bizden haberler - İttifak Holding

Transkript

bizden haberler - İttifak Holding
1
2
3
4
içindekiler
96
Sayı
BAHAR 2014
İmtiyaz Sahibi
Yeşilimsi Yayıncılık
Ltd. Şti. Adına Tekin Güner
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Editör
Aydoğan Yüce
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Salih Yılmaz,
Lider Anaç, Yıldız Liva,
Yönetim Yeri
Hoşdere Cad. Reşat Nuri Sok.
2/5 Y.Ayrancı / ANKARA
Tel: 0312 468 52 22 Fax: 0312 468 52 24
Baskı
Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Bahçekapı Mah. 2477. Sok.
No: 6 Şaşmaz/ ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
Baskı Tarihi 15. 03. 2014
Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739
[email protected]
[email protected]
Reklam Rezervasyon
Halil Arslanpınar
[email protected]
18
BAKIM
OTOMOBİLİNİZİN
DE HAKKI
28
34
BUENOS AIRES’Lİ SILVIA’NIN
KEÇE USTASI RABİA’YA
DÖNÜŞEN HİKÂYESİ...
40
BAHARIN ESİNTİSİ
LAVANTA
54
HERŞEY HAZIR...
PEKİ YA GELİNLİK?
ÇOCUK BAKIMINDA FİKİR
AYRILIĞINA DÜŞMEK
80
ANTİKA PAZARINDAN
GELEN MELODİ
62
5
içindekiler
Aydoğan YÜCE
Merhaba sevgili okurlar, 96’ıncı sayımızda sizlerle tekrar buluşmanın
sevincini yaşıyoruz. Bu sayımızda birbirinden yine ilginç ve güzel dosyalar sizleri bekliyor.
Silvia İnes, yaklaşık 20 yıldır Konya’da yaşayan bir Arjantinli. Bir macera
olarak Konya’ya gelip keçe ustası Mehmet Girgiç’le tanıştıktan sonra burada kalmaya karar verdi... Eski halıları tamir etmeyi, renkleri, ipliği ve
azıcık da halı dokumayı öğrendi. Desen çizme yeteneği vardı zaten. Dinini
değiştirdi; eski Silvia, keçe ustası yeni Rabia oldu. Böylece Silvia’nın Konya macerası başladı. Buenos Aires’li Silvia’nın, Keçe Ustası Rabia’ya dönüşme hikâyesini sizlerle paylaşacağız.
Ankaralılar bilir, her ayın ilk pazar günü, Ayrancı semtindeki Emniyet
Müdürlüğü’nün yan tarafına Ayrancı Antika Pazarı kurulur. Bünyesi eskiye meraklı olanlar için Ayrancı Antika Pazarı biçilmiş kaftan. Daha adım
atar atmaz, gramofonlardan yükselen cızırtılı plak sesleri, baş döndüren
kalabalığın ve renklerin etkisiyle kendinizi bir anda elli yıl önceye gitmiş
gibi hissediyorsunuz. Eski kitaplar, şamdanlar, çerçeveler, kim bilir hangi yaşanmışlıkla pazarda yerlerini almışlar ve yeni sahiplerini bekliyorlar. Antika Pazarı’nı sizler için gezdik. Eminim ki bu pazarda kendinizden
bir şeyler bulacaksınız.
Baharın kapımızı çaldığı şu günlerde yavaş yavaş gözlerimiz etraftaki boş
pencerelere kaymaya başladı. Kimimiz kiralık olanlara bakmaya başladık, kimimiz satılık var mı diye sormaya. Kiralık ya da satılık olsun, “sahibinden mi” “emlakçıdan mı” sorusunu sormadan evvel sorulması gereken çok daha önemli sorular var muhakkak. Bu soruların cevaplarını
alanında uzman mimarımız cevapladı...
Gelinliğiniz, hayatınızın en büyük günü için alacağınız en önemli şey ve
işte tam da bu yüzden mükemmel olmalı. İşte doğru gelinliği seçmek
için dikkat etmeniz gerekenleri tasarımcı Neslihan Yanık’tan öğrendik.
Kapımızı kilitledik, sürgüyü de çektik, artık rahatça uyuyabiliriz. Öyle mi
acaba? Günümüzde bu en güvenilir yöntemlerin de bazen işe yaramadığı
oluyor. İşte böyle durumlar için mühendislerin üstün zekâlarıyla tasarladıkları bir güvenlik aracı daha giriyor devreye; kameralar ve güvenlik sistemleri… Evimizi güvenli kılmanın yollarını uzmanına danıştık.
Tespih, bir süs eşyası olmanın ötesinde bir kültürü, yaşama bakış açısını
simgeleyen bir objedir. İnanılan ve inanan arasında köprü görevi görür.
Her bir tespih, ustasından izler taşır. Ve her bir tespihin imamesi, durağı, tepeliği, pulu, kamçısı birbirinden farklıdır. Bazı imamelerde kişinin
mesleğinin ipuçları gizlidir. Sizi ipe dizilen bu zarif dua tanelerinin dünyasına davet ediyoruz.
17 soruda otizm, otomobilinize bahar bakımı, tatil planlamanın ipuçları,
çocuk ve aktüalite dosyalarımızla bu ay da dopdolu bir içerikle karşınızdayız. Hepinize huzur dolu günler diliyoruz.
6
bizden haberler
ADESE, MAĞAZALARINI
YENİLEMEYE DEVAM EDİYOR
YENİ MAĞAZA AÇILIŞLARINI SÜRDÜREN ADESE, MEVCUT MAĞAZALARINI DA YENİLEMEYE DEVAM EDİYOR. SON
DÖNEMDE BAŞTAN AŞAĞI YENİLEDİĞİ KARŞEHİR VE MENGENE ADESE ŞUBELERİNİ YENİ YÜZÜYLE MÜŞTERİLERİNİN
HİZMETİNE SUNDU.
İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, yeni açılışlarının yanı sıra mağaza yenileme çalışmalarına da devam ediyor. Konya Karatay’da bulunan Karşehir
ve Mengene Şubelerini doğa dostu soğutucu dolaplar, enerji tasarruflu aydınlatma
elemanları ve yeni dekorasyonu ile baştan
aşağı yenileyen Adese, 17 Ocak 2014 Cuma
günü Karşehir Adese’yi, 28 Şubat 2014
Cuma günü ise 2000 yılından bu yana Kara-
tay halkına hizmet veren Mengene Adese’yi
düzenlenen törenle yeniden müşterilerinin
hizmetine sundu.
Mağaza açılışlarıyla ilgili konuşan Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Geçtiğimiz
yıl olduğu gibi bu yıl da açılışlarımıza hız
kesmeden devam ediyoruz. Müşterilerimize daha iyi hizmet verebilmek için mevcut mağazalarımızdaki yenileme çalışma-
larımız devam ediyor. Açılışını gerçekleştirdiğimiz Karşehir ve Mengene şubelerimiz doğa dostu ürünlerle baştan aşağı yenilendi. Özel soğutuculu dolapları, aydınlatması ve yeni reyonlarıyla hem müşterilerimize daha pratik alışveriş imkânı sağlayacak hem de enerjiden tasarruf sağlayacak” dedi.
MENGENE ADESE
13 yıldır Konya Karatay’da hizmet veren Mengene Adese’de gıdadan şarküteriye, temizlikten kozmetiğe, manavdan unlu mamullere kadar yaklaşık 6 bin çeşit farklı ürün yer alıyor. Mengene Adese, 420 metrekarelik alanda 3 kasa ve 18 personel ile müşterilerine hizmet veriyor.
KARŞEHİR ADESE
Yenilenen Karşehir Adese, 480 metrekarelik market alanında 3 kasa ve 20 personel ile
müşterilerine gıdadan manava, temizlikten kozmetiğe, şarküteriden unlu mamullere kadar 7 bin çeşit farklı ürün sunuyor.
7
bizden haberler
ADESE’NİN “GÖREVİMİZ MARKET”
PROJESİ TAMAMLANDI
2013 YILINDA BAŞLAYAN VE ADESE GENEL MERKEZ ÇALIŞANLARININ MAĞAZALARA BEŞER GÜNLÜK PERİYOTLARLA GİDEREK SAHA ÇALIŞMASI YAPTIĞI “GÖREVİMİZ MARKET” PROJESİNİN BİRİNCİ ETABI TAMAMLANDI. PROJEYE
ADESE’DEKİ İNSAN KAYNAKLARI, KURUMSAL İLETİŞİM, BÜTÇE PLANLAMA VE FİNANS, MUHASEBE, SATIN ALMA, BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ VE LOJİSTİK BİRİMLERİNDE ÇALIŞAN PERSONELLER KATILDI.
Perakende sektörünün güçlü temsilcilerinden Adese’nin, 2013 yılında başlattığı ve insan kaynağı kalitesini artırmaya yönelik yürüttüğü “Görevimiz Market” projesi birinci etabı tamamlandı. Genel merkez ve saha
çalışanlarını markette bir araya getirerek
şirketin kurumsal performansının daha da
güçlenmesinin sağlandığı proje ile tüm çalışanlarının kurumun sürdürülebilir başarısı için katkıda bulunduğu bir birliktelik elde
edilmiş oldu. Adese genel merkez çalışanlarının mağazalara 5’er günlük periyotlarla giderek saha çalışması yaptığı Görevimiz
Market projesine; İnsan Kaynakları, Kurumsal İletişim, Bütçe Planlama ve Finans,
Muhasebe, Satın Alma, Bilişim Teknolojileri ve Lojistik birimlerinden birim müdürü, müdür yardımcısı, uzman ve uzman yardımcıları katıldı.
“Saha ile merkez arasındaki iletişimi
güçlendirmeyi hedefledik”
Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben, projeyle saha ve merkez çalışanlarına aynı ekibin
üyeleri olduklarını ve birbirlerinden istifade edebileceklerini farklı bir açıdan tekrar
hatırlattıklarını kaydetti. Görevimiz Market projesinin hiçbir şekilde bir performans
değerlendirme aracı olmadığının altını çizen Erben, “Tamamen saha ile merkez arasındaki iletişimi güçlendirmeyi ve perakende sektörüyle müşteri ilişkilerine dair daha
gerçekçi bir bilgi ve birikim oluşturulması
yoluyla süreçlerimizdeki sorunlara gerçekçi çözümler sunabilecek katılımcı bir işgücü oluşturmayı hedefledik. Proje tamamlandıktan sonra hedeflerimize ulaştığımızı
görüyoruz. Genel merkez ve saha personeli arasında pozitif etkileşim alanı oluşturduk. Arkadaşlarımız saha çalışanı olmadan
merkezin, merkez çalışanı olmadan da sahanın tam olamayacağını somut bir şekilde
tecrübe ettiler. Tüm personelimize katılımları için teşekkür ediyorum” dedi.
Projeye katılan çalışanlardan alınan geri
bildirimlerde de; mağaza çalışanlarıyla
empati kurabilmenin yanı sıra müşteriyle birebir iletişime geçerek gerçek bir satış deneyimi yaşamanın önemi ön plana çıkıyor. Görevimiz Market uygulamasına katılan Bütçe Planlama ve Finans Müdürü Tamer Yararoğlu deneyimlerini “Sahadaki arkadaşlarla çalışmak ve mağaza atmosferini yaşamak çok güzeldi. Müşteriyi dinleme,
onlardan anında geribildirim alabilme fırsatını yakaladım. Aynı zamanda teorik bilgilerimizin pratiğe nasıl dönüşebileceği ile
ilgili farklı fikirler elde ettim.” şeklinde aktardı. Merkezde planlananla sahada uygulanan arasındaki farkı daha iyi anlayabildiğini ifade eden Adese Kurumsal İletişim
Müdürü Salih Yılmaz ise; “Uygulama hem
sektörü hem de müşteriyi daha iyi anlayabilmek adına çok yardımcı oldu. Her yönüyle faydalı ve farklı bir deneyimdi” dedi.
Arkadaşlarımız saha
çalışanı olmadan
merkezin, merkez çalışanı
olmadan da sahanın tam
olamayacağını somut bir
şekilde tecrübe ettiler.
8
bizden haberler
‘İNSANA SAYGI’ ÖDÜLÜ
BU YIL DA ADESE’NİN
ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, kariyer.net ÜZERİNDEN
GELEN BAŞVURULARA EN KISA SÜREDE VE EN YÜKSEK ORANDA DÖNÜŞ YAPARAK GEÇEN YIL OLDUĞU GİBİ BU YIL DA ‘İNSANA SAYGI ÖDÜLÜ’NE LAYIK GÖRÜLDÜ.
Kariyer.net tarafından her yıl geleneksel
olarak düzenlenen ‘İnsana Saygı Ödülleri’
bu yıl 12 Şubat 2014 tarihinde Lütfi Kırdar
Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirilen
’2014 İnsan Kaynakları Zirvesi’ kapsamında
sahiplerini buldu. Ödüller 10.000’in üzerinde başvuru alan ve bu başvuruların yüzde
99’undan fazlasını 21 gün içinde, adaya özel
olarak yanıtlayan firmalara verildi. Perakende sektöründe sunduğu kaliteli hizmetin yanında sağladığı istihdam ile de adından sıkça söz ettiren Adese, geçen yıl oldu-
ğu gibi bu yıl da ‘İnsana Saygı Ödülü’ne layık görüldü.
Adese Alışveriş Merkezleri adına ödülü
alan Adese İnsan Kaynakları Yöneticisi Bilal
Arğan “Adese olarak 2013 yılında kariyer.
net üzerinden aldığımız binlerce başvuruyu
titizlikle inceledik ve her adaya özel değerlendirme yaparak tüm adaylara en kısa sürede yanıt verdik. İnsana büyük değer veren
ve tüm uygulamalarını bu doğrultuda yürüten bir marka olarak iki yıl üst üste bu ödü-
le layık görülmek bizleri onurlandırdı. Daha
başarılı bir gelecek için insana yatırım yapmaya devam edeceğiz” dedi.
İK alanındaki başarılı uygulamaları ve insana verdiği değerle Adese daha önce de; ‘En
Fazla Bayan İstihdam Eden Firma’, ‘En Çok
İstihdam Sağlayan Firma’ ve ‘Sosyal Güvenlik Kurumu Çalışan Haklarını Koruma
Ödülü’nün sahibi olmuştu.
ADESE’DE 1100 PERSONELE HİJYEN
EĞİTİMİ VERİLECEK
ADESE VE KARATAY HALK EĞİTİM MERKEZİ ARASINDA ADESE’NİN YAKLAŞIK 1100 PERSONELİNİN HİJYEN EĞİTİMİ ALMASI KONUSUNDA PROTOKOL İMZALANDI. EĞİTİME ADESE’NİN UNLU MAMULLER, MANAV, KASAP, ŞARKÜTERİ VE GIDA
REYONLARINDA ÇALIŞAN PERSONEL KATILACAK.
Ulusal perakende markası Adese, personel eğitimlerini sürdürüp insan kaynaklarının kalitesini artırmaya devam ediyor. Adese ve Karatay Halk Eğitim Merkezi arasında
mağaza çalışanlarına yönelik hijyen eğitimi
verilmesi konusunda protokol imzalandı.
Yapılan anlaşmaya göre Adese mağazalarındaki unlu mamuller, manav, kasap, şarküteri ve gıda reyonlarında çalışan yaklaşık 1100 personel 1 ay süreyle hijyen eğitimi alacak. Adese Genel Müdürlüğü’nde düzenlenen protokol imza törenine Karatay
Kaymakamı Mustafa Altıntaş, Karatay İlçe
Milli Eğitim Müdürü Ali Ergun, Karatay İlçe
Milli Eğitim Şube Müdürü Mehmet Ali Türkmenoğlu, Karatay Halk Eğitim Merkezi Müdürü Osman Öz ve Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben katıldı.
Törende konuşan Karatay Kaymakamı
Mustafa Altıntaş; “Yapılan bu tür faaliyetler hem ülkemize, hem bölgemize, hem de
kuruluşumuza hizmet yeniliğinde bazı katkılar sağlar ve vatandaşlarımızın hijyenik
gıda tüketimi sağlanmış olur. Halk Eğitim
Merkezi müdürlüğümüz bu konuda bazı çalışmalar yapıyor, bundan sonra da yapacak.
İşbirliğimizin artması bizim talebimiz, isteğimiz. Daha başka alanlarda daha güzel çalışmalar yapılması umuduyla hayırlı olsun.
” dedi.
Karatay Halk Eğitim Merkezi ile yaptıkları iş birliğinden duyduğu memnuniyeti ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben,
“Adese’nin insan kaynakları politikasında
eğitimin büyük bir yeri var. Personel eğitimine önem veriyoruz. Özellikle gıda birimlerinde çalışan personelimizin hijyen konusunda bilinçli olması ve bu bilinci müşterilerimize yansıtabilmesi gerekiyor. Bu
bağlamda çalışanlarımıza belirli periyotlarla verdiğimiz hijyen eğitimini bu yıl Karatay Halk Eğitim Merkezi’nin katkılarıyla
gerçekleştiriyoruz. Karatay Kaymakamlığı,
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Karatay Halk
Eğitim Merkezi’ne Adese ile birlikte yürütülen bu anlamlı işbirliğinden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.
9
bizden haberler
10
bizden haberler
GELENEKSEL TÜRK EL SANATLARI
KULESİTE’DE
KULESİTE’NİN HER YIL DÜZENLİ OLARAK GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ‘3. DÜNDEN BUGÜNE GELENEKSEL TÜRK EL
SANATLARI ŞÖLENİ” SERGİSİ KONYA HALKININ ZİYARETİNE AÇILDI. BİRBİRİNDEN DEĞERLİ ESER VE USTALARIN
YER ALDIĞI SERGİNİN AÇILIŞ TÖRENİ 7 ŞUBAT 2014 CUMA GÜNÜ KONYA VALİSİ MUAMMER EROL, KONYA TİCARET
ODASI BAŞKANI SELÇUK ÖZTÜRK, KONYA İL MÜFTÜSÜ ŞÜKRÜ ÖZBUĞDAY, KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ BAŞKAN
VEKİLİ MİTHAT BÜYÜKALİM VE İTTİFAK HOLDİNG YÖNETİM KURULU BAŞKANI MEHMET ALİ KORKMAZ’IN KATILIMIYLA
YAPILDI.
Konya’nın yaşam ve eğlence merkezi Kulesite 7 - 16 Şubat
2014 tarihleri arası ‘3. Dünden Bugüne Geleneksel Türk El
Sanatları Şöleni’ne ev sahipliği yaptı. Birbirinden değerli ustaların ve unutulmaya yüz tutmuş geleneksel Türk el sanatlarının incelenebildiği sergi Konya halkının beğenisine sunuldu.
Sergi kapsamında Kündekari, Habbablık, Hattı Gubari, Yemeni yapımı, Sedefçilik, Mütteka ve Üfleme Cam Sanatı
gibi yüzyıllar boyunca babadan oğula geçen birçok değerli el sanatı ve bu sanatların çok az sayıdaki önemli ustaları
Kulesite’de Konyalılarla buluştu.
Sergi hakkında düşüncelerini dile getiren Kulesite AVM Müdürü Mustafa Totan, “Kulesite olarak; unutulmaya yüz tutmuş bu paha biçilemez geleneksel sanatları ve değerli ustalarını geçmişine ve kültürel değerlerine büyük önem veren Konya halkıyla buluşturmaktan büyük mutluluk ve gurur duyuyoruz. Her birimizin bu tür etkinliklerden çok büyük
bir manevi kazancı oluyor. Ayrıca bu sergiler geleneksel sanatlarımızı yaşatma adına da çok büyük önem taşyor” dedi.
36 ustanın katılımı ile 36 geleneksel sanatın icra edildiği
sergi Kulesite, Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya Sanayi
Odası, Konya Ticaret Odası, Konya Ticaret Borsası ve Limon
Ağacı’nın katkılarıyla gerçekleştirildi.
11
bizden haberler
KULESİTE’DE ÜNLÜLER GEÇİDİ!
KONYA’NIN ALIŞVERİŞ VE EĞLENCE MERKEZİ KULESİTE, SEVİLEN ŞARKICI VE SÖZ YAZARI FETTAH CAN İLE ‘HİÇ KONUŞMADAN’ ADLI YENİ ALBÜMÜNÜ HAYRANLARIYLA BULUŞTURAN ŞARKICI MEHMET ERDEM’İ AĞIRLADI.
KULESİTE’DE FETTAH CAN RÜZGARI ESTİ!
‘Boş Bardak’, ‘Rüzgar Ektim Fırtına Biçeceğim’, ve ‘Bu Aşkın Katili Sensin’ gibi sevilen
şarkıların yazarı ve yorumcusu Fettah Can,
28 Şubat 2014 Cuma günü düzenlenen imza
günü etkinliğiyle Kulesite’de sevenleriyle
buluştu. Kulesite etkinlik alanında Konyalı hayranlarıyla bir araya gelen ünlü sanatçı hem imza dağıttı hem de sevenlerinin sorularını yanıtladı.
Kulesite etkinlik alanını dolduran Fettah
Can hayranları, ünlü sanatçıyla fotoğraf
çektirebilmek için birbirleriyle yarıştı. Sevenlerinin her biriyle tek tek ilgilenen sanatçı, kendisini göremeye gelen küçük hayranlarına ise imzalı albümünü hediye etti.
Yanında getirdiği futbol topunu imzalatmak
isteyen genç bir hayranı ise sanatçıyı şaşırttı.
Hayranlarının yoğun ilgisi karşısında duygularını dile getiren Fettah Can, “Konya’da
olmaktan ve siz değerli sevenlerimle bir araya gelmekten çok mutluyum.
Beni sizlerle buluşturan Kulesite Alışveriş
Merkezi’ne sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum” dedi. En kısa sürede yeniden Konya’ya
gelme sözü veren sanatçı hayranlarının alkışları ile programını tamamladı.
MEHMET ERDEM KULESİTE’Yİ SALLADI!
‘Hakim Bey’ ve ‘Herkes Aynı Hayatta’ şarkılarıyla son dönemin en dikkat çekici isimlerinden olan Mehmet Erdem, ‘Hiç Konuşmadan’ adlı yeni albümünü Kulesite’de tanıttı. 1 Mart 2014, Cumartesi günü Kulesite’ye
gelen ünlü şarkıcı hem imza dağıttı hem de
mini bir konser verdi.
Kulesite etkinlik alanında Konyalı hayran-
larıyla biraraya gelen Mehmet Erdem hem
yeni albümünü imzaladı hem de sevenlerinin sorularını yanıtladı. Hayranlarının yoğun ilgisiyle karşılaşan Mehmet Erdem,
yeni albümü ‘Hiç Konuşmadan’ın en yeni
şarkılarını da onlarla birlikte seslendirdi.
Günlerdir ünlü şarkıcıyı beklediğini belirten genç bir hayranı Mehmet Erdem’le kar-
şılaştığında heyecanını gizleyemedi. Genç
hayranının üstündeki tişörtü imzalatmak
istemesi hem sanatçıyı hem de diğer konukları şaşırttı.
Konya’nın yaşam ve eğlence merkezi Kulesite, sevilen sanatçıları Konya halkıyla buluşturmaya devam edecek.
12
BAHAR
MEVSİMİ
DEĞİL
çilek
mevsimi
“ÇİLEEEEEKKK! YAŞASIIIINN… LÜTFEN ANNE İSTİYORUM, ÇİLEK İSTİYORUM!!” MEVSİMİ GELİYOR… MANAV
TEZGAHININ ÖNÜNDEN ALMADAN GEÇİLEMEYEN TEK MEYVE HERHALDE ÇİLEKTİR. ŞÖYLE BİR GÖZÜMÜZÜN
UCUNA TAKILMASI HATTA CÜMLE İÇİNDE BİR ŞEKİLDE KULLANILMASI BİLE YETERLİ SANIRIM O DAYANILMAZ
KOKUSUNUN BURNUMUZDA TÜTMEYE BAŞLAMASI İÇİN. İŞTE O AKLA DÜŞME ANININ DAYANILMAZLIĞI NE
MEVSİM TANIR NE İMKANSIZLIK. EN KÖTÜ İHTİMALLE ÇİLEKLİ BİR SAKIZ ARANIP BULUNUR VE ATILIVERİR AĞZA.
HELE BİR DE ZATEN ARTIK MEVSİMİYSE TADINDAN YENMEZ. İŞTE ŞİMDİ TAM DA O TADIN MEVSİMLERİ GELİYOR.
BAHAR MEVSİMİ DEĞİL… ÇİLEK MEVSİMİ…
Bahar ve yazla beraber birbirinden lezzetli, birbirinden renkli ve farklı meyveler damaklarımızı şenlendirmeye başlayacak. Ama içlerinde bahara en yakışanı çilek
galiba. Hem rengi, hem kokusu, hem tadı
fevkalade çünkü. Pastaların vazgeçilmez
süsü, reçellerin değişmez aroması, meyve tabaklarının olmazsa olmaz rengi, pikniklerin en lezzetli çerezi… Aklınıza gelebilecek her meyveyle mütemadiyen eşsiz bir
uyum içinde…
Bütün bu güzelliklerinin yanında bir de yerine getirmesi gereken görevleri var çileğin. Hiç düşündünüz mü çilek neden bahar
meyvesi? Çünkü Allah özellikle öyle yaratmış. Niye mi? Çünkü bahar diyet mevsimi…
Ve çilek diyet menülerinin liste başı öğünü… Hayır, öyle ilk aklınıza geldiği gibi hafif ve az kalorili olması değil nedeni. Temel sebep içindeki vitaminler ve mineraller. A, B,C ve K vitaminleri içerir çilek. Aynı
zamanda da kalsiyum, demir ve fosfor bakımından oldukça zengindir. Bir de güçlü bir antioksidandır ki atlamak olmaz. Bu
sayede de hem diyet esnasında vücudumuza gerekli olan vitamin ve mineralleri almış
oluruz hem de uzun süre tok kalırız. Üstelik de 100 gram çilek sadece 37 kalori içeriyor.
13
Ama bize lütfedilen bu benzersiz meyvenin faydaları bu kadar değil tabi ki. İşte saymakla bitirilmeyecek diğer özelliklerinden
bir kaçı:
Öncelikle çileğin rengi sadece saç boyası rengini tarif ederken yaramıyor işimize,
ona bu rengi veren madde damarlardaki
kan basıncını dengeliyor ve kalp krizi riskini azaltıyor.
Kırmızı meyveler grubunda olan çilek yine
bu rengi sayesinde Alzheimer riskini de oldukça azaltıyor.
Zihnimizin çalışmasına destek olan dopamin hormonunun salgılanmasındaki görevi
de oldukça fazla.
Ayrıca çileğin içinde çok yardımsever iki
tane de enzim var: COX ve Ellagic Asit. Bu
enzimler sayesinde kronik hastalıklara
karşı korunuyoruz ve iltihaplanmalar ve yaralar da çok daha çabuk iyileşiyor.
Son yıllarda yapılan araştırmaların sonuçlarına göre ise çilek gırtlak ve kolon kanseri ile mücadelede oldukça etkili.
İÇİNDEKİ BOL
MİKTARDAKİ FOLİK
ASİT SAYESİNDE HEM
CİLDİMİZ NEMLENİR,
GÜZELLEŞİR HEM DE
BÖBREK İLTİHABI İÇİN
BİREBİRDİR.
Bağışıklık sistemimizi güçlenir ve vücuda
kuvvet kazandırır.
İçindeki bol miktardaki folik asit sayesinde hem cildimiz nemlenir, güzelleşir hem
de böbrek iltihabı için birebirdir.
Kolesterolü düşürür. Kanı temizler. Romatizmaya iyi gelir.
Sindirim sisteminizi çok iyi çalıştırdığından bağırsak kurtlarının dökülmesinde de
çok yardımcıdır. Ve çok iyi bir idrar söktürücüdür.
Tansiyonu düşürücü bir etkisi de söz konusudur. Dolayısıyla stresi de azaltır.
Karaciğerinizin en yararlı dostlarından biridir.
Sayesinde diş etleri güçlenir ve ağız kokusu gider. Ağız yaralarına iyi gelir.
Doğal bir ateş düşürücüdür.
Tüm bunlar bu faydalı bitkinin onlarca faydasının başında gelenler. Diğerlerini keşfetmek bize kalmış. Çünkü uzmanlar haftada 2 porsiyon tüketilen çileğin vücudumuz üzerindeki olumlu etkilerini hemen
fark edebileceğimizi söylüyorlar. Üstelik
eğer alerjiniz yoksa hiçbir yan etkisi de yok.
Tabi oldukça iyi yıkamanız şartıyla. Çilek
sevgimizin bize böbrek taşı olarak dönmesini istemeyiz değil mi?
Bedenimiz içine bu kadar cömert davranan
çilek daha önce de söylediğimiz gibi dışını
da es geçmemiş. İşte size çileğin bendeki
hatırına mahsuben harika bir çilek maskesi.
ÇİLEK MASKESİ:
5 adet çilek
1 yemek kaşığı süt
1 yemek kaşığı mısır unu
Çilekleri güzelce yıkayıp
eziyorsunuz. Daha sonra içine süt
ve mısır ununu ilave edip iyice
karıştırıyorsunuz. Maske kıvamını
elde ettikten sonra cildinize sürüp
20 dakika bekliyorsunuz. Süre
bitiminde ılık suyla yıkıyorsunuz.
Göreceksiniz ki cildinizdeki
gözenekler artık daha sıkı…
14
Cahide Sultan’dan lezzet sırları
www.cahidejibek.com
SEBZELİ
KIRMIZI
MERCİMEK
ÇORBASI
(8 KİŞİLİK)
MALZEMELER
1.5 su bardağı mercimek
2 yemek kaşığı pirinç
1 orta boy soğan
1 adet havuç,1 adet kabak
2 küçük diş sarımsak
1 yemek kaşığı salça
Nane, çok az kekik
Tuz, zeytinyağı
Mercimek ve pirinci yıkayın tencereye
alın. Sebzeleri iri iri doğrayın, kalan bütün
malzemeleri de çiğden koyup üzerine
4-5 parmak çıkacak kadar su ilave edin.
Düdüklü tencerede 20 dakika pişirin
Piştikten sonra blendırdan geçirin.
Afiyet olsun…
15
www.cahidejibek.com
PIRASA
KÖFTESİ
(6 Kişilik)
Malzemeler
250 g kıyma
3 adet orta kalınlıkta pırasa
1 adet orta boy havuç
1 adet yumurta
Yarım demet maydanoz ve dereotu
2 yemek kaşığı galeta unu
2 yemek kaşığı un
1 tatlı kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı karabiber
arzuya göre acı pulbiber
3 yemek kaşığı zeytinyağı
Bulamak için: Galeta unu
Hazırlanışı
Pırasaları ince ince doğrayın. Havucu rendeleyin. 3 yemek kaşığı zeytinyağıyla beraber 10 dakika kadar soteleyin. Ilıyınca kıymanın
içine ekleyin. Maydanoz ve dereotunu doğrayın. Galeta unu, normal un, tuz ve baharatları da ekleyip yoğurun. Karışımdan iri
parçalar alıp oval köfteler yapın. İsterseniz yuvarlak da olur hiç farketmez. Köfteleri galeta ununa bulayıp yağlanmış fırın tepsisine
dizin. Dilerseniz köftelerin arasına elma dilimi olarak dilimlediğiniz patatesler dizebilirsiniz. 200 derecelik fırında köfteler kızarana
kadar pişirin. Sıcak sıcak servis yapın.
KARA LAHANA
DOLMASI
(6 Kişilik)
Malzemeler
3 bağ karalahana
300 g kıyma
1 su bardağı pirinç
1 çay bardağı iri bulgur
1 adet orta boy soğan
2 adet domates
1 tatlı kaşığı domates salçası
1 tatlı kaşığı biber salçası
Yarım demet maydanoz
2 diş sarımsak
1 yemek kaşığı nar ekşisi
1 tatlı kaşığı karabiber
Zeytinyağı, tuz
Sosu için
1 yemek kaşığı tereyağı
1 tatlı kaşığı salça
Hazırlanışı
Öncelikle lahana yapraklarının uzun saplarını koparın. Kaynayan suyun içine atıp, 5-6 dakika kadar haşlayın. Tencereden alıp, soğuk
suya koyun. Diğer tarafta pirinci ve bulguru yıkayıp geniş bir kaba alın. Üzerine kıymayı, rendelenmiş domatesi, ince doğranmış
soğan, sarımsak ve maydanozları ekleyin. Salça, tuz, yağ, nar ekşisi ve baharatları da ekleyip yoğurun.
Haşlanmış lahana yapraklarının ters tarafı yukarı bakacak şekilde tezgahın üzerine serin. Kalın damarlarını bıçakla alın. Baş kısmına,
dolma içinden bir tatlı kaşığı kadar alıp uzatarak koyun. Yaprağın kenarlarını içe doğru katlayıp sarın. Sarmaları yayvan bir tencereye
dizin. Bir tavaya salça ve tereyağını alıp eritin. Üzerine 3 su bardağı kadar su koyup kaynatın. Tuzunu atın. Sarmaların üzerine
dökün. Yaklaşık 1 saat boyunca kısık ateşte pişirin. Afiyet şifa olsun.
16
Cahide Sultan’dan lezzet sırları
KÖFTELİ
KARNABAHAR
(6 Kişilik)
Malzemeler
400 g kıyma
1 tatlı kaşığı tuz
2 yemek kaşığı galeta unu
2 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı kimyon
1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber
Küçük bir karnabahar (400 g kadar)
1 orta boy soğan
1 küçük havuç
1 su bardağı bezelye
1 orta boy patates
1 tatlı kaşığı biber salçası
4-5 yemek kaşığı zeytinyağı
Hazırlanışı
Karnabaharı küçük çiçeklere ayırın. Patates ve havucu küp küp doğrayın. Hepsini bir tavaya alıp üzerine yarım çay bardağı kadar
su koyup ağzı kapalı olarak hafif yumuşayana kadar pişirin. Soğanı söğüş doğrayıp ekleyin. Fırın tepsisine alın. Kıymaya tuz, galeta
unu, kimyon, karabiber ve toz biberi ekleyip yoğurun. İri iri köfteler yapıp yuvarlayın. 4-5 kaşık zeytinyağında köfteleri soteleyin
ve sebzelere ilave edin. Salçayı bir su bardağı suyla eritip malzemelerin üzerine dökün. Tepsinin ağzını bir folyoyla kapatıp, 200
derecelik fırında 25 dakika kadar pişirin. 10 dakika kadarda üstü açık olarak pişirin ki yemek hafif kızarsın.
NOT: Bu yemeğin üzerine beşamel sos veya kaşar eklenebilir ama ben bu şekilde daha sağlıklı olacağını düşündüğüm için
kullanmadım.
Malzemeler
125 g tereyağı
1 çay bardağı zeytinyağı
1 çay bardağı yoğurt
2 yumurta
(birinin sarısı üzerine
sürmek için ayrılacak)
1 tatlı kaşığı tuz
1 paket kabartma tozu
4 su bardağı un
Patatesli iç malzemesi
1 büyük patates
1 orta boy soğan
Soğanı kavurmak için: 2 yemek
kaşığı kadar zeytinyağı
Karabiber
Çok az kimyon
1 tatlı kaşığı kuru nane
Tuz ve kırmızıbiber
PATATESLİ AY ÇÖREĞİ(8 Kişilik)
Hazırlanışı:
Önce patatesi haşlayıp ezin. Küçük doğranmış soğanları az yağda sarartıp altını kapatın. Patatesleri ve baharatları ekleyip
karıştırın. Oda ısısında yumuşamış tereyağı, zeytinyağı, yumurta (birinin sarısını ayırın) ve yoğurdu karıştırın. Kalan malzemeleri
de ekleyip yumuşak bir hamur elde edin. Hamurdan iki ceviz büyüklüğünde parçalar alıp uzunlamasına açın. Patatesli içten orta
kısmına koyun. İçin her iki tarafını birleştirip elinizle hafifçe yuvarlayın. Uçları orta kısma doğru büküp ay şekli verin. Ayırdığınız
yumurta sarısına bir tatlı kaşığı kadar zeytinyağı ekleyip karıştırın. Ay çöreklerinin üzerine fırçayla sürüp çatalla çizin. 180 derecelik
önceden ısınmış fırına sürün. Kızarana kadar pişirin. Afiyet şifa olsun!
17
www.cahidejibek.com
ISPANAK
BEĞENDİLİ
TOP
KÖFTE
(4 KİŞİLİK)
Malzemeler
Ispanak beğendi için:
1 bağ ıspanağın yaprakları
(300 g kadar)
2 yemek kaşığı un
2 su bardağı süt
1 yemek kaşığı tereyağı
(Zeytinyağı da olur)
1 çay bardağı kaşar rendesi
1 küçük soğan
Tuz ve biraz karabiber
Köftesi için:
350 g kıyma
1 adet bayat ekmek içi
veya 2 yemek kaşığı galeta
1 küçük soğan
2 çay kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı kırmızı biber
1 çay kaşığı kimyon
1 yemek kaşığı zeytinyağı
Tuz
Hazırlanışı
Kıymaya; rendelenmiş soğanı, galeta ununu, yağ, tuz ve baharatları ekleyip yoğurun. Harçtan
küçük köfteler yapın. Köfteleri çok az bir yağla tavada soteleyin. Başka bir tavaya yağı ve
rendelenmiş soğanı koyup, soğan sararana kadar karıştırın. Unu ilave edip un kokusu gidene
kadar çevirin. Sütü, tuzu ve karabiberi ekleyip kaynamaya başlayana kadar karıştırın. Çok ince
doğranmış ıspanakları ilave edin. 5 dakika daha karıştırarak pişirmeye devam edin. En son kaşar
rendesini ekleyip karıştırın ve tavayı ocaktan alın. Beğendiyi servis tabağına döküp yayın. Üzerine
köfteleri dizip sıcak sıcak servis yapın.
18
Cahide Sultan’dan lezzet sırları
LEOPAR
DESENLİ
PASTA
(12 KİŞİLİK)
Pandispanya malzemeleri
4 yumurta
1 su bardağından 1 parmak
eksik şeker
1 su bardağı un
1 çay kaşığı kabartma tozu
1 tatlı kaşığı limon kabuğu
rendesi veya vanilya
Ayrıca: 1 tatlı kaşığı kakao
Krema malzemeleri
2 su bardağı süt
1 yemek kaşığı nişasta
1 yemek kaşığı un
2-3 yemek kaşığı şeker
75 g tereyağı
Aroma verici olarak,
limon kabuğu rendesi
veya vanilya
Hazırlanışı
Önce kremayı hazırlayın. Bunun için süt, un ve nişastayı karıştırarak pişirin. Şeker, tereyağı ve
limon kabuğu rendesini ekleyip 2-3 dakika kadar mikserle çırpın. Soğumaya bırakın. Pandispanya
için, yumurta aklarını sarılarından ayırıp köpürene kadar çırpın. Şekeri yavaş yavaş ilave ederek
yumurta aklarına yedirin. Sarıları teker teker ekleyerek yumurta akına karıştırın. Un kabartma tozu
ve limon kabuğu rendesini de ekleyip karıştırın. Hamurdan küçük bir çorba kâsesi kadar ayırın.
Kakaoyu ekleyip hamura yedirin. Kakaolu hamuru küçük bir poşete koyun. Uç kısmını makasla
azıcık kesin. Yağlı kağıt serilmiş tepsiye poşetteki hamurla gelişigüzel leopar deseni çizin. Üzerine
kalan sade hamuru, çizgilerin üzerine gezdirerek dökün. Önceden ısıtılmış 190 derecelik fırında
pandispanyayı 9-10 dakika kadar pişirin. Pandispanyayı fırından alıp, bir mutfak örtüsünün üzerine
ters çevirin. Yavaşça yağlı kağıdı çekip çıkarın. Pandispanyayı yeniden ters çevirip, kremayı sürün.
Yani krema desensiz kısma sürülecek. Bir kenarından başlayarak rulo yapın. (Arasına muz da
koyabilirsiniz.) Yeniden temiz bir yağlı kağıda sarıp dolaba kaldırın. 2-3 saat sonra dilimleyerek
servis edebilirsiniz. Afiyet şifa olsun!
19
20
Bakım
OTOMOBİLİNİZİN DE HAKKI
Otomobiller, baharla birlikte bakıma ihtiyaç duyarlar. Çeşitli firmalar tarafından uygulanan temizlik ve bakım sistemleriyle, otomobilinizi hem bahara hazırlayabilir, hem de ilk günkü haline kavuşturabilirsiniz. Yoğun ve sert geçen bir
kışın ardından yorgun düşen araçlarınıza bahar ve yaz bakımı uygulamanız, ileride olası sıkıntıları önlemenizi sağlayacaktır.
Yağmuruyla, çamuruyla, güneşiyle, tozuyla, toprağıyla her mevsim sonrasında otomobile baştan aşağı bir makyaj
yaptırmak gerekmektedir. Yaz yaklaşırken otomobil sahiplerinin yapması gereken öncelikli işlerden biri de otomobile
bakım yaptırmaktır. Kışın yağmurda, çamurda her türlü kötü hava koşullarında toz, toprakta kullanılan otomobillerin
bakıma ihtiyacı vardır. İnatçı lekeleri çıkartabilirsiniz.
Kış mevsiminde otomobilin altında biriken tortu ve çamurlar, otomobilin yüzeyinde meydana gelen çizikler, bir süre
sonra otomobilde paslanmalara yol
açar. Otomobillerin koltuklarında, döşemelerinde ve diğer yüzeylerinde de zamanla lekeler oluşur. Otomobilinizin iç
ve dış yüzeyinde oluşan inatçı lekeleri çıkarmak için oto marketlerde satılan temizlik ürünlerini kullanabilirsiniz. Sadece temizlikle yetinmeyip, otomobilinizi dış etkenlere karşı koruma altına almak istiyorsanız, otomobilinizi koruma
sistemleriyle donatmanız gerekiyor.
Otomobilin üzerinde fabrika çıkışında
bulunan şeffaf koruyucu tabakanın yok
olmasıyla birlikte, otomobilin boya yüzeyi çevre şartlarına karşı tamamen korumasız kalıyor. Güneş, boyanın en büyük
düşmanı. Otomobilin yüzeyinde zamanla donuk ve lekeli bir görüntü oluşuyor.
Uzaktan bakıldığında pürüzsüz gibi görünse de, yakından incelendiğinde boya
yüzeyindeki çukurlar ve tümseklerden
oluşan engebeli yüzey görülüyor. Güneşin tehlikeli ultraviyole ışınları da boya
yüzeyi için ayrı bir tehlike kaynağı oluşturuyor. Ultraviyole ışınları boya yüzeyi-
ne yapışan ve mercek görevini üstlenen
yabancı maddelerin yardımıyla yüzeyi
yakıyor ve bozulmasına yol açıyor.
Fırçayla yapılan yıkama boyayı çiziyor.
Otomobillerin yüzeyi için bir başka tehlikeyi ise bilinçsizce yapılan temizlik ve
bakım hizmetleri oluşturuyor. Otomobilleri güzelleştirmek için uygulanan pasta
- cila işlemi gerçekte boya yüzeyi için oldukça tehlikeli bir uygulama. Otomobilin
dış yüzeyine uygulanan pasta işlemişse,
yüzey üzerinde dairesel çizikler ve aşınmalar meydana geliyor. Piyasada bulunan ve amatör kullanıma yönelik cilalar
ise boya yüzeyinin çok kısa bir süre parlamasını sağlıyor. Bu da parlatma işleminin sık sık tekrarlanmasına yol açıyor.
Fırça ve kova kullanarak yapılan oto yıkama ise boya yüzeyini çiziyor. Otomobil
fırçayla yıkandığında yüzey üzerinde bulunan kirler, çiziklerin içine yerleşiyor.
Otomobilinizi bahar ve yaz aylarına hazırlamak için birkaç öneri;
YOL
YAĞMURUYLA
çamuruyla
güneşiyle
TOZUYLA
her mevsim sonrasında otomobile baştan
aşağı bir makyaj yaptırmak gerekmektedir.
21
Yazın daha çok yolculuk edilebileceğinden ön
ve arka fren balataları kontrol edilmeli gerekirse
değişmelidir.
Araba motorları ilkbahar ve yazın daha
fazla ısınır bu yüzden yağın kontrol edilmesi gerekir. Yağ değişim zamanı geldiğinde iş işten geçmiş olabilir o yüzden sık
sık yağın seviyesi ve durumu (yağın içinde
bulunan partiküller) kontrol edilmelidir.
Lastiklerin basınç kontrolü ve değişimi
yapılmalıdır.
Bilinenin aksine silecek lastikleri yazın
daha çabuk bozulur. Cam silecek suyuna yazlık, yani içinde yağ çözücü maddeler bulunan cam suyu konmalıdır. Fıskiyeler kontrol edilmelidir.
Yazın tozlu ortam daha fazla olacağından hava filtresi ve polen filtresi kış aralığından daha sık değişmeli, mutlaka sık
aralıklarla kontrol edilmelidir. Çünkü
hava filtrelerindeki tıkanıklık daha fazla
yakıt tüketilmesine sebep olmaktadır.
Lastik basınçları yazın sıcaklıkla birlikte kendiliğinden artabilir. Mutlaka kont-
rol edilmeli ve kışlık lastikler yazın kullanılmamalıdır.
Yazın uzun yolculuklar daha fazla yapıldığından her an yola çıkılacakmış gibi çok
nokta kontrolü yapılan bir bakımdan geçirilmelidir.
Yazın hız limitleri kışa oranla daha fazla zorlandığından ön düzen direksiyon ve
servo kontrolü yapılmalı, lastik balansları
kontrol edilmelidir.
Rot ayarı yapılmalı, Balans ayarı yapılmalıdır.
Klima gazı, klima kompresör yağı ve fanlar kontrol edilmelidir. Klima gazı kontrol
edilmeli ve tamamlanmalıdır.
Akü asit yoğunluğu yazın daha fazla değişebilir veya akü gözlerinde su kaybı olabilir, mutlaka kontrol edilmelidir.
Akü asit yoğunluğu ve gücü kontrol edilmelidir.
Motor soğutma suyu seviyesi ve kaçakları kontrol edilmeli, antifriz seviyesi yaz
kış aynı olmalıdır.
Antifriz ve su eksiği tamamlanmalıdır.
Araçtaki tüm sıvıların kontrolü yapılmalı ve eksikler tamamlanmalıdır. Özelliğini
kaybedenler ve değişim zamanı gelenler
mutlaka değiştirilmelidir.
Fren ve direksiyon hidrolikleri kontrol
edilip eksikler tamamlanmalıdır.
Bujiler ve tüm aydınlatma sistemi kontrol edilmelidir. Yazın daha çok yolculuk
edilebileceğinden ön ve arka fren balataları kontrol edilmeli gerekirse değişmelidir. Ayrıca stepne ve kriko muhakkak
kontrol edilmelidir.
Hazırlayan: Barış Bozkaya
22
STRESİ YÖNETMEK MÜMKÜN
Stres, günlük yaşamda çok aşina olduğumuz bir
kavram. Genel olarak stresi bireylerin bedensel,
zihinsel, duygusal sınırlarının zorlanması olarak
tanımlayabiliriz. Stres, zorlayıcı çeşitli faktörlere
karşı doğal olarak gösterdiğimiz fizyolojik ve
psikolojik tepkilerdir. Bireylerde, biyolojik ve
psikolojik dengenin bozulduğuna ve yeniden
dengeye dönülmesi gerektiğine yönelik bir işarettir.
Zorlanma ve engeller günlük yaşamın bu kadar
içinde iken kaçmak pek mümkün değil. O halde
stresi yönetebilmek, baş edebilmek önemli.
Kabul edilebilir oranda stres, yararlı olmakta,
başarıyı tetikleyebilmekte ve kişinin verimini
arttırabilmektedir. Ancak strese uzun süreli
maruz kalma ve uygun baş edememe durumunda
hayatımızı olumsuz etkiler, verimsizleştirir ve
sağlığımızı olumsuz etkileyebilir. Stresi değişim
ve gelişim amacı ile kullanabilmeyi öğrenebilirsek
daha iyi yönetebiliriz.
hayatımızın
HER
alanında
yeralıyor ve
sağlığımıza tehdit
oluşturuyor
STRES
23
Depolanmış yağ ve şeker hızlıca kana karışır ve gereken enerjiyi sağlar.
Tüm duyumlarımız en üst seviyede çalışır. Bahsedilen belirtileri yaşamak rahatsız edici olsa da” Savaş ya da kaç “tepkisi
bedenimizin kendini koruma tepkisidir. Hayatta kalmak ve güvende olmak için gereklidir. Bunun doğal olduğunu ve bu durumlarla başa çıkma yöntemlerini bilmek, zorlayıcı durumlara uyum sağlamamızı kolaylaştırır. Stres tepkisi, ortamda ne olduğundan ziyade, kişinin olayı algılamasına bağlı
olarak ortaya çıkar. Aynı olay-durum, farklı kişilerde, hatta bazen aynı insanda farklı
zamanlarda farklı tepkilere yol açabilir.
STRESİN NEDENLERİ VE
BELİRTİLERİ NELER?
Hava kirliliği, gürültü, trafik, iklimsel değişimler, kalabalık önemli çevresel stres
kaynaklarıdır. Boşanma, işsizlik, zorlu iş
koşulları, ekonomik belirsizlikler, iyi beslenememe, iş değiştirme, zaman baskısı altında çalışma, evden ayrılma, organ kaybı gibi olumsuz yaşam olaylarının yanı sıra
evlenme, çocuk sahibi olma, terfi etme gibi
olumlu yaşam olayları da strese yol açabilir. Açıkçası uyum yapmamızı gerektiren
her türlü değişiklik strese yol açar. Kişilik yapısı da kendi başına stres oluşturucu
olabilir. Rekabetçi, başarı yönelimli, aceleci, saldırgan, hoşgörüsüz, mükemmeliyetçi, kendine ve diğerlerine karşı acımasız,
kendini ifade etmede zorlanan, ayrıca inkâr
ve bastırma tarzı savunma mekanizmalarını sık kullanan kişiler de strese daha fazla maruz kalabilirler. Stres altındayken beyin algıladığı tehlike karşısında “savaş ya
da kaç” tepkisi gösterir. “Savaş ya da kaç”
tepkisi esnasında bedenimizde bazı değişiklikler meydana gelir. Şöyle ki;
Kalp daha çok kasılır ve daha fazla kan
pompalar. Böylece beyne ve kaslara daha
çok kan gönderilir. Kaslarda gerilim artar.
Sindirim sistemi faaliyeti durur. Bağırsak
ve idrar torbası kasları gevşer. Daha sık idrar yapma ihtiyacı olur.
Terleme artarak, vücudun aşırı ısınması
önlenir.
Tansiyon yükselir.
Solunum hızı/derinliği artar
Oksijen tüketimi, Karbondioksit üretimi
artar.
Göz bebekleri büyür.
Akciğer bronşları genişler. Oksijen akciğerlerdeki bronşlara doldukça ciğerler genişler ve fazla oksijen beyne gittikçe dikkatimiz artar.
Böbrek üstü bezlerinden adrenalin ve
kortizon salınımı artar. Adrenalin artışıyla
nabız yükselir.
Strese uzun süre maruz kalıp uyum sağlayamıyorsak fizyolojik olarak, kaslarda ağrı,
ellerin terlemesi, çarpıntı, ağız kuruluğu,
yerinde duramama, yorgunluk, hazımsızlık,
baş ağrıları, cilt problemleri, yüksek tansiyon, ülser/gastrit, astım, kalp-damar hastalıkları, uyku ve iştah sorunları yaşayabiliriz. Duygusal ve zihinsel olarak da kaygı, konsantre olmakta zorluk, unutkanlık,
halsizlik, yorgunluk, aşırı sinirlilik ve öfke,
kaygı bozuklukları, depresyon (çökkünlük)
yaşanabilir. Davranışsal olarak, içe kapanma, konuşmada güçlük, alkollü madde kullanımı görülebilir.
İŞ STRESİ
Ekonomik alandaki belirsizlikler, rekabet,
işveren ve çalışanlar üzerinde baskı tadır.
Ekonomik krizlerin yaşanması satın alma
gücünü etkilemekte, yatırımı azaltmakta, şirketlerde küçülme, işten çıkarmalarda artmaya yol açmaktadır. Ekonomik koşulların ağırlığı ve rekabetin artmış olması, işveren ve çalışanlar açısından zorlayıcı olmakta ve gelecek kaygısını arttırmakta. Günün büyük bölümünün iş yerinde geçmesi, iş sorunlarının günlük yaşama yansımasına sebep olmaktadır.
İş yerinde mekân sorunları, yeterli aydınlatmanın olmaması, işyerinin kötü fiziki
şartları, iş tanımının belirsiz olması, zaman
baskısı altında çalışmak, aşırı sorumluluk
– az yetki, ast- üst çatışmaları, suçlayıcısavunucu iletişim tarzı, kişilik özellikleri
ile yapılan işin uymaması (çekingen kişilik
özellikleri gösteren birinin grup lideri olması vb.) gibi faktörler de olumsuz etkiler
24
stresten ve
stresin neden
olduğu olumsuz
durumlardan
korunmak için
stresle baş etmeyi
(stres yönetimi)
öğrenmek gerekir.
arasındadır. İş yeri stresi, uygun yönetilemezse, verimin düşmesine, iş devamsızlığına, iş kazalarına, sağlık sorunlarının artmasına yol açmaktadır. İşyeri stresi ile baş etmede, çalışanlara sosyal destek sağlamak
iş verimliliği açısından oldukça önemlidir.
STRES YÖNETİMİ
Günlük yaşam ve iş stresi ile baş etmeye
çalışırken, dikkat edersek yararlanacağımız hususları şöyle sıralayabiliriz:
Yaşamın değişim hızını azaltmak, ani kararlar almaktan kaçınmak,
Problem çözme becerilerinin geliştirilmesi, kısaca özetlersek problemi tespit etmek,
probleme kendi katkımızı fark etmek, çözüm için seçenekleri belirlemek ve her bir
seçeneğin avantaj ve dezavantajlarını değerlendirmek, uygun seçenek konusunda
eyleme geçmek konusunda becerimizi artırmak yarar sağlar.
Yakın çevreden destek istemek, benzer
sorunları yaşayan kişilerin tecrübelerinden
yararlanmak,
Olaylara bakış açımızı değiştirmek, kendimizi ve diğerlerini suçlamak, savunmaya itmek yerine anlamaya odaklanmak, olaylara
“tehdit” olarak değil, “yetenekleri sınama”
olarak bakabilmek,
“Ya hep ya hiç tarzı” bakış açısı yerine esnek olabilmek. (İş başarısı her zaman kazanmak, işi büyütmek anlamına gelmez.
Ekonomik kriz dönemlerinde, küçülmek,
yatırımları yavaşlatmak da uygun baş etme
yöntemi olabilir.)
İş ya da günlük yaşam problemlerini sürekli düşünmek, daha kolay çözüm sağlamaz. Probleme odaklanmaya ara vermek.
İyi gelecek bir aktiviteye bir süre yönelmek
daha faydalı olabilir. (Gevşemek, yürüyüş
yapmak, bir arkadaşı aramak, müzik dinlemek gibi.)
Kişilerarası ilişkileri “ben kazanayım - sen
kaybet” şekline dönüştürmemek, kişiden
ziyade soruna odaklanabilmek,
Kişiliği eleştirme yerine davranışın etkilerine odaklanmak,
Kafein alımını azaltmak, geç saatlerde
çay, kahve, kola içmemek. (Kafein adrenalin salınımını tetiklediği için fazla kullanımı
stres tepkilerine yol açabilir.)
Uykuyu düzenlemek. Yatmadan yarım saat
önceden kendinizi gevşetin ve bu hissi yatağınızda da devam ettirmeye çalışın. Uyuyamadığınızda, sürekli oradan oraya dönerek yatakta vakit geçirmeyin, 20 dakika kadar uyuyamadıysanız kalkın, uykunuz gelene kadar rahatlatıcı bir şeyler okuyabilirsiniz. Uyku bekleyerek gelmez, uyumak için
kendinizi zorlamayın.
Zamanı iyi kullanmak. Zor ve sevimsiz işlere günün ilk saatlerinde yer vermek. Zihninizde taşımak yerine, işi halledip kurtulmak. Yapılacakları yazılı hale getirmek. Gerekirse iş paylaşımı yapmak.
Sevilen kişilere, aileye zaman ayırabilmek.
Dinlenme ve tatil zamanlarından yararlanmak.
Kaygı yaşarken nefes alışımız hızlanır, düzensizleşir. Bu sebeple derin, yavaş nefes
almak gevşetici etki sağlar.
Düzenli yapılan gevşeme egzersizi kas gerilimini azaltır. Stresli durumlarda daha düşük düzeyde tepki vermemizi sağlar. Gevşeme için;
Rahat bir pozisyonda oturun ya da uzanın.
Gözlerinizi kapatın dikkatinizi nefes alışınıza verin. Burnunuzdan yavaş bir şekilde nefes alın, ağzınızdan daha yavaş bırakın. (4’ e
kadar sayarak nefes alıyorsanız, 6 ya kadar
sayarak nefesinizi bırakabilirsiniz.) Her nefes verişte içinizden “gevşe” ya da “rahatla” diyebilirsiniz. Gözleriniz kapalı kalmaya devam ederken belli kas gruplarını gerip gevşetebilirsiniz. Burnunuzdan yavaşça nefes alırken, kaşlarınızı çatıp, gözlerinizi iyice yumarak yüz kaslarınızı gerin. Ağzınızdan nefesinizi verirken tamamen gevşetin. Başınızı öne eğip, çenenizi göğsünüze değdirmeye çalışırken boynunuzun arkasında gerilimi hissedip yavaşça eski haline getirerek gevşetin. Başınızı hafifçe arkaya atarak boynunuzun ön kısmında gerilimi
hissedin, yavaşça eski haline getirerek gevşetin. Gerginlikle gevşeklik arasındaki farkı
ayırt etmeye çalışın. Omuzlarınızı kulaklarınıza doğru çekip gevşeterek, elleri yumruk
yapıp gevşeterek, karnınızı içine çekerek
gerip sonra iyice gevşeterek, bacak kaslarınızı gerip gevşeterek çalışmayı tamamlayabilirsiniz. Bütün kaslarınızı olabildiğince bırakıp, bir süre kendinizi gevşemiş ve rahat,
aynı zamanda güvende hissedeceğiniz bir
yerin hayalini kurarak gevşeme çalışmasını
tamamlayabilirsiniz. Hayalini kurduğunuz
yerde, detaylara, renklere, kulağınıza gelen
hoş bir sese, hoş bir kokuya, ağzınızda hoş
bir lezzete odaklanabilirsiniz.
Stres yaşamın bir gerçeğidir ve stressiz bir
hayat mümkün değildir. Stresin nedenleri
kadar her birimizin stresli durumlarda ne
yaptığı önemlidir.
Harika ÖZEL / Psikolog
25
26
Nasıl ucuz tatil
YAPABİLİRİM?
TATİL YAPMAKTAN
HOŞLANMAYANIMIZ VAR MIDIR ACABA?
KOCA BİR YIL ÇALIŞIP DİDİNEN YETİŞKİNLERİN,
DERSLERİ İLE OLAN MÜCADELESİNİ BÜYÜK BİR
GAYRETLE VEREN ÇOCUKLARIN VE GENÇLERİN, EVDE
ANNE BABALARININ İŞTEN GELMELERİNİ BEKLEYEN
KÜÇÜK ÇOCUKLARIN, BELKİ DE DAHA KISA TABİRİ İLE
7’DEN 77’YE HERKESİN ÖZLEMLE BEKLEDİĞİ GÜZEL
GÜNLERDİR TATİL GÜNLERİ. TÜKETİM TOPLUMU
OLMANIN OLUŞTURDUĞU REKABETÇİ ORTAM
SAYESİNDE, TÜKETİCİLER, LEHLERİNE SEÇENEKLERİN
VE ÜCRETLERİN OLDUKÇA DEĞİŞKENLİK GÖSTERDİĞİ,
ZENGİN BİR TATİL SEÇENEKLERİ PORTFÖYÜ İLE KARŞI
KARŞIYA KALIRLAR HER SENE. BU PORTFÖY İÇİNDEN
EN DOĞRU SEÇİMİ YAPMAK SANILDIĞI
KADAR KOLAY BİR İŞ
DEĞİLDİR.
Sunulan tatil seçenekleri arasından en
uygun ve doğru seçimi yapabilmek için
bazı soruların cevabını bir araya getirmek
gerekmektedir. Bu sorulardan en önemlileri şunlardır:
Bütçemiz nedir?
Tatil süremiz maksimum kaç gün
olabilir?
Tatile gidecek ekip içindeki
yaş dağılımı nedir?
Tatile gidecek ekibin tatilden
bekledikleri nedir?
Alerji gibi iklime göre seçim yapılmasını gerektiren bir sağlık sorunu söz konusu mudur?
Bu listeyi uzatmak mümkün ancak, yukarıdaki soruların cevaplarının bir araya getirildiği ve bu cevaplara yanıt veren bir tatil programının seçildiği durumlarda, tatilden hayal kırıklığı ile dönmek söz konusu olmayacaktır muhtemelen. Gittikçe
hayatımızda daha fazla rol oynayan teknoloji ise tatilcilerin kurtarıcısı olabilir.
Türkiye’de ve yurtdışında uygun bilet fiyatlarını, tatil destinasyonlarını, tatil paketlerini araştırmak ve satın almak için
yüzlerce site kullanıcıların hizmetinde.
Ucuz Uçak Biletini
Nasıl Bulurum?
Kampanyaları takip etmek, bilet sorgulayıp indirimli koltukları yakalamak ucuz
uçak bileti bulmak için bir yöntem. Bir
başka yöntem ise bu işi hobi edinmek. Havayolu şirketleri devamlı olarak kampanyalar yapıyor ve bu kampanyalardan haberdar olmak için üye olup mailinize bilgi
gönderilmesini sağlayabilirsiniz.
27
Bilet alırken yapılan bir hata da direkt
uçuş tercihlerinde ısrar etmektir. Direkt
uçmalıyım diye kendinizi şartlamayın.
Avrupa’dan örnek verirsek; Türkiye’den
Avrupa’ya çıkış pahalı, Avrupa içi uçuşlar
ucuz. Türkiye’den ucuza bir yere çıkın, Avrupa içinde istediğiniz gibi dolaşabilirsiniz.
6 Euro’ya Stockholm’den Paris’e, 9 Euro’ya
Milan’dan Roma’ya gibi… Mesela direkt
Viyana’ya uçmak yerine Bratislava’ya uçabilirsiniz. Viyana’ya sadece 1 saatte daha
ucuza geçebilirsiniz. Ucuz uçak bileti bulmak için şu önerilerden faydalanabilirsiniz:
Bilmeniz gereken ilk şey: Rezervasyonunuzu şimdi yapın! Ne kadar erken rezervasyon yaparsanız o kadar iyi fiyatlar alırsınız.
Dersinizi çalışın. Tatil ve uçuş için fırsatları görebileceğiniz ve karşılaştırma yapabileceğiniz siteleri kullanın. Ancak hava
yollarının kendi internet sitelerini de incelemek için zaman ayırın. Bazı havayolu şirketleri indirim fırsatlarını sadece kendi sitelerinde yayınlıyorlar. Uçak ve tatil paketini birlikte satın alabileceğiniz siteler de
hem geniş seçenek hem de daha avantajlı
fiyatlar sunabilir.
Tatil gününde uçun. Örneğin Cumartesi
sabahına ya da bayram tatilinin ilk gününe bilet alırsanız bir kaç yüz lira kâr edebilirsiniz.
Havayollarında bilet fiyatlarına bakılırken
sıkça yapılan hatalardan bir tanesi aynı
anda birden fazla koltuk araştırmaktır.
Neden mi? Çünkü örneğin dört kişi seyahat edecekseniz rezervasyon sistemi otomatik olarak size en pahalı biletin fiyatını
gösterir. Yani diyelim ki ilk üç koltuğun tanesi 200 TL ve dördüncüsü 240 TL ise sistem size 240 TL’yi gösterecek. Her seferinde tek bir koltuk araştırın ki en düşük
fiyatı görebilesiniz.
Çoğu havayolu şirketi tatil sezonlarında
ek ücretler uygular. Bu nedenle biletinizi yaz tatilinizden ne kadar erken alırsanız
ek ücret ve vergileri ödemekten o kadar
kurtulabilirsiniz. Ayrıca havayolu şirketleri
bagaj kontrolü, bagaj ağırlık limiti, yemek
veya koltuk seçimi gibi farklı hizmetler için
ekstra ücret talep ediyor. Biletinizi almadan önce bu ücretleri mutlaka araştırın.
Eğer esnek uçak biletlerinden satın al-
YENİ BİR YAZ KAPIDA.
TATİL HAYALLERİ KURULMAYA
BAŞLANDI BİLE.
28
PLAN YAPARKEN ZARAR ETMEMEK VE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMAMAK
İÇİN TATİLCİLERİN DİKKAT ETMESİ GEREKEN NOKTALAR VAR.
mazsanız çocuğunuzun rahatsızlığı, acil bir
iş toplantısı gibi öngöremediğiniz durumlarda tatilinizi ertelemeniz gerekirse tüm
bilet parasını ödemek durumunda kalırsınız. Ayrıca herhangi bir acil durum için seyahat paketinizi alırken seyahat sigortasını
da beraberinde satın alın. Herhangi bir acil
durumda yüzlerce lira kaybetmektense yüz
liralık bir sigortayı en baştan ödemek daha
avantajlıdır.
Tatil paketinizi ya da uçak biletinizi online olarak satın alacaksanız güvenli bir ödeme metodunu tercih edin. Kredi kartı bilgilerinizi satıcılarla paylaşmadan, içiniz rahat
online alışveriş yapabilir; sadece e-posta
adresinizi ve şifrenizi kullanarak hızlı ve
kolay bir şekilde ödemenizi gerçekleştirebilirsiniz.
Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya
göre Çarşamba günleri en çok boş yerin olduğu ve bu nedenle en çok indirimin yapılabileceği gün. Diğer uygun fiyatlı günler
ise Salı ve Cumartesi. En pahalı günler ise
Cuma ve Pazar.
Ucuz Otel Seçenekleri
Seyahatin en pahalı kısımlarından biri kuşkusuz otel konaklamasıdır. Hem iyi bir otelde kalmak hem de olabilecek en ucuz oteli
bulmak eğer bir yere kendi inisiyatifiniz ile
gidiyorsanız çözmeniz gereken en önemli
seyahat problemlerinden biri. Lüks otellerde kalmaya yetecek bir bütçeniz varsa bile
olabilecek en ucuz fiyatı bulmak yine önemli zira özellikle pahalı ve lüks otellerde yapılacak tasarruf çok büyük rakamlara ulaşabiliyor.
Eğer en ucuz oteli bulmak istiyorsanız en
popüler yollardan biri online otel rezervasyon sitelerini kullanmanız. Piyasada onlarca otel rezervasyon sitesi olduğu için
de hangisini kullanacağınız sorusu gündeme geliyor tabi ki. Birçok iyi otel rezervasyon sitesi var ve bunların kendilerine göre
artı ve eksileri var. Örneğin bazı siteler bazı
bölgelerde rakipsiz iken diğer bölgelerde o
kadar güçlü olamayabiliyor.
Başka bir problem de otellerin kendi sitelerinin bazen online rezervasyon sitelerinden
daha iyi fiyatlar sunuyor olması. Yani hangi otel rezervasyon sitesi daha iyi ve ucuz
diye aranırken asıl ucuzluğu kaçırabiliyorsunuz. Aslında bu sorunların çözümü basit. Tek tek otel ve otel rezervasyon siteleri gezeceğinize tüm bu tür siteler üzerinde
ortak arama yapan bir sitede arama yapmanız. Rezervasyon sırasında herhangi bir
ödeme yapmanızı istemiyor olması otel rezervasyonu yaparken dikkat edilmesi gereken diğer nokta.
Hazırlayan: Aydoğan Yüce
29
SI
30
L
VI
R
31
İ
A
B
BUENOS
AIRES’Lİ
SILVIA’NIN
KEÇE USTASI
RABİA’YA
DÖNÜŞEN
HİKÂYESİ...
32
SILVIA INES, YAKLAŞIK 20 YILDIR KONYA’DA YAŞAYAN BİR ARJANTİNLİ. BİR MACERA
OLARAK KONYA’YA GELİP KEÇE USTASI MEHMET GİRGİÇ’LE TANIŞTIKTAN SONRA BURADA
KALMAYA KARAR VERDİ. SİLVA İNES GAROSELLİ, 1963 YILINDA ARJANTİN BUENOS
AİRES’DE DOĞDU. ANNE, BABA VE 3’Ü KIZ, 1 ERKEK TOPLAM 4 KARDEŞTEN OLUŞAN BÜYÜK
BİR AİLEYE MENSUP. BABA, O HENÜZ 18 YAŞINDAYKEN VEFAT ETMİŞ. ANNESİ HAYATTA VE
AİLESİNİN DİĞER TÜM FERTLERİ GİBİ ARJANTİN’DE YAŞIYOR.
Onunla, sabah saatlerinde, Konya Mevlana civarında hem ürettiği hem de ticaretini yaptığı
keçe atölyesinde buluşuyoruz. Latinlerle benzediğimizden olsa gerek, karşımda gördüğüm,
orta boylu, esmer, güler yüzlü, orta yaşlarını süren hoş kadının yabancı olduğunu düşünmüyorum.
Kısa bir tanışma merasiminden sonra, tıpkı Türkler gibi önce “Aç mısınız?” diye soruyor. Fırından yeni alınmış çıtır simitleri ve
yeni demlenmiş çayı işaret ederek, “Bunca
yıl sonra ben de Türkleştim artık” deyip gülüyor ve Türk usulü kahvaltı, çıtır simit-çay eşliğinde sımsıcak bir sohbet başlıyor aramızda.
Hikâyesi, insanı çekiyor tabi. Dile kolay. Sen
dünyanın bir ucundan kalkıp diğer ucuna gel
ve orada yepyeni bir hayat kur. Ülkeni değiştir, mesleğini değiştir. O da yetmesin, dinini ve
ismini değiştir. Nasıl bir cesur yürekliliktir ki
bu, tüm ezberlerini bozmuş ve kendini yeniden
gerçekleştirmiş. Müthiş doğrusu. Etkilenmemek mümkün değil. Silvia, ülkesi Arjantin’de
iyi bir eğitim alarak, harita mühendisliği okuyor. Ancak okul bittikten sonra, mesleğiyle ilgili iyi bir iş bulamadığı için, bir doktorun muayenehanesinde uzun bir süre sekreter olarak
çalışıyor (yaklaşık 8 sene). Arjantin’deki işsizlik
oranları düşünüldüğünde onun için başka bir
iş imkânı olmamış maalesef.
BİR GÜN BİR ARKADAŞININ
TEKLİFİ HAYATINI DEĞİŞTİRDİ!
Yıllar, doktorun yanında sekreterlik yaparak geçerken ve o da 30’lu yaşlarına gelmişken, bir gün, Anna Kestelot adında bir arkadaşının kardeşi, hayatının tüm akışını değiştirecek bir öneride bulunuyor. Ve işte bundan sonrasını onun o tatlı, Latinlere özgü aksanlı Türkçesi’nden dinliyorum: “Benim eller küçüklüğümden beri hep çok maharetliydi. Hep desen çiziyordum. Ama ne yapacağımı
bir türlü bulamıyordum. Sanata hep alaka duydum. Fakat hiçbir zaman sanat branşımı bulamadım. Yani hangi sanatı yapacağımı bir türlü bulamadım. Bir arkadaşım Arjantin’de halı
ve kilim satmayı düşünüyordu o zaman. Anna,
Anna Kestelot... Anna’nın erkek kardeşi o zaman Türkiye’ye, Konya’ya gelmişti. Bizden 1
sene önce. Yani ne zaman diyelim, 1993 yılı falan herhalde. Türkiye’ye gelmiş ve Konya’da
33
“Arjantin’i elbette özlüyorum.
En çok da denizi, okyanusu,
ailemi özlüyorum. Ama yapacak
bir şey yok. Ben böyle mutluyum.”
kumayı öğrendik. Benim asıl, desen yeteneğim olduğu için, desen çizmek istedim.
Bana bir desen örneği verdiler, baktılar güzel çizdim. O vakit bana hemen iş verdiler.
Mutlu oldum tabi” sözleri ile anlatıyor Silvia, Konya maceralarının başlama sürecini.
AŞKLA KALDI KONYA ’DA
İlk başta seyahat programlarını üç ay için
yapmış olan Silvia ve Anna’nın, bu sürenin
sonunda halı ve kilimlerini alıp, Arjantin’e
dönmeleri gerekiyor. Ama Silvia dönmek
istemiyor yurduna. Anna dönerken, yanına
halı ve kilimlerini alıyor, ancak kahramanımızı Konya’da bırakıyor.
Mehmet Bey’le tanışıp arkadaş olmuştu
(keçe ve halı-kilim ustası Mehmet Girgiç).
Türkiye’de çok güzel el dokuması halı ve kilim yapılıyor. Arjantin’de bu yok. Anna’nın
kardeşi, ‘Halı-kilim getirip burada satın,
Konya’da Mehmet’e gidin, o size yardım
edebilir’ dedi. Mehmet o zamanlar halı kilim işi yapıyordu. Keçe olarak da sadece
sikke yapıyordu. Sikke biliyorsunuz, semazenlerin kafasına taktığı başlık.”
Sonrasında Silvia, Anna ile birlikte Buenos Aires’ten yola çıkıyor. Geliş amaçları Türkiye’den mal alıp ülkelerine götürüp
satmak. “Konya’dan alacağımız halı ve kilimleri de Arjantin’de satacaktık. Karar verdik ve birlikte Konya’ya geldik. Mehmet’i
(Girgiç) bulduk. Yıl 1994. Mehmet bizi bir
dokuma atölyesine yönlendirdi. Atölye çok
ilgimizi çekti. Burada eski halıları tamir etmeyi, renkleri, ipliği ve azıcık da halı do-
Anna neden dönmek istemediğini şöyle
anlatıyor bize: “Dönmek istemedim çünkü o üç ayda çok şey oldu. Çünkü Mehmet Bey’e âşık olmuştum. Bir üç ay daha
kaldım bu yüzden Konya’da. Mehmet o sırada yüklü bir sikke siparişi almıştı. Ben,
hem halı atölyesinde desen çiziyor, hem
de Mehmet’e yardım ediyordum. Keçe aşkım da bu sayede başlamış oldu. Biraz biraz keçe dokumaya başladım.” Böylece altı
ayını Konya’da, hem kendisine hem de sanatına âşık olduğu Mehmet Bey’in yanında
geçiriyor Silvia. Altı ayın sonunda Arjantin’e
dönüyor. Sevdiğinden uzakta kaldığı zaman
bundan sonraki hayatını şekillendirecek en
önemli kararını da veriyor. Silvia karar anına ilişkin, “Uzakta kararımı verdim ve anladım ki ben Mehmet ile kalmak istiyordum.
Türkiye’ye Konya’ya gitmeliydim. Aşk bu.
Hiçbir şey durdurmuyor insanı” ifadelerini
kullanıyor. Sıra kararını ailesi ile paylaşmaya geliyor. Ailesi de, “Nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa” diyerek, mutlu görmek istedikleri kızlarını serbest bırakıyor. Silvia artık yeniden Konya’ya dönüyor. “İkinci gelişimde yerleşmeye gelmiştim ve yerleştim.
Sonra Müslüman oldum ve biz Mehmet ile
evlendik. Birlikte çalışmaya başladık. Bir
oğlumuz oldu. Adı Celalettin. Şimdi 16 yaşında. Lisede okuyor.” İşte eski Silvia, yeni
Rabia’nın birkaç cümlede özetlediği hayatı
böyle değişmiş oldu.
34
ANNESİ HER YIL
KONYA’YA GELİYOR
Rabia, oldukça memnun bir şekilde sürdürüyor hayatını. Başından itibaren çok yabancılık çekmediğini, birkaç küçük ayrıntı
dışında çabucak her şeye alıştığını söylüyor.
Ailesine özlemi ile ilişkin de şunları paylaşıyor: “Arjantin’i elbette özlüyorum. En çok
da denizi, okyanusu özlüyorum. Ailemi özlüyorum tabi ama yapacak bir şey yok. Ben
böyle mutluyum. Burada bir hayat kurdum.
Sevdiğim bir işim var. Annem her sene geliyor ve 3 ay kalıyor. Öyle hasret gideriyoruz.
Kardeşlerim pek gelemiyor. Yolculuk çok
pahalı. Hepsinin kendi ailesi, çocukları var.
Nasıl gelsinler? Ekonomik açıdan zor olur.
Telefon ve internetten görüşüyoruz.”
Bu arada kendisini Konya ile tanıştırarak, hayatının değiştirmesine vesile olan
Anna’nın da birkaç yıl önce vefat ettiğini belirtiyor. Rabia, tevekkül içinde “hayat” diyerek karşılıyor bu durumu.
RABİA İSMİNİ
BİR TURİST ÖNERDİ
Müslüman olduktan sonra ismini nasıl seçtiğini de anlatıyor Silvia. İlk başta Silvia olarak devam ediyor, Rabia ismini kendisi seçmiyor. Ona bu ismi bir Hollandalı turist uygun görüyor. Rabia olayı şöyle anlatıyor:
“Mevlana’yı ziyarete gelen bir turist grubu
dükkâna girdi. İçlerinden bir kadın, Hollandalıydı galiba, şimdi tam hatırlamıyorum. O
bana ‘Madem Müslüman oldun, ismini de
değiştirmelisin’ dedi ve ‘Rabia’ ismini önerdi. Böylece Silvia olan adım, Rabia oldu.”
DEDE MESLEĞİNİ YÜRÜTEN
YABANCI GELİN
Rabia gönlünü kazandığı Mehmet’in sanatını da büyük bir özveri ile üstleniyor. Mehmet Bey, o zamanlar yoğun olarak halı kilim işiyle ilgileniyormuş. İplik boyuyor ve bu
malzemeleri atölyeye veriyor, devamında
da dokuyormuş. Bu arada Rabia da teknik
olarak keçe yapmayı öğrenmiş artık. Rabia tam burada çok önemli şeyler anlatmaya başlıyor: “Aslında keçecilik Mehmet’in
dede mesleği. Dedesi Konya’nın ilk keçe
ustalarındanmış. Eskiden, keçe halı ve kepenekler yapıyorlarmış; hamamda göğüslerini vurarak. Şimdi o kalmadı tabi. Dövme
makinası var artık. Belli bir zaman sonra işi
geliştirmek ve modernize etmek istedim.
Ama Mehmet buna karşı çıktı. O zamanlar
bir tek Mehmet yapıyordu Konya’da sikkeyi. Mehmet’in anlattığına göre dedesi keçe
yapmasına ilk zamanlar izin vermiyor. Çün-
kü bu işi yapan başka bir usta daha varmış
Konya’da. Çok enteresan, dedesi Mehmet’e,
‘Usta varken sen yapma bu keçe işini oğlum, filanca usta ne zaman hayattan ayrılır veya bırakır bu işi, sen o zaman sikke ve
keçe yapmaya başlayabilirsin’ demiş. Olaya bakın. Şimdi kalmadı tabi böyle insanlar.
Ne zaman o usta bırakıyor, o vakit Mehmet
sikke yapmaya başlıyor.” Bizi şaşırtıyor Rabia anlattıklarıyla. Rabia şaşkınlığımızı fark
edip, “Mehmet’ten bu olayı dinlediğimde
bana da böyle olmuştu” diyor.
KEÇELER ARTIK MODERN
Rabia yıllar içinde modernize ettiği keçe örneklerini göstermeye başlıyor. İpek üzerine
yaptığı keçe oldukça ilginç. Bu tekniği sorunca, “İpek üzerine çalışma tekniği dünyada uygulanan bir teknik. Ama seccade, yelek, çanta ve şapkalarda kendi geliştirdiğimiz bir teknik kullanıyorum. Böylece çok
sağlam oluyor. Yıkandığı zaman diğer keçeler gibi küçücük kalmıyor ve eskiyerek delinmiyor” yanıtını alıyoruz kendisinden. Keçenin yapım evrelerini paylaşırken ne kadar
zahmetli bir iş olduğuna tanıklık ediyoruz.
İnsanlar atölyesine gelip alışveriş yapıyor
Rabia’nın. Bir de artık çağa uyarak internet
ortamından da ürünlerini meraklısı ile buluşturuyor. “www.thefeltmaker.com” üzerinden ulaşan meraklılara satış yapıyor.
Rabia’nın keçe yolculuğunda yeni ürettiği
ürünler arasında, ipek şallar, fularlar, kadın ve erkek şapkaları, seccadeler, çantalar, yelekler, ceketler, cüzdan, telefon kılıfları, runner gibi pek çok çeşit var. Bu ürünleri çeşitlendirmeye de devam ediyor.
Hazırlayan: Pelin Duruser
İNSANLAR ATÖLYESİNE
GELİP ALIŞVERİŞ
YAPIYOR RABİA’NIN.
BİR DE ARTIK ÇAĞA
UYARAK İNTERNET
ORTAMINDAN
DA ÜRÜNLERİNİ
MERAKLISI İLE
BULUŞTURUYOR.
35
36
BAHARIN
esintisi
LAVANTA
ÜLKEMİZDE YAKLAŞIK 10 BİN BİTKİ TÜRÜ
YETİŞİYOR. BU BİTKİ TÜRLERİNİN YAKLAŞIK
3 BİNİ İSE TÜRKİYE’YE ENDEMİKTİR. YANİ
TÜRKİYE’YE ÖZGÜ BİTKİDİR. BU ÖZELLİĞİ
İLE TÜRKİYE, TÜM AVRUPA’DAKİNDEN DAHA
FAZLA ENDEMİK BİTKİ TÜRÜNE SAHİPTİR.
BİZLER DE ÜLKEMİZE ENDEMİK BİR TÜR OLAN
LAVANTAYI VE GÜNLÜK HAYATTAKİ KULLANIM
ALANLARINI SİZLER İÇİN ARAŞTIRDIK.
37
LAVANTA İLK DİKİMİ
YAPILDIKTAN SONRA BİR YIL
ÇİÇEKLENMİYOR ANCAK DAHA
SONRA YAKLAŞIK 20-25 YIL ÜRÜN
VERMEYİ SÜRDÜRÜYOR.
Maviye çalan mor rengi, çekmecelerdeki baharın
esintisi… Bir zamanlar İstanbul hanımefendileri
ve beyefendilerinin müdavimi olduğu kolonyanın
esansı ve modası geçmeyen bir nostalji... Lavantadan bahsediyoruz. Lavanta deyip geçmeyin. Lavanta değişik sektörlerde oluşturduğu istihdam
ve günlük hayatımızdaki kullanımı ile her an yanıbaşımızda aslında. Saflığın ve temizliğin sembolü lavantayı yakından tanıyalım isterseniz. İlk
durağımız Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi. Araştırma görevlisi Nimet Kara bizi karşılıyor
ve lavantaya dair bilgiler veriyor.
38
1970’Lİ YİLLARDA LAVANTANIN ANAVATANI OLARAK BİLİNEN FRANSA’DAN
BÖLGEYE GELEN BİR GİRİŞİMCİ İLE BAŞLAR BU KÖYDEKİ LAVANTANİN HİKAYESİ.
Nimet Kara:
Lavanta çok yıllık yarı çalı formunda olan
bir bitkidir. Dünyada 3 türünün ticari olarak kültürü yapılmaktadır. Bunlar; levander, levandin ve spayk lavander türleridir.
Lavanta, Akdeniz orjinli bir bitki olduğu için
Akdeniz ikliminin hakim oldugu bölgelerde yetişebilmektedir. Türkiye’nin büyük bir
kısmında yetiştirilebilir, sıcağa ve kurağa
oldukça dayanıklı bir bitkidir. Lavanta yetiştiriciliğinin belki de en güzel yanı yıl boyunca sulama ihtiyacının az olması ve yaz
kuraklığını sevmesi… İlk dikim yılında sulama yapılıyor. Daha sonra sulama işlemi
yapılmıyor. Gübreleme olarak ilk dikim yılında dekara 10 kg azot, 3 ile 5 kg arasında fosfor verilebilir. Gübreleme daha sonra ise erken ilkbaharda tekrarlanabilir. Bunun haricinde yabancı ot kontrolü yapılabilir. Çok fazla hastalık ve zararlısı olmadığı için herhangi bir ilaçlama yapılmıyor. Isparta ekonomisi açısından bakacak olursak
dekara 500 kg taze saplı olarak verim alınabilmektedir. Kilogram fiyatı ise taze saplı
olarak 75 kuruştan satılmaktadır. Hem taze
saplı olarak hem de kuru tomorcuk olarak
üretimi yapılmaktadır. Kuru tomorcuk olarak üretimi ise; 3-5 TL arasında değişmektedir. 500 kg taze saplı üründen 10 kg kadar
tomurcuk elde edilebilmektedir.
Zehra Gültekin: Özellikle lavantanın uçlarındaki çiçeklerden yağı çıkarılıyor. Üzerinde kaldığı zaman tabi ki daha az yağ çıkıyor.
Altında kalanları keserek topluyoruz. Özellikle motorlu bıçkıyla kesildiğinde altında
bir miktar kalıyor. Biz de onları toplayarak
iki kişi karşılıklı durarak birikim yapıyor ve
bağlar yaparak topluyoruz.
Ayşe Aydemir: Sabah erken saatlerde geliyoruz. Sabah saat 5 gibi başlıyoruz işe. Sıcak olduğu zaman da gidiyoruz. Kendi işimiz olduğu için istediğimiz zaman bırakabiliyoruz. O yüzden zor olmuyor. Önce testereyle kesiyorduk lavantayı. Ama iki senedir motor çıktı. Motorlu bıçkıyla kesiyoruz
ve arkasından da kalanları topluyoruz.
ara sürümünü, ondan sonra da topluyoruz.
Motorlu bıçkıyla biçiliyor lavantalar. Kalanları da işçiler topluyor. En sondaki işçi de
iple bağlıyor. Keyifli oluyor çünkü ev ortamı,
fabrika ortamı, ne bileyim devlet işi gibi değil burası. Ateşte çayımızı demliyoruz, yemeğimizi yiyoruz, kahvaltımızı yapıyoruz.
Daha güzel, neşeli bir ortam oluyor. Vaktin
nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Evde sıkılıyoruz
ama burası çok güzel; hem ev ekonomisine
destek oluyoruz hem de çalışma yönünden
çok güzel oluyor.
1970’li yillarda lavantanın anavatanı olarak bilinen Fransa’dan bölgeye gelen bir girişimci ile başlar bu köydeki lavantanin hikayesi. Fransız girişimci Kuyucak Köyü’nde
kiraladığı bir arazide üretime başlar ve
ürettiği lavanta bitkisinin dallarından kopararak köylülerin de üretime başlamasını sağlar. Bugün Kuyucak Köyü’nün arazilerinin yaklaşık yüzde 70’i lavantayla kaplı.
Lavanta ilk dikimi yapıldıktan sonra bir yıl
çiçeklenmiyor ancak daha sonra yaklaşık
20-25 yıl ürün vermeyi sürdürüyor. Kuyucak Köyü’nde yediden yetmişe hemen herkes lavanta üretimiyle geçiniyor. 30 dekar
lavanta tarlası olan da var, 70 dekar olan da
var. Kuyucaklılar, ürünlerini İstanbul’dan
gelen tüccarlarin yanı sıra Isparta çevresindeki aromatik yağ üretimi yapan fabrikalara da satıyorlar. Hasat zamanı Kuyucaklılara ve civar köylerde yaşayanlara da
istihdam sağlanıyor. Şimdiki durağımız da
lavantanın yağını ayrıştıran bir fabrika. Bu
fabrikada lavantanın kuru çiçek olarak ve
tazeyken yağı çıkarılıyor. Fabrikanın sahibi Halil İbrahim Doğan, bizlere lavantadan
yağ çıkarma işlemini nasıl yaptıklarını anlatıyor:
Şimdiki durağımız ise Kuyucak Köyü. Emekli olup köyüne yerleşen Kuyucaklılar burada lavanta yetiştiriyor. Bu susuz, kurak topraklara yeniden hayat veriyorlar. Kuyucaklılar her geçen yıl elde edilen verimin artmasıyla, lavanta üretiminin merkezi sayılan
Fransa’ya da rakip olmak üzere.
Hasat mevsiminde buralar adeta lavanta vadisine dönüşüyor. Kuyucaklılar da bu
durumdan bir hayli memnun görünüyorlar.
Kuyucaklılara lavantanın inceliklerini soruyoruz:
Gülşen Gülcan: Lavantanın kokusuna bile
hasret kalıyoruz gelmediğimiz zamanlarda. İki gün başka bir yere gitsek ‘’Oh keşke lavantaya gitsek’’ diyoruz. Yani çok güzel
bir duygu. Önce çapasını yapıyoruz, sonra
Halil İbrahim Doğan: İlk önce vatandaştan
toplanıp gelen lavantalar kazanlara koyulmak üzere 300’er kilogram halinde ayrıştı-
39
Lavanta birçok
sanayinin hammadesi
olarak kullanılıyor.
Ama siz hiç lavanta
balını duydunuz mu?
rılır. Daha sonra ayrıştırılan lavantaları kazanlara basarız. Bu basma esnasında da
herhangi bir madde katmadan sadece lavantayı direk kendisi olarak koyarız ve kazanı kapatırız. Daha sonra distilasyon yöntemiyle yaklaşık bir buçuk saat kaynatırız.
Lavantanın yağını ve suyunu birbirinden ayrıştırırız ve yağı elde etmiş oluruz.
Peki, bu yağ ne işe yarıyor?
Lavantadaki uçucu yağın damıtılmasıyla
elde edilen lavanta yağı parfümeri endüstrisi için çok önemli bir hammadde. Parfümeri sanayinin dışında, kozmetik, gıda, temizlik ve ilaç sanayinde de kullanılıyor.
Lavantanın sağlığa da faydaları bulunuyor.
İlaç sanayinde güçlü bir antiseptik ve sakinleştirici olarak kullanılıyor. Ayrıca hepatit- b ve hepatit- c hastaları için uygulanan
lavanta kürü, destekleyici tıbbın sık başvurduğu yöntemlerden biri olarak biliniyor.
Lavanta birçok sanayinin hammadesi olarak kullanıyor. Ama siz hiç lavanta balını
duydunuz mu? Birçok bal çeşidi var. Ama
bu bal diğerlerinden biraz farklı. Çünkü tamamıyla lavanta özlerinden üretiliyor. Yıl
boyunca arılar sadece lavanta çiçeklerine
konarak bu balı bizlere armağan ediyorlar. Bal üreticisi Ziya Doğan’ı arı kovanlarının başında eşiyle çalışırken buluyoruz.
Ziya Bey bize lavanta balının püf noktalarını anlatıyor:
Ziya Doğan: Arılarımız kış sezonundan çıktıkları zaman dışarıdan buldukları nektar
yani balları kovanlara depolayıp ondan sonra buldukları baldan ötürü de petek örüyorlar. Lavanta sezonuna kadar arı gücünü
çoğaltıyor, güçleniyor ve lavanta sezonunda çiçekler açtığı zaman güçlü bir koloniyle lavanta çiçeklerinden ballarını alıyorlar.
Lavanta çiçeklerinin bitiminde kolonilerimizden bu arıların yaptığı ballı petekleri alıyoruz, süzme çadırımıza veya karavanımıza götürüyoruz. Alınan petekleri tek tek kontrol ediyorum, 2/3’ü sırlanmış petekleri almak suretiyle el arabamızla karavanımıza götürüyoruz. Orada süzme tankımızda sırlarını aldıktan sonra süzüp sonra ordan elde etiğimiz balımızı evimize götürüyoruz. Evimizde dinlenme tan-
40
Alaçatı’ya gelenlerin
alabilecekleri ilk şey
zaten lavantanın
kendisi. Bunun haricinde
lavantalı mum, lavanta
kolonyası, lavantalı
banyo köpüğü, lavanta
losyonu gibi ürünler
mevcut.
kım var, dinlenme tankımda balı kapatıp
döküyorum. Balı tanka boşalttıktan sonra
içerisindeki hava kabarcıkları ve petek kırıntıları tankın üzerine çıkıyor. Sakin, dinlenmiş ve sade balı, aktarma musluğundan şişelere dolum yapıyorum. Şimdi rotamızı İzmir’in gözde bir tatil cennetine çeviriyoruz. Son yıllarda lavanta yetiştiriciliğinde adından söz ettiren Alaçatı’ya doğru
yola çıkıyoruz… Alaçatı’daki lavanta yetiştiriciliği henüz beklenen ve istenen düzeyde değil. Alaçatılı üreticiler henüz lavantayı işleyebilecek tesislere sahip değiller. Ancak Alaçatı’da yetişen lavantanın önemli bir
özelliği var. Uçucu yağ oranı dünya standartlarının üzerinde. Fransa’da yetiştirilen lavantanın uçucu yağ oranı binde 25 gibi
bir rakamken Alaçatı’daki lavantanın uçucu
yağ oranı binde 39. Alaçatı, lavanta yetiştiriciliğinin yanısıra birçok lavantalı ürünü de
ziyaretçilerinin beğenisine sunuyor. Lavanta kolonyası, sabunu ve hatta lavantalı ütü
suyu bile insanların ilgisini çekiyor. Biz de
Alaçatı’da lavantanın ilham kaynağı olduğu
ürünlerin satıldığı bir mağazaya giriyoruz.
Mağazanın sorumlusu Özlem Hanım bize
lavantalı ürünlerin özelliklerini anlatıyor:
Özlem Gençalp: Yurtdışından müşterimiz
çok fazla var. Burada alışveriş yapıyorlar,
lavantayı da seviyorlar. Geldiklerinde, “Lavantalı ne olabilir ki? Ne vardır?” diye soruyorlar. Ben saymaya başlayınca da “Tamam… Yeter… Daha ne olabilir ki?” diyorlar. Bu kadar çok şeyin olabileceğini hiç
tahmin etmiyorlar. Alaçatı’ya gelenlerin
alabilecekleri ilk şey zaten lavantanın kendisi. Bunun haricinde lavantalı mum, lavanta kolonyası, lavantalı banyo köpüğü, lavanta losyonu gibi ürünler mevcut. Bir de
en çok ilgi çeken ürün lavantalı ütü suyu.
Ütü suyunu öncelikle çamaşırın üzerine sıkıyorsunuz. Ondan sonra ütülediğinizde zaten buharla birlikte kokusu kalıcı oluyor.
Hem çamaşırı açmak için faydalı hem de
bütün çamaşırlarınız ve dolabınızın içi lavanta kokuyor.
Lavanta sadece günümüzde değil, geçmişte de birçok uygarlığın gündeminde ön sıralarda olmuş. Lavantaya dair tarihe düşülen
bazı notları paylaşalım sizlerle…
İngiltere denilince, Birinci Elizabeth
akla gelen ilk isimdir. İngiltere Kraliçesi
Elizabeth’in ise lavantaya düşkünlüğü herkes tarafindan bilinir. Öyle ki bahçevanlar
yılın her ayında saray bahçesinde taze lavanta bulundurmakla görevlendirilirmiş.
Neden mi? Çünkü Birinci Elizabeth migren hastalığı nedeniyle her gün lavanta çayı
içermiş. Bir saray bahçesinde lavanta kokuları eşliğinde 5 çayının keyfini yaşayan
kraliçenin yerinde olmak kim istemez ki?
Ama bir de madalyonun diğer yüzü var. Lavanta, doğası gereği Mayıs sonu ve Ağustos
aylarında açan bir bitki. İngiltere’nin ise yağışlı ve soğuk bir iklimi var. Dolayısıyla her
ay taze lavanta yetiştirmek dönemin saray
bahçevanlarını bir hayli zorlamış olsa gerek…
Aslında bu hoş lavanta kokusu güzelliğiyle
ünlü Cleopatra’ya da ilham kaynağı olmuş.
Lavanta Mısır döneminde, aşkın ve ölümün
iksiri olarak kullanılmış. Lavantanın, keten kumaş torbalar içinde süzülmesinden
elde edilen yağ, esans şeklinde kullanılırmış. Cazibesiyle tarihe damga vurmuş Cleopatra, Julius Caesar ve Marcus Antonius’u
baştan çıkarırken bu kokuyu kullanmış. Ayrıca eski Mısır yazıtlarında, lavanta yağının
mumyalama işlemlerinde, ölünün yüzüne
sürüldüğü ve bu mumyalama sırasında yakılan tütsüler arasında yer aldığı da yazılır.
Antik Yunan’da lavanta daha çok tedavi
amaçlı kullanılmış. Yunanlılar, ağrı giderici, teskin edici ve uykusuzluğu giderici özelliğinden dolayı, lavanta kürleri uygulamışlar. Uzun yıllar kıta Avrupa’sında, başta dezenfektan özelliği olmak üzere deodorant
ve çeşni olarak da kullanılmış. Romalılar
ise lavanta suyunu, esans olarak banyo su-
41
yuna karıştırırlarmış. Osmanlı döneminde
ise koleraya karşı eczanelerde lavanta kullanılması için ferman bile çıkarılmış.
Günümüzde ise lavanta, uyku teknolojisinin
bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Temizlik ve anti-stres deyince akla gelen ilk koku
olan lavanta şimdi nano-teknoloji sayesinde yatak kumaşlarında yerini aldı.
Alaçatı’dan
ayrılıyoruz
ve
lavantalı yatakların sırrını keşfetmek üzere Başkent Ankara’ya doğru yola koyuluyoruz.
Ankara’da bizi bizi bekleyen Alper Bey, çalıştığı firmanın fabrikasında bize lavantalı
yatakların nasıl imal edildiğini ve teknolojisini anlatıyor.
Alper Şahin (pazarlama direktörü): Nano
teknolojinin dünyada gelişmesiyle ortaya çıkan bir fikir. Türkiye’de kokuyu yatak
konforuna uygulamak noktasında ilk akla
gelen ürün lavantaydı. Biz de lavanta kokusunu bu teknolojiyle yatağa uyguladık. Lavanta kokusunun dinlendirici ve sakinleştirici bir etkisi var. Bu yatak üzerinde mikrokapsüller yardımıyla yatak iki yıla yakın lavanta kokuyor. Kişi, her gün lavanta koku-
suyla uyuyor, lavanta kokusuyla uyanabiliyor. Bildiğiniz gibi koku kalıcı bir şey değil. Lavanta kokusu da aynı şekilde. Mikrokapsülleme teknolojisi dediğimiz bu uygulamayla kokunun uzun süre kalmasını sağlıyoruz. Dolayısıyla geldiğinizde ürün kokmuyor, siz temas etiğinizde, yatağa girdiğinizde, uyudugunuzda, yatakta bulunduğunuz süre içerisinde koku salınıyor. Yoksa iki
yıl veya daha uzun süre bu kokunun korunması mümkün değil. Yatakta lavanta kokusu polimerik bir çeperle kaplanarak yatak
kumaşına uygulanıyor. Bu sayede yatağın
yıllarca lavanta kokması için yatak yüzeyinde bir katman oluşturuluyor. Daha sonra ürünü kullanmaya başladığınızda patlayan bu zerrecikler, lavanta kokusunun salınımını, yani yatağınızın lavanta kokmasını sağlıyor.
Lavantalı yataklar, yatak odanızı uzun süre
lavanta bahçesi kokusu ile dolduruyor. Lavantanın serinletici, sakinleştirici ve stres
azaltıcı etkisi ile kısa sürede uykuya dalıyor, uykudan dinlenmiş ve zinde bir şekilde
uyanıyorsunuz. Aslında iyi bir uyku çekmenin başka bir yolu da var. Uykusuzluk sorunu olanlara ve “lavantalı yatak alacak kadar param çok değil” diyenlere lavanta çayı
bire-bir. Lavanta çayının hazırlanması ise
oldukça basit. Bir bardak sıcak suyun içerisine birkaç lavanta dalı koyuyorsunuz. 3-4
dakika demlenmesini bekliyorsunuz. İsteğe göre şeker de kullanabilirsiniz. Ve mis
kokulu lavanta çayınız dakikalar içerisinde
içime hazır. Afiyet olsun…
Hazırlayan: Aydoğan Yüce
Fotoğraf: Savaş Bozkaya
Uykusuzluk sorunu
olanlara ve “lavantalı
yatak alacak kadar
param çok değil”
diyenlere lavanta çayı
birebir.
42
HERŞEY
HAZIR
GELİNLİK?
PEKİ YA
Röportaj: Gülsün Kurt Öney
Fotoğraflar: Aydoğan Yüce
43
Gülsüm KURT ÖNEY
Ben hiç çirkin gelin görmedim. Dünyanın her yerinde güzeldir gelinler. Bembeyaz elbiseleri ve uzun uçuş uçuş duvaklarıyla peri kızı
gibidirler. Nihayet giyilen o gelinlikle beraber sanki hepsi ayrı birer masal dünyasından çıkıp gelmiştirler. Salondan girer girmez o
masal perisini görebilmek için uzanır gözler, çekilir sandalyeler. Üç
dört saatlik o masal başlar. Ve büyülenerek izler bakışlar…
Peki ya takılan o ilk yüzükle o salonun kapısından girene kadar olanlar, telaşlar? İşte asıl telaş oradadır. Organizasyon düzenlenecek,
kuaför belirlenecek, gelinlik seçilecek. Evet, en zoru da burası işte,
gelinlik seçilecek. Gelin biz bu zor seçimde size biraz yardım edelim ve Neslihan Yanık’a kulak verelim. Bakalım bu gelinlik nasıl seçilecekmiş?
neslihan yanık
Ailedostu.: Klasik bir soru olacak belki ama yine de gelin olacak
hanımların eminim ilk merek ettikleri şey “Vücut tipimize göre nasıl bir gelinlik seçimi yapmalıyız” olacaktır.
Neslihan YANIK: Klasikleşmiş tanımlar vardır elbette ama bence kişinin vücut tipinden çok karakterine göre seçim yapması daha önemli. Elbette ki çok kilolu birine giydirdiğiniz bir gelinlikle çok zayıf birine giydirdiğiniz model farklı olacaktır. Ama bunun dışında açılar
çok önemli. Mesela “benim vücut tipim buna uygun değil” diyen birine balık model gelinlik diktiğimiz çok olmuştur. Ya da yine aynı model için “benim belim kalın, benim boyum kısa, acaba daha da basık
mı görünürüm?” diyen o kadar çok gelin adayı için çalıştık ki… Aslında bunların hiçbiri hiçbir gelin için kalıp değil. Çünkü gelinlik aslında
bir illüzyon. Küçük dikiş hileleri ile gelini olduğundan çok farklı göstermek mümkün. Zaten “hot couture” çalıştığımız için çok farklı dikişlerle çalışıyoruz.
44
Tabi ki olmazsa olmazlar yok değil. Mesela çok kilolu birine çok kabarık bir gelinlik giydirmek olmaz. Ama bütün bunlar bu
işin sadece üçte biri kadar önemli. Önemli
olan bakışları, rahatsız olunan yerden başka yöne çekmek. Bu da biraz profesyonellik
gerektiren bir şey.
A.D.: Gelin adaylarının kiloları da bu seçimlerde etkili dediniz. Kilolu bir aday nelere dikkat etmeli?
N.Y.: Kışın kat kat giyindiğimizde nasıl kilolu görünüyorsak, örneğin balıketli birine
de kat kat bir gelinlik giydirdiğinizde olduğundan çok daha fazla kilolu hatta şişman
görünecektir. Çok kaba enstrümanlar kul-
lanırsak, çok kaba görünürüz doğal olarak.
Tabi tam tersini yapmak da doğru değil. Kilolu birini çok ince giydirirseniz bu sefer
de vücut hatları olduğu gibi ortaya çıkacağından yine hoş bir görüntü yakalanmamış
olacaktır. Önemli olan kamufle edebilmektir. Mesela dantel çok iyi bir kamuflajdır bu
durumlarda.
A.D.: Oysa biz danteli hep daha kilolu gösterir diye biliriz. Çünkü dikkat çekicidir ya
her şeyden önce. Ama bu da yanlış bilinenlerden biri galiba.
N.Y.: Aynen öyle. Burada önemli olan dantelin seçimi sorusu. İri dantel mi olacak,
ince dantel mi? Daha zayıf görünebilmek
için ince dantel kullanmak lazım. Ya da ona
göre dantel seçimi yapmak lazım. Mesela
su desenleri olabilir. Dantelin yönünü farklı
kullanarak da örneğin çapraz kullanarak da
şaşırtabilir, algıyı farklı yönlere kaydırabiliriz. Böyle küçük hilelerle olduğunuzdan çok
daha zarif görünmeniz mümkün.
A.D.: Gelinlik renkleri de artık eskiye
oranla oldukça marjinal. Pembeler, sarılar hatta siyah gelinlikler var. Peki gerçekten bunlara talep var mı?
N.Y.: Herkes görmek ister ama giymeye cesaret edemez. Genelde bir fotoğrafla gelirler bize. Hem de oldukça marjinal gelinlikler olabiliyor bunlar. Ama eninde sonunda
45
Mesela düğün mekânının merdivenli bir
girişi varsa veya açık havadaysa kuyruk
çok güzel ve şaşalı bir ayrıntı olacaktır.
ta düğünden hemen önce bile değişebiliyor.
Bu riski göze almak zor. Oysa saç renginiz
ne kadar değişirse değişsin ten renginiz sabit kalacağı için seçim kesinlikle buna göre
yapılmalı.
karar kılınan yine klasik renkte gelinlikler
oluyor. En fazla aksesuarlarda kullanılabiliyor renk. Kuşak veya kemer rengi çarpıcı bir renk olabiliyor. Ya da ayakkabıda aykırı bir renk kullanılabiliyor. Ama hepsi bu
kadar. Yani gelinlikte beyaz tonları hala
hâkimiyetini sürdürüyor.
A.D.: Kırmızı kuşak dışındaki kuşak renklerinin de anlamları var mı?
N.Y.: Hayır sadece tercih sebebi o kadar.
A.D.: Gelinliğin rengi saç rengine göre mi
yoksa ten rengine göre mi seçilmeli?
N.Y.: Aslında ten rengine göre seçmek
daha doğru. Çünkü saç rengi son anda, hat-
A.D.: Peki, ten rengine göre hangi seçim
doğru olur?
N.Y.: Biliyor musunuz insanın gözündeki
ışık bile etki edebiliyor tenine ve seçimine.
O yüzden kalıplardan biraz uzaklaşmak lazım aslında. Bu noktada biraz ruhumuzu ön
plana çıkararak bakmak lazım gelinliğe. Sizin teninize çok uygun olduğu söylenen bir
renk, giydiğinizde bu uyumu yakalayamayabilir. Ne hissettiğinize çok değer verin.
Siz nasıl hissediyorsanız öyle görünüyorsunuzdur çünkü. Tek dikkat edeceğiniz gelinliğiniz postürünüze uygun olsun kafi. Gerisi
gelinliğin ruhunuzla eşleşmesidir.
A.D.: Hepimizin hayali aslında düğünümüzde prenses gibi olmaktır. Mesela ben
modaevine gidip hayalimdeki gelinliği denediğimde, prensesten çok prensesin elbisesini giymiş küçük bir çocuk gibiydim.
Bazen hayalinizdeki görüntünüzle aynadaki görüntünüz maalesef aynı olmayabiliyor. Bunu yaşamamak için kendimizi
size mi teslim etmeliyiz?
N.Y.: Öyle aslında ama yine de hayalini de
denemeli insan. Biz de gelinlerimize önce
kendi hayallerindekini gösteriyoruz, denetiyoruz. Olup olmadığını kendisi görebilsin
diye. Aksi takdirde aklında kalır, içinde kalır. Daha sonra devreye giriyoruz biz genelde. Ve gerçekten de bu sefer yakalıyoruz o
prensesi.
A.D.: Model seçerken mekan da önemli elbette değil mi?
N.Y.: Dar mekânda çok geniş gelinlikler sıkıntı oluşturur. Geniş mekanda da çok sade
bir gelinlik kendini de gelini de göstermeyebilir. Her gelin göz doldurmak ister. Mesela düğün mekânının merdivenli bir girişi
varsa veya açık havadaysa kuyruk çok güzel ve şaşalı bir ayrıntı olacaktır. Düz bir
girişte ise kuyruk kendini göstermeyecektir. Düğünden sonra yemeğe, eğlenmeye
vs.. gidilecekse, örneğin dizden eklemeli
bir gelinlik tercih edilebilir. Düğün bitince,
etekteki eki çıkarır ve geceye devam edersiniz.
A.D.: Son zamanlarda duvaklarda da enteresan değişimler var değil mi?
N.Y.: Evet, ya çok ihtişamlı büyük duvaklar
var ya da çok küçük aksesuar şeklinde duvaklar var. Buna yön veren birkaç firma var.
Ama onlar da her iki modeli de çalışır mutlaka. Çünkü duvağın nasıl olacağını büyük
ölçüde gelinlik belirler. Eğer sade bir nikah
yapılacaksa ve tuvalet tarzı bir gelinlik giyilecekse küçük bir tül aksesuarla veya şapkayla tamamlanabilir.
A.D.: Duvaksız gelin olur mu yani?
46
GELİNİN BOYU KISAYSA DUVAK OLABİLDİĞİNCE
SADE BİR ŞIKLIKTA OLMALI. ÇOK TAŞ DA OLMAMALI.
BÖYLECE GÖZÜ YORMAZ.
N.Y.: Olmuşluğu var. Benim hazırladığım
duvaksız gelinler oldu. Bu tamamen gelinliğin duvağı taşıyıp taşıyamamasıyla ilgili.
tün detaylar fiyatı arttırır. Kalite zinciri kırılmasın derseniz fiyat da o oranda artacaktır.
A.D.: Üzerine bu kadar konuşulduğuna
göre duvağın bir hikayesi vardır herhalde?
N.Y.: Duvağın en güzel anlamı, gelinin yüzünün açılmasıyla hayatında da yepyeni bir
sayfanın açılmış olmasıdır aslında. Yeni ve
o duvak gibi bembeyaz bir hayat açılır önüne. Bir de yüz görümlüğü ritüeli var tabi ki.
Bu çok uzun yıllardan beri süregelmiş bir
gelenek ve vazgeçmemek gerek.
A.D.: Bu sene gelinlikte hangi modeller
ön planda?
N.Y.: Biraz daha sade modeller tercih ediliyor. Daha önceki yıllardaki kat kat kabarık gelinlikler biraz demode bu sene. Sade,
tül ve dantellerle süslenmiş gelinlikler
daha göz dolduruyor.
A.D.: Peki, kapalı gelinliklerde nelere
dikkat edilmeli?
N.Y.: Öncelikle bakıldığı vakit sanki gelin boğuluyormuş gibi duran ifadeyi ortadan kaldırmak lazım. Bunun için de daha
ince kumaş ve daha az kat kullanmak lazım. Sıklıkla yapılan hata kalın satenlerin
kullanılıyor olması. Oysa ki özellikle boyun
ve duvak için ince bir astarın üzerine dantel ve tül çalışılsa ne kadar zarif duruyor.
Çünkü kapalı gelinliklerde en dikkat çeken
yer omuz üzeridir. Ve siz orada 1 kilo ile
yapılabilecek bi duvağı ve boyun kısmını 5
kilo ile yaparsanız, bu daha ihtişamlı değil
daha kaba gösterir ve gelin de aynı oranda
rahatsız olur içinde. İnce ve zarif bir tasarımla kuğu gibi bir gelin yakalamak mümkün oysa.
A.D.: Bu tüller ve danteller fiyatı etkiliyor
mu peki?
N.Y.: Çok büyük oranda etkiler. Ne kadar
kullanılacağı, hangi kalitede kullanılacağı, taş kullanıp kullanılmayacağı gibi bü-
Hele ki gelinin boyu kısaysa duvak olabildiğince sade bir şıklıkta olmalı. Çok taş da
olmamalı. Böylece gözü yormaz. Kısacası
kapalı gelinlikte duvak ne kadar sadeyse
gelin o kadar zariftir.
47
48
Beril Papuççuer Öztürk
Uzm. Psikolojik
Danışman
ÇOCUKLARINIZA
BOL BOL SARILIN
ÇOCUKLARDA GÖZLEMLENEN BİR DAVRANIŞIN NORMAL YA DA NORMAL OLMADIĞINI ANLAYABİLMEMİZ İÇİN
ÇOCUĞUMUZUN YAŞININ ÖZELLİKLERİNİ BİLMEMİZ, ÇOCUĞUN YAŞINA UYGUN GELİŞİMLERİ SERGİLEYİP
SERGİLEMEDİKLERİNİ ANLAMAMIZI SAĞLAR. İLERLEYEN YAŞ DÖNEMLERİNDE ÇOCUĞUMUZDA NE GİBİ DEĞİŞİMLER
OLACAĞINI BİLMEK, BU DEĞİŞİMLERE HAZIRLIKLI OLMAMIZI VE BİZE BİLİNÇLİ OLMA OLANAĞI VERİR. ÇOCUĞUMUZLA
İLGİLİ BEKLENTİLERİMİZİ GERÇEĞE UYGUN HALE GETİRİR. ÇOCUĞUMUZDAN YAŞINA UYGUN BEKLENTİLER İÇİNE
GİRMEK, HEM ONU PSİKOLOJİK OLARAK RAHATLATIR, HEM DE AİLE İLİŞKİLERİMİZDE YAŞAYACAĞIMIZ GEREKSİZ
GERİLİMLERİ ENGELLER.
Çocuğumuzla ilgili bu beklentilerimizi gerçekçi hale getirmek için çocuğumuzu başkalarıyla kıyaslamak yerine yaşıtlarına
göre doğru değerlendirilmesinin yapılması
gerekir. Bu da ancak bir uzmanın değerlendirmesi ile mümkündür. Bu farklı şekillerde olabilir. Bunlar; gelişim tarama testleri yapılabilir, çocuğun kreş ortamında sosyal ve akademik olarak gözlenmesi olabilir,
uzmanın oyun terapisi vb. gibi yöntemlerle çocuğun değerlendirilmesi ilk söylenebilecek değerlendirmeler olabilir. Uzman değerlendirmesinde ortaya çıkabilecek olası
sonuçlar ya çocuğun yaşıtlarına uygun gelişim gösterdiğidir, ya daha ileri olmasıdır ya
da daha geri olması durumudur. Daha ileri ya da daha geri olması durumunda çocuğun çocuk psikiyatrisine yönlendirilmesi ve
bu bağlamda daha detaylı taramanın ve değerlendirilmenin yapılması, sonucun sağlıklı ve güvenilir olması için gereklidir.
Çocuğun geri çıkması durumunda ailelerin
yapması gereken önemli görevler vardır.
Bunlar; eğer çocuğa özel bir tanı koyulmuşsa (yaygın gelişimsel bozukluk, down
sendromu vb.) aile mutlaka özel eğitim ve
rehabilitasyon desteği düzenli almak zorundadır. Çocuğun yaşına göre de hem özel
eğitim hem de kreş/yuva ya da okul desteği
birlikte yürütülmelidir.
Çocuk eğer özel bir tanı almamış ama gelişimsel olarak geri olduğu belirlenmiş ise,
aileler çocuğun geri olduğu gelişim alanlarını desteklemelidir. Nasıl ve ne şekilde destekleyeceğini uzman yardımıyla yapmalıdır. Belirleyen uzman zaten aileye bu
konuda desteğini sunacaktır. Ancak bu tek
seferlik olmamalı, belirli periyotlarda çocuğun gelişimi takip edilmelidir. İlerleme
sağlanması ve yaşına uygun gelişim seviyesinde olması önemlidir.
İleri çıkması durumunda da yine uzmanın
tavsiye ve önerilerine uygun hareket edilmesi çocuğun iyiliği için önemlidir. Gerekirse bulunulan şehre de bağlı olarak üstün yetenekli veya üstün zekâlı çocuklara
eğitim sağlayan kurumlarla bağlantıya geçilmeli gerekli bilgilenme sağlanmalıdır.
Tüm bunların dışında çocuklarda davranış ve uyum problemleri de görülebilir. Bu
problemler; alt ıslatma, yeme problemleri, kaka kaçırma, tırnak yeme, mastürbasyon, hırsızlık, yalan söyleme gibi birçok şekilde ortaya çıkabilir. Bunu çocuğun problemi olarak görmek yerine, çocuğun “ yardım çığlığı” olarak görülmesi gerekir ki çocuğa asıl yardım bu şekilde görülmeye başlanırsa sağlanmış olur. Bu problemler çeşitli nedenlere bağlı olabilir. Bunlar; aile içi
çatışmalar, ihmal veya istismar, duygusal
yoksunluklar, ebeveyn tutumlarının etkisi,
organik bozukluklar, aile içi parçalanmalar, şiddet gibi durumların etkisi gibi faktörler sıralanabilir. Bu durumları aile fark
etmeyebilir. Çocuk okula ya da kreşe gidiyorsa çocuğun okulu ile irtibatı düzenli olarak sağlanmalı ve öğretmenlerinden bilgi
alınmalıdır. Eğer bu tip bir durumla karşılaşılır ise okulun psikoloğundan/uzmanından destek alınarak okulla birlikte hareket
edilmelidir.
Ayrıca çocuklarımızla olan ilişkilerimizde hiç aklımızdan çıkarmayacağımız noktalar ise çocuğumuza oluşturacağımız güven duygusudur. Çocuklarımızı kendilerine
güvenen ama kibirden uzak, ahlaki ve etik
değerlerin öngörüldüğü saygı çerçevesinde yaşları kaç olursa olsun birey olduklarını unutmadan yetiştirmeliyiz. İhtiyaçlarını
doğru anlayıp zamanında ve tutarlı ve aynılık içinde karşılamak gerekmektedir. Çocuğun yaşına göre sorumluluk daima verilmeli, bunlara sevgi ve şefkat eşlik etmelidir. Özetle çocuklarınızı sevin, onlarla ilgilenin ve onlara bol bol sarılın.
49
50
Vitamin Deposu
SİBEL GÜNGÖR / DİYETİSYEN
Ruşeym
BUĞDAYIN İŞLENEREK UNA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ SÜRECİNDE ÖZEL AYRIŞTIRMA İŞLEMLERİ SONUCUNDA 1 TONUNDAN SADECE 1 KG ELDE EDİLEN RUŞEYM, BUĞDAYIN ÖZÜ DEMEKTİR. E VİTAMINİ DEPOSU OLAN RUŞEYM
BUĞDAYIN EN ALTINDAKİ EMBRİYOSUDUR. BU MADDE TOHUMUN ÜREMESİNİ VE ÇİMLENMESİNİ SAĞLIYOR. YANİ
BUĞDAYIN HAYAT KAYNAĞI. PEKİ NEDEN BU KADAR DEĞERLİ OLAN BİR KAYNAK ÜRETİM SÜRECİNDE ÖZELLİKLE AYRIŞTIRILIYOR VE UNDA YA DA İRMİKTE KALMIYOR? ÇÜNKÜ İÇERİĞİNDEKİ ESANSİYEL YAĞLARIN ACIMA SÜRECİ HIZLIDIR, BU YÜZDEN BU ÖZÜN BUĞDAYDAN AYRILMASI UNUN RAF ÖMRÜNÜ UZATIR.
1 TONUNDAN
SADECE 1 KG
ELDE EDİLEN
RUŞEYM,
BUĞDAYIN ÖZÜ
DEMEKTİR
2 yemek kaşığı ruşeymde yaklaşık; 1,5 gram doymamış yağ, 9
gram karbonhidrat, 4 gram protein, 2 gram lif, 2 gram şeker vardır. Kolesterol içermez ve yaklaşık 60 kaloridir.
Ruşeym bu besin bileşimine ek olarak vücudunuz için faydalı
olan daha pek çok sağlıklı besin öğesine sahiptir:
B Vitaminleri: Folat, B1 ve B6 vitaminleri gibi önemli B vitaminlerini içerir. B vitaminleri, kalp sağlığı, sinir sistemi ve kalp-damar
sistemi sağlığı için önemlidir.
Lif: Kan şekeri dengesinin düzenlenmesi, kolesterol kontrolü, bağırsak sağlığı ve detoksifikasyon için gerekli olan liflerin deposudur.
Bitki sterolleri: Ruşeym aslında kolesterol benzeri steroid bileşikleri olan fitosterollere sahiptir. Bu steroller kötü kolesterolü düşürmede rol oynarlar.
0800 363 35 10
www.selva.com.tr
www.facebook.com/selva
www.twitter.com/selvamakarna
Sağlıklı yağ asitleri: Omega- 3 yağ asitlerinin iyi bir kaynağıdır. Omega-3 yağ asitleri, kolesterolü düşürmede, inflamasyonu
azaltmada, sağlıklı sinir sistemini desteklemede yardımcıdır.
Özetle ruşeym, lif değeri yüksek, tokluk hissi veren lezzetli bir besin maddesidir. İçeriğinde yüksek miktarda A, E ve B vitamini, lesitin, esansiyel yağ asitleri ve proteinler ile minerallerden çinko,
manganez ve krom bulunmaktadır. Buğdayda gıda kullanımına
uygun olan ruşeym oranı en fazla % 0,5’tir. Bu yüzden de çok değerlidir ve gramlarla satılır. Vücut için gerekli olan besin öğelerinin birçoğunu yüksek miktarda içerir. Bu maddenin % 15 oranında ekmeğe ilave edilmesi ile besin değeri oldukça yüksek, lezzetli bir ekmek elde edilebilir.
Sağlıklı beslenmek isteyen, lif içeriği yüksek bir beslenme planı
uygulamak zorunda olan veya zayıflamak isteyen kişiler ruşeymi
günlük beslenme planlarına çok kolay dâhil edebilirler. Soğuk süt
veya yoğurt ile karıştırılıp, meyve salatalarına ilave edilip, kahvaltı veya ara öğünlerde tüketilebilir. Ana öğünlerde çorba veya salatalara ilave edilebilir.
İçeriğindeki E vitamini güçlü bir antioksidandır. Vücutta hücre zarının dayanıklılığını sağlaması dolayısıyla bağışıklık sistemini destekleyerek kanserin önlenmesinde önemli rol oynar. Koroner kalp
hastalığı riskini azaltabilir, pıhtı azaltıcı etkisiyle kanın akıcılığının
artmasına, diyabetli hastalarda damar tıkanıklığının önlenmesine
yardımcı olabilir. Sinir sistemi hastalıklarında olumlu etkilerinin olduğu, gözde katarakt oluşumunu geciktirdiği bilimsel çalışmalarla tespit edilmiştir.
Beslenme açısında oldukça faydalı olan ruşeym her yaşta tüketilebilir. Özellikle genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan, emilimi engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar
oluşturan ve bir sindirim sistemi hastalığı olan çölyak hastaları ve
lif kullanımında sakınca bulunanlar tarafından tüketilmemesi gerekir.
51
Selva Sağlıklı Yaşam Ürünleri
52
5
YAŞINDAN
SONRA
ÇOCUKLARIN ÇOĞU 2-4 YAŞ ARASINDA İDRARLARINI HEM GECE HEM DE GÜNDÜZ TUTMAYI BECERİRLER. ÇOĞU
ZAMAN MESANE GELİŞİMİNDEKİ GECİKMENİN BİR SONUCUDUR, BU NEDENLE DE YAŞLA SIKLIĞI AZALIR. ÜÇ
YAŞINDAKİ ÇOCUKLARIN %40’I ALTINI ISLATTIĞI HALDE BU ORAN 5 YAŞINDA %20’YE, 6 YAŞINDA %10’A DÜŞMEKTEDİR.
GECE YATAK ISLATMA BU YAŞLARDAN SONRA DEVAM EDERSE MUTLAKA BİR DOKTORA BAŞVURULMALI. “BÜYÜYÜNCE
GEÇER” DİYE DÜŞÜNÜP TEDAVİYİ İHMAL ETMEK ÇOCUKTA PSİKOLOJİK SORUNLARA YOL AÇIYOR. ERKEK ÇOCUKLAR
KIZLARA GÖRE DAHA SIK ALTINI ISLATMA SORUNU YAŞAMAKTADIR.
ÇOCUKLAR İSTERLERSE
İDRARINI UZUN SÜRE
TUTABİLİRLER. BUNUN
İYİ BİR ŞEY DEĞİL,
AKSİNE TEHLİKELİ
OLDUĞUNUN BİLİNMESİ
ÖNEMLİDİR.
HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
“Enürezis”, işeme kontrolünün sağlanmış
olması gereken yaşta uygunsuz veya istemsiz idrar yapmanın devam etmesidir. Bu
yalnızca geceleri oluyorsa “enürezis noktürna” (EN), gündüzleri de oluyorsa “enürezis diurna” olarak isimlendirilir. Toplumlar arası farklılıklar gözlenmekle birlikte 5
yaş grubu çocuklarda yaklaşık % 15 civarında izlenirken, 15 yaş grubunda % 1’e düşmektedir. Bir başka sınıflandırmada enürezis, primer ve sekonder olarak ikiye ayrılır.
Hayatının hiçbir döneminde kontinans sağ-
layamamış olanlar primer grubu oluştururken, 6 aydan daha fazla kuru kalıp daha
sonra yeniden idrar kaçırmaya başlayanlar
sekonder enürezis olarak tanımlanır.
Gece yatağını ıslatmada çok farklı faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Bunlar,
gelişim gecikmesi, uyku bozuklukları, genetik faktörler, psikolojik sebepler, üriner
sistemin organik veya fonksiyonel patolojileri, antidiüretik hormon salınımındaki bozukluklar olarak sayılabilir.
Hastadan veya ailesinden alınacak öykü
büyük önem taşır. Öyküye göre primersekonder, enüresiz noktürna-diürna ayrımı yapılabilir. Ailedeki diğer fertlerde idrar
kaçırma öyküsü, çocukta daha önce geçirilmiş üriner infeksiyon öyküsü, aile yapısı
ve aile içi sorunlar araştırılmalıdır. Detaylı
bir genitoüriner muayene yanında nörolojik
muayene de yapılmalıdır. Gece yatağını ıslatmalı çocukların büyük bir kısmında altta yatan organik bir patoloji yoktur. Hastanın idrar tetkikinin normal olması ve daha
öncesinde üriner infeksiyon geçirmemiş olması, tanıda organik nedenlerden uzaklaşmayı sağlayacaktır. Komplike olmayan idrar kaçırma grubunu oluşturan bu hastalarda detaylı incelemelere gerek olmayacaktır. Ancak idrar tetkikinde veya öyküsünde üriner infeksiyonu olanlar, gündüzleri şiddetli üriner semptomların varlığı,
gece ve gündüz birlikte idrar kaçırma gibi
durumlar muhakkak ultrasonografi, radyo-
DİKKATLİ İLGİLİ BİR TUVALET EĞİTİMİ YAKLAŞIMINA RAĞMEN 3.5-4 YAŞINA
KADAR ÖNEMLİ BİR BAŞARI SAĞLANAMAZSA, BASKILAYICI VE CEZALAYICI
OLUNMAYA BAŞLANMIŞSA VE ZAMAN ZAMAN DÜZELMELERE RAĞMEN
İDRAR KAÇIRMALAR SÜRÜYORSA VE İDRAR YOLU ENFEKSİYONU DA
OLUŞUYORSA ÇOCUĞUN BİR UZMAN TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
UYGUN OLACAKTIR.
lojik değerlendirme, ürodinamik incelemeler gibi daha ileri yöntemlerle araştırmayı
gerekli kılar.
Gece yatağını ıslatma tedavisinde çok farklı yöntemler kullanılmıştır ve günümüzde standartlaşmış tedavi henüz yoktur. Çocuğun çevresel veya ailesel streslere bağlı
gelişebilecek anksiyetesinin ortadan kaldırılmasına yönelik girişimler tedavinin başarısını olumlu yönde etkileyecektir.
İlaç tedavisi olarak sıklıkla imipramin ve diğer trisiklik antideprasanlar kullanılmaktadır. İlacın en az iki hafta süreyle kullanıldıktan sonra etkilerinin ortaya çıkacağı
bilinmelidir. İlacın yan etkileri olarak kişilik değişiklikleri, uyku düzensizlikleri, iştah
bozuklukları, aşırı dozlarda kardiyak aritmiler görülebilir.
Bir vazopressin analoğu olan desmopressin asetat nazal ya da oral yoldan kullanılmaktadır. Uyku sırasında oluşturulan idrar
miktarını azaltarak etkisini gösterir. Davranış modifikasyonları gece yatağını ıslatan çocukların tedavisinde en etkin ve en
kalıcı etkisi olduğu düşünülen yöntemlerdir. Özellikle üriner alarm kullanılarak yapılan şartlandırma tedavisi çok yüz güldürücüdür. Ancak tedaviye uzun süre devam
etme gerekliliği, anne ve babanın da eğitilip
iyi motive edilmelerini zorunlu kılar. Psikolojik sebeplere bağlı olduğu düşünülen olgularda psikoterapinin de yardımcı olabileceği bilinmektedir.
ÇOCUKLARDA TUVALET
EĞİTİMİ İLE İLGİLİ TEMEL
PRENSİPLER
Çocuklarda idrar kontrolü konusunda çok
aceleci ve baskıcı olmak işeme bozukluklarına neden olacak yanlış idrar tutma alışkanlıkları gelişmesine neden olabilir. Gece
idrar kontrolü oldukça geç sağlanabilir.
Beş yaşındaki çocukların % 15 inde hala
gece idrar kaçırma söz konusudur.
Tuvalet eğitimine başlamadan önce çocuğun tuvalet, çiş, kaka yapma, lazımlık gibi
kavramları anlamış, hatta bu sözcükleri
kullanır hale gelmiş olması önemlidir. Çocuklar gözleyebildikleri şeyleri en iyi yapar
ve öğrenirler. Aile bireylerinin tuvalet kullanmalarını veya kardeşlerin lazımlık kullanmalarını izlemelerini sağlamak tuvalet
eğitimi sürecince faydalıdır. Çocuklar altlarının ıslak kalmasından kesinlikle rahatsız
olurlar. Özellikle tuvalet eğitimi süresince
çocukların bezlerinin sık değiştirilmesi ve
altının mümkün olduğunca kuru tutulması önemlidir.
53
Çocuklar her zaman mesanelerinin dolu olduğunu ifade edemeyebilir. Ama yerde kıvranma, genital organıyla oynama, orasını
burasını çekiştirme gibi hareketlerle bunu
belli edebilirler. Bu işaretleri takip edip çocuk altını ıslatmadan tuvalete tutmak faydalı olabilir.
Çocuklar isterlerse idrarını uzun süre tutabilirler. Bunun iyi bir şey değil, aksine tehlikeli olduğunun bilinmesi önemlidir. Eğer
çocuk kendi gitmezse belirli aralıklarla tuvalete tutulması işeme bozukluklarının gelişmesini önlemek için çok önemlidir.
Dikkatli ilgili bir tuvalet eğitimi yaklaşımına
rağmen 3.5-4 yaşına kadar önemli bir başarı sağlanamazsa, baskılayıcı ve cezalayıcı olunmaya başlanmışsa ve zaman zaman
düzelmelere rağmen idrar kaçırmalar sürüyorsa ve idrar yolu enfeksiyonu da oluşuyorsa çocuğun bir uzman tarafından değerlendirilmesi uygun olacaktır.
Op. Dr. Kadir KARABACAK
Üroloji Uzmanı
54
MEVSİM
GEÇİŞLERİNE
DİKKAT!
BAHAR YORGUNLUĞU, HEMEN HEMEN HEPİMİZİN MEVSİM GEÇİŞLERİNDE SIKLIKLA HİSSETTİĞİMİZ BİR RUH VE
BEDEN DEĞİŞİKLİĞİDİR. GENEL OLARAK BİR İSTEKSİZLİK VE HALSİZLİK SÖZ KONUSUDUR. TABİ EĞER BU HALSİZLİK
VE YORGUNLUK HALİ UZUN SÜRÜYORSA BU DURUMU MUHAKKAK DİKKATE ALMAK ŞART. İNSAN BİYORİTMİ BAHAR
AYLARINDA HAVADAKİ ELEKTRİK YÜKÜ NEDENİYLE OLUMSUZ ETKİLENEBİLİYOR.
Aslında bu aylar vücudumuzun daha zinde
olmasını sağlayan hormonların daha fazla salgılandığı dönemlerdir. Ama maalesef yanlış beslenme, vitamin eksikliği varsa buna rağmen kişi kendini yorgun, halsiz
ve hatta depresif hissedebiliyor.
Bu durumdan korunmak içinse yapılabilecek şeylerin başında vitamin desteği büyük
önem taşıyor. Özellikle potasyum, çinko, B
ve C vitamini destekleri ve bu vitaminleri
içeren bir beslenme oldukça etkili koruyucular olacaktır.
Baharın girdiği bu günlerde halsizlik ve
yorgunlukla beraber alerjiler ve enfeksiyon hastalıklarında da bir artış söz konusu.
Baharla beraber daha da etkin hale gelen
alerjilerin en baştaki nedenlerinden biri
polenler. Polenler bitkilerin, özellikle ağaç
ve çiçeklerin üremelerini sağlayan yapılardır. Polenler üreme hücresidirler, bu nedenle de bitkilerin çiçek açtığı bahar mevsiminde oldukça yaygındırlar. Bu sebeple
de bahar aylarında alerjilerde artış görülür.
55
MEVSİM DEĞİŞİMLERİ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ ETKİLEDİĞİNDEN
ÖZELLİKLE ÇOCUKLAR, YAŞLILAR, KRONİK HASTALIĞI OLANLAR,
GEBE VE EMZİREN KADINLARIN BESLENMEYE DAHA FAZLA DİKKAT
ETMESİ GEREKİYOR.
MEVSİM
DEĞİŞİKLİĞİ
NEDENİYLE ARTAN
ENFEKSİYON
HASTALIKLARINA
YAKALANMAMAK
İÇİN VİTAMİN
VE MİNERAL
YÖNÜNDEN
ZENGİN BESİNLER
TÜKETİLMESİ
GEREKİYOR.
İkinci yöntem ise sadece mevsim öncesi
uygulanan ve her yıl tekrarlanması gereken, yedi hafta gibi kısa bir süre için uygulanan aşı tedavisidir. Bu uygulama ile
hasta, bahar mevsimini oldukça rahat
geçirebilmektedir. Ancak bu aşı kısa süreli etkili olup her yıl mevsim başlamadan önce tekrarlanması gerekmektedir.
Bahar alerjileri ansık rinit ve konjonktivit olarak görülür. Bulguları ise; nöbetler halinde tekrarlayan, gözde sulanma,
kaşıntı, damakta kaşıntı, geniz akıntısı,
hapşırık, burun akıntısı ve burun tıkanıklığı şeklindedir.
Eğer bu gibi şikayetleriniz yoğunsa aşı
uygulaması alternatiflerden biri. Özellikle polen alerjilerinde aşının etkinliği kanıtlandı. Hastaya mevsim girmeden uygulanan bu aşı sayesinde hasta mevsimi alerji telaşı olmadan geçirebiliyor. Ancak kişinin tercihine göre günlük hayatta
basit önlemler alarak da polenlerden korunmak mümkün.
Özellikle polenlerin arttığı dönmelerde;
Hava filtreleri kullanmak,
Camlar kapalı seyahat etmek
Özellikle, polenlerin harekete geçtiği öğlen saatlerinde dışarıda olmamaya
özen göstermek
Dışarı çıkılması zorunlu ise maske kullanmak
Eve gelince duş almak gibi önlemler de
koruyucu olabiliyor.
Baharla birlikte harekete geçen bir diğer
rahatsızlık ise alerjik astımdır. Alerjik astımda ise öksürük, nefes darlığı, hırıltı,
aralıklı nöbetler halinde göğüste sıkışma veya deride kaşıntı, kızarıklık kabarıklık şeklinde bulgulara rastlanabilir. Bu
gibi durumlarda ise kulaktan dolma bil-
giler yerine uzman bir hekimden yardım
almak kesinlikle en doğru yol olacaktır.
Bu aylarda görülme oranının oldukça arttığı bir diğer durum ise viral enfeksiyonlar. Bunların başında da nezle ve grip geliyor. Hava ısısının değişimiyle beraber bu
hastalıkların daha sıklıkla görüldüğü bir
gerçek. Bulaşıcı özelliğe sahip bu hastalıkların bize ulaşma riski özellikle topluma açık alanlarda çok daha fazla. Burun akıntısı, hapşurma, ateş gibi belirtileri olan bu hastalıkları atlatabilmek için,
özellikle dinlenmek şart. Hastada mevcut
olan semptomlara göre verilen bir tedavi
ile de ortalama 7-10 gün arasında düzelme mümkün olabiliyor.
Viral enfeksiyonlar, çocuklar arasında
maalesef daha sıklıkla görülmekte. Bunun için önleyici tedbirler alınabilir:
Aşılama
Bağışıklık sistemini güçlendirici yiyecekler
Tıbbi tedavi
Ancak elbette ki bütün bu önlemleri almış olmak çocuğun hasta olmayacağı anlamına gelmez ama elbette ki koruyucu
etkisi vardır.
Çocuklar hastalandıkları ilk birkaç gün
mümkünse okula veya kreşe gitmemeli. Bu hem onların dinlenmeleri hem de
hastalığın bulaşmasının önlenmesi açısından önemli. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi istirahat etmek iyileşmenin seyri açısından oldukça mühim çünkü
bu hastalığın doğrudan bir tedavisi yok.
Ateşi düşürmek, burun akıntısını azaltmak gibi yardımcı tedavilerle hastalığı
yeniyoruz. Ve eğer hasta dinlenebilirse
bağışıklık sistemi daha fazla güçleniyor
ve iyileşme süresi de böylece kısalıyor.
UZM. DR. Candemir CERAN
56
Dr. Özlem SÜRÜCÜ
Çocuk Psikiyatristi
ÇOCUK BAKIMINDA
fikir ayrığılına
DÜŞERSENİZ...
Başka konularda ortak yönleri olan anne
babalar bile çocuk bakımı felsefelerinde
ortak yönler bulmakta zorlanırlar. Anne
babaların farklı kişilik yapıları, farklı aile
kökenleri, farklı yetişme biçimleri nedeniyle aslında bu çoğu kez kaçınılmaz bir durumdur. Bu durumun çocuğun gelişimini
nasıl etkileyeceği farklılıkların çocuğa nasıl
yansıtıldığına bağlıdır. Farklılıklar çocuğun
gelişimine katkı sağlayacak bir zenginliğe
dönüştürülebileceği gibi, gelişimi olumsuz
yönde etkileyen önemli bir sorun olarak da
karşımıza çıkabilirler.
Aslında her anne baba insan oldukları ve
değişken ruh durumu içinde bulunabildikleri için zaman zaman kendi içlerinde bile
tutarsız olabilirler. Bu tutarsızlık anne babanın ruh durumuyla ilgili olabileceği gibi
çocuğun yapısı ya da davranışın ortaya çıktığı koşullara da bağlı olabilir. Örneğin mutsuz, sıkıntılı bir anne çocuğun mızırdanmasını tolere edemeyebilir. Gürültülü bir top
oyunu açık havada uygun bir mekânda sorun olarak görülmezken evde kabul edilemez gelecektir. Anne babanın hem ken-
di içlerinde hem de birbirleriyle her zaman ve her koşulda tutarlı olmalarını beklemek gerçekçi değildir. Bunu gerçekleştiremeyen anne babalarda bu beklenti kaygı
ve yetersizlik duygusuna neden olmaktadır.
Aile içinde tutarlı olunması gereken konu
evde sorunların ele alınış biçimi ve bireylerin birbirlerine olan saygılı tutumlarıdır.
Anne baba, çocuğa sevgi gösterilmesi, kurallar-sınırlar ve sorunların ele alınış biçimi gibi çocuk gelişimindeki çok temel ögelerde fikir ayrılıkları içindeyse; bu
düşüncelerini çocuğun yanında ve birbirini eleştirir tarzda tartışıyorlarsa; birbirlerinin kurallarını gevşetiyor ya da bozuyorlarsa çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemeyecektir. Böyle bir ortamda
büyüyen çocuk kural tanımayan ya da her
fırsatta kuralları zorlayan, sorgulayan, sorumluluk almayan, evde hırçın ama dışarıda güvensiz bir çocuk olur. Anne ve babanın farklı uçlarda olması onların bu tutumlarının daha da belirgin hale gelmesine neden olabilir. Örneğin aşırı hoşgörülü ve yumuşak bir annenin varlığında, baba disip-
lin açığını daha katı kurallarla kapatmaya
çalışırken, babanın aşırı kurallarının çocuğa zarar vereceği endişesiyle anne daha da
esnek olmaya başlayabilir. Bu durumda çocuk anneye karşı istekleri konusunda tutturan, ısrar eden, kurallara karşı gelen bir
tutum içine girer. Babanın yanında daha
uyumlu gibi görünse de bu sadece babanın
varlığında sağlanabilen bir uyumdur. Anne
kuralları “oyuncaklarını toplamazsan baban kızar” gibi cümlelerle uygulamaya çalışsa da bu yaklaşım çocuğun o kuralın gerçekten gerekli olup olmadığını sorgulamasına neden olur ve uzun vadede işe yaramaz. Sonuçta aile bireyleri arasındaki gergin, çatışmalı ilişkiler çocuğun mutsuzluğuna ve güvensizliğine neden olur. Farklı tutumların neden olabileceği diğer bir
olumsuz sonuç da anne babanın çelişkili
davranışlarının çocuk tarafından kullanılmaya başlanmasıdır. Çocuğun anne babayı yönlendirmesi bu farklı tutumlardan dolayı kolaylaşabilir.
57
Anne baba birbiri
hakkında olumsuz,
eleştirel biçimde
konuşmamalıdır. Bu
çocuğun gözünde
ebeveynin otoritesini
zedeler ve çocuğun da
daha eleştirel, insanlara
karşı olumsuz yaklaşan
bir çocuk olmasına
neden olur.
Farklı görüş ve tutumların
çocuğa zarar vermemesi için
neler yapılabilir?
Öncelikle çocuk için anne babanın birbirine
nasıl davrandığı, birbiriyle nasıl uzlaştıkları ve birbirlerine karşı gösterdikleri sevgi
ve saygının, neye izin verilip neye verilmeyeceğinden daha önemli bir konu olduğu
unutulmamalıdır. Örneğin çocuğun televizyon izlemesine karşı olan bir annenin buna
izin veren eşiyle çocuğun önünde tartışmaya girmesi televizyon izlemekten daha fazla zarar verecektir. Anne ya da baba onaylamadıkları bir tutum için çocuğun önünde aşırı tepki vermektense o an için sessiz
kalıp daha sonra konu üzerinde uzlaşmaya
çalışmalıdır.
Anne baba birbirlerinin fikirlerini dikkatlice ve saygı göstererek dinleyebiliyor ve zaman zaman birbirine hak verebiliyorsa bu
çocuk için de çok uygun bir örnek olur. Çocuk da farklı görüşleri dinleyebilme ve uygun şekilde tartışabilmeyi öğrenir. Yatma
saati, beslenme, disiplin gibi temel alanlarda nasıl davranılacağı konusunda önceden
konuşulup anlaşma yapılabilir. Güvenlik
önce gelir. Sağlık, güvenlik, beslenme gibi
konularda anne baba uyuşamıyorsa bir uzmanın örneğin çocuk doktorunun önerileri
doğrultusunda hareket edebilirler.
Sorunların çözümünde anne baba ve çocuk/çocuklar işbirliği içinde olmalıdır. Çocukların çözümlere birebir katılmaları hem
onların sorun çözme becerilerini geliştirecek hem de anne baba karşı karşıya gelmemiş olacaklardır.
Anne baba birbiri hakkında olumsuz, eleştirel biçimde konuşmamalıdır. Bu çocuğun
gözünde ebeveynin otoritesini zedeler ve
çocuğun da daha eleştirel, insanlara karşı
olumsuz yaklaşan bir çocuk olmasına neden olur. Her bir ebeveyn için çok önemli olan konular belirlenerek, sorumluluk
alanları paylaştırılabilir.
Çocuğun yanında birbiriyle çelişen mesajlar vermemeye özen gösterilmelidir. Yemekten önce çikolata yenmesini anne uygun bulmuyorsa ve buna izin vermemişse
babanın “bir şey olmaz bu seferlik yiyiversin demesi” çocuğun tüm kurallara karşı
gelmesi ya da ısrar etmesi ile sonuçlanacaktır.
Anne babanın birlikte olmadıkları zamanlarda birbirlerinin kurallarını bozuyor olmaları da sık karşılaşılan bir durumdur.
Örneğin baba çocuğun kendi yatağında yatmasına özen gösteriyorken babanın evde
olmadığı zamanlarda anne çocukla birlikte
uyursa çocuk sadece baba öyle istediği için
yalnız yatması gerektiği mesajını alır. Ebeveynler birlikte olmadıkları zamanlarda da
diğerinin kurallarına saygılı olmalıdır.
Sonuç olarak anne babanın farklı görüş ve
tutumları hemen her ailede az ya da çok var
olan kaçınılmaz bir durumdur. Anne babalar bu farklılıkları “benim dediğim olacak”
savaşına dönüştürmedikleri sürece birbirlerini tamamlayarak çocuğun gelişimine
katkı sağlayacak bir zenginlik olarak yaşayabilirler.
58
EVİM
EVİM
GÜVENLİ EVİM
KAPIYI KİLİTLEDİK, SÜRGÜYÜ DE ÇEKTİK ARTIK RAHATÇA UYUYABİLİRİZ. ÖYLE Mİ ACABA? GÜNÜMÜZDE BU EN
GÜVENİLİR YÖNTEMLERİN DE BAZEN İŞE YARAMADIĞI OLUYOR. İŞTE BÖYLE DURUMLAR İÇİN MÜHENDİSLERİN
ÜSTÜN ZEKÂLARIYLA TASARLADIKLARI BİR GÜVENLİK ARACI DAHA GİRİYOR DEVREYE: KAMERALAR VE GÜVENLİK
SİSTEMLERİ.
Bakalım gerçekten de bu güvenlik sistemleri güvenilir mi acaba diye kendi kendimi
şüphelendirerek vardım Nihat Bey’in iş yerine. Nihat Bey, bir güvenlik sistemi uzmanı
ve bu iş üzerine de bir iş yeri var. Tam acaba hangi kapı onlarınki derken, önümdeki
koskoca tabelanın altındaki ardına kadar
açık kapıyla karşılaştım. Ben kendi kendime “güya güvenlik sistemi satıyorlar daha
kendilerini koruyamıyorlar, kapı ardına kadar açık. Biri girse ruhları duymaz” diye düşünüp alaycı alaycı gülümserken sağımdan
gelen bir sesle adeta donakaldım. Diyafondaki ses bana: “Hoş geldiniz hanımefendi,
içeri buyurun lütfen” demez mi? Tamam
kameralardan her şeyi görebiliyorlar biliyoruz ama aklımızdan geçeni de okuyamıyorlardır herhalde. Öyle bir sistemleri yoktur değil mi? Ben şaşkınlıklarımın cevabını almak için vakit kaybetmeden sorularıma başladım. Ve bakın nasıl ilginç yanıtlar
aldım.
Ailedostu: İyi günler Nihat Bey. Öncelikle
kapıda yaşadığım küçük şaşkınlık üzerine
konuşmak istiyorum. Sanırım bu bir yaptığı işe güven göstergesi. Gerçekten içeriye
kimse giremez mi?
Nihat AKBAY: Gerçekten giremez. Çünkü
Her güvenlik sisteminde
kamera yoktur. Birçok
güvenlik sisteminden
sadece bir tanesidir
kamera. Ama en
etkililerinden biridir. Hele
de kayıt yapıyorsa.
biz bu işi tüm bunları engellemek için yapıyoruz. Kapı açıkken de kapalıyken de. Teknoloji bu sektörde gerçekten çok iyi düzeyde.
A.D.: Güvenlik sistemi deyince bizim aklımıza önce kameralar geliyor. Her güvenlik sisteminde kamera var mıdır?
N.A.: Hayır her güvenlik sisteminde kamera yoktur. Birçok güvenlik sisteminden sadece bir tanesidir kamera. Ama en etkililerinden biridir. Hele de kayıt yapıyorsa.
A.D.: Peki, tek başına kamera veya alarm
sistemi ne kadar işe yarar? Ve bu sistemler bizi sadece hırsızlığa karşı mı korur?
N.A.: Bu sistemler tek başına değil de birçok sistem bir arada kullanılabilirse en gü-
venlisi bu olur. Bunu biraz açacak olursak,
bu sistemlerde kamera olması o bölgenin
izlenmesi demek; yangın, su baskını, hırsızlık hatta deprem gibi faciaları görüntülemek, hatta bazılarının önüne geçebilmek
için kullanılır. Hırsızlık, bu durumlardan
sadece biri. Ayrıca işlenmiş suçun ortaya çıkması açısından da oldukça işe yararlar. Mesela geriye dönük kamera kayıtlarında her şey apaçık ortadadır. Hem suçlunun kimlik tespitinde, hem de suçunu inkâr
edememe noktasında büyük önem taşır.
A.D.: Tam teşekküllü bir güvenlik sistemi
neleri kapsar?
N.A.: Günümüzde depreme kadar her türlü
tehlikede bizi uyarabilecek çeşitli aygıtlar
üretilmiştir. Tam teşekküllü bir sistemde
yangın, su baskını, hırsızlık, asansör, havalandırma, elektrik, akıllı sayaçlar gibi sistemler vardır.
A.D.: Diyelim ki kapı ya da pencere zorlandığında bütün kilitleri devreye sokup tüm
evi kilitleyecek kadar akıllı sistemler var
mıdır?
N.A.: Evet, böyle bir sistem dünyada var
ama ülkemizde henüz faaliyete geçirilmedi. Ama üstünde çalışmalar yapılıyor.
59
A.D.: Peki diyelim ki şehir dışındayız ve
evimize hırsız girmeye çalışıyor. Komşulardan birinin duyup haber vermesini mi
beklemeliyiz? Bu kadar çaresiz miyiz gerçekten?
N.A.: Tabi ki bu kadar çaresiz değiliz. Evet,
belki kapılarımız henüz kendi kendini kilitlemiyor ama sistemimiz polise ya da diğer
güvenlik güçlerine haber verebiliyor. Siz
şehir dışındayken biri evinize girmeye çalıştı diyelim. Sistem alarm merkezine haber veriyor. Alarm merkezi önce size ulaşıp eve girenin sizlerden biri olup olmadığını teyit ettikten sonra eğer eve giren sizden
biri değilse güvenlik güçlerini arayarak durumdan haberdar ediyor. Tabi sizin bir yakınınızın da bilgi verilmesi amaçlı eve gitmesini istiyor sizden.
A.D.: Tam teşekküllü bir sistemin kurulum süresi ortalama ne kadardır?
N.A.: Bu süre kurduğunuz sisteme göre
değişir. Kuracağınız mekânın büyüklüğü,
istenilen güvenlik seviyesi, kamera adedi,
manyetik kontağı, dış mekân kameralar,
dome dediğimiz hareketli kameralar kurulum süresini değiştiren faktörlerdir. Ama
ortalama 1-2 gün içerisinde kurulabilir diyebiliriz.
A.D.: Eve girmeye çalışanın ev ahalisi dışında biri olduğunu algılayıp devreye girebilir mi?
N.A.: Evet algılayabilir; şöyle ki aslında en
başta da söylediğim gibi teknoloji bu konuda oldukça ilerde. Bu sistem gerçekten
ucu bucağı olmayan bir denizdir. Yüz tanıma sistemi, resim çekme sistemi, parmak
okuma sistemi, kart okuma sistemi, göz
retina sistemi gibi birçok yöntem mevcuttur. Hatta eve girip çıkması muhtemel kişilerin her birine ayrı bir şifre vererek siz
evde yokken de eve kimin, ne zaman girip
çıktığını görebilirsiniz. Ya da internet sistemi ile evinizi istediğiniz yerden izleyebilirsiniz. Bu özellikle kreşlerde ve iş yerlerinde sıkça kullanılan bir sistemdir. Kısacası
aslında ne kadar çok bütçe ayırabilirseniz o
kadar çok güvendesinizdir.
A.D.: Kamera veya güvenlik sistemi kurmak için herhangi bir yerden izin almak
gerekir mi? Eğer gerekliyse bu izni kim
alır? Biz mi yoksa güvenlik sistemini kuran şirket mi?
N.A.: Evinizin içine ne kadar kamera isterseniz o kadar kamera koyabilirsiniz. Bunun için izne gerek yok. Fakat kapının dışına çıkarsanız o zaman büyük izinler almak gerekir. Eğer apartmanda oturuyorsanız apartman sakinlerinden izin alıp kapınızın üstüne koyabilirsiniz. Ama apartman dışına koyacaksanız yönetici ve apartman sakinlerinden izin alıp bunu apartman defterine işletmeniz gerekir. Bunun dışında bir
merciden izin alınmadığı için güvenlik sistemi firması açısından alınması gereken bir
izin yoktur. Ancak çevreyi gören bir kamera
gerçekten başınızı ağrıtabilir çünkü bu suç
kapsamına girer.
A.D.: Nihat Bey teşekkür ederiz bize vakit
ayırdığınız için.
N.A.: Ben teşekkür ederim.
Hazırlayan: Gülsün Kurt ÖNEY
60
BİR EVİM OLSA
AMA
en iyisi
OLSA...
BAHARIN UFAK UFAK KAPIMIZI ÇALMAYA BAŞLADIĞI ŞU GÜNLERDE YAVAŞ YAVAŞ GÖZLERİMİZ ETRAFTAKİ BOŞ PENCERELERE KAYMAYA BAŞLADI. KİMİMİZ KİRALIK OLANLARA BAKMAYA BAŞLADIK, KİMİMİZ SATILIK VAR MI DİYE SORMAYA.
KİRALIK YA DA SATILIK OLSUN, “SAHİBİNDEN Mİ EMLAKÇIDAN MI” SORUSUNU SORMADAN EVVEL SORULMASI GEREKEN ÇOK DAHA ÖNEMLİ SORULAR VAR MUHAKKAK. SAĞLAM MI, DEPREME DAYANIKLI MI, PENCERELERİ NASIL OLMALI, KIŞIN SICAK YAZIN SERİN OLUR MU? PEKİ, BUNUN GİBİ DAHA BİRÇOK SORUNUN DOĞRU CEVABINI NASIL BİLEBİLİRİZ? YANIMIZDA BİR MİMAR OLMADAN DA BİR EVİN BİZE NE KADAR UYGUN OLDUĞUNU ANLAYABİLİR MİYİZ?
Aslında bu yazıyı okuduktan sonra anlayabiliriz. Çünkü tüm bu merak ettiklerimizi
bir bilene danıştık. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu ve Yüksek
Mimar Sayın Ümit İsmail ERDEM’le yaptığımız sohbet tadındaki söyleşimiz, bize bu
işin samimi detaylarını gösterdi.
Ailedostu: Öncelikle bir evi kullanışlı yapan şey gerçekten de biz bayanların ilk
aklına gelen midir? Yani odaların konumları mıdır?
Ümit İsmail ERDEM: Aslında öyle de diyebiliriz. Çünkü evin projesi yani bir anlamda
odaların konumları, girişi, eylem alanlarının uygunluğu ideal ev tarifinin başında gelir. Tabi kültürel yaşam tarzlarına, ailenin
gelecek planlarına da uygun olmalı.
A.D.: Bir de evin cephesi meselesi var. Şu
an eminim hepimizin ilk aklından geçen
“güney cephe”. Bu doğru bir yargı mı?
Ü.İ.E.: Binanın konumu, cepheye bağlı olarak konutun konumu elbette çok önemli ve
doğru bilindiği gibi en kullanışlı olanı da güney cephede olanlar. Ama bu her zaman kişisel beğeniye hitap etmeyebiliyor. Mesela manzara durumu, her zaman hem güzel
manzaralı hem de güney cepheli ev bulmak
pek mümkün olmayabiliyor. Çünkü güney
cephe konumu kadar olmasa da evin başka
bir binaya bakmasındansa güzel bir manzaraya bakması da yüksek tercih sebebi artık. Örneklendirecek olursak kooperatiflerde manzara daima şerefiye bedelinin yükselmesine neden olur.
A.D.: Peki ya hepimizin ortak fikri olan
‘’ara kat olsun 10 lira fazla olsun’’ durumu
için ne söyleyebilirsiniz?
Ü.İ.E.: Ara kat durumu hala hakimiyetini
sürdürüyor gibi dursa da aslında binaların
kat sayısı arttıkça tercihler biraz değişim
gösteriyor. Mesela gökdelenlerde üst katlara gidildikçe fiyat artar. Oysa ikinci kattan, bazen giriş kattan itibaren ara kat olabilir aslında. İşte burada da devreye kullanışlılığın yanında biraz önce belirttiğim kişisel tercih durumu beliriyor. Ama genel ve
sade bir yargıya varmak gerekirse binalar
arasından güneşlenme, mahremiyet ve havalandırmanın önemi çok.
A.D.: Artık hayatımızın bir gerçeği daha
var maalesef: Deprem. Bununla bağlantılı
olarak bize önerileriniz olabilir mi?
Ü.İ.E.: 1999 senesinde deprem yönetmeliği değişti. Kolon, kiriş hesaplama katsayılarının artması sonucu ebatları arttı. Çünkü önemli olan taşıyıcı kolonun dayanıklılığı. Artık binalar hazır beton kullanılarak ve
yapı denetim şirketleri tarafından denetlenerek yapılıyor. Bu sebeple ev alırken de,
kiralarken de 1999 senesi sonrası yapıla-
ra yönelmek bir çözüm olabilir. Ya da 1999
öncesi yapılarda güçlendirme yapıldığının
veya depreme dayanıklılığının bir raporla
tespit edilmiş olması önemli. Tercih yaparken bu raporlar muhakkak muhatap olunan emlakçıdan veya mülk sahibinden istenmeli.
A.D.: Yalıtım da artık bizim için ilk sorulan
soruların başında geliyor. Doğru yalıtım
ısınma bedelimizi ne kadar etkiler? Sonradan yapılan yalıtımdan da aynı randıman
alınabilir mi?
Ü.İ.E.: Doğru yalıtım ısınma bedelini % 40
- % 50 arası bir oranda etkiler. Sonradan
yapılmış olması bu oranı çok değiştirmez.
Önemli olan doğru ve iyi malzemeyle yapılmış olması.
A.D.: Gelelim estetiğe. Özellikle son yıllarda şiddetle beğeni toplayan bir mimari
şekli Fransız balkonlar. Hepimizin en çok
merak ettiği şey ise görüntüsü bu kadar
hoş olan, yere kadar uzanan pencerelerin
evimiz için olumsuzlukları var mı? Mesela
daha soğuk olur mu?
Ü.İ.E.: Aslında teknik bir gerçeği açıkladığımız zaman bu sorunun cevabını da büyük
62
Sitenin sahip
olduğu otopark,
güvenlik, çocuk
parkı, sauna,
yüzme havuzu gibi
aktivasyonların
her biri fiyatın
artmasında
etkilidir.
ölçüde vermiş oluruz. Bina cephelerinin yapılmasında yönetmeliğin izin verdiği ölçüler dâhilinde yapmak zorunda olunan şeyler var. Pencereler de bunlardan biri. Yani
aslında cam büyüklüğünü yönetmelik belirliyor ve ister izin dâhilindeki bütün camları birleştirin isterseniz de küçük küçük bir
sürü pencere yapın. Yani ister 3 pencere koyarsınız odaya, ister ikisini birleştirip Fransız tipi yaparsınız da ayrıca 1 pencere koyarsınız. Sonuçta cam boyutunda bir değişiklik olmadığından eviniz daha fazla soğuk olmayacaktır. Üstelik şimdi camlarda
da teknolojiden büyük ölçüde faydalanıyorlar. Hele bir de pencere ve doğrama kalitesi yüksekse zaten sorun yok.
A.D.: Gezdik dolaştık istediğimiz evi bulduk. Sıra satın almaya geldi. Bu esnada
nelere dikkat etmemiz gerekir?
Ü.İ.E.: Öncelikle alınan konutun üzerinde
şerh olup olmadığına bakılmalı. Bunu da
ada-parsel numarasıyla tapu müdürlüklerinden öğrenebilirler.
A.D.: Peki, henüz konut bitmemişse… Çünkü malum fiyatları daha uygun olduğu için
ev sahibi olmak için başvurulan yolların
başında henüz inşaatken veya inşaat da
başlamamışken ev almak geliyor.
Ü.İ.E.: Aslında arsa payı üzerinden veya maket üzerinden ev almak her zaman çok da
sağlıklı değil. Gerçi SPK’nın bu tip olayları
kanunla garanti altına alma durumu söz konusu. Yani devlet müteahhitten, konut satın
alacak kişi adına garanti alıyor. Çünkü daha
evvel sıklıkla duyduğumuz bir şeydi malum,
örnek daireyi gösterip henüz ortada olmayan daireleri satıp ortadan kaybolan müteahhitler. Bu sebepten eğer henüz bitmemiş
bir daireyi satın almaya niyetlenirken içimiz
rahat etsin diye inşaat ruhsatını görmek lazım.
A.D.: Peki diyelim ki bize gösterilen örnek
daire teslim edilen daire aynı değil. Bu durumda ne yapmak lazım?
Ü.İ.E.: Yapılan sözleşme burada çok önemli.
Çünkü sözleşmeye bağlı kalınarak hak aranabilir. Mesela teslim edilen dairenin malzemesi kalitesiz olabilir veya dairenin içerisinde vaat edilenler mevcut mudur? Bu gibi
maddelerin hepsinin sözleşmede yer alması lazım. Aksi takdirde hakkımızı aramamız
zorlaşacaktır.
A.D.: Çevremizden en fazla duyduğumuz
şeylerden biri de bina iskânı. Nedir bu
iskân ve ne önemi var bizim için?
Ü.İ.E.: İskân, binanın bitiminin belediye tarafından onayıdır. İskânsız bir ev aldığınız
takdirde sanki sadece binanın bulunduğu
arsadan pay almışsınız gibi görünürsünüz.
Yani arsanın üzerinde mesken olarak oturulabilecek bir yapı olduğu görünmez. Ve
gerçekten de binanın iskânının olup olmadığına muhakkak bakılmalıdır. İskânsız bir
ev almışsanız eğer daha sonra iskân almak
için tüm masrafları siz yapmak zorunda
kalabilirsiniz. Hatta buna eski borçlar bile
dâhil olabilir. Bu sebepten eğer iskân daha
sonra alınacaksa bu durum alım sözleşmesinde muhakkak belirtilmelidir.
A.D.: Son olarak en önemli başlıklardan
biri olan fiyat kısmına gelecek olursak, kiralarken veya satın alırken fiyatları en çok
neler etkiler?
Ü.İ.E.: Öncelikle konutun site içinde olması satılıkta da kiralıkta da fiyat üzerinde
önemli rol oynar. Daha sonrasında ise sitenin sahip olduğu otopark, güvenlik, çocuk parkı, sauna, yüzme havuzu gibi aktivasyonların her biri fiyatın artmasında etkilidir. Tabi huzur içinde bir komşuluk ortamı geçirmek içinse orada yaşamadan önce
ortak kullanım alanlarının kullanım şeklini
gösteren planın yönetimden talep edilmesinde fayda var.
A.D.: Ümit Bey, verdiğiniz bilgiler için çok
teşekkür ederiz.
Ü.İ.E.: Ben teşekkür ederim.
Hazırlayan: Gülsüm KURT ÖNEY
63
64
EN BÜYÜK TUTKUM:
İŞİM
EN BÜYÜK MUTLULUĞUM:
SEVDİKLERİMLE GÜZEL BİR TATİL
EN BÜYÜK KORKUM:
BAŞARISIZLIK
EN TAHAMMÜL EDEMEDİĞİM:
YALAN VE SAMİMİYETSİZLİK
EN BÜYÜK ACIM:
ÇOK ŞÜKÜR YOK
EN KÖTÜ ALIŞKANLIĞIM:
MÜMKÜN OLDUĞUNCA BİR ŞEYİ
ALIŞKANLIK HALİNE
GETİRMEMEYE ÇALIŞIYORUM
EN BÜYÜK YANLIŞIM:
ALLAH’A ÇOK ŞÜKÜR ŞU ANA KADAR
ÖYLE BİR YANLIŞ
YAPMADIM
HEDEFLERİME
EMİN ADIMLARLA
İLERLİYORUM
CANTUĞ
TURAY
RÖPORTAJ: AYŞE ESRA YÜCE
FOTOĞRAFLAR: AYDOĞAN YÜCE
65
CANTUĞ TURAY, ANKARA DOĞUMLU. YAŞIYLA İLGİLİ BİRÇOK RİVAYETLER VAR HATTA İNTERNETTE 35 YAŞINDA OLDUĞU SÖYLENİYOR AMA 24 YAŞINDA. ÖĞRENCİLİK HAYATI BOYUNCA, ÇOK FAZLA ŞEHİR DEĞİŞTİRDİ. HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ DEVLET KONSERVATUAR’INI KAZANDI VE 4 YILLIK OYUNCULUK EĞİTİMİMİN ARDINDAN TRT’DE ÇALIŞMAYA BAŞLADI. 2,5 YIL SUNUCU OLARAK GÖREV YAPTI. PROGRAM SUNARKEN “BİZİM EVİN HALLERİ” DİZİSİNDEN TEKLİF GELDİ
VE CANTUĞ TURAY’IN EKRANLARDAKİ OYUNCULUK SERÜVENİ DE BAŞLAMIŞ OLDU. BİZİM EVİN HALLERİ’NİN RÜZGÂR’I
BUGÜN “DENİZ YILDIZI” ADLI DİZİDE MELİH OLARAK EVLERİMİZE KONUK OLUYOR. CANTUĞ TURAY İLE ÇALIŞTIĞI DİZİNİN ÇEKİMLERİ SIRASINDA KEYİFLİ BİR SOHBET GERÇEKLEŞTİRDİK. TURAY, SAHNE ÇEKİMLERİNİN YOĞUN TEMPOSUNUN ARASINDA BİZLERE SAMİMİ AÇIKLAMALARDA BULUNDU.
AileDostu: Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz? Çocukken yapmayı düşündüğünüz farklı
bir meslek var mıydı? Bu mesleğe nasıl yönlendirildiniz?
Cantuğ Turay: Oyuncu olmaya lise yıllarımda
karar verdim. Sahne sanatlarına özellikle tiyatroya küçük yaşlardan beri ilgim vardı. Ailem
bana bu konuda son derece destek oldu. Onlardan da aldığım destekle liseyi bitirdikten sonra
konservatuvar sınavlarına girdim.
A.D.: Pek çok Ankaralı oyuncu gibi Bizim Evin
Halleri dizisinde siz de rol aldınız. O dizide rol
alan birçok isim bugün İstanbul’da farklı projelerle evlerimize konuk oluyorlar. Siz de çok
kısa bir süre İstanbul’da bir dizide yer aldınız.
Gelecek için yine İstanbul planları var mı?
C.T.: Tabi ki… Neden olmasın? Oyunculuk konusunda gelen projelerin Ankara veya başka
bir şehirde olması benim için çok önemli değil.
Önemli olan iyi bir projede yer alarak kendimi
daha da geliştirmek isterim.
66
Melih karakteriyle benzer
yönlerim aslında yok
denecek kadar az.
O hayatı bana göre daha
rahat ve umursamaz
yaşıyor. Ben o kadar
rahat olamam.
A.D.: Pek çok oyuncu uzun süre oynadığı aynı karakterin üzerine yapışmasından korkar ve belli bir sezon sonrasında ya o karakter ölür ya
oyuncu değişir ya da dizi biter. Ama Deniz Yıldız’ı
hem günlük yayınlanan hem de uzun süredir devam eden bir çalışma. Melih karakterinin üzerinize yapışmasından korkmuyor musunuz? Sizce
bu durum size hangi avantajları ve dezavantajları getiriyor?
C.T.: Aslına bakacak olursanız artık birçok kişi beni
Cantuğ olarak değil, Melih olarak tanıyor ve o şekilde hitap ediyor. Ama bu durum bende herhangi bir endişe doğurmuyor. Çünkü bu projeden önce
de 550 bölüm Bizim Evin Halleri’nde rol aldım ve
orada canlandırdığım Rüzgâr karakteri uzun yıllar benimle anıldı. Ama daha sonra Deniz Yıldızı ile
Rüzgâr’ın yerine Melih geçti diyebilirim ve seyirci kısa sürede belki de Rüzgâr’ı unutup Melih’i benimsedi, üstelik Rüzgâr’dan sonra Melih son derece kurnaz ve kötü bir karakterdi.
A.D.: Deniz Yıldız’ı dizisinde biraz çapkın, biraz
düzenbaz biraz da şeytan tüyüne sahip bir karakteri canlandırıyorsunuz? Gerçek hayatta sokakta karşılaştığınız insanların tepkisi nasıl oluyor
size? Melih karakterinin beğendiğiniz ve sizinle
uyuşan yönleri neler sizce?
C.T.: Melih’i baştan beri çok kötü ve sert oynamak
67
Bu meslekte en önemli olan
nokta her zaman öğrenmeye aç
olmaktır. Oyunculuk ölünceye
kadar devam edecek bir
serüvendir. “Ben oldum” dediğin
zaman
bu meslekte
bitersin.
umursamaz yaşıyor. Ben o kadar rahat olamam, sokakta ver
özellikle turneye gittiğim yerlerde insanlar özellikle Melih’in
çapkınlıklarını soruyordu bana. Daha sonra dizide Banu ile
aşk yaşamaya başlayınca sorular MELİH-BANU aşkı üzerine olmaya başladı.
istemedim. Her ne kadar planlar kurup çevresine kötülük de yapmayı planlasa yine de o bir üniversite öğrencisiydi ve içinde mutlaka bir
parça mizah duygusu vardır diye düşündüm. Sağ olsun bu konuda yönetmenlerim ve senarist arkadaşlarım da bana çok destek ve yardımcı oldu. Düşündüklerimi hayata geçirirken birlikte çok şey paylaştık.
Bilmiyorum belki de Melih kötü bir karakter olmasına rağmen bu kadar sevilmesinin nedeni bu olabilir. Melih karakteriyle benzer yönlerim aslında yok denecek kadar az. O hayatı bana göre daha rahat ve
A.D.: Eğitimli bir sanatçı olarak sizce eğitim alan herkes tiyatro sanatçısı ya da dizi oyuncusu olabilir mi? Yeteneğin
payı nedir? Günümüzde genç nesilden başarılı bulduğunuz
kadın ve erkek oyunculardan isim verebilir misiniz?
C.T.: Şunu açıkça söylemeliyim ki dizi oyuncusu olmak için
herhangi bir konservatuvar eğitimine gerek yok. Çünkü ekran öncelikli olarak estetiğe ve güzelliğe dayalı işler seçiyor.
Olması gereken de bu zaten. Ama bir oyuncunun fiziksel güzelliğini iyi bir eğitimle de güçlendirmesi onun için çok büyük
bir artı olur bana göre. Çünkü artık etrafta çok fazla güzel kız
ve yakışıklı erkek olmaya başladı ve artık kişinin aradan sıyrılabilmesi için daha fazla donanıma sahip olması gerekiyor.
Ama tiyatro oyunculuğuna gelecek olursak eğitim tabi ki gerekli. Son yıllarda bakıyorum da özellikle İstanbul’daki özel
tiyatrolarda sırf gişe için tanınmış kişileri sahneye çıkarıyorlar. İşte buna çok üzülüyor ve kızıyorum. Herkes işini yapmalı
bence. Çünkü sahnede hem komik duruma düşüyorlar hem
de ülkemizdeki sanat kalitesini zedeliyorlar. Bunu yapmaya
bence hakları yok. Beğendiğim oyunculara gelecek olursak
iş yoğunluğumdan inanın TV izleyemiyorum. Ama Mert Fırat,
Deniz Çakır son yıllarda beğendiğim isimler.
68
A.D.: Günlük çekilen bir dizide başka projelerde yer almak oldukça zor bir iş. Bildiğimiz kadarıyla tiyatro çalışmalarınız da
var. Biraz bahseder misiniz?
C.T.: Tabi ki; Ankara’da 2006 yılında dizide de rol arkadaşım olan Begüm Topçu ile
‘’TİYATRO KAFE’’yi kurduk. Bugüne kadar
birçok eseri seyirciyle buluşturduk, sadece Ankara’da değil Türkiye’nin birçok yerine turnelerimiz oldu, hâlâ da oluyor. Bizler
tiyatrodan besleniyoruz diyebilirim. Orada
seyircinin tepkisini direk alıyorsunuz, neyi
beğenip beğenmediğini hemen görme fırsatınız oluyor. Oyunlarımızı her Çarşamba
ve Cumartesi sergiliyoruz. Tiyatro Kafe’nin
en büyük özelliği masanızda oturup kahvenizi yudumlarken bir oyun izliyor hatta bazen oyunun içinde siz de kendinize yer buluyor olmanız.
A.D.: Cantuğ Turay’ın çekimler dışındaki
hali nasıldır? Mutfağa girer mi, çarşı pazar gezer mi? Bir gününüzü bizimle paylaşır mısınız?
C.T.: Çekimler dışında genelde tiyatromuzda oluyorum. Oradaki işler de oldukça yoğun. Çarşı pazar gezerim, gezmeyi de çok
severim. İnsanlarla sohbet etmek hoşuma
gidiyor. Mutfağa pek girmiyorum, pek o konuda becerikli değilim açıkçası. Ama boğa
burcuyum ve boğazıma çok düşkünüm.
Ankara’da 2006 yılında dizide de rol arkadaşım olan
Begüm Topçu ile ”TİYATRO KAFE” yi kurduk. Bugüne
kadar birçok eseri seyirciyle buluşturduk, sadece
Ankara’da değil Türkiye’nin birçok yerine turnelerimiz
oldu, hala da oluyor.
A.D.: Bu camiada ayakta kalmak için yeteneğin yanında şansın da olması gerekiyor. Yetenek ve şansın dışında başka hangi
faktörlerin olması gerekiyor sizce?
C.T.: Disiplin ve özgüven de önemli bence.
A.D.: Oyunculuk sektörüne adım atmak isteyen gençlere neler önerirsiniz? Neleri
yapmalılar, nelerden kaçınmalılar?
C.T.: Bu meslekte en önemli olan nokta her
zaman öğrenmeye aç olmaktır. Oyunculuk
ölünceye kadar devam edecek bir serüvendir. “Ben oldum” dediğin zaman bu meslekte bitersin. Yeni başlayacak arkadaşlar
her şeyden önce herkesten bir şeyler öğrenmeye çalışmalıdırlar. Hata da sahnede
yapılır tecrübe de sahnede kazanılır, denemekten korkmamalılar bence.
A.D.: Bugün siz yaşlardaki bazı oyuncular
çeşitli magazin haberleriyle gündeme gelerek adlarından söz ettiriyorlar ve belli
bir popülariteye sahip oluyorlar. Yeni se-
zonda da iyi işlerde başrol oyuncusu olarak lanse ediliyorlar. Ankara’nın “memur
şehri” havası sanatçılarına da mı yansıyor
sizce? Sizler neden özel hayatınızı magazinleştirme çalışmalarında bulunmuyorsunuz? Popülerliğiniz daha da artmaz mı
acaba?
C.T.: Popülerliğimin artması gibi bir derdim
yok çok şükür. Ankara’daki hiçbir oyuncuda
da böyle bir düşünce olduğunu zannetmiyorum. Memur zihniyeti bir oyuncuda istese
de olamaz. Çünkü oyunculuk akıllı adamın
yapacağı iş değildir, bu yüzden birçoğumuz
bir parça deliyizdir. Ankara’dan İstanbul’a
giden oyunculara bakın, onları da göremezsiniz magazinde. Biz böyle yetiştik çünkü.
Kendi adıma oynadığım dizideki karakterimi düzgün canlandırabilmek, tiyatromuzdaki oyunlarda görev almak kendi adıma
taşıdığım önceliklerdir. Bana göre kariyer
tanımlaması da budur, yoksa başrol olmuş,
kaşem artmış pek bunları takan ve önemseyen bir insan değilim
A.D.: Cantuğ Turay kimleri dinler, kimleri
izler peki? Oyunculuk dışında sanatın başka alanlarında da yeteneğiniz var mı?
C.T.: Sezen Aksu, Ezginin Günlüğü, Mor ve
Ötesi, Teoman ilk aklıma gelenler. Ama hoşuma giden her müziği dinlerim. Evde olduğum zamanlarda genellikle film izlemeyi tercih ediyorum. Şu sıralar İspanyol sinemasını elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum.
A.D.: Geleceğe dair iş hayatı için planlarınız nelerdir?
C.T.: İyi bir sinema filminde rol almak istiyorum ve büyük bir müzikal projem var. İnşallah 1-2 seneye hayata geçirmeyi planlıyorum. Bunun dışında ilerleyen zamanlarda eğitim için yurt dışına gitmeyi planlıyorum.
A.D.: Bu yoğunluk içerisinde özel hayatınıza zaman ayırabiliyor musunuz? Evliliğe ve çocuk sahibi olmaya yönelik planlarınız nedir?
C.T.: Evet, evlilik planım var. Hatta bir aksilik çıkmazsa 7 Haziran’da… Çocuk da inşallah doğru zamanda gelir, hayallerimin arasında tabi ki o da var.
A.D.: Cantuğ Bey set arasında bize vakit
ayırdığınız için teşekkür ederiz.
C.T.: Ben teşekkür ederim. Çok keyifli bir
sohbetti.
69
70
17 Soruda
OTİZM
1. Otizm Nedir?
Otizm, bireyi; gördüklerini, duyduklarını ve duyumsadıklarını doğru algılamaktan alıkoyan
ömür-boyu süren bir gelişim bozukluğudur. Bu sosyal ilişkilerde, iletişimde ve davranışlarda ciddi sorunlar doğurur. Otistik bireyler konuşma ve iletişimin normal formlarını ve diğer
insanlarla, nesnelerle ve olaylarla doğru ilişki kurma yollarını zorlukla öğrenirler.
2. Otizmin Karakteristik Özellikleri Nelerdir?
Otizmin özellikleri şiddet ve seviyesi kişiden kişiye değişmekle birlikte, genel olarak aşağıdakileri içerir:
Dil gelişiminde ciddi gecikmeler: Dil yavaş gelişir, bazı durumlarda hiç ilerlemez. Eğer konuşma gelişirse; tuhaf konuşma biçimleri veya sözcüklerin normal anlamlarına uygun olmayan kullanımı görülür. Dili etkin olarak kullanabilen otistiklerde olağan dışı atamalar veya resmi ve tekdüze bir ses tonuyla konuşma görülür.
Otizm, doğuştan
gelen ya da
yaşamın ilk üç
yılında ortaya
çıkan karmaşık
bir gelişimsel
bozukluktur.
71
Sosyal ilişkileri anlamakta ciddi gecikmeler: Otistik çocuk genellikle göz göze gelmekten kaçınır, kucağa alınmak istemez
ve çevresindeki dünyaya kapalıdır. Bu otistik çocuğu yaşıtlarıyla işbirliği gerektiren
oyunlardan alıkoyar; arkadaşlıklar kurmakta güçlükler ve diğer insanların duygularını anlamakta zorluklar doğurur.
Duyusal tepkilere kapalılık: Otistik çocuk
çoğu zaman duymaz gibi davranır ve sözcüklere ve diğer seslere duyarsız davranır.
Bazı durumlarda ise, aynı çocuk elektrik
süpürgesi ve köpek havlaması gibi sıradan
seslere aşırı tepki verir. Çocuk, acıya, soğuk ve sıcağa hiçbir tepki göstermez veya
tam tersine aşırı bir tepki gösterir.
Zihinsel işlevsellikte dengesizlik: Otistik
birey resimde, müzikte, matematiksel hesaplamalarda ve önemli önemsiz olayları
anımsama gibi konularda çok becerikli olabilir. Diğer taraftan, otistik bireylerin büyük bir çoğunluğu değişen oranlarda zekâ
geriliği gösterir, yalnızca normal veya üstün zekâya sahiptir. Zihinsel düzey farklılığı otizmi çok karmaşık bir duruma getirir.
Etkinlik ve ilgilerde sınırlandırmalar: Otistik birey, el çırpma, sallanma, dönme gibi
tekrarlanan bedensel hareketler yapar. Bu
birey, aynı zamanda aynı tekdüze işleri tekrarlar, aynı elbiseyi giyebilir ve her gün aynı
programı izleyebilir. Bu rutin işlerde bir değişiklik ortaya çıkarsa, otistik birey son derece rahatsız olur.
3. Otizm Neden
Ortaya Çıkar?
Otizm beyinsel bir rahatsızlıktır, doğuştan
gelir ve beyinin bilgiyi kullanma şeklini belirler. Otizmin nedeni hala tam olarak bilinememektedir. Bazı araştırmalar, beynin
konuşma ve duygulardan gelen bilginin değerlendirilmesi ile ilgili bölümünde fiziksel bir problem olduğunu iddia etmektedir. Beyinin belirli kimyasal dengelerinde
bir bozukluk olabilir. Bazı durumlarda genetik faktörler işin içine girmektedir. Otizm
bütün bu sebeplerin bir bileşkesi olarak da
ortaya çıkabilir. Psikolojik ortamdaki hiçbir
etken otizmin nedeni değildir.
4. Otizm Ne Kadar
Yaygındır?
Otizm dört önemli gelişimsel bozukluktan
biridir. Her bin doğumdan bir veya ikisinde
görülür. Türkiye’de yaklaşık 100.000 otistik
insanın yaşadığı sanılmaktadır (Dünya Sağlık Örgütü Raporu).
5. Otizmden Kimler
Etkilenir?
Otizm, bütün dünyada, farklı uluslardan ve
farklı sosyal gruplardan insanlar arasında
yaygındır. Her beş otistikten dördü erkektir.
6. Otizmde Rastlanan En
Genel Sorun Nedir?
Otistik bireyler dil öğrenmede ve diğer in-
sanlarla sosyal ilişkilerinde aşırı zorluklar
yaşarlar.
7. Otizm Davranışları
Nasıl Etkiler?
Ciddi konuşma ve sosyalleşme problemlerine ek olarak, otistik bireyler hiperaktivite
veya anne-baba, aile bireyleri ve diğer insanlarla ilişkilerinde aşırı pasiflik yaşarlar.
8. Otistik Bireylerde
Davranış Bozukluğu Ne
Kadar Ciddidir?
Otizmde, davranış problemleri çok şiddetliden daha önemsiz formlara kadar geniş bir yelpazeye dağılır. Şiddetli davranış
problemleri, alışılmamış, saldırgan ve bazı
durumlarda kendini yaralama davranışları şeklindedir. Bu davranışlar genellikle dirençli ve değiştirilmesi zordur.
Daha yumuşak formlarında, otistik bireyler
öğrenme güçlüğü çekerler. Bununla birlikte, genellikle hafif etkilenmiş bireyler bile
iletişim ve toplumsallaşmada problemler
yaşarlar.
9. Otizm Diğer
Bozukluklarla Birlikte mi
Ortaya Çıkar?
Otizm ya kendi başına ya da zekâ geriliği,
öğrenme güçlüğü, epilepsi gibi diğer gelişimsel bozukluklarla birlikte ortaya çıkabilir.
72
Otizm dört
önemli gelişimsel
bozukluktan
biridir. Her bin
doğumdan bir
veya ikisinde
görülür.
Otizm, önemsiz belirtilerden ciddi sorunlara uzanan bir yetersizlik olarak düşünülebilir. Engellilik sayısı ve zekâ geriliğinin derecesi, bireyin, bu yelpazenin neresinde yer
aldığını belirler.
10. Otizm ve Zekâ Geriliği
Arasındaki Fark Nedir?
Zekâ geriliği olan bireylerde göreli olarak dengeli beceri gelişimi sağlanabilirken, otistik bireyler dengesiz beceri gelişimi gösterirler; belirli konularda yetersizlik
(genellikle diğer insanlarla iletişim ve ilişkilerde) ve bazı alanlarda da olağanüstü
beceriklilik.
Otizmi zekâ geriliğinden veya diğer bozukluklardan ayırt etmek, uygun olmayan ve
etkisiz sağaltım tekniklerinin uygulanmaması açısından son derece önemlidir.
11. Otistik Bireylere
Yardım Edilebilir mi?
Evet, otizm iyileştirilebilir. Çalışmalar, uygun bir eğitimle bütün otistik bireylerin gözle görülür şekilde iyileştirilebildiğini göstermiştir. Birçok otistik birey eğitimle çevresindeki bireylere daha duyarlı hale
gelmiş ve etraflarındaki dünyayı daha iyi
anlamaya başlamıştır.
12. Otistik Bireyler En İyi
Nasıl Öğrenirler?
Otistikler, bireysel gereksinimlerine uygun
olarak şekillendirilmiş eğitim programları kullanılarak, özel eğitimli terapistler tarafından eğitilerek evde ve toplumda nasıl
davranılacağını öğrenebilirler. Hatta bazıları normale yakın yaşayabilirler.
13. Otistikler Ne Tür İşler 15. Otistikler Yetişkin
Yapabilir?
Birey Olarak Neye
Genel olarak, otistikler tekrarlanan (rutin)
Gereksinim Duyarlar?
işlerde daha başarılıdır.
Bazı otistikler, ressam, piyanist, boyacı,
çiftçi, ofis çalışanı, bilgisayar operatörü,
bulaşıkçı, montaj hattı çalışanı veya korumalı atölyelerde ve yaşam köylerinde uzman işçi olarak çalışabilirler.
14. Otistik Bireyler
Ne Tür Etkinliklerden
Hoşlanırlar?
Otistikler, diğer normal akranları gibi eğlenceli aktivitelerden hoşlanırlar. Genellikle, müzik, yüzme, yürüyüş, kamp kurma,
bulmaca çözme, masa oyunları gibi faaliyetlerden hoşlanırlar.
Otistik yetişkinler:
Mesleki Eğitime
İş Olanaklarına
Grup Evlere
Gözetim Altındaki Evlere
Diğer Yaşam Seçeneklerine
Eğlence ve sosyalleşme fırsatlarına gereksinim duyarlar.
16. Otistik Bireyler
Anlamlı İş Becerilerini
Nasıl Kazanabilirler?
Otistik bireyler özel olarak eğitilmiş eğitmenlerin yardımıyla başarıyla çalışabilecekleri iş becerilerini kazanabilirler.
17. Otistik Kişiler Nasıl
Daha Bağımsız Yaşam
Sürdürebilirler?
Grup evlerinde ve gözetim altındaki yaşam
birimlerinde özel olarak tasarlanmış programlarla olabildiğince bağımsız yaşama
becerilerini kazanabilirler.
Selin KÖR / Psikolog
73
74
ESKİ BİR DÜŞ
KASIMİYE
MEDRESESİ
YEDİ BİN YILLIK ŞEHRİMİZ MARDİN’İN BİZE ARMAĞANIDIR KASIMİYE
MEDRESESİ. İNSANI BÜYÜLEYEN İHTİŞAMI VE DİLDEN DİLE DOLAŞAN
RİVAYETLERİ İLE GÜNÜMÜZE KADAR NEFES ALMAYI BAŞARABİLMİŞ.
KASIMİYE MEDRESESİ, “ŞU DUVARLARIN DİLİ OLSA DA KONUŞABİLSE”
DİYEBİLECEĞİNİZ NADİR YERLERDEN BİRİDİR.
Hazırlayan: Aydoğan Yüce
Fotoğraf: Davut Beliktay
75
Şehrin güneyinde Mezopotamya Ovası’na
hâkim bir yerde konumlanan medrese
Mardin’in en büyük medrese yapılarındandır. Yapının tarihini belirten herhangi bir kitabe bulunmadığından yapılış tarihiyle ilgili kesin bir bilgi bulunmuyor. Muhtemelen Artuklu Dönemi’nin sonlarında belki de
Zinciriye Medresesi’nin hemen sonrasında
yapımına başlanmış; ancak o dönemde ya-
şanan Timur istilası ve Akkoyunlu saldırıları nedeniyle inşası yarım kalmıştır.
Akkoyunlular Dönemi’nde tamamlandığından Cihangir Bey’in oğlu Kasım Bey’in
adıyla anılır. Uzaktan bakıldığında Zinciriye Medresesi ile karıştırılacak kadar birbirlerine yakındır. Kapının dışında mukarnaslı bir kuşak, içeride köşe sütunları ve üç di-
limli bir kemer bulunmaktadır. Üzeri kubbe ile örtülü bir girişten, beşik tonozlu bir
koridora geçilmektedir. Bu koridordan avluya ve camiye ulaşılmaktadır. Cami; üzeri
kubbeli kare bir mekân ile yanlarındaki beşik tonozlu mekânlardan meydana gelmiştir. Avlunun arkasında üç yöne doğru uzanan medrese odaları sıralanmıştır. Revakların güneyinde dilimli kubbeleri ile dikkati
çeken türbeler bulunmaktadır. Ayrıca avlunun kuzeyinde içerisinde havuz bulunan bir
ana eyvan vardır. Eyvanlar eski Türk mimarisinde, özellikle de Güneydoğu Anadolu’da
tasavvufi ve felsefik anlamlarda inşa edilmiştir. Orta Asya’dan gelen sembolizmin,
İslam felsefesi ile kucaklaştığı bir şaheserdir. Uçsuz bucaksız, büyülü Mezopotamya Ovası’nı karşınıza alın ve etrafında vakit
geçirip düşünün. Ahir zaman âlimlerini, zamanında ezan ile karışan su seslerini düşünmeden Kasımiye Medresesi’nden gitmeye kimsenin gönlü razı olmaz.
ORTA ASYA’DAN
GELEN SEMBOLİZMİN,
İSLAM FELSEFESİ İLE
KUCAKLAŞTIĞI BİR
ŞAHESERDİR.
76
Medresedeki eski
sınıfların kapıları yarı
insan boyundadır.
Bunun sebebi ise
öğrencilerin sınıfa
girerken boyunlarını
ister istemez eğerek
içerideki hocalarına
saygı hareketinde
bulunmalarıdır.
Dilimli tek kubbeli mescit iki kat boyunca devam eder. Giriş salonun sonunda,
sağdaki eyvandan devam edince revaklı, eyvanlı iki katlı medrese kısmına geçilir. Doğu ve batı kısmındaki revakların arkasında öğrenci odaları (hücre), güneyde ise tek katlı revaklar yer alır. Güneydeki revakların iki yanında bulunan
mekânların işlevi konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte; bunlardan birinin içinde bulunan iki sandukadan hareketle bunların türbe yapısı olabilecekleri anlaşılmaktadır. Medresede hem Hanefi hem de Şafii mezhebine ait mescitler yer almaktadır.
Medresedeki eski sınıfların kapıları yarı insan boyundadır. Bunun sebebi ise öğrencilerin sınıfa girerken boyunlarını ister istemez eğerek içerideki hocalarına saygı hareketinde bulunmalarıdır. Bir nevi içeride durmakta olan Kur’an-ı
Kerim’e de saygıdır. Açık avlunun kuzeyinde iki kat boyunca devam eden selsebilli eyvanın oldukça güçlü bir mekân etkisi vardır. Avlunun ortasında selsebil
suyunun aktığı büyük havuz külliyeye ayrı bir renk katar.
Eyvanın iki yanındaki revakların örtüsü yıldız tonoz şeklindedir. Kuzeyde revakların köşelerinden başlayan merdivenler üst katta da aynı yere açılır. Üst kat,
ortada eyvan olduğu için birbirine bağlanamayan revaklar ve revakların arkasında yer alan hücre odalardan oluşur. Güneyde tek kat yüksekliğinde kalmış
olan avlu revaklarının iki ucunda da üst kat yüksekliğine kadar çıkan iki köşede
yer alan mescit mekânlarının dilimli kubbeleri görülür.
Yedi yüz yıllık bir tarihin içinden çıka gelen, her köşesi ilim ve irfan kokan Kasımiye Medresesi’nin duvarları da astronomi ve tıp bilimine ait simgeler ile nakış nakış süslenmiştir. Yine rivayetlere göre Kasım Paşa burada katledilmiştir.
Kasım Paşa’nın kız kardeşi, Kasım Paşa öldüğünde kanlı gömleğini ağıtlar eşliğinde bu eyvanın duvarlarına sürmüştür. Yine rivayet odur ki duvarlara su döküldüğünde o kanın izleri belli olmaktadır. Günümüzde bu konu ile ilgili birçok
çalışma yapıldıysa da o kanın eski bir döneme ait olduğuna dair bir iz bulunamamıştır. En yakın gerçek ise bu kırmızılığın kına olduğu yönünde yapılan araştırmadır.
77
Suyun akış hızı yaşlılıkta
zamanın ne kadar çabuk
geçtiğini, akış şekli ise
insanın hayatı boyunca
kazandığı deneyimleri
özünde sindirmesini
simgeler.
Medresenin içerisindeki eyvanlar ve havuz
sisteminin ise sembolik bir hikâyesi var; suyun duvardan çıktığı delik, anne karnını ve
doğumu simgelemekte. Suyun ilk döküldüğü yerde bazen tek bazen de iki kademeli
minik bir havuz var. Burası bebeklik ve çocuk dönemini simgelemekte. Su burada insanın hayatının o evresinde olduğu gibi fıkır fıkırdır. Sonrasında ise geniş bir kanal uzanmaktadır. Bu ise gençlik dönemini
simgelemektedir. Buradan bakıldığında su
sanki hiç akmıyormuş, sabit duruyormuş
gibi görünür. Tıpkı insanın gençlik yıllarının
geçmediği hep genç kalınacağının düşünüldüğü gibidir. Daha sonrasında ise dar bir
kanal gelir. Burası yaşlılık dönemini simgeler. Su hem çok hızlı akar hem de sürekli yan yüzlerden ortaya doğru bir dolanım
gösterir. Suyun akış hızı yaşlılıkta zamanın
ne kadar çabuk geçtiğini, akış şekli ise insanın hayatı boyunca kazandığı deneyimleri özünde sindirmesini simgeler. Suyun döküldüğü havuz mahşer yeridir. Herkes oraya gider. Havuzun alt kısmında ve üst kısmında su için birer çıkış yolu vardır. Üstten çıkan su cennete gidenleri, alttan çıkan
su cehenneme gidenleri simgeler. Ama ne
olursa olsun akan her suyun Mezopotamya Ovası’na ulaştığı ve orada bir bitkiye can
verdiği düşüncesi ile ölen her canlının bir
şekilde ovada can bulacağına inanılmıştır.
Restorasyonu tamamlanan medresenin damına çıktığınızda, dilimli kubbeler ve Mezopotamya Ovası ile karşılaşırsınız. Burada özellikle günbatımını izlemenizi öneririz.
78
İPE SARILAN ZARİF
DUA TANELERİ:
TESPİH
TESPİH, BİR SÜS EŞYASI OLMANIN ÖTESİNDE BİR
KÜLTÜRÜ, YAŞAMA BAKIŞ AÇISINI SİMGELEYEN BİR
OBJEDİR. TESPİHİN VAROLUŞ AMACI TÜM İNANIŞLARDA
BENZER ÖZELLİKLER GÖSTERİR. İNANILAN VE İNANAN
ARASINDA KÖPRÜ GÖREVİ GÖRÜR.
Tespih, yaradan ve inanan
arasında köprü görevi görür.
Tespih, ipe dizilmiş 33 tane boncuktan çok ötede bir anlayışı ifade ettiğinden, taşıması, çekmesi, bir başkasına verilmesi, alınması derin
bir görgü gerektiren bir objedir. Tespih adabında cepten çıkarılıp çekilmeye başlanmaz. Cepten çıkarılan tespihin imamesi sol elin avucu
içerisinde tutulur ve sağ elle tespih sıvazlanır. Sağ elle sıvazlanırken
bittiği yerden tutulur, sol elle imameye doğru sıvazlanır. Bu, tespihi
sevmenin bir göstergesidir. Birkaç kez yinelenir. Sonrasında usulca
çekmeye başlanır.
79
Hammaddesi taş olabildiği gibi ağaç da olabilir. Taş tespihlerde;
akik, amber, bağa, cam, lüle taşı, fildişi, inci, kan taşı, kehribar,
mercan, narçil, necef, sedef, şahmaksut, yeşim, yıldız, yüzsürü,
zergerdan kullanılır.
Bir başkasına verirken iki el tespihin altına yastık yapılarak, vermekten öte sunulur.
Karşı taraf da tespihi aynı özenle iki eliyle
alır ve tespihi önce bir sever sonra çekmeye başlar. Tespih esasında çekilmez, ruh ve
beden tespihin üzerinde dolaşır. Bunu hissederek istenir ve hissedene verilir. Tespihin ustasının üzerindeki emeği helal edilir. Çünkü gerçek anlamda sözünü ettiğimiz tespih, fabrikasyon, plastik tespihler
değil. Genelde kemane tezgâhlarda yapılan
ve hammaddesi Afrika’nın zehirli ağaçları
olan tespihlerdir. Dolayısıyla pek çok tespih ustası bu zehirli ağaçların talaşını solumaktan erken yaşta vefat eder ve yine pek
çok tespih ustası zehirleneceğini bile bile
tespih yapmaya devam eder. Tespih genelde yılan ağacı, öd ağacı, ateş ağacı, sandal
ağacı gibi ağaçlardan yapılsa da en değerli
malzemesi kehribar denilen çam reçinesinin fosilleşmiş halidir.
Kehribar, uzun sürede oluşan bir fosildir
aslında. Daha çok Baltık ülkelerinde büyük çam ağaçlarının ürettiği sıvıdan meydana geliyor. Çam ağaçlarının sıvıları yere
damla damla dökülüyor. Uzun yıllar geçtikten sonra o damlalar kehribar oluyor. Araştırmacılar, kehribarın oluşumunda binlerce
yıldan bahsediyor. Kehribarın kendine özgü
çok güzel bir çam kokusu var. Büyük kehribar parçaları kesiliyor, içinden limon sarısı
renginde kehribar parçacıkları çıkıyor. Bu
parçalardan tespih yapılıyor. 5 sene sonra
kehribar renk değiştirmeye başlıyor ve netice itibarıyla 15 yılda kendi ana rengine dönüşüyor.
Bunun dışında en önemli malzemelerden
biri de mamut dişidir. Kehribar ve mamut
dişi genelde Rusya’da bulunan malzemeler olduğundan, Sovyetlerin dağılışının ardından Türkiye’ye bol bol getirtilmiştir. Mamut ve kehribar gibi az bulunan malzemelerin yanı sıra has tespihler gergedan boynuzu ile kaplumbağa kabuğundan yapılır.
Tespih, çekeni rahatlatır, mistik diyarlara götürür. Yapımı özellikle Türklerde bir
sanat haline gelmiş zamanında. Eskilerin
çok kıymet verdiği, hürmet ettiği bir eşyadır. Yapımı da el işçiliği olarak büyük incelik gerektirir. Çünkü tanelerin hepsinin aynı
boyda olması gerekir. Biçim itibariyle farklı çeşitleri vardır; yuvarlak, beyzi, şalgami,
armudi, yarım beyzi, yassıca yuvarlak...
Hammaddesi taş olabildiği gibi ağaç da olabilir. Taş tespihlerde; akik, amber, bağa,
cam, lüle taşı, fildişi, inci, kan taşı, kehribar, mercan, narçil, necef, sedef, şahmaksut, yeşim, yıldız, yüzsürü, zergerdan kullanılır. Ağaç tespihlerde ise sert olmalarından dolayı abanoz, demir hindi, düveydari,
gül ağacı, kelenbek, ku­ka, maverd, nebik,
ödağacı, pelesenk, sandal, sırçalı kuka, yı-
lan ağacı ve zeytin ağacı tercih edilir.
Sallama kolaylığı ve estetiği açısından boyunun sahibinin karışı uzunluğunda olması idealdir. Kürevi (yuvarlak) tane estetiği
ve şıkırtısı en güzeli olmakla birlikte, beyzi (zeytin çekirdeği şeklinde) taneler uzunluğu korurken ağırlığı düşürmekte etkilidir. Örneğin, hafif bir taş olan oltuda kürevi, turkuaz, hematit, yeşim, akik vs. göreceli ağır materyalde beyzi tercih edilebilir.
Önce gelen malzemeyi tornadan geçirip şekil verir tespih ustası. Türlü türlü şekiller…
Daha sonra da her bir tespih tanesini cilalayıp parlatarak ipe dizer. Sanat ve estetik
iç içedir. Elips tane, sığırcık tane, arpa tane
gibi farklı şekillerde tespih yapım teknikleri
vardır. Her bir tespih tekniğinin dikkat edilmesi gereken incelikleri vardır. İmame ve
duraklar da aynı tekniklerle yapılır.
Ustasının morali bozuk olduğu zaman tornadan çıkan tespihler de bozuk ve yamuk
olur. Tespih ustasının moralinin yerinde olması gerekir. Sabır işidir. Sabır, tevekkül
ve azimle birleşince karşınıza güzel eserler çıkarır tespih ustası. Her bir tespih, ustasından izler taşır. Her bir tespihin imamesi, durağı, tepeliği, pulu, kamçısı birbirinden farklıdır.
Bununla
birlikte
tespihçilikte
imame
80
önemlidir. Hem ham malzeme olarak bulması zor, hem de işlenirken kırılma riski
en büyük parçadır imame. Dolayısı ile işçiliği değerlendirirken imameye bakmak gerekir. Mesela üstü halkalı imameyi ustalar
haricinde kimse yapamaz.
erkânına göre tespih öyle elden çekilerek
“hadi biraz da biz sallayalım” denilerek
alınmazmış. Saygıyla verilip “biraz ben de
gezineyim” dermiş alan kişi. Kimin yaptığını anlamak için “kim çekti” diye sorulurmuş, tespihçilik de “yapıldı” denmezmiş.
Sonuçta tespihe saygı duymanın en büyük gerekçelerini sıralayacak olursak, Allah ve kul arasında bir köprü, uğruna ölen
bir usta ve tespihte var olan bir canlı, tespihin yalnızca erbabının kullanabileceği
ağırlıkta olduğunun göstergesidir. Tespih,
Allah’a, kula ve hayvana, bitkiye aynı anda
saygını göstermenin ve yaratıcıya ulaşmada sana aracılık etmesini dilemenin bir yoludur.
Tespih, asırlar boyunca dilden dile, gönülden gönüle aktarılan dualarda önemli
bir kültür mirası öğesi olarak her zaman
yer alır. İslâm-Türk medeniyetinde tespih,
kültür motifi ve dua aracı olarak önemli bir kilometre taşı olma hüviyetine sahiptir. Gönüllerinde her daim ukba iklimine yönelik açık kapılar bulunan mümin ve
mütevekkil tespih ustalarımız, asırlar boyunca tespih yapımını, eskimez medeniyetimizin bir sanat konusu hâline getirmiştir. Yine, yüzyıllar boyunca tespih ustalarının parmakları arasından dökülen dua ta-
Osmanlı kültüründe var olan ikramda, takdimde, vermede, almada derviş adap ve
neleri, şüphesiz önce inanç sahiplerinin,
daha sonra da ticari ya da gayrı ticari koleksiyonerlerin vazgeçemediği bir unsur
olagelmiş. Hemen herkesin evinde birkaç
tane 99’luk; yine birkaç tane 33’lük tespih
bulunur. Zikirle özel meşguliyeti olanların ise 500’lük, 1000’lik tespihleri parmaklarının ucunda asılı durur. Tespih taneleri
arasında dizilen duraklar, nişaneler, pullar; tespihin başlama ile bitiş noktası arasına konuşlandırılan imameler birer sanat
eseri gibidir.
Tespih deyince zikir, zikir deyince tespih akla gelir. Tespih bir kültürdür.
Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan kültür mirasları arasında bulunan, ipe sarılan
zarif dua taneleridir.
Hazırlayan: Aydoğan Yüce
81
82
Hazırlayan: Gülsün Kurt ÖNEY
Fotoğraflar: Aydoğan YÜCE
83
ESKİ
LER
ALIRIM
ANKARA’NIN TAM GÖBEĞİNDE, AYRANCI PAZARI’NDA, HER AYIN İLK PAZAR GÜNÜ,
ÇOK FARKLI BİR HAREKETLİLİK VAR. KIYAFET, SÜS EŞYASI HATTA SEBZE MEYVE BİLE
GÖRMEYE ALIŞIK OLAN BU PAZARIN BUGÜN ÇOK DAHA FARKLI, ÇOK DAHA RENKLİ
KONUKLARI VARDI. ANTİKALAR… GEREK MANEVİ, GEREKSE MADDİ DEĞERLERİYLE
YILLANDIKÇA IŞIL IŞIL PARLAYAN, HEM GÖZÜMÜZÜ HEM RUHUMUZU ŞAŞIRTAN,
TARİHİN SESSİZ ŞAHİTLERİ… YÜZLERCE İNSANI SABAHLA BERABER ÜŞENMEDEN
BURALARA KADAR GETİREBİLEN, İNCE ZEVKLERİN NAİF HATİBİ…
84
“Antikacı olabilmek
için sanat tarihi,
dünya tarihi bilmek
lazım bence.
O yüzden ben
kendime ‘eskiciyim’
diyorum.
Bu daha doğru.”
Bugün Ayrancı Pazarı, Antika Pazarı’ydı.
Türkiye’nin dört bir yanından onlarca çeşit antika ve ikinci el eşyalarla dolmuştu bugün tezgâhlar. Kiminin kendi seçimi, kiminin
baba mesleği. Ama hepsinin birleştiği müşterek duygu, aldıkları haz ve bu işi yapıyor olmanın verdiği keyifti…
Gözümüze takılan ilk tezgâha yöneliyoruz.
Hemen hemen her şeyden bir parça bulmak
mümkün. Ürünlerin sahibi Vecdi Candemir
bu işle yurt dışında tanışmış. Aslında o bir
ressam. Bize bu enteresan işe nasıl başladıklarını anlatıyor ayaküstü:
“Eşim emekli olduktan sonra atölyemin bir
odasında başladık. Sonra ikinci oda, salon
derken ben atölyeyi başka yere taşımak zorunda kaldım. Orası da dükkân oldu. 14 yıldır devam ediyoruz. Dükkânı elimizdekilerle açtık önce. Anneanneden, dededen kalanlarla… Daha sonra Hollanda, Belçika gibi ülkelere gidip getirdik. Oralarda çok daha fazla ilgi var bu işe. Hemen hemen her ilde, her
hafta 5-6 pazar bulmak mümkün. Biz aslında ikinci elciyiz. Yani bit pazarı bizim yaptığımız işi daha iyi tarif edebilir aslında. Çünkü
ağır antika dediğimiz 100 yılı devirmiş parçalar buralarda pek nadirdir. Mesela şu anda
benim tezgâhımda yok. Zaten antikacı olabilmek için sanat tarihi, dünya tarihi bilmek
lazım bence. O yüzden ben kendime ‘eskiciyim’ diyorum. Bu daha doğru.”
85
“Bunlar eski İran işi
vazolar. Eskiden de
şimdi de kullanım yerleri
dekorasyon. İran’dan
gelmiş bu vazolar
ama bizim kültürümüz
aslında.”
Vecdi Bey’e iyi işler dileyip başka tezgâhlara
yöneliyoruz. Birkaç tezgâhı henüz geçmişken iki devasa vazo çıkıyor karşımıza. Ortalama bir insan boyundan büyük bu vazolar.
Bir hayli de eski ve ihtişamlı görünüyorlar.
Biz hayran hayran incelerken, vazoların sahibi Yılmaz Kemal Güden hemen anlatmaya başlıyor bize:
“Bunlar eski İran işi vazolar. Eskiden de
şimdi de kullanım yerleri dekorasyon.
İran’dan gelmiş bu vazolar ama bizim kültürümüz aslında. Orada yaşayan Türkler
tarafından 1940’larda yaptırılmış.” Yılmaz
Bey’in de bu işe başlaması oldukça ilginç
aslında; “Hurdacıydım eskiden ben. Sonradan antikaya yöneldim” diyor.
Teşekkür edip ayrılırken, çok uzak bir
tezgâhtan sapsarı bir ışık alıyor gözümüzü. Bu altın rengi gramofona doğru istemsizce ilerlemeye başlıyoruz. İçlerinde el
yapımı olanlar da var, mekanik olanlar da.
Hepsinin güzelliği de elbette o oranda. Bir
şeyler öğrenmek için hemen sokuluyoruz
tezgâha. Burasının asıl sahibi Ali OLCAY.
Ama Ali Bey bir müşteriyle ilgileniyor şu
an. O yüzden yardımcısı Ahmet Bey cevaplıyor sorularımızı.
86
“Burada sonradan yapılma gramofonlar da
var, her şeyi ile orijinal olan, dönemine ait
olanlar da. Yanlış anlaşılmasın, sonradan
yapılma derken sadece dış kasası sonradan yapılmıştır. Yoksa makinesi, kolu, motoru yani iç aksamı yine eskidir. Modellerine göre de ayrılır gramofonlar. Mesela borulu olanlar var, sonra çanta tipi olan piknik tipi dediklerimiz var. Fiyatları da ona
göre değişiyor. 1500 TL ile 4500 TL arasında.” Ahmet Bey, kendi deyimiyle “profesyonel bir dinleyici.” Aynı zamanda 1900’lü
yılların başından 1980’lere uzanan bir plak
koleksiyonunun da sahibi.
Antika Pazarı’na gelip de sahaflara uğramadan gitmek olmaz elbette. Korhan AKMAN babadan kalma bir sahaf ama “baba
mesleği olduğu için değil, şahsi seçimim
olduğu için yapıyorum bu işi” diyor. Elinde
tuttuğu kitap, “Birgivi Şerhi”… Meşhur Osmanlı Alimi Muhammed bin Ali Birgivi’nin
yazmış olduğu, temel din ve ahlak bilgilerinin anlatıldığı bu şerhe yazılan başka bir
şerhe yapılan bir ilave imiş bu kitap. Korhan Akman’ın manen paha biçemediği bu
kitabın satış fiyatı 300 TL. Yazım tarihi ise
19’uncu yüzyılın sonları. Peki, nasıl ulaşıyor böyle kıymetli eserlere?
“Kütüphanelerden, evlerden, vefat eden insanların terekelerinden alıyoruz ve araştırmacılara, yeniden arşiv yapanlara kazandırmaya çalışıyoruz” diyor Korhan Bey.
Korhan Bey’in çok ilginç bir koleksiyonu
daha var: Bisikletin tarihi. Başlı başına ele
alınması gereken uzun ve keyifli bir konu
bu. “Ama şu kadarını söyleyebiliriz ki” diyor Korhan Bey: “Osmanlı’da şimdi olduğundan daha yaygındı bisiklet.”
87
Pazarın sonlarına doğru yaklaşırken bavullar dolusu plaklar çekiyor dikkatimizi. Tezgâhın başında plaklar kadar renkli biri var: Levent Murat Çelik… Biz sohbete başlarken fonda da çok keyifli bir taş
plak dönüyor. Ve vakit kaybetmeden Levent Bey’den dinlemeye başlıyoruz plakların hikâyesini: “Doğru bu bir taş plak ve
Rus malı bir gramofonda dinliyoruz. Tamamen mekanik. Çok nadir artık bunları bulabilmek. Çok ilginç ama gençlerin ilgisi yoğun. Ellerindeki son teknoloji cihazlardan
sonra oldukça ilginç geliyor bunlar. Ve ciddi anlamda koleksiyon yapıyorlar. Sınıflandıracak olursak 20-35 yaş arası diyebiliriz.
Genelde de caz, vals, tangolar tercih ediliyor. Önemli olan temizini bulmak genelde
çizik ve kırık oluyor.”
Bu işe anneannesi sayesinde başlamış Levent Bey. ‘’Ben size hikâyemizi anlatayım
en iyisi’’ diye başlıyor söze tekrar: “Anneannemi kaybettikten sonra ondan kalanları değerlendirmeye karar verdik. Ve maalesef çok da fazla dürüst insanlarla karşılaşmadık. Bugün 1949’dan kalma bisiklete binen bir kadın resmi ne kadar eder tahmin
edebilir misiniz? Biz de edememiştik. Bize
hiçbir değeri yok denen resimlerin, kilimlerin aslında ne kadar kıymetli olduklarını
öğrendik sonradan. Ve bu sektörün, bu işi
düzgün yapan daha fazla insana ihtiyacı olduğunu düşünerek girdik bu işe. Şimdi de
bütün yasal belgeleri eksiksiz hazırlayarak
yapıyoruz işimizi.
İstanbul’dan sadece bugün için gelmiş Levent Bey ve ortakları Aykut Bey ve Cenk
Bey. ‘’Efemena’’ ile ilgili öğrenmek istediğimiz her şey var ellerinde. Efemena, gündelik hayatta kullanılan, özellikle kâğıt ve
resim türü malzemelerden oluşan bir koleksiyon türü. Eski belgeler, mektuplar,
resimler, fes etiketleri… Çoğu Sultan Abdulhamit ve Vahdettin dönemine ait. Ayhan
Bey bir arkeolog ve diyor ki: “Bu tezgâh
bize neyi gösteriyor biliyor musunuz? Koleksiyonculuğun öyle çok da pahalı olmak
zorunda olmadığını. 5 TL’lik pullar, zarflar,
vs biriktirerek de bir koleksiyon sahibi olabilirsiniz.
Öğrendiklerimize şaşırmış ve tadı damağımızda kalarak ayrılıyoruz Ayrancı Antika
Pazarı’ndan. Bir de bir sonraki ayın ilk Pazarını heyecanla bekleyerek…
88
Hazırlayan:
Gülsün Kurt ÖNEY
89
KÜBA DEYİNCE AKLA…
BİR ÇOK TAKIMADADAN OLUŞAN VE EN BÜYÜK ADAYLA DA AYNI ADI TAŞIYAN KÜBA KARAYİPLER’DE BİR ADA ÜLKESİ. ARASINDA SADECE 150 KİLOMETRE OLAN ABD’NİN DE YAKIN KOMŞUSU. BAŞKENT HAVANA, GERÇEKTEN
DE “ÖLMEDEN GÖRÜLECEK YERLER” LİSTESİNE GİRMEYİ HAK EDEN BİR ŞEHİR. ÇOK UZUN YILLAR BOYUNCA İSPANYOL SÖMÜRGESİ OLAN KÜBA’DA KONUŞULAN DİL DE İSPANYOLCA. GENEL SICAKLIĞA ÖNÜNÜZDE BİRDEN BELİRİVEREN FAYTONLAR DA EKLENİNCE KENDİNİZİ BİR ANLIĞINA BİLE OLSA
İZMİR’DEYMİŞSİNİZ GİBİ HİSSEDİVERİYORSUNUZ. TROPİKAL İKLİM HAKİM ÜLKEYE. AMA BUNUN SİZE VERDİĞİ HİSSİ ANLATMAK NEREDEYSE İMKANSIZ.
Her Şey Devlete Ait
Küba’nın rejimi Sosyalizm. Eğitim ve sağlık ücretsiz. Ve hemen hemen ülkede özel
sektöre ait hiçbir şey yok. Kafelerden tutun da taksilere kadar her şey devlete ait.
Bu da gerçekten ilginç bir düzen havası estirmiyor değil. Devrim Meydanı’nın etrafına
özenle dizilmiş devlet daireleri ve bakanlıklara bakarak da bu düzeni anlamak mümkün. Devasa büyüklükteki bu meydan Fi-
del Castro’nun sıklıkla halka seslendiği yer.
Hemen karşınızdaki bakanlık binalarının
birinin duvarına asılmış olan kocaman Che
Guevara silueti de bu meydandaki 1 Mayıs
kutlamalarına eşlik ediyor belli ki. Meydanın sonuna kadar gelmişken Küba’ya gelirseniz size verebileceğimiz en büyük tavsiye bu meydanı baştan sona yürümeyi denemeniz.
90
1950’lerden çıkıp gelmiş eski arabalar sizi birden olduğunuz yerden alıp
Godfather filminin aksiyon dolu araba sahnelerinin ortasına bırakıveriyor sanki.
Adımınızı atar atmaz sanki çevrenizi saran atmosfer de değişiyor Katedral
Meydanı’nda. Küba’nın en eski yerleşim
yeri burası. Arnavut kaldırımlı sokakları,
bize hem yabancı hem tanıdık gelen kubbeli
kliseleri, birbirinden ilginç mimarilere sahip tarihi binalarıyla da Dünya Kültür Mirası lisesine girmeyi başarmış. Sanki hemen
önünüzdeki sütunun arkasından iki yüz yıl
önceden çıkıp gelmiş biri karşılayacakmış
gibi bir his verecek kadar oraya ait hissettiriyor insana kendini. Sokaklarında hayli etkilenmiş bir şekilde dolaşırken birden karşınıza bütün haşmetiyle Büyük Tiyatro Binası çıkıyor. Bir masaldan uyanıp bir başkasına giriyorsunuz şaşkın şaşkın. Eski
Küba’nın en işlek caddelerinin birinin üzerinde tiyatro binası ve ziyaretçisi de o oranda fazla.
İspanyol Mimarisi Hakim
Bir devrim ülkesi Küba. Doğal olarak da
birçok şeyin adı bu doğrultuda şekillen-
miş. Mesela Devrim Müzesi bunlardan biri.
Bu bir ucundan diğer ucu zor görünen bina
aslında devrim öncesinde başkanlık sarayı olarak kullanılıyormuş. Oldukça fazla tarihi binaya sahip bu ülke. Hemen Havana
Limanı’nın yanı başındaki La Cabana Kalesi
bu yapılara çok ihtişamlı bir örnek. İnsana
ilk bakışta beton yığını gibi görünen bu duvarların ardında neler yaşanmıştır diye düşünmekten alamıyor insan kendini. Bu merak en ince ayrıntısına kadar inceleme isteği uyandırıyor. Sanki biraz fazla baktığınız
her yapı taşı birazdan dile gelip olan biten
her şeyi anlatıverecekmiş gibi. Uzun beklemelerden sonra duvar taşları dile gelmese
de biz sorup öğreniyoruz kalenin geçmişini. 1760’larda Kral Carlos yaptırmış bu kaleyi. Ve tabi o zamanlar İspanya hakimiyeti
varmış bu topraklarda. İspanyollar ortalama 400 yıl kadar buradalarmış. Bu sebepten de eski mimarinin hemen hemen hepsi onlara ait.
Eğlenmeyi seviyor Küba halkı. Bizim de hafif hafif ritim tutmaya başlamamızı sağlayabilecek kadar eğlenceli üstelik müzikleri. Salsa hemen hemen herkesin bildiği bir
dans. Ya da bilse de bilmese de yaptığı diyebiliriz. Adım başı diyebileceğimiz sıklıkta
sokak müzisyeni var bu ülkenin. Geçimlerini bu yolla sağlayan birçok insan olduğunu
söylemek yanlış olmaz sanırım. Yine Küba
sokaklarında en az müzisyenler kadar sık
karşılaştığınız bir başka şey ise eski model arabalar. 1950’lerden çıkıp gelmiş bu
arabalar sizi birden olduğunuz yerden alıp
Godfather’ın aksiyon dolu araba sahnelerinin ortasına bırakıveriyor sanki. Ama bu
kısa düşsel yolculuk esnasında sadece 15
dolar maaşla çalışan devlet memurlarının
neredeyse tamamını oluşturduğu, yiyeceğin karne ile dağıtıldığı bu ülkede ortalama
değeri 20 ile 30 bin arasında olan bu arabaların nasıl alınmış olabileceği de düşündürmüyor desek yalan olur.
91
Küba’nın Varadero sahilleri uçsuz bucaksız bir turkuaz…
Dalıp gitmemek elinizde değil.
Doğa İle Randevunuz Var
Küba’da doğayla iç içe bir gezi yapmak isterseniz de kesinlikle Vinales’e gitmeniz
gerek. Yemyeşil, sular içinde bir yer burası. Her ne kadar Karadeniz yaylaları gibi olmasa da gerçekten bir hayli rahatlatıcı. Burası da Unesco Dünya Mirası listesinde. Bir
dağın yamacında gördüğümüz devasa duvar resmi hem ilginç hem eğlenceli. Buraya
turist çekmek için mi yoksa farklı bir amaçla mı çizilmiş bilmiyoruz ama bir hayli meraklısı olduğu kesin.
Buraya kadar gelip Küba’nın dillere destan
sahillerini görmemek olmaz sahiden. Gerçekten de burayı ziyaret eden birçok insanın da söylediği gibiymiş Küba’nın Varadero
sahilleri. Uçsuz bucaksız bir turkuaz… Dalıp gitmemek elinizde değil. Tabi bu güzelliği de turizme çevirmiş Kübalılar. Birçok
her şey dahil otel bulmak mümkün burada.
Çok ucuz değiller elbette. Ama bu güzellik
için gelmeye değer. Okyanusun bu nadide
parçası adeta cennetin güzelliğine küçücük
bir örnek herhalde. Palmiyelerin çıkardığı ufak hışıltılara eşlik eden bu görsel şölen bile buradan gitmek istememeye yeter
gibi. Elimizde buz gibi hindistan cevizi su-
yuyla bu sıra dışı manzaranın her anını değerlendirmeye çalışırken, ısrarla reddettiğimiz puroyu da yine her adımda bize ısrarla satmak isteyen yerli halkın da diğer bir
92
geçim kaynağını öğrenmiş oluyoruz böylece. Meşhur Küba purosu.
İnsanlar Çok Mutlu
Küba deyince akla muhtemelen aynı yakıştırma geliyor: “Fakir ve mutlu insanların ülkesi”. Bu gerçekte de böyle midir bilmiyoruz. Mutluluk göreceli muhakkak. Önce yaşayıp sonra değerlendirmek lazım. Özel girişimlerden çok yüksek vergilerin alındığı,
yiyeceğin karneyle dağıtıldığı, memur maaşının 15 dolar olduğu bir ülke tasviri elbette
alışık olduğumuzun dışında. Mutluluk kavramı tartışılır. Ama şu da bir gerçek ki gerçekten mutlu insanlar gördük sokaklarında…
İki Farklı Para Birimi
Kullanılıyor
Küba’da piyasada iki farklı para birimi kullanılıyor. Biri halkın kullandığı peso, diğeri yabancıların kullandığı Convertible Peso
yani CUC. Küba hükümeti CUC’u Amerikan dolarına eşitlemiş. Yani 1 CUC 1 USD.
Küba’da hava alanından başlayarak şehir
içindeki tüm bankalarda para bozdurmanız
mümkün. Ancak size önerim, Küba’ya yanınızda Euro ile gitmeniz. Çünkü para bozdururken USD’ye ödeyeceğiniz komisyon,
Euro’ya ödenenden çok daha fazla.
Alışverişlerde genelde CUC kullanılsa da
dışarıda mesela bir pazar yerinde siz her ne
kadar fiyatlar peso cinsinden olsa da ödemeyi CUC olarak yapabilirsiniz. 1 CUC’un
karşılığı 25 peso. Bir fikir sahibi olmanız açısından söylüyorum, 25 peso’ya, yani
1 doların dörtte birine 2 adet taze ananas
alabilirsiniz.
Araba Kiralamayı
Düşünmeyin
Küba’da şehirlerarası yolculuk için alternatiflerden biri uçak, diğeri ise karayolu.
Birçok şehirde hava alanı olmasına karşın
belirli şehirlerin dışındaki yerlere her gün
uçuş yok. Uçuşlar ile ilgili bilgiler Ulusal
Turizm Şirketi olan Cubanatur’dan öğrenmeniz mümkün.
Diğer bir alternatif ise karayolu. Küba’da
şehirlerarası yollarda hizmet veren iki şirket var. Biri halkın kullandığı Astro, diğeri ise genellikle yabancıların kullandığı Viazul. Küba’da sürücüler trafik kurallarına
son derece saygılı. Bu nedenle bir tek trafik
kazasına rastlamadık.
Küba’da araba kiralamayı düşünmeyin. Bunun iki nedeni var. Birincisi, şehirlerarası yollarda yön tabelası hemen hemen yok
gibi. Tabelalar genellikle şehirlerin girişlerinde. Yani bir kavşağa geldiğinizde hangi
yöne gideceğinizi bilemiyorsunuz. Yani bir
yerde yazı-tura atmanız gerekiyor. Diğer
bir şık ise genelde arabaların eski olma-
93
Küba fotoğraf çekmeye gidenler için çok renkli bir yer.
Güzel kareler yakalamanın tek yolu ise bol bol yürümek.
sı ve bir arıza çıkarma ihtimalinin yüksek
olması. Bu konuda yapılacak en doğru iş,
aracı şoförü ile birlikte kiralamak. Küba’da
şehir içi ulaşım için üç alternatif var. Bicitaxi, Cocotaxi ve Taksi. Bicitaxi, kullanıcıdan başka iki yolcunun binebildiği üzeri kapalı üç tekerlekli bisikletler. Şehir içi ulaşımda çok sık kullanılan bicitaxilerin fiyatları uzaklığa göre 2-3 CUC arasında. Ancak
binmeden önce mutlaka fiyatı belirlemenizde fayda var.
Cocotaxiler ise yine iki yolcu alabilen üç tekerlekli motosikletler. Bunlar da bicitaxiler
gibi şehir içinde sıkça kullanılmakla birlikte 10-15 km’lik mesafeler için de kiralanabiliyor. Bunlara da binmeden önce pazarlık
yapmanız lazım.
Taksiler iki tür. Resmi ve korsan. Resmi olanların kapılarında Cubataxi yazıyor
ve hepsi taksimetreli. Bu nedenle özellikle uzun mesafeler açısından açıkçası kazıklanmamak için en garantili olanı. Korsan
taksiler ise size 3 CUC’luk bir mesafe için
10 CUC diyebilir, gerekçe olarak da, kalabalıksınız veya bagajınız fazla diyebilir. Bu
nedenle gideceğiniz yerin normal taksi fiyatını biliyorsanız bildiğiniz fiyat üzerinden
rahatlıkla pazarlık yapabilirsiniz.
Küba’nın yerli halkı şehir içi ulaşımda genellikle bisiklet kullanıyor. Bunun yanında yakın köy veya kasabalarda oturanların
kullandığı ulaşım aracı ise kamyon. Kapalı kasalı olan bu kamyonların arka tarafına
yapılmış oturma yerleri yeterli olmadığı için
halkın çoğu ayakta seyahat etmek zorunda
kalıyor.
Yanınızda Bulunsun
Küba’da elektrik voltajı 110 volt. Ancak
ender de olsa bazı yerlerde 220 volta rastlayabilirsiniz. Birçok kimse artık seyahate
çıkarken yanında cep telefonunu ve dizüstü
bilgisayarını da götürüyor. Her ikisi de artık
hem 110, hem de 220 volt ile çalışabilir şekilde dizayn edildiği için bu açıdan bir sorun
yok. Ancak sorun Küba’daki elektrik prizlerinde çıkıyor. Çünkü fişin takıldığı prizlerin
delikleri bizimkiler gibi yuvarlak değil, yassı. Bu nedenle mevcut cihazlarınızın fişinin
ucuna takılan “Amerikan fiş adaptörü” ile
bu sorunu çözmeniz mümkün.
Belki size ilk bakışta komik gelecektir
ama gezerken yanınızda mutlaka naylon
poşet bulundurun. Çünkü Küba’da Mercado denilen marketlerin dışında hiçbir yerde
poşet verilmiyor. Yani sokaktan alacağınız
meyveleri kucağınızda taşımak durumunda kalırsınız.
Sabun bir Kübalıya verilebilecek en güzel
hediye. Ülkede zeytin üretimi olmadığı için
sabun üretimi de yapılamıyor ve sabun ithal
ediliyor. Zaten alım gücü düşük olan Kübalıların ekonomik gücü ithal sabunu almaya
yetmiyor.
Yanınızda götürmenizi tavsiye edebileceğimiz diğer konu ise kahvaltılıklar. Çünkü
Küba’da kahvaltı denildiği zaman akla büyük bir bardak taze sıkılmış karışık tropikal
meyve suyu, meyve salatası, küçük bir paket tereyağı ve kızarmış ekmek geliyor. Bu
nedenle kalacağınız süreye göre tüketeceğiniz miktardaki beyaz peynir, kaşar peyniri veya zeytin gibi kahvaltılıkları birkaç paket halinde vakumlatarak yanınızda götürmenin çok faydasını göreceksiniz.
Küba fotoğraf çekmeye gidenler için çok
renkli bir yer. Güzel kareler yakalamanın
tek yolu ise bol bol yürümek. Bu nedenle de
rahat yürüyüş ayakkabılarınızın olması gerekiyor.
Yanınızda küçük bir çakı götürmenizde
fayda var. Çünkü bir takım tropikal meyveleri soyarken ihtiyacınız olacak. Yalnızca
aklınızda bulunsun bu çakıları uçağa binmeden önce mutlaka bavulunuza koyun.
Yoksa gümrük girişinde el koyarlar.
94
YERLİ PROTEZLE
YEŞEREN ÜMİTLER
ÜLKEMİZDE YAKLAŞIK 1 MİLYON KİŞİ GEÇİRDİĞİ BİR KAZA SONUCU ORTOPEDİK ÖZÜRLÜ. KİMİ AYAĞI, KİMİ
İSE KOLU OLMADAN TUTUNUYOR HAYATA. HİKÂYELER AYRI AMA ACILAR ORTAK ASLINDA. HAYAT BU YA…
YARINIMIZIN NE OLACAĞI BELLİ DEĞİL. ELİM BİR KAZA SONUCU HERHANGİ BİR UZVUMUZU KAYBEDEBİLİRİZ.
FAKAT ARTIK HAYATA KÜSMEYE GEREK YOK. BU DÜNYANIN SONU DEĞİL! ÇÜNKÜ ASLINI ARATMAYACAK
ŞEKİLDE PROTEZLER ÜRETİLİYOR. ESKİDEN HASTALAR AYLARCA İTHAL PROTEZLER İÇİN BEKLERDİ. ARTIK
YURDUMUZDA DA ÜRETİLİYOR.
Raziye Şenol, daha küçücükken büyük bir
acıyla imtihan olmuş. Ailesi onu doktor yerine köyde bulunan çıkıkçılara götürerek
tedavi ettirmiş… Aslında tedavi ettirdiklerini zannetmişler. “5 yaşıma kadar iyiydim.
5 yaşımda ayağım kırıldı. Kırdılar ayağımı
daha doğrusu; çıkıkçılar kırdı.” Bir gün arkadaşlarıyla oynarken yüzleşmiş acı gerçekle Raziye Şenol. “Benim emsalim çocuklar sek sek oynarlardı. Beni de sek sek
oynattılar. Onu hiç unutmuyorum; o yaşımda çok güzel sek sek oynuyordum, kızlar baktılar, dediler ki ‘Bir de sol ayakla oynayalım.’ Benim de sol ayağım kırık oldu-
ğu için, onlardan geri kalmayayım diye sol
ayağımın üzerinde ben sek sek oynadım. O
acıyı hiç unutamam.”
Uzun süre doktor doktor gezmiş, defalarca ameliyat olmuş ancak hiçbir çözüm yolu
bulunamamış. “Ben 26 yaşımdan 39 yaşıma
kadar ameliyat oldum. Diğer ayağımdan
kemik alındı, ona eklendi, uzatacağız dediler. Eklendi, vidalar geçirildi, ama ayağım
uzamadı” diyor ve kelimeler düğümleniyor
boğazında… Sadece “zor” diyebiliyor Raziye
Şenol yutkunarak…
Hayat onlar için gerçekten zor geçmiş. Tıpkı Sabit Ergün gibi… O da hiç ummadığı bir
anda büyük bir acıyla karşı karşıya kalmış.
“Bir iş kazası geçirdim. O zamanlar ‘Keşke
ölseydim de bu kazayı yapmasaydım’ diye
düşünüyordum. Ama zaman geçtikçe baktım, hayat devam ediyor. Baktım, benden
daha kötü durumda olan insanlar var. Kendi halime şükrettim. ”
95
ÇEŞİTLİ NEDENLERLE
PROTEZ TAKMAK
ZORUNDA KALAN
İNSANLARIMIZ ARTIK
HAYATA KÜSMÜYOR.
Tarifsiz acılardan birini de vatani görevi başında gazi olan Mustafa Akbulut yaşıyor.
“1994’te vatani görevimi yaparken operasyon bölgesinde mayına bastım. Ayağımın 7
cm’si yok” diyor ve gözlerinden bir damla yaş süzülüyor… Konuşamıyor… “Öyle
işte…” diyor ve bir süre sonra kendini toparladıktan sonra devam ediyor: “Her sağlıklı insanın özürlü olma olasılığı, kaza geçirme olasılığı her zaman vardır. Ben de
önceden hiç düşünemezdim.”
Hayat, onlar için zor da olsa devam ediyor.
Acılarını sinelerine çeken bu insanlar, hayata küsmeyip, çareyi protezlerde arıyor.
Raziye Şenol 39 yaşında yine ayağından
şikâyetçi olunca, doktoruna gidiyor. Doktoruna diyor ki “Ben ayağımdan hiç rahat değilim. Bir ayağım kısa kaldı, kısa kaldığı için
belim de ağrıyor. Beni Hacettepe’nin protez atölyesine gönderdi. Orada baktım iki
kız oturuyor. Birisinin ayağı diz altından kesilmiş. Buraya nasıl geldiğini merak ettim.
Bekledim. Protezini bakıma getirmiş. İçeriden çıkardılar. Protezini giydi, arkadaşının
koluna girdi, tıpış tıpış yürüyerek oradan
gitti. Doktorum, ‘Bunun durumumu daha iyi
seninki mi’ diye sordu. ‘Onun durumu daha
iyi’ dedim. ‘O zaman git ayağını kestir, gel
sana protez yapalım!’ dedi. Gittim doktoruma, randevu verdi bana. 1973’te ayağım
kesildi. 1974’te ben protez giymeye başladım. ”
Sabri Ergün’ün ise bastonla tedavi süreci
bir yıl sürmüş. Bir yılın ardından protez takılmış. “Protez, dışardan bakıldığında normal bir insandan farklı göstermiyor sizi” diyor ve ekliyor: “Yani uzuvlarınızın olmadığı
belli bile olmuyor.”
Protez hayatlarını kolaylaştırıyor kolaylaştırmasına ama ona alışmak hiç de sanıldığı gibi olmuyor. Raziye Şenol, “Alışmadım,
alışmak zorunda kaldım” diyor. “Çünkü
ayağım yok artık, ya emekleyeceğim, ya da
proteze alışacağım! Bunu kafama soktum
bir kere. En iyisi alışmak, kabullenmek.”
Sabri Ergün de alışamayanlardan. Alışmanın çok zor olduğunu söylüyor. “Alışmak
çok zor oldu benim için, psikolojim bozuldu. 1-2 sene sonra ancak o proteze alıştım.
En azından kendi ihtiyaçlarımı görüyorum.”
Protezlere alışınca kararan hayatlar bir
anda aydınlanmaya başlıyor. Yarım kalan hayaller protezlerle yeniden ete kemiğe bürünüyor. Raziye Şenol, “Emekleyip de
yeni yürüyen çocuk gibi oldum. Aaa.. Ben
yürüyorum” diyerek ilk başta yaşadığı şaşkınlığı anlatıyor. “Önemli olan, topallamadan yürümek. İlk önce amacım oydu. Çünkü senelerce tek taraflı, sakat halimle dolaştım.”
Mustafa Akbulut da protezle daha özgür
hissettiğini anlatıyor. “Daha iyi… İstediğim
hareketleri yapıyorum. Yeni yürüyen çocu k
gibi oluyor insan. Koltuk değneklerine göre
daha özgür hissediyorum kendimi. Günlük
96
ESKİDEN PROTEZ İÇİN AYLARCA BEKLEYEN HASTALAR ARTIK YERLİ ÜRETİM
PROTEZ SAYESİNDE ÇOK KISA SÜREDE HAYATA TUTUNABİLİYOR.
10-15 km yürüyebiliyorum. Koşabiliyorum
bile. Koşma yeteneği bile var yani.”
İşte bu noktada hayatları İlhan Şahin ile kesişiyor kader ortaklarının. Ülkemizde uzvunu kaybetmiş hastalara çare olmak, İlhan Bey’in ideali olmuş. Bu ideali sayesinde Hacettepe’de süren akademik kariyerini insanlığın hizmeti için yeniden şekillendirerek yerli protez üretmek için araştırmalar yapmaya başlamış. “1973 yılında
Hacettepe’deki bir sınavla başladı bu sevda. Teknisyenliğim, mühendisliğim, asistanlığım ve öğretim üyeliğim Hacettepe
Üniversitesi’nin Protez-Ortez programında
gerçekleşti. Bu görevleri yürütürken, protez parçalarının tamamı yurtdışından gelmekteydi. Yurtdışından gelen parçaları ya
zamanında bulamıyordunuz, ya bir takım
oluşturamıyordunuz, oluştursanız bile ülkenin ekonomisi buna müsait değildi, zaman zaman bir parça için hastaların aylarca, yıllarca beklemesi söz konusuydu. Böyle olunca da bu sıkıntıyı sadece hastalar
çekmiyordu. Uygulayıcı olarak, üniversitede görevli kişiler olarak sizler de bu sıkıntıyı çekiyordunuz. ”
Yerli üretime başlayan İlhan Bey kısa sürede her kesimden destek görmüş. “Destek
olmayan olmadı. Bazı insanların sizi motive etmesi bile çok önemli. Bunların başında üniversitelerimiz geliyor. Başta emekli
olduğum Hacettepe Üniversitesi’nin, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin Rehabilitasyon Merkezi ve Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah
Gül’ün bizleri yüreklendirmesi beni çok gururlandırdı.”
Bugün artık yerli bir sanayici olan İlhan Bey
protezlerin tüm malzemelerini kendisi üretiyor. Bu sayede hem milli ekonomi kazanıyor hem de hastalar eskiden olduğu gibi
ümitlerini yeşertecek protezi aylarca yurtdışından beklemek zorunda kalmıyor. Başta Tübitak ve kalkınma Ajansı olmak üzere devletin tüm birimlerinin desteğiyle artık mikro işlemcili, beyinden kontrollü protezler dahi üretilebiliyor. Yüzde yüz yerli olan bu protezler sayesinde artık engelli olan vatandaşlarımız tekerlekli sandalyeye ihtiyaçları olmadan rahatlıkla yürüyebiliyorlar. İlhan Bey ülkemizde gerçekleştirdiği yerli üretim potansiyeli ile sınırlı kalmamış. Daha önce yurtdışından aylarca beklenen parçaları bugün son teknoloji ile üretip
yurtdışındaki hastaların da ümitlerini yeşertiyor. Bu süreçte de kendisini ister istemez birbirinden ilginç hayat hikâyelerinin
içinde buluyor. “Bir gün 3 tane gazimiz bir
askeri araçla geldi. Protezlerini yapmak
için ölçülerini almak gerekiyordu. Ölçülerini almaya başladım. Sıra bir tane gazimize
gelince baktım ki protez yapacağımız kısmın bir tanesi uygun değil. Çünkü kendisinin çift taraflı bacağı yoktu. Ve orada şişlik
olduğunu, ödem olduğunu görünce, kendisine ‘Bu ödemli hali ile ölçü alıp protez yapmaya kalkarsak, kısa bir süre sonra protezde gevşemeler olur, bir süre sonra da
kalıcı protezi sağlıklı bir şekilde kullanılamaz duruma gelirsin. Biz buna bandajlama
dediğimiz, ödemi indirmek için gerekli yöntemi uygulayalım, 5-10 gün annenin yanında istirahate git, daha sonra bu ödem normale dönünce bize gel’ dedim. Ben öyle deyince başladı ağlamaya. Neden ağladığını
sorduğumda dedi ki ‘Annem beni yürüyerek gönderdi. İki bacağımı da kaybettiğim
halde annemin hala haberi yok. Ben protezlerimi yaptırarak annemin yanına yürüyerek gitmek istiyorum.’ O an öyle duygusal
bir an ki bunu yaşamak çok zor. Sonra biz o
kardeşimize protezini yaptık, bir süre sonra
da ikinci protezini yaptık. Kendisiyle de hala
görüşürüz. ”
Türkiye’de yaklaşık 2 milyona yakın protezortez hastası bulunuyor. Yani iki milyon insan vücutlarındaki çeşitli uzuvlar için protezlerle yaşıyor. Bu hastaların tek şansı ise
protez üretiminin artık yerli sanayi ile gerçekleştirilmesi ve kaybettikleri uzuvlarının
yerini tutmasa da hayata tekrar bağlanabilmeleri. Unutmamamız gereken ise hayatta
her sağlıklı insanın aslında bir engelli adayı olduğu!
Hazırlayan: Aydoğan Yüce
97
98
2
Dostu
BİLMECE
&
BULMACA
Bulmacanın içinden iletişim kurarken göstermemiz gereken uygun davranışları ve
duygularımızı soldan sağa ve yukarıdan aşağıya doğru bularak boyayınız. Kalan harfleri
sırasıyla şifre kutucuklarına yerleştiriniz.
Bulmacada 11 adet sözcük gizlidir.
ŞİFRE
99
3
Dostu
SINIFTA
NELER
VAR?
Aşağıdaki sınıf resmini inceleyip soruları cevaplayınız.
Bakalım sınıfta neler var?
İlk 5 soruyu rakam ve yazı ile cevaplayınız.
SINIFTA KAÇ KİŞİ VAR?.........................................................................................
SINIFTA KAÇ KIZ VAR?..........................................................................................
SINIFTA KAÇ ERKEK VAR?....................................................................................
SINIFTA KAÇ MASA VAR?.....................................................................................
SINIFTA KAÇ TANE KAĞIT UÇAK VAR?..............................................................
ÖĞRETMENİNİZİN ADI NEDİR?............................................................................
100
5
Dostu
Rüyamızda Neden Bağırmayız?
Rüyaların görüldüğü aşama REM aşamasıdır.
Bu aşamada vücudumuz neredeyse tam
bir
felç
durumundadır.
Kişiyi
gördüğü
rüyalarda başrol oynamaktan korumak
için beyin, REM uykusu boyunca kas
kasılmalarını baskılayıcı sinyaller gönderir.
Bazı kaslar, sözgelimi parmak ve yüz kasları
seğirir gibi hafifçe kasılabildikleri halde
kol ve bacak kasları gibi büyük kaslar felçli
gibi büyük ölçüde gevşek durumda kalırlar.
Rüya gördüğümüz sırada bağıramamanızın
ya da yataktan fırlayıp hayali savaşçılarla
dövüşmememizin nedeni de budur.
Güneşte Uzun Süre Kaldığımızda
Saçımızın Rengi Neden Değişir?
Saçlarımızda bulunan melanin pigmenti
çoğu renk maddesi gibi güneş ışınlarına
karşı
duyarlıdır.
etkisiyle
melaninin
Güneş
ışınlarının
kimyasal
yapısı
değişikliğe uğradığından soğurduğu ve
yansıttığı ışınlarda da farklılık meydana
gelir. Tıpkı boya haricinde bir kimyasal
etkisiyle saçın rengini açtığımızda olduğu
gibi güneş ışınları nedeniyle melaninin
yapısında meydana gelen bu değişiklik
ve buna ek olarak saçın su içeriğinde
de belirli ölçüde bir kaybın oluşu, saçın
renginin değişmesiyle sonuçlanır.
Arılar Karın Üstü Suya Düşerlerse
Neden Ölürler?
Arıların bizim gibi burunları yoktur. Karınları
çevresinde bulunan bir takım gözenekler
sayesinde
hava
alıp
verirler.
Doğal
olarak da arılar suya karın üstü düşerse
solunum görevi gören bu gözenekler suyla
dolacağından
nefes
alamazlar.
Bu
da
elbette ki ölümlerine neden olur. Ayrıca bu
solunum özelliği arı dışında birçok böcekte
de vardır.
Dostu
101
1024
Dostu
MERAK
ETTİKLERİMİZ
Soğuk Havalarda
Neden Burnumuz Kızarır?
Soğuk
havada
kızarmasının
damarlardaki
Damarlar
burnumuzun
sebebi
kılcal
genişlemedir.
genişleyince
kan
akımı artar ve buna bağlı
olarak
burnumuzun
rengi
kıpkırmızı olur.
Yılanlar ve Kertenkeleler Neden Sürekli
Dillerini Dışarıda Tutar?
Çoğu sürüngende dışarıya uzatılabilen bir
dil yapısı bulunur. Ve yine çoğu zaman çene
kemiklerinde bulunan bir boşluk sayesinde
ağız kapalıyken bile dil dışarı çıkartılabilir.
Yani aslında dil dışarıda tutulmaz sürekli
olarak dışarıya uzatılıp içeriye geri alınır.
Özellikle
yılanlar
ve
kertenkelelerde
görülen bu davranışın esas nedeni, çevreden
duyum almaktadır. Havada bulunan koku
partikülleri bu canlıların dilleri üzerindeki
almaçlara yapışır. Daha sonra içeri çekilen
dil bu koku partiküllerini damağın hemen
üst kısmında bulunan ve koku alımından
sorumlu
olan
“Jacobson
Organı”na
iletir. Sürüngenlerde koku alımının temel
mekanizması bu şekildedir.
Dostu
103
104
6
Dostu
TARİHTEKİ
ÜNLÜ
MUCİTLERİ
TANIYALIM
Thomas Alva Edison (11 Şubat 1847 – 18 Ekim 1931)
20. yüzyıl yaşamını icatlarıyla büyük bir şekilde etkileyen Amerikalı mucit ve iş adamıdır. Bazı
icatları tamamen orijinal olmakla birlikte eski icatların geliştirilmesi veya yönetimi altında
çalışan yüzlerce çalışana aittir. Yine de Edison elinde bulundurduğu kendi adını taşıyan
Amerikan patentiyle tarihteki en önemli ve en verimli mucitlerden biri olarak nitelendirilir.
Patentlerinin çoğu Amerika’nın haricinde Almanya, Fransa ve İngiltere onaylarına da sahiptir.
Çocukluk ve gençlik dönemi
Thomas Alva Edison, Milan, Ohio’da doğdu. Yedi kardeşin en
küçüğüdür. Babası Samuel “The Iron Shovel” Edison, annesi
de Nancy Matthews Elliott’dur. Kendisinin Hollandalı olduğu
düşünülmektedir. Yedi yaşındayken ailesiyle birlikte Michigan’daki
Port Huron’a yerleşti ve ilköğrenimine burada başladı; fakat
başladıktan yaklaşık 4 ay sonra algılamasının yavaşlığı nedeniyle
okuldan uzaklaştırıldı. Bu arada evlerinin kilerinde bir kimya
laboratuvarı kurdu. Özellikle kimya deneylerine ve Volta
kaplarından elektrik akımı elde etmeye yönelik araştırmalara ilgi
duydu. Bir süre sonra kendi başına bir telgraf aleti yaptı ve Mors
alfabesini öğrendi. O günlerde geçirdiği ağır bir hastalık sonucu
kulakları zor işitmeye başladı.12 yaşındayken bir trende dergi ve
meyve satıyor, bir yandan da trenin yük vagonunu yerleştirdiği
küçük bir baskı makinesi ile haftalık bir gazete basıyordu. Ama bir
gün içinde kimyasal madde bulunan şeylerden biri kırılıp vagonda
yangın çıkınca Edison hem trendeki işinden oldu hem de ömür
boyu ağır işitmesine yol açacak biçimde yaralandı. Daha sonra
telgrafçılık öğrenmeye karar veren Edison 1863-1868 arasında
ABD ve Kanada da birkaç telgrafhanede çalıştı. 1868’de bir atölye
kurdu ama yaptığı elektrikli kayıt aygıtının patentini satamayınca
bir yıl sonra parasız ve borçlu olarak Boston dan New York’a gitti. Buluşları
1879’da Edison bir elektrik ampulü icat etti.
Kömürleştirilmiş iplikten Flamanlarla deneyler yaptıktan
sonra karbonlaştırılmış kâğıt flamanda karar kıldı. 1880’de
evde güvenle kullanılabilecek ampuller üreterek tanesini
2,5 dolara satmaya başladı.
Ancak 1878 yılında bir İngiliz bilim adamı olan Joseph
Wilson Swan da bir elektrik ampulü icat etmiştir. Ampul
camdı ve içinde kömürleştirilmiş bir flaman bulunuyordu.
Swan, ampulün içindeki havayı boşalttı; çünkü havasız
ortamda flaman yanıp tükenmiyordu. Bu iki bilim adamı
güçlerini birleştirmeye karar vererek Edison ve Swan
Elektrikli Aydınlatma Şirketi’ni kurdular.
1883’te hayatının en büyük icadı olan Edison etkisi denen
olayı gerçekleştirdi; yani ısıtılmış bir filamanın moleküler
boşlukta elektron yayılmasını buldu. 1883’te bulduğu
bu olay sıcak katotlu tüplerin temelini oluşturdu. Daha
sonra akkor lambanın üretimini geliştirmeyi başardı. Bu da
ampulün halk arasında yaygınlaşmasını sağladı.
Edison’un en önemli keşfi Menlo Park, New Jersey’deki
ilk endüstriyel araştırma laboratuarıydı. Sürekli olarak
teknolojik keşifler ve geliştirmeler-iyileştirmeler yapmak
gibi özel bir amaç için kurulmuş ilk kurumdu. Edison birçok
icadını resmi olarak bu labaratuarda üretmiş, birçok çalışanı
onun direktifleri doğrultusunda bu icatların araştırma ve
geliştirmesinde görev almıştır.
Elektrik mühendisi William Joseph Hammer, 1879
Aralık’ında Edison’un laboratuvar asistanı olarak görevine
başlamıştır. Telefon, fonograf, elektrikli tren, demir madeni
ayracı, elektrikli aydınlatma ve diğer birçok icatta
büyük katkılarda bulunmuştur.
Hammer’ı özel kılansa elektrik
ampulünün icadındaki ve bu
aletin geliştirme ve testleri
sırasındaki çalışmalarıdır.
Hummer
1880’de
Edison’un
lamba
çalışmalarının
şef
mühendisi
olmuş,
bu
mevkideki
ilk
yılında
Francis
Robbins Upton’ın genel
müdürlüğünü
yaptığı
fabrika 50 bin ampul üretmiştir.
Edison’a
göre
Hammer
elektrik ampulünün bir
öncüsüdür.
1000’e
yakın
patenti
bulunmaktadır.
105
7
Dostu
ÇİZ
VE
BUL
Rakamları sırayla birleştirerek resmi tamamladıktan
sonra;
Evine giden yolu bulabilmesi için Merve’ye yardım
eder misin?
106
sinema
CESUR ZEBRA
Vizyon Tarihi : 09 Mayıs 2014
Tür
: Animasyon, Aile, Macera
Süre
: 85 Dakika
Yönetmen
: Anthony Silverston
Seslendirenler : Liam Neeson, Laurence Fishburne,
AnnaSophia Robb, Steve Buscemi, Jake T. Austin
Senaryo
: Raffaella Delle Donne, Anthony Silverston
Khumba, vücudunun sadece ön bölümünde zebra çizgileri olan ve zebra çizgilerine takıntılı bir sürüde doğan talihsiz bir hayvandır. Küçük zebra, kısa süre
içerisinde bu haberin duyulmasıyla lanetli olarak addedilir. Sürüdeki diğer
zebralara göre, yaşadıkları Great Karoo’da meydana gelen ve tüm canlı yaşamını tehdit altına alan susuzluk Khumba’nın yüzündendir. Zira bu bölgeye çok
uzun zamandır yağmur yağmamaktadır. Söylentiler hızla yayılır ve artık sürünün lideri olan öz babası dahi Khumba’nın lanetli olduğuna ve bölgeyi terk etmesi gerektiğine karar verir. Baskılara karşı koyma gücü olmayan Khumba,
kaybolan diğer çizgilerini bulmak için cesaret gerektiren bir yolculuğa çıkacaktır. Bu yolculuk esnasında kendisine yardım etmeye çalışan ilginç karakterlerle tanışsa da Phango isimli kötücül leoparla karşılaşması işleri bir hayli zora sokacaktır.
MANDIRA FİLOZOFU
Vizyon Tarihi : 4 Nisan 2014
Tür
: Komedi
Yönetmen
: Müfit Can Saçıntı
Oyuncular
: Rasim Öztekin, Ahu Sungur, Begüm Öner
Çökertme köyünde yaşayan, modern hayata sırtını çevirmiş olan Mustafa Ali
(45) günlerini kitap okuyarak geçirmektedir. Çalışmaya karşı olan Mustafa Ali
her türlü yaşamsal ihtiyacı için doğanın ona verdiği nimetlerden faydalanır. Cavit (55) ise İstanbul’da yaşayan zengin bir işadamıdır. Hayatı boyunca sürekli
çalışmış olan Cavit’in tek derdi çalışmak, kazanmak ve birikim yapmaktır. Çökertme köyünde, Mustafa Ali’nin arazisini alarak butik otel yaptırmak isteyen
Cavit’in hayatı, Mustafa Ali ile tanışınca altüst olur.
006 KAÇIŞ
Vizyon Tarihi : 16 Mayıs 2014
Tür
: Aksiyon, Komedi
Yönetmen
: Ferhat Alpözen
Oyuncular
: Fuat Emir, Serdar Tuğrul, Zelal Gündüz,
Mehmet Emin Eren, Ferhat Alpözen
Senaryo
: Furat Emir
Komedi ve aksiyon türündeki film, iki kuzenin başına gelen talihsizlik dolu macerayı konu ediniyor. Kaan ve Fikret üniversiteden mezun olduktan sonra, iş
bulma amacıyla Ankara’dan İstanbul’a giderler. Ancak burada şansları yaver
gitmez ve paraları da bittiğinde Ankara’ya geri dönme kararı alırlar. Otostop
çekerek başladıkları bu yolculuk, bir mafya liderinin sevgilisi olan Sanem’le
birlikte bir arabaya binmeleriyle birlikte kontrolden çıkar. Sanem, yüklü bir
miktarda parayla kaçmakta ve peşine düşen mafyadan kurtulmaya çalışmaktadır. Macera dolu yolun sonu Ankara’ya varır ancak buradaki mafya ve emniyet de olaylara dâhil olur ve işler iyice karışır.
107
albüm
108
albüm
MÜSLÜM GÜRSES
“BABA ŞARKILAR 2”
3 Mart 2013 tarihinde hayatını kaybeden Müslüm Gürses, ölüm yıldönümünde
kendisine mal olmuş şarkılarıyla anıldı. İlki çok beğenilen ve yoğun talep gören
albümün, bu yıl ikincisi hayata geçirildi. “BABA ŞARKILAR 2” albümü, Müslüm
Gürses’in ölüm yıl dönümünde müzik marketlerde yerini aldı.
Ünlü isimlerin yer aldığı merakla beklenen albümde, Sezen Aksu, Sertap Erener, Hülya Avşar, Yeşim Salkım, Hüsnü Şenlendirici, Funda Arar, Seda Sayan,
Özcan Deniz, Yıldız Tilbe, Mustafa Ceceli gibi isimler Baba’nın en sevilen şarkılarını seslendirdiler. Okan Bayülgen’in seslendirdiği “Yalnızlar Rıhtımı” muhteşem yorumu ile Haktan, Kargo ve Kurban grupları da albümde yer alan sürpriz isimlerden.
Orhan Ölmez, Musa Eroğlu, Hülya Yıldız, Gökhan Türkmen, Şükriye Tutkun,
Hakan Altun, Çelik, Koray Güler, Tolga Tabu, Doğuş, Zara, Ebru Yaşar, Enbe
Orkestrası, Kubat, Özlem Özel de beklenen albümde yer almakta.
FERHAT BAŞER
“FASL-I BAHAR”
“Kalp Ağrısı” isimli single çalışmasıyla geçtiğimiz sene müzik piyasasına hızlı
bir giriş yapan Ferhat Başer, “Fasl-ı Bahar” adını verdiği ilk albüm çalışmasını müzikseverlere sundu. 8 Şarkıdan oluşan ve sanatçıyı sadece yorumcu olarak değil, besteci, söz yazarı ve aranjör olarak da gördüğümüz çalışmada, ülkemizin önemli müzisyenlerinin eşlikleri dışında, yeni dönem pop müziğin usta
kalemleri Alper Şahin, Erol Özdamar söz ve müzikleri ile Bertan Asllani, Olcay
Yavuz ise sanatçıya aranjeleri ile destek verdi.
Tüm dijital platformlarda ve müzik marketlerde yerini alan Fasl-ı Bahar albümü, sanatçının gerek elektronik ve modern sound’a hakimiyeti, gerekse de geleneksel melodilerimizin duygu yüklü yorumu ile ortaya çıkmış kendine has bir
çalışma.
OĞUZHAN KOÇ
“BEN HALA RÜYADA”
Oyuncu ve senarist Oğuzhan Koç, çocukluğundan beri bestelediği şarkıları, ilk
albümü “Ben Hala Rüyada” ile müzikseverlerle paylaştı. Oğuzhan Koç’un her
biri kendi söz ve bestelerinden oluşan 10 şarkısının yer aldığı albüm, müzik
marketlerde yerini aldı. Kendi şarkılarını bestelemeye 15 - 16 yaşlarında başlayan Oğuzhan Koç, Ferhat Göçer’in seslendirdiği “Gül Ki Sevgilim” ve Gülben
Ergen’le düet yaptığı “Giden Günlerim Oldu” parçalarıyla büyük beğeni topladı.
2.5 yıl süren çalışmaların ardından yayınlanan, müzik direktörlüğü ve aranjörlüğünü Alper Erinç’in üstlendiği “Ben Hala Rüyada” albümünde, Ozan
Doğulu’nun da iki düzenlemesi yer alıyor. Pop tarzında hazırlanan albümde,
pek çok değerli müzisyen bir araya geldi.
Ayy (Ben Hala Rüyada), Bu Yol Uzar, Gitsem Diyorum, Her Aşk Bir Gün Biter,
Bitmedi Elem, Neşeli Ayrılık Şarkısı, Al Ahını, Yanımda Olsan şarkılarının yanı
sıra “Yüzük parçasında Oğuzhan Koç’a yakın dostları Eser Yenenler ve İbrahim
Büyükak eşlik ediyor.
110
reyondakiler
Balparmak’tan Katla Balla
Tüketicilerine sağlıklı, doğal, katısız ürünler sunan Altıparmak
Gıda’nın lider markası Balparmak, balın yiyecek ve içeceklerde kullanımını daha pratik hale getirdiği yeni ürünü Balparmak Katla Balla’yı
tüketicilerinin beğenisine sundu. Balparmak Katla Balla, tek kullanımlık ambalajıyla yiyecek ve içecekleri balla tatlandırmaya kolaylık
sağlıyor. Türkiye’de ilk ve tek olan Balparmak Katla Balla; ev, iş, okul
gibi farklı ortamlarda balın kolaylıkla taşınmasına ve çay, kahve, bitki
çaylarının yanı sıra yiyecekleri de sağlıkla tatlandırmaya olanak sağlıyor. 7 gramlık ambalajlarda tüketicinin beğenisine sunulan Balparmak
Katla Balla 18 ve 24 adet ürünün yer aldığı paketler halinde çiçek ve
çam balı çeşitleri ile satışa sunuluyor.
Signal White Now Gold:
Signal’in yeni ‘Anında Beyazlık’ ürünü Signal White Now Gold, sürekli kullanımda getirdiği kalıcı beyazlığın yanında, içeriğindeki florür sayesinde dişlerinize zarar vermeden, bir sonraki fırçalamaya kadar kalıcı anında ferahlık sağlıyor. Yeni Signal White Now
Gold, tek fırçalamada en iyi “Anında Beyazlık” etkisini sağlamak
için devrim oluşturan mavi köpük teknolojisini 3 katına çıkartarak
ihtiyaç duyduğunuz her an size göz kamaştırıcı bir gülümseme sunuyor. Signal White Now Gold, hayatınızdaki güzel anların keyfini
çıkarmanız için Adese reyonlarında yerini aldı.
Calve’den Yepyeni Soslar…
Calve, birbirinden özel ve lezzetli soslarıyla sofralarınızda yerini almaya hazır. Yemekleri zenginleştiren ve lezzetlendiren en önemli tamamlayıcı unsurlardan olan soslar, Calve tarafından tüketicilerin ihtiyaç ve önerilerini dikkate alarak farklı kullanım alanları
için geliştirildi. Calve’nin birbirinden lezzetli, Acı Sos, Ranch Sos ve
Barbekü Sosları 250 gramlık pratik şişelerde Adese reyonlarında
satışa sunuldu. Calve sosları ile yeni lezzetler keşfedin.
Şölen Hello Kitty
Çikolata sektörünün en yenilikçi firmalarından Şölen, çocukların en çok sevdiği çizgi film kahramanlarından olan
Hello Kitty karakterli yeni ürününü piyasaya sundu.
11 gramlık ambalajıyla Adese reyonlarında satışa sunulan
Şölen Hello Kitty, çocukların yeni gözdesi olmaya aday…
111
reyondakiler
Carte D’or Fırında Meyve Tatlısı Karışımları
Carte D’or Tatlı serisinin merakla beklenen yeni üyesi “ Carte D’or Fırında
Meyve Tatlısı Karışımları” raflarda yerini aldı. Türkiye’de ilk kez, geleneksel
meyve tatlılarından vazgeçemeyenler için özel olarak geliştirilen Carte D’or Fırında Meyve Tatlısı Karışımları, paketin içinden çıkan şeker karışımı ve fırın
torbası ile kısa sürede pişirme ve her seferinde aynı kıvamı tutturma imkânı
sağlıyor. Ayva, balkabağı, incir gibi gelenekselleşmiş meyve tatlılarının yanında armut, elma gibi tatlıları hazırlamaya yardımcı tatlı serisi, her pişirmede
aynı kıvamı tutturmaya olanak sağlıyor. Carte D’or Fırında Meyve Tatlısı Karışımları ile meyveler bir gece önceden şekere yatırmaya gerek kalmadan, üstelik 5 dakikada fırına hazır hale getirilerek 50 dakikada pişirilebiliyor.
Ülker Kellogs Extra
Ülker Kellogs’un yeni ürünü Extra Granola ile kahvaltılar şimdi
Extra lezzetli! Fırınlanmış enfes granolanın dolgun meyve ve
çikolata parçalarıyla buluşmasından doğan benzersiz, çıtır lezzet.
Ülker Kellogg’s Extra 490 gramlık ambalajında, Sütlü-ÇikolatalıFındıklı ve Karışık Meyveli çeşitleriyle tüketicinin beğenisine
sunuldu. Güne ekstra lezzet katmak için Extra’dan iyisi yok.
Lipton Siyah İnci Bardak
ve Demlik Poşeti
Çay tutkunlarının vazgeçilmezi Lipton, geçen yıl piyasaya sunduğu Siyah
İnci’den sonra poşet çay pazarına yepyeni bir lezzet getiriyor. Mükemmel
çay lezzeti için Türkiye’nin çay tarlalarından toplanan ve kurutulan taze çay
yapraklarını, berrak ateş kırmızısı bir dem için çay taneleriyle harmanlayan Lipton Siyah İnci, bardak ve demlik poşet çeşitlerini tüketicilerin beğenisine sundu. Her bardakta gerçek çay keyfi vaat eden Lipton Siyah İnci, 25’li
ve 100’lü bardak poşet ile 48’li ve 100’lü demlik poşet çeşitleri ile Adese reyonlarındaki yerini aldı. Yoğun çay lezzeti ile çay severlerin vazgeçemeyeceği Lipton Siyah İnci, adından da anlaşılabileceği gibi “siyah inci” kadar ender
bulunan bir lezzet sunuyor.
Garnier Olia
Garnier Olia ile saç boyasında yeni bir dönem başlıyor. Yağ bazlı ilk saç boyası Garnier Olia, %60 yağ içeren formülüyle saçınızın kalbindeki renkleri açığa çıkarıyor. Bir yağ, saçınızı nemlendirmekten çok daha fazlasını yapabilir. Garnier saç boyası uzmanları yağ ile birleşen bir molekülün saç rengini açma
etkisini maksimize ettiğini keşfettiler. Yağ ile zenginleştirilen
amonyaksız saç boyası sayesinde; maksimumum renk performansının yanı sıra saç kalitesinde gözle görülür gelişme elde
ediliyor. Zengin renk paleti ile Garnier Olia Adese reyonlarında yerini aldı.
112
teknoloji
a
Aslında bu dedikodu yeni değil, ancak son zamanlarda ortalarda daha sık dolanır oldu.
Görünüşe göre Apple, iPhone 6’da teknoloji tutkunlarını yeniden heyecanlandıracak.
iPhone 6’da piyasanın en sağlam ekranını
sunmayı amaçlayan Apple, Corning Gorilla
Glass’la karşılaştırılamayacak bir teknolojinin peşinde. Apple, iPhone 6’da ekranı direkt olarak safirle kaplamayı düşünüyor ve
bunun için gerekli siparişi vermiş bile.
Yeni haberlere göre üretim ortağı GT Advanced ile safir ekran siparişi veren Apple,
toplamda 100 milyon adet siparişte bulunmuş. Kısacası yeni iPhone’ları safir ekranla
göreceğimiz kesin gibi. Şu an piyasada olan
diğer ekran teknolojilerine kıyasla en güçlü koruma kalkanı olarak bilinen safir kaplama, çizilmelere karşı yüksek direnç gösteriyor. Aynı zamanda malzeme olarak ince
oluşu nedeniyle, ince telefonlarda rahatlıkla kullanılabilecek yapıda olmasıyla da dikkat çekiyor.
IPHONE 6’NIN GENEL
ÖZELLİKLERİ NE OLACAK?
The Wall Street Journal Apple’ın 6 inç bir
telefon hakkında testlere başladığını yayınlamıştı. iPhone’un 5,7 inç boyutunda olacağı tahmin ediliyor. IOS 7 ile gelmesi kesinleşen telefonun kısa bir süre içinde IOS 8
işletim sistemine geçirilmesi planlanıyor.
Apple”ın 1500 mah pil gücünden 3000 mah
YENİ HABERLERE GÖRE ÜRETİM ORTAĞI GT ADVANCED
İLE SAFİR EKRAN SİPARİŞİ VEREN APPLE, İPHONE 6’YI
PİYASAYA ÇIKARMAYI DÜŞÜNÜYOR. İPHONE 6 FİYATLARI VE
ÖZELLİKLERİ NELER OLACAK? İŞTE İPHONE 6 VE
DÜŞÜNÜLEN ÖZELLİKLERİ...
pil gücüne geçmesine de kesin gözüyle bakabiliriz. iPhone 6 iki farklı ekran modeli ile
gelecek olursa 4,7 inç HD, 5,7 inç Full HD
o zaman küçük ekranda A7 işlemcisini, büyük ekranda A8 işlemcisini kullanılacaktır.
Sadece tek iPhone 6 olacaksa da A7 işlemcisi ile yola devam edilecek. A8 işlemcisi de
iPhone 6S”te kullanılacaktır.
geçiş yapar mıydınız?
Joseph Farahi isimli tasarımcı, YouTube
üzerinden iPhone 6’nın nasıl görüneceğine
ve teknik özelliklerinin nasıl olacağına dair
bir video yayınladı. J.Farahi’nin konseptine
göre iPhone 6, 5.1 inç büyüklüğünde Retina 2 ekrana, 10 MegaPiksel kameraya, güneş enerjili şarja ve stereo ses çıkışana sahip olacak.
Apple iPhone 6 için yeni özellikler keşfetmeye devam ediyor. iPhone 6’da iki yeni
önemli değişiklik geliyor. İlk özellik kalp
ritmi ölçer, diğeri ise dokunmatik ekran.
Sağlık açısından kullanıcılara önemli bir
detay da geliyor. Spor yapan ve kalori yakmak isteyenlere iPhone 6 ile ilgili yeni bir
uygulama geliyor. Kalp ritmi ölçer ile sağlık açısından önemli bir detay İPhone 6’da
olacak. Hover Touch yani dokunmatik ekran özelliğiyle de telefonun ekranına dokunmadan kullanıcılar yönlendirebilecek.
Telefonun ekranına dokunmadan sadece
ekranın birazcık üstünde gezindirmek dokunmatik ekranla etkileşime geçmek için
yeterli olacak.
Apple TSMC”den gelecek üretim kapasite raporuna göre yola devam edecek gibi
görünüyor. iPhone 5S en çok kamera konusunda eleştiri aldı yeni telefonda ise bu
açık kapatılarak 13 mega piksel bir kamera ve çift led flaş ile yola devam edilecek.
16 GB modeline de veda edecek Apple iPhone 6 ile birlikte en düşük hafıza kapasitesini 32 GB boyutuna çekecektir. Buradaki
asıl bomba ise Note 3+Gear akıllı saati gibi
bir birlikteliği iPhone 6 ve iWatch ile birlikte göreceğimizdir. Peki siz Android eko sisteminden büyük ekranlı bir iPhone telefona
iPHONE’NUN FİYATI
NE OLACAK?
IPhone 6 hakkında gelen söylentiler Jefferies & Co. Analistleri tarafından destekleniyor. Büyük ekranlı IPhone’un retina ile
gelmesi de ekrana güzellik katacak. Dahası
iPhone 6’ya şimdiden bir fiyat biçilmiş durumda. iPhone 6’nın 600 dolar fiyatla gelmesi bekleniyor. iPhone 6’nın Türkiye’de
2500-2900 TL arasında piyasaya sunulması bekleniyor.
113
teknoloji
KUŞKUSUZ MOBİL DÜNYA KONGRESİ’NDE EN ÇOK BEKLENEN
AKILLI TELEFON GALAXY S5 OLDU. KORELİ ÜRETİCİNİN
GEÇEN YILIN AMİRAL GEMİSİ GALAXY S4’E NAZARAN DAHA
İDDİALI BİR MODEL İLE KULLANICILARIN KARŞISINA ÇIKMASI
BEKLENİYORDU. ANCAK SMASUNG, 16 MEGAPİKSEL KAMERA,
PARMAK İZİ OKUYUCU, KALP HIZI ÖLÇER VE TASARIM DIŞINDA
ÇOK FAZLA BİR YENİLİK SUNMADI. PEKİ ŞİRKET GALAXY S5’İ
HANGİ FİYAT ARALIĞI İLE PAZARA SUNACAK?
Avrupa pazarlarına gelen bazı ilginç bilgiler, cihazın resmi fiyatı hakkında fikirler
veriyor. Örneğin İngiltere’de Clove UK tarafından ön siparişe sunulan 16 GB’lık Galaxy
S5, yaklaşık 2175 TL gibi bir fiyat ile satışa sunuldu. İspanya’da Amazon tarafından
ön siparişe sunulan Galaxy S5’in fiyatı ise
diğerinden geri kalmıyor. Cihaz, 730 Euro
yani yaklaşık 2190 TL gibi bir fiyat etiketi ile
Amazon listelerinde yer aldı. Bildiğiniz gibi
akıllı telefonlar yurt dışına göre Türkiye’de
oldukça yüksek fiyat etiketine sahip oluyor.
Aslında Samsung’un Galaxy S5’i geçen yılın
amiral gemisi Galaxy S4’e göre daha uygun
fiyat ile satışa sunacağı söyleniyordu. Fakat
giriş fiyatı Galaxy S4’ten daha yüksek oldu.
Görünen o ki Galaxy S5 almak o kadar da
kolay olmayacak. Üstelik kredi kartına taksit seçeneği de ortadan kalkmışken.16 Megapiksel kamera ile gelen Samsung Galaxy
S5, 0,3 saniyelik otomatik focus özelliğiyle
bu alandaki rekoru eline alıyor. Galaxy S5
HDR yetenekleri ile doğal renkleri ve ışığı
yeniden işleyerek her koşulda en iyi fotoğraf deneyimini kullanıcısına yansıtıyor. “Selective Focus” özelliğiyle kullanıcılar ekran
üzerinde istedikleri alana dokunarak o ala-
nı netlerken eş zamanlı olarak profesyonel
fotoğraf makinelerinde olduğu gibi zemini bulanıklaştırabiliyorlar. Cihaza entegre
edilen sensörlerle kalp ritmini ölçen cihaz
bu özelliğiyle de bir ilke imza atıyor.
Samsung’un yeni amiral gemisi, sahip olduğu gelişmiş sensörler ve güncellenen S
Health 3.0 uygulaması aracılığıyla kullanıcılarına tam fonksiyonlu bir aktivite ölçüm
deneyimi sunuyor. Galaxy S5’in yanı sıra
tanıtılan giyilebilir cihazlarla da senkronize biçimde çalışabilen S Health’in yanı sıra,
geliştiriciler tarafından yazılacak üçüncü
parti uygulamalar da Galaxy ailesinin gelişmiş sensörlerinden yararlanabilecek. Galaxy 5, dört ayrı renk seçeneğiyle geliyor:
Beyaz, Siyah, Mavi ve Altın rengi.
Galaxy S5 boyut olarak Note 3 ile Galaxy S4
arasında konumlanırken 5.1 inç ekrana sahip. Galaxy S5’te Samsung benekli plastik
kullanmaya devam etmiş. 145 gram ağırlığındaki Samsung Galaxy S5’te S4’ten daha
ağır. Yeni rich tone özelliği, ışığı kontrol
ederek gerçek hayattaki kontrastı veriyor.
Böylece gözünüzle gördüğünüz fotoğra-
fı neredeyse aynı kalitede ekrana çekiyorsunuz. Ultra power saving mode, en temel
özellikler dışında her şeyi kapatarak telefonun 24 saat hayatta kalmasını sağlıyor
ve şarj sorununu çözüyor. Bir başka özellik olan çocuk modu ise telefonunuzu ailenizle paylaşmanızı kolaylaştırıyor. Bu sayede çocuklarınız, dokunmamaları gereken
ayarlara ve uygulamalara ulaşamıyorlar.
Bu özellik ile aileler, telefonlarını çocuklara verirken içleri rahat edecek, çocuklar
telefonu güvenle kullanabilecekler. Çocuk
Modu’nda cihazın sahibi bir PIN belirleyerek çocukların cihaz üzerinde istenmeyen
şeyleri yapmasının önüne geçebilecek. Çocukların hangi uygulamaları kullanabileceği ve cihaz üzerinden kimlerle iletişime geçebileceği kısıtlandırılabilecek. Bir zamanlayıcı koyarak çocuğunuzun cihazı ne kadar
süre kullanacağına da karar verebilmeniz
mümkün. Ayrıca çocuklara özel bir uygulama mağazası ile çocuklar için güvenli uygulamalar sağlanabilecek.
115
116