Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan`a

Transkript

Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan`a
Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup
izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz.
© Copyright 2008 Talat Turhan
KAPIDAKİ ZİNCİR
İlhan SELÇUK
Kontrgerilla var mı?
Yok mu?
Tartışma sürüyor. Aradan kaç yıl geçti? Bir sonuç yok. Neredeyse bu konu 'bir
varmış, bir yokmuş olacak...
İki İstanbullu Tepebaşı'ndaki Meclisi Mebusan Kıraathanesi'nde bahse tutuşmuşlar...
İkisi de inatçı.
Biri:
—Kapalıçarşı’nın demiş, Nuruosmaniye tarafındaki kapısında bir zincir asılıdır.
Öteki:
—Öyle bir zincir yoktur.
Vardır, yoktur, derken iş büyümüş; "haydi gidip bakalım" demişler; Nuruosmaniye'ye
ulaşmışlar, Kapalıçarşı'nın kapısına varmışlar, görmüşler ki zincir asılı duruyor, ama
"yoktur" diyen inatçı diretiyor:
—Hani nerede?
Kahve ihvanı, adamı yakalamış, zinciri kafasına vur-lar, ama nafile! Bizimki, "inadım
inat adım Kara Murat" diyerek söylediğinde diretirmiş:
—Yoktur, yoktur, yoktur.
Kontrgerillanın tezgahından kaç kişi geçti? Kaç kişi işkence gördü? Yüz mü? Bin mi?
On bin mi? Bilinmiyor. Ziverbey Köşkü'nden kaç kişi geçmişti?
Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye tarafındaki kapısında eskiden bir zincir vardı.
Şimdi var mı?
Kontrgerilla konusunda çok kitap yayımlandı. Bu konunun uzmanı, dostum Talat
Turhan'dır; incelemeleriyle, anılarıyla, araştırmalarıyla çoğu karanlık soruyu
aydınlattı.
Kontrgerillanın kökeni Amerika'dır. Soğuk Savaş döneminde "komünizm korkusu"
sermaye düzenlerinin karabasanıydı. Çin ve Vietnam gibi ülkelerde gerilla
savaşlarının sonuçları ortalığı allak bullak etti; klasik savaşın kurallarını altüst eden
yöntemlere, düzenli ordular karşı koyamıyorlardı; kontrgerilla kuramı bu gerekçeyle
geliştirildi. Eğer düşman (namı diğer komünist) gerilla savaşını yeğliyorsa, kontrgerilla
ile yanıt verilecekti. Bizim Genelkurmay'da bu amaçla 'Özel Harp Dairesi' kuruldu;
ama özellikle 12 Mart döneminden bu yana "kontrgerilla" başka marifetleri meslek
edindi.
12 Mart ve 12 Eylül, sözde kontrgerillayı aydınlara karşı işkence yöntemleriyle
yürüttü.
Peki, ne oldu?
Sonuç ortada!
Ziverbey Köşkü'nde beni sorguya çeken emekli albay, sözde kontrgerillacıydı; bir
aylık işkence sürecinden sonra, son gün söyledikleri ilginçti:
"-Seni şimdi gönderiyoruz, ama izleyeceğiz. Bundan böyle gözümüz üstünde olacak.
Bu teşkilatta 22 albay ve general bulunmaktadır. Teşkilatı Mahsusa gibidir, bak
görürsün bu teşkilat neler yapacak!.."
"Teşkilat" yapacağını yaptı.
12 Mart'ın ikinci perdesi 12 Eylül'de açıldı; Diyarbakır Hapishanesi bugün sonuçlarını
derlediğimiz bir okul görevi üstlendi; memleketin canına okuyup emekli oldular o
generaller; "Özel Harp Dairesi"nin olanaklarını dar kafalarının yörüngesinde
kullanmışlardı...
1990'ların dünyası çok değişik.
Sovyetler yıkılınca, komünizm ürküşü sermaye sınıfının karabasanı olmaktan çıktı.
21'nci yüzyıla az bir şey kaldı.
Sosyalizmin gerilla yöntemleriyle gerçekleşmesine dönük kuramlar geriye itildi;
'devrim ihracı'ndan vazgeçildi, çünkü ihracatı yapacak firma yok! Her ülke katılımcı
demokrasi içinde derinleştikçe sosyalizme giden yollar emekle döşenecek.
Bu yollarda devlet içinde devlet gibi yuvalanmış hiçbir örgüte yer yoktur.
Kontrgerilla Türkiye'ye bir hayır getirmedi, bundan sonra da getiremez; ama, "faili
meçhul cinayetler" sürdükçe kuşkular da silinemeyecek.
(Cumhuriyet, 9 Aralık 1992)
DÜNYA POLİSİ AMERİKA
Somali'deki açların kurtarılmasına yönelik "Umut Operasyonu" devam etmekte.
Ancak bütün iyimserliğe karşın, Amerikalıların bu ülkede bulunmalarının, ülkeye uzun
süreli bir barışı getirip getirmeyeceğini hiç kimse bilmemektedir.
"Müthiş bir tasarımız var"
"International Airport"a indiğimizde, dolunay büyük bir ampul gibi harap olmuş
Mogadişu'nun üzerinde asılı duruyor. Nemli, sıcak bir hava ve denizin kokusuyla
doluyoruz. Ufak Cessna'mızdan inerken Pakistanlı Birleşmiş Milletler (BM)-askerleri
bizleri selamlıyorlar. Her tarafta Amerikan nakliye makineleri görülüyor, oradan oraya
dolaşan jipler ve koşuşturan insanlar.
Dört ay önce bu havaalanına indiğimde tek bir makina bile bulunmuyordu burada.
Piste yalnız bir köpek uzanmış, güneşleniyordu. On metre kadar yürümüştük ki,
ellerinde ateşe hazır kalaşnikoflarla bir grup Somalili üzerimize yürümeye başladı.
İçlerinden biri İngilizce bağırdı: "Defolun! Burası BM bölgesi değil, burası Somali
ülkesi!" O zamanlar tercümanımız olan Abdi, "Bu insanları mutlu kılamıyorsak bile en
azından mutsuz olmalarına neden olmayalım" dedi. Hemen ayrıldık oradan.
Bir hafta öncesine kadar, Mogadişu dünyanın en yalnız başkenti, Somali'de en tecrit
edilmiş ülkesiydi.
İki yıl boyunca Birleşmiş Milletler, Somalilerin birbirlerini öldürmelerine ve ülkelerini
tahrip etmelerine seyirci kaldı. Ülkeye ayak basmaya cesaret edenler, çarpıcı bir
haber peşinde koşan gazeteciler, 500 çaresiz Pakistanlı BM-mavi berelileri ve
kendileri yardıma muhtaç yardım organizasyonlarının çalışanlarıydı yalnızca.
Bir yanda yüz binlerce insan ölürken, yardım ekipleri, yerel çete reisleri tarafından
haraca kesiliyor; açlar için getirilen gıdalardan ülkeye girerken, ton başına o kadar
çok yükleme, boşaltma ve diğer bazı harçlar isteniyordu ki, yardım artık tuhaf bir
farsa dönüşmüştü. Son zamanlarda Somali'ye gönderilenlerin yaklaşık %80'i
çalınıyordu.
Ülkedeki durum son derece ciddiydi. iç savaşı finanse etmeye katkıda bulunan
yalnızca yardım organizasyonları değildi. BM askerlerinin kendileri, "Technicals" diye
adlandırılan, fantazi üniformalı, boyunlarında atkıymış gibi sardıkları fişeklikleri bulunan, kalaşnikoflarla, M–16 silahlarıyla ve "Bazuka" marka tanksavar toplarıyla
oynayan, sarhoş eden kat bitkisini ağızlarından eksik etmeyen ve genellikle, uçak
savar roketini jip ya da pick-up'larına monte ederek meydana getirdikleri "Mad Max"
adlı araçlarında görülen genç, kötü adamları oyalıyorlardı.
"Amerikalılar geldi ve artık her şey değişti", diyor havaalanındaki Pakistanlı asker ve"
gülüyor. Birden, liman arkasından şık giyimli genç bir Somalili ortaya çıkıyor ve "Bu
insanlardan 400 dolarlık ülkeye giriş harcı tahsil etmenizi istiyorum sizden, hemen
şimdi", diyor. "Böyle bir şeye niyetim yok", diyor Pakistanlı, "isim, adres, amir, saat!"
Somalili yanıtları bekliyor. Daha birkaç gün önce silahına davranan, şimdi yalnızca
not defteriyle yetiniyor.
Pakistanlı bilgileri soğukkanlılıkla veriyor. Korkacak hiçbir şey yok artık. Somalili
notunu aldıktan sonra, "Buranın şefi benim", diyor ve kendini bir nakliyat firmasının
sahibi olarak tanıtıyor. Bizi -iki televizyon timi, Stern foto muhabiri Perry Kretz ve
beni- bir kamyonete bindiriyor ve karanlıkta hızla yol alıyoruz.
Amerikalılar burada ama Mogadişu'da geceleri hiçbir şey değişmemiş. Geceleri, kent
her zamanki gibi ürkütücü. Karanlıkta bir yerlerden silah sesleri geliyor, roketler
ateşleniyor. Bir süre sonra kamyonetimiz duruyor. "Bir metre daha ilerlerseniz, ateş
ederiz!" diye Fransızca bağırıyor karanlığın içinden birisi. Silahlarını gergin bir
biçimde bize doğrultan yabancılar lejyonunun üç askeriyle karşılaşıyoruz. Biraz önce
üzerlerine ateş açılmıştı, onlar da cevap veriyordu. "Geri dönün, geri dönün. Geçiş
yasak. Yoksa ateş ederiz."
En sonunda başka tümsekli çukurlu yollardan hedefimize, Mogadişu'daki bütün
Avrupalı televizyon istasyonlarına yönelik dört katlı bir bina olan "European
Broadcasting Union"a (EBU) ulaşıyoruz. Burada, bu silah seslerinin ortasında, bir
santimetre kare yer için mücadele eden ve birbirine bağırıp çağıran 500'ün üzerinde
gazetecinin yanlarında getirdikleri, ishal ilaçları, viski şişeleri, cibinlikler ve su
mataraları arasında geceyi geçirebilmeyi umuyoruz. Bu arada, geçmemize izin
verilmeyen kontrol noktasında, gergin yabancı lejyonerlerin silah aramak amacıyla
durdukları bir kamyonette iki Somaliliyi öldürdükleri haberini alıyoruz.
Mogadişu, aldatıcı kent; gündüz herhangi bir Afrika kasabası gibi görünür. Taşıt
trafiği felce uğrar, muz ve papaya satılır, berberleri ufacık kulübelerinde erkekleri traş
ederler, çay evleri iyi iş yapar ve şu an Amerikan donanmasının bulunduğu yerde
insanlar dolaşır. "Ho, ho, ho Amerika", diye bağırıyor çocuklar hayran hayran. QI'lere
ve kamera timlerine taş fırlatıyorlar.
"Çocuklar bunu alışkanlıklarından ötürü yapıyorlar", diyor, bir zamanlar Somali Hava
Kuvvetlerinde albay ve mühendis olan 70 yaşındaki Osman Makaran. Mogadişu'nun
tam ortasındaki yeşil kuşağa, yani Somali'nin iki zorba "Warlord"u rakip milis şefleri
Ali Mahdi Mohamed ile Mohamed Farah Aidid'in arasındaki sınır çizgisine bizimle
birlikte gitmek isteyip istemediğini soruyoruz.
"Deli miyim ben", diyor Osman, "iki yıl oldu oraya gitmeyeli" - "Ama Aidid ile Ali Mahdi
daha yeni görüşüp adamlarını silahsızlandırma konusunda birbirlerine söz verdiler."
—Buna inanabilmek için gerçekten Amerikalı olmak gerek", diyor Osman. "Onlar
gelmeden önce bu ikisi Baidoa ve Kismayu'ya, önceki günlerde kırk kişinin öldüğü
yere, en azılı birliklerini gönderdiler. Diğerleri silahlarını gömdüler ve şimdi sevimli
görünmeye çalışıyorlar. Ama Amerikalılar gider gitmez her şey yeni baştan
başlayacak."
Havaalanında, ağır bir sırt çantasıyla uçaktan inen Deniz Kuvvetlerinden Teğmen
David Steele ile karşılaşıyoruz. "Kaliforniya'dan geliyorum", diyor ve alnındaki teri
siliyor. "Sanırım müthiş bir tasarımız var, on iki ülkeyle birlikte insani bir müdahale".
Somali üzerine yazılmış ve bütün ABD askerlerine dağıtılmış olan bir kitapçığı
gösteriyor. "Hiçbir zaman ve hangi koşulda olursa olsun, Somalili bir kadını
öpmeyiniz." diye yazıyor bir yerinde. Ve yine: "Her zaman ve hangi koşulda olursa
olsun, bir Somalili ile tokalaşınız."
"Somali bir yığın pislik yalnızca", diyor bir Fransız yabancılar lejyoneri ve tükürüyor.
"Biz bunu biliyoruz. Hemen hemen yalnızca Somalilerin yaşadığı komşu ülke
Cibuti'deki üste bulunduk. Pis dolandırıcılar. Şimdi de silahlarını bile ellerinden
alamıyoruz." Biraz sonra başkomutanı Michel Toulon kısa ve öz olarak şunları
söylüyor: "Biz burada yalnızca Amerika'nın emrine uyuyoruz, o da şöyle: Somalilerin
yalnızca ağır silahlarını alabiliriz, o da onları görebiliyorsak eğer. Araçların kontrol
edilmesi yasak. Kalaşnikof, M–16 veya G3 gibi makineli tüfekler ağır silah değildir.
Oh, ne güzel."
"Ben bütün silahlara karşıyım" diyor, en sonunda ziyaret ettiğimiz UNICEF Başkanı
Mark Sterling. "Ama Somalilinin elinden silahları almak için alternatif sunulmalıdır -iş,
para, bir gelecek. Umarım, Amerikalılar bu ülkenin acele bir askeri çözüme değil,
politik bir başlangıca ihtiyacı olduğunu anlarlar. Bu arada, Ami'lerin gelmelerine çok
sevindim, çünkü o şekilde devam etmemiz mümkün değildi. El bombalarıyla ortalıkta
dolaşan ve her şeyi bombalamak isteyen insanların arasında, bir büroda çalışmayı
kim ister?"
UNICEF binasının önünde genç bir çocuk, Mohammed bekliyor ve tercüman olarak iş
bulmayı umuyor. Somali'nin geleceği ile ilgili dilekleri ne? "Tekrar okula gitmek
istiyorum. İki yıldır kapalı. Dünyanın bir şekilde, benim yeniden okula gitmemi
sağlamasını umuyorum."
Richard Cheney'e bakılırsa, deniz piyadelerinin açlıktan ölen Somali'ye çıkarma
yapmaları, kendi görev süresindeki son Amerikan askeri operasyonu değildi. Başkan
George Bush gibi 20 Ocak 1993'te görevinden ayrılacak olan ABD Savunma Bakanı,
Brüksel'deki NATO Kongresi'nde Avrupalı meslektaşlarına açıkça şunları belirtiyor:
ABD, eski Yugoslavya'da silahlı müdahaleye hazırdır. "Bosna'da bir uçuş yasağı
talimatını yerine getirebilecek gücümüz var", diye vurguluyor (Cheney), ve dahası:
"Doğru olan budur ve bunu yapmalıyız."
Ancak (Cheney) "uluslararası çerçeve içinde" ve "BM'lerin denetiminde" hareket
etmek istiyor. İşte pürüzlü nokta da burada. Geçen Cuma Brüksel'de İngiliz ve
Fransız meslektaşlarının yüz çevirdiklerini gördü Cheney.
Çünkü Ekim'den beri süren uçuş yasağına karşın sürekli havada bulunan Sırp
uçaklarına ABD uçakları ve roketleri tarafından ateş edilmesi durumunda, BM'ye
bağlı İngiliz ve Fransız askerleri bir misillemeyi göze almak durumunda kalacaklardı.
Cumhuriyetçi Cheney'e, beklenilmeyecek şekilde, yeni seçilen demokrat başkan Bili
Clinton destek verdi. "Katliamın azalması için orada yapabileceğimiz her şey",
diyordu Clinton, Little Rock'ta basına, "denemeye değer". Bu "herşeyi"i tanımlarken
de işte, söz konusu uçuş yasağından söz ediyordu, "çünkü kara birliği kullanılmadan
olay havada gerçekleştirilebilir."
Somali operasyonuyla, neredeyse, müdahaleci Amerikan politikası kırılmış gibi
görünüyordu. "Güçlü müdahale ve aktivist Amerikan dış politikası" diye söz vermişti
kısa bir süre önce Clinton'un danışmanlarından Madeleine Albright; bu durumda da
Birleşmiş Milletler'in barışı sağlama rolü ön planda olacaktı. Bili Clinton'un adamları,
"USA Today" gazetesinin şimdiden "Clinton-Doktrini" diye adlandırdığı, insanlık ve
demokrasi adına müdahale politikası için gerekli ilkeler üzerine çalışıyorlar bile.
"ABD son 50 yılda komünizmin önünü aldı", diyor askeri uzman Chris Morris, "ve
gelecek 50 yıl içinde barbarlığı sona erdirmek için uğraşacak". Bu, Mogadişu'daki
çeteler için ne kadar geçerliyse, Sarayevo'nun Sırp kundakçıları için de o kadar
geçerli.
Her zaman olduğu gibi, yabancı kıyılarda hücuma geçen deniz kuvvetlerini
televizyondan izleyip büyülenen halk, bu fikrin yanında yer alıyor: CNN anketlerine
göre halkın %74'ü Somali çıkartmasına katılmayı, hatta %57'si Bosna'ya askeri
yardımı onaylıyor.
Avrupalılar ise, Balkan Savaşı'na seyirci kalmaları birçoklarını utandırsa bile, çok
daha kuşkucu davranıyorlar. Hollanda Başbakanı Rund Lubbers, "Somali'de
yaptığımızı, Yugoslavya'da yapmamız bir skandaldır", diyor.
Ancak bu karşılaştırma sakıncalı; çünkü Bosna-Hersek'te, Mogadişu'daki gibi bir TV
merasimi yeterli olmayacaktı. "Dünyanın şimdiye kadar görmediği denli masif bir
gücün kullanılmasına gereksinim var.", diyor Britanya Savunma Bakanı Malcolm
Rifkind. Yüzbinlerce insanı bir iç savaşa göndermek hiç uygun olmazdı, bu son
derece büyük bir sorumsuzluk olurdu ve hiçbir işe yaramazdı."
Yıldıran örnek: Beyrut 1983. Amerikan ve Fransız müdahale birliklerinde, o dönem
yüzlerce ölü olmuştu; yine de Lübnan'da yıllar yılı kan aktı.
Bu durumda Somali belki de -bir hiç için- emsaldir. Clinton'un yardımcısı Al Göre,
"benzer kuvvetlerin olası durumlarda kullanılması" beklentisine karşı uyarılarda
bulunuyordu.
O zamanlar, kuzeydeki Arap hanedanlıklarının güneydeki siyahlara karşı yürüttükleri
etnik tasfiyelerin hüküm sürdüğü ve hemen hemen aynı ölçüde kanlı iç savaşların
yapıldığı Liberya'da ya da Sudan'da Washington'un güçlerini kullanması hiç kimsenin
aklına gelmiyor. 20.000 personel ve iki milyar dolar bütçeli en büyük BM-Barış
Operasyonu'nun, artan oranda Kızıl Khmer'lerin direnişiyle karşılaştığı Kamboçya'dan
da uzak duruyor ABD.
Kaldı ki Mavi Bereliler, Kaşmir'den Kıbrıs'a kadar güçlerin bilançosunun kanıtladığı
gibi, barışın garantisi değildirler. Başarılar bile tersine dönebilir: 1990 sonlarında
Birleşmiş Milletler Haiti'deki serbest seçimleri gözetirken, dokuz ay sonra askeri bir
darbeyle her şey boşa çıktı. Ve devam eden BM operasyonlarının sonucunda,
Angola ve Mozambik'teki iç savaşların sona erdirilmesi, Fas'ın işgalindeki Batı
Sahradaki seçimler, Irak'a silahlanma konusunda denetimi hala çok belirsiz.
Bununla birlikte BM barış birliklerinden ve yaptırımlarından daha iyi bir araç da yok.
Bölgesel güvenlik gücü olarak NATO, Balkanlardaki büyük felaketi durduracak çok az
şey yaptı. Barış birliklerini Liberya'ya gönderen Batı Afrikalılar bile Avrupalılardan
daha fazla şey yapmışlardı - aynı şekilde başarılı olmamakla birlikte.
Amerika Bosna'ya müdahale etmeye hazırsa, bu çatışmanın, Kosova'ya,
Makedonya'ya ve eski Yugoslavya'nın sınırlarını aşarak Arnavutluk ve Yunanistan'a
kadar yayılmasından endişe duyduğu içindir. Richard Cheney'e göre bu: "Gerçek bir
sorun".
Yabancı gönüllü ve paralı askerlerin artan sayıdaki katılımı da çatışmayı
kolaylaştırmıyor: Bir tarafta Bosnalı Müslümanlar, Pakistanlı, İranlı ve yaklaşık 400
Suudi din kardeşleriyle birlikte savaşıyorlar. İçlerinden biri, Hussam al Din al-Sedat
Eylül'de vuruldu. Rusya'dan gelen çeteler, bir şeflerinin dediği gibi, "Avrupa'da
Sırplığın ezilmesine karşı" Sırpların yanında yer alıyor. İçlerinden biri, Sergej
Meleschko, yediği bir kurşunla öldü.
St.Petersburglu silah arkadaşı Jüri Beljajew daha ürkütücü bir şey hakkında
kehanette bulunuyor: "Burada Üçüncü Dünya Savaşı çıkabilir."
Stefanie Rosenkranz
"Yasalar değiştirilebilir"
ABD Generali H.Norman Schzvarzkopf'la Stern'in, Almanya'nın BM'ye askeri güç
sağlaması, Somali operasyonu ve Yugoslavya Savaşındaki ikilemler konusunda
yaptığı görüşme.
* Stern: Şu an Somali'de olmak ister miydiniz?
— Schwarzkopf: Tabii, Somali benim eski komuta saham Central Command'da.
Olaylar başladığında heyecanlandım. Sanki senin futbol sahanda oynanıyor da sen
artık oynamıyorsun.
* Bu operasyon size biraz abartılmış gibi gelmiyor mu?
—Bunu kolayca eleştirebilirdim, ama Körfez Savaşı’ndaki kendi felsefem şuydu: Güç
yayılmasının çoğu azından iyidir. Bazı taarruzlar üstün kuvvetlerle püskürtülebilir.
* Politik araç olarak güç kullanma tehdidi de varken böyle bir şey Somali'de
denenmedi.
—Güç kullanma tehdidi yalnızca devletler ve kuruluşlarda etkili olabilir. Somali'de ise
bir kabile ve çete savaşı var. Bu yeni bir şey değil. Ben Central Command'm
başkanıyken, kendi bölgemde 13 silahlı çatışma vardı.
* Ve bu sayı artıyor da, özellikle kuzeyde, Kafkasya'da Orta Asya'da. Bu çatışmalar
Amerika'nın çıkarlarına dokunuyor mu?
—Bilmiyorum. Bu geleceğin çatışma şekli. Artık Varşova Paktı ve NATO'nun
orduları karşı karşıya gelmiyor, ama büyüyen ve birden taşıp diğerlerinin çıkarlarına
dokunan bir dizi bölgesel anlaşmazlıklar var.
* Ordunun rolü nedir burada? Şimdi Somali'de barış birliği olarak bir deniz kuvvetleri
kolordunuz var.
—Bence bunu ordunun değerlendirmesi uygun. Ama şimdiden yardım
organizasyonlarıyla ordu arasında, gıda malzemelerini kimin dağıtacağına yönelik
tartışmalar var. "Operation Restore Hope"un diğer ülkelerin kuvvetleri ve BM ile
birlikte hareket etmeleri beni sevindiriyor. Gelecekte, bu doğrultuda
gerçekleştirdiğimiz her şeyde, dünyada bizim dışımızdakilerle fikir birliğinin olmasını
umut ediyorum.
* Gelecek için ne tür kuvvetler tasarlıyorsunuz?
— Mobil kuvvetlere ihtiyaç var, uçakta ya da gemide mobil.
Nerede ihtiyaç
duyulursa arada kullanılabilecek durumda olabilmeli ve bunu hızlı bir şekilde
yapabilmelidirler.
* ... Dünyanın her yerinde mi?
—Bu bölgesel çatışmalar, birliklerin dünyanın her yerinde kullanılmalarını gerekli
kılmaktadır. Onları her hangi bir yerde bulundurmak kolaydır. Sorun yeni elemanlar.
*Bu askerler her tür görevde hazır olacaklarsa, kapsamlı bir birlik azaltmasına
gidilmeli.
—Hayır, bu zorunlu değil. Gelecek 30 ya da 40 yıla yönelik stratejik tehlikeleri analiz
etmeliyiz. Ardından kuvvetleri uygun bir şekilde azaltabiliriz.
* Almanya için bu, efektif mevcut bakımından ne anlama gelir?
— Zor bir soru. Kuvvetleri anında toplayabilecek durumda olunduğu sürece, güçlü bir
mevcudiyetin gerekli olduğuna inanmıyorum.
* Amerikan kuvvetlerinin Yugoslavya'da, Bosna'da bir rol üstlenmelerini düşünebiliyor
musunuz?
— Hayır, şimdi değil. Bu çok karmaşık bir iç savaş, ve içine girip iyileri kötülerden
ayırmak ve kökeninde etnik, dinsel ve kültürel anlaşmazlıkları askeri bir yöntemle
çözümlemek çok güç. Yabancı bir ülkenin iç sorunlarını askeri yolla halletmek
konusunda hiçbir zaman başarılı olamadık.
* Peki, Bosna'daki Müslüman halk tümüyle püskürtülse ya da çoğu imha edilse, ABD
bu durumda müdahale yükümlüğü altında kalmaz mı?
— Tabii ki. Ben hiçbir şeye yapmayalım demiyorum zaten, yalnız tek taraflı bir şeye
kalkışmayalım. Açık bir BM mandasına gerek var -Körfez'deki gibi.
* Amerikalılar politik bataklığa çekilmekten pek hoşlanmıyorlar...
—Yine de bazılarının içinde bulunduk ve her zaman iç çatışmaların içinde.
Vietnam’da yalnızdık. Yugoslavya'ya girmemiz için, bütün dünyanın, ABD'nin askeri
güç kullanması gerektiği (ve kime karşı, -Sırp yönetimi, Sırp ordusu?) konusunda
hemfikir olmalıdır.
* BM, Bosna üzerindeki bütün askeri uçuşları yasakladı. Ama yine de uçuşları
devam ediyor ve buna karşı bir şey yapılmıyor. Bu, güçle tehdit edilmesini hatta
uçakların düşürülmesini gerektiren bir durum olabilir mi?
—Bunun sorumluluğunu kim taşıyacak? Kimin güçleri kullanılacak? Almanya bu
askeri operasyona katılmaya hazır mı?
* Avrupalılardan neler bekliyorsunuz?
— Avrupalılar komutayı üstlenmelidirler. Kökeninde bu Avrupa'nın sorunudur.
* Almanya'nın, (ana) yasasıyla sınırlandırıldığını biliyorsunuz.
—Yasalar değiştirilebilir ve dünyanın konumu değiştiğine göre yasalar da, bana
göre, değiştirilmelidirler. Bu çok güzel bir bahane: Yasaların yasakladığı için
katılamıyorum.
* Eski başbakanın Helmut Schmidt, bizim ekonomik bir dev, ama yayılma politikası
bakımından bir cüce olduğumuzu belirtti.
- Hımm, buna kendisi bile inanmamıştır, öyle değil mi? Almanya bugün yeniden
birleşmiştir. Almanya önemli bir ekonomik ve politik güçtür ve Avrupa Top-luluğu'nun
bir parçasıdır. Bu kesin! Ve bu durum ona Yugoslavya da dahil Avrupa'da bazı
görevler yükler.
* Peki ABD'nin biricik süper güç olması hakkında ne söylersiniz?
—Bu durum, ABD için inanılmaz sorumluluklar yüklemektedir. Halkımız gelecekte
nasıl bir rol oynayacağına karar vermelidir.
* Bili Clinton'un dış politika ve askeri konulardaki deneyimsizliği sizi tasalandırıyor
mu?
—Hayır. Bu konularda deneyimsiz olan birçok politikacı vardır. Bunlar uzmanların
önerilerini dikkate alırlar. Sonuçta hiç kimse her şeyi bilemez.
* Körfez Savaşı'ndan önce subaylara, "Iraklıların beş yıl içinde yeniden üzerimize
saldırmalarını istemiyorum", demiştiniz. Bu konu hakkında ne diyebilirsiniz?
—Şimdi, biz orada başarılı olduk. Tamam, Irak, Körfez'deki ikinci büyük petrol
üreticisiydi ve bütün ambargoları kaldırıp silahlanmasını seyretseydik, beş ya da on
yıl içerisinde başımıza yeniden bela olurdu. Ama bu noktadan sonra değil.
* 20 Ocak 1993'ten sonra Saddam Hüseyin hala iktidarda olacaktır, ama Başbakan
Bush olmayacaktır.
— Ancak Saddam bugün hiç kimse için bir tehlike arz etmemektedir.
Dünya Polisi ABD
Ne yağmur bulutları korkutabiliyor ne de karanlık. 10.000 metre yükseklikten askerler,
solunum cihazları, silahları ve hücum bagajlarıyla birlikte uçaktan atlıyorlar. "Bazen,
paraşütü açmadan 300 metrenin altına kadar gidiyoruz", diye anlatıyor üsçavuş
Daniel Yaliyas. "Geceleri yön bulmayı sağlayan tek şey bileklerdeki yükseklik
ölçerler." Yaklaşık üç dakika sonra en fazla 15 metrelik bir sapmayla hedefe
ulaşıyorlar. Yüzü siperli futbol başlığı ile eklem yeri korumalı üniformalar yere çarpma
sırasında kazaları önlüyor.
"Free Fail", seçkin ABD "Özel Kuvvetler" (Special Operations Forces, SOF)
askerlerinin gözü pek yöntemlerinden yalnızca birisi. Çok iyi antrenmanlı ve çok
yönlü, "Yeşil Bereliler" şeklinde, Bask başlıklarına göre anılan 11.000 savaşçı küçük
gruplar halinde, askerlik ile macera arasındaki karanlık sınırda operasyonlar
düzenliyor.
Bunlar, içinde silahlı kuvvetler sınıflarının (Armee-Ranger) özel uçucu birlikleri, deniz
kuvvetlerinin SEAL - komandolarının ve "Delta Force" gibi anti-terör savaşçılarının da
yer aldığı 47.000 kişilik Amerikan Özel Kuvvetleri"nin bir elemanı durumunda. Görev
alanları, "düşük yoğunluklu çatışmalardı" (LIC); ayaklanmaların, terörizmin ve
uyuşturucu (gangsterliğinin) bastırılması gibi -ne tam savaş, ne tam barış.
"Newsweek" dergisi, SOF'u "geleceğin savaş gücü" olarak niteliyor. Komutanları Cari
Stiner, profesyonellerini, "ulusal savunma stratejisinin desteklenmesi için Amerikan
dış politikasında kullanılacak ideal gruplar" şeklinde övüyor. Çünkü "adamlar gerçekten her şeyi yapabiliyorlar."
Bunu şimdi de Somali'de kanıtlıyorlar. Deniz Kuvvetleri ülkeye ayak basmadan önce
Armee ve Navy timleri çevreyi kolaçan edip karaya iniş yerlerini emniyet altına
almışlardı. Sivil yardım birimleri, gıdanın açlara dağıtılması konusunda ilk ve
sonuncular: Askerler yuvalarına döndüklerinde bile onlar orada bulunacaklar.
Daima en önde yer alırlar. Kuveyt'le ilgili savaşta Özel Kuvvetler, ağır MG'ler ve özel
kum arabalarının üzerindeki roket atarlarla birlikte, Iraklıların arkasında ispiyoncu ve
sabotajcı olarak görev aldılar. Gece görüş cihazları, helikopter pilotlarına,
alacakaranlık çöldeki radar istasyonlarına alçak uçuş saldırıları yapmalarını mümkün
kılıyordu. El Salvador'da SOF'lar gerillalara karşı hükümete ait birlikleri yönetmişler,
Afganistan'da ihtilalcileri Stinger roketleri konusunda yetiştirmişler ve Kolombiya
ordusu için uyuşturucu mafyasının karargahını tespit etmişlerdi. "Civil-Affairs" birlikleri
Bangladeş ve Florida'da baskın kurbanlarına yardım etmişlerdi.
Her şeyi yapabilenler, her şey olmak istiyorlar: G.I Joe ye iyi bir Samariten (gönüllü
hastabakıcı -çn.), öğretmen ve katil. Ancak, bıçağını dişlerinin arasında taşıyan,
sınıra, sivile, devletlerarası hukuka ve savaş hukukuna aldırış etmeyen cangıl
savaşçıları imajlarını etkiliyor. Fort Bragg'deki 7. Özel Kuvvetler grubu, "A-Takımı"
komando biriminin başçavuşu Wade Chapple, "Rambo olmak istediği için bize
gelenlerin", diyor, "burada işi yoktur".
İki subay ve çeşitli teknik konularda uzman on kişiden (patlayıcı madde uzmanı,
keskin nişancı, telsizci, sıhhiye eri) gözü kara kahramanlar olmaları istenmiyor.
Adamların seçilmesi çok dikkatli bir biçimde gerçekleşiyor. Tipik seçkin er 32
yaşlarında, evli, ondört yıllık okulunu ve oniki yıllık askeri hizmetini tamamlamıştır.
A-Takımı'nın haftalarca düşman sahasında kalabilmesi için, yabancı bir ülkenin
diline, kültürüne ve mantalitesine karşı duyarlılık belirleyicidir. Fort Bragg'da,
aralarında Farsça, Çekçe ve Tay dilinin bulunduğu 13 yabancı dil öğretilmektedir.
John-F.Kennedy özel savaş okulunun öğretim planında "Bölgesel Araştırmalar"
mevcuttur. Avrupa grubu, Sırpların "sıcakkanlı" ve Almanların "pasifizme eğilimli"
olduklarını öğreniyor böylece.
Özel Kuvvetler, Vietnam Savaşı'nda mitlerinden çok şey kaybettiler. Vietkong
bölgesinde 254 görevli teröre, karşı terörle yanıt verdiler.
Fort Bragg'deki dev askeri kompleksin bir caddesinin adı Son Tay'dır. (Son Tay), 350
Amerikan savaş tutsağını kurtarmak için 60 komandonun 18 Kasım 1970'de girdikleri
Hanoi'da bir karargahın adı. 27 dakikada 60'm üzerinde Kuzey Vietnamlıyı
öldürmüşler ve bütün tutsakları da kaçırmışlardı. . Bir başka komando faaliyeti de 24
Nisan 1980 tarihinde İran çölünde başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Başkan Jimmy
Carter, Tahran'da rehine olarak tutulan Amerikan büyükelçiliği personelinin
kurtarılmasını istiyordu, ancak Delta Force'un bir ara inişi sırasında bir transporter
(nakliye uçağı) ile bir helikopter infilak etmişti: Sekiz ölü. Albay Charles Beckwith
faaliyeti yarıda kesmiş ve ağlamıştı: "Bu yaşamımdaki en büyük başarısızlık."
Yine 1983, Grenada'daki istilayı, komünikasyon arızaları ve yanlış hedefe açılan
ateşlerle Delta, SEAL’s ve Rangers'ler yüzüne gözüne bulaştırmışlardı. 1989,
Panama'da diktatör Manuel Noriega neredeyse özel birliğin elinden kaçacaktı;
psikolojik harp ve sevk idare timi, onu Vatikan'ın papalık elçiliğinden rock müziği ile
çıkarmıştı. Ve Körfez Savaşında, o en büyük galibiyetlerinde, on bir Yeşil Bereli
Bağdat'taki düşman keşfinden geri dönmediler; isimleri, görevleri gibi gizli kaldı.
"Özel Kuvvetler mitindeki çoğu şey fazlasıyla abartılıdır" şeklinde hüküm veriyor
Washington Politika Enstitüsü'nden (CDI) David Isenberg.
Kongre delegeleri Özel savaşçıların, "kendilerinin onayı olmaksızın operasyon
düzenledikleri" konusunda endişelidirler. 1987'de Pentagon'un başındaki subaylar,
Special Operation Command (USSOCAM)'m emrindeki askerleri diğer birliklerle çok
az işbirliği yaptıkları konusunda eleştiriyorlardı. Bu nedenle, Deniz Kuvvetleri 1987'de
Delta ve Seal'in İran hücumbotlarının peşinde olduklarını bilmiyordu "legalitenin
dışındaydılar". Komando sözcüsü Carig Barta ısrar ediyor: "Biz yalnızca emirlere
göre hareket ederiz."
Özel Kuvvetler'in, Amerikan gizli politikasında ne ölçüde kullanıldığı henüz büyük bir
sırdır. 1953'ten 1991'e kadar Bad Tölz kışlasındaki 10. SOF grubu, soğuk savaşta
ileri karakol işlevindeydi. "Bir keresinde", diye anlatıyor SOF uzmanı Neil Livingstone
(Washington Georgetohon Üniversitesi profesörü) "Sovyet topraklarında bir timimiz
bulunuyordu. Se-weromorsk'daki denizaltılarını gözlemliyorlardı. Hiç fark ettirmeden
onları oradan çıkardık."
Gizli müdahalelerde hiçbir sakınca görmüyor Livingstone: "Özel Kuvvetler, daha
büyük çatışmaları önlemek ve bizim düşündüğümüz anlamda dünyayı değiştirmek
için her zaman önemli bir araç olmuşlardır." Bunun arkasında, gerek Cumhuriyetçilerin, gerekse Demokratların pek sevdikleri, ABD'nin biricik süper güç olması
felsefesi yatmaktadır.
"Amerika dünyanın en büyük askeri gücü olarak kalmalıdır", diye vurguluyor yeni
Başkan Bili Clinton. Özel Kuvvetlerden başka hiçbir birlik tam yetkiyi açıktan açığa bu
ölçüde temsil etmiyor. "Haklı ya da haksız", diyor Fort Bragg'deki 7. SF-G grubundan
Wade Chapple, "ülkem için her şeyi yaparım."
1991'de 13.937 Amerikan özel askeri, genelde gizli bir görevle, 41 ülkede 195
faaliyette bulunuyorlardı. SOF sözcüsü Barta ise, "dost kuvvetleri arasında" yardımlaşma ve eğitimin şimdi en önemli konular olduğunu ileri sürüyor. 3. SF grubundan Atakımlarının çalıştığı Afrika ise bir ağırlık merkezi teşkil ediyor. Fildişi Sahili'nde
vahşilerle savaşmaktan Botsvana'da paraşüt antrenmanına kadar uzanıyor
çalışmalar. "Soğuk Savaşı kazandık", diyor Albay Peter Stankovich, "şimdi de dışarı
açılıp demokrasiyi sağlamalıyız".
Etnik çatışmalar, İslami köktendinciler, atom silahlarının yaygınlaşması, uyuşturucu
ticareti, terörizm -Özel Kuvvetler sahip oldukları özel yetenekleriyle bu yeni tehditlere
karşı koymaya elverişlidirler", diyor SOF Generali Stiner.
Bu, özellikle de, terörizme karşı savaşan gizemli "Ninja'lar için geçerli. Delta Force
şimdiden yeni askerler arıyor. Her 22 yaşın üzerindeki Amerikan erkeği, en azından
E–5 üsçavuş rütbesinde, sır taşıyabileceği kabul edilen ve kamuflaj üniforması ve
teçhizatıyla 100 metre yüzebilmesi önkoşuluyla (buraya) başvurabilirler. "Uç haftalık
eğitim süresinden sonra 100 kişiden yalnızca altısı ya da onu geriye kalıyor; onları
yanımıza alıyoruz."
Charlottesville'deki küçük bir gölde Yeşil Bereliler gösteri yapıyorlar. Ağır, özel bir
helikopter iki dakika boyunca bir adacığın üzerinde havada süzülüyor. 30metre
yükseklikten bir düzine adam, naylon halatlarla aşağı iniyorlar. Sonra helikopter suya
lastik botlar bırakıyor; onu silahlı altı dalgıç izliyor. Kurtarma ve yardım amacıyla
helikopterin kıç kapağı suya sarkıtılıyor. Bottakiler seri ateşe başlayınca, helikopter
yeniden yükseliyor.
Göl kenarındaki Yeşil Bereliler Kulübü'nde yüzlerce yaşlı adam bu parlak başarıyı
alkışlıyor. Bu gün 60 yaşında olan eski Vietnam muharibi Maurice Davis büyülenmiş
bir halde anlatıyor: "Hayatım boyunca yaşadığım en heyecanlı anlardı onlar. Tekrar
şansım olsa, aynı şeyleri yapardım".
Mario R. Dederichs
16.9.1992 tarihli Stern 'den çeviren: Nihal Polat Şen
BİRİNCİ BÖLÜM
KONTRGERİLLA CUMHURİYETİ
KONTRGERILLA CUMHURİYETİ
1992 yılının Mart ayında 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla başlığını taşıyan
çalışmam yayımlandı. Bu çalışmayla, bu konuda Türkiye'de var olan kavram
kargaşasına son vermeyi amaçlamıştım. Ama o günden bu yana geçen sürede,
Kontrgerilla tartışmasında ne yazık ki, yeni bir mesafe alınabilmiş değil .Belgesel
olarak ortaya koyduğum gerçekleri gerek iktidar yetkilileri ve gerekse bürokrasinin her
iki kanadının temsilcileri, bugün de yadsımayı sürdürüyorlar. Uğur Mumcu'nun
hunharca katledilmesinden ve Kontrgerillayı da hedef alan geniş kitle gösterilerinden
sonra, 14 SHP milletvekilinin TBMM'ye sundukları görüşme önergesi, önce bu
partinin yetkili kurulları tarafından engellendi.
Kontrgerilla tartışmalarında alman sonuçların gene hasıraltı edileceği anlaşılıyor.
Konunun derli toplu bir biçimde Türk kamuoyunun gündemine yeniden getirilmesinin
gerekli olduğunu düşündüğüm için yeni çalışmamı bir kitap olarak yayımlamanın
uygun olacağına karar verdim.
Elinizdeki kitap böyle bir kararın ve sorumluluk duygusunun ürünüdür. Kitapta
sunduğum yeni belgelerin ve bilgilerin ışığında, konunun kamuoyu tarafından
yeniden ele alınacağına ve tartışılacağına inanıyorum.
Özel Harp Dairesi'nden
Özel Kuvvetler Komutanlığı'na
22 Ekim 1992 tarihinde Genelkurmay Harekat Daire Başkanlığı'na bağlı Özel
Kuvvetler Komutanlığı, basın mensuplarının çağrılı olduğu bir öz sunuş düzenledi.
Bu öz sunuştan önce Özel Kuvvetlere mensup olan özel timlerin gösterileri izletildi.
Bu timlerin özel donanımlı olduğu ve özel eğitimden geçirilmiş, attığını vuran
elemanlardan oluşturulduğu anlatılmaya çalışıldı.
Kuşkusuz birçok ülkenin silahlı kuvvetlerinde olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri
içinde de böyle özgün bir birliğin bulunmasından, her yurtsever gibi biz de kıvanç
duyarız. Ancak Türkiye'de bu kuruluş üzerinde yoğunlaşan kuşkuların varlığı da bir
gerçektir. Bu öz sunuş ve gösteri, özel eğitimli timlerin varlığı; düşünen, irdeleyen
gerçekleri araştıran çevrelerdeki kuşkuların daha çok artmasına neden oldu.
Bu arada Türk kamuoyu kuruluşun adının değiştirildiğini de ilk kez öğrenmiş oldu.
Türkiye'nin 1952 yılında NATO' ya girmesinden hemen sonra, Eylül ayında bugünkü
Milli Güvenlik Kurulu'nun işlevlerine sahip Milli Müdafaa Yüksek Kurulu'nun bir
kararıyla bugünkü Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın atası olarak bilinen Seferberlik
Tetkik Kurulu adı altında yeni bir organizasyona gidildi. İşlevi ile ismi arasındaki
uyumsuzluk görülmüş olmalı ki, daha sonra kuruluşun adı Özel Harp Dairesi olarak
değiştirildi.
Şimdi de Özel Kuvvetler Komutanlığı adının yeğlendiği örülüyor. Gerçekten de Özel
Kuvvetler Komutanlığı, gerek kuramsal bakımdan, gerekse kuruluş amacı ve işlevi
bakımından, örgüte verilebilecek en uygun isimdir. Eski isimlerinden vazgeçilerek
gerçeğe dönüş yeğlenmiştir. Daha doğrusu isimlendirme düzeyinde de ABD Talimnameleri esas alınmıştır. Çünkü ABD kaynaklı bütün belgeler, talimnameler ve
yönergeler Türkiye için de aynen geçerlidir. ABD kaynaklı FM 31-20 resmi
talimnamesinin ismi Special Forces Operational Techniques, yani Özel Kuvvetler
Harekat Teknikleri'dir. Aynı şekilde FM 31–21 Amerikan resmi talimnamesinin ismi
Special Forces Operations, yani Özel Kuvvetler Harekatı'dır. Örneğin bu
talimname Türkiye'de aynı simgeyle, ST 31–21 Gerilla Harbi ve Özel Kuvvetler
Harekatı ismiyle yayımlanarak uygulamaya konulmuştur. Bunun, gibi FM 31-21A
Special Forces Operations (U), (Gizli) Özel Kuvvetler Harekatı resmi ABD
talimnamesi de bu örgütlerin kullandığı yöntemleri içermektedir. (Belge-1)
Daha önemlisi de, Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yayımlanan ST (Sahra
Talimnamesi) simgeli talimnameler, ABD kaynaklı FM (Field Manuel) simgeli
talimnamelerden aynen çevrilmiştir. (Belge- 2)
FM 31-16 simgeli ve. Counter Guerilla Operations (Kontrgerilla Harekatı) adlı
ABD resmi talimnamesinde yer alan Komando Alayı kuruluş şeması, FM 31-15
simgeli ABD talimnamesinden, ST 31- 15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı
Harekat Talimnamesine aynen aktarılmıştır. Bu durum ST 31- 15 talimnamesinin
de, aynı zamanda bir Kontrgerilla talimnamesi olduğunu kesinlikle kanıtlamaktadır.
Kaldı ki ST 31-15 talimnamesinin adını etimolojik açıdan incelersek, gene aynı
sonuca ulaşabiliriz:
Silahlı kuvvetler örgütlenmesi, nizami ve gayrinizami olarak ikiye ayrıştırılabilir.
Birinci bölüm düzenli ordular için, ikincisi gerilla güçleri için kullanılır. Bu durumda:
GAYRİNİZAMİ KUVVETLERE KARŞI
GERİLLAYA
KARŞI
KONTRGERILLA
HAREKAT TALİMNAMESİ
HAREKATI olarak da
adlandırılabilir.
Bunu belgelemek için, ST 31- 15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat
Talimnamesi'nin şemasını ve karşılığı olan FM 31-16 simgeli Talimnameden alınan
şemayı örnek olarak aktarıyorum. (Belge- 3-4)
ABD resmi talimnamelerinin bazılarında 'secret-gizli' kaydı bulunmaktadır. Türkiye ve
dünya kamuoyunun bir türlü çözemediği Özel Kuvvetler Harekatı yöntemleri de, bu
gizli kaydın arkasına saklanmaktadır.
'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri' ve Kissinger
Genelkurmay adına konuşan Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz,
yukarıda sözünü ettiğim öz sunuş sırasında "Türk Silahlı Kuvvetleri literatüründe
kontrgerilla sözcüğü yoktur" cümlesini kullandı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin eski bir
mensubu olarak, tüm yasal devlet kuruluşlarını gözümüzün bebeği gibi korumayı
temel bir ilke sayıyoruz. Bazı çevreler bizim gerçekleri ortaya çıkarma çabamızı, Türk
Silahlı Kuvvetleriyle, güvenlik ve istihbarat örgütlerini yıpratma propagandası ile
eşdeğerli tutmaktadırlar. Oysa bugüne kadarki çabalarımızla, bir avuç işbirlikçi,
aşağılık, satılmış kişinin yasadışı eylemlerini sergilemek suretiyle anılan örgütleri
temize çıkartmak istiyoruz. Örneğin Ziverbey Köşkü'nde başlayan ve benzeri işkence
merkezlerinde binlerce yurtsevere uygulanan işkence günümüze değin artarak
devam etmiştir. Ziverbey İşkence Köşkü'nde, lider kadro dışında, MİT ve polis
görevlilerinin, Silahlı Kuvvetler mensupları olmadıkları, ilgili kişilerin açıklamalarıyla
da ortaya çıkmıştır. Bu ekip, işkence eylemlerine Silahlı Kuvvetleri de ortak ederek,
işkence kurbanlarıyla Silahlı Kuvvetleri karşı karşıya getirmek gibi aşağılık bir yol
izlemişlerdir.
Ben 8 Haziran 1973 tarihinden bu yana İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesine,
Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na vermiş
olduğum sayısız dilekçeyle ( Talat Turhan, Savunma-7. Klasör,Dilekçelerin EleştirisiYay unlanmadı) sadece bu tertibin ortaya çıkarılmasını değil aynı zamanda Türk
Silahlı Kuvvetlerinin de temize çıkartılmasını istiyordum. İşkenceye karşı çıkan her
kişi, sadece kendi onurunu korumakla kalmaz, insanlık onurunu da temsil eder.
İşkence yapanlar, işkenceye destek olanlar, bulundukları bataklıkta ne kadar
çırpınırlarsa çırpınsınlar, sorumluluktan kurtulamazlar. Ben Kara Harp Okulu, Topçu
Okulu, Kara Harp Akademisi, Yüksek Komuta Akademisi mezunu bir kurmay
subayım. Bana işkence yapanlar, aynı zamanda geçmişte elde ettiğim kazanımlara,
kariyerime saldırmak istemişlerdir. Silahlı Kuvvetlerin, kendisini, işkencecilik
suçlamasından kurtarmasının tek yolu, işkence olgusunu kabul ederek işkencecileri
teşhir etmesidir. Eğer yetkili ve sorumlu kişiler böyle bir tavrı benimserlerse,
kurumlarına en büyük hizmeti yapmış olurlar.
Oysa 3 Aralık 1990 tarihinde Özel Harp Dairesi ile ilgili yapılan özsunuşta dönemin
Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanı Korgeneral Doğan Beyazıt, ÖHD'nin
Ziverbey Köşkü sorgulamaları ile ilişkisinin olmadığını açıklama gereğini duymuştur.
Gene 22 Ekim 1992 tarihli Özel kuvvetler Komutanlığı öz sunuşunda da, kuruluşun
komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz, aynı tutumu sürdürmüştür. Bu tutumlar
Ziverbey Köşkü'nde işkence gören yurtseverlere yapılmış, yapılabilecek en büyük
saldırıdır. Bu tip demeçler vermeye, hangi makamda bulunursa bulunsun hiç bir
kimsenin hakkı yoktur. Ziverbey Köşkünde işkence yapmakla görevlendirilmiş
satılmışların kendilerine 'Kontrgerilla' adını taktıkları 20 yıldan bu yana yazılıp
çiziliyor. Bizim 20 yıldan bu yana sürdürdüğümüz kavga, kendi kirli emellerine Silahlı
Kuvvetleri alet eden kişilerin gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılması amacını
taşımaktadır.
Halbuki 20 yıldan bu yana, parlamento dahil devletin tüm organları, ortaya
koyduğumuz somut gerçeklere karşın sadece susmayı veya örgütün varlığını dahi
yadsımayı yeğlemişlerdir. Parlamento adeta kilitlenmiş, kontrgerilla tabu olma
konumunu sürdürmüştür. Türk halkının gerçek demokrasiye ulaşma özlemi,
kontrgerilla tabusunun yıkılmasına doğrudan bağlıdır. Bir örgüt ya da kişi, bu
tabunun yıkılması için ne ölçüde çaba gösterirse, o ölçüde demokrattır. Bunu
yapamayanların kendilerini, zaman zaman Yassıada'da, Hamzakoy'da veya
Zincirbozan'da bulmalarından daha doğal bir şey olamaz.
Sayın Demirel'in HEP milletvekilleriyle yaptığı görüşmede söylediklerini Milliyet
gazetesinin 23 Ocak 1993 tarihli sayısındaki köşesinde" Demirel'in HEP'lilerle
Buluşması" başlıklı yazısı ile Yalçın Doğan aktardı: "Sizin davranışlarınız Türkiye'ye
zarar veriyor. Bu zarar sadece Güney için değil, hepimiz için işler. Öyle bir zaman
gelir ki, beni de bir kenara iterler ve sonra sıkıyönetim gelir."
Bu sözler olası bir yeni 12 Eylül'ün bir işareti olarak algılanabilir.
Sıkıyönetimin ilan edilmesi ile başbakanlar bir kenara itilmezler. Çünkü sıkıyönetim
yasal bir zorunluluktur ve yasalara göre de yürütmenin denetimi altındadır. Başbakanı
bir 'kenara itecek' güç hangisidir? Bu ve benzeri soruların cevaplarının tartışıldığı bir
siyasal ortamda, demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediğinden nasıl söz
edilebilir?
Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz'ın, 22 Ekim 1992 tarihli öz
sunuşu ile yeniden tartışma gündemine gelen 'literatürde kontrgerilla sözcüğü yoktur'
sözüne dönelim yeniden.
Resmi yetkililerin 'vardır' 'yoktur' tartışmalarına açıklık getirmek amacıyla, Mart-1992
tarihinde 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla1 başlığı ile yayımlanan çalışmamda,
Encyclopedia Americana'dan konuyla ilgili bölümü aktarmıştım. Şimdi de
Encyclopedia Britannica'nın İngilizce orijinalinde yer alan 'Kontrgerilla Savaşı' ile
ilgili bölümü kaynak olarak kitabıma alıyorum. (EK- 1) Aktardığım bölümüyle de
görülebileceği gibi, 'Kontrgerilla' bir yöntemin adıdır. Bütün dillerde kullanılır,
ansiklopedilere de geçmiştir. Ansiklopedide yer alan, konuyla ilgili kaynaklar
incelenirse, bunlar arasında bulunan 'David Galula- Counter Insurgency Warfare'
(1964) başlığının dikkat çekici olduğu görülecektir. 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim
Askeri Mahkemesinde sürdürülmekte olan Bomba Davası'nda mahkeme kuruluna bir
belge olarak da sunduğum bu kitap 'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri-Teori ve
Tatbikatı1 başlığı ile Cevdet Sunay'ın Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel'in
Başbakan olarak görev yaptığı 1965 yılında, Genelkurmay Basımevi (çeviren:
Hasan Lambet) ^rafından Türkiye'de de yayımlanmıştır.(Belge - 5 ) Kitabı
yayımlayan Frederick A. Praeger Publisher Inc.'in CIA'nın finanse ettiği bir
yayınevi olduğu CIA'nın eski başkanlarından Stanfield Turner'in 'CIA- Gizlilik ve
Demokrasi' başlığını taşıyan 'anılar'mda da açıklandı. David Galula'nın maske bir
isim olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kitap Harvvard Üniversitesi'nden bir grup
tarafından yazılmıştır. Yazarları arasında, eski Başbakanlardan Bülent Ecevit1 in
'hocam' olarak takdim ettiği ABD'nin eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger
de vardır. Henry Kissinger'in, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında ( Belge -6)
Almanya'da Nazi artıklarının toparlanarak yeniden örgütlendirilmesi faaliyetinde
oynadığı rolü ek olarak aktardığım bir yazı ile de belgeliyorum. (EK-2)
'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri' başlığı ile yayımlanan kitap, ülkede sol
akımların ve sol muhalefetin hangi yöntemlerle ve nasıl hizaya getirileceğini kuramsal
ve eylemsel açıdan göstermektedir. Kitap 'Temizlik Harekatı' sonrasında yapılacak
seçimlerin yöntemine varıncaya kadar her türden yol ve yöntemi, her türlü öneriyi
içermektedir. ,
'Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri'nde yer alan öneri ve yöntemler, 12 Mart'tan
bu yana kelimesi kelimesine uygulanmıştır, uygulanmaktadır.
İçeriği konusunda bir fikir vereceğini düşündüğüm için, Genelkurmay Başkanlığı
tarafından yayımlanan kitaptan bazı ilginç pasajları ek bir metin olarak aktarıyorum. I
( EK- 3)
Burada ileri sürülen önerilerle, ülkemizde 1965 yılından bu yana süregelmekte olan
uygulamalar arasındaki uygunluğa da dikkati çekmek istiyorum.
Bütün bu gelişmeler karşısında suskun kalmış iktidarların/ geçmiş ve gelecek 12'li
darbelere karşı çıkma haklarını*1 olamayacağını düşünüyorum. Kendilerini
tanımlarken özenle demokrat sözcüğünü seçen güçleri, tanımlamaların3 uygun bir
tutum almaya çağırıyorum. 46
Vardır - Yoktur' Tartışmalarının Özü
Tümgeneral Kemal Yılmaz'ın 'Kontrgerilla yok' demeci başka bir ağdan da
talihsizcedir. Çünkü, kendisinden yaklaşık 25 gün önce, Milliyet gazetesinin 5–6
Eylül 1992 tarihli sayılarında yayımlanan bir söyleşide, Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Doğan Güreş, Nilüfer Yalçın'ın sorularını şöyle yanıtlıyordu: "Önce şu
Kontrgerilla sözü tamamen yanlış kullanılıyor. Bu teşkilatın amacı şudur: Karşıda
savaşa giren bir düşman vardır. Kontrgerilla, düşman bölgesine sızarak oradaki halkı
mukavemet için organize eder. Ya da düşman toprağına girmiştir, teşkilat işgal
bölgesinde kalıp halkı direnişe teşvik eder, organize eder. Bu kuruluşlar her ülkede
var. İngiltere'de SAS Alayı, ABD'de Delta Forces budur. Bizde de Özel Kuvvetler
Komutanlığı var." (Yazarın Notu: Yapıtlarımda Sayın Güreş'in bu tanımlamalarına
aynen yer verilmektedir. 20 yıldan beri tüm yetkililer gerçeği yadsımaktadırlar, ama
Sayın Güreş bu örgütün varlığını zımnen de olsa kabul etmektedir.
Düşündürücü olması gerekir: Eylül ayı başında Genelkurmay Başkanı'nın kabul ettiği
gerçeği, Ekim ayında Genelkurmay'a bağlı bir kuruluşun komutanı yadsıyabiliyor.
Ortada gizlenen bir şeyler olduğu açık. Demokrasi açıklık rejimidir. Olayın
taraflarından birisinin retçi tutumuyla, gerçekler ortaya çıkarılamaz. Demokrasilerde
en üst denetim organı, şüphesiz ki, parlamentodur.
1973 yılında, yasal hakkımı kullanarak parlamentoyu bu konuda göreve çağırdım.
Gladio Skandalının patlak verdiği 1990 yılında, MÇP hariç tüm partilerin desteklediği
pır Meclis Araştırması önergesi, 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' kitabımda
ayrıntılarıyla açıkladığım gibi, 1991 yılı Aralık ayına bırakılmıştı. Aradan bir buçuk
yıllık bir süre geçmiş olmasına ve dahası yeni Soruşturma Önergeleri verilmiş
olmasına karşın, o günden bu yana tek bir adım dahi atılmamıştır. TBMM bu
konudaki işlevini yerine getirmemiştir.
Demokrasinin geleceğinin, Kontrgerilla konusunun açıklığa kavuşturulmasına bağlı
olduğuna inanıyorum. TBMM'yi bir kez daha göreve çağırıyorum. Bu konuda kuşku
altında bulunan örgüt ve kişilerin, kuşkudan arınması gerektiğini düşündüğüm için de,
ısrarımı sürdürüyorum.
İçişleri Bakanı ismet Sezgin, göreve başladığı günden bu yana verdiği
demeçleriyle, Kontrgerillayı yadsıyan tutumunu sürdürdü. Güneydoğu'daki 'faili
meçhul' cinayetlerin arkasında Kontrgerillanın bulunduğuna dair iddialar üzerine,
İçişleri Bakanı Cumhuriyet gazetesinin 1 Aralık 1992 tarihli sayısında yayımlanan bir
demecinde, "Kim Kontrgerilla konusunda bir şey biliyorsa, belgeleriyle beraber çıksın
ortaya, söylesinler. Kontrgerillayı 1980 Döneminde de Mecliste söyleyenler (Yazarın
Notu: Sezgin, kontrgerilla konusunda kendi partisinin girdiği angajmanı unutmuş gibi
gözüküyor), görev yaptıkları 2 yıl içinde Kontrgerilla ile ilgili tek bir belge koyamadılar
ortaya. Devleti töhmet altında bırakıyorsunuz, ama elinizde belge yok, devlet adam
öldürmez" diyordu.
Bakan en son olarak da "Kontrgerillanın varlığını ispat edin, istifa edeyim"
açıklamasında bulundu.
Sayın Sezgin'in bu şekilde konuşmaya hakkı olduğunu sanmıyorum. Tüm
yöntemlerini benimsediğimiz ABD'nin, özellikle de istihbarat örgütlerinin cinayet
işleme birimlerine sahip olduğu, devletin en yetkili şahsiyetleri tarafından itiraf
ediliyor. İktidar çevrelerince 'büyük dost ve müttefik1 olarak kabul edilen ABD
cinayet işleme örgütleri kuruyorsa, onunla yakın ilişkisi olan devletlerin benzeri
örgütleri neden cinayet işlemesin? Devleti bu tip kuşkulardan arındırmanın bir tek
yolu vardır: 'Faili meçhul’ tüm siyasal cinayetlerin faillerini, doyurucu bir biçimde
kamuoyuna açıklamak...
Bu konuda en büyük sorumluluk da İçişleri Bakanının omuzlarındadır.
Özel Harp Dairesi üzerindeki kuşkuların yoğunlaşmasına neden olan iki önemli devlet
yetkilisinin açıklamalarından söz edelim.
Bunlardan birincisi eski Başbakanlardan Bülent Ecevit'tir. Ecevit'in konuyla ilgili
olarak Kasım 1990 tarihinde Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde çıkan
açıklamalarını ek olarak sunuyorum . ( EK- 4)
ikincisi ise eski Genelkurmay Başkanlarından, Devlet Başkanlığı ve
Cumhurbaşkanlığı da yapmış olan emekli orgeneral Kenan Evren'dir. Kenan Evren,
26 Kasım 1990 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan demecinde şunları
söylüyordu:
"Benim Genelkurmay Başkanlığım sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel
bana geldi. Özel Harp Dairesi'nin anarşi ve terörle mücadelede kullanılmasını istedi.
Ben 'olmaz' cevabını verdim. Demirel 'ama 1971'deki sıkıyönetim döneminde bu
amaçla kullanılmıştı' dedi. Ben yine kullanamayacağımı söyledim.
Ben izin vermedim, ama haberim olmadan belki bazı olaylarda kullanılmıştır."
(Yazarın Notu: Kenan Evren'in söyledikleri gizli örgütlerin doğasında vardır. Nitekim
Batı Almanya gizli örgütü BND'nini kurucusu Reinhard Gehlen, Servis başlığı ile
yayımladığı kitabında, Mehmet Eymür’ün Analiz isimli anılarında aktardığına göre
"bir istihbarat servisinin devletin diğer kuruluşları için konulan kurallarla yönetilmesi
her zaman mümkün değildir" demektedir.)
Üçüncü bir olay da Başbakan iken Turgut Özal'a 1988 yılında yapılan suikast
girişimidir. Suçun faili olarak yakalanan Kartal Demirağ, 4 yıl cezaevinde kaldıktan
sonra tahliye olunca yazdığı 'anılar'ında Dazkırı’da Kontrgerilla eğitiminden geçtiğini
açıklamıştır. Bu konu ile ilgili olarak Turgut Özal tarafından kurulan Soruşturma
Komisyonu'nda görev alan Yargıtay emekli üyelerinden Uğur Tönük tehdit
edildiğinden dolayı görevi bıraktığı için, suikast girişimi olayı bugün de gizini
sürdürmektedir.
Bu demeçlerle Türkiye'de yaşanan olayları karşılaştırdığımızda, Kontrgerilla
konusunda kamuoyuna mal olan kuşkuların nedenleri kolaylıkla anlaşılabilir. Konuyla
ilgili olarak, ÖHD'nin eski Başkanlarından emekli General Cihat Akyol'un
yazdıklarını da göz ardı edemeyiz. Cihat Akyol, 1971 yılında Silahlı Kuvvetler
Dergisi'ne yazdığı bir makalede şunları dile getiriyordu:
"Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir. Bazen gayrinizami
kuvvetlerin bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla, halkın mukavemet cephesine
iltihakına çalışır. (..) Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma
kuvvetleri tarafından yapılıyormuş gibi, mücadele kuvvetlerince zulme kadar varan
haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir."
(Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki, Mart-1971)
1971 yılından bu yana meydana gelen tüm kuşkulu olayların Cihat Akyol'un bu
önerileri doğrultusunda gerçekleşmiş olması da, var olan kuşkulara daha büyük bir
haklılık kazandırmaktadır.
Demokratik hukuk devletinde kendi halkına 'zulüm' yapmayı öneren bir general, bu
yetkiyi hangi yasanın hangi maddesinden almaktadır? Generalin 'sahte operasyon'
önerisi hangi olaylarda uygulanmış, bu 'operasyonlarda hangi örgüt veya kuruluşlar
kullanılmıştır? 'Hukuk devleti' ilkelerine bağlı olduğunu iddia eden yetkililer, bu
soruların yanıtlarını bulmak gibi bir görevle karşı karşıyadırlar.
Ve nihayet Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, 10 Aralık 1992 tarihinde Show TV'de
yayımlanan 'Arena' Programında, Uğur Dündar'ın "Kontrgerillanın varlığına inanıyor
musunuz?" sorusuna yanıt olarak "hayır" diyebilmektedir.
Eylül 1992'de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş'in varlığını kabul ettiği
bir örgütü, Kontrgerillayı, Devlet Bakanı Kilercioğlu reddediyor.
Aynı Kilercioğlu, sözü edilen programın ilerleyen dakikalarında, programın sunucusu
Uğur Dündar'ın bir sorusu üzerine, TBMM'ye gelecek muhtemel bir 'Kontrgerilla
önergesine de destek olacağını' vaat ediyor. Varlığı yadsınan bir örgütün
'araştırılması'na nasıl destek olunacağını anlayabilmek bizim açımızdan olanaklı
değildir. (Yazarın Notu: Nitekim Orhan Kilercioğlu, 2 Mart 1993 tarihli TBMM
oturumunda kontrgerilla ile ilgili araştırma önergesine ret oyu kullanmıştır.)
Görüldüğü gibi, tüm çabalarımıza karşın, kontrgerilla konusu gizini ve varlığım
sürdürmektedir. Yapıtlarımla bu konudaki gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasına,
demokrasimize katkıda bulunmaya çalışıyorum.
Yukarıdaki örneklerde sergilenen çelişkiler, Kontrgerilla konusundaki kuşkuları daha
büyük ölçüde yoğunlaştırmaktadır. 'Vardır', 'yoktur' kolaycılığı ile konuyu geçiştirmeye
çalışan yetkililer, var olan kuşkuları ortadan kaldırmak gibi tarihsel bir yükümlülüğün
altındadırlar. Kendilerini yeniden göreve çağırıyorum.
16 Kasım 1992 tarihinde Show TV'de yayımlanan 32. Gün Programının ilk 15
dakikası Kontrgerilla konusuna ayrılmıştı. Bu programa hazırlık olmak üzere, program
Danışmanı Erbil Tuşalp, Antalya'da benimle bir saat süren bir söyleşi yaptı. Sunulan
programda yapılan söyleşinin sadece birkaç cümlesine yer verildi. Bu cümleler dahi,
bazı çevrelerde büyük bir tedirginlik yarattı ve aynı programın devamında yer alan
Osman Öcalan röportajı bahane edilerek, program yapımcısı Mehmet Ali Birand
üzerindeki baskılar yoğunlaştırıldı.
Sırası gelmişken şu noktayı yeniden belirtmeliyim ki, hiçbir gücün tehdidi bizi
yolumuzdan döndüremez. Bildiğimiz gerçekleri son nefesimize kadar söylemeye ve
yazmaya devam edeceğiz. Bizler, hiçbir zaman ilkel-öç alma duygusunun esiri
olmadık ve olmayacağız. Söylediklerimizin ve yazdıklarımızın yanlış olduğu iddia
ediliyorsa, karşı tezi ilgililer belgeleriyle birlikte açıklamak zorundadırlar.
32. Gün Programının yayımından sonra, Kanal 6 TV, 6 Aralık 1992 tarihinde
gösterilmek üzere benimle 'İşkenceler, Cuntalar ve Kontrgerilla' konusunda bir
söyleşi yaptı. (Bkz. İkinci Bölüm) Bu amaçla 3 Aralık 1992 tarihinde stüdyoda çekim
yapıldı. Daha program yayımlanmadan, 4 Aralık 1992 tarihinde Hürriyet gazetesi,
bana atıf yaparak Orhan Kilercioğlu hakkındaki bazı savları da gene bana mal
ederek haber haline getirdi. Programın gösterilmesinden sonra da, aynı yöndeki
haberler Hürriyet ve diğer basın organlarında sürdü. Hürriyet gazetesi, tüm
düzeltme başvurularımı bugüne kadar göz ardı etti.
Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu bu maksatlı yayınlara dayanarak, benimle bir
tartışmaya girişti. Orhan Kilercioğlu-Talat Turhan tartışması kamuoyunun
gündemine girdi. Gerçeğe olan saygımdan dolayı, Kilercioğlu'nu Cumhuriyet
gazetesi aracılığı ile açık tartışmaya çağırdım. (Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri, 8
Aralık 1992) Bu açık çağrıma karşın, Orhan Kilercioğlu, Kontrgerilla konusunda bir
tartışmaya girmeyeceğini açıklamakla yetindi. (Cumhuriyet, 9 Aralık 1992) 52
Daha önce de belirttiğim gibi, Devlet Bakanı Kilercioğlu, Arena Programında
Kontrgerilla'nın olmadığını belirtiyordu. Hâlbuki 1978 yılından 1990 yılına kadar
geçen 12 yıl boyunca, Kilercioğlu-ÖHD ilişkisi konusunda basın-yayın organlarında
(Aydınlık, 22 Eylül 1978 – 2000' Doğru, 27 Ağustos 1989 - Yüzyıl, 25 Kasım 1990)
çeşitli savlar ileri sürülmüş ve bu yayınlarla ilgili olarak Kilercioğlu’ndan hiçbir tepki
gelmemiştir.
Kilercioğlu, sadece bir dergi hakkında, Aktüel dergisinin 541 Aralık 1991 tarihli 22.
sayısında 'Kilercioğlu Ne Kadar Şeffaf başlıklı yazıda yer alan görüşler hakkında,
şahsına yönelik savlarla ilgili olarak dava açmıştır. Bununla da kalmamış, ikinci bir
davanın hedefi olarak da beni seçmiştir. Yayımlanmasının üzerinden 10 ay geçtikten
sonra, 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' başlığını taşıyan kitabınım 31–33.
sayfalarında kendisi hakkında sıralanan savları dava konusu yapmıştır. Orhan
Kilercioğlu, 1993 yılında açtığı davayı, 12 yıl geriye götürerek kendisini aklama
çabası içerisine girmiştir. Sonuçlandığında, bu dava hakkında ayrıntılı açıklama
yapabileceğimi umut ediyorum.
Burada çok daha önemli bir noktanın gözden kaçırılmaması gerekiyor: Orhan
Kilercioğlu'nun Hürriyet gazetesinin 4 Aralık 1992 tarihli maksatlı yayınına
dayanarak yaptığı başvuru üzerine, Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi, 4 Aralık
1992 tarih ve 1992/477–284 İş sayılı kararıyla, Medeni Kanunun 24/a maddesi
gereğince, Kanal 6'da 6 Aralık 1992 tarihinde gösterime girecek 'Bizim Koltuk'
Programının yayınını 'tedbiren' durdurma kararı aldı. Türkiye'de ilk kez, bir TV
Programı yayından önce ve içeriği görülmeden, bir mahkeme kararıyla yayımdan
kaldırılmak etendi. Basın-yayın özgürlüğüne saygılı kurumların, Türkiye barolar
Birliği'nin, Baroların bu olayın üzerine gitmesi gerekirken, kamuoyu mahkeme kararı
karşısında sessiz kalmayı yeğledi. Zaman tümüyle geçmiş sayılmaz. Kişisel bir kaygı
ile hareket etmediğimin bilinmesini istiyorum. Amacım, siyasal iktidarın, yargı
üzerindeki somut baskılarını açığa çıkaran bir örneği gündeme getirerek, 'yansız' bir
adalet mekanizmasının yaratılmasına, katkıda bulunmaktır.
Kontrgerilla Örgütlenmesinin Devasa Boyutları
Bunu izleyen süreçte, Nokta dergisi, 13–19 Aralık 1992 tarihli 51. sayısında
Kontrgerilla konusunda benimle yaptığı bir söyleşiyi kapaktan yayımladı. (Bkz.
Üçüncü Bölüm)
Bugüne kadar sürmekte olan Kontrgerilla tartışmalarında OHD'nin, Gayrinizami
Kuvvetlerin 'yeraltı' ve 'yerüstü' olmak üzere iki gruptan oluştuğu, yerüstü
örgütlenmesinin komando birliklerinden, yeraltı örgütünün ise vatanseverlerden
meydana geldiği genel kabul görmüştür. Bu kabul, özel savaş örgütünün boyutunu
küçültmeyi, lokalize etmeyi, olduğundan daha az göstermeyi amaçlamaktadır.
Halbuki 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ne sunduğum
Savunma'da (Bkz. Bomba Davası, Savunma–1,1986) özel savaş örgütlenmesinin
çok boyutlu olduğunu, toplumun tüm kesitlerine kadar yayıldığını, resmi ABD
belgelerine dayanarak açıklamıştım. 1975 tarihinde mahkemede yaptığım
Savunma'mın yeterince yankı bulmaması üzerine, 14 Eylül 1977 tarihli 7 Gün
dergisinde, özel savaş örgütlenmesinin boyutları tarafımdan yeniden gündeme
getirildi. 1977 yılında da belirttiğim gibi "Amerikan emperyalizminin azgelişmiş
ülkelerin kuramsal düzenlerini, uygulamada kendi sömürü olanaklarını korumaya
yönelik sivil-asker karması örtülü faşizme dönüştürmede kullandığı yöntemlerden en
etkili olanı Kontrgerilla örgütlenmesidir."
FM 31-16 simgeli, Counterguerilla Operations (Kontrgerilla Harekatları) adlı
Amerikan Talimnamesinin 34. sayfasının İngilizce aslını metin içi bir ek olarak
sunuyorum.
Sözü edilen Talimname'nin ilgili bölümünde, azgelişmiş ülkelerdeki 'Temizlik
Harekatının gerçekleştirilmesi için, Kontrgerilla örgütlenmesinin içinde, ACC (Bölge
Koordinasyon Merkezi) emrinde de görevlendirilecek şekilde kimlerin birlikte
bulunacağı belirtilmekte ve ek olarak CMAC (Civil Military Advisory Committee), sivilasker İstişare Komitesinin kurulması da önerilmektedir.
Böyle bir örgütlenme içinde bulunması gereken kişia. Like the ACC, the organization of the CMAC will vary depending on local
requirements and must be flexible enough to meet changing situations. it wiH
ordinarily be headed by the appointed or elected civilian leader of the community or
area, such as the state governor (province chief), mayor or other political appointee,
and may include the following:
(1) Local police chief.
(2) Süperintended of schools or school principal(s).
(3) Senior members of dominant religious faiths.
(4) Judges and/or other judiciary representatives.
(5) Labor union president(s).
(6) Editors of influential publications.
(7)Representatives of majör business or commercial interests.
(8) Other influential persons.
b. The CMAC will meet as necessary, on cali of the chairman °f the committee. it
should be noted that possibly some persons, such as the poliçe chief, may be
members of both the ACC and the
ler anılan talimnameye göre:
“(1) Yerel polis müdürü
(2) Okul idaresi ve müdürleri
(3) Önde gelen din temsilcileri
(4) Yargıçlar ve diğer hukuk temsilcileri
(5) Sendika lideri veya liderleri
(6) Etkili basın-yayın organlarının yayımcıları
(7) Büyük iş ve ticaret kuruluşlarının temsilcileri
(8) Diğer etkili kişiler" den oluşmaktadır, Kontrgerilla örgütlenmesinin boyutu bu
denli geniş ve kapsamlıdır.
İtalya'da Gladio' adlı kontrgerilla örgütlenmesinin P- 2 Mason Locası ile ilgisini
gösteren bir haberi, bu konuda iyi bir örnek oluşturduğu için ek olarak sunuyorum.
(EK-5)
Şimdi kamuoyunun önünde çok önemli bir görev durmaktadır: CMAC örgütlenmesi
içinde yer alan işadamları ve işçi temsilcileri kimlerdir? Hangi din adamları ve polis
şefleri bu örgütlenme şeması içerisinde görevlendirilmiştir?
Yukarıda sayılan diğer grupların temsilcileri kimlerdir?
Kontrgerilla örgütlenmesinin bu geniş yelpazesi içerisinde yer alanlar, 1950'li
yıllardan bu yana Türkiye'yi 'Küçük Amerika' yapmak için ABD emperyalizminin
çıkarlarına hizmet eden siyasi iktidarlar ve onların yardakçıları arasında aranmalıdır.
1950'li yıllardan beri, gerek olağan ve gerekse olağanüstü siyasal koşullarda,
bulundukları makamlardan „ hiç 'oynamayan' kişiler arasında kimlerin kontrgerilla
örgütlenmesi içinde bulunduğu saptanmalıdır.
Kontrgerilla örgütlenmesi içerisinde yer alan kişileri tanımak için, AFC'den
Fullbright'a, Fullbright'tan EEF (Eisenhower Exchange Fellowship) bursuna kadar
uzanan sayısız ABD bursundan yararlananların listeleri incelenmelidir. 1973 yılında
İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yaptığım Savunmada Süleyman
Demire!' in EEF'li bursundan yararlanan ilk Türk olduğunu belirtmiştim. Bu burstan
bugüne kadar 23 kişi yararlanmıştır. Bu yıl Türkiye ABD' nin gözdesi olduğu için, tüm
kontenjan Türkiye' ye ayrılmıştır. Şimdi Nejat Eczacıbaşı başkanlığında kurulan bir
heyet tarafından, EEF'li bursuna gidecek kişilerin tespiti yapılmaktadır.
AID ve CIA burslarından yararlanarak ABD ve Batı Almanya'daki özel okullarda özel
eğitimden geçirilen, güvenlik ve istihbarat örgütlerine mensup sivil ve asker kişilerin
kimlikleri saptanmalıdır.
Bu konuda en iyi tanıklardan birisi, daha önce sözünü ettiğimiz CIA eski
başkanlarından Stanfield Turner'dir. Turner, gene 'CIA- Gizlilik ve Demokrasi'
başlığı altında yayımlanan anılarında şunları söylüyor:
"1967 yılında CIA'nın yurt dışındaki 'yararlı dost ve unsurları' desteklemek için
harcadığı para yılda on milyon dolara yükselmişti. Bu paranın büyük bir bölümü bizim
sendikalar, öğrenci dernekleri, özel kuruluşlar aracılığıyla yurt dışındaki benzeri
kuruluşlara aktarılıyordu. Bizim sendikalar, demekler bir tür paravan kuruluş görevi
yaparak, para kaynağının CIA olduğu gerçeğinin öğrenilmesini önlüyordu. Böylece,
bizden para alan yabancı sendika ve derneklerin 'Amerikan kuklası' diye anılmasını
da önlüyorduk Bu öylesine büyük bir operasyondu ki,Ford, Rockefeller ve Carnegie
Vakfı dışındaki yabancılara burs veren kurumların 1963-1967 arasında harcadığı
paranın üçte biri CIA'dan geliyordu." (Aktaran: Şahap Balcıoğlu, Görüşler-Görüşmeler, s. 390)
Sinai Kalkınma Bankası, bu alanda çok önemli bir kuruluştur. Sinai Kalkınma
Bankası, Türkiye'de işbirlikçi özel sektörü palazlandırmak için kurulmuştur. Bankanın
yabancı kökenli sermayesi, Avrupa Kalkınma Bankası, Uluslararası İmar ve
Kalkınma Bankası (IBRD) ile International Finance Cooperation'a aittir. Sinai
Kalkınma Bankası'nın iştirakçileri arasında çok önemli bir kuruluş daha vardır:
Amerikan Kalkınma Teşkilatı (AID). AID konusuna aşağıda tekrar döneceğiz, ama
hemen belirtelim ki AID, ABD'nin bir casusluk örgütüdür. Eski CIA ajanı Philip Agee
'CIA Günlüğü' adıyla yayımladığı kitabında AID'ı "geri kalmış ülkelerde CIA için
paravan görevi yapan bir örgüt" olarak tanımlamaktadır.
Daha 1989 yılında AID'ın Türkiye'nin önde gelen özel sektör örgütleri ile işbirliği
yapacağı açıklanmıştı. Hatta ABD Büyükelçisi Abramowitz ile TOBB Başkanı Ali
Coşkun'un imzaladıkları bir de anlaşma parafe edilmişti. Anlaşmanın
imzalanmasından bir hafta kadar önce, Ali Coşkun "bu uzman kuruluşun bilgi
birikiminden yararlanacağız" (Cumhuriyet 2 Ağustos 1989) diye demeç de vermişti.
AID'ın bilgi birikiminden' nasıl 'yaralanıldığını' araştırmak önemlidir. Kontrgerilla
örgütünün işadamları arasına uzanan kollarını saptayabilmek için, Sinai Kalkınma
Bankası 'teşviki' ile palazlanmış sermaye grupları üzerinde bir araştırma yapılmalıdır.
12 Mart Muhtırası'nın altına Genelkurmay Başkanı olarak imza atan Orgeneral
Memduh Tağmaç'ın, emekli olduktan sonra Sinai Kalkınma Bankası'nın Yönetim
Kuruluna getirilmiş olmasından da ilginç bir rastlantı olarak söz edebiliriz.
AID 19601ı yılların sonunda, gelişen anti-emperyalist öğrenci hareketinin de boy
hederi haline geldi ve deşifre oldu. Bunun üzerine ABD 1971 yılından itibaren, AID'ın
etkinliklerini bir yandan bir kısım vakıflar aracılığı ile sürdürmeye çalıştı, bir yandan
da AAFLI (Asya-Amerika Hür Çalışma Enstitüsü)' yi devreye soktu. Bu tarihten
itibaren AID'ın bir kolu olarak çalışan AAFLI, özellikle sendikalara mali destekte
bulunmakta ve sendika ağalarını ABD'de özel eğitimden geçirmektedir. Kontrgerilla
örgütlenmesinin, işçi sendikalarındaki ve işçi temsilcileri arasındaki kolları için,
ABD'de eğitim gören sendika bürokratlarının listelerine göz atmak gerekir.
Kontrgerilla örgütlenmesinin, basın-yayın organlarındaki uzantıları, ABD
emperyalizmine sözcülük yapan ve aynı zamanda uluslararası tekellerin
mümessilliğini üstlenen kişiler arasında aranmalıdır.
AID Askeri Darbe Örgütlenmesinin de İçinde
Yeniden AID konusuna dönmemiz gerekiyor. Çünkü AID'in etkinlikleri ve işlevi,
yukarıda izah etmeye çalıştığımız sınırların çok ötesindedir. AID örgütü, Belge - 7'
'deki şemada da görülebileceği gibi ABD istihbarat temsilcilerinin yanında, azgelişmiş
ülkelerdeki askeri darbe örgütlenmesi içerisinde de yer almaktadır. İlgili şemaya 1977
yılında 7 Gün dergilerinde yayımlanan 'iktidarların Çeteleşmesi ve Bürokrasi'
başlıklı bir dizi yazıda yer vermiştim. 1989 yılında Doruk Operasyonu adlı kitabıma
yeniden alma gereğini duymuştum. Şimdi tekrar ediyorum.
Şemadaki ACC simgesi, Area Coordination Center ibaresinin kısaltılmışıdır ve
Bölge Koordinasyon Merkezi anlamına gelmektedir, Ev Sahibi Ülke
Koordinasyon Merkezi şeklinde de düşünülebilir.
Bölge Koordinasyon Merkezi'nin örgütlenme şemasında Amerikan Uluslararası
Kalkınma Örgütü temsilci(leri)si, USAID Representative (s) ve Amerikan İstihbarat
Ajanları temsilci(leri)si, USIA Representative (s) resmi ABD talimnamelerinde yer
almaktadır.
Şema'da görüldüğü gibi Kontrgerilla örgütlenmesinde, "u askeri ve sivil güçleriyle,
ABD'yle işbirliği içine giren ülke anlamında kullanılan Host Country-Ev Sahibi Ülke'nin
asker ve sivil güçleri işbirliği içinde çalışmaktadırlar.
Bu örgütlenmenin Türkiye'deki benzeri, Belge - 8' de örgütlenme şemasını verdiğimiz
Bölge Koordinasyon Merkezi veya Sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi'dir. Bu
örgütlenme içerisinde de, aynı örgütlerin temsilcileri yer almaktadır. ACC'nin görevi,
bu örgütlenme modeli ile bölgesel-ülkesel planda Sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi'ne
aktarılmıştır.
AID, bu işlevlerine koşut olarak, aynı zamanda, 'temizlik ve pasifikasyon harekatı'
düzenleyerek olağanüstü dönemlerde, ABD çıkarları karşısındaki yurtseverlerin
etkisiz hale getirilmesinde ve azgelişmiş ülkelerin güvenlik örgütü mensuplarına
adam öldürme yöntemlerinin öğretilmesinde de görev almaktadır.
Burada ilginç bir koşutluğa daha dikkati çekmemiz gerekiyor: Kontrgerilla-Gladio türü
örgütlenmelerin koordinasyonunu sağlamak için Belçika'daki NATO karargahında
kurulan örgütün simgesi de ACC'dir, ACC, Allied Coordination Comitee, (Yazarın
Notu: Leo A. Müller'in Gladio-Kontrgerilla, Soğuk Savaşın Mirası/Pencere Yayınları,
çeviren Emin Karaca, kitabının 43. sayfasında bu örgütün ismi Clandestine
Coordination Comitee olarak geçmektedir) Müttefik Koordinasyon Komitesi
isminin kısaltılmış şeklidir.
1990 ve 1991 yıllarında, bu konuda Alman basınında, özellikle Der Spiegel
dergisinde ve Die Tageszeitung gazetesinde ayrıntılı açıklamalar yayınlanmıştır.
Koordinasyon Görevi Cumhurbaşkam'nda
Nokta dergisinin yukarıda sözünü ettiğim sayısında yayımlanan demecimde,
Kontrgerilla
örgütlenmesinin
bilinen
sınırlarının
da
ötesine
geçerek
Cumhurbaşkanlarına da görev yüklediğini açıklamıştım. Son derece iddialı bu
saptama, basın organlarında yankı bulmadı, sadece Özgür Gündem gazetesinin 13
Aralık 1992 tarihli sayısında bir haber olarak yer aldı.
Nokta dergisinin, daha sonraki sayılarında yayımlamaktan kaçındığı şemayı bir belge
olarak ekte sunuyorum. (Belge- 9)
ST 31-15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi'nin 'Harekat
Anafikri ve Sevk-i İdaresi' başlığını taşıyan İkinci Bölüm Birinci Kısım 'Komuta ve
Kontrol' 'Soğuk Harp Durumları' ara başlığının 11. maddesinin (b) ve (c) şıklarında
Cumhurbaşkanına verilen görev şu şekilde formüle edilmektedir:
"b. Her memleketteki Türk diplomatik misyon şefi, Türkiye Cumhuriyetinin bir
mümessili sıfatıyla, kaide olarak dış politika konusunda bir hükümet ve Türkiye
Cumhuriyetinin bu memleketlerdeki bütün makam ve hizmetlere mensup temsilcilerinin faaliyetlerinde kıdemli koordinatör durumundadır. Bazı hallerde, diplomatik
temsilcilik mevcut olmayabilir veya diplomatik temsilci ile askeri komutan arasındaki
münasebet, Cumhur reisi tarafından ayrıca çizilebilir.(Şekil 3)
c. Bir soğuk harp durumunda birleşik kuvvet karargahları veya müşterek ya da
kombine komutanlıklar gayrinizami kuvvetlere karşı harekatı idare edebilirler. Bu
harekata, ev sahibi durumundaki memleketin iştiraki normaldir ve genel olarak bir
kombine komutanlığı zaruri kılar.
d. Sivil kontrol ve idare ile ilgili sorumluluk, ev sahibi hükümetle varılan anlaşmalarda
açıkça belirtilir ve kaide olarak, mümkün olan azami ölçüde, meşru şekilde kurulmuş
hükümete verilir. Askeri kuvvet komutanına, eğer sivil sorumluluk verilmişse
taşmalarda, genel olarak, kurtarılmış ve emniyet altına alınmış bölgelere ait bütün
sorumlulukların, askeri durum müsaade eder etmez, mahalli makamlara
devredileceği ifade edilir."
Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesinde ve ekli şemada da
görülebileceği gibi, 'gayrinizami savaş' içinde Cumhurbaşkanı da, bir koordinatör
olarak bulunmaktadır. Sadece Türkiye'de değil, tüm NATO ülkelerinde
Cumhurbaşkanlarına bu görevi yükleyen, ABD kaynaklı FM 31-15 simgeli
talimatnamedir. İtalyan Cumhurbaşkanı Cossiga'nın Gladio ile ilişkisi açığa çıktıktan
ve Gladio Skandalının bütün Avrupa'yı sarsmasından sonra "Ulusa hizmet eden bir
sırrın parçası olduğumu söylemekten gurur duyarım" (International Herald Tribüne,
13 Kasım 1990) şeklindeki demeci anımsanmalıdır.
ABD'nin yeni Başkanı Clinton, selefleri gibi, ABD'nin ulusal ve evrensel çıkarlarını
korumak için yemin ederek görevi teslim aldı. Kuşkusuz bir ülke Başkanının, kendi
ülkesinin çıkarlarını korumasından daha doğal bir şey olamaz. İtirazımız bu noktada
değil. İtirazımız, sözünü ettiğimiz talimnameye uyarak, ABD dışındaki ülkelerin Devlet
Başkanlarının veya Cumhurbaşkanlarının ABD çıkarlarını savunma konumunda
olmalarıdır.
Sorunun çok ilginç bir boyutu daha var: Talimname uyarınca Kara Kuvvetleri
Komutanı, Cumhurbaşkanına görev vermektedir. Bu durum, Anayasa'nın görev-yetki
hükümleri ve hiyerarşik örgüsü ile nasıl bağdaşmaktadır? Dahası Cumhurbaşkanları
talimname ile kendilerine verilen görevin farkında mıdırlar?
ABD kaynaklı FM 31–15 talimnamesinden aynen tercüme edilerek 20 yıldan bu yana
ülkemizde uygulanmakta olan ST 31- 15 simgeli Kara Kuvvetleri Komutanlığı
Sahra Talimnamesi'nin önemli bazı maddelerini ek olarak kitabıma alıyorum. (EK6)Anayasa ve yasal sistemin üzerinde olduğunu kendi resmi Talimnamesi ile
1965'den beri açıklayan bir kuruluşun, demokrasi anlayışıma aykırı olduğunu 1973
yılından beri iddia ediyorum.
Başta parlamento olmak üzere, tüm demokratik kuruluşların yetkililerine ve resmi
devlet yetkililerine yeniden sormak istiyorum: Bu tip kuruluşların denetimden
çıkabileceğinin eski bir Genelkurmay Başkanının ağzından dahi itiraf edildiği bir
ülkede, kendini yasaların üstünde bir statüye oturtan böylesine bir yapı(lanma)ya
daha ne kadar tahammül edilebilir?
'Güneyden Gelen Tehdit' ve ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı
19. yüzyılın başında, ABD'nin çocukluk döneminde, Başkan Monroe Amerika
Amerikalılarındır' şeklinde ifade edilen ve kendi adıyla anılan bir doktrini formüle etti.
ABD, tüm Amerikan kıtasını, kendi mutlak egemenliği altında görüyordu.
İkinci Dünya Savaşından sonra ilan edilen Soğuk Savaş Döneminin kurumlarını
'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' başlığı ile yayımlanan çalışmamda açıklamıştım.
Orada da görülebileceği gibi, bu konudaki kuramların bir bölümü, John F. Kennedy
tarafından formüle edildi. Nitekim bu amaçla, Ford Bragg'da kurulan okula J.F.
Kennedy Özel Savaş Okulu adının verilmesi uygun görüldü.
ABD, özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra, yavaş yavaş İngiliz emperyalizmini
teslim almaya başladı, İkinci Dünya Savaşından sonra da dünya emperyalizminin tek
sözcüsü konumuna yükseldi. AGİK'e kadar devam eden süreçteki özel savaş
yöntemlerinin ABD açısından bir başarı olduğunu söyleyebiliriz.
Günümüzün 'Yeni Dünya Düzeni1 yutturmaca sı ve abartılmış Kuzey-Güney
çelişkisi olgusu temelinde formüle edilen Hafif ve Orta Yoğunlukta Çatışma
Doktrinleri, petrol üreticisi İslam ülkeleri başta olmak üzere hammadde kaynaklarına
sahip üçüncü dünya ülkelerindeki her türden karşı-çıkışı/koyuşu bastırmayı
hedeflemektedir. İçinde bulunduğumuz koşullarda 'host country-ev sahibi ülke'nin
(daha geniş bilgi için bkz.Talat Turhan, Doruk Operasyonu, Sorun Yayınlan, 1989 ,s.
155-166) ya da emperyalist tanımlama ile 'sadık müttefik' olduğunu kanıtlayan
ülkelerin güvenlik-istihbarat örgütleriyle silahlı kuvvetlerinin, ABD emperyalizminin
çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi sürecini yaşamaktayız.
1990 yılından bu yana ülkemizin bir Kontrgerilla Cennetine dönüştüğünü iddia
ediyorum. Nedenlerini de açıklıyorum:
1990 yılında imzalanan AKKA Anlaşması gereğince, 39. paralelin güneyi ve ek
olarak da Mersin Limanı, hem konvansiyonel, hem de paramiliter güçler açısından
indirim kapsamı dışında tutuldu. Eski NATO stratejisine hakim olan 'Kuzeyden gelen
tehdit1 olgusunun, yeni NATO stratejisine göre 'Güneyden gelen tehdit' olgusuna
dönüştürülmesi suretiyle, özel savaş örgütlenmesinin de stratejik gerekçesi
hazırlanmış oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değişen dünya koşulları çerçevesinde
yeniden örgütlendirilmesi olgusu, ABD ve NATO tarafından gündeme getirilmiş ve
yeni planlamaya uygun olarak da özellikle Körfez Savaşından sonra Türkiye adeta
askeri malzeme akınına uğramıştır. Yeni örgütlendirme projesine göre, Türk Kara
Kuvvetlerinin üçte ikisinin komando tugaylarından oluşacağı öngörülmektedir. 'Özel
Savaş Terör ve Kontrgerilla' çalışmamda da açıkladığım gibi, komando birlikleri
özel savaş örgütlenmesinin, görünen legal bir biçimlenmesidir. Kennedy'nin
tanımlamasına göre, "bu savaş gerillaların, yıkıcı unsurların (..) yaptığı bir savaştır.
Çarpışma yerine pusu kurma, tecavüz yerine sızma, düşmanla yüz yüze dövüşme
yerine onu yıpratma ve takatten düşürme yolu ile zafere ulaşmak istenen bir savaştır.
Bu savaşlar, ekonomik huzursuzluklar ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni
bir strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısı ile yeni ve bambaşka bir eğitime
ihtiyaç vardır." (Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla, s. 44) Özel Harp
Dairesi eski Başkanlarından emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun tanımlaması
ile de "en basit direnişten başlayarak, şiddet kullanmaya kadar uzanan bir seri
mukavemet faaliyeti" (Silahlı Kuvvetler Dergisi, Mart-1976, sayı: 257) özel savaş
kapsamı içinde değerlendirilmektedir.
Bu durumda, böyle bir örgütlenmeyi öngören güçlerin, ülke içindeki demokratik
eylemlilikleri ve etnik oluşumları bastırmanın yanında, ülkemizi, kendi amaçları
doğrultusunda İslam ülkelerine yönelik olarak kullanmayı düşündüklerini
varsaymalıyız.
ABD'nin ilk kez, Amerika Amerikalılarındır' sloganıyla Amerika kıtasını mutlak
egemenliği altına alması, özel savaş örgütlenmesi ile birleşti. Panama ABD üslerinde
Southern Command'a bağlı Kontrgerilla Okulları (Escuela De Las Americas)
kuruldu. 40 değişik kursta, bugüne kadar 30-40 bin askeri personel eğitildi. Bunlardan
170'i, ülkelerinde Devlet Başkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı gibi
üst düzey görevlerine geldiler. Şili ve Arjantin cunta liderleri de bu kurslardan
geçmişlerdir. Meksika eski Devlet Başkanlarından Luis Echeverria aynı zamanda ^
CIA ajanıdır ve örgüt arşivinde Litempo–14 kod adıyla kayıtlıdır. (Cumhuriyet, 5
Ocak 1975 ) Kosta Rika eski Cumhurbaşkanlarından Jose Figures CIA hesabına
30 yıl çalıştığını ve örgütle 200 değişik konuda işbirliğine girdiğini, Latin Amerika
ülkelerinin birçok devlet adamı için de aynı şeyin söylenebileceğini ifade ediyor.
(Talat Turhan, Savunma, 8. Klasör, sayfa 4; Cumhuriyet, 15 Mart 1975)
Kuşkusuz ABD'nin özel savaş örgütlenmesi sadece Amerika kıtası ile sınırlı kalmadı,
bütün dünyaya yaygınlaştırıldı. NATO ve Avrupa ülkeleri, Belçika'daki NATO
karargahından yönlendirilmekte ve açıkladığımız gibi ACC (Allied Coordination
Comitee) tarafından idare edilmektedir. Bu örgütlenmenin askeri kuruluşu Almanya'dadır. ABD'nin Almanya'daki Komutanlığı Badötlz'dedir. Bu komutanlığa bağlı
olarak Oberammergau'da 20. Özel Kuvvetler Komutanlığı, Ayaklanmalara Karşı
Koyma Okulu ile İstihbarat Okulu bulunmaktadır. Paraşüt Okulu da Songau'dadır.
Bütün NATO ve Avrupa ülkelerinde görev yapan özel kuvvet birimlerinin elemanları
bu okullarda yetiştirilmektedir. Kuruluş şeması aşağıdadır.
ABD ÖZEL KUVVETLER
KOMUTANLIĞI
A Özel Harekat Timi
A+A= 2 Özel Harekat Müfrezesi
B Özel Harekat Timi A+A+A= 3 Özel Harekat Müfrezesi
C Company
Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı birim ve timlerim amacının doğrudan savaşmak
olmadığı, müttefik ülkelerdeki benzeri örgütleri 'savaştırmak, savaşa hazırlamak'
olduğa bunun gerçekleştirilmesi için de:
1. Mahalli gerillayı ya da kontrgerillayı örgütlemek
2. Donatmak
3. İndoktrine etmek
4. Eğitmek
5. Yönetmek
olduğu formüle edilmektedir.
Bir özel harekat timi subay sınıfından 1 komutan ve subay/astsubay sınıfından 10
eleman olmak üzere toplam 11 kişiden oluşmaktadır.
Bu açıklamalardan ve örgütsel modellerden iki önemli sonuç çıkarabiliriz:
Birincisi, ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı kendisini rizikoya atmıyor. Bu görevi, 'ev
sahibi' ülkelerin koşut örgütlerine veriyor. ABD kendi amaçlarının gerçekleştirilmesi
için 'ev sahibi' ülkelerin özel kuvvetlerini kullanıyor.
ikincisi, Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın yerüstü birimlerinin 11 kişilik çekirdek bir
kadrodan oluşması, ülkemizde yetkililerin bu konuda yaptıkları açıklamalarla
paralellik gösteriyor. 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla' adlı çalışmamda, Özel
savaşın yeraltı birimi olan Gladio türü örgütlerden yeterince söz etmiştim.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Milliyet gazetesinin 5/6 Eylül 1992
tarihli sayılarında yayımlanan demecinde, İngiltere'de SAS'a, ABD'de Delta Forces'a
gönderme yapıyordu. Bunlara Alman Grenz Schütze Gendarmerid Neuen (GSG-9)
örgütünü eklemek gerekir.
GSG-9 timleri, Alman polisinin en önemli birimi olarak biliniyor. Milliyet gazetesinin
11 Aralık 1992 tarihli sayısında, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde görev yapmakta
olan özel harekat timlerinden seçilecek 10 kişilik bir grubun, GSG-9 timlerinde
eğitilmek üzere Almanya'ya gönderileceği, üçer aylık periyotlarla bu grupların sürekli
yenileceği haberi yer alıyordu.
Kural olarak bu tip örgütler, CIA'nın denetimindedir. Buna karşın, adı geçen örgütler
kendi ülkelerinin istihbarat örgütlerinden bağımsız çalışırlar, gerektiğinde sadece
işbirliği yaparlar. Bu konudaki tek istisna, İsrail'de benzer amaçlarla kurulan Shin
Beth örgütüdür. ShinBeth Mossad'ın denetimi altında çalışır.
Adı ve varlığı da, bir örgüt ajanının 4 Ocak 1993 tarihinde Hamas tarafından
öldürülmesi olayı (Bkz. Cumhuriyet, 5 Ocak 1993) üzerine kamuoyunca bilinir hale
geldi.
Sonuç
Görüldüğü gibi ABD emperyalistleri kendi çıkarlarını güvence altına almak için, bütün
dünyaya tepeden tabana kadar örgütlenmişlerdir.
Sivas Kongresinden başlayarak Ulusal Kurtuluş Savaşımızın temelinde, Amerikan
mandacılığına karşı tam bağımsızlığı savunan yurtseverlerin hamuru vardır.
Türkiye'yi 'Küçük Amerika' yapmak için yola çıkmış olanların, ülkemizi getirmiş
oldukları bağımlılık bataklığı bütün iğrençliği ile artık gizlenemez olmuştur.
Türkiye'nin önünde sadece demokrasi savaşımı değil, İkinci Kurtuluş Savaşı da
vardır..Bu savaş demokratik yöntemlerle yürütülmesi gereken uzun erimli bir
mücadeleyi gerektirmektedir.
1947'dan bu yana ABD emperyalizminin ülkemiz üzerinde ilmik ilmik ördüğü ihanet
ağları tek tek sökülüp atılmadan ve bağımsızlık bilinci benimsenmeden, Kontrgerilla
tartışmalarını sürdürmeye devam edeceğiz.
20 yıldan bu yana bu konuda öne sürdüğüm savları doğruladığı için, Tempo
dergisinin 5 Ocak 1993 tarihli sayısında yer alan ve Diplomalı Ramolar-Hem Katil
Hem Kurtarıcı' başlığı ile yayımlanan bir yazıyı ekte aktarıyorum. (EK- 7)
Bizler, bu tip örgütlerin, 'kurtarıcı' olarak kullanılması amacıyla, 20 yıldan bu yana
kavga veriyoruz.
EK–1
ANSİKLOPEDİK BİLGİ
KONTRGERİLLA SAVAŞI
Encyclopedia Britannica
Aşağıdaki metin, Encyclopedia Britannica'nın İngilizce baskısının 10. cildinin 10001005. sayfaları arasında yer alan Guerrilla Warfare maddesinin, Countrguerilla
Warfare ara başlığı altında yer alan bölümünden aktarılmıştır. Devamına
kaynaklarını da koyuyoruz. Kaynaklar arasında yer alan David Galula-Counter
Insurgency Warf are (1964) başlığı ile yer alan kitabın, Türkiye'de Genelkurmay
Basımevi tarafından 1965 yılında Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri adıyla
yayımlandığını kaydetmemiz gerekiyor.
Kontrgerilla Savaşı: Tüm gerilla yapısının askeri ve politik olarak, tecrit ve yok
edilmesini öngören bu tip savaşı sürdürmede Ortodoks görüşlü askeri komutanlar,
geleneksel bir savaş durumuna, sonuçlarına bakıldığında, daha uygun düşen geniş
çapta silah ve taktikler kullanmaya başlamış ve kullanmaya da devam etmektedirler:
Şüpheli sığınak ve barınak bölgelerinin topyekûn bombalanması ve yoğun top
ateşine tabi tutulması, sonunda sadece birkaç gerillanın ele geçirilmesi ya da
öldürülmesi ancak tüm köylerin, tümen ve kıtaların gerçekleştirdiği "temizlik"
operasyonları sonucu imha edilmesi, (...) ileri karakollar zinciri oluşturulması yoğun
halde kitle tutuklamaları ve sorgulardan dikkate değer bir başarı sağlanamamıştır.
Albay Trinquier'in, devrimci mücadeleyi konu alan kitaba yazdığı bir önsözde
Berrard Fail, konuyla ilgili şunları yazıyordu: "Amerikalı okuyucular, özellikle
bugünkü, Güney Vietnam'daki operasyonlarla ilgilenenler, ABD'nin, stratejik
köylerden başlayarak geniş çaplı pasifikasyona kadar uzanan uygulamalarının,
görünürde 'yeni' isyan-karşıtı oyunlarının, yalnızca eski taktiklerin provaları olduğunu
hayretle göreceklerdir. Helikopterler, yabani otları öldüren zehirli ilaçlar ve hızlı ateş
eden tüfekler, bu eski taktikleri, mücadelenin karakterini ve sonucunu, Fransızların
yaptığı politik yanlışlar tekrarlandığı sürece, değiştirmez, onun sadece hız ve akışına
yeni bir boyut getirir."
Fall'ın çıkarsaması, her ne kadar, Mao Zedung'un devrimci mücadeleyi belirli
yasalara bağlama çabasının gerçekçi bir değerlendirmesinden kaynaklanıyor olsa da,
diğer isyancı önderlerin de belirttiği gibi devrimci bir bildiri sayılamazdı. Tarih boyunca
uluslar, ayaklanmalara politik hatalar yüzünden katılmışlardır ve askeri komutanlar da
politik belirsizlikleri yüzünden bu ayaklanmaları bastırmada başarısızlığa
uğramışlardır.
Politik faktör daima önemlidir, komünist devrimci mücadelede her şeyin üstündedir.
Eğer komünist gerilla halkın desteğini alamazsa —eğer denizinde barınan bir balık
gibi değilse— hiçbir zaman rahat hareketlilik sağlayamaz. Sonuç olarak, hükümet,
gerek gerillayı halk desteğinden yoksun bırakmak, gerekse de onu yok etmek için
gerek duyduğu bilgiyi sağlamak için halkın desteğini kazanmak zorundadır. Gerilla
birliklerini dağıtmak ve tek tek gerillaları öldürmek meseleyi çözmez. Bir hükümet her
bir isyanın arkasında bulunan yıkıcı örgütü tamamen ortadan kaldırdığında, güçlü ve
istikrarlı bir yapıya kavuştuğunda ancak başarıya ulaşmış sayılabilir, bu da Fransız
subayı General Allardın, "imha" ve "inşa" gibi çok yerinde sözcüklerle tanımladığı zor
bir süreçtir.
Filipinler ve Malaya örneklerinin ortaya koyduğu gibi, is-yan-karşıtı hareketlerle,
komünist gerilla güçleri nihai olarak yenilgiye uğratılabilir, ancak tamamen ortadan
kaldırılamaz. Ancak galibiyet, bir dizi sivil ve askeri önlemin -sosyal, ekonomik,
polisiye ve askeri etkenlerin bileşimi- sabırlı ve basiretli bir uygulaması sonucunda
elde edilebilir. İsyan-karşıtı kampanya süresince bu etkenlerden biri ya da diğeri
geçici olarak ön plana çıksa da, sonunda hepsi de politik etkene bağlı kalmak
zorundadırlar.
Gerçekten de karşı-isyancı bir mücadelenin yürütülmesinde politik gerçekçilik en
başta gelen öğedir. Güçlülüğün olduğu gibi zayıflığın; başarının olduğu gibi
başarısızlığın da taranması gerekir. Bir ayaklanma hükümetteki bir bozulmayı ifade
eder, zira bu durumda bir azınlık grup, diğer insanları da kendi davalarını, aktif ya da
pasif olarak desteklemeye zorlayarak, kanun ve düzene karşı baş kaldırabilmiştir.
Komünist bir ayaklanmanın başlangıç gamasında "seçici terörizmin beslediği yıkım"
olarak tanımlanabilecek olan olay olduğu gibi kabul edilmeli ve özel hükümet
önlemleriyle -açık ya da kapalı- karşılanmalıdır. Çünkü bu safha genelde kapalı
safhadır. Hükümet, genellikle de polis, iç zayıflığın, beceriksizliğin ve çürümenin
hakim olduğu böyle bir ortamda ya da bir dış etkenin -genellikle savaş- hükümetin
normal işlerliğini engellediği koşullarda, çok ustaca hareket etmek zorundadır. Bu
durumlarda ayaklanma genellikle, gerilla mücadelesini gündeme getiren ikinci "silahlı
mücadele" aşamasına girer.
Bir ayaklanmanın başlangıç aşaması ya da aşamalarında, hükümet genellikle
savunma durumundadır. Bu, Malaya'da, hükümetin "isyancıların hükümeti ele
geçirmesini engellediği ve isyanın büyümesini durdurduğu" bir süreçti. Esas görev,
polisiye ve askeri önlemlerle, gerilla birliklerini —tamamını imha etmeye teşebbüs
etmeden— parçalayıp dağıtmak idi. Bu operasyonlar, "düşman gücünün
parçalandığı" bir ikinci aşama olan saldırı aşaması için hükümete, güçlerini -sadece
asker ve polis değil- sevk edip harekete geçirmede zaman kazandırmıştı. Son aşama
ise, bir yandan bağımsız ve kalıcı bir hükümet inşa ederken, diğer yandan gerilla
güçlerinin son kalıntılarının da yok edildiği zafer aşaması idi. (R.L. Clutterluck, The
Long, Long War)
Malaya'daki kontrgerilla savaşına katılmış emekli bir asker, hükümetin başarısını,
herhangi bir isyan-karşıtı hareketin yürütülmesinde esas olan bazı temel ilkelere
bağlar: 1) Hükümet, politik ve ekonomik olarak dengeli ve güçlü, özgür, bağımsız ve
bütünlüğünü sağlayabilmiş bir ülke inşa edip varlığını koruyacak net bir politik amaca
sahip olmalıdır; 2) Gerillaları ortaya çıkarma, tesirsiz hale getirip imha etmede
hükümet, ne kadar tahrik edilirse edilsin, yasalar çerçevesinde hareket etmeli ve de
yalnızca gerillaları yenilgiye uğratmayı değil, temelde tüm politik yıkıcılığı yok etmeyi
esas alan bir isyan-karşıtı plan geliştirmelidir; 3) Saldırı aşamasında, hükümet saldırı
taktiklerinden önce üs bölgeleri kurmalıdır (Thompson).
Bu ilkelerin kontrgerillanın faaliyetlerini gereksiz yere sınırlandırmaması gerekir. Pek
çok yetkili, çoğunlukla sert olsa da, olağanüstü hal yasalarının gerekli olduğu
konusunda hemfikirdir. Malaya'da bu önlemler şunları içeriyordu: Mecburi nüfus
sayımı, kimlik kartı taşıma zorunluluğu, ihzar emrinin askıya alınması, arama
belgesine gerek duymadan kişilerin özel eşya ve makamlarının aranması, ruhsatsız
silah taşıyanların idam cezasına çarptırılması, komünistlere yardım edenlere sert
cezalar verilmesi, sokağa çıkma yasağının rahatça uygulanması… Daha sonra
bunlara ek olarak, tüm köylerin yerleşim düzenini değiştirmek, yiyecek dağıtımını,
isyancı güçlere yardım etmekle suçlananlar için ölüm cezasını da içeren ağır
cezalara başvurarak denetlemek gibi olağanüstü önlemlere de başvuruldu.
Elbette bu uygulamalar ya da önlemler cazip değildir. Eğer ayırım yapılmadan
bunlara başvurulursa, halkın, zaman zaman olduğu gibi ne yazık ki hükümete
yabancılaşmasına, soğumasına neden olur. Ama yerinde ve makul bir tarzda
uygulandığı taktirde bu önlemler, güvenlik güçlerinin ve polisin halkın güvenliğini,
kanun ve düzen hakimiyetini sağlamasını büyük ölçüde kolaylaştırmış olur, aynı
zamanda kontrgerilla operasyonlarının daha sağlıklı ve güvenlikli yürütülmesi için de
gerekli istihbaratı sağlar.
Böylesi operasyonlar tümüyle düşmanın (isyancıların) gücü ve operasyon bölgesi
hesaba katılarak planlanıp yürütülmesi gerektiğinden değişiklik gösterirler.
Hükümetin, her şeyden önce yükümlü olduğu şey kanun ve düzen hakimiyetini polisin görevini kırlara da kaydırarak- sağlamaktır. Bu yöndeki askeri harekat esas
olarak, gerilla güçlerini parçalayıp dağıtacak ve daha sonra güvenilir istihbarata
dayanan devriye ve pusu taktikleriyle, onları inisiyatiften yoksun kılacak olan
"temizlik" operasyonları üzerinde yoğunlaşır. "Temizlik" operasyonunu, "hükümetin
otoritesini restore edecek ... ve güçlü bir güvenlik bünyesi oluşturacak olan" "kontrolü
sağlama" operasyonu izler (Thompson) "Kontrolü sağlama" operasyonunun amacı,
birinci olarak, gerektiğinde hükümet güçleriyle işbirliği içerisinde çalışacak olan
örgütlü köy milislerinin desteklediği stratejik köylerle güvenliği sağlamak, ikinci olarak
da, hükümeti, halkın en hayati çıkarları ile bütünleştirecek olan sosyal reformları
(toprak reformu, okullar, hastaneler, kamu projeleri gibi) gerçekleştirerek halkın
"gönlünü ve kafasını" kazanmaktır. Bu hareket, bir kez başarılınca, halk, yerel
komünist örgüte ulaşıp onu yok etmek için güvenlik güçleri ve polise gerekli olan
istihbaratı sağlarken, aynı zamanda gerillayı da yaşamsal desteğinden yoksun
bırakacaktır. Gerillaları ele geçirmek -ki bunlar sonradan kendilerine karşı
döndürülecektir''- her türlü çabayı göstermesi gerektiği gibi, hükümet aynı zamanda
1950'lerde Filipinler'de uygulanan Ramon Magsaysay'in klasik programıyla aynı
çizgide olan bir 'defector' programı da oluşturmalıdır. (N. D. Valerino ve C.T.R
Buhaman, Kontrgerilla Operasyonları)
"Temizlik" ve "kontrolü kurma" operasyonları kontrgerilla savaşının başarısı için
temeldir. Malaya'da olduğu gibi, niteliksel olarak uygulandığı yerlerde başarılı olduğu,
Vietnam gibi niceliksel olarak uygulandığı yerlerde ise başarısız olduğu
kanıtlanmıştır. Hatta en uygun ortamlarda bile, çoğu hükümetler, "temizle ve ele
geçir" operasyonlarını, tüm bölgelerde aynı zamanda yürütmek için gerekli sivil, polis
ve askeri kaynaklardan yoksundurlar. Bu nedenle, askeri hareket ikincil derecede
operasyonları sadece daha az önemde olan yerlere yöneltmek zorunda kalabilir. Bu
operasyonların amacı sivil destek sağlanıncaya kadar gerillanın dengesini bozmaktır.
Böylesi operasyonlar, çok sayıda uçak ve helikopterin kullanıldığı geniş çaplı "silip
süpürme" eylemlerini; ayrıca, zaman zaman dost kabilelerin yardımıyla sürekli
pusular kurmayı, askeri birliklerin, hava desteğinde, gerilla sığınaklarının bulunduğu
bölgeye paraşütle indirildiği uzun dönemli gizli sokulma operasyonlarını kapsayabilir.
İsyancıların gücü ve yerel hükümetin zayıflığı nedeniyle, Vietnam'da olduğu gibi dış
yardıma başvurulabilir. Araç, malzeme, teknik eğitim ve danışmayla sınırlı
kalmadıkça dış yardım iki kenarı keskin kılıç gibidir. Eğer yardımı veren ülke,
çelişkinin boyutlarını olduğundan daha az değerlendirirse - Vietnam'da ABD'nin
başına geldiği gibi- iş askeri müdahalenin eşiğine gelebilir ve hatta inisiyatifi yerel
hükümetin elinden alabilir, bu durumda da, "ülkede emperyalist işgal var" şeklindeki
komünist propagandaya zemin hazırlanmış olunur.
Yasal Durum: Makul nedenlerden dolayı, Ortodoks görüşlü askeri bir komutan
gerillayı daima yasal konumun dışında saymıştır. Devrimci Savaşta Francis Merion
tarafından birkaç kez darbe yedikten sonra, İngilizler O'nun ne bir "centilmen" ne de
"Hıristiyan" gibi savaşmamasından yakındılar. Napolyon'un mareşalleri İspanyol
Yarımadasında
İspanyol-Portekiz
gerillalarına
karşı
şiddetli
misillemeye
giriştiklerinde, öldürülen her gerillaya karşılık, gerillalar da bir Fransız tutsağını
öldürüyordu. Bu "barbarca sistem" her iki taratın karşılıklı anlaşmasıyla sonuçlandı.
Aynı problem Amerikan İç Savaşında General Elazar A. Paine, gerillalarca
uygulanan usulsüz DİT saldırıya hedef olduğunda şunları söylüyordu- "Benim
bölgemde ele geçen her gerillayı kurşuna dizeceğim, şayet Güneyli kardeşlerimiz
karşılığında bir federal askeri öldürerek misillemede bulunurlarsa, gidip 5 zengin
bankerinizi ve pamukçunuzu diz çöktürüp kurşuna dizeceğim. Bunu yapacağım,
bunun için bana yardım et Allahım."
1874 tarihli Uluslararası Brüksel Konferansı, yasal olarak savaşan bir taraf olarak
tanınmak için, gerillaların belirli bir komutana bağlı olmaları, belirli bir elbise giymeleri
ya da arma takmaları, silahlarını açıkça taşımaları ve savaşın yasa ve geleneklerine
uygun davranmaları gerektiğini karara bağlamıştır. 1899 ve 1907de, savaş alanının
kuralları üzerine yapılan Hague konferanslarında, bu karar birkaç değişiklikle tekrar
benimsenmişti.
Hague kuralı esas olarak, gerilla savaşının avantajlarını geçersiz kıldığı için değil,
fakat aynı zamanda, sabotaj ve terörist taktiklerin, normal savaş kurallarının dışında
cereyan ettiği ve insanlık dışı sonuçlar doğurduğu için de geçerli olmuştur. Filipin
ayaklanmasından (1899-1902) bu yana gerillalar daima av gibi görülmüş, işkenceye
maruz bırakılmış ya da yargısız idama uğramıştır. Eski bir Fransız gerilla savaşı
emeklisi Albay Trinquier, Cezayir savaşı ile ilgili şunları yazıyordu: "Eğer mahkum
istenen bilgiyi verirse, sınav çabucak sona erer, yok vermezse, uzman elemanlar bu
bilgiyi ondan zorla almalıdırlar. Bu yüzden, bir asker olarak bugüne kadar sıyrılmayı
başardığı bu acıyı ya da ölümü göğüslemelidir. Terörist, bunu mesleğinin ve
mücadelenin bir gereği olarak görmelidir." 19. yüzyılın başlarındaki Yarımada
Savaşı'nda olduğu gibi, adil bir muamele bekleyemez durumda olan gerilla, İspanya
İç Savaşı'nda ve II. Dünya Savaşının partizan savaşında doruğuna ulaşan bir korku
çemberindeki haksız uygulamayı hep sürdüre gelmiştir.
Devrimci mücadelenin ortaya çıkışı, gerilla savaşının yasal yönlerini daha da
güçleştirmiştir. Uluslararası yasanın hangi maddesi gerilla güçlerine barınak sağlayan
bir komşu ülkenin yasallığını sorgulayabilir? Gerilla kılığına bürünen bir
kontrgerillanın yasal konumu nedir? Bir hükümetin, sıradan, masum vatandaşları
öldüren gerillalara genel af çıkarması, hatta bazen ödüllendirmesi ahlaki açıdan
doğru mudur? Yakalanan bir gerillanın kaderini kaprisli, kötü huylu bir askeri
komutanın eline bırakmak ahlaki yönden doğru mudur? Bir sivil hükümet, elde
edilecek istihbarat ne derece önemli olursa olsun, işkenceye göz yumabilir mi?
Vietnam örneğinde olduğu gibi ilan edilmeyen bir savaşta taraf olarak savaşan bir dış
güç olan Amerikan askerinin yasal konumu nedir?
Belki de, bu tür soruların güçlüğünden dolayı, gerillayı çeşitli defector programları
yardımıyla ehlileştirme, tutsakları da politik eğitim ve psikolojik ikna yoluyla
rehabilitasyona tabi tutma şeklinde bir eğilim gündeme gelmiştir.
Bu yeni yaklaşıma rağmen, gerilla belki de savaş alanının bir eşkıyası olarak
kalmaya devam edecektir.
KAYNAKÇA. —Sir John Fortescue, Wellington (1925); Deneys Reitz, Commando
(1929); Kari von Clausevvitz, On War, trans. by }. J. Graham, 3 vol. (1940); Stuart
Schram, Mao Tse-tung (1966); Richard Goocbvin, Triumph or Tragedy: Reflections
on Vietnam (1966); V. D. Sokolovskii, Soviet Military Strategy, trans by H. S.
Dinerstein et al. (1963); Charles Oman, A History of the Peninsular War, 6 vol.
(1902); Gabriel Jackson, The Spanish Republic and the Civil War, 1931-1939 (1965);
James Cameron, The African Revolution (1961); Jan Henderson and Philip C.
Goodhart, Man Hunt in Kenya (1958); Sun Tzu, The Art of War, trans. by S. B.
Griffıth (1963); George K. Tanham, Communist Revolutionary VVarfare, trans. by S.
B. Griffıth (1961); Peter Paret, French Revolutionary VVarfare from Indochina to
Algeria (1964); David Galula, Counterinsurgency VVarfare (1964); T. E. Lawrence,
Seven Pillars of VVisdom (1935); J. C. Beckett, The Making of Modern Ireland, 16031923 (1966); Richard Bennett, The Black and Tans (1959); Edgar Holt, Protest in
Arms (1960); Otto Heilbrunn, VVarfare in the Enemy's Rear (1963); N. D. Valerianö
and C. T. R. Bohannan, Counter-Guerrilla Operations (1962); G. Grivas, General
Grivas on Guerrila VVarfare (1965); Abdul H. Nasution, Fundamentals of Guerrilla
VVarfare (1965); Ernesto Guevara, Che Guevara on Guerrilla VVarfare (1960);
Roger Trinquier, Modern VVarfare (1964); Richard L. Clutterbuck, The Long, Long
War (1966); Bernard B. Fail, Hell in a Very Small Place (1966); L. Huberman and P.
M. Sweezy, Cuba: Anatomy of a Revolution (1960); Charles Thayer, Guerrilla (1963).
EK–2
NAZİ ARTIKLARININ KULLANMASI
VE KISSINGER’İN ROLÜ
Leo A. Müller
Nazi bilim adamları tarafından, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan Donanım
Araştırması (Operation Poperclip) ve Amerikan Gizli Servisi,CIC için Nazi savaş
suçlarına yardım hakkındaki araştırmalar o kadar açık gösterdi ki, komünistlere karşı
savaşta Amerikalılar hiçbir ideolojik, ahlaki vicdan azabı çekmiyordu. Gestapo'nun
adamı Klaus Barbie olayında açıkça görüldüğü gibi Amerikan CIC'ı aranan savaş
suçlularına gizli servis çalışmaları için silah temin etmişti.
Sert anti-komünist saldırıların bu döneminde Washington'da 'Psikolojik Savaş
Önderliği Şubesi' (PSB) kuruldu. Bu örgütlerin politik ve propagandif etkinlik içindeki
görevleri Avrupa'daki ilişkilerine yansıdı. Komisyonda, Dışişleri Bakanının sürekli
temsilcisi olarak Savunma Bakan Yardımcısı ve Haber alma Servisi'nin direktörü
temsil ediliyordu.
Başkan Truman'ın 4 Nisan 1951'deki "Psikolojik Strateji Şubesi" (PSB)'nin
kuruluşuna ilişkin direktifi yeni hükümet organizasyonunun dalı olarak alındı: "Ulusal
politika çerçevesi içinde psikolojik operasyonların yürütülmesi ve koordinasyonunun
gerçekçi bir planı".
Truman'ın yönetimi altındaki ABD hükümetinin sonuç olarak ne yapmak istediğini,
Temmuz 1952'de Henry A. Kissinger'in geniş kapsamlı bir analiz içinde nasıl formüle
ettiği, 1985 Aralığında açıldığında Truman'ın arşivinde görüldü. Kissinger, 1945'den
1946'ya' kadar ABD'nin Avrupa'daki haber alma servisinde faaliyet göstermişti.
Kissinger, savaşı ABD ordusunun Avrupa Savunma bölümünde yaşamıştı.
1946'da Kissinger, Oberammergau'daki European Command Intelligence School'da
Alman tarihi doçentiydi. 1946'dan 1949'a kadar da askeri haber alma servisinde
yüzbaşıydı. Bundan sonra Harward Üniversitesi'ndeki bir incelemesiyle bilimsel
kariyeri başladı.*
1952'de genel karargahın Psychological Strategy Board'rn bilimsel kariyerini edindi.
Henry A. Kissinger; analizinde, özellikle Almanya'daki psikolojik bir kliniğin "Birleşik
Devletlere güvendeki genel eksikliğinin" nasıl eşitlenebileceğinden hareket etti:
"Almanya'da Sovyetler Birliği'ne karşı büyük bir kin vardır. Özellikle Doğu Almanya'da
daha da yoğundur. Rusya'daki o zamanki savaş tutsakları ve Doğu Almanya'da
Rusların koşulları altında kalanlar tarafından daha şiddetle duyulmaktadır bu kin.
Buna rağmen bu duygu hiçbir şekilde ifade edilememektedir, çünkü örgütsüzdür ve
hiçbir odağı yoktur. Bu duyguyu yönlendirmek için Alman örgüt yapıları olabildiğince
zorunludur: İlk savaş tutsakları tarafından oluşturulacak birliklerin seçkin taşıyıcıları
haline gelmek."
Sonraki yılların başarılı dış politikacısı Henry Kissinger'in bu yazdıklarının
somutlaşıp somutlaşmadığını hep birlikte görecektik. ' Fakat Kissinger daima bu
psiko-stratejinin bir bileşik problematiği olduğuna dikkat çekmişti: "Bu önlemlerin çoğu
kabul edilemez görülebilir. Henüz Birleşik Devletlerin de başka bir seçimi yoktur. Eğer
Amerika bu gruplardan yararlanamazsa, o zaman onlar komünistler tarafından
kullanılacaktır."
(Leo A. Müller, Gladio-Kontrgerilla, Pencere Yay, Çeviren: Emin Karaca, 1992, s.5455)
*Yani Kissnger'in kökeninde özel savaşçılık,kontrgerillacılık, vardır. H. Kissinger aynı
konuda Harvvard Üniversitesi'nde bir kurulun üyesi olarak hazırlamasına katıldığı ve
Türkiye' de Genelkurmay Basımevi tarafından 1965 yılında tercüme edilerek
Türkçeye kazandırılan Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri çalışmasıyla da bu
özelliğini geliştirmiştir.(YN)
EK–3
"AYAKLANMALARI BASTIRMA
HAREKETLERİNDEN
Genelkurmay Basımevi–1965
Teşebbüs (ihtilal) tehlikelidir.
Burada üzerinde durduğumuz komünistlerin 'müstemleke' ve 'yan müstemleke' ve
bizlerin de 'azgelişmiş' dediğimiz memleketlerdeki ihtilal hareketlerinin bastırılması
hareketidir.
(Sayfa: 6)
Ayaklanma ve ayaklanmayı bastırma hareketi bir mücadelenin ayrı iki yüzü olup,
bütünü 'ihtilal harbi1 diye ifade etmek maksadına hizmet edecektir.
(Sayfa: 7)
İhtilal, hükümet darbesi ve ayaklanma, iktidarı zor yolu ile ele geçirmenin üç yoludur.
(Sayfa: 8)
(...) Hiç bir ihtilal harbi tamamen dahili bir mesele olarak kalamaz.
(Sayfa: 10)
Yunanistan'daki isyan (ayaklanma) da (...) halkın kafi olarak anti-komünist ve
itimada şayan olması bu güçlüğü (...) izole etti.
(Sayfa: 11)
Herhangi bir ihtilal harbi durumunda halkı kontrol etmek için dört çeşit kontrol organı
vardı: Politik Kuruluş, İdari Bürokrasi, Polis ve Silahlı Kuvvetler.
(Sayfa: 26)
Polis teşkilatları isyanı bastırmakla görevli ilk teşkilat olduklarından içine hulul
edilmeli ve tarafsız hale getirilmelidir.* Adli sistemin bir ayaklanma hadisesinin
fevkalade durumuna hemen tatbik edilmesi bir ihtiyaçtır.
(Sayfa: 30)
Bir hakimin tövbekar olmamış bir asiyi zamanından evvel serbest bırakmasının
tesirleri kısa bir zaman içinde polis, memur ve askerler tarafından hissedilecektir.**
(Sayfa: 75)
Politika yok vazifesi yalnız düşmanı mağlup etmek olan bir askerin normal bir
harpteki tabii bir reaksiyonudur. Fakat ayaklanmaları bastırma hareketlerinde askerin
vazifesi halkın yardımını kazanmak normal bir harpteki tabii bir reaksiyonudur. Fakat
ayaklanmaları bastırma hareketlerinde askerin vazifesi halkın yardımını kazanmak
olduğu için, asker pratik siyasetle meşgul olmalıdır. Ayaklanmaları bastırmakla
görevli olan tarafın bu mücadelenin gaye ve maksadını anlayan liderlere şiddetle
ihtiyacı vardır. Böyle liderleri temin etmekle iki yol vardır: Biri lider olabilecekleri
ayaklanmaları bastırma tekniği mevzuudunda yetiştirerek indoktrine etmek. Diğeri
ise tabii seçimlerdir.
(Sayfa: 80)
(...) Seçimlerde seçilen bütün liderlerin hiç birinin bir işe yaramaması (...)
mümkündür. Bu kadarı da artık talihsizliktir, mahalli olan bu seçimlerde civar
komşulardan daha iyi birini getirip seçimlerde bir hile yapmaktan başka şey
yapılamaz.
(Sayfa: 109)
Bu gibi şahısların sorgulaması profesyonel kimseler ve halkın yardımını kazanmaya
çalışan personelden ayrı bir teşkilat gayet dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Mevcut
polis teşkilatına itimat edilmiyorsa, sırf bu maksat için yeni bir polis teşkilatı yaratılmalıdır.
(Sayfa: 104)
İlk adım: Asi kuvvetlerin yok edilmesi veya defedilmesi.
İkinci adım: Statik birliklerin kullanılması.
Üçüncü adım: Halk ile temas etmek ve halkı kontrol altında bulundurmak.
Dördüncü adım: Asinin siyasi teşkilatının ortadan kaldırılması.***
Beşinci adım: Seçimler (Temizlik Harekatı'ndan sonra)
Altıncı adım: Liderlerin denemesi.
Yedinci adım: Bir partinin kurulması.****
Sekizinci adım: Son çetecilerin kazanılması veya baskı altında tutulmaları.
* "CIA para vererek, polis örgütü gibi kuruluşların elemanlarını eğitip araç ve gereç
sağlayarak (...) elde edilemeyecek bilgileri öğrenebilir. (...) Polis gibi güvenlik
görevlileri, devlet memurları arasında en az para kazananlardır ve bir armağanı geri
çevirdikleri ender görülür." (Philip Agee, CIA Günlüğü, s. 80-82)
** Bkz. ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi.
*** 12 Eylül 1980 sonrasında tüm partilerin kapatılması örnek olarak verilebilir. ****
ANAP’ın kurulması buna örnektir.
EK- 4
BÜLENT ECEVİT:
"EDİNDİĞİMİZ BİLGİLERDEN
DEHŞETE KAPILDIK"
"... 1977 yılında çok ilginç bazı olaylar oldu. Çok kuşku uyandırıcı, karanlık olaylar
oldu.
Bunların en önemlisi kuşkusuz 1 Mayıs 1977'de Taksim Alanı'nda 30'u aşkın insanın
ölümü ile sonuçlanan olaydı. Bu, gözler önünde yapılan bir kışkırtma sonucunda
çıkmış bir olaydı. Kışkırtmanın nereden, kimlerden geldiği, herkesin gözleri önünde
cereyan ettiği için belliydi. Ve ciddi olarak üzerine yüründüğü takdirde bu olayın
sorumlularının, kışkırtıcılarının mutlaka ortaya çıkması gerekirdi.
Biz o sırada ana muhalefet partisiydik. Bu olayları soruşturmak üzere bir araştırma
komisyonu kurduk. Ama bir noktadan sonra izler kayboluyordu. Adeta bir bilgi
boşluğu ile, direnişlerle karşılaşıyorduk. Yıllarca üzerinde durduğumuz halde,
Taksim olayının içyüzü anlaşılamadı. O olayın faillerinin saklanmak istendiği daha ilk
günlerde belli olmuştu ve çok acayip bir şekilde tezgahlanan bir olay olduğu
görülüyordu. Onun için benim aklıma bir olasılık olarak, bunun Özel Harp Dairesi'nin
sivil uzantısı ile bağlantısı olabileceği olasılığı geldi. Ve bunu Cumhurbaşkanı Fahri
Korutürk'e bildirmeyi, kaygımı sunmayı görev bildim. Kendisiyle görüşerek Özel Harp
Dairesi ile ilgili bilgileri aktardım. Taksim olayının arkasında bu kuruluşun sivil
uzantısının bulunabileceğini söyledim. Korutürk bunu benden yazılı olarak da istedi.
Korutürk bu konuyu dönemin Başkanı Sayın Süleyman Demirel'e açmış. Demirel
buna büyük tepki gösterdi..."
(Cumhuriyet, 17 Kasım 1990)
"... 1974'deki Başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkam rahmetli
Orgeneral Semih Sancar, Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için,
birkaç milyon lira istedi. O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istenen miktar
da örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Üstelik ben, örtülü ödeneği ancak
sosyal yardımlar için kullanıyordum ve mecbur olmamakla beraber, bu kaynaktan
yapılan tüm ödemeleri belgelere bağlatıp, Başbakanlık Müsteşarı'nın kasasında
saklatıyordum. Onun için Genel-kurmay'dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak
zorunda kaldım.
'Özel Harp Dairesi için istiyoruz' yanıtı geldi.
Öyle bir resmi dairenin, o zamana kadar adını bile duymamıştım. Devlet bütçesinde
de öyle bir daire adına ayrılmış bir ödenek görülmüyordu.
'Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu?' diye sordum.
O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle Amerika Birleşik
Devletleri'nin karşıladığı; ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle
Başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi.
O zamana kadar benim, Bakan olarak, Parti Başkanı olarak, Başbakan olarak adını
bile duymamış olduğum ve herhangi bir resmi belgede izine rastlanamayan bu
dairenin, Özel Harp Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum.
'Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada' yanıtını aldım.
Bu yanıtlar beni hayrete düşürdü ve kaygılandırdı. Adından ulusal güvenlikle ilgili
olduğu anlaşılan bir devlet dairesinden, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın o zamana
kadar haberi olmuyordu ve Amerikan Askeri Yardım Kurulu ile aynı binada
çalışıyordu.
Hayrete düşmem ve kaygılanmam herhalde doğaldı. Onun için bu dairenin işlevleri
ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istedim.
Onun üzerine, çalışma yeri olarak kullandığım Başbakanlık Konutunda benim için bir
özsunuş (Brifing) düzenlendi. Özsunuştan önce, Başbakanlık Konurunun duvarları
gizli mikrofon bulunması olasılığına karşı elektronik aygıtlarla iyice tarandı.
Özsunuş toplantısına rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık la birlikte
katıldım. Bilgi vermek üzere de rahmetli Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'la, o
sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu öğrendiğim General Kemal Yamak
(Yazarın Notu: Halen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) ve bir-iki subay katıldı.”
"Anlattıklarının özeti şu idi:
Özel Harp Dairesi, Türkiye'nin veya bir kısım topraklarımızın düşman istilasına
uğraması durumunda, istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her türlü yeraltı
etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulmuştu.
Adları gizli tutulan bazı 'Vatansever gönüllüler' de Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı
olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi.
Gereğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de, Türkiye'nin bazı
yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu.
Bu açıklamalar rahmetli Hasan Esat Işık'ın da benim de kaygılarımızı büsbütün
artırmıştı..."
"... Edindiğimiz bilgilerden dehşete kapılmamız doğaldı.
Gerçi benim aklıma da rahmetli Işık'ın aklına da Özel Harp Dairesi'ni yöneten
komutanların, daireye bağlı sivil elemanları bile bile iç olaylarda kullanacakları
olasılığı gelmemişti. Bugün de böyle bir olasılığı düşünmek bile istemiyorum.
O sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olan Kemal Yamak'ın iyi niyetinden de herhangi
bir kuşkumuz yoktu. Nitekim özsunuştan kısa bir süre sonra Kıbrıs'taki Yunan darbesi
üzerine, 17 Temmuz 1974 akşamı, ben Londra'ya Kemal Yamak ile birlikte
gidecektim. Barış Harekatı sırasında da kendisiyle birlikte çalışacaktım. Hiçbir zaman
General Yamak'ın iç politikayla ilgilendiği izlenimini de edinmedim.
Ancak, dairenin başındaki komutanlar ne kadar iyi niyetli ve siyasetten uzak olurlarsa
olsunlar, ömür boyu görevlendirilmiş gönüllü Vatanseverlerden bazılarının, yani Özel
Harp Dairesi'ne bağlı sivil Örgütte görev almış olanlardan bazılarının zamanla
ideolojik kutuplaşmalar içinde yer alabilecekleri ve türlü etkiler altında kalarak,
görevlerini kötüye kullanabilecekleri kuşkusuna kapılmak elde değildi."
"Onun için özsunuştan sonra Hasan Esat Işık'la baş başa yaptığımız görüşmede,
konunun duyarlılığını göz önünde tutarak yapacağımız ön hazırlıklardan sonra, Özel
Harp Dairesi'nin sivil uzantısını ortadan kaldırmak ve bu daireyi dış etkilerden
arındırarak asli görevi ile sınırlamak üzere gereken adımları atmayı kararlaştırdık.
Ne var ki bizim bu bilgileri edinişimizden kısa bir süre sonra Kıbrıs'ta Yunan darbesi
oldu ve garantör devlet olarak Kıbrıs'ta askeri harekata giriştik.
Edindiğimiz bilgilere göre, Özel Harp Dairesi, Rum baskısına karşı Kıbrıs'taki Türk
direnişiyle ilgili bazı işlevler de üstlenmişti. O yüzden sorunun üzerine gitmeyi, Kıbrıs
Barış Harekatı sonrasına ertelemek zorunluluğunu duyduk. Fakat Kıbrıs Barış
Harekatı'nın hemen ardından da hükümetten ayrıldık.
Bana özsunuşta verilen bilgiler çok gizli olduğu için; yeraltına kök salmış, adı sanı
bilinmeyen kimselerden oluşan bir örgüte karşı muhalefetteyken önlem alabilmemiz
olanaksız olduğu için; hatta yapacağım açıklamalar üzerine, kuruluşun sivil
uzantısında yer alanlardan bazılarının korunma içgüdüsüyle ülkede çok
tehlikeli tertiplere yönelebileceklerinden kaygı duyduğum için, o acı devlet
sırrını bir zehir gibi içimde saklamak zorunda kaldım."
"... 1978'de yeniden Başbakanlığa gelince, Orgeneral Sayın Kenan Evren
Genelkurmay Başkanlığı'nı devralır almaz, ilk iş olarak kendisine, Özel Harp
Dairesi'yle ilgili olarak edindiğim bilgileri ve bu dairenin sivil uzantısı ve gizli silah
depoları hakkındaki kuşkularımı açıkladım. Özel Harp Dairesi'nin demokratik hukuk
devleti kurallarına ve açık rejime uygun biçimde çakşır duruma getirilmesi ve
çalışmalarının asli işleviyle sınırlandırılması konusundaki isteklerimi bildirdim.
Sayın Evren kaygılarımı paylaştığını söyledi ve isteklerimi yerine getireceği sözünü
verdi.
Daha sonra her sorduğumda da, isteklerimin gereklerini yapmakta olduğuna dair
bana güvence verdi.
O arada kaygılarımı, kuşkularımı doğrulayan ilginç bir şey de oldu. 1978-1979'daki
Başbakanlığım sırasında bir Doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki askeri birliğin
komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi'nde
çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya
çalıştım.
Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim:
— Farz-ı muhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı aynı zamanda
Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?
General,
— Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır, yanıtını
verdi.
(Milliyet, 28 Kasım 1990)
EK-5
İTALYAN P–2 MASON LOCASI
HALA FAALİYETTE
Özgür Gündem
İtalya'da aşırı sağcı gizli mason locası P2'nin dağılmadığı ve faaliyetlerini sürdürdüğü
haber veriliyor. Şu sıralarda İtalya'nın çeşitli şehirlerinde kollan bulunan gizli bir
şebeke ile ilgili araştırmalar yapılıyor. Tam olarak açıklanmayan sayıdaki şebeke
üyesi hakkında polis soruşturması yapıldığı bildirildi.
İtalyan basınında Yargıç Agostino Cordova'nın, 1980'li yıllarda bir darbeyle hükümeti
devirmeyi planlayan P2 locası ile özdeş bir yapıyı açığa çıkardığı yolunda yazılar yer
alıyor. P2'nin terörist faaliyetlerle de yakın ilişki içinde olduğu kaydediliyor.
Hıristiyan Demokrat Parti milletvekili Tina Anselmi La Republica gazetesine "bu yaz
bana P2'nin faaliyetlerine yeniden başladığı ve gizli grupların kurulduğu haber verildi"
dedi. Anselmi, P2'nin ve ardındaki en önemli kişi olan milyoner Lido Gelli'nin
faaliyetlerini soruşturan parlamento komisyonunun üyesiydi.
Bu günlerde açığa çıkarılan locanın üyeleri arasında yargıçlar, politikacılar,
gazeteciler ve mafya üyelerinin bulunduğu bildirildi. Bu üyelerden birçoğunun adının
1981 yılında Licio Gelli'de yakalanan üye listesinde de bulunduğu belirtiliyor. Bunlar
arasında 4 bakan, üç bakan yardımcısı, 38 parlamento üyesi 195 yüksek rütbeli
subay, Komünist Parti ve Riadikal Parti dışındaki bütün partilerden politikacılar,
işadamları, bankacılar, gazeteciler istihbarat servisi üyeleri ve polis müdürleri
bulunuyor. (Yazarın Notu: Burada sayılan gruplarla Civil Military Advisory Comitee'de
sayılan gruplar arasındaki koşutluk anlamlıdır.)
P2 locasının üstadı Gelli dünyanın elit tabakasından pek çok kişiyle, kişisel dostluk
kurmuş. Bunlar arasında ABD'nin eski Başkanı Ronald Reagan, Arjantin eski Devlet
Başkanı Juan Peron, Sicilyalı Bankacı Michele Sindona gibi isimler bulunuyor.
P2 açığa çıkarıldığında Gelli kaçmıştı. Daha sonra Güney Amerika'ya gitmek
üzereyken İsviçre'de tutuklandı. Yedi yıl sonra İtalya'ya iade edildi. Ancak iadesi çok
tartışmalı oldu. İadesi için yapılan özel anlaşma aşağı yukarı ceza muafiyeti
sağlıyordu.
P2'yi soruşturan parlamento komisyonunun üyesi Anselmi, "şunu unutmamak gerekir
ki, P2 başlangıçta gizli bir locaydı. Örgütlenmesinin bu boyutlara vardığını çok az kişi
tahmin edebilmişti. P2 ve onun temsil ettiği tehlike keşfedildiği zaman, olanların bir
daha tekerrür etmemesi için hiçbir tedbir alınmadı" diyor.
Anselmi'nin üyesi olduğu parlamento komisyonu yaptığı araştırmaların sonucunda
Gelli'nin locasının aşırı sağcı teröristlerle kontakları olduğunu açığa çıkarmıştı.
Komisyonun elde ettiği kanıtlar, seçimlerde komünistlerin çoğunluk sağlayıp iktidara
gelmeleri halinde P2'nin hükümet darbesi yapmayı planladığını gösteriyordu.
Soruşturma sırasında ayrıca Gelli'nin CIA, mafya ve uluslararası silah tüccarlarıyla
ilişkisi olduğu yolunda bulgular elde edilmiş, ancak bunlar resmen kanıtlanmış olgular
olarak komisyon raporuna geçmemişti.
Milyoner Gelli 1991 yılında tekrar soruşturmaya uğradı. Yargıç Agostino Cordova,
N'drangheta-Calabria mafyası ile ilgili soruşturma yaparken araştırmaları onu Gelli'nin
ismine götürmüştü. Bunun üzerine Cordova, mahkeme kararıyla Gelli'nin
Arrezzo'daki malikanesine el koymuştu.
P2 locasının mafyayla yakın ilişki içinde olduğu, mafya babası Antoninq
Calderone'nin geçen hafta verdiği ifadeyle de kanıtlandı. Calderone, Roma'daki
yargılama sırasında şunları söyledi: "Mason locası ile mafya oldum olası yakın ilişki
içinde olmuştur. Catani'deki mahkeme ile bir sorunumuz olduğu zaman yerel locanın
şefi ile kontak kurardık. Birçok yargıcın loca üyesi olduğunu biliyorduk. Yerel lider
sayesinde ceza mahkemesine bile müdahale edebiliyorduk."
İtalya'da loca faaliyetlerine ilişkin yapılmakta olan soruşturma ile ilgili olarak pek az
şey yayımlandı. Birçok kişi, soruşturma sonuçlarının gizli kalması için çeşitli
mekanizmaların çalıştırıldığını ve geride cevaptan çok soruların kalacağını söylüyor.
(Yazarın Notu: Başka ülkelerde de Mason Localarının bu tip faaliyetler içinde olduğu
biliniyor. Ülkemizde İttihat Terakki'den bu yana Masonların istihbarat ve güvenlik
örgütleri içine sızdıkları ve özellikle de İçişleri Bakanlığında önemli mevkileri ellerinde
tuttukları bir gerçektir. (Özgür Gündem, 14 Kasım 1992)
EK-6
ST 31- 15
GAYRİNİZAMİ KUVVETLERE KARŞI
HAREKAT TALİMNAMESİ’NDEN
Bir gayrinizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip
değillerdir.*
(Madde: 9/b)
Tarih, kanuni statülerin gayrinizami kuvvet üyelerini pek az ilgilendirdiğim ve bunların
gayrinizami faaliyetlere katılma kararlarında pek az müessir olduğunu
göstermektedir.*
(Madde: 9/d)
Bazı hallerde (...) diplomatik temsilci ile askeri komutan arasındaki münasebet,
Cumhur reisi tarafından ayrıca çizilebilir.
(Madde: 11/b)
Bir soğuk harb durumunda birleşik kuvvet karargahları veya müşterek ya da kombine
komutanlıklar gayrinizami kuvvetlere karşı harekatları idare edebilirler.
(Madde: 11/c)
Arama ve müsadere gece ve gündüz, her saatte yapılır, a. Bir arama ve müsadere
faaliyeti, ilgili topluluğa, kontrolle bir rahatsızlık verme maksadını güder. Evi barkı
aranan, eşyası müsadere edilen kimseler, gayrinizami kuvvet üyelerini ilerde
barındırmaya veya desteklemeye cesaret edemeyecek şekilde heyecanlandırılmak
ve sindirilmelidir.**
(Madde: 18)
C) Ele geçirilen gayri nizami kuvvet mensuplarının, kendilerini gayrinizami faaliyetlere
katılmaya zorlayan tutumlarını devam ettirmeleri beklenebilir. Bu sebeple:
1) Tutuklu bulunmalarına lüzum vardır ve bu hal uzunca bir süre devam
edebilir.
2) Özel suçlarla suçlandırılabilecek durumdaki esirler(***), süratle adalet huzuruna
getirilmelidir. Suçlamaları mümkünse, şahıslara karşı işlenmiş, katil nevinden
suçlardan olmalı, doğrudan doğruya mukavemet hareketine bağlanmış suçlardan
ileri gelmemelidir. Aksi halde, bir kahramanlık mahiyetini kazanır ve gayrinizami
faaliyetlerin artması için bir bahane teşkil eder.(****)
(Madde: 22)
(*) Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan taraf harbi bir an evvel bitirmek isterse,
normal zamanlarda tatbik edilebilecek olan bazı kanuni telakkilen ihtilal harplerinde
nazarı itibare almamalıdır.
(**) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun (CMUK) 96. maddesi "gece vakti arama
yapılamaz" kuralını getirmektedir. 353 sayılı Askeri Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 68. maddesi CMUK'a gönderme yapmaktadır. 1402 sayılı Sıkıyönetim
Kanunu'nun 9/a maddesinde farklı bir kayıt bulunmamaktadır.
(***) 12 Mart 1971 Askeri Darbesi'nden sonra Ziverbey Köşkü'nde işkenceye
alınanlara (Esir) oldukları söylenmiştir.
(****) Bomba Davası'nda Talat Turhan ve birkaç kişi bu anlayışla Boğaz Köprüsü'nü
havaya uçurmayı düşünmek savı ile suçlanmışlardır. Mahkeme savın gerçek
olmadığına karar vermiştir.
EK–7
"DİPLOMALI RAMBOLAR:
HEM KATİL HEM KURTARICI"
Tempo Dergisi
Ne yağmurdan ne kardan ne de karanlıktan çekiniyorlar. Yüzlerinde oksijen maskesi,
sırtlarında teçhizatları, kendilerini 10 bin metre yükseklikten boşluğa bırakıyorlar.
Çavuş Daniel Galiyas, gece harekatlarında tek yön tayin etme aracının bileklerine
taktıkları saat olduğunu söylüyor. "Yere 300metre kala açılabilen paraşütle hedefin
15 metre yakınına inebiliriz" diyor. Amerikan "Özel Askeri Birimi'ni oluşturan 11 bin
"Yeşil Bereli"nin gerçekleştirdiği "Serbest inişler", aslında askerlikle macera
arasındaki ince çizgide yer alıyor.
11 bin "Yeşil Bereli", 47 bin kişilik Amerikan "Özel Harekat Birliği'nin sadece bir
parçası. Özel Harekat Birliği kara komandolarının özel paraşütçülerin deniz
komandolarının ve "Delta Forces" olarak bilinen anti-terör gruplarının benzeri bir
birimin birleşmesinden oluşuyor. "Yeşil Bereliler"in asıl görev alanı savaş değil
asayişle ilgili çatışmalar. Ayaklanmaları teröristleri, uyuşturucu gangsterlerini
"halletmek" için icat edildiler. Bu yüzden de kayıtlarda "Light Intensity Conflicts-Hafif
Çatışmalar" olarak geçen işleri yapıyorlar.
"Newsweek" dergisi, Özel Harekat Birliğine, "Geleceğin Ordusu" adını veriyor. Birliğin
komutanı General Cari Stiner kara, hava ve deniz birliklerine dağıtılmış durumdaki
adamlarını, "Amerikan dış politikasının en önemli unsuru ve ulusal güvenlik
stratejisinin en sağlam desteği" olarak tanımlıyor.
Ne kadar iyi eğitilmiş olduklarını şimdi Somali'de kanıtlıyorlar. Kara ve deniz
birliklerinde görevli olan bu özel askerler, Somali'ye çıkmadan çok önce yörenin
özelliklerini öğrenmiş, gerekli istihbarat sağlamış durumdaydılar. Kaldı ki, asıl
becerilerini Körfez Savaşı'nda göstermişler, Irak askerlerine karşı hem ajan hem de
sabotajcı olarak büyük bir üstünlük sağlamışlardı. Kullandıkları otomatik makineli
tüfekler, roketatarlar, kumda giden araçlar ve elektronik "göz'lerle çöl karanlığında
radar istasyonları vurmuşlardı. Özel Harekat Birliği El Salvador'da hükümetin
güvenlik güçlerini gerillalara karşı eğittiği gibi Afganistan'daki rejim karşıtlarına da
Stinger füzelerini kullanmayı öğretmiş, Kolombiya Ordusu'na uyuşturucu mafyasına
karşı mücadelede destek vermişti. Aynı birliğin "Batış Grubu" da Bangladeş ve
Florida'daki kasırga kurbanlarına yardım etmişti.
Bu becerikli askerler grubu aslında her şeyi birden yapabiliyor. Öğretmen de
oluyorlar, din adamı da. Hem katil hem de kurtarıcı olarak görev yapıyorlar. Fort
Bragg'deki yedinci komando biriminin başındaki komutan Wade Chapple, "Rambo
olmak için bize gelenler burada zamana meydan okuyorlar, hiç yaşlanmıyorlar" diyor.
Yine de iki başkan ve çeşitli ihtisas dallarında eğitilmiş 10 adamdan oluşan "ATakımları"nda* gözü kara maceracılara yer yok. . Bu gruplara yalnızca seçkinler
alınıyor. Önceliği olanlar, 32 yaşında, evli, 14 yıl okula gitmiş ve 12 yıl askerlik
yapmış durumdakiler.** Ayrıca yabancı dil bilmek ve yabancı kültürlerden insanların
mantalitesini kavrama yeteneği tercih nedeni oluyor. Fort Bragg'deki okulda, Farsça,
Çekçe ve Thai dili de dahil olmak üzere tam 13 dil öğretiliyor. John F. Kennedy Özel
Savaş Okulu'ndaki ders kitaplarında Sırplar'ın "sıcakkanlı", Almanların da "pasifist
eğilimli" oldukları yazıyor.
Aslında Özel Harekat Birliği'nin her harekatta başarılı olduğu da söylenemez. Fort
Bragg'deki dev eğitim tesislerinde bir sokağa, Vietnam'daki yenilgilerden birini
hatırlatmak ve Hanoi yakınlarındaki bir kampın anısını canlı tutmak amacıyla, Son
Tay adı verilmiş. 24 Nisan 1980'de Tahran'da Amerikan elçiliğine baskın
düzenleyerek rehineleri kaçırmak istediklerinde yaşadıkları yenilgi ve verdikleri 8
kurban, o sırada ağlayarak "yaşadığım en büyük yenilgi" diyen Albay Charles
Beckwith gibi, diğerlerinin de hafızasından silinmiyor. "Delta Grubu" da neredeyse
Noriega'ya yenik düşmek üzereydi. Körfez Savaşı sırasında Bağdat'ta ortadan
kaybolan 11 "Yeşil Bereli'nin ne isimleri ne de ne iş yaptıkları biliniyor.
Pentagon generalleri de 1987'den bu yana Özel Harekat Birliği'nin kendi başına iş
yapmaya başlamış olmasından çekiniyorlar. Pentagon generalleri bu birliğin
işbirliğine yatkın olmadığını ve 1987'de bazı gruplarının İran gözcü gemilerinin peşini
bırakmadıklarını çok sonradan öğrendiler. Özel Harekat Birliği'nin hangi ölçüde
Amerikan Gizli Servisi'nin emrinde olduğu hala "top secret".
1953–1991 arasında Avrupa'da Bad Tölz'deki özel birimin, Sovyet topraklarına
girerek, Severomarsk'taki denizaltıları gizlice gözleyip, sonra da f arkedilmeden
bölgeyi terkettiğini söyleyen Neil Livingstone, VVashington'daki Georgetown
Üniversitesinde hoca.
Özel Harekat Birliği, ister Demokrat olsun, ister Cumhuriyetçi, Amerika'nın, "dünyanın
en büyük askeri gücü" olarak kalması gerektiğini düşünenlerin sorgulamayı
düşünmedikleri bir askeri birim. Bili Clinton da aynı eğilimde olduğunu açıklamadı mı?
Albay Peter Stankovich, "Soğuk savaşı kazandık, şimdi de demokrasiyi kuracağız"
diyor. Özel Harekat Birliğinin özel birimleri, 1991'de 41 ülkede 195 değişik görev
gerçekleştirdi. Bu faaliyetlerde tam 13 937 özel savaşçı çalıştı ve Fildişi Kıyısındaki
gerilla savaşından Botswana'da paraşütçü yetiştirmeye kadar her yerde aktif rol aldı.
General Stiner'a göre etnik çatışmalarda Radikal İslamcıların eylemlerinde, atom
silahlarının yaygın satışını önlemekte, uyuşturucu mafyasıyla savaşta ve terörü
ortadan kaldırmakta sadece bu çok özel eğitimden geçirilmiş adamlar etkin olabilirler.
Şimdi teröre karşı yeni kurulan "Ninja" grubuna başvuran 100 adamdan sadece 10
tanesini aldıklarını söyleyen Stiner, "üç hafta eğitimden sonra kimi alacağımız belli
olur" diyor.
Charlottesville'de "Yeşil Bereliler"in kutlama törenine katılan 60 yaşındaki Vietnam
gazisi Maurice Davis de, "bıçak sırtında yaşamak zevklidir" diyor, "bugün fırsatım
olsa, yine yapardım"...
(Stern dergisinde çıkmış bir haberden aktaran Tempo,5 Ocak 1993)
"Elinizdeki kitabın bu bölümünde yer alan A Özel Hareket Timi'nin
benzeri. (YN)
** Paralı profesyonel askerlik olgusunun bu zorunluluktan kaynaklandığını
söyleyebiliriz.(YN)
BELGE–1
FM 31* Kod numaralı Amerikan
Sahra Talimnamelerinden bazı örnekler
FM 31–10
Barriers and Denial Operations
FM 31–12
Army Forces in Amphibious Operations
SİLAHLI KUVVETLER AMFİBİK HAREKÂTI
FM 31–15
(ST 31–15)
GAYRİ NİZAMİ KUVVETLERE KARŞI HAREKÂT (**)
FM 31–16
Counterguerilla Operations (***)
FM 31–20
Special Forces Operational Tecniqııes
ÖZEL KUVVETLER HAREKÂT TEKNİĞİ
FM 31–21
Special Forces Operations
ÖZEL KUVVETLER HAREKÂTI
(ST 31–21)
GERİLLA HARBİ VE ÖZEL KUVVETLER HAREKÂTI
(S) FM 31-21 A
Special Forces Operations (U)
(GİZLİ) ÖZEL KUVVETLER HAREKÂTI
FM 31–22
U.S. Army Counter in surgency Forces
ABD
ORDUSU
AYAKLANMALARI
KUVVETLERİ
BASTIRMA
(S) FM 31-22 A
U.S. Army Counter in surgency Forces (U)
(GİZLİ) ABD ORDUSU AYAKLANMALARI BASTIRMA
KUVVETLERİ
FM 31–73
Advisor Handbook for Counter in surgency
AYAKLANMALARI BASTIRMA EL KİTABI
Yayınlayan : (*) DEPARTEMENT OF THE ARMY FIELD MANUEL HEADQUARTERS, DEPARTEMENT OF THE ARMY
(**) Bir kopyası Talat Turhan tarafından 1975 yılında savlarını doğrulamak için
İSTANBUL Sıkıyönetim As. Mah. ne savunma ile verilmiştir. (***) Talat Turhan'ın
savunma ve yapıtlarında irdelenmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
"12 MART, CUNTALAR
VE KONTRGERILLA
Kitabın bu bölümündeki metin 6 Aralık 1992 tarihinde Kanal 6 TV'de yayımlanan
Bizim Koltuk Programında Ahmet Altan ve Neşe Düzel'in sorularının yanıtlarını
içermektedir.
Metne programın hemen başında yer alan 'cuntacı mısınız?1 sorusunun yanıtı dahil
edilmemiştir. Kapsamının ve içeriğinin tam olarak kavrandığına inanmadığım bu
soruyu, programda da tam olarak yanıtlamadım. Çünkü ta etimolojik kökenine kadar
inilirse, bir cunta yönetimini destekleyen herkese 'cuntacı' demek pek de yanlış
olmaz. Örneğin, bir askeri darbenin ürünü olan 1982 Anayasasına % 92lik bir
çoğunlukla oy veren halkı, bu durumda, 'cuntacı' ilan etmeniz de mümkündür.
Bana gelince, cuntacılık bataklığının tüm iğrençliğini, alçaklık ve kalleşliğini
hapishanelerde ve İşkence Köşklerinde yaşamış birisi olarak, bu konudaki
özeleştirimi, İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde 1975 yılında yaptığım
Savunmamla vermiş bulunuyorum, ilgilenenlerin Savunmama bir göz atmaları
yeterlidir.
Fakat gene de bir eksiklik kalmaması için, bu konuda Uğur Mumcu'nun Cumhuriyet
gazetesinin 9–13 Kasım 1985 tarihli sayılarında 'Bomba Davası' başlığı altında
yazdığı ve Celil Gürkan' m da 12 Marta Beş Kala kitabına aldığı dizi yazısının ilgili
bölümlerini özetleyerek ve Teoman Erel'in Milliyet gazetesinin 22 Kasım 1985 tarihli
sayısında yayımlanan makalesini tam metin olarak, bölüm sonuna ekliyorum.
12 MART, CUNTALAR VE KONTRGERİLLA
Bizim Koltuk- A.Altan/ N.Düzel
Türkiye genelinde sırf orduda değil, bir yerde oturan kişiler, bir yeri yöneten kişiler
oranın kültürü ile yetişmedikleri için o yetenekte olmadıkları için bu gibi yanlışları
yapıyoruz ve yaşıyoruz. Girdim, sonra bu örgüt genişledi, bütün Silahlı Kuvvetleri
kapsadı, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da dahil olmak üzere, şimdi bu anlayışla
Silahlı Kuvvetler Birliği cunta ise, Cevdet Sunay'da cuntacıların başı. Şimdi
düşünebiliyor musunuz, demokrasi yapıyoruz diye cuntacıların başını getiriyorsunuz,
cumhurbaşkanı yapıyorsunuz. Yani, bir sakatlık var Türkiye'de.
Ahmet Altan-Peki, bu sakatlık nerden kaynaklanıyor?
Bu oportünizmden kaynaklanıyor. Yani bir devlet felsefesinde belirli ilkeler olur, o
ilkeler yok. Pragmatizm ve oportünizm bir ülkede esas olursa. Bugün çok yetkili bir
kişi çıkıyor, ben pragmatistim diyor. Batıda bir insana pragmatist demek, bir anlamda
hakaret sayılır. Felsefi anlamı bu.
Ahmet Altan-Yani siz bizim cumhurbaşkanlarımızdan birisinin, Cevdet
bir cunta şefi olduğunu söylüyorsunuz.
Sunay'ın
Türk Silahlı Kuvvetler Birliği'nin başkanı bu adam.
MİT
Neşe Düzel — Siz 1961 yılında size MİT'in İstanbul Bölge Başkanlığının teklif
edildiğini söylüyorsunuz. Sizin o dönemde MİT'le bir ilişkiniz var mıydı?
O dönemde MİT'in başında Türkiye'de tanıdığım en onurlu kişilerden biri vardı.
Tümgeneral Naci Aşkun. Eğer o olsaydı MİT bugünkü noktaya gelmezdi. Yahut onun
anlayışında insanlar MİT'in başında olsaydı MİT bu noktaya gelmezdi. Çok onurlu ve
ilkesel bir adamdı. Bu adam benim komutanımdı. Dörtyol'da 1959–60 yıllarında.
Dolayısıyla kültür düzeylerimiz uyuştuğu için askeri hiyerarşi dışında dosttuk. Çok
açık her şeyi konuşurduk. O Milli Emniyet başkanı olunca, beni de çok yakın tanıdığı
için yanma almak istedi. Bir örgüte girmeden evvel örgütün içyapısını bilmem lazım.
Beni aldı, örgütün her tarafını gösterdi. Ben o örgütte hizmet yapamayacağımı
anladım, ve kabul etmedim. Oysaki, biliyorsunuz, MİT raporunu okudunuz, MİT
İstanbul Başkanı olmak için insanlar ne entrikalar çeviriyorlar. Yüzelli bin türlü
entrikalarla, yüzelli bin türlü ilişkilerle yeraltında, yerüstünde çeşitli olaylar yapıyorlar.
Bir yere oturup ta, oranın imkanlarından yararlanmak için. İstanbul MİT Bölge
Başkanı demek, 9 il valisinin üzerinde bir statüde bulunmak demektir. O gizliliğin
verdiği avanta hariç. Bir de istihbaratçı megalomanisi var ki, en dipteki ajan bile
istihbaratçıyım dediği vakit kendisini çok üstte görüyor. Bu tavırlar tabii demokratik bir
çerçeve içine sokulursa, Türkiye'de belki birçok şey düzelebilir.
Ahmet Altan — Neşe birşey sordu, ben onu tekrar etmek istiyorum. Bugünkü haline
gelmezdi MİT dediniz, bugünkü halinden şikayetçi olduğunuzu mu söylüyorsunuz?
Ben söylemiyorum. MİT'in sayın başkanı ayrılırken MİT'in acz içinde olduğunu
söylüyor. Buraya gelmeden önce dosyalarıma baktım. Bende MİT'le ilgili 3–4 klasör
var. 30 kere MİT'e kumanda eden kişiler, MİT'e egemen olmadıklarını söylemişler.
MİT'in başında olan kişiler, bakanlar, "kayden benim emrimde" diyor.
Ahmet Altan — MİT sizin için dosya tutarken, siz de MİT için mi dosya tutuyorsunuz?
Hayır, ben açık istihbarat yapıyorum. Yani gazete kupürlerini topluyorum. Zaten
istihbaratın da normalde %75'i açıktır, %10'u teknolojiktir, geri kalanı da iğrençtir.
Yani ajan vs. gibi. Onların içinde de en çok olanı parayla elde edilen kişilerdir. Yani
bu işi yaptırmaya herkesi bulamazsınız. Bir istihbarat örgütünün iyi olması için, açık
istihbarat çoğunlukta olacak, teknik istihbarat çoğunlukta olacak, bu ajanlarla filan,
eski zaptiye metoduyla, insanların peşine giderek, yatak odalarına girerek, bu
anlayışı ortadan kaldırdığınız zaman örgüte sağlık getirebilirsiniz.
12 Mart
Neşe Düzel — Türkiye orduda cuntalar arasındaki en büyük,
en kanlı iktidar
kavgasını 12 Mart muhtırası döneminde yaşadı. O dönemdeki cuntalar hakkında
biraz bilgi verebilir misiniz?
Bu cuntaların lider kadroları hangi generallerden oluşuyordu?
12 Mart muhtırasından başlayalım. 12 Mart muhtırasına imza koyan 4 kişi var. Kim
bunlar; Memduh Tağmaç, Faruk Gürler, Muhsin Batur ve Celal Eyiceoğlu. (Yazarın
Notu: Memduh Tağmaç, emekli olduktan sonra iştirakçileri arasında AID'in de
bulunduğu Sinai Kalkınma Bankası'na yönetim kurulu üyesi olarak atandı. Faruk
Gürler, Cumhurbaşkanı olmak için Genelkurmay Başkanlığından istifa etti, fakat
seçilemedi. Muhsin Batur, CHP tarafından 1980 öncesinde Cumhurbaşkanlığına
aday gösterildi. Celal Eyicioğlu ise, önce sahibi asker kaçağı olan bir denizcilik
şirketinde yönetim kurulu üyeliği görevinde bulundu, sonra Tokyo Büyükelçiliğine
atandı. Elçilik yaptığı dönemde de büyük holdingler ile Japonya arasındaki ticari
ilişkilere aracılılık yaptı.) Üçü orgeneral, biri oramiral. Bunların dünya görüşleri
birbirinden çok farklı. Zaten muhtıra ortaya çıktığı anda prematüre bir çocuktu. Ben
bunu algıladığım için 11 Mart 1971 günü Sadi Koçaş'a "Sunay ve Tağmaç'la
Türkiye'de devrim yapılmaz, ancak hıyanet yapılır, bu hıyanetin içinde olan herkese
acıyorum, size de acıyorum" dedim. Yani muhtıranın bir piç olarak doğduğunu bir gün
evvelden algılamış bir insanım. Neden? Onu anlamak için 3 Mart 1971 günü yapılan
toplantıya bakmak lazım. Bir provokasyon toplantısı söz konusu. Ben de ordayım. Bir
tarafta ordunun 5 generali- ayrıntıya giremiyorum, program nedeniyle - bir tarafta 5
tane eski ihtilalci sayılan kişi, ben de içindeyim. Generallerden birisi ajan, cebinde
teyp var. O toplantıyı teybe alıyor.
Ahmet Altan — Bu on kişi bir ihtilal hazırlığı içinde mi?
Hayır, darbeye giden, muhtıraya giden bir ordu
var, onun görüşmesini yapıyorlar. Ama bunun provokesini yapan Korgeneral
rütbesinde bir ajan var, içerde.
Ahmet Altan - Siz, bizzat o toplantıda mısınız?
Evet, ben de oradayım, ve o adamın ajan olduğunu da biliyorum. Türkiye'nin bir
sorunu konuşuluyorsa, ben orda olmakta bir sakınca görmem. Provokasyon o
boyutta ki ev sahibi kalkıyor, "Paşalar, paşalar, somut olarak Türkiye'nin bugün bir
devrime ihtiyacı var mı, yok mu, bunu algılamak lazım, buna karar vermek lazım. Siz
iradenizi bir kişiye bağlamışsınız, Faruk Gürler'e bağlamışsınız. Eğer Türkiye bir
hareketi gerektiriyorsa Faruk Gürler de aşılır. Sizin gücünüz yetmiyorsa, biz aşalım"
diyor. Bu bir provokasyon.
Ahmet Altan- Faruk Gürler o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı.
Evet, bu bir provokasyon, yani stratejik bir provokasyon. Kimin arasında, ev sahibi ile
ajan korgeneral arasında bir provokasyon. Korgeneral bu teybi alıyor, götürüyor,
Faruk Gürler'e dinletiyor. "Bak" diyor, "senin adamların seni öldürmeyi
düşünüyorlar". Faruk Gürler gidiyor, tam karşısındaki adamın kucağına oturuyor.
Ahmet Altan -Kim, tam karşısındaki adam?
Memduh Tağmaç.
Ahmet Altan — Kara Kuvvetleri Komutanı ile Genelkurmay
Başkam birbirine karşı mı?
Karşı adamlar, Faruk Gürler Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na zorla gelmiş oturmuş.
Biliniyor bu artık. Buradaki 1. Ordu Komutanı'na telefon ediyor, iktidar, hanımını da,
kendisini de tebrik ediyor. Ertesi gün geliyor, Faruk Gürler oturuyor. Bunlar normal
bir düzende olan işler değil ama Türkiye'nin de bir gerçeği.
Neşe Düzel- Yani, iki ayrı cunta mı var?
Faruk Gürler'i ürkütmek suretiyle, Faruk Gürler'i götürüyorlar, tam karşısındaki
adamın yanma koyuyorlar. Bir muhtıra çıkıyor ortaya. Dolayısıyla başından zaten
olay prematüre olarak doğmuş bir şey. Onun sonuçları da o tarz da devam edecek.
Başında bir çatlama var, o çatlama daha sonraki cuntalaşmaları beraberinde getirdi.
Ahmet Altan-Yani, bu erken doğum olmasa, yani o gün o Korgeneral, ajan o bantı
götürüp dinletmese, Faruk Gürler'e bağlı bir cunta mı iktidarı ele geçirecekti?
Muhtıra verecekti veya darbe yapacaktı?
Orduda o zamanki hava şöyle: Ordunun üst düzeyinde ne kadar insan varsa bir şeye
inandırılmış. Nasıl inandırmış, kim inandırmış, kim propaganda yapmış, bunu bilmek
mümkün değil. Faruk Gürler Kara Kuvvetleri Komutanı olacak, belki de adam ikbalini
bu prosedür üzerine kurmuş. Yani Faruk Gürler önce Kara Kuvvetleri Komutanı,
sonra Genelkurmay Başkanı, sonra Cumhurbaşkanı olacak, Türkiye'de her şey
düzelecek.
Ahmet Altan- Peki, siz bu cuntanın içinde misiniz?
Hayır, değilim.
Ahmet Altan — Söylediğinize göre o toplantıda varsınız?
Türkiye'nin menfaati olan her yere girerim, girmek imkanım olursa. Orada Türkiye'nin
kaderi konuşuluyor. Onu bilmem lazım.
Ahmet Altan- Orada on kişi bunu konuşuyor. Nasıl o on kişiden biri olabildiniz?
Silahlı Kuvvetlerde bir dalgalanma olduğu zaman Silahlı Kuvvetler inandığı ve
güvendiği adamları arar. Silahlı Kuvvetlerde dalgalanma olduğu için beni de aradılar.
Neşe Düzel- O on kişi arasında size güvenen kimdi?
O harekete giderken, o hareketin oluşumunda ben de varım, zaten.
Neşe Düzel- Siz, bu iktidar kavgasında, bu 12 Mart muhtırası dönemindeki iktidar
kavgasında sağ cuntanın kazandığını ama sol görüşlü olduğu söylenen cuntanın
kazanması halinde de zaten pek bir şeyin değişmeyeceğini, fark etmeyeceğini
söylüyorsunuz. Bu kanaate nasıl varıyorsunuz?
Ahmet Altan- Bunu isimlendirirsek şöyle: Faruk Gürler cuntasıyla, Memduh Tağmaç
cuntası var anladığım kadarıyla.
3 Mart 1971 toplantısı, 9 Mart'ta 50 subayla olan, bir ikinci toplantıya dönüştü. O
toplantıda provokatör olan Korgeneral orda da aynı şeyi yaptı ve dolayısıyla o sağ
kanat denen kanadın galebesiyle bir formül ortaya çıktı. Şimdi "sol" kanada gelince,
bu "sol" kanat tabirini kullanıyorsak -ben kullanıyorsam bile- hata yapıyoruz, tabii
solun içeriğini iyi saptamak lazım. Nerden başlıyor, nereye kadar gidiyor. Faşist
anlayışta, komünizmle, sosyal demokrasi aynıdır. Silahlı Kuvvetlere "sol" dediğiniz
vakit, belki "ilerici" diyebilirsiniz. Henüz daha Silahlı Kuvvetleri sola doğru
yaklaştırmak çok zor, yapısından gelen bir olay. Şimdilik "ilerici" kanat diyelim. Daha
doğru olur.
Ahmet Altan - Yani Faruk Gürler cuntası.
İlerici kanat diyelim. Ben Faruk Gürler cuntasında gösteriliyorum. Ama ben
hayatımda hiç Faruk Gürler'i görmedim.
Ahmet Altan-Ama onun ekibinin toplantılarına katılıyorsunuz.
Hayır, son toplantıya katıldım. Faruk Gürlerin böyle bir yere gitmesi beni rahatsız etti.
Bir adamın bir yere gelmesiyle hiçbir şey değişmez. Silahlı Kuvvetlerde kaynaşmada
bana da başvuruyorlar. Ben o kaynaşmaya da girdim. 69–70 arasında İstanbul'daki
Silahlı Kuvvetler örgütlenmesinin başındaki adamlar bana geldiler. Neden? Eski,
deneyimli ve güvenilir olduğum için geldiler. Fakat Silahlı Kuvvetlerde bir kompleks
var, başına rütbeli bir adam arıyor, yani siz deha da olsanız bir rütbeli adamın
peşinden gitmek istiyor. İş o noktaya gelince devreye Celil Gürkan girdi. Celil
Gürkan'ın arkasına takıldılar. Celil Gürkan devreye girince, bana dediler ki; "biz
sivillerle beraber sırtımda yaralar vardı, her türlü hakaret.
Neşe Düzel -Ziverbey Köşkü'nde diğer tutuklulara neler yapıldı.
Orda dünya tarihinin yaşamadığı bir vahşet vardı. Bu vahşetin sorumluları hala daha
ikbalde oturuyorlar. Bu Türkiye'nin ayıbıdır. Bir ülkede bir insana dahi işkence
yapılıyorsa, orda ki insanlar susuyorsa, bu suçun iştirakçısıdır. Onun için ben
yapıtlarımda diyorum ki, savunmamda diyorum ki, mahkemede diyorum ki, ben böyle
bir ülkede işkence edilenlerin arasında bulunmayı onur sayıyorum. Şimdi bir insana
işkence yapmaya hiç kimsenin hakkı yok. Ben yapıtlarımda bunun çok detayını
yazdım.
Ahmet Altan — Siz, Ziverbey Köşkü'nde olan işkencelerin bir numaralı sorumlusunun
o sırada 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olan Faik Türün olduğunu
söylüyorsunuz.
Evet, mahkemede kalkıyorum, zapta geçmiş sözüm var. "Türkiye'de işkence
şebekesi vardır, bu şebeke Faik Türün tarafından yönetilmektedir, aynı zamanda
işkence örgütünün başında da Memduh Ünlütürk var" diye zapta geçirtiyorum.
Ahmet Altan-Sizin başka bir iddianız, Faik Türün'ün bu işkenceleri yaptırmasının
nedeni sizin elinizden o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı olan Faruk Gürler aleyhine
ifade almak, bunları götürüp Ankara'da cumhurbaşkanına vermek ve kendisi
yükselmek istiyor.
Onu anlatmak istiyorum.
Ahmet Altan—
Sizin iddianıza göre,
Faik Türün’e, Süleyman Demirel
Genelkurmay başkam olacağına dair söz vermiş. O da kendi yolunu açmak istiyor,
Faruk Gürler'i kenara iterek. Bu iddianızı neye dayandırıyorsunuz?
72 yılının Temmuz ayında, içerde bir ay Faruk Gürler, Muhsin Batur ve Kemal
Kayacan aleyhine ifade aldılar. Düşünebiliyor musunuz? Kemal Kayacan İstanbul
Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı ve de kızma küfür ediyorlar. Komutan yardımcısının
aleyhinde ifade alıyor, böyle bir işkence karargahı. Bu ifadeleri ikiye böldüler. Bunu
çok açık yazıyorum yapıtlarımda. Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kemal Kayacan'a ait
olanları ayırdılar. Onları kulise gönderdiler. O dönemde Genelkurmay Başkanı
değişecek. Bunun kavgası yapılıyor. Bu malzemeydi kulislerde. Bu ifadeler
mahkemeye gelmedi. Yani iki parti ifade. Birisi Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kemal
Kayacan'ı suçlayan ifadeler, bir bölümü de diğer ifadeler. Birdenbire bunlar bir
gayrete geliyorlar.
İki askeri savcı, bir adamı çekiyor, ifade alıyor. Resmen
suçlanıyor, Faruk Gürler-Muhsin Batur-Kemal Kayacan. 5 Ağustos 1972. Faik
Türün bu ifadeyi cebine koyuyor, Ankara'ya gidiyor. Cumhurbaşkanlığına, Cevdet
Sunay'a. "Faruk Gürler; Marksist-Leninist bir cuntanın başı" diyor. Bunu ben
söylemiyorum, Türün Tercüman gazetesinde 1985 veya 86 yılında yayınlanan,
"Kore'den 12 Mart'a" adındaki anılarında söylüyor. Yani Gürler'i Cumhurbaşkanına
gammazlıyor. Bir ülkede Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları MarksistLeninist ise, bu iddia araştırılmıyorsa, orda bir eksiklik vardır. Şimdi, ben konuştuğum
zaman bana diyorlar ki; sen, şu, şu, şu örgütleri yıpratıyorsun, hayır, ben o örgütleri
koruyorum.
Neşe Düzel -Faik Türün'e Genelkurmay Başkanlığı sözü verilmiş miydi?
Ahmet Altan -Süleyman Demirel tarafından.
Türün'ün anılarında var. "Bana Genelkurmay Başkanı olmam sözü verildi" diyor.
Bütün bu kavgalar olurken 15/16 Ağustos günü gene Ankara’nın semalarında jetler
uçuyor. Faruk Gürler Genelkurmay Başkanı oluyor. Bomba Davası yattı. Ve de bu
yasal olarak geçerli olan ifadeler saklandı. 1 yıl biz içerde yatıyoruz. Bu siyasal
oluşumun sonuca gelmesini bekliyoruz. O arada uydurma şeyler getiriyorlar, davayı
canlandırmak için. Mesela bana Anayasa yaptırıyorlar, bana üç tane adam geldi,
anayasa yaptırdı, şimdi anılardan anlıyoruz ki anayasayı yapanlar ordunun içindeki
insanlar.
Ahmet Altan- Faruk Gürler nasıl galip geldi? Nasıl Genelkurmay Başkanı oldu?
Arkasında Muhsin Batur vardı. Uçaklar uçtu, Genelkurmay Başkanı oldu.
Ahmet Altan — Türkiye’de Genelkurmay Başkanı böyle mi olunuyor?
Realite bu. Söylediğim bir realite. Gerçek. Gazete arşivlerini karıştırdığınız zaman
bunları göreceksiniz. Buyurun gelin evde, ben arşivden göstereyim. Şimdi bu doğal
değil, tabii de, dünyanın her yerinde teori ile pratik arasında farklılık var. Az gelişmiş
ülkelerde bu tip farklılıklar daha çok var.
Faruk Gürler'i cumhurbaşkanı yapacağız diye Genelkurmay Başkanlığından indirip,
açıkta bıraktıktan sonra, bir ek iddianame geldi. Bomba Davasına. Gürler cunta başı,
Batur ve Kayacan da cunta üyeleri. Ben bunu kitaplarımda açıklıyorum. Şimdi,
bunları içeri getirecekler, karşı taraf bunlarla mücadele ediyor, tutuklamak için.
Ahmet Altan-Tutuklayacaklar mı? Faruk Gürler'i, Muhsin Batur'u.
Evet, tutuklamak için, o arada hemen bir tutuklama yaptılar, Celil Gürkan ve 6
arkadaşını tutukladılar. Benden Celil Gürkan'a atlıyorlar. Celil Gürkan'dan onlara
atlayacaklar.
Ahmet Altan - Ama atlayamadılar.
Celil Gürkan içerde 6 gün kaldı. Bir güç onu çekti ve Bomba Davası iyot gibi açıkta ve
benim üzerimde kaldı. Ben orada Silahlı Kuvvetlerin onurunu savundum, bugün dahi
onu savunuyorum. Bu kadar tertibin döndüğü bir ülkede, bu kadar tertibin devam ettiği yerde kurumların kendisini açığa çıkartmak için bunun ardına gitmesi lazım.
Bugün dahi ben bu davanın görülmesini istiyorum. Ki bu tip hataların bir daha bu tip
örgütlerde tekrarlanmaması için.
Kontrgerilla
Neşe Düzel- Sizin bir konuda daha kitabınız var. Siz kontrgerilla üzerine araştırmalar
yapıyorsunuz. Ahmet Altan -"Özel Harp, Terör ve Kontrgerilla" diye bir kitap yazdınız.
Neşe Düzel- Kontrgerilla ile ilk kez Ziverbey Köşkü'nde karşılaştığınızı
söylüyorsunuz. Halk arasında kontrgerilla diye bilinen bu resmi örgütün adı nedir
aslında?
Kontrgerilla iddiası 1973 yılı 12 Haziran'ından itibaren benim başlattığım bir olayla
devam ediyor. İki bölümde olaya bakmak lazım. Bir, Ziverbey Köşkü'nden
kaynaklanan kontrgerilla iddiaları, ikincisi eski adı Seferberlik Tetkik Kurulu veya Özel
Harp Dairesi, bugünkü adı Özel Kuvvetler Komutanlığı olan kuruluşa bağlı olan
örgütten kaynaklanan iddialar.
Ahmet Altan -Kontrgerillanın resmi adı Özel Harp Dairesi mi?
Bugün Özel Kuvvetler Komutanlığı adını taşıyan daireye baktığımız zaman, bir özel
tim var, yani yerüstü örgütü var, talimnameye baktığımız zaman diyor ki; Bu tip
kuruluşlar iki bölümden oluşur. Yerüstü örgütü, yeraltı örgütü. Yerüstü örgütü
komando birlikleridir, yeraltı örgütleri bugün "vatansever" diye tanımlanan insanlardan
sivillerden oluşuyor.
Neşe Düzel- Yani yer üstünde subaylar ve askerler var, erler var, yeraltında da sivil,
halktan kişiler var.
Komando birlikleri var, bir de Özel Harp Dairesinin özel timleri var. Bir de gizli siviller
yar.
Ahmet Altan- Peki bu örgütün yani hem yeraltında, hem yerüstünde olan ve ordunun
içinde bulunan bu örgütün görevleri nasıl tarif ediliyor, resmi belgelerde?
Ziverbey'den
kaynaklanan
kontrgerilla
iddialarına
gelelim.
Ziverbey'deki
sorgulayıcılar, sizi alır almaz "burası kontrgerilla örgütüdür, burada kanun, anayasa,
babayasa geçmez, şu andan itibaren bizim esirimizsiniz, her dediğimizi
yapacaksınız" diye başlıyorlardı. Herkes Türkiye'de kontrgerilla lafını Ziverbey
işkencecilerinden öğrendi. Kontrgerilla konusunda gerçeği öğrenmek için bugün dahi
o işkenceciler sorguya çekilmelidir. Af kanununa girmez bu olay. Neden girmez, orası
bir sağ cuntaydı. Suçları 146–1.
Bugüne kadar etkinliklerini sürdürdüler.
Ahmet Altan- Devletin içinde.
Evet, devletin içinde. Hatta orayla işbirliği yapan bir savcı çeşitli kombinezonlarla hala
daha devlette...
Ahmet Altan- Orada görev yapanlar hangi birime bağlı. Ordu mu, sivil mi?
Orası bir karma örgüttü, bu konuda dilekçeler verdim, açıkladım, yani 12 Haziran
1973 günü başbakanlık, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bir dilekçe verdim.
Kontrgerilla diye bir sağ örgüt, bir cunta var dedim, bunlar insanlara şu, şu, şu
işkenceleri yapıyorlar, şu, şu kuramlara küfür ediyorlar, hakkında meclis araştırması
istiyorum dedim. Aradan 20 yıl geçtiği halde bir meclis araştırması bugün dahi
yapılmadı. Yüz kere kontrgerilla Türkiye'nin gündemine geldi ve yapılamıyor. Şimdi
gelelim Özel Harp Dairesi'nden kaynaklanan kontrgerilla iddialarına. Şimdi bu olay
"Gladio" olayıyla Türkiye'nin gündemine geldi. "Gladio" olayını bir laboratuar olarak
kabul edebiliriz. İtalya'da 90 yılında savcı, yargıç Felice Casson "Gladio" örgütünün
İtalya'da sağ terörizm ile çok sıkı ilişki içerisinde, çeşitli eylemler içinde olduğunu
saptadı, buna araştırmaya başladı. Bu araştırmaya baktığımız vakit olayın arkasında
hem başbakan var, özellikle Cossiga, Cumhurbaşkanı var, yani Cossiga bir nevi
"Gladio"nun ağa babası. "Gladio" denilen örgüt bu Özel Harp Dairesinin yeraltı
örgütünün muadili.
Neşe Düzel -Eşiti...
Eşiti, koşutu...
Ahmet Altan- Yani bu örgütler, bütün NATO ülkelerinde, ordunun içinde var?
Bütün^NATO ülkelerinde olduğu, o tartışmada ortaya çıktı. Yani bütün NATO
ülkelerinde bir yeraltı örgütü var.
Ahmet Altan — Peki, şimdi rica etsek bize bu örgütlerin, bütün NATO üyelerinde olan
ve Avrupa'da açığa çıkan ve ortadan kaldırılan, ama halen Türkiye'de varlığı resmen.
Avrupa da kalkmış değil. Bazı yerlerde...
Ahmet Altan- Ama açığa çıktı. Yani Türkiye'de hala varlığı İçişleri Bakanı tarafından
bile reddedilen bu örgütün görevlerinin ne olduğunu söyler misiniz? Bu örgüt, ülke
işgal edildiği zaman işgal eden düşmana karşı, iç direnişi organize edecektir.
Ahmet Altan -Resmi amacı bu.
Evet veya bir legal harpte, gayri nizami savaş diyorlar buna, bir de normal savaş var,
normal savaşta, eylemleriyle savaşan güçlere destek verecek. Yani askeri maksatla
kullanılması amacı kutsal. Yapısı itibariyle bu örgüt iç, politikaya karışabilir diye bir
imaj var. Karıştığımda işte "Gladio" örneği gösterdi. Somut bir olay. Türkiye'ye
geldiğimiz zaman, Türkiye'de kuşku arttıran etkenler benden kaynaklanmıyor. Çok
yetkili kişilerden kaynaklanıyor. Ecevit diyor ki; bana suikast tertip edildi. Bir
Amerikan silahıydı, bir poliste yakalandı, bir yere kadar gittim, olayın sonunu alamadım. Sonra, başka bir başbakana suikast tertip ediliyor. Suikast tertip eden adam
ben, kontrgerilla da eğitim gördüm diyor. Başbakan bir heyet kuruyor, heyetin içinde
Uğur Tönük var. Tehdit ediyorlar, geri çekiliyor. Şimdi, bir ülkede başbakana suikast
tertip ediliyor, olay karanlıkta. Ve de bunun başında bulunan, uzun zaman burayı
kumanda etmiş olan Genelkurmay Başkanı, Devlet Başkanı Kenan Evren benim
zamanımda olmadı ama diyor, elimden kaçmış olabilir. Şimdi bundan daha açık...
Neşe Düzel -Türk hükümetleri ve parlamentosu bu kontrgerillanın sivil ve asker
üyelerini denetleyemiyor anlaşılan, değil mi?
Neden denetleyemiyor. Gene dünya ve Avrupa genelinde bu örgütlerin CIA
denetiminde olduğu ortaya çıktı. Şimdi CIA zaten devletler üzerinde bir devlet, yani
kendi ülkesinde dahi kontrolden kaçmış ve bir cinayet örgütü CIA. Ben yapıtlarımda
açıkça söylüyorum. Size bir örnek vereyim. Mondial Amerikan Başkan Yardımcısı.
Biz Şili genelkurmay başkanını kaçırıp öldürmekle çok büyük hata yaptık diyor. Yani,
bir örgüt düşünebiliyor musunuz, genelkurmay başkanını öldürüyor.
Ahmet Altan-Biraz somuta getirelim. Ben size bir soru sordum. Tam cevabım
alamadım ama onun cevabını ben sizin kitaplarınızdan zaten biliyorum. Bu Özel Harp
Dairesi'nin talimatnamelerde yazdığına göre gerek subay üyeleri, gerekse siviller
adam öldürebilirler, sabotaj yapabilirler, adam kaçırabilirler, sakat bırakabilirler,
yaralayabilirler, bunlar onların resmi görevleri arasında.
Neşe Düzel -Sahte operasyonlar düzenleyip, halka zulmedip karşı tarafa yüklerler.
Ahmet Altan- Sizin kitaplarınızdan okuduğumuza göre bu örgüt, yani Özel Harp
Dairesi gerek gizli olan sivil uzantıları, gerek resmi asker üyeleri kanuni bir statüye
sahip değiller. Elimizde kanuni bir statüye sahip olmayan, ordunun içinde askerler
tarafından yönetilen ama kimsenin bilmediği gizli sivil uzantıları olan, adam öldürme
yetkisine sahip bir örgüt varsa ve bu içerdeki olaylara da karışabiliyorsa ki siz
karıştığını iddia ediyorsunuz...
Ben etmiyorum, ben çok yetkili kişilerin bu konudaki kanılarını aktarıyorum.
Ahmet Altan -O zaman Türkiye'de faili meçhul kalmış birçok cinayetin bu örgüt
tarafından işlenmiş olabileceğini söylüyorsunuz.
Şöyle bir kural koydum, devamlı bunu söylüyorum. Herhangi bir ülkede sürekli faili
meçhul cinayet işleniyor, failleri meçhul kalıyorsa, kuşkuların birinci odağı istihbarat
örgütleridir. Çünkü istihbarat örgütlerinin ağa babası kirli işler bölümünde bunu
yapıyor.
Ahmet Altan - CIA mi?
CIA. Çok yetkilileri, yapıtlarıma aldıra, şu kadar yılda 20.000 kişiyi öldürdük diyor.
Ahmet Altan-Türkiye’de de bunu devletin yaptığını mı söylüyorsunuz?
İstihbarat örgütleridir diyorum. Neden? Yapısı bunu yapmaya müsait. İstihbarat
örgütleri bunu nereden alıyor. Gestapo'dan alıyor. Bütün istihbarat örgütlerinin
kaynak modeli Gestapo'dur.
Ahmet Altan- Siz bugün Türkiye'de kontrgerillanın cinayet işlediğine inanıyor
musunuz? Bunu mu söylemek istiyorsunuz.
Kontrgerillanın cinayet işleyip, işlemediğini ortaya çıkartmak için; geçenlerde 22 Ekim
1992 günü oranın başkanı olan sayın general bir brifing verdi. Bir tek temennisi var.
Bir an evvel bu faili meçhul cinayetlerin açıklığa kavuşturulması. Ben de bu
temennideyim. Eğer faili meçhul cinayetler açıklığa kavuşmazsa, halk bu kuşkuyu
taşıyor, bilhassa Güney Doğu Anadolu'daki halk bu kuşkuyu taşıyor. Şimdi,
demokratik bir ülkede yönetimde olan kişiler halkın kuşkularına saygı duyarlar.
Yoktur, vardır tartışmasına girmezler. Nitekim Genelkurmay Başkanı 5–6 Eylül 1992
günü Milliyet gazetesinde Nilüfer Yalçınla yapmış olduğu söyleşisinde kontrgerillanın
yanlış anlaşılmış olmasından şikayet etti. Ve de neler yaptığını, böyle bir örgütün
varlığını kabul etti. Oradan 15 gün sonra bakıyorsunuz, bir general çıkıyor diyor ki;
Türk askeri literatüründe kontrgerilla tabiri yoktur. Oysaki ben Britannica'dan alıntı
yayınladım. Ansiklopedi bile var. Şimdi bir kaynak daha buldum, Antalya'da buldum,
32. Gün'de de söyledim. Britannica'nın İngilizce kopyasında 9 sayfa gerilla ve
kontrgerilla var. 50 de kaynak var. Türkiye'de gerilla ve kontrgerillayı öğrenmek
isteyen sivil, asker herkes o kaynaktan öğrenip uzman olabilir. Başka bir şey
söylemek istiyorum. O kaynaklara baktığımız zaman T.S.K'nin tercüme ettiği
"Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri" Britanica'nın İngilizce kopyasının kaynakları
içerisindedir.
Ahmet Altan-Peki, şöyle bir bakarsak bir örgüt var, Özel Harp Dairesi, bunun sivil
uzantıları var ve halk arasında bu örgüte kontrgerilla deniliyor. Bu örgüt resmen Türk
ordusu içinde yer alıyor. Özel Harp Dairesi, genelkurmaya bağlı.
Eğer Özel Harp Dairesi subayları ya da sivil uzantılarıyla cinayet işliyor, terörü
kışkırtıyorsa ki böyle iddialar var ve bunların eğer bir gün doğru olduğu ortaya
çıkarsa, bütün bu yapılanların sorumlusu kim olacak?
Tabii, yürütmenin başındaki kimse sorumlu odur.
Ahmet Altan- Kim?
İktidarın başındaki kimse sorumlu odur. Çünkü genelkurmay, başbakanlığa bağlı.
Ahmet Altan- Yani başbakan mı bundan sorumlu olur?
Birinci sorumlu odur.
Ahmet Altan -Peki askeri hiyerarşi içinde?
Şimdi, eğer böyle bir olay varsa sorumluluk müteselsildir. Yani sorumluluk bir kişide
kalmaz, ama baş sorumlu böyle bir oluşumun varlığına müsaade eden kişilerdir.
Ahmet Altan- Bizde Özel Harp Dairesi'nin yapmış olduğu varsayılan eylemleri, eğer
yaptıysa bunlardan genelkurmay başbakanlarının haberdar olmaması mümkün
müdür?
Bu mümkün değil. Çünkü başlangıçta, biliyorsunuz Genelkurmay II. Başkanlığına
bağlı. Şimdi Genelkurmay II. Başkanı eğer Genelkurmay Başkanından saklıyorsa bu
bir olasılıktır. Yani saklayabilir de. Daha sonra bu Genelkurmay Harekat
Başkanlığı’na bağlanmış. Dolayısıyla Harekat Başkanlığı’nın inisiyatifi içinde; her şeyi
her yere bildirmek zorunda olmayabilir.
Neşe Düzel- Darbe önceleri Türkiye'de terör olayları tırmanır ve bu terör olaylarının
darbe önceleri dalgalanmasında kontrgerillanın rolü olduğu ve kışkırttığı iddiaları var.
Sizce darbe öncesi terör olaylarını kontrgerilla mı hazırlıyor?
Özel Savaş, soğuk savaşın ürünü bir yöntem. Özel savaş kavramı içinde askeri
kavramlar var. Sivillere yönelik kavramlar var. Teorisine baktığımız zaman bunlar
var. Teorilerinden bir tanesinde İstikrar Harekatı diye bir bölüm görüyoruz. Yani
stabilizasyon, destabilizasyon, yani bir bölüm var. Özel Harbin içerisinde istikrar
harekatı yapan bir bölüm var.
Neşe Düzel- Yani...
Yani, destabilize ediyor, sonra stabilize ediyor. Bu bölüm var olduğu sürece bu
kuşkuyu taşımakta haklılık var, somut gerçekler de bizi doğruluyor.
Neşe Düzel -Sizce, bugünkü terör olaylarında kontrgerillanın parmağı olabilir mi?
Bütün bunların ortaya çıkması için 20 yıldan beri çok kesin olarak, çok sık yinelediğim
gibi Meclis araştırması gerekiyor. Bugünkü parlamento bundan 2 yıl evvel bu konuda
çok yoğun tartışmalar yaptı. Biliyorsunuz Sayın Demirel'le, Sayın İnönü parlamentoda muhalefette bulunuyorlardı. Bu olayın üzerine gittiler.
Ahmet Altan -Sonra iktidara geldiler.
Çok istekte bulundular, iktidara geldiler. Ve de o günkü parlamentoda yapılan
kontrgerilla konusundaki tartışmada' mecliste bütün partiler ortak karar aldı. Bir
istisnası dışında. Mecliste 91 Aralığında bu konu tartışılacaktı. Bakın aradan ne kadar
zaman geçti, 1 yıl geçti, bu mecliste şimdi tartışma şöyle dursun, bir parti dışında
büyük bir suskunluk var. Özellikle Er-bakan buraya yeni bir isim takmıştı: Gizli
Amerikan Ordusu. Gizli Amerikan Ordusu hakkında hiç ses seda çıkmıyor.
Orhan Kilercioğlu
Neşe Düzel-Bugünkü hükümette yer alan devlet bakanlarından emekli General
Orhan Kilercioğlu'nun bir askeri cuntanın üyesi olduğunu, Özel Harp Dairesi ile ve
1977 Taksim Meydanı Katliamı ile ilişkisi olduğunu söylüyorsunuz siz. Bu iddianızı
neye dayandırıyorsunuz?
Dikkat ederseniz bunu yazdığım zaman bir kaynağa atıf yapıyorum. Yani, ben
söylemiyorum, söylenileni yansıtıyorum. 1978 yılının içinde "Hürriyet" Gazetesi
"Science Monitör" gazetesine gönderme yaparak bu olayı iddia etti. Daha sonra,
sanıyorum 1978'in Eylül ayında "Aydınlık" Gazetesi bu konuyu manşete çıkarttı.
Sayın Kilercioğlu'nun 1 Mayıs'ın içinde bulunan bir cuntanın içinde bulunduğunu ve
burada parmağı olduğunu ifade etti. Şimdi burada bir olay var, parmak basmamız
gereken bir olay var. Bir yerde bir iddia varsa, bir kişiye yönelik, o iddiayı eğer o kişi
tekzip etmezse veyahut ta başka yasal yollardan kişilik haklarını kullanmazsa o
iddianın altında kalır. Olay bu gibi geliyor bana.
Ahmet Altan- Biz kontrgerillanın sivil uzantıları olduğunu ve bu sivil uzantıların
köylerden kentlere kadar her yerde yaygın olduğunu biliyoruz. Peki, bu yaygınlık
içinde politik partilerde kontrgerillanın uzantıları...
II. Dünya savaşından sonra dünyaya ihraç edilen ideoloji anti-komünizmdir. Amerika
anti-komünizmi ideolojiye çevirdi, dünyaya ihraç etti. Anti-komünizmin doğal
müttefikleri içinde en önde gelenleri neo-nazist, neo-faşist'lerdir. Her ülkedeki neonazist, neo-faşist partilerin üyeleri doğal olarak en büyük anti-komünist oldukları için...
Ahmet Altan-Türkiye’deki partiler içinde kontrgerillanın uzantıları var mıdır?
Bunu yapıtımda ima ediyorum. Çok değerli de bir tanık getiriyorum: Sezai Orkunt.
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı, milletvekilliği var. Olayların içinde yaşayan
bir adam diyor ki, "Silahlı Kuvvetler sağdan çok soldan korkar. Türkeş'e bazı imkanlar
sağlanmıştır".
Ahmet Altan-"Sağdan çok soldan korkar,
sağlanmıştır" diyor.
onun içinde Türkeş'e imkânlar
Şimdi "Gladio" olayı var. Oradaki neo-faşistler bu işi yapıyorlar. Antikomünistmilliyetçilik, 1950–52 yıllarında Alman Gençlik Birliği diye bir örgüt var. Bu örgüt de o
eylemlerin içindeydi...
Ahmet Altan — Türk basınında kontrgerillanın uzantıları var mı?
Psikolojik savaş da özel savaşın bir bölümüdür. Psikolojik savaş insanın beynini
yıkar. Beyin yıkamanın açık olan yöntemi massmedia ile yapılır. Massmedia kesin
kontrol altındadır.
Ahmet Altan -Kontrgerilla tarafından...
Hem MİT'in psikolojik savaş dairesi var. Hem de psikolojik savaş bölümü ( TİB) var.
Bunların amacı insan beynini yıkamak. Hangi doğrultuda? Amerikan doğrultusunda
insan beynini yıkamak.
Neşe Düzel — Bütün NATO ülkelerinde kontrgerillanın varlığı ortaya çıkarıldı ve
bazılarında da soruşturuldu, biraz önce söylediğimiz gibi. Yalnızca Türkiye'de bu
konunun üstüne gidilemedi. Türkiye bir gün bu konuyu gerçekten ciddi bir şekilde
araştırabilecek mi? Eğer araştırmazsa Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurmak
mümkün müdür? Kontrgerilla gölgesi altında?
Çok teşekkür ederim. Çok haklısınız bu soruyu sormakta. Benimde iddiam bu,
kontrgerilla değil, bir ülkede iktidarın denetlemediği herhangi bir örgüt varsa
demokrasi yoktur. Oysa ki Türkiye'de birçok örgütler iktidarın denetimi dışında ve bir
güç odakları olarak yaşıyorlar, iktidarlar da onlarla uyum halinde yaşamayı kendisine
yediriyor. Bu böyle devam ettiği sürece işte bu kadar demokrasi olacak bu ülkede.
EK–1
CUNTACININ ÖZELEŞTİRİSİ
Teoman Erel
Her türlü koşul altında ve herkese karşı, hatta kendisine karşı sürekli olarak gerçeği
savunabilecek kadar cesur insan var mıdır?
Eski ihtilalci emekli Yarbay Talat Turhan, bu onurlu çabayı gösterebilen
yurttaşlarımızdan biridir.
Talat Turhan'ın Cumhuriyet'e gönderdiği açıklamasındaki özeleştiri bölümü, özetle
şöyle:
"22 Ekim 1962 günü Mürted Protokolü’ne imza koyan bütün generaller, albaylar
içinde en genç rütbeli bir iki yarbaydan biri de bendim.
Örgütün tüm faaliyetlerine aktif olarak katıldım. Bugün de, katıldığım eylemin tarihi
süreç içindeki doğruluk ve yanlışlığına bakmaksızın, özeleştirimi yaparak sahip
çıkıyorum. Oysa Mürted Protokolü’ne imza koyan (bazı) sayın kişiler gibi imzalarının
onuruna sahip çıkmak cesaretini kendilerinde bulamadılar. Şimdi vurgulayarak bir
gerçeği açıklamak istiyorum. Bu ve benzeri cuntasal örgütlenmelerin dün olduğu gibi
bugün de ulusa hiçbir yararı olmamıştır, olmayacaktır. Emekçilere ve vatansever tüm
kişiler ile siyasal parti ve demokratik örgütlere ülkemizin gerçek demokrasiye
dönüştürülmesinde yasal olarak kavga vermelerini tek seçenek olarak öneriyorum.
Böylece günah da çıkartmış oluyorum.
Tekrar başa dönelim. 21 Ekim 1961'de İstanbul'da 22 Ekim 1961'de AnkaraMürted'de, 15 Ekim 1961 günü yapılan seçimlerde müdahale karan alınıyor ve
parlamentonun açılmamasını öneriliyordu. Gerekçesi ise, seçimle gelen kişilerin
nitelikleri ile 27 Mayıs 1960'da devrilen kişilerin nitelikleri ve dünya görüşleri arasında
paralellik bulunması, çoğunluğu bu kişilerden oluşan bir parlamentonun 1961
Anayasası gibi, sosyal içerikli, emekten ve özgürlüklerden yana bir yasayı uygulayamayacağı, ülkenin yeniden geçmişte olduğu gibi bir kısır döngü içinde zaman
kaybedeceği endişesiydi. İhtilalci nitelikteki bu kararda yer almama karşın, bugün
demokrasiyi savunuyorsam da, gerçek değerlendirmeyi tarihe bırakıyorum, ancak bir
kanımı da açıklamamın sırası gelmiştir. Şöyle ki, gerçekten 1961'den sonra gelen
siyasi iktidarlar bir yandan Çankaya protokolü ile Silahlı Kuvvetler (Birliği'nin) vermiş
olduğu sözleri tutmaması nedeniyle ordu içindeki devrimlerin tarihsel suçluları
durumuna düşerken, diğer yandan 1961 Ana-yasası'nı uygulamak şöyle dursun, onu
değiştirmek için yoğun bir çaba harcayarak ülke içindeki siyasal kargaşanın teşvikçisi
ve tahrikçisi durumuna düşüp iki kez Türk Silahlı Kuvvetleri'ni politikanın içine
çekmişlerdir. Bu durumda eğer alınan müdahale kararları uygulamaya konulsa idi,
belki bugün ülkenin daha iyi bir siyasal ortamda bulunacağını... bir varsayım olarak
düşünülebilirdi. Ancak Silahlı Kuvvetler Birliği üyelerinin çoğunun ipliğinin pazara
düştüğü günümüzde, bu konuda da iyimser olamıyoruz."
Bu açıklamanın her satırına, her virgülüne aynen katıldığımızı söyleyemeyiz. Talat
Turhan'ın belirttiği gibi kişilerin tutumları ve olayların seyri ile ilgili yargılamayı tarih
daha iyi yapacaktır.
Bize ilginç gelen bir cuntacının, bir ihtilalcinin, cuntacılığı böylesine açık üslupla
eleştirebilmesidir.
Talat Turhan, düşüncesinin değiştiğini, daha önce yanılgı içinde olduğunu mertçe
açıklamıştır. Aslında on yıl önce mahkemede de özeleştiri yapmıştı. Şimdi bunu
zenginleştirmiştir.
Talat Turhan, bir ara bomba davasına da adı karıştırılmış, işkence görmüş, eziyet
çekmiş bir idealisttir. Osmanlının son zamanlarında vatan için ölümü her an göze
alabilen delifişek ittihatçılara da benzetilebilir. Onlardan farkı gerçeğe ulaşma
amacına yönelen, korkunç araştırma yeteneği ve gücüdür. İnatla araştırır, bulur ve
yazar. Okuyacağı, yazacağı sayfaların binleri, onbinleri bulması onu korkutmaz. Yeter
ki bilgiye, belgeye ve gerçeğe ulaşsın.
Gerçeklerin cesurca söylenmesi ve topluma yayılması hakikaten çok yararlıdır. Özal
gibi, muhaliflerini gittikçe sertleştiren korkusuz ve frensiz bir Başkan'ın yönetiminde,
seçimlere kadar geçirilecek dönem içinde Talat Turhan’ın özeleştirisi hiç
unutulmamalıdır. Yüzen gezen oyların arttığı, yakında dedikodum transferlere sahne
olacak, askeri dönemi özleyen bazı devlet adamlarının duman ve korku ürettiği bir
meclis... Özeleştiriye hiç yanaşmayan, konuşan ama resmen siyaset yapamayan, "ne
olursa olsun" anlayışı ile yürüyüşe geçen eski liderler... Ana muhalefet partisi içinde
slogancılığa kayabilecek bazı unsurlar... İktidar partisi içinde isyancılar...
Evet evet, böyle bir döneme girilirken cuntacılığın bir cuntacı tarafından açıkça
yargılanması yurdumuz ve zayıf demokrasimiz için yararlı olmuştur. Seçimle gelenin
seçimle gitmesi ilkesinin sahibi ne kadar artarsa o kadar iyidir.
(Milliyet, 22 Kasım 1985)
EK–2
TALAT TURHAN' İN ELEŞTİRİ
VE ÖZELEŞTİRİSİNİN DERSLERİ
Uğur Mumcu
"Turhan, en hünerli hukukçuları bile kıskandıracak nitelikteki savunmasında,
iddianame ile olaylar kronolojisi arasında bir ilgi kuruyor"(..)
"CIA’nin azgelişmiş ülkelerde bu ölçüde etken olduğu bir dönemde hakiminden
hekimine kadar herkes doğru teşhis yapmak durumundadır.
Özellikle sağ örgütlerde gerçekten milliyetçi duyguları alet edilen gençlerimizi
uyarmak isterim. Örgütlerini besleyen paranın nereden geldiğini arayıp
öğrendiklerinde bir hıyanete araç olduklarını anlayacaklardır.
Bu bölümü bitirirken siyasi cinayetlere kadar varan sağ örgütlenmenin adının
kontrgerilla olduğunu vurgulamak isterim. Şimdi soruyorum. Şu tablo içinde suçlu
kimdir? Elbette ben değilim.
Gerçek suçlular, Atatürk'ün tam bağımsız Türkiye'sini Amerikan emperyalizmine
peşkeş çekerek Türkiye'yi bugün silah ambargosuna kadar varan müdahalelerin
hedefi yapanlardır."
(…)
"Talat Turhan'ın savunması, hem iddianameyi eleştirir, hem de 'jakoben' ya da
'ittihatçı' yol ve yöntemleri savunan görüş için bir özeleştiri niteliğindedir. Bu yüzden,
yıllarca "ittihatçı1 ya da 'jakoben' geleneğini savunan bir kurmay subayın olayları
değerlendirmesi ve gerek kendisi, gerek arkadaşlarını bir 'özeleştiri' süzgecinden
geçirmesi çor yararlı olmuştur, Talat Turhan'ın bu eleştiri ve özeleştirilerinde bugün
ve yarın için dersler doludur.
Askeri müdahalelerin bir daha olmamasını istiyorsak, bu müdahalelerin öncesi ve
sonrasını ve bu müdahalelere yön veren insanların bir süreç içinde ne yaptıklarını,
hangi rüzgarlara kapıldıklarını bilmek gerekir. Bu bilinirse olayların neden ve
sonuçları daha net görülür, kurulan tuzaklar daha açık seçik biçimde ortaya çıkar.
Talat Turhan'ın savunmasını bu açıdan çok yararlı buldum. Emekli Tümgeneral Celil
Gürkan ile yaptığımız söyleşiden sonra Talat Turhan'ın savunmasını okuyunca, tablo
bütünü ile ortaya çıktı." (...)
"Sol literatürde 'küçük burjuva'nın kaypak olduğu yazılıyor. Benim bütün hayatım, bu
gözlemin doğruluğunu yansıtmaktadır. Evet, 'küçük burjuva' kaypağın kaypağı,
kalleşin kalleşidir.
Aslında benim kavgam hiçbir zaman, küçük burjuvanın, her iki kanadının, yukardan
aşağı oluşturmayı yeğledikleri, Jöntürk gelenekli, iktidar girişimlerinden yana
olmamıştır. Belki ülkenin bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar içinde bu yolu,
ehveni şer olarak kabul etmişimdir. 27 Mayısa gönül verişim bundandır.
Ama 12 Mart, hem 'hiyerarşik ihtilal', hem Jöntürk gelenekli iktidar mücadele
yöntemlerinin, hem de ehveni şerci görüşlerin iflasını belgelemiştir. Bütün bu
özlemlerin faşizmle noktalandığını, benim gibi faşist özentisi uygulamalarının hedefi
olmuş herkes bugün anlamış bulunuyor.
Emperyalizmle bütünleşmiş, uydu bir politikanın çirkefine batmış ve bu amaçla,
kurdukları gizli örgütlerle, dışarıdan aldıkları strateji ve taktiklerle, devrimciler
üzerinde provokasyon düzenleyenlerin, bu kokuşmuş düzeni yaşatma girişimleri
boşunadır. Bunu onlar da biliyorlar ve bugün için sadece zaman kazanmaya
çalışıyorlar. Çırpınmaları boşunadır, çırpındıkça batacaklardır.
Evet, sahte milliyetçilerin, dümenlerine baktıkları bu düzen mutlaka değişecektir.
Düzen iki yolla değişir. Oyla, zorla..." (...)
"Bir ülkede sosyo-ekonomik koşullar, düzen değişikliğini zorluyorsa ve o ülkede, oyla
düzen değiştirilemiyorsa, düzen zorla değişir."
(Aktaran Celil Gürkan, 12 Mart 'a Beş Kala, Tekin Y. s. 395–405)
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
"KONTRGERILLA
CUMHURBAŞKANLARINA DA
GÖREV YÜKLER"
Nokta dergisinden Mehmet Güç' ün Kontrgerilla üzerine yaptığı söyleşi derginin
13–19 Aralık 1992 tarihli sayısında özet olarak yayımlandı. Nokta’nın ilgili sayısında
çıkan bu söyleşiyi, bir belge olarak olduğu gibi aktarıyorum.
"KONTRGERİLLA CUHURBAŞKANLARINA DA
GÖREV YÜKLER"
Sanki sıradan, basit bir şeyi anlatır gibi ağzından dökülüyor sözcükler emekli Yarbay
Talat Turhan'ın; "ST 31–15 kodlu talimnameye bakın" diyor ve ekliyor, "Orada, bu
işlerin tek bir ülkenin işi olmadığı, müttefiklerle müşterek bir çalışmayı gerektirdiği,
bunun şeklini de cumhurbaşkanının tayin ettiği yazılı." Şaşırıyoruz. Talat Turhan'ın
"bu işler" diye tanımladığı çalışmalar, "kontrgerilla faaliyetleri" çünkü. "Kontrgerilla
cumhurbaşkanına görev mi veriyor?" diye soruyoruz. Talat Turhan sakin sakin
cevaplıyor; "Tabii, tabii..."
Yani kontrgerilla faaliyetlerini anlatan bir Talimnamede Cumhurbaşkanının
koordinasyonla görevlendirildiğini söylüyor Talat Turhan. Bizim şaşkınlığımız
karşısında "Evet, bunu ilk kez Nokta'ya açıklıyorum" diye de ekliyor.
Cumhurbaşkanı'nın Görev Talimnamesi.
Cumhurbaşkanlarına görev veren ST 31–15 kodlu "Gayrinizami Kuvvetlere Karşı
Harekat Talimnamesi", Amerikan Savunma Bakanlığı'nın FM 31–15 kodlu
talimnamesinden aynen tercüme edilerek hazırlanmış. Türkiye'deki kontrgerilla
faaliyetlerinin legal bölümünü yürüten Özel Harekat Birliği ile illegal faaliyetleri
yürüten sivil oluşumların genel hatlarını çizen bu talimnamenin Türkçeye çevriliş tarihi
1964. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner'in imza ve onayı ile yürürlüğe
giriş tarihi ise 1965.
Talat Turhan bu noktada şu soruyu soruyor; "Şimdi bu talimnamenin yürürlükte
olduğu 1965 yılından bugüne kadarki cumhurbaşkanlarına sormak gerekir; bu
talimnamedeki görevinizi yerine getirdiniz mi, getirmediniz mi? Anayasa dışındaki bir
talimname sana görev veriyor..."
Asker mi, Sivil mi?
Kara Kuvvetleri Komutanı'nın imzalayarak yürürlüğe koyduğu bir talimname ve bu
talimname ile görevlendiren cumhurbaşkanı!... Burada bir soru geliyor akla:
"Yoksa yıllardır Türkiye'de Cumhurbaşkanının asker mi, sivil mi olması konusunda
yapılan yoğun tartışmalara sebep bu talimname mi?"
Ve Talat Turhan sorularına devam ediyor; "Bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanı
merak edip de kendisine görev veren bu asker talimnamelerinin çıkış noktası üzerine
düşündü mü acaba?"
En azından şimdilik yanıtsız kalacak bu soruyu bir yana bırakıp, Talat Turhan'a
cumhurbaşkanlarına görev veren bu talimnamede başbakana ait bir görev olup
olmadığını soruyoruz. Turhan, bu soruya bir başka soruyla yanıt veriyor; "Bugüne
kadar hangi başbakan, kontrgerilla faaliyetleriyle ilgili iddialar için bir şey yaptı?"
Turhan'a göre bu iddiaları duymamazlıktan gelmek, araştırmamak, saklamak anlamına gelir ki, bu da bir görev olmalı herhalde.
Köşk’teki Kontrgerillacılar
Peki, cumhurbaşkanlarının kontrgerilla tarafından kendilerine verilen görevi nasıl
yürüttüklerine ilişkin bir yorum yapılabilir mi? Talat Turhan bu noktada da Çankaya
Köşkü'ndeki eski ve yeni "kontrgerillacı" danışmanlara dikkat çekiyor ve "bunların
Köşk'teki varlık sebepleri bu görevin yürütülmesi olabilir" diyor. Bu danışmanlardan
birinin kısa süre önce ölen bir gazeteciyi yıllar önce döverek kamuoyunun gündemine
geldiğini de öğreniyoruz bu arada. O yıllarda attığı yumruklar karşılığında Londra
Ateşemiliterliği ile ödüllendirilen kontrgerillacı (Yazarın Notu: Sözü edilen kişi İlhami
Soysal'ın dövülmesine fiilen katılmamıştır. ÖHD Başkanı olan bu kişi, Soysal'ın
kaçırılması ve dövülmesi olayına emir vererek katılmıştır.) gibi bir yeni danışmanın
kökeni de Silahlı Kuvvetler. Ama kontrgerillacılar sadece Köşk'te değil. Konut'a bağlı
kontrgerillacılar da
var. Turhan, Başbakanlığa bağlı olarak çalışan
kontrgerillacılardan ünlü isimler veriyor.
"Ya Kilercioğlu?" diyoruz. Talat Turhan'a, isteksiz isteksiz, "Kilercioğlu ortada hiçbir
şey yokken, bir gazetenin oyununa geldi" diyor. Turhan'a göre, Kanal 6'da yayınlanan
"Bizim Koltuk"daki tartışmasını, programın yayına üç gün kala "Talat Turhan
kontrgerillayı anlattı" başlığı ile haberleştiren bu gazetenin haberine "Devlet Bakanı
Orhan Kilercioğlu'nun 1977'deki 1 Mayıs Katliamı'nda parmağı olduğunu öne
süren Talat Turhan" diye başlaması yol açmış bütün gelişmelere.
Turhan, ne programda, ne de başka bir yerde bu tür bir açıklamasının olmadığını
söylüyor ve "bu, programın yayını engellemek için yapılmış bir oyun" diyor. Gazetenin
yayınlandığı gün, "Bizim Koltuk" programının yayınını durdurmak için mahkemeye
başvuran Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu ile Harbiye Orduevi'nde özel bir görüşme
yaptığını anlatıyor. Bu görüşme sonucunda karşılıklı olarak anlaştıklarını söyleyen
Turhan, bir sonraki gün Kilercioğlu'nun "Talat Turhan yalan söylüyor" biçimindeki
açıklamasına çok kızmış. Hem de çok. Üstelik Kilercioğlu, bir de bu açıklamanın
ardından "ben tartışmadan çekiliyorum" deyince...
Kilercioğlu'nun Yöntemleri
Bu kızgınlık, Talat Turhan'ı polemiğe girmek istemediği Kilercioğlu ile ilgili bazı
duyumlarını açıklamaya itiyor:
"Orhan Kilercioğlu uzun süre eski Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ın Özel
Kalem Müdürlüğü'nü yaptı. Dolayısıyla Semih Sancar'ın 12 Mart dönemindeki
Sıkıyönetim Komutanlığı sırasındaki yasadışı bütün davranışlarından haberdar.
Sonra sıra, Semih Sancar'ın Kıbrıs Harekatı'nı birlikte yaptığı Bülent Ecevit'le olan
dostluğuna geliyor. Bu dostluk bazı çevreleri rahatsız ettiği için, ayrıntılarını
açıklamaktan rahatsızlık duyduğum bazı yöntemlerle ve bazı aracılarla Semih
Sancar'ın Ecevit yerine Demirel'e yaklaşması sağlandı. O olayda Kilercioğlu'nun
rolü var mıdır acaba? Bugünkü yerine bakınca insan düşünmüyor değil."
Dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ı Bülent Ecevit'in dostluğundan,
Süleyman Demirel'in dostluğuna iten kişiler arasında Orhan Kilercioğlu dışında
kimler bulunduğu soruları şimdilik karanlıkta kalacak gibi. Hiç değilse Semih
Sancar'a dost değiştirten rahatsızlık verici yöntemleri öğrenebilir miyiz diye ısrar
ediyoruz. Ama nafile...
Kilercioğlu ile ilgili bilgiler arasında yıllar öncesine ait bir gazete kupürü de var. Bu
kupüre göre; 12 Mart'a doğru koşan günlerde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde
öğrencilerin yakalayıp teşhir ettikleri bir Amerikan ajanının cebinden bir not defteri
çıkıyor. Bu defterin sayfaları arasında ise Orhan Kilercioğlu'nun ad ve telefonu
yazıyor. Neden, nasıl bilinmez...
O geçmiş döneme ait bir başka anekdot ise Namık Kemal Ersun'a ait. 5 Haziran
1978 seçimlerinin ardından Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Er-sun ile
birlikte bazı subayların emekli edildiklerini anlatıyor Talat Turhan ve bu emekliliklerin
o günden bugüne bilinmediği iddiasını ileri sürüyor. Turhan, "Nasıl açıklık rejimi bu?
Bu kadar önemli olayların nedenini bilmiyoruz" diyor. Namık Kemal Ersun ve
diğerlerinin darbe hazırlığı içinde oldukları gerekçesiyle emekliye ayrıldığını söyleyen
Turhan, idamla cezalandırılabilecek önemde bir suçu işleyen Ersun Paşa'nın 12
Eylül'den sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliğine atanarak ödüllendirildiğini
belirtiyor.
Biz tekrar kontrgerilla konusuna dönmek istediğimizde, anlattığı hiçbir kişi veya olayın
bu konunun dışında olmadığını söylüyor Talat Turhan ve devam ediyor; "Nerede
dokunulmaz, hiçbir dönemde yerini kaybetmemiş bir kişi varsa o kişi bana kontrgerilla
ilişkilerini çağrıştırır. Nerede karanlıkta kalmış bir cinayet, suikast, üzeri kapatılmaya
çalışılan bir bilinmez varsa şüphelenirim." Talat Turhan'ı bu denli şüpheci kılan,
biraz da duyarsızlık. Yıllarca bu konu ile ilgili kamuoyuna belge ve isim sunduğunu,
ne bu isimlerden ne de bu belgelerden bir karşılık alabildiğini anlatıyor Turhan.
"Biz yine de bir kez daha soralım" deyince, "Mesela Halit Narin" diyor Talat Turhan.
Turhan'a göre hiçbir zaman gündemden düşmeyen, hep önde, yukarıda kalmış bir
isim Halit Narin. "Adam hem müflis, hem devlete borçlu, hem de evinde bakanlar
ağırlıyor, bakanlarla beraber. Ben bu tür dokunulmaz insanlardan ürküyorum" diyor
Turhan ve "80'den bu yana başbakan ve cumhurbaşkanının yurt dışı seyahatlerine
katılanlar arasında Narin var, o gezilerde acaba Narin para ödüyor mu? Yoksa onun
parasını birisi mi veriyor" sorusunu soruyor. Ama anlattıkları arasında asıl ilginç olanı
biraz geçmişe uzanıyor.
Abas'ın Narin İlişkisi
12 Eylül'den hemen sonraki günlerde o zamanın Konsey üyesi Nurettin Ersin
Paşa'nın Muğla'ya geleceği duyulunca Muğla Valisi ve komutanı valilikte karşılama
protokolünü hazırlamak üzere bir araya geliyor. Çalışmanın ortalarında bir yerde kapı
açılıyor ve içeri iki kişi giriyor. Talat Turhan olayın devamını şöyle anlatıyor:
"Girenlerden biri Halit Narin, diğeri bodyguard gibi iki adım gerisindeki o sırada
devlet hizmetinden ayrı olan MİT üst düzey görevlilerinden Hiram Abas'tır.
Konuşmanın nasıl başladığını bilemiyorum ama Hiram Abas ile Mülkiye'den
arkadaşı Muğla Valisi arasında yüksek perdeden bir tartışma başlar. Konu Nurettin
Ersin'in gelişinden sonra nerede kalacağı üzerinedir. Son sözü Hiram Abas 'Nurettin
Ersin yarın gelecek ve bizim misafirimiz olacak' diye söyler ve Narin'in ardından
kapıyı çarpıp çıkar." (Yazarın Notu: Nokta dergisinde bu yazı yayımlandıktan sonra
müflis Halit Narin'i kurtarmak ve kendisine yeni krediler açmak için banka
olanaklarının zorlandığı, basma haber olarak da yansıdı. Bkz: Cumhuriyet, 26 Şubat
1993)
Bir sonraki gün Muğla'yı onurlandıran (Yazarın Notu: Karşılama töreni Marmaris'te
yapılıyor) Konsey Üyesi Nurettin Ersin resmi devlet töreni ile karşılandıktan kısa bir
süre sonra Marmaris'in yolunu tutuyor. Vali ve komutanın değil, Abas ve Narin'in
dediği kendiliğinden oluyor. Talat Turhan'ın sözleriyle, "Ersin Paşa Halit Narin'in
Marmaris'teki otelinin üst katında bulunan karargahına konuk olur. Ertesi gün de
oradan helikopterle Gümüşlük'e gider."
Talat Turhan bu olayı ve ilişkiyi anlayamadığını söylüyor ve ekliyor: "O olayın ertesi
günü Muğla Valisi oradan sürüldü. Narin'in body guardı Hiram Abas'ı ise bir güç
oradan aldı ve MİT'in başına doğru itti. Onu MİT'in başına koymak devletin onuruna
yakışmaz. Eğer MİT Raporu olayı olmasaydı gerçekten de MİT'e başkan olacaktı."
Hiram Abas'ın MİT'e başkan olarak getirilmek istenmesinin nedeni ise asker-sivil
çekişmesinin ardında yatıyor. Turhan, sivil kanadın başındaki Hiram Abas'ın ilişkileri
ve bağlılıkları üzerine "Doruk Operasyonu" adlı kitapta yazdıklarını örnek veriyor.
Bu dokunulmazların kontrgerilla örgütlenmesi içindeki olası yerini ise bir belgeyle
işaretliyor Turhan. Bu belge de hayli ilginç. FM 31–21 kodlu ve "Special Forces
Operations" ( Yazarın Notu: Doğrusu ST 31- 16 Conterguerilla Operations olacaktır.)
başlıklı bir talimname belgesi bu. Turhan'a göre son derece ilginç bir sivil
örgütlenmeyi göz önüne seriyor bu belge. Ve basın-yayın yöneticileri, polis şefleri,
sendikacılar, din adamları, iş dünyası temsilcilerinin kendilerine yer bulduğu bir
örgütlenmeyi anlatıyor.
Bu kişiler kimler olabilir sorusu geliyor akla tabii ki ve biz de soruyoruz. Turhan'ın
imaları var elbette; "Yeri hiç değişmeyen sendika temsilcileri, iş dünyasının hep
gündemdeki temsilcileri, parlamenterlere oturduğu yerden hakaret edip koltuğu dahi
sallanmayan yargı temsilcileri ile flaşları hiç sönmeyen yay m dünyası yöneticileri"
gibi imalar bunlar. "Bir örgüt içinde, polis ile yargı yöneticilerini bir araya
getiriyorsanız, bu çok tehlikeli bir durumdur" diyen Turhan, anayasal sistemi
reddeden bu oluşumun CIA ve AID tarafından kontrol edildiğini ve denetlendiğini de
sözlerine ekliyor. Turhan'ın DGM'lere yönelik sözleri ise "12 Mart'ın bütün pisliklerine
bulaşmış insanların göreve getirildiği olağanüstü mahkemelerin doğası, zaten
istihbarat örgütleriyle birlikte çalışmalarına uygundur" oluyor.
Bütün bu anlatılanlardan sonra "kontrgerilla yoktur" denilemez belki ama kontrgerilla
gerçekten yok. Çünkü kontrgerilla bir kurum değil bir yöntem. O yöntemi uygulayan
yeraltı kuruluşuna kamuoyunun koyduğu bir ad bu. Çünkü hala ortaya çıkartılabilmiş
değil. "Ancak bu arada bir şeyin de karıştırılmaması gerekir" diyor Turhan. Ona
göre karıştırılmaması gereken Özel Kuvvetler Komutanlığı adlı legal oluşumun
işlevlerinin, illegal oluşumlarla beraber yorumlanması. Bunu şöyle anlatıyor: "Bir
savaşta, iç savaşta direniş örgütlemek, devlet güçlerinin kendini savunma hakkı. Ama
bu işin CIA tarafından finanse edilmesi ve illegal sivil askeri uzantılarla farklı alanlara
kaydırılması başka şey." Bu sivil ve asker uzantıların kimler adına ne işler
yaptıklarının bilinemediği gibi bilinenenlerin de denetlenmediği kanısında Turhan. "1
Mayıs Katliamı'nı zamanın yöneticileri önceden biliyorlardı da ne oldu,
engelleyebildiler mi?" diyor. Son sözü daha da ilginç:
"O 1 Mayıs gösterileri sırasında orada silah kullanan kalabalığa ilk ateşi açan birkaç
kişi biliniyordur herhalde, bu kişiler şimdi nerede ve hangi görevdeler"
Ecevit'e suikast girişiminde kullanılan silahın ve balistik raporunun nerede olduğu
sorusu da var ortada. Ya Özal'a suikast girişimindeki bilinmezler. Turhan'a göre
örnekleri çoğaltmak mümkün ama soruların yanıtlarına ulaşmak o kadar mümkün
görünmüyor.
Kontrgerilla yöntemleri, suikastlar, cinayetler, bombalamalar, rüşvet ve yolsuzluk ve
yozlaşma anlatılmakla tükenmiyor kuşkusuz. İlginç dokunulmazlıklar ve
dokunulmazlar hep var. Aslında "dokunulmazlık" güzel bir şey olsa gerek. Yasal ve
bize özel olunca... Ama gelin görün ki yıllardır "dokunulamazlar"ın baskısı altında
yaşama talihsizliğinden kurtulabilmiş değiliz. "Dokunulamaz" kişi ve kurumların fena
halde "dokunduğu" bir demokrasiyle yaşayıp 'gidiyoruz. Nedense hiçbir şey
"dokunmuyor" bize, "dokunmadan" yaşayıp gidiyoruz.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BASINDAN SEÇMELER
Kontrgerilla varmış meğer...
Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş, Milliyet gazetesinde yer alan
açıklamalarında kontrgerilla mevzuuna temas etmiş. Faili meçhul cinayetleri
kontrgerillanın işleyip işlemediğini soran Nilüfer Yalçın'a şu cevabı veriyor Güreş:
"Önce şu kontrgerilla sözü tamamen yalan yanlış kullanılıyor.
"Bu teşkilatın amacı şudur: Karşıda savaşa giren bir düşman bölgesine sızarak
oradaki halkı mukavemet için organize eder. Ya da düşman Türk toprağına girmiştir,
kontrgerilla işgal bölgesinde kalıp halkı direnişe teşvik eder, organize eder. Bu
kuruluşlar her ülkede var. İngiltere'de SAS alayı, ABD'de Delta Force budur. Bizde
Özel Kuvvetler Komutanlığı var. Fevkalade iyi eğitilmişlerdir, ama görevleri bellidir.
Bunlar bölgede neden adam öldürsün? Devlet kesinlikle böyle bir şey yapmaz."
Biz 18 Haziran tarihli "Türkiye'de kontrgerilla hala var mı?" başlıklı yazımızda,
ilgililerin bu hususta hiç konuşmadığını belirtmiştik. Evet, şimdi üst seviye bir ilgili
konuşuyor. Adı ne olursa olsun, böyle bir örgütün varlığı tescil edilmiş oluyor
böylece... Peki, acaba bu örgüt mensuplarının 12 Eylül öncesinde bazı olayları
provoke ettikleri söyleniyordu. Şimdilerde de böyle provokasyonlarda bunların
parmağı, var mı ki?
Bilmiyoruz. Bizimki sadece merak. Türkiye'de henüz şeffaflık olmadığı için buna
cevap verecek bir babayiğit de kolay kolay çıkmaz herhalde...
Hâlbuki birçok Batılı ülkede bu tür örgütlerin foyaları bir bir ortaya çıkıyor.
(Atilla Yargıcı, Yeni Asya, 9 Eylül 1992)
Ajanın not defterinden Kilercioğlu çıktı
Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencileri, üniversite iç hizmetler başkanı
Mehmet Avcı'ya bağlı olarak çalıştığını söyleyen Hikmet Turgut adlı kişiyi "ajan
provokatör" olduğu gerekçesiyle üniversite içerisinde teşhir ettiler.
ODTÜ'lü öğrenciler, 9 Ekim tarihinde "şüpheli davranışları" nedeniyle yakaladıkları
Hikmet Turgut'un üzerinde yaptıkları aramada bir telsiz bulduklarını belirterek "not
defterinde de Emniyet'e ait çeşitli telefon numaralarının yanı sıra öğrencilerin
konuşmaları, toplantı tarihlerini içeren kağıtlar, Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın
referansı ile Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun adresinin bulunduğunu" iddia ettiler.
Olayın tanığı olan ve güvenlik nedeni ile isimlerinin açıklanmasını istemeyen
öğrenciler, Gündem'e yaptıkları açıklamada, "Geçen sene de bir sivil astsubayın
öğrenciler arasında ajan olarak bulunduğu ortaya çıkartılmıştı" dediler. Turgut'un
okuldaki jandarma tarafından da sahiplenilmediğini söyleyen öğrenciler şöyle
konuştu:
"İç hizmetler başkanı Mehmet Avcı'nın jandarmayla işbirliği içerisinde olduğu ve
devrimci demokrat öğrencilerin isimlerini jandarmaya verdiği biliniyordu. Öğrencilerin
tartışmasına katılmak isteyen Turgut'un çeşitli davranışlarının dikkat çekmesi üzerine
kendisine kimliği soruldu. Fakat üzerinden hiçbir tanıtıcı kimlik çıkmadı. Hikmet
Turgut daha sonra durumu haber alan jandarmaların da hazır bulunduğu dekanın
odasının önüne götürüldü. Jandarmalar öğrenciler tepkisi karşısında ajanı
sahiplenemeyip geri çekildiler. Bunun üzerine Hikmet Turgut, okul içerisinde
öğrencilere teşhir edildi."
(Özgür Gündem, 18 Ekim 1992)
Kontrgerilla iddiası
MÇP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, "Ne şahsen ne de başkan olduğum MHP ve
MÇP'nin, MİT, CIA ve kontrgerilla ile ilgisi düşünülemez" dedi. Türkeş, önceki akşam
özel bir televizyonun yayımladığı haber programda ortaya atılan, Türkiye'de
kontrgerilla teşkilatı bulunduğu, bunun sivil uzantısında MHP'nin de yer aldığı
şeklindeki iddiaları cevaplandırmak üzere bir basın toplantısı düzenledi. Alparslan
Türkeş, haber programının "Asılsız, hayal mahsulü iddialara" dayandığını, geçmişte
de "Türkeş-MHP-kontrgerilla ve CIA uzantısı" iddialarının ortaya atıldığını ve milliyetçi
hareketin kamuoyunda küçük düşürülmeye çalışıldığını söyledi.
(Cumhuriyet, 17 Kasım 1992)
Gladio şeffaflaştıramadıklarımız...
Özal'ın yetkisine tırpan."
"Keçeciler emanetçi. "Siyaseti sarsan tablo."
"ANAP'ın sonu."
Hay huyları arasında, Kontrgerilla, Gladio veya Özel Harp Dairesi diye çeşitli isimler
altında anılan mesele güme gitti.
Kimse üzerine gitmedi...
Geçtiğimiz Pazartesi günü akşamı, Mehmet Ali Birand'ın takdim ettiği 32. Gün
programı çerçevesinde, dile getirilen Gladio meselesinden bahsediyoruz.
Gazeteler manşetlerle, yazarlar çarşaf çarşaf yazılarıyla bu meselenin üzerine gitmeli
değil miydi?
Ama her ne hikmetse, bir-iki cılız sataşma ve cevaptan başka bir ses gelmedi...
***
CHP eski ve DSP yeni Genel Başkanı Bülent Ecevit, dehşetli ifşaatlarda bulundu.
"Özel Harp Dairesi örtülü ödenekten besleniyor. Aldığı paraları nereye harcadığı belli
değil. Her yere silah depoluyor. Komünistlere karşı teşkilatlanıyor. Pek çok masrafını
ABD finanse ediyor. Ve anarşik hadiselerin birçoğunu provoke ediyor izlenimi var..."
Falan, filan...
***
Gladionun bulunduğu birçok NATO ülkesi, meselenin üzerine üzerine gitti. Gerekli
girişimlerde bulundu. Gladio'larım dağıttı. Türkiye'de bir-iki çalkantıdan başka bir şey
yok.
Neden?
Bu sual, kamuoyunun zihnini meşgul ediyor...
***
MHP eski ve MÇP yeni Genel Başkanı Alpaslan Türkeş. TBMM'de yaptığı basın
toplantısında şöyle dedi:
"Kenan Evren ve Bülent Ecevit gibi, devletin en üst kademelerinde görev almış
kişilerin bu beyanları talihsiz. MHP Sarıkamış İlçe Başkanının Özel Harp Dairesi
elemanı olduğunu Sayın Ecevit'in açıklamasından öğrendim. Kars'ın diğer ilçesindeki
CHP ilçe başkanının da aynı kuruluşun görevlisi olduğunu.."
Açıklamalara dikkat ediniz...
İnkar yok.
Ancak, bir diğerinin ne olduğunun açıklanması altında itiraf var...
Bu şunu gösteriyor:
Gladio, Kontrgerilla veya Özel Harp Dairesi sivil elemanı her partide yer aldı...
Ama ağırlığı hangisinde?
MHP'de mi, MSP'de mi, AP'de mi, CHP'de mi, yoksa diğer partilerde mi?
Her partinin durumuna yapısına göre hepsinde yer aldılar...
Bizce bunun sivil uzantıları dahil, en çok ANAP'ta yer aldılar.
12 Eylül 1980 İhtilalini
mukadderatına el koydular.
olgunlaştırmak
için
elbirliği
yaparak,
memleketin
Biliyorsunuz ANAP, dört partiden gelenleri birleştirmişti...
İşte bunlar, Kontrgerillanın sivil uzantıları idi...
Şimdi dağılmak üzereler mi?...
Bir başka bahara veya bir başka "memleketi kurtarma" operasyonunda birleşmek
üzere!
Evet, bu Kontrgerilla mı diyeceğiz, Gladio mu diyeceğiz, yoksa Özel Harp Dairesi mi
diyeceğiz, ne diyeceksek diyelim; bir an önce, ne olduğu, ne ettiği, ne yapacağı,
vazife ve sınırları, şeffaflık çerçevesinde, kamuoyunun gözü önüne serilmelidir...
Şeffafçasına!
(Ali Ferşadoğlu, Yeni Asya, 21 Kasım 1992)
Gerilla mı? Terörist mi?
PKK'lılar için "gerilla" mı "terörist" mi yoksa "militan" mı diyeceğiz? Hangisi doğru?
Güneydoğu'da yaşanan, bir ayaklanma ise o zaman PKK için "gerilla" denmesi
uygundur.
Askeri terminolojide "gayri nizami harp" iki anlama gelir.
Bu kavramın birinci anlamı "düşman ülkede veya düşmanın işgal etmiş olduğu bir
bölgede egemen otoriteyi yıkmak ve zayıflatmak için" yerli halkın desteği ile yapılan
askeri ve yarı askeri hareket demektir.
Bu anlamda "gayri nizami harp" düşman ülkede ya da işgal edilmiş topraklarda devlet
kuvvetlerince yönetilir "Özel harp" olarak adlandırılan "gayri nizami harp"in ikinci
anlamı, devlete karşı ayrılıkçı güçlerce yönetilen ayaklanmadır.
Gerillalar, "şehir gerillası" ve "kır gerillası" olarak ikiye ayrılır.
Askeri terminolojide ayaklanma "gerilla birlikleri" tarafından yönetilen başkaldırmadır.
Bu birlikler, üç aşamadan geçerler.
Stratejik savunma
Stratejik denge
Stratejik taarruz.
Gerilla birlikleri, tabur, alay, tugay ve tümen olarak örgütlenmişlerse, ayaklanma
başlar.
PKK, Güneydoğu'daki eylemlere "serihıldan" diyor. "Serihıldan" Kürtçe'de ayaklanma
anlamına geliyor.
Olaylara bu açıdan bakarsak PKK'lılara "gerilla" denmesi gerekir.
Terör, "toplumsal ya da ideolojik bir görüşü ya da bir sistemi yerleştirmek amacıyla
şiddet yöntemleri kullanmak" biçiminde tanımlanabilir.
Terörde amaç, şiddetin korku yaratmasıdır. Terör, gizli örgütlerce yapılır; terörün
hedefleri yalnızca güvenlik güçleri değil, sivil halktır.
Terörist eylemler iki amaca yönelirler. Birinci amaç, toplumda korku, yılgınlık ve
sürekli tedirginlik yaratmaktır.
İkinci amaç bu yöntemlerle ulaşılmak istenen siyasal çözümdür.
Gerilla eylemleri, amaçlarına erişmek için terör yöntemleri kullanırlar. Bu açıdan
PKK'lılara "terörist" denebilir.
Devletler, terörist eylemleri önlemek için çeşitli sözleşmeler yaparlar.
"Tedhişçiliğin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi", "Tedhiş Hareketlerinin
Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi" ve "Paris Şartı" bu sözleşmelerden
bazılarıdır.
Her devlet, ceza yasalarında terörizmi suç sayar.
Hiçbir devlet, ayaklanmaya hoşgörü ile bakmaz. Bakarsa varlık nedenleri ile çelişir.
Silahlı eylemler, ancak silahla bastırılır.
"Gerillanın kullandığı terör yöntemleri görmezlikten gelinemez. Ne görmezlikten
gelinir ne yok sayılır. Bu nedenle PKK'lılara "terörist" demek uluslararası hukuka da
uygun düşer.
PKK'lılara "militan" denir mi?
Her görüşün savaşçısı vardır. "Militan", bir görüşün yerleşmesi için savaşan insan
demektir. Bu anlamda genel bir kavramdır.
"Militan", silahlı eylemlere de başvurabilir. Ancak bir düşünce savaşçısı da
"militan"dır, ama "gerilla" ve "terörist" sayılmaz.
Her gerilla bir teröristtir, ancak her militan terörist sayılmaz.
Bu gibi kavramlarda ölçü, kullanılan yöntemdir.
Militan, silahlı eylemlere başvuruyorsa, bu militan aynı zamanda "terörist'tir.
Kullanmıyorsa, örneğin yasal partilerin militanlarına "terörist" de denmez,'"gerilla" da.
Her kavramın kendine özgü anlamı vardır. Bu anlamları kavramların içeriklerine
uygun olarak kullanmak gerekir.
PKK, bir "ayaklanma" başlattı. Bu ayaklanmayı da kendi yayın organlarında açık açık
duyurdu. PKK'nın kendisi bu eylemlere "ayaklanma" dedikten sonra bizlerin bu
eylemlere başka ad takmamızın anlamı yoktur. Anlamı olmadığı gibi gerilla ve terör
eylemlerine başka başka adlar bulmak da inandırıcı olmaz.
Yıllardır terör olayı ile iç içe yaşıyoruz. Artık bu konularda geçerli kural ve tanımları da
öğrenmek zorundayız. Yoksa, kamuoyunu yanlış yönde koşullandırmış oluruz.
(Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 24 Kasım 1992)
RP: Meclis Kontrgerilla'yı araştırsın
Refah Partisi (RP) İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı ve 21 arkadaşı, "Türkiye'de
darbeler, dış ve iç dayanakları, Özel Harp Dairesi ve Kontrgerilla" hakkında Meclis
araştırması açılması istemiyle bir önerge verdi.
RP İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı, Meclis araştırma önergesinde, İsviçre
merkezli olan Kontrgerilla'nın Türkiye'de de uzantısının bulunduğu ve Özel Harp
Dairesi ismiyle faaliyet gösterdiği iddia ve itiraflarının uzun zamandır kamuoyunu
meşgul ettiğini bildirdi.
32. Gün programında bu konunun ele alındığım ve bu çok gizli örgütün varlığı ve
faaliyetleriyle ilgili bilgi ve belgelerin bir kısmının ortaya konulduğunu belirten
Mezarcı, Genelkurmay Başkanlığı'nın Özel Harp Dairesi'nin nasıl çalıştığını
göstermek için bir basın toplantısı düzenlediğini ancak, bunun kamuoyunu tatmin
etmediğini kaydetti.
Mezarcı, 1960 ihtilali de dahil olmak üzere darbe ve muhtıra öncesi ortamların ve
darbelerin oluşumunda bizzat devlet kurumlarının aktif rollerinin bulunduğu iddiasının
devleti de orduyu da zan ve şaibe altına soktuğunu bildirdi.
Mezarcı, "Türkiye'nin Meclis üstü ve Meclis dışı gizli kurum ve örgütlerle yönetilip
yönlendirildiği iddiaları meclislerimize de, hükümetlerimize de gölge düşürecek
boyutlardadır. Meclisimizin, ordumuzun ve devletimizin bu zan, töhmet ve
şaibelerden kurtarılarak yıpratılmaması için çok kapsamlı ve ciddi bir Meclis
araştırması ile konunun aydınlatılması gerekmektedir" dedi.
(Özgür Gündem, 28 Kasım 1992)
Kilercioğlu, Demirel'i ne kadar sever?
Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun Başbakan Süleyman Demirel'e bağlılığını
ispatlamak için gündeme getirdiği telefon dinletme olayına ilişkin tartışma sürüyor.
Orduda henüz çiçeği burnunda bir tuğgeneral iken Demirel'e hatır sormak için açtığı
telefonlar nedeniyle Evren'in emriyle emekliye sevk edildiğini söyleyen Kilercioğlu'nun
bu suçlamasına Evren'in yanıtının bir bölümü basına yansıdı, ama tümü değil.
Öğrendiğimize göre Evren, bazı yakınlarına ilişkin değerlendirmeleri arasında şunları
da söylüyormuş:
"1987 seçimleri sonrasıydı. Kilercioğlu, Demirel tarafından İzmir'den aday gösterilmiş,
fakat kazanamamıştı. Bir gün bana geldi ve Süleyman Demirel için öyle şeyler
söyledi ki bugün bile bunları tekrarlamaktan hicap duyuyorum."
(Cumhuriyet, 28 Kasım 1992)
İkinci Cumhuriyet, Kontrgerilla ve Demokrasi
Dört günlük bir ayrılıktan sonra Türkiye’ye dönerken, uçaktaki gazetelerden
ülkemizdeki havayı koklamaya çalışıyorduk.
Gördük ki, "İkinci Cumhuriyet" kavramının güncelliği popülaritesini arttırarak sürüyor.
Üstelik kavramın talipleri de çoğalmış.
Kimisi tembel, kimisi de kötü niyetli olan bir kısım gazeteci makalesi de, iki yıllık
SABAH koleksiyonlarını taramak yerine, masa başında "işkembe-i kübradan" İkinci
Cumhuriyet'e "teorisyen ve sahip politikacı" peydahlamaktalar.
***
"İkinci Cumhuriyet" kavramının özüne değil de gündemdeki yerine niyetlenen kimi
uyanık politikacıların gazetedeki demeçlerine göz atarken, birden bir habere
rastladım.
Tek bir gazetenin, 26'ncı sayfasındaki haber şöyleydi: "Türkiye’de Kontrgerilla
tartışmasını ilk başlatanlardan ve yaptığı araştırmalarla tanınan emekli Kurmay
Yarbay Talat Turhan Kanal-6'da Pazar günü yayınlanacak Bizim Koltuk programının
dünkü çekimlerine katıldı. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun, 1977 yılında Taksim
Meydanı'nda meydana gelen kanlı olayda parmağı olduğunu öne süren Turhan (o
zamanlar çeşitli gazetelerin ortaya attığı bu iddia, Kilercioğlu tarafından tekzip dahi
edilmedi) dedi."
Talat Turhan'ın sözleri şöyle devam ediyordu:
"Bir ülkede faili meçhul cinayetler çoksa ve bunlar aydınlanmıyorsa, istihbarat
örgütlerinden şüphelenmek gerekir. Kontrgerilla eylemlerini Genelkurmay Başkanının
bilmemesi mümkün değildir. Darbe öncesi terörü bu örgütün hazırladığı konusunda
kuşkular vardır. Bunun somut olarak ortaya çıkması için Meclis araştırması gerekir."
***
"Bizim Koltuk" programındaki "Kontrgerilla" konusunu bir an önce seyretmek için
sabırsızlanırken, Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun haberin yayınlandığı gün acilen
Ankara 8. Asliye Hukuk Mah-kemesi'ne "kendisiyle ilgili bölümlerin yayından
çıkarılması" için başvurduğunu öğrendim. Mahkeme de, "Türkiye'de adalet yavaş
işler" eleştirilerinin tümünün köküne kibrit suyu ekecek bir biçimde hızlı karar vererek,
programı izlemeden "istenilen bölümlerin" çıkarılmasını karara bağlamıştı.
Sürdüğüm iz bu noktada kayboldu.
Pazar günü saat 12’de "Kontrgerilla" programı yayınlanacak mı, yayınlanmayacak
mı bilmiyorum.
***
Ama bildiğim bir şey var; "devletin içinde bir çete olduğu" iddiasının aydınlatılması
sürekli engelleniyor.
Mehmet Ali Birand, bugün Devlet Güvenlik Mah-kemesi'nin önünde ise, 32. Gün'de
"Turgut Özal'ın suikastı" Kontrgerilla'nın yaptığını söylediği içindir.
Osman Öcalan bunun kamuflajıdır.
Ve ne gariptir ki, normal bir demokraside, böyle bir iddia, tüm kamuoyunu ayağa
kaldıracakken, bizde sağır geçiştirilmiştir.
Hatta tam tersine, Mehmet Ali Birand, Kontrgerilla'nın basındaki uzantısı "muhbir'ler
tarafından savcılara, genelkurmaya jurnal edilmiştir.
Şark kurnazdır.
Genellikle basında "Özal saplantısına" sahip olanlar Kontrgerilla ile ilgili iddialar
karşısında tavana bakarlar.
Hâlbuki hem Özal'a karşı şiddetli muhalif olunabilir hem de "devletin hukuksal
temeline" hançer saplayan Kontrgerilla iddiası üzerine gidilebilir.
Bizde "Özal takıntısı" bulunanlarda bu çakışmıyor.
"Cumhurbaşkanını devlet içindeki silahlı bir çete öldürmek istedi" iddiası duyulmadan,
sadece Özal'a karşı kin ateşi körüklenmekle yetiniliyor.
***
"İkinci Cumhuriyetçi" olan ile olmayan, bu noktada kolayca ayırt edilebilir.
"İkinci Cumhuriyet" bizimki gibi "asker kökenli" bir devleti,"üretken ve demokratik"
yapma önerisidir.
"Kontrgerilla" teşkilatının Türkiye'de de var olduğu bizzat, bu kuruluşu vaktiyle kuran
CIA tarafından açıklandı.
Tüm NATO ülkelerindeki varlığı belirlendi. Hepsinde de tartışıldı, soruşturuldu,
meclisler gereğini yaptı.
Türkiye hariç...
Ve bugün "İkinci Cumhuriyeti kuracağız" diyen politikacılar, Kontrgerillayı
soruşturmak için Millet Meclisi'nde kıllarını bile kıpırdatmadılar.
***
Devlet, "askeri yapısı" nedeniyle ne üretken hale gelebiliyor, ne de demokratik bir
yapıya kavuşuyor.
Türkiye hala tüm demokratik
soruşturmayı beceremiyor.
ülkelerin
başardığı,
"Kontrgerilla"yı
Mecliste
Beceremiyor çünkü buradaki tüm ekonomik vanalar da, tüm siyasal mekanizmalar da
"asker ve sivil bürokrasi" elinde...
Kontrgerillayı soruşturamayan meclis ve siyaset sistemi, bu yapının gücünü besleyen
devlet bankalarını özelleştiremiyor, KİT'leri de tasfiye edemiyor...
***
Neyse ki, "İkinci Cumhuriyet" elektrik gibi...
Sahtesi olamıyor...
Tüm karanlığı ile Kontrgerilla konusu bir turnusol kâğıdı gibi bekliyor.
Onu halkoylarıyla kurulmuş olan Meclis'te aydınlatamadan "Cumhuriyet" olunmuyor
ki, üretken ve demokratik bir "ikinci" aşamaya geçebilelim.
(Mehmet Altan, Sabah. 6 Aralık 1992)
"Bizim Koltuk'ta" Müthiş İddia...
Öyle sinirleniyor ki, bizim arkadaşların suratına telefonu "şırakkk" diye kapatıyor
Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu... Oysa sadece birkaç soruyu yanıtlaması için arıyor
kendisini bizim arkadaşlarımız... Sinirlendiğine göre, demek ortada sinirlenecek bir
durum var, diye düşünüyor insan ister istemez...
Neşe Düzel ile Ahmet Altan her pazar olduğu gibi, Kanal 6'da saat 12'de "Bizim
Koltuk" programında yeni bir konukla halkın karşısına çıkıyor. Bugünkü konuk Talat
Turhan. Kontrgerilla konusunda uzman sayılanlardan biri Talat Turhan. Bu konuda
kitapları var, yazıları ve gazetelerde yayınlanmış dizileri var. Emekli bir asker, emekli
asker oluşu önemli, çünkü bazı bilgilere sahip bu nedenle...
Programda kontrgerillayı çeşitli yönlerden anlatan Turhan'ın, bir soruya şu çok çarpıcı
karşılığı verdiği iddia ediliyor:
"1977 yılında Taksim'deki Kanlı 1 Mayıs'ta bugün Devlet Bakanı olan Orhan
Kilercioğlu'nun da parmağı vardır. Kilercioğlu o tarihte askerdi. Ve yine o tarihte
askeri cuntalardan biri olan Namık Kemal Ersun cuntasının içinde yer alıyordu."
Kilercioğlu Ne Diyor?
Önceki gün ve dün "Bizim Koltuk" önemli sahnelerle karşılaşıyor. Çünkü haberi
duyan Kilercioğlu kendisiyle ilgili bölümün yayından çıkarılması amacıyla mahkemeye
başvuruyor. Milliyet de onun görüşüne başvuruyor.
Devlet Bakanı Kilercioğlu aynen şunları söylüyor:
"Olay yargıya intikal etmiştir. Bunlar tamamen yalandır, uydurmadır ve iftiradır.
Konuyla ilgili olarak yaklaşık sekiz ay önce Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nde
açılmış bir dava var. Ancak, mahkeme devam ettiği için bir açıklama yapamam."
Arkadaşlarımız üsteleyince, Kilercioğlu telefonu arkadaşlarımızın yüzüne kapatıyor.
Önce, Neşe Düzel ile Ahmet Altan'ı kutlamak gerekiyor. Kontrgerilla gibi Türkiye'de
tabu sayılan bir konuyu ekrana getirdikleri için... Ardından iddialara kulak vermek
gerekiyor. Konu, Kilercioğlu'nun da bizzat söylediği gibi, madem mahkemeye
yansıyor, o zaman bu işin peşini çok iyi izlemek gerekiyor. İddiaların doğruluğunu,
eğriliğini bizim bilmemiz elbette mümkün değil. Ama ortada bir iddia var.
Üstelik çok ciddi. Çünkü Talat Turhan'ın sözünü ettiği bildirilen 1977 Kanlı 1 Mayıs
olaylarında yüze yakın insan yaşamını yitiriyor. Ve tarihin karanlık raflarındaki yerini
alarak, olayın nedeni ve nasılı bir türlü açıklık kazanmıyor.
'Konuşan Türkiye'ye Çağrı
Son zamanlarda ilgi çekici hazımsızlıklar birbirini izliyor. Çeşitli TV'lerde Demirel'in
sevdiği deyimle "Konuşan Türkiye" örnekleri sergileniyor. Ne var ki, bu programlar
hakkında ardından suç duyuruları, mahkeme yoluyla yayından bölüm çıkarma
girişimleri gözleniyor.
Kilercioğlu mahkemeye başvuruyor. Ne var ki, Kanal 6'nın yönetimi programı yine de
yayınlama kararı alıyor. "Sayın Bakan'a bir hafta sonra cevap hakkı tanıyarak..."
Bize kalırsa, Sayın Bakan kendisine tanınan cevap hakkını gelecek hafta mutlaka
kullanmalı ve bu müthiş iddialara karşılık vermeli. Çünkü iddia öyle kolayca
geçiştirilecek türden değil.
Türkiye, her askeri darbeye işte Kanlı 1 Mayıs benzeri provokasyonlarla geliyor ve
ardından bunlar unutuluyor. Hayır! Unutulmamalı! Dosyalar açılmalı! Demokrasi ile
bu tür gruplar ve insanlar artık bir kez hesaplaşmak! Yanlış anlaşılmasın, biz
Kilercioğlu ile ilgili hiçbir iddianın sahibi değiliz. Bilmiyoruz ki, olalım...
Ancak, biz bu tür iddiaların mutlaka ve mutlaka gün ışığına çıkartılmasını istiyoruz.
Türkiye gerçekten demokratik bir ülke olacaksa, kendi tarihiyle hiçbir komplekse
kapılmadan hesaplaşmak.
Görev, Başbakan Demirel'e düşüyor. Bir yandan kendisinin de istediği gibi, "Konuşan
Türkiye'yi" tüm kurumlarıyla yerleştirmek, ama öte yandan da tarihle hesaplaşmak...
Elbette her önüne gelenin iddiasının da peşine düşülsün, demiyor kimse... Ama işe
"kurumsal" açıdan bakılması gerektiği de ortada...
(Yalçın Doğan, Milliyet, 6 Aralık 1992)
Bakandan 'Bizim Koltuk'a engelleme girişimi
Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, bugün saat 12.00'de Kanal 6 televizyonunda
yayımlanacak olan "Bizim Koltuk" programının yayınını durdurma girişiminde
bulundu. Kilercioğlu, Ahmet Altan ile Neşe Düzel'in sunduğu, Talat Turhan'ın konuk
olarak katıldığı programın "Kişilik haklarına tecavüz tehlikesi teşkil ettiği" savıyla
kaldırılmasını istedi. Programı hazırlayan Artı Yayıncılık, programın kesintisiz olarak
yayımlanacağını bildirdi.
Çekimi 3 Aralık'ta yapılan ve bugün saat 12.00'de Kanal 6'da yayımlanacak olan
"Bizim Koltuk" programı engellenmek istendi. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu,
kontrgerilla tartışmalarını başlatan Talat Turhan'ın katıldığı "Bizim Koltuk"
programında kendisiyle ilgili yer alacak açıklamaların çıkarılması kararı aldırdı.
Önceki gün Ankara 18. Asliye Hukuku Mahkemesi 992/477 esas ve 992/284 sayılı
karar ile Kanal 6 televizyonu aleyhine ihtiyati tedbir kararı aldı. Kararda, önceki gün
Hürriyet Gazetesi'nde çıkan habere göre, Talat Turhan'ın, 1977 yılında Taksim
Meydanı'nda meydana gelen kanlı olaylarda Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun
parmağı bulunduğu yolundaki ifadelerinin Medeni Kanun'un 24'üncü maddesi
gereğince kişilik haklarına tecavüz tehlikesi oluşturduğu iddia edildi.
Talat Turhan, önceki gün Hürriyet Gazetesi'nde "Talat Turhan kontrgerillayı anlattı"
başlıklı haberde yer alan "Orhan Kilercioğlu"nun 1977 yılında Taksim Meydanı'nda
meydana gelen kanlı olaylarda parmağı olduğunu öne süren Turhan" şeklindeki
tümceyi kendisinin söylemediğini belirterek, "Haberin çıkmasının ardından Sayın
Kilercioğlu beni aradı. Konuyla ilgili özel bir görüşme yaptık. Kendisine, gazetede yer
aldığı gibi bir tümce sarf etmediğimi söyledim. Zaten bu iddialar 1978'de bazı
gazetelerde de yer almıştı. Programda Ziverbey'deki işkenceler, içinde bulunduğum
cuntasal faaliyetler ve kontrgerillayla ilgili konular yer aldı. Bu kadar cüretkâr
konuşma yapılmamıştı" dedi Turhan, Hürriyet'e de bir açıklama gönderdiğini söyledi.
Programın engellenmek istenmesi üzerine bir toplantı yapan yapımcı Artı Yayıncılık
ve Filmcilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. yetkilileri, kararın infazı için gelen Şişli icra
memurlarına avukatları aracılığıyla, Kanal 6'nm İngiltere'den yayın yapan şirketin
amblemi ve logosu olduğunu, mahkeme kararlarının ancak hukuki ve hükmi şahıslara
karşı infaz edilebileceğini söyledi. İcra memurları kararı bildirecek kimse
bulunmadığına dair zabıt tuttu.
Daha sonra yapılan açıklamada, "Bizim Koltuk" adlı programın kesintisiz ve saatinde
yayınlanacağı, önümüzdeki hafta yayınlanacak programa da Devlet Bakanı Orhan
Kilercioğlu'nun cevap hakkını kullanmak üzere davet edildiği bildirildi.
(Cumhuriyet. 6 Aralık 1992)
Ecevit'le Sezgin'in kontrgerilla tartışması
DSP Genel Başkanı İsmet Sezgin'in kontrgerilla konusunda kendisine yönelttiği
eleştiriler üzerine "konunun üstünü örtüyorlar. Oysa şimdi sorunun üstüne gitmek için
koşullar elverişli" dedi.
DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in, kendisinin
kontrgerillaya ilişkin açıklamalar yapmasına karşın, iktidar olduğu dönemde konunun
üzerine gitmediği yolundaki eleştirileri yanıtladı. Ecevit, şunları söyledi:
"Son bir iki yıl içinde ortaya çıktı ki, NATO'ya bağlı hiçbir Batı ülkesinde bu soruna
çözüm getirmek kolay olmadı. Çünkü elle tutulamayan bir örgütle karşı karşıyasınız.
Resmi belgelerde görünmeyen, köklerinin nereye kadar yaygınlaştığı bilinmeyen bir
örgütle karşı karşıyasınız. Ben, özellikle 1978–79 hükümet dönemimizde,
Genelkurmay Başkanı'ndan öncelikle bu soruna çözüm getirmesini istedim ve o da
bir ölçüde bir şeyler yapabildi. Ama o bile bunun çekirdeği bir askeri birim olduğu
halde, istediği sonucu elde edemediğini itiraf ediyor. Bugün daha elverişli bir
ortamdayız, bu soruna çözüm getirilebilmesi için"
(Cumhuriyet, 6 Aralık 1992)
Kilercioğlu: Beni Yıldırmak İstiyorlar
Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, yayının tedbiren durdurulması karan aldırmasına
rağmen, Kanal 6'nın dün sansürsüz verilen 'Bizim Koltuk' programında, emekli
Kurmay Yarbay Talat Turhan'ın, 1 Mayıs 1977 katliamında kendisinin de parmağı
olduğunu iddia etmesini, 'komplo' olarak değerlendirdi. Programda, Ahmet Altan ile
Neşe Düzel'in sorularını yanıtlayan Talat Turhan, "1977'de, Taksim'deki kanlı 1
Mayıs'ta bugün Devlet Bakanı olan Orhan Kilercioğlu'nun da parmağı vardır.
Kilercioğlu, o tarihte askerdi. Yine o tarihte, askeri cuntalardan biri olan Namık Kemal
Ersun cuntası içinde yer alıyordu" dedi. Benzer iddiaların daha önce başka basın
organlarında da yer aldığını belirten Kilercioğlu, kendisinin yolsuzluklarla uğraşan bir
bakan olduğunu hatırlatarak, "Amaçları kararlılığımı engellemek, beni yıldırmak" diye
konuştu. Tehdit edildiğini de açıklayan Kilercioğlu, şunları söyledi:
"9-10 ay önce, Aktüel dergisinde de benzer bir iddia yer aldı. Tekzip kararı çıktı. Bu
arada benim açtığım bir başka karşı dava da, devam ediyor. Yine benzer bir iddianın
Kanal 6'da yayınlanacağını öğrenince, mahkemeye başvurdum. Yayının
durdurulması için Kanal 6'ya mahkeme kararı götürüldüğünde, 'Burası Kanal 6 değil'
diyerek tebligatı almamışlar. Yolsuzluklarla mücadelede, doğru yolda olduğumun
delili bunlar. Ben, bu konularda çok titizim. Usulsüzlük ve yolsuzluklarla ilgili hiç
kimsenin ismini, basın toplantılarında söylemedim. Yapılan, belli menfaat çevrelerinin
karalama kampanyası. Benimle ilk günden beri uğraşıyorlar. İddiaları ispat etmelerini
istiyorum. Bu mücadeleden kimse beni yıldıramaz."
(Hürriyet, 7 Aralık 1992)
Devletin gizlenen yüzü
Talat Turhan, eğer ordudaki sol cunta son anda ipleri elinden kaçırmasaydı,
muhtemelen 20 yıl önce Bakanlar Kurulu sıralarında oturacaktı.* Belki de 12 Mart
sonrasında Sadi Koçaş'ın işgal ettiği başbakan yardımcılığı koltuğunda... ** Ancak
işler ters gidince, Sadi Albay bakan oldu, Talat Yarbay da 12 Mart'a gelinen yolda
yaşanan bir dizi eylemin sorumlusu olarak işkence hanelerden geçti.
Talat Turhan'a yüklenen suçlar dehşet vericiydi: Araba vapurunu kundaklamak,
Boğaz Köprüsü'nü havaya uçurma planları yapmak, soygunlar gerçekleştirmek... O
dönemde, "Bomba Davası" adıyla ünlenen davanın baş sanığı oydu.
Kontrgerilla sözcüğünü icat eden Talat Turhan değil, ama ordu saflarında ve emekli
olduktan sonra edindiği deneyimlerle kavrama muhteva kazandıran o. Bugüne kadar
yazdığı kitaplarla, Zaman dahil gazete ve dergilerde çıkan röportajlarıyla, Talat
Turhan, devletin zaafını açığa vurmaktan geri kalmadı yıllar boyu...
Televizyon bizim toplumumuzda kitaplardan çok daha etkili. Talat Turhan'ın yıllarca
gazete-dergi-kitap üçlüsünü kullanarak anlatmaya çalıştığı gerçekler, Kanal-6'da
pazar günü yayınlanan 'Bizim Koltuk' konuşmasından sonra daha geniş halk
yığınlarınca bilinir hale geldi.
*12 Mart öncesi örgütlenmelerinde dışlanan kanadın Bakanlar Kurulu listesinde
benim adım bulunmamaktadır. (YN) ** Sadi Koçaş," Atatürk'ten 12 Mart'a" adlı
yapıtında 12 Mart günü 12 Mart 1971 darbesine karşı çıktığımı açıklamaktadır. (YN)
Bizim Koltuk'ta ne söyledi Talat Turhan?
Bir kere, ordudaki, 12 Mart öncesi cunta çatışmalarına ışık tuttu. 9 Mart'ta darbeyle
idareye el koymaya hazırlanan Talat Yarbay'ın da üyelerinden biri olduğu Faruk
Gürler Cuntası, on subayın katılımıyla 3 Mart günü yapılan toplantıdan sonra bir
çıkmaza girdi. Talat Turhan'ın 'ajan' olmakla suçladığı korgeneral cuntayı birbirine
düşürdü. Kara Kuvvetleri Komutanı Gürler, Yavuz Bey takma adını kullanarak cunta
arkadaşlarının niyetlerini öğrenince, Memduh Tağmaç ile ittifakı tercih etti.
'Ajan' korgeneralin bir teyple tespit ettiği Yavuz Bey'in niyeti, darbe sonrasında,
Gürler'i değil, kendisini genelkurmay başkanı ve cumhurbaşkanı yapmaktı.
Programda adı verilmedi, ama 'ajan korgeneral', daha sonra evine bir suikast
düzenlenince adından kamuoyunun haberdar olduğu Atıf Erçıkan'dı. Bir teyple
niyetini tespit ettiği Yavuz Bey ise, daha sonra Ecevit CHPsi'nin cumhurbaşkanı
adayı Orgeneral Muhsin Batur'du. Türkiye'de, yasal bir çerçevesi olmasa bile, hep
karacılardan atanan genelkurmay başkanı koltuğuna, Muhsin Batur emellerinde
başarılı olsaydı, ilk kez bir havacı oturacaktı. Muhsin Paşa, oradan da Çankaya'ya
atlayabilecekti. Bunu anlayan Gürler, Memduh Tağmaç'a gitti ve ardından 9 Mart
darbesi iptal edilerek, 12 Mart'taki farklı eylem gerçekleşti. Muhsin Paşa da, kuzu
kuzu duruma uydu.*
*Demirel'inde Faik Türün'ü cumhurbaşkanı adayı göstermesinin nedeni
açıklanmamıştır. (YN)
Benim hiç anlayamadığım, yakın tarihimizin olaylarına vakıf bazı kişilerin, çelişkili
tavırlarıdır. Darbelere ve darbecilere karşı çıkan Bülent Ecevit, nasıl oldu da, 1980
öncesinde, 'çifte' darbeci Muhsin Batur'u cumhurbaşkanı adayı yapabildi?
Talat Turhan'ın programdaki en önemli katkısı Kontrgerilla konusundaki
açıklamalarıydı. Çok akıllıca sözler etti Talat Bey. Devletin gizlilik perdesi arkasına
sığınmasının ne kadar zararlı olduğunu onu dinlerken daha iyi hissettik. Bütün NATO
ülkelerinde kurulduğu anlaşılan Gladio türü gizli örgütün bizdeki eylemlerine de işaret
etti.
Benim aklımın almadığı bir konu da bu: Gladio'nun ortaya çıkartıldığı İtalya’da, Meclis
ve adalet kurumu, konunun üzerine giderek birçok kirli çamaşırı sergiledi. Belçika da
aynı yolu izledi. Öteki Avrupa ülkelerinde de benzeri birer örgütün varlığı resmen
açıklandı, her biri kendi üslubuyla konunun üzerine gitti. Tek istisna biziz. Neden?
Oysa Gladio'nun eylemlerine benzer en fazla olayın görüldüğü ülke bizimki. Bu,
"Böyle şeyler yapmayız" mantığının sebebi ne?
Talat Turhan, yargılandığı bomba davasından beraat etti. Bu, o eylemlerde onun
parmağının olmadığının ispatı demek. Peki ama, her şeyiyle provokasyon kokan o
eylemleri kim yapmıştı? Kimse bu soruyu sormaya yanaşmıyor.
Talat Bey ne kadar doğru söylüyor: Eğer bir ülkede cinayetler işleniyor ve bunların
faili meçhul kalıyorsa, ilk akla gelmesi gereken ihtimal, bu cinayetleri istihbarat
örgütünün işlemesidir. Bunun illa MİT veya hatta Kontrgerilla olması gerekmez, bir
yabancı istihbarat örgütü de bu işleri yapabilir. Ancak, cinayetler faili meçhul kaldıkça
devlet sorumluluğu üzerinden atamaz.
Bizde, sorumlu başka bir yöntem buldu: İşlenen cinayetlerin faillerini 'canlı' yakalayıp
ibret-i alem için mahkeme önüne çıkaracağına, örgüt evine baskın düzenleyip orada
öldürülen bir takım insanları eylemleri gerçekleştirmekle suçluyor ve dosya kapatıyor... Bu sağlıklı bir yol değil elbette.
Öteki NATO ülkelerinde gizli örgütün üzerine giden kurumlar, bu işin bizde de nasıl
yapılması gerektiğini gösteriyor. Gizli örgütlerin ve faili meçhul cinayetlerin üzerine
gitmesi gereken iki kurum var Türkiye'de: TBMM ve Adalet Bakanlığı... Ne yazık ki,
ikisi de şu anda sessiz.
Gizli-kapaklı işlerden hoşlanmadığım bildiğimiz TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk
bu konuda elinden gelen çabayı sarf etmelidir. Meclis komisyonlarından biri,
Kontrgerilla konusundaki şikâyetleri dinleyip gereğini yapmakla görevlendirilebilir.
En garip durumda olan Adalet Bakanlığı'nın tutumu. Bu bakanlığın başındaki Seyfi
Oktay, kendini yalnızca örgütlenme ile görevli bilen bir zihniyetin sahibi. Yandaşlarını
yükseltmek ve bütün kilit noktalara aynı azınlık görüşe mensup kişileri getirmek
dışında bir derdi yok. Oysa üyesi olduğu SHP, muhalefetteyken, Talat Turhan'ın dile
getirdiği konularda hassas görüntüsünü verirdi. Hassas iseler, üzerlerine düşen
görevi yapsalar ya!
Kontrgerilla'nın üzerine mutlaka gidilmeli.
(Taha Kıvanç, Zaman. 7 Aralık 1992)
Şu Kontrgerilla...
Kontrgerilla konusundaki tartışmalar bitmiyor. Bizler, 70'li ve 801i yıllarda bu konuyu
elimizden geldiği kadar belgeledik.
O zaman susuldu.
''Kontrgerilla" 12 Mart döneminde Ziverbey Köşkü sorguları sırasında ortaya çıkmıştı.
Sorgular, "Burası Genelkurmay'a bağlı Kontrgerilladır, burada anayasa yoktur" diye
başlıyordu.
Aynı işkenceli sorgular Ankara'da da yapıldı.
Atatürk Orman Çiftliği'ndeki Marmara Köşkü, Bahçelievler'deki eski Gönen Koleji ve
Mamak Muhabere Okulu'ndaki Radyoevi'nin altındaki odalar işkence yerleri olarak
kullanıldı.
Bu sorgular, MİT, siyasal polis ve sıkıyönetim görevlilerinden oluşan "karma timler"
tarafından yapıldı.
Bizler, "kontrgerilla" sözcüklerini ilk kez bu sorgulardan öğrendik.
İstanbul'daki ünlü Ziverbey Köşkü sorgularından geçen emekli Kurmay Yarbay Talat
Turhan, konuyu mahkeme önünde ortaya attı. Bununla da yetinmedi. 12 Haziran
1973 günü Genelkurmay Başkanlığı'na, 11 Şubat 1973 günü de Başbakan Ecevit'e
mektup yazarak konunun araştırılmasını istedi.*
Talat Turhan, savunmasına Amerikan silahlı kuvvetler yayını "Counterguerilla
Operations"s adlı kitabı
*12 Haziran 1973 günü gereği için Başbakanlık'a Genelkurmay Başkanlığı'na ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığı'na, 4 Şubat 1974 günü Başbakan Ecevit'e telgraf çektim. (YN)
da ekleyince konu büsbütün önem kazandı.
Önce bu kavram neydi ne değildi, bu konu araştırıldı.
Özel harp, bir savaş terimiydi. Bu askeri terim, üç ayrı kavramı içine almaktaydı.
"Gayri Nizamı Harp" gerilla birlikleri tarafından başlatılan ayaklanma, "psikolojik
savaş" gerilla savaşma karşı ulusal amacı desteklemek için yapılan propaganda
çalışmaları, "ayaklanmaya karşı koyma" da gerilla birlikleri tarafından başlatılan
ayaklanmaları bastırmak için alınacak askeri, siyasal, psikolojik ve ekonomik önlem
ve eylemler demekti.
Bu anlamda özel savaş birlikleri, dünyanın bütün ordularında vardır. Bu tür
kuruluşların askeri amaçları yasal çerçevede yürütülür.
Bu konuda emir vardır, komuta vardır, yetki vardır, sorumluluk vardır.
Hiç kimse "silahlı kuvvetlerde özel harp dairesi olmamalıdır" diyemez.
Bu birlikler, Amerikan ordusunda da Yunan ordusunda da vardır, Suriye ordusunda
da İran ordusunda da... Her ordu bu savaş tekniği ile yetişmiş birliklere sahiptir.
Eski Milli Savunma Bakanlarından Hasan Esat Işık, arkadaşımız Cüneyt Arcayürek'e
bakın bu konuda neler demiş:
—Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var. Genelkurmay bunu
planlarına almış. Amacı şu: Ülke işgal edilecek olursa iç direniş nasıl yapılacak? Bu,
fikir planında geçerli ve doğru. Yalnız şu durumlar var:
1- Fikri ABD vermiş. 2-Finansmanını yapmış. 3-Bu örgüte sızmalar olmuş. Bu
uzmanlar, Pentagon'dan başlar CIA'nın sızmasına kadar sürer (Arcayürek, Demokrasinin Sonbaharı, s: 371).
Türkiye'de "Özel Harp Dairesi" ilk kez başka adla 1952 yılında DP döneminde
kurulmuş. Bugün bu daire "Özel Birlikler Komutanlığı" adını almış.
O yıllar, soğuk savaş yıllarıdır. Türk Milli Emniyeti ile CIA o tarihlerde iç içedir. Öyle
ki, o zamanki adı "Milli Emniyet" olan MİT'in İstanbul'daki bir kısım görevlisinin
aylıkları CIA tarafından ödenmişti.
12 Mart sorgularında "kontrgerilla" adının kullanılması, David Galula adlı
Amerikalı'nın yazdığı "Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri Teori ve Pratiği" adlı
kitapta yer alan konuların bazı terör olaylarında ordu malı bomba ve tabancaların
kullanılması bu kuşkuların doğmasına yol açmıştır.
İtalya'da ortaya çıkartılan "Gladio" örgütü NATO ülkelerinde milliyetçi sivil örgütlerle
askeri örgütlerin yaptıkları işbirliği konusundaki kuşkuları büsbütün arttırmıştır.
Bizler bu konuda ad vererek ve kanıt göstererek yayınlar yaptık. O tarihte, gerek
Genelkurmay gerek sivil savcılar soruşturma yapsalar, bu konu da o zaman aydınlığa
kavuşurdu.
Bugünkü kargaşanın nedeni o günkü suskunluktur.
Aradan geçen sürede bu sorgularda bulunan emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk
ve MİT müsteşar yardımcısı Hiram Abas bilinmeyen örgütlerce öldürdüklerinden bu
konunun aydınlığa kavuşması güçleşmiştir.
Bu konularda somut bilgi, kanıt ve belge göstermeden soyut ve genel suçlamalarla
sonuç alınamaz. "Komplo teorileri" de olayları açıklamaz, tersine, karanlıktan
hoşlananların işlerine yarar.
Evet, beyler, daha önceleri nerelerdeydiniz? Okuma yazmayı yeni mi öğrendiniz?
(Uğur Mumcu, Cumhuriyet. 7 Aralık 1992)
Karanlıkta Kara Mizah
Orhan Kilercioğlu cuntanın kilit adamlarından biriyse, sivilleşme ve demokratikleşme
iddiasıyla kurulan DYP-SHP hükümetinde işi ne?
Süleyman Bey, Orhan Kilercioğlu ve Nevzat Ayaz gibi 12 Eylül döneminin önemli
unsurlarına hükümetinde yer veriyor ise askerlerle işbirliği bakımından DYP'nin
Anavatan'dan farkı ne?
Aslında Süleyman Bey'in sicili bu konularda hayli yüklüdür.
12 Mart döneminin Ziverbey işkencelerinden sorumlu İstanbul Sıkıyönetim Komutanı
Faik Türün'ü parlamentoya sokup Cumhurbaşkanı adayı yapan da Sayın Demirel'di*
Demirel 12 Mart döneminin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Kemalettin
Gökakın'ı Konya'dan milletvekili seçtirmekte yarar ummuştu...
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Biz, tartışma güncel olduğu için sayın Kilercioğlu üzerinde duracağız.
Asker olduğu dönemde Kilercioğlu'nu tanımazdık ama hakkında bol bol şikayet ve
iddia dinlerdik.
*Ziverbey İşkence Köşkünden kaynaklanan Kontrgerilla savlarının açıklığa
kavuşturulabilmesi için Faik Türün'ü yargılanması gerekir. (YN)
Orgeneral Semih Sancar'ın Özel Kalem Müdürlüğü'nü yaptığı dönemde Kilercioğlu
arada bir televizyon konuşmaları yapar, dış düşmanlara karşı etkili olmak için önce
içeride temizlik yapılması gerektiğini anlatırdı!
Şimdi, Taksim'deki 1 Mayıs katliamında Kilercioğlu'nun katkısı olduğuna dair iddialar
ortaya atılıyor.
Sayın Kilercioğlu ise karanlık ve gayrikanunî işleri ortaya çıkarmakla görevli bir Bakan
olarak, hakkındaki iddiaların televizyondan söylenmemesi için mahkemeye
başvuruyor... "Açıklık" ilkesinin uygulanışına bakın...
Nedense bizim politikamızda böyle çelişkilere sıkça rastlanıyor...
Ecevit 1979'daki Başbakanlığı sırasında bir sohbette, karanlık işleri ve yolsuzlukları
ortaya çıkarmak için sağ kökenli bir bakanı görevlendirdiğini bize müjdelemişti.
İsmini sorduk. Adı karanlık iddialara bulaşmış ünlü bir politikacıyı söyledi.
Dayanamadım saygı sınırlarını zorladım.
"İsabet etmişsiniz" dedim, "Görevlendirdiğiniz sayın Bakan karanlık işlerin kaynağını
20 saniyede ortaya çıkarır."
"Nasıl?" diye sormuştu Ecevit.
"En yakın aynaya gidip kendi yüzüne bakarak!"
Şimdi Süleyman Bey'in, kendisi çeşitli iddialara muhatap olan bir emekli generali,
geçmiş dönemin karanlığını ortaya çıkarmakla görevlendirmesi "kara mizah"
örneğidir...
Orhan Kilercioğlu ile emekli olduktan sonra tanıştık.
Temiz giyinen, ölçülü, kültürlü, kibar bir insandır.
Ama askerliği sırasında hakkındaki şikayetler bir başka kişiliği düşündürüyordu. Ali
Dinçer, 12 Eylül döneminde Ankara Belediye Başkanlığı'ndan koparılıp uzun süre
demir parmaklıklar arkasında tutulmasının baş sorumlusu olarak Orhan Kilercioğlu'nu
gördüğünü, bu satırların yazarına birçok kez anlatmıştır...
Kilercioğlu'nun Kıbrıs ve İtalya görevlerindeki temasları ile ilgili hayli iddia yayılmıştır.
12 Eylül öncesinde, yapılacak darbenin Demirel'e zarar vermemesi konusunda bazı
aracılık faaliyetlerinden söz edilmiştir.
Orhan Kilercioğlu'nun zamanında Evren ile Demirel arasında arabuluculuk faaliyeti
yürüttüğü basına da geçmişti.
Orhan Kilercioğlu'nun kritik konularda Evrenle yaptığı bir görüşmenin notunu
Süleyman Demirel'e ulaştırdığını Yavuz Donat sütununda yazmıştı...
Cunta döneminin karanlıklarından gerçek bir demokrasinin aydınlığına çıkmak
isteniyorsa, bu konularda patlayan tartışmanın boğuntuya getirilmemesi gerekir.
DYP-SHP koalisyonu kuruluşundan bu yana en ciddi sınavlardan biriyle karşı
karşıyadır.
(Teoman Erel, Meydan. 7 Aralık 1992)
Torumtay Kontrgerillayı yalanladı
Genelkurmay eski Başkanı Emekli Orgeneral Necip Torumtay, Özel Harp Dairesi'nin
kontrgerilla, Gladio gibi teşkilatlarla bir alakasının bulunmadığını ve karanlık, işlerle
uğraşmasının söz konusu olmadığını söyledi. Torumtay askeri gizlilik gerektirecek bir
konu olmadığı sürece TBMM'nin her şeyi aydınlatabileceğini belirterek, "Hiçbir şey
TBMM'nin denetimi dışında kalamaz, yeter ki arzu etsin" dedi.
Torumtay, GATA'da sağlığıyla ilgili açıklamalarda bulunduktan sonra gazetecilerin
sorularını yanıtladı. Torumtay, Emekli Yarbay Talat Turhan'ın bir televizyon
programında, kontrgerilla konusundaki açıklamalarıyla ilgili değerlendirmesinin
sorulması üzerine, Genelkurmay Başkanlığı görevinden istifa ettiği gün, Özel Harp
Dairesi'nde basın mensuplarına açıklama yapıldığını bildirdi. Torumtay, şunları
söyledi:
"Özel Harp Dairesi'nin kontrgerilla, Gladio gibi teşkilatlarla bir alakası yok. Görevleri
açık, seçik belli olan, hükümetin, arzu edildiğinde Meclis'in denetimine tamamen açık,
gizliliği olmayan, (Tabii gizliliği askeri açıdan var. Her müessesenin bir gizliliği vardır)
ama söylendiği şekilde, kontrgerilla falan diye karanlık işlerle uğraşması bahis
konusu değil. Her şeyi sorabilirsiniz. Eğer sorduğunuz askeri planda gizli bir şey
değilse, size zannediyorum rahatlıkla her türlü bilgileri verebilirler. Hiçbir şey
TBMM'nin denetimi dışında kalamaz. Yeter ki arzu etsin."
Torumtay, bir gazetecinin Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde bazı şeylerin
kendisinden gizlendiğini açıkladığını hatırlatması üzerine şöyle dedi:
"Bu konuda eski bir başbakanla polemiğe giremem. Ne pozisyonum müsait, ne
çizgim müsait. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Genelkurmay, anayasaya göre
vazife ve sorumluluk bakımından Başbakan'a bağlıdır. Dolayısıyla Başbakan, Silahlı
Kuvvetlerde ne oluyor, neler yapılıyor, bunu sorma hakkına sahiptir. Bu onun
yetkisidir. Onun için ben de şahsen tam anlamış değilim. Sayın Ecevit o zamanlar
sorsaydı, herhalde kendisine her şey söylenirdi. 'Aman efendim gizlidir, bunu size
söyleyemeyiz' diyen bir genelkurmay başkanı da düşünemiyorum. Bir genelkurmay
Başkanı, bir Başbakana hiç zannetmiyorum böyle bir şey söylesin."
Torumtay, "Sizin döneminizde böyle bir talep olmadı mı?" sorusuna "Benim
zamanımda da bu memlekette demokrasi vardı, şimdi de var ve kime ne yönden
bağlı olduğumu çok iyi biliyordum. Benden bir Başbakan, herhangi bir bilgi istemişse,
vermememe imkan yok, ihtimal yok. Benim hiçbir sıkıntım olmadı" karşılığını verdi.
Darbe söylentilerini "Komik" bulduğunu bildiren Torumtay, "Köprünün altından çok
sular geçti. Dünya değişirken generallerin oturdukları yerde durmalarına imkan var
mı?" diye sordu.
(Cumhuriyet, 8 Aralık 1992
Almak: Kontrgerillayı Meclis araştırsın
HEP Şırnak Milletvekili Mahmut Almak, Özel Harp Dairesi'ne bağlı olarak çalıştığı
öne sürülen ve kamuoyunda kontrgerilla olarak bilinen örgütün tasfiye edilmesi
amacıyla, TBMM Başkanlığı'na başvurarak, Meclis araştırması yapılması istedi.
Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, konuyla ilgili sorulara, "Benden artık yorum yok"
diyerek yanıt vermedi.
Yıllardır Türk kamuoyunun gündeminde olan ve son günlerde Emekli Kurmay Yarbay
Talat Turhan ile Devlet Bakanı Kilercioğlu'nun karşılıklı konuşmalarıyla yeniden
alevlenen "kontrgerilla tartışması" devam ediyor. Eski Genelkurmay Başkanı Necip
Torumtay'ın, önceki gün "TBMM her şeyi aydınlatabilir, yeter ki arzu etsin" yönündeki
açıklamasının ardından, HEP Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak, TBMM Başkanlığı'na
başvurarak konuyla ilgili Meclis araştırması yapılmasını istedi. Kontrgerillanın, eski
adı "Özel Harp Dairesi" olan Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın "Yeraltındaki, illegal
birimi" olduğunu savunan Alınak, başvurusunda, Emekli Yarbay Turhan'ın bugüne
kadar ki başvurularının işleme konulmadığını söyledi. Almak, "Özel Harp Dairesi'nin
bu illegal biriminin MİT, bürokrasi, emniyet mensubu ve siviller içinde örgütlenerek
'devlet içinde bir devlet' haline geldiğine ilişkin yaygın bir kanı vardır" dedi.
Sayısız faili meçhul cinayet, sabotaj, bombalama gibi eylemlerin arkasında
kontrgerillanın arandığına işaret eden Almak, "1 Mayıs 1977 katliamı birçok örnekten
sadece biridir. Son birkaç ay içinde yaklaşık 80 kişi cinayetlere kurban gitti. Hiçbirinin
faili yakalanmayan bu cinayetlerden de yine bu yeraltı örgütü sorumlu tutulmaktadır"
diye konuştu.
Bazı emekli askerler ile eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in bu örgütün Kızıldere
olaylarına karıştığı yönündeki açıklamalarının da kontrgerillaya ilişkin iddiaları
doğrular nitelikte olduğunu savunan Alınak, şunları kaydetti:
"Hukuk devletinde böyle karanlık bir örgütün varlığını kabul etmek mümkün değildir.
Bu örgüt, demokrasi ve kendisinden olmayan her insanımız için bir tehlikedir. Bu
illegal örgütün tasfiye edilmesi, TBMM için tarihi bir görevdir. Bu örgüt dağıtılmadığı
sürece ülkemizin esenliğe çıkması, barışın sağlanması, darbe tehlikesinin ortadan
kaldırılması ve demokratikleşme hedefine ulaşılması mümkün değildir. TBMM, kendi
güvencesi, halkın ve demokrasinin güvencesi için bu yasa dışı örgütü ortadan
kaldırmalıdır."
Alınak, kontrgerilla tartışmalarının yoğunlaştığı 1990 yılı kasım ayında, bütün DYP,
SHP, ANAP, RP ve DSP liderlerinin "sorunun açıklığa kavuşturulması" düşüncesinde
birleştiklerini anımsatarak, "Meclis araştırması yapılarak, devlet içindeki yasadışı bu
örgütün bütün bağlantıları ile birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmesini" istedi.
(Cumhuriyet, 9Aralık 1992)
Talat Turhan: 'Hürriyet yalan yazdı'
Talat Turhan, Kanal 6'da yayınlanan "Bizim Koltuk" programından önce Hürriyet
gazetesi'nde çıkan ve kendisine aitmiş gibi gösterilen bazı cümleler nedeniyle Orhan
Kilercioğlu ile arasındaki sürtüşmenin büyüdüğünü söyledi. Talat Turhan, dün
Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı ve Basın Konseyi Başkanlığı'na da gönderilmek
üzere bir açıklama yaptı. Açıklamada, 3 Aralık 1992 günü stüdyoda program çekimi
yapıldığını ve 4 Aralıkla ise Hürriyet gazetesi'nde "Talat Turhan kontrgerillayı anlattı"
başlığıyla bir haber çıktığını belirten Turhan, "Bu haberde 'Orhan Kilercioğlu'nun
1977 yılında Taksim Meydanı'nda' meydana gelen kanlı olayda parmağı olduğunu
öne süren Turhan' şeklinde bir tümce kullanılmıştır. Ben böyle bir tümceyi
kullanmadım. 6 Aralık günü yayınlanan Bizim koltuk programında da kesinlikle böyle
bir tümce yoktur" dedi.
Hürriyet gazetesi'nin bu yayını üzerine Kilercioğlu'nun kendisiyle konuşmak istediğini
kaydeden Turhan, Kilercioğlu ile 4 Aralık'ta Harbiye Orduevi'ndeki odasında
görüştüklerini söyledi. Talat Turhan, bir gün sonra Hürriyet gazetesi Yazı işlerinden
Uğur Cebeci ile telefonda görüştüğünü, ayrıca faksla da düzeltme geçtiğini belirtti.
Turhan, "Cebeci bana, 'Benim başında olduğum bir yerde böyle bir yanlışlık
olmaması gerekir' dedi. Ancak onu da aşan güçler araya girmiş olmalı ki, açıklamama
bugüne kadar yer verilmedi ve oyalama taktiği yeğlendi" dedi.
Talat Turhan, bu görüşmenin ardından Kilercioğlu'nun mahkeme kanalıyla yayını
durdurmak isteğini de kaydederek, "Türkiye'de ilk kez Mah-keme'nin, bir televizyon
yayınını, bir gazetede yer alan yanlış bir habere dayanarak, durdurma kararı verdiğini" söyledi. Mahkeme'nin bu tavrının adalet tarihine "Kapkara bir leke" olarak
geçeceğini savunan Turhan, Hürriyet gazetesinin her şeye rağmen 7 Aralık günü
"Amaçlı ve kasıtlı bir şekilde yeni bir habere" daha yer verdiğini söyledi. Gazetede
"Kilercioğlu: Beni yıldırmak istiyorlar" başlıklı bir haber yayınladığına dikkat çeken
Turhan şunları söyledi:
"Bu haberde de, 'Talat Turhan: 1977'de Taksim'deki kanlı 1 Mayıs'ta bugün Devlet
Bakanı olan Kilercioğlu'nun parmağı vardır. Kilercioğlu o tarihte askerdi. Yine o
tarihte askeri cuntalardan biri olan Namık Kemal Cuntası için yer alıyordu' ifadelerini
kullanmış gibi gösterildim. Bunlar da gerçek dışı ve bana ait değildir. Bu yanlışta
ısrarın amacı, benimle Kilercioğlu'nu karşı karşıya getirmekten yarar uman çevrelerin
taktiği olabileceği gibi, daha büyük olasılıkla, Hürriyet gazetesi ile Kilercioğlu ve
ardındaki güçlerin böyle bir yöntemle büyük yankı bırakan televizyon yayınını
karartmak amacı olabilir. 7 Aralık'ta Kilercioğlu bu haberin üzerine basında beni yalan
söylemekle suçladı. Ben de basına ulaştırdığım açıklamada, çirkin sözlerini
Kilercioğlu'na iade ettim ve gerçeğe olan saygımdan dolayı kendisini basın önünde
açık tartışmaya davet ettim. Bu açıklamam da Hürriyet gazetesinde yine yer almadı.
9 Aralık'ta ise, Kilercioğlu 'Benden artık yorum yok' diyerek tartışmadan çekildi ve
savlarımızın altında kaldı."
(Gündem, 10 Aralık 1992)
Ecevit: Türkeş komutanlardan iyi mi biliyor?
DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, MÇP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in Özel
Harp Dairesi'ne ilişkin sözleriyle ilgili olarak "Sayın Türkeş ilgili komutanlardan daha
mı iyi biliyor" diye sordu. Kendisinin hiçbir açıklamasının bugüne kadar " yalanlanmadığını anımsatan DSP lideri "Demek ki Sayın Türkeş, kimlerin Özel Harp
Dairesi'nin sivil uzantısı olduğunu, Özel Harp Dairesi komutanlarından ve Genelkurmay Başkanlığından çok daha iyi biliyor" diye konuştu.
(Cumhuriyet, 10 Aralık 1992)
"Bizim Koltuk"
"Yaşamımızı etkileyen görünmez gerçekler. Generallerin kurduğu cuntalar. Gizli
raporlar. Ceplerde küçücük ses kayıt aygıtları bulunan ajan korgeneraller. Askerler
arasındaki iktidar kavgaları. Başa Orgeneral Cevdet Sunay mı geçecek? Orgeneral
Tağmaç ile Orgeneral Faruk Gürler birbirine karşı mı? İşkence. Cunta teröre yol açtı
mı? Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan'ın evini 34 kişi bastı. Ziverbey Köşkü'nde
Kontrgerilla'nın yol açtığı işkence vahşeti. 1971 yılından sonra Ziverbey Köşkü'nde
Kontrgerilla'nın yaptığı işkencenin sorumluları hala iş başında."
Bitti mi? Biter mi? Daha çok sav ileri sürüldü.
"Süleyman Demirel, Orgeneral Faik Türün'e Genelkurmay Başkanlığı sözünü verdi.
Türün, Faruk Gürler'i Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a Marksist-Leninist diye
gammazladı. İstanbul Sıkıyönetim Kumandan Yardımcısı Kayacan aleyhinde
Ziverbey Köşkü'nde ifade alındı. Uçaklar uçtu, Faruk Gürler Genelkurmay Başkam
oldu. Kontrgerilla’nın yerüstü örgütünde askerler, komandolar ve özel timler var. Yeraltı örgütünde ise siviller... Hükümetler bizde Kontrgerilla'yı denetlemiyor.
Kontrgerilla adam öldürebilir, halka zulüm yapabilir. Sürekli olarak işlenen faili meçhul
cinayetlerle ilgili kuşkuların başında CIA ve Kontrgerilla var. Tüm istihbarat
örgütlerinin kaynağı da Gestapo'dur. Kilercioğlu'nun MİT ve Cunta ile ilişkisi
yadsınamaz. Kaynağına dayanarak ileri sürülüyor tüm bunlar. Sorumlular bu savları
tekzip etmezlerse hepsinin altında kalırlar. Bir ülkede iktidarın denetlemediği bir örgüt
varsa, o ülkede demokrasi yok demektir.
Tüm bu suçlamaları, savları ve görüşleri Neşe Düzel ve Ahmet Altan'ın sorularına
verdiği yanıtlarla Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan "Bizim Koltuk" adlı Kanal 6
izlencesinde sergiledi. Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu da bu izlencede kendisiyle
ilgili savların yayınını engellemek için yasal yolları denedi. Tüm bunlar neyi
göstermektedir?
Önce Türkiye'nin kimlerin elinde ne gibi serüvenlere sürüklendiğini görüyoruz.
İşkencenin nasıl kurumlaştığını anlıyoruz. Ülkenin "sivil-toplum" olma yolunda daha
çok adım atması gerektiğini kavrıyoruz. İnsan haklarının cuntaların muntaların elinde
nasıl paramparça edildiğine tanıklık ediyoruz.
Arada sırada da olsa, yayınlarına genellikle karşı çıktığımız özel ve tecimsel
televizyonlardan birinde yayımlanan "Bizim Koltuk" gibi bir izlence, devletin
TRT'sinde hiçbir zaman yer alamazdı. Eğer TRT böyle bir yapımı yayımlayacak
olsaydı, Devlet Bakanı Kilercioğlu da, yasalara başvuracağı yerde, küçücük bir
buyruğu ile "Bizim Koltuk"u yasaklardı.
Talat Turhan, kitle iletişim araçlarının da Kontrgerilla'nın ve MİT'in etkisi altında
olduğunu söyledi. Yani TRT'nin ve basının... Yalan mı?
(M. Tali Öngören, Cumhuriyet, 11 Aralık 1992)
Karanlıklar prensi
1 Mayıs 1977 Taksim katliamından 15 yıl sonra geçtiğimiz Haziran ayı başlarında bir
Amerikan gazetesinde yer alan, "Orhan Kilercioğlu'nun 1 Mayıs katliamı ile ilgisi
olduğu" haberi, o günlerde Hürriyet gazetesinde de yer aldığında, fazlaca gürültü
koparmadı, hatta görmezlikten bile gelindi. Ancak "kontrgerilla uzmanı" olarak
ünlenen emekli yarbay, Talat Turhan'ın, geçtiğimiz pazar günü Kanal 6 TV'de Ahmet
Altan'ın hazırladığı sohbet programında Orhan Kilercioğlu'nun kontrgerilla mensubu
olduğu yolundaki iddiaları ortalığı bir anda toz duman içinde bıraktı. Çekimleri
yapıldıktan sonra program hakkında bilgi sahibi olan Kilercioğlu yayınlanmasını
engelleme girişimlerinde bulundu. Ardından programın kendisiyle ilgili bölümlerinin
çıkarıldıktan sonra yayınlanması için Kanal 6 yöneticilerine baskı yaptı. Ancak
program tümüyle kesintisiz olarak yayımlandı. Kilercioğlu, bütün bu engelleme
girişimlerinin ardından basına verdiği demeçte Talat Turhan'ın yalan söylediğini iddia
etti.
Karanlık Geçmiş
Bugün koalisyon hükümetinde Kıbrıs'tan Sorumlu Devlet Bakanı olan. Kilercioğlu'nu
bu kadar tepki göstermeye iten iddiaların kaynağında neler yatıyor ve nasıl bir
geçmişe sahip?
Kilercioğlu ile Başbakan Demirel arasında sıkı bir bağ olduğu biliniyor. Demirel'e ilk
hizmeti de 12 Mart döneminde, onun adına casusluk yaparak oluyor. Ordu içinde
subayların Demirel hakkındaki görüşlerini, düşüncelerini aktarıyor kendisine. Bu
dönemde albay rütbesinde olan Kilercioğlu, "vatana hizmet tertibinden" yapmış olmalı
bu casusluğu. (...)
Gürler'in ardından Genelkurmay Başkanlığı'na Orgeneral Semih Sancar getiriliyor. Ve
Mustafa Özkan, Demirel'le Sancar'ı buluşturup anlaşmalarını sağlıyor. Bunun
ardından Kilercioğlu, Sancar'la çalışmaya başlıyor.
1977 yılına gelindiğinde Türkiye'de kontrgerilla eylemlerinde büyük bir tırmanış
görülüyor. Bunların en örgütlüsü ve en kanlısı 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı.
Katliamın olduğu bugün bilinen bir gerçek. Talat Turhan, "Özel Savaş, Terör ve
Kontrgerilla" kitabında, katliamın, o tarihlerde gerçekleştirilmesi düşünülen bir askeri
cunta harekatının zeminini oluşturmak için sahnelendiğini söylüyor. Ve bu cuntanın
başında da dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun var.
Ersun cuntasının, listesi içinde general rütbesindeki Recai Engin, Musa Öğün ve
Rüştü Naipoğlu yanında albay rütbesiyle Orhan Kilercioğlu da var.
'77 yılında cuntanın, Ersun'dan sonraki ikinci adamı ve Genelkurmay Başkanı
Sancar'ın özel kalem müdürü olan Kilercioğlu'nun, Özel Harp Dairesi'nin en etkin
subaylarından biri olduğu iddiaları oldukça yaygın ve bu etkinliğiyle de ÖHD içindeki
cuntacı subaylarla bağlantıyı kuruyor. Ordu içerisinde çoğunluğu kurmay albaylardan
oluşan on kişilik bir ekibin de başında. Bu ekibin '77 ilkbaharında bütün
provokasyonların ter-tipçisi olduğu da uzmanlar tarafından belirtiliyor. Ancak gerek "1
Mayıs Taksim katliamı'nın cunta özlemcilerinin umdukları ölçüde "başarılı" olamayışı,
gerekse başka etmenler cuntanın sonunu getiriyor. KKK Orgeneral Ersun ve diğer
cunta üyeleri '77 yılı içerisinde emekliye sevk ediliyorlar. Bir tek isim hariç; Orhan
Kilercioğlu. Acaba bu temizlik harekatından yakayı sıyırabilmiş olmasını, hala
Demirel'e sunduğu "vatana hizmet tertibinden" çalışmalarına mı borçlu? Orası
bilinmiyor.
Ancak Semih Sancar'ın emekliliğe ayrılmasından hemen sonra, "kontrgerillanın
yuvası" olarak bilinen Kıbrıs'a tayin edilen Kilercioğlu burada sağcı bir teorisyen gibi
ünleniyor. Daha sonraları bir "kontrgerilla üssü" olarak Kıbrıs'ın önem kazanmasında
ve bugün devlete yerleşen ırkçı politikada Kilercioğlu'nun "başarılı" katkıları var
mıdır? O da bilinmiyor.
Yürü ya Kulum
Kilercioğlu 1984 yılında tuğgeneral rütbesindeyken emekliye ayrılıyor. Ayrılır ayrılmaz
da Demirel'in "şefkatli" elleri ona uzanıyor. Yaşar Holding'e ait bir süt ve süt
mamulleri şirketinin ortağı oluyor. Aynı anda da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin
yönetim kurulunda görev alıyor. İş alanıyla ilgili bir derneğin de başına getiriliyor.
Geçmişin "casusu" şimdi de iyi bir "iş takipçisi" olarak çıkıyor ortaya.
1991 yılında DYP listesinden TBMM üyeliğine seçilmeden önce Yaşar Holding'in
Ankara temsilciliğini yapıyor. Milletvekili adayı olarak yeni yeni tanınmaya başlandığı
günlerde Yaşar Holding'in yan kuruluşu olan Yaşar Dış Ticaret AŞ'nin, Hazine ve Dış
Ticaret Müsteşarlığı'nda hayali ihracat dosyası bulunuyor. İşte tam bu sırada
koalisyon hükümetin kurulmasıyla Yaşar Holding ve Koç Holding'den bakan olması
konusunda hükümete öneri geliyor.
Orhan Kilercioğlu bugün yolsuzluklardan ve Kıbrıs'tan Sorumlu Devlet Bakanı.
Anlaşılan o ki uzun yıllar "hizmet" ettiği kişiler, onun "uzmanı" olduğu bu iki konuda
bakan olmasında sayısız faydalar görüyorlar..
(Gerçek, 12 Aralık 1992)
Basındaki Kontrgerilla Ajanları
Geçen hafta 'Bizim Koltuk' Programına konuk olan Talat Turhan, ordunun içindeki
cuntalarla, iktidar kavgalarıyla, işkencelerle, Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun
kontrgerillayla ilişkisi olduğu iddialarıyla, kontrgerillanın yapısıyla ilgili çok ilginç
açıklamalar yaptı... Konuşması büyük de gürültü kopardı.
Turhan'ın konuşmasında çok ilginç bir iddia daha vardı... Ama birkaç kişinin dışında
bütün Babıali bu iddianın karşısında kulağının üstüne yatıp duymazdan geldi.
Yolsuzluklar konusunda çok hassas olan, zavallı eski devlet bakanı Güler İleri'yi beş
milyonluk yemek faturası yüzünden istifa etmeye zorlayan basınımız Turhan'ın
iddiasını duymamayı tercih etti.
Ne diyordu yirmi yıldır Kontrgerilla konusunu inceleyen Talat Turhan?
"Basın ve televizyon, Kontrgerilla ile
Kontrgerillanın ajanları vardır," diyordu.
MİT'in
denetimi
altındadır.
Basında
Biliyorsunuz, Kontrgerilla'nın kendilerine "vatansever" denen sivil uzantıları var...
Turhan, bu "vatanseverlerin" basını ele geçirdiğini söylüyordu.
Mahmut Tali Öngören dışında kimse bu konuya değinmedi.
"Bizim aramızda kontrgerillanın ajanları yoktur", demediler.
Ama bu iddiayı duymazdan gelmek, gerçeği ortadan kaldırmıyor.
Şimdi biz merak ediyoruz.. Kontrgerilla'nın Babıali'deki ajanları kimlerdir?
Kimler, Kontrgerilla'ya bağlı "vatanseverler" olarak Babıali'de görev yapıyor.
Gazete patronları, gazete yöneticileri, köşe yazarları ve hatta muhabirler arasında
kimler Kontrgerilla ve MİT hesabına çalışıyor.
Kontrgerilla'nın istekleri doğrultusunda kimler Türk halkına yanlış bilgiler verip, halkı
kandırıyor.
Kimler Kontrgerillanın ajanı olarak yazı yazıyor?
Babıali bu soruların cevabını vermekten kaçamaz.
Bin türlü melanete bulandıktan sonra öyle kolayından tüyemezler.
Ya da bu sorular karşısında ortaklaşa susarlar.
O zaman da sorunun yapısı biraz değişir: Babıali'de Kontrgerilla'nın ajanı
"olmayanlar" kimler acaba, diye sorulur.
(Ahmet Altan, Nokta,13–19 Aralık 1992)
YAZARIN NOTU
Kanal 6 TV de 6 Aralık 1992 tarihinde yayımlanan Bizim Koltuk Programı nın
öncesinde ve sonrasında Hürriyet gazetesinin sürdürdüğü yayının yalan üzerine bina
edildiği bugün daha net bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Hürriyet gazetesinin yalan haberlerinin düzeltilmesi için yapmış olduğum
başvurulardan sonuç alamadığım için, gazeteye noter aracılığına başvurdum. Gene
sonuç alamayınca bu kez gazete yetkililerine mahkeme kanalıyla açıklama gönderme
gereğini duydum. Hürriyet gazetesi, mahkeme kararma karşı itiraz hakkını kullandı.
Bunu izleyen süreçte, gazetenin itirazının geçersizliğine dair mahkemeden karar
aldırdım ve yeni bir düzeltme yazısı gönderdim. Kitap basılmak için matbaaya
verilinceye kadar Hürriyet gazetesi düzeltme yazısını yayımlamamıştı.
Bu durumu Gazeteciler Cemiyeti'ne ve Basın Konseyi'ne de ilettiğim halde,
kuruluşların sessizlik duvarı ile karşılaştım.
bu
Bu olgu basın özgürlüğü hakkının kötüye kullanılmasının tipik bir örneğini
oluşturmaktadır.
Bu durumda bu ülkenin yurttaşları, kendilerini ve haklarını bir kısım basın organlarına
karşı nasıl koruyacaklardır? Düşünülmesi gerekiyor.
SONSÖZ YERİNE
TALAT TURHAN’IN OCÜ
Ertuğrul KÜRKÇÜ
Türkiye "Kontrgerilla" denilen ucubenin farkına ilk kez 12 Mart'ta vardı. "Kontrgerilla"
ile ilk tanışanlar, 12 Mart rejimine karşı siyasal faaliyet yürüten grupların 1971-72
kışında gözaltına alman üyeleriydi. Gözaltına alınanlar "Kontrgerilla" diye bir kavramı
belki de ilk kez gözleri bağlı olarak götürüldükleri sıkıyönetim sorgulama
merkezlerinde sorgucularının ağzından duydular. Kimileri askeri, kimileri sivil giyimli,
birbirlerine askeri rütbelerle hitap eden adamlar sorguya alınanlara şöyle diyorlardı:
"Genelkurmay'a bağlı 'Kontrgerilla' teşkilatının erindesin! Burada anayasa yok!
Yasalar yok! Yalnızca biz varız! Sorduklarımıza doğru cevapları verirsen kurtulursun.
Yoksa ölümlerden ölüm beğen! İstersek seni yok bile ederiz ve kimse de bizden
hesap soramaz!"
Dediklerini de yaptılar. İnsanlar kimi zaman "bir devrim olsun" diye yaptıkları
eylemleri, kimi zaman da hiç yapmadıkları şeyleri "itiraf" etmeye direnebildikleri
nispette "Kontrgerillacı"ların gazabından paylarını aldılar. Aralık 1971-Mayıs 1973
arasında Ankara, İstanbul, Adana, Diyarbakır askeri cezaevleri, ayaklarının tabanları
falakada patlamış, bedenleri elektrik akımıyla kavrulmuş, tecavüze uğramış, ruhları
örselenmiş insanlarla doldu taştı.
Ateş düştüğü yeri yakarmış... 12 Mart tutuklularının da en az 30'ar gün her türlü
bedensel ve manevi acının pençesinde sorgulandıkları bu merkezlerde kendilerine
"Kontrgerilla" adını verenlerde "işkencecilik"ten başka bir nitelik görmemeleri doğaldı.
Ama tutuklulardan biri, bir emekli kurmay yarbay, açık duruşmaya çıktığı ilk andan
başlayarak avaz avaz bir başka şeyi haykırıyordu: "Kontrgerilla CIA güdümünde bir
politik örgüttür. Doğrudan doğruya Pentagon'dan yönetilen dünya karşı-devrim örgütünün Türkiye'deki koludur. Atatürk Kültür Merkezi'ni yakan, tersanelerdeki gemileri
ateşe veren 'Kontrgerilla'dır... Bütün bu işleri 'sol'a yıkmak için düzmece davalar icat
eden onlardır."
Kara Kuvvetlerinden emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan'ın 1973 baharında tutuklu
sanık sandalyesinden "Kontrgerilla"ya uzanan parmağı tam yirmi yıl boyunca bu
"uluslararası karşı devrim örgütü"nü işaret etmekten usanmadı.
Başkalarına neredeyse bir "obsesyon", bir tür takıntı gibi gelmesine aldırmaksızın
Talat Turhan, durmaksızın belge ve bilgi biriktirdi, sıradan gazete haberlerinin
gerisindeki süreçler arasında bağıntılar kurdu, bunları ordu ve politikayla ilgili dolaysız
deneyimleriyle birleştirdi ve her kuşkulu "şiddet" olayından sonra insanların
dikkatlerini bir kez daha "Kontrgerilla"ya çekti. Talat Turhan'ın "ifşaatlar"ı ne denli
somut kanıt ve belgelere dayansa da, sorgusuz sualsiz can alan, devlet yapıları dahil
gerekli gördüğü her şeyi yakıp yıkan, kitlesel haberleşme aygıtlarını yanlış bilgilerle
yönlendiren, toplumun ve devletin her hücresini çekip çeviren bu anti-komünist yapı
resmiyet düzeyinde hep "yok"tu. Demirel için "yok"tu, Ecevit için "yok"tu, Evren için,
Özal için "yok"tu.
SSCB'nin dağılmasından sonra "düşman" tanımını değiştiren Batı Avrupa, bu
"düşman"a karşı oluşturduğu yapıları tasfiye ettiği sırada kendi "Kontrgerilla'larını da
çöplüğe atınca Talat Turhan'ın yirmi yıldır durmaksızın "var" dediği bir uluslararası
"karşı devrim sistemi"nin bütün gövdesiyle 1960'lardan bu yana var olduğu ve işlerliği
bütün kanıtlarıyla ortaya çıktı.
İtalya'yı kasıp kavuran neo-faşist terörün gerisinden bütün haşmetiyle İtalyan
"Kontrgerilla"sı Gladio çıkıverdi. Baş "Kontrgerillacı"nın sa İtalya Cumhurbaşkanı
Cossiga'dan başkası olmadığı herkesin bildiği bir "sır" artık. Belçika "Kontrgerilla"sını
keşfetti, Fransa geri kalmadı ve gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Bugün Türkiye kendi "Kontrgerilla"sının nerede olduğunu sormaya başlamışsa
Batı'da bütün olup bitenlerin bu merakta bir payı var elbette. Ama hiçbir sorumlu
politikacı ve devlet adamının en az yirmi beş yıldır sürüp giden cinayet, suikast,
sabotaj ve darbeler silsilesinin gerisindeki örgütün üzerindeki perdeyi aralamaya
cesaret edemediği, devletle ilişkiye geçmiş hemen herkesin şu ya da bu şekilde, kimi
zaman susarak bile olsa "Kontrgerilla" ile suç ortaklığı ettiği Türkiye bugün Bakanlar
Kurulu koltuklarında oturan "Kontrgerillacı'lara parmaklarını yöneltebiliyorsa bunu
herkesten önce Talat Turhan'ın 20 yıl boyunca dinmek bilmeyen öfkesine ve inadına
borçlu olduğunu teslim etmek zorunda.
Talat Turhan'ın kendisi bile başta "Kontrgerilla"nın devletin ve toplumsal egemenlik
mekanizmalarının her yanını bir ağ gibi saran bir genişliğe varacağını hayal etmemiş
olabilir. Kendisinin başlangıçta, etinde kemiğinde yaşadığı işkence ye aşağılamaların
öcünü, o günkü İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün başta olmak üzere
dönemin askeri sorumlularından alma duygusu gütmüş de olabilir pekâlâ.
Ama Talat Turhan kişisel olarak bütünüyle meşru olan bu duyguyu, olabilecek en
kamusal ve rasyonel biçime büründürmeyi başardığı için de ayrıca övgüye değer bir
profil ortaya koyuyor.
Daha önemlisi, zalimi affetmeyisin böylesine derin bir inatla sürdürülmesindeki takip
ve tutarlılık.
Kimilerinin, kendilerine, arkadaşlarına, sevgililerine, eşlerine işkence edenlerle
gözlerinin içine bakarak kadeh tokuşturmayı seçtikleri ve bu seçişin bir erdemmişçesine yüceltildiği bir dünyada Talat Turhan, hepimiz adına, bütün acı
çekenler ve horlananlar adına, kendi kendini görevlendirdiği bir gözetleme nöbetini
20 yıldır bir gün aksatmadan sürdürdüğü için ona borçluyuz.
Onu ayakta tutan zalimden öç alma tutkusu hepimize yaygınlaştığı gün Türkiye de
onursuzluğun erdem sayıldığı bir ülke olmaktan çıkmanın eşiğine adım atmış olacak.
(Özgür Gündem, 17 Aralık 1992)
BİTİRİRKEN
AMERİKANCI İKTİDARLAR HESAP SORAMAZ
1992' yılının Mart ayında basılmış olan 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla'
çalışmamı hazırlarken, kontrgerilla konusuna angaje olmuş iki büyük partinin, DYP ve
SHP, bu konunun üzerine gidebileceğini düşünmemekle birlikte, onların bu çelişkisini
gündemde tutmak ve demokrasinin varlığı ve yokluğu gibi yaşamsal bir konuda
yapıtımın kamuoyu oluşturulmasına katkıda bulunacağına inanmıştım.
Aradan geçen bir yıllık sürede, düşüncemin gerçekleştiğini gördüm.
Şöyle ki:
Meclis kararıyla, görüşülmesi 1991 Aralık ayma ertelenen kontrgerilla tartışmasının
gündeme getirilmesi yerine SHP ve DYP tarafından unutulması yeğlenmiş, dahası
SHP'liler dahil olmak üzere, bu konuda diğer partilere mensup milletvekillerince
verilen Meclis Araştırma önergelerinin görüşülmesi de, 3 Mart 1993 tarihli
gazetelerde yer alan haberlerde de görülebileceği gibi engellenmiştir. HEP, CHP ve
RP ile SHP' den 5 milletvekili araştırma açılması için oy kullanırken, önerge DYP,
ANAP, SHP ve MHP oyları ile reddedilmiştir. İktidarda bulunan partiler MHP ile aynı
konuma düşmüşlerdir.
1990 yılında yapılan Genelkurmay Özsunuşunda, Özel Harp Dairesi'nin
Güneydoğu'da da kullanıldığı resmen kabul edilmesine karşın, 2 Mart 1993 tarihli
Meclis görüşmelerinde Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz, ÖHD'nin kullanıldığı
yerler arasında sadece Kıbrıs ve Diyarbakır Uçağı olaylarını saymakla yetinmiştir.
22 Ekim 1992 tarihli Özsunuşta, ÖHD Başkanı Tümgeneral Kemal Yılmaz,
"komando erinin kendi vatandaşına karşı eğitilip eğitilmediği" sorusuna "bakmam
lazım" diye yanıtlamıştı. Ek bir metin olarak aktardığım Meclis Görüşmeleri
seçmelerinden de görülebileceği gibi, bu sorunun yanıtını, belki de farkında olmadan
'sivil personel'le ilgili yaptığı açıklamalarla Nevzat Ayaz vermektedir. Bu açıklama
korkunç bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun bir kanıtı ve itirafıdır.
Kontrgerilla araştırmasının Mecliste bir kez daha tıkanmasına karşın, sorun,
kamuoyuna mal olmuş, bu nedenle de güncelliğini sürdürmüştür, sürdürmektedir.
Konunun 16 Kasım 1992 tarihinde Show TV'de yayımlanan 32. Gün Programında, 6
Aralık 1992 tarihinde Kanal 6 TV'nin Bizim Koltuk Programında ve Nokta dergisinin
13–19 Aralık 1992 tarihli sayısında tarafımdan gündeme getirilmesinden kitabın ilk
bölümünde söz ettim.
Uğur Mumcu'nun katledilmesi üzerine BRT Televizyon kanalında 25 Ocak 1993 tarihi
akşamı yayımlanan ve izleyiciden gelen yoğun istek üzerine daha sonra yinelenen
Ali Sirmen'in yönettiği ve kontrgerilla olgusunun da tartışıldığı açık oturuma benimle
birlikte Toktamış Ateş, Alev Coşkun ve Abdurrahman Dilipak katıldı.
Elinizdeki kitabın ilk halini Uğur Mumcu'nun katledildiği gün yayınevine teslim
etmiştim. O günden bu yana geçen bir ayı aşkın sürede, Kontrgerilla konusundaki
tartışmalar, her ne kadar Başbakan Süleyman Demirel tarafından "havanda su
dövmek" şeklinde ve DYP milletvekili Süleyman Ayhan'ın "Kontrgerilla iddialarını
devleti tahrip edip rejimi yıkmak isteyenler gündeme getiriyorlar" (Milliyet, 26 Şubat
1993) sözleriyle nitelendirilse de, sürmektedir.
DYP'nin koalisyon ortağı olarak hükümette bulunan SHP, Türkiye'nin en büyük kenti
olan İstanbul'da, 30 Ocak 1993 tarihinde, SHP İl Başkanı Yüksel Çengel'in yönettiği
ve konuşmacı olarak da benim, ilhan Selçuk'un, SHP Adıyaman Milletvekili Celal
Kürkoğlu'nun ve Veli Yılmaz'ın katıldığı ve beş saat süren bir panel düzenledi. SHP
Paneli 1 Şubat 1993 tarihli günlük gazetelerin hemen hepsinde yer aldı, Günaydın
gazetesi ise paneldeki tartışmaları sürmanşetten verdi. Bu anlamda DYP milletvekili
Süleyman Ayhan, koalisyon ortağını 'devleti tahrip etmek', 'rejimi yıkmakla
suçlamaktadır. Bu çelişki korkunçtur.
Bu duruma bakarak, DYP milletvekili Süleyman Ayhan'ın suratındaki kılcal
damarlarına kan gelip gelmediğini doğrusu merak etmekteyim.
Aynı günlerde, Milliyet gazetesinin 31 Ocak 1993 tarihli sayısında Nail Güreli'nin,
12 Eylül öncesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde bomba uzmanı olarak görev
yapan Süleyman Nazif Ak'ın yaptığı bir söyleşi yayımlandı. Bu söyleşide, Süleyman
Nazif Ak, ucu MHP'ye giden bir eylemde, kendisi tarafından verilen bir 'Bomba
Raporu'nun siyasal iktidarın isteği doğrultusunda nasıl değiştirildiğini açıklamaktadır.
Daha da önemlisi, eski bomba uzmanı, Nail Güreli'nin "Kontrgerilla diye bir şeyden
söz ediliyor zaman zaman. Burada da olamaz mı?" sorusunu, "Kontrgerilla yaptıysa,
tabii olur" cümlesi ile yanıtlamaktadır.
Emniyet örgütünden gelen bir kişinin tanıklığı karşısında, Kontrgerilla olgusunu
yadsımakta direnenler utanacaklar mıdır bilemiyorum.
Bu arada, SHP Adıyaman Milletvekili Celal Kürkoğlu'nun ANKA Ajansına 10 Şubat
1993 tarihinde yaptığı bir açıklama, bir gün sonrasının Cumhuriyet gazetesinde yer
aldı. "Türkiye'de demokrasi konusundaki en büyük gücün parlamento olduğunu"
belirten Kürkoğlu, "30-40 yıldır Kontrgerilla tartışılıyor. Parlamentodan daha üstün ve
büyük bir güç varsa, gerçek anlamıyla demokrasi ve bağımsızlıktan söz edilemez.
Eğer bir ülkede bir süper güçten para alarak yeraltı faaliyetleri yapan bir örgüt varsa,
bağımsızlık olmaz. 20 yıldır Kontrgerilla üzerine kimse gidemiyor. Demokrasinin
üzerindeki gölge kalkmalıdır."
(Cumhuriyet, 11 Şubat 1992) diyordu.
Daha sonra Celal Kürkoğlu'nun da içlerinde yer aldığı 20 SHP milletvekilince verilen
Meclis Araştırma Önergesi, Genel Başkan Erdal İnönü ve Yönetim Kurulu
tarafından, 'Koalisyon ortaklığını tehlikeye atar1 gerekçesiyle engellenmiştir.
Bu tartışmalar sürerken yeniden konuya dahil olma gereğini duyan Başbakan
Süleyman Demirel, 12 Şubat 1993 tarihinde Kahramanmaraş’ta "devletin cinayet
işleyen bir teşkilatı yoktur"
(Cumhuriyet, 13 Ocak 1993) diye konuşmuştur.
Halbuki Avrupa'daki merkezi Oberammergau'da olan Amerikan Özel Kuvvetler
Komutanlığı'na bağlı Ayaklanmaları Bastırma Okulu'nda, sadece NATO
ülkelerinin değil, tüm Avrupa ülkelerinin 'özel savaşçıları' eğitilmekte ve eğitime
katılanlara nasıl cinayet işleyecekleri öğretilmektedir. Nitekim kitabın daha önceki
bölümlerinde yer alan Stern dergisinden yapılan bir aktarma, bu konuyu ayrıntıları ile
açıklamaktadır. 'Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla1 kitabımın sonunda yer verdiğim
şema da, kurumsal açıdan bu mekanizmanın nasıl işlediğini göstermektedir.
Her ne kadar İçişleri Bakam İsmet Sezgin, "Kontrgerilla'yı ispat edin, istifa edeyim"
(Milliyet, 7 Şubat 1993) diyorsa da, öne sürdüğümüz gerekçelere karşın böyle bir
istifanın gerçekleşebilmesi ebetteki mümkün değildir.
Çünkü istifa mekanizmasının en az işlediği ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.
(Yazarın Notu: Bu konuda Genelkurmay eski Başkanlarından Orgeneral Necip
Torumtay'm onurlu tavrı bir örnek olarak sürekli anımsanacaktır.)
Bir yıl içinde sadece Güneydoğu bölgesinde 881 cinayetin işlendiği bir ülkede, İçişleri
Bakanının hala görevinin başında bulunuyor olmasını, ancak böyle açıklayabiliriz.
19 Şubat 1993 tarihinde Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği lokalinde, Bursa Olay
gazetesinden Zafer Opsar'ın yönettiği bir söyleşiye konuşmacı olarak katılarak,
Kontrgerilla konusundaki görüşlerimi açıkladım. (Bursa Olay, 21 Şubat 1993)
23 Şubat 1993 tarihinde Flash TV de yayımlanan ve bir saat süren bir programda da
M. Yılmaz Tunca'nın kontrgerilla konusundaki sorularını yanıtladım.
Son olarak da İstanbul-Ümraniye SHP İlçe örgütü tarafından 26 Şubat 1993 tarihinde
düzenlenen Kontrgerilla Paneline gazeteci-yazar Veli Yılmaz ile Çağdaş
Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı Avukat Ali Rıza Dizdaroğlu katılmıştır.
Görüldüğü gibi kitabın yayıma hazırlandığı bir aylık süre içerisinde Kontrgerilla
tartışmaları durmamış, Uğur Mumcu'nun katledilmesinden sonra cinayete ilişkin
olarak türetilen varsayımlar arasında Kontrgerilla da suçlanmıştır. Bu amaçla çeşitli
şehirlerde düzenlenen panellere ve toplantılara katılma için de yeni çağrılar
almaktayım.
Sonuç olarak, DYP Milletvekili Süleyman Ayhan'ın korktuğu başına gelmekte ve
rejimi yıkmak isteyenlerin sayısı hızla artmaktadır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı
Tanıdığım kontrgerillacılardan birincisi Orgeneral Faik Türün, ikincisi ise Tümgeneral
Memduh Ünlütürk'tür.
Orgeneral Faik Türün Yankı dergisinin 17 Ekim 1973 tarihli sayışma verdiği bir
demeçte "... ben Kadıköy'deki Köşkü, Kontrgerilla örgütüne özel olarak hazırlattım"
demiş, 1974 yılında da 'Kontrgerilla'yı Talat Turhan uydurdu" (Faik Türün'ün Cüneyt
Arcayürek'le Söyleşisi, Hürriyet, 8 Şubat 1974) diye yeni bir demeç verme gereğini
duymuştur.
12 Mart döneminin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı olan Faik Türün, emekli
olduktan sonra, AP listesinden İstanbul’dan senatör yapılmak istenmiş,
seçilemeyince de sonraki yıllarda, seçim sisteminin boşluklarından da yararlanarak
Manisa'dan AP Milletvekili olarak TBMM'ye girmiştir. 1980 öncesinde de AP
tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmiştir. 1973 yılında Kontrgerilla Köşkü'nü
kuran bir kişinin, daha sonra AP'li olması ve Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi,
kuşkusuz ki rastlantı değildir.
Türün'ün yapmış olduğu açıklamalara karşın, 20 yıl sonra hala Kontrgerillanı
olmadığını söyleyenlerin, düştükleri durum, ebetteki kendileri tarafından saptanmalıdır.
Ziverbey İşkence Köşkünün Memduh Ünlütürk tarafından yönetildiği de Faik
Türün'ün açıklamaları arasında yer almıştır. Kontrgerilla olgusunu araştırmak
isteyenlerin, ilk başvuracakları mekân, dün olduğu gibi bugün de Ziverbey İşkence
Köşküdür.
Bana gelince, 12 Haziran 1973 tarihinde gereği için Başbakanlığa, bilgi için
Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na dilekçeler vererek,
Ziverbey'de Türk gençliğine ve Türk aydınlarına karşı yöneltilen ihanetin bir Meclis
Araştırması ile ortaya dökülmesini istedim.
Bir sessizlik duvarı ile karşılaştım.
20 yıl boyunca suskun kalanlar, tarihin sanık sandalyesinde hesap vereceklerdir.
12 Martın darbesini yiyenlerden birisi de, kuşkusuz ki, Uğur Mumcu'dur.
Uğur Mumcu'nun katledilmesi üzerine, bugün bütün devlet protokolü harekete
geçiyorsa ve Uğur Mumcu'nun yanında yer alma tavrı sergiliyorsa, bu durum,
geçmişte sürdürülen baskı ve işkencelerin kabul edilmesi anlamına gelir. Bugün Uğur
Mumcu' ya sahip çıkan kamuoyu, bir anlamda, dün ona haksızlık edenleri protesto
etmektedir.
İnsanlar geçici, kurumlar kalıcıdır. Aydınlarına baskı ve zulüm yapan toplumlar, 12
Eylülde olduğu gibi faşizmin karanlığında yaşarlar.
Bu ayıptan kurtulmanın tek yolu, kendilerine Kontrgerillacı adını takan ve halkına
işkence yapmayı meslek haline getirmiş satılmışların maskesinin düşürülmesidir.
Bu maske tüm çabalara karşın, hale neden düşürülemiyor?
Önceden de işaret ettiğim gibi, dünya çapında faaliyet göstermek için yetiştirilen 'Özel
savaşçıların karargahı Almanya'daki Oberammergau'dadır. ABD, özel eğitimden
geçirdiği kişileri kendisinden yana rejimlere egemen kılmakta, Gladio tipi yeraltı
örgütlerini finanse etmektedir. ABD emperyalistleri tüm dünyada iktidarını, toplumun
çeşitli kanatlarından seçilmiş kişileri, bürokrasinin her iki kanadındaki lider kadroları,
işbirlikçileri kullanarak, sadece bunları kullanmakla da yetinmeyip yeraltı örgütleri
kurarak, yapay düşmanlar yaratarak yaşatmakta, dünyanın bütün alanlarındaki
çıkarlarını bu ve benzeri yollarla garanti altına almakta, daha da önemlisi ulusal
kurtuluş savaşlarını engellemektedir.
AGİK ve 'Yeni Dünya Düzeni' sürecinde, bir yandan Birleşmiş Milletler Örgütü
ABD'nin dümen suyuna sokulmakta, bir yandan da bu örgütlenme tarzı eski
'Sosyalist Blok' ülkelerine taşınmaktadır.
Polonya'daki oluşumun gerçekleştirilmesinde Papa'nın ve ABD'de Başkanlık
Danışma olarak görevli Polonya asıllı Z.Brezinski'nin oynadığı rol bilinmektedir. Eski
sosyalist ülkelerin düşürülmesinde, lider olarak seçilen kişilerin, çoğunlukla, mason
olmaları da bir rastlantı değildir.
'Yeni Dünya Düzeni' sürecinde, liderden lidere olan ilişkinin, locadan locaya biçiminde
işlemesi, bu olgunun kapitalizmin diğer örgütleriyle de pekiştirilmesi yöntemiyle, ABD
emperyalizmi, dünyanın mutlak lideri olma hedefine ulaşmaya çalışıyor.
Ülkemizde bugüne kadar kontrgerilla olgusu, hep askeri işlevleri ile ön plana çıkarıldı,
yeraltı ve yerüstü örgütü olarak lokalize edilmeye boyutları küçültülmeye çalışıldı.
Kitabın ilk bölümündeki şema ve belgelerden de anlaşılabileceği gibi, Kontrgerilla,
Cumhurbaşkanından işadamlarına, işçi temsilcilerinden yargıçlara, emniyet ve
istihbarat örgütleri mensuplarından basın-yayın organlarının mensupları ve din
adamlarına kadar uzanan bir örgütsel ağa sahiptir.
Bu sistem, ABD emperyalistleri tarafından, ABD'nin egemenlik alanına dahil tüm
ülkelerde aynı biçimde oluşturulmuştur. Bu ülkelerdeki rejimleri ister Birinci
Cumhuriyet, ister İkinci Cumhuriyet isterseniz Beşinci Cumhuriyet olarak isimlendirin,
durum değişmez.
Bu ülkelerin tümü, 'Kontrgerilla Cumhuriyetleri' adıyla tanımlayabileceğimiz bir
rejim içerisinde ve ABD emperyalizminin dümen suyunda idare edilmektedir.
Büyük Atatürk' ün ifade ettiği gibi, 'gaflet ve hıyanet’ içinde bulunan iktidarları yola
getirmenin tek yöntemi, İkinci Kurtuluş Savaşıdır. Her ne kadar burada 'savaş'
sözcüğünü kullanıyorsak da, bu 'savaş' demokratik yöntemlerle ve halkın demokratik
bilinci ile başarıya ulaşacaktır.
Sivas Kongresi'nde, 'ABD mandacılığına ilişkin politika ve tezleri bir kenara iterek
yoluna devam eden Mustafa Kemal, bizlere özellikle gençliğe Kurtuluş Savaşından
sonra tam bağımsız bir ülke emanet etmiştir.
Türkiye'yi 'Küçük Amerika' yapacağız diye, ülkemizi, bağımlılık batağına sokan
iktidarlar, ebetteki, ABD emperyalistlerinden ve onların uzantılarından hesap
soramazlar. Bu bataklıkta filizlenen terör eylemlerini aydınlatamazlar.
'Bağımlılık' bataklığından kurtuluşun tek çözüm yolu, değerli bilim adamı ve hukukçu
H. Veldet Velidedeoğlu'nun da yapıtlarında belirttiği gibi Yeniden Ulusal
Mücadeledir.
M. Talat Turhan
Kuzguncuk,5 Mart 1993
Yeniğim Sokak,No. 19
81200 Kuzguncuk/İSTANBUL
TBMM KONTRGERİLLA GÖRÜŞMELERİ’NDEN
2 Mart 1993
" Özel timlerde görev alan subay ve astsubaylar, komando nitelikli personelden
oluşmaktadır. Bu personelin ikinci coğrafi bölgede hizmet etme mecburiyetleri, yaş ve
sağlık durumları dışında görev süreleri Daire Başkanlığınca uzatılabilmektedir. Zira
bu personel, üç- üçbuçuk yıl gibi uzun süreli eğitim görerek görevlerine
hazırlanmaktadırlar. Örneğin; özel timlerde görevli personel, komando, kurbağa
adam, paraşüt, savaş, beden eğitimi, gayri nizami harp ve özel kurslara tabi
tutulmakta, bazıları ise görevleriyle ilgili olmak üzere yurt dışı kurslarına da
gönderilmektedir. Yine, anılan özel timler, yıllık eğitim faaliyet planlarında öngörülen
eğitim ve uygulamalarının yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığınca uygun görülen
müşterek eğitimleri de NATO tatbikatları içerisinde icra etmektedirler."
"Savaşta gerilla birliklerinde görev alacak sivil personel, askerlik hizmetlerini
komando birliklerinde yapan personel arasından seçilerek, kısa süreli gayri harp
kursuna tabi tutulmaktadır. Terhislerini müteakip, bunlardan uygun evsafta olanlara
sefer görev emri verilmek suretiyle Bakanlar Kurulu kararıyla seferberlik tatbikatlarına
katılmaktadırlar. Bu tatbikatlarda, komando nitelikli gerilla eğitimi yaptırılmakta ve bu
kişiler tümüyle bu tatbikatlara katılmaktadırlar.
Savaşta, yeraltı ve kurtarma, kaçırma teşkilatlarında görev almak üzere seçilen
personel, uzun süre devam eden tahkik işlemlerini müteakip, savaşta işgal
bölgesinde ihtiyaç duyulabilecek sabotaj ve mukavemet faaliyetlerini icra etmek maksadıyla kısa süreli genel mahiyette kursa tabi tutulmaktadırlar."
(…)
"Gayri nizami harp teşkilatında görev alacak sivil personel görevinin ne olacağını
bilmekle beraber, savaş zamanında birliği teşkil edildiğinde kimin emrine gireceğini
veya kimlere emir komuta edeceğini barışta bilmemektedir. Gayri nizami harp
unsurlarının savaşta kendi içerisindeki emir komuta sistemi, teşkilatlanmalarını
tamamlayınca oluşacaktır. Savaşta, işgal bölgesinde icra edilecek gayri nizami harp
harekatı, başkomutanlıkça ve Silahlı Kuvvetler Komuta Harekat Merkezinden sevk ve
idare edilecektir," (...)
"Özel Harp Dairesi, 1963–1974 yılları arasında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatının
kurulması, geliştirilmesi ve desteklenmesinde görev almıştır. Kıbrıslı soydaşlarımızın
korunması için ve olayların zorlamasıyla kurulan bu teşkilatın görevi, 1974 Kıbrıs
Barış Harekatı ile sona ermiştir.
Yine, 1980 yılında teröristlerce Diyarbakır'a kaçırılan Türk Hava Yolları uçağında
rehin tutulan kişilerin kurtarılması operasyonunda bir özel tim görev yapmıştır. O
tarihlerde polis ve jandarma teşkilatında özel timler bulunmadığından bu görev Özel
Harp Dairesi'nin özel timine verilmiştir. Bugün polis teşkilatında bu timler teşkil
edilmiş bulunduğundan, bu tür görevlerin özel timler tarafından yapılmasına gerek
bulunmamaktadır."
"Devletimizin yıpratılması gayesine yönelik asılsız iddiaların Yüce Meclisimiz
tarafından araştırma konusu yapılması Hükümetimizce müspet olarak mütalaa
edilmemektedir."
(Nevzat Ayaz - DYP, Milli Savunma Bakam)
"Son kırk yıldır demokrasimizin üzerine bir karabasan gibi çöken kontrgerilla
konusunda gerçeklerin ortaya çıkabilmesi için perdeyi hep beraber aralamaya
çalışacağız."
"NATO Genel Sekreterinin dahi yıllarca süren suskunluktan sonra varlığını kabul
ettiği bir örgütün uzantılarının ülkemizde olmadığına inanmak fazla iyimserlik, hatta
saflık olurdu. "
"12 Mart sonrası dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Sadi Koçaş birkaç yazısında,
kontrgerillanın kanun dışı kurulmuş, yönetilmiş ve kanun dışı çalışmış bir örgüt
olduğunu açıkça vurgulamıştır." (...)
"Özel Harp Dairesi yasalara göre kurulmuş bir örgüt olmadığından, amacında,
işleyişinde ve eylemlerinde yasal dayanak aranması olası değildir." (...)
"Sosyal demokrat Halkçı Partinin bir Diyarbakır Meclis üyesi, bir yüzbaşı tarafından
kiralık katil tutularak öldürülmek istenmiştir. Bu olay, bu Meclis çatısı altında daha
evvel de konuşuldu. Sayın Başbakanın ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarının da tanık
olduğu cinayet siparişi, kiralık katilin cayması ve olayın açıklığa çıkması sonucu akim
kalmıştır." (...)
"Sayısı bir yılda 600'ü aşan faili meçhul cinayet koalisyon Hükümetinin, hepimizin ve
demokrasimizin ayıbı ve yüzkarası olarak önümüzde durmaktadır." (...)
"Eğer bu araştırma açılmasıyla ilgili önerge bugün burada kabul edilmezse,
demokratik parlamenter rejimimiz ciddi bir yara alacaktır. Yüce Meclisimiz, bu fırsatı
kaçırırsa, tarih önünde sorumlu olacaktır."
(Algan Hacaloğlu - CHP)
"Sayın Demirel burada diyor ki: 'biz genel görüşme istedik kontrgerillayla ilgili; bize
haber yolladılar bu işleri kurcalamayın diye'. Herhalde şimdi Sayın Demirel'e de,
Sayın İnönü'ye de birileri haber yollamış ki, onlar da kurcalamayın diye bugünün
muhalefetine haber yolluyor ve kendi gruplarını baskı altında tutmaya çalışıyorlar."
(Hasan Mezarcı - RP)
"Bu teşkilatların hedef alınmasının nedenleri vardır. Nedenleri: Güvenlik güçlerini
yıpratmak, moral açıdan çökertmek, iç politika sorunlarına çekmek, taraf yapmak,
toplumu bu güçler hakkında tereddüde sevk etmek ve toplumu yanlarına almaktır. İki
kelimeyle ifade etmek gerekirse, devlete karşı olan güveni sarmaktır. Devlete karşı
olan güven sarsıldığı takdirde toplumda anarşi meydana gelir, terör meydana gelir,
şiddet meydana gelir."
(Baki Tuğ - DYP)
"Bu örgütü, Özel Harp Dairesi denen olayı, daha doğrusu Genelkurmay emir ve
talimatları içerisinde görev yapan bu kuruluşu, kontrgerilla ya da illegal örgüt olarak
ve faili meçhul cinayetlerin müsebbibi olarak kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir
şeyi Türk vatandaşı, hiçbir Türk parlamenteri içine sindiremez."
(Cemal Şahin - SHP)
"Bu kadar geniş bir kitlenin yeterli bilgiye sahip olmadığı bir dönemde, malum kişi ve
çevreler ve hatta kuruluşlarca başlatılan ve zaman zaman çeşitli eylemlere de
dönüşen yoğun bir kampanyaya girişilmişti. Maksat açıkça zihinleri bulandırmak ve
bu suretle Türk Devleti ve onun bazı müessese ve kuruluşlarını zaafa uğratmak ve
yıpratmaktır."
(M. Bahri Kibar - ANAP)
"Bugün gerçekten de tarihi bir gün. Bugün önemli bir gün. Çünkü bugün bizler, bu
sıraları dolduran insanlar demokrasi tercihimizi ortaya koyacağız. Bu ülkede yeniden
darbeler olacak mıdır, olmayacak mıdır? Bunun kararını vereceğiz. Gelecek
kuşakların, çocuklarımızın geleceği hakkında karar vereceğiz, demokrasi için karar
vereceğiz. Biraz sonra oylama yapılacak. Ya büyük bir vebal altında bu salondan
çıkacağız, ya da adımızı, 19'uncu dönem milletvekillerinin adlarını ve bu
parlamentonun adını altın harflerle tarihe yazdıracağız."(...)
"Kontrgerillanın mevcut olduğu Devletin resmi kayıtlarıyla sabittir. Sayın Bakanın
beyanıyla, Sayın Tuğ'un beyanıyla, ANAP Grubunun sözcüsünün beyanıyla
kontrgerillanın mevcut olduğu apaçık ortadadır. Çünkü bu sözcüler, Özel Harp Dairesi savaş zamanında işgal edilen vatan topraklarında sadece işgal kuvvetlerine
karşı mukavemet etmektedir dediler. Oysaki Genelkurmay Başkanlığı 3 Aralık 1990
günü basma verdiği birifingte, Özel Harp Dairesi'nin Güneydoğuda kullanıldığını
söylemiştir, bunu açıklamıştır, bütün bilgiler gazete arşivlerinde mevcuttur. Ve bu
sözcüler 'Özel Harp Dairesinin görevi gayri nizami kuvvetlere karşı harp yapmaktır'
diyor. Biz okur-yazarız ve burada bu koltukları dolduran insanlar, sanıyorum ki okumuşlardır yazmışlardır, kara cahil insanlar değillerdir. Gerilla nedir; gerillanın tanımı
ortada; gayri nizami kuvvetlere karşı harp yapmaktır. Biz ilkokul çocuğu muyuz; karşı
olmak nedir, kontr olmaktır. Dolayısıyla, kontrgerillanın varlığı bizzat bu sözcülerin,
önergenin aleyhinde konuşan sözcülerin beyanlarıyla sabit hale gelmiştir." (...)
"Deniyor ki, 'faili meçhul cinayetlerle ilgili bir araştırma önergesi kabul edildi,
araştırma komisyonu kuruldu.' Bu komisyon, Doğan Güreş'i ifadeye çağırabilecek
midir? Bu komisyon MİT'in, Genelkurmayın, ÖHD'nin arşivlerine inebilecek midir?
İnemeyecektir. Bu komisyon, Kültür Sarayı yangınını inceleyebilecek midir, Marmara
Gemisi yangınını inceleyebilecek midir? Çünkü Kültür Sarayı yangını faili meçhul bir
olay değildi. Eminönü Araba Vapurunun batırılmasını inceleyebilecek midir?
İnceleyemeyecektir."
(Mahmut Almak - Bağımsız)

Benzer belgeler

Untitled

Untitled Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz. © Copyright 2008 Talat Turhan

Detaylı