ETKİNLİKLER DOSYA ( Yükseköğretimde

Transkript

ETKİNLİKLER DOSYA ( Yükseköğretimde
10
ETKİNLİKLER ● DOSYA ( Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma)
GÜNDEM (Engelli Üniversiteli Olmak) ● ERASMUS ● KARİYER ● KULÜPLER
BİLİM VE FELSEFE ● SOSYAL SORUMLULUK ● ÇevreciyİZ ● YerelİZ ● SektörİZ
KÜLTÜR SANAT
Merhaba
Dergimizin 10.sayısında ilgi ile okuyacağınızı umduğum konularla
yeniden sizinleyiz.
Atılım Üniversitesi Adına Sahibi
Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu
Genel Yayın Yönetmeni
Prof.Dr. İsmail Bircan
Yazı İşleri Müdürü
Gülşen Orbey
Editör Kurulu
Özlem Işıklar ● Yrd.Doç.Dr. F. Ülkü Selçuk ● Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan
Yayın Kurulu
Yrd.Doç.Dr. Cenk Güray ● Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan ● Yrd.Doç.Dr. F. Ülkü Selçuk
Yrd.Doç.Dr. Evrim Doğan ● Yrd.Doç.Dr Hayal Zülfikar ● Dr. Poyraz Gürson
Öğr.Gör. Doğa Aydoğan ● Öğr.Gör. Uluç Gürkan ● Özgür Kalın
Mustafa Kömürcü ● Aslıhan Ersan Karaca
Öğrenci Temsilcileri
Ali Can Gözcü Bilal Koç Cemal Yüksel ● Dilara Gürses ● Elif Naz Çetinel
●
Hasan Hüseyin Üzmez Hüseyin Erdoğan ● İrem Karabıyık ● Kaya Özdemir
Kutay Tevfik Karagöz ● Meltem Banko ● Merve Aytaç ● Özlem Arslan
Samet Küçükçelebi ● Verda Özge Ünal
●
●
Üniversitemiz, 2009-2010 Akademik Yılı Sonbahar Dönemi’nde
birbirinden değerli pek çok konuk ve konuşmacının yer aldığı konferans,
seminer ve panele ev sahipliği yaptı. Eski bakanlarımızdan, değerli
siyasetçi Hikmet Çetin “Dünyadaki Gelişmeler ve Türk Dış Politikası”
konulu konferansıyla Üniversitemiz öğrencileri ile buluştu. 10 Kasım
Atatürk’ü Anma Etkinlikleri çerçevesinde Prof. Dr. Ziya Gökalp Mülayim
“Atatürk ve Kooperatifçilik” adı altında gerçekleştirdiği konferansta
Atatürk’ün kooperatifçiliğe verdiği önemden bahsederek Atatürk’ün
bugünkü kooperatifçiliğin kurucusu olduğunu ifade etti. Kişisel
gelişim alanında çok sayıda kitabı bizlere kazandıran Doğan Cüceloğlu,
Üniversitemiz personeline sağlıklı iletişimin yollarını anlattı.
Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’nin ilk
Danışma Kurulu
Prof.Dr. Nami Çağan ● Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker
Prof.Dr. Oya Batum Menteşe ● Prof.Dr. Gülhan Özbayoğlu ● Prof.Dr. Yüksel Bingöl
konuğu YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan oldu. Ülkemiz sanayine
ATILIM ÜNİVERSİTESİ YERLEŞKESİ
Kızılcaşar Mahallesi - İncek 06836 Ankara Tel: 0312 586 80 00 ● Faks: 0312 586 80 90 - 91
www.atilim.edu.tr ● [email protected]
donanımı ve yaklaşık 4000 m2’lik alanıyla dünya ve Avrupa’da benzerleri
Tasarım
REMARK
Kuleli Sokak 57 / 4 G.O.P / Ankara ● Tel: 0312 436 27 28 ● Faks: 0312 436 27 00
www.remarkreklam.com ● [email protected]
Baskı
Desen Ofset A.Ş.
Birlik Mahallesi 448. Cadde 476. Sokak No: 2 Çankaya / Ankara
Şubat, 2010
4 ayda bir yayımlanır. Dergide yayımlanan yazılar kaynak gösterilerek kullanılabilir. İmzalı
yazılardaki görüşler yazarlarına aittir.
Ar-Ge desteği sunacak ve Türkiye’de ilk kez kullanılacak olan teknik
arasında ilk sıralarda yer alan Merkez’in çalışma alanları Prof. Dr. Erman
Tekkaya’nın gerçekleştirdiği bir sunumla Özcan’a aktarıldı.
Dergimizin bu sayısında “Dosya” bölümünde akademisyenlerimizle
birlikte “Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma” konusunu ele alıyoruz.
“Gündem” başlığı altında ‘Bir kişi bir işi başaramıyorsa, burada da bir
engel vardır’ sözleriyle hayata bakışını anlatan engelli öğrencimiz Yusuf
Akgün ile gerçekleştirdiğimiz röportaj yer alıyor.
Keyifle okuduğunuza inandığımız; Erasmus, Kariyer, Bilim ve Felsefe,
Kulüpler, Sosyal Sorumluluk ve Kültür-Sanat adlarını taşıyan
sayfalarımızın yanı sıra ÇevreciyİZ, YerelİZ ve SektörİZ sayfalarımızı da
dergimizde bulabileceksiniz.
Gelecek sayılarımızda da birlikte olmak ümidi ile her şeyin gönlünüzce
olmasını dilerim.
Prof.Dr. İsmail BİRCAN
Rektör Yardımcısı
ETKİNLİKLER
3
4
10 Kasım Atatürk’ü Anma Etkinlikleri
8
Üniversite Takımlarımız Katıldıkları Turnuvalardan
Şampiyonluklarla Döndü.
9
10
13
17
MAKALE
“Dünyadaki Gelişmeler ve
Türk Dış Politikası” Konulu Konferans
KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET EGEMENLİĞİ
Araş. Gör. Aslı ŞİMŞEK
ANADOLU’DA NEVRUZ VE KUTLAMALARI
Atılım Üniversitesi Öğrencileri
“Yaşanılır Bir Dünya İçin Sanat” Yapıyor.
ÜRET(K)EN OLMAK
42
Ali Can GÖZCÜ
Doğan Cüceloğlu
Sağlıklı İletişimin Yollarını Anlattı
AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİMİZ İSTANBUL
AKILLI MARKA BAŞKALARININ
Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü Öğrencilerinden
Alkışlanan Defile
ÜÇÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELERE NEDEN GELİNDİ?
Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker
20
ÇAĞDAŞ ÜNİVERSİTE
Prof.Dr. Ramazan Aydın
TÜRK YÜKSEKÖĞRETİMİ VE KÜRESELLEŞME
Gülşen Orbey
28
GELECEĞİN ARAŞTIRMA KÜTÜPHANELERİ
Nilüfer Ünal
Verda Özge Ünal
ERASMUS 46
KARİYER 50
KULÜPLER 56
BİLİM VE FELSEFE 59
SOSYAL SORUMLULUK 62
ÇevreciyİZ 64
YerelİZ 66
SektörİZ 68
GÜNDEM
ENGELLİ ÜNİVERSİTELİ OLMAK
44
HATALARINDAN ÖĞRENİR
ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER BÖLÜMÜNDE
İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME SÜREÇLERİNDE WEB
TABANLI ETKİNLİKLER
Feride Güven
26
43
Ceyda Çinar
Tiyatro’nun Kraliçesi Üniversitemizdeydi
18
31
38
Yrd.Doç.Dr. Reşat Öztürk
DOSYA
22
35
2
KÜLTÜR SANAT 69
ETKİNLİKLER
Abdullatif Şener
Genel Ekonomik Durumu Değerlendirdi
“Dünyadaki Gelişmeler ve
Türk Dış Politikası” Konulu Konferans
Türkiye Partisi Genel Başkanı, Devlet Eski Bakanı Abdullatif
Şener, Atılım Üniversitesi Ekonomi Topluğu’nun düzenlediği
konferansta üniversitemiz öğrencileri ile bir araya gelerek genel
ekonomik durum değerlendirmesi yaptı.
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi altında açılan Siyaset Bilimi
ve Kamu Yönetimi Bölümü’nün 2009/2010 akademik yılında
eğitime başlaması nedeniyle düzenlen ve Dışişleri Eski Bakanı
ve NATO Afganistan Eski Sivil Temsilcisi Hikmet Çetin’in konuk
olduğu “Dünyadaki Gelişmeler ve Türk Dış Politikası” konulu
konferans 11 Kasım 2009 tarihinde gerçekleştirildi.
Ülkelerin “krizden derinden etkilenen” ve “teğet geçen” ülkeler
olarak ayrıldığını ifade eden Şener, 2009 yılı itibariyle başta Çin
ve Hindistan olmak üzere uzak doğu ülkelerinde krizin teğet
geçtiğini ve büyüme oranlarının 5,5 olduğunu belirtti.
Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen
konferansın açılış konuşmasını yapan Atılım Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, ülkemizin önemli
bürokratlarından olan Sayın Hikmet Çetin’in yeni bölümümüzün
açılışı nedeniyle gerçekleştirilen programa katılım göstermesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Türkiye’nin krizden derinden etkilendiğini sözlerine ekleyen
Şener, rakamlarında bu doğrultuda olduğunu, 2008’in son
çeyreğinde başlayan ekonomik küçülmenin son bir yılda %8
civarında olduğuna dikkat çekerek, Türkiye’de krizin ABD ve
Avrupa ülkelerinden daha yoğun şekilde hissedildiğini belirtti.
Daha sonra kürsüye gelen Hikmet Çetin, konuşmasında
Türkiye’nin Dış Politikadaki hedeflerinin ne olması gerektiği, ABD
ve diğer ülkelerle ilişkileri hakkında bilgiler verdi.
İşsizlik verilerinde de krizin etkilerine maruz kalındığına dikkat
çeken Şener, yıl sonu itibariyle 14.8 olarak açıklanan işsizlik
oranının kentler ve genç nüfus dikkate alınarak değerlendirildiğinde yanıltıcı olabileceğini bu faktörler dikkate alındığında oranın
%20’lerde olacağını ifade etti. Şener Türkiye’nin ve bu haliyle
Dünya’nın işsizlik oranının en yüksek ülkesi olduğunu belirtti.
Konuşmasının başında ABD’nin güçsüzleşme nedenlerini
sıralayan Çetin, Irak’a, Afganistan’a yapılan müdahaleleri ve
ülkenin enerjisinin %55 ‘inin dışa bağımlı olmasını olumsuz
etkenler olarak sıraladı. 11 Eylül sonrası yaşanan travmanın
etkilerinin hala hissedildiğini belirten Çetin, Çin Hindistan gibi
hızla yükselen yeni devletlerin ve Bush yönetiminin de ABD’nin
imajını zayıflattığını ifade etti.
Ekonomik olarak her ülkenin kendi ihtiyaçlarına göre bir
yapılanma oluşturması gerektiğine dikkat çeken Şener, Türkiye
ekonomisinin dış etkilere göre yapılandığını ve ülke gündeminde
ekonomi dışındaki konuların işgal ettiğini belirtti.
Çin, Rusya, Japonya gibi ülkelerinde büyük güç olma yolunda
kararlı adımlar attığına dikkat çeken Çetin, Çin’in dünya ticaretine
hakim olma istediğinin, Rusya’nın doğalgaz ve petrol kaynaklarını
ele geçirmek isteğinin ve Japonya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde
yer arayışının altında da aynı nedenlerin olduğunu belirtti.
Türkiye’nin sanayide çöküş yaşadığını üretim kapasitesinin
düştüğünü sözlerine ekleyen Şener, sektörlerde yabancılaşmanın
arttığına dikkat çekerek sigorta sektörünün %90 bankacılık
sektörünün ise %40’ının yabancıların elinde olduğunu söyledi.
3
Obama ile birlikte ABD’de yaşanan değişime de dikkat çeken
Çetin, büyük devlet olma, enerji kaynaklarını denetleme gibi ana
amaçların bu yönetimle de değişmeyeceğini dile getirdi. Obama
ile başlayan süreçte Türkiye’nin konumunun önemli olduğunu
ifade eden Çetin, bu nedenle Obama’nın ilk ziyaretini Türkiye’ye
gerçekleştirdiğini belirtti.
gösterimi ile başlayan program saygı duruşu ve istiklal marşı ile
devam etti
Törende bir konuşma yapan Atılım Üniversitesi Atatürk İlkeleri
ve İnkılap Tarihi Koordinatörü Yrd. Doç Dr. Reşat Öztürk “Atatürk
ve Çağdaşlaşma” konulu sunumunda Atatürk’ün yaptığı Türk
tanımına dikkat çekerek milli birliğin ve bütünlüğün önemini
vurguladı.
Türkiye’nin dünya enerji haritasındaki yeri, coğrafi konumu ve
İslam dünyası ile batı dünyasını birleştirir nitelikte olmasının
önemine işaret eden Çetin, sahip olduğumuz genç nüfusun ve
çağdaş güçlü ordunun bölgede caydırıcı unsur oluşturduğunu
ifade etti.
Türkiye’nin yeni dönemde dış politikada izlemesi gereken
hedefleri sıralayan Çetin, öncelikli olarak NATO’daki yerini
koruması gerektiğini belirterek, AB’ye tam üyelik hedefinden
vazgeçmemesi gerektiğini ve ABD, Rusya gibi ülkelerle ikili
ilişkilerini devam ettirmesi gerektiğini söyledi.
Çok boyutlu ve çok yönlü dış politika geliştirilmesi gerektiğinin
altını çizen Çetin, Türkiye’nin bölgesel konumu nedeniyle
olaylardan uzak kalamayacağını ve barışa katkı yapmak zorunda
olduğunu dile getirdi ve “Her durumda laik devlet rejiminin
korunması gerekir” dedi.
Mustafa Kemal’in Türk tanımında kan birliği değil düşünce ve
ideal birliği olduğunu ifade eden Öztürk, bir ulusun kalkınmasında
emeği geçen herkesin milliyetçi olduğunu belirterek, “Atatürk’e
göre Türk bu ülkeye emeği geçendir” dedi.
Dış politikaya ideolojik olarak bakılamayacağının sözlerine
ekleyen Çetin, Türkiye’de yaşanılan kutuplaşmaya dikkat çekerek,
ötekileşme sorunun tehlikeli olduğunu Osmanlı Devleti’nin
hoşgörü ile ayakta kaldığını ifade etti.
Ülkemizde 19. yy’ın ikinci yarısında başlayan ve 1. Dünya Savaşı
nedeniyle sekteye uğrayan, ancak her konuda önder olduğu
üzere Atatürk tarafından teşvik edilen kooperatifçilik konusunda
bir sunum gerçekleştiren Prof. Dr. Sayın Ziya Gökalp Mülayim
“Atatürk ve Kooperatifçilik” konulu konferansında Atatürk’ün
kooperatifçiliğe verdiği önemden bahsederek Atatürk’ün
bugünkü kooperatifçiliğin kurucusu olduğunu ifade etti.
10 Kasım Atatürk’ü Anma Etkinlikleri
1920 yılında meclisin kurulmasının ardından kooperatif başkanlığı
oluşturulması için Atatürk tarafından bir yasa tasarısının
hazırlatıldığını sözlerine ekleyen Mülayim, beş maddesi kabul
gören tasarıyla birlikte ülkedeki memurların ve özellikle
öğretmenlerin kooperatifçiliği öğrenmek ve öğretmekle yükümlü
kılındığını belirtti.
Atatürk’ün 1923’te yazdığı kitabında ülkemizde kooperatifçiliğin
gelişmesini ülkesini sevmekle eşdeğer tuttuğunu ve öğretmenlere
önemli görevler verdiğini ifade eden Mülayim, 1925’te Mustafa
Kemal’in bizzat bir kooperatifin kurucusu olduğunu belirti.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 71. Yıl Dönümünde
Atılım Üniversitesi tarafından düzenlenen törenle anıldı.
Atatürk’ün hayatının ve başarılarının anlatıldığı “Sarı Zeybek” film
Program Mühendislik Fakültesi Cevdet Kösemen Konferans
Salonu fuayesinde açılan “Atatürk Fotoğrafları” konulu sergisi ile
sona erdi.
4
Atatürk’ ün Ankara’ ya Gelişinin
90. Yılı Etkinlikleri
Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 90.
yıl dönümünde Atılım Üniversitesi
tarafından geniş kapsamlı bir
etkinlik düzenlendi.
“Atatürk ve Ankara” konulu
konferansı gerçekleştiren
Gazi
Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Mustafa Safran
Ankara’nın başkent olarak seçilme
nedenlerini sıralayarak, Cumhuriyet
döneminden
günümüze
dek
Türkiye’nin ve Ankara’nın gelişimini
anlattı.
Program sonrasında VEKAM
Derneği Başkanı Zeynep
Önen ve Ankara Kulübü
Derneği Başkanlarına Atılım
Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Abdurrahim Özgenoğlu
tarafından plaketleri takdim
edildi.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından sarsıntının
büyük olduğunu belirten Safran, Misak-ı Milli’nin sınırlarına
geçildiğinde kimlik krizi yaşandığını ifade ederek ulus devlet
kurulması sırasında yaşanan zorluklardan bahsetti.
ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan
Değişen Sistemi Anlattı…
Avrupa güçleri tarafından Türklerin batılılaşması ve
modernleşmesinin engellendiği kanısının yaygın olduğuna dikkat
çeken Safran, 1924 yılından günümüze dek batılıların Türkiye’ye
bakışlarının değişmediğini ve bazı gerçekleri görmezden
geldiklerini belirtti.
Atılım Üniversitesi tarafından 13 – 14
Aralık 2009 tarihlerinde Kızılcahamam
Patalya Termal Otel’de düzenlenen
ve ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal
Yarımağan’ın gerçekleştirdiği “Değişen
ÖSS Sistemi ve ÖSS 2010” konulu
konferansa Türkiye çapından yüze
yakın rehberlik öğretmeni katıldı.
Açılış konuşmasını yapan Atılım
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Abdurrahim Özgenoğlu katılımcılara
teşekkür ederek, yeni sistemin
anlaşılması amacıyla düzenlenen bu
programın önemine dikkat çekti ve
katkısı olan herkese teşekkür etti.
Konferansın ardından Üniversitemiz Endüstri Mühendisliği
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cenk Güray yönetiminde Atılım
Bağlama Topluluğu ve Solistleri Atatürk’ün sevdiği türküleri
seslendirdiler.
2010 ÖSS sistemi hakkında detaylı
bilgiler veren Prof. Dr. Ünal Yarımağan,
yeni sınav sisteminin kapsadığı alanlar
açısından 2009 yılındaki sınavdan
çok farklı olmayacağını, dolayısıyla
hazırlık aşamasında öğrencilerin çok
zorlanmayacağını ifade etti.
Konserin ardından VEKAM tarafından hazırlanan “Posta Pullarında
Başkent Ankara” konulu sergi ve Ankara Kulübü Derneği
tarafından gerçekleştirilen Ankara Yöresi oyunları öğrencilerden
büyük ilgi gördü.
5
Prof.Dr. Ünal Yarımağan
ÖSYM Başkanı
Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu
ATÜ Rektörü
Konferansın sonundaki soru cevap kısmında soruları yanıtlayan
Prof. Dr. Ünal Yarımağan, sorulan bir soru üzerine; ilk olarak
ABD’de başlanan çoktan seçmeli sınav sistemine artık sadece
ülkemizde devam edildiğini belirterek, öğrencilerin bilgi ve
yorumlarıyla yanıtlayacakları açık uçlu sınav sistemini de
önümüzdeki yıllarda uygulamaya koymayı planladıklarını belirtti.
Prof. Dr. Erman Tekkaya ve Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Bilgin Kaftanoğlu tarafından karşılanan Prof. Dr. Özcan,
Merkez’in kabiliyetleri ve teçhizatlar hakkında da yetkililerden bilgi
aldı.
Ülkemiz sanayine Ar-Ge desteği sunacak olan ve Türkiye’de ilk
kez kullanılacak olan teknik donanımı ve yaklaşık 4000 m2’lik
alanıyla dünya ve Avrupa’da benzerleri arasında ilk sıralarda yer
alan Merkez’in çalışma alanları da Prof. Dr. Erman Tekkaya’nın
gerçekleştirdiği bir sunumla aktarıldı.
Konferans sonrasında program,
Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Başkanı Yrd. Doç. Dr. Neşe Üner
Alkan tarafından “Mesleki Rehberlik:
Bütüncül Bir Yaklaşım” konulu
seminerin ilk bölümü ile devam etti.
14 Aralık 2009 Pazartesi günü II.
Bölümü gerçekleştirilen workshop
çalışmasının ardından program sona
erdi.
Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi, Türk metal sanayine,
bilgiye dayalı üretim teknolojisinin gerçekleştirilmesi, artı değeri
yüksek ürünlerin üretilmesi, yeni ve ileri malzemeler ile üretim
verimliliğinin arttırılması, mikro ve nano boyutlarda ürünlerin
geliştirilmesi ve inovasyon yeteneklerinin geliştirilmesi açısından
katkı sağlayacak. Merkez ayrıca, konuyla ilgili olarak daha önce
yurt dışında yaptırılan ve sonuçları sorgulanamayan analiz, deney
ve araştırmaların Ülkemizde gerçekleştirilerek, döviz kaybının
önlenmesine olanak tanıyacak.
Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme
Mükemmeliyet Merkezi’nin İlk Konuğu
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan
“2009 Yılı Sanat Eleştirmeni Onur Ödülü”
Mütevelli Heyet Üyesi
Sayın Erhan Karaesmen’in…
TÜYAP Kitap ve Sanat Fuarları çerçevesinde son dönemlerde
verilmekte dolan Kültür ve Sanat Ödülleri bilindiği gibi aydın
çevrelerde yerleşik bir saygınlığa sahip olmuştur.
Bu çerçevede “2009 Yılı Sanat Eleştirmeni Onur Ödülü”
Üniversitemiz Mütevelli Heyet Üyesi ve ODTÜ emekli öğretim
üyelerinden Sayın Erhan Karaesmen Hocamıza verilmiştir.
Pozitif bilimler rasyonelliği ile sanat kültür duyarlılığını kendi
kişiliğinde birleştirmiş olan Sayın Erhan Karaesmen, teknik
alanlar dışında, sosyo-politik konularda, plastik sanatlar ve
müzik ile ilgili değerlendirmelerde yoğun yayın faaliyetlerinde
bulunmaktadır.
Üniversite – Sanayi işbirliğine yeni bir boyut getiren ve Türkiye için
bir ilk niteliği taşıyan Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi,
15 Şubat 2010 Pazartesi günü 14.00’te YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf
Ziya Özcan tarafından ziyaret edildi.
İlk olarak Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim
Özgenoğlu’nu makamında ziyaret eden YÖK Başkanı daha
sonra Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’ne geçerek
incelemelerde bulundu.
Sayın Erhan Karaesmen Hocamızı, 2 Kasım 2009 Pazartesi
akşamı İstanbul’da özel bir törenle kendisine verilecek olan
“2009 Yılı Sanat Eleştirmeni Onur Ödülü” nedeniyle kutluyor ve
bu olaydan duyduğunu tahmin ettiğimiz zevki ve keyfi kendisi ile
paylaşıyoruz.
Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi’nde Merkez Başkanı
6
konulu münazarayı, David Boddington yönetiminde başarıyla
tamamladılar.
Hazırlık Okulu Münazaraları
Diğer üç münazaramızın yeri, tarihleri ve konuları şöyledir;
- 24.02.2010 Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu saat 14:30
“ Advertising is a Form of Cheating People”
( Reklam İnsanları Aldatma Yoludur )
- 03.03.2010 Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu 14:30
“ Women Make Better Bosses Than Men”
( Kadınlar Erkeklerden Daha iyi Patron olur )
- 10.03.2010 Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu 14:30
“ Special Places should be offered for smokers in Buildings”
( Sigara İçenlere Binalarda Özel Yerler Ayrılmalıdır )
İlgi duyan tüm Öğretim elemanlarını münazaraları izlemek üzere
aramızda görmek bizi mutlu edecektir.
Her Akademik Yıl Atılım Üniversitesi Hazırlık Okulumuz tarafından
A kuru öğrencileri arasında münazara etkinlikleri düzenlenmektedir.
Atılım Üniversitesi’nde
Bilim ve Kurgu Bir Araya Geldi
Münazaraların amacı öğrencilerin konuşma becerilerini arttırarak
topluluk önünde konuşma özgüvenini kazanmalarını sağlamak,
derslerde teorik olarak öğrendikleri bilgileri fonksiyonel olarak
kullanabilecekleri ders dışı ortamı yaratmak, grup çalışması disiplini edindirmek ,takım ve okul ruhu oluşturmaktır.
Atılım Üniversitesi Performans Yönetimi Uygulama ve Araştırma
Merkezi Başkanı Yrd. Doç. Dr. Erman Erkan ve Microsoft
arasında imzalanan Academik Alliance Programı çerçevesinde
ERP: Kurumsal Kaynak Planlama Dersi, Microsoft NAVISION
kullanılarak gerçekleştirilecek. OMNİ Teknoloji’nin desteği ile
yaklaşık altı ay süre ile karşılıklı iletişim ve etkileşim sonucunda
ortaya çıkan programdan yararlanacak olan öğrenciler, bu
alandaki önde gelen isimlerden biri olan Yrd. Doç. Dr. Erman
Erkan ve Microsoft Navision uzmanları ile birlikte belirlenen
senaryolar üzerinden iş hayatına hazırlanacak.
Münazaralar, Öğretmen Eğiticisi Tuba Aktaş, Öğretmen Eğiticisi
Aysel Sütçü ve Grup Başkanlarından birinden oluşan üç kişilik
jüri ile aşağıdaki kriterlere göre değerlendirilmektedir;
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Eleştirel düşünme becerileri
Mantık çerçevesinde ikna edici konuşabilme
Destekleyici kanıt sağlama
Karşı tarafın zayıflıklarını etkili bir şekilde ortaya koyma
Konuşma esnasındaki üslup
Diğer konuşmacıları saygı ile dinleme
Peşin yargılı olma
Konuşmacıların sözünü kesme
Dinlemeden itiraz etme
Yerinde ve uygun karşı atak geliştirme
Konuşma ve söz alma kural ve adabına uyma
Uygun ve yeterli içerikle özetleme
Atılım Üniversitesi Güneş Arabası Takımı
Yeni Yılın İlk Günlerinde Esenboğa
Havaalanı’ndaydı
2009 – 2010 Akademik Yılı münazara etkinliklerinin ilki 17.02.2010
tarihinde Turhan Çoruh Konferans salonunda A1 ve A2 grubu
öğrencileri arasında gerçekleştirildi.
TÜBİTAK tarafından alternatif enerji kaynakları konusunda
kamuoyunda
farkındalık
yaratmak,
alternatif
enerji
teknolojilerinin yaygın kullanımı için gerekli beyin gücü ve bilgi
birikiminin oluşmasını sağlamak, üniversite öğrencilerini teorik
bilgilerini takım çalışmasıyla başta güneş ve hidrojen olmak
üzere, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla çalışacak
ürünler ortaya koymaya özendirmek üzere düzenlenen TÜBİTAK
Formula-G Güneş Arabaları Yarışı’na iki araçla katılan Atılım
Solar Car Ekibi yeni yılın ilk günlerinde dış hatlar terminalinde
araçlarını sergiledi.
Grup koçları Oktay Aslan ve Eno Wilson tarafından çalıştırılıp
yönlendirilen öğrencilerimiz “Space Exploration is a Waste of
Time and Money (Uzay Araştırmaları Zaman ve Para Kaybıdır)”
7 – 8 – 9 Ocak 2010 tarihlerinde Esenboğa Havaalanı’nda Atılım
Sollar Ekibi’nin güneş enerjisi ile çalışan Hasat ve Melih Turgut
isimli iki aracı ziyaretçilere sunuldu.
7
İran’ın Nükleer Programı ve
Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri
Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından düzenlenen ve Bilkent
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Mustafa Kibaroğlu’nun
konuşmacı olarak katıldığı “İran’ın Nükleer Programı ve
Türkiye’nin Güvenliği’ne Etkileri” konulu konferans 15 Ekim 2009
tarihinde gerçekleştirildi.
İran’ın coğrafi, sosyolojik ve iktisadi yapısı konusunda bilgi veren
Kibaroğlu, İran’ın nükleer programının tarihine değindi. İkinci
Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından ortaya atılan Eisenhower
doktrini kapsamında ABD’nin İran’da nükleer teknolojiye dayalı
altyapıyı desteklediğini, 1972 yılında yayınlanan Nixon Doktrini ile
ABD’nin İran’a kapsamlı nükleer tesisler kurmayı öngördüğünü
ifade eden Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu, ABD’nin İran’ın nükleer
programına destek politikasının, 1979 yılında gerçekleşen İslam
Devrimi ile birlikte sona erdiği vurguladı. İran’ın 1980’lerde Çin
Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerden nükleer
çalışmalarına destek aramasına karşın beklediği yanıtları
alamadığını ifade etti. Kibaroğlu, İran’ın nükleer programı ile
ilgili olarak yaşanan krizin, Nükleer Silahların Yayılmasının
Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf olmasına rağmen, İran’ın
İsfihan yakınlarındaki Natanz’da uranyum zenginleştirme
tesislerini ve Arak’taki ağır su tesisini uzun yıllar Uluslararası
Atom Enerjisi Ajansı’na gerekli bildirimleri yapmadan inşa etmiş
olmasından kaynaklandığını ve Haziran 2005’te Ahmedinecad’ın
Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından İran’ın Batılı ülkelerle olan
ilişkilerinin daha da gerildiğini belirtti.
fından yürütülen programda, Eğlenceli Bilim Atölye Çalışmaları’yla
fen bilgisi öğretmeni ve eğitmenler eşliğinde yaş gruplarına
uygun projeler ve eğlenceli bilim deneyleri yaptırıldı.
Atılım Üniversitesi öğretim görevlisi tarafından yürütülen
Ebru Atölyesi Çalışması ve Tasarım Atölyesi Çalışması’nda da
çocukların yaratıcılıklarını geliştirecek projeler yaptırıldı.
Her gruba bir rehber ve bir eğitmenin eşlik ettiği programın
sonunda, yapılan çalışmalar 5 Şubat 2010 tarihinde Eğlenceli
Bilim Merkezi’nde velilerinde katıldığı mezuniyette sergilendi.
Üniversite Takımlarımız Katıldıkları
Turnuvalardan Şampiyonluklarla Döndü.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde düzenlenen basketbol
2.Lig Turnuvası’na 6 takım katıldı. Üniversitemizin dışında ev
sahibi Osmangazi Ünv, Afyon Kocatepe Ünv, Isparta Süleyman
Demirel Üniversitesi, Zonguldak Karaelmas Ünv, Bolu Abant
İzzet Baysal Ünv. turnuvaya katıldılar. Takımımız bütün maçlarını
kazanmayı başararak şampiyonayı 1.olarak tamamladı ve gelecek
1.ligde yarışmaya hak kazandı. Basketbolcularımız, gerek saha
içindeki üstün performansları gerekse saha dışındaki sportmen
davranışlarıyla Üniversitemizi en iyi şekilde temsil ettiler.
Kibaroğlu, İran nükleer programının Türkiye’nin güvenliği
açısından etkilerini de değerlendirerek, Türkiye ile İran arasındaki
dengelerin, İran’ın nükleer silah sahibi olması halinde İran lehine
bozulabileceğini ve bu durumun Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini
olumsuz yönde etkileyebileceğini vurguladı.
İlköğretim Okulu Öğrencileri Sömestr
Tatilinde Atılım Üniversitesi Eğlenceli Bilim
Merkezi’ndeydi
Sakarya’da düzenlenen 2.Lig Voleybol müsabakalarına
Üniversitemiz bayanlar ve erkekler kategorisinde katılan her iki
takımımız da 6’şar takımdan oluşan liglerde mücadele ettiler.
Geçtiğimiz sene kurduğumuz erkek takımımız, gücünün
üzerindeki takımlarla mücadele ederek şampiyonayı 5. olarak
tamamladılar.
Atılım Üniversitesi Eğlenceli Bilim Merkezi
tarafından düzenlenen ve ilköğretim okulu
öğrencilerinin sömestr tatillerini verimli
geçirmelerini amaçlayan Kış Bilim Parkı
2010 1-5 Şubat tarihlerinde Eğlenceli Bilim
Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Bayan voleybol takımımız turnuva boyunca üstün yarışma
performansı göstererek oynadığı 5 maçta sadece 1 set vererek
hak ettiği şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Voleybolcularımız,
gelecek sene erkeklerde 2.Lig, bayanlarda ise 1.Lig’de
müsabakalara katılarak üniversitemizi temsil edeceklerdir.
Sivil Girişim ve Gönüllü Çalışmalar
Koordinatörü Yrd.Doç.Dr. Hacer Erar tara-
8
TAKSAV (Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf)
tarafından “Yaşanılır Bir Dünya İçin Sanat” sloganıyla bu yıl 14.sü
düzenlenen festivalde dünyada ve Türkiye’de tiyatroya gönül
vermiş elli üç topluluk temsil verdi.
Öğrencimiz Nazif Berat
“Microsoft Partner” Seçildi
Atılım Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği öğrencilerimizden Nazif Berat,
Microsoft’un öğrencilere yönelik en
önemli programlarından biri olan
Microsoft Student Partner Programı’na
seçildi.
Atılım Üniversitesi İnşaat Mühendisliği öğrencisi Orhan Soylu’nun
yönetmenliğini üstlendiği “Bit Yeniği” adlı oyunda Tiyatro Topluluğu
üyesi 13 öğrenci yer alıyor. Her yıl bahar aylarında yeni oyunlarıyla
perdelerini açan topluluk, Atılım Üniversitesi mensupları dışında,
tüm tiyatro severlerle buluşuyor.
Bilgisayar bilimleri ve bilişim teknolojileri
alanlarında eğitim gören ve pazarlama
konusunda becerilerini geliştirmek
isteyen yetenekli öğrencilerin ortaya çıkarılmasını amaçlayan
Microsoft Student Partner Programı’na her yıl yüzlerce öğrenci
müracaat ediyor.
3T’09 Metal İşleme, Kalıp ve Otomasyon
Teknolojileri Fuarı
Avrupa Birliği Projelerinde ve yurt dışındaki birçok etkinlikte aktif
olarak yer alan Nazif Berat , aynı zamanda Marro.ws Türkiye
Üniversite İlişkileri Yöneticisi olarak görev yapıyor. Amerika’da
Urnius Üniversitesinde derslere konu olan ve sadece dört ay önce
çalışmalarına başlanan Marrow.ws projesi ile Delicious benzeri
bir online saklama ortamı oluşturulması amaçlanıyor. Marrow.
ws projesi ile kişilerin ilgilendikleri linkler yanında, masaüstünde
saklanmak istenen bilgiler ve notların da kaybolmadan kolaylıkla
saklanabilmesine çalışılıyor.
Atılım Üniversitesi Öğrencileri
“Yaşanılır Bir Dünya İçin Sanat” Yapıyor.
Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi
3-6 Aralık 2009 tarihlerinde İzmir Kültürpark’da gerçekleştirilen
8. Uluslararası Metal İşleme Kalıp ve Otomasyon Teknolojileri
Fuarına katıldı.
KOSGEB, Madeni Eşya Odaları, Ticaret ve Sanayi Odası işbirliğiyle
Türkiye’nin farklı bölgelerinden (Konya, Gaziantep, Balıkesir,
Adana, Eskişehir, Ankara, Denizli, Aydın ve Uşak) sanayicilerin
ziyaret ettiği 3T Fuarı’nda metal işlemede talaşlı imalat makineleri,
sac işleme makineleri, yüzey işleme makineleri, metal işleme
presleri, kaynak makineleri, elektrik motorları, kesici ve tutucu
takımlar, hırdavat ve ev aletleri, boya ve ısıl işlem fırınları ve
endüstriyel otomasyon ürünleri sergilendi.
Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet
Merkezi’nin sanayiciler ve iş adamları tarafından yoğun ilgi
gördüğü fuarda merkezin kabiliyetleri ve çalışma alanları
hakkında Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilgin
Kaftanoğlu, Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Besim Baranoğlu ve
Araştırma Görevlisi Burcu Anık tarafından standımızı ziyaret eden
çok sayıda firma yetkilisine bilgiler verildi.
Atılım Üniversitesi Tiyatro Topluluğu, geçtiğimiz yıl Resimli
Osmanlı Tarihi adlı oyunla katıldığı Uluslararası Ankara Tiyatro
Festivali kapsamında bu yıl Bit Yeniği oyunla 23 Kasım 2009
Pazartesi akşamı saat 20:00’de Akün Sahnesinde yeniden
seyircileriyle bir araya geldi.
9
Bolu Gezisi
Abant’a doğru yola çıkıyoruz. Abant yağan karla çok güzel. 1
saat sonra ikinci mangal partimiz için dağılıyoruz. Karın üzerinde
voleybol oynayanlar, kartopu oynayanlar, gölün etrafında
gezenler, her şey güzel. Abant’ta fazlasıyla yağmur olmasına
rağmen bizim keyfimiz yerinde. Bu arada Mustafa hocamızın
bizler için düzenlemiş olduğu türküler ve oyun havaları eşliğinde
herkes çok eğlendi. Bu eğlence Boluyla sınırlı kalmayıp, BoluAnkara arasında otobüs yolculuğumuzda da devam etti. Atılım
Üniversitesi çalışanları olarak tanıdığımız ama yakın olarak
görüşemediğimiz arkadaşlarımızla da bolca sohbet imkanını da
elde etmiş olduk. Başta Kültür Müdürümüz Mustafa Kömürcü
olmak üzere emeği geçen herkese ve arkadaşlarıma kendi
adıma ve geziye katılan tüm arkadaşlar adına çok teşekkür eder,
devamını beklediğimizi de belirtmek isterim.
Ayşegül Özeke
ATÜ Personeli
Arkamızda Ankara’nın yüzümüze esen hafif rüzgarıyla Bolu
yolculuğumuz sabahın erken saatinde başlıyor. 3 saat süren
eğlenceli, keyifli ve bol müzikli bir yolculuktan sonra Gölcük’e
ulaşıyoruz. Daha otobüsten inmeden havanın soğuk ve rüzgarlı
olduğu fikri akıllarımızda gezinmesine rağmen inmek için herkes
çok hevesli.
Gölcük tam bir doğa harikası.
Yeşil doğa ve buzlanmış göl
alabildiğine bizi içine çekiyor.
Biz tüm ekip mangal için bir
grup oluşturuyoruz. Sucuk
doğrayanlar, mangalı yakmaya
çalışanlar, çay demleyenler,
kahvaltı hazırlayanlar ve bu
tatlı telaşlı ortamı fotoğraflamaya çalışanlar. Bu güzel kahvaltıdan
sonra hep beraber gölcük etrafında yürüyüşe çıkıyoruz. İnsan bu
doğa karşısında attığı her adımı resimlendirmek istiyor, bizde
öyle yapıyoruz ve her kareyi görüntülüyoruz. Artık Gölcük’ten
ayrılmak zorundayız.
Doğan Cüceloğlu
Sağlıklı İletişimin Yollarını Anlattı
İletişim Psikolojisi Uzmanı Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu Atılım
Üniversitesi İnsan Kaynakları Koordinatörlüğü’nün düzenlediği
bir organizasyonla Atılım Üniversitesi çalışanları ile bir araya
geldi.
10
“Etkili ve Verimli Bir Yaşam İçin İletişim Yolları” konulu bir seminer
veren Cüceloğlu, ilk olarak kendi özgeçmişini izleyenlerle
paylaşarak psikoloji alanını hangi nedenlerle tercih ettiğini anlattı
ve bu konuda hizmet vermekten mutlu duyduğunu belirtti.
‘Metal Şekillendirme’ ve ‘Hafif Yapılar’ konusunda dünyanın
önde gelen araştırma merkezlerinden birinin başında olan Prof.
Dr. A. Erman Tekkaya, Atılım Üniversitesi’nde hizmete giren
Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi ile bu çalışmaların
ülkemizde de yapılacağını kaydetti. Tekkaya, Merkezde
gerçekleştirilecek deney ve Ar-Ge çalışmalarıyla; bilimsel
verilerin teknoloji ve endüstriye aktarılması, öğrencilerin okurken
projelerde yer alarak deneyim kazanmaları ve sektörel bağlantılar
kurabilmeleri gibi birçok fonksiyonun bir arada yürüteceğini,
ekonomik değer yanında beyin göçünün önüne geçilebilmesi
açısından da önemli katkılar sağlanacağını kaydetti.
İnsanların donanımları açısından mükemmel bir yapıya sahip
olduklarını ifade eden Cüceloğlu, “İnsan olmak demek merak
etmek demektir” dedi. İnsanların yapıları gereği yaşamları
boyunca belirsizlikten rahatsızlık duyduklarını ve belirli hale
getirmek için uğraştıklarını sözlerine ekleyen Cüceloğlu, ilişkiler
kurarak merak ettikleri şeylere anlam vermeye çalıştıklarını
belirtti.
Yaşamın formülünü; zeminden bakarak algılamak, davranışa
dönüştürerek sonuçlandırmak olarak ifade eden Cüceloğlu,
zeminin algılamayı belirlediğini ve tepkilerin zeminin farkında
olunmadan verildiğini ifade etti.
Büyük Kolej Eğitim Fuarı
Konuşmasında sosyal hayatta ve aile ilişkilerinde benimsenen
iletişim biçimleri ile ilgili örneklerde veren Cüceloğlu, sen, ben ve
biz ilişkilerinin “kim güçlü” esasına dayandığını belirtti.
Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Erman Tekkaya Alman Bilimler
Akademisi’nin İlk ve Tek Türk Üyesi Oldu
Atılım Üniversitesi öğretim üyesi ve Metal
Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi
Başkanı Prof. Dr. A. Erman Tekkaya, Alman
Teknik Bilimler Akademisi’ne (acatech)
seçilen ilk Türk üye oldu. Acatech’in
politikaya ve topluma önerilerde
bulunmak, sanayiye bilgi transfer etmek,
genç bilim insanların yetişmesine katkıda
bulunmak ve uygulamalı bilimlerin ulusal
ve uluslararası sesi olmak hedefleri vardır.
Acatech üyelerini yüksek bilimsel repütasyonları ve bilimsel
katkıları nedeniyle seçmektedir.
Büyük Kolej tarafından bu yıl 6. sı düzenlenen Ankara ve Ankara
dışından çok sayıda üniversitenin katılımcı olduğu ‘Üniversite
Tanıtım Fuarı’ 11 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirildi.
Özel Büyük Kolej öğrencilerinin yanı sıra Ankara’daki çok sayıda
okuldan öğrenci ve rehber öğretmenlerin ziyaret ettiği fuarda
katılımcılara Üniversitemiz fakülte ve bölümleri hakkında bilgi
verildi.
Atılım Üniversitesi Üretim Mühendisliği Bölümü altında DPT
desteği ile yakında faaliyete geçecek olan ve kendi alanında
ülkemizin ilk merkezi durumundaki Metal Şekillendirme
Mükemmeliyet Merkezi’nin başkanlığını yürütmekte olan
Prof. Dr. A. Erman Tekkaya, aynı zamanda Almanya’nın üretim
mühendisliği konusunda en iyi dört araştırma üniversitesinden
biri olan Dortmund Teknik Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği
Fakültesi Metal Şekillendirme ve Hafif Yapılar Enstitüsü ve
Kürsüsü Başkanlığını da yürütüyor. Prof. Dr. A. Erman Tekkaya’nın
yönetimindeki Enstitü halen Almanya’nın en fazla Ar-Ge projesi
yürütülen araştırma gruplarından biri durumundadır.
“Kalbiniz ve Sağlıklı Yaşamın Sırları”
Konulu Konferans
Atılım Üniversitesi Matematik Bölümü tarafından düzenlenen
Prof. Dr. Timur Timurkaynak’ın konuşmacı olduğu “Kalbiniz
ve Sağlıklı Yaşamın Sırları” konulu konferans 11 Kasım 2009
tarihinde Cengiz Yenerim Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
11
tedhiş sürecinin de gözler önüne serildiği Doç.Dr. Ulvi Keser’e
ait Kıbrıs arşivi ve koleksiyonundan derlenen “1955-1974 Kıbrıs
Türk Mücadele Tarihi” ve “Kıbrıs’ta Posta Faaliyetlerinde Rum
Propagandası” başlıklı iki ayrı koleksiyondan oluşan bir sergi
Rektörlük fuaye alanında açıldı. Serginin açılışıyla ilgili olarak
PTT Genel Müdürlüğü tarafından 9 Kasım 2009 tarihinde Atılım
Üniversitesi Yerleşkesi’nde sadece bir güne mahsus olmak
üzere geçici PTT şubesi açılarak ve sergiyle ilgili olarak “1. Atılım
Üniversitesi Kıbrıs Sergisi 9 Kasım 2009” ibareli özel gün damgası
uygulaması yapıldı.
Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi
Subconist Yan Sanayi Fuarı’ndaydı
Prof. Dr. Timur Timurkaynak konuşmasında sağlıklı yaşamın
önemini anlatarak, genç yaşta bunun farkında olunmasının
önemine dikkat çekti.
Sigara, tansiyon, obezite, kolesterol, hareketsiz yaşam, aile
hikayesi gibi risklerin kalp sağlığını tehdit ettiğini belirten
Timurkaynak, kalıtımsal nedenler dışındaki diğer etkenleri
yaşama biçimiyle büyük ölçüde değiştirebileceğini ifade etti.
Kalp, inme, kanser gibi hastalıkların en fazla ölüm nedeni
olduğuna dikkat çeken Timurkaynak, kişilerin tansiyon,
kolesterol, beden kitle endeksi gibi kişisel sağlık değerlerini
öğrenmeleri gerektiğini belirtti.
Yemeklerde tuzun az kullanılması, yürüyüş ve egzersiz yapılması
ve kilonun kontrol edilmesiyle risklerin en aza indirilebileceğini
ifade eden Timurkaynak, hastaların internet ve TV’deki bilgi
kirliliği nedeniyle yanlış yönlendirildiklerini belirterek, her hastalık
için hekime başvurulması ve önerilen ilaçların kullanılması
gerektiğinin altını çizdi.
Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi
Türkiye’nin tek ve ilk endüstri yan sanayi fuarı olma özelliğini
taşıyan ve bu yıl 8. düzenlenen SUBCONİST Uluslararası Yan
Sanayi Fuarı’na katıldı.
I. Atılım Üniversitesi Kıbrıs Sergisi
21 -24 Ocak 2010 tarihlerinde İstanbul CNR Expo Center’da
düzenlenen ve sektörün önde gelen firmalarının yer aldığı fuarda
Metal Şekillendirme ve Mükemmeliyet Merkezi sanayicilerin
ve firma yetkililerinin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Üretim alanında
sanayicilerle işbirliği yapılması ve destek verilmesinin amaçlandığı
Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi
hakkında Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilgin
Kaftanoğlu, Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Besim Baranoğlu ve
Araştırma Görevlisi Burcu Anık tarafından ziyaretçilere bilgi
verildi.
Ayrıca katılımcı firmaların stantlarını da ziyaret eden
Kaftanoğlu, merkez çalışma alanları ve kabiliyetleri hakkında
sektör yetkilileriyle görüşerek işbirliği alanları hakkında
bilgilendirmelerde bulundu.
1. Ulusal Kıbrıs Sempozyumu kapsamında Kıbrıs’ta özellikle
1 Nisan 1955 tarihinden itibaren EOKA tarafından yaratılan
12
WIN-World of Industry 2010 Fuarı
Atılım Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi
4-7 Şubat 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen Türkiye ve Avrasya
Bölgesi imalat endüstrisinin en önemli fuarı olan
WIN-World
of Industry 2010’un 1. fazına katıldı.
Üniversitemiz Tiyatro Kulübü öğrencileriyle de tiyatro üzerine
sohbet etti.
Sahnedeki enerjisiyle, mesleğine saygı ve işine adanmışlık
konusunda genç nesillere örnek olan Yıldız Kenter, 23 Ocak 2010
Cumartesi akşamı Rektör Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’nun
da izlediği muhteşem performansıyla Şinasi Sahnesi’ni dolduran
seyirciler tarafından dakikalarca ayakta alkışlandı. Kendi hayatını
anımsatan bir öyküyü canlandırdığı başarılı oyunun sonrasında,
Atılım Üniversitesi Tiyatro Kulübü Başkanı Serhat Akgün ve
Yönetmeni Orhan Soylu’yu kulisinde kabul etti.
TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen. yurt içi ve yurt
dışından onbinlerce kişinin ziyaret ettiği fuarda üretici tedarikçi ve
kullanıcı sanayiciler bir araya geldi.
MACHINERY’10 (15. Makina İmalatı ve Metal İşleme Teknolojileri
Fuarı), WELDING’10 (10. Birleştirme, Kaynak ve Kesme
Teknolojileri Fuarı), SURFACE TREATMENT’10 (4. Yüzey İşlem
Teknolojileri Fuarı) ve MATERIALS HANDLlNG’10 (9. Taşıma,
Depolama, İstifleme ve Lojistik Fuarı) katılımcılarının yer aldığı
fuarda Üretim Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilgin
Kaftanoğlu iki ayrı konferans verdi.
Atılım Üniversitesi olarak; Değerli Sanatçı Yıldız Kenter’e her
oyunu gibi, bundan sonraki oyunlarında da başarılar diliyor,
kendisini daha uzun seneler sahnelerde görme dileklerimizi
iletiyoruz.
İlk olarak 6 Şubat’ta gerçekleştirilen “Makine İmalat Sanayisi’nde
Gelecek Projeksiyonları” konulu panele konuşmacı olarak katılan
Kaftanoğlu, “Sektörel Eğitim Hangi Seviyede” konulu sunumu
gerçekleştirdi. 7 Şubat’ta düzenlenen konferansta ise “Türkiye’de
Metal Şekillendirme Alanında Ar-Ge” konulu sunumu ile Atılım
Üniversitesi Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi çalışma
alanları ve kabiliyetleri hakkında bilgiler verdi.
Tiyatro’nun Kraliçesi Üniversitemizdeydi
Türk Tiyatrosu denilince akla gelen en büyük oyunculardan
biri olan Yıldız Kenter, 22 Ocak 2010 Cuma günü Atılım
Üniversitesi’ndeydi. Yeni sezonda sahnelediği, Üniversitemizin
de sponsor olduğu “Kraliçe Lear” isimli iki kişilik oyunuyla
21-24 Ocak 2010 tarihlerinde Ankara Şinasi Sahnesinde Ankaralı
seyircilerle buluşan ve okulumuzu ziyaret eden Usta Oyuncu,
13
Sokullu Lisesi Öğrencileriyle
Atölye Çalışması Yapıldı
Halkla İlişkiler Müdürlüğünce fakülte ve bölümler hakkında
bilgilendirme yapılırken Üniversitemizin öğrencilerine sunduğu
olanaklar aday öğrencilere aktarıldı.
23 Aralık 2009, Çarşamba günü
Eğlenceli Bilim Merkezi’nde Ankara
Sokullu
Lisesi
öğrencileriyle
“Üretim
Mühendisliği
Atölye
Çalışması” gerçekleştirildi.
Sanat ve Turizm Konulu Konferans
Üretim Mühendisliği Bölümü ve
Eğlenceli Bilim Merkezi işbirliğiyle
yapılan
atölye
çalışmaları
kapsamında Yrd. Doç Dr. Merih
Şengönül
tarafından
verilen
konferansta
Üniversitemiz
Üretim Mühendisliği Bölümü
çalışma alanları ve faaliyetleri
hakkında bilgiler verildi. Üretim
teknolojilerine
ilişkin
video
gösteriminin de yapıldığı konferans
sonrasında öğrenciler Eğlenceli
Bilim Merkezinde kurulan atölyede
bizmut ve kalay alaşımı eriterek
madalyon dökümü yaptılar.
Turizm İsletmeciliği Bölümü tarafından 2009-2010 Akademik Yılı
Güz Etkinlikleri kapsamında düzenlenen AFSAD Yönetim Kurulu
Üyesi Sn. Eda Arısoy’un konuşmacı olduğu “Sanat ve Turizm”
konulu konferans 10 Kasım 2009 tarihinde gerçekleştirildi.
Eda Arısoy sunumunda, öncelikle sanat ve kültür kavramları
üzerinde açıklamalar yaparak, sanatın bir ulusun kültüründen
doğacağını belirtti ve sanat-turizm işbirliğinin bir ülkenin tanıtımı
acısından önemli olduğunu vurguladı.
TED Ankara Koleji 6. Üniversite Tanıtım Fuarı
TED Ankara Koleji tarafından bu yıl 6. sı düzenlenen Tanıtım Fuarı,
25 Aralık 2009 Cuma günü Lise binası içerisinde bulunan “Kolej
Sokağı”nda gerçekleştirildi.
Antalya’da düzenlenen Kumdan Heykeller çalışmasından örnekler
veren Arısoy, fotoğrafçılık ve sinema gibi sanat dallarının turizmle
entegrasyonuna turizm profesyonelleri ve eğitimcilerinin gerekli
önemi vermesi gerektiğinin de altını çizdi.
Türkiye genelinden 22 devlet ve vakıf üniversitesinin katılımcı
olduğu fuarda Atılım Üniversitesi de standı ile yer aldı. Öğrencilerin
ve velilerin yoğun ilgisinin olduğu Atılım Üniversitesi standında
Eda Arısoy, son olarak turizmin sanatla yoğrulmasıyla birlikte
bir ülkenin kültürünün tam anlamıyla daha geniş kitlelere
aktarılabileceğini ifade etti.
14
Konferans sonunda teşekkür konuşması yapan Bölüm Başkan
Yardımcısı Dr. Gonca Güzel Şahin, konferansın 10 Kasım tarihinde
organize edilmesiyle sanatın önemini defalarca vurgulayan
Büyük Önder Atatürk’ün anılması yönünden önemli olduğunu
vurgulayarak, Sn Eda Arısoy’a günün anısına bir teşekkür plaketi
sundu.
Organizasyonumuza Rektör Yardımcımız, Genel Sekreterimiz ve
Uzaktan Eğitim Koordinatörü’nün yanı sıra Turizm ve konaklama
işletmeciliği, Bilgisayar Programcılığı ve e-MBA yüksek
lisans programlarında ders veren ve kitap hazırlayan öğretim
görevlilerimizde katıldı. Bilişim Servisleri ve Teknolojileri Müdürü
İlker Bay tarafından öğrencilerimize gelecek dönemde sesli ve
görüntülü eğitime geçiş ve planlanan diğer projeler hakkında
bilgiler verildi.
Uzaktan Eğitim öğrenci ve öğretim görevlileri
Kuşkonmaz Restaurant’da buluştu.
İki ön lisans ve bir yüksek lisans olmak üzere toplam 102 öğrencisi
bulunan Uzaktan Eğitim Koordinatörlüğünce düzenlenen
Tanışma Kokteyli’nin öğrenci ve öğretim görevlilerimizi sanal
ortam dışında bir araya getirmek amacıyla her yıl yapılması
planlanmaktadır.
Uzaktan Eğitim Programları
ile online 7/24 eğitim alan
öğrenciler ve akademisyenler,
Atılım Üniversitesi Uzaktan
Eğitim
Koordinatörlüğü
tarafından
Üniversitemizde
bulunan
Kuşkonmaz
Restaurant’da
düzenlenen
kokteylde bir araya geldi. 09-10
Ocak 2010’da yapılacak olan final
sınavları öncesi 08 Ocak 2010
Cuma günü gerçekleştirilen
Uzaktan Eğitim Kokteyli‘nde
sistem tüm ayrıntıları ile ele
alındı.
Turizm İşletmeciliği Bölümü Öğrencileri
Ünlü Gurmelerle Biraraya Geldi
40’a yakın öğrenci ve akademisyenin katıldığı tanışma kokteyli
Üniversitemiz Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İsmail Bircan’ın açılış
konuşması ile başladı. Kokteyl, Üniversitemiz Genel Sekreteri
Aziz Şeren, Uzaktan Eğitim Akademik ve Teknik Koordinatörü
Özalp Tozan, Meslek Yüksek Okulu Müdürü Gül Güneş, Yabancı
Diller Bölümü Başkanı Feride Güven, Mine Bellikli ve Uzaktan
Eğitim Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Yazıcı’nın konuşmaları
ile devam etti. Öğrencilere Üniversitemiz ve Uzaktan Eğitim
sistemi hakkında bilgiler verildi. Söz sırası öğrencilere geldiğinde
ise; dönem sonu sınavları öncesinde okulda bir hafta örgün
eğitim verilmesi isteğinde bulundular.
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü
öğrencileri, 11 Aralık Cuma günü, dünyanın en prestijli ve en eski
gurme derneklerinden biri olan “Chain Des Rotisseurs”ın “yılbaşı”
konulu çok özel bir gecesinde görev aldılar.
Neva Palas Oteli’nde gerçekleştirilen, Türkiye’den 70 ünlü gurme
konuğun katıldığı organizasyon öncesinde öğrenciler, sektörün
tanınmış isimlerinden şarap ve servis eğitimleri alarak bu çok
özel geceye hazırlandılar. Gece için otelin ziyafet salonu yılbaşı
konseptiyle süslendi ve masalarda bu konsepte uygun çok özel
servis takımları kullanıldı.
Türkiye’nin ünlü aşçılarının hazırladığı, birbirinden lezzetli ve farklı
özel bir gurme menünün sunulduğu organizasyon gecesinde
gösterdikleri olağanüstü performans ile takdirleri toplayan
öğrencilerimiz, çok yakın bir zamanda bu organizasyona ait
uluslararası serfitikalarını da alacaklar.
15
Educaturk Eğitim Fuarı
Atılım’da Şiir Dinletisi
Üniversitemizde yeni kurulan ve akademik danışmanlığını Atılım
Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hayal Zülfikar’ın yaptığı
Atılım Şiir İlgi Grubu şiir dinletisi ile yapacağı etkinliklerin startını
verdi.
Aşk şiirlerinden oluşan şiir dinletisinde Cansu Erenler, Nilkan Er,
Hakkı Koyuncu, Uğur Ali Akgün ve Ali Can Gözcü’nün okudukları
şiirler yer aldı.
Boyut Fuarcılık tarafından düzenlenen Educaturk Eğitim Fuarı
25-28 Şubat 2010 tarihleri arasında İstanbul Lütfü Kırdar Kongre
ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi.
Devlet ve vakıf olmak üzere otuz yedi üniversite ve iki meslek
yüksek okulunun katıldığı fuarda, yurt dışından da yirmi iki
üniversite ve yedi uluslararası yükseköğretim danışmanlık
kurumu yer aldı.
Sunuculuğunu İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi Nilkan
Er’in yaptığı dinleti de; Hakkı Koyuncu kendi yazdığı Yüreğim adlı
şiirle, Uğur Ali Akgün Nazım Hikmet’ten Ne Güzel Şey Hatırlamak
Seni ve Can Yücel’den Farkında Olmalı İnsan adlı şiirlerle, Cansu
Erenler Anabelli ve Can Yücel’den Eğer adlı şiirlerle, Ali Can Gözcü
Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait Ben Eylül Sen Haziran ve kendi yazmış
olduğu Sükutu Bekleyiş adlı Şiirlerini seslendirdi.
Üniversiteye hazırlanan öğrencilerin üniversiteler hakkında bilgi
edinme imkanı buldukları fuarda Atılım Üniversitesi standı da
öğrenci öğretmen ve velilerin uğrak noktası oldu. Ziyaret eden
katılımcılara üniversitemiz fakülte ve bölümleri hakkında bilgiler
verildi.
Atılım Şiir İlgi Grubu’nun düzenlediği programlar 12 Mart
Mehmet Akif Ersoy’u anma programı kapsamında, Mehmet
Akif Şiirlerinden oluşan dinleti ve Yrd. Doç. Dr. Hayal Zülfikar’ın
“Mehmet akif Ersoy’un Şiirlerinde Konu ve Kelime Zenginliği”
konferansı ile devam edecek.
Fuar programı çerçevesinde yapılan, okul ve dershanelerde
verilen konferanslarda çok sayıda öğrenci ve rehber öğretmene
ulaşıldı. Prof. Dr. İsmail Bircan tarafından Vefa Lisesi’nde verilen
konferansta “Dünyada ve Türkiye’de Gelişmeler Yeni Meslekler
ve İstihdam” konulu konferans gerçekleştirildi.
Avusturya Büyükelçisi’nden
Üniversitemize Ziyaret
Atılım Üniversitesi’nin ev sahipliğinde, Avusturyalı sanatçı
Doris Bandera’nın “Geçmişten Günümüze İznik Çinileri Sergisi”
Avusturya Büyükelçiliği ve Gazi Üniversitesi İşbirliğiyle
düzenlenen bir dizi etkinlikle izleyiciyle buluşacak.
Mühendislik Fakültesi Üretim Mühendisliği Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Besim Baranoğlu ve İşletme Fakültesi Siyaset
Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr.
Anıl Çekiç tarafından Kadıköy Fen Lisesi, Akasya Koleji, Şişli
Anadolu Lisesi, Fen Bilimleri Dershanesi’nde eş zamanlı verilen
konferanslarda ise fakülte ve bölümlerin eğitim alanları ve
istihdam olanakları hakkında bilgiler verildi.
Bu kapsamda Avusturya Büyükelçisi Heidemaria Gürer,
11 Şubat 2010 tarihinde Üniversitemiz Rektörü Prof.Dr.
Abdurrahim Özgenoğlu’nu makamında ziyaret etti.
16
Ayda Ajans tarafından Ankara The Plaza Otel’de düzenlenen
defilede Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık
Fakültesi öğrencilerinin tasarımları da yer aldı.
İlk kez Asya’daki Hunlar, Karahanlılar, Uygurlar, Gazneliler
dönemine ait yapılarda görülmeye başlanan, Büyük
Selçuklular’ın ardından Anadolu Selçukluları döneminde
gelişerek devam eden ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla en
yetkin düzeyine ulaşan Türk kültüründe bin yılı aşkın bir geçmişe
sahip olan çini süsleme geleneği; natüralist bir anlayışla
çizilmiş açmış bahar ağaçları, asmalar, üzüm salkımları, lale,
sümbül, karanfil, gül, zambak, nergis, lale, zerrin çiçeği motifleri
ile geçmişten günümüze İznik Çinileri, Avusturyalı sanatçı
Doris Bandera’nın minimalize edilmiş geometrik desenleri,
doğal materyallerle oluşturulmuş düzenlemeleriyle izleyiciyle
buluşacak.
Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü öğrencilerinden Serdar Savaş,
Bahar Demir, Samira Malikova, Gülçin Hağur, Nazlıgül Tıraş,
Büşra Bulut ve Merve Karagöz’ün Öğretim Görevlisi Dr. Hatice
Banu Gürcüm önderliğinde hazırladığı tasarımlar izleyenlerden
büyük alkış aldı.
Yüksel Ak ve Ece Gürsel başta olmak üzere toplam 16 modelin
yer aldığı organizasyonda, Abdullah Öztoprak, World Wella Paris
gibi başarılı markalarla tasarımları aynı podyumda sergilenen
öğrenciler “3. sınıf öğrencisi olarak tasarım hayatımızın
başlangıcını böyle bir organizasyonda yapmak çok heyecan verici.
Bir sonraki defileyi iple çekiyoruz çünkü artık daha tecrübeli ve
bilgiliyiz’’ diyerek mutluluklarını dile getirdiler.
Atılım Üniversitesi ev sahipliğinde, Avusturya Büyükelçiliği ve
Gazi Üniversitesi İşbirliğiyle workshop çalışmaları ve “Geçmişten
Geleceğe İznik Çinileri” adlı iki sergi düzenlenecek.
Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü
Öğrencilerinden Alkışlanan Defile
Defile sonrasında podyuma davet edilen Dr. Banu Hatice Gürcüm
ve öğrenciler plaketlerini aldıktan sonra Atılım Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Abdürrahim Özgenoğlu tarafından tebrik
edildiler.
17
DOSYA
Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma
ÜÇÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELERE
NEDEN GELİNDİ?
Sanayi ile İlişki, Hesap Verebilirlik... vb. ( Eve, 2010) Bu sözcükler
önemli ölçüde yeni yönetim anlayışının da favorileridir. Çünkü
aşağıda söz edileceği gibi bütün bu gelişmeler küreselleşmeden
sonraki “Yeni Dünya” düzeniyle ilgilidir.
Önce Üçüncü Kuşak Üniversite’yi tipik özellikleriyle tanımlayacak
olursak şu karakteristik özellikler sıralanabilir: Araştırmaya
Öncelik, Disiplinlerüstü Etkinlik, Uluslararası Rekabet, Yaratıcılık
ve Tasarımın Teşviki, Kosmopolit Örgütlenme, Endüstri ile
İşbirliği, (Wissema, 2009,41 vd.) Ortaçağ Üniversitelerine Birinci
Kuşak, Humbolt Üniversite Modeli’ne İkinci Kuşak Üniversite
dersek, Dünyayı Üçüncü Kuşak Üniversite’ye getiren faktörler
şöyle sıralanabilir:
Prof.Dr. Halil İbrahim Ülker
Atılım Üniversitesi
İşletme Fakültesi Dekanı
Sosyal kurumların, toplumsal dönüşümle eşyönlü olarak sürekli
değişmesi olağandır. Hiçbir kurum bu sürecin dışında kalamaz.
Gerçi bazı kurumlar toplumu kısmen muhafaza etmek üzere
kurgulanmıştır. ( Hukuk, Din, Kolluk, vb) Ama anları değişimden
paylarını almamaları mümkün değildir. Özellikle de eğitim,
değişim süreciyle daha yakın ilişkidedir. Eğitimin bir yandan
toplumun değişen taleplerine uygun hizmet sunmak, diğer
yandan, toplumu geliştirmek ve değiştirmek gibi bir çabası
vardır. Eğitim kurumları farklı toplumlarda farklı biçimlerde
karşımıza çıksa bile eğitim kademelerinin görevleri aşağı yukarı
standartlaşmıştır. İlköğretim temel yaşam becerilerini ve ulusal
değerleri kazandırır. Ortaöğretim hayata ve yükseköğretime
hazırlar. Yükseköğretim ağırlıklı olarak evrensel bilgilerle
uzmanlık ve meslek kazandırır.
1. Öğrenci sayısındaki artış ve buna bağlı olarak eğitim/
öğretimdeki nitelik kaybı
2. Küreselleşme ve (ekonomik-sosyal-kültürel) sonuçları
3. Disiplinlerarası çalışma prensiplerini benimseme
4. Araştırmaların önem kazanması ve olağanüstü maliyet artışları
5. Ekonominin ve kazancın öne çıkması
6. Endüstri ile zorunlu işbirliği ve kurumsal dışa açılma ( Açık
sistem olarak çalışma)
7. Olağanı tekrar etmek yerine girişimciliğin ve yaratıcılığın
önem kazanması
8. Profesyonel yönetimin benimsenmesi ( Wissema,2009,2129)
Tarihi ve toplumsal birer kurum ve özel amaçlı birer örgütlenme
birimi olan üniversiteler, ait oldukları ve belli bir üretim biçiminin
şekillendirdiği toplumsal formasyonların gelişim süreci dışında
anlaşılamazlar. Bu demektir ki toplumsal formasyonlar,
üniversitelerin ortaya çıktıkları zaman diliminden itibaren nasıl
kapitalist üretim biçimine evrilmişlerse, üniversiteler de buna
paralel bir süreç içinde gelişmişlerdir. (Timur, 2000,15)
Yukarıda anılan değişiklikler son otuz yılın ürünüdürler. Klasik
anlamda işlevleri, “gerçeği araştırmak ve yaymak” olarak ele
alınan, ancak bugün araştırmalar yoluyla bilgi üretme, eğitimöğretim ve diğer etkinliklerle ürettiği bilgiyi yayma işlevlerinin
yanı sıra, toplumun her kesimini “özellikle unutulan kesimlerini”
kavrama onların sorunlarını ifade etme, beklentilerine yanıt verme,
teknolojik ilerlemelerin sanayiye uygulanmasını sağlayarak
gelişmede motor görevi üstlenme, küresel pazarlarda işe yarar
bilgiyi üreterek uluslararası rekabeti sağlama gibi görevler
üniversitenin klasik işlevlerine eklenmiştir. ( Tural,2004,56)
Nedir Bu Üçüncü Kuşak Üniversite?
Son otuz yılın yükseköğretimle ilgili çalışmaları incelenecek
olursa, en sık kullanılan anahtar sözcükler olarak şunlara
rastlanır. Küreselleşme, Rekabet, Yaratıcılık, Proje, Verimlilik,
18
ÜÇÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELERE NEDEN GELİNDİ?
Küreselleşmenin Sonuçları
Anarşist Bilgi Kuramı başlıca akımlardır. Bütün bunlardan sonra
günümüzdeki moda anlayış ise küreselleşmeye tam da denk
düşen Postmodernizm’dir.
Küreselleşme, Yirminci Yüzyılın son çeyreğinde Ressesyon ve
Stakflasyon içerisinde krize giren kapitalist düzenin yeniden
yapılanmasıdır. Yeniden yapılanma, pazar mekanizmasına
mutlak özgürlük sağlamak, özelleştirmeler yoluyla devleti
küçültmek, finansman sistemini liberalleştirmek ve regresif
vergi reformlarını uygulamaya koymak gibi politikalarla
gerçekleştirilmiştir. (Şaylan, 1995,145) Önce spekülatif sermaye
hareketlerinde dolayısıyla ekonomide başlamış gibi görülen
küreselleşme, giderek sosyal, kültürel vb. alanlarda da, esaslı
dönüşümlere neden olmuştur. (Bozkurt, 2000) Kazgan’ ın işaret
ettiği gibi ulus devletin ekonomiden elini çekmesiyle onun karar
yetkileri; IMF, Dünya Bankası, OECD, GATT, Dünya Ticaret Örgütü
gibi kuruluşlara bırakılmıştır. (Kazgan,2000,34) Nitekim bir
dönem IMF’nin başkanlığını bile yapmış olan Stiglitz (2002,33, vd)
bile, anılan kurumun kuruluş amaçlarından tamamen ayrılarak,
zengin ülkelere likidite sağlayacak bir örgüte dönüştüğünü ifade
etmektedir. Stiglitz IMF ve Dünya Bankası’nın piyasa ideolojisini
savunan birer misyoner kuruluş olduğunu ve Küresel Sermayenin
önünü açmak için her tür ulusal politikayı engellediğini savunur.
Üçüncü Kuşak Üniversite, bu gelişmelerin üzerine özerklik,
özgürlük, verimlilik gibi kavramlarla inşa edilmektedir.
Sonuç :
Ülkemiz de dâhil olmak üzere Dünyada gelinen ve önerilen
Üniversite Modeli’nin başlıca özellikleri şunlardır:
• Evrensel bir Üniversite modeli kalmamıştır. Kurumsal
örgütlenmeden, akademisyen rollerine kadar herşey özerlik
ve özgürlük ilkelerine göre, yerelden evrensele doğru yeniden
tanımlanmaktadır.
• Öğretim elemanları geleneksel araştırma-eğitim ve yayım
etkinliklerinin dışında; rekabet, uygulama, danışmanlık,
piyasa gibi konulara daha çok yaklaşmışlardır.
• Programlar ulusaldan-küresele, teorikten-uygulamaya,
disiplinden-disiplinlerarasına doğru değişmiştir.
• Kurum, öğrenci ve öğretim elemanı performans göstergeleri
maddileşmiştir. Takım yerine birey, kültür yerine verim
geçmiştir.
• Kamu maliyesi finansmanı yerine kendisini finanse etme öne
çıkmıştır. Bu nedenle piyasayla işbirliği, ticarileşme, kazanç,
verimlilik kavramları önem kazanmıştır.
• Üniversiteler artık sadece bilgi üreten kapalı sistemler
değil, ekonomik verimlilik merkezi olan açık sistemlere
dönüşmektedir.
• Ulusal değil küresel piyasanın talepleriyle sınırlandırılmış bir
üniversite ön görülmektedir.
Böylece, ulus-devletin politik karar alma yeteneği sınırlandırıldığı
için; Küresel Sermaye’nin dolaşımına katkı vermek, uyum
programları hazırlamak ve projeler üretmek en akılcı yöntemler
olarak gösterilmiştir. Esasen devletin yapılanması kamusal
görevler, temel sosyal anlayışlar da değiştiğinden, Üniversiteler bu
dönüşümden kaçınılmaz olarak paylarını almışlardır. Üst düzeyde
elit yetiştirmek, ulusal ekonominin talep ettiği insan gücünü
hazırlamak gibi hedeflere yönelmiş ve kamu maliyesiyle finanse
edilen üniversiteler artık sürelerini doldurmuştur. Oysa sosyalrefah devletinde kamu tarafından finanse edilen Üniversite, yoksul
kesimin en büyük umudu idi. Üretim ve bölüşüm konularında
adaleti sağlamaya çalışan devlet, Üniversiteler aracılığı ile alt
sınıfların dikey sosyal hareketlerine imkan sağlıyordu. Oysa artık
Clark’ın belirttiği gibi yeni bir üçgen oluşmuştur. Devlet-eğitimpiyasa. Böylece yeni bir söylem olan “Kamu İşletmeciliği” anlayışı
ve onun temel kavramları (Rekabet, Performans Göstergeleri,
Yaratıcılık, Müşteri Memnuniyeti) öne çıkmıştır. (Henkel ve Little
1999, 10,vd)
KAYNAKLAR
Kısaca ekonomik hayattaki basınç, üniversitelerin amaç, yöntem,
program, eğitim teknolojisi gibi tüm boyutlarına yansımıştır. Bu
arada sözü edilmeyen ancak Tural’ın işaret ettiği gibi son derece
önemli olan bir konu da bilim felsefesindeki gelişmelerdir.
(Tural, 2004, 141) Bilim anlayışlarının doğduğu dönemden
itibaren sıralayacak olursak; Mantıksal Pozitivizm, Popper’in
Yanlışlamacılık ya da Eleştirel Akılcılığı, Withgenstein’nın
anlamın Resim Kuramından Dil Oyunlarına, Kuhn ‘un Bilimsel
Devrimlerin Yapısı, Lakatos’un Bilimsel Araştırma Programları
Metadolojisi, Althusser’in Teorik Pratiğin Teorisi, Feyerabend’ın;
1- Bozkurt, Veysel, (2000), Enformasyon Toplumu ve Türkiye, Sistem Yayıncılık, İstanbul
2- Europen Unıversity Association, (2010), İnternationalisation of Europen Higher Education,
Berlin, Germany
3- Henkel, M. Brenda Little, (1988), Changing Relations Between Higher Education and the
State, J. Kinsley. Dublishers, London.
4- Kazgan, Gülten (2000), Küreselleşme ve Ulus Devlet Bilgi Üniversitesi İstanbul.
5- Stiglitz, J. (2002), Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı. Çev: Arzu Taşcıoğlu, Deniz Vural,
İstanbul)
6- Şaylan, Gencay, (1995), Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge Yayınevi,
Ankara
7- Timur, Taner, (2000), Toplumsal Değişme ve Üniversiteler, İmge Yayınevi, Ankara
8- Tural, Necla Kurul, (2004), Küreselleşme ve Üniversiteler, Kök Yayıncılık, Ankara
9- Wissema, J. G. (2009), Üçüncü Kuşak Üniversitelere Doğru, Yaylacılık Matbaa, İstanbul
19
DOSYA
ÇAĞDAŞ ÜNİVERSİTE
tamamlayan ve zenginleştiren iki etkinliktir. Çünkü araştırma,
öğrenime yenilik, heyecan ve dinamizm katar. Öğretim,
araştırmadan taze fikirler, yeni buluş ve merak konuları talep
eder. Araştırma ve eğitim-öğretim böylelikle bir zincir tepkimesi
gibi bütünsel bir yaklaşımıyla değerlendirilmektir. Bu düşünce
tarzı, bilim insanlarının özgürce araştırma yapmalarına ve
bilimde tarihin en önemli buluşlarının gerçekleşmesine zemin
hazırlamıştır.
Prof.Dr. Ramazan Aydın
Atılım Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi
Kısacası, 19. yüzyıl bilim ve yükseköğretim sistemine damgasını
vuran bu yaklaşım, bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme
(Ar-Ge) boyutu da eklenerek, 20. yüzyılın ilk yarısında da devam
etmiştir. Böylelikle, 19. yüzyılın sonunda, kamu araştırma
kuruluşları, özel sektör Ar-Ge birimleri ve üniversiteler sistem
içinde üç ana unsuru oluşturmuşlardır. Bunlardan Üniversiteler,
Wilhelm von Humboldt’un önerdiği gibi, eğitim-öğretim ve
araştırmanın bir bütünlük içinde yürütüldüğü kurumlar halinde
işlevini yerine getirmeye devam etmiştir. Berlin’de başlayan
bu köklü dönüşüm, başta Alman Üniversiteleri olmak üzere
Avrupa yükseköğretim ve araştırma kurumlarının oluşumunda
ve gelişmelerinde yüzyıldan fazla bir süre boyunca önemli rol
oynadı. Çağdaş Türk Yükseköğretim Sistemi’nin temellerinin
atıldığı 1933 Üniversite Reformu ve sonrasındaki gelişmelerin
özünde de Alman Üniversite Sistemi egemendir1 . Ancak, İkinci
Dünya savaşından sonra, bilhassa Anglo-Sakson ülkelerinde
kurulan üniversitelerin farklı bir anlayışla geliştiğini ve kurum
görev ve sorumluluklarını yerine getirirken, toplumla etkileşim
içinde olduğunu görüyoruz. Ayrıca, bu gelişmelere doğrudan
koşut olarak, 1950’li yılların ortalarından itibaren yükseköğretim
elitist yapıdan çıkıp kitleselleşmeye ve yükseköğretimdeki
okullaşma oranı hızla artmaya başlamıştır. Hatta, ileri ve müreffeh
toplumlarda, örneğin ABD’de, yükseköğretimde okullaşma
oranı kitlesel olmaktan da çıkmış, evrensel boyut kazanmıştır.
Böylelikle yükseköğretim (diğer bir deyişle ‘tertiary education’2 )
zorunlu ortaöğretimden sonra üçüncü basamak eğitim-öğretim
durumuna gelmiştir.
19. yüzyıla gelinceye dek üniversitenin temel işlevi eğitim ve
öğretimden ibaretti. Bu zamana kadar Avrupa’da üniversiteler
sadece zenginlerin ve asillerin çocuklarının okuduğu kurumlar
halindeydi. Yükseköğretim; imtiyazlı kişilerin kültürel, sanatsal
ve bilimsel/dogmatik öğretilerle bilgi sahibi olmasına, ruhen
gelişmesine ve olgunlaşmasına katkı sağlayan bir uğraşı olarak
görülüyordu. Bu bakış ve uygulama tarzı ile, yükseköğretimin
işlevi; kültürden eğitim-öğretim ve irfana kadar geniş anlamı
olan Almanca Bildung sözcüğü ile açıklanıyordu.
Üniversiteler 19. yüzyılda nitelik ve nicelik olarak hızlı bir gelişme
dönemine girmiştir. Bu yıllardan sonra yükseköğretimde reform
gereksinimi ortaya çıkmış ve eğitim-öğretim etkinliklerine
araştırma işlevi de eklenmiştir. Ünlü Alman dilbilimci, eğitimci
ve diplomat Wilhelm von Humboldt (1767-1835), 1810 yılında
bazı temel ilke ve görüşleriyle üniversitelere çok önemli yeni
işlevlerin verilmesini önermiştir. Bunların arasında: “Üniversite,
eğitim-öğretim etkinlikleri ve bilimsel araştırmanın bir bütünlük
içinde yürütüldüğü bir kurumdur” ilkesi en büyük yapısal değişimi
içermektedir. Von Humboldt bunu şöyle açıklıyor: “Üniversitenin
temel işlevi, herhangi bir mesleğe yönelik olmaksızın eğitimöğretim ve araştırma yapmaktır (Wissenschaft als Beruf).
Amaç, kişilerin kendilerini tanıyıp gelişmelerini sağlamaktır
(Bildung). Buna göre eğitimin en etkin aracı, öğretim üyelerinin
uygun gördükleri konuları öğretme özgürlüğüne (Lehrfreiheit),
öğrencilerin de istedikleri konuları öğrenme özgürlüğüne
(Lernfreiheit) sahip oldukları seminerlerdir. Araştırmanın amacı,
bilim için bilimdir (reine Wissenschaft).”
Günümüzün gelişmiş üniversiteleri, gerek lisans gerekse lisansüstü düzeyinde modern mesleki eğitim verirken, ülkelerin genel ekonomik politikaları doğrultusunda oluşturulan programlar
Wilhelm von Humboldt’un önerileri arasında yer alan eğitimöğretim ve araştırmanın birliği ve bütünlüğü ilkesi modern
üniversitenin temelini oluşturmuştur. Bu yıllardan itibaren
üniversitelerde eğitim-öğretim ve araştırma bütünlüğü ve bu iki
etkinliğin vazgeçilmez etkileşimi ön plana çıkmış ve gelişerek
günümüze kadar gelmiştir. Öğretim ve araştırma birbirini
1 Bkz., önbilgi için, R. Aydın, Üniversite Olabilmek, S. 14, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2008;
ayrıntılı bilgi için, E. E. Hirsch, Anılarım: Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi,
T. İş Bankası Vakfı, Ankara, 1985.
2 ‘Tertiary education’, ortaöğretim sonrası eğitim anlamında kullanılmakta olup, lisans
ve lisansüstü öğrenimi içermektedir. Ayrıntılı bilgi için, örneğin, K. Gürüz, Presentation at
Education; Lifelong Learning and the Knowledge Economy, Stuttgart, 2002.
20
ÇAĞDAŞ ÜNİVERSİTE
öğretim kurumu, yerel
ve bölgesel değerleri öne
çıkarabilir. Kurum bunları
zaten yapmakla yükümlüdür. Ancak, bunlar hiçbir
zaman
evrenselleşmeye
ve küreselleşmeye engel
olmamalıdır. Tam aksine,
insanlığın ortak mirası
olan kültürel değerlerin
uluslararası platformlara
taşınması ve tanıtılması
çağdaş bir yaklaşımdır.
çerçevesinde, araştırmalar
yapmakta ve elde ettikleri
sonuçların ticari uygulamalara dönüştürülmesine de
katılmaktadırlar.
Böylelikle çağdaş üniversite,
günümüzde, yeni bilgi üretmenin yanında, bilgi ekonomisinin beyni durumundaki
bilgili insan yetiştiren bir
işletme kurumuna dönüşmüştür. Bu işletmede nelerin araştırılacağına karar
verme yetkisi artık üniversitelerin tasarrufunda olmaktan çıkmıştır. Üniversiteler tüm unsurları ile
toplumla bütünleşmek ve araştırma-geliştirme etkinlikleri ile
ona doğrudan hizmet etmek için çaba harcamaktadırlar. Bu,
onların gerçek bilimsel işlevlerine engel oluşturmamaktadır.
Sonuçta, bu çağdaş yaklaşım içinde üniversiteler, toplumun itici
gücü ve onun gelişmesinde en önemli katkıyı yaratan kurumlar
durumuna gelmiştir.
Evrensel rekabet ortamında
ve bilgi toplumu olma
yarışında başarı elde etmek
ve saygın bir dünya devleti
olabilmek; öncelikle eğitim ve öğretimi çağdaşlaştırmak, bilim
ve teknolojide de ileri araştırma ve üretim yapabilecek düzeye
erişmekle olasıdır. Ulus olarak çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşabilmek için, öncelikle gençlerimizin eğitimini üstlenmiş
olan Türk Yükseköğretim Sistemi, topluma ve geleceğe karşı
olan sorumluluğunu çağdaş bir yaklaşım içinde yerine getirmek
zorundadır.
21. yy’ın üniversitesi; bilgiyi üretirken özgün ve seçkin olmalı
ama elde ettiği bilgiyi de toplumun gelişmesi ve refahı için
paylaşmalıdır. Diğer bir ifade ile, bilginin; üretim, deneme,
paylaşma, yayınlama ve uygulama süreçlerinin tümünde
üniversitelerin temel rol oynaması beklenmektedir. Diğer taraftan
öğretim; teknik bilginin, hocadan öğrenciye aktarıldığı bir etkinlik
olmaktan çıkmış, insanı, “bir bütün olarak yetiştirme sanatı” haline
gelmiştir. Bu değişime koşut olarak, küreselleşmenin getirdiği
saydamlık, iletişim, ortak akıl ve sinerji (görevdeşlik) oluşturma,
öğretim altyapısını ve metodolojilerini sürekli güncellemek
zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Eğitim-öğretimde
olduğu kadar araştırma ve toplumsal hizmet etkinliklerinde
de rekabet öne çıkmıştır. O halde, bu yapısal dönüşüme
paralel olarak, tüm üniversiteler, akademik değerlerini, eğitim
metodolojilerini ve toplumsal rolünü nasıl yapılandıracağını ciddi
olarak gözden geçirmek durumundadırlar. Zira, üniversitelerin
bin yıl boyunca dimdik ayakta durabilmelerinin nedeni, yalnızca
toplumu değil, aynı zamanda kendilerini de biçimlendirebilme ve
yenileyebilme becerileridir. Bilgi toplumunu yaratan bu becerinin
devamı ve sürdürülebilir olabilmesi için rekabete dayanan
uluslararası düzeyde üstün kaliteli mesleki eğitim ve araştırma
kaçınılmazdır.
Bilimin üretildiği üniversite ortamı, evrensel boyutta olmak ve
tüm dünya ile iletişim ve işbirliği içinde bulunmak zorundadır.
Anadolu’da bir bölge üniversitesi iddiasında olan bir yüksek
21
DOSYA
ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER
BÖLÜMÜNDE İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME
SÜREÇLERİNDE WEB TABANLI ETKİNLİKLER
• Metin okuma anlama, metnin ana fikrini özünü kavrama ve not
alma,
• Bölüm hocalarının derslerini etkili biçimde dinleme ve not alma,
• Derslere etkili biçimde katılma, eleştirel dinleme,
• Yazılı ödevler, projeler hazırlama; ödev ve çalışmalarını
değerlendirme, ürün dosyası hazırlama,
• Yazılı sınavlarda etkili yazma; paragraf ve kompzisyon yazma,
• Bilgi ihtiyacını belirleme, araştırma yapma ve kaynaklara
ulaşma,
• Bilgiyi seçme ve organize etme, yazılı veya sözlü olarak sunma,
• Öğrenme ve gelişme konusunda olumlu tutum geliştirme,
• Kazandıkları bilgi ve becerileri değerlendirme, transfer etme ve
etkili biçimde kullanabilme,
• Sosyal, kültürel ve mesleki yaşamlarını İngilizce dilinde sürdürülecek araştırmalar, tartışmalar, sunumlar gibi çeşitli etkinlikler ile
zenginleştirme becerilerini geliştirmeleri beklenmektedir.
Feride Güven
Atılım Üniversitesi
Yabancı Diller Bölümü Başkanı
Giriş
Yüksek öğretimde yabancı dilin önemi her geçen gün artmaktadır.
Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler ise yabancı dil eğitiminin
yeniden yapılandırılması yönünde olanaklar sunmaktadır. Atılım
Üniversitesi’nde yabancı dil eğitimi veren birimler de bu teknolojileri
yakından takip ederek yenilikçi uygulamalar yapmaktadır. Atılım
Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü’nde, Üniversitemizin Hazırlık
Okulu İngilizce öğretiminden sonra eğitimlerini bölümlerde
sürdüren öğrenciler, temel İngilizce dil ve anlatım becerileri
kazanmaktadırlar. Yabancı Diller Bölümü’nde verilen dil eğitimi
kapsamında öğrencilerin etkili dinleme, eleştirel okuma, analiz
yapma, yorumlama, akademik yazma, raporlama, konuşma, sunma,
gibi üst düzey dil becerilerini geliştirmeleri, böylece bölümlerinde
sürdürecekleri akademik çalışmalarında performanslarının
artması hedeflenmektedir. Bunun yanısıra programlara çeşitli
ders çalışma becerileri de eklenerek öğrencilerin üniversitedeki
eğitimleri süresince yaşam boyu öğrenmeyi sürdüren yetişkinler
olmalarını sağlayacak beceriler kazanmaları da hedeflenmektedir.
Bu yazıda, yukarıda belirlenen hedeflere ulaşılabilmesi için
geleneksel yüz yüze sınıf içi eğitimine ek olarak 2009-2010 güz
dönemimde ENG 111 (Introduction to Communication Skills) ve
ENG 113 (Academic Listening and Note-Taking Skills) derslerinde
uygulanan web tabanlı eğitim uygulamasının nasıl yapıldığına ve
sonuçlarına ilişkin bilgi sunulmuştur.
Hazırlık okulundan sonra bölümlerine geçen öğrenciler, bölüm
İngilizce programlarında hazırlık programı sonunda aldıkları
yeterlilik sınavı puanlarına göre gruplanmaktadır. Birinci sınıfta
60-65 puan arası ENG 111, 66-79 puan arası ENG 113 ve 80
üstü alanlar ise ENG 104 dersine kaydolmaktadır. Bu dersleri
takiben çeşitli akademik yazma, sunum yapma ve rapor yazma
becerileri kazandıran dersler (ENG 211, 212, 202) ile çalışmalarını
tamamlamaktadırlar. (Bknz http://delsu.atilim.edu.tr/Turkce/
anasayfa.htm:) Öğrencilerin çoğunluğu ENG 111 dersinde
toplanmakta ve grup oldukça heterojen bir yapı sergilemektedir.
Yabancı Diller Bölümü’nde eğitimin kalitesini artırmak amacıyla
program geliştirme çalışmaları, çeşitlendirilmiş materyal geliştirme, dilbilgisi destek üretme çalışmaları, öğretim elemanlarının
öğretim becerilerinin geliştirilmesi için öğretim teknik ve yöntemleri ile ilgili hizmet içi eğitimler gerçekleştirilmektedir. Bunların
yanısıra diğer öğrencilerden daha çok desteğe ihtiyaç duyan öğrenciler için ders saatleri dışında düzenlenen destek programlar,
bireysel danışmanlık ve yönlendirme etkinlikleri de yapılmaktadır.
Bu tür ortak uygulamalarla oluşturulan ek zaman yaratma girişimlerinin yanısıra, öğrencilerin kendi zamanlarını etkili biçimde
kullanma becerileri kazanmaları için de olanak sağlanması gerekmektedir. Genç yetişkin olan öğrenciler, çalışma alışkanlıkları
geliştirme, zamanlarını etkili biçimde ve kendilerine uygun şekilde
kullanma öğrenme ihtiyacı hissetme ve kendi kendini güdüleme
gibi becerilere ve giderek daha bağımsız çalışma olanaklarına ih-
Öğrencilerin iki yıl süren İngilizce eğitimi sonunda; ileri düzeyde,
(EU B2-C1 düzeyinde) İngilizce etkili okuma yazma ve analitik
düşünme becerilerini güçlendirmeleri ve:
22
ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER BÖLÜMÜNDE İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME SÜREÇLERİNDE WEB TABANLI ETKİNLİKLER
eğitim teknolojilerinin sağladığı olanaklar da kullanılarak, karma/
birleştirilmiş (blended learning) öğrenme yaklaşımının kullanılması
önerilmektedir.
tiyaç duymaktadır. Bölüm öğrencilerin bu ihtiyaçlarını karşılamak
üzere olanaklar ve ortamlar çeşitlendirilmektedir.
Dünyada, son yüzyıldır öğrenme süreçlerinde zaman ve mekandan
bağımsız eğitim-öğretim etkinlikleri geliştirmek konusunda
oldukça önemli gelişmeler olmaktadır. Uzaktan eğitim-öğretim ve
bilgisayar destekli öğretim uygulamaları bunlardan belli başlılarıdır.
Birçok eğitim kurumu gibi Atılım Üniversitesi de uzaktan eğitim
ve bilgisayar destekli eğitim uygulamalarından, öğrencilerin
yeterliliklerini artırmak amacıyla yararlanmaktadır. Bilgi ve
İletişim Teknolojileri’nin (BİT) doğru uygulanması ile kampus
ortamında yüz yüze öğrenme süreçlerinde olduğu kadar kampus
dışında da öğrencinin kendi zamanında teknoloji kullanarak
öğrenmeyi sürdürmesi için yeni olanaklar sunulmaktadır. Bu
çerçevede bilgisayar destekli öğretim uygulamaları öğrencilere
ulaşmak ve teknik destek sunmak konusunda önemli kolaylıklar
sağlamaktadır.
Yabancı Diller Bölümü’nde İngilizce öğretimi konusunda program
geliştirme çalışmalarında yöntem, teknik, ders materyali
araştırmalarının yanı sıra eğitim ortamını da zenginleştirip
geliştireceği konusunda umut veren öğretim durumu ve ortamını
geliştirme araştırmaları da yürütülmektedir. 2009-2010 öğrenim
yılı hazırlıkları yapılırken öğrencilere sınıf içi yüz yüze eğitimlerinin
yanında uzaktan bilgisayar ve web destekli eğitim uygulaması
sunmak üzere çalışmalar da yürütülmüştür. İngilizce öğretiminin
verimliliğini artırılması konusunda etkili bir yöntem olabileceği
düşüncesiyle 2009-2010 güz döneminde web destekli İngilizce
öğretimi, başlangıç Bölüm İngilizce dersleri olan İngilizce ENG 111
- ENG 113 derslerinde uygulamaya başlanmıştır.
Niçin Karma Öğrenme Modeli?
Bilgisayar destekli eğitim kendi kendine öğrenme ilkelerinin
bilgisayar teknolojisiyle birleşmesinden oluşmuş öğretim
yöntemidir. Teknoloji desteği ile öğrenciler, öğrenmelerini kendi
kontrolleri altına alarak, neyi ne zaman öğreneceklerine ya
da bir sonraki öğrenme aşamasına ne zaman geçeceklerine
kendileri karar verebilirler. Bu uygulamayla öğretmen merkezli
öğrenme yöntemi yerini, öğrenen merkezli öğrenme yöntemine
bırakmaktadır; öğrencinin ihtiyaçları esas alınarak etkileşimli
öğrenme gerekleştirilmekte ve dolayısıyla öğrenmede verim
artmaktadır.
Bu uygulamada uzaktan öğretimin yüz yüze öğretimi desteklemesi
için karma öğrenme modeli kullanılmıştır.
Bazı öğrencilerin programda sunulandan daha çok zamana ve
İngilizce ile yüz yüze olmaya; sınıfta yapılandan daha fazla ve kendi
ihtiyaçlarına yönelik alıştırma yapmaya gereksinim duydukları
görülmüştür. Ayrıca alıştırmalarla ilgili daha detaylı ya da daha
çok geri bildirime ihtiyaçları olduğu; bu çalışmaları kendilerine
uygun zaman ve mekanda yapmayı istedikleri, böylece arzu
ettikleri kadar tekrar yapabilecekleri anlaşılmıştır. Bu faktörler
ve yanlışlarını kendilerinin görüp düzeltebilecekleri göz önünde
bulundurulduğunda, öğrencilerin BİT’le desteklenmeleri gerektiği
açıktır.
Bates1 web destekli çalışmalarla öğrenme ortamının çeşitlendirilmesi ve farklılaştırılmasının öğrenci merkezli bir yaklaşım
olduğunu savunmuş ve bu tür uygulamalar için doğal olarak
çok çeşitli teknolojilerin kullanılması gerektiğini, bu yolla da
çeşitlendirilmiş öğrenme durumlarının sunulabileceğini belirtmiştir.
Web üzerinden aynı anda ya da farklı zamanlarda öğrenci ile
etkileşim kurmanın, karma (blended) öğrenme durumları sunarak
öğretim yapmanın yüzyüze öğretim olanaklarından ve uzaktan
yapılan öğrenme etkinliklerinden aynı zamanda yararlanma
olanağı vereceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle kullanılacak
materyaller ve uygun yöntemlerin bir karışımının seçilmesi çok
önemlidir. Uygun biçimde birleştirilip planlanmış malzemeler,
yöntemler ve teknolojiler öğrencilere özgürlük, esneklik ve
otonomi kazandırmaktadır. Öğrenene zaman, seçme planlama
özgürlüğü kazandırdığı için de oldukça ekonomik olabilmektedir.
Nasıl Uygulandı?
ENG 111 ve ENG 113 öğrencileri sınıf içi haftada 3-6 saat yüzyüze yaptıkları İngilizce dil eğitimi üzerine kendi seçtikleri
zaman ve mekanda yararlanabilecekleri web üzerinden sunulan
okuma-dinleme materyalleri ile desteklenmiştir. Öğrencilere,
ihtiyaç duydukları kadar, düzeylerine uygun çalışma ve alıştırma
materyalleri ile teknoloji kullanarak öğrenmelerini sürdürmeleri
için web üzerinden öğrenme ortamı sunulmuş, dolayısıyla
öğrencilerin öğrenme sorumluluğunu üstlenerek daha başarılı ve
kalıcı öğrenmeler gerçekleştirmelerine destek olunmuştur.3
Hazırlık Çalışmaları
Keegan2 uzaktan eğitimi öğretmen ve öğrenciyi teknoloji yardımıyla
belli zamanda belli yerde ve belli kimselerle buluşma külfetinden
kurtaran bir eğitim biçimi olarak tanımlıyor. Günümüz üniversite
öğrencilerinin teknoloji ile olan diyaloglarının oldukça etkili/çok;
bilgisayar, internet, cep telefonu vb BİT araçlarına yakınlıklarının
oldukça yüksek olduğu gözlenmektedir. Öğrenme süreçlerinde,
öğrencileri bu yatkın ve yetkin oldukları alanı kullanmalarına
yönlendirmek konusu gittikçe önem kazanmaktadır. Eğitim öğretim
süreçlerinde yüz yüze öğretimin önemi yadsınmadan, uzaktan ve
2009 Temmuz ve Ağustos aylarında ENG 111 ve ENG 113
derslerinin hazırlık çalışmaları sırasında, ders materyali – kitap
ve araç gereç incelenmiş, teknik - bilgi paylaşımı yapılmış, web
tabanlı malzemeler denenmiş, ders malzemeleri seçilmiş - içeriği
hazırlanmış, müfredat/izlence ve haftalık programlar hazırlanmış,
detaylı uygulama planı yapılmış, değerlendirme araçlarının, zaman
ve ölçütlerin genel çerçevesi hazırlanmıştır.
23
DOSYA
Ders kitaplarıyla birlikte öğrencilere web üzerinden yapacakları
çalışmalara ulaşmaları için birer erişim şifresi ve numarası
verilmiş, öğretim elemanları için öğrencilerin çalışmalarını görüp
değerlendirme ve yönlendirme yapabilmelerini sağlamak üzere
sanal sınıflar oluşturulmuştur.
Haftalık grup toplantılarında yapılan değerlendirmeler:
Süreç içinde ENG 111 ve ENG 113 grup liderleri (Meltem Turan
Eroğlu ve Seçkin Can) yardımıyla öğretim elemanları düzenli
değerlendirmeler yapmış, gelişmeler ve çıkan sorunlar haftalık
grup toplantılarında tartışılarak zamanında ve gerektiğinde önlem
alınmış, etkili stratejik planlamalar yapılmış süreç ve ve uygulama
yakından izlenmiştir. Toplantılarda paylaşılan bazı konular
şunlardır:
Uygulama Çalışmaları
2009-2010 güz döneminde öğrenciler programlarındaki İngilizce
derslerine (ENG 111 ya da ENG 113) kayıt olduktan ve ders
malzemelerini aldıktan sonra kendilerine verilen şifre ve kullanıcı
numarası ile öğretim elemanlarının sanal sınıflarına elektronik
olarak kayıt yaptırdılar. Kayıt işlemleri her sınıfta (gerektiğinde bir
uzman yayınevi görevlisi) tarafından uygulamalı olarak gösterildi,
ayrıca Bölüm web sayfasında işlem basamakları adım adım
açıklandı.
Web destekli İngilizce programının öğrencilere kazandırdığı
beceriler sadece dil becerileri olmamıştır. Mekan ve zaman
özgürlüğü sayesinde alıştırma türü, çalışma süresi seçimi, tekrar
deneme, kontrol etme imkanı, problem saptama, çözüm için
ilgililerle elektronik ve yüz yüze iletişim kurma gibi çeşitli öğrenme
etkinliklerine katılım da söz konusu olmuştur.
Ayrıca ders veren öğretim elemanları, diğer eğitim öğretim
çalışmaları ve materyalleri konusunda olduğu gibi web tabanlı
öğrenme materyali ile ilgili olarak geliştirilmesini istedikleri
konularla ilgili görüşlere de yer vermişlerdir. Hemen hemen
her hoca, teknik sıkıntılar ve sınırlılıklar yaşandığını, şifre ve
yetki numarası olan bazı öğrencilerin sisteme kayıt sırasında
sorun yaşadıklarını, sorunların çözümünün zaman aldığını,
öğrencilerin sıkıntılarını ilgili yere iletme ve takip etme
konusunda yetersiz kaldıklarını belirtmiştir.
Dönem içerisinde sınıf içinde yüz yüze dersler sürerken web
sayfasından ilgili alıştırma çalışmaları ödev olarak verildi.
Öğrenciler şifreleri ve kullanıcı numaraları ile web sayfasına
girip ilgili ödevlerini yaptılar. Sistem, yaptıkları çalışmalarla ilgili
değerlendirme, yönlendirme ve yeniden deneme imkanı sundu.
Sonunda öğrenciler çalışmalarını kaydedip öğretim elemanlarının
değerlendirmesine sundular.
Bu uygulama ile öğretim elemanları sınıf içi çalışmalarını ve
bireyselleştirilmiş yönlendirme çalışmalarını zaman, mekan ve
ek maliyet olmaksızın sürdürebilmiş ve öğrencilere kağıt kalem
çalışmalarının yaratabileceği her türlü psikolojik ve ekonomik
ek maliyetlerden uzak olarak gerektiği kadar yardım sunabilme
imkanına sahip olmuştur.
Bu nedenlerle öğrenci kayıtlarının tek elden (yayınevi tarafından)
yapılmasını, etkili işleme ve değerlendirme yapabilmek için sınıfta
kullanılacak materyal sayısının azaltılmasını, hemen yardım
alınabilecek teknik destek gerektiğini belirtmişler ve öğrenciler
için donanımlı ve etkili çalışan bir bilgisayar çalışma odasının
kurulmasını önermişlerdir.
Uygulamaya ENG 111 ve ENG 113 derslerini alan 780 öğrenci
katılmıştır. Yaklaşık 800 öğrenciden 25’i teknik nedenlerle
uygulamaya diğer öğrencilerle birlikte katılamamıştır. Bu
öğrencilerin dönem sonunda yeniden kullanıcı numaraları ve şifre
verilerek bölümde sunulan donanım olanaklarıyla bu uygulamaya
katılmaları sağlanmıştır.
Öğrencilerin web tabalı çalışmalarının değerlendirilmesi:
ENG 111 ve ENG 113 dersleri ile ilgili öğrencilerin genel başarı
değerlendirilmesi çerçevesinde web tabanlı çalışmaların
değerlendirilmesi tüm başarı notunun %5 ini oluşturmuştur.
Bu değerlendirme öğrencilerin bu çalışmaya yönlendirilmesi
ve güdülenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu değerlendirme grup
hocalarının belirledikeri kriterlere göre yapılmıştır.
Uygulama sırasında öğrenciler bilgisayar başında bu amaçla kişi
başına haftada ortalama 45-60 dakika kadar süre geçirmiştir.
Değerlendirme Çalışmaları
Öğrencilerin web tabanlı çalışma malzemeleri ile ilgili görüşlerinin
değerlendirilmesi:
2009-2010 öğrenim yılı güz döneminde yapılan bilgisayar destekli
eğitim uygulamasının değerlendirilmesi için çeşitli çalışmalar
yapılmıştır. Öğretim elemanları ve Bölüm yöneticisinin sürekli
gözlemleri ve geribildirim alıp-vermelerinin yanı sıra; a. Öğretim
elemanlarıyla haftalık grup toplantıları yapılmış, b. Öğrencilerin web
tabanlı çalışmaları gözden geçirilmiş, c. Öğrencilerin web tabanlı
eğitim malzemeleriyle ilgili görüşleri derlenmiş, d. Uygulama ile
ilgili olarak öğrencilerle yüz yüze görüşme yapılmıştır.
Bölüm öğretim elemanları Meltem Turan Eroğlu ve Neşe Soysal
ile birlikte hazırlanan 13 maddelik bir izlenim anketi toplam 780
öğrenci arasından bölümleri temsil edecek biçimde rastgele
seçilen 120 öğrenciye uygulanmıştır. Değerlendirme elektronik
ortamda yapılmıştır. Anketi cevaplayan 120 öğrenciden 94’ü web
tabanlı öğrenme ortamını etkili biçimde kullandığını belirtmiştir. Bu
anketten elde edilen bazı izlenimler şöyledir:
Öğrenciler web destekli çalışmanın,
24
ATILIM ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER BÖLÜMÜNDE İNGİLİZCE ÖĞRENME ÖĞRETME SÜREÇLERİNDE WEB TABANLI ETKİNLİKLER
Genel başarılarına katkı yaptığını (öğrencilerin %60’ı)
İngilizce başarılarına katkı yaptığını (%49’u)
İngilizce başarısının orta derecede arttığını (%58’i)
Bilgisayar becerilerinin arttığını (%46’sı)
Bir yıl boyunca bu öğrenim ortamını kullanmaya devam edeceklerini
(%56’sı)
Web desteğini daha çok ödev yapmak için (%84’ü), bağımsız
çalışmak için (%35’i), Web ortamını incelemek için (%50’si)
kullandıklarını belirtmişlerdir.
Dönem sonu itibariyle web desteği ile ders yapan öğrenci grubunun
başarı durumu aşağıdaki gibi olmuştur.
ENG 111 ve 113 dönem 2009-2010 Güz Dönemi Sonu Başarı Durumu
Web Destekli İngilizce Programları
Öğrenci Sayısı
Başarılı
ENG 111
Tüm öğrenciler
680
%74
Devam etmeyenler hariç
609
% 83
ENG 113
Öğrencilerle görüşme:
Anketlerin hazırlanmasında görev almış olan N. Soysal, doktora
dersinin de bir gereği olan çalışmasını bölüm programının
değerlendirmesine uyarlayarak 6 öğrenciyle görüşme (mülakat)
yapmıştır. Mülakata katılan öğrenciler, daha zengin deneyimleri
olduğu için web tabanlı çalışmaya olumlu yaklaşan ve etkili
biçimde kullanan öğrenciler arasından seçilmiştir. Bu nedenle
değerlendirme ve izlenimleri olumlu olmuştur. Öğrencilerle
yapılan mülakatların analiz raporu özet olarak aşağıdaki bilgileri
içermektedir.4
Tüm öğrenciler
134
%87
Devam etmeyenler hariç
123
%95
2009-2010 güz dönemindeki başarı durumu, şimdiye kadar elde
edilen güz dönemi başarı oranlarından %5-6 fazla olmuştur.
Bu nedenle web tabanlı öğretim uygulamalarının geliştirilerek
devam etmesi, teknik desteğin artırılması, sonuçlar ve süreçlerle
ilgili sistematik veri toplanması, değerlendirilmesi ve gelişimin
sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekmektedir.
Eğiticilerin internet tabanlı eğitim verebilmek için sadece
bilgisayarların nasıl çalıştığını ve eğitim teknolojilerini bilmesi
yeterli değildir. Örneğin, planlamanın daha ileri seviyede yapılması
için olanakların artırılması, kullanılan materyallerin kullanılan
teknolojiye uygun hale getirilmesi, öğrenen özellikleri ve koşullar
çerçevesinde bu yöntemin kullanılabilirliğinin eğitimciler tarafından
detaylı olarak incelenip planlanması, diğer yöntemlerde olduğu gibi
uygun zaman ve durumda etkili biçimde kullanılması gereklidir.
Web destekli İngilizce öğrenme ortamı; sunum, kısa özet, açıklama
ve konularla ilgili ipuçları ve bol miktarda alıştırma içermektedir.
Öğrenciler özellikle kelime bilgisi, dinleme anlama ve okuma
becerisi geliştirdiklerini; bu çalışmaların derste işledikleri konuları
pekiştirdiğini; çok çeşitli etkinlik ve alıştırmalar içerdiğini; deneme
yanılma ve tekrar deneme ve yönlendirme imkanı elde ettiklerini
belirtmişlerdir.
Öğrenciler bu destek sayesinde ödev yapmanın yanısıra sınavlara
hazırlanma, konusunda da destek aldıklarını, bu malzemenin
motivasyonu artırdığını, kâğıt kalem çalışmasından daha
doyurucu ve teşvik edici olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durumun
ayrıca özgüven artırıcı olduğunu da belirtmiş, kendileriyle gurur
duyduklarını söylemişlerdir. Yaptıkları web tabanlı çalışmalar
çerçevesinde arkadaşlarıyla farklı etkileşimlere girdiklerini,
zararsız bir rekabet ve yarışma ile kendilerini güdülediklerini ifade
etmişlerdir.
Ayrıca, eğitimcilerin, yeni teknolojileri öğrenirken kaygıya
kapılabilen öğrenenleri uzaktan eğitim ortamlarında rahat ettirmek
için, onların özelliklerini bilmeleri ve bunlara duyarlı olmaları, her
zaman ikinci bir planı hazır tutmaları gerekir.
Güz dönemi uygulamalarının ışığında bahar döneminde devam
edecek olan web destekli İngilizce öğretimi sürecinin daha verimli
sürmesi beklenmektedir. Bu uygulama sürecinin sistemetik bir
yaklaşımla izlenip değerlendirilmesi ve sonuçlarının programları
geliştirme doğrultusunda kullanılması önerilmektedir.
Öğrenciler bu etkinliklerle kendi zamanlarını yönetebildiklerini,
kendileri için hedef ve çalışma stratejileri belirlediklerini ve kendi
öğrenmelerini yönlendirdiklerini de ilave etmişlerdir. Öğrenme
sürecine etkili biçimde katıldıkları için daha kalıcı bilgi ve beceriler
kazanmış olmayı beklediklerini ifade etmişlerdir.
1
23 4
Sonuç ve öneriler
Yabancı Diller Bölümü’nde 2009-2010 güz döneminde uygulanan
İngilizce öğretiminde web tabanlı materyal desteği almak ve
öğrencilere başka bir öğrenme ortamında öğrenme yaşantılarını
sürdürmelerine yardımcı olmak yeni bir uygulamadır. Uygulama
öncesi yapılan hazırlık çalışmaları, teknik destek, başarılı ve etkili
bir planlama, katılımcı bir yaklaşım uygulamayı olumlu etkilemiştir.
1 Bates (Tony) A.V. (1997) The Impact of Technological Change on Open and Distance
Learning, Routledge, London UK
2 Bkz. Schlosser, CA and Anderson, Mary (1994) Distance Education: Review of the
Literature, ABCT Pub.Washington DC, USA.
3 Bu amaçla web desteği sunan ders kitaplarından ve yayınevinin sunduğu web
hizmetlerinden yararlanılmıştır.
4 Kaynak, Neşe Soysal’ın (2010) yayınlanmamış araştırma raporudur.
25
DOSYA
TÜRK YÜKSEKÖĞRETİMİ VE
KÜRESELLEŞME
araştırma alanını yaratmayı, bir ortak Avrupa bakış açısının
oluşumunu sağlamayı da amaçlamaktadır. Bu hareketliliğin AB
ülkeleri arasında karşılıklı anlayış ve dayanışmanın gelişmesine
yardım etmesi beklenmektedir. Benzer bir girişim 1991 yılında
Uzak Doğu’da başlatılmış (The University Mobility in Asia
and Pacific UMAP) ve 1998 yılında da Avrupa Kredi Transfer
Sistemine benzer bir sistem (UMAP Credit Transfer System)
geliştirilerek öğrenci hareketliliğinin artırılmasına çalışılmıştır.2
Yükseköğretim alanındaki hareketliliğin toplumsal sonuçlarının
yanı sıra çok önemli ekonomik sonuçları olduğunu da göz ardı
etmemek gerekmektedir. Almanya, Fransa, Kanada ve ABD
gibi ülkeler öğrenci hareketliliğini seçkin yabancı öğrencileri
ileride kendi nitelikli işgücüne katma beklentisi içinde
desteklemektedirler. Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda gibi
bazı ülkeler ise yabancı öğrencilerden alınan yüksek öğrenim
harçları ile ek mali kaynak yaratmak amacını gütmektedirler.
Yabancı öğrencilere sunulan yükseköğretim hizmetinin mali
büyüklüğünün 1998 yılında 30 milyar doları aştığı ve hizmet
sektöründe dünya ticaretinin % 3 ‘ünü oluşturduğu tahmin
edilmiştir.3
Gülşen Orbey
Atılım Üniversitesi
Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü
a. Mevcut Durum
Küreselleşen dünyada yükseköğretim de giderek ülkelere
özgü bir etkinlik olmaktan çıkarak küresel bir etkinlik haline
gelmektedir. Genç nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerden, gelişmiş ülkelere yönelik büyük yükseköğrenim talebi karşısında gelişmiş ülkelerin yükseköğretim
sistemleri öğrenci hareketliliğine giderek daha açık hale gelmektedir. Örneğin, OECD ülkelerinde yükseköğrenim gören yabancı öğrencilerin sayısı son 20 yılda iki katına çıkarak 1.6 milyona ulaşmıştır. Bu ülkeler arasında yabancı öğrenci oranı ABD’
de % 30, İngiltere de, % 14, Almanya’da % 13, Fransa’da % 9,
Avustralya’da % 7 düzeylerindedir. Yabancı öğrencilerin en yoğun olduğu ülkeler Avrupa ülkeleridir. Bu ülkelerde 2001 yılında
831.000 olan yükseköğretime kayıtlı bulunan yabancı öğrenci
sayısının günümüzde bir milyona yaklaştığı tahmin edilmektedir. Ancak, bu öğrencilerin yaklaşık yarısı, Avrupa Birliği’nin
“öğrenci hareketliliği” (student mobility) Socrates/Erasmus
programlarından yararlanarak, bir üye ülkeden diğerine giden
öğrencilerden oluşmaktadır. ABD’ de ise yabancı öğrencilerin
yaklaşık % 60’ı Asya, % 15’i Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilerden oluşmaktadır.1
YÖK’ün Türkiye’nin Yüksek Öğretim Stratejisi raporundaki
temel görüş, küreselleşen dünyada, yükseköğretimin giderek
özellikle de gelişmiş ülkelerin yükseköğretim sistemlerinin
uluslararası öğrenci hareketliliğine daha açık bir duruma
dönüştüğü biçiminde özetlenebilir.
Sistemin girdileri ve çıktıları konusunda karanlık noktalar
kalmamalı ve kuşkulara yer bırakılmamalıdır. Ömeğin kimler
gidiyor, kimler geliyor, seçmeler nasıl yapılıyor, bu iş için ne
kadar kaynak kullanılıyor, harcamalar hangi bütçelerden
karşılanıyor, gidenlerin ne kadarı dönüyor, ne kadarı dönmüyor,
dönenler neler yapıyorlar, sistem nasıl işliyor, sorunlar nelerdir,
doğrular hangileridir, varsa yanlışlar nelerdir, sistemi nasıl
işletirsek ülkemiz ve yükseköğretimimiz için daha yararlı olur
vb. gibi soruların yanıtlarınının bilinmesi gerekmektedir.
Yükseköğretiınde yabancı öğrenci hareketliliğinin giderek
arttırılmasındaki amaç; sadece yükseköğretim kapasitelerinin
kullanılmasındaki etkinliği artırmak değildir. Bunun ötesine
geçen sosyal amaçlar bulunmaktadır. Örneğin, Avrupa Birliği
Sokrates ve Erasmus programlarıyla üye ve aday ülkeler
arasında öğrenci ve öğretim üyesi hareketliliğinin artışını
özendirirken, kültürel diyaloğu geliştirmeyi, Avrupa eğitim ve
OECD raporunda belirtilen ve yurt dışına büyük miktarlarda
öğrenci gönderen Çin, Kore, Hindistan vb. ülkelerden ülkemizin
payalmadığı görülmektedir. Ayrıca Müslüman coğrafyadan,
Ortadoğu ülkeleri, Orta Asya, Balkanlar vb. bölgelerden
de yeterince öğrenci bulunmadığı da bir gerçektir. Gelenler
2 YÖK, Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi Kitabı, 2007, s.17
3 A.g.e s.17
1 OECD, Policy Brief, Internationalisation of Higher Education, 2004, s.2
26
TÜRK YÜKSEKÖĞRETİMİ VE KÜRESELLEŞME
de uygulanan devlet politikası paralelinde burslu gelen ve
ekonomik gücü olmayan öğrenciler olmaktadır.
• Rekabet gücünü artırabilmek için üniversiteler uluslararası
işbirlikleri, franchise ve konsorsiyumlar kurmak durumunda kalacaklardır,
• Markalaşmak için isim hakkı almak ve bu anlamda yurtdışı
üniversitelerin uzantısı olmak olağan hale gelecektir.
Türkiye’de öğretim gören yabancı öğrenciler daha ziyade
devlet bursuyla öğrenim gören Türki Cumhuriyetlerden gelen
yabancı öğrencilerden oluşmaktadır. Yurt dışında eğitim gören
Türk öğrenciler ise bu sayının yaklaşık üç katıdır. Bu durum
sistemde bir çarpıklık olduğu izlenimini vermekte ve öğrenci
hareketliliğindeki diğer sorunlar bir yana, yalnızca sayısal açıdan
bile aleyhimize işleyen bir değiş tokuş olduğu görülmektedir
Bu ne kadar doğrudur ya da yanlışsa nasıl düzeltilmelidir? Bu
tür konularda, bir değer taşımakla birlikte, bireysel ilgilerin ve
çabaların yeterli olmayacağı açıktır. Bu nedenle, bir taraftan
çeşitli yönleriyle konu hakkında ilgisi, bilgisi ve görüşü olanlar
bunları açıklamalı ve özellikle bu yıl itibariyle sayıları 45’i
bulan Vakıf Üniversiteleri lobi oluşturmalı ve diğer taraftan da
başta YÖK olmak üzere ilgili kurumlar sorumluluklarını yerine
getirmeye çağrılmalıdır.
d. Değerlendirme
● Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada bir eğitim üssü olması
için çalışmaların YÖK başkanlığı nezdinde yürütülebileceği,
● Türkiye ile tarihi, coğrafi, kültürel bağları bulunan coğrafyalar ve sözkonusu coğrafyada yaşayan toplumlarla daha
sağlam ve sürekli ilişki tesisinin eğitim ile daha kolay bir şekilde tesis edilebileceği,
● Ortadoğu’nun, Orta Asya’nın, Balkanların beyinlerinin
Türkiye’ye yönelmesinin sağlanabileceği,
• Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada güçlü, etkili bir ülke ol
mak hedefine; evrensel geçerliliği olan üniversite eğitimi ile ulaşabileceği,
• Uygulanacak doğru politika ve stratejilerle TÜRKİYE’nin
bir “EĞİTİM ÜSSÜ” haline gelebileceği,
• TÜRKİYE’nin, bölgesinde (Ortadoğu, Orta Asya ve Balkan
lar için) bir YÜKSEK ÖĞRETİM ve ARAŞTIRMA MERKEZİ
haline getirilebileceği,
• Türkiye’nin, üniversite, enstitü ve araştırma merkezlerini
dünyaya, yabancı öğrencilere, özellikle de Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya gibi ortak kültür ve tarihe sahip olduğumuz ülkelere mutlaka açması gerektiği,
• Türkiye’nin şartlarını hazırlayabilirse; 11 Eylül sonrası ürkütülen ve şu anda küresel krizden dolayı tedirgin edilen
sermaye akışının ve beyin göçünün tersine ve kendi lehine
çevirebileceği,
• Türkiye’nin beyin göçü alan bir ülke haline gelebileceği,
• Yurt dışından gelecek başarılı üniversite öğrencileri içın
kontenjanlar tanınması ve burslar temin edilmesi; akraba
ülkelerden ve komşu coğrafyalardan Türkiye’ye öğrenci
akışı sağlanması gerektiği,
• Türkiye’nin başta tıp ve mühendislik eğitimi olmak üzere; pek çok ülkeye, hatta batılı ülkelere göre oldukça gelişmiş imkanlara sahip olduğu, İstanbul ve Antalya‘nın
Avrupa’nın sağlık merkezi olma yolunda hızla ilerlemekte
olduğu, Türk mühendislerinin dünyanın dört bir tarafındaki uluslar arası projelerde görev aldığı ve Türkiye’nin, mühendislik ve tıp eğitiminde dünyanın her yerinden öğrenci
çekebileceği,
• Yapılabilecek açılımlarla, Türk üniversitelerinin yabancı
öğrenciler kadar Yabancı öğretim üyelerine de kapılarını
açabileceği, Üniversitelerimizde yabancı akademisyenlerin varlığının, yabancı öğrencileri çekeceği; yabancı öğrenci akışının yabancı öğretim üyelerini besleyeceği ve
sonuç olarak karşılıklı bir çekim gücü oluşacağı değerlendirilmektedir.
b. Değişim
• Türk Yükseköğretimi son üç yıl içinde neo-liberal politikalar
çerçevesinde serbest piyasa koşullarına geçiş yapmış bulunmaktadır,
• Bunun ilk sinyalleri olarak vakıf üniversiteleri arasında fiyat
rekabeti ve promosyon çalışmaları başlamıştır,
• Yüksek öğretim kurumlarının rekabet gücü yükseltilmeden
piyasa uluslararası rekabete açılmıştır,
• Bir yandan her ile bir üniversite anlayışı ile devlet üniversite
sayısını artırırken son dönemde vakıf üniversiteleri kurulmasına da hız vermiştir,
• Devlet açtığı yeni bölümlerle vakıf üniversitelerine rakip
olma yolunda ilerlemektedir,
• Devlet, üniversitelerinde harçları arttırmak suretiyle paralı
öğretime geçiş sinyallerini vermeye başlamıştır,
• Ülke içindeki üniversitelere ÖSS ile öğrenci yerleştirirken
yabancı üniversitelere YÖK denkliği vererek doğrudan kayıt
alınmasına izin vermiş ve devlet eliyle haksız rekabete zemin açmıştır,
• Yabancı Devlet Üniversitelerinin ülke sınırlarında kurulmasına izin vermiştir,
• Bugün doğrudan kayıt için ülkemize gelen yabancı üniversitelerin yarın kampüsleri ile gelmeleri yakın görünmektedir.
c. Gelecek
• Üniversiteler üçüncü kuşak girişimci üniversite modellerine
doğru yönelip gittikçe ticarileşmektedir,
• Üniversite-şirketleşmeler başlayacaktır,
• Piyasa mekanizması işleyecek ve kalite öne çıkacaktır,
• Zayıf ve güçsüz olanlar bir müddet fiyat kırarak ve promosyonlarla ayakta kalmaya çalışacak bir dönem sonra devir ve
tasfiyeler başlayacaktır,
27
DOSYA
GELECEĞİN ARAŞTIRMA
KÜTÜPHANELERİ
İnternetten sonra doğanlar; siber-okuryazar, işbirlikçi, çoklu
görevliliğe, takım çalışmasına ve görsel-işitsel öğelere yatkın,
teknolojiye düşkün bir kullanıcı topluluğudur.
“Kütüphaneye ihtiyacım yok, orası çok büyük ve çok komplike,
Internet bütün bunların hepsini kapsıyor, Kütüphane katalogları
online, ihtiyacım olduğunda materyallere ulaşabilirim”
diyen bir kullanıcı gurubu ve bu görüş karşısında;
Nilüfer Ünal
“Olabilir, fakat her ne kadar online tarama mevcutsa da ben daima
önce kütüphaneyi kullanırım, kütüphanenin sahip olduğu nadir
kitaplara da ihtiyacınız olur.” diyen karşı görüş de mevcut.
Atılım Üniversitesi
Kütüphane Müdürü
Özetle kütüphanelerde halen, basılı kitaplardan vazgeçmeyen,
teknolojik gelişmelere yabancı olan kullanıcıların yanısıra,
teknolojik gelişmeleri yakından takip eden ve onlar için olmazsa
olmaz olan hizmetleri bekleyen kullanıcılar mevcut.
Giriş
Günümüzde internetin yaşamımıza girmesi, üniversite
kütüphanelerinin iletişim teknolojilerini yoğun bir biçimde
kullanma
zorunluluğunu
ortaya
çıkarmıştır.
İletişim
teknolojilerinin kullanılması sonucunda kütüphane hizmetlerinde
ve kullanıcı profilinde birtakım değişimler meydana gelmiştir.
Ancak bugün her iki kullanıcı gurubunun kütüphanecilerden
beklentileri de aşağıdaki gibidir:
Karmaşıklaşan bilgiye erişimde kütüphaneciden rehberlik,
Teknik destek,
Diğer yanda bilginin paylaşımında da yeni süreçler söz konusudur.
Kütüphanelerde hizmet anlayışı da teknolojik gelişimlerin
sonucunda farklı bir ortama taşınmıştır. Sürekli keşfetmeye dayalı
bugünün bilgi ekonomisi, bilgiye bakışımızın da değişmesine yol
açmakta ve bilgi ekonomisi yazını “veriler” yerine bu verilerin
bireyler arasında yoğun olarak paylaşımını ortaya çıkarmıştır.
7/24 ders çalışma ortamı,
Sosyal bir buluşma mekanı,
Basılı yayınları kullanma isteği,
Ödünç Verme Hizmetleri
Bu makalede yukarıda sözü edilen konular tartışılacaktır.
“Kütüphanelerarası Ödünç Verme” gibi geleneksel hizmetlere
gereksinim,
Kütüphane Kullanıcıları
Öğrenciler için ders çalışma ortamı sağlama görevi devam
ediyor.
Kütüphane Hizmetleri
Günümüzde üniversite kütüphanelerinde, kullanıcı profili
değişiyor, kütüphanelerin içeriği değişiyor ve veri araştırma
boyutu yeni bir formatta karşımıza çıkıyor.
İletişim teknolojilerinin kütüphanelerde kullanımıyla birlikte,
bilgi alış-verişinde, bilimsel verilere erişimde kolaylıklar
sağlanmasının yanısıra bilginin dijital ortama aktarılmasıyla
mekan ihtiyacı asgariye inmeye başlamış ve zaman sınırlaması
ortadan kalkmıştır.
Günümüz gençliği dijital medya araçlarını kullanarak yetişmiş,
ancak onları yetiştiren akademisyenler basılı kaynakları
kullanarak yetişmişlerdir. Artık, kütüphaneciler 2 tür kullanıcıyla
karşı karşıyadır.
Bugün istediğiniz bilgiye google, e-mail veya skype yoluyla
ulaşmak veya danışma kütüphanecisinden facebook ‘ta
sorularınıza cevap alabilmeniz mümkündür.
Kütüphane kullanıcısını bir başka deyişle şöyle tanımlayabiliriz.
İnternetten önce doğanlar – internetten sonra doğanlar.
28
GELECEĞİN ARAŞTIRMA KÜTÜPHANELERİ
Derek Law, “Google Books üzerindeki dijital tam metin kitap
sayısı 35 milyona ulaştığında bir kurum kütüphaneye niye ihtiyaç
duysun ki?” şeklinde bir soru sormakta ve aşağıdaki tabloyu
sunmakta.
Günümüzde kullanıcının beklentileri ve ihtiyaçları değişmektedir.
Bunun sonucu olarak kütüphane hizmetlerinin, basılı kaynakların
yanı sıra bilgiye, tam-metin ve kaynakların çeşitliliği (ses, görüntü
vb.) ile de sunulması zorunluluğu söz konusudur.
Bilginin indekslenmesi, e-basımların ortaya çıkması, bilgi
alışverişinin dijital ortamlar üzerinden gerçekleşmesi kullanıcının
günün her saatinde- istediği anda bilgiye erişimini kolaylaştırmış
ve bunun yanı sıra artık kaynağın içeriğine hızlı bir şekilde erişim
söz konusudur. (yazardan, kitap adından, anahtar sözcüklerden,
konu başlıklarından)
Kütüphaneler ve Kütüphanelerin Geleceği Hakkında Kötümser Görüşler
Günümüzde kütüphane hizmetlerinde yeni oluşumlar
gerçekleşmekte, üniversite kütüphanelerinde bilgi ve teknoloji bir
araya getirilerek elektronik bilgi kaynakları ile gerekli yazılımlar
ve de uzman kadro ile işbirliğine dayalı öğrenme mekânları
eşleşmektedir.1 Kullanıcının istediği bilgiye hızlı ve istediği anda
ulaşmasına olanak sağlayan veri tabanları ile kütüphaneler
arasında kaynak entegrasyonu sağlanmıştır.
Kataloglama
Otomatik metadata
Metadata
Sınıflama
Folksonomiler ve anlamsal
web
Yerel olarak sağlanan ve ilgili
folksonomi
Sağlama
e-bay, PaysPal, Amazon ve
Abebooks
E-arşivler, e-veri güven ölçübirimleri ve kalite güvencesi
Referans
Yahoo Answers ve Wikipedia
Güvenli kaynaklara kütüphane
markasıyla bağlantılar
Koruma
Dijital arşivler
Kurumsal arşiv
Kullanıcı eğitimi
Sohbet odaları
Moderatörlü sohbet odaları
Çalışma mekanı
Yatak odasında ve Starbucks’da
dizüstü bilgisayar
Kablolu kampus ve 24 saat
açık çalışma alanı
Dermeler
YouTube, Flickr, Kurumsal
arşivler, Açık Erişim
Diğer kütüphanelerle birlikte
tekil içeriğinin toplulaştırılması
Profesyonel Karar
Kalabalıkların aklı
Erişim becerilerinin öğretilmesi
Sınıflama
Folksonomiler ve anlamsal web
Sağlama
e-bay, PayPal, Amazon, ve Abebooks
Referans
Yahoo Answers ve Wikipedia
Koruma
Dijital arşivler
Kullanıcı eğitimi
Sohbet Odaları
Çalışma mekanı
Yatak odasında ve Starbucks’da dizüstü
bilgisayar
Dermeler
YouTube, Flickr, Kurumsal arşivler, Açık Erişim
Profesyonel Karar
Kalabalıkların aklı
Dijital Kütüphaneler
Kütüphaneler Tarafından Sosyal Ağ Araçlarının Pozitif Potansiyel Kullanımı
Kütüphane 2.0 Dünyası
Otomatik metadata
Teknolojinin hızla değişmesi kütüphane hizmetlerinin ve
kütüphanecilerinde kendilerini yenilemesi, çağın gerektirdiği
hizmetleri gerçekleştirme zorunluluğunu da beraberinde
getirmektedir. Ancak kütüphaneler sanal hizmetleri sunma
gerekliliğinin yanısıra, geleneksel hizmetleri de sunmaları
görevlerinin olmazsa olmazıdır.
Bu sorulara Law, kütüphanelerin pozitif potansiyel kullanımı
ve kütüphanecilerin kötümser görüşlerini aşağıdaki tabloyla
sunmaktadır. 2
Web 2.0 Dünyası
Web 2.0 Dünyası
Kataloglama
Kaynak: Law (2009, s.60)
“Sosyal ağların ve Web 2.0 araçlarının yoğun olarak kullanılması
kütüphanelere olan gereksinimi azaltır mı, ya da sosyal ağ
araçlarının kütüphanelerde kullanımı nasıl olacaktır?” şeklinde
endişeler kütüphaneciler arasında söz konusudur.
Geleneksel Kütüphane
Geleneksel Kütüphane
Nobel Edebiyat Ödüllü (1946) Hermann Hesse şöyle der.
“Kelimelersiz, yazısız, kitapsız tarih olmaz, insanlık
kavramı olmaz.” Kütüphaneler, bu belgeleri kayıt altına alan
ve kullanıcılarına ulaştıran merkezlerdir. Geçmişte basılı olarak
koruma altına alınan bu belgeler günümüzde yerini “Açık ve
Kurumsal Arşiv” hizmetlerine bırakmıştır.
Gelecekte bu hizmetler başka bir deyişle dijital kütüphaneler,
geniş ölçekli ve hızlı bilgi ağlarının kullanımı ile farklı coğrafi
uzaklıklardaki sayısız insana büyük çapta, değerli koleksiyonlar
sunacaklardır.
Burada Amerikan Hükümeti‘nin başlattığı “Sayısal Kütüphaneler
Girişimi”ne kısa da olsa değinmekte fayda var. Bu girişimin
amacı; gelecekte sayısı daha da artacak olan dijital formattaki
materyallerden (metin, ses, görüntü, grafik, fotoğraf vb.) oluşan
koleksiyonlara bütünleşik erişimi sağlayacak akıllı bilgi sistemleri
geliştirmektir.
Kaynak: Law (2009, s.61)
1 Tuba Akbaytürk: Dijital çağda Kütüphanelerin Yeni Yüzü: Bilgiye Erişim Merkezleri,Power
point sunum.
2 Law, D. (2009), Academic digital libraries of the future: an environment scan. New Review
of Academic Librarianship, 15, 53-67
29
GELECEĞİN ARAŞTIRMA KÜTÜPHANELERİ
(Digital Libraries Initiative-DLI); 3 ana projeden oluşmakta;
NSF (National Science Foundation)
ARPA (Advanced Research Projects Agency)
NASA (National Aeronautics and Space Administration)
DLI’in ilk evresi için desteklenen üniversiteler: Illinois Üniversitesi
Kaliforniya Üniversitesi Kaliforniya Üniversitesi, Carnegie Mellon
Üniversitesi, Michigan Üniversitesi, Stanford Üniversitesi
DLI kapsamındaki projeler; bilginin elektronik formda sağlanması,
depolanması, organizasyonu ve iletişim ağlarından kullanıcı
dostu arayüzler ve metadatalar aracılığı ile taranması, erişimi
ve sunumu konularında ileri düzey araştırmalar konusunda
yoğunlaşmışlardır.
DLI kapsamında Illinois Üniversitesi’nin başlattığı
Projenin Adı: “DeLIver”
Sonuç
Günümüzde kütüphane kullanıcıları ve kütüphaneciler
bir ara geçiş koridorundan teknoloji ağırlıklı yöne doğru
ilerlemektedirler. Her iki gurupta da internet öncesi ve internet
sonrası doğanlar vardır. Internet öncesi doğanlar, hızla gelişen
teknolojiye ayak uydurmak için gayret sarfetmektedir. Ama
diğer yanda teknolojinin gelişimiyle birlikte büyüyen, zamanının
çoğunu bilgisayar başında geçiren, mail gönderen, oyun oynayan,
gevezelik eden vb. genç bir nüfus da vardır. Onlar artık iphone
aracılığı ile kütüphane kataloglarına girip istediği kitabı tammetin okumak istemektedirler.
Tüm bu nedenlerle günümüzde bilgiye erişim hizmetleri,
kütüphanecilik mesleğini de etkileyeceği gibi kütüphanecilerin
de web tasarımcısı, ağ yöneticisi vb. bilgi ve becerilere sahip
olması gereği doğmaktadır. Kütüphanelerin kullanıcıların
alışkın oldukları ortamlardan ayrılmalarına gerek kalmadan
sosyal ağlar içinden görünebilir ve kullanılabilir olabilmeleri için
“bağlantılı olma, iletişim ve içerik” gereklidir.3 Dijital kullanıcıların
toplandıkları, zaman harcadıkları ve “yaşadıkları” sosyal ağlarda
ve sanal ortamlarda daha çok kaynak ve hizmet bulunmaktadır.
Dolayısıyla kütüphaneler de kaynaklarını ve hizmetlerini dijital
kullanıcıların bulundukları sosyal ağlara ve sanal ortamlara
taşımalıdır.
Web sayfası örneği yanda görülen Illinois Üniversitesi’nin
projesi “DeLIver”; Fizik ve Mühendislik dergilerinin dijital formda
sağlanması, depolanması, indekslenmesi, organizasyonu
konularında ileri düzey araştırmalar ve bunları kullanıcı dostu
arayüzler ve metadatalar ile sunma konularında ileri düzey
çalışmalar yapılmakta
Üniversite kütüphanelerinin, bilişim ve sayısal kütüphane
uygulamalarında başarım düzeyinin yükseltilmesi kütüphaneler
arası işbirliğinin arttırılması ile mümkündür. Gelecek için
üniversite kütüphanelerinin izleyeceği yol haritası, salt teknoloji
tüketicisi olmak yerine teknolojiyi kullanarak üretmek olmalıdır.
Kaliforniya Üniversitesi (Berkeley) Elektronik Çevre ve
Biyoloji Kütüphanesi’nin projesi ise;
Çevre ile ilgili tam metin doküman, harita, fotoğraf, uzaydan
çekilmiş görüntüler, ses, video, numerik veri setlerini içeren,
büyük ve yaygın koleksiyonları bir araya toplayacak ve bu
kaynaklara etkin erişimi mümkün kılacak bir sayısal kütüphane
yaratmaktır.
3 Tonta, Yaşar: Dijital yerliler, Sosyal Ağlar ve Kütüphanelerin Geleceği, Türk Kütüphaneciliği
23, 4(2009), 742-768
30
GÜNDEM
“ENGELLİ
ÜNİVERSİTELİ
OLMAK”
Bir kişi bir işi
başaramıyorsa,
burada da bir engel
vardır.
Öncelikle sizinle
“engelli” ve “özürlü”
terimleri üzerine
konuşmak istiyorum.
Daha önce basında yer
alan röportajlarınızda
bu hususa da
değinmişsiniz. Hangi
terimi kullanmak
doğru olur sizce?
Moda ve Tekstil Tasarımı daha önceden düşündüğünüz
bir bölüm müydü? Nasıl karar verdiniz bölümümüzde
okumaya?
Üniversitemize
gelmeden
önce
birkaç
üniversitede
okuyabilmek için denemelerim olmuştu. Ancak, arzu ettiğim
ilgiyi görememiştim. 2.kez ÖSS’ye girdikten sonra bir devlet
üniversitesini kazandım. Ama orada kendimi yeterince
geliştiremeyeceğimi düşünerek bir vakıf üniversitesinde
okumaya karar verdim. Birkaç üniversite arasından Atılım
Üniversitesi’ni tercih ettim. Çünkü, başvuruda bulunduğumda
yakın ilgi gördüm. Bana yetenek sınavına girerek başarılı olmam
gerektiğini söylediler. İki aşamalı yetenek sınavına girdim. Sınav
sırasında ben çizim yaparken hocalarım dikkatli bir şekilde
beni gözlemlediler. Olumlu bir hava sezdim. Sınava girerken
seçeceğim bölüm hakkında çok da emin değildim. Dekanımız ve
hocalarımızla görüşmelerim sonucunda hem benim açımdan hem
de ilerideki çalışma imkanları açısından en uygun bölümün Moda
ve Tekstil Tasarımı Bölümü olduğuna karar verdiler. Geçenlerde
yaptığımız bir görüşmede hocalarımız, “Yusuf nasıl dikiş dikecek
veya malzemeleri nasıl kullanacak” diye düşündüklerini ancak
daha sonra yaptıklarımı görünce düşüncelerini değiştirdiklerini
söylediler. 2. sınıftan itibaren yeni bir şeyler tasarlayabildiğimi
gördüm, çalışmalarıma devam ediyorum.
Engelli demek, bana
göre tüm insanlar için
geçerli bir durum. Bir
insana ‘uçabilir misin’
diye sorarsak, olumsuz cevap verir. Başaramıyorsa burada da
bir engel vardır. Özürlü de kişiyi rencide edici bir söz gibi geliyor.
Pek çok engelli arkadaşımın ortak düşüncesidir bu. Bence bu
terimlerin dışında bir şeyler söylenebilir.
Sizin çok özel bir durumunuz var bizim açımızdan.
Üniversitemizde hangi bölümde eğitim görüyorsunuz, kaçıncı
sınıftasınız?
Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Moda ve Tekstil
Tasarımı Bölümü’nde 2.sınıf öğrencisiyim. Yaptığım çizimler
konusunda hocalarımın görüşleri olumlu. İyi bir şeyler yapabilmek
adına yolumda ilerliyorum.
31
GÜNDEM
Üniversitemiz size ne gibi imkanlar sundu? Öğreniminizi
nasıl sürdürüyorsun?
Birinci sınıftan itibaren teşvik burslu olarak eğitimimi
sürdürüyorum. Bursumun devam etmesi için gerekli koşulları
sağlamam gerekiyor. Geçen sene notlarım olması gereken
seviyede değildi. Üniversitem bana ikinci bir şans verdi, bu sene
not ortalamamı yüksek tutmak istiyorum. Benim buraya burslu
gelişim devlet üniversitelerinden daha avantajlı oldu. Vakıf
üniversiteleri hakkında önyargılarım vardı, ancak bunun yanlış
olduğunu şimdi anlıyorum.
Engelli arkadaşlarınız arasında üniversitelerde okuyanlar
daha çok hangi bölümleri tercih ediyor?
Çevremdeki engelli kişiler maddi durumları nedeniyle daha çok
devlet üniversitelerini seçiyorlar. Zor koşullar altında okudukları
32
“ENGELLİ ÜNİVERSİTELİ OLMAK”
Sınıf arkadaşlarınızla iletişimde bir zorluk yaşıyor musunuz?
Diğer öğrencilerden farklı görüyor musunuz kendinizi?
Kendimi farklı görmüyorum. 16 kişilik sınıfımızda arkadaşlarım
bir çizim yaptıklarında benim fikrimi sorarlar, ben de onlara
danışırım. Bazen malzemeler konusunda yardıma ihtiyacım
oluyor. Birbirimize yardım ediyoruz.
Eğitiminiz dışında aktif olarak da pek çok faaliyete
katılıyorsunuz. Uğraştığınız diğer işler nelerdir?
Eğitimim dışında sporculuğum devam ediyor. 3-4 sene önce
profesyonel hale dönüşen atletizm ve yüzme branşlarındaki
çalışmalarım sürüyor. Kendi kendime tasarımlar ortaya koymak
istiyorum. Yaptığım tasarımlar daha çok fantastik. Nano teknoloji
konusunda kendimi geliştirmek istiyorum.
Geleceğe yönelik hedefleriniz nelerdir?
Bu bölümlerde okuyan her öğrenci gibi ben de keşfedilmek
istiyorum. Türkiye’de, Avrupa’da, dünyada çalışmalarımın
görülmesini istiyorum.
için biraz daha tolerans bekliyorlar. Ben, Atılım’ı tercih etmekle
doğru bir seçim yaptığımı düşünüyorum.
Atılım’a nasıl geliyorsunuz, yemek ihtiyacını
gideriyorsunuz, rahat hareket edebiliyor musunuz?
nasıl
Belediye otobüsüyle üniversiteye geliyorum. Kendi alışkanlığım
sonucu az yemek yiyorum. Genelde yurtta yiyorum yemeklerimi.
Kahve aralarında bazen arkadaşlarım bana ısmarlıyor bazen
de ben onlara kahve ısmarlıyorum. Herhangi bir sıkıntı
yaşamıyorum.
33
GÜNDEM
Zorlu yollar aşarak bugünlere ulaştınız. Sizin durumunuzda
olan öğrencilere neler tavsiye edersiniz?
yararlanarak, Polonya’da kısa dönem gönüllü hizmet yaptım. Mezuniyet sonunda aldığım
ÖSS puanıyla 3 devlet üniversitenin güzel sanatlar sınavına girdim fakat kazanamadım.1
sene kadar emniyet destekli olarak güvenlik görevlisi olarak çalıştım.2007 yılında Polis
Akademisi’ndeki öğrencilerle, sosyal hizmetlerdeki çocuklar hakkında bir proje hazırladım.
Şu an Türkiye’de 8 ilde bu projemiz devam ediyor. 2008 yılında Atılım Üniversitesi Güzel
Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nü kazandım. İyi
bir tasarımcı olarak mezun olmak için gayret ediyorum.
Benim tavsiyem doğal olmalarıdır. Eğer siz kendinizi çevrenizden
dışlarsanız, çevrenizdekiler de size farklı gözle bakıyor. Örneğin,
dolmuşta seyahat ederken yaşlı insanlara yer verdiğimde tuhaf
karşılıyorlar. Ben ayakta durabiliyorum, bunu söylüyorum, rahat
hareket ediyorum. Sosyal aktivitelere, söyleşilere katılabilirler.
İmkanım olursa bu düşüncelerimi konferanslarla aktarmak
isterim. Başta dediğim gibi, bir kişi bir işi başaramıyorsa burada
da bir engel vardır. Karşısında farklı bir şey görünce herkes bakar,
bu gayet doğaldır. Herkesin içinde acıma duygusu da vardır.
Önemli olan doğal hareket ederek, işlerini devam ettirmektir.
ATEK-DER
(Anadolu Tüm Engelliler
Kültür ve Dayanışma Derneği)
Genel Başkanı
Sn. Mustafa
Niğdelioğlu’nun
gündem konumuz
“Türkiye’de Engelli Üniversite
Öğrencisi Olmak” üzerine
kaleme aldığı sözleri…
Son olarak eklemek istedikleriniz…
Bana Atılımlı olma imkanı sunan başta Mütevelli Heyeti olmak
üzere fakülteme ve tüm Atılım ailesine teşekkür ederim.
Röportaj:
Özlem Işıklar
Yusuf Akgün Kimdir?
10 Ekim 1986’da Iğdır’ın merkez köylerinden Karakuyu Köyü’nde doğdum. Ailemin en
büyük çocuğu benim, bir kız iki erkek kardeşim var. Babam çiftçiliğin yanı sıra inşaat işinde
kalıpçılık yapar. Annem ev hanımıdır. Altı yaşımda ilkokula başladım. Fakat dönemin siyasi
olayları sırasında okulumuzun yakılması sonucu okula devam edemedim. Altı ay kadar
çobanlık yaptım, yedi yaşımda yüksek gerilim direğine çıkma sonucu elektriğe kapıldım,
iki kolumu kaybettim. Yaklaşık dört ay kadar Erzurum Devlet Hastanesi’nde kaldım.
Doktorların sol bacağımın da kesilmesi gerektiğini söylemesinden sonra babam ve amcam
beni gece hastaneden kaçırdılar. İyileşmemle birlikte babamın başvurması ile 1992’de
Ankara Saray Rehabilitasyon ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na verildim. Bir sene sonra fizik
tedavi uzmanlarının hazırladığı raporla normal çocukların arasına verildim. Pursaklar
Ayyıldız İlköğretim Okulu’na yazıldım, iki ve üçüncü sınıfı burada okudum. Bu sırada ağzımla
yazı yazmaya başladım.1996’da Keçiören Atatürk Çocuk Yuvası’na gönderildim. Beşinci
sınıfa kadar Çizmeci İlköğretim Okulu’nda eğitimime devam ettim. Sınıf öğretmenimin ve
yuvada gönüllü bir öğretmenin desteğiyle çizime başladım. Bir giyim firmasının düzenlediği
“kendi kıyafetini kendin yap” adlı yarışmada onur ödülü aldım.1999’da yaşımın dolmasıyla
Etimesgut Fatma Üçer Yetiştirme Yurdu’na gönderildim. Daha sonra Ankara Sosyal Hizmetler
Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı Ellinci Yıl Yetiştirme Yurdu’na verildim. Orta ikinci sınıfın
ortalarında resim öğretmenimin de desteğiyle okullar arası resim yarışmalarına katıldım.
Katıldığım yarışmalarda dört kez ödül aldım. Aynı zamanda yetiştirme yurdunda gönüllü
olarak yazarlık eğitimi veren Türkiye Edebiyatçılar Derneği tarafından birinci dönem yazarlık
eğitimi aldım. Akrep adlı hikayemle özel jüri ödülü aldım. İleriki zamanlarda ilçe ve ilde
düzenlenen resim yarışmalarında ödüller aldım. Sosyal hizmetlere bağlı “Yurtlar Arası Judo
Şampiyonası”nda cesaret ödülü aldım. Ortaokul son sınıfta gösterdiğim başarıdan dolayı
okul tarafından onur belgesi aldım. Lise başvurusunda güzel sanatlar lisesi sınavlarına
girdim. İkiyüz elli kişiden 31 inci olarak elendim. Ankara Yenimahalle Halide Edip Lisesi’ne
başladım. Burada çizime devam ettim. Okul adına yarışmalara katılarak ödüller aldım.
2004 yılında Ümit Kaptan adlı çizgi roman dergisinde çalışmalarım yayınlandı. 2003’ün yaz
döneminde başladığım yüzme sporu devamında okul adına yarışmalara katıldım. 2004
yılında ilçe ve bölgede sırt üstü 50 m.de ve serbest stilde 100 m.de birincilik getirdim. Türkiye
Şampiyonası’nda engellilerde Samsun ve Tokat illerinde birincilikler aldım. 2004 yılında milli
takımla birlikte Çek Cumhuriyeti’nde düzenlen müsabakalarda 4.lük aldım.2005 yılında okul
başkanlığı, ilçe ve ilde öğrenci meclisi başkanlığı ardından yurt temsilciliği yaptım. 2005 yılında
atletizm dalında Türkiye elemelerini geçerek, Finlandiya’da Türkiye’yi 100 m., 200 m. sprint
ve uzun atlamada temsil ettim. Fransa ve Fas Kralı’nın davetlisi olarak Fas’ın Casablanca
kentine giderek müsabakalarda 2 altın ve 1 bronz madalya getirdim. 2005’in yaz döneminde
Avrupa Birliği destekli üye ve aday ülkelerin düzenlediği kültürler arası eylem projelerinden
Üniversiteler bir ülkenin aydınlanmasında öncülük yaparlar.
Ülkenin sorunları için bütün birikimlerini ortaya koyarak o ülkenin
sorunlarının çözümlenmesinde öncülük yaparlar. Bunun en
güzel örneklerinden biri de üniversitede öğrenim gören engelli
öğrencilerdir. Üniversiteler bünyesinde öğrenim gören engelli
öğrencilerin rahat hareket etmelerini sağlamak amacıyla yeni
yapılan binalar engellilere göre dizayn edilmekte, eski binalar
ise restorasyondan geçirilerek yine engellilerin kullanımına
uygun hale getirilmektedir. Böyle özveriyle çalışan kurumların
yöneticilerine ancak minnet duyulur ve teşekkür edilir. Ayrıca
Atılım Üniversitesi’ne özel bir atıfta bulunmadan geçemeyeceğim.
Bu üniversite kendini bu işlere adamış, iyiliksever dostlarımız
bulunmaktadır. Dilerim bütün kurumlar üniversitelerdeki bu
çalışmaları örnek alarak engellilere daha fazla önem verir.
Umutsuz değilim. Engelliler konusunu üniversiteler bu şekilde
ele aldıktan sonra çözüm de kendiliğinden gelecektir. Bizler,
engelli derneği gönüllüleri olarak sizlerin engellilerimiz için
yaptığınız çalışmalardan ötürü her zaman yanınızda olacağımızı
canı gönülden beyan ederiz.
34
MAKALE
KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET
EGEMENLİĞİ
unsuru olan ulus üzerinde sahip olduğu iktidar egemenlik
olarak tanımlanmaktadır.5
Modern devlet içinde iktidar tekeli el değiştirse dahi
egemenlik devlet için bakidir.6 A.M.Hocart, egemenliğin
vazgeçilmezliğini şu şekilde ifade etmektedir: ‘Biz merkezi
yönetimden vazgeçemeyiz, çünkü toplumumuz öylesine geniş
ve karmaşıktır ki, her bir bireyin, hiç görmediği, hatta hakkında
hiçbir şey duymadığı binlerce başka bireyle işbölümü yapma
zorunluluğunun bulunduğu belli bir eşgüdüm sistemine
gereksinim duymaktadır…’ 7
Araş. Gör. Aslı ŞİMŞEK
Atılım Üniversitesi
Hukuk Fakültesi
Dünyada devlet yapılanması bakımından ‘yeni bir düzen’in
başlaması küreselleşme olgusunun gündeme gelmesi
ile olmuştur. ‘Küreselleşme’8 çok boyutlu bir kavramdır.
Hem dünya siyasetini hem ekonomisini etkilemektedir.
Ulus devlet egemenliği bakımından ayrı bir öneme sahiptir.
Çünkü dünya çapında ortak kültüre sahip, sınırları olmayan
bir toplum yapısına ulaşmayı hedefler. Bu hedef de uluslar
üstü bir oluşumu gerektirmektedir. Dolayısıyla ulus devletin
sınırları içinde son söz sahibi egemen konumu sarsılmaktadır.
Sözcük olarak egemenlik; en üstün güç, egemen olma
durumu olarak tanımlanmaktadır. 1 Sözlük anlamından da
anlaşılacağı üzere egemenlik, kendisinden üstün bir otoriteye
tabi olmama ve fakat kendisine tabi olanları yönetme erki
olarak tanımlanabilir. Devletin iktidar unsuru ve kamu gücünü
kullanma unsurudur.2 Dolayısıyla ülke içindeki en üstün kamu
örgütlenmesinin temel unsurudur.3
Kamu Hukuku, devleti tüzel kişilik olarak ele alırken,
toplumdaki diğer tüzel kişilerden daha üstün yetkilerle
donatıldığını kabul etmektedir.4 Ulus devletin sahip olduğu
bu üstünlük, ülke sınırları içinde hükmetme tekeline sahip
egemen güç olmasından kaynaklanmaktadır.
5 GÖZLER, İçindekiler Bölümü, s., VI- VII.
6 Reyhan SUNAY, Tartışılan Egemenlik, Yetkin Yayınları, Ankara 2007 s. 32.
7 Arthur Maurice Hocart, ‘Krallar ve Danışmanları (Yasa)’, Çeviren Başak Baysal- Barış
Erman, Devlet Kuramı, Derleyen Cemal Bali Akal,Dost Kitabevi Yay. , Ankara, Temmuz
2000, s. 72.
8 Küreselleşme ilk olarak çok uluslu şirketler bakımından önemli bir kavram iken, git gide
genişleyen ve tanımı zorlaşan bir tabu haline gelmiştir. Bkz. AKAD- DİNÇKOL, s.190;
SUNAY, 2007, s. 112-119. Modelski küreselleşmeyi ‘bir grup tarihsel dünya toplumlarının
global bir sistem içerisinde bir araya getirilmesi süreci’ olarak tanımlamaktadır. Bkz.
George MODELSKİ, ‘Küreselleşme’, Çev. Kudret Bülbül, Refik Yaslıkaya, Küreselleşme
okumaları Ekonomi- Siyaset, Ed. Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara 2006, s. 193.
Giddens’ın küreselleşme tanımı ise ‘ yerel oluşumların kilometrelerce uzaktaki olaylarca
şekillendirilmesi ya da tersi biçimde, uzak yerellikleri birbirine bağlayan dünya çapındaki
toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması’ biçimindedir. Anthony GİDDENS, ‘Modernitenin
Küreselleşmesi’, Çev. Kudret Bülbül, Küreselleşme okumaları Ekonomi- Siyaset, Ed.
Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara 2006, s. 204.
Modern anlamda egemenlik çeşitli unsurlardan oluşan bir
kavramdır. Şöyle ki devletin; toprak unsuru olan ülkede, beşeri
1
2
3
4
Reyhan SUNAY, Tartışılan Egemenlik, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s. 21.
Kemal GÖZLER, Devletin Genel Teorisi, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2007, s. 78.
Hüseyin PAZARCI, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, Ankara 2004, s. 148.
Devletin bir hukuk sujesi olması söz konusudur. Mehmet AKAD, Bihterin Vural DİNÇKOL,
Genel Kamu Hukuku, Der Yayınları, İstanbul, 2006.s. 183;
35
MAKALE
Uluslararası ekonomiyi yönlendiren devasa şirketler, hukuken
ve siyaseten tam bir serbesti için ulus devletin sınırlarını
zorlamaktadırlar.
için yeterli değildir.12 Bu nedenlerle ulus devlet egemenliği
reddedilmektedir. Kamu yararı veya kamu düzeni gibi tanımı
belirsiz saiklerle geniş bir egemenlik alanına sahip olan
ulus devletin yetkilerinin büyük bir kısmı farklı aktörlere
dağıtılmalıdır. Ulus devletin sahip olduğu egemenlik tekeli,
‘hukuk devleti ilkesi’ ile bağdaşmamaktadır.
Bu durumda meşruiyetini ulustan alan devlet modeli yerini
başka aktörlere devretmektedir. ‘Kamu yararı’9 için var
olan ulus devlet, artık minimum alanda etkin kılınmak ve
maksimum serbestiyi sağlamakla görevlendirilmektedir.
Sınırların kalktığı küresel bir dünya iddiası ile ortaya atılan
küreselleşme; zengin ve fakir arasındaki sınırı kaldıramamış,
tam tersi sınıra bir uçurum yerleştirmiştir. Bu uçurum merkez
devletler- çevre devletler ya da kuzey- güney ayrımı şeklinde
kendini göstermektedir. Çünkü küreselleşme sürecinde
gümrüklerin açılması ve serbest dolaşım aradaki ekonomik
uçurumu artırmıştır. Gelişmiş ülkeler daha da zengin, az
gelişmiş ülkeler ise daha da fakir hale gelmiştir.10
Her ne kadar ulus devlet modern kapitalist dünyaya ait bir
yapılanma olsa da liberal politikaların yanında sosyal politikaları
da uygulayarak halkı bütünleştirici ve sosyal adaleti sağlayıcı
bir işleve sahiptir. Bu da demokrasi kültürünün gereğidir.13 Bu
noktada Beck de ulus devletin görünümleri olan refah devleti,
kamusal alan ve demokrasinin neoliberallerce tasfiye edilmek
istendiğini belirtmektedir. 14 Neoliberaller reformcu olduklarını
iddia etseler de, aslında ‘Ortaçağ Avrupası’na dönüş söz
konusudur. Çünkü yerel milliyetçiliklere vurgu yapılarak küçük
devletçikler oluşturulmakta, dini referanslarla cemaatçilik
özendirilmektedir. 15
Günümüzde bir yandan teknolojinin hızla gelişmesi,
telekomünikasyon hukuku, uzay hukuku, çevre hukuku gibi
alanlarda uluslar arası düzenlemelere ihtiyaç duyulurken,
diğer yandan küresel ekonominin neoliberal politikalar
doğrultusunda yönlendirilmesi sonucu Dünya Ticaret Örgütü
(W.T.O.), Uluslararası Para Fonu (I.M.F.), Dünya Bankası (World
Bank) gibi kurumlar ortaya çıkmaktadır. Bu yeni gelişmeler ve
ortaya çıkan yeni aktörler nedeniyle ulus devlet egemenliğinin
gözden geçirilmesi gerektiği savunulmaktadır.
Küreselleşmenin zengini daha da zengin fakiri daha da fakir
yapması gibi yıkıcı sonuçları olduğu, insan hakları, azınlık
hakları söylemleri ile ört bas edilmeye çalışılmaktadır. Hayali
bir dünya vatandaşlığı ve evrensel hukuk arayışı karşısında,
dünyada mevcut olan ekonomik eşitsizlikler gelmektedir.
Çözülmesi gereken ekonomik eşitsizlik sorunu, ulus devlet
egemenliğini reddeden uluslararası ve ulusüstü sermaye
tarafından göz ardı edilmektedir. İnsan hakları içinde hayati
bir öneme sahip olan sosyal haklar bir kenara itilip mülkiyet
hakkı ve sözleşme özgürlüğüne vurgu yapılmaktadır. Ancak
küresel sermaye ‘egemenlik yetkisini kim adına kullanıyorsun’
sorusuna ‘ulus adına’ cevabından daha akılcı bir cevap
bulamamaktadır. 16
Bu görüşe göre ülkede egemen güç olan ulus devletin
hükmetme tekelinin mutlaklığı, yürütme organına sınırsız
takdir yetkisi vermektedir. Aynı zamanda ulus devletin
hükmetme tekeli, yasama organına keyfi yönetimin, temel
hak ve özgürlüklerin kısıtlanması tekelini vermektedir. 11
Küreselleşen sermayenin ulus devlet egemenliğini aşındırma
çabaları ile ulus devletlerin bu harekete direniş göstermesi
sonucu ulus devlet egemenliği bir dönüşüme uğramaktadır.
Dönüşen ulus devlet, egemenlik yetkisine dayanan bazı
işlevlerini kaybetmektedir. Bu işlevler özellikle sosyal devlet
olma ile ilgili işlevlerdir. 17
Ayrıca kapitalist sistemin bir sonucu olarak ortaya çıkan ulus
devlet miladını tamamlamış, küreselleşme sürecinde iktidarı
kullanma yetkisi ulus devletlerden çok uluslu ve ulusüstü
şirketlere kaymıştır. Uluslararası sermaye bakımından, ulus
devletin dar kalıpları ekonominin istedikleri yönde gelişmesi
9 Kamu yararını gerçekleştirmek sosyal devlet ilkesinin hayata geçirilmesi ile bağlantılıdır.
Sosyal devlet olmak, ekonomik hayata devletin müdahalesini gerektirir. Fakat bu
müdahale küreselleşme taraftarları, neoliberaller tarafından reddedilmektedir. Örneğin
eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi hizmet kolları ulus devletin tekelinden çıkarılarak
özelleştirmeler yoluna gidilmektedir. Turan YILDIRIM, ‘Kamu Hizmeti ve Kar Amacı’,
Editör Ali Ulusoy, Hukuk- Ekonomi Perspektifinden Uluslar arası Tahkim ve Kamu
Hizmeti, Liberte Yayınları, Ankara 2001, s. 45.
10AKAD- DİNÇKOL, s. 208.
11SUNAY, s. 93.
12AKAD- DİNÇKOL, s. 198.
13AKAD- DİNÇKOL, s. 214.
14Ulrich BECK, ‘Küreselleşme Nedir?’, Çev. Kudret Bülbül, Küreselleşme okumaları
Ekonomi- Siyaset, Ed. Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara 2006, s. 217.
15BECK , s. 218.
16AKAD- DİNÇKOL, s. 216.
17AKAD- DİNÇKOL, s. 210.
36
KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET EGEMENLİĞİ
Ulus devletin yürütme organı olan hükümet ve idari teşkilatı
bakımından yerel yönetimlerle yetki paylaşımı yoluna gitmek
gerekliliği gündemdedir. Ancak iyi organize olmuş bir ulus
devlet idaresinin ve bürokrasisinin tüm yetkilerini özerk
birimlere devredeceği savı yerinde değildir.
Küreselleşme, gelişen teknoloji ile e-devlet olunmasını
dayatsa da ileri teknoloji ile ulus devletin vatandaşlarını mali,
idari ve adli yönden kontrol mekanizması kuvvetlenmiştir.18
Her ne kadar küresel şirketler ulus devlet sınırlarını aştıkları
iddiasında iseler de en azından asayişi ve mülkiyet hakkını
koruyacak egemen bir ulus devlete ihtiyaç duyacaklardır.
Kapitalizmin, ekonominin olağan akışı için, kamu düzenini
sağlayacak bir devlete ihtiyacı vardır.
Küresel şirketlerin etkisini inkar edilmemekle birlikte ulus
devletten apayrı bir oluşum olduğu kabul görmemektedir.
Burada dünya ekonomisindeki son gelişmelere de bakılacak
olursa ekonomik krizden zarar gören küresel şirketlerin
imdadına yine ulus devlet koşmaktadır.19 Ayrıca meşruiyetini
ulusa dayandıran ulus devletler açısından küreselleşme ulusal
milliyetçilik yerine yerel milliyetçilikleri teşvik etmektedir.
Çoğu kez çoğunluk içinde yapay azınlıklar oluşturularak yerel
milliyetçilik yapan azınlıklar muhatap alınmaktadır.
açıdan ulus devlet egemenliği yerine yeni güç paylaşımları
öngörülmektedir. Küreselleşme sürecinin yeni oluşumlara
kapı açması ile bölgeselleşme süreci ortaya çıkmıştır.
Klasik ulus devlet egemenliği aşınmakta, resmi sınırlar
muhafaza edilse dahi ulus devletin yetki alanına uluslar arası
ve ulus üstü pek çok kuruluşun müdahalesi söz konusu
olmaktadır. Hukuk devletini işletmek adına uluslararası
mahkemeler ulusal yargının üstünde tutulmakta, uluslararası
andlaşmalar ulus devlet anayasalarının üst normu kabul
edilmektedir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta;
hegemonya kuran büyük devletlerin çok daha güçlü ulus
devletler haline geldiği ve uluslararası hukuka aykırı hareket
ettiği gerçeğidir.20 Ulus devlet egemenlik sahasının değişim
göstermesi her devlet için farklı sonuçlar doğurmaktadır.
Bir yanda AB’ye üye olmaya çalışan Türkiye bir dizi standart
yasalar paketini onaylarken, diğer yandan BM Güvenlik
Konseyi’nden istediği kararı çıkartamayan ABD Irak’ı işgal
etmektedir.21
1998’de Uluslar arası Ceza Mahkemesi Roma Antlaşması
ile kurulan Uluslar arası Ceza Mahkemesi insanlığa karşı
suçlar, soykırım, savaş suçları gibi suç kategorilerinden dolayı
yargılama yapabilmektedir. Fakat ABD, Çin, Rusya, İsrail başta
olmak üzere bazı devletler egemenlik ilkesine aykırı buldukları
için antlaşmayı imzalamamışlardır.
Dünyada 1970’lere kadar uygulanan refah devleti politikasından
vazgeçilmesi, sosyal devlet ilkesinin yavaş yavaş hukuki
düzenleme alanından çıkarılması ile gelişmiş kapitalist
devletlerde neoliberal politikalar uygulamaya konulmuştur.
Fakat sadece ekonomi alanında kalmayan uygulamalar
hem siyasi hem de toplumsal hayata yansıtılmıştır. Siyasi
18Kudret BÜLBÜL, Küreselleşme Okumaları, Kadim Yayınları, Ankara 2006, Giriş Bölümü, s.
XVII; AKAD- DİNÇKOL, s.209.
19Büyük ekonomik krizlerle karşılaşıldığında serbest piyasa mekanizmasına, dolayısıyla
ekonomiye devletlerin müdahale ettikleri görülmektedir. Örneğin ABD, 1929 yılında
meydana gelen Amerikan Borsası’ndaki büyük çöküşten dolayı New Deal politikaları ile
ekonomiye müdahale etmiştir. Onur ÖYMEN, Geleceği Yakalamak ( Türkiye’de ve Dünyada
Küreselleşme ve devlet Reformu), Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s. 296. Geçtiğimiz
yıllarda baş gösteren küresel ekonomik krizin atlatılmasında da benzer bir politika
izlenmişti. http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/460082.asp (E.T. 5.2.2010)
20Kudret BÜLBÜL, Küreselleşme Okumaları, Giriş Bölümü, Kadim Yayınları, Ankara, 2006,
s. XIV. Avrupa Birliği’ni arızalı bir büyük tasarı olarak niteleyen Yves Lacoste ABD’nin, AB
ülkelerinin NATO’nun Avrupa’daki etkinliğinin azaltılmasını öngören Avrupa Anayasası
projesi ve dış politika ve güvenlik konularında anlaşamamasını genişletmiş olduğu
egemenlik sahası için memnun edici bulmaktadır. Yves LACOSTE, Büyük Oyunu Anlamak
(Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi), Çeviren İsmet Akça, 2. Baskı, İstanbul, 2008 s. 88-98.
21BÜLBÜL, s. XIII.
37
MAKALE
ANADOLU’DA NEVRUZ
VE KUTLAMALARI
takviminde yeni yılın başlangıcı 21 Mart’tır. Farsça bir kavram
olan Nev: yeni, ruz: gün = Nevruz olarak ifade edilmektedir.
Nevruz, Türklerin Ergenekon’dan çıkış gününü temsil etmekte,
yeniden doğuşu da vurgulamaktadır. Nevruz, kışın soğuğundan,
karından, buzundan kurtulup; yeşeren, canlanan doğaya
duyulan sevginin, baharın gelişinin ifadesi, bayramı olarak
kutlanmaktadır.
Nevruz Bayramı, Sultan-ı Nevruz, Nevruz Sultan, Noruz, Nevruz,
Ergenekon, Yeni Gün, Ulusun Ulu Günü gibi değişik adlarla
anılmaktadır.
Tarihin çeşitli devirlerinde siyasal, toplumsal nedenlerle birbirinden ayrı yaşayan, farklı dinsel inançlarda olan Türkler
yeni-gün, Nevruz geleneğini yaşatmışlardır. Yenileşme, mutluluk, kaynaşma, canlanma ve bahar bayramı olarak kutlanan
Nevruz’u, Çin kaynakları, milattan yüzlerce yıl önce 21 Mart’ta
Türklerin bahar şenlikleri için kırlara çıktıklarını, hazırladıkları yemekleri yiyerek eğlendiklerini belirtmektedir.
Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı
Lügat-it Türk’de baharın
“suların çoğalması, karların
eriyip dağ başlarının
görünmeye
başlaması,
dünyanın
nefesinin
ısınması, türlü çiçeklerin açması, yeryüzüne
yemyeşil bir ipek kumaşın
serilmesi, hayvanların çoğalmaları” olarak nitelendirilmiştir.
Yrd.Doç.Dr. Reşat Öztürk
Atılım Üniversitesi
Öğretim Üyesi
Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig’in de bahar, “yay” ve “yaz”
kavramlarıyla anlatılmış, baharın güzellikleri vurgulanmıştır.
Anadolu insanı yaşadığı yöreye, doğaya karşı ilgilidir. Çevresindeki, doğadaki değişime karşı duyarlı davranmak insanımızın hayat
anlayışıdır.
Uygur Türkçesi’nde bayram kavramı “toy” sözcüğü ile anlatılmıştır.
Toy sözcüğü ile düğün ve yemekli törenler de anlatılır.
İklimin günümüzde olduğu gibi yumuşak olmadığı, acımasız ve
çetin olduğu zamanlarda, havaların ısınması, tabiatın canlanması,
evin dışına çıkabilme olanaklarına kavuşulması, hayvanların
otlaklığa götürülebilmesi, tarımsal uğraşıların yoğunluk
kazanması insanımız için hayati önem taşımaktaydı. Yazın,
baharın başlangıcı, ekim döneminin başlaması Türk’ü coşkusal
olarak coşturduğu gibi, düşünsel olarak da devingen yapmıştır.
Nevruz kavramıyla dile getirilen bu canlanma, hayata dönme
günü, bayram olarak kutlanagelmiştir.
Şamanizmin özelliklerinin günümüze kadar yansımasının bir sonucu olan Nevruz yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilir.1 Gece
ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart tarihi Türklerde “yeni-gün” adıyla
anılır. Baharın başlangıcı olan 21 Mart, Türkler tarafından öteden
beri toplumsal bir kutlama, şenlik günüdür. On iki hayvanlı Türk
38
ANADOLU’DA NEVRUZ VE KUTLAMALARI
SELÇUKLULARDA NEVRUZ
Ankara’da Mustafa Kemal’in huzurunda yapılan Nevruz törenlerinde askeri kıtalar resmi geçit yapmışlardır. 5
İran asıllı Nizam’ül Mülk, Seyahatname’sinde Nevruz’dan Türk
Bayramı olarak söz eder.
Selçuklu Sultanı Melikşah’a veziri Nizam’ül Mülk tarafından
hazırlanarak sunulan Takvim-i Celali’de 21 Mart, yılbaşıdır.
Selçuklular’da devlet işlerinin düzenlenmesi ve mali yılbaşı
21 Mart’tır. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Akkoyunlu Kanunları’nda 21 Mart, ilk vergi toplama dönemi olarak
belirtilmiştir. Karakoyunlular, Akkoyunlular, Anadolu Selçukluları
ve Osmanlılar 21 Mart’ı resmi yılbaşı olarak kabul etmişlerdir. 2
Selçuklular’da Nevruz Bayramı’nın eğlencelerle kutlandığı,
şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, hediyeler alınıpverildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin koç burcuna
girdiği gün Nevruz günü olarak kabul edilmiştir.
NEVRUZ’UN KÜLTÜREL VE DİNSEL İÇERİĞİ
Yörük Bayramı olarak da kabul edilen 21 Mart’ta Kayı Boyu’nun
Eertuğrul gazi’nin türbesi etrafında toplanıp tören yaptıkları bilinmektedir.
Nevruz’un temelleri şamanizme kadar inmektedir. Şaman
inancında olan Türkler bu inançlarını Nevruz’la günümüze kadar taşırken tarihsel süreçte hayatlarında derin izler bırakan Ergenekon gibi mitolojik kavramlarla da süslemişlerdir.
Manisa’da Nevruz günü, 21 baharatla yapılan “mesir macunu”
Sultan Camii’nin minare ve kubbelerinden halka atılır. Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ı iyileştirdiği rivayet edilen
bu macun, o tarihten günümüze kadar 21 Mart’ta Manisa’da
halka dağıtılır. 3
Nevruz’a güncellik kazandırmak, mistik hava vermek için İslam
dini ile de ilişkilendirilmiştir. Nevruz geleneği, kutlanışı inancı ile
mitolojisi ile sosyolojik bir kültürel kavramdır.
Saray edebiyatı olarak da adlandırdığımız Divan Edebiyatı’nda
Nevruziye adlı bir şiir türü (kaside) vardı. Nevruziye adlı kasideler devrin hükümdarlarına, ileri gelen devlet adamlarına
sunulmuştur. Bu kasidelerde Nevruz motifi sanatlı, gösterişli bir
şekilde işlenmiştir.
Dinsel inançlarla, mitoloji ile şekillendirilen Nevruz, şu motiflerle
süslenip mistik bir yapıda değerlendirilmiştir:
a) Tanrı, dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu gün yarattı.
b) İnsanların atası olarak tanınan Hz. Adem’in çamuru, Nevruz
günü yoğrulmuştur.
c) Hz.Havva ile Hz.Adem, yasak meyveyi yedikleri için cennetten
sürülmüşlerdi. Af edildikleri ve Cidde’de buluştukları tarih 21
Mart Nevruz günüdür.
d) Hz.Nuh’un gemisi, Nevruz günü karaya oturdu.
e) Hz.Yusuf kuyudan, bugün kurtulup, peygamberli mertebesine ulaştı.
f) Hz.Musa, Kızıldeniz’i Nevruz günü yararak taraftarlarını
kurtardı.
g) Yıldızlar küme halinde iken Nevruz günü ayrılıp kendi yörüngelerinde dönmeye başladı.
h) Türkler, Nevruz günü Ergenekon’dan çıkıp dünyaya yayıldılar.
i) Hz.Muhammed, Nevruz’da peygamber oldu.
j) Hz.Ali, Nevruz günü dünyaya geldi.
k) Hz.Ali ile Hz. Fatma, Nevruz günü evlendi.
l) Hz.Muhammed’in son hac dönüşünde Nevruz günü “Ben
kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” dedi.
Halk edebiyatında da Nevruz konusu ele alınarak şiirler yazılmıştır.
Pir Sultan Abdal;
Sultan nevruz günü canlar uyanır
Hal ehli olanlar nura boyanır
Muhib olan bugün ceme dolanır
Himmeti erince nevruz sultanın 4
dörtlüğünde Nevruz diriliş, sevgi, coşku, sohbet kavramlarını
içermiyor mu?
1914 yılında Halka Doğru dergisinin 1330.sayısında Ömer
Seyfettin’in Yenigün, Ergenekon ve Nevruz konulu şiiri
yayımlanır.
M. Kemal Atatürk, 22 Mart 1922 tarihinde Ankara Keçiören’de
düzenlenen Nevruz kutlamalarına katılmıştır. 1925 yılında da
39
MAKALE
Bu yörede Nevruz günü karınca yuvasından alınan toprak, bir
torbacık içinde kapı arkasına asılarak veya eve serpilerek, eve
bereket gelmesi beklenir.
Ege’de, Tire, Ödemiş, Turgutlu’daki Bektaşiler “yıl yenilendi”,
“Nevruz namazı” adı ile bilinen cem yaptıktan sonra sofralar açılır.
Sofrada süt, yumurta, pirinç pilavı, tuz gibi beyaz yiyeceklerin
bulundurulmasına özen gösterilir. Beyaz, mutluluk, sevinç ve
yeni yaşam anlamlarını içermektedir.
Tunceli’de erkekler alınlarına kara sürerek su kaynaklarına gidip
orada temizlenirler.
Sivas yöresinde Nevruz’da gök gürlerse o günün bereketli
geçeceğine inanılır.
Konya’da Nevruz günü daha önce hazırladıkları yemek, pasta ve
böreklerle kırlara çıkılır. Buralarda haşladıkları nohut ve bulguru
yerler.
m)Kışın bitip ilkbaharın gelişi, toprağın ve canlıların dirildiği gün
Nevruz günüdür.
n) Ölüler Nevruz günü dirilip, eğlenirler.
o) Hz.Yunus Nevruz’da balık karnından çıktı.
Bilecik’te Nevruz sabahı, daha gün doğmadan, bütün aile
dışarıdan getirdikleri su ile hasta olamamak için banyo yaparlar. Nevruz, bereketli olsun diye kadınlar ekin tarlaları üzerinde
yuvarlanırlar.
NEVRUZ KUTLAMALARI
Anadolu Alevi-Bektaşi geleneğinde Nevruz’a çok değer verilir.
Gençler köylerde grup halinde evleri dolaşarak bayramlık toplar, topladıkları gıda maddelerini yoksullara dağıtırlar. Yoksullar
da ‘bugün Hızır uğradı’ diyerek sevinirler. Anadolu’da 20 Şubat-21
Mart arasında evler temizlenir, özenle giyinilir ve üç gün oruç tutulurdu. Yılın bereketli geçmesi için buğday kavruğu (kavurga) ve
yağlı çörek yapılıp dağıtılır, mezar ziyaretleri yapılarak, mezarlıkta
kahve pişirilip içilir ve sohbet edilir; mezarlıktan ayrılırken, mezar
taşı ziyaretçiler tarafından öpülür.
Yörükler, Nevruz’u kışın bitişi, baharın başlangıcı olarak kabul ederler. Yörük köylüler 22 Mart sabahı yaylalara doğru yola çıkarlar.
Yaylaya geldiklerinde yayladakiler bir el silah atarak “Nevruzunuz
kutlu, dölünüz hayır ve bereketli olsun” diyerek selamlaşırlar. Gelen misafirler çadırlara yerleştirilir ve ikramda bulunulur. Gençler
şarkı, türkü söyleyerek oyun oynarlar.
Doğu Anadolu’da Nevruz gecesi kutsal sayılır. O gece herkesin
rızkının ve geleceğinin belirlendiğine inanılır. Herkes güzel elbiselerini giyerek yeni yıla hazırlanır. Evlerde yemekler yapılır,
karşılıklı ziyaretler yapılarak ikramlarda bulunulur, yoksullara
yardım edilir.
Gaziantep ve çevresinde yeni yıl Mart ayında kutlanır. Bu aya
yörede “Azer” adı verilmektedir.
Erzurum ve yöresinde yeni yıl Mart ayında başlamaktadır.
Erzurum-Şenkaya Örtülü Köyü’nde bu aya “döldökümü” denilmektedir. Erzurum-Çoruh Havzası’nda kullanılan Çoban Takvimi’ne
göre yeni yılın ilk ayına ‘döldökümü’, ‘kuzuayı’ veya ‘yaz-başı’ denilmektedir.
Orta Anadolu’da bugün “Mart Dokuzu” olarak bilinir. Sabah erken
kalkılıp, mezar ziyaretine gidilip, niyet edilir. Niyet tutan, mezarlardan birer taş alarak kırka tamamlar. Taşlar bir torbaya konularak
eve asılır. Bir yıl beklenir, niyet tutarsa, taşların kırk bir olacağına
inanılır. Gelecek Nevruz’da taşlar mezarlığa atılır.
Anadolu’da Tahtacı Türkmenler 22-23 Mart’ta yaylaya çıkarlar.
Bugün ölülerin yedirilip içirildiği gündür. Yörükler yaylaya çıkar,
bir el silah atarlar. Sürüsü olanlar kurban keser, misafirlere ziyafet verirler.
Nevruz bayramı:
- Tekirdağ’da Nevruz Şenlikleri
- Kırklareli’nde Mart Dokuzu
- İzmir Urla’da Mart Dokuzu Şenlikleri
- Tirebolu’da Sultan Nevruz Şenlikleri
- Uşak’da Yıl Şenlikleri
- Giresun’da Mart Bozumu
adlarıyla anılarak kutlanır.
Güneydoğu’da genç kızlar halhal takıp oynarlar. Diyarbakır’da
halk bayramı kırlarda kutlar.
Edirne’de ise Nevruz’da çeşitli yemekler hazırlanıp kırlara gidilir.
40
ANADOLU’DA NEVRUZ VE KUTLAMALARI
• Doğa sevgisini bireylere kazandırmak, doğadan yararlanmayı
sağlamak,
• Yeni yılı sevinçle karşılamak, yarınlardan umutlu olmak.
NEVRUZUN TOPLUMSAL ANLAMI VE İÇERİĞİ
• İnsanlar arasında sevgi ve saygıyı pekiştirmek,
• Dostluğu geliştirmek, iyilik düşüncesini yaygınlaştırmak,
mutluluğa ulaşmak,
• İnsanlar arasındaki dargınlıkları unutturup kardeşliği
geliştirmek, toplumsal huzuru sağlamak,
• Birlik ve beraberliği sağlayıp, birlikte yaşama isteğini
geliştirmek,
• Toplumsal dayanışmayı sağlamak, yaşam sevincini
artırmak,
• Gelenek ve görenekleri yaygınlaştırmak, inançların sergilenmesine olanak hazırlamak,
• Barış ortamını sağlayarak barışı egemen kılmak,
• Toplumsal huzurun sağlanarak asgari müştereklerde bireyleri birleştirmek,
• Hayata bağlılığı artırarak bireylere mücadele gücü
kazandırmak,
• Bireylere ve topluma canlılık ve hareketlilik kazandırarak yenilik sağlamak, üretkenliği artırmak,
1 Elmas Kılıç, Nevruz, Türk Kültüründe Görüntüler Dizisi 37, Ankara 1998 s.36
2 Prof.Dr. Reşat genç, Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz, Atatürk Kültür Merkezi Yayını,
Ankara 1995, s.15.
3 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyat Tarihi, İstanbul 1971. s. 1850.
4 Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, İstanbul 1983, s. 297.
5 Prof.Dr. Abdulhaluk Çay, Nevruz, Ankara 1988, s.126.
41
MAKALE
ÜRET(K)EN OLMAK
terk edilen, yalnızca hep eleştiren ama sorgulayıp çözüm
aramayan bir ülkede yaşamak zor olsa gerek. Aslında üniversite
gençliği bir yere gitmiyor çünkü gidemiyor. Sınırlamalar
kalıplar susturuyor bizleri, bir teoriyi sorgulamamız bizim
sorgulanmamıza sebep oluyor. Hayatın ve gelişimin yalnızca
var olan kalıplar üzerinde sabit kalınmaması gerektiğini herkes
biliyor fakat kimse bu gerçeği yüksek sesle dile getiremiyor.
ABD, Japonya gibi bir çok ülke üretken olmak vasfıyla yarışırken,
bir buluşu yeni oluşacak bir ürünü yapmanın heyecanı ve hırsıyla
yarışırken; ülkemize, yani bizlere yalnızca yine onların icat ettikleri
televizyondan izlemek payı düşüyor.
Hayat bu çelişkiler yumağı üzerinden yıllardır devam etse de
birilerine yani bizlere bu ortamdan sıyrılmak ve geleceğe üretken
bireyler ve yeni nesil olarak yön verme sorumluluğu düşüyor.
Bunu yaparken de yaratıcı olmak, hayal gücümüzün sınırlarını
zorlamak, bütün olumsuzlukları olumlu olarak görmemiz,
yapabileceğimizin en iyisinden daha iyisini yapmamız gerekiyor.
Şimdi diyorsunuzdur ‘söylemek kolay uygulamak zor, bunca
sınavlar, sunumlar, tezler, ödevler varken nasıl aktif görevler alıp
ülkemiz için faydalı olup olumsuzluklarla ve engellemelerle dolu
ülkemizde nasıl üretken olacağız’ diye… Sanırım sorunun cevabı
işte bu yaşanmış hikaye de gizli;
Ali Can GÖZCÜ
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi
Bir sorgulama, hayata, insana ve kendi benliğime… İlerleyen
zamanın içinde, ilerlemeyen bir denge. Araştırmanın,
geliştirmenin, üretken olmanın vurgulandığı ama kalıpların dışına
çıkılmasına izin verilmeyen, insanları ve zamanı sorgulamanın
yanlış olacağına inanılan bir ortamda üretken sıfatında üreten
oluyor insanlar. Susturulan yalnızca bireyler değil aslında tüm
ülke oluyor. Toplumumuzda geri kalmışlıktan sıyrılmak ve
daha fazla gelişme yolunda üreten olmamız söyleniyor. Başka
bireylerin ürettiklerini tekrarlamamız ve yeni bir oluş içerisine
girmememiz vurgulanıyor. “ Ne kadar ekmek, o kadar köfte”
anlayışının benimsendiği, insanların var olan köfteyi sunmaları
için ekmek üretmeye teşvik edilmediği bir ülke de yaşıyoruz.
Evet, üretin diyor büyüklerimiz, teşvik ediyorlar dudaklarından
çıkan ve sonsuzluk boşluğuna doğru yol alan ve yok olan o
ses çizgileriyle. Yazıya yansıyan hiçbir teşvik veya ses kalmıyor.
Sadece sorgulamadan yansıtılan, ezberlenen sözler kalıyor
yazılara. Gazete başlıklarında, içinde sürekli bir aldatmacanın
olduğu haber programlarında, bürokratlarımızın ve halkımızın
ağzında birçok tabir dolanıyor yıllardır: Üniversite gençliği nereye
gidiyor… Üniversitelerde skandal… Üniversite mezunu kaldırım
mühendisleri… Karşımıza sıkça çıkan ve artık klişeleşmiş bir
düzende tekrarlanan taklitçi ve hep üreten asla üretken olmayan
bireylerimizin tabirleri bunlar.
Nebraska’da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi
bellemesi gerekiyordu, ama bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan
David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi.
Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve sorununu açıkladı:
‘Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü
hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım.
Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi
benim için hallederdin.
Sevgiler, Baban…’
Birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.
‘Babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma. Ben oraya cesetleri
gömmüştüm.
Sevgiler, David…’
Ertesi gün sabaha karşı FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm
bahçeyi kazdı, ama hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan
özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup
daha aldı:
‘Babacığım,
Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en
iyisini yaptım.
Mevcut herhangi bir düzenin veya durumun yanlış olarak
düşünülmesinin yanlış olacağından söz edilen, daha sonra da
üniversite mezunu sıfatıyla direk olumsuzlukları kabullenmeye
Sevgiler, David…’
42
MAKALE
AVRUPA KÜLTÜR
BAŞKENTİMİZ
İSTANBUL
büyük geçmişin ve güzelliğin var ama ülkemizin uluslararası
arenadaki konumundan ötürü biraz ihmal edildin. Ama üzülme,
yapılan organizasyonların, etkinliklerin, festivallerin ve sanatsal
faaliyetlerin tümünün Avrupa’da ve tüm dünyada iyi bir ses
getireceğinden eminim. Bu ünvanın İstanbul’a önemli katkılarda
bulunacağından hiç şüphem yok. Öyle ki turizmde turist sayısı ve
döviz artışı olacağı, ticaretin daha da canlanacağı, politik alanda
ülkemizi daha iyi yerlere taşıyacağı ve sanatçılarımızın daha
çok yurt dışına giderek; yabancı sanatçıların ülkemizi daha çok
ziyaret edeceği görüşündeyim. Ayrıca kritik konularda mesela
AB’ye girmemizde ya da Türklerin yabancı ülkelerde gördüğü
muamelelerde daha
olumlu gelişmeler
yaşayacağımızı
umuyorum.
İstanbul’un Avrupa Kültür Başkentliği 13 Kasım 2006 ‘da
kararlaştırıldı ve tüm etkinlikler 2007, 2008 ve 2009 yıllarında
devam etti. 2010 senesi için başkent seçildiğinden 17 Ocak
2010’da temsili bir gece düzenlendi. Haliç Kongre Merkezi’nde
Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve önemli devlet
büyüklerimizin katılımıyla Haliç’te ışık ve havai fişek gösterileri
büyük ilgiyle izlendi. Yedi tepeli şehirde aynı anda yedi yerde
konserler organize edildi ve televizyonlarda naklen verildi.
Taksim‘de Tarkan, Kadıköy’de Mor ve Ötesi, Beylikdüzü’nde Nil
Karaibrahimgil, Sultanahmet’te Mercan Dede, Pendik’te Kıraç
ve Bağcılar’da da Zara önemli orkestralar ve gösteriler eşliğinde
sevilen şarkılarını seslendirerek İstanbul’un tanıtımında önemli
rol oynadılar.
Ceyda Çınar
Atılım Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğrencisi
2010 senesinin ülkemiz ve tüm İstanbullular için hayırlı olmasını
diliyorum. İstanbul’u yazmaya, anlatmaya sayfalar yetmez
biliyorum. Bu güzel şehri en iyi anlatanlardan alıntı yaparak
sizlere veda ediyorum.
Canım memleketim İstanbul. Sen ki fethedilince bir çağ kapandı,
bir çağ açıldı. Senin üzerine binlerce şarkılar şiirler yazılıp
sözler söylendi. Sen ki büyük imparatorluklara başkentlik
yaptın, milyonları üzerinde taşıdın. Ey muhterem İstanbul, 2010
senesinde Avrupa Kültür Başkenti seçildin. İyi ki Fatih Sultan seni
aldı da bu kadar güzel ve özel şehir bizlere nasip oldu.
“Sade semtini sevmek bile bir ömre değer. Ana gibi yar olmaz,
İstanbul gibi diyar; güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...”
İstanbul dediğimizde aklımıza Boğaz’daki eşsiz manzara,
yedi tepesiyle, sıcak simit kokan Beyoğlu caddeleri, Taksim iş
eğlence merkezleri ile sosyetik semtleri gelir ilk başta. Gezmeye
başladığımızda ünlü camileri, geçmişi yaşatan müzeleri, tarih
kokan sarayları ve vapurla deniz turları göze çarpar. Herkesin
ömründe bir defa bile olsa mutlaka gezip görmesi gereken
bambaşka şehrim benim! Efsun kokan dağların, yemyeşil
ormanların ve masmavi denizin seni ölümsüzleştirmekte ve
bizlere gezdirdikçe gezdiren büyüleyici şehirsin sen. Asya’yı
Avrupa ‘ya davet eden bu şehir bir köprü gibi bağlayıcıdır. Seni
çok seviyorum İstanbul, yüzyıllardır bizimsin farkını hep hissettik
ve 2010’da Avrupa Kültür Başkenti oldun. Ekranlarda gurur verici
gibi gözükse de böyle muhteşem bir şehrin Avrupa ‘nın en iyi
şehirlerinden biri olarak 2000’li yıllarda seçilmesinin geç bir karar
olduğu kanaatindeyim. Bir Paris, Roma ya da Londra’dan daha
43
MAKALE
AKILLI MARKA
BAŞKALARININ
HATALARINDAN
ÖĞRENİR
eder. Bu yüzden bu yazımda metodolojilerini inceleyeceğim
rekabet stratejileri aslında şirketler arasında değil müşterinin
tercihi olabilmek amacındaki ürün/hizmeti sunan markalar
arasında yaşanmaktadır. Burada ortaya çıkan farklılaşan marka,
ürünün marka detaylarında kimliğini bulabilir.
Verda Özge Ünal
Atılım Üniversitesi
Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğrencisi
…Ne var ki konuşmanın bu kısmında nasıl olduysa Alice ve
Kırmızı Kraliçe tabanları kaldırıp hızla koşmaya başladılar.
Kraliçe o kadar hızlı ilerliyordu ki Alice ona yetişmekte güçlük
çekiyordu. İşin en kötüsü ise Alice koştukça çevresindeki hiçbir
şey değişmiyor gibiydi. Üstelik soluğu öyle bir kesilmişti ki bir
daha koşamayacakmış gibi geliyordu. En sonunda başı dönerek
bir ağacın altına oturdu. Kraliçe “Şimdi biraz dinlenebilirsin” dedi.
Alice çevresine bakınca hayretle “Sanki bu ağacın altından hiç
kıpırdamamışız, bizim ülkede insan bu kadar hızlı koşarsa bir
yerden başka bir yere varır” dedi. Kraliçe “Oysa bizim burada
insanın yerli yerinde kalabilmesi için var gücüyle koşması gerekir.
Bir yerden kalkıp başka yere gitmek istiyorsan bunun en az iki
katı koşmalısın.” (Carroll, 2001)
Markalaşma fikrini tehdit eden Porter’ın beş rekabet gücü
tanımlamasının yanı sıra endüstride güçlü pazarlamayı
destekleyen rekabet stratejileri de bulunmaktadır. Bunların
stratejik hedef ve avantajlarından bahsetmek gerekirse; müşteri
algısında benzersizlik yaratarak sektör çapında farklılaşma içinde
riskler bulundurmasına rağmen başarılı pazarlama faaliyetidir.
Farklılaşma, tedarikçinin pazarlık gücünü azaltabilecek ve
müşteri sadakatini arttırabilecek yüksek karlar yarattığı için
alıcının da pazarlık gücünü azaltacaktır. Düşük toplam maliyet
liderliği fiyat avantajı oluşturarak hedef pazarda müşteriyi
arttıran alternatif stratejidir (Porter, 2007). Bu konumlandırmayı
oluşturmak pazarda rakiplere göre yüksek pazar marjı,
yüksek iş gücü ve hammaddeye erişilebilirlik gerektirdiği için
büyük müşteri gruplarına hitap etmeyi gerektirebilir. Fakat en
önemli riski alıcılar karşısında güçlü konumlandırma yaratsa
da markanın düşük maliyet esnekliği yok olduğunda liderlik
konumunun zedelenmesi çok kolaydır. Öte yandan sadece belli
kesime hitap eden ve algıda benzersizlik yaratan odaklanma
stratejisi rekabette sektör rakiplerini elemeyi kolaylaştırdığı
gibi sektörde sadece belli alıcıya hitap etmek için fedakarlık
yaptığından ciddi yatırım potansiyeli ve pazarlama risklerini içinde
barındırır. Odaklanma ikamelere karşı en büyük gücü sağlayarak
rakibin en zayıf olduğu noktadan vurmayı hedeflediğinde büyük
kar sağlayan bir pazarlama aktivitesine dönüşebilir.
Çok yönlü rekabeti sağlayan bu üç kritik pazarlama faaliyetinin
hiçbiri birlikte uygulanamaz. Bunu denemiş olan markalar
uzun zaman önce Trout’un tabiriyle büyük hüsrana uğramıştır
. Çoğumuzun aşina olduğu bu markaların birkaçından kısaca
bahsetmek istiyorum. Burger King 1950’lerin sonunda Whopper
ile dünyamıza girdiğinde fast-food ve franchising kavramları
Amerika’da henüz yerleşmemişti. Kafasını McDonald’sın
rekabetine çarpana kadar “learning curve” ile toplam maliyet
lideri olma hayaliyle giderek büyüyen bir sektörde gelişmekteydi.
Burger King ‘in “Bir Whopper’ı tutmak için iki el gerekir” sloganıyla
doyuruculuğunu vurgulayan kampanyasına karşılık McDonald’s
en hızlı hizmet silahıyla farklılaşarak sektör liderliğini eline
geçirdiği 80’li yıllar pazar payında kan kaybına sebep oldu (Trout,
2008). Daha sonraki on yılın en önemli faaliyetine giderek “alevde
ızgara” ile farklılaşan Burger King reklam kampanyasıyla ilk kez
McDonald’sın önüne geçmeyi başardı. Kampanyadaki “Izgara,
Alice Harikalar Diyarında romanının en sevdiğim bölümünden
aldığım bu anektod günümüz piyasasında arzın önüne geçen
tüketici ihtiyacına göre strateji silahları geliştirerek rekabet
etmeyi getirmiş durumdadır. Rekabet stratejisi geliştirerek üstün
ürün ve hizmet kalitesiyle mücadele etmek tıpkı Alice’in yaptığı
gibi bulunduğu konumdan daha hızlı koşmayı getirir. Zamanın
yeni trendlerinden olan CRM de aslında özünde bu konuya temas
44
AKILLI MARKA BAŞKALARININ HATALARINDAN ÖĞRENİR
kızartmayı yendi” sloganı uzun süreli konumlandırmasıyla
Burger King’in tekrar hayat bulmasını sağladı (Trout, 2008). Fakat
McDonald’sın açtığı antitröst davaları Burger King’in farklılaşmış
rekabetini yayan talihini kırdı. İki numaraya düşen Whooper
saldırıda kalmak zorunda kalınca McDonald’sın odaklandığı
merkeze yönelip hem hizmet kalitesinde hem çocuklara yönelik
menüleriyle bir numaranın olduğu konuma girmeye çalıştı ve
marka bilinirliğini zedeledi. Farklılaşma ve odaklanma stratejisini
yanlış uygulaması son çare olan yönetimin defalarca değişmesi
ve yerleşik müşteri kitlesini kaybetmesine sebep oldu. Oysa ki
kendine yeni kategori yaratarak marka liderliğine girebilirdi.
Markanın bilinirliğini sağlayan pazarlama hamlesi sonunda
birbiriyle aynı özelliklere sahip aynı markanın farklı ürünlerinin
birbirini yok etmesiyle müşteri algısını yıpratabilir.
Firmaların müşteride yaratmaya çalıştığı stratejik pazarlama
algısının marka bilinirliğinde tuttuğu yer, bu marka öykülerinden
anlaşılabilir. Ünlü bir pazarlama profesörünün yüksek lisans
öğrencilere verdiği örneklerden yola çıkılarak başarılı pazarlama
olgusunu tanımlamak gerekirse;
“Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, yanına
giderek ‘Çok zenginim, evlen benimle’ dediniz. Bu doğrudan
pazarlamadır.”
“Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, yanınıza gelip
‘Çok zenginmişsiniz, benimle evlenir misiniz?’dedi. Bu marka
bilinirliğidir.”
“Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, siz bir şey
söyleyemeden başkası yanına gelip ona ‘Çok zenginim, evlen
benimle’ dedi ve kız onunla gitti. Bu pazar payınıza göz koyan
rakiptir.”
“Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz, yanına yaklaşıp
‘Çok zenginim, evlen benimle’ diyecekken karınız geldi. Bu yeni
pazara girememektir.” (Glokal, 2009)
Bir başka örnek olan Levi’s Strauss 1853’te altın madeninde
çalışan işçilerin zorlu iş gücüne dayanabilecek kumaşta pantolon
arayışlarına cevap vererek küçük bir konfeksiyon dükkanında
ortaya çıktı. 1971’de halka karışarak moda akımının öncüsü olan
kotu yaratmış olan Levi’s zamanla “Herkes için her şey” yapma
fikriyle odaklanma stratejisini ve Pazar konumunu yıpratan
bir başlangıç yapmış oldu. Kot pantolondaki büyüyen sektör
rakiplerini göz ardı eden Levi’s, farklılaşmayla aradaki ikame
ürünler arasında marka sadakati yaratmak yerine Dockers, Lee
ve Wrangler ile mücadele etmeyi tercih etmiş oldu. Liderliği
yerleşikleştirmesi için gereken farklılaşmayı yaratamamış,
üstelik gelişen teknolojiyle arayı kapatan sektörün yeni rakipleri
toplam maliyet liderliğini de devirmiş, odaklanmış stratejiden
en baştan beri vazgeçtiği için iste dağılan müşteri kitlesini ciro
pastasında tekrar bir araya getirememesine sebep oldu. Halbuki
yakın tarihin en önemli patent örneği olan Coca Cola iş dünyasında
en büyük rakibi olan Pepsi’ye karşılık sloganı “The Real Thing” ile
gerçek kola fikriyle müşteri sadakatini yerleştirmişti (Trout, 2008).
Levi’s bu stratejiyle “Orijinal olan benim” diyebilseydi markanın
müşteriye sağladığı prestij ve yüksek segmentte konumlandırma
lider olmasını sağlayarak markanın yeni girenler karşısında ezici
baskısını gösterecekti. Son çabası olan “Çok segmentasyon
yaratma“ darbeyi vurmuştur. Odaklanmadan ve orijinal marka
fikrinden çıkılarak denenip tekrar başarısız olunmuş “toplam
maliyet liderliği” yukarıda bahsettiğim rekabet formüllerinin
çoklu denemesinin bu markadaki talihsiz sonuçlarıdır.
Son olarak, pazarlamada farklılaşmayı sağlayan bu faaliyetler,
markaların tüketiciye göre sektörde konumlanmalarını
kolaylaştırır. Öte yandan geçmişte denenmiş stratejilerden
ders alarak rekabet analizi gerçekleştirmek, pek çok firmayı
pahalı yatırımlar ve sektör değiştirmeye zorlayan aksiyonlardan
kurtaracaktır. Sektörde güçlü rakiplerle mücadele edebilmek için
geliştirilecek strateji, daha iyi değil daha farklı olmakla ilişkilidir.
KAYNAKÇA
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Aaker, A. David., (2007) Marka Değeri Yönetimi, MediaCat Yayınevi. İstanbul.
Carroll L. (2001) Alice Harikalar Diyarında, Epsilon Yayıncılık. İstanbul.
Glokal (2009) Pazarlama Yönetimi, Odtü Yayıları. Ankara
Kırım, Arman (2003) Mor İneğin Akıllısı, Sistem Yayıncılık. İstanbul.
Kotler, Philip (2006) A’dan Z’ye Pazarlama, MediaCat Yayınevi. İstanbul.
Kırım, Arman (2005) Strateji ve Bire-Bir Pazarlama, Sistem Yayıncılık. İstanbul.
Krames, A. Jeffrey., (2006) 7 Dahi CEO, Pegasus Yayinevi. İstanbul.
Porter E. M. (2007) Rekabet Stratejisi, Sistem Yayıncılık. İstanbul.
Slater, Robert., (1999) The GE Way Fieldbook Jack Welch’s Battle Plan for Corporate Revolution,
McGraw-Hill. The USA.
10 Spector, Robert (2008) Dünyayı Değiştiren İş Modeli Amazon.com, Scala Yayıncılık. İstanbul.
11 Trout, Jack., (2008) Büyük Markalar Büyük Hatalar, MediaCat Yayınevi. İstanbul.
12 Ohno, Taiichi., (2008) Toyota Ruhu, Scala Yayıncılık. İstanbul.
Müşteri profilinin aşınmaya en elverişli olduğu bu gibi sektörlerde
rekabet eden markaların yaşadığı en büyük hatalardan biri
odaklanma stratejisinden sapmaları olmuştur. Bir markanın
segmentasyonu ve her kategoriye sunduğu ürün miktarı ne
kadar artarsa, ürünü oluşturan temel farklılaşma fikrinin altı o
kadar oyulur (Aaker, 2007).
45
ERASMUS
HAYAT BOYU ÖĞRENME PROGRAMI:
ERASMUS
Erasmus Programı, öğrencilerin farklı kültürleri ve eğitim modellerini tanımları
açısından önemli bir fırsat olmaktadır. Dergimizin bu bölümünü Erasmus Programı’ndan
faydalanarak farklı ülkelerde bulunma fırsatı yakalayan öğrencilerimizin deneyim ve
görüşlerine ayırdık. Bu deneyimlerin Erasmus’tan faydalanacak diğer öğrencilerimize
fikir vereceğine inanıyoruz.
hayale gelmeyecek ülkelerden insanlarla beraber çalışma (ve 50
çeşit, birbirinden alakasız İngilizceyi anlayabilme) fırsatım oldu.
Ayrıca Avrupa halkının iş disiplinini birinci elden gözlemleme
şansım oldu ki sanıyorum bu Türkiye’de yapacağım herhangi bir
stajdan elde edemeyeceğim en önemli bilgidir. Bütün çalışanların
yaptıkları işi sahiplenişlerini gördükçe Avrupa halklarının başarı
sırrını daha iyi anladım. Her Cuma yakılan mangalın yanında
elinizde içeceğinizle proje tartışmaları yapmak pek çok şirket
ortamında görülmeyen bir özellik olsa gerek.
Erasmus Programı’nın değerini insan Avrupa macerasının bittiği
gün anlıyor resmen. Eğer aklınızdan yurt dışında eğitim görmek
veya staj yapmak geçiyor ama karar veremiyorsanız mutlaka
AB ve Uluslararası İlişkiler Ofisi ile görüşmenizi öneririm. Çünkü
aklınızdakinden daha fazla renkli birkaç ay geçireceğinizi garanti
edebilirim. Bu, öğrenim hayatınız bittiğinde bir daha asla elinize
geçiremeyeceğiniz bir fırsat olacaktır. Yaşayacağınız en büyük
sıkıntı ise dönüşünüzün burukluğu olacak.
Bu fırsatı sağladıkları için okulumuza ve içten çabalarından dolayı
Hale Şen’e, ayrıca 5 Euro’ya uçak bileti satıp bütün Avrupa’yı
ayağınıza seren minibüs operatörü kıvamındaki uçak firmalarına
buradan teşekkür etmek istiyorum.
Ekin Koç
ATÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğrencisi
Erasmus Programı kapsamında Hollanda’da bulunan Pascolo
isimli bir bilgisayar firması ile iletişime geçip Avrupa’nın en garip
ve özgür şehirlerinden birinde 3 ay staj yapma fırsatı buldum.
Hollanda nüfusunun önemli bir bölümü yabancı milletlerden
oluştuğu için çalıştığım şirket de bundan nasibini almıştı. Akla
46
ERASMUS
Gökhan Bozalp
ATÜ - İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğrencisi
Finlandiya, lisedeki son birkaç yılımdan beri gitmek istediğim uzak,
sakin, soğuk ve bir o kadar da yaşam tarzıyla farklı, müziğiyle bana
hitap eden delicesine keşfetmek istediğim bir kuzey ülkesiydi.
Daha sonra üniversiteye başlamamla birlikte içimdeki tutkunun
peşinde gitmek adına yeni olanaklarlar olduğunu farkettim. Bu
uyanışım sırasında en büyük katkıyı kuşkusuz benim gözümde
bir hocadan cok daha değerli olan Sayın Cumhur Aydın’dan aldım.
Gerekli yazışmaların ve prosedürlerin ardından artık benim için
yapılacak tek şey 2009 yılının Ocak ayından Haziran ayına kadar
ikametğahım olacak ülkeye uçacağım günü beklemekti.
Uçak pistinin bile buzla kaplı olduğu bu kuzey ülkesinin
Tampere şehrine bir Perşembe akşamı gelecek dönem boyunca
Türkiye’den sınıf arkadaşım olan Esra ile indim. Buradan
eğitimimi göreceğim Hamk University of Applied Science’ın
bulunduğu şehir olan Hämeenlinna adlı küçük şehre giden ilk
trene bindim. Hämeenlinna elli bin nüfuslu, başkent Helsinki’ye
100 km uzaklıkta Finlandiya’nın ilk başkenti olan şirin bir şehir.
Burada okulun kampüsüne 3 dakika yürüyüş mesafinde olan
öğrenci evlerinin birinde bir Finli öğrenciyle ev arkadaşlığı düştü
benim şansıma. Bazı olumsuzluklara karşın kendimi bu konuda
da şanslı sayıyorum.
Bu paragrafa başlarken öncelikle, imkânı/fırsatı olan herkese
Erasmus Programı’na katılmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.
Erasmus, farklı bir çevrede, birçok kültürün sentezinden oluşan
bir ortamda bulunmanın verdiği zevki de bu deneyimi yaşamak
isteyen arkadaşlara iyi bir örnek oluşturması için tekrar
vurgulamak isterim. Yani düşünün bir Temel fıkrası gibi; bir
İspanyol, bir Fransız, Bir Polonyalı ve ben yine masada oturuyoruz
bir gün...
Hämeenlinna da bulunduğum sürede gerek bizzat okul
yönetiminin, gerekse Hako isimli öğrenci topluluğunun ya da
Erasmus öğrencileri olan bizlerin kendi aramızda düzenlediğimiz
etkinliklerle zamanımın nasıl geçtiğini anlayamadım dersem
herhalde sizi pek yanıltmış olmam.
hatta daha önce hayal bile edemeyeceğim zevkleri sundu
bana. Bunların haricinde pek çok farklı milletten bugün hala
iletişimi koparmadığım arkadaşlarımın olması, gerçekten çok
sevdiğim finli bir grubun canlı performansını bir festival sırasında
izleyebilmem. İşin açıkcası daha fazla sayarsam, bana ayrılan
alanın dışına çıkmaktan korkarım.
Erasmus Programı’nın kendi içindeki kazanımları hariç bana
kattığı en büyük değerlerden biri ise Avrupa Birliği içerisinde
yaptığım çok ucuza ayrıca da ziyadesiyle eğlenceli olan geziler.
Birkaç Erasmus öğrencisi arkadaşımla yaptığım Baltık gezilerim
ve Türkiye’den başka bir Erasmus öğrencisi arkadaşımla
yaptığım Interrail maceram. Yaklaşık 25 gün süren ve benim
tabirimle “Bir Tren Hikâyesi” hayatımda gerçekten tatmadığım
Hayatımın önemli deneyimlerinden biri olarak saydığım Erasmus
Öğrenci Değişim Programı’nı imkanı olan tüm arkadaşlara tüm
kalbimle tavsiye ediyorum. Bu deneyimin mümkün olduğunca
çok insan tarafından yaşanmasının gelecek yaşamlarında bir
pozitif etkisi olacağı kanaatindeyim.
47
ERASMUS
Seda Çamlıdere
ATÜ - Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğrencisi
2009-2010 bahar dönemi Finlandiya’nın Tampere şehrinde
lisans eğitimi aldığım ve yaz dönemi Hollanda’nın Amsterdam
şehrinde staj yapma şansını bulduğum için kendimi bu programa
dahil olan arkadaşlar arasında daha şanslı hissediyorum.
Ocak ayında 15.30’da havanın kararması, Haziran ayında
gece 00.00’da bile gökyüzünün masmavi kalması, Finlilerin
söylenenlerin aksine sıcak insanlar olması, Erasmus=kültürel
zenginlik bağıntısı, ’Wappu’ gibi Fin şenlikleri, hem bembeyaz
-30 , hem de yemyeşil +30 olabilen, istediğiniz zaman Kuzey
ışıklarını görebileceğiniz olağanüstü bir doğaya sahip olması
bana ‘iyi ki bu İskandinav ülkesindeyim’ dedirten güzelliklerden
sadece birkaçı.
Finlandiya’da geçirdiğim beş ay sonunda Hollanda ya Pascolo
(Relephant) adlı bilgisayar şirketinde staj yapmaya başladım.
İlk iş deneyimimi Avrupa’nın en büyüleyici şehirlerinden
Amsterdam’da yaşamak ilerideki iş hayatım için dönüm noktası
oldu diyebilirim. Patron-çalışan arasındaki uçurumun aksine
maksimum iletişim ortamında Hollandalıların iş ve sosyal
hayatlarını inanılmaz bir disiplinle ayırdıklarına hayran kaldım.
Tabi ki Hollanda’nın lale bahçelerini, değirmenlerini, müzelerini,
çok lezzetli balıklarını ve Venediktekilerden çok daha fazla
beğendiğim kanal yapısı Erasmus sürecim bittiğinde kurulan
arkadaşlıkların yanında en çok özlediğim şeylerdi.
Sekiz ay içinde gezme şansı bulduğum Finlandiya, Hollanda,
İsveç, Letonya, Litvanya, Fransa, Belçika, İtalya ve Avusturya
ülkelerini ileride bu kadar rahat gezemeyeceğim ve bu kadar
fazla kültürel çeşitliliğinin içinde bulunup çok güzel arkadaşlıklar
edinemeyeceğim için Erasmus başvurusu süresince bu
programın bende fark yaratacağını biliyordum, fakat şimdi
önümdeki en az 10 yıldaki planlarımı tamamen değiştirdi.
Başlarda yaşadığım bursumu kaybetme paniğimin gereksiz
olduğunu Tampere University of Technology’deki ilk bir
ay içerisinde anladım. Eğitim tamamen öğrenci temelli
olduğundan eğer dönem içinde verilen ödevleri ve projeleri
istenildiği gibi yaptıysanız, laboratuvar derslerini düzenli takip
ettiyseniz sınavlardan korkmanıza hiç gerek yok, zaten ödevler
yeterince zorladığı için üç sınav hakkı tanınıyor ve en yüksek
aldığınız notunuz kabul ediliyor. Gece istediğim zaman okula
gidip bilgisayar laboratuvarlarında çalışma imkanımı kullanıp,
okulun düzenlediği birbirinden ilginç ve eğlenceli etkinliklere
katılıp; verilen ara tatillerde Avrupa ülkelerini gezerek Erasmus
öğrencisi olmanın tadını çıkardım.
Erasmus programını düşünen arkadaşlar bizlerin bu süreci
dolu dolu yaşamamızda yardımlarıyla destek olan AB ve
Uluslar arası İlişkiler Ofisi ile ve daha önce bu programla yurt
dışına gidenlerle mutlaka iletişime geçsinler, bu fırsatı asla
kaçırmasınlar.
48
ERASMUS
Sevil Zengin
ATÜ - İşletme Bölümü Öğrencisi
Dzień dobry… Hayatımın en renkli ve verimli baharlarından
biriydi Polonya’da geçirdiğim aylar. Oraya ilk gittiğimde,
yeni doğan bir çocuğun dünyayı kendine ne kadar
yabancı hissettiğini ilk kez anlamış oldum. Daha sonra
alıştıkça daha çok sevmeye başladım; insanı büyüleyen
doğasını, sıcakkanlı insanlarını ve hüzünlü tarihini…
Burada geçirdiğim zamanlarda kazandıklarım benim için
çok değerli ve anlamlıydı. Yarı dönemli eğitim hayatımı
Polonya’nın sakin ve şirin bir kasabasında bulunan
bir Amerikan okulunda geçirdim. Bu anlamda da faklı
eğitim sistemlerini görme şansını yakaladım. Okulda,
farklı yerlerden ve kültürlerden gelmiş olsak da aynı
duyguları paylaşabildiğimiz çok değerli arkadaşlıklar da
edindim. Tabii sadece eğitimle kısıtlamadım kendimi,
bunun yanı sıra, Roma açık hava müzesini andıran sanat
kenti Viyana’yı ve Polonya’nın tarih kokan bazı şehirlerini
gezdim. Bunlardan; önemli bir tarihe tanıklık etmiş olan
liman kenti Gdańsk, efsaneleriyle ünlü kent Kraków
gibi birçok kenti de görme fırsatını yakaladım. Bu sırada
hayatın acı ve soğuk yüzünü gördüğüm ve iliklerime kadar
hissettiğim kent olan Oświęcim (Auschwitz)’deki toplama
kampında insan hayatının ne kadar değersizleştirildiğini
de gördüm. Polonya’dan ayrılırken şehre gelen sonbaharın
beni uğurlamak için geldiğini hissettim. Erasmus ile dolu
dolu geçirdiğim bu dönemi, hayatımın en değerli anılarının
bulunduğu bir köşede saklıyorum.
Natıonal Louıs Unıversıty-Wyzsza
Szkola Bıznesu/Poland-Nowy Sacz
49
KARİYER
Bizler, Atılım Üniversitesi Mezunlar
Derneği’ni kurmakla bir hayalimizi
daha gerçekleştirdik. Zor ve umut
dolu bir sürecin ardından; dayanışma
ve hizmet sağlamayı hedefleyen
birliktelik sürecini sonsuza kadar
yaşamak adına 25 Nisan 2006
tarihinde derneğimizin kurulumunu
tamamladık.
Atılım Üniversitesi
Mezunlar Derneği
(Atılım-MED)
Atılım-MED olarak Brunch’ta Buluştuk
2009’un son Pazarında, Üniversitemizin Atılım-MED adına
organize ettiği brunch’ta buluştuk. Atılım Üniversitesi’nin yeni
gözde mekanı Kuşkonmaz Restoran’da 50 kişinin katılımı ile
düzenlenen brunch üyelere özeldi.
Eski günleri anmak, Atılım-MED çatısı altında yepyeni fikirleri
hayata geçirmek adına çok güzel bir gün geçirdik. Brunch,
davetlilerin katılımı ile başladı. Dostların bir araya gelmesi ile
sıcak bir ortamda geçen brunch’ta Rektörümüz Sayın Prof.
Dr. Abdurrahim Özgenoğlu katılımcılara günün anlamıyla,
Atılım-MED’in mezunlar için önemiyle ilgili ve ayrıca ilerisi
için yapılabilecek çalışmalarla ilgili olarak mezunlarımıza bir
konuşma yaptı. Daha sonra Atılım-MED Başkanı Ayşe Kılıç
söz alarak Dernek olarak gereksinimlerimizden ve yapılacak
çalışmalar hakkında bilgi verdi.
Atılım Üniversitesi mezunları olarak bizler, sadece mezun
olduğumuz üniversitenin değil ülkemizin de geleceğini
şekillendirmede önemli rol üstleneceğimize inanıyoruz. Mezun
olduğumuzda ülkemize ve toplumumuza hizmet için verdiğimiz
sözü yerine getirmenin zamanı artık geldi. Bizler artık mezunuz.
Acı bir gerçek ama yaşarken bazı şeylerin farkına varamadığımızı;
yaşananların ne kadar güzel ve değerli olduğunu, hayata atılınca
daha iyi anladık… Hala öğrenmemiz gereken çok şey var. Ama
öğrendiklerimizi uygulayabilme imkânımız da var.
Henüz çok genç, dinamik ve bir o kadar da hızla büyüyen
derneğimizin asıl amacı; sosyal, kültürel veya bilimsel
çalışmalarla, Atılım Üniversitesi mezunlarını bir araya getirmektir.
Bunu yaparken; Eğitim, Proje, Mezunlarla İletişim, Sosyal Aktivite,
Tanıtım & Halkla İlişkiler, Finans ve Bilişim Takımı olmak üzere 7
ana takıma bağlı olarak projelerimizi gerçekleştirmekteyiz.
Şu ana kadar derneğimizde; mezunlarla iletişim kurma, burslu
öğrenci okutma, eğitim projeleri, mezunlara ve öğrencilere iş/
staj bulma, sosyal faaliyetler gibi birçok proje geliştirildi ve
tamamlandı. Sizlerin de katılımıyla büyüyecek olan derneğimiz
gün geçtikçe daha da güzel projelere imza atacaktır. 2010
yılındaki hedeflerimiz arasında yer alan bazı proje detaylarımızı
paylaşmak gerekirse;
50
KARİYER
başlanmıştır. Atılım-MED Sosyal Ağı’na dahil olan mezunlarımız
birbirleri ile iletişim kurabilmekte, video, yazı paylaşabilmekte,
hangi mezunumuz hangi şehirde, hangi firmada çalışmakta
görebilmekte, firma bazlı (x bankasında çalışan mezunlarımız),
şehir bazlı (Ankara’ da çalışan mezunlarımız) veya mezuniyet yılı,
bölüm bazlı (2006 yılı Bilgisayar Mühendisliği mezunlarımız şu
an neredeler) sorgulamalar yapabilmektedirler.
Sağlam ve güvenilir bir sistem altyapısı etkili mezun-mezun,
mezun-üniversite etkileşimi için ön koşul teşkil etmektedir.
Atılım-MED Sosyal Ağı projesi kapsamında mezunlarımıza iş
ve sosyal yaşantılarında destek olacak, ATILIM markasını yine
mezunlarımızdan aldığımız kuvvetle ciddi noktalara taşıyacak bir
sistem kuracağımızı öngörmekteyiz.
Proje Takımı
Atılım Üniversitesi Mezunlar Derneği Proje Takımı, Üniversitemizin
ve Derneğimizin gelişimi ve tanıtımı için araştırmalar yapıp
projeler geliştirmektedir.
Böyle güzel bir günde bizimle beraber olan Rektörümüz Sayın
Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’na, Mütevelli Heyeti Başkanımız
Sayın Yalçın Zaim’e, Hukuk Fakültesi Dekanımız Sayın Prof. Dr.
Nami Çağan’a ve Mühendislik Fakültesi Dekanımız Sayın Prof. Dr.
Gülhan Özbayoğlu’na ve brunch’a iştirak eden tüm üyelerimize
teşekkür ederiz.
Atılım-MED Proje Takımı, geliştirdiği teknik projeler ile Atılım
Üniversitesi bünyesinde mühendislik tasarımı, geliştirimi,
üretimi ve alt yapının etkin kullanımı açısından büyük kazanımlar
sağlamaktadır. Sektör gereksinimleri ve akademik çalışmalar
için yeni derslerin açılması, yüksek lisans ve doktora alanlarının
genişletilmesi, ulusal ve uluslararası araştırma kuruluşları ile
işbirliği, alt projeler ile danışmanlık ve teknik destek anlamında
da önemli katkılar sağlamaktadır. Küçük ve orta ölçekli üretici
firmaların bu araştırma geliştirme projesine katkısı ile yeni
standartlarda üretim bandı ve endüstriyel inovasyon katkısını
Atılım Üniversitesi sayesinde gerçekleştirecektir.
Atılım-MED Sosyal Ağ Projesi
Mezunlarla İletişim Takımı’nın yürüttüğü bu proje ile mezunlar
arasındaki iletişimi en yüksek seviyede tutma ve mezun
dayanışmasıyla iş/sosyal yaşamdaki zorlukların üstesinden
gelme amaç olarak belirlenmiştir. Bu amaç doğrultusunda
çalışmalar hızla devam etmektedir. Günümüz teknolojik
gelişmeler ışığında insanların iletişim kabiliyetleri bundan 30 yıl
öncesine nazaran büyük yol kat etmiştir. Teknolojik imkânlar
dünyanın farklı yerlerinden birbirlerine binlerce kilometre
uzaktaki insanların aynı odada sohbet ediyormuş gibi diyaloglar
kurmasına, paylaşımlar sergilemesine imkân vermektedir.
İnsanlar bu gibi gelişmeler sayesinde yıllardır görüşmedikleri
çocukluk arkadaşlarını bulmalarından tutun da, aynı sektörde
çalışan insanlarla buluşup iş geliştirebilmekte veya insanların
iş aramasına olanak veren kariyer sitelerinden kendilerine iş
arayabilmektedirler.
Sosyal projeler ile Üniversitemizin toplum nezdinde daha çok
kitleye ulaşarak sesini duyurması, toplumsal gelişime katkı ve
üniversitenin sağladığı olanak ile geri dönüşü yüksek, eğitim,
kültür ve tarihsel sürece katkıda bulunarak ilerleyen ve gelişen
bir kurum olabilmesi için katkılar da sağlanmaktadır. Bu kapsam
geliştirilmekte olan “Yurtiçi Akademisyen Oryantasyon Staj
Programı” Üniversitemize sunulacaktır. Proje grubu içerisinde
şu an proje/iş geliştirme, gömülü sistemler ve uygulamaları,
Üniversite İle iletişim ve koordinasyon, sponsorluk, finans
ve kamu kurumlarıyla iletişim konularında aktif çalışan 11
arkadaşımız bulunmaktadır.
Bu bağlamda derneğimizin mezunların birbirleriyle, üniversite
ve öğrenciler ile ilişkilerini artırmak, geliştirmek Üniversite ile
ortak çalışmalar yürüterek her iki topluluğun kamuoyunda
tanınırlılığı ve saygınlığının korunmasını ve artırılmasını sağlayıcı
çalışmalar yapmak gibi amaçlarının gerçek kılınabilmesi için
atılması gereken öncelikli adımın mezun etkileşimini sağlayacak
bir sistem altyapısının oluşturulması öngörülmüştür. Bu öngörü
neticesinde günümüz teknolojik gelişmeleri ışığında Atılım
Üniversitesi Mezunlar Derneği Sosyal Ağı’nı kurma çalışmalarına
Bununla beraber Şubat ayında devreye girecek olan bir
diğer projemiz de mevcut durumda ihtiyacı olan öğrenci/
mezunlarımıza, staj ve iş imkanı sağlamaktır. Bu konuda da
çalışmalarımız hızla devam etmektedir. Başarıyla yerleştirilen
öğrenci/mezun sayısında geçen seneye oranla %100’lük bir artış
hedeflenmektedir.
51
KARİYER
MEZUNLARIMIZIN
KARİYER
ÖYKÜLERİ
Bizler her ayın ilk Cumartesi günü bir etkinlik ile Ankara’da
toplanıyoruz. Sizler de bu etkinliklerde yer alarak, mezunlarımızla
tanışmak, Atılım-MED takımları arasında yer almak veya doğru
değişimlere ön ayak olmak ister misiniz? Cevabınız evetse,
yazının sonundaki dernek iletişim adreslerinden bizlerle irtibat
kurabilirsiniz.
Alper Karakuzulu
Atılım Üniversitesi
Elektrik-Elektronik
Mühendisliği Bölümü
Mezunu
Bir ateş yakmak nasıl bir kıvılcımla başlarsa, Üniversitemize
başlamak da bir kıvılcım oldu bizlere. Sürekli olarak gelişen
dünyanın ihtiyaçlarına göre verilen eğitimlerle bu alev hep bizlerin
içinde oldu. Bizlere bazen küçük bir kıvılcımın hikayesi o kadar
güzel geldi ki… Atılım-MED bizlerin içindeki işte o küçük kıvılcımı
hep yaşatmak için var ve var olmaya devam edecek. Mezun olan
arkadaşlarımızla birlikte sizleri Mezunlar Derneğimize davet
ediyoruz. Atılım MED olarak bizler eminiz ki küçük bir kıvılcım bir
ömre yetecek mutluluktur.
Atılım Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden
Şubat 2009 ve Mekatronik Mühendisliği bölümünden Haziran
2009’da mezun oldum. Elektrik Elektronik Mühendisliği bitirme
projemi sunduktan bir gün sonra Turkish Aerospace Industry
(TAI)’ de ilk iş mülakatıma katıldım ve Nisan 2009’da işe başladım.
Her şey o kadar hızlı gelişti ki, Mayıs ayı içerisinde İsveç’in en
iyi, Avrupa’nın ise en iyi 9. üniversitesi olarak gösterilen Kraliyet
Teknoloji Üniversitesinin “System-on-Chip Design” isimli yüksek
lisans programından kabul aldım ve Eylül ayında çalışmaktan
çok gurur duyduğum ve sevdiğim TAI’den ayrılarak Stokholm’e
geldim. Her milletten öğrencinin bulunduğu bölümümde tek
Türk olarak öğrencilik hayatıma devam etmekteyim.
Dernek olarak da benimsediğimiz ve izinde yürümeye çalıştığımız
yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle yazımızı
tamamlamak istiyoruz.
Bir yıl gibi kısa bir sürede hayatımda gerçekleşen bu güzel
gelişmelerin Atılım Üniversitesinde aldığım eğitimin birer
meyvesi olduğuna inanıyorum. Özellikle hocalarımıza
istediğimiz zaman ulaşabilmemiz ve bizimle gerektiğinde birebir
ilgilenmeleri bizim için bulunmaz bir imkândı. Bununla beraber,
gerek TAI’de işe kabul edilmemde gerekse İsveç’te yüksek lisans
programına kabul edilmemde hocalarımızın referanslarının
çok etkili olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, üniversitemizin bize
sağlamış olduğu erasmus programıyla bir dönem Finlandiya’da
eğitim görme fırsatı, vizyonumu genişletmem açısından farklı bir
deneyim olmuştur.
“Hayatta tam mutluluk ve esenlik ancak gelecek kuşakların şerefi,
varlığı, esenliği için çalışmakta bulunabilir.”
Atılım-MED
Ayşe Kılıç (Başkan), Nevzat Kocasaraç (Sayman), Alper Kendi (Yönetim Kurulu
Üyesi), Erdem Özyurt (Yönetim Kurulu Üyesi), Servet Tokat (Yönetim Kurulu
Üyesi)
Her türlü öneri ve fikirleriniz için; Atılım-MED İletişim Bilgileri
Web: www.atilim-med.org.tr
Tel: 0530 630 95 52
E-Posta: [email protected]
[email protected]
İleride çok başarılı olacağına inandığım üniversitemizin mezun
neferlerinden biri olmaktan çok gurur duyuyorum. Üniversitemizi
sadece Türkiye’de değil, dünyada en iyi üniversiteler arasında
görmek dileğiyle. Durmak yok, Geleceğe İZ bırakmaya devam.
52
KARİYER
Mezuniyetten sonra geçen yıllara
rağmen ATÜ ruhundaki heyacanı
yaşamaya devam ediyorum
ve gelecekte atacağımız güçlü
adımlarla ATÜ ruhunu daha da
pekiştirebileceğimize inanıyorum.
Ayşin Çağlar Kuşakcılar
EEC,92/57/EEC ve 1999/42/EC sayılı AB Direktifleri Konusundaki
sempozyum ve tartışmalara aktif olarak kalıtıp, takdir aldım.
T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile 126 milyon
EURO Bütçeli “AB Mali İşbirliği Programlama” toplantısında eş
raportörlük yaptım.
Atılım Üniversitesi
İktisat Bölümü Mezunu
Bölüm Birincisi
Avrupa Birliği’ nin “Yaşam ve Çalışma Koşullarını İyileştirme
Vakfı (Dublin Vakfı)” nın seminerlerinde ve organizasyonlarında
aktif olarak çalışıp, etkin rol aldım.
AB Müktesabatının Üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı
konusunda eğitim aldım ve başarıyla tamamladım.
Herkesin hedeflediği ve gelecek için kendi adıma en büyük
yatırım olan üniversiteye başladığımda, heyecanlı ve tarif
edilemez bir sabırsızlık içerisindeydim. O ilk yıllarda “Nasıl
bitecek?”derken, çabucak geçen yıllar içinde karşılaştığım
“Neden?” ve “Ne için?” sorularına yanıt bulabilmek için doğru bir
ana bilim dalı olan İKTİSAT’ı ve araştırmayı çok seven meraklı
ben için; ezbere dayanmayan, somut ve soyut, hayatımıza yön
vermemizi kolaylaştıran anahtar bilgilere ulaşmamı sağlayan,
doğru üniversiteyi seçtiğimi anladım.
Bu bilgilere ulaşmak için hazırlanan koşullar ne kadar önemliyse,
onlara ulaşabilme yolunu tanıtabilmekte o kadar önemli. İşte
iyi bir akademik eğitimin yanında, seçkin akademisyenleriyle
çağdaş eğitimin her türlü olanağını sunabilen ve bu olanaklardan
yararlanılabilmesi için teşvik edebilen Atılım Üniversitesi, sevgisaygı ortamında sosyal ve mesleki yönden gelişimim için
gerekeni yaptı.
Türkiye’ nin AB Komisyonu’ na her yıl düzenli olarak sunduğu
Türkiye İlerleme Raporu çalışmalarına katıldım.
T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ nda ISO 9001/2000
Toplam Kalite Yönetimi Belgesi Eğitimine katılıp, yapılan sınavda
başarılı bulundum.
Yukarıda anlattığım çalışmalarımın hepsinin değerlendirildiği
belgede T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Avrupa Birliği
Koordinasyon Dairesi Başkanlığı’nın kullandığı kelimelerle
”şahsımı fevkalade başarılı bulduklarını ve bundan sonra
alacağım görevlerde de başarılı olacağım kanaatine taraflarınca
hasıl olmalarını” yazmaları beni onurlandırdı.
Bu izler, beni ve ailemi daha büyük bir onur tablosuna
sürüklüyordu. Elbette, ben bunu 2003 yılı Atılım Üniversite’ si
İşletme Fakültesi/İktisat Bölümü’nü Birinci (Şeref Öğrencisi)
olarak bitirdiğimde yaşadım.
Bu sunulanlarla hazırladığım bilgi birikimim sonucunda 4. Sınıfta
okurken Üniversite öğrencileri arasından seçilerek katıldığım ve
Atılım Üniversite’si öğretim üyeleri sayesinde haberdar olduğum
“Avrupa Birliği‘n de Sosyal Politika ve İstihdam, Kişilerin
Serbest Dolaşımı ve Mesleki Kalifikasyonların Tanınması” staj
programında somut başarılar elde ettim.
Şimdi ise çocukluğumdan beri çalışmak istediğim 25 yıllık
köklü bir sosyal ve mesleki yapıya sahip, seçkin çalışanları olan
dev bir şirket,TUSAŞ-TÜRK Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. de
çalışmaktan mutlu ve gururluyum.
2005 yılından bu yana TUSAŞ Mali İşler Başkanlığı/Bütçe ve
Finansman Şefliği/Uzman Yardımcısı olarak çalışmaktayım.
Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO) ve Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği’ nde TAIEX tarafından gerçekleştiren 89/48/
53
KARİYER
2009 Yılında
“Yılın Girişimcisi
Ödülü”nü alan sıra dışı
Üniversiteliler
İnternet üzerine projeler üreten iki genç girişimci Aykut
Karaalioğlu ve Ali Rıza Babaoğlan, kullanıcıların bir kez
internette eriştiği bilgiye tekrar daha hızlı ulaşmasını sağlayan
bir sistem geliştirdi. “Marro.ws” adını verdikleri bu proje ile en
büyük internet konferansı olan Next’e konuşmacı olarak davet
edildiler ve Google, Facebook, Ebay, Xing gibi internet alandaki
devlerin CEO’larına projelerini ve çalışmalarını anlattılar. İkili,
geçtiğimiz yılın en iyilerini seçmek için düzenlenen Webrazzi
2009 oylamasında da “Yılın Web Girişimcisi” seçildi. 2008-2009
Bahar Dönemi’nde Üniversitemize gelerek konferans veren
Aykut Karaalioğlu ile yaptığımız söyleşiyi sizlere sunuyoruz.
Proje fikrinin çıkışı ise biraz enteresan. Projede birlikte
çalıştığımız ortağım Ali Rıza Babaoğlan bir gün annesinin
internetten topladığı yemek tariflerini not ettiği not defterinin
kaybolduğunu öğreniyor ve bu bilgilere tekrar daha hızlı
ulaşabilmesini sağlamak adına böyle bir proje planlıyor. Proje
planını ilk kez benimle paylaştı ve birlikte bu işe girişmeye
karar verdik. Projenin ismi olan “Marrows”un Türkçe anlamı ise
omurilik. İsim ise geleceğin internet sistemleri için bir omurilik
oluşturma çalışması yapmamızdan geliyor.
İlk başta projenin sunumunu Dünyanın en büyük internet
konferanslarından biri olan Next’09’da paylaştıktan sonra
Amerika Birleşik Devletleri’nde Impreda Teknolojiyi taşımamızla
devam eden bir gelişme. Su an 8 kişilik bir ekip aynı zamanlı iki
ülkede ofisi olan bir proje.
Aykut Bey kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?
22 Temmuz 1987 Ankara Doğumluyum. Impreda Teknoloji
şirketinin kurucu ortağı ve yöneticisiyim. Marro.ws adlı yeni nesil
internet projesini geliştirip, dünyada duyurmak için çalışıyoruz.
Aynı zamanda Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler 3. Sınıf
öğrencisiyim.
Size yılın girişimcisi ödülünü kazandıran Marro.ws
projesinden biraz bahsedebilir misiniz? Projenin çıkış
noktası nedir ve bugün bu noktaya nasıl geldiniz?
Marro.ws projesinin amacı, kullanıcıların bir kere internet
üzerinde eriştiği bilgiye tekrar çok daha hızlı bir şekilde
erişebilmesini sağlamak. Marro.ws önemli gördüğünüz bilgileri
sizin için saklıyor ve dünyanın her yerinde bu bilgiyi istediğiniz
formatta tekrar size sunabiliyor. Marro.ws bu anlamda bir
gerçek zamanlı içerik saklama ve paylaşma sistemi. Alanında
ise dünyada henüz rakibi olmayan bir sistem.
54
KARİYER
Sizi destekleyen ulusal veya uluslararası herhangi bir şirket
var mı?
Bizi destekleyen şu an iki tane uluslararası şirket var. Sun
Microsystem ve Microsoft tarafından altyapımızı geliştiriyoruz
fakat şu an uluslararası yatırım fonları ile görüşüyoruz.
Üniversite öğrencisi olarak profesyonel yöneticilik yapmak
nasıl bir duygu? Zor yanları neler?
Özellikle üniversite hayatı gibi eğlenceli ve çok rahat bir
ortamdan iş dünyası gibi zorlu ve rekabetin içerisinde bir arada
bulunmak tabii ki zorluyor. Ama ben halimden memnunum
çünkü bu bir hayat tarzı ve benim tercihim. Ama tabiî ki dersleri
de aksatmamaya çalışıyorum, sonuç itibariyle okuduğum
bölüm de tamamen uluslararası bir şeyler yapmam için beni
motive ediyor.
2010 yılı içinde ne gibi çalışmalarınız olacak?
Projeyi kullanıma açtığımız Mayıs 2009 tarihinden bu yana
kullanıcılardan gelen şikâyetleri topladık, araştırmalar yaptık
ve çok daha iyi bir sistem tasarladık. 2010’un ilk çeyreğinde
bu sistemi son kullanıcılarımızın kullanımına sunmayı ve yeni
yatırımlarla hedef büyütmeyi planlıyoruz.
Marro.ws ‘nin geleceği ile ilgili ne gibi projeleriniz var?
Marro.ws projesi yeni nesil bir internet girişimi ve sakladığınız
- aynı zamanda paylaştınız- yazılar ve resimler üzerinden
sosyalleşebiliyorsunuz. İlerleyen aşamalarda marro.ws ‘de
profiliniz üzerinden kişiye özel arama motoru oluşturacağız
ve bununla birlikte internette bulunan gereksiz bilgilerden
arındırılmış tamamen kişilerin sakladıkları yazılar üzerinden
kişiye özel gelişmiş bir arama motoru hedefimiz. Ayrıca
Amerika’da Ursinus College ile başladığımız, üniversitelere özel
saklama ve online database oluşturma şansları olacak.
Ayrıca sektöre sokmayı planladığımız farklı girişim projeleri ve
açıklayacağımız farklı iş ortaklıkları haberleri mevcut.
2010 için büyük beklentilerimiz ve yüksek çalışma enerjimiz
mevcut. Bu alanda bize güvenip günümüz şartlarına göre çok
küçük meblağlarda risk sermayesi sağlayabilecek kişilerle
tanışmak ve projelerimizi anlatarak birlikte büyüyebilmeyi
istiyoruz.
10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?
Bu alanda risk sermayesi sağlayabilecek kişilere ise söylemek
istediğimiz tek şey; 10 yıl önce Google’ın %1 hissesini ya da 4 yıl
önce Facebook’un %1 hissesini almış olsaydınız şu an dünyanın
en zengin kişileri arasındaydınız. Google ve Facebook treni
kaçmış olabilir ama bu alanda biz de varız!
10 yıl sonra ortağım Ali ile emekli olma düşüncemiz var. Bu
aslında emeklilikten ziyade bir nevi dünyayı dolaşma ve genç
girişimcilere destek olmak. Melek yatırımcı olarak onların
hayallerini gerçekleştirmek. Aynı zamanda Türkiye’de yaygın
olan öğrenilmiş çaresizlikleri engellemek ve yeni nesil rol
modeller olup önlerini açabilmek.
Son olarak, genç bir girişimci olarak, sizin gibi üniversite
öğrencisi olan kişilere ne gibi tavsiyeleriniz var?
Bize biraz ekibinizden bahsedebilir misiniz? Kaç kişiden
oluşuyor ve bu ekibi nasıl oluşturdunuz?
Özellikle genç girişimcileri bazı noktalarda uyarmak ve
yüreklendirmek istiyorum. Girişimcilik çok zor aynı zamanda
çok eğlenceli bir iş. Sonuç itibariyle herkes girişimci olacak
diye bir durum yok fakat özellikle üniversite sıralarında gelişen
fikirlerini ve düşüncelerini eğer çok inanıyor ve güveniyorlarsa
mutlaka peşlerinden koşsunlar. İlk baslarda kendi iç dinamikleri
ile geliştirsinler sonra da uluslararası bir etkinlikte bu fikirlerini
dile getirsinler.
Ekibimiz şu an 8 kişiden oluşuyor. 1 Amerikalı, bir İranlı ve bizden
hariç 4 tane Türk arkadaşımız var. Şu an projenin geliştirmesini
Türkiye’deki teknik altyapıdaki arkadaşlarımızla yapıyoruz.
Amerika’da ise yılın 6 ayında bulunduğumuz vakitlerde
pazarlama ve tanıtım çalışmaları yürütüyoruz.
55
KULÜPLER
Sahne-Sporları Kulübü
“Yerli-Yersiz”
Yerli-Yersiz ekibi, 2008 yılında Sahne-Sporları Kulübü bünyesinde
kuruldu. Kuruluş amacı Türkiye’de yeni yeni gündeme gelen
‘’Tiyatro Sporu’’ olgusunu işlemek ve yaymaktı. Tiyatro Sporu
çok eğlenceli ve bir o kadar da yaratıcılık gerektiren bir oyundur.
Temelde iki takımın karşılıklı doğaçlama oyunlar oynamasına
dayanır. Ali Ercan Özcan, Atilla Türker, Barış Çırıka, Burcu Çırtlık,
Sercan Bilgiç, Yesügay Besci ve Yunus Emre Boyacıoğlu 3 yıllık
birliktelikleriyle Yerli-Yersiz’e can veriyor.
anlaşabilmeniz gerekiyor ki işin en çetrefilli kısmı da bu. Seyirci
bizim her şeyimiz. Bizi vezir de ederler rezilde çünkü seyirciler
hem yönlendirici hem oyuncu hem jüri hem de hakem görevini
üstleniyorlar ve bundan haince zevk alıyorlar. Takımda 6 erkekle
başa çıkmak gerçekten çok zor olsa da oyunlarımızda bayan
sıkıntısı çektiğimizi pek söyleyemem. Yerli-Yersiz gibi ekipleri
yönetmek ve bir arada tutmak sabır ve çok ciddi bir özveri
gerektiriyor. Takımın kurulduğu kadroyla devam etmesinin en
büyük nedenlerinden biride oyuncuların bu işe büyük bir önem
ve özveriyle bakmasıdır.
Burcu ÇIRTLIK
Yerli-Yersiz yedi kafadarın ‘’Hadi Eğlenelim’’ fikriyle ortaya çıktı.
Zaten takım kurulmadan önce de biz kendi halinde eğlenmeyi
ve şamata yapmayı seven bir gruptuk. Ortalığı birbirine katıp
yerimizde duramadığımız çok olmuştur. Tiyatro sporuyla beraber
bu şamatalarımız sistematik hale geldi. İnsanlar genelde bizim
yaptığımız şeyi öylece damdan düşer gibi yaptığımızı düşünüyorlar
ama bizim sahneye çıkmadan önce bir yıllık ciddi bir hazırlığımız
oldu. Şu anda da haftada belli günler antrenmanlarımızı devam
ettiriyoruz.’’Madem her şey doğaçlama neye hazırlanıyorsunuz’’
diye soranlar oluyor, doğaçlama bir beyin egzersizi özünde, ne
kadar formda olursanız o kadar iyi kurgularsınız. Her şeyden önce
takım olmayı öğrenmek lazım. Takım arkadaşınızın neye nasıl
tepki vereceğini kestirmeniz ve konuşmadan hatta bakışmadan
Yunus Emre BOYACIOĞLU
Dürüst olmak gerekirse ilk başlarda bu fikre pek sıcak bakmadım
“Aman, Burcu bunu 2 gün ister 3. gün vazgeçer” dedim. Ama
oturup kendime “Neden olmasın ki” sorusunu sorduğumda hiç
düşünmeden ekibe dahil oldum. “Nasıl yapıyorsunuz bir anda”
dediklerinde verdiğim cevap beni de tatmin etmiyor çünkü bende
bilmiyorum, adı üstünde doğaçlama, bir anda sözcükler hareketler
akıp gidiyor bedeninizden. Tiyatro eğitimim ve tecrübem olmasına
rağmen Yerli-Yersiz ‘in ilk gösterisinde heyecandan boğazım
kurumuştu. Bu öyle bir spor ki bir anlık hata veya kilitlenme sizin
bütün gösteriyi mahvetmenize sebep olabiliyor. Bunu yenmenin
en temel kuralı ise oyuncuların birbirlerine olan güvenleri. Takım
arkadaşın seni ipten de alabilir, seni derin bir kuyuya da itebilir.
Biz tiyatro sporunda uzman değiliz, fakat takım arkadaşlarımın
elinden gelenin en iyisini yaptığını bilmek beni motive ediyor.
Uzun bir antrenman sürecinden sonra tekrardan saha(sahne)
lara dönmek için gün sayıyoruz.
Sercan BİLGİÇ
Eminim arkadaşlarım da bahsedecekler ama ben de bir
vurgulayayım dedim. Bu grup, özünde sadece ama sadece
eğlenmek ve eğlendirmek üzere kuruldu, özetle doğaçlamak
56
KULÜPLER
anlayabilir. Sonuç olarak; Yerli-Yersiz kardeşlerin bir olduğu,
tatlı çekişmelerin oyunlara heyecan ve keyif kattığı, amaçları
insanlarla beraber eğlenmek olan, kahkahanın değerini bilen ve
bu uğurda elinden geleni yapan 7 kişiden oluşuyor.
için . Doğaçlamak dedim de, öyle yazıldığı gibi kolay değil bu
meret. Eğer ki beceremezsen insanı çırılçıplak bırakıyor anında.
Biz olabildiğince kendi yolumuzu çizdik ve bu yolda iyi ya da
kötü, doğru ya da yanlış yoktu artık bizim için ve her birimiz
kişisel olarak özgürleşebildik, sahnenin yaşamdan yalıtılmış bir
sihir alanı olmadığını gördük. Bütün bunların haricinde tiyatro
sporu aslında bir tiyatrodan daha çok, seyircinin katılımıyla
zenginleşen bir şov , bir müsabaka, bir spor. Şov diyorum, çünkü
normal metinli tiyatroyla kıyaslanılmayacak kadar hareketli ve
interaktif. Ayrıca yazılı metin, dekor, kostüm ve yönetmen gibi
olgulara da sahip değil. Yukarıda da belirttiğim gibi oyunun en
temel öğeleri seyircinin üzerine kurulu.
Atilla TÜRKER
Doğaçlamayı tanımlamaya gerek duymuyorum, çünkü tanımı
yoktur. Dünyadaki her insan için ayrı bir tanım oluşturulabilir.
Doğaçlama, kişiye özeldir. Bu yüzden, sizlere doğaçlamanın
zor ve kolay, eğlenceli yönlerini kendimce anlatmaya çalışayım.
Doğaçlama, kolay yapılamayan ama can sıkmayan, sözde bir
anda ama içten içe kurgulanan bir oyundur. Zor tarafı, emek
harcamayı gerektirmesi, kolay tarafı ise, bu emeğin karşılığını
hemencecik alabilmektir. Gösterileri izlemenizi, hatta isterseniz
yer almanızı isterim. Çünkü doğaçlamanın en güzel yanı,
1.55 olan Burcu’yu dünyanın en uzun insanı gibi görebilmek,
Sercan’ı Zeyna olarak hayal edebilmek, Ercan’ın taklitleriyle
eğlenmek, Barış’ın efektleriyle şaşırmak, Yunus’un sivri topukla
yürüyemeyişine şahit olmak, Yesu’nun taramalı tüfek hızıyla
konuşmasını dinlemektir. Herkes birer doğaçlamacıdır aslında,
hayata doğaçlama satan. Gösterilerimize hepinizi bekliyoruz. Biz
bir grubuz, adı Yerli-Yersiz, güldürürüz ha yerli ha yersiz.
Barış ÇIRIKA
Bu fikrin Burcu’nun aklından çıktığını duyduğumda, nasıl
hakkından gelebileceğimi düşündüm. Kabul ettim çünkü kadro
en yakın arkadaşlarımdan kuruluyordu. Aslında sohbetlerimiz
sırasında yapılan geyikleri sahne ortamına taşımak gibi olacağını
düşündüğüm için içim rahattı. Antrenmanlar başladığında
evdeki hesabın çarşıya uymadığını anladım, çok sıkı çalışmak
gerekiyordu. Ben grubun efekt sorumlusuyum sadece.
Gerek duyarsam devredeyim buna rağmen gösterilerde hata
yapmanın ne gibi sıkıntılar doğuracağını düşünmek beni her
zaman heyecana sürüklemiştir. Hatanın olası sonuçlarını
öngörebildiğimizden eğlenmek için başladığımız bu serüven
ciddi bir iş edasına büründü. Takım olmayı başarmak, yaratılan
hikayeyi anlamak, ona göre kendini hazırlamak çok önemli, lakin
her şov sonrası yaşanılan mutluluğu ve gururu sadece yaşayan
57
KULÜPLER
ATIC
(Atılım Translation & Interpretation Club)
Çeviri, Dilbiliminde bir dildeki metnin diğer bir dile aktarılması
işlemidir. Arapça olan ‘tercüme’ sözcüğünün yerini günümüzde
‘çeviri’ almıştır. Çeviri yapan kişiyi göstermek amacıyla kullanılan
“çevirmen” sözcüğü ise eski dilde “yazılı çeviri” yapan kişi için
kullanılan mütercim ile “sözlü çeviri” yapan kişi için kullanılan
tercüman kavramlarının yerine
kullanılmaktadır. İnsanlık tarihinde farklı dillerin oluşmasıyla
birlikte çeviri gereksinimi ortaya çıkmıştır. 100.000 yıl önce dillerin
ortaya çıktığı, yazının 5.000 yıl önce bulunduğu düşünülürse
çevirinin oldukça eskilere dayandığı söylenebilir. Çeviri gelişen
ve değişen dünya ile birlikte çok daha fazla önem kazanmaya
başlamıştır. Bunun üzerine Türkiye’de ve Dünya’nın birçok
ülkesinde Mütercim Tercümanlık bölümleri açılmıştır.
Ali Ercan ÖZCAN
Bence doğaçlamayı açıklamanın en basit yolu hayatı örnek
vermektir. Çoğu şeyi yapmadan önce zihnimizde planlarız, doğru!
Peki ya hesapta olmayan bir şey oluverirse? İşte o zaman “yerli
yersiz” hareketler, cevaplar ortaya çıkar. Burcu’nun “yerli yersiz”
fikri ile geldiği gün aklıma ilk seferinde geçici hevesten başka
bir şey olmadığı geldi; ancak zamanla fikri benimsedim. Şimdi
başladığımız yerden çok yol aldığımızı görüyorum ve gerçekten
çok seviniyorum. Biz takım olarak birbirimizin yazdığını silmeden
hikayeleri satır satır sahnelerde yansıtıyoruz. Bu bizim için
günlük hayattaki eğlenceli sohbetlerimizi sahne adında bir kafede
yapmamızdan başka bir şey değil. Eğer ki sohbetlerimiz sıkmaya
başlarsa, konuyu değiştirecek kadar esneğiz. Biz eğlendiğimiz
kadar eğlendirebiliyorsak eğer, bu tiyatro sporu bizim için devam
ediyor demektir ve herkesi hayal alemimize bekliyor olacağız.
Atılım Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğrencileri
tarafından 2001 yılında kurulan ATIC (Atılım Translation
& Interpretation Club) olarak; bölüm öğrencilerinin hem
öğrencilik dönemlerindeki sorunlarının çözümlerine yardımcı
olabilmeyi hem de mesleklerini icra etmeye başladıklarında
karşılaşacakları zorlukları anlamalarını sağlamayı hedefliyoruz.
Hedeflerimizi gerçekleştirmek için de her yıl Üniversitemize
ülkemizde çevirmenlik işini hem akademik olarak sürdüren
hem de piyasada faal olarak çalışan tercümanları davet ediyor,
söyleşiler ve konferanslar düzenliyoruz. Geçtiğimiz yılki etkinlik
takvimimizde Birleşik Konferans Tercümanları Derneği’nin çok
değerli üyelerinden Ayşegül Bahçıvan’ı ve Işıl Demirkan’ı ağırladık.
Kendileriyle simultane çeviri ve piyasası üzerine konuştuk..
Sn. Sertan Ceylanı, Sn. Kamil Kartalı ve Sn. Sabri Gürsesi ile
çevirmenlik mesleği ve çevri piyasası üzerine konuştuk.
Yesügay BESCİ
Suya yazı yazmak gibi yaptığımız şey. Gösterilerden sonra
geriye sadece en çarpıcı anlar kalıyor. Ortamımız müsait
olmadığından siyasi ve güncel motiflere çok fazla yer veremiyoruz
oyunlarımızda ama içten içe insanlara “eğlenin” mesajı veriyoruz.
Hayatta yapılabilecek en zor ve en kolay aktivite gülmek ve
biz seyircilerimizi buna zorluyoruz. Ne maddi ne de sosyal bir
beklentimiz var. Tek ihtiyacımız olan aktif ve eğlenebilen bir
seyirci kitlesi. Gösterilerimizde bu güne kadar çocuklar da dahil
olmak üzere farklı konumlarda pek çok seyirciyi ağırladık umarız
bundan sonrada ağırlamaya devam edeceğiz.
ATIC olarak bu dönemde de etkinliklerimize ara vermeden devam
ediyoruz.
Sultan BÜYÜKÇOLPAN
Atılım Üniversitesi
ATIC Başkanı
58
BİLİM VE FELSEFE
BİLİM FELSEFESİ
felsefelerini es geçeceğim. En iyisi Cemal Hoca’dan (Prof. Cemal
Yıldırım) devam etmek...
Bilim Felsefesi nedir? Bu soruya kısa ve kesin bir yanıt vermek
güçtür; ama bir ilk belirleme olarak bilim felsefesini, bilimi
anlamaya yönelik felsefik bir çalışma olarak niteleyebiliriz.
Genel terimlerle dile getirilen bu nitelemeyi daha belirgin hale
getirmek için bilim ve felsefeden ne anladığımızı belirtmemiz
gerekir. Bilim, inceleme konusu olguları açıklayıcı hipotez veya
kuramlar oluşturma, bunların doğruluk değerini gözlemsel
verilere giderek yoklama sürecidir. Felsefenin işlevi ise değişiktir.
Felsefe, hiç değilse çağdaş anlamıyla, ne olguları anlamaya ne
de bilgi üretmeye yönelik bir etkinliktir. Felsefe çeşitli yollardan
edindiğimiz tüm deneyim ve bilgilerimizi anlam açısından
çözümleme, kendi içinde tutarlı bir anlayış kurma çabasıdır.
Öyleyse, bilim felsefesi bilimsel bir çalışma değil, bilimi düşünsel
bir etkinlik olarak açıklığa kavuşturma, anlamlı kılma girişimidir.
Başka bir deyişle, bilim felsefesi bilimin kavramsal yapısını,
olguları betimleme, öndeme ve açıklama yöntemini, doğruluk
savlarına ilişkin ölçütleri irdeleme; bilim ile “sözde bilim” diye
bilinen astroloji, parapsikoloji gibi çalışmalar arasındaki temel
farkı belirleme etkinliğidir.
Yrd.Doç.Dr. T. Erman Erkan
Atılım Üniversitesi
Endüstri Mühendisliği Bölümü
Öğretim Üyesi
Bilim Felsefesi, “bilim” ve “felsefe”den oluşan bir tamlama
değildir, o yüzden her şeye etimolojik girişler yapıp sonra sonunu
getiremeyenlere göre bir yazı yazmayı düşünmüyorum. Bilimsel
felsefenin doğuşuna girip Reichenbach’ı yorumlamaya kalkmak
için de henüz bu sayfanın ömrü gereği çok erken.
Konunun Türkiye’deki uzmanlarından, “yapıştırma” değil gerçek
ünvanlı profesörlerinden (bu konu çok önemli olduğu için ısrarla
vurguluyorum, çünkü emek hırsızı haysiyetsizlerle gerçeklerini
birbirinden ayırmak çok önemli) Cemal Yıldırım’ın bir Felsefe
Kongresi’ndeki sözleriyle başlamak istiyorum. “Ortaöğretimden
geçmiş pek çok kimse, yüzeysel de olsa fizik, biyoloji, psikoloji vb
bilimlerin ne tür çalışmalar olduğunu bilir; dahası belki de felsefe
ile bilim arasındaki temel yaklaşım farkının da ayırdındadır. Ama
“Bilim Felsefesi nedir?” sorusuna yalnızca sıradan kimselerin
değil, çoğu aydınların, hatta kimi bilim adamlarının bile açık ve
doyurucu bir yanıt verebileceği söylenemez. Bunun nedeni bilim
felsefesinin anlaşılması güç, karmaşık bir uğraş olmasından çok
entelektüel yaşantımıza henüz yeterince girememiş olmasıdır”
diye başlar ve bitirir Profesör Yıldırım.
Zor oldu ama konuya giriş yapmayı başardık, bundan sonraki
konular bir sistem bütünlüğü içinde yağ gibi kayacak. Ama
okumayan düşünmeyen beyinler ne olacak? Bir de bunlar
üniversitelerde ise, vah onlardan ders almak zorunda olan
genç beyinlere. Okumazsan, düşünmezsen ve dolayısıyla
sentezleyemezsen ne yaparsın? Ne olacak rant kavgası; nasıl
bir kavga bu? Ahlaksızların gen haritasında sıklıkla rastlanan;
günü kurtarma, geleceği de kendi onursuz geleceğinden ibaret
zannedip bekasını ve tebaasını sürdürme isteği. Bunlar şimdilik
istediklerini alıyor gözükebilirler ama ileride eğilseler de
alamayacaklar...
Aslında bu köşede bu konuya erken girdiğimin farkındayım,
akımlar dolayısıyla filozoflar arası bir karşılaştırma yapıp
kolaylıkla yazabilirdim. İddialı konuya erken girdiğim için bir
dolu şeye yüzeysel değinemeyeceğim bile. Ne yazsam başka bir
şey eksik kalacak, saygı duyduğum filozofları veya onların bilim
Yararlanılan Kaynaklar:
Cemal Yıldırım, Bilimsel Düşünme Yöntemi, İmge, Ankara, 2008
Doninique Lecourt, Bilim Felsefesi, Dost, Ankara, 2006
59
BİLİM ve FELSEFE
AKADEMİSYENİN İNSANLIK YOLCULUĞU
ve felsefe, özgürlük gerektirir. Bilim insanı, rütbeye ve unvana
hürmet etmez. Akademisyenin de öncelikle daha ve daha fazla
insan, sonra ise bilim insanı ve bilge insan olma doğrultusunda
olması, olgunlaşması gereklidir. Akademisyenin, ‘daha iyi insan
olma yönünde çaba gösterme sorumluluğu’ vardır.
NOKTA-İ NAZAR
Modern iktisadi ilişkiler, bireyci faydacılığı güçlendirir yönde
gelişmektedir. Bireyci faydacılığın insanı ‘iyi insan’ yapan
nitelikleri hamlaştırma potansiyeli ise güçlüdür. Can’a saygıyı
canlı tutabilmek ancak insanın kendini olumlu yönde yeniden
inşa etmeye uğraşmasıyla mümkündür. Can’a saygı, Emmanuel
Levinas’ın sözlerine kulak vermeyi gerektirir. Michael L. Morgan’ın
Discovering Levinas kitabı (2007, Cambridge University Press),
Levinas’ı anlamak için, güzel bir başlangıçtır. Morgan’ın da
belirttiği gibi, ‘ötekinin yüzü’ Levinas felsefesinin merkezindedir:
Ötekinin yüzüyle ilişki, öldürmeyi olanaksız kılandır. ‘Ötekinin
yüzü’, buyruktur. Bana umutsuzluğu, yoksulluğu ve muhtaçlığı
ile itiraz eden, pasif olarak direnendir. “Beni öldürme”, “Bana
yer aç”, “Beni besle”, “Dünyayı benimle paylaş”, “Istırabımı azalt”
itirazıdır, buyruğudur. İtirazı ve buyruğuyla ‘ben’in iyiliğini harekete
geçirendir. ‘Öteki’, farklı olan, aynı olmayandır. Ben ve öteki
arasındaki ilişki bilişsel değildir. Gündelik yaşamdaki sevgi, aşk,
ilgi, cömertlik ve duyarlılığın alanındadır. Ötekinin yüzüyle ilişki
içinde olan ‘ben’ ise sorumluluk yüklüdür, vermeye hazırdır. Öteki,
sonsuzluktur. ‘Öteki’ ile olan ilişki; yasa, ahlak, siyaset öncesidir.
Esas ihtiyaç, ideoloji ve siyaset değil; insanlık, iyilik ve etiktir. Etik,
dilin ve müşterekliğin zeminidir. Ötekinin yüzü de dilin, yargının,
kavramların, düşüncelerin, ahlaki sistemlerin ve siyasi değerlerin
zeminidir.
Yrd.Doç.Dr. Fatma Ülkü Selçuk
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve
Kamu Yönetimi Bölümü
Öğretim Üyesi
Daha hızlı ve daha fazla kazanmaya, statü ve para ile gücünü
artırmaya koşullanan günümüz insanı, ‘ye kürküm ye’ dünyasının
derinlikten yoksun yüzeyinde kaybolmuştur. Ruhu rekabetle kaplı
hırs tutsağı çoğu kişi, kısa sayılabilecek yaşamını huzursuzluk
döngüsüne hapsetmiştir. Var olduğunu hissedebilmek için
kendine itaat edildiğini hissetmeye gereksinim duyar. İtaatsizlik
paranoyasına kapıldığında ise dünyası yıkılır. Kuruntularında
kaybolur, kendini ‘yok olmuş’ hisseder, varlığını yeniden hissetmeye
çabalar. Ölümdür uzaklaşmaya çalıştığı. Yaşadığını ancak iktidarını
kurarak algılar. ‘Sözüne’ ve ‘iznine’ tâbi kıldıkça insanları, rahatlar.
Bağladığı insanlarla yaşama tutunur bilinçsizce, kıymet verdiği
hiyerarşideki üstlerine itaatte ise kusur etmez. Güç kutsaldır
onun için, taptığı iktidardır. Tâbi kılmanın esiri olur. Yaşamı herkes
gibi biter günün birinde. Haddini bilmek erdem ise de bilişsel
kapasitesinin sınırlarının farkında olmayan türden akıl sahipleri,
‘farklı’ olana tahammül edemez. Varlık dünyasına tehdit olarak
algıladığı düşünceleri hemen uzaklaştırmaya, susturmaya çalışır.
Levinas’ın ötekinin yüzüyle ilişki konusunda yazdıkları, can’a
saygının da temelidir. Akademisyen, öteki olanın yüzünü idrak
etmeli, meslektaş ve öğrencileriyle ilişkilerinde tâbi kılmanın
tutsak edici iktidarından olabildiğince kaçınmalı; duyarlılık, sevgi ve
saygıyla var olmaya çabalamalıdır. İnsanın merhametli, bağışlayıcı
ve onarıcı yönü, ötekinin yüzünü idrak etmesini olanaklı kılan
özellikleridir, kısa yaşantısını anlamlı kılandır. Mutlak bağışlayıcı
ve merhamet kaynağı olmamız mümkün değil ise de nispeten
merhametli, bağışlayıcı ve onarıcı olmamız mümkündür. “Nice
insanlar gördüm üzerinde elbise yok / Nice elbiseler gördüm
içinde insan yok” diyen Mevlana’nın sözlerini unutmamalıyız. Var
olmak, insan gibi insan olmaya çabaladıkça anlamlıdır. Kör hırs
ise insanı tutsaklaştırandır. İnsanlaşma, ömür boyu süren bir
yolculuktur. Akademisyenlerin de gündelik hırslarından sıyrılarak
insanlık ve bilgelik yolculuğuna çıkmalarında fayda vardır. İzimiz
doğrudan yana olmalıdır.
Gerçeklik arayışı, can’a saygı kaydıyla kendi içinde kıymetlidir
oysa ki. Bilim ve felsefe, sorgulanmayanı sorgulamayı gerektirir.
Haddini aşmak bilimsel, felsefi soruşturmaların olmazsa
olmazıdır. Bilge insan, haddi aşarken haddini bilendir. Cehaletinin
farkında olandır. Sokrates gibi, bilmediğini bilendir. Günümüzün
bilgi merkezi üniversiteler ise faydacılık ve rekabet çemberiyle
sarılmıştır. Buna rağmen olumlu yaşam ve yaşamı dönüştürme
potansiyelleri büyüktür. Üniversitelerdeki insan ilişkilerinin
can’a saygı temelinde yeniden inşası bu nedenle çok önemlidir.
Akademisyen, meslektaşını öncelikle insan olarak görecek şekilde
dönüşmeli; insana saygı, varlığının özünü oluşturmalıdır. Bilim
60
BİLİM ve FELSEFE
FELSEFİ AŞK
mutluluk hayallerinden. Damlalar gittikçe hızlanıyor ve gittikçe
su ile doluyor kilit taşlarının arası. Boğulacakken, ölecekken,
yok olacakken zavallı karınca; bir çekirdek kabuğu atılıyor yere.
O çekirdek kabuğu kurtarıyor zavallı karıncayı. Kendini tam
bitmiş bir durumda sanan ve son olarak başını göğe kaldıran
karınca el ele tutuşmuş o iki genci görüyor ve onlar sayesinde
kaybolmaktan, sonsuzluk boşluğuna gitmekten kurtuluyor.
“Felsefe düşüncenin mikroskobudur.” diyor Victor Hugo. Felsefi
aşk da düşüncenin mikroskobu olmalı bence. Her ben aşığım
diyen kişi Aşk ayı olan şubat ayında ve 14 Şubatta sevgilisinin
gözüne baktığında, düşüncelerini o göz mikroskobuna dökmeli.
İnsan insana değil; insan Felsefi Aşk’a vurulmalı. Yıllar, yollar,
yalanlar yıldırmamalı. Felsefi Aşk, düşüncelerde, sorgulamalarda
ve filia kelimesinde gizli kalmalı. Bu ayrıcalık kalplerde ve aşk ile
yazılan üç beş satırda yaşamalı…
“Felsefe ile uğraşmanın zamanının daha gelmediğini ya da
artık geçmiş olduğunu söylemek, mutlu olmanın zamanı daha
gelmedi ya da artık geçti demekten farksızdır.” diyor Epikuros.
Birçoğumuz mutluluğu aşkta ve aşkın doğuracağı heyecanda
arıyoruz. Mutlu olmam için üç saat on beş dakika var demiyor
hiçbirimiz. Sevgilinin dilinden süzülen bir aşk kelimesi mutlu
ediyor bizi. Filozofların dilinden süzülen bir tez bir doktrine
dönüşüyor. Felsefe ve aşkta işte bu ortak noktada (gelecekte
kalıcı olmak amacında)dillerden süzülen sözlerde kesişiyor.
Felsefe; sevgi anlamına gelen “filia” ile hikmet demek olan
“sofia” kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış bir terimdir.
Sevgi= hikmet sevgisi, sevgi=aşk sevgisi, sevgi=sevgilinin
sevgisi… İşte bütün bu kavramları ontoloji inceliyor. Varlığın ana
maddesi nedir sorusuna birçok filozof tez sunmuştur. Sunulan
tezlere karşı antitezler yeni oluşumları geliştirmiş ve sonunda
bir sentez oluşmuştur. Thales=su, Anaximandros=sınırı olmayan
“aperion”, Anaximenes=hava, Heraklitos=ateş, Parmenides=bir
olan, Pythagoras=sayı, Empedokleş=toprak, Demokritos=atom
demiştir. “Felsefi Aşk teriminin ana maddesi nedir sorusu”
ise aşkındır. Yani deneyi aşar, evrenin dışında olan şeyleri ve
evrendeki tanımlara benzemeyen tanımları ifade eder. Bir Nirvana
durumudur Felsefi Aşk. Erkek ile kadının, seven ile sevilenin
dünyadan soyutlandığı bir gizemdir. “Altın ateşle, kadın altınla,
erkek de kadınla erir.” diyen Pythagoras’ın hangi ruh halinde iken
süzüldü dilinden bu kelime. Aşk’ın arkhe’sı felsefe, felsefenin
arkhe’sı birey, bireyin arkhe’sı iki birey, iki bireyi birleştiren ise
FELSEFİ AŞK’tır.
Bir haykırıştı geleceğe,
Yılmadan ve yok olmadan önce,
Çaresiz kalmadan yorulmadan önce,
Bakmalıydın göze, kulak vermeliydin söze.
Felsefi bir aşk olmalıydı,
Filozoflar sorulara arasında
Ben senin gözlerinde kaybolmalıydım,
Aşkımız tez değil, sentez olmalıydı.
Hadi tut ellerimden, bak gözlerime
Aç avuçlarını gökyüzüne;
Eline düşen damlalar senin sevgini
Topraktakiler benim sevgimi anlatır bize.
Aşk son zamanlarda herkesin ağzında sakız olan “ seni
seviyorum” kelimesinin söylenmesi ve artık değerini faydacılığa
bırakan bir terim oluyor. Ne kadar değersizleşiyor güzel ve değerli
kelimeler ve ne kadar değişiyor aşk kelimesinin toplumdaki
faydası. Bazen bir beden oluyor aşk, bazen bir bedel, bazen para,
bazen iddia, bazen ise hiçbir şey. Akılla anlaşılan şeylerden,
duyguyla ölçülen bir terim olmaktan çıkıyor aşk kelimesi. Felsefi
Aşk kelimesi kendine sığınacak bir koy, yanaşacağı bir liman
arıyor. Hırçın dalgalardan, acımasız damlalardan kaçmak istiyor.
Bezen bir karınca oluyor felsefi aşk, kilit taşlarının arasında
ilerleyen ve yaşamını sürdürmek için bir şeyler arayan bir
karınca. Umutsuz, mutsuz, yıpratılmış bir karınca. Sokağa çıkan
ve yine sokaktaki kilit taşlarının arasına düşüp bir hayat kaynağı
bulmaya çalışan karınca gökten inen su taneleriyle uyanıyor
Yanan yüreğimin korunda sen,
Yazdığım şiirlerin mürekkebinde sen,
Sokak lambalarının ışığında sen,
Lugatın tarifte çaresiz kaldığı aşkta sen varsın.
Ali Can GÖZCÜ
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi
61
SOSYAL SORUMLULUK
‘Kütüphanesiz
Okul Kalmasın’
Elbette ki böylesine büyük bir kampanyayı yaparken bizler yalnız
değildik, her zaman bizi destekleyen üniversitemize sonsuz
teşekkür ediyoruz. Bizlere bu güzel imkanları sağlamamış
olsalar belki de biz bu kampanyayı en başından bu zamana kadar
bu denli sorunsuz bir şekilde yürütemezdik. Başta Mütevelli
Heyetimiz, Rektörlüğümüz ve Hukuk Fakültemiz olmak üzere
bizi bu kampanyada yalnız bırakmayan sayın Erkan Sönmeziç,
Yrd.Doç.Dr. Hacer Erar, Nilüfer Ünal, Oktay Yıldız ve Mustafa
Kömürcü’ye sonsuz teşekkürler..
Keskin’de yaptığımız kütüphanenin açılışında Keskin Kaymakamı,
Keskin İlçe Milli Eğitim Müdürü, Kırıkkale İl Milli Eğitim müdür
yardımcıları da bizlerle birlikte oldular. Keskin kaymakamı Niyazi
Ulugölge yaptığı konuşmada “Atılımcı Hukukçular Topluluğu’nu
tebrik ediyor ve bütün üniversite öğrencilerine örnek teşkil
etmesini diliyorum” dedi.
Meltem Banko
Atılımcı Hukukcular Topluluğu Başkanı
Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Atılımcı Hukukçular Topluluğu olarak 3 senedir yürüttüğümüz
‘Kütüphanesiz Okul Kalmasın’ adlı kampanyamız hızlı bir şekilde
devam ediyor. Sizlerden aldığımız destekle son olarak Kırıkkale’nin
Keskin İlçesi Cumhuriyet İlköğretim Okulu’na kütüphane açmış
bulunmaktayız. Hukuk Fakültesi öğrencileri olarak okumanın
ne denli önemli ve hassas bir konu olduğunun farkındayız ve
bu alışkanlığın ancak çocuk yaşlarda kazanılabileceğinin bilinci
içerisindeyiz. Bu nedenlerden dolayı ülkemiz eğitimine ne gibi bir
katkıda bulunabiliriz, dedik ve ardından bu kampanyayı başlattık.
Biraz yorucu bir süreç olsa da böyle bir kampanyayı yürütmekten
ötürü topluluk olarak haklı bir gurur içerisindeyiz. Bu kampanyayı
yaparken bizler insan olmanın farkına bir kez daha vardık ve
yardım etmenin ne denli büyük bir manevi haz sağladığını bir kez
daha anladık.
62
SOSYAL SORUMLULUK
Keskin’de kurduğumuz kütüphane için Cumhuriyet İlköğretim
Okulu’na 101 koli kitap gönderdik. Bu kitaplar roman, öykü,
ders kitabı ve ansiklopedilerden oluşmaktadır. Kurduğumuz
kütüphanenin yanında orada okuyan öğrencilere tam 15 koli
hediye kırtasiye malzemesi dağıttık. Bu malzemelerin temini
konusunda bize destek olan Hunca Kozmetik A.Ş. Yönetim
Kurulu Başkanı sayın Tuncer Hunca’ya bizleri bu kampanyada
yalnız bırakmadıkları ve destek oldukları için teşekkür etmeyi bir
borç biliyoruz.
Bundan sonra da ‘aydınlık bir gelecek için karanlığa bir ışık
da sen yak’ sloganıyla başlattığımız bu kampanyamız hızlı bir
şekilde devam ediyor. Adıyaman’ın Besni İlçesi Şambayat
Merkez İlköğretim Okulu için kitap toplama kampanyası
başlattık.
Yardıma ihtiyacı olan okul önerileriniz ve katkılarınız için aşağıda
bulunan iletişim adresinden bizimle temasa geçebilirsiniz. Umarız
ki bizim başlattığımız bu kampanya, daha uzun yıllar boyu devam
eder ve ülkemizde kütüphanesiz okul kalmaz.
iletişim: [email protected]
63
ÇevreciyİZ
Ekosistemlere insanoğlunun refahını artırmak amacıyla
yapılan müdahaleler sonucunda meydana gelen değişimlerin
yanı sıra ekosistemlerin korunması ve sürdürülebilir kullanımı
için gerekli olan eylemlerin belirlenebilmesi amacıyla, 20012005 yılları arasında geçtiğimiz bin yıla yönelik bir “Ekosistem
Değerlendirmesi” raporu hazırlanmıştır. Söz konusu raporda;
neredeyse tüm ekosistemlerin insan aktiviteleri nedeniyle
değişime uğradığı, bu durumun halen devam ettiği ve özelikle
son 50 yılda şu ana kadar görülmemiş hızla bir biyoçeşitlilik
kaybının yaşandığı vurgulanmıştır. Dolayısıyla biyoçeşitliliğin
korunması, küresel ölçekte öncelikli konular arasında yer
almalıdır.
2010 ULUSLARARASI
BİYOÇEŞİTLİLİK YILI
1992 yılında Rio’da gerçekleştirilen Dünya Zirvesi’nin en önemli
çıktılarından biri de Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’dir. Akdeniz’den,
Ege’ye ve Karadeniz’e uzanan, dünyanın en uzun kıyı şeridine;
Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişim noktasında, başka
yerlerde nadiren görülen bir ekosistem çeşitliliğine ve buna
bağlı genetik ve tür çeşitliliğine sahip olan Türkiye de söz konusu
sözleşmeyi 1996 yılında onaylamış ve 1997 yılında yürürlüğe
koymuştur.
Yrd.Doç.Dr. Gül Güneş
Atılım Üniversitesi
Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı
Merhabalar…
Bundan sonra bu köşeden sizlere çevrenin ve çevre korumanın
önemine ilişkin güncel konularda sesleneceğim. 2010 yılının,
yeryüzündeki yaşam çeşitliliğini korumaya almak amacıyla
Birleşmiş Milletler tarafından “Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı” ilan
edilmesi nedeniyle; ilk olarak biyoçeşitlilik (biyolojik çeşitlilik)
konusunda yazmaya karar verdim.
Ülkemizdeki göl, sulak alan, bozkır ve akarsu ekosistemleri,
kimi sadece ülkemizde bulunan (endemik) yüz binlerce türe ev
sahipliği yapar. Ülkemiz biyoçeşitliliğinin küresel önemi, yeryüzündeki en önemli koruma bölgelerini içeren 200 ekolojik
Doğa; toprak, su, hava ve enerji, yani bu dört element ve sayesinde
var olan biyoçeşitlilikten oluşur. Biyoçeşitlilik, insan dahil bütün
canlılardan ve canlıların yaşam alanlarının çeşitliliği, birbirleri
ve yaşadıkları ortamlarla olan ilişkileri olarak tanımlanır.
Biyoçeşitlilik, genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği, ekosistem çeşitliliği
ve aralarındaki işlev ve ilişkiler çeşitliliğini içerir. Örneğin, orman
ekosistemi bütün sakinleri yani kuşu, geyiği, porsuğu, böceği,
ağacı, çalısı, çiçeği, mantarı ve gözle göremediğimiz canlıları
için ev sahipliği yapar; toprağı korur, tutar, akan dereler berrak
akar, suları yeraltına depolar, havayı temizler ve iklimi düzenler.
Sürdürülebilir bir şekilde yönetildiğinde bizlere odun, enerji ve
rekreasyon alanları sağlar.
Yeryüzündeki biyoçeşitliliğin korunması, yalnızca gelişen dünya
için bir iyi niyet göstergesi olarak algılanmamalıdır. Eğer telafisi
mümkün olmayan kayıpların yanşanmasını istemiyorsak, bu
bir zorunluluktur. Biyoçeşitliliğin insan aktiviteleri nedeniyle
yok olması, yaşamın devam etmesi için bağımlı olduğumuz
tüm yaşam sistemleri üzerinde de olumsuz etkiler ortaya
koymaktadır.
64
2010 ULUSLARARASI BİYOÇEŞİTLİLİK YILI
alanda da tehdit unsuru oluşturur. Aynı zamanda, temel ekolojik
gereksinimlerimizin karşılanmasını da engeller.
Bu nedenle, biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir
kullanımı konusunda;
• Nüfus artışı ve aşırı tüketim nedeniyle oluşacak tehditleri
önlemeye yönelik uzun vadeli yaklaşımlar içine girilmesi;
• Yeterli deneyim ve uzmanlık düzeyine ulaşılması;
• Mali önlemler, rehberler, yasa ve politikaların geliştirilmesi;
• Teşviklerin benimsenmesi;
• Türlerin ticaretine ilişkin kural ve uygulamaların ortaya
konması;
• Hükümet içinde ve hükümet ile ilgi grupları arasında
iletişimin güçlendirilmesi;
• Ulusal ve uluslararası ölçekte mali desteğin sağlanması;
• Teknolojinin akılcı kullanımı;
• Politik desteğin ortaya konması ve
• Eğitim ve kamu bilinci oluşturulması önemlidir.
bölgeden;
Kafkasya,
İran-Anadolu ve Akdeniz olmak üzere toplam üçünü bünyesinde
bulundurmasından
kay nakl a nmak t a d ır.
Türkiye; 120 memeli,
130 kadar sürüngen,
400’e varan balık türü
ile biyoçeşitlilikte tür
çeşitliliği açısından çok
zengindir. İki ana kuş göç yolu üzerinde yer alan ve Avrupa’daki
kuş türlerinin yüzde yetmişinden fazlasının gözlemlenebildiği
ülkemizde, 454 kuş türü bulunmaktadır.
Ülkemiz bitki türleri bakımından da oldukça zengin olup,
3.022’si endemik olmak üzere 10.765 çiçekli bitki ve eğrelti türü
bulunmaktadır. Tüm Avrupa ülkelerinde yaklaşık 12000 bitki
türü bulunduğu düşünüldüğünde, bunun ne derece büyük bir
zenginlik olduğu rahatlıkla anlaşılır.
Yararlanılan Kaynaklar
1. Demirayak, F. 2002. Biyolojik Çeşitlilik-Doğa Koruma ve Sürdürülebilir Kalkınma. TÜBITAK Vizyon
2023 Projesi Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Paneli. 30 s.
2. Güner, A., Özhatay, N., Ekim., Başer, K.H.C. 2000. Flora of Turkey and the East Aegean Islands,
Supplement II., Vol. XI., Edinburgh: Edinburgh University Press.
3. Güneş, G. 1998. Mayıs-Haziran 1998. “Doğal Kaynaklar ve Biyolojik Çeşitlilik”. Tarım ve Köy, Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı Dergisi, Sayı: 121, s: 20-23.
4. Kaya, Z. and Raynal, D.J. 2000. Biodiversity and Conservation of Turkish Forests. Biological
Conservation 97 (2001) 131-141
5. Millennium Ecosystem Assessment, 2005. Ecosystems and Human Well-being: Synthesis. Island
Press, Washington, DC, 137 pp.
6. Özesmi, U. 2008. Biyolojik Çeşitlilik:Ailemizi Korumak. Çevreye Dair (http://uygarozesmi.blogspot.
com/2008/02/ailemizi-korumak-lkemizi-ynetenler.html)
7. Secretariat of the Convention on Biological Diversity. 2000. Sustaining Life on Earth: How the
Convention on Biological Diversity promotes nature and human well-being. 20pp.
8. UNDP, 2005. Project Document. PIMS 1988: Enhancing Coverage and Management Effectiveness of
the Subsystem of Forest Protected Areas in Turkey’s National System of Protected Areas, UNDPGEF Medium-Size Project (MSP), 124 pp.
9. UNDP, 2009. Turkey Monthly Newsletter. Special Edition, December 2009 (http://www.undp.org.tr/
Gozlem2.aspx?WebSayfaNo=2259)
10.United Nations. 2010. International Year of Biodiversity (http://www.cbd.int/2010/welcome)
Diğer yandan ülkemiz biyoçeşitliliği; aşırı avlanma, plansız
yapılaşma, kaynakların aşırı tüketimi ve koruma konusunda
yetersiz bilinçlenme gibi ekonomik kaygıların ön plana çıktığı,
koruma kullanım dengesi içinde olmayan yaklaşımlar nedeniyle
tehdit altındadır.
Oysa biyoçeşitliliğin korunması, bizim kendi gereksinimimiz
olmalıdır. Çünkü biyolojik kaynaklar, bizim hayatta var oluş
nedenimizdir Doğanın bize sunduğu ürünler; tarım, kozmetik,
ilaç sanayi, bitki yetiştiriciliği, atıkların işlemden geçirilmesi
gibi pek çok sanayi alanında destek sağlar. Biyoçeşitliliğin
kaybı, besin kaynaklarımız, rekreasyon için sahip olduğumuz
olanaklar, odun gereksinimi, ilaç sanayi ve enerji gibi birçok
65
YerelİZ
YEREL SEÇİMLERİN
ARDINDAN:
BALAYI SONA ERERKEN
seçimler sonrasında oluşan farklı deneyimlerin de temel
niteliklerini belirlemektedir. Kaybetmek Türk siyasi yaşamında
kazanmanın farklı bir biçimi olarak ortaya çıkabilmektedir.
Kamuoyu önüne çıkma olanağının daha fazla olduğu yerel
seçimlerde kaybetmek de bu anlamda özgeçmişlerde bir
kazanım olarak yerini alabilmektedir.
Yerel seçimlerin bir yıl sonrasını değerlendirmek kaçınılmaz olarak
seçimlerin bir yıl öncesini, yani hazırlık süreçlerini değerlendirmeyi
gerekli kılmaktadır. Seçimlerin bir yıl öncesine bakıldığında ilk kez
kazananların pek ortalarda görünmediği, yeniden kazananların ise
seçime bir yıl kala inanılmaz bir hareketlilik içine girdiği görülür.
İlk kez kazananlar ortalarda yoktur çünkü yapılan araştırmalar
yerel seçimlerde adayların seçime en erken altı ay kala ortaya
çıkmaya başladığını göstermektedir. Yeniden kazananlar içinse
son sene yaşamsaldır. Gerekirse dört yıl boş oturarak “projelere
hazırlık yapan” yerel yönetimler, seçime bir yıl kala inanılmaz bir
atağa kalkarak “hizmet patlaması” yaratırlar. Türkiye’nin tanınmış
belediye başkanlarından birisinin kendi partisinden seçilmiş
belediye başkanlarına yaptığı bir konuşmada “belediyelerde
hizmet senesinin beşinci sene” olduğunu ifade etmesi bu
gerçeği doğrular niteliktedir. İlk kez kazananların ise daha farklı
ve değişkenleri muğlak bir yarışın içinde olduğu görülebilir.
Gelişmiş demokrasilerin standartlarına göre kuramsal olarak bir
program hazırlamaları, temel etik çerçevelerini ortaya koymaları
beklenirken günümüz koşullarında medya-imaj-karizma
koordinatlarına göre konumlandırılırlar. Sonuçta yeniden kazanan
adaylar seçim öncesinde programsız bir “hizmet patlaması”
yaratmaya çalışırlarken, ilk kez kazananların seçim stratejisi
programdan bağımsız bir “imaj patlaması yaratmak” üzerine
kurulur. Kaybedenlerin bir kısmı seçim sonuçlarının henüz belli
olmadığı bu evrede her iki gruptan birisine mensupturlar. Ancak,
kaybedenler içerisinde çok stratejik davranan bir grup vardır ki
bunları “kaybetmekten memnun olanlar” grubuna dâhil etmek
mümkündür. Kaybedeceklerini daha baştan bilen ya da kabul
eden bu grubun temel amacı seçim sürecinin getirdiği tanınırlığı
kullanarak özel sektörde pazar, bürokraside konum, siyasette
bir üst basamak için avantaj elde etmektir. Her durumda tüm
aktörlerin kaderi etraflarında oluşan toplumsal ilişkiler ağı ile
birlikte belirlenir ve seçim sonucu ile mühürlenir.
Dr. Savaş Zafer Şahin
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü Öğretim Görevlisi
Tüm seçimlere hazırlıksız yakalanılır, hazırlıksız kazanılır.
2009 Mart’ında gerçekleşen ve merkezi siyasal alanla ilişkili
olarak yarattığı tartışmalarla tarihsel öneme sahip olan yerel
seçimlerin üzerinden bir yıla yakın bir süre geçti. Tartışmaların
odağı çoktan merkezi siyasal alanın karanlık labirentlerine geri
döndü. Mazbataların alınmasından sonraysa seçilmiş belediye
başkanlarının, yerel meclis üyelerinin ve muhtarların gündelik
yaşamlarında bambaşka ve pek de fark etmediğimiz bir deneyim
yaşanmaya başladı. Bu deneyimler şimdilik sadece belediyelerin
kapalı kapılarının ardında kalıyor gibi görünseler de etkileri daha
şimdiden başta yerel siyasal alanı, gelecek yerel seçimlerin
kaderini ve nihai olarak siyasal alanın bütününün yönünü
belirlemeye başladı bile.
Yerel yönetimlerin seçim sonrası deneyimlerini aktörler
üzerinden iki ana başlık altında incelemek mümkün görünüyor:
ilk kez kazananlar, yeniden kazananlar ve kaybedenler. İlk
bakışta kaybedenleri bu incelemeye dâhil etmek pek anlamlı
görünmeyebilir. Ancak, Türkiye’de yerel siyasetin doğası
kaybedenlerin de bu resimde önemli bir konumu olduğunu
göstermektedir. Kazananlarla kaybedenler etrafında yeni
oluşmaya başlayan ya da pekişen toplumsal ilişkiler ağı yerel
66
YEREL SEÇİMLERİN ARDINDAN: BALAYI SONA ERERKEN
Bekledikleri pozisyonu alarak kaybedenler için de hareketli
bir dönem başlar hemen seçimlerin ardından. Öncelikle aynı
partiden olup kazanılan belediyelerde, merkezi partiye mensup
ise Bakanlıkların üst düzey yöneticiliklerinde ya da genel seçimler
yakın ise uygun bir sıradan milletvekili adaylığına göz kırpılmaya
başlanır. Bazen de kazanılan yerlerdeki ihale pazarlıklarına,
akçalı işlere ortak olunmaya çalışılarak özellikle siyasetteki
hedefler için finansman sağlanmaya çalışılır. Bunda yeterince
başarılı olunması durumunda siyaset yerine rant ve kar temel
amaç haline gelebilir. Her ne olursa olsun yenilgi yenilgi yürüyen
bir zafer vardır ve işlemektedir.
Seçimlerin sabahı ilk defa kazananları yeni bir yoğunluk
dalgası beklerken yeniden kazananlar için süt liman bir zaman
dilimine girilir, kaybedenler ise stratejik konumlarını yeniden
değerlendirmeye başlarlar. İlk kez kazananların önünde yabancı
bir kurumsal yapı, giderek karmaşıklaşan süreçler ve öğrenildikçe
miktarı artan sorunlar yumağı yuvarlandıkça büyüyen bir kartopu
gibi şekillenmeye başlar. Belediyenin borçları, personel sorunları,
kangrenleşmiş ve çözüm bekleyen yaralar bir bir ortaya çıkar. Bu
da yetmezmiş gibi seçilenin mensup olduğu siyasi tarafa ait ya
da seçildiği siyasi parti kanalıyla çeşitli kesimlerin “tebrik” eylemi
ile başlayan çıkarların altyapı inşa süreci başlar. Ayrıcalıklı imar
hakları, ihale ve istihdama ilişkin her türlü talep geleneksel
ilişkiler çerçevesindeki bir silsileye dönüşmeye başlar. Sonu
gelmeyen talepler ve dağ gibi sorunlar karşısında yeni seçilen
giderek zorlaşan bir başka zorunlulukla karşı karşıyadır.
Genellikle ortada sistematik ve kapsamlı bir program ve proje
bütünü bulunmadığından “farklarını ortaya koyacak” hizmetler
beklenmektedir onlardan. Üstüne üstlük bu hizmetlerle ilgili
olarak kamuoyu, özellikle medya kanalıyla oldukça ısrarlıdır. Ne
de olsa ilk bir sene çok yaşamsaldır. Yeni bir belediye yönetiminin
kamuoyundaki imajı büyük oranda ilk senede belirlenmektedir.
Tüm bunlara ek olarak küreselleşen dünyada tüm yerel
yönetimlerin diğerleri ile yarışması ve rekabet etmesi salık
verilmektedir. Dolayısıyla yeni seçilenlerin meseleleri sağduyu
ile ele alma, durup bekleme, hazmetme, sindirme gibi bir şansı
yoktur.
Bir yılın sonuna yaklaşılırken her üç grubun mensupları için de
balayının sonuna gelinmekte. İlk kez kazananlar umutsuzluğa
kapılmakla idealleri bir kenara bırakıp kısa zamanda
gerçekleştirilebilecek ve ses getirecek proje ve faaliyetler
arayışına girme arasında gidip geliyorlar. Yeniden kazananlar için
kış uykusu, geçen dönemde verilen ve tamamlanamamış sözlerin
ve projelerin kamuoyunda sorgulanmaya başlaması ve parti içi
rekabetle sona ermek üzeredir. Kaybedenler ise hesaplarının
kaybeden sayısının çokluğu karşısında şaşma ihtimalinin
yükseldiğini görerek hayal kırıklığı yaşamaya başladılar bile.
Yerel seçimlerde şu ya da bu şekilde başarılı olanların geçen
bir yıl sonunda paniğe kapılarak program ve proje geliştirmeyi,
bütünsel ve sistematik yaklaşımları bir kenara bıraktıkları,
günübirlik çözümlere el yordamı ile sarılma eğilimine girdikleri
bir eşikteyiz. Bu eşikten geçildikten sonra bilim adamlarının
önerilerine daha az kulak verilmesi; çağdaş planlama, stratejik
yönetim ve uzun vadeli yapısal çözümler yerine makyaja ve
imaja yönelik seçim döneminde ürünleri alınacak yaklaşımlara
yönelme olasılığı artıyor. Borç yükü, finansman eksikliği kurumsal
kapasite yetersizliği gibi unsurlar da bu eğilimi güçlendiriyor.
Yerel yönetimlerin olası bir seçim mevzisi olarak kullanılacağı
gerçeği dikkate alınırsa bu eğilimin yaklaşan genel seçimler
öncesinde daha da belirginleşeceği söylenebilir. Sonrasında
ise bir sonraki yerel seçimlere yaklaşılmış olacağından ilk defa
aday olacaklar, yeniden aday olacaklar ve kaybetmeye aday
olacaklar arasında yeni bir denge kurulmaya başlanacağı aşikâr
gibi gözüküyor. Önemli olan siyaset bilimcilerin bu kısır döngüyü
mercek altına alarak bu süreçlerden nasıl katılımcı, sosyal adaleti
gözeten, sürdürülebilir kalkınmayı önemseyen yerel yönetimler
çıkabileceğine ilişkin öneriler geliştirmesi gibi gözüküyor. Aksi
takdirde bu kısır döngü önümüzdeki yıllarda siyasal alanın giderek
daha fazla mikro ilişkiler etrafında örülmesine sebep olacaktır.
Yeniden seçilenler ise daha sakin sularda seyretme lüksüne
sahiptirler. İyi kötü geçmiş dönemden devam eden bir program,
projeler vardır ve hizmetler bir şekilde yürümektedir. Hatta
seçimlerden sonra belli bir zaman diliminde kamuoyunun gözü
önünden kaybolup tatile bile çıkabilirler. Ancak, onlar için de
içten içe büyüyen başka bir tehdit, bir iç rekabet yükselmeye
başlamıştır. Tekrar kazanılan başarı, kazananın ne kadar kişi,
ne kadar parti olduğunun sorgulanmasını doğurur. İşleyen bir
sistem vardır ve bu sistemde aynı parti ile ilişkili bürokrat ve
siyasetçiler kazanılan makam için gizliden gizliye kendilerini
düşünmeye başlarlar. Yeniden kazanma ile daha da pekişen
iktidardan faydalanılarak sağlamlaştırılan bürokratik kadro bu
olasılığı arttırır. Her ne kadar zaferde kişinin payı varsa da her
seçim zaferinden sonra kamuoyu belli oranda yenilik ve değişiklik
beklemektedir. Kazananlar bir süre gözden uzak kaldıktan sonra
içten içe yükselen bu tehdit karşısında önlemler almaya, yeni
dönemin eskisinden farklı olduğu imajını uyandırmaya çalışırlar.
Bunda ne kadar başarılı oldukları bir sonraki seçime kadar
anlaşılamayacaktır.
67
SektörİZ
Bu noktadan hareketle dünya ülkeleri, kapasiteleri oranında artan
enerji ihtiyacına yönelik olarak tespitler yapmakta ve ihtiyacı
gidermek için bir takım çözümler geliştirmekteler.
ÇAĞDAŞ DÜNYANIN
EN “HİT” SEKTÖRLERİ
1. ENERJİ
Bu çözümlerin başında ise sadece yukarıda kısaca detaylandırmış
olduğum yenilenemeyen kaynaklardan enerji üretmek yerine
yenilenebilir enerji kaynaklarını da üretimde kullanmak üzerine
geliştirilmiş olan strateji ve eylemler gelmekte. Hepimizin malumu
olduğu üzere Yerküre üzerinde su, rüzgar ve güneşin kısa vadede
tükenmesi beklenmiyor bu nedenle gerek sürdürülebilir olması
gerekse çevre dostu olması yenilenebilir kaynakların en önemli
avantajı olarak göze çarpıyor.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının çevre dostu olmaları
sebebiyle popülaritesinin arttığı bu dönemde şu gerçek gözden
kaçırılmamalıdır. Hazneli hidroelektrik santraller haricinde güneş,
rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının emre amadelik oranı
düşüktür, sürekli enerji sağlama kapasiteleri yoktur. Ülkemiz
gibi yağış oranı değişken olan iklimlerde aynı şeyi hidroelektrik
santraller için de söylemek mümkündür. Bu sebeple elektrik
şebekesinin ihtiyacının muntazaman sağlanabilmesi için baz
yükte elektrik sağlayabilecek termik ve nükleer santrallere ihtiyaç
sürmektedir ve sürecektir. Bu sebeple ülkeler enerji politikalarında
optimum yaklaşımı sağlamak zorundadırlar.
Dr. Anıl Çekiç
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü Öğretim Görevlisi
Günümüzde dünya üzerinde en büyük yatırımların yapıldığı
sektörlerin başında enerji sektörü geliyor. Yatırımların çok büyük
olmasının temel nedenlerinden en önde geleni gelişen teknoloji ile
birlikte insanoğlunun yaşadığı hayatın her alanında enerjiye olan
ihtiyacının gün geçtikçe yükseliyor olması.
Avrupa Enerji Portalı 2006 yılı itibarıyla, AB’deki yenilenebilir
enerji kaynakları kullanım oranının %9.2 oranında olduğunu
belirtiyor. AB’nin 2010 hedefinin %15, 2020 hedefinin ise %20
oranında yenilenebilir kaynakların kullanılması olduğu, İsveç’in
halihazırda %41 oranında, Finlandiya’nın %29, Avusturya’nın ise
%25 oranında yenilenebilir enerji kaynağı kullanmakta olduğu da
yine aynı kaynakta verilmiş olan bilgiler arasında. BP’nin haziran
2007 istatistiklerine göre ülkemizde yenilenebilir enerji kaynağı
kullanımı %10 seviyesinde. Son 1-2 yılda özellikle rüzgar santralleri
ile ilgili hukuki düzenlemelerin yapılmış olması bu rakamın bir
miktar daha artabileceği öngörüsünü getirmektedir. Ayrıca kısa
vadede güneş enerjisi santrallerinin de ülkemizde kurulabilmesi
için gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçmesi beklenmektedir,
bu koşulların oluşması ile birlikte ülkemizdeki yenilenebilir enerji
kullanımı yukarıya doğru hareket edebilecektir.
Enerji kaynaklarını klasik anlamda iki şekilde sınıflandırmak
mümkün; yenilenebilen ve yenilenemeyen enerji kaynakları.
Yenilenemeyen enerji kaynakları, petrol, doğalgaz, kömür,
radyoaktif ürünler olarak sınıflandırılabilirken, yenilenebilir
kaynaklar ise su, rüzgar, güneş gibi kaynaklar olarak ön plana
çıkmaktalar.
Yenilenemeyen kaynaklar incelendiğinde iki temel sıkıntı göze
çarpmaktadır. Birincisi doğaya verdikleri sürekli zarardır. Açacak
olursak; fosil yakıt sınıfına giren kömür, doğalgaz ve petrol
kullanımı ile enerji oluşturulurken, atıkları toprak, su ve hava
kirliliğine neden olmakta ve bu yakıtlardaki karbon yanma
tepkimeleri sonucu atmosfer üzerinde gerek karbondioksit (CO2)
gerekse metan (CH4) birikmesi nedeni ile sera etkisinin ve küresel
ısınmanın ortaya çıkması söz konusu olmaktadır.
Daha güzel bir dünya daha yeşil bir çevre ve daha temiz bir hava için
herkesce söylenebilecek, hayata ve sürdürülebilirliğine saygı duyan
çevrelerce de kabul görmekte olan birkaç genel tavsiyeyi tekrar
etmek istiyorum: Geceleri veya evde kimse yokken kombilerimizin
ısı ayarlarını olabildiğince aşağıya çekelim, evlerimizin ısı yalıtımını
mümkün olduğunca iyi şekilde yapalım, kullanmadığımız
zamanlarda elektrik tüketen tüm cihazlarımızı kapalı tutalım ve
en önemlisi çocuklarımıza ağaç ve orman sevgisi aşılayalım ve
onlarla birlikte ağaçlandırma programlarına katılalım.
Diğer yandan ise bu kaynakların yenilenememesi veya başka
bir deyişle tükeniyor olması kirlenmenin yanındaki diğer önemli
problemdir. Avrupa enerji portalı 2010 verilerine göre; bugünkü
hızla tüketim devam ederse, dünya üzerindeki doğalgaz rezervleri
2068 yılında, petrol rezervleri 2047 yılında, kömür rezervleri 2140
yılında, uranyum rezervleri ise 2144 yılında tükenecektir.
Sağlıcakla kalın.
68
KÜLTÜR SANAT
“Türkiye’de pop müzik
çok büyük sıkıntılar içinde.
İnternet paylaşımına bir çare
bulunmazsa yakında sadece
hobi olarak yapılabilir.”
Fransızca ve İngilizce dillerini çok iyi konuştuğunuzu ve
yazdığınızı biliyoruz. Bu dilleri nerede öğrendiniz?
Fransızcayı Ankara Fransız Sefareti’nin anaokulunda ve daha
sonra yine Ankara Tevfik Fikret Lisesi’nde; İngilizceyi de önce
ODTÜ İktisat Bölümü’nde daha sonra da medya master’ı yapmak
için gittiğim New York’ta New School for Social Research’te
öğrendim.
Sözlerinize ek olarak; çok küçük yaşta Fransız Sefareti’nin
anaokulunda “Petite Ecole” Fransızca ve İngilizce öğrenmeye
başladığınızı ve daha sonra Fransız Sefareti’nin ilkokulunu,
aynı zamanda Halide Edip Adıvar İlkokulu’nu bitirdiğinizi de
düşünürsek, aynı zamanda iki okulu bitirmek zor olmadı mı?
Bunda ailenizin yönlendirmesi oldu mu?
Kolay oldu diyemem, ama ailemin de desteği sayesinde çok da
zorlanmadım, ilk seneden sonra alıştım herhalde.
ODTÜ İktisat Fakültesi’nde eğitim gördüğünüzü belirttiniz. O
zaman da müzikle ilgileniyor muydunuz?
akın
Amatörce evet, bir arkadaşımla bir mekanda gitar çalıp şarkı
söyledik.
Ailenizde müzikle uğraşanlar var mı?
Babam zamanında müzik öğretmenliği yapmıştı.
Müzik dünyası ile ne zaman tanıştınız? Sizi uğraşı olarak
müzik âlemine sevk eden sebepler nelerdir?
Röportaj: Meltem Banko
Atılım Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Müzikle profesyonelce New York’taki bir müzisyen ağabeyimin
69
KÜLTÜR SANAT
Avrupa ve ABD’deki pop müziği ile bizdeki pop müziğini
karşılaştırdığınızda fark görüyor musunuz?
teşviki ile tanıştım. Ayrıca uzun zaman amatörce gitar çalıp şarkı
söylediğim için ruhumun da beni götürdüğü bir alandı.
Amerikan müziğinden etkilendiniz mi?
Fark gittikçe azalıyor. Biz daha melodik şarkıları seviyoruz onlar
daha ritmik ve sound açısından daha yenilikçi şarkıları. Sound
konusunda biz biraz daha tutucuyuz, yeniliklere kulağımız daha
kapalı.
Türkiye’de pop müziğin geleceği hakkında düşünceleriniz ve
yorumlarınızı alabilir miyiz?
Master yaptığım okulun müzik bölümünü de geceleri derslere
giderek bitirdim. Aynı anda iki okul bitirmek kaderimdi herhalde.
Amerikan müziğinden çok etkilendim ama bunu Türkiye’de
yaptığım müziğe yansıması çok değil çünkü Türk dinleyicisinin
öyle bir talebi yok hala. Coğrafya ve kültür müzik dinleyicisinin
beklentileri hususunda çok belirleyici bir etken.
Master eğitiminizden sonra iki yıl Paris ve Lyon’da müzik
çalışmalarınıza devam ederken Fransız müziğinden
etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?
Türkiye’de pop müzik çok büyük sıkıntılar içinde. İnternet
paylaşımına bir çare bulunmazsa yakında sadece hobi olarak
yapılabilir.
Duygusal müzikle dolu albümler çıkarıyorsunuz, fakat
sizi sahnelerde göremiyoruz. Bu konuda düşüncelerinizi
öğrenebilir miyiz?
Fransa da etkili olmuştur yaptığım müzikte ama belki sadece bir
dönem.
Niçin pop müziği üzerinde yoğunlaştığınızı anlatır mısınız?
Pop üzerinde yoğunlaşmam kendiliğinden oldu ama bence etnikpop yaptığımı söylemek daha yerinde olur.
Yabancı pop müziği sanatçılarından etkilendiğiniz oluyor
mu?
Sahne konusunda biraz ben seçiciyim, biraz da organizatörler
bana karşı çekingen. Çok sahne yapmadığım için konser veya
mekan beğenmem sanıyorlar ve bana karşı mesafeli duruyorlar.
Oysa, insanların sadece müzik dinlemeye geldiği ve sahnenin
kaliteli müzik yapmaya elverişli olduğu her yerde çıkarım.
Yurt dışında konser verdiniz mi?
George Michael, Michael Jackson, Sting, Queen, Justin Tinberlake
devamlı dinlediğim ve müzikal anlamda beslendiğim yabancı
sanatçılar.
Yurt dışında birçok yerde konser verdim ama herhalde manevi
olarak en önemlisi efsane olmuş Paris Olympia’da verdiğim
konserdir.
70
KÜLTÜR SANAT
Meslek hayatınızda mutlaka sizi etkileyen, unutamadığınız
bir olay olmuştur. Böyle bir olayı anlatır mısınız?
Kıbrıs’ta verdiğim bir konserde konser saatinden yarım saat
önce konser alanı bomboştu, çok üzülmüştüm. 10 kişi de olsa
çıkıp söylerim dedim ve o üzüntüyle konser alanına doğru yola
çıktım. Her ne olduysa, yarım saat içinde tüm alan hınca hınç, tıka
basa insan dolmuştu ben sahneye çıkana kadar. Sahneye çıkınca
hissettiğim o rahatlığı hiç unutamam. Bu bana bir iş ne kadar
umutsuz gidiyor gibi gözükse de onu son ana kadar kovalamam
için bir ders olmuştur.
Bugün yeni bir meslek seçimi karşısında kalsanız hangi
mesleği tercih ederdiniz?
Ya hukuk bürosu açmak, çünkü çok derin ve zevkli bir meslek; ya
da modern çiftçilik veya hayvan yetiştiriciliği belki çünkü doğayı
ve hayvanları çok seviyorum.
Babanızın yurt içinde ve yurt dışında mesleğinde ün yapmış
bir avukat ve hukuk profesörü olduğunu biliyoruz. Meslek
olarak baba mesleğini neden seçmediniz?
Çok zor olduğunu ve yapamayacağımı düşündüm, oysa şimdi
müzik endüstrisinin de ne zor olduğunu görüyorum. Aslında
hayatta kolay iş yok. Bir yerinden girip sabırla çalışmak lazım.
Bekâr olduğunuzu biliyoruz. Gelecekte çocuklarınız olunca
onların da profesyonel olarak müzikle uğraşmasını ister
misiniz?
Müzik çalışmalarınızı İstanbul’da kendi stüdyonuzda
yaptığınızı biliyoruz. Yurt dışında da müzik yapmayı planlıyor
musunuz?
İçlerinden ne geliyorsa onunla uğraşsınlar. Ruhlarını takip etsinler.
Müzikle de uğraşırlarsa destek olur, karşı çıkmam tabii ki. Ama
gerçekten sevdiklerine emin olursam. Onu da hissederim.
Bundan önce çıkardığınız albümlerin isimleri, “Suskun
Yüreğim”, “Alem”, “Ateş ve Su”, “Ateş ve Su (Remix)” idi.
Bundan sonra çıkacak albümünüzün adını öğrenebilir miyiz?
Dinleyicileriniz son albümünüzü merakla bekliyorlar. Son albümünüzü piyasa çıkacağı tarih ve albümün içeriği hakkında
bilgi verebilir misiniz?
Son albümüm ‘’Adrenalin’’ Temmuz sonunda çıktı. İlk klip
‘’Adrenalin’’e, ikinci klip de iki hafta kadar önce ‘’Oldu mu yar’’
adlı parçaya çekildi. Yaza kadar 1-2 parçaya daha klip çekeriz diye
düşünüyorum ama daha hangi şarkılar olacağını belirlemedik.
Adrenalin, hala radyoların favori parçalarından biri olmaya ısrarla
devam ederken yeni bir şarkıyı ön plana çıkarmak zor.
Planlarım var ama doğru şarkılar ve doğru ekibi oluşturmak
biraz şans ve zaman meselesi.
Sizce duygularınızı müzikle yoğurarak ifade etmek çok zaman alıyor mu? Yoksa bestelerinizi yaparken ilham aldığınız
olay ve kişilerden mi etkileniyorsunuz?
Bir şarkı gelirse hemen geliyor. Nasıl olduğunu anlatmam zor.
Gelmezse de elli tane duygu dolu tecrübe yaşasam müziğe
dökemiyorum. Müzik gerçekten ilham perilerinin işi gibi. Ne
zaman ne yazacağınızı kestirmek zor.
Yaptığınız müziğin sözlerini kendiniz mi yazıyorsunuz?
Başkalarından aldığınız sözler için beste yapmak daha zor
mu oluyor?
Kendim yazıyorum, başkalarından aldığım sözler için beste
yapmak aslında bazen daha da kolay.
Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
71
KÜLTÜR SANAT
CUMHURİYET ÖĞRETMENİ
VEFAT ETTİ
Tiyatro
Atatürk’ün, “Tarih öğretmeni ol” dediği, Cumhuriyet’in ilk kadın
öğretmenlerinden Refet Angın 95 yaşında vefat etti. Refet
Angın, 18 Mart 1915’te Çanakkale’de doğdu. Gelibolu’da Emniyet
Amiri Hafız Şerif Bey ile Halime Hanımın üç çocuğundan en
büyük çocuğu olarak dünyaya gelen Angın, okuma yazmayı
annesinden öğrendi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan sonra
Gelibolu’da açılan iki okuldan biri olan Cumhuriyet Okulu
sınavını kazanarak okula üçüncü sınıftan başlayan Angın, henüz
küçük bir çocukken öğretmen olmaya karar verdi. Mustafa
Kemal Atatürk ile yolları birçok kez kesişen Refet Angın, birinci
karşılaşması olan ilkokul yıllarında Atatürk’ün “Büyüyünce
ne olacaksın çocuk?” sorusuna, “öğretmen” diye cevap verdi.
Atatürk ile ikinci karşılaşmalarında Öğretmen Okulu öğrencisi
olan Angın, Atatürk’e “Bakın sözümü tuttum Paşam. Öğretmen
olacağım işte” dediğinde, Atatürk onun Gelibolu’daki küçük
kız olduğunu hatırladı ve ne öğretmeni olmak istediğini sordu.
Ata’nın, “matematik” cevabını aldıktan sonra, “Hayır tarih
öğretmeni olacaksın. Çünkü nesillere tarihlerini öğretmek en
önemli vazifedir” sözü üzerine Refet Angın, tarih öğretmeni
olmaya karar verdi. 1955-1975 yıllan arasında Ankara’da görev
yapan Angın, Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi müdireliğini
de yürüttü. Daha sonraki meslek hayatını İs tanbul’da sürdüren
Angın, Atatürk’ün 100’üncü yaş kutlamalarında görevlendirildi.
1982’de emekli olan Refet Angın a, Yıldız Teknik Üniversitesi
Senatosu’nun aldığı kararla “onursal doktora” unvanı verildi.
Angın, İstanbul 11 Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Bakanlık
Danışmanı olarak da görev yaptı.
dünyasından
bir yıldız
kaydı, Cüneyt
Gökçer’i
kaybettik.
Sinema ve tiyatro oyuncusu olan, Devlet Tiyatroları, Devlet
Konservatuarı Müdürlüğü yapan ve Devlet Sanatçısı unvanına
sahip değerli sanatçımız Cüneyt Gökçer, 2009 yılının son
günlerinde hayata veda etti. Türk tiyatrosuna hem öğretmen,
hem yönetmen, hem de oyuncu olarak büyük hizmetler
veren Gökçer, Muhsin Ertuğrul’dan devraldığı bayrakla Türk
tiyatrosunun çıtası çok yükseklere taşındı.
1920 yılında Malatya’da doğan Göçer, 1981 yılında Devlet
Sanatçısı unvanını aldı. Yurtdışında ise, 1963’de Yunanistan
Krallığı’nın l. Georges nişanının Oficcier rütbesiyle, 1970’de
İtalya Cumhurbaşkanlığı tarafında Commandatore nişanıyla ve
daha sonra Polonya Kültür Nişanı ile ödüllendirildi.
Rahat uyu öğretmenim…
Almanya’da Hitler rejiminden kaçan ünlü tiyatrocu Carl Ebert’in
öğrencisi oldu ve 1942 yılında Devlet Konservatuvarı Tiyatro
Yüksek Bölümü’nü bitirdi. Gökçer, Almanya, Avusturya, İngiltere
ve Fransa’nın Oldwich, Commedia Française, Thalia Theater
gibi önemli sanat merkezlerinde reji asistanı olarak çalıştı.
25 Ağustos 1958’de Muhsin Ertuğrul’dan yaş haddi nedeniyle
boşalan Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü’ne atandığında henüz 38
yaşındaydı. Bu görevi bir yıl arayla 1983’e kadar 23 yıl boyunca
sürdürdü.
Genel Müdürlüğü döneminde Türk tiyatro eserlerine verdiği
önemle hatırlandı. Refik Erduran, Cahit Atay, Güngör Dilmen
Kalyoncu, Yıldırım Keskin, Recep Bilginer, Necati Cumalı, Aziz
Nesin, Oktay Arayıcı, Yaşar Kemal, Turan Oflazoğlu, Orhan
Asena gibi oyun yazarlarının eserleri Gökçer döneminde
seyirciyle buluştu.
72
KÜLTÜR SANAT
Tunç Tunçer Eren
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi
Grafiti’nin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Eski Mısır’da
yolculuğa çıkanlar hem yönleri kolayca bulmak hem de arkadan
gelen yolculara yön göstermek amacıyla hayvan kanlarıyla bazı
işaretler ve resimler yaptılar. O zamanlar adı grafiti olmasa da
tarihte bilinen ilk resim sanatıdır. Bizde ise ara sokaklarda
rastlanınca şaşırtan tek tük grafitinin dışında pek fazla bir şey
olmamasının ise nedenleri vardır. Sık sık rastladığımız, genelde
kırık bir Türkçeyle yazılmış “buraya çöp döken eşektir!” türü uyarı
yazılarınıysa grafitiden saymıyoruz.
sisteme, hükümete karşı olan politik duruşlarını ifade etmek için
duvarlara düzen karşıtı yazılar yazmaya başladılar. Ayrıca aynı
olay, 2.Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’da yaşandı. Doğu
Bloğu’nu Batıdan; sosyalist Doğu Almanya’yı kapitalist Batı
Almanya’dan ayıran Berlin Duvarı üstünde 1970’lerin başında
protesto amacıyla getto insanları çeşitli yazılar yazmaya başladı.
Yazıların amacı sadece mevcut düzene başkaldırmaktı. Hem
Almanya hem Amerika’daki bu tür grafitiler hiçbir sanat ruhu
taşımıyordu. Amerika’da sokak çetelerinin yükselmesiyle, bu
çeteler, hükmettikleri bölgeleri belirleyip herkese duyurmak için
sokak duvarlarına imzalarını bırakmaya başladılar. Coolbread ve
Cool Earl adında iki genç, isimlerini duyurmak ve kamuoyunda
Grafiti 60’lı yıllarda isyanın dilini oluşturdu. Örneğin, Amerika’da
bu yola başvuran gruplardan biri zenci politik çetelerdi. Bu çeteler
73
KÜLTÜR SANAT
ilgi çekmek için bombing (bombalama) diye de bilinen şehrin
tüm duvarlarına isimlerini yazma işlemini ilk uygulayanlar oldu.
Grafitinin şehir duvarlarından metrolara, yani underground’a
inmesi TAKI-183 takma adıyla tanınan Yunanlı bir gencin haber
taşırken sprey boyalarla metroların üzerine adını yazmasıyla
başlamıştır.
Grafiti’nin hip hop kültürünün bir parçası olmasını nasıl açıklıyoruz
peki? Bu grafiti yazarlarının çoğunluğu gettolarda yaşayan siyah
ve Latin kökenli gençlerden oluşmaktaydı. Gizli hip hop partilerine
katılan gençler bu ambiyansı sokağa taşıyıp kendilerini göstermek
için her yere imzalarını atmaya başlamışlardır. Grafiti evlerde
saklı kalmayıp tüm şehre yayıldığı için hip hop’un yayılmasında
ve tanınmasında en etkili yol olmuştur.
Türkiye’de grafiti yapmak oldukça zor bir iştir. Çünkü grafiti
Türkiye’de tanınmıyor ve grafiti üzerine kanunlar yok. Eğer grafiti
yaparken yakalanırsanız normal suçlu muamelesi görürsünüz.
Yani sizi katil ve hırsızların bulunduğu hapishaneye atabilirler.
1989 yılında REZ takma adıyla bilinen genç grafiti yaparken
yakalanmış ve 1,5 sene hapis cezası almıştır. Grafitiyle ilgili yasal
düzenlemelerin yapılması, ifade özgürlüğünün pekiştirilmesine
katkı sağlayacak bir yol olarak görülebilir.
74
KÜLTÜR SANAT
Eugene Stickland’ın yazdığı “Kraliçe
Lear” oyunu Atılım Üniversitesi
sponsorluğunda Kent Oyuncuları
tarafından Yıldız Kenter’in
yönetmenliğinde sahneleniyor.
Sanat, özellikle insanın
yaratıcılığı, yaşamın getirdiği
tüm kayıpların bir noktada
üzerinden
gelebilmesini
sağlar. Bu yolculukta en
yalnız hissettiğimiz anda bile
insan sıcaklığını, sevgisini
duyabilme gücünü bize
vermesi, sanatın birleştirici
gücüdür.
Yaşlı bir oyuncu olan
Jane, tamamen kadın
oyunculardan oluşan bir Kral
Lear prodüksiyonunda Lear
rolüne
hazırlanmaktadır.
Ona
ezberde
yardıma
gelen Heather ise liseli bir genç kızdır. Oyunun üçüncü kişisi ise
bir viyolonselcidir ya da viyolonselin kendisidir. Çalgı ve ezgiler
zaman zaman eski Yunan tiyatrosunda Koronun gördüğü işlevi
yüklenir ve yaşlı oyuncunun bir çeşit “alter ego”su olur.
oyun, Türkiye`de ilk defa Kent Oyuncuları tarafından Yıldız
Kenter`in yönetmenliğinde sahneleniyor.
Oyunda izlediğimiz süreç, yaşlılığın gençlikle büyümesi, umarsız
gençliğinse bir ihtiyarla hayatı tanıyıp umudu keşfetmesidir. Jane
ve Heather hayatlarında değişik kayıplar yaşamışlardır. Oyuna
hazırlanırken birbirlerini tanırlar ve anılarını paylaşırlar. Sanatın
yapıcı gücü ve Shakespeare’in büyüleyici varlığı sayesinde, hem
kendilerini hem de yepyeni dünyaları, duyguları ve yetenekleri
keşfederler.
Kanadalı yazar Eugene Stickland, Kraliçe Lear`ı Urban Curvz
Kadın Tiyatrosu`nun kurucularından Joyce Doolittle için özel
olarak yazdı. Şubat 2009`da Urban Curvz`de seyirciyle buluşan
75
KÜLTÜR SANAT
CENNET DE CEHENNEM DE
SENİN İÇİNDE: SEMERKANT
Semerkant’ta iken bir rubaiyat da yazmıştır. Hasan Sabbah ile
kaybolan rubaiyat’ın kopyaları tüm dünyaya yayılır.
Maalouf, romanında, Amerika-İran ekseninde 20. yüzyıl
dünyasına da geçiş yapar. Amerikalı bir çift, yeni doğan
çocuklarına, hayranı oldukları Ömer Hayyam’ın adını koyarlar;
Benjamin Omar Lesage. Benjamin kendi adını taşıdığı Hayyam’ı
merak eder ve onu araştırmaya başlar. Kendi çağındaki insanları
o denli etkileyen rubaiyat’ın peşine düşer. Önce İstanbul’a daha
sonra İran’a gider. Orada Şirin’le tanışır ve ona aşık olur. Uzun
uğraşlardan sonra Semerkant elyazmasına ulaşır ve Şirin’le
birlikte Amerika’ya gitmeye karar verir. Titanic’in batmasıyla
rubaiyat sonsuzluğa karışır. Benjamin ve Şirin mucizevi
bir şekilde kurtulurlar. Fakat o karışıklıkta Benjamin Şirin’i
kaybeder. Şirin de rubaiyat gibi sonsuza dek kaybolur.
Ayşegül Gençoğlu
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi
Zaman zaman bu dünyada bir adam kalkar
Şişinerek: işte buradayım! der.
Amin Maalouf, Semerkant romanında, tarihe damgasını vuran
önemli şahıslara yer vermiştir. 1900’lerde Tebriz’deki durumu
incelerken ise “uyuyor” olarak nitelendirdiği Doğu’nun uyanışı
bağlamında İran’a dikkat çekmiştir. Lider ülkelerin isimleri
dönemlere göre farklılaşsa da; iktidar hırsı, aşk, sevgi, dostluk
gibi duygular evrenseldir. Maalouf, Semerkant romanında
evrenselliği ve kimi tekerrürler barındıran tarihi ustalıkla
işlemiştir. Ömer Hayyam’la Cihan’ın aşkı ve Benjamin Omar’la
Şirin’in aşkı, yine Maalouf’un usta kaleminden tüm olaylar
arasında eritilerek sunulmuştur. Hayyam, Titanic’in batmasıyla
kaybolan elyazmasının akıbetini biliyormuşçasına şu dizeleri
sıralamıştır:
Kısa bir düş boyunca sürer zaferi
Ölüm gelmiştir bile ve işte buradayım! der.
Ömer HAYYAM
1949 Lübnan doğumlu Amin Maalouf ‘un tüm kitaplarını okumam
gerektiği fikrine kapılmamın sebebi romanı Semerkant’tır.
Amin Maalouf ‘un Lübnan’da doğması ve Paris’te yaşamasının
etkisinden olmalı; Semerkant bir Doğu ülkesi olan İran’da
başlar ve Amerika ile bütünleşir. Roman,1072 yılında Hayyam’ın
Semerkant’a yerleşmesiyle başlamıştır. Bu sırada Selçuklu
Sultanı Melikşah’ın saltanatı İran’ı da sarmıştır. Selçuklu veziri
Nizamülmülk’ün Semerkant’a geldiği esnada Melikşah, Ömer
Hayyam ile tanışır. Hayyam’ı Isfahan’a davet eder ve Hayyam
bir yıl sonra Isfahan’a doğru yola çıkar. Yolculuğunda Hasan
Sabbah ile tanışır. Hayyam, Hasan’a göre en bilge kişidir. Hasan
da Isfahan’a giderek Nizam’dan bir iş istemeyi planlamaktadır.
Hayyam ve Hasan Isfahan’a vardıktan sonra Nizam’ın huzuruna
çıkarlar. Nizam, Hayyam’dan başcasus olmasını ister. Hayyam
bilim insanıdır, teklifi kabul etmez ama öneriyi Hasan’a iletir.
Hasan’ın amacı ise hizmet etmek değil, Nizam’ın yerine
geçmektir. Bunu anlayan Nizamülmülk, Hasan’ı çöle sürgüne
gönderir. Çölden kurtulan Hasan Acem halkını cennet vaadi ile
kandırır. Ünlü Haşhaşi tarikatını kurar ve afyonla sarhoş olarak
intihar saldırıları düzenleyen bu tarikatın lideri olur. Hasan’ın
amacı Nizamülmülk’ten intikam almaktır. Müritleri sayesinde
Nizamülmülk’ü öldürmeyi başarır. Sonra ise ebediyete göç
eder. Hayyam’a dönecek olursak, İran’lı kadın şair Cihan’la
büyük bir aşk yaşamaya başlar. Daha sonra kalabalık bir grup
Hayyam’ın evini basıp talan eder ve Cihan’ı öldürür. Hayyam,
Ömür soluğumuz nereden geliyor
diye soruyorsun.
Uzun bir öyküyü özetlemek gerekirse
Derim ki Okyanus’un dibinden,
Her şeyi yeniden yutan Okyanus’tan.
76
KÜLTÜR SANAT
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
YAYINLARINDAN…
Anadolu’nun kaderiyle doğrudan özdeşleşen bu kesişmenin
Harran ve Urfa’da yeniden hayat bulmasına katkı sağlaması
düşüncesiyle de örtüşen ve büyük dinlerin, kültürlerin kendine
mekan seçtiği bu bölgeyi bir başka ve köklü boyutuyla gündeme
taşımayı anlamlı bulmaktayız.
Atılım’ın Yaban Çiçekleri
Bugünden bakışla böylesi bir geçmişe sahip olan bu kültürün
her boyutta bugüne taşınamamış olması biraz hüzün içeren bir
durum. Ama yine de kökleri bu topraklara dayanan bir tarihin
mirasçıları olarak böyle bir çalışmayı üniversitemiz çatısında
barındırmak güzel bir duygu.
Prof.Dr. Erdoğan Tekin.
Bu kitap doğaseverler, çevreciler, gençler ve öğrencilere öğrenim gördükleri
Atılım Üniversitesi’nin Yerleşkesi’nde
doğal olarak yetişen yaban çiçeklerini
tanımaları için bir kılavuz görmesi
amacıyla yazıldı. ...Kitap, fotoğrafı
basılan her yaban çiçeğinin yalnızca
amatörleri ilgilendirecek basit ve temel
bitki bilgilerini vermektedir. Bu bilgileri
verirken de hiçbir betimleme yapmadan,
bilgisayar alışkanlığı çerçevesinde
simgeler ve çerçeveler kullanılmıştır. Bu
simgesel bilgiler kullanılan yaban çiçeği
fotoğrafı çerçevesine yerleştirilen pencerelere yerleştirilmiştir.
Böylece, istenilen bilgiye kolayca ve kısa sürede ulaşılabilmesi
amaçlanmıştır. Yaban çiçeği fotoğrafının üst sırasında bitkinin
familya adı, cins ve türü, varsa alttürü ya da varyetesi, Türkçe ve
İngilizce güncel adları yer almaktadır.
Belki de Harran adı bu anlamda yollarımızı yeniden kesiştirme
işlevini gündeme getirmektedir. Bilimin ve kültürün üst
kurumlarından olan üniversiteleri yalnızca eğitim verdiği alanlara
daraltmak yerine ufku olabildiğince geniş tutmak boyutunda
değerlendirmemizin bir dışavurumu olarak anlaşılması
dileğiyle…
Türkiye’de Kadın Girişimci ve Küçük
İşletmesi: Fırsatlar, Sorunlar, Beklentiler
ve Öneriler
Doç.Dr. Mehmet Ali Gürol
Kadının günümüz toplumları içerisinde
toplum ve iş yaşamındaki başarılarıyla
kendini büyük ölçüde kanıtlaması, onun
toplumdaki yeri hakkındaki düşünce,
görüş ve inançların da büyük çapta
değişmesine neden olmuştur. Bugün artık
global düzeyde, dünya genelinde -yalnız
gelişmiş endüstri ülkelerinde, nisbeten
yavaş bir gelişim halinde olan ülkelerde
de- ekonomik, sosyal, siyasal alanlar
ve toplumsal yaşamın diğer fazlarında,
“kadın konsepti”, eskiye oranla, daha
farklı bir şekilde algılanmaktadır. Bu konudaki eski değerler,
geçmişten kaynaklanan inanç ve geleneklerin geçerliliklerini
yitirmeye başlamaları ile -batıdaki rol modellerinin de etkisi ileyerlerini yenilerine bırakmaktadırlar.
Edessa’dan Urfa’ya
Mehmet Çelik
Tarihin ilk üniversitesi (Harran)
Anadolu merkezli topraklarda
kurulmuştur. Bu ya da buna
benzer ilkler yalnızca bir
rastlantı olarak görülmemeli.
Bu topraklar uzun çağlara
dayanan geçmişiyle çok önemli
ve sayısız kavme yurt oldu,
köprü oldu. Bu birikimin ancak
bu zenginlikle sağlanabileceği
düşüncesinden hareketle bu
ilklerin de bu topraklarda hayat
bulmuş olması açıklanabilir
olmaktadır.
Günümüzde bu konuda yapılan araştırmalar, kadınların
çalışma yaşamı ve girişimcilikte eskiye oranla belirgin bir
aşama yaptıklarını ortaya koymaktadır. ABD’de gerçekleştirilen
araştırmalarda, özellikle hizmet sektöründe olmak üzere,
günümüzde yeni oluşturulan ABD kökenli firmaların üçte ikisinin
kadınlar tarafından kurulduğunu, kadın girişimci sayısının arttığını
ve bazı özellik ve nitelikleri itibari ile kadınların girişimciliğe, karşı
cinslerine oranla daha yatkın olduğunu ortaya koymaktadır.
Urfa’nın iki adım ötesinde kalan Harran, sözcük olarak, Sümerce
ve Akatça’da; kervan, seyahat ya da kesişen yollar anlamına
gelmektedir.
77
KÜLTÜR SANAT
Türk için araladı. Dünyasını birkaç günlüğüne de olsa iki Türk
sanatçıya açtı; onları Paris’te atölye olarak kullandığı şatosunda
ayrı ayrı ağırladı. Çan sesleriyle çalan şatonun kapısından içeriye
“Je suis Turque” (Türk’üm) parolasıyla giren ünlü ressamımız
Asım Yücesoy, onu “müthiş bakışlara sahip çirkin bir adam” olarak
nitelendirmişti1 . Ara Güler ise, Picasso’yu çalışırken izleyen ve
fotoğraflayabilen nadir kişilerden biri olarak onun rahatlığı ve
umursamaz tavrından çok etkilenmişti.
Bir röportajında Güler, “Ben, bir sürü önemli adamın fotoğrafını
çektim. Konuştuğum en mühim insan[dı Picasso]; yaşadığım
en ayrıcalıklı dört gündü onunla geçen zamanım,” demişti. “Kati
surette hiçbir şey umurunda değil... Beğenilsin beğenilmesin,
bakılsın bakılmasın, umurunda değil. Ben çizerim, diyor; isteyen
bakar istemeyen bakmaz... Hiçbir titre dayanmadan meşhur
olmuş biridir Picasso; bir köylü çocuğudur.”2
1881 yılında İspanya’da doğan Picasso, resim öğretmeni bir
babanın oğlu olarak çocuk yaşlarda usta ressamlar kadar
başarılı tablolar yapıyordu. Yaşamının ilk on senesini İspanya’nın
çeşitli şehirlerinde babasının sanat rehberliğinde geçirdi. İlk başta
klâsik, realist olarak adlandırılan tarzda, son derece teknik, hatta
kusursuz denebilecek nitelikte resimler çiziyordu. Onbeş yaşında
tamamladığı “İlk Komünyon” adlı dinî tablo bu mükemmeliğin
somut bir örneğidir. Picasso, bir röportajında, çocuk yaşlarda
Raphael kadar iyi çizebildiğini, ancak bir çocuk gibi resim yapmayı
öğrenmek için bir ömür geçirdiğini belirtmişti. Picasso’nun farklı
çizgilerde ilerleyen sanat yaşamı “yenilenme” arzusu üzerine
kurulu olarak gelişti. Çevresindeki farklı buluşlara ve yeni sanat
akımlarına her zaman duyarlıydı; yapılanlar sıradanlaşmaya
başlayınca Picasso ilgisini kaybediyor ve yeni arayışlara
sürükleniyordu.
Picasso, Şatosunda (Fotoğraf: Ara Güler)
Picasso: “Sanat bize doğruyu
gösteren bir yalandır”
Yrd.Doç.Dr. Nil Demet Güngör
İktisat Bölümü Öğretim Üyesi
20. yüzyılın en ünlü ressamı olarak anılan Pablo Picasso ilk
bakışta anlaşılması zor ama derin izler bırakan, etkileyici bir
kişilikti. Karısı onun için “çekici değil” demişti; fakat aynı zamanda
eklemişti “taa ki onu tanıyana kadar”. Picasso’yu sanat dünyasında
kübist akımın öncülerinden biri yapan “garip” tuvalleri de ilk başta
çok çekici görünmeseler de sanatta dev bir devrimin başyapıtları
oldular.
1901 yılında İspanya’dan ayrılıp Avrupa’nın sanat merkezi
olan Paris’e seyahat etmesiyle Picasso’nun hayatında sanat
tarihçilerin Mavi Dönem (1901-1904) olarak adlandırdıkları yeni
bir dönem başladı. Bu dönemdeki hüzünlü ruh hali, mavi-yeşil
tonların hakim olduğu aç ve sefil insanların portrelerinde ifade
buldu. Heykele başlaması da bu sıralarda gerçekleşti.
Zor bir kişi olarak bilinen Picasso’nun kapısı ve hayatı çoğu kişiye
kapalıydı. Ne ilginçtir ki Picasso, ulaşılmaz görünen kalesini iki
1 Yrd.Doç.Dr. Burcu Arıcı, Asım Yücesoy ile Röportaj
2 Jülide Karaman, Ara Güler ile Röportajı.
78
KÜLTÜR SANAT
the artist and his model
turn your back
but stay in view at the same time
(now look away,
anything else confuses)
stand still without saying a word
you can’t see but this is how
i separate day from night
Picasso (1971) (fotoğraf: Ralph Gatti)
and the starless sky from
the empty heart
Portrait de femme (1937)
Pablo Picasso (1936)
Picasso’s Poetry
(http://jefbourgeau.com/ picasso_poetry.htm)
Daha sonra, eserlerine sembolik anlamlar taşıyan değişik
figürler katmaya başladı. En çok kullandığı simgelerden biri
soytarı figürüydü. Soytarı, cambaz ve sirk figürlerine daha neşeli
turuncu-pembe renklerle hazırladığı Pembe Dönem (1904-1906)
resimlerinde sık sık yer verdi.
Kübizmde kullanılan geometrik desenlerin sanata matematiksel
bir yaklaşım getirdiği de öne sürülmüştür. Kimilerine göre Picasso
fizikteki gelişmelere paralel olarak resimde dördüncü boyutu
keşfetmişti. Kübist eserlerde, perspektif ve gölgeleme teknikleri
kullanılmadan, üç boyutlu bir nesne farklı açılardan iki boyutlu bir
tuvalin üzerine aktarılabiliyordu. Ortaya çıkan çarpık görüntüler
üç boyutlu bir objenin dördüncü boyuttan nasıl görünebileceğine
ışık tutuyordu... Picasso’nun daha sonra yaptığı meşhur çift yanlı
(hem önden hem profilden) portrelerde kübist akımın etkisinin
devam ettiği görülmektedir. Sevgilisi Dora Maar’ın portresinde
biri önden biri profilden çizilen gözleri Picasso’nun özgün
buluşlarından birisidir.
Ancak, Cezanne’in etkisi altında Georges Braque’la beraber
geliştirdiği kübist tarzdaki çalışmaları Picasso’nun sanattaki
yerini pekiştirip tüm dünyada tanınmasını sağladı. Kübist
resimlerde perspektif kuralları hiçe sayılıyor, nesneler geometrik
parçalara ayrılıp şekil olarak inceleniyordu. Kübizm, adını bir
sanat eleştirmeninin Braque’ın sergisini incelerken geometrik
alanlara bölünmüş olarak resmedilen nesneleri küçük küplere
benzetmesiyle aldı. Picasso, ilk kübist resimlerinde biçim ve formu
ön plâna çıkaran, şeklin önüne geçmeyecek nötr, kahverengi
tonlarda renkler kullanıyordu. Aslında Picasso bir renk ustası
olmaktan çok bir form ve şekil ustası olarak adını duyurdu. Daha
sonra bu tarzdaki
resimlerinde kolaj
tekniği uygulayarak
sanata
yepyeni
boyutlar kazandırdı.
Belki de kübizmin gelişimde 1906 yılında Picasso’nun fotoğrafçı
arkadaşı Gino Severini’nin işe yaramadığını düşünerek ona
bıraktığı bozuk fotoğraf kamerası da etkili oldu. Picasso, çatlamış
kamera lensinden ortaya çıkan çarpık görüntüleri kameranın
önüne yerleştirdiği prizmayla birleştirince kübist ressamlara
ilham olabilecek kareler elde etti. Çıplak gözle görünen gerçek,
ışığın bükülmesiyle bambaşka bir görünüme sahip olmuştu...
Picasso, kübist akımın yaratıcısılarından biri olmasına rağmen
kübizmin kuramsallaşmasına karşı çoğu zaman kayıtsız bir
tutum sergiledi ve hatta bu tür gayretlere karşı çıktı. Çünkü
Picasso’ya göre sanatta niyetin hiçbir değeri yoktu; bir ressam
yaptığı eserler karşısında şaşırmalı, sürüklenmeliydi. Picasso,
resim yaparken “aramıyorum, buluyorum” diyordu. Picasso’ya
göre kübizm yeni bir sanat akımı değildi. Her ne kadar Piccasso
“kübizm ne yeni bir sanatın doğuşudur ne de tohumu: orijinal
resim ‘form’larının geliştirilmesinde sadece bir evre olabilir”
diye israr etse de kübizmin bir akım olarak değerlendirilip
kavramlaşmasına engel olamadı.
“Bir insanın
yüzünü kim doğru
görebiliyor: bir
fotoğrafçı, bir ayna,
yoksa bir ressam
mı?” (Picasso)
79
KÜLTÜR SANAT
Pek çok ressam kübist akıma kapılıp peşinden sürüklenirken
Picasso, yarattığı dalgalara aldırış etmeyen umursamaz tavrıyla
resimlerini yapmaya devam etti. Kübizmin etkileri yaygınlaştıkça
Picasso herkesi şaşırtıp klâsik tarza dönüş yaptı. Picasso,
yaptığı birbirinden farklı eserleri değerlendirirken kendi özünde
hiçbirşeyin değişmediğini, sanat anlayışını her zaman koruduğunu
söylüyordu, çünkü ona göre hangi sanat ekolü olursa olsun resim
kuralları her zaman aynıydı. Picasso mükemmeli veya bir ideali
aramıyordu; sanatta ulaşılması gereken son bir noktanın varlığına
da inanmıyordu. Farklı dönemlerde yaptığı birbirinden farklı
tarzlardaki resimlerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini
savunarak onlara sahip çıktı.
Pablo Picasso, hayattayken kıymeti bilinen ender ressamlardan
biri oldu. Yaşamı boyunca itibar gördü, yeniliklere önderlik ederek
diğer ressamları da peşinden sürükledi. Kendisi de pek çok
akımdan etkilenip sanat dünyasına birbirinden farklı tarzlarda
eserler bıraktı. Ara Güler, Picasso’nun sanata katkısını şöyle
ifade ediyor: “Yeni bir felsefe; görsel olarak insanlığa yeni bir
Picasso’nun sıradışı kişiliği, yaptığı
resimler kadar, insanlar üzerinde
büyük etki yaratmayı başardı.
Sanatta en çok kübizmle anılan
kalıplara sokulmayı reddetmesidir.
bakış kazandırdı. Bir fotoğraf makinesiyle ne yapsanız bunlar
kopyadır. Tabiatı, ağacı, vapuru çizmek de röprodüksiyon sayılır.
Hayatın röprodüksiyonudur bunlar. Hayatı tuvale geçirmeyi yıktı
o, kafasının içindeki dünyayı aktardı. İnsan beynini yıktı. Bilinen,
alışılan her şeyi sıfırladı.” Belki de en önemlisi, o sıradışılığıyla
bize bildiğimiz dünyayı alışılmadık bir biçimde “görmemizi”
sağladı; ‘görünen’le ‘gerçeğin’ arasındaki farklara ve sınırlara
dikkat çekerek...
Picasso belli bir tarza sahip olmadığını
Kaynaklar:
Pablo Picasso’yu yirminci yüzyılın en
ünlü ressamı yapan özelliği belki de
1. Yrd.Doç.Dr. Burcu Arıcı, Asım Yücesoy ile Röportaj, Sen De Dene Programı, Kanal B Televizyon, 2009.
2. Jef Bourgeau “Picasso’s Camera” <http://jefbourgeau.com/picasso’s_camera.htm>
3. Anish Chandy “The Deconstruction of Pablo Picasso,” 21.05.2004, <http://www.buzzle.com/editorials/520-2004-54396.asp>
4. Bryan Clair “Spirits, Art and the Fourth Dimension,” 16.09.2002 <http://strangehorizons.
com/2002/20020916/fourth_dimension.shtml>
5. Jülide Karaman, “Picasso, Dünyaya Bakışımı Değiştirdi,” Ara Güler ile Röportaj, Zaman Gazetesi,
24.11.2005.
6. Arthur I. Miller “Einstein, Picasso,” Physics Education, Special Feature: Physics and Art, 39(6), 484489.
7. Charles Moffatt “Pablo Picasso: The Most Famous Artist of the 20th Century,” The Art History Archive
<http://www.arthistoryarchive.com/arthistory/>
8. Herbert Read (1931) The Meaning of Art, Penguin Books, tekrar basım, 1966.
9. On-line Picasso Project <http://picasso.shsu.edu/>
her zaman vurguladı; o sanatta sınır
tanımayan bir dehaydı ve birbirinden
farklı yapıtlarıyla her tarzın ustası
olduğunu gösterdi.
80
EĞİTİM ÖZGÜRLÜKTÜR...
ATILIM ÜNİVERSİTESİ YERLEŞKESİ
Kızılcaşar Mahallesi 06836 İncek - ANKARA ● Tel: 0312 586 80 00
Faks: 0312 586 80 90 - 91 ● [email protected]
www.atilim.edu.tr

Benzer belgeler

Ayakta Başlayan Açılış Ayakta Bitti

Ayakta Başlayan Açılış Ayakta Bitti konferansa Türkiye çapından yüze yakın rehberlik öğretmeni katıldı. Açılış konuşmasını yapan Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu katılımcılara teşekkür ederek, yeni sistemin ...

Detaylı