Dinamik Gazete

Transkript

Dinamik Gazete
Ocak 2014 Yıl: 25 Sayı: 73
[email protected]
Tekelleşmeye
Direnen Festival
sayfa13’de
@DinamikGazete
gazete
Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü süreli yayınıdır. Ücretsizdir.
Bir Boğaziçi Efsanesi:
TÜNELLER
Kampüsün merak edilen tünellerini
hocamız Mehmet Nafi Artemel’le birlikte
keşfettik, detaylı krokiye ulaştık.
Haber Sayfa 4’te
Emek
Ayaklar
Altında
Bazen Dost
Bazen Dert
Türkiye’de İşçi
Sorunları
Kampüs
Hayvanları
Haber sayfa 2’de
Haber sayfa 11’de
BURADA BANKA İSTEMİYORUZ
10
Kantinler
Ne Kadar
Öğrenci
Dostu?
Haber sayfa 8’de
TARİHİ YARIMADA’DAN TATLAR
Güncel Haberler www.dinamikgazete.com’da!
BOĞAZİÇİ
ÜNİVERSİTESİ
İŞLETME VE
EKONOMİ KULÜBÜ
16
02
siyaset
Kendinizi Nerede Görüyorsunuz?
Genel Yayın
Yönetmeni
zi herkesin koştuğu ortak alanda
Kıvılcım Değirmencioğlu
arıyoruz.
[email protected]
En başında keşfetmeye vakit
Düzen geride kalma korkusu
yarattıkça yolda olmak, dışarıda
kalmadan bir şeyler yapmak,
kendimizi ve isteklerimizi
keşfetmenin önüne geçiyor.
“ “5 yıl sonra kendinizi nerede
görüyorsunuz?”dedi.
Bilmiyordum, yani cevabı değil.
Ne istediğimi. Yoksa cevap açıktı,
iş mülakatında sık sorulan sorular
kısmından. Fazla düşünmedim.
Beş yıl sonra ne yapmayı, nerede
olmak istediğimi düşünmeyeli ne
kadar olmuştu?
İstenilen cevabı verdim, yine başladığım yerde ama daha deneyimli,
daha yüksekte. Sorular bittiğinde
hayatımın beş yılını, beş dakikada
nasıl böyle umarsızca şekillendirdiğime hayret ettim. Bu ilk de değildi,
uzun zamanları kendimi tanımayı
erteleyerek geçirmiştim; acı ki onca
yılın ardından isteklerimi sıralamak
beklenilen cevabı vermekten daha
zordu.”
Hayatı yakalamaya çalışırken
kendini tanıyacak zamanı bulamamak... Kimin hayatını yakalıyoruz,
bir durup düşünelim mi?
Hayat Tarafından
İstismar Edilmek
Kendimi henüz böyle bir cevap
vermek zorunda hissetmemiştim,
ama mülakat odasından geçen her
yolun benzer soruları ve duyulması
beklenen cevapları var.
Belki de o cevap anının çok daha
öncesine gidip şunu sormak gerek:
Tercihlerimizin kaçını gerçekten
kendi amaçlarımıza ulaşmak için
yapıyoruz, kaçını çoğunluğun yaptığına ayak uydurmak için. Rekabet
geride kalma korkusu yarattıkça
yolda olmak, dışarıda kalmadan bir
şeyler yapmak kendimizi ve isteklerimizi keşfetmenin önüne geçiyor.
Kalabalıkların, sorumlulukların içine
bile bile atılıyor; kişisel tatminlerimi-
dahi bulamadığımız isteklerimiz
olmadan yolun sonu beklenilen
mutluluğu vermediğindeyse bulunduğumuz yeri anlamlandırmak
güçleşiyor. Sahi buraya nasıl gelmiştik, bilmiyoruz. Bizi diğerlerinden ayıran hayallerimizi, isteklerimizi hesaba katmadan çizdiğimiz
yolun ne kadarını sahiplenebiliriz?
Sahiplenemiyoruz.
Hayattaki istekler ve elde edilenler eşitlenmedikçe insanın kendini
gerçekleştiremeyeceğini söyler
Maslow. En üst basamağa çıkmak
yani tam bir insan olmak; ne istediğini bilmek ve sonra da bunu gerçekleştirmekle mümkün. Aceleyle
çoğunluğun peşine takıldığımız
her an ise tam insan olma ihtimalinden bir o kadar uzaklaşıyoruz.
Modern zamanın hayatımıza
soktuğu anlamsız koşuşturmacaların, sürekli güncellenen
“timeline”larımızın yarattığı “bir
şeyleri kaçırma korkusu”, kendimizi tanımaya çalışmadığımız, durup
nolduğunu sorgulamadığımız
bir garip düzen yarattı. Başkaları
tarafından hayatımıza yakıştırılan rolleri çabucak kabul ediyor,
bir yutkunup beş yılımızı gözden
çıkartabiliyoruz.
Bu yüzden durmaktan korkmamak; akışın anlamsızlığını gördüğümüz an kendi içimizdeki anlamı
keşfetme cesaretini göstermek
gerek. Yoksa sistemin beklediği cevapları vermekten öteye geçemeyeciğimiz ortada. Onur Ünlü’nün
söylediği gibi,
“Kendimizi yeterince bilmezsek
düşeceğimiz durum budur. Hayat
tarafından istismar ediliriz. İnsanın
kendi olanaklarını tanıyabilmesi,
yolun en başında yapması ve hayatı
boyunca devam etmesi gereken bir
şey bana göre. Kendi olanaklarımızla
ilgili sıkıntılarımız var. Bu sıkıntı da
total olarak sistemin işine gelir her
zaman, çünkü sistem seni bu şekilde
kullanır.”
EMEK AYAKLAR ALTINDA:
TÜRKİYE’DE İŞÇİ
SORUNLARI
İşçi haklarının hiçe sayılması, işçi örgütlenmesinin zayıflaması, iş
cinayetleri, çocuk işçiler… Bütün bu sorunlar ne boyutta? Hükümet,
politikalarıyla bu sorunların neresinde duruyor?
Mertcan Güngör
[email protected]
Burak Serin
[email protected]
İşçi sorunlarını ana akım medyanın manşetlerinde görmeye pek
alışkın değiliz. Üstelik biz var olan
sorunları göz ardı ederken yeni toplu
sözleşmeler ve kanun değişiklikleri
emekçilerin hayatını her geçen gün
biraz daha zorlaşmakta.
zorlanmasının yanında, sendikaların
işlevini azaltan unsurlardan biri de
gittikçe yaygınlaşan taşeron sistemi.
Sendikasızlaştırma
İşçilerin haklarını savunacak sendikaların son yıllardaki durumu, işçi
sorunlarının boyutu hakkında fikir
veriyor. 2002-2011 yılları arasında
sendikalaşma oranlarını gösteren
verilerde Türkiye %5,9 ile OECD
(Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkeleri arasında en alt sırada.
Bu zaman diliminde %42 artan istihdama karşılık, sendikalaşmanın %38
gerilemesi; hükümet ve işverenlerin
yaptığı baskılar sonucu ortaya çıkan
sendikasızlaştırmayı somut biçimde
ortaya koyuyor. Sendikalaşanların
işten çıkarılması ve işçilerin işveren
yanlısı “sarı sendikalara” (ÇSGB
verilerine göre 10 yılda KESK’teki
%8 erimeye karşılık %1448 büyüyen Memur-Sen gibi) üye olmaya
Taşeron Sistemi ve Yakın Dönemde Taşeronlaşma
Büyük ölçekli şirketlerin üretim
işlerini başka şirketlere yaptırması olarak tanımlanan taşeron (alt
işveren) sistemi; işçilerin iş güvencelerini, sendikal-sosyal haklarını ve
ücretlerini kısıtlıyor. Asıl işverenin
hukuki sorumluluklarını azaltan
taşeronluk, ücretler ve çalışma
saatlerinin esnekliğiyle işçiyi yıpratırken, iş güvenliği ve can sağlığının
ihmaliyle hastalıklara ve ölümlere yol
açıyor. Taşeronlaşmanın işçilere etkilerinin başında; mesai ücreti almadan
8 saatten fazla çalışma, haftalık izin
kullanamama, her yıl yenilenen bir
yıldan kısa süreli sözleşmelerle işten
çıkarılmalarda tazminat alamama, çalışılan gün sayısının sigorta
kayıtlarında düşük gösterilmesi
gibi sorunlar geliyor. Ayrıca taşeron
işçiler, yenilenen sözleşmelerle aynı
kurumda her yıl farklı bir firma adına
siyaset
çalışarak, hem yıllarca asgari ücrete
mahkûm kalıyor, hem de işten çıkarılmalarda hiçbir yasal hakkından
faydalanamıyor.
2003 yılında yürürlüğe giren İş
Güvencesi Kanunu ile iş güvencesi
kapsamındaki işyerlerinde ölçek
10 işçiden 30 işçiye çıkarılarak,
işçi sayısının 30’un altında olduğu
işyerlerinde sendikal tazminat davası ve işe iade davası açılmasının
önü kesildi. Böylece yapısı gereği
örgütlenmeyi ve toplu iş sözleşmesinden yararlanmayı zorlaştıran
taşeronlaşma, işçilerin pek çok
hakkını da elinden aldı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’nın rakamlarına göre
2002 yılında 387 bin olan taşeron
işçi sayısı, 2011’de 1,6 milyona
ulaştı. 2012 sonlarında yayınlanan
rapora göre ise kamuda temizlik,
güvenlik ve dağıtım ağırlıklı olmak
üzere 585 bin 788; özel sektörde
ise inşaat ve imalat ağırlıklı olmak
üzere 419 bin 466, yani toplam
bir milyon taşeron işçi çalışıyor.
Aynı raporda işverenlerin, İş
Kanunu’nda iş güvencesi kapsamı
için belirlenen 30 işçi sınırının altına düşmek için, taşeron işçilerden
yararlandığı da aktarılıyor.
AKADEMİSYEN
GÖRÜŞÜ
Doç. Dr. Yahya Mete MadraEkonomi Bölümü Öğretim
Üyesi
Taşeronlaşmada hükümetin
neoliberal ekonomi politikalarının rolü nedir?
Neoliberal akıl, en geniş
anlamıyla, toplumun tüm
alanlarının iktisadî teşvik
ve yaptırımlar aracılığıyla
yönetim zihniyetidir. Neoliberal proje, toplumun tüm
sathının iktisadileştirilmesi
iradesidir. Bugün eğer neoliberal bir devletten bahsediyorsak, bu bizzat devletin
toplumun iktisadileştirilmesi süreçlerinin önemli bir
aktörü olarak belirmesinden
kaynaklanır. Türkiye’de AK
Parti hükümetinin öncesin-
de başlamış olan neoliberaleşme
süreci, bu dönemde güçlü bir ivme
kazanmıştır. Bugün taşeronlaşma olarak adlandırılan ama daha
genel olarak emek piyasalarının
esnekleştirilmesi ve emekçilerin
güvencesizleştirilmesi süreci çok
daha kapsamlı olarak ilerleyen
neoliberalleşme sürecinin önemli
İşçi Ölümleri
İşverenlerin maliyeti düşük tutma
adına en temel güvenlik önlemlerinden kaçınması ve iş sürekliliğiyle
birlikte “deneyimli işçi” kavramını da
yok eden taşeronlaşma yüzünden,
işçi ölümleri had safhalara ulaştı.
İşverenlere yönelik caydırıcı yaptırımlar olmadığından iş kazalarının
ardı arkası kesilmiyor.
Türkiye’de 2000-2012 arasında
toplam 12.686, 2013’ün ilk 11 ayında
ise en az 1145 iş cinayeti yaşandı.
Günde ortalama 3 işçinin öldüğü
Türkiye, iş kazalarında Avrupa birincisi. Ayrıca 2013 yılında 55 çocuk işçi
de iş cinayetlerine kurban gitti.
Çocuk İşçiler
2012 yılında Türkiye’de çocuk işçi
sayısı 893 bine ulaştı. Bu çocukların
292 bini 6-14, 601 bini 15-17 yaş grubunda. DİSK-AR’ın raporuna göre
1999-2006 yılları arasında azalan
çocuk işçi sayısı 2006 yılından sonra
yükselişe geçti. Aynı ucuz istihdam
stratejisi ve 4+4+4 sisteminin buna
zemin hazırladığı belirtiliyor. Çocuk
işçilerin yarısı okula devam edemiyor. %45’i tarım sektöründe çalışan
çocuk işçiler; maden, inşaat, sanayi
gibi alanlarda da görülüyor.
uğraklarından biridir. Taşeronlaşma yoluyla emek piyasalarının
esnekleştirilmesi, örgütlenme
koşullarının aşındırılması ve iş
güvencesinin kaldırılması, hem
hükümetin bütçesini rahatlatmakta
hem de emekçileri (küresel) piyasa
dalgalanmalarının sarsıcı etkilerine
maruz bırakmaktadır.
03
ÇALIŞAN
GÖRÜŞÜ
Yemekhane işçisi
Ne zamandır taşeron
firmadan çalışıyorsunuz?
Çalışma koşullarınız nasıl?
Her sene ihale ile yeni firma
geldiği için sürekli aynı taşeron firmada değilim ancak
12 yıldır bu üniversite içinde
farklı taşeronların elemanı olarak çalışmaktayım.
Toplamda 12 saat çalışıyoruz.
Fazladan çalışılan saatler
için mesai ücreti verilmiyor.
Sabah servis var akşam
yok. Her taşeron firmanın
çalışma şekli farklı. Eskiden
yol parası verilirdi iki yıldır
verilmiyor. Yemek saatleri
dışında da sürekli hareket
halindeyiz. Kuzey-Güney
arası mekik dokuyoruz.
Sürekli ayaktayız.
İş güvencesi-sağlık güvenceniz ne durumda?
Sömestr ve yaz tatillerinde
verilen ücretsiz izinler bir
nevi işsiz kalma oluyor çünkü 3 ay başka hiçbir firma işe
alım yapmıyor. Ücretsiz izindeyken sigorta da kesiliyor.
Neyse ki devletin 6 ay hak
tanıması sayesinde ücretsiz
izindeyken de sağlık haklarımızdan faydalanabiliyoruz.
Okulla ilgili ya da şirketle
ilgili problemleriniz var mı?
2 yıldır zam yok. 3 günlük
eleman da 3 yıllık da aynı
para. Yeni gelen firma daha
düşük ücretle çalışabilecek
tanıdıklarını getirebiliyor.
Her firma yeni vaatlerle
geliyor, yol parası gibi. Her
ihale süreci bizim için stresli
oluyor. Her ihalede işten çıkarılma durumu ortaya çıkıyor. Maaşlarımız zamanında
ödeniyor ancak ihale sonrası
eski firmadan kalan 5-10
günlük yevmiyeler ödenmiyor. Senelik haklar her firma
değiştiğinde kayboluyor.
Memurlar sendikal haklara
nasıl sahipse bizler de en
azından bunları istiyoruz.
04
kampüsten
Bir Boğaziçi Efsanesi:
Tüneller
3
Tarihi binaları ve manzarasıyla bilinen
kampüsümüzün, şimdiye dek efsane olarak
kalmış tünellerine bir yolculuğa çıktık.
Ahmet Berkay Karakaş
[email protected]
2
1
Daha öğrencisi olmadan heyecanla araştırdığımız Boğaziçi’ne
olan merakımız, bu kampüse adım
atmamızla azalıyor; zamanla da
okulun tarihine ve kültürüne ilgisizleşmeye başlıyoruz. Çoğumuz
Robert Kolej’den gelen bu 150 yıllık
gelenek hakkında az şey biliyor,
eğitim gördüğümüz bu yerleşkenin
geçmişini çok merak etmiyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi
herkesin kulağına bir ara çalınmış
fakat kimsenin hakkında net bir
bilgi sahibi olmadığı tüneller de
bu durumun kanıtı gibiydi. Biz de
kampüsteki varlığı yıllardır bir
efsane olarak kalmış tünellerin
hikâyesini öğrenmek için bilinmezliklerle dolu bu yola çıktık.
Tünellere yaptığımız bu gezimizde,
bize Mehmet Nafi Artemel ve okulumuzun Mağara Kulübü (BÜMAK)
eşlik etti.
Tünellerin Tarihi
Tünellerin yapımına 1800’lü yılların sonlarında o zamanki adıyla
Robert Kolej’in inşası sırasında
başlandı. Elimizde kesin bir bilgi
olmasa da, İstanbul’da bugünkü
Robert Kolej ile birleşen, Hisar
Kampüse kadar devam eden ve
hatta eski bir Bizans eseri olarak
karşı yakaya geçen tünellerin olduğu ve kampüsteki bu tünellerin de
daha sonra onlardan esinlenerek
oluşturulduğu söyleniyor.
Tünellerin hem doğal afetlere karşı
bir barınak sağlamak hem de binaların ısınma, su vb. ihtiyaçlarını
tek bir merkezden karşılamak
amacıyla inşa edilmiş olduğunu
biliyoruz. 1922 tarihli Robert College of Constantinople adlı belgede
de, bugün Natuk Birkan Binası olan
yerin “Power House” olarak adlandırılan bir kazan dairesi olarak
kullanıldığı yazar.
Yine bugün Kayıt İşleri
Binası(Gates Hall-Eski Mühendislik Binası)’nın önünde yer alan
baca, o zamanlar bu kazan dairesine bağlıdır. Tüm kampüsün
ısıtılması ve aydınlatılması bu
kazan dairesinden başlayan tünel
hattı aracılığıyla yapılır. Mehmet
Nafi Artemel hocamız, Washburn
Hall’ün (İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi) 100. yılına ilişkin yazısında şöyle bir anlatıya yer veriyor:
Bina, doğal gaz sistemi için dönü-
şüm geçirirken teknisyenler her kat
için ayrı bir havalandırma borusu
açmayı öne sürüyor; fakat bu durum İİBF Genel Sekreteri Hatıra
Şenkon’un dikkatiyle önleniyor.
Hatıra Bey, Güney Kampüs boyunca yer altı tünellerinden giden ve
Washburn Hall’ün çatısına ulaşan
orijinal bir havalandırma bacası
olduğunu belirterek, yanlış bir çalışma yapılmasının önüne geçiyor.
Kampüste iki adet tünel hattı
bulunuyor: Birincisi Rektörlük
Binası’nı 1.Kız Yurdu’na bağlayan
“Dış Galeri”, ikincisi ise Natuk
Birkan binasını Öğrenci Faaliyetleri Binası(ÖFB)’na bağlayan “İç
Galeri”. İç Galeri sadece altından
geçtiği binaların içine açılırken dış
galerinin kampüs üzerine bir çıkışı
bulunuyor.
kampüsten
05
4
5
Bilinmeyene Heyecanlı Yolculuk
Rektör danışmanı Prof. Dr. Fikret
Adaman’ın izniyle, Mehmet Nafi
Artemel ve BUMAK ile birlikte
tünelleri keşfetmek için ilk olarak Natuk Birkan binasından İç
Galeri’ye giriş yaptık. İçinden
geçen borular sebebiyle ancak
tek sıra halinde yürünebilen bu
tünelden binalara açılan tüm kapılar kilitliydi. Tahmin edilebileceği
şekilde karanlık olan, sadece binalara açılan kapıları barındıran ve
dışarıya açılmayan bu tünel oldukça sıcaktı.
İç Galeri olarak adlandırılan bu
kısmın sadece bina içlerine olan
çıkışları kapalı olduğundan, geldiğimiz yoldan geri dönüp Rektörlük
Binası’nın arkasından başlayan
ikinci tünele (Dış Galeri) geçtik.
Girdiğimiz ilk an, bu tünelin solunda kalan ve aşağı inen merdiven
dikkatimizi çekti. Tünel altında
ikinci bir kat daha olduğunu fark
ettik ve bu merdivenle oraya indik.
Krokide de görebileceğiniz gibi o
merdivenin devamındaki alt tünelin devamı şu anki Kayıt İşleri
Binasına çıkıyor.
Merdivenle tekrar ana tünel hattına çıktıktan sonra “Dış Galeri”
boyunca yürümeye devam ettik.
Rektörlüğün arkasındaki girişten başlayan ve Temel Bilimler
Binası’nın altından devam eden
bu hat bizi 1.Kız Yurdu arkasındaki
tenis kortlarının önüne çıkardı.
Dışa açılan bu tünel, hava akımı
sebebiyle oldukça soğuktu.
Bu gezimizin ardından, tünellerin
içine girerek gördüklerimizin yanında, tarihine ilişkin bilgileri de hocalarımızdan dinledik.
Mehmet Nafi Artemel: “Tüneller
ve Kampüs Okulun Bir Değeri!”
Hepsi kesin olarak bilinmese
de geleneğe göre İstanbul’da
Bizans’tan kalma birçok tünel ağı
var, Boğaziçi’ndeki bu tünellerin de
bu geleneğin bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Bu tünellerin
zamanında birer sığınak olarak
kullanılmış olma olasılığı yüksek.
Robert Kolej’den Boğaziçi
Üniversitesi’ne geçiş sürecinde
annem üniversitede hoca olarak
bulunuyordu, bu sebeple o dönemdeki öğrenci olaylarının da içinde
yaşamış. Annemin anlatılarına göre
tünellerin kapanması 1970’lere
dayanıyor. Boğaziçi’nde, Robert
Kolej’den gelen öğrencilerin ve
hocaların birbirleriyle ve kampüsle
iç içe olma anlayışı var. O yüzden
1970’lere kadar tünellere öğrencilerin rahatlıkla inebildiği söylenir.
Fakat 1970 ve devamındaki siyasi
karışıklık döneminde, hem okul
içindeki hem de okul dışından
grupların tünellere silah saklama
ihtimali ortaya çıkınca tünel girişleri kapatılıyor. Bundan sonra sadece tesisat işleri için kullanılıyor.
Buralarda eski bir Bizans yerleşim
merkezi varmış. Buradan Bebek’e
de inen tüneller de olabilir. Çökmüş
olabilir evet ama neden var olmuş
olmasın? Geçmişi küçümsememek
lazım. Sur çevresinde de yeraltı ağı
çok sağlam. Okulun da altında sarnıçlar var. Bu da biliniyor. Zamanında kampüsün altından geçerek
boğaza inen, fakat şu an çökmüş
tünellerin olduğu da muhtemel.
1 Dış Galeri ve İç Galeri Hatlarının
genel görünümü.
2 Geçmişte kazan dairesine bağlanan,
bugün Kayıt İşleri’nin önündeki
baca.
3 Rektörlük’ün arkasında bulunan
Dış Galeri’nin kapısı
4 İç Galeri Genel Görünüm
5 Natuk Birkan Binası’ndan girdiğimiz tünel hattının sonu
Özet olarak okul arazisi çok değerli
yapılarla dolu; kampüsteki bu tünel yapılanması da aslında okulun
mimarisinin ve temelinin ne kadar
sağlam olduğunu göstermekte.
Ardından 1960 yılında Robert
Kolej’de fizik dersi vermek için
İstanbul’a gelen, “A Bridge of Culture:
Robert College-Boğaziçi University”
kitabının yazarı ve okulumuzun en
köklü hocalarından Prof. John Freely
ile görüştük:
John Freely: “Tünellerden soruları
çalmaya çalıştılar!”
Güney Yemekhane’nin olduğu bina
eskiden ısıtma sisteminin okula yayıldığı noktaydı ve tüm binalar bu
noktadan ısıtılıyordu. Yani tünellerin yapılış amacı ısıtmaydı daha
sonradan da elektrik ve telefon
hatlarının dağıtımı için kullanıldı.
(İstanbul’da elekrik ilk kez Robert
Kolej’de kullanılmıştır.) İstanbul’a
yeni geldiğim zamanlarda Fizik
Bölüm Başkanı Robert McMickle ile birlikte Albert Long Hall’de
aynı ofisi paylaşıyorduk. 1960 ya
da 70’lerde bir akşam öğrenciler
tünelden binaya girerek ofisimde
bulunan soruları çalmaya çalıştılar.
O zaman bunu fark edip müdahale
etmiştik.
İstanbul’un her yanında tüneller
var. Aşiyan Yolu’nun orada, Bizanslılar zamanında inşa edilen tünellerin boğazın altından geçtiği bile
düşünülüyor.
Son olarak da okulumuz 1970-84
Öğrenci İşleri Dekanı ve halen İşletme
Bölümü Öğretim Üyesi Mustafa Dilber ile görüştük.
Mustafa Dilber: “Tünelleri Bilseler
Kitapları Oraya Saklarlardı.”
Robert Kolej’in kuruluşuyla ilgili
kitaplardan bildiğim kadarıyla,
okul kurulduğunda tek bina var:
Hamlin Hall. O yüzden bahsettiğimiz tüneller en başta planlı yapılmış olmayabilir çünkü tek binayı
bir yere bağlamak mantıksız. Binalar eklendikçe, 1900’lü yıllara denk
geliyor, altlarındaki kazan dairelerini birleştirmek için yapıldığını
düşünüyorum.
Öğrenci dekanlığı yaptığım dönemde ülke siyasi olarak oldukça
hareketliydi. Tüneller bu anlamda
kullanıldı mı bilmiyorum ama sol
görüşlü grupların buraları bildiğini
çok zannetmiyorum. Çünkü ben
o zaman lojmanda oturuyordum,
kitap çuvallarını getirip bizim evin
bodrumuna saklarlardı, bilseler
oraya saklarlardı diye düşünüyorum. Niye beni kullansınlar, sonuçta onları ihbar da edebilirim. Demek ki onlar da hiç kullanmamıştı,
bilmiyorlardı.
Yine okuduklarımdan bildiğim
kadarıyla, Osmanlı’daki azınlık
ayaklanmaları zamanında Ermenilerin tünelleri silah deposu olarak
kullandığı söyleniyor. Hatta birkaç
kitapta, Anadolu’daki Amerikan
Kolejleri’nde de silah yakalandığı
yazar. 1915’te Robert Kolej’deki
tünellerde saklanan silahlar yüzünden Ermenilerin yakalandığı ve
bunun üzerine başlarında Cemal
Paşa’nın olduğu İttihatçılar tarafından tehcir kararının alındığını
duymuştum ama kesin bir belge
yok elimizde.
Teşekkür
Haber yapmamız için destekleyen ve
gerekli izni almamızı sağlayan Rektör
Danışmanı Fikret Adaman’a, bizimle birlikte hem tünellere giren hem de
haberi oluştururken pek çok kaynağa/
kişiye ulaşmamıza yardım eden hocamız
Mehmet Nafi Artemel’e, görüşleriyle bizi
bilgilendiren Mustafa Dilber, John Freely
ve Hatıra Şenkon’a, tünellerin krokisine
ulaşmamızı sağlayan Yapı İşleri Daire
Başkan Yardımcısı Hasan Sert’e, tünele
girişimiz için gerekli ekipmanları sağlayan
BÜMAK’a ve fotoğraflar için Ali Özlüer’e
teşekkür ederiz.
06
kampüsten
Editör
Merve Baysal
[email protected]
Varmamıza Ne
Kadar Kaldı?
Zaman geçtikçe ‘eve’
yabancılaşmaya başlıyoruz.
İstanbul’a da alışıyor muyuz?
O da belli değil. Neyle neyin
arasında gidip geldiğimiz bile
muallakta kalıyor.
Yolculuk Üzerine Atıp Tutmalar
Yol çoğu zaman anlam yüklüdür.
Bir yer nedensiz bırakılmaz bir
kere. Öylesine de başka bir yere gidilmez. O yüzden yolculuk geçmişten, gelecekten; bizden, çevremizden parçalar taşır. Hem yapacak
iş de olmayınca yolda, düşünmek
ölçüp tartmak için bol bol vakit kalır insana. Öyle ki otobüste,uçakta
,feribotta gördüğünüz herhangi bir
yolcuyu düşüncelerden uzaklaşmış, yüzünde tasasız bir ifadeyle,
bulmak zordur.
Tam da buradan hareketle, farklı
bir temsil yakalamak adına, ‘boş
kafayla yolculuk yapan insan’
figürü kullanılır orada burada. Üstü
açık arabasında son ses müzik,
saçları uçuşurak giden kız her
zaman hoş bir tablo oluşturuyor
mesela. ‘Nasıl da tasasızsın güzel
kız?’ deriz ona, azıcık da özenerek.
Onlarca klipte, filmde yer buluyorsan hakkın var. Sonra Bodies
klibinde motosikletten atlayıp hoş
bir hanımın arabasına binen, ondan ayrılıp uçak mezarlığında dans
etmeye başlayan Robbie Williams
“Siz öyle gidedurun fakirler, benim
biraz tarzım farklı” der gibidir. Sen
de çok sıradışısın Robbie!
Mevsim Rüzgarları Ne Zaman
Eserse
Bir de Boğaziçi’nde çoğunluğu
oluşturan, şehir dışından gelen
öğrencilerin yolculuklarına bakalım. Bunlar da Robbie Williams
ve saçları uçuşan kız dışındakiler
grubunun, bol düşünmeli hüzünlenmeli yol maceralarıyla birlikte
incelenebilir. Süreç şöyle işliyor:
‘İstikbal Boğaziçi’ndedir herhalde.’ diyerek doğup büyüdüğümüz
şehri bırakıp, bir kaç bavula ne
sığarsa onları da alıp, kendimizi bu başı zaten kalabalık olan
şehre atıyoruz. Sonrası başta 2
haftada bir yapılan, sonra sonra
sınav yoğunluğuna, İstanbul’a
alışma durumlarına göre
‘bayramdan bayrama’ sıklığına
düşen‘ev’ ziyaretleri. Başta az
bildiğimiz yerden çok bildiğimiz
yere doğru yapılan bu seyahatler nasıl da keyifli gelir. Fakat
zaman geçtikçe ‘eve’ yabancılaşmaya başlıyoruz. İstanbul’a
da alışıyor muyuz? O da belli
değil. Neyle neyin arasında gidip
geldiğimiz bile muallakta kalıyor.
Böyle böyle eve gitme süreçleri
zorlaşıyor. Sonra gelsin “Cam
kenarı alayım da yağmur yağarsa
izlerim”ler, gitsin Teomanlar,
Damien Ricelar.
Bir Dahaki Bileti Tekli Koltuktan Alacağım
Bütün bu karmaşık düşüncelere eşlik eden hüzünlü şarkılar
iyi ki de varlar. Ne yazık ki hepsi
torunu geçen hafta ameliyat
olan, ve bunu mutlaka bilmeniz
gerektiğini düşünen, yol arkadaşı
teyze tarafından kesilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Servisin
ne zaman başlayacağını biliyor
muyuzdur. Sonra kulaklık kulağa
zararlı bir şeydir. Eskiden ne
güzel radyo vardır. Herkes beraber dinliyordur. İşte ben de onu
diyorum teyze hep beraber, aile
falan neyse teyze...
Not gibi Not
Bunları okuyup “Yok ya o
kadar da değil, ne güzel ayaklarımızın üzerinde durmayı öğreniyoruz. Ailemizi de görüyoruz
arada sırada yani.” diyen kişi
eşittir duygularını içine atan kişi.
Aslında bir anlatsan çok rahatlayacaksın.
Bütün yolda hüzünlenme teorilerimi boşa çıkaran bir insan
grubu olarak: Yol boyu uyuyan
insanlar. Size bir açıklama getiremiyorum. İyi uykular diliyorum.
YEMEKHANEDE
NELER
DEĞİŞTİ?
Yemekhanede yaşanan hijyen sorunları ve yılın başında
Güney Yemekhane’den fotoğraflarla kanıtlanan
böcek vakası, akıllarda soru işaretleri oluşturdu. Peki,
sonrasında neler oldu bu konuda hangi önlemler alındı,
yemekhanede neler değişti?
Uğur Dündar
[email protected]
Güney Yemekhane’de yaşanan bu
olumsuz gelişmelerden sonra kesin
çözümler elde etmeye çalışan idari
birimler öncelikle taşeron firma değişimine gittiler. Ancak ihale zamanı
olmadığından, iki aylık bir süre için
başka bir firmaya teklif götürüldü
ve yeni bir süreç başlamış oldu.
Taşeron firma değişim sürecinde;
yeni gelen firma tarafından Kuzey
Yemekhane’de kapsamlı bir temizlik
yapıldı. Kuzey Yemekhane’nin alt
katında olan yemek pişirme bölümü
dâhil tüm yemekhane daha hijyenik
bir hale getirilmeye çalışıldı.
Öğrencilerin şikâyet ettikleri bir
diğer konu olan kırık tepsi, bardak
ve tabaklar sorunu Sağlık, Kültür
ve Spor Daire Başkanlığı tarafından
yüklü bir miktarda alınan yeni malzemelerle çözüme kavuşturuldu.
Alınan yeni malzemelerin de kırıl-
masını engellemek için bulaşıkhane
önüne yeni bir bantlı tepsi makinesi
alımı yapıldı. Aynı zamanda öğrencilerin daha kolay ve hızlı bir şekilde
tepsilerini bulaşıkhane bölümüne
aktarmaları sağlandı.
Güney Yemekhane’nin hafta sonu
akşam yemeği için kapalı olması da
çözüme kavuşturuldu. Bu konuda
talepte bulunan öğrenciler tarafından 26 Ekim tarihinde kampüs genelinde imza kampanyası başlatıldı.
16 Kasım tarihinden itibaren Güney
Yemekhane hafta sonları akşam
yemeği için öğrenci hizmetine açıldı.
Öğrencilerin bir diğer sorunu olan,
akşamları yemek kartlarına yükleme
yapma işleminin Güney Kampüs’te
olmayışı da yeni öğrenci kartları ile
giderildi. Kartında yeterli bakiyesi
bulunmayan öğrenciler, artık anlaşmalı banka ATM veya internet şubesi
kampüsten
07
Editör
aracılığıyla kartlarına istedikleri
miktarda yükleme yapabiliyorlar.
Beslenme konusunda uygun fiyatlarıyla öğrencilerin tercih ettiği yerlerin başında gelen yemekhaneler,
gerekli müdahalelerle öğrenciler
için daha işlevsel hale getirildi. Bu
ay yapılacak olan yeni yemekhane
ihalesi sonrası nelerin değişeceğini
de hep birlikte göreceğiz.
Alper Sezer
[email protected]
ÖĞRENCİ
GÖRÜŞÜ
Cemal Tuğrul Yılmaz/ Makine Mühendisliği 3. Sınıf
Yemekhanedeki değişimlerden
memnun musunuz?
Üç yıldır 1.Erkek Yurdu’nda kalıyorum. Hafta sonu Güney
Yemekhane’de akşam yemeği verilmeye başlanması şüphesiz burada
kalan öğrenciler için çok faydalı
oldu. Özellikle soğuk ve yağışlı
havalarda o yokuşu inip çıkmak
bizler için tam bir eziyete dönüşüyordu. İmza kampanyası sayesinde
bu sorunumuzu yüksek sesle dile
getirme şansı bulduk. Ayrıca kısa
sürede yapılan değişimler öğrenciler
için olumlu oldu.
UZMAN
GÖRÜŞÜ
Meral Zeren / Kantin ve Kafeteryalar
Şube Müdürü
Göreve geldikten sonra
ilk olarak neler yaptınız ?
Öncelikle göreve yeni başlamış birisi
olarak, yemek pişirilme bölümüne
anlık müdahaleler ile işe başladık.
Porsiyon miktarlarını tekrar gözden
geçirdik. Sağlıklı beslenmeyi ön plana
çıkarmak istediğimiz için üniversite
bünyesine bir gıda mühendisi alındı.
Yemekhaneden çıkan çöplerin geri
dönüşüm için ayrıştırılmasını sağladık. Son olarak da baharatlık ünitelerini sıra oluşumunu en aza indirmek
için yeniledik. En önemli amacımız
öğrencinin karnının bir şekilde
doyması değil, sağlıklı beslenmesidir.
Öğrencilerin soğuk havada Kuzey
Kampüs’e kadar yürümesi de sağlık
açısından olumsuz olduğu için, Güney
Yemekhane açılma talebine olumlu
yaklaştık. Talepleriniz ve şikâyetleriniz
için kapımız herkese açık.
AKADEMİSYEN
GÖRÜŞÜ
Yrd. Doç. Engin Ader / Kantin ve
Kafeteryalar Denetleme Komisyonu
Başkanı
Son zamanlarda yemekhanede
ortaya çıkan olumsuz durumlar sonrası ne gibi gelişmeler
yaşandı?
Meydana gelen olumsuz durumlardan sonra Rektörümüz Sn.
Gülay Barbarosoğlu’nun yemekhaneye gelip durumu bizzat
incelemesi gerçekten çok olumlu
bir gelişme oldu. Bu geliş öncesi
iki toplantı yapıldı ve yemekhane
olayının üzerinde kendisinin ne
kadar çok durduğunun göstergesi
oldu. Temiz, sağlıklı ve ucuz yemeğe büyük önem veriyoruz. Komisyon olarak yemekhane bakım
ve denetleme gibi işlerin sorunsuz
yapılması için çaba gösteriyoruz.
Güney Kampüs’e akşam yemeği
gelmesi durumunu kaynakların
verimli kullanılması açısından
olumlu bir girişim olarak görüyorum. Hâlihazırda var olan bir
yemekhanenin öğrenci ihtiyaçları göz önünde bulundurularak
hizmete açılması, öğrencilerin de
istekleri bakımından sevindirici
bir gelişme.
Yemekhanede yaşanan
olumsuzluklardan sonra
anlaşılan yeni yemek
şirketini önceki ile kıyaslar
mısınız?
Şu anki şirket 30,2%
daha iyi.
Şu anki şirket 2,5%
daha kötü.
Bir fark
hissetmedim.
38,0%
Fikrim yok.
29,3%
Yasal Mermiler
ve Adalet
İnsanın varoluşundaki en temel
olgu olan, söylemlerde ve parti
isimlerinde çok fiyakalı duran
adalet; bir gün, hepimize lazım
olacak.
Neredeyse tüm dünyada devlet algısı, baskı ve despotizm ile
özdeşleşen, yasal şiddet üreten bir
yapı haline geldi. Bilindiği üzere ülke
tarihimiz de, “resmi ideoloji” dışında
kalanlara yapılan baskı ve adaletsiz
uygulamalarla dolu.
Bugünün iktidarı, bir dönem bu
çemberin dışında kalan ve devletin
sert yüzünü görenlerden oluşuyor.
Bu nedenledir ki, resmi ideolojinin
sınırları dışına çıkarak; Kürt sorunu,
başörtüsü ayrımcılığı, askeri vesayet
gibi konularda önemli adımlar attı.
Ancak kendini “muhafazakar”
olarak tanımlayan iktidar, bir yandan
olumlu adımlar atıp geçmişteki
karanlığı eleştirirken; bir yandan da klasik devlet reflekslerini
güçlü bir şekilde muhafaza edip, o
karanlığın en derinlerine düşüyor.
Özellikle 2009’dan bu yana gittikçe sertleşen, tüm “ötekilere” baskı
politikalarını uygulayan bir devlet
mekanizmasıyla karşı karşıyayız.
Kendisine karşı söylenen her
sözü şiddetle susturmaya çalışan,
eleştiriye tahammülü kalmayan, her
tepkiyi sindiren bir güç ve korku
odağı.
*
Yasalarımız sağ olsun, pratikte,
ancak devlet izin verirse devlete
karşı yürüyüş yapabilmek gibi bir
oksimorona sahibiz. Son 3-4 yılda
bu konuda daha da gaddarlaşan
yaklaşım; sokağa çıkan, tepkisini
göstermek isteyen her grubun
gaz, tazyikli su ve tutuklamalarla
tanışmasıyla sonuçlanıyor.
Örneğin, kendisi de bir dönem işçi
eylemlerinde poz veren Erdoğan’ın
hükümeti, büyük bir haksızlıkla
işlerinden olan yüzlerce Tekel
emekçisinin eylemini gaz ve tazyikli
suyla sonlandırmayı tercih etmişti.
Yine bir zamanlar her 2-3 günde bir
yürüyüş yapılan Taksim’de; kentsel
dönüşüm adı altındaki, yoksullar
için sürgün, müteahhitler için bir
rant projesi olan mutenalaştırma
çalışmalarından bu yana; her türlü
yürüyüş yasaklanmış durumda.
Gaz ve etkileri yüzünden
kaybettiğimiz emekli öğretmen
Metin Lokumcu, dershane emekçisi
İrfan Tuna gibi isimlere rağmen,
benzer tutumu görmeye devam
ediyoruz. İtiraz ve eleştiriye karşı bu
yaklaşım, bizi klasik bir kadere; bazen gaz, bazen kurşunlarla devletin
vatandaşının ölümüne yol açtığı bir
sona sürüklüyor.
Klasik devlet reflekslerinin,
batıdaki Gezi gibi nadir örneklerin
dışında aslen doğuda yıllardır muhafaza edildiği aşikar. Roboski’deki
35 can, Reyhanlı’daki ihmaller,
Diyarbakır’da havan mermisiyle
katledilen 12 yaşındaki Ceylan
Önkol, Mardin’de vücudundan 13
kurşun çıkan 12 yaşındaki Uğur
Kaymaz, polis aracı tarafından
ezilen Sinan Saltıkalp, en son
Lice ve Gever’de polis ve asker
kurşunlarıyla öldürülenler ve ismini
sığdıramayacağımız, katledilen ya
da sorumluları cezalandırılmayan
daha nice canlar…
Konunun bir boyutu da tutsak
edilenler. Taş atan çocuklar, Kürt
siyasetçi ve gazeteciler, Gezi eylemcileri, suçu parasız eğitim pankartı
açmak olanlar; poşu taktığı, evinde
maske bulunduğu için örgüt üyesi
yapılanlar… Otoriteye karşı gelenler, ibret-i alem anlayışıyla bir
bir cezalandırılıp, yaratılan korku
atmosferiyle protestoların önü
kesilmeye çalışılıyor.
Geldiğimiz nokta; intikam
duygusuyla yürütülen bir siyaset,
gittikçe yükselen bir kibir ve güç
sarhoşluğu… Bunlar karşısında
ihtiyacımız olan tek şeyse: birazcık
adalet!
08
kampüsten
Kantinler: Ne Kadar Memnunuz?
Kışın gelmesiyle kantinlerde hızla artan nüfus kimsenin
gözünden kaçmamıştır. Yemek çeşitleri ve fiyatlarıyla
da dikkat çeken kantin sorunları, son aylarda kapasite
yetersizliği ile beraber yeniden gündemde.
Alara Adalı
[email protected]
Güney’de Teras, Çarşı ve Orta Kantin, Kuzey’de ise K-Park Cafe ve
Kuzey Kantin öğrencilerin vakit
geçirmek için uğrayabileceği kantin
seçenekleri. Ancak kış mevsiminin
de yaklaştığı şu dönemlerde okulumuzdaki kantinlerde yer bulmak
imkânsızlaşıyor. Özellikle menülerdeki seçeneklerin pratik olmaması
ve çeşitlerdeki darlık öğrencileri zor
duruma sokuyor.
“Cafe de Paris” soslu tavuk gibi çeşitleriyle bir restoran havasında. Farklı
yemeklerin de menülerde bulunması
güzel bir seçenek fakat öğrenciler bu
işletmelerde hem hızlı servis edilebilecek hem de doyuracak yiyeceklere
ihtiyaç duyuyorlar. Bu ihtiyacı Kuzey
Kampüs’te K-park ve Kuzey Kantin
kısmen karşılıyor. Tost, hamburger
gibi seçenekleriyle aralarda yemekhaneye inme fırsatı bulamayan öğrencilere bir alternatif oluşturuyor.
Güney’de hızlı yemek için tek seçenek Çarşı’da bulunan Börekçi. Soğuk
sandviç, börek ve kurabiye seçenekleriyle öğrencilere hızlı ve doyurucu
bir hizmet veriyor.
Yemek Çeşitliliği
Kantinlerdeki belli tipte yemekler
öğrencilere sınırlı seçim hakkı tanıyor. Menülerde bir tipte yemeğin
çeşitli alternatiflerinin bulunması
öğrencilerin seçeneklerini daraltıyor.
Özellikle Güney Kampüs kantinleri
şikâyetlerin odaklandığı yer. Bu işletmeler “kantin” adıyla hizmet verse
de; normal bir öğrenci kantininde
bulunması gereken çabuk yenecek
yiyecekler açısından sınırlı çeşide
sahip. Orta Kantin atmosferiyle ilgi
çekip, kekleri ve kahveleriyle bir kafe
gibi hizmet verirken, Teras Kantin ise
Fiyatlar
Okulun çayı her yerde 50 kuruşa
satma politikası öğrencileri mutlu
eden bir özellik. Fakat bunun dışında, var olan yerler kantin fikrinden
uzak olunca, yemek fiyatları da normal kantin fiyatlarından farklı oluyor. Bir öğrencinin herhangi bir kantinden yiyeceği bir öğünlük yemeğin
masrafı, rahatça 10 TL’yi bulabiliyor.
Ne yazık ki, en çok özlemini çektiğimiz ev yemeklerini de yemekhanede
yemiyorsanız uygun fiyata bulmanız
çok zor. Tek alternatif olan New Hall
Çatı’da da aynı şekilde bir menü 8-10
Süveyda Çil
[email protected]
TL’ye mal oluyor.
Özetle, hafta içi her gün kantinlerde
bir öğün yemek yiyen bir öğrencinin
aylık 200-250 TL civarı bir yemek
masrafı oluşuyor.
Kapasite Sorunu
Bu konudaki diğer bir büyük sorun da, kantinlere ayrılan alanın
artan öğrenci kapasitesini karşılayamaması. Öğrencilerin zaman
geçirebileceği kapalı alanlar yetersiz
ve kantinler, öğrenciler için karın
doyurmanın yanı sıra, aynı zamanda bir sosyalleşme alanı. Ancak kış
günlerinde kantinlerde yer bulmak
neredeyse imkansızlaşıyor. Birçok
öğrenci yer bulamıyor, ya ayakta
kalıyor ya da dışarıda oturmak
zorunda kalıyor. Ayrıca, mevcut
kantinler kapasite olarak bu kadar
yetersizken, kampüsteki bazı ortak
kullanım alanlarının Starbucks ya da
Dunkin Donuts gibi bir tip yiyecek
veya içecekte özelleşmiş global firmalara veya öncelikli ihtiyaç olmayan berber, kitabevi gibi işletmelere
verilmesi de öğrencilerin tepkisini
çekmekte. Rektör Gülay Barbarosoğlu, Dinamik Gazete’nin
geçtiğimiz sayısındaki röportajında,
Teras
Orta
Çarşı (Börekçi)
Kuzey
K-Park
okulun fiziksel yönden öğrencilere
yetersiz geldiğinin farkında olduğunu söylemiş ve kampüsleri yapısal
yönden geliştirmek için çeşitli projeleri olduğunu belirtmişti. Bu projelerin, öğrencilerin en temel sosyal
alanı olan kantinlerdeki kapasite
sorununa da bir çözüm getireceğini
umut ediyoruz.
Gezici Kantin
Gezici Kantin, Boğaziçi Forumu’na
bağlı olan Öğrenci Kooperatifi Çalışma Grubu tarafından kuruldu.
Üniversitedeki kantinlerin fiyat
ve kapasite açısından yetersiz olduğunu düşünen grup, öğrenci
inisiyatifine dayanan bir kantinin
gerekliliğini savunuyor. Bu düşünceden yola çıkılarak kurulan Gezici
Kantin’i öğrenciler işletiyor, satışa
çıkarılan yemekleri öğrenciler yapıyor. Şeffaflık ve gönüllülük ilkeleriyle
hareket eden Gezici Kantin’de her
yemek belirli bir fiyatla satışa çıksa
da öğrenciler, aldıkları yemek için ne
kadar isterlerse ödemekte serbest.
Şimdiden okul kantinlerine bir alternatif olan Gezici Kantin’in ileride
kampüs hayatında daha büyük yer
kaplaması kesin gözüküyor.
Makarna çeşitleri
8
Tavuklu yemek
7.5-9.5
Etli yemek
7.5-13
Brownie
5
Kurabiye çeşitleri
3-3.5
Bir zeytinyağlı çeşidi
2.5
Sandviçler
4.5-7.5
Börek çeşitleri
2.5-3
Poğaça/Açma
0.75-1.25
Tost
1.5-2.5
Soğuk sandviç
2-5
Tost çeşitleri
1.5-4
Tavuklu yemek
8
Etli yemek
9-11
Makarna çeşitleri
7-7.5
Tost çeşitleri
1.5-3.5
Simit / Kaşarlı
1-1.75
Açma-Poğaça
0.75
Sandviç çeşitleri
1.75-3.25
Kumpir
3
kampüsten
Şimdi Çocuk
Olmak Vardı!
Kampüsteki kantin alanlarının yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet
22,7%
Hayır
77,3%
Kantinlerde bir öğle/akşam yemeği için ortalama ne kadar harcıyorsunuz?
2-4 TL
5,3%
4-6 TL
6-8 TL
8-10 TL
10+ TL
Kampüsteki kantinleri genel olarak
puanlayınız. (1:Çok Kötü, 5:Çok İyi.)
Yanıt
Değerlendirme Puan
Seçenekleri Ortalaması
Fiyat
2,61
Kalite
3,05
Çeşitlilik
3,11
Hijyen
3,06
Mekan
2,96
ÖĞRENCI
GÖRÜŞÜ
Ege Akdemir, Sosyoloji
2. sınıf öğrencisi
Sizce kantinlere ayrılan alan yeterli
mi?
Özellikle kışın kantin kapasiteleri
hiçbir şekilde yeterli gelmiyor, bundan herkes şikayetçi. Oturacak yer
bulmak mümkün değil ve mevcut
alanlar da tam kapasitesiyle kullanılmıyor. Belirli bir düzen yok. Kuzey
Kantin’in kapasite olarak yeterli gelmediği kesin, Orta Kantin zaten küçük, Teras Kantin’de yemek alıp dışarı
çıkmak gerekiyor. Kışın tabi ki bu çok
zor oluyor.
Ömer İlgezdi, Tarih 1. sınıf öğrencisi
Kantindeki yemek çeşitliliği ve kalitesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kalite sofistike yemekler için güzel
ama daha basit simit gibi yiyecekler
için kötü. Öğrencilere hitap eden
basit yiyecekler konusunda eksikler. Kantinlerde kahvaltı yapmak
istediğimde zorlanıyorum çünkü
yiyecekler yetersiz. Bayatlık her yerde
görülebilecek bir durum, ama kantinlerindeki yiyeceklerde sorun düşük
kalitede. Okul kantinlerini poğaça,
tost gibi temel yiyecekler açısından
yetersiz buluyorum.
11,5%
23,5%
42,0%
17,6%
Öğrencilerin de çalışacağı,
kar amacı gütmeyen bir
öğrenci kooperatifi kantini
fikrini uygulanabilir buluyor
musunuz?
Evet
69,8%
Hayır
Fikrim Yok
23,5%
6,6%
Dr. Engin Ader, Kantin ve Kafeteryalar
Denetleme Komisyonu Başkanı:
Sizce kantinlere ayrılan alan yeterli mi?
Bazı kantinlerde açık mekan çok
fazla olduğu için kış ayları geldiğinde
mekanları daralabiliyor. Bu yüzden
özellikle soğuk kış aylarında kantinlerde kapasite sorunu yaşandığına
katılıyorum. Üniversitedeki kapalı
mekanların ve haliyle kantin olarak
kullanılan yerlerin sınırlı oluşu ve
kantinlerin kiralarının kapalı alanlarının metrekaresiyle doğru orantılı
olması da kapasiteyi etkileyen faktörler olabilir.
Kantinlerin menüleri hangi standartlara göre belirleniyor?
Denetleme komisyonunun Twitter
ve Facebook hesaplarından duyurduğumuz ve kantinlerin asması
gereken bir fiyat listesi var. Bu liste
temel ürünleri içeriyor. Kantinler bu
ürünlerin bir kısmını mutlaka bulundurmak zorundalar. Ve onların
fiyatları verilen listedekinden fazla
olamaz. Bunun dışında bir işletmenin ızgara ürünleri ve sulu yemekleri satıp satamayacağına mutfaklarının ve besin hazırlama/saklama
mekanlarının komisyonumuzun
belirlemiş olduğu kriterlere uygunluğuna göre karar veriliyor. İşletme
bu kriterleri karşılıyorsa menüsünü
genişletebiliyor.
09
Melike Duygu
[email protected]
“niye izin vermiyorsun yoluna
kuş konmasına?
niye izin vermiyorum yoluma
kuş konmasına?
niye kimseler izin vermez
yollarına kuş konmasına?
‘öyle güzelsin ki kuş koysunlar
yoluna’ bir çocuk demiş.”
Nilgün Marmara’nın son zamanlarda pek popüler olan, kapak
fotoğraflarımızı süsleyen, şahane
dizeleri.
Diyemediğimizi söyleyen, özgür,
en çok da masumiyet denince akla
gelen, çocuk.
Dokunulmaz, sevimli, kırılgan ama
neşeli, hayat dolu.
Yetişkinler olarak kendi aramızda
birbirimizi “Çocuk olma!” diyerek
uyardığımız hareketler var ya mesela işte onların hepsi var çocukta.
sever, şımarır, oynar, belki biraz
bencildir; ilk şekerini annesiyle
paylaşacak değil ya, paylaşmayı
sonra öğrenir.
kıskanır çılgınca; annesini, babasını, sonradan gelen ufak kardeşi.
ağlar delicesine; ortada bir neden
yokken hem de, tüm saflığına
ulaşana kadar.
Hayalleri vardır uçsuz bucaksız,
rüyaları vardır diyar diyar dolaştığı.
Kar denince aklına kartopu, kardan adam gelir; trafik, ertesi günün
telaşı gelmez mesela.
Sonra naz yapmayı iyi bilir, bir şey
istendiğinde daha çabalamadan
“Bulamıyom anneee” deme lüksü
vardır. İşini yaptırır büyüğüne,
kendisi yapmaz.
Öylesine yaşamayı bilir hayatı.
Kuş gibidir çocuk, ürkek, uçacak
kaçacak gibi, bıcır bıcır, kıpır kıpır.
Kalbi saftır, daha öğrenmemiştir
nasıl yalan söyleneceğini, nasıl kin
besleneceğini.
Umutları vardır, rengârenktir dünyası çikolatalar, balonlar…
Çocuk öyle bir şeydir ki aslında,
her haliyle tüylerini diken diken
edebilir insanın; bir şey der, bir
bakar, bir anda afallatır.
Çünkü aniden sever, güler, ağlar
çocuk; hesap yapmaz.
Daha öğrenmemiştir yüzünü saklamayı, değiştirmeyi.
Bilmiyordur önyargıları.
*
Tam da burada çocuk olası gelir
insanın, içinde zor bela sakladığı
cevheri çıkarası.
Birden dönsek özümüze mesela,
Etrafımızdaki çocuklara baksak da,
seçsek olmak istediğimizi:
Mesela kendisinden büyük arabasıyla kağıt toplayan,
Mendil satan, araba camı silen, çiçek
satan, tiner çeken, evlendirilen,
13 yaşında olup da yola sprey boyayla “Hükümet İstifa” yazdığı için 2 yıl
hapis istemiyle mahkemede yargılanan,
Taciz edilen, okuyamayan, kitap
bulamayan, Van’da üşüyen,
Kimyasal silahın tadına bakan, bombalarla saklambaç oynayan,
Birileri, onun gibi 10 kişinin yerine de
yemek yediği için sefalet çeken...
Çeşit çeşit ‘çocuk’…
Hep yiyecek değil ya bu çocuklar,
hem de çalışsınlar demiş bazı büyükler,
Şu anda ülkemizde 6-17 yaş grubundaki çocukların istihdam oranı yüzde
5,9.
Yani yaklaşık 1 milyon çocuk arı gibi
çalışıyor vızır vızır,
Üstelik yüzde 49,8’i kesintili de olsa
okula devam ediyor, yüzde 50,2’si ise
hiç okula gitmiyor.
*
Sanki bizim dünyamızda değiller gibi
değil mi?
Hissettikleri, yontulmuş hayalleri,
bizim görmezden gelişlerimizle…
Aslında bizim yaratıp da kenara çekildiğimiz kaosun tam da ortasında,
Büyümeye değil, yaşlanmaya çalışıyorlar.
Kuyruğu ebemkuşağı rengindeki
uçurtmaları savrulalı çok olmuş.
Belki de hiç olmamış uçurtmaları.
Sahi bizim vardı uçurtmalarımız
küçükken, neredeler şimdi?
Allah iyiliğini versin, ne güzel bir
dilek.
Allah iyiliğinizi versin çocuklar!
10
kampüsten
“BURADA BANKA İSTEMİYORUZ”
“Burada banka istemiyoruz”, geçtiğimiz ay boyunca
Kuzey Kampüs’te pek çoğumuzun gözünden kaçmayan
bu pankartla başlayan eylem sürecinde neler oldu? Dile
getirilen talepler nelerdi?
Ebrar Bahçivan
[email protected]
Eskiden kontör satışı yapılan, ancak bir süredir boş olan alana bir
banka yapılacağının duyulması
öğrencilerin tepkisini çekmişti.
Kasım sonlarına doğru “Burada
banka istemiyoruz” yazılı pankartın
asılmasının ardından haber giderek yayıldı. Okulda bir bankadan
ziyade öğrencilerin ihtiyaçlarını
karşılayan alanlara öncelik verilmesi düşüncesi, yapılan anketler ve
imza kampanyasıyla desteklendi.
Boğaziçi Forum’un çekmiş olduğu protesto videosu, öğrencilerin
banka açılmasına karşı olma sebeplerini ironik bir şekilde ortaya
koymuş ve sosyal medyada epey
ilgi görmüştü.
Tepkilerin yoğun olduğu bu sürecin
sonunda, öğrenci ve çalışanların
temsil edilmediği bir komisyonda
(Kiralama Komisyonu), onlar adına
karar alınmasını da protesto eden
bir eylem kararı alındı. Bu sırada
Genel Sekreterlik “…Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde yeni bir banka
şubesi açılmayacaktır ve şu an için
bu yönde bir ihtiyaç bulunmamaktadır.” şeklinde bir açıklama yaptı.
Bir bankanın şube açmak amacıyla
başvurduğunu, ancak bu talebin
Kiralama Komisyonu tarafından
sadece ön değerlendirme olarak
görüşüldüğünü belirten okul, böylece bir banka açılmayacağını kamuoyuna duyurmuş oldu.
Şimdilik bir banka açılmayacağı
okul tarafından resmi olarak teyit
edilmiş olsa da öğrencilerden gelen
kararlı tepkiler başka konuları da
gündeme getirdi. Kampüslerde öğrenci kullanım alanlarının yetersizliği, kantinlerdeki sıkıntılar ve daha
pek çoğu banka konusunun altında
tartışılan gündemlerdendi.
Üzerinde durulan diğer bir gündemse, kampüsteki yaşantıyı etkileyecek konuların öğrenci veya
çalışanları temsil eden kimsenin
bulunmadığı bir komisyonda
tartışılıp kararlaştırılmasıydı.
Eğitim-Sen bu konuda üniversite
kamuoyuna yaptığı açıklamada,
öğrencileri ve çalışanları temsil
eden kişilerin komisyonda olması
gerektiğine dikkat çekti. Daha önce
Starbucks eylemiyle gösterilen
tepkide de, kampüsteki alanlarda
çoğunluğun memnuniyetini sağlayacak katılımcı politikaların gereği
vurgulanmıştı.
Son durumda alanın nasıl kullanılacağı, öğrencilerin ihtiyaçları
doğrultusunda dile getirdikleri
taleplerin karşılanıp karşılanamayacağı belirsiz. Söz konusu yerin
dar oluşu kullanım verimliliğini
düşürse de, ortak akılla öğrencileri
memnun edecek bir çözüm bulmak
güç değil.
Yaşanan olaylarda Eğitim-Sen ile
birlikte rol alan Boğaziçi Forum’a
tartışılan alanın nasıl kullanılabileceğini ve eylemlerin devam etme
durumunu sorduk:
GÖRÜŞ
Mert Kaya/ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler 1.sınıf/ Boğaziçi Forum
Aslında yapılan uyarı eylemini, sadece banka ve o alana indirgemek doğru olmaz diye düşünüyorum. O alan
üniversite mekânlarından yalnız birisi ve daha çok sembolik bir özelliğe
sahip. Biz o alandan hareketle genel
üniversite politikasına müdahale
etmek, üniversite mekânları üzerinde üniversite mensuplarının sözünü
korumak için böyle bir süreci başlattık. Bu süreçte yaptığımız anketlerde,
hem sermayenin üniversiteye girmesinin hem de üniversite mekânları
hakkında, başta öğrenciler olmak
üzere, üniversite mensuplarına
sorulmadan hareket edilmesinin
istenmediğini gördük. Son yapılan
forumda konuşulanlarla, oranın en
azından öğrencinin onayını alarak
kurgulanacağını ümit etmekteyim ve
bunun üniversite adına çok büyük
bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Ayrıca forum içinde çalışacak
bir çalışma grubu bundan sonra
bütün üniversite mekânlarını izleyecek; yapılacak ihaleler, mekânlarda
yaşanacak değişimlerle ilgili forum
üzerinden okulu bilgilendirecek.
Böylelikle oluşacak kamuoyu ve ya-
pılacak tartışmalarla, bundan sonra
üniversite bileşenlerinin yaşadıkları
yerler hakkında verilen kararlara
dâhil olmasının önü açılacak diye
düşünüyorum.
ANKET
Kuzey Kampüs’te, ING Bank açılma
ihtimaliyle gündeme gelen alan sizce
nasıl değerlendirilmeli?
210 kişi tarafından cevaplanan
ankette en çok yakınılan, okuldaki
kapalı alan eksikliğiydi. Sıkça dile
getirilen cevaplar ise: yeme-içme
alanı olarak değerlendirilmesi;
çorba, sandviç veya çay, kahve vb.
temel şeylerin satılacağı bir büfe/
kantin olması, yıkılıp yeniden düzenlenerek bir öğrenci koopearitifine dönüştürülmesi, odası olmayan kulüplere verilmesi, kapalı bir
çalışma alanı olarak düzenlenmesi,
eğer kira gelirleri okulun diğer
ihtiyaçları için kullanılacaksa bir
bankaya verilebileceği ama bunun
da Ziraat Bankası gibi çoğu öğrencinin burs/kredi vb. işlermleri için
kullandığı bir banka olması idi. Pek
çok öğrenci ise bu tarz taleplerin
bir komisyon kurularak tartışılması gerektiğini belirtti.
kampüsten
11
BAZEN DOST
BAZEN DERT
Kantine girdin, oturacak yeri de buldun; tam zevkle
yemeğini yiyecekken birden bir “mrrrr” sesi geldi,
ardından bir çift göz, eğilmiş kulaklar, yapılan
şirinlikler…
Hande Yıldırım
[email protected]
Boğaziçi denilince akla gelen şeyler
vardır; başta manzara, petek, çimler, sonra malum sayısı hiç de az
olmayan kedi ve köpeklerimiz. Son
zamanlarda kantinden, tuvalete her
yerde karşımıza çıkmaları, hijyen
konusunda birçok kişiyi tedirgin etmeye başladı. Kampüsteki
hayvan sayısının azaltılması için
okulun önlem alması sıklıkla dile
getirilen çözüm önerilerinden biri.
Diğer taraftaysa halinden memnun
olan, ‘Bırakınız, gezsinler kampüste’ diyen bir kesim var. Nasıl bir
ortak çözüme ulaşılabileceği ise
hala belirsiz.
Okulun Çalışmaları
Okul, geçen sene hayvanların
sayısının kontrol altına alınması,
bakımlarının sağlanması ve gerekli kontrollerin yapılması için bir
veterineri işe aldı ve kısırlaştırma
çalışmaları başlatıldı. Bunun yanı
sıra Güzel Sanatlar Kulübü kedilere
yaptıkları barınaklar ile alternatif
bir çözüm üretti. Ancak yapılan
çalışmalar, hala yetersiz kalıyor ve
özellikle zaman zaman saldırganlaşan köpeklere bir çözüm getiremiyor. Öğrencilerin okuldan istediği
ise hayvanların barınaklarının
olması, bakımlarının yapılması,
sayılarının kontrol altına alınması
ve düzenli beslenmeleri.
raz da olsa içeri girmeleri önleniyor,
belki barınak sayısını arttırmalıyız.
GÖRÜŞLER
*Kampüsteki kedi ve köpek
varlığından memnun musunuz? Hijyen açısından sizi rahatsız ediyor mu?
*Okulun bu konuda neler yapmasını
bekliyorsunuz?
Dilan Tanal - Psikoloji 3.Sınıf - Güzel
Sanatlar Kulübü
Kediler tuvalete girip su içiyor ve
sonra masalarda yürüyorlar. Bundan iğreniyorum; ama görmezden
gelip ders çalışmaya devam ediyorum. Bir yandan da kedilerin
bizden daha hijyenik olduklarını
düşünüyorum. Kendilerini temizliyorlar. Okul çoğu yere uyarılar
asmış “İçeri Almayın” diye. Kimse
içeri bilerek almıyor da, en azından
kapalı mekanlara girmemelerini
sağlayabilirsek çok güzel olur.
Mesela, özellikle kışın soğukta
kediler barınağa alışıyorlar. Yani bi-
Gökhan Bal- Teras Kantin Çalışanı
Okul tatile girdiğinde kedi ve köpekler aç kalıyor ve normalde uysal
oldukları halde saldırganlaşıyorlar.
Kediler çok cana yakın oldukları için
üzerimize atlıyorlar. Bazı öğrenciler
hiç rahatsız olmuyor ve aynı tabaktan
yemek yiyorlar. Sattığımız mamalara
talep var; ama 1 TL gibi uygun fiyat
olmasına rağmen yoğun değil. Yani
kedileri kantinlerden uzak tutmak
için çözüm olmuyor. Okulun hayvanlara özel, güzel bir barınak yapması
gerekiyor.
Birgül Heinz - İşletme Bölümü
Sekreterliği
Burası bir kamu alanı. Burada çalışan
insanlar arasında alerjik olanlar var.
Oğlum yuvadayken şubat tatilinde
köpeklerin saldırısına uğradı. Şubat
tatilinde okul sessiz ve köpekler
o bölgeyi benimsiyorlar. 3 köpek
oğlumu ısırmak üzereydi ve büyük
mücadele verdim. Okulda “Aşılıdırlar,
veteriner var .” diyorlar. Hamileler,
görme engelliler var. Birinin şah
Kampüsteki hayvanların sağlığıyla
ilgili gerekli kontrollerin yapıldığını
düşünüyor musunuz?
Evet
24,2%
Hayır
38,2%
Fikrim Yok
37,6%
Kampüsteki hayvan sayısının
azaltılması gerektiğini düşünüyor
musunuz?
Evet
44,8%
Hayır
51,4%
Fikrim Yok
3,9%
Kantinlerde hijyen konusunda
(yemek öncesi veya sırasında)
hayvanlardan kaynaklanan bir
tedirginlik yaşıyor musunuz?
Genellikle
34,5%
Bazen
39,2%
Hiç
26,2%
Okulda bir veteriner olduğunu
biliyor muydunuz?
Evet
47,9%
Hayır
52,1%
Anket 400 kişiye uygulanmıştır
damarına saldırıp ölümüne sebep
olsa, aşılı olmasının önemi yok.
Kampüsün hijyenik olması gereken
yerlerinde dolaşıyorlar. Ofisteki
kedinin piresi yüzünden 5 gün hastanede yattım. Okula dilekçe verdim;
ama hiçbir şey yapılmadı. Hayvanseverlik ve bu başka şeyler.
Ayşegül Özer - Memur
Kedileri 5 senedir bireysel olarak
besliyoruz, fakülte karşılamıyor.
Fen-Edebiyat, Natuk Birkan binaları
ve Politika bölümü asistanları da
kedileri besliyor. Hayvanlardan
memnunuz. Yemeklerini yiyip
kenara çekiliyorlar. Bazı insanlar rahatsız ama biz de onlardan
rahatsızız. Alan geniş ve kediler de
gayet temiz.
Kadir Koç - Veteriner
Mart ayından beri okuldayım
ve buradaki ilk veterinerim.
Hayvanların çoğalmalarını engellemek için okulla birlikte kısırlaştırma
çalışmalarımız var. Yaz aylarında
öğrencilerle karşılaşınca bir veteriner olmasına şaşırıyorlardı. Ama bir
bilgilendirme maili atılmıştı. Herkes-
in okulda bir veteriner olduğundan
haberi vardır, diye düşünüyorum.
Yaralı hayvan için ya da farklı konular için arayan öğrenciler oluyor.
Hijyenik açıdan da kampüs tam
manasıyla uygun denemez ama
burası bitkisel ve hayvansal olarak
çok zengin bir yapı. Kediler kendilerini temizliyorlar. Tertemiz bir ortam
olmasını herkes ister tabi ki; ama
buradaki hayvan varlığına rağmen
bizim de üzerimize düşenler var.
12
kültür-sanat
SİNEMANIN YERİ AVM MİDİR?
Yeni sinema kültürüyle beraber giderek daha çok
birbirine benzeyen filmler izliyor, tarihi sinemalarımızı
bir bir kaybediyoruz. Lale, Rüya, Moda, Lüks, Yeni
Melek ve Emek Sinemaları İstanbul’da bu rekabete
yenik düşen salonlardan yalnızca birkaç tanesi…
Alper Çağan Arslan
[email protected]
Sektör Tekelleşirse...
Rakamlara bakıldığında sektörde
ciddi bir tekelleşme sorunu olduğu ve rekabetteki makasın giderek
açıldığı görülüyor. Yurt genelindeki sinema salonlarının %13’üne
sahip Mars (Cinebonus) şirketiyle
%11’inin sahibi AFM(Anadolu Film
Merkezi)’nin birleşmesinin ardından
sektör ciddi anlamda tek bir grubun
kontrolü altına girdi. Bu durum sinemalarda gösterime girecek filmlere
ve bilet fiyatlarına da bu tek grubun
karar vermesi anlamına geliyor. Bu
işleyişin dışında kalan sinema salonlarının giderek azalması, bağımsız
film yönetmenlerinin izleyicisine
ulaşmasını neredeyse olanaksız hale
getirdi.
Sorunun bir diğer ayağı ise dağıtım
şirketlerindeki tekelleşme. 2013
yılında Türkiye’de, salon seyircisinin
%42’si UIP, %28’i Tiglon ve %17’si
Warner Bros şirketlerinin dağıtımını
yaptığı filmleri izlemiş. Türkiye’de
ve dünyanın pek çok yerinde bu
şirketler, salon sahipleri ile birlikte
hangi salonda hangi filmlerin oynayacağı konusunda tek karar mercii.
Bir yapımcı, bu dağıtım şirketlerinin
kapısını çaldığında son derece keyfi
bir muameleyle karşı karşıya kalıyor.
Dağıtımcı şirketler; seyircinin ağır,
kasvetli ve mutlu sondan uzak filmlerden hoşlanmayacağı düşüncesiyle
bağımsız filmlere yanaşmıyorlar.
Bu algı, yapımcıların özgün filmlere destek olmasına engel olurken
yönetmenlerin de giderek benzer
filmler çekmesine yol açıyor. Kısaca
ne izleyeceğimize, dağıtımcı şirketler ve sinema salonları ortak ticari
çıkarlarına göre karar veriyorlar.
AVM’ler Her Yerde
Çok sayıda alışveriş merkezi ve bu
merkezlerin bünyesinde barındırdı-
ğı modern sinemalar, tekelleşmenin
önemli sebeplerinden. Bu sinemalar, geleneksel sinemaların aksine
lising sistemi adı verilen daha teknolojik cihazlarla gösterim yapıyor
ve film yapımcıları artık bu sistemle
uyumlu filmler çekiyorlar. Geleneksel sinema sahipleriyse bu sistemi
kullanmaya başlamanın oldukça
masraflı olduğundan şikâyetçi.
Küçük Salona Destek Yok!
Türkiye’de henüz sinemanın korunması ve dağıtımı konusundaki
teşvikler yeterli değil. En son Kültür
ve Turizm Bakanlığının 2012 tarihli
“yeni teşvik mekanizması” ile gişe
yapan ve genel izleyiciye hitap eden
yerli yapımların desteklenmesine
yönelik yasal bir düzenleme yapıldı.
Fakat düzenlemeler bağımsız
filmlerin doğrudan gişe filmlerine
karşı korunması ve kapanmakta
olan sinema salonlarına yönelik
bir çözüm sunmuyor. Küçük salon sahipleri ise devlet desteğinin
kendilerine değil büyük salonlara
verildiğinden yakınıyorlar.
Emek Yerinde Güzeldi!
AVM sinemalarıyla girdikleri
rekabete yenik düşen tarihi
sinemalar bir bir perdelerini
kapatıyor. Salon sahipleri bu
tehlike karşısında kendi seslerini duyurmanın yollarını
ararken, sektör örgütleri de bir
yandan kamuoyu oluşturabilme
gayreti içerisindeler. Yıkım kararı büyük tepkilere yol açan ve
defalarca yürüyüşlerle protesto
edilen Emek Sineması, belki de
ilk defa kamuoyu desteğinin
oluşturulması adına önemli
bir adım olmuştu. Protestolar
Emek’i geri getirmedi belki ama
İstanbul hala sayıları az da olsa
salon tekeline kafa tutan tarihi
salonlara sahip.
GÖRÜŞ
Salon tekelinin dışında yer alıp bu
işi sürdürmenin özellikle finansal
olarak ne gibi zorlukları var?
Cevdet Pişkin / Atlas Sinema
İşletmecisi
Temel problem seyircisizlik. İnsanlar genelde grup
sinemalarını tercih ediyorlar.
Bizim gibi mahalle arası sinemalarda da kapanma tehlikesi
devam ediyor. AVM’lere nazaran
sunabildiğimiz film seçeneği
de az. Fiyatlar burada daha uygun olmasına rağmen insanlar
AVM’lere gitmeyi tercih ediyor.
35’lik makara sisteminden elektronik cihazlara geçilmesi de bizim için hayli masraflı oldu. Devlet desteğinden yoksun olmamız
ve yüksek vergiler ödüyor
oluşumuz da işleri güçleştiriyor.
kültür-sanat
13
BU SİNEMA ÇOK BAŞKA!
Tekelleşmenin hâkimiyetiyle gösterime giremeden kaybolup
giden yerli filmler, Başka Sinema'yla birlikte seyircisine
kavuşuyor. Artık, "Bize her gün festival!"
Ahmet Berkay Karakaş
[email protected]
Büşra Külahçı
[email protected]
Başka Sinema
Tekelleşmeye Karşı
Sokakları unutup alışveriş merkezlerine kapanan insanlar, buradaki
sinema olgusuyla tanıştıklarından beri, çoğunlukla popüler yerli
filmlere ve Hollywood filmlerine
zaman ayırmaya başladı. Bunun bir
sonucu olarak, fazla sayıda kopyayla
dağıtıma giremeyen ve büyük reklam
bütçesi olmayan birçok film, kıyıda
köşede unutuluyor. Başka Sinema, bu
gidişata dur demek için ilk adımları
attı. Yüksek sermayeli rakiplerinden dolayı vizyon fırsatı bulamayan
özgün filmler, bu projeyle birlikte
seyircisine ulaştı. Uluslararası ve
ulusal festivallerde ödüller kazanan,
eleştirmenlerden iyi not alan filmler,
artık kolayca salonlarda izleyiciyle
buluşabiliyor.
Festival Tadında Günler
Başka Sinema, M3 film tarafından
Kariyo&Ababay Vakfı’nın desteğiyle
oluşturuldu. Festival coşkusunun
hiç bitmemesini hedefleyen Başka
Sinema’nın sloganıysa “Bize Her
Gün Festival”. Etkinlik aynı zamanda
seyirciye diğer festivallerden farklı
birçok fırsat sunuyor. Festivallerdeki
gösterim sayısının kısıtlı olması sorununa da çözüm getirilerek, filmler
kısa sürede vizyondan kalkmıyor;
izlemek istedikleri filmi kaçıranlar, ay
içinde kendilerine uygun bir seansı
rahatlıkla bulabiliyor. Bunun dışında
film sonrası söyleşiler de gerçekleştiriliyor. Üstelik dolu dolu devam eden
bu proje için şimdilik bir bitiş tarihi
de mevcut değil. Başka Sinema projesinin yaratıcıları, etkinliğin sürekliliğini sağlamaya çalışıyor.
Beyoğlu Sineması, Altunizade Capitol,
Kadıköy REXX ve Ankara Büyülü
Fener projeye ilk ev sahipliği yapan
sinemalar oldu. Bilet fiyatlarıysa, sinemaların kendi bilet satış sistemlerine paralel olarak düzenlendi. Beyoğlu
Sinemasında ise fiyatları bir ölçüde
seyirci belirliyor. Seyirci; 12, 15 ve 20
liralık biletlerden dilediğini alabiliyor.
Gösterilen büyük ilgiden dolayı bazı
filmlere ek seans uygulaması getirildi.
Projeye katılan yeni şehirler ve
sinema salonları da mevcut. Başka
Sinema; Bursa Cinetech Korupark,
Eskişehir Kanatlı Cinema Pink
ve İstanbul Haramidere Cinetech
Torium’da da devam edecek.
Projede şu ana kadar en fazla ilgiyi
Sen Aydınlatırsın Geceyi ve La Vie
D’adèle (Mavi En Sıcak Renktir)
filmleri gördü.
GÖRÜŞ
Okan Üzey - M3 Film
Başka sinema gibi bir proje fikri
nasıl doğdu, çıkış noktanız ve
amacınız neydi?
Son zamanlarda Türkiye’deki
sinema sektöründe bir sıkışıklık
yaşanıyor. Filmler ya son dakika
kararıyla vizyona giriyorlar ya da
vizyona girmesi beklenen filmler
son anda iptal oluyor. Sinemaseverlere ulaşamadan gösterimi
bitiyor birçok filmin. Bu filmlere
yeni bir alan açmak, yaşam şansı
vermek için ortaya çıkan bir proje
Başka Sinema.
Başka Sinema dönemsel değil,
sürekli bir proje. Uzun yıllar
gelişerek sürmesini umuyoruz. Sıra
dışı yanları var. Bir aylık program,
o ayın başında izleyiciye sunuluyor,
yani izleyici bir ay boyunca nerede
ne izleyeceğini bilip, programını
oluşturabiliyor. Başka Sinema
salonlarında günde en az üç farklı
film gösteriliyor. Alışılagelmiş
seans düzeni değiştiğinden, her
bir film en az dört hafta vizyonda
kalabiliyor. İzleyici filmi kaçırma
derdinden kurtuluyor. Biz de her
filmi daha fazla tanıtma şansı elde
ediyoruz. Süresi 110 dakikaya kadar
olan filmlerde ara verilmiyor, seyir
zevki sürüyor.
Ayrıntılı bilgi ve seanslar için:
www.baskasinema.com
Biz Nereden
Kaybediyoruz?
Ülke tarihinde en hararetli
tartışmalara ve olaylara
şahit olunan süreçler, hep
seçim dönemlerine denk gelir.
Malumunuz mart ayındaki
yerel seçimler gündemi hayli
meşgul ediyor. Peki Türkiye
belediyecilikte göz boyamaya mı
yoksa icraata mı şahit oluyor?
Belediyecilik siyasetin daha somutlaşmış, günlük yaşama indirgenmiş hali gibi gelir bana. Meclisteki
siyaset daha teorik ve halktan uzakken belediye çalışmaları yönetimle
halkın karşılaşma noktalarıdır.
Bu yüzden de insanlar daha çok
icraatların fiziksel kısmına şahit olur.
Bunun paralelinde de artık duymaya
fazlasıyla alıştığımız ‘’Onlar belediyecilikten kazanıyor’’ kalıbı kendini
haklılaştırıyor.
*
Yapılan fiziki yatırımlar, bu yatırımların arkasında dönen dolaplara
bir paravan niteliği görüyor. “Halk
icraata bakar” diyerek göz ardı
edilen birçok nokta var. Bunların
başında denetim eksikliği geliyor.
Belediyelerde müthiş bir denetim
açığı var. Yabancı dil bilmeyen belediye başkanları, yabancı dil eğitimi
veren yurtdışındaki okullara eğitime
gönderiliyor; belediye otobüsleri bir
takımın taraftarlarına tahsis ediliyor... Bütçesi 25 milyar TL’yi geçen
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
Sayıştay’dan sadece üç denetçi
gönderilmesi bu açıkları destekler
nitelikte. Bu derece hem bütçe hem
fiziksel açıdan büyük bir kuruma
üç adet denetçi yollandığı takdirde
raporların yüzeysel ve üstünkörü
hazırlanması da kaçınılmaz oluyor.
Hâlihazırda, Anadolu Yakası’nda
bazı belediyelerde yerel seçimler için
çoktan örtülü ödenek oluşturulduğu açığa çıkmışken, denetimin
ne derece yetersiz olduğu ortada.
Ataköy örneği üzerinden
gidelim. Ataköy son derece nadir
bir kum türüne sahip bir plaja
sahipti. Ayrıca şehir planlarında da yeşil alan ve park olarak
planlanmıştı. Ancak şu anda
bir şantiye sahası. Çoğu inşaat
20.küsür katlarını çıkıyor. ‘’Şehirleşmeye bir güzel adım daha’’
olarak görülen bu hamlelerin
arkasında yatan rantlar ve illegal
el değiştirmelerse, “Ama adamlar
çalışıyor” diyerek yok sayılıyor.
Büyük küçük her türlü
belediye bir şekilde rant kapısı
haline gelmiş durumda. Kendi
adamlarını bu rant düzeni içerisi sokma çabaları, kısa zaman
aralıklarıyla çıkan “ihalede
yolsuzluk” haberleriyle kendini
gösteriyor. Örneğin bazı ihalelerde iki firmanın anlaşmalı
olarak ihaleye girdiği söyleniyor.
Sürekli iki firma birbirine yakın
teklif veriyor. Kazanan firma her
nedense imza atmaya gelmiyor
ve ihale ikinci firmaya kalıyor.
Danışıklı dövüşten ibaret olan bu
ihaleler ve süreçler artık işlerin
nasıl da tekdüze bir aldatmacaya
girdiğini gösteriyor.
*
Tüm bu illegallikler yaşanırken
bir yandan da metrobüsten parklara, halka erzak dağıtımından
asfaltlamalara belediyeler sürekli
iş başında. İnsanların bir şekilde
denetim, ihale gibi konulara
ilişkin farkındalığı azalıyor ve
“Biz bir temsil sergiliyoruz ancak
sahne arkasını asla göremezsin”
gerçeğiyle yüzleşiliyor.
Metrobüse binelim, erzağımızı alalım, o da kurulmuş, bu
da yapılmış diye sevinirken
ancak cebimizden daha fazlasının gittiğini görebildiğimiz an
sorgulamaya başlayacağız. Sahte
bir mutlulukla şehirlerin kaderi
değişirken, kaybettiklerimizi geç
anlayacağız.
14
kültür-sanat
Etkinlik Rehberi
Kışı Isıtacak Etkinlikler
Yeni yıla sanatla merhaba demek, birbirinden güzel, keyif dolu
etkinliklerle buluşmak ister misiniz?
Elif Turhan
[email protected]
Like’ınız
Bol Olsun!
Beğenilmenin ve sevilmenin o
kadar çok müptelası olduk ki,
süsleye püsleye paylaşıyoruz
her şeyimizi. Herkes kendisinin
pr’ını yapar oldu bir bakıma
artık. Peki ama neden?
Önceden magazin haberleri vardı, içindekilerin renkli hayatlarına
özendiğimiz. Şimdi ise Instagram;
paylaşımlarımızı renklendirdiğinden beridir durumlar değişti.
Açıyorum Instagram hesabımı,
karşımda çarşaf gibi bir deniz
ve güneş; fotoğrafı ekleyen çok
şanslı, muhteşem bir manzara var
karşısında. Biraz aşağısında sabah
kahvaltısı; ne iştah kabartıcı bir
masa, bir kuş sütü eksik. Daha da
aşağılarda kalabalık bir arkadaş
grubu, çok içten gülmüşler, eğlenmişler belli. Neyse şunlara çift
tıklayayım da ileride bana döner o
çift tıklar…
*
Hatırlıyorum da ben ufakken
babam hiç istemezdi elimizde
yiyecekle dışarıda dolaşmamızı,
canımız dondurma çekiyorsa mesela ya bir yerde oturup yiyecektik
ya da evde. Çünkü o an elimizdekini görüp canı çekecek fakat yeme
imkânı olmayan birileri olabilirdi
etrafta. Şimdi günlük yaşamımızın ayrılmaz parçası haline gelen
“smartphone”larımız eski nesil
kadar düşünceli olmadığından
mıdır bilmem, yediğimizi içtiğimizi de saniyesinde yükleyiveriyoruz
sosyal ağlara. Nar gibi kızarmış,
üzerinden lezzet akan yemeklerin
bazıları için ulaşılmaz olmasını
artık pek umursamıyoruz.
*
“Mavi ve yeşil yan yana, tablo
gibi. Hemen fotoğrafını çekmeli-
yim, herkes görmeli. Sonra gelsin
beğeniler, yorumlar…” Güzel bir
manzarayla karşılaştık mı güzelliğin
keyfini çıkarmak yerine içimizden
geçenler bunlar artık. Yeteri kadar
dikkat etmiyoruz o mavinin, yeşilin
tonlarına ve yeşillik içinde çiçek açmış o ağaca. Mis gibi havayı içimize
çekmeyi bile unutuyoruz bazı bazı.
“Bu akşam sevdiklerimle beraberim, bir sürü kare çekip paylaşmalıyım.” da ilk aklımıza gelen oluyor
birileriyle görüştüğümüzde. Hasret
giderme bir kenarda beklesin, öncelik paylaşımda. “Carpe Diem!”de
neymiş canım, ileride nasıl poz
verdiğimizi hatırlarız zaten. Diyeceğim o ki, yok fotoğraf çekileyim, yok
şunu paylaşayım, gelen bildirimlere
bakayım derken anı yaşamak falan
kalmıyor sonuç olarak.
*
Beğenilmenin ve sevilmenin o kadar çok müptelası olduk ki, süsleye
püsleye paylaşıyoruz her şeyimizi.
Herkes kendisinin pr’ını yapar oldu
bir bakıma artık. Peki ama neden?
Doğamız gereği ortaya koyduğumuz
şeylerin beğenilmesini bekliyoruz
ama sosyal medyayla sınırlarımızı
biraz aştık. Hatta çoğumuzun hangi
sosyal mecrada olursa olsun bir şeyler paylaşırken minimum reaksiyon
sayısı vardır, bunun altında kaldık mı
üzülür, belki de neden diye sebebini
bulmaya çalışırız. “Bak, Ayşe de o
sarı ağacı fotoğraflamış, niye benden
fazla like’ı var?”
*
Sokaklarda oynamanın keyfine
varmış son nesil olsak da, sosyal
mecralara çocukluğumuzdan bu
yana aşinayız. Ama sosyal medyanın
hayatımızın tam ortasına yerleşmesi;
soframızdan yatak odamıza kadar
her yere giren, yanımızdan ayıramadığımız “smartphone”larımızın
bir lütfu. Şimdi sakince kafamızı
telefonlarımızdan kaldırıyoruz ve
içimizdeki o beğenilme sevdamızı bir kenara bırakıyoruz, içinde
bulunduğumuz anın tadına varmaya
başlıyoruz. Hem ne demiş Horatius,
Carpe Diem!
Sıla Eser
[email protected]
İstanbul Resitalleri
7.sezonunu karşılayan İstanbul Resitalleri herkesi klasik müziğe davet
ediyor. 12 Aralık’tan 5 Haziran’a kadar her ay, dünyaca ünlü bir piyanist
Sakıp Sabancı Müzesi The Seed’de
sahne alacak.
Sinemanın Hikayesi
Dünya sinema tarihine tanıklık
etmeye ne dersiniz? 15 saatlik
sürükleyici belgesel maratonu
“Sinemanın Hikayesi”, sinemanin
tarihine ve evrimine ışık tutuyor.
29 Aralık tarihine kadar İstanbul
Modern’de gösterimde olacak belgesel, sessiz sinemanın ilk günlerinden
günümüze kadarki süreci ele alıyor.
Joan Miro Sergisi
İspanyol sanatçı Joan Miro’nun
hayal dünyasının yansıması olan
resimleri sizlere fantastik bir dünya
sunuyor. Tophane-i Amire Kültür ve
Sanat Merkezi’ndeki sergiyi 20 Kasım-19 Ocak tarihleri arasında
ziyaret edebilirsiniz.
Vicious Circular Breathing
Borusan Contemporary, Rafael
Lozano Hemmer’ın interaktif sergisi ‘Vicious Circular Breathing’le,
sanatçının “performans sanatıyla
mimariyi buluşturan” eserlerini
görme fırsatını sunuyor. 14 Eylül’de
başlayan sergi 16 Şubat’a kadar
hafta sonları 10:00-20:00 arası ziyarete açık olacak. Serginin yer aldığı
Perili Köşk’ün kampüse yakınlığı ise
Boğaziçililere için güzel bir fırsat.
Kafkas Tebeşir Dairesi
Zorlu Center PSM, 7 Aralık – 21
Şubat tarihleri arasında, sezonun iddialı oyunlarından, Bertolt
Brecht’in, epik tiyatronun en belirgin
örneklerinden olan Kafkas Tebeşir
Dairesi’ne ev sahipliği yapıyor.
Karanlıkta Diyalog
İlk kez 1988’de Almanya’da hayata
geçen, dünyada 7 milyondan fazla
insana dokunmuş olan Karanlıkta
Diyalog, bu sefer 20 Aralık-19 Ocak
tarihleri arasında Gayrettepe Metro
İstasyonu Diyalog Sergi Alanı’nda
tamamen karanlık bir ortamda
gerçekleşecek. Görme engelli rehberler eşliğinde çıkacağınız 1,5 saatlik yolculukta, onların dünyalarını
deneyimlemiş olacaksınız.
Artist’s Film International
15 farklı ülkeden bu yıl seçilen yepyeni videolar, 21 Kasım-23 Şubat tarihleri arasında İstanbul Modern’in alt
katında bulunan Kısa Süreli Sergiler
Salonu’nda izleyicilerle buluşuyor.
dosya
15
16
dosya
Bildiğimiz Tarihi Yarımadanın
Bilmediğimiz Lezzetleri
Zeynep İrem Beyler
[email protected]
Sultanahmet-Beyazıt
bölgesinden söz açılınca
akla turistler ve tarihi
eserler, müzeler gelir. Adı
üstünde: Tarihi yarımada.
Bölgenin göze hitap eden
güzelliklerinin yanında bir
de damağınızı şenlendirecek
bir yanı var, pek kimsenin
bilmediği. Yedikleriniz ve
içtiklerinizin yanında, tarihi
dokunun ve manzaranın
keyfini çıkarabileceğiniz bazı
mekânları derledik.
The House of Medusa
Sultanahmet’te Yerebatan Caddesi Muhterem Efendi Sokak’ta
yer alan kafe, 1986 yılından beri
hizmet veriyor. Yunan mitolojisinde gözlerine bakanı taşa
çevirdiğine inanılan yılan saçlı dişi
canavar Medusa’yı bilirsiniz. Yerebatan Sarnıcı’nda Medusa’nın ters
dönmüş kafası, 120 yıllık bu evin
tam altında olduğuna inanıldığı için;
sahibi, bu adı vermek istemiş. Kareli
masa örtüleriyle, çiçeklerle, fenerlerle süslenmiş bahçesi oldukça
şirin. Özel dekorasyonun yanında
lezzetli yiyeceklere sahip olan bu
mekân fiyatlar konusunda öğrenci
bütçesini biraz aşıyor. Özel günlerde
tercih edilebilecek mekânda ana
yemek fiyatları 26-37 TL arasında
değişiyor.
Set Üstü Çay Bahçesi
Gülhane Parkı’nın tepesinde yer
alan çay bahçesi, her mevsim
gidilesi bir yer. Arkeoloji Müzesi’ni,
Gülhane Parkı’nı gezdikten sonra
Haliç ve Boğaz’a hâkim manzara
eşliğinde dinlenebilirsiniz. Böyle
eşsiz bir manzaraya karşı demlikte
çay içmek ise ayrı bir keyif. Özellikle soğuk havalarda sıcak çay, simit
ve manzara; mekânı uğranılması
gereken yerler listesinde başlara
taşıyor.
Ağa Kapısı
Süleymaniye Cami’nin arkasında, Nazir İffet Efendi Sokak’ta yer
alan kafe, 11 yıldır hizmet veriyor.
Otantik bir atmosfer sunan kafe,
400 çeşit bitki çayı bulunduruyor
ve sadece deniz manzarasıyla değil,
eski kültürü yaşatan ürünleriyle de
dikkat çekiyor. En çok merak edilen
ve tüketilen ürünlerin başında
Osmanlı şerbetleri denemeye değer.
Bardak çayın fiyatı ise 2 TL.
Çorlulu Ali Paşa Medresesi
Beyazıt – Çemberlitaş yolunda
bulunan mekân, daha çok nargilesiyle biliniyor. İçinde birden
fazla kafe var fakat nargile içmek
istiyorsanız Erenler Çay Bahçesi’ni
tercih edebilirsiniz. Otantik biçimde muhafaza edilmiş, Anadolu
dekoru hakim. Kuşburnu ve elma
çayı ise nargile dışında en sevilen
ürünleri. İstanbul’un en eski nargile
mekânlarından olan, müdavimlerin tercihi Erenler Çay Bahçesi; ilk
girdiğinizde kalabalık ve gürültülü
gelebilir ancak samimi ortamın
sıcaklığı fark edildikten sonra alışkanlık yapabilecek bir yer. Fiyatlar
ise meşhur Tophane nargilecilerine
oranla daha ucuz ve öğrenci bütçesine uygun.
Şark Kahvesi
Yaklaşık 50 yıldır Kapalıçarşı’da
hizmet veren kahve, gerek adıyla
gerekse tarihi görünümüyle Kapalıçarşı atmosferine birebir uyumlu.
Bu uyumuyla turistlerin oldukça
ilgisini çekiyor. Mangalda pişmiş
Türk kahvesiyle birlikte gelen çifte
kavrulmuş fıstıklı lokumu da tadılmalı. Fiyatları aşırıya kaçmayan bu
dosya
mekânda kredi kartı geçmediğini de
belirtmek gerekiyor.
Çiğdem Pastanesi
Sultanahmet tramvay yolunda
yer alan pastane hem tatlıyı hem
tuzluyu sevenlerin hoşuna gidecek bir yer. Vitrinindeki börekleri,
meyveli tartları, pastaları oldukça
iştah kabartıcı. Güler yüzlü çalışanlarıyla müşteri memnuniyetine
önem veren pastane, turistlerin de
uğrak yeri haline gelmiş durumda.
Fiyatları öğrenci bütçesine uygun
olan pastanenin öne çıkanları ise çilekli tart, pırasalı ve ıspanaklı börek,
çilekli milföy ve profiterol.
Soğukçeşme Sokağı
Tarihin içinde hissetmenizi sağlayacak bir yürüyüş rotası: Soğukçeşme
Sokağı. Ayasofya Müzesi ile Topkapı
Sarayı arasında bulunan ve III. Se-
lim dönemine ait cumbalı, kafesli tarihi evleri barındıran bu
sokak; adını 1800 yapımı Soğuk
Çeşme’den alıyor. Trafiğe kapalı
olan Arnavut kaldırımlı sokak,
insanı bir süreliğine şehrin
kargaşasından uzaklaştırmasıyla hem yalnız hem de birlikte
yürüyüşler için ideal.
Filibe Köftecisi
Sirkeci’den Cağaloğlu’na doğru
çıkarken Nimet Abla’nın yanından ızgaraya konan köftenin
sesi ve kokusu yayılıp durur
tam 52 yıldır, Filibe Köftecisinde. Ufacık bir dükkânda babadan oğula, ardından toruna
geçerek işletilmiş köftecinin
ustaları da çok nadir değiştiğinden, köftelerinin lezzeti hiç
değişmemiş. Aile işletmesinin
samimiyeti içeri adım atar
atmaz hissediliyor yalnız porsiyonlar biraz ufak gelebilir.
Orhun Arda Köksal
[email protected]
Bize hep insanlarla
hayvanları ayıran en büyük
özelliğin akıl olduğu söylendi.
Hani insanlara dünyayı
istediği gibi kullanma
meşruiyetini veren akıl...
İnsan aklı sayesinde teknoloji geliştikçe gelişiyor, dolayısıyla enerji ile bu enerji ve
iş gücünü dağıtacak ulaşım
ağı ihtiyacı giderek artıyor. Bu
ihtiyaç, gerek doğanın kendisinden gerekse doğayı olumsuz
etkileyecek her türlü yolla
karşılanıyor. Doğanın yanına
insan hayatındaki olumsuzlukları da ekleyebiliriz. Nice
savaşlar çıktı enerji için, kim
bilir ne kadarı da beklemede.
Günümüzde kaynak arayışına
rant elde etme çabası da eklendi. Rant peşindeki insanlar,
doğal güzellikleri de gözden
çıkarmaya başladılar.
HES Projelerinin yararlarını ballandıra ballandıra
anlattılar bizlere, oysa zararları da fazlasıyla dikkate
değer cinsten. Su döngüsünün
bozulmasından, bölgedeki
ekosistemin değişmesine hatta
yok olmasına kadar birçok
negatif etkisi var. Benzer bir
baraj yapım projesinde çok
önemli tarihi bir değer olan
Halfeti şehrini sular altına
gömdük, sıra 12 bin yıllık tarih
hazinesi Hasankeyf’e geldi. Bir
başka projede, adından çok söz
ettiren Marmaray’ın yapımının
gecikmesinde arkeologlara
suç buldu başbakan, arkeolojik çömlek çıktı, buluntu çıktı
diyerek bizi oyaladılar dedi ve
bunları bariyer olarak niteledi.
Kısacası, enerji gereksinimi ve
ulaşım ağının yanında bir hiçti
tarihi değerler.
Türkiye’de bunlar olup
biterken, dünyada balta girmez
denilen Amazon Ormanları’na
17
Boş Ver
Şimdi Çevreyi!
balta girmiş, son 10 yılda yaklaşık İngiltere büyüklüğünde
yağmur ormanı yok edilmişti.
Tahripteki en büyük payı ise
hidroelektrik santral ve otoyol
yapım çalışmaları oluşturuyor.
Çevrenin tahrip edilip, kirletilmesinden söz açmışken Pasifik
Okyanusu’ndaki çöp adadan
bahsetmemek olmaz; 3,5 milyon
ton çöp ile dolu olan ve bunun
yüzde 90’ını plastik atıkların oluşturduğu bu çöp ada,
Texas’ın iki katı kadarcık büyüklükte. Son olarak, etkilerini
en yakından hissettiğimiz 1986
yılında bugünkü Ukrayna topraklarındaki Çernobil Nükleer
Santralindeki patlamanın, geri
dönüşü olmayan büyük sıkıntılara yol açtığı ve açmaya devam
ettiği de ortada.
Tüm bu doğa katliamlarının
karşısında duranlar, sermaye
düşkünleri tarafından birer
marjinal grup olarak nitelendirilmeye başlandı günümüzde.
Çevreciler, Türkiye’de Gezi Parkı
olayları sırasında da hissettiğimiz gibi, ülkelerin gelişimine engel olmak amacıyla bu
eylemleri yaptıkları iddiasıyla
karşı karşıyalar. Ne yazık ki doğayı seven ve korumak isteyen
insanların arkasında duran güçlü
bir destekten bahsetmek çok zor.
İnsanoğlu aklını hırslarıyla
yönlendirince yaşadığı çevreyi
umursamayı bir kenara koyuveriyor ve dünya tek tek doğal
güzelliklerini kaybetmeye, doğa
yaşanılmaz bir hale gelmeye
başlıyor. Doğanın insanoğlunun
yaşamı için ne kadar kritik olduğu noktasında herkes hem fikir
ancak onu koruma konusundaki
önlemler ne yazık ki göstermelik.
Daha temiz ve sağlıklı bir dünya,
yeryüzündeki tüm canlıların
hakkı. İnsanların yapması gereken de sivrilen akıllarıyla bunu
sağlamak.
18
sosyal
BuGusto’yla
Alternatif
Tatlar
Sabah akşam içtiğimiz, hatta içilmediğinde başımızın tuttuğu,
öğrenci dostu içeceğimizdir çay. İkramı da bir dostu, misafiri
ağırlamanın olmazsa olmazı. Biz de BuGusto’nun çay tadımı
etkinliğini duyduk; onlara misafir olduk, birbirinden farklı tatlarla
damağımızı şenlendirdik.
Melike Duygu
[email protected]
Dünyada çaya bizim kadar duyguyla bağlanan millet var mıdır
bilinmez; ama farklı milletlerin de
kendine özgü çeşit çeşit çayları var.
Bir kere tek siyah çay yok, yeni yeni
öğrendiğimiz, fiyatı biraz da yüksek
olan beyaz çay; Asya’yla özdeşleştirdiğimiz, yavaş yavaş bizde de tüketimi artan dertlere deva yeşil çay
ve henüz çok tanışmadığımız sarı
çay, oolong çayı… Bunların dışında,
yetiştirilme ortamları, fiziksel özellikleri, işlenmelerine göre de çeşitler
artıyor. Diğer yandan aromalı çaylar
da epeyce geniş bir yelpazeye sahip.
En bilinen bergamottan, çeşitli bitki
ve meyve harmanlarına, çilokataya
kadar yüzlerce aroma kullanılıyor
artık.
Biz de BuGusto Degüstasyon ekibiyle birlikte 4 tane farklı aromalı
çay tadımı yaptık. YD binasında bir
sınıfta yapılan etkinlik, çok sıcak bir
ortamda geçti. Gelenlerden bazıları
yiyecekleri, bazıları çay aromalarını, bazıları da semaverleri kapmış
gelmiş; herkesin payının bulunduğu
bir etkinlik çıkmış ortaya. İlk başta
çayla ilgili ufak bilgiler aldık, sonrasında başladık çaylarımızı tatmaya.
İlk tattığımız çay çikolata ve
portakal aromalı çaydı. İçinde
siyah Sri Lanka çayı, portakal
çiçekleri ve çikolata taneleri
harmanlanmıştı. En çok kokusu
büyülüyordu insanı, portakal ve
çikolataysa damakta farklı bir lezzet
bırakıyordu.
İkinci çayımız bir görsel şölene
dönüşen, suda çiçek açan çaydı.
Çayın anavatanı olan Çin’de yaygın
olan, yapımı biraz zahmetli olan
bir çay. En üst kalitedeki yeşil
çay yapraklarının yasemin çiçeğinin
etrafına elle dikilmesi ile elde ediliyor. Herhalde çay tadımının en
çok merak edileniydi çiçek açan.
Toplandık masanın etrafına başladık izlemeye. İlk başta olmayacak
mı diye şüpheye düşsek de, sıcak
suya bıraktığımız o küçük top
yavaş yavaş açılmaya başladı.
Tam ortasındaki böğürtlen gibi
gözüken kırmızı nokta da ortaya
çıktığında, gösteri tamamlanmış
oldu. Yaklaşık 5 dakika süren bu
süreçten sonra demlenen çay,
çiçeğin ve yeşil çay yapraklarının
suya bıraktığı tatlarla hoş bir
harman oluşturmuştu.
Çin çayı ise denediğimiz üçüncü
çaydı. Farklı bitki yapraklarının
geleneksel yöntemlerle işlenmesiyle oluşan bu çayda, herhalde
ayarını pek tutturamadığımızdan
biraz acılık vardı. Ama pek bir
şifalıymış, yani denemeye değer.
Son çayımızdaysa gül, şampanya
ve çilek aromalarının üçü de vardı. Assolist olarak günün en güzel
kokan çayıydı herhalde, daha
demlenmeden kutusu elden ele
dolaştı. Çok farklı, hoş bir rayiha
bıraktı.
Tattığımız bu 4 çayın bazıları
yurtdışından gelmiş, bazıları
ise burada da bulunuyormuş.
Siyah çaydan vazgeçebilir miyiz
bilinmez; ama arada damağa farklı tatlar da lazım. Gün
sonunda ağzımızı tatlandıran, bu
farklı tatları ayağımıza getiren
BuGusto’ya teşekkürler.
.
I
D
A
L
Ş
A
B
E
L
R
İ
K
HER ŞEY BİR Fİ
Bu bir tanıtımdır.
DİNİZ.
GELİŞTİR
,
Z
Ü
N
Ü
T
T
Ü
Y
Ü
B
ONU
Mazars Denge olarak, şirketiniz her koşulda dimdik ayakta durabilsin diye
risklerinizi önceden görüp, sağlam bir gelecek kurmanızı sağlıyoruz.
Vergi, bağımsız denetim, muhasebe ve danışmanlık hizmetlerinde Türkiye’nin
önde gelen firmalarından biriyiz. Sektörde 36 yıllık tecrübemiz ve 300 kişilik
uzman kadromuz ile %50’si uluslararası ortaklı olan 600’den fazla firmaya
hizmet veriyoruz.
Size sadece kalite ve güven değil aynı zamanda global bir vizyon sunuyoruz.
Farkımız, kaliteli hizmeti size özel çözümlerle sunmaktır. Biliyoruz ki, “bizim
başarımızın temelinde sizin başarınız yatar.”
www.mazars.com.tr
MAZARS buik advertorial.indd 1
www.facebook.com/mazarsdenge
www.linkedin.com/company/mazarsdenge
30.10.2013 11:08:41
sosyal
19
Eğitimin “Online” Hali
Mert Ateş
[email protected]
Günümüzde eğitimin en önemli trendlerinden biri de ‘’Massive
Open Online Course” (MOOC) olarak adlandırılan ‘’Kamuya
Açık Online Kurs’’ anlamına gelen ders siteleri. Eğitim sektörüne giren bu taze kan,
kimilerine göre geleceğin üniversitelerini şekillendirebilecek yenilikçi bir
yapıya sahip. En büyük avantajları
ise çoğunluğunun ücretsiz olması,
ders saatlerinin esnekliği ve çok
farklı ders seçenekleri sunması. Kimileri sertifikalı, kimileriyse sadece
öğrenme amaçlı. Üniversite öğrencisi olmadan bilgiye ücretsiz erişim
sağlayan bu kurslar, derslerdeki
eksiklerini kapatmak isteyen birçok
üniversite öğrencisi için de başucu
kaynağı niteliğinde.
olacak video dersler bulunuyor.
Ayrıca Türkçe dil seçeneğiyle
yabancı dil sıkıntısı olan kullanıcılara da şans tanıdığı için, muadillerinin
bir adım önüne çıkıyor.
Academic Earth: Harvard’ın
195, MIT’nin 1018, Stanford’ınsa 1702 lecture ile
katkıda bulunduğu bu site
Coursera’nın aksine, belli bir
çizelgeye bağlı olmayan video
lecture konseptini ziyaretçilerine
sunuyor. İstenilen bir zamanda geniş
yelpazesinden seçeceğiniz herhangi
bir lecture genel olarak izlenebilir
durumda.
edX: Coursera ile hemen
hemen aynı konsepti
taşıyan edX de zaman
çizelgesine sadık hareket etmenizi
bekleyen kurs yapısına sahip.
Anlaşmalı olduğu MIT, Berkeley ve
Harvard’ın ücretsiz kursları,
kullanıcılarını bekleyen opsiyonlardan birkaçı.
Paul’s Math: Özellikle Calculus I
ve Calculus II derslerindeki konu
anlatımı ve soru çözümleriyle, öğrencilerin büyük sıkıntılar yaşadığı
matematik dersleri için önemli bir
yardımcı.
Özellikle hazırlık öğrencileri için
faydalı olabilecek yabancı dil öğrenme siteleri:
busuu: Anadili Türkçe olanlar için 10
dil seçeneği bulunuyor. Ücretsiz he-
Sahibi
Sahibi: Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve
Ekonomi Kulübü adına
Tolgacan Ceylan
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tolgacan Ceylan
Genel Yayın Yönetmeni
Kıvılcım Değirmencioğlu
Editörler
Alper Sezer, Merve Baysal
Yazı ve Reklam İşleri Sorumluları
Ahmet Berkay Karakaş, Elif Turhan,
Melike Duygu, Orhun Arda Köksal
Yazı Kurulu
Alara Adalı, Alper Çağan Arslan, Burak
Serin, Büşra Külahçı, Ebrar Bahçivan,
Hande Yıldırım, Mert Ateş, Mertcan
Güngör, Sıla Eser, Süveyda Ece Çil, Uğur
Dündar, Zeynep İrem Beylerr
Yayın Kurulu
Kadir Aydın, Bilge Eralp, Gözde Oral,
Kıvılcım Değirmencioğlu, Müge
Kurtipek, Nuri Sayraç, Servet Ünal
Görsel Yönetmen
Bertuğ Yasavullar
“Benim Odam Benim Kararım”
Fotoğraf Yarışması’nın 1.si,
Rumeysa Kaya’nın Odası.
Boğaziçi Tweet
@goygoyowitz
study’den çıkmış gözleri kanlı manzarada takılır bu delikanlı kolunda
3-5 tırmık yarası o da kahpe kedilerin
hatırası #burasiBogazici
@ohmybsr
Kimsenin kimseyi takmadığı ama
herkesin herkesi düşündüğü bir yer
olabilir mi? Olabilir. #burasibogazici
@Ulaserdogdu
#burasiBogazici burada sürekli parti
var (daha birine bile gitmedi)
@okckilinc
Gönderdiği duyuruları “Sevgilerimle...” diye bitiren bir Öğrenci İşleri
Dekanı’mız var. Çok şeker :) #burasibogazici
@bosphorus1923
Güney studyde kedi tam olarak 2 saat
arkadaşın kucağında uyudu #burasiBogazici
www.buik.boun.edu.tr
Sizin İçin Bu Sitelerden
Seçtiklerimiz:
OpenCulture: Bu site diğer
online ders siteleri için
referans olma özelliği
taşıyan, bir nevi arama
motoru gibi çalışıyor. “Free Online
Courses’’ kategorisinden sertifikalı
veya sertifikasız onlarca kursun
linklerine ulaşmak mümkün.
Coursera: İki Stanford profesörünün
girişimiyle kurulan Coursera’da neredeyse her dersi seçebiliyorsunuz.
Kursları ücretsiz ancak belli bir zaman çizelgesine sadık kalındığı için
kayıt şartı taşıyor. Kurs süresi bittiği
zaman kurs içeriği kullanılamaz hale
geliyor.
Khan Academy: Benzerlerinin aksine sitede
kurslardan ziyade
öğrencilere yardımcı
sap kullananlar sadece 1 dil öğrenebilirken, uygun bir ücret karşılığında
premium hesap açılırsa sayı sınırı
kalmıyor. Premium hesap 12 aylık
90 $. Site gerçekten çok kullanışlı
ve basitten başlayıp gitgide zorlaşan
üniteler için öğren-test et-pratik yap
mantığı geçerli. Anadili öğrendiğiniz
dil olan busuu üyeleriyle dialog kurmanız ve hatalarınızı düzeltmeniz
mümkün.
duolingo: Tamamen ücretsiz.
Öğrenme hızı, bildiğiniz kısımları
geçme şansınız olmadığı için fazla
yüksek değil.
Babbel: Her dilden
aldığınız ilk dersin
ücretsiz olduğu Babbel, tam erişimi
aktive etmek için kullanıcılarından
12 ay için 84 $ gibi bir ücret talep
ediyor. Tüm dillere özel chat odaları
pratik yapmak için ideal.
Matbaa
Yılmazlar Basım Yayın Matbaacılık Pro.
Tic. Ltd. Şti. Tel: 0212 565 56 82 www.
yilmazlarbasim.com.tr
@mustafa_badin
#burasiBogazici politika. Evet milletvekili olabiliyoruz.
@adali_alara
Hocam ödevimi kedi yedi #burasiBogazici”
@abdninparmagi
Burada gereğinden çok insan var
#burasiBogazici
@kirpiksizhuni
Güney study’de çalışacaksanız
sonuçlarına katlanmak zorundasınız
#burasiBogazici
!
!
KAFALARINA GÖRE KARALADILAR,
CAPE TOWN’DA YARIŞMAYA
HAK KAZANDILAR
Red Bull, tüm dünyada büyük ilgi gören “Karalama Sanatı” adlı
yarışmayı bu yıl Türkiye’ye taşıdı. Hayal gücüne ve yeteneğine güvenen
binlerce üniversite öğrencisinden büyük ilgi gören yarışmanın
kazananları, 18 Aralık’ta Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleşen finalle
belirlendi! İlk 3’e kalan finalistler 2014 Dünya Dizayn Başkenti Cape
Town'da yapılacak “Red Bull Doodle Art Dünya Finali”nde Türkiye'yi
temsil edecek.
Jüri oyları eklenerek belirlenen 10 finalist, 18 Aralık’ta Kadir Has Üniversitesi’nde
öğrencilerin yoğun ilgisiyle karşılaşan büyük finalde çizim yeteneklerini sergiledi.
Jürinin kendilerinden “eğlence”yi anlatmalarını istediği çizimleriyle jüri oylamasında
Karalama Sanatı Türkiye 1.’si Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden Remzi San, 2.’si
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Abbas Riazi, 3.’sü ise yine Eskişehir Anadolu
Üniversitesi’nden Hilal Helvacıoğlu oldu. Bu 3 finalist 2014’ün Ekim ayında Cape
Town’da düzenlenecek Red Bull Doodle Art Dünya Finali’nde Türkiye’yi temsil edecek.
Karalama gününde ilk 3’e kalan finalistler 2014 Dünya Dizayn Başkenti Cape
Town'da yapılacak Red Bull Doodle Art Dünya Finali'nde Türkiye'yi temsil edecek.
Ayrıca yarışmanın 1.’si Samsung Galaxy Note 3, 2.’si Samsung Galaxy Note 10.1 ve
3.’sü de Samsung Galaxy Note 8 ile ödüllendirildi.
Tüm üniversite öğrencilerine açık olan yarışmanın başvuruları 20 Kasım’da
Türkiye’deki üniversitelerde başladı. 2 Aralık’ta sona eren başvuruların ardından jürinin
eleme süreci başladı. Çizimlerin tamamı mizah yazarı Kaan Sezyum, Milliyet Gazetesi
Köşe Yazarı Mehmet Tez, İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Levent Erden ve
dövme sanatçısı Emrah Özhan’dan oluşan jüri tarafından 5-15 Aralık tarihleri
arasında değerlendirildi. Jürinin seçtiği “en iyi” 50 çizim, 5-15 Aralık tarihleri arasında
on-line “like” uygulamasıyla halkın beğenisine sunuldu.
Bilgi için: Pro İletişim Danışmanlığı // 212 292 25 80 İsmail Polat // [email protected]

Benzer belgeler