları ve ölüm orucuna
yattıkları madenlerin kapısını, bizim yetiştirdiğimiz gençler,
devlet adına kapatmış, madencinin kendini kapattığı o deliğin çıkışını da devlet eliyle tedbirlemiş olduğu vicdanlar,
artık siyasal bilinç diyecek sınırı çoktan geçtim zira -neden
rahatı kaçmadan yaşayıp gidiyor bu ülkede. Küçük çocuklar
okullarında öğretmenlerinin tecavüzüne uğrarken, otobüse
binen gençlere muavinler tecavüze yeltenirken, devletin
silahını kullanan polis, asker artık kendi çocuklarının
annelerini sokaklarda kurşun yağmuruna tutarken, devletin
koruması altında sözüm ona cezaevlerine gönderilen
küçük erkek çocuklarına tecavüz edilip bunu haber yapan
bir iki vicdan sahibi gazeteci cezaevlerine konurken ve bu
mağdurların hiçbiri Kürd değilken, Kürdistan’da olan biten
hiçbir şeyin aslında hiçbirimiz tarafından bilinmediği bu
kanlı bıçaklı tecavüzler ülkesinde, sadece milli hamasetimizle açıklayamayacağımızın ortada olduğu bu ‘insanlık
dışı’ insanı yaratmayı nasıl başardık. Hamurla bir şeye şekil
vermeye çalışırsın şekil veremiyorsan ve zorlanıyorsan
yapacağın tek şey hamuru baştan yoğurup o şey ne ise yeni
baştan yapmaya başlamaktır, ne kadar uğraşırsan uğraş
yeni bir şekle girmez elinde berbat ettiğin şey.
Sabah alışveriş yapmak için yaşadığım adanın çarşısına
indim. Üçü 65 in üzerinde dört kadınla bir kahvede oturup
biraz çay ve kahve içtim ve konuşmalarına katıldım. Çoğu
doğma büyüme bu adalı, sosyal demokrat bir partide çalışan, emekli olmuş çocuklar büyütmüş, okutmuş tırnakları
ojeli elleri bakımla, yaşamış görmüş geçirmiş denen ablalar.
Eskinin adasını ve Rum arkadaşlarını anlatıyorlar, Eleniler,
Stellalar, Annalar, Hristolar havada uçuşuyor isimler ve güzel anılar. Sonra, Rum kızlarının ‘ahlaken’ ne kadar gevşek
olduğu, adanın aşağısındaki sokağın nasıl da o zamanlar
‘genelev’ gibi kullanıldığı anlatılmaya başlandı. Bir tanesinin kayınpederi adada memurmuş, karısı şehre iner, kocası
akşam ben de geleceğim der, akşam koca şehre inmeyince
kadın son vapurla adaya döner, huylanmıştır, kocasını adanın en tepesinde bulunan değirmende ‘Rum’ kadınla basar,
kadını çırılçıplak halde saçlarından tutarak taa aşağıya
çarşıya kadar sürükler ve teşhir eder. Böyle imiş, ben de
ee diyorum kocaya ne yapmış, hiçbir şey, neden, kadın onu
baştan çıkarmış. Ee diyorum karısına nikah sadakati borcu
olan kadın mıymış, kadının nikahı Rum kadınla mıymış, hayır diyorlar ama haklısın da diyorlar. E peki diyorum Rum
kadınları ve arkadaşlarınızı kovunca buralardan ya da onlar
gidince kurtuldu mu adanızın namusu, neredeyse öyle oldu
diyorlar. Sonra ülkenin başımızdakiler yüzünden ne kadar
bozulduğunu konuşmaya başlıyorlar, yağan yağmurda
her yanımı ıslatarak eve dönüyorum. Buralardan aslında
insanlığımızı kovduk biz diye düşünerek ama namusumuzu
kurtaramadık.
16
SİNEMA
BasHaber
SÖYLEŞİ
30 Mayıs
- 5 Haziran16
2016
Roza
İki nehrin ülkesi
S
içinde nasıl yer edindiğini de belgeselde
ortaya koymak istediklerini söyleyen Cebe,
uriye’de 2011 Mart’ında başlayan
belgeselin bu anlamda temel olarak üç halk;
muhalefet gösterilerinin Nisan’da ülke Kürdler, Araplar ve Süryaniler üzerinden
geneline yayılmasıyla başlayan Suriye
yürüdüğünü belirtiyor.
iç savaşı devam ediyor. Uzun süre Suriye’deki
Yönetmen, “Tek amaç Rojava devriminin
iç savaşa tepkisiz kalan Kürdler, 12 Temmuz
başarıya ulaşmasıydı. IŞİD saldırılarıyla
2012’de Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve
bu oluşturulan yapı boğmak isteniyordu.
Suriye Kürd Ulusal Konseyi’nin vardığı uzlaş- Bu nedenle birçok farklı kökenden halklar
ma sonrası kurulan YPG ile bu savaşa dâhil
birleşip bu yapıyı ayakta tutmak için kenetoldu. 19 Temmuz’da Serekaniye’yi, ertesi gün lendi” diyerek, belgeselde bu kenetlenmenin
Afrîn ve Derik’in kontrolünü ele alan Kürdler, altyapısı ve oluşturulan kurumsallaşmanın
özellikle 2014’te IŞİD’in Kobanê’ye saldırması ele alındığını söylüyor.
sonrasında dünya kamuoyunda IŞİD’e karşı
verilen mücadelenin sembolü haline geldi.
“Rojavalılar kendileri için savaşıyor”
Kürd kadınların IŞİD ile mücadelede aktif rol
Herkesin bataklık, cehennem olarak
almasıyla da ilgileri üzerine toplayan Kürdle- sunduğu Ortadoğu’da, Rojava’nın hala bir
rin Rojava direnişi, birçok belgeselin konusu umudun var olduğunu ortaya koyması, ekip
oldu. Özellikle yürütülen savaşın üzerinde
olarak belgeseli severek gerçekleştirmelerini
duran bu belgesellerin Rojava’daki devrimi
sağladığını söyleyen yönetmen, “Bu belgesel,
yeterince yansıtmadığını söyleyen “Roza: İki sıradan bir belgeselin ötesinde bir umudu,
nehrin ülkesi” belgeselinin yönetmeni Kutbir eşiği ortaya koyuyor. Rojava’yla ilgili
bettin Cebe, Rojava’daki toplumsal değişimi birçok belgesel çekildi ama hepsi Rojava’yı bir
ve dinamikleri yansıtmak için çekildiğini
kahramanlık öyküsü olarak resmetti” diyor.
söylediği Roza’yı BasHaber’e anlattı.
Birçok devlette IŞİD’e karşı “askerlerimiz
savaşıyor“ algısının yaratıldığını söyleyen
“Roza, ihtiyaçtan ve tepkiden doğdu”
Cebe, “Ancak Rojava’daki mesele bu değildi.
Rojava devriminin Kürdler için ayrı bir yere İnsanlar kendi toprakları ve umutları için
sahip olduğunu söyleyen Kürd Yönetmen
savaşıyorlar. Başka hiç kimse o halkların
Kutbettin Cebe, Roza belgeselini dünyanın
umurunda değil” diyor.
Rojava’ya bakış açısına karşı çektiğini ifade
etti. Cebe, dünya kamuoyunun Rojava’ya
“Yüzyılın önemli bir olayıydı”
popülist bir şekilde yaklaştığını ya da öyle ele
Dünyanın YPJ ile birlikte kadınların, silahlı
almak istediğini söylüyor. Kobanê direnişinin annelerin ve genç kızların devrimine şahit
Ortadoğu’ya bir esin kaynağı olduğunu ifade olduğunu ifade eden Cebe, “Rojava’daki YPJ
eden yönetmen, ancak daha çok konunun
direnişi bu anlamda yeni bir çığır açtı, çünkü
popülaritesiyle ilgilenildiği için savaşın
bu, yüzyılın önemli bir olayıydı” diyor. Belgeperde arkasında neyin inşa edildiğinin pek
selde kadın devrimine yeterince eğilmediklede takipçisi olunmadığını belirtiyor. Roza:
rini de ekleyen yönetmen, konuya özel olarak
İki nehrin ülkesi belgeselinin o yüzden hem eğilmek için ayrı bir çalışmanın gerektiğini
bir ihtiyaçtan hem de bir tepkiden ortaya
söyleyerek, belgeselin tamamına bakıldığınçıktığını söylüyor.
da önemli bir aktör oldukları için zaten yer
aldıklarının altını çiziyor.
Dilgeş Pîrsûsî
“Oradaki kenetlenmeyi
ortaya
koymak
istedik”
Birçok
etnik kökenden insanın
aynı amaç
etrafında nasıl birleştiği
ve bu yapı
“Roza bir gün doğumunun belgeseli”
Belgeselde yer alan görüntüler Cizîr
Kantonu’nda çekilmiş. Çekim döneminde
Cizîr ile Kobanê arasında geçiş olmadığı için
ekip, Haseke, Derik ve Kamişlo’da çekim yapabilmiş. Roza ismi ise Kürdçe’de gün doğdu,
gün doğumu anlamlarına geliyor. Yönetmen,
Dicle ve Fırat nehirleri arasında Rojava’nın
“yeni bir gün doğumunu” ifade ettiğini söylüyor. Kürdçe, Arapça ve Süryanice olmak üzere
üç dilde çekilen Roza’nın yapımını Rojava
Film Komünü üstlenmiş. Belgesel, Rojava’da
gerçekleşen devrimin sinematografik bir
okuması niteliğinde.
“Her geçişte bir iki fire veriyoruz”
Rojava’ya geçiş resmi kanallarla
mümkün olmadığı için kaçak yollarla
geçilmiş. Türkiye’nin geçişler konusundaki ambargosu, kitlesel geçişlerle
kırılmaya çalışılıyordu. Bunun kendisine
Afrika’da mevsimlik göç eden antilopların,
zebraların nehrin karşısına geçerken sürüden bazılarının timsahlara feda edilmesini
andırdığını söyleyen yönetmen, Türkiye’den
Rojava’ya geçerken 300’e yakın kaçakla birlikte geçtiklerini ve geçenlerin kendilerine her
geçtiklerinde “bir iki fire veriyoruz” dediklerini belirtiyor.
“Avrupa’dan yoğun ilgi var”
Dağıtım sorunları nedeniyle bağımsız sinemacıların festivallere mecbur bırakıldığını
belirten yönetmen, festivallerde de sansürlerle karşılaşıldığını ifade ederek, “Roboskî belgeselinin eser işletme belgesi bahane edilerek
Uluslararası Ankara Film Festivali programına alınmadığına şahit olduk. Festivallerin
cesur olması gerekiyor. Çünkü toplumsal
sorunları konu alan yapımları görmezden
gelerek o sorunları yok edemezsiniz” diyor.
Yurtdışındaki festivalleri önemsediklerini
söyleyen Cebe, gönderim sürecinde aldıkları tepkilerin olumlu olduğunu belirterek,
Avrupa’daki festivallerde yoğun bir ilgiyle
karşılaştıklarını ifade ediyor.
“Kürdistan suretlerin coğrafyası”
Cephede çekim yaparken bir savaşçının,
“Gel suretimizi çek, hepimiz suret olup
duvarlara asılacağız bir gün” dediğini aktaran
yönetmen, sinemanın bundan etkilenmemesinin mümkün olmadığını söyleyerek,
“Yaşadığımız coğrafyada sinema bunun dışına
çıkamıyor maalesef. Kürdistan coğrafyası
suretlerin coğrafyası. Her zaman elinde bir
fotoğraf bulunduran bir anaya tanık oluyoruz.
Her evin duvarını bir fotoğraf süslüyordur”
diyor.
“Kürd sineması biriktirdiği
acıları işliyor”
Sinemanın Kürdler için mücadelenin
başka bir alanı olduğunu ifade eden yönetmen, farklı temelden beslenen bir alt yapıya
sahip olduğu için Kürd sinemasının yurtdışında da yoğun ilgiyle karşılandığının altını
çiziyor. Son yıllarda Kürd sinemasının birçok
uluslararası platformda başarı elde ettiğini
söyleyen yönetmen, bunu Kürd sinemasının
iç dinamiğine, yüzyıllardır biriktirdiği acıları
işliyor olmasına bağlıyor ve bunun da bir
tercih değil, zorunluluktan kaynaklandığını
belirtiyor.

Benzer belgeler

26.01.2015

26.01.2015 Kürd - ABD işbirliğinin seçim yatırımından daha fazlası olduğu; ilk defa ABD’li siyasi bir temsilcisinin YPG ile ilgili görüşlerini direkt ifade etmiş olması farklı ve yeni boyut olarak değerlendir...

Detaylı