cerrahi bakım ve yaşam kalitesi sempozyumu 04 mayıs 2012

Transkript

cerrahi bakım ve yaşam kalitesi sempozyumu 04 mayıs 2012
CERRAHİ BAKIM VE YAŞAM KALİTESİ
SEMPOZYUMU
04 MAYIS 2012
Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları
Hemşireliği Anabilim Dalı tarafından Türk Cerrahi ve Ameliyathane
Hemşireleri Derneği ve Sağlıkta Yaşam Kalitesi Derneği desteği ile
düzenlenmektedir
MANİSA
CERRAHİ BAKIM VE YAŞAM KALİTESİ SEMPOZYUMU
04 Mayıs 2012
C.B.Ü. Süleyman Demirel Kültür Merkezi/MANİSA
SEMPOZYUM DÜZENLEME KURULU
BAŞKAN
Prof. Dr. Zeki ARI
SEKRETER
Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇEÇEN
DÜZENLEME KURULU ÜYELERİ
Doç. Dr. Meryem YAVUZ
Doç. Dr. Fatma DEMİR KORKMAZ
Doç. Dr. Şenay KAYMAKÇI
Yrd. Doç. Dr. Adalet KUTLU
Yrd. Doç. Dr. Emel YILMAZ
Yrd. Doç. Dr. Hakan BAYDUR ( SAYKAD adına)
BİLİMSEL KURUL
Prof. Dr. Güler AKSOY
Prof. Dr. Neriman AKYOLCU
Prof. Dr. Fatma ETİ ASLAN
Prof. Dr. Ömer AYDEMİR
Prof. Dr. Nurhan BAYRAKTAR
Prof. Dr. Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ
Prof. Dr. Teoman COŞKUN
Prof. Dr. Nalan ÖZHAN ELBAŞ
Prof. Dr. Fethiye ERDİL
Prof. Dr. Erhan ESER
Prof. Dr. Sevgi HATİPOĞLU
Prof. Dr. Nevin KANAN
Prof. Dr. Süreyya KARAÖZ
Prof. Dr. Talha MÜEZZİNOĞLU
Prof. Dr. Deniz ŞELİMEN
Prof. Dr. İdil TEKİN
Prof. Dr. Levent YOLERİ
Doç. Dr. Sevim ÇELİK
Doç. Dr. Koray ERBÜYÜN
Doç. Dr. Neziha KARABULUT
Doç. Dr. Özgül KARAYURT
Doç. Dr. Nadiye ÖZER
Doç. Dr. Deniz ÖZTEKİN
Doç. Dr. Özge UZUN
Doç. Dr. Ayla YAVA
Bilimsel kurul soyadı sırasına göre alfabetik olarak oluşturulmuştur.
04 MAYIS 2012 SEMPOZYUM PROGRAMI
08.30-09.00
09.00-09.30
09.30-10.15
10.15-10.45
10.45-11.30
11.30-12.15
12.15-13.15
13.15-14.45
14.45-15.00
15.00-16.30
16.30-17.30
17.30-18.00
Kayıt
Açılış Konuşmaları
Prof. Dr. Zeki ARI
C.B.Ü Manisa Sağlık Yüksekokulu Md.
Prof. Dr. Ömer AYDEMİR
Sağlıkta Yaşam Kalitesi Derneği Bşk.
Doç. Dr. Şenay KAYMAKÇI
Türk Cerrahi ve Ameliyathane Hemşireleri Derneği Bşk. Yrd.
Konferans: Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kavramsal temelleri
Oturum Başkanı/ Konuşmacı: Prof. Dr. Erhan ESER
ARA
Konferans: Türkiye’de hemşirelik alanında yaşam kalitesi
Oturum Başkanı/ Konuşmacı: Prof. Dr. Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ
Cerrahi hemşireliği ve yaşam kalitesi ile ilgili yapılan çalışmalar
Ulusal ve Uluslararası Boyut
Oturum Başkanı: Doç. Dr. Şenay KAYMAKÇI
Konuşmacılar: Yrd. Doç. Dr. Emel YILMAZ- Ulusal Boyut
Yrd. Doç. Dr. Adalet KUTLU- Uluslararası Boyut
ÖĞLE YEMEĞİ
Cerrahi uygulama alanlarında yaşam kalitesi
Oturum Başkanları
Prof. Dr. Teoman COŞKUN
Yrd. Doç. Dr Türkan ÖZBAYIR
Kronik yaralar ve yaşam kalitesi
Doç. Dr. Filiz ÖĞCE
Meme kanseri ve yaşam kalitesi
Doç. Dr. Özgül KARAYURT
Stomalı hastalarda yaşam kalitesi
Yrd. Doç. Dr. Fatma VURAL
Organ transplantasyonu ve yaşam kalitesi
Yrd. Doç. Dr. Esma ÖZŞAKER
ARA
Oturum Başkanları
Prof. Dr. İdil TEKİN
Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇAKIR UMAR
Kalp damar cerrahisinde yaşam kalitesi
Doç. Dr. Fatma DEMİR KORKMAZ
Yaşlı cerrahisinde yaşam kalitesi
Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇEÇEN
Üroloji’de yaşam kalitesi
Yüksek Hemşire Zeynep DEMİRAY
Plastik cerrahisi uygulamalarında yaşam kalitesi
Yrd. Doç. Dr. Özlem BİLİK
Bildiri Sunumları
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Eray KARA
Yrd. Doç. Dr. Yelda CANDAN DÖNMEZ
NE YAPMALI?
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Erhan ESER
Prof. Dr. Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ
ÖNSÖZ
Günümüzde ”öznel sağlık algısı ya da yaşam kalitesi” kavramı, cerrahi kliniklerde hasta
merkezli bakım yaklaşımının giderek benimsenmesi nedeniyle önem kazanmaktadır.
Cerrahi alanda yaşam kalitesinin değerlendirilmesi, bakım gereksinimlerinin
belirlenmesinin yanı sıra bakım hizmetlerinin geliştirilmesini de sağlamaktadır.
Cerrahi hemşireleri olarak, cerrahi girişim nedeniyle yaşam kalitesi etkilenen hastaların
bakımı ile ilgili sorunları tartışmak ve deneyimlerimizi paylaşmak amacıyla şehzadeler
şehri Manisa C.B.Ü Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde sizlerle birlikte olmaktan onur
ve mutluluk duyuyoruz.
Bu amaca yönelik olarak düzenlediğimiz Cerrahi Bakım ve Yaşam Kalitesi
Sempozyumu’nda iki konferans, üç panel, bir kurs, bir forum ve sözel bildiri sunumları
yapılacaktır.
Sempozyumun düzenlenmesinde destek veren değerli hocalarımıza, bilimsel kurulumuza,
değerli bilgilerini bizlerle paylaşan tüm konuşmacılarımıza, bildiri ile ve dinleyici olarak
gelen tüm katılımcılarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Sempozyumda sunulan tüm bilgilerin toplandığı bu kitabın meslektaşlarımıza yararlı
olmasını diliyoruz.
İÇİNDEKİLER
KONFERANSLAR KONUŞMA METİNLERİ
Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesinin Kavramsal Temelleri
Erhan ESER ……………………………………………………………………………………......
Türkiye’de Hemşirelik Alanında Yaşam Kalitesi
Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ……………………………………………………………………......
PANEL BİLDİRİLER
Cerrahi Hemşireliği ve Yaşam Kalitesi İle İlgili Yapılan ÇalışmalarUlusal Boyut- Emel YILMAZ…………………………………………………………………....
Cerrahi Hemşireliği ve Yaşam Kalitesi İle İlgili Yapılan Çalışmalar- Uluslar Arası
Boyut - Adalet KOCA KUTLU………………………………………………………...............
Kronik Yaralar ve Yaşam Kalitesi
FilizÖĞCE………………………………………………………………………………………......
Meme Kanseri ve Yaşam Kalitesi
Özgül KARAYURT ……………………………………………………………………………......
Stomalı Hastalarda Yaşam Kalitesi
Fatma VURAL………………………………………………………………………………….......
Organ Transplantasyonu ve Yaşam Kalitesi
Esma ÖZŞAKER…………………………………………………………………………………....
Kalp Damar Cerrahisinde Yaşam Kalitesi
Fatma DEMİR KORKMAZ……………………………………………………………………......
Yaşlı Cerrahisinde Yaşam Kalitesi
Dilek ÇEÇEN ……………………………………………………………………………………
Üroloji’de Yaşam Kalitesi
Zeynep DEMİRAY……………………………………………………………………………….....
Plastik Cerrahi si Uygulamalarında Yaşam Kalitesi
Özlem BİLİK……………………………………………………………………………………......
SÖZEL BİLDİRİLER
Ameliyathane Hemşirelerin Ameliyatların Büyüklüğüne Göre Harcadıkları
Zamanın Analizi
Yıldırım SEVİNÇ, Sinan LEYLA ………………………………………………………….........
Meme Kanserli Hastaların Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi
Türkan ÖZBAYIR, Burçak ŞAHİN KÖZE, Damla ŞANCI, Derya MORADİ………......
Yoğun Bakımda Çalışan Hemşireler İle Yataklı Servislerde Çalışan Hemşirelerin
Yaşam Kalitelerinin Karşılaştırılması
Rabia SARI, Ayşegül YILMAZ, Dilek KÖKKAYA, Sebahat KÖKER, İbrahim YILMAZ,
Gözde KÖMÜR, Selin KAYA, Şaban EKER ……………………………………………….......
Hemşire ve Hastaların Postoperatif Ağrı Değerlendirmelerinin Karşılaştırılması
Buket UYAR, Selcan DÜNDAR ……………………………………………………………........
Celal Bayar Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde Çalışan
Hemşirelerin Çalışma Yaşamlarının Yaşam Kalitelerine Etkisi
Sergül KURBAN, Dilek ÇEÇEN, Nilüfer KARABAĞ, Nimet PETEK, Selvinaz ÇALKAN
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hastanesi Cerrahi Kliniklerinde Yatan Hastaların
Öğrenci Hemşirelerden Memnuniyeti
Hüsniye AŞIK ……………………………………………………………………………………......
2
5
11
19
22
29
33
39
52
60
68
73
77
78
79
80
81
82
Manisa İli Hastanelerinde Çalışan Yönetici Hemşirelerin İş Yaşam Kalitelerinin
Belirlenmesi
Selçuk DEMİRLER, Adalet KOCA KUTLU ………………………………………………….......
Histerektomi Yapılmış Kadınlarda Cinsel İşlev Bozukluğu ve Yaşam Kalitesi
Emel YILMAZ, Burcu KARATAŞ, Muzaffer SANCI ………………………………………......
Pilonidal Sinüslü Hastalarda Yaşam Kalitesi
Tuğba AŞKIN, Emel YILMAZ ………………………………………………………………........
Üriner İnkontinansı Olan Kadınlarda Üriner İnkontinansın Risk Faktörleri ve
Yaşam Kalitesine Etkisi
Emel YILMAZ, Ayşegül MUSLU, Elif ÖZCAN…………………………………………….......
Venous Insuffıcıency Epidemıologıcal and Economıc Study Qualıty of
Lıfe/Symptoms (VEINES-OoL/Sym)- Ölçeğinin Türkçe Sürümünün Geçerlilik Ve
Güvenilirliği
Adalet KUTLU, Emel YILMAZ, Dilek ÇEÇEN, Alper ÖZBAKKALOĞLU, Erhan ESER
83
84
85
86
87
SAĞLIKLA İLGİLİ YAŞAM KALİTESİ
Prof. Dr. Erhan Eser
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. Manisa.
Sağlıkta Yaşam Kalitesi Derneği (SAYKAD) Yönetim Kurulu Üyesi
[email protected], [email protected]
Yaşam Kalitesi :
Neden?
Yaşam süresinin uzaması ve yeni tedavi alternatiflerinin uygulanmaya başlanması,
sağlık hizmeti çıktısının ölçümünde geleneksel göstergelerin yetersiz kalmasına yol açmıştır.
Kökleri çok öncelere gitmekle birlikte 1980 ‘lerden başlayarak, bir klinik uygulamanın ya da
sağaltım alternatifinin başarısı veya başarısızlığı, biyolojik ve demografik göstergelere ek
olarak, o hastanın yaşam kalitesine yaptığı olumlu veya olumsuz gelişmelerle de
değerlendirilmeye başlanmıştır. Yani sağlık girişiminin başarısı, hastalığın yol açtığı ağrı,
halsizlik ve yeti yitimi (disabilite) ve daha geniş olarak da bireyin bedensel, psikolojik ve
sosyal iyilik durumu ile değerlendirilmelidir.
Nedir?
Yaşam Kalitesi (YK), mutlu olma ve yaşamdan hoşnut olmayı içeren, genel olarak “iyi olma
durumu” olarak kullanılan bir terimdir. Bir çok farklı tanımı olsa da “Sağlıkla İlgili Yaşam
Kalitesi (SYK)”, yaşamın çeşitli boyutları açısından kendinden hoşnut olabilmek ya da kişinin
yaşamdan beklentileri ile elde edebildikleri arasındaki fark olarak tanımlanabilir. Bu tanımlar,
SYK kavramının öznelliğini açıklıkla ortaya koyar. Sağlıkla ilgili bireysel (klinikte) ve
toplumsal müdahalelerin (tedavi, program vb.) başarının değerlendirilmesinde iki ayrı grup
tamamlayıcı ölçüt kullanılmaktadır. Bunlar, Nesnel (objektif) ölçütler ve Öznel (subjektif),
yani “Hasta tarafından Bildirilen Sonuçlar (HBS)”dir. İngilizcede bu ölçütlere Patient
Reported Outcomes (PRO) denir. HBS göstergeleri ise kendi içinde iki alt kategoride
incelenirler. Bunlardan birisi İşlevsel (fonksiyonel) ölçütler, diğeri de SYK ölçütleridir.
Birinci grupta yer alan işlev yitimini ölçen gereçler çoğu zaman “yanlışlıkla” SYK ölçekleri
içinde değerlendirilirler. Oysa belirli bir eylemi geçekleştirememek (belirli bir mesafeyi
yürümek, bir işi başarabilmek vb.) bir işlev kaybı olarak değerlendirilirken, bu eylemi yerine
getirememenin kişinin yaşamının niteliği üzerine olan algılanan etkisi yaşam kalitesidir.
Ölçümü?
SYK’nin sağlık bilimlerinde bir sonuç göstergesi olarak yaygın kullanımına karşın gerek
kavramsal anlamda gerekse bunu ölçmede kullanılacak en uygun yaklaşımın belirlenmesi
anlamında henüz yeterli düzeyde bir fikir birliği sağlanamamıştır. Bununla birlikte, SYK
hiçbir zaman geleneksel sağlık göstergelerinin bir alternatifi olmamalı ve ancak başarının
değerlendirilmesinde bir tamamlayıcı ölçüt olarak kabul edilmelidir.
Yaşam Kalitesi skorlarında dört çeşit farklılık gözlenebilir. Bunlar, birey düzeyde elde
edilen kesitsel ve ileriye dönük farklar ve grup/toplum düzeyinde yine kesitsel ve ileriye
dönük farklardır.
SYK tek bir sayı (indeks ölçüt) ile veya bir profil ile ölçülebilir.
İndeks ölçütler,
 doğrudan (Görsel Eşdeğerlik Ölçekleri = Visual Analog Scales veya tercihe dayalı
ölçekler) veya
 dolaylı yoldan (birden çok indeks ölçütün toplanmasıyla) ölçülür.
2
Profil Ölçütler ise,
SYK ‘nin bütününü belirleyen alt bileşenlerden oluşurlar. Bu alt bileşenlere boyut
(dimension) veya alan (domain, veya scale), bunların da alt bileşenlerine ise bölüm (facet
veya sub-scale)) denir. Profil ölçeklerin genellikle bir toplam puanı yoktur.
Ölçek ister indeks olsun isterse profil, SYK ölçüm araçları şekil ve görünüm açısından,
Genel amaçlı (generic) ve Özel amaçlı (specific) ölçekler olarak iki ana sınıfa ayrılır.
Genel amaçlı ölçütler, SYK ilgilendiren geniş bir işlev kaybı ve genel olarak
rahatsızlık spektrumunu içermeleri nedeniyle, toplumun tüm kesimlerinde; tüm hastalıklar ve
durumlarda; çeşitli tıbbi girişimlerde kullanılırlar. Genellikle bunlardan içerdikleri boyut/alan
sayısı kadar puan elde edilir. Yaygın olarak kullanılan SF-36, SF-12, Dünya Sağlık Örgütü
SYK ölçeği (WHOQOL), Nottingham Sağlık Profili, Hastalık Etki Profili (Sickness Impact
Profile) bu kategoriye örnek oluştururlar. Genel ölçütler içinde –bazı kaynaklara göre özel
ölçütler olarak sınıflansalar da- bazı yaş grupları ve nüfus grupları için geliştirilmiş ölçekler
de sayılabilir. Belirli bir nüfus grubuna özel olanlar için, çocuklara (KINDL, Kidscreen, CHQ,
Disabkid, Pedsqol); yaşlılara (WHOQOL-OLD); ergenlere (Kiddo-KINDL, Kidscreen,
PedsQoL, Life Satisfaction Index for Adolescents) özel ölçekler örnek verilebilir.
Özel Amaçlı Ölçütler ise, belirli bir duruma veya hastalığa özel veya belirli bir işleve
özel ölçekler olarak farklılaşırlar. Örneğin, WHOQOL-DIS engelliler, DLQI genel dermoloji,
VSQ25 ise genel göz hastalıkları ölçekleridir. Bunun yanında hemen her hastalığa (ör:
epilepsi, diyabet, romatoid artrit), duruma (ağrı) ve işleve (cinsel işlev, emosyonel durum,
uyku) özel ölçekler de bulunmaktadır. Nöroloji alanında 100’e yakın HBS (fonksiyonel veya
yaşam kalitesi ) ölçeği mevcuttur (Bknz Ek tablo). Bunlardan 26 ölçeğin Türkçe sürümü
bulunmaktadır. Ancak geçerlilik çalışması yapılan ölçek sayısı 10’dur. Diğer tıp disiplinleri
ile karşılaştırıldığında Türkiye’de bu sayı önemli olarak kabul edilebilirse de Nöroloji bilim
alanın yaşam kalitesi ile ilişkili geniş yelpazesi bu sayının yeterli olamadığını
düşündürmektedir. Örneğin Türk Epilepsi ve Parkinson hastaları için kullanılabilir bir ölçeğin
bulunmaması önemli bir eksik olarak dikkati çekmektedir.
SYK değerlendirme ölçekleri için bir diğer sınıflama da ölçeğin “tercihe dayalı
(preference/utility based” olup olmamasına göre yapılır. Yukarıda sözü edilen ölçekler
“tercihe dayalı olmayan” ölçeklerdir. Bu sınıflamada ikinci bir ana grubu ise “tercihe dayalı
ölçekler” oluşturur.
Tercihe dayalı ölçekler (indeks ölçütler sınıflamasına girerler) sağlık ekonomisi
alanında geliştirilen teorilere dayanılarak geliştirilmiş olan, Maliyet Yararlanım (cost utility)
analizlerinde kullanılan ve en önemlisi Kalite Eklenmiş Yaşam Yılları’nı (QALY)
hesaplamaya olanak tanıyan ölçekleridir. SYK 0 ile 1 arasında tek bir puana indirgenir.
Kabaca değinmek gerekirse, ya puanları önceden belirlenmiş işlevlerle ilgili sorulara verilen
yanıtlara göre ya da YK ‘nin farklı yönlerine verilen puanlara göre değerlendirilirler. Burada
“0” ölümü, “1” tam iyilik halini ifade eder. 0 ile 1 arasındaki utilite puanının oluşturulması
için bazı tercih yaklaşımları kullanılır. Bu ölçekler içinde en sık kullanılanları [(Quality of
Well-Being Scale, EuroQol Instrument (EQ 5-D) ve Health Utility Index (HUI) ] dir.
Yaşam kalitesini etkilediği varsayılan klinik durum ve girişimlerin sonuçlarının
ölçümünde genellikle bir genel amaçlı ve en az bir hastalığa (duruma) özel ölçek kullanılması
önerilmektedir. Hastalıkların veya tıbbi / cerrahi girişimlerin sonuçlarının genellikle kişinin
yaşamını bir bütün olarak etkileme olasılığı nedeniyle Genel amaçlı ölçekler, yapılan tıbbi
girişime bağlı değişimi daha duyarlı olarak ölçebilmeleri nedeniyle de hastalığa ve duruma
özel ölçekler kullanılır.
Yaşam kalitesi ölçekleri klinikte genellikle bir müdahalenin etkisini ölçmekte
kullanıldığından, başlangıç ölçümünün ne zaman yapılacağını özenle belirlemek gereklidir.
Bu ilk ölçüm, daha sonra yapılacak izleyen ölçümler için rehber olacaktır. İzleyen ölçümleri
hastalığın seyri ve sağaltımın etkisini (değişime duyarlılığını-yanıtlılığını) ölçmeye yetecek
3
sıklıkta tekrarlamak gerekir. Diğer taraftan, ölçümleri yorumlarken mutlaka bireylerin
sosyoekonomik göstergeleri hesaba katılmalıdır. Alt sosyoekonomik statüdeki bireylerin ve
bazı demografik grupların (kadınlar, yaşlılar gibi) genel yaşam kalitesi puanlarının
diğerlerinden daha düşük olduğu unutulmamalıdır.
Kullanımı?
Yaşam Kalitesi araştırmalarında dikkat edilmesi gereken noktalar ise şu şekilde sıralanabilir:
1- Yaşam kalitesi düzeylerinde önemli farklılık beklediğiniz araştırmaları tercih edin.
2- İdeal araştırma, yaşam kalitesini yaşam beklentisi ile karşılaştırırken, diğer klinik
parametreleri ve fizyolojik değerleri de kapsamalıdır.
3- Yaşam kalitesi araştırmaları çoğunlukla örnek büyüklüğünün artmasını gerektirmez. Aynı
bireylerde yapılan tekrarlayan ölçümler bu gereksinimi sınırlar.
4- Geçerli ve güvenilir olan yaşam kalitesi ölçeklerini kullanın. Kullandığınız ölçeğin
özelliklerini ve sınırlılıklarını bilin.
5- Başlangıç ölçümünün ne zaman yapılacağına özenle belirleyin. Bu ilk ölçüm izleyen
ölçümler için size rehber olacaktır.
6- Ölçümlerinizi hastalığın seyri ve sağaltımın etkisini ölçmeye yetecek sıklıkta tekrarlayın.
Ölçümleri bazı hastaları hastalıkları şiddetlendiği zaman, bazılarını da iyi hissettikleri zaman
yapmaktan kaçının.
7- İki ölçüm arasındaki sürenin 2-4 hafta olması genellikle önerilir. Müdahalenizin etkisi
ölçmek istiyorsanız, ölçümünüzü girişimden hemen sonra ve bir sonraki girişimden hemen
önce yapınız.
8- Hastaların tümünü hastalıklarının doğal sonucuna veya sağaltımın etkisi tamamen
geçinceye dek izleyin.
9- Verilerinizi yalnızca ortalama hesaplayarak analiz etmeyin. Çok değişkenli varyans
analizlerini tercih edin.
10- Son olarak da, yalnızca ölçeğin toplam puanı ile yetinmeyip, varsa alt boyut puanlarını da
inceleyin.
4
TÜRKİYE’DE HEMŞİRELİK ALANINDA YAŞAM KALİTESİ
Prof. Dr. Rukiye Pınar
Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri Bölümü
Aristo’ya kadar uzanan felsefi tartışmalardan kaynağını alan yaşam kalitesi kavramı
günümüzde farklı çevrelerin üzerinde yoğunlaştıkları alan olarak dikkat çekmekte, felsefe,
sosyoloji, sinema, mimarlık, psikoloji ve politikanın yanı sıra sağlık alanında da giderek artan
bir şekilde kullanılmaktadır. Yaşam kalitesi kavramının içeriğinde çeşitli halk katmanlarının
mutluluğu ve esenliğinden, çevresel kalite ve ekolojik yapılara dek uzanan çok çeşitli ve
seçkisel değişkenler yumağını bulmak mümkündür (1-2).
Yaşam kalitesine ilişkin sistemli çalışmalar 1960’lı yıllarda ABD başlamış, halkın
yaşam kalitesinin iyileştirilmesi amacıyla hükümet tarafından daha iyi kazanç, daha iyi
eğitim, daha iyi barınma ve sağlık koşulları gibi objektif göstergeleri içeren reform paketi
hayata geçirilmiştir. 1970’li yıllarda psikoloji alanında yaşam kalitesi çalışmalarına ilgi
artmış, psikologlar yaşam kalitesinin barınma, gelir gibi objektif durumların ötesinde barınma
ve gelir durumundan doyum bulup bulmama ile ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir.
Psikologlara göre yaşam kalitesi bireyin kendi yaşamına ilişkin doyumu ve mutluluk durumu
ile ilişkilidir (3).
Yaşam kalitesine ilişkin farklı disiplinlerde yapılan çalışmalarda kavram farklı
perspektiflerden ele alınmış, bu farklı yaklaşımlar kavramın bir dereceye kadar çakışan, ancak
eş anlamlı olmayan şekillerde tanımlanmasına neden olmuştur. Günümüzde de birçok tanım
bulunmasına rağmen, yaşam kalitesinin evrensel olarak kabul görmüş bir tanımı yoktur.
Mevcut tanımların da mutluluk, memnuniyet, yaşam doyumu, pozitif etki, negatif etki, bilişsel
değerlendirme, sağlık, öznel ve psikolojik iyilik hali, sosyal yararlılık, duygusal ve ekonomik
statü gibi birçok faktörden kaynağını aldığı görülmektedir (4-9). Hörnquist’e göre (4); yaşam
kalitesi değerlendirmelerinde bu alanlarının hepsi incelenmelidir. O’na göre, yaşam
kalitesinin farklı boyutları, bir bahçe içindeki farklı meyvalara benzer. Sonuçta elmalar elma,
armutlar armut olarak kalır, ilişkili yönleri, aynı bahçe içinde olmaları ve meyva olmalarıdır.
Bu nedenle yaşam kalitesini etkileyeceği düşünülen alanlar da birbiriyle ilişkili olsun ya da
olmasın incelenmek durumundadır. Tanımların ortak noktalarına bakıldığında yaşam kalitesi
“bireyin kendi yaşamını nasıl algıladığıdır, her algı gibi bireye özel ve subjektiftir”,“bireyin
sahip oldukları ile hayal ettikleri arasındaki dengedir”, “mutluluk, doyum ve uyumdur”,
“bireyin kendini iyi hissetmesidir” ve “bireyin kendi yaşamına ilişkin doyumu ve mutluluk
durumudur”.
Yaşam kalitesinin sosyal bilimlerde kullanılması tıp ve hemşirelik bilimlerini de
etkilemiş; sınırlı sağlık kaynaklarının dağılımı, klinik karar vermenin kolaylaştırılması,
bağımsız karar vermesi yönünde hastalara yardım edilmesi amaçları ile çeşitli hastalık
durumlarında, farklı tedavi yaklaşımlarının etkinliğinin karşılaştırılmasında ve hastaya uygun
tedavi kararlarının verilmesinde yaşam kalitesi araştırmaları yapılmaya başlanmıştır (5, 10).
Bu durum sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi kavramını (SİYK) gündeme getirmiştir (9, 11).
Yaşam kalitesinin sağlıkla ilişkilendirilmesi esasen Dünya sağlık örgütü’nün (DSÖ)
1946 yılında sağlığı “yalnızca hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, aynı zamanda fiziksel,
ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali” olarak tanımlaması ile olmuştur
(http://www.who.int/governance/eb/who_constitution_en.pdf, Erişim tarihi: 20 Nisan 2012).
Ancak yaşam kalitesinin ilk kez sağlık alanında dile getirilmesi Yeni Delhi’de 1959 yılında
yapılan “Uluslar arası Planlanmış Anne-Babalık Konferansı” nda ele alınmış, konferansta
hızlı nüfus artışının olası sonuçlarından söz edilerek sayıdan ziyade nüfusun kalitesinin ön
5
planda olması gerektiği vurgulanmış ve konferans notları aynı yıl yayınlanmıştır (12).
Long’un 1960 yılında Medical Times’ta yayınlanan “on the quantity and quality of life” isimli
makalesinde sayı ve kalite kavramları ele alınmış (13); 1966 yılında ise Elkinton’un
“medicine and the quality of life” makalesi ile yaşam kalitesinin sağlıktaki yeri artık
tartışılmaya başlanmıştır (14).
Carr, Gibson ve Robinson’a (15) göre SİYK, bir kişinin sağlık, hastalık, sakatlık ve
tedavinin etkinliği gibi doğrudan veya dolaylı subjektif deneyimlerini tanımlamak için
geliştirilmiş bir kavramdır. Ferrans ve ark. (11) SİYK kavramını, kişisel özellikleri ve yaşanan
çevreyi dikkate alarak, bireylerin biyolojik fonksiyonları, hastalık semptomları, fonksiyonel
durum ve genel sağlık algısının etkileşimi modeliyle açıklamıştır. DSÖ 1995 yılında yaşam
kalitesini “Bireyin yaşadığı kültürel yapı ve değerler sistemi içinde amaçları, beklentileri,
kriterleri ve sosyal ilişkilerine yönelik algısı” olarak tanımlamıştır. Kültürel yapıdan ilk defa
DSÖ’nün tanımında söz edilmiştir. DSÖ’ye göre yaşam kalitesi bireyin fiziksel sağlığından,
psikolojik durumundan, bağımsızlık düzeyinden ve içinde bulunduğu çevrenin özelliğinden,
çevre ile ilişkilerinden etkilenir. Burada öncelikle yaşam kalitesinin subjektif doğasına
değinilmekte, bu deneyimi bireyin daha önceki deneyimlerinin, mental durumunun, kişilik
yapısının ve beklentilerinin etkileyebileceği ifade edilmekte, takiben gereksinimlerin yaşam
kalitesini önemli ölçüde etkilediğinden söz edilmektedir. Böylece yaşam kalitesinin subjektif
tanımı objektifliğe doğru değişmektedir, o halde yaşam kalitesinin subjektif ve objektif
bileşenleri vardır (16):
Hemşirelikte yaşam kalitesine yönelik uğraş verme, hastayı rahatlatmaya yardım
etme, uygun bakım verme ve tamamı hemşireliğin alanı içinde olan yaşamın biyolojik, psikososyal ve sosyo-kültürel yönünü içeren esenlik durumunu yükseltmeyi hedefleyen
hemşireliğin gerekliliğini ifade etme gerçeğine dayanmaktadır (1).
Hemşire kuramcılardan Rogers (17) ve King (18) yaşam kalitesini yaşam doyumu
olarak ele almışlardır. Yaşam kalitesi ile yoğun olarak ilgilenen bazı araştırmacılar da bu
bakış açısını benimsemişlerdir. Örneğin Moons ve ark. (19) yaşam doyumunun yaşam
kalitesini tanımlamada en uygun yaklaşım olduğunu belirtmiştir. Buna karşın Meeberg (20)
yaşam doyumunun yaşam kalitesi ile aynı anlama gelmediğini ifade etmiştir. Meeberg’e göre
subjektif göstergeler doğrudan yaşam deneyimlerini ifade eder, halbuki objektif göstergeler
deneyimleri etkileyen tüm şeyleri ifade eder. Diğer taraftan hastalık, sakatlık ya da kayıp
bağlamında yaşam kalitesinin objektif parametlerini ölçen birçok değerlendirme aracı
mevcuttur. Buna karşın, objektif ölçütler sıklıkla sağlık durumunun subjektif değerlendirme
ve göstergelerini yansıtır.
Farklı disiplinlerde yaşam kalitesinin ne olduğu konusunda görüş ayrılıklarının aksine,
hemşire kuramcılardan Rogers, King, Peplau, Leininger ve Parse’nin (17-18, 21-23) yaşam
kalitesinin tanımları arasında fikirbirliği olduğu görülmektedir. Tüm bu kuramcılar yaşam
kalitesini bireyin subjektif deneyimi olarak ele almışlardır. Ancak hem sosyal bilimlerde hem
de hemşirelik biliminde sağlık ve yaşam kalitesi arasındaki farklılık ve ilişkilerin ne olduğu
konusunda keskin sınırlar yoktur; bu iki kavram anlam olarak farklı olmalarına karşın güçlü
ilişkiler içindedirler (24). Bu nedenle bütüncül bir bakış açısı ile DSÖ’nün tanımında ifade
edildiği gibi, hemşireliğin çalışma alanı insanın olduğu her yerde ve her zaman sağlığın yanı
sıra yaşam kalitesinin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi yönünde olmalıdır.
SİYK ölçümlerinin değerlendirilmesinde genel amaçlı ve özel amaçlı (spesifik)
ölçekler kullanılabilir. Genel amaçlı ölçekler, toplumun tüm kesiminde ve tüm hastalık ve
durumlarda kullanılır. Genel amaçlı ölçekler tercihe dayalı ve tercihe dayalı olmayan ölçekler
olmak üzere kendi aralarında iki alt gruba ayrılır. Tercihe dayalı ölçekler sağlık ekonomisi
alanında geliştirilen teorilere dayanılarak geliştirilen, maliyet fayda analizlerinde kullanılan ve
kalite eklenmiş yaşam yıllarını hesaplamaya olanak sağlayan ölçeklerdir. Tercihe dayalı
olmayan ölçekler ile yaşam kalitesinin değişik yönleri değerlendirilebilir. Bu ölçeklerden en
6
yaygın kullanılanları Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği, SF-36 Yaşam Kalitesi
Ölçeği, Nottingham Sağlık Profili ve Hasta Etki Profili’dir (25).
Özel amaçlı ölçekler ise belli bir hastalığa, belli bir gruba, belli bir işleve (seksüel
fonksiyon) veya belli bir probleme özel (ağrı gibi) ölçekler olarak gruplanırlar. Kanserli
Hastalara Bakım Verenlerde Yaşam Kalitesi Ölçeği (The Caregiver Quality of Life Index
Cancer Scale -CQOLC-) kanserli yakınlarına bakım verenlere özel, BD-QoL Behçet
hastalığına özel, Kiddo-KINDL ergenlere özel, WHOOQL yaşlılara özel yaşam kalitesi
ölçekleridir. Yaşam kalitesinin etkilediği varsayılan klinik durum ve girişimlerin ölçümünün
değerlendirilmesinde genellikle bir genel amaçlı bir de en az bir hastalığa/duruma/gruba özel
ölçek kullanılmasının ölçüm sonuçlarını daha değerli kılacağı belirtilmektedir. (10, 26-27).
Hemşirelik alanında yaşam kalitesinin ele alındığı ilk çalışma 1970 yılında Nursing
Outlook Dergisi’nde yayınlanan Callahan’ın “the quality of life” isimli makalesidir (28).
Pubmed’te “quality of life” anahtar kelimeleri ile tarama yapıldığında her yıl yaşam
kalitesi çalışmaların katlayarak arttığı görülmüş; toplam 179 877 çalışmaya ulaşılmıştır. Bu
çalışmaların %7.4’ü hemşirelik dergilerinde yayınlanmıştır (Tablo 1). Yayınların çok az kısmı
(n: 696) Türk araştırmacılara ait olup, bu konudaki ilk çalışma 1991 yılında yayınlanan Oto ve
ekibine ait araştırmadır (29). Yayımlanan 696 çalışmanın 95’i hemşire araştırmacılara aittir
(http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/, Erişim tarihi: 20 Nisan 2012).
Tablo 1. Pubmed’te Yaşam Kalitesine İlişkin Çalışmalar (1959-)
Tüm Dergilerde Yayınlanan
Hemşirelik Dergilerinde
Çalışmalar
Yayınlanan Çalışmalar
1959-1970
34
1
1971-1980
2051
280
1981-1990
8714
1043
1991-2000
356 86
3325
2001-2011
127 385
8457
20126007
193
179 877
13 299
TOPLAM
Ülkemizde hemşirelik alanında ilk çalışma 1992 yılında “Hemodiyalize giren
hastaların yaşam kalitesinin saptanması ve bilgilendirici hemşirelik yaklaşımlarının yaşam
kalitesine olan etkisinin incelenmesi” isimli Akyol tarafından yapılan yüksek lisans tezidir
(30); bu alandaki ilk doktora çalışması ise “Diyabetes mellitus’lu hastaların yaşam kalitesi ve
yaşam kalitesini etkileyen faktörlerin incelenmesi” isimli tez ile 1995 yılında Pınar tarafından
gerçekleştirilmiş (1); bu tarihten sonra hemşireler tarafından yapılan yaşam kalitesi
araştırmaları ivme kazanmıştır.
Yüksek Öğretim Kurumu resmi sayfasında yer alan tüm tezler “Quality of
life”sözcükleri ile tarandığında toplam 686 teze ulaşılmış, bunların %28.3’ünün (n:193)
hemşireler tarafından yapıldığı görülmüştür (http://tez2.yok.gov.tr/. Erişim tarihi: 20 Nisan
2012). Tezlerin %23.3’ü doktora düzeyindedir (Tablo 2). Tezlerde en fazla ele alınan konular
sırasıyla onkoloji, kardiyoloji, kadın sağlığı ve nefroloji’dir (Tablo 3). Çalışmaların çok
büyük çoğunluğu hastalar üzerinde yapılmıştır; beş çalışmada hastaların aile üyelerinin yaşam
kaliteleri incelenmiş; altı çalışmada hasta ve aile üyelerinin yaşam kalitesi birlikte
değerlendirilmiş; üç çalışmada ise hasta yakınlarının ve sağlık çalışanlarının hastalara ilişkin
yaşam kalitesi değerlendirmeleri, hastaların kendi yaşam kalitesine ilişkin algıları ile
karşılaştırılmıştır. Hemşireler tarafından yapılan tezlerin 11’i ölçek uyarlama çalışmalarıdır.
Kalan 7 tez ise hemşirelerin, hemşirelik öğrencilerinin ve sınıf öğretmenlerinin yaşam
kalitelerini ölçmeye yöneliktir. Yapılan tezlerin büyük çoğunluğu tanımlayıcı niteliktedir;
yalnızca %20.7’si (n:40) girişimsel çalışma niteliğinde olup, bu çalışmaların tamamına
7
yakınında verilen hemşirelik eğitiminin etkinliği değerlendirilmiştir. 45 doktora tezinin
20’sinde (%44.4) girişimsel çalışma yapılmıştır.
Bugün ülkemizde üniversiteler, mesleki örgütler ve medya kuruluşları tarafından
yayınlanan 17 adet hemşirelik ile ilgili bilimsel dergi bulunmaktadır. Bu dergilerden online
içeriğine erişilebilen 12 dergi incelenmiş, bu dergilerde toplam 2067 adet makale
yayınlandığı, bu makalelerin ancak %1.95’inin yaşam kalitesi ile ilişkili olduğu belirlenmiştir
(Tablo 4). Yayınlanan makalelerin %42.5’i (n:20) lisans üstü tez çalışmalarından üretilmiştir.
Hem tezlerde hem de dergi makalelerinde yoğun olarak başta SF-36 olmak üzere
genel ölçekler, sınırlı sayıdaki çalışmada hastalığa/duruma özgü ölçekler kullanılmış, yalnızca
birkaç çalışmada genel ve spesifik ölçekler birlikte kullanılmıştır.
Sonuç
Sonuç olarak hemşirelerin yaptığı yaşam kalitesi çalışmaların sayısının yıllar içinde giderek
arttığı, ancak araştırmalardaki kalite gelişiminin aynı paralelde olmadığı görülmüştür.
Yapılacak yeni çalışmaların farklı hemşirelik girişimlerinin yaşam kalitesine etkisini ölçen,
değerlendirmelerin hem genel hem de özel ölçeklerle yapılacak şekilde planlanması
önerilmiştir.
Tablo 2. Yapılan Lisans Üstü Çalışmaların Yıllara Göre Dağılımı
Yıl Aralığı
Yüksek Lisans
Doktora
1992-2000
13
8
2001-2005
29
13
2006-2011
106
24
148
45
Toplam
Tablo 3. Tezlerin Konu Alanlarına Göre Dağılımı
Konu Alanı
Sayı
Onkoloji
33
Kardiyoloji
19
Kadın Sağlığı ve Hastalıkları
19
Kronik Böbrek Yetmezliği, Diyaliz
14
Nörolojik hastalıklar (İnme/Epilepsi, Migren, 5/2/1/2/1=11
MS, Parkinson)
Artrit (RA & OA), Behçet hastalığı
8/2=10
Inkontinans
10
Cerrahi girişimler
10
Organ transplantasyonu (Karaciğer/böbrek)
6/3=9
Solunum sistemi hastalıkları
5/3/1=9
(KOAH/Astım/TBC)
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
8
Yaşlılık
6
Sindirim sistemi hastalıkları (reflü, hassas
1/2/1/1=5
barsak sendromu, peptik ülser, karaciğer
hastalığı
Diyabet
4
Hipertansiyon
5
Diğer (Kronik ağrı, Obezite, Psoriasis,
10
Uyku/apne sendromu, Fibromiyalji, Yanıklı
hasta, Talasemi
Görme kaybı)
8
Toplam
21
42
130
193
Hemşirelerde yaşam kalitesi
Diğer (Öğrenci hemşirelerin, sınıf
öğretmenlerinin yaşam kalitesi, eş şiddetinin
yaşam kalitesine etkisi)
Ölçek adaptasyon çalışmaları (hiperaktivite,
kc hastalığı)
5
5
2
Tablo 4. Hemşirelik Dergilerindeki Yaşam Kalitesi (YK) Çalışmaları
Dergi Adı
Yayınlandı Yayınlana Toplam
ğı yıllar
n sayı
makale
sayısı
1) Anadolu Hemşirelik ve
1998-2011
42
480
Sağlık Bilimleri Dergisi
2) Cumhuriyet Üniversitesi
1997-2008
26
197
HYO Dergisi
3) Dokuz Eylül Üniversitesi
2008-2012
15
115
HYO Dergisi
4) Ege Üniversitesi HYO
2004-2011
19
241
Dergisi
5) Hacettepe Üniversitesi
1994-2010
31
238
Hemşirelik Yüksekokulu
Dergisi
6) Hemşirelikte Araştırma
1999-2011
25
159
Geliştirme Dergisi
7) Hemşirelik Forumu
1996-2009
50
539
8) İ.Ü. Florence Nightingale
2002-2011
20
213
HYO Dergisi
9) Türk Kardiyoloji Derneği, 2010-2011
2
10
Kardiovasküler Hemşirelik
Dergisi
10) Maltepe Üniversitesi
2008-2011
10
145
Hemşirelik Bilim ve Sanatı
Dergisi
11) Psikiyatri Hemşireliği
20103
21
Dergisi
12) Türkiye Klinikleri
2009-2012
7
49
Hemşirelik Bilimleri
Dergisi
Toplam: 12 Dergi
250
2407
9
YK ile ilişkili
makalelerin
sayısı
6
3
0
10
4
7
7
8
0
0
1
0
47
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
Pınar R. (1995). Diabetes Mellituslu Hastaların Yaşam Kalitesi ve Yaşam Kalitesini Etkileyen
Faktörlerin İncelenmesi. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim
Dalı, Doktora Tezi, (Danışman: Yard. Doç. Dr. B Yürügen).
Mandzuk L, McMillan D. (2005). A concept analysis of quality of life. Journal of Oryhopaedic Nursing,
9:12-18.
Flanagan JC (1982). Measurement of quality of life: Current state of the art. Arch Phys Med Rehabil,
63:56-59.
Hörnquist JO. (1989). Quality of life: Concept and assessment. Scan J Soc Med, 18:69-79.
Fitzpatrick R, Fletcher A, Gore S, Jones D, Spiegelhalter D, Cox D. (1992). Quality of life measures in
health care. I: Applications and issues in assessment. BMJ, 305:1074-1077.
Dedhiya S, Kong SX. (1995). Quality of life: An overview of the concept and measures. Pharm World
Sci, 17(5):141-148.
Chung MC, Killingworth A, Nolan P. (1997). A critical of the concept of quality of life. Int J Health
Care Qual Assur, 10(2):80-84.
Moons P. (2004). Why Call it health-related quality of life when you mean perceived health status? Eur
J Cardiovasc Nurs, 3:275-277.
Moons P, Budts W, Geest S. (2006). Critique on the conceptualisation of quality of life: A review and
evaluation of different conceptual approaches. Int J Nurs Stud, 43:891-901.
Guyatt GH, Feeny DH, Patrick DL. (1993). Measuring health-related quality of life. Ann Intern Med,
118:622-629.
Ferrans CE, Zerwic JJ, Wilbur JE, Larson JL. (2005). Conceptual model of health-related quality of
life. J Nurs Scholarsh, 37(4):336-342.
Huxley J (1959). Population planning and quality of life Eugen Rev. 51(3): 149–154.
Long PH. (1960). On the quantity and quality of life. Med Times. 88:613-9.
Elkinton JR. (1966). Medicine and the quality of life. Ann Intern Med. 64(3):711-4.
Carr AJ, Gibson B, Robinson PG. (2001). Measuring quality of life: Is quality of life determined by
expectations of experience?. BMJ, 322:1240-1243.
The World Health Organization Quality of Life assessment (WHOQOL): position paper from the World
Health Organization. (1995). Soc Sci Med, 41(10):1403-9.
Rogers ME (1994). The science of unitary human beings: current perspectives. Nurs Sci Quaterly, 7:3335.
King IM. (1994). Quality of life and goal attainment. Nurs Sci Quaterly, 7:29-32.
Moons P, Budts W & De Geest S (2006). Critique on the conceptualization of quality of life: A review
and evaluation of different conceptual approaches. Int J Nurs Stud, 43: 891-901.
Meeberg GA (1993). Quality of life: A concept analysis. J Adv Nurs, 18(1): 32-38.
Peplau HE (1994). Quality of life: An interpersonal perspective. Nurs Sci Quaterly, 7, 10-15.
Leininger M (1994). Quality of life from a transcultural nursing perspective. Nurs Sci Quaterly, 7, 2228.
Parse RR (1994). Quality of life: Sciencing and living the art of human becoming. Nurs Sci Quaterly, 7,
16-21.
Low G, Molzahn AE (2007). Replication of a quality of life model for older adults. Research in Nursing
and Health, 30:141-150.
Boer A, Spruijt R, Sprangers M, Haes J. (1998). Disease-specific quality of life: Is it one construct?.
Qual Life Res, 7:135-142 .
Van den Bos GAM, Triemstra AHM. (1999). Quality of life as an instrument for need assessment and
outcome assessment of health care in chronic patients. Int J Qual Health Care, 8:247-252.
Fayers P. (2003). Measuring disease: A review of disease-spesific quality of life measurement scales
(second edition). Qual Life Res, 12:1147-1148.
Callahan CL. (1970). The quality of life. Nurs Outlook, 18(8):19.
Oto MA, Müderrisoglu H, Ozin MB, Korkmaz ME, Karamehmetoglu A, Oram A, Oram E, Ugurlu S.
(1991). Quality of life in patients with rate responsive pacemakers: a randomized, cross-over study.
Pacing Clin Electrophysiol, 14(5 Pt 1):800-6.
Akyol A (1992). Hemodialize giren hastaların yaşam kalitesinin saptanması ve bilgilendirici hemşirelik
yaklaşımlarının yaşam kalitesine olan etkisinin incelenmesi. Ege Üniversitesi - Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç.Dr. Kamile Ergin
10
CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ VE YAŞAM KALİTESİ İLE İLGİLİ YAPILAN
ÇALIŞMALAR- ULUSAL BOYUT
Yrd. Doç. Dr. Emel YILMAZ
Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları
Hemşireliği Anabilim Dalı
Hastalıkların ve tedavi yöntemlerinin getirdiği kısıtlamalara rağmen doyum verici bir
yaşam için; hastaların kendilerini iyi hissetmelerini ve sağlık bakım olanaklarının
arttırılmasını sağlamak, günlük aktivitelerini sürdürmelerine yardımcı olmak, öngörülen
tedavi programlarına uyum sağlanmasına yardım etmek sağlık hizmetlerinin önemli hedefleri
haline gelmiştir. Bu noktada sağlık hizmeti sunan profesyonellere büyük sorumluluk
düşmektedir (1).
Yaşam kalitesi (YK); kişinin yaşadığı kültür ve değer sistemleri çerçevesinde,
amaçları, beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilişkili olarak yaşamdaki pozisyonunu
algılaması şeklinde tanımlanmaktadır. Kişinin fiziksel sağlığı, psikolojik durumu, inançları,
sosyal ilişkileri ve çevresiyle ilişkisinden karmaşık bir yolla etkilenen geniş bir kavramdır (2).
Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi (SYK) ise; esas olarak kişinin sağlığı tarafından
belirlenen, klinik girişimlerle etkilenebilen genel yaşam kalitesinin bir bileşenidir. Kişinin,
hastalığı ve uygulanan tedavilerin fonksiyonel etkilerini nasıl algıladığı ile ilişkilidir (3). SYK
kavramı fiziksel, psikolojik ve sosyal alanlarda bireyin deneyimleri, inançları, beklentileri ve
algılamalarından etkilenen sağlık algılarını içermektedir (4).
YK kavramının hemşirelik alanında kullanımı 1980'li yıllardan bu yana gelişmeye
başlamıştır. YK, sağlıklı ve kronik hastalığı olan bireylerle; tedaviye yönelik girişimsel
yöntemler uygulanan ve akut bakım sonrasında bireylerin hemşirelik bakımı sonuçlarının
incelenmesinde önemli bir değerlendirme yaklaşımı olarak kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır
(5,6).
Günümüzde hemşirelikte bütüncül yaklaşım önem kazanmıştır. Hemşirelik, insan
yaşamıyla, yaşamın kalitesiyle, bireylerin, ailelerin, toplumların sağlığının kalitesiyle ilgilidir
ve bireylerin en üst düzeyde sağlıklı olmalarına yardımcı olmayı amaçlar (7). Sağlık
hizmetleri felsefesine göre; hemşireler, hastalarının yaşam kalitesini yükseltmede, karşılıklı
saygı ve işbirliğine dayanan holistik bir yaklaşım içinde yaşam kalitesini
değerlendirmelidirler. Yaşam kalitesini değerlendirmede hemşireler anahtar rolü oynayan
kişilerdir. Bu nedenle hemşire yaşam kalitesi ile ilgili kavramları ve felsefeleri sorgulamalı ve
hemşirelik uygulamalarının dayandığı fiziksel ve psikolojik iyilik hali felsefesini geliştirici
modeller oluşturmalı, var olanları benimsemelidir (5).
İnsan sağlığına herhangi bir sapma olduğunda, yaşamdan doyum sağlama etkilenebilir.
Bu noktada hemşireliğin amacı ve işlevi; bireye kendi bakımını yapar hale gelinceye dek
yardımcı olmak, en kısa zamanda bireyin kendi bakımını üstlenmesini ve gereksinimlerini
karşılayabilmesini sağlamak ve tüm bu süreçlerde yaşam doyumunu maksimum düzeye
çıkarmaktır (8).
Yaşam kalitesinin ölçülmesi, bakım hizmetlerinde bir farklılık ortaya çıkarıp
çıkarmadığını belirlemeyi amaçlar. Veri çalışmalarının ana odak noktası bakımın hastalara
dağılımı ile hemşirelik işlemleri sonucunda hemşirelerin hastaları için yapabilecekleri ile
hemşirelik hizmetlerinin sonucunda ortaya çıkacak olan ve arzu edilen sağlık felsefeleri
arasındaki rakamsal ilişkiyi kurarak bu konuda bilgi vermesidir. YK, hemşirelik bakımının
etkilerini değerlendirmede uygun sonuçlar verir. Hasta bakımından hemşirenin rolü; sıklıkla
tedavinin yan etkilerinden koruma, vücut imajı, fonksiyon ve fiziki görünümdeki sürekli
değişikliklere uyumunu sağlamaktadır (9). SYK çalışmaları ile hastanın tedavi sonucu ne
11
kazandığı veya ne kaybettiği hakkında fikir edinilebilir. SYK’ni ölçme, hastanın
fonksiyonlarını normal hale getirmenin amaçlandığı uzun dönemli hastalıklarda ve kronik
hastalıklarda önem taşımaktadır (10).
Hastaların yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında hemşirelik bakımının oldukça
etkili olduğunu vurgulanmıştır (11). Hastanın kaliteli bir yaşam sürdürmesi, kişisel gücüne ve
hastanın gereksinimleri doğrultusunda hemşirelerin gerekli bakımı yapabilme yeteneğine
bağlıdır. Sadece rutin işlevleri yapmakla sınırlı olmayan profesyonel hemşirelik, hastanın
bireysel özelliklerini değerlendirme, duygularını kontrol etme ve bireysel haklarını korumayı
gerektirir (5).
Son yıllarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesinin önemi daha iyi anlaşılmasına ve
İngiltere ve Amerika’da yapılan çalışmalarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesinin kolay,
ucuz ve uygulanabilir olduğu tespit edilmesine rağmen rutin kullanımının artırılması için
yoğun çalışma ortamlarına entegrasyonu gereklidir. Klinisyenler yaşam kalitesi ölçümlerinin
gerekliliği konusunda olumlu görüş bildirirken, günlük uygulamalarında sık kullanmadıkları
da bilinmektedir (12).
Ülkemizde yaşam kalitesine ilişkin çalışma ve yayınların son yıllarda arttığı, ancak
hemşirelerin hastaların yaşam kalitelerini incelediği çalışmalara ise daha az rastlandığı
görülmektedir. Google Akademik veri tabanında Nisan 2012 itibari ile “Cerrahi hemşireliği
ve sağlığa ilişkin yaşam kalitesi” konu başlığını içeren 381 bilimsel dokümana ulaşılmıştır.
Aynı veritabanında “cerrahi hemşireliği ve yaşam kalitesi” konu başlığını içeren 644
dokümana erişilmiştir. Bu bilimsel dokümanların çoğu derleme niteliğinde olup araştırma
makalesi olanlar az sayıdadır. Ulakbim, Türk Medline veri tabanlarında ve Yükseköğretim
Kurulu Ulusal Tez Merkezinde bu konu başlıklarını içeren dokümana ulaşılamamıştır.
Konuya ilişkin yapılmış araştırmalara örnekler aşağıda sıralanmıştır.
Histerektomi ameliyatı olan kadınların yaşam kalitesinin incelendiği tanımlayıcı ve
analitik çalışmada; araştırmaya katılan 82 kadına WHOQOL-BREF yaşam kalitesi ölçeği
uygulanmıştır. Araştırma sonucunda kadınların eğitim durumlarının, mesleklerinin, eşlerinin
mesleklerinin, gelir düzeylerinin, yerleşim yerlerinin, eşlerinin eğitim durumlarının yaşam
kalitesi ortalamalarını etkilediği bulunmuştur. Eğitim düzeyi arttıkça yaşam kalitesi
ortalamalarının arttığı, aynı şekilde gelir düzeyleri arttıkça da yaşam kalitesi ortalamalarının
arttığı saptanmıştır (13).
Böbrek transplantasyonu yapılan hastaların yaşam kalitesinin incelendiği bir
çalışmada; en az 3 ay önce transplantasyon yapılmış 40 hastaya WHOQOL-BREF ölçeği
uygulanmıştır. Çalışma sonucunda; hastaların transplantasyon öncesine göre yaşam
memnuniyetini çok iyi olarak değerlendirenlerde, iyi ve orta olarak değerlendirenlere göre
bedensel alanda ve çok iyi olarak değerlendirenlerin orta olarak değerlendirenlere göre ruhsal
ve sosyal alanda yaşam kalitelerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur (14).
Böbrek nakli yapılan bireylerin yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla yapılan bir
çalışmada; böbrek nakli yapılan 50 hastaya SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır.
Araştırma sonucunda bireylerin SF-36 alt boyutlarından fiziksel fonksiyon (69.20±25.45),
ağrı (64.0±31.17) ve mental sağlık (60.48±19.18) puan ortalamalarının daha iyi olduğu
saptanmıştır. Nakil süresi bir yıldan fazla olan hastaların yaşam kalitesinin anlamlı oranda
arttığı belirlenmiştir (15).
Kalıcı abdominal stomalı hastalarda beden imajı değişiminin yaşam kalitesi üzerine
etkisini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmış çalışmaya, en az 4 ay önce kalıcı
abdominal stoma açılmış 58 hasta alınmış ve hastalara SF-36 ölçeği uygulanmıştır. Araştırma
sonucunda; kalıcı kolostomili hastaların fiziksel, sosyal ve psikolojik sorunlar yaşadıklarını
gösterilmiştir. Stomanın koku yapacağından endişe duyan bireylerin fiziksel ve sosyal
fonksiyon puanları ileri düzeyde düşük ve ameliyattan sonra beden imajı nedeniyle üzüntü
duyan, stomanın kendisini çirkinleştirdiğini düşünen bireylerin yaşam kalitesi puanları düşük
12
tespit edilmiştir. Stoma, bireylerin partnerleri ile ilişkilerini, cinsel ve sosyal yaşamlarını
olumsuz olarak etkilemiştir (16).
Mesane tümörlü hastaların ameliyat sonrası yaşam kalitelerinin değerlendirildiği
tanımlayıcı bir çalışmada; mesanesine cerrahi girişim uygulanmış 84 hastaya SF- 36 yaşam
kalitesi ölçeği uygulanmıştır. Mesane tümörü nedeni ile cerrahi girişim uygulanan hastaların
SF- 36 alt boyut puan ortalamalarının 50’nin altında ve düşük olduğu belirlenmiştir. En düşük
yaşam kalitesi puanının emosyonel rol kısıtlılıkları alt grubunda, en yüksek yaşam kalitesi
puanın fiziksel fonksiyon alt grubunda alındığı ve mesane tümörü nedeni ile cerrahi girişim
uygulanan hastaların yaşam kalitesi puanlarının düşük olduğu belirlenmiştir. Çalışma
sonuçlarına bakıldığında mesane tümörlü hastalara uygulanan cerrahi girişimlerin hastaların
yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Mesanelerine cerrahi girişim
uygulanan hastaların günlük yaşantıları fiziksel, emosyonel birçok yönden etkilenerek yaşam
kalitelerinde negatif etkiler ortaya çıkardığı saptanmıştır (17).
Selim prostat hiperplazili hastalarda uygulanan ameliyat öncesi bakım ve eğitiminin
ameliyat sonrası yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılan tanımlayıcı ve
analitik türdeki çalışmaya 60 (30 deney -30 kontrol) hasta alınmış ve hastalara SF-36 ölçeği
uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; ameliyat öncesi bakım ve eğitim yapılan deney
grubundaki hastalarda, kontrol grubuna göre, semptomlarda azalma olduğu ve yaşam kalitesi
değerlerinde artma olduğu saptanmıştır (11).
Total kalça protezi ameliyatı öncesi hasta eğitiminin ameliyat sonrası fiziksel uyum ve
yaşam kalitesine etkisinin değerlendirildiği deneysel çalışmaya 48 hasta alınmıştır. Hastalara
SF- 36 ölçeği ve kalça değerlendirme anketi, ameliyat öncesi ve ameliyattan 3 ay sonra
uygulanmıştır. Araştırma sonucunda deney grubu hastaların SF- 36 ölçeği puan
ortalamalarının kontrol grubundaki hastalardan fazla olduğu bulunmuştur (8).
Yüz bölgesinde uygulanan estetik ve rekonstrüktif cerrahinin yaşam kalitesi üzerine
etkisini belirlemek amacıyla prospektif ve tanımlayıcı olarak yapılan çalışmaya yüz
bölgesinde 43 estetik amaçlı ve 48 rekonstrüktif amaçlı cerrahi girişim uygulanan toplam 91
hasta alınmıştır. Hastalara ameliyattan önce ve cerrahi girişimden 3 ay sonra Vücut Algısı
Ölçeği ve SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda SF-36 Yaşam
kalitesi ölçeğinin değerlendirilmesinde, rekonstrüktif cerrahi olgularının girişim sonrası sosyal
fonksiyon, fiziksel rol fonksiyon ve emosyonel rol fonksiyonlarının ve mental sağlık,
zindelik/yorgunluk ve genel sağlık durumunun girişim öncesine oranla çok daha iyi olduğu
belirlenmiştir. Estetik cerrahi olgularında SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği alt parametrelerinden
sosyal fonksiyon, zindelik/yorgunluk, mental sağlık ve emosyonel rol fonksiyonu
durumlarının girişim sonrası öncesine oranla çok daha iyi olduğu saptanmıştır. Elde edilen
sonuçlar doğrultusunda estetik ve rekonstrüktif cerrahinin beden algısını pozitif yönde
etkilediği ve bireylerin yaşam kalitesi üzerine olumlu etkisinin olduğu belirlenmiştir (18).
Ülseratif kolit hastalarının yaşam kalitelerinin incelendiği retrospektif bir çalışmada;
ülseratif kolit nedeniyle cerrahi girişim (total proktokolektomi ileoanal J poş anastomoz –
IPAA) uygulanan hastalar (hastalar ile geçici ileostomileri kapatıldıktan en az 6 ay sonra
görüşülmüştür) ile poliklinikte takip edilen ve ilaç tedavisi gören 55 hasta araştırma
kapsamına alınmıştır. SF- 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Cleveland Global Quality of Life
(CGQL)-Fazio Score ölçeği ile veriler toplanmıştır. Araştırma sonucunda gerek ilaç tedavisi,
gerekse cerrahi tedavi sonrası hastaların yaşam kalitelerinin, öncesine göre daha iyi
düzeylerde olduğu; cerrahi tedavi sonrası, fonksiyonel sonuçların ve yaşam kalitelerinin ilaç
alan gruba göre daha tatminkar olduğu, hastaların cerrahi girişimden memnun oldukları ve
diğer hastalara da önerdikleri belirlenmiştir (19).
Fakoemülsifikasyon ve göz içi lens implantasyonu uygulamasının kataraktlı olgularda
yaşam kalitesi ve görme fonksiyonlarına etkisinin değerlendirildiği prospektif çalışmada; 104
kataraktlı olgunun ameliyattan bir hafta önce ve ameliyat sonrası 5. haftada görme fonksiyonu
13
(GF) ve yaşam kalitesi değerlendirilmiştir. Çalışma sonuncunda; katarakt olgularının büyük
çoğunluğunda fakoemülsifikasyon cerrahisinin Snellen eşeli ile saptanan görme keskinliği
değerlerinde, bir ay gibi erken bir dönemde görsel fonksiyonlar ve yaşam kalitesinde anlamlı
değişiklilere olduğu belirlenmiştir. Hastalarda postoperatif birinci ayda görsel fonksiyon artışı
ile birlikte hareketliliğin ve sosyal iletişimin artması fakoemülsifikasyon cerrahisinin yaşam
kalitesini arttırdığı saptanmıştır (20).
Son dönem karaciğer yetmezliği olan hastalarda, karaciğer transplantasyonunun yaşam
kalitesine etkisinin incelendiği tanımlayıcı çalışmada; canlı ve kadavra donörden en az 3 ay
önce karaciğer transplantasyonu uygulanan, gönüllü ve poliklinikte izlenen 52 hastaya SF-36
Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; fiziksel sağlık yaşam kalitesi
puan ortalaması; 50.98±9.60; mental sağlık puan ortalaması 40.95±7.40 olarak bulunmuş ve
transplantasyonun yaşam kalitesini yükselttiği ve sürdürdüğü gösterilmiştir (21).
Karaciğer transplantasyonu öncesi ve transplantasyonu sonrası üçüncü ayda yaşam
kalitesi ve etkileyen etmenlerin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı türde yapılan araştırmada;
araştırmaya katılan 65 hastaya ameliyattan önce ve ameliyattan 3 ay sonra Nottingham Sağlık
Profili anketi uygulanmıştır. Karaciğer transplantasyonundan sonra üç ayını tamamlayan
hastaların öncesine göre yaşam kalitesi “ağrı, enerji düzeyi, emosyonel reaksiyon, fiziksel
mobilite, sosyal izolasyon ve uyku” alt boyut puanlarında anlamlı düzeyde yükselme olduğu
ve karaciğer transplantasyonunun hastaların yaşam kalitesini geliştirdiği saptanmıştır (22).
Karaciğer transplantasyonlarında karaciğer sağ lop donörlerinin yaşam kalitelerinin
retrospektif olarak incelendiği çalışmada; çalışmaya dahil edilen 63 donöre organ bağışından
en az 3 ay sonra SF-36 ölçeği uygulanmıştır. Donörlerin yaşam kalitesi fiziksel sağlık puan
ortalamaları; 53.42±8.00, mental sağlık puan ortalamaları 48.31±5.74 olarak bulunmuş ve
donörlerin ortalama sağlık skorlarında önemli bir değişme olmadığı ve canlı donör
transplantasyonlarının donörlere sağlık açısından önemli bir yük getirmediği saptanmıştır
(23).
Karaciğer nakli olan hasta ve hasta yakınlarının psikososyal durumlarının yaşam
kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılan tanımlayıcı ve kesitsel çalışmada; 36
kişiye Beck Depresyon Ölçeği, SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Durumluk- Sürekli Kaygı
Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; hasta ve hasta yakınlarında görülen depresyonun
yaşam kalitesi alt boyutlarından fiziksel fonksiyon ve fiziksel rol güçlüğü başta olmak üzere
diğer alt boyutlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu, depresyonun artışı ile
yaşam kalitesinin azaldığı sonucuna varılmıştır. Kaygı düzeyindeki artışın yaşam kalitesi
üzerine olumsuz etkileri olduğu bulunmuştur (24).
İki taraflı total diz protezi uygulanan kadın hastalarda yaşam kalitesinin
değerlendirildiği çalışmada; tüm hastalara (50 hasta) ameliyat öncesinde ve ameliyat
sonrasında üç kez (6. hafta, 3. ay, 6. ay) olmak üzere SF- 36 ve Diz Derneği (Knee Society)
Klinik Değerlendirme Sistemi uygulanmıştır. Araştırma sonucunda total diz protezi
uygulanan kadın hastaların ameliyat sonrası altı hafta içinde yaşam kalitelerinde anlamlı
düzelme olduğu ve daha sonraki dönemde, SF-36 alt boyutlarından yalnızca fiziksel
fonksiyon alt boyutunda, Diz Derneği (Knee Society) Klinik Değerlendirme Sistemi’nin ise
ağrı alt boyutunda anlamlı düzelmenin sürdüğü saptanmıştır (25).
Total kalça protezi uygulamasının, hastaların yaşam kalitesi üzerine etkisini
değerlendirildiği çalışmada; total kalça protezi ameliyatı yapılan 30 hasta alınmıştır. Hastalara
ameliyat öncesinde ve ameliyattan 1.5 ve 3 ay sonra uygulanmıştır. Cerrahi sonrası üçüncü
ayda yapılan ölçümlerde, cerrahi öncesinde ve cerrahiden 1.5 ay sonra yapılan ölçüm
sonuçlarına göre SF-36’nın tüm boyutlarında anlamlı düzelme görülmüştür. Kalça protezi
uygulanan hastalarda yaşam kalitesinde büyük düzelme görülmekte, bu durum hasta
memnuniyet düzeylerini de artırmaktadır (26).
14
Gonartrozlu hastalarda total diz protezinin yaşam kalitesi üzerine etkisinin incelendiği
betimleyici bir araştırmada total diz protezi ameliyatı yapılan 48 hastaya SF-36 ölçeği
ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası (ameliyatlarından 6 ay sonra) olmak üzere iki kez
uygulanmıştır. Hastalarının ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası SF 36 alt boyutlarının
karşılaştırılmış ve hastaların ameliyat öncesi SF 36 alt boyutlarının (genel sağlık algılamaları,
fiziksel fonksiyonellik, fiziksel rol kısıtlanması, ağrı, enerji, sosyal fonksiyonellik, emosyonel
rol kısıtlanması, mental sağlık) ameliyat sonrasına göre düşük olduğu bulunmuştur. Çalışma
sonunda çalışmada gonartrozun tedavisinde total diz protezi ameliyatının hem yaşam kalitesi
hem de diz fonksiyonları üzerine olumlu etkisinin olduğu görülmüştür. Çalışmada, TDP’nin
gonartroz tedavisinde ağrıyı geçiren, diz fonksiyonlarında belirgin artış sağlayan, insanların
yaşam konforunu arttıran etkili bir tedavi yöntemi olduğu saptanmıştır (27).
Skolyoz ameliyatı olan hastaların, yaşam kalitelerini değerlendirmek amacıyla
tanımlayıcı olarak yapılan çalışmada; en az 3 ay önce skolyoz ameliyatı yapılan 99 hastaya
Skolyoz Araştırmaları Derneği-22 (SRS-22) ölçeği uygulandı. Alana özgü SRS-22 alt
boyutlarından (ağrı, genel görünüm, ruh sağlığı, omurga fonksiyonları, tedaviden memnuniyet
ve genel toplam) puan ortalamaları yüksek bulunmuştur. Puanların yüksek olması skolyoz
ameliyatı olan hastaların ameliyat sonrası iyi durumda olduğunu ve yaşam kalitelerinin
olumlu yönde etkilediğini göstermiştir (28).
Lomber disk hernisi ameliyatı olan hastaların yaşam kalitesini incelediği tanımlayıcı
ve ilişki arayıcı türdeki çalışmada 50 hastaya SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Çok Boyutlu
Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (Multidimensional Scale of Perceived Social SupportMSPSS) uygulanmıştır. Hastaların SF- 36 ölçeği alt boyutlarından en az fonksiyonel alandan,
en fazla genel sağlık anlayışı alanından puan aldıkları ve kişilerin fonksiyonel durumunun,
sağlıklarına bakış açılarının ve yaşam kalitesinin normal sınırların altında olduğu bulunmuştur
(29).
Septorinoplasti (SRP) ameliyatı yapılan hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası
yaşam kalitesi değişiminin araştırıldığı çalışmada; 41 hastaya SF –36 ölçeği ameliyattan
önceki gece, ameliyattan üç ay ve bir yıl sonra tekrar dolduruldu. Çalışma sonucunda SRP
ameliyatı yapılmış kişilerde genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitelerinde ve burun ameliyatlarına
spesifik yaşam kalitelerinde iyileşme olduğu, mevcut burun tıkanıklıklarının düzeldiği tespit
edilmiştir. SRP ameliyatları uygun endikasyon ve doğru cerrahi teknikle yapıldığında
hastaların yaşam kalitesi üzerine pozitif etkilerde bulunduğu saptanmıştır (30).
Histerektomi ameliyatı olan kadınlara ameliyat öncesi ve sonrası verilen danışmanlık
hizmetinin yaşam kalitesi ve cinsel sorunlara etkisini araştırmak amacıyla tanımlayıcı ve
analitik olarak yapılmıştır. Araştırmaya benign nedenlerle histerektomi ameliyatı olan 60
hasta alınmıştır. 30 hasta deney ve 30 hasta kontrol grubu olarak ayrılmıştır. Deney
grubundaki hastalarla 6-8 kez görüşme yapılmış ve danışmanlık eğitimi yapılmıştır. Hastalara
ameliyat önceki gün ve ameliyatın 7.5 ayında SF-36 ölçeği uygulanmıştır. Araştırma
sonucunda danışmanlık hizmeti verilen deney grubundaki hastaların ameliyat öncesi
dönemde, fonksiyonel durum (X=56.43), esenlik (X=46.84), genel sağlık anlayışı (X=20.83)
ve global yaşam kalite puan ortalamaları (X=37.50) düşük iken, ameliyattan 7.5 ay sonra
yükseldiği ve bu artışın istatistiksel olarak da önemli olduğu saptanmıştır. Ameliyat sonrası
dönemde danışmanlık hizmeti verilen deney grubundaki hastaların ameliyat sonrası tüm
yaşam kalite puanlarının kontrol grubundan daha yüksek olduğu ve deney ve kontrol grubu
arasındaki farkın tüm yaşam kalite alanlarında istatistiksel olarak önemli olduğu saptanmıştır
(31).
Meme kanserli hastaların cerrahi tedavi öncesine göre cerrahi tedavi sonrası erken ve
geç dönemde anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla yapılan
prospektif çalışmaya 84 meme kanserli hasta alınmıştır. Hastaların yaşam kalitesi, anksiyete
ve depresyon düzeyleri cerrahi tedavi öncesi (pre-op), cerrahi tedavi sonrası (post-op) 1-3 ay
15
ve 9-12 ay arasında olmak üzere üç kez değerlendirilmiştir. Hastaların yaşam kalitesi
WHOQOL-BREF TR ölçeği ile değerlendirilmiştir. Araştırma sonucunda hastaların yaşam
kalitesinin fiziksel, psikolojik, sosyal ilişkiler alanı, genel algılanan yaşam kalitesi ve
algılanan sağlık durumu puanlarının hem post-op erken dönemde, hem de geç dönemde preop döneme göre düşük olduğu saptanmıştır (32).
Meme kanseri nedeni ile mastektomi sonrası değişik zamanlarda ve tiplerde uygulanan
rekonstrüktif cerrahinin hastaların yasam kalitesi üzerine etkisini değerlendirmek amacıyla
retrospektif ve tanımlayıcı olarak yapılan çalışmaya mastektomi ile birlikte erken
rekonstrüksiyon uygulanmış 28 kişi ve mastektomiden aylar sonra geç rekonstrüksiyon
uygulanmış 23 kişi olmak üzere toplam 51 kişi alınmıştır. Araştırmada SF- 36 Yaşam
Kalitesi Ölçeği, kanserli hastalar için EORTC QLQ-C30 yaşam kalitesi ölçeği ve
psikopatolojik durumu değerlendirmek için de SCL-R-90 Semptom Belirleme Listesi
kullanılmıştır. SF 36 yaşam kalitesi ölçeğinin değerlendirilmesinde fiziksel fonksiyonların
erken rekonstrüksiyonlu olgularda daha iyi olduğu, EORTC QLQ C 30 yaşam kalitesi
ölçeğinde genel iyilik halinin, fiziksel ve ruhsal fonksiyonların erken rekonstrüksiyonda
pozitif yönde daha yüksek olduğu belirlenmiştir (33).
Kalıcı ve geçici ostomi yapılmış kişilerde yaşam kalitesi, depresyon ve anksiyete
durumlarını karşılaştırmak amacı ile yapılmış çalışmaya kalıcı ostomi yapılmış 22 ve geçici
ostomi yapılmış 31 hastaya ostomili hastalar için geliştirilmiş 20 maddelik yaşam kalitesi
ölçeği, SCID-I’in depresyon ve yaygın anksiyete ile ilgili bölümü, Hamilton Depresyon
Derecelendirme Ölçeıi ve Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri uygulanmıştır. Araştırma
sonucunda ostominin, kalıcı veya geçici olmasına bakılmaksızın fiziksel, sosyal ve psikolojik
alanlarda yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyip yaygın şekilde depresyon ve anksiyeteye
yol açtığı saptanmıştır (34).
Kalp hastalığı olan ve kardiyak cerrahi uygulanan hastalarda, ameliyat sonrası erken
evrede ne kadar iyileşme sağlandığı, geçirilen ameliyatın hastanın yaşamını ne derece
etkilediğini tespit etmek amacıyla yapılan prospektif çalışmaya 65 yaş ve üstünde olan 40
hasta alınmıştır. Hastalara ameliyattan önce ve bir ay sonra olmak üzere SF- 36 anketi
uygulanmıştır. Tüm hastalarda ameliyat öncesi döneme göre kalp cerrahisi sonrası özellikle
vücut ağrısı, mental sağlık, vitalite ve sosyal fonksiyonda belirgin düzelme saptanmıştır (35).
Laparoskopik veya açık inguinal herni operasyonu geçiren hastalarda yaşam
kalitesinin incelenmesi amacıyla yapılan çalışmaya 50 hasta (laparoskopik (25), açık (25)
hasta) alınmıştır. Hastalara preoperatif, postoperatif birinci günde ve 10. günde SF-36ölçeği
uygulanmıştır. Araştırma sonucunda laparoskopik herni ameliyatı yapılan hastaların, açık
herni ameliyatı yapılan hastalara göre yaşam kalitelerinin daha iyi olduğu gözlenmiştir (36).
Genel ya da bölgesel anestezi ile ameliyat olan kasık fıtığı hastalarında anestezinin
uyku ve yaşam kalitesi üzerine etkisinin karsılaştırılması amacıyla tanımlayıcı olarak
yapılmıştır. 32 genel anestezi, 32 bölgesel anestezi ile ameliyat olmuş toplam 64 hastaya
Berlin Uyku Ölçeği ve SF-36 Yaşam Kalitesi ölçeği ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. ve 3.
ayda uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; genel anestezi alarak ameliyat olan hastalarda
ameliyat sonrası 1. ayda ameliyat öncesi döneme göre SF-36 yaşam kalitesi alt boyutları
fiziksel fonksiyon, emosyonel problemler nedeniyle rol kısıtlaması, ağrı, enerji, sosyal
fonksiyon ve mental sağlık puanlarında anlamlı artış, ameliyat sonrası 3. ayda da bu artış
emosyonel problemler dışındaki tüm boyutlarda devam etmiştir. Bölgesel anestezi alarak
ameliyat olan hastalarda ameliyat sonrası 1. ayda ameliyat öncesi döneme göre SF-36 yaşam
kalitesi ölçeği alt boyutları fiziksel fonksiyon, fiziksel problem nedeniyle rol kısıtlaması, ağrı
enerji, sosyal fonksiyon, emosyonel problemler nedeniyle rol kısıtlaması ve mental sağlık
puanlarında anlamlı artış tespit edilmiştir. Ameliyat sonrası 3. ayda bu artış enerji alt boyutu
dışında devam etmiştir (37).
16
Yukarıda yapılan çalışmalarda görüldüğü gibi cerrahi girişim hastaların yaşam
kalitesinin arttırmaktadır. İleride yapılacak daha fazla çalışma ile hastaların yaşam kalitesinde
hemşirelik bakımının etkilerinin değerlendirilebileceği ve literatüre katkı sağlanacağı
düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
1. Gotardo DR, Strauss E, Teixeira MC, Machado MC. Liver transplantation and quality of life: relevance of a
specific liver disease questionnaire. Liver International 2007; 28:99-106.
2. The WHOQOL Group. The development of the World Health Organisation quality of life assessment
instrument (the WHOQOL). In: Orley J, Kuyken W, eds. Quality of Life Assessment: International
Perspectives. Heidelberg: Springer Verlag, 1994:41-57.
3. Juniper EF. How important is quality of life in pediatric asthma? Pediatr Pulmonol, 1997; Suppl 15:17-21.
4. Ware JE. The Status of Health Assesment 1994. An Rev Pub Health 1995;16:327.
5. Akyol A. Yaşam kalitesinin hemşirelik yönünden önemi. Ege Üniversitesi Hemsirelik Yüksekokulu Dergisi
1993; 9(3) :71-75.
6. Glenda AM. Quality of life: a concept analysis. Journal of Advanced Nursing, 1993; 18: 32-38.
7. Erdil F. Son 20 yılda Hemşireliğin Stratejisi. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 1994
(1):1-7.
8. Şendir M. Total kalça protezi ameliyatı öncesi hasta eğitiminin ameliyat sonrası fiziksel uyum ve yaşam
kalitesine etkisi. T. C. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, 2000 İstanbul.
9. Özyürek P. lomber disk ameliyatı olmuş erişkin hastaların genel sağlık statüsü boyutlarının ölçülmesi. Ege
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2000 İzmir.
10. Kaya N. Romatoid Artritli Bireylerde Sağlığa İlişkin Yaşam Kalitesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitütü Doktora Tezi, 2002 İstanbul.
11. Kaya H. Selim prostat hiperplazili hastalarda uygulanan ameliyat öncesi bakım ve eğitiminin ameliyat
sonrası yaşam kalitesi üzerine etkisi. T.C. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans
Tezi, 1997 İstanbul.
12. Muldoon MF, Barger SD, Flory JD. What are quality of life measurements measuring? BMJ 1998;316:542–
545.
13. Esen E, Çam O. Histerektomi olmuş kadınların yaşam kalitesinin incelenmesi Ege Üniversitesi Hemşirelik
Yüksek Okulu Dergisi 2006; 22 (1) :107-117.
14. Özşaker E. Böbrek transplantasyonu olan hastalar ve yakınlarının yaşam kalitesinin saptanması ve yaşam
kalitesini etkileyen faktörlerin incelenmesi. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi,
2002 İzmir.
15. Üstündağ H, Gül A, Zengin N, Aydın M. Böbrek Nakli Yapılan Hastalarda Yaşam Kalitesi. Fırat Sağlık
Hizmetleri Dergisi 2007 2(6): 117-126.
16. Mutlu S. Kalıcı abdominal stomalı hastalarda beden imajı değişiminin yaşam kalitesine etkisi. T.C.
Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2006 İstanbul.
17. Kulu A. Mesane tümörlü hastalara uygulanan cerrahi girişimler sonrası yaşam kalitesinin
değerlendirilmesi. T.C. Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksek Lisans Tezi, 2010 Edirne.
18. Yıldız T. Yüz bölgesinde uygulanan estetik ve rekonstrüktif cerrahinin yaşam kalitesi üzerine etkisi. T.C.
Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, 2009 İstanbul.
19. Akyüz N, Balık E, Kanan N, Yamaner S, Kaymakoğlu S, Akyüz A, Özdil S, Bulut T, Büyükuncu Y, Sökücü N,
Buğra D. Ülseratif kolitte cerrahi tedavinin hastaların yaşam kalitesi üzerindeki etkilerinin
değerlendirilmesi. Kolon Rektum Hast Derg 2007;17:88-101
20. Kamış Ü, Zengin N, Öztürk BT, Özkağnıcı A, Kılınç AC. Katarakt Cerrahisinin görme fonksiyonu ve yaşam
kalitesine etkisi. Glo-Kat 2006;1:127-132.
21. Bozdemir H. Karaciğer transplantasyonu uygulanan hastalarda yaşam kalitesinin incelenmesi. T.C. Dokuz
Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2006 İzmir.
22. Sarıgöl Y. Karaciğer transplantasyonu öncesi ve sonrası yaşam kalitesinin incelenmesi T.C.
Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2008 İzmir.
23. Yamantaş Ö. Karaciğer transplantasyonlarında sağ lop vericilerinin yaşam kalitelerinin incelenmesi. T.C.
Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2010 İstanbul.
17
24. Kaçmaz N. Karaciğer nakli yapılan hasta ve hasta yakınlarının psikososyal durumlarının yaşam kalitesi
üzerine etkisi. T. C. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2011 İstanbul.
25. Kılıç E, Sınıcı E, Tunay V, Hasta D, Tunay S, Başbozkurt M. Evaluation of quality of life of female patients
after bilateral total knee arthroplasty. Acta Orthop Traumatol Turc 2009;43(3):248- 253.
26. Sınıcı E, Tunay S, Tunay V, Kılıç E, Primer kalça protezi uygulanan hastalarda yaşam kalitesinin
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
değerlendirilmesi. Acta Orthop Traumatol Turc 2008;42(1):22-25
Yıldız Ö. Gonartrozlu hastalarda total diz protezinin yaşam kalitesi üzerine etkisi. T. C.Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Afyonkarahisar 2010.
Bakın D. Skolyoz ameliyatı olan hastaların yaşam kalitesi. T.C. Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi, 2011 İstanbul.
Köçkar Ç, Uzun Ö. Lomber disk herni ameliyatı olan hastalarda algılanan sosyal destek ile yaşam kalitesi
arasındaki ilişkinin incelenmesi, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 2007; 10(4)30-41.
İhvan Ö. Septorinoplasti ameliyatı yapılan hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası yaşam kalitesi
değişiminin araştırılması. T.C. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Uzmanlık Tezi 2008
Eskişehir.
Saylam M. Histerektomi ameliyatı olan kadınlara ameliyat öncesi ve sonrası verilen danışmanlık hizmetinin
yaşam kalitesi ve cinsel sorunlara etkisi. T.C. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora
Tezi 2005 Ankara.
Yıldırım NK, Özkan M, Özkan S, Özçınar B, Güler SA, Özmen V. Meme Kanserli Hastaların Tedavi Öncesi
ve Sonrası Anksiyete, Depresyon ve Yaşam Kalitesi: Bir Yıllık Prospektif Değerlendirme Sonuçları. Archives
of Neuropsychiatry 2009; 46: 175-81.
Göktaş SB. Meme kanserinde mastektomi sonrası uygulanan erken ve geç rekonstrüksiyonun hastanın
yaşam kalitesi üzerine etkisi. T.C. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, 2008
İstanbul.
Yaşan A, Ünal S, Gedik E, Girgin S. Kalıcı ve geçici ostomi yapılmış kişilerde yaşam kalitesinde deşişim,
depresyon ve anksiyete. Anatolian Journal of Psychiatry 2008; 9:162-168
Aydın S, Yavuz T, Düver H, Kutsal A. 65 yaş üstü hastalarda koroner bypass operasyonlarının yaşam
kaliteleri üzerine erken dönem etkisinin SF- 36 testi ile tespiti. Geriatri 2002; 5 (2): 64- 67.
Çolak T, Akça T, Kanık A, Yaylak F, Dirlik M, Çağlıkülekçi M, Aydın S. Laparoskopik veya açık inguinal
herni operasyonu geçiren hastalarda yaşam kalitesinin SF-36 kullanılarak karşılaştırılması. Klinik Bilimler
ve Doktor 2002; 8: 717-721.
Savaş Y. Genel ya da bölgesel anestezi ile yapılan kasık fıtığı onarımlarının uyku ve yasam kalitesi üzerine
etkisi. T.C. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009 Afyonkarahisar.
18
CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ VE YAŞAM KALİTESİ İLE İLGİLİ YAPILAN
ÇALIŞMALAR- ULUSLARARASI BOYUT
Yrd. Doç. Dr. Adalet KOCA KUTLU
Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları
Hemşireliği Anabilim Dalı
“Yaşam Kalitesi” kavramı, geçmişte sosyolojik, tıbbi ya da felsefi boyutlarda ele
alınmıştır. Aristo, insanların eylemlerindeki temel amacın iyiyi aramak olduğunu ve aradıkları
o en iyinin ise “mutluluk” olduğunu söyler. Mutluluk için ya da başka bir deyişle “iyi bir
yaşam” için de erdemli olmaktan bahseder. Erdemleri de denge, uyum ve ölçülülükle ifade
eder. Aristo’nun bu yaklaşımı sağlık’ı içinde barındırır. Sağlığın yaşamdaki ifadesi de
“Yaşam Kalitesi”’dir (2).
Yaşam Kalitesi(YK), Dünya Sağlık Örgütü tarafından ”Bireyin içinde yaşadığı
kültürel değerler sistemi ve kendi beklentileri açısından yaşamdaki durumu ile ilgili algısı”
şeklinde tanımlamıştır. Başka bir ifadeyle YK, bireyin beklentileri ile yaşadıkları arasındaki
fark olarak da ele alınabilir(1,2).
YK içinde, işlevsel yeterlilik, hastalık, tedavi ve bakımla ile ilişkili yakınmalar,
psikolojik ve sosyal işlevlerde yeterlilik önemsenmektedir. YK pek çok alanı kapsayan çok
faktörlü bir kavramdır. YK kavramında yaşam doyumu, öznel iyi olma, mutluluk, işlevsel
yeterlilik, sosyal iyilik gibi bileşenler ön plana çıkmaktadır (2).
Sağlıkta yaşam kalitesi (SYK) ya da Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi-SİYK (“healthrelated quality of life”, “HRQoL”) ise yaşam kalitesinin bir alt bileşeni olarak ele
alınmaktadır. Bu yüzden bu iki kavram birbirleriyle yakından ilişkilidirler. SYK, “Hastalığın
ve tedavisinin hasta üzerindeki etkilerinin yine hasta açısından değerlendirilmesi” olarak
tanımlanabilir (1,2). Bu çalışmada, aralarında belli farklar olmasına rağmen YK daha kısa
olduğu için SİYK ya da SYK yerine kullanılacaktır.
“Yaşam Kalitesi” kavramına karşı ilgi son 20 yılda oldukça artmıştır. Medline veri
tabanında sadece “quality of life -Yaşam Kalitesi’ anahtar sözcüğü ile yapılan incelemede; ”
178146 (37229 derleme), “quality of life in nursing-Hemşirelikte yaşam kalitesi-” 15143
(2967 derleme), “Health related quality of life -Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi” ile girildiğinde
30899 makale (4744’ü derleme), “Health related quality of life in nursing-Hemşirelikte
sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi” ile 2694 (447 derleme), “Health related quality of life surgical
19
nursing-Cerrahi Hemşireliği’nde sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi” için ise 99 makale (19
derleme) yer almaktadır (3). Yapılan bu çalışmaların büyük çoğunluğu 2000’li yıllarda
yapılmıştır. Bu sonuç, bu dönemlerde YK’ne olan ilginin arttığını göstermekle birlikte
internet kullanımı, veritabanlarının yaygınlaşması gibi nedenleri de göz ardı etmemek gerekir.
Medline taraması sonucunda elde edilen veriler incelendiğinde; SİYK alanında
araştırma yapanların büyük bir çoğunluğu (yaklaşık %70) hekimlerden oluşmaktadır, hem
hekim hem de hemşirelerin bulunduğu çalışmalar genel olarak değerlendirildiğinde oldukça
yetersizdir. Hemşirelerin SİYK ile ilgili yaptıkları çalışmaları, genellikle cerrahi girişim
gerektiren hastalıklarda YK oluşmaktadır ve ameliyat sonrası dönemlerde yapılmıştır.SİYK
çalışmalarının yapıldığı cerrahi alanlar sırasıyla;
cerrahisi
(Coronary Arter
Bypass
Kalp cerrahisinde özellikle koroner arter
Grafting-CABG),
Meme
kanseri (Mastektomi),
Transplantasyon cerrahisi (Renal, karaciğer, kalp ve akciğer), Ürolojik cerrahi girişimler
(sistektomi, mesane kanseri, üriner diversiyon, bening prostat hiperplazisi, prostat kanseri,
inkontinans vs.), geriatrik cerrahi, stoma cerrahisi, baş-boyun cerrahisi ve günübirlik cerrahi
sonrası YK şeklinde sıralanmaktadır.
Koroner arter cerrahisi sonrası YK yanı sıra CABG ile koroner anjioplastinin YK
sonuçlarının karşılaştırıldığı makaleler bulunmaktadır. Meme cerrahisinde YK ile ilgili
çalışmalarda
mastektomi
sonrası
longitudinal
değerlendirmeler,
mastektomi+kemoterapi+radyoterapi YK sonuçları, mamoplastide YK ve beden imajına
ilişkin çalışmalarla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Meme cerrahisi sonrası ve yapılan hemşirelik
uygulamalarının YK’ya etkileri ile ilgili araştırmalar cerrahi hemşireliği literatüründe çok
fazla bulunmaktadır. Transplantasyon ve YK ile ilgili çalışmalarda renal transplantasyon ve
hemodiyaliz sonuçları karşılaştırılmış ve renal transplantasyon lehinde sonuçlar elde
edilmiştir. Renal transplantasyon dışında karaciğer, kalp transplantasyonu ve canlı verici –
alıcının YK’leri de değerlendirilmiştir. Özellikle 2000 yılından sonra transplantasyon
cerrahisinin artmasına paralel olarak YK’ne etkilerini ele alan çalışmalarda da belirgin bir
şekilde artma olduğu göze çarpmaktadır. Üroloji’de sıklıkla sistektomi ve üriner
diversiyonlarla ilgili YK sonuçları ele alınmıştır. Geriatrik Cerrahisinde yaşlı bakım evlerinde
yaşayan
hastaların
YK’leri
incelenmiştir
ve
hemşirelik
girişimlerinin
etkileri
değerlendirilmiştir. Stoma cerrahisi ve yaşam kalitesine etkisi cerrahi hemşireliğinde gerek
beden imajını ve sosyal yaşamı etkilemesi gerekse hastanın özbakım gereksinimleri
çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinden daha fazla önemsenmesi gereken alanlardan
birisidir. Baş-boyun cerrahisi sonrasında hemşirelik girişimlerinin YK’ne etkilerinin
20
incelenmesi gereksinimi vardır. Günübirlik cerrahinin kısa vadeli etkilerinin yanında uzun
vadeli sonuçları ve dolayısıyla günübirlik cerrahi ve YK konusu da üzerinde durulması
gereken alanlardandır. Ayrıca İngilizce geliştirilmiş YK ölçeklerinin başka dillerdeki
geçerlilik ve güvenilirlik çalışmalarına da rastlanmaktadır. Hemşirelerin yaşam kalitelerini ele
alan çalışmalar sınırlıdır.
SİYK ile ilgili yapılan çalışmalarda sıklıkla SF 36 Yaşam Kalitesi ölçeği
kullanılmıştır. SF 36 yanı sıra WHOQoL-Bref Yaşam Kalitesi Ölçeği, EQ-5D genel ölçekleri
kullanılmıştır. Bunların dışında hastalıklara özel geliştirilmiş yaşam kalitesi ölçekleri
(EORTC QLQ-C30 gibi)’nin de kullanıldığı saptanmıştır. Ayrıca SYK ile ilgili hem tıp hem
de hemşirelik alanından uluslar arası dergilerde Türkiye’den yapılmış çalışma çok azdır.
1970’li yıllara kadar sağlık hizmetlerinin sonuçları morbidite, mortalite ve fizyolojik
ölçümlere
dayandırılarak
yapıyorlardı.
Ancak
1990’lı
yıllardan
sonra
sağlığın
kazanılmasındaki en önemli göstergeler arasında YK’ne de yer verilmiştir. Hasta bakım ve
tedavisinin değerlendirilmesinde fiziksel ve fizyolojik parametrelerin ölçümü ile saptanabilen;
yakınmaların azaltılması veya yaşam suresinin uzatılması gibi göstergeler yetersiz kalmıştır.
Hastanın bakış açısını, algısını da içeren yeni ölçütlerin değerlendirmelere dahil edilmesi
gerekmektedir. Günümüzde artık tıbbi bakım ve tedavinin birincil amacı YK’sinin artmasını
sağlamaktır (2).
Sonuç olarak, YK; çok faktörlü, hastanın tanımlamasına bağlı, zamanla değişkenlik
gösterebilen ve öznel bir kavramdır. SYK alanındaki çalışmalar dikkatlice tasarlanmalı ve
araştırmalarda uygun, özenle planlanmış ve değerlendirilmiş ölçekler kullanılmalıdır. SYK ve
özellikle Cerrahi Hemşireliği alanlarında ve hemşirelerin YK’lerine yönelik araştırmaların
arttırılması, disiplinler arası işbirliği yapılması ve Türkiye’den SYK ile ilgili çalışmaların
uluslararası dergilerde yayınlaması önemsenmelidir.
KAYNAKLAR
1.
Eser E. Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesinin Kavramsal Temelleri ve Ölçümü.
Sağlıkta Birikim 2006;1(2):1-5.
2.
Müezzinoğlu T. Yaşam kalitesi.
http://www.uroonkoloji.org/ebulten/pdf/pdf_URO_128.pdf-Nisan 2012.
3.
www.ncbi.nlm.nih.gov
21
KRONİK YARALAR ve YAŞAM KALİTESİ
Doç. Dr. Filiz ÖĞCE
Ege Üniversitesi Atatürk Sağlık Yüksekokulu
Normal iyileşme sürecindeki aşamaların düzenli olarak işlemediği ve uygun tedaviye
rağmen 4 hafta içinde iyileşmeye başlamayan ya da 8 haftada iyileşmeyen yaralar kronik
olarak kabul edilir (normal iyileşme süreci ortalama 3 hafta kabul edilir).
Tüm kronik yaralar akut yara olarak başlar. Kronik yara, iyileşme fazlarının bir ya da
birkaçında duraklamıştır ve genellikle çok uzun süre inflamatuar fazda kalır. Kronik yaranın
moleküler ortamında yüksek düzeyde inflamatuar sitokinler ve proteaz enzimleri, yetersiz
düzeyde büyüme faktörleri ve hücre proliferasyon yeteneğinin azalması gibi yara iyileşmesi
için uygun olmayan değişiklikler meydana gelir. İnflamatuar fazda nötrofilleri fagosite
etmekle görevli makrofajlar aynı zamanda çeşitli büyüme faktörleri ve nitrik oksit sentezini
de gerçekleştirirler. Makrofaj eksikliğine bağlı nitrik oksit sentezinin engellenmesi de yara
iyileşmesini geciktirmektedir. Bu değişiklikler iyileşme sürecini sonlandırır ve septik
enfeksiyon riskini arttırırlar.
Akut yaralarda, kollajen gibi moleküllerin üretimi ve yıkımı arasındaki hassas bir denge
varken; kronik yaralarda bu denge kaybolmuş ve yıkım daha ön plana çıkmıştır. Aşağıda
sıralanan iyileşmeyi engelleyen lokal ve sistemik faktörler de yaraların kronikleşmesinde rol
oynamaktadır.
Yara iyileşmesini engelleyen faktörler:
Lokal faktörler
 Yetersiz kan akımı
 Artan cilt gerginliği
 Kötü cerrahi apozisyon
 Yara ayrılması
 Yetersiz venöz drenaj
 Yabancı cisim varlığı ve yabancı
cisim reaksiyonu
 Mikroorganizmaların devam eden
varlığı
 İnfeksiyon
sistemik faktörler
 İleri yaş ve hareketsizlik
 Obesite
 Sigara tüketimi
 Malnütrisyon
 Vitamin eksikliği
 Sistemik malignensi
 Kemoterapi ve radyoterapi
 Immunsupresif ilaçlar
 Kortikosteroidler, antikoagulantlar
 Makrofaj
aktivite
yetersizliği
22
Kronik yaraların büyük çoğunluğu üç kategoride incelenebilir;
- Venöz ve arteriyel yetmezliğe bağlı ülserler
- Diyabetik ülserler ve
- Basınç ülserleri
Bu kategorilere girmeyen az sayıda yara da malignite, radyasyon ve lenfatik yetmezlik
gibi nedenlere bağlı olabilir.
Kronik Venöz Yetersizliğe (KVY) Bağlı Ülserler
Kronik Venöz Yetersizlik insidansı erişkin nüfusta ve farklı çalışmalarda %0.5 ile %3
arasında bulunmuştur. Batı toplumlarında daha sık görülür ve kadınlarda 3 kat daha fazladır.
Genellikle bacaklarda meydana gelen venöz ülserler, kronik yaraların %70-90’nını
oluştururlar ve çoğunlukla yaşlıları etkiler. Kronik bacak ülserleri infeksiyon, hareket
kısıtlılığı ve amputasyona kadar giden ciddi durumlara neden olabilmektedir.
Sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda yaklaşık 7 milyon kronik ülser vakası
olduğu bildirilmektedir. Bu hastaların tedavisi ve bakımı için yılda 20 milyar dolar
harcanmakta ve hesaplandığında yılda 2 milyon gün iş kaybına neden olmaktadır.
Kronik bacak ülserlerinin %75'i venöz, %8'i arteriyel ve %17'si miks (arteriyel, venöz)
tiptir. Konu ile ilgili yapılan çalışmalarda ülser büyüklüğü 2 cm üzerinde olan yaraların
kronikleşme riski daha fazla olduğu saptanmıştır.
Klinik bulgular;
 Kaşıntı
 Ağırlık hissi
 Şişlik hissi
 Gece krampları
 Acıma, uyuşukluk, karıncalanma
 Yaraya bağlı şikayetler
 Huzursuz bacak sendromu
İlk belirti, simetrik yerleşimli, özellikle iç malleol çevresinde gelişen variköz damar
genişlemeleri ve ödemdir. Ödem, venöz hipertansiyon nedeniyle kapiller basıncın artmasına
bağlı gelişir ve hareket kısıtlılığı ile ağrı şikayetlerine yol açar. Ağrı orta şiddetlidir ve bacak
elevasyonu ile azabilir. Dokuda biriken hemosiderin pigmenti tanıda önemli bir ayırıcı olarak
deriye kahverengimsi - kırmızı bir renk verir.
Patofizyoloji
Bu konudaki mevcut teoriler;
- Büyük ülserlere venlerdeki valvlerin yetersizliğine bağlı gelişen kronik venöz
hipertansiyonun neden olduğu düşünülmektedir. Venöz basınç,
40 mm/Hg altında ise venöz ülser insidansı minimal,
80 mm/Hg üzerinde ise venöz ülser insidansı %80'den fazladır.
- Kapiller mikrosirkülasyon bozularak kapiller mikrotrombozlar oluşur, buna bağlı lenfatik
dolaşım bozulur ve doku düzeyinde hipoksi gelişir,
- Kanın pıhtılaşmasıyla ilgili anormal yıkım; venöz basınç artışına bağlı damarların endotel
boşluklarından sızan fibrinojen perikapiller bölgelerde birikerek bariyer oluşturur, oksijen
perfüzyonunu bozarak iskemi ve sonunda ülserlere neden olur.
- Lökosit aktivasyonu; venöz hipertansiyon kapiller basıncı ve akım hızını azaltır, buna bağlı
olarak lökositler kapiller damarlar arasında birikerek damar akımını daha da azaltır ve sonuçta
dokuda hipoksi ve hipoperfüzyon gelişir.
Kronik Venöz Ülserli hastaların yaşam kalitesi ile ilgili yapılan çalışmalarda genç ve
çalışan hastalar için bacak ülserlerinin çalışma zamanının kaybı, iş kaybı ve mali yükün
artması anlamı taşıdığı ifade edilmektedir. Phillips ve ark.’nın yaptıkları bir çalışmada KVÜ
hastaların %58’i ülser bakımını külfetli bulduklarını belirtmiştir. Yara bakımına ayrılan süre
ile öfke ve kızgınlık duyguları arasında güçlü bir korelasyon olduğu saptanmış ve ülser
23
varlığının hastaların %68’inin hayatında korku, sosyal izolasyon, öfke, depresyon ve kötü
beden imajı gibi negatif duygusal etkiler yarattığı bildirilmiştir. Bacak ülseri, hastaların yaşam
kalitelerinin çeşitli boyutlarına önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Moffatt ve ark. ve Valencia
ve ark. yaptıkları çalışmalarda da benzer olarak KVÜ %80 hastada hareket kısıtlılığına yol
açtığı, %68 sosyal izolasyon ve depresyona neden olarak ciddi anlamda yaşam kalitesini
bozduğu saptanmıştır. Hastalar için bacak ülseri deneyimi daha fazla depresyon riski ile kötü
ruh sağlığı, algılanan sosyal desteğin az olması ve daha fazla sosyal izolasyon anlamı
taşımaktadır.
Tedavi: lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele ve venöz ligasyon, yatak istirahati,
bacak elevasyonu ve kompresyon çorapları uygulanabilir.
Arteriyel Ülserler
Arterlerin kronik tıkanmasına bağlı olarak ülserler genellikle pretibiyal alanda ve
başparmakta gelişir. Sınırları belirgin, yara çevresi nekrotik kurutla çevrilidir. Derin dokulara
yayılım gösterir. Ağrı özellikle geceleri artar ve ayaklar sarkıtıldığında azalır.
Etkilenen bacakta soğukluk, deride solukluk, kıllarda dökülme görülür. Ağrı önceleri
egzersizle başlarken sonraları dinlenme sırasında da belirir ki bu iskeminin arttığını
göstermektedir.
Tedavi: lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele ve obstrüksiyonun giderilip arteryel
kan akımını arttırmaya yönelik tıbbi ya da cerrahi müdaheleyi içerir.
Diyabetik Ülserler
Kronik yaraların diğer bir önemli nedeni prevalansı artmakta olan diyabettir. Diyabet
epidemiyoloji çalışması –TURDEP verilerine göre Türkiye’de Tip 2 DM prevalansı %7,2
olarak bulunmuştur ve Türkiye’de 20 yaş ve üzeri nüfusta (47.467.350) karşılaşılan diyabet
oranı %13,7’dir. Yapılan araştırmalarda, tüm diyabetlilerin ortalama %15’inde hayatlarının
bir döneminde diyabetik ayak ülseriyle karşılaştıkları görülmektedir.
Patofizyoloji
Diyabetik ayak ülseri nöropatik, iskemik veya nöro-iskemik olarak sınıflandırılabilir.
Diyabetin geç komplikasyonları olan periferik nöropati, periferik arter hastalığı ve bu
komplikasyonlara sahip bir hastada meydana gelen bası travması ülserlerin nedenlerini
oluşturmaktadır.
Diyabetli kişilerde ayak lezyonlarının yarısının sorumlusu nöropatik ülserlerdir.
Nöropati, beyinden omuriliğe, omurilikten beyne mesajları taşıyan vücut sinirlerinin zarar
görmesidir. Diyabetli insanlarda oldukça yaygındır (% 90) ve sıklıkla ayak ve bacaklardaki
sinirleri etkiler. Glikoz düzeyinin yüksekliğine bağlı olarak gelişir; karıncalanma, yanma,
uyuşma, diken batmaları ve ağrı ile kendini belli eder ve giderek yerini his kaybına bırakır.
Nöropati ve periferik damar hastalığı olan diyabetli hastalarda infeksiyonun da
eklenmesiyle ayak lezyonları oluşturmaktadır (Şekil 1).
Nöropati, duyusal, otonomik ve motor sinirleri etkiler:
- Duyusal sinirler etkilendiğinde, ağrı, ısı ve dokunma hissi kaybı olur.
- Otonomik sinirler terleme ve ısıyı düzenlerler. Terlemeyen ayağın derisi kurur ve çatlaklar
oluşur. Koruyucu ısı algılaması bozulan hasta ayağını soğuk hisseder ve ısıtmak isterken
yanıklara neden olabilir.
- Motor nöropati sonucu kaslarda güçsüzlük, atrofi ve ayak deformiteleri gelişir.
Periferal nöropatili hastalarda yüklenme topuk ve metatarsal bölgede artar, halluksda
(başparmak) azalır. Halluksun işlevini yapmaması metatars başlarındaki basıncın artmasına ve
bu bölgelerde ülser gelişimine yol açmaktadır. Diyabetik ayak ülserlerinin akıbetini belirleyen
en önemli faktör periferik arter hastalığıdır. Perfüzyonu kötü olan dokularda travma sonrası
iskemik ülserler gelişir.
24
NÖROPATİ
• Charcot
Deformitesi
• Ortopedik
Deformite
Motor
Duyusal
Anormal
Ayak
Postürü
Azalan
Ağrı
Duyusu
Artan
Basınçlı Yüklenme
Travma
Kallus Oluşumu
Arter
Hastalığı
İskemi
ÜLSER
İnfeksiyon
Şekil 1. Diyabetik Ayak Ülseri Etyolojisi.
Diyabetik ayak ülserlerinden sorumlu bir diğer faktör ise, damar tıkanıklığı ve buna
bağlı dolaşım bozukluğudur. Vasküler problemler, diyabetli hastalarda %20 oranında daha
sık görülmektedir. Hem mikroanjiopati hem de makroanjiopati sıktır. Mikroanjiopati diyabete
özgü bir damar komplikasyonudur; mikrosirkülasyondaki bozukluk, dokuların yeterince
kanlanamamasına ve dolayısıyla oksijenlenememesine yol açmaktadır. Bu durum ülser
oluşumunu kolaylaştırır. Makroanjiopati ise diyabetiklerde daha erken yaşta oluşur ve daha
hızlı ilerler.
Diyabete bağlı olarak oluşan iyileşmeyen ayak ülserleri, iş gücü kaybı, hastane
giderlerinin ve kalış süresinin artması ve ikinci bir kişiye bağımlılığı beraberinde
getirmektedir. Ayrıca bireyin ailesine olan desteğini azaltmakta, sorumluluklarını yerine
getirmede yetersizlik gibi sosyal sorunlarını artırmakta, yaşam şeklinin değişmesine yol
açmakta ve hastanın yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Tedavi: Lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele, basınç azaltıcı önlemler, glikoz
seviyesi kontrolü.
25
Basınç Ülserleri
Kronik yaraların bir diğer türü, uzun süreli basıncın etkisinde kalmaya bağlı olarak
deri ve deri altındaki dokularda, çoğunlukla da vücudun kemik çıkıntılarının üzerinde, oluşan
lokalize doku zedelenmesi olarak tanımlanan basınç ülserleridir. Hastanede yatan bütün
hastalar arasında BÜ prevalansı %3.5 – 29.5, insidansı ise %2.7 ile %29 arasındadır. Cerrahi
hastalarında ise insidans %4,7 ile %66 arasında değiştiği belirtilmektedir. Ülkemizde yapılan
çalışmalarda, cerrahi hastalarında BÜ prevalansı %7,8, insidansı
%54,8 olarak
belirtilmektedir.
Basınç ülserlerinin oluşmasına yol açan risk faktörleri;
Basınç; en önemli etkendir. Basıncın ülser oluşturmasında yoğunluğu, süresi, dokunun
toleransı ve bireysel ya da çevresel diğer faktörler etkilidir. Uzun süreli düşük şiddette basınca
maruz kalma ile kısa süreli yüksek şiddette basınca maruz kalma benzer şekilde doku hasarına
yol açabilir.
Sağlıklı bireylerde hareket etme ve duyu sorunu olmadığından basınca bağlı doku anoksisi
geliştiğinde oluşan rahatsızlık hissedildiği an bireyin pozisyon değiştirmesiyle birlikte basınç
noktaları başka alanlara kaydırılarak deri harabiyeti önlenmiş olur. Ancak hareket ve duyu
kaybı olan bireylerde bu durum söz konusu değildir. Yapılan bir çalışmada, basınç
ülserlerinin ortopedik yaralanmalar sonrasında %15, tekerlekli sandalye kullanımına bağlı
olarak da %37 oranında görüldüğü belirtilmektedir.
Patofizyoloji
Kapiller basınç; sıvıyı damar dışına iten basınçtır ve
Arteriyel uçta : 28-32 mm Hg (30-40 mm Hg)
Venöz uçta
: 9-12 mm Hg (10-14 mm Hg)
Midkapiller alanda: 25 mm Hg (20-25 mm Hg) kadardır.
Dışarıdan uygulanan basıncın kapiller basıncı aştığı durumlarda kapiller kollabe olur
ve doku anoksisi gelişir.
Sürtünme ve makaslama; dokunun yatak ya da tekerlekli sandalye gibi sert bir yüzey
üzerinde hareket etmesiyle oluşan sürtünme epidermis ve dermis tabakasının aşınmasına
neden olur. Sürtünme yer çekiminin etkisiyle birleştiğinde makaslama etkisi yaratarak daha
derin dokuların hasarlanmasına yol açar.
Yaş; basınç ülserlerinin gelişiminde yaşın ilerlemesiyle belirginleşen, doku
perfüzyonu ve deri turgorunda azalma, doku elastikiyet kaybı, kolajen sentezinde azalma,
immun yanıt yetersizliği, beslenme yetersizliği, serum albümin seviyesinde azalma da göz
ardı edilmemesi gereken etkenlerdendir.
Nem; aşırı nem maserasyona ve doku direncinin azalmasına neden olur. Yatağa bağımlı
ve paralizili hastalarda gelişen fekal inkontinans üriner inkontinansa göre daha fazla risk
oluşturmaktadır. Nemin azalması da derinin kurumasına ve daha çabuk yaralanmasına yol
açması bakımından dikkate alınmalıdır.
Düşük Kan Basıncı; Düşük kan basıncı doku toleransını etkiler; sistolik kan basıncı 100
mmHg, diyastolik kan basıncı 60 mmHg altında ise basınç ülseri gelişme riski artar.
Beslenme; Protein kalori malnütrisyonu BÜ oluşumunda etkilidir. Proteinemide onkotik
basınç azalmasına bağlı ödem gelişir, ödemli ve iskemik dokuda oksijen diffüzyonu ve besin
transportu bozulur. Vitamin eksikliği özellikle de A, C ve E vitaminlerinin noksanlığında
kollajen sentezi, epitelizasyon ve immun sistem zayıflar ve bağlı olarak enfeksiyona yatkınlık
artar.
Beden Isısının Artması; dokunun oksijen gereksinimini arttırır, buna bağlı gelişen hipoksi
ya da anoksi durumunda ise basınç ülserlerinin gelişimi kolaylaşır.
26
Psikolojik Durum; Emosyonel stres basınç ülserleri ile ilişkilidir, stres kortizon salınımını
arttırır, artan kortizon kolajen sentezini baskılar, kolajen sentezinin azalması da basınç
ülserlerinin oluşumunu hızlandırır.
Bunların dışında kan vizkositesinin artması, hematokritin yükselmesi ve dehidratasyon
gibi etkenlerin de basınç ülserlerinin oluşumunda önemli olduğu unutulmamalıdır.
Tedavi: Lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele, basınç azaltıcı önlemler ve beslenme
desteği.
Yaşam Kalitesi
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1948 yılında yayınlanan deklarasyonda sağlık, “fiziksel,
mental ve sosyal açıdan tam bir iyilik hali, hastalık durumunun olmaması” şeklinde
tanımlanmaktadır. Son zamanlarda bu kavrama bir de yaşam kalitesi (YK) kavramı
eklenmiştir ki, artık günümüzde yapılan her yeni tedavi ve uygulama öncesinde kişinin yaşam
kalitesinin ne yönde etkileneceği göz önünde bulundurularak uygulamaya karar verilmektedir.
Yaşam kalitesi farklı bireylerde değişik anlamlar ifade edebilen bir kavram olmasına
karşın, sağlık durumu, ekonomik ve sosyal çevreyi de kapsamaktadır. Özellikle kronik
rahatsızlığı olan hastalara verilecek bakımda, bireyin fonksiyonel, tatminkar ve rahat bir
yaşam sürmesi hedeflendiğinde, sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ön plana çıkmaktadır.
Kronik yaralar hiç iyileşmez ya da iyileşmesi çok uzun yıllar alır. Bu nedenle hastalarda
ciddi duygusal ve fiziksel strese neden olmakla birlikte pansumanlar, hemşirelik bakımı,
fiziksel terapi, beslenme desteği ve hekimlik hizmetleri dikkate alındığında tüm sağlık sistemi
ve hastaya önemli bir maddi yük getirmektedir. Kronik yaralarda temel hedef yara
iyileşmesinden çok semptomların kontrolü ve komplikasyonların önlenmesine ve bireyin
yaşam kalitesini arttırmaya yönelik olmalıdır.
Kronik yara ile yaşam; Herkes tarafından nihai hedefin yaranın iyileşmesi olduğu
düşünülse de, bazen sebebi ne olursa olsun bunun mümkün olmayacağını kabul etmek
gerekir. Kesinlikle esas olan, her durumda hastanın yaşam kalitesini artırmayı amaçlamaktır.
İyileşmeyen yaraları olan hastaların çoğu duygusal, mali, fiziksel sağlık, günlük
aktiviteler, arkadaşlıklar ve boş zaman aktivitelerinde zorluklardan şikayet ederler. Zira,
düzenli ve sık olarak pansuman değiştirme zorunluluğuna bağlı günlük yaşantının bozulması,
hareket kısıtlılığı, ağrı, uyku eksikliğine bağlı olarak gelişen yorgunluk, koku ve yara
enfeksiyonu ve çoklu ilaç kullanmanın fiziksel ve psikolojik etkileri hastaların yaşam
kaliteleri olumsuz yönde etkilemektedir. Yaşam kalitesinin arttırılmasının ilk adımı hasta ile
güvene dayalı bir ilişki oluşturulması olmalıdır ve tedavi ve bakımda hastanın duygu ve
düşüncelerinin öğrenilerek kararlara katılımının sağlanması oldukça önemlidir
KAYNAKLAR
 Abbate S.L. Standards of Medical Care for Patients with Diabetes Mellitus, Clinical Diabetes. 2003,
21;27-37.
 Demir T., Akıncı B., Yeşil S. Diyabetik Ayak Ülserlerinin Tanı ve Tedavisi. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi.
2007, 21(1): 63-70.
 Broderick N. Understanding Chronic Wound Healing. The Nurse Practitioner. 2009, 34(10);17-22.
 Karadağ M.ve Gümüşkaya N. (2006). “The incidence of pressure ulcers in surgical patients: A sample
hospital in Turkey”, Journal of Clinical Nursing, 15(4):413-21.
 Kaynak K. Venöz ülserlerin tedavisi. ‹.Ü. Cerrahpafla T›p Fakültesi Sürekli T›p E¤itimi Etkinlikleri.
Cilt Hastalıklar› ve Yara Bakımı Sempozyumu,2001, İstanbul, s. 127-129.
 Moffatt C.J., Franks P.J., Doherty D.C., Smithdale R., Steptoe A. Psychological Factors in Leg
Ulceration: A Case-Control Study The British Journal of Dermatology. 2009;161(4):750-756.
 Phillips T, Stanton B, Provan A, Lew R. A study of the impact of leg ulcers on quality of life: financial,
social, and psychological implications. J Am Acad Dermatol 1994;31:49-53.
 Satman İ, Yılmaz MT , Şengül A, Popilation-based study of diabetes and risk caracteristics in Turkey:
Results of the Turkish Diabetes Epidemiyology Study(TURDEP). Diabetes Care 25:1551-1556,2002
27








Tenbrook JA Jr, Iafrati MD, O'donnell TF Jr, Wolf MP, Hoffman SN, Pauker SG, Lau J, Wong JB
Systematic review of outcomes after surgical management of venous disease incorporating subfascial
endoscopic perforator surgery J Vasc Surg. 2004;39:583-9.
Tsang, M.W., Wong, W.K.R., Hung, C.S., Lai, K.M., Tang, W., Cheung, E.Y.N. et al. (2003). Human
epidermal growth factor enhances healing of diabetic foot ulcers. Diabetes Care. 26(6):1856-1861.
Uzun Ö., Tan M. A Prospective, Descriptive Pressure Ulcer Risk Factors and Prevalence Study at a
University Hospital in Turkey. Ostomy Wound Management 2007; 53(2): 44-56.
Valencia IC, Falabella A, Kirsner RS, et al. Chronic venous insufficiency and venous leg ulceration. J
Am Acad Der matol 2001;44:401-21.
Yetzer E.A. Causes And Prevention of Diabetic Foot Skin Breakdown, Rehabilitaton Nursing, 2002,
27(2); 52-58.
Young M.J. Foot Problems In Diabetes, Textbook of Diabetes, Ed. Jhon C. Pickup, Gareth Williams,
3rd Edition, USA, Blackwell publishing. 2003,57;1-19.
Yaşar B., Pekcan Ş. Diyabetik Ayak, Sendrom Dergisi, Nisan, 2003;48-53.
Yücel, A. Bası yaraları. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri. Cilt Hastalıkları
ve Yara Bakımı Sempozyumu.18-19 Ekim 2001, İstanbul, s.131-150.
28
MEME KANSERİ VE YAŞAM KALİTESİ
Doç. Dr. Özgül KARAYURT
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı
Meme kanseri, kadınlar arasında en sık (%28) tanılanan kanser çeşidi olup dünyada en
sık (%15) ölüme yol açan malign tümördür (ACS, 2010a). Dünyada yaklaşık iki buçuk
milyon meme kanseri olan kadın bulunmaktadır (ACS, 2010a). Türkiye’deki kanser
oranlarına bakıldığında meme kanseri kadınlarda görülen kanserler arasında birinci sırada
(yüz binde 37.60) yer almaktadır (T.C Sağlık Bakanlığı, 2006).
Meme kanseri lokal ve sistemik bir hastalık olduğundan tedavisinde de lokal cerrahi
ve radyoterapi (RT), sistemik kemoterapi (KT), hormonoterapi (HT) ve hedefe yönelik
tedaviler yer almaktadır (Karamanoğlu ve Özer 2008). Meme kanserinin cerrahi tedavisine
bağlı; ağrı, beden imajında ve cinsel yaşamda değişiklik, psikolojik sıkıntılar (depresyon,
anksiyete), sosyal yaşamda bozulma, lenfödem gibi sorunlar yaşanmaktadır. Kemoterapiye ve
radyoterapiye bağlı; cilt reaksiyonları, memede ödem, bulantı-kusma, nötropeni,
trombositopeni, anemi, saç dökülmesi, yorgunluk gibi yan etkiler görülmektedir.
Hormonoterapinin de; sıcak basması, vaginal kuruluk, osteoporoz gibi yan etkileri olmaktadır
(Park ve ark., 2011, Cappiello ve ark., 2007, Shidmit-Buchi et al., 2008, Ganz, 2008, ACS,
2010b). Bu tedavilerin yan etkileri kadınların yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir (Hofso
ve ark., 2011, Hack ve ark., 2010).
Meme kanserinde erken tanı ve daha etkin tedavi ile sağkalım süresinin artması, bu
tedavilere bağlı komplikasyoların azaltılması ve yaşam kalitesinin arttırılmasını gündeme
getirmiştir. Son 30 yıl içerisinde yapılan çalışmalar, evre I ve evre II meme kanserli hastalara
mastektomi veya meme koruyucu cerrahi yapılmasının, hastaların hastalıksız sağkalım ve
toplam sağkalım süreleri arasında anlamlı farklılık olmadığını göstermektedir (Veronesi ve
ark 2002; Noguchi, 2001). Bunlara ek olarak, meme kanserinin aksiller yayılımını tespit
etmede sentinel lenf nod biyopsisi (SLNB)’nin aksiler lenf nod diseksiyonu kadar (ALND)
kadar değerli olduğu, komplikasyonları azalttığı gösterilmiş ve SLNB klinik olarak aksillası
negatif olan hastalarda standart bir yaklaşım olmuştur (Veronesi ve ark, 2005; Fisher ve ark
2002). Meme kanserine yönelik güncel tedavi yaklaşımlarında hedef, sadece hastalıksız ve
genel sağkalımı uzatmak değil, tedavilerdeki başarıyla birlikte kadına iyi yaşam kalitesi
sağlamak olmalıdır.
Yaşam kalitesi, sağlık durumunun ve tedavilerin etkilerinin değerlendirilmesinde
önemli bir sonuç ölçümüdür. Ancak farklı kişilere farklı şeyler ifade eden bir kavram
olduğundan net bir tanım yapmak güçtür. Sadece hastalık olmaması değil, tam bir fiziksel,
mental ve sosyal iyilik halidir (Başaran ve ark 2005). Yaşam kalitesi, sağ kalımdan sonra
hasta izlenmesinde önemli değerlendirme ölçütü olarak belirlenen bir kavram olmuştur
Sağlıkta yaşam kalitesi ölçümlerinin hedefi bir hastalık ve bu hastalığın tedavisinin yaşamın
fiziksel, sosyal, emosyonel boyutları üzerine etkilerini incelemektir (Aydemir 2007).
Yurt dışında meme kanseri ve yaşam kalitesine ilişkin yapılan tanımlayıcı
çalışmalarda; tanı sırasında genç olan, sağlık durumu iyi olmayan kadınların semptomlarının
daha kötü olduğu ve bu durumun kadınların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği
belirtilmiştir (Janz ve ark., 2007, Leak et al., 2008, Cleeland 2007, Dodd ve ark., 2010, Kim
ve ark., 2009). Meme kanser cerrahisi sonrası iki yıllık yaşam kalitesinin üç cerrahi girişimi
karşılaştırarak incelendiği çalışmada cerrahi sonrası yaşam kalitesinin MKC sonrası en iyi,
daha sonra MRM + Rekostriksiyon ve MRM uygulanan grupta en düşük olduğu saptanmıştır.
29
Ayrıca meme kanseri cerrahi sonrası yaşam kalitesinin sadece cerrahi tipinden değil hastaların
preoperatif ve postoperatif fonksiyonel durumundan, yaşından, kemoterapi, radyoterapi,
hormonterapi alma durumlarından ve ameliyat sonrası geçen süreden etkilendiği gösterilmiştir
(Shia ve ark 2011). Meme kanseri nedeniyle RT öncesi KT alan ve almayan hastaların
semptom deneyimi ve yaşam kalitesinin incelendiği çalışmada; RT öncesi KT alan hastaların
daha fazla semptom deneyimlediği ve yaşam kalitelerinin olumsuz etkilendiği saptanmıştır
(Hofsø ve ark 2011). Lemieux ve arkadaşlarının 2010 yılında 2001-2009 yılları arasında 190
Randomize Kontrollü Çalışmayı (RKÇ) dahil ettikleri bir sistematik incelemede, en yaygın
kullanılan iki ölçeğin Avrupa Kanser Araştırma ve Tedavi Organizasyonu Yaşam Kalitesi
Ölçeği (European Organization for Research and Treatment of Cancer QOL Questionnaire
(EORTC QLQ)) ve Kaser Tedavisinde Fonksiyonel Değerlendirme/Kronik Hastalıkların
Tedavisinde Fonksiyonel Değerlendirme (The Functional Assessment of Cancer
Therapy/Functional Assessment of Chronic Illness Therapy (FACT/FACIT)) olduğu
saptanmıştır. Ayrıca, yaşam kalitesinin incelendiği çalışmaların metadolojisinin geliştirilmesi
gerektiği vurgulanmıştır.
Yurt dışında meme kanseri ve yaşam kalitesine ilişkin yapılan girişimsel çalışmalarda
da yaşam kalitesinin geliştiği gösterilmiştir. Duijts ve arkadaşları tarafından 2011 yılında 56
çalışmayı kapsayan meta analizde meme kanseri hastalarında ve yaşayanlarda davranışsal
tekniklerin ve fiziksel egzersizin psikososyal fonksiyona ve sağlıkla ilgili yaşam kalitesine
etkisi incelenmiştir. Meme kanseri hastalarında ve yaşayanlarda davranışsal tekniklerin ve
fiziksel egzersizin psikososyal fonksiyonu ve sağlıkla ilgili yaşam kalitesini geliştirdiği
belirtilmiştir. Yapılan yarı deneysel bir çalışmada, meme kanseri hastalarında cerrahiden bir
hafta sonra telefonla destek girişiminin yaşam kalitesine etkisinin incelendiği çalışmada;
telefonla danışmanlık verilen grupta, kontrol grubuna göre yaşam kalitesinin daha iyi olduğu
belirtilmiştir. Telefonla danışmanlık verilen grupta beden imajının daha iyi olduğu, gelecek
hakkında daha az endişelendikleri, ameliyat sonrası komplikasyonların daha az olduğu
gösterilmiştir. Ayrıca hastalar, telefonla destek zamanının uygun olduğunu belirtmişlerdir
(Salonen veark 2009).
Türkiye’de Akın ve arkadaşları 2008’de kemoterapi alan meme kanseri olan kadınların
yaşam kaliteleri ve öz yeterliliklerini tanımlamak amacıyla kanser tedavisinde fonksiyonel
değerlendirme-meme kanseri (KTFD-MK) ölçeğini kullanarak yaptıkları çalışmada, yaşam
kalitesi boyutlarının tümünün olumsuz olarak etkilendiğini belirtmişlerdir. Kemoterapinin
başlangıcından itibaren fiziksel iyi olma, duygusal iyi olma ve ek endişe alt boyutu ve tüm
KTFK-MK ve öz yeterliliklerinin olumsuz olarak etkilendiği bulunmuştur. Tedavi boyunca
fiziksel semptomlar ve psikososyal sıkıntının arttığı ve aktivite düzeyinin olumsuz olarak
etkilendiği saptanmıştır. Zanapalıoğlu ve arkadaşları (2009) meme kanseri nedeniyle meme
cerrahisi sonrası adjuvan radyoterapi ve/veya kemoterapi ve/veya hormonoterapi uygulanmış
kadınlarda; modifiye radikal mastektomi (MRM) ile meme koruyucu cerrahinin (MKC),
yaşam kalitesi üzerine etkisi karşılaştırmışlardır. MKC yapılan hastaların iyilik, fiziksel
semptom, rol performans, emosyonel durum, bilişsel durum, sosyal durum, semptom
kontrolü, vücut görünümü, seksüel fonksiyon, cinsel tatmin, gelecek endişesi, kol
semptomları, meme ile ilgili şikayetlerinde MRM oranla daha iyi yaşam kalitesine sahip
olduğu saptanmıştır. Ülkemizde yapılan bir başka çalışmada, meme kanseri tanısı ile tedavi
edilen kadınlarda uygulanan lokal tedavilere bağlı komplikasyonlar ve yaşam kalitesi
incelenmiştir. Hastaların yarısından fazlasının meme kanseri tedavisi sonrası, kolda ağrı,
omuz hareketlerinde kısıtlılık, kolun fonksiyonel kapasitesinde kısıtlılık, kolda şişlik, sertlik,
his kaybı gibi komplikasyonların en az birinden yakındığı belirtilmiştir. SLNB yapılan,
aksillaya RT almayan, dren konulup 10 günden önce çıkartılan hasta grubunda tedavi sonrası
komplikasyon oranının düşük ve yaşam kalitesinin daha iyi olduğu saptanmıştır (Özçınar ve
ark, 2010). Ülkemizde yapılan ileriye dönük bir başka çalışmada MKC uygulanan hastaların
30
yaşam kalitelerinin sağlıklı bireylere oranla fiziksel açıdan bozulduğu, mental açıdan
etkilenmediği, MRM uygulanan hastalarla karşılaştırıldığında yaşam kalitelerinin hem fiziksel
hem de mental açıdan daha iyi olduğu gösterilmiştir (Kement ve ark. 2011). MRM sonrası
hemen rekonstriksiyon yapılan grup, geç rekonstriksiyon yapılan grupla karşılaştırıldığında,
hastaların erken dönemde oldukları, dolayısıyla radyoterapiye daha az gereksinim duydukları
saptanmıştır. Gecikmiş rekonstriksiyon, ALND yapılan ve adjuvan tedavi alan hastalara
yapılmıştır. Hemen yapılan rekonstriksiyonun gecikmiş rekonstriksiyona göre yaşam
kalitesini olumlu etkilediği belirtilmiştir (Baltacı Göktaş ve ark 2011).
Bu alanda çalışan hemşireler, meme kanseri olan hastalara tanı aşamasından
başlayarak tedavinin tüm aşamalarında yaptıkları eğitim ve danışmanlık ile hastaların yaşam
kalitesini yükseltmede kilit rol oynadklarının bilincinde olup, bu rollerini yerine
getirmelidirler.
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
American Cancer Society, Cancer facts & figures 2010. Atlanta, American Cancer
Society,
2010a.
American Cancer Society, Breast cancer facts & figures 2010. Atlanta, American Cancer
Society, 2010b.
Akın S, Can G, Durna Z, Aydiner A. The quality of life and self-efficacy of Turkish breast cancer
patients undergoing chemotherapy. Eur J Oncol Nurs 2008; 12: 449–456.
Aydemir Ö. Sağlıkta yaşam kalitesinin kinlik uygulamalarda kullanımı, Sağlıkta Birikim, 2007; 1(2): 913.
Başaran S, Güzel R, Sarpel T. Yaşam kalitesi ve sağlık sonuçlarını değerlendirme ölçütleri. Romatizma
2005; 20(1): 55-63.
Cappiello M, Cunningham RS, Knobf MT, Erdos D. Breast cancer survivors: Information and support
after treatment Clin Nurs Res 2007 16: 278-293.
Cleeland CS. Symptom burden: Multiple symptoms and their impact as patient-reported outcomes. J
Natl Cancer Inst Monogr 2007; 37: 16 – 21.
Dodd MJ, Cho MH, Cooper BA, Miaskowski C, The effect of symptom clusters on functional status and
quality of life in women with breast cancer. Eur J Oncol Nurs 2010; 14(2): 101–110.
Duijts SFA, Faber MM, Oldenburg HSA, Beurden M et al. Effectiveness of behavioral techniques and
physical exercise on psychosocial functioning and health-related quality of life in breast cancer patients
and survivors— a meta-analysis. Psychooncology 2011; 20: 115–126.
Ganz PA. Psychological and social aspects of breast cancer. Oncology; 2008; 22(6): 642-650.
Göktaş SB, Güllüoğlu BM, Şelimen D. Immediate or delayed breast reconstruction after radical
mastectomy breast cancer patients: Does it make difference in the quality of life. Turkiye Klinikleri J
Med Sci 2011; 31(3): 664-73.
Fisher B, Jeong JH, Anderson S, Bryant J et al. Twenty-fi ve-year follow-up of a randomized trial
comparing radical mastectomy, total mastectomy, and total mastectomy followed by irradiation. N Engl
J Med 2002; 347: 567-575.
Hack TF, Kwan WB, Thomas-MacLean RL, Towers A et al. Predictors of arm morbidity following
breast cancer surgery Psychooncology 2010; 19: 1205–1212.
Hofsø K, Miaskowski C, Bjordal K, Cooper BA, Rustøen T. Previous chemotherapy influences the
symptom experience and quality of life of women with breast cancer prior to radiation therapy. Cancer
Nurs 2011; In Press.
Janz NK, Mujahıd M, Chung LK, Lantz PM et al. Symptom experience and quality of life of women
following breast cancer treatment. J Womens Health 2007; 16(9): 1348-1361.
Karamanoğlu AY, Özer FG, Mastektomili hastalarda evde bakım. Meme Sağlığı Dergisi 2008; 4(1): 38.
Kement M, Gezen C, Aşık A, Karaöz A ve ark. Meme kanserli türk kadınlarında meme koruyucu cerrahi
ve modifiye radikal mastektomi; yaşam kalitesine yönelik ileriye dönük bir analiz. Turkiye Klinikleri J
Med Sci 2011; 31(6): 1377-84
Kim E, Jahan T, Aouizerat BE, Dodd MJ et al. Changes in symptom clusters in patients undergoing
radiation therapy. Support Care Cancer 2009; 17: 1383–139.
Leak A, Hu J, King CR. Symptom distress, spirituality, and quality of life in African American breast
cancer survivors. Cancer Nurs 2008; 31(1): E15-21.
31
20. Lemieux J, Goodwin PJ, Bordeleau LJ, Lauzier S et al. Quality-of-Life Measurement in Randomized
Clinical Trials in Breast Cancer: An Updated Systematic Review (2001–2009). J Natl Cancer Inst
2011; 103(3): 178-231.
21. Noguchi M. Sentinel lymph node biopsy as an alternative to routine axillary lymph node dissection in
breast cancer patients. J Surg Oncol 2001; 76: 144-156.
22. Özçınar B, Güler SA, Özmen V, Güllüoğlu BM ve ark. Meme kanserinde lokal/bölgesel tedavi sonrası
görülen komplikasyonlar ve bunların hasta yaşam kalitesi üzerine etkileri. Meme Sağlığı Dergisi 2010;
6(1): 9-16.
23. Park HJ, Bae SH, Jung YS, Kim KS. Quality of life and symptom experience in breast cancer survivors
after participating in a psychoeducational support program: A pilot study. Cancer Nurs 2011; In Press.
24. Salonen P, Tarkka MT, Kellokumpu-Lehtinen PL, Astedt-Kurki P et al. Telephone intervention and
quality of life in patients with breast cancer. Cancer Nurs 2009; 32(3): 177-190.
25. Schmid-Büchi S, Halfens RJG, Dassen T, Borne B. A review of psychosocial needs of breast-cancer
patients and their relatives. J Clin Nurs 2008; 17: 2895–2909.
26. Shia HY, Uen YH, Yen LC, Culbertson R et al. Two-year quality of life after breast cancer surgery: A
comparison of three surgical procedures. EJSO 2011; 37: 695- 702.
27. T.C Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı, 2004-2006 yılı Türkiye kanser istatistikleri,
2006 Ulaşım Tarihi:09.01.2010 http://www.kanser.gov.tr/index.php?cat=11
28. Veronesi U, Cascinelli N, Mariani L, Greco M et al. Twenty-year follow-up of a randomized study
comparing breast-conserving surgery with radical mastectomy for early breast cancer. N Engl J Med
2002; 347: 1227-1232.
29. Veronesi U, Galimberti V, Mariani L, Gatti G et al. Sentinel node biopsy in breast cancer: early results
in 953 patients with negative sentinel node biopsy and no axillary dissection. Eur J Cancer 2005; 41:
231-237.
30. Zanapalıoğlu Y, Atahan K, Gür S, Çökmez A ve ark. Meme kanseri hastalarında meme koruyucu
cerrahinin yaşam kalitesi üzerine etkisi. Meme Sağlığı Dergisi 2009; 5(3): 152-156.
32
STOMALI HASTALARDA YAŞAM KALİTESİ
Yard. Doç. Dr. Fatma VURAL
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı
Gastrointestinal sistem ağızdan anüse kadar bir bütünlük oluşturmaktadır; içerdiği
organlardan herhangi birisinin geçici ve kalıcı olarak cilde ağızlaştırılması ostomi/stoma
olarak isimlendirilmektedir. Ostomi, Yunanca’da ağız ve açıklık anlamına gelen bir kelimedir.
Abdominal barsak ostomisi ise, barsağın geçici veya kalıcı olarak vücut yüzeyine yapay
olarak ağızlaştırılmasıdır. Kalın barsağın cilde ağızlaştırılmasına kolostomi, ince barsağın
cilde ağızlaştırılmasına ileostomi denilmektedir. İleostomi ve kolostomi hastada kalış
sürelerine göre geçici ve kalıcı olabilmektedir. Geçici ostomiler 2- 6 ay süreyle uygulanırken,
distalde yer alan organ veya organların rezeksiyonu ile boşaltımın bireyin yaşamı süresince
batın duvarına alınması amaçlayan ostomiler ise kalıcı ostomilerdir (Black, 2000; Karadağ ve
Menteş, 2001; Öncel, 2007). Ostomiler yapılış şekillerine göre; uç ostomiler ve loop
ostomiler olarak sınıflandırılmaktadır. Kolon ya da ileumun tek bir açıklık ile vücut yüzeyine
tüm lümenin ağızlaştırılması ile oluşan uç ostomi, kolon ya da ileum lümeninin bir kısmı
kesilerek çift açıklık ile içerisinden cam ya da plastik bir çubuk geçrilerek vücut yüzeyine
ağızlaştırılmasına loop ostomi denilmektedir (Hayland, 2002).
İdrarın ise, mesaneden yeni bir yol oluşturularak vücut yüzeyine ostomi açılmasına
genel olarak ürostomi denilmektedir. Ürostomi çeşitli yollarla oluşturulmaktadır ve
oluşumlarına göre adlandırılmaktadır. Üreterlerin vücut yüzeyine ağızlaştırılmasına
üreterostomi, ileumdan 12 cm kesilerek üreterlerin ileuma anastomozu yapılarak oluşturulan
ostomiye ise; “ileal konduit üreterostomi” denilmektedir (Smeltzer ve Bare, 2005; Lewis ve
ark., 2007).
Ülkemizde ostomi açılmasını gerektiren hastalıkların ilk sıralarında yer alan kolon ve
mesane kanseri oranları incelendiğinde 2006 Sağlık Bakanlığı verilerine göre, erkeklerde
kolon kanseri insidansı % 10.7, rektum kanseri insidansı % 7.8, mesane kanseri insidansı %
20.2; kadınlarda kolon kanseri insidansı ise % 7.4, olarak bilinmektedir
(saglikbakanligi.com,2006).
Tablo 1: Ostomi Tipleri ve Endikasyonlarının Sınıflandırılması
Ostomi Tipleri
Endikasyonlar
Kolostomi:
Uç Kolostomi:
Rektum kanseri, kolon kanseri ve kolon tümörleri divertikülit
Akut kolon obstrüksiyonlarında dekompresyon için Ve ya
Loop kolostomi:
kolon perforasyonunda
Travma, tümör, iflamasyonda ya da intesinal
Çift ağızlı kolostomi:
obstrüksiyon ve perforasyonda
İleostomi:
Uç ileostomi:
Crohn, mezenter emboli, ülseratif kolit
Loop ileostomi:
İnflamatuar barsak hastalıkları
Üriner diversiyon( neden olan faktörler; maligniteler,
Ürostomi:
Üreterostomi:
konjenital anomaliler, nörojenik vezikal hastalıklar, üreter ve
İleal conduit üreterostomi
üretraya olan travma, kronik enfeksiyonun şiddetli üretral ve
renal hasar yapması )
Smeltzer ve Bare, 2005; Ignatavicius ve Workman, 2002; Hyland, 2002; Lemone ve Burke,
2004
33
Ostomi Komplikasyonları
Ostomi cerrahisini takiben birçok komplikasyon görülebilmektedir. Ameliyat sonrası
dönemde 30 günden önce görülen ostomi komplikasyonlarına erken komplikasyonlar, 30
günden sonra görülen ostomi komplikasyonlarına ise geç komplikasyonlar denilmektedir.
Ostomiye bağlı komplikasyonları arttıran faktörler; Boy kilo indeksinin fazla olması, ileri yaş,
acil cerrahi uygulanması, inflamatuar barsak hastalığının olması, daha önceki cerrahi
girişimler gibi bireye ait faktörlerin yanı sıra, cerrahın deneyimi ve stomaterapi hemşiresi ile
ilişkilerin yetersiz olması gibi nedenlerle ostomi komplikasyonları gelişebilmektedir.
Yapılan çalışmalar da hastaların %71 oranında ileostomi komplikasyonlarını, %43
oranında ise kolostomi komplikasyonlarını deneyimledikleri saptanmıştır. Bu komplikasyon
oranları incelendiğinde; peristomal deri iritasyonu %15-%85, peristomal herni %1-%37,
stomal prolapsus %2-%25, stoma stenozu %2-%10, stoma retraksiyonu %1-%11 oranında
geliştiği görülmektedir. Ratliff (2005) makalesinde, Bass ve ark.’nın 593 planlanmış ostomi
cerrahisi geçiren iki grup hastadan 292’i ameliyat öncesi ostomi hemşiresi tarafından
değerlendirilmiştir. Hastaların sadece 95’ inde ameliyat sonrası komplikasyon görülmüştür.
Geriye kalan 301 hasta ostomi hemşiresi tarafından değerlendirilmemiştir ve bu hastalarında
131’inde komplikasyon gelişmiştir (Ratllif ve ark., 2005; Pittman ve ark., 2008).
Komplikasyon gelişimini önlemek için ostomi, ameliyat sonrası dönemde düzenli
olarak kontrol edilmelidir. Ostomi; renk, ostomiden çıkan, derinin durumu, ostominin çapı,
ağzı, dikişler ve ısısı ameliyat sonrası hemşire tarafından düzenli olarak değerlendirilmelidir
(Vujnovich, 2008).
Tablo 2: Ostomi Komplikasyonları
OSTOMİ KOMPLİKASYONLARI
Erken Komplikasyonlar
Geç Komplikasyonlar
Kanama
Parastomal herni
İskemi ve nekroz
Prolapsus
Mükokütanoz ayrılma
Barsak tıkanması
Retraksiyon
Stoma stenoz
Parastomal enfeksiyon
Stomal fistül
İritan dermatiti
Karadağ ve Menteş, 2001; Butler, 2009; Black ve Hawks, 2005
Ostominin Birey Üzerindeki Etkileri
Biyopsikososyal ve kültürel bir varlık olan insanın yaşamını sürdürebilmesi için temel
gereksinimlerinden biri olan eliminasyon, fizyolojik ihtiyaçlar içinde bulunur ve sağlıklı bir
yaşam sürdürmede önemli bir yer tutar. Sindirim sistemine bağlı olarak gelişen çeşitli
nedenlerle hastalarda ostomi uygulamalarına gereksinim duyulabilmektedir (Üstündağ ve
ark., 2007).
Altta yatan patolojiyi ortadan kaldırmak ve hastanın durumunu iyileştirmek amacıyla
açılan ostomiler aynı zamanda bireyin tüm yaşantısını etkilemektedir. Ostominin açılması
hem ilk görüldüğü anda, hem de taburculuktan sonra bireylerin fiziksel, psikolojik ve sosyal
açıdan çeşitli sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Ostominin kalıcı ve geçici olmasına
bakılmaksızın fiziksel, sosyal ve psikolojik alanlarda yaşam kalitesini olumsuz etkilediği,
yaygın şekilde depresyon ve anksiyeteye yol açtığı bulunmuştur. (Nugent ve ark., 1999; Kılıç
ve ark., 2007).
Ostominin Fiziksel Alanda Etkisi
Stomalı hastaların yaşam kalitelerini etkileyen fiziksel sorunların başında koku, gaz,
dışkı sızıntısı, deri iritasyonları ve ostomi komplikasyonları gelmektedir. Erkeklerde rektum
ve mesanenin çıkarılmasından, kadınlarda ise pelvik cerrahisi sonrası seksüel fonksiyon
34
bozuklukları da yaşam kalitesini etkileyen önemli fiziksel sorunlardandır (Mutlu ve Şelimen,
2006; Lewis ve ark., 2007).
Goozsen ve ark.’nın (2000) yapmış oldukları çalışmada sızıntı, peristomal deri
iritasyonu, retraksiyon ve prolapsus gibi komplikasyonların ostomili hastaların yaşamlarını
önemli ölçüde etkiledikleri bulunmuştur. Ostomili bireylerin yaşadıkları sorunlar ve ortaya
çıkan komplikasyonların ostomi fonksiyonlarını ve yaşam kalitelerini olumsuz yönde
etkilediği gösterilmiştir (Gooszen ve ark., 2000). Pittman ve ark.’nın (2008) yapmış oldukları
çalışmada özellikle deri iritasyonları ve sızıntının yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen
komplikasyonlar olduğu bulunmuştur. Ürostomili hastalarla yapılmış diğer çalışmalarda da bu
bireylerin en sık fiziksel problemleri nedeniyle yaşam kalitesinin etkilendiği belirtilmektedir
(Persson ve Hellstrom, 2002; Brown ve Randle, 2004; Pittman ve ark., 2008).
Ostominin Psikolojik Alanda Etkisi
Psikolojik sorunlar arasında beden algısının değişmesi, benlik saygısının azalması,
cinsel işlevlerde bozulma, eş uyumu sorunları, ostominin sızıntı ve kokuya neden olacağı
korkusuyla içe kapanma, yalnız kalma isteği, sosyal izolasyon ve depresyon olmak üzere
çeşitli psikiyatrik bozuklukların yer aldığı belirtilmektedir (Karadağ ve ark., 2003; Kılıç ve
ark., 2007).
Piwonka ve Merino(1999)’un yapmış oldukları beden imajı çalışmasında, ostomi
ameliyatı sonrası stomadan gelen sesler, koku ve kötü görüntünün nedeniyle duyulan
endişelerin bedenle ilgili beğeninin azalmasında etken olduğunu saptamışlardır.
Ülkemizde yapılan çalışmalarda ostomi açılan bireylerde, bireylerin ostomilerini ilk
gördüklerinde üzüntü, öfke, utanma, şaşkınlık, korku gibi duyguları yaşadıkları belirlenmiştir.
Ross ve ark.’nın (2007) yapmış oldukları çalışmada ostomili bireylerin depresyon düzeyleri
oldukça yüksek bulunmuştur.
Ostomili bireylerin partnerlerinin ostomiye olan tepkisi bireylerin cinsel yaşamlarını
etkiliyebilmektedir. Birçok partner ostomiye zarar vermekten korktukları için eşlerine
olumsuz veya önlem olarak tepki göstermektedirler. Partnerlerin olumsuz tepkisi cinsel
arzularda istediği azaltmaktadır. Cinsel yaşamlarındaki bu sorunlar ostomili bireyleri
psikolojik olarak da olumsuz etkilemektedir. Persson ve Hellstrom’un (2002) un altı aydır
kolostomi, ileostomi ve ürostomiyle yaşayan hastalarla yaptıkları fenomonolojik çalışmada
ise, bu hastaların fiziksel problemleri ile birlikte ruh sağlıklarının, cinsel yaşamlarının, ostomi
ile yaşam hakkında belirsizlik gibi faktörlerin, sosyal yaşamlarının, spor ve boş zaman
aktivitelerinin etkilendiği belirlenmiştir. Bir başka çalışmada ise evli olan ostomi hastaların
yaşam kaliteleri daha yüksek olduğu bulunmuştur. (Ross ve ark., 2007; Persson ve Hellstrom,
2002; Özdemir ve ark., 2007; Sprunk, 1999; Baldwin ve ark., 2008 ).
Ostominin Sosyal-Manevi Alanda Etkisi
Ostomi açılan hastalar sadece hastalıklarını kabullenmek zorunda kalmamakta, aynı
zamanda hayatlarını da ostomiye göre düzenlemek zorunda kalmaktadırlar. Ostomili birey gaz
ve koku çıkması nedeniyle kendini toplumdan soyutlama ve kısıtlama eğilimindedir. Birçok
hasta ameliyat öncesi yaptıkları aktiviteleri ameliyat sonrası yapmaktan vazgeçmişlerdir.
Bireylerin aile ilişkileride etkilenmektedir. Engel ve ark.’nın (2003) yaptıkları çalışmada
ostomili hastaların günlük işlerinde ve hobilerinde kendilerini sınırlandırdıkları, sosyal ve aile
hayatlarının bozulduğu saptanıştır. Ayrıca ostomili bireylerin iş yaşantısı da olumsuz
etkilenmektedir. Ameliyat sonrası işi bırakma, çalışma saatlerini azaltma, iş veriminde azalma
ve iş değiştirme görülebilmektedir. Nugent ve ark.’nın (1999) yapmış oldukları çalışmada %8
kolostomili, %15 ileostomili hastanın işini değiştirmek zorunda kaldığı bulunmuştur. Ayrıca
hastaların %80’nin yaşam tarzında değişikliklerle karşı karşıya kaldığı görülmüştür. Aydın ve
ark.’nın (2006) da yapmış oldukları çalışmada ostomili bireyleri yaşam kalitelerinin normal
populasyona kıyasla kötü olduğu belirtilmiştir. Yapılan çalışmada cinsiyet, yaşanılan yer,
ostomi türü, ostomi kalıcılığı, patoloji, gelir seviyesi ve eğitim durumu gibi değişkenlerin
35
ostomili hastaların yaşam kalitelerine etkileri bulunmadığı da vurgulanmıştır (Nugent ve ark.,
1999; Karadağ ve Menteş, 2001; Engel ve ark., 2003; Aydın ve ark, 2007) .
Ostomi bakımını kendi yapabilen bireylerin ostomiye ve ostomili yaşama uyumları
daha kolay olmakta ve yaşam kaliteleri yükselmektedir. Mutlu ve Şelimen’in (2006)
yaptıkları çalışmada da çalışan ve stoma bakımını kendisi yapan bireylerin yaşam kalitelerinin
olumlu etkilendiği bulunmuştur. (Mutlu ve Şelimen, 2006; Ayaz, 2007).
Hangi nedenle olursa olsun ostomi açılması bireyin başkalarına bağımlılığına neden
olduğu, fiziksel, psikolojik ve manevi anlamda kendini iyi hissetmesine engel olduğu için
yaşam kalitesini olumsuz etkileyen faktörlerden biri olarak belirtilmektedir (Kılıç ve ark.,
2007; Karadağ ve ark., 2003; Nilsson ve ark., 1981). Ostomi kalıcı ve geçici olmasına
bakılmaksızın fiziksel, sosyal ve psikolojik alanlarda yaşam kalitesini olumsuz yönde
etkileyip yaygın şekilde depresyon ve anksiyeteye yol açmaktadır Yapılan diğer çalışmalarda
da yaşanan psikolojik sorunların ostomili bireylerin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği
görülmektedir (Yaşan ve ark., 2008).
Yaşam kalitesi, bir kişinin görünürdeki fiziksel ve zihinsel zindelik durumudur. Birçok
faktör yaşam kalitesine katkıda bulunabilir. Yaşam doyumu, öznel iyi olma, mutluluk, işlevsel
yeterlilik, sosyal iyilik yaşam kalitesinin belirleyicileridir. Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi ise
bireyin sağlığını etkileyen veya sağlığından etkilenen yaşam alanlarındaki doyum ve
mutluluğu olarak tanımlanmaktadır (Güler, 2006).
Yapılan çalışmalarda ostominin açılması, ostomi komplikasyonları, cinsel yaşamda
azalma, uyku bozukluğu, yorgunluk, beden imajında bozulma, sosyal yaşam ve çalışma
koşullarının etkilenmesi, maddi kaygılar gibi faktörlerden dolayı yaşam kalitelerinin azaldığı
bulunmuştur (Krouse, Grant, Ferrell, Dean, Nelson ve ark., 2006; Gooszen, Geelkerken,
Hermans, Lagaay ve Goozsen, 2000; Ross ve ark., 2007; Kuzu ve ark., 2002; Sideris ve ark.,
2005).
Ostomili bireylerin yaşadıkları sorunlar ve ortaya çıkan komplikasyonlar ostomili
bireylerin rehabilitasyonunu dolayısıyla ostomi bakım hemşireliğini gündeme getirmiştir.
Ostomi bakım hemşireliği ile hastaların hastanede kalış sürelerini azaltmak, fizyolojik
psikolojik ve sosyal yönlerden desteklenerek yaşam kalitelerini arttırmak ve ostomili hastalara
yönelik bilimsel faaliyetleri yürütmek amaçlanmıştır (Menteş ve Karadağ, 2001; Pittman ve
ark., 2008).
Ostomi Bakım Hemşireliği
Ostomiye uyum devamlı bir süreçtir. Bu nedenle ostomili bireyin ev yaşamına
hazırlıklarının, ameliyat öncesi dönemden başlanarak, ameliyat sonrası dönemide kapsayan
uzun bir süre devam etmesi önemlidir. Hemşire ameliyat öncesi, bireyin problemlerini
tanımlayabilir ve kişinin korkuları hakkında tartışıp bunlara çözüm getirebilir. Ostomili
bireyin yaşadığı ortama döndüğünde sağlığını en iyi düzeyde sürdürebilmesi, tedavi, bakım ve
günlük yaşam aktivitelerine ilişkin gereksinimlerinin karşılanması ostomi bakım hemşireliği
ile gerçekleştirilebilir. Ostomi bakım hemşireliği ile bireylerin en kısa zamanda normal
yaşantısına dönmelerine yardımcı olunacağı ve yaşam kalitelerinin artmasına katkıda
bulunacağı düşünülmektedir (Black, 2000; Ayaz, 2007).
Ma ve ark.’nın (2007) yapmış oldukları çalışmada özelleşmiş ostomi hemşirelerinin
hastaların yaşam kalitelerini arttırmaya yardımcı olduğu bulunmuştur. Ostomi alanı
işaretlenen hastalar üç alanda (cinsel tatmin, fiziksel fonksiyon ve rol fonksiyonu puanları)
ostomi alanı işaretlenmeyenlere göre puan ortalamaları önemli oranda yüksek bulunmuştur.
Ostomi alanı işaretlenen hastaların işaretlenmeyenlere göre yaşam kaliteleri oldukça yüksek
bulunmuştur (Ma ve ark., 2007; Mahjoubi ve ark, 2010 ).
Yapılan çalışmalarda da ostomi bakım hemşiresinin rollerinin hastaların yaşam
kalitelerini fiziksel, psikolojik, sosyal ve manevi alanlarda arttırmada rol oynadığı
36
kanıtlanmaktadır. Ostomili bireyin eğitim ve bakımında iyi planlanmış hemşirelik girişimleri
ile yaşanan sorunların azaltılması ve zamanla önlenmesi mümkündür.
KAYNAKLAR
1. Ayaz S. Stomalı Bireylerde Hemşirenin Rolü, Türkiye Klinikleri J Med Sci, 2007;(27): 86-90.
2. Aydın H, Kement M, Zafer F, Öncel M. Stomalı hastaların yaşam kalitelerine etkili faktörler. Çukurova
III Kolo- Proktoloji & Stoma –Terapi Sempozyumu Kitabı: 109, 2007, Adana.
3. Baldwin CM, Grant M, Wendel C, Rwal S, ve ark. Influence of intestinal stoma on spiritual quality of
life of U.S. veterans. J Holistic Nurs 2008; 35(5): 493-503.
4. Black P. Practical stoma care. Nursing Standart, 2000; 14(41): 47-53.
5. Brown H, Randle J. Living with a stoma: a review of the literature. Journal of Clinical Nursing, 2004;
14: 74-81.
6. Engel J, Kerr J, Schlesinger- Raab A, Eckel R ve ark. Quality of life in rectal cancer patients: a fouryear prospective study. Ann Surg, 2003; 238(2): 203-13.
7. Gooszen AW, Geelkerken RH, Hermans J, Lagaay MB, ve ark. Quality of life with a temporary stoma:
ileostomy vs. colostomy. Dis Colon Rectum, 2000;43(5):650-655.
8. Güler D. Mastalji, yaşam kalitesi ve depresyon. Uzmanlık tezi, İstanbul, 2006; 63-64.
9. Hyland P. The basics of ostomies. Gastroenterology Nursing, 2002; 25(6):241-244.
10. Karadağ A, Menteş B, Üner A. Impact of stomotherapy on quality of life in patients with permanent
colostomies or ileostomies. Journal of Colorectal Dis, 2003; 18: 234-238.
11. Karadağ A. Menteş B. Kolostomili ve ileostomili hastaların bakımına yönelik rehber online kitap.
Ankara, 2001
12. Kılıç E, Taycan O, Belli AK, Özmen M. The effect of permanent ostomy on body image, self-esteem,
marital adjustment, and sexual functioning. Türk Psikiyatri Dergisi, 2007; 18(4): 1-7.
13. Krouse R, Grant M, Ferrell B, Dean G, ve ark. Quality of life outcomes in 599 cancer and non-cancer
patients with colostomies. J Surg Res, 2007; 138: 79-87.
14. Kuzu MA, Topçu Ö, Uçar K, Ulukent S, ve ark. Effect of sphincter-sacrificing surgery for rectal
carcinoma on quality of life in muslim patient. Dis Colon Rectum, 2002; 45: 1359-1366.
15. Lewis SL. Heitkemper MM. Dirksen SR. O’Brien PG. ve ark. Medical surgical nursing assessment and
management of clinical problems. 7th Edition. Mosby Elsevier, St. Louis, 2007; 1069, 1189.
16. Ma N, Harvey J, Stewart J, Andrews L, ve ark. The effect of age on the quality of patients living with
stomas : A pilot study. ANZ J. Surg, 2007;77:883-885.
17. Mahjoubi B, Goodarzi KK, Mohammad- Sadeghi H. Quality of life in stoma patients: appropriate and
ınappropriate stoma sites. World J Surg, 2010;34:147-152.
18. Mutlu S, Şelimen D. Kalıcı abdominal stomalı hastalarda beden imajı değişiminin yaşam kalitesine
etkisi. Marmara üniversitesi sağlık bilimleri enstitüsü, Yüksek Lisans tezi, 2006; 17.
19. Nilsson LO, Kock NG, Kylberg F, Myrvold HE, ve ark. I. Sexual adjustment ileostomy patients before
and after conversion to continent ileostomy. Dis. Colon Rectum, 1981; 24: 287-290.
20. Nugent KP, Daniels P, Stewart B, Patankar R, ve ark. Quality of life in stoma patients. Dis. Colon
Rectum, 1999; 42: 1569-1574.
21. Öncel, M. Kolostomi- ileostomi (etiyoloji, endikasyon ve çeşitleri). III Kolo-Proktoloji & Stoma-Terapi
Sempozyumu Kongre Kitabı: 70, 2007 12-14 Nisan, Adana.
22. Özdemir S, Uludağ F, Bakır S. Kliniklerimizde Barsak Stoması açılan Bireylerin Psikolojik
Durumlarının Değerlendirilmesi. III. Kolo-Proktoloji & Stoma- Terapi Sempozyumu kitabı:106-107,
2007, Adana.
23. Persson E, Hellstrom AL. Experiences of Swedish Men and Women 6 to 12 Weeks after Ostomy
Surgery. Journal of Wound Ostomy and Continence Nursing, 2002: (29);103-108.
24. Pittman J, Rawl SM, Schmidt CM, Grant M, ve ark. Demographic and clinical factors related to ostomy
complications and quality of life in veterans with and ostomy. J Wound Ostomy Continence Nurs 2008;
35(5): 493-503.
25. Pittman J, Rawl SM, Schmidt CM, Grant M, ve ark. Demographic and clinical factors related to ostomy
complications and quality of life in veterans with and ostomy. J Wound Ostomy Continence Nurs 2008;
35(5): 493-503.
26. Piwonka MA, Merino JM, A multidimentional modeling of predictors influencing the adjustment to a
colostomy. JWOCN 1999;26:298-235.
27. Ratliff CR, Scarano KA, Donovan AM. Descriptive study of peristomal complications. JWOCN, 2005;
32(1): 33-37.
37
28. Ross L, Abild-Nielsen AG, Thomsen BL, Karlsen RV. ve ark. Quality of life danish colorectal cancer
patients with and without a stoma. Support Care Cancer, 2007; 15: 505-513.
29. saglikbakanligi.com,2006
30. Sideris L, Zenasni F, Vernerey D, Dauchy S. ve ark. Quality of life of patients operated on for low
rectal cancer: ımpact of the type of surgery and patients’ characteristics. Dis Colon Rectum, 2005; 48:
2180-2191.
31. Smeltzer SC. Bare BG. Brunner & Suddarth's textbook of medical-surgical nursing. 10th Edition, USA,
Lippincott, Williams & Wilkins, 2005; 1037-1350.
32. Sprunk E, Alteneder RR. The impact of an ostomy on sexuality. Clinical journal of oncology nursing,
1999;4(2): 85-88.
33. Üstündağ H, Demir N, Zengin N, Gül A. Stomalı hastalarda beden imajı ve benlik saygısı. Turkiye
Klinikleri J Med Sci, 2007; 27:522-523.
34. Vujnovich A. Pre and post-operative assessment of patients with a stoma. Nursing Standard, 2008; 5056.
38
ORGAN TRANSPLANTASYONU VE YAŞAM KALİTESİ
Yrd. Doç. Dr. Esma ÖZŞAKER
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı
Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle görev yapamayacak derecede hasar
gören organların yerine, canlı veya ölüden alınan yeni, sağlam organın konularak hastanın
tedavi edilmesine organ nakli ya da organ transplantasyonu denir.
Son yıllarda organ ve doku nakli alanında cerrahi yöntemlerin gelişmesi,
immunsupressif, antimikrobial, antiviral tedavi yöntemlerinin kullanılması, tedarik ve
ameliyat süreçlerinde zamanın daha etkin kullanımı bütün dünyada daha fazla sayıda hastanın
organ ve doku naklinden yararlanmasına ve bu imkânlara daha kolay ulaşılabilmesine sebep
olmuştur. Dünyada ilk başarılı organ naklini 1954’de Boston’da Peter Bent Brigham
Hastanesi’nde Joseph E. Murray kadavradan böbrek nakli yaparak gerçekleştirmiştir.
Türkiye’de ise ilk defa 1975 yılında Dr. Haberal ve ekibi tarafından canlıdan canlıya böbrek
nakli yapılmıştır.
Günümüzde sağlık hizmetinin en önemli hedeflerinden biri de, hastalığın tedavisinin
yanı sıra hasta yaşam kalitesinin yükseltilmesidir. Transplantasyon, hastaların yaşam
kalitesinin iyileştirilmesi için iyi bir alternatif olarak kabul edilmekte, hastalık nedeniyle
oluşan sınırlamaların birçoğunu ortadan kaldırarak yaşam kalitesini artırabilmektedir.
Transplantasyon ekibi içerisinde hemşirenin rolü, hastaların sorunlarının önlenmesi ve
sağlığının yükseltilmesidir. Hemşireler hastanın danışmanı konumundadır ve yaşam kalitesini
artırmak amacıyla önerilerde bulunur. Bu nedenle, hemşireler transplantasyon sürecinin tüm
aşamalarında destek ve eğitimde önemli bir rol oynamaktadır.
Transplantasyon, hastalarının yaşam kalitesinde önemli olumlu değişiklikler sağlayan
en seçkin tedavi yöntemidir. Başarılı bir transplantasyon sonrası birçok hasta kendini çok
enerjik ve iyi hisseder. Bir çoğu daha önce yapamadığı bedensel efor gerektiren işleri
yapabilecek hale gelir, sosyal yaşama daha rahat ve etkin katılır. Böylece iş bulma ve çalışma
şansları artar. Çocuk ve genç hastalar okullarına dönüp eğitimlerine devam edebilirler.
Yapılan çalışmalarda, alt ölçek puanlarında farklılık olmakla birlikte, böbrek naklinin
genel olarak yaşam kalitesini arttırdığı görülmektedir. Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) böbrek
transplantasyonu olacak hastalar ve vericiler ile yaptığı çalışmada, alıcı ve verici her iki
grubun da nakil sonrası yaşam kalitesinin arttığı belirtilmektedir (Yatkın ve Çalışkan’ın
2009). Donör genellikle kan bağı olan ya da çok yakın ilişki içinde bulunulan kişidir. Çok
sevdiği bir insanın hayatını kurtarmak veya ona sağlığını geri kazandırmak her insana manevi
mutluluk hissettiren bir olaydır. Dolasıyla donörün ruhsal olarak duyacağı tatmin çok fazladır.
Hastalar hazırlık aşamasında nakil için uzun süre beklemek zorunda kalmaktadır.
Nakil yapıldıktan sonrada SDBH‘nin hastalar üzerinde belirgin etkileri uzun dönem devam
etmektedir. Buna rağmen, başarılı böbrek transplantasyonlarından sonra diyaliz tedavisinin
olumsuz yanları ortadan kalkar, hasta bağımsız bir hale gelir. Sağlıklı bir böbreğin tüm
fonksiyonları yerine getirildiğinden, yasam kalitesi artar ve diyalize göre çok daha uzun bir
yasam süresi sağladığı için fiziksel ve psikolojik olarak da birey kendini daha iyi hisseder ve
topluma olan katkısı artar. Öğütmen ve arkadaşlarının kronik böbrek yetmezliğinde farklı
yerine koyma tedavileri alan hastalarda yaptıkları çalışmada sonuçlar yasam kalitesi acısından
karşılaştırıldığında böbrek transplantasyonu olan hastaların yasam kalitesi anlamlı olarak daha
iyi bulunmuştur.
39
Karaciğer transplantasyonu hastaların yasam sürelerini uzatmakla kalmayıp aynı
zamanda onların yasam kalitelerinde de giderek artan bir iyileşmeyi sağlamaktadır. Karaciğer
nakli için aday pozisyonuna gelen hasta ölümü bekleyen hasta pozisyonundadır. Çünkü
karaciğer, böbrek gibi periton diyalizi veya hemodiyaliz ile fonksiyonlarının bir kısmı
karşılanabilecek ve uzun süre yaşam şansı olabilecek bir organ değildir. Son evre karaciğer
yetmezliğine gelmiş bir kişinin ortalama yaşam süresi 2 yılın altındadır. Eğer bu kişi karaciğer
tümörlü ise süre maalesef aylarla sınırlıdır. Bu yüzden bu hastalarda tek çare karaciğer
naklidir. Hastaların nakil sonrası ortalama hasta sağ kalım oranları 1, 5 ve 8 yılda sırasıyla
%83.0, %70.2 ve %60.9’dur. Karaciğer transplantasyonu hastaların, eşlerinin ve ailelerin
yaşam kalitelerini yükseltmektedir.
Karaciğer ve böbrek transplantasyonlarında olduğu gibi pankreas ve pankreas+böbrek
transplantasyonlarından sonra da hastaların yaşam kalitesinde belirgin bir iyileşme olmakta ve
tüm hastalar günlük yaşantılarının daha kolay ve daha kaliteli olduğunu ifade etmektedir. Elde
edilen veriler, pankreas-böbrek transplantasyonu sonrası diyabete bağlı komplikasyonların,
örneğin diyabetik retinopati ya da nöropatinin ilerlemesinin durduğunu hatta iyiye de
gidebileceğini göstermektedir.
Forsberg ve arkadaşları (1999) kalp, böbrek ve karaciğer transplantasyonu olan
hastaların ağrı ve yasam kalitesini incelemislerdir. Kalp, böbrek ve karaciğer transplantasyonu
olan hastaların yasam kalitesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olmadığı
bildirilmiştir
Organ nakli olan bir hastanın yaşadığı dönemleri nakil öncesi, nakil ve nakil sonrası
rehabilitasyon dönemi olarak üç başlık altında toplayabiliriz.
Organ naklinin ilk dönemi olan nakil öncesi dönem;
Yoğun hazırlıkların yapıldığı uzun bir bekleme dönemini içerir. Nakil aday sayısının
artması ve az sayıda vericinin olması bekleme süresini arttıran sebeplerdendir. Beklemek başlı
başına bir stres kaynağı olarak anksiyete, ajitasyon, korku, kızgınlık, çaresizlik ve zaman
zaman umutsuzluk duygularına yol açabilmektedir. Hastaların büyük bir kısmı hastalığın
getirdiği ağrı, yorgunluk ve depresif belirtilerle birlikte sosyal yaşamlarında kısıtlılıklar,
fiziksel aktivitelerini gerçekleştirmede güçlük ve gelecek konusunda belirsizlik gibi nedenler
ile hastalıkla baş etmede güçlük çekerler ve yaşam kaliteleri bundan etkilenir.
KT öncesi bekleme listesinde olan hastaların yasam kalitesi ve diğer değişkenler ile
olan etkileşimlerini inceleyen bir araştırmada; son dönem karaciğer yetmezliği olan hastaların
en fazla yorgunluk, kas zayıflığı, abdominal distansiyon, kaşıntı ve sıvı retansiyonu
semptomlarını yasadıkları belirtilmiştir. Ayni zamanda bu hastalarda yasam kalitesinin düşük
olduğu rapor edilmiştir.
Gelecek nakil adayları için belirsizdir. Organ naklini bekleyen bireyler ölüm ya da
organ naklini olumsuz etkileyecek, imkansız kılacak tıbbi kötüleşmelerle her an yüz yüze
gelme endişesi içindedirler. Genellikle nakil öncesi dönemde; majör depresyon, anksiyete,
aile rollerinde değişim, başkasının organını almayla ilgili suçluluk duygusu gibi psikolojik
problemler görülebilmektedir.
Nakil dönemi;
Hastada cerrahi girişime, ameliyatın başarısına, nakledilen organın uyum sağlayıp
sağlayamayacağına ilişkin kaygılar görülür. Aynı zamanda kortikosteroidlerin kullanımına,
elektrolit ve hormanal dengesizliklere homeostatik dengenin bozulmasına bağlı olarak organik
beyin sendromu görülebilmektedir.
Aras ve Şelimen’in yaptığı (2006) çalışmada, hastaların ameliyattan önceki gün
sevdiklerinden uzak kalma, ölüm, normal yaşamının değişikliğe uğraması korkusu yasadığı
saptanmış. Hastaların nakilden beklentileri sorulduğunda; %85.4’ü eski sağlığına kavuşmayı,
%7.3’ü ağırlaşan durumun düzelmesini, %2.4’ü çevresinin sıkıntıdan kurtulmasını beklediğini
ifade etmişler.
40
Nakil sonrası rehabilitasyon dönemi;
Yaşam kalitesi konusunda olumlu umutları olan hasta transplantasyondan sonra bazı
sorunlar yaşayabilir. Son dönem böbrek yetmezliği, hastanın yaşamında derin etkileri olan,
birey, aile ve toplumu fiziksel, psikolojik ve sosyal boyutlarda etkileyen tedavisi zor bir
hastalıktır.
Böbrek nakli olan hastalar, böbreğin normal fonksiyonunun ve sağlığının eskisi gibi
olacağını, nakille birlikte hayatlarının normale döneceğini ve daha aktif olacaklarını
düşünmektedirler. Aslında, transplantasyon sonrası nakil olan hastanın hayatı kronik bir
hastalıkla devam eder. Hastaların bir kısmında umutların, beklentilerin yanı sıra fiziksel,
ruhsal sorunlar ile yeni duruma uyum sağlama güçlükleri ortaya çıkar. Böbrek nakli olan
birey, sürekli bir rejeksiyon riski, belirgin yan etkileri olan ilaç tedavisine alışabilme ve
düzenli kontrol zorunluluğu gibi birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Bunların yanı sıra,
enfeksiyon riski, tekrar hastaneye yatma ve vücut görünüşünde değişiklikler gibi endişeler de
hastalar için stres kaynağı olmaktadır. Bu stresörlerle mücadele edebilmek için, zihinsel ve
davranışsal olarak yapılan çabalar hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir.
Transplantasyon olan hastaların fiziksel, psikolojik ve sosyal güçlükler nedeniyle
yaşam kaliteleri olumsuz olarak etkilenebilmektedir.
Trasnplantasyonun Fiziksel Boyutta Etkileri;
Nakil sonrası erken dönemin ilk günlerinde ameliyatla ilgili komplikasyonlar, sonraki
günlerde de tıbbi ve immunolojik tedaviye sekonder komplikasyonlar gelişir. Takip eden bir
yıl boyunca rejeksiyon, allogreft kaybı, fırsatçı infeksiyonlar, immünosupresif ilaçların yan
etkileri en önemli sorunlardır.
Uzun süre immünsüpresif ilaç kullanımı birçok vücut sistemini etkiler ve
transplantasyonun geç döneminde enfeksiyonlar, obezite, koroner kalp hastalığı,
hiperlipidemi, iyatrojenik cushing, su ve sodyum tutulmasına bağlı hipertansiyon, protein
katabolizması, osteoporoz, hiperkalemi, hepatotoksik etkileri, glukoz intoleransı, katarakt,
miyopati, cilt atrofisi ve malignite gibi sorunlara neden olabilir.
Böbrek transplantasyonu olan hastaların yaşadıkları fizyolojik güçlükler, greft böreğe
ilişkin fizyolojik güçlükler (Rejeksiyon, cyclosporin A nefrotosisitesi, akut tübüler nekroz,
üriner enfeksiyon, renal arter stenozu), İmmünosupresyon nedeniyle oluşan fizyolojik
sorunlar, enfeksiyonlar, sıvı elektrolit, asit baz dengesi bozuklukları, kardiyovasküler sistem
komplikasyonları, gastrointestinal sistem komplikasyonları, malignite, hematolojik
komplikasyonlar, metabolik ve endokrin komplikasyonlar, nörolojik komplikasyonlardır.
Sainz Barriga ve arkadaslarinin Italya’da yapmis oldugu (2005), transplantasyon
öncesi ve sonrasi 1.-2. yil, 3.-4. yil ve 5.-8. yillarda yasam kalitesi ve psikolojik durumda
etkilenme durumlarını kesitsel olarak inceleyen çalışmasında (toplam n:126), fiziksel
fonksiyonun, transplantasyon sonrası bütün gruplarda transplantasyon öncesine göre daha iyi
olduğu bulunmuştur.
Transplantasyon sonrası hastalar en çok uygun beslenme (% 29) ve düzenli egzersiz
(% 27) konusunda uyumsuzluk göstermektedir. Bunu sigara içme (%19), immünosupresif
ilaçların düzenli alınmaması (%17), diğer ilaçların düzenli alınmaması (%12), randevulara
zamanında gelinmemesi (%10) ve alkol kullanımında sınırların aşılması (%3) izlemektedir.
İmmünosupresif ilaçların düzenli alınmaması en önemli sorunu oluşturmaktadır. Nakillerin
başarılı olması için ilaçların düzenli alınması şarttır. Bu konuda önlemler alınmalı ve ortak
politikalar oluşturulmalıdır. Transplantasyon Sonrası takiplerde hastalara daha fazla
sorumluluk verilmeli, bu konuda hasta teşvik edilmelidir. Verilen ilaçların düzenli alınması,
kontrollere düzenli gelinmesi, diyet ve beslenmeye dikkat edilmesi, sağlıklı bir yaşam biçimi
oluşturulması (sigara içmeyi bırakmak, alkol alımının azaltılması gibi) ve buna uyulması,
düzenli egzersiz yapılması hastanın kendi oto - kontrolü altında olmalıdır. Böylece hastalar öz
bakım becerilerini kazanır, özgüvenleri artar, hastalıkları ile ilgili bilinçleri pekişir ve
41
motivasyonları yükselebilir. Hastanın uyumu ve rehabilitasyonu etkili tedavi ve bakımı için
son derece önemlidir.
Kadın hastalarda menstural düzen değişiklikleri ve libido azalması, erkeklerde
testesteronda ve spermatogeneziste azalma, her iki cinstede endokrin değişiklikler, böbreğe
zarar verme korkusu ile cinsel fonksiyonların bozulduğu görülmektedir.
Böbrek nakli yapılan erkek hastaların çoğu orta yaşlardadır ve bu hastalarda cinsel
fonksiyonlar ve fertilite önemini korumaktadır. Böbrek yetmezliği olan hastalar farklı ilaçlar
kullanmakta ve bunlarda cinsel işlev bozukluğuna zemin hazırlamaktadır. Psikolojik faktörler
de böbrek yetmezliği olan hastalarda ED (Erektil disfonksiyon) sebebi olmaktadır. Erektil
disfonksiyon (ED) böbrek nakli yapılan hastalarda sık görülen ve yaşam kalitesini olumsuz
etkileyen önemli bir sorundur. Son dönem böbrek hastalığında ED sıklığı %20-60 arasında
değişmektedir. Başarılı nakil sonrasında sertleşme fonksiyonlarında %75’e varan oranlarda
düzelme bildirilmesine karşın, bu hasta grubunda ED sıklığı hala %48-56 gibi yüksek
oranlarda görülmektedir. Nakil öncesi hemodiyaliz süresinin uzunluğu, nakil sonrası dönemde
ED sıklığını artırmaktadır. Son dönem böbrek hastalığının erken döneminde böbrek nakli
yapılmasının, nakil sonrası dönemde cinsel fonksiyon bozukluğu sıklığını azaltacağı, özellikle
erektil fonksiyonlar olmak üzere diğer cinsel fonksiyon bozukluklarındaki iyileşmeyi
artıracağı belirtilmektedir. Sağduyuve ark. (2006) yaptığı çalışmada nakil ameliyatı yapılan
hastaların % 80’i cinsel sorunu olduğunu belirtmiştir.
Böbrek naklinin erektil işlevler üzerine olumlu etkileri yapılan bir cok çalışmada
kanıtlanmıştır. Salvatierra ve arkadaslari başarili böbrek nakli geçiren hastaları incelemişler
ve %75’inde transplantasyon sonrası cinsel istekte artış olduğunu bildirmişler. Birçok hastada
testosteron seviyesinin normal düzeye geldiği görülmüştür.
Çoğu Avrupa ve Amerika kaynaklı olan yaşam kalitesi ölçüm çalışmalarında nakil
hastalarının ilk kaygısı, nakil süresince ve ardından gelen takip dönemindeki masraflar
olmaktadır.Hastaların çoğu, çalışma hayatında da yeterli iş rehabilitasyonu alamadığı için
yaşamlarını maddi ve manevi olarak başkalarına bağımlı olarak devam ettirmek zorunda
kalmaktadırlar. Bu bağımlılık hissi, yaşam kalitesini negatif yönde etkilemektedir.
Ülkemizde, kronik böbrek yetmezliği son dönem hastalarının ve nakil hastalarının
çoğu emeklilikten yararlanmaktadır ve sağlık harcamalarının büyük bir kısmı devlet bütçesi
tarafından karşılanmaktadır. Yücetin ve ark.’ları tarafından Alman hastalar ve Türk nakil
hastaları arasında karşılaştırmalı yapılan yaşam kalitesi çalışmasında da Türk hastalarının
finansal ve sağlık harcamaları ile ilgili stresinin Alman hastalarına göre daha düşük olduğu
gösterilmiştir. Türk hastaların gelir düzeyinden ve çalışma durumundan bağımsız olarak daha
fazla hastalık ilişkili şikayetlerden ve stresten yakındıkları gösterilmiştir.toplumlarında daha
çok önemsenen sağlık harcamalarının karşılanması ve tekrar çalışmak zorunda kalma korkusu
Türk hastalarımızda gözlenmemektedir. Bu da yine mevcut sağlık politikalarının eksik bir
yönüdür. Hastalar, fiziksel yeterliliği kazandıkları ve uzun dönemde sağlık sorunlarını
çözdükleri halde çalışmak istememektedirler. Bu nedenle hastaların yaşam kalitelerini
belirgin artıracak olan düzenli bir işte çalışma durumu ve verimli olabilme duygusu,
Türkiye’de arka planda kalmaktadır.
Özşaker ve Özbayır’ın (2002) yaptığı çalışma da tamgün ve yarım gün çalışanların
çalışmayanlara göre ekonomik kriz ve sosyal açıdan ortaya çıkan sorunlar sonucunda kişilerin
yaşam kaliteleri olumsuz olarak etkilenebilir. Çalışmanın yaşamı iyi olarak algılamada olumlu
etkilerinin olduğu söylenebilir.
Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), gelir durumu ve çalışma durumu ile yaşam
kalitesinin alt birimleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamış. Hastaların
hastalıklarının tedavisinde ve takibinde finansal kaygı taşımadıkları, daha çok nakil sonrası
rejeksiyon riskini düşündükleri ve bir kısmının da takiplerin sıklığından ve gidip – gelmenin
42
zorluğundan şikâyetçi olduğu belirtilmektedir. Bu da böbrek naklinin başarısını belirgin
olarak etkileyen tedavi uyumsuzluğunu doğurmaktadır.
Transplantasyon sonrası; işe gidemeyen ve sosyal güvencesi ailesine bağlı olan
hastalar da sosyal güvencelerinin sona ermesi korkusu yaşanabilir. Çalışan hastalar da ise
işten çıkarılma ve ilaçlarını almama korkusu yaşanabilmekte ya da hastalar sosyal
güvencelerinin devam ettirebilmek için sağlık durumlarına uygun olmayan işlerde çalışmasına
neden olabilmektedir.
Hastalar tedavi ve bakımları sırasında sosyal güvencelerinin karşılamadığı çeşitli
miktardaki parayı kendileri ödemek zorunda kalmakta, bu durum çeşitli ekonomik sıkıntılara
ve kendilerini ailelerine yük olarak hissetmelerine neden olmaktadır.
İşten çıkarılan hastalar ikinci bir iş bulana ya da tekrar sosyal güvenceleri başlayana
kadar immünosupresif ilaçlarını yetirebilmek için ilaç dozunu kendilerinden düşürebilmekte
yada ilaca ara verdiği gözlemlenmiştir. Bu durum hastaların rejeksiyon nedeniyle greft
böbreklerinin sağ kalım sürelerinin kısalmasına neden olabilmektedir. Benzer şekilde tedavi
merkezinden uzak olan hastaların sosyal güvenceleri konaklama, yeme içme, ulaşım gibi
masrafları karşılamaması; hastaların kontrol zamanlarını kendilerinden erteleyebilmelerine
yada acil olarak transplantasyon ünitesine gelmelerini gerektiren durumları atlamalarına
neden olabilir.
Trasnplantasyonun Psikolojik Boyutta Etkileri;
Transplantasyon sonrası hastalar oldukça fazla psikolojik güçlük yaşamaktadır.
Hastalar rejeksiyon ile ilgili duygularını ifade edememeleri, kaygı ve korkularını
sözelleştirememeleri ve etkili baş etme yöntemlerini kullanamamalarının, bakım ve tedaviyi
zorlaştırdığı; öfke, düşmanlık, suçluluk, güçsüzlük, ümitsizlik duygularına yol açtığı
bilinmektedir. Hastalar; sürekli izlem, düzenli poliklinik kontrolü, ilaç tedavisi, beslenme,
egzersiz ve kilo kontrolü açısından yaşam tarzı değişikliklerine uyumu içeren kompleks bir
tıbbi rejimine uymaları gerekir. Ayrıca, immünosupresyon nedeniyle diğer hastalıklara ve
enfeksiyonlara karşı daha savunmasız bir halde yaşarlar ve yabancı bir organın kendi
vücudunun bir parçası olma fikrine alışmak zorunda kalırlar. Bu zorluklar birey üzerinde stres
yaratır.
Nakil sonrası hastaların ve ailelerinin psikososyal desteğe ihtiyaçları vardır. Hastanın;
fonksiyon kaybı, işe dönüş, tıbbi bakım masrafı ve organın reddedilmesi ile ilgili kaygıları
olabilmektedir.
Ameliyat sonrası akut dönemde en çok deliryum ve depresyon görülebilmektedir.
Akut dönemden sonra ise depresif mizaçlı uyum güçlüğü, psikoseksüel sorunlar, vücut imajı
bozuklukları, tedavinin seyrini olumsuz etkileyen tedaviyi reddetme gibi sorunlar
gelişmektedir.
Transplantasyonlu hastaların kullandıkları immünosupresif ilaçların organik beyin
sendromu, psikoz, deliryum, depresyon, anksiyete, huzursuzluk, duygulanım değişikliği,
manik eksitasyon tablosu gibi etkilerinin olduğu saptanmıştır (Talas ve Bayraktar 2004).
Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada, vericilerin anksiyete puanlarının
alıcılardan daha yüksek olduğu bununla birlikte alıcıların ve vericilerin ilk ayda anksiyete
puanlarının arttığı, 6. ve 12. ayda bu puanların giderek düştüğü belirtilmiştir. Ancak hem alıcı
hem de vericiler ilk ayda yüksek anksiyete yaşamakta ve böbreğin çalıştığını görmekle
birlikte rahatlamaktadırlar.
Hastalarda sık karşılaşılan bir diğer ruhsal bozukluk da depresyon olup; depresyon
puanındaki yükselme ile tedaviye uyumun düştüğü, rejeksiyon riskinin arttığı ve yaşam
kalitesinin bozulduğu belirlenmiştir. Hastalarda sık karşılaşılan ruhsal bozukluklardan
depresyonun hastanın tedaviye uyumunu zorlaştırdığı, rejeksiyon riskini artırdığı ve yasam
kalitesini bozduğu belirlenmiştir. Frey ‘in (1990) transplantasyon olan hastalar için
geliştirilmiş bir stresör skalası ile yaptığı çalışmada, böbrek transplantasyonu olan hastaların
43
en çok yasadıkları beş stresörü sırasıyla “hastaneye tekrar yatma olasılığı, rejeksiyon olasılığı,
tıbbi tedavinin maliyeti, geleceğin belirsizliği ve enfeksiyon olasılığı” olduğu belirlenmiştir.
Rejeksiyon korkusu ne yazık ki transplantasyondan yıllar sonra bile devam eder.
Böbrek transplantasyonu olan hastalardaki en önemli psikolojik stres kaynakları
bilinmeyen korkusu, rejeksiyon korkusu, yeni böbreğin zedelenme korkusu, immunosupresif
ilaçların maliyetini sigortasının karşılamaması kaygısı, boşanma olasılığı, cinsel fonksiyon
kaybı/bozukluğu, rollerini yerine getirememe endisesi, sosyal aktivitede değişiklikler, kendi
bakım gereksinimini karsılama güçlüğü, depresyon ve özgüven azlığıdır. Bobrek
transplantasyonu olan hastalar ayrıca tedaviye uyumsuzluk, kendi bakımına ilişkin bilgi
eksikliğine bağlı stres ve toplumu kendi sağlığı ile ilgili eğitme zorunluluğu gibi stresleri de
yasayabilmekte ve yaşam kaliteleri etkilenebilmektedir.
Transplantasyon sonrası geç dönemde hastalarda beden imajına ilişkin kaygılar daha
fazla görülmektedir. Hasta, yeni organı vericinin özelliklerini kendilerine geçiren yabancı bir
organ olarak görebilir; beynini, duygularını, kişiliklerini etkileyeceğini düşünürler. Örneğin,
kadından organ alan bir hasta “kadınlaşır mıyım?” kaygısını yaşayabilir. Transplantasyon
sonrası hastaların kullandıkları yüksek doz kortikosteroidlere bağlı kilo artışı, ay dede yüzü,
ense karın bölgesi ve kalçalarda yağlanma olması ile ekstremitelerin zayıf kalması sonucu
vücudun oransal olarak bozuk görünmesine neden olabilir. Transplantasyonlu hastalar ile
hemodiyaliz hastalarının beden imajı doyum düzeyleri karşılaştırıldığında transplantasyonlu
hastaların daha düşük olduğu saptanmıştır. Bu durum özellikle adölesanlarda tedaviyi
reddetme davranışına yol açabilmektedir.
Beden imajındaki değişim; hastanın kendisini yabancı hissetmesine, sosyal
ilişkilerinin azalmasına, başkaları tarafından reddedilme korkusuna, bedeni hakkında olumsuz
duygular yaşamasına, cinsel fonksiyonda sorunlara, özgüven kaybına, greft böbreğe gizli bir
düşmanlık yaşamasına, kendine bakımın bozulmasına ve ümitsizlik duygularına yol açabilir.
Hastalık sebebiyle ya da diyalizdeki süreçte zamanla uyku problemleri ortaya
çıkmaktadır. Hastalığın yarattığı travma ve uyku düzeninin bozulması depresyon dediğimiz
psikiyatrik hastalığın ortaya çıkmasına neden olur. Yaşam enerjisini ve isteğinin düştüğü
yoğun umutsuzluk, yetersizlik ve çaresizlik duygularının yaşandığı bu hastalıkla baş
edebilmek zordur. Ancak nakil sonrası genel sağlıktaki düzelme ile depresyon ortadan kalkar.
Özşaker ve Özbayır’ın (2002) çalışmasında, transplantasyon öncesine göre yaşam
memnuniyetini çok iyi olarak değerlendirenlerde yaşam kalitesinin tüm alt alanlarda yüksek
olduğu, depresyon puanlarının ise düşük olduğu saptanmıştır.
Trasnplantasyonun Soyal Boyutta Etkileri;
Sosyal destek kronik hastalıkla yapılan mücadelenin önemli noktalarından birisidir ve
yaş dikkate alınmaksızın sağlıkla ilgili sonuçlara olumlu etkileri olabilir. Transplantasyon ve
rehabilitasyon sürecinde, transplantasyon alıcılarına tıbbi personel ve aileler tarafından
psikolojik destek verilmesi transplantasyon programının önemli bir parçası olarak kabul
edilmektedir çünkü sosyal destek transplantasyon sonrası yasam kalitesi ve hayatta kalmayı
etkilemektedir.
Transplantasyon sonrası dönemde bireyin sosyal yaşamında değişiklik olmaktadır.
İmminosupresif ilaçların enfeksiyon olasılığını arttırması nedeniyle bireyin izolasyonu;
hastanın okula yada işe gidememesine, sosyal aktivitelere katılamamasına bağlı olarak
toplumdan uzaklaşmasına, akranlarından geride kalmasına ve sosyal desteğin azalmasına
neden olabilir. Birey kendini güvensiz ve yalnız hisseder.
Böbrek transplantasyonu olan hastalarda özellikle ilk üç aylık donemde geçici ve
zorunlu izolasyon ve sosyal aktivitelerde azalma, transplantasyon merkezlerine yakın olmak
için yaşadığı ortamı değiştirme ve bunlara bağlı desteğin azalması gibi sosyal sorunlar da
görülebilmektedir.
44
Sarıgöl ve Dicle’nin (2008) yaptığı çalışmada, hastaların KT sonrası kullandıkları
immunosupressif ilaçlara bağlı enfeksiyon yasamaktan korkmaları nedeniyle aile ilişkilerini
sınırlaması ve çevresinden uzaklaşmaları sosyal izolasyon yasamalarını etkileyen bir faktör
olarak gözlenmiş. Hastaların birçoğu “hastalığa yakalanmamak için sokağa çıkmıyorum,
otobüse binmiyorum, arkadaş toplantılarına gitmiyorum. Hatta evde esime, çocuklarıma bile
sarılmıyorum” diye ifade etmişlerdir.
Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), hastaların yeterli aile içi ve aile dışı sosyal
destek aldıkları, yeterli sosyal desteğin genel sağlık durumu ve mental sağlık üzerinde pozitif
etkisinin olduğu saptanmıştır. Bu destek de hastaların belirgin olarak mental sağlık
durumlarını pozitif yönde etkilemekte, suçluluk duygusunu yaşam kalitelerini etkilemeyecek
düzeye düşürmektedir.
Transplantasyonda yaşam kalitesini etkileyen diğer faktörler;
Eğitim ve Yaşam Kalitesi;
Türkiye'de transplantasyon merkezlerinde preoperatif bakım hizmetlerinin yetersiz
olduğu, postoperatif bakımında sadece fiziksel bakımı kapsadığı, nakil sonrası taburculuk
eğitimi verilmediği ya da eğitimin taburcu olmadan önce bir gün ve tek bir seansta
gerçekleştirildiği belirtilmektedir. Taburcu olduktan sonra da hastanın uyumu takip
edilmemekte ve yeterince değerlendirilmemektedir.
Böbrek nakli sonrası eğitimin temel amaçları hastanın kısa bir süre içinde sorun
olmadan normal günlük yaşamına geri dönmesi için gerekli eğitimi vermek ve hastanın hem
fizyolojik ve hem de psikososyal sorunları ile baş etmesine yardımcı olmaktır.
Hastalara verilmesi gereken en önemli eğitim konuları; nakil sonrası ilaç kullanımı,
enfeksiyonlardan korunma, beslenme ve diyet, stresle baş etme yolları ve kendindeki
değişikliklerin farkında olabilme ve bu tür durumlarda neler yapmaları gerektiğidir. Bu
eğitimlere hasta ile beraber aile bireylerinin de dahil edilmesi hem hasta hem de ailesi
açısından önemli bir unsur teşkil etmektedir. Gerekirse hastanın aile ilişkileri irdelenmeli ve
ailesiyle yaşadığı sıkıntılar mevcutsa aile bireylerine de eğitim verilerek sorunlar hastanın baş
edebileceği seviyeye indirilmelidir. Bugüne kadar yapılan transplant hastalarının nakil sonrası
dönemlerde karşılaştıkları birçok sağlık sorununun sebepleri arasında eğitim eksikliklerinin ya
da hastanın sosyal düzeyine uygun olmayan şekilde verilen eğitimlerin yer aldığı
görülmektedir.
Sharif ve arkadaşları tarafından (2005) Karaciğer transplantasyonu öncesi karaciğer
yetmezliği olan hastalara uygulanan psikoegitimsel girişimin yasam kalitesine etkisinin
incelenmesi amacıyla yapılan çalışmada,
transplantasyon öncesi hasta ve ailesine
transplantasyon sonrası karşılaşabilecekleri durumları içeren eğitim verilen grubun eğitim
sonrası abdominal semptomlarının, emosyonel fonksiyonlarının ve yasam kalitelerinin eğitim
verilmeyen gruba göre daha iyi olduğu belirtilmiştir. Ayni zamanda, eğitim sonrası birinci
günde eğitim uygulanan grubun yorgunluk ve emosyonel durumunun daha iyi olduğu fakat
üçüncü ayda bu boyutlarda iki grup arasında fark olmadığı saptanmıştır. Böbrek naklinden
sonra bireylerin beklentilerinin yüksek olduğu, nakilden sonra olası sonuçlar hakkında verilen
bilgiyi açıkça anlamadıkları, bu durumun da ameliyat sonrası süreçte memnuniyetsizlik
yarattığı ve yaşam kalitesini etkilediği bildirilmektedir.
Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada, nakil adaylarının üçte birinin
hekimleri tarafından ameliyat hakkında bilgilendirilmedikleri saptanmıştır. Hastanın tedaviye
uyumu nakil sonrası prognozu etkileyen önemli bir etkendir ve hastayı bilgilendirme
konusunda daha özenli olunması gerekir. Bilgilendirme sürecinde; transplantasyonun bilinen
risk ve yararlılık oranları, operasyonun olası komplikasyonları, kullanılacak ilaçların olası yan
etkileri ve ilaç etkileşimleri, operasyon sonrası dikkat edilmesi gereken düzenlemeler ve
kısıtlamalar hastaya açıklanmalı, hastanın beklentileri gerçekçi kılınmalı, varsa yanlış
inanışlar düzeltilmeli ve her aşamada bilginin doğru anlaşıldığından emin olunmalıdır.
45
Ozşaker ve Özbayır’ın böbrek tranplantasyonlu hastalar üzerinde yaptığı çalışmada
tedavi ve bakımlarına iliskin bilgi alan hastaların yasam kalitesi ölçeğinden aldıkları ortalama
puanlar arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptamamış fakat bilgi alan hastaların
yasam kalitesi puanlarının yükseldiği belirlemiştir.
Cürcani ve Tan’ın yaptığı araştırmada, böbrek transplantasyonu yapılmış hastalara
verilen eğitim sonrasında hastaların yasam kalitesinde artma olduğu, tedaviye uyum
durumlarının arttığı ve verilen eğitimin hastaların anksiyete ve depresyon durumlarını
azalttığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde, Tsay ve arkadaşlarının yaptığı (2005) çalışmada da
hastalara verilen eğitimin anksiyete ve depresyon seviyeleri üzerine olumlu etkisi olduğu,
eğitim sonrası hastaların depresyon ve anksiyetelerinin azaldığı bulunmuştur.
Yaş ve Yaşam Kalitesi;
Hasta yaşı, yaşam kalitesini etkileyen en önemli faktörlerden biri olarak bildirilmektedir. Yaş
ile yaşam kalitesi arasındaki negatif korelasyonu ve yaşın artması ile yaşam kalitesinin tüm alt
birimlerinde düşme olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Böbrek nakli yapılmış hasta
grubunda tedaviden en çok yarar gören ve yaşam kalitesinde en fazla düzelme tespit edilen
hasta grubunu genç hastalar oluşturmaktadır. Yaşla beraber komorbid durumlarda artış,
bedensel kuvvet kaybı, mental alanda gerileme, zihin fonksiyonlarında bozulma, sosyal
yaşantıda sedanter yaşama bağlı kısıtlanma gelişmektedir. Tüm bu nedenlerle yaşla beraber
yaşam kalitesinde gerileme görülmektedir.
Fujisawa ve arkadaşları (2000), Balaska ve arkadaşları (2006) genç hastaların yaşam
kalitesi puanlarının yaşlı hastalardan daha yüksek olduğunu belirlemişlerdir. Humar ve
arkadaşları (2003), Ponton ve arkadaşları (2001), yaş ile yaşam kalitesi arasında anlamlı bir
ilişki olmadığını belirlemişlerdir. Çalışmalardan da anlaşıldığı gibi yaşın, yaşam kalitesini
etkileyip etkilemediği tartışmalı bir durumdur.
Cinsiyet ve Yasam Kalitesi;
Sağlıkta yasam kalitesi ölçüm sonuçları birçok faktöre bağlı olarak değişebilmektedir.
Bu faktörlerden biriside cinsiyettir. Normal popülasyonda, iyi hissetme skoru bayanlarda
erkeklerden daha düşüktür.
Daha önceki çalışmalarda genel olarak başarılı bir nakil sonrası erkeklerin yaşam
kalitesinde daha fazla iyileşme olduğu gösterilmiştir. Kadın hastaların erkek nakil hastalarına
göre daha stresli olduğu ve mental sağlık alanında daha düşük skorlar aldığı görülmüştür.
Sayıca az olsa da bazı çalışmalarda da cinsiyet ile yaşam kalitesi arasında ilişki olmadığı
bildirilmiştir.
Yurdakan-Gündoğdu ve Uslan tarafından (2007) yapılan çalışmada, Karaciger nakli
yapılmıs hastalarda yasam kalitesi alt boyutları açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir
farklılık bulunmamıştır. Karaciger transplantasyonu hem erkeklerin hem de kadınların yasam
kalitelerini yükseltmektedir ancak bu yükselme iki cinsiyet için aynı düzeyde olmayabilir.
Medeni durum ve Yaşam Kalitesi;
Literatürde böbrek nakli olan evli bireylerin yaşam kalitesinin daha yüksek olduğu
bildirilmektedir (Chisholm ve ark. 2007). Yıldırım (2006), Öğütmen ve arkadaşları (2006)
çalışmalarında da evli hastaların yaşam kalitesinin bekar veya boşanmış kişilerden daha
yüksek olduğunu saptamıştır. Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada ise bulgular,
bekar da olsalar aldıkları sosyal desteğin yeterli olması ile yaşam kalitesinin evlilerden farklı
olmadığı yönündedir.
Nakil Sonrası Süre ve Yaşam Kalitesi;
Karaciğer transplantasyonunda yasam kalitesini, hastalarda görülebilecek psikolojik,
psikososyal ve fiziksel semptomlarla ilişkisine göre inceleyen bir çalışmada; hastalarda
transplantasyon sonrası geçen süre ile psikosomatik semptomların görülme durumu ve fiziksel
semptomlar incelenmiş, transplantasyon sonrası geçen sürenin yasam kalitesini olumlu
etkilediği vurgulanmıştır. Sarıgöl ve Dicle’nin (2008) yaptığı çalışmada, Karaciğer
46
Transplantasyonu sonrası üçüncü ayda öncesine göre yasam kalitesi “ağrı, enerji düzeyi,
emosyonel reaksiyon, fiziksel mobilite, sosyal izolasyon ve uyku” alt boyutlarında anlamlı
düzeyde yükselme olduğu saptanmıştır. Karaciğer Transplantasyonu sonrası altı ayı geçmiş
olan hastaların (n: 107) yasam kalitesinin tüm boyutlarında iyileşme olduğu ve anksiyetedepresyon görülme oranlarında düşüş olduğu belirtilmiştir. Karaciğer transplantasyonundan
sonra düzelmiş yasam kalitesi seviyesi uzun bir dönem sürmemekte, transplantasyondan 1-2
yıl sonra yasam kalitesi kötüleşmektedir. Transplantasyon sonrası yasam kalitesi psikolojik
stres, cerrahi sonrası komplikasyonlar, immünsupressif tedavinin etkileri ve karaciğer
hastalığının, özellikle de HCV enfeksiyonunun tekrarlanması gibi faktörlerden olumsuz yönde
etkilenmektedir.
Lumsdaine ve ark. (2005) tarafından yapılan çalışmada böbrek naklinden bir yıl sonra
hastaların yaşam kalitelerinde ve mental skorlarında nakil öncesi döneme kıyasla belirgin
yükselme olduğu belirtilmiştir.
Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada, nakil süresi bir yılı bulanlarda, genel
olarak yaşam kalitesi puanlarının arttığı saptanmıştır. Alıcı grubundaki düzelme yüzde
ortalamaları, mental sağlık alt ölçeği dışında (fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, ağrı,
genel sağlık algısı, yaşam enerjisi, sosyal fonksiyon, emosyonel rol güçlüğü) vericilerden
istatistiksel olarak yüksekti.
Benzer şekilde üstündağ ve ark. (2007) yaptığı çalışmada nakil süresi bir yılı
geçenlerde, genel olarak yaşam kalitesi puanlarının arttığı görülmektedir. Balaska ve
arkadaşları (2006) nakilden bir yıl sonra genel sağlık, rol fiziksel fonksiyon, rol emosyonel
fonksiyon ve zindelik boyutunun arttığını belirlemişlerdir. Pınar ve arkadaşları (1995) nakil
süresi arttıkça fonksiyonel durum puanının arttığını saptamışlardır. Bu beklenen bir
gelişmedir, çünkü nakilden sonra bir yıl içinde akut rejeksiyon riski arttmakta, daha sık
kontroller gerekmekte ve immunsupresif tedavi ve onun yan etkilerine uyum bireylerin sağlık
algısını değiştirmektedir. Bir yıldan sonra greft fonksiyonu ve genel sağlık ile ilgili daha stabil
bir döneme girilmektedir.
Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), nakil sonrası süre ile yaşam kalitesi
arasında anlamlı korelasyon saptanmamış. Neipp ve ark. (2006) tarafından yapılan çalışmada
da benzer olarak nakil sonrası süre ile yaşam kalitesi arasında korelasyon olmadığı
belirtilmiştir (Neipp ve ark. 2006). Nakil sonrası süre ile yaşam kalitesi arasında ilişkinin
değerlendirilmesi için hastaların kendi içinde belirli aralıklarla yaşam kaliteleri ölçülmeli ve
bunların zaman diliminde birbirleri ile karşılaştırması yapılmalıdır. Bu verilere ulaşmamızı
sağlayacak çalışmaların yapılması ve hastaların düzenli aralıklarla yaşam kalitelerinin
değerlendirilmesi hastaların tedaviden ne kadar yarar gördüğünü, ilaçların yan etkilerinin ne
oranda yaşamlarını etkilediğini ve transplant böbreğinin ne kadar sağlıklı fonksiyon
gördüğünü kanıtlayacaktır.
Nakil Türü ve Yaşam Kalitesi;
Yaşam kalitesinde donör tipi de önemli bir etkendir. Bazı çalışmalar canlı vericili
nakillerde hastanın kendini donöre karşı suçlu hissetmesinin yaşam kalitesinde önemli
olduğunu tespit etmiştir.
Böbrek nakline göre çok daha riskli olan canlı vericili karaciğer nakillerinde
vericilerin yaşamlarının daha iyi olduğu ve % 90’ının böyle bir durumda yine bağış yapacağı
tespit edilmiştir. Nakil öncesi yaşam kaliteleri normal topluma göre daha yüksek olan bu
kişilerin nakil sonrası komplikasyonlarının yaşam kalitesini değiştirmediği tespit edilmiştir.
Yaşam kalitesi alt boyutlarından ruhsal sağlık alt boyutu ile nakil türü arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür. Kadavra vericiden nakil olan hasta grubunda
ruhsal sağlık puanı daha yüksek bulunmuştur. Bu oranı, herhangi bir sağlık sorunu yokken
yakınlarından birinin kendisi için ameliyat olma durumunun, hastada yarattığı stres etkiliyor
47
olabilir. Verbesey et al.’nın (2005) çalışmasında, donörlerin yaklaşık %34’ü alıcı ile
ilişkilerinde nakil sonrası pozitif veya negatif bir değişiklik olduğunu belirtilmiştir.
47 donörün 44’ü bir yıl sonunda eski ilişki düzeyine geri dönmüşlerdir.
Hastaların nakil türünün yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutlarından ruhsal sağlık alt
boyutunda istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gösterdiği bulunmuştur.
Özşaker ve Özbayır’ın yaptığı (2002) çalışmada, canlıdan yapılan nakillerde bedensel,
ruhsal, sosyal alanlarda yaşam kalitesi daha yüksek bulunurken, kadavradan yapılan
nakillerde depresyon ve anksiyete puanları yüksek bulunmuştur.
Hastaneye Yatma ve Yaşam Kalitesi;
Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), hastalarımızın en sık hastaneye yatış
nedenlerinin infeksiyon, kardiyovasküler hastalıklar ve mevcut kreatinin değerinde artış
nedeniyle olduğu, son altı ay içinde hastaneye yatan hastaların sosyal rol, fiziksel fonksiyon
ve yaşamsallık alanlarında yatmayanlara nazaran istatistiksel olarak anlamlı düşük skorlar
gösterdikleri saptanmıştır.
Kısa süre için de olsa hastaların hastaneye yatırılmaları hastaların mental sağlığını,
yaşamsallığını ve sosyal rollerini kötü yönde etkilemektedir. Bu nedenle hastaların çok
gerekli olmadıkça ve tetkiklerin hızlandırılması için hastaneye yatırılmaması en doğru çözüm
olarak görülmektedir.
Hastalar ve hasta yakınları için nakil bekleme süresi ve nakil sonrası hastanede kalış
sürelerindeki artışın yaşam kaliteleri üzerinde olumsuz bir etkiye sebep olduğu bulunmuştur.
Hastaneye yatma, özellikle de ani ve kritik hastalık durumları kişi ve ailesinin stres
yasamasına neden olmaktadır. Yatısın ani olması, fizyolojik durum, yasamı tehdit eden
durumlar, aile ve yakınlarından ayrılma, günlük aktivite ve rol biçimlerinin engellenmesi stres
oluşumu için hazırlayıcı faktörlerdir. Bu dönem de aileye yapılan yardımların amacı ailenin
streslerini azaltmak, sosyal destek sistemlerini bulunmasında aileye yardımcı olmaktır.
İlaç Kullanımı ve Yaşam Kalitesi;
Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), hastaların aldıkları ilaç sayısı ile yaşam
kalitesi alt birimleri arasında, özellikle sosyal rol, fiziksel fonksiyonlar ve yaşamsallık ile
alınan ilaç sayısı arasında anlamlı negatif korelasyon olduğu belirtilmektdir. Hastaların aldığı
ilaç sayısı, komorbid hastalık varlığı arttıkça hastaların tedaviye uyumsuzluğunun artmasına
bağlı olarak yaşam kaliteleri etkilenmektedir.
Sonuç olarak, transplantasyon olan hastaların yaşam kaliteleri fizyolojik, psikolojik ve
sosyoekonomik güçlükler nedeniyle olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Hastaların tedaviye
uyum sağlamaları, yaşamlarını yönetme becerisi kazanmalarında etkin hemşirelik bakımının
yeri büyüktür. Transplantasyon öncesi ve sonrasında fizyolojik, sosyoekonomik ve psikolojik
problemlerin çıkma olasılığının yüksek olması dikkate alındığında; hastaların durumlarının
sürekli olarak değerlendirilmesi ve daha sonra ortaya çıkacak problemlerin önlenmesinde ve
yaşam kalitesinin arttırılmasından önemlidir.
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
Andrews P.A .(2002),Renal Transplantion, British Medical Journal,London, 324(7336), Mar 2, 530534
Aras G. (2006). Karaciğer Transplantasyonunda Hastaların ve Ailelerin Sorunları, Gereksinimleri ve
Bakıma Katılım Düzeylerinin İncelenmesi.M.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,
(Danışman: Prof. Dr. D.Şelimen).
Balaska, A., Moustaffellos, P., Gourgiotis, S., Pistolas, D., Hadjiyannakis, E, Vaugas,
and
Drakopoulos, S. (2006). “Changes in Health-Related Quality of Life in Grek Adult Patients 1 Year
After Successful Renal Transplantation”, Experimental and Clinical Transplantation, 2:521-524.
48
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
Borchhardt K, Sulzbacher I, Benesch T, Födinger M, Sunder- Plasman G, Haas M. Low – Turnover
Bone Disease in Hypercalcemic Hyperparathyroidism After Kidney Transplantation. American Journal
of Transplantation 2007; 7 : 2515 – 2521
Bryce, C.L., Angus, D.C., Switala, J.A., Roberts, M.S., et al., Health Status Vertsus Utilities of Patients
with End-Stage Liver Disease, Quality of Life Research, 2004; 13: 773-782
Chen CW, Chen CH, Lee PC, Wang WL. Quality of life, symptom distress, and social support among
renal transplant recipients in southern Taiwan: a correlation study. Journal of Nursing Research,
2007; 15: 319-329
Cowling T., Jennings L.W., Goldstein R.M. et al. (2004) Liver transplantation and healt related quality
of life: scoring differences between men and women. Liver Transplantation 10 (1), 88-96.
Cürcani M., Tan M. (2008) Böbrek Transplantasyonu Yapılmış Hastalara Verilen Eğitimin Hastaların
Yasam Kalitesi, Tedaviye Uyumları Ve Yasadıkları Ruhsal Sorunlar Üzerine Etkisi, Atatürk Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı yüksek Lisans Tezi
Çetingök M, Hathaway D, Winsett R. Differences in Quality of Life Before Transplantation Among
Transplant Recipients With Respect to Selected Socioeconomic Variables. Progress in Transplantation
2005 ; 15 ( 4) 338-344
Diaz-Dominguez, R. , Perez-Bernal, J. , Perez-San-Gregorio, M.A. and Martin-Rodriguez, A. (2006).
“Quality of Life in Patients with Kidney, Liver or Heart Failure
Doğukan A, Tokgöz Bözşaker, Oymak O. ve ark. Böbrek transplantasyonu yapılan olgular: 5 yıllık
sonuçların analizi. Erciyes Tıp Dergisi, 2003;25(2):86-91
Franke GH, Yücetin L, Yaman H, Reimer J, Demirbaş A. Disease – Specific Quality of Life in Turkish
Patients After Successful Kidney Transplantation. Transplantation Proceedings 2006; 38: 457-459
Frauman AC. Rehabilitation and adaptive development of young renal transplant recipients. ANNA
Journal, 1996; 23(5): 467-484
Fujısawa M. , Ichikawa Y, Yoshiya K, Isotani S , Higuchi A , Nagano S, Arakawa S, Hamamı, G. ,
Matsumoto, O. and Kamidona, S. (2000). “Assessment of Health-Related Quality of Life in Renal
Transplant and Hemodialysis Patients Using the SF-36 Health Survey”, Urology, 56:201-206.
Genç R.(2009). Türkiye’de ve dünyada organ transplantasyon cerrahisi: transplantasyon lojistiğinin
yönetimi, Ulusal Cerrahi Dergisi 2009; 25(1): 40-4
Gökçay s., Cengiz k. (2009) böbrek nakil hastalarında yaşam kalitesi, ondokuz mayıs üniversitesi tıp
fakültesi iç hastalıkları anabilim dalı uzmanlık tezi ,samsun
Gündoğdu S. (2007). Kronik Karaciğer Hastalığı ile Karaciğer Nakli Yapılmış Hastaların Yaşam
Kalitelerinin İncelenmesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Afyon, (Danışman: Yard. Doç. Dr. İ.Uslan).
Haberal M, Emiroğlu R.(2005) Böbrek transplantasyonu. Temel ve Sistematik Cerrahi. İzmir, İzmir
Guven Kitabevi, 647-711.
Halloran PF. Immunosuppressive Drugs for Kidney Transplantation. NEJM 2004; 351: 2715- 2729
Hongxia, L. (2006). Coping and Health-Related Quality of Life in Renal Transplant Patients, Thesis of
Doctorate, May, Nashville.
Howard A. Long- Term Posttransplantation Care: The Expandin Role of Community Nephrologists.
American Journal of Kidney Diseases 2006 ; 47 ( 4 ), Suppl 2 : 111-124
Humar, A., Denny, R., Matas, A.J. and Najarian, J.S. (2003). “Graft and Quality of Life Outcomes in
Older Recepients of a Kidney Transplant”, Experimental and Clinical Transplantation, 2:69-72.
Kaçmaz N. ( 2003). Fiziksel Hastalığa Uyum Güçlüğü Yaşayan Hastalarda Konsültasyon Liyezon
Hemşireliği Modeli Geliştirme Çabası. İ.Ü.Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul,
(Danışman: Yard. Doç. Dr.Y.Kutlu).
Karabulut N, Kavurmacı M, Koc A. Böbrek nakli ve hasta eğitimi. Sendrom Aylık Aktüel Tıp Dergisi,
2006;18(8):72-76
Karakayalı H.(2011-a)Karaciğer Naklinde Merak Edilenler, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık
Dergisi Organ Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:32-33
Karakayalı H.(2011-b) Pankreas Nakli, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ Nakli
Özel Sayısı, Sayı 18; sf:37-39
Kaya D.(2011) Psikolog gözüyle Böbrek Nakli, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ
Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:28
Kong, I.L.L. and Molassiotis, A. (1999). “Quality of Life, Coping and Concerns in Chinese Patients
After Renal Transplantation”, International Journal of Nursing Studies, 36:313-322.
49
29. Krasnoff et al, “Objective Measures of Health- Related Quality of Life Over 24 Months Post-liver
Transplantation”, Clinicial Transplantation, 2005; Vol:19, Page:1-9.
30. Küçük L. (2006). Diyaliz Hastalarına Uygulanan Sorun Çözme Eğitiminin Anksiyete, Depresyon ve Baş
etme Biçimlerine Etkisi. M.Ü.Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, (Danışman: Yard. Doç.
Dr. Ö.Işıl).
31. Muehrer, R.M. and Becker B.N. (2005). “Life After Transplantation: New Transitions in Quality of Life
and Psychological Distress”, Seminars in Dialysis, 18(2): 124-131
32. Oğütmen, B. , Yildirim, A., Sever M.S., Bozfakioğlu S., Ataman R., Erek, E., Cetin O. ve Emel, A.
(2006). “Heath-Related Quality of Life After Kidney Transplantation in Comparison Intermittent
Hemodialysis, Peritoneal Dialysis and Normal Controls”, Transplantation Proceedings, 38:419-421.
33. Öğütmen B, Yıldırım A. Ve ark. Kronik böbrek yetmezliğinde farklı yerine koyma tedavileri alan
hastalarda yasam kalitesi. 1. Sağlıkta Yasam Kalitesi Sempozyumu Özet Kitabı, İzmir, 2004: 33
34. Özçürümez G, Tanrıverdi N, Çolak T, Emiroğlu R, Zileli L. ve Haberal, M. (2004). “The Psychosocial
Impact of Renal Transplantation on Living Related donors and Recipients: Preliminary Report”,
Transplantation Proceedings, 36:114-116
35. Parvizi G.(2011) Nakil Sonrası Hemşirelik Hizmetleri, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi
Organ Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:41
36. Pascual M, Theruvath T, Kawai T, Rubin N, Cosimi B. Strategies to Improve Long – Term Outcomes
after Renal Transplantation. NEJM 2002; 346: 580-590
37. Pınar, R., Çınar, S., İşsever, H., Albayrak, M. ve İlhan, S. (1995). “Hemodiyalize Devam Eren ve
Transplant Olan Son Dönem Böbrek Yetmezlikli Hastaların Yaşam Kalitelerinin Karşılaştırılması”,
Çınar Hemşire Dergisi, 1-5.
38. Ponton P, Rupolo G.P, Marchini F, Feltrin A, Perin N, Mazzoldi M.A, Giacon B, Baldan N. and Rigotti
P. (2001). “Quality-of-Life Change After Kidney Transplantation”, Transplantation Proceedings,
33:1887-1889.
39. Sağduyu A, Özer S (2000) Böbrek nakli adaylarında ruhsal sorunlar ve yetiyitimi. Türk Psikiyatri
Dergisi, 11:103-112.
40. Sağduyu A., Şentürk V., Sezer S., Emiroğlu R., Özel S. (2006) Hemodiyalize giren ve böbrek nakli
yapılan Hastalarda ruhsal sorunlar, yaşam kalitesi ve Tedaviye uyum, Türk psikiyatri dergisi 17(1):2231
41. Sağıroğlı T., Yıldırım M., Meydan B.,Çobanoğlu M. (2009). Böbrek transplantasyonu hastalarının
retrospektif analizi. Dicle tıp Dergisi, 36(2): 75-79.
42. Sainz-Barriga, M, Baccarani, U, Scudeller, L, Risalliti, A., et al., Quality-of-Life Asessment Before and
After Liver Transplantation, Transplantation Proceesings, 2005; 37: 2601-2604
43. Sarıgül S. (2008). Karaciğer Transplantasyonu Öncesi ve Sonrası Yaşam Kalitesinin İncelenmesi.
Dokuz Eylül Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, (Danışmanı: Yard. Doç. Dr.
A.Dicle).
44. Sayın A, Mutluay R, Sindel S. Quality of life in hemodialysis, peritoneal dialysis, and transplantation
patients. Transplantation Proceedings, 2007; 39: 3047-3058
45. Serin Y.İ.(2011) Böbrek Nakli ve Cinsel Yaşam, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ
Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:25
46. Sirivatanauksorn Y., Dumronggittigule W., Limsrichamrern S., Iramaneerat C., Kolladarungkri T.,
Kositamongkol P., Mahawithitwong P., Asavakarn S., and Tovikkai C. (2012) Quality of Life Among
Liver Transplantation Patients, Transplantation Proceedings, 44, 532–538 (2012
47. (2009) Erkek hastalarda böbrek nakli sonrası cinsel işlevler, Turkish Journal of Urology
2009;35(1):23-27 23
48. Talas S., Bayraktar M. (2002) Böbrek Transplantasyonu Olan Hastaların Yaşadıkları Güçlüklerin
İncelenmesi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği
Programı, Doktora tezi, Ankara, 2002
49. Talas S., Bayraktar M. (2004) Kidney transplantation: determination of the problems encountered by
Turkish patients and their knowledge and practices on healthy living, Journal of Clinical Nursing 13,
580–588
50. Tanrıverdi N, Özçürümez G, Çolak T, Dürü Ç, Emiroğlu R, Zileli L. Ve Haberal, M. (2004). “Quality of
Life and Mood in Renal Transplantation Recipients,Donors and Control: Prelimanary
Report”,Transplantation Proceedings, 36:117-119.
51. with end-stage renal disease. Journal of Advenced Nursing 2005; 50(1): 39-46
50
52. Ustundağ H. Renal transplantasyon uygulanan hastaların taburculuk eğitimi. Nefroloji Hemsireliği
Dergisi, 2006 Temmuz-Ekim, 36-40
53. Üstündağ H., Gül A., Zengin N., Aydın M. (2007). Böbrek Nakli Yapılan Hastalarda Yaşam Kalitesi,
Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt:2, Sayı:6, 117-126.
54. Van Der Plas S.M., Hansen B.E., Boer J.B. et al. (2003) Generic and diseasespecific healt related
quality of life in non-cirrhotic, cirrhotic and transplanted liver patients: a cross-sectional study. BMC
Gastroenterology 3:33.
55. Verbesey JE, Simpson MA, Pomposelli JJ, Richman E, Bracken AM, Garrigan K, Chang H, Jenkins RL,
Pomfret EA. (2005). Living donor adult liver transplantation:a longitudinal study of the donor's quality
of life. American Journal of Transplantation, 5(11):2770-2777.
56. Walter, M., Moyzes, D., Rose, M., Neuhaus, R., et al., Psychosomatic Interrelations Following Liver
Transplantation, Clinical Translpantation, 2002; 16: 301-30
57. WHITE C. & GALLAGHER P. (2010) Effect of patient coping preferences on quality of life following
renal transplantation. Journal of Advanced Nursing 66(11), 2550–2559
58. Yatkın I., Çalışkan M. (2009) Renal transplantasyon hastalarında ve vericilerde transplantasyon öncesi
ve Sonrasında depresyon, anksiyete, yaşam Kalitesi ve sosyal destek, Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri kliniği uzmanlık tezi, İstanbul
59. Yildirim, A. (2006). “The Importance of Patient Satisfaction and Health-Related Quality of Life After
Renal Transplantation”, Transplantation Proceedings, 38:2831- 2834.
51
KALP DAMAR CERRAHİSİNDE YAŞAM KALİTESİ
Doç.Dr. Fatma DEMİR KORKMAZ
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı /İzmir
Kalp Damar Hastalıkları
Kalp ve damar hastalıkları 1900’lü yıllardan itibaren tüm dünyada belirgin şekilde
artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kalp ve damar hastalıkları dünya genelinde ölümlerin
%48’inden, gelişmekte olan ülkelerde ise % 25’inden sorumludur. Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) verilerine göre 2001 yılında yaklaşık 16.6 milyon insan kalp ve damar
hastalıklarından yaşamını yitirmiştir.
Ülkemizde 1985 yılında meydana gelen ölüm nedenlerinin üçte birini (%33.6) kalp
damar hastalıkları oluştururken, son yıllarda bu oran % 45’e ulaşmıştır. Türk Kardiyoloji
Derneği (TKD) tarafından 1990 yılından bu yana yürütülen TEKHARF (Türk Erişkinlerinde
Koroner Risk Haritası ve Koroner Kalp Hastalığı) çalışmasının 10 yıllık izlem verilerine göre
koroner arter hastalığının ülkemizdeki yıllık mortalitesi erkeklerde binde 5.1, kadınlarda ise
binde 3.3’tür. Bu oranlarla ülkemiz Avrupa ülkeleri arasında en yüksek sıradadır. TEKHARF
çalışması verilerine göre 2000 yılı itibariyle ülkemizde 2 milyon koroner arter hastası vardır
ve bu rakam 2010 yılında yaklaşık 3 milyon dört yüz bine ulaştığı düşünülmektedir.
Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi
Yaşam kalitesi mutlu olma ve yaşamdan hoşnut olmayı içeren genel olarak “iyi olma”
durumudur. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan tanıma göre yaşam kalitesi bireylerin
amaçları, beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilişkili olarak içinde yaşadığı kültür ve
değerler sisteminde yaşamda bulunduğu yeri algılamasıdır.
Sağlık alanında yaşam kalitesi fizyolojik fonksiyonlarını değerlendirmekten çok,
hastanın algılamalarını ve hastalığın tedavisiyle ilgili yaşantılarını vurgular. Bu nedenle
kronik hastalıkları ölçmede önemli bir göstergedir. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ölçümleri,
bireylerin kendilerini nasıl hissettiğini, günlük yaşam aktivitelerini nasıl yaptığını, hastalık
durumunu ve hastalığın tedavisinden nasıl etkilendiğini, bireyin bakış açısıyla değerlendirme
olanağı vermektedir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinde yaşam kalitesi “bireyin içinde
bulunduğu duruma emosyonel yanıtı” “hastalığın sosyal, emosyonel, mesleki ve aile yaşantısı
üzerindeki etkisi”, “kişisel iyilik hali”, “kişinin beklentileri ve gerçek durumu arasındaki
karsılaştırmalar” “fiziksel, sosyal ve emosyonel fonksiyonların doyumu”, “gereksinimleri
karşılamada bireysel yeterlilik” şeklinde tanımlanmaktadır.
Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi
Yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde kişinin kendini ifade etmesi önemlidir. Çünkü
yaşanan hissedilen şeyler kişinin kendi deneyimleridir. Yaşam kalitesinin ölçümü ile sağlık
hizmetinin/tedavinin bireyin yaşamını ve iyilik halini ne ölçüde etkilediği, bireylerin neyi ne
düzeyde yapabildiği belirlenebilir, tedavi/girişim alternatifleri değerlendirilebilir, yaşam
kalitesine etki eden faktörler belirlenebilir ve sonuç olarak hastaya uygun tedavi ve bakım
verilebilir. Bir başka deyişle yaşam kalitesi çalışmaları hastanın problemlerinin
belirlenmesinde, tedavi önceliklerinin saptanmasında, girişimlerin yönlendirilmesinde,
hastalık sürecinin izlenmesinde yarar sağlamaktadır.
Yaşam kalitesinin değerlendirilmesi sağlık hizmetlerine egemen olan paternalistik
bakış açısının terk edilerek hastanın bütüncül bakış açısıyla ele alınmasını sağlar. Hasta da
elde edeceği iyilik durumunu, varacağı sonucu bilmekte tedaviye ve tedavinin
52
gereksinimlerine daha fazla uyum sağlamaktadır. Rutin uygulamada göz ardı edilen “hasta
gözüyle hastalık yaşantısı” daha iyi anlaşılabilir. Hastalıkla ilişkili yaygın fakat göz ardı
edilen sorunlar ortaya konabilir.
Mesleki eğitimleri sırasında hastalara holistik bakım vermeyi ilke edinen hemşireler
hastaların yaşam kalitesini değerlendirmede anahtar rolü oynayan kişilerdir.
KALP DAMAR CERRAHİSİNDE SAĞLIKLA İLGİLİ YAŞAM KALİTESİ
Kalp damar hastalıkları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de başta gelen ölüm
nedenleri arasındadır. Dünya’da yılda 17 milyon kişi, Avrupa Birliği’nde yılda 2 milyon kişi
yaşamını kalp ve damar hastalıklarına bağlı nedenlerden kaybetmektedir.
Teknolojinin hızlı gelişimi kalp damar alanındaki artan bilimsel bilgi birikimi yeni
tedavi ve girişimlerin kullanılmasına yol açmıştır. Buna paralel olarak ta yaşam süresi
uzamıştır. Ancak sağlık bakımının amacı sadece hastaların yaşamını uzatmak değil aynı
zamanda bireylerin sorunları ile baş etme ve öz bakım gücünü geliştirerek yaşam kalitelerini
yükseltmektir. Bu durum bir tedavinin yaşamı uzatmasının yanı sıra o yaşamın hangi
koşullarda yaşandığının da değerlendirilmesi gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Öte yandan
yaşam süresi uzayan bireylerde farklı kronik hastalıkların bir arada bulunması ve yaşlanmanın
vücut sistemleri üzerindeki etkileri nedeniyle kalp damar hastalarının profilleri de değişmiştir.
Günümüzde oldukça karmaşık klinik durumlara sahip hastaların kalp damar cerrahisi
kliniklerinde tedavi edilmesi söz konusudur. Son yıllarda hasta haklarının benimsenmesi,
hastaların bilinçlenmeleri ve kendi tedavileri hakkında söz sahibi olmak istemeleri de sağlık
hizmetlerinde yaşam kalitesinin değerlendirilmesini gerekli kılan bir diğer faktördür.
Hastalıklarla veya spesifik girişimler sonrası yaşamak zorunda olan bireyler tedavi
seçeneklerini ve yaşam kalitesine olan etkilerini bilmek istemektedir.
Günümüzde kalp damar hastalıklarının birden fazla tedavi yöntemleri bulunmaktadır.
Elbette tedavi ve girişim yöntemleri bireyin klinik durumuna göre hekim tarafından belirlenir.
Ancak tedavi seçenekleri arasında sağ kalım açısından fark olmadığı durumlarda sağlıkta
yaşam kalitesi karar sürecini doğrudan etkilemelidir. Sağlıkta yaşam kalitesi sağ kalımdan
sonra ikinci önemli değerlendirme ölçütü olmalıdır. Bu nedenle kalp damar cerrahisinde
tedavi seçenekleri değerlendirilirken mortalite ve morbidite gibi geleneksel yöntemlerin
yanında hastaların algıladıkları yaşam kaliteleri de ölçülmelidir. Bunun yanında
kardiyovasküler hastaların fiziksel sağlık durumlarının yanı sıra sosyal aktivitelerinin ve
zihinsel sağlık durumlarının sorgulanmasının tedaviye yön vermede olduğu kadar prognozun
belirlenmesinde de önemi bulunmaktadır. Kalp damar cerrahisi hastalarının sadece geleneksel
klinik faktörleri değil uzun süreli süreçlerinin de değerlendirilmesi gerekir.
Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi değerlendirmeleri genel yaşam kalitesi ölçekleri veya
hastalığa özgü yaşam kalitesi ölçekleri ile yapılabilmektedir. Literatürde yaşam kalitesinin
değerlendirilmesinde genel ve hastalığa özgü ölçek kullanımı konusunda farklı görüşler
bulunmaktadır. Kronik hastalıklar çok boyutlu olduğu ve yaşamın tüm boyutlarının etkilenme
olasılığı bulunduğu için holistik yaklaşım gereği hastaların bir bütün olarak ele alınması ve bu
nedenle de genel ölçeklerin kullanılması gerektiğini savunan araştırmacılar çoğunluktadır.
Burada önemli olan “Yaşam kalitesi’ kavramının “sağlık durumu”ndan ayrı bir kavram
olduğu ve yaşam kalitesi ölçeklerinin sağlık durumunu belirleyen ölçeklerle karıştırılmaması
gerektiğidir.
Kalp damar hastalıklarında sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin subjektif ve objektif
alanları bulunmaktadır. Subjektif alanlar fiziksel aktivite, mesleki aktiviteler, hastanın sağlık
durumunun hasta ve çevresi tarafından nasıl algılandığı, psikolojik ve sosyal aktivitelerdir.
Objektif alanlar ise; laboratuar ve tanısal testlerle ölçülen sağlık durumu, psikopatolojik,
sosyo-ekonomik ve toplumsal destek durumunu kapsamaktadır. Literatürde objektif ölçeklerin
yaşam memnuniyetini yansıtmada subjektif ölçeklere göre daha az duyarlı ve daha az anlamlı
olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle hastaların sıkıntıları ve psikolojik durumları ile ilgili
53
yararlı bilgiler sunmaları açısından subjektif kanıtların rutin değerlendirmelere ve klinik
uygulamalara dahil edilmesi önerilmektedir.
Kalp damar cerrahisinde kullanılan genel yaşam kalitesi ölçeklerinden bazıları:
 Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL-BREF)
 EuroQol-5D (EQ-5D)
 Kısa Form 36 (SF-36)
 Sintonen 15-D
 Sağlık Yarar İndeksi (The Health Utilities Index HUI)
 Nottingham Sağlık Profili (NHP)
 Hastalık Etki Profili (SIC) dir.
Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL)
Bir uzun formu (100 soru) ve bir de kısa formu (26 soruluk WHOQOL-BREF) olan bu
ölçek, önce 15 merkezde başlayan, daha sonra Türkiye'nin de içinde olduğu 40'dan fazla
ülkenin dahil olduğu çok merkezli bir proje çerçevesinde geliştirilmiştir. Özelliği çok
merkezli bir geliştirilme sürecine sahip olması ve kültürel çapraz geçerliliği olan bir ölçek
olmasıdır. Uzun formun bedensel, psikolojik, sosyal ilişkiler, bağımsızlık düzeyi, çevre ve
kişisel inançlar olmak üzere 6 boyutu vardır. Kısa ölçek ise bedensel, psikolojik, sosyal
ilişkiler ve çevre alanlarını içerir. Ayrıca her kültür için kültüre özel sorular da vardır.
EuroQol-5D (EQ-5D)
Batı Avrupa Yaşam Kalitesi Araştırma Topluluğu olan EuroQol grubu tarafından 1987
yılında geliştirilmiş ve aralarında Türkçe’nin de dahil olduğu 60’tan fazla dile çevrilmiştir:
Bunlardan birisi de Türkçe’dir. 1990 yılında ilk defa yayınlanmış ve 1991 yılından beri de
aynı özelliğini (5 boyut) korumaktadır. Ölçek iki parçadan oluşmaktadır. EQ-5D indeks ölçek:
Hareket (mobility), öz-bakım (self-care), olağan aktiviteler (usual activities), ağrı/rahatsızlık
(pain/discomfort) ve endişe/depresyon (anxiety/depression) olmak üzere beş boyuttan oluşur.
Her bir boyuta verilen cevaplar; problem yok, biraz problem var ve majör problem olmak
üzere 3 seçeneklidir. Sonuç olarak ölçekle 243 (35=243) olası farklı sağlık sonucu
tanımlanmaktadır. Ölçeğin 5 boyutundan -0.59 ile 1 arasında değişen indeks skor hesaplanır.
Skor fonksiyonunda 0 değeri ölümü, 1 değeri kusursuz sağlığı gösterirken negatif değerler
bilinç kapalı, yatağa bağımlı olarak yaşamak vb. durumları göstermektedir. EQ-5D VAS
ölçek: Bireylerin bugünkü sağlık durumları hakkında 0 ile 100 arası değerler verdikleri ve
bunu bir termometre benzeri ölçek üzerinde işaretledikleri görsel analog ölçek (Visual
Analogue Scale) dir. Ölçekle 0-100 arasında değişen yaşam kalitesi skorları elde edilmektedir.
SF - 36 (Medical Outcames Study 36- item Short Form Health Survey, SF-36)
Otuz altı sorudan oluşan SF 36 pratikte en çok bilinen ve en sık kullanılan genel yaşam
kalitesi ölçeğidir. Fiziksel işlevsellik, sosyal işlevsellik, rol güçlükleri (fiziksel ve emosyonel),
ruhsal sağlık, canlılık (vitalite), ağrı ve sağlığın genel olarak algılanması gibi sağlığın 8
boyutunu 36 madde ile incelemektedir.
Nottingham Sağlık Profili (Nottingham Health Profile, NHP)
Çok kısa ve hızlı bir şekilde uygulanabilen NHP, iki bölümden oluşmaktadır. Bununla birlikte
çalışmalar, kalp hastalarının sağlıklı kişilerden ayırd edilmesinde NHP'nin yetersiz olduğunu
göstermektedir. NHP kardiyak cerrahi öncesi ve sonrasındaki genel sağlık durumu gibi büyük
değişiklikleri saptamada kullanılırken gruplar arasındaki küçük farklılıkları göstermede yeterli
duyarlılığa sahip değildir.
Hastalık Etki Profili (Sickness Impact Profile)
Sağlıkla ilgili 136 maddeden ve 12 bölümden oluşur. Ölçek iskemik kalp hastalığının sağlıkla
ilgili yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde birçok çalışmada kullanılmıştır. Çeşitli sağlık
sorunların değerlendirilmesinde ve iyilik durumunun düzenli izlenmesinde uygulanabilir bir
ölçek olarak kabul edilmektedir. Anjina ve Mİ'de en uygun genel ölçek olarak kabul
edilmektedir.
54
Kalp Damar hastalıklarında kullanılan hastalığa özgü yaşam kalitesi ölçeklerinden bazıları
ise:
 Seattle Anjina Anketi (SAQ),
 Miyokart Enfarktüsü Sonrası Yaşam Kalitesi Anketi (QLMI),
 Minnesota Kalp Yetersizliği Yaşam Kalitesi Anketi,
 Miyokart Enfarktüsü Boyutsal Değerlendirme Ölçeği (MIDAS),
 Yaşam Kalitesi İndeksi (QLI) Kardiyak versiyonu,
 Kardiyovasküler Sınırlılıklar ve Semptom Profili (CLASP),
 MacNew Kalp Hastalığı Yaşam Kalitesi Anketi: Miyokard enfaktrüsü, angina pektoris
ve kalp yetersizliğinde kullanılabilen ölçektir
Seattle Anjina Anketi (SAQ)
Anjinası olan olguların fonksiyonel kapasitelerinin değerlendirilmesi için tam
psikometrik olarak tasarlanan hastalığa özgü bir ölçektir. Bu ölçek 19 maddeden ve klinik ile
ilgili fiziksel sınırlılık, anjina stabilitesi, anjina sıklığı, tedavinin yararı ve hastalığı
algılama/yaşam kalitesi olmak üzere 5 bölümden oluşmaktadır. Seattle anjina anketinde
bulunan 19 maddeden 7'si emosyonel durumu ilgilendirdiği için bu ölçek sağlıkla ilgili yaşam
kalitesi ölçeği olarak kullanılmaktadır.
Miyokard İnfarktüsü Sonrası Yaşam Kalitesi Anketi (QLMI/MacNew)
Miyokard İnfarktüsü Sonrası Yaşam Kalitesi Anketinin orijinal versiyonu karşılıklı
görüşme ile uygulanan ve geniş kapsamlı kardiyak rehabilitasyonun etkinliğinin
değerlendirilmesi için tasarlanmıştır. Çeşitli çalışmalarla geçerliliği test edilmiş olup
semptomlar kısıtlılık, güven, özsaygı ve duygu durumu olmak üzere 5 bölüm ve 26 maddeden
oluşmaktadır.
Minnesota Kalp Yetmezliği ile Yaşam Anketi (MLHF)
MLHF ölçeği, hayır, çok az veya çok iyiye kadar yanıt gerektiren ve sıfırdan 105’e
kadar skorlanan 21 sorudan oluşmaktadır. Bu sorular kalp yetersizliğine bağlı semptom ve
bulguları, fiziksel aktivite, sosyal iletişim, cinsel aktivite, iş yapabilme yeteneği ve emosyonel
durumu içermektedir. Ayrıca kalp yetersizliği olan bireylerde "the Chronic Heart Failure
Questionnaire", "the Yale Scale", "the Quality of life Questionnaire in Severe Heart Failure"
ve "the Kansas City Cardiomyopathy questionnaire" isimli ölçekler de sıkça kullanılmaktadır.
Miyokard Enfarktüsü Boyutsal Değerlendirme Ölçeği "Myocardial Infarction Dimensional
Assessment Scale" (MIDAS)
Bu ölçek, fiziksel aktivite, güvensizlik, duygu durumu, bağımlılık, diyet, tedaviler ve
yan etkileri gibi 7 alan, 35 maddeden oluşan ve görüşme esasına dayanan bir anketten
oluşmaktadır.
Kardiyovasküler Kısıtlama ve Semptomlar Profili "Cardiovascular Limitations and Symptoms
Profile (CLASP)”
Kardiyovasküler kısıtlama ve semptomlar profili anjina, solunum yetersizliği, ayak
bileğinde şişlik ve bitkinlik gibi 4 ana semptom ve fonksiyonel kapasite ile ilgili 5 alt alandan
oluşan 37 maddelik bir ölçektir. Her alt skala 4-6 sorudan oluşmakta olup "normal" veya
"hafif'ten "ileri"ye kadar skorlarla değerlendirilmektedir. Bu ölçek kronik stabil anjinalı
hastalarda kullanılmış olup rutin kullanımı için ileri çalışmalara gerek duyulmaktadır.
Koroner Arter Bypass Greft Hastalarında Yaşam Kalitesi
Koroner arter hastaları özet olarak anjina, nefes darlığı, yorgunluk ve bitkinlik
semptomlarının yanı sıra fiziksel aktivite ve egzersize karşı azalmış tolerans yaşamaktadır.
Fiziksel aktivite ile ilişkili semptomlar arttıkça hastalar bu semptomlardan kaçınmak için
fiziksel aktivitelerini azaltma yoluna giderler. Bu durum fiziksel, sosyal ve mental
fonksiyonlarda azalmaya, sağlık algısının bozulmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine yol
açmaktadır. Bu hastalarda yaşamı uzatmak ve semptomları azaltmak için miyokarda kan
akımını sağlayan koroner arter bypass greft ameliyatı (KABG) yapılmaktadır. Kronik bir
55
hastalık olan koroner arter hastalığının etkili ve güvenilir tedavi seçeneklerinden biri olan
KABG Dünya’da en fazla yapılan ameliyatlar arasındadır. KABG ameliyatı angina ve
dispneyi ortadan kaldırmakta, özellikle mental ve fiziksel fonksiyonlar açısından sağlıkla ilgili
yaşam kalitesini arttırmaktadır. Bu nedenle KABG sonrası hastaların takiplerinde fiziksel
sağlık durumlarının yanı sıra sosyal aktivitelerinin ve zihinsel sağlık durumlarının
sorgulanmasının, tedaviyi yönlendirme ve hastalığın prognozunun belirlenmesinde önemi
şüphesizdir.
Kronik bir hastalık olan koroner arter hastalığının seyri KABG sonrası yaşam
kalitesini etkileyebilir. Koroner arter hastalığının semptom ve bulgularının kontrol altına
alınması amacıyla genellikle yaşam biçimi davranışlarında değişiklik yapılması gerekir.
KABG hastalarının yaşam biçimi davranışlarını değiştirmesi, karmaşık tıbbi tedavilerini
sürdürmesi (çoklu ilaç tedavileri), fiziksel ve emosyonel rahatsızlıkları (ağrı, depresyon,
anksiyete, öfke vb) gidermesi, fonksiyonel sınırlılıklarını yönetmesi ve diğer kronik
hastalıkların gerekliliklerini (diyabet, hipertansiyon, kalp yetersizliği vb) yerine getirmesi
beklenir. Bu faktörlerin tümü hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir.
KABG hastalarında yaşam kalitesi etkileyen diğer faktörler fiziksel iyilik hali, sosyal
destek varlığı, toplumsal ilişkiler, kişisel gelişim, kendini gerçekleştirme, öz güven, öz saygı,
bağımsızlık, eğlence dinlence, ekonomik durum gibi birçok boyutlardır. Bu nedenle yaşam
kalitesinin değerlendirilmesinde bu faktörler ölçülmelidir. Literatürde KABG ameliyatından
sonra ileri yaş, düşük sosyoekonomik durum, kadın cinsiyet ve azınlık grupta olmanın yaşam
kalitesini olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında olduğu belirtilmektedir. Ameliyat
öncesi diyabet ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı bulunmasının KABG hastalarının yaşam
kalitesini olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Buna karşın sosyal destek varlığı koroner arter
hastalığında mortalite ve morbiditeye karşı koruyucu etkiye sahiptir ve yaşam kalitesini
geliştirir. KABG sonrası özsaygının yüksek olması da depresyon ve gerilimi azaltarak sosyal,
fiziksel ve psikolojik iyileşmeyi hızlandırır.
Hastaların stresörlerle etkili bir şekilde baş edebilmesi de KABG sonrası yaşam
kalitesini arttıran faktörler arasındadır. Etkili baş etme mekanizmalarına sahip hastalar kronik
hastalığın gidişini etkileyen faktörleri düzenleyebilir, hastalık öncesi fonksiyon seviyesine
dönmeye istekli olup, stabil ve unstabil dönemlerde hastalık gidişinin etkilerini minimumda
tutabilir, hastalığın aile üzerindeki etkisini en aza indirebilir ve kronik hastalıkla birlikte
anlamlı aktiviteler düzenleyebilir.
KABG sonrası yaşam kalitesi
Ulusal ve uluslar arası literatür incelendiğinde kalp damar cerrahisinde en fazla yaşam kalitesi
çalışmasının KABG hastalarında yapıldığı görülmektedir. KABG hastalarında hem erken hem
de geç dönemde yaşam kalitesini değerlendiren oldukça fazla sayıda çalışma bulunmaktadır.
Erken dönem çalışmaları ameliyat öncesiyle birlikte genellikle ameliyattan hemen sonra, bir
ay sonra, 3 ay sonra ve 6 ay sonrasını kapsarken geç dönem çalışmaları hastaların ameliyattan
önce ve ameliyattan 1 yıl, 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl hatta 10 yıl sonrası yaşam kalitelerinin
değerlendirilmesini içermektedir. Çalışmalar KABG sonrası hastaların fizyolojik, motor ve
psikolojik fonksiyonlarının ameliyat öncesine göre anlamlı derecede yükseldiğini
göstermiştir. Székely ve arkadaşları 17 ülke 72 merkez ve 5,436 hastada ameliyat öncesi,
ameliyattan hemen sonra ve ameliyattan 6 ay sonra yaşam kalitesini değerlendirmişler,
KABG sonrası hastaların yaşam kalitelerinin arttığını ve Short-Form 12 (SF 36)’nin bu
hastalarda güvenle kullanılabileceğini belirtmişlerdir.
Literatürde KABG hastalarının geç dönemde yaşam kalitesi değerlendirildiğinde
koroner arter cerrahisinin mükemmel sağ kalım ve yaşam kalitesi sağladığı belirtilmektedir.
Dunning ve arkadaşları prospektif kohort çalışmalarında 1180 hastanın KABG geçirdikten 10
yıl sonra yaşam kalitesini (EQ-5D and a quality-of-life thermometer) değerlendirmişler ve
sağlıklı popülasyonla eşit bulmuşlardır. Bu hastalarda on yıllık sağ kalım oranı %66, elektif
56
cerrahide sağ kalım oranı %70, on yıllık kardiyak sağ kalım oranı ise %82 bulunmuş ve
hastaların %59’unda anjina ağrısının bulunmadığı saptanmıştır.
Literatürde KABG sonrası düzenli egzersiz yapan bireylerin yaşam kalitesine etkisini
değerlendiren çalışmalar da bulunmaktadır ve düzenli egzersiz yapan bireylerin yaşam
kalitesinin sedanter yaşayanlardan daha yüksek olduğu belirtilmektedir.
KABG sonrası yaşam kalitesini etkilediği düşünülen bir diğer faktör ileri yaştır.
Literatürde KABG geçiren yaşlı bireylerin yaşam kalitesi değerlendirildiğinde 65 yaş üstü
grupta da 80 yaş üstü grupta da KABG’in yaşam kalitesini arttırdığı ve semptomları düzelttiği
belirtilmektedir. Örneğin; Gjeilo ve ark. KABG geçiren 203 yaşlı hastanın 3 yıl sonraki yaşam
kalitesini (EQ-5D) sağlıklı Norveç’li bireylerle eşit bulmuşlardır.
KABG hastalarında cinsiyetin yaşam kalitesine etkisi incelendiğinde kadınların
morbidite ve sağlık hizmeti kullanımının daha fazla olduğu, kadınların yaşam kalitesinin
erkeklere göre daha düşük bulunduğu ancak kadınların erkeklerden 6-8 yıl daha fazla
yaşadıkları saptanmıştır. KABG ameliyatı geçiren erkeklerin mortalite hızları kadınlardan 5
kat fazla bulunmuştur. Kalp ameliyatları öncesi depresyon ve anksiyete seviyesi yüksek ise
özellikle kadınlarda uzun süreli morbidite ve tekrar hastaneye yatışlar söz konusudur.
Kardiyopulmoner bypass (KPB) tekniğindeki gelişmelere rağmen bu tekniğin
kullanıldığı açık kalp ameliyatlarında hala en önemli dezavantaj nörokognitif
komplikasyonlardır. Kardiyopulmoner bypass tekniğinin kullanıldığı (on-pump) ameliyatlar
ile kullanılmadığı (off-pump) KABG ameliyatlarının yaşam kalitesine etkisi birçok araştırma
ile değerlendirilmiştir. Kardiyopulmoner bypass (KPB) tekniğinin kullanılmadığı KABG
ameliyatlarında hastaların hem klinik sonuçları hem de 1 yıl sonrası yaşam kalitesi sonuçları
fiziksel rol ve emosyonel rol fonksiyonları açısından KPB kullanılan ameliyatlara göre daha
yüksek bulunmuştur. Çalışmalar genellikle KPB’ın kullanılmadığı ameliyatlarda hastaların
yaşam kalitesinin yüksek bulunduğunu göstermektedir. Buna karşın Tully ve arkadaşlarının
66 hastayı kapsayan randomize kontrollü çalışmasında KPB kullanılmadan yapılan KABG
ameliyatlarında sanılanın aksine kognitif eksiklik daha az bulunmamış ve bu hastaların yaşam
kalitesi de daha yüksek bulunmamıştır.
Bu araştırmada sağlıklı popülasyon ile
karşılaştırıldığında KPB kullanılmayan ameliyatlarda emosyonel, kullanılan ameliyatlarda
hem emosyonel hem de fiziksel rol fonksiyonları kalp ameliyatı geçirmeyen sağlıklı
bireylerden daha düşük bulunmuştur.
KABG ameliyatında greft olarak radial arter ve safen kullanımı ile yaşam kalitesi
arasındaki ilişki de incelenmiş, yaşam kalitesi ve maliyet açısından fark olmadığı
saptanmıştır. Bununla birlikte radiyal arterin çıkarılmasının safen ven çıkarılmasından
ortalama 31 dk fazla sürdüğü belirtilmiştir.
Literatürde ameliyat öncesi diyabet varlığının KABG sonrası yaşam kalitesini olumsuz
etkilediği belirtilmesine karşın KABG geçiren diyabetli hastalar ile diyabetli olmayan
hastaların ameliyat öncesi ve ameliyattan bir yıl sonrası yaşam kalitesi değerlendirildiğinde
bir birine benzer bulunmuştur.
Kapak Cerrahisi ve Yaşam Kalitesi
Kalp kapak hastalıklarının uzayan insan ömrü ile birlikte artan prevalansı ciddi bir
ekonomik yüke neden olmaktadır. Kalp kapak cerrahisinde genellikle kapak onarımı ve kapak
replasmanı uygulanmakla birlikte son yıllarda minimal invaziv cerrahi işlemler ve perkütan
girişimler de söz konusudur. Literatürde protez kapak replasmanı sonrası yaşam kalitesinin ve
efor kapasitesinin kapak onarımına kıyasla daha sınırlı olduğu belirtilmektedir. Biyoprotez
kapaklarda yapısal dejenerasyon riski ve mekanik kapaklarda antikoagülan kullanımına bağlı
tromboembolik komplikasyon ve kanama riski olduğu için kapak onarımı ile bu risklerin ve
ameliyat sonrası enfektif endokardit gelişme riskinin azaldığı belirtilmektedir. Kapak cerrahisi
hastalarında gerçekleştirilen yaşam kalitesi çalışmaları genellikle dışarıdan duyulan mekanik
kapak seslerinin hastaların yaşam kalitesine olan etkisi üzerine odaklanmıştır. Otken ve ark.
57
aort kapağı için biyolojik kalp kapağı ile mekanik kapak replasmanının sağladığı akustik
konforun hastaların yaşam kalitesine etkisini incelemişler ve herhangi bir ses çıkarmamaları
nedeni ile biyolojik kapakların yaşam kalitesine olumlu katkısı olduğunu belirtmişlerdir.
Bu alandaki bir diğer araştırma konusu ise yaşlılara uygulanan kapak cerrahisinin
yaşam kalitesine etkisidir. Çalışmalar 75 yaş ve üzerindeki bireylerde kapak cerrahisinin
mortalite ve morbidite oranının kabul edilebilir sınırlarda olduğunu ve yaşam kalitesinin
mükemmel olduğunu belirtmektedir.
Periferik Damar Cerrahisi ve Yaşam Kalitesi
Periferik damar hastalığı (PDH) kronik, ilerleyici ve bireyin yaşam kalitesini olumsuz
etkileyen sağlık problemlerinden biridir. PDH alt ekstremitenin aterosklerotik hastalığının
göstergesidir. PDH için majör risk faktörlerinden birinin sigara diğerlerinin ileri yaş ve erkek
cinsiyetinin olduğu, diyabet, hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı, hiperlipidemi ve
serebrovasküler hastalık gibi ikincil sağlık problemlerin bulunduğu bilinmektedir.
Günümüzde hala PDH’ın tıbbi ve cerrahi girişimlerle tedavi ve iyileşmesinin tam olarak
mümkün olmadığı, bu nedenle hastalığın tedavisindeki amacın, bireyin semptomlarını
rahatlatmak ve yaşam kalitesini artırmak olduğu belirtilmektedir.
PDH’ında, bireylerin yaşam kalitesinin bozulmasına neden olan semptom, iskemiye
bağlı ortaya çıkan ağrı (intermittent klaudikasyo) dır. Ağrı, hareket sınırlılığına neden olarak
yaşam kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır. Ayrıca ağrı, anksiyete ve duygusal sıkıntı
oluşturmakta; iyilik haline zarar vermekte; fonksiyonel kapasiteyi etkileyerek, ailesel, sosyal
ve mesleki rolleri yerine getirme yeteneğini engellemekte ve dolayısıyla yaşam kalitesini
etkilemektedir.
Periferik damar hastalıklarında yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi, ekonomik
gelir, yaşadığı ortamın ısınma tipi, sigara, yürüme mesafesi ve toleransı, baldır kas dokusu
oksijenasyonunun yaşam kalitesini etkilediği belirtilmektedir.
Periferik damar hastalarının yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde genel ölçeklerden
SF- 36, Nottingham Health Profile ve EuroQoL 5-D, hastalığa özel ölçeklerden ise
Intermittent Claudication Questionnaire (ICQ), Vascular Quality of Life Questionnaire, The
Claudication Scale (CLAU-S), The Walking Impairment Questionnaire (WIQ) ve The
Edinburgh Claudication Questionnaire (ECQ) genellikle kullanılmaktadır.
Yapılan ulusal ve uluslar arası çalışmalar bir veya daha fazla cerrahi revaskülarizasyon
uygulanan periferik damar hastalarının yaşam kalitesinin kontrol gruplarına göre daha düşük
olduğunu göstermektedir.
Hoogwegt ve ark. Hollanda’nın 11 hastanesinde 711 PAD cerrahisi hastası üzerinde
gerçekleştirdikleri kohort çalışmasında ameliyattan sonraki 3 yıl içinde sigarayı bırakan
hastaların 5. yıldaki yaşam kalitelerinin sigarayı bırakmayan hastalardan farklı olmadığını
bulmuşlardır. Burada yaşam kalitesinin sağlık durumundan ayrı bir kavram olduğu sigarayı
bırakmanın bu hastalarda hala primer hedef olduğu, sigaranın komplikasyonları ve mortaliteyi
arttırdığı unutulmamalıdır.
Yapılan bir randomize kontrollü çalışmada femoropoliteal bypass ameliyatından sonra
ödemi önlemek için aralıklı pnömotik kompresyon cihazı ve kompresyon çorabı kullanımının
yaşam kalitesine etkisi incelenmiştir. WHOQOL-BREF ölçeğinin kullanıldığı bu çalışmada
ameliyattan 2 hafta sonra yaşam kalitesinin arttığı ve ödemin yaşam kalitesini etkilemediği
saptanmıştır.
Sonuç
Araştırmalar kalp cerrahisi hastalarında yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde SF36 (short
form health survey questionnaire) kullanımının, Nottingham health profile (NHP) ölçeğine
göre daha uygun olduğunu göstermiştir. Kalp damar cerrahisi hastalarında yaşam kalitesi
değerlendirilirken çok boyutlu bir kavram olduğu göz önünde bulundurulmalı bu nedenle
klinik göstergelerle birlikte genel yaşam kalitesi ölçekleri kullanılmalıdır.
58
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
Aydemir Ö. 2006. Sağlıkta yaşam kalitesinin klinik uygulamalarda kullanımı. Sağlıkta birikim; 1(2): 913.
Aykut-Aka S, Orhan G, Şahin Ş, Tartan Z, Kurç E, Yücel O, Taşdemir M, Eren E. Sol ventrikül
disfonksiyonlu ameliyat olmuş koroner arter hastalarında yaşam kalitesi ölçümü. Turkish J Thorac
Cardiovasc Surg 2006;14(4):266-271.
Dantas R.A.S, Motzer S.A, Ciol M.A. The relationship between quality of life, sense of coherence and
self-esteem in persons after coronary artery bypass graft surgery. International Journal of Nursing
Studies (2002) 39: 745–755.
Dunning J, Waller JRL, Smith B, Pitts S, Kendall SWH, Khan K. Coronary Artery Bypass Grafting is
Associated With Excellent Long-Term Survival and Quality of Life: A Prospective Cohort Study. Ann
Thorac Surg 2008;85:1988 –93.
Eser E. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kavramsal temeller ve ölçümü. Sağlıkta Birikim Dergisi
ISSN:1306-2891. Cilt:1 Sayı:2 Mayıs 2006,s:1-5. http://www2.bayar.edu.tr/saglik/sayi2_2.php
Gjeilo KH, Wahba A, Klepstad P, Lydersen S, Stenseth R. Health-related quality of life three years after
coronary surgery: a comparison with the general population. Scand Cardiovasc J 2006;40:29 –36.
Herlitz J, Brandrup-Wognsen G, Caidahl K, Hartford M, Haglid M, Karlson BW, Karlsson T, Sjo¨land
H. Determinants for an impaired quality of life 10 years after coronary artery bypass surgery.
International Journal of Cardiology 98 (2005) 447– 452.
Norris CM et al. Gender roles in persistent sex differences in health-related quality-of-life outcomes of
patients with coronary artery disease. Gender Medicine/Vol. 7, No. 4, 2010.
Oztürk C et al. Quality of Life in Perspective to Treatment of Postoperative Edema After Peripheral
Bypass Surgery. Annals of Vascular Surgery, 11/15/2011.
Ökten ME, Mataracı İ, Erkin A, Kocamaz Ö, Özer T, Kırali K. Stentsiz biyolojik aort kapak
kullanımının akustik konforu. Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi. Temmuz 2010, Cilt 18, Sayı
3:167-171.
Özbay A. Koroner arter hastalarında yasam tarzı değişikliği müdahalesinin yaşam kalitesine etkisi.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
2010.
Özen B. (Sabuncu N. Danışman). Sistolik Sol Ventrikül Disfonksiyonuna Bağlı Kalp Yetersizliğinde
Sağlık Davranışları ve Yaşam Kalitesi Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi. Haliç Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. 2011.
Pınar R. Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kullanımı. Sağlıkta
Birikim Dergisi ISSN:1306-2891. Cilt:1 Sayı:2 Mayıs 2006,s:71-76.
Shapira OM, Kelleher RM, Zelingher J, Whalen D, Fitzgerald C, Aldea GS, Shemin RJ. Prognosis and
quality of life after valve surgery in patients older than 75 years. Chest. 1997 Oct;112(4):885-94.
Szekely A, Nussmeier NA, Miao Y, Huang K, et al. A multinational study of the influence of healthrelated quality of life on in-hospital outcome after coronary artery bypass graft surgery. Am Heart J
2011;161:1179-1185.
Şekuri C. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kardiyovasküler hastalıklarda kullanımı. Sağlıkta Birikim
Dergisi ISSN:1306-2891. Cilt:1 Sayı:2 Mayıs 2006,s:64-70.
Temizkan V, Uğur M, Yılmaz A.T. Kalp Kapak Hastalıklarında Onarım Tedavisi.
Turkiye Klinikleri J Cardiol-Special Topics 2011;4(5):49-55.
Treat-Jacobson, DJ, Lindquist R. Exercise, quality of life, and symptoms in men and women five to six
years after coronary artery bypass graft surgery. HEART & LUNG VOL. 36, NO. 6:389-397.
Tully, P.J., Baker, R.A., Kneebone, A.C., & Knight, J.L., 2008. Neuropsychologic and quality-of-life
outcomes after coronary artery bypass surgery with and without cardiopulmonary bypass: A
prospective randomized trial. Journal of Cardiothoracic and Vascular Anesthesia, 22(4), 515-521.
Wagner et al. Costs and quality of life associated with radial artery and saphenous vein cardiac bypass
surgery: results from a Veterans Affairs multisite trial. The American Journal of Surgery (2011) 202,
532–535.
Yılmaz M, Oyan G. Periferik Arter Hastalığında Yaşam Kalitesi ve Etkili Bazı Faktörlerin Belirlenmesi.
Turkiye Klinikleri J Cardiovasc Sci 2009;21(3):382-90.
Hoogwegt M.T. Hoeks S.E. Pedersen S.S. Scholte op Reimer W.J.M. van Gestel YR.B.M. Verhagen
H.J.M., Poldermans D. Smoking Cessation has no Influence on Quality of Life in Patients with
Peripheral Arterial Disease 5 Years Post-vascular Surgery. Eur J Vasc Endovasc Surg (2010) 40: 355362
59
YAŞLI CERRAHİSİNDE YAŞAM KALİTESİ
Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇEÇEN
Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu
Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı
Yaşlanma; morfolojik, fizyolojik ve patolojik değişikliklerin olumsuz yönde ilerlediği,
geriye dönüşü olmayan, fiziksel, fonksiyonel, mental ve psikososyal işlevlerde azalmaya
neden olan, çeşitli hastalıkların bir araya geldiği, evrensel ve doğal bir süreçtir. Dünya sağlık
örgütü (DSÖ) yaşlanmayı; "Çevresel faktörlere uyum sağlama yetisinin giderek azalması"
şeklinde tanımlamaktadır. Demografik açıdan yaşlılığın sınırı 65 yaş olarak kabul
edilmektedir.
Türkiye nüfusu hakkında en güncel veri olan 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması
(TNSA 2008)’nın bulgularına göre yaşlı nüfusun (65 yaş ve üzeri), tüm nüfus grupları
içerisindeki oranı yaklaşık % 7 dir. Buna göre ülkemizdeki yaşlı nüfus dünyadaki birçok
ülkenin toplam nüfusundan bile fazladır. Ülkemizde 2010 yılı nüfus sayımına göre 65 yaş
üzeri birey sayısı 5.327.736 ve 65 yaş üzeri nüfus oranı yaklaşık %7,2’dir.
Normal yaşlanma; zamanın geçişine bağlı olarak, hastalık söz konusu olmaksızın ortaya
çıkan anatomik yapı ve fizyolojik işlev değişikliklerini tanımlamaktadır. Yaşlanma kavramı
günümüzde; sadece kronolojik açıdan değil biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutları ile de ele
alınmaktadır. İnsanın doğumundan itibaren içinde bulunduğu zamana kadar geçen yıllara
bağlı yaşlanma kronolojik yaşlanmadır. Biyolojik yaşlanma ise; bireysel farklılıkların söz
konusu olduğu, emosyonel ve fiziksel sağlık, sosyoekonomik durum, kalıtım, kültür ve etnik
köken gibi birçok faktörden etkilenen görünüş yaşlanmasıdır.
Yaşlılardaki hücresel ve hücre dışı değişikliklerin, fonksiyonlarda gerileme ve fiziksel
görünümde değişikliğe, organ ve sistemlerin tam olarak fonksiyon görememesine, hücre
yenilenmesinde yavaşlamaya ve vücudun homeostazisi sürdürme yeteneğinde azalmaya yol
açtığı belirtilmekledir. Normal yaşlanma sürecinin farklı kişilerde farklı hızlarda ilerlediği
ayrıca bütün vücut sistemlerinin de aynı hızda yaşlanmadığı ve bireyler arasında büyük
farklılıklar bulunduğu bildirilmektedir.
Yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan fizyolojik, psikolojik, sosyolojik değişiklikler sonucu
fonksiyon kayıplarının ortaya çıkması ve strese uyum yeteneğinin azalması nedeniyle kronik
hastalıkların sıklığı artmaktadır.
Tüm dünyada yaslılarda en sık görülen kronik hastalıkların sırasıyla kardiyovasküler
sistem hastalıkları, hipertansiyon, serebro vasküler hastalıklar, diabetus mellitus, kanser,
kronik obstrüktif akciğer hastalıkları, kas/iskelet sistemi hastalıkları (artrit, osteoporoz vb.),
mental hastalıklar (demans, depresyon),görme kayıpları ve işitme bozuklukları olduğu
bildirilmiştir.
Yaşlanma ile birlikte fizyolojik fonksiyonlarda belirgin azalmalar gözlenmektedir.
Özellikle yaş ilerledikçe, kişisel alışkanlıklar, çevresel faktörler, heredite, psikososyal
faktörler, kültürel ve sosyoekonomik yapı gibi birçok etkene bağlı olarak değişebilmektedir.
Bir diğer anlamda fizyolojik yaşlanma her zaman kronolojik yaşlanma ile orantılı olmayabilir.
Bu nedenle yaşlanmanın etkileri ile ilgili çalışmalarda normal yaşlanma ile oluşabilecek
fizyolojik kayıplar ile hastalıklar sonucu olaşabilecek fizyolojik kayıplar arasındaki
farklılıkların saptanmasının önemi giderek artmaktadır.
Yaşlılarda Cerrahi Girişim Uygulama Nedenleri
Yaşlanma sürecinin neden olduğu anatomik ve fizyolojik değişiklikler ile 65 yaş ve
üzerindeki bireylerin %80'inden fazlasında bulunan kronik hastalıklar, fonksiyonlarda
bozulmayla sonuçlanmakta ve yaşlı bireyler bu bozukluklar nedeniyle hastaneye
60
yatırılmaktadırlar. Yaşlılarda hastaneye yatmakla sonuçlanan yaygın hastalıklar, aritmi, kalp
yetmezliği, inme, sıvı elektrolit dengesizliği, pnömoni ve kalça kırıkları olup hastaneye yatan
bireyler, sıklıkla çoğul sistem yetmezliği deneyimlemektedirler. Yaşlı nüfus giderek
artmakta, bunların büyük bir kısmında değişik sağlık sorunları bulunmakta ve bu sorunların
giderilmesinde de giderek artan bir hızla cerrahi girişimlere başvurulmaktadır. Literatürde
bütün cerrahi işlemlerin yaklaşık %20'sini 65 yaş ve üstü grubun geçirdiği belirtilmektedir.
Günümüzde, yaşam süresindeki uzama ve cerrahi ile anestezi alanındaki gelişmelere
paralel olarak ameliyat olan yaşlı birey sayısı da artmaktadır. Çeşitli çalışmalarda perioperatif
komplikasyonların yaşla birlikte arttığı ve daha önceden var olan kronik hastalıkların cerrahi
süreçte yaşanan olumsuzlukları arttırdığı belirtilmektedir. Genel toplumda %1.2 olan
perioperatif mortalitenin, 60-69 yaş grubunda %2.2, 70-79 yaş grubunda %2.9, 80 ve üstü yaş
grubunda %5.8-6.2 olduğu saptanmıştır. Diğer taraftan, pek çok çalışmada yaşın tek basına
cerrahi risk teşkil etmediği gösterilmiştir. Bu çalışmalarda, yaşla birlikte görülme sıklığı artan
bazı faktörlerin cerrahi riski arttırabildiği saptanmıştır. Cerrahi riski yaşla beraber etkileyen
faktörlerin; uygulanan cerrahinin tipi (acil veya elektif), sistemik hastalıklar, eşlik eden
malign hastalıklar, yetersiz beslenme ve mobilitedeki bozulma seviyesi olduğu belirlenmiştir.
Bu faktörlerin yanı sıra, yaşlılarda çoklu ilaç ile bitkisel ürün kullanımının, anesteziklerin
etkisini değiştirerek cerrahi riski etkileyebildikleri gösterilmiştir.
Günümüzde, yaşlı bireyler için elektif cerrahiden kaçınma nedeni olan yüksek cerrahi
mortalite oranlarının, son yıllarda ameliyat ve anestezi teknikleri ve izleme sistemlerindeki
ilerlemeler ve risk faktörlerinin ameliyat öncesi dönemde dikkatli bir şekilde
değerlendirilmesi ile önemli bir azalma kaydettiği belirtilmektedir. Yaşlı bireyler için cerrahi
girişimler çok yaygın olarak, bir önceki yıldan daha fazla ve daha başarılı bir şekilde
uygulanmakta ve yaşlıların yaşam kalitesini ve fonksiyonlarını düzelten önemli bir işlem
olarak görülmekte, ayrıca nitelik, nicelik ve hızlı gelişme bakımından da laparoskopik cerrahi
girişimlerden sonra ikinci sırayı aldığı bildirilmektedir.
Palmer (1990), yaşlılarda en sık uygulanan 10 cerrahi girişimin; prostat bezi
ameliyatları, total kalça replasmanı, koroner arter bypass greft (CABG), kalın bağırsağın
kısmi olarak çıkarılması, göz ameliyatları (katarakt), pace maker yerleştirilmesi veya
replasmanı, internal fiksasyonla kırığın açık redüksiyonu, koroner darlığın giderilmesi, santral
sinir sistemi ameliyatları, kolesistektomi, olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Palmer, cerrahi
girişimlerin türünü cinsiyetin etkilediğini, kadınlar için uygulanan en yaygın cerrahi
girişimlerin, lens çıkarılması, kırık onarımı, kolesistektomi ve kalça replasmanı; yaşlı erkekler
için ise, prostatektomi, inguinal herni onarımı ve lens çıkarılması olduğu bildirmektedir.
Yaşlılarda cerrahi girişimler genel olarak;
 Sağlığın yükseltilmesi,
 Fonksiyon yetersizliğinin azaltılması,
 Kaçınılmaz ölümün ertelenmesi,
 Yaşam kalitesinin artırılması, en azından daha iyi hale getirilmesi, amacıyla
uygulanmaktadır .
Yaşlı Hastalarda Cerrahi Girişim Riskleri
Cerrahi girişim için hastaneye yatırılan yaşlı bireylerin yaşadıkları en önemli sorunlar
arasında, akut konfüzyonel durum (deliryum), nazokomiyal enfeksiyonlar ve tam olarak
iyileşmeden erken taburcu olma nedeniyle gelişen sorunlar yer almaktadır.
Cerrahi risk, ameliyat öncesi, sırası ve sonrası dönemde oluşabilecek morbidite ve
mortalite olasılığını içerir. Cerrahi girişim nedeniyle oluşan morbidite ve mortalitenin, yaşlılarda,
gençlerden daha fazla olduğu ve normal yaşlanmanın neden olduğu değişikliklerden daha çok
patolojik değişiklikler sonucu meydana geldiği belirtilmektedir .
Araştırmalarda, ameliyatın ve bakımın planlanmasında, risklerin değerlendirilmesinde sadece
kronolojik yaşın değil, biyolojik yaş ile birlikle fiziksel durumun da göz önünde bulundurulması
61
gerektiğini vurgulamaktadırlar . Bu nedenle, yaşlı cerrahi hastasına bakım veren hemşirelerin, cerrahi
girişim ve anesteziye bağlı olarak yaşlı hastaların komplikasyon gelişimi açısından daha fazla risk
altında olduğunu, genç bir hastayı daha az etkileyebilecek bir olayın, yaşlı hastayı çok daha fazla
etkileyebileceğini göz önünde bulundurması gerekmektedir.
Yaşlanma, organ ve dokularda progresif atrofi, fibrozis ve elastisite kaybıyla karakterize
bir durumdur. Yaşlı hastalar fizyolojik, farmakolojik, psikolojik ve sosyal yönden genç
hastalardan farklı özelliklere sahiptir. Stres durumunda yaşlılar yeterli yanıt verememektedir.
Cerrahi ve anestezi de bir stres kaynağıdır. Postoperatif morbidite ve mortaliteyi etkileyen
faktörler arasında ileri yaşın da önemli olduğunu bildiren yayınlar bulunmaktadır. Ancak
yaşın cerrahi ve anestezi için tek başına bir kontrendikasyon olamayacağını bildiren yayınlar
da mevcuttur. “American Society of Anesthesiologists (ASA)”nın sınıflamasına göre yaş,
anesteziye bağlı yan etkilerin ortaya çıkmasında tek başına kuvvetli bir etken değildir.
“Cerrahi ve anestezi tek başına yaşa bakılarak reddedilmemelidir” denilmektedir. Yaş minör
bir risk faktörüdür, esas olarak yaşla birlikte ortaya çıkan yandaş hastalıklar gözden
geçirilmelidir. Yaşlıda perioperatif morbidite ve mortaliteyi etkileyen en önemli faktör
kardiyovasküler, pulmoner, endokrin ve nörolojik sistemler başta olmak üzere organ ve
sistemlerden kaynaklanan yandaş hastalıklardır. Yeni anestezi tekniklerinin, ilaçların, anestezi
eğitiminin gelişmesiyle birlikte 2000’li yıllarda anesteziye bağlı mortalite oranı 100.000
ameliyatta 1’e inmiştir. Yapılan bir çalışmada, ABD’de 1999-2005 yılları arasında anesteziye
bağlı mortalite oranlarını inceledikleri çalışmada, anesteziye bağlı mortalite oranı 75 yaştan
itibaren yüksek bulunmuştur. Leung ve arkadaşları yaşlı cerrahi hastalarda postoperatif
dönemde %21 oranında ve özellikle kardiyovasküler, nörolojik veya pulmoner sistemden
kaynaklanan bir veya daha fazla olumsuz sonuçla karşılaşıldığını bildirmişlerdir. Geriyatrik
cerrahiyi geliştirmek için dikkatli preoperatif değerlendirme, uygun cerrahi teknik ve anestezi
yöntemi önemlidir. Yaşlı hastalarda anesteziye bağlı gelişebilecek problemleri azaltmak için
preoperatif değerlendirme, cerrahi problem dışındaki yandaş dahili hastalıkların iyi
değerlendirilmesi ve uygun anestezi yöntemi ve ilaçların seçilmesi önem kazanmaktadır.
Yaşlı hastalarda bölgesel anestezi sonrasında genel anesteziye göre daha az postoperatif
konfüzyon ve deliryum geliştiğini belirten çalışmalar bulunmaktadır.
YAŞLILARDA YAŞAM KALİTESİ
DSÖ Yaşlanma ve Sağlık Programı’nda yaşlı sağlığı ile ilgili olarak; “Yaşlı kişilerin sağlığı
denildiğinde, belirleyici konu olarak yalnızca hastalık prevalansı ya da hastalığın yokluğu
görülemez ve görülmemelidir. Yaşlı kişilerin büyük bölümü hastalıkları olsa da,
hastalıklarının günlük hayatlarını ciddi olarak etkileyen olumsuz sonuçları ortadan
kaldırılabildiği takdirde, kendilerini bütünüyle sağlıklı olarak hissedebilir.” ifadesi yer
almaktadır. Bu nedenle “sağlığın özbildirimi” kavramı yaşlılık dönemi için büyük önem
kazanmaktadır.
Yaşam kalitesini etkileyen faktörler;
Günlük yaşam aktivitelerinde bağımlılık
İleri yaş
Medeni durum
Uyku problemleri
Özürlülük
Erkek cinsiyet
Fonksiyonel kısıtlılıkları
Depresyon
Kötü sağlık durumu
Kişinin yaşadığı ortam
Yorgunluk
Ek hastalık varlığı
62
Fonksiyonel durumda bozulma riskini artıran faktörler ise,
Bilişsel sorunlar
Sosyal ilişki azlığı
Hastanede geçirilen gün sayısında artış
Depresyon
Düşük fizik aktivite
Düşmeler
Ek hastalık sayısında artış
Alkol/ Sigara kullanmı
Artmış veya azalmış kilo
Sağlığını kötü algılaması
Bacaklarda hareket kısıtlılığı
Görmede bozukluk
Kullanılan ilaç sayısında fazlalık olarak belirtilmektedir.
Yaşlılarda yaşam kalitesini iyileştirmek için, yaşlının fonksiyonları korumak, bağımsız
olmalarını sağlamak gerekmektedir. Fiziksel kısıtlılık ve fonksiyonel problemler; yaşam
kalitesinde azalmaya, sağlık harcamalarında artış ve uzun süreli bakıma neden olmaktadır.
İleri yaştaki genel sağlık durumu, kronik hastalıkların sayısı, günlük yaşam aktiviteleri, kan
basıncı kontrolü, egzersiz ve cinsiyet yaşam kalitesinin belirleyicisi olarak bulunmuştur.
Sağlık sorunlarının ya da cerrahi girişimin neden olduğu fonksiyonel değişiklikler ya da
kayıplar yaşlı hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir. Yaşlı hastaların fonksiyonları ve
fiziksel durumundaki değişiklikleri hem yaşlı hasta hem de yakınlarının yaşam kalitesini
etkilemektedir. Kronik ağrılarının yanı sıra cerrahi girişim sonrasında ağrı yaşanması,
fonksiyonel kısıtlılık, bozulmuş uyku ve yaşam kalitesinde azalmaya neden olmaktadır.
Sosyal ilişkiler: Yaşlı hastaların tedaviye yada cerrahi girişime karar aşamasında etkili
olması, sağlık algılamasını ve kendini iyi hissetme düzeyini arttırmaktadır. Sonuçta da, duygu
ve isteklerine verilen önemle yaşam kalitesi etkilenmektedir. Yaşlı kişilerin sosyal ilişki
düzeyleri hastalık, ölüm ve fiziksel fonksiyonlarını etkilemektedir. Sık hastane yatış öyküsü
olan yaşlılarda, kapsamlı geriatrik değerlendirme ve evde yapılan rehabilitasyon programları,
özürlülükte azalma ve yaşam memnuniyetinde artışa yol açmaktadır. Bunun yanında, iş-uğraşı
tedavisi ve çevre adaptasyonları da fiziksel fonksiyonları iyileştirmek açısından yararlı
olmaktadır. Hastanın sağlık personeli ile karşılaştığı ilk andan itibaren tedavisi
sonuçlanıncaya kadar devam eden tüm bu aşamalar hastanın yaşam kalitesini etkilemektedir.
Süregen/ kronik hastalıklar: Çoğu yaşlı kişi süregen hastalıklar nedeniyle sağlık
problemleri ve özürlülük ile karşı karşıya kalmakta ve yaşam kalitesi olumsuz yönde
etkilenmektedir. Bu durum görece olarak fizik aktivite eksikliğine bağlı olabilmektedir.
Hareket kısıtlılığı, ağrı ve emosyonel problemlere bağlı bu aktivite azalması sonucu kısır bir
döngü olmaktadır. Süregen hastalıkların çoğu zaman tam tedavisi olmadığı için, amaç kişiyi
rahatsız eden problemleri ortadan kaldırmak ve yaşam koşullarını iyileştirme yönünde
olmaktadır. Diyabet, astım, artrit ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) gibi görece
olarak yaygın bu dört hastalık, fiziksel fonksiyonları etkileyerek sağlıklı yaşlanma üzerine
olumsuz etki yapmaktadır. Özellikle de diyabet ve sağlıklı yaşlanma arasında görülen bu
ilişkinin, kalp, ayak ve görme problemlerinin, bu kişilerde daha sık olması ile ilişkili
olabileceği belirtilmektedir. Kronik hastalıklarda fiziksel aktivite düzeyindeki artışın yaşam
kalitesini düzelttiği belirtilmektedir.
Düşme: Yaşlı kişilerde düşmelerin önlenmesi önemli bir konudur. %30-50 arasında yaşlı,
yılda en az bir defa düşmektedir. Düşmenin; kırık, düşme korkusu, fiziksel, psikolojik ve
sosyal fonksiyon kabiliyetinde azalmaya neden olması, yaşam kalitesinin etkilenmesine neden
63
olmaktadır. Fiziksel kırılganlık ve düşme ile ilişkili yaralanmalar, yaşam kalitesini ve yaşlı
kişinin genel fonksiyonlarını etkilemektedir.
Hareket kaybı: Hareketsiz yaşam ve hareket kaybı, özürlülük açısından risk faktörü olduğu
gösterilmiştir. Hareket yeteneği ve günlük yaşam aktiviteleri, yaşam kalitesinin önemli
elementleridir. Çalışmalarda, hareket edebilme yeteneği ve bağımsızlığın kaybı, ölüm ve
bakımevlerine yerleştirmenin belirleyicisi olarak tanımlanmaktadır. Böylelikle hareket
edebilme yeteneğinin korunması veya iyileştirmesi, ameliyat sonrası komplikasyon riskini
azaltmakta ve yaşam kalitesini arttırmakta etkili olmaktadır.
Depresyon: İleri yaşta görülen en sık ve özürlülüğe en fazla neden olan psikiyatrik hastalık
olup, hastalık ve sağlık harcamaları açısından da önemlidir. Depresyon günlük yaşam
aktivitelerinde bozulma ve yaşam kalitesi ile belirgin ilişkili görünmektedir. Tanı konmuş
depresyon sıklığı düşük olsa da, depresif belirti ve bulguların klinik olarak anlamlı olduğu
yaşlı yüzdesinin 15-25 arasında olduğu söylenebilir. Sosyal fonksiyonların ve yaşam
kalitesinin azalması, fiziksel özürlülük ve kognitif etkilenmenin artışı ve intihar girişimi ile
ilişkili görünmektedir. Anestezikler yada kullanılan ilaçların etkisi ile ameliyat sonrasında
yaşlı hastalarda deliryum demans gibi psikiyatrik sorunlar yaşanabilmektedir. Cerrahi girişimi
nedeniyle hareket kısıtlılığı, fonksiyon, organ kaybı olan yaşlı hastalarda depresif duygu
durum görülebilmektedir. Bu durum yaşlı hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.
Enürezis: İdrar ve gaita kaçırma da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır (%3.7-26).
Yaşla birlikte sıklığı artmaktadır. Genellikle hekimler tarafından sorgulaması yapılmamakta,
hasta tarafından da utanma, yaşlılığın normal seyri, tedavi olamayacak olması nedeniyle
gizlenmektedir. Oysa sosyal, fiziksel ve hijyenik boyutu nedeniyle yaşam kalitesini belirgin
olarak etkilemektedir. Hem hasta hem de bakıcılarında, depresif belirti ve bulgulara da yol
açtığı bilinmektedir. İdrar kaçırması olan kişilerin daha depresif oldukları ve sağlık
algılamalarının kötü olduğu görülmüştür. Çalışmalarda, yaşlı hastaların sadece %40 hastanın
tedavi edici veya koruyucu önlem yöntem aldığı belirtilmektedir.
Ağız sağlığı: Kişilerin fizyolojik ve fonksiyonel olarak iyi hissetmeleri açısından önemlidir.
Çok ilaç kullanan yaşlı kişiler ağız sağlığı açısından sorun yaşamaktadırlar. Sistemik
hastalıklar ve kullanılan ilaçlar oral fonksiyonları etkilemektedir. Hastalıklardan kaynaklanan
olası fiziksel kısıtlılıklar ve hastaneye yatış yaşlı kişilerin ağız sağlığı konusundaki
duyarlılığını ve kendine bakım kapasitesini etkiler ve böylece ağız hijyeni olumsuz etkilenir.
Bu nedenle hastane bakımı çok önem taşımaktadır. Ağız sağlığı, tahmin edilenden daha fazla
günlük hayatı etkilemektedir. Geride kalan diş sayısının azalmasının ve ağız kuruluğunun
yaşam kalitesi ile ilişkili olduğu belirtilmektedir. Ağız bakımı, kişinin kendini iyi hissetmesi
ve yaşam memnuniyeti ile ilişkili olup, yaşam kalitesi ağız bakımı ve diş tedavisi için geçerli
sonuç göstergesi olarak tanımlanmaktadır.
İşitme ve görme kaybı: yaşlılarda yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında sayılmaktadır.
İşitme kaybı ile aslında diğer sistemlerdeki problemlerin ilişkili göstergesi olabilmektedir.
Buna bağlı iletişim problemleri ve sosyal ortamlara girişte zorluklar yaşanması nedeniyle
yaşlı hastaların yaşam kaliteleri etkilenmektedir. Yaşlı hastaya bakım veren hemşirelerin bu
kayıpları dikkate alarak uygun sözlü ve sözsüz iletişim yöntemlerini kullanmaları (yaşlının
görebileceği mesafede durarak, uygun ses tonuyla konuşma vb.) ve duyu kayıplarına bağlı
travma riskine karşı önlem almaları gerekmektedir.
Yaşlılarda kullanılan yaşam kalitesi ölçekleri
Yaşlı nüfus içinde risk taşıyanları bulmak ve onlara yönelik hedef girişimler geliştirebilmek
amacıyla, yaşam kalitesi değerlendirmeleri giderek daha fazla kullanılmaktadır, fakat
değerlendirme araçlarının eksikliği nedeniyle yaşam kalitesini değerlendirmek pek kolay
olmamaktadır. Genel amaçlı (jenerik) ölçekler, yaşlıların yaşam kalitelerini değerlendirmede
özellikle önem taşır, çünkü bu yaş grubundaki bireylerin çoğunun yaşamlarında sağlığa ve
toplumsal duruma ilişkin birden fazla problem vardır. Brown ve arkadaşları (1994), yaşlılıkta
64
yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında ilk üç sırayı toplumsal faaliyetler, boş zaman
faaliyetleri ve sağlığın aldığını göstermiştir. WHOQOLOLD Çek Cumhuriyeti merkezi
verileri, yaşlıların yaşam kalitesini etkileyen en önemli faktörün depresif duygudurum
olduğunu göstermiştir. Molzahn ve Gail tarafından yapılmış bir çalışmada, ileri yaşta yaşam
kalitesinin altında yatan kavramsal faktörlerin sağlık, mali durum ve yaşamın anlamı olduğu
gösterilmiştir.
Hasta tarafından bildirilen sağlık üzerine odaklanmanın sonucu olarak pek çok ölçek
geliştirilmiştir ve çeşitli sağlık ve hastalık durumları için seçilmiş ölçekler bulunmaktadır.
Hasta tarafından bildirilen sağlık ölçekleri iki kategoride sınıflandırılmaktadır: jenerik ve
spesifik. Jenerik ölçekler yaş, hastalık veya tedaviye spesifik değildir, hem hasta hem de genel
popülasyon ile ilgili SYK’nın çok yönlü kavramlarını kapsamaktadır. Bu nedenle her iki
popülasyonda da uygulanabilir. Popülasyon temelli normal değerler hesaplandığından genel
popülasyon ve spesifik hastalık gruplarından elde edilen verilerin yorumlanmabilkmektedir.
Spesifik ölçekler özel bir hastalığa (diyabet gibi), hasta popülasyonuna (yaşlılar gibi), spesifik
bir probleme (ağrı gibi) veya tanımlanmış bir fonksiyona (günlük yaşam aktiviteleri gibi)
spesifik olabilir. Hastalık spesifik ölçekler içeriğinin spesifik olması nedeniyle daha fazla
klinik uygulamaya sahiptir ve duruma spesifik değişikliklere artmış duyarlılık ile ilişkilidir.
Jenerik ölçeklerin geniş içeriği spesifik ölçeklerle elde edilemeyen tedavi yan etkilerini ve
eşlik eden bulguların saptanmasını sağlamaktadır. Bu nedenle bu ölçekler tedavi etkinliği
belirsiz olan yeni sağlık bakım teknolojilerinin etkisini değerlendirmede yararlıdır. Ancak,
geniş içerik küçük ancak önemli değişikliklere duyarlılığı azaltabilmektedir. Bu nedenle
sağlık son durum değerlendirmelerinde jenerik ve spesifik ölçeklerin birlikte kullanılması
önerilmaktedir.
Yaşlı bireylerde uygulanacak ölçeklerin, güvenilir ve detaylı bilgi saptanması için
güvenilirlik, geçerlilik, tekrarlanabilirlik, duyarlılık, kabul edilebilirlik, doğruluk ve
uygulanabilirlik özelliklerine sahip olması gerekmektedir. Uygulanan ölçek o popülasyon
için geliştirilmemiş ise tavan ve taban etkilerinin ortaya çıkma olasılığı yüksektir. İstatistiksel
değerlendirmede tavan ve taban seviyelerde yoğunlaşan skorlar, yüksek ve düşük skoru olan
katılımcılar arasındaki klinik farklılıkları belirlemeyi azaltmakta ve yaşam kalitesini doğru bir
şekilde yansıtmamaktadır. Tavan ve taban aralığı küçük olan çalışmalarda, hastalığın veya
tedavilerin etkilerini doğru bir şekilde değerlendirmek için hastalığa spesifik ölçümler de
uygulanması önerilmektedir.
Yaşlılarda yaşam kalitesini yaşlılara spesifik ölçeklerle değerlendiren 46 çalışmanın
incelendiği bir derlemede 18 ölçeğin kullanıldığı saptanmış ve OARS Çok boyutlu
Fonksiyonel Değerlendirme Anketi (OARS Multidimensional Functional Assessment
Questionnaire; OMFAQ), Philadelphia Geriatrik Merkezi Çok seviyeli Değerlendirme Aracı
(Philadelphia Geriatric Centre Multilevel Assessment Instrument; PGCMAI), Yaşam Kalitesi
Profili-Yaşlı Sürümü (Quality of Life Profile- Seniors Version; QOLPSV) ve Yaşamın Kişisel
Değerlendirilmesi Anketi’nin (Self-evaluation of Life Function Scale) geçerlilik, güvenirlik
ve değişime duyarlılık açısından daha iyi kanıt düzeylerine sahip oldukları gözlenmiştir.
Bunlardan farklı olarak ileri yaş grubu için kullanılabilecek diğer ölçeklerin; Araçsal
Gündelik Yaşam Faaliyetleri (Instrumental Activities of Daily Living = IADL), Bedensel
Kendini Sürdürme Ölçeği (Physical Self-Maintenance Scale) ve Londra Engelli Ölçeği
(London Handicap Scale = LHS), Geriatrik Depresyon Ölçeği ( GDS) olduğu belirtilmektedir.
WHOQOL Grubu tarafından bu gereksinimden yola çıkarak 22 ülkede eşzamanlı bir yaklaşım
kullanarak yaşlılar için WHOQOL’un yaşlı modülü olanWHOQOL-OLD modülü geliştirilmiş
ve ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenilirliği eser ve ark ( 2010) tarafından yapılmıştır.
60 yaş ve üzeri kişilerde yaşam kalitesini jenerik ölçeklerle değerlendiren çalışmaların
incelendiği bir derlemede güvenilirlik, geçerlilik ve değişime duyarlılık açısından Kısa Form36 (KF-36), Euro-QOL 5D (EQ-5D) ve Nothingam Sağlık Profili’nin güçlü kanıtlara sahip
65
oldukları saptanmıştır. KF-36; SYK’nın geniş ve kapsamlı olarak değerlendirilmesinin gerekli
olduğu durumlarda önerilirken, EQ-5D; ise sağlık durumunun daha kısa ve özet olarak
değerlendirilmesinin gerekli olduğu durumlarda önerilmiştir
KAYNAKLAR
1.
Bailes, B.K.(2000). Perioperative Care Of The E1derly Surgical Patient, AORN Journal, 72(2): 186207.
2. Browne JP, Boyle CA, McGee HM ve ark. (1994) Individual Quality Of Life İn The Healthy Elderly.
Quality of Life Research, 3:235–244.
3. Dharmarajan, T.S., Unnikrishnan, D., Dharmarajan, L.(2003). Perioperative Medical Management. In:
Dharmarajan TS, Norman RA (Eds). Clinical Geriatrics. Boca Raton (FL): Parthenon Publishing
Group,: 115-26.
4. Dragomirecká E, Bartonová J, Eisemann M ve ark. (2008) Demographic and psychosocial correlates
of quality of life in the elderly from a cross-cultural perspective. Clin Psychol Psychother, 15(3):193204.
5. Erdil, F.(2002). Yaslıların Perioperatif Hemşirelik Bakımı, İn Geriatri 2002, Y.G. Kutsal, Editor.
Hacettepe Üniversitesi Geriatrik Bilimler Araştırma Ve Uygulama Merkezi: Ankara. S: 138-149
6. Eser E, Eser SY, Özyurt BC ve ark. (2005) Perception of quality of life by a sample of Turkish older
adults: WHOQOL-OLD project Turkish focus group results. Turkish Journal of Geriatrics, 8(4): 169183.
7. Eser S,Saatlı G, Eser E, Baydur H, Fidaner C (2010), Yaşlılar İçin Dünya Sağlık Örgütü Yaşam
Kalitesi Modülü Whoqol-Old: Türkiye Alan Çalışması Türkçe Sürüm Geçerlilik Ve Güvenilirlik
Sonuçları, Türk Psikiyatri Dergisi; 21(1): 37-48
8. Günaydın R. (2010), yaşlılarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesi, Turkish Journal of Geriatrics; 13
(4): 278-284
9. Haywood KL, Garratt AM, Fitzpatrick R. Older people specific health status and quality of life: a
structured review of selfassessed instruments. J Eval Clin Pract 2005;11:315-27.
10. Haywood KL, Garratt AM, Schmidt LJ, Mackintosh AE, Fitzpatrick R. Health status and quality of life
in older people: a structured review of patient-reported health instruments report from the patientreported health instruments group to the department of health, 2004. (http://phi.uhce.ox.ac.uk). Erişim:
21.02.2012.
11. Heitkemper, M.M. (2004). Older Adults. İn : Lewis MS, Meitkemper MM, Dirksen RS Eds. Medical
Surgical Nursing Assesment And Manegemenl Of Clinical Prolems. Vol 2 6lh Ed. Mosby, 58-80.
12. Hepaguslar, H., Elar, Z. (2003),. Geriyatrik Olgularda Genel Veya Rejyonel Anestezi Seçimi. Türkiye
Klinikleri J Anestezi Ve Reanimasyon, (1):41-5.
13. Kuyumcu, A., Polat Düzgün, A., Uzun, S., Özmen, M., Coşkun, F., Besler, T. (2003). Major Abdomınal
Cerrahi Geçiren Hastalarda Preoperatif Nutrisyonel Değerlendirme: İleri Yaş Radikal Cerrahiye
Engel Midir?, Geriatri Dergisi, 6 (4): 128-134.
14. Leung, J., Dzankic, S.(2001). Relative İmportance Of Pre-Operative Healthstatus Versus İntraoperative
Factors İn Predicting Post-Operative Adverse Outcomes İn Geriatric Surgical Patients. J Am Geriatr
Soc; 49: 1080-5.
15. Lewis, M.C., Nevo I., Paniaqua M.A., Ben Ari, A., Pretto, E. Et Al. (2007), Uncomplicated General
Anaesthesia İn The Elderly Results İn Cognitive Decline: Does Cognitive Decline Predict Morbidity
And Mortality? Medical Hypothesis, (68): 484-492.
16. Li, G., Warner, M., Lang, B.H., Huang, L., Sun, L.S.(2009). Epidemiology Of Anesthesia-Related
Mortality İn The United States, 1999-2005. Anesthesiology; 110: 759-65.
17. Liu, L. L., Leung, J. M. (2007). Perioperative Complications İn Elderly Patients. Syllabus On
Geriatric Anesthesiology [Cited 2007 05/07]; Available From: http://www.asahq.org/clinical/
geriatrics/perio_comp.htm. Erirşim Tarihi: 18.10.2009.
18. Mayir, B., Altınel, Ö., Özerhan, İ.H., Ersöz, N., Harlak, A., Kılbaş, Z., Çolak, T., Erdoğan, O. (2010).
Yaşlı Hastalarda Cerrahi Sonrası Mortaliteye Etki Eden Faktörler, Anatololian Journal Clinical
Investigation, 4(1):32-35.
19. Meek, R.(2000). Surgery And The Older Person. İn : Manley K, Bellman L Eds. Surgical Nursing
Advcmcıng Practıce. Haurcourt Publishers Limited, 204-221.
20. Molzahn AE, Gail L (2007) Predictors of Quality of Life in Old Age: A Cross-Validation Study.
Research in Nursing & Health, 30, 141–150.
21. Oruç, M. T., Uzun, S., Salyam, B., Karakahya, M. ve ark ( 2004). İleri yaşta acil ve elektif şartlarda
cerrahi tedavi, Türk Geriatri Dergisi 7 (1): 37-40.
66
22. Özer, S. (2004). Sık Rastlanan Psikiyatrik Sorunlar Yaşlılıkta Kaliteli Yaşam. Hacettepe Üniversitesi
Geriatrik Bilimler Araştırma Ve Uygulama Merkezi, Bölüm:9.
23. Öztürk, L.,Erkılıç, E., Dal, H.,Gümüş, T., Kanbak, O.(2010). Altmış Beş Yaş Ve Üzeri Ameliyat Olan
Hastalarda
Cerrahi
Bölüm
Ve
Anestezi
Yöntemlerinin
İncelenmesi,
http://www.akadgeriatri.org/managete/fu_folder/2010-01/html/2010-2-1-040-044.htm, Erişim Tarihi:
05.07.2010.
24. Palmer, M.A. (1990). Care Ofthe Older Surgica Lpatient. İn : Eliopoulos C. Ed. Caring For The
Elderly İn Diverse Care Settings. Lippincott Company, P: 350-366.
25. Türkiye Nüfus Ve Sağlık Araştırması - TNSA (2008). H.Ü Nüfus Etütleri Enstitüsü Ve T.C Sağlık
Bakanlığı Aile Çocuk Sağlığı Ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü Ortak Yayını, Ankara.
26. Udelnow, A., Leinung S., Schreiter D. Et Al.(2005). Impact Of Age On İn-Hospital Mortality Of
Surgical Patients İn A German University Hospital. Archives Of Gerontology And Geriatrics, (41): P.
281-288.
27. World Health Organization-(WHO): (2008). Definition Of An Older Or Elderly Person. Health
Statistics And Health Information Systems 2008 [Cited 2008 05/09]; Available From:
http://www.who.int/ healthinfo/survey/ageingdefnolder/en/ Erişim tarihi: 11.01.2011.
28. World Health Organization-(WHO): (2008). Definition Of An Older Or Elderly Person. Health
Statistics And Health Information Systems 2008 [Cited 2008 05/09]; Available From:
http://www.who.int/ healthinfo/survey/ageingdefnolder/en/ Erişim tarihi: 11.01.2011.
67
ÜROLOJİDE YAŞAM KALİTESİ
Yük. Hemş. Zeynep DEMİRAY
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji ABD
Üroloji; idrar oluşumunun başladığı böbrekten idrar atılımının son bulduğu üretraya
kadar tüm üriner sistem ve erkek cinsel sisteminin patolojilerini inceleyen cerrahi bir bilim
dalıdır. Hem ilgi alanındaki hastalıkların çeşitliliği hem de uygulanan cerrahi tekniklerin
çeşitliliği hastaların yaşam kalitelerini çok farklı şekillerde etkileyebilmektedir.Ürolojide
yaşam kalitesi değerlendirilmesinin kullanımı, 1991 yılında Paris’te yapılan Uluslararası
Karar Toplantısı’nda(International Consensus Conference) benign prostat hipertrofili
hastaların yakınmalarının değerlendirilmesinde hastanın yaşam kalitesinin de ölçülmesinin
önerilmesiyle başlamıştır(1).
Akut üriner sistem enfeksiyonlarında, cinsel fonksiyon bozukluklarında, üriner
inkontinans ve nöro-ürolojik hastalıklarda sıklıkla yaşam kalitesi sorgulanmakta ve yaşam
kalitesi ile ilgili araştırmalar yapılmaktadır.Ayrıca üro-onkolojik cerrahiler sonrası hastalarda
gelişen sorunlar (inkontinans, erektil disfonksiyon,stomalı yaşam vb) hastaların yaşam
kalitelerini oldukça etkilemekte ve bu konu üzerinde de ciddi araştırmalar yapılmaktadır.
Ürolojik hastalıkların yaşam kalitesini değerlendirmede genel sağlık parametrelerini
değerlendirmek için kısa form-36(SF-36) kullanılmaktadır.Üroonkolojik hastalıkların
değerlendirilmesinde birçok ölçek kullanımakla birlikte genellikle EORTC QLQ-C (European
Organization of Research and Treatment Cancer Quality of Life Questionnaire)
kullanılmaktadır. Hastalığa özgü ölçeklere örnek olarak ise prostat kanseri için EORTC
QLQ-PR25, mesane kanseri için ise QLQ-BLS24 VE QLQ-BLM30 verilebilir.
Ürolojide Yaşam Kalitesini Etkileyen Bazı Hastalıklar
Benign hastalıklar
Benign prostat hipertrofisi
Üriner sistem enfeksiyonları
Stressürinerinkontinans
Aşırı aktif mesane
Erektildisfonksiyon
Üroonkolojik hastalıklar
Prostat kanseri
Mesane kanseri
Testis kanseri
ÜrinerSistem Enfeksiyonları:Üriner sistem enfeksiyonları neonatal dönem dışında
kadınlarda erkeklere göre daha sık görülmektedir. Seksüel geçişli olmayan üriner sistem
enfeksiyonlarına bir yılda yaklaşık bir milyar kadının yakalandığı bilinmektedir(2).
Görüldüğü gibi bu hastalıklar hem oldukça sık ve tekrarlayıcı hem de hasta açısından morbid
hatta mortal seyredebilen hastalıklardır.
Non-komplike alt üriner sistem enfeksiyonu yada kısaca sistit olarak bilinen hastalık;
dizüri, pollaküri ve hematüri gibi hastayı oldukça rahatsız edebilecek semptomlarla ortaya
68
çıkar. Ellis ve Verma’nın Kısa form-36(SF-36) ölçeğini kullanarak 47 üriner sistem
enfeksiyonlu kadın hastayı 71 sağlıklı kadın ile karşılaştırdığı çalışmada genel sağlık
değerlendirmesi, sağlığa bağlı yaşam rolünde kısıtlama, emosyonel durum, emsoyonel iyilik
hali, ağrı ve sosyal fonksiyonlarda anlamlı bir bozulma saptanmıştır(3). Sonuç olarak üriner
sistem enfeksiyonları hastaların yaşam kalitelerin etkileyen ve etkin tedavi gerektiren
hastalıklardır.
Ürinerİnkontinans:İdrar kaçırma hem hastaların hem de hasta yakınlarının yaşamını
fiziksel, psikolojik, sosyal ve hijyenik olarak etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Kocak ve
arkadaşlarının 2005te yaptıkları bir çalışmada idrar kaçırması olan hastaların %10-22’sinde
yaşam kalitesinde orta veya ciddi düzeyde bozulma olduğu gösterilmiştir (4).
SF-36 ölçeği kullanılarak yapılan romatoid artritli ve ürinerin kontinanslı hastaların
karşılaştırıldığı Johannesson ve arkadaşlarının bir çalışmasında (1997)fiziksel fonksiyon ve
rol, ağrı yakınması ve genel sağlık alanlarında üriner inkontinansı olan hastalarda
romatoidartritli hastalar göre yaşam kalitesinin daha kötü olduğu belirlenmiştir(5).
Üriner inkontinans kendi içinde stres, urge(aciliyet) ve mikst tip olarak üçe
ayrılmaktadır. Bu üç grup incelendiğinde ise urge ve mikst tip inkontinansta stres
inkontinansa göre yaşam kalitesinin daha fazla bozulduğu gösterilmiştir(6).Günlük yaşantıyı
bu kadar etkileyen inkontinansın cerrahi tedavisinde vajinal sling(askı) ameliyatları, mesane
kası içine botulinum toksin enjeksiyonları, nöromodülasyon, augmentasyon sistoplasti gibi
birçok operasyon uygulanmaktadır.
Benign Prostat Hipertrofisi:Benign prostat hipertrofisi (BPH) temel olarak prostat
bezinde büyüme, idrar akım hızında azalma ve bunların yarattığı alt üriner sistem
semptomlarının(AÜSS) varlığı olarak tanımlanmaktadır. Uzayan yaşam beklentisi ile birlikte
toplumdaki BPH hastası erkek sayısı giderek artmakta ve bu hastaların tedavisi önemli bir
sorun teşkil etmektedir. Bu hastalar AÜSS şikayetleri ile üroloğa başvurmaktadırlar ve bu
hastaların büyük çoğunluğunun yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir(7).
SF-36 kullanılan bir çalışmada; AÜSS ile yaşam kalitesi arasındaki ilişki
gösterilmiştir(8). Yine Aki ve arkadaşlarının(2003) yaptığı ülkemizde BPH prevalansı için
yaşam kalitesi etkilenen birey oranı %12-19 arasında tespit edilmiş; orta ve ciddi semptomatik
bireylerde ise bu oran %55 ve %78 olarak saptanmıştır(9).
Prostat cerrahisinin sonuçları üzerine Bruskewitz ve arkadaşlarının(1997) yaptıkları bir
çalışmada; başarıyı belirlemede semptomlardan kaynaklanan rahatsızlık düzeyinin
azalmasının semptomların derecesindeki azalmadan daha anlamlı olduğu gösterilmiş(10).
Medikal tedavi seçeneklerin genişlemesiyle son yıllarda orta derecede semptomatik
bireylere yapılan cerrahi sayısında azalma mevcuttur. Yaşam kalitesi anketlerinin tedaviyi
değerlendirmede kullanılması bu durumun nedenlerinden biridir. Çünkü yaşam kalitesi
açısından prostatın küçülmesi yada akım hızının artması değil, semptomların verdiği
rahatsızlığın azalması daha önemlidir. Literatürde farklı medikal tedavilerle BPH’lı hastalarda
yaşam kalitesinde anlamlı düzelme tespit edilmiştir(11).
Diğer birçok hastalıkta eşlerin de yaşam kalitesinin etkilendiğinin gösterilmesi
üzerine;BPH’lı hastaların eşleri de yaşam kalitesi açısından incelenmiştir. Sells ve
MacDonagh’ın geliştirdiği ölçekle değerlendirilen eşlerin %71’i kanser riskinden, %69’u
ameliyat olma riskinden korkmaktadır . Yine aynı çalışmada hastaların semptom düzeyleri ile
eşlerin yaşam kaliteleri(SF-36 kullanılarak değerlendirilmiş) arasında anlamlı ilişki olduğu
69
gösterilmiş. BPH yol açtığı yakınmalar, cinsel fonksiyon bozuklukları, kanser ve ameliyat
olma olasılığının neden olduğu korkuya bağlı olarak hem hastalarda hem de eşlerde yaşam
kalitesini olumsuz etkilemektedir(12).
Prostat Kanseri:Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanser olup, kansere bağlı
ölümlerde ikinci sırada yer almaktadır. Lokalize prostat kanseri için tedavi seçenekleri beklegör, cerrahi, radyoterapi veya brakiterapi iken;metastatik hastalık için hormonoterapi ve
kemoterapi seçenekleri bulunmaktadır. Sayılan bütün bu tedaviler yaşam kalitesini olumsuz
etkilemektedir. Öyle ki bekle-gör tedavisi de kanserle yaşamanın verdiği korku nedeniyle
yaşam kalitesini düşürmektedir. Litwin ve arkadaşlarının (1995) yaptığı bir çalışmada; beklegör seçeneği ile radikal prostatektomi veya radyoterapi arasında anlamlı fark
izlenmemiştir(13).
Cerrahi ve radyoterapinin yan etkileri arasında cinsel sağlıkta bozulma, işeme
fonksiyonlarında bozulma(stres veya urge inkontinans,üretral darlıklar), bağırsak problemleri
sayılabilir. Karşılaştırmalı çalışmaların çoğunda lokalize prostat kanseri tedavisindeki küratif
yöntemlerin arasında yaşam kalitesi açısından anlamlı fark saptanmamıştır(14).Davis ve
arkadaşlarının 2001 yılında 528 hasta üzerinde yaptığı bir çalışmada; cerrahi ve brakiterapi
arasında anlamlı fark izlenmezken,radyoterapi alan hastaların yaşam kalitesinin daha kötü
etkilendiği gösterilmiştir(15).
Metastatik hastalıkta küratif tedavi seçeneği bulunmamakla birlikte palyatif olarak
hormonoterapi; hormona direnç gelişen hastalarda kemoterapi seçenekleri bulunmaktadır.
Metastatik hastalıkta özellikle kemik metastazlarına bağlı fiziksel aktivite kısıtlılığı ve ağrı
hastaların yaşam kalitelerini olumsuz etkilemektedir. Yine hormonoterapiye bağlı gelişen kas
güçsüzlükleri, cinsel yaşamda bozulma gibi yan etkilerde yaşam kalitesini etkilemektedir.
Cerrahi (bilateral orşiektomi) ve medikal kastrasyon(LHRH analogları ve anti-androjenler)
seçenekleri arasında yaşam kalitesi açısından anlamlı fark izlenmemiştir(16). Hormona direnç
geliştiren hastalarda direnç gelişmeyen gruba göre yaşam kalitesinin daha kötü olduğu
gösterilmiştir (17).
Prostat kanseri ile yaşam kalitesi arasındaki bir diğer ilginç bulgu hasta eşleri ile olan
etkileşimidir. Kornbilth ve arkadaşları (1994) hem hasta hem de eşlerin yaşam kalitelerini
değerlendirmiş ve hastalığın ilerlediği dönemlerde eşlerin de yaşam kalitelerinin hastalığa
paralel olarak bozulduğunu göstermiştir(18).
Mesane Kanseri:Mesane kanseri üriner sistemi etkileyen en sık kanserdir. Kanser
mesanede yaptığı invazyona göre kasa invaziv olmayan ve invaziv mesane tümörü olarak
ikiye ayrılır. Hastalığın %60-70’i kasa invaziv olmayan mesane tümörleri olarak görülür.
Yaşam kalitesi çalışmaları da bu iki başlık altında incelenir.
Kasa invaziv olmayan mesane tümörlerinde yaşam kalitesini etkileyen en önemli
faktörler tanı ve tedavi için gereken girişimlerdir. Tanı için yapılan sistoskopik inceleme, hem
patolojik tanı hem de tedavi için yapılan transüretral rezeksiyon, takipler için yapılan düzenli
sistoskopiler ve tedavi amaçlı yapılan intravezikal immunoterapiler ve kemoterapiler
hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir. Takip için yapılan düzenli sistoskopiler hastalarda
önemli düzeyde ağrıya yol açmakta ve tekrarlayan girişimler sırasında hastaların ağrılarında
azalma olmamaktadır(19). Yine Schover ve arkadaşlarının (1986) yaptıkları çalışmada
sistsokopilere bağlı olarak penil kurvatür gelişimi ve ağrılı koitus rapor edilmiştir (20).
İntravezikal immunoterapi olarak uygulanan Bacillus Calmette-Guerin(BCG); işlem sonrası
hematüri, dizüri ve AÜSS gibi şikayetlere neden olmakta ve cinsel fonksiyon bozukluğuna
70
yol açmaktadır(21,22).Kasa invaziv olmayan mesane tümörleri için uygulanan tüm bu
girişimlere rağmen hastaların yaşam kalitesi orta düzeyde etkilenmektedir.
Kasa invaziv mesane tümörlerinde tedavi seçeneklerinin daha radikal olması sebebiyle
bu hastaların yaşam kaliteleri kasa invaziv olmayan mesane tümörlerine göre daha fazla
etkilenmektedir.
Radikal
sistektomi
sonrası
hastaya
uygulanacak
mesane
rekonstrüksiyonları(ileal kondüit, kontinan diversiyonlar ve ortotopik diversiyon) arasında
yaşam kalitesi açısından anlamlı fark izlenmemektedir(23,24).Radikal sistektomi ve üriner
diversiyon sonrası görülen en sık problemler işeme fonksiyon bozuklukları, stoma bakımı,
cinsel fonksiyon bozuklukları ve kadın hastalarda emosyonel bozukluklardır. Radikal
sistektomi ve radyoterapinin karşılaştırıldığı bir çalışmada kısa dönemde yaşam kalitesi
açısından radyoterapinin daha iyi olduğu, ancak uzun dönem(18 ay) takipler sonucunda arada
anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir (25).Von der Maase ve arkadaşlarının yaptıkları
çalışmada (2000); yaşam kalitesi açısından verilen kemoterapi rejimleri arasında anlamlı fark
olmadığı gösterilmiştir(26).
Testis Kanseri:Testis tümör 15-35 yaş arası erkeklerde en sık görülen kanserdir. Testis
kanseri tedavisinde ilk tedavi basamağı radikal orşiektomidir ve hastanın yaşam kalitesindeki
azalma testisin alınmasının getirdiği emosyonel fonksiyon bozukluğu ile başlamaktadır (27).
Radikal orşiektomi sonrası yaşam kalitesini etkileyen en önemli faktörler nüks gelişme
ve ölüm korkusu olarak belirlenmiştir(28). Cinsel yaşam, fertilite ve endokrin bozukluklar
yaşam kalitesini etkileyen diğer faktörlerdir. Kemoterapi, radyoterapi ve izlem seçeneklerinin
yaşam kalitesi üzerine etkisini inceleyen Arai ve arkadaşlarının (1996) yaptıkları bir
çalışmada kemoterapide fiziksel fonksiyonlarda anlamlı azalma, izlemde ise yaşamdan doyum
düzeyi daha düşük saptanmıştır(29).
Böbrek Kanseri:Ultrasonografinin rutin kullanıma girmesiyle birlikte farklı
şikayetlerle başvuran hastalarda böbrek tümörü tanısı konulması, böbrek tümörü insidansını
arttırmıştır. Lokalize böbrek tümörlerinde tedavi seçenekleri açık veya laparaskopikparsiyel
yada radikal nefrektomidir. Metastatik hastalıkta ise immunokemoterapiler kullanılmaktadır.
Yapılan az miktardaki çalışmada parsiyel nefrektominin yaşam kalitesi açısından
radikal nefrektomiye üstün olduğu gösterilmiştir (30,31). Yine Poulakis ve arkadaşlarının
(2003) yaptıkları bir çalışmada radikal nefrektomi uygulanan grupta ağrı ve yorgunluk
şikayetlerinin parsiyel nefrektomi uygulanan gruba göre daha fazla olduğu gösterilmiştir
(32).Metastatik hastalık için değişik tedavi seçenekleri olmasına rağmen yaşam kalitesi ile
ilgili olarak yeterli çalışma yoktur ve bu konu ile ilgili araştırmalara gereksinim vardır.
Sonuç olarak; ürolojik hastalıkların toplumda görülme sıkılığı oldukça fazladır ve yine
bu hastalıklar çok geniş bir tedavi spektrumuna sahiptir. Son yıllarda ürolojide yaşam kalitesi
önemli bir konu haline gelmiş ve literatürde hem benign hem üro-onkolojik hastalıklarla ilgili
olarak yeni bir çok yayın yerini almıştır. Bu hastalıkların kendilerinin, medikal ve cerrahi
tedavilerinin, kısa ve uzun dönem sonuçlarının yaşam kalitesi üzerine etkilerinin araştırılması
için daha geniş prospektif karşılaştırmalı çalışmalara ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
1. Meyhoff
HH, Hald T, Nordling J, et al. A newpatientweightedsymptomscoresystem (Dan PSS 1).
ScandJUrolNephrol(1993) 27:493-499
2.Reid G, Bruce AW. Urogenital infections in women: can probiotics help? Postgrad Med J. 2003;79:432.
3.Ellis AK, Verma S. Quality of life in women with urinary tract infections: is benign disease a misnomer? J
Am Board FamPract. 2000;13:397.
71
4.Kocak I, Okyay P, Dündar M ve ark. Femaleurinaryincontinence in thewest of Turkey: Prevalence risk
factorsandimpact on quality of life. EurUrol. 2005; 48:634-641.
5.Johannesson M, O'Connor RM, Kobelt- Nguyen G &Mattiasson A. Willingness to pay for reduced
incontinence symptoms. British Journal of Urology 1997; 80:557-562.
6.Coyne KS, Zhou Z, Thompson C, et al. The impact on health-related quality of life of stress, urge and mixed
urinary incontinence. BJU Int. 2003;92:731-735.
7.Doll HA, Black NA, Flood AB, et al. Patients- percieved health status before and up to 12 months after
transurethral resection of the prostate for benign prostatic hypertrophy. Br J Urol 1993; 71:297-305.
8.Hunter DJ, Mckee M, Black NA, et al. Health status and quality oflife of British men with lower urinary tract
symptoms: results from the SF-36. Urology 1995; 45:962-971.
9. Aki FT, Aygün C, Bilir N ve ark. Prevalence of low urinary tract symptoms in a community-based survey
ofmen in Turkey.Int JUrol2003; 10:370.
10.Bruskewitz RC, Reda DJ, Wasson JH, et al. Testing to predict outcome after transurethral resection ofthe
prostate. JUrol, 1997;157:1304.
11.Lukacs
B, Grange J, McCarthy C, et al. Clinical uroselectivity: a 3-year follow-up in general practice.
EurUrol 1998;33 [Suppl2]: 28-33.
12.Sells H, Donovan J, Ewings P, et al. The development and validation of a quality-of-life measure to assess
partner morbidity in benign prostatic enlargement. BJUInt2000; 85:440-445
13.Litwin
MS, Hays RD, Fink A, et al. Quality-of- life outcomes in men treated for localized prostate
cancer. JAMA 1995; 273:129-135.
14.Penson
DF, Litwin MS, AaronsonNK. Health related quality of life in men with prostate cancer. J
Urol2003; 169:1653-1661.
15.Davis
JW, Kuban DA, Lynch DF, et al. Quality of life after treatment for localized prostate cancer:
differences based on treatment modality. J Urol 2001; 166:947
16.Litwin
MS, ShpallAl, Dorey F, et al. Quality of life outcomes in long-term survivors of advanced
prostate cancer. Am J ClinOncol 1998; 21: 327.
17.Curran
D, Fossa S, AaronsonN, et al. Baseline quality of life of patients with advanced prostate
cancer. European Organization for Research and Treatment of Cancer (EORTC), Genito-Urinary Tract Cancer
Cooperative Group (GUT-CCG).Eur J Cancer 1997; 33:1809.
18.Komblith
AB, Herr HW, Ofman US, et al. Quality of life of patients with prostate cancer and their
spouses: the value of a data base in clinical care. Cancer 1994; 73:2791-2802.
19.Botteman MF, Pashos CL, Hauser RS, et al. Quality of life aspects of bladdercancer: A reviewoftheliterature.
QualLifeRes 2003; 12:688
20.Schover LR, Evans R, vonEschenbach AC. Sexualrehabilitationandmaleradicalcystectomy. J Urol 1986;
136:10151017
21.Mack D and Frick J. Quality oflife in patients undergoing bacilleCalmette-Guerin therapy for superficial
bladder cancer. Br JUrol 1996; 78:369371.
22.Schover
LR. Sexuality and fertility in urologic cancer patients. Cancer 1987; 60(Suppl 3): 553558.
23.Fujisawa
M,
Isotani
S,
Gotoh
A,
et
al.
Healthrelatedquality
of
life
withorthotopicneobladderversusilealconduitaccordingtothe SF-36 survey. Urology2000; 55: 862865
24.Kitamura
H, Miyao N, Yanase M, et al. Quality oflife in patients having an ileal conduit, continent
reservoir or orthotopicneobladder after cystectomy for bladder carcinoma. IntJUrol 1999; 6:393399.
25. Mommsen S, JakobsenA, Sell A. Quality oflife in patients with advanced bladder cancer. A randomized
study comparing cystectomy and irradiation the Danish Bladder Cancer Study Group(DAVECA protocol 8201).
Scand J UrolNephrolSuppl 1989; 125:115120.
26.Von der Maase H, Hansen SW, Roberts JT, et al. Gemcitabineandcisplatinversusmethotrexate, vinblastine,
doxorubicin, andcisplatin in advancedormetastaticbladdercancer: Results of a large, randomized, multinational,
multicenter, phase III study. J ClinOncol 2000; 18:30683077
27.Rieker
PP, Edbril SD, Gamick MB. Curative testis cancer therapy: psychosocial sequelae. J
ClinOncol 1985; 3:1117-1126.
28. YoungBJ, Bultz BD, RussellJA, et al. Compliancewithfollow-up of patients treatedfornonseminomatoustesticularcancer. Br J Can 1991;64:606-608
29.Arai Y, KawakitaM, Hida S, et al. Psychosocial aspects in long-term survivors of testicular cancer. J Urol
1996; 155:578.
30.Shinohara
N, Harabayashi T, Sato S, et al. Impact ofnephron-sparing surgery on quality oflife in patients
with localized renal cell carcinoma. Eur Urol2001;39:119.
31.ClarkPE, Schover LR, Uzzo RG, et al. Quality of life and psychological adaptation after surgical treatment
for localized renal cell carcinoma: impact of the amount of remaining renal tissue. Urology 2001; 57:256.
32Poulakis V,Witzsch U, de Vries R, et al. Quality oflife after surgery for localized renal cell carcinoma:
comparison between radical nephrectomy and nephron-sparing surgery. Urology 2003; 62:820.
72
PLASTİK CERRAHİSİ UYGULAMALARINDA YAŞAM KALİTESİ
Yard. Doç. Dr. Özlem BİLİK
DEÜ Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD
Geçmişten günümüze estetik, güzellik, iyi görünme gibi kavramlar bireylerin sağlığı
algısından yaşam kalitesine, maneviyattan sanat anlayışına, gereksinimlerin karşılanmasından
ürün satışlarına kadar toplumsal yapının pek çok alanını etkilemeyi başarmıştır. İnsanoğlu
yalnızca bedensel ve ruhsal açıdan değil, dış görünüşleriyle de kendilerini iyi hissetmek
istemektedir. Günümüzde birçok kişi fiziksel açıdan nasıl göründüğü ile yakından
ilgilenmekte, beden algısı bireyin yaşamını doğrudan etkilemektedir. Bundan dolayı beden
algısında ortaya çıkan herhangi bir değişiklik yaşamda çeşitli kayıplara yol açmaktadır.
Beden algısı; bireyin bedenini ve bedenine ilişkin bütün duyumları zihninde
canlandırmasıdır. Bebeklikten itibaren gelişen bu kavram yaşam döngüsünün her
basamağında varlığını sürdürür. Kişinin bedeninde ya da dış görünüşünde herhangi bir
fonksiyon kaybı ve şekil bozukluğu oluştuğunda beden algısı bireysel özelliklere göre değişen
düzeyde bozulabilir. Bu değişim bireyin tüm yaşantısını etkileyerek iş, statü ve rol kaybına
neden olabilir (Yıldız 2009).
Bir aktrist ya da aktörün yüzünde oluşan bir kesinin, bedeni yanan bir çocuğun, el
parmakları kopan bir terzinin, ayak bileği yaralanan bir balerinin fiziksel sağlığının yanısıra
beden algısının nasıl olabileceğini gözönüne aldığımızda yaşam kalitesinin etkilenmesinin
kaçınılmaz olduğu görülür. Çünkü yaşanılan bu fonksiyonel kayıplar özgüven, benlik saygısı
ve beden imajının zedelenmesine yol açabileceği gibi; bireyin psikolojisi, iş ve sosyal
yaşantısına da etki etmektedir. Bundan dolayı vücudun birçok bölgesinde uygulanan plastik
ve rekonstruktif cerrahi ameliyatları bireylerin yaşam kalitesini olumlu yönde etkiler.
Yaşam kalitesi, bir kişinin görünürdeki fiziksel ve zihinsel zindelik durumudur.
Yaşamın ”iyi” olması, kişinin mutluluğu ve başkalarına bağımlı olmadan işlerini yaparak
yaşamın keyfini çıkarması gibi birçok etmen yaşam kalitesine katkıda bulunabilir. Yaşam
kalitesi yaşam doyumu, öznel iyi olma, mutluluk, işlevsel yeterlilik, sosyal iyilik
bileşenlerden oluşmaktadır. Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi, hastalıklar ve hastalıkların
tedavisiyle etkilenebilen durumlarla ilgilidir. Yaşam koşulları içinde elde edilebilecek kişisel
doyumun düzeyini etkileyen hastalıklara ve günlük yaşamın fiziksel, ruhsal ve toplumsal
etkilerine verilen kişisel tepkileri gösteren bir kavramdır. İçinde kültür, değer yargıları, kişinin
konumu ve amaçları bulunur. Dünya Sağlık Örgütü’nün 1948’de sağlığı sadece hastalık ve
sakatlığın olmaması değil; fiziksel, ruhsal ve sosyal iyilik olma hali olarak tanımlamasından
sonra yaşam kalitesi konusu sağlık bakım uygulamalarında ve araştırmalarında önem
kazanmaya başlamıştır (Güler 2006).
Plastik ve rekonstruktif cerrahi ameliyatı olmak için başvuran bireylerin özellikleri
çeşitlilik gösterebilir. Fonksiyonel bir yetersizliğin giderilmesinin yanısıra estetik bir görünüm
kazanmak için de kişi ameliyat olmayı tercih edebilir. Ameliyat sonuçlarının yaşam
kalitesinin önemli bileşenleri olan memnuniyetinin artmasını, bozulan beden algısının
düzelmesini ve bireylerin kendilerinden hoşnut olmalarını sağladığı açıktır (Cynthia 2003).
Ayaz’ın (2008) yaptığı araştırmada plastik ve rekonstrüktif cerrahi kliniğine daha çok beden
algıları bozulan bireylerin ve kadınların başvurduğu saptanmıştır.
Sosyal alanda ilk karşılaşmada özellikle yüz bölgesi önemli olduğundan bireylerin
yaşam kalitelerini düzeltme adına birçok cerrahi girişim yapılmaktadır. Bunlar içinde göz
73
kapağı sarkmalarının ve gözaltı torbalarının giderilmesi; yüz, alın ve şakak germe
ameliyatları; çene ve burun estetiği, kepçe kulak ameliyatları, yüzdeki nevüslerin alınması ya
da yara izlerinin giderilmesi amacıyla yüz ve baş bölgesinde birçok estetik girişim
bulunmaktadır. Bir organ fonksiyonunun düzeltilmesi amacıyla cilt kanserleri, göz kapağı
tümörleri, çene tümörleri, iş ve trafik kazaları, kriminal olaylar gibi nedenlerle oluşan doku ve
organ kayıplarında da plastik ve rekonstruktif cerrahi ameliyatları uygulanmaktadır. Yıldız’ın
çalışmasında (2009) yüz bölgesinde uygulanan estetik ve rekonstrüktif cerrahi girişimlerin,
bireyde beden algısı ve benlik saygısını olumlu yönde etkilediği, duygusal, sosyal ve ruhsal
alandaki olumlu yansımaların bireyin özgüvenini ve yaşam kalitesini yükseltmede etkili
olduğu belirlenmiştir.
Meme hipertrofisi fonksiyonel açıdan yetersizliğe yol açmasının yanı sıra, özellikle de
üst beden ağırlığı açısından değerlendirildiğinde bireyin vücuduna uygun olmaması nedeniyle
yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Meme küçültme, semptomatik kadınlarda meme ağırlığını
azaltmak amacıyla uygulanan cerrahi tedavidir. Meme hipertrofisi olan kadınlar gerek
dinlenme anında gerekse egzersiz sırasında boyun, omuz, sırt ve meme ağrısından şikayet
ederler. Chao, Memmel, Redding ve arkadaşlarının (2002) yaptıkları çalışmada meme
hipertrofisi nedeniyle meme küçültme ameliyatı yapılan kadınların ağrı, fonksiyonel kapasite,
kas gücü ve postur açısından ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası altıncı aydaki sonuçlarında
istatistiksel açıdan anlamlı fark olduğunu belirlemiştir. Blomqvist ve Brandberg’in (2004)
yaptığı çalışmada da üç yıllık izlem sonuçları kadınların yaşam kalitesinin geliştiğini
göstermektedir. Bunun gibi daha birçok araştırma plastik ve rekonstruktif cerrahi
ameliyatlarının kadının yaşam kalitesini olumlu yönde etkilediğine işaret etmektedir. Meme
şekillendirici ameliyatlardan sonra memnuniyetin artmasında etkili olan önemli konulardan
biri de hastanın ameliyat öncesi hazırlığıdır. Bu bağlamda hastanın eğitiminden sorumlu
kişilerden biri de hemşiredir. Özellikle genç hastalarda kendilerinin istediğinden çok memenin
bedene uygun olan büyüklüğü, şekli, simetrisi vb konularda eğitim verilerek gerçekçi
olmayan beklentilerinin değiştirilmesi son derece önemlidir. Meme büyütme ameliyatlarında
psikolojik gereksinimlerinin belirlenmesi ve yönetilmesi diğer önemli bir konudur (Crerand,
Infield and Sarwer 2009).
Meme kanseri kadın sağlığı açısından çok önemli bir sorundur. Kanser olmanın yanı
sıra kadının memesini kaybetmesi, memeye yüklenilen anlam gereği kadının cinselliği ve
cinsel yaşamının da bozulmasına neden olmaktadır. Meme kanserinin cerrahi yönetiminde
daha az invaziv işlem uygulamaya yönelik eğilimin olması, kadınların yaşam kalitesini
geliştirme adına atılmış adımlardır. Edsander-Nord, Brandberg ve Wickman’ın (2001) yaptığı
çalışma ve daha birçoğu meme kanseri sonrası uygulanan cerrahi girişimlerin kadınların
yaşam kalitesini geliştirdiğini göstermektedir.
Yanıklar hem estetik kaygılara yol açabilen hem de kontraktürlere neden olduğu için
fonksiyonel kayıp yaşatan yaralanmalardır. Ciddi yanıkların tedavi sürecinin uzun olması ve
tekrarlı ameliyatlar gerektirmesi nedeniyle ruhsal sağlık, beden algısı ve yaşam kalitesi
bozulmaktadır. Anzarut, Chen, Shankowsky ve Tredget’in (2005) masif yanık yaralanması
olan hastalar ile yaptıkları çalışmada, Kısa Form-SF 36’nın birçok boyutunda yaşam
kalitesinin iyi olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada yaralanmanın olduğu zamandaki fiziksel
yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında total tam kalınlıktaki yaralanmanın büyüklüğü ve
yaşın olduğu; ayrıca yaralanma sonrası dönemdeki mental yaşam yaşam kalitesini el
fonksiyonu ve hastanın algıladığı sosyal desteğin geliştirdiği saptanmıştır.
Vücut şekillendirme ameliyatları içinde en sık yapılan ameliyatlardan olan liposakşın,
abdominopasti veya her ikisinin kombine kullanıldığı lipoabdominoplasti ameliyatları
bireylerin memnuniyetini arttırarak yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir. Bu
ameliyatların uygulandığı hastalarla yapılan bir çalışmada hastaların %85.8’i özgüvenlerinin,
%69.6’sı yaşam kalitelerinin geliştiğini belirtmiştir (Swanson 2012).
74
Hemşireler plastik ve rekonstruktif cerrahi uygulanan hastaların genel ameliyat öncesi
ve sonrası bakımın yanısıra bozulan beden imajlarının düzelmesine yönelik girişimlerde
bulunarak hastaların yaşam kalitesinin artmasına katkı sağlayabilirler. Hemşire hastanın
ameliyat öncesi dönemi mümkün olduğunca rahat geçirmesini sağlamak için destek olmalıdır.
Bu amaçla anksiyeteyi azaltma, özgüven ve beden imajını geliştirme girişimleri yararlıdır
(Heddens 2003).
Sonuç olarak plastik cerrahi uygulamaları ile insanların yaşamına dokunularak
fizyolojik, psikolojik ve sosyal boyutlarda yaşam kalitesinin gelişmesi sağlanmaktadır.
KAYNAKLAR











Anzarut A, Chen M, Shankowsky H, Tredget EE, Quality-of-Life and Outcome Predictors following
Massive Burn Injury Plastıc and Reconstructıve Surgery, September 1, 2005, Vol. 116, No. 3 / Massıve
Burn Injur: 791-797
Ayaz S, Estetik ve Rekonstrüktif Cerrahi Hastalarında Beden Algısı, Turkish Medical Journal 2008,
2:24-29
Blomqvist L, Brandberg Y, (2004) Three-Year Follow-Up on Clinical Symptoms and Health-Related
Quality of Life after Reduction Mammaplasty, Plastıc and Reconstructıve Surgery, 114: 49
Chao JD, Memmel HC, Redding JF, et al. Reduction Mammaplasty Is a Functional Operation,
Improving Quality of Life in Symptomatic Women: A Prospective, Single-Center Breast Reduction
Outcome Study, Plastıc and Reconstructıve Surgery, December 2002, Vol. 110, No. 7 / Reductıon
Mammaplasty: 1644-1652
Crerand CE, Infield AL, Sarwer DB (2009) Psychological Considerations in Cosmetic Breast
Augmentation, Plastic Surgical Nursing, 29, 1: 49-57
Cynthia F. Self-esteem and cosmetic surgery: Is there a relationshhip between the two? Plastic Surgical
Nursing; Spring 2003; 23, 1: 21-24
Edsander-Nord Å, Brandberg Y and Wickman M. (2001) Quality of Life, Patients’ Satisfaction, and
Aesthetic Outcome after Pedicled or Free TRAM Flap Breast Surgery, PLASTIC AND
RECONSTRUCTIVE SURGERY, April 15
Güler D (2006) Mastalji, yaşam kalitesi ve depresyon, Sağlık Bakanlığı Şişli Etfal Eğitim Ve Araştırma
Hastanesi Aile Hekimliği, Uzmanlık Tezi, İstanbul
Heddens CJ (2003) A review of breast contouring, Plastic Surgical Nursing; 23, 3: 115
Swanson E. (2012) Prospective Outcome Study of 360 patients Treated with Liposuction,
Lipoabdominoplasty, and Abdominoplasty, Plastic and Reconstructive Surgery, 965-978
Yıldız T (2009) Yüz Bölgesinde Uygulanan Estetik ve Rekonstrüktif Cerrahinin Yaşam Kalitesi Üzerine
Etkisi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim
Dalı, Yayınlanmamış DOKTORA TEZİ, İstanbul
75
BİLDİRİLER
76
AMELİYATHANE HEMŞİRELERİN AMELİYATLARIN BÜYÜKLÜĞÜNE GÖRE
HARCADIKLARI ZAMANIN ANALİZİ
Yıldırım SEVİNÇ, Sinan LEYLA
Hisar Intercontınental Hospıtal / İSTANBUL
ÖZET
Amaç: Bu çalışma, ameliyathanede görev yapan hemşirelerin ameliyatların büyüklüğüne göre
harcadıkları zamanı analiz etmek amacıyla yapılmıştır.
Gereç Yöntem: Çalışma altı salonlu bir ameliyathanesi olan özel bir hastanede Kasım 2010Ocak 2011 tarihleri arasında kesitsel ve tanımlayıcı olarak gerçekleştirildi. Veriler
araştırmacılar tarafından hazırlanan gözlem formu ile 596 ameliyat incelenerek toplandı.
Yapılan ameliyatlar, süreleri ve büyüklükleri dikkate alınarak beş tipe ayrıldı. Her ameliyat
tipi için ameliyat öncesi ve sonrası yapılan işlemlerin neler olduğu belirlendi. Bu işlemlere
ortalama ayrılan süre kronometre tutularak ölçüldü ve gözlem formuna kaydedildi. Toplanan
veriler SPSS programında analiz edildi.
Bulgular: Ameliyathane hemşiresi sayısının en yüksek kısmının aynı zamanda en yüksek
sayıda ameliyatın gerçekleştiği Aralık 2010 (%36) döneminde görüldüğü saptandı.
Operasyonların %51,3’ünün 0-1 saat arasında gerçekleşen sürede Tip 1 tanımında
gerçekleştiği, operasyon türlerinden en fazla Koroner Arter By-Pass Greft (%14,6) yapıldığı,
ameliyat öncesi hazırlıklar işlem süreleri toplamının en uzun 4. tipteki ameliyatlarda (154
dakika) olduğu ve ameliyat sonrası yapılan işlemler için işlem süreleri toplamı da yine aynı
şekilde en uzun 4. tipteki ameliyatlarda (55 dakika) olduğu saptandı.
Sonuç: Ameliyathane hemşirelerinin ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası yaptıkları işlemler
için harcadıkları zamanın ameliyatların büyüklüğüne paralel olarak artığı saptandı. Bu
çalışma, çalışmanın yapıldığı ameliyathane ile sınırlıdır.
Anahtar Kelimeler: Zaman Analizi, Hemşire, Ameliyathane.
77
MEME KANSERLİ HASTALARIN YAŞAM KALİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yrd. Doç. Dr. Türkan ÖZBAYIR1,Arş. Gör. Burçak ŞAHİN KÖZE1, Damla ŞANCI2,
Derya MORADİ3
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim
Dalı, İZMİR, 2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İZMİR, 3 Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İZMİR.
ÖZET
Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Meme kanseri sonucu
mastektomi uygulanan kadınlar kendilerini eksik, özürlü, cinsel yönden yetersiz ve yalnız
olarak algılaması gibi psikolojik sorunlar yasamakta, günlük yaşamları bu durumdan olumsuz
etkilenmektedir. Yaşam kalitesi bir bütün olarak yaşamın subjektif olarak
değerlendirilmesidir. Yani bireyin ne algıladığının değerlendirmesini ve bunlardan aldığı
doyumu içermektedir. Bu bağlamda sağlık hizmetleri, doyum ve memnuniyet verici kaliteli
bir yaşama yönelik olmalıdır. Bu araştırma meme kanserli hastaların yaşam kalitesini
belirlemek amacıyla yapıldı.
Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişkilendirici bir çalışmadır. Araştırma bir üniversite hastanesinin
Onkoloji Anabilim Dalında, 30.12.2010 – 28.02.2011 tarihleri arasında yürütüldü.
Araştırmanın örneklemini belirtilen tarihlerde klinikte tedavi ya da kontrol için bulunan,
araştırmaya katılmayı kabul eden hastalar oluşturdu (n=106).
Veri toplamak için,
araştırmacılar tarafından hazırlanmış 18 sorudan oluşan anket formu ve Yaşam Kalitesi
Ölçeği/Kanser Hastası kullanıldı. Elde edilen verilerin değerlendirilmesi SPSS for Windows
16,0 da yapılmış olup sayı yüzde ve ki-kare analizleri kullanıldı.
Araştırmanın
uygulanabilmesi için; Üniversite Hastanesinin Başhekimliğinden yazılı izin alındı.
Hastalardan sözlü izinleri alındı.
Bulgular: Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre, araştırmaya katılan meme kanserli
hastaların %33.0’ünün (n=35) 51-60 yaş grubunda, %44.3’ünün (n=47) ilkokul mezunu,
%79.2’sinin (n=84) evli, %30.2’sinin (n=32) 1-3 yıldır hasta olduğu, %98.1’inin (n=104)
tanısını bildiği, %98.1’inin (n=104) hastalığı hakkında bilgi aldığı, %98.1’inin (n=104)
ayaktan tedavi gördüğü, %89.6’sının (n=95) halen kemoterapi tedavisine devam ettiği
görüldü. Hastaların yaşam kalitesi düzeyi incelendiğinde, toplam yaşam kalitesi puanı X=
5.63±1.22 ile orta derecede iyi olduğu bulundu. Yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutları
değerlendirildiğinde, hastaların fiziksel iyilik durumunun X=7.17±1.71 ile orta derecede iyi,
psikolojik iyilik halinin X=5.01±1.57 ile orta derecede iyi, sosyal iyilik halinin X=5.27
(SD=1.76) ile orta derecede iyi, manevi iyilik durumunun X=5.87 (SD=1.50) ile orta derecede
iyi olduğu görüldü.
Sonuç: Meme kanserinin ve uygulanan tedavi yöntemlerinin, yaşam kalitesinin fiziksel,
ruhsal ve sosyal boyutlarını etkileyen önemli sorunlara neden olduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: Meme kanseri, yaşam kalitesi, hemşirelik.
78
YOĞUN BAKIMDA ÇALIŞAN HEMŞİRELER İLE YATAKLI SERVİSLERDE
ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN YAŞAM KALİTELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Rabia SARI* Ayşegül YILMAZ* Dilek KÖKKAYA* Sebahat KÖKER* İbrahim
YILMAZ* Gözde KÖMÜR* Selin KAYA* Şaban EKER*
*Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Manisa
ÖZET
Amaç: Gerek yoğun bakım gerekse servislerde çalışan hemşireler normal çalışma saatleri
dışında çalışma durumunda kalan, ağır görev ve sorumluluklara sahip,yoğun stres ve baskı
altında çalışan bir gruptur.Bu nedenle hemşirelerin yaşam kaliteleri bireysel özellikleri kadar
iş ortamında maruz kaldıkları stresten de etkilenebilmektedir.Bu araştırmada Celal Bayar
Üniversitesi Hastanesi’nde yataklı servisler ile yoğun bakımlarda görev yapan hemşirelerde
yaşam kalitelerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma, Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’nde yataklı servisler (n=35) ile yoğun
bakımlarda (n=33) görev yapan hemşireler ile Şubat 2012-Mart 2012 tarihleri arasında
yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini araştırmanın yürütüldüğü tarihlerde, servis ve
yoğunbakımlarda görev yapan ve araştırmaya katılmayı kabul eden hemşireler oluşturmuştur
(n=68). Veri toplama yöntemi olarak araştırmacılar tarafından geliştirilen sosyo-demografik
soru formu ve SF 36 yaşam kalitesi ölçeği kullanılmıştır. Etik kuruldan izin alınmıştır.
Analizlerde aritmetik ortalama, standart sapma ile tanımlayıcı analizler yapılmıştır. Ki Kare
Testi,bağımsız gruplarda T Testi (Student Testi) kullanılmıştır.
Bulgular:Gruplar arasında SF-36 yaşam kalitesi ölçeği sonuçları analiz edildiğinde yoğun
bakımlarda çalışan hemşireler ile yataklı servislerde çalışan hemşireler arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır.(p>0,05)
Sonuç: Çalışmamızda yoğun bakım ile yataklı servislerde çalışan hemşirelerin yaşam
kaliteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamış olması bizleri özellikle
yoğun bakımda yıllarını geçirmiş deneyimli hemşirelerimizi şaşırtmış ve bu nedenle bu iki
grup arasında yorgunluk, tükenmişlik, iş doyumu gibi farklı alanlarda bir çalışma yapmaya
yöneltmiştir.
Anahtar Kelimeler: Hemşire, Yaşam Kalitesi, Yoğun Bakım, Yataklı Servis
79
HEMŞİRE VE HASTALARIN POSTOPERATİF AĞRI DEĞERLENDİRMELERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
Buket UYAR(1)
Selcan DÜNDAR(1)
1) Bornova Şifa Üniversitesi Hastanesi Yoğun Bakım Hemşiresi
ÖZET
Amaç: Bu çalışma; hemşire ve hastaların postoperatif ağrı değerlendirmelerinin
karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır.
Gereç- Yöntem: Bu çalışma; Bornova Şifa Üniversitesi Hastanesi’nde Gerekli yasal izinler
alınarak yapılmıştır. Çalışmanın evrenini cerrahi servisleri ve genel yoğun bakımda çalışan
hemşireler ve hemşirelerin primer bakım verdikleri hastalar oluşturmaktadır. Çalışmanın
örneklemini; post operatif 0-10. Gününde olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 47 hasta ve
bu hastalara primer bakım veren hemşireler oluşturmuştur.
Hastalar ve hemşirelerin ağrı deneyimlerini ve bilgilerini sorgulayan iki farklı anket formu
hazırlanarak; sorular yüz yüze görüşme yöntemiyle cevaplar alınmıştır. Anket formu; hasta ve
hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini, ağrı deneyimlerini, geçirilmiş cerrahi
operasyonlarını ve bu operasyonlara ait ağrı deneyimlerini ve hastaların o anki ağrı
durumlarını ve hemşirelerin bu ağrıyı değerlendirmelerini sorgulamaktadır.
Çalışmadan elde edilen veriler SPSS 16.0 programında değerlendirilmiştir. Verilerin
değerlendirilmesinde t test ve Korelasyon testi kullanılmıştır. Çalışmanın sonuçları yüzdelik
hesaplamalarla belirtilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan hemşirelerin %66 si sağlık meslek lisesi mezunu, %83’ü 0-5
yıldır bulundukları bölümde çalışmaktadırlar. Hemşirelerin %95,7 si kadın % 48,9 ‘u
önceden cerrahi operasyon geçirmiş; bunların %56,5 i kadın-doğum alanında operasyon
geçirmiştir. Önceden cerrahi operasyon geçirmiş olanların %27.8 i şiddetli ağrıları olduğu
belirlenmiştir. Çalışmaya katılan hemşirelerin %97,9 unun ağrı ve ağrı yönetimiyle ilgili bilgi
aldığı belirlenmiştir.
Çalışmaya katılan postoperatif dönemdeki hastaların %29,8 i 61-70 yaş grubunda %55,3 ü
erkek, %85,1 i evli, %57.4 ü ilkokul mezunu, %29,8i emekli, %57,4’ünün geçirilmiş cerrahi
operasyon öyküsü olduğu belirlenmiştir.
Hemşireler primer bakım verdikleri hastalarının %68,1inin ağrısı olmadığını söylerken,
hastaların %51,1i ağrısı olduğunu belirtmiştir. Hastalarının ağrısı olduğunu belirten
hemşireler ağrı düzeyini 1-4 arası olarak belirtirken, ağrısı olduğunu ifade eden hastaların
%27,7si ağrı düzeylerini 5-10 arası değer vererek skorlamıştırlar.
Sonuç: Bu çalışma; subjektif bir veri olan ağrının değerlendirmesinde hasta ve hemşire
arasında farklılık olduğunu göstermiştir ve hastaların ağrı düzeylerinin belirlenmesinde
sorunlar yaşandığını göstermiştir.
Bu çalışma doğrultusunda, hemşirelere ağrı ve ağrı yönetimi ile ilgili daha ayrıntılı ve güncel
bilgiler verilmeli ve eğitimlerin belli aralıklarla tekrarlanması önerilmektedir.
80
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ ARAŞTIRMA VE UYGULAMA HASTANESİNDE
ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN ÇALIŞMA YAŞAMLARININ, YAŞAM
KALİTELERİNE ETKİSİ
Sergül KURBAN*, Dilek ÇEÇEN**, Nilüfer Karabağ*
Nimet PETEK*, Selvinaz ÇALKAN*
*CBÜ Araştırma ve Uygulama Merkezi Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü
**CBÜ Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AB D.
ÖZET
Ülkemizde, hemşirelerin çalışma saatleri, ücretlerin düşüklüğü, bakım malzemelerinin
yetersizliği, uzun çalışma saatleri, fazla sayıda hastaya bakım verme, olumsuz çalışma
koşulları, otonomi azlığı, yükselme ve gelişme olanaklarının sınırlı oluşu hemşirelerin
işlerinden doyum almamalarına ve tükenmişliğine ve yaşam kalitelerinde azalmaya neden
olmaktadır. Olumlu çalışma koşulları yaratıldığında hemşirelerin yaşam kaliteleri artacak,
çalışma alanlarından memnuniyet dolayısıyla iş doyumları da artacaktır. Kurumda verilen
hemşirelik hizmetlerinin kalitesi de arttırılmış olacaktır.
Amaç: Celal Bayar Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde çalışan hemşirelerin,
çalışma alanları, çalışma yaşantısı özellikleri, mesleki deneyimi ve çalışma ortamlarının
yaşam kalitelerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır.
Gereç Yöntem: 15 Mart- 30 Nisan tarihleri arasında, CBÜ Araştırma ve Uygulama
Merkezi’nde çalışan tüm hemşirelere çalışma kapsamına alınmıştır (N= 250). Araştırmada
örneklem seçme yöntemi kullanılmamış, çalışmanın yapılacağı tarihlerde izinli olmayan ve
araştırmaya katılmayı kabul eden tüm hemşireler (n=169) dahil edilmiştir. Araştırmaya
katılmayı kabul eden hemşirelere araştırmacılar tarafından ilgili literatür incelenerek
hazırlanan 33 sorudan oluşan soru formu ile hemşirelerin yaşam kalitesini belirlemek amacı
ile Türkler için Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesi kısa formu WHOQOL BREF TR
kullanılmıştır.
Bulgular: Hemşirelerin yaş ortalaması 29,18± 5,49 ve % 65,7’si lisans mezunudur.
Hemşirelerin, % 50,9’unun çalışma süresi 1-5 yıl arasındadır. Çalışma süreleri ile yaşam
kalitesi puanları arasında fark saptanmamıştır. % 89,9’u çalıştıkları birimden memnun
olduğunu ifade etmiş ve ölçeğin sosyal, ruhsal ve çevresel alan yaşam kalitesi puan
ortalamaları ile anlamlı fark saptanmıştır. Araştırmaya katılan hemşirelerin n=55 ‘i cerrahi,
n=54’ü dahili kliniklerde çalışmaktadır. Dahili kliniklerde çalışan hemşirelerin bedensel,
ruhsal, sosyal,çevresel, çevresel –tr alan puan ortalamaları diğer kliniklerde çalışanlara göre
çalıştıkları birimlere göre yaşam kalitesi puanları
daha yüksek bulunmuş olup,
karşılaştırıldığında sosyal alan puanları arasında fark saptanmıştır. Hemşirelik hizmetleri
yöneticisine kolay ulaşabildiğini söyleyenlerin tüm alt alan puan ortalamalarının yüksek ve
çevresel alan puanları ile anlamlı fark olduğu bulunmuştur.
Sonuç: Kurumda çalışan hemşirelerin çalıştıkları birimlerden memnun oldukları, hemşirelik
hizmetleri yöneticisine kolay ulaşabildikleri ve genel olarak yaşam kalitelerinin yüksek
olduğu belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: hemşirelik, çalışma ortamı, yaşam kalitesi.
81
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ CERRAHİ KLİNİKLERİNDE
YATAN HASTALARIN ÖĞRENCİ HEMŞİRELERDEN MEMNUNİYETİ
Hüsniye AŞIK*
ÖZET
Amaç: Araştırma cerrahi kliniklerde yatan hastaların, cerrahi hastalıkları hemşireliği dersi
uygulamasına çıkan öğrenci hemşirelerden memnuniyet durumlarını belirlemek amacıyla
yapılmıştır Bu amaç doğrultusunda öğrenci hemşirelerin hastalara sunduğu hemşirelik hizmeti
hasta gözüyle değerlendirilmiş olacaktır.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı türde yapılan araştırma 21.02.2012 ve 09.03.2012 tarihleri
arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi hastanesinin cerrahi kliniklerinde gerçekleştirilmiştir.
Araştırmanın örneklemini; araştırmaya katılmayı kabul eden, iletişim kurabilen okur yazar
olan ve staj programının en az iki haftasında öğrenci hemşireleri uygulama alanında gören 18
yaş üzeri 150 hasta oluşturmuştur. Veriler Demir ve Eşer tarafından geliştirilen “Hastaların
Hemşirelik Hizmetlerinden Memnuniyetleri” ölçeğinden yararlanılarak oluşturulan katılımcı
bilgi formuyla toplanmış ve yüzdelik dağılım ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların % 64.6’sı kadın, % 44.6’sı ilkokul mezunudur.
Öğrencilerin %54.6’sının kendilerini hastaya tanıttıkları, %62.6’sının taburculuk eğitimi
verdikleri, %80’inin invaziv girişimleri başarı ile uyguladıkları, %86.6’sının herhangi bir
uygulama öncesi hastalara açıklamada bulundukları, %78.6’sının uygulama öncesi
hastalardan onay aldıkları ve %64’ünün yaşam bulguları ölçümüne ilişkin hastalara bilgi
verdikleri hasta ifadelerinden saptanmıştır. Hastaların %85.3’ü öğrenci hemşirelerin her
zaman kendilerini dikkatli bir şekilde dinlediğini, %83.3’ü mahremiyetlerine saygı
gösterdiklerini, %82’si de öğrencilerin kendilerine değer verdiklerini hissettiklerini
belirtmişlerdir. Hastaların en az memnuniyet ifade ettikleri konu ise %54.6 oranında çıkan
kliniğe geldiklerinde kendilerini hastalara tanıtmadır. Ayrıca taburculuk eğitimi ve hastalığa
ilişkin bilgilendirme gibi alanlarda %62.6-%58.7 arasında değişen bir oranda hasta
memnuniyeti belirlenmiştir.
Sonuçlar ve Öneriler: Çalışma sonunda teknik beceri, nezaket, iletişim becerisi ve yapılan
uygulamaya ilişkin bilgilendirmeyi içeren alanlarda hastaların öğrenci hemşirelerden büyük
oranda memnun oldukları saptanmıştır. Öte yandan taburculuk eğitimi ve hastalığa ilişkin
bilgilendirme gibi alanlarda hasta memnuniyetinin daha az oranda olduğu belirlenmiştir.
Hastaların en az memnuniyet ifade ettikleri konu ise kliniğe geldiklerinde kendilerini
hastalara tanıtmadır. Bu sonuçlar doğrultusunda cerrahi hastalarının büyük oranda öğrenci
hemşirelerden memnun olduğu söylenebilir.
Az memnuniyet ifade edilen alanlara ilişkin olarak öncelikle öğrenci hemşirelere
karşılarındaki hastaya kendilerini tanıtma adımını atlamamaları ve bu adımı rutin uygulama
haline dönüştürebilmeleri için öğretim elemanlarının onlara rol modeli olmasının sağlanması
ve öğrenci hemşirelerin bu konudaki gelişimlerinin gözlenmesi önerilebilir. Ayrıca öğrenci
hemşirelerin hastaya gerek hastalığına ilişkin eğitim gerekse taburculuk eğitimi verilmesinin
ne derece önemli olduğunu anlamaları için öğretim elemanı tarafından bu konuların daha çok
vurgulanması ve klinikte staj sürecinde öğrenci hemşirelerin hastaya verilmesi gereken
eğitimi verip vermediklerine ilişkin takibin öğretim elemanı tarafından yapılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Cerrahi hastası, hasta memnuniyeti, öğrenci hemşire
82
MANİSA İLİ HASTANELERİNDE ÇALIŞAN YÖNETİCİ HEMŞİRELERİN İŞ
YAŞAM KALİTELERİNİN BELİRLENMESİ
Selçuk DEMİRLER*, Adalet KOCA KUTLU**
*C.B.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi
**C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D
ÖZET
İş yaşamında kalite, iş görenlerin fiziksel ve psikolojik iyilik düzeyini yükselten,
organizasyon kültüründe değişimler yaratan ve tüm çalışanların değerini arttıran bir yönetim
felsefesidir. Yaşam kalitesi ile iş yaşamı kalitesi arasında nasıl bir bağlantı olduğu konusunda
tartışmalar devam etmektedir.
Amaç: Bu çalışma Manisa ili hastanelerinde çalışan yönetici hemşirelerin yaşam kalitesi ve iş
yaşam kalitelerini belirlemek amacıyla planlanmıştır.
Gereç Yöntem: Çalışma etik kurul onayı aldıktan sonra Manisa İlindeki tüm hastanelerde
(Üniversite, devlet ve özel hastaneler; 6 hastane) çalışan hemşirelik hizmetleri yöneticileri,
başhemşire ve sorumlu hemşirelerin tamamına ulaşılması amaçlanmıştır. 13 yönetici hemşire
çeşitli nedenlerle çalışmaya katılmamışlardır. Çalışmaya katılmayı kabul eden yönetici
hemşirelerin (n=94) “Bireysel Bilgi Formu”, “Hemşirelik İş Yaşamı Kalitesi Ölçeği” ve
WHOQOL-Brief(Tr) Yaşam kalitesi ölçeklerinin doldurması sağlanmıştır. Elde edilen
verilerin analizleri için SPSS 15.0 programı kullanılmıştır. Tanımlayıcı testler, Anova,
korelasyon ve Cronbach alfa katsayısı’na bakılmıştır.
Bulgular:Çalışmaya katılan yönetici hemşirelerin % 55’i (54) 31-39 yaş grubunda, %79,
8(75)’i evli, %68’i (64) Sağlık Meslek Lisesi mezunu, %50 (47)’si Devlet Hastanelerinde
görev yapmakta, %85.1(80)’i sorumlu hemşire, %63.8(60)’inin “Genel sağlık durumunu iyi,
%52,1( 49)’i İş yaşam kalitesini orta olarak ifade etmişlerdir. Yönetici hemşirelerin iş yaşam
kaliteleri ortalamaları 143,37±16,07, yaşam kalitesi alt boyut ortalamları ise; bedensel
65,23±12,57, ruhsal 66,79±12.07, sosyal 66,75±13,24, çevresel 59,30±10.45, çevresel (ulusal)
59.27±10,42 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada Cronbach alfa katsayısı İş yaşam Kalitesi
Ölçeği için 0,85, whoqol bref için 0,77 olarak saptanmıştır. Yönetici hemşirelerin yaşam
kalitesi alt boyutları ile iş yaşam kaliteleri arasında anlamlılık bulunmamıştır. İş yaşam
kalitesi 40 yaş ve üstü grupta en yüksek bulunmuştur. Mezun oldukları okul ve çalıştıkları
kurum ile iş yaşam kaliteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklarsaptanmıştır
(p=0,01;P=0,03).
Sonuç: Manisa İli hastanelerinde çalışan yönetici hemşirelerinin iş yaşam kaliteleri ile yaşam
kaliteleri arasında sosyal alan ve çevresel alt boyutlarında ileri düzeyde korelasyon
saptanmıştır(p=.001).
Anahtar Sözcükler: yaşam kalitesi, iş yaşam kalitesi, hemşirelik.
83
HİSTEREKTOMİ YAPILMIŞ KADINLARDA CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞU VE
YAŞAM KALİTESİ
Emel YILMAZ*
Burcu KARATAŞ** Muzaffer SANCI***
* C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D
** C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü Öğrencisi
*** T.C. Sağlık Bakanlığı İzmir Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi
ÖZET
Amaç: Histerektomi bireyin vücut bütünlüğünü bozmanın yanı sıra üreme kapasitesi ve cinsel
işlevleri tehdit etmektedir. Bu nedenle kadının yaşam kalitesi de olumsuz yönde
etkilenmektedir. Bu araştırma, histerektomi yapılmış kadınlarda cinsel işlev bozukluğu (CİB)
ve yaşam kalitesi düzeyleri ve bunlara etki eden faktörleri belirlemek amacıyla tanımlayıcı
olarak planlandı ve uygulandı
Gereç ve yöntem: Araştırmaya, Türkiye’nin batı bölgesindeki bir hastanede bir yıl önce
histerektomi ameliyatı yapılan, evli, kontrol için polikliniğe başvuran ve görüşmeyi kabul
eden 224 kadın alındı. Veriler sosyodemografik özellikleri içeren anket formu, Kadın Cinsel
Fonksiyon Sorgulama İndeksi (Index of Female Sexual Function –IFSF) ve SF-36 yaşam
kalitesi ölçeği kullanılarak toplandı. Araştırma öncesinde etik kuruldan ve araştırmaya katılan
kadınlardan onam alındı. Verilerin analizi SPSS 10.0 programında tanımlayıcı istatistikler Ki
kare, Student t testi, Varyans analizi ile değerlendirildi.
Bulgular: Araştırma grubunun yaş ortalaması 48.72±4.77’dir. Hastaların %58.9’unda CİB
saptanmıştır. Hastaların SF-36 yaşam kalitesi ölçeği alt boyutları puan ortalamaları sırasıyla;
fiziksel fonksiyon 56.43±10.95, fiziksel rol güçlüğü 91.96±27.25, ağrı 92.65±12.96, genel
sağlık 72.26±8.70, vitalite 69.96±11.56, sosyal fonksiyon 86.94±11.22, emosyonel rol
güçlüğü 91.96±27.25 ve mental sağlık 69.50±12.12’dir. CİB yaşama durumu ile SF-36 yaşam
kalitesi alt boyutlarından genel sağlık ve sosyal fonksiyon alt boyutları arasında istatistiksel
olarak anlamlı ilişki saptandı. CİB ile ameliyat sonrasında eş ve cinsel ilişkilerinde sorunu
olma, ilişki esnasında vajinal kuruluk yaşama durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptandı.
Sonuç: Araştırma sonucunda; histerektomi yapılmış kadınların yarıdan fazlasının CİB
yaşadığı ve fiziksel fonksiyon hariç yaşam kalitelerinin yüksek olduğu saptandı.
Anahtar kelimeler: Histerektomi, cinsel işlev bozukluğu, yaşam kalitesi.
84
PİLONİDAL SİNÜSLÜ HASTALARDA YAŞAM KALİTESİ
Tuğba AŞKIN*
Emel YILMAZ**
* C.B.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi
** C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D
ÖZET
Amaç: Pilonidal sinüs hastalığı, en sık olarak sakrokoksigeal bölge üzerinde orta hatta
yerleşen, içerisinde kıl demetlerinin bulunduğu bir veya daha fazla sinüs ağzı ile karakterize,
akut ve subakut enfeksiyon atakları ile seyreden kronik bir hastalıktır. Bu araştırma pilonidal
sinüslü hastaların yaşam kalitesinin incelenmesi amacıyla yapıldı.
Gereç ve Yöntem: Araştırmaya Türkiye’nin batı bölgesindeki bir askeri hastanenin genel
cerrahi polikliniğine pilonidal sünüs şikayeti ile başvuran 62 hasta alındı. Araştırmadan önce
etik kurul onayı ve çalışmanın amacı anlatılarak kişilerin yazılı ve sözlü onamları alındı. Veri
toplama formu olarak sosyodemografik veri formu ve SF-36 yaşam kalitesi ölçeği kullanıldı.
Veri toplama formları yüz yüze görüşme yöntemiyle dolduruldu. Verilerin analizi SPSS 15.0
programında tanımlayıcı istatistikler, Student t testi, varyans analizi ile değerlendirildi.
Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 23.42±2.56, beden kitle ortalaması
25.74±2.71’dir. Araştırma grubunun %27.4’ü ilköğretim mezunu, %22.6’sı evli, %79’u
serbest meslek sahibi, %59.7’si ilde yaşıyor ve %71’i ortalama ve üzerinde gelir düzeyine
sahipti. SF-36 ölçeği alt boyut puan ortalamaları fiziksel fonksiyon; 65.16±20.45, rol güçlüğü
(fiziksel); 36.69±31.60, ağrı; 45.21± 9.45, genel sağlık; 52.97±16.23, vitalite (enerji);
53.95±10.01, sosyal fonksiyon; 55.85± 11.70, rol güçlüğü (emosyonel); 37.63± 34.93, mental
sağlık; 58.97±10.01’dir.Sf-36 alt boyutları ile sosyodemografikler arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark saptanmamıştır.
Sonuç: Araştırma sonucunda pilonidal sinüslü hastaların yaşam kalitelerinin düşük olduğu
saptanmıştır. Hastaların yaşam kalitelerini arttırmak için hemşirelerin pilonidal sinüse neden
olabilecek risk faktörlerini daha yakından değerlendirmesi ve hastalığın önlenmesine yönelik
eğitim ve danışmanlık hizmetlerini yapması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pilonidal sinüs, yaşam kalitesi, hemşirelik
85
ÜRİNER İNKONTİNANSI OLAN KADINLARDA ÜRİNER İNKONTİNANSIN RİSK
FAKTÖRLERİ VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ
Emel YILMAZ* Ayşegül MUSLU** Elif ÖZCAN**
* C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D
** C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü Öğrencisi
ÖZET
Amaç: Bu çalışma; üriner inkontinans şikâyeti olan kadınlarda üriner inkontinansın risk
faktörleri ve yaşam kalitesi üzerine etkisinin araştırılması amacıyla yapıldı.
Gereç ve yöntem: Araştırmaya kadın doğum polikliniğine üriner inkontinans şikayeti ile
başvuran 200 kadın alındı. Araştırmadan önce etik kurul onayı ve çalışmanın amacı
anlatılarak kişilerin yazılı ve sözlü onamları alındı. Veri toplama formları yüz yüze görüşme
yöntemiyle dolduruldu. Veri toplama formu olarak sosyodemografik veri formu, İnkontinans
Yaşam Kalitesi Ölçeği (I-QOL), Ürogenital Distres Envanteri (UDI-6) ve İnkontinans Etki
Soru Formu (IIQ-7) kullanıldı. Verilerin analizi SPSS 15.0 programında tanımlayıcı
istatistikler, Student t testi, varyans analizi ve korelasyon analizi ile değerlendirildi.
Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 54.17±15.34’tür. Araştırma grubunun
ölçeklerden aldıkları puan ortalamaları; UDI-6 alt boyutları; İrritatif semptomlar;
67.00±23.86, stres semptomları: 60.25±27.03, obstruktif veya işeme güçlüğü semptomları:
18.08±17.66, IIQ-7; 28.14±27.59, I-QOL alt boyutları; davranışların sınırlandırılması:
47.48±26.94, psikososyal etkilenme 66.75±27.84, sosyal izolasyon 58.20±29.26’dır.
Yaş, eğitim düzeyi ve menopoza girme durumu ile tüm ölçekler ve alt boyut puan ortalamaları
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. UDI-6 alt boyutları ile IIQ-7 arasında
pozitif yönde, I-QOL alt boyutları arasında ise negatif yönde korelasyon ilişkisi saptandı
Sonuç: Araştırma sonucunda hastaların orta düzeyde irritatif ve stres, daha az obstruktif ve
işeme güçlüğü semptomlarını yaşadığı, üriner inkontinansdan hastaların az şikâyetçi olduğu
ve yaşam kalitelerinin orta düzeyde olduğu saptandı. Bu nedenle sağlık ekibi içerisinde yer
alan hemşirelerin üriner inkontinans şikâyeti ile başvuran kadınları bu şikayetine neden
olabilecek risk faktörleri açısından değerlendirmesi ve korunmada gerekli tüm konuların ve
danışmanlık eğitimlerinin yapılması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: İdrar kaçırma, yaşam kalitesi, risk faktörleri, hemşirelik
86
VENOUS INSUFFICIENCY EPİDEMIOLOGICAL AND ECONOMIC STUDY
QUALITY OF LIFE/SYMPTOMS (VEINES-OoL/Sym)- ÖLÇEĞİNİN TÜRKÇE
SÜRÜMÜNÜN GEÇERLİLİK VE GÜVENİLİRLİĞİ
Adalet KUTLU* Emel YILMAZ* Dilek ÇEÇEN*
Alper ÖZBAKKALOĞLU** Erhan ESER**
*C.B.Ü Manisa Sağlık Yüksekokulu,**C.B.Ü Tıp Fakültesi Halk Sağlığı
Amaç: Orijinal adı “Venous Insufficiency Epidemiological and Economic Study- Quality of
Life/Symptoms (VEINES-OoL/Sym)” olan Venöz Yetmezlik YK ölçeğinin Kronik Venöz
Yetmezliği (KVY) olan hastalarda Türkçe geçerlilik ve güvenilirliğinin test edilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini, 12 Ocak-12 Şubat 2010 tarihlerinde Celal
Bayar Üniversitesi Hastanesi, İzmir Alsancak Devlet Hastanesi ve Manisa Devlet Hastanesi
Kalp Damar Cerrahisi Birimlerine başvuran KVY tanısı almış hastalar oluşturmuştur
(N=118). Hastalara standart çeviri (ileri, geri çeviriler, birleştirme ve konsensus sürümü)
yöntemleri ile geliştirilmiş VEINES-OoL/Sym Türkçe sürümü ve eşzamanlı olarak SF-36
Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. VEINES-OoL/Sym, hastaların yaşam kalitesi ve
belirtilerinin etkilerini ölçen, 26 madde ve 2 boyuttan (Yaşam Kalitesi ve Belirtiler) oluşan bir
ölçektir. Ölçeğin ilk 10 maddesi hastalığın belirtileri, bir madde belirtilerin en yoğun
yaşandığı zamanı (skorlama dışında) , 9 madde günlük yaşam aktiviteleri, bir madde geçen
yıla göre değişiklik, 5 madde ise psikolojik boyutu ile ilgilidir. Puan yükseldikçe yaşam
kalitesi artmaktadır. Yanıt seçenekleri maddelerin bazılarında dikotom bazılarında 7
belirteçlidir. Güvenilirlik çözümlemesinde ölçeğin her bir alt boyutu için Cronbach alfa
katsayısı hesaplanmıştır. Geçerlilik analizlerinde yapısal ve kriter (ölçüt) geçerliliği
yaklaşımları kullanılmıştır. Kriter geçerliliği ve duyarlılık analizleri için CEAP- KVY
sınıflandırma sistemi kullanılmıştır. Yapısal geçerlilikte ise, birleşim-ayrışım geçerliliği (SF36 ile) ve bilinen gruplar geçerliliği uygulanmıştır.
Bulgular: VEINES-QoL dağılım göstergeleri: Ortalama 50.0±10.0; Ortanca 49.6, Çarpıklık
(skewness) – 0.02, basıklık (kurtosis) ise -0.66dır. VEINES-sym’ın dağılım göstergeleri:
Ortalama 50.0±10.0; Ortanca 48.8, Çarpıklık (skewness) 0.14, basıklık (kurtosis) ise 0.52dır.
Ölçeğin güvenilirlik analizinde Cronbach alfa katsayıları VEINES-QoL için 0.86, VEINESSym için 0.81) bulunmuştur. Madde çıkarılarak tekrarlanan iç tutarlılık analizlerde sorunlu
soruya rastlanmamıştır. Ölçüt geçerliliği için kullanılan CEAP sınıflamasına göre VEINESQoL skorunun doğrusal bir eğilim gösterdiği (sınıflama kötüleştikçe skor da kötüleşiyor),
ancak VEINES-Sym skorunun CEAB 2. ve 3. sınıf arasında farklılık gösterdiği
anlaşılmaktadır. VEINES –Qol skorunun SF-36 boyutlarının hepsiyle iyi derecede (r= 0.430.66) korelasyon verdiği (Birleşim geçerliliği ) ; VEINES-Sym skorunun ise SF-36 ile daha
zayıf korelasyon (r= 0.19-0.52) verdiği (ayrışım geçerliliği) gözlenmiştir. Bilinen grup
açısından beden ağırlığına bakıldığında, beden ağrılığı arttıkça VEINES –Qol ve VEINESSym skorunun düştüğü izlenmektedir (r= - 0.25, p<0.05).
Sonuç: Bu sonuçlar, VEINES-OoL/Sym’in KVY olan Türk hastalarda geçerli ve güvenilir
olduğunu ve güvenle kullanılabileceğini göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Venöz yetersizlik, yaşam kalitesi, geçerlilik, güvenilirlik
87