12. Mele Şevket Aktaş

Transkript

12. Mele Şevket Aktaş
Iğdır Sevdası
MELE ŞEVKET AKTAŞ
Mele Şevket akrabamdır.
Hem aynı aşirete mensubuz, hem de
ağabeyi Abdurrahman; güler yüzlü,
sevecen, dünya güzeli Gulizar Halamın kocasıydı.
İran’dan Anadolu’ya uzanan
tarihi İpek Yolunun dağlık güzergâhı
üzerinde bir Selçuklu Kervansarayı
yükselir. Taşlıca köyü, bu tarihi yapının hemen yanı başında yer alır.
Şevket Aktaş
Iğdır’dan gelen yol, bakımsızlıktan artık bir harabe yığınına
dönmüş bu Kervansaray’ın önünden geçerek, yeşilliği az, taşı bol, Taşlıca
köyüne varır.
Köy, ‘Neval’ denilen derin bir vadiyle ikiye bölünür. Bir tarafında Gulizar halamın diğer tarafında Cemile halamın evleri vardı. Her biri
dürüstlük, sevgi, cesaret ve dostluk sembolü olan kocaları Tahir ve Abdurrahman enişteler çocukluk yıllarımızın unutulmaz kahramanlarıydılar.
Onların evimize her gelişi, babamla sohbetleri ev ahalisini özellikle biz
çocukları sıcak bir duyguya boğardı.
Eli boş gelmezlerdi: El örgüsü yün çoraplar, yabani meyveler,
otlu peynir, lor vs..
Beni en çok sevindiren, derme çatma bir kafeste getirilen keklikler olurdu. Kış günleri yanan sobanın yanı başında çaylar içilir,sohbet
edilirdi. Tahir eniştemiz cebinden çıkardığı küçük bir çakıyla bir yandan
kurşun kalemlerimizi kusursuz bir koni biçiminde sivriltir, bir yandan da
sohbetine devam ederdi. Onun açtığı kalemler günlerce hiç kırılmadan ve
tükenmeden öylece kalırdı. Bazen kalemlerimizi toplar Tahir ve Abdurrahman eniştelerimizin geleceği günleri dört gözle beklerdik.
O yıllarda Mele Şevket amcamla böylesine iç içe bir yakınlığım
olmadı. İsmi aile içindeki sohbetlerde anılırdı. Onun güçlü hafızasından,
tarih bilgisinden her zaman övgüyle söz edilirdi. Farsça, Arapça, Kürtçe
ve Türkçe şiirleri ezbere bilir, elli yıl önce olmuş bir olayın detayını tereddütsüz hatırlardı.
Iğdır Olympia Otelinin geniş lobisinde yıllar sonra bir araya gel127
Şevket Aktaş
dik. Geçmişin unutulmuş tozlu sayfalarını o çevirdi ben dinledim:
Hayatım
1928 yılında Aralık ilçesine bağlı Karahacılı köyünde dünyaya
geldim. Ağrı Dağı’nın kuzey yamacında yer alan bu köy Ağrı İsyan bölgesi içindeydi. İsyanı bastırmakla görevli hükümet güçlerinin başında, daha
sonra Genel Kurmay başkanlığı yapan Salih (Omurtak) Paşa vardı.
1930 yılının başında hükümet kuvvetleri Ağrı Dağı’nı tamamen
ablukaya almış, genel taarruza hazırlanıyordu. Salih Paşa bütün aşiret ileri
gelenlerine haber gönderiyor, onları bölgeden uzaklaşmaya ikna ediyordu.
Mensubu olduğum Gêloi aşireti İran’daki diğer bir Kürt aşireti,
Kızıbaşoğlu’yla yıllar süren acımasız bir sürtüşmenin içindeydi. Hatta
doğduğum yıl çıkan çatışmada babam Abdullah aldığı kurşun yarasıyla
vefat etmişti.
Aşiret liderimiz, sağduyusu ve ileri görüşlülüğüyle tanılan ve
halk arasında çok sevilen Ahmed Şemo’ydu. Aşiretini çok seven Ahmed
Şemo’nun ne yeni kayıplara tahammülü vardı ne de yorgun düşen aşiretini
bırakıp gitmeye.
1930 yılında başlayan genel taarruzla isyan bastırıldı, Ağrı Dağı
ve civar köyleri yasak bölge ilan edildi. O zaman aşiretimiz kendisine tahsis edilen Iğdır’ın yanı başındaki Karakuyu köyüne yerleşti.
1920’den önce Yezidi Kürtlerinin yerleşim yeri olan Karakuyu,
Milli Mücadele yıllarında Yezidilerin Ermenistan’a gitmesiyle boşalmıştı.
2-3 yıl Karakuyu köyünde kaldık. Her ne kadar bir zaman sonra bizim de
içinde olduğumuz bir kısım aşiret evleri Taşlıca köyüne yerleştiyse de kış
aylarında Iğdır’a yakın olan Karakuyu köyüne geri geliyorduk. Bunun nedeni kardeşim Abdurrahman’la birlikte okul hayatına başlamış olmamızdı.
Her gün yürüyerek köyden Iğdır’a Kurtuluş İlkokuluna gidip geliyorduk.
İlkokulu bitirdikten sonra Taşlıca köyüne geri döndüm. Hayvancılık, ekin ve yaylacılıkla uğraştım.1990 yılında Iğdır 12 Eylül Mahallesinde bir ev yaptırıp Iğdır’a yerleştim.
Her Kürt ailesi gibi çok kardeşli ve çok çocukluyum. Ben henüz
bir yaşımda iken babam vefat etmiş benden 4 yaş büyük kardeşim Abdurrahman’la yetim kalmıştık. Annem çok geçmeden aşiret geleneklerine
uygun olarak babamın ailesi tarafından korunmaya alınmış, kendisinden
oldukça genç Mirze isimli amcamla evlendirilmişti. Bu evlilikten beşi
128
Iğdır Sevdası
erkek ikisi kız yedi çocuk dünyaya gelmişti. İşin garibi onlar bizim hem
üvey kardeşimiz hem de amaca çocuklarımız.
Benim Abdullah ve İsmail adlı iki oğlum var. 1952 doğumlu olan
Abdullah’ın sekizi oğlan dördü kız 12 çocuğu; 1948 doğumlu olan İsmail’in de 8 çocuğu var.
Iğdır Tarihi
Şimdi istersen 1920’den önceki Iğdır’a dönelim. O zamanlar
bugünkü Kars, Ardahan ve Iğdır illeri Rus yönetimi altındaydı. Iğdır
bölgesinde Kürt, Azeri, Yezidi ve Ermeniler iç içe yaşarlardı. Her birinin
kendi köyü, kendi dili ve gelenekleri vardı. Bu tebaa Rus yönetimine vergi
veriyor, Rus okullarında okuyor ve askerlik görevlerini de Rus ordusunda
ifa ediyordu.
Bu bölgede yaşayan Kürtler de Rus yönetimi içinde görev alıyorlardı. Hatta Torun ailesinden Eleşref Bey adında birisi Rus ordusunda
generallik rütbesine kadar ulaşmıştı. Rusça kendisine “Yaralan” diye hitap
edilirdi. Eleşref beyin çocuğu olmadı. Zürriyetsiz öldü. Kardeşi Mahmut’un oğulları Şemsettin ve Cemal Beylerin zürriyeti bugün Iğdır’da yaşamaktadır.
Eleşref Bey
1917 Rus İhtilali sonrasında Ruslar bölgeden çekilince Eleşref
Bey, Kazım Karabekir Paşa’yla temas kurmak ister. Bir fırsatta Kars’a
gidip Paşa’nın huzuruna çıkar. Kendisini tanıtır. Karabekir Paşa,
“Bu isimde birisini işittim. O gerçekten siz misiniz?”, diye kuşkuyla sorar.
Eleşref Bey üzerindeki paltoyu çıkartıp Rus generali apoletleri ve
ceketiyle paşanın karşısına dikilir. Karabekir Paşa, kendisinden yaşlı ve
tecrübeli generalin elini saygıyla öper, “Buyur baba!” diyerekten ona bir
yer iltifat eder.
“Generalim, bize katılmanıza çok sevindim! En kısa sürede Mustafa Kemal’i haberdar edip sizleri Ordumuzun başına davet edeceğiz.”
“Hayır, der Eleşref Bey, ben uzun yıllar tekrar Türkiye’ye bağlanacağız umuduyla yaşadım. Görüyorum ki o günler çok yakın! Böyle
bir günde ben kendimi generalden çok “er oğlu er” hissediyorum ve bana
böyle bir görev vermenizi istiyorum.”
Eleşref Bey’e hizmetlerinden dolayı Cumhuriyet döneminde maaş
129
Şevket Aktaş
bağlandı ve vefatına kadar Iğdır’dan ayrılmadı.
Eleşref Bey, Cevher Ağa’nın oğluydu. Amcası Abidin Ağa ve onun
oğlu Hamit Bey de bu bölgedeki Kürt liderlerindendi. Hamit Bey’in oğulları Kerem, Abdürrezak, Naci ve Fettah Beyler, gerek Kurtuluş yıllarında
gerekse de Cumhuriyet döneminde çok önemli görevler üstlenmişlerdir.
Bunlardan özellikle Kerem Bey önemli bir şahsiyetti.
1917 Rus İhtilali sonrasında Ruslar ani olarak bölgeden çekilince
bir otorite boşluğu doğmuş; bu koşullarda Azeriler ve Kürtler güçlerini
birleştirmişlerdi.
Kerem
Bey; Azeri lider Şamil Bey,
Ahmed Şemo, Ali Mirze
gibi liderlerle ittifak oluşturmuştu, Iğdır bölgesi ablukaya alınmıştı. Koşulların
uygun olduğu bir anda Kürt
ve Azeri milis kuvvetleri Iğdır merkezi ele geçirdiler.
1920’den önce Osmanlı-Rus sınırı Iğdır’la Doğubeyazıt arasında
bugünkü Suveren (Orgof) köyüne yakın bir yerden geçerdi. Türk ordusu
bu sınır boyunca mevzileşmişti. Açılan çukurlara toplar yerleştirilmiş,
yanı başına da askeri bir karargâh kurulmuştu.
Bir gün Ahmed Şemo karargâha gelir, bölgedeki askeri ve milis
güçlerin koordinasyonu konusunda Generalle görüşme yapar. Toplantı
devam ederken General yanındaki Yüzbaşıya, her on beş dakikada bir Iğdır’a doğru top atışı yapılmasını emreder. Düzenli aralıklarla patlayan top
birdenbire susar. General hışımla topun yerleştirildiği çukura gider,
“Niçin top atışı yapılmıyor?” , diye Yüzbaşıya çıkışır.
“Komutanım az önce dürbünle izledim, Iğdır boşatılmış, bu yüzden boşuna mermi yakmak istemiyoruz. Mermiler pahalı ve bir mermi yüz
kişiye bedel!”
“Evladım, der General, atışa devam etmemizin başka nedenleri
var. Biz Türkler Kars’ı; Ermeniler de Erivan’ı ne pahasına olursa olsun elden çıkarmamak için savaşıyoruz. Şu anda Kars hâlâ Ermeni kontrolünde.
Eğer Erivan’a doğru top atışı yapmaya devam ederseniz o zaman Kars’taki
Ermeniler “Erivan elden gidiyor!” korkusuyla Kars’ı bırakıp Erivan’ı savunmak için oraya çekileceklerdir.”
Gerçekten de Generalin öngördüğü gibi Ermeni güçlerinin Kars’tan ayrılmasıyla Karabekir Paşa Kars’ı alır.
130
Iğdır Sevdası
Geloylu aşiretinden iki şehit
1919 yılında Ali Mirze Bey ve Ahmed Şemo kendilerine bağlı
milis güçlerini birleştirmiş, Ermenilerin en güçlü olduğu Taşburun cephesinde karşı saldırıya geçmişler.Bu saldırıların birinde Ahmed Şemo’nun
kardeşi Mustafa’yla, Adetli köyünden Gelo’nun amcası Mahmut şehit
düşerler. İkisi de nişanlıymışlar.
Mustafa, Mıhemed Hesen’in kız kardeşi Nurê’yle nişanlıymış.
Yine aynı yıl bu kez Ermeniler Adetli köyüne saldırırlar. Kendilerini daha iyi savunabilmek için köy ahalisi “Kırrê” denilen taşlık ve
kayalık bölgeye çekilir. Burada bir mağarada Ahmed Şemo’nun Fatma
Hanım’dan ilk çocuğu Gurci dünyaya gelir.
Gurci Hanım hâlâ hayattadır; çorap dokuyor ve inanılmaz bir
hafıza gücüyle geçmişi hatırlıyor.
Son bir görüşmemizde Gurci Hanım bana, Ağrı Dağı İsyanı yıllarında barış görüşmeleri için evlerine gelen İhsan Nuri Paşa, Şeyh Abdülkadir ve İbrahim Ağa’nın nasıl konuk edildiklerini detaylı bir şekilde
anlatmıştı.
Iğdır’ın Kurtuluşu yıllarında birçok insan hayatını kaybetti. Bunlardan “Gejo” isimli birinin ölümü yıllarca anlatılıp durdu.
Motanlı aşiretinden Gejo, bir gün Karakoyunlu köyündeki Azeri
kirvelerine misafir olmuş. Amacı Ağrı Dağı’na koyunlarına götürecek olan
kirvesine refakat etmekmiş.
Ertesi gün birlikte yola çıkmışlar. Geceyi geçirmek için Taşburun’da konaklamışlar. O gece Kürt milis kuvvetleri Taşburun’a karşı saldırıya geçince, Ermeniler misilleme olarak zavallı Gejo’yu hançer darbeleriyle feci şekilde öldürmüşler.
Kuçax Köyü Katliamı
Kuçax köyü Doğubeyazıt’a bağlı fakat Iğdır sınırına yakın bir
köy. Ruslar çekildikten sonra doğan otorite boşluğu yüzünden bölgedeki
bütün köyler gibi Kuçax da silahlanıyor. Ermeniler Alikamer köyünde bir
Şura ilan ederler. Bunu takip eden günlerde silahlı bir Ermeni grup Kuçax
köyünü kuşatır.
“Silahlarınızı teslim edin! Biz Ermenistan devletini kurduk. Korkmayın siz de bu devletin ahalisisiniz!”
Bu çağrı üzerine direnişe hazırlanmış köylüler arasında teslim
131
Şevket Aktaş
olup olmama konusunda bir tartışma olur. Köyün zenginlerinden bir hacı
herkesi teslim olmaya ikna eder. Sadece bir genç yanına kız kardeşini de
alarak teslim olmayı reddeder. Üzerine gelen Ermeni güçlerine ateş açar,
üç tanesini öldürür.
Ermeniler uzun bir çatışmadan sonra genci yakalar, üzerine gaz
yağı döküp tezeklerin içinde yakarlar. Kızgınlığın alamayan Ermeni güçleri köylüleri toptan kılıçtan geçirirler.
Kaça-Kaç yılları. Taşlıça, Kundo gibi komşu Azeri köyleri tamamen boşalmış, İran’a sığınmışlar. Kellehemo, Kervansaray, Germeşof,
Kuçe gibi Yezidi köyleri de Ermenilerle işbirliği halindeymiş. Bu civardaki tek Müslüman köyü Kuçax imiş.
Ahmed Şemo
Ahmed Şemo uzun boylu iri yapılıydı. Okuma yazması yoktu.
Fakat her konuda bilgi sahibiydi. Beni asıl şaşırtan onun Türkçe’ye olan
hakimiyeti idi. Çok iyi hatırlıyorum 1934-35 yıllarında yeni yeni gazeteler
çıkıyordu. Okuma yazması olanlar bu gazeteleri okuyor fakat yorum yapamıyorlardı. Rus yönetimi altında doğup büyümüş olan ahali henüz Türk
diline tam anlamıyla hakim değildi. Fakat Ahmed Şemo kendisine okunan
bu gazeteleri yorumluyor, bilinmeyen kelime ve deyimlere kendinden
emin bir şekilde açıklıyordu.
Babasının adı Şemo idi. Şemo dedem konuştuğu zaman bir gözünü kısarmış bu yüzden lakabı “Şemo Kor” , yani “Kör Şemo” imiş. Şemo
yoksulmuş ama şeytani bir zekaya ve vefalı bir yüreğe sahipmiş. Çocukluk
yıllarında zengin ailelerden aşırdığı koyunları keser, etlerini yoksul insanların özellikle hamile kadınların evlerinin bacasından atarmış!
Ahmed Şemo’nun hangi yılda doğduğunu bilmiyorum. Bir defasında dedemle sohbet ediyorlardı. Dedem, Ahmed Şemo’ya:
“ 93 Osmanlı-Rus muharebesi aklına geliyor mu?”, diye sordu.
“Ancak bir rüya gibi hatırlıyorum”, demişti.
Halk dilinde “93 Harbi” olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus
savaşı sırasında Ahmed Şemo 5-6 yaşında olmalıymış! Bundan hareketle
doğum tarihini 1872-73 olarak tahmin edebiliriz. Tabii benim söylediklerim tamamen tahmini. Diğer bir bilgide bunu doğrular niteliktedir.
Ahmed Şemo ikinci evliliğini 45 yaşlarında yapmıştı. Bu evliliğinden olan ilk çocuğu Gurci 1919 doğumludur. Bu tarihten 45 yıl geri
gidersek 1874 yılına ulaşırız.
132
Iğdır Sevdası
Ahmed Şemo yanılmıyorsam 1944’de vefat etti. Rahatsızlığına
tam bir teşhis konulmamıştı. Ancak şunu hatırlıyorum. Hayatının son yıllarında evini ziyaret ettiğimiz zaman sıkça tuvalete giderdi. O her kapıya
yönelişinde biz saygıyla ayağa kalkar ona yol açardık. O da bundan rahatsız oldur,
“Kusura bakmayın rahatsızım. Sık sık tuvalete gitmek ihtiyacındayım”, demişti.
Öyle zannediyorum prostat kanserine yakalanmıştı. Durumu
ağırlaştığı bir zaman Iğdır’a götürmüşlerdi.
O yıl Mecit (Hun) Erzurum lisesini bitirmiş Iğdır’da yardımcı öğretmenlik yapıyormuş. Ahmed Şemo hastalandığı için Iğdır’a bir tanıdığın
evine (Melekli köyünden Esat Kuban Bey’in evi) götürmüşler. Mecit bir
yer yatağında uyuyormuş. Seyran bütün gece uyanık kalıp babasının başucunda durmuş. Ahmed Şemo sürekli sayıklıyormuş. Kendisinden önce
ölen aşiret mensuplarının adını sırayla sesleniyor, “O da öldü, o da öldü!”
diyerek kendi kendisine konuşuyormuş. Sabah olunca Ahmed Şemo,
“Bir fayton çağırın, beni köye götürün”, demiş.
O zaman tüm aşiret Karakuyu köyünün yukarısındaki kırda kurulan kıl çadırlarda yaylaya gitme hazırlığı içindeymiş. Yüzlerce koyun
yeni yavrulamış, ortalık meleme seslerinden geçilmiyormuş. Ahmed Şemo
amcam karısı Fatma’ya dönerek,
“Fattê, bir an önce şu koyun sağma işini bitirin birazdan buraya
kalabalık toplanacak!”
Fatma yengem, yıllar sonra o an için, “Ne kalabalığı diye kendi
kendime meraklandım. Herhalde aşiretin ileri gelenleri bir araya gelecekler, diye düşmüştüm” diyecektir.
Büyük kıl çadırın önündeki koyunlar uzaklaşır uzaklaşmaz, Ahmed Şemo,
“Gidin Sıdık Hocayı çağırın!” , demiş.
Aslen Doğubeyazıtlı olan Sıdık Hoca derin bir alimdi. Halfeli
köyünde Kerem Bey’in yanında kalıyordu. Birkaç saat sonra Sıdık Hoca
Ahmet Şemo amcamın başucuna oturur:
“Hoca, ben ölmek üzereyim. Kuranı oku!”
Sıdık Hoca Yasin Süresini bitirmeden Ahmed Şemo vefat eder.
Ahmed Şemo’nun Evliliği
Rus yönetimi zamanında aşiretin bir kısmı Tuzluca Kandil’e, bir
kısmı da Erivan yakınlarındaki Elegez (Alagöz) dağlarına yaylaya gider133
Şevket Aktaş
miş.
Bekir Yalçın adlı bir kuzenim, çocukluk yıllarında, Ahmed Şemo’nun annesi Gulizar Hanım’ın terkisinde atla Erivan’ın şehir merkezinden
geçerek Elegez’e gittikleri günü hatırlıyormuş. Köçler (Deve, öküz ve
eşek katarı) Erivan yakınlarında ki Qemerli (Kamerli) nahiyesinde konakladıktan sonra yaylaya doğru yolculuklarına devam ederlermiş.
Bugünkü Iğdır Devlet Üretme Çiftliği’nin yeri o zamanlar Burukan aşiretine aitmiş. Kış aylarında buradaki köylerine çekilirlermiş.
Burukan aşireti Erivan’a yakın Axmaxan yaylasına gidermiş. İşte
böyle bir zamanda Ahmed Şemo ilk hanımı Zeyno Hanım’la tanışmış.
Zeyno (Zeynep) Hanım çok saf ve iyilik dolu bir kadındı. Eski
Van Milletvekili Kinyas Kartal’la amca çocuklarıydı.
Zeyno’un erkek çocuğu olmayınca Ahmed Şemo, Ali Mirze Bey’in kızı Fatma Hanım’la evlendi.
Temıre Gulê
Ahmed Şemo en çok Temıre Gulê’ye (Güney) güvenirmiş.
Önemli kararlarını almadan önce mutlaka onun görüşünü alırmış.
Bir gün Ahmed Şemo altınlarını Temıre Gulê’ye emanet etmiş.
Aradan zaman geçmiş, sıkıntılı durum ortadan kalkınca Ahmed Şemo
altınları geri getirmesi için, Temıre Gulê’nin kardeşi Hacı Medet’i bu işle
görevlendirmiş.
“Arap atı nalla, xurç’u (heybe) da yanına al, git Temıre Gulê’den
benim emanet altınları getir!”demiş.
Hacı Medet söyleneni yapıp Temıre Gulê’nin evine varmış, hanımı Berfo’nun getirdiği altınları heybesine doldurup vakit kaybetmeden
geri dönmüş.
Hacı Medet, Ahmed Şemo’nun evine geri geldiği zaman Arap
atı, ter kan içindeymiş. Çok sevdiği Arap atının bu şekilde hırpalanmasına
gönlü el vermeyen Ahmed Şemo, Hacı Medet’e çıkışıp, “Bu atın hali ne?
Biraz yavaş sürseydin hayvanı!” demiş.
Hacı Medet sakin bir şekilde,
“Suç ne benim ne de atın, suç iki heybe dolusu altınların...” diye
cevaplamış.
Hacı Haşem (Haşim)
Geloylu aşiretinin ileri gelen ve saygın bir ismi olan Hacı Haşem
(Çakmaz), Karakuyu köyünde otururdu. Gençlik yıllarında Ahmed Şemo134
Iğdır Sevdası
’nun yanından ayrılmayan ve ona her konuda destek olan Hacı Haşem,
cesur ve yetenekli bir insandı.
Hacı Haşem, Mecit Bey’i de çok severdi. Bu konuyla ilgili olarak
bana anlatılan bir olayı hiç unutmam.
1950’li yıllarda kardeşim Abdurrahman Mecit Bey’in aldığı traktöre şoförlük yapıyordu. O yıllar Alay, süvari birlikleri için çok sayıda at
besliyor gerekli olan otu de Mecit Bey gibi kimselerden alıyordu.
Abdurrahman pres makinesiyle bağ yaparken bir kıvılcım sıçrar
ve kocaman ot yığını (lot) ateş alır. Bir servet yanıp gözleri önünde yanıp
kül olur. Mecit Bey bu olaya çok üzülür.Borçlarını ödeyemeyecek durumdadır.
Kardeşimle Mecit Bey belediye bahçesinde üzgün bir şekilde
otururlarken, Hacı Haşem onlara yakın gelir. Cebinden çıkardığı bir deste
parayı masanın üzerine kor. Mecit Bey kabul etmek istemeyince,
“Oğlum ben senin amcanım. Bu paraya bugün senin ihtiyacın
var!”.
Hacı Haşem, ayrılmadan önce,
“Sakın bu parayı geri ödemeye kalkışma!”, demiş.
Mecit Bey’in, parayı almaya eli varmaz. Sıkılgan ve mahcup bir
ifadeyle Hacı Haşem’e bakar.
Hacı Haşem, geri döner, güler yüzlü bir ifadeyle:
“Eğer karşılığında mutlaka bir şeyler yapmak istiyorsan, ilkbaharda Montofon boğaların birisini bana verirsin, tamam mı!”
Bu şekilde anlaşma sağlanınca Mecit Bey’in yüzü güler.
Karakuyu köyünün en sözü geçen ve en saygın insanı olan ve herkes tarafından sevilen Hacı Haşem trajik bir ölümle aramızdan ayrıldı.
Bir gün Hacı Haşem’in Yasin isimli bir akrabası evli bir kadını
kaçırınca, kızgın koca bu kaçırma olayını intikamını almak için aşiretin
ileri gelenlerinden birini öldürmeye karar verir.
Karakuyu köylüleri her sabah at arabasıyla(daşka) kasaba merkezine gelir, alış verişlerini görür ve akşamleyin yine aynı arabayla köye
dönerlerdi.
Yine böyle bir saba, içinde Hacı Haşem’in de oluğu bu at arabası
Iğdır’a doğru yola çıkmış.
Karakuyu’yu Iğdır’a bağlayan yol, intikam yeminli kızgın kocanın evine yakın bir yerden geçiyormuş.
Araba uzaktan göründüğü zaman, kızgın koca elinde silahıyla
135
Şevket Aktaş
arabanın önünü çıkmış ve tek laf etmeden kalabalığa ateş etmiş. Kurşunlardan birisi Hacı Haşem’e i isabet etmişti. Ağır yaralanan Hacı Haşem
hastanede ruhunu teslim etmiş.
Katil koca olaydan hemen sonra suç ortaklarıyla beraber, Ağrı
Dağı’nın yamaçlarına, Kırrê’ye doğru kaçmış. Sevilen ve sayılan bir lider
olan Hacı Haşem’in ölüm haberini alan çobanlar, bu iki kaçağı kıstırıp
yakalamışlar. İple sıkıca bağlayıp adalete teslim etmişler.
Bir aşiret çatışması
Gêloi - Kızılbaşoğlu aşiret çatışmasının kökleri Rus yönetimi
yıllarına kadar uzanır. Kızılbaşoğlu aşireti hem İran hem Türkiye sınırları içinde yerleşik geniş bir Kürt aşiretidir. Geloylular da Ağrı Dağı’nın
Korhan, Atıcı , Çetindere, Kolukent ve Adetli civarını kendilerine yurt
edinmişler.
O zamanlar atlarıyla ünlü Mıhê Kazak isminde bir dedemiz
varmış. Onun oğullarından birisinin adı Habip imiş. Kürtçe ona “Hepo”
derlermiş. Korhan Köyünde oturan Mıhê Kazak dedemin komşularından
birisi Kızılbaşoğlu aşiretindenmiş. Bir gün Hepo bu komşunun oğlunu
kendisiyle beraber Iğdır’a Melekli Köyüne gitmeye ikna etmiş. Birlikte
Iğdır’a doğru giderlerken, bilinmeyen bir nedenden dolayı Hepo bu genci
öldürür, cesedinin de bir taşın altına saklar. Hepo birkaç gün Iğdır’da kaldıktan sonra geri döner.
Çocuğun babası oğlunun nerede olduğunu sorduğunda, Hepo:
“Vallahi bilmiyorum. Benim Iğdır’da işlerim vardı. O benden
önce döndü!”, diye cevaplamış.
Çaresiz baba oğlunun yolunu her gün gözler olmuş.
İlkbaharda tesadüf sonucu oğlunun cesedi bulunur. Cinayeti
Hepo’nun işlediği anlaşılınca, kızgın baba Geloylu aşiretinin köyünü terk
edip kendi aşiretinin arasına döner.
Bu şekilde başlayan düşmanlık, bir zaman hırsızlık, kavga , tehdit şeklinde devam etmiş. Sonra karşılıklı adam öldürmelerle iş vahim bir
durum almış.
1928 yılında bir çatışmada içlerinde babam Abdullah’ın da olduğu 3-4 kişi öldürüldü, 2000-3000 koyunumuz gasp edildi.
O yıllar Ağrı İsyanını en hareketli dönemi. Bir yıl sonra yani
1929’da bu kez 400 kişilik silahlı bir grup, Geloylu obasını ablukaya aldı.
İki yaşındayım. Sonradan anlatılanlara göre o gün bizim aşiret için ölüm
kalım günüymüş.
136
Iğdır Sevdası
Sabahleyin başlayan saldırı tüm şiddetiyle saatlerce devam etmiş.
Bizimkiler nihayet bu kalabalık saldırıyı öğlene doğru püskürtebilmişler.
Bir yıl sonra köylerimiz ve oba yerimiz yasak bölge ilan edilince
aşiretimiz Karakuyu köyüne gitmiş.
Bugün, Kızılbaşoğlu aşiretiyle çok iyi dostane ilişkiler içindeyiz.
Allah’a şükürler olsun ki bu anlamsız düşmanlık da çok zaman önce unutulup gitti.
Ağrı Dağı İsyanı yılları
Bölgedeki hoşnutsuzluk ve isyan belirtileri 1925 yılında başlar.
Şeyh Sait isyanını izleyen günlerde “Ağa ve Beyleri Sürgün Yasası” çıkarılır. Kerem Bey ve diğerleri Samsun ve Bursa taraflarına sürgüne gönderilir.
Iğdır ve Doğubeyazıt tarafındaki birçok ağa ve lider ya Ağrı Dağı’na sığınmış ya da sınırı geçerek İran’a kaçmışlardır.
Ahmed Şemo’nun ismi sürgün listesinde yokmuş. Bunun nedeni
o zamanlar Aralık’ta Nahiye Müdürü olarak Meşhedi Bilal isminde bir yönetici varmış. Ahmed Şemo’yu çok seven Meşhedi Bilal, onun hakkında
“temiz, sağduyulu” şeklinde raporlar düzenlemiş. Zaten o aralar bölgeyi
kolaçan eden sivil giyimli hükümet görevlileri de buna benzer raporlar
tanzim etmişler. Rivayete göre sivil giyimli bir Yüzbaşı kendisini Ahmed
Şemo’nun evine şüphe uyandırmayacak şekilde davet ettirmiş, geceyi orada geçirerek hazırladığı raporla ilgili gözlemlerde bulunmuş!
Ali Mirze Bey
Sınırı geçerek sürgünden kurtulmayı başaranlardan biri de Ali
Mirze Bey’dir.
Uzun boylu, dar omuzlu, ince yapılıydı. Gıskan aşiretinin lideri
Ali Mirze Bey aynı zamanda Ahmed Şemo’nun kayınpederidir.
Bu bölgedeki Kürtler arasında yönetici özellikleri ve cesareti ile
ön plana çıkan Ali Mirze Bey, Rus yönetimi sırasında ‘Glavalık’ yani Nahiye müdürlüğü görevini de üstlenmiş, Milli Mücadele yıllarında Iğdır’ı
kurtaran aşiret milislerinin Taşburun cephesi komutanıdır.
Ali Mirze Bey, sürgün kararından kaçmak kendisine bağlı aşiret
güçleriyle İran’a geçer, mensubu olduğu Sakanlı aşiretine sığınır. 2-3 yıl
orada geçici olarak iskân edilir.
Af çıkınca aşiretinin başında Türkiye’ye gelmek için yola koyulur.
137
Şevket Aktaş
Bugün Iğdır Devlet Üretme Çiftliğinin tam karşısındaki “Kuç
Pıncarlı” adında bir köy vardır. Geceyi geçirmek için aşiret orada konaklar.
Aynı gün bir aile faciası yaşanır. Ali Mirze Bey’in küçük oğlu
Eset (Esat) bir kaza kurşunu ile ağabeyi İbrahim’i vurur.
Bu kazayla ilgili çeşitli yorumlar anlatıldı. Bana anlatılanlara
göre önce iki kardeş arasında söz kavgası olur. Eset Bey evden silahını
alıp küsüp gitmek ister. İbrahim Bey ona silahı götürmemesini söyler.
Esed Bey kendisine sinirli bir şekilde yaklaşan kardeşinden ürker. Panik
duygusuyla, “Yaklaşma, yaklaşma” der. O anda patlayan silah İbrahim
Bey’i yere yıkar.
Ali Mirze Bey’in en büyük oğlu İbrahim Bey, cesur ve liderlik
özelliklerine vasıf birisi imiş. Aile ve aşiret onuruna son derece düşkünmüş.
Bir gün kardeşi İsa Bey (Hacı İsaYiğit) Iğdır’da birisine Askerlik
Şubesi nezdinde kefil olur. Adam sözünde durmayınca Şube Komutanı İsa
Bey’i bir odada gözaltına alır.
Olay İbrahim Bey’e iletilir. İbrahim Bey, sinirli bir şekilde askerlik şubesi binasına gider, kardeşi İsa’nın kapatıldığı odanın kapısına bir
tekme vurarak açar, kardeşini dışarı çıkarır. Kardeşine sitem eder:
“Yaptıklarından utanmıyor musun? El alem diyecek Ali Mirze
Bey’in oğlu hileli işler yapıyor!”
Karşısına çıkan şube komutanı İsa Bey’in, yörenin bu tanınmış
lideri İbrahim Bey’in kardeşi olduğunu anlayınca, hata yaptığını anlar,
özür diler.
Yıl 1928. Ali Mirze Bey ve Kürt ileri gelenleri sürgünden geri
dönerler. O yıllar aynı zamanda Ağrı Dağı İsyanın en yoğun olduğu dönemlerdir
. İlk başlarda sürgünden kaçan ağaların ve diğer kanun kaçaklarının toplandığı bir yer olan Ağrı Dağı’nda zamanla planlı bir ayaklanma
başlar. İsyanın liderleri D.Beyazıt’tın Örtülü köyünden Şeyh Abdulkadir,
İbrahim Tello (Bıro Heseki Telli) ve Bitlisli İhsan Nuri Paşa’lardır. İbrahim Tello isyanın sona erdirilmesinden yanadır. Fakat Şeyh Abdülkadir
“Bağımsız bir Kürdistan” istemektedir.
Salih Paşa komutasındaki askeri birlikleri 1930 yılı başlarında
bölgeyi tamamen ablukaya alırlar.
138
Iğdır Sevdası
Salih Paşa karargahını o zaman vilayet olan Doğu Beyazıt’ta
kurmuştur. Bütün aşiret liderlerine haber gönderir. Ağrı Dağı bölgesinden
uzaklaşmalarını, yakında başlayacak olan genel taarruzdan zarar görmemelerini ister.
Kızılbaşoğlu kavgasıyla yorgun düşmüş olan Ahmed Şemo aşiretini alarak bölgeyi terk eder, Tuzluca tarafındaki Sinek yaylasına gider.
Kayınpederi Ali Mirze Bey kendisini ilk anda izlemek istemez. Ahmed
Şemo kayınbiraderi İsa Bey’e:
“Evini topla, benimle Sinek yaylasına gel!.Buralar da çok kan
dökülecek!”, der.
İsa Bey, Geloylu grubuna katılarak Sinek yaylasına gider. Çok
geçmeden durumun ciddiyetini anlayan Ali Mirze Bey de evlerini develere
yükleyerek Sinek yaylasına doğru yola çıkar.
O sırada Ağrı Dağı’na genel taarruz bütün şiddetiyle başlamıştır.
Numan (Noman) Efendi
Numan Efendi D.Beyazıtlı Hoca Yusuf’un oğludur.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında Rus kuvvetleri Osmanlı sınır
vilayeti olan Doğu Beyazıt’ı işgal ederler.
1917’de Rus İhtilali olunca Rus ordusu kendi kendini terhis eder,
bölgeden çekilir. İşte bu geri çekilme sırasında Rus ordusu Doğubeyazıtlı
tahsil görmüş, eğitimli üç genci Sibirya’ya sürgüne gönderilmek üzere
yanlarında alı koyarlar. Bunlardan biri de Numan Bey’dir.
Numan Bey Sibirya’da sürgünde birkaç yıl kalır, serbest bırakılınca da İran üzerinden Irak’a oradan da Suriye’ye geçer. Bölgenin tanınmış bir beyi olan, Milli İbrahim Paşa’nın yanında misafir olur. Kendisine
yapılan “bizimle kal!” teklifini geri çevirir.
“Akrabalarım var. Ben onlarsız yapamam”, diyerek Bayazıt’a
geri döner.
Bayazıt valisi Numan Efendi’ye Eleşkirt ilçesinin kaymakamlığını önerir. Kabul etmez. Mensubu olduğu Geloylu aşiretinin yoğun olarak
yaşadığı Iğdır kaymakamlığını ister. Bu şekilde geçici kaymakam statüsüne Iğdır’a atanır.
Iğdır’a geldiği zaman Kerem (Güneş) Bey’in yanına gider, kendisi tanıtır.
Kerem Bey Ahmed Şemo’ya haber göndertir:
“Burada aşiretinizden Numan Bey isminde bir kaymakam sizinle
tanışmak istiyor!”
139
Şevket Aktaş
Bu şekilde başlayan tanışma iyi bir dostluğa dönüşür. Bir yıl
sonra asıl Kaymakam gelince Numan Bey, Tapu müdürü olarak görevine
devam eder.
Numan Bey’in yeni kaymakamla arası çok iyiymiş.
Bir gün kaymakamın olmadığı bir anda onun odasına girer ve
gözü tesadüfen masanın üzerindeki bir isim listesine ilişir. Bu sürgüne
gönderilecek Kürt Ağa ve Beylerinin listesidir. Tüm şaşkınlığına kendi
ismi de listenin içindedir!
Numan Bey hızla oradan uzaklaşır, akrabalarına durumu iletir.
O gece bir dostunun evinde bir araya gelip durum değerlendirmesi yapıyorlar. Numan Efendi isyan hazırlıklarının yapıldığı Ağrı Dağı’na kaçıp saklanmak arzusundadır. Akrabaları ona gitmemesi yönünde
telkinde bulunurlar. Ağrı Dağındaki yaşamın ona göre olmadığını, oradaki
isyancıların günlerce yıkanmadan, yatmadan ve aç-susuz kaldıklarını,
söyleyerek onu ikna etmeye çalışıyorlar.
Evin etrafı o sırada polisler tarafından sarılır. Numan Bey tutuklanıp Bursa’ya sürgüne gönderilir. 2-3 yıl Bursa’da kalır.
Af çıkınca tekrar çok sevdiği fakat kendisine hep sorun yaratan
Iğdır’a gelir. Bu kez de dava vekili olarak görev yapar. O yıllar Hukuk Fakültesi mezunu avukat olmadığı için, tahsilli kimseler Dava Vekili olarak
avukat gibi çalışabiliyorlardı.
Bir gün yazıhanesine birisi gelir. Davacı olduğu kimse o zamanlar Iğdır’ın kabadayılarından İshak Bey imiş.
İshak Bey, bugünkü Ermenistan devleti sınırları içinde kalan ve o
zamanlar bir Azeri köyü olan Çobankere’de doğumludur. 1920’den sonra
Iğdır’a gelip yerleşmiştir.
İshak Bey, Numan Bey’in bürosuna gelir ve bu davayı almaması
için tehdit eder. Numan Bey bu pervasızlığa boyun eğmez,
“Ben dava vekiliyim, kim para veriyorsa onun çalışırım. İstersen
senin içinde yapabilirim!”
İshak Bey bu cevaptan pek hoşnut kalmaz. Ayrılırken,
“Peki, öyle olsun! Görüşürüz!”, demiş.
İshak Bey’in yaptığı tehdidi ciddiye alan Numan Efendi, Kerem
Bey ve Ahmed Şemo amcamı gelişmelerden haberdar eder.
O sıra kasabada başka bir çirkin olay daha vuku bulur. Kasabanın
140
Iğdır Sevdası
ileri gelen tüccarlarından Aziz Gökbakan, kendisine ait ayakkabı dükkanına gelen bir subay hanımına sözle sarkıntılık eder. Bu terbiyesizliğe kızan
kadın, kocasına durumu anlatır. Aziz Gökbakan’ın bu hareketine karşılık
bir ceza görmesi kaçınılmaz görünmektedir.
Aradan bir zaman geçer. Bir gün Aziz Gökbakan Numan Efendi’yi evine akşam yemeğine davet eder. Geç saatlere kadar oturulur, sohbet
edilir. Numan Efendi izin isteyip ayrılacağı sırada Aziz Gökbakan misafirine nezaketten eşlik etmek amacıyla yola çıkar, bir müddet kol kola yürürler. O sırada subayın emriyle 2-3 tane silahlı er evin yakınında pusuya
yatmış Aziz Gökbakan’ı beklemektedirler.
Karanlıkta açılan ateş istenmeyerek de olsa Numan Efendi’ye
isabet eder. Numan Efendi olay yerinde ölür.
Numan Efendi’nin ölüm haberi şok etkisi yaratır. Kabadayı İshak
Bey’in birkaç gün önce yapmış olduğu ölüm tehdidi hatıralardadır. Birden
ahali bu ölüm olayını İshak Bey’e mal eder. Halbuki o dilinin belasına
düşmüştür.
Bu olayın konuşulduğu bir gün Kerem Bey’in huzuruna Numan
Efendi’nin dul hanımı çıkar. Kalabalığın bakışları altında, eşarbını Kerem
Bey’in kafasına sarar:
“Kocamın intikamı alınmayıncaya kadar benim gözümde siz bir
kadınsınız!”, der.
Kerem Bey üzerine bırakılan işin ciddiyetinin farkındadır. Suçlama ağırdır. Orada toplanmış olan dostlarıyla İshak Bey’in öldürülmesi
kararını alır. Tam o sırada Ahmed Şemo içeri girer. Kerem Bey,
“Ahmet Ağa böyle bir karar aldık, sen ne dersin?”, diye sorar.
O da bu fikri beğenir,
“Hay hay derim!”, diyerek cevaplar.
Bu kararı takiben biri Orgof köyünden iki kişi, İshak Bey’i öldürmek için görevlendirilir. Kiralık katillere para ve silah temin edilir.
İshak Bey kayınpederini ziyaret amacıyla Ağrı’ya gider. Kiralık
katillerden biri atları şehrin hemen girişinde bir yerde tutar. Diğeri de
İshak Bey’i takibe koyulur. İshak Bey, evin kapısını açıp içeri girerken,
katil arkadan yaklaşır, tabancasını İshak Bey’in sırtına ve kafasına boşaltır.
Katil, olayın şokuyla elindeki tabancayı saklamayı düşünemeden sokakta
koşmaya başlar.Devriye gezen jandarmalar katili hemen yakalar.
Kiralık katil her şeyi itiraf eder. Kerem Bey’le Ahmed Şemo silah
141
Şevket Aktaş
ve para temin etmişlerdir.
Kerem Bey ve Ahmed Şemo tutuklanıp Erzurum cezaevine gönderilirler.
Ahmed Şemo önce direnir, olaydan haberi olmadığını söyler.
Savcı,
“Nasıl olur? Elimizdeki istihbarata göre öldürmek kararının alındığı gün siz de, ‘Hay hay!’ demişsiniz.”
Ahmed Şemo:
“Madem öyle yine de hay hay!”, diyerek kararlılığını tekrarlamış.
Bu iki Kürt liderini cezaevinden kurtarmak için birçok girişimler
yapılır. Nihayet rahmetli Hacı İsa, hakimle özel bir dostluk kurmayı başarır, serbest bıraktırır.
Binbaşı Hüsnü Bey
Hüsnü Bey Ordudan Binbaşı rütbesiyle emekli olmuş, Milli İstihbarat Teşkilatının bölge sorumlusu olarak atanmıştı. Ağrı’nın Poxana
köyünden Terekeme kökenli Kerim Bey’in oğludur.
O yıllar casusluk olayları sıkça cereyan ederdi. Bölgede kontrol
kuran Hüsnü Bey kendi adamlarını Rusya’ya karşı casusluğa gönderir, göz
açtırmazdı.
Bir olay Hüsnü Bey’in ne kadar şakaya gelmez bir insan olduğunu herkese kanıtlamıştı.
Naci Bey’in devletle ve bürokrasiyle arası çok iyiydi. Bu durum
Hüsnü Bey’le aralarında bir rekabet ve kıskançlığa neden olmuştu.
Bir gün Hüsnü bey Iğdır’ın çamurlu yollarında yürürken karşı
taraftan Naci Bey’in atla üzerine doğru geldiğini görür. Hem çamurdan
hem de attan sakınmak için Hüsnü Bey kendisini dükkan önlerine atar, korunmaya çalışır. Naci Bey, elindeki kamçısını sinirli bir şekilde ata vurarak
şaklatır, güya atına söylermiş gibi yapıp:
“Keftar (Pis yaşlı)! Ben ediyorum etmiyorum seni usule getiremiyorum!”, der.
Bu sözler gerçekte Hüsnü Bey’in şahsına yapılmıştır.
Hüsnü Bey bu davranışı cezasız bırakmaya niyetli değildir. Kendisine bağlı dostlarının yardımıyla, bir gün içkiye zaafı olan Naci Bey
iyice sarhoş edilir. Bir faytona konup, Rusya sınırı üzerindeki Markara
köprüsüne yakın bir mevkie getirilir. Kendisi için hazırlanan senaryodan
142
Iğdır Sevdası
habersiz olan Naci Bey sendeleyerek yürümektedir. Koluna giren sözde
dostları,
“Karşıda görünen ışıklı yer evinizin olduğu yer, müsaadenle biz
ayrılıyoruz”, demişler.
Yavaş adımlarla Markara köprüsüne yaklaşan Naci Bey’i güvenlik kuvvetleri kıskıvrak yakalar. Kendisine yapılan suçlama casusluktur!
Bu suçun cezası ise ölümdür. 5-6 ay Iğdır’da gözaltında tutulan Naci Bey,
Erzurum cezaevine gönderildi. Araya giren dostları sayesinde ölüm cezasından kurtuldu.
.
“Mecit Hun şeytana taş çıkartır”
Mecit Bey’in bir toplantıda anlattığı olay onun ne kadar ince manevralarla kendisine kurulan tuzakları boşa çıkarttığını anlatır:
“1950’li yılların başıydı. Bir gün karşıma köylü giyimli, Kürtçe’yi düzgün konuşan birisi çıktı. Günlerden beridir beni arıyormuş.
“Mecit Bey, ben Ağrı’dan Kör Hüseyin Paşa’nın oğlu Halis
Öztürk’ün akrabasıyım. Başımdan bir cinayet olayı geçti. İki hizmetçiyi
öldürüp dağa çıktım. Etraftan sordum soruşturdum, ‘Iğdır’da Mecit Hun
denen birisi var, hakim ve savcıyla dostluğu iyidir. Sana ancak o yardım
edebilir’, diye nasihat aldım. Bu yüzden çıkıp size geldim.
Adamın konuşmasından, hal ve hareketlerinden yalan konuştuğunu anlamıştım. Peki kim di bu adam? Niçin Iğdır’a gelmişti? Bana niçin
yakınlaşmaya çalışıyordu? Bu sorular bütün gün kafamdaydı. Kendi kendime olayın sırrını çözmeye çalışırken, aldığım bir duyum işin ciddiyetini
ortaya koymuştu.
Bu zavallı(!) Kürt köylüsü MİT’nın Ankara’dan gönderdiği
Binbaşı rütbeli bir elemanıydı. Hüsnü Bingöl’ün yanında kalıyordu. O
zamanlar bölgede gelişen Kürtçülük ve buna benzer yasadışı hareketleri
yakından izlemek için böyle bir yöntemi seçmişti.
Kurunun yanında yaşında yandığı böyle bir dönemde bu adamı
yanımdan uzaklaştırmanın bir yolunu mutlaka bulmalıydım. O yıllar Hüsnü Bingöl MİT şefi olarak görevinin başındaydı. Arka planda duruyor,
olup bitenleri uzaktan izliyordu.
Bana kurulan muhtemel bir tuzaktan kurtulmak için bir çıkış yolu
aramaya başladım. Hem bu adamdan kurtulacaktım hem de Hüsnü Bey’e
bana oynanan oyunu yutmadığım mesajını gönderecektim.
Akrabam Esko’yu yanıma çağırdım.
143
Şevket Aktaş
“Esko!, dedim, bu akşam belediye bahçesindeki kahvede birisiyle
oturuyor olacağım. Senden ricam masaya gel, güya bana vermiş olduğun
borç parayı geri iste. Bana kız ve gerekirse küfür et!”
Akşama doğru bu adamla kahvede oturmuş konuşuyorduk. Esko
yakınımıza geldi. Ben mahsustan:
“Esko efendi buyur çayımızı iç!”, dedim.
“Hayır senin çayını içmem! Önce bana olan 200 lira borcunu
ver!”
“Param yok! Olsa vereceğim.”
“Utanmaz adam! Yalan konuşuyorsun!”
Benle Esko para üzerine kavga (!) ederken adam kendi cebinden
200 lira çıkartıp Esko’ya uzattı.
“Al şu parayı kes sesini!”
Esko o zaman için büyük bir para olan 200 lirayı cebine koyup
gözden kayboldu. Ben de bu adamla bir müddet daha sohbet edip evin
yolunu tuttum. Her şeyden öylesine şüpheleniyor olmuştum ki her defasında bu adamdan ayrılır ayrılmaz ilk işim ceketimin ceplerini kontrol
edip aleyhime olabilecek kağıt falanın farkında olmadan cebime konup
konmadığından emin olmaktı.
Bu kovalamaca bir zaman daha devam etti. Bir gün bu kanun kaçağı (!) adam tekrar karşıma çıktı:
“Mecit Bey artık yola çıkıyorum. Size vermiş olduğum 200 lira
borcumu geri verin.”
“Ben de size verecek para yok. Üstelik o adama parayı kendi isteğinizle verdiniz.”
“Ama ben vermeseydim kavga edecektiniz!”
“Olsun! Benle o adam arasında olan bir sorundu. Size ne!”
Amacıma ulaşmıştım. Adam köşeye sıkışmıştı. Eğer gerçekten
kanun kaçağıysa yargıya ve polise gitmeyecekti. Yoksa da parayı almak
için yasal yollara başvuracaktı.
Çok geçmeden Hüsnü Bey müdahale etmek zorunda kaldı. Beni
huzuruna çağırttı. Hüsnü bey oynadığı oyunun ortaya çıkmasını tatlı bir
tebessümle karşıladı:
“Mecit, dostumuzun parasını geri ver!”
“Hüsnü Bey, bende para falan yok!”
Bir daha karşıma buna benzer olaylar çıkarmaması için Hüsnü
Bey’e hemen boyun eğmedim. O da hayranlığını gizlemeyerek:
“Sen kaç gün şeytandan evvel dünyaya geldin! Bu beyefendinin
144
Iğdır Sevdası
MİT’te subay olduğunu nasıl anladın?”
Bu sözler aynı zamanda bana oynanan oyunu itirafı anlamındaydı. Bu kadarı da beni mutlu etmişti. Adamın 200 lirasını verdim. O da samimi bir şekilde benden özür diledi. Oradan gönül rahatlığıyla ayrıldım.”
Kardeşim Abdurrahman
Abdurrahman, Ahmed Şemo’nun kızı Gulizar’la 1946 yılında
nişanlandı. O sırada Mecit Hun, ortaokulda yedek öğretmen olarak görev
yapıyordu.
Abdurrahman askerlik sırasında şoförlük mesleğini öğrendiği için
Mecit Hun, 1953 yılında bir traktör alınca, Abdurrahman’ı kendisine şoför
olarak aldı. Bu aynı zamanda Iğdır’a gelen ilk traktörlerden birisiydi.
Abdurrahman, Adetli köyüne gidip orada Mecit Hun’a ait arazinin ıslah edilmesi ve ekin işleriyle uğraştı. Bir ara Mecit Hun, Abdurrahman’ı Ankara’ya götürüp iki haftalık bir kurs sonucunda traktör şoförlüğü
belgesi almasını sağlamıştı.
1949 yılında askere gitmeye hazırlanıyordum. Mecit Hun’la kahvenin önünde oturmuş çay içiyorduk. Mecit Hun, ev adresini yazıp bana
uzattı: “Bir sıkıntın olursa bu adrese yaz!” dedi. Ben askere gittiği zaman
(1949) Mecit Hun Zirai Donatımda satış müdürü olarak görev yapıyordu
1951 yılında terhis olunca Iğdır’a dönmek için Ağrı’da konaklamak zorunda kalmıştım. Kahvehanenin önünde oturduğum bir sıra, yoldan
ilginç bir aracın geçtiğini gördüm. Ne cipe ne de kamyona benziyordu.
Ahaliye sorduğum zaman, bana, “Bu bir traktördür. Onunla yer sürüyorlar” dediler. Traktörle ilk tanışmam böyle olmuştu.
Iğdır’a döndükten iki yıl sonra, 1953 yılında Mecit Hun da buna
benzer bir traktör alıp Abdurrahman’ı şoför yaptı. Kendisi de Zirai Donatımdan ayrılmış, gazete çıkarıyordu.
Yaylacılık
Yaylacılık, aşiret yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Kuzuların
doğma mevsimi olan Mart ayından itibaren, önce kırlarda çadırlar açılır.
Mayıs ayında, sıcakların bastırmasıyla “köç” halinde yaylaya gidilir. Eskiden taşıma işi öküz, deve ve eşek sırtında yapılırdı ve günlerce sürerdi.
Ama şimdilerde kamyon ve traktörle istenen uzaklığına bir günde ulaşmak
mümkün.
Yayla yeri ya bir aşirete, şahsa veya devlete ait olabilir. Genellikle
yayla yeri başka şahıslardan bir yaz dönemi için kiralanır.
145
Şevket Aktaş
Önceleri her aşiretin bir yayla yeri vardı ama artık aşiretler aynı
yayla yerinde karışık olarak çadırlarını açmaktadırlar.
Her zoma’nın (oba) bir lideri vardır. Bir anlaşmazlık durumunda
bu liderler duruma müdahale eder, tarafları barıştırırlar. Öldürme ve silahla
adam yaralama durumunda söz sahibi devlettir. Bununla beraber iki aile
veya aşiret arasında bir barış toplantısı yapılır, kan bedeli ödenir. Eskiden
kan bedeli duruma göre 60-100 koyun arasında değişirdi. Bugünlerde 5-6
milyar kadar bir para bedelini ödemek gerekir.
Yayla yerinde her ev mümkün olduğu kadar yağ ve peynir biriktirmeye çalışır. Eskiden meşk denilen keçi derisinden yapılma bir yayık
kullanılarak yağ üretilirdi. Son yıllarda yayla yerine kurulan özel mandıra
ve şirketler, köylüden sütleri satın alıp, yağ ve peynir üretimini kendileri
yaparlar.
Iğdır’ı çevreleyen yaylar sırasıyla, Zor - Kerem Bey’in yayla
yeri-, Güngörmez, Güllük yaylaları; Ağrı Dağı (Glidağ) civarında, Küp
gölü, Hoca Yurdu, Korhan ve Çetinkaya yaylaları; Tuzluca tarafında Kandil –Ali Mirze Bey’in yaylası- ve Sinek yaylaları sayılabilir.
Iğdır bölgesindeki Kürt aşiretleri bu yaylalara ek olarak, Ağrı ve
Erciş tarafındaki Aladağ ve Kars yaylalarına da rağbet ediyorlar.
Evlilik
Eskiden aşiret yaşamında “kız kaçırma” olayları günlük yaşamın
önemli bir parçasıydı. Fakat bu durum günümüzde azalmış ve nerdeyse
yok olmaya yüz tutmuştur.
Kız kaçırma için belirli bir mevsim veya kural yoktu. Bu işi kafasına koyan genç, yalnız başına veya bir arkadaş gurubuyla kızı kaçırmaya
yeltenirdi. Kızın saç bağını (desmal) kaçırmak Kürt aileleri için özellikle
önemliydi. Böyle bir eylem, “Bu kız benimdir, başka kimse alamaz” anlamına geldiği için, aile namusuna bir leke olarak kabul edilirdi.
Taraflar arasında kin ve düşmanlık ortaya çıkar, ciddi sorunlar
yaşanırdı. Barıştırma işi kolay olmaz, zaman alırdı.
Günümüzde kız ve oğlan birbirini görüp tanıdıktan sonra iki
ailenin anlaşmasıyla evlilik yolu açılır. Önceleri kız tarafına ödenen 5060 koyun tutarındaki başlık parası yerini, oğlan tarafının “beyaz eşya ve
mobilya takımı” gibi önemli ev ihtiyaçlarını alma yükümlülüğüne terk
etmiştir.
Azeriler, Sefer ve Muharrem ayında kesinlikle ne nişan ne de
düğün yaparlar. Şiilik için kutsal olan bu iki ayın dışındaki bütün aylarda,
146
Iğdır Sevdası
hatta Ramazan ayında bile, nişan ve düğün mümkündür.
Miras
Kürt aşiret sisteminde mirastan sadece oğlan çocukları hak talep
eder. Baba hayatta iken eğer erkek evlâtlardan birisi ayrılmak isterse, baba
kendi gönlünden koptuğu ve takdir ettiği kadar bir miktarı oğluna verip
onu ayırır. Bu durumda oğulun babaya itiraz etmek gibi bir hakkı olamaz.
Baba vefat ettiği zaman, erkek kardeşler miras işini kendi aralarında konuşarak bir çözüme kavuştururlar. Zor durumlarda, aksakallı ve
sözü geçen birisi kardeşler arasında arabuluculuk yapıp soruna bir çözüm
yolu bulur.
Koç katımı
Yaylacılıkla uğraşanlar için koyunların eş zamanlı olarak ve
tercihen Mart ayında doğurması çok önemlidir. Bunu başarabilmek için
de, koyun ve keçilerin 5 ayda –inek 9 ay, at bir yıl- doğum yaptığı gerçeği
göz önüne alınarak, çiftleşme zamanının Eylül veya Ekim ayında olmasına
özen gösterilir.
Yaz boyunca karışık olarak besiye alınan koç ve koyunlar Ağustos ayının ortasında birbirinden ayrılır. Aksi taktirde erken başlayan çiftleşme mevsimi nedeniyle, koyunların yavrulama mevsimiyle ilgili istenen
kontrol sağlanamaz.
Artık yaygınlaşmış bir kural olarak, gerek dağda gerekse ovada
olsun, Eylül ayının 20’sinde koçlar sürülere katılara çiftleşme dönemini
başlatılır. “Koç Katımı” bayramı olarak kutlanan bu günde, bereketli doğumlar olması için koçlar süslendir.
İlkbaharda doğan yavruların yarısı erkek olduğu için, sürü sahibi,
toqlu (tohumluk koç) ihtiyacı kadarını ayırdıktan sonra geriye kalan erkekleri kesimlik hayvan olarak besiye alır. Yaz sonunda Gaziantep gibi büyük
hayvan pazarlarına götürüp satarlar.
Üç eşkiya
Iğdır bölgesi üç ünlü eşkıya tanımıştır: Bunlar sırasıyla Helikanlı
aşiretinden Ferzende, Sakanlı aşiretinden Cefo ve annesi Kürt babası Azeri
olan Toyut idiler.
Bunlardan Cefo ve Toyut’u bizzat görüp tanıma şansım oldu. Bu
üç ünlü eşkiya ne yazık ki birbirlerine benzer bir şekilde hazin bir sonla
yaşama veda ettiler.
147
Şevket Aktaş
Kendi akrabasından iki kişiyi öldürdüğü için dağa çıkan Cefo, bir
evde tuzağa düşürülüp öldürüldü. Jandarmanın mı sivillerin mi öldürdüğü
konusu hiçbir zaman açıklık kazanamadı.
Ferzende Kundo köyünde, bir şahsın evinde vurularak öldürüldü.
Toyut da buna benzer bir ev tuzağında yaşamını yitirdi.
1980 İhtilallinden önce Ağrı Dağı bölgesi, irili ufaklı birçok eşkıyaya mekânlık yapıyordu. İhtilâlden hemen sonra devlet görevlileri, Hacı
Ömer Şark’ın desteğini alarak bu eşkıyaları birer birer teslim aldı. Çoğu
daha sonra çıkarılan af yasasından yararlanıp serbest kaldı.
Sıçanlı köyü olayı
Derin bir neval’le (vadi) ikiye bölünen köyümüz, Taşlıca ve Karahisar mahallesi adıyla tek muhtarlık altında toplanmıştır.
70’li yıllarda, bir gün, Karahisar mahallesi sakinleriyle komşu
Sıçanlı köyü sakinleri arasında, ortak mera yüzünden tartışma çıkmış. Bu
söz düellosu, kısa sürede sopalı ve yumruklu bir kavgaya dönüşmüş.
Bu olaydan hemen sonra diğer komşu bir köy olan Şerkiya sakinleri, kendilerine yakın gördükleri Sıçanlı köyüne arka çıkmak için
Taşlıca köyüne saldırınca olaylar vahim bir hal aldı. Silahların konuştuğu
bir arbedede Sıçanlı köyünden bir kişi vurularak öldürüldü. Bunun üzerine
jandarmalar Taşlıca köyünü basıp aralarında benim de olduğum 22 kişiyi
gözaltına aldılar.
Medet Serhat ve Mehmet Ali Arslan, avukatımız olarak davamızı
üstlendiler. İlk mahkemede 11 kişi tahliye edildi ama geriye kalan 11 kişi
mahkeme sonuçlanıncaya kadar 26 ay hapis yattık. Son duruşmada 9 kişi
daha tahliye olunca suçlu görülen Ferzende (Gül) ve İsa, 13’er yıl ceza
aldılar.
İki köy halkı 90’lı yıllarda Milletvekili Atila Hun’un aracı olmasıyla barışıp bu acı olayı tamamen geride bıraktılar.
Çatışmada hayatını kaybeden merhumun oğlu bugün Sıçanlı
köyü muhtarı olarak hizmet vermekte, köylerimiz ve aşiretlerimiz arasındaki dostluk ve barış için bizden daha fazla bir çaba sarf etmektedir.
“Sigara içmeyin!”
Iğdır cezaevindeki günlerimizin önemli bir kısmını bahçeye
açılan pencerenin altında toplanıp radyo dinlemek ya da sohbet etmekle
geçirirdik.
148
Iğdır Sevdası
Her koğuşta iki katlı ranzalar halinde onar kişi kalırdık. Kavga
gürültü olmazdı. Belli bir anlaşmazlık olduğu zaman da yaşlı adamlar müdahale eder, bir çözüm yolu bulurlardı.
Cezaevi müdürlüğü her gün yemeklerimizi hazırlatır, haftada bir
çamaşırlarımızı toplatıp dışarıda yıkattırırdı. Belli günler de mahkumları
toplayıp şehir hamamına götürürlerdi. Bayramlarda ve bazı özel günlerde
masraflarını kendimizin karşıladığı yemek şölenlerimiz de olurdu.
Sohbet konularımız genellikle yayla günleri ve ailemizle ilgili
olurdu. Dağları ve yayla yaşamını hepimiz derin bir özlemle anardık. Sanki elimizden bizim en güzel hakkımız alınmış gibi hissederdik.
Bazı arkadaşlar da sigarada teselli bulurlardı. Bir gün oturmuş
gök yüzünü seyre dalmıştım. Murşitali köyünden bir arkadaş yaklaştı. Sigara tabağını ve çakmağını cebinden çıkarıp bana uzattı:
“Teşekkür ederim! Ben sigara içmiyorum” diyince arkadaş gülümsedi,
“Sigara içmeyen insan konuşamaz. Konuşamayan insan da dert
yükünden er geç patlar. Yak bir sigara!” diye ısrar etti.
Ben yine ret edince, arkadaş,
“Bak Mele Şevket! Sigara içmek öyle zannettiğin gibi duman
tüttürmek değildir. Bu işin de bir raconu var. Hele tütünden sigara sarmak
her babayiğidin harcı değildir! Ne dediğimi daha iyi anlamak istiyorsan
hareketlerimi iyice izle!
Önce tütün tabağını şöyle eline alıp, kapağını çıtlatarak açacaksın...Sonra içindeki tütünü koklayıp derin bir ooh!,çekeceksin...Sonra tabağı usulca yere koyup, tütün yığını içinde saklı duran sigara kağıdını bir
parmağınla karıştırıp çıkaracaksın...Acele etmeden “bir sigaralık” kağıdı
küçük defterden yırtıp parmaklarına şöyle yerleştireceksin...Tütünü, kağıt
üzerine şöyle istif edip sardıktan sonra, dudağınla hafiften şöyle ıslatıp sigarayı saracaksın...Tütün tabağını özenle kapatıp cebine koyduktan sonra
çakmağını çıkarıp sigaranı yakacaksın...
İşin en zevkli yanı asıl şimdi başlıyor. Sigaradan derin bir nefes
alıp, gözlerini kapayacaksın ve dumanı yavaş yavaş burnunda şöyle çıkaracaksın...İnan bana geriye ne dert ne de ağrı kalıyor...Mübarek duman
hepsini dışarı çıkartıp insanın içini rahatlatıyor...”
Bu çok etkili gösteriden sonra, kendime hemen tütün tabakası
ve çakmak aldırttım. Arkadaşın söylediği gibi her gün özenle ve severek
tütün tabakamı cebimden çıkartıp bir sigara sarıyor, dumanını tüttürerek
içiyordum. Ancak dumanı her yutuşumda gözlerimden yaş gelircesine de149
Şevket Aktaş
rin bir öksürük nöbetine tutuluyordum. Böyle anlarda bu arkadaş yanıma
gelip, eliyle omzuma vuruyor, “Çok iyi! Çok iyi! Bek ne güzel de alışıyorsun!” diyordu.
Bir gün sigara içmediğim halde durup dururken fena bir öksürük
nöbetine yakalandım. Sigara içmeyi beceremeyeceğime karar verip tütün
tabakasını, çakmağı ve tütün paketlerini koğuş arkadaşlarıma dağıttım. O
gün bu gündür, bir daha elimi sigaraya sürmedim.
Sigara içmeye karşı içimde, çocukluk yıllarımda bana anlatılan
bir hikâye nedeniyle hep olumsuz bir duygu taşırdım.
Ermeni milislerin neden olduğu Kuçax köyü katliâmına olaydan
sonra şahit olmuş yaşlı bir amca o gün gördüklerini şöyle anlattırdı:
“Ermeni milisler köylüleri bir araya toplayıp kılıçtan geçirmişlerdi. Çoğunun boğazları kesilmişti. Kadınların ve çocukların boğazları
temiz olmasına karşın erkeklerin boğazları simsiyah bir renkle kaplıydı.
Bunun niçin böyle olduğunu o an anlayamamıştım. Sonradan sigara yüzünden erkeklerin boğazlarının böyle siyah bir ziftle kaplandığını bana
anlatmışlardı”
Bu hikâye farkında olmadan beni sigaraya karşı duyarlı yapmıştı.
Sigara içen herkesin yaşlı bir bilge adamın söylediği şu sözlere
kulak kabartmasını isterim:
Dere içinde yapılan ev, sel malıdır
Yaşlı bir adam kız getirse, el malıdır.
Sigara için masraf edilen para, yel malıdır.
Milan ve Zilan
Kürt aşiretleri, Milan ve Zilan olarak iki kola ayrılırlar. Sakan,
Helikan, Haydaran, Retkan, Burukan ve Gelturan aşiretleri Zilan koluna;
Gêloi aşireti de Milan koluna bağlıdır. Kürtlere yöneticilik yapmış Eyyubi,
Şerafettin Bitlisi ve Bedirxan aileleri de Milan koluna bağlıdırlar.
Gêloi aşireti, İskender (Esko) dedemiz zamanında, İran’ın Mehebad ve Şahpur bölgesini terk edip Iğdır’a gelmiş, Helikan aşireti içinde
kalarak onlarla beraber olmuşlar.
Esko dedemizin Karaçollu (Karaçöllü aşireti), Mıho (Elamıho
aşireti) ve Hüseyin (Geloylu aşireti) adlı üç oğlu varmış. Karaçöllü aşiretinin bir kolu Konya’ya gidip yerleşmiş ve kendilerini orada “Biz Celali
150
Iğdır Sevdası
aşiretiyiz” diye tanıtmışlar. Gaziantep Belediye başkanı Celal Doğan’ın
dedeleri, Konya’dan Antep’e göç eden bu Karaçöllü aşiretine mensupturlar.
Esko dedemizden türeyen üç aşiretin üyeleri arasında birbirlerine
karşı, fiziksel benzerlikten ve kan kaynaşmasından dolayı bir ilgi ve yakınlık olurmuş.
Ahmed Şemo bir gün Erivan’da sokakta dolaşıyormuş. Adamın
biri onu sıkı bir takibe almış. Nereye gitse bu adamda arkasından gidiyor,
Ahmed Şemo’nun yüz hatlarını dikkatle inceliyormuş. Ahmed Şemo, bir
fırsatını bulup bu adamın karşısına dikilmiş:
“Sen bana niye öyle dikkatli bakıyorsun?”
“Hangi aşirettensin?”
“Geloylu aşiretindenim”
“Vayyyy! Nasıl da tahmin ettim! Ben de Karaçöllü aşiretindenim.
Sana kanım kaynadı. Demek ki ikimizde Esko’nun çocuklarıyız, o yüzden!”
Yezidi Ağa ‘Bra Zava’
Yezidilerle, Müslüman Kürtler arasındaki dostluk ilişkisi özellikle çok iyiymiş.
Kerem (Güneş) Bey Cumkan aşiretinden Emer Ağa’nın kızıyla
evlenecekmiş. Kürt geleneklerine uygun olarak birisinin ‘bra zava’ yani
düğün başkanı seçilmesi gerekiyormuş. “Bra zava”nın görevi atlı bir halayla gelini babasının evinden alıp damadın evine getirmektir.
Kerem Bey, “bra zavas”ını Yezidilerin arasından seçer. Eslanı
köyünden Hesen ve Temur ağalara 5 tane koç, bir tosun ve bir atı ‘xelat’
yani hediye olarak gönderir. Bu hediye, “Siz, gelinimizi eve getirecek düğün başkanısınız” anlamına gelir.
Hesen ve Temur ağalar bu teklifle onurlanırlar. Şu koşulu öne sürerler: “Gelini, damat evine teslim edinceye kadar olacak bütün masraflar
bize aittir. Kimse elini cebine atmayacak!”
Eslanı köyünün iki reisi 400 koyunu satıp parasını da ceplerine
koyarlar. Büyük ve zengin bir atlı alayla gelini Kerem Eey’e teslim ederler.
O gün düğün alayının yolunu kesen herkesin gönlü cömertçe hoş
edilmiştir.
Temur Ağa’nın Üzüntüsü
151
Şevket Aktaş
Yezidilerin, yerlerinde yurtlarında kalmasına en istekli olanlardan birisi de Temur Ağa imiş. Yezidilerin ileri gelen bu ağası Kerem Bey’le
olan özel dostluğuna güvenerek savaşın en kritik anında yakınındakilere:
“Ben Kerem Bey’le Ahmed Şemo’nun yanına gidip, ‘Her ne kadar dinimiz ve ibadetimiz farklıysa da biz de Kürdüz, köyümüzde kalmak
istiyoruz’ diyeceğim”, demiş.
Bu umutla yola çıkan Temur Ağa’yı yolda kötü bir sürpriz beklemektedir. Karşı taraftan gelen bir yolcu Kervansaray köyünde, Yezidilerin
iki Müslüman Kürdü öldürdüğü haberini verir. Temur Ağa artık her şeyin
geç olduğunu anlayıp:
“Yazık! Bize de buraları terk etmekten başka seçenek kalmadı!”,
demiş
Hacı Şero’nun Hac Seyahati
Rus yönetimi zamanında Iğdır bölgesindeki Azeri ve Kürt Müslümanların Hacca gitmesi tamamen serbestmiş. İsteyen herkese hemen izin
verilirmiş.
Hac kafileleri Batum’a, oradan da İstabul’a ve nihayet gemiyle
Suudi Arabistan’a giderlermiş.
Akrabalarımızdan Hacı Şerif (Şero) o yıllarda yapmış olduğu
Hac seyahatini şöyle anlatırdı:
“Batum’dan gemiyle İstanbul’a vardık. Hac kafilesi iki gün mola
verdi. Rusya’dan gelmiş Müslümanlar olarak hep birlikte Sultan Reşad’ı
ziyarete gittik. Onurumuza büyük ziyafetler verildi. Gruplar halinde İstanbul’un en güzel camileri ve kutsal yerlerini dolaştık. 2-3 gün kaldıktan
sonra yine gemilerle Cidde’ye doğru yola çıktık. Mekke ve Medine arasındaki 400 km’lik mesafeyi deve ve atla kat ettik. Her gittiğimiz yerde su
sıkıntısı ve kıtlık vardı “
Hacı Şero’nun çocukları bugün Karakuyu köyünde ikamet etmektedirler. Aziz Güney’in annesi Berfo Hanım (Abdi’nin kızı) Hacı
Şero’nun torunudur.
Bu şekilde Haca gidenlerden biriside Çamurlu köyünden Hacı
Ömer Şark’ın dedesi Hacı Yusuf imiş.
Rus yönetimi zamanında, Çarlık hükümeti Iğdır bölgesinden birçok suçluyu ceza olarak Sibirya’ya sürmüş. Geloylu aşiretinden Musa İso
adında bir akrabamız da, adam öldürme yüzünden ceza almış ve Sibirya’ya sürülmüş. İki yıl cezasını çektikten sonra tekrar köyüne dönmüş. Musa
152
Iğdır Sevdası
İso, Hacı Mahir Gelal’in amcasının oğludur.
Yezidi Kızı Nenê
Kural olarak Müslüman Kürtler, Ermeni ve Yezidilerden asla
evlenmezlerdi. Ancak savaş zamanı aileler parçalanınca bazı Yezidi kızlar
ortalıkta mahsur kalmışlar. Aralarından birkaçı Müslüman olup, hali vakti
yerinde olan Kürtlere ikinci eş olarak gelmişler. Bunlardan birisi de Nenê
Hanım’dır.
Mıhê Kazak dedemiz sahipsiz Yezidi kızı Nenê Hanım’ı kendisine eş edinmiş. Bu beraberlikten Cihagir ve Ağa isimli iki oğlu olmuş.
Sonraki yıllar Nenê’yi yaşlı bir kadın olarak görüp tanıma şansım
oldu. Müslüman olmuş, namaz kılıyordu.
Nenê Hanım’ın oğlu Cihangir Bey, bana bir gün şu trajik olayı
anlattı:
“Çocukluk yıllarımda Iğdır’da Reşit Keki adında zengin bir tüccar vardı. Açık alan Markara köprüsünden Rusya’ya canlı hayvan ticareti
yapıyordu.
Akrabalarımızdan 2-3 kişi, Reşit Bey’in koyun sürülerinin başında çoban olarak görev yapıyorlarmış. Bir gün tartı işlemleri nedeniyle
köprünün öte yanına geçmek zorunda kalmışlar. Rus gümrüğü adına işlem
yapan görevli meğerse Iğdır bölgesinden kaçan Yezidilerden imiş! Haliyle
Kürtçe sohbet etmişler. Görevli:
“Nenê adlı bir kız kardeşimiz Türkiye tarafında kaldı. Yıllardan
beridir hiç haber alamadık. Acaba sağ mı, ölü mü?”, diye sorgulamış.
Yapılan tariften bu Nenê’nin Mıhê dedemin hanımı olduğunu
anlayan akrabalarımız:
“Vallahi bu ne tesadüf! Kız kardeşiniz Mıhê Kazak amcamızın
hanımıdır!”
Bu habere çok duygulanan kardeşi oradan ayrılmış ve çok geçmeden elinde sık sıkıya bağlanmış küçük bir kutuyla geri gelmiş:
“Sizden tek ricam bu kutuyu bizden hediye olarak kardeşim Nenê’ye iletmenizdir.”
O yıllar casusluk olaylarının yoğun olduğu ve en ufak bir yanlışlığının idamla sonuçlandığı günlermiş.
Akrabalarımız ellerinde bu emanet kutusuyla Markara köprüsünü
Türkiye giriş yapmak için yürürlerken, haklı bir korkuya kapılmışlar. “Ya
içinde casusluk suçlamasına yol açabilecek bir şey varsa?”
İşte o korkuyla akrabalarım, içinde ne olduğunu bilmedikleri bu
153
Şevket Aktaş
kutuyu Aras nehrinin azgın sularına fırlatmışlar.
Aradan yıllar geçti. Sovyet bloku dağıldı. Gürcistan üzerinden
Ermeniler ve Türkler birbirlerine yolculuk yapabiliyorlardı.
Bir gün Erivan’daki dayımın oğlu uzun araştırmalardan sonra
bizim izimizi bulup Iğdır’a geldi. Kucaklaşıp hasret giderdik. Sohbet sırasında dayımın oğlu şunu anlattı:
“Babam bir zamanlar Kürt çobanlarla size bir kutu göndermişti,
acaba o kutu elinize geçti mi?”
“Hayır, çobanlar korktukları için o kutuyu Aras’a atmışlardı”.
“Yazık! Babam elindeki bütün altınları o kutuya koyup Nenê Halama göndermişti!”
Yezidi Kürtler
Yezidi Kürtlerle Müslüman Kürtler arasındaki tek fark dini ibadetleridir. Müslüman Kürtler Kuran’a, Hz.Muhammet’e ve Allah’ın Birliğine inanırlar. Buna karşın Yezidiler ‘Meleki Tavus’ dedikleri Şeytana
taparlar.
Şeytan, onların nezdinde en kutsal ilahi güçtür. Eğer bir Yezidinin
yanında yanlışlıkla, “Nehlet gelsin şeytana!” deseydiniz bu söz bile başınıza çok ciddi bir bela açabilirdi.
Yezidilerin din adamları “Pir” ismiyle anılır. Müslümanların
Hacca gitmesi gibi onlar da, Kuzey Irak sınırları içindeki Lalış isimli
kutsal mekâna giderler. Yezidi dininin peygamberi Şeyh Hadi çok eskiden
bu yerde yaşamış. Bugün bile Yezidi Pirleri dini icazet almak için Lalış’a
gitmek zorundadırlar.
Aslına bakarsınız tüm Kürtler önceden Zerdüşt dinine inanırlarmış. Hz. Ömer zamanında Kürtlerin büyük bir kısmı Müslümanlığı kabul
etmiş, çok azı da Şeyh Hadi’nin öğretilerini kabul edip Zerdüşt dininden
Yezidi dinine geçmiş.
Yezidi ve Müslüman Kürtler arasında din haricinde geriye kalan
konularda tam bir benzerlik varmış. Konuşulan dil, aşiret yapısı, yaylacılık, kilim, xalice, kofi, dêre, meşk hep aynıymış.
Iğdır bölgesindeki Yezidi aşiretlerinden Zuxuru, Mendiki, Sıbki
gibi isimleri sayabiliriz. Her aşiretin bir ağası ve ona bağlı 5-10 köyü varmış.
Bölgede iç savaş başlayınca Yezidiler Ermenistan’a gitmişler.
Tek tük Yezidi fertleri geride kalmış.
154
Iğdır Sevdası
Motan aşiretinden bir aile, Yezidi köyü Quçê’de yetim kalan 3-4
yaşındaki bir Yezidi çocuğu evlâtlık edinmişler. Bu çocuk Yusuf ismini
alıp uzun yıllar Van ve Muş tarafındaki medreselerde ciddi bir din eğitimi
almış, yanında ders aldığı hocanın kızıyla evlenip bölgede sevilen bir din
alimi olmuş.
Bunun gibi “Ermeni oğlu Hasan” lâkabıyla tanınan ve Ermeni
bir ailenin Orgof’ta geriye bıraktığı yetim bir çocukta büyüdü, Müslüman
oldu ve dükkan açıp ticaret yaptı.
Alıköçek köyüne yakın bir derenin öte yanında Yezidilerin ünlü
Pira (Bendemurat) köyü varmış. Bu köyde sadece Yezidi Pirleri yaşarmış.
Zor, Cihangir Ağa’ya bağlı bir Yezidi köyü imiş. Bunun gibi
Quçê, Güngörmez, Kellehemo, Germeşof da birer Yezidi köyü imiş. Güllük yaylasının diğer tarafında yer alan Eslani köyü de Hesen ve Temur
Ağaların köyü imiş. Sinek bölgesindeki 7-10 köyde Yezidilerin elindeymiş. Obadaki tek Yezidi yerleşim yeri Karakuyu köyü imiş.
Yezidilerle, Müslüman Kürtler arasında can ciğer kirvelik ilişkileri varmış. Ali Mirze Bey’in Yezidi kirvesinin torunu olan Ahmet Gogê
bugün Erivan Kürt Radyosunda spiker olarak görev yapmaktadır.
Ermeni ve Azeri yerleşimi
Iğdır bölgesindeki Ermeniler tamamen obada yerleşik imişler.
Tuzluca tarafında sadece Abbasgölü denilen dağ köyünde Azerilerle karışık olarak yaşarlarmış. Bunun yanı sıra Güllüce ve Mollakamer dağ köyleri de Ermenilerin elindeymiş.
Iğdır bölgesinde; Taşlıca, Sıçanlı, Kızılkule, Karahisar, Alıköçek
ve Kundo Azeri köyleriymişler. Kaça-Kaç sırasında Azeriler bu köyleri
boşaltıp İran’a gitmişler. Kaça-Kaç’tan sonra İran’dan dönen Azeriler,
obadaki köylere yerleşmişler. Örneğin Alıköçek ve Kundo Azerileri Alikamer’; Sıçanlı Azerileri Hakveyis köyüne; Kızılkule Azerileri de Hakmehmet köyüne gidip yerleşmişler. Taşlıça Azerileri, iki ev dışında, İran’dan
geri dönmediler.
Kaça-Kaç döneminde sadece Şamil Bey’e bağlı Tuzluca tarafındaki Azeriler köylerini terk etmediler. Onlar da Şamil Bey’in önderliğinde
güçlerini birleştirip, Ahmed Şemo, Kerem ve Ali Mirze Beylerle bir olup
Ermenilere karşı savaştılar.
Obanın büyük köyleri Halfeli, Hoşhaber, Taşburun, Alikamer,
Hakveyiz, Alıkızıl, Tecirli, Alican, Murşitali ve Evci Ermeni köyleriymiş.
155
Şevket Aktaş
Buna karşın Küllük, Çarıkçı, Kiti,
Kuzugüden, Cennetabat ve Arapkir
de Azeriler oturuyormuş.
Iğdır’ın zenginleri
40’lı yıllarda Iğdır’ın zenginleri arasında Kerem Bey, Ahmed
Şemo, Hacı Temır (Güney), Cihan- Soldan sağa: Eyüp Artışık ve Şevket Aktaş
gir Turan’ın babası İsa Bey, Evci
köyünden Musa Malgaz’ın babası Esed Bekıre Xeyo, Kıraçbağı köyünden
Hemide Hacı Osman, Hacı Yusuf, Alkamer’den Hacı Bağçeli Ağırkaya
ve oğulları, Hakveyis’ten Meşhedi Kerem, Karakoyun’dan Rıza Yalçın ve
Osman Ataman gibi isimleri sayabiliriz.
Değişen Cesaretin Tanımı
Kürt aşiretleri için “cesaret” eskiden farklı bir anlam taşırdı. Göçebe yaşam nedeniyle olsa gerek, başkalarının malına özellikle hayvanlarına el koymak veya buna cüret etmek bir “cesaret” belirtisi olarak kabul
edilir ve anlatılırdı. “Falanca gitmiş, ta İran’dan yüz tane at çalıp getirmiş”
gibi bir söz aşağılamaktan ziyade bir övme ve hayranlık ifade ederdi. Ama
şimdilerde “cesaret” anlamını değiştirdi.
“Öyle cesur adam ki hiç hırsızlık yapmıyor” şeklinde kullanılır
oldu.
156

Benzer belgeler

17. Mahmut Alar

17. Mahmut Alar dik. Geçmişin unutulmuş tozlu sayfalarını o çevirdi ben dinledim:

Detaylı