Marmaris`in MISTAN SOKAĞI

Transkript

Marmaris`in MISTAN SOKAĞI
Marmaris‘in
‗MISTAN SOKAĞI‘
ÖN SÖZ
Çağımızda, elektronik iletiĢim araç ve gereçlerinin
çoğalması günlük yaĢamı kolaylaĢtırsa da, burada
eskilerin deyiĢiyle ‗Silah icat oldu, mertlik bozuldu‘ gibi bir
atasözünü anımsamamak elde değil. Artık iletiĢimi
özellikle yazıĢmak yerine bilgisayar, cep telefonu, faks
gibi
elektronik
aygıtlarla
sağlıyoruz.
Mektupla,
tebrikleĢmeyle bize güzel yazma gayret ve becerisi de
sağlayan alıĢkanlıklarımız geçmiĢte kaldı. ġimdi onları
özenli, duygusal bir yaklaĢımla bir çok eski gelenek ve
göreneklerimizle tarihe gömüp, içimizde kalan bir
buruklukla sadece yad ediyoruz.
1974–1976 yılları arasında iki yıl Belçika-Brüksel
NATO Karargâhında daimi görevdeyken özel kullanmak
için ‗Triumph‘ marka ‗F‘ klavyeli bir daktilo almıĢtım.
Daktiloyu alıĢımın ilginç bir anısı var. Kısaca anlatayım:
Brüksel Türk Büyükelçiliğinde 30 Ağustos Zafer
Bayramı
yıldönümü
kutlamasına
eĢimle
birlikte
katılmıĢtım. Gündüz yapılan resmikabul töreninden
ayrıldıktan sonra bazı ihtiyaçlarımızı karĢılamak için
alıĢveriĢ merkezine gittik. Büyük bir mağazanın vitrininde
daktilolar sergilenmiĢti. Fiyatları da indirimliydi. Ġçeri girip
baktığımda gördüğüm bir daktilo ve markası dikkatimi
çekti. EĢim Gülsen‘e daktiloyu gösterip, marka adını
sevdiğimi, bu güne tam yakıĢtığını, zira markasının
Türkçe adının ‗Zafer‘ olduğunu, bunu alacağımı söyledim.
O da olumlu yanıt verince daktiloyu satın aldım.
1
37 yaĢındaki 'Zafer' (Triumph) adlı daktilom
Emekli olup Marmaris‘e döndükten sonra tüm
amatör gazete ve dergi yazılarımı hep bu daktiloyla
yazdım. Ne zaman 1990‘lı yılların baĢında bilgisayarı,
tabiri caizse ―kuyruğundan yakaladım‖, iĢte o zaman
benim sadık dostum, duygumu, düĢüncemi, Ģikâyetimi
paylaĢtığım bu ‗Zafer‘ marka daktilomun pabucu dama
atıldı. Ama ona karĢı bir kadirĢinaslık örneği de
sergilemedim değil. Daktilomu rahmetli Anamın bize
yaĢamında hediye ettiği ceviz çeyiz sandığının içine
koyarak dinlenmeye aldım.
Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla girerken
yazıĢmanın sadece resmi kurum ve kuruluĢlar arasında
kaldığını, ancak kitap yazmanın evrenselliği ve önemini
idrak edenlerin sayesinde eskisinden daha çok yazarımız
olduğuna da seviniyorum. Onların sayesinde güzel
romanlar, kültür yayınları, anılar, hikaye ve öyküler
okuyabiliyoruz. 1935 yılında Marmaris‘te Ġl Kültür
Müdürlüğünün açtığı okuma yazma kursuna katılarak
diploma alan rahmetli annem Bezmigül‘ün (Gülhanım)
gurbetteki oğluna (bana) kurĢun kalemle kendine özgü
okunaklı eğik el yazısıyla gönderdiği mektupları unutmam
mümkün değil. Bu gün değerini daha iyi anladığım o
2
mektupları saklayıp bir koleksiyon yapmadığıma
üzülürüm. Onun, yaĢadığım evin duvarına asılı 70 kusur
yaĢındaki diploması, ondan da yaĢlı evlenmeden önce
kendi elleriyle çeyiz olarak iĢlediği duvarda asılı duran
çerçeveli ‗ġahmeran‘ panosu ve bir çok güzel ve doğru
sözü, bize ve torunlarına anlattığı anekdotları ve
hikayeleriyle hep anıyor, yaĢatıyoruz…
Bezmigül Uysal‘ın ‗Ulus Okulları Sınav Belgesi‘ 28.3.1939
Marmaris
3
Annemin iĢlediği ‘ġahmeran’ panosu-1933
‗Söz uçar gider, yazı ebediyen kalır‘ demiĢ
yazmanın önemini bizzat yaĢayıp, hissedenler. BeĢ bin
yıl öncesinden bu güne çivi, kalem veya baĢka objelerle
taĢ, kaya, ağaç, kabuğu, papirüs veya hayvan derisi
(parĢömen) kâğıt üzerine yazılanlar olmasaydı insan
yaĢamı, inançlar bu günkü değerlere, evrenselliğe
ulaĢamazdı. Bilim ve sanat yazısız olabilir miydi? Buraya
Darwin‘in güzel bir sözünü sıkıĢtırmak istiyorum.
―Bilim ve sanat, bir kuĢun iki kanadı gibidir. Bu iki
kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.
Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk, önüne atılan bir avuç
yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının
farkında bile olmaz‖...
Yazmayı severim. Yazmak için okumak gerektir.
Yazmayı seven okumayı da sevecektir. 1954 yılında
baĢlayan gurbet yaĢamımda ailemle iletiĢimi önceleri
mektupla, yazıĢmayla sağlardım. Yazma alıĢkanlığımın
temeli böyle atıldı. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine
Astsubay olarak katıldıktan sonra da yazmayı devam
ettirdim. Astsubay Okulunda açılan ‗Öğretmenlik Kursu‘na
katıldım. Toplu izleyiciye hitabı ilk defa 10 Kasım 1956‘da
4
Yüce Atamızın aramızdan bedenen ayrılıĢının 18. yılında
o zaman Kara Harp Okulunun hemen yanındaki Zırhlı
Birlikler Okulunda yaptım. 1970-73 yılları arasında ‗KıĢ
ÇalıĢmaları‘ kapsamında Erzurum Kandilli‘deki Tugay‘ın
komutan, subay ve astsubaylarına ‗NATO ve VarĢova
Paktı Kuvvet Kıyaslamaları‘ ve ‗Dünyada Ġstihbaratın
Önemi‘ baĢlıklarını içeren konularda iki konferans
sundum. Yurt içi ve yurt dıĢı görevlerde kurmay üst rütbeli
komutan ve subaylarla çalıĢtım. 1968 yılında bir NATO
Tatbikatında Yunanistan‘ın Selanik Ģehrinde bir ay kaldım.
Yüce Atamızın doğduğu müzeye dönüĢen evi birkaç kere
ziyaret ettim. 1974 yılında Belçika Brüksel‘deki NATO
Karargâh‘ı Türk Askeri Temsil Heyeti BaĢkanlığında 2 yıl
‗Daimi Görev‘de bulundum. Burada görevli diğer Türk
Askeri personelle tüm sivil-asker NATO personeline bir
parti düzenledik. Ülkemizin önemli yiyecek ve içeceklerini,
hanımlarımızın giydiği folklorik giysilerimizi tanıttık. Tarihi,
kültürel ve doğal zenginliğimizi açıklamalı ‗slayt‘ gösterisi
yaparak katılımcıların büyük beğeni ve övgüsünü aldık.
1977 yılında kendi isteğimle emekli olup doğduğum,
büyüdüğüm Marmaris‘e dönünce hareketli bir yaĢamdan
sonra adeta denizden çıkmıĢ balığa dönmüĢtüm. Tam
yerleĢim ve intibakı sağladıktan sonra sivil toplum
örgütlerine üye oldum. Bunlardan birisi Marmaris Turizm
Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği oldu. Bu dernekte iki
dönem 4 yıl yönetim kurulu baĢkanlığı yaptım. Kültür ve
Turizm Bakanlığının her yıl sezon öncesi Nisan ayında
düzenlediği Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında
okullarda ülkemizi, kültürel ve tarihi mirası koruma ve
tanıtma amaçlı ‗slayt ‗gösterili sunumlar yaptım. Bunu,
yerel televizyonlarda turizm, kültür, tanıtım, milli anma
günleri ve bayramlarda panel, konferans gibi etkinliklerle
sürdürdüm. 1994-2000 yılları arasında iki dönem ‗Kamu
Yayarına ÇalıĢan Dernekler‘ statüsündeki Türkiye Emekli
Astsubaylar Derneği (TEMAD) Marmaris ġube BaĢkanlığı
yaptım. Meslek Ġçi Eğitim ve Kalifiye Eleman YetiĢtirme
(MEKSA)
proğramı
kapsamında
Marmaris
ve
5
çevresindeki komĢu ilçe ve beldelerde turizm ve tanıtım
derslerine öğretmen olarak katıldım.
Ġlk gazete yazım 1984 yılında yine Marmaris‘in ilk
gazetesi olan ‗YeĢil Marmaris‘te yayınlandı. Bu gazete
uzun ömürlü olamadı. Ardından, Marmaris Postası, Muğla
Hamle, Ġçmeler Haber, ÇağdaĢ Marmaris, Marmaris Life
gibi yayın organlarında yazdım. Konuk yazar olarak Muğla
Devrim, halen
‗Aktüel Marmaris‘ adlı Ġnternet
Gazetesi‘nde yazmaktayım.
Yukarıda adı geçen gazete ve dergilerde takriben
25 yıllık sürede yazdığım yazı sayısı iki bine yakındır.
En son, 2007 yılında kuruluĢu tamamlanan
Marmaris Kent Meclisinde bir dönem Yürütme Kurulu
üyeliğinde bulundum.
Neler yazdım? ‗Neler yazmadım ki‘ desem haklı
olurum. Yazılarımda genellikle Marmaris gündeminde
olan konuları irdeledim. Bu gün ‗keĢke yapmasaydık‘ veya
olgunlukla ‗hatalıyız‘ diyebildiğimiz birçok konuyu önceden
yazarak toplum ve yönetim organlarına yardımcı olmaya
çalıĢtım. HemĢerilerin Marmaris‘in çevresel ve alt yapı
sorunlarını azaltma ve çözmede dikkat ve ilgilerini
çekmeye gayret ettim. Bunlardan, çarpık yapılaĢma,
çevre ve Marmaris körfezinin korunması, turizm için
kalifiye eleman, turiste karĢı etik davranıĢ, kaliteli hizmet
konularıyla kültürel ve tarihi konular önde gelenlerdir.
Yazılarımın ne kadar dikkate alındığını bilemesem
de, ne yazık ki zamanın beni haklı çıkardığını gördüm.
Yakınlarımdan, arkadaĢlarımdan ―Sen boĢuna emek
harcıyorsun, yazıyı kim okuyor, balık baĢtan kokar‖ gibi
yanıtlar alsam da buna tepkim hep ―Marmaris için ne
yapsak azdır‖ demek oldu. Her ortamda gerçekleri
yazmaktan, söylemekten vazgeçmedim.
Zaman su gibi
Marmaris‘in dününü,
akıp geçiyor. Genç
tarihini,
folklorunu
6
kuĢağın
bilmesi,
öğrenmesi için yazılı kaynak veya eser sayısı maalesef
çok az.
Marmaris tarihi hakkında halen elimizde bulunan ilk
eser sayın K. Ekrem Uykucu‘ya ait olan ‗Marmaris Tarihi‘
adlı yapıttır. Bunu, Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bitirme tezi‘ olan
‗Marmaris Folkloru ve Edebiyatı‘ baĢlıklı kitabı takip eder.
Gönlümüzden geçen, Marmaris konusunda evlerimizdeki
aile kitaplıklarında, Ģehir kütüphanesinde daha fazla eser
bulunmasıdır.
Marmaris hakkında ilk tanıtım broĢürünü Türkçe ve
Ġngilizce olarak 1957 yılında kurulmuĢ ilk dernek olan
Turizm Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği BaĢkanlığım
döneminde 1989 yılında hazırladım. Bundan önceki
yıllarda da küçük tanıtım broĢürlerinin mutlaka yapılmıĢ
olduğunu düĢünüyorum
Kapsamlı bir Marmaris kitabı 1993 yılında Belediye
BaĢkanı merhum Ġsmet Karadinç döneminde Marmaris
Belediyesi Sanat ve Kültür DanıĢmanı, sanatçı ve
araĢtırmacı yazar, değerli insan sayın Kamil Dürüst
tarafından yazılıp belediye tarafından bastırılmıĢtır. Bunu,
Sayın Ali Acar‘ın Marmaris belediye baĢkanı olduğu 2004
yılında yine belediyemizin güzel ve zengin fotoğraflı bir
Marmaris albüm-kitabı takip etmiĢtir.
Yakın geçmiĢte, hemĢerilerimizden sayın Fatma
Çimen, Duran Ergül, M. Suat GülĢen, Rifat Kalakoğlu,
Nermin ġahin, Güzin ġahin, Oya Dirikcan‘ın tarih, öykü,
antoloji ve Ģiir içerikli kitapları yayınlandı. Sayın Umur
Özlüer, kendisinin sahibi olduğu, yazdığı dergi ve
gazetesinde, açtığı sergi ve birçok sanatsal etkinliklerde
hep Marmaris ve Ġçmeleri öne çıkarmaya gayret gösterdi.
Buna halen de devam ediyor. Muğla Gazeteciler Derneği
BaĢkanı gazeteci, araĢtırmacı yazar Sayın Ünal TürkeĢ
Marmaris‘i de içine alan, özellikle ‗KurtuluĢ SavaĢında
Muğla‘ adlı kitabıyla bölgemiz yakın tarihine ıĢık tutan
değerli hemĢerimizdir. Ġsmini anımsayamadığım veya
7
tanımak Ģansım olmayan ama Marmaris‘in yazın hayatına
katkıları olan tüm hemĢerilerimi buradan bir kez daha
kutluyor, teĢekkür ediyorum.
Marmarisli Ģair ve değerli mahalle ve ilkokul
arkadaĢım merhum Em. Hava Pilot Albay, Ģair Erdoğan
Çokduru‘yu da ayrı bir paragraf ve cümle içinde hasret ve
rahmetle anıyorum.
Değerli yazarların bazı kitaplarının yayınlanmasında
maddi ve manevi katkıda bulunan kurum ve kiĢilere de
ayrıca teĢekkür ediyorum.
2005 yılı Mayıs ayında Marmaris Belediyemizin
düzenlemiĢ olduğu ‗Bahar ve Gençlik ġenliği‘ dolayısıyla
‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ adlı küçük bir broĢür
hazırlamıĢtım. Belediyemiz bunu Kültür Yayınları
kapsamında bastırmıĢ ve dağıtmıĢtı. Bu yayının yöremizin
doğal güzelliğini ve önemini tanıtmada yardımcı olduğuna
inanıyorum. Zira düne kadar öne çıkmayan, aslında çok
önemli bir endemik (ender) tür olan Günlük (Sığla)
ağaçlarıyla da Marmaris öne çıkmalıydı. 2005 yılı Haziran
ayında ĠZ TV ve TRT-2 Ekibi benim de içinde olduğum
yerinde çekimler ve röportajlar yaparak bunları belgesel
olarak yayınladı. Bu yapıtın CD‘si yapılıp Marmaris
Belediyesi tarafından halka dağıtıldı. Marmaris Belediye
BaĢkanı ve belediye çalıĢanlarına broĢürün yayınında
gösterdikleri ilgi ve yardımları için teĢekkür ediyorum.
Belgesel nitelikteki bu yapıt TV‘lerde defalarca yayınlandı.
Bu yapıtın değerlendirmesinde ‗Genç ve ÇağdaĢ
Gazeteciler Ödülü‘ almıĢ olduğunu öğrendim. Anılan
yapıtta beni de izleyenler ―Sizi, Sığlanın Göz YaĢları adlı
belgeselde gördük‖ dediklerinde mutlu olduğumu
söylemeliyim...
Değerli okurlarım; Yazdığım bu kitabın adını
‗Marmaris‘in Mıstan Sokağı‘ koydum. Bu adın ne anlam
taĢıdığını geniĢ bir Ģekilde ve aynı baĢlık altında kitap
içeriğinde bulacaksınız.
8
Kitap iki bölümden oluĢuyor. Birinci bölümde,
Marmaris ve en yakınındaki beldelere kısa bir genel
bakıĢtan sonra gerçek, ama biraz da öyküleĢtirilmiĢ tarihi
olay ve anekdotlara yer verdim.
Ġkinci bölümde ise, yirmi beĢ yıldır yazdığım bazı
gazete yazılarımdan seçmeler bulacaksınız. Doğrusunu
söylemek gerekirse ―burada zorlanmadım‖ diyemem.
Yirmi beĢ yıl amatör olarak yazıp dosyaladıklarım
arasından konu ve yazı seçmek kolay olmadı. Umarım,
siz değerli hemĢeriler ve okurlarım ‗Marmaris‘in Mıstan
Sokağı‘nı sabırla okursunuz. Bulduğum, duyduğum
cesaret,, inanç ve tesellimin kaynağı sehven eksik veya
yanlıĢ olabilecek her hangi bir konuda göstereceğiniz
hoĢgörüde saklıdır.
Marmaris‘in Mıstan Sokağı adlı bu yapıtın kültür
yayınları kapsamına alınarak basım ve dağıtımını
sağlayan Marmaris Belediye Belediye BaĢkanı Sayın Ali
Acar‘a, Belediye çalıĢanlarına yteĢekkür ediyorum. Ayrıca
kitabın yayına hazırlanmasında yardımcı olan kızım ve
damadım ġule ve Hayrettin Aktepe‘lere, fotoğraf ve
konuların diziliĢinde yardımı olan değerli kardeĢim Sayın
Ġlhan Barlas ile gazeteci Yılmaz Yeter‘e teĢekkür
ediyorum.
Marmaris Ticaret Odamızın normal çalıĢmaları içine
kültür ve sanatı da katmakta olduğunu görmekten büyük
mutluluk duyuyorum. Anılan kurum en son ‗Amos‘ antik
yerleĢim yerinde yapmıĢ olduğu tasarım, düzenleme ve
burayı ziyarete açma giriĢimi ile Marmaris ve yöresine
turizm, kültür ve tanıtım adına çok yararlı katkıda bulundu.
Mart 2011 ayı içerisinde güzel bir baĢvuru kitabı olan
‗Karya‘dan Cumhuriyet‘e‘ adlı eser Sayın Eylem Miray
Apak, Mukbil Gülkokan ve Selçuk Soytürk tarafından
yazılarak bu güzide kurum tarafından yayınlandı. BaĢvuru
ve kaynak niteliğindeki kitapta ‗Marmaris Tarihi, Milli
Mücadelede Marmaris ve Marmaris ġer‘iyye Sicilleri ve
Sosyo Ekonomik Hayat‘ gibi ilginç tarihi konular yer alıyor.
9
Adı geçen yazarları ve kitabın yayınında yardımcı olanları
kutluyorum.
Bir kez daha doğup, halen yaĢamakta olduğum ve
bundan gurur, mutluluk duyduğum Marmaris adına
yüksek sesle ―HER ġEY AMA GÜZEL OLAN HER ġEY
MARMARĠS ĠÇĠN‖ diyor, tüm hemĢeri ve okurlarıma
saygı ve sevgi sunuyorum.
Biraz uzayan önsözümü Marmaris sevdalısı,
asker, pilot ve Ģair merhum Erdoğan Çokduru‘nun
‗Marmaris‘im‘ adlı Ģiiriyle sonlandırıp sizi ‗Marmaris‘in
Mıstan
Sokağı‘nı
okumaya
davet
ediyorum.
Saygılarımla…
Erol
Uysal
Ülkesel Turist Rehberi
05 Nisan 2011-Marmaris
10
MARMARĠS‘ĠM
Bir gece düĢ içinde sabırsız sana geldim, .
Sen gene eski sen, resmin gene eski resim.
Marmaris, Marmaris, Marmaris‘im.
Ġspirto kokusu var havada,
Sağ sağa yaslan, sol sola yalpa.
SarhoĢlar ünleĢir çıkmazlarında,
Yok birine kızasım,
Ben onlara, onlar da bana kızsın.
Marmaris, Marmaris, Marmaris‘im.
Gene coĢmuĢ Kocapınar,
ġırıl Ģırıl ıĢıldar.
Aptes alınır ezan vakti,
Yalağında ıslanmıĢ karpuzlar,
KazınmıĢ kabuklarına isim.
Marmaris, Marmaris, Marmaris‘im.
Sünger dönüĢü kordonda dalgıç karıları,
DöĢlerinde beĢibiyerdeler.
Çiğinlerinde çocukları,
Çıkmadı mı motordan kocaları,
Dizlerinde yumrukları çığlıkları,
Günlerce sürer ağıtları..
Sen de vurgun yemiĢsin belden yukarı.
Bir gece düĢten uyanıp,
Kan ter içinde sana geldim.
Sen ne eski sen,
Resmin ne eski resim,
Hav ar yu‘sun Marmaris‘im.
Erdoğan
1937-1999
11
Çokduru
Bir resim sergisinde Marmaris Bel. BĢk. Sayın Ali Acar, yazar Erol
Uysal ve sanatseverlerle
12
ĠÇĠNDEKĠLER
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ
ANEKDOTLAR
TARĠHĠ
OLAYLAR
VE
Sahife
Marmaris ve yakın Çevre Beldelere kısa bir bakıĢ
DevedaĢı ve Mediha
Menzilhane ve Bulamaç
Sarı Ana ve Kanuni
Marmaris Limanı ve Ünlü Ziyaretçileri
ġanlı Yavuz ve Köpek Balığı
Marmaris Bombalanıyor
Mıstan Sokağı
Kaçıka Mustafa
Marmaris‘in Günlük Ağaçları
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER
NATO ve Anımsattıkları
Noel ve Mersin Ağacı
Marmaris‘in Ayyıldızları
Bir Lütfü Küçük Vardı
Ağa Limanından Batık Hamama
Arka Sokaklar
Bir Kongre Gezisi ve Notlar
Kıssadan Hisse
13
DadaĢ Diyarı Erzurum
Ġncir ve Tuvalet
24 Kasım Öğretmenler Günü
Akdeniz ve Çevre
Ek Mendirek Projesine Hayır Diyorum
Echad Kalesi
Erol Uysal‘a Çocuklarından Bir sürpriz ve Yanıtı
KiĢi Sevmeye Gücün Var mı?
Bir Kültür Gezisi
Ölüler Altın Takmaz
Mitolojik Hikâyeler
AĢure Günü
Bir Dalyan Turu
Bir Oturumun Ardından
Bunları Biliyor muydunuz?
Ġlginç Birkaç Anı
Son Söz ve Bir ġiir
14
Doğudan batıya Mıstan Sokağı -2010
15
Erol Uysal
17 Eylül 1937‘de Marmaris‘in Tepe Mahallesi
‗Mıstan Sokağı‘nın deniz kıyısındaki taĢ yapılı evde
doğdu. Babası Hacı Ġbrahim oğlu Hüseyin Uysal
(Gözlüklü Hüseyin) annesi Kamil Atasoy (Kamil Ağa)
kızı Bezmigül (Gülhanım) idi. Ailenin üçü erkek bir
kız dört çocuğundan ilk ikincisi olan Erol Uysal Ġlk
ve Orta öğretimini Marmaris‘te yaptıktan sonra
Astsubay olmak için
Ankara‘da Zırhlı Birlikler
Okulunda okudu. Mezun olup Türk Silahlı
Kuvvetlerine katıldı. Yabancı dil kurslarına katılarak
Ġngilizce öğrendi. Erzurum-Kandilli ortaokulunda
öğretmen açığı olduğu için bir dönem Ġngilizce
derslere girdi. Yurdun değiĢik bölgelerindeki birlik ve
garnizonlarda (iki defa üçer yıl olmak üzere altı yıl
ġark Hizmeti‘nde ve iki yıl Belçika-Brüksel‘deki
NATO Karargahı ‗Türk Askeri Temsilciliği‘nde Daimi
Görevde bulundu. Üç defa yurt dıĢına giderek kurs,
eğitim, tatbikat ve tercümanlık gibi görevler yaptı.
1964 yılında Gülsen hanımla evlendi. Erkek ve kız
olmak üzere iki çocukları ve dört torunu var.
Oğlu Mustafa Kemal halen Türk Silahlı
Kuvvetlerinde Kurmay Albay rütbesinde, kızı ġule Aktepe
(Uysal) Ġzmir‘de Anadolu Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmenidir.
Erol Uysal 1977 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.
Serbest olarak Ülkesel Kokartlı Turist Rehberliği
yapmaktadır. Amatör olarak yerel gazetelerde 30 yıldır
yazı yazmakta, Marmaris ve çevresi üzerinde tarih, kültür
ve folklorik araĢtırma yapmaktadır. 2005 yılında
‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ adlı bir araĢtırması olan
kitapçığı
yayınlanmıĢtır.
16
Birinci Bölüm
ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ
ANEKDOTLAR
TARĠHĠ
OLAYLAR
VE
Marmaris ve Çevre Beldelere Kısa Bir BakıĢ:
Marmaris
Marmaris, ‗Neolitik‘ veya diğer adıyla ‗Cilalı TaĢ
(MÖ. 8000-5500) devirlerinden bu güne geçen takribi on
bin yıllık zaman içinde Akdeniz ve Ege Denizine, ‗Kral
Yolu‘ ve ‗Ġpek Yolu‘na açık kapıları olan, Anadolu
coğrafyasının Güneybatı köĢesinde adeta nadide bir
mücevherdir. Çok stratejik ve korunaklı bir limana sahip
olan Marmaris‘te 1936 yılında ilkokul öğretmenliği de
yapan Ferit Kayan bu cennetin özelliği, iklimi, halkı ve
kültüründen aĢırı derece etkilenmiĢ olmalı ki, kendi yazıp
bestelediği ‗Marmaris Gençlik MarĢı‘nın bir mısrasında,
‗Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz‘ diyerek Marmaris
ve Anadolu Coğrafyasında yaĢayan tüm kavimlerin
medeniyet düzeyi, kültür ve sanat eserlerini önemseyip
benimsemiĢ, onları bu günlere taĢımıĢtır.
Yazının icadıyla birlikte MÖ.3400‘lerde Karyalıların
bu bölgede yaĢamaya baĢladığını Homer, Heredot,
Diadoroso, Pliny, Strabo, Plutarch vb.antik devir
yazarlarının eserlerinden öğreniyoruz. Karya, Hitit, Ġyon,
Dor, Lidya, Pers, Ġskender ve Helen, Roma, Bizans,
Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinin idaresi
altında Marmaris küçük nüfusuyla köy ve nahiye
denilebilecek düzeydeyken Osmanlı Vilayeti olan Rodos‘a
bağlı bir kasaba idi. Muğla Vilayet olunca 1867‘de ilçe
oldu ve Muğla Ġline bağlandı.
17
Marmaris, Akdeniz‘e özgü iklimi, endemik olan
Günlük ağaçları, çam baĢta olmak üzere çeĢitli Akdeniz
bitki örtüsüne sahiptir. Barınaklı limanı, turkuvaz renkli
kıyıları, koyları, plajları ve çevresindeki zengin tarih, kültür
hazineleri ile ünlüdür. Akdeniz ve Ege‘deki adalara olan
yakınlığıyla antik çağlarda olduğu gibi bu gün de yatçılık
ve Mavi Tur, en büyüğünden en küçüğüne kadar yeni,
kaliteli ve temiz konaklama tesisleriyle yılda iki milyona
yakın yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapmaktadır.
Eğlenme ve dinlenme öncelikli olmak üzere bir gezgin için
aranan tarih, kültür, sanat, folklor, spor gibi tüm çeĢitliliğin
varlığı ve bunların sunulduğu Marmaris‘i görmek,
yaĢamak bir ayrıcalık olsa gerektir.
Marmaris‘in çevresinde antik çağlarda birer yerleĢim
birimi olarak Karya Federasyonuna bağlı yerleĢim yerleri
Ģimdi turistler için ilgi duyulan tarihi, kültürel ve folklorik
gezi yerleri oldu.
Marmaris merkez ve çevresinde
yabancı ve yerli tarihçi ve arkeologların yaptığı kazı ve
araĢtırmalarla gün ıĢığına çıkarılan eserler yerel ve ulusal
müzelerde sergilenmekte, ziyarete açık yerler turistler
tarafından gidilip görülebilmektedir.
Antik çağlarda Physkos, Mermerisos, Marmora,
Marmaras, Mermeris vb gibi adları olan Marmaris, 14.ve
15. yüzyılda Orta Anadolu‘da Moğol istilasından korkup
göç eden Türkmenlerden ‗Mamulas‘ obasının bölgeye
yerleĢmesiyle bu günkü ‗Marmaris‘ adını almıĢtır. Diğer bir
rivayete göre de, Kanuni Sultan Süleyman Rodos
Seferine giderken ihyasını istediği kaleyi sefer dönüĢü
gördüğünde küçük bulup, mimarına, ―Ya mimar bu kaleyi
azdır‖ demiĢ ve kasabanın adı ‗Mimar azdır‘
sözcüklerinden ‗Mimaraz‘, ‗Mimaras‘ olmuĢ, sonra da
bugünkü ‗Marmaris‘ e dönüĢmüĢtür. Yine baĢka bir
rivayete göre de; Kanuni Rodos dönüĢünde mimarın
kaleyi küçük inĢa etmiĢ olmasına kızıp yöneticiye ―Mimarı
As‖ emrini vermiĢ ve bu sözcük değiĢik söylemlerle bu
günkü ‗Marmaris‘ adına dönüĢmüĢtür.
18
Yukarıda değindiğimiz üzere, Marmaris çevresi
tarihi ve kültürel çeĢitliliğin yanında doğal ve endemik
ağaç türüne ve çeĢitli Akdeniz bitki örtüsüne,(flora)
hayvan (fauna) arı, kovan ve bal zenginliğine sahiptir.
ġehir merkezinde bir ortaçağ kalesi ve içerisinde yöreden
getirilmiĢ eserlerin sergilendiği bir müzeyle kervansaray,
cami, türbe ve ‗Eyilik TaĢı‘ mezar ve açık tarihi park alanı
gibi ziyaret yerleri vardır.
ġehrin ilk kuruluĢ yeri kuzeyde Asarlık Tepe
üzerindedir. Burada Ģehir antik Ģehir surları mezar ve
diğer Ģehir kalıntılar halen görülmekte olup, taĢınabilen
küçük objeler müzelerde sergilenmektedir. Marmaris ve
çevresinde sistemli bir arkeolojik kazı yapılmadığı için
bazı antik çağ tarihine ıĢık tutacak kitabe, yazıt, heykel
gibi eserlerin toprak altında olduğu sanılmaktadır. En son
Marmaris güneyindeki Cennet Adası‘nda bulunan bir
mağaranın yüz binlerce yıl öncesinin yaĢam izlerini
taĢıdığı, buranın bilimsel yönden araĢtırılması ve
kazısının yapılması gerekmektedir.
Marmaris‘in, deniz hava ve karadan her türlü ticaret
ve turizme açık giriĢ kapıları vardır.
Denizde, yatçılık, yerli yapım tekneler (Gulet) ve
fiber yatlarla yapılan ‗Mavi Yolculuk‘ (Blue Voyage) yöreye
büyük bir turizm girdisi sağlamaktadır. Marmaris‘ten
Rodos‘a deniz otobüsleriyle her gün turist ve yolcu
taĢımacılığı yapılmakta olup Rodos ve diğer Yunan
adaları mavi turlar için belirli ve değiĢik rotalar olmaktadır.
Marmaris‘in merkez belediyesi olarak hemen
yakınında üç belde belediye kuruluĢu da vardır. Bunlara
da kısaca tarihi ve doğal özellikleriyle kendi baĢlıkları
altında burada yer verelim.
Takdir edilir ki, bu kitap ‗Ön söz‘ de belirtildiği gibi
bir ‗Marmaris Tarihi‘ değildir. Bir ziyaretçinin bölgeyi iyi
tanıması için daha çok bilgi ve sorulara yanıt aramada
19
mutlaka bir rehbere, yöreye ait kitap veya broĢüre gerek
duyulacaktır.
Armutalan
Armutalan, Marmaris Merkez Belediye‘ye bağlı bir
köy iken 1987 yılında belediye olmuĢ, nüfusu on binin
üzerindedir. Marmaris‘e sadece 3 km. uzaklıkta olan
belde yüksekçe bir teras üzerine konuĢlandığından
hemen kuzey batısındaki dağ eteklerinden veya
Marmaris-Datça karayolunun panorama yerlerinden
masmavi Marmaris Körfeziyle gerisinde Marmaris ve
Armutalan Ovaları görülmeye, fotoğraf çekmeye değerdir.
Armutalan Ovası Kanuni Sultan Süleyman‘ın (16.yüzyıl)
Rodos Seferi sırasında yüz bin kiĢilik ordusuna
konaklama yeri (ordugâh) olmuĢtur. Bu alanda her yer
armut ağaçlarıyla bezenmiĢ olduğundan ordunun
konaklamasında özellikle yaz sıcağında askerlerin
güneĢten korunması için bu ağaçların gölgesi ve
çevresinden yararlanılmıĢtır. Osmanlı Ordusu buranın
adını ‗Armut Alanı‘ koymuĢ, Cumhuriyet Döneminde ise
‗Armutalan Köyü‘ olarak isimlendirilmiĢtir. Bu yaĢam
yerinin ağaçlarını ve köy adını ebediyen yaĢatmak için
1987 yılında Belde ve Belediye kuruluĢuna geçen
Armutalan, yerel yönetim olarak her dikim mevsiminde
özel fidanlığında armut ağacı bulundurmakta, burada
yaĢayan belde sakinlerine bahçelerine fidan dikmeyi
önermektedir.
Ġçmeler
Ege denizi ve Akdeniz‘in tam kesiĢme noktasında
bulunan Ġçmeler kasabasının eski adı ‗Gölenye‘olup köy
olarak küçük nüfuslu bir yerleĢim yeriydi. Ġngiliz tarihçi ve
yazar George Bean‘e göre Prof. Cook Gölenye‘de kutsal
bir alan ve tapınak bulunduğunu, bunun Eren dağındaki
sağlık yarı tanrıçası Hemithea‘ya ait olabileceğini,
bölgedeki araĢtırmalarda ise bazı mermer parçaları ve
sikkelerle, üzerlerinde kitabe ve simgeler olduğunu
20
yazmıĢtır. (Beyond The Meander- George Bean -19031977)
Eskiden köy olan ‗Gölenye‘ nin adı 1963 yılında
‗Ġçmeler‘ olarak değiĢtirildi. Zira burada koyun güney
kıyısında bir kaynaktan çıkan maden suyu içildiğinde
müshil etkisi yaratıyordu. Yıllarca, belki de antik çağlardan
beri ‗kür yeri‘ olarak ziyaret edilip, içilen bu Ģifalı su
ünlenince köye bu ad verildi. Bu kit6abın yazarı da 1945–
1955 yılları arasında ailesi ile birlikte buraya gelip Ģifalı
sudan içmiĢtir. ġimdi ise çevresindeki yapılaĢma ve nüfus
yoğunluğunun artmasıyla bu kaynak eski önemini yitirmiĢ,
ilgililerce yenilenerek ziyarete açık hale getirilmesi
düĢünülmektedir.
1987 yılında belde olup belediye kuruluĢuna
kavuĢan Ġçmeler Beldesinin nüfusu bugün 6 bin
civarındadır. Merkez Ġlçe olan Marmaris‘e uzaklığı ise
sadece 7 km.dir.
Akdeniz ikliminde yetiĢen ağaç ve makilerle örtülü
dağlarla çevrili Ġçmeler‘in Marmaris Körfezine açık ve
takriben 1 km. uzunluğunda ve 50 m..geniĢliğinde güzel
kumlu bir plajı vardır. Bu plaj ‗Mavi Bayrak‘ ödülü almıĢtır.
Plajın hemen arkasında konaklama, eğlenme ve alıĢveriĢ
merkezi vardır.
Bir yanı deniz, diğer yanı orman olan ve takriben 8
km. uzunluğundaki yaya yolu yürüyüĢ severler için güzel
bir seçenektir. Bu yolda yürüyenler kısa zamanda
Marmaris‘le kucaklaĢırlar. Eskiden Ġçmeler‘e (Gölenye) yol
yoktu. Marmarisliler buraya kayıklarla kürek çekerek veya
yaya yürüyerek giderler, Ģifalı kaynak suyundan içerek kür
alırlardı. Gölenye‘de yaĢayan rahmetli Osman Amca
omzunda taĢıdığı içinde mısır inciri (kaktüs) dolu
tenekeyle uzun adımlarıyla yaya olarak kumsalı takiben
kısa zamanda Marmaris‘e gelir, incirleri satıp köyüne geri
dönerdi. O zaman birbirlerine lakap takmayı çok seven
Marmarisliler bu hemĢerimize hemen ‗Tayyare Osman‘
adını takıverdiler. Bununla da kalmadılar, sokakta, yolda
21
uzun
adımlarla
hızlı
yürümekte
olan
birine
rastladıklarında, ―Ni le Tayyare Osman gibi nereye gidip
durun‖ derlerdi, Muhatabından da ―Nineyin gari be, höle
bi hava alan deye gendimi dıĢarı attıydım‖ yanıtını alırdı.
1950‘li yıllarda Ġçmeler- Osmaniye arasındaki dağlık
ve ormanlık alanda manganez madeni ve kireç ocağı
iĢletilirdi. Rezervlerin az olması nedeniyle Ģirket zarar
ettiğinden bu ocaklar 1960‘lı yıllarda kapanmıĢtı.
Beldibi
Beldibi, Marmaris‘in kuzeybatısında merkeze
takriben 5 km uzaklıkta bir köy iken 1999‘da belde oldu.
Beldibi, MÖ. 2 yüzyılda Rodos Birliğine bağlı kasaba
(Deme) bağlı bir yer olmamasına rağmen diğer yerleĢim
birimlerine dağlık bölgeden en kısa ve güvenli Ģekilde
ulaĢmak için geçit sağlardı. Beldibi, Kuzey Batısındaki
Gökbel mevkii ile Karadağ eteklerinde kurulmuĢ adeta
doğaya saklanmıĢ bir küçük yerleĢim yeridir. Üç yanı
dağlarla ve ormanla çevrili olmasından takma adı ‗Zümrüt
Yer‘ olmuĢtur. ‗Gökbel‘ çeĢmesinden su içmek, Marmaris
ve körfezi tepeden izlemek, ciğerlere bol oksijen
depolamak için ideal bir yerdir.
Eski Marmaris (Phskos) Ģehrinin limanı buradaymıĢ.
Limandan Ģehrin surlarına çıkan bir patika yol Ģehir
akropol‘üne çıkar. Antik Limana gelen malların
boĢaltılması ve bazı ürünlerin yüklenmesi burada
olurmuĢ.
ġehir mezarlığının bulunduğu yerde kazılar
sırasında bazı deniz kabukluları görülmüĢtür. Bu da bize
eski Physkos Ģehir limanının buraya kadar uzandığını
gösterir. Bu durumda, ‖Biz Marmarisliler birkaç yükselti
ve kayalık yerler dıĢında meydana gelen erozyonun
yaratmıĢ olduğu delta üzerinde inĢa edilmiĢ yapılarda
yaĢamakta olduğumuz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Olası
deprem veya depremleri düĢündüğümüzde gerçeğin
22
ürkütücü ve korkutucu yanını mutlaka dikkate almamız
gerekiyor.
Mondros AteĢ Kes AntlaĢmasının (30 Ekim 1918)
imzalanmasından sonra Marmaris‘te bulunan bir tabur
düzeyindeki askeri birlik silahlarını teslim etmeyip
Karadağ‘ın kuzey batı eteğine çekilmiĢ. Burası antik
çağlarda ‗Amnistos‘ olarak bilinen Ģimdiki ‗Altınsivrisi‘ nin
batı etekleridir. Taburun intikalinden sonra buraya
‗KıĢlacık‘ adı verilmiĢtir. Tabur Komutanı BinbaĢı Edip Bey
silah, teçhizat ve diğer malzemeyi ‗Muğla Kuvayı Milliye‘
TeĢkilatı‘na gizlice göndermiĢtir. (1) Bayır ile Karacasöğüt
köyleri arasında olan bu yere köyün yaĢlıları halen
‗KıĢlacık‘ derler.
Bize göre, Beldibi-Gökbel- Ovacık kara yolu
iyileĢtirilip trafiğe açılırsa, Gökova Körfezinin güney
kıyılarına ulaĢım kısa ve kolay olacak, Marmaris, Beldibi
ve çevresi turizm ve ulaĢım için yeni bir ulaĢım
seçeneğine kavuĢacaktır.
23
DEVEDAġI VE ‘MEDĠHA’
Genç arkadaĢlarımı bilemem ama bizim kura
rehberler takma adı ‗Halikarnas Balıkçısı‘ olan Cevat
ġakir Kabaağaçlı‘yı iyi tanırlar. Rehberlerin duayeni
Kabaağaçlı Oxford‘da ‗Yakın Çağlar Tarihi‘ eğitimi almıĢ,
dokuz yabancı dil bilen, onlarca roman, öykü yazan,
çeviren bir insandı. Anadolu ve Gökova sevdalısı, bize
kocaman, güçlü bir haykırıĢ gibi gelen ünlü
‗Merhaba‘sıyla yakından tanıdığım Balıkçı artık aramızda
değil. Onu, 13 Ekim 1973‘de kaybetmiĢtik. ġimdi çok
sevdiği Bodrum-Gümbet‘te gömülüdür. Ardında bıraktığı
eserler onu hep yaĢatıyor, bize kendini unutturmuyor.
Sevgili ġadan Gökovalı yapıtlarının birçoğunu derleyip,
düzenleyerek yayına vermekle çok büyük bir hizmette
bulundu. Kendisine buradan bir kez daha selam, sevgi
gönderiyor, teĢekkür ediyorum.
1960‘lı yılların sonuna doğru birkaç tura Balıkçı ile
birlikte çıkmanın onurunu yaĢayanlardanım. Bu değerli
insanı ölümünün 38.yılında rahmet ve sevgiyle anıyorum.
ArkadaĢımız ġadan Gökovalı, Balıkçı‘nın ‗Merhaba
Anadolu‘ adlı eserinde bakın ne güzel bir benzetme
yapmıĢ. Balıkçıyı cennete götürmüĢler, ―Hani, nerede
Gökova demiĢ.‖ Gökova, ne de olsa Marmaris‘in arka
bahçesi sayılır. Biz Marmarisliler de bu güzel cennet
parçasında yaĢadığımıza göre öldükten sonra cennete de
gitsek garanti ―Nerede benim Marmaris‘im‖ deriz...
24
'Halikarnas Balıkçısı'
Kabaağaçlı 1890- 1973
Cevat
ġakir
Değerli Okurlar; Müzisyenler genellikle bir hane
geçiĢ taksimi yaptıktan sonra esas makamda karar
kılarlar. Ben de konuyu ‗DevedaĢı‘na getirmek için
adeta kısa bir peĢrev yaptığımın bilincindeyim.
Anımsayacak olursak geride kalan yıllarda Suudi
Arabistan‘daki ecdadımızın eseri olan ‗Echad Kalesi‘
yıkılmasın için yazılar yazdık, biraz yaygara bile
kopardık. Oysa burnumuzun dibindeki ‗DevedaĢı‘
kırılıp, üstüne beton dökülürken sadece seyretmiĢtik.
Bana öyle geliyor ki, DevedaĢı‘nda yaĢayıp, anıları
olanlar, diğer bir deyiĢle Ģimdi hayatta olmayanlar
cennette iseler mutlaka ‗Hani benim DevedaĢı‘m
deyip, burayı aramıĢlardır…
Bize mucize gibi görünen, hatta bir efsane tecelli
etti‘ diyebileceğimiz gerçek bir olaya kısaca değinmek
istiyorum.
25
‗DevedaĢı‘ında devamlı denizi gözeten, denizden
adeta sevdiği huri veya periyi bekleyen bir kız yaĢardı.
Kızın adı ‗Mediha‘ idi. Mitolojik öykülerde adları geçen ve
su perileri ‗Siren‘ler, ‗Harpi‘ler ve de ‗Nereid‘ler olarak
bilinen yaratıklar büyülemiĢti sanki Mediha‘yı. Sevdiğinin
veya çocuğunun gelmesini beklerdi bu kız DevedaĢ‘ında.
Biliyoruz ki anılan bu mitolojik yaratıklar özellikle Ege ve
Akdeniz sularında yaĢarlar, hatta bunların kabartmalarını
Xanthos-Kınık‘ta pilye mezarların (Likyalılara özgü mimari
yapıtlar) frizlerinde görürüz. Ancak, 1840 ve 1950‘li
yıllarda Sir Charles Fellow, Charles Newton adlı Ġngiliz
seyyahlar bunları ‗HMS/ Bezcon‘ adlı savaĢ gemisiyle
Londra‘daki British Museum‘a taĢımıĢlar, bize de alçıdan
yapılmıĢ kopyalarını bırakmıĢlardır...
Marmarisliler DevedaĢı‘nı sahiplenmeyince adı
çocukluğumuzda ‗Deli‘ye çıkan Maliyeci Nuri Efendinin
genç kızı Mediha buna itiraz etmiĢ olmalı ki, manevi
dünyasından toparlanıp bir deniz kızı (Mermaid) kılığında
geri dönüp beyaz bir mermer heykel olarak dikildi
‗DevedaĢ‘ının tam üstüne. Buradaki heykele sadece
‗denizkızı heykeli‘ deyip geçerek bakmayalım. O heykel
Mediha‘‘nın ta kendisidir. Yoksa baĢka yer mi yoktu
Marmaris‘te heykel dikilecek…
Mediha da böylece bir efsane oldu Marmaris‘e.
Tıpkı, Sarı Ana, Yakup Baba, Göççü Dede, Murat ve
Osman KardeĢler gibi…
26
Deniz Kızı Mermaid
‗DevedaĢı‘ çocukluğumuzun denize çivileme veya
baĢ üstü atlama taĢları, bir tür tramplenleriydi. Kama veya
piramit Ģeklinde olanına ‗Kılıç‘ derdik. Buradan
ağabeylerimiz atlardı. Biz ‗Leblebi‘ ile ‗Topan DaĢ‘ı
yeğlerdik. Biraz daha büyüyünce ‗Kılıç‘tan atlamaya
baĢladık. Bu kayalar Marmaris körfezinin bir tür niĢan
taĢları, simgeleriydi. Amatör balıkçılar sandallarıyla
avlandıkları yeri tayin ve tespit etmek için bu kayalardan
kerteriz alırlardı. Bunlardan birisinin uzaktan bakınca
27
deveye benzemesi yüzünden buraya ‗DevedaĢı‘ denilmiĢ
olsa gerektir. Akdeniz ve Ege‘de aynı adla bilinen
kayalıklar da vardır. Batıdan esen sert karayel burada
kırılır, sandal sefaları ‗Kısayalı‘ mevkiinde, yani bu
kayaların doğusundaki Yat Limanı (Marina) bölgesinde
olurdu. Karayel kaldığında DevedaĢı‘ndan batıya kürek
çekilir, bu günkü halk plajı yani ‗Uzun Yalı‘ mehtaplı
günlerde kayıklarla volta atılan uzun bir etap olur,
‗Pamucak‘ mevkiindeki ‗Turban Tatil Köyü‘ne kadar
uzanırdı.
Üstte DevedaĢı – 1980
28
YaĢamlarında yüzleri hep DevedaĢı'na dönük olan
yüzücü ve kürekçiler Marmaris Belediyesinin verdiği
ödülleriyle- 1 Temmuz 2005 (Ön sırada soldan ikinci Halil
Uygun vefat etti.)
DevedaĢı‘ nın eski sakinlerinin çoğu birer ikiĢer
maddi yaĢamlarından manevi aleme göçüp gittiler. Bugün,
DevedaĢı‘ nın sanal olarak bulunduğu noktaya oturup
yüzümüzü Cennet Adasına dönersek önce sağ ve sonra
sol tarafta kıyıda evleri olanlar sanki birden ayağa kalkıp
―Biz buradayız‖ diyecekler gibi gelir bana...
DevedaĢı‘nın önce yüzleri güney ve güney batıya,
sonra da güney ve güneydoğu‘ya bakan çoğunun hayatta
olmadığı sakinlerini saygıyla anarak lakaplarıyla okurlara
tanıtmak istiyorum.
Marmaris Kalesinin hemen batı eteklerindeki
evlerde yaĢayanlar: Nuri Efendiler, Tenten Hüseyin, ĠbiĢin
Ebe Hayriye, Tokalar, Kabakçılar, Süleyman Efendi,
Hamal Memet, Cevoğlanın Ali, Ġsmail Kargın, Selçuk,
ġükrü Kaptan, Kıymıkçı Kamil (Kamil Ağa), Tokalaç‘ın
Hamdi, ġevket Efendi, Yeni Ali, Çıkrıkçı Mustafa, Adil
Öner, HaĢmet Memet ve aileleridir.
29
Marmaris
Kalesinin
güney
ve
güneydoğu
eteklerinde, DevedaĢ‘ının doğusundakileri anımsayacak
olursak onları
‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri olarak
tanımlayabiliriz. Rum korsan Andon Civoni‘yi etkisiz hale
getiren Zeybek RaĢit kaptan, Çıkıkçı Kemal, ĠbiĢin Hasan
ve Mehmetler, Ali Usta, Ramazan‘ın Ömer, Tokalaç‘ın
Ahmet, oğlu Ali, Memet Kocayiğit, Pantazın YaĢar,
Havanın Hayriye, oğlu Hasan Bey, Apti oğlu Hüseyin,
oğlu Koca Apti, KeleĢin Güllü (Halk doktoru) Baharlılar,
Yorgancı Hayriye, Bacaksızlar, Pampik Duran, Turunçlu
Mustafa, Dıngilinin Hasan, Adalı HurĢit, Tahta Kıranlar,
Halil Bey, Ġsmet Gökmen, AltındiĢ Mustafa, Ekincikli
Mustafa, Yörükoğlu Mustafa, Hacı Ġbrahim ve oğlu
gözlüklü Hüseyin (Yazarın babası), Kaçıka Mustafa,
Mıstanoğlu Hüseyin, oğlu Hasan, Ali oğlu Memet, Salih
Usta, Marangoz Apti Yüce ve aileleridir....
Değerli Okurlar; Bu kitabı yazmaya karar vermeden
önce eskiden veya halen DevedaĢı‘nının yakınında
ikamet eden bazı hemĢerilere ziyaretlerde bulunmuĢtum.
Bunlardan en yaĢlısı ‗Tenten Hüseyin‘ lakaplı Hüseyin
Tekin ağabeyimdir. Kendisiyle söyleĢi yaptığımda yaĢı 96
idi. (Hüseyin Tekin Nisan 2010‘da vefat etti) YaĢamının
büyük çoğunluğunu sünger avcısı olarak geçirmiĢ. Vurgun
yemiĢ, ama yine dalmaya devam etmiĢ. Ayaklarından
engelli olduğu halde tekerlekli sandalyesiyle Marmaris‘ in
cadde ve sokaklarında dolaĢırken ona sık rastlardık.
Sağlığı
ve
aklı
yerindeydi.
MüthiĢ
Atatürkçü,
Cumhuriyetimizin kuruluĢunun 86.yılında tören alanına
gelip Ata‘ya saygı duruĢunda bulunmak istiyordu.
Cumhuriyet kurulduğunda 9 yaĢındaymıĢ. Cumhuriyetin
kuruluĢunun 10. yılında Marmaris‘in ilk anıtı olan ‗Atatürk
Büstü‘nün açılıĢında bütün Marmarislilerle birlikte 10.yıl
MarĢını söylemiĢ. Kendisine neden ‗Ten Ten ‘lakabının
takıldığını sorduğumda, ―Hızlı yürüdüğüm, tez canlı ve
hareketli oluĢumdan‘ dedi.
Atatürk ile ilgili aĢağıya
aldığım bir anısını da benimle paylaĢtı.
30
―Atatürk 23-24 ġubat 1935‘de ‗Ege‘ adlı gemiyle
Marmaris limanına ikinci defa geldiğinde ben de Bedir
Adası önünde sandalda balık avlıyordum. Ġri mercanlar
tutmuĢtum.
Sandalın
gemiye yaklaĢmasına
izin
vermediler. Uzaktan Atatürk‘ü geminin güvertesinde
Ģezlonkta güneĢlenirken gördüm. Rahatsız olduğu
söyleniyordu. Ġçimden, Ata‘ya bu taze mercanlardan
versem de piĢirtip yese biĢiciği kalmazdı dedim ama
olmadı. O‘nu daha çok arayacağız‖ dedi.
Yazar E.Uysal Hüseyin Tekin’le Temmuz 2009
DevedaĢı‘nın her iki yanında yaĢayan burada
isimlerini anımsayabildiğim hemĢerilerden Ali Usta
Galiçya gazisi, Apti oğlu Hüseyin Ģehit, Zeybek RaĢit
Çanakkale ve Ġstiklal SavaĢı Gazisi, Gaçıka Mustafa gazi,
Cevolan‘ın Ali gazi, Koca Apti ‗1946 Ġstanbul Türkiye
Kürek ġampiyonası‘nda birincilik ödülü alanlar içinde olan
hemĢerilerimizdir. Burada adları geçenler, geçmeyenler,
ama yüzü hep ‗DevedaĢı‘na dönük olan Marmarisliler
turizm, ticaret, tarım, arıcılık ve bal, balıkçılık, süngercilik
sektörlerinde çalıĢıp Marmaris ve ülke ekonomisine
31
katkıları olan değerli büyüklerimizdir. Onların hepsine
Allahtan rahmet diliyor, sevgi, saygı sunuyoruz.
Tepe Mahallesinin ‗Mıstan‘ sokağında halen bir
ozan yaĢar. Bu komĢumuz bal üreticisi Yörükoğlu
Mustafa‘dır. Onu, keyfi, sağlığı yerinde olduğu zaman
evinin önündeki koltukta eĢi Güler hanımla oturur görürüz.
Bazen eline aldığı sazı çalar, bazen de kavalını üfler,
arada bir de kendi yazdığı Ģiirlerini söyler. Bunlardan
sadece birini aĢağıya aldım. EĢi Güler Hanım her yıl bal
kesimi sezonunda Mıstan Sokağındaki mütevazı evlerinin
önünde ateĢ yakarak kazanda karpuz kabuğu veya
kabaktan bal ile kaynatıp piĢirdiği pestilden (bestel) sokak
sakinlerine ve buradan geçenlere dağıtır. Bu gelenek
Mıstan Sokağında yıllardır yaĢamakta, yaĢatılmaktadır.
ĠĢte Yörük Oğlu Mustafa‘nın bir Ģiirinden birkaç mısra:
32
O BENĠM ĠġTE
Karanlık gecede bir yıldız koparsa,
Gökyüzünden yanarak düĢerse,
Batı Akdenizlere bütün denizler kaynarsa fırtınadan,
Denizde çırpınan bir balık görürsen,
O benim iĢte.
Yakıcı poyraz eserse kuzeyden,
Yalnız yakamıyorsa sevdiği yeri,
Bir kara duman sararsa çevreyi,
Dumanın içinde çırpınan bir kuĢ görürsen
O benim iĢte...
Yörükoğlu Mustafa, elinde sazıyla (Arka
planda Mıstan Sokağ)
Değerli okurlar; Bu dünyadan göç edenleri hep
saygıyla, sevgiyle anarız da, yaĢarlarken güzel duygu ve
düĢüncelerimizi açığa vurmayız. ġimdi albümlerdeki
resimlere baktığımızda Marmaris tarihine adlarını yazdırıp
maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçenler çoğunluğu
teĢkil ediyorlar. ġimdi onlara rahmet dilemekten baĢka
yapacağımız ne olabilir ki...
33
MENZĠLHANE VE BULAMAÇ
Marmaris Kalesine çıkan yokuĢun sağında ‗Hafsa
Sultan Kervansaray‘ı veya ‗Menzilhane‘ adlarıyla bilinen
iki katlı ve kemerli dikdörtgen bir yapı vardır. Kuzey
yönündeki meydana açık tonoz kemerli ana kapının
hemen üzerindeki Osmanlıca yazılmıĢ kitabede, ‗Bu
menzilhaneyi Sultan Selim Han‘ın oğlu Karalar ve
Denizler Sultanı, Arap ve Acem Krallarının Efendisi Sultan
Süleyman Han 1545 yılında yaptırmıĢtır‘ yazılıdır. Bu
günkü görüntüsünden çok daha görkemli ve kapsamlı
iĢlev görmesi için düĢünülerek yapılmıĢ kervansaray‘ın alt
katında hamam, tuvalet, mutfak, berber, nalbant, idareci
ve depo olarak kullanılan 8 odasının olduğu biliniyor. Üst
kat tamamen konaklamaya ayrılmıĢ. Kervansaray, Birinci
Cihan SavaĢında Marmaris‘in Fransız donanması
tarafından bombalanması sonucu yıkılmıĢ. Cumhuriyet
döneminde yapılan onarım ve tadilatlarla tek kat olarak
odalara bölünerek iĢ yeri, kahve, bar olarak iĢletilmektedir.
Anadolu‘da ‗Ġpek‘ ve ‗Kral Yolu‘ olarak bilinen ana ulaĢım
yolundaki kervansarayların küçük bir benzeri olan
Marmaris ‗Hafsa Sultan Kervansarayı‘ bir vakıf eser
olarak Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılacak bir
çalıĢmayla eski kimliğine kavuĢturulmayı beklemektedir.
34
Bu yapıtın inĢa edildiği 16. yüzyılda altından gizli bir
tünelin kalenin içine kadar uzandığı rivayet edilir.
Marmaris Kalesinin 1980–90 yılları arasında yapılan
restorasyon çalıĢmasında böyle bir yer altı yolunun olup
olmadığına dair görüĢ belirtilmemiĢtir. Benim ve benden
önceki daha yaĢlı kuĢağın bildiği bir Ģey varsa, o da
burada odunla ısıtmalı Marmaris Ģehir hamamı olduğu, bir
dönem kapalı sinema salonu olarak kullanıldığıdır. Henüz
iki veya üç yaĢlarımdayken annemin beni de alıp bu
hamama yıkanmaya getirdiğini iyi anımsarım.
‗Hafsa Sultan Kervansaray‘ının bir vakıf eser olduğu
aĢikârdır. HemĢerimiz sayın Levent Seral‘ın
bir
araĢtırmasına göre (1) anılan kervansaray önce 1360
yılında MenteĢe soyundan gelen Ahmet Gazi tarafından
yaptırılmıĢ, Kanuni Sultan Süleyman zamanında validesi
AyĢe Hafsa Sultan‘a ‗paĢmak‘lık olarak temlik edilip,
burayı vakfiye haline getirerek gelirini hayır iĢlerine
hasrettiği kaydedilmiĢtir.
Marmaris Kalesinin hemen kuzey batısında tonoz
kemerli ana giriĢ kapısı meydana açıktır. Burası
çocukluğumuzda erkek düğünlerin yapıldığı yerdi.
Cumartesi günü kız ve erkek tarafının yaptığı kına
akĢamlarından sonra büyük düğün Pazar günü burada
35
yapılırdı. Öğleden sonra baĢlayıp gün batımına kadar
devam eden düğün katılanlarla beraber kız evinden
gelinin alınıp oğlan evine getirilmesiyle sona ererdi. Erkek
düğünü gelini evinden almadan önce burada olur, kadınlar
çevre evlerden izlerlerdi. Düğün düzeni önceden sağlanır,
masalar, sandalyeler kahvelerden temin edilerek bu
meydana getirilir, düğün düzeni kurulurdu. Masaların
üzerine soğuk zeytinyağlı mezelerden fasulye piyazı,
ciğer sote, tuzlu balık, salata, peynir gibi soğuk mezeler
önceden konur, bunlarla birkaç yudum içki içildikten sonra
sıcak yemek olarak etli nohut, haĢlama et, keĢkek servisi
yapılırdı.
Erol Uysal bir meydan düğününde (soldan ikinci)1957
Erkek
düğünlerinde
‗Topal
Galip‘
kadın
düğünlerinde ‗Zela‘ (Zeliha Teyze) birer ikiĢer davetlileri
oyuna davet ederdi. Özellikle erkek düğünlerinde oyuna
kaldırma görevi yapan ‗Topal Galip‘ kendisi fazla içmez,
düğünün olgun, kavgasız gürültüsüz yapılması için otoriter
bir yönetici tavrı içinde olur, davetli erkekleri sırasıyla
oyuna kaldırırdı. Kafayı erken bulan genç davetliler içkinin
etkisiyle sıranın kendisinde olduğunu veya ―Ondan önce
ben oynayacağım‖ gibi bir istemle mızık çıkarınca ortalık
36
birden karıĢır, sandalyeler havada uçuĢmaya baĢlardı.
Düğünü çevredeki evlerin balkon ve pencerelerinden
izlemekte olan kadınların çığlıkları, ―Polis, polis‖ diye
yardım istemeleri ortalığı savaĢ alanına döndürürdü.
Yine bir Pazar günü öğleden sonrasıydı. Hafsa
Sultan Kervansarayı‘nın kapısı önündeki meydanda bir
düğün töreni vardı. Müzisyenler yerli olup ‗Baharlılar‘
lakabıyla tanınan baba ve oğulları orkestrasıydı. Boruyu
Baba Mehmet Bayer, Klarneti oğlu Hüseyin Fikri,
saksafonu Ġsmail, trompeti Naci, Davulu (ritim saz)
Mesut, cümbüĢü de torun Mehmet çalmaktaydı. Müzisyen
kadrosunun sayısına bakılınca belli ki düğün zengin veya
itibarlı birine aitti. Çevrilen paralar bu düğünde
öncekilerden fazlaydı. Oynamaya kalkanların baĢları
üzerinden havaya savrulan banknotlar yere düĢüyor,
oynayanların ayakları altında çiğnenmesin için görevli bir
genç bunları yerden toplayıp aile orkestrasının Ģefi,
kıdemlisi ve aynı zamanda saymanı olan Hüseyin Fikri‘nin
Ģapkasına koyuyordu. Marmarisliler, psikolojik rahatsızlığı
nedeniyle bu genç para toplayıcı çocuğa ‖Deli Zeni‖
lakabını takmıĢlar. Zeni (asıl adı Zihni) konu komĢu ve
hemĢeriler tarafından himaye edilirdi. ‗Zeni‘ le düğünlerde
para toplamada müzisyenlere yardım eder, oyuna
kalkacaklara çevirmek için gerekli olan bozuk parayı
Ģapkadaki paralardan bozar, bu iĢten bahĢiĢ de alırdı.
ĠĢte bu düğünde de benzer görüntüler vardı.
Müzisyenlerin Ģefi Hüseyin Fikri klarneti üflemeye verdiği
aralarda bir kadeh rakı içip mezelerden yedikten sonra
omzundaki mendiliyle yüzündeki teri siliyor, Ģapkaya
dolan banknotları cebine indiriyordu. Para çeviren ve
bahĢiĢ veren çok olunca müzisyenlerin ve Zeni‘nin yüzü
gülüyordu. Ancak, her Ģey güzel giderken düğünün tam
ortasında çıkan bir kavga ortalığı ana baba gününe
dönüĢtürdü. Masa etrafında oturanlardan oyun sırası
gelen bir gurupla, ―Oyun sırası bizim, biz oynayacağız‖
diyenler arasında kavga baĢladı. Marmaris‘in meydan
düğünlerinde böyle kavgalar olurdu.
37
ĠĢte o gün de sandalyeler, ĢiĢeler havada uçuĢmaya
baĢladı. Kafası, kaĢı, gözü yarılıp, yüzü gözü kan içinde
olanların yumruklaĢması devam ediyordu. Güzel ve
neĢeli geçmekte olan düğün yeri birden savaĢ alanına
dönmüĢtü. Polisler, bekçiler ellerinde coplarla müdahale
edip kavgacıları ayırmaya çalıĢırken havaya ateĢ bile
etmiĢlerdi. Düğündeki tüm davetliler dağıtılmıĢ, meydanda
masanın altına saklanmıĢ vaziyette sadece Deli Zeni
kalmıĢtı.
ĠĢte tam bu sırada kız evinden düğüne iki büyük
tepsi dolusu zerde tatlısı gönderildi. Fakat düğün
meydanında bunu yiyecek davetli kalmayınca masanın
altında saklanmakta olan Deli Zeni ayağa kalkıp masanın
üzerindeki tepsilerin birisini kaptığı gibi sevinçle soluğu
evinin yolunda aldı. Bu anı çevredeki evlerin balkon ve
pencerelerinden izleyenler ―ĠĢte bulamaç deliye kaldı diye
buna denir‖ diyerek düğünün yorumunu yaptılar. Eskiden
fakirlik nedeniyle düğünlerde bulamaç tatlısı ikram
edilirmiĢ. Onun için bu atasözü ―Bulamaç deliye kaldı‖
olarak bilinir. ġimdi düğünlerde zerde tatlısı veriliyor.
Anadolu‘da buna ―Kime niyet, kime kısmet‖ de denir. Eski
Marmarisliler de benzer olaylar için, örneğin, çok para ve
servetinden kendi yaĢamında yeterince yararlanmayan
‗var yemez‘ olarak da tanımlanan hemĢerilere, özellikle
ölümünden sonra malı, parası, altını miras olarak
sevmediklerine kalınca, yakın dost ve akrabaları, ―Ne
olacak, bulamaç deliye kaldı‖ derler. Sanırım doğru da
söylerler…
38
Müzisyen ‘Baharlı’ KardeĢler (soldan sağa) Naci, Hüseyin,
Ġsmail Bayer
39
SARI ANA VE KANUNĠ
Sarı Ana ve türbesinin yüzyıllarca Marmarisliler,
hatta yakın yerleĢim birimlerinden gelenlerle önemli bir
ziyaret yeri olduğunu biliyoruz. Ġkinci Cihan SavaĢı (1939–
1945) yılları arasında henüz çocukken annemin bizi Sarı
Ana türbesine ziyarete veya bazen mevlitlere beraberinde
götürdüğünü iyi hatırlarım. O zamanki türbe fotoğrafta
görüldüğü üzere mütevazı bir ev görünümündeydi. Ancak,
Sarı Ana‘nın manevi ve ilahi kiĢiliğine inanan, güvenenler
tarafından sıkça ziyaret edilirdi. Türbenin güney yanına
1986 yılında inĢasına baĢlanıp 1988 de tamamlanan
camiden sonra eskisi yıkılarak yerine daha küçük ölçekli
bir türbe inĢa edildi. Bu yeni yapının giriĢ cephesine eski
türbeden çıkarılan üzerleri Arapça yazıtlı mermer
levhalara monte edildi. Burada, küçük bir anımı okurlarla
paylaĢmak istiyorum.
Sarıana Türbesi (Eski) -1980
1990‘lı yılların sonunda Marmaris Ġlçe Turizm
Müdürlüğüne Türkiye Radyo Televizyon kurumundan
(TRT) bir çekim ekibi gelir. ―Ülke genelinde eski türbeleri
son durumlarıyla kamerayla kayda almak için il, ilçe, belde
ve köylere ziyaretler yapıyoruz. Marmaris‘e de bu
40
maksatla geldik. Bazı kayıtlarda Marmaris‘te de ‗Sarı Ana‘
adıyla bilinen eski bir türbenin varlığını görünce bunu
kayda almak istedik. Türbe yerini ve tarihini bilen bir
arkadaĢ varsa bize yardımcı olmasını rica ediyoruz‖
derler. Ġlçe Turizm Müdürü, ―Bunun için size yardımcı
olacak bir rehber Marmarisli arkadaĢımız var, ona telefon
edip rica edelim, buradaysa o yardımcı olabilir‖ dedikten
sonra bana telefon eder. Bu istek telefonda anlatılınca
kabul edip Ġlçe Turizm Müdürlüğüne gittim. Gelen ekiple
tanıĢıp ne için geldiklerini bir de onların ağzından
dinledim. Aralarında yetkili olan görevli üstüne basarak
―Eski türbeyi görüntülemek istediklerini, yenisiyle
ilgilenmediklerini‖ yineleyince söz alıp Ģunları söyledim:
Sarıana türbesi (Yeni)
―Ziyareti düĢlediğiz türbenin hemen yanına cami
inĢa edildi. Dar bir alan da kalan eski türbe yıkılıp
yerine yeni küçük bir türbe yapıldı. Eskisinden arda
kalan sadece mezar ve üzerindeki sandukayla,
yıkılan duvarlardan alınan ve üzerinde Arapça
41
harflerle yazılı kitabeleri görebilirsiniz‖ dedim. Bunun
üzerine muhataplarım, ―O zaman durum değiĢti. Biz
eski türbe için gelmiĢtik. Bu durumda gidip
görmemize gerek kalmadı, teĢekkür ederiz‖ diyerek
Marmaris‘ten ayrıldılar.
Ġlçe Turizm Müdürlüğünden ayrılıp eve dönünce aile
albümünde Sarı Ana türbesinin eski durumunu gösteren
bir fotoğrafın olduğunu hatırlayıp onu arayıp buldum.
Fotoğrafı 1980‘li yılların baĢında çekmiĢim. Resimde
görüldüğü gibi, o eski türbe daha büyük bir yapıydı. Çatısı
kiremit kaplı, duvarları taĢtan örülü, tek katlı, Marmaris‘e
özgü klasik bir ev mimarisine sahipti. Bu fotoğrafta o
zaman henüz 8 yaĢında olan kızım ġule‘yi de türbenin
bahçesinde papatya, gelincik gibi çiçekleri toplar
görüyoruz. Eski türbenin yıkılıp, yerine modern küçük bir
yapı inĢa edilmesini gelen çekim ekibi kibarca eleĢtirmiĢ,
doğrusu biz de bürodaki görevlilerle bundan üzülmüĢtük. .
Hepimizin çok iyi bildiği üzere bizim insanımız eskiye fazla
itibar etmez. Hatta, ―Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına
nur yağardı‖‘ gibi kendimize bir atasözü yaratmıĢızdır.
Nedense eskiyi küçümseyen, onu geri kalmıĢlık sayan bir
ön yargımız oluĢmuĢ. Bize göre, kafamızdaki, özellikle
mimarideki tutku ve beğenimiz devasa boyutta çok katlı,
demirli, betonarme olan yapılardır. Ne yazık ki bu durum
yurdumuzun birçok yerinde olduğu gibi Marmaris‘in de
çirkin, çarpık ve çok katlı yapılaĢmasına neden
olmuĢtur…
42
Sarı Ana kimdir, nereden gelmiĢtir?
‗Sarı Ana ve Türbesi‘ konusunda en eski tarihi
bilgileri
Evliya
Çelebi‘nin
(1611-1682)
ünlü
‗Seyahatname‘sinde buluyoruz. (1) Evliya Çelebinin
Marmaris‘e geliĢ tarihi kaynakçada belirtilen kitapta 1671
yılıdır. (2) KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1970 yılında yazmıĢ
olduğu ‗Marmaris Tarihi‘ adlı eserinde, (3) Evliya Çelebi
Seyahatnamesinden de yararlanmıĢ olduğunu aĢağıdaki
kısa bilgilerden anlıyoruz :
―Batı Anadolu halkı, özellikle Muğla ve Marmaris
halkı Sarı Ana‘nın evliyalığına inanmıĢ olanca güçleri ile
ona bağlanmıĢtır. Sarı Ana‘nın uzun saçları sarı
olduğundan bu ad verilmiĢtir. Diğer adı ise ‗Yörük
Fatma‘dır. Batı Anadolu‘nun TürkleĢmesinde nasıl
Mevlevi Tarikatı büyük bir rol oynamıĢ, Türklük hamurunu
yoğurmuĢsa, Yörük Fatma Ana da Kanuni‘nin
ordusundaki asker ve hayvanları Allah‘ın büyük bir lütfü ile
doyurmuĢtur. Bu nedenle Sarı Ana‘yı ziyaret edenler
baĢaramadıkları, olmasını istedikleri her Ģeyi ona söyler,
Allah‘a kendileri için Ģefaatte bulunmasını isterler. Askere
giden gençlerin ailesi Sarı Ana‘yı ziyaretlerinde dilekte
bulunur, türbenin bahçesinden bir avuç toprak alıp evine
götürür, oğlu askerden döner veya dileği yerine gelince bu
toprağı geri getirir, bu yapılmazsa dileğin bozulacağına
inanılır. Eski Türbe gayet basit bir mimariye sahip olup
bazı yerlerinde Osmanlı yapı tarzının özelliklerine de
rastlanır‖…
Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) 1993 yılında Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü‘nü Bitirme Tezi ‗Marmaris Yöresi Halk Edebiyatı
ve Folkloru‘ dur. (4) Bu çalıĢmada Sarı Ana‘ya da yer
verilmiĢtir. 1997 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim
Dalı Bölümünde vermiĢ olduğu ―Muğla Ġli Ziyaret Yerleri‘
43
adlı Yüksek Lisans Tezinde (5) Sarı Ana‘ya dair Ģu
bilgileri buluyoruz:
―Sarı Ana 16. yüzyılda yaĢamıĢ, keramet sahibi,
ermiĢ bir kadındır. 1522‘ de Rodos‘u kuĢatmak için
takriben yüz bin kiĢilik ordusu ile Temmuz ayında
Marmaris‘e gelen Kanuni, Sarı Ana‘nın ününü duyar
duymaz onu ziyarete gider. Ziyaret anında Sarı Ana tek
ineğinden süt sağmaktadır. Kanuni, Sarı ana‘ya ziyaret
amacını söyler ve onunla sohbet eder. Sarı ana
Kanuni‘ye; ―Duydum ki, Rodos‘u fethe gidiyormuĢsun.
Askerlerine kahvaltı için taze süt vermek istiyorum. ġimdi
emrini ver, ne kadar kazan, tencere, kap kacak varsa
getirsinler‖ der. Kanuni‘ de Sarı Ana‘ya teĢekkür eder.
Kazanlar getirilir. Sarı Ana ineğinin altına sürdüğü koca
koca kazanları ineğin memesinden sağdığı sütle
doldurmaya baĢlar. Kanuni gördüğü, izlediği mucize
karĢısında hayretini gizleyemez ve Ģöyle der. ―Fatma
Bacım, nedir bu bereket, sadece bir inekten bu kadar süt
sağmak nasıl oluyor‖ der demez ineğin memesinden süt
yerine kan gelmeye baĢlar. Sarı Ana hemen seslenir.
―Yüce PadiĢahım, kalbini düzelt, nazarını affetmesi için
Allah‘a tövbe etmelisin ‖ deyince Kanuni duaya baĢlar ve
Allah‘tan af diler. Bunun üzerine yine inek süt vermeye
devam eder. Kanuni, Sarı Ana‘nın söylendiği gibi keramet
sahibi ermiĢ bir kadın olduğuna inanarak kendisine
Rodos‘u fetihte baĢarılı olup olamayacağını da sorar. Sarı
Ana‘nın yanıtı Ģu olur: ―KarĢı ova‘daki (Armutalan)
askerlerinin içinde oradaki armut ağaçlarından sahiplerine
sormadan koparan askerlerin varsa onları sefere götürme,
Rodos‘u alacaksın‖ der. Kanuni emrini verir ve askerler
aranır. Ağaçlardan armut alan olmamıĢtır.
Kanuni, ertesi günü ordusunu Marmaris‘in
Günnücek Burunucu mevkiinde Ġstanbul‘dan Marmaris
Limanına gelmiĢ bulunan takriben 400 kadırga ile 300‘ü
yardımcı olmak üzere 700 tekneye bindirir. Kendisi de
Mahmut Reis‘in kadırgasına biner. Askerler gemilere
binerken Sarı Ana‘nın Ģifalı Ilıca suyundan içerek
44
mataralarını buradaki çeĢmeden doldurur, 28 Temmuz
1522 günü de Rodos seferine çıkarlar. (*) Osmanlı
Ordusu takriben 5 ay süren kuĢatmadan sonra adayı
fetheder. 2 Ocak 1523‘de ‗YeĢil Melek‘ adlı kadırga ile
Marmaris‘e dönen Kanuni Sarı Ana‘ya yardım ve duaları
için tekrar ziyarette bulunur. Evine ulaĢan yolu ve dere
(Değirmen Çayı) üzerine bir taĢ köprü yapılmasını
emrederek 3 Ocak 1523 de Marmaris‘ten Ġstanbul‘a
gitmek üzere ayrılır.
Kemerli TaĢ Köprü –YapılıĢ Tarihi – 1523 (11Aralık 1992
Sel felaketinde yıkıldı)
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kanuni Sultan
Süleyman‘ın Marmaris‘in Pilav Deresi mevkiindeki bir tepe
üzerinde (Pilav Tepe) ikamet eden ‗Yakup Baba‘ yı
ziyaret ettiği, Rodos KuĢatması hakkında görüĢünü aldığı
yazılıdır. Buna göre; Yakup Baba‘nın, Kuran‘dan bir ayet
okuyup, bunu padiĢaha yazdırarak, ‖Var Sarı Oğlan
Rodos‘u al‖ der. KuĢatma sonrası Marmaris‘e dönüĢünde
(Takriben 5 ay sonra) bu evliyanın ölmüĢ olduğunu
öğrenir.
Kanuni‘nin yukarıda adları geçen iki evliyayı
ziyaretleri sırasındaki almıĢ olduğu öneriler bazı
45
yayınlarda birbirine karıĢtırılmaktadır. Kanuni‘nin her iki
evliyanın görüĢ ve dualarını alarak anılan sefere çıktığını
ve baĢarılı olduğunu düĢünürüm.
Değerli bir dostum olan sayın Mehmet Sadi
Nasuhoğlu‘nun yazmıĢ olduğu ‗Rodos-Anılar ve Öyküler‘
(6) ile ‗Rodos-Anılar ve Tarihçe‘ (7) adlı kitaplarında çok
yararlı bilgiler buldum. Ġkinci kitabında Kanuni ve Sarı Ana
konusunda kendisine sağlamıĢ olduğum bazı bilgilere de
yer vermiĢ. Dört yabancı dil bilen bu araĢtırmacı yazar
büyüğümüze buradan bir kez daha saygı sunuyor,
teĢekkür ediyorum. Sayın Nasuhoğlu ilk kitabının bir
bölümünde Rodos‘ta görev yapan Osmanlı valilerine de
yer vererek Ģunları yazmıĢ: ―Rodos, 1522 yılında diğer
adalarla birlikte Kanuni tarafından fethedildikten sonra
1912‘de Ġtalyanlar tarafından iĢgal edilinceye kadar 390 yıl
Osmanlı Ġdaresi altında yaĢamıĢ ve bu süre içinde
Rodos‘ta pek çok önemli ve aydın devlet adamımızın
gerek vali, gerekse mutasarrıf olarak görev yaptıkları
görülmüĢtür. Bunlardan Rodos‘un fethinde büyük
yararlılığı görünen Kurdoğlu
Muslihittin Reis adanın
idaresine ilk atanan validir.‖
Yazarın kitabında yukarıya aldığım son paragrafa
bir iki cümleyle ben de kısa bir not düĢmek istiyorum. Türk
Ġnsanı kadirbilirdir. Yiğidin hakkını yiğide verir. Deniz
yoluyla Marmaris‘ten Fethiye‘ye giderken takriben 40 mil
uzaklıktaki kıyıda adeta deniz trafiğini gözeten, denize
hakim bir yarımada vardır. Fethiye ve Göcek Körfezi‘ne
girmekte olan tekneler kıyıyı iskele yanına alarak buradan
içeri dönüĢ yaparlar. ĠĢte burası ‗Kurdoğlu Burnu‘dur.
Anadolu‘dan güney Batı‘ya, Akdeniz‘e ve Ege‘ye yaslanan
sıradağların, burunların denizle kucaklaĢtığı yerlerden
sadece birisidir burası. Ünlü denizci ve zamanın ilk Rodos
valisi olan ‗Musliihittin Kurdoğlu‘nun adını taĢımasını
önemli ve anlamlı bulurum. Kurdoğlu Muslihittin Reis Türk
ve yabancı denizcilerin dilinde ve kullandıkları bizim
haritalarda dünden bu güne yaĢadı ve bundan böyle de
ebediyen yaĢayacaktır…
46
Marmaris‘in Sarı Ana ve Türbesi için diğer bir
kaynak kiĢi yine bir Marmarislidir. Bu değerli bilim kadını
hemĢerimiz, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı bölümünde yıllarca Öğretim görevlisi olarak
çalıĢtıktan sonra emekli olan Sayın Nerin Köse‘dir. O
dönemde terzilik yaparak kazandıklarıyla kızını okutabilen
babası ‗Dıdık Salih‘i de burada takdir ve rahmetle anarım.
Sayın Köse, kızım ġule‘ye olduğu gibi birçok öğrenciye
Türk Edebiyatını öğretmede, sevdirmede emeği geçen bir
Marmarisli bilim kadınıdır. Sarı Ana konusunda uzun bir
araĢtırma yapmıĢ (8) ve bu çalıĢmanın bir kopyasını da
bana vermiĢti. Kendine buradan bir kez daha teĢekkür
ediyorum. Sayın Köse‘nin Sarı Ana hakkında
yazdıklarının yukarıda değinilmeyen sadece bazı
bölümlerini buraya aldım.
―Kanuni Sultan Süleyman ordusuyla Rodos‘a
geldiğinde kaleyi deniz tarafındaki kapısından girerek
kuĢatmaya çalıĢsa da baĢarılı olamaz. O anda Kanuni‘nin
hayalinde Sarı Ana ortaya çıkar ve kaleyi kara tarafından
(Datça-Bozburun- ReĢadiye Yarımadasına bakan Trianda
kıyılarından)
kuĢatmasını söyler. Kale komutanı ile
Kanuni özel ulak aracıyla haberleĢmesinde, her iki tarafta
ağır zayiat verilip kan döküldüğü için sabah horoz ötene
kadar ateĢ kes ilan etme konusunda anlaĢırlar. Ancak,
karĢı taraf buna riayet etmeyip kale içindeki Türkleri
kılıçtan geçirmeye baĢlayınca kale kapısından kanların
aktığını gören ordu, henüz horoz ötmediği için müdahale
edemez. Tam bu anda Sarı Ana yine belirip ―Horozlar
ötsün‘ diye dua eder etmez bütün horozlar vakitsiz
ötmeye baĢlar. Osmanlı Ordusu savaĢa devam eder ve
kaleyi kuĢatmayı ve Rodos‘u fethi baĢarır‖.
Sayın Köse, araĢtırmasında, Sarı Ana‘nın nereden
gelmiĢ olabileceğine dair ise Ģu görüĢlere yer vermiĢ:
―Bilindiği gibi gerek fetih ve istila, gerekse
Anadolu‘daki Moğol zulmünden kaçmak amacıyla
baĢlayan ve yıllarca süren Türk göçleriyle Anadolu bir
47
yandan yıkılıĢ, diğer yandan kuruluĢ manzarası
gösteriyordu. Nitekim Türkler yeni yurtlarına geldikleri
andan itibaren hastane, kervansaray, hamam, türbe,
zaviye, cami, medrese vb. müesseseler kurarak
Anadolu‘nun TürkleĢmesinde ve ĠslamlaĢmasında büyük
bir rol oynamıĢlardır. Fetih sonrası kurulan Ahi TeĢkilatı
ve bu teĢkilatın kadınlar kolu olan Anadolu Bacıları
TeĢkilatı (Bacıyan-i Rum) da bu görevi yüklenen sosyal,
kültürel, ticari ve hatta siyasi kuruluĢların baĢında
gelmektedir. Bilinen ilk lideri Ahi Evren‘in eĢi Fatma Bacı
olan Bacıyan-i Rum ve Ahi TeĢkilatı, Moğolların
Anadolu‘ya girip önlerine gelen yeri yıkıp yakmalarına
kadar faaliyetlerini sürdürdüler. Selçuklu hükümdarı
2.Gıyasettin Keyhusrev‘in ordularını yenen Moğollar,
karĢılarında Ahileri ve Türkmenleri buldular. Daha sonra
IV. Kılıçaslan zamanındaki diğer Moğol akınında da bu
teĢkilat düĢmana karĢı savaĢtı. Ancak Ahiler de çok zarar
gördüler. Ahilere ait olan yerler müsadere edilerek
Mevlana ve yakınlarına verildi. Mevlana ve yakınlarına
bağlanan ahilere dokunulmamakla beraber Ahilerin
çoğunluğu Anadolu‘nun uç bölgelerine göçtükleri, eski
fonksiyonlarını buralarda uygulama olanağı bulmaya
çalıĢtıkları bilinmektedir. ĠĢte, efsanelerde karĢımıza çıkan
‗Yörük Fatma‘ veya ‗Sarı Ana‘nın Anadolu‘yu kasıp
kavuran Moğol istilası nedeniyle bu teĢkilatın kurulduğu
yere uzak yerlerden birisi olan Marmaris‘e gelmiĢ kadın
temsilcilerden birisi olduğu düĢünülmektedir. Keza
bacıların en önemli faaliyetlerinden birisi kendi bölgelerine
gelen yabancı ve göçerlerin barındırılması ve
ağırlanmasıdır. Marmaris‘te de Kanuni‘nin askerlerine süt
veya yiyecek, içecek verilmesi görevi Sarı Ana‘nındır‖.
Kaynakça olarak kısaca yukarıya aldığım pasajları
ve daha birçok Marmarislinin görüĢleri muvacehesinde Ģu
sonuca varabilirim:
Sarı Ana ve ataları her ne kadar Orta Anadolu
kökenli görünse de, Kanuni döneminde yani 16. yüzyılda
Marmaris‘te yaĢamıĢ ve burada ölmüĢtür. Sarıana aydın,
48
anılan teĢkilatın burada baĢkanlığını, liderliğini yapmıĢ bir
kadındır. Onun Marmarisli olmadığını söylemek hem bu
evliyaya ve hem de Marmaris‘e haksızlık yapmak olur.
Sarı ana bu manada ölmemiĢ, en az 500 yıldır
Marmaris‘te yaĢamaktadır.
Sarı Ana‘nın 1986 yılında inĢa edilen yeni türbesine
dıĢarıdan bakıldığında birçok türbe, cami ve mescitlerde
görülen bir kubbesi, kemerli ve renkli camlı pencereleri
vardır. Batıya açık kapıdan içeri girince de Sarı Ana‘nın
mezarı ve üzerinde sandukası odanın tam ortasındadır.
BaĢ bölümü güney batıya doğrudur. Batı yönüne açılan
bir kapı, bunun üzerinde ve giriĢ yanında mermer üzerine
Arapça harflerle yazılmıĢ kitabeleri görmekteyiz. Bunların,
takriben 1980‘li yıllarda fotoğraflarını çekip Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde çevirisi yapılması için
hemĢerimiz Sayın Nerin Köse‘ye göndermiĢ, kendisi de
bunu sağlayıp bana iade etmiĢti. Bu çevirilerin benzeri
yukarıda anılan kaynak kiĢiler ve araĢtırmalarında aynen
mevcuttur. Bunları, türbeye giderek yeniden fotoğraflarını
çekip yazıma koydum. Kapı kiriĢi üstündeki Arapça yazılı
kitabede, ‗Ya hazret-i Mevlana‘ yazılıdır. Yandaki kitabede
ise, ‗Mahmut Han Bin Abdülhamit el Muzaffer‘ yazısı ile
II. Mahmut‘a ait mahlaslı Osmanlı Tuğrası ve altında Ģu
satırları ve tarihi içermektedir. .
―Külliye HaĢim Dede oldu zamanında kuĢad
Eyleyup inĢasına himmet sır-ı cennet mekan
Marmaris halkı dün o Ģah-i erkemi
Üfleyub rahmetle yad itse sezadır her zeban
Yazdı Safvet de dü-gah akar idüp tarihini
Mevlevi dargahı yaptı lütf idüb Mahmut Han (Hicri
1252-Miladi 1836)‖
49
Eski türbeden kalan ve yenisine monte edilen mermer
kitabe giriĢ kapısı üstünde. Osmanlıca,
Türbe giriĢ kapısında eskisinden alınıp yenisine
monte edilen tuğralı kitabe
50
Sarı Ana mezar ve sandukası
Sarı Ana Türbesinin hemen batı yanında küçük bir
mezarlık mevcuttur. Buradaki mezarlara baktığımızda
bazılarının taĢları kaybolmuĢtur. Yenilerinin taĢları ve
üzerindeki yazılar Arapça ve Türkçedir. Marmaris ilçe
olduktan ve Cumhuriyet dönemi baĢladıktan sonra Ģehir
mezarlıkları yapılmaya, ölenler oralara gömülmeye
baĢlanmıĢ. Eskiden, hatta bizim çocukluk yıllarımızda eski
caminin hemen güneyi ve Ģehir hamamının bulunduğu yer
ile Sarı Ana‘ya yakın olan bu günkü Ģehir stadyumu
mezarlıktı. O zaman bazı hatırlı aileler, hemĢeriler ölen
yakınlarını kendi arsa veya bahçelerine gömebilmiĢlerdir.
Sarı Ana‘ya ve onun ilahi gücüne inananlar da türbesinin
yanına gömülmek istediklerinden burada da bir mezarlık
oluĢmuĢtur. Buradaki mezarlar arasında takriben üç yüz
yılık mezarlar vardır. Yine, Sarı Ana Türbesi yakınında, bu
günkü Orman ĠĢletme Müdürlüğü ve Emniyet
Görevlilerinin lojmanlarının bulunduğu yerin hemen kuzey
yanında çam ağaçları arasında aile büyüklerimize ve
Marmarislilere ait 7 mezar bulunmaktadır.
‗Sarı Ana ve Türbesi‘ adlı çalıĢmaya nokta
koymadan önce ailem tarafından bizzat yaĢanan ve pek
51
olağan görünmeyen bir olayı okurlarımla paylaĢmak
istiyorum.
Kızım ġule Üniversiteyi bitirip mezun olunca
annesiyle Sarı Ana‘da bir mevlit okutmayı kararlaĢtırır. Bu
öneri eĢim Gülsen‘den gelmiĢtir. Çünkü dört yıl önce
üniversite sınavlarına girerken anne-kız türbeyi ziyaret
etmiĢler, bu defa ki ziyareti de okulunu baĢarıyla bitirip
öğretmen olduğu için teĢekkür anlamında planlamıĢlar.
Zaten, Marmarisliler gelenek olarak bu tür ziyaretleri
yaparlar. Özellikle, çocuğu askere gidenler, evlenenler ve
daha birçok iyi dilek için ziyaret yapılır, adak adanır,
dileğin yerine gelmesi halinde de teĢekkür için burada
mevlit okutulur.
Mevlit, genellikle kıĢın öğleden sonra, yazın da
havanın biraz serinlediği saatler olan akĢamüzeri olur.
ġule mevlit‘e aile yakınları, dost ve arkadaĢlarını davet
eder. Gündüz mevlitlerine sadece kadınlar katıldığı için
okuyacak olan kadın hoca bulunur, ikram edilecek yiyecek
ve içecekler türbeye önceden taĢınır. ġule‘nin mevlidi
türbe bahçesinde ikindi namazı sonrası baĢlamıĢtır.
Mevlitte sıra yiyecek ve içeceklerin dağıtımına geldiğinde
türbeye bir koca otobüs dolusu ziyaretçi gelir. Bunlar,
sessizce mevlit dinleyenlerin arasına girip, oturacak yer
bir bulup dinlemeye ve duaya katılırlar. Börekler,
poğaçalar, ĢiĢe meĢrubatlar ġule, annesi ve diğer genç
akraba hanımlar tarafından dağıtılır. Ancak, ġule‘yi ve
annesini bir endiĢe, korku sarar. Öyle ya, getirdikleri
yiyecek ve içecekler bu kadar insana nasıl yetecek?
Üstelik aynı anda yanı baĢlarındaki camiden çıkan bazı
kız çocukları ve kadınlar da mevlide katılırlar. ĠĢte ne
olmuĢsa o anda olur, kasalardaki meĢrubatlar,
sepetlerdeki, paketlerdeki yiyecekler bir türlü bitmek
bilmez, sanki sihirli bir el bir taraftan eksilenleri
tamamlamaktadır. ġule annesine, annesi ġule‘ye bakar
ve kimseye hissettirmeden gözyaĢlarını tutmak isteseler
de yapamazlar. Yakın akraba ve davetliler de bu
mucizenin farkında olmuĢ olacak ki, onlar da hissettiklerini
52
―Bu tamamen bir Sarıana mucizesi olsa gerektir. Allah,
‗Halil Ġbrahim Bereketi‘ verdi, aman nazar etmeyelim,
Ģükredelim‖ diyerek hislerini açığa vururlar. Mevlit biter ve
herkes Gülsen ve ġule‘ye ―Allah kabul etsin‖ deyip Sarı
Ana Türbesinden ayrılır.
ġule ve annesi Gülsen eve gelip yaĢanan mucizeyi
bana da mutluluk ve duygu yüküyle anlattıklarında,
doğrusu ben de onlara katılmadan edemedim. ―Desenize
Sarı Ana size Halil Ġbrahim bereketi vermiĢ, yardım etmiĢ‖
deyince, hemen her ikisi birden ―Mevlitteki kadınlardan
birçoğu da aynısını söyledi‖ deyip bir kez daha
duygulanırlar.
Nedir acaba bu sıkça kullandığımız ―Halil Ġbrahim
Bereketi‖ deyiĢinin aslı ve nereden gelmiĢ olabileceğine
dair bir öyküyle ―Sarı Ana ve Türbesi‘ baĢlıklı yazımı
bitirmek istiyorum :
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeĢ varmıĢ.
Büyüğü Halil, küçüğü de Ġbrahim. Halil evli ve çocuklara
sahip, Ġbrahim ise henüz bekarmıĢ. Bu kardeĢler ortak bir
tarlaya sahip olup ne mahsul çıkarsa ikiye pay ederlermiĢ.
Geçim kaynakları tarladan elde edilen ürünlerdenmiĢ. Bir
yıl yine harman yapmıĢlar, buğdayı tarlada ikiye
bölmüĢler. ĠĢ kalmıĢ ambara taĢınmasına. Halil bir teklifte
bulunmuĢ.
―Ġbrahim kardeĢim, ben gidip çuvalları
getireyim, sen de buğdayı bekle‖ demiĢ. ―Olur Ağabey‖
demiĢ Ġbrahim. Halil çuval getirmeye gidince, Ġbrahim
Ģöyle düĢünmüĢ. ―Ağabeyim evli, çocukları var, daha çok
buğday onun evine lazım, kendi hakkımdan biraz daha
buğdayı onunkine katayım‖ deyip öyle yapmıĢ. Az sonra
Halil elinde çuvallarla dönmüĢ. ―Hadi Ġbrahim, önce sen
doldur, ambara taĢımaya baĢla‖ demiĢ. Ġbrahim, ―Olur‖
deyip doldurmuĢ kendi hakkından çuvala buğdayı,
düĢmüĢ ambarın yoluna. Ġbrahim gidince, bu defa Halil
Ģöyle düĢünmüĢ. ―Çok Ģükür ben evliyim, kurulu bir
düzenim var. Ama, kardeĢim daha bekar, o çalıĢıp, para
biriktirecek, ev kurup evlenecek. En iyisi ben kendi
53
payımdan onunkine birkaç kürek buğday atayım‖ deyip
öyle de yapmıĢ. Velhasıl, biri ambara gittiğinde diğeri
kendi payından birkaç kürek atarak birbirlerinden habersiz
bunu devam ettirmiĢler. Nihayet akĢam olmuĢ, karanlık
basmıĢ. GörmüĢler ki, buğdayları bir türlü bitmiyor,
azalmıyor. Allah, bu kardeĢlerin saf ve temiz duygu ve
düĢüncesini çok beğenmiĢ olacak ki, Halil ve Ġbrahim‘i
ödüllendirmiĢ. Buğdaylarına bir bereket vermiĢ ki günlerce
iki kardeĢ taĢımakla bitirememiĢler. Tabii ki kardeĢler
ĢaĢmıĢlar bu iĢe. Ambarları dolup, taĢmıĢ…
Bu gün bereket denilince hepimizin aklına bu
kardeĢler ve bu öykü gelir. Bunu, yeri geldiğinde güzel
ahlakı, erdemliliği simgeleyen bir deyiĢ, atasözü olarak
kullanırız. Tıpkı kızım ġule‘nin mevlit töreninde olduğu
gibi. Biz Marmarisliler buna ‗Sarı Ana Bereketi, kerameti‘
de diyoruz.
Sarı Ana‘mıza Allah‘tan rahmet diliyorum..
Not: Kitap üzerinde çalıĢtığım 2010–11 yıllarında ‗8
Mart Dünya Kadınlar Günü‘ kutlandı. Anadolu‘da
kurulmuĢ ilk kadın teĢkilatı olan ‗Bacıyan-i Rum‘un
16.Yüzyılda Marmaris‘te Ģubesini açan, maddi ve manevi
yönden yoksul ve düĢkünlere yardım eden, Ahilik ve
Mevlevilik geleneklerini Marmaris‘e taĢıyıp halk tarafından
‗Evliya Kadın‘ olarak tanınıp sevilen ‗Sarı Ana türbe ve
çevresi hazırlanacak bir tasarımla Marmaris‘te öne
çıkarılmalı, manevi ve kutsal değer bakımından yeni bir
Ġnanç Ziyaret Yeri kimliğine kavuĢturulmalıdır. Katıldığım
bir gezide ‗Kutsal ġehir‘ olarak da ün kazanmıĢ Kudüs‘ de
Hazreti Meryem‘in öldüğü kabul edilen ve sonradan
kiliseye çevrilen yerde yüzlerce ziyaretçi gördüm. Efes‘teki
Meryem Ana evi ve küçük Ģapeli de binlerce yerli ve
yabancı turist tarafından her gün ziyaret edilir. Oysa biz
Ġsa‘
Peygamber‘in
Kudüs‘te
çarmıha
gerilip
öldürülmesinden sonra annesi Meryem‘in Havari Yuhanna
(Aziz John) ile birlikte Efes‘e gelip yaĢadığını ve buradan
ruhunun miraçla cennete gittiğini bilir ve söyleriz. Ġki bin yıl
54
öncesinde bunun hangi seçeneğinin doğru olduğuna dair
tam ve somut bir kanıt yoktur. Bugüne kadar da Hıristiyan
dünyasında ve mezhepler arasında henüz bir uzlaĢma
sağlanamamıĢtır.
Öyleyse,
Marmaris‘in
Evliya
mertebesindeki Sarı Anası Yörük Fatma ve Türbesi somut
kanıt ve bize kalan yapıtlarıyla öne çıkarılmalı, inanç
turizmi açısından bir alternatif ziyaret yeri ve müzeye
dönüĢtürülmelidir.
 Yazar Erol Uysal Marina arkasındaki ‗Ilıca‘ olarak
tanımlanan suyun kaynağının Sarı Ana Türbesinin altında
bulunduğunu, Marmaris Belediyesi tarafından ‗Burunucu‘
mevkiine yapılmakta olan yeni bir çeĢmenin adının ‗Sarı
Ana ve Kanuni ÇeĢmesi‘ olmasını‘ bir dilekçe ile ilgililere
duyurdu. Marmaris Belediyesi bu çeĢme ve çevresini yeni
bir tasarımla ele alarak yeniden düzenlemiĢ, mermerden
yapılmıĢ anıtsal bir çeĢmenin alınlığına Kanuni‘nin tuğrası
da iĢlenerek anılan yer ark ve dinlence yeri kimliği
kazanmıĢtır.
55
‘Sarıana ve Kanuni ÇeĢmesi’ açılıĢtan önce
Kaynakça:
(1)
Evliya
Çelebi
Seçmeler -Yasemin AkbaĢ-2004
Seyahatnamesinden
(2)
Yakın Dönem Tarihimizde Rodos ve 12
ada-Doç.Dr. Ali Fuat Örenç
(3)
Marmaris Tarihi- KurĢat Ekrem Uykucu-
1970
(4)
Marmaris Yöresi
Folkloru- ġule Aktepe-1993
Halk
Edebiyatı
ve
(5)
Muğla Ġli Ziyaret Yerleri Yüksek Lisans Tezi
- ġule Aktepe 1997
(6)
Rodos-Anılar-Öyküler 2004
(7)
Rodos Anılar-Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu -
2008
(8)
Sarı Ana Türbesi ve Rodos Seferi AraĢtırma- Doç. Dr. Nerin Köse- 1990
56
57
MARMARĠS LĠMANI VE ZĠYARETÇĠLERĠ
Bugün üzerinde yaĢadığımız topraklar, denizler,
göller ve dağlar binlerce yıl öncesinin tarih, kültür, sanat
eser ve kalıntılarıyla dopdoludur. Anadolu‘da var olan
tarihi değeri, doğal güzelliği, zenginliği öne çıkarırken,
Anadolu ve Türk insanının güler yüzü, yardım severliği,
misafirperverliğini de unutmamak gerektir. Tüm bunların
bir araya geldiği ender yerlerden birisi de Marmaris‘tir.
Ünlü karikatürist, değerli insan ve hemĢerimiz merhum
Lütfü Küçük‘ün çizdiği bir portre karikatüründe Marmaris
kabuğunu açmıĢ bir midye içinde görünen, parıldayan,
ıĢık saçan bir incidir. 1980‘li yıllarda Ġtalya‘da yapılan
dünya karikatürcüler yarıĢmasında birincilik ödülü almıĢ
bu eser, Marmarisliler tarafından anıtlaĢtırılıp, Ģehrin giriĢ
bulvarına dikilmiĢtir. Bu vesileyle, merhum usta sanatçı
Lütfü Küçük ‘ü Ģükranla ve rahmetle bir kez daha
anıyorum.
Marmaris‘e ender güzellikleri katan öncelikler içinde
dağlarını, endemik olanlarıyla bitki ve ağaçlarını, ılıman
iklimi ve sıcak kanlı insanlarını sayabiliriz. Marmaris
limanının ünlü ziyaretçilerine geçmeden önce kısaca
liman ve denizine değinmek yararlı olur diye düĢündüm.
Marmaris limanı, tarih boyunca Akdeniz ve tüm
dünya denizcilerine kucak açmıĢ, denizdeki her türlü
tekneye barınaklı, stratejik önemi haiz bir demirleme ve
sığınma yeri olmuĢtur. Özellikle doğu komĢusu antik
Kaunos (Dalyan) Limanı 10.-11. yüzyıllar içinde Dalyan
Nehrinin (Calbis) yüzyıllarca taĢıdığı alüvyonla zamanla
dolmuĢ, liman ağzının kapanmasına neden olmuĢtur.
Böylece önceki önemini yitiren antik liman sivrisinek
yatağı ve sıtma (malarya) salgını yaratmıĢtır. Durum böyle
olunca bölgede deniz ticareti Rodos ve Marmaris
limanlarından yapılmaya baĢlanmıĢtır.
Marmaris Limanı, adı deniz haritalarında körfez
olarak geçse de, günümüzde ticaret, turizm, yat iĢletme
58
ve konaklama gibi ana sektörlere hizmet veren bir alt
yapıya sahip bulunması nedeniyle ‗Liman‘ olarak
tanımlanır.
Eski Marmaris Limanından bir görüntü – (1980 yılı
öncesi)
Marmaris limanı takriben 3x4 = 12 mil kare bir
büyüklüğe sahip küçük sayılacak kapalı bir limandır.
Limana esas giriĢ ve çıkıĢ boğazdandır. Limanda, küçük
teknelerin giriĢ ve çıkıĢına uygun Ġçmeler -Keçi Adası
arasında dar bir kanala da sahiptir. Limanın en derin
noktası takriben 31m. civarındadır. Gündüzleri güneyden
kuzeye, akĢamları da kıyıdan güneye doğal bir akıntısı
vardır. Bu sayede liman kendini temizleyebilme yapısını
bu güne kadar korumuĢtur. Ancak, yoğun yağıĢlar sonrası
dağlardan, Ģehir merkezindeki dere yatak ve kanalları
vasıtasıyla denize taĢınan erozyon toprak ve diğer
maddeler limanı doldurarak geleceğini tehdit etmektedir.
Antik Karya Ģehirlerinden biri olan ve Physkos olarak
bilinen Ģehrin bu günkü limanın kuzey batısındaki Asarlık
tepe üzerinde kurulduğunu halen ayakta kalabilen Ģehir
59
surlarından biliyoruz. Bu Ģehrin limanı da anılan tepenin
hemen altındaki bu günkü Beldibi mezarlığının bulunduğu
yere yakındı. Tarihçi ve arkeologlara göre eski liman
erozyon sonucu dolmaya baĢlamıĢ, Roma döneminden
itibaren de güneye çekilerek özellikle Ege ve Akdeniz
kıyılarındaki diğer antik limanlarda olduğu gibi, (Efes,
Milet ve Kaunos) önce bataklığa dönüĢmüĢ, sonra da
iĢlevini tamamen yitirmiĢtir. Eskileri ile Ģimdiki limanlar
arasında kilometreleri bulan bir yer değiĢimi olmuĢtur.
Marmaris limanı özelinde de en yakın 30-40 yıllık
geçmiĢte kıyıların doldurulması, denizde yat ve tekne
trafiğinin artması, marinalar, yağmur mevsimlerinde
yaĢanan su taĢkınları ve sel olayları ile liman dolmaya
devam etmiĢtir. Bu durum, biyolojik kirlilikle birlikte seyir,
demirleme, yelken, yüzme ve diğer spor türleri için gerekli
sağlıklı ve yeterli kullanım alanını daraltmıĢ, salt ticaret
uğruna daha da küçültülmeye neden olacak giriĢimler
gündeme gelmiĢtir. Bazı çevrecilerin ve dalgıçların liman
dibinden aldıkları deniz dibi örneklerinin analizinde liman
dibinin biyolojik kirliliğinin arttığı, canlı dip ekolojisinin
ölmekte olduğu, önlem alınmazsa limanın gelecekte
bataklığa ve kokuĢmaya dönüĢeceği ifade edilmiĢtir. Bu
konuda, yıllardır söylediğimiz, yazdığımız uyarılara karĢı
bugüne kadar planlı bir önlem alındığı ne görülmüĢ, ne de
duyulmuĢtur.
Marmaris Limanını, antik çağlardan baĢlayarak
ziyaret eden ve gelmiĢ geçmiĢ ünlü kavim ve kiĢilere
değinmeden önce Marmaris‘in dününe, MÖ.3400 yıllarına
kadar uzanan, diğer bir deyiĢle bu günden 5 bin yıl
öncesine kısa bir yolculuk yapmak yararlı olur.
Yukarıda değinilen bu tarihi derinlik bize ‗Erken
Bronz Çağı‘nı gösterir. Bu uzun süreçte, mutlaka
Anadolu‘da olduğu gibi Marmaris‘in de sayıca az olsalar
bile mutlaka yaĢayan sakinleri vardı. Bunları, Hitit, Karya,
Ġyon, Dor, Pers, Ġskender ve Helen gibi çağ ve kavim
adlarıyla telaffuz ederken, Marmaris‘in bu eski
medeniyetlerin otoritesi ve nüfuzu altında kaldığını
60
unutmayalım. Burada adları geçenlere kıyasla daha yeni
sayabileceğimiz Roma, Bizans, Selçuklu, Beylikler,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Marmaris ve
Limanının adından eskiye kıyasla daha çok söz edildiğini
belirtmek de yerinde olacaktır.
Yukarıda
isimlerini
saydığım
uygarlıkların,
kolonilerin, Marmaris dahil Akdeniz, Ege ve Karadeniz‘e
kıyısı olan tüm liman ve kıyılardan ticaret, ulaĢım ve
avlanmak için yararlandıklarını geride kalan tarihi eser ve
bıraktıkları izlerde görebiliyoruz.
Marmaris‘i bilinen çağ ve tarihi dönemlerden bugüne
çeĢitli kayıtlarda bugünkünden farklı adlara sahip
buluyoruz. Bunlardan Phiscus, Phyckos, Fiskos adları
öncelik alır. (1) Tarihin babası sayılan Herodot buranın
Ġyonlar tarafından kurulduğunu belirtiyor. Herodot,
―Ġyonyalılar Ģimdiye değin gezdiğim, ama görmeye
muvaffak olamadığım dünyanın en güzel seması altında
Marmarisisos‘da mesut ve mutlu yaĢıyorlar‘ diyerek Ģehrin
adını ‗Mermerisos‘ olarak telaffuz etmiĢ. Ġngiliz tarihçi Sir
Charles Texier ise Ģehrin adının ‗Feniks‘ olduğunu
yazmıĢtır. Feniks‘in kalesinden, dağlarından ve halkının
Büyük Ġskender‘e karĢı direniĢinden bahseden Texier pek
muhtemelen Feniks liman ve kalesinden bu günkü
Fenaket-TaĢlıca liman ve köyünü kastetmektedir. Bu
durumda Büyük Ġskender‘in donanmasının (MÖ.334)
Bodrum‘dan Fenaket limanına (Feniks) geldiğini, buradan
da Marmaris Limanına uğramadan doğu‘ya Fethiye‘ye
(Telmesos) geçmiĢ olduğunu düĢünüyoruz.
Sayın Levent Seral, Marmaris Kasabası‘nın Kısa
Tarihçesi (2) adlı ve takriben on sayfalık bir
araĢtırmasında dünden bugüne değiĢen Marmaris‘in
adlarına yer vermiĢ. Bunlar; Physkos, Porto Fisco,
Mamulas, Mamalos, Marmara, Marmora, Porto di
Marmora, Marmaras, Mermerus, Marmaritsa, Mermeriçe,
Mermeris‘ gibi sözcüklerdir. Moğol istilalarından kaçan
bazı Türkmenlerin 13-14. yüzyılda Aydın, Muğla ve
61
Marmaris gibi bölgelere gelerek yerleĢtiğini, bunlardan
‗Mamulu‘ aĢiretinden bazı oba ve oymakların Marmaris‘e
gelerek kendi adlarını Ģehre ‗Mamulas‘ olarak verdiklerini,
daha sonra bu sözcüğün Marmaris‘e dönüĢmüĢ olduğunu
kabul etmenin yerinde olacağını vurgulamıĢ.
Kendi bilinen tarihimizden baĢlayarak Marmaris
Limanına gelen önemli kiĢi ve denizcilere dair yaptığım
kiĢisel araĢtırmalarda bazı ilginç bilgilere rastladım.
Burada onlara da biz göz atalım.
Marmaris Limanına sadece 29 mil mesafede
bulunan Rodos Adası 14. yüzyılın baĢında Hıristiyan Sen
John ġövalyeleri tarafından iĢgal edilince, Ortadoğu‘dan
Batı Akdeniz‘e ticaret malları taĢıyan gemilerin güvenlikle
seyir yapabilmeleri tehlikeye girer. Adanın, Anadolu
kıyılarına, özellikle Marmaris‘e yakın oluĢu adada
üslenmiĢ korsanların faaliyetlerini kolaylaĢtırmıĢ, özellikle
Marmaris, Bodrum ve Fethiye bunlardan çok zarar
görmüĢtür. Önce Selçuklular, sonra Beylikler döneminde
her bakımdan Akdeniz‘in güvenliğinin sağlanması için
Rodos Adasının Türk-Ġslam kontrol ve yönetiminde
bulundurulması düĢünülmüĢ, bu dönemde oluĢturulan
donanma ve ordu sık sık Marmaris Limanına gelmiĢtir. 13.
Yüzyılda MenteĢe ve Mesut Beyler Rodos‘a ve oradaki
korsanlara karĢı müdahalelerde bulunmuĢlardır. 14.
yüzyılda da Rodos adasının korsan ve Ģövalyelerden
temizlenmesi için Marmaris Limanından Rodos‘a kuĢatma
giriĢimlerinde bulunulmuĢ, Ada‘nın çok sağlam kalelerle
çevrili
olması
ve
Akdeniz‘deki
Hıristiyan
ülke
donanmasının
Ģövalyelere
yardımı
sonucu
ada
alınamamıĢtır. (3) 15. Yüzyılda Fatih Sultan Mehmet,
Rodos‘un mutlaka alınmasını istemiĢ, bunun için 1479
yılında adanın keĢfini yapmak üzere yüz kadar gemiyle
Mesih PaĢayı görevlendirmiĢtir. Mesih PaĢa Rodos‘a
gizlice çıkarak keĢif yapmıĢ, adanın alınmasının zor
olduğunu düĢünerek geri çekilmiĢtir. Muhtemelen Aralık
ayında Marmaris Limanına gelip demir atarak hafif
donanmasıyla kıĢı burada geçirmiĢtir.
62
Mesih PaĢa, 28 Temmuz 1480 tarihinde Fatih‘in
emriyle Marmaris‘ten Rodos‘u kuĢatmayı baĢlatmıĢ,
ordusuyla Rodos‘un Yahudi mahallesi tarafından kaleye
girmek üzereyken bir yeniçerinin Rodos kalesinin burcuna
Osmanlı sancağını dikmesine rağmen Mesih PaĢa‘nın
Ģehrin iĢgalinde yağmaya izin vermeyip tüm hazinelerin
padiĢahın olduğunu söylemesi üzerine askerin heyecanı
kırılmıĢtır. Bu arada kaleye girenlere yardım gitmeyince
içeriye giren askerler Ģövalyeler tarafından kılıçtan
geçirilmiĢ ve Osmanlı ordusu ağır zayiat vererek Bodrum
ve Marmaris limanlarına gerisin geriye çekilmiĢtir. Fatih
Sultan Mehmet Mesih PaĢa‘yı baĢarılı olamadığı için
görevden azletmiĢtir.
Fatih Sultan Mehmet zamanında alınamayan
Rodos‘u almakta kararlı olan Kanuni Sultan Süleyman‘ın
emrinde babası Yavuz Sultan Selim (I. Selim) zamanında
hazırlanmıĢ mükemmel bir donanma vardı. Donanma
Komutanı Pulak Mustafa PaĢa 400‘ü asıl olmak üzere 700
parçadan oluĢan donanmayla Rodos‘a ve Marmaris‘e
doğru yelken açar. Kanuni de, Ġstanbul‘dan yüz bini aĢkın
orduyla Kütahya - Aydın – Muğla yolunu takip ederek 44
günde Marmaris‘e ulaĢır. Burada, adanın muhasarasını
kendisi gelmeden önce bitirilemediğini öğrenen Kanuni,
ordusunu Marmaris Limanının ‗Burunucu‘ mevkiindeki
blok taĢ ve kayalardan yapılmıĢ rıhtımdan kadırgalara
bindirir. Bu mevki, bu günkü liman iĢletmesinin inĢası
sırasında
yapılan
beton
blokların
altında
kalmıĢtır.(Burunucu)
Kanuni‘nin Marmaris‘e geldiğinde ziyaret ettiği evliya
kadın ‗Sarı Ana‘ya ait anılara yine bu kitabın ‗Sarı Ana ve
Türbesi‘ bölümünde yer verdim. Kanuni, baĢarılı bir
kuĢatma ve fethi tamamlarken Rodos‘ta takriben beĢ
aydan fazla kalmıĢ, Marmaris‘e dönüp bir gün
geceledikten sonra yine kara yoluyla Marmaris‘ten
Ġstanbul‘a hareket etmiĢtir. (02 Ocak 1523)
63
16. Yüzyılın ünlü denizcisi Türk Amiral Piri Reis
Kanuni‘nin Rodos seferine katılmıĢ, hazırladığı iki dünya
haritası ve Kitab-ı Bahriye adlı eserlerinde denizlerdeki
seyir ve demirleme yerlerini göstermiĢtir. Bu ünlü
denizcinin mutlaka Marmaris‘e bizzat gelmiĢ olduğunu
düĢünürüz. Piri Reis‘in deniz haritaları o yıllarda dünyanın
ilkleri arasında sayılmıĢ, Marmaris‘in Ģehir adının ise bu
yüzyılda ‗Mermeris‘ olduğu kaydedilmiĢtir.
Marmaris Limanı, deniz ve denizciler için bir
ressamın Doğu ile Batı Akdeniz‘in ortasında bir çok eski
uygarlıkların
karada
ayak
izlerini,
denizdeki
yakamozlarını, dümen sularını, yelken, direk, rüzgâr
sesleri ve siluetlerini silinmez Ģekilde tuvale iĢlediği bir
resim gibi çok stratejik, barınaklı bir buluĢma yeridir. 15.
ve 16. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve donanması için
Akdeniz‘in bir Türk Gölü olmasıyla Marmaris ve limanı da
önem kazanıp ünlenir. Böylece, Türk Denizcilik tarihinde
Marmaris bir adım daha öne çıkar. Zamanın denizci,
gezgin, yazar, çizer takımı eserlerinde buna yer verip
tuttukları kayıtlarla tarihe not düĢmüĢlerdir.
Bunlardan ilki 1671 yılında Marmaris‘e gelen Evliya
Çelebi‘dir. Bu ünlü gezginin Seyahatnamesinde
Marmaris‘e ait bazı notlar vardır. Bunlardan biri Ģehrin
adına aittir. Çelebi, Marmaris‘ten Habip BölükbaĢı‘nın
fırkatesine binip, Tokalaç Ahmed Kaptan‘ın reisliğinde
Rodos‘a geçmiĢtir. Tokalaç Ahmet Mıstan Sokağında
yaĢamıĢtır) Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferine
çıkmadan önce Marmaris‘te görmüĢ olduğu kaleyi küçük
bulup beraberindeki mimara ― Ya mimar, bu kaleyi azdır‖
der. ġehrin adı ‗Mimarazdır‘dan ‗Marmaris‘ e dönüĢür.
Diğer bir rivayete göre de Rodos‘un kuĢatılması sonunda
Marmaris‘e dönüĢünde kalenin emrettiği ölçüde
büyütülmediğini gören Kanuni mimarını cezalandırmak
için ―Mimarı asın‖ demiĢ ve Ģehrin adı bu sözcüklerden
oluĢmuĢtur. Herodot‘tan baĢlayıp birçok seyyah ve
tarihçinin bazı söylenceleri, hele böyle küçük bir yerleĢim
yeri adı hakkında tam kanıtı olmadan yorum yapmak ve
64
bunun kesin kabul edilmesi doğru olmayacaktır. Zira
Kanuni döneminde Ģehir adının ‗Mermeris‘ olduğunu tarihi
kayıtlardan öğreniyoruz. ġehir adının ‗Mermeris‘ ten
‗Marmaris‘ e dönüĢmüĢ olmasının ‗Mimarı As‘tan daha
kolay ve inandırıcı olduğu açıktır.
Bundan ayrı olarak; ‗Marmaris adının 13.yüzyıldan
itibaren baĢlayan Moğol akınlarından korunmak için
özellikle Türkmenlerin Tokat ve civarından oymak ve
obalar hainde göç edip Muğla, Aydın, Milas ve Marmaris
bölgesine geldiğini biliyoruz. Bunlardan, Marmaris
Bölgesine gelen aĢiretlerden ‗Mamulas Obası‘nın Ģehre
kendi adlarını vermesinden zamanla Ģehir adının
Mamulas‘dan Marmaris‘e dönüĢmüĢ olacağı da ayrı bir
olasılıktır.
Marmaris‘in
adının
aslının
nereden
kaynaklandığı konusunda araĢtırma yaparken yukarıdaki
seçenek beni daha derin ve biraz da mistik düĢünmeye
sevk etti. Örneğin, Armutalan Beldesinde Tokat‘tan gelip
yerleĢmiĢ, orada site kurmuĢ ‗Tokatlılar‘ aklıma ilgimi
çekti. Bir an kendi kendime ―Tokat nere, Marmaris neresi‖
dedim.
Bunun
yorumunu
yaparken
de
Ģöyle
düĢündüm.―Tokatlı hemĢerilerimizin ataları bu yerleĢim
yerinde
13.yüzyıldan
itibaren
yaĢamıĢ,
maddi
yaĢamlarından manevi dünyalarına Marmaris‘te göçmüĢ,
Ģimdi burada gömülüler. Bugünkü Tokatlıları ataları
Marmaris‘e çağırmıĢ olamaz mı? BoĢuna mı demiĢler
―Tarih tekerrür eder‖ diye... Bu yaklaĢım ilk nazarda biraz
mizahi görünse de yemekli bir toplantıda yaptığım
konuĢmanın baĢlangıcında tüm katılımcıları kastederek
―Merhaba Tokatlılar‘ diyerek önce herkesin dikkatini
çekmiĢ, hemen ardından da bu tarihi gerçeği kısaca
açıklamıĢtım. Özellikle Tokat kökenli hemĢerilerden büyük
bir alkıĢ da almıĢtım.
Marmaris adı Roma Döneminde Latince ‗Mare‘ ve
‗Maris‘ sözcüklerinin birleĢmesinden türemiĢ ‗Güzel deniz‘
anlamında Marmaris‘e verilmiĢ bir isim de olabilir. Ne
olursa olsun, bugünkü ‗Marmaris‘ adı içindeki üç sesli beĢ
sessiz harflerle ezelinden bu güne bilinen tüm isimlerin en
65
güzeli olsa gerektir. Gelin buna ―Adı güzel, kendi güzel
Marmaris‖ deyip geçelim...
18.
ve
19.
Yüzyıllarda
da,
Osmanlı
Ġmparatorluğunun
gerilemesi
devam
ederken
limanlarımızda Ġngiliz, Fransız bandıralı savaĢ gemilerinin
ziyaretlerinin arttığını biliyoruz. ĠĢte, bu dönemde tarihi
önemdeki ören yerlerimiz talan edilmeye baĢlıyor. Bunun
için eserlerin özellikle Ġngiltere‘ye taĢınması savaĢ
gemileriyle
oluyor.
Knidos,
(Datça),
Bodrum
(Halikarnasos) Xanthos (Kınık-Fethiye) bu dönemde
soyuluyor. Neyse, bu ayrıca iĢlenecek önemde bir
konudur. Talan edenlere çöküĢe geçen Osmanlı Ġdaresi
izin verdiğinden talancıları da tek taraflı hırsız tutmak adil
olmasa gerektir…Ne de olsa bu eserler dünyanın ünlü
müzelerinde sergileniyor, orada görenler asıl yerini de
görmek için ülkemize gelebiliyorlar. Bakarsınız bir gün
gelir ana vatanına iade edilirler...
Marmaris‘in stratejik konumlu limanının ününü
duyan ünlü denizci Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1789
yılında Fransız Komutan I.Napolyon‘u Doğu Akdeniz‘de
takibi sırasında donanmasındaki denizcilerin dinlenmesi,
ikmal ve bakım gibi gereksinmeleri sağlamak için savaĢ
filosuyla Marmaris‘e geldiğini bazı yabancı kaynaklardan
öğreniyoruz. Yakın tarihlerde Mavi Tur‘a (Blue Voyage)
çıkacak yatçılar ve gezginlerin yararlanması için Ġngiliz
denizci ve yatçı Rod Heikell‘in 1988 yılında bir kitabı
yayılandı. Adı, ‗Türkiye‘nin Turkuvaz Kıyıları‘ .(4) (The
Turquoise Coast of Turkey) Anılan eser halen
kitaplığımdadır. Bu kitapta Ġngiliz Amiral Nelson‘un
Marmaris anılarına da yer verilmiĢtir. Ünlü denizci Amiral
Nelson övgü ile bahsettiği Marmaris ve Limanı hakkında
Ģu ifadelere yer vermiĢ: ―Marmaris limanı barınaklı,
rüzgâra karĢı korumalı, denizciler için ideal bir demirleme
yeridir. Dağları çam ve tipik Akdeniz bitki örtülü, adeta bir
cennet parçasıydı. Burada, denizin temiz ve berrak,
kırmızı kiremitli evlerin beyaz badanalı oluĢu çok güzel
görüntü oluĢturuyordu‖...
66
Amiral Nelson‘un 19.yüzyılın sonunda yazdığı
anılarında büyük bir övgüyle Marmaris ve Limanına yer
vermesi, Birinci ve Ġkinci Cihan SavaĢlarından sonra ve
bundan takriben 50 yıl önce baĢlayan, adına ‗Mavi Tur‘
denilen bir tatil seçeneğinin belki de bilinmeden bu
günlere taĢımasına yardımcı oldu. Bu konuya daha sonra
değineceğim. Daha sonraları yat turları hakkında
bölgemiz ve kıyılarının önemini bize ve dünyaya duyuran
Can Yücel, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu
kardeĢler, Azra Erhat, YaĢar Kemal, Halikarnas Balıkçısı
takma adıyla Cevat ġakir Kabaağaçlı gibi aydın, yazar,
Ģair, ressam ve diğer sanatçılar ‗Mavi Tur‘un öncüleri
oldular. Anılan isimler, Marmaris limanına kayıtlı ‗Hürriyet‘
isimli
Mavi Tur'da bir gulet ve akĢam vakti
Mütevazı bir yatla yaĢadıkları tatilin adını ‗Mavi
Tur‘ olarak koyan ilk gezginler olmuĢtur. ‗Hürriyet‘,
Marmaris limanına kayıtlı 16 m. uzunluğa ve 4
kabiniyle 12 kiĢilik yolcu kapasitesine sahipti.
‗Hürriyet‘, (her kabinde bir çift için ve bir tek ranzalı
yatak) yine Marmarisli olan kaptan Ali Eroğlu damadı
67
ve yeğeni Ali Fuat Eroğlu, oğlu Süleyman Eroğlu ve
gemici Mehmet Yaldız ile denizlerde Mavi Tur‘u yerli
ve yabancılara ilk tanıtanlardır. ‗Hürriyet‘, Mavi Tur‘un
öncüsü olduğu halde tıpkı Yavuz zırhlısı, Bandırma
ve Nusret mayın gemilerinin baĢına geldiği gibi önce
satılmıĢ, sonra da parçalanıp odun olup yakılmıĢtır.
Oysa Hürriyet ve benzer tekneler veya maketleri,
süngerci ve dalgıçlara ait malzeme ve çapalar kıyıda
yapılacak bir açık deniz müzesinde sergilenip
ziyarete açılabilirdi. Böyle bir tasarım Marmaris‘e
kültürel boyut, geçmiĢe özlemli bir zenginlik de
katardı...
Sağdan ikinci: Sabahattin Eyüboğlu, soldan ikinci
:HeykeltraĢ ġadi Çalık Hürriyet’le Mavi Turda. 1966
68
Marmaris'in ilk Mavi Tur Teknesi 'Hürriyet' (Soldan sağa) Kadir
Ayhan, Kaptan Ali Eroğlu, film yapımcısı GüneĢ Karabuda, Yazar
YaĢar Kemal, (Sağdan sola) birinci ayakta duran AliFuat Eroğlu.
BaĢ güvertedekiler Ġsveçli film grubu. YaĢar
Kemal‘in ‗YeĢil Kertenkele‘ adlı romanını filme
çekmek için gelmiĢler.
Hürriyet’ Mavi Tur’da. BaĢ güvertede Ali Fuat Eroğlu
ve kıçta kayınpederi kaptan Ali Eroğlu,
Ansiklopedik bilgilere göre Ġngiliz Amiral Nelson
Fransa‘ya karĢı savaĢ patlak verince Amiral Hood‘un
Akdeniz filosuna katılır. Korsika Adasındaki Bastia Limanı
kuĢatmasındaki savaĢta sağ kolunu kaybeder. Buna
69
rağmen Napolyon ve filosunu takibi sürdüren Nelson,
Ebukir Körfezinde yakaladığı Fransız donanmasını demirli
olarak yakalayıp üstün bir manevrayla yok eder. (1798)
Bu baĢarı nedeniyle kendisine Ġngiliz Lordlar kamarası
üyeliği verilir.
Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1758-1805
Yukarıdaki resimde Amiral Nelson‘u, Napolyon‘a
karĢı kazandığı Aboukir (Ebu Hur) deniz savaĢından
sonra III. Selim‘in sorgucu ve sol kolundaki apoletin
hemen altında bulunan ay-yıldızlı ―Murassa NiĢanı‖yla
görüyoruz. Bilindiği üzere, Mısır‘a çıkıp Doğu Akdeniz
seferini baĢarıyla gerçekleĢtiren, fakat orada mahsur
kalan Napolyon o moral bozukluğuyla ve can havliyle
Akka kalesine saldırmıĢsa da Türk Komutan Cezzar
Ahmed PaĢa‘nın kuvvetleri karĢısında yenilmiĢ, nihayet
1799 yılında bir firkateyne atlayarak Mısır‘dan Fransa‘ya
kaçmak zorunda kalmıĢtı. 2010 yılı Ekim ayında bu kaleyi
ve Akka Ģehrini ziyaret ettim. Ünlü Türk Komutan Cezzar
Ahmed PaĢayı ve Ģehitlerimizi burada rahmetle andım.
70
ĠĢte bu zafer sonrasında Osmanlı Sultanı III. Selim, Amiral
Nelson‘u, ‗Bilvesile‘ Osmanlı‘ya yardımlarından dolayı
tebrik etmiĢ ve bu niĢanı Ġngiliz Amiral Nelson‘a diğer
hediyelerle birlikte göndermiĢtir. Bu hediyeler bugün
Ġngiliz Deniz Harp Okulu‘nun bulunduğu Greenwich‘deki
Deniz Müzesinde teĢhir edilmektedir. Kazandığı zaferle
Osmanlı Devleti‘ne dolaylı olarak yardımda bulunan
Nelson, PadiĢah‘tan aldığı pırlantalı sorgucu önemli
törenlerde taktığı gibi, ‗Murassa NiĢanı‘ da göğsünden hiç
eksik etmemiĢtir. Hatta 1805 yılında yapılan ünlü
Trafalgar savaĢında Napolyon‘un ipini çektikten sonra
savaĢta aldığı yaralardan dolayı sancak gemisinin
ambarlarından
birinde
son
nefesini
verirken
üniformasındaki 3 niĢandan birisi bu ay-yıldızlı zarif
Osmanlı niĢanıydı. (Kaynak: Abidin Daver, ‗Abukir Deniz
Harbi‘ Nisan 1950)
Amiral Nelson‘un bu baĢarıları elde ederken
Marmaris‘e de uğrayıp yazdığı anısında izlenimlerine yer
verdiğine baĢlangıçta değinmiĢtim. Burada, halen
gizemini koruyan bir konuya da ayrıca yer vermek
istiyorum.
Çocukluğumuzdan beri büyüklerimizden Bedir
Adasının Cennet Adası‘na bakan güney kıyısındaki
düzlükte yabancı denizcilere ait bir mezarlık olduğunu
biliyoruz. Bu mezarların hangi milliyete sahip kiĢilere ait
olduğu konusunda fazla bilgimiz yoktur. Ancak yukarıda
değindiğimiz bilgiler ıĢığında bir tahmin yapabiliriz.
Marmaris Limanına 18.yüzyıl sonunda Ġngiliz Amiral
Nelson ve savaĢ filosu gelmiĢ. Daha çok sonra da
Marmaris Birinci Cihan SavaĢında Fransız donanması
tarafından 1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢ.
1914‘de bir Alman torpido botu limana sığınmıĢ. SavaĢ
sonrası da 11 Mayıs 1919‘da Ġtalyan askerleri fiilen
Marmaris‘i iĢgal etmiĢ. Bu durumda aklımıza ilk gelen
Amiral Nelson ve gemileridir. Zira 18. ve 19. yüzyıllarda
limana Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemilerinin girebilmesi
71
kolaydı. Nelson‘un donanmasıyla Marmaris Limanını
ziyaret amaçları çerçevesinde ikmal, bakım ve onarım
dıĢında hasta, yaralı tedavisiyle, ölen birkaç denizcinin
gömülmesi gibi nedenler düĢünülmelidir. Liman içindeki
Bedir Adasının Cennet Adasına bakan yamacı da küçük
bir mezarlık olarak kullanılmıĢ olabilir.
Amiral Nelson‘dan takriben yüz yıldan fazla bir süre
sonra Birinci Dünya SavaĢı öncesi ve sonrasında limana
Fransız, Ġngiliz ve Ġtalyan gemilerinin girmiĢ olduğu bir
gerçektir. Ancak, ölen denizcilerin buraya gömülmesi için
yeterli zaman ve güvenli bir ortamın olmayacağı dikkate
alınırsa bu seçenek ihtimal dıĢı da olabilir. ġimdi hayatta
olmayan bazı süngerci ve denizci hemĢerilerimiz geçmiĢ
yıllarda buraya çıkıp mezarları ve bazı taĢ parçalarıyla
üzerlerinde haç iĢareti gördüklerini söylemiĢlerdir. Ancak
aradan geçen yıllarda rüzgâr, yağıĢ ve nem gibi nedenler
yüzeyde bir iz bırakmamıĢtır. Ne de olsa aradan takriben
150 yıl geçmiĢtir.
Babası balıkçı olan ve çocukluğunda mezarları
gördüğünü ve yerini bildiğini söyleyen Ġsmet Erdem ne
yazık ki 2008 yılında vefat etti. Bu hemĢerimiz, Marmaris
Belediyesinin Tarih Bülteninde, (5) 1953 yılında Ġngiliz
Donanmasına ait birkaç savaĢ gemisinin Marmaris
limanına dostluk ziyaretinde bulunduğunu, Marmaris
Kürek takımı ile düzenlenen yarıĢmada kürek takımından
bir Ġngiliz askerinin fenalaĢıp vefat ettiğini, Bedir
Adasındaki yabancı asker mezarlığına gömüldüğünü
babasından duyduğunu belirtmiĢtir.
Temmuz 2007‘de Marmaris Belediyesini ziyaret
eden ‗Turkish Daily News‘ adlı bir yayın kurumunun
muhabiri Bayan Ruth Macquiddy yabancı mezarlığını
görmek istemiĢ, Ġsmet Erdem‘in ve bir Belediye
görevlisinin de refakatinde bir tekneyle Bedir Adasına
giderek orada varlığı bilinen mezarlığı ziyaret etmiĢlerdir.
Bilinen yerde taĢ, toprak, kiremit parçaları dıĢında belirgin
baĢka bir ize rastlanmamıĢtır. Aynı gazetenin 14 Temmuz
72
2007 sayısında bu konuya ‗Marmaris‘s Historical Gem
Rediscovered‘ (Marmaris‘in Tarihi Değeri Yeniden
KeĢfedildi) baĢlığıyla değinilmiĢ, yerinde çekilen bir
fotoğraf da yazıya eklenmiĢti.
Sonuç olarak; ―Antik çağlardan beri Marmaris
limanına giren her türlü teknedeki mürettebat, asker veya
yolcunun ölmesi halinde meskûn olmayan bakir yerlere
gömülmesi doğaldır‖ diyorum...
Bedir Adasında yabancı mezarlığı- Ġsmet Erdem
(solda) Gazeteci Ruth Quiddy (sağda)
Bedir Adasında varlığını bildiğimiz mezarların
kimlere ait olduğu konusunda kesin bir Ģey söyleyemesek
de, yukarıdaki değerlendirmeler ıĢığında yabancı
askerlere ait olabileceği akla daha yakın gelmektedir.
Marmaris ve Limanına 10. Osmanlı PadiĢahı olan
Kanuni Sultan Süleyman‘dan sonra gelen 31. Osmanlı
padiĢahı 2. Mahmut‘un oğlu, Abdülmecit‘tir. Bilindiği
üzere, PadiĢah Abdülmecit kendinden sonra en son dört
Osmanlı PadiĢahının babasıdır. Tanzimat Reformlarının
uygulanmasını yerinde görmek için Ege Adalarını
73
kapsayacak 24 günlük bir geziye çıkan PadiĢah, 2
Haziran 1850‘de veliaht Aziz ve Murat efendiler, serasker
Rıza PaĢa, Ticaret nazırı Ġsmail PaĢa ve Rodos‘ta güzel
vakıf eserleri ihya etmiĢ Tophane MüĢir‘i (Gazi veya
MareĢal) Rodoslu Ahmet Fethi PaĢa‘yı da beraberinde
götürmüĢtür. PadiĢah Rodos‘u ziyaretinde Ģehrin saat
kulesi, muvakkithane, (Cami yanında namaz vakitlerini ve
rasatla ilgili bilgileri veren yapıt) rüĢtiye (Ortaokul) ve bazı
projelerin temelini atar. (6) O yıllarda henüz nahiye olan
Marmaris‘te rüĢtiye olmadığı için aile büyüklerimizden
Mıstan Sokağında doğmuĢ amcam Mehmet Uysal ve bazı
Marmarisliler orta eğitimini yapmak için Rodos‘a gitmiĢler.
Bilindiği üzere, Marmaris‘te ilk ortaokul açılıĢı 1949–50
eğitim yılında oldu. Ben de halen kullanımda olan ve vali
Recai Güreli zamanında yaptırılan Marmaris Atatürk
Ġlkokulunu bitirip, aynı okulun üst katının Orta Okul olarak
açılmasından sonra 1952–53 öğretim yılında ilk mezun
olan Marmarislilerdenim. Marmaris‘te lise eğitimi ise 1973
yılında baĢlamıĢtır. Bu ayrıntıyı not olarak düĢtükten
sonra Osmanlı PadiĢahı Abdülmecit ve heyetinin Ege
adalarına 24 gün süren gezisinde Marmaris Limanına
uğramadan geçtiği düĢünülemez. O dönemde Marmaris
Mütevelli heyeti baĢkanı olan (Yönetici-Voyvoda) büyük
dedem Zeynel Abidin (1805--1875) bu heyeti karĢılayıp
(1850) ve Marmaris‘te ağırladığı aile büyüklerimize
söylenmiĢtir. Düne kadar Marmaris‘e sadece Kanuni
Sultan Süleyman gelmiĢ diye bilinirken, PadiĢah
Abdülmecit‘in de Marmaris‘i muhtemelen denizden gelip
ziyaret etmesi olasıdır. .
Türk Denizcilik Tarihine deniz trajedisi olarak geçen
bir olaya da burada kısaca değinmek istiyorum. Japon
Ġmparatoru Meiji ülkeler arası iliĢkileri pekiĢtirmek için
Prens Komatsu Akihito‘yu Amerika ve Avrupa‘ya, sonra
da Ġstanbul‘a gönderir. (1887) PadiĢah II. Abdülhamit
Prens‘in niĢan ve hediyelerini kabul ederek bir savaĢ
gemisini iadei ziyaret için Japonya‘ya göndermeyi
kararlaĢtırır. 1889 yılının 14 Temmuz günü Japonya‘ya
74
gitmek üzere Ġstanbul‘dan hareket eden Ertuğrul
Firkateyni aynı ay içinde Marmaris Limanına da uğrayıp
demirler. Marmaris Limanında ne kadar kaldığına dair bir
bilgiye ulaĢamadım. Bilindiği üzere Ertuğrul‘un 11 ay
süren maceralı yolculuğu sonunda Japonya‘ya varıĢı 17
Haziran 1890 tarihidir. Ertuğrul burada 3 ay kaldıktan
sonra 15 Eylül 1890 tarihinde dönüĢe geçmiĢ, daha seyrin
ikinci gününde yakalandığı amansız fırtınada kayalara
çarparak batmıĢtır. Bu elim olayda 607 Türk
Denizcisinden sadece 69‘u kurtulabilmiĢ, diğerleri boğulup
Ģehit olmuĢlardır. (7) Bu elim olay denizcilik tarihimizde
yer almıĢ, ayrı bir inceleme ve değerlendirme konusu
olmuĢtur.
Ertuğrul Firkateyni
Marmaris Limanının yakın tarihimizde en önemli
ziyaretçisi, Cumhuriyetimizin kurucusu, Büyük önder
Atatürk‘tür. Atamız Marmaris‘e iki defa gelmiĢtir. Bu
konuda hemĢerimiz Emekli öğretmen sayın Duran Ergül
‗ün bir araĢtırması olmuĢ, edinilen bilgiler Marmaris Tarih
Bülteninde
yayınlanmıĢtır.
Kaynak
olarak
ise
CumhurbaĢkanlığı BaĢyaverliğinin ‗Nöbet Defteri‘ adlı
kayıtları gösterilmiĢtir. Bundan ayrı olarak kendi
araĢtırmamda Prof. Dr. Sayın Utkan Kocatürk‘ün
Kaynakçalı ‗Atatürk Günlüğü‘, ‗Doğumundan Ölümüne
75
Atatürk‘ adlı kitabında da bu bilgiler doğrulanmıĢtır.(8) Bu
kaynaklara göre; Atamız ―Gülcemal‖ adlı gemiyle 30 Ocak
1933 günü Fethiye‘den Marmaris Limanına gelmiĢ, bir
gece kaldıktan sonra 31 Ocak günü Ġzmir‘e gitmek üzere
limandan ayrılmıĢtır.
Gülcemal Gemisi (1874-1937)
Atamızın ikinci ziyareti (9) bu defa ‗Ege‘ adlı vapurla
23–24 ġubat 1935 tarihinde olmuĢtur. (10) Bu iki
ziyaretten ayrı olarak Marmaris Tarih Bültenindeki
demecinde hemĢerimiz 1930 doğumlu Zühtü TaĢkın daha
kendisinin
6
yaĢında
ilkokula
giden
öğrenci
olduğunu,1936 yılının 20 Mayıs günü Atamızın
‗Sadıkzade‘ adlı vapur ile Marmaris‘e geldiğini,
öğretmenleriyle Atatürk‘ü vapurda ziyaret ettiklerini
söylemiĢtir. Bu ziyarete dair araĢtırmalarda bir kayda
rastlanmamıĢtır.
Marmaris Atatürkçü DüĢünce Derneği ve Marmaris
Belediyesi Ulu Önderimiz Atatürk‘ün Marmaris‘e ilk geliĢ
tarihi olan 30 Ocak 1933 tarihini her yıl anma kararı
almıĢtır. Ġlk defa 30 Ocak 2010 tarihinde bu anlamlı gün
Marmaris Atatürk Anıtı önünde yapılan törenle kutlanmıĢ,
30 Ocak 2011 günü de tekrarlanmıĢtır.
Cumhuriyetimizin kurucusu, 20. yüzyılın en iyi asker
ve devlet adamı olarak ünü dünyaya yayılan büyük önder
76
Atatürk‘ün Marmaris‘e geliĢi biz Marmarisliler için büyük
bir onur ve gururdur. Atamızın yukarıda tarihleri
belirttiğimiz ziyaretleri kısa sürelidir. Ġlk ziyareti kıĢ
mevsiminin tam ortasında Ocak ayında olmuĢtur. KıĢın
denizden yapılan böyle bir ziyaretin önceden planlanmıĢ
olsa bile gemi kaptanının hava ve deniz koĢullarını
dikkate alarak önerisi dikkate alınarak yapıldığı kabul
edilmelidir. O günlerin gemileri bu günküler gibi her tür
hava ve deniz koĢullarlında seyir yapabilir durumda
değildi. Atamızın Marmaris‘e gelip de Ģehre inmeyiĢini
yanlıĢ yorumlayanlar büyük hata yaparlar.
Atatürk Marmaris‘e 30 Ocak 1933 günü geldiğinde
önceden
nükseden
sağlık
sorunları
olduğu
düĢünülmelidir. Bu mevsimde yapılan seyahat bir ‗Mavi
Tur‘ değildir. Seyahat 52 yaĢındaki Atatürk‘ün amacı
kurduğu Cumhuriyetin kıyılarını bir de denizden izlemek,
yaptığı ve yapılması gereken devrimlerin dinlenmiĢ bir
zihin ve bedenle gözden geçirilmesi için uygun bir çalıĢma
ortamında olmaktan baĢka bir Ģey değildir.
YaĢlı ve Ģimdi aramızda olmayan değerli
büyüklerimden öğrendiğime göre, Marmarisliler Ata‘sına
‗HoĢ Geldiniz‘ demek için kayıklara, motorlara doluĢarak
gemiyi ziyarete gitmiĢlerdir. Atamızın Marmaris Limanına
geliĢlerinin programda olup olmadığını bilemiyoruz.
Mutlaka bu kısa ziyaretler hava ve deniz koĢullarına,
geminin ikmal ve onarım ihtiyaçlarına ve bir de
CumhurbaĢkanı olarak zaman, görev ve sorumluluklar
dikkate alınarak yapılmıĢtır. Marmaris‘in 1933 yılında
nüfusu 2000, 1935‘de ise 2500 civarındadır. Marmaris
geçmiĢ yıllarda çok değiĢken, rakamlarla iniĢ ve çıkıĢ
gösteren bir nüfus yapısına sahiptir.(11) Böyle küçük
yerleĢim birimlerine CumhurbaĢkanı düzeyinde devlet
adamları, hele bir kıĢ mevsiminde denizdeyken yerleĢim
yeri mülki amirliğine hitaben bir mesajla iletiĢim kurulur,
doktor önerisi ve hava durumu dahil her türlü koĢul
dikkate alınarak ziyarete çıkılıp çıkılmama kararı alınır. Bu
karar çıkmama yönündeyse mülki ve yerel yönetim
77
amirleri bir heyetle gemiyi ziyaret ederler. Marmaris‘te de
aynen bu olmuĢtur.
Bu büyük insan, komutan ve devlet adamı, Askeri
Ġdadi‘den (Lise) Harp Okulu, Kurmay Akademisine,
ġam,(Suriye) Trablusgarp, (Libya) Sofya, (Bulgaristan)
Çanakkale,
Arıburunlar,‘dan
Milli Mücadele ve
Kongrelere, TBMM‘ini kurmaktan
Ġnönüler, Sakarya,
Büyük Taarruz ve Büyük Zafer‘e, Cumhuriyeti kurma,
Devrimleri gerçekleĢtirmekten isyanları bastırmağa kadar
geçen çetin ve amansız süreçte önce bir insan olarak
mutlaka yorulmuĢtur. Bütün bunları yaparken sağlık
sorunlarına aldırmamıĢ, kurduğu Cumhuriyetin ebediyen
yaĢaması için durmak bilmeden çalıĢmaya devam
etmiĢtir. Bu hızlı ve zor hayati görevler sağlık sorunlarını
daha da arttırmıĢ, henüz genç sayılacak yaĢta ruhunu
Yüce Allah‘a, fikir ve düĢüncelerini, kurduğu Cumhuriyeti
Yüce Türk Milletine emanet ederek aramızdan ayrılmıĢtır.
CumhurbaĢkanı Gazi Mustafa Kemal 29 Ekim 1933
günü Cumhuriyetin kuruluĢunun onuncu yıl dönümü
töreninde ―Onuncu Yıl Söylevi‘ni okurken Marmaris halkı
Ģimdi Liman BaĢkanlığının bulunduğu meydana
toplanmıĢ, radyolardan hem söylevi dinliyor, hem de
meydana sarı yaldızla boyanmıĢ bir Atatürk büstünün
açılıĢ törenini izliyordu. Bu büstün denize bakan
kaidesinde ―Cumhuriyetin 10. Yıldönümü burada kutlandı‖
yazılıydı. Biz milli bayram ve Atamızı anma törenlerini hep
bu anıtın çevresinde toplanarak yaptık. Atamızın 10. yıl
söylevinin son cümlesi o gün adeta Marmarislilerin
belleğine kazınmıĢtır. Atamızın söylevi hepimizin bildiği
üzere Ģu tümcelerle bitiyor:
―Türklüğün unutulmuĢ büyük medenî vasfı ve büyük
medenî kabiliyeti bundan sonraki inkiĢafıyla, geleceğin
yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneĢ gibi
doğacaktır. NE MUTLU TÜRKÜM DĠYENE!
78
29 Ekim 1933 Atatürk Büstünün Marmaris'te açılıĢı
1936 yılında, Yüce Atatürk‘ün kurduğu genç
Cumhuriyetin ilke ve devrimlerinden her Marmarisli gibi
etkilenen Atatürkçü Öğretmen Ferit Kayan hissiyatını Ģu
cümlelerle Ģiire dönüĢtürüp yine kendisi ‗MarĢ‘ olarak
Marmaris Gençliğine armağan ediyor. Marmaris ve
Marmarisli Milli MarĢ‘ımızdan sonra iĢte aĢağıdaki kendi
marĢını da yazıp söylemeye baĢlıyor.
79
Marmaris Gençlik MarĢı
Ġnleyen Akdeniz‘i bağrına basmak için,
Uzanan kollarında gücün var mı derlerse.
Turgut‘un vasiyeti Ģahlansın için için,
Marmaris çocuklarına ufuk dar mı derlerse.
Kudretin can damarı gençliğin kalbindedir,
O gençlik ki kalbini yurda armağan verir.
AĢka susayan gönül akmadan durulur mu ?
Ülküyle yanan gönül zincire vurulur mu?
Lastik adalelerle, bakırlaĢmıĢ tenlerle,
Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz.
Tarihsel yolumuzda koĢtukça coĢuyoruz,
CoĢtukça koĢuyoruz, koĢtukça coĢuyoruz.
Ġkinci Cihan SavaĢı‘nın baĢladığı 1939 yılı baĢında
Genelkurmay BaĢkanı MareĢal Fevzi Çakmak Muğla ve
çevresindeki askeri birlikleri denetlemek için gemiyle
Marmaris Limanına gelir. (12) Muğla Valisi Recai Güreli
tarafından 1938 yılında yaptırılan Marmaris Atatürk
Ġlkokuluyla
halen
Kaymakamlık
Binası
olarak
kullanılmakta olan Hükümet Konağını ziyaret eden
MareĢal Fevzi Çakmak mülki, askeri erkân ve halkla
yaptığı temaslarda harbin olası geliĢmelerinin ülke ve
bölge üzerindeki etkilerini ve alınacak önlemler
konusunda bilgi alıĢ veriĢinde bulunur.
80
MareĢal Fevzi Çakmak Marmaris'te-1939
Ġkinci Dünya SavaĢında Marmaris Limanı ve en
yakınındaki Akdeniz‘in önemli adalarından birisi olan ve
390 yıl Türk Ġdaresinde kalan Rodos‘un durumuna kısaca
değinerek cereyan eden dramatik birkaç olaya da burada
yer vermek istiyorum.
Bilindiği üzere tarih boyunca Doğu ve Batı
Akdeniz‘de ticaret yolunu kontrol eden Kıbrıs, Rodos ve
Girit Adaları adlarından sıkça söz edilen kara parçaları
olmuĢlardır. Marmaris özelinde Rodos Adası, Anadolu
Yarımadasına en yakın konumda bulunması nedeniyle
sosyal, ekonomik ve siyasi iliĢkilerde hep öne çıkmıĢtır.
Daha erken çağlarda olduğu gibi 15. yüzyıldan beri
coğrafi konumu ve Anadolu sahillerine yakınlığı
dolayısıyla Türk- Müslüman Ticareti ve kutsal yerleri
ziyaret etmede sorun yaratmıĢtır. Zamanla Akdeniz
Korsanlık
Merkezine
dönüĢen
Rodos‘un
elde
bulundurulması gerekliliği Selçuklular ve Beylikler
döneminde düĢünülmüĢ, Fatih Sultan Mehmet döneminde
giriĢimlerde bulunulmuĢ ve nihayet Kanun Sultan
Süleyman tarafından kuĢatılıp Osmanlı topraklarına
katılmıĢtır. Birinci Dünya SavaĢı öncesinde 1912‘de Ġtalya
81
tarafından iĢgal edilen Rodos, Ġkinci Dünya SavaĢı
sırasında Almanlar tarafından iĢgal edilince Müttefiklerin
karĢı koymasıyla savaĢ alanına dönüĢmüĢtür. Özellikle
savaĢın en kanlı cereyan ettiği yıl olan 1944‘de çoğunluğu
Türk soydaĢlarımız olan ama aralarında Ġtalyan, Fransız,
Rum, Yahudi ve hatta Alman göçmenler temin ettikleri
yüzer vasıtalarla adadan kaçmaya baĢlamıĢlardır. Sayıları
binlerle ifade edilen bu insanlar aç ve sefil vaziyette baĢta
yerleĢim yeri olan Marmaris Limanına, deniz ve hava
Ģartları müsait olmazsa en yakın ‗KarĢıyaka‘ denilen
Datça-Bozburun Yarımadasına ulaĢmayı amaçlamıĢlardır.
Marmaris‘e ulaĢanlar camilere, okullara hatta evlere
dağıtılmıĢ, kendilerine Kızılay ve halk tarafından yiyecek,
içecek, giyecek verilmiĢtir.
Bu büyük göçün olduğu 1944 yılında 7 yaĢımda
okula yeni baĢlayan bir çocuktum. AkĢamları Rodos
Adasının bombalanıĢını ve mermi ve topların çıkardığı
sesi duyar, alevini havada görürdük. Marmaris‘te özel
seferberlik
uygulaması
vardı.
Evlerde
karartma
uygulanıyordu. Okul önlüklerimizin beyaz olan yakalarını
takmıyorduk. Birçok yiyecek, içecek, yakacak maddesi
karneyle veriliyordu. Eski camiye alınan göçmenler
baĢlarında bekçi veya polis nezaretinde Mıstan Sokağının
deniz
kıyısına
getiriliyor,
denizde
yıkanmaları
sağlanıyordu. Evimizin kerevetinden (Tahta balkon)
denize giren göçmenlerin dalıp taĢlardan topladıkları
denizkestanelerini (kara dikenleri) elleriyle yumurta kırar
gibi açıp içini yediklerini izlerdim. Gördüklerim açlık ve
sefaletin ta kendisiydi. Annemin yardım edemeyiĢine
üzüntüsünü ―Bir iki kiĢi değiller ki ekmekle, Ģekerle
beslesek, bu kadar insana ne verilebilir ki‖ demesini daha
dün gibi anımsarım. Yine diğerlerine göstermeden
acınacak haldekilere bir Ģeyler vermeye gayret ederdi.
Aslında bizim de ekmek dahil verecek fazla yiyeceğimiz
yoktu. Ekmek, kibrit, gaz yağı, Ģeker gibi temel gıda
maddeleri karneyle veriliyordu.
Buna rağmen biz
Marmarisliler elimizdekileri onlarla ve Rodos‘ta kalan
82
soydaĢlarımızla paylaĢtık, göçmenlere misafirperverlik
gösterdik. Birçok aile göçmenleri evlerinde konuk etti.
O günlerde Rodos‘un idaresi halen Almanların
elinde olduğu için Türkiye‘ye iltica etmek isteyen
göçmenlere Almanlar yardım ediyorlardı. (13) Adı ‗Anna‘
olan bir Alman gemisine sayısı 200 kadar olan ve
çoğunluğu Türk olan göçmenler doluĢur. Gemi gecenin
karanlığında Rodos‘tan ayrılıp Marmaris‘in Kadırga
Burnuna yakın bir yere ulaĢtığında motoru bozulur. Deniz
fırtınalı ve dalgalıdır. Gemi imdat ister. Bir Türk gemisi
halat atarak gemiyi kayalarda parçalanmaktan kurtarıp
Marmaris Limanına kadar çeker. Gemide ve Marmaris‘te
karartma uygulandığından göz gözü görmez. Gemidekiler,
ıslak yatak, battaniyelerde aç, susuz ve hasta durumda
umutlarını yitirmek üzeredirler. Marmaris ve liman
yetkilileriyle irtibat sağlanamamıĢtır. ĠĢte tam o sırada
gemide göçmen olarak bulunan bir ailenin 18–19
yaĢlarındaki ‗Çelenk‘ isimli kızı bu durumdan kurtulmanın
çaresini denize atlayıp kıyıya yüzerek gidip ilgililere haber
vermekte bulur. Ve de öyle yapar. Ġlgililere ulaĢır. Gemiye
yardım gelir. Göçmenler kurtarılır. Sağlık muayene ve
tedavileri
yapılıp
geçici
konaklamaları
sağlanır.
Aralarında, uzun süren açlıktan sonra birden yemek
yemeleri yüzünden ölenlerin, hasta olanların varlığından
söz edilir.
Yine o günlerin bir sabahında okul giysimi giymiĢ
tam evden çıkacakken Yalancı Boğaz üzerinden alçaktan
uçarak bizim evin üzerine doğru gelmekte olan bir uçağı
gördüm. Evin içinde ve kerevette hepimiz yere yattık.
Uçak neredeyse çamaĢır tellerine takılacak vaziyette
alçaktan uçup geçti. Ağabeyim, ―Bu Ġngiliz uçağı‖ dedi.
Uçağın kuyruğundaki Ġngiliz Bayrağını görmüĢ. Sonra
okulda duyduk ki o uçak arızalıymıĢ veya Alman
uçaklarının açtığı ateĢle isabet alarak zorunlu olarak
Gökova‘ya iniĢ yapmıĢ. Gökova‘da o zaman bugünkü gibi
okaliptüs ağaçları yüksek değildi. Henüz taze fidandılar.
Bunların hemen kuzey doğusundaki arazide uçak pisti
83
vardı. Pervaneli küçük keĢif uçakları için buraya bir pist
yapılmıĢtı. Anılan uçak bu piste inmiĢti. Yanılmıyorsam bu
uçak harp sonrasında bir süre daha Gökova‘da kaldı.
Muğla‘ya giderken uçağı pistte gördüğümü iyi
hatırlıyorum. Sonrasında, ―Hükümetin verdiği izinle Ġngiliz
Büyük Elçiliği uçağı parçalara ayırtarak Ġngiltere‘ye
taĢıtmıĢ‖ denildi.
KeĢke bu uçağı tarihi bir olayın simgesi, anısı olarak
yerinde sergilemeyi düĢünebileydik...
Kitap çalıĢmamı tamamlayıp yeniden gözden
geçirdiğim 2011 yılının ġubat ayında Marmaris Limanına
Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait ‗Enterprise‘ adlı Uçak
Gemisi geldi. Limanda dört gün kaldı. Dev uçak gemisi
halkın ziyaretine açık olunca bir grup arkadaĢla biz de
ziyaret ettik.
Gemiyi ziyaretimizde bir hemĢerimizin
―Buradan sonra rotanız nereye‖ sorusuna görevli subay
―Eve‖ demiĢti. Oysa o günlerde Kuzey Afrika‘nın Akdeniz
kıyılarındaki Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde
karıĢıklıklar vardı. Bu devasa savaĢ makinesinin eve
gitmesi hiç olası değildi. Amerikan Subayı haklıydı. Asker
kökenli olduğum için ―Öyle soruya ancak böyle yanıt
verilir‖ dedim. Oysa ‗Enterprise‘ eve gitmeyip, Libya
açıklarından üzerindeki uçaklarla Albay Kaddafi
destekçileri üzerine füze yağdırmaktaydı. Önce Tunus,
sonra Mısır‘da yönetim değiĢti. Libya‘da iç savaĢ ve
ardından müttefik güçlerin havadan ve denizden ateĢli
müdahalesi kitabı yayına verdiğim günlerde halen devam
ediyordu. Libya‘daki iç savaĢın anılan diğer Kuzey Afrika
ülkelerinden daha kanlı ve tehlikeli safhaya dönüĢmesiyle
bu ülkede çalıĢmakta olan takriben 20–25 bin Türk
ĠĢçisinin hayatı tehlikeye girince acilen Türkiye‘ye
tahliyelerine karar verildi. Bunun için en yakın yer olan
Marmaris Limanı tercih edildi. Denizden Marmaris
Limanına askeri ve sivil gemilerle, havadan uçaklarla
Dalaman Hava Limanına getirilen çoğunluğu Türk ve
diğer ülke vatandaĢları kısa zamanda vatanlarına,
evlerine döndüler. Devletimiz, Türk Kızılay‘ı, yerel
84
yönetimler, Marmarisliler ve tüm iĢletmeler gelen
göçmenlere sıcak ilgi ve yardımlaĢma içinde olarak
dünyaya örnek bir davranıĢ sergilediler. Bu olay bize
Ģunları gösterdi, anımsattı:
Türkiye kıtalar arası ve denizaĢırı bir operasyonu,
özellikle barıĢçıl, insan ve haklarını koruma, kurtarma
konusunda yeterli donanıma ve lojistik kapasiteye sahiptir.
GerçekleĢen tahliye operasyonu bir nebze de olsa
koĢulların ve aradaki mesafenin bugünkü kadar uygun
olmadığı 15.yüzyıl sonunda ecdadımızın beĢ yüz bin
Yahudi‘yi Ġspanya‘dan tahliye edebildiği tarihi olayı da
anımsattı.
Böylece ‗Marmaris‘in Mıstan Sokağı‘ adlı kitabımın
‗Marmaris Limanı ve Ziyaretçileri‘ baĢlıklı bölümünde en
yakın tarihte vukua gelmiĢ bir olay da yer almıĢ oldu. ĠĢte
tarih budur, ve tarihi bu yüzden severim...
85
Kaynakça
(1) Marmaris Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970
(2) Marmaris Kasabası Kısa Tarihçesi- O. Levent Seral
04.04.1998
(3) Osmanlı Tarihi- Ord. Profesör Ġ.Hakkı UzunçarĢılı
(4) The Turquois Coast of Turkey-Rod Heikell
(5) Marmaris Tarih Bülteni-Sayı 15
(6) Rodos‘ta Saklı Zamanlar –ġahap KaĢlıoğlu-2007
(7) Doğumundan ölümüne Atatürk- Prof. Dr. Utkan
Kocatürk
(8) Marmaris Tarih Bülteni Sayı: 30-45
(9) Marmaris‘in ġanlı Tarihi (fotoğraf) Marmaris Ticaret
Odası 30.8.2010
(1)Marmaris Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970
(1) Denizde Efelik Olmaz-Fatma Çimen -2007
(1) Rodos-Anılar ve Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu
Erol Uysal Marmaris Ortaokulundayken Cumhuriyet
Bayramında
86
ġANLI YAVUZ VE KÖPEK BALIĞI
Yukarıdaki yazı baĢlığı altında Marmaris Limanını
ziyaret eden iki misafire ayrıca değinmeyi uygun gördüm.
Bilindiği üzere, eski Neolitik (TaĢ Devri) çağlardan beri
insanlar ticaret, ulaĢım ve keĢifler için denizlere açılmıĢlar,
limanları, adaları sıkça ziyaret etmiĢlerdir. Marmaris
Limanı da Akdeniz‘le Ege‘nin birleĢtiği çok stratejik bir yer
ve barınaklı konumda olduğundan tarih boyunca önem
kazanmıĢtır. En yakın tarihimizde, özellikle Birinci Cihan
SavaĢı yıllarında Marmaris Limanı dıĢındaki sularda Türk,
Alman, Fransız, Ġngiliz, Ġtalyan ve Yunan savaĢ gemileri
devriye görevi yapmıĢlar, en yakın Rodos, Ġstanköy,
Sömbeki ve Meis gibi Adalar Ġtilaf Devletleri
donanmalarının uğrak ve ikmal yerleri olmuĢtur. Marmaris
ve diğer Ege‘ye kıyısı bulunan limanlarımız bombalanmıĢ,
halk bundan zarar görmüĢtür.
Yakın tarihte görülen siyasal ve askeri stratejik
geliĢimlerle ilgili olarak Türk Deniz Kuvvetlerinde savunma
amaçlı bazı kuvvet kaydırmaları oldu. . Doğu Akdeniz
Ülkelerindeki siyasi istikrarsızlıklarla,
Batı komĢumuz
Yunanistan‘ın Kıbrıs baĢta olmak üzere kıta ve hava
sahanlıkları, adaların silahlandırılması, kara suları gibi
bazı önemli konularda uluslararası antlaĢmalar hilafına
siyaset
yapmaya
baĢlamasından
sonra
sadece
Marmara‘da değil, Ege ve Akdeniz‘de de deniz üssü
bulundurmak gereği duyuldu. Böylece, 1980‘li yıllarda
Marmaris yakınındaki Aksaz Limanı Deniz Üs Komutanlığı
oldu. Bu Üs ve Liman aynı zamanda NATO Üyesi
Ülkelerin savaĢ gemilerinin ziyaret, ikmal ve destek gibi
ihtiyaçlarını da karĢılamaktadır. Esasen Türk Donanması
anılan üs yapılmadan önce de Marmaris ve Doğu
Akdeniz‘deki limanlarımızı sıkça ziyaretler yapardı. Türk
Donanması
ve
Bahriyesi
önce
Marmaris
ve
Marmarislilere, sonra da Akdeniz‘e daha yakın konumda
olup uluslar arası antlaĢmaların gereği olarak uzak
87
denizlerde emniyet, denetim ve devriye görevlerine
Marmaris‘ten çıkmaktadır. ġanlı Sancağımızı uluslar arası
sularda dünya barıĢı ve güvenliğinin birer bekçileri olarak
dalgalandırmaktadırlar. Aksaz Limanı, Akdeniz ve
Bölgedeki tesanütün eskiye nazaran daha iyi durumda
olması nedeniyle NATO müttefiki ve dost yabancı deniz
kuvvet donanma ziyaretlerine de izin vermektedir. .
Özellikle, 1950‘li yıllardan itibaren Donanmamızı
Akdeniz‘de meydana gelen kriz dönemlerinde ve yıllık
planlı tatbikat veya manevralarda Marmaris limanında sık
görürdük. Çocukluk yıllarımızda bahriyenin geliĢiyle
Marmaris birden Ģenlenir, donanma kıyıya bando çıkarıp
gösteri yapar, askerlerden oluĢan futbol, voleybol, yüzme
ve kürek takımlarıyla Marmarisliler spor yarıĢmaları
düzenler, donanmadan karaya sinema makinesi çıkarılır,
film gösterileri izlerdik. Marmaris‘in genç kızlarından bir
kaçı azıları gönlünü bir denizciye kaptırıp evlenmiĢ, bize
de bahriyeli eniĢte kazandırmıĢlardır. Özetle söylemek
gerekirse eski Marmaris‘te sivil-asker iĢbirliğinin güzel ve
mutlu örnekleri sergilenmiĢ, bu durum Ģimdi de aynen
devam etmektedir…
ġanlı Yavuz seyirde (1947)
88
Buradan itibaren yazı baĢlığımız ‗ġanlı Yavuz ve
Köpek Balığı‘na dönelim.
Deniz Kuvvetlerimize ait donanmanın tatbikat ve
manevra sonrası Marmaris Limanına sık ziyaret yaptığına
önceden değinmiĢtim. Donanmanın o zaman sancak
gemisi olan ve yakın tarihimizdeki rolünü yakından
bildiğimiz Yavuz zırhlısının kendisi baĢlı baĢına bir kitaba
sığmayacak kadar görev ve olayların içinde olmuĢtur.
Bunlara kısaca değinelim.
Yavuz, yakın tarihimizde adından çok bahsedilen
zamanın bir savaĢ makinesiydi. Benim çocukluk ve
ergenlik yıllarımda askerlik çağına gelmiĢ Marmarisli
gençlerden Yavuz‘da bahriye askerliği yapan birçok
hemĢerimiz vardı. Berber dükkanlarının ayna veya
duvarlarında bu zırhlının veya üzerine hatıra olarak bu
gemide askerlik yapan hemĢerinin baĢında ‗TCG.YAVUZ‘
yazılı bahriyeli Ģapkasıyla çekilmiĢ fotoğrafı olurdu. Ne de
olsa Yavuz‘da askerlik yapmak biraz da ayrıcalıktı.
HemĢerimiz Mustafa Peköz Yavuz‘da askerliğini yapan
onlarca Marmarisliden sadece biridir. Burada, Marmaris
Limanında demirli iken içinde kendi adının da geçtiği
‗Yavuz‘un iki olayına değineceğim.
89
ġanlı Yavuz Marmaris’te - 1951
Marmarisli Denizci Mustafa Pekoz Yavuz'da bahriye
askeriyken -1951
90
Yavuz, anımsanacağı üzere 1912 yılında Alman
tezgahlarında yapıldı. Ġlk adı ‗Goben‘ olan bu zırhlı diğer
sınıftaĢı ‗Breslau‘ ile birlikte Birinci Cihan SavaĢının
baĢlangıcında 10 Ağustos 1914 günü Ġngiliz savaĢ
gemilerinin takibinden kaçarak Çanakkale Boğazı önlerine
gelirler. Boğazdan içeri girme izni isterler. Bu izin hemen
verilir. Ġngilizlere gemilerin Osmanlı Devleti tarafından
satın alındığı söylenir. Zira Osmanlı Devleti Almanya ile 2
Ağustos 1914 tarihinde ittifak imzalamıĢtır. Anılan
gemilerin adları ‗Yavuz Sultan Selim‘ ve ‗Midilli‘ olarak
değiĢtirilip, direklerine de Türk Bayrağı çekilerek
Karadeniz‘e açılırlar. Kırım yarımadasındaki Sivastopol,
Odessa, Novrosiyk, Teodosya limanlarını bombalarlar.
Doğal olarak bu durum Türklerin savaĢta fiilen Almanların
yanında olunduğunu göstermiĢtir. Yavuz savaĢ süresince
Karadeniz‘de aktif kalır. 10 Mayıs 1915‘te 17 gemiden
oluĢan bir Rus filosundan kurtulmayı son anda baĢarır. 8
Ocak 1916‘da ‗Imperatriza Maria‘ gemisinin 30,5 santimlik
toplarının ateĢi altında kalır. 20 Ocak 1918‘de Yavuz ve
Midilli bu kez Amiral Hubert von Rebeur-Paschwitz
komutası altında ilk kez Çanakkale‘den çıkıp Selanik‘e
giderler. Yavuz‘un yardımıyla HMS Raglan ve M28
batırılır. Lakin kader arkadaĢı Midilli mayına çarparak
batar. Yavuz da üç mayın yarası alıp zar, zor Çanakkale
boğazına döner. Çanakkale yakınlarında karaya oturtulur.
26 Ocakta yüzdürülerek 1927 yılında yeniden donanmaya
katılana kadar Ġstanbul‘da demirli kalır. Bu arada adı
‗Yavuz Selim‘ olarak değiĢtirilir. 1930‘ da Türkiye
Cumhuriyeti Donanmasının Sancak Gemisi olur. 1938
yılının 19 Kasımında en acılı, hüzünlü görevlerinden
birisini yapar. Yabancı ve Türk Donanmasının bazı
gemileri
eĢliğinde
Atatürk‘ün
naĢını
Ġstanbul
Sarayburnu‘ndan‘ alıp Ġzmit‘e taĢır.
Yavuz, 1950 yılına kadar Türk Donanmasında
‗Duayen Gemi‘ olarak hizmette kaldı. 1950 de aktif
görevden ayrılırken filoya bağlı diğer savaĢ gemileriyle
birlikte sancak gemisi olarak maceralı geçen yaĢamının
91
son ve veda ziyaretini Marmaris‘e yaptı. Çeyrek yüzyıla
yakın Gölcük‘te demirli kalmaya devam ederek bir tür idari
birim, bir hapishane ve müze olarak varlığını sürdürdü. 7
Haziran 1973‘te hurda fiyatıyla bir Ġtalyan Ģirketine jilet
yapılmak üzere satıldı. Koca Yavuz Ģarkı ve türkülere
konu
oldu.
Bunlardan
çocukluğumuzda
sıkça
duyduğumuz, hatta söylediğimiz ‗Yavuz geliyor Yavuz da
suları yara yara‘ türküsü daha dün gibi belleğimdedir.
Yavuz‘un hatıra olarak saklanan bazı parçaları Ġstanbul
Deniz Müzesi, Gölcük, Ġskenderun gibi Ģehirlerde teĢhir
edilmektedir.
Yavuz‘u kısaca tanıdıktan sonra, bu zırhlı ile ilgili iki
olaya burada yer vermek istiyorum. Her iki olay 1950
yılının Mayıs ayında Marmaris‘te meydana geldi. Neydi
bunlar bir göz atalım:
Birincisi, 22 Mayıs 1950 Pazartesi günü rahmetli
Celal Bayar Türkiye Cumhuriyetinin 3. CumhurbaĢkanı
seçilmiĢ, radyolar, gazeteler bu haberi anons ediyor,
yazıyorlardı. Aynı gün, Türk Deniz Kuvvetleri savaĢ
filosuna ait gemiler Marmaris limanına geldi. Yavuz
zırhlısı limanın ortasında sancak gemisi olarak demirli
durumdaydı.
CumhurbaĢkanı
seçimi
dolayısıyla
Yavuz‘dan atılan 101 pare topun Marmaris‘e doğru olan
baĢ güvertesinden ateĢlenenleri bazı evlerin camlarının
kırılmasına neden oldu. Ben o gün daha 13 yaĢımda
mahalle arkadaĢlarımla kulaklarımızı tıkayarak kıyıdan top
atıĢlarını sayarak izliyordum. Yavuz‘un güvertesindeki
ateĢlenen toplar bir sancak ve bir iskele tarafından
ateĢlendiğinde önce namlu ağız alevi ve dumanını
görüyor, bir iki saniye sonra da sesini, yankısını dağlarda
duyuyorduk. Bahar mevsimi nedeniyle havada çiçek
tozları uçuĢuyor, karayelden esen hafif bir rüzgârın
serinlettiği havaya çam, defne, piren ve hatta günlük
kokuları karıĢıyordu. Marmaris o gün büyük bir Ģenlik
havası içerisindeydi. Yavuz halkın ziyaretine açılmıĢ, biz
de kardeĢlerimle gemiyi ziyarete gitmiĢtik. Donanmadaki
denizcilere Ģehir izni verilmiĢ ve bahriyeliler çarĢıyı,
92
yolları, kıyıları doldurmuĢtu. Bazı denizciler gemideki
birikmiĢ kirli çamaĢırlarını da bir torbaya koyup derelere
doğru gidip yıkamayı tercih etmiĢlerdi. O zaman yüzmek,
çamaĢır yıkamak için en uygun yerlerden birisi merkeze
uzak da olsa üzerinde üç su değirmeni bulunan ‗Değirmen
Çayı‘ idi. Bu çay, Marmaris‘in en yüksek zirvesi olan
Balan Dağı (990 m.) eteklerinden vadilere, oradan da
küçük Ģelaleler, çağlayanlar halinde bir gölete düĢen
temiz, berrak sulardan oluĢuyordu. GeçmiĢte Marmaris
Ģehir içme suyu buradan getirilmiĢti. Doğanın kendi
kendine yarattığı bu gölet ve çevresi doğal park, piknik ve
yürüyüĢ alanı, hatta yüzmeye gidilen cennet gibi bir yer
durumundaydı. 1980‘li yılların sonunda Marmaris tanıtımı
için Türkçe- Ġngilizce olarak hazırladığım broĢürde ‗Yavuz
Plajı‘nı Marmaris‘te yerli ve yabancı turistler için
gezilecek, görülecek doğal parklardan birisi olarak
belirtmiĢtim. Göletin batısındaki Değirmen Çayı‘nda taĢlar
üzerinde çamaĢır yıkayanlar olur, ―Sabuna hiç gerek yok,
suya sokunca çamaĢırlar pir pak oluyor‖ diyen
hemĢerilerin sesi hala kulaklarımdadır.
ĠĢte, tam bu yerde acılı bir olay meydana geliyor.
Yavuz‘dan Ģehir iznine çıkan bir denizci asker kirlenmiĢ
birkaç iç çamaĢırını da yanına alıp buraya geliyor. Önce
çamaĢırlarını yıkayıp kurumaları için makilerin dallarına
asıyor. Gölette yüzen diğer denizcileri görünce o da
yüzmek için kayadan kendini göletin ortasına bırakıyor.
Yüzme bilmediği için boğuluyor. Bunu gören diğer
denizciler Ģaka yapıyor sanıp, ilgilenmiyorlar. Maalesef bu
denizci orada boğulup ölüyor. Bu haber kısa zamanda
Marmaris‘e ve tüm gemilerdeki denizcilere duyuruluyor.
Ölen
denizci
törenle
memleketine
uğurlanıyor.
Donanmadan Ģehir izne çıkma hemen yasaklanıyor.
Marmarisliler birden mateme bürünüyorlar. Birkaç gün
sonra da Yavuz ve donanma duygulu sirenler çalarak
sabahın erken saatlerinde limandan ayrılıp gidiyor. Bu
dramatik olaydan sonra, Marmarisliler bu gölete ‗Yavuz
Plajı‘ adını veriyorlar.
93
1980‘li yıllarda yapılaĢma, göç alma ve artan su
talebi karĢısında göletin suyu Ģehir içme suyu kuyularına
bağlandı. ‗Yavuz Plajı‘nın su seviyesi düĢtü ve bu güzel
alternatif doğal gezi alanı, bu günkü ‗Turgut ġelale‘si gibi
yaĢaması, yaĢatılması gerekirken ardında sadece adını
bırakıp gözden kaybolup gitti. Tıpkı Yavuz‘un jilet olup
gitmesi ve sadece adının yadigar kalması gibi…
Diğer olay ise Marmaris‘e korku, heyecan
yaĢatmıĢtır. Hani bir zamanlar ‗Jaws‘ filmleri izlerdik ya
olay tıpkı onu çağrıĢtırıyor.
Yavuz zırhlısı yine 1951 yılında planlı bir deniz
tatbikatından dönüĢte diğer savaĢ gemileriyle beraber
Marmaris limanını ziyarete gelir. Güzel bir yaz akĢamı,
Ģimdiki Ziraat Bankası önlerinde, kordondaki sıralarda
çoğunluğu yaĢlılar, az da olsa bazı yerli yabancı turistler
oturmakta, Gölenye (1) ve Karapınar (2) yönlerinden
esen karayel ve Börülce Rüzgarı (3) ile serinlemektedirler.
Bir yanda belediye tellalı Topal Galip Amca‘nın elindeki
megafonla açık hava sinemasındaki filmi anons ediyor,
diğer tarafta ġekerci Kadir‘in saplarını mısır inciri
kabuğuna veya taze domateslere tutturduğu elmalı ve
horozlu Ģekerleri, ‗‖Haydi horozlu Ģeker, haydi elmalı
Ģeker, tanesi yüz para‖ diye satmaya çalıĢıyordu.
Çocuklar kanepelerde oturan annelerinden kendilerine
hemen horozlu Ģeker aldırıyorlardı. Hafsa teyze (Hapse
diye söylenir) futasını baĢından omzuna atıp baĢını
açarak günün sıcaklığından kendince Ģöyle bir ―oh‖
demek için ―Acık yanaĢın bakan‖ deyip kanepede
oturmakta olan diğer kadınların yanına oturur.
Kadınlardan biri ―Nasılsın Hapse abla‖ der demez ―Nasıl
olan ben, ni bu milletin deliliği, Ģımarıklığı, baĢımıza daĢ
(4) yağacak. Kadınlar utanmayı galdırmıĢ, deliye bakara‖
vb. sözlerin hemen ardından sanki Hapse Abla‘nın sesini
kesmek istercesine denizden su yüzüne çıkan bir canavar
kıyıya hızla yaklaĢıp kuyruğuyla büyük bir su kitlesini
kanepelerde oturanların üzerine serpiĢtirir. Hapse Abla ve
yanındakiler ne olduğunu anlamadan ve ĢaĢkınlık içinde
94
sırılsıklam olurlar. Keza kıyıda oturan çocuklu bir aileye
horozlu Ģeker satmakta olan ‗ġekerci Kadir de su
serpintisinden nasibini alır, elindeki Ģeker tepsisini yere
düĢürür. Kanepelerde oturmakta veya kıyıda dolaĢmakta
olanlar ne olduğunu bilemeden ĢaĢkınlık içinde kalırlar.
Olayı görmeyenlerden bazıları gördüğünü söyleyenlere
―Hadi canım sende, birisi denize atlamıĢ, Ģaka yapmıĢtır‖‘
diyerek inanmazlar. Aradan bir saat geçer geçmez sanki
inanmayanlara söyleneni kanıtlamak ister gibi bu defa
daha kuvvetli bir kuyruk çarpması ile deniz suyunu oturan
veya ayakta olanların üzerine serpip kafa ve bedeninin bir
kısmını göstererek kıyıdan uzaklaĢıp giden yine ayni
canavardır. Gördüklerinin devasa büyüklükteki bir köpek
balığı olduğu böylece kanıtlanmıĢtır.
Olay hemen kaymakamlığa, ardından polis ve
jandarmaya, limanda demirli olan filonun sancak gemisi
Yavuz‘a duyurulur. Denize çıkıĢ yasaklanır, limandaki
savaĢ gemileri ve karadaki güvenlik ekibi
alarm
durumuna geçer.
95
Yavuz, bahriye askerleri ve mataforaya asılı köpek
balığı –1951
Limanda bahriye askerleri bir hücum bot içinde
makineli tüfekli keskin niĢancılarla gündüz ve gece
devriye gezmeye baĢlar. Ertesi sabah canavar köpek
balığı Ordugâh (6) Mevkiinde kıyıya yakın bir yerde
kuyruğu ve yelesini suyun üzerine çıkarıp yüzerken
görülür. Keskin niĢancılar derhal üzerine makineli tüfekle
ateĢ ederler. Askerler balığın vurulduğunu suyun üstünde
arda kalan kan izlerinden anlayıp takip ederler. Fakat
canavar yine kaybolur. Bir gün sonra sabah erken
saatlerde kıyıya vurmuĢ vaziyette uzun yalı mevkiinde
96
görülür. Yavuz‘dan gelen büyük bir bot ve içindeki
askerler 5 metre boyunda ve takriben 2 ton ağırlığındaki
cam göz türü köpek balığını kuyruğundan bağlayıp
Yavuz‘a sürükleyerek götürürler. Canavar, Yavuz‘un
iskele üstündeki büyük bir vincin mataforasına resimde
görüldüğü gibi asılır.
Olayı öğrenince biz de ağabeyimle sandalımıza
atladığımız gibi kürek çekerek soluğu Yavuz‘un yanında
aldık. Askerler botlarla Yavuz‘un etrafında emniyet
kordonu oluĢturmuĢlardı. Gelenleri belirli mesafede
tutuyorlardı. Ulusal ve yerli basın muhabirleri oradaydı.
DönüĢümüzde canavarı gördüğümüzü ailemize, herkese
anlattık. Yavuz zırhlısı ve Köpek Balığı o günlerde
Marmaris‘e bir hareket getirdi. Çevreden, uzak yerlerden
Yavuz‘u ve canavarı görmek için gelenler oldu. Basın
aracılığıyla Marmaris bir turizm hareketliliği yaĢadı.
Ancak, bir müddet hepimizin denize girmeye çekindiğimizi
itiraf etmeliyim. Olaya dair yapılan açıklamalarda, ―Bu tür
büyük balıkların gemilerin dümen suyunu izlediklerini, dar
boğazlardan gemilerle limanlara girdikten sonra daha
derin sulara açılmak için çıkıĢ boğazını ararken sıkıntı
yaĢadıklarını,
böyle
durumlarda
da
çılgınlıklar
yapabilecekleri‖ ifade edilmiĢti. O zaman fotoğrafçı Azmi
amcanın çektiği fotoğrafı bir hemĢerimden alıp
büyülttürerek evimizin duvarına asmıĢtık.
1998 yılında Marmaris Aksaz Deniz Üs
Komutanlığını bir ziyaretimde o zaman Tuğamiral olan
Orhan Aydın PaĢamıza çerçeveli Yavuz ve Köpekbalığı
fotoğrafını makamında hediye etmiĢtim. Çok mutlu
olmuĢtu. Ama ne yazık ki, Marmaris‘ten Tümamiral olarak
terfi edip tayinle ayrılan bu değerli insanı 1999 Marmara
depreminde kaybettik. Bu vesile ile aziz ruhunu saygı ile
selamlıyor, rahmetle anıyorum.
Yavuz ve Köpekbalığı olayının ardından geçen
birkaç yılda Marmarisliler yüzerken kıyılardan fazla
açılmadılar. Hatta yaramazlık yapan küçük çocuklarına
97
―Ağlamaya veya yaramazlık yapmaya devam edersen
seni köpek balığına yem olarak atarım‖ diyen anneler
olmuĢtu. Ama Ģimdiki zamanelere bu söylense, ―Haydi at
da görelim‖ derler o da ayrı mesele. Bu bile zamanın
değiĢtiğini, köprülerin altından o günlerden buyana çok su
akıp geçtiğini bize anımsatan ilginç bir örnek olsa
gerektir...
Yerel isim ve açıklamalar :
(1) Gölenye (Ġçmeler Beldesinin eski adı)
(2) Karamınar: (Karapınar) Halk Plajı, Marmaris
Belediyesi Binası arka tarafı
(3) Börülce rüzgarı (Halk Plajı arkasındaki sebze
bahçelerinden esen rüzgar
(4) DaĢ ( TaĢ)
(5) Mısır Ġnciri (Meyvesinin kabuğu dikenli Kaktüs
ağacı)
(6) Ordugah (Kanuni‘nin Rodos Seferinde (1522)
Osmanlı ordunun konaklama yerinden birisi
(Pamucak Mevkii)
98
MARMARĠS BOMBALANIYOR
Yakın tarihimizde biz Türkler için, ‗SavaĢta
kazandıklarını masa baĢında kaybeder‘ diyenler de
olmuĢ. Bunun doğru veya yanlıĢ bir yargı olduğunu bir
yana bırakarak, yaĢadığımız toprağın, yerin, Ģöyle bir
asırlık geçmiĢini araĢtırmaya kalksak doğru dürüst bir
kitap, kayıt,
doküman veya kaynak
bulmakta
zorlandığımız bir gerçektir. Durum böyle olunca en kolay
baĢvuru noktamız çoğunluğa kıyasla biraz uzunca
yaĢamıĢ hemĢerilerimiz, büyüklerimiz oluyor. Onlarında
değerini bilmede yeterince duyarlı olmadığımızdan
özellikle küçük yerleĢim birimlerinde bazı önemli bilgi, anı,
öykü ve gelenekler kaynak olabilecek değerlerle beraber
ebedi yolculuğa çıkıp toprağa gömülüp gidiyor. ĠĢte, ne
acıdır ki, bizim Marmaris‘te de durum aynen böyledir…
1977 yılında emekli olup Marmaris‘e döndükten
sonra Marmaris‘in dününü daha yakından incelemek,
çevresini tanımak için bir mercek altına almayı
kararlaĢtırdım. Bu anlamda ilk araĢtırmaya yaĢadığım
ailemle baĢladım. Babam, annem ve aile yakınlarım baĢta
olmak üzere diğer yaĢlı akraba ve hemĢeriler kaynak
kiĢilerim oldular. Daha sonra da bu güne kadar yazılmıĢ
yayın ve kayıtları incelemeye çalıĢtım. Bu bilgileri
konularına göre ayrı dosyalarda topladım. 1988-1991
yılları arasında ‗Marmaris Turizm Tanıtma ve
GüzelleĢtirme Derneği‘ Yönetim Kurulu BaĢkanlığım
sırasında da dernek kitaplığında mevcut bazı yayınlardan
yararlandım. Bunlardan, Ġstanbul Eğitim Enstitüsü Tarih
Öğretmeni sayın KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1969‘da yazıp
1970 yılında yayınlanan ‗Marmaris Tarihi‘ adlı kitabı
bunlardan birisidir. Bu değerli hocamızla yaĢıyorsa iletiĢim
kurmak çabası içinde olmama rağmen, ‗Muğla Tarihi‘,
‗Ġstanbul BeĢiktaĢ‘, ‗Osmanlı Tarihi‘ gibi yazdığı kitaplar
dıĢında hakkında fazla bilgi elde edebilmiĢ değilim.
99
Dileyelim ve ümit edelim ki yaĢıyordur. YaĢıyorsa
kendisine bir Marmarisli olarak minnet ve saygı
sunuyorum. Değilse, Marmaris‘i tanıtma ve gündemde
tutmada verdiği emek ve gösterdiği gayret için aziz
hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Yazı baĢlığı olan ‗Marmaris Bombalanıyor‘ a
gelmeden önce o sürece nasıl ve neden gelindiği
sorularına kısaca yanıt aramak istiyorum.
Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğu dini, rengi,
dili, etnik köken ve kültürü ayrı olan insanları adaletli
olarak yüzyıllarca yönetmiĢ, üç kıtada 600 yıl egemenlik
kurmuĢtur. 1364 yılında Orhan Gazi, Gelibolu‘nun fethi ile
Avrupa‘ya ilk adımı atmıĢ, 1378‘de I.Murat Balkanlar‘a
sahip olmuĢ, 1453‘te Fatih Sultan Mehmet Ġstanbul‘u
fethederek çağ kapayıp çağ açmıĢtır. 1514‘te Yavuz
Sultan Selim Çaldıran Seferi‘ne çıkmıĢ,1517‘de Mısır
Seferini tamamlamıĢ, 46 yıllık padiĢahlığı döneminde
Kanuni Sultan Süleyman kendisinden önce ve sonra 36
Osmanlı PadiĢahı arasında Marmaris‘e gelip Rodos
kuĢatmasına geçen hükümdar olmuĢtur. 1522‘de Rodos‘u
kuĢatmayı baĢarmıĢtır. Mohaç Seferi ve diğer baĢarıları
devam ettirerek, onun zamanında Akdeniz bir ‗Türk
Gölü‘ne dönüĢmüĢtür. Barbaros, Oruç, Hızır, Turgut, Salih
Reis ve Piyale PaĢa gibi kıymetli denizcilerimiz Umman,
Kızıldeniz, Akdeniz, Atlas ve Hint Okyanuslarında
Osmanlı Türk Sancağını onurla dalgalandırmıĢlardır. 1529
ve 1683 I. ve II. Viyana KuĢatmalarında Osmanlı Orduları
Viyana kapılarına dayanmıĢ, kuĢatmayı aylarca
sürdürebilmiĢtir. 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan
SavaĢları hüsranla sonuçlanınca 1354 yılında Avrupa‘ya
ilk adımı attığımız Gelibolu yarımadasına dönüĢümüz
baĢlamıĢ, koca imparatorluk çökmüĢtür.
20. yüzyılın baĢında Avrupa‘da da durum karıĢıktır.
28 Haziran 1914‘de Avusturya-Macaristan Veliahtının bir
Sırplı tarafından öldürülmesi ile I.Cihan SavaĢı çıkmıĢ,
Ġngiltere, Fransa ve Rusya birleĢip Ġtilaf Devletleri,
100
bunların karĢısında da Ġttifak Devletleri olarak önce
Almanya, Avusturya, Macaristan ve sonra da Osmanlı
Devleti vardır. Bu dönemde Trablusgarp, Balkanlar,
Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar olarak 8
cephede savaĢmakta olan Osmanlı Ordusu 9. cephe
olarak Çanakkale‘de de savaĢmak durumunda kalmıĢtır.
Birinci Cihan SavaĢının yarattığı ateĢ çemberi içine kıyı
Ege‘deki yerleĢim birimleri de girmiĢtir. Marmaris Bodrum
gibi kıyı yerleĢim birimleri 1912, 1914 ve 1916 yıllarında
bombalanmıĢtır.
Marmaris‘in
bombalanmasına
dair
resmi
yayınlardan bir tanesi Genel Kurmay BĢk.lığı Harp Tarihi
Encümeni sayı 50605 ve 26 Ağustos 1940 Ankara tarihli
dokümandır.
Buna
göre
Marmaris
iki
defa
bombalanmıĢtır. Ġlki miladi 5 Mayıs 1912, Rumi 1328
tarihinde,,ikincisi ise miladi 29 Temmuz 1916, Rumi
1332‘de olmuĢtur. KürĢat Ekrem Uykucu‘nun ‗Marmaris
Tarihi‘ (1) adlı kitabında ise bu tarih 1914 yılının Temmuz
ve Ağustos ayları olarak verilmiĢtir. Marmaris‘in
bombalanması olayında hedef kale, tepe mahallesi ve
askeri birliklerin olduğu düĢünülen bazı önemli noktalar
olmuĢtur. Bu yıllarda Marmaris merkez nüfusu takriben
bin kiĢi civarındadır. Kanuni döneminde, ‗Marmarus‘ adlı
köy olarak 50 kiĢilik nüfusu olduğu bilinen Marmaris 1867
yılında ‗Kaza‘ ve kaymakamlık oluĢuna kadar değiĢik
nüfus hareketleri yaĢamıĢtır. Bu konuda, ‗Marmaris Tarihi‘
araĢtırması yapan hemĢerimiz sayın O.Levent Seral‘ın
notlarına da göz attım. Konumuz kalenin bombalanması
olduğu için burada daha fazla ayrıntıya girmeye gerek
görmedim. Sadece kalenin bombalanma nedenini
rahmetli
babamdan
yaĢamında
kendi
ağzından
duymuĢtum. Babam bana Ģunları anlatmıĢtı:
―Ben henüz beĢ yaĢındayken babam ölünce 4
kardeĢ yetim kaldık. Kalenin bombalanması olayında da
on yaĢında çocuktum. Evlerimizde elektrik, su yoktu. Evin
altındaki kuyu suyunu kullanıyorduk. Marmaris geceleri ay
olmadığı günlerde zifiri karanlıktı. Sadece bekçi düdüğü
101
duyulurdu. Herkes erkenden evine kapanırdı. Limana
geceleri gavur gemileri keĢif için girer çıkardı.
Kaymakamlığın ilanlarını tellaldan duyardık. Herkesin
kapısı penceresi kilitli ve arkasında dayka (kalın odundan
destek) vardı. Harp hali olduğu için yiyecek, yakacak
sıkıntısı vardı. Anam düven (evlerdeki dokuma tezgahı)
dokur, para kazanır, bize bakardı. Ağabeyim Mustafa
benden 5 yaĢ büyüktü. Kabadayı, gösteriĢli çocuk olduğu
için onu askere aldılar. O yıllar Balkan SavaĢı vardı.
Trakya‘da Çatalca‘da Ģehit oldu haberi geldi. Bizim ne
olacağımız belli değildi. Bir gün açık denizde ‗Yalancı
Boğaz‘ açıklarında gavur gemileri görünmüĢ. Bunları
kaledeki muhafız birlik komutanı dürbünle görmüĢ. O
zaman Marmaris‘in güvenliği için hem limana giriĢte ve
hem de Yalancı Boğaz‘da kıyı koruma, gözetleme için
karakol askerleri vardı. Bunlar kaledeki komutanla
iĢaretleĢirlermiĢ. DüĢman gemisi kıyıya veya Marmaris
Boğazına rota tuttuğu zaman karĢılıklı olarak uzunca bir
odundan yapılmıĢ sırığa içi saman dolu çuvalı iple yukarı
çekerek karĢılıklı iletiĢim sağlarlarmıĢ. Gece oldu mu da
tehlike ateĢ yakarak bildirilirmiĢ. Eskiden, kıyıdaki
evimizden Yalancı Boğaz‘a yaklaĢan bir geminin bacası
veya köprü üstünü, bacasından çıkan dumanı çıplak gözle
görebilirdik. Örneğin, iki haftada bir Ġstanbul-ĠzmirMarmaris-Fethiye- Antalya-Ġskenderun arası iĢleyen
zamanın Dumlupınar, Konya, Nejat, Etrüsk, Ankara adlı
yolcu ve yük gemileri bu sulara geldiği veya Marmaris
Boğazından Körfeze giriĢte yolcusu olanlarla ticari mal
bekleyenler hazırlığa baĢlar, çocuklar ise geminin geliĢini
―Ağla vapur, Ağla vapur‘ diye bağırıp, çağırarak
bekleyenleri geliĢten haberdar ederlerdi. (ġimdi Yalancı
Boğaza Marina, çekek yerleri ve dolgular yapılınca bu
görüĢ kayboldu) ĠĢte ne olduysa bir sabah erken saatlerde
oldu. Kale komutanı Yalancı‘ Boğaz‘daki karakoldan
çuvalın direğin tepesine çekildiğini görünce oradaki keĢif
ve gözetleme unsurlarına kıyıya yaklaĢan yabancı askeri
gemiye ikaz için ateĢ açma emrini yine karĢı iĢaret verir.
Fransız gemisine doğru karakoldan ve kaleden ikaz atıĢı
102
yapılır. Bizimkilerin açtığı ateĢ sadece yabancı gemiye
kıyılarımıza yaklaĢmama iĢareti olmaktan öte bir iĢe
yaramamıĢtır, atılan kurĢunların gemiye ulaĢması bile
olası değildir. Fransız‘ın savaĢ gemisi ve komutanı
mutlaka bu uyarı ateĢini ciddiye almıĢ olacak ki, ― Bize
ateĢ öyle açılmaz, böyle açılır‘ dercesine salvo atıĢlara
baĢlar. Kaledeki komutan ve yardımcılarıyla Yalancı
Boğazdaki karakol askerlerinin birkaçı bu atıĢlar sonrası
etkisiz duruma getirilir. Marmaris Kalesinin kuzey
yakasına düĢen bombalardan ikisi buradaki Hafsa Sultan
Kervansarayı‘nın duvarına isabet eder. Burada Buradaki
kemerin içine korunmak için saklanmıĢ yaĢlı kadın, erkek
ve çocuklardan bazıları duvara isabet eden bombaların
Ģarapnel parçalarından etkilenerek ölürler, yaralanırlar.
Bunların içinde ölen dedem ve halam ve bazı yakınlarımız
vardı. Bizi annem önceden Tersane Bölgesine
götürdüğünden bombalamadan etkilenmedik‖ dedi.
Babamdan sağladığım bu bilgi bana göre
Marmaris‘in bombalanma nedeninin birinci nedeni sadece
karakol askerlerinin Fransız savaĢ gemisine piyade
tüfekleriyle açtığı ateĢ değil. Burada değineceğim ikinci
nedeni daha önemli buluyorum. O da Ģu olmalıdır. Yine o
günlerde Marmaris Limanına Ġngiliz ve Fransız savaĢ
gemilerinin takibinden kaçan bir Alman denizaltısı
girmiĢtir. HemĢerimiz Sayın Fatma Çimen‘in ‗Denizde
Efelik Olmaz‘ (2) adlı kitabında adı geçen ve bizim
mahalle komĢumuz, babamla çocukluk arkadaĢı olan
‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden merhum Ġsmail Kutay‘ın
(Lakabı, Bacaksızın Ġsmail) ifadesine göre, zamanın
Marmaris Kaymakamı bu denizaltıyı bir heyetle ziyarete
bile gitmiĢtir. Ġtilaf Devletleri Akdeniz Donanma
Komutanlığı Alman Denizatlısının kendilerine teslimini
istemiĢ, bu istek zamanında yerine getirilmeyince geminin
limandan kaçmasını önlemek için Marmaris Boğazını
mayınlamıĢlardır. Bunun üzerine Marmaris‘te bulunan
askeri birlik komutanı ve diğer mülki erkan sağladıkları
uzman personelle bu mayınları söktürüp boğazı açmıĢlar,
103
Alman denizatlısını Marmaris Limanında mahzur
kalmaktan kurtarmıĢlardır. Sökülen mayınlar ise o günün
zor koĢullarında Marmaris‘ten Ġstanbul‘a, oradan da
Çanakkale‘ye gönderilerek bu defa Çanakkale Boğazına
döĢenmiĢtir, 18 Mart 1915 günü sabahı çok hayati bir
görevde kullanılmıĢtır. Durumun böyle geliĢtiğini öğrenen
Ġtilaf
Donanması
Marmaris‘i
ve
Marmarislileri
cezalandırmak için kaleyi ve Ģehri onra topa tutmuĢ,
kalenin ve Marmaris‘in savunmasında görev almıĢ
zabitlerden Leyneli YüzbaĢı Cavit Bey ile Topçu subayı
Ömer Efendi, diğer asker ve masum insanları Ģehit
etmiĢlerdir. .
Marmaris Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD)
Yönetim Kurulu BaĢkanlığım sırasında Marmaris
Belediyesinden de izin alarak bombalamada Ģehit olanlar
ve yaralananlar anısına Kalenin Kemeraltı‘ mevkiindeki iki
dar sokağa anı plaketi asılmıĢ, üzerine Ģehitlerimiz olan
‗Leyneli YüzbaĢı Cavit‘ ile ‗Topçu zabiti Ömer Efendi‘nin
adları yazılmıĢtır. O günlerin Leyne‘si bu günün Yatağan
ilçesine bağlı Turgut beldesidir. Bir dernek gezimizde bu
aziz Ģehidimizin memleketini ve varsa yakınlarıyla
tanıĢmak için Turgut beldesine uğradık. O günkü
Belediye BaĢkanı sayın Muammer Bahçeli‘den önceden
randevu alarak buluĢtuk. Sayın Bahçeli gurubumuzu
karĢıladı ve bize beldesini tanıttı. YüzbaĢı Cavit Bey‘in
ailesinin Ġzmir‘e taĢındığını, naĢının da Ġzmir‘e taĢınıp,
orada defnedildiğini söyledi. Marmaris‘in savunmasında
Ģehit düĢmüĢ diğer askerlerin nerede gömülü olduklarını
maalesef halen bilemiyoruz.
104
Bombalamada ölenlerin, yaralananların bulunduğu Kemeraltı
Mevkii
105
Sonuç
olarak,
Marmaris‘in
bombalanması
konusunda Ģu değerlendirmeyi yapabiliriz. Marmaris
1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢtır. Kalenin
altındaki kemer altına kendilerini korumak için sığınan
yaĢlı, kadın ve çocuklardan oluĢan 15-20 kiĢilik bir
topluluktan
bazıları
Ģehit
olmuĢ,
bazıları
da
yaralanmıĢlardır. Bunlardan, uzun yıllar yaĢayan ama
Ģimdi
hayatta
olmayan
hemĢerilerle
yaptığımız
sohbetlerde en çok can kaybı ve hasarın 1916 yılındaki
bombalamada olduğu anlaĢılmıĢtır. Bu durumda 1912 ve
1914 bombalamalarında ölen veya yaralananların olup
olmadığına dair bir bilgi yoktur. Bombalamada ölen, Ģehit
olan ve yaralanan hemĢerilerimizin birçoğunun isim veya
lakaplarını öğrenerek buraya aldık. O tarihte Marmaris
gibi küçük bir yerleĢim biriminde bu tür detaylar kayda
alınmadığı için maalesef tam bilinemiyor. Bu konuda aile
büyüklerimiz, komĢu ve hemĢerilerimiz kaynak kiĢiler
olmuĢtur.
Kalenin bombalanmasında top mermisinin düĢtüğü yer1916
Marmaris‘in bombalanmasında ölen ve yaralanan
Marmarislilerinden bilinenlerin ad ve lakapları Ģöyledir:
106









Hüseyin Güven
Topal Hüseyin
Hacı Selim
Hacı Selim‘in Hamdi‘nin kızı Makbule (lakabı,
Topal Makbule)
Vesile hanım (Hamdi‘nin karısı, Makbule
Gökova‘nın annesi
ġevki
Tüfekçilerden bir kadın ve çocuğu
Maya karısı ġerife ve çocuğu
Gülsüm Karaduman
Yazar E.Uysal ve Makbule Gökova, 2005
Takriben 95 yıl, neredeyse bir asır önce yaĢanan bu
dramatik olayda Ģehit olanları tespite çalıĢtım. Yaralı ve
gazilerden hayatta kimse kalmadı. Ben de bu gerçeği
görerek halen ve geleceğin genç kuĢaklarına,
Marmarislilere küçük bir hizmette bulunmak, yaĢadığımız
her günün çabucak düne dönüĢtüğü gerçeğinin bilincinde
olarak elimi çabuk tutup olayları bizzat görüp yaĢayan
Marmarisli büyüklerimizle konuĢtum. ĠĢte bunlardan birisi
babaannemin üvey kardeĢi Makbule Gökova‘ydı.. 1916
Fransız bombardımanında korunmak için saklandığı
Kemer altında annesini, babasını kaybetmiĢ. Ayağına
isabet eden Ģarapnel parçası onu henüz genç kızlığında
107
özürlü kılmıĢ. Lakabı ‗Topal Makbule‘ olmuĢ. Kendisiyle
hayattayken 2005 yılında bir sohbet ettim. Bombalama
olayını kendi ağzından dinledim. Sevgili teyzemiz Gökova
97 yaĢında, yani kendisini, ziyaretimden iki yıl sonra 2007
yılında hayata gözlerini yumdu. Tıpkı yaĢamında
söyleĢide bulunduğum Çanakkale Gazimiz Gölenyeli
(Ġçmeler) Ekrem Kaz ve diğer değerli gazilerimiz gibi...
.Birçok olay ve anıya, bilgilere böyle bir kitapta yer
vermeyi hemĢerilik görevi saydım. Kitabın, Marmaris
yaĢayanına yarar sağlayacağına olan inancımla,
Marmaris‘in bombalanma ve savunmasında Ģehit ve gazi
olan asker, hemĢeri ve vatandaĢlarımızı minnetle anıyor,
aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum.
Yazar Erol Uysal 1924 doğumlu Kemal Karaduman’’ı
ziyaretinde
(1)
Marmaris Tarihi – Ekrem Uykucu -1970
(2)
Denizde Efelik Olmaz- Fatma GebeĢ
Çimen–2007
108
MARMARĠS’ĠN ‘MISTAN SOKAĞI’
Marmaris‘in ‗Mıstan Sokağı‘ yazdığım kitabın adı
oldu. Tepe Mahallesinin ve Marmaris Kalesinin güney
doğusu, limanın kuzey batısında, ‗DevedaĢı‘ ile ‗Çulluk‘ ve
‗Kısayalı‘ mevkii arasında kalan, doğudan batıya takriben
iki yüz metre uzunluğundaki bu dar sokaktaki mütevazı bir
evde doğmuĢum. çocukluğumu, ilk öğretim yıllarımı bu
sokaktaki taĢ yapılı denize sıfır konumdaki yerde
yaĢadım. Eğitim alıp meslek sahibi olmak için 16 yaĢımda
ayrıldığım ailem ve Marmaris‘e özellikle yaz mevsiminde
izinli olarak en fazla 15-20 gün için gelip tatil yapabildim.
Emekli olarak temelli döndüğümde aradan tam 26 yıl
geçmiĢti. Bu vuslatın gerçekleĢmesini dostlarıma ‗Tilkinin
dönüp dolaĢacağı yer kürkçü dükkanıdır‘ atasözüyle
açıklamaya çalıĢtığımı daha dün söylemiĢ gibiyim.
Burada, bana özel bir durumu üzerine basarak
vurgulamak istiyorum. Bugün, 2011 yılının henüz
baĢlangıcında yazmayı bitirmek üzere olduğum bu kitabın
son rötuĢlarını 1937 yılının 17 Eylül gününde doğduğum
ve kitaba adını verdiğim ‗Mıstan Sokağı‘ndaki evde
yapıyorum.
Daha düne kadar Marmaris‘te yaĢayan bizden daha
yaĢlı hısım, akraba ve komĢulara dede, nine, amca, hala,
dayı, teyze, ağabey ve abla derken, onların birer ikiĢer
maddi dünyadan çekilmelerinden sonra benzer lakap ve
adlarla çağrılma, hitap ve bilinme sırası Ģimdi de bana
geldi. Zaman su gibi akıp geçiyor. Mıstan Sokağı
sakinlerinin çoğu maddi dünyadan manevi yaĢama uçup
gittiler. Geride anılarını ve taĢ evlerini bıraktılar. Bazen,
Mıstan Sokağının dingin bir gününde ortasında durup
109
―‗Ey Deniz kıyılılar! Neredesiniz babalar, anneler, dostlar,
akrabalar, komĢular. Nereye gittiniz‖ diye haykırmak
geliyor içimden. Sonra kendi isyanıma iç güdüm yanıt
veriyor. Ama bu yanıt sanki onlardan geliyor. . ,‖Devir
teslim dünyası evlat, bir gün sizde bizim gibi olacaksınız‖
der gibiler. ―Doğru‖ deyip ayaklarımın yere bastığını fark
ediyorum...
.‗Mıstan
Sokağı‘nı
eski
Marmaris‘in
diğer
mahallelerinde yaĢayanlar fazla bilemezler. Burada sanki
ayrı bir dünya vardı ve değiĢik insanlar yaĢardı. Bunları bir
uçtan diğer uca isim ve lakaplarıyla kısaca anımsarken
içlerinden bazıları sanki ‗biz de varız, unutma beni, bizi ‘
der gibiler. Olabilir, bazılarını atlayabilirim. Dile kolay,
aradan neredeyse yarım yüzyıl geçti ve Ģimdi artık
sokakta bu yazıda adlarını, lakaplarını verdiğim komĢu ve
sokak sakinlerinden çok azı hayattalar.
Doğudan batıya Mıstan Sokağı (2009)
Bilindiği üzere, 1934 yılına kadar soyadı
kullanılmadığı için aile ve kiĢiler lakaplarıyla tanınırdı. Her
110
ailenin bir lakabı vardı. Anılan sokağa da bu geleneğe
uyan bir ad verilmiĢti. Bunun özünde ailemiz büyükleri
vardır. ġöyle ki; Babamın babası Ġbrahim dedemin babası
yani büyük dedemin adı Mustafa‘dan kısaltma olarak
‗Mıstan‘ olmuĢ. Mıstan dedemler dört kardeĢmiĢler.
Bunlar, Ġbrahim, (Hacı Ġbram) Mustafa, Hasan ve Hüseyin.
Bu kardeĢ çocukları evlendiklerinde de birbirlerine yakın
evlerde oturmuĢlar. Aile ve akrabaların genel adı
‗Mıstanlar‘, yaĢadıkları sokağa da ‗Mıstan Sokağı‘
denilmiĢ. Ġbrahim dedemin çocuklarından birisi olan
Mustafa fiziği güçlü ve iri olduğu için daha on altı
yaĢındayken 1911-12 Balkan SavaĢında askere alınmıĢ,
Trakya‘da Ģehit olmuĢ, bir daha eve dönmemiĢ. Ġbrahim
dedemin eĢi ġerife ninem Mustafa‘nın acısını vefat ettiği
1952 yılına kadar hiç unutmadı. Çocukluğumuzda bize
hep gözyaĢları dökerek oğlunu, hiç görmediğimiz
amcamızı ve onunla yaĢadığı anıları anlatmıĢ, Ģunları
söylemiĢti:
―Yavrum, aslanım, oğlum Mustafa daha çok gençti.
Bir gün Mıstan Sokağına Marmaris Askerlik ġubesinden
bir zabitle, yanında bir tellal elinde megafonla çıka geldi.
Yanlarında bir de davulcu vardı. Önce davul gümbürdedi.
Ardından tellal anonsa baĢladı. ―Duyduk duymadık
demeyin, 1895 doğumlu gençler de savaĢ nedeniyle
askere alınacaktır. 24 saat içerisinde Askerlik ġubesine
teslim olacaklardır. Zamanında gelmeyenler asker kaçağı
sayılacaklar ― denilince yüreğime bir sızı düĢtü. Fidan gibi
Mustafa‘mın yaĢı henüz 16‘ idi. O daha 10 yaĢındayken
dedeniz öldü. Mustafa, ağabeyi Mehmet ve babanız
Hüseyin yetim kalmıĢtı. Mustafa o gün bu ilanı duyunca
çok sevindi. Boynuma sarılarak ‗Anacığım, oğluna
güveniyorlar, öyle olmasa bu yaĢta beni askere mi
alırlardı‘ demiĢti. Ertesi günü askerlik Ģubesine gidip
kaydını yaptırdı. Aynı günün gecesinde yıkandı,
çamaĢırlarını tahta bavuluna yerleĢtirdim. Gece yanımda
boynuma sarılarak yattı. Sabah güzel bir kahvaltı
yaptıktan sonra elimi öptü. Bavulunu alıp Mıstan Sokağı
111
yokuĢundan çıkıp kaybolup gitti. Ardından su döktüm,
dualar ettim. Yavrumun gidiĢi o gidiĢ. Bir daha
kendisinden haber alamadık. ġubeden 6-7 ay sonra Ģehit
olduğu haberini aldık. Oğlumun acısına dayanamadım.
Ondan sonra hep hasta oldum. Ana yüreği yavrularım,
ateĢ düĢtüğü yeri yakıyor, dayanılması çok zor. Allah
kimsenin baĢına evlat acısı vermesin. Sizler sağ olun.
Ben siz torunlarım olmasa hiç yaĢayamazdım‖ .
ġerife Ninem, evdeki tezgahında ilk el dokumacılığı
yapan kadınmıĢ. Ninem, kocası Ġbrahim dedem kayın
pederiyle Kâbe‘ye gidip Hacı olduktan sonra daha babam
beĢ yaĢındayken 1908 yılında ölmüĢ. Ninem, yetim kalan
çocuklarını büyütüp yetiĢtirmek için evde dokumacılığı
öğrenmiĢ. Marmarislilere ait eski fotoğraflardaki kalın
çizgili, sarı, bej, gri renklerdeki baĢörtüleri yerel adıyla
‗futa‘ bezi çoğunlukla ġerife ninem dokumuĢ.
Çocukluğumuz onun tezgahının (düven) üzerinde, altında
oynamakla geçti. Hatta ona kardeĢlerimle yardım etmek
isterdik. Marmaris‘te ipek böceği kozasından elde edilen
ipek iplikle (bürümcük) kumaĢ yapma ve dokumayı
baĢlatanların bir kaçını daha anımsayabiliyorum. SipariĢ
üzerine, Marmaris‘in Yılancık Adasına üslenmiĢ Akdeniz
Korsanlarını etkisiz duruma getirip, zamanın Rodos Valisi
Deli ġükrü PaĢa tarafından Rodos Adasında
ödüllendirilen denizci Marmarislilerin giydikleri ninemin
imal ettiği gömleklermiĢ. Bu gömleklerle ġükrü PaĢanın
huzuruna çıkan leventleri, PaĢa,‖HoĢ geldiniz Sarı
Gömlekliler‖ diyerek karĢılamıĢ. Bundan sonra da
Marmarislilere yörede ‗Sarı gömlekliler‘ denilmiĢ. Has
ipekten yapılan giysilere
‗Sadakor‘ denirdi. Babam
evlenmeden önce bakkal dükkanı açmasına maddi
manevi katkı sağlayan, evlenirken de güvey gömleğini
dokuyup diken yine n,nem olmuĢ. Bu gömleği onun ve
babamın hatırası olarak hala saklarım. Marmarislilere
‗Sarı Gömlekliler‘ denilmesinde katkısı olan ve 1952
yılında ben on beĢ yaĢımdayken 87 yaĢında maddi
yaĢamını tamamlayan bu değerli Türk Kadını babaannemi
112
(biz kardeĢler o zaman ‗nine‘ sözcüğünü kullanırdık)
kere daha takdir, minnet ve saygı ile anıyorum.
bir
ġerife Uysal zamanın Marmarisli kadınlarının giydiği
ve kendi dokuduğu futa ile
Amcam Mustafa‘nın Ģehit haberi duyulduktan sonra
mahalleli Ģehit Mustafa‘nın adı ebediyen yaĢasın için
sokağın adının hep ‗Mıstan‘ olarak kalmasını ister. Sokak
sakinleri bunu yapar ve sokağa ‗Mıstan Sokağı‘ adı verilir.
ġehitlerin mezarı olmaz. Onlar, Allah katında en mutena
yerdedirler. Aradan yıllar geçti, ‗Deniz Kıyısı Sokağı‘ oldu.
Daha sonra da sokaklar numaralandırılınca bizim Mıstan
Sokağı 28. sokak olup çıktı. Bu değiĢime burada yer
vermeseydik yeni nesil akraba ve Marmarisliler bunu hiç
bilemeyecekler, bu sokakta yaĢamıĢ ilginç insanlar, adları,
anıları, özellikleriyle birlikte toprağa gömülüp gidecekti.
Belki de bize ilham kaynağı olan bu dürtü Mıstan dede‘nin
veya Ģehit Mustafa Amcamın, hatta bugün hayatta
olmayan Mıstan Sokağı sakinlerinin ruhlarından gelen bir
mesaj veya aldığımız ilhamdan olsa gerektir. Öyleyse, bu
sokağın sakinlerini gelin biraz yakından tanıyalım.
113
Mıstanlardan halen hayatta olanlar Hayriye Düzenli (90)ve
Mıstan sokağındaki evimizin tam karĢısındaki evde
Çolak ġavkı (ġevki) ve karısı Hayriye Teyze yaĢardı.
Kızları YaĢar Abla mahalleyi bırakın Marmaris‘in en güzel
kızıydı. Çolak ġavkı içki içer, özellikle akĢamları sarhoĢ
olur, sağa sola sataĢır, bağırır, çağırır, naralar atardı. Ġçki
içmediği zaman çok iyi bir insan ve komĢuydu. Bir
kolunun yok oluĢu nedeniyle kendisine bu lakap verilmiĢti.
Ayık olduğu bir günde kendisine kolunun hangi nedenle
kesik olduğunu sormuĢtum. Aldığım yanıt, ―Askerliğimde
Ģehir iznindeyken bir askeri inzibat beni yakalamak istedi.
KarĢı gelip bir de yumruk attım. Ġnzibat tabancasını
ateĢledi ve kolumdan vuruldum. Beni yakalayıp hastaneye
götürdüler. Atılan mermi omzuma yakın yerden kol
kemiğimi kırmıĢtı. Hastanede kolum alçıya alınsa da
hareketli olduğumdan tam yerine kaynamayıp kangrene
dönüĢtü. Doktorlar kolumu kestiler‖ dedi. ġavkı amca tek
114
koluyla efeliğe, dayılığa soyunur, bazı düğün ve
kutlamalarda olay çıkarırdı. O zaman biz çocuklar Mıstan
sokağında onun geliĢini nara atması üzerine duyar, ―ġavkı
geliyor‖ diye evlerimize kaçıĢırdık. Dev yapılı bir adamdı.
Tek koluyla koca bir pirinç, un veya Ģeker çuvalını sırtına
alıp taĢır veya arabaya atabilirdi.
Mıstan Sokağı sakinleri,
Kadriye, Bezmigül ve GülĢen-
(Soldan sağa-Ayten, Dürüye,
Çocukken, Mıstan sokağında yaĢayan akraba,
komĢu ve mahalle sakinlerini lakap ve isimleriyle tanırdım.
‗Mıstan Sokağı‘nın her iki yanında oturanlardan
anımsadıklarım Ģunlardır. Duran Ġlgün (Ġstiklal SavaĢı
Gazisi) çocukları, Mehmet, Halil, Kemal Ġlgün‘ler,
Nazmiye‘nin Hasan, Dolmalar, Mayiller, Hüseyin amca,
çocukları Salih, Apti Yüce, Mıstan oğlu Hüseyin, Mıstan
oğlu Mustafa (Kaçıka) Ali oğlu Mehmet, Ekincikli Mustafa,
Hüseyin Gökmen, Fatma Hanım hala, Halil Bey, AltındiĢ
Mustafa, ÇebiĢin Kemal, 41‘li Kemal, Yörükoğlu Mustafa,
Turunçlu Mustafa, Hasan Demirci, Kel Mustafa,
Tahtakıran Hüseyin ve kardeĢi Duran, Hacı Selim, Gabız
Hasan,AĢçı Alirıza, Pampik Duran, Adalı HurĢit,
115
Kadıoğulları, Bacaksızlar, Kabakçı Kamil, KeleĢin Güllü
ve Koca Apti, Havanın Hayriye, Ali Usta, Memeterezinin
(Mehmet Reis‘in) Kemal ve Mehmet, Kemal GümüĢay,
Hüseyin GümüĢay, Ġlhan GümüĢay, Hayrettin Gökmen,
Ekizler, Baharlılar, Yorgancı Hayriye, Tokalaçlar,
Marangoz Mehmet, Ġbinin Mehmet, Bekçi Halil amca ve
Mükerrem teyze, ĠbiĢler,(ĠbiĢ kaptanlar) Kampazın YaĢar,
Ali Osman YeĢilyurt, Tokalar, Adalı Mehmet Ali oğlu
Mehmet
Gök
anımsayabildiğim
komĢularımızdı.
Bunlardan, Hacı Selim‘e ait bir anektoda ‗Marmaris‘in
Günlük Ağaçları‘ baĢlığı altındaki yazımda yine bu kitapta
yer verdim. Eskiden Hacı Selim ve yakınları bu sokakta
otururlarmıĢ. ‗Bacaksızlar‘ olarak lakabı geçen aileye
gelince; Mehmet Amcanın boyunun kısa olmasıyla
‗Bacaksız Mehmet‘ lakabını aldığını, hanımı Dürüye teyze
ile çok sevimli büyüklerimiz olduklarını iyi hatırlıyorum.
Çocukları, o zaman en küçüğü bile bizden yaĢlı,
ağabeylerimiz olan altı erkek kardeĢtiler. YaĢ
sıralamasına göre en büyükleri Ġsmail Hakkı Kutay,
Cevdet, Sadık, Akif, Lütfü ve Rifat‘tır. Bunlardan Ġsmail,
Cevdet ve Sadık öldüler. Diğerleri yaĢıyorlar. Bacaksız
Mehmet amcanın çocukları ilköğretimlerinden sonra
Marmaris‘ten ayrılarak Ġstanbul‘a okumaya gittiler. Ġlk, orta
ve yüksek okullardan diplomalı olarak değiĢik meslek
dallarında birçok kurumda çalıĢarak emekli olup
Ġstanbul‘da yaĢamaya devam ettiler. En küçükleri Rifat
Marmaris‘e dönüp yerleĢti. Ama hepsi çocukluklarını
yaĢadığı Marmaris‘i ve Mıstan Sokağını unutmadılar. Her
yıl özellikle yaz aylarında Marmaris‘e eski evlerinin
önündeki bir kahvede çay içip anıları ve çocukluklarını
tekrar yaĢamaya çalıĢırlar. Marmaris‘e geldiklerinde
‗Mıstan Sokağı‘nın eski sakinleri olarak bu kardeĢ
ağabeylerle sohbetlerim oldu. Onların bilgi ve anılarından
yararlandım.
‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri arasında renkli kiĢiliklerini
gördüğüm, anımsadığım birçok komĢumuz vardı.
Kadıoğlu Sabahattin Keskin bahriye askerliğini deniz
116
kuvvetlerinin ‗Yıldıray‘ denizatlısında yapmıĢ. Denizaltıyı
Türkiye‘ye getirmek için Amerika‘ya gitmiĢ. 1950‘li yıllarda
Holywood‘da ‗Robin Hood‘ türü kahramanlık filmleriyle
ünlü aktör Erol Flynn‘ın filmlerini izlemiĢ olacak ki, bana
ismimin benzerliği nedeniyle ‗Erol Flayn‘ derdi. Sonradan
kendisine de Marmarisli arkadaĢları ‗Clay‘ lakabını
takmıĢlar. Yeri geldiğinde dünya Ģampiyonu boksör
‗Muhammed Ali Clay‘ gibi yumruk attığını söylemesinden
bu lakap takılmıĢ. Denizi ve havayı çok iyi bilip tahmin
yürüten, elleriyle kıyıdan ahtapot yakalayan, balık tutan,
esprileri, Ģiirleri ve hayata biraz da Bodrum‘lu Neyzen
Tevfik felsefesine benzer açıdan bakan komĢumuz
Sabahattin, Hacı Selim‘in torunlarındandır. Kadıoğlu
Sabahattin ne yazık ki o zamanlar bir çok Marmarisli genç
hemĢerilerin alkole esir düĢüp sağlığını kaybettiği gibi
yaĢama erken veda ederek evlenip yuva kuramadan
sessizce maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçüp gitti.
Kabakçı Kamil‘in ve eĢi Dürüye teyzenin oğlu
Mustafa Kemal orta eğitim yaĢlarında Antalya‘ya gitti.
Liseyi orada okudu. Antalyaspor‘da profesyonel futbolcu
oldu. Havanın Hayriye‘nin Hasan Bey taĢımacılık yapardı.
Sesi güzeldi. Marmaris‘in yaz günleri akĢam saatlerinde
evinin önündeki deniz kıyısı taĢlarına oturur, günlük
ormanlarının gerisindeki Balan Dağı tepesinden doğmakta
olan ayın ilk ıĢıklarında denizin üstünde görünmeye
baĢlayan yakamozları yararak gezintiye çıkan kürekli
sandallardaki genç kızlara adeta serenat yaparak Ģarkılar
söylerdi. ‗Mehtaplı gecelerde hep seni andım‘, Bu ne
sevgi ah bu ne ızdırap‘, ‗Baharın gülleri açtı‘ gibi o
günlerin popüler Ģarkılarını söyler, dinleyenlerin beğenisini
kazanırdı.
117
Mıstan Sokağı’nın deniz cephesi -1940-50’li yıllarda
‗KeleĢin Güllü‘ adlı teyzemiz bu sokağı bırakın
Marmaris‘in halk doktoruydu. Marmarisliler her türlü sağlık
sorununu ona sorar, ilacı o önerir, yine kendi hazırlardı.
Kocası Apti oğlu Hüseyin Galiçya‘da Ģehit olmuĢ ve orada
kalmıĢ. Burada, bir parantez açıp, önemli bulduğum bir
konuya değinmek istiyorum.
Osmanlı Ordusunun değiĢik cephelerde savaĢtığını
ve bunlardan birisinin de Galiçya olduğunu biliyoruz. Bu
yerler nerelerdi? Galiçya, bu günkü Ukrayna ile Polonya
arasında bir savaĢ cephesiydi. (1) Enver PaĢa'nın, koca
imparatorluk topraklar kaybederken Alman Kralına ve
Avusturya‘ya yaranmak için 1916 yılında buraya
gönderdiği iki tümen 12.000 askerimizin arasında yurdun
her köĢesinden, Marmaris‘ten ve Mıstan Sokağı
sakinlerinin kıymetli yavruları olan gençler de vardı. Apti
oğlu Hüseyin‘ler, Hasan ÇavuĢ, Ali usta‘lar onlardan
sadece
birkaçıdır.
Bunlar,
Galiçya
cephesine
götürülmeden önce Çanakkale‘de savaĢmıĢ yorgun
savaĢçılardı. Gidenlerin çoğu Ģehit oldular. Sağ kalanlar
da Galiçya‘dan Filistin cephesine sevk edildiler.
118
ĠĢte bunlardan birisi de Marmaris Ġsmet PaĢa
sokağında ‗Dolmabahçe‘ olarak bilinen bahçeli evde
ikamet eden Hasan ÇavuĢ amcamızdır. Hasan ÇavuĢ ve
eĢi Akkaanne‘nin (Akkadın) yaĢamına dair anekdotları en
iyi bilen üç oğlundan birisi değerli ağabeyimiz, Marmaris‘in
yüksek eğitim görmüĢ ve profesör olmuĢ simge
isimlerinden birisi olan Sayın Mustafa Ayyıldız‘dır.
Kendisinin anlattıklarına göre; Babası Hasan ÇavuĢ ve
annesi Akkadın en büyük oğlunun adını Kemal,
ortancanınkini Ġsmet ve en küçüğününkini de Mustafa
koymuĢtur. Milli mücadele ve KurtuluĢ savaĢı sonrası
kurulan cumhuriyetin yarattığı heyecan ve rüzgar
kazanılan zaferin öncüleri olan Mustafa Kemal ve Ġsmet
Ġnönü‘nün adlarını böylece Ayyıldız ailesine taĢımıĢtır.
Hasan ÇavuĢ bununla da yetinmeyip yaĢadığı sokağın
adını
‗Ġsmet
PaĢa
Sokağı‘
olarak
belediyeye
kaydettirmiĢtir. Hasan ÇavuĢ, 1915‘de Çanakkale de,
1916-17‘de Galiçya‘da, 1917-18‘de Filistin cephesinde
çavuĢ olarak görev yapan bir Marmarislidir. SavaĢa,
Avrupa
cephesindeki
Galiçya‘dan
Kuzey
Afrika
cephesindeki Filistin-Mısır cephesine giderken kendisini
bekleyen trajedinin fazla farkında olmamıĢtır. Ġngilizlerin
tahminen on bin Osmanlı askerine karĢı yaptıkları
iĢkenceyi yaĢayanlardan kurtulup 1918 Mondros AteĢ Kes
AntlaĢmasıyla vatanına dönebilen ender gazilerden birisi
de Hasan ÇavuĢ olur. Filistin‘de yaĢayan bu elim olayı
Hasan ÇavuĢ‘un yaĢamında çocuklarına anlattığı
anılarından ve tarihi kayıtlardan öğrendik. Rahmetli Hasan
ÇavuĢ (Ayyıldız) binlerce Türk askeri gibi aĢağıda kısaca
değindiğimiz olaydan çok etkilenmiĢ, gözlerinden de
rahatsız olarak Marmaris‘e dönmüĢtür. Olay kısaca Ģöyle
cereyan eder:
119
Hasan
Ayyıldız (Hasan
Trablusgarp Gazisi
ÇavuĢ)
Galiçya
ve
Birinci Dünya SavaĢında Ġngilizlere 150 bin
askerimiz esir düĢer. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır‘ın
Ġskenderiye Ģehri yakınlarında bulunan SeydibeĢir Usare
Kampı‘na hapsedilir. Kampın tam adı, ‗SeydibeĢir
Kuveysna Osmani Usaray‘i Harbiye‘ kampıdır. Bu kampta,
1918‘de Filistin Cephesinde esir düĢen 16. Tümenin 48.
Alayına bağlı Osmanlı askerleri tutulmaktadır. 12 Haziran
1920‘e kadar iki yıl boyunca türlü eziyet, ağır hakaretler
ve aĢağılanmaya maruz kalırlar. Ġnsanlık dıĢı yapılan bu
uygulamalarda Ermeni asıllı Ġngiliz subaylarının rolü
büyüktür. Kampta, Türkçe bilen Ermeni tercümanların
yalan yanlıĢ çevirileri ve kıĢkırtmaları nedeniyle ölenler
dıĢındaki askerleri teslim etmek Ġngilizlerin iĢine gelmez.
Çünkü olası yeni bir savaĢta, bu askerlerin yeniden
karĢılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından Ġngilizlerin
beyinlerine iĢlenir. Çözüm toplu katliamdır. Askerlerimiz,
mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla arınma
(dezenfekte) havuzlarına sokulur. Ancak suya normalin
çok üzerinde ‗krizol‘ maddesi katılmıĢtır. Mehmetçik, daha
120
ayağını soktuğunda aĢırı ‗krizol‘ maddesi nedeniyle
haĢlanır. Ġngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin
havuzdan çıkmalarına izin vermezler. Mehmetçikler,
bellerine kadar gelen suya baĢlarını sokmak istemeyince
bu defa da havaya ateĢ etmeye baĢlarlar. BaĢını suya
sokup çıkaranların artık gözleri görmez olur. Çünkü
gözleri yanmıĢtır. DıĢarı çıkanların halini gören sıradaki
askerlerimizin direniĢleri de fayda etmez. Böylece, on beĢ
bin askerimiz kör olur. Bu vahĢet, 25 Mayıs 1921 tarihinde
TBMM‘de görüĢülür. Milletvekilleri Faik ve ġeref Beyler
önerge vererek, Mısır‘da esirlerin ‗krizol‘ banyosuna
sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini,
bunu yapan Ġngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve diğer
askerlerin cezalandırılması için TBMM‘nin teĢebbüse
geçmesini isterler. Ancak yeni kurulan devletin bin bir türlü
derdi olduğundan, daha önemli ve ağır sorunlarla uğraĢan
TBMM‘nde bu hesap sorma iĢi unutulup gider. Sonunda,
bu gün olduğu gibi kendi suçlarını baĢkalarına mal ederek
bizi de soykırımla suçlarlar. Bunu dünyaya ambalajlayıp
yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluĢundan bu güne kadar
böyle satarlar. Rahmetli Ġsmet Ġnönü ―DıĢarıda kendimizi
iyi anlatamıyoruz‖ demiĢti. Tarihimizi, geçmiĢimizi
okumadan, bilmeden, doğruları yazmadan dünyaya bu ve
benzer olayları nasıl anlatabilirdik, anlatabiliriz? (Kaynak:
Osmanlı Ordusunun çektiği iĢkenceler-Tarih ve Ġnkılap
Tarihi-Ġnterenet‘ten)
Marmaris dahil, yurdun dört köĢesinde daha düne
kadar Ģimdi hayatta olmayan yakınlarımızın, hemĢerilerin
ya kendileri veya akrabaları, ya da yakınlarından o
yıllarda 10–15 yıl askerlik yapıp, gazi veya Ģehit olanlara
ait birçok anekdot dinlemiĢizdir. Bunların çoğu da gerçek
yaĢanmıĢ olaylardır. ġimdi, üç kıtada, bakımlı, bakımsız,
bilinen, bilinmeyen onlarca, yüzlerce mezar, binlerce
hektar topraklarda Ģehitlerimiz yatmaktadır. (2) Onları
minnet ve rahmetle bir kez daha anıyoruz.
121
Galiçya'da Türk Ģehitliklerinden sadece birisi
Galiçya'da Alman ve Türk askerleri
Milli Ģairimiz Mehmet Akif Ersoy bakın bunu en
veciz ve kısa olarak Ģiirinde nasıl dile getirmiĢ:
―EĢele bir yerleri örten karı
Ot değil onlar dedenin saçları
Dinle Ģehit sesleridir rüzgârı‖...
122
‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden babası Galiçya Ģehidi
Apti oğlu Hüseyin‘in oğlu Koca Apti Gün 1946‘da
Ġstanbul‘da yapılan Türkiye Kürek ġampiyonasında
birincilik alıp Türkiye Ģampiyonluk kupasını Marmaris‘e
getiren kürekçiler arasındaydı. Zaten bu denizciler
arasında ‗Mıstan Sokağı‘nda yaĢayanlar çoğunluktadır.
Apti Gün‘ün eĢi Dürüye teyzemiz komĢu, mahalleli
kadınlar ile bizim evin önünde oturur, ellerindeki yazmaya
oya iĢlerler, sohbet ederlerdi. Biraz mizah ve neĢe bu
konuĢmalara egemen olduğunda Dürüye Teyze gülerek
ve sesinin en yüksek tonuyla ‗vıyyy‘ diye telaffuz
edilebilecek uzunca bir slogan atıp, diğer arkadaĢları olan
komĢu kadınlarını da neĢelenmeye davet ederdi. Bazen
de böylesine mutlu ve coĢkulu ortamda ‗Topal Zürüye‘
lakaplı kardeĢini ellerinde def gibi tuttuğu tepsi, o yoksa
bir tencereye vurarak sağladıkları ritim ve birlikte
söyledikleri oyun havasıyla oynatıp eğlenirlerdi.
Ġstanbul’da
ġampiyonu
Türkiye ŞampiyonuTürkiye
Marmaris Kürek
Takımı- 1946 olan Marmaris Kürek
Takımı 1946
Baharlılar, Marmaris ve Marmarislilere, hatta
çevredeki yerleĢim yerlerine moral ve eğlence
bakımından takriben elli yıl hizmet vermiĢ müzik
yapan bir ailedir. Baharlı Mehmet amca trombon,
123
çocukları Hüseyin Fikri, Ġsmail klarnet ve saksofon,
Naci trompet, Mesut davul, Mehmet cümbüĢ
çalarlardı. Burada bu aileye ait bir olaya yer vermek
istiyorum.
Aile grubu müzisyenler Köyceğiz‘e bir düğüne
davet edilirler. Düğün gece geç vakitlere kadar
devam ettiği için o gece Köyceğiz‘de bir otelde
kalmak zorunda kalırlar. Düğün bir zengin
düğünüdür. Çevrilen banknot her düğünde olduğu
gibi davul çalan Mesut tarafından yerden toplanır,
önlerinde duran masadaki Ģapkaya konur. Verilen
molalarda ailenin kasası Hüseyin Fikri paraları
cebine istif eder. Düğün sonrası ekip düğün sahibinin
sağladığı pansiyona yerleĢir. Hüseyin Fikri ile kardeĢi
Mesut aynı odayı paylaĢırlar. Mesut o zaman genç
ve bekar olduğu için hakkına düĢen para genellikle
ve sadece harçlık düzeyindedir. Oysa o gün zengin
düğünü olmuĢtur ve rekor denecek para çevrilmiĢ,
ancak paraların hepsini Hüseyin Fikri almıĢtır. Ne
yapsın zavallı Mesut, ―Nasılsa ağabeyim derin
uykuda, bir de horluyor, farkına varmaz‖ diye
düĢünerek sessizce yataktan paraların saklandığı
ağabeyine ait askıda asılı duran ceketin cebine elini
atar. Bir tomar kağıt paranın içinden eline geldiği
kadarını alır. O anda uyku numarasına yatmıĢ
Hüseyin Fikri ağabey gayet sakin bir Ģekilde
yatağından doğrularak Mesut‘a, ―sayıktır yavrum,
hepsi sayıktır‖ deyince Mesut o an sukutu hayale
uğrayıp ağabeysine aynen Ģu yanıtı verir. ―Sene
uyku durak yok mu, yatakta da beni mi gözlep durun‖
...
Mıstan Sokağı‘na ve Marmaris limanına tepeden
bakan Tepe Mahallesi sakinleri de Mıstan Sokağında
yaĢayanlardan ayrı düĢünülemez. Ne de olsa denize,
124
kıyıya ulaĢmak için bu sokaktan geçerlerdi. Kuzey
doğudan itibaren Mıstan Sokağı‘nın bir üst terasında,
diğer bir tanımlamayla Ģehrin ‗küçük akropolü‘
diyebileceğim tepede aile büyüklerimiz yaĢamıĢlar.
18.yüzyılın sonunda Marmaris Osmanlı Ġdaresinde Rodos
Vilayetine bağlı ve takriben bin kiĢilik bir nüfusa sahip
nahiye iken mali ve idari yönetimi (Voyvodalık) büyük
dedemiz Zeynel Abidin,e verilmiĢtir. O da mütevelli
heyetinin baĢkanı olarak Marmaris-Dalaman arasındaki
bölgenin özellikle tarım arazilerine ait ‗tımar‘ gelirlerini
toplayıp Aydın Sancak Beyliğine teslim edermiĢ. Nüfusu
az Marmaris nahiyesinin yönetim ve asayiĢinden de
sorumlu ‗Abidin Ağa‘ dedemiz otoriter kiĢiliğe sahip
baĢarılı bir idareciymiĢ. Tepe Mahallesinin en üst
noktasındaki evde yaĢar, ÇeĢme meydanında, Mıstan
Sokağında veya denizde bir sarhoĢ narası duyduğunda,
―Orda neler oluyor? Geleyim mi‖ diye seslendiğinde
muhatapları kaçacak delik ararmıĢ. Oğlu Mustafa Ağa
babasının görevini bir süre devam ettirmiĢ. Marmaris,
1867‘de kaza (ilçe) olunca ilk kaymakam atanmıĢ.
Mustafa Ağanın oğlu Kamil ağa da atalarının tepedeki
evinde yaĢamaya devam etmiĢler. Atalarımıza ve
Marmaris‘e ait bazı bilgileri en son ailemizin yaĢlıları olan
dedem Kamil Ağa‘nın eĢi, anneannem AyĢe Atasoy
(1950) ve babaannem ġerife Uysal (1952) ölmeden
önceki yıllarda kendi ağızlarından dinlemiĢtim. Tabii ki
bazıları da rahmetli annem Bezmigül Uysal‘a aittir.
Atalarımıza ait evler, kültür varlıkları olarak yıkıntı
durumunda halen tepede görülmektedir.
125
Tepe mahallesi Mıstan Sokağına bakan yamaç evleri
Atalarımızdan ayrı olarak tepenin eteklerindeki dar
yollarda, tek katlı, taĢ duvarlı, kırmızı kiremitli, özel
Marmaris bacalı evlerde yaĢayanlardan, Marmaris‘in
1944–45 yıllarında Belediye BaĢkanı olan Hafız Kamil,
(Ġsmet Kamil Öner) Ġstiklal
126
Marmaris Voyvodası dedem Zeynel Abidin‘in evi
madalyalı Ali Esen ve Duran Ġlgün, ġahap Karabenli,
Çanakkale Gazisi Yeni Ali, (Ali Kutluay) sünger dalgıçı
Samıdın Ali, Kamil Efe, Evli ġükrü, Çilli Bekir, Ekizler ve
Halil Efeler vb. eski Marmarisliler deniz kıyısına çıkmak
için Mıstan Sokağı‘ na inen mahallelilerdi.
Mıstan Sokağında, eski komĢulara kıyasla bugün
daha genç olan plan komĢularımız var. Bunlardan Bayan
‗Beatris‘ Marmaris ve Mıstan Sokağı sevdalısı, ressam,
Ġsviçre asıllı, MarmarislileĢtirdiklerimizden bir bayandır.
Mıstan Sokağında yaptığı resimleri yaĢadığı evin
önündeki asmanın altında sergiler, buradan geçen
turistlere sattığı resimlerden elde ettiği kazançla hayatını
sürdürür, artanını da sokak kedilerine yiyecek almaya
harcar. Bu sokağa aĢık diğer bir yabancı kökenli
hemĢerimiz bayan Elizabeth‘tir. Merhum Profesör Sefa
Meray‘ın eĢi olan Bayan Elizabeth aydın bir hanım olup,
çocuklara Ġngilizce yabancı dil konusunda yardımcı
127
olduğu gibi Marmaris‘i yurt dĢında tanıtmada da katkısı
olmuĢ yabancı asıllı hemĢerilerimizdendir.
Mıstan Sokağında uzun yıllardan beri ikamet eden
bir de mimarımız vardır. Sayın Taner Kasap, bazı eski
evleri yöre mimarisine uygun tarzda ve anıtlar kurulunun
onayı ile yenileyip, sayıları henüz az da olsalar
Marmaris‘e güzel görüntü sağlamada büyük rol
üstlenmiĢtir. Gönlümüzden geçen, Mıstan Sokağı, kale ve
müze çevresinin yapılacak bir çalıĢma ve tasarımla
yeniden ele alınması, buranın sanat, kültür ve diğer
eliĢleri gibi eser ve yapıtların sergilendiği, otantik bir Türk
Eviyle birlikte turistlerin ziyaretine açık bir cazibe alanına
dönüĢtürülmesidir.
Yukarıda lakap veya isimleri geçen komĢu ailelerin
bizimle yaĢıt olan çocukları ve kendi kardeĢlerimle Mıstan
Sokağında çelik çomak, uzun atlama, saklambaç, koĢma
kale, dama, bez içine saman veya paçavra doldurulmuĢ
top ile futbol, voleybol gibi oyunlar oynardık. Evlerin taĢ
duvarlarında eĢek arı yuvaları olurdu. Bazen mahalle
arkadaĢları arıların yuvasını bir sopa ile dürter, arıları
kızdırır, arılarda sokaktan geçenleri sokardı. Bu sokak
adeta bizim oyun bahçemiz, parkımızdı. Kıyılar taĢlık,
kayalık olduğu için buralardan denize atlayarak
yüzebiliyorduk. Sokağın baĢında Mahbube teyze ile
Mustafa amcamın taĢ evinin bir merdiveni vardı. Onun altı
yağmurda saklanma yerimizdi. Mahbube teyze mevlitlere
gidip kuran okurdu. Eve dönüĢte verilen çerezle,
Ģekerlerden bize de verirdi. Bana leblebi vermiĢ olmalı ki,
ben adını doğru söyleyemediğim için ona ‗Bebbe anne‘
(Leblebi anne) derdim. EĢi Mustafa amcam kitabın
‗Mıstan Sokağı‘ndan sonraki kahramanıdır. Çocuk
denecek yaĢta yaĢadığı bir maceradan sonra kendisine
verilen ‗Kaçıka Mustafa‘ lakaplı bu amcamızın öyküsünü
kitabımızın bundan sonraki bölümünde okuyacak,
kendisiyle
yaptığımız
sohbetin
ayrıntılarını
da
bulacaksınız. .
128
Bu bölümde Mıstan Sokağının renkli kiĢi ve
ailelerine yer verdim. Mıstan Sokağı özellikle folklorik
açıdan ele alındığında kendi baĢına bir kitap olacak değer
ve zenginliğe sahiptir. En iyisi, Mıstan Sokağından yine
ayrılmadan, amcam ‗Kaçıka Mustafa‘nın gerçek olan
öyküsüne geçelim...
Kaynakça:
(1) ‗Kumandanım Galiçya Ne yana DüĢer‘ adlı kitap.
Yazan: M. ġevki Yazman
(2) Marmaris Ticaret Odasının (MTO) Marmaris‘in
ġanlı Tarihi adlı bülteni 30.8.2010
Not: Marmaris Ticaret Odası‘nın 30 Ağustos Zafer
Bayramının 88. yıldönümünde (30 Ağustos 2010)
yayınlamıĢ olduğu bültende Marmaris‘in Ģanlı tarihinde
1894–1974 yılları arasındaki dönemde ve değiĢik
cephelerde canlarını vermiĢ Ģehitlerimizin kimlikleri
yayınlandı. Kalıcı ı olması amacıyla aynen buraya aldım.
Anılan kuruma teĢekkür ediyorum. Burada isimleri
olmayan ve cephede hastalanıp hastanede ölen
Ģehitlerimizin de varlığı düĢünülürse listedeki Ģehit sayısı
daha da artacaktır. Tüm Ģehitlerimizi minnet ve Ģükranla
anıyor, Allah‘tan rahmet diliyorum. ġEHĠTLER ÖLMEZ
VATAN BÖLÜNMEZ! (EU)
129
ġEHĠTLERĠMĠZ
S.No.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
Adı
Adem
Ahmet
Ahmet
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Ali
Durali
Duran
Duran
DurmuĢ
DurmuĢ
Fahri
Fazlı
Fehmi Efendi
Habip
Hacı Mehmet
Hacı Salih
Halil
Halil
Halil
Halil
Halil
Halil
Halil
Baba Adı
Adem
Hasan
….
Mehmet
….
Mustafa
Ahmet
H.Kadı Durak
Hüseyin
Hüseyin
Ġsmail
Mehmet
Mustafa
Mustafa
Mustafa
AteĢ Mehmet
Mustafa
Mehmet
Mustafa
….
….
Ġsa
Mehmet
Ġbrahim
Abdi
Ali
Ali
Salih
Osman
Mustafa
Ali
Hüseyin
Ali
130
Tarih
1921
1918
1950
1921
1915
1915
1916
1915
1916
1916
1916
1917
1915
1917
1915
1916
1915
1916
1917
1951
1915
1915
1916
1916
1916
1916
1916
1915
1915
1915
1916
1915
1916
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
Halil
Halil
Hasan
Hasan
Hasan
Hasan
Hasan
Hüseyin
Hüseyin
Hüseyin
Ġsa
Ġbrahim
Ġsmail
Mahir
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Mehmet Halil
Muharrem
Muharrem
Murat
Murat
Mustafa
Musa
Mustafa
Osman
Ali
Hayri
Halil
Mehmet
Mehmet
Mustafa
Hasan
Ömer
Ahmet
Topal Ömer
Recep
Hasan
Hüseyin
Ġsmail
Koca Halil
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Salih
Yusuf
Abdülhamit
DurmuĢ
Mehmet
Mehmet
Veli
Mehmet
Ömer
Mehmet
Seyit Ali
….
Hüseyin
Süleyman
131
1915
1916
1916
1915
1921
1921
1915
1916
1916
1915
1921
1916
1915
1915
1915
1916
1915
1915
1915
1915
1915
1915
1916
1915
1921
1921
1921
1922
1922
1915
1918
1915
1921
1950
1916
1917
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
Musa
Musa
Mustafa
Mustafa
Mustafa
Mustafa
Mustafa
Mustafa
Mustafa
Mustafa
Mustafa
Nuri Acar
Osman
Osman
Osman
Osman
Osman
Osman
Çetiner
Ömer
Ramazan
Recep
Rıza
ġaban
ġaban
Salih
Salih
Salih
Salih
ġevket
Seyit Ahmet
ġükrü
ġükrü
Süleyman
Süleyman
Süleyman
Hasan
DurmuĢ
Ali
Hamit
Hüseyin
Hüseyin
Hüseyin
Mehmet
Yahya
….
Ali
Mehmet
Mustafa
Turan
Ġbrahim
Mehmet
Mehmet
DurmuĢ
1915
1916
1917
1915
1915
1915
1915
1915
1915
1950
1915
1953
1915
1916
1915
1921
1915
1974
Mustafa
Mehmet
Mehmet
Ali
Ahmet
Abdullah
Abdullah
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Hasan
Ġbrahim
Ahmet
Ġsa
Osman
Salih
Recep
1915
1894
1921
1921
1916
1916
1915
1915
1915
1915
1917
1916
1921
1921
1915
1916
1916
132
105
106
107
108
109
110
111
Karayiğit
Tahir
Veli
Veysel
Yusuf
Yusuf
Yusuf
….
Ġzzet
Ali
Ġsmail
Mehmet
Mehmet
Sadık
…
1917
1918
1916
1916
1915
1915
* Ġzmir‘de görevliyken eĢim ilk çocuğumuza
hamileydi. Bayram tatili için otobüsle Marmaris‘e
gidiyorduk. Yanımdaki koltukta alkollü olduğu ağzının
kokusundan belli olan yaĢlı bir yolcu vardı. Bana kim ne
olduğumu dahil bir sürü sorular sordu. Kendinden
bahsetti. Ġstiklal SavaĢına katıldığını, Afyon-Ġzmir mihveri
üzerinde çetin savaĢlara katılıp düĢmanı Ġzmir‘de denize
döktüklerini, Atatürk‘ün muzaffer ordusunun mensubu
olmaktan büyük bir kıvanç duyduğunu söyledi. Ben de
içkili olduğundan bu ifadeleri biraz ihtiyatla dinledim.
Sorularına kısa yanıtlar verdim. Sonunda, ―EĢin hamile,
çocuğun erkek olacak. Adını, benim önerdiğim adı
koyacaksan söyleyeceğim. Ama bir Ģartım var. Önerdiğim
adı koymazsan çocuğun gözü kör olsun mu? dedi. Ben
de,
―Adın ne olduğunu söyle, beğenirsem dediğini
yaparım‖ dedim. ―Adı Mustafa Kemal olacak‖ der demez
ağlamaya baĢladı. ―Tamam, ağlama, erkek olursa söz bu
adı koyacağız‖ dedim. Otobüs mola verince olayı eĢime
de anlattım. O da çocuğun adını kabul etti. Marmaris
dönüĢü babam ve annem bizimle Ġzmir‘e geldiler. Babam
katarakt ameliyatı oldu. 11 Kasım 1965 günü doğum
evinde oğlumuz dünyaya geldi. Doğrudan hastanedeki
babama ve refakatindeki anneme müjdeye gittim. Çok
sevindiler. Çocuğun adı konusunda onların da görüĢünü
aldım. Babam ağabeyi Mustafa‘nın Ģehit olduğunu, adının
Mustafa
konmasını
önerdi.
Ancak,
otobüs
yolculuğumuzdaki sarhoĢ yolcunun da ad konusunda bir
Ģartı bulunduğunu, Mustafa Kemal olmasını önerdiğini
133
söyleyince oğlumuzun adının Mustafa Kemal olmasını
birlikte kararlaĢtırdık. ġimdi o dünün çocuğu Mustafa
Kemal Kurmay Albay olarak kahraman Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görev yapıyor…
134
KAÇIKA MUSTAFA
Mustafa, Mıstan Oğullarından Kara Mustafa‘nın oğlu
olup Miladi 1898 Marmaris doğumludur. Mıstan
Sokağındaki mütevazı balıkçı, denizci evinde doğar.
Mustafa‘nın doğduğu yıllarda ‗Marmaris‘te sosyal ve
ekonomik durum acaba nasıldı‘ sorusuna birkaç cümleyle
yanıt aramanın, bunu yaparken de sanırım Osmanlı
Ġmparatorluğunun o dönemdeki durumuna kısaca göz
atmak yararlı olur.
Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğunun 1683‘den
1922 yılları arasındaki 239 yıllık sürece ‗Gerileme ve
ÇöküĢ‘ dönemi denir. Osmanlı Orduları, Yükselme
Dönemi sürecinde elde edilen toprakları kendi yönetim ve
kontrolünde bulundurmak için o dönemde Trablusgarp,
Balkanlar, Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar
ve Çanakkale olmak üzere 9 cephede savaĢmıĢtır.
1522-1912 yılları arasında 390 yıl Osmanlı
Ġmparatorluğuna ait bulunan Rodos adası bu süreç
içerisinde devletin yaptığı atamalarla valiler tarafından
yönetilmekteydi. Rodos ile diğer adaların Ege ve Akdeniz
kıyılarımıza yakınlığı deniz ticareti ve taĢımacılık
bakımından yarar sağlamıĢ olsa da, Marmaris gibi denize
kıyısı bulunan yerleĢim yerlerinde yaĢayanlar özellikle
Akdeniz‘de üslenmiĢ korsanların talan, yağma, her türlü
kaçakçılık ve terör gibi olumsuz etkilerinden zarar
görmüĢlerdir. Rodos adasında bu dönemde Osmanlı
Valisi olan ġükrü PaĢa (Deli lakaplı)
Marmaris
Kaymakamlığına bir yazı göndererek Marmaris‘in Yılancık
Adasına üslenmiĢ korsanlardan temizlenmesini ister.
Marmaris kaymakamı, hemen muhtar ve sözü dinlenen
büyükleri toplayarak bir ekip oluĢturur. Bu ekibin
kumandasını Mıstan Sokağında yaĢayan ĠbiĢ ve Kadir
kaptanlara verir. Yelken ve kürekle gecenin karanlığından
istifade ederek daha Ģafak sökmeden Yılancık Adasını
135
basarak korsanları etkisiz hale getiriler. Bu olaya ‗Kıstan
Sokağı‘ bölümünde değindim. (2)
Bölgede, I. Dünya savaĢının patlak vermesini
hazırlayan nedenler öncesinde ateĢ ve korku hüküm
sürmekte, Trablusgarp‘ı iĢgal etmek için Osmanlı Devleti
ile savaĢ halinde bulunan Ġtalya, Anadolu‘dan gelen
yardımları kesmek için 1912 yılında Rodos baĢta olmak
üzere ‗On iki Adalar‘ı iĢgale baĢlar. (3)
Kaçıka Mustafa‘nın doğduğu yıl olan 1898‘de
PadiĢahı 2. Abdülhamit‘tir. (1876–1909) O yıllarda Ġngiliz,
Fransız, Alman, Ġtalyan su üstü ve sualtı savaĢ gemileri
Ege ve Akdeniz‘de adeta kovalamaca oynamaktadırlar.
Denize kıyısı bulunan Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve
kıyılar bombalanmaktadır. Kimin dost, kimin düĢman
olduğu bilinmemektedir. Marmaris‘te de halk büyük bir
panik ve korku içindedir. Marmaris‘in o yıllarda köyleri
hariç merkez nüfusu 4 bin civarındadır. Marmaris ve
çevresinde yaĢayan 500-600 kadar Rum ve az sayıda
Ermeni kökenli vatandaĢ da vardır. Bunlar, ticaretle
uğraĢır, değirmen iĢletir, maden çıkartır, dalgıçların deniz
dibinden çıkarttığı süngerleri alıp yabancı Ģirketlere
satarak komisyon alırlar. Ayrıca, günlük ağaçlarından elde
edilen ve o zaman tıpta ve parfümeri sanayinde kullanılan
sığla yağını üreticiden alıp ihraç ederler. Bunun için de sık
olarak Rodos‘a ve baĢka yerlere gidip gelirler. Bunların
aralarında aleyhimize casusluk, kaçakçılık, hırsızlık
yapanları ve yapanlara yardımcı olanları da vardır.
Marmaris‘in Mıstan Sokağındaki taĢ evin deniz
cephesindeki kıyısında Küçük Mustafa‘nın babasına ait bir
sandal vardır. Küçük Mustafa bununla kürek çekmeyi,
babasıyla balığa çıkmayı, kıyılardan odun toplamayı
öğrenir.
136
Mustafa Amca ve ‘Bebbe Anne’ Mıstan Sokağındaki
evin kerevetinde
Babasıyla Günlük ve Adaağzı ormanlarından odun
getirirler, anneleri odunlarla taĢ evin Ģöminesinde yemek
piĢirir. KıĢın ise ocak‘taki canlı korlardan mangala
maĢayla alarak ısınma sağlanırdı. Çocukluğumda, kıĢ
geceleri biz onları, onlar bizi ziyaret ettiğimizde mangalda
kahve, çay yapılıp ikram edilirdi. Külde ve korda piĢirilen
kahve ve çayın kokusu ve lezzetinin baĢka olduğu
söylenirdi.
Küçük Mustafa ve Ağabeyi RaĢit‘in babaları ölünce
evin iĢleri ve anneye bakmak onlara kalır. RaĢit askere
alındığında Mustafa henüz on yaĢındaydı. Balık tutup
satarlar, odun keser, arıcılık yapar, bal satar, yabancı
tacirlerin iĢlettiği maden ocaklarında çalıĢır evin geçimini
sağlarlardı. RaĢit askere gidince iĢler küçük yaĢta
olmasına rağmen küçük Mustafa‘ya kaldı. 1913 yılıydı. Bir
gün Marmaris‘in batısındaki Bodrum‘un yabancı savaĢ
gemileri
tarafından
bombalandığı
duyuruldu.
Bombalamayı yapanın Fransız Dupleix ve Kleber adlı
savaĢ gemileri olduğu söylendi. (4) Aynı gemiler veya
benzer sınıflardan olanlarının 1912, 1914 ve 1916
yıllarında Marmaris‘i de bombaladıklarını düĢünürüm.
1912 ve 1914 bombardımanlarında Marmaris‘te ölen veya
yaralanan olmadığını, ancak 1916 bombardımanın ölüm,
yaralanma ve hasara sebep olduğu kaydedilmiĢtir. (6)
137
Bodrum ve Marmaris‘in bombalanma gerekçesi Ġngiliz ve
Fransızlara göre ―Kıyılardan Alman gemilerine yakıt ve
malzeme yardımı yapılmakta olması‖ dır.
Marmaris Kıyıları eski çağlardan beri Ege ve
Akdeniz‘de adı sözde ticaret, ama özde talan, hırsızlık,
gasp ve kaçakçılıkla uğraĢan Akdeniz korsanlarının hedef
ve barınma yerlerinden sadece birisiydi. Bu korsanlar
sayıları az da olsalar buralarda yaĢayan azınlıkların
yardımını da alıyorlar, gereğinde iĢlerine engel olmaya
çalıĢanları kaçırarak fidyeyle tehdit ediyorlardı.
ĠĢte, 1914 yılının bir bahar gününde 15 yaĢındaki
Mustafa ağabeyi askerde olduğu için arı kovanlarına
bakmak için yaya olarak önce Marmaris‘e 13 km.
uzaklıktaki Aksaz Karaağaç köyüne, oradan da Dalyan‘a
gitmek üzere evinden sabahın Ģafak vaktinde ayrılır.
Evden çıkarken annesi ―Oğlum, kötü rüya gördüm, arılar
seni boğmuĢ, aman dikkatli ol, zaten ortalık güvensiz,
gavur gemileri denizlerde cirit atıyor‘ der. Mustafa, sırtında
bir erzak torbası, içinde anasının hazırladığı kumanya ile
yola çıkarken, ―Merak etme anacığım çabuk dönerim‖ der.
Marmaris‘ten Aksaz‘a takriben üç saatte varır. Önce
ağabeysi RaĢit‘in kendisine emanet ettiği arı kovanlarına
bakar. Kovandan bir parça petek balı alıp anasının
hazırladığı haĢlama yumurta, çökelek peyniri, zeytin ve
kuru soğandan oluĢan menusuna katıp yer. Dereden su
içer. Sabah erken kalktığı için yemekten sonra uyku
hisseder ve bulunduğu yerdeki çimlerin üzerine uzanıp
‗Ģekerleme yapar‘. Aradan on dakika geçer geçmez
kıyıdan kovanların bulunduğu yere doğru ayağında
körüklü çizmesi, elinde kırbacı olan iri kıyım bir adamla
yanında iki yardımcısı Mustafa‘nın baĢında dikilir,
―Kıpırdama, yoksa seni vururuz‖ deyip ellerlindeki tabanca
ile tehdit savururlar. Hemen iri kıyım adamın yardımcısı
olan iki kiĢi Mustafa‘nın ellerini arkadan bağlar, Mustafa‘yı
kıyıdaki teknelerine sürükleyip götürürler. Mustafa ne
yapacağını ĢaĢırmıĢ, hemen aklına anasının evden
çıkarken söylediği kötü rüya görmesi gelmiĢtir. Ancak
138
çaresizdir ve korsanların eline düĢmüĢtür. ―KeĢke anamın
dediğini yapıp yola çıkmasaydım‖ diyerek içinden
piĢmanlık geçirir.
Sağdan sola (önde) amcam Mustafa (Kaçıka Mustafa)
Babam Hüseyin ve annem Bezmigül. Arkada Mustafa’nın eĢi
Mahbube Hanım
Tekne kıyıdan uzaklaĢır. Motoru güçlü ve hızı
yüksek olan tekne bir solukta Yılancık Adası‘na (5) varır.
Mustafa orada sorgulanmaya baĢlar. Sorulara öylesine
basit yanıtlar vermeye çalıĢır. Birçoğuna
‗Bilmem,
bilmiyorum‖ der. Körüklü çizmeli iri kıyım bıyıklı adamdan
baĢka teknede beĢ-altı kiĢi daha vardır. Teknede
bunlardan ikisi kalır, diğerleri adaya çıkarlar. Oradakilerle
görüĢmeleri olur ve hemen tekneye dönüp adadan
ayrılırlar. Mustafa, teknede bulunanların Rum olduklarını
anlar. Türkçe bilen ve liderleri olduğunu düĢündüğü
Rum‘a ‗Beni niye kaçırdınız, suçum nedir‘ der. Yetkili olan
Rum komutan, ―Ġstihbarattan, kıyılardan kaçırdığımız canlı
hayvanları, yiyecek içecekleri, yaptığımız soygunları
anında ihbar eden bir çocuk olduğunu, güvenlik güçlerine
nerede olduğumuzu haber verip bizi yakalatma da
yardımcı olduğunu, bunu da yapanın sen olacağını
düĢündük. Yoksa yalnız baĢına evinden bu kadar uzak bir
yere gelmiĢ olman baĢka türlü nasıl yorumlanır? ġimdi
139
sana efe -gerilla kıyafeti vereceğiz, bunu giyeceksin, seni
önce ikmal için Sömbeki (Simi) adasına (6) götüreceğiz.
Oradaki Fransız askeri gemisiyle harp esiri olarak
Fransa‘ya kampa gideceksin‖ der. Mustafa üzüntüsünden
verdikleri yiyeceklere elini sürmez. Hep annesini, gördüğü
rüyayı ve kendisine söylediklerini düĢünür. Tekne
Sömbeki Adasına (Symi) gelir Mustafa burada Fransız
askeri gemisine teslim edilir. Gemide baĢka esirler de
vardır. Mustafa küçük olduğu için diğerleri gibi kamaralara
hapsedilmez. Gemide bir Fransız asker onu kendi çocuğu
göz önüne gelmiĢ olmalı ki, anlatabildiği kadarıyla
teselliye çalıĢarak, ―Bu günler geçer, ailene yakın
zamanda dönersin‖ der. Gemi dört günde Fransa‘nın
Marsilya limanına varıp kıyıya yanaĢır. Esirleri gruplara
bölerler. Mustafa ‗Lyon Esir Kampı‘na gönderilir. Askeri
kamyonda birkaç Türk esirle birlikte hapishaneye
dönüĢtürülmüĢ bir kaleye çıkarlar. YaĢı küçük olması
Mustafa‘ya avantaj sağlar. O‘na ayrı bir oda verirler. Diğer
odalardaki esirler yakındaki bir taĢocağında taĢ kırmaya
götürülürken, Mustafa‘ya kalenin çim ve bahçesini
sulama, bakım yapma görevi verilir.
Kale Komutanının 13-14 yaĢlarında güzel bir kızı
vardır. Kız, Mustafa‘nın Türkiye‘den esir olarak geldiğini,
baĢka bir suçu olmadığını öğrenince baba ve annesine
duruma üzüldüğünü, Mustafa‘yla konuĢmak, arkadaĢ
olmak istediğini, ona Fransızca öğretebileceğini söyler.
Aile, önce bu öneriye karĢı dursa da tek çocuğu olan
kızlarını
kıramazlar.
Kız,
Mustafa‘ya
annesinin
piĢirdiklerinden, hatta babasının tütünlerinden ve pipo
koleksiyonundan birini alıp, ‗bununla içmen sağlığına
sigaradan daha az zararlıdır‘ der. Böylece Mustafa pipo
içmeye baĢlar. Kızın adı ‗Nicole‘ dür. Nicole, Mustafa‘yı
sevmiĢtir. Her fırsatta Mustafa‘yı ziyaret eder, istediği bir
Ģey olup olmadığını sorar. Mustafa Fransızca konuĢmaya
baĢlar.
Mustafa‘nın
kaçırıldığında
ağabeysi
RaĢit
Çanakkale‘de askerdir. 1915 yılının 18 Mart‘ında
140
boğazdan geçmeyi, Ġstanbul ve Karadeniz‘e ulaĢmayı
deneyen Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemileri Türk
Askerlerinin döĢediği mayınlar ve kıyılardan ateĢlenen
toplarla düĢmanın modern savaĢ gemilerini birer birer
Çanakkale Boğazının dibine gönderirler. Boğazdan
geçmeye muvaffak olamayınca karadan çıkarmalar
yaparak suyolunu geçiĢe açmaya çalıĢsalar da
karĢılarında Anafartalar Kahramanı Albay Mustafa Kemal‘i
bulurlar. Burada, Türk Ordusunun Mustafa Kemal
kumandasında akıllara durgunluk veren direniĢ ve karĢı
taarruzu düĢmanı bir kez daha boynu bükük olarak geriye
dönmeye mecbur eder. ĠĢte bu dönüĢ sırasında Ege ve
Akdeniz kıyılarındaki liman Ģehir ve kasabalarımız
düĢman donanması tarafından bombalanır. Ölenler,
yaralananlar olur. Marmaris Kalesi Kemeraltı Mevkii, Tepe
Mahallesindeki Halil Efendinin evi isabet alarak hasar
görür.
Mustafa‘nın ağabeyi RaĢit 1916 yılında Gelibolu
cephesindeki birliğinden mazeret izni alarak Marmaris‘e
döner. Zira daha önce Çanakkale‘de askerliğini yapan bir
Marmarisliden
kardeĢi
Mustafa‘nın
kaçırıldığını
öğrenmiĢtir. Eve gelip annesini periĢan durumda gören
RaĢit, Mustafa‘nın kaçırılma öyküsünü sorar, öğrenir.
Henüz
nerede
olduğunun
bilinemediğini,
ancak
söylentilere göre, Mustafa‘yı kaçıranın ‗Andon Givoni‘ adlı
bir Rum korsan olduğunu, bölgeye terör estirip, gasp,
hırsızlık, insan kaçırma gibi eylemlerle korku ve dehĢet
saçtığını, en son Aksaz ve Çiftlik yakınlarında
göründüğünün köylülerce söylenmekte olduğunu öğrenir.
RaĢit Ġki yıldır çok olumsuz koĢullarda cereyan eden
savaĢın verdiği yorgunluğu bir iki günde üzerinden
attıktan sonra soluğu doğrudan Marmaris kaymakamının
odasında alır. Odacıya durumu anlatıp kaymakama çıkar.
Önce kendisini tanıtır. KardeĢinin takriben bir buçuk yıl
önce kaçırıldığını, yöre insanı adı ‗Andon‘ olan Rum
korsandan
Ģüphelendiğini
söylemeye
çalıĢırken
kaymakam RaĢit‘in sözünü keser ve ―Biz her Ģeyi
141
biliyoruz, kardeĢin için de çok üzüldük. Ancak bu ‗Andon‘
denen deyyus öyle sıradan bir korsan değil, tam
profesyonel bir eĢkıya. Sen buna yalnız baĢına ne
yapabilirsin ki‖ der. RaĢit söz alıp Ģunları söyler: ―Sayın
Kaymakamım, ben kendime güveniyorum. Bu korsan
kıyılarımızda dolaĢıyormuĢ. Biliyorsunuz daha önce
akrabam, komĢum ĠbiĢ kaptan arkadaĢlarıyla birlikte
bunların Yılancık Adasındaki örgüt yuvasını dağıtmıĢlardı.
Bu yüzden Rodos Valisi Deli ġükrü PaĢadan ödül bile
aldılar. Ben ödül mödül istemiyorum. Mustafa‘nın
intikamını alacağım. Pusu kurup bu katilin kellesini alıp
size getireceğim. Yeter ki siz bana bir yardımcı jandarma
askeri ile silah ve mermi verin, gerisine karıĢmayın‖‘der.
Kaymakam hemen Ġlçe Jandarma Komutanını
çağırır, durumu anlatır. RaĢit‘in isteği sağlanır. Bir
jandarma er yardımcı verilir. Ġlk iki gün Aksaz Limanı (7)
kıyılarında gözetlemede kalırlar. RaĢit‘in izni de bitmek
üzere olduğundan elini çabuk tutması gerektir. Sonra
batıya Çiftlik tarafına geçerler. Köylüler, ―Bekleyin, Andon
bugün buraya gelebilir ―derler. RaĢit ve jandarma eri
kıyıdaki harıp (harnup) ağacının arkasında pusuya
yatarlar. Çiftlik boğazından içeri bir tekne girer. Rotası her
defasında olduğu gibi doğrudan kıyıdaki ahĢap iskeledir.
Tekne hızla kıyıya yaklaĢır. Jandarma erinin adı
Cemal‘dir. RaĢit Cemal‘e ―Ġlk ateĢi ben açayım, çünkü
Çanakkale cephesinde binlerce mermi yaktım, deveyi
dizinden, pireyi gözünden vuracak kadar deneyim
kazandım. ĠĢ, ikinci atıĢa kalırsa ben sana söylerim‘ der.
Cemal de ‗tamam RaĢit Abi‘ der.
142
Ġstiklal Madalyalı Mustafa Zengin (Kaçıka Mustafa) Marmaris
Merkez mezarlığında ebedi istirahatgahında
Tekne iyice kıyıya ve iskeleye yaklaĢınca baĢ
güvertede ayakta direğe dayalı duran, baĢında Ģapka,
elinde kırbaç, ayaklarında körüklü çizmeyle adeta poz
verenin katil ‗Andon‘ olduğu iyice belli olur. Gez, göz,
arpacık yaparak ‗Bismillah‘ çekip tetiğe basan RaĢit koca
bir çam yarması gibi olan Andon‘u teknesinin
güvertesinden kıyıya düĢürür. Jandarma Cemal de
teknedeki yardımcısını silah çekmeye fırsat vermeden
üzerine atlayıp yakalar. Andon tam boynundan, çene
altından vurulmuĢtur. Fazla kan kaybından ölmek
üzeredir. RaĢit, Andon‘u sudan kumsala sürükleyip sorar.
―KardeĢim Mustafa‘yı sen kaçırmıĢsın, ne yaptın, sağ mı,
yaĢıyor mu‖ der. Andon önce su ister. Ağzına matara ile
su verildikten sonra ―‗Mustafa Fransa‘da, Lyon esir
kampında‖ der demez son nefesini verir. RaĢit, kardeĢinin
sağ olduğuna hem sevinmiĢ ve hem de düĢman da olsa
bir insan öldürmekten hüzünlenmiĢtir. Andon‘a bakarak,
‖Marmarisliler kızgın köpek baĢını yer derler. Ölenin
143
ardından konuĢulmaz ama sen Ģimdi yaptığın kötülüklerle
eĢek cennetini boyladın Andon Efendi‖ der…
RaĢit ve Jandarma Cemal birbirlerine ayni anda
―Biz Ģimdi ne yapacağız‖ der gibi bakıĢırlar. RaĢit Cemal‘e
―Bu iki metre boy, yüz kusur kilo ağırlıktaki cesedi bırak
Marmaris‘e taĢımayı yerinden kaldırmak bile mümkün
değil. Cemal ―Öyleyse, buraya bir yere gömelim‘‘der.
RaĢit hemen yanıt verir. ―Gövdesi olabilir ama kafasını
kaymakama göstermem gerek, en iyisi boynundan kesip
kafayı torbaya koyalım, bedeni de yukarıda bir yere
gömelim‖ der ve öyle de yaparlar. Birkaç köylü de bunlara
yardımcı olur.
Çiftlik, Bayır, Gölenye köyleri üzerinden patika yolda
hızlı yürüyüĢle Marmaris‘e gelip kimseye bir Ģey
söylemeden kaymakama çıkarlar. Odacı bunları içeri alır.
Kaymakam RaĢit‘i hemen tanır. Alaylı bir Ģekilde ―Hayrola
RaĢit Kaptan, Andon‘u bulabildin mi bari‖ der demez,
RaĢit Kaptan önce sırtındaki torbayı çıkarıp önüne alarak
içindeki kanlı baĢı saçından tuttuğu gibi ―ĠĢte Kaymakam
Bey, Andon‘ un kellesini size verdiğim söz üzerine
getirdim‖ der. Hiç beklemediği bir durum ve görüntüyle
yüz yüze gelen kaymakam kanlı baĢı görünce olduğu yere
düĢüp baygınlık geçirir. Kesik baĢ, bir kazığın ucuna
sokularak Andon‘a kin besleyen acılı ve kinli Marmarisliler
tarafından sokaklarda gezdirilir. RaĢit, bu olaydan sonra
Gelibolu‘daki birliğine döner. SavaĢ koĢulları ve Anadolu
iĢgali devam etmektedir. RaĢit terhis olamaz. Takriben on
yıldır askerdir. KurtuluĢ SavaĢına da katılır...
Lyonda esir kampında olan Mustafa, esir
mübadelesinde buradan ayrılırken kendisini çok seven ve
arkadaĢı olan kamp yöneticisinin kızı Nicole ve ailesi
Marsilya‘ya kadar gelirler. Mustafa‘ya Fransa‘da kalması
için öneride bulunurlar. Ancak Mustafa ―Sonra dönebilirim,
önce vatanıma, anama bir kavuĢayım‖ diyerek veda edip,
Nicole‘ü elindeki mendili ile gözyaĢlarını siler durumda
bırakarak bindiği yabancı bandıralı gemiyle Marsilya
144
Limanından ayrılıp Ġstanbul‘a gelir. Ġstanbul‘da esaretten
dönen Türkleri Galata Rıhtımında karĢılamaya gelen
yoğun bir kalabalık oluĢmuĢtur. Rıhtımda Mustafa‘yı
bekleyen kimse yoktur. Mustafa aktarmalı olarak Ġzmir,
Aydın ve Muğla üzerinden Marmaris‘e döner. Marmaris‘te
onu karĢılayanlar ―Sılan mübarek olsun Mustafa‖ diyerek
Mıstan Sokağındaki evine kadar getirirler. Annesi
sevinçten ağlamaktadır. Mustafa‘yı bağrına basar, o da
duygulanır, annesine sarılıp ellerinden öper.
Mustafa‘nın o zaman yaĢı küçük ve esarette geçen
beĢ yıllık süresi askerlik hizmetinden sayılmadığı için
hemen askere alınır. .Ağabeyi RaĢit, Dayımoğlu Halil,
Hamdi Yüzak, Em.Bnb.Edip Bey, Rıfkı Efendi, Hafız
Mehmet Efendi, Hafız Kamil Efendi Aydınlı Halil Bey,
Münir Bey Muğla Kuvayi-Milliye Heyetine katılarak görev
alırlar. Afyon Cephesinde Ġstiklal SavaĢına katılıp madalya
alan ağabeyi RaĢit gibi Mustafa da Ġstiklal Madalyası
sahibi olur. Cumhuriyetin ilanından sonra Muğla Kuvayi
Milliye Heyetinde görev almıĢ ve sonra Marmaris Belediye
BaĢkanlığı da yapmıĢ Marmarisli Hamdi Yüzak‘ın kız
kardeĢi Mahbube Hanımla evlenip ‗Süheyla‘ adını
verdikleri bir kızları olur.
Mustafa‘ya kaçırılma anlamında Marmarisliler
tarafından ‗Kaçıka Mustafa‘ lakabı takılmıĢtır. Onu, hep
ağzında piposu, baĢında kasketi daima titiz ve temiz
giysilerle görürdük. Ailece birbirimizi ziyaret etmek
istediğimiz uzun kıĢ gecelerinde duvarı bitiĢik olan
evlerimizden birbirimize elbise fırçasının tahta tarafıyla
vurup ―Kahve içmeye bekliyoruz‖ veya ‗‘Geliyoruz‖ mesajı
iletirdik.
Öykü kahramanlarımızdan Zeybek RaĢit Ġstiklal
madalyalı bir kahraman ve denizci olarak ‗Zeybek RaĢit
Kaptan‘ unvanını alır. Evlenip çoluk çocuk sahibi olur.
YaĢamının son yıllarında oğullarının yanına giden Zeybek
RaĢit 1959 yılında Fethiye‘de vefat eder ve burada
gömülüdür.
145
Mustafa amcayı ise Marmaris‘te 1978 yılında 80
yaĢındayken kaybettik. Arapça okuma ve yazmayı bilen
ve çoğu kez elinde Kuran‘la Mıstan Sokağında hasta olan
komĢuları ve bizi ziyaret edip ―Nazar olmuĢsun‖ diyerek
defalarca esneyip nazar duası okumasını hiç
unutmadığım eĢi Mahbube Teyze de (Bebbe anne)
1988‘de hayata gözlerini yumdu.
ġimdi, albümdeki bazı fotoğraflara baktığımda
içlerinden sadece birkaçının
hayatta olduklarını
görüyorum. Zaman su gibi akıp geçiyor. Kanuni Sultan
Süleyman‘ın da hayranlığını kazanmıĢ divan Ģairimiz
Baki‘nin; ―Baki kalan bu kubbede hoĢ bir sedadır‘ sözünün
doğruluğunu daha iyi anlıyor, ardında sedaları kalanlara
Allah‘tan rahmet diliyorum...
Kaynakça:
(1)
‗Kumandanım, Galiçya ne yana düĢer‘ adlı
ġevki Yazman‘ın kitabı
(2)
Marmaris Tarihi-KürĢat Ekrem Uykucu1970
(3)
―
―
―
―
―
―
(4)
Ġbrahim Nezihi Beyin mektubu-Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi komutan kulesi broĢürü 3 Haz
1915
(5)
Marmaris Aksaz Boğazının güneyinde dar
ve uzun küçük ada-Zamanında yılanların çok olması
nedeniyle bu ad verilmiĢ
(6)
Marmaris-Hisarönü Körfezi ağzına yakın
Yunan adası. (Simi)
(7)
Marmaris‘e 13 km. doğuda liman. ġimdi
askeri deniz üssü
146
MARMARĠS’ĠN GÜNLÜK AĞAÇLARI
Günlük Ağacı (Liquidambar Orientalis)
Ġnsanların, hangi iĢ ve meslek grubundan olursa
olsunlar olanakları ölçüsünde kendisi ve aile bireylerinden
ayrı olarak doğup büyüdüğü Ģehir, kasaba veya köye
karınca kararınca maddi veya manevi bir katkıda
bulunmasının önce insanlık, sonra da bir erdemlilik
olduğuna inananlardanım. 1964 yılında Ġzmir‘de açılan
Turist Rehberliği kursuna katılıp kokart aldığım yıllarda
ülkemizin özellikle yabancılara tanıtılması gerekli olan
tarih, kültür ve doğa zenginliği yanında Marmaris ve
yöresinin ―Günlük-Sığla Ağaçları‖nın adı ve ne oldukları
hiç bilinmiyordu. Yıllar sonra doğa ve çevre korumaya
duyarlılık ve alternatif turizm çeĢitliliği gündeme çıkmaya
baĢlayınca bitki, (flora) ve hayvan (fauna) türlerine de
ilginin arttığı görüldü.
Öncelikle; Doğduğum, yetiĢtiğim güzel Marmaris‘e
bir zenginlik katacağına inandığım ve sonra ―Turizm
147
Elçileri‖ benzettiğim rehber arkadaĢlarıma bugüne kadar
öne çıkmamıĢ, günden güne de nesli azalmakta, değeri
hakkında ise çok az kiĢinin bilgisi bulunduğu Günlük
(sığla) Ağaçlarını önce kendim tanımak ve sonra da
tanıtmak amacıyla bir çalıĢma yaptım. Tüm dünyada
benzeri ender görülen bu ağaç türünün ülkemize ve
Marmaris‘e bir zenginlik ve çeĢitlilik kazandırdığına
inandım.
Bu ağaçları günlük yerel gazete yazılarımda öne
çıkaran birkaç yazımdan sonra ilk defa bazı yayın
kurumları Marmaris ve çevresindeki günlük ağaçlarının
bulunduğu park ve orman iĢletmelerine gelerek yerinde
çekim yaptılar. ĠZ TV ve TRT 2 TV bu ilklerden ikisiydi. 18
Mayıs 2006 günü belgesel nitelikte hazırlanan yapıtlar
bazı akademisyen ve uzmanların da görüĢleri alınarak adı
geçen TV‘ler tarafından kendi kanallarında gösterime
sunuldu. Bu çekimlerde bizim de görüĢlerimize yer verildi.
Yapıtın TV‘lerden ilgi ile izlendiği ve büyük beğeni
kazandığını mutlulukla gördüm, duydum ve öğrendim.
Marmaris Belediyesi ―Sığlanın GözyaĢları‖ adıyla ĠZ
TV‘nin yaptığı bu çalıĢmayı CD‘ye aldırıp çoğaltarak halka
dağıttı. Bu güzel bir giriĢimdi. Ancak, bu CD‘lerden
herkesin kolay sahiplenmesi kolay olsa da, CD çalarda
izleyebilmesi zor olacaktı. Özellikle okullardaki genç
çocuklarımıza bu ağaçlarımızı sevdirmek ve korumak için
her an ellerinin altında olacak ve kolayca okunabilecek bir
yayına ihtiyaç olduğunu görerek küçük bir broĢür
hazırladım. Adını da ‗Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘
koydum. Marmaris Belediyesi anılan broĢürü bastırıp
‗Tarih Bülteni‘ ile birlikte dağıtımını yaptı. Ayrıca,
Marmaris‘te bir ilk olarak Mayıs 2005‘de ―Gençlik ve
Bahar
ġenlikleri kapsamındaki etkinliğe Günlük
Ağaçları‖nın tanıtımı da konuldu. Akademisyen ve
üniversite öğretim görevlilerin de katıldığı panel ve
yarıĢmalar düzenlendi. Halka ücretsiz günlük ağaç
fidanları dağıtılarak bu ağacın tanıtımına katkıda
bulunuldu. Marmaris‘te tarih, kültür ve doğa turizminde
148
çeĢitlilik yaratacak bu tür giriĢim ve destekleri için baĢta
Marmaris Belediye BaĢkanı sayın Ali Acar‘a ve böylesi
giriĢimlerde yardımcı olan herkese teĢekkürü bir borç
biliyorum.
―Marmaris‘in Günlük Ağaçları‖ baĢlığı altında
yaptığımız araĢtırmanın mutlaka yeterli ve tam olduğunu
söyleyemeyiz. Konunun uzmanları, akademisyenler
mutlaka daha kapsamlı çalıĢmalar ve yapıtlar ortaya
koyacaklardır. Nitekim araĢtırmamızda böyle bir
çalıĢmanın yapılmakta olduğunu öğrendim. Bunun da
ayrıntısına ilerdeki sayfalarda değindim.
Günlük Ağaçları konusunda araĢtırma yaparken
bazı yetkililer ve konunun uzmanı kiĢilerle görüĢtüm.
Ggünlük yağı (sığla) istihsalini fiilen yapanlarla temas
sağlayıp bilgi ve görüĢ alıĢveriĢinde bulundum.
Bunlardan, araĢtırmamızda adı geçen, geçmeyen herkese
teĢekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca bu çalıĢmanın sadece
bir doğasever, Marmaris sever tarafından hazırlandığının
göz önünde tutulmasını, uzman kiĢi veya kurumların
düzeltme, görüĢ ve önerilerine her zaman açık olduğumu
önemle belirtmek isterim.
Değerli okurlar; Anadolu Medeniyetleri Mısır, Asur,
Miken Medeniyetleriyle aĢağı yukarı yaĢıttır. Özellikle
Marmaris ve çevresi dahil kıyılarımızda, deniz diplerinde
yüzlerce batık mevcuttur. Zamanımızda bunların
bazılarına su altı arkeologları dalar, kurtarma çalıĢmaları
yaparlar. Eskiden bunu sünger avcıları yapıyordu. Bu
batıklardan çıkarılan değiĢik türde toprak amforaların
(testi) bazılarının diplerinde katı sıvı ve birikim halinde
çam ağaçlarından elde dilen ―reçine‖ ile günlük
ağaçlarından istihsal edilen ―sığla yağı‖ (balsam)
görülmüĢtür. Takriben 3000 yıllık dönemde (MÖ.3000MÖ. 332) otuz sülaleye mensup eski Mısır kralları
firavunların ölümünden sonra Nil nehrinin batısında inĢa
edilen anıt mezar ve tapınaklara (piramitler dahil)
gömülmeden önce bedenleri mumyalanırdı. Bu iĢlem için
149
gövdesinden sığla yağı, çam reçinesi sağlanan ağaçların
Mısır‘da olmayıĢı nedeniyle Akdeniz‘in karĢı yakasındaki
Anadolu‘dan, Marmaris, Fethiye, Antalya, Dalyan
(Caunos) Datça gibi limanlardan getirildiği biliniyor.
Mısır‘da Giza bölgesindeki kral Keops, Kefren ve
Mikerinos‘a ait piramitlere eĢlik ve korumacılık yapan
gövdesi aslan, baĢı insan olan 70 metre uzunluğunda ve
20 metre geniĢliğinde bir ‗Sfenks‘ anıtı vardır. Bunun
hemen yanında da 46 metre boyunda, 1224 parça sedir,
dut gibi sağlam ve deniz suyuna dayanıklı ağaçlardan
elde elden keresteden inĢa edilmiĢ bir tekne
sergilenmektedir. Bu kayık firavunu maddi yaĢamından
manevi yaĢamına sanal olarak taĢıması içindir. Bu yapıtta
da bölgemizin ağaçlarından elde edilen odun veya
kereste kullanılmıĢtır. Bundan ayrı olarak Akdeniz‘de
Mısır‘ın
kuzey
liman
Ģehirlerinden
birisi
olan
‘Ġskenderiye‘nin Anadolu ve Marmaris kıyılarına denizden
karĢı yaka komĢusu olması nedeniyle denizden yapılan
ticaretin ve taĢımacılığın öne çıktığı görülür. Eski
Datça‘nın Knidos‘lu mimarı, fizik ve matematikçisi
Sostratos Ġskenderiye‘nin hemen kuzey kıyısındaki
‗Pharos‘ adasına MÖ. 5. yüzyılda bir deniz feneri inĢa
etmiĢtir. Bu fenerin yüksekliği 120 metredir. (Art and
History of Egypt) Burada sedir, çam, zeytin gibi reçineli
odun yakılarak, odunların alevi ve verdiği ıĢık büyük bir
cam ayna ile yansıtılarak denizcilerin bu feneri onlarca mil
uzaktan görebilmesi sağlanmıĢtır. ‗Helenistik Dönem‘de
bu yapıt ‗Dünyanın Yedi Harikası‘ndan birisi olarak bilinir.
Anılan fenerde yakılan odunların arasında mutlaka bu gün
olduğu gibi o zaman da Marmaris‘in dağlarına, yeĢil
örtüsüne güzellik katan peyzajını oluĢturan çam, zeytin,
gibi
ağaçlarından elde edilen odunun da varlığı
düĢünülmelidir. (Kaynak-‗Art and History of Egypt‘) Tüm
bunlardan ayrı olarak yukarıda değinilen sığla, odun ve
kereste ticaretinin yakın tarihe kadar bölgemizde
yapıldığını kanıtlayan bir Marmarisli hemĢerimizin
anlattıklarına da burada yer vermek istedim.
150
Atalarımızdan akrabamız da olan Sayın Saim
Gökova özellikle yaĢı ilerlemiĢ annesinden (Makbule
Gökova 17 Ocak 2007‘de 98 yaĢında vefat etti) öğrendiği
bazı anekdot ve diğer bilgileri 2004 yılında benimle
paylaĢtı. Bunlara kısaca burada kendi ağzından yer
verelim:
―Rahmetli babaannem büyük dedem Hacı Selim‘in
kızıdır. Büyük dedemiz Hacı Selim ve gelini Vesile Birinci
Cihan Harbi sırasında ve 1916 yılında Marmaris‘i Fransız
donanmasının Yalancı Boğaz dıĢından bombalaması
sırasında sığındıkları kalenin Kemeraltı mevkiinde diğer
birçok Marmarisli ile birlikte Ģehit düĢmüĢler, annem de bir
bacağını kaybetmiĢ. Annemin anlattığına göre; Kanuni
Sultan Süleyman‘ın padiĢahlığı döneminde (1520-1566)
Marmaris-Fethiye arasındaki bölge validesi Hafsa
Sultan‘a verilmiĢ. Valide Sultan, kendi adına kurulan vakfa
Dalaman-Marmaris arasındaki araziden elde edilen her
türlü ürünün satıĢından, Marmaris Kalesinin altındaki
menzil hanenin iĢletilmesinden ve günlük ağaçlarından
elde edilen sığla yağını Mısır‘a ihraç ederek sağlanan
gelirden yardımda bulunmuĢtur. Mısır‘a sığla yağı ihracatı
büyük dedemin yaĢadığı yıllarda da sürmüĢ. Hacı Selim
dedem paraçelesi ile (yelken ve kürekli takriben 10 m.
boyunda kayık-tekne) denizden taĢımacılık yapmıĢ, iki
damadını da gemici olarak yanına almıĢtır. Bir defasında
sığla yağı yüküyle Marmaris-Ġskenderiye seferine kendisi
çıkmayıp iki damadıyla baĢka bir denizciyi göndermiĢ,
lakin haftalar, hatta aylar geçmiĢ paraçele Marmaris‘e
dönmemiĢtir. Marmarisliler ümidi kesip, teknenin
battığına, mürettebatın da boğulduğuna inanmaya
baĢlamıĢlar. Bir gece, Hacı Selim dedem rüyasında
paraçelenin ve içindekilerin sağ olduklarını, Marmaris‘e
geri döndüklerini görmüĢ. Evdekilere, rüyasını anlatıp
ardından, ― Allah‘tan ümit kesilmez‖ demiĢ. Bu rüyadan
yakınları ve Marmarisliler çabucak haberdar olmuĢlar. Aile
yakınları gözlerini sıkça olarak Marmaris Boğazına
dikerek umutla beklemeye baĢlamıĢlar. O günlerin birinde
151
boğazda limana girmekte olan bir yelkenli görülmüĢ.
Yelkenli tekne, pruvası Marmaris Limanına doğru olmak
üzere Gölenye‘den (Ġçmeler) esmekte olan kuvvetli
karayeli iskele yanından yelkenine doldurarak hızla
Marmaris‘e yaklaĢmaktaymıĢ. Tekneyi gören çocuklar
dokuz oturak (hızla koĢarak) Hacı Selim dedenin evine
koĢmuĢ ve kapıyı heyecanla vurmuĢlar. Hacı Selim Dede
almakta olduğu aptesttini yarıda bırakıp hemen kapıyı
açmıĢ. ―Hayrola çocuklar‖ demiĢ. Gelen çocuklar hep bir
ağızdan ―Paraçele göründü, geliyor‖ diye bağrıĢmıĢlar.
Hacı Selim iyice emin olmak için ayağındaki terlikle
çocukları da yanına alarak evinin hemen yakınındaki
kalenin güney burcuna çıkmıĢ. Kale, ne de olsa Marmaris
Boğazını ve limanını en iyi gören yerdir. Giderken içinden
dualar etmekte, adaklar adamaktaymıĢ. Nefes nefese
kalmıĢ ama o anda kendi gözleriyle gördüğü haberin
doğruluğunu kanıtlayınca çocuklara hemen okkalı bahĢiĢ
dağıtmıĢ. Paraçele rıhtıma iyice yaklaĢınca içindekiler
iyice seçilmeye baĢlamıĢ. Sevinçten adeta çılgına dönen
dedem Hacı Selim, ―Atalarımız çocuktan al haberi derlerdi
de inanmazdım, ne kadar doğruymuĢ‖ demiĢ. Hemen
kaleden aĢağıya inip evden sırtına ceket, ayağına
ayakkabı giyip rıhtıma koĢmuĢ. Marmaris halkı da kıyıya
toplanmıĢ. Davulcu, zurnacı olayı duyar duymaz soluğu
kıyıda almıĢlar. Tekne demirleyip iskelesini karaya
uzatınca baĢta Hacı Selim dedem ve sevinç gözyaĢlarıyla
tekneye doluĢan akrabalar sarmaĢ dolaĢ olmuĢlar.
Ancak, yüzlerce mil uzaktan salimen gelen paraçele
neredeyse bir kulaç suda batma tehlikesi geçirmiĢ. O
tarihlerde merkez nüfusu bin kiĢi civarında olan
Marmaris‘te kısa sürede olaydan herkesin haberi olmuĢ.
Büyük bir sevinç yaĢanmıĢ. Hacı Selim Dedemin
mutluluktan önce ağladığı, ardından da sevincini kayığın
baĢına
toplanan
Marmarislilere
hitaben
yaptığı
konuĢmayla paylaĢmıĢ. Önce, Allah‘a hamd-ü selam
olsun demiĢ ve sonra eĢ, dost, akraba ve Marmarislilere
teĢekkür etmiĢ.
152
O günlerde akrabalardan birisi yaĢanan bu olayı bir
Ģiire dönüĢtürmüĢ. Bu Ģiir düne kadar aile yakınlarımız
tarafından iyi bilinirdi. ġimdi bunu bilenlerin sayısının çok
az olduğunu düĢünüyorum. ġiir aynen Ģöyledir:
Hey hey, müjdeler olsun !
Göründü paraçele,
Essin meltemler essin
Bıçak urganı kessin.
Söyleyin Hacı Selim‘e,
Deveden kurban kessin.
Bize derler Met Reisler,
Telli kurĢun atarız,
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için,
El ele verir Beldibi‘ne ereriz‖...
Verdiği bilgiler ve daha önce hiç bir yerde
yayınlanmamıĢ Ģiiri bana yazdırıp ‗Marmaris‘in Günlük
Ağaçları‘ baĢlıklı yazımızda yayınlanmasına yardımcı
olduğu için kuzenim, dostum Saim Gökova‘ya teĢekkür
ederim. Burada değindiğim olaya yazı baĢlığına göre ‗Ne
alakası var‘ diyebilecek okurlarım olabilir. Ancak yaĢanan
maceranın zamanında Marmaris‘ten yapılan sığla yağı
ihracatından kaynaklandığını unutmamak gerekir…
Günlük ağaçlarından sağlanan sığla yağının diğer
bitkilerden elde edilenlerle birlikte tıbbın babası olan
Hippokrates
(MÖ.460-377-Ġstanköy)
döneminden
baĢlayarak ilaç olarak kullanıldığını bazı kaynaklardan
öğreniyoruz. MS. 3. yüzyılda yaĢamıĢ ve mide ülserinden
rahatsızlık çeken Roma Ġmparatoru Caracalla, zamanın
sağlık merkezlerinden olan Epidaurus, Kos ve
Bergama‘daki sağlık merkezlerinde (Asklepion) tedavi
görmüĢtür. Bergama Asklepion‘unda günlük ağacından
çıkartılan sığla balsamı, çam reçinesi ve diğer bitkilerden
elde edilen doğal ilaçlarla tedavi görüp Ģifa bulduğunu
153
bazı yabancı kaynaklardan rehberliğimin ilk yıllarında
öğrenmiĢtim.
Marmaris'in
ağaçları
‘Günnücek
Milli
Parkı’ndaki
günlük
Bu ağaç türünün ve salgıladığı balsamın ağacın
gövdesinden istihsalinde kabukların (kapçık) presten
geçirilip yağının ayrıĢtırılmasından sonra arda kalan posa
kurutularak buhur (tütsü) elde edilir. Ansiklopedik bilgilere
göre; Eski çağlarda bazı tapınak ve ibadet yerlerinde
tanrılaĢtırılan veya kutsallaĢtırılan kralların onuruna
günlük ağacı kabukları yakılırdı. Kudüs tapınağında koku
sunağı vardı. Burada her gün günlük yanardı.
Hıristiyanlığın ilk yıllarında bir pagan geleneği olduğu
gerekçesiyle günlük yakmaktan vazgeçilse de 4.
yüzyıldan itibaren kilise bu geleneği benimsedi. O zaman
günlük dumanının insanların dualarının göğe yükseliĢini
simgelediğine ve hatta Ģeytanın bu kokudan korkup o
yerden uzaklaĢtığına inanılırmıĢ. Dumanının antiseptik
özellik taĢıdığı bugün de tıbben kabul edilmiĢtir. Ġslam
dininde ve kutsal kitap Kuran-ı Kerim‘de
bildiğimiz
kadarıyla günlük yakmak hakkında bir ayet bulunmamakla
birlikte bazı özel dini günlerde kandil ve mevlitlerde ve
hatta vefatlarda günlük yakıldığını, Marmaris ve
çevresinin vatanı olan günlük ağacından bu ürünün
154
sağlanmasının kolay olması nedeniyle de yerli halk
tarafından özel günlerde halen uygulandığını biliyoruz..
Günlük ağacı gövde kesiti
Günlük Ağacı her yerde görülen veya yaĢayan bir
bitki türü değildir. Bu yüzden böyle ender görülen bitki
türlerine bitki biliminde (Botanik) ―Endemik‖ sıfatı
verilmiĢtir. Latince‘de adı ―Liquidambar Orientalis‖ olarak
geçer.
Tohumlu
bitkiler
kategorisinde
olup
Güvercinağacıgiller (Hamamelidaceae) familyasındandır.
Boyları 20 m. kadar yükselebilir. Yaprak dökücü türdendir.
Yapraklar palmat 5x10, 6x13.5 loplu yumurtamsı,
dikdörtgenimsi ve yarı keskin sivri uçlu, kenarda oyukludiĢli veya testere diĢli, tüysüz veya nadiren ana
damarların alt taban kısmında kısa kümesi tüylüdür.
Meyveli baĢlar 2,5-3 sm. çapında, sarkıcıdır. Her ġubat
ayının baĢında tomurcuklanma baĢlar. Yapraklarını Kasım
ayı sonunda döker. Deniz seviyesinde ve 800m
yüksekliğe kadar olan sulak ve batak yerlerde yetiĢir.
Ömürleri, iĢletmecilerin ifadesiyle binlerce yıldır. Yeter ki
bakımı iyi yapılsın, ağaç gereksinim duyduğu yeterli suyu
bulsun ve yaĢama ortamı bozulmasın. Ağacın
gövdesinden özellikle sıcak yaz aylarında alınan yağın adı
―Ak günlük‖, sonradan elde edilen buhur olmuĢ siyah
haline de ―Kara günlük‖ denir. Bu gün yeryüzünde nesli
tükenmekte olan bu ağaç türüne ülkemizde Güney ve
güneybatıdan baĢka yer ve kıta olarak sadece Kuzey
155
Amerika (Kaliforniya) Kuzey Afrika ve Hindistan‘da
rastlanmaktadır. Türkiye‘de günlük ağaçları Muğla Ġli
hudutları içinde Marmaris, Köyceğiz, Dalaman, Fethiye ve
az sayıda olmak üzere Denizli Ġline bağlı Acıpayam ilçesi
ile Antalya Ġli Sütçüler bölgesinde vardır. Ġklim yapısı sıcak
ve suyu bol, yumuĢak zeminde yaĢayan bu ağaçların
kökleri Ģemsiye gibi açılıp toprak yüzeyine yakın
olduklarından satıh sularıyla beslenirler. Ülkemizde
bulundukları bölgelerde özellikle turizmin getirdiği
canlılıktan yararlanmak için göç ederek gelen ve her yıl
artan nüfus nedeniyle merkezdeki su tüketimini
karĢılamak için dere yatakları ve doğal pınarların
çevresine açılan artezyenler ağaçların kurumalarına
neden olmuĢtur. Bundan ayrı olarak yangın, çevresel atık
ve kirlilikler, sığla yağı ve buhur istihsalinin bilinçsizce
yapılması
gibi
nedenler
yüzünden
de
günlük
ormanlarındaki bu nadide ağaç nesli tükenmekte olan
birçok hayvan, balık ve bitki türünde olduğu gibi sessizce
gözden kaybolmaktadır. 1940‘lı yıllarda 6300 hektar olan
sığla istihsali neredeyse 1000 hektara düĢmüĢtür. ĠĢte,
bizi de ihtisas konumuz olmadığı halde böyle bir araĢtırma
yazısı yazmaya sevk eden ana neden de bu olsa gerektir.
‘Grup Doğayla BarıĢ, Çevre ve Sanat Derneği‘
baĢlattıkları bir proje ile ‗Akdeniz‘in
Tılsımı‘ adını
verdikleri bu ağaçları tanıma, tanıtma, koruma ve
çoğaltma kapsamında bir proje baĢlatmıĢlar, bu konuda
çok yararlı çalıĢma ve yayınlar yapmaktadırlar. Proje
koordinatörlüğünü sayın Hakkı Çopuroğlu‘nun yaptığı bu
çalıĢmalarda emeği geçen üyelere teĢekkür ediyorum.
Geçtiğimiz yıllarda bir gazete haberinde ―Sığlaya
DNA testi‖ baĢlıklı bir yazı yayınlandı. Muğla Üniversitesi
Eğitim Fakültesi öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Biyolog
Sayın Belgin Göçmen TaĢkın‘ın ―Türkiye‘deki Relikt
Endemik Sığla Ağacı Popülâsyonlarında Genetik
ÇeĢitliliğin Ġzoenzimleri ve RAPR Belirteçler Yardımıyla
Saptanması‖ adlı bir proje oluĢturulduğuna değinilerek
156
Sayın TaĢkın‘ın Ģu açıklamalarına
(Hürriyet Ege eki 25.02.2005)
yer
veriliyordu.
―Halk arasında günnük adıyla da bilinen günlük
sığla ağaçları baĢta ilaç sanayi ve parfümeri sektöründe
olmak üzere bir çok alanda kullanılıyor. Tarla açma ve
turizm faaliyetleri nedeniyle sayıları hızla azalıyor. Sığlalar
yok olma tehlikesiyle karĢı karĢıyalar. 20. yüzyıl
baĢlarında Muğla Ġl genelinde 6321 hektarlık alanda sığla
ağacı vardı. Bugün, 1337 hektarlık alanda sığla yetiĢiyor.
1999‘da 9463kg. sığla yağı elde edilirken bu rakam 2002
yılında 3108 kg. düĢtü. Ağacın ekonomik değeri çok
yüksektir. Sığla ağaçlarının bu güne kadar genetik yapısı
araĢtırılmadı. Bu araĢtırmalar sonucunda yok olma
tehlikesi bulunan sığla ağaçları koruma altına alınacak.
Proje, dünyada ilk olma özelliği taĢıdığı için TUBĠTAK‘ tan
destek geldi. Proje maliyetinin tamamını TUBĠTAK
karĢılayacak. Uygulamaya Mart ayında baĢlayacağız.
Belirlenen bölgelerde 50 m. arayla sığla ağaçlarının
yapraklarından örnekler alınacak. Bunlar üzerinde bitkinin
yapısını inceleyen RAPD analizi, DNA testleri
uygulanacak ve modifiye edilmiĢ boyama yöntemleri
kullanılacak. Proje sonunda sığla ağaçlarının sistematiği
ortaya çıkacak. Evrimi belirlenecek ve jeolojik zamanlarda
kıtaların ayrılmasına iliĢkin bilgiler ortaya çıkacak. Ayrıca
bu ağaçların korunmasına iliĢkin öneriler geliĢtirilecek‖
deniliyordu.
Memnuniyetle görüyoruz ki üniversitelerimizdeki
genç öğretim görevlileri hocalarımız konunun önemine
daha bilimsel yoldan yaklaĢarak çözüm ve yöntem
bulmada arayıĢ içindeler. Bu konuda çalıĢmalarının hangi
safhada olduğunu öğrenmek için telefonla aradığımız
Sayın Belgin Göçmen TaĢkın bize sevindirici ve olumlu
haberler verdi. Yukarıda gazetede verilen bilgiler
içeriğindeki çalıĢmaların aynen yapıldığını bildirdi.
TUBĠTAK‘ la ilgili proje baĢvurusunun bir kopyasını da
internet adresimize hemen gönderdi. Kendisine göstermiĢ
157
olduğu ilgi ve yardımlaĢma için buradan bir kez daha
teĢekkür ediyoruz.
Çocukluğumuzun Marmaris‘inde Ģimdi büyük bir
özlemle yad ettiğimiz anılarımız içinde ―Günlük‖ veya o
zamanki adıyla ―Günnücek‖ hep vardır. Bu cennet ve
doğa harikası yer mesire ve dinlence yerimiz olarak
Marmaris‘in milli parkıydı. Marmarisli olup da kenarda
köĢede, duvarda albümde kalmıĢ ve Günnücek‘te çekilmiĢ
siyah-beyaz bir fotoğrafı olmayan yoktur‖ desem doğru
söylemiĢ olurum. Ailecek veya tam ergenlik çağımızda
arkadaĢlarla yürüyerek veya denizden Günnücek Parkına
giderdik. Özellikle, sandalla gitmenin zevkine doyum
olmazdı. Çatma Pınar‘ın baĢına kadar kürek çekerek bu
cennet bahçesinin içinde olurduk. Günlük Ormanı içinden
akıp giden çayların, derelerin coĢkusu, çıkardığı ruhu
okĢayan ve dinlendiren ses hale kulaklarımdadır. ―Çatma
Pınar‖, ―Kadın Azmağı‖ ve ―Killik Çayı‖ hepimizin günlük
konuĢmalarımızda adının sıkça geçtiği nadide güzellikteki
yerlerdi. Burada ağaçlara kurulan hamaklar, deniz
kıyısında yakalanıp taze piĢirilip yenilen levrek, kefal,
çipuraların tadı hala damağımızdadır. Hele anamız dolma,
kuru bakla salatası, makarna yapar, babamızın çatma
pınarın havuzunda ıslatılan ve neredeyse suyun
soğukluğundan çatlamak üzere olan kocaman bir karpuzu
kesmesi vardır ya.... adeta bunlar birer ibadettir, bir tür
törendir. Genç kızlar, genç anneler kulaklarının arkasına
bir tutam günlük dalı, defne, mersin, kekik veya piren dalı
takar, bunlardan sofradaki toprak testi veya vazoya
ıslatılırdı. Bülbüller, serçeler, güvercinler öter, sincaplar
günlük ağacı meyveleri olan tırtıklı lopları diĢleriyle ―tıkır
tıkır‖ ses çıkararak kırıp yerken bir yandan da yan gözle
bizi izlerlerdi. Bunlardan soframıza kadar yaklaĢanlar bile
olurdu. Bizden baĢlarına bir zarar geleceğinden
korkmazlardı. Burası bir orman, piknik alanı değil, adeta
bitkiler, kuĢlar, balıklar ekolünün yaĢadığı, bizi misafir
kabul edip ağırlamak için azami gayreti, özveriyi
158
gösterdiği ev sahipleriydiler. Pikniğin bitip, güneĢin battığı
ve billur billur, gürül gürül akan derelerin suyunun
kararmaya baĢladığı bir vakitte bu defa ev sahibi ailenin
gündüz ortalıkta görülmeyen diğer fertleri de sahneye
çıkar, ‗pev....pev‘ diye bağırıp çağırmaya baĢlarlardı.
Bunlar, ‗Günlük Ailesi‘nin mensupları, ‗çakallarıydı. Sanki
bize, ‖Sizi bu kadar ağırlayabiliyoruz, doğayı artık bize
bırakın, herkes evine saman damına, hepinize güle güle‖
demek ister gibiydiler.
Değerli okurlar; Galiba burada biraz duygusallığa
kaçtım. Nede olsa günden güne azalamaya, hatta
kaybolmaya baĢlayan nice maddi ve manevi değerlerimizi
genç kuĢaklarımızın görebilme olasılığı azalıyor. Bunların
yaĢatılması için önce neler olduklarını bilmemiz, sonra da
korunması konusunda bilimsel önlemler almamızın
gerekliliğine inanıyorum.
Günlük Ağaçlarında sığla yağı ve buhur istihsali
ağaçların sağlıklarının bozulmaya, kuruyup sayılaının
azalmaya baĢlamaları üzerine bölge genelinde bir iki saha
dıĢında
istihsali
durduruldu.
Orman
Bölge
Müdürlüklerindeki
görevlilerden
aldığımız
bilgiler
doğrultusunda Günlük orman ve sahaları her bölgeye
göre numaralandırılmıĢ. 2005 yılında sadece 69 numaralı
Çetibeli Günlük sahasına iĢletme izni verilmiĢ. Eskiden
sığla istihsal iĢi Orman Bakanlığı ve dolayısıyla bölge
müdürlükleri tarafından iĢçi temin edilerek uzman görevli
gözetiminde yapılır, elde edilen tonlarca ürünün satıĢı
yine adı geçen kurumun yetkilileri tarafından önce
depolanıp sonra satıĢı yapılırdı. ġimdi öyle değil.
Ülkemizde serbest pazar ekonomisi ve özelleĢtirme
uygulaması gündeme geldiğinden bu yana iĢletmeye
açılacak saha önce ihaleye çıkarılıyor. Muğla bölgesinde
Çetibeli‘ndeki 69 numaralı iĢletme sahası dıĢında iĢlenen
ve sığla istihsali yapılan saha olmadığını öğrendik.
159
Günlük ağacından sığla yağı elde etme
Sığla istihsalini ve iĢletmeyi yakından görmek ve
hem de fotoğraf çekmek için güneĢli güzel bir havada tek
iĢletme sahası olan TaĢan-Çamlık iĢletme sahasına gittik.
Burada, eĢiyle beraber ağaçlardan ellerindeki özel kaĢıkla
yağ çıkaran Sayın Ġsmet Baka ve eĢine sorular sorduk,
yanıt aldık. Sayın Ġsmet Baka ve eĢi genç yaĢlarından
bugüne kadar hep bu iĢi yapmıĢlar. Ġsmet Baka, aslen
Ula‘lı olduğunu, yetmiĢi geçen yaĢıyla eskiye nazaran bu
iĢte çalıĢmanın artık zor olmaya baĢladığını söylemek
istese de, iĢini çok sevdiğini, bu iĢten ekmek yediğini, biri
erkek diğeri kız iki çocuğunu da üniversitede okutarak
oğlunun jeoloji mühendisi, kızının da öğretmen olmasına
ekonomik desteği bu iĢten sağladığını söyledi. Bazı
sorularımıza iĢini hiç bırakmadan yanıt vermeye çalıĢan
Ġsmet Baka‘nın iĢ disiplini, yaptığı iĢinden zevk almasını,
eĢiyle dayanıĢma içindeki görüntülerini doğrusu takdir
ettik. Buradaki sahada iĢletmeyi ihaleyle geçen yıllarda
olduğu gibi yine kendileri almıĢ. ġartnameye göre çapı
(kutru) yirmi santim ve daha yukarı olan 1000 ağaçta
üretim yaparak takriben 200kg.yağ çıkarmayı umuyorlar.
(Bir ağaçtan takriben 200 gr. sığla yağı elde ediliyor.)
Verilen bilgiye göre; Yağ istihsali için ağaçların
gövdelerinde takriben 4–6 cm. en ve 70 cm derinliğinde
kızartma yerleri açma ve temizlik iĢlemi her yılın Nisan‘da
baĢlıyor. Çıkan yağlar belli aralıklarla ve özel kaĢıklarla
toplanıp içinde sıcak su bulunan kazana boĢaltılıyor.
160
Kazan dolar dolmaz ürün prese alınıp sıkılıyor. Preste
sıkılarak suyu alınan yağ beton havuza akıyor. Geride
kalan posa buhur olarak alınıp kurutulmak üzere sergiye
alınıyor. Yağ ise tenekelere doldurularak yerli veya
yabancı alıcılara satılıyor. Bu üretim Kasım ayı sonuna
kadar devam ediyor.
Sığla yağı ilaç ve kozmetik sanayinde kullanılır.
Günlük yağı ve buhur, balcı, baharatçı ve aktar gibi bazı
satıĢ yerlerinden temin edilir. Birçok hastalığa iyi geldiği,
kuvvet ve peklik verici, yatıĢtırıcı, idrar arttırıcı, adet
söktürücü, romatizma ağrılarını dinlendirici ve sindirim
sistemini özellikle mide ve bağırsak rahatsızlıklarını
giderici özellikleri olduğu biliniyor.
Günnücek Milli Parkı ve günlük, çam, defne ağaçları arasından
bize göz kırpan Marmaris Körfezi
―Marmaris‘in Günlük Ağaçları‘ adlı araĢtırma küçük
bir kitapçıkta ayrı olarak Marmaris Belediyesi tarafından
bastırılıp yayınlandı. Bu çalıĢmayı güzel ülkemiz,
topraklarımız ve üzerindeki nadide ağaçların bilinmesi,
korunması, tanıtımı için yaptım. Marmaris‘in Günlük
Ağaçları‘
adlı
araĢtırmamı
aĢağıdaki
cümlelerle
sonlandırıyorum:
Hepimizin bildiği ve bilmesi gerektiğine inandığımız
bir özellik Ģudur. Buna ayrıcalık da diyebiliriz. Anadolu
coğrafyası değiĢik topografik yapı ve iklimlere sahip
olması dolayısıyla geçmiĢten günümüze bazı canlı
türlerinin ortaya çıkması için bir laboratuardır. Bunun canlı
161
türlerinin çok az değiĢime uğrayarak günümüze kadar
gelmesinde ise müze gibi görev yaptığı bir gerçektir.
YaĢamakta olduğumuz 21. yüzyılın dünya kamuoyunda
biyoloji yüzyılı olacağı yönünde çok güçlü bir inanıĢ vardır.
Yine okuduğumuz kitaplarda, izlediğimiz TV yayınları ve
belgesellerde görüyoruz ki dünyadaki ekosistemlerin canlı
kısmının önemli bir bölümünü bitkiler oluĢturmaktadır.
Elektrik düğmesi nasıl aydınlığın ve karanlığın kumandası
ve sigortası ise bitkiler de tüm canlılığın kumandası ve
sigortası konumundadır. Bitkiler olmadan oksijen ve besin
olmaz. Ġnsan dahil Eko Sistemdeki tüm canlıların ayrı
görevleri vardır. Eğer bu canlıların yok oluĢuna göz
yummaya devam edecek olursak görevler yerine
getirilmeyecek ve zinciri oluĢturan halkalar kopacaktır.
Her canlı türünü bir halka, tüm canlıları ve yaptıkları
görevleri de bir zincir olarak düĢünebiliriz. Bu halkaların
kopmaması, zincirin parçalanmaması için öncelikle
çevremizdeki canlı türlerini iyi tanımamız gerekir. Böylece,
tanıdığımız bildiğimiz Ģeyleri daha iyi koruyup
kollayabiliriz. Bunları ben değil, bilim ve çalıĢanları
söylüyor...
162
.
Marina arkasında Marmaris Milli Parkı ve Günlük
Ağaçları
163
Ġkinci Bölüm
YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER
NATO VE ANIMSATTIKLARI
NATO,
Ġngilizcesi
‗North
Atlantic
Treaty
Organization‘ sözcüklerinin baĢ harflerinden oluĢmuĢtur.
Türkçesi ‗Kuzey Atlantik AntlaĢması Örgütü‘ dür. Bilindiği
üzere bu kuruluĢ 2. Dünya SavaĢı sonrası oluĢan siyasi
ve askeri ortamda 9 Nisan 1949‘da Washington
AntlaĢması ile kurulan kolektif bir savunma örgütüdür.
Özetle anılan antlaĢmanın üçüncü, dördüncü ve beĢinci
maddelerinde üye ülkelerin ortak savunma için
yeteneklerini geliĢtirmeye, herhangi bir üyenin toprak
bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve güvenliği tehlikede
olduğunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine
saldırıldığında bu saldırının hepsine karĢı yapılmıĢ bir
saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt eder.
Türkiye bu örgüte Yunanistan‘la birlikte eĢ zamanlı
olarak 1952 yılında kabul edilmiĢtir. En son Arnavutluk ve
Hırvatistan‘ın katılımıyla NATO‘ya üye ülke sayısı 28
olmuĢtur.
NATO‘da görev yaptığım 1960‘lı ve 70‘li
yıllarda örgüte üye sayısı 15 veya 16 ülkeydi. ġimdi
neredeyse bu rakam ikiye katlanmıĢ. Avrupa Birliğinin
kuruluĢundan bugüne de yıldan yıla artan üye ülke
sayısının 27 ile neredeyse NATO üyesi ülkeler sayısına
ulaĢtığı bir gerçektir. Ancak Güney Kıbrıs‘ın üyeliği bizde
aranan Ģartlara haiz olmadığı halde kolayca gerçekleĢince
bizi daha ne zaman olacağı belli olmayan bekletmenin
maksatlı olduğu gerçeğini de burada vurgulamalıyım.
Sovyet Rusya Blok Ülkelerle birlikte güçlü bir tehdit
oluĢtururken Avrupa‘nın doğusunda en güçlü NATO
Kalkanı‘ olarak tanımlanan Türkiye, tehlike geçince Ģimdi
AB dıĢında tutuluyor. Bunun yorumunu artık sağır sultanın
bile böyle yapmakta olduğunu düĢünüyorum…
164
Muvazzaf bir asker olarak yurt içi ve yurt dıĢında
toplam sekiz yıl NATO‘da çalıĢmıĢ olmam nedeniyle
yazacak, söyleyecek çok konu ve anılarım vardır.
Bazılarına zamanı ve yeri geldikçe günlük bir gazete
yazısına sığacak kadarıyla kısaca değinir, siyasi
geliĢmeler ve olayları değerlendirip kendimce eski ile
bugünü kıyaslarım. Bunlardan birini siz okurlarımla bu
yazımda paylaĢmak istiyorum. Bunu yaparken biraz
geçmiĢe dönmemiz gerekiyor.
Yıl 1989, bundan tam 20 yıl önce doğup büyüdüğüm
Marmaris‘te
emeklilik
yaĢamımı
sürdürüyorum.
Bulgaristan‘da Türk asıllı soydaĢlarımıza büyük bir baskı
ve soykırım uygulaması yapıldı. Henüz, NATO‘ya karĢı
cephe olan ―Varsova Paktı‖ ile birlikte Berlin duvarı
yıkılmıĢ değildi. Yarım milyona yakın soydaĢ Türk
Trakya‘sına kaçıp sığındılar. NATO, basından takip
ettiğim kadarıyla bir Ģey yapmıyor, yapamıyordu. Bu
durumdan büyük bir üzüntü duyup tepkimi, belirtmek
istedim. Görev yaptığım Belçika‘nın Brüksel‘deki NATO
Genel Sekreterliğine Ġngilizce bir mektup yazdım. Bu
mektubun Türkçe içeriği aĢağıdadır. Anılan mektupta
NATO‘yu kuruluĢundaki antlaĢma hükümlerini yerine
getirmeye çağırdım. 15 Haziran 1989 tarihinde yazdığım
mektuba 4 Temmuz 1989 tarihinde zamanın NATO Genel
Sekreteri Alman Malfred Wörner‘den aldığım Ġngilizce
yanıtın Türkçe özeti de aĢağıdadır.
Ulusal basın bu olayı duymuĢ olacak ki beni Milliyet
Gazetesi Yazı ĠĢleri Müdürlüğünden aradılar. Amacın,
―Olayı bir de benim ağzımdan öğrenip, doğrulamak‖
olduğu söylendi. Ben de herhangi bir gizlilik taĢımayan bu
mektupların karĢılıklı olarak yazılmıĢ olduğunu ifade ettim.
Bunu Milliyet Gazetesi 7 Ağustos 1989 tarihinde baĢ
sayfada haber yaparak yayınladı. O günkü gazetenin bu
haberi içeren kupürlerini dosyamda saklamıĢtım. Onları
da fotoğraflarını çekerek aynen yazıma aldım.
165
Bu vesileyle, 1988‘den öldüğü yıl olan 1994 yılına
kadar büyük bir baĢarıyla 6 yıl NATO Genel Sekreteri olan
Türk dostu merhum Malfred Wörner‘i bir kez daha
saygıyla, rahmetle anıyorum. Bilindiği üzere VarĢova
Paktı ve Demir Perde Berlin Duvarı ile birlikte bir yıl sonra
yıkılıp tarihe karıĢınca bu olay da birçok benzerleri gibi
tarihin sayfalarında kaldı. Bulgaristan‘da ve daha sonra
Sırpların Bosna-Hersek‘te ‘sergiledikleri katliam ve
insanlık suçunun durdurulmasında NATO‘nun yaptığı
görev unutulmamalıdır. Bu müdahalede NATO adına
görev yapan Türk Hava Kuvvetlerimizin de katkısı vardır.
NATO Genel Sekreterinin Erol Uysal'a verdiği resmi yanıt
166
Erol Uysal‘ın NATO Genel Sekreterliğine yazdığı
Ġngilizce mektubun Türkçe özeti Ģöyledir:
―Sayın Genel Sekreter; Ġçinde bulunduğumuz
günlerde Bulgaristan‘da yaĢamakta olan soydaĢlarımıza
karĢı Bulgar Hükümeti büyük boyutta insanlık suçu
iĢlemektedir. SoydaĢlarımızı Bulgaristan‘dan sınır dıĢına
gitmeye, kalanlar asimile edilmeye zorlamakta, direnenler
katledilmektedir. Bu olay Türklere karĢı önceden
planlanmıĢ bir tür soy kırıma dönüĢmüĢtür. Bundan ayrı
olarak VarĢova Paktı‘na üye olan bir devlet komĢusu
Türkiye‘yi ve NATO‘yu adeta yok sayıp tahrik ve tecavüz
boyutuna varan mütecaviz bir tutum sergilemektedir.
Açıkça belirtmem gerekirse, yıllarca NATO‘da görev
yapmıĢ emekli bir asker olarak NATO‘nun yukarıda
değindiğim geliĢmelere ilgisiz kalmıĢ görünmesini hayret
ve üzüntü ile takip ediyorum. Oysa NATO AntlaĢmasının
ilgili maddelerinin bu vahim geliĢme karĢısında
uygulamaya konulması gerektiğini düĢünüyorum. Bu
konuda NATO Delegasyonlarının özel bir toplantı yaparak
bir bildiri ile Bulgaristan Hükümetini suçlaması,
Bulgaristan‘da yaĢayan Türkler üzerinde uygulanmakta
olan düĢmanca ve insanlık dıĢı politikadan acilen
vazgeçilmesi istenmelidir.
Saygılarımla… Erol Uysal, E. Tank Kd. BĢçvĢ.
Haziran 1989
15
NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner‘in Erol
Uysal‘a yanıtı:
Sayın Erol Uysal; 15 Haziran 1989 tarihli
mektubunuza
teĢekkür
ederim.
Bulgaristan‘ın
soydaĢlarınıza karĢı yapmakta olduğu insanlık dıĢı
iĢkence ve tehcir politikası için duyduğunuz üzüntüye
aynen katılıyorum. Sizi temin ederim ki; Bu konu NATO‘da
ve bağlı birimlerde öncelikli konu olarak ele alınmaktadır.
Müttefik ülkeler hem Sofya hem de diğer bazı ülkeler
167
nezdinde Türk azınlığının lehine olacak giriĢimlerde
bulunulmaktadır. Bu konuda Avrupa Ġnsan Hakları
Komisyonunun harekete geçirilerek Bulgaristan‘ın Türk
azınlıklar üzerine uygulanmakta olan insanlık dıĢı
politikadan biran önce vazgeçirilmesi konusunda gereken
düzeltmeleri yapması istenmiĢtir. Bu konu NATO‘nun
öncelikli meselelerinden birisi olarak gündemimizdedir.
Ayrıca Avrupa Ġnsan Hakları Koruma Bildirgesine imza
atmıĢ ülkeler konu üzerinde yoğun çalıĢmaktadır. Burada,
30 Mayıs 1989 tarihli bildirgede tüm NATO üyesi
devletlerle Avrupa Ġnsan Hakları Koruma AntlaĢması
maddelerinin öncelikle uygulamaya konulması konusunda
giriĢimlerin olduğunu size duyurmak isterim. Ġmza M.
Wörner 04 Temmuz 1989
07 Ağustos 1989 Tarihli ‗Milliyet Gazetesi‘nin ön
sayfasındaki haberde konuyla ilgili yazı baĢlığı:
―WÖRNER, SESSĠZ KALMIYORUZ‖ olmuĢtu. Haber
Ģöyle devam etmiĢti. ―Yıllarca NATO‘da çalıĢan Emekli
Astsubay Erol Uysal NATO Genel Sekreterine Bulgar
zulmüne sessiz kalınmasını eleĢtiren mektup yazdı. Genel
Sekreter Manfred Wörner de yanıtında, Sessiz
kalmıyoruz‖ dedi… 17.04.2009
Milliyet Gazetesinin bu konu ile ilgili yaptığı habere
yukarıda kısaca yer verdim. Onları buraya tekrar
yazmadım. Sadece anılan gazete kesiti ve fotoğrafı
ekledim. Marmaris‘te Yerel bir gazetede de yayınlanan bu
yazıma önemine binaen yayınlanacak olan kitabımın son
rötuĢlarını yaptığım günlerde ve takriben olaydan 22 yıl
sonra aĢağıdaki eklemeyi yapmayı da uygun buldum.
Değerli Okurlar; Son yıllarda ülkemiz siyasi açılımlar
konusunda önemli konukları ağırladı. Danimarka
BaĢbakanı Rasmussen, ABD BaĢkanı Obama ülkemize
geldiler.
Türkiye,
―Rasmussen‘in
NATO
Genel
Sekreterliğine atanmasına, Fransa‘nın NATO‘ya tekrar
alınmasına bazı koĢullar yerine getirilmedikçe‖ deyip
168
çekince koyamadı. Bunları ABD istiyordu ve bu isteği
yerine getirdik. ġimdi sırada baĢka isteklerin yerine
getirilmesi var. Bunların neler olduğunu önümüzdeki
günler bize gösterecek. Dünyada milli çıkarlarından hiç
taviz vermeyen komĢular, ülkeler, siyaset adamları var.
Bunlara birkaç örneği en yakınımızdakilerden verecek
olsam,
Yunanistan‘ın Makedonya, Kıbrıs ve Ege
sorunlarında, Ermenistan‘ın milli politikaya dönüĢtürdüğü
sözde
soykırım
ve
Azerbaycan-Karabağ‘ı
iĢgali
meselesinde, Talabani‘nin PKK‘ya silah bıraktırmaya
yanaĢmaması ilk akla gelenler olur. Siyaseti, milli
politikayı hükümetler yapar ama halkın, üniversitelerin,
birey olarak vatandaĢın da sorumlulukları vardır. Milli
politikanın
takip
ve
yürütülmesinde,
halkın
bilinçlendirilmesinde sivil toplum kuruluĢlarına büyük
görevler düĢer. Milli politika siyaset dıĢıdır. Milli politikanın
sağlam ve hayati temeller üzerine oturmasında sivil
üstünlük (inisiyatif) hareketine ihtiyaç vardır. Bunun güçlü
olduğu yer ve zeminde kolay kayma olmaz. Türkiye
Cumhuriyetini kuran büyük önder Atatürk‘ün milli
politikaya verdiği önem ve değeri O‘nun derin ve geniĢ
ufkunu belli eden anlamlı sözlerinde bulabiliriz. ĠĢte
bunlardan sadece birisi olan ve Hürriyet ve Bağımsızlık
üzerine aĢağıda söyledikleridir:
―Hürriyet ve Bağımsızlık benim karakterimdir. Ben
milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından
olan bağımsızlık aĢkı ile yaratılmıĢ bir adamım.
Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi
hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aĢkım
bilinir. Bence bir millete Ģerefin, haysiyetin, namusun ve
insanlığın yerleĢmesi ve yaĢaması mutlaka o milletin
hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben
Ģahsen bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve
bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için
milletimin de aynı özellikleri taĢımasını Ģart ve esas
bilirim. Ben yaĢayabilmek için mutlaka bağımsız bir
169
milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık
bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin
menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teĢkil eden
milletlerden her biriyle uygarlık gereği olan dostluk ve
siyaset iliĢkilerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.
Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir
milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız
düĢmanıyım. 1921 (Mart 2011)
170
NOEL BABA VE MERSĠN AĞACI
Hıristiyan dünyasında Noel Baba, asıl adıyla Aziz
Nicholas iyi eğitim görmüĢ, kendini insanlara adamıĢ,
yardım sever kiĢiliğiyle bilinir. Özellikle çocuklara
hediyeler veren Aziz Nicholas için yazılmıĢ birçok hikaye,
söylence vardır. Örneğin, zamanında zengin olan ve
evlenme çağına gelmiĢ üç kızı bulunan bir tüccar iflas
edip muhtaç duruma düĢünce çok sıkıntılı günler
yaĢamaya, hatta intihar etmeyi düĢünmeye bile baĢlar.
Bunu öğrenen Nicholas bir gece bu ailenin evinin
bacasından aĢağı bir kese dolusu altını bırakır gider.
Sabah ocağın içinde altınları gören aile çok sevinir.
Bozulan iĢlerini yeniden rayına koyup kızlarını
evlendirirler. Her yıl Aralık ayının sonunda kutlanan
‗Noel‘de yaĢanan canlılık ve tatil Ġsa Peygamberin
doğumunun kutlamasıyla beraber bu Aziz‘i de hatırlama,
ona sevgi, saygı sunmak için yapılır.
Bazı Batı ülkelerinde Noel Baba‘ya değiĢik adlar
verilmiĢtir. Örneğin, Fransa‘da Pere Noel, Ġngiltere‘de
Father Christmas, Amerika‘da Santa Claus, Almanya‘da
Heilige Nikolaus gibi isimlerle tanınır. Ülkemizde ise ‗Noel
Baba‘ olarak bilinen bu din adamının asıl adı Aziz (Seant)
Nicholas‘tır. Miladi 245 yılında Antalya-Fethiye arasındaki
antik Ģehir olan Patara‘da (GelemiĢ) doğmuĢ, 326 yılında
da Demre‘de (Myra) ölmüĢtür. Bu din adamının doğum
yeri olan Patara MÖ. 5. yüzyılda Likya Federasyonuna
bağlı 6 önemli Ģehirden birisi olmuĢ ve daha sonra Aziz
Nicholas döneminde Demre‘nin (Myra) piskoposluk
merkezi yapılmasıyla ün kazanmıĢtır. Ölümünden sonra
Aziz Nicholas için Demre‘de bir kilise yapılmıĢ, değiĢik
dinlere mensup gezginler burayı Efes - Meryem Ana evine
veya Seant John (Aziz Yuhanna) kilisesine olduğu gibi
ziyarete baĢlamıĢlardır. Kilise, Cumhuriyet döneminde
onarılarak müzeye dönüĢtürülmüĢ ve ziyaretlere
171
açılmıĢtır. Burada her yıl Aralık ayının ilk haftasında Kültür
ve Turizm Bakanlığı ve Demre (Kale) Belediyesinin
iĢbirliğiyle ‗Noel Baba Kutlama ve Anma Etkinliği‘ yapılır.
Bu etkinliğe çoğunluğu yerli ve yabancı turistler katılır. Bu
yıl ki kutlamaya 15 yeni evlenecek çift davet edilmiĢ olup
Demre‘deki kilisede nikâhları kıyılacak. Antalya‘da
otellerde konaklayan takriben 500 kiĢilik davetli de törene
katılarak nikah, ayin ve diğer etkinliklerde hazır
bulunacaklar. Ayrıca, Devlet Filarmoni Orkestrası kilise
önündeki meydanda konser verecek.
GeçmiĢ yıllarda yine bir Aralık ayı baĢında böyle bir
etkinlikte bulunmuĢtuk. Ancak yörede Aralık ayı içerisinde
havanın yağıĢlı olması açık alanda yapılacak gösteri ve
etkinlikleri olumsuz etkileyip iptale neden olmuĢtu.
Noel Baba‘nın doğduğu ve yaĢadığı yerin aslında
Antalya Ġlimize bağlı Akdeniz kıyısındaki Patara ve Demre
yerleĢim yerleri olduğu Batı‘da fazla bilinmiyor. Ancak Ġncil
dahil dini kitaplarda Aziz Paul‘ün (Hz. Yahya) Roma‘ya
çağrılıp orada katledilmesinden önce liman Ģehri Demre‘yi
(Myra-Andriace-Çayağzı))
ziyareti,
burada
tekne
değiĢtirmesi portakallarıyla da ünlü bölgenin önemini daha
da arttırmıĢ. Zaten Aziz Nicholas‘dan önce bu bölgede
binlerce yıl yaĢayan bir medeniyet hüküm sürmüĢtü.
Bunun somut kanıtı Demre‘deki (Myra) antik Ģehir
kalıntılarıdır. Benzetmek gerekirse toplu konut tarzında
yontulmuĢ kaya mezarları (Nekropol) ve tiyatro bunlardan
bugüne kadar ayakta kalmıĢ ve iyi korunmuĢ antik
yapılardır. Doğal olarak zengin medeniyet geçmiĢi ve dini
açıdan Piskoposluk merkezi olan Myra, Aziz Nicholas‘ın
döneminde de Hıristiyanlık açısından daha fazla ilgi ve
üne kavuĢmuĢtur. Ġtalyan denizci veya tacirler buranın
dini, manevi ve ticari önemini düĢünerek 1087 yılında
Demre‘ye gelmiĢler, buradaki eserleri yağma edip
gemilerine
yükleyerek
Ġtalya‘nın
‗Bari‘
Ģehrine
götürmüĢlerdir. Bunların arasında Aziz Nicholas‘a ait lahit
içinde kalan kemikler de bulunuyormuĢ. Yağmacılar
172
aldıkları kemiklerle birlikte birçok antik eseri de buradaki
kiliseye satıĢlar. Daha sonra Bari‘deki kilise yenilenerek
Avlusuna bir lahit konmuĢ, Demre Kilisesindeki lahitten
çalınan kemikler de bunun içine konup, ―Aziz Nicholas‘
Bari‘de öldü, buraya gömüldü‖ denilerek Hıristiyanlar için
bir tür haç yeri oluĢturulmuĢtur. Bu olay Hıristiyan
dünyasında bayağı tutmuĢ, o günden beri Ġtalya‘nın ‗Bari‘
Ģehri önemli bir ziyaret yeri olarak her yıl yüz binlerce
turiste ev sahipliği yapmaya baĢlamıĢtır.
Halen,
Demre‘deki kilisede Aziz Nicholos‘a ait olduğu bilinen bir
mermer lahit ile diğer din ve kilise görevlilerine ait birkaç
lahit mezar vardır. Demre‘deki kiliseden kurtarılan bazı
objeler ise bu gün Antalya müzesinde sergilenmektedir.
1960‘lı yılların bir Aralık ayında, rahmetli hocamız
‗Halikarnas Balıkçısı‘ takma adıyla da bilinen merhum
rehber-yazar Cevat ġakir Kabaağaçlı ile Efes turundaydık.
Sohbet sırasında konu ‗Noel ve Noel Baba‘ya gelmiĢti.
Demre‘deki kiliseye bir gurup din adamını götürdüğünü,
onlara rehberlik yaptığını söyleyerek sözü Aziz‘in
mezarına getirmiĢ ve Ģunları söylemiĢti. ―Ġtalyanlar ticareti
iyi bilirler. Ne de olsa ataları Cenevizli, Venediklidir.
Demre‘deki kilisede bulunan beyaz mermerden yontulmuĢ
lahit‘in kapağını kırıp açınca içinde sadece insan kemikleri
görüp hayali sukuta uğrarlar. Belli ki onlar küp dolusu altın
veya para umuyorlarmıĢ. O anda ilahi bir koku onlara
mucize gibi gelmiĢ. Söylenceye göre güzel ve ritüel bir
kokunun etkisinde kalıp bir ara kendilerinden bile
geçmiĢler. Bir defa daha dikkatli bakmıĢlar ki lahdin
içinden gelen bu güzel koku halen tap taze yeĢil durmakta
olan mersin bitkisindenmiĢ. Lahdin altındaki küçük bir
delikten çıkıp büyüyen mersin fidanı bu Aziz‘in mezarını
kokuya bürümüĢ. O mersin bitkisini de kökünden söküp
Aziz‘in kemikleriyle birlikte götürmüĢler‖...
Merhum Kabaağaçlı‘nın anlattıklarına ben de birkaç
cümle ile yorum katmıĢtım. ―Belli ki yöreye mersin bitkisi
ve bunların çıkardıkları nefis koku egemen olunca Aziz
173
Nikholas‘tan önce antik Ģehirde yaĢayan kavimler Ģehrin
adını ‗Myrtle‘ (Mersin) sözcüğünden üretilen ‗Myra‘
koyuvermiĢler. Yüzlerce, binlerce yıldır bu bitkinin güzel
kokulu yapraklarından bazı tıbbi ilaç ve parfümeri
ürünlerinin
yapılarak
değerlendirilmiĢ
olduğunu
sanıyorum. Tıpkı bölgemize has ‗endemik tür‘ olarak
yakından tanıdığımız Marmaris‘in Günlük Ağaçları ve
Sığla Yağı‘ gibi. Bunlar aromalı tipik Akdeniz bitkileridir.
Umarım Demre‘den söküp götürdükleri mersin bitkisi
Ġtalya‘nın Bari‘sinde tutmuĢtur. Zira benim Marmaris‘ten
alıp Gökova-Karaca‘ya diktiğim fidan yer değiĢimini
sevmedi ve tutmadı‖ demiĢ gülüĢmüĢtük...
Latince adı ‗Myrtus Communis‘ olan mersinin
bölgemizde yaĢayanlar tarafından hala eskiden olduğu
gibi kesilip mezarlara konma adetinin sürmekte olduğunu
da göz ardı edemeyiz. Özellikle dini günler ve bayram
arifelerinde yapılan mezarlık ziyaretlerinde bölgemizde
herkesin elinde genellikle bir demet mersin dalı ile
sergilediği görüntüler bunun somut kanıtı olsa gerektir.
ÇağdaĢ toplumlarda insanoğlunu din, mezhep, köken,
renk, zengin fakir demeden birleĢtiren, ama hiç de fark
edilmeyen o kadar benzerlikler var ki. Ġyi ki de varlar. Ne
de olsa bunlar birer katalizör görevi görüyorlar…07.12.
2009
174
175
MARMARĠS’ĠN AYYILDIZLARI
Marmaris‘te bir gelenek 37 yıldır yaĢıyor.
Marmaris‘in değiĢik meslek ve iĢ kolunda ilkleri arasında
gelen Prof. Dr. Sayın Mustafa Ayyıldız daha emekliye
ayrılmadan 17 yıl önce çok güzel bir projeye imza atmıĢ.
Bunun ne olduğuna ve sevgili hocamızın öz geçmiĢine
dair bilgilere bu yazımda yer vereceğim. Ancak, ünlü ve
baĢarılı bir kiĢinin yaĢamını, yazdığı eserleri kitaplarından
okumak veya baĢkasından duymak baĢka, olgunluk
çağında birlikte olup sıkça iletiĢim içerisinde kendisini
yakından tanımak tamamen baĢkadır sanırım. ĠĢte biz,
eĢim Gülsen ve ben hocamızı ve Ayyıldızlar‘ı yakından
tanıyanlardanız. Kendileriyle ilgili bir anıma da burada yer
vermek istiyorum.
1957 yılının Nisan ayında Marmaris‘te 7.2
Ģiddetinde bir deprem oldu. O zaman Ankara‘da askeri
okuldan yeni mezun olmuĢ bir yıllık çiçeği burnunda
Astsubay‘dım. Deprem nedeniyle kamu görevlilerine
verilen mazeret iznini alarak aynı okuldan mezun olan
hemĢerim Turgut Çakıcı ile birlikte tren biletimizi alarak
Ankara Garındaki trenimizin kuĢetli vagonuna girdik. O
zamanlar kömür yakılarak iĢletilen trenle önce Aydın‘a,
oradan
da
otobüsle
Marmaris‘e
gidecektik.
Kompartımanımıza girer girmez bizden önce gelip
yerleĢmiĢ genç bir çiftle karĢılaĢtık. Kendileriyle hemen
tanıĢtık, hatta akraba bile çıktık. Yeni evli olduklarını,
deprem nedeniyle Marmaris‘teki ailelerine geçmiĢ olsun
ziyaretine gitmekte olduklarını öğrendik. Vakit ilerleyip
gece olunca kuĢetlerimizi açıp uyumak için elektriği
kapatıp yattık. Tren, adeta oflar, puflar gibi sesler
çıkararak Afyon yakınlarında küçük bir istasyonda durdu.
Mustafa Ağabey yattığı yerden geldiğimiz istasyonun
adını okuyamayınca bana seslendi. ―Erol, bak bakalım
nereye gelmiĢiz‖ dedi. Ben de baĢımı hafifçe kaldırıp
176
camdan dıĢarı baktım. Uyku sersemliğiyle dıĢarıdaki
binanın üzerinde yazan tabelayı okuyup ―Revizörlük‘teyiz
Mustafa Ağabey‖ dedim. Mustafa Ağabeyi bir gülmek
tuttu. Arkasından eĢi Muaalla yenge, ikisi birlikte
gülmekten kırıldılar. Mustafa ağabeye neden güldüklerini
sorduğumda ―Oğlum, revizörlük istasyon adı değil,
duraktaki teknik hizmet görevlilerine ait bir bölümdür‖
deyince kırdığım potu anlayıp özür diledim. Bu defa hep
birilikte gülüĢtük. Bu ‗revizörlük‘ sözcüğü Aydın‘a kadar da
mizah konumuz olup gitti...
Ayyıldız Ailesiyle ilk tanıĢmamız bu tren
yolculuğunda olmuĢtu. Emekli olup ana-baba ocağı
Marmaris‘e yerleĢtikten sonra birbirimizi çok daha
yakından tanıdık. Sosyal iliĢki ve sivil toplum kuruluĢu
etkinlikleri kapsamında dayanıĢma, gezi, panel, gazete
yazıları, TV oturumlarında genellikle birlikte olduk.
Ayyıldızlar Karaca‘daki tarlamızda da bize komĢu oldular.
.
‗Atatürk Ġlk Öğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere
Ayyıldız Ödülü Saat Verme‘
geleneği 37 yıldır
yaĢamaktadır.
Bunun özünde Atatürk sevgisi ve
hayranlığının yatmakta olduğu açıktır. Bakın, Mustafa
Ayyıldız Haziran 2007‘deki ödül töreninde baĢarılı
öğrencilere saat ödülü verirken konuĢmasının birkaç
cümlesinde ne diyor:
―Sevgili Öğrenciler, Atatürk Sevgisi ve Atatürk‘ün
devrimlerinin koruyucusu, yılmaz bekçileri olmak gibi asli
göreviniz vardır. Bunu tüm yaĢamınız boyunca hiç
unutmayın. BaĢarılı olan öğrencileri ödüllendirmekteki asıl
amacın teĢvik ve yönlendirme olduğudur. Burada, genç
öğretmenlere ve velilere de düĢen büyük görevler vardır.
BaĢarılı öğrencilerin arkasında mutlaka onlar vardır ve
olmalıdır‖…
Marmaris Atatürk Ġlkokulu baĢarılı öğrencilere
‗Ayyıldız Ödülleri‘ verme geleneğine yine baĢka bir
177
Ayyıldız daha katıldı. Değerli HemĢerimiz, Marmaris
Esnaf ve Sanatkarlar Odası BaĢkanı Sayın ġükrü Ayyıldız
da baĢarılı öğrencileri ödüllendirmeye Oda BaĢkanı olarak
destek veriyor.
Her yıl yapılan ödül törenleri okul
öğrencilerinin folklor oyunları, Ģiir okuma, hikaye anlatımı
ve diğer gösterilerle sona eriyor. Okul müdürü ve genç
öğretmenlerin yönetiminde baĢarılı bir Ģekilde uygulanan
etkinlikte emeği geçen herkesi buradan bir kez daha
kutluyor, sınavlara hazırlanan öğrencilere baĢarılar
diliyorum.
Değerli hocamız Em. Prof. Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın
kısa bir özgeçmiĢine de aĢağıda yer vererek kendisine ve
tüm Ayyıldızlar‘a sağlık ve mutluluk diliyor, ‗Atatürk
Ġlköğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere Altın Saat Ödülü
Verme‘ geleneğinin ebediyen yaĢaması ve yaĢatılmasını
diliyorum. 15.06.2007 (ÇağdaĢ Marmaris)
E. Prof. Dr. Mustafa AYYILDIZ‘ın Öz GeçmiĢi:
1933 yılında Marmaris‘te doğdu. 1945‘de Marmaris
Atatürk Ġlkokulundan, 1948‘de Muğla Ortaokulundan,
1951‘de Antalya Lisesinden, 1955‘de Ankara Üniversitesi
Ziraat Fakültesinden mezun oldu.
1956‘yılında aynı
okuldan mezun olan eĢi Mualla hanımla evlendi. 1958‘de
doktor, 1964‘de doçent oldu. 1960–1962 yıllarında
ABD‘de mesleki incelemelerde bulundu. 1968–1969 yılları
arasında
Almanya-Kiel
Üniversitesinde
müĢterek
araĢtırmalar yaptı. 1971‘de Profesör oldu. DıĢ ülkelerdeki
bilimsel toplantılara katıldı. Ankara Üniversitesinde
senatör olarak görev yaptı. Diğer üniversitelerde ders
verdi. Sayısız bilim adamı yetiĢtirdi. 8 adet ders kitabı ile
100‘e yakın makale ve araĢtırması yayınlandı. Yeni
üniversite kuruluĢlarında yardımcı oldu. Ġngilizce,
Fransızca ve Almanca bilir. 1987 yılında kendi isteğiyle
emekli oldu. Biri kız ikisi erkek 3 çocuğa, 4 toruna sahiptir.
Emeklilik yaĢamında da boĢ durmadı. 1970 yılında daha
178
görevdeyken Atatürk Ġlkokulunda ‗Ayyıldız Altın Saat
Ödülü‘nü tesis etti. Bu gelenek halen yaĢamaktadır 1991
yılında Marmaris Kültür ve Doğayı Koruma Derneğini
kurmuĢ ve bu Derneğin BaĢkanlığını uzun müddet
yürütmüĢtür. 1998‘de Marmaris Atatürk Ġlköğretim Okulu
Ek Bina ĠnĢaatı Yürütme Komitesi BaĢkanlığına seçilerek
8 Mayıs 1998 tarihinde binanın temeli atılmıĢtır. Okul
yöneticileri, Okul Koruma Derneği ve Okul Aile Birliği
üyelerinin
özverili
çalıĢmaları
ile
hayırsever
vatandaĢlardan bağıĢlar toplanmıĢ keza geceler
düzenlenerek elde edilen gelirler eklenerek bina inĢaatı
yürütülmüĢtür. Binanın üçüncü ve dördüncü katları ile
çatının yapılması hayırsever hemĢerimiz Mehmet Acar
tarafından tamamlanmıĢ olup bu katlara Mehmet Acar‘ın
ismi verilmiĢtir. Ayrıca bağıĢta bulunan Mustafa Kutluay,
Sebahat Selçuk ve Azmi Selçuk‘un isimleri sınıflara
verilmiĢtir. Son olarak VĠNSAN inĢaat Ģirketi binanın eksik
kalan kısımlarını bitirerek bina inĢaatı bitirilmiĢtir. Bina
inĢaatı 16 ay gibi kısa sayılabilecek bir zamanda bitirilerek
1999 yılı Eylül ayında Eğitim ve Öğretime açılmıĢtır.
Yapılan Ek Binada iki derslikli ana sınıfı, 11 adet Derslik,
Laboratuar, ĠĢ Teknik Odası, Bilgisayar Odası, resim ve
Müzik Odası, spor Salonu, Konferans Salonu, Öğretmen
Odaları ile Öğrenci Kantin ve Kafeteryası bulunan modern
bir Eğitim yuvası meydana gelmiĢ bulunmaktadır. 1992
yılında Marmaris‘te Aids SavaĢım Derneğini, 1998‘de
Tema Vakfı Ģubesini kurmuĢtur. 16 Mayıs 1997‘de Turunç
beldesinde tesis edilen ‗Marmaris 19 Mayıs Kültür
Merkezi, Toplum Hizmetleri Vakfı‘ Marmaris temsilcisi
Prof.Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın açıĢ konuĢması ile hizmete
girmiĢtir. 2003 yılının Nisan ayında iki Marmaris‘in köklü
aileleri olan Ayyıldız ve Karayiğit ailelerini bir araya
getirerek her yıl buluĢma ve tanıĢmayı gelenek haline
dönüĢtürmüĢ, aile soy ağacını güncelleĢtirerek her
yıldönümündeki etkinlikte katılımcılara dağıtmaktadır.
Doğa, toprak, bitki ve çiçeklerle uğraĢıyı çok seven çok
179
seven Mustafa Ayyıldız hafta sonlarında Karaca‘daki
tarlasında hobilerini tatmin etmekte, denizde yüzmekte,
hamakta kitap okuyarak dinlenmektedir. Sayın Mustafa
Ayyıldız‘ın çevre koruma içerikli bazı yazıları yerel
gazetede yayınlanmaktadır. Marmaris‘in Ay Yıldızlarına
sağlık, mutluluk dolu nice yıllar dileriz.
E. Prof. Dr. Ayyıldız Ödül Töreninde
180
BĠR LÜTFÜ KÜÇÜK VARDI...
Dilimize Arapçadan girmiĢ fazilet, kadirĢinaslık ve
vefa sözcüklerinin öz Türkçesi erdemlilik, iyilikseverlik ve
sevgi demektir. Bizim kuĢak günlük konuĢmalarımızda
bazen eski sözcükleri kullandığımız olur. Bunlar, insana
özgü ve güzel ahlaka dair oldukları, sanki eskisiyle daha
ağdalı, vurgulu anlam verdikleri için dağarcığımızda
kalmaya devam ederler.
DoğuĢtan Marmarisli olup devamlı burada
yaĢayanlarla, takriben en son yirmi yılını Marmaris‘te
geçiren hemĢerilerimiz çok iyi anımsayacaklardır. Bir
dönem Atatürk Bulvarına paralel deniz ve halk plajı yaya
yürüyüĢ yolu üzerinde resim ve karikatür sanatçıları vardı.
Bunlar özellikle sezonun hareketli olduğu yaz günleri
akĢamlarında bir tente altı ve stant gerisinde otururlar,
gecenin geç saatlerine kadar yürüyüĢ yolundan gelip
geçen yerli ve yabancı turistlerden isteyenlerin
karikatürlerini çizerlerdi. ĠĢte bunların arasında ünlü bir
sanatçı olan hemĢerimiz Lütfü Küçük de vardı. EĢimle
akĢam yürüyüĢlerinde kendisinin önünden geçerken
selamlaĢır, bazen ayakta ve bazen de oturup kısa
söyleĢiler yapardık. Sevgili Küçük bir keresinde
karikatürümüzü çizmeyi önerince kabul etmiĢtik. Bizimle
hem konuĢuyor ve hem de elini çalıĢtırıyordu. Aradan on
dakika geçmeden bizim karikatürümüzü çizmiĢti bile.
Eserinin altına imzasını atıp yazdığı tarih 11 Ekim
1996‘dır. Çizdiği anlamlı portrede benim ceplerimi bazı
broĢür ve yayınlarla doldurmuĢ, sağ koltuğumun altına bir
kalem koymuĢ, saksıdaki çiçeği eĢim Gülsen‘e verirken
sol elime de ‗Önce Marmaris‘ sloganı iliĢtirmiĢti. Ertesi
gün bu portreyi çerçeveletip evimizin oturma odası
duvarına asmıĢtık. O günden bu güne aradan 15 yıl
geçmiĢ. Bu portreye baktıkça değerli sanatçıyı hep
rahmet ve sevgiyle anarız.
181
182
Lütfü Küçük 'Önce Marmaris' diyenlerdendi.
Portrede E.Uysal ve EĢi. 11.10.1996
.
Lütfü Küçük kimdir?
Lütfü Küçük 1945 yılında Isparta‘nın Uluborlu
ilçesinde doğdu. Portre karikatürüne çocuk yaĢta baĢlayıp
16 yaĢında profesyonel oldu. Ġstanbul Tatbiki Güzel
Sanatlar Akademisinde eğitimini tamamlayan sanatçı
uluslararası
karikatür
yarıĢmalarında
dereceler
kazandı.1963–1968 yılları arasında Akbaba Dergisinde
karikatür çizmeye baĢladı. 1963‘te Bulgaristan‘ın baĢĢehri
Sofya‘da ‗Portre Karikatürü‘ çizme yarıĢmasında birinci
oldu. Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 30.
Yıldönümü nedeniyle 1979 yılında Fransa‘da düzenlenen
karikatür yarıĢmasında yine birincilik kazanan Küçük,
1980‘de Ġtalya‘daki yarıĢmada üçüncülük ve 1985 yılının
183
Aralık ayında Fransa-Paris‘te Avrupa Turizm Birliği‘ne üye
46 ülkeden katılan 139 sanatçı içinden birinciliği
kazanarak ödül aldı. Çizdiği karikatüründe Marmaris‘i
‗Dünyanın Ġncisi‘ olarak gösterdiği yorumuyla ‗Grand
Prize‘ ödülüne layık görülmüĢtür. ĠĢte bu ödül Marmaris ve
Marmarislileri heyecanlandırmıĢ, onurlandırmıĢtı,
Lütfü Küçük herkesin sevdiği, saydığı ve takdir
ettiği bir hemĢerimiz olmuĢtu. YarıĢmaya katıldığı
eserinde çok sevdiği ve yerleĢtiği Marmaris‘i ―Dünyanın
Ġncisi‖ yapmıĢtı. Kendisine, bu baĢarısıyla Marmaris‘i
tanıtmada çok büyük katkısı olduğu ve olacağı kabul
edilerek zamanın Belediye Meclisi kararıyla 1985 yılında
Marmaris Belediye BaĢkanı merhum Muharrem Elgin
ilçenin ―Fahri HemĢerilik Beratı‖nı verdi. TRT‘de ‗Stüdyo
Pazar‘ Cenk Koray, Erkan Yolaç ve Ömer Önderli ile
programlar yapan sanatçının 17 Haziran 1986 tarihli Milli
Piyango çekiliĢ biletlerinde Marmaris‘i Dünyanın Ġncisi
yapan ve ödül kazanan portresi yer aldı. Sanatçı eserlerini
sol eliyle çizip, sağ eliyle yazardı. Ne yazık ki bu değerli
sanatçı ve hemĢerimiz yakalandığı amansız hastalıktan
kurtulamayarak genç sayılacak bir yaĢında (56) 7 Mayıs
2001 günü hakkın rahmetine kavuĢarak yine çok sevdiği
Marmaris‘te toprağa verildi.
Sanatçının eseri Milli Piyango biletinde
184
Marmaris halkı bu değerli sanatçı ve hemĢeriyi
ebediyen yaĢatmak için ‗Marmaris‘i Dünyanın Ġncisi‘
olarak çizip ödül kazandığı eserini bir anıta dönüĢtürüp
Ģehrin giriĢ bulvarına dikerek kendisine olan vefayı
gösterdi. Ancak, Marmaris‘i iyi bilmesi gerekenler de dahil
birçok hemĢerim bu anıtın ne olduğunu maalesef
bilmiyorlar. Gazete yazımı yazmadan önce anıtı ziyaret
ederek fotoğrafını çektim. Çevresi yemyeĢil biçilmiĢ çimle
kaplı ve çok temizdi. Ancak anıtın ne olduğunu belirten bir
kitabesi yoktu. Anıt üzerindeki cam kaplama ve bezemeler
dökülmüĢ vaziyetteydi. Marmaris giriĢ bulvarlarını
çiçeklendirip, peyzajı güzelleĢtiren belediyemiz bu anıtın
kitabesini de kısa zamanda tamamlayacaktır.
Sanatçının 1985’de Fransa'da 1. Ödülü kazanan yapıtının
Ģehir giriĢindeki Anıtı (Midye kabuğunu açmıĢ, içinde inci tanesi
Marmaris)
185
Yazımızın baĢında dedik ya... ‗fazilet, erdem, vefa
ve daha niceleri‘ diye. Bunlar sözlüklerle alfabetik
sıralamada yer almak veya sadece ağız ve dudaklarda
mırıldanmak için var olan sözcükler olmasa gerektir.
Böyle özverili ve donanımlı hemĢeriler kolay yetiĢmiyor.
Görünen o ki zamanımızda her Ģeyi ama her Ģeyi hızlı
yaĢayıp çabuk tüketiyoruz. Türk ulusu, Marmaris halkı
ülkesine, memleketine her yönden yararı olmuĢ
simgeleĢmiĢ isimleri hiç unutmamalıdır. Sanatçının
ailesini ziyaret ettik. EĢi Sema Hanım biraz sitemli olarak
Ģunları söyleyebildi:
―Lütfü, Marmaris sevdalısı bir
insandı. Yeniden maddi yaĢamına dönecek olsaydı ve
kendisine unutulmuĢ olduğu söylenseydi mutlaka ―Olsun
varsın, ben Marmaris ve Marmarislileri seviyorum‖ derdi...
Değerli insan, sanatçı hemĢerimizi en azından her
yıl ölüm yıldönümünde anıp, genç kuĢaklara tanıtarak
onları da erdemli, yararlı ve yaratıcı olmaya
özendirmeliyiz. Bunu yapmaya kararlıyız. Aramızdan
ayrılıĢının 6. yıldönümünde değerli insan, sanatçı
kardeĢimiz Lütfü Küçük‘ü sevgi, saygı ve rahmetle bir kez
daha anıyor, cennet mekânı olsun diyorum. 7 Mayıs 2007
186
AĞA LĠMANINDAN BATIK HAMAMA
1994 yılının Eylül ayında turist rehberi olarak
katıldığım bir ‗Mavi Tur‘u Marmaris-Antalya arasındaki
takriben 168 deniz millik seyirde tam on günde
tamamlamıĢtık. Benzer turlara daha sonraki yıllarda da
devam ettim. 1990‘lı yıllardan önce bu kıyılar ve
yakınlarındaki eski yerleĢim birimleri olan bu günkü ören
yerleri henüz bu günkü kadar öne çıkmamıĢtı. Doğal
olarak yöredeki tarihi yerler, doğa, bitki ve hayvan özetle
çevre ve çevre bilimi pek gündemde değildi. O yıllarda
buraları gören, iyi bilen rehber ve deniz adamı, hatta
tekne kaptan ve mürettebatı da sayıca azdı. Yabancı
yatçıların izlenimleri zaman zaman yatçılık dergi ve diğer
tanıtım organlarında yayınlanınca bakir durumdaki doğal
ve tarihi zenginlik cazip hale gelerek daha uzun etaplı
Mavi Turlar turistler için bir tatil seçeneği olmaya baĢladı.
Doğal olarak seyahat acenteleri ve yatçılık firmaları,
rehber ve yat mürettebatı ile birlikte kendilerini bu yeni
talebi karĢılamak için gerekli tanıtım, pazarlama ve diğer
alt yapı eksikliklerini tamamlamaya baĢladılar.
Ġlk yıllarda kaptan ve mürettebat arasında yabancı
dil konuĢan az olduğu için seyahat acenteleri gulet gibi
ahĢap ve diğer fiber yatlarda mutlaka bir rehber
görevlendirirdi. ġimdi ise birçok yat kaptan ve mürettebatı
az çok yabancı dil bildiklerinden bazı deniz turlarına
rehbersiz de çıkabiliyorlar. Tura çıkacak teknede rehbere
ayrı bir kabin tahsis edilecek olması müĢteri adedine ve
tekneyi kiralayan açısından artı maliyet getireceğinden
rehber gereksinimi ziyaret edilen limandan veya
demirleme yerinden sağlanabiliyor.
Bu kısa açıklamadan sonra ‗Ağa Limanından Batık
Hamama‘ baĢlıklı yazımızın içerdiği bir ‗Mavi Tur‘a
dönelim.
187
Gezi planımıza göre, Marmaris‘ten baĢlayıp
Antalya‘da sone erecek olan 10 günlük turun ilk etabında
Ekincik-Dalyan‘ı (Kaunos) ziyaret ettik. Akdeniz‘de, yazın
baĢlangıcı olan Mayıs ve Haziran aylarında güney yönden
esen Lodos rüzgarı bazen sertleĢerek fırtınaya bile
dönüĢür. Kaunos harabelerini ve ünlü plajını ziyaret edip
gecelediğimiz Ekincik Limanında gece de devam eden
fırtına sabah dinmiĢti. Ekincik‘ten sabah kahvaltı
yapmadan Fethiye Körfezine kadar olan takriben dört
saatlik mesafeyi rüzgar almadan geçmek için erken demir
alarak ayrıldık. DiĢibilmez Burnuna ve oradan da
Kurdoğlu‘na kadar ölü deniz yedik. Teknedeki müĢterilerin
çoğunu deniz tuttu. Kendilerini kamaradan kıç ve baĢ
güverteye atıp serin hava almaya çıktılar. Anakara iskele
(sol) yanımızda olarak kıyıya paralel yaptığımız seyirde
önce büyük burunlardan birisi olan ‗DiĢibilmez‘i, sonra da
‗Kurdoğlu‘ Burnunu geçip körfez içine girdik. Burası,
Göcek Körfezinin en güney ucundaki giriĢ yönünde ilk koy
olan ‗Ağalimanı‘ dır. Demirleyip kıyıya halat attık. FethiyeAntalya yönüne tura çıkan ‗Mavi Tur‘ tekneleri guletler
sabahın erken saatlerinde geceledikleri ‗Ekincik‘
limanından güneyli ve batılı rüzgâr canlanmadan motor
çalıĢtırarak takriben dört saatte buraya ulaĢırlar. Ekincikte
yanımızda demirli guletten tanıdığımız Mavi Tur‘cuların
Ağa Limanı‘na bizden önce gelip yüzdüklerini görüp tekrar
selamlaĢtık.
Bir gün öncesinde kuvvetli esen lodos denizde
solağan (Ölü deniz) meydana getirmiĢti. DiĢibilmez‘den
baĢlayıp ‗Kurdoğlu Burnu‘na kadar uzanan kıyı rotasında
seyir eden yatlar ve müĢteriler genellikle soloğandan
olumsuz etkilenir, ‗deniz tutması‘ yaĢarlar. Bu rota deniz
tutanların baĢının derdidir. Gurubumuzdan birkaç kiĢinin
bundan etkilendiğini gördüm.
Yanımıza demir atan
teknedeki yolcular da iĢaretle bize ölü denizden rahatsız
olduklarını söylemek istediler. Ancak daha önce böyle
turlara çıkan turistler deneyimli olduklarından beraberinde
188
bazı ilaç ve ilk yardım malzemesi taĢırlar. Ben de rehber
olarak ister karada ister denizde olsun sırt çantamda
kendim veya turistim için gerekli olabilecek ilk yardım
malzemesini daima taĢırım ve rehber arkadaĢlarıma da
bunu öneririm.
Ağa Limanına demir atar atmaz, hemen denize
inmek için takılan merdivenin baĢına kümelenen
müĢteriler kısa zamanda kendilerini turkuvaz renkli pırıl
pırıl tertemiz sulara attılar. Sonrasında duĢ alıp önceki
canlılıklarına kavuĢarak hep birlikte kahvaltı yaptık.
Dinlence, yüzme, güneĢlenme, eğlenme, okuma
dıĢında ikinci yaĢ grubu, aydın, ekonomileri iyi olan
turistlerin turu satın alırken beklentileri içinde tarihi ve
arkeolojik yerleri ziyaret, doğa, bitki-çiçek (flora) hayvan
(fauna) gibi ekosistemi görmek, fotoğraf çekmek daima
önde gelir. Bu gereksinmeyi karĢılamak için profesyonel
turist rehberine düĢen görev arz-talep dengesini dikkate
alarak turistlerine seçenekler sunmaktır. ĠĢte ben de bunu
bir nebze yerine getirmek için özellikle bu bölgede Ağa
Limanından Batık Hamam‘a yürüyüĢ, tırmanıĢ (hiking) ve
ören yeri ziyaretini önerdim. Hepsi bir an önce hareket
etmek için hazırlanmaya baĢladılar. Uygun teçhizat,
kamera, giysi ve yeterli suyu sırt çantalarımızı alarak
kıyıya çıktık.
TırmanıĢ ve iniĢ mesafemiz takriben beĢ
kilometreydi. YürüyüĢ, tırmanıĢ ve ziyaret yolu ve
noktalarını yanımda taĢıdığım haritadan göstererek
kısaca anlattım. BaĢlangıç Ağa Limanı, bitiĢ Batık
Hamam‘dı. Yatımız, yürüyüĢ, tırmanıĢ bitiĢ noktamız olan
Batık Hamama dolaĢarak bizi orada bekleyecek ve orada
geceleyecektik.
Saat tam on biri gösteriyordu. Pırıl pırıl güneĢli güzel
bir sonbahar gününün baĢlangıcında tekneden filikayla
kumsala çıkıp takriben 30 derece eğimli patika yoldan
yürüyüĢe geçtik. Benimle birlikte on bir kiĢiydik. YürüyüĢ
189
baĢlangıç noktasından takriben 600 ila 1000metre kıyı
boyunca sağ yanımızda çam, mersin, zeytin, çilek,
harnup, zakkum ağaçları ve dalları arasından denizi,
kayaları ve enfes turkuvaz renkli suları izleyip, fotoğraf
çekerek ilerledik. Çalılıklar arasında önce keçileri, sonra
biraz ileride çoban barınağına benzer bir kulübeyi gördük.
Kulübenin yanında arı kovanları ve vızır vızır bal yapmak
için uçuĢan arıları görünce, ―Aramızda arı sokmasına
karĢı alerjisi olan var mı‖‘ dedim. ―Yok‖ iĢaret ve yanıtını
alınca sevindim. Diğerlerine nazaran daha yaĢlı olan Bay
Nelson gülerek ve espritüel bir ifadeyle kendisini
kastederek ―Bir yıl önce bypass ameliyatı geçiren yaĢlı bir
dinozor var‖ deyip herkesin gülmesine neden olurken
kibarca benim de dikkatimi çekti. Bunu öğrendikten sonra
kendisine hissettirmeden onu hep gözlem altında tuttum.
Mümkün olduğunca grubun önünde, onlara çok yakın
veya birlikte yürüyor, doğa ve canlılar ile ilgili yöreye özgü
bildiklerimi anlatıyor, soruları yanıtlıyordum. Birden yerde
patikanın bir yanından diğer yanına geçmekte olan siyah
renkli büyükçe bir akrep gördüm. Grubu durdurdum ve
akrebi gösterdim. Kenardan bir taĢ alıp öldürmek isteyince
içlerinden birisi ‗Erol öldürme, bize zararı yok‘ dedi. TaĢ
elimde kaldı. Diğerleri de aynı görüĢteydi. ‗Çok zehirli,
tehlikelidir‘ dedimse de ‗Bize zararı yok, yaĢasın‘ dediler.
Akrep ise salınarak yan taraftaki taĢlara doğru süzülüp
gitti. Bu olay bana turistlerimden aldığım önemli bir ders
oldu. Hatta biraz da bu dersten utanç duymadım desem
yalan olur. Ama ders derstir, sınıfta olmuĢ, dağ baĢında
olmuĢ fark etmiyor. Yararı olduğu kesin. Zira daha sonraki
yılarda bir Dalyan (Caunos) turunu bitirmiĢ Marmaris‘e
limana dönmek üzere hareket edecekken otobüse bir bal
arısı girmiĢ ve içerdeki turistleri paniğe düĢürmüĢtü.
Hemen olaya müdahale ettim. Arı, pencere camında
yürüyordu. ĠĢaret parmağımı arının yürüyüĢ yoluna
koyunca arı parmağıma tırmandı. Arıyı dıĢarı götürüp
bıraktım, uçup gitti. Hayatımda aldığım en coĢkulu
190
alkıĢlardan birisi de bu oldu. Otobüsteki 44 kiĢi beni
coĢkuyla
alkıĢladı.
Öldürseydim,
bazıları
‗Erol,
öldürmeyecektin‘ diyebileceklerdi. Hayat deneyim ve
dersle dolu. Yeter ki almasını bilelim…
TırmanıĢta mola yerim ‗Lydae‘ adlı antik bir Ģehrin
kalıntılarının bulunduğu yer oldu.
‗Lydae‘ buradaki antik yerleĢim yerinin adı olup
hakkında fazla bilgi olmadığı için burayı bilen de azdır.
Kültür ve Turizm bakanlığı envanterinde görünse de kazı
ve yenileme adına buraya henüz arkeolog eli
değmemiĢtir. Arkeolojik kalıntılara bakınca, çevresi
duvarlarla korunmuĢ, içinde Agorası (Pazar yeri), iki
mezar anıtı (Heroon), çeĢme, sarnıçın ve diğer bazı
kalıntıların Roma ve Bizans çağına ait olduklarını
gösteriyordu. Belli ki burada küçük bir yerleĢim varmıĢ.
Hemen yakınında da ‗Arymaxa‘ adında Lydae‘ye bağlı bir
yerleĢim birimi mevcut olup kıyıya yakın yerinde savunma
duvarları var. (1) Bunları gördükten sonra hemen
yakınındaki taĢ yapılı bir çoban evini ziyaret ettik. Genç bir
köylü kadın ve çocuğu bizi evinin bahçesinde karĢıladı.
Çay içmeye davet etti. Elinde kirman, belli ki keçi kılından
çorap örüyordu. Daveti kabul edip, eve girdik. Tek odalı
evin ocak (Ģömine) önündeki minderlere oturduk. Ocakta
çay demlenmiĢ, servise hazır durumdaydı. Evde aromalı
taze çalı bitkisi olan ada çayı ile kekik kokusu vardı. Kekik
içmeyi istedik. Mis gibi taze kekiğin içine bir çay kaĢığı
dolusu süzme bal koyup limon sıkarak içtik. Bu arada
çoban kadın el becerileri olan renkli oyalı yazmaları dolu
bohçayı açarak göstermeye baĢladı. Bayanlar birer ikiĢer
bunlardan aldılar. Çocuğa para verdiler. Kocasının nerede
olduğu sorulunca, ―AĢağıda ‗Binlik Koyu‘nda, teknesi
orada, her sabah erkenden balığa çıkar, kıyıdaki
restorana balık satar, akĢam döner‖ dedi. Böyle sade ve
olduğunca doğal bir ortamda olmak, bunu yaĢayıp
fotoğrafla tespit etmek turistlerim için büyük bir mutluluk
191
oldu. ―Daha gidecek uzun yolumuz var‖ deyip kadın ve
çocuğuna veda edip oradan ayrıldık.
Önce büyük bir su sarnıcını gördük. Belli ki Roma
döneminde, yapılmıĢ, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde
kullanılmıĢ. Ġçinde halen su var ve hayvanlara buradan su
veriliyor. Burada, çitlembik (Terebinth Tree) ve harnup
(Keçi Boynuzu- Ceretonia Siliqua) ağaçları altındaki tahta
çardakta oturan yaĢlı bir kadınla sohbet ettik. Patikanın
devamında karĢı taraftan iki genç turist gelmekteydi.
Fransız olduklarını öğrenince kırık Fransızcamla onlarla
selamlaĢıp konuĢtum. .Buraları görmekten çok mutlu
olduklarını söylediler. Bunlar dere yatağının kuzeyinden
geliyordu. Oysa Batık Hamam‘a gitmek için normal yolun
batıda olduğunu biliyordum. Merak edip önemli bir kalıntı
mı var diye o istikamete doğru gittim. ―Fazla merak
adamın baĢına iĢ açar‖, veya ―Bildiğin yoldan sapma‖
türünde atasözlerimiz vardır ya, bunun ne kadar doğru
olduğunu baĢıma gelen bu olayda daha iyi yaĢadım.
Takriben iki yüz metre kadar yürüdükten sonra patika bitip
çalılık ve kesif sarmaĢıklar baĢlayınca yanlıĢ yola girdiğimi
anladım. Önce hiç panik yapmamağa gayret gösterdim.
Ancak, ormanda kaybolduğumuz da kesindi. Bunu
gurubumdakiler fark etti. Yüksek çam ağaçlarının dalları
arasından yüzümüze ulaĢan kızgın güneĢ çoğumuzu
terletmiĢ, bir molaya ihtiyaç duymuĢtuk. Ağaç kütükleri,
kaya ve taĢ parçaları gibi üzerine oturulabilecek açık bir
alanda mola verdim. Ġçimde, bir nebze korku ve endiĢe
karıĢığı heyecan yaĢamakta olsam da, bunu gurubuma
yansıtmamaya azami gayret gösterdim. Su içmelerini,
doğru patikayı bulmak için çevrede küçük bir keĢif
yapacağımı, esas yolu bulduğumda düdük çalarak bana
doğru yaklaĢmalarını söyleyip patikanın gerisine yürüdüm.
Çantamdan haritamı çıkarıp bulunduğum yeri tayin ettim.
‗Baldıranlık Tepe‘nin eteğindeki kuru dere yatağının
kuzeye doğru derinleĢtiğini, kanyona dönüĢtüğünü, bu
kanyonun karĢı yakasında olduğumu saptadım. Biraz
192
daha geriye gidip batıya giden asıl patikayı buldum.
Guruba doğru yaklaĢıp düdük çaldım. Bana doğru
yaklaĢtıkça konuĢmalarını duyar oldum. Ġçlerinden birisi,
‗Erol bize bazı safari turlarında, ‗Tracking‘ (iz sürme)
olağan olduğu gibi heyecan verici bir oyun planlamıĢ
olmalı‘
deyip
gülüĢüyorlardı.
Grupla
buluĢunca
konuĢmalarını duymamıĢ gibi davrandım.
Kadıdağ‘ın 450 metre rakımlı sırtlarında kuru dere
yataklarının çok dar geçit veren yanından geçerek
‗Gökgemiler Limanı‘nın yalısına indik. Bu vadinin içinde
çınar ve günlük ağaçlarına tünemiĢ, sayıları az da olsa
kahverengi beyaz benekli kelebekler gördük. Buraya,
Temmuz ve Ağustos aylarında kelebekler çoğalmak için
gelirler ve sayıları daha da artar. Rodos Adasının
merkeze 27 km uzaklıktaki Filerimos Tepesinde aynı tür
kelebeklerden binlercesini ağaç gövdelerine tünemiĢ
halde görmüĢtüm. ‗Panaxia‘ cinsi olarak bilinen bu
kelebekler sakin ve nemli yerlerde yaĢar ve sessizliği
severmiĢ. En küçük bir ses onları uçmaya zorlar, uzun
süre uçarlarsa da ölürlermiĢ. Nesli de tükenmekte
olduğundan koruma altına alınmıĢlar. Bizde bunun
bilincinde olarak sadece bir defa el çırparak uçmalarını
sağlayıp fotoğraflarını çektik.
193
‗Panaxia‘ cinsi kelebekler
Turist Rehberi E.Uysal gurubuyla Haziran 1997
Biraz uzun ve maceralı geçen yürüyüĢ sonunda
‗Gökgemiler Limanı‘ndaki plajdan kendimizi Akdeniz‘in
kucağına attık. Oradan da kısa bir tırmanıĢ ve iniĢle ünlü
‗Batık Hamam‘a ve yatımıza ulaĢtık.
194
Teknede akĢam yemeği öncesinde kıç güvertede
soğuk içki ve aparatif servisi yapıldı. Sohbet esnasında
gurubumuzdan bir kadın bana Ģu soruyu yöneltti. ―Bay
Erol, size bir Ģey sormak istiyorum. Bugün yaptığımız
gezide patika orman yolunda kayboluĢumuz gerçek miydi,
yoksa önceden planlanmıĢ yapay bir senaryonun
uygulaması mıydı? dedi. Bu soruyu hemen yanıtlamayıp
zaman kazanmak için diğerleriyle birlikte ben de güldüm.
―Evet‖ deyip birinci seçeneği doğruladım. Çünkü
Ġçgüdüm beni doğruyu söylemeye zorladı. Yanıtımı biraz
daha açmaya devam ettim. ―Kaybolduğumuz doğrudur.
Buralara ‗hiking‘ veya ‗tracking‘ diye tabir ettiğimiz
yürüyüĢlere az gelirim. Dolayısıyla yöreyi ve patikaları
unutabiliyoruz. Keza patikalar bitki örtüsüyle çabuk
kapanabiliyor. Sezon baĢında ilgililerce açılan tırmanıĢ
yolları sezon ortası veya sonuna doğru yabani bitki örtüsü
altında kalabiliyor. Bizim de bu günkü Ģanssızlığı
yaĢamamız bundandır‖ deyince hem rahatladım ve hem
de doğruyu söylememden gurubumun da memnun
olduğunu gördüm. Çok enteresan ve güzel bir gün
yaĢadıklarını belirten ifadelerle bana teĢekkür ettiler. Bir
teĢekkürü de gurubun inatçı kiĢiliğe sahip üyesinden
aldım. O kimdir, ne yapmıĢtır kısaca anlatayım:
Olayın kahramanı Bay Thomas‘tı. Her iki elini
cebine sokarak yürümeye alıĢmıĢ. Onu bu yürüyüĢte bir
türlü bu alıĢanlığından vazgeçiremedim. Ġkaz edince
çıkarıyor, ardından unutup yine sokuyordu. Tam
yürüyüĢün bitimine yakın Batık Hamam‘a doğru tepeden
aĢağı inerken bir ara arkada kalmıĢ bana seslendi. Dönüp
geriye bakınca bir kayanın üstüne oturmuĢ bana iĢaret
ettiğini gördüm. Yanına yaklaĢtım ve ―Hayrola, ne oldu‖
der demez burnunu, yüzünü gösterdi. Yine elini cebine
sokmuĢ, çam pürçüklerinin ayağının kaymasına neden
olmasıyla yüz üstü yere düĢmüĢ. Bereket versin bir eli
cebinde değilmiĢ, diğerinden yardım almıĢ. Yoksa yüzü
gözü parçalanacakmıĢ. Bana teĢekkürü de bunun içinmiĢ.
195
‗Bir Türk‘ten aldığım bu dersi hayatım boyunca
unutmayacağım‘ diyerek espri yapıp kadehini benim
Ģerefime kaldırdı…
Bir rehber için bundan büyük ödül ne olabilir ki?
Kültür turları sonunda ülkesine dönen turistlerimden hep
övücü mektuplar, mesajlar aldım. Bunları, arĢivimde özel
bir dosya içerisinde saklarım. Güzel ülkem ve cennet
Marmaris‘i tanıtmada karınca kararınca bir katkım
olmuĢsa ne mutlu bana ve benzer katkıları olanlara… 15
Haziran
1997
196
ARKA SOKAKLAR
Dünyadaki altı milyar insanın takriben bir milyara
yakını turizm yapıyor. Bu rakam her yıl az da olsa artıyor.
Ülke olarak Türkiye bu kocaman pastadan sadece %2-2.5
pay almaktadır. Gelenlerin çoğunluğu da arzu edilen ve
kiĢi baĢına en az 2000 dolardan fazla harcama yapan
ekonomisi güçlü turist değildir. Bunun nedenlerini
sektörün içinde olanlar hep yazmıĢ veya söylemiĢlerdir.
Ancak bu güne kadar köklü değiĢimlerle turizm
politikasının en üst seviyeden baĢlayıp en alt kademesine
kadar koordineli olarak ele alınamayıĢı ve sadece kapalı
salonlarda yapılan konuĢma ve serzeniĢlerle yetiniliĢin
sonucu olarak turizmi ülke genelinde bütün yıl boyu süren
bir ekonomik sektör durumuna getiremedik. Böylece arz
talep dengesinin bozuk olduğu bir yapılanmayla sektör
içindeki tüm yatırımcı küçük ve büyük iĢletmeciler olarak
durumdan Ģikâyet etmekten baĢka bir Ģey yapmadık.
Oysa demokratik toplumlarda yerel sorunların çözümü
orada yaĢayan halk ve onları temsil eden yerel
yönetimlerle sağlanır...
Marmaris‘in ‗Tepe Mahallesi‘nde ‗Kıyı YanaĢma
Yeri‘ ve bir ‗YürüyüĢ Bandı‘ vardır. Burası gelen turistin
mutlaka gelip dolaĢtığı bir tür ‗Cazibe Merkezi‘
durumundaki önemli bir yerdir. Bu alan, batıda Atatürk
Anıtı, doğuda Netsel Marina ve Kuzeyde eski cami ile bir
üçgen içerisindedir. Bu bölgede tarihi bir kale, içinde
küçük bir müze ve çevresinde tipik iki katlı taĢ evler vardır.
Bugüne kadar sadece bu bölge Marmaris‘in kültürel, tarihi
ve folklorik yapısını sergileyen ve dolayısıyla öne çıkaran
bir merkez olabilirdi. Yıllardan beri gelip burada görev
yapıp ayrılan mülki ve yerel yöneticiler ―Buraya sit kurulu
karıĢıyor, biz bir Ģey yapamıyoruz‖ edebiyatının arkasına
197
saklandılar. Oysa biz bir Ģey yapın, otel, apart, mendirek
yapın, restoran açın demiyoruz ki...
Marmaris’in
sadece birisi
Tepe
Mahallesindeki
arka
sokaklarından
Turistlerin bu sit alanını rahatlıkla gezebileceği,
fotoğraf çekebileceği bir cazibe yaratmayı, diğer bir
deyiĢle buranın eski konumuna, düzeyine getirilmesini
öneriyoruz. Buradan 1960‘lı, 70‘li ve hatta 80‘li yıllarda
rehber öncülüğünde kalabalık turist kafileleri geçer,
fotoğraf çekerler ve bu bölgeye büyük bir ilgi duyarlardı.
ġimdi bu arka sokaklar deniz cepheli restoranların arka
bahçesi, görevli personelin pineklediği, alet, edevat ve
motosikletlerin park yeri olarak kullanılıyor. Son günlerde
de geç saatlere kadar gürültülü müzik yapılarak barlar
sokağına benzemeye dönüĢtüğünü üzülerek görüyorum.
Değerli HemĢerilerim; Allah aĢkına düĢünün bir kere
orta ve daha ileri yaĢtaki ve genç turistlerden daha çok
ekonomik ve satın alma gücü olan turistler barlar
198
sokağında olduğu gibi böyle karmaĢık, gürültülü ortama
gelir yemek yer, içer, para harcar mı?
Marmaris Belediyesi Eylül ayında Olağan Meclis
Toplantısı için Kent Konseyi Yürütme Kurulundan bu
bölge baĢta olmak 2008 yılından itibaren uygulamaya
girecek bazı önlemler hakkında görüĢ ve çalıĢma
istemiĢtir. Marmaris‘in Tepe Mahallesi ve Yat Limanı
konularında Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyesi
ve bu yazının yazarı Erol Uysal bu bölgede yapılacak
tasarım ve uygulamalar konusunda yazılı önerilerde
bulunmuĢtur. Belediyeler, yetkisizlik, siyasi ve ekonomik
mülahazalarla karĢılarına çıkan engeller nedeniyle bazı
proje ve tasarımlara çoğu defa el atamamaktadır. Oysa
olumlu ve iyi niyetle düĢünülen tasarımlar milli bütçeye
katkı payını arttıracağı gibi
Marmaris‘in tanıtımına da
yarar sağlayacaktır.
Tepe Mahallesinin Marmaris Turizm ve Kültürüne
kazandırılması konusunda en azından düĢünce bazında
değiĢik görüĢler vardır. Bu konuda meseleye hangi açıdan
bakıldığı önem kazanmaktadır. Yerel yönetimlerin
hazırladığı proje ve tasarımlara yetkili organların siyasi
düĢünme veya bürokratik engellemelerle köstek olmak
yerine destek vermesi aydınlığa, ıĢığa ve güzelliğe çıkıĢ
için en akılcı yol olacaktır. Marmaris‘in yeni ve büyük
konaklama tesisleri inĢası yerine küçük, ama gördüğü
iĢlev bakımından anlamlı, kültürel geçmiĢi yansıtan ve
bugün için eksik görülen yapıtlara ihtiyacı vardır. Bunların
bazılarını yerel yönetimlerin kendi çabalarıyla yapmaya
çalıĢtıklarını da görmekten mutluluk duyuyorum.
17.06.2010
199
BĠR KONGRE GEZĠSĠ VE BAZI NOTLAR
Hafta içinde, Marmaris ve Muğla ilimiz 12 değiĢik
ülkeden 40 bilim adamının katıldığı uluslararası bir
kongreye ev sahipliği yaptı. ―1. Uluslararası Arıcılık ve
Muğla Çam Balı kongresi‖ baĢlığı altında ülkemizde ilk
defa yapılan bu bilimsel çalıĢmanın 24 Kasım 2008
Pazartesi günkü programında yerli ve yabancı
katılımcılarla Marmaris Bölgesinde ‗Çam Balı Üretim Alanı
Gezisi‘ vardı. Buna rehber olarak katıldım. Sabah saat
10.00‘da baĢlayan gezinin önceden planlanmıĢ olan
ziyaret yerlerine gidiĢin ilk durağı Ġçmeler üzerinden
Turunç beldemiz oldu. Bu beldeye ‗Turunç‘ adının
verilmesinin, eskiden bu yörede sıkça bulunan turunç
ağaçlarından kaynaklandığına değindim. Katılımcılar
arasında turunç ağacını hiç görmemiĢ olanlar da vardı. Bu
ağaç türünü tanımlarken sıkça yediklerimizden olan ve
‗citrus‘ olarak bilinen portakal, mandalin ve greyfurt gibi
meyvelerle suyunu sıktığımız limonun bütün bunların
anası
‗turunçgiller‘ olduğuna değindim. Turunç
Belediyesi Belde giriĢ yoluna bu ağacı tanıtmak amacıyla
turunç fidanları dikmiĢ. Bunlar büyüdükçe belde ve
körfezin yukarıdan görüntüsü mutlaka daha güzel
olacaktır.
Turunç iskele ve belde meydanında kısa bir mola
verdikten sonra güneydeki Kumlubük‘e geçtik. Yol
üzerindeki Antik ‗Amos‘ kentinin giriĢ kapısında durarak
burası hakkında kısa bir tarihi açıklamada bulundum. Bu
mevsimde bal arılarının sıkça ziyaret ettiği ve
bölgemizdeki ağaç türlerinden olan harnup ağaçlarını
(Cerotonia Siliqua) yakından gördük. Katılımcılar, hem bu
ağaçların hem de antik Ģehrin sur duvarlarıyla antik
limanın fotoğraflarını çektiler.
Kumlubük‘ün içinden geçerek güney batı yönündeki
yolu takiben 880m. yüksekliğindeki Marmaris‘in Balan
200
Dağ‘ından sonra (990 m.) ikinci büyük rakımlı dağı olan
Palamut Tepe ve Osmaniye köyü istikametine giden yola
saptık. Aramızda bulunan Arıcılar Birliği Üyesi ve Kongre
Görevlisi olan Osmaniyeli Hüseyin Aydın yol üzerinde
durmayı önerip ilginç bir Ģey göstereceğini söyledi. Bunun
üzerine iĢaret ettiği yerde durup araçtan indik. Burada
yolun hemen solunda yüzlerce yıl öncesinden
zamanımıza kadar sağlam kalmıĢ kesme taĢtan yapılma
bir kovan yatağını gördük. Hüseyin Aydın‘ın anlattıklarını
Ġngilizceye çevirerek anlatıp soruları yanıtladım. Büyük bir
taĢ duvar ve rampa görüntüsü veren bu yapı, arıcılığın bu
bölgede çok önceden yapıldığını kanıtlaması açısından
bilim adamları tarafından ilginç bulundu. Bu kovan
yatağının önemli tarihi bir kalıntı olarak yerini gösteren bir
tanıtım levhasının buraya dikilmesi yararlı olacaktır.
Buradan sonra gezi planımıza göre bir arıcıya ait
kovanlığı, kovan ve arıları ziyaret ettik. Mustafa adlı
Osmaniyeli bir arıcının 380 adet kovanlarından bazılarını
açıp arıları ve petekleri gördük. Kovanlar kekik, adaçayı,
değiĢik makiler ve çam ormanlarının arasına serpiĢtirilmiĢ,
arılar etrafımızda vızır vızır dolaĢıyor, peteklere bal
taĢıyorlardı. Gösteri için tütsülenip açılan kovanlarda
binlerce arıyı ve her kovanda tek olan kraliçe ana arıyı
gördük. Altı kiĢilik genç bir ekipten oluĢan aile arılar ve
kovanlarla ilgilenirken bize de misafirperverliklerini
sergilemede azami gayret içinde oldular. Böyle bir doğal
ortamda hazırlanan lokma, petek ve süzme bal
ikramından herkes çok mutlu oldu. Peteği kopararak,
süzme balı ise parmaklayanların mutluluklarına diyecek
yoktu. Akademisyenler doğal ortamı, arıları, kovanları çok
sağlıklı buldular. Kovanlığın sahipleri olan arıcılarla
samimi ortamda sohbet ettiler. KarĢılıklı sorular soruldu,
yanıtlar alındı. Buradan öğle saatlerinde Osmaniye
köyüne hareket ettik. Bu yol üzerinde takriben 600-700m.
yükseklikte olduğumuzdan sedir, karaçam, kayın, meĢe
201
gibi bazı ağaç türleriyle yüksek rakımlı yerlere özgü bitki
ve çiçek türlerine rastladık.
Osmaniye‘ye girince köylülerin geleneksel Türk
misafirperverliğini göstermek için kahvenin bulunduğu
meydana toplanmıĢ, bizi beklemekte olduklarını gördüm.
Buradaki manzara sanki bir düğüne, Ģöleni andırıyordu.
Bize ayrılan bölüme oturduk. Masalara servis önceden
yapılmıĢtı. Bal, köy ekmeği, keçi peyniri, gözleme,
zeytinyağı, ayran ve bazı organik yiyecekler köy ürünleri
soframızı süslüyordu. Köy muhtarı Türköz Deveci heyete
―HoĢ geldiniz‖ deyip kısa bir konuĢma yaptı. Misafirler
ikram edilen yiyecekleri büyük bir iĢtahla yediler. Dünya
Arıcılar Birliği BaĢkanı Ġngiliz Richard köylülere hitaben
yaptığı konuĢmada; ―Arı ve bal çok önemli iki unsurdur.
Sağlıklı ortamda sağlıklı arıdan elde edilen bal en iyisidir.
Burada gördük ki, zengin bitki örtüsüne (Flora) sahip bu
bölgede doğal olarak sağlıklı arı ve organik bal elde
edilmektedir. Biz dünyanın her yerine gidiyoruz. Böyle
güzel doğal ortama az rastladık. Bunun değerini bilin,
sahiplenin ve koruyun. Geleneksel Türk misafirperverliğini
duymuĢtuk ama yaĢamamıĢtık. Burada bunu bütün
doğallığıyla yaĢayıp gördük. Hepinize çok teĢekkür
ediyoruz. Sağlıklı yaĢam ve bol kazanç diliyoruz‖ dedi.
Kongrenin Organizasyon Komitesinde görevli Trakya
Üniversitesi öğretim görevlisi Emekli Profesör Dr. Sayın
Muhsin Doğaroğlu da yaptığı konuĢmada:
‖Zengin ağaç ve bitki çeĢidiyle bu bölgemiz gurur
kaynağımızdır. Dünyada bal üretiminde ön sıralardayız.
Bilinçli arıcılık ve sağlıklı üretim ekonomik açıdan yöre ve
bölge
insanımızın
bundan
daha
yüzyıllarca
yararlanmasını sağlayacaktır. Böyle yerlerde maden
çıkaracağım diye doğanın dengesini bozmak, bitki
örtüsünü kirletmek, yok etmek yöre ve bölge arıcılığına,
bal üretimine vurulan en büyük darbe olacaktır. Bunu
yarın kongredeki sunumda da vurgulayacağım. Hepinize
202
bize gösterdiğiniz misafirperverlik için kendim ve tüm
heyetimiz adına teĢekkür ediyorum‖ dedi.
Arı kültürü (Apiaculture) ve inceleme gezisine
katılan kongre üyelerini Osmaniye‘den Bayır köyüne
götürüp oradaki anıt ağaçlarımızı, Turgut Köyüne inerken
MÖ. 4. yüzyıla ait piramit mezarı, Orhaniye‘deki ‗Kız
Kumu‘nu da görmelerini sağladım. Geziye katılanlarla
Datça yolu üzerinden Marmaris‘teki otele dönüĢümüzde
vedalaĢırken bir kıĢ mevsimi baĢlangıcında ama sanki bir
ilkbahar havasında, doğal, tarihi, kültürel ve folklorik bir
ortamda bir gün de olsa gezmek ve yöreyi görmekten
büyük bir mutluluk duyduklarını ifade ederek bana ve
geziyi düzenleyenlere teĢekkür ettiler.
1. Dünya Arıcılık ve Muğla Çam Balı Kongresine
katılan akademisyenler 25, 26 ve 27 Kasım 2008 günleri
Muğla Üniversitesi‘nde sunularda bulunup önergeler
vererek çalıĢmalar yaptılar. 28 Kasım 2008 Cuma günü
de bölgeden ayrılacaklar.
Kongre bildirilerinden edindiğimiz bilgilere göre;
Muğla bölgesinde 5850 aile 950 bin kovanla arıcılık
yapıyor. Birliğe kayıtlı 3400 üye bulunuyor. Bugün için
Muğla Ġli ülkemiz çam balı üretiminin %75‘ine
sahiptir. Ülkemiz ise koloni varlığı yönünden dünyada
ikinci sırada bulunuyor. Ancak böyle önemli ve ekonomik
yararı olan sektörün bir yasasının olmayıĢı büyük bir
eksiğimizdir. Osmaniye köyü ve çevresini her yıl bu
mevsimde arısı, balı ve bitki örtüsüyle tanıtmak için bir
Ģenlik düzenlenmesinin yöremize ekonomik ve sosyolojik
canlılık kazandıracağına inanmaktayım. Ve diyorum ki;
Bunu yaparken Osmaniye köyü giriĢine ‗‖Maden
ocaklarına gider‖ levhası değil, buranın ―Arı ve bal
cenneti‖ olduğunu simgeleyen bir anıtı maddi ve manevi
anlamda buraya dikmemiz anlamlı olacaktır.
203
I.Uluslararası Arıcılık ve Muğla Çam Balı
Kongresinin ülkemize, Muğla ve Marmaris yöremize
yararlı olmasını diliyorum.. 27.11.2008
TEMA Vakfı yerli ve yabancı bilim adamları kovan ve arılar
üzerinde inceleme yaparken Ağustos 2010
Muğla‘dan Marmaris‘e 30 km. kala Sakar Tepeden Gökova ve
Akuliptüs ağaçları- Sağ arka zeminde Marmaris'in Altın Sivrisi.
(Eutenna) ‗Arıcılık ve bal‘ için ‗Cennet‘ denilebilecek en uygun
peyzajlardan sadece birisi görülüyor.
204
KISSADAN HĠSSE
Ġnsanoğlu evrenin kuruluĢundan bu yana ikili veya
daha çoklu toplumsal iliĢkilerde kendi söylediklerinin,
inandıklarının doğru olduğu konusunda hep katı ve inatçı
olmuĢtur. Bunu kendi çevremizde, aile iliĢkilerinde, mal,
para, mülkiyet paylaĢımı, siyaset, ekonomi, sanat, bilim,
kültürde, hatta sporda görür, yaĢarız. Anılan konulardaki
anlaĢmazlık bazen milletler ve devletlerarası iliĢkilerde de
ortaya çıkabilir. Hatta tarihte okuduğumuz ve milyonlarca
insanın ölümüne, yaralanmasına, maddi ve manevi zarar
görmesine neden olan savaĢ ve ihtilafların ana nedeni
hep bir taraf veya cephenin kendi veya kendilerine göre
haklı veya doğru olduğuna katı bir Ģekilde inanmasıdır. Bu
geliĢim bazen öyle noktalara ve düzeye çıkar ki, haklılık
veya haksızlığı bir yana bırakın, karĢı tarafın sosyolojik ve
eğitim durumunun kendi düzeyinde olmadığı önyargısıyla
bozuk davranıĢların sergilendiğini görürüz. Bunu bir
öyküyle örnekleyelim:
Köyündeki evinden eĢeğine binip tarlasına gitmekte
olan bir köylü vatandaĢ toprak yolda karĢısından hızla
kendisine doğru gelmekte olan bir özel aracı yolun
ortasına eĢeğiyle çıkıp eliyle iĢaret yaparak durdurur.
Lüks aracını kullanmakta olan ensesi kalın cüzdanı
kabarık türden ‗kalantor‘ diye de tanımlanan bir sürücü
karakaçana binmiĢ köylüyü çiğnememek için sert bir fren
yapıp durmak zorunda kalır. Araç ve çevre toz bulutu
içinde kalır. Kızgın bir Ģekilde aracının camını açan araç
sürücüsü, ―Nedir yaptığın, yolun ortasında durulur mu,
durmayıp geçseydim Ģimdi üzerinde olduğun hayvanla
beraber ‗eĢĢek cennetini‘ boylayacaktın‖ der. Sakin bir
Ģekilde eĢeğinden inip cebindeki sigara tabakasını açarak
bir sigara sarmaya çalıĢan köylü araca ve sürücüye
yaklaĢıp Ģöyle der. ‖Affedersin Ağam, cuvaramı yakmak
için ateĢim yoktu da, çakmak veya kibritin var mı
diyecektim‖ der. Sürücü kalantor adam, ―Hay Allah çattık
205
belaya, bunun için yol kapatılır mı‘, sende akıl yok mu‖ der
ve bağırıp çağırır, köylüye hakaret eder. Araç sürücüsü
toprak yolda ani durmadan dolayı havaya çıkan tozu iyice
soluyup ciğerlerine çektikten sonra iyice sinirlenir. Bir an
ne yapması gerektiğini düĢünürken aklına bir muziplik
gelir. Köylüye Ģöyle der. ―Sigara içmem köylü kardeĢ,
ateĢim, çakmağım yok. Yakabilirsen el fenerim var, onu
vereyim‖ der. Köylünün yanıtı hemen ‗olur, sağ olasın, bir
denesem fena olmaz‖ olur. Adam elini aracının torpido
gözüne uzatarak oradaki el fenerini alır, köylüye verir.
Köylü feneri alır, düğmesine basıp ıĢığını ağzındaki
sigaraya tutar. Hiç konuĢmadan her ikisi de dakikalarca
beklerler. Sonuçta el fenerinin pili biter, fener söner.
Köylü, adama, ―Zannedersem fenerin pili bitti, yine de
teĢekkür ederim‘ deyip el fenerini iade eder. Adam,
arabasını çalıĢtırıp gazladığı gibi baĢını sallayarak oradan
uzaklaĢır. AkĢam evine döndüğünde eĢine, ―Yahu, Ģu
bizim köylüler ne kadar cahil insanlar, akıl alacak gibi
değil‖ der. Karısı, ―Hayrola, bir aksilik mi oldu‖ deyince
olayı anlatır ve devam eder. ―Adam hala el feneriyle
sigara yakılamayacağını bilmiyor. Biz böylesine cahil
insanlarla nasıl adam olur, ilerler çağ atlarız. DüĢününce
doğrusu insanın çıldıracağı geliyor‖ deyince karısı da ―Ne
acı, sinirlenmekte haklısın kocacığım‖ der.
Öte yanda tarla dönüĢü eĢeğini köy kahvesinin
önündeki asma çardağının direğinden birine bağlayıp
―Selamın Aleyküm‖
diyerek kahveye giren köylüye
kahvedeki arkadaĢları ―Aleyküm selam‖ der demez
içlerinden birisi hemen soruyu patlatır. ―‗Hayrola Emin
OnbaĢı, bir sorun mu var. BaĢka zaman eĢeği kahveye
getirmezdin de‖ deyince soruyu yöneltene ve onu dikkatle
dinlemekte olan diğer arkadaĢlarına Ģu yanıtı verir.
―Sorma birader, çoktandır önümüzdeki yolda arabayla
hızlı geçip ve bize toz yutturan o Ģımarık, küstah herif
vardı ya ona dersini verdim. Size bunu müjde edeyim diye
doğrudan kahveye geldim. O deyyus bir daha bu yoldan
206
hızlı geçmeye cesaret edemeyecektir artık‖ der.
Kahvedekilerin hepsi sanki önceden anlaĢmıĢlar gibi hep
bir ağızdan, ―Nasıl oldu bu iĢ, yoksa adamı dövdün mü
Emin OnbaĢı‖ deyince, ―Durun, sabırlı olun, adamı
dövmeden beter ettim‖ deyip olayı baĢtan sona anlatır.
Kahvedeki köylüler, ―Hay Allah senden razı olsun, yalnız
biz değil, köy okulumuzdaki çocuklarımız, öğretmenler,
kadınlarımız, özetle tüm köylü bu adamın yaptığından çok
rahatsızdı. O geçtiği zaman tozdan göz gözü görmüyor,
kadınlarımızın yıkadıkları tertemiz çamaĢırlar toz içinde
kalıyordu. Allah senden razı olsun Emin OnbaĢı‘ deyip
hep birlikte onu alkıĢlarlar.
Bu övgülü sözler karĢısında Emin OnbaĢı Ģu
karĢılığı verir. ―Adam zengin olmuĢ, belli ki okumuĢ
yazmıĢ birine benziyor ama daha el feneriyle sigara
yakılamayacağını bilmiyor. ĠnĢallah benim kendisine
verdiğim dersi almıĢtır. Ama Ģu da bir gerçektir. Adam
olmak sadece okumakla, zengin olmakla olmuyor. Zaten
bizim ilerleyemeyiĢimiz, kalkınamayıĢımızın esas nedeni
böylesi ve benzerlerinin iĢ baĢında olmasındandır. Bize
düĢen görev, çocuklarımızı okutmak, onları devlet, millet
yönetimine sahip çıkmaya yönlendirmektir. Böyle miskin,
tembel kahvede pineklersek çocuklarımızı okutamazsak,
köyün önünden geçen kısacık toprak yolu bile asfalt
yapamaz, yaptıramazsak ömür boyu böyle görgüsüz,
kibirli, Ģımarık insanların oyuncağı oluruz‖...
Bu sözler köyün tüm sakinlerini harekete geçirmiĢ
olmalı ki, müteakip günlerde köylü imece usulü köyün
yolunu asfalt yapar. Hem kötü sürücünün çıkardığı
tozdan, hem kötü yoldan kurtulur, kendilerine özgüven
kazanırlar.
Buradaki, ‗kıssadan hisse‘de doğrusunu söylemek
gerekirse Yüce Atatürk‘ün Köylü Milletin Efendisidir‘
sözünü bir kez daha anımsamadan edemiyorum…
14.03.1985
207
DADAġ DĠYARI ERZURUM
Bir vatandaĢ ―HemĢerim, memleket neresi? ‖ diye
sorarsa elbette ―Marmaris‖ derim. Ama ―Ġkincisi neresi
olur‖ denilirse hiç tereddütsüz ―DadaĢ diyarı Erzurum‖
derim.
Erzurum‘a duyduğum yakınlığın yaĢamımda hep
ayrı bir yeri olmuĢtur. Çocukluk günlerimde (1940‘lı yıllar)
Marmaris‘e on beĢ günde bir ‗Erzurum‘ adında bir yolcu
ve yük gemisi gelirdi. Okuma yazmayı yeni öğrenmeye
baĢlamıĢtım. Ġçinde sesli harflerin çok olduğu ‗Erzurum‘
sözcüğünü kendi ismimin ilk hecesiyle özdeĢ olduğu için
sever, kolay geldiği için yazar, söyler ve gemi Marmaris
boğazından göründüğünde de ―Erzurum boğazdan
göründü‖ anlamında mahallenin çocukları ile birlikte ‗Ağla
vapur‘ (gemi göründü demek) diyerek bağrıĢır, çığrıĢırdık.
Yirmili-otuzlu yaĢlarımın 1960-63 ve 1970-73 olmak
üzere altı yılını Doğu Anadolu‘da ve ülkemizin doğudaki
kalesi olan Erzurum‘da yaĢadım. Bilindiği üzere, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin Kara ve Jandarma birliklerinde
muvazzaf subay, astsubay olarak personelin çoğu ‗ġark
Hizmeti‘ olarak bilinen bu zorunlu hizmet nedeniyle
Erzurum ve yakınındaki garnizon ve birliklerde görev
yapmıĢlar ve halen yapmaktadırlar. Sovyetler Birliği
parçalanmadan önceki yıllarda Güney Kafkasya
Cephesinde Rus tümenleri vardı. O zamanlar, ―Türkiye
NATO‘nun Doğudaki Kalkanı‖ olarak tanımlanır, askeri
birliklerimizin çoğunluğu anılan cepheye karĢı ana
savunma mihverleri üzerinde konuĢlandırılırdı. Erzurum
ve yöresinde ayağımızdaki botların, tanklarımızın
paletlerinin basmadığı toprak, tepe, yamaç kalmazdı. Her
asker ve ailesinin bu yörede mutlaka kaldığı yılları,
unutamadığı anıları olmuĢtur.
208
ĠĢte bu yazımda, aradan otuz sekiz yıl geçmesine
rağmen hiç unutamadığım bir anımı silah arkadaĢlarım ve
okurlarla paylaĢmak istiyorum.
Yıl 1970, Aralık ayının yirmisi ve bir pazar günü
sabahıydı. Birkaç gündür yağan kar nedeniyle KandilliErzurum yolu karla kapanıp tekrar ekiplerce trafiğe
açılıyordu.
Sabah
kalktığımızda
karın
kalınlığı
oturduğumuz toprak konutun yola bakan penceresini
neredeyse kapatmak üzereydi. EĢim hamileydi. Doktor
on-on beĢ gün önceki görüĢmemizde doğumun bu
günlerde olacağını söylemiĢ, ancak eĢim henüz doğum
belirtileri hissetmeyince iĢi galiba biraz ağırdan almıĢtı.
ĠĢte o sabah evde bir telaĢ vardı. Kayınvalidem ve eĢim
heyecanlıydılar. Doğum sancısı baĢlamıĢtı. Hemen
Kandillide tek olduğu bilinen ebeyi telefonla aradım.
Aldığım yanıt ―Ebenin acilen baĢka bir doğum için yakın
bir köye gittiği‖ oldu. Bu durumda tam bir panik yaĢadım.
EĢim ve kayınvalidem doğum için gerekli malzemeyi bir
çantaya koyarken ben de garnizondan ambulans
sağlamaya gittim. Karlı ve kaygan yollarda Ģarampole
yuvarlanan araçları kurtarmak için kapanan yolun bazı
kesimlerinde kurtarma ekiplerinden izin isteyerek normal
Ģartlarda 45 dakikada gidilen Erzurum Doğum Evine tam
iki saatte ulaĢabildik. Hemen doğuma alınan eĢim Gülsen
beĢ on dakika içinde kızımızı dünyaya getirdi. Getirdi de,
gelin bir de bana sorun… Hani sıkıntılı bir olay
yaĢandığında ―Dokuz doğurduk‖ denir ya, iĢte biz de o
haldeydik.
O yıllarda çocuğun cinsiyeti önceden bilinmiyordu.
Kızım olduğunu öğrenen arkadaĢlarım, meslektaĢlarım
kızımın
takma
adını
hemen
―Nene
Hatun‖
koyuvermiĢlerdi. .―ĠnĢallah Nene Hatun gibi güçlü,
cesaretli, vatansever olur‖ temennisinde bulunmuĢlardı.
Nene Hatun hakkında yeterli bilgim de yoktu. Erzurum‘u
sevip de Nene Hatun‘u tam bilmemek ayıp olurdu. Nene
209
Hatun‘u iyi öğrendim. Okurlarımın anımsamaları için de
kısaca buraya aldım:
Nene Hatun 1857- 1955 yılları arasında yaĢamıĢ ve
98 yaĢında hayata gözlerini yummuĢ Erzurumlu yiğit bir
kadındı. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği
tarafından yılın annesi seçildi. Tarihimizde 93 harbi
olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaĢı sırasında
Erzurum‘daki
Aziziye
Tabyasının
savunulmasında
kahramanca savaĢtı. Böylece adını milli tarihimize
yazdırdı. Mücadeleye küçük yaĢtaki oğlunu ve kızını evde
bırakarak katıldı. SavaĢ sırasında 20 yaĢlarında genç bir
gelin ve anneydi. ÇarpıĢmalarda binlerce Ģehit ve yaralı
vardı. Nene Hatun da yaralılar arasındaydı. Bir Türk
Kadını olarak vatan, namus, bayrak ve toprak sevgisinin
en güzel örneğini gösterdi. Ölümünden bir kaç yıl önce
kendisini ziyaret eden NATO görevlisi bir Amerikalı
subayla evinde yaptığı sohbette, ―O zaman vazifemi
yapmıĢtım. Bu gün de ilerlemiĢ yaĢıma rağmen aynı
hizmeti daha mükemmeliyle yapacak ruh ve imana,
cesaret ve heyecana sahibim‖ demiĢti. .
210
Erzurumlu Gazi ‘Nene Hatun’ 1857-1955
Erol Uysal Erzurum'da çocukları Mustafa Kemal ve ġule ile
-1972
211
Aradan yıllar geçti. Kızım ġule büyüdü. Atatürkçü,
baĢarılı bir öğretmen, iyi bir anne oldu. On üç yıldır
Anadolu Liselerinde Türkçe Edebiyat derslerine giriyor.
ġule‘yi çocukluğundan bugüne arkadaĢlarım ‗Nene Hatun‘
takma adıyla çağırıp, bu aziz kadının ruhunu hep Ģad
ettiler. Bu kahraman ve aziz DadaĢ Kadını takdir, minnet
ve rahmetle anıyorum.
Erzurum, zengin doğa, tarih, kültür ve folkloru ile
sadece birkaç sütuna sığdırılacak yer değildir. Erzurum‘u
ve anılarımızı yazmaya kalksak destan olurdu. Güzel
vatanımızın bu güzel yiğitler diyarı ve çevresi insanımız
tarafından mutlaka gezilmeli, görülmelidir.
Erzurum, 2006‘da Ġtalya‘nın Torino Ģehrinde yapılan
oylamada 2011 yılında yapılacak ‗25. Dünya Üniversiteler
Arası KıĢ Oyunları‘na ev sahipliğini kazandı. Bu haber
Erzurumlular kadar bizi de sevince boğdu. Bu sayede
ülkemiz dünyaya bu defa değiĢik bir yöremizden
tanıtılacak. Bundan iyi bir tanıtma fırsatı olamaz.
Hazırlıklar Ģimdiden baĢladı. Ġnanıyoruz ki; devletimiz,
hükümetimiz, ilgili bürokratlar ve Erzurumlular bu fırsatı
çok iyi değerlendirip Erzurum‘un kültür ve turizmde cazibe
merkezlerimizden birisi olmasına gayret sarf edecek ve
baĢarılı olacaklardır.
Erzurum‘un Milli Mücadelenin kazanılmasındaki rolü
büyüktür. Mustafa Kemal ve Kongre Heyet ArkadaĢları
KurtuluĢ SavaĢının önemli kalelerinden birisi olan
Erzurum ve Kongresini 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919
tarihleri arasında bu kahraman DadaĢların diyarında
yaptı. Erzurum; Kongre Binası, Atatürk Üniversitesi,
Palandöken Kayak Merkezi, Tortum ġelalesi, Oltu taĢı,
Çifte Minareli Medrese, Kümbetler, Bar Oyunu, Sarı Kız
ve diğer türküleri, Balıklı Göl Efsanesi, Cirit oyunu, zengin
ve lezzetli mutfağı, Karasu ve aynalı sazanı, alabalığı ve
daha yüzlerce tarihi, doğal, kültürel ve folklorik
212
zenginliğiyle görülmeye değerdir. Gelecekte de Erzurum
her yönden hak ettiği düzeye gelecektir.
Marmaris‘ten DadaĢ diyarı Erzurum‘a ve tüm
Erzurumlulara kucak dolusu selam ve sevgi gönderiyor, ―
ġen olasın Erzurum, Ģen ola!‖ diyorum. Aralık 2006
Tortum ġelalesi
Erzurum Kongre Binası
213
ĠNCĠR VE TUVALET
1954 yılında ayrıldığım Marmaris‘ten yılda bir izinli
olarak geliĢlerim dıĢında 23 yıl gurbette kalmıĢtım.
Marmaris‘e hasretin vuslata dönüĢü 1977 yılına giriĢte
oldu.
Marmaris‘e
kavuĢurken
umduklarımız
bulduklarımızla örtüĢtü mü? Buna maalesef ―Evet‖
diyemiyorum. Marmaris‘i, kıĢ mevsiminin olumsuz hava
koĢulları içinde alt yapısının olmadığı, sel, çamur, kuru
havalarda toz ve bir inĢaat Ģantiyesi görünümünde
buldum. Ġzmir‘den evimizi buraya taĢıdıktan sonra bir
dönem piĢmanlık duydum dersem yalan söylemiĢ olmam.
Marmaris‘in bu olumsuz görüntüsünün nedenlerini burada
yaĢamaya baĢlayınca daha yakından görmeye,
öğrenmeye baĢladım. Ana nedene burada kısaca
değinmek istiyorum.
1957 yılı Nisan ayında meydana gelen depremden
sonra Ġmar ve Ġskan Bakanlığı evleri hasar görenlerin
baĢvurularını değerlendirip sözde hak edenlere uzun
vadeli geri ödemeli ve ucuz deprem evleri vermiĢ. Burada,
‗sözde‘ sözcüğünü kullandım.
Nedeni Ģudur. Bazı
hemĢerilerimiz evleri hasar görmediği halde hasarlı olarak
gösterip bu evlere sahip olmuĢlar. Evler sahiplerine
dağıtıldıktan sonra Marmaris Turizminde küçük birimler
olarak pansiyonculuğun yolu açılmıĢ. Yerli ve yabancı
turistler bundan sonra Marmaris‘e gelmeye baĢlamıĢlar. O
yıllarda Marmaris‘te alt yapı olmadığı için çarĢıdaki tek
tuvaletin kirlenmiĢ suları bir kanalla denize dökülür,
kıyıdan geçen yayaların burunlarını tıkamasına neden
olurdu. Evlerde de foseptik çukurları kullanılırdı. Hele
bizim Tepe Mahallesi tuvalet sularını lagarlarda biriktirir,
yağmurlu, fırtınalı havalarda kapaklar açılır, denize deĢarj
edilirdi. 1970‘lı yıllarda, bırakın Marmaris‘i, ülkenin birçok
büyüklü küçüklü yerleĢim biriminde kanalizasyon sistemi
214
yoktu. Buna rağmen turizm baĢlamıĢtı. Örneğin
Marmaris‘te alt yapı bitirilmeden baĢlayan yapılaĢma, yol
ve kanalizasyon çalıĢmaları yüzünden bahar aylarında
gelmeye baĢlayan turistler bizi yıllarca süren onarım ve
inĢaat Ģantiyesi halinde, toz, çamur içinde buldular. ĠĢte
biz de bu karmaĢanın içinde kapağı doğup büyüdüğümüz
ve yıllarca özlemini duyduğumuz Marmaris‘e attık. Özetle
ifade etmek gerekirse, Türkiye, turizme kapılarını alt
yapısını tamamlamadan erken açınca Marmaris
örneğinde olduğu gibi homojen tabir edilen ve her yıl
kendileriyle beraber baĢkalarını, yakınlarını da getiren
turistlerini kaybetti.
Çarpık yapılaĢma ve alt yapı konularını irdeleyen,
daha iyi turizm için akla gelen her Ģeyi sayıları binleri aĢan
yazılarımda takriben yirmi beĢ yıldır gündeme taĢıdım.
Bunların hepsini özel klasörlerde saklıyorum.
‗ġansız Anlar‖ veya ―Olaylar‘ olarak tanımladığım o
günlerin ve özellikle turist rehberlerinin baĢlıca
sorunlarından birisi olan tuvaletlerimizin geçmiĢteki
durumunu somut Ģekilde ortaya koyacak bir olaya burada
yer vermek istiyorum. Böylece, dünden bugüne nereden
nereye geldiğimizi daha iyi değerlendirebiliriz.
1960‘lı yılların sonunda Ġzmir‘de bir rehber
arkadaĢla tanıĢmıĢtım. Adı ‗Marius‘ idi. Beni evine de
davet etmiĢti. Kısa bir sohbet anında bana bir nebze
yaĢamından da bahsetti. Ġzmir Alsancak‘ da küçük bir
apartman dairesinde oturuyordu. Ġlk görüp dikkatimi çeken
Ģeyin Marius‘un çok zengin bir kitaplığa sahip olduğuydu.
Kitaplar yabancı dilde yazılmıĢ değerli eserlerdi.
Marius‘un Ġspanyolca, Fransızca, Ġngilizce, Ġtalyanca ve
Türkçe konuĢtuğunu önceden duymuĢtum. Diğer rehber
arkadaĢlar ―Kitapları onun tek varlığıdır, onları kimseye
ödünç vermez‖ demiĢlerdi. Belli ki kitapların adlarına
bakınca özellikle tarih, kültür, sanat ve arkeolojiye ilgisinin
fazla olduğu anlaĢılıyordu. . Beni kırmamak için bu
215
prensibinden vazgeçip birkaç kitabından yararlandığımı iyi
anımsarım
Marius‘un hayat öyküsü oldukça enteresandı.
Fransa‘da doğmuĢ, annesi onu yeni doğmuĢ bebekken
kiliseye bırakılmıĢ, sonra çocuk bakım ve koruma evinde
büyümüĢ. Olgunluk çağlarında eğitimini tamamlayıp
Türkiye‘ye gelerek Türk vatandaĢı olmuĢ. Rehber kursuna
katılıp kokardını almıĢ ve rehber olarak çalıĢmaya
baĢlamıĢ.
ĠĢte yazımıza baĢlık attığımız olay burada baĢlıyor.
Marius, rehber olarak birkaç yabancı dil bildiğinden çok
tur alırdı. Bir defasında Ġzmir‘deki bir acentenin Amerikalı
turist gurubuyla Konya‘ya ve oradan da Kapadokya‘ya tur
almıĢ. Mevsim yaz ve Ağustos ayı. Ġzmir‘den çıkıp Aydın‘a
yaklaĢırken otobüsteki turistlerine geleneksel Türk
misafirperverliğini göstermek için Ġncirliova‘da durarak iki
sepet dolusu taze incir almıĢ. Amerikalılar inciri çok sever
ve birçoğu kabuğunu da soymadan yemiĢ. Turistlerin
bazıları da inciri yedikten sonra üzerine su içmiĢler.
Rehber Marius ―O zaman bu konuda henüz genç ve
deneyimsizdim. Ġncir yendikten sonra üstüne su
içilmesinin yaratabileceği sıkıntıyı bilmiyordum‖ diyor.
Aydın, KöĢk, Sultanhisar geçildikten sonra turistlerin
içinden yaĢlıca ve ĢiĢman olan bir Bayan Marius‘u yanına
çağırarak rahatsızlandığını, acilen tuvalete gitme ihtiyacı
olduğunu söylemiĢ. Marius Ģoföre dönerek, yakında
tuvalet varsa durmasını rica etmiĢ. ġoför, ―Buralarda
tuvalet ne gezer, Denizli‘ye kadar bu yolda tuvalet yok,
istenirse yol kenarında dururum, tütün tarlalarına, Ģeftali
ağaçları arasına gider iĢini görebilir‖ demiĢ. Marius,
olurdu, olmazdı derken Ģoför taĢ duvarlı, üzeri teneke
parçalarıyla kapatılmıĢ ve duvarında ‗OO‘ (100) numara
yazan bir yapı görünce hemen Marius‘a müjdeyi vermiĢ.
Yolun sağına yanaĢarak durmuĢ. Marius kadını aĢağıya
indirip tahta kapılı kulübemsi yere yönlendirmiĢ. Kendisi
de kulübenin biraz açığında beklemeye baĢlamıĢ. Kadın
216
birkaç dakika sonra ―Marius, Marius, Help me, Come in!‖
(Marius, gel bana yardım et) diye bağırmaya baĢlamıĢ.
Marius birden ĢaĢırmıĢ ve içinden ―Bu kadın tuvalette ya
yılan ya da fare gördü‖ deyip kapıyı tıklatıp sorunun ne
olduğunu sormuĢ. Turist kadın Marius‘un içeri girmesini
istemiĢ.
Marius‘un içeri girince gördüğü kimsenin
görmeden bilebileceği türden bir olay değil. Kadın yer
tuvaleti kullanmayı bilmediğinden olduğu gibi zemindeki
deliğin üzerine oturulacağını sanıp oturmuĢ. Ġhtiyacını
gördükten sonra doğrulabilmek için yanda tutunacak bir
tutamak olmadığından Marius‘tan yardım istemiĢ. Marius
kadına yardım ederek otobüse girmesini sağlamıĢ. Ancak
meydana gelen olayı merakla bekleyen otobüsteki diğer
turistlere ne söyleyebileceğini düĢünüp bunu önce kadına
sormuĢ. ―Otobüsteki arkadaĢlara yaĢanan olayı
söyleyelim mi‖ demiĢ. Kadının gülerek verdiği yanıt,
―Söyleyelim ki, onlarında baĢına böyle bir olay gelmesin‖
olmuĢ.
Mariıus olayı anlatmıĢ. Tüm turistler olayın
kahramanı da birlikte olarak gözlerinden yaĢ gelircesine
gülmekten katılmıĢlar. Bazen benzer olaylar karĢısında
deriz ya, ―Ağlar mısın, güler misin‖ diye. YaĢanan olay da
buna benzemiĢ.
Tuvalet deyip geçmeyelim. Varken değeri bilinmez.
Turizm, turist ve turist rehberi için tuvalet düne kadar en
büyük meseleydi. Hani, ―‗Türk turizmi tuvaletten çektiğini
baĢka Ģeyden çekmedi‖ dersek doğru söylemiĢ oluruz.
ġimdi akaryakıt istasyonları sayesinde eski durumdan
genelde kurtulduk. Tuvalet, Türk Turizminin gündeminden
hayli düĢtü. Yine de seyrek de görülse temiz olmayan yer
klozeti, pisuar su kaçağı, susuzluk, kağıt veya peçete
bulunmayıĢı gibi benzer bir çok sorunla karĢılaĢabiliyoruz.
Ayrıntı gibi görünen bu tür sorunları turiste yaĢatırken
sözde ―Kaliteli turist‖ beklentimize atıfta bulunuruz. Turist
bir mal veya emtia değil ki ona kaliteli veya kalitesiz
diyelim. Bu sözcüklerle demek istediğimiz paralı, kültürlü,
217
görgülü turist ise onlara hitap edecek tesis ve ürünü tam
ve eksiksiz sunmaya özen göstermeliyiz. 15.10.1985
218
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ
Yine bir 24 Kasım gününde Cumhuriyetimizin
kurucusu Yüce Atatürk‘e ‗BaĢöğretmen‘ unvanı
veriliĢinin 82. ve bu günü kutlamaya baĢlamanın 29.
yıldönümündeyiz.
Ailemde hayata gözlerini yummuĢ, emekli
olmuĢ ve halen bu mesleği büyük bir zevk ve Ģevkle
yapmakta olan kızım, gelinim, kardeĢim ve yakın
dost olan öğretmenler vardır. Öğretmenlik çok özel,
çok yüce bir meslektir. Bedeli hiçbir maddi karĢılıkla
ölçülemeyecek kadar saygın, sevgi ve fedakârlık
mesleğidir. Sınırları okul ve sınıf duvarlarıyla
çizilemeyecek, zil ile baĢlayıp bitmeyecek kadar ağır
bir sorumluluk gerektiren kutsal bir görevdir. Bu
mesleğin tarih boyunca da böyle görüldüğünü,
―Bilgelik Mesleği‖ olarak kabul edildiğini, değerinin ve
öneminin her dönemde vurgulandığını biliyoruz.
Atatürk diyor ki ―Dünyanın her yerinde öğretmenler
toplumun en özverili ve en saygıdeğer öğeleridir.‖
Yüzyıllar öncesinde Diyojen, ―Yeryüzünde öğretmenlikten
daha Ģerefli bir meslek tanımıyorum.‖ demiĢ. Sokrates ise,
öğretmenin ve öğretmenliğin önemini, ―Dünyada her Ģeye
değer biçilebilir ama öğretmenin eserine değer biçilemez.
Çünkü onun eseri hem her Ģeydir hem de hiçbir Ģeydir.‖
diye belirtmektedir. Hz. Ali ise, Öğretmenliğin paha
biçilmez değerini en kısa ve etkili biçimde, ―Bana bir harf
öğretenin kırk yıl kölesi olurum‖ demiĢtir…
Değerli Okurlar; Yazımın baĢında kızımın da
öğretmen olduğunu belirttim. Hepiniz bilirsiniz, okul
yönetimi
‗Öğretmenler Günü‘ kutlamaları için çeĢitli
etkinlikler düzenler. Bu konuda, KarĢıyaka Ġlçe Milli Eğitim
Müdürlüğü tüm okullardaki öğretmenleri arasında ‗Niçin
219
Öğretmen Olunur‘ baĢlığı altında bir kompozisyon
yarıĢması düzenlemiĢ. KarĢıyaka Anadolu Lisesinde
Edebiyat Öğretmenliği yapmakta olan kızım ġule Aktepe
(Uysal) bu yarıĢmaya ‗Ben de YaĢadım Diyebilmek‘
baĢlıklı kompozisyonla katılmıĢ. Ġlçe Milli Eğitim
Müdürlüğü anılan kompozisyonu ‗Ġlçe Ġkincisi‘ olarak
değerlendirmiĢtir. Tabii ki, her anne ve baba gibi kızımızın
bu baĢarısından gurur duyduk. ġule‘yi bir kez de buradan
kutluyor, gözlerinden öpüyoruz.
ġule Aktepe‘nin Ġzmir-KarĢıyaka Ġlçesinde ikincilik
ödülü kazanan kompozisyonunu gazete köĢemde
yayınlamak ve siz değerli okurlarımla paylaĢmak için
aynen yazıma aldım. Tüm öğretmenlerin gününü kutluyor,
sağlık, mutluluk ve baĢarı diliyorum. 24.11.2010
BEN DE YAġADIM DĠYEBĠLMEK’
YaĢamı adlandırdığımız an, ölümü de keĢfettiğimiz
andır aslında. Bir madalyonun iki yüzü gibi; birinde bize
bahĢedilenin güzelliğini gösteren bir resim, diğerinde
bunun ömrümüzle sınırlı olduğunu hatırlatan bir baĢka
resim.
Ġnsan, hem hiç ölmeyecekmiĢ gibi yaĢamanın, hem
de ölümsüz olabilmenin sırlarını aramanın peĢine düĢer
hemen. Filozofların yaĢamı ölüm ve yaĢamı sorgulamakla
geçer. Tutunacak bir dal, yaĢamdan ayrılırken ―Ben de
yaĢadım‖ diyebileceği bir kanıt arar. Aksi takdirde su
yüzeyinde gezdirilen bir çubuk gibi geçici bir iz kalacak,
eninde
sonunda
su,
siz hiç
değmemiĢçesine
kapanacaktır. Bu, ölümden de beterdir. Bir tanık arar
insan yaĢadığına. Kimi beste yapar, kimi bir bina, kimi de
çocuk. Umudu, ölümünden sonra birilerinin onu
hatırlayacağıdır.
Öğretmen olmak, hayatı anlamlı kılmanın belki de
en güzel yoludur. Ortalama 25 yıl öğretmenlik yapan
birinin 3000–4000 civarı öğrencisi olacaktır. Ne bu sayıda
220
beste yapmak, ne bu sayıda bina yapmak ne de bu kadar
çocuğa sahip olmak insan için mümkündür. Kaldı ki
öğretmenlik parçaları bütününden daha fazla eden ilginç
bir formüle de imza atar. Öğretmen bilir ki derse her
giriĢinde göz göze geldiği bu genç beyinler, bir gün
kendisini aĢacaklar.
Öğretmen aslında ders anlatmaz, sahne alır. Bilgiyi,
en kısa yoldan, en eğlenceli ve en etkili Ģekilde sunmaya
çalıĢır. Bu nedenle alkıĢları duyamasa da mesela bir
Sezen Aksu‘nun konser sonrası hissettiklerine benzer bir
arınma hisseder 45 dakikaların sonunda. Koridorlarda
saygı ve sevgiyle onu süzen bir topluluğun arasından
geçerken kendine duyduğu güven ve hissettiği itibar
Sezar‘ı gölgede bırakır.
Özdemir Ġnce aydın insanı ―Sadece branĢıyla ilgili
bilgiyi barındıran değil, verdiği eserlerle çağını da
aydınlatan kiĢi‖ olarak tanımlıyor. Bu anlamda öğretmen
sadece öğretmen olarak kalmıyor, çağına yön verecek
çocukları da eseri kılıyor. Etik değerleri sorgulayan,
verimli, kendindeki yaratıcı yönleri keĢfedip geliĢtirmeyi
becerebilen çocuklar yaratmaya çabalıyor. Bu nedenle
―aydın‖ olabiliyor. Onları iyi ve güzelden yana bulduğunda
sahne gerisinde haklı bir gurur yaĢıyor.
Ġnsan yarınların güzel olacağına dair umut taĢımak
ister. Öğretmense yarınların bugünden yazıldığını bilir.
Yarınların mimarlarının kendi yetiĢtirdikleri olacağını bilir.
Bu sorumluluk korkutucudur ama muhteĢemdir de. Tarihi
yazanların yetiĢtireni olmak… Bu, her Ģeye değerdir.
Çaresizliği kabul etmemek için öğretmen olunur.
YanlıĢlara karĢı teslimiyet içinde olmamak için, iyi ve
doğruyu aramanın zevkini insanlığa sunmak için
öğretmen olunur. Herkesin A dediğine ―ya B
ise?‖diyebilme cesaretini verebilmek için, her gün hiç
bıkmadan yeniden yeni bilgilerle doğabilmenin güzelliğini
çocuklara gösterebilmek için öğretmen olunur. Donuk ve
221
mutsuz gözlere ilimin ıĢığını vermek için, hayattaki en
büyük değerin ve mirasın Ģerefle bitirilmiĢ bir hayat
olduğunu öğretebilmek için öğretmen olunur.
Sait Faik‘in ―Haritada Bir Nokta‖ adlı öyküsünde
Ada‘ya yıllar sonra dönen ve artık yazmama kararı
vererek Ada‘da hiçbir Ģeye karıĢmadan huzur içinde bir
yaĢam sürmek isteyen yazarın, gördüğü bir haksızlıktan
sonra yeniden kaleme sarılıĢı anlatılır. Öykü, etkileyici bir
finalle biter: ―Söz vermiĢtim kendi kendime: Yazı bile
yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan baĢka ne
idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü
bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım.
KoĢtum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada‘nın
tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük
değnekler yontmak için cebimde taĢıdığım çakımı
çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum
öptüm. Yazmasam deli olacaktım.‖ ĠĢte öğretmen için de
bu meslek böylesine elzemdir. Ġnsana ―Öğretmesem deli
olacaktım‖ dedirtir.
Bir bahçıvana niçin ağaç yetiĢtiriyorsun diye
soramayız. Bir öğretmen de niçin öğretmen olduğunu
bilmez, bunu zamanla kavrar. Çünkü onun da tek amacı
güzel ve verimli ağaçlar elde edebilmektir. Bu sayede
ölüme meydan okur. Çünkü o bahçeden meyve yiyenler,
adını bilmese de bu bahçıvana ölümsüzlük payesini
vereceklerdir.
ġule Aktepe –Edebiyat Öğretmeni 24.11.2010
222
ġule Aktepe ödül töreninde (sağdan ikinci)
223
AKDENĠZ VE ÇEVRE
Üç yanı Akdeniz, Ege ve Karadeniz gibi denizlerle
çevrili Anadolu Yarımadası üç ana kıtanın birleĢtiği
yerdeki konumu dolayısıyla tarih boyunca çeĢitli
medeniyetlerin yaĢam ve geçit yeri olmuĢtur. Ege‘yi de
Akdeniz ailesine katarak her iki denizden yararlanma
ayrıcalığına sahip dünyada ender coğrafi ve fiziki yapıya
sahip Marmaris‘i dünden bugüne birçok yazımızda olduğu
gibi biraz daha öne çıkarmak istiyorum.
Esasen, Marmaris‘i ve Akdeniz‘i bekleyen tehlike
tüm dünya denizlerinde var. En son Meksika açıklarındaki
petrol tankerinin batıp tüm yakıtın okyanus sularına
akması, sızmasıyla özellikle Kuzey Amerika kıtasının
Güney kıyılarının kirlenmesi, canlıların bundan olumsuz
etkilenmesi hepimizin sıkça duyduğu, TV‘lerde izlediğimiz
doğaseverleri üzen olaylardan sadece birisiydi
Biz, kendi denizimize, Akdeniz‘e yüzümüzü
döndüğümüzde 21 ülkenin özellikle siyasi, ekonomik, tarih
ve kültürel anlamda bu denizden yararlandığını
görüyoruz. Dünya denizlerinin sadece %1‘ini oluĢturan
Akdeniz‘de takriben 450 milyon insan yaĢamakta olup,
bunlardan bizimde içinde olduğumuz 150 milyon kiĢi kıyı
Ģeridindedir. Denizde taĢımacılık, yatçılık, turizm, tüketim,
konaklama ve hizmet sektöründe ticaret yapan bunca
insanın daha düne kadar yeterince ilgi duymadığı çevre
kirliliği ve hayati önemdeki bu günkü durum denizde
yaĢayan canlılarla çevresinde yaĢayan insan ve tesisleri
tehdit eder hale gelmektedir.
‗Neden‘ ve ‗Niçin‘ sorularına yanıt aradığımızda
denizlerin ve tüm akarsuların kirlenmekte olduğu
gerçeğiyle yüz yüze kalırız. Bilimsel araĢtırmalar, deniz,
göl ve akarsularda ekol oluĢturmuĢ canlı türlerinin günden
224
güne sayıca azalmakta hatta tükenmekte olduğunu
gösteriyor.
Ben, Marmaris kalesinin hemen güney eteklerindeki
bir taĢ evde doğup büyüdüm. Mütevazı evimizin
bodrumunda malzeme ve odun saklar, onun üzerindeki
katta da yaĢardık. Deniz cephesine açık tahtadan
yapılmıĢ bir kerevetimizde sıcak yaz günlerinde akĢam
yemeklerini burada yer, geceleri de gökyüzündeki ayı,
yıldızları kardeĢlerimle yan yana yatıp seyrederek
uyurduk. O zamanlar deniz temizdi. Balıkları, yosunları
akvaryumdaymıĢ gibi izlerdik. Hiç unutmadığım, hep
dostlarımla paylaĢtığım bir anıma burada yer vermek
istiyorum.
Bir gece canlı bir balıkla denize kerevetten misina
ile bırakma atıp misinanın ucunu parmağıma bağlayarak
yatıp uyumuĢtum. Gecenin yarısında sicimin parmağımı
çekmeye baĢladığını hissederek uyanmıĢ, oltaya takılmıĢ
beĢ kg.lık bir sinariti kerevete çekmeyi baĢarıp tüm
ailemizi ve komĢuları ayağa kaldırmıĢtım.
Marmaris kıyılarında 1940‘lı yıllarda ahtapotların
parmakları taĢların üzerine çıkar, kediler ahtapotun
parmağından ısırmak ve balıkları yakalamak için pusuda
bekleĢirlerdi. Yine, 1960‘lı yıllarda bir lodos fırtınasında bir
Akdeniz foku rahmetli Adil Olcay‘ın evinin önünde karaya
vurmuĢ,
yakalanıp
Ġzmir
Hayvanat
Bahçesine
gönderilmiĢti. Uzmanlara göre 1980 yılında Akdeniz‘de
1000 üzerinde fok yaĢarken Ģimdi bu rakam 70-80 gibi
neredeyse bitmek üzere olan sayıya düĢmüĢtür. Son
zamanda medyatik olmaya baĢlayan ―Badem‖ bu yüzden
koruma altında tutuluyor. Geçtiğimiz yıl Gökova‘da
serbest bırakılınca yüzenlere yaklaĢıp oynaĢmak istemesi
onları korkutmuĢ, balıkçıların ağlarına da zarar vermesi
yüzünden yeniden korumaya alınmıĢtı. DiĢi olan
‗Badem‘in serbest kaldığı sürede bir sevgilisi olup
olmadığını bilmiyoruz.
Bildiğimiz bu hayvancağızın
225
özgürce Akdeniz‘in sularında yüzmesi, sevgilisini bulması,
en azından diğer hemcinsleri gibi yaĢaması yanlısıyız.
Gökova‘da, Karaca‘daki kafesinde dar bir alanda
hapsedilip gün boyu bağırıp, çağırmasına doğrusu
gönlümüz hiç razı değildi. En son okuduğum bir gazete
haberinde geçtiğimiz Kasım ayında serbest bırakılan
Badem bir erkek arkadaĢ bulmuĢ ve onunla birlikteymiĢ.
Buna sevindik doğrusu. Ne de olsa Badem anne olacak
ve yavruları olup üretkenlik görevini yapabilecek. Haydi
hayırlısı…
Akdeniz Foklarının evi sayılan kıyılardaki mağaraları
günlük gezi tekneleriyle Ģimdi turistler ziyaret ediyor.
Mağaralarda foklar, diğer bir deyiĢ ile bademler yerine
Ģimdi Ademler, Havvalar yüzüyor. Artık fokların sadece
fotoğraflarını, heykellerini görüyoruz. Bilinçsiz avlanma ve
teknoloji, suların
biyolojik kirliliğinin artması tüm
denizlerde olduğu gibi ne yazık ki Akdeniz‘de de çevresel
kıyıma neden oluyor. Foklar, deniz kaplumbağalarla
birlikte (Caretta Carettalar) tüm deniz canlılarının deyim
yerindeyse köküne kibrit suyu ekiliyor.
226
Marmaris'in 'Badem' adlı diĢi foku
Adına ‗Pastırma Yazı‘ dediğimiz Aralık ayında
olmamıza rağmen Marmaris‘te hala sonbahar devam
ediyor. YaĢam mahallerinde henüz ısıtma aracı
kullanmayanlar hemĢerilerimiz var. Oysa Avrupa‘da soğuk
ve kar yağıĢı yaĢamı olumsuz etkiliyor. Biz de bu güzel
günlerde balık avlama hobimizi karĢılamak için yeğenim
YaĢar Özkan ve oğlu Ali ile liman içerisinde balığa çıktık.
Demirlediğimiz kerterizde çoğunluğu izmarit olmak üzere
barbun, mercan ve kupez (lapa) tuttuk. Bir ara YaĢar‘ın
sicimine büyük bir balık takıldı. Ben ve Ali YaĢar‘a balığı
içeri kolay almasında yardımcı olabilmek için sicimlerimizi
hemen sarmaya baĢladık. Bu arada YaĢar‘ın sicimindeki
balığa ne tür büyük balık olabileceğine dair isimler
bulmaya çalıĢtık. Trança, fangiri, akya, lahoz, orfoz vs.
gibi,..
YaĢar, tüm hünerini göstererek balığı yukarı almaya
çalıĢıyordu. Balık bir iki metre yukarı çıkıyor, tekrar geri
isteyince misinayı bırakıyordu. Öyle yapmasa balık
koparacaktı. Bu süreç en az on beĢ dakika sürdü.
Misinanın ucundaki göremediğimiz ve adını da
227
koyamadığımız balığın ani bir hareketle yüzeye çıkması
üzerine bizim YaĢar, ―Tüh misinayı kesti, kopardı‖ deyip
sicimi sarmaya baĢladı. Üzüldük tabii. Biz ―Acaba ne
balığı olabilir? Anılan isimlerden bir balık türü müydü?‖
diye tahminler yürütürken devasa boyutta bir deniz
kaplumbağası yüzeye çıkıp bize doğru bakarak ―Püfff‖
demez mi? ġaĢırıp kaldık. Sanki bize; ―Ben sizin
sevdiğiniz, ama neslimi denizleri kirleterek tüketmekte
olduğunuz ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağasıyım. Sizi, ne
olduğumu meraktan ve üzüntüden kurtarmak için yüzeye
çıktım. Kusura bakmayın‖ der gibiydi. O anda
beraberimde kameran olmadığı için bu anı tespit
edememekten çok üzüldüm.
Önce bu duruma üzülmediğimi hatta sevindiğimi
itiraf etmeliyim. ġayet bu deniz canlısının ne tür balık
olduğunu görmeseydik büyük bir nasibi kaçırdığımıza
üzülecektik. Diğer sevincim ise, hala az da olsalar bu tür
canlıların sularımızda varlığıydı…
Geçtiğimiz Mayıs ayının 29 ve 30‘ncu günlerinde
Göcek ve Fethiye‘de ―Akdeniz‘i Temiz Tutalım‖ adlı bir
kampanyada 500 kiĢiyi bulan gönüllü ordusu kıyılarda
temizlik yaptı. TURMEPA (Deniz Temiz Derneği) bu
etkinliğin yapılmasında öncü oldu. Deniz ve kıyılarımızın
kirlilikten tam arındırılması kolay değil. Anılan örgütün
çalıĢmaları internet‘te okunacak olursa, ülkemiz kıyıları
kirlenmeye, erozyonla dolmaya, kokuĢmaya açıktır. Liman
ve kıyılarından yararlanan tüm tesis ve turistlerin bundan
olumsuz etkileneceği de kesindir. Çevre koruma örgütleri;
Üniversite ve bilim adamlarının bilimsel yayın ve
önerileriyle denizlerimizin temiz tutulmasında halkın
bilinçlendirilmesine dönük etkinlik ve denetimleri, temizlik
kampanyalarını aralıksız yapmalıdır. Bunu Marmaris‘te
de yapan çevre gönüllüleri hemĢerilerimize gönülden
teĢekkür ediyorum..
228
Önce öğrenme, bilgilenme, sonra düĢünme, hem de
çağdaĢ düĢünme, fikir ve görüĢ bildirme anlamında eski
Marmarislilere ait kısa ve anlamlı bir anonim deyiĢle
yazımı noktalıyorum.
―Akıl olmayınca nenesin fikir, Abdi garıyı boĢamıĢ
nenesin Bekir‖… 24.11.2010
229
EK MENDĠREK YĠNE GÜNDEMDE
Değerli Okurlarım; Yeni bir yıla girerken önce
geçtiğimiz günlerde açılıĢında bulunduğum ‗Türkiye
Fuarı‘nı (Travel Turkey) yazayım diye tasarlarken yerel
TV‘lerimizde geçmiĢ yılardan bu güne gündemden
düĢmeyen ‗Ek Mendirek Projesi‘nin tekrar öne çıktığını
gördüm. Atalarımız ―Müflis esnaf eski veresiye defterlerini
karıĢtırırmıĢ‖ demiĢler. Ben de bu konuyla ilgili açık
oturumlara katılmıĢ ve yazılar yazmıĢ bir hemĢeriniz
olarak eski yazılarıma bir göz attım.
Ġzlediğim yerel TV Haber Bülteninde Muğla Su
Ürünleri Dekanı bir bilim adamı ile TV yönetmeninin
röportajında anılan projenin onaylanması için belirli
verilerin yeniden alınacağını bildirip diğer bilimsel
görüĢlere değindiler. Program sonunda bilinen görüĢ ve
öngörülerde bir değiĢme olmadığını gördüm. Ancak
geçmiĢ yıllarda yazılı ve sözlü görüĢlerim olduğundan
dosyalarıma bir kez daha göz attım. Ġçlerinden önemli
bulduğum ve 29 Kasım 2005 tarihli ‗ÇağdaĢ Marmaris‘
Gazetesinde yayınlanan yazımı 5 yıl aradan sonra biraz
kısaltarak buraya almayı yararlı buldum.
Doğrusunu söylemek gerekirse ve benden yana beĢ
yıl öncesiyle bugünkü görüĢüm arasında en ufak bir
değiĢim olmadı. Marmarisli hemĢerilerimle okurların görüĢ
ve önerilerinde bir değiĢme olup olmadığını da merak
etmiyor değilim…22.12.2010
ĠĢte size beĢ yıl önce yazdığım yazımın özeti:
230
EK MENDĠREK PROJESĠNE ‘HAYIR’
Geride bıraktığımız 25 Kasım 2005 Cuma günü
Marmaris Ticaret Odası salonunda yapılan Marmaris
Feribot Ġskelesinin uzatılmasına iliĢkin toplantıda oturum
yöneticisinin tarafsızlığını koruyamadığını görünce
salondan ayrıldım.
Anılan toplantıda, sözde, ‗Ek Mendirek Projesi
Marmaris Halkına Danısma Toplantısı‘ niteliğinde
baĢlamıĢken, toplantıya Marmaris halkını temsil edenlerin
30-40 kiĢiyi geçmediği, onların da bu projeyi destekler
görünenlerden oluĢmasıydı. Benim için demokratik
gözükmeyen böyle bir ortamda bulunmamın anlamı
kalmamıĢtı. Projeye vize almak için ―Halkın GörüĢü Alındı
mı‖ sorusuna önyargılı olarak ―Evet‖ yanıtı almak için
sadece ―Oldu bitti‖ ye getirilmek istenilen bir ortamda
olmak yerine görüĢlerimi yerel gazete köĢeme taĢıyarak
konuyu hemĢerilerim ve okurlarımla paylaĢmak isteyip
salondan ayrıldım.
AĢağıda maddeler halinde ele aldığım konunun
değerlendirmesini de sağduyulu, Marmaris‘i seven ve
çevreye duyarlı değerli hemĢerilerime bırakıyorum
1. Marmaris‘te kıĢ aylarında hakim olan rüzgar
lodostan eser. Yapılması projelendirilen Ek
Mendireğin limanın güney batısına doğru en az 300
metre uzayacağı düĢünüldüğünde, sert lodos rüzgarına
karĢı gemilerin yanaĢma ve aborda olmalarının riskli ve
zor olacağı kesindir. Bundan ayrı olarak, olası ek
mendirek diğer tekne ve yatların, su ve yelken sporlarının
manevra ve seyir alanını daha da daraltarak körfezin fiziki
konumuna, deniz ulaĢımına çok olumsuz etki yapacaktır.
231
2
ġimdiye kadar limana aynı günde ikiden fazla
turist taĢıyan gemi ziyareti çok ender
Oldu. Gelecek yılın planlı gemi giriĢ sayısı 25-30
adet civarındadır. Bunun ek mendirek yapılırsa adedinin
artacağı söylenmektedir. Bu doğrudur. Ancak, limanın
doğal konumu ve fiziki kapasitesinin kısıtlı olduğu
tamamen göz ardı edilmektedir.
3 3. Marmaris, geçmiĢ yıllarda salt fiziki ve yatak
adediyle kapasiteyi yükseltmek için çok katlı çarpık
yapılaĢmayı bilim insanlarının tüm uyarılara, bizim
defalarca yazmamıza, söylememize rağmen tercih
etmiĢtir. Oysa Ģehrin mimari yapılaĢması sağlam bir
zemin üzerinde değildir. Erozyonla dolmuĢ yumuĢak
zemin üzerine etüdü yapılmadan çok katlı yapılaĢmaya
geçilmiĢtir. Bu yöntemde yatak adedi artmıĢ, lakin
tesislerin doluluk oranı sadece birkaç ayla sınırlı kalmıĢtır.
Bir olay veya kriz halinde limana gemi gelmeyebilir. Böyle
durumda da mendirek de onlarca yüzlerce otel ve diğer
konaklama tesisleri gibi atıl durumda kalabilecektir…
4 .Bir dönem bu çirkin yapılaĢma furyasıyla
Marmaris mimari estetiği, cazibesi olmayan, sözde bir
turizm merkezi olarak tanıtılınca, kenti ziyaret eden bir
turizm bakanı ―Marmaris bitmiĢtir‖ deyivermiĢti. Toplantıda
bulunan bu yazının yazarı söz alıp ―Peki, Marmaris böyle
olurken siz nerdeydiniz‖ deyince toplantının tadı kaçmıĢ,
tüm yöneticiler neredeyse bu sözleri söyleyene (bana)
salondan neredeyse kovacak gibi sert bakıĢlar
serdetmiĢlerdi. Bu günkü durum da bana o günleri
anımsatıyor. ―Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar‖
ama benim Marmaris‘ten baĢka yere gitmeye hiç niyetim
yok…
5 . Fiziki büyüme ile her Ģey güllük gülistanlık
olsaydı dinozorlar hala ayakta kalırdı. Temel ve asıl
gerçekler bilinmeden aceleyle alınan kararların yanlıĢlığı
hepimizin yüzüne bir Ģamar gibi çarpmıĢtır.
232
6 . Bugüne kadar yıllarca ‗‖KıĢ turizmi‖ baĢlayacak
denildi. Bu gerçek dıĢı vaatler göçü getirdi. Marmaris bir
tatil beldesi kimliğinden Ģehir, kent havasına büründü. Bu
durum ekonomisi güçlü turist yerine, çarĢıdaki tuvalete
girip para harcamamak için gemiye veya oteline dönerek
‗her Ģey dahil‘ e itibar eden turist profili yarattı. Marmaris
paralı turistin dinleneceği, eğleneceği yer olmaktan çıktı.
7.
Marmaris Körfezinin suyu yıldan yıla
kirlenmekte, bu durum plajları tehdit edecek duruma
gelmektedir. Kirlenme, deniz canlılarının sayısını
azaltmakta, deniz dibi habitatını, ekolojisini bozmaktadır.
Bu yargı bana ait değil, uzman dalgıç ve bilim adamlarının
tespitidir.
8 .Kapalı bir havuza benzemekte olan Marmaris
liman mendireğine yanaĢan gemilerin güçlü ve büyük
pervaneleri
deniz
dibini
karıĢtırmakta,
geminin
mendirekten ayrılıĢı esnasında bulunduğu yerin takriben
100x 100 alanı kahverengi renge bürünmektedir. Bu,
baĢka ülkelerde römorkörlerle yapılmakta, açık denizde
mendireği olan limanlarda bile yasaklanmakta, belirli
derinliğe varmadan pervane döndüren gemilere ceza
verilmektedir.
9.
Marmaris liman mendireği açık denizde
değildir. Bu günkü mendireğin bulunduğu yer de fazla
derin olmayıp sadece 10 m. civarındadır. Marmaris
körfezinin en derin yeri de 30 m.dir.
Körfezin
çevresindeki plajlardan yararlananların sayısı Ģehrin
nüfusu, konaklama tesislerinde kalan turist ve teknelerde
yaĢayanlarla birlikte yüksek sezonda takriben 150 bin
kiĢiyi bulmaktadır. Üstelik bu rakam her yıl belirli bir artıĢla
ivme kazanarak belirli bir süre daha devam edecektir.
Ama nereye kadar? Tabii ki, ‗Harç bitti, yapı paydos‘
denilinceye kadar. Bunun olasılığı da uzak bir öngörü
değildir. Bilim adamları böyle söylüyor. Bu durumda biz
233
bilime mi, yoksa kapasiteyi arttırarak kısa vadede kazanç
elde etmeye çalıĢanlara mı inanacağız?
10
. KomĢumuz Yunanistan, Mısır, Ġsrail,
Lübnan ve Kıbrıs‘ın büyük kapasiteli mendirekleri
Akdeniz‘e açık limanlardadır. Marmaris limanı gibi
barınaklı, tek boğaz giriĢli, kısıtlı akıntısı olan liman
Akdeniz‘de yoktur. Burası karada olduğu gibi denizde de
‗Özel Çevre Koruma‘ kapsamı içine alınmalıdır. Mutlaka
bir mendirek yapılacak denilirse körfez dıĢına olmalıdır.
Körfez içinde açıkta demirlemenin dahi deniz dibi
ekolojisine vereceği zararın büyük olacağı bilim adamları
tarafından ifade edilmektedir. Marmaris‘in durgun
sularında 4 adet marina mevcut olup, bunlarda takriben
üç bin yat konaklamaktadır. AĢağıya fotoğrafını aldığım
bu yorgun ve yaĢlı körfez bu yükün altından
kalkamayacak, kısa zamanda bir yılkı atına dönüĢecektir.
11
. Yeni ek mendirekle ilgili olarak,
―Yapılmasının mahzuru yoktur‖ raporu veren veya
verecek olan yerel yönetimler, mülki amir ve üniversiteler
yeniden sualtı araĢtırması ölçüm ve , verilerinin
değerlendirilmesi yapılmadan anılan projeye onay
veremezler. Limanın son durumunu tespit etmeden,
geleceğine dair ömür biçmeden projeye olur verirlerse
her Ģeyden önce bizden sonraki neslin hakkı yenmiĢ olur.
Üstelik bu bir ağır suç iĢlemek olur.
Biz lafı ve konuyu fazla uzatmadan kısa ve öz Ģunu
söyler, bunu yazarız. Marmaris hepimizindir. Marmaris, bir
tüketim yeri veya maddesi değildir. Onu gözden çıkarıp
atıp kurtulamayız. Marmaris‘i korumanın tek yolu yapılan
yanlıĢları düzeltmektir. Yeni yanlıĢlar yapma devri
kapanmalıdır. Bu ve benzer projelere aldırıĢ etmemek,
geleceğimizin yok edilmesi, çocuklarımız ve torunlarımızın
hakkının yenmesini kabullenmek olur. Marmarisli gününü
gün edip galesiz yaĢayamaz. ―Hatır gönül konur‖ diye
Doğruya eğri, eğriye doğru denemez. Aksi halde daha da
234
çamura batar, ―Ha var, ha yok‖ örneğini sergileyerek
manen tarihten kaybolup silinip gideriz. Marmaris‘te
herkesle barıĢ ve kardeĢlik, dostluk, akrabalık duyguları
içinde birlikte mutlu yaĢamak tek amacımız olmalıdır.
Özetle: Sade bir vatandaĢ ve Marmarisli olarak
proje sahiplerini ve buna destek verenleri yeniden
düĢünmeye, hatta kirlenmeye ve kokuĢmaya hassas olan
bu limanı korumaya dönük alınacak baĢka önlemlere de
yardımcı olmaya davet ediyorum.
‗Ek Mendirek Projesine‘ deprem evlerinin beĢ kata
çıkarılmasına verdiğim tepkide olduğu gibi kocaman bir
―HAYIR‖ kaydı koyuyor, Marmaris tarihine bunu önemli bir
not olarak düĢüyorum. Bu güne kadar Marmaris için
öngörülerimde ne yazık ki hep haklı çıktım. Aslında hep
yanılmayı istedim ama maalesef olmadı. … 29.11.2005
Marmaris Körfezine Soru: Neden durgun, yorgun, düĢüncelisin
vefakar, cefakar, çilekeĢ körfez? Yanıt :‖Beni alttan, üstten, kirletip,
kıyıdan, köĢeden doldurup küçültüyorsunuz. Sözde beni beğenip,
övüp, seviyorsunuz. Sevmek yok etmek midir? Ben yorgun, üzgün,
düĢünceli ve hasta olmayayım da kim olsun‖ …
235
ECYAD KALESĠ VE DÜġÜNDÜRDÜKLERĠ
Hafta içinde gazetelerin baĢ sayfalarında Suudi
Arabistan Kralı Fahd‘ın emriyle Osmanlı eseri olan Ecyad
Kalesinin buldozerlerle yıktırılıp yerine lüks bir otel
inĢaatının baĢlayacağı haberi vardı. Bu olay,
―Bazılarımıza kendi topraklarımızdaki tarihi ve kültürel
eserlere değer vermezsek yurt dıĢındaki ecdadımıza ait
olanlara da baĢkalarının hiç değer vermeyeceği‖
yorumuna neden oldu.
Bilindiği ve anımsanacağı üzere, Suudi Arabistan‘ın
Mekke Ģehrinde 1781 yılında Kabe‘nin asi kabilelerden
korunması için Osmanlı PadiĢahı Abdullaziz ve II.
Abdülhamit zamanında hâkim bir tepedeki 23 dönümlük
arazide inĢa edilmiĢ ‗Ecyad Kalesi‘ I. Dünya SavaĢında
Türk Askerlerinin Garnizonu olarak kullanılmıĢ. Ne yazık
ki 2002 yılında yıkılarak yerine gökdelen otel yapılarak
buradaki 500 yıllık Türk Tarihi silinip yok edilmiĢtir.
Geçtiğimiz yıllarda denizden yaptığımız MarmarisAntalya turunda KaĢ-Demre arasındaki Kekova Adasını
(Tersane Adası) ziyaret ettik. Burada mihrabı (apsis) daha
önce ayakta durmakta olan bir Bizans kilisenin yıkılmıĢ
olduğunu gördüm. Nedenini sorduğumda ―Lodos
fırtınasında yıkıldı‖ denmiĢti. Aradan birkaç yıl geçti.
Burayı yine bir turumda ziyaret ettim. Kilise ve yıkıntısının
hala yerde kalmakta olduğunu gördüm. Çoğunluğu
Hıristiyan olan ve kendi dinine ait bir yapının bu Ģekilde
ayaklar altında olmasının turist üzerindeki olumsuz etkisini
algılamıĢ olduğumdan bu bölgenin sorumluluğunu taĢıyan
Antalya müze müdürlüğüne durumu bildirdim. ―Bu eser
kilise olarak ziyaret ediliyor. Eskiden apsisi vardı. ġimdi
bir yıkıntı halinde olumsuz izlenim veriyor. Biz sanki baĢka
dinin ibadet edilen yerlerine saygılı davranmıyoruz
Ģeklinde algılanabilir, bunu neden ayağa kaldırmıyoruz,
tamir etmiyoruz; Ģayet bu mümkün değilse bu taĢ, tuğla,
236
sıva yıkıntısını ortadan kaldıralım‖ dedim. ġimdi ismini
anımsayamadığım Antalya müze müdürü önce güldü.
Sonra, ―Bunu biz de biliyoruz. Bu ve buna benzer eserlere
ne yazık ki müdahale edemiyoruz. Kilise kültür
bakanlığının eski eserler, kültür ve tabiat varlıkları
kategorisine alınarak kayda girmiĢse bununla ilgili iĢlemler
ilgili ülke temsilciliği ve Kültür Bakanlığının bilgisi dahilinde
yapılır. Yani bu konuda bir sürü yasal ve bürokratik usuller
var. Diğer bir deyiĢle eski eserin tamamen ortadan
kaldırılması suç sayılıyor‖ demiĢti.
Kekova Adasında
yıkılmadan önce)
(Batık
ġehir)
bir
kilise
(mihrabı
Kültür varlıklarının birçoğu atalarımıza veya
onlardan önceki kavimlere ait olsa da, bunlar tarihi ve
kültürel hazinelerimizdir. Bunlara, olgun yaĢtaki paralı ve
aydın turistler daha çok değer verir, sıkça ziyarete
gelirler. Bu gün, soğuk sıcak demeden, kıĢ yaz ziyaret
edilen birçok kültür, tarih ve inanç turizmi için çok önemli
ziyaret yerlerimiz vardır. Bunların birçoğu açık hava
müzeleri Ģeklinde hiç dokunulmamıĢ bir durumda
toprakaltı veya üstünde yatmaktadırlar.
237
Rehber olarak konuya biraz yakın olduğumuz için
1977 yılında emekli olarak geldiğimiz Marmaris‘te bu tür
eserlerin korunması ve ziyarete açılması konusunda
giriĢimlerde bulundum. Sarı Ana Türbesi, Kanuni‘nin
yaptırdığı TaĢ Kemer Köprü, Kalenin altındaki Menzilhane
(Sultan Galeri), Kale ve Müzesi, Yavuz Plajı, Günlük
ağaçları, Antik Physkos, Amos, Sedir Adası ve daha
baĢkaları hep dile getirdiğim,
yazılarımda sıkça
değindiğim yerler ve eserler oldu. O günden bugüne ne
yapıldı? Marmaris Kalesinin restorasyonu ve Müze açılıĢı
tam on yıl sürdü. Ağır pirinçten dökülmüĢ Osmanlı Topları
henüz kale içine alınamadı. . Antik Physkos Ģehrine ait
mermer sunak ve üzerleri yazılı kaideler yağmur ve güneĢ
altında Kaymakamlık Lojmanı bahçesinde açıkta duruyor.
Yavuz plajı, Günlük Ormanları ve doğusu Ģehre su
yetmiyor diye sondaj ve çakıl dolgu malzemesi alma
yerleri oldu. Kanuni‘nin kemer köprüsünü sel aldı. Sarı
Ana Türbesi yenilenecek diye yıkıldı. Yerine küçük
modern bir mescit açıldı. Eski tarihi vasfı kalmadı. Kalenin
kuzeyindeki Menzilhane çamaĢırhane oldu. Deve taĢı
kırılıp ortadan kaldırıldı. TaĢ Arkası (Eylik DaĢı) kayalıkları
ve arkasındaki Kaktüs tepe çok kata dönüĢen deprem
evleri ve TansaĢ binasının arkasında kalarak gözden
kayboldu. Buranın deniz cephesine verdiği doğal görüntü
yok edildi.
Ben daha neler yazayım. Milli park olan günlük
ormanı önü ve çevresi Marina, Sahil Güvenlik gibi
iĢletmeler tarafından iĢgal edilip dolduruldu. Kanuni‘nin
Rodos seferine çıkan askerlerinin kadırgalara bindiği
‗Burunucu Rıhtımı beton ve kayalarla kapatılıp üzerine
Liman Tesisi yapıldı. Bunlar yapılmalıydı, lakin tarihi ve
doğal önemleri yüzünden en azından kenarına, köĢesine
bir kitabe yazılıp geçmiĢi anımsatılabilirdi. Bu tür ben-biz
yaptık odlulara batıda ‗Vandallık‘ deniyor. ―Kültürel
eserleri ve doğayı korumak adına ne yapılabilir‖ sorusu
hiçbir zaman akla gelmiyor. Genelde Ġlk düĢünülen rant ve
238
çıkardı. Sadece Marmaris‘te değil ülke genelinde de
durum değiĢik değildi. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yazlık
denilen yoğun çirkin yapılaĢma bu konuda insanımızın
bakıĢ açısını ortaya koyması açısından somut bir örnektir.
Bunlara ‗hayalet evleri‘ (Ghost House) deniyor.
Bu durumda Suudi Arabistan kralı Fahd‘ ın
ülkesindeki Osmanlı kalesini yıktırıp otel yaptırıyor diye
kızmaya hakkımız var mı? Veya Ecyad Kalesinin yıkımına
tepki olsun için kaç kiĢi ve hangi hacı adayımız haç
ziyaretini ertelemiĢtir? Suudi Arabistan‘a gidinceye kadar
biz daha kendi Marmaris kalemizin çevresini tam
düzenleyebildik mi? Marmaris‘i kent yapıp göç aldıran,
sonra da altyapı ihtiyaçlarını karĢılayacağız diye her yıl
yıkımdan, onarımdan kurtulabildik mi?
Özetle belirtmek gerekirse; biz bırakın Echad
Kalesini, kendi burnunuzun dibindeki eserlere sahip
çıkmadık. Tarihi, kültürel ve sanatsal eser ve varlıkları
olan ülke ve yerlerin daha çok turist çektiğini görüyor,
biliyoruz. Sadece ―Sezon yok, bütün yıl turizm var‖
demekle yetinenlerin sözleri maalesef iyi niyetle
söylenmiĢ hatta aldatıcı olmaktan ileri geçemedi. 10
Ocak 2002
239
ĠLGĠNÇ BĠR ‘BABALAR GÜNÜ’ KUTLAMASI
Yazdığım gazete idaresiyle çocuklarım ‗Babalar
Günü‘ dolayısıyla bana bir sürpriz yapmak istemiĢler.
Bunun ayrıntısını ve benim onlara yanıtımı burada ‗Mıstan
Sokağı‘nın son bölümüne aldım. Bizler gibi tüm anne ve
babalar da hissettiklerimizi mutlaka algılayacak,
duygulanacaklardır.
Oğlum Mustafa Kemal ile kızım ġule‘nin gazetede
yayınlanan ‗Babalar Günü‘ kutlaması gazetenin 17
Haziran 2006 tarihli yayınında çıktı. Benim onlara yanıtım
ise 30 Haziran 2006 tarihlidir. Her iki yazının dizilip
yayınlanmasında emeği geçen
‗ÇağdaĢ Marmaris
Gazetesi‖ yönetici ve çalıĢanlarına buradan tekrar
teĢekkür ediyor, kutlama ve yanıtları aynen aĢağıda
yayınlıyorum. Erol Uysal - 27 Aralık 2010
EROL UYSAL’A KIZI ġULE VE OĞLU MUSTAFA
KEMAL’ DEN BĠR SÜRPRĠZ VAR…
Gazetemizin duayeni Erol Uysal‘a Babalar Günü‘
nedeniyle bir sürpriz yapalım istedik. Erol Ağabeyimizin
kızı ġule Aktepe (Uysal) ve oğlu Mustafa Kemal Uysal
―Babalar Günü‖ nedeniyle babaları Erol Uysal‘a birer
mektup gönderdiler. Bizleri derinden heyecanlandıran,
sizleri de emin olun çok duygulandıracak olan örnek iki
mektubu gazetemiz sayfalarından okutmak istedik. Haydi
Ģimdi iki mektubu birlikte okuyalım…
ġULE’nin mektubu
Ġnsanlar bir ömrü birlikte tükettikleri, yaĢam
sürelerinin önemli bir kısmını birlikte geçirdikleri, artık
―Söylenecek ne varsa söyledik birbirimize‖ dedikleri
240
insanlara, aslında hiçbir Ģey söylememiĢ oluyorlar.
Nasıl desem, sürekli yanımızda olanlarla değil de,
daha uzaktakilerle her Ģeyi paylaĢmıĢ oluyoruz.
Hangimiz durup da her gün yemek yapan annemize
―Annecim, daha birçok yerde yemek yiyorum ama
hiçbir yemek seninki kadar büyük bir lezzet
yaratamıyor, çünkü ben senin yemeklerinle karnımı
doyurduğum kadar kalbimi de doyuruyorum‖
demiĢtir? Zaten yemekten sonra böyle içli bir
konuĢma yapsak annemiz içki içtiğimize hükmeder.
Ya da hangimiz ―Ağbicim sen iyi ki varsın, bir
sıkıntıya düĢtüğümde seni arayabileceğimi bilmek
kadar güzel bir Ģey yok. Sen benim canım
ağabeyimsin (Ablamsın-kardeĢimsin…) ―demiĢizdir?
Bunlar sona saklanması, içimizde kalması gereken
ifadelerdir ve genellikle asla söylenmeden taraflardan
biri ölür. Oysa ben sevdiklerimle ilgili böyle bir son
istemiyorum. Sevdiklerimin benim için ne ifade
ettiğini ben ve onlar yaĢıyorken söylemek istiyorum.
Diyeceksin ki, ―Eee, bize ne bundan, otur mektup yaz
o zaman‖, haklısınız, ama ben bunu tüm Marmaris‘in
bilmesini istiyorum. Belki o zaman herkes evladı,
kardeĢi, karısı, sevdikleri için bunun ne ifade ettiğini
sorgular ve kendi hislerini henüz herkes sağken
söyleme cesareti bulur.
Elbette daha gençken, babamın zaten yapması
gerekeni yaptığını düĢünür, onu diğer babalardan
pek de ayrı tutmazdım. Hatta ―Az harçlık veriyor, çok
disiplinli davranıyor, akĢamları dıĢarı çıkmama izin
vermiyor‖ diye onu suçlardım da. Oysa ben daha o
yıllarda babasıyla sabah saat altıda balığa giden tek
kızdım. Daha on sekizimi doldurmama bir yıl varken
Karaca‘nın toprak yolunda araba kullanmayı
241
öğrenmiĢtim.
Ġngiliz
aile
dostlarımız
vardı.
Ġngilizcedeki ‗The‘ nın ―Belirli harfi tarif‖ olduğunu
biliyordum. Sabahları TRT‘nin klasik müziği ve
babamın gazete yazılarını yazdığı daktilo sesiyle
uyanıyordum. Bütün çarĢı esnafının erkek olduğu bir
zaman diliminde dükkânı öğleden sonraları küçük bir
kız çocuğu olarak çeviriyordum. Derken, Marmaris‘te
ilkokuldan mezun olduktan sonra kendimi Ġzmir Türk
Koleji‘nde buldum. Kamil amcamın kızı Yelda ile iyi
bir eğitim almamız için bu okula kaydımız yapıldı. Yıl
1985‘ti ki o zamanlar sadece alıĢveriĢ yapmak veya
ciddi sağlık sorunları olduğu zaman gidilen Ġzmir‘e iki
kız okumak için gelmiĢtik. Birçok yakınımız, kız
çocuklarının aileden ayrılmasının çok yanlıĢ
olduğunu söyledi, babam ve annemin bu kararını
macera olarak gördüler. Ama babam ve amcam bu
tepkilere göğüs gerdiler. Ve ailemden ayrı yatılı hayat
günleri baĢladı.
O yaz tatile geldiğimde babam, ―Marmaris
Turizm Tanıtma Bürosuna git ve öğrendiğin
Ġngilizceyi kullan‖ dedi. Böylece hem yaz tatilimi
öldüren babama kızıyor, hem de neden bedava
çalıĢtığımı anlamaya gayret ediyordum. Sonraki yaz
Dalyan turuna rehber olarak gitmeye baĢladım. Bir
sonraki yılın yazında kendimi babamla birlikte
Ankara‘da Turizm Enformasyon sınavında buldum.
Sınavı kazandım. Ne zaman yanımda çeyiz, evlilik
lafı geçse suratı değiĢiyor, anneme ―Böyle Ģeylerle
çocuğun kafasını doldurma Gülsen‖ diyordu. Sanki
benim için hedeflediği bir kıvam varmıĢ da, ben o
kıvama gelmeden elinden gitmemden korkuyordu.
Üniversiteyi kazanınca derin bir oh çekti. Hele
mesleğe baĢladığımda bana gülüĢü değiĢti. Yüksek
242
lisansı kazanıp tezimi birlikte hazırlarken artık iki
meslektaĢtık. Ve ben sıradan bir babam olmadığını
biliyordum. Marmaris‘e üç boy büyüktü mesela. Onu
rehberlik yaparken dinleyip de utanmayacak ateĢe
yoktur. Çünkü çok azı 40–50 kiĢilik gruplara sahip
olduklarımızı anlatabilecek gurura, milliyetçiliğe,
bilgiye ve etkileyiciliğe aynı anda sahiptir. Ben
Marmaris gibi paranın döndüğü bir yerde bana
paranın sadece araç olduğunu öğretebildiği için,
bütün öğünlerde bizimle yemek yiyip sohbet ettiği
için, çağına meydan okuyup beni bir erkek gibi
dirayetli yetiĢtirdiği için, insanın memleketine karĢı
sorumlulukları olduğunu, bunun için gazetelere
yıllarca parasız yazı yazmak gerekebileceğini
gösterdiği için, yaĢadığı yer milyarlarca para
değerinde de olsa eĢiyle gün batımında dedelerinin
yerinde kahve içmenin paha biçilemez olduğunu
bilmemi sağladığı için, henüz bir yılan cenneti iken
Karacadaki tarlayı tüm ailenin kucaklaĢma yeri haline
getirdiği için babama minnettarım. Bir daha dünyaya
gelsem yine onun evladı olmak isterdim. Onun kızı
olmak kesinlikle bir ayrıcalık. Canım babam, babalar
günün kutlu olsun!
Not: Annecim, bana sakın gücenme, dilerim bir
gün seni de sana anlatma Ģansım olur. Kızınız ġule
Aktepe (Uysal) 17.06.2006
Mustafa Kemal’in mektubu
Baba, seninle ilgili ilk hatırladığım elinde bir
akordeon, bizim sana ―Hadi baba Ģimdi de Hatırla
Sevgilim‘i çal, söyle‖ dememizdir. ġark‘taydık. Erzurum243
Kandilli geceleri, dıĢarıda kar vardı. Sonra Ankara,
Karaoğlan ve Kıbrıs, karartma, ilk siyah beyaz televizyon
ve Belçika-Brüksel günleri. KomĢumuz Ġtalyan Madam
Georgia‘nın bana Fransızca ders vermesini hatırlıyorum.
Kadın Fransızca saymayı öğretirdi de hep on sayısını
unuturdum. Yine bir gün sayı saydırırken bana dizini
iĢaret ettin. Ben de tam Türkçe aksanıyla ―diz‖ deyiverdim.
Dünyaları unutsam Fransızcadan unutmayacağım
kelimedir 10 sayısı...
Yaz tatilinde bütün Avrupa‘yı dolaĢan kaç kiĢi vardır
ki bu dünyada? ―Yine direği, yanlıĢ yere taktık Gülsen‖
diyerek bir çadırı kurmanızı izlerdik. ġule ile bana
anlattığın masalların meĢhurdur senin: Ünlü ‗Mıttak‘
hikâyeleri, kız mıydı, oğlan mıydı hiç bilemedik onu. Evde
harici elbisenin ceket düğmelerini parlatırken eve dolan
kavil kokusu giyime verdiğin önemi hatırlatır hep. Ne
zaman metal parlatıcı görsem kokusunu senin kokun
olarak duyumsarım. Sonra bıyık bıraktın. ―Babamızın
bıyıkları çııık-mıĢ ― tezahüratı o günden kalmadır.
Saint Joseph kapısında annemle sınav çıkıĢı beni
sorgulamanızı
unutmak
mümkün
mü?
―Ne
sordular?‖demiĢtiniz de 150 soruluk koca sınavdan
aklımda kalan tek coğrafya sorusunu ―Türkiye‘ye en uzun
kara sınırı olan ülkeyi sordular‖ demiĢtim. Yanıtım
Suriye‘ydi. Annem ―Yunanistan‖ dedi. Sen de ―Hadi len,
Irak olacaktı‖ demiĢtin. Sonra yarım saat yok Yunanistan,
yok Irak diye kavga etmiĢtiniz. Allah‘tan soruyu bilip okulu
kazanmıĢtım.
Sen oğlunu kolejde okutmak için arabanı satan
adamsın. Yıllar sonra aldığın gıpgıcır arabayı da sonuna
kadar açık bir teybin ―Komançerooo!‖ kasetini değiĢtirirken
devirip ıskartaya çıkardığımı itiraf etmeliyim. Bu durumda
sana en az iki araba borçlu oluyorum galiba baba. Aslında
bana arabayı sen öğretemedin. Ne zaman hata yapsam,
bir güzel saydırırdın da ben de o araba dersinden nefret
244
ederdim. Mübarek bir emekli Astsubay arkadaĢın adı
Nurettin miydi? ĠĢi iki seansta bitirmiĢti.
IĢıklar Askeri Lisesine giriĢte haki eğitim elbisesiyle
sizi nizamiyeye uğurladığımı hatırlıyorum. Bir anda nasıl
yalnız kalmıĢtım. Yalan yok, asker olmayı çok istemiĢtim.
Annemle Bursa‘dan Marmaris‘e kadar ağlaya ağlaya eve
dönmüĢsünüz. Sonra da her izin dönüĢünde TaĢlık‘taki
Pamukkale yazıhanesinde annemle beni uğurlardınız. O
zamandan beri otobüsle uğurlanmaktan nefret ettim. Hep
içimde bir yalnızlık düğümlenir oldu. 1991-94 oğlun
ġark‘ta. Helal olsun, nasıl dayandın? Annem her saat
televizyonda haber kollarmıĢ. Ne zaman bir yerde çatıĢma
ve Ģehit var, anneme, ―Saçmalama Gülsen, aramızda
önce en yaĢlı annen var, herkes sırasıyla gidecek‖ deyip
kestirip atarmıĢsın. Haklı çıktın da sadece bizim ocak için
haklıydın. Sırasız çok vatan evladı melek olduydu, hala da
olurlar da, ben neden olamadım diye suçlanırım bazen…
Düğünüm çocuğum, çocuklarım Hep yanımdaydın.
Hep benimleydin. Issız dağ baĢlarında da hep beni
gözlerdin. Hala da gözlersin. Memleket meselelerinde,
Marmaris‘in sorunlarında, Ġngilizce sınavlarında, balığa
gitmelerde,
tercüman
rehberlikte,
kaptanlıkta,
bahçıvanlıkta, hayatta neyi hiç sevmedin söyleyeyim.
Dükkan beklemeyi sevmedin, sevemedin. Bu adam benim
babam, Marmarisli, 69 yaĢında ve yılda en az yüz makale
yazar, en az 127 bin km. yol kat eder, hızlı yürür, zavallı
annem ona yetiĢmek için koĢmak zorunda kalır. KoĢmayı,
hayata susamayı, kana kana içmeyi biz ondan öğrendik.
Tarihi olana, eski olana saygı duymayı, doğayı korumayı
ondan öğrendik. Öğrenmesek de, bütün bunları
yapmamıĢ olsan da biz seni yine sevecektik Sen dünyaya
sevilmeye gelmiĢsin. Seninle gurur duyuyorum. Ama
daha da fazlası seni sıcacık bir kucak kadar candan
seviyorum. Babam benim…Oğlun Mustafa Kemal
17.06.2006
245
Erol Uysal’ın ÇOCUKLARINA Yanıtı
Geride bıraktığımız 18 Haziran Pazar günü ‗Babalar
Günü idi. Çocuklarımız Mustafa Kemal ve ġule bana bir
sürpriz yapmıĢlar. Bunlara, ‗çocuk‘ desek de Ģimdi biri kırk
41, diğeri ise 35 yaĢındalar. Kendilerinin 10 yıllık baba ve
anne olmalarına çok az zaman kalmıĢ. Artık onlar da
Ģairin tanımladığı yaĢ ortalaması olan 35‘i devirdiler. Dilek
ve duamız, tüm çocukların, tabii ki anne ve babalarıyla
birlikte yaĢayıp sağlıklı ve uzun ömürlü olmasınadır.
Bizim bu koca çocuklar ‗Babalar Günü‘nü bu defa
değiĢik bir yöntemle kutlamak için halen birbirlerine uzak
ve ayrı Ģehirlerde olmalarına karĢın önce kendi aralarında
ve sonra da yazdığım gazete sahibiyle kurdurdukları
iletiĢim sonrası ayrı hazırladıkları yazıları önceden
gazeteye göndermiĢler. Tabii ki benim bundan haberim
yok. Çünkü o günlerde Karaca‘da tarladaki ağaçların
bakım ve sulanmasıyla meĢguldüm.
Babalar Günü‘nden bir gün önce, yani Cumartesi
günü Karaca‘dan Marmaris‘e döndüm. Arabamı oto parka
bıraktıktan sonra eve yaya giderken ‗ÇağdaĢ Marmaris
Gazetesi‘nin önünden geçiyordum. Gazete sahibi Sayın
Saadet Berber her zamankinden biraz daha farklı ve
heyecan içinde benim gazeteye kadar gelmemi rica etti.
Ben de kabul edip birlikte gazete çalıĢma odasına girdik.
Doğrusu ben de merak etmiĢtim. Daha oturmadan ―Biz
de bir emanetiniz var, çocuklarınızdan geldi‖ deyip elime
bir gazete tutuĢturdu. ―Bu günkü gazetede çocuklarınızın
size bir sürprizi var. Lütfen bunu akĢam evde Gülsen
hanımla birlikte okuyun‖ dedi. Çok merak edip hemen
oracıkta gazetenin sayfalarını karıĢtırıp baĢlığı büyük
puntolarla yazılmıĢ ‗Mektup‘ yazıyı görünce hızlıca iki
paragrafını okudum. Duygulanıp geri kalanını okumakta
zorlanacağımı hissedince izin isteyip teĢekkür ederek
―Bunu evde okumam daha iyi olacak‖ deyip evin yolunu
tuttum.
246
Meğer gazete Gülsen‘e sabah ulaĢtırılmıĢ. Ben de
ona sürpriz yapmak istiyordum. Daha üstümü
değiĢtirmeden çocukların mektubunu bir solukta okudum.
Okurken duygulanıp Gülsen‘i kucakladım. O da ağlamaya
baĢladı. Ġkimizde birbirimize ―ĠĢte bizim çocuklarımız, iĢte
bunlardan da bu beklenir‖ deyip mektubu tekrar okuduk.
Yolda rastladığımız ve yazıyı okuyan dostlarımız bizzat
veya telefonla duygulandıklarını söyleyip bizi kutladılar.
Çocuklara yanıt vermemiz gerektiğini düĢündüm.
EĢime Ģaka yollu ―SataĢma var‖ deyip hemen kaleme
sarıldım. Ne de olsa onlar da baba, anne oldular. ĠĢte
yanıtım…
Sevgili yavrularım. Biz de sizi çok seviyoruz.
Ġnanıyorum ki; tüm çocuklar anne ve babalarını çok
severler. Baba ve anaların çocuklarından beklediği güzel
ahlak, olumlu düĢünce, insan ve doğa sevgisi ve bunlarla
iletiĢimde çağdaĢ ve bilimsel yaklaĢımlara yer verip,açık
ve net tutum sergilemek arzu edilen ve beklenen
erdemlilik değil midir? Zaten bunlar varsa karĢılıklı sevgi
ve saygı kendiliğinden olur.
Ġnsan yaĢamında maddiyattan ziyade manevi
değerler daha önemlidir. Sizinle, dünyaya geldiğinizden
beri yaĢadığız ve yaĢamakta olduğumuz süreç sayısız
anılarla, güzel paylaĢımlarla doludur. Bunların bazılarına
kısaca değinip önce Mustafa Kemal‘den baĢlayayım. Ne
de olsa atalarımız ―Su küçüğün yol büyüğün‖ demiĢler. Bu
ve yaĢam bir yöntem bir yol ise sanırım teĢbihte hata
yapmıĢ olmuyorum.
Oğlum Mustafa Kemal;
1960‘lı
yılların
ikinci
yarısında
yürümeye
baĢladığında, o zaman evimizdeki siyah-beyaz TV‘de
yayın sabah baĢlar, akĢam biterdi. .Yayın baĢı ve
sonunda Anıt Kabirdeki bayrak töreni gösterilirdi. Sen de
ekranda görünen askerler gibi evde esas duruĢa geçer,
247
ellerin ve kollarınla sanal göndere bayrak çekerdin.
Evimizde o anda misafirler varsa, ―Bu çocuk mutlaka
asker olur‖ derlerdi. Çocukluğunda zannederim biraz da
ben seni ‗Militarize‘ ettim. Sizi tanklara, tören ve
kutlamalara götürürdüm. Bir keresinde birlikte nöbetçiyken
oturduğumuz kerpiçten yapılma toprak evden sefer tasıyla
annenin hazırladığı yemeği getirirken eldiven takmadığın
için soğuktan parmakların donmuĢtu. Eski durumuna
gelmesi için ellerlini hayli ovuĢturmuĢtum. Sonrasında da
annen baĢımın etini yemiĢti. Ama bu iĢi isteyerek ve
severek yaptığın için hiç umursamamıĢtın. Yine birinde
Erzurum‘dan yıllık izinle Marmaris‘e geldiğimde ateĢlenip
hasta olunca, rahmetli babaannen ―Bu çocuğa bu ad (
Atatürk‘ün adını kastederek) biraz ağır geldi, yavrum adını
kaldıramıyor herhalde‖ demiĢti.
Ġlköğretimin bir bölümüne Belçika-Brüksel‘de devam
ettin. Orta öğretimi Ġzmir St. Joseph‘te yaptın. Birinci
dönem karnende sadece müzik dersinden zayıfın vardı.
Müzik öğretmeni sana ‗Çanakkale Türküsü‘nün solfej
olarak notalarıyla okunması ödevini vermiĢti. Buna evde
birlikte çalıĢtık. Her defasında es‘i atlıyordun. Aynı hatayı
tekrarlayınca ―Es eĢĢekoğlu eĢĢek es‖ diye bağırınca
yandaki komĢular ―Erol Beye bir Ģey mi oldu‖ deyip kapıya
gelmiĢlerdi…
Ortaokulu bitirince Ġstanbul GS Lisesine gitmeni
istemiĢtik. Sen askeri okulu istedin. O günlerde sivil
okullarda anarĢi ve karıĢıklık olduğundan senin tercihine
karĢı durmadık. Ġmtihanı kazanıp IĢıklar Askeri Lisesine
seni teslim etmeye gittiğimizde daha okula katılır katılmaz
sıfır numara saç kestirip eğitim elbisesi içinde karĢımıza
çıkmıĢ, annenle öğrencilerin arasında ağlamamak için
kendimizi bayağı zorlamıĢtık. Ardından, bu duygu yüküyle
yas tutarcasına Bursa‘dan Marmaris‘e dönmüĢtük.
Sevgili oğlum; Yıllar geçip gidiyor. Geçen yılların
çocuk Mustafa Kemal‘i sen Ģimdi kurmay yarbaysın.
248
Seninle gurur duyuyoruz. Bu güne kadar olduğun gibi
vatanına, Ģanlı Türk Ordusuna ve ailene layık, sağlık ve
mutluluk içinde yaĢamana duacıyım. EĢin, kızım (Gelinim)
sevgili Emel, dünya tatlısı akıllı yavruların, torunlarım Erol
ve Kaya ile sağlık, mutluluk ve baĢarı dolu bir yaĢam
diliyor, gözlerinden öpüyor, yolun ve Ģansın açık olsun!
Babanız Erol Uysal
Kızım ġule;
Doğumun, Erzurum‘da karlı ve tipili eksi 36
derecede, yollarda kar kalınlığının 35 cm. olduğu bir
günde oldu. Görev yaptığım Kandillideki garnizondan bir
Pazar günü sabahı annenin doğum sancısı baĢlayınca
Erzurum‘a askeri ambulansla gitmiĢtik. Aracın içinde
annenin ellerini sıkıca tutmuĢ ―Ha gayret Gülsen, az
kaldı, sabret, diĢini sık‖ diyordum. Kar ve tipi yüzünden
normal zamanda 45 dakikada alınacak yolu bir buçuk
saatte aldık. Aslında doğumun yolda olabilirdi. Annenin
gösterdiği gayret kadar sen de bize anlayıĢlı
davranmıĢtın. Yoksa Ģimdi olmayan sertifikalarım içinde
‗Doğum yaptırma belgesi‘ de evimizin duvarında asılı
olurdu…
Hastaneye varır varmaz on beĢ dakika içinde
doğmuĢ, gözlerini hayata ve bize açmıĢtın. (20 Aralık
1970) O zaman çocuğun cinsiyeti önceden bilinmezdi. Ne
yalan söyleyeyim, lojmanlardaki arkadaĢların hanımları
birbirimizi ziyaretlerde Gülsen‘in karnına bakarak ―Bu
çocuğunuz
da
erkek
olacak‖
deyince
bizi
koĢullandırmıĢlar, ben de ağzım kulaklarımda bu
öngörüden memnuniyet duyup belli etmemeye gayret
göstermiĢtim. Hani ―Sağlıklı olsun da kız oğlan fark
etmez‖ geyikleri gibi... HemĢireler, ‖Erol Bey kızınız oldu,
görebilirsiniz‖ deyince içeri girerken sanki bir burukluk
yaĢadım. Annenin kucağında seni görüp ikinizi de
alınlarından öperken sen ağlıyorken birden bana bakıp
249
gülücük vermiĢtin. O anda sevinç ve mutluluğumu tarif
etmek imkansızdı. Sanki dünyalar benim oldu.
Erzurum-Kandilli‘de kıvırcık, kumral saçları olan,
hareketli, pusette oturmayı sevmeyen, çok canlı bir kızdın.
Bir yıllık izin dönüĢü Marmaris‘ten otobüse binmiĢtik.
Önce Ankara‘ ya, oradan da trenle Erzurum‘a gidecektik.
Daha otobüse biner binmez ağlamaya baĢladın. Diğer
yolcuları rahatsız ediyoruz diye ön koltuklardaki yerimizi
arkadakilerle değiĢip seni bir battaniye içinde uyutmak için
annenle beraber arka sahanlıkta sallamaya baĢladık. Yine
uyutamadık. Muğla‘da verilen molada hemen eczaneye
gidip bir ilaç aldım. Ġlacı suda eritip sana içirmeye çalıĢtık.
Sanki ilaç ters etki yaptı. Ankara‘ya kadar sen yine doğru
dürüst uyumadın. Uykusuzluktan biz uyuyunca sen
koltuktan aĢağıya düĢmüĢsün, seni kucağımızda
görmeyince de paniğe kapılıp koltukların altında aramaya
baĢladık. Sonunda önümüzdeki koltuğun altında bulduk.
Bu durumda ne tren ne de otobüsle gidemezdik.
Doğrudan taksiyle Esenboğa Hava Alanına gidip durumu
iĢletme müdürlüğüne anlattım.
Ġstanbul‘dan gelen
Erzurum uçağından 3 koltuk için bilet bulabildim. Sen de
ayakta biletli yolcu olduğundan hosteslerin kucağında ilk
uçuĢu yaptın. O zaman çok modern sayılan DC-9
uçağıyla zamanında Erzurum‘a indik. Kandilli otobüsüne
gün batımı bindiğimizde sen tüm bir gece ve bir gündüz
uykusuzluğunu bu kısa otobüs yolculuğunda gidermiĢtin.
ġule, seninle çok güzel ortak anılarımız var. Bunları
buraya sığdırmak olası değil. Bir Babalar Gününde bana
böylesine sürpriz hazırlama düĢüncesinin senden
geldiğini düĢünmüĢtüm. YanılmamıĢım. ġimdi bakıyorum
da, okulunu, öğretmenlik mesleğini, çocukları, insanları,
hayvanları ve doğayı seviyorsun. ÇağdaĢ, çalıĢkan,
öğrencileri tarafından sevilen, sayılan bir edebiyat
öğretmenisin. Okullar ve öğretmenler arası kompozisyon
yarıĢmalarında derecelerin var. Bunları yerel gazete
yazılarımda gururla yayınlıyorum.
250
Bana balıkçılık arkadaĢlığı yaptın. Üniversite
bitirme ve Yüksek Lisans Tez çalıĢmaları için benim gibi
çok sevdiğin Marmaris‘i konu seçtin. Ben de sana bu
tezler için yaptığımız yerinde geziler ve çalıĢmalarda
yoldaĢlık, arkadaĢlık yaptım.
Kızım ġule; Ağabeyin ve senin iyi yetiĢmenizde
annenizin büyük emeği vardır. Size bu yanıtımın gazetede
yayınlanacağı 30 Haziran 2006 Cuma günü annenizin
doğum günüdür. Gülsen‘in yaĢ gününü kutlarken bana,
ailemize sizler gibi çocuklar kazandırdığı için annenize,
sevgili eĢim Gülsen‘e teĢekkür ediyor, onu sevgiyle
kucaklıyorum. Seni, damadım Hayrettin‘i oğlunuz torunum
Barbaros‘u öpüyor, sizlere ömür boyu sağlık, mutluluk ve
baĢarı diliyorum. Sağ olun. Var olun!
Erol Uysal- 30.06.2006
251
KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI?
Yukarıdaki ―KiĢi sevmeye Gücün Var mı‖ tümcesi
‗ÇağdaĢ Marmaris Gazetesi‘nde 29 Nisan 2005‘te
yayınlanan köĢe yazımın baĢlığıdır. Ancak, bu baĢlık
bana ait değildir. 23 Nisan 2005 tarihinde aramızdan
ayrılıp manevi dünyasına göçen değerli büyüğümüz
Emekli Büyükelçi Özdemir Benler‘in oğlu Ahmet‘in mezar
taĢındaki yazıdır bu…
Sevgili Özdemir Ağabeyimiz bir Ermeni katilin kahpe
kurĢunlarına hedef olup Ģehitlik mertebesine ulaĢan oğlu
Ahmet Benler‘le yan yana Armutalan mezarlığında ebedi
uykularına çekilmiĢ yatmaktadır.
YaĢamında evlat acısını kalplerine gömen Benler
ailesinin evladı Ahmet‘in mezar taĢına yazdırdıkları
sıradan bir kitabe, yazıt değil, adeta insanlığa bir
mesajdır.‖KiĢi Sevmeye Gücün var mı?‖
83 yaĢında aramızdan ayrılan değerli büyüğümüzün
Marmaris Belediyesinin yayınlamakta olduğu Aylık Tarih
Bültenine konuk edileceğini öğrenince, kalıcı olması için
ölümünden 3 gün sonra yayınlanan ve Ģimdi aradan
neredeyse 5 yılın geçtiği aĢağıdaki gazete yazımı anılan
bültende yayınlanması için gönderdim. Sayın Özdemir
Benler‘i ve oğlu Ahmet‘i bir kez daha rahmetle anıyorum.
Erol Uysal- 27.12.2010
KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI?
Değerli ağabeyimiz Emekli Büyükelçi Özdemir
Benler‘i 25 Nisan 2005 tarihinde kaybettik. Ailesine,
252
ÇağdaĢ Marmaris Gazete çalıĢanlarına, Armutalan ve
Marmarisli dostlarına baĢsağlığı diliyorum.
Sevgili Özdemir ağabeyimizin vefatından 4-5 ay
önceki bir yazımda onun adı geçmiĢti. Bir keresinde,
―Ġlerleyen yaĢına rağmen gazeteye haftada iki gün yazı
gönderir, eli kalem tutan diğer dostlarını da yazmaya
teĢvik eder‖ demiĢtim. Diğer bir yazımda da yazı baĢlığı
yaptığım oğlu Ahmet‘in mezar taĢındaki kitabesine
değinmiĢtim.
Rahmetli Özdemir Ağabeyin doğa, çevre, iç ve dıĢ
politika, turizm gibi konularda yazdığı yazılarda belirli bir
ölçü ve düzey vardı Yazılarında kiĢi ve kurum adlarına yer
vermez, verse de adları geçenlere bir eleĢtiri veya
sitemde bulunulacaksa onu çok yumuĢak ve kırmadan
yapar, bize de bunu önerirdi. Genellikle yapıcı,
cesaretlendirici bir üslubu vardı.
Bazı derneklerin baĢkanlığını yaptığım yıllarda
değerli eĢi Jale Hanım ve Özdemir Ağabeyi
bazı
etkinliklerimize davet etmiĢtik. Kibarca bunu istemediler.
Bilindiği üzere Benler ailesi Hollanda-Lahey‘de Büyükelçi
iken oğlu Ahmet bir Ermeni suikastçının kahpe
kurĢunlarına hedef olup Ģehit olmuĢtu. (12.10.1979) NaĢı
Marmaris‘e getirilerek Armutalan mezarlığına defnedildi.
Benler ailesi emekli olduklarında oğlunun yakınında ve
çok sevdikleri Marmaris‘te olmayı isteyerek Armutalan‘a
yerleĢtiler.
O yıllarda hızını daha da arttıran Ermeni tedhiĢ
örgütleri dıĢ görevdeki temsilcilerimizi hedef alarak
birçoğunu hunharca katletmiĢ, ülke çapında nefret
duygularımızın tavana vurmasına neden olmuĢtu.
Ermenilerin ―Sözde Ermeni Soykırımı‖ adına dünyada
açtıkları kampanya yalan ve asılsız iddialar üzerine
kurulmuĢtu. Bu kampanyalar bazı ülkelerde zemin ve
anlayıĢ bulmuĢ, bu ülkelerle ikili siyasi ve ekonomik
iliĢkilerimiz zedelenmiĢti. Yine o günlerde, gerçek dıĢı
253
suçlamaları ve bunlara destek olan ülkeleri kınamak için
Marmaris‘te de bir platform oluĢturmak istedik. Özdemir
Ağabeyimizi de dolaylı yollardan bu etkinliğin içinde
görmeyi düĢledik. Kibarca katılamayacağını söylemiĢti.
Kavga değil barıĢ yanlısıydı. GeçmiĢin kin ve nefretini bu
güne taĢımak istemiyordu. Kendisini iyi anladım ve
görüĢüne saygı duydum.
Bir dostumuzun vefatı nedeniyle Armutalan
mezarlığında Özdemir Ağabeyin mezarını ziyaretimde
oğlu Ahmet‘in mezar taĢında ―KiĢi sevmeye cesaretin var
mı‖ kitabesi yazılıydı. Bu yazıt, hümanist bir insan olarak
Özdemir Benler‘i tanımlayan kısa ve anlamlı bir kanıttı.
O günlerde yazar ve Ģair Özdemir Ġnce‘nin Hürriyet
Gazetesindeki 24 Nisan 2005 tarihli köĢe yazısı ilgimi
çekti. Yazı uzundu ama tamamını okudum. Anılan
yazıdan bazı bölümleri burada okurlarımla paylaĢmak
istiyorum.
Sayın Ġnce, 1 Mayıs 1979‘ da Atina‘da Dafni
Belediyesinin bir etkinliğine davet edilmiĢ. YetmiĢ yaĢını
dolduran Yunanlı Ģair Yannis Ritsos‘un yaĢ günü
kutlanacakmıĢ. Sayın Ġnce davete katılmıĢ. Kutlamada,
Sayın Ġnce yabancı dilde yayınlanan ilk kitabını katılanlara
imzalayıp veriyormuĢ. YaĢlı bir kadın Sayın Ġnce‘ye
yaklaĢarak tercümanı aracılığıyla kendini tanıtmıĢ.
Ġnce‘nin imzaladığı kitabın sayfalarına bir göz attıktan
sonra, ―Ġyi Türkler de vardır‖ demiĢ. Sayın Ġnce bu ifade
karĢısında adeta yıkılmıĢ. Bir yazısında aynen Ģu
ifadelere yer vermiĢti:
‖Yüreğimin bir el bombası gibi patladığını hissettim.
Gözlerim buğulandı. Ġnsanlığın evrensel kardeĢliğine
inanması gereken bir Yunanlı komünist bana iyi Türkler
de vardır, yani çoğunluğu kötüdür demek istiyordu. ġimdi
biz ―Ġyi Yunanlılar da vardır, iyi Ermeniler de vardır, iyi
bilmem….ler de vardır desek bir kusur iĢlemiĢ sayılmayız,
ama bunu demiyoruz, demeyiz de‖…
254
Ama, Sayın Ġnce yaĢadığı bu üzücü olayın ardından
1979 yılı Mayıs ayında Yunanistan‘ın Hydra Adasına gidip
sıkıntısını aĢağıdaki ―Ġrdeleme‖ ye dökmüĢ:
―Her Ģey bana altmıĢ yıl öncesini anımsatıyor;
Neden gelmiĢlerdi, nasıl gittiler?
Onlar neyi unutmamıĢlardı, çağlar boyunca?
Unutmayanlar var, bizde de, burada da.
Çanlar çalıyor, güzel bir kız bakıyor bana,
Bir acıyı, bir yanlıĢlığı yaĢıyorum burada,
Hele ‗Ġyi Türkler de vardır‘ dedikleri zaman,
Sormak gerek onlara: ‗Nedir iyi Türk olmak‘ ya da
‗iyi bilmem ne olmak‘ ?
Bence, horozların sabah sesiyle uyanmak, uzatılan
dost eli sıkmak ve düĢünmemek, dondurmamak geçmiĢi
bir saat kulesi halinde, ama unutmak, unutturmayan
gölgesini bellek bellek sarkıtlarının‖…(Hydra 08.05.1979)
255
ġehit Ahmet Benler ebedi istirahatgâhında
Değerli okurlar; Sayın Benler ailesi sanki, yazar,
Ģair Özdemir Ġnce‘nin bu uzun anlatısını okuduktan sonra
en kısa ve öz olarak, ama tam anlamını içeren bir tek
cümleyle hissiyatlarını ifade etmiĢler. Değerli insan,
emekli büyükelçi, saygı değer ağabey ve hemĢerimiz
Özdemir Benler‘le oğlu Ahmet‘i saygı ve sevgiyle anıyor,
Yüce Allah‘tan rahmet diliyor, yazımı mezar taĢındaki
anlamlı yazıtla noktalıyorum. ―KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN
VAR MI?
Erol Uysal-29 Nisan 2005
256
ġehit Ahmet ve Babası Özdemir Benler
257
BĠR KÜLTÜR GEZĠSĠ
Geçtiğimiz Pazar günü Marmaris Kültür ve Doğayı
Koruma Derneğinin düzenlemiĢ olduğu TaĢlıca (Phoenix)
gezisine katıldık. Bu gezide, havanın güneĢli ve ılık
olmasının da etkisiyle Marmaris‘te kültür ve doğayı
koruma ve sevme konusunda hiçte anımsanmayacak
sayıda hemĢerimizin bulunduğunu görmekten mutlu
oldum..
Gezi yolu üzerinde verilen ilk molada Marmaris
Müze Müdür Vekili Dr. NeĢe Kırdemir ile Arkeolog Bora
Ayyıldız gezi proğramı ve görülecek yerler hakkında bilgi
verdiler. Ben de bölge hakkında genel bir açıklamada
bulundum. Bilindiği üzere ReĢadiye Yarımadası olarak
bilinen bölge Hisarönü Körfezi ile adeta ikiye bölünür.
Meydana gelen çatalın sağ kolu Çubucak üzerinden
Datça ve Tekir Burnu‘na (Knidos) ulaĢırken diğer sol
kanadı ise Hisarönü, Turgut, Orhaniye, Bayır, Selimiye,
Söğüt, TaĢlıca ve Bozburun‘a kadar uzanır. KavĢaktan bu
çatalın sağına, yani Datça istikametine gidildiğinde
takriben 10 km sonra Bencik veya BalıkaĢıran olarak
bilinen dar, her iki yanı deniz olan bir yere gelinir. Buranın
adı özellikle bölgenin tarihini yazan Heredot dahil bir çok
yazarın eserinde geçer. MÖ. 546‘da Lidya‘nın baĢĢehri
olan Sardes‘i (Salihli) kuĢatıp bu imparatorluğa son veren
Pers Ordusu Harpagus‘un önderliğinde Karya ve Likya
kentlerine saldırmıĢ, bazı Ģehirler kendilerini savunmak
için yaĢlı, kadın ve çocuklarıyla hayvanlarını, paralarını ve
kıymetli eĢyalarını ateĢe verip yakmıĢ, en son neferine
kadar savaĢarak yok olup gitmiĢlerdir. Bazıları da Pers
ordusunun
gücünü
önceden
öğrendiklerinden
savaĢmadan teslim olmuĢlar.
Knidoslular, savaĢmak yerine bir stratejiye
baĢvurmuĢlar. Bencik mevkiindeki dar ve boyun
258
durumundaki yeri kazarak bir kanal açıp kara ordusuyla
gelmekte olan Pers ordularını burada durdurmayı ve
kendilerini
korumayı
düĢünmüĢlerse
de
bunu
baĢaramamıĢlar. Pers ordusu Datça-Knidos istikametine
doğru ilerlemede biraz zorlanmıĢ da olsa
hedefe
ulaĢmıĢlardır.
Burası, antik çağda Akdeniz‘den Ege‘ye ve Ege‘den
Akdeniz‘e geçmek için kullanılan en yakın geçit yeri
olmuĢtur. Tarihçiler, burası için bir balığın havaya
sıçradığında bir kıyısından diğerine atlayabildiğini, küçük
teknelerin bir taraftan diğer yana karadan kızaklarla
taĢınarak geçirilebildiğini yazmıĢ, yörede yaĢayanlar da
buraya özel durumundan dolayı ―BalıkaĢıran‖ veya
―KayıkaĢıran‖ adını vermiĢlerdir. Oysa Ģimdi bu geçit
erozyon ve doğal bitki örtüsüyle kapandığı için büyük yat
ve teknelerin geçiĢine olanak vermemektedir: Bazen
buradan bir kanal açılmasıyla Gökova ve Bodrum‘a
geçiĢin kolay olacağı gündeme gelmiĢ olsa da bu görüĢ
ciddiyet kazanmamıĢtır.
Gezi yerimiz doğrudan TaĢlıca (Phoenix) olduğu için
yol üzerindeki küçük yerleĢim yerlerinde durmadık.
TaĢlıca Köy Meydanında bir mola verip çay içtik. TaĢlıca
muhtarı ve köylüler bizi çok sıcak karĢıladılar. Köylü
hemĢerilerimizin birçoğuyla önceden tanıĢıyorduk.
Bunların bazıları ve yakınları Marmaris ve çevresindeki tur
teknelerinde, restoranlarda denizci, aĢçı, garson olarak
çalıĢırlar.
Bu eski çağlarda da mutlaka böyle olmuĢtur.
Karyalıların aslının Anadolu‘dan Ege Adalarına gidenler
olduğunu biliyoruz. Önce Dor ve sonra Peleponez
SavaĢlarında bulundukları yerleri terke mecbur kalarak
Ģimdiki Yunan Adalarına göç ettikleri düĢünülebilir. ġayet
öyle olmasaydı MÖ.12. yüzyılda Akalarla Truvalılar
arasında cereyan eden, destanlara, filmlere, oyunlara
konu olan ünlü ‗0n yıl SavaĢı‘nda Truvalıların müttefiki
olmak yerine Akalıların yanında dövüĢmeleri gerekmez
miydi?...
259
TaĢlıca Köyü taĢlık, kayalık bir yerde konuĢlanmıĢ.
Adı üzerinde ve tabiri caizse yer gök taĢ. Hani taĢ ihracatı
söz konusu olsa bu köyün halkı çok kısa zamanda köĢeyi
dönerdi. Köyün antik çağda kullanılmıĢ ―41 Su kuyuları‖
halen iyi durumda ve köye su sağlıyor. Bu kuyular kıĢın su
ihtiyacını karĢılasa da yazın yeterli olmuyor. Köy halkı
susuzluk çekiyor. Ellerinde plastik ĢiĢe ve kovalarla
kuyuların baĢında gördüğümüz köy kadınları, kızları bana
Doğu ve Güneydoğu Anadolu‘da 30-40 yıl önce
gördüklerimi anımsattı. ―Marmaris barajından Rodos‘a
dahi su satacağız, vereceğiz ―diyenlerin kulakları çınlasın.
Siz bırakın Rodos‘u, kendi köylerimize, köylümüze su
veremiyoruz, önce bunu halledelim...
TaĢlıca‘nın antik adı ne olursa olsun belli ki eski bir
yaĢam merkeziydi. ―Megaron― olarak tanımlanan evler
yerleĢimin kanıtları. Bunlara diğer mabet, mezar ve
kalıntıları ekleyebiliriz. Bodrum Kalesindeki müzede
sergilenen cam eserler Serçe Limanında batan takriben
15 m. Boyundaki 11. yüzyıl Bizans Batığı‘ndan çıkarıldı.
Limanı daha önce denizden görmüĢtük. ġimdi de karadan
ziyaret ettik. Buranın hemen batısında Bozukkale
(Loryma) var. Neresinden bakarsak bakalım yöremizin,
ülkemizin her yanı kültür ve tarih hazineleriyle dolu.
Bozukkale de (Lorryma) ayrı bir ziyaret yeri, yazı
konusudur.
Kültür Gezimizi, Marmaris‘e dönüĢte Bayır‘dan
Turgut köyüne inerken sol yanda, dağın yamacında
taĢtan yapılı piramit Ģeklinde bir mezar anıtı görüyoruz.
Mimarisi, Milas‘taki ‗GümüĢkesen‘ ve Bodrum‘daki
‗Mousolos‘un Anıt Mezarlarının minyatür prototipini
çağrıĢtırıyor.
MÖ.3. yüzyılda bölgede yönetici veya
komutan olan ‗Diagoras‘a ait olduğu üzerindeki yazıttan
öğrenilmiĢtir. (A)
260
Marmaris- Turgut Köyündeki piramit mezar
Bir kültür gezisini güzel bir havada, sanat, tarih ve
doğaseverlerle geçirerek Marmaris‘e döndüğümüzde
dağarcığımızdaki bilgileri tazelemekten ve albümlerimize
yeni fotoğraflar katmaktan mutluyduk. Bu geziyi
düzenleyen Marmaris Kültür ve Doğayı Koruma Derneği
BaĢkanı Sayın Ġ.Kamil Öner‘e, Marmaris Müze Müdür V.
Dr. NeĢe Kırdemir ve Arkeolog Bora Ayyıldız‘a teĢekkür
ediyorum. 13.01.2005
Kaynak
(A) Beyond The Meander –George Bean 1903–1977
261
ÖLÜLER ALTIN TAKMAZ
Marmaris‟te geride bıraktığımız haftayı hareketli
yaşadık. Önce, Marmaris Kent Konseyinin olağan Genel
Kurul Toplantısını yaptık. Bunun ardından Marmaris Adliye
Sarayının açılışına katıldık. Aynı gün 17. Genel Kurulunu
Marmaris‟te yapan Akdeniz Çevre Platformu‟ toplantısının
sadece bir bölümüne katılabildik. Gönül isterdi ki üç gün
devam den konuşmalara katılabilelim. Ertesi günü de Yüce
Atatürk‟ün ebediyete intikalinin 69. Yıldönümünde
düzenlenen anma törenine katıldık. Atatürk‟ün manevi
varlığının ve değerinin tüm ulusça her geçen gün daha
çok anlaşılması dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu
durumu dikkate aldığımızda tek teselli kaynağımız
olmaktadır. O‟nun için ne söylesek azdır. Büyük Önder‟i
minnet ve şükranlarımızla bir kez daha rahmetle anıyor,
manevi huzurunda saygı ile eğiliyoruz.
Değerli okurlar; Marmaris Kent Konseyinin Olağan
ilk Genel Kurul toplantısında gündem maddeleri içerisinde
projesi telaffuz edilen İçmeler maden ocağı ile Marmaris
Milli Parkı olan Günnücek„in bitmekte olan işletmeciliğinin
yeniden ihaleye çıkarılmaması konusu vardı. Bu konuda
söz alan genel kurul üyeleri her iki proje ve ihale
yenilenmesine karşı çıktılar.
“Marmaris için, doğa ve turizm için büyük değer
taşıyan dünyada ender bulunan böylesi varlıkların
korunması, Milli Park kimliğine yakışır duruma getirilmesi
ve turizm çeşitliliği (alternatif) olarak değerlendirilip
kazanılması asıl amaç kabul edilmelidir” denildi. Bu
maksatla Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulunun
organizasyonunda Çevre Çalışma Grubu Başkanı sayın Filiz
Ersan‟ın öncülüğünde imza kampanyası başlatıldı.
Hemşerilerimizin katılımı çok üst düzeyde oldu.
262
Hemşeriler, “Artık Marmaris‟e sahip çıkmak zamanı geldi
de geçiyor, zararın neresinden dönülse kardır” diyorlar...
Akdeniz Çevre Platformu‟nun (AKÇEP) Genel Kurulu
gündeminde Kaz Dağında altın arama konusu da vardı.
Türkiye Orman Mühendisleri Odası eski Başkanı Sayın
Salih Sönmezışık :”Kaz Dağlarındaki altın arama
faaliyetleri Türkiye‟nin altında imzası bulunan Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesine ve Dünya Mirasını Koruma
Sözleşmesi gibi uluslar arası sözleşmelere aykırıdır” diyor.
Orman yangınları, 2B ve 2C konularını da gündeme
getiren Sönmezışık, ülkenin dağlarının, parklarının,
yeryüzünün tarih, kültür, ekoloji, mitoloji, turizm ve
ekonomi açısından en değerli karasal eko sistemlerinin
başında gelmektedir. Sadece Kaz Dağlarında 101
familyaya ait 906 bitki türü var. Bu türlerin 43 tanesi
endemiktir” diyor.
Bir doğa sever olarak bu ve benzer görüşlere
katılmamak elde değil.
Bilindiği üzere, Marmaris‟in
Günnücek Parkındaki ve çevresindeki Günlük Ağaçları da
endemiktir.
Günnücek,
sadece
Marmaris‟in
değil Türkiye‟nin milli parkıdır. Bir milli parkta ne olması,
ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıdır. Bu yasa
gereğidir…
Diğer yandan aşağıdaki haberi bir gazetenin Pazar
ekinde okudum. Önemine binaen aynen buraya aldım.
Bakın haberde ne diyor:
Asıl adı Necip Yılmaz.
Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik
Fakültesini bitirmiş. Fransızca Turist Rehberliği yapmış.
Turistler kendisine “Niko Guido” lakabını takmışlar. Doğa
tutkusu bu ya… vatandaşın doğayı, çevreyi ve dolayısıyla
ülkeyi sahiplenmesi için ilginç bir yönteme başvurmuş.
Bunu daha önce “Tuz Gölü Kuruyor” diye yapmış ve “Su
Perisi” adlı fotoğrafla ödül almış. Şimdi de gitmiş Kaz
263
dağlarında kız arkadaşı ve çevre gönüllüsü bir bayanın
çıplak görüntülerini çekip bir karede toplamış. Röportajı ve
fotoğrafı gazeteye veren Sayın Sibel Arna‟nın açıklamasına
göre Guido‟nun ve manken arkadaşının amacı, ”Doğayı bu
şekilde katletmeye devam edersek ileride giyinik veya
çıplak olmamızın bir anlamı kalmayacak, çünkü
yaşayabileceğimiz bir dünya olmayacak” demişler. Doğru
da söylemişler... 15.11.2007
264
MİTOLOJİK HİKAYELER
Turist rehberi olmak için Turizm Bakanlığının
düzenlediği kurslarda rehber adaylarına genel kültür,
tarih, arkeoloji, ülke coğrafyası içinde kara, deniz, akarsu
ve göllerdeki bitki ve hayvanlara dair ekoloji, folklor, etnik
yapı, din ve inanç, mitoloji, sosyal ve ekonomik konular
dahil ülkemizin uluslar arası iliĢkilerini de içine alan
dersler verilir. Mitoloji, özellikle uzun mesafeli turlarda
rehberin eline mikrofonu alarak anlattığı ve diğer konulara
kıyasla daha fazla ilgi duyulan bir konu olur. Doğal olarak
mitolojik hikâyelerin anlatımı mutlaka konuya, yöreye ve
doğaya uygun ortamda olur. Ġçinde bulunulan durumla hiç
ilgisi olmayan bir hikâyenin anlatımı ―Dam üstünde
saksağan, vur beline kazmayı‖ atasözünü çağrıĢtırır. Ben
de öyle olmamak için Temmuz sıcağında çok ciddi
konuları irdelemek yerine yöremize ait birkaç hikâye ile
okurların ve bazı yerli tatilcilerin ilgisini çekmek istedim..
Rodos Adası Marmaris‘e denizden sadece 27 mil
uzaklıktadır. Deniz Otobüsü ile 50 dakikada gidilir.
Rodos‘un ‗Mandıraki‘ Limanının giriĢinde iki geyik heykeli
vardır. Takriben 3000 yıl öncesinde Traklar Adaya
geldiklerinde Rodos‘da yılan çokmuĢ. Traklar yaĢadıkları
topraklarda yılan olduğu için deneyimlilermiĢ. Yılanlardan
korunma ve kurtuluĢu adaya beraberinde geyik getirmekte
bulmuĢlar. Geyikler, yılanları ayak ve boynuzlarıyla
öldürürmüĢ. Ġçimden, Marmaris Karaca köyündeki
tarlamızda nadir de olsa engerek ve karayılan görülüyor.
Bazı dostlarım bana, , ―Senin yılanların yüzünden buraya
gelmekten korkuyoruz‖ derler. Onlara, ―Hatırınız için
Trakların Rodos‘ta yaptığı gibi buraya gey,k çiftliği
yapacağım‖ der gülüĢürüz...
Bizim ‗Caretta Cretta‘ Deniz kaplumbağalarıyla
ünlü Dalyan Plajı var ya, bölgemize gelen turistlerin %90‘ı
denizden veya karadan mutlaka orayı ziyaret eder, antik
265
Ģehir Caunos‘u gezer, plajda yüzerler. Tarihte bu Ģehir
Milas‘ta yerleĢik Karya Kralının oğlu Caunos tarafından
kurulmuĢtur. ġimdi gördüğümüz kaya mezarlarından
birisinin de kral Caunos‘a ait olabilir. Mezarların MÖ.
4.Yüzyıl yapımı olduğunu bilsek de, Ģehri kuran
Caunos‘un mezarının halefleri tarafından küçük
değiĢimler yapılarak aynı yere gömüldükleri düĢünülebilir.
Caunos‘un ‗Byblis‘ adında bir kız kardeĢi varmıĢ.
Birbirlerini severek aĢk yaĢamıĢlar. Kral olan baba bu
iliĢkiyi bitirmek için oğlunu yine kendi krallığına ait bölge
olan bu günkü Dalyan‘a göndermiĢ. Bu delikanlı kendi
adını ‗Caunos‘ olarak bu Ģehre vermiĢ. Gel gör ki kız
kardeĢi Byblis bu ayrılığa dayanamamıĢ. Kendini kayalık
bir yerden uçuruma atarak intihar etmiĢ. Caunos buna çok
üzülmüĢ. Byblis‘in saçları kamıĢ bitkisine dönüĢerek
Dalyan ve Iztusu kanalının her yerinde büyüyüp,
serpilmiĢ. Caunos‘a da sadece bu kamıĢları okĢamak
kalmıĢ. O devirlerde kardeĢin kardeĢle evlenmesi bu
günkü gibi sapık iliĢki olarak düĢünülmezmiĢ. Bu tür
aĢklara da ―Caunian Love‖ yani ―Caunos AĢkı‖ denmiĢ...
Bir gün çoban ‗Pan‘ her zaman yaptığı gibi kuzu ve
keçilerini meraya salmıĢ. Hayvanlar karınlarını doyurunca
onları akarsu kenarına getirip su içmelerini sağlamıĢ.
Hayvanların içtikleri billur suların içinden ansızın ―Syrinx‖
isimli bir su perisi görünüvermiĢ çoban ‗Pan‘a. Çoban
Pan su perisinin güzelliği karĢısında adeta büyülenip
hemen kıza âĢık olmuĢ. Ona ulaĢmak için elini uzatmıĢ,
lakin su perisi kılık değiĢtirip kamıĢ bitkisi oluvermiĢ.
Çoban Pan ne yapsın, almıĢ eline bıçağı, kesmiĢ
kamıĢtan bir parça, tüm hünerini icra ederek kendine
güzel bir kaval (flüt) yapmıĢ. BaĢlamıĢ kavalı üflemeye.
Öyle güzel çalmıĢ ki çevredeki tüm canlılar ve su perileri
büyük bir dikkat ve hayranlıkla Pan‘ın üflediği kavalın
sesini dinlemiĢler. ĠĢte o zamandan beri dağda, bayırda,
ovada kaval çalan çobanlar görürüz. Onlar aslında eski bir
geleneği, aĢkı tekrarlıyorlar. Onların Pan‘la Syrinx‘in
266
aĢkını, öyküsünü bilip bilmediklerini söylemek zor olsa da
belli ki aĢk ölümsüz, devam edip gidiyor. ġarkılarda,
türkülerde, gazellerde yalan veya yanlıĢ olsa bile...
Ölüm gerçek ve çaresi yok. Ġnsan yaĢı uzamakta
olsa da ölüm kaçınılmaz. YaĢlılık sağlık sorunu da varsa
zor. Aile yakınlarından yaĢlı bir teyzemiz hayatı çok
seviyor olmalı ki bir sohbetimizde bana Ģöyle yakınmıĢtı.
―Erol oğlum, tıp ilerledi, her türlü icat yapılıyor da ölüme
çare bulunmuyor‖ dedi. Biz de konuyu biraz da provoke
ederek, ―Teyze, gerçekten doğru söylüyorsun, bilim
adamları her tür çalıĢma, araĢtırma ve buluĢlar yapıyorlar.
Belki insan ömrü daha çok uzayacak‖ der demez, ―Napan
ben onların çalıĢmasını, ben öldükten sonra uzamıĢ ne
yazar, söyle onlara ellerini çabuk tutsunlar, Ģu güzel
Marmaris‘te birkaç yıl daha yaĢamak Ģansım olsun‖ deyip
hüzünlendik, sonra da gülüĢtük.
Tarih öncesinde ölüme çare bulunmuĢ. Bir
mitolojik hikâyedir bu. Sağlık tanrısı Asklepion bulduğu
ilacın reçetesini elinde taĢırken baĢ tanrı Zeus ölümsüzlük
sadece kendisine kalsın için Asklepios‘u yıldırımıyla
çarparak olduğu yere yığıp kül edivermiĢ. Asklepios,
elindeki ölümsüzlük reçetesiyle birlikte toprağa karıĢıp
gitmiĢ. Aslında gitmemiĢ, topraktan, reçeteden çıkma bir
bitki yetiĢmiĢ. Adı ‗sarımsak‘ olmuĢ. O günden beri biz
dünya insanları bilmeden sarımsak yeriz. Almanya‘ya ilk
iĢçi olarak giden Türk vatandaĢlarımıza Almanlar çok
sarımsak yedikleri için küçümser ve aĢağılayıcı gözle
bakar, ―Sarımsakçı Türkler‖ derlermiĢ. Almancı adını
taktığımız Almanya‘da çalıĢan vatandaĢlarımızın ifadesine
göre Ģimdi Almanların çoğu sarımsakçı olmuĢ. Tabii ki
uzun yaĢayabilmek için...Sağlıklı, mutlu ve uzun bir
yaĢam dileğimle...15.07.2003
267
AŞURA GÜNÜ
Aslı ‗AĢure‘ değil ‗AġURA‘. Biz ‗aĢure‘ diyoruz.
Arapça‘da aĢere (on)) kökünden gelmektedir. Yani
‗Onuncu Gün‘. Muharrem ayının 10‘nuncu gününde
Kerbelâ‘da Hazreti Ali‘nin oğlu Hüseyin‘in Ģehit ediliĢinin
de adıdır AĢura. Biz buradan çok gerilere gidip biraz daha
karıĢtıralım AĢura‘yı iyi piĢirmek için...
Ansiklopedik bilgilere göre, AĢure Günü‘nden
anlaĢılan Musa Peygamber ile Ġsrailloğulları‘nın Firavunun
baskısından kurtulmaları nedeniyle gün batımından yine
gün batımına yirmi dört saat süreli oruç tuttukları,
hububattan yapılmıĢ bir tatlı ve bir çorba ile oruç açtıkları
bir
kutlama
günüymüĢ.
AĢure
günü
geleneği
Müslümanlığa
Musevilikten
geçmiĢ.
Müslümanlar
tarafından daha çok benimsenen bir baĢka görüĢe göre
bu gelenek peygamber Ġbrahim‘e kadar uzanır ve aĢure
günü Cahiliye Döneminde de Araplar tarafından kutsal
sayılır, kutlanırmıĢ. Peygamberimizin eĢi AyĢe‘nin
belirttiğine göre, KureyĢ Kabilesi aĢure günü oruç
tutarmıĢ. Ancak, Hicretin ikinci yılında (MS.624) Ramazan
Orucu farz kılınınca Peygamberimiz aĢure günü oruç
tutmayı bırakmıĢ.
Nuh‘un gemisinin Büyük Tufan‘dan, Ġbrahim
peygamberin Nemrut‘un ateĢinden o gün kurtulduğu,
peygamber Yakup‘un oğlu Ġsmail‘e o gün kavuĢtuğu, yine
Ġbrahim Peygamberin Kâbe‘yi bir AĢure Günü‘nde inĢa
ettiği kutsal kitaplarda geçmiĢtir. Hazreti Ali‘nin oğlu
Hüseyin‘in AĢure Günü olan 10 Muharrem‘de Ģehit
edilmesi aĢure‘nin Ġslam tarihindeki önemini arttırmıĢ,
ġiiler bu günü yas günü olarak kabul etmiĢlerdir.
AĢure, hepimizin bildiği üzere kırık buğday, pirinç
unu, kuru fasulye, nohut, bakla, kuru üzüm, kayısı, kuru
incir, portakal kabuğu, fıstık, fındık, ceviz, badem, nar ve
gül suyuyla yapılır. Burada aklımıza gelmeyen baĢka
268
katkılar da olabilir. Bu günlerde akraba ve dostların bir
kase içinde evimize gönderdikleri veya bizzat getirdikleri
aĢure ülkemizde her yıl uygulanan bir gelenektir. Rehber
olarak Anadolu üzerindeki zenginliği, hem tarih ve kültür
ve hem de arkeolojik, etimolojik ve folklorik olarak aĢureye
benzetiriz. Binlerce yıldan beri Güney‘den Kuzey‘den,
Doğu‘dan Batı‘dan bir çok kavimin ayak bastığı, iz
bıraktığı, kendi kültür ve folklorunu Anadolu‘ya taĢıdığı
tarihi bir gerçektir. Bugün, Anadolu Medeniyetleri olarak
tanımladığımız bu kültür zenginliği bunun kanıtıdır. Bu
zenginlik, çeĢitlilik bir bakıma aĢureye benzemektedir.
Efsaneye göre, Nuh tufanında hazreti Nuh‘un
teknesine binenlerin beraberlerinde getirdikleri kuru
yiyeceklerden yapılan tatlının veya yemeğin adı da
aĢuredir. AĢurenin o güzel lezzeti, yemesinin hoĢluğu
nasıl küçük bir kâsenin içinde ve üzerindeki tarçınıyla
bizlere ―Yemeyip de yanında yat‖ dedirtiyorsa, Anadolu
topraklarında yaĢayan ulusumuzun her bireyi bir kâsenin
içindeki aĢure gibi birlik ve beraberlik içinde, tasayı,
kıvancı paylaĢarak huzur ve güven içinde yaĢadığında
tüm sorunların üstesinden gelir. Bazen önümüze sorunlar
çıkar, tekerleğe çomak sokanlar olur. Bunlar hep zengin
tarihimizde olmuĢtur. Böylesi olaylar aĢurenin içindeki
katkıların tadının bozulmasına, ayrıĢmasına çalıĢsalar da
baĢarılı olamazlar. Buna izin vermeyiz. Birlik ve
beraberliğimiz bin yıllarca yaĢayan aĢura gibi sonsuza
dek yaĢayacaktır, yaĢamalıdır da...
Çocukluk yıllarımın Marmaris‘inde Karabiberlerin
Ali Amca Kocapınar‘ın (ġadırvan) yanındaki aĢçı
dükkânında aĢure de satardı. Ailemden aldığım harçlıkla
okul dönüĢü burada mutlaka durur, Ali Amcanın üstü nar
taneleriyle bezeli aĢuresinden yerdim. ġimdi o tadı
bulamasam da yine evlerde yapılan aĢureden yer,
çocukluğumun ağız tadını almaya, yaĢamaya çalıĢırım.
269
‗AĢure Günü‘ kutlu ve mutlu olsun! Ağzınızın tadı
bozulmasın! 05.02.2009
270
Marmaris
kazanları
Günnücek'te
bir
271
AĢure
Günü
ve
AĢure
BİR DALYAN TURU
―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin kulakları
çınlasın. Bu sloganı neredeyse yirmi yıldır duyar, bir türlü
gerçekleĢmediğini de görürüz. Nedenlerini yerel
gazeteme daha önce defalarca yazdım. Olmadı.
Tarımla
uğraĢanların
içinde
bulunduğumuz
mevsime ―Bağ bozumu‖ tanımıyla, turizmcilerin ―Sezon
sonu‖ deyiĢleri galiba benzerlik taĢıyor.
Sezon içerisinde kıyı demirleme yerlerinde sıkça
görülen gulet yatlar her Sonbaharda sıraları gelince çekek
yerlerinde karaya alınırlar. Ta ki sezon baĢı gelinceye
kadar burada kıĢlarlar. Özel Fiber yatlar ve bazı ‗charter‘
tekneler ise kıĢı marinalarda geçirirler.
Marmaris‘e en yakın tekne yapım merkezi
Bozburun‘da Kasım ayı baĢında sezonun kapanıĢ
kutlaması ‗Gulet Festivali‘ yapılır. Mavi Tur‘un yorgun
savaĢçıları etkinliğe katılan ziyaretçileri son defa
teknelerinde ağırlar, hep birlikte eğlenilir ve sezon
kapatılır. Tıpkı bağ bozumu gibi... Biz de her yıl bu
etkinliğe katılmaya çalıĢırız. Ama içimizdeki ses bize hep
―KeĢke yıl boyu bu tekneleri iĢletebilsek‖ der. ―Sezon yok,
yıl boyu turizm‖ en azından Mavi Tur iĢletmeci, mürettebat
ve tekneleri için maalesef geçerli olamıyor.
Burada, ―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin de
bir konuda hakkını yememek gerek. BoĢuna mı demiĢler,
―Yiğidi öldür ama hakkını yeme‖ diye. Turizm yapma ve
yaptırmanın değiĢik ve çoğalan alternatifleri içinde
Marmaris‘te sadece ‗Kruvazör Turizmi‘ bu sloganı
kullananları biraz haklı çıkaracak gibi görünüyor. Aslında
gönlümüzden geçen; Kongre, dağcılık, treking (iz-yol
bulma), rafting (Sal veya lastik botla nehirde maceralı
spor yapma), dalıĢ, su sporları, kayak, ikinci bahar ve
emekliler için özel kültür, kaplıca ve sağlık gibi çeĢitlilik
272
içeren turizmin kıĢ mevsiminde de yapılmasıdır. Bu olursa
sektör ve iĢletmecinin yeni sezona hazırlanma, personel
istihdam ve eğitimi dahil bir çok sorun giderilmiĢ olacak,
ve iĢletme tabiri caiz ise ‗islim üstünde‘ duracaktır. Bunun
örneğini turizmde ileri gitmiĢ ülkelerde görüyoruz. .
Konuyu, Marmaris‘i önümüzdeki gün ve aylarda
ziyaretleri planlanan ve binlerce turist getirecek büyük
kruvazörlere taĢımak istiyorum. Ġçinde bulunduğumuz
Ekim ayında çeĢitli acentelere ait en az 10 turist gemisi
limanı ziyaret edecek. Kasım ve Aralık aylarında da
fevkalade bir olumsuzluk olmazsa bu gemilerin liman
ziyaretleri yılsonuna kadar devam edecek. Söylenen o ki;
―Gelecek sezon erken baĢlayacak ve kruvazör turizmi
daha da canlanacak‖ deniyor. Bu durumda günlük ve
yatısız kruvazör turist ziyareti yıl boyuna dönüĢebilir.
Yeter ki Akdeniz‘e kıyısı bulunan ülkelerde, örneğin Mısır,
Suriye, Ġsrail, Lübnan, Tunus, Cezayir ve Kıbrıs, hatta
Türkiye gibi ülkelerde de turist, liman ve seyir güvenliğini
olumsuz etkileyecek terör baĢta olmak üzere olumsuz
geliĢmeler meydana gelmesin. Turist ve turizm için
öncelikle aranan koĢulardan baĢta geleni güvenlik ve
emniyet olduğunu herkes bilmektedir.
11 Ekim 2006 Pazartesi günü limanımıza ünlü
―Quinn Elizabeth-2‖ Transatlantiği geldi. Sayısı 1750‘ye
varan çoğunluğu Ġngiliz yolcunun yarısı Kaunos
harabelerini görmek üzere Dalyan‘a gitti. Diğer yarısı da
çarĢıya alıĢveriĢe indi. Ben de rehber olarak takriben 17
otobüsün birinde çoğunluğu Ġngiliz ve yaĢları 60-70‘in
üzerinde olan turistlerimle Dalyan‘a gittim. Hava güneĢli,
güzel bir sonbahar günüydü. Kültür turu yapacak ileri yaĢ
turistler için bundan iyisi olamazdı.
Turistlerimin,
Marmaris-Dalyan güzergâhındaki tarla ve bahçelerle çam
ormanı kaplı dağ ve tepeleri büyük bir zevk ve hayranlıkla
izlediklerini gördüm. Gökova‘daki okaliptüslerle, piramit
Ģeklinde kurutulmaya bırakılmıĢ susam demetleri, köy
evlerinin çatılarındaki güneĢ enerjileri, üzerinde portakal,
273
mandalina ve limonlarla yüklü narenciye ağaçları,
zeytinlikler turistlerimin dikkatini çekti. Bunların hepsini
onlar bana sormadan açıklamaya gayret ettim. Sorulanları
yanıtladım. Bu tura katılmaktan mutlu oldukları
yüzlerinden anlaĢılıyordu. Hele, Türk Bayraklarımızla
donatılı Dalyan nehir teknelerine binince kaptanımızı
ismiyle tanıttığımda hep birden coĢkulu alkıĢlayıĢları
mutluluklarını belli etmiĢti. Teknede, ünlü kaya mezarları
önünde motoru stop ettirip küçük bir açıklamada
bulundum. Sonra kıyıya yanaĢıp arkeologların ‗Kazı Evi‘
olarak kullandıkları yapının hemen altındaki patika yolda
15–20 dakikalık yaya yürüyüĢüyle kendimizi harabelerin
arasında bulduk. Turistlerin ileri yaĢlarına rağmen bu dik
yokuĢu fire vermeden tırmanıĢı sürdürmelerinden doğrusu
mutlu olup onları tebrik ettim. Gurubumu, önce Roma
Hamamı yakınındaki çitlembik ağacının gölgesinde
oturtup temiz havayı teneffüs etmeye ve dinlenmeye,
Akdeniz ve Ege‘nin mavi sularının kucaklaĢtığı denizi ve
ünlü plajı izlemeye bıraktım. Ardından antik Ģehrin kısa bir
tarihini anlattım. Eski liman, agora, tapınak ve Ģehir
surları, ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağalarından bahsettim.
Kiliseyi, gözlem platformunu ve antik tiyatroyu ziyaret
ettik. Gurubum tiyatroda oturmuĢ halde açıklamamı
dinlerken içlerinden ayakta kalıp fotoğraf çekmekte olan
70 yaĢlarında görünen bir erkek Ġngiliz‘in aniden yere
yığılıp kaldığını gördüm. Hemen konuĢmamı kesip
üzerine gittim. Tiyatroda bulunan diğer guruplar dahil
yüzlerce turiste hitaben içlerinde doktor veya hemĢire olan
varsa lütfen yardıma gelsin çağrısı yaptım. EĢi ve birkaç
kiĢi hemen geldiler. Ġlk yardım yaptık. EĢine daha önce
böyle bir rahatsızlığı olup olmadığını sordum. ―Olmadı‖
dedi. Hastayı gölgeye aldık. Ören yeri giriĢindeki
görevliden yardım istedim. Olayı ayrıca acenteye cep
telefonumla bildirdim. Bu arada hastanın yüzünü ve yere
çarpan yerlerdeki kanamalarını çantamdaki oksijen ve
steril kağıt mendil ile temizledim. Köyden araçla bir
274
hemĢire geldi. Olayı anlattık. Hasta biraz daha iyileĢmiĢti.
Koluna girip arabaya bindirdik. Tekneye kadar arabayla,
sonra tekneyle Dalyan‘a geldik. Kendisi ve ailesine
ambulansla hastaneye gönderebileceğimi söylediğimde
―gerek olmadığını, iyi olduğunu‖ herhalde bir spazm
geçirdiğini, gemide doktora görüneceğini söylediler.
Marmaris‘e limana döndük. Ġlgimize defalarca teĢekkür
ederek gemiye bindiler.
Ġlkbahar ve sonbaharda ören yerlerini ziyaret eden
turistlerin yaĢ ortalaması genelde yüksektir. Dalyan
plajında yazın bulunan Kızılay bayraklı ilk yardım sağlık
ekibinin hiç değilse gemi turlarının olduğu ve çoğunluğu
yaĢlılardan oluĢan turlarda, günün belirli saatlerinde
Kaunos harabelerinde bulunması turizm adına çok
yerinde ve yararlı bir hizmet olur diye düĢünüyorum.
Bayılan turisti harabelerin içinde sadece gölgeye
taĢıyacak bir sedye bile bulunmayıĢı doğrusu bizi sıkıntıya
soktu. Bu eksikliği ertesi günü doğrudan Muğla Valiliğine
yazdım. Yararı olduğunu, en kolay ve çabuk ilk yardımın
yapılması için gerekli önlemin alındığını ilgililerden
öğrenip mutlu oldum. 14.10.2006
275
‘Quinn Elizabeth’ Transatlantiği Marmaris'te
08.11.2006
276
BİR OTURUMUN ARDINDAN
11 Kasım 2003 Salı gecesi yerel TV olan Kanal 48‘
de Sayın Kemal Aküzüm‘ün yönettiği ―Yansımalar‖ adlı
oturumun birinci bölümünü izledim. KonuĢmacılar,
Marmaris Mimarlar ve Mühendisler Odasına kayıtlı tanıdık
hemĢerilerimizdi. Kariyerleri inĢaat ve mühendislik olsa da
katılımcılara vatandaĢların telefonla sordukları sorular
oturum
konularından ziyade Marmaris‘in genel
sorunlarını da içeriyordu. Onlar da sorulara yanıt vermeğe
çalıĢtılar.
Asıl mesele neydi? Bunun yanıtı çok basit.
Marmaris’te geçmişte yapılan yanlışlıklar, çarpık
yapılaşma ve halen tamamlandığı söylendiği halde
tam randımanlı işlemeyen alt yapı sorunlarıdır.
Mimar ve mühendisler olur da yapılaşmanın
planlı, Marmaris’in konumuna uyan mimari
estetik ve turizmine olumlu katkı sağlayacak
perspektifler
gündeme
neden
gelmesin?
Geçmişten bugüne dere ve çayların yoğun
yağışlarla sürüklediği alüvyonlarla dolmuş delta
niteliğindeki kıyılara yakın yerlerdeki güzelim
mandalina, portakal, limon bahçeleri imar
tadilatları yapılarak çarpık yapılaşmaya kurban
edildi. Toplantıda söz alıp konuşan Marmaris
Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi mimar
Sayın Mustafa Eroğlu’nun “1980’li yıllarının
başını felaketin başladığı bir milat olarak ele
almamız doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olur”
demesi acı gerçeğin bir ifadesi oldu.
277
1980’li yıllarda yazdığımız gazete yazılarım
arşivimizde saklıdır. Israrla ve bıkmadan
defalarca bu konuya değindim. Yine bu yıllarda
Avrupa’dan yeni dönmüş, oralarda gördüklerimi
Marmaris’te gördüklerimle kıyaslıyor, uyarılarda
bulunuyordum. Marmaris’in sadece bizim değil,
ülkemiz ve dünya insanlarının hayranlık duyduğu
bir yer olduğunu, böyle oturum ve toplantılarla
gündeme taşıyor, yerel gazetede yazıyordum. O
zamanın yerel yönetici ve bazı turizm
yatırımcıları beni neredeyse aforoz edecekler,
“negatif düşünen adam” olarak tanımlayacaklardı.
Bunların bana yanıtları özetle, “Vatandaşın yasal
hakkını kısıtlayamayız, herkesin çocukları
evlenecek, ev bark gerekli, mandalina, portakal
karın doyurmuyor” oldu. Oysa asıl suçlular böyle
düşünenlerdi. Geleceği görebilen, bilen için bu
hakkı kullanmanın başka ve daha olumlu
seçenekleri aranabilirdi. O kadar bilimsel veriler
ve yöntemler vardı ki, bunu ortaya koymak
işlerine gelmiyordu.
Derdimiz sadece karada değildi. Denizde, kıyılarda,
Marmaris Körfezi‘nde de yapılaĢma baĢladı. Bunun için
de mücadele verdik. Basit hesaplamayla körfezin ömrünü
tahmin ettik. Ġç körfezlerin doğal kaderi tarihteki
örneklerine bakınca gerçekten ilginçtir. Tarihte Ġzmir
Körfezi‘nin bir ucu bugünkü EĢrefpaĢa‘daki Agora‘da,
diğer ucu da Bayraklı ‗daydı. Dalyan (Kaunos) Ģehri
kaplumbağa plajından dört km. içerde, harabelerin
bulunduğu yerdeydi. Efes antik kentinin limanı Büyük
278
Tiyatroya yakındı. Bu gün deniz Pamucak‘tadır.
Neresinden bakarsak bakalım Ege Denizi 4 ila 5 km.
çekilmiĢ. Bunlara daha baĢka limanları ekleyebiliriz.
Marmaris‘e gelince; Marmaris Körfezinin geçmiĢ
tarihte kuzey kıyıları Beldibi‘nde olup Antik Ģehir olan
Physkos‘un limanı sanayi sitesindeydi. ġimdi Marmaris
Kalesinin bulunduğu sit ve tepe bir ada idi. Bu durumda
gelecekte Marmaris Körfezi Cennet Adasına doğru dolup
bataklığa dönüĢecek. Bu süreci uzatmak elimizdedir.
Körfezin her yıl kıyılarından içeri doğru küçüldüğünü,
tabanından yağmurlar sonrası gelen ve körfezin suyunu
çikolata rengine dönüĢtüren toprakla dolma, sığlaĢma ve
kirlenme süreci yaĢadığı bir gerçektir. Bunun aksini
söyleyecek çıkarsa öylesinin alnını karıĢlamam, elini
öperim....
Olası deprem tehlikesi ayrı bir meseledir. Bu sorun
‗Demokles‘in Kılıcı‘ gibi tepemizde durmaktadır. 1999
Ağustos‘unda meydana gelen Marmara Depremi sonrası
hepimizi bir korku sarmıĢtı. Çabuk unutuldu. Anılan
oturumda bu konu değerli bir inĢaat mühendisi
hemĢerimiz tarafından dile getirildi. Afet halinde kurtarma
konusunda Marmaris‘te de bir tim kurulduğu söylendi.
Fakat afetten öncesi için kapsamlı bir çalıĢmanın
yapıldığını hiç duymadık. Oturumda yine baĢka bir inĢaat
mühendisi ―Deprem evleri bölgesine yapılan inĢaatların
elli santim derinliğe atılan temelleri var‖ dedi. Buranın ve
benzer yerlerin risk alanı olduğu yine baĢka bir uzman bir
ağızdan söylendi. O an, o gün bunu duyan, TV‘de isleyen
ve anılan beĢ katlı binalarda oturan hemĢerilerimizin ruh
haletini, psikolojisini düĢünebiliyor muyuz? Bu onlara
olduğu kadar bizi de endiĢe vermiyor mu? Bu güne kadar
bu yapılarda bir iyileĢtirme, denetim yapıldı mı? Bunun
olası Ģiddetli bir depremde hesabını kim verecek?
fay
Ülke genelinde çok katlı yapılaĢmanın olduğu ve
hatlarının geçtiği baĢka riskli yerlerde oturan
279
insanımızın da durumu elbette bundan farklı olmasa
gerektir. Bu riski ve korkuyu yaĢayanların tek teselli
kaynağı, ―Biz inĢaatta demir ve çimentoyu çok kullandık‖
gibi maalesef saf ve bilinçsiz, tabiri caizse ―Züğürt
tesellisi‖ ile yetiniliyor. BaĢımıza ne geliyorsa maalesef
bilim, ilim ve tekniği göz ardı ederek kendimizi sadece
kadere terk etmemizden ileri geliyor. Böyle yapan ülkelere
‗Üçüncü Dünya Ülkeleri‘ deniyor. Ġster kabul et, ister
etme...
Sonuçta; bu tür toplantı ve programların yararına
inanırım. Riskli yapılaĢma alanı olan çok katlı yerler ve
özellikle deprem evlerindeki yapılaĢmadan bazı görüntüler
bu oturuma taĢınabilirdi. Oturumda öncelik, önemine
binaen yapılaĢmayla ilgili konuĢan sözcülere verilmeli,
oturumun seyrini bozmadan izleyenlere ve ilgililere gerekli
uyarı ve bilgileri iletebilmeleri sağlanmalıydı. Kısıtlı zaman
içinde izleyicilerden telefonla konu dıĢı soru almak
oturumun akıĢına ve konuĢmacıların konu dıĢında da
sorulara muhatap olmalarına neden oldu. 12.11.2003
280
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
— Marmaris Limanını ziyaret eden Amerikan Askeri
Gemilerinde sabah kalk borusunun ardından Amerikan ve
Türk Milli MarĢlarının kasetten çalındığını ve bunun Yat
Limanından duyulduğunu...
— Tarihte çıplak kadın heykelcikleri ilk defa
Anadolu‘da yapılmıĢ. Nasıl mı? ĠĢte kanıtı. KonyaKarahöyük kazılarında çıkarılan eserler arasında Erken
Hitit Çağı‘na ait kanatlı, çıplak ve bikinili ĠĢtar (Asur
Tanrıçası) heykelleri de bulunmuĢ. Demek ki boĢuna
değil, MÖ.4.asrın ünlü helkeltraĢı Praksiteles‘in Knidos‘ta
yonttuğu, biri giysili ve diğeri çıplak iki heykelden çıplak
olanı Knidosluların beğenisini kazandığı için Datça‘da
kalmıĢ. Giysili Tanrıça Afrodit‘i (Venüs) Ġstanköy (Kos)
Adası halkı tercih etmiĢ. ―Bu ne demek oluyor‖
diyebilirsiniz. binlerce yıl öncesi Anadolu‘da sanat
sergilemek ahlaki kısıtlamalara takılmıyormuĢ. O çağda
Anadolu‘da çıplak insan heykeli canlıların doğal
durumunu ve güzelliğini yansıtmak için yontucular
tarafından sanat kabul edilerek yapılırmıĢ. Daha düne
kadar Ankara‘nın Sıhhiye kavĢağındaki Hitit GüneĢ
Kursu‘na, parklardaki çıplak Venüs heykellerine karĢı
olanlar bilmem hala aynı kafadalar mı? O dönemde
Marmaris‘e çok yakın olan Knidos Afrodit‘inin çıplak
heykelini görmek için uzaklardan Karya‘ya gelenler
bölgenin ilk turistleri olmuĢlardır. Özetle söylemek
gerekirse bölgemizde ‗Turizm‘ dün veya bilmem kaç yıl
önce değil bundan 2500 yıl önce baĢlamıĢ...
—Antik Dünyanın 7 Harikasından 2‘si ülkemizdedir.
Bunlar, Efes‘in ‗Tanrıça Artemis‘i (Diana) adına yapılmıĢ
Ġyon Tarzındaki Tapınak ile Bodrum‘daki Karya Satrapı
Mausolus adına karısı ve aynı zamanda kız kardeĢi
Kraliçe Artemisia tarafından MÖ.4. yüzyılda inĢa edilmiĢ
‗Mausoleum‘ adlı Anıt Mezar‘dır. Diğer 5 harika ise
281
Ģunlardır. Babil Kraliçesi Semiramis‘e ait ‗Asma
Bahçeleri‘, ‗Mısır Piramitleri‘, ‗Ġskenderiye Feneri‘ (Pharos)
Rodos Adasında liman ağzında GüneĢ Tanrısı Apollon‘a
adanmıĢ ‗Colossus‘ ve HelkeltraĢ Phidas tarafından
yapılıp Parthenon-Athena Tapınağında sergilenen ‗Zeus
(Jupiter) Heykeli‘dir. Bunlardan,
MÖ. 4. Yüzyılda
Ġskenderiye Fenerini inĢa eden mimarın Datça-Knidoslu,
yani hemĢerimiz Sostratus olduğunu biliyor muydunuz?
— Hürriyet Gazetesinde Sayın Yalçın Bayer‘in
―Yeter, Söz Milletin‖ köĢesinde bir okur ‖Cenaze töreninde
tabutun üzerine konan yeĢil örtü üzerindeki Arapça
yazının ne anlam taĢıdığını acaba insanlar biliyor mu?‖
demiĢ. Sizi bilmem ama ben bilmiyordum, öğrendim. ĠĢte
anlamı:
―Herkes
ölümü
tadacak
ve
bize
döndürüleceklerdir‖ Bu bir Ayeti Kerime‘ imiĢ. Okur
eklemiĢ;‖ Bunun neden Türkçesi yazılmıyor‖ diyor. Benim
buna yanıtım ―Okur hem haklı hem de haksız‖ olacaktır.
Haklı, çünkü tüm canlılar vadesi gelince öleceğini
anımsayarak ölçülü olmalıdır. Haksız, çünkü insan olarak
her cenazede ölümün ne olduğunu görüyoruz. Bunu
ayrıca dikte eder gibi okutmanın gereği var mı? Türkçe
olsa ne yazar, Arapça olsa ne? En iyisi Halk Ozanımız
Yunus Emre‘nin aĢağıdaki dörtlüğünü ve felsefesini
algılamakla yetinsek olmaz mı?
―Geldi geçti ömrüm benim Ģol yil esüp geçmiĢ gibi
Hele bana Ģöyle geldi bir göz açıp getmiĢ gibi.
ĠĢ bu söze Hak tanuktur, bu can gözüne konuktur,
Bir gün ola çıka gide kafesten kuĢ uçmuĢ gibi‖...
Yunus Emre (1238-1320)
282
- Amerika‘daki dünyanın en yüksek dikilitaĢı
‗Washington Anıtı‘dır. 1848–1888 tarihleri arasında ve
169,29 metre yükseklikte inĢa edilen bu anıt ülkenin
kurucusu George Washington‘a ithaf edilmiĢtir. Anıtın
açılıĢında gönderilen hediyeler arasında Osmanlı Sultanı
Abdümecid‘in mermer plaket üzerinde PadiĢah Tuğrası ile
Türk hat sanatının örneğini içeren bir yazıt vardı. Bu
hediye halen anıt üzerindedir. Anılan eser zamanın ünlü
hattatı Kazasker Mustafa Ġzzet Efendi tarafından
yazıldığını... Ankara‘yı 6.4.2009‘da ziyaret ederek
TBMM‘de bir konuĢma yapan ABD BaĢkanı Obama
―Bağımsızlığımızda bize birçok ülke dost ve destek oldu.
Bunlardan birisi de Ġstanbul‘dandı. Dostluğumuz 156 yıl
geçmiĢe dayanıyor‖ dediğini... Hat sanatçısı Kazasker
Mustafa Ġzzet Efendinin deri üzerine iĢlediği Arapça Allah,
Peygamber, 4 Halife, Hasan ve Hüseyin yazılı 8 yuvarlak
levhanın her birinin çapının 5.60m.olduğunu, bunların
Ayasofya müzesinin tavanında asılı durmakta olduğunu...
283
Amerika'daki George Washinton Anıtı
— Olimpiyat Oyunları eski Yunanda BaĢ Tanrı Zeus‘a
yapılan dini merasimin bir parçasıydı. Daha sonra modern
oyunlar, sportif disiplinle insanların bazı yönlerini terbiye
edip geliĢtirmesi, dünya barıĢına katkı sağlanması
amaçlanmıĢtır. Oyunlar bir sporcunun Olimpiyat AteĢini
yakmasıyla baĢlar ve tüm oyunlar süresince meĢale
yanar. Oyunların bitiĢinde söndürülür.
284
Beş kıtayı temsilen ilk kez 1920 Olimpiyatlarında
kullanılan Olimpiyat Bayrağı beş dairenin birbirine
geçmesinden oluşur. Mavi daire Avrupa'yı, sarısı Asya'yı,
siyahı Afrika'yı, kırmızı Amerika'yı, yeşil de Avustralya'yı
temsil eder. Bu beş kıtanın üzerinde bir tek güneş parlar.
Güneş ışınlarından yararlanılarak bir büyüteçle yakılan
olimpiyat meşalesi ve birbirine geçmiş 5 dairenin sloganı
ise Latince „Circus‟ (Daha hızlı) „Altius‟ ( Daha yüksek) ve
„Fortius‟ (Daha güçlü) demek olduğunu...
285
Ünlü helkeltraĢ Phidas’ın yontusu olan Zeus Heykeli
(kopyası).
Aslı antik çağın 7 harikasından birisiydi. Sağ elinde
Nike, solda ise Tanrısal Simge ve Asa ile.
(Atina Akropolindeki ‗Atena Tapınağı‘ için yapılmıĢ)
— Zeytin Ağacının adı kutsal kitaplarda da geçer.
Âdem Peygamber ölmeden önce oğullarından birisini
yanına çağırıp bir isteğini iletir. Nedir bu istek? Allahtan
merhamet ve af dilemek için üç ağacın tohumlarını bulup
getirmesini ve onların kendi ağzına konulmasıdır. Oğul
286
babasına sorar. ―Baba, hangi ağaçların tohumlarını
getireyim‖ der. Âdem ağaçları tarif eder. Oğul babasının
dileğini yerine getirmek için hemen koĢarak gider ve
istenilen ağaçların tohumlarını, (çekirdeklerini) getirip
babasının ağzına koyar. Ardından Âdem ölür, toprağa
gömülür. Aradan aylar, yıllar geçer, mezarının üzerinde üç
adet taze fidan belirir. Hızla büyürler. Bunlar Zeytin, Sedir
ve Selvi ağaçları olurlar. Zeytin BarıĢı, Sedir sağlık, güç
ve kuvveti, Selvi ise ölümü simgeler. ―Ölüm Allahın emri‖,
―Ölüm yüz akı‖ gibi sözler ebedi ayrılıklar sonrası sıkça
söylediğimiz sözlerdir. Selvi ölümü simgeler ama
mezarlıklarda yatan mevta(ölü) ruhlarının selamete,
aydınlığa eriĢmesine adeta basamak olur. Ġyi ruhların
koruyucusudur. En büyük dedemiz Âdem‘in demek ki bir
bildiği varmıĢ. Kim bilir? Ben de bu ağaçlardan
Karaca‘daki tarlamıza diktim. ―Ne olur ne olmaz‖
diyerekten...
Hitit GüneĢ Kursu
287
— Hitit GüneĢ Kursu, Orta Anadolu‘da kurulmuĢ
Hitit Uygarlığı sanatının sembolü sayılan bir nesnedir.
GüneĢi sembolize eden dairesel biçimin etrafına
yerleĢtirilmiĢ öğelerden oluĢur. Bazılarının üstünde ses
çıkarması için sallanan parçalar, kimisinde barıĢı
sembolize eden geyik figürü, kimisinde de üremeyi
sembolize etmek üzere kuĢ, ağaç figürleri vardır. AhĢap
asaların ucuna takılarak dini törenlerde kullanıldığı veya
at koĢum takımlarının arasında kullanıldığı sanılmaktadır.
Genellikle tunçtan yapılır.
Tunç Hitit GüneĢ Kursu simgesi kiĢisel kartvizitimi,
tunçtan yapılmıĢ bir mermer tabalı kopyası da çalıĢma
masamı süsler. (EU)
288
SON SÖZ VE ġĠĠR
Dün geçmiĢte kaldı. Yarın ne olacağı belli olmaz.
Bugün size bir hediyedir. Değerini bilin!
(Anonim)
(Yesterday is history. Tomorrow is mystery. Today is a gift
that is why it is called ‗Present‘).
―DüĢüncen konuĢmana,
KonuĢman hareketine,
Hareketin kaderine yansır.
GÜZEL DÜġÜN, GÜZEL YAġA...
Mevlana Celaleddin-i Rumi
YOK, BÖYLE BĠR YER
Marmaris‘te yaĢarız,
Kıymetini bilmeyiz,
Millet Amerika‘dan gelir,
Biz denize bile girmeyiz...
Gelen bir daha gelir,
Gelen bir daha gelir,
Rus‘u, Alman‘ı Ġngiliz‘i,
Sanki onlar Marmarisli,
Biz birbirimiz görmeyiz...
AlmıĢ herkesi para deliliği,
Giyim guĢam hep afili,
Gideceğimiz yer zaten belli,
Görsek de selam vermeyiz...
289
Kaç kiĢiydik, kaç kiĢi kaldık,
Nerelerden nerelere geldik,
Biz birlikte n‘olduk,
Marmaris‘çe bile gonuĢmayız...
Bene bakın bene bakın...
GeçmiĢ uzak, ölüm yakın,
Marmaris‘e sahip çıkın,
Böyle bir yer bulamayız...
Feyzus böle demiĢ,
Ġyi de demiĢ,
Ġmzamı atarım altına,
Aynen öööle...
Yani...Bence ...
Fevzi Olcay (Feyzus) 2009
HemĢerim Fevzi Olca haklı. ‗Yok böyle bir yer‘ diyor
Ģiirinde. Bir baĢkasında da ‗Marmaris‘imi Verin Geri‘ diyor
AĢağıya birkaç fotoğrafını aldım Marmaris‘in. Bunlara
bakıp siz de kendi kendinize ―VAR MI BÖYLE BĠR YER‖
sorusunu sorup yanıtlayın...
MARMARĠS‘ĠMĠ VERĠN GERĠ
Yalancıyı, Burnucunu, Ilıca‘yı,
Tahta köprüyü, Çulluğu, DevedaĢını,
Ġskeleyi, DaĢlığı, Mengeneyi,
Marmaris‘imi verin geri.
Kaldırın yatları, guletleri,
Bağlayın Hürriyet‘i, Süzer‘i,
Görmek istiyorum eski düzeni,
Marmaris‘imi verin geri.
290
Yıkın apartmanları, kırın betonları,
Bahçeli, ağaçlı, çiçekli,
Nerede o güzelim depremevleri,
Marmaris‘imi verin geri.
Kısayalı‘ya, DaĢlığa, Uzunyalı‘ya,
Çekelim kayıkları tekneleri,
Özlemedik mi Hoo, Hu, Yussa Bre demeyi,
Marmaris‘imi verin geri.
Fevzi Olcay (Feyzus -2008)
HemĢerim Feyzus ‗Yok böyle bir yer‘ diyor önceki
Ģiirinde. Bir diğerinde ise ‗Marmaris‘imi Verin Geri‘ diyor.
Ben de buradan kendisine katılarak, ―Gidenler Gelmez,
Gidenler gelmez, ama bilelim yitirdiklerimizi, hiç değilse
kalanları koruyalım, yaĢatalım‖ diyorum.
AĢağıya albümden birkaç fotoğrafını aldım
Marmaris‘in. Bunlara bakıp siz de kendi kendinize ―VAR
MI BÖYLE BĠR YER‖ sorusuna yanıt verin değerli
okurlar...
ALBÜMDEN BAZI FOTOĞRAFLAR
291
Marmaris Kalesi ve Liman
292
Marmaris’e Marinadan bir bakıĢ
293
Amerikan Uçak Gemisi 'Enterprise' Marmaris Limanında
08.02.2011
Marmaris Boğazından gemiyle çıkıĢ. Sağda, Boğaz Feneri,
Keçi Adası ve arkada Ġçmeler
294
Sedir Adasında 'Siklamen' çiçekleri
MTO BaĢkanı Mehmet Baysal, Prof.Dr. Haluk Soyuer, yazar
Erol Uysal (ortada) bir toplantıda
295
Bir toplantıda Yönetim Kurulu Üyeleri ve diğer davetlilerle
11.03.2011
Uzman arıcı bal arılarıyla
296
Marmaris Belediye BĢk.Ali
rehberlerle 21.02.2009
297
Acar
Rehberler
gününde

Benzer belgeler