gazete - Yeni Dünya İçin Çağrı

Transkript

gazete - Yeni Dünya İçin Çağrı
AYLIK
S‹YAS‹
GAZETE
Karkerên jin û mêr!
Ji xeynî zencîrên we tifltekî
we yê wendakirinê tune!
Hûn dikanin cîhanekê
nu wergirin!
Kad›n ve erkek iflçiler!
Zincirlerinizden baflka
kaybedecek birfleyiniz yok!
Kazanaca¤›n›z
yeni bir dünya var!
Aral›k 2005/11 • F‹YATI 2 YTL KDV DAH‹L • ISSN 1302-692X95

içindekiler - editörden
Editörden...
Değerli Okuyucu,
Şemdinli olayı "derin devlet"in tüm
Avrupa Birliği gürültüsüne rağmen
devam ettiğini gösterdi. Kemalist
iktidar ile dinci AKP hükümeti
arasındaki tepişme kızıştıkça "karanlık"
saldırıların boyutunda da artış
görülüyor. Başyazımızı devletin suçüstü
yakalandığı Şemdinli Olayı'na ayırdık.
***
Bu sayımızın yaklaşık yarısı doğrudan
işçi yazılarından oluşuyor. Yeni Dünya
İçin Çağrı'da süreci değerlendiren
güncel yorum yazılarının yanısıra
gittikçe daha fazla işçi yazılarına yer
veriyoruz. Okurlarımızdan bu konuda
gerekli duyarlılığı göstermelerini ve bize
daha fazla güncel, somut işçi yazıları
göndermelerini bekliyoruz. Bu konuda
hiç bir okurumuz "ben yazı yazamam"
gerekçesinin arkasına sığınmasın,
istenirse oluyor, bu sayımız bunun
örnekleri ile doludur.
***
Migros'ta greve çıkılmasına ramak kala
(bir önceki gecesi) TİS'in imzalanması,
büyük tepkilere yol açtı ve yürüyen
hararetli tartışmaların en olumlu
yanlarından birisi, sendikal mücadelede
iki temel anlayışın olduğu - anda
egemen olan uzlaşmacı reformist
anlayış ile ona karşı mücadele içinde
olan sınıf mücadelecisi anlayış bunlar arasındaki mücadelenin hangi
yöntemlerle yürütülmesi gerektiği
üzerine de yoğun tartışılmış olmasıdır.
Bu tartışma esas olarak sanal internet
İçindekiler
ortamında yürütülmüştür ve ne
yazık ki bu tartışmanın çok yararlı
gördüğümüz belgelerini yer nedeniyle
dergimizde yayınlayamıyoruz (İsteyen
okurlarımız İnternet sitemiz üzerinden
bu tartışmanın belgelerini takip edebilir).
Fakat tüm okurlarımıza bu tartışmayı
takip etmelerini tavsiye ediyoruz,
bunlardan öğrenecek çok şey var.
GÜNDEM
Kaza de­ğil, su­çüs­tü!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3
Araş­tır­ma Ko­mis­yo­nu ra­po­run­dan…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4
YENİ İŞÇİ DÜNYASI
MİGROS’ta sendika yönetiminin ayak oyunları . . . . . . . . . . . . . . 6
Tez-Koop-İş İstanbul 2 Nolu’da örgütlü mağdur işçiler Türk-İş’e seslendi
7
İşçi sınıfı içindeki şoven “Koç”­ başları. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8
Bu sayımızda maalesef hem
"İbretliklere" hem de "Karikatürlü"ye yer
veremiyoruz. Tüm okurlarımızdan bu
konuda özür dileriz. "Bulmaca" ise bu
sayımızdan itibaren artık olmayacaktır.
Bulmacayı severek okuyan okurlarımızın
bizi bağışlamalarını istiyoruz.
***
Bir yandan devlet dergimize astronomik
para cezaları yağdırmaya devam ederek
sesimizi susturmaya çalışırken, biz
de boş durmuyoruz ve tüm hızımızla
dergimizi okurlarımızın her türlü desteği
ile güçlendirmeye çalışıyoruz.
Egemenler şunu bilsinler ki işçilerin
ve emekçilerin sesi Yeni Dünya İçin
Çağrı'yı hiçbir güç susturamaz, boşuna
uğraşıyorlar!
***
Bu arada bu sayımız bu yılın son
sayısı, bir dahaki sayımızla yeni yılda
okurlarımızla tekrar buluşacağız.
Okurlarımızı sürekli açık tuttuğumuz
yeni mekanımızı daha sık ziyaret etmeye
çağırıyoruz.
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI, 04 Aralık 2005
Ulus­la­ra­ra­sı sen­di­kal üst bir­lik UNI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10
Akdeniz Belediyesi’nde işçi ve çevre kıyımı!. . . . . . . . . . . . . . . 11
Eğitimcilerin büyük yürüyüşü…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12
Eğitim’deki kadrolaşmaya karşı eylem! . . . . . . . . . . . . . . . . . 12
NEFA Tekstil Fabrikasında sendikalaşmak için
örgütlenen işçiler işsiz bırakıldılar... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13
NEFA Tekstil işçilerinden... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13
Direnen SCT Filtre işçisi kazandı!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14
Kotçular Sanayisinde bir grup işçi.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14
Özelleştirme Manzaraları!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15
İleri ve Birsinler Deri Fabrikalarındaki Direnişler Sürüyor!. . . . . . . . . 15
Mensa işçisi hakkını istiyor!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15
Çocuk işçilerin emeğinin sömürülmesi.... . . . . . . . . . . . . . . . 15
Sendikalaşan konut işçileriyle söyleşi… . . . . . . . . . . . . . . . . . 16
YENİ KADIN DÜNYASI
“Şiddete Karşı Yürüyoruz”! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17
Güney Kültür Merkezinde 25 Kasım Toplantısı.... . . . . . . . . . . . . 17
GÜNCEL
“Devrimci ve demokratik yapılar arasında şiddete karşı çözüm deklarasyonu” üzerine18
Sol-içi şiddet sürüyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 18
Sol İçi Şiddete Karşı Platform Girişimi’ne eleştirilerimiz ve ayrılma gerekçelerimiz 19
PANORAMA
FRANSA: Irk­çı­lık ka­pi­ta­liz­min yol arkadaşıdır, ırk­çı­lı­ğa kar­şı is­yan hak­lı­dır! 20
AZERBAYCAN: "Tu­run­cu dev­rim" bek­len­ti­si şim­di­lik tut­ma­dı . . . . . . . 23
ARJANTİN: “4. Ame­ri­ka Zir­ve­si” ya­pıl­dı…. . . . . . . . . . . . . . . . 24
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN
Maç ulu­sal, so­run ulus­la­ra­ra­sı…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25
KLASİKLERİMİZDEN ÖĞRENELİM
Le­nin’den gün­cel bir yo­rum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26
GELECEK
YEN‹ EK‹MLERDE!
YEN‹ EK‹MLER
GELECEK!
Faşist devletin devrimcileri hücrelerde tecridine
karşı çık,
hesap sor!
gündem
Kaza de­ğil, su­çüs­tü!
“
Su­sur­luk” söz­cü­ğü, bir il­çe­nin adı
ol­ma­sı­nın öte­sin­de fark­lı an­lam­lar
ta­şı­yan bir özel­li­ğe sa­hip ol­du. Do­
kuz yıl ön­ce, 3 Ka­sım 1996’da bir ara­ba­
nın Su­sur­luk ya­kın­la­rın­da bir kam­yo­nun
al­tı­na gir­me­si so­nu­cu “maf­ya-dev­let-aşi­
ret” iliş­ki­si göz­ler önü­ne se­ril­miş; “de­rin
dev­let”in ka­ran­lık iliş­ki­ler zin­ci­ri­nin bir
hal­ka­sı Su­sur­luk ka­za­sı ile kı­rıl­mış­tı.
Su­sur­luk ka­za­sı son­ra­sın­da dev­le­tin sa­
hip­le­ri ağır­lık­lı ola­rak “bu işin üze­ri­ne
gi­di­le­ce­ğin­den” dem vur­du­lar, “git­ti­ler
de”… Araş­tır­ma Ko­mis­yo­nu ku­rul­du,
bin­ler­ce say­fa tu­ta­rın­da ifa­de­ler alın­dı,
yar­gı ça­lış­tı… So­nuç? Ola­yın bo­yut­la­rı
ile kar­şı­laş­tı­rıl­dı­ğın­da ko­ca bir hiç! Araş­
tır­ma­lar, yar­gı­la­ma­lar ola­yın ka­pa­tıl­ma­
sı­na hiz­met et­ti. Su­sur­luk ola­yı hu­ku­ki
ola­rak esas­ta ka­pa­tıl­dı an­cak biz­zat ka­za­
nın ken­di­si kıs­men de ol­sa de­rin dev­le­tin
ka­ran­lık iliş­ki­ler zin­ci­ri­nin gö­rül­me­si­ne
hiz­met et­ti…
Evet Su­sur­luk, de­rin dev­le­tin iliş­ki­le­
ri­ni açı­ğa çı­ka­ran bir ka­zay­dı…
Su­sur­luk’tan do­kuz yıl son­ra Şem­din­
li’de bir pro­vo­kas­yon de­rin dev­le­tin yü­zü­
nün açık­ça gö­rül­me­si­ni sağ­la­dı. “De­rin
dev­let” su­çüs­tü ya­ka­lan­dı…
ŞEM­DİN­Lİ PRO­VO­KAS­YO­NU…
Su­sur­luk ka­za­sı­nın or­ta­ya çık­ma­sı ne “de­
rin dev­let” ya­pı­lan­ma­sı­nı de­ğiş­tir­di, ne
de “hu­kuk dev­le­ti­ne ya­kış­ma­yan” iliş­ki­
le­rin çö­zül­me­si­ni sağ­la­dı. “De­rin dev­let”
iş­le­ri­ni sür­dür­dü. Fa­il-i meç­hul­ler, pro­vo­
kas­yon­lar, kış­kırt­ma kam­pan­ya­la­rı… “ge­
rek­ti­ğin­de” uy­gu­la­ma­ya ko­nul­du.
“De­rin dev­let” Su­sur­luk ka­za­sın­dan
do­kuz yıl son­ra Şem­din­li’de baş­ka bir
“ka­za”ya uğ­ra­ya­rak su­çüs­tü ya­ka­lan­dı!
Olay 9 Ka­sım gü­nü Şem­din­li’de Umut
Ki­ta­be­vi’ne bom­ba atıl­ma­sıy­la baş­la­dı.
Olay­da bir ki­şi ya­şa­mı­nı yi­tir­di. Bom­
ba­cı Vey­sel Ateş bir oto­ya bi­nip kaç­ma­ya
kal­kı­şır­ken çev­re­de top­la­nan halk ta­
ra­fın­dan ya­ka­lan­dı. An­cak PKK iti­raf­
çı­sı­nın bin­me­ye ça­lış­tı­ğı oto­da iki ki­şi
da­ha var­dı: İki “gö­rev­li” ast­su­bay! Halk
ta­ra­fın­dan “su­çüs­tü” ya­ka­la­nan­lar olay
ye­ri­ne ge­len “dev­let güç­le­ri­ne” tes­lim
edil­di. İti­raf­çı Ateş gö­zal­tı­na alı­nır­ken
oto­mo­bil­de bu­lu­nan iki “gö­rev­li” ast­su­
ba­yın jan­dar­ma­nın hi­ma­ye­sin­de “gü­ven­
lik­li bir ye­re” gö­tü­rül­dü­ğü bil­gi­si ba­sı­na
yan­sı­dı.
Araç­ta üç ka­leş­ni­kof tü­fek, 11 şar­jör,
MKE ya­pı­mı iki el bom­ba­sı, kro­ki­ler,
isim lis­te­le­ri ile jan­dar­ma­ya ait çe­şit­li
araç ve ge­reç­ler bu­lun­du.
Şem­din­li Sav­cı­sı’nın olay ye­rin­de ke­şif
yap­ma­sı sı­ra­sın­da ka­la­ba­lı­ğın üze­ri­ne
ateş açıl­dı. De­lil­le­rin araş­tı­rıl­ma­sı­nı ön­le­
mek için ya­pı­ldı­ğı var­sa­yı­lan sal­dı­rı­da iki
ki­şi ya­şa­mı­nı yi­tir­di. Ateş açı­lan ara­cın
bir uz­man ça­vu­şa ait ol­du­ğu be­lir­til­di.
Şem­din­li pro­vo­kas­yo­nu­nun er­te­sin­de
Şem­din­li hal­kı tep­ki­si­ni gös­ter­mek için
so­ka­ğa çık­tı, es­naf ke­penk ka­pat­tı, halk ço­
cuk­la­rı­nı oku­la gön­der­me­me ka­ra­rı al­dı.
Hak­ka­ri ve Yük­se­ko­va’da pro­tes­to gös­te­
ri­le­ri ya­pıl­dı. Yük­se­ko­va’da­ki gös­te­ri­ye 40
bin ka­dar in­san ka­tıl­dı. Açık­la­ma ya­pan
kit­le yü­rü­yü­şe geç­mek is­te­di. Po­li­sin izin
ver­me­me­si so­nu­cu ça­tış­ma çık­tı. İki pan­
zer dev­ril­di. Tep­ki­si­ni di­le ge­ti­ren hal­kın
üze­ri­ne açı­lan ateş so­nu­cu üç ki­şi ya­şa­mı­nı
yi­tir­di. Şem­din­li ola­yı­na tep­ki­ler baş­ka il
ve il­çe­ler­de de sür­dü. Hak­ka­ri’de Şem­din­li
ola­yı­nın üze­ri­ne gi­dil­me­si­ni ta­lep eden ka­
la­ba­lı­ğın üze­ri­ne po­lis pan­ze­rin­den açı­lan
ateş so­nu­cu bir ki­şi da­ha ya­şa­mı­nı yi­tir­di.
Yük­se­ko­va’da kat­le­di­len­le­rin ce­na­ze tö­re­ni
ilk gös­te­ri­den çok da­ha bü­yük bir kit­le­sel
ka­tı­lım­la ya­pıl­dı.
“İYİ ÇO­CUK­LAR” İŞ BA­ŞIN­DA…
Şem­din­li ola­yı­nın araş­tı­rıl­ma­sı sı­ra­sın­da
il­ginç şey­ler çık­tı, çı­kı­yor. Ya­ka­la­nan
PKK iti­raf­çı­sı jan­dar­may­la ça­lış­tı­ğı­nı
açık­la­dı. Ya­ka­la­nan ast­su­bay­lar “te­sa­dü­
fen” ora­da ol­duk­la­rı­nı id­dia et­ti­ler. Bu
ast­su­bay­lar­dan Ali Ka­ya için Ka­ra Kuv­
vet­le­ri Ko­mu­ta­nı Or­ge­ne­ral Ya­şar Bü­yü­
ka­nıt “iyi ço­cuk” de­ğer­len­dir­me­si yap­tı.
“İyi ço­cuk” Ali Ka­ya’nın ama si­ci­li­nin
pek de iyi ol­ma­dı­ğı ba­sı­na yan­sı­dı: “Mut­
ki­li Ali” la­kap­lı Ali Ka­ya’nın bom­ba­la­ma,
köy yak­ma, iş­ken­ce gi­bi bir­çok ola­yın fa­il­
le­rin­den bi­ri­si ol­du­ğu be­lir­til­di.
Ama ne gam! Şem­din­li bom­ba­la­ma­sı­
nın he­men er­te­sin­de Şem­din­li hal­kı ta­ra­
fın­dan ya­ka­la­nan “gö­rev­li” “iyi ço­cuk”
Ali Ka­ya ile di­ğer ast­su­bay jan­dar­ma­nın
ko­ru­ma­sı al­tın­da, “gü­ven­li bir yer­de” tu­
tu­lu­yor… Sa­de­ce PKK iti­raf­çı­sı Vey­sel
Ateş ile Tan­ju “Ça­vuş” tu­tuk­lan­dı.
Olay­la­rın er­te­sin­de AKP hü­kü­me­ti
ka­na­dı olay­la­rın so­nu­na ka­dar araş­tı­rı­
la­ca­ğı me­sa­jı­nı ver­di. Bu­nun için ne ya­
pıl­ma­sı ge­re­ki­yor­sa ya­pı­la­ca­ğı­nı, ola­yın
ört­bas edil­me­si­ne fır­sat ve­ril­me­ye­ce­ği­ni,
fa­il­le­rin ada­let önün­de he­sap ve­re­ce­ği­ni­
söy­lediler.
Ge­nel­kur­may sus­kun­ca; Ka­ra Kuv­vet­
le­ri Ko­mu­ta­nı’nın, ya­ka­la­nıp ser­best bı­
ra­kı­lan­la­rın ken­di emir-ko­mu­ta zin­ci­ri
al­tın­da olan “iyi ço­cuk­la­rı” ol­duk­la­rı­nı
be­lirt­me ya­nın­da “de­rin dev­let”in su­
çüs­tü du­ru­mu­nu ört­bas et­mek is­ti­yor.
Pro­vo­kas­yo­nu bir “ad­li va­ka” ola­rak gös­
ter­mek, bir-iki ki­şi­yi gös­ter­me­lik ola­rak
“yar­gı­la­yıp” ger­çek suç­lu­la­rı ve olay­la­rın
ar­dın­da­ki so­rum­lu­la­rı giz­le­mek is­ti­yor.
Bu ara­da dev­let, çe­şit­li şe­hir­ler­de so­
ka­ğa çı­ka­rak ger­çek suç­lu­la­rın ya­ka­lan­
ma­sı­nı, ola­yın de­rin­li­ği­ne araş­tı­rıl­ma­
sı­nı is­te­yen on­bin­le­rin üze­ri­ne “gü­ven­
lik güç­le­riy­le” sal­dı­rı­yor. Yük­se­ko­va’da
so­ka­ğa çı­kan ve tep­ki­si­ni di­le ge­ti­ren
kit­le üze­ri­ne sa­vaş uçak­la­rı yap­tık­la­rı
al­çak uçuş­lar­la dev­le­tin “gü­cü­nü gös­te­ri­
yor”! Ki­mi kö­şe ya­zar­la­rı ge­liş­me­ler kar­
şı­sın­da so­ka­ğa çı­ka­rak olay­la­rı pro­tes­to
eden ve olay­la­rın de­rin­li­ği­ne araş­tı­rıl­ma­
sı­nı ta­lep eden­le­re “had­le­ri­ni bil­dir­me”
çağ­rı­sın­da bu­lu­nu­yor­lar.
YA­NIT­LAR İK­Tİ­DAR DA­LA­ŞIN­DA
GİZ­Lİ…
Evet, böl­ge­de bir­şey­ler olu­yor… “İkin­ci
Su­sur­luk” ola­rak ad­lan­dı­rı­la­bi­le­cek Şem­
din­li pro­vo­kas­yo­nu “de­rin dev­let”in “iş­
ba­şın­da” ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yor.
Pe­ki ne için? He­def ne, ne­ler ya­pıl­mak
is­te­ni­yor?
Tüm bu so­ru­la­rın ya­nı­tı bu­gü­nün Tür­
ki­ye’sin­de dev­le­tin üst ke­si­min­de yü­rü­yen
ik­ti­dar da­la­şın­dan ba­ğım­sız ve­ri­le­mez.
Evet, Tür­ki­ye’de bu­gün bir ik­ti­dar da­
la­şı yü­rü­yor…
İk­ti­dar da­la­şı­nın bir ya­nın­da AKP
hü­kü­me­ti var. AKP hü­kü­me­ti esas­ta li­
be­ral bü­yük bur­ju­va­zi­si­nin ta­lep­le­ri­nin
sa­vu­nu­cu­su bir hü­kü­met. Li­be­ral bü­yük
bur­ju­va­zi mev­cut dev­let ya­pı­sıy­la ve uy­
gu­la­nan sta­tü­ko­cu si­ya­set­le faz­la iler­le­
ye­me­ye­ce­ği­nin bi­lin­cin­de ve bu yüz­den
Ke­ma­list sta­tü­ko­cu si­ya­set­ten uzak­laş­
ma­yı ta­lep edi­yor. Bur­ju­va­zi­nin bu ke­
si­mi ağır­lık­lı ola­rak Özal hü­kü­met­le­ri
dö­ne­min­de baş­la­dı­ğı yer­le­şik sta­tü­ko­cu
si­ya­set­ten uzak­laş­ma, ta­bu sa­yı­lan ko­
nu­la­ra do­kun­ma (ör­ne­ğin Kürt so­ru­nu­
nun var­lı­ğı­nı alt­tan ge­len ha­re­ke­tin de
et­ki­siy­le ka­bul et­ti­ler) adım­la­rı­nı bu­gün
AKP hü­kü­me­ti ile sür­dü­rü­yor. Li­be­ral
bü­yük bur­ju­va­zi da­ha da ge­li­şip güç­len­
mek, dün­ya em­per­ya­list sis­te­miy­le da­ha
faz­la bü­tün­leş­mek is­ti­yor. Bu­nun için
Tür­ki­ye’nin AB’ye üye­li­ği­ için gö­rüş­me
sü­re­ci­ni önem­li bir aşa­ma ola­rak de­ğer­
len­di­ri­yor. Üye­lik yö­nün­de adım­la­rın
atıl­ma­sı sü­re­cin­de AB Tür­ki­ye bur­ju­va­zi­
si­nin önü­ne dev­let­te 82 yıl­lık ik­ti­dar te­
ke­li­ni elin­de bu­lun­du­ran bü­rok­rat bur­ju­
va­zi­nin sü­reç için­de tas­fi­ye­si­ni ön­gö­ren
gö­rev­ler koy­du. Dev­le­tin kü­çül­tül­me­si
ya­nın­da, Kürt so­ru­nu­nun ba­rış­çıl bir bi­
çim­de çö­zül­me­si, di­ğer ulu­sal ve din­sel
azın­lık­la­ra hak­la­rın ta­nın­ma­sı gi­bi ta­lep­
ler de ödev­ler ara­sın­day­dı. Li­be­ral bü­yük
bur­ju­va­zi bü­tün bu gö­rev­le­rin ye­ri­ne ge­ti­
ril­me­si ve ama­ca va­rıl­ma­sı ama­cıy­la ül­ke­
nin “de­mok­ra­tik­leş­ti­ril­me­si” te­me­lin­de
adım atı­yor. Bur­ju­va çer­çe­ve­de de ol­sa
“de­mok­ra­tik­leş­me” 82 yıl­lık Ke­ma­list fa­
şist re­ji­min sor­gu­lan­ma­sı­nı ve gi­de­rek çö­
zül­me­si­ni gün­de­me ge­ti­ri­yor.
Bü­rok­rat dev­let bur­ju­va­zi­si­nin bu çö­
zül­me sü­re­ci­ne gir­me­si ik­ti­dar da­la­şı­nın
di­ğer ya­nın­da­ki Ke­ma­list­le­ri, en baş­ta
da or­du­yu ra­hat­sız edi­yor.
Evet, ik­ti­dar da­la­şı­nın di­ğer ya­nın­da
an­da ik­ti­da­rı elin­de bu­lun­du­ran Ke­
gündem
ma­list dev­let bur­ju­va­zi­si var. Or­du bu
ik­ti­da­rın te­mel gü­cü. Ke­ma­list dev­let
bur­ju­va­zi­si ik­ti­da­rı­na göz di­ken li­be­ral
bü­yük bur­ju­va­zi­nin des­tek ver­di­ği AKP
hü­kü­me­ti­ni ala­şa­ğı et­mek is­ti­yor. Bu­nun
için çe­şit­li yol ve yön­tem­ler­le hü­kü­me­ti
sı­kış­tır­ma­ya, hal­kın hü­kü­me­te ver­di­ği
des­te­ği or­ta­dan kal­dır­ma­ya, ken­di kit­le
ta­ba­nı­nın güç­len­dir­me­ye ça­lı­şı­yor.
Bu amaç­la di­ğer şey­le­rin ya­nın­da “de­
rin dev­let”in giz­li ka­pak­lı ope­ras­yon­la­rı,
pro­vo­kas­yon­la­rı da dev­re­ye so­ku­lu­yor.
Bu­gü­ne ka­dar son on­yıl­lar­da hü­kü­met­
le­rin yıp­ran­ma­sın­da önem­li bir rol oy­
na­yan PKK ön­der­li­ğin­de yü­rü­yen Kürt
ulu­sal mü­ca­de­le­si­nin iv­me ka­zan­ma­sı,
iç sa­va­şın ge­liş­me­si için bi­linç­li ve plan­lı
bir kam­pan­ya sür­dü­rü­lü­yor. Bir yan­dan
böl­ge­de Kürt yı­ğın­la­rı­nın des­te­ği­ni alan
PKK yay­gın si­lah­lı mü­ca­de­le içi­ne çe­
kil­me­ye ça­lı­şı­lı­yor, Gü­ney Kür­dis­tan’a
se­fer ha­zır­lık­la­rı ya­pı­lı­yor; di­ğer yan­
dan bu­nun kar­şı­sın­da ırk­çı­lık ve Türk
şo­ve­niz­mi kö­rük­le­ni­yor. PKK’nin si­lah­lı
ey­lem­le­ri yük­selt­me­si de­mek ay­nı za­
man­da as­ke­rin böl­ge­de et­kin­li­ği­ni ar­tır­
ma­sı da de­mek. PKK’nin si­lah­lı mü­ca­de­
le­yi yük­selt­me­si so­nu­cu hü­kü­me­tin “acz
içi­ne düş­tü­ğü”, “yö­ne­te­me­di­ği” söy­le­mi
ile hü­kü­me­tin yıp­ran­ma­sı, ye­ni­den sı­kı­
yö­ne­tim­le­r, ola­ğa­nüs­tü hal­ler dö­ne­mi­ne
ge­çil­me­si; or­du­nun “anar­şi ve bö­lü­cü­
lü­ğe kar­şı kur­ta­rı­cı” ola­rak gös­te­ril­me­si
he­def­len­mek­te­dir. He­def­le­nen Ke­ma­list
ik­ti­da­rın ik­ti­dar te­ke­li­ni elin­de tut­ma­sı­
nın bir yo­lu ola­rak Türk ve Kürt halk­la­
rı­nın kar­şı kar­şı­ya ge­ti­ril­me­si­dir. He­def­
le­nen ça­tış­ma­la­rı kö­rük­le­mek, içi­ne gi­
ril­miş olan “de­mok­ra­tik­leş­me” sü­re­ci­ni
dur­dur­mak, ge­ri çe­vir­mek­tir.
He­sap­lar bu çer­çe­ve­de… Son dö­nem­
ler­de ya­pı­lan­lar bu plan­la­ra uy­gun ha­re­
ket edil­di­ği­nin en önem­li gös­ter­ge­le­ri.
Mer­sin pro­vo­kas­yo­nu, Gem­lik’te Kürt­
le­re yö­ne­lik linç gi­ri­şi­mi, bom­ba­la­ma
olay­la­rı­nda art­ış, fa­il-i meç­hul­le­rin tek­
rar baş­la­ma­sı, son ola­rak Şem­din­li’de­ki
bom­ba­la­ma ola­yı… vb. vb. uy­gu­la­ma­nın
bo­yut­la­rı­nı gös­ter­mek­te­dir.
Ke­ma­list ke­si­min bu he­sap­la­rı/uy­gu­la­
ma­la­rı kar­şı­sın­da AKP hü­kü­me­ti “de­mok­
ra­si­yi” sa­vu­nur gö­rün­mek­te­dir. An­cak
on­la­rın sa­vun­du­ğu de­mok­ra­si ger­çek bir
de­mok­ra­si ol­mak­tan hay­li uzak­tır. Her
ne ka­dar AKP’nin sa­vun­du­ğu de­mok­ra­si
“de­rin dev­let”in fa­şiz­mi­ne gö­re “iyi” ol­sa
da uf­ku AB stan­dart­la­rın­da bir de­mok­ra­
si­den öte­ye geç­me­yen AKP’nin de­mok­ra­
si­si­nin de iş­çi­le­r, emek­çi­le­r açı­sın­dan is­te­
nen, öz­le­nen ger­çek de­mok­ra­si ol­ma­dı­ğı
açık. Da­ha­sı AB de­mok­ra­si­si­nin de ne
me­nem bir de­mok­ra­si ol­du­ğu son Fran­sa
ey­lem­le­rin­de bir kez da­ha gö­rül­müş­tür.
Irk­çı­lık te­me­lin­de dış­lan­mış genç­le­rin
hak­lı öf­ke­si­ne Fran­sız ha­kim sı­nıf­la­rı­
ola­ğa­nüs­tü hal ile, dev­let te­rö­rü ile, fa­şist
ted­bir­ler­le ya­nıt ver­di­ler. AKP hü­kü­me­ti­
nin im­ren­di­ği Av­ru­pa de­mok­ra­si­si­nin sı­
nır­la­rı fa­şiz­me/fa­şist ted­bir­le­re ka­dar çok
ko­lay uza­na­bi­li­yor…
ÇÖ­ZÜM İŞ­Çİ­LE­RİN,
EMEK­Çİ­LE­RİN HA­RE­KE­TİN­DE!
Şem­din­li bom­ba­la­ma­sı Su­sur­luk’un ben­
ze­ri bir olay ola­rak Türk ha­kim sı­nıf­la­
rı­nın “de­rin dev­let”ini­n ha­ne­si­ne ya­zıl­
mış­tır. Su­sur­luk’ta “de­rin dev­let” bir
ka­za yap­mış­tı, ay­nı dev­let Şem­din­li’de
su­çüs­tü ya­ka­lan­mış­tır! Şem­din­li ola­yı
açık bir pro­vo­kas­yon­dur, dev­le­tin ör­tü­lü
ope­ras­yon­la­rın­dan bi­ri­si­dir, dev­le­tin “iyi
ço­cuk­la­rı­nın” “kö­tü” bir ey­le­mi­dir.
Bom­ba atan­la­rın kaç­ma­ya ça­lış­tı­ğı oto­
mo­bil­de ele ge­çen plan, lis­te ve kro­ki­ler­
den an­la­şıl­dı­ğı üze­re “de­rin dev­let”in sal­
dı­rı­la­rı/ör­tü­lü ope­ras­yon­la­rı sü­re­cek gi­bi
gö­rün­mek­te­dir. Bir­çok ey­lem plan­lan­mış­
tır. Umut Ki­ta­be­vi’nin bom­ba­lan­ma­sı zin­
cir­le­me sal­dı­rı­la­rın bir hal­ka­sı­dır.
Ha­kim sı­nıf­la­rın he­men her ke­si­min­
den ge­len “olay­la­rın üze­ri­ne gi­dil­me­si
ge­rek­ti­ği” yön­lü açık­la­ma­la­ra rağ­men
he­men her ör­tü­lü ope­ras­yon­da/pro­vo­
kas­yon­da ol­du­ğu gi­bi ola­yın üze­ri ör­tü­le­
cek­tir, ör­tül­mek is­te­ne­cek­tir. Söz­de araş­
tır­ma­lar­la, yar­gı­la­ma­lar­la ki­mi ma­şa­lar
Araş­tır­ma Ko­mis­yo­nu ra­po­run­dan…
Aşa­ğı­da Şem­din­li olay­la­rı­nı araş­tır­mak ama­cıy­la
in­san hak­la­rı der­nek­le­ri­nin, ki­mi sen­di­ka­la­rın ve si­vil
top­lum ör­güt­le­ri­nin oluş­tur­du­ğu ko­mis­yo­nun ha­zır­la­
dı­ğı ra­po­run son bö­lü­mü­nü ya­yın­lı­yo­ruz…
— Ye­ni Dün­ya İçin ÇAĞRI—
“… HE­YE­Tİ­Mİ­ZİN YAP­MIŞ OL­DU­ĞU TESPİTLER:
He­ye­ti­miz yap­mış bu­lun­du­ğu ay­rın­tı­lı araş­tır­ma ve
in­ce­le­me so­nu­cun­da aşa­ğı­da be­lir­ti­len tespitlere ulaş­
mış­tır.
Şem­din­li’de 9 ka­sım gü­nü mey­da­na ge­len olay­lar­da;
3 ay­rı olay­da ölüm ve ya­ra­lan­ma mey­da­na gel­miş­tir.
İl­kin; pa­saj için­de­ki ki­ta­be­vi­ne ya­pı­lan bom­ba­lı sal­
dı­rı ola­yın­da bir ki­şi öl­müş, bir ki­şi de ya­ra­lan­mış­tır.
İkin­ci ola­rak; Araç­ta ya­ka­la­nan şa­hıs­la­rın em­ni­ye­te
gö­tü­rül­me­si son­ra­sı em­ni­yet önün­de top­la­nan hal­kın
üze­ri­ne ateş açıl­ma­sı so­nu­cu iki ki­şi ya­ra­lan­mış­tır.
Üçün­cü ola­rak; sav­cı ta­ra­fın­dan ya­pı­lan olay ye­ri in­ce­
le­me­si es­na­sın­da hız­la hal­kın üze­ri­ne ara­cı­nı sü­ren ve
Tan­ju ÇA­VUŞ isim­li uz­man ça­vuş ol­du­ğu id­dia edi­len
ki­şi­nin si­lah­lı sal­dı­rı­sı so­nu­cu 4 ki­şi ya­ra­lan­mış, bir
ki­şi de öl­müş­tür. Sav­cı­nın be­ya­nı­na gö­re; 30.AK.933
pla­ka­lı araç Jan­dar­ma ta­ra­fın­dan kul­la­nı­lan bir araç
olup bu araç­ta bu­lu­nan ve şüp­he­li ko­nu­mun­da olan
üç ki­şi ise JİT gö­rev­li­si­dir.
Son­ra­dan hal­kın üze­ri­ne ateş açan şah­sın kim ol­
du­ğu halk ta­ra­fın­dan is­men, ev ad­re­si ve res­mi ün­
va­nı ile bir­lik­te bi­lin­me­si­ne rağ­men sav­cı bu ki­şi­nin
kim­li­ği­ni bil­me­di­ği­ni be­yan et­miş­tir. An­cak sav­cı­nın
bu ko­nu­da­ki çe­liş­ki­li be­yan­la­rı he­ye­tin dik­ka­tin­den
kaç­ma­mış­tır.
Her iki ola­yın hiç­bir şüp­he­li­si­nin ifa­de­si­ni sav­cı ala­
ma­mış­tır.
Şem­din­li hal­kı olay­lar aka­bin­de gü­ven­lik güç­le­
ri­nin sa­nık­la­rı ser­best bı­rak­ma­sı ve ya­ka­la­ma­ma­sı
üze­ri­ne ka­mu oto­ri­te­si­ne olan gü­ve­ni­ni yi­tir­miş olup
in­fi­al ha­lin­de­dir.
AY­DIN­LA­TIL­MA­SI GE­RE­KEN HU­SUS­LAR:
« Araç­ta ya­ka­la­nan ve JİT gö­rev­li­si ol­du­ğu id­dia
edi­len bu ki­şi­ler ken­di ira­de­le­riy­le mi Şem­din­li’ye git­
miş­ler­dir? Araç ve jan­dar­ma per­so­ne­li han­gi amaç­la
Şem­din­li’ye gön­de­ril­miş­tir? Kaç ki­şi gö­rev­len­di­ril­miş­
tir? Gö­rev­len­dir­me­yi kim yap­mış­tır?
Bir ör­ne­ği de tes­bit­te ha­zır bu­lu­nan bir avu­ka­ta ve­
ri­len ‘araç tes­bit tu­ta­na­ğı’na ge­çi­ril­di­ği gi­bi ba­gaj­da
sal­dı­rı dü­zen­le­nen iş­ye­ri­nin kro­ki­si han­gi amaç­la bu
JİT gö­rev­li­le­ri ta­ra­fın­dan kul­la­nıl­mış­tır?
« Ay­nı şe­kil­de Se­fe­ri YIL­MAZ’ın yarg­lan­dı­ğı es­ki
dos­ya­sı ile fo­toğ­raf­la­rı­nın araç ba­ga­jın­da bu­lun­ma­sı­
nın se­be­bi ne­dir? Ma­dem ki bu üç şa­hıs sa­de­ce ora­
dan ge­çi­yor idiy­se­ler ne­den araç­la­rın­da bom­ba­la­nan
iş­ye­ri­nin kro­ki­si­ni, Se­fe­ri YIL­MAZ’ın ön­den ar­ka­dan
ve yan­dan çe­kil­miş fo­toğ­raf­la­rı­nı ve es­ki dos­ya­sı­nı ta­
şı­yor­lar­dı?
« De­lil ka­rart­ma ih­ti­ma­li kuv­vet­le muh­te­mel bu­lun­
ma­sı­na rağ­men sav­cı ne­den şüp­he­li­le­ri der­hal din­le­
me­miş­tir? Sav­cı­nın bu şüp­he­li­le­ri der­dest et­me­si­ne
en­gel ne­den­ler var mı­dır? As­ke­ri güç­le­rin sav­cı­ya şüp­
he­li­le­ri tes­lim et­me­di­ği id­di­ala­rı doğ­ru mu­dur?
« İs­mi biz­de sak­lı olan şah­sa da­ya­na­rak al­mış ol­du­
ğu­muz bil­gi­le­re gö­re; sav­cı ta­ra­fın­dan tu­tu­lan Araç
Ara­ma Tespit Tu­ta­na­ğı’nda yer alan, bay­ram­dan bir
gün ön­ce mey­da­na ge­len ve 67 iş­ye­ri­nin tah­ri­bi ile
çok sa­yı­da ki­şi­nin ya­ra­lan­ma­sı­na yol açan bom­ba­lı
ey­le­min ya­pıl­dı­ğı ye­rin kro­ki­si ile son bom­ba­la­ma
ola­yı­nın ger­çek­leş­ti­ği iş­ye­ri­nin kro­ki­si­nin ay­nı araç­ta
yer al­ma­sı ta­ma­men bir te­sa­düf ese­ri mi­dir? Bu­nun
iza­hı ne­dir?
« Araç­ta ya­ka­la­nan iki ki­şi ile son­ra­dan hal­kın üze­
ri­ne ateş aç­tı­ğı id­dia edi­len ki­şi ne­den he­nüz göz al­
tı­na alın­ma­mış­tır? Olay­lar ne­de­niy­le ne­re­dey­se tüm
gü­ven­lik güç­le­ri ve sav­cı olay ye­rin­de iken ne­den ateş
eden bu ki­şi der­hal ya­ka­lan­ma­mış, ta­kip edil­me­miş
kim ol­du­ğu bu­gü­ne ka­dar tespit edil­me­miş ve­ya sav­
cı­ya bil­di­ril­me­miş­tir?
« Bay­ram­dan bir gün ön­ce mey­da­na ge­len çok şid­
det­li pat­la­ma­yı da mı ay­nı ki­şi ya da ki­şi­ler ger­çek­leş­
tir­miş­tir? Bu­nun ya­nın­da uzun sü­re­den be­ri mey­da­na
ge­len ben­zer pat­la­ma­lar­da mı ay­nı ki­şi ya da ki­şi­ler­ce
ger­çek­leş­ti­ril­miş­tir?
« Bom­ba­yı at­tı­ğı id­dia edi­len ki­şi­nin kay­ma­kam
ta­ra­fın­dan Hak­ka­ri ili nü­fu­su­na ka­yıt­lı bir şa­hıs ol­
du­ğu id­dia edil­miş­tir. Bu şah­sın ay­rı­ca iti­raf­çı ol­du­ğu
yö­nün­de ba­sın­da ha­ber­ler yer al­mış­tır. Bu hu­sus
doğ­ru mu­dur? Doğ­ruy­sa bu şa­hıs böy­le iş­ler için kul­
gündem
kur­ban edi­le­cek, ola­yın ger­çek so­rum­lu­
la­rı, ola­yın ger­çek ama­cı göz­ler­den giz­
len­me­ye ça­lı­şı­la­cak­tır.
Pe­ki ya­pıl­ma­sı ge­re­ken ne? “De­rin dev­
let”in su­çüs­tü ya­ka­lan­ma­sı ve ola­sı ye­ni pro­
vo­kas­yon­la­rı kar­şı­sın­da ne yap­mak ge­rek­li?
Ya­pıl­ma­sı ge­re­ken en te­mel şey bu tür
sal­dı­rı­la­rın ki­me, ne­ye hiz­met et­ti­ği­nin
bi­lin­me­si­dir. Sal­dı­rı­lar ik­ti­dar da­la­şı­nın
bir ürü­nü­dür ve bu te­mel et­ra­fın­da bur­
ju­va­zi­nin bir ke­si­mi Kürt si­ya­sal ha­re­ke­
ti­ni –çok yön­lü bir bi­çim­de– kul­lan­mak
is­te­mek­te; Kürt ve Türk halk­la­rı­nı kar­şı
kar­şı­ya ge­tir­me­ye ça­lış­mak­ta­dır. Bu­na
kar­şı Türk ve Kürt iş­çi­le­ri ve emek­çi­le­
ri­ne dü­şen gö­rev oy­na­nan oyu­nu bo­şa
çı­kar­mak; halk­la­rı bir­bi­ri­ne dü­şür­me­ye
ça­lı­şan­la­ra kar­şı mü­ca­de­le et­mek­tir.
Bu tür bir mü­ca­de­le­de ama dik­kat
edil­me­si ge­re­ken bir yan var­dır: “De­rin
dev­let”in sal­dı­rı­la­rı kar­şı­sın­da onun ik­
ti­da­rı­na göz di­ken bur­ju­va­zi­nin li­be­ral
ke­si­mi de si­ya­si has­mı­nı teş­hir et­mek
için bu tür ey­lem­le­re kar­şı çı­kar gö­rün­
mek­te­dir. On­lar ken­di­le­ri­ni “de­mok­ra­si
sa­vu­nu­cu­su” gö­rüp gös­ter­mek­te, kit­le­
le­ri si­ya­si ha­sım­la­rı­na kar­şı ken­di saf­
la­rın­da top­lan­ma­ya ça­ğır­mak­ta­dır­lar.
Ger­çek­te iş iş­çi­le­re, emek­çi­le­re sal­dı­rı­ya
gel­di­ğin­de an­da­ki dev­let ik­ti­da­rın­dan
pek de fark­lı dav­ran­ma­ya­cak olan AKP
hü­kü­me­ti şah­sın­da bur­ju­va­zi­nin bu ke­
si­mi­nin pe­şi­ne ta­kıl­mak ger­çek de­mok­
ra­si ve öz­gür­lük is­te­yen­le­rin işi de­ğil­dir,
ol­ma­ma­lı­dır. Bur­ju­va­zi­nin bir ke­si­mi­ne
kar­şı di­ğer ke­si­min kuy­ru­ğu­na ta­kıl­mak
ve on­lar­dan olay­la­rın izi­ni so­nu­na ka­
dar sür­me­le­ri­ni bek­le­mek ha­yal­ci­lik­tir.
Çün­kü dev­let on­la­rın da dev­le­ti­dir ve
on­lar ken­di ara­la­rın­da­ki da­la­şa rağ­men
dev­le­tin yıp­ran­ma­sı­nı uzun va­de­li çı­kar­
me­yen, Kürt ve Türk emek­çi­le­ri­ni kar­şı
kar­şı­ya ge­tir­me­yen ey­lem­le­re ağır­lık ver­
mek­tir.
Şem­din­li ve Yük­se­ko­va hal­kı ya­pıl­
ma­sı ge­re­ke­ni pra­tik­te gös­ter­miş­tir. Her
iki il­çe­de de halk kor­ku sı­nı­rı­nı aş­mış,
dev­le­tin si­vil-res­mi güç­le­ri­nin, on­la­rın
sal­dı­rı­la­rı­nın kar­şı­sı­na kit­le­sel ey­le­miy­le
çık­mış­tir.
la­rı açı­sın­dan is­te­mez­ler.
İş­çi­ler, emek­çi­ler ken­di güç­le­ri­ne gü­
ven­me­li­dir­ler!
Bu­gün ya­pıl­ma­sı ge­re­ken, bu­gün­kü
or­tam­da ve an­da­ki güç­ler iliş­ki­si için­de
sa­vaş or­ta­mı­nı de­rin­leş­tir­me ça­ba­la­rı­na
kar­şı çık­mak, si­lah­lı ça­tış­ma­la­rı kö­rük­le­
Şem­din­li ve Yük­se­ko­va’da ya­pı­lan kit­
le­sel ey­lem­ler bir kez da­ha iş­çi­ler, emek­
çi­ler ha­re­ke­te ge­çti­ğin­de, kor­ku­ du­va­rı­nı
aş­tı­ğın­da güç­lü gö­rü­ne­nin as­lın­da güç­
süz ol­du­ğu­nu, ger­çek gü­cün bir­leş­miş,
ör­güt­len­miş hal­kın gü­cü ol­du­ğu­nu gös­
ter­miş­tir.
la­nıl­mak­ta mı­dır? Bun­dan ön­ce baş­ka­ca ey­lem­ler­de
de kul­la­nıl­mış mı­dır?
« Gör­gü ta­nık­la­rı­nın he­men ta­ma­mı­nın ben­zer
an­la­tım­la­rın­da geç­ti­ği üze­re pat­la­ma­nın ar­dın­dan
halk­tan in­san­lar pat­la­ma­nın ol­du­ğu ye­re yö­ne­lir­ken
ka­mu gö­rev­li­si olan bu ki­şi­ler ne­den olay ye­rin­den
uzak­laş­ma­ya ça­lış­mış­lar­dır? Bu ve ben­ze­ri olay­lar
kar­şı­sın­da ka­mu gö­rev­li­sin­den bek­le­nen tu­tum bu
mu­dur?
Hal­kın ya­ka­la­yıp po­li­se tes­lim et­ti­ği bu üç ki­şi­den
iki­si na­sıl ve ne şe­kil­de po­li­sin elin­den kur­tul­muş­tur?
Bu ki­şi­le­rin JİT ele­ma­nı ol­ma­sı po­li­sin on­la­rı ser­best
bı­rak­ma­sı­nı bir şe­kil­de et­ki­le­miş mi­dir? Po­li­sin bu ki­
şi­le­ri sav­cı­ya gö­tür­me­den ser­best bı­rak­ma yet­ki­si var
mı­dır? Yok­sa bu yet­ki­yi sav­cı­dan mı al­mış­tır?
« Araç ba­ga­jın­da bu­lu­nan el bom­ba­la­rı ve uzun
nam­lu­lu si­lah­lar JİT en­van­te­rin­de ka­yıt­lı mı­dır? Bu
ki­şi­le­re tes­lim edil­di­ği zim­met def­ter­le­rin­de ka­yıt­lı
mı­dır?
KA­NA­AT:
He­ye­ti­miz yap­mış bu­lun­du­ğu in­ce­le­me, araş­tır­ma
ve et­raf­lı gö­rüş­me­ler so­nu­cun­da aşa­ğı­da­ki ka­na­at­le­re
ulaş­mış­tır :
Şem­din­li il­çe­sin­de 9 Ka­sım 2005 gü­nü mey­da­na
ge­len pat­la­ma son­ra­sı JİT gö­rev­li­le­ri­nin olay ye­ri­ne
git­me­le­ri ge­re­kir­ken olay ye­rin­den kaç­ma­ya ça­lış­ma­
la­rı, gör­gü ta­nık­la­rı Se­fe­ri YIL­MAZ, Mu­har­rem TE­
KİN, Zey­dan ÖZEL ve Ta­hir ER­BAŞ’ın bir­bi­ri­ni ta­
mam­la­yan be­yan­la­rı, araç ba­ga­jın­da el bom­ba­sı, bol
mik­tar­da mer­mi ve üç adet ka­leş­ni­kof bu­lun­ma­sı,
şüp­he­li­ler­den bi­ri­nin po­lis ile bir­lik­te git­mek ye­ri­ne
kaç­ma­yı ter­cih et­me­si, iş­ye­ri­ne sal­dı­rı dü­zen­le­nen ki­
şi­nin PKK üye­li­ğin­den ha­pis yat­mış bi­ri ol­ma­sı, sav­cı
ta­ra­fın­dan tu­tu­lan araç tespit tu­ta­na­ğı­na ge­çi­ril­di­ği
gi­bi ba­gaj­da Se­fe­ri YIL­MAZ’ın iş­ye­ri­nin kro­ki­si­nin
bu­lun­ma­sı bü­tün şüp­he­le­ri bu üç gö­rev­li üze­rin­de yo­
ğun­laş­tır­mak­ta­dır.
Araç Tes­bit tu­ta­na­ğı­na da ge­çi­ril­di­ği gi­bi; araç­ta
bay­ram­dan bir gün ön­ce mey­da­na ge­len ve 67 iş­ye­
ri­nin ta­ma­men tah­rip ol­ma­sı ve çok sa­yı­da ki­şi­nin
ya­ra­lan­ma­sı ile so­nuç­la­nan bom­ba­la­ma ey­le­mi­nin
ger­çek­leş­ti­ği ye­rin kro­ki­si­nin de çık­ma­sı bu ey­le­min
de ay­nı ki­şi ya da ki­şi­ler ta­ra­fın­dan ger­çek­leş­ti­ril­di­ği
yö­nün­de cid­di an­lam­da kuş­ku ya­rat­mış bu­lun­mak­ta­
dır.
Bu olay dev­let için­de hu­kuk dı­şı ha­re­ket eden bir
gru­bun ha­len ak­tif ol­du­ğu ka­na­ati­ni do­ğur­muş­tur.
JİT gö­rev­li­le­ri bu tür fa­ali­yet­le­rin­de da­ha ön­ce su­ça
ka­rış­mış iti­raf­çı ta­bir edi­len şa­hıs­la­rı ha­len kul­lan­
mak­ta­dır­lar.
SO­NUÇ:
He­ye­ti­miz si­vil­le­re ya­pı­lan sal­dı­rı so­nu­cu mey­da­na
ge­len olay­lar­da ya­şam hak­kı’nın ih­lal edil­di­ği, vü­cut
bü­tün­lü­ğü­ne sal­dı­rı­la­rın ol­du­ğu, mül­ki­yet hak­kı­nın
za­rar gör­dü­ğü so­nu­cu­na var­mış­tır.
Şem­din­li hal­kı olay­lar aka­bin­de gü­ven­lik güç­le­
ri­nin sa­nık­la­rı ser­best bı­rak­ma­sı ve ya­ka­la­ma­ma­sı
üze­ri­ne ka­mu oto­ri­te­si­ne olan gü­ve­ni­ni yi­tir­miş olup
in­fi­al ha­lin­de­dir. Bu­nun gi­de­ri­mi ve gü­ve­nin ye­ni­den
te­si­si için müm­kün olan me­ka­niz­ma­lar ive­di­lik­le ha­
re­ke­te ge­çi­ril­me­li­dir.
Bu se­bep­le he­ye­ti­miz ra­po­run so­nuç kıs­mın­da iki
önem­li çağ­rı yap­ma­yı uy­gun bul­muş­tur:
Bu ola­yı araş­tır­mak­la il­gi­li ola­rak TBMM ta­ra­fın­
Gö­rev, de­rin dev­le­te ve onun pro­vo­kas­
yon­la­rı­na kar­şı so­ka­ğa çık­mak; dev­le­tin
te­rö­rü­ne kar­şı öz­gür­lük ve ba­ğım­sız­lık
ta­le­bi­ni ve mü­ca­de­le­si­ni yük­selt­mek­tir!
İşçi arkadaş! Şem­din­li pro­vo­kas­yo­nu
gi­bi dev­let te­rö­rü­ne kar­şı çık­mak, halk­
la­rın bir­bir­le­ri­ne dü­şü­rül­me­le­ri­nin kar­
şı­sın­da dur­mak… en az üc­ret ar­tı­şı, özel­
leş­tir­me, iş gü­ven­ce­si vb. vb. so­run­lar
ka­dar se­nin so­ru­nun­dur. İş gü­ven­cen de
ol­sa, çok iyi bir üc­re­tin de ol­sa pro­vo­kas­
yon­lar­la se­ni sı­nıf kar­de­şi­ne kar­şı kış­kır­
tan bir dev­le­tin ida­re­sin­de ya­şı­yor­sun…
Halk­la­rı bir­bi­ri­ne kış­kır­tan, böy­le­ce
ik­ti­dar öm­rü­nü uzat­mak is­te­yen bir dev­
let bu dev­let! Öz­gür­lük­le­ri çiğ­ne­yen bir
dev­let hü­küm sü­ren dev­let! Ba­ğım­sız­lık
is­te­ği­ni on­yıl­lar­dır bas­kıy­la, te­rör­le ezen
bir dev­let bu!
Bü­tün bun­la­ra kar­şı çık­mak iş­çi­le­rin,
emek­çi­le­rin en te­mel gö­rev­le­rin­den bi­ri­
si­dir. Unut­ma­mak ge­re­kir ki, halk­la­rın
kar­deş­li­ği an­cak ve an­cak hem “de­rin
dev­let”e, hem de on­la­rın ik­ti­da­rı­na göz
ko­yan söz­de “de­mok­ra­si” sa­vu­nu­cu­la­rı­
nın hü­küm­ran­lı­ğı­na son ve­ri­le­rek ka­za­
nı­la­bi­lir.
Ve halk­la­rın kar­deş­li­ği, ba­ğım­sız­lık ve
öz­gür­lük er ya da geç dev­rim­le ka­za­nı­la­
cak­tır!
20 Ka­sım 200 5 ✓
dan der­hal bir Mec­lis Araş­tır­ma Ko­mis­yo­nu oluş­tu­
rul­ma­lı­dır. Ak­si tak­tir­de ola­yın ni­te­li­ği iti­ba­riy­le de­
lil­le­rin ka­rar­tıl­ma­sı ih­ti­ma­li ol­duk­ça yük­sek gö­rün­
mek­te­dir.
Şem­din­li C. Baş­sav­cı­sı­nın tek ba­şı­na bu ola­yın üs­
te­sin­den ge­le­me­ye­ce­ği ka­na­ati ha­sıl ol­du­ğun­dan Ada­
let Ba­kan­lı­ğı­nın bu olay­la il­gi­li ay­rı bir sav­cı gö­rev­len­
dir­me­si öne­ri­lir.
Baş­ba­kan, Ada­let Ba­ka­nı, İçiş­le­ri Ba­ka­nı ve Ge­nel
Kur­may Baş­ka­nı’nın ola­yın cid­di şe­kil­de araş­tı­rı­la­
ca­ğı yön­lü ka­mu­oyu­nu tat­min edi­ci açık­la­ma­lar yap­
ma­sı ge­rek­mek­te­dir.
— İHD Ge­nel Yö­ne­tim Ku­ru­lu Üye­si Av. Ab­dul­va­
hap ER­TAN,
— MAZ­LUM­DER Ge­nel Yö­ne­tim Ku­ru­lu Üye­si ve
Van Şu­be Baş­ka­nı Av. Ab­dul­ba­sit BİL­Dİ­Rİ­Cİ,
— İN­SAN-DER Baş­ka­nı M. Ya­sin HAS­KAN­LI,
— Çağ­daş Hu­kuk­çu­lar Der­ne­ği Van Şu­be Baş­ka­nı
Av. Mu­rat Tİ­MUR,
— Hak­ka­ri Es­naf ve Sa­nat­kar­lar Oda­la­rı Bir­li­ği Baş­
ka­nı Arif KO­PA­RAN,
— İHD Van Şu­be Baş­ka­nı Av. Cü­neyt CAN,
— MAZ­LUM­DER Van Şu­be­si Baş­kan Yar­dım­cı­sı
Abi­din EN­GİN,
— İHD Hak­ka­ri Şu­be Baş­ka­nı Ne­ci­be GÜ­NEŞ,
— KESK Şu­be­ler Plat­for­mu adı­na SES Şu­be Baş­
ka­nı Ah­met EDİ,
— ME­MUR-SEN Hak­ka­ri İl Baş­ka­nı Ab­dul­ceb­bar
YA­KAR ve
— Hak­ka­ri ÖV­DER Baş­ka­nı Übey­dul­lah DÜN­
DAN” ✓
yeni işçi dünyası
MİGROS’ta sendika
M
yönetiminin ayak oyunları
igros’ta resmi toplu sözleşme
süreci bitirildi. Sendika
Genel Merkezi Migros pat­
ronu ile anlaşarak toplu sözleşmeyi
imzaladı.
İmzalanan toplu sözleşmenin işçi­
lere ne getirip getirmediğinden daha
çok tartışılan sorun ve nokta, Migros
marketlerinde yetkili Tez-Koop-İş
Sendikasının toplu sözleşme süresince
ortaya koyduğu tavır ve siyaset oldu.
Tez-Koop-İş Genel Merkezi, Migros
patronu ile toplu sözleşme görüşmeleri­
nin başladığı andan itibaren üyelerinin
taleplerini ve Genel Merkez’in tabanın
haklı isteklerinin daha gerisinde olan
patrona sunduğu talepleri kabul ettir­
mek için bir mücadele çizgisi izlemedi.
Tersine, daha toplu sözleşme görüşme­
lerinin başında, Migros patronunun
uzlaşmaz tavrı görülmesine, üstüne
üstlük patronun “performans primi”
gibi yeni dayatmalarla görüşme ma­
sasına oturduğu bilinmesine rağmen,
Migros patronunun “sağduyusuna”
güvenerek hareket edildi. Tez-Koopİş Genel Başkanı Sadık Özben’in “28
Ekim’de Migros T.A.Ş İşyerinde Greve
Çıkıyoruz” tarihli basın açıklamasında
çok açık ortaya konduğu gibi, “... buna
rağmen Migros işvereni uzlaşmaz tav­
rını sürdürdü.”
Bu gerçeği kendisi bile tespit etme­
sine rağmen Tez-Koop-İş yönetimi üye­
lerini harekete geçirerek, yasal hakkı
olan ve işçilerin önemli bir kesimi ta­
rafından da aktif olarak talep edilen
grev silahını kullanarak, sendikanın
taleplerini mücadele ederek kabul et­
tirme yoluna girmedi. Patronun uzlaş­
maz tavrı sonucunda mecbur kalarak
16 Eylül 2005 tarihinde ilan ettiği grev
kararını bile savunmayan tavrında ıs­
rar etti. Bu anlayış grev kararının du­
yurulduğu basın açıklamasında, ”Oysa
biz Tez-Koop-İş Sendikası Yönetimi
olarak uzun yıllar örgütlü olduğumuz
Migros işyerlerinde çalışma barışını
ve huzurunu savunduk. Verimliliği
hiçbir zaman gözardı etmedik. Tüm
üyelerimizi, sendikaları ve duyarlı
vatandaşlarımızı örgütlü olduğumuz
marketlerden alışveriş yapmaya yön­
lendirdik. Yaşanan tüm sorunları aile
içi sorunlar olarak algıladık ve dışarıya
yansıtmamaya çalıştık. Görüşmelerin
tıkandığı ve gerildiği zamanlarda bile
her zaman sorunların masa başında
çözülmesi için gayret gösterdik.” diye
ortaya kondu.
Tez-Koop-İş yönetiminin toplu söz­
leşme görüşmelerinde tüm tavrına, at­
tığı adımlara yön veren anlayış işte bu
temel anlayış olmuştur.
O, işçiyi sömüren, en ağır şartlarda
çalışmaya mahkum eden, Tez-Koopİş yönetiminin kendisinin aynı basın
açıklamasında itiraf ettiği gibi, 10 yıl­
dan fazla çalışan full-time bir işçinin
“açlık sınırında” bir ücrete mahkum
edildiği, part-time işçilerin “hiçbir
sosyal hakkının” bulunmadığı sömürü
ortamını “aile içi” sorunların bulun­
duğu bir durum olarak görmekte, bu
“aile” içinde sendikanın görevini var
olan ağır sömürü sistemini, “çalışma
barışını ve huzurunu savunma” diye
kavramakta ve hatta patrona daha
büyük karlar aktarmanın ifadesi olan
“verimliliği” hiçbir zaman gözardı
etmediklerini belirtmektedir. Bir de,
üyelerinin açlık sınırında ücretlere
mahkum edildiği Migros mağazala­
rından alışveriş yapılmasının rekla­
mını yapmakla övünmektedir.
Bu yüzden Tez-Koop-İş yönetimi
başından itibaren işçilerin ve sendika­
nın taleplerini patrona kabul ettirmek
için kullanması gereken en önemli
mücadele aracı olan grev aracını kul­
lanmayı hiç arzu etmemiştir. Sendika
üyesi işçileri grev kararından vazgeçi­
rememiş, bunun üzerine bu toplantı­
daki işçilere “greve çıkılacak” sözünü
vermek zorunda kalmıştır.
Bu toplantıdan çıkan aynı Genel
Merkez yöneticileri aynı akşam, iş­
çilerin ve şubelerin haberi olmadan
Migros patronu ile gizlice bir araya ge­
lip anlaşmaya imzasını atmış, objektif
olarak işçilerin çıkarlarını ve taleple­
rini bir kez daha satmıştır.
Tez-Koop-İş Genel Başkanı Sadık
Özben’in 1 Kasım 2005 tarihli basın
açıklamasında anlattığına göre Migros
patronu ile gizli görüşme ve sendika
yönetiminin toplu sözleşmeyi imzala­
ması şöyle gelişmiştir:
“ 27 Ekim Perşembe gecesi Türk-İş
Başkanı Sayın Salih KILIÇ’ın da devreye
girmesiyle, işveren (altını biz çizdik)
yeniden sendikamız ile görüşme tale­
binde bulunmuş, yapılan müzakereler
sonucunda işveren % 10 zam talebimize
Yönetimi, kendi deyimi ile patronun
görüşmelerdeki “uzlaşmaz tutumu”
nedeni ile grev kararı almaya mecbur
kalmıştır.
Sendikanın “grev kararı almaya
mecbur kaldığı”nın altı çizilmelidir.
Zira toplu sözleşme görüşmelerinin
yasal süresi dolduktan sonra yasanın
hükmü gereğince sendikanın ya pat­
ronun dayattığı taleplere imza atması
ya da grev kararı alması zorunludur.
Yoksa yetkili sendikanın yetkisi düş­
mektedir. İşte Tez-Koop-İş Sendikası
yönetimini 16 Eylül 2005 tarihinde grev
kararı almaya iten en önemli etken bu
yetki düşme korkusu olmuştur (bkz.
TİSGLK, Madde 23, 27 ve 28), gerçek­
ten grev mücadelesi ile taleplerini pat­
rona kabul ettirme, grev mücadelesini
gerçekten örgütleme anlayışı değil.
Grev kararının alındığı 16 Eylül tari­
hinden sonra da Tez-Koop-İş yönetimi
grev mücadelesinin başarılı bir biçimde
uygulanması amacı ile ciddi hiçbir ha­
zırlık yapmamış, tersine yönetimin
kararını ciddiye alan ve grev kararına
uygun olarak hazırlık yapmaya çalışan
sendika şubesini ve bağlı üyelerini grev
kararının uygulanmasından vazgeç­
meleri için ikna etmeye çabalamıştır.
Bu yüzden greve çıkılacağı günün bir
önceki akşamı (27 Ekim akşamı), grev
kararı konusunda en tutarlı tavır takı­
nan İstanbul 4 Nolu şube yönetimini
ve üyesi işçileri grevden vazgeçirmek
amacı ile bir toplantıya katılan Genel
Merkez yöneticileri 4 Nolu şubeyi ve
evet demiş, 7 yıl ve üzerindeki işçilere
her yıl 1 milyonluk kıdem zammı ya­
pılmasını, satış priminin yıllık ortala­
masının
(3 0 - 4 0
milyon)
sözleş­
menin
1. yıl sü­
re si nc e
h e r ay
ga ra nt i
para olarak verilmesini kabul etmiştir.
İstanbul için ek bir zam konusunda
ise, tüm çabalarımıza rağmen uzlaşma
sağlanamamıştır.
İstanbul dışındaki tüm şubelerimi­
zin (12 şube) ve temsilcilerimizin söz­
leşmenin bu şekilde imzalanması yö­
nündeki talepleri de dikkate alınarak
Migros Toplu İş Sözleşmesi bu şekilde
imzalanmıştır.”
Tez-Koop-İş Genel Başkanı, imza­
ladığı Toplu İş Sözleşmesinin gelişimi
konusunda yaptığının arkasında du­
ramamakta, gerçekleri çarpıtma yo­
luna girmektedir. Tabanın sıkıştırması
sonucunda bu toplantıda greve “evet”
demek zorunda kalmıştır. Basın açık­
lamasında, bu tavrını yokmuş, söylen­
memiş gibi gösterip, üzerini örtmeye
çalışmaktadır.
Genel Merkez’in işçileri grevden
vazgeçirme çabalarının boşa çıktığını
ve Genel Başkan’ın greve “evet” demek
zorunda kalmasını Migros yönetimi
hemen haber alıyor. Aylardır yürü­
tülen toplu sözleşmelerde uzlaşmaya
yanaşmayan, yeni teklif getirmeyen
Migros patronu, işçi toplantısından
grev kararı çıkınca, bu kez kendisi zora
düşüyor ve aynı akşam Türk-İş Genel
Başkanı Salih Kılıç’ı devreye sokup
Tez-Koop-İş ile uzlaşma yolu aramak
zorunda kalıyor ve “aman gelin görü­
şelim” diyor. Yani işveren kesinlikle
greve çıkılmasını istemiyor ve greve
çıkıldığında daha çok zarar göreceğini
tespit ediyor.
Tez-Koop-İş yönetimi, işverenin en
geç bu andan itibaren aslında kesin­
likle işyerlerinde grev istemediğini,
greve çıkıldığında patronun daha da
köşeye sıkışacağını kavrayıp, grev sila­
hının örgütlenmesine daha fazla önem
verme yolunu seçeceğine, görüşelim
teklifine cankurtarana sarılır gibi sarı­
lıyor. Aynı akşam işçilerin, birkaç saat
önce toplantı yaptığı İstanbul 4 Nolu
şube yönetiminin haberi olmadan, ka­
palı kapılar ardında yapılan kısa bir
görüşme sonucunda anlaşmaya imza­
sını atıyor.
Gerçeğin üzerini örtmeye çalışan
Tez-Koop-İş yönetimi, “İstanbul dı­
şındaki tüm şubelerimizin (12 şube) ve
temsilcilerimizin sözleşmenin bu şe­
kilde imzalanması yönündeki talepleri
de dikkate alınarak Migros Toplu İş
Sözleşmesi bu şekilde imzalanmıştır”
diye iddia etmektedir.
“ 2 8 E k i m’ d e M i g r o s T. A . Ş .
İşyerlerinde Greve Çıkıyoruz!” baş­
lıklı basın açıklamasında çok açık bir
biçimde, hiçbir şube ayrımı yapmadan
sendikanın genel tavrı olarak, talepler
kabul edilene kadar greve çıkma kara­
rına varıldığı belirtilirken, anlaşmaya
imza attıktan sonra grev kararına as­
lında “İstanbul dışında tüm şubeleri­
mizin ve temsilcilerimizin” anlaşmayı
onayladığı ve grevden vazgeçme görü­
şüne sahip olduğunu iddia etmektedir.
Üstelik Genel Başkan aynı akşam bir­
kaç saat içerisinde 12 şube yönetiminin
ve tüm işçi temsilcilerinin görüşünü ve
onayını aldığını iddia etmesi, en hafif
deyimle “yalana kılıf geçirmek”tir.
Aslında imzalanan anlaşmayı, kapalı
kapılar ardında yapılan toplantıya ka­
tılan yöneticiler dışında başka kimse­
nin görme, denetleme imkanı yoktur.
Bir işçi haklı olarak tepkisini şöyle
dile getirmektedir: ”Benim ve arka­
daşlarımın tepkisi sözleşmenin sonu­
cundan çok kandırılmış olmaktadır.
Dürüstçe bir tutum değil. Sonuçtan
çok bu tutuma tepkidir. Günlerce bu­
rada toplantılar yapıldı, sonunda greve
çıkma kararı alındı. Biz Bolu’dan dö­
nüp sözleşmeyi imzalamasına tepki
gösteriyoruz.” (Evrensel, 31.10.05)
İşte Tez-Koop-İş Yönetiminin an­
lamadığı ve anlamak istemediği esas
sorun da budur, Sendika Yönetimin
işçiye güven duymaması, tabana değil,
“aile içinde” gördüğü işverenin sağdu­
yusuna güvenmesidir.
İMZALANAN TOPLU SÖZLEŞME
KAZANIM MI OLMUŞTUR
Gizli kapaklı görüşme sonucunda im­
zalanan Toplu İş Sözleşme anlaşması
ile tam olarak ne elde edildiği hak­
yeni işçi dünyası
kında belgelere dayanan bir bilgimiz
şu an yok. Tez-Koop-İş yönetiminin
verdiği bilgilere göre, “en düşük işçi
ücreti 580 milyona yükselmiştir. Yılda
4 ikramiye, her ay 90 milyon TL gıda
yardımı ve yılda toplam 680 milyona
ulaşan sosyal yardımlar dikkate alın­
dığında Migros işçisi adına iyi bir söz­
leşme imzalanmıştır.”
Tez-Koop-İş yönetimi imzalanan
anlaşma ile elde edilenlerin değerlen­
dirilmesinde de yine tutarlı bir tavır
takınmamakta ve elde edileni kendi­
sinin görüşmelerde talep ettiği ücret
zamları ile karşılaştırmaktan kaçın­
maktadır. Genel olarak elde ettiğini
idia ettiği artışları aktarıp arkasından
bu sözleşmenin “iyi bir sözleşme” ol­
duğunu savunmaktadır. Somut bir
toplu sözleşme görüşmelerinde elde
edilenin “iyi bir sözleşme” olup olma­
dığını değerlendirmede, başka şeylerin
yanısıra, öne çıkartılması gereken iki
temel kriter vardır:
1. Görüşmelerde işçilerin talep ettiği
ücret artışlarının esası patrona kabul
ettirilmiş midir ettirilmemiş midir?
Tez-Koop-İş in toplu sözleşme görüş­
meleri içerisinde en başta gelen talebi,
sendika yönetiminin de basın açıkla­
masında ifade ettiği gibi “açlık sını­
rında” olan ücretlerin seyyanen, her iş­
çiye uygulanacak biçimde 120 milyon
artırılması idi. Sendika yönetimi daha
sonra bu talebi 100 milyona indirdi.
Buna rağmen Migros patronu bu talebi
kabul etmeye yanaşmadı. İmzalanan
anlaşmada da bu talep elde edilmedi.
“Açlık sınırında” olan ücretleri biraz
olsun açlık sınırı üzerine çekmek için
talep edilen temel ücret artışının kabul
edilmediği şartlarda, nasıl olurda im­
zalan anlaşma “iyi bir sözleşme”olarak
değerlendirilebilir?
Kaldı ki, Migros çalışanları içeri­
sinde çok önemli bir bölümü oluştu­
ran ve ücretleri “açlık sınırı”nında çok
çok altında olan part-time çalışanla­
rın ücretlerinde imzalanan anlaşma
ile ne elde edildiği, hangi taleplerden
vaz geçildiği konusunda da tek laf yok.
Son basın açıklamasında “en düşük
işçi ücreti 580 milyona yükselmiştir”
dedikleri ücret full-tam işçi ücretidir,
part-time çalışanlarının ücreti değil.
Anlaşılan o ki, part-time çalışanlar bu
anlaşma ile “açlık sınırı” altındaki üc­
retlerle çalışmaya devam etmeye mah­
kum edilmişlerdir.
2. İmzalanan toplu sözleşme an­
laşmasının “iyi bir sözlşme” olup ol­
madığı konusunda dikkate alınması
gereken diğer önemli bir faktör, aynı
dönemde diğer sendikaların, özel­
likle Tez-Koop-İş’inde üyesi olduğu
TÜRK-İş’in imzaladığı, kabul ettiği
sözleşmelerin çerçevesinin ne oldu­
ğudur. TÜRK-İş diğer tüm sendikalı
işçilerin toplu sözleşme anlaşmalarına
Tez-Koop-İş İstanbul 2 Nolu’da örgütlü
mağdur işçiler Türk-İş’e seslendi
T
e z-K o o p -İ ş S e n d i k a s ı
İstanbul 2 Nolu Şube’ye
(Mecidiyeköy) bağlı yakla­
şık 50 işçi Taksim AKM önünde
toplanara k Türk İş 1. Bölge
Temsilciliği önüne doğru yürüdü­
ler. Burada biraraya gelen işçiler
adına yapılan basın açıklamasında
Tez-Koop-İş Sendikası İst. 2 No’lu
Şube’de örgütlü olan işçilerin so­
runları ve Migros sözleşmesini
protesto eden 6 işçinin işten atıl­
ması sorunu dile getirildi, yaşanan
sorunlara karşı sessizliği tercih
eden Türk-İş yönetimi duyarlı ol­
maya çağrıldı.
Basın Açıklamasında şu ifadelere
yer verildi:
“Biz, Türk-İş’e bağlı Tez-Koopİş Sendikasının üyesi işçileriz. Bu
Basın Açıklamasını, sendikal hareketin içinde bulunduğu ibret verici
durumu, kamuoyuna ve işçi sınıfından umudunu kesmemiş duyarlı
çevrelere duyurmak için yapıyoruz.
Sendikal hareketi, hızla yok oluş
noktasına sürükleyenleri uyarmak
için yapıyoruz.
Devlet ve işveren güdümlü, işbirlikçi ve teslimiyetçi sözde sendikacılar, işçi düşmanı, çarpık sendikal
anlayışlarını egemen kılmak için;
sendika içi demokrasiyi yok etmektedirler. Her türlü baskıcı ve anti
demokratik uygulamalar ile işçileri,
sendikalarından uzaklaştırmaktadırlar. Sendikalara olan güveni yok
etmektedirler.”
Basın Açıklamasını Faruk Üstün
ve Abdurrahman Tetik (TezKoop-İş Sendikası, İst. 2nolu Şube
Başkanı) birlikte yaptılar.
Yapılan konuşmalarda yaşanan
şu sorunlara dikkat çekildi:
Faruk Üstün
Yaklaşık iki buçuk yıldan beri
İstanbul 2 Nolu Şube’ye karşı Genel
Merkez tarafından idari ve mali
ambargolar dahil değişik baskılar
uygulanmıştır, Türk İş Yönetimi
ise bunlara sessiz kalmıştır.
Bir başka sorun, İstanbul ve
Marmara Üniversiteleri başta ol­
mak üzere 3000’e yakın işçiyi
kapsayan işyerlerinde, TİS’in ya­
pılamaması ve bunun sonucunda
buralarda çalışan işçilerin birbu­
çuk yıldan beri zamsız çalışmaları
sorunudur. TİS’in yapılamaması­
nın nedeni ise yine Türk-İş’e bağlı
olan Sağlık-İş Sendikasının yapmış
olduğu itirazlardır. Yani ikisi de
Türk-İş bünyesinde bulunan sen­
dikalardan biri diğerine itiraz edi­
yor. Türk-İş bu duruma da sessiz
kalmıştır.
Basın Açıklamasında Migros
işyerlerinde imzalanan TİS, “şike
grev kararı” sonucu yapılan “sahte”
sözleşme olarak eleştirildi, Sadık
Özben’in Türk-İş Başkanı Salih
Kılıç’ı suç ortağı olarak gösterdiği,
Türk-İş Başkanının ise bunu ya­
lanlamadığı dile getirilerek, bu ko­
nuda açıklama yapması istendi.
Basın Açıklamasında Türk-İş’in
sessiz kalmakla eleştirildiği bir di­
ğer konu ise TİS’in dayattığı açlık
ücretine direndiği için işten atılan
6 Migros işçisi oldu.
Basın Açıklamasının sonunda
şunlar söylendi:
“Biz bu suskunlukların son bulmasını, sendikaların işçilerin mücadele örgütü olarak yeniden yapılanmasını ve patronların her türlü
saldırılarına karşı; sınıfı örgütlü ve
bilinçli bir biçimde ayağa kaldırmasını istiyoruz.”
Konuştuğumuz işçiler bu duru­
mun böyle sürmeyeceğini, sorun­
larının bir an önce çözülmesini
istediklerini, yaşanan sendikal so­
runlardan mağdur olanların işçiler
olduğunu dile getirdiler.
Faruk Üstün sorunların çözü­
münün sendikalara egemen olan
işbirlikçi kesimi alaşağı etmek için
tabandan sınıf mücadelesi anlayışı
ile mücadelenin örgütlenmesi ge­
rektiğini söyledi.
4 Kasım 2005 ✓
yön veren bir protokol, kamu işvereni
ile imzaladığı “Çerçeve Protokolü”dür.
Bu çerçeve protokolünde en başta ka­
bul edilen ücret zammı talebi, işçilere
çıplak ücrette seyyanen 120 milyon üc­
ret artışı verilmesidir. Tez-Koop-İş’in
kamu işçilerinden çok daha düşük
ücret aldığı Migros işyerinde bu talebi
görüşmelerin başında getirmesine rağ­
men, direnmemiş, sonunda bu talepten
tümüyle vaz geçmiştir. Bu nedenle TezKoop-İş yönetiminin Migros’ta imza­
ladığı ücret artışı, Türk-İş görüşme
masasında kamu işvereni ile anlaştığı
ücret artışının bile gerisinde kalmıştır.
Bu açık gerçeğe rağmen, imzalanan
sözleşmeye “iyi bir sözleşme” demek,
objektif olarak işçileri ve kamuoyunu
kandırmaya çalışmak demektir.
Migros toplu sözleşme süreci içeri­
sinde yeniden parmak basmak istedi­
ğimiz iki nokta olacaktır:
- Her toplu sözleşme sürecinin ve
hazırlığının başından itibaren kopmaz
bir parçası greve hazırlık olmalıdır. Bir
toplu sözleşme mücadelesinde hangi
tarafın –işçilerin mi patronun mu- ta­
leplerinin haklı ve bu nedenle kabul
edilmesi gereken talepler olduğunu
belirleyen nokta yalnızca ve yalnızca
güçler ilişkisidir. Eğer işçiler bir toplu
sözleşme sürecinin başından itibaren
taleplerini patrona kabul ettirmeleri­
nin ne kadar örgütlü, mücadeleye ne
kadar hazırlıklı olduklarına bağlı oldu­
ğunu bilerek hareket ederlerse, örgütlü
güçlerini pekiştirirlerse, o kadar daha
çok patronu baskı altına alabilir, ta­
leplerini gerektiği andan itibaren grev
başta gelmek üzere diğer meşru kitlesel
mücadele biçimleri ile kabul ettirebilir­
ler. İşte ancak o zaman işbirlikçi, tesli­
miyetçi sendika yönetimlerinin grevi
engelleme ve kapalı kapılar arkasında
toplu sözleşme imzalama oyunlarını
boşa çıkarabilirler. Bu hazırlık yapıl­
mazsa o zaman Tez-Koop-İş yönetimi
gibi sendikalar, önlerinde duran diğer
toplu sözleşme süreçlerinde (örneğin
Gima ve Real’de) aynı oyunu oyna­
maya devam edeceklerdir.
- Diğer bir önemli nokta, sendika
yönetimlerinin patronlarla yürüttüğü
toplu sözleşme sürecinin başından iti­
baren açıklık ilkesine göre yapılmasını
ıs rarla diretmektir. Bu ilkenin uygu­
lanması yönünde a) toplu sözleşme
görüşmelerine işyeri işçi temsilcileri­
nin en az önemli bir bölümünün ka­
tılmasını, b)her toplu sözleşme görüş­
mesi hakkında yönetimin işçilere bilgi
vermesini ve c) sendika yönetimi bir
sonuca geldi ise bunun o işyerindeki
örgütlü işçilerin onayına sunması (re­
ferandum) talebi getirilmelidir (bunun
gerçekten uygulanmasının mümkün
olmadığı özel durumlarda en azından
işyeri işçi temsilcilerinin onayına su­
nulmalıdır).
(Migros Grevi üzerine yürüyen tartışmalar hakkında geniş bilgi için sendika.
org sitesinin "Emeğin Kürsüsü" bölümündeki tartışmalara (http://sendika.
org/forum/list.php?19) ve YDİ Çağrı'nın
ilgili sayfasına (http://www.ydicagri.
com/haberler/migros_tartismalari.
htm) bakılmalıdır. YDİ Çağrı) ✓
yeni işçi dünyası
İşçi sınıfı içindeki şoven
“Koç”­ başları
T
ür­ki­ye’de ulu­sal çı­kar­lar, an­
ti­em­per­ya­lizm tar­tış­ma­la­rı
Tür­ki­ye’nin Av­ru­pa Bir­li­ği’ne
(AB) tam üye ola­rak gir­me­si ama­cıy­la
yü­rüt­tü­ğü aday­lık gi­ri­şim­le­ri­nin hız­
lan­ma­sı ile da­ha da yo­ğun­laş­tı. Türk
ha­kim sı­nıf­la­rı­nın tam üye­lik gö­rüş­
me­le­ri­ne baş­lan­ma­sı için bas­tır­ma­
la­rı ve 17 Ara­lık 2004’te gö­rüş­me ta­
ri­hi al­ma­sı üze­ri­ne AB’yi Tür­ki­ye’nin
yal­nız­ca dış po­li­ti­ka­sın­da de­ğil, iç po­
li­ti­ka­sın­da da çok önem­li, hat­ta bir
çok si­ya­si ve hu­ku­ki re­form­la­rın yü­
rü­tül­me­sin­de be­lir­le­yi­ci bir et­men,
ak­tör ha­li­ne ge­tir­di.
AB, Tür­ki­ye’nin şim­di­ye ka­dar
AB’ye üye ada­yı ola­rak ka­bul edil­
me­si, üye aday­lı­ğı­nın res­men onay­
lan­dı­ğı Ekim 2005’ten son­ra da üye­
li­ğe ka­bu­lü için T.C.’nin eko­no­mi­sin­
den si­ya­se­ti­ne, yar­gı­dan yü­rüt­me­ye
ka­dar­ki he­men her alan­da yap­ma­sı
ge­re­ken “ev ödev­le­ri­ni” dik­te et­ti, edi­
yor. Bu nok­ta­da Türk ha­kim sı­nıf­la­rı
esas ola­rak iki kam­pa ay­rıl­dı­lar:
1. Şim­di­ye ka­dar­ki dev­let si­ya­se­
ti­nin be­lir­len­me­sin­de ege­men güç
olan ve özel­lik­le dev­let bü­rok­ra­si­si­ni
elin­de bu­lun­du­ran ke­ma­list bü­rok­ra­
tik bur­ju­va­zi bir yan­dan,
2. Di­ğer yan­dan uzun yıl­lar dev­let
des­te­ği ile ge­li­şip güç­le­nen ve gel­di­ği
yer­de da­ha güç­lü ko­num­da em­per­ya­
list dün­ya, bu­nun içe­ri­sin­de de AB
ile da­ha sı­kı bü­tün­le­şe­rek si­ya­si ik­ti­
dar­da be­lir­le­yi­ci ol­mak is­te­yen özel
ser­ma­ye sa­hi­bi li­be­ral bur­ju­va­zi.
İki ke­sim ara­sın­da­ki fark­lı­lık AB’ye
gir­me, AB ile da­ha sı­kı bü­tün­le­şip bü­
tün­leş­me­me ko­nu­su de­ğil. Her iki
ke­sim­ de bu nok­ta­da AB’­ci. Ara­la­
rın­da­ki fark­lı­lık, AB’ye gir­me­nin ön
ko­şul­la­rın­da ne­re­ye ka­dar ta­viz ve­ri­
le­ce­ği, Türk ha­kim sı­nıf­la­rı­nın ken­di
dev­let si­ya­set­le­ri­nin be­lir­len­me­sin­de
ne ka­dar AB’nin di­rek­tif­le­ri­ne uyup
uy­ma­ya­ca­ğı nok­ta­sın­da. Türk ha­kim
sı­nıf­la­rı içe­ri­sin­de­ki ke­ma­list bü­rok­
rat ke­sim, AB’nin di­rek­tif­le­ri­ne ol­
du­ğu gi­bi uyul­du­ğun­da, za­ten gi­de­rek
ge­ri­le­yen rol­le­ri­nin çok da­ha bü­yük
oran­da ge­ri­le­ye­ce­ği­ni gör­dü­ğün­den,
AB’nin ver­di­ği bir çok “ev öde­vi”nin
uy­gu­lan­ma­sı­na kar­şı çık­mak­ta, gü­ya
“onur­lu bir ulu­sal po­li­ti­ka” ta­lep et­
mek­te­dir. Li­be­ral bur­ju­va ke­si­mi ise
çı­kar­la­rı­nın hem em­per­ya­list dün­ya
hem de AB ile da­ha sı­kı bü­tün­leş­
mek­ten geç­ti­ği­ni ve “tu­tar­lı” AB’­ci si­
ya­se­ti ile ay­nı za­man­da dev­let için­de
esas ege­men olan ke­ma­list ke­si­mi
iyi­ce ge­ri­le­te­bi­le­ce­ği­ni ve ken­di­si­nin
ik­ti­da­ra da­ha iyi yer­le­şe­bi­le­ce­ği­ni he­
sap et­ti­ğin­den ve­ri­len “ev ödev­le­ri”ne
sı­kı sı­kı­ya uyul­ma­sı­nı is­te­mek­te­dir.
AB po­li­ti­ka­sı ko­nu­sun­da da iki
ke­sim ara­sın­da sü­ren kav­ga­nın, tar­
tış­ma­nın özü ge­nel ola­rak ger­çek­ten
em­per­ya­liz­me kar­şı ta­vır ta­kın­ma
nok­ta­sın­da de­ğil. Tar­tış­ma­nın yü­rü­
tül­dü­ğü alan em­per­ya­lizm­le sür­dü­rü­
len iş­bir­li­ği­nin ne­re­ye ka­dar gö­tü­rü­le­
ce­ği nok­ta­sın­da­dır.
Ha­kim sı­nıf­la­rın iki­ ke­si­mi ara­sın­
da­ki tar­tış­ma ve kav­ga çe­şit­li med­ya
or­gan­la­rı ara­sın­da, hat­ta ay­nı ga­ze­
te­nin çe­şit­li ya­zar­la­rı ara­sın­da, hü­
kü­met­le yar­gı, or­du or­gan­la­rı, YÖK
ara­sın­da vb. yü­rü­mek­te, ki­mi za­man
bir­bir­le­ri­nin aya­ğı­nı kay­dı­rıp ke­lep­çe
tak­ma­ya ka­dar git­mek­te­dir. Ha­kim
sı­nıf­la­rın iki fark­lı ke­si­mi ara­sın­da­ki
ik­ti­dar da­la­şı, bu­na bağ­lı ola­rak ki­mi
fark­lı AB po­li­ti­ka­sı top­lu­mun her ke­
si­mi ve ku­ru­mu­na yan­sı­dı­ğı gi­bi iş­çi
ve sen­di­ka ha­re­ke­ti ala­nı­na da yan­sı­
mış­tır.
İş­çi ve sen­di­ka ha­re­ke­tin­de de ha­
kim sı­nıf­la­rın bu iki ke­si­mi ara­sın­da
yü­rü­yen tar­tış­ma ve kav­ga­nın ben­
ze­ri yü­rü­mek­te­dir. İş­çi ve sen­di­ka ha­
re­ke­tin­de de AB po­li­ti­ka­sı ko­nu­sun­da
iki fark­lı ha­kim sı­nıf yak­la­şı­mı ken­
di­si­ni çok açık gös­ter­mek­te­dir. İş­çi
ha­re­ke­ti­nin ör­güt­lü ol­ma­sın­dan do­
la­yı tav­rı­nın en açık ve be­lir­gin olan
ke­si­mi sen­di­ka­lar­da bir­leş­miş olan
ke­si­mi, bu­nun için­de de sen­di­ka­la­ra
ha­kim olan sen­di­ka bü­rok­ra­si­si ve
onun en ya­kın des­tek­çi­si im­ti­yaz­lı uz­
man­lar­dır.
Sen­di­ka bü­rok­ra­si­si­nin han­gi ke­
si­mi olur­sa ol­sun AB po­li­ti­ka­sı, bu­na
bağ­lı ola­rak “ulu­sal çı­kar”, “sı­nıf çı­
ka­rı” ala­nın­da ta­vır ta­kı­nır­lar­ken, sa­
vun­duk­la­rı si­ya­se­tin ne­den iş­çi­ler ve
sen­di­ka­lar için doğ­ru olan si­ya­set ol­
du­ğu­nu açık­la­mak ve ge­rek­çe­len­dir­
mek için da­ha in­ce, da­ha so­mut, da­ha
kur­naz­ca for­mü­le edil­miş söy­lem­le­re
da­yan­ma­la­rı­nı ge­rek­li kıl­mak­ta­dır.
Sen­di­ka ha­re­ke­ti için­de AB­’ci olan
ke­si­min esas ge­rek­çe­si, “çağ­daş de­
mok­ra­si­nin be­şi­ği” ola­rak gös­ter­dik­
le­ri AB’nin hem ül­ke­de ge­nel ola­rak
de­mok­ra­tik re­form sü­re­ci­ni hem de
özel ola­rak iş­çi ve sen­di­ka hak­la­rı ala­
nın­da “de­mok­ra­tik­leş­tir­me­yi” ge­ti­re­
ce­ği id­di­ala­rı­
dır. Bun­lar,
ni­te­lik­le­ri ge­
re­ği hak mü­
ca­de­le­sin­de,
de­mok­ra­tik­
leş­me­de iş­çi
sı­nı­fı­nın ey­
lem­li­li­ği­ne,
Yıldırım Koç,
m ü­ c a­ d e­ l e ­
Yol İş Sendikası
si­ne de­ğil şu
Eğitim Daire Başkanı
ya da bu em­
per­ya­list gü­cün ini­si­ya­ti­fi­ne, da­ha
doğ­ru­su in­sa­fı­na, ha­kim sı­nıf­la­rın
şu ya da bu ke­sim­le­ri­nin “da­ha de­
mok­ra­tik” po­li­ti­ka­sı­na bel bağ­la­mak­
ta­dır­lar.
Sen­di­ka bü­rok­ra­si­si için­de­ki ikin­ci
ke­sim da­ha “iş­çi­ci”, da­ha “an­ti­em­per­
ya­list” bir söy­le­me sa­rıl­dı­ğın­dan bu
ke­si­min AB po­li­ti­ka­sı, “ulu­sal çı­kar”
ve sı­nıf çı­kar­la­rı tez­le­ri­ne da­ha et­
raf­lı ola­rak ta­vır ta­kın­ma­yı ge­rek­tir­
mek­te­dir.
Ke­ma­list bü­rok­rat bur­ju­va­zi­nin
sen­di­ka ha­re­ke­ti için­de en “yet­ki­li”,
en “ra­di­kal” an­ti-AB’­ci uz­man­la­rı­nın
ba­şın­da Yıl­dı­rım Koç gel­mek­te­dir.
Yıl­dı­rım Koç, bu ko­nu­da yaz­dı­ğı bir
çok de­ğer­len­dir­me ve ma­ka­le­le­ri ile,
sen­di­ka ha­re­ke­ti içe­ri­sin­de­ki ro­lü ile
an­ti­AB’­ci ve “ulu­sal­cı” sen­di­ka si­ya­se­
ti­nin de “koç­”baş­la­rın­dan bi­ri­si­dir.
Bu ne­den­le Yıl­dı­rım Koç’un ki­mi
tez­le­ri ile he­sap­laş­mak önem­li ve ge­
rek­li­dir.
AB’NİN Nİ­TE­Lİ­Ğİ BEL­Lİ DE
TÜR­Kİ­YE’NİN Nİ­TE­Lİ­Ğİ NE?
Bu so­ru­nun bi­rin­ci bö­lü­mü­ne Yol-İş
Eğitim Daire Başkanı Koç’un ver­di­ği
ya­nıt şöy­le­dir:
“Av­ru­pa Bir­li­ği, gü­nü­müz­de 25 ül­ke­
den olu­şan ve dün­ya öl­çe­ğin­de al­ter­na­
tif bir güç oda­ğı oluş­tur­ma­ya ça­lı­şan
em­per­ya­list bir ya­pı­lan­ma­dır. Av­ru­pa
Bir­li­ği’nde­ki sis­tem ka­pi­ta­lizm­dir.”
(Y. Koç, “AB Em­per­ya­liz­mi ve İş­çi Sı­
nı­fı”, Sağ­lık İş­çi­le­ri Sen­di­ka­sı Eği­tim
Ya­yı­nı, Ocak 2004, s. 24, ay­rı kay­nak
ve­ril­me­di­ği sü­re­ce bun­dan son­ra­ki bü­
tün alın­tı­lar ay­nı kay­nak­tan­dır)
“Av­ru­pa Bir­li­ği, em­per­ya­list bir güç
mer­ke­zi­dir.” (s. 25)
Av­ru­pa Bir­li­ği ko­nu­sun­da onun
ka­pi­ta­list ve em­per­ya­list ni­te­li­ği­ni
tes­pit eden bir de­ğer­len­dir­me­den,
oku­yu­cu man­tı­ki ola­rak in­ce­le­me­nin
ko­nu­su olan ikin­ci ül­ke­nin, Tür­ki­
ye’nin eko­no­mik ve si­ya­si ni­te­li­ği­nin
de de­ğer­len­di­ril­me­si­ni bek­le­ye­cek­tir.
Uz­ma­nı­mız sa­yın Koç’un uz­man­lı­ğı
Tür­ki­ye’de­ki eko­no­mik ve si­ya­si ya­
pı­nın, dev­le­tin ni­te­li­ği­ni tes­pit et­me
nok­ta­sın­da bit­mek­te, uz­ma­nı­mız bu
ko­nu­da de­ğer­len­dir­me yap­mak­tan
özen­le ka­çın­mak­ta­dır.
Bu­nun ye­ri­ne Tür­ki­ye’de­ki eko­no­
mik ve si­ya­si si­ste­min, bu sis­te­m ü­ze­
rin­de yük­se­len dev­le­tin ni­te­li­ği ko­nu­
sun­da de­ğer­len­dir­me­ye gir­me­den,
ge­nel ola­rak “Tür­ki­ye”, “Tür­ki­ye’nin
çı­kar­la­rı”, “ulu­sal çı­kar­lar” kav­ram­
la­rı­nın ar­dı­na giz­len­mek­te­dir. Ör­
ne­ğin kitapçığın he­men “Gi­riş”in­de
uz­ma­nı­mız, “Av­ru­pa Bir­li­ği’nin Tür­ki­
ye’yi­ ken­di içi­ne al­ma­dan Tür­ki­ye’ye
yap­tır­mak is­te­dik­le­ri, Tür­ki­ye’nin ve
ulu­su­mu­zun bü­tün­lü­ğü açı­sın­dan
son de­re­ce teh­li­ke­li uy­gu­la­ma­lar­dır.”
(s. 9) de­mek­te, ar­dı­na giz­len­di­ği “Tür­
ki­ye”, “ulu­su­muz” kav­ram­la­rı­nın da­
yan­dı­ğı eko­no­mik ve si­ya­si sis­te­me
hiç de­ğin­me­­mek­te­dir.
Si­ya­set­te bu tür oyun­lar sö­mü­rü­cü
sı­nıf­la­rın ve on­la­rın sö­mü­rü sis­te­mi­
nin ni­te­li­ği­ni ide­olo­jik ola­rak giz­le­
me­ye ça­lı­şan ide­olog­la­rı­nın uz­man­
lık ala­nı­na gi­rer, ger­çe­ğin ol­du­ğu
gi­bi ve tüm be­lir­le­yi­ci un­sur­la­rı ile
bir­lik­te or­ta­ya ko­nul­ma­sı­nı sa­vu­nan­
la­rın de­ğil.
AB’nin eko­no­mik ve si­ya­si ni­te­
li­ği­ni or­ta­ya ko­yan uz­ma­nı­mı­zın,
Tür­ki­ye’nin da­yan­dı­ğı ek­ono­mik ve
si­ya­si sis­te­min de­ğer­len­dir­me­sin­de
sus­ma­sı­nın, bu­nu ge­çiş­tir­me­si­nin ne­
de­ni, Tür­ki­ye bağ­la­mın­da AB tar­tış­
ma­sı­nı sı­nıf­sal ba­kış açı­sın­dan çı­ka­
rıp “ulu­sal çı­kar” ola­rak ad­lan­dır­dı­ğı
Türk ha­kim sı­nıf­la­rı­nın çı­kar­la­rı­na
bağ­la­ma ça­ba­sı­dır. Tür­ki­ye’de­ki eko­
no­mik ve si­ya­si si­ste­min özü or­ta­ya
ko­nul­du­ğun­da, o za­man is­ter is­te­
mez, “ulus” içe­ri­sin­de­ki fark­lı sı­nıf­
la­rın bir­bi­rin­den ta­ban ta­ba­na zıt
fark­lı çı­kar­la­rı gün­de­me ge­le­cek ve o
za­man iş­çi sı­nı­fı­nın ulus içe­ri­sin­de­ki
ege­me­n sı­nı­f olan sö­mü­rü­cü sı­nı­fın
po­li­ti­ka­la­rı­nın pe­şi­ne ta­kıl­ma­sı zor­
la­şa­cak­tır.
Uz­ma­nı­mız Yıl­dı­rım Koç’un da­ha
baş­tan AB’nin da­yan­dı­ğı eko­no­mik
ve si­ya­si sis­te­min ni­te­li­ği hak­kın­da
açık ta­vır ta­kın­ma­sı, Tür­ki­ye’ye ge­
lin­ce bu yön­te­mi terk et­me­si onun
“ken­di” ka­pi­ta­liz­mi­nin, “ken­di” ka­
pi­ta­list dev­le­ti­nin çı­kar­la­rı yö­nün­de
ta­raf tut­tu­ğu­nu gös­te­ren açık bir işa­
ret­tir.
De­ğer­len­dir­me­si­nin de­va­mın­da da
Koç şöy­le de­mek­te­dir:
“Gü­nü­müz­de kar­şı­la­şı­lan iki­lem
şu­dur: (a) Em­per­ya­liz­me umut bağ­
la­yan, ba­ğım­sız­lı­ğı ve ulu­sal ege­men­
li­ği göz ar­dı ede­rek de­mok­ra­si­den ve
yeni işçi dünyası
iş­çi hak­la­rın­dan söz eden tes­li­mi­yet­çi
çiz­gi; (b) va­ta­nı­mı­za (bu “va­tan”ın
han­gi eko­no­mik ve si­ya­si si­ste­me
da­yan­dı­ğı ve bu “va­tan”ın ger­çek sa­
hi­bi­nin han­gi sı­nıf ol­du­ğu­na bi­linç­li
ola­rak hiç de­ği­nil­mi­yor. BN.) yö­ne­lik
sal­dı­rı­la­ra kar­şı en ge­niş an­ti­em­per­ya­
list ve ulu­sal­cı bir cep­he­nin oluş­tu­rul­
ma­sı­na ça­lı­şı­lan, de­mok­ra­si­nin ve iş­çi
hak­la­rı­nın ön şar­tı olan ba­ğım­sız­lı­ğı
ve ulu­sal ege­men­li­ği ko­ru­ma­yı te­mel
ka­bul eden, va­ta­nın bü­tün­lü­ğü­nü ve
Cum­hu­ri­ye­tin ka­za­nım­la­rı­nı iş­çi hak­
la­rı ve sen­di­kal hak ve öz­gür­lük­ler­le
bü­tün­lük için­de sa­vu­nan mü­ca­de­le­ci
bir çiz­gi.” (s. 12, al­tı­nı biz çiz­dik)
Bir baş­ka yer­de ise Koç şun­la­rı söy­
le­mek­te­dir:
“Av­ru­pa Bir­li­ği’nin ta­lep­le­ri, ül­ke­yi
za­yıf­lat­ma­yı ve ulu­su­mu­zu ay­rış­tır­
ma­yı ve bir­bi­ri­ne kar­şı saf­laş­tır­ma­yı
he­def­le­mek­te­dir. Av­ru­pa Bir­li­ği’nin
ama­cı Tür­ki­ye’yi yal­nız­ca AB ka­pı­
sın­da bek­le­te­rek eko­no­mik ola­rak sö­
mür­mek de­ğil­dir; ABD em­per­ya­liz­mi
ile bir­lik­te Tür­ki­ye’yi par­ça­la­mak­tır.
AB’nin ta­lep­le­ri, hem ulu­su­mu­za,
hem ­de iş­çi sı­nı­fı­mı­za sal­dı­rı ni­te­li­ğin­
de­dir.” (s. 85)
“Av­ru­pa Bir­li­ği’nin bir grup ta­le­bi,
Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti­’ni ulus­la­ra­ra­sı
iliş­ki­ler­de za­yıf­la­ta­cak, Tür­ki­ye’nin
böl­ge­sel bir güç ol­ma­sı­nı en­gel­le­ye­cek,
Tür­ki­ye’nin ulus­la­ra­ra­sı dü­zey­de iti­ba­
rı­nı ze­de­le­ye­cek­tir.” (ay­nı yer) (abç)
Gö­rül­dü­ğü gi­bi Y. Koç’un iş­çi sı­nı­
fı­na gös­ter­di­ği iki al­ter­na­tif var: Ya
açık AB’ci olu­na­cak, ya da Tür­ki­ye’de
ege­men olan ka­pi­ta­list sö­mü­rü sis­te­
mi­nin, de­mok­ra­si kı­rın­tı­la­rı ile yü­zü
giz­len­me­ye ça­lı­şı­lan fa­şist si­ya­sal sis­
te­min ya­pı­sın­da önem­li bir de­ği­şik­
lik yap­ma­dan em­per­ya­liz­me ba­ğım­
lı­lık iliş­ki­si­nin de­va­mı­nı sa­vu­nan ha­
kim sı­nıf ke­sim­le­ri ve on­la­rın te­mel
da­ya­na­ğı, dü­zen bek­çi­si dev­let­le “en
ge­niş” “ulu­sal­cı bir cep­he” kur­mak.
Bu “en ge­niş ulu­sal­cı cep­he”de iş­çi sı­
nı­fı “iş­çi hak­la­rı ve sen­di­kal hak­la­rı”
öne çı­kar­ma­ya­cak­lar, çün­kü uz­ma­
nı­mı­za gö­re, “de­mok­ra­si­nin ve iş­çi
hak­la­rı­nın ön şar­tı” “ba­ğım­sız­lık ve
ulu­sal ege­men­lik”tir.
“Ulu­sal çı­kar­lar” adı­na de­mok­ra­si
ve iş­çi hak­la­rı mü­ca­de­le­sin­den bi­le
vaz ge­çi­ril­me­ye ça­lı­şı­lan iş­çi sı­nı­fı
pe­ki ne için mü­ca­de­le ede­cek: Bu­na
da uz­ma­nı­mı­zın ya­nı­tı ha­zır ve açık:
“Tür­ki­ye’nin böl­ge­sel bir güç ol­ma­sı­nı
en­gel­le­ye­cek” güç­le­re kar­şı “ halk­la
dev­let ara­sın­da­ki çı­kar bü­tün­leş­me­
si­ni” (s. 86) sa­vun­mak…
AB em­per­ya­list ve “Tür­ki­ye’nin
ulu­sal çı­kar­la­rı”na kar­şı olan bir güç
ol­du­ğun­dan iş­çi­ler iş­çi hak­la­rı için
mü­ca­de­le­de AB’ye umu­du­nu bağ­
la­ya­ma­ya­ca­ğı­na gö­re, ne­re­ye umut
bağ­la­ya­cak­lar­dır? Bu­na uz­ma­nı­mı­
zın ver­di­ği ya­nıt ge­nel yak­la­şı­mı ile
uyum­lu­dur.
“Tür­ki­ye İş­çi Sı­nı­fı ve Sen­di­ka­cı­lık
Ha­re­ke­ti, ça­lış­ma mev­zu­atı­mı­zın de­
mok­ra­tik­leş­ti­ril­me­si ve ge­liş­ti­ril­me­si
ko­nu­sun­da umu­du­nu Av­ru­pa Bir­li­
ği’ne de­ğil, ILO’ya ve Türk yar­gı­sı­na
bağ­la­ma­lı­dır.” (s. 45)
İş­çi sı­nı­fı­nın sı­nıf ba­kış açı­sı­na
de­ğil­ de, iş­çi­le­ri sö­mü­ren ve bas­kı al­
tı­na alan, iş­çi sı­nı­fı­nı en ge­ri­ci iş ve
sen­di­ka hak­la­rı ile ağır bir men­ge­ne
içi­ne al­mış olan ha­kim sı­nıf­la­rın çı­
kar­la­rı­nı çı­kış nok­ta­sı alan uz­ma­nı­
mız, iş­çi sı­nı­fı­na ve onun sen­di­kal
ör­güt­le­ri­ne de­mok­ra­tik­leş­me ve hak
ara­ma ça­ba­sın­da, umu­du­nu sı­nı­fın
ba­ğım­sız, güç­lü, ka­rar­lı, kit­le­sel ey­
lem­le­ri­nin ge­liş­ti­ril­me­si­ne de­ğil,
em­per­ya­list­le­rin bir baş­ka ku­ru­lu­şu
olan Ulus­la­ra­ra­sı Ça­lış­ma Ör­gü­tü’ne
(ILO) ve ül­ke­de­ki sö­mü­rü­cü sı­nıf ege­
men­li­ği­ni ko­ru­ma­nın iş­çi­le­ri ve sen­
di­ka­la­rı bas­kı al­tın­da tut­ma­nın en
baş­ta ge­len or­gan­la­rın­dan bi­ri olan
“Türk yar­gı­sı­na” bağ­lan­ma­sı­nı tav­
si­ye et­mek­te­dir.
Uz­ma­nı­mız ne de tu­tar­lı an­ti­em­
per­ya­list­tir! AB em­per­ya­liz­mi­ne kar­
şı­dır ama ILO gi­bi em­per­ya­liz­min
bir baş­ka ku­ru­mu­na bel bağ­la­ma­yı
sa­vun­mak­ta­dır!
Uz­ma­nı­mız çok tu­tar­lı an­ti­em­per­
ya­list­tir! Bir yan­dan baş­ka bü­yük em­
per­ya­list­le­rin bü­yük güç po­li­ti­ka­sı­na
ta­vır ta­kı­nıl­ma­sı­nı ta­lep et­mek­te,
ken­di dev­le­ti­nin “böl­ge­sel güç” ol­ma,
ya­ni da­ha kü­çük çap­ta­ki ken­di em­per­
ya­liz­mi­nin ya­yıl­ma­cı­lı­ğı­na des­tek ve­
ril­me­si­ni ta­lep et­mek­te­dir.
Uz­ma­nı­mız çok tu­tar­lı iş­çi ve sen­
di­ka hak­la­rı ta­raf­ta­rı­dır! Bu ne­den­le
iş­çi­le­rin ve sen­di­ka­la­rın hak ara­ma
mü­ca­de­le­si­nin en­gel­len­me­si­nin ve
bas­kı al­tı­na alın­ma­sı­nın en önem­li
or­gan­la­rın­dan bi­ri­ne “Türk yar­gı­
sı­na” umu­du­nu bağ­la­ma­sı­nı sa­vun­
mak­ta­dır.
Yıl­dı­rım Koç gi­bi “ulu­sal cep­he­ci­
ler”in sa­vun­du­ğu si­ya­se­tin an­ti­em­
per­ya­lizm­le hiç­bir ger­çek ba­ğı yok­
tur. Tu­tar­lı bir an­ti­em­per­ya­list ola­bil­
mek için;
a) Ül­ke için­de iş­çi sı­nı­fı ve di­ğer
emek­çi­le­ri­n “ken­di” sö­mü­rü­cü­le­ri­ne,
“ken­di” sö­mü­rü­cü sı­nıf dev­le­ti­ne
kar­şı açık, ba­ğım­sız ve mü­ca­de­le­ci
bir ta­vır ta­kın­ma­sı ge­rek­li­dir. Baş­düş­
ma­nın ken­di ül­ke­sin­de ol­du­ğu açık
ve berr­ak ola­rak tes­pit edil­me­li­dir.
b) Ül­ke dı­şı­na yö­ne­lik ola­rak ise
yal­nız­ca şu ya da bu em­per­ya­list gü­ce
ya da şu ya da bu em­per­ya­list si­ya­se­te
kar­şı de­ğil, tüm em­per­yal­ist si­ste­me
ve her tür­den em­per­ya­li­st po­li­ti­ka­
la­ra kar­şı ol­mak ve mü­ca­de­le et­mek
ge­rek­li­dir.
So­ru­nu böy­le koy­ma­yan­lar ve bu
bi­çim­de ha­re­ket et­me­yen­ler –ni­yet­le­
rin­den ba­ğım­sız ola­rak- ka­çı­nıl­maz
bir bi­çim­de ken­di ha­kim sı­nıf­la­rı­nın
po­li­ti­ka­la­rı­nın pe­şi­ne ta­kı­la­cak­lar,
on­la­rın si­ya­set­le­ri­nin bir par­ça­sı ha­
li­ne ge­le­cek­ler­dir.
ULU­SAL­CI ŞO­VE­NİZM
İş­çi sı­nı­fı­nın de­ğil­ de ha­kim sı­nıf­la­rın
çı­kar­la­rı­nı çı­kış nok­ta­sı al­an uz­ma­nı­
mız Yıl­dı­rım Koç’un ül­ke için­de­ki ulu­
sal so­ru­na yak­la­şı­mı­nın da tü­müy­le
Türk ha­kim sı­nıf­la­rı­nın çı­kar­la­rı­na
uy­gun ol­du­ğu or­ta­ya çı­kı­yor.
Uz­ma­nı­mı­zın Tür­ki­ye bağ­la­mın­da
ka­bul et­ti­ği tek ulu­sal so­run, Türk
ulu­su ile ba­zı em­per­ya­list bü­yük güç­
ler ara­sın­da­ki eşit­siz iliş­ki­ler­den kay­
nak­la­nı­yor. Biz­zat ül­ke için­de Türk
ulu­su­nun ve Türk ha­kim sı­nıf­la­rın
ken­di­si­nin Türk ol­ma­yan ulus ve mil­
li­yet­le­re uy­gu­la­dı­ğı ulu­sal bas­kı­yı red­
det­mek­le kal­mı­yor, Tür­ki­ye’de baş­ka
ulus­la­rın var­lı­ğı­nı ve baş­ka ulus­la­rın
ulu­sal hak­la­rı­nı da red­de­di­yor.
Uz­ma­nı­mı­zın bu ko­nu­da is­te­di­ği
gi­bi ko­nuş­ma ve şo­ven mil­li­yet­çi
tez­le­ri­ni is­te­di­ği öl­çü­de sa­vun­ma öz­
gür­lü­ğü ve im­ti­ya­zı var, çün­kü onun
sa­vun­du­ğu Türk ha­kim sı­nıf­la­rı­nın
ulu­sal bas­kı si­ya­se­ti ile tam ola­rak ör­
tü­şü­yor. Ül­ke için­de so­ru­nu, ger­çek
ol­gu­la­rı or­ta­ya ko­ya­rak tar­tış­ma­ya
ça­ba­la­yan­la­rın ya da res­mi gö­rü­şün
dı­şı­na çı­kan­la­rın bu öz­gür­lü­ğü yok.
Ak­si tak­dir­de on­la­rı, uz­ma­nı­mı­zın
umut bağ­lan­ma­sı­nı is­te­di­ği “Türk
yar­gı­sı”nın ağır ce­za­la­rı bek­li­yor.
Bu nok­ta­da biz bu ne­den­le bu­ra­da
kıs­mi bir ta­vır­la, uz­ma­nı­mı­zın be­lir­
gin çe­liş­ki­le­ri­ne de­ğin­mek­le ken­di­
mi­zi sı­nır­la­mak zo­run­da­yız.
“İş­çi sı­nı­fı ha­re­ke­ti için­de sı­nıf ve
ulus kim­li­ği­ni red­de­de­rek ‘üm­met’
kim­li­ği­ni öne çı­ka­ran­lar, ‘din öz­gür­
lü­ğü’nü sa­vu­nan AB em­per­ya­liz­mi­ne
ya­naş­tı.” (s. 107) di­ye tes­pit ya­pan uz­
ma­nı­mız, “sı­nıf kim­li­ği”ni bir ke­na­ra
bı­ra­ka­nın ken­di­si ol­du­ğu­nu unut­tur­
ma­ya ça­lı­şa­rak, as­lın­da üm­met­çi­le­rin
“ulus kim­li­ği”ne sa­rıl­ma­ma­sı­na bo­
zuk ça­lı­yor. Bu­ra­da da uz­ma­nı­mı­zın
“ulu­sal kim­li­ği”ne sa­hip çı­kıl­ma­sı­nı
is­te­di­ği tek ulus Türk ulu­su. Biz­zat
Türk ulu­su (da­ha tam ifa­de ile Türk
ha­kim sı­nıf­ la­rı) ta­ra­fın­dan ulu­sal
kim­li­ği red­de­di­len Kürt ulu­sun­dan
ve di­ğer mil­li­yet­ler­den in­san­la­rın,
iş­çi­le­rin ve di­ğer emek­çi­le­rin ken­di
“ulu­sal kim­li­ği”ne sa­hip çık­ma­sı­nı
red­de­di­yor, bu yön­de­ki ça­ba­la­rı “et­
nik kim­li­ği öne çı­ka­ran­lar” (s. 107)
di­ye ge­ri çe­vi­ri­yor.
Ay­nı ki­tap­çı­ğın, “Azın­lık­lar so­
ru­nu-Bö­lü­cü­lük” alt baş­lı­ğı al­tın­da
ko­nu­yu ele alan uz­ma­nı­mız şun­la­rı
söy­lü­yor:
“Av­ru­pa bir­li­ği, fark­lı et­nik kö­ken­
ler­den olu­şan ulu­su­mu­zu ve iş­çi sı­nı­
fı­mı­zı, et­nik kö­ken­le­re gö­re böl­me ve
par­ça­la­ma ça­ba­sı için­de­dir. ‘İn­san
hak­la­rı’ ve ‘de­mok­ra­si’ adı­na ya­pı­lan
bu gi­ri­şim, te­rör ör­güt­le­ri­ni teş­vik
et­me ve des­tek­le­me nok­ta­sı­na ka­dar
gel­miş­tir. Ara­la­rın­da Av­ru­pa Bir­li­ği
ül­ke­le­ri­nin de bu­lun­du­ğu ül­ke­ler­ce
im­za­la­nan Lo­zan Ant­laş­ma­sı’nda,
Tür­ki­ye’de yal­nız­ca Er­me­ni, Rum ve
Mu­se­vi­le­rin ‘azın­lık’ ol­du­ğu açık­ca be­
lirt­mek­le bir­lik­te, Av­ru­pa Bir­li­ği, ulu­
su­mu­zu ve iş­çi sı­nı­fı­mı­zı oluş­tu­ran
çe­şit­li et­ni­si­te­le­ri ‘azın­lık’ baş­lı­ğı al­
tın­da de­ğer­len­dir­mek­te ve bö­lü­cü­le­re
des­tek ver­mek­te­dir. Av­ru­pa Par­la­men­
to­su’nun cü­ret­kar­lı­ğı, Gü­ney Do­ğu
Ana­do­lu’ya ‘Kür­dis­tan’ di­ye­bi­le­cek
ka­dar faz­la­dır.
Av­ru­pa Bir­li­ği’nin bu ça­ba­la­rı, iş­çi
sı­nı­fı­mı­zı da et­nik kö­ke­ne gö­re böl­me
ve saf­laş­tır­ma so­nu­cu­nu do­ğu­ra­cak,
ba­ğım­sız­lık ve de­mok­ra­si mü­ca­de­le­
si­nin te­mel da­ya­na­ğı olan iş­çi sı­nı­fı
ha­re­ke­ti­ni za­yıf­la­ta­cak­tır.” (s. 94-95,
al­tı­nı biz çiz­dik)
Uz­ma­nı­mız bu gö­rüş­le­ri ile bir
de­mok­rat ol­ma­nın bi­le te­mel kıs­tas­
la­rın­dan bi­ri­si olan, ulu­sal hak eşit­li­
ği­ni ıs­rar­la red­det­mek­le, ül­ke­miz­de
var olan ve ulu­sal hak eşit­siz­li­ği
üze­ri­ne yük­se­len si­ya­si sis­te­mi bağ­
naz­ca sa­vun­mak­ta­dır. O bu ko­nu­mu
ile ül­ke­miz­de­ki en ge­ri­ci ke­sim­le­rin
sa­fın­da­dır. Biz bağ­naz­ca bir ulu­sun
di­ğer ulus­lar üze­rin­de­ki im­ti­ya­zı­nı
sa­vu­nan­la­ra, ken­di ulu­su­nun di­ğer
ulus ve mil­li­yet­le­re uy­gu­la­dı­ğı ulu­sal
bas­kı­yı sa­vu­nan­la­ra kar­şı şu il­ke­de
ıs­rar ede­riz ve bu­nun tu­tar­lı sa­vu­nu­
cu­lu­ğu­nu ya­pa­rız: “Baş­ka bir ulu­su
ezen bir ulus öz­gür ola­maz!”
İş­çi sı­nı­fı, özel­lik­le de Türk ulu­sun­
dan iş­çi­ler bas­kı al­tın­da­ki di­ğer ulus­
la­rın ve bu ulus­lar­dan sı­nıf kar­deş­le­ri­
nin ulu­sal hak­la­rı­nı sa­vun­duk­la­rı öl­
çü­de ve yer­de güç­lü bir sı­nıf ha­re­ke­ti
ge­liş­ti­re­bi­le­cek, de­mok­ra­si mü­ca­de­le­
si­nin çok yön­lü bir sa­vaşç­ı­sı ha­li­ne
ge­le­cek­tir.
Çe­şit­li em­per­ya­list güç­le­rin Tür­
ki­ye için­de ulu­sal so­ru­nu ve çe­liş­ki­
le­ri kul­la­na­rak po­li­ti­ka yap­ma im­
ka­nı ve­ren, Türk ha­kim sı­nıf­la­rı ta­ra­
fın­dan bağ­naz­ca ko­ru­nan ulu­sal hak
eşit­siz­li­ği ve ulu­sal bas­kı re­ji­mi­dir.
Ken­di­le­ri ül­ke için­de ulu­sal bas­kı­
nın, ulu­sal hak eşit­siz­li­ği­nin sa­vu­
nu­cu­su olan­la­rın, baş­ka em­per­ya­li­
st­le­rin ve dev­let­le­rin var olan ulu­sal
so­ru­nu kul­lan­ma­sı­na bo­zuk çal­ma­ya
hak­kı yok de­me­ye­ce­ğiz, ama yay­ga­ra
ko­par­ma­ya hiç hak­kı yok­tur.
Ka­sım 2005 ✓
yeni işçi dünyası
Ulus­la­ra­ra­sı
sen­di­kal üst bir­lik
UNI
- Te­mel amaç­la­rı ve fonk­si­yo­nu -
B
10
u­gün Tür­ki­ye sen­di­kal ha­re­
ke­ti içe­ri­sin­de, hem an­la­yış
hem de pra­tik ta­vır ba­kı­mın­
dan ül­ke­de­ki sen­di­kal ha­re­ke­tin ulus­
la­ra­ra­sı bo­yu­tu ve ulus­la­ra­ra­sı sen­di­
kal iliş­ki­le­rin öne­mi ger­çek­ten kav­
ran­ma­mış­tır. Çok az sa­yı­da sen­di­ka
yö­ne­ti­ci­si­nin ve yi­ne çok kü­çük bir
ke­sim uz­ma­nın dı­şın­da sen­di­ka­la­rın
ço­ğun­da yay­gın olan ba­kış açı­sı şöy­le
özet­le­ne­bi­lir:
– Ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­re he­men he­
men hiç önem ver­me­yen­ler, bu so­
ru­na laf dü­ze­yin­de bi­le de­ğin­me­yen­
ler.
– Ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­ri yal­nız­ca
ken­di sen­di­ka­sı için ulus­la­ra­ra­sı da­
ya­nış­ma­ya ih­ti­yaç du­yul­du­ğun­da ya­
rar­la­nı­la­cak, da­ha doğ­ru­su kul­la­nı­la­
cak bir araç ola­rak gö­ren­ler.
– Di­ğer ül­ke­ler­den sen­di­ka­la­rı
ve ulus­la­ra­ra­sı sen­di­kal ha­re­ke­ti
“Türk” sen­di­ka­cı­lık ha­re­ke­ti­nin düş­
ma­nı ola­rak gö­rüp “Tür­kün Türk­ten
baş­ka dos­tu yok­tur” ha­kim sı­nıf ide­
olo­ji­si­ni açık­tan sen­di­kal ha­re­ket içe­
ri­sin­de tem­sil eden­ler.
– Ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­r­den, Tür­ki­
ye’de­ki sen­di­kal ha­re­ket içe­ri­sin­de
“mo­dern” bir sos­yal re­for­mist çiz­gi­
nin yer­leş­me­si ve ül­ke­de­ki açık ve
ka­ba an­ti de­mok­ra­tik ya­sa­la­rın kalk­
ma­sı ama­cı ile yar­dım uman­lar.
– Ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­ri za­ten ka­ba­
rık olan ma­aşı­nı da­ha da ar­tır­mak
için bir fır­sat ola­rak de­ğer­len­di­ren
ve ül­ke dı­şın­da­ki sen­di­kal zi­ya­ret­le­ri
gez­mek, eğ­len­mek (özel­lik­le ku­mar­
ha­ne­le­re ve ge­ne­lev­le­re git­mek için)
önem­li bir fır­sat ola­rak gö­ren­ler (ya
da al­dık­la­rı bol har­cı­rah­lar­la va­liz­ler
do­lu­su alış­ve­riş yap­ma­yı se­ven­ler).
Ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­re ba­kış açı­la­rı
fark­lı olan azın­lık bir ke­sim ise (ara­
la­rın­da­ki çok önem­li fark­lı­lık­la­ra
rağ­men) di­ğer­le­rin­den fark­lı ola­rak
ka­pi­ta­list dün­ya­da, özel­lik­le ulus­la­
ra­ra­sı te­kel­le­rin dün­ya­da­ki fa­ali­yet­le­
ri­nin bü­yük bir hız­la ya­yıl­dı­ğı za­ma­
nı­mız­da Tür­ki­ye’de­ki sen­di­ka­cı­lık
ha­re­ke­ti­nin ka­de­ri­nin ulus­la­ra­ra­sı
alan­da­ki iş­çi ve sen­di­kal ha­re­ke­te
da­ha faz­la ba­ğım­lı ol­du­ğu­nu kav­ra­
yan, dün­ya ça­pın­da ser­ma­ye­ye kar­şı
sen­di­kal ha­re­ke­tin da­ha güç­lü ve ni­
te­lik­li bir bir­lik içe­ri­sin­de ge­liş­me­si­ni
sa­vu­nan bir ke­sim­dir.
Özel­lik­le son yıl­lar­da­ki özel­leş­tir­
me­ler­de ve sen­di­kal hak mü­ca­de­le­
le­rin­de gi­de­rek çok faz­la sa­yı­da çok
ulus­lu şir­ke­tin iş­çi­le­rin ve sen­di­ka­
la­rın kar­şı­sı­na çık­ma­sı, ulus­la­ra­ra­sı
iliş­ki­le­re önem ve­ren bu kü­çük azın­
lı­ğın dü­şün­ce­le­ri­nin yay­gın­laş­ma­sı
için da­ha faz­la ola­nak ya­rat­mış­tır.
Ulus­la­ra­ra­sı iş­çi ve sen­di­kal ha­re­
ke­tin ya­kın iliş­ki­le­ri­nin öne­mi­ni ve
ulus­la­ra­ra­sı da­ya­nış­ma­nın ro­lü­nü
kav­ra­yan bu ke­sim içe­ri­sin­de de,
bu iliş­ki­nin te­me­li ve amaç­la­rı hak­
kın­da sağ­lam bir gö­rüş bir­li­ği yok­tur.
Bu­nun en baş­ta ge­len ne­den­le­rin­den
bi­ri­si bu alan hak­kın­da il­ke­li bir tar­
tış­ma­nın ve gö­rüş alış-ve­ri­şi­nin ya­pıl­
ma­mış ol­ma­sı­dır.
Biz bu ya­zı­mız­da so­mut bir ulus­la­
ra­ra­sı üst bir­lik olan UNI’nin (Uni­on
Net­work In­ter­na­ti­onal= U luslararası
İşbirliği Ağı) son ya­pı­lan dün­ya kong­
re­si­ni, te­mel ba­zı il­ke­le­ri ve amaç­la­rı
ba­kı­mın­dan ele ala­rak bu tar­tış­ma­yı
ge­liş­tir­mek is­ti­yo­ruz.
DÜN­YA ÇA­PIN­DA SOS­YAL
Dİ­YA­LOG VE SOS­YAL OR­TAK­LIK
ARA­CI OLA­RAK UNI
Uni­on Net­work In­ter­na­ti­onal (UNI)
hiz­met iş ko­lun­da fa­ali­yet gös­te­ren
sen­di­ka­la­rın dün­ya ça­pın­da­ki sen­di­
kal üst bir­li­ği­dir. Tek tek ül­ke­ler­de
fa­ali­yet bu iş­ko­lun­da fa­ali­yet yü­rü­ten
1.000’e ya­kın sen­di­ka­yı ve (ken­di in­
ter­net si­te­sin­de ver­di­ği bil­gi­ye gö­re)
15 mil­yo­na ya­kın sen­di­ka­lı iş­çi­yi
tem­sil eden UNI, üye ör­güt­le­ri­nin
ve üye iş­çi­si­nin say­ısı ba­kı­mın­dan
ger­çek­ten de ulus­la­ra­ra­sı bir gü­ce sa­
hip olan bir üst ör­güt. UNI içe­ri­
sin­de bir­ di­zi ­sek­tör, ge­nel hiz­met iş
ko­lu için­de top­lan­mış du­rum­da. Bun­
la­rın içi­n­de ti­ca­ret, ma­li iş­ler, pos­ta,
te­le­kom, en­düst­ri ve iş­let­me­ci­lik mes­
lek­le­ri, gra­fik, ba­kım ve gü­ven­lik,
med­ya ve eğ­len­ce, ku­mar­ha­ne­ler,
elekt­rik iş­let­me­si ça­lı­şan­la­rı, ber­ber­
ler ve koz­me­tik hiz­met­le­ri, sos­yal si­
gor­ta iş­çi­le­ri, sağ­lık ve tu­rizm ça­lı­şan­
la­rı bu­lun­mak­ta­dır.
Tür­ki­ye’den UNI üye­si sen­di­ka­
lar ola­rak BASS, BA­Sİ­SEN, TÜRKKoop-İş ve Tez-Koop-İş var. Bu dört
sen­di­ka­nın hep­si TÜRK-İş üye­si.
DİSK’e ve HAK-İş’e üye sen­di­ka­la­rın
UNI içe­ri­sin­de yer al­ma­ma­sı bun­la­
rın laf dü­ze­yin­de ken­di ara­la­rın­da­ki
sen­di­kal an­la­yış fark­lı­lık­la­rı­na rağ­
men ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler ala­nın­da­ki
or­tak yan­la­rı­na işa­ret et­mek­te­dir.
TÜRK-İş’ten UNI üye­si 4 sen­di­ka içe­
ri­sin­de ger­çek­ten UNI çer­çe­ve­sin­de
ak­tif fa­ali­yet yü­rü­ten tek sen­di­ka ola­
rak Tez-Koop-İş Sendikası­nın öne
çık­tı­ğı göz­lem­len­mek­te­dir. Di­ğer
üç sen­di­ka­nın pra­tik ça­lış­ma­sı içe­
ri­sin­de ne ge­nel ola­rak ulus­la­ra­ra­sı
iliş­ki­le­re, ne de UNI içe­ri­sin­de ver­me­
le­ri ge­re­ken önem gö­rül­me­mek­te­dir.
Tez-Koop-İş Sendikası Tür­ki­ye’de
fa­ali­yet yü­rüt­tü­ğü iş ko­lu içe­ri­sin­de
MET­RO, CAR­RE­FO­UR, TES­CO
gi­bi ulus­la­ra­ra­sı ti­ca­ret dev­le­ri­nin
mar­ket­le­rin­de ör­güt­len­me­ye sis­tem­li
ola­rak gi­ri­şen, bu alan­da önem­li
adım­lar atan ve UNI ile da­ha sı­kı, or­
tak bir ça­lış­ma­nın öne­mi­ni kav­ra­yan
bir sen­di­ka ola­rak öne çık­mak­ta­dır.
UNI’nin in­ter­net say­fa­sı içe­ri­sin­de
(uni­on-net­work.org) Tür­ki­ye’den
fa­ali­yet­le­ri ve ulus­la­ra­ra­sı ti­ca­ret şir­
ket­le­ri­ne kar­şı ör­güt­le­me ça­ba­la­rı ile
sık sık hak­kın­da bil­gi ve­ri­len ve da­ya­
nış­ma­ya çağ­rı­lan tek sen­di­ka da TezKoop-İş’tir.
Tez-Koop-İş’in UNI içe­ri­sin­de ak­
tif ola­rak fa­ali­yet yü­rüt­me­si, ulus­la­ra­
ra­sı iliş­ki­le­re pra­tik­te önem ver­me­si,
özel­lik­le üye­si iş­çi­ler ara­sın­da ulus­
la­ra­ra­sı da­ya­nış­ma bi­lin­ci­nin ge­liş­
me­si­ne kat­kı sağ­la­dı­ğın­dan olum­lu
bir ta­vır­dır. Fa­kat bu olum­lu yön ol­
duk­ça sı­nır­lı kal­mak­ta­dır. Bu­nun ne­
de­ni, Tez-Koop-İş’in UNI üye­si sen­
di­ka­la­rın ezi­ci ço­ğun­lu­ğu­nun sa­hip
ol­du­ğu ve UNI’nin ka­rar­la­rı­na çok
açık yan­sı­yan ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­rin
te­me­li­ne ve amaç­la­rı­na yak­la­şı­mın­da
yat­mak­ta­dır.
UNI’nin 22-25 Ağus­tos 2005 ta­rih­
le­ri ara­sın­da ABD’nin Chi­ca­go ken­
tin­de ya­pı­lan dün­ya kong­re­si bel­ge ve
ka­rar­la­rın­da UNI ken­di­si­ni “glo­bal
sen­di­ka” ola­rak de­ğer­len­dir­mek­te
ve bu de­ğer­len­dir­me­ye bağ­lı ola­rak
önü­ne gö­rev­ler koy­mak­ta­dır.
“Glo­bal sen­di­ka UNI” baş­lık­lı bir
bro­şür­de UNI dün­ya ça­pın­da sen­
di­ka ha­re­ke­ti­nin önün­de du­ran gün­
cel te­mel so­run­la­rı ve gö­rev­le­ri şu şe­
kil­de de­ğer­len­dir­mek­te­dir:
“Dö­viz pa­zar­la­rın­da iş­lem gö­ren
gün­lük ti­ca­ri bo­yut 1,900 mil­yar Do­
lar’dır. İş­let­me­ler, his­se se­net­le­ri­nin
de­ğe­ri­ni en yük­se­ğe çı­kar­mak ama­cı
ile çe­şit­li iş­le­ri ya ya­kın böl­ge­de­ki
baş­ka yer­le­re, ya da yurt dı­şı­na ta­şı­
mak­ta ve bin­ler­ce iş­ye­ri­ni yo­ket­mek­te­
dir. İş­let­me­ler için es­nek­lik pro­pa­gan­
da­sı ya­pan ve özel iş­let­me­le­ri ka­mu
iş­let­me­le­rine tercih eden hü­kü­met­ler,
en bü­yük iş­let­me­le­rin müş­te­ri­si ha­
li­ne ge­ti­ril­mek­te­dir­ler. Tek tek sa­na­yi­
ler­de, gi­de­rek da­ha güç­lü bir bi­çim­de,
eko­no­mik önem­le­ri ço­ğun­luk­la fa­ali­
yet yü­rüt­tük­le­ri ül­ke­le­rin­kin­den da­ha
yük­sek olan çok ulus­lu az sa­yı­da­ki te­
kel ege­men­lik kur­muş­lar­dır.
UNI’nin bu­na ya­nı­tı, in­san­cıl ni­te­
lik­li glo­bal­leş­me­yi müm­kün kı­la­cak
glo­bal bir sen­di­ka ajan­da­sı­dır (prog­ra­
mı­dır BN.). Bu ajan­da­nın te­mel par­ça­
la­rı glo­bal ör­güt­len­me, ça­lı­şan­la­rın ve
sen­di­ka­la­rın hak­la­rı, in­san onu­ru­na
ya­kı­şır iş ve ulus­la­ra­ra­sı iş­let­me­ler­de
ça­lı­şan üye­le­ri tem­sil eden sen­di­ka­lar
ara­sın­da it­ti­fak­lar­dır. Biz, öde­ne­bi­lir
sağ­lık hiz­met­le­ri ve fırsat eşit­li­ği­ni ga­
ran­ti altına alan bir dün­ya, in­sa­nın
odak nok­ta­da dur­du­ğu bir dün­ya is­ti­
yo­ruz.”
Eğer te­kel­le­rin fa­ali­ye­ti­ne yön ve­
ren il­ke, his­se se­net­le­ri­nin de­ğe­ri­ni
en yük­se­ğe çı­kar­mak ise, ay­nı te­kel­
ler hü­kü­met­le­ri bi­le ken­di müş­te­ri­si
ha­li­ne ge­tir­miş­se, bun­lar bin­ler­ce işi
yok edi­yor­lar­sa, te­kel­le­rin gü­cü ço­ğu
kez fa­ali­yet yü­rüt­tük­le­ri ül­ke­le­rin
eko­no­mik gü­cü­nü bi­le aşı­yor­sa (ki
bun­lar ol­gu­dur!), o za­man bu tes­pit­ler­
den çı­ka­rı­lan so­nuç ve or­ta­ya ko­nan
prog­ram, ça­lı­şan sı­nı­fın, ya­ni iş­çi sı­
nı­fı­nın çı­kar­la­rı­nı mer­ke­ze ko­yan, iş­
çi­le­rin ser­ma­ye sı­nı­fı­na, öze­lik­le ulus­
la­ra­ra­sı te­kel­le­re kar­şı sı­nıf mü­ca­de­le­
si­ni ge­liş­ti­ren bir prog­ra­m ol­ma­lı­dır.
UNI yu­kar­da­ki tes­pit­ler­den böy­le
bir so­nuç çı­kar­mı­yor ve prog­ra­mı da
böy­le bir prog­ram de­ğil.
As­lın­da UNI iş­çi sı­nı­fı ile ser­ma­ye
sı­nı­fı ara­sın­da­ki giz­len­me­si müm­
kün ol­ma­yan çı­kar zıt­lı­ğı­nı ka­bul
yeni işçi dünyası
eder­ken, bu zıt­lı­ğı aş­ma­nın bi­ri­cik
yo­lu olan sı­nıf mü­ca­de­le­si­ni ka­bul
et­me­yi ve sı­nıf mü­ca­de­le­si­ni ör­güt­le­
me­yi de­ğil, tam ter­si­ne sı­nıf­lar ara­sı
iş­bir­li­ği­ni ör­güt­le­me­yi amaç­la­mak­
ta­dır. Bu ama­cı bir çok res­mi bel­ge­
sin­de açık­ça da ifa­de edil­mek­te­dir.
“Ken­di içe­ri­si­ne hem bir so­nuç hem
de di­ğer he­def­le­rin ger­çek­leş­ti­ril­me­si
olan sos­yal di­ya­log, hü­kü­met­le­rin
ve sos­yal or­tak­la­rın de­ği­şi­mi ve eko­
no­mik ve sos­yal ge­liş­me ile baş ede­
bil­me­le­ri­ni müm­kün kı­lan es­nek bir
araç­tır. Mo­dern top­lu­mun kar­şı­laş­tı­ğı
çe­şit­li ta­lep­ler bir di­zi di­ğer grup­la­rı
da ha­re­ke­te ge­çir­mek­te­dir. Kü­re­sel si­
vil top­lum, tü­ke­ti­ci grup­la­rı, ka­dın ör­
güt­le­ri, çev­re ko­ru­yu­cu­lar vb. Bun­lar
sos­yal di­ya­lo­ğu şe­kil­len­dir­mek­te­dir ve
sen­di­ka­lar bun­la­ra yö­ne­lik öl­çü­lü bir
iliş­ki kur­ma­lı ve ge­le­nek­sel or­tak­la­rı
(iş­ve­ren­ler ve hü­kü­met­ler) ye­ni iliş­ki­
ler ya­rat­ma­lı­dır­lar ve ka­dın­la­rın ro­lü
ve ye­ri ba­kı­mın­dan bu iliş­ki­ler­de ye­ni
bi­çim­ler ge­liş­tir­me­li­dir­ler.”
“UNI Ey­lem Pla­nı” baş­lık­lı ka­rar­da
dört “stra­te­jik he­def” be­lir­len­mek­te­
dir: İs­tih­da­mın ge­liş­ti­ril­me­si, iş­ye­
rin­de hak­lar, sos­yal gü­ven­lik ve sos­
yal di­ya­log.
UNI’nin tüm fa­ali­yet­le­ri­nin te­me­li
iki prog­ra­ma­tik dü­şün­ce­de yat­mak­ta­
dır: Sos­yal di­ya­log ve sos­yal or­tak­lık.
Bu iki kav­ram son yıl­lar­da ül­ke­mi­
zin sen­di­ka­cı­lık ha­re­ke­ti içe­ri­sin­de
de iyi­ce yer­leş­miş­tir. Bir çok sen­di­ka­
nın ve fe­de­ras­yo­nun açık­la­ma­la­rın­da
ve bel­ge­le­rin­de sık sık bu kav­ram­lar,
ken­di içe­rik­le­ri ile yer al­mak­ta­dır.
Ör­ne­ğin DİSK Ge­nel Baş­ka­nı Sü­
ley­man Çe­le­bi, ül­ke­mi­zin ön­de ge­len
ser­ma­ye ku­ru­luş­la­rın­dan MESS’in
Ulus­la­ra­ra­sı sen­di­ka­cı­lık ha­re­ke­
tin­de “sos­yal di­ya­log” ve “sos­yal
or­tak­lık” kav­ram­la­rı ta­ri­hi ola­rak
sos­yal­de­mok­ra­si­nin ege­men­ler­le uz­
laş­ma si­ya­se­ti­nin sen­di­ka­cı­lık ala­
nın­da­ki yan­sı­ma­sı ol­muş, sı­nıf sen­
di­ka­cı­lı­ğı­na kar­şı olan an­la­yı­şı­nın
içe­ri­ği­ni özet­le­yen kav­ram­lar ola­rak
or­ta­ya çık­mış­lar­dır. Bir yan­da, ser­
der­gi­si MER­CEK’e gön­der­di­ği 21 Ha­
zi­ran 2005 ta­rih­li, “Sos­yal di­ya­log­da
te­mel öl­çüt sa­mi­mi­yet ve hak­la­ra say­
gı­dır” baş­lık­lı ya­zı­sın­da, “sos­yal di­ya­
log son yıl­lar­da öne çı­kan bir kav­ram­
dır. DİSK ola­rak sos­yal di­ya­lo­ğu, iş­çi,
iş­ve­ren ve hü­kü­met tem­sil­ci­le­ri­nin,
ko­nu­la­rı öz­gür­ce tar­tış­mak ve mü­za­
ke­re et­mek, fark­lı yak­la­şım­la­rı or­ta­ya
koy­mak ve müm­kün­se or­tak çö­züm­
le­re ulaş­mak ama­cıy­la ça­lış­ma ha­ya­
tı­nın her dü­ze­yin­de or­tak plat­form­lar
oluş­tur­ma­la­rı ola­rak ta­nım­lı­yo­ruz.”
de­mek­te­dir.
ma­ye­ye ve ser­ma­ye hü­kü­met­le­ri­ne
(da­ha doğ­ru­su ser­ma­ye dev­let­le­ri­ne
kar­şı) sı­nıf sen­di­ka­cı­lı­ğı­nı sa­vu­nan
ve ser­ma­ye sı­nı­fı­nı ve onun si­ya­si
ku­rum­la­rı­nı sı­nıf düş­man­la­rı ola­rak
gö­ren ko­mü­nist ve dev­rim­ci sen­di­ka­
cı­lık an­la­yı­şı, di­ğer yan­dan ise ser­ma­
ye­yi ve onun hü­kü­met­le­ri­ni iş­çi sı­nı­fı
ile ara­sın­da­ki ki­mi fark­lı­lık­la­rı­na
rağ­men çı­kar or­ta­ğı ola­rak gö­ren, bu
ne­den­le ara­la­rın­da­ki iliş­ki­yi or­tak­lar
ara­sın­da iliş­ki ola­rak de­ğer­len­di­ren
sı­nıf uz­laş­ma­cı­sı sos­yal­de­mok­rat
sen­di­ka­cı­lık an­la­yı­şı. Sı­nıf sen­di­ka­
Akdeniz Belediyesi’nde işçi ve çevre kıyımı!
M
ersin Akdeniz Belediyesi’nin uygulamaları kafa­
larda bir sürü soru işareti bırakacak cinsten.
31.12.2004 tarihinde belediyenin temizlik işle­
rini yürüten taşeron firma Ceysan A.Ş. tarafından 69 işçinin
işine son verilmiş. İşten çıkarılan işçilerin açtıkları davalar so­
nucunda ise işe iade edilmelerine karar verilmiş. Ancak bele­
diyenin ve taşeronun işçileri işe almaması sonucunda Yargıtay
9. Hukuk Dairesinin kararı gereğinde işçilerin alacağı olan
300 milyar lira için icra takibi başlatılmış. Bu tazminatların ise
işçileri işten çıkaran taşeron firma tarafından değil, Akdeniz
Belediyesi tarafından ödenmesi gerekiyor. Yani Ceysan A.Ş.
işçileri atıyor, işçilerin hakları olan tazminatları ise yine işçi ve
emekçilerin sırtından geçinen belediye ödüyor?
Konu ile ilgili görüştüğümüz Belediye Meclisinin
(DEHAP’lı, seçim ittifakı dolayısıyla) SHP’li üyesi Hasan
ARIK belediye başkanı ile birçok kez görüşmelerine, olayı
basına duyurmak için çaba sarf etmelerine rağmen bir so­
nuç alamadıklarını belirtiyor. Hasan Arık 110 işçinin mağ­
dur edildiğini, bu işçilerin hak ve alacaklarının faizleri ile
birlikte yaklaşık 1 trilyonu bulduğunu ve bu paranın yine
halkın sırtından karşılanacağını ifade etti.
İşten atılan işçiler ise Genel-İş Sendikasına üye. Genel-İş
Sendikası yöneticileri işçilerin hakları ile ilgili yasal işlem yap­
tıklarını ve şu anda belediyeden alacaklarını taksitler halinde
tahsil ettiklerini belirtiyor.
Tüm bunlar belediye ile taşeron firma arasında çıkar ilişkile­
rinin bulunduğunu, bu durumdan yine işçilerin ve emekçilerin
zararlı çıktığını gösteriyor. Ancak olanlar bununla da bitmiyor.
Karaduvar Mahallesinde Opet’e ait bir Akaryakıt Dolum
Tesisi bulunuyor. Belediye meclisi 21.06.2002 tarihinde 143
sayılı karar ile tesisin bulunduğu alanın “güneyinde en
fazla 45, en az 40 m; kuzeyinde en az 35, en fazla 70 m;
doğusunda 70 m; batısında en az 55, en fazla 70 m” Sağlık
Kuruma Bandı bulunması gerektiğini kabul ediyor. Koruma
bandının içerisinde ağaç ve çiçek dışında hiçbir şey bulun­
maması, yapı veya tesis kurulmaması gerekiyor. Opet’in
başvurusu üzerine yapılan incelemede ise tesisin Sağlık
Koruma Bandı olarak ayrılan alanı üzerinde bir idari bina­
nın, trafonun, bazı yapıların ve üç su tankının bulunduğu
tespit ediliyor. Bu nedenle belediyenin Planlama-İmar ve
Fen İşleri Komisyonu başvuruya 07.02.2005 tarihinde red
kararı veriyor.
Ancak aynı belediye meclisi, 5 üyenin muhalefetine rağ­
men üzerinde idari binanın, trafonun ve su tanklarının bu­
lunduğu Sağlık Koruma Bandını onaylıyor. 04.10.2005 tari­
hinde onaylanan koruma bandının Büyükşehir Belediyesi
tarafından da onaylanması gerekiyor.
Akdeniz Belediyesi Meclisi 31 üyeden oluşuyor. Seçimlerde
meclise 15 CHP’li, 6 AKP’li ve 10 SHP’li üye seçiliyor.
Bilindiği gibi DEHAP, EMEP ve SHP seçim ittifakı yaparak
SHP çatısı altında seçime katılmışlardı. Bu nedenle meclise
seçilen 10 SHP’li üyenin 6’sı DEHAP’lı. Ancak seçimler son­
rasında 4 SHP’li üyeden 3’ü istifa ederek CHP’ye geçiyor.
Halkın sağlığını korumakla görevli belediye “belli ol­
mayan” nedenlerle anlamsız uygulamalara imza atıyor.
Kapitalist çürümenin ve çıkar ilişkilerinin hüküm sürdüğü
sistemden başka bir şey de beklenemez zaten!
10.11.2005, YDİ Çağrı/Mersin ✓
cı­lı­ğı­nı de­ğil­ de sı­nıf uz­laş­ma­cı­lı­
ğı­nı sa­vu­nan sos­yal di­ya­log an­la­yı­şı,
iş­çi sı­nı­fı­nın en ge­niş ke­sim­ler­inin
çı­kar­la­rı­na tü­müy­le ters bir an­la­yış­
tır. Zi­ra bu an­la­yı­şı sa­vu­nan­la­rın ve
ge­rek­çe­len­dir­me­ye ça­lı­şan­la­rın tüm
ça­ba­la­rı­na rağ­men, iş­çi sı­nı­fı ile ser­
ma­ye­dar­la­rın ve or­tak­la­rı ara­sın­da
çı­kar bir­li­ği­nin ne­re­de yat­tı­ğı­nı is­pat
ede­me­­miş­ler­dir. Ede­me­ye­cek­ler­dir­
de. Çün­kü böy­le bir çı­kar bir­li­ği yok­
tur ve eş­ya­nın ta­bi­atı­na uy­gun ola­rak
böy­le bir çı­kar bir­li­ği ola­maz da.
Sen­di­kal mü­ca­de­le­de iş­çi­le­rin çı­
kar­la­rı­nı sa­vun­ma adı­na öne sü­rü­len
“sos­yal di­ya­log” ve “sos­yal or­tak­lık”
kav­ram­la­rı ile ifa­de edi­len ve sa­vu­
nu­lan çı­kar bir­li­ği, ger­çek­te ser­ma­ye
ve onun hü­kü­met­le­ri­nin, sis­te­min
ege­men­le­ri­nin çı­kar­ bir­li­ği­dir. Ay­nı
za­man­da ya­şam tarz­la­rı, ge­lir­le­ri, dü­
şün­ce bi­çim­le­ri ile iş­çi ve sen­di­ka ha­
re­ke­ti­nin kü­çük ve im­ti­yaz­lı ta­ba­ka­sı
olan ve tü­müy­le bur­ju­va­laş­mış olan
iş­çi aris­tok­ra­si­si ve sen­di­ka bü­rok­ra­
si­si­nin ger­çek­ten­ de ser­ma­ye ve o­nun
hü­kü­met­le­ri ara­sın­da sos­yal te­me­li
olan bir çı­kar bir­li­ği de var­dır. Ay­nı
ser­ma­ye ve onun hü­kü­met­le­ri ile bir­
lik­te iş­çi sı­nı­fı­nın en ge­niş ke­sim­le­ri­
nin en yay­gın bi­çim­de sö­mü­rül­me­si
ve bas­kı al­tı­na alın­ma­sı ile iş­çi aris­
tok­ra­si­si­nin ve sen­di­ka bü­rok­ra­si­si­
nin yük­sek ge­lir­le­ri, ar­pa­lık­la­rı ve
bur­ju­va ya­şam bi­çi­mi ga­ran­ti al­tı­na
alın­mak­ta­dır. İş­te bu bur­ju­va­laş­mış
iş­çi ta­ba­ka­la­rı­nın te­mel or­tak çı­kar­
lar çer­çe­ve­sin­de ser­ma­ye­ye ve onun
hü­kü­met­le­ri­ne yö­ne­lik po­li­ti­ka­sı­nı
“sos­yal or­tak­lık” ve “sos­yal di­ya­log”
ola­rak ifa­de et­me­si ken­di çı­kar­la­rı­na
ta­ma­men denk dü­şen kav­ram­lar­dır.
UNI ve üye­si sen­di­ka­la­rın ve di­ğer
ulus­la­ra­ra­sı sen­di­kal üst ku­ru­luş­la­
rın ön­der­li­ği­ni iş­çi aris­tok­ra­si­si ve
sen­di­ka bü­rok­ra­si­si oluş­tur­du­ğun­
dan, bun­la­rın te­mel prog­ra­ma­tik he­
def­le­ri­nin sos­yal di­ya­log ve sos­yal or­
tak­lık ola­rak ko­nul­ma­sı da an­la­şı­lır
bir ide­olo­jik ba­kış açı­sı­dır.
Bu­gün ulus­la­ra­ra­sı sen­di­ka­cı­lık ha­
re­ke­tin­de ve ül­ke­miz­de yay­gın olan
sı­nıf iş­bir­lik­çi­si, sos­yal di­ya­log­cu an­
la­yış­la­ra kar­şı ör­güt­lü, çok yön­lü ve
tu­tar­lı bir mü­ca­de­le yü­rüt­mek sı­nıf
sen­di­ka­cı­lı­ğı­nı tu­tar­lı ola­rak sa­vu­
nan sı­nıf bi­linç­li iş­çi­le­rin ve mü­ca­de­
le­ci sen­di­ka­cı­la­rın önün­de gö­rev ola­
rak dur­mak­ta­dır. Ül­ke­miz­de­ki sı­nıf
bi­linç­li iş­çi­le­rin ve mü­ca­de­le­ci sen­di­
ka­la­rın sı­nıf sen­di­ka­cı­lı­ğı yö­nün­de­ki
ça­ba­la­rı ulus­la­ra­ra­sı plat­form­la­ra da
ta­şın­ma­lı ve sı­nıf uz­laş­ma­cı­sı sen­di­
ka­cı­lık an­la­yı­şı­na kar­şı sı­nıf sen­di­ka­
cı­lı­ğı an­la­yı­şı için ulus­la­ra­ra­sı mü­ca­
de­le bay­ra­ğı yük­sel­til­me­li­dir.
Ka­sım 2005 ✓
11
yeni işçi dünyası
Eğitimcilerin büyük yürüyüşü…
K
E SK ’e b a ğ l ı , E ğ it i m ve
Bilim Emekçileri Sendikası
Eğitim Sen’li emekçilerin,
“Parasız, nitelikli eğitim, insanca yaşam ve demokratik Türkiye” şiarla­
rıyla Öğretmenler Günü 24 Kasım’da
İstanbul’da ve değişik illerde başlattığı
“Büyük Eğitimci Yürüyüşü” 26 Kasım
Pazar günü Ankara’da sona erdi.
Eğitim emekçilerinin üç günlük yü­
rüyüşlerinde öne çıkardıkları talepleri
şunlardı:
• İkili eğitimden tekli eğitime geçilmelidir;
• Sınıf mevcutları 60 değil, 24 kişilik olma­
lıdır;
• Tüm anaokulu ve ilköğretim öğrencile­
rine ücretsiz süt verilmelidir;
• Tüm çocukların yılda iki kez sağlık tara­
masından geçirilmesi;
• Eğitimde kadrolaşma değil, demokratik
yönetim anlayışı benimsenmelidir;
• Eğitimde hazırlık ödeneği tüm eğitim ve
bilim emekçilerine ödenmelidir;
• Hizmetli ve memurlar için özel hizmet
tazminatı ödenmelidir;
• Ek ders ücretleri günün şartlarına uygun
olarak belirlenmelidir;
• Tüm eğitim ve bilim emekçilerine yaka­
cak parası verilmelidir;
• 4688 sayılı kamu çalışanları sendika ya­
sası grevli toplu iş sözleşmesi olarak yeni­
den düzenlenmelidir.
12
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik
eğitim emekçilerinin yürüyüşünü en
başından itibaren gayri meşru ilan
ederek, polisin emekçilere yönelik ba­
rikat kurmasına, panzerli, coplu ve gaz
bombalı saldırısına yeşil ışık yaktı.
Milli Eğitim Bakanının ve Ankara
Valiliğinin bütün tehditlerine rağmen
eğitim emekçileri kararlı tutumların­
dan taviz vermediler.
Öğretmenler Günü 24 Kasım’da
İstanbul İstiklal Caddesinde yaklaşık
bin eğitim emekçisi, Tünel’den Taksim
Meydanı’na kadar yürüdü. Yürüyüş sı­
rasında atılan sloganlarda parasız, ni­
telikli eğitim, insanca yaşam talepleri
dile getirilirken, Şemdinli’de yaşanan
olaylara da tepki gösterildi.
26 Kasım Cumartesi günü İstanbul,
İzmit, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ,
Karabük, Zonguldak, Bartın, Bolu,
Sakarya, Düzce, Balıkesir, Bursa ve
Yalova’dan 8000’e yakın öğretmen
Ankara’ya doğru otobüslerle yola çıktı.
Kamu emekçilerinin Ankara’ya girişi
Jandarma barikatıyla engellenmeye
çalışıldı. Bu sırada İstanbul-Ankara
otoyolunu trafiğe kapatan bir gruba
Jandarmanın saldırması sonucu 18 ey­
lemci yaralandı.
Aynı gün Ankara’da “Büyük Eğitimci
Yürüyüşü” için bir araya gelen EğitimSen’li emekçiler de polis barikatıyla
karşılaştı. Yaklaşık 2000 Eğitim-Sen’li
emekçi polis barikatlarını aşarak Milli
Eğitim Bakanlığı’nın önüne yürüdü.
Eylemcilerin Atatürk Caddesi’ni trafiğe
E
kapatması üzerine polisin saldırısında
4 Eğitim-Sen’li emekçi yaralandı.
Bu emekçilerin bir kısmı halen çe­
şitli hastanelerde tedavi altındadır.
Bu saldırılar ile ilgili olarak Eğitim
Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer 27
Kasım’da bir basın açıklaması yaptı.
Basın açıklamasında:
Eğitim’deki kadrolaşmaya karşı eylem!
ğitim-Sen Adana Şubesi
22.10.2005 tarihinde, eği­
tim ve sağlıktaki kadrolaşma ve
özelleştirme politikalarını protesto
yürüyüşü düzenlendi. Saat 12:30’da
Eğitim-Sen Adana Şubesi önünde
toplanan yaklaşık 400 eğitim emek­
çisi, buradan istasyon meydanına
sloganlar eşliğinde yürüdü. İstasyon
Meydanı’nda yapılan basın açıkla­
masında AKP hükümetinin sık sık
dile getirdiği eğitim sistemindeki
sorunları çözeceğine ilişkin açıkla­
malarına rağmen “eğitim ve sağlık
sisteminde kadrolaşma”ya gidildiği,
“paralı eğitimi özendirmek için özel
okullara mali kolaylıklar sağlan­
dığı” belirtildi.
Eylem basın açıklamasının okun­
masından sonra sona erdirildi.
Ydi Çağrı / Adana ✓
Yıllardır eğitim ve bilim emekçile­
rinin sorunlarını görmezden gelenle­
rin, taleplerine kulaklarını tıkayanla­
rın, dün olduğu gibi bugün de çözüm
üretmek yerine, haklarını arayanları
suçlamayı, üzerlerine panzerlerle gide­
rek saldırmayı tercih ettiklerini, Milli
Eğitim Bakanı’nın Türkiye’nin dört bir
tarafında, en ücra köşelerde, fedakarca
çalışan öğretmenleri aşağılarcasına
“öğretmenler sadece iki gün çalışıyor!”
deme cesaretini gösterdiğini, ardından
Bakanlık tarafından okullara genelge
gönderilerek, eğitim emekçilerinin
sendikal haklarını kullanması baskı ve
yıldırma ile engellenmeye çalışıldığını
dile getirdi. Tüm bu baskı ve tehditlere
rağmen taleplerinin takipçisi olarak
Ankara’ya gelen on binin üzerindeki
eğitim emekçisinin üzerine panzerler
ve gaz bombaları ile gidildiğini be­
lirten Dinçer, Avrupa’ya her gittikle­
rinde, demokratikleşiyoruz havaları
atanlar, Eğitim Sen’in parasız, nitelikli
eğitim, insanca yaşam ve demokratik
Türkiye için başlattığı büyük yürüyüşe
bile tahammül edemeyerek ne kadar
demokratik olduklarını gösterdikle­
rini vurguladı.
Ya ş a n a n s a l d ı r ı l a r ı n , A K P
Hükümeti’nin eğitim emekçilerinin
taleplerinden ve bu talepler üzerinden
yürüttükleri mücadeleden ne kadar ra­
hatsız olduklarını gösterdiğini, bütün
bu yaşananlardan Milli Eğitim Bakanı
ve Ankara Valisinin sorumlu olduğunu
söyleyerek emekçileri tehdit eden Milli
Eğitim Bakanının derhal istifa etme­
sini ve Ankara Valisinin de görevden
alınmasını talep ettiklerini belirtti.
Ayrıca Eğitim Sen’li emekçiler, Ankara
Valisi, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve
Ankara İl Jandarma Komutanlığı’na
kamu davası açılması isteğiyle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda
bulunarak yapılan pervasızca saldırı­
lara karşı sessiz kalmayacaklarını gös­
terdiler.
Kamu emekçilerinin demokratik ta­
leplerine yönelik bu saldırılar sadece
bu hükümetin ve bakanlarının değil,
şimdiye kadarki bütün hükümetlerin
uygulayageldikleri, kapitalist faşist sis­
temin saldırılarıdır. Hangi hükümet
gelirse gelsin azami kar üzerine kurulu
kapitalist sistem var olduğu sürece ezi­
lenler en ufak hakları için çetin müca­
deleler vermek zorunda kalacaklardır.
Bu nedenle bütün işçi ve emekçiler,
demokratik haklar ve insanca yaşam
için yürüttükleri mücadeleyi emekçi
düşmanı kapitalist sisteme karşı, sos­
yalizm mücadelesi ile birleştirmek zo­
rundadırlar. Bu bilinçle verilecek bir
mücadele ancak zafere ulaşacaktır.
Yaşasın Eğitim Sen’li emekçilerin
haklı mücadelesi! ✓
yeni işçi dünyası
B
NEFA Tekstil Fabrikasında sendikalaşmak için
örgütlenen işçiler işsiz bırakıldılar...
üyükçekmece bölgesinde penye
üretimi yapan tekstil işçilerin­
den 19 tanesi işveren tarafından
kapı önüne koyuldu. Daha önce çeşitli
gerekçelerle üç işçiyi kapının önüne
koyan işveren, aldığı duyumlar üzerine
örgütlenmeye yatkın olan işçilerden ve
diğer işçilerden 19 kişiyi çıkardı.
Bir süredir, sendikalaşmak için örgüt­
lenen işçiler belli sayıda üyeyi örgütle­
mişlerdi. Fabrikada yaklaşık olarak 130
işçi çalışmaktaydı. Patron 25.11.2005
tarihinde çoğu sendikaya üye işçi ve
öncüleri gruplar halinde tazminatla­
rını ve iki maaş fazlasını vererek işten
attı. İşçilerin çok hazırlıklı olmadık­
ları bu durumda; NEFA patronu SABA
Tekstil işvereninin desteğini de alarak
planlı bir şekilde işçilerin iş akitlerine
son verdi. Patron işçilerin sendikal faa­
liyette bulunduklarını belirterek, gere­
kirse fabrikayı boşaltacağını ama sen­
dikalaşmayı kabul etmeyeceğini açıkça
belirtti.
İlk çıkarılan işçiler çıkışlarını im­
zaladıkları için diğer işçiler de direniş
göstermeden çıkışlarını alarak ayrıldı­
lar. Bizim örgütlülüğümüzde öne çıkan
kimi derslerin olduğunun bilincine var­
dığımız için bunu paylaşmak istedik:
1.
2.
3.
Öncülük yapan işçiler çıkışlarını
aldıktan sonra bir direniş gösterme
şansımız kalmadı.
Her ne kadar sendika bizi dire­
niş koyma noktasında uyardıysa
da, biz buna uygun davranmadık.
İşverenin ani saldırısına hazır ol­
madığımızdan sendikayla yeterli
dayanışma sağlayamadık.
Kötü iş koşulları işçilerin çoğunlu­
ğunda işyerinden ayrılmak isteme­
NEFA Tekstil işçilerinden...
“
Adım Ayşegül, NEFA Tekstil’de
11 yıl çalıştım, küçüklüğüm ve
gençliğim bu işyerinde geçti.
İşverenimiz Ahmet Erkan Över, penye
işi yapmaktaydım ve kalite-kontrolcu
olarak çalışmaktaydım.
İşyerimizde çalışma koşulları bir
dizi işyeriyle aynı, sigortamız var ve
yemek ve servis dışında yılda bir kez
işverenin verdiği ücret artışına talim
etmekteyiz. Çıktığımda 430 YTL al­
maktaydım, mesailerle bu 600-650
YTL olmaktaydı. Kalite-kontrolcular
olarak gün aşırı ayakta çalışmakta ve
olduğunuz yerde sabit durmaktası­
nız, böylece artık varislerimiz oluş­
muş, bacaklarımızın ağrıları olağan
bir durum haline gelmiştir. Şeflerin
bağırtıları ve hakaretleri de yine ola­
ğan bir durum halini almıştı. Kadın
olarak güçsüzlük, acizlik ve ezilmişlik
-buna artık ne derseniz deyin- ifade
etmekte zorlandığım bu durumu ya­
şamaktaydım. Örgütlenme denen
birlikte hareket de, dayatmalara karşı
artık bir şeyler yapmanın en son nok­
tasında öğrendiğimiz durumdu.
Bunlarla da bitmiyor, işyerindeki
sömürüyü de kabaca örneklendi­
reyim: Çalışma saatlerimiz resmen
8.30-18.30 arası olmasına karşın,
fiilen her gün 22.00’ye kadar sürü­
yor. Şimdi bir muhasebe yapalım.
Hergün üçbuçuk saat mesai, haftada
17 buçuk saat yapar, buna Cumartesi
7 buçuk saat daha eklersek, toplam
25 saat mesai ediyor. Üç ayda bir 5
hafta var, biz ayı 4 hafta olarak ala­
lım. 100 saat mesai ediyor. Pazar ça­
lışmaları da olmakta, bunu hesaba
katmıyorum. Ayda kaldığım mesai
60-70 saat olarak hesaplanır, buradan
çaldıkları bu kadar açık. Hafta içi ve
Cumartesi çalışmalarını %50 olarak
hesaplayarak ayrıca bir kazanç elde
etmektedirler. Ayda 240 saat çalıştı­
ğım halde, ücret hesaplamalarını 30
gün üzerinden günlük hesapladıkla­
rından, yine kağıt üzerinden 30 gün
üzerinden günlük 14.33 YTL yapar,
ama 240 saat üzerinden günlük üc­
ret 17.92 YTL olacaktır, bu durumda
hesaplamalarla kazancımızdan yine
çalmaktadırlar. Yemekler kötü ve aç
kalmaktaydık, bunu ifade ettiğimizde
bize hakaret edilerek kapılar gösteril­
mekte. Kadir ustanın vb. bizi çalışan
makineden daha değersiz gördüğü,
hiç bir isteğimizin karşılanmadığı
bir durumla karşı karşıya bırakıyor­
lardı. Korkumuzdan çalışma arka­
daşımızdan iş dahi isteyemiyorduk.
İşveren sigortalı olan işyerinde si­
gorta şirketlerinden para almak
için, yağışlı olan 2004 Ocak ayında
işleri bizlere ıslattırarak sigorta­
dan yüklü miktarda paralar aldı. Ya
da kendisi çelik para kasasını kır­
4.
5.
leri fikrini oluşturdu. Örgütlülüğü
daha da pekiştirerek, iş koşulla­
rımızı bu örgütlülük üzerinden
düzeltme şansımız varken, kolay
olanı, yani direniş koymamayı ter­
cih ettik.
Kazanımsa; ilk kez bu işyerinde kı­
dem ve ihbar tazminatı aldık.
NEFA Tekstil işçileri olarak müca­
dele yolunu seçmeyerek diğer üye
arkadaşlarımızı yalnız bıraktık.
Örgütlü olan işveren bize tim­
sah gözyaşları dökerek ve aldatma­
calara başvurarak bizi zayıf düşür­
müştür. Bu olaydan öğrendik. İleride
daha iyi örgütlenerek hatalarımızdan
da öğrenerek başarıyı yakalayacağız.
Yaşasın işçi sınıfının örgütlü mücadelesi!
Bir grup NEFA tekstil işçisi ✓
dırtarak sigortadan paralar aldı.
Bugün geldiğim noktada, işveren­
lere bir cennet kurulmuş olduğunu,
bizi de kendi cennetlerinin ücretli
köleleri olarak çalıştırmakta olduk­
larını görüyorum. En ufak hak is­
teğimize, örneğin yasal olan sen­
dika hakkımıza tahammül göster­
memektedirler. Bundan böyle hak
alma mücadelesinde benim için ör­
gütlülük esastır. En büyük güçtür.”
“
Ben Mehmet Emin, 7 aydır
NEFA Tekstil’de çalışmakta­
yım, çeşitli direnişler yaşadım.
Sendikalı işyerinde çalıştım. 13 yıldır
çalışmaktayım. İşyerlerinin hemen
hepsinde zor koşulların olduğunu
biliyorum ama mücadeleyle sendika­
laştırılan işyerlerinde yasal haklarını
kullanma şansın vardır. Evli ve bir
çocuk babasıyım, eşim de çalışmakta.
Örgütsüz işyerlerinin örgütlenmesi
için çabalarım var ve o yüzden işsiz
kalmaktayım. Bu bir mücadele hattı­
dır, emeğime sahip çıkmam gerekti­
ğini düşünüyorum ve bunun çabasını
veriyorum. Bu işyerinde örgütlülü­
ğün bir ucundan tuttum, yanlışları­
mız da oldu, yanılarak yeniden öğ­
renmem gerekti. Birlik çok önemli.
İşyerinde çalışma koşulları çok ağır
ve tabiri caizse ayakta uyumaktayız.
Emek cephesindeki çabalarınız için
siz YDİ Çağrı çalışanlarına teşekkür
ederim.” ✓
“Bu bir mücadele
hattıdır, emeğime sahip
çıkmam gerektiğini
düşünüyorum ve
bunun çabasını veri­
yorum. Bu işyerinde
örgütlülüğün bir ucun­
dan tuttum, yanlışları­
mız da oldu, yanılarak
yeniden öğrenmem
gerekti. Birlik çok
önemli.
İşyerinde çalışma
koşulları çok ağır ve
tabiri caizse ayakta
uyumaktayız. Emek
cephesindeki çabaları­
nız için siz YDİ Çağrı
çalışanlarına teşekkür
ederim.”
13
yeni işçi dünyası
M
14
Direnen SCT Filtre işçisi kazandı!
ersin-Tarsus yolu üzerinde
faaliyette bulunan SCT
Filtre işçilerinin karşılaş­
tığı oyunlar son buldu.
Temmuz ayında işçileri zora başvu­
rarak kendi çıkarları açısından DİSK’e
bağlı Birleşik Metal İşçileri Sendikasına
üye yapan SCT Filtre yöneticilerinin
bir bölümü daha sonra işçileri sendi­
kadan istifaya zorlamışlardır.
SCT Filtre işyerinin müdürü ve iş­
yerindeki ustalar yabancı patronla
aralarındaki sorunları çözmek için
işçilerin DİSK’e bağlı Birleşik-Metalİş sendikasına üye olmasını hem teş­
vik etmiş, üye olmak istemeyenleri ise
“işinize son veririm” tehdidiyle (işçile­
rin bir bölümünün verdiği bilgi tamı
tamına budur) sendikaya üye olmaya
zorlamıştır. Fabrika müdürü bu işi ba­
şardıktan sonra yabancı patrona ken­
disini pazarlamış ve tekrar fabrikanın
başına müdür olarak dönmüştür.
Bu süreçte sendika bakanlıktan yetki
almış ve patronla toplu sözleşme masa­
sına oturmuştur.
Sendikanın işçiler için öne sürdüğü
haklı talepleri fazla bulan fabrika mü­
dürü ve ustabaşılar kendi emirlerine
boyun eğmeyen bu sendikadan kurtul­
mak için 14 Kasım tarihinden itibaren
istifaları gündeme getirmiş; bu sefer de
“ya sendikadan istifa edersiniz, ya da
iş durumunuzu gözden geçiririz” mi­
sali tehditlerle işçilerin bir bölümünün
sendikadan istifa etmesinde başarılı
olmuşlardır.
Birleşik Metal İş Sendikasının Genel
Merkezi ve şubesinin kararlı ve tutarlı
karşı tepkisiyle istifalar durdurulmuş,
istifa eden bir bölüm işçi tekrar sendi­
kaya üye olmuşlardır.
Bu süreçte sekiz işçi işten atıldı.
Bunun üzerine harekete geçen işçiler
23 Kasım’da vardiya değişimi sırasında
bir eylem gerçekleştirdiler. “Sendika
hakkımız engellenemez”, “İşçilerin
birliği sermayeyi yenecek” sloganla­
rını atan işçilere fabrika yönetimi jan­
darmayı çağırarak müdahale etmeye
çalışmıştır. Fabrika yönetimi ayrıca
ustabaşılardan eyleme katılan işçilerin
isimlerini isteyerek tehditler savur­
muştur. Ancak sendika yetkilileri ile
fabrika müdürünün bir gün sonra gö­
rüşmesinin kararlaştırılması ve işçileri
taşıyan servislerin hareket etmesine
izin verilmesi üzerine 70-80 işçinin
katıldığı eylem sona erdirilmiştir.
Daha sonra işçiler sendikada top­
lanarak neler yapılacağını tartıştılar.
Birleşik Metal-İş uzmanlarının, bir
merkez yöneticisinin, şube başkanının
ve sendika avukatının da bulunduğu
toplantıda işçiler kararlı olduklarını,
sendikasızlaştırmaya karşı direnecek­
lerini ifade ettiler. Yaklaşık 50 işçinin
katıldığı toplantıda konuşmalar sık sık
“Ölümüne sendika, ölümüne DİSK”
sloganları ile kesildi.
Sendika yöneticileri de bundan
sonra “mücadelenin seyrine göre hare­
ket edeceklerini”, “işten atılanlar geri
alınana” kadar işyerinde mücadeleyi
sürdüreceklerini, kendilerinin de so­
nuna kadar işçilerin yanında oldukla­
rını söylediler.
İşten atılan işçiler de işe iade davası
açarak yasal takip başlatacaklarını
söylediler.
İşten atılan sekiz işçi 28 Kasım
Pazartesi gününden itibaren fabrika
önünde oturma eylemine başlattılar.
İşçiler kendilerini işten çıkaran fabrika
müdürünün aksine patronun çözüm
sağlayacağını ümit ediyorlardı. Alman
vatandaşı olan fabrika sahibi o anda
yurtdışında bulunuyordu. Patronun
müdür Kenan Beyaz’dan farklı bir
tutum takınacağını düşünen işçiler
patronun döneceği güne kadar ses­
siz bekleyişlerini sürdürdüler. Ayrıca
Birleşik Metal-İş Sendikası ile fabrika
müdürü arasında görüşülen toplu söz­
leşme de patronun dönmesi ile birlikte
imzalanacaktı. Toplu sözleşmenin im­
zalanmasından sonra atılan işçilerin
işe alınmaması ve baskıların devam
etmesi halinde eylemler sürecekti.
Direnişin ikinci gününde ziyaret et­
tiğimiz işçiler kararlı olduklarını, ken­
dilerinin tekrar işe alınmasalar dahi
fabrikada sendikanın sağlamlaşaca­
ğını ve daha sonra yapılacak toplu söz­
leşmelerin işçiler adına daha kazançlı
olacağını belirtiyorlardı. Buna rağmen
işe alınana kadar direnişlerini farklı
biçimlerde sürdüreceklerdi.
İşten atılan 8 işçi patronun yurtdı­
şından dönmesiyle birlikte işe tekrar
alındılar. İşçileri direnişin 5. gününde
fabrika önünde bekledikleri yerde zi­
yaret eden SCT patronu, işçilerin işten
atıldıklarını bilmediğini ve sendikaya
karşı olmadığını açıklayarak işçilerin
tekrar işe başlamalarını istedi.
Saat 15:30’daki vardiya değişiminde
ziyaret ettiğimiz direnişteki işçileri
çalışan arkadaşları tebrik etti. İşe alın­
dıkları için mutlu olan işçiler 3 Aralık
Cumartesi günü işe başlayacaklardı.
Her ne kadar işçilerin işten atılması
ve tekrar işe alınmaları müdür ve pat­
ron arasında çıkan anlaşmazlıklardan
dolayı olsa da, işçiler bu şartlar altında
sendikalaşmak için mücadele etme
ve direnme kararlılığını gösterdiler.
İşçiler bu zor sınavı başarı ile geçtiler.
Birleşik Metal-İş Sendikası birçok
işyerine göre SCT Turbo’da çok rahat
şartlar altında örgütlülüğü sağlamıştı;
ancak bu örgütlülüğü baskılar altında
korumak, geliştirmek ve sağlamlaş­
tırmak için çok çaba gösterdi. İşçilere
yönelik baskılar arttığında ve işten at­
malar başladığında sendika yönetimi
ve uzmanları çok kısa bir sürede mü­
dahale ettiler. Direnişteki işçileri yal­
nız bırakmadılar.
İşyerinde toplu iş sözleşmesi görüş­
meleri devam ediyor. Sözleşmenin
yakın bir zamanda imzalanması bek­
leniyor.
Ydi Çağrı/Mersin, 03.12.2005 ✓
Kotçular Sanayisinde bir grup işçi...
B
izler kotçular sanayi sitesinde çalışan işçileriz. Sizlere çalıştığımız iş
yerinden yazmak istedik. Çalışma koşullarımız şöyle: akşam 23.00- sa­
bah 11.00 olarak çalışmaktayız. Eskiden cumartesi tam gün iken şimdi
cumartesi yarım gün olarak çalışmaktayız. Bizim iş verenimiz demokrat oldu­
ğundan diğer iş yerlerine oranla daha iyi koşullarda çalışıyoruz. Yine bizde de
eksiklikler var. Koşulların düzelmesiyle bizim durumumuz da düzelecektir.
Yaptığımız iş kot ağartma işi olduğundan kimyasal maddeler kullanmakta­
yız. Diğer iş yerlerinde kot yıkama ve kum rodio ve traş işleri yapılmaktadır.
Bizim işyerinde orta halli maskelerimiz var ama diğer iş yerlerinde bu yoktur.
Çalışanların çoğunluğu genç ve mevsimlik çalışmaktadır. Kullanılan kimyasal
maddeler tedavisi zor hastalıklara yol açan riski çok yüksek olan kimyasal­
lardır. Kotçular sitesinde su ısıtmak için kullanılan kok kömürü ve mazotlu
dev kazanların patlama riski çok yüksek. Buna karşı iş verenin aldığı herhangi
bir önlem yok. Bu kazanların yanında çalışmaktayız. Bu sitelerde patlayan ka­
zanlardan ölen işçi arkadaşlarımız olmaktadır veya sakat kalanlar da oluyor.
Sigortasız çalışmakta olduğumuzdan tedavimizi yaptıramıyoruz.
Usta başılarının diğer işçilere ettiği hakaretler göz ardı edilemez. Çalışanların
büyük çoğunluğu vasıfsız ve gurbetçi olduğundan asgari ücretle çalıştırılmak­
tadırlar. Biz de az da olsa işçi arkadaşlarımızı bilinçlendirme çabasındayız.
Bizim uğradığımız bir kültür merkezi var, onlarla dayanışma içindeyiz ve on­
ların yardımlarıyla biz de işçi hakları konusunda duyarlı oluyoruz. Sanayi si­
tesindeki rezaleti dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık, aslında koşulların
nasıl değişeceğini yeni yeni öğreniyoruz. Kotçular sanayi sitesinde çalışan işçi­
lerin birlikte hareket etmesiyle daha iyi koşullarda çalışacağımızı biliyoruz.
YAŞASIN İŞÇİLERİ BİRLİĞİ!
YAZANLAR: İŞÇİ ARKADAŞLAR
yeni işçi dünyası
B
Özelleştirme Manzaraları!
ilindiği üzere Mersin Limanı
12.08.2005 tarihinde, 36 yıllığına
işletme hakkının devri usulüyle
Singapur-Türk ortak girişimine peşkeş
çekildi. 24.08.2005 tarihinde ise Mersin
İdare Mahkemesi ihale konusunda yü­
rütmeyi durdurma kararı verdi. Bu kez
ise 28.09.2005’te Adana İdare Mahkemesi
“Rekabet Kurulunun gerekçesinin daha
sonra bildirileceği” gerekçesiyle yürüt­
meyi durdurma kararını kaldırdı. Bu ge­
rekçe ile verilen kararın siyasi bir karar
olduğu son derece açık!
Mersin İdare Mahkemesi, Rekabet
Kurulu’nun 06.05.2005 tarihli raporunda
Mersin Limanının “ayrı bir paket olarak
iki farklı teşebbüs ve/veya teşebbüs bir­
liğinin işletmesine verilmek üzere özel­
leştirilmesine” karar vermiş olmasına
rağmen tek bir firmaya devredilmesini
gerekçe göstererek yürütmeyi durdurma
kararı vermişti. Rekabet Kurulu ise daha
önce kendi verdiği 2 parça halinde satış
kararına bakmaksızın Mersin Limanının
tek bir firmaya devrini onayladı! Adana
İdare Mahkemesi ise Rekabet Kurulunun
bu onayına dayanarak ve “Rekabet
Kurulunun onay gerekçesinin daha sonra
mahkemeye bildirileceği” gerekçesini öne
sürerek Limanın devrinde usulsüz bir du­
rum olmadığına karar verdi.
Tüm bunların yanı sıra Mersin
Limanını devralan firma yetkilileri ise
Emniyet Müdürlüğü’ne başvurarak 18
Ekim’de limanı “ziyaret” edeceklerini bil­
dirmiş ve güvenlik önlemi alınmasını is­
temişler. Emniyet Müdürlüğü ise durumu
Liman-İş Sendikasına bildirerek gerekli
tüm önlemleri alacaklarını ve bu nedenle
bir olay yaşanmamasını istemiş.
İşçiler bunun üzerine Limanın A ka­
pısında toplanarak firma yetkililerini
limana sokmayacaklarını bildirdiler.
Ancak firma yetkilileri “ziyarete” gelme­
diler. İşçiler ise bir süre sonra dağıldılar.
Ekim ayı içerisinde daha önce de buna
benzer şeyler yaşandığını aktaran Şube
Başkanı Recep Özbey ihale sürecinin he­
nüz tamamlanmadığını ve gerekli tüm
girişimlerde bulunacaklarını bildirdi.
Recep Özbey daha önce de Denizcilik
İşletmelerine bağlı limanların özelleşti­
rilmesi sırasında tüm mahkeme kararla­
rının sendika lehinde olmasına rağmen
bu kararların uygulanmadığını ve bu
nedenle Liman-İş Sendikasının örgüt­
lenme hakkının ihlal edildiğini söyledi.
Bu nedenle sendika olarak AİHM’nde
dava açtıklarını bildirdi.
Mersin Limanı önümüzdeki günlerde
de hareketliliğini sürdürecek.
İşçilerin özelleştirme saldırısından,
yoksulluk ve işsizlik tehlikesinden tek
kurtuluşları, birleşik bir örgütlenmeyi
sağlamaları ve sermayeye karşı topyekün
mücadele etmeleri ile olacaktır. İşçi sını­
fının gerçek kurtuluşu; işsizliğin, yok­
sulluğun ve tüm sömürü biçimlerinin
yok edileceği devrimde, sosyalizmdedir.
Ydi Çağrı / Mersin ✓
İleri ve Birsinler Deri Fabrikalarındaki
Direnişler Sürüyor!
H
er iki fabrikadaki işçiler Türk-İş’e
bağlı Deri-İş Sendikası’na üye ol­
dukları için işten atılmışlardı.
Direnişlerinin 230. gününde bir kez
daha ziyaret ettiğimiz İleri Deri fabri­
kası işçilerini, defalarca polis tarafından
yıkılmış/yakılmış derme çatma naylon
çadırlarında soğuğa ve yağmura rağ­
men büyük bir kararlılıkla mücadelele­
rini sürdürdüklerini gördük. İşçiler hem
işe iade hem de sendika yetki davasını
kazanmış olmalarına rağmen, patronun
TİS görüşmelerine gelmediğini fakat
mutlaka geleceklerini söylediler.
İşçiler ayrıca, her zaman patronla­
rın başvurduğu yöntemlerden biri olan
direnişin süresini uzatarak böylelikle
işçileri usandırıp mücadeleden vazgeç­
melerini sağlamaya çalıştıklarını, fakat
34 kişiyle başladıkları direnişlerini ka­
zanana kadar sürdüreceklerini belirtti­
ler. Desteğin zayıf da olsa devam etti­
ğini, iki gün sonra İstanbul’da ilerici ve
demokrat fotoğraf sanatçılarının ken­
dilerini ziyarete geleceğini söylediler.
Aynı şekilde çadırları defalarca yıkı­
lan fakat her defasında eskisinden daha
iyi yapılan çadırlarında 130. gününde
Birsinler Deri Fabrikasının 17 direnişçi
işçisini ziyaret ettik. İşçiler devlet ve
patronlara rağmen direnişlerini büyük
bir disiplinle sürdürüyorlar.
Her iki fabrikadaki işçilere verdiği­
miz YDİ ÇAĞRI gazetemizden kendi­
leri ile ilgili yaptığımız haberi ilk ola­
rak okumak için sabırsızlanıyorlardı.
Direnişteki bu işçilerin tek isteği kendi­
leri ile daha fazla dayanışma gösterilmesi.
Biz de YDİ ÇAĞRI olarak İstanbul ve
çevre illerinde kalan tüm sınıf dostla­
rını anda süren grev ve direnişlerle da­
yanışmaya çağırıyoruz.
Unutmayalım:
BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ !
Ekim 2005 ✓
A
Mensa işçisi hakkını istiyor!
dana’da kurulu bulunan Mensa
Mensucat A.Ş.’nde çalışan yak­
laşık 1000 işçi maaşlarını ala­
madıkları için yaklaşık 2 haftadır iş bı­
rakma eylemindeler.
Yetkili olan DİSK-Tekstil Sendikası
MENSA Şubesinde ve yetkisiz diğer sen­
dikalarda örgütlü bulunan, 170’i taşeron
firmada, yaklaşık 1000 MENSA işçisi
27.10.2005 Perşembe günü saat:16:30’dan
beri üretimden gelen gücünü kullanıyor.
Ancak Ramazan bayramının araya girme­
sini fırsat bilen Mensa patronu, resmi tatil
olmayan günlerde de işçileri yıllık izne
göndererek eylemi kırmaya, işçilerin ken­
diliğinden gelişen birlikteliğini bölmeye ve
böylece zaman kazanmaya çalıştı.
Patronun bir buçuk yıldır ücretleri za­
manında ödemediğini, vergi iadelerini
ve ikramiyelerini alamadıklarını belir­
ten işçiler, Eylül ayı maaşlarının sadece
%25’ini, bir günlük iş bırakma eylemin­
den sonra ise %50’sini alabildiklerini
açıkladılar. İşçiler Ekim maaşlarının da
hala verilmediğini, taşeron ESPA firma­
sında çalışan 170 işçinin ise 4 maaş ve
vergi iadesi alacaklarının bulunduğunu
belirttiler.
Tüm bunlar olurken Mensa Patronu
medyaya, hiç bir işçinin alacağı olma­
dığı, işçilerin eyleminin provokasyon
olduğu ve ülke ekonomisine zarar ver­
diği yalanını söyledi. Daha sonra Mensa
patronu Mehmet Ulutaş işçilere alacak­
larına karşılık Çetinkaya Mağazasında
geçerli alışveriş çeki verip, diğer ücret
alacaklarını uzun bir takvime bağla­
maya çalıştı. Ancak işçiler tüm bunlara
karşı koyuyor ve alacaklarının en azın­
dan 2005 sonuna kadar ödenmesini ta­
lep ediyorlar. Patron bu anlaşmaya dahi
yanaşmıyor.
Taleplerinin sadece alacaklarının
ödenmesi, maaş ve sosyal haklarının
günü gününe verilmesi olduğunu söyle­
yen işçiler, aksi takdirde ne kadar sürerse
sürsün iş bırakma eylemlerine kararlı­
lıkla devam edeceklerini ifade ettiler.
Ancak sonraki günlerde patronla ya­
pılan anlaşmayla eylem sona erdirildi.
Ekim ayı maaşlarının 25 Kasım’da
ödenmesi şartı ile çalışmaya devam eden
işçilerin bir kısmı yapılan anlaşmadan
memnun değil. Bazı işçiler eylemin bir
süre daha devam ettirilmiş olması ha­
linde haklarının tamamını alabilecekle­
rini düşünüyor. Şüphesiz ki direnişi sür­
dürmeye yönelik bu düşünce doğrudur.
İşçilerin birliği ve kararlılığı karşısında
patron geri adım atmak zorunda kala­
cak ve işçilerin taleplerini kabul etmek
zorunda kalacaktı.
Bizler Ydi Çağrı gazetesi okurları
olarak işçilerin haklı mücadelesini gü­
cümüz oranında sonuna kadar destek­
liyoruz. Bir bütün olarak kapitalizmde
sermaye sahipleri işçilerin sırtından
yüksek karlar elde etmekte ve karları ile
yeni yatırımlar yaparak daha fazla iş­
çiyi sömürmektedir. Bizlerin sermayeye
karşı, sömürülmemize karşı birleşerek
ve örgütlü mücadelemizi yükseltmemiz,
insanın insan tarafından sömürüsünün
son bulduğu sosyalizm için mücadele et­
memiz gerekmektedir. Aksi halde bizler
yoksulluk içerisinde sömürülmeye mah­
kûm kalacağız.
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
Yaşasın örgütlü, birleşik mücadelemiz!
26.11.2005, Ydi Çağrı / Adana ✓
Çocuk işçilerin emeğinin sömürülmesi...
Ç
alıştığım fabrika altın işleme­
ciliği yapmakta. Fabrikada
200 işçi çalışmakta, bunla­
rın yarısından biraz fazlası “meslek”
edinme adı altında düşük ücretle ça­
lışmaktadır.
Aldıkları ücret 200-260 YTL ara­
sında değişmektedir. Çıraklık si­
gortası adı altında sigortaları düşük
ödenmekte. Günlük çalışma saat­
leri 8.15-18.45 arasında (çoğunlukla
19.30’u bulmakta).
Bu durum bununla sınırlı değil,
mesai olarak çalışma dayatılmakta­
dır. Böyle durumlarda genel olarak
23.00- 24.00 saatini bulmakta. Bu me­
sailer sabahlamalar şeklinde devam
etmekte, işlerin yoğunluğunu söyleye­
rek ertesi gün de evine gitmesi gere­
kirken çalıştırılmakta.
Gün içinde paydos saatimiz yarım
saat yemek ve iki 15 dakika çay pay­
dosları olmasına rağmen, çay paydos­
larını yapamamaktayız, çaylarımız
işbaşında dağıtılmakta, böylece işe
devam etmekteyiz.
Günboyu altına şekil vererek insan­
ların beğenisine sunmaktayız. Altın
işlemeciliği çok ince ve dikkat gerek­
tirdiğinden gözlerimizi bozmakta, ba­
zen gözlük almak durumunda kalan
arkadaşlarımız olmakta.
Yaptığım işle ve gördüğüm kada­
rıyla benim ve çalışan arkadaşlarımın
emeğinin ne kadar çok sömürüldü­
ğünü anladım. Bir işçi olarak gazete­
nizi detaylı okumadım. Dostlarımın
aracılığıyla işçi haberlerine önem ver­
diğinizi düşünerek yazımın tarafınız­
dan yayınlanacağını düşünüyorum.
Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
19-11-2005, İstanbul’dan bir işçi ✓
15
yeni işçi dünyası
Sendikalaşan konut işçileriyle söyleşi…
16
YDİ ÇAĞRI: Kendini tanıtırmısın?
Ramazan: İsmim Ramazan Turan.
Mardin Nusaybin doğ umluy um.
Buraya çalışmaya geldim. Beş tane
çocuğum var. Buraya geldikten sonra
onları da getirdim. Sendikalı olmak
istedim. Öyle bir hakkım olduğunu
duydum.
YDİ ÇAĞRI: Nereden duydun?
Ramazan: Arkadaşlarımdan duy­
dum. Bu hakkım olduğunu duyduk­
tan sonra çok sıkı takip ettim. Peşini
bırakmadım.
YDİ ÇAĞRI: Neden böyle bir şeye
ihtiyaç duydun?
Ramazan: Çünkü biliyorsun mem­
leket günden güne kötüye gidiyor.
Özelleştirmeler var. Büyük patronlar
bu ücrete çalış ya da terk et diyorlar.
İnsanlar örgütlendiği zaman, sendi­
kalı oldukları zaman haklarını alabi­
liyorlar. İşe başladığımda asgari ücret
alıyordum. Şu anda 560 lira alıyorum.
Burada toplam 7 blok var. Buraya iki
arkadaş bakıyoruz. Bir arkadaş bu­
ranın muhasebe işlerine bakıyor.
Sendikalı olan üç kişiyiz. Buranın
çöpü olsun, havuzu olsun, bahçesinin
gübrelenmesi olsun vs. yani buranın
genel işleri bizden sorulur. Mesela
elektrikler kesiliyor, eğer yapabilirsek
yapıyoruz, yapamazsak elektrikçi ça­
ğırıyoruz. Toplam altı dönüm arazisi
var. Tüm işleri biz yapıyoruz.
YDİ ÇAĞRI: Günde kaç saat çalışı­
yorsunuz?
Ramazan: Sendikalı olduktan sonra
sabah saat 8 ile akşam 17’ye kadar ça­
lışıyoruz. Fakat diyelim acil bir durum
oldu, mesela biri asansörde kaldı, ya da
su patladı, ister saat gece oniki olsun,
isterse bir olsun yardıma koşuyoruz.
YDİ ÇAĞRI: Nerede kalıyorsun?
Ramazan: Evim burada, sitenin
kendi dairesi olduğu için kira vermi­
yorum.
YDİ ÇAĞRI: Yani bu anlamda gü­
nün 24 saati işe hazır bulunuyorsun?
Ramazan: Evet öyle.
YDİ ÇAĞRI: Buradaki insanlar size
nasıl yaklaşıyorlar, nasıl davranıyorlar?
Ramazan: Bazıları sendikalı olma­
mıza pek hoş bakmıyorlar. Bilmiyorum
neden. Kendileri de genellikle sendika­
lıdır. Fakat bizim sendikalı olmamızı
istemiyorlar.
YDİ ÇAĞRI: Şimdi sendikalı oldun.
Sendika ne yapıyor sence?
Ramazan: Şu anda bizi arayıp soru­
yorlar. Bir sıkıntınız olursa, yasalar ne
diyorsa size yardımcı olalım diyorlar.
Mesela diyelim işten çıkarma vs. ol­
duğunda geliriz, işverenle konuşuruz,
halederiz diyorlar. Fakat şu an bu ko­
nuda bir sıkıntımız olmadı.
YDİ ÇAĞRI: Peki sendikalı olma­
dan önceki iş koşulları ile karşılaştır­
dığında durumunuzda bir değişme
oldu mu?
Ramazan: Ekonomik olarak belli
katkıları oldu. Mesela izin döneminde
eskiden sorun yaratıyorlardı. Ya da iş
saatlerinde saat 7’de de çalışmaya baş­
lasan adam neredesin diyordu. Ama
şimdi diyemiyorlar. Biz de diyoruz ki,
bizim belli bir iş zamanımız var. Tabii
ki acil bir iş olduğunda gidip yaparız.
Acil olmayınca kalsın diyoruz. Yani
adam bize zorla yaptıramıyor. Sendika
geldiğinden beri kendimizi daha gü­
vende hisediyoruz.
YDİ ÇAĞRI: Şu anda patronunuz kim?
Ramazan: Her sene burada seçim
olur ve site başkanı seçilir. Şu anda site
başkanı Uğur Yavuz. Yönetim Kurulu
üç kişiden oluşuyor. Tabi bunları de­
netleyen insanlar da var.
YDİ ÇAĞRI: Onların size karşı sendi­
kalaşma konusunda bir baskısı oldu mu?
Ramazan: Bazıları karşı çıktı. Sonra
görüşüldü vs. sonunda razı oldular.
YDİ ÇAĞRI: Çocukların ne yapıyor?
Ramazan: En kücüğü hariç hepsi oku­
yorlar. Amacım hepsini okutmak. Zaten
tek amacım, burada çalışmamın nedeni,
bu çocukları bir türlü okutmak.
YDİ ÇAĞRI: Türkçe okuyorlar. Sen
onların Kürtçe de okumasını istiyor
musun?
Ramazan: Evet. Eğer öyle bir imkan
olursa okutmak isterim. Biz zaten ço­
cukların annesi Türkçe bilmediği için
evde hep Kürtçe konuşuyoruz. Onun
için bizim çocuklar hem Türkçe, hem
de Kürtçe biliyorlar, konuşuyorlar.
YDİ ÇAĞRI: Sen de kendini kısaca
tanıtırmısın?
Berna: Adım Berna. Burada muha­
sebe işlerine bakıyorum. Tahsilat ya­
pıyorum. Dersim’liyim. Arkadaşlarla
birlikte sendikalı olmaya karar verdik.
Ben arkadaşın anlatmadığı yerleri an­
latayım isterseniz. Ben arakadaşlardan
çok sonra girdim işe, üç yıldır çalışı­
yorum. Araştırma yaptık. Bize ilk önce
üç kişi ile sendikalı olamayacağımızı
söylediler. Araştırırken, Genel-İş’e
konut işçileri olarak müracaat edebi­
leceğimizi öğrendik. Sendika temsil­
cileriyle, yöneticileriyle, yani yetkili
insanlarla görüştük. Müracaat ettik.
Sendikalı olduk. Fakat bizim için sa­
dece sendikalı olmak pek bir şey değiş­
tirmiyordu. Bunun için TİS’e başvur­
duk. Belli bir süre geçti. TİS’de kendi
taleplerimizi dile getirdik. Yönetim
geldi, sendika temsilcileri geldi ve
Toplu İş Sözleşmesine oturduk. Yani
istense de istenmese de biz bir şekilde
sendikalı olduk. TİS imzaladık. TİS’li
sendikalı olmamız çok iyi oldu. Bizim
için belli bir örgüte bağlı olmak çok iyi
bir avantaj. Şu anda üçümüz de birbi­
rimize danışmadan bir şey yapmıyo­
ruz. Birbirimize bağlıyız. Her konuda
birlikte karar alıyoruz. Sendika bir
anlamda bizim yaşam tarzımızı ve
yaşam seviyemizi değiştirdi. Daha bi­
linçli bakıyoruz. Şu anda Esekent’teki
işçi arkadaşlara da yardımcı oluyoruz.
Yeri geldiğinde onlarla oturup sohbet
ediyoruz. Sendikayı anlatıyoruz, iş
kanununu anlatıyoruz. Sadece kendi­
mizin değil diğer insanlarında örgüt­
lenmesini istiyoruz. Çünkü gerçekten
Esenkent’te çalışan bir sürü kapıcı ar­
kadaşımız var. Bunlar çok zor koşul­
larda çalışıyorlar. Bunlara haklarını
anlatıyoruz ve biz anlattıkça onlar da
örgütlenme yoluna gidiyorlar.
Ben sendikaya biraz farklı bakıyo­
rum. Benim gerçekten çok uğraşmak
istediğim bir alan. İnsanların yanında
olmak, insanları örgütlemek benim
için çok önemli. İnsanlar hakları ko­
nusunda çok bilinçsizler, biz de an­
latmaya çalışıyoruz. Mesela çıkış taz­
minatımızı aldığımız zaman 40 gün
üzerinden alacağız. Normalde 30 gün
üzerinden hesaplanıyor. Ya da izinlere
çıktığımızda bir ile beş yıl arası 15 gün
ise, biz yirmi gün izin kullanıyoruz. Ya
da hastalık, ölüm vs. durumlarında da
bize faydası oluyor. Ben ileriki süreçte
sendikada çalışıp bu alanda uzmanlaş­
mak istiyorum. İnsanlara bu alanda
yardımcı olmak istiyorum.
Şunun da altını çizmek istiyorum.
Bu sitede oturanlar arasında EğitimSen’de sendikalı olup ta bizim sendi­
kalı olmamıza tepki gösteren öğret­
menler oldu. Bizim sendikalı olmamızı
bir türlü sindiremediler.
YDİ ÇAĞRI: Eğitim-Sen ile ilişki ne?
Berna: Buradakilerin çoğu öğret­
men ve bunlar Eğitim-Sen’de örgütlü­
dür. Bunlarla sıkıntı yaşıyoruz.
YDİ ÇAĞRI: Peki bunların gerek­
çesi ne?
Berna: Siz burada iyi koşullarda
çalışıyordunuz, biz size hiçbir şekilde
sıkıntı vermiyorduk, sizi kendimizden
ayırmıyorduk, ama siz neden kalkıp
sendikalı oldunuz, diyerek bunu prob­
lem yapıyorlar. Biz de onlara şunu söy­
lüyoruz; biz size karşı örgütlenmedik,
bu sisteme karşı örgütlendik. Çünkü
bu sistemde örgütlü olmak gerekiyor.
Biz de bunun mücadelesini veriyoruz.
Buradaki insanlara karşı değil, örgüt­
lenmemiz gerektiği için örgütlendik.
Biz Esenkent genelinde sadece üç insan
olarak değil, çoğunluk olarak örgüt­
lenmek istedik. Bunu bir türlü anlata­
madık. Fakat sonuçta birlikte hareket
ettiğimiz için, birlik olduğumuz için,
bunun üstesinden rahatlıkla gelebili­
yoruz. Sıkıntı yaşadığımızda ise sen­
dikaya müracaat ediyoruz.
YDİ ÇAĞRI: Sendikaya rahat gidip
gelebiliyor musunuz?
Berna: Sendikaya genellikle biz git­
miyoruz. Sendika başkanımız geliyor.
Yanında sekreter ile birlikte. Görüşmek
istediğimiz zaman telefon açıyoruz.
Onlar gelip burada bizimle görüşüyor­
lar. Takıldığımız yerlerde danışıyoruz.
Kitaba ihtiyacımız olduğu zaman ge­
tiriyorlar. Zaten temsilci arkadaşımız
haftada bir gidip sendika ile görüşü­
yor. Ondan sonra gelip bize anlatıyor.
Biz de diğer arkadaşlara anlatıyoruz.
Bu şekilde iletişim kuruyoruz.
YDİ ÇAĞRI: Kadın işçi olarak söy­
lemek istediğin bir şey var mı?
Berna: Kadın olarak tabii ki şunu
söyleyebiliriz: biz kadınlar Türkiye ça­
pında şu ya da bu şekilde sorun yaşıyo­
ruz, eziliyoruz. Kadın olduğumuz için
bu toplumda her zaman eziliyoruz. Bu
nedenle kadınların daha çok örgüt­
lenmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Kadınlar artık evlerde kalmamalı,
daha çok alanlara dökülmeli, sendika­
laşmalı. Çünkü biz kadınlar artık her
alandayız. Örneğin, konfeksiyonlarda,
tekstil alanında, boya fabrikalarında,
bürolardayız. Sedece çalışmak adına
değil, başka şeyler de yapabilmek için
çalışmalı. Kadınlar erkeklerin kölesi
değil. Bu sistemde kendilerini ezdir­
memelidirler diye düşünüyorum.
YDİ ÇAĞRI: Bu kadar küçük bir iş­
yerinde grev hakkınız da var mı?
Berna: Grev hakkımız var. Biz bu­
rada üç kişiyiz. Fakat üç kişinin yaptığı
iş çok fazla. Bir gün kapıcı arkadaşla­
rımız çöpü almasalar ya da ejanjörlere
(ısı dağıtım aleti) bakmasalar çok kötü
olur. Örneğin bir gün ejanjörlere bak­
masalar milyarlarca paranın yok ol­
ması anlamına geliyor, çünkü ejanjör
çok pahalı bir şey. Ya da bir su patlasa
ve bu onarılmasa, bu onlar için çok
dezavantajlı bir durum olur. Ben de
burada para topluyorum örneğin. Ben
bunu yapmasam ne kadar iş yapabile­
cekler. Biz üç kişiyiz ama siteyi tama­
men çeviren biziz. Yönetenlerimiz sa­
dece talimat vermek için buradalar. ✓
yeni kadın dünyası
25
“Şiddete Karşı Yürüyoruz”!
Kasım Kadınlara Yönelik
Şiddete Karşı Uluslararası
Mücadele Gününün çıkışı
1960 yılına dayanır. 25 Kasım 1960
yılında Dominik Cumhuriyetinde,
General Trujillo faşist diktatörlüğüne
karşı mücadele eden Patria, Minerva
ve Maria Mirabel kardeşler kontrage­
rilla tarafından işkenceyle katledilir ve
ölümlerine kaza süsü verilmeye çalı­
şılır. Bu katliama karşı özellikle Latin
Amerikalı kadınlar harekete geçerek
seslerini tüm dünyaya duyururlar. 1981
yılından itibaren 25 Kasım, kadınlara
yönelen şiddete karşı uluslararası mü­
cadele günü ilan edilir.
Bu yıl bir kez daha Türkiye’nin çe­
şitli illerinde biraraya gelen kadınlar,
25 Kasım’da sokağa çıkarak kadınlara
yönelen her türlü şiddete hayır dediler.
Bu eylemlerden birisi de onaltı tane
kurumdan kadınların eylembirliği ile
İstanbul’da gerçekleştirildi.
Kadınlar, Taksim Tramvay dura­
ğından Galatasaray Lisesi önüne ka­
dar kısa bir yürüyüş gerçekleştirdiler.
Yürüyüşe yaklaşık 80 kadın katılmıştı.
Bu eylem birliğine Yeni Dünya İçin
Çağrı dergisinden kadınlar olarak biz­
ler de katıldık. Bu yılki 25 Kasım’da
uzun zamandan bu yana ilk defa, ey­
lem birliğinde yer alan her kurum
kendi imzası ve dövizi ile eyleme ka­
tıldı. Bizler de bu eyleme YDİ Çağrı
imzalı dövizlerle katıldık.
Yürüyüş akşam saatle­
rinde ve yağmurun yoğun
bir şekilde yağdığı bir za­
manda gerçekleştirildi.
Yoğun yağmura rağmen
eyleme katılan kadınlar
çoşkularından birşey kay­
betmediler. Eylembirliği
adına üzerinde “Kadınlar
Şiddete Karşı Yürüyor” yazılı bir pan­
kart taşındı. Yürüyüş boyunca ortak
atılan sloganlar şunlardı: “Evde, işte
sokakta şiddete son”, “cinsel, ulusal,
KADINLAR “ŞİDDETE HAYIR” DEDİ
25
Kasım’ın “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ol­
ması nedeniyle 25.11.2005 tarihinde kadınlar bir eylem gerçekleştirdi.
Yaklaşık 80 kadının katıldığı eylem, İnönü Parkı’nda saat 18:00’de başladı.
Meşaleler ve coşkun sloganlar eşliğinde Ahmet Kalfa Kültür Sokağı’na yürüyen
kadınlar, burada bir basın açıklaması yaptılar.
Açıklamada 25 Kasım’ın doğuşundan bahsedildikten sonra, bugüne kadar geçen
45 yıl süresince kadına yönelik şiddetin farklı biçimlerde kendini gösterdiği ifade
edilerek, Türkiye ve Dünya’da kadına yönelik şiddetten örnekler verildi. Kadınlar,
hayatlarını yaşanır hale getirecekleri ve kendilerini geliştirip daha çok söz sahibi
olacakları sosyal ve siyasal hak talebinde bulundular. Daha sonra eylem, “Cinsel,
ulusal, sınıfsal sömürüye son”, “Jin jiyan azadi”, “Kadınlar yürüyor, dayanışma bü­
yüyor”, “Tacize tecavüze hayır”, “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop,
inadına isyan, inadına özgürlük”, “Kimsenin namusu olmayacağız”, “MİT, JİTEM,
Kontrgerilla dağıtılsın” sloganlarıyla son buldu.
Eyleme İHD, EKB, DÖKH, AMARGİ, DKH, EMEP, ÖDP, İşçi Mücadelesi,
AKSM, SES, EĞİTİM-SEN ve YDİ ÇAĞRI katıldı.
25.11.2005, Ydi Çağrı/Adana ✓
sınıfsal sömürüye son”, “Yaşasın ka­
dın dayanışması”, Jin jiyan azadi”, Biji
yekitiya Jinan”, “Şemdinli’li kadınlar
yalnız değildir”, “Yaşasın örgütlü mü­
cadelemiz”, “Gelsin baba, gelsin koca,
gelsin devlet gelsin cop, inadına isyan
inadına isyan, inadına özgürlük!”
Bizler hazırladığımız dövizlerde
şu sloganlara yer verdik. “Erkek ege­
men düzene vur gitsin, bu çile bitsin”,
“Evde, işte sokakta, kahrolsun erkek
egemenliği”, “Erkek egemen düzenin
alternatifi: Sosyalizm”, “Yeni bir dünye
bizim ellerimizde”, “Görünmeyen
emek sesini yükselt”, “Ucuz işgücü ol­
maya hayır”.
Galatasaray Lisesi’nin önünde eylem
birliği adına hazırlanan basın metni
okundu. Basın metninde kısaca 25
Kasım’ın tarihçesi anlatıldıktan sonra
kadınların gerek ev içinde, gerek işye­
rinde gerekse devlet tarafından kadın­
lara yönelen şiddet teşhir edildi. Basın
metninin okunmasının ardından beş
kadın arkadaş yüzlerine geçirdikleri
beyaz maskelerle, şiddete, tacize ve te­
cavüze uğramış kadınların kendi dil­
lerinden kısacık öykülerini okudular.
Bu gösteri oldukça ilgi topladı.
Yaklaşık yarım saat süren eylemin
ardından kadınlar, attıkları slogan­
larla eylem yerinden ayrıldılar.
Kasım 2005 ✓
Güney Kültür Merkezinde 25 Kasım Toplantısı...
27
Kasım Pazar günü, Güney Kültür
Merkezi Kadın Komisyonu 25
Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı
Uluslararası Mücadele Günü dolayı­
sıyla bir toplantı düzenledi. Toplantı
salonu son bir yıllık dönem içerisinde
kadınlara yönelik yaşanan şiddetin so­
mut örneklerinin yer aldığı gazete kü­
pürleri ile ve üzerinde “Erkek egemen
düzeni orakla biç, çekiçle ez” yazılı bir
pankartla donatılmıştı.
Toplantıya, 25 Kasım 1960 yılında
Dominik Cumhuriyetinde katledilen
Mirabel kardeşler ve genel olarak dev­
rim mücadelesinde düşenlerin anısına
bir dakikalık saygı duruşu ile başlandı.
İlk olarak iki bayan arkadaş yaklaşık
40 dakikalık bir giriş konuşması yaptı­
lar. Konuşmanın başında 25 Kasım’ın
tarihçesini kısaca anlattıktan sonra,
esas olarak kadınlar üzerindeki ulusal,
sınıfsal ve cinsel baskıya değindiler.
Verilen canlı örneklerle konuşma daha
da zenginleştirildi. Bu konuların yanı­
sıra Avrupa Birliği’nin işçi ve emekçi
kadınlar açısından bugün ne anlama
geldiği üzerinde de kısaca duruldu.
Yapılan sunumun ardından tartışma
bölümüne geçildi. Bu bölümde bazı
kadın arkadaşlar somut olarak yaşa­
dıkları şiddet olaylarını paylaştılar ve
kadınların kendilerini ezdirmemeleri
gerektiğini vurguladılar. Ayrıca bazı
kadın arkadaşlar, çocukların büyütül­
mesinde bugün halen esas öneme sahip
olan annelerin çocuklarına cinsiyetçi
eğitim vermemeleri gerektiğini ve bu
konuda çok bilinçli hareket edilmesi
gerektiğini belirttiler.
Toplantıda yürütülen tartışmanın
esasını “bireysel kurtuluş mu, toplum­
sal kurtuluş mu?” meselesi oluşturdu.
Tartışmayı özetleyecek olursak, ka­
dınlar içinde yaşadıkları çevrede (aile,
akraba vs.) şu ya da bu şekilde şiddet
görüyorlarsa buna karşı mutlaka baş
kaldırmalıdırlar ve bu şiddet ortamın­
dan kurtulmalıdırlar. Çevremizde olan
bu tür kadınlara yardım edilmelidir.
Bu yönde propaganda edilmelidir. Bu
atılacak ilk adımdır. Fakat kadınların
bir bütün olarak, şiddetten, baskıdan
vs. kurtulmaları yaşadığımız erkek
egemen kapitalist toplumda mümkün
değildir. Azami kar üzerine kurulu
olan bu kapitalist sistem kadınların
hem ulusal, hem sınıfsal, hem de cin­
sel baskı altında olmalarının temelini
yaratıyor. Bu nedenle kadınların tam
kurtuluşu ancak kapitalist sistemin
yokoluşu ile mümkündür. Kapitalizmi
yıkıp kuracağımız yeni toplum, sos­
yalist toplum, kadın-erkek eşitliğinin
tek garantisidir. Bu toplum için daha
şimdiden mücadele edilmeli, örgütlü
mücadelede yer alınmalıdır.
Tartışmaların ardından iki ka­
dın arkadaş slayt gösterisi eşliğinde
“Sosyalistlerden kadınlara çağrı” şiirini
okudular. İlgi ile izlenen bu bölümün
ardından yine Güney Kültür Merkezi
çatısı altında tiyatro faaliyeti yürüten
kadın arkadaşların oynadığı “7 bölge 1
evrensel” oyunu sergilendi. Oyun, ka­
dınların ulusundan, dininden, sosyal
konumundan kaynaklı olarak yaşadığı
şiddeti teşhir eden ve kadınları başkal­
dırıya çağıran bir oyun idi.
Yaklaşık 35 kadın arkadaşın katıldığı
etkinlik tiyatro oyunu ile sona erdi.
Bir kültür kurumu olan Güney
Kültür Merkezi’nin kendisini sadece
kültür sorunu ile sınırlamaması, ka­
dın sorununda da duyarlı olması ve bu
konuda üzerine düşeni yapması örnek
bir tavırdır. Kendisini sadece kültürel
faaliyetlerle sınırlayan ve geniş işçi ve
emekçi kadınların sorunları ile ilgilen­
meyi esas olarak siyasi örgütlere havale
eden kültür kurumlarının bu konuda
öğrenecekleri çok şey olduğunu düşü­
nüyoruz.
Güney Kültür Merkezine önümüz­
deki dönem çalışmalarında da başarı­
lar diliyoruz.
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI okuru ✓
17
gündem
“Devrimci ve demokratik yapılar arasında
şiddete karşı çözüm deklarasyonu” üzerine
2005
18
’in Ocak ayında
“ Yu r t s e v e r
Gençli k ” i le
HÖC arasında yaşanan sorun üze­
rine, bu sorunu çözmek amacıyla bir
platform oluşturulmuştu. Bu plat­
form sorunun çözümünden sonra da,
genel olarak devrimci ve demokratik
yapılar arasındaki şiddete karşı bir
platforma dönüştürüldü. Bu süreçte
platformdan ayrılanlar olduğu gibi
platforma yeni katılanlar da oldu.
Platformun deklarasyonu Ekim ayı
içerisinde, içinde yer alan kurumlar
tarafından yayınlandı. “Devrimci
ve Demokratik Yapılar Arasında
Şiddete Karşı Çözüm Deklarasyonu”
şu kurumlar tarafından imzalan­
mıştır: HÖC, DEHAP İstanbul İl
Örgütü, BDSP, DHP, Kaldıraç, TKP,
Sosyalist Barikat, EHP, Devrim,
Devrimci Hareket, SODAP, SDP,
Proleter Devrimci Duruş, TÖP, ÖDP,
İşçi Mücadelesi, SEH, ODAK.
Biz Yeni Dünya İçin Çağrı olarak,
Platformun başlarında platforma
katıldık. Platformda da yaptığımız
açıklamada, bizim için konunun
önemini dile getirdik ve gerekirse
bazı pozisyonlarımızdan tavizler de
vererek, ilkesel olarak sol içi şiddeti
reddeden bir platformda yer almak
istediğimizi belirttik. Platforma katı­
lırken, böylesi bir platformun sorunu
tümden çözebileceği hayallerine hiç
kapılmadık, ancak ileriye doğru atıl­
mış olumlu bir adım olabileceği ko­
nusundaki ümidimizi de koruduk.
(Bazı gruplar bu platformun sol içi
şiddete karşı kalıcı bir platforma
dönüştürülmesine olumlu bakma­
dıkları için platformdan ayrıldılar.
Örneğin Partizan platformun başla­
rında, her kurumun kendi geçmişiyle
bir hesaplaşması olmadan böyle bir
platformun sorunu çözemeyeceği ge­
rekçesiyle platformdan ayrılmıştır).
Platformda yer aldığımız süre içeri­
sinde, platformun olumlu yönde ilerle­
yebilmesi için gayret gösteren gruplar­
dan biri olduk. Bazı grupların rahatsız­
lığı pahasına belli konularda (örneğin
yakın geçmişte yaşanmış sol içi şiddet
konularında) dobra dobra konuşmayı
seçmiş olsak da, hep yapıcı ve dostane
bir tutum içerisinde olduk.
Biz platform toplantılarının sonla­
rına doğru belli bir aşamasında ay­
rılma gerekçelerimizi yazılı olarak
tüm bileşenlere dağıtarak platform­
dan ayrıldık. (Bu belgeyi aşağıda ol­
duğu gibi yayınlıyoruz.)
Bizim platformdan ayrılmamıza
üzülenler olduğu gibi, sevinenler de
oldu. Sevinenler içerisinde galiba en
çok sevinen HÖC oldu. HÖC süreci
değerlendiren “OLUMSUZLUKLARI
OLUMLULUĞA DÖNÜŞTÜRME
GELENEĞİ BİZİMDİR! “ başlıklı bir
yazı yayınladı. Bu yazıda sadece bi­
zimle ilgili söylenenlere tavır takına­
cağız, yanlış bulduğumuz tüm değer­
lendirmelere tavır takınmayacağız.
Orada şöyle deniyor:
“ÇAĞRI ise platforma daha sonra
katılmış, ancak katıldığı günden itibaren hep bozgunculuk yapmaya çalışmış, platform toplantılarında darbecilerin borazanlığına soyunmuştur.
Bu konuda çok sert tartışmalar yaşanmış, HÖC tarafından ÇAĞRI’ın
platformdan atılması talep edilmiştir.
D
ÇAĞRI, tartışmaların sonuçlanmasına yakın bir dönemde, tamamen
suni ve subjektif bir tutumla o güne
kadar onayladığı tüm maddelere itiraz ederek platformdan ayrılmıştır.
Gözlemci olarak platformda kalma
talebi ise platform tarafından haklı
olarak reddedilmiştir.”
ÇAĞRI’nın (YDİ ÇAĞRI’nın) ka­
tıldığı günden itibaren bozgunculuk
yaptığı değerlendirmesi gerçekler­
den uzak, olguları tamamen tersyüz
eden bir değerlendirmedir. Yazıda
“bozgunculuk ”tan neyin anlaşıl­
dığı ise cümlenin hemen devamında
“darbecilerin borazanlığına soyun­
muştur” biçiminde açıklanmakta­
Sol-içi şiddet sürüyor!
evrimci-demokrat güçler ara­
sında yaşanan şiddet olayları
azalmak bilmiyor. Sol-içi şid­
det dar-grupçu anlayışların, demokrasi
bilincinin kavranmadığının en açık
göstergesi. Bir zamanlar “yoldaş”lık
ilişkisi ile birbirlerine bağlı olanların
kısa bir zaman içerisinde birbirlerini
yok edecek, şiddet uygulayabilecek bir
konuma düşmeleri, kendilerini “ko­
münist” olarak gösterenlerin aslında
“devrimci yaşamı” anlayamamaları­
nın bir örneği. Türkiye devrimci hare­
keti bu hatanın bedelini çok ağır ödedi
ve halen ödüyor.
Bu konuda yaşanan son olay ise ESP
içerisinde.
ESP içerisinden ayrılan bir gruba
yönelik “hain”lik, “ajan”lık suçlama­
ları, ayrılanlara yönelik sorgulamaya,
alıkoymaya ve şiddete kadar vardı.
Nisan/2005 sonrasında ayrılan grup
ayrılığını ve gerekçelerini Mayıs ayı
içerisinde açıkladı.
ESP’den aldığımız bilgiler sonu­
cunda ESP’ye; ayrılanlarla, kendi­
lerine şiddet uygulandığını iddia
edenlerle görüşeceğimizi, olayı bir de
onlardan dinleyeceğimizi belirttik.
ESP’liler ise “doğru bilgiyi” sadece
kendilerinin verdiklerini, ayrılanlarla
görüşmemize gerek olmadığını, yine
de görüşmemiz halinde bize ve gö­
rüşen diğer devrimci gruplara karşı
tavır alacaklarını belirttiler. Biz buna
rağmen her iki tarafı da dinlememiz
gerektiğini, dinleyeceğimizi ve ya­
şanan şiddete karşı tavır alacağımızı
ifade ettik.
Ayrılanlar ile yaptığımız görüş­
melerde ayrılığın ideolojik olduğu ve
ESP’den ayrı olarak devrimci müca­
deleyi sürdürecekleri açıklandı. ESP
taraftarları ise ayrılanları hain, ajan
olarak nitelendiriyor, onları gördük­
leri yerde “yüzlerine tükürecekleri”ni
ifade ediyorlar.
ESP’liler tarafından, ayrılan grup­
tan bazıları alıkonulmuş, baskı uy­
gulanmış, kapılar kilitlenerek evden
çıkmaları engellenmiş, tartaklanmış,
bir kadın ve bir erkek sokak ortasında
dövülmüş, tabana gitmemeleri konu­
sunda uyarılmış. ESP ise şiddet uy­
gulandığını inkar etmiyor, ancak bu
olayların önceden planlanmadığını
iddia ediyor. ESP şiddetin gerekçesi
olarak ayrılanların elinde bazı mal­
zemelerin olduğunu ve bunları iade
etmemelerini gösteriyor. Gerekçeler
arasında ayrılanların ESP tabanı ile
görüşmeleri de gösteriliyor.
Ayrılan arkadaşlar ise ellerinde
malzeme olduğunu ve bu malzeme­
lerin kendilerine gerekli olduğunu,
tabanlarına da açıklama yapmayı ge­
rekli gördüklerini belirtiyorlar.
ESP’lilerin ayrılanlara karşı dev­
rimci pratiğe uymayan davranışları,
ESP’den ayrılanlara gördükleri yerde
takındıkları tavırları bizim tarafımız­
dan da gözlemlendi.
Gruplar arasında kimin haklı, ki­
min haksız olduğuna ilerleyen dö­
nemdeki tartışmalarda devrimci-de­
mokrat kamuoyu karar verecektir.
Devrimci örgütler arasındaki tüm
sorunlar açık-ideolojik mücadele yön­
temleri ile çözülmelidir. Bu tür sorun­
ları, bir dizi gerekçe göstererek şiddet
yolu ile çözmeye çalışmak devrimci
harekete zarar vermekten başka bir
işe yaramamaktadır.
Bizler sol-içi şiddetin devrimci ha­
rekete yeterince zarar verdiğini, ar­
tık bu hatadan dönülmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Bu konuda taraf lara
sol-içi şiddeti mahkum eden sağlıklı
bir tartışma ortamını sağlamaya ve
sorunu devrimcilere yaraşır bir şekilde
demokratik yöntemlerle çözmeye çağı­
rıyoruz.
Bir kez daha Sol-içi şiddete HAYIR!
Ydi Çağrı Adana
dır. HÖC’e göre Devrimci Çözüm’ü
karşı-devrimci değerlendirmemek,
ona karşı şiddet uygulanmasını eleş­
tirmek “darbecilerin borazanlığını”
yapmak oluyor. Biz YDİ Çağrı olarak,
devrimci hareketin bütününe karşı
duyduğumuz sorumluluk gereği,
toplantıların başında sorunun genel
tartışıldığı yerde, yakın geçmişte sol
içi şiddetin kimi örneklerinden de
bahsetmiş, tutarlılık açısından tüm
kurumların geçmişin muhasebesi­
nin son derece önemli olduğunu sa­
vunmuş ve fakat bu talebimizi plat­
forma kıstas olarak dayatmayacağı­
mızı söylemiştik. İşte bu çerçevede
söylenenleri HÖC “bozgunculuk” ve
“darbecilerin borazanlığı” olarak de­
ğerlendirmiş ve tüm platform süreci
boyunca her fırsatta YDİ Çağrı’ya
çamur atarak, saldırgan bir tutumla
bizi platformdan dıştalamaya çalış­
mışlardır. (Platformun diğer bileşen­
lerinin bir çoğunun tavrı ne yazık ki
hiç de devrimci gruplardan beklenen
sorumluluk çerçevesinde olmamıştır,
en iyi halde ne şiş yansın ne kebap
tavrı olmuş ama çoğunlukla HÖC’ü
kızdırmama adına birçok durumda
ya susulmuş ya da HÖC desteklen­
miştir. En hafif deyimle buna fayda­
cılık denir ancak.)
Bütün bu olumsuz tavırlara rağ­
men, YDİ Çağrı platformu terket­
memiş ve doğru görüşlerinin savu­
nusunu yapmaya devam etmiştir.
Ayrılma gerekçelerimiz arasında da
HÖC’ün bu tavrı yoktur.
ÇAĞRI’nın tavrını “bozgunculuk”
olarak değerlendiren HÖC’ün kimi
tavırlarına değinmek istiyoruz. HÖC
daha toplantıların başlarında değişik
gerekçelerle ÖMP’nin platformdan
atılmasına öncülük etmiş; TKP’nin
atılmasını talep etmiş ve bunun için
platformu özel toplantıya çağırmış­
tır (bizim de karşı çıkmamız sonucu
TKP platformda kalmıştır); bizim
atılmamız için ise sonuna kadar uğ­
raşmış fakat başarılı olamamıştır.
“Olumsuzlukları olumluluğa dö­
nüştürme geleneği”ne tek başına sa­
hip olduğunu iddia eden HÖC, daha
platform toplantılarının devam ettiği
bir süreçte, yaşanan bir dizi siyaset
yasakçılığı, tehdit ve şiddet olayları ile
ilişkilendirilmiştir. Sosyalist Barikat
dergisi platforma dağıttığı iki sayfa­
lık bir yazıda, HÖC’ün 1 Mayıs hazır­
lıkları sırasında Çayan Mahallesinde
Barikat’ın masa açmasına yasak
koyduğunu ve bir kitapevlerinde
Devrimci Çözüm’ün bir kitabını
sattıkları için tehdit aldıklarını eleş­
tirmişti. Yine Devrimci Demokrasi
gazetesinin Okmeydanı’nda yapmak
gündem
istediği bir basın açıklamasına HÖC
çevresinden yasak konmuştur. Metin
Kahraman’a Grup Yorum dinleyicisi
olduğunu söyleyen bir grubun şiddet
uygulaması sahiplenilmiştir. vb.
Platform tartışmaları sürecinde
önemli gördüğümüz bir kaç noktaya
burada tavır takınmak istiyoruz.
ESP’nin platformdan ayrılmasına
ilişkin HÖC değerlendirmesinde şun­
lar söyleniyor:
“ESP ise adeta kendisine “gerekçe”
yaratmaya çalışmış, hukukun bağlayıcılığından kaçmak için “Devrimci 1
Mayıs Platformu”nda yaşanan bir sorunu öne sürerek ve ÇAĞRI Dergisi’ni
gerekçe göstererek ayrılmıştır.”
Buradan ESP’nin ÇAĞRI dergisi
yüzünden platformdan ayrıldığı imajı
yaratılıyor, yine olgular çarpıtılıyor ve
üstü örtülü bir çamur atmayla konu
geçiştirilmeye çalışılıyor. Ciddiyetten
uzak bir yak laşım. Olgular ne?
“Devrimci 1 Mayıs Platformu”nun bir
toplantısına hem Devrimci Halkın
Birliği hem de ESP çağrılmıştır. ESP, 1
Mayıs Platformunu terketmesine, ken­
disinin çağrıldığı bir toplantıya onun
karşı devrimci vb. olarak değerlen­
dirdiği Devrimci Halkın Birliği’nin
de çağrılmış olmasını gerekçe gös­
termiştir. Peki bunun devrimci ve
demokratik kurumlar arası şiddete
karşı platformla alakası ne? Alakası
şu: Her iki platformda da aşağı yukarı
aynı gruplar yer almaktadır, ESP’ye
göre, nasıl olur da “kendine kocaman
örgüt diyenler” orada tavırsız kalmış­
lardır ve Devrimci Halkın Birliği’ni o
platformdan dışlamamışlardır! YDİ
Çağrı’yla alakası ise şu: DHB’yi top­
lantıya YDİ Çağrı çağırmıştır. (Bu
konuda şunu da belirtelim, 1 Mayıs
Platformu oluşum aşamasındadır,
genişleme kararı almıştır ve şu veya
bu kurum çağrılamaz gibi bir kararı
da yoktur.) ESP devrimci ve demok­
ratik kurumlar arası şiddete karşı
platformda yer alan kurumlardan 1
Mayıs Platformundaki durumdan
dolayı özeleştiri vermesini talep et­
miştir, platform bu konuda tartışmayı
ve özeleştiri vermeyi haklı olarak red­
dedince (özeleştiriyi reddenlerden bi­
risi de HÖC’tür) ESP bu platformu da
terk etmiştir.
Kasım 2005 ✓
Aşağıda platforma dağıttığımız yazılı ayrılma gerekçelerimizi bir belge olarak
olduğu gibi yayınlıyoruz:
Sol İçi Şiddete Karşı Platform Girişimi’ne
eleştirilerimiz ve ayrılma gerekçelerimiz
Y
eni Dünya İçin Çağrı olarak,
BAGEH ve HÖC arasında yaşa­
nan sorunun çözümü için oluş­
turulan çözüm platformunu olumlu bir
adım olarak değerlendirdik ve başın­
dan beri içinde aktif olarak yer aldık.
Sorunun taraflar arasında diyalog yo­
luyla çözülmesi sonrasında platformu
kalıcılaştırma konusunda atılan adım­
ları da olumlu değerlendirdik, bu amaç
için oluşturulmaya çalışılan “Sol İçi
Şiddete Karşı Çözüm Deklarasyonu”
taslağı üzerinde yürütülen tartışmalara
katılarak görüşlerimiz doğrultusunda
bu belgenin en iyi şekilde çıkması için
çaba sarf ettik. Bunun için tartışmala­
rın tıkanmaması için gerektiğinde çok
önemli gördüğümüz noktalarda taviz­
ler de verdik. Ne yazık ki gelinen yerde
pratikte çok fazla işe yaramayacağını
düşündüğümüz, altına imza atamaya­
cağımız derecede çok zaaflar ve yanlış­
lar barındıran bir belge ile karşı karşıya
olduğumuzu düşünüyoruz. Bu belgede
neleri eleştirdiğimizi ve neden bu plat­
formdan ayrıldığımızı gerekçeleriyle
ortaya koymaya çalışacağız.
En başta bir konuda özeleştiri ver­
mek istiyoruz. Toplantılara başlangıçta
katılan Alınterimiz gazetesinden ar­
kadaşlar, bir yazıda kullanılan üslup
nedeniyle eleştirilmiş ve kendilerinden
bu konuda özeleştiri yapmaları talep
edilmiştir. Özeleştiri yapmadıklarında
ise bu gruptan platformu terketmesi is­
tenmiştir. Bu grubun gözlemci olarak
platformda kalma talebi de reddedile­
rek grup platformdan çıkarılmıştır. Biz
Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi olarak
platformun bu yanlış tutumunu eleşti­
recek ve karşı duracak yerde bu kararı
onaylayan bir tavır takındık, yanlış yap­
tık ve bu nedenle özeleştiri veriyoruz.
Bu platformun görevi sol içi şiddete ta­
vır takınmaktır, yoksa ideolojik tartış­
manın bastırılmasının bir aracı olarak
da kullanılabilecek bir yöntemle dil ve
üslubu sorun haline getirip bu konuda
kararlar almak değildir.
Biz daha toplantıların başından beri,
grupların samimiyetinin ve ciddiyeti­
nin bir göstergesi olarak geçmişleriyle
hesaplaşmaları ve özeleştiri vermeleri
koşulunun taslakta yer almasını savun­
duk, bu konunun genel kabul görme­
mesi üzerine toplantıları tıkamaması
için, bu talebimizi kıstas haline getir­
medik. Ancak bu konunun taslakta yer
almaması büyük bir eksikliktir.
Bölüm A- 2-)’de formülasyona “... il­
kesel olarak şiddeti reddederler...” bölü­
münün girmesi tartışmalar sonrasında
platform tarafından ortak karar altına
alınmasına karşın, taslağın yeniden
kaleme alınmasında eski formülasyon
olduğu gibi bırakılmıştır, daha sonra
bu hatırlatıldığında iki formülasyon
arasında o kadar büyük fark olmadığı
gerekçesi getirilmiştir. Bu yöntemi red­
dediyoruz, ortak karar altına alınan bir
şeyin sonradan yeniden kaleme alınır­
ken hangi mantığa dayanarak eski bi­
çimde bırakıldığını anlamakta güçlük
çekiyoruz.
Bölüm A- 3-)’de “Ancak bu kimseye
diğer siyasi yapının kurum, etkinlik
ve eylemlerini bozucu, provoke edici
davranış içine girme hakkını vermez.
Bir devrimci ve demokratik yapı, başka
devrimci ve demokratik yapıların ku­
rumlarına ve tüm, etkinliklerine ancak
o devrimci ve demokratik yapının izin
vermesi durumunda ve izin verdiği öl­
çüde katılabilir kendi etkinliklerini
gerçekleştirebilir. Tersi durumlar ya­
şandığında sorun diyalog yoluyla ya da
platforma taşınarak çözülür.” bölümü
uzun tartışmalar sonrasında taslağa
sokulmuştur. Bu formülasyonun ‘si­
yaset yasağını’ (‘siyaset yasağı’= bazı
kurumların ‘burası benim faaliyet
alanım, bana sormadan burada faali­
yet yürütemezsiniz’ gibi açıklamalarla
başka kurumlara faaliyet yasağı koy­
maları pratiğine verilen kısa ad) haklı
çıkarabileceği gerekçesiyle platform
çoğunluğu uzun bir süre bu ekin yapıl­
masına karşı çıktı. Biz de aynı gerek­
çeyle bu formülasyonu yanlış bulduk,
buluyoruz. Ancak bir grubun diretme­
siyle bu formülasyon biraz değiştirile­
rek bu haliyle taslağa sokuldu. (İlginç
olan bir gelişme, daha bu tartışmalar
sırasında Barikat dergisinin platforma
dağıttığı iki sayfalık bir yazısında, ‘si­
yaset yasağının’ yaşandığına ilişkin
somut yaşanan örnekler verilmesine
rağmen, bu konu üzerine platform git­
mediği gibi, bu sorunun yaşanmasına
rağmen bu madde platform tarafından
kabul edilerek taslağa alınmıştır.)
Bölüm A- 4-)’te dil ve üslup sorunu
tartışılmaktadır. Tartışmalarda savun­
duğumuz görüşlerde de dile getirdi­
ğimiz gibi, sol içi şiddetin temel konu
olduğu böyle bir belgede dil ve üslupla
uğraşan böyle bir formülasyona gerek
yoktur. Bunun da ötesinde bu formü­
lasyonun burada yer alması en azından
iki açıdan yanlıştır da. 1. Açık ideolojik
mücadeleyi engelleyici bir yana sahip.
2. Şiddete karşı formüle edilen tavırları
zayıflatan bir yana sahip.
Bölüm B- 3-)’teki “Platformun so­
rumluluk kapsamı, kuşkusuz kendi
bileşenleri arasındaki sorunlara iliş­
kindir.” tespiti yanlıştır, böyle bir plat­
formun hiç bir sol içi şiddete kayıtsız
kalamayacağı hiçbir yanlış anlamaya
yol açmayacak biçimde açıkça belirtil­
melidir.
Bölüm B- 4-)’te “Ancak platformun
özgün amacından ötürü “gözlemci”
statüsü kabul edilemez.” tespiti genişle­
meyi amaçlaması gereken bu platforma
getirilen yanlış bir sınırlamadır ve “öz­
gün amaçtan” neyin kastedildiği de
belli değildir. Böyle bir platform sınır­
lamasız her türlü gözlemci statüsünü
kabul etmelidir.
Bölüm C- 1-)’de “Platform toplantı­
ları açık tartışma yöntemiyle yürütü­
lür; kararlarda ikna yöntemi esastır.”
tespiti her ne kadar yeni taslakta ar­
kasından gelen “Çözümsüzlük duru­
munda 5/4’lük nitelikli oy çokluğuyla
karar alınır.” tespitiyle düzeltilmeye
çalışılsa da, o biçimiyle yanlıştır ve çı­
karılmalıdır. Doğrusu basit çoğunluk,
veya nitelikli çoğunluk vb. çoğunluk
kararının esas alınmasıdır. İkna yön­
teminin esas alınması ya platformu iş­
levsizleştiren, ya da işlerini zora sokan
bir rol oynar.
Bölüm D- 3-)’te öncelikle şiddete ma­
ruz kalan taraftan sorunu diyalog yo­
luyla çözmesi beklenmektedir. Şiddeti
uygulayanların çoğunlukla kendilerini
haklı gördükleri bilindiğinde burada
çözüm önerisinin yanlışlığı da ortaya
çıkmaktadır. Doğrusu platformun
doğrudan tavır takınmasıdır.
Sol içi şiddete karşı olduğunu söy­
leyen bir platformun her şeyden önce
karşı çıktığı şeyi tanımlaması gerekir,
bu somutta sol içi şiddetin karşı dev­
rimci bir edim olduğu, sol içi şiddeti
gündeme getirenlerin karşı devrimci
bir pozisyonda durdukları açıkça tespit
edilmeli. Böyle bir tespit taslağın hiçbir
yerinde yapılmamaktadır. Sol içi şiddet
karşı devrimci bir edim olarak mah­
kum edilmemektedir.
Yaptırımların tartışıldığı Bölüm E‘de ise yaptırımların özgün duruma
göre “sorunun ağırlığına göre; tarafla­
rın durum ve yaklaşımına, samimiye­
tine vb. bakılarak platform tarafından
karar altına” alınacağı söylenmektedir.
Oysa yaptırım böyle bir platformun en
önemli yanlarından birini oluşturur.
Yaptırım konusunun bu kadar muğlak
formüle edilmesi yanlıştır. Doğrusu
şiddeti uygulayanlara karşı teşhir ve
tecridin asgari yaptırımlar olarak ka­
rar altına alınmasıdır.
Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi ola­
rak platformda başından beri yer al­
dık, tartışmalara yapıcı bir biçimde,
toplantının tıkanmaması için gerekti­
ğinde önemli tavizler de vererek aktif
olarak katıldık. Platformun, Türkiye
Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin
en önemli kanayan yaralarından birisi
olan ‘sol içi şiddet’ konusunda kesin
bir çözüm değilse de, önemli bir adım
olması konusundaki umudumuzu ko­
ruya geldik verdiğimiz önemli tavizlere
rağmen kabul edilebilir bir belgenin
çıkması için uğraştık. Toplantılarda
görüşlerini en dobra dobra söyleyen,
bazı grupların hoşuna gitmeyen şeyleri
söyleyen bir grup olarak yer yer ciddi
tepkilerle karşılaşmamıza rağmen ya­
pıcılığımızı koruduk.
Bir sürü emek vererek buraya kadar
getirdiğimiz toplantılardan ayrılma­
mızın esas nedeni, platform taslağını
‘sol içi şiddet’ konusunda çözüm ola­
bilecek bir belge değil de, tam tersine
sorunun esas sorumlularının işini ko­
laylaştıracak bir sürü yanlışları içinde
barındıran bir belge olarak görmemiz­
dir. Gelinen yerde dönüp yanlışları
düzeltmenin imkanının kalmadığı,
belgenin sonuna şerh koyma imkanı­
mızın da olmadığı bir durumda, yan­
lışlara ortak olmak yerine platform­
dan ayrılmayı ve bu konudaki doğru
görüşlerimizin mücadelesini platform
dışında sürdürmeyi doğru buluyoruz.
Bu ileride somut durumlarda doğru
gördüğümüz konularda hiçbir şekilde
platformla birlikte bir iş yapmayacağı­
mız anlamına gelmiyor.
01-08-2005, Yeni Dünya İçin Çağrı ✓
(Ayrıca bu konuya ilişkin Şubat 2005' de
YDİ Çağrı Sayı 87' de yayınladığımız "Sol
içi şiddete hayır" ve 1 Mart 2005 tarihli "Sol
İçi Şiddete Karşı Mücadele Platformu’na
Platform Taslağımızdır: Sol İçi Şiddeti Ret Ve
Mahkum Edelim!" başlıklı yazılarımıza da
bakılmalıdır.)
19
panorama
PANOR AMA
Irk­çı­lık ka­pi­ta­liz­min yol arkadaşıdır,
ırk­çı­lı­ğa kar­şı is­yan hak­lı­dır!
FRANSA
K
20
a­sım ayı baş­la­rın­dan be­ri Av­
ru­pa med­ya­sı­nın gün­de­mi­ni
iş­gal eden olay­lar­dan bi­ri
Fran­sa’da ya­şa­nan olay­lar­dı.
Araç kun­dak­la­ma, yak­ma; iş­yer­le­ri
ve­ya okul, kreş gi­bi yer­le­ri ya­kıp-yık­ma
vb. bi­çi­min­de ken­di­si­ni gös­te­ren ey­lem­
le­ri ger­çek­leş­ti­ren­ler hak­kın­da ne­ler
söy­len­me­di ki? İçiş­le­ri Ba­ka­nı Sarkozy
on­la­rı “ayak ta­kı­mı” ola­rak ad­lan­dır­
mış ve “pis­lik­le­ri so­kak­lar­dan te­miz­
le­ye­ce­ğim” teh­di­din­de bu­lun­muş­tu…
Bu­nun için de ön­ce 12 gün­lük Ola­ğa­
nüs­tü Hal, sı­kı­yö­ne­tim ilan edil­di, ar­
dın­dan da 3 ay­lık bir sü­re için 1955’te
Ce­za­yir’de­ki sa­vaş­ta gün­de­me ge­ti­ri­
len ya­sa, ye­ni­den uy­gu­lan­ma­ya kon­du,
OHAL üç ay uza­tıl­dı.
İs­yan­cı­la­rın ey­lem­le­ri şim­di­lik din­
miş ol­sa da, yak­la­şık üç haf­ta­lık sü­reç­te
or­ta­ya, 9000 ci­va­rın­da ara­cın kun­dak­
lan­dı­ğı, bir ölü ve 126 kol­luk gü­cü­nün
ya­ra­lan­dı­ğı (si­vil­ler­den ne ka­dar ya­ra­lı
ol­du­ğu ko­nu­sun­da bil­gi yok) ve 3000
ci­va­rın­da asi­nin gö­zal­tı­na alın­dı­ğı bir
bi­lan­ço çık­tı.
Olay­lar şim­di­lik din­miş du­rum­da.
Ama so­ka­ğa çık­ma ya­sa­ğı­na, sı­kı­yö­ne­
ti­me ya da OHAL’e rağ­men ey­lem­le­ri­ni
yak­la­şık üç haf­ta sür­dü­ren­ler kim­di?
Ne­den is­yan et­miş­ler­di? So­ru­nun çö­
zü­mü ne­dir? vb. so­ru­lar so­rul­du ve
bu so­run­lar üze­ri­ne tar­tış­ma yü­rü­dü,
yü­rü­yor. Her ke­sim ken­di­si­ne gö­re
doğ­ru-yan­lış bir­şey­ler söy­lü­yor…
Ege­men­le­rin tem­sil­ci­le­ri dik­kat­le­ri
“ya­ban­cı” ol­ma­ya, “İs­lam di­ni­ne ait”
ol­ma­ya, “ye­te­ri ka­dar Fran­sız­laş­tı­rıl­
ma­ma­ya” vb. yön­le­re çe­ke­rek so­ru­nu
esas ola­rak “gü­ven­lik” ve zo­ra da­ya­
nan asi­mi­las­yon te­me­lin­de ele al­ma
ko­nu­sun­da bir­leş­mek­te­dir. İs­yan­cı­la­
rın ya­şa­dı­ğı ban­li­yö­ler­de­ki so­run­la­ra
ce­vap ara­na­ca­ğı­na, söz­ko­nu­su ban­li­yö­
ler “so­run­lu ban­li­yö­ler” ola­rak gös­te­ri­
li­yor. Bun­la­rın sa­yı­sı­nın yüz­ler­le ifa­de
edil­di­ği de bi­linç­le­re çı­ka­rıl­dı­ğın­da “so­
run­lu ban­li­yö­ler” me­se­le­si­nin öne­mi
or­ta­ya çık­mak­ta­dır.
Tıp­kı ege­men­ler yok­sul­lu­ğa kar­şı mü­
ca­de­le ye­ri­ne na­sıl ki yok­sul­la­ra kar­şı
mü­ca­de­le edi­yor­lar­sa, söz­ko­nu­su ban­li­
yö­ler­de ya­şa­yan­la­rın so­run­la­rı­na kar­şı
de­ğil, ora­lar­da ya­şa­yan­la­ra kar­şı ön­
lem­ler almak­ta­dır­lar. Söz­ko­nu­su ban­li­
yö­ler­de ya­şa­yan­la­rın bü­yük ço­ğun­lu­ğu
ise göç­men. Göç­men kö­ken­li ol­ma­yan­
lar ise yok­sul Fran­sız hal­kı. Ege­men­ler
için hep­si de “ayak­ta­kı­mı”…
OLAY­LA­RI TE­TİK­LE­YEN
GE­LİŞ­ME NE­DİR?
Med­ya­ya yan­sı­dı­ğı ka­da­rıy­la olay­la­
rın baş­la­ma­sı için bar­da­ğı ta­şı­ran son
dam­la 27 Ekim 2005 ta­ri­hin­de ya­şa­
nan ve iki göç­men ai­le kö­ken­li gen­cin
ölü­müy­le so­nuç­la­nan olay­dı.
Söz­ko­nu­su olay, Pa­ris’in va­roş­la­rın­
dan bi­ri sa­yı­lan Clichy-So­us-Bo­is ban­
li­yö­sün­de ya­şan­dı. Top oy­na­dık­tan
son­ra eve git­me­ye ça­lı­şan ve po­li­sin
kim­lik kont­ro­lün­den kur­tul­mak için
(kim­lik­le­ri­ni ev­de bı­rak­tık­la­rı için ve
ka­ra­ko­la gö­tü­rül­mek­ten kur­tul­mak
için de) po­lis­ten ka­çan iki genç tra­
fo­ya sak­lan­ma­ya ça­lı­şır­ken elekt­rik
çarp­ma­sı so­nu­cu ya­şa­mı­nı yi­tir­di ve
bir genç de ya­ra­lan­dı. Söz­ko­nu­su genç­
le­rin ölüm ha­be­ri­ni ve bu ölü­mün po­
li­sin bas­kı­sın­dan, ta­ki­bin­den kay­nak­
lan­dı­ğı­nı du­yan­lar ar­tık ye­ter di­ye­rek
ey­lem­le­re baş­la­dı­lar. Po­li­sin bir ca­mi­ye
göz­ya­şar­tı­cı bom­ba at­ma­sı ise tep­ki­le­ri
da­ha da yo­ğun­laş­tır­ma ro­lü­nü oy­na­dı.
İki gen­cin öl­me­si ve ca­mi­ye göz­ya­şar­
tı­cı bom­ba at­ma­sı ola­yı ger­çek­te sa­de­ce
bar­da­ğı ta­şı­ran bir rol oy­na­mış­tır. Bar­
dak ön­ce­den dol­muş­tur as­lın­da!
Bu­nun per­de ar­ka­sın­da, Fran­sız em­
per­ya­liz­mi­nin Fran­sa’da­ki göç­men­
le­re, göç­men­le­rin ar­tık Fran­sız olan
ço­cuk­la­rı­na ve evet ikin­ci sı­nıf Fran­sız
ola­rak gör­dü­ğü yok­sul­la­ra kar­şı ırk­çı
si­ya­se­ti ger­çe­ği yat­mak­ta­dır.
Ey­lem­ci­le­re kar­şı dev­let yet­ki­li­le­ri­
nin ta­kın­dı­ğı ta­vır­lar gi­bi ki­mi si­ya­si
par­ti tem­sil­ci­le­ri­nin ta­kın­dı­ğı ta­vır­lar
da Fran­sız şo­ve­niz­mi­ni, ırk­çı­lı­ğı­nı, “be­
yaz”la­rın ege­men­li­ği­ni or­ta­ya ko­yan ta­
vır­lar­dı. Dik­kat­ler Sarkozy’nin “ayak
panorama
ta­kı­mı” vb. açık­la­ma­la­rı­na yö­nel­til­se
de, ger­çek­te ırk­çı­lık sa­de­ce Sarkozy’nin
tav­rıy­la sı­nır­lı de­ğil. Irk­çı­lık bir bü­tün
ola­rak Fran­sız em­per­ya­liz­mi­nin, dev­le­
ti­nin te­mel si­ya­set­le­rin­den bi­ri­dir.
Bu si­ya­se­te gö­re ya Fran­sız­sı­nız,
“Grand Na­ti­on”un (Bü­yük Ulus) bir
fer­di­si­niz, o za­man da Fran­sız­la­ra uy­
gun dav­ra­nış­lar için­de ola­cak­sı­nız. Ya
da Fran­sız­la­ra uy­gun dav­ra­nış­lar (ki
bun­la­rı da ege­men­ler be­lir­le­mek­te­dir)
için­de de­ğil­si­niz, o za­man da o top­
lu­ma ait de­ğil­si­niz­dir. Ne iş ya­şa­mın­da,
ne eği­tim ala­nın­da ne de di­ğer sos­yal
alan­lar­da si­ze yer yok­tur. Son dö­nem­de
Tür­ki­ye’de çok­ça tar­tı­şı­lan “üst kim­
lik” Fran­sa’da ger­çek­te Fran­sız ulu­su
dı­şın­da­ki et­nik azın­lık­la­rın ulu­sal kim­
li­ği­nin red­di üze­ri­ne ku­ru­lu­dur.
Bu si­ya­set fa­kat göç­men ai­le­le­rin
Fran­sa’da do­ğan, Fran­sız kim­li­ği­ne
sa­hip ve evet ken­di­ni Fran­sız ola­rak
gö­ren­le­ri ikin­ci sı­nıf in­san gör­me­si­ni
dış­ta­la­mı­yor, ter­si­ne. Bu si­ya­set tam
da ırk­çı­lık üze­ri­ne ku­rul­du­ğu için
“be­yaz” Fran­sız ege­men dü­şün­ce­siy­le
ren­gi si­yah, ya da “ori­ji­nal” Fran­sız ol­
ma­yan bir ren­gi olan in­san­la­rı ikin­ci
sı­nıf Fran­sız ola­rak gör­mek­te­dir. Bu­
nun en açık öl­çe­ği kö­ke­ni­nin göç­men
ol­ma­sı­dır.
Ara­ya sı­nıf­la­ma kon­duk­tan son­ra da
bi­rin­ci sı­nıf Fran­sız­la­rın ikin­ci sı­nıf
Fran­sız­la­ra kar­şı ege­men­li­ği, yö­net­
me­si ve on­la­ra ha­kim ol­ma­sı da do­ğal
bir so­nuç ola­rak gö­rül­mek­te ve bu­na
uy­gun da dav­ra­nıl­mak­ta­dır. Sı­nıf­la­
ma­da ki­mi yer­ler­de en yok­sul Fran­sız
emek­çi­le­ri­nin de ikin­ci sı­nıf Fran­sız
ola­rak gö­rül­me­si ger­çe­ği ama esas ay­
rı­mın et­nik kö­ken te­me­lin­de ya­pıl­dı­ğı
ger­çe­ği­ni or­ta­dan kal­dır­ma­mak­ta­dır.
Irk­çı­lı­ğın söz­ko­nu­su ban­li­yö­ler­de­ki
gö­rün­tü­sü­nün ba­şın­da sı­kı ve yo­ğun
po­lis de­ne­ti­mi gel­mek­te­dir. Söz­ko­nu­su
göç­men kö­ken­li­le­rin yo­ğun ol­du­ğu ban­
li­yö­ler­de ya­şa­yan­la­ra po­tan­si­yel suç­lu
gö­züy­le ba­kıl­mak­ta­dır. Po­li­sin key­fi
dav­ra­nı­şı, ki­mi za­man gün­de bir­çok kez
kim­lik kontrolünden geç­me­yi ge­rek­tir­
mek­te­dir. Ya­nın­da kim­li­ği ol­ma­yan­lar,
özel­lik­le de genç­ler ön­ce ka­ra­ko­la gö­tü­
rül­mek­te, bu ara­da po­lis­le­rin ge­rek­li
bul­duk­la­rın­da “iş­ken­ce” ka­te­go­ri­si­ne
so­kul­ma­yan da­yak at­ma ey­lem­le­ri­ne
ma­ruz ka­l­mak­ta­dır­lar. 18 yaş al­tı genç­
ler ise an­cak an­ne-ba­ba­la­rı­nın on­la­rı
ka­ra­kol­da al­ma­ya gel­me­le­rin­den son­ra
ser­best bı­ra­kıl­mak­ta­dır­lar.
Bu bas­kı­la­rın, dev­let te­rö­rü­nün sü­
rek­li­li­ği gö­zö­nü­ne alın­dı­ğın­da ve genç­
le­rin po­li­sin bas­kı­la­rın­dan son­ra ai­le­
le­ri­nin bas­kı­la­rıy­la da kar­şı­laş­ma­mak
için po­li­sin kont­ro­lün­den kaç­ma­sı da
an­la­şı­lır ol­mak­ta­dır. Ör­ne­ğin bir­lik­te
top oy­na­yıp ve po­lis­ten ka­çan gen­cin
bi­ri, ar­ka­da­şı­na “Po­li­se ya­ka­la­nır­sam
ba­bam be­ni Ce­za­yir’de­ki kö­yü­ne gön­
de­re­cek.” di­ye kor­ku­su­nu di­le ge­tir­
me­si de bu­nun bir gös­ter­ge­si­dir.
27 Ekim’de so­nu ölüm­le­riy­le bi­ten
genç­le­rin po­lis­ten ka­çı­şı­nın per­de ar­
ka­sın­da da, ka­ra­ko­la gö­tü­rül­mek­ten
ve ebe­veyn­le­ri­nin fır­ça­la­rın­dan kur­
tul­mak is­te­mi var­dır. Bu ger­çek­le­re
ba­kıl­dı­ğın­da söz­ko­nu­su genç­le­rin ölü­
mün­den Fran­sız dev­le­ti­nin ve so­mut­ta
da po­li­si­nin so­rum­lu ve suç­lu ol­du­ğu
açık­tır.
Ban­li­yö­ler­de get­to­laş­tır­ma da esas
ola­rak Fran­sız dev­le­ti­nin bi­linç­li ola­
rak ırk­çı­lık te­me­lin­de yü­rüt­tü­ğü si­ya­
se­tin bir so­nu­cu­dur. Da­ha 1960’lı ve
1970’li yıl­lar­da özel­lik­le Af­ri­ka kö­ken­li
göç­men­le­rin ço­cuk­la­rı­nın mes­lek eği­ti­
min­den ve iş ye­ri bul­mak­tan mah­rum
bı­ra­kıl­ma­sı, in­san onu­ru­na ters ko­şul­
lar­da­ki ev­ler­de ika­met et­ti­ril­me­le­ri vb.
si­ya­se­ti, ge­li­nen yer­de mey­ve­si­ni ver­
mek­te­dir. En­teg­ras­yon adı­na ger­çek­te
yü­rü­tü­len zo­ra­ki asi­mi­las­yon si­ya­se­ti
ko­nu­sun­da şim­di­ye ka­dar “Fran­sız usu­
İS­YAN EDEN­LER KİM?
lü”nün met­hi­ye­si ya­pı­lır­dı. Ama so­mut
ya­şa­nan is­yan ey­lem­le­ri, bu­nun hiç de
met­he­dil­di­ği ka­dar “iyi ve ba­şa­rı­lı” ol­
ma­dı­ğı­nı or­ta­ya çı­kar­dı.
Bu olay­lar, dev­le­tin ırk­çı­lık te­me­
lin­de yük­se­len “en­teg­ras­yon” ger­çek­te
ise zor­la asi­mi­las­yon si­ya­se­ti­nin yan­lış
ol­du­ğu­nu gös­te­rir­ken, ege­men­le­rin çö­
züm ara­yış­la­rı da­ha çok han­gi yol ve
yön­tem­ler­le asi­mi­le edi­le­ce­ği yö­nün­de
olu­yor.
Fran­sa’da genç­ler ara­sın­da­ki iş­siz­
lik ora­nı %21.3’tür. Bu oran İtal­ya’dan
son­ra Av­ru­pa’da­ki ikin­ci en bü­yük
genç­ler ara­sın­da­ki iş­siz­lik ora­nı­dır.
Bu oran ama özel­lik­le göç­men kö­ken­
li­le­rin ya­şa­dı­ğı ban­li­yö­ler­de %50 ci­va­
rın­da­dır. Yi­ne OECD ve­ri­le­ri­ne gö­re
tüm Fran­sa ça­pın­da 20-24 yaş­la­rı
ara­sın­da­ki genç­le­rin %14.4’ü, okul, iş
ya­şa­mın­dan dış­lan­mış­tır. Bun­lar doğ­
ru­dan dev­le­tin iş-eği­tim ve ge­nel­de sos­
yal alan­da­ki si­ya­se­ti­nin kur­ban­la­rı­dır.
Ve bu ol­gu­la­ra ek­len­me­si ge­re­ken bir
di­ğer ger­çek ise, bu genç­le­rin bü­yük ço­
ğun­lu­ğu­nun göç­men kö­ken­li genç­ler
ol­du­ğu­dur.
Bir kez da­ha vur­gu­lan­ma­sı ge­re­kir­se,
is­yan eden genç­ler, dev­le­tin ırk­çı si­ya­se­
ti­nin de bir so­nu­cu ola­rak top­lum­dan
dış­ta­la­dı­ğı, po­lis ve ge­nel kol­luk güç­
le­riy­le sü­rek­li ta­ciz ve te­rö­ri­ze et­ti­ği
genç­ler­dir. Tür­ki­ye’de­ki kav­ra­mıy­la
ko­nu­şu­lur­sa is­yan, va­roş genç­le­ri­nin
dev­le­tin ırk­çı si­ya­se­ti­ne kar­şı bir is­ya­
nı­dır ve bu is­yan hak­lı­dır.
Her şey­den ön­ce vur­gu­lan­ma­sı ve bi­
lin­ce çı­ka­rıl­ma­sı ge­re­ken şey, is­yan
eden­le­rin esas ola­rak genç­ler ol­du­ğu ol­
gu­su­dur. 10 ile 25 yaş ara­sı olan genç­ler
ey­lem­ler­de yer al­sa da, bun­la­rın esa­sı­
nın yaş or­ta­la­ma­sı 14-16’dır.
Bu genç­ler göç­men kö­ken­li ai­le­le­rin
ço­cuk­la­rı ol­du­ğu için, bur­ju­va med­ya­
nın önem­li bö­lü­mü, ta­bii ki ön­ce­lik­le
de Fran­sız ege­men­le­ri, bun­la­rı he­men
“ya­ban­cı” ka­te­go­ri­si­ne sok­ma­ya ça­lış­tı.
Ki­mi de “ya­ban­cı” ka­te­go­ri­si ye­ri­ne
da­ha ılım­lı olan ifa­de ile “göç­men” ka­
te­go­ri­si­ne sok­tu bun­la­rı.
İşin ger­çe­ği ise, bun­la­rın ne “ya­
ban­cı” ne de “göç­men” ol­du­ğu­dur.
Bu genç­ler göç­men kö­ken­li ol­ma­sı­na
rağ­men Fran­sız’dır. Doğ­duk­la­rı yer
Fran­sa, kim­lik­le­ri Fran­sız, ko­nuş­tuk­
la­rı dil Fran­sız­ca, ya­şa­dık­la­rı ül­ke
de Fran­sa… vb. Ki­mi­le­ri ai­le­le­ri­nin
gel­di­ği ül­ke­ler­de ko­nu­şu­lan ve bu an­
lam­da “ana­di­li” olan di­li Fran­sız­ca­dan
son­ra öğ­ren­miş­tir, ki­mi de hiç öğ­ren­
me­miş­tir.
İs­yan eden genç­ler esas ola­rak göç­
men kö­ken­li ol­ma­la­rı ne­de­niy­le dev­let
ta­ra­fın­dan dış­ta­la­nan, ırk­çı si­ya­se­te
tep­ki gös­te­ren, dev­le­tin ırk­çı­lı­ğı­nın he­
de­fi olan; ay­nı za­man­da eko­no­mik ve
sos­yal ola­rak da top­lum­dan dış­la­nan
genç­ler­dir. Bu ger­çe­ği di­le ge­tir­mek
için ki­mi si­ya­set­çi­ler açık­ça “sos­yal
Apart­he­id”tan bah­set­mek­te­dir­ler ve
bu tes­pit ol­gu­la­rı di­le ge­tir­mek­te­dir.
DEV­LE­TİN İS­YA­NA YA­NI­TI:
DA­HA ÇOK BAS­KI-TE­RÖR
VE OHAL…
Fran­sa, bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin be­
şi­ği olan bir ül­ke. 1789 Bur­ju­va Dev­
ri­mi’nin te­mel slo­gan­la­rı “öz­gür­lük,
eşit­lik, kar­deş­lik”ti. Ne de gü­zel­di öz­
gür­lü­ğün, eşit­li­ğin ve kar­deş­li­ğin sa­vu­
nul­ma­sı! Bur­ju­va­zi fe­oda­liz­me kar­şı
mü­ca­de­le­de ken­di ik­ti­da­rı­nı sağ­la­mak
için mü­ca­de­le edi­yor­du ve o za­man
bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin sa­vu­nu­cu­lu­ğu
top­lu­mun ge­liş­me­si bağ­la­mın­da ile­ri­ci
bir rol oy­nu­yor­du.
Hal­kı­mı­zın bir de­yi­miy­le ifa­de eder­
sek iki asır­dan faz­la bir sü­re­de “köp­
rü­ler al­tın­da çok su­lar geç­ti”. Ser­best
re­ka­bet­çi ka­pi­ta­lizm dö­ne­min­den te­
kel­ci ka­pi­ta­lizm (em­per­ya­lizm) dö­ne­
mi­ne geç­mek­le bir­lik­te bur­ju­va­zi ve
bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin sa­vu­nu­cu­lu­ğu
ile­ri­ci rol oy­na­ma ka­rak­te­ri­ni yi­tir­di.
Ge­liş­me­ler, Le­nin’in bur­ju­va de­mok­ra­
si­si­nin bir çiz­gi bo­yun­ca ge­ri­ci­lik ol­du­
ğu­nu hep ye­ni­den onay­la­mak­ta­dır.
Fran­sa’da­ki ge­liş­me­ler bir kez da­ha,
ça­ğı­mız­da bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin fa­
şist ön­lem­le­re baş­vur­ma­dan, uy­gu­la­
ma­dan ya­şa­ya­ma­ya­ca­ğı­nı göz­ler önü­ne
ser­mek­te­dir. Evet, bur­ju­va­zi­nin ik­ti­dar
bi­çim­le­rin­den iki­si olan bur­ju­va de­mok­
ra­si­si ile fa­şizm ara­sın­da çok önem­li
fark­lı­lık­lar ol­sa da, bu ger­çek­lik, bur­
ju­va de­mok­ra­si­si ile fa­şiz­min içi­çe geç­
me­si­ni, ara­la­rın­da­ki sı­nır­la­rın gi­de­rek
in­cel­me­si­ni dış­ta­la­mı­yor.
Bur­ju­va de­mok­ra­si­si bir bü­tün çiz­gi
ola­rak ge­ri­ci­leş­miş­tir. Fran­sa bur­ju­va de­
mok­ra­si­si­nin ege­men ol­du­ğu bir ül­ke.
Al­man­ya ile bir­lik­te AB pro­je­si­nin ba­
şı­nı çe­ken bü­yük em­per­ya­list güç­ler­den
bi­ri. AB pro­je­si ise Tür­ki­ye’de, özel­lik­le
AB’ci ke­sim ta­ra­fın­dan “de­mok­ra­si­nin,
in­san hak­la­rı­nın” sa­ğ­la­na­ca­ğı bir pro­je
olarak gös­te­ril­mek­te­dir.
Fran­sa ya da bur­ju­va de­mok­ra­si­si­
nin ol­du­ğu Av­ru­pa ül­ke­le­rin­de­ki du­
ru­mun, Tür­ki­ye’de hâ­lâ ege­men olan
fa­şist ik­ti­dar yö­ne­ti­min­den, du­ru­mun­
dan da­ha iyi ol­du­ğu doğ­ru­dur. Fa­kat,
bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin de iş­çi­ler,
emek­çi­ler için ger­çek kur­tu­luş ol­ma­
dı­ğı, ola­ma­ya­ca­ğı ger­çe­ği­nin üze­ri hep
ör­tül­me­ye ça­lı­şıl­mak­ta­dır. Fran­sa’da
ya­şa­nan­la­ra ba­kıl­dı­ğın­da, bur­ju­va de­
mok­ra­si­si­nin iş­çi­le­rin, emek­çi­le­rin
kur­tu­lu­şu­nu sağ­la­ya­ma­ya­ca­ğı ger­çe­ği
açık­ça or­ta­da­dır.
Dev­le­tin ırk­çı, get­to­laş­tır­ma, sos­yal
Apart­he­id si­ya­se­ti­ne kar­şı is­yan eden
bir­kaç bin genç. Bun­lar esas ola­rak
ön­ce­den ör­güt­len­miş, bir­lik­te ha­re­ket
et­me­yi plan­la­mış de­ğil. “Ar­tık ye­ter”
de­yip ken­di­li­ğin­den ge­li­şen bir is­yan
söz­ko­nu­su.
Bu is­yan, ilk baş­lar­da sa­de­ce Pa­ris’in
“ke­nar böl­ge­le­ri”nden ba­zı­la­rın­da ya­
21
panorama
22
şan­mak­ta­dır. An­cak bir haf­ta son­ra is­
yan, da­ha doğ­ru­su ara­ba kun­dak­la­ma
ey­lem­le­ri Pa­ris’in mer­ke­zi­ne, da­ha
son­ra da baş­ka şe­hir­le­re sıç­ra­ma du­ru­
mun­da­dır. Dev­le­tin ik­ti­dar sa­hip­le­ri
ger­çek bir teh­dit al­tın­da de­ğil. Ya­ni söz­
ko­nu­su olan an­da va­ro­lan ik­ti­da­rı de­
vi­rip ye­ri­ne baş­ka bir ik­ti­dar kur­mak
için ve­ri­len mü­ca­de­le de de­ğil.
Bu­na rağ­men ama dev­let tüm güç­
le­riy­le sal­dı­rı­ya geç­mek­te­dir. Ge­ce
so­ka­ğa çık­ma ya­sa­ğı yet­mi­yor, 12 gün­
– Yet­ki­li­ler, ti­yat­ro, si­ne­ma, bar ve
tüm bu­luş­ma me­kan­la­rı­nı ge­çi­ci ola­
rak ka­pa­ta­bi­li­yor.
– Dü­ze­ni boz­ma­sı ola­sı top­lan­tı­lar ya­
sak­la­na­bi­li­yor. (Ta­bii ki dü­ze­ni boz­ma
ola­sı­lı­ğı olup ol­ma­dı­ğı­nı da ege­men­le­
rin ken­di­le­ri be­lir­li­yor. BN)
– Si­lah bu­lun­du­ğun­dan şüp­he­le­ni­len
ev­le­re ge­ce ya da gün­düz bas­kın dü­zen­
le­ne­bi­li­yor. (Bu bağ­lam­da da ne­yin si­
lah ol­du­ğu so­ru­su önem­li. Ör­ne­ğin ara­
ba­la­rı yak­mak için kul­la­nı­lan ben­zin,
lük ola­ğa­nüs­tü hal, ya da sı­kı­yö­ne­tim
yet­mi­yor, 3 ay­lık bir OHAL gün­de­me
ge­ti­ri­li­yor. Po­li­se ve evet as­ke­ri güç­le­re
“so­run­lu ban­li­yö­le­re” kar­şı bas­kı­da sı­
nır­sız yet­ki ta­nı­nı­yor.
Bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin ol­du­ğu bir
ül­ke­de sa­vaş dö­ne­mi için ha­zır­la­nan
ya­sa­lar uy­gu­la­ma­ya ko­nu­yor. Gö­zal­
tı­na alı­nan­la­ra kar­şı ne­re­dey­se sa­vaş
suç­lu­su gi­bi dav­ra­nı­lı­yor ve jet hı­zıy­la
mah­ke­me­ye çı­ka­rı­lıp tu­tuk­la­ma ka­ra­rı
ve­ri­li­yor.
3 Ni­san 1955’te Ce­za­yir’de­ki sa­va­şa
kar­şı ha­zır­la­nan ya­sa, Ce­za­yir sa­va­şın­
dan baş­ka 1984 yı­lın­da Fran­sız sö­mür­
ge­ci­li­ği­ne kar­şı mü­ca­de­le eden Ye­ni
Ka­le­don­ya’da uy­gu­lan­dı. Üçün­cü kez
uy­gu­la­nı­şı ise şim­di Fran­sa’da ger­çek­
le­şi­yor.
Bu ya­sa­nın esas ola­rak sö­mür­ge­ci
si­ya­set te­me­lin­de or­ta­ya kon­ma­sı ger­
çe­ği ama, bu­nun iç­te kul­la­nıl­ma­sı­nı
dış­ta­la­mı­yor. Bu­na gö­re yö­ne­ti­ci­le­re
ve­ri­len ki­mi yet­ki­ler şöy­le­dir.
– Ka­mu dü­ze­ni­nin cid­di teh­dit al­
tın­da ol­ma­sı ha­lin­de yer­le­şim böl­ge­le­
rin­de, Ce­za­yir ve de­niz aşı­rı böl­ge­ler­de
kıs­mi ya da tam ola­ğa­nüs­tü hal ilan
edi­le­bi­li­yor. (Şim­di bu, ka­mu dü­ze­ni
ger­çek­ten teh­dit al­tın­da ol­ma­dı­ğı hal­de
uy­gu­lan­mak­ta­dır. BN)
– Ye­rel tem­sil­ci­ler (dev­le­ti tem­sil
eden va­li­ler), in­san ya da araç ha­re­ket­
le­ri­ne sı­nır­la­ma ge­ti­re­bi­li­yor.
– Ka­mu güç­le­ri­nin ey­lem­le­ri­ne na­sıl
olur­sa ol­sun en­gel ol­ma­ya ça­lı­şan her­
han­gi bir ki­şi böl­ge­den uzak­laş­tı­rı­la­bi­
li­yor.
– İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı, ka­mu gü­ven­li­ği
ve dü­ze­ni için ey­lem­le­ri teh­dit oluş­tu­ran
ki­şi­ler için ev hap­si em­ri ve­re­bi­li­yor.
mo­lo­tof vb. de si­lah ola­rak gö­rül­dü­ğün­
den, tüm “so­run­lu ban­li­yö­ler”de­ki ev­le­
rin her an ba­sıl­ma­sı­nın önün­de en­gel
yok­tur. BN)
Bu ge­liş­me­ler, za­ten da­ha ön­ce de özel­
lik­le göç­men kö­ken­li­le­rin ve göç­men kö­
ken­li Fran­sız­la­rın ika­met et­ti­ği ban­li­yö­
ler­de va­ro­lan yo­ğun dev­let bas­kı­sı­nın,
te­rö­rü­nün üze­ri­ne OHAL’in ek­len­me­
siy­le de bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin ger­çek
yü­zü­nü or­ta­ya ko­yan ge­liş­me­ler­dir. Ege­
men­ler so­ru­na ken­di gü­ven­lik­le­ri so­
ru­nu ola­rak yak­laş­mak­ta­dır. Ezi­len­le­re
kar­şı sa­vaş ha­lin­de­dir­ler.
Kİ­Mİ SAH­TE­KÂR­LIK­LAR…
Ege­men­le­rin sah­te­kâr­lık­la­rı­nın ba­şın­da
ge­len bir ko­nu, ken­di­le­ri­nin tüm im­kân­
la­rı­nı kul­la­na­rak sa­hip ol­duk­la­rı si­lah­
lar­la her tür­lü şid­de­te, te­rö­re baş­vur­duk­
la­rı hal­de, ırk­çı­lı­ğa, bu ırk­çı si­ya­se­tin uy­
gu­la­yı­cı­sı dev­let güç­le­ri­ne kar­şı is­yan­da
kul­la­nı­lan şid­de­te kar­şı ol­mak­tır. Bu
nok­ta­da ay­rım­sız tüm bur­ju­va ik­ti­da­rı­
nın sa­vu­nu­cu­la­rı bir­leş­mek­te­dir­ler. Ne
bü­yük sah­te­kâr­lık ama?
Biz ezi­len­le­rin tav­rı bu ko­nu­da açık­
tır: Irk­çı­lı­ğa, hak­sız­lı­ğa kar­şı is­yan
hak­lı­dır, meş­ru­dur. Ka­pi­ta­list sis­te­me
kar­şı mü­ca­de­le­de şid­de­ti red­det­mek,
sis­te­me bo­yun eğ­me­nin si­ya­se­ti­dir.
Ege­men­ler sis­te­me bo­yun eğ­me­mi­zi is­
te­dik­le­ri için, ezi­len­le­rin şid­det ey­lem­
le­ri­ne kar­şı çık­mak­ta­dır­lar. Ken­di­le­ri
ama tüm si­lah­la­rıy­la şid­de­te, te­rö­re
baş­vur­mak­tan ge­ri kal­mı­yor­lar. Ezi­
len­ler için be­lir­le­yi­ci olan şid­de­te baş­
vu­ru­lup baş­vu­rul­ma­dı­ğı de­ğil, tak­tik
ola­rak şid­de­tin han­gi bi­çi­mi­nin uy­gun
olup ol­ma­dı­ğı­dır.
Bir di­ğer sah­te­kâr­lık­la­rı ise en­teg­ras­
yon ile il­gi­li­dir. En­teg­ras­yon­dan bah­set­
tik­le­rin­de ege­men­le­rin ger­çek­te kas­tet­
tik­le­ri zo­ra da­ya­nan asi­mi­las­yon­dur.
Genç­le­rin ikin­ci sı­nıf va­tan­daş ola­
rak gö­rül­me­ye, ırk­çı te­mel­de dış­ta­lan­
ma­ya kar­şı is­ya­nı hak­lı gö­rü­le­ce­ği­ne,
dev­le­tin ve sis­te­min ırk­çı si­ya­se­ti he­
de­fe ko­na­ca­ğı­na, zor­la asi­mi­le et­me­nin
ye­ni yol ve yön­tem­le­ri­nin üze­ri­ne ka­fa
yo­rul­mak­ta­dır. Ye­te­ri ka­dar asi­mi­le et­
me­dik­le­rin­den ya­kın­mak­ta­dır­lar.
Irk­çı­lı­ğın ken­di­si çok açık gös­ter­di­ği
sah­te­kâr­lık­lar­dan bi­ri ise, genç­le­rin
“ya­ban­cı” ya da “göç­men” ola­rak gös­
te­ril­me­si ve bun­la­rın Fran­sız va­tan­daş­
lı­ğı­nın el­le­rin­den alı­nıp sı­nır­dı­şı edil­
me­si yön­lü tar­tış­ma­lar ve ta­lep­ler­dir.
Yu­ka­rı­da da açık­la­dı­ğı­mız gi­bi,
olay­la­ra ka­rı­şan­la­rın or­ta­la­ma yaş­la­rı
14-16’dır. 25 yaş­la­rın­da olan­la­rın da
ol­ma­sı bu ger­çe­ği de­ğiş­tir­me­mek­te­dir.
Bun­la­rın he­men he­men hep­si, göç­men
kö­ken­li ai­le­le­rin ço­cuk­la­rı ol­sa da
Fran­sa’da doğ­muş, Fran­sız va­tan­daş­lı­
ğı­na sa­hip, Fran­sız­ca ko­nu­şan ve evet
bu­nun da öte­sin­de ken­di­si­ni Fran­sız
ola­rak gö­ren in­san­lar­dır.
Bun­la­rın Fran­sız ol­ma va­tan­daş­lık
hak­kı­nın el­le­rin­den alın­ma­sı dü­şün­
ce­si hu­ku­ken ne ka­dar saç­ma ol­sa da,
esas ola­rak ırk­çı ka­fa­nın bir ürü­nü­dür.
Çün­kü bun­lar “saf” ya da “be­yaz” Fran­
sız de­ğil. Kö­ken­le­ri göç­men in­san­la­ra
da­ya­nı­yor. Sür­gün edil­me­si is­te­nen
in­san­la­rın doğ­du­ğu yer, ül­ke Fran­sa,
ama bu­na rağ­men “ül­ke­le­ri­ne sür­gün”
edil­me­si dü­şün­ce­si öne sü­rü­le­bi­li­yor.
Ya­ni de­de­si ya da ba­ba­sı­nın, ni­ne­si ya
da an­ne­si­nin gel­di­ği ül­ke ile, kö­ke­ni dı­
şın­da hiç­bir ba­ğı ol­ma­yan in­san­lar, ger­
çek­te ken­di ül­ke­le­rin­den, an­ne­si­ninba­ba­sı­nın ül­ke­si­ne sür­gün edil­mek
is­te­ni­yor.
Dik­kat­le­ri baş­ka yö­ne çek­me ko­nu­
sun­da­ki sah­te­kâr­lık ise, ya­şa­nan so­
ti­fa et­me­si ta­le­bi de ken­di ba­şı­na ele
alın­dı­ğın­da doğ­ru­dur. Fa­kat ya­şa­nan
so­run­la­rın Sarkozy’nin is­ti­fa­sıy­la çö­zü­
le­bi­le­ce­ği­ni sa­vun­mak bü­yük bir sah­te­
kâr­lık­tır.
Bu­gün Fran­sa’da ya­şa­nan so­run­lar,
da­ha doğ­ru­su genç­le­rin is­ya­nı­nın ger­
çek ne­de­ni, kay­na­ğı, Fran­sız dev­le­ti ve
onun ırk­çı si­ya­se­ti­dir. Sarkozy ye­ri­ne
bir baş­ka­sı gel­se de uy­gu­la­nan ırk­çı si­
ya­set sü­re­cek­tir. Bel­ki da­ha iyi kı­lı­fı­na
uy­du­rul­muş ola­cak­tır ama öz­de bir şey
de­ğiş­me­ye­cek­tir.
Dev­le­tin al­ma­ya ça­lış­tı­ğı ön­lem­ler
bi­le onun ırk­çı­lı­ğı­nı or­ta­ya koy­ma­ya
ye­ti­yor as­lın­da.
İşin kö­tü­sü Fran­sa hal­kı­nın “be­yaz”
Fran­sız ke­si­mi­nin önem­li bö­lü­mü­nün
dev­le­tin bu sah­te­kâr­lık­la­rı­nı des­tek­le­
me­si, OHAL’e ve evet olay­la­ra ka­rı­şan­
la­rın sür­gün edil­me­si si­ya­se­ti­ne onay
ver­me­si­dir.
So­nuç­ta söy­le­ne­cek şey, Av­ru­pa met­
ro­pol­le­rin­de ya­şan­mak­ta olan ırk­çı­lık,
ırk­çı­lık te­me­lin­de­ki dış­ta­lan­mış­lık va­
rol­du­ğu sü­re­ce, bu ırk­çı­lı­ğa kar­şı mü­
ca­de­le­nin de va­ro­la­ca­ğı­dır. Bu­gün özel­
lik­le Fran­sa / Pa­ris’te ya­şa­nan olay­la­rın
baş­ka bi­çim­ler­de ve baş­ka em­per­ya­list
met­ro­pol­ler­de ya­şan­ma­sı­nın mad­di te­
me­li var­dır ve ya­şa­na­cak­tır da.
Irk­çı­lı­ğın ka­pi­ta­liz­min yo­lar­ka­da­şı
ol­du­ğu ger­çe­ği kav­ran­dı­ğın­da, ırk­çı­lı­ğa
kar­şı mü­ca­de­le­nin de ka­pi­ta­liz­min kök­
le­ri­ni ku­rut­ma­ya yö­ne­lik ve­ril­me­si ge­
rek­ti­ği ger­çe­ği gü­nı­şı­ğı­na çık­mak­ta­dır.
Öz­gür­lük, eşit­lik ve kar­deş­li­ğin ger­
çek­leş­ti­ril­me­si gö­re­vi, ulus­la­ra­ra­sı pro­
le­tar­ya­nın ve ezi­len halk­la­rın omuz­la­
rı­na bin­miş­tir.
So­run bu ger­çe­ğin de­ği­şik ulus ve
mil­li­yet­ler­den iş­çi ve emek­çi­le­rin bi­
lin­ci­ne ka­zın­ma­sı ve ka­pi­ta­list sis­te­me
kar­şı sos­ya­lizm için, in­sa­nın in­san ta­
ra­fın­dan sö­mü­rül­me­si­ne son ve­ril­di­ği,
run­la­rın so­rum­lu­su ve suç­lu­su ola­rak
sa­de­ce İçiş­le­ri Ba­ka­nı Sarkozy ola­rak
gös­te­ril­me­si ve onun is­ti­fa et­me­siy­le
so­ru­nun çö­zü­le­bi­le­ce­ği­nin sa­vu­nul­ma­
sı­dır.
Kuş­ku­suz ki Sarkozy ta­kın­dı­ğı ta­
vır­la­rıy­la açık­ça ırk­çı bir si­ya­se­tin
sa­vu­nu­cu­su ko­nu­mun­da­dır. Onun is­
sı­nıf­la­rın or­ta­dan kalk­tı­ğı, her­ke­sin ye­
te­ne­ği­ne gö­re top­lu­ma kat­kı sun­du­ğu
ve ih­ti­ya­cı­na gö­re tü­ket­ti­ği ko­mü­nist
top­lu­ma var­mak için mü­ca­de­le­ye ka­za­
nıl­ma­sı so­ru­nu­dur.
İş­te o za­man ger­çek­te öz­gür­lük, eşit­
lik ve kar­deş­lik ya­şa­na­cak­tır.
22 Ka­sım 2005 ✓
panorama
"Tu­run­cu dev­rim"
bek­len­ti­si şim­di­lik
tut­ma­dı
AZERBAYCAN
"
Tu­run­cu dev­rim" kav­ra­mı özel­lik­le
Uk­ray­na’da­ki yö­ne­tim de­ği­şik­li­ği
son­ra­sın­da çok­ça kul­la­nı­lan bir kav­
ram. Gür­cis­tan’da yö­ne­tim de­ği­şik­li­ği­
nin adı "gül" ya da "ka­di­fe" iken Uk­ray­
na’­da "tu­run­cu" ya da "kes­ta­ne" ol­du. Kır­
gı­zis­tan’da da ben­ze­ri bi­çim­de "li­mon"i
bir yö­ne­tim de­ği­şik­li­ği ya­şan­dı. Ba­tı­lı
em­per­ya­list güç­ler, sı­ra­nın Be­la­rus­ya ve
Mol­dov­ya’ya gel­di­ği­ni açık­ça di­le ge­tir­se­
ler de, söz­ko­nu­su ül­ke­ler­de bek­len­ti­le­ri
şim­di­lik bo­şa çık­tı.
Bu yö­ne­tim de­ği­şik­lik­le­rin­de baş­vu­ru­
lan yön­tem, yol he­men he­men ay­nı. Se­çim­
ler ya­pıl­mak­ta, mu­ha­le­fet se­çim so­nuç­la­
rı­nı, se­çim sah­te­kâr­lı­ğı ya­pıl­dı id­di­asıy­la
red­det­mek­te, ha­re­ke­te ge­çi­re­bil­di­ği kit­ley­le
ey­lem­le­re baş­la­mak­ta ve se­çim so­nuç­la­rı
ip­tal edi­lip se­çim ye­ni­le­ne­ne, ya da se­çi­mi
ka­za­nan­lar mu­ha­le­fet ta­ra­fın­dan yö­ne­tim­
den in­di­ri­le­ne ka­dar da ey­lem­ler sür­dü­rül­
mek­te­dir. Kuş­ku­suz bu ben­zer­li­ğin ya­nı­
sı­ra, ül­ke­den ül­ke­ye fark­lı­lık­lar da var. İç
güç­ler den­ge­si, dış güç­ler­le iliş­ki­le­rin fark­lı­
lı­ğı vb. yö­ne­ti­min de­ği­şip de­ğiş­me­me­sin­de
rol oy­na­mak­ta­dır. De­ğiş­me­yen esas şey,
söz­ko­nu­su mu­ha­lif güç­le­rin, ha­re­ket­le­rin
des­tek­le­yi­ci gü­cü­nün si­vil top­lum ör­gü­tü
adı al­tın­da, esas ola­rak ABD em­per­ya­liz­
mi­nin fi­nan­sör­le­ri­nin, spon­sor­la­rı­nın yer
al­ma­sı ger­çe­ği­dir.
Bu yö­ne­tim de­ği­şik­lik­le­rin­de ben­zer
olan bir yan da, esas ola­rak SSCB dö­ne­
min­de kö­şe baş­la­rı­nı tu­tan bü­rok­rat bur­
ju­va­zi­nin –Do­ğu B­lo­ku’nun da­ğıl­ma­sı
son­ra­sı dö­nem­de de ik­ti­da­rı elin­de tu­tan
ve ba­tı­lı em­per­ya­list­le­rin is­te­ği­ne tam ce­
vap ver­me­yen, da­ha çok Rus­ya ile iliş­ki­
le­ri sür­dü­ren bur­ju­va ke­si­min– ik­ti­da­rı­
nın, li­be­ral ve Ba­tı yan­lı­sı bur­ju­va­zi­nin
eli­ne geç­me­si bi­çi­min­de ol­ma­sı­dır.
6 Ka­sım ta­ri­hin­de Azer­bay­can’da par­
la­men­to se­çim­le­ri­nin gün­dem­de ol­ma­sı
ve mu­ha­le­fe­tin "tu­run­cu dev­rim"den bah­
set­me­si gi­bi ol­gu­lar, dik­kat­le­ri Azer­bay­
can’­da ya­pı­la­cak se­çim­le­re çe­vir­di. Se­çim­
ler ön­ce­sin­de Azer­bay­can Baş­ka­nı Ali­yev
ken­din­den çok emin bi­çim­de "Tu­run­cu
dev­rim id­di­ala­rı­na gü­lü­yo­rum" di­ye­rek
açık­la­ma­sı­nı da şöy­le ya­pı­yor­du: "Çün­kü
in­san­la­rı so­kak­la­ra top­la­ma ola­yı Azer­
bay­can’da bit­ti ve hiç­bir za­man tek­rar­lan­
ma­ya­cak." (Za­man, 31 Ekim 2005)
Bu­na kar­şı mu­ha­le­fe­tin ön­de ge­len ve
do­lan­dı­rı­cı­lık­tan do­la­yı Azer­bay­can’dan
ka­çan, ABD’de sür­gün­de ya­şa­dı­ğı söy­le­
nen Re­sul Gu­li­yev’in "dı­şar­dan ga­zel"
oku­ya­rak "tu­run­cu dev­rim"den bah­set­
me­si, se­çim­ler ön­ce­sin­de­ki tar­tış­ma­la­rı
kı­zış­tı­ran bir rol oy­na­dı.
Se­çim­le­rin "de­mok­ra­tik bir or­tam­da"
ger­çek­leş­me­si için Azer­bay­can yö­ne­ti­
mi­ne bas­kı uy­gu­la­ma gö­re­vi­ni ön­ce­lik­le
Av­ru­pa Kon­se­yi Par­la­men­ter­ler Mec­li­si
(AKPM), Av­ru­pa Gü­ven­lik ve İş­bir­li­ği
Teş­ki­la­tı (AGİT) gi­bi em­per­ya­list ku­
rum ve ku­ru­luş­lar üzer­len­miş­ti. Bu­nun
so­nu­cu ola­rak da Azer­bay­can yö­ne­ti­mi,
mu­ha­le­fe­te ge­ti­ri­len gös­te­ri ya­sa­ğı ve
ki­mi mu­ha­lif si­ya­set­çi­le­rin gö­zal­tı­na
alın­ma­sı ne­de­niy­le eleş­ti­ril­di. ABD em­
per­ya­liz­mi ise Ba­kü’­de­ki Bü­yü­kel­çi­si
ara­cı­lı­ğıy­la ya­kın ta­kip­te bu­lu­nur­ken
"PA Con­sul­ting Gro­up" ad­lı ku­ru­lu­şu
ara­cı­lı­ğıy­la "san­dık çı­kış an­ke­ti" ya­pa­rak
se­çim­ler­de sah­te­kâr­lık ya­pı­lıp ya­pıl­ma­dı­
ğı­nı kont­rol et­me gö­re­vi­ni üzer­len­miş­ti.
Bir ba­kı­ma se­çim­ler Azer­bay­can’da­ki re­
ji­min ABD’nin ve Av­ru­pa­lı­la­rın "de­mok­
ra­tik" öl­çü­le­ri­ne ne ka­dar uyup uy­ma­dı­
ğı­nın bir öl­çü­sü ola­cak­tı.
Se­çim ön­ce­si "üst dü­zey yet­ki­li­le­rin ka­
rış­tı­ğı bir dar­be gi­ri­şi­mi­nin or­ta­ya çı­ka­
rıl­dı­ğı­nı" öne sü­ren yö­ne­tim, tu­tuk­la­nan­
la­rın se­çim­ler için Ba­kü’­ye dön­mek is­te­
yen mu­ha­le­fet li­de­ri Gu­li­ye­v’in adam­la­rı
ol­du­ğu­nu açık­la­dı. Böy­le­ce esas teh­dit
ola­rak gö­rü­len mu­ha­le­fet li­de­ri­nin adam­
la­rı­nın saf­dı­şı bı­ra­kıl­dı­ğı bir du­rum
oluş­tu­rul­du. Gu­li­yev ise Azer­bay­can­’a bı­
ra­kıl­ma­dı. Yö­ne­tim bir yan­dan bun­la­rı
ya­par­ken, ay­nı za­man­da ABD ve AB’­nin
bas­kı­la­rı kar­şı­sın­da ki­mi ge­ri adım­lar da
at­tı. Se­çim­ler­de doğ­ru­dan tem­sil sis­te­mi
ge­çer­li kı­lın­dı. Se­çim ba­ra­jı kon­ma­dı.
Oy kul­la­na­cak seç­men­le­rin par­mak­la­rı­
nın bo­yan­ma­sı ka­bul edil­di vb. Ay­rı­ca
de­ği­şik ül­ke­ler­den göz­lem­ci­le­rin se­çi­mi
göz­le­me­si­ne de izin ve­ril­di.
125 kol­tuk­lu mec­li­se se­çil­mek için
2000 ci­va­rın­da aday is­mi­ni ka­yıt et­ti.
Fa­kat ge­rek yö­ne­ti­min bas­kı­la­rıy­la, ge­
rek­se de de­ği­şik ge­rek­çe­ler ile­ri sü­ren
aday­la­rın ge­ri çe­kil­me­si so­nu­cu, 1500
ci­va­rın­da aday ya­rış­tı. Par­la­men­to­da
ço­ğun­lu­ğu Ali­yev’in par­ti­si Ye­ni Azer­
bay­can Par­ti­si (YAP) elin­de tu­tu­yor­du.
Ya­rı­şın esas ola­rak YAP ile üç mu­ha­le­fet
par­ti­si­nin oluş­tur­du­ğu "Azat­lık” blo­ku
ara­sın­da geç­me­si bek­le­ni­yor­du. Di­ğer­le­
ri­nin gü­cü­nün ço­ğun­lu­ğu el­de ede­ce­ği
bek­len­mi­yor­du. Se­çim­le­rin ge­çer­li ol­
ma­sı için ise ka­tı­lım ora­nın­da bir ta­ban
ora­nı kon­ma­dı. Ya­ni ka­tı­lım ne ka­dar
olur­sa ol­sun, se­çim­ler ge­çer­li ola­cak­tı.
Bu du­rum­da bü­yük öl­çü­de se­çim sah­te­
kâr­lı­ğı ya­pıl­ma­dı­ğı ko­şul­lar­da se­çim­le­
rin ye­ni­len­me­si, ya da yi­ne­len­me­si müm­
kün de­ğil­di.
Se­çim­ler 1500 ci­va­rın­da ada­yın ya­rış­
tı­ğı, 4,6 mil­yon ka­yıt­lı seç­me­nin ol­du­ğu,
yak­la­şık 5 bin se­çim san­dı­ğı­nın ku­ru­l­
du­ğu ve1326 göz­lem­ci ile 260 ci­va­rın­da
ga­ze­te­ci­nin iz­le­di­ği bir se­çim ol­du.
Se­çi­me ka­tı­lı­mın ise % 40 ci­va­rın­da ol­
du­ğu açık­lan­dı. Ke­sin sa­yı­lar ve­ril­me­se
de 125 mil­let­ve­ki­li­nin ço­ğun­lu­ğu­nun
YAP ta­ra­fın­dan ka­za­nıl­dı­ğı bil­gi­si ba­
sı­na yan­sı­dı.
Se­çim ön­ce­sin­de "se­çim­ler­de bü­yük sah­te­
kâr­lık ya­pıl­maz­sa, so­nuç­la­rı ka­bul ede­riz”
bi­çi­min­de açık­la­ma ya­pan "Azat­lık Blo­ku”,
se­çim san­dık­la­rı­nın ka­pan­ma­sın­dan ön­ce
so­nuç­la­rı ta­nı­ma­ya­cak­la­rı­nı açık­la­dı. ABD
Bü­yü­kel­çi­si se­çim­le­re hi­le ka­rış­tı­ğı id­di­ası­
nın ace­le­ci bir ta­vır ol­du­ğu­nu açık­lar­ken
Rus­ya göz­lem­ci gru­bu­nun baş­ka­nı Vla­di­
mir Ru­şay­lo ise, ki­mi sı­kın­tı­la­ra kar­şın se­
çim­le­rin adil ve öz­gür geç­ti­ği­ni açık­la­dı.
Bun­la­rın bu açık­la­ma­la­rı­nın kar­şı­sın­da ise
AGİT tem­sil­ci­le­ri se­çim­le­rin adil ol­ma­dı­ğı
de­ğer­len­dir­me­si­ni yap­tı.
So­nuç­ta, se­çim ko­mis­yo­nu ki­mi böl­
ge­ler­de ye­ni­den sa­yım ya­pıl­ma­sı­na ka­
rar ver­di ve sa­yım ya­pıl­dı. Mu­ha­le­fet
bu ara­da gös­te­ri­ler yap­ma­ya ça­lış­sa da
önem­li öl­çü­de bir kit­le­yi ha­re­ke­te ge­çi­
re­me­di. “Tu­run­cu dev­rim” şim­di­lik tut­
ma­dı Azer­bay­can’da. Fa­kat ik­ti­dar da­
la­şı bit­miş de­ğil ta­bii ki!
BİLİNÇTE TUTULMASI GEREKEN
BİRKAÇ NOKTA
Si­ya­si ola­rak par­la­men­to se­çim­le­ri, ger­
çek­te ik­ti­da­ra gel­mek için pek önem­li de­
ğil. Ger­çek ik­ti­dar Baş­kan’da. Kim se­çi­
lir­se se­çil­sin, baş­ba­kan ve ba­kan­lar Baş­
kan’ın ken­di ter­ci­hi­ne bağ­lı ola­rak atan­
mak­ta­dır. Pra­tik­te Baş­kan’ın is­te­me­di­ği
hiç­bir ya­sa­nın ka­bul edil­me­si müm­kün
de­ğil. Ka­ğıt üze­rin­de­ki ya­sa­ma yet­ki­si
ger­çek­te par­la­men­to­nun elin­de de­ğil.
Par­la­men­to se­çi­mi esas ola­rak hal­kın si­
ya­si eği­li­mi­ni be­lir­le­me, par­ti­le­rin göv­de
gös­te­ri­si yap­ma açı­sın­dan önem­li gö­rü­lü­
yor. Mu­ha­le­fe­tin he­sap­la­rın­dan bi­ri, çok
sa­yı­da kol­tuk sa­hi­bi ol­ma­sı du­ru­mun­da
Ali­yev­’i er­ken ba­şkan­lık se­çim­le­ri­ne
zor­la­mak­tır. Kı­sa­ca­sı ik­ti­dar da­la­şı esas
ola­rak baş­kan­lık se­çim­le­rin­de ya­şan­dı­ğı
için par­la­men­to se­çim­le­ri esas ola­rak bir
ha­zır­lık ola­rak gö­rü­le­bi­lir.
An­da Ali­yev­’e kar­şı olan mu­ha­le­fet kit­
le­le­rin önem­li bö­lü­mü­nü ha­re­ke­te ge­çi­re­
bi­le­cek güç­te de­ğil. Ali­yev­’in si­ya­se­ti­ne
al­ter­na­tif bir si­ya­se­te de sa­hip de­ğil­ler.
Du­rum böy­le ol­du­ğu için de Ali­yev "tu­
run­cu dev­rim id­di­ala­rı­na" gül­dü­ğü­nü
ra­hat­lık­la söy­le­ye­bi­li­yor.
İç güç­ler den­ge­si­nin böy­le ol­du­ğu bir
or­tam­da "dış" güç­le­rin de ki­me oy­na­ya­
ca­ğı ko­nu­sun­da iyi dü­şün­me­si ge­re­ki­yor.
Bu bağ­lam­da da şu ger­çek­lik bi­lin­ce çı­
ka­rıl­ma­lı­dır: Do­ğu Blo­ku’­nun da­ğıl­ma­
sın­dan son­ra Azer­bay­can yö­ne­ti­mi ABD
ve ge­nel­de batılı em­per­ya­list­le­re en hız­lı
bi­çim­de yö­ne­len­ler­den. Rus­ya ile iliş­ki­
le­ri bel­li bir dü­zey­de ko­ru­ma te­me­lin­de
de ol­sa esas ola­rak ABD em­per­ya­liz­mi­ne
ka­pı­la­rı­nı aç­mış­tır. Kuş­ku­suz ki sa­de­ce
ABD em­per­ya­liz­mi­ne ka­pı­la­rı aç­ma­mış­
tır. Ge­nel­de ya­ban­cı ser­ma­ye­nin ül­ke­ye
gir­me­si­nin, ya­tı­rım­la­rın ya­pıl­ma­sı­nın
önü açıl­mış­tır. Ya­ban­cı ser­ma­ye­nin ya­tı­
rım ala­nı ise esas ola­rak pet­rol ve do­ğal­
gaz alan­la­rın­da ol­muş­tur. Ba­ba Ali­yev­
’in at­tı­ğı adım­lar oğul Ali­yev ta­ra­fın­dan
ko­run­mak­ta­dır.
İç güç­ler den­ge­si­nin Ali­yev­’in le­hi­ne
ol­du­ğu ve an­da em­per­ya­list­le­rin is­tek­
le­ri­ne da­ha uy­gun ce­vap ve­re­bi­le­cek
güç­lü bir mu­ha­le­fe­tin ol­ma­ma­sı vb. du­
ru­mu, özel­lik­le ABD em­per­ya­liz­mi­nin
Azer­bay­can’­da­ki is­tik­ra­rı boz­ma­ma
yö­nün­de ta­vır ta­kın­ma­sı­na yo­laç­mak­ta­
dır. An­da­ki yö­ne­tim esas ola­rak za­ten
ken­di­le­riy­le iş­bir­li­ği yap­mak­ta­dır. On­lar
da­ha faz­la is­te­mek­te ama, bu­nu ve­re­cek
kim­se yok… Ya­ni kı­sa­ca söy­le­nir­se, "tu­
run­cu dev­ri­min" tut­ma­ma­sı­nın bir ne­
de­ni de em­per­ya­list­le­rin, baş­ta da ABD
em­per­ya­liz­mi­nin an­da­ki çı­kar­la­rı­nı
kay­bet­me­me, ri­zi­ko­ya gir­me­me he­sa­bı­
dır. ABD em­per­ya­liz­mi mu­ha­le­fe­ti bir
ke­nar­da tut­mak­ta, ge­le­cek için ha­zır­la­
mak­ta­dır. Rus­ya ve AB’­nin ba­şı­nı çe­ken
bü­yük em­per­ya­list­le­rin, özel­lik­le Al­man
em­per­ya­liz­mi­nin de da­laş için­de ol­du­ğu
bi­lin­di­ğin­de, Azer­bay­can’­da son sö­zün
söy­len­me­di­ği or­ta­ya çık­mak­ta­dır.
Azer­bay­can bağ­la­mın­da em­per­ya­list­
ler da­laş için­de. Bu da­laş ge­liş­me­le­ri
önem­li öl­çü­de be­lir­le­mek­te­dir. Yer­li si­
ya­si par­ti­ler de ken­di ara­la­rın­da ik­ti­dar
da­la­şı için­de. Bu da­laş­lar­da ara­da ka­lıp
ezi­len­ler ise Azer­bay­can hal­kı, halk­la­rı
olu­yor. Ezi­len­le­rin ken­di du­rum­la­rı­nın
bi­lin­ci­ne var­ma­la­rı ve Ali­yev­’e "in­san­
la­rı so­kak­la­ra top­la­ma ola­yı­nın” bit­me­
di­ği­ni pra­tik­te gös­te­re­ce­ği gün­ler ge­le­
cek­tir mut­la­ka.
19 Ka­sım 2005 ✓
23
panorama
“4. Ame­ri­ka Zir­ve­si” ya­pıl­dı…
ARJANTİN
"
24
4. Ame­ri­ka Zir­ve­si" 4-5 Ka­sım
2005 ta­ri­hin­de, Ar­jan­tin­’in Mar
del Pla­ta ken­tin­de ger­çek­leş­ti. Kı­
sa­ca özet­le­mek ge­re­kir­se, "Ame­ri­ka Zir­
ve­si" esas ola­rak ABD em­per­ya­liz­mi­
nin tüm Ame­ri­ka kı­ta­sı­nı ege­men­li­ği
al­tı­na al­ma he­de­fiy­le, Ba­ba Bush ta­ra­
fın­dan 1994’te Mi­ami/Flo­ri­da’­da oluş­
tu­ru­lan bir zir­ve top­lan­tı­lar sis­te­mi.
Bu­nun he­de­fi tüm Ame­ri­ka’­y ı kap­
sa­yan bir ser­best ti­ca­ret ala­nı oluş­tur­
mak. Ta­bii ki ABD em­per­ya­liz­mi­nin
ön­der­li­ğin­de dü­şü­nü­len bir pro­je. Söz­
ko­nu­su "Zir­ve­le­rin" ama­cı da bu he­de­fe
var­mak için bu ko­nu­da Ame­ri­ka ül­ke­
le­ri­nin li­der­le­ri­nin bi­ra­ra­ya ge­ti­ril­me­si
ve gö­rüş­me­ler yü­rüt­me­si­dir.
Kü­ba li­de­ri Cast­ro bu zir­ve­le­re da­vet
edil­me­yen tek Ame­ri­ka­lı li­der. Top­lam
34 ül­ke­nin li­de­ri bu yıl­ki zir­ve­ye da­vet
edil­di ve ka­tıl­dı. Söz­ko­nu­su zir­ve­ler
her dört se­ne­de bir ya­pıl­ıyor. 2. Zir­ve
1998’de San­ti­ago’­da (Şi­li), 3. Zir­ve ise
2001’de Qu­ebec’­te (Ka­na­da) ger­çek­
leş­ti.
Qu­ebec’­te ya­pı­lan 3. Zir­ve­de bek­
len­ti "Pa­na­me­ri­ka" ser­best ti­ca­ret böl­
ge­si he­de­fi­ne 2005’te va­rıl­ma­sıy­dı ve
söz­ko­nu­su an­laş­ma­nın –FTAA (İs­pan­
yol­ca­sı AL­CA)– 34 Ame­ri­ka ül­ke­si ta­
ra­fın­dan im­za­lan­mış ola­rak yü­rür­lü­ğe
gir­me­siy­di.
Bu he­de­fe va­rıl­ma­dı­ğı 4. Zir­ve ön­ce­
sin­de bel­liy­di ta­bii ki. ABD em­per­ya­liz­
mi­nin ya­yıl­ma­cı si­ya­se­ti­ne kar­şı La­tin
Ame­ri­ka’­nın ki­mi ül­ke­le­rin­de ge­li­şen
mü­ca­de­le­­ler ve AL­CA pro­je­si­ne kar­şı
ta­vır­lar bu he­de­fe va­rıl­ma­sı­nı en­gel­le­
mek­te­dir.
Zir­ve­ye ka­tı­lan 34 ül­ke ara­sın­da esas
ola­rak üç fark­lı eği­lim var. Bi­ri ABD
em­per­ya­liz­mi ve onu des­tek­le­yen­ler,
ikin­ci­si AL­CA üze­ri­ne gö­rüş­me­ler­
den ya­na olan, ama bu­nun ABD em­
per­ya­liz­mi ile Ka­na­da’­nın çı­kar­la­rıy­la
esas­ta sı­nır­lan­dı­rıl­ma­sı­nı yan­lış bu­lan
ke­sim, üçün­cü­sü ise AL­CA’ya kar­şı
olan, bu­nun ye­ri­ne da­ha dar böl­ge­sel
bir­lik­ten ve laf­ta da ol­sa kar­şı­lık­lı­ da­ya­
nış­ma­dan ya­na olan ke­sim. AL­CA’­ya
kar­şı ol­ma tav­rı­nın ba­şı­nı an­da esas
ola­rak Ve­ne­zü­el­la çek­mek­te­dir. Bre­
zil­ya, Ar­jan­tin, Uru­gu­ay ve Pa­ra­gu­ay
Ve­ne­zü­el­la ka­dar açık ol­ma­sa da AL­
CA’­ya kar­şı olan ül­ke­ler. Bu dört ül­
ke­nin ken­di ara­la­rın­da or­tak ha­re­ket
et­me­le­ri du­ru­mu ve an­laş­ma­la­rı var.
Bu an­laş­ma­ya at­fen bun­la­ra "Mer­co­
sur-Dev­let­le­ri” adı ve­ril­mek­te­dir. Bu
dev­let­ler­le AB ara­sın­da iyi iliş­ki­ler var.
AB bu iliş­ki­ler üze­rin­den ABD’nin nü­
fuz alan­la­rı­na gir­me­ye ça­lış­mak­ta­dır.
Ve­ne­zü­el­la da bun­la­ra ka­tıl­ma­ya ha­zır
ol­du­ğu­nu açık­la­mış du­rum­da.
“Ame­ri­ka Zir­ve­si”ne pa­ra­lel ve al­
ter­na­tif ola­rak 1998’de oluş­tu­ru­lan
“Halk­lar Zir­ve­si” ise esas ola­rak “Neo
Li­be­ra­liz­me” kar­şı olan ve bu te­mel­de
de ABD em­per­ya­liz­mi­nin La­tin Ame­
ri­ka’ya yö­ne­lik ya­yıl­ma­cı si­ya­se­ti­ne
kar­şı çı­kan bir ko­num­da­dır. Bu zir­ve
“Ali­an­za So­ci­al Con­ti­nen­tal” (Sos­yal
Kı­ta Bir­li­ği) ta­ra­fın­dan ör­güt­len­mek­te
ve için­de de­ği­şik si­vil top­lum ör­güt­
le­ri, sos­yal ha­re­ket­ler yer al­mak­ta­dır.
Her­ha­lü­kâr­da bun­lar hem AL­CA’­n ın
hem de NAF­TA’­nın halk­la­rın çı­kar­la­
rı­na ol­ma­dı­ğı­nı, bi­la­kis bun­la­rın ABD
em­per­ya­liz­mi ile Ka­na­da’­n ın em­per­
ya­list bur­ju­va­zi­si­nin çı­kar­la­rı­na gel­di­
ği­nin bi­lin­cin­de­ler ve bu em­per­ya­list
pro­je­le­re sis­tem içi de ol­sa kar­şı­dır­lar.
4. Ame­ri­ka Zir­ve­si’­ne pa­ra­lel ola­rak
Halk­lar Zir­ve­si de ger­çek­leş­ti.
Ame­ri­ka Zir­ve­si’­ne ABD Baş­ka­nı
Bush­’un ka­tıl­ma­sı pro­tes­to edil­di. Pro­
tes­to ey­lem­le­ri­nin ba­şı­nı ise ulus­la­ra­
ra­sı ta­nın­mış ki­şi­ler çek­ti. Di­ego Ma­
ra­do­na, Emir Kus­tu­ri­ca, Bo­liv­ya’­n ın
ta­nın­mış si­ma­la­rın­dan ve Ara­lık ayın­
da­ki Baş­kan­lık se­çim­le­ri­nin ada­yı Evo
Mo­ra­les, ABD’­li sa­vaş kar­şı­tı Cindy
She­ehan gi­bi­le­ri. Ve­ne­zü­el­la Baş­ka­nı
Cha­vez ise hem Ame­ri­ka Zir­ve­si’­ne
ka­tı­lıp ABD’­nin AL­CA pro­je­si­ne kar­şı
ta­vır ta­kın­dı, hem de Halk­lar Zir­ve­
si’­ne ka­tı­lıp uzun­ca bir ko­nuş­ma yap­tı.
AL­CA ko­nu­sun­da Ame­ri­ka Zir­ve­si’n­de
an­laş­ma­nın çık­ma­ma­sı­nı Cha­vez, "AL­
CA’yı göm­dük, şim­di sı­ra ka­pi­ta­liz­mi
göm­me­de” bi­çi­min­de de pro­pa­gan­da
edip ken­di­si­ni sos­ya­list ola­rak gös­ter­
mek­ten de ge­ri kal­ma­dı.
Halk­lar Zir­ve­si’­nin ka­tı­lım­cı­la­rı­nın
yap­tı­ğı pro­tes­to ey­le­mi­ne 50.000 ci­va­
rın­da in­san ka­tıl­dı. Bir yan­dan “Bir
baş­ka Ame­ri­ka müm­kün­dür” slo­gan­
la­rı atı­lır­ken, di­ğer yan­dan da “Fa­şist
Bush, te­rö­rist sen­sin” vb. slo­gan­lar atı­
lı­yor­du. Ki­mi Ar­jan­tin­li si­ya­set­çi­ler
ise zir­ve ön­ce­sin­de Bush­’a Ar­jan­tin­’e
gel­me­me­si için mek­tup yol­lu­yor­ ve
Bush’un La­tin Ame­ri­ka’­da de­mok­ra­
si­ye kar­şı bir teh­dit oluş­tur­du­ğu­nu
söy­lü­yor­lar­dı. Ulus­la­ra­ra­sı ma­li ku­ru­
luş­la­rın da ba­ğım­sız ol­ma­dı­ğı, ter­si­ne
ABD’­nin si­ya­se­ti­ne bağ­lı ol­duk­la­rı­nın
al­tı­nı çi­zi­yor­lar­dı.
Ege­men­ler, pro­tes­to ey­lem­le­rin­den
kork­tuk­la­rı için 600.000 nü­fus­lu şe­
hir­de iki gün sı­kı­yö­ne­tim uy­gu­la­dı­lar.
Dört de­ği­şik gü­ven­lik böl­ge­si oluş­
tu­rul­du. 10.000 ka­dar po­lis ve as­ker
Ame­ri­ka Zir­ve­si’­n in ya­pı­la­ca­ğı ala­nı
ko­ru­du.
AL­CA pro­je­si he­de­fi­ne var­mak bu
zir­ve­de de ger­çek­leş­me­di. 29 ül­ke­nin
li­der­le­ri gö­rüş­me­le­rin ge­le­cek­te de sür­
dü­rül­me­sin­den ya­na.
ABD em­per­ya­liz­mi bir bü­tün ola­rak
Ame­ri­ka’­nın ser­best ti­ca­ret ala­nı ol­ma­
sı­nı şim­di­lik sağ­la­ya­ma­sa da, ül­ke­le­rin
ço­ğun­lu­ğuy­la tek tek özel an­laş­ma­lar
ya­pa­rak bu ko­nu­da önem­li öl­çü­de nü­
fu­zu­nu ge­niş­let­me­ye ça­lış­mak­ta­dır.
Bu bağ­lam­da da so­nuç­ta söy­le­ne­cek
şey AL­CA’nın baş­ta­ki bi­çi­miy­le he­de­fe
var­ma­sı işi yat­mış­tır. Tüm 34 ül­ke­nin
or­tak­la­şa üze­rin­de an­la­şa­ca­ğı bir nok­
ta­da bu­lu­şul­ma­dı­ğı yer­de, he­de­fe var­
ma­nın yol­la­rı da de­ğiş­mek­te­dir.
Yu­ka­rı­da AL­CA’ya kar­şı olan ve
adı­nı ver­di­ği­miz beş ül­ke Ara­lık ayı
or­ta­la­rın­da Hong­kong’da ya­pı­la­cak
Dün­ya Ti­ca­ret Ör­gü­tü’­nün (WTO) top­
lan­tı­sı­nı bek­le­mek­te­dir­ler. Ken­di ara­la­
rın­da­ki bir­li­ği ora­da­ki ge­liş­me­le­re ba­
ka­rak da iler­le­tip iler­let­me­ye­cek­le­ri­ne
ka­rar ve­re­cek­ler.
Ame­ri­ka Zir­ve­si’n­de­ki da­laş ve pa­
zar­lık­lar WTO’­nun top­lan­tı­sı­na ve
ge­le­cek se­ne­nin baş­la­rın­da ya­pı­la­cak
"Da­vos Zir­ve­si" ya da G8 top­lan­tı­la­rı
gi­bi em­per­ya­list­le­rin zir­ve­le­rin­de de
sü­re­cek. La­tin Ame­ri­ka’­da­ki ge­liş­me­
ler bağ­la­mın­da önem­li olan bir şey de
yak­la­şık bir se­ne­lik sü­reç için­de 11 ül­
ke­de baş­kan­lık se­çim­le­ri­nin ya­pı­la­ca­ğı
ol­gu­su­dur. Eğer se­çim­ler­de ABD em­
per­ya­liz­mi­ne kar­şı olan­lar ka­za­nır­sa,
o za­man ABD em­per­ya­liz­mi­nin işi
da­ha da zor­la­şa­cak­tır.
Kuş­ku­suz ki esas me­se­le sa­de­ce em­
per­ya­list­le­rin işi­ni zor­laş­tır­mak de­ğil,
em­per­ya­liz­mi kö­kün­den ku­rut­mak­tır.
Bu ise dün­ya halk­la­rı­nın sis­tem içi mü­
ca­de­le­den ko­pup bir bü­tün ola­rak em­
per­ya­liz­me, em­per­ya­list sis­te­me kar­şı
mü­ca­de­le ver­me­siy­le müm­kün ola­cak­
tır. Bu da ör­ne­ğin so­mut­ta sol­cu, sos­
ya­list gö­rü­nen, ama ger­çek­te kit­le­le­ri
sis­tem içi mü­ca­de­le­ye bağ­la­yan Cha­vez
gi­bi si­ya­set­çi­le­rin pe­şin­den git­mek­ten
kur­tul­ma­yı, bun­la­ra kar­şı da mü­ca­de­le
et­me­yi ge­rek­ti­rir.
20 Ka­sım 2005 ✓
halkların kardeşliği için
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN
G
Maç ulu­sal, so­run ulus­la­ra­ra­sı…
e­nel­de spor, özel­de de ta­kım­la­
rın maç­la­rı hak­kın­da ko­nu­şul­
du­ğun­da, spo­run de­ği­şik halk­
lar ara­sın­da­ki iliş­ki­le­ri sağ­la­yan bir araç
ol­du­ğu ya da ol­ma­sı ge­rek­ti­ği dü­şün­ce­si
di­le ge­ti­ri­lir. Bu, sa­de­ce ger­çek­ten spo­ru
halklar arası iliş­ki­le­ri ge­liş­tir­me­nin ara­cı
ola­rak gö­ren­ler ta­ra­fın­dan de­ğil, mil­li­
yet­çi yak­la­şım­la­ra sa­hip ki­şi­ler ta­ra­fın­
dan da laf dü­ze­yin­de sa­vu­nul­mak­ta­dır.
Ger­çek du­rum ise bu sa­vu­nu­nun ter­
si­ni or­ta­ya koy­mak­ta­dır. Spor halklar
arası iliş­ki­le­ri sağ­la­ma­nın bir ara­cı ola­
rak de­ğil, de­ği­şik ulus­la­rın kar­şı­lık­lı re­
ka­be­ti­nin, bu re­ka­bet­te mil­li­yet­çi­li­ğin,
şo­ve­niz­min yay­gın­laş­tı­rıl­dı­ğı bir araç
ola­rak ele alın­mak­ta­dır.
Spor­da mil­li­yet­çi­li­ğin, şo­ve­niz­min yay­
gın­laş­tı­rıl­dı­ğı dal­la­rın ba­şın­da fut­bol
da­lı ge­li­yor. Tri­bün­le­r­de ami­go­la­rın kış­
kırt­tı­ğı ve se­yir­ci­le­rin eş­lik et­ti­ği ırk­çı
ta­vır­lar, söz­ko­nu­su ma­ça ba­kan­la­rın çıp­
lak göz­le gö­re­bi­le­ce­ği ta­vır­lar­dır. Maç ön­
ce­si, sı­ra­sı ve­ya son­ra­sın­da­ki ho­li­gan­la­
rın ça­tış­ma­la­rı da per­de ar­ka­sın­da ya­tan
mil­li­yet­çi fa­na­tiz­min bi­rer yan­sı­ma­sı.
Irk­çı­lık, şo­ve­nizm ve­ya mil­li­yet­çi­lik
ama tri­bün­ler­de­ki fa­na­tik se­yir­ci­nin, ho­
li­gan­la­rın tav­rıy­la sı­nır­lı de­ğil. Bu ta­vır
ku­lüp yö­ne­ti­ci­le­rin­den, ant­re­nör­le­re ka­
dar, var­sa o ül­ke­de­ki spor ba­kan­lı­ğı­na ka­
dar uzan­mak­ta­dır. Ya­ni spor, so­mut­ta da
fut­bol halk­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­rin ge­liş­ti­ril­me­
si­nin bir ara­cı ola­rak de­ğil, re­ka­be­tin, şo­
ve­niz­min yay­gın­laş­tı­rıl­ma­sı­nın bir ara­cı
ola­rak kul­la­nıl­mak­ta­dır.
Her şe­yin me­ta ola­rak gö­rül­dü­ğü, alı­nırsa­tı­lır ol­du­ğu dü­şü­nül­dü­ğü ve iliş­ki­le­rin
aza­mi kâr üze­ri­ne ku­ru­lu ol­du­ğu ka­pi­ta­listem­per­ya­list sis­tem­de, spo­run böy­le kul­la­nıl­
ma­sı “nor­mal” bir so­nuç­tur.
Bu “nor­mal” so­nuç­lar­dan bi­ri de spo­
run bir eğ­len­ce, dost­ça ya­rış ola­rak al­gı­
lan­ma­sı de­ğil de pa­ra, ge­lir, kâr kay­na­ğı
ola­rak gö­rül­me­si­dir. Spor ala­nı, spe­kü­la­
tif ka­zanç­la­rın en yük­sek ol­du­ğu, ka­ra
pa­ra­la­rın en çok ak­lan­dı­ğı alan­lar­dan
bi­ri ol­ma du­ru­mun­da­dır. Fut­bol ise bu
alan­lar için­de öne çı­kan dal­lar­dan bi­ri­dir.
Öy­le bir du­ru­ma gel­miş ki fut­bol, ar­tık
he­men he­men her ku­lü­bün ar­ka­sın­da bir
maf­ya bu­lu­nu­yor. Bir ba­kı­ma ta­kım­la­rın
mü­ca­de­le­si de söz­ko­nu­su maf­ya­lar ara­sı
mü­ca­de­le olu­yor…
Fut­bol da­lın­da sa­de­ce se­yir­ci­le­rin ırk­çı
ol­ma­dı­ğı­nı, ırk­çı­lı­ğın, şo­ve­niz­min yö­ne­
ti­ci­le­re, ant­rö­ner­le­re ve med­ya­ya ka­dar
uzan­dı­ğı­nı so­nun­da Bir­leş­miş Mil­let­ler
Ör­gü­tü (BMÖ) de keş­fet­ti.
BM İn­san Hak­la­rı Ko­mis­yo­nu’nun BM
Ge­nel Ku­ru­lu için ha­zır­la­dı­ğı “ya­ban­cı
düş­man­lı­ğı” üze­ri­ne ra­po­run­da, ge­nel­de
spor­da, ama özel­de de fut­bol da­lın­da ırk­
çı­lı­ğın yük­se­liş gös­ter­di­ği, ırk­çı­lık te­me­
lin­de­ki ça­tış­ma­la­rın, şid­de­tin art­tı­ğı ve
ırk­çı te­mel­de­ki sal­dı­rı­la­rı kü­çüm­se­yen
med­ya­nın da ırk­çı­lık­tan na­si­bi­ni al­dı­ğı
ifa­de edi­li­yor.
Irk­çı­lı­ğın var­lı­ğı­na ör­nek ola­rak gös­te­
ri­len mil­li ta­kım Fran­sız mil­li ta­kı­mı­dır.
1998’de dün­ya şam­pi­yo­nu, 2000 yı­lın­da
da Av­ru­pa şam­pi­yo­nu olan Fran­sız mil­li
ta­kı­mın­da yer alan oyun­cu­la­rın önem­li
bö­lü­mü­nün göç­men kö­ken­li ol­ma­sı du­
ru­mu, Fran­sa’nın “çok­kül­tür­lü en­teg­ras­
yon” si­ya­se­ti­nin ba­şa­rı­sı ola­rak gös­te­ril­di.
Ama ger­çek­te Fran­sa’da ya­şa­nan­la­rın
bu gö­rün­tü­ye uy­gun ol­ma­dı­ğı; ör­ne­ğin
söz­ko­nu­su göç­men kö­ken­li fut­bol­cu­la­ra
“Fran­sız­ca bil­me­yen ve ulu­sal mar­şı bi­le
söy­le­ye­me­yen ya­ban­cı pa­ra­lı as­ker­ler” ola­
rak kü­für edil­di­ği or­ta­ya kon­mak­ta­dır.
Bu tür so­run­la­ra kar­şı ta­vır ta­kın­ma­ya
ça­lı­şan BM, Ekim ayın­da al­dı­ğı bir ka­
rar­la spo­ru “kal­kın­ma­nın ve ba­rı­şın bir
ara­cı” ola­rak kul­lan­ma çağ­rı­sın­da bu­
lun­du. Bu­na pa­ra­lel ola­rak ya­pı­lan bir
çağ­rı da, Al­man­ya’da ya­pı­la­cak olan 2006
yı­lı Dün­ya Şam­pi­yo­na­sı’nda “Irk ay­rım­cı­
lı­ğın­dan, ırk­çı­lık­tan arı bir spor dün­ya­sı
oluş­tur­ma” yö­nün­de­dir.
Evet bu­ra­ya ka­dar ak­tar­dık­la­rı­mız­dan
çı­kan so­nuç as­lın­da baş­lık­ta ifa­de edi­len
dü­şün­ce­dir. Maç­lar ulu­sal ama so­run ulus­
la­ra­ra­sı­dır. Özel­lik­le fut­bol da­lın­da ırk­çı­
lık, ay­rım­cı­lık, şo­ve­niz­min var­lı­ğı, yay­gın­
laş­tı­rıl­ma­sı ulus­la­ra­ra­sı bir so­run­dur.
Bu so­ru­na bi­raz ya­kın­dan ba­kar­sak,
Tür­ki­ye’de de fut­bol­da­ki şo­ve­niz­min bo­
yut­la­rı­nı bi­raz da ol­sun gö­re­bi­li­riz. Bu­
nun için Tür­ki­ye’nin ge­nel fut­bol ta­ri­hi­ne
bak­ma­mı­za ge­rek yok­tur. Sa­de­ce 2006
Dün­ya Ku­pa­sı’na ka­tıl­mak için İs­viç­re ile
oy­na­nan iki ma­ça bak­mak ye­ti­yor.
TÜR­Kİ­YE-İS­VİÇ­RE MAÇ­LA­RI­NIN
YO­RUM­LA­RIN­DAN…
Tür­ki­ye fut­bol mil­li ta­kı­mı, 2006 yı­lın­da
Al­man­ya’da ya­pı­la­cak Dün­ya Ku­pa­sı’na
ka­tıl­mak için grup maç­la­rı­nı bi­tir­di ve
ikin­ci ol­du. Bu so­nuç­la bir baş­ka grup­ta
ikin­ci olan bir ta­kım­la oy­na­ma­sı, ka­zan­
dı­ğın­da ise dün­ya ku­pa­sı­na ka­tıl­ma im­
kâ­nı doğ­du. Söz­ko­nu­su ta­kım çe­ki­len
ku­ra so­nu­cu İs­viç­re mil­li ta­kı­mıy­dı.
İlk maç İs­viç­re’nin Bern ken­tin­de oy­
nan­dı. Tür­ki­ye mil­li ta­kı­mı 2-0 ye­nil­di.
Göz­ler İs­tan­bul’da ya­pı­la­cak rö­vanş ma­
çı­na çev­ril­di. Rö­vanş ma­çı­nı Tür­ki­ye
4-2 ka­zan­dı ama bu sonuç onun Dün­ya
Ku­pa­sı’na ka­tıl­ma­sına yetmedi. Dünya
Kupası’na İs­viç­re katılacak…
Tüm bun­la­rı ta­bii ki bi­li­yor­su­nuz­dur.
Ama­cı­mız da za­ten “90+1”, “Üçüncü
Devre” türünden pro­gra­mlar yapmak de­
ğil. Fut­bol ma­çı ye­ri­ne sa­va­şa gi­der gi­bi
dav­ra­nan­la­ra getireceğiz sözü…
İs­viç­re’de­ki ma­çın sko­ru açık­tı. Yet­ki­
li­ler, ye­nil­gi­yi, “kö­tü oy­na­dık, ye­nil­dik”
di­ye ka­bul et­me ye­ri­ne, fa­tu­rayı hakeme
çı­kar­dılar (zaten her yenilgide hakem
yenilen takım için biraz “taraflı davran­
mıştır”!) ve rö­vanş için hem fut­bol­cu­la­rı,
hem de se­yir­ci­le­ri in­ti­kam duy­gu­la­rıy­la
yük­le­mek için el­le­rin­den geleni ard­la­
rı­na koy­ma­dı­lar.
Efen­dim, bi­zim kut­sal ulu­sal mar­şı­
mı­zı söy­le­di­ği­miz­de tri­bün­ler­de­ki ıs­lık­
la­ma­lar da ney­di? Bir ulu­sa böy­le ha­ka­
ret edi­lir miy­di? Fut­bol­cu­la­rı­mı­zın ge­ce
uy­ku­la­rı kaç­tı­ğın­da uyu­ya­ma­ma­sı­nın
so­rum­lusu ve suç­lu­su İs­viç­re­li­ler de­ğil
miy­di ya­ni? Bir gel­sin­ler de Tür­ki­ye’nin
kaç bu­cak ol­du­ğu­nu on­la­ra gös­te­re­lim…
vb. vb. Tüm bun­la­rı fut­bol­cu­la­ra em­
po­ze et­mek için de ta­kım ça­lış­ma­la­rı­na
bir psi­ko­log gö­tü­rül­dü ve ga­ze­te­le­rin ak­
tar­dı­ğı­na gö­re sözkonusu psikolog “eki­
bi­mi­zin ma­ça tam ola­rak ha­zır du­ru­ma
gel­me­si için se­fer­ber” ol­du…
Ta­raf­sız Türk kö­ken­li göz­lem­ci­le­rin
yaz­dık­la­rı­na gö­re, İs­viç­re’de “olum­suz”
ola­rak gö­rü­len tek ta­vır, ulu­sal mar­şın
söy­len­me­si anın­da ki­mi se­yir­ci­le­rin ıs­
lık çal­ma ola­yı ol­muş­tur. Ama ulu­sal gu­
ru­ru ze­de­le­nen ve ge­ce­le­ri uy­ku­su ka­çan­
la­rın se­yir­ci­le­ri kış­kırt­mak için ha­va­yı
ze­hir­le­me­si ge­re­ki­yor­du, ze­hir­le­di­ler de.
Mil­li­yet­çi­lik içlerine iş­le­miş­ti iyi­ce…
Türk ta­ra­fı/medyası bu­nu ya­par­
ken İs­viç ­ re ba­sı­nı da işin gır­gı­rın­da,
Av­ru­pa mer­kez­ci ba­kış­la Tür­ki­ye ile
alay ediyor­du. Blick ga­ze­te­si ilk maç
ön­ce­sin­de ya­yın­la­dı­ğı bir ha­ber­de
Türk­le­ri sev­me­nin 33 ne­de­ni­ni okur­la­
rı­na sun­du… Bun­lar­dan bir­ka­çı şöy­le:
Çün­kü: “Tür­ki­ye bu ak­şam oy­na­na­cak
kar­şı­laş­ma­yı kay­be­de­rek Dün­ya Ku­pa­sı
fi­nal­le­ri­nin ka­pı­sı­nı İs­viç­re’ye aça­cak.”
“TC, Lo­zan’da­ki an­laş­may­la ku­rul­du;
dün­ya­ya gö­bek dan­sı­nı, la­le­yi, Türk kah­
ve­si­ni, bak­la­va­yı he­di­ye et­ti­ler.” “Or­han
Pa­muk gi­bi ya­zar­la­rı var; bay­rak­la­rı bi­
zim gi­bi kır­mı­zı-be­yaz; bi­zim gi­bi faz­la
bi­lin­me­yen bir baş­kent­le­ri var; bi­ze Ku­
bi­lay ve Ya­kın kar­deş­le­ri ka­zan­dır­dı­lar;
yo­ğur­du bul­du­lar; As­ya’ya köp­rü kur­du­
lar…” vb.
İs­viç­re ile oy­na­nan ilk maç son­ra­sın­da
Türk yet­ki­li­le­rin kış­kır­tı­cı ta­vır­la­rı­na dik­
kat çe­ken Mil­li­yet ga­ze­te­si spor yo­rum­cu­
la­rın­dan Meh­met De­mir­kol ikin­ci maç
ön­ce­sin­de şun­la­rı da yaz­dı:
“Ta­kım top oy­na­ma­mış, he­de­fi sap­tır,
ra­ki­bi düş­man yap, or­ta­lı­ğı ger. Oh ne
ra­hat! Bu ül­ke za­ten 10 yıl­lar­dır böy­le
yö­ne­til­mi­yor mu? Eko­no­mi, si­ya­set, kül­
tür, sa­nat ve spor. İşi be­ce­re­me­yin­ce,
ya­rat bir düş­man, hal­kı ger, çıl­dırt, sür
düş­ma­nın üs­tü­ne. Oh ne gü­zel. Yıl­lar­ca
Eu­ro­viz­yon’dan, Av­ru­pa İn­san Hak­la­rı
Mah­ke­me­si ka­rar­la­rı­na ka­dar her alan­da
ay­nı tak­tik­le ger­me­di­ler mi bi­zi?” (Mil­li­
yet, 15 Ka­sım 2005)
Ay­ne böy­le! Ül­ke için­de bir­şey­ler ters
yü­rü­yor­sa so­rum­lu­su suç­lu­su “dı­şar­
dan” ara­nır… Dev­le­te-mil­le­te uy­ma­yan
her şe­yin kö­kü dı­şar­da­dır… Böy­le­ce
bir yan­dan ger­çek so­run­la­rın gö­rül­me­
si­nin en­gel­len­me­si­ne, dik­kat­le­rin baş­ka
yön­le­re çe­kil­me­si­ne ça­lı­şı­lır­ken, Türk
ol­ma­yan mil­let­le­re kar­şı da düş­man­lık
ya­pıl­mak­ta, Türk şo­ve­niz­mi yay­gın­laş­tı­
rıl­mak­ta­dır.
Mil­li­yet ga­ze­te­si adı­na ya­pı­lan açık­la­
ma­da da hem İs­viç­re­li­le­re kar­şı pro­pa­
gan­da ya­pıl­mak­ta hem de ama Tür­ki­
ye’nin ko­nu­mu­nu zo­ra sok­ma­mak için
“sü­ku­ne­te” çağ­rı ya­pıl­mak­ta­dır. “Öf­ke,
şid­det ve in­ti­kam duy­gu­la­rı bi­ze sa­de­ce
utanç ge­ti­rir, unut­ma­ya­lım…” bi­çi­min­de
bi­ti­ri­len çağ­rı­da, öf­ke­nin ya da in­ti­kam
duy­gu­la­rı­nın var­lı­ğı tes­lim edil­mek­te­
dir. Bi­raz da ol­sa in­cel­til­miş mil­li­yet­çi­lik
gös­te­ri­si ya­pıl­mak­ta­dır.
İş­te sü­ku­ne­te çağ­rı ya­pı­lan ya­zı­nın bir
pa­rag­ra­fı:
“İs­viç­re uy­gar gö­rün­tü­sü­nün al­tın­da
tıp­kı ban­ka­la­rın­da sak­la­dı­ğı ‘ka­ra pa­ra­
lar’ gi­bi komp­leks­le­ri­ni, ay­rım­cı­lı­ğı­nı,
or­ta çağ­dan kal­ma il­kel­lik­le­ri­ni ta­şı­
yor. Bu­na şa­şır­ma­mak ge­rek­li. Er­me­ni
kı­yı­mı id­di­ala­rı ile il­gi­li ya­sa­lar ve Tür­
ki­ye kar­şı­sın­da­ki ne­ga­tif ta­vır­la­rı da ak­
lı­mız­da…” (ay­nı yer­den)
Eh, on­la­rın Tür­ki­ye’ye kar­şı ne­ga­tif
tav­rı olur ve bu­nu ak­lı­mız­da tu­tu­yor­sak,
kim­se bi­ze la­des di­ye­mez! Biz sa­de­ce ve
sa­de­ce Tür­ki­ye’nin yü­zü-gö­zü ça­mu­ra
bu­laş­ma­sın di­ye oyun­cu­la­rı ve se­yir­ci­
le­ri sü­ku­ne­te da­vet edi­yo­ruz. Yok­sa…
gös­te­ri­riz on­la­ra “bir Türk’ün kaç İs­viç­
re’ye be­del” ol­du­ğu­nu…
Fut­bol­cu­la­rın psi­ko­lo­jik yük­len­mey­le
ikin­ci ma­ça ha­zır­lan­dı­ğı dö­nem­de, özel
ola­rak ami­go­la­rın ör­güt­len­di­ği bil­gi­si de
ba­sı­na yan­sı­dı. Tür­ki­ye çok yön­lü bir ha­
zır­lık için­dey­di.
İs­viç­re ta­kı­mı İs­tan­bul’a ge­lip Ata­türk
Ha­va­li­ma­nı’na in­di­ğin­de, ilk zor­luk pa­
sa­port kont­ro­lün­de çı­ka­rıl­dı ve Tür­ki­
25
halkların kardeşliği için
26
ye’nin mi­sa­fir­per­ver­li­ği­nin ne de­mek
ol­du­ğu­nu gös­ter­di­ler. Baş­ka ta­kım­la­ra
uy­gu­la­nan özel pa­sa­port kont­rol nok­ta­
sın­da ge­çiş prosedürü, İs­viç­re­li­le­re uy­
gu­lan­ma­dı. Bi­linç­li ola­rak 100 ki­şi­den
faz­la olan sı­ra­ya ek­len­di­ler… İki sa­ate
ya­kın bir sü­re pa­sa­port kont­ro­lü ve eş­ya
kont­ro­lü ya­pıl­dı.
Bu­nu ya­pan­lar stad­yum­lar­da­ki ami­go­
lar ya da ho­li­gan­lar de­ğil­di. Ha­yır, dev­le­
tin res­mi me­mur­la­rıy­dı bu­nu ya­pan­lar.
Ha­va­ala­nın­da­ki sürp­riz sa­de­ce bu de­
ğil­di. Ki­mi ha­va­ala­nı ça­lı­şa­nı –bun­la­rın
sa­yı­sı 100 ci­va­rın­da–, İs­viç­re ta­kı­mı­nı
“Ce­hen­ne­me hoş­gel­di­niz 5-0” gi­bi pan­
kart­lar­la kar­şı­la­yıp pro­tes­to et­ti. İs­tik­
lal mar­şı eş­li­ğin­de “Bu­ra­dan çı­kış yok”
slo­ga­nı da atıl­dı. Hem suç­lu hem güç­lü
de­yi­mi­ne uy­gun ola­rak “öf­ke­le­nen ta­
raf­tar­lar” ta­kı­mı ote­le gö­tü­ren oto­bü­se
yu­mur­ta ve pet şi­şe at­tı­lar. İs­viç­re­li­ler
da­ha Tür­ki­ye’ye ayak bas­ma­dan kor­ku­
tul­mak, sin­di­ril­mek is­ten­miş­ti. On­la­ra,
ulu­sal mar­şı­mı­zın söy­len­di­ği sı­ra­da ıs­
lık­la­ma­nın ne ol­du­ğu­nu gös­ter­me­ye baş­
la­mış­lar­dı ve ar­dı ar­ka­sı da ge­le­cek­ti…
Ma­çın so­nu­cu­nu bi­li­yo­ruz: 4-2. Maç sı­
ra­sın­da se­yir­ci­nin mem­le­ket aş­kı, fut­bol
fe­de­ras­yo­nu so­rum­lu­la­rı­nın her san­dal­
ye­ye/kol­tu­ğa bı­rak­tı­ğı bir Türk bay­ra­ğı­
nın el­ler­de sal­lan­ma­sıy­la do­ru­ğu­na ulaş­
mış­tı. 40 bin ci­va­rın­da bay­rak sal­lan­dı
o gün Şük­rü Sa­ra­çoğ­lu Stadı’nda… Bu
da ney­di ki… İs­viç­re­li­le­re on­la­rın ulu­sal
mar­şı söy­len­di­ğin­de ıs­lık ça­la­rak, “anaav­rat” kü­für ede­rek bir kez ders­le­ri ve­
ril­di. Sa­haya “ya­ban­cı mad­de” atıl­dı vb.
İs­viç­re­li­ler ise ön­ce­den söz­leş­miş gi­bi
–ta­bii ki kar­şı­laş­tık­la­rı at­mos­fer on­la­rı
bu­na zor­la­mış­tır, kim­bi­lir?– ha­ke­min
ma­çı bi­ti­ren dü­dü­ğü çal­ma­sıy­la so­
yun­ma oda­sı­na koş­tu.
Ne ol­duy­sa bun­dan son­ra ol­du! Ki­min
baş­lat­tı­ğı tam bel­li ol­ma­yan bir tek­me
to­kat, bir­bi­ri­ne gi­riş­me­ler… Sa­ha­da­ki
maç bit­miş, sı­ra sa­ha­dı­şı mü­ca­de­le­ye gel­
miş­ti. İs­viç­re­li­le­rin de Türk­ler­den aşa­ğı
ka­lır ya­nı yok­tu ya­ni.
İs­viç­re­li FI­FA baş­ka­nı Sepp Blat­ter’in
Tür­ki­ye’ye yö­ne­lik sert açık­la­ma­sı ise Tür­
ki­ye’nin ağır ce­za­la­ra ma­ruz ka­la­bi­le­ce­ği
yön­lü tar­tış­ma­la­ra yol aç­tı. Söz­ko­nu­su tar­
tış­ma­lar bir yan­dan Blat­ter’e kar­şı onun,
da­ha ra­por­lar eli­ne geç­me­den, ta­raf­la­rı
din­le­me­den Tür­ki­ye’ye teh­dit sa­vur­ma­sı
yönlü tavrı hak­lı ola­rak eleş­ti­ri­lir­ken, so­
run yi­ne Türk­lük, Tür­ki­ye’nin res­mi­nin
“dı­şar­dan” kir­len­me­me­si te­me­lin­de ele
alın­dı. Av­ru­pa ba­sı­nı Av­ru­pa mer­kez­ci
ta­vır­lar­la Tür­ki­ye’ye kar­şı ta­vır ta­kı­nır­
ken, Türk ta­ra­fı da “kö­kü dı­şar­da” yak­la­
şı­mı­na uy­gun ola­rak her­ke­si düş­man ilan
et­me­ye ça­lış­tı. Hat­ta ki­mi­le­ri ha­kem­le­rin
Al­man­ya’da ya­pı­la­cak Dün­ya Ku­pa­sı
maç­la­rın­da ha­kem­lik gö­re­vi ala­bil­mek
için Tür­ki­ye’yi sat­tık­la­rı yön­lü komp­lo te­
ori­le­ri de üre­til­di.
Tar­tış­ma­lar sa­de­ce spor say­fa­la­rın­da
ya­pı­lan yo­rum­lar­la sı­nır­lı kal­ma­dı. Ne
de ol­sa ulu­sal me­se­le de­ğil mi? O za­man
tüm Tür­ki­ye’nin me­se­le­si ola­rak so­run
ele alın­ma­lıy­dı… Bu ara­da Şem­din­li’de
pat­la­yan bom­ba, ya­ka­la­nan te­tik­çi­ler,
Yük­se­ko­va’da pro­tes­to­cu­la­rın kur­şun­lan­
ma­sı ve ben­ze­ri so­run­la­rın üs­tü­nün ör­tül­
me­si için de bu maç bi­re­bir­di…
Hür­ri­yet ga­ze­te­si­ne mek­tup ya­zan Ko­ray
C. isimli bir okur şun­la­rı söy­le­mek­te­dir:
“Fut­bol, fut­bol, fut­bol. Yet­ti be!! Mil­li
ta­kım da ku­lüp ta­kım­la­rı da sağ­lam bir
ce­za al­sın da Tür­ki­ye’nin ger­çek so­run­
la­rıy­la il­gi­le­nil­sin ar­tık. Tür­ki­ye’de gü­
ven­lik so­ru­nu var. Hır­sı­zı, ka­ti­li kol ge­zi­
yor.” (Hür­ri­yet, 21 Ka­sım 2005)
Tür­ki­ye’nin fut­bol ma­çı ne­de­niy­le
ala­ca­ğı ce­za­nın AB’ye üye­lik gö­rüş­me­le­
rin­de olum­suz rol oy­na­ya­ca­ğı, fut­bo­lun
po­pü­ler kül­tü­rün bir par­ça­sı ola­rak AB
ana­ya­sa­sı­nı oy­la­ma­da re­fe­ran­du­mu et­ki­
le­ye­bi­le­ce­ği vb. dü­şün­ce­ler de di­le ge­ti­
ril­di.
Va­tan ga­ze­te­sin­den Ne­ca­ti Doğ­ru’nun
tav­rı ise, bi­ze “1 Türk’ün dün­ya­ya be­
del” ol­ma­dı­ğı­nı, “1 İs­viç­re­li­nin 14 Türk”
et­ti­ği­ni öğ­ret­ti. He­sa­bı şöy­le ya­pı­yor: “14
Türk bi­ra­ra­ya ge­li­yor, ça­lı­şı­yor ça­ba­lı­yor;
işi­ni bü­yü­tü­yor an­cak 1 İs­viç­re­li ka­dar
mal hiz­met üre­te­bi­li­yor­du. 14 Türk… 1
İs­viç­re­li edi­yor­du.”
Fut­bol ma­çı­na, spo­ra de­ğil de sa­va­şa
ha­zır­la­nır gi­bi ha­zır­la­nan fut­bol­cu­lar ve
ta­raf­tar­la­rın bu “mü­ca­de­le­ci” ya­nı­nı or­
ta­ya ko­yan ki­mi yo­rum­lar ise şöy­le­dir:
“Ama sa­ha­da oy­na­yan her fut­bol­cu
diş­le­riy­le mü­ca­de­le et­ti. Her dam­la akıt­
tık­la­rı ter he­lal ter­di. Bir fut­bol sa­va­şı,
an­cak bu ka­dar olur. Mo­haç mı de­sek,
Ma­laz­girt mi de­sek, Ça­nak­ka­le mi de­
sek. İş­te öy­le bir şey.” (Mil­li­yet, 18 Ka­
sım, Ha­lil Özer)
“Se­yir­ci­miz, Ka­dı­köy’ü İs­viç­re için ade­ta
ce­hen­ne­me çe­vi­rip, mil­li ta­kı­ma müt­hiş bir
des­tek ver­di. (ay­nı ga­ze­te­den)
“Ha­kan’ın maç­tan son­ra­ki ‘he­lal­leş­
tik’ söz­le­rin­den de an­la­şı­lı­yor ki, sa­va­şa
gi­der­ce­si­ne sa­haya çık­mış fut­bol­cu­lar.”
(ay­nı ga­ze­te­den, Der­ya Sa­zak)
“Bu maç­tan son­ra ar­tık ger­çek­ler­le
kar­şı kar­şı­ya­yız. Al­man­ya’da biz yo­kuz.
Psi­ko­lo­jik sa­va­şı ka­za­na­ma­dık.” (Os­man
Şen­her, Pos­ta)
Bu ka­dar ye­ter! Ma­çı sa­vaş ola­rak gö­ren
zih­ni­ye­tin, di­ğer ta­kı­mı düş­man gör­me­
me­si ve bu­na uy­gun dav­ran­ma­ma­sı bek­
le­ne­mez. Bun­la­rın yük­len­di­ği psi­ko­lo­ji,
sa­va­şa gö­re­dir. Bu fa­na­tizm o ka­dar ile­ri
gi­di­yor ki, ki­mi ılım­lı Türk mil­li­yet­çi­le­
ri­ni bi­le ra­hat­sız edi­yor. Ör­ne­ğin Mil­li­yet
ga­ze­te­si spor ya­zar­la­rın­dan Atil­la Gök­çe,
“Türk mil­li ta­kı­mı he­pi­mi­zin­dir, he­pi­miz
sa­hip çı­ka­lım”, “ya­pı­lan­lar bi­ze za­rar ve­ri­
yor” dü­şün­ce­siy­le şu çağ­rı­yı ya­pı­yor:
“Ve ne olur de­ği­şe­lim. Fut­bol­da ge­cik­
ti­ği­miz kül­tür dev­ri­mi­ni ya­pa­lım. Ne
olur sa­de­ce fut­bol oy­na­ya­lım. İn­san­la­rın
ulu­sal duy­gu­la­rıy­la de­ğil, po­pü­lizm­le, de­
ma­go­jiy­le, duy­gu sö­mü­rü­süy­le de­ğil…”
(Mil­li­yet, 18 Ka­sım 2005, Atil­la Gök­çe)
Olur­sa iyi olur ta­bii ki. Ama Türk şo­
ve­niz­miy­le yük­lü yö­ne­ti­ci­le­rin, fut­bol­cu­
la­rın ve ta­raf­tar­la­rı­nın, kısacası bilimum
“erkek takımının” bu “kül­tür dev­ri­mi”ni
ko­lay ko­lay ya­pa­ma­ya­ca­ğı­nı söy­le­mek için
ka­hin ol­ma­ya ge­rek yok­tur.
İs­viç­re­li­le­ri gön­de­rir­ken, Tür­ki­ye’ye
ve­ri­le­bi­le­cek ce­za­la­rı in­dir­mek he­sa­bıy­la
ol­sa ge­rek, bu kez özel po­lis kor­do­nun­dan
olu­şan kon­voy­la ha­va­ala­nı­na gö­tü­rüp
özel açı­lan ban­ko­dan pa­sa­port kon­rol­le­ri
ya­pı­lıp bek­le­til­me­den gön­de­ril­di­ler. Ki­
bar­lık gös­te­ri­si ge­cik­miş­ti…
“Ya­ban­cı” ba­sın­dan seç­me ha­ber­ler­
den bi­ri şöy­le­dir:
“Tek­nik di­rek­tör Te­rim ise fut­bol­cu­la­
rı­nı ‘Mil­le­ti­miz siz­den on­la­ra he­sap sor­
ma­nı­zı is­ti­yor. Tür­ki­ye’nin şe­re­fi için oy­
na­yın’ di­ye mo­ti­ve edi­yor. Türk­le­rin aşı­rı
mil­li gu­ru­ru­nun al­tın­da as­lın­da aşa­ğı­lık
komp­lek­si ya­tı­yor.” (akt. Hür­ri­yet, 19 Ka­
sım 2005, Süd­de­utsc­he Ze­itung)
“Kö­kü dı­şar­da” bir doğ­ru ana­liz yap­
mış ga­ze­te…
Tar­tış­ma­lar, maç­lar­da na­sıl ta­vır ta­kı­
nıl­ma­sı ge­rek­ti­ğin­den çok Tür­ki­ye’nin na­
sıl bir ce­za ala­bi­le­ce­ği ve bu ce­za­nın Türk
ta­ra­fın­ca na­sıl en aza in­di­ri­le­bi­le­ce­ği te­
me­lin­de yü­rü­yor. Maç sonunda soyunma
odalarına giderken İsviçreli futbolculara
çelme taktığı fotoğraflarla belgeli milli
takım antrenörlerinden Meh­met Öz­di­lek
is­ti­fa et­ti. Fe­de­ras­yon­da ki­mi yet­ki­li­ler
de is­ti­fa et­tik­le­ri­ni açık­la­dı. Hatta ki­
mileri federasyon yönetiminin tümden
istifa etmesi gerektiğini filan da söyledi.
Bütün bunlarla “Türk tarafının daha az
ceza alması” amaçlanıyor…
Son ola­rak Sepp Blat­ter’in mil­li maç­
lar­da, mil­li mar­şın ça­lın­ma­ma­sı yö­nün­
de­ki öne­ri­si­nin ka­bul edi­lir bir öne­ri
ol­du­ğu­nu söy­le­ye­lim. FI­FA Sepp’in bu
öne­ri­si­ni gö­rüş­me­li ve tüm za­man­lar
için maç­lar­dan ön­ce mil­li marş ça­lın­
ma­sı ku­ra­lı­nı ya­sak­la­ma­lı­dır. Bu, hem ıs­
lık­lan­dı­ğın­da “ulu­sal gu­ru­ru” ze­de­le­nen
fa­na­tik­le­rin az­ma­sı­nı ön­le­mek için, hem
de “ulu­sal” marş eş­li­ğin­de mil­li­yet­çi­li­ğin
yay­gın­laş­tı­rıl­ma­sı­na kar­şı olan­la­rın si­nir­
le­ri­nin bo­zul­ma­ma­sı için işe ya­rar bir ka­
rar ola­cak­tır.
Ancak bu tür şeyler yapılsa bile futbol
bir bütün olarak ırkçılıktan, şovenizm­
den, milliyetçilikten, holiganizmden,
maçoluktan… arınmış olmayacaktır.
Hayır; ırk­çı­lı­ğın, şo­ve­niz­min kay­na­ğı­nın
sö­mürü sis­temi ol­duğu bilin­diğin­de, bu
sis­tem var­lığını sür­dür­dük­çe de sporun
ırk­çılık­tan, şovenizm­den arın­ması müm­
kün değil­dir. Halk­ların spor alanın­da da
kar­deş­liğini sağ­lamak, sömürü sis­temine
kar­şı mücadeley­le müm­kün­dür.
23 Kasım 2005 ✓
KLASİKLERİMİZDEN ÖĞRENELİM
“Ulu­sal so­ru­nun çö­zü­mü ne­dir? Na­sıl olur?” ko­nu­sun­da
Le­nin’den gün­cel bir yo­rum
“
Ulus­la­rın ken­di ka­de­ri­ni ta­yin hak­kı,
yal­nız­ca, si­ya­sal an­lam­da ba­ğım­sız­lık
hak­kı, ezen ulus­tan si­ya­sal ba­kım­dan ay­
rıl­ma öz­gür­lü­ğü hak­kı de­mek­tir. Si­ya­sal de­
mok­ra­si­nin bu ta­le­bi so­mut ola­rak, ay­rıl­ma
için tam aji­tas­yon öz­gür­lü­ğü ve ay­rıl­ma so­
ru­nu­nun il­gi­li, ya­ni ezi­len ulu­sun re­fe­ran­du­
muy­la çö­zül­me­si de­mek­tir, ki bu is­tem, ay­
rıl­ma, par­ça­lan­ma, kü­çük dev­let­ler kur­ma
ta­le­biy­le eşit de­ğil­dir. Bu yal­nız­ca, her tür­lü
ulu­sal bo­yun­du­ru­ğa kar­şı sa­va­şı­mın man­
tı­ki ifa­de­si­dir. Dev­le­tin de­mok­ra­tik ör­güt­len­me­si tam ay­rıl­ma öz­
gür­lü­ğü­ne ne ka­dar ya­kın­sa, ay­rıl­ma öz­le­mi pra­tik­te o öl­çü­de da­ha
sey­rek ve za­yıf olur, çün­kü bü­yük dev­let­le­rin üs­tün­lü­ğü, hem ik­
ti­sa­di iler­le­me ba­kı­mın­dan, hem yı­ğın­la­rın çı­kar­la­rı ba­kı­mın­dan
tar­tış­ma­sız­dır, ve bu üs­tün­lük­ler, ka­pi­ta­liz­min ge­liş­me­siy­le ar­tar.
Ken­di ka­de­ri­ni ta­yin hak­kı­nın ta­nın­ma­sı, fe­de­ras­yon il­ke­si­nin ta­
nın­ma­sıy­la ay­nı an­la­ma gel­mez. Bir kim­se bu il­ke­ye ke­sin ola­rak
kar­şı olup, de­mok­ra­tik mer­ke­zi­yet­çi­lik yan­lı­sı ola­bi­lir, ama tam
de­mok­ra­tik mer­ke­zi­yet­çi­li­ğe va­ran bi­ri­cik yol ola­rak, yi­ne de, fe­de­
ras­yo­nu, ulu­sal hak eşit­siz­li­ği­ne yeğ tu­ta­bi­lir.
İş­te tam da bu ba­kış açı­sıy­la­dır ki, mer­ke­zi­yet­çi Marx, İr­lan­da
ile İn­gil­te­re’nin fe­de­ras­yo­nu­nu, İr­lan­da’nın İn­gi­liz­ler ta­ra­fın­dan
zor­la bo­yun­du­ruk al­tın­da tu­tul­ma­sı­na yeğ tut­muş­tur.
Sos­ya­liz­min ama­cı yal­nız­ca kü­çük dev­let­le­re (bö­lün­me­nin – ÇN)
ve ulus­la­rın her tür­lü tec­ri­di­nin kal­dı­rıl­ma­sı de­ğil, sa­de­ce ulus­la­
rın ya­kın­laş­tı­rıl­ma­sı de­ğil, ay­nı za­man­da on­la­rın kay­naş­tı­rıl­ma­sı­
dır da. Ve tam­ da bu ama­ca ulaş­mak için biz, bir yan­dan kit­le­le­ri,
Ren­ner ve Ot­to Ba­uer’in fik­ri­nin («ulu­sal kül­tü­rel özerk­lik» de­
ni­len şey) ge­ri­ci ka­rek­te­ri ko­nu­sun­da ay­dın­la­tır­ken, öte yan­dan,
ezi­len ulus­la­rın kur­tu­lu­şu­nu, ge­nel boş söz­ler­le, içi boş la­fe­be­lik­le­
riy­le, sos­ya­lizm­le avu­ta­rak de­ğil, bi­la­kis ber­rak ve tam bir şe­kil­de
for­mü­le edil­miş si­ya­si bir prog­ram­da, hem de ezen ulus­la­rın sos­ya­
list­le­ri­nin iki yüz­lü­lü­ğü ve kor­kak­lı­ğı üze­rin­de özel­lik­le du­ra­rak
ta­lep et­me­li­yiz. Na­sıl ki in­san­lık, sı­nı­f­la­rın or­ta­dan kalk­ma­sı­na
an­cak ezi­len sı­nı­fın dik­ta­tör­lü­ğü­nün ge­çiş dö­ne­miy­le ula­şa­bi­lir­se,
ulus­la­rın ka­çı­nıl­maz kay­naş­ma­sı­na da an­cak tam kur­tu­lu­şun,
ya­ni tüm ezi­len ulus­la­rın ay­rıl­ma öz­gür­lü­ğü­nün ge­çiş dö­ne­miy­le
varabilir…”
(Lenin, Leninizm Dizisi, Def­ter 6, say­fa 74-75, İn­ter Yayın­ları)
Yeni Dünya İçin Çağrı yayın hayatını tüm güçlüklere, sermayenin devletinin baskılarına ve maddi zorluklara rağmen sürdürmektedir…
Bu sesten sermayenin güçleri, sermayenin devleti, polisi, yargı organları korkmaktadır.
Yeni Dünya İçin Çağrı’nın güçlenmemesi için bu güçler ellerinden gelen her çabayı gösteriyorlar. Bu yüzden gazetemize ağır para cezaları yağdırıyorlar.
Bizi böyle yıldıracaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar! Yeni Dünya İçin Çağrı haklı mücadelesinde kararlıdır.
Aşağıda Yeni Dünya İçin Çağrı'yı susturmak için açılan davaların ve cezaların bir listesini yayınlıyoruz:
Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan
davalar:
İstanbul 5 Nolu DGM . 2001 / 145 Esas, ÇAĞRINisan 2001- 46. Özel Sayı: “1 Mayıs’ ta Devrimci Saflara“ başlıklı yazı. TCK. nun 312/2-son
Maddesi., KARAR Aziz ÖZER: 2.871.000.000 TL.
sı Ağ. Para Cezası
Karar Yargıtay tarafından ONANADI.
*** ( AİHM. ne Başvuru Yapıldı) (Para cezası
Ödeniyor)
İstanbul 4 Nolu DGM . 2001 / 102 Esas, ÇAĞRI
-Mart 2001- 42. Özel Sayı: Sayfa 17: “Ulusal
Baskılara Son“ başlıklı yazı. TCK. nun 312/2son Maddesi., KARAR Aziz ÖZER: 2.871.000.000
TL. sı Ağ. Para Cezası
Karar Yargıtay tarafından ONANDI.
*** (AİHM. ne Başvuru Yapıldı) (Para cezası
Ödeniyor)
İstanbul 2 Nolu DGM. 2002/ 190 Esas, ÇAĞRI- Haziran 2002- 6. Sayı: Sayfa 5-6-7: “15-16
Haziran Büyük İşçi Direnişi..”
Sayfa 17: “Halkımıza” başlıklı yazılar., 3713 sayılı yasanın 6/2son mad. 5680 sayılı Yas. Ek 2/1.
mad., KARAR Aziz ÖZER: 218.103.000 TL. sı Ağır
Para Cezası (15 Gün Kapatma) Karar Yargıtay
tarafından ONANDI.
*** (AİHM. ne Başvuru Yapıldı) (Para cezası
Ödeniyor)
İstanbul 2 Nolu DGM. 2003/ 285 Esas
ÇAĞRI- Ekim 2003 / 9. Sayı: Sayfa 3-5: “80 Yıl
Türkiye Cumhuriyeti, 80 Yıl Faşizm..” başlıklı
yazı.,
TCK. nun 312/2-son maddesi 5680 sayılı Yas.
Ek 2/1. mad.
Son durum: Dosya İstanbul 2. Asliye Ceza
Mahkemesi’ ne gönderildi. Yargılama bu
Mahkemede 2004 / 1197 Esas sayılı dosya
üzerinden yapılıyor.
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi ( 3 Nolu
Y
DGM.) 2005/ 40 Esas, ÇAĞRI- Ocak 2005- 1.
Sayı: Arka kapak “Cezaevlerindeki Tecritle
İlgili Devrimci Tutsakların Basın Açıklaması”
başlıklı yazı. 3713 sayılı yasanın 6/2-son mad.
Görevsizlik kararı verildi. Dosya İstanbul Asliye
Ceza Mahkemesine gönderildi)
Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi:
Dosya No: 2004/ 305 Esas
ÇAĞRI- Şubat 2001-42. Özel Sayı: Sayfa 13-16:
“Operasyonland” ve ”Cezaevlerine Devlet
Saldırısı“ başlıklı yazılar. Sanık: Aziz ÖZER TCK. nun 159/1. maddesi, Aziz ÖZER hakkında,
TCK. nun 159/1. maddesi gereğince 1 Yıl Ağır
Hapis cezası Yargıtay’ ca bozuldu. Yeniden
yapılan yargılama sonucu – Aziz ÖZER- 854
Milyon Tl. sı Ağır Para cezasına mahkum edildi.
Karar-Temyiz edildi. Dosya Yargıtay’ da.
Dosya No: 2004/ 269 Esas
ÇAĞRI- Ekim 1999- 27. Sayı: Sayfa 17: “Cezaevinde Yargısız İnfaz…“ başlıklı yazı. ÇAĞRIOcak 2000- 30. Sayı: Sayfa 29: “ Bu Kadarı da
Olmaz” başlıklı yazı. Sanık: Aziz ÖZER - TCK.
nun 159/1. maddesi.
Son durum: Aziz ÖZER hakkında TCK. nun
159/1. maddesi gereğince 2 Yıl hapis cezası
Yargıtay’ ca bozuldu. Yeniden yapılan yargılama sonucu – Aziz ÖZER- 907 Milyon Tl. sı Ağır
Para cezasına mahkum edildi. Karar-Temyiz
edildi. Dosya Yargıtay’ da.
Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi:
Dosya No: 2002 / 375 Esas
ÇAĞRI- Haziran 2002- 57. Sayı: Sayfa 18-26
“Şövenist Çenelerini tutmayı Bilmeyen…”
ve “ABD nin Taşeronu, TC. Ordusu” başlıklı
yazılar. Sanık: Aziz ÖZER - Sevk maddesi: TCK.
nun 159/1. maddesi
Son durum: Yargılama devam ediyor.
Dosya No: 2002 / 204 Esas
ÇAĞRI- Şubat 2002- 53 Sayı: Sayfa 12 “Susma,
Devrimci tutsakların Taleplerini sahiplen“
başlıklı yazı.
TCK. nun 159/1. maddesi , KARAR Aziz ÖZER:
6 Ay Hapis Cezasına mahkum edildi. Karar
Temyiz edildi. Dosya Yargıtay’ da BOZULDU.
Yeni Dosya No: 2005 / 420 Esas
*** Tuzla Sulh Ceza Mahkemesi
2003 / 671 Esas ( Afiş davası )
Sanık: Aziz ÖZER: TCK. 536. maddesi.
Karar: Para cezasına Mahkumiyet-tecil. (Yargıtay’ da bozuldu)
İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi:
Dosya No: 2003 / 938 Esas , ÇAĞRI- Temmuz
2003- 7. Sayı Sayfa 12: “Gülbahar’ a Saldırı
Hepimizedir “ başlıklı yazı..
Dosya No: 2003 / 1192 Esas, ÇAĞRI- Eylül
2003- 70. Sayı Sayfa 12: “ Tecavüzü Yapana
Değil,Yazana dava “ başlıklı yazı..
Karar: Aziz ÖZER hakkında …Para cezasına
mahkumiyet kararı verildi.
Dosya No: 2004 / 64 Esas, ÇAĞRI- Ekim 200371.Sayı: Sayfa 3-5 “80 Yıl Türkiye Cumhuriyeti, 80 Yıl Faşizm “ başlıklı yazı.. TCK. nun 159.
maddesi
Dosya No: 2004 / 65 Esas, ÇAĞRI- Kasım 200372.Sayı: Sayfa 3-5 “Irak’ta İşgal Ortaklığına
Hayır“ başlıklı yazı. TCK. nun 159. maddesi
Dosya No: 2004 / 162 Esas , ÇAĞRI-Aralık2003-.Sayı: Sayfa 4-5 “AKP. nin Ampulü Kimin
için yanıyor” ve Sayfa 8 “ 19 Aralık katliamını Unutmadık, unutmayacağız“ başlıklı
yazılar. TCK. nun 159. maddesi Yazarlar: Mustafa DURMAZ – Ali Kamber KARAAĞAÇ
Dosya No: 2004 / 1197 Esas , ÇAĞRI- Ekim
2003 / 9. Sayı: Sayfa 3-5: “80 Yıl Türkiye Cumhuriyeti, 80 Yıl Faşizm.” başlıklı yazı.
(İstanbul 2 Nolu DGM. den gelen 2003 / 285
esas sayılı dosya)
TCK. nun 312/2-son maddesi
Dosya No: 2004 / 1271 Esas, ÇAĞRI-Haziran2004-.79.Sayı- Sf. 10 “Enternasyonalizm
Bayrağı İle Alanlara” başlıklı yazı. TCK. nun
159. maddesi
Dosya No: 2004 / 1563 Esas (Çağrı- 2004 Eylül
Sayısı)
5187 sayılı Basın Kanunun 4. ve 15. maddesini
ihlal.
Karar: Aziz ÖZER: 500 Milyon TL. para cezası.
Dosya No: 2004 / 1570 Esas (Çağrı- 2004
Kasım Sayısı)
5187 sayılı Basın Kanunun 4. ve 15. maddesini
ihlal.
Karar: Aziz ÖZER: 500 Milyon TL. para cezası.
Dosya No: 2005 / 24 Esas
5187 sayılı Basın Kanunun 4. ve 15. maddesini
ihlal.
Karar: 500 Milyon TL. sı Para cezası verildi.
Dosya No: 2005 / 164 Esas, ÇAĞRI- Nisan2005-.Sayı:Sayfa 3-5 “Tarihle Yüzleşme
Zamanı: Unutma mı? İnkar mı?
Yazar olarak bildirilen ERKAN AKAY hakkında
dava açıldı
Dosya No: 2005 / 350 Esas, ÇAĞRI- Ocak 20051. Sayı: Arka kapak “ Cezaevlerindeki Tecritle
İlgili Devrimci Tutsakların Basın Açıklaması” başlıklı yazı. 3713 sayılı yasanın 6/2-son
mad. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi ( 3
Nolu DGM.) 2005/ 40 Esas Görevsizlikle bu
Mahkemeye geldi)
Yeni Dünya İçin Çağrı’yı destekle!
eni Dünya İçin Çağrı siyasi
bir gazete. Ülkemizde si­
yasi gazete çok sayıda var.
Özellikle sermaye medyasının elinde
bir çok gazete bulunmakta. Bunların
hepsinin ortak özelliği var olan sö­
mürü ve baskı düzenini savunmak
onu hoş göstermektir. Sermaye basını
işçilerin, emekçi gençlerin, emekçi
kadınların ve emekçi köylülerin so­
runlarının dile getirilmesi, onların
çıkarına bir siyasi çizginin izlenmesi
için değil, yalnızca ve yalnızca ser­
mayenin çıkarları için uğraşıyorlar.
Sermaye basının arkasında büyük
paralar, büyük sermayedarlar var. Bu
yüzden onların maddi açıdan işçi­
lerin ve diğer emekçilerin desteğine
pek ihtiyacı yok.
Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesi ser­
maye basının tam tersine işçilerin ve
emekçilerin haklı mücadelesinin bir
sesi, onların davalarının bir bayrağı.
Yeni Dünya İçin Çağrı işyerlerinde
her gün patron baskısı altında sınıf
bilinci kinlenen, grev ve diğer dire­
nişlerde onurlu mücadeleye atılan,
sendikal örgütlülüğüne sahip çıkan,
sendikal mücadelenin demokratik ve
devrimci bir seviyeye yükseltilmesini
savunan işçilerin sesidir.
Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesi,
emperyalist barbarlığın tek alterna­
tifi olan sosyalizmi kurma ve yeni bir
dünya yaratma çağrısıdır!
Yeni Dünya İçin Çağrı demokratik
bir lise eğitimi, demokratik, özerk ve
bilimsel ilkeleri temel alan bir yüksek
eğitim mücadelesi veren üniversite
gençliğinin basındaki temsilcisidir.
Yeni Dünya İçin Çağrı yaşam te­
mellerini her gün daha fazla kâr dür­
tüsü ile büyük oranda yok eden, işçi
ve diğer emekçilerin beslenme araç­
larını kimyasal zehir deposu haline
getiren, işçilerin ve diğer emekçilerin
sağlığını ancak ticaret aracı olarak
gören kapitalist sömürü düzeninin
reddidir.
Yeni Dünya İçin Çağrı insanın in­
sanca yaşayacağı, sınıfsız, sömürüsüz
bir dünya yaratma çağrısıdır!
Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesi, işçi
ve diğer emekçi kadınlar üzerinde
estirilen cinsiyet baskısına, onun
aşağılanmasına karşı mücadelenin,
işçi ve emekçi kadınların hayatın her
alanında eşit haklara sahip olması­
nın tutarlı bir savunucusudur.
Yeni Dünya İçin Çağrı her türden
milli ve dinsel baskının, imtiyazların
tutarlı bir düşmanıdır. O, her türden
milliyetlere ve dine bağımlı insanla­
rın birarada, kardeşçe ve eşit haklara
sahip özgür bir dünyada yaşamaları­
nın taraftarıdır.
Yeni Dünya İçin Çağrımız bu
amaçları doğrultusunda yayın haya­
tını tüm güçlüklere, sermayenin dev­
letinin baskılarına ve maddi zorluk­
lara rağmen sürdürmektedir…
Bu sesten sermayenin güçleri, ser­
mayenin devleti, polisi, yargı organ­
ları korkmaktadır. Yeni Dünya İçin
Çağrı’nın güçlenmemesi için bu güç­
ler ellerinden gelen her çabayı göste­
riyorlar. Bu yüzden gazetemize ağır
para cezaları yağdırıyorlar. Bizi böyle
yıldıracaklarını sanıyorlarsa yanılı­
yorlar! Yeni Dünya İçin Çağrı haklı
mücadelesinde kararlıdır.
Çağrımız sana işçi arkadaş!
Bu bayrağın, bu sesin daha da güç­
lendirilmesi gereklidir. Yeni Dünya
İçin Çağrı senin gazeten, senin da­
van, senin mücadelendir. O’nu des­
tekle, O’na bağış ver!
Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesi se­
nin desteğinle, senin bağışın ve maddi
yardımınla sermaye basının karşısına
daha gür bir sesle çıkacaktır.
Bağış kampanyasına katıl!
Yayın Türü: Yerel Süreli
º
ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına
Sahibi ve Yazıişleri Müdürü:
Aziz Özer
º
Yönetim Yeri ve Adresi:
Mahmut Şevket Paşa Mah.,
İmranlı Sk. No: 8,
Okmeydanı/ Şişli - İstanbul
Tel.: (0212) 235 35 70
Fax: (0212) 253 19 27
e-mail: [email protected]
www.ydicagri.com
º
Banka Hesap No:
Türkiye İş Bankası
Galatasaray-İstanbul
Hesap No: 1022 0 738654
º
Yurtdışı Temsilciliği:
Güney Kitabevi
Frohlinder Strasse 60
44577 Castrop-Rauxel
Tel.: (02305) 542846
Fax: (02305) 542845
º
SAYI: 95 · ARALIK’2005
ISSN 1301-692X95
º
Türkiye: 2 YTL (KDV DAHİL)
Türkiye Dışı: 2,50 Euro
º
Baskı: Maya Matbaası (501 22 99)
27

Benzer belgeler