uluslararası katılımlı kadına ve çocuğa karşı şiddet sempozyumu

Transkript

uluslararası katılımlı kadına ve çocuğa karşı şiddet sempozyumu
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
Ankara, 27-28 Nisan 2012
The Symposium of Violence against Women and Children
Ankara, 27-28 April 2012
ULUSLARARASI KATILIMLI KADINA VE
ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDET SEMPOZYUMU
BİLDİRİ KİTABI
I.CİLT
Yayına Hazırlayanlar:
Doç. Dr. Dolunay Şenol
Yrd. Doç. Dr. Sıtkı Yıldız
Talat Kıymaz
Hasan Kala
ANKARA-2012
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2846 Sayılı Kanuna göre bu eserin bütün yayın, tercüme iktibas hakları Mutlu
Çocuklar Derneği’ne aittir. Bildiri ve panel metinleri içinde geçen görüş, bilgi ve
görsel malzemelerden bildiri sahipleri ve panel konuşmacıları sorumludur.
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu (1: 2012: Ankara)
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Bildiri
Kitabı/Yayına Hazırlayanlar: Dolunay ŞENOL, Sıtkı YILDIZ, Talat KIYMAZ, Hasan
KALA. Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları, Ankara: 2012.
ISBN: 978-605-5307-00-4 (tk)
ISBN: 978-605-5307-01-1 (1.c.)
(MÇG) Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları
Mutlu Çocuklar Derneği
Mebusevleri Şerefli Sokak No:27/3 Çankaya-ANKARA
Tel: (+90 312) 2220355
Fax: (+90 312) 2220309
Web: www.mutlucocuklar.org
E-Posta: [email protected]
Kapak Tasarım: Yakup Akdemir
Baskı: Neyir Matbaacılık
Adres: Matbaacılar Sitesi 35. Cad. No:62 İvedik/Yenimahalle-ANKARA
Tel: (+90 312) 3955300
Fax: (+90 312) 3958420
Web: www.neyir.com
E-posta: [email protected]
Baskı Sayısı: 300
II
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sempozyum Düzenleme Kurulu
Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU – Turgut Özal Üniversitesi
Prof. Dr. Remzi FINDIKLI – Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Doç. Dr. Dolunay ŞENOL – Kırıkkale Üniversitesi
Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Doç. Dr. Nazife YİĞİT- Kırıkkale Kadın Dayanışma ve Destekleme Derneği
Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ – Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN – Kırıkkale Üniversitesi
Sevgi MERMERCİ – Mutlu Çocuklar Derneği
Talat KIYMAZ – Mutlu Çocuklar Derneği
Hasan KALA – Mutlu Çocuklar Derneği
H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği
Sempozyum Bilim ve Danışma Kurulu
Prof. Dr. Remzi FINDIKLI - Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Prof. Dr. Ali ŞAFAK - Turgut Özal Üniversitesi
Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU - Turgut Özal Üniversitesi
Prof. Dr. Ertan BEŞE - Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH-Uluslararası Afrika Üniversitesi, Sudan
Prof. Aicha TAJ- 20 Şubat Fas Gençlik Hareketi, Fas
Doç. Dr. Dolunay ŞENOL-Kırıkkale Üniv., Kadın Sorunları Uygul. Araş. Merk.
Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Doç. Dr. Faouzi BENDRİDİ- Souk Ahras Üniversitesi, Cezayir
Dr. Zohra Ben MANSOUR -Tunus Üniversitesi, Tunus
Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ - Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Neriman AÇIKALIN - Mersin Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Şamil ÖCAL - Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN – Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Anzavur DEMİRPOLAT – Bingöl Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gülsüm DUYAN - Fatih Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Fatma ELİBOL - Kırıkkale Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gözde AKOĞLU - Kırıkkale Üniversitesi
Dr. Mezher YÜKSEL- Ankara Kalkınma Ajansı
Dr. Özgür KARAASLAN- TRT Radyo Haber Müdürlüğü
Dr. Faruk AYIN- Özel Dost Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi
Dr. Lütfi ALTINSU- Ahiler Kalkınma Ajansı
Dr. Özcan Kars -Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
İsmail YELPAZE- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Şebnem Avşar KURNAZ- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Hasan ŞEN- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Abdullah KÜTÜK- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Sempozyum Sekretaryası
Hasan KALA - Mutlu Çocuklar Derneği
Yüksel BAĞIŞLAR - Mutlu Çocuklar Derneği
H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği
III
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İÇİNDEKİLER
CİLT I
ÖNSÖZ ............................................................................................................................... X
GİRİŞ ..................................................................................................................................XI
Kadına ve Çocuğa Karşı Fiziksel Şiddet
Kadına Karşı Fiziksel Şiddetin Biyopsikososyal Sonuçları
Yrd. Doç. Dr. Nalan Linda FRAİM ................................................................................................ 1
Bir Bataklık Olarak “Namusun Temizlenmesi” Mefhumu
Dr. İhsan ÇETİN ............................................................................................................................. 5
Türkiye’de Kadın Rol ve Haklarına Yönelik Tutum ve Şiddet
Yrd. Doç. Dr. Aslı BUGAY-Yrd. Doç. Dr. Raquel DELEVI ......................................................... 12
Üniversitelerde Kadına Yönelik Şiddet Nasıl Tartışılıyor?
Öğr. Grv. Yasemin YÜCE TAR ..................................................................................................... 24
Kadına ve Çocuğa Karşı Psikolojik Şiddet
Erken Yaş Evlilikleri: Diyarbakır Örneği
Prof. Dr. Aytekin SIR-Doç.Dr. İlhan KAYA-Yrd. Doç.Dr. Mehmet Cemal KAYA- Yrd.
Doç.Dr. Yasin BEZ ........................................................................................................................ 37
İşyerlerinde Mobbing (Psikolojik Şiddet) Sarmalında Kadın:Kamu Üniversitesinde Bir
Uygulama
Doç. Dr. Fatma GEÇİKLİ-Arş. Gör. Merve GEÇİKLİ .................................................................. 54
İletişim Çatışması Olarak Kadına Yönelik Şiddet
Doç. Dr. Rüçhan GÖKDAĞ-Yrd. Doç. Dr. Özgül DAĞLI ............................................................ 75
Kadına Yönelik Şiddete Psikoloji İçinden Bakmak
Yrd. Doç. Dr. Canani KAYGUSUZ-Doç. Dr. Melek KALKAN ................................................... 84
Kadına Yönelik Psikolojik Şiddetin Boyutlarının Belirlenmesi ve Değişken Durumlara Göre
Değerlendirilmesi-Rize İl ÖrneğiÖmer KESKİN ................................................................................................................................ 92
Yoksul Ailelerin Güzel Kızları ve Beş Eksenli Tanı Sistemi
Prof. Dr. Erol GÖKA-Doç. Dr. Verda TÜZER- Dr. Emine YILDIZGÖREN................................ 103
Üniversitede Okuyan Kadınların Travmatik Yaşantıları ve Psikolojik Yardım Alma
Durumları
Arş. Gör. Fatma ALTUN-Doç. Dr. Hikmet YAZICI ...................................................................... 109
Funnyhouse of A Negro: Bir Zenci Kadının Kimlik Bunalımı
Yrd. Doç. Dr. Özlem ÖZEN ........................................................................................................... 119
Kadına ve Çocuğa Karşı Cinsel Şiddet
Kadına Karşı Cinsel Şiddet
Prof. Dr. Mustafa Tevfik ODMAN ................................................................................................. 130
AVM’lerde Çalışan Kadın Satış Danışmanlarının Cinsel Tacize İlişkin Görüşleri
Doç.Dr.Mustafa ŞAHİN-Arş. Gör. Betül AYDIN-Arş. Gör. Serkan Volkan SARI ....................... 172
IV
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadına Yönelik Şiddetin Görünmeyen Yüzü: Fuhuş Pazarı -Mersin ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Neriman AÇIKALIN ............................................................................................... 187
Fuhuş Amaçlı İnsan Ticareti
Arş. Gör. Bahar GÖDEKMERDAN- Arş. Gör. Hilal CECANPINAR .......................................... 203
Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet ve Medya
Kadına Karşı Şiddete Medyanın Yaklaşımı ve Habertürk Gazetesi’nin Yaptığı Haber
Üzerine Bir Araştırma
Yrd. Doç. Dr. Barış BULUNMAZ .................................................................................................. 217
Kadına Yönelik Şiddette Medyanın Dili
Arş. Gör. Halime ÜNALDI ............................................................................................................. 234
Gazete Haberlerinde Kadına Yönelik Şiddet
Arş. Gör. Nagihan TUFAN YENİÇIKTI ....................................................................................... 244
Sosyal Medyada Kadına Şiddet Üzerine Söylemler:İtiraf.com
Arş. Gör. Dr. Ayşe ŞİMŞEK ........................................................................................................... 258
0-6 Yaş Çocuğunun T.V. İzleme Davranışları ve T.V. Programlarının Çocuğa Etkileri
Üzerine Ebeveyn Görüşleri
Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir KABADAYI ......................................................................................... 274
Yerel Basında Kadın ve Çocuğa Karşı Şiddetin Ele Alınışı, Samsun İli Örneği
Yrd. Doç. Dr. Yaşar BARUT- Yrd. Doç. Dr. Hatice KUMCAĞIZ- Kemal ÖZCAN-Arş.
Gör. Esat ŞANLI ............................................................................................................................. 286
Kadına Karşı Şiddetin Medyada Ele Alınışı-HABERTÜRK Gazetesi ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ- Merve BİLİCİ .................................................................................. 292
Günümüzde Türk Medyasında Kadın Sanatçı Kavramı ve Kadına Karşı Şiddete Son
Kampanyası Kapsamında ‘Kadınlarımız ve Türküler Konseri’
İlknur TUNÇDEMİR ...................................................................................................................... 299
Kadına ve Çocuğa Karşı Ekonomik Şiddet
Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet
Doç. Dr. Funda Rana ADAÇAY-Arş. Gör. Gül GÜNEY .............................................................. 312
Türkiye’de Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet (Boşanmış Kadınlara Yönelik Araştırma)
Doç. Dr. Rana EŞKİNAT ................................................................................................................ 329
Düşük Sosyo-Ekonomik Yapıdaki Kadın ve Çocuğun Şiddet Algısı
Yrd. Doç. Dr. Bekir KOCADAŞ-Arş. Gör. Metin KILIÇ .............................................................. 349
Kadına Ekonomik Şiddetin Sebepleri ve Sonuçları Üzerine Hani Gerçeği
İsmail ŞANLI .................................................................................................................................. 360
Ambargonun İflası
Vildan ULAŞ .................................................................................................................................. 373
Kadına ve Çocuğa Karşı Sosyal Şiddet
Aile İçi Şiddete Sosyal Öğrenme Kuramı Açısından Bir Bakış
Doç. Dr. Melek KALKAN-Yrd. Doç. Dr. Canani KAYGUSUZ ................................................... 384
V
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Popülerleşen Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Kültürel Dayanağı
Yrd. Doç. Dr. Ünal ŞENTÜRK....................................................................................................... 389
Arafta Cehennemi Yaşamak
Yrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM-Ayşe Sayı ÜÇER.............................................................................. 402
Sosyal Hizmet Perspektifinden Eş İstismarı
Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER ......................................................................................................... 415
Bölge Planlarında Kadın ve Aile İçi Şiddet
Dr. Mezher YÜKSEL...................................................................................................................... 420
Dini Metinlerin Yorumu Bağlamında Kadına Karşı Şiddet
Dr. Hafsa FİDAN VİDİNLİ ............................................................................................................ 428
Gecekondu Bölgesinde Kadına Yönelik Şiddetin Boyutları
Arş. Gör. Bilge KALANLAR ......................................................................................................... 437
Törenin Cinayeti Cinayetin Töresi
Prof. Dr. Mazhar BAĞLI ................................................................................................................ 446
Çalışan Kadın ve Erkeklerin Ebeveynlik İzin Haklarına Yönelik Görüş ve Düşünceleri:
Niteliksel Bir Çalışma
Arş. Gör. Gizem ÇELİK-Yrd. Doç. Dr. Arzu İÇAĞASIOĞLU ÇOBAN ...................................... 458
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete Karşı Sivil, Yasal ve Siyasal Alanda Gelişmeler
Yrd. Doç. Dr. Gülay ERCİNS ......................................................................................................... 470
Türk Eğitim Sistemi, Türk Kültürü ve Kadına Şiddet
Yrd. Doç. Dr. Mehmet OKUTAN................................................................................................... 483
Evlilikte Yaşanan Sorunlar ve Eşlerin Problem Çözme Becerilerinin Değerlendirilmesi
Yrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM-Yrd. Doç. Dr. Burcu GEZER ŞEN .................................................. 491
AKP Ve CHP’nin Kadına Karşı Şiddete Yaklaşımları
Yrd. Doç. Dr. Şebnem CANSUN ................................................................................................... 500
Masumiyet İmgesinden Şiddetin Tarihine: Çocuk ve Toplum
Öğr. Grv. Mehmet ÖZCAN ............................................................................................................ 511
Kadına yönelik Sosyal Şiddeti Belirleyen Değişkenler
Arş. Gör. Gamze ERÜKÇÜ-Murat ÖZ .......................................................................................... 517
CİLT II
Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddetin Hukuki Boyutu ve Suç İle İlişkisi
Şiddet Sarmalındaki Hükümlü Kadınların Demografik Özellikleri: Sincan ve Delice
Cezaevleri Örnekleri
Doç. Dr. Dolunay ŞENOL- Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ ............................................................... 528
Risk Altındaki Çocukların Aile Yapıları ve Suça Yönelimleri Arasındaki İlişki-Mersin İli
ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Mehmet GÜNGÖR .................................................................................................. 547
Tutuklu/Hükümlü Çocukların ve Annelerinin Şiddet Deneyimleri
Öğr. Gör. Ayşe ÖZADA ................................................................................................................. 562
VI
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Lise Öğrencilerinin Genel Saldırganlık Düzeyleri Bağlamında Şiddet İçeren Davranışları
Sergileme Sıklıklarının İncelenmesi
Arş. Gör. İsmail SEÇER ................................................................................................................. 572
Aile İçi Şiddete Maruz Kalmış Olan Kadınların Hukuki Uygulamalara Bakış Açıları
Özden SALMAN-Yrd. Doç. Dr. Nilüfer NEGİZ ............................................................................ 589
Cinsel Saldırı Suçu ve Kadın
Arş. Gör. Fahri Gökçen TANER ..................................................................................................... 600
Töre Saiki İle Kasten Öldürme Suçu (TCK m. 82/1-k)
Arş. Gör. Mehmet GÖDEKLİ ......................................................................................................... 609
Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri
Türkiye’de Aile içi Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınmaevleri ve Sığınmaevlerinin Unutulan
Yüzü: Çocuklar
Prof. Dr. Songül SALLAN GÜL-Arş. Gör. Ayşe ALİCAN ........................................................... 630
Antikçağ’da Çocuk Olmak: Ölmek ya da Ölmemek
Doç. Dr. Hatice P. ERDEMİR-Yrd. Doç. Dr. Halil ERDEMİR ..................................................... 643
Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri
Yrd. Doç. Dr. Sezer AYAN ............................................................................................................ 660
Kadına Şiddet ve Gölgesindeki Çocuk
Yrd. Doç. Dr. Veda BİLİCAN GÖKKAYA ................................................................................... 671
Kadına Karşı Evlilik İçi Şiddetin Çocuğa Yansıması ve Çocuğun Şiddetten Korunma Hakkı
Öğr. Gör. Dr. Gülçin ALGAN-Öğr. Grv. Saibe Özlem KAYA...................................................... 678
Kadına Yönelik Şiddetin Küçük Mağdurları Çocuklar ve Şiddete Tanık Olmuş Çocuklar İle
Çalışma
Ural NADİR- Engin FIRAT ........................................................................................................... 690
Aile İçi Şiddetin Çocukların Yaşam Kalitesine Etkisi
Şeyda YILDIRIM............................................................................................................................ 703
Şiddet Algısı
Muhafazakâr Otoriteryen Eğilimler, Cinsiyet Ayrımcılığı ve Kadına Yönelik Şiddet
Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ................................................................................................................ 717
Kadına Yönelik Şiddet ve Başa Çıkma Tarzları Bağlamında Çocuklarda Algılanan
Güçlüklerin Yordanması
Nilgün YENİOCAK- Doç. Dr. Şennur TUTAREL-KIŞLAK ........................................................ 729
Sahip(lik) Algısı ve Kadına (Çocuğa) Şiddet
Yrd. Doç. Dr. Mevlüt ÖZBEN ........................................................................................................ 744
Kadın ve Erkeklerin Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine ve Önlenmesine İlişkin
Görüşleri
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ- Arş. Gör. Betül DÜŞÜNCELİ- Arş. Gör. Tuğba Seda ÇOLAK ..... 748
Türkiye’de Namus Uğruna Kadına Uygulanan Şiddete İlişkin Tutumlar (Gülcü Mahallesi ve
Hemşirelik Öğrencileri Örneği)
Öğr. Gör. Işıl KALAYCI-Abdullah Yavuz AKINCI- Öğr. Gör. Fatime UYSAL .......................... 758
VII
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Toplumsal Cinsiyet Çerçevesinde Kadın Mağduriyeti: Ankara Örneği
Esra SERDAR TEKELİ .................................................................................................................. 770
Üniversite Öğrencilerin Şiddet Mağduru Kadın Algısı: Bir Niteliksel Araştırma
Arş. Gör. Seda ATTEPE- Arş. Gör. Melike TUNÇ ........................................................................ 785
Türkiye’den ve Dünya’dan Şiddet Örnekleri
Yüksekova’da Kadın Olmak
Prof. Dr. Behçet YEŞİLBURSA- Özlem BAYKAL ...................................................................... 798
Kadın Sığınmaevinde Kalan Kadın ve Çocukların Sistemden Kaynaklı Karşılaştıkları
Güçlükler:Eskişehir Örneği
Doç. Dr. Medine SİVRİ- Eylem AKA ........................................................................................... 808
Doğunun Aile İçi Şiddete Maruz Kalan Kadınları-Elazığ İli ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM- Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ ....................................... 818
Kadın Şiddetine Karşı Şiddet Birimleri- Artvin ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Hatice KARAKUŞ ................................................................................................... 831
Almanya’da Göçmen Türk Kadınlarına Uygulanan Şiddetin Niteliği ve Nedenleri
Yrd. Doç. Dr. Mehmet SEMERCİ .................................................................................................. 844
Tekirdağ’da Kadın ve Şiddete Bakış
Tülin YILDIZ- Sevinç ADİLOĞLU- A. Handan DÖKMECİ- Turgut BAKKALLAR- İsmail
Bahri ŞARDAĞI ............................................................................................................................. 852
4320 Sayılı Kanun Kapsamında Yürütülen Şiddet Uygulayan Kişilere Yönelik Muayene ve
Tedavi Çalışmaları- Ankara İli ÖrneğiTülay ERÇİN ŞAHİN-Özlem GÜLER AYDIN- Bülent TOSUN-Soner AKBAŞ-Ercan
SAPMAZ......................................................................................................................................... 856
Erzurum’da Çocuk ve Şiddet
Doç. Dr. Yıldız AKPOLAT- Dr. Yusuf İNCİ ................................................................................. 866
Azerbaycan Edebiyatında Kadına Karşı Uygulanan Sosyal Şiddet
Doç. Dr. Tamilla ALİYEVA-ABBASHANLI ................................................................................ 887
Sosyolojik Açıdan Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri-Malatya ÖrneğiYrd. Doç. Dr. Vehbi BAYHAN ...................................................................................................... 895
Aile İçi Şiddete Etken Sosyo-Kültürel Faktörler: Elazığ İli Kovancılar İlçesi Örneği
Yrd. Doç. Dr. Ali Sırrı YILMAZ-Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ ................................. 907
Sosyal Şiddet Kıskacında Kadın: Mardin’den Bazı Görünümler
Arş. Gör. Nazife GÜRHAN- Arş. Gör. İbrahim YÜCEDAĞ ......................................................... 916
İngilizce ve Arapça Bildiriler / English and Arabic Papers
Domestic Violations Against Woman And Children In Sweden
Mats SJÖSTEN ............................................................................................................................... 928
The Media As A Source of Judgments: Fighting the Gender Based Violence
Doç. Dr. Nurdan AKINER, Dr. Jana WALDNEROVÁ -Dr. Györgyi RÉTFALVI ....................... 936
Psychological and Social Violence Against Divorced or Single Women In Morocco
Prof. Aicha TAJ .............................................................................................................................. 947
VIII
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tunus Ailesinde Şiddet: Nedenleri, Görünümleri ve Kadınlar ve Çocuklar Üzerine
Yansımaları
Dr. Zohra Ben MANSOUR ............................................................................................................ 959
Kent Yoksulluğunun Artması ve Kadın ve Çocuklara Karşı Şiddetin Ortaya Çıkmasına Etkisi
Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH .......................................................................................... 981
IX
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ÖNSÖZ
Günümüzde şiddet, ilkel ve insanlık dışı bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Ancak
bütün toplumların şiddete bakış açıları aynı değildir. Bazı toplumlar, şiddeti doğal olarak
algılamakta, bazıları da “terbiye amaçlı şiddet”’in desteklenebileceğini savunmaktadır.
Şiddet, insan hayatının herhangi bir döneminde, farklı şekillerde karşımıza
çıkabilmektedir. Ancak insanlar, şiddetle en erken ve fazla aile içinde karşılaşmaktadırlar. İnsan
üzerinde en fazla tahribata sebep olan şiddet şeklinin de aile içinde yaşanılan şiddet olduğu
bilinmektedir. Bilindiği gibi aile, insanların ilk etkileşimde bulundukları yerdir. İnsanların
sosyalleşmeye ilk başladıkları, ilk temel eğitimlerini alıp, duygusal gelişimlerinin temellerinin
atıldığı bu yerde, uğrayacakları şiddetin etkisinin çok daha büyük olacağını söylemeye gerek
yok.
Aile içinde yaşanılan şiddetin insan üzerindeki olumsuz etkisinin çok fazla olmasına
rağmen, aile içi şiddet oldukça da sık yaşanmaktadır. Aile içinde özellikle kadına ve çocuğa
karşı şiddet en yaygın olanıdır. Çünkü kadın ve çocuk, ailenin diğer fertlerine göre kendisini
savunma noktasında daha dez avantajlı durumdadır.
Özellikle ataerkil toplumlarda erkek, kendisini evin hakimi ve reisi olarak gördüğü için,
aile fertlerinin davranışlarından ve terbiyesinden kendisini sorumlu hissettiğine inandığı için,
fiziksel gücünün farkında olduğu için ve diğer aile fertlerinin de bunun farkında olmasını
istediği için, vb. pek çok sebepten dolayı, aile fertlerine şiddet uygulama hakkını kendisinde
bulabilmektedir. Oysa hiçbir gerekçe ya da dayanağın şiddeti haklı ve meşru göstermesi
mümkün değildir. Bazı ataerkil toplumlar, sosyalizasyon sürecinde erkeğe bunu hak olarak
öğretmesine rağmen, hiçbir insanın bir diğerine şiddet uygulayabilme hakkının olmadığı ,bugün
kabul edilen bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
İstatistiklere bakıldığında, sadece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde değil,
gelişmiş ülkelerde de şiddetin, özellikle de kadına ve çocuğa yönelik şiddetin yaygın olduğu
görülmektedir.
Ülkemizde de çok sayıda insan şiddeti doğal bir olgu olarak algılamakta ve şiddetin
terbiye amaçlı gerçekleştirildiğine inanarak meşrulaştırmaktadır. Bu sebeple de ailede, okulda,
sokakta şiddet yaygın olarak görülmekte, gücü elinde bulunduranın gücü az olanı terbiye
etmesi, sosyalleştirmesi olarak algılanmaktadır. Bu da sorunun kaynağının bireysel değil,
toplumsal olduğunu ve çözümünün çok daha zor olduğunu işaret etmektedir.
Bir yanda hoşgörü ve barış söylemlerinin arttığı, diğer yanda da insan hakları
ihlallerinin, silahlanmanın ve savaşların arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Ülkemizde de aynı
çelişkiler yaşanmaktadır. Bir yandan insan, kadın ve çocuk hakları savunulmaya çalışılırken
diğer taraftan özellikle kadına ve çocuğa uygulanan şiddet haberlerinin artıyor olması, dünya ile
yaşanan çelişkiler noktasında paralellik yaşadığımızı göstermektedir.
Bireyin temel güven duygusunu geliştirip tatmin ettiği en temel kurum olan aile içinde
uygulanılan şiddetin boyutlarının toplumun genelini etkileyeceğinin bilinmesi, problemin
çözümünün de oldukça karmaşık olduğunun bilinmesini zorunlu kılmaktadır. Gerçek olan bir
şey var ki toplumun geleceğini bu derece yakından ilgilendiren bir konunun öneminin ne derece
fazla olduğunun bilinmesi ve gerekli hassasiyetin, özellikle üzerine daha fazla görev düşenler
tarafından, gösterilmesinin gerekliliğidir.
Bu noktada, Mutlu Çocuklar Derneği olarak, üzerimize düşen sorumluluğu bir ölçüde
hafifletebilmek adına, konu ile ilgili çalışmalar yapacaklara, uzun vadede ışık tutabileceğine
inandığımız bu çalışmayı, ilgili konuda çalışmalar yapacakların hizmetine sunmaktan kıvanç
duyuyoruz. Diğer sorumluluklarımızı yerine getirirken yollarımızın kesişmesi dileğiyle…
Sempozyum Düzenleme Kurulu
X
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Aile, toplum ile bireyler arasındaki ilişkiyi birinci elden inşa eden bir sosyal kurumdur.
Bu özellik aileyi, sağlıklı bir toplum oluşturabilmenin vazgeçilmez koşulu haline getirmektedir.
Bireyler arasında sağlıklı ilişkiler kurulabilmesi gereği, öncelikle, onları topluma hazırlayan aile
içindeki ilişkilerin sağlıklı olması gereğini de beraberinde getirmektedir.
Aile içinde maruz kalınan şiddetin yol açtığı ve açacağı zararların, diğerlerine göre daha
derin olabileceğini unutmamak gerekir. Günümüzde artık görmemiz gereken, şiddete karşı
geliştirilecek politikaların ve önlemlerin en önemli hedeflerinden birinin, toplumun temel
kurumu olan ve şiddetin kendini gösterebildiği bir yer olan aileden başlaması gerekliliğidir.
Daha çok kendine yetebilecek bir ekonomik yapıya, hoşgörü, eşitlik ve katılıma dayalı daha
demokratik bir yapıya sahip olan aile ve toplumda şiddetin kendine yer bulabilmesi oldukça zor
olacaktır.
Duygusal, sözel, fiziksel, cinsel, siyasal, ekonomik ve daha birçok boyutta kendini
gösteren şiddet olgusu, doğaldır ki, aile içinde de görülmektedir. Özellikle, kadına yönelik aile
içi şiddet, hem birey olarak kadınları, hem de toplumu temelden etkileyen ciddi sorunlar
doğurmaktadır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, şiddet özellikle yakın ilişkideki kişiler
tarafından uygulanıyorsa yabancılardan gelen saldırılardan çok daha fazla etkilemektedir.
Çocukluğunda anne ve babasından, evliliğinde eşinden şiddet görerek büyüyen kadın,
şiddet olgusunu içselleştirmektedir. Şiddeti bir tek kadının kendisi de yaşamamaktadır. Aile
içindeki çocuklara da, ebeveynler tarafından psikolojik ya da fiziksel baskı şeklinde ortaya
çıkan şiddet davranışları uygulanmakta ve bu durum ailede yetişmekte olan çocukların da bir
çok fiziksel ve psikolojik sorunlarla karşılaşmasına sebep olmaktadır.
Gerek aile içinde, gerekse toplumsal alanda ortaya çıkan şiddetin hangi şekillerde ortaya
çıktığının ve boyutlarının belirlenmesi bu konuya yönelik çözüm önerileri ve politikaların
geliştirilmesi için önemlidir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, Aralık 1993’te kabul edilmiş olan Birleşmiş
Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi ile kadına yönelik şiddet; “ ister
kamusal, isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı
veya ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle
tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” olarak tanımlanmıştır.
Kadına ve çocuğa karşı şiddetin engellenmesi için yapılan yasal çalışmalar da büyük
önem taşımaktadır. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzalanan İstanbul Sözleşmesi 8 Mart
2012 tarih ve 28227 sayılı Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Türkiye'nin ilk olarak imzaladığı ve yürürlüğe geçirdiği sözleşmenin amacı, kadınlara yönelik
şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kadın ve erkek arasındaki temel eşitliği teşvik etmek, şiddet
mağdurlarının korunması ve bu mağdurlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve,
politikalar ve tedbirler geliştirmek, uluslararası işbirliğini teşvik etmek, etkili işbirliğini
sağlamak için kuruluşlara ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamaktır. İstanbul
Sözleşmesi, uluslararası hukukta kadına yönelik ve aile içi şiddet konusunda yaptırım gücü olan
ilk sözleşme olma özelliğini taşımaktadır.
Yaşanan ilerlemelerin en önemli yansımasını Anayasa’da yapılan değişiklikler
oluşturmaktadır. Anayasa’nın 10 uncu maddesine, 2004 yılında yapılan değişiklikle “Kadınlar
ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.”
Hükmü, 2010 yılında yapılan değişiklikle ise “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine
aykırı olarak yorumlanamaz.”, “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” hükmü
eklenmiştir. Yine Anayasanın 41’inci maddesine 2001 yılında “Aile Türk toplumunun
temelidir” ifadesinden sonra gelmek üzere “ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” Hükmü, 2010
yılında yapılan değişiklik ile “Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
XI
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tedbirleri alır.” Hükmü getirilmiştir. Ayrıca, Anayasanın 90 ıncı maddesi gereği CEDAW
Sözleşmesi de ulusal düzenlemeler karşısında üstün konuma getirilmiştir.
2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Kanununda da kadınlar lehine olarak
kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi ve kadının yaşam hakkının ihlali olan töre ve namus
cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak töre cinayetleri işleyenlerin kanunda belirlenen en
ağır ceza ile cezalandırılacağı, kasten yaralamada, bu suçun anne veya babaya, çocuklara ya da
eş veya kardeşe karşı işlenmesi halinde ceza artırılmakta, işyerinde cinsel taciz ve cinsel saldırı
suçunu işleyenlerin cezalandırılacağı hüküm altına alınarak bu madde ile çalışan kadınlar
korunmakta ve aynı konutta birlikte yaşayan kişilerden birine kötü muamelede bulunulması da
cezalandırılmaktadır.
Bu temel düzenlemelerin yanı sıra aile içindeki şiddetin önlenmesi amacını taşıyan
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı Kanun 8/3/2012
tarihinde kabul edilmiş, 20/03/2012 tarihli ve 28239 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun ile 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun
yürürlükten kaldırılmıştır. Şiddeti önlemedeki rolü açısından 6284 Sayılı Kanun aile içi şiddet
mağduru kadınların korunması amacıyla çeşitli önlemler içermektedir. Kanunda, şiddet
mağduru olan kadınlara verilecek sosyal destek ve hizmetlerin sunulmasında yalnızca ulusal
mevzuat hükümlerinin değil, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de esas
alınacağı vurgulanarak önemli bir açılım sağlanmıştır. Bu bağlamda kadının şiddetten
korunmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine
uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izleneceği, kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti
önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirlerin ayrımcılık olarak
yorumlanamayacağı ifade edilmektedir.
Yasal düzenlemelerin dışında, 2005 yılında Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve
Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde Meclis Araştırma Komisyonu, 24 Mart
2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu kurulmuştur. Bu anlamda Komisyonlar, kadın-erkek eşitliği konusunun devletin en
üst düzeyinde ciddi şekilde ele alındığını göstermektedir.
Temmuz 2006’da “Çocuk ve Kadına Yönelik Şiddet Hareketleri ile Töre ve Namus
Cinayetlerinin Önlenmesi için Alınacak Tedbirler” konulu 2006/17 sayılı Başbakanlık
Genelgesi yayımlanmıştır. Söz konusu Genelge, ciddi bir toplumsal sorun olan şiddetle
mücadelenin, kadınların ve ülkenin refahı ve esenliği açısından önemini vurgulamakla birlikte
kadın erkek eşitliğinin ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin Devlet politikası olarak
kabulünün de bir göstergesidir.
Genelge ile kadına yönelik şiddet ve töre/namus cinayetleri konusunda alınacak
önlemlere ilişkin öneriler ve bu önerilerin hayata geçirilmesinden sorumlu kurum ve kuruluşlar
belirlenmiştir.
Yapılan düzenlemelerin bir takım sosyal hizmetlerle desteklenmesi, toplum içinde
kadına ve çocuğa yönelik var olan şiddet eğiliminin çeşitli yollarla giderilmesi gerekmektedir.
Kadına yönelik şiddet ile diğer aile bireylerine yönelik şiddet, ülkemizde tüm sonuçlarıyla
önlenmesi gereken ancak yalnızca mevzuat değişiklikleri ile halledilemeyen, aynı zamanda tüm
kamu kurum ve kuruluşlarının koordineli bir şekilde çalışması, yapılacak çalışmaların süreklilik
içinde yürütülmesi, bu alanda toplumsal bilincin ve farkındalığın artırılması ve tüm
vatandaşların bu konuda duyarlı olmasını gerektirmektedir. Türk ailesinin bütünlüğünün
korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılması için gerekli araştırmaları yapmak ve
projeler geliştirmek, kamu kurumlarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının öncelikleri
arasında bulunması ve işbirliği içerisinde bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarının
yapılması da önem arz etmektedir. Özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler dahil
XII
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tüm sosyal tarafların işbirliği ve katkılarıyla sahiplenmesi ile kadına ve çocuğa yönelik şiddetin
ortadan kaldırılması sürecinin kısalacağı açıktır.
Mutlu Çocuklar Derneği tarafından, toplumsal bir sorun olan şiddete ilişkin devlet
politikalarına yön ve şekil vereceği ümidiyle Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı
Şiddet Sempozyumu 27- 28 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Ayrıca,
proje danışmanlarımız tarafından kadına karşı şiddet ile ilgili 7 ilde 3500 kadın ve 3500 erkek
olmak üzere anket uygulaması gerçekleştirilmiştir. Ankara, İstanbul, İzmir, Trabzon, Malatya,
Erzurum, Adana illerinde gerçekleştirilen anketlerin sonuçları sempozyumda paylaşılmıştır.
Sempozyumda; İsveç, Slovakya, Macaristan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, Fas, Somali, Tunus gibi çeşitli ülkelerden gelen katılımcılar tarafından, kadına ve
çocuğa karşı; fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel ve sosyal şiddet konuları ile şiddet ve
medya, şiddetin hukuki boyutu ve suç ile ilişkisi, şiddetin çocuk üzerindeki etkileri, şiddet
algısı, Türkiye’den ve Dünya’dan şiddet örnekleri alt başlıları altında bildirilerin sunumları
yapılmıştır.
Bu kitap, 27- 28 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen Uluslararası
Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumunda sunulan bildirileri içermektedir.
Kitapta yer alan bildirilerdeki görüş ve düşünceler tamamen yazarlarına ait olup adı geçen
kurumların resmi görüşlerini ifade etmemektedir.
Bu sempozyumun düzenlenmesine katkı veren bilim, danışma ve düzenleme kurulu
üyelerine, sempozyum sekreteryasına, proje danışmanı hocalarımız Doç. Dr. Dolunay ŞENOL
ve Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ’a, Mutlu Çocuklar Derneği Yönetim Kurulu üyelerimize, dernek
genel koordinatörü Talat KIYMAZ’a, Ankara koordinatörü Hasan KALA’ya, tüm dernek
çalışanlarına ve elbette sempozyum katılımcılarına ve dinleyici olarak bulunan herkese
teşekkürlerimi sunarım.
Sevgi MERMERCİ
Mutlu Çocuklar Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
XIII
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA KARŞI FİZİKSEL ŞİDDETİN BİYOPSİKOSOSYAL
SONUÇLARI
Yrd. Doç. Dr. N. Linda FRAİM*
ÖZET
Kadına karşı uygulanan fiziksel şiddetin temelinde bir güç gösterisi ve kontrol etme
mekanizması yatmaktadır. Nesilden nesle geçen ve içerisinde yetiştiğimiz toplumsal
cinsiyet rollerimiz bulunmaktadır. Bu roller arasında her kültürde kadınlar için empoze
edilmiş olan toplumsal rollerin arasında “susmak” “itaat etmek” “karşılık vermemek”
“söylenileni koşulsuz şartsız yerine getirmek ve yapmak” ve “hizmet etmek” gibi
geleneksel roller aşılandığından dolayı toplumda kadınlarımız savunmasız ve kontrol
edilmeye ihtiyaç duyulan varlıklar oldukları yönde doğru olmayan bir portre
çizilmektedir. Dolayısıyla asırlardır var olan şiddet döngüsü bu geleneksel toplumsal
cinsiyet rollerinin güçlü bir şekilde desteklenmesi sonucunda ve de bir kadının nasıl
olması gerektiği ile ilgili oluşan lineer tutumlar nedeniyle kadına yönelik şiddet ciddi
oranlarda artmaktadır. Bu artan şiddetin sonuçlarına bakıldığında tek yönlü olmadığı da
aşikârdır. Tek bir darbe ya da yumrukla sonuçlanmıyor. Dolayısıyla, kadına karşı şiddet
ve sonuçlarına tek yönlü bakılamayacağı gibi biyopsikososyal açıdan da ele alınmalıdır.
Ayrıca, kadına karşı şiddet’in önlenmesinde ele alınan ve uygulanan lineer bir yaklaşım
yetersiz kalacağı gibi var olan şiddet vakaların da artmasına sebebiyet vermektedir. Bu
bildirinin amacı kadına karşı şiddet ve sonuçlarını hem toplumsal cinsiyet rolleri
açısından hem de biyopsikososyal bir perspektiften ele almak ve bu doğrultuda çeşitli
öneriler sunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Biyopsikososyal perspektif, fiziksel şiddet, kadın
ABSTRACT
The foundation of violence against women is based on power and control. Our gender
roles are generational transmissions. Within these roles, various gender roles imposed
onto women include being "quiet" "subservience" "not talking back" "unconditional
obedience" and "domesticated service" and because these traditional roles have been
instilled women in our society have been portrayed as beings who are defenseless and
should been controlled. As a result, the existing cycle of violence finds strong support
through these traditional gender roles and therefore, the linear attitude of how a woman
should be result in an increase in the number of domestic violence incidents. When we
look at the results of this violence, it is evident that they are not unidirectional and does
not result from a single hit or punch. Therefore, domestic violence against women
cannot be perceived through a linear perspective and should be considered through a
biopsychosocial perspective as well. In addition, while a linear perspective is
insufficient, the persistent use of such perspectives may lead to an increase in the
number of domestic violence cases. The purpose of this presentation is to examine
violence against women and offer suggestions from a biopsychosocial perspective.
Keywords: Biopsychosocial perspective, physical violence, women
*
Fatih Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, [email protected] / [email protected]
1
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Son yıllarda ülkemizde kadınlara karşı uygulanan şiddetin boyutu ne yazık ki ciddi
noktalara gelmiştir. Yapılan çalışmalar her ne kadar önleme odaklı olsa da bu çalışmalar
da sistematik bir şekilde de eksik kalmaktadır. Gerek yasal boyutu ile gerekse de
toplumsal boyutu ile. Kadınlara ve çocuklara karşı uygulanan şiddeti henüz tam
önleyebilmiş veya durdurabilmiş değiliz.
Türkiye için rapor edilen çeşitli istatistiklere baktığımız zaman ülkemizde
yaklaşık 37.688.700 kadın bulunmaktadır (Stop Violence Against Women, 2012) ve her
5 kadından biri kocasından, partnerinden, ailesinden ya da çocuğundan bir şiddet
görmekte olduğunu görmekteyiz. Gazetelere ve ana haber bültenlerine baktığımız
zaman bu rakam sanki çok daha yüksek. Ülkemizde şiddet pandemik boyutuna ulaşmış
bulunmaktadır. Daha iyi şartlarda bu duruma bir çare ve çözüm bulunabilmesi için
"Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi" yasası 8 Mart 2012 tarihinde
kabul edildikten sonra 20 Mart 2012 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte şiddet mağduru olan kadınlara çeşitli
destek ve hizmetlerin sağlanması amaçlanmaktadır (Resmi Gazete, 2012).
Şiddet mağduru olan kadınlarda, gördükleri şiddetin boyutu ve türü fark
etmeksizin, çeşitli problemlerle yüzleşmektedirler. Bu teorik çalışmanın amacı şiddet
mağduru olan kadınlarda görülen şiddetin sonuçlarını biyopsikososyal bir perspektiften
incelemektir. Bu çerçevede kadınların yaşamış oldukları biyolojik, psikolojik ve
sosyolojik sonuçlar incelenecektir.
Biyopsikososyal Yaklaşım
Şiddete temelinde baktığımız zaman lineer bir perspektiften bakarak
tanımlamaya çalışırız. Ancak şiddet tek bir faktörden kaynaklı lineer bir oluşum değildir
ve lineer nedensellik aramak doğru bir yaklaşım değildir. Bununla birlikte
biyopsikososyal yaklaşımın kullanılması şiddet oluşumuna daha sirküler bir bakış açısı
sağlamanın yanı sıra şiddete yolan açan çeşitli etmenleri ve şiddetin yol açtığı çoklu
olumsuz sonuçlarını da farklı perspektifleri ele alarak değerlendirmemize imkan
sağlamaktadır (Engel, 1977). Bunun dışında da şiddet mağdurlarının yaşamış oldukları
sonuçları biyopsikososyolojik bir yaklaşımdan ele aldığımız zaman da sunacağımız
hizmetler de bu yönde geniş kapsamlı olacaktır. Örneğin fiziksel şiddet mağduru olan
bir kadına sadece psikolojik ya da psikiyatrik destek sağlamak var olan fizyolojik
zararın tedavi edilmesinde yetersiz kalacağı gibi aynı zaman sosyolojik açıdan da
yaşacağı stigma, sosyal destek yoksunluğu ve kaynak yoksunluğu için yetersiz
kalmaktadır. Dolayısıyla multimodal bir yaklaşım olan biyopsikososyal yaklaşımı da
şiddet mağduru olan kadınlar için geniş kapsamlı tedavi ve destek olanakları da
sağlamaktadır.
Biyolojik Sonuçlar
Fiziksel şiddetin sebep olduğu fiziksel ve fizyolojik sonuçları değerlendirdiğimiz
zaman şiddetin boyutuna baktığımızda bazen geriye dönüşü olmayan kalıcı sonuçlarla
karşılaşabiliyoruz. Fiziksel şiddetin biyolojik sonuçlardan bahsederken iki tanım
yapmak gerekmektedir. Fiziksel sonuçlar arasında deride oluşan hematomlar
(morluklar), ödemler, kesikler, yanıklar, bağlama izleri gibi gözle görülebilen
sonuçlardan oluşmaktadır. Fizyolojik sonuçlar arasında da gözle görünmeyen nörolojik,
jinekolojik, darbe sonucunda iç fizyolojiye zarar veren ve geriye dönüşü kalıcı
2
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
hasarlardan oluşmaktadır. Örneğin, fiziksel şiddet mağduru olan bir kadının eşi kafasına
herhangi bir cisimle vurduğunda öncelikle darbe sonucunda bir şişlik, olası deri
yarılması ve kanama gözlemlenebilir ancak daha ciddi boyutta mağdur nörolojik
sorunlar yaşayabilir ve sağlıklı bir kadınken bir anda bilişsel fonksiyonlarında kayıplar
hatta kafanın neresine vurulduğu ile bağlantılı olarak da alınacak hasarların boyutları da
değişebilir. Daha başka bir örnek vermek gerekir ise de fiziksel şiddet ile bağlantılı
olarak cinsel şiddet de söz konusu olduğunda ve yaşatılan cinsel şiddet herhangi bir
cisim ile yapıldığında, jinekolojik açıdan kalıcı hasarların arasında doğurganlığın
yitirilmesi ve iç kanama sebebiyle ölüm de sadece çoklu sonuçlardan bazılarıdır
(McKenry et al., 1995).
Bu potansiyel sonuçlar göz önünde bulundurulduğu zaman, şiddet mağduru olan
kadınların sadece biyolojik açıdan disfonksiyonellik yaşamadıkları gibi uygulanan
şiddetin boyutu, frekansı ve modalitesi sonucunda da ölümle yüz yüze kalabilirler.
Ölüm riskinin dışında da ömür boyu kalıcı fizyolojik hasarlar ve sakatlıklar nedeniyle
şiddet mağduru kadınların yaşam kaliteleri de ciddi ölçüde olumsuz etkilenmektedir.
Psikolojik Sonuçlar
Fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar çeşitli psikolojik sonuçlarla yüz yüze
gelmektedirler. Benlikleri zedelenmekte, özgüvenleri kaybolmakta, depresyon, travma
sonrası stres bozukluğu yanı sıra geniş bir spektruma yayılan çeşitli psikolojik sorunlar
yaşamaktadırlar. Fiziksel şiddet mağduru olan kadınların bu yaşanan şiddet sonrasında
yaşadıklarını hiç kimseye anlatamadıklarından dolayı da içsel bir birikim söz
konusudur. Birikim kapasiteleri dolduğu zaman da kendi içlerinde yaşadıkları öfke,
agresyon, üzüntü, hesap sorma ve intikam duyguları neticesinde de ya kendilerine bir
zarar veriyorlar ya da onlardan daha güçsüz olan çocuklarına zarar verebiliyorlar. Bu
potansiyel sonuçların oluşması sonucunda da bir çok şiddet mağduru kadın ya
eşini/partnerini öldürmekte ya da hırslarını ve öfkelerini çocuklarını öldürerek
çıkartıyor. Fiziksel şiddet çok sık olmamakla birlikte filiside yol açabiliyor (McKenry et
al., 1995).
Fiziksel şiddetin psikolojik sonuçlarının sadece şiddet mağduru olan kadının kendi
başına yaşamış olduğu bir olgu olarak düşünülmemelidir. Evet, birinci dereceden kadın
yaşamaktadır ancak yaşamış olduğu travmanın uzantısal etkileri de hem ailesine hem de
çocuklarına, varsa sosyal çevresine ve bir yerde çalışıyorsa da çalıştığı işyeri ve iş
performansına da uzandığı da unutulmamalıdır.
Sosyolojik Sonuçlar
Fiziksel şiddet mağduru olan kadınlar yaşadıkları şiddet sonucunda doğrudan ve
dolaylı yoldan sosyolojik sonuçlara da maruz kalmaktadırlar.
Küçük
toplumsal
oluşumlarda ya da çok fazla gelişmemiş şehirlerde ve gelişmiş metropollerde yaşayan
kadınları ele aldığımız zaman "hemşeri mahalleleri" gibi oluşumların getirmiş olduğu
bazı olgular arasında kimse duymasın, el-alem ne der, destek amaçlı yandaşlarının
aslında var olduğunu ancak pratikte ve uygulamada olmayışı, ele güne rezil olmak ve
stigmatizasyon bulunmaktadır. Tabii ki bunlarla sınırlı değildir. Dolayısıyla uygulanan
şiddet çok ciddi boyutlara ulaşmadan yaşanan fiziksel şiddet rapor edilmemektedir ve
şiddet döngüsü kapalı kapılar ardında devam etmektedir (HRW, 2012).
Bununla birlikte toplumsal geleneklerin arasında "gelinlikle babanın evinden
çıktın, ancak kefenle geri gelirsin" mantığının da güçlü bir yere sahip olmasından dolayı
da aileler çocuklarına sahip çıkmıyor çünkü kadının namusu artık kocasınındır ve buna
3
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yetkililer dahi engel olamaz gibi bir anlayış bulunmaktadır. Fiziksel şiddet mağduru
kadın ailesine anlatsa bile aile herhangi bir şey yapmıyor. Bunun örneklerini defalarca
medyaya yansımıştır ve yansımaktadır. Özellikle çocuk yaşta evlendirilen kızlarda.
Bütün bunlara rağmen şiddet istikrarlı bir şekilde devam etmektedir. Şiddet mağduru bir
kadının kocasından şiddet gördüğü bir şekilde ortaya çıktığı zaman kadın utancından
dolayı ne dışarıya çıkabilmektedir ne de herhangi bir önlem alabilmektedir. Dolayısıyla
şiddeti evinde yaşamaya mahkum edilmektedir (McKenry et al., 1995).
Şiddet mağduru olan bir kadın yetkililere sığındığı zaman sosyolojik açıdan her
şey bitiyor mu? Ne yazık ki hayır. Yetkililer önlem almaya çalışsa da sonuçlar yine
olumsuz. Sığınma evlerine gitmeye çalışan şiddet mağduru kadınların eşi bir şekilde
onlara ulaşabiliyor ve yaşanan şiddet döngüsü yaşanmaya devam etmektedir ta ki
şiddeti uygulayan kişi kadını öldürünceye kadar ve akabinde de yasal süreçlerle
uğraşmamak adına kendini de öldürmektedir.
Tartışma
20 Mart 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan Ailenin Korunması Ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi yasası ile birlikte şiddet mağduru olan kadınların
korunması ve çeşitli hizmetlerin sunulması öngörülmektedir (Resmi Gazete, 2012).
Alanda çalışan klinisyenler olarak bizlere ne gibi görevler düşüyor ve neler yapmalıyız?
Tabii ki şiddete baktığımız zaman tek yönlü olarak bakmamız gerekiyor çünkü ne
şiddetin oluşumu ne de sonuçları lineer oluşumlar değildir. Dolayısıyla
biyopsikososyolojik bir yaklaşımı ele almak zorundayız. Dahası mutlaka interdisipliner
çalışmak zorundayız (McKenry et al., 1995).
Psikolojik travmanın tedavisi alanında uzman bir klinisyenle mümkündür ancak
fizyolojik açıdan travmanın yaratmış olduğu fizyolojik değişimleri tedavi etmekte
yetersiz kalacaktır. Nitekim travma ve şiddet alanında hizmet veren uzmanın da kendi
başına her şeyi tedavi etmeye çalışması etik olmayacağı gibi şiddet mağduru olan
kadının tedavisini de eksik yapacaktır. Bunlar göz önünde bulundurarak özel ekiplerin
kurulması gerekmektedir. Psikiyatr, piskolog, nörolog, pratisyen hekim, sosyal hizmet
uzmanı ve avukattan oluşan ekipler oluşturulmalıdır ki şiddet mağduru olan kadına
maksimum düzeyde "doğru" tedavi planları oluşturulup rehabilitasyon gerçekleşsin. Tek
bir uzmanın yapabilecekleri sınırlı kalacağını göz önünde bulundurursak donanımlı
uzman bir ekibin çok daha faydalı ve çözüm odaklı olabilecektir.
Kaynakça
Engel, G. L. (1977). The need for a new medical model: A challenge for biomedicine.
Science, 196, 129-136.
Human Rights Watch. (March 7, 2012). Türkiye: Ev içi şiddeti önlemek için güçlü bir
Kanun yürürlüğe girmeli. Retrieved from http://www.hrw.org/node/105628 on April 3,
2012.
McKenry, P.C., Julan, T. W., ve Gavazzi, S. M. (1995). Toward a biopsychosocial
model of domestic violence. Journal of Marriage and Family Therapy, 57(2). pp:307.
Resmi Gazete (20 Mart 2012). Sayı: 28239. Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı
Şiddetin Önlenmesi yasası. Ankara.
Stop Violence Against Women. (2012). Turkey
http://www.stopvaw.org/turkey.html on April 2, 2012.
4
Statistics.
Retrieve
from
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
BİR BATAKLIK OLARAK “NAMUSUN TEMİZLENMESİ”
MEFHUMU
THE CONSEPT OF RESTORATION OF HONOR AS A MAIN
MOTIVATION
İhsan Çetin
Özet
Bu bildiri başta Türkiye olmak üzere, Ortadoğu ve bünyesinde göçmenleri
barındıran Batılı ülkelerde yaşanan kadın cinayetleri için başlıca gerekçe olarak
kullanılan “namusun temizlenmesi” mefhumunu sorgulamaktadır. Bildiride, bu
mefhumun kadın cinayetleri için temel sebeplerden birisi olduğu iddia edilmekte ve
çözümü için bunun şiddet dışı bir yöne kanalize edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Kadının namus gerekçesiyle öldürülmesinin önlenebilmesi için namus kavramının,
namusun kanla (özellikle kadının) temizleneceği düşüncesinden ayrıştırılması gerektiği
ifade edilmektedir. Bunun başarılması için ise şiddet geleneğinin hem özneleri hem de
nesnelerinin, özellikle erkeklerin, namusun alternatif bir anlayışının yerleştirilmesi
bağlamında merkeze alınmaları gerektiği vurgulanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Namus Cinayetleri, Namusun Temizlenmesi, Kadın
Cinayetleri
Abstract
This article examines the concept of honor and the practice of restoring honor as
the main motivations behind femicide (the murder of women and girls) in Turkey, the
Middle East countries and some western countries with immigrant populations. It
argues that in order to prevent killing of women for honor violations, we need to decouple the concept of honor from the practice of restoring honor by shedding (primarily
women’s) blood. To achieve this, both the subjects and objects of this violent tradition,
especially men, need to be targeted for an alternative understanding of the concept of
honor.
Keywords: Honor Killings, Restoration of Honor, Femicide

Dr., Arş. Gör., Çukurova Ünv., [email protected]
5
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Son birkaç yıldır ülkemizde önemli sorunlardan biri haline gelen kadına yönelik
şiddettin temelinde Türkiye toplumunda geleneksellik ile modernliğin aynı anda
yaşanıyor olmasının yarattığı çelişkiler olduğu iddia edilebilir. Bu toplumda erkek halen
geleneksel rolünü idame ettirmeye çalışmakta ve halen geleneksel kodlara göre hareket
etmektedir. Buna karşın, sosyal değişmeyle birlikte kadının kamusal alana katılımında
sergilediği birtakım “gelenek dışı davranışlar” (erkeğe boşanma davası açması gibi)
erkeğin gözünde kendi geleneksel rolünü yerinden oynatan, onu değersizleştiren,
onurunu zedeleyici eylemler olarak algılanmaktadır. Örneğin, boşanma davası açan bir
kadın kocası tarafından öldürülebilmektedir. Kadının bu davranışı bir irade beyanıdır.
Erkek ise -daha doğrusu koca- ona yüklenen bu geleneksel erkek rolünü korumak
amacıyla, (koruması gerektiğini ve toplumun ondan bunu beklediğini düşündüğü için)
kadının bu gelenek dışı davranışlarını cezalandırmaktadır. Zihninde taşımış olduğu
geleneksel erkek kodlarına göre bu rolünü koruması aynı zamanda onurunu koruması
anlamına gelmektedir. Kısacası, “Türkiye’de kadına yönelik artan şiddetin başlıca
sebebi; toplumsal yapıda geleneksellik ile modernliğin arasındaki çelişkilerin bugün
ailelerin yaşamlarında daha hissedilir ve daha görünür hale gelmiş olmasıdır” denebilir.
Bilindiği üzere başka toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de işlenen kadın
cinayetlerinin başlıca gerekçelerinden birisi “namus” kavramıyla ilişkilidir. Namus
mefhumu her şeyden önce sosyal çevreye referansta bulunan bir kavramdır. Türk Dil
Kurumu Arapça kökenli bu kavramı, “bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal
değerlere bağlılık, iffet, dürüstlük, doğruluk” (www.tdk.gov.tr/bts) şeklinde
tanımlamaktadır. Tanımlar kişiyi kuşatan birtakım ahlak kurallarını çizmektedir ve bu
kişinin sosyal çevresine karşı sorumlu, onurlu ve dürüst olmasını salık vermektedir. Bu
bağlamda kavram tek başına cinayeti gerektiren, bunu zorunlu kılan bir pratik
taşımamaktadır. Oysa bu pratik çeşitli kültürlerde bazen bir ritüel olarak namus
kavramına yüklenmiştir. Bu sebeple olsa gerek, Türkiye gibi çeşitli ülkelerde işlenen
namus cinayetleri sebebiyle kavram gerçek anlamının dışında, ama özellikle cinayet ve
kanla birlikte düşünülmeye başlanmıştır. Namus hakkında olumlu bir cümle kurmak
dahi neredeyse güç hale gelmiştir.
Bu bağlamda başta şunun vurgulanması gerekir; namus kavramı başka
toplumlarda olduğu gibi Türkiye toplumunun da kültürel sisteminde varolan temel bir
değerdir. Bu sebeple itiraz edilecek bir kavram değildir. Oysa itiraz edilmesi gereken
bunun kan, cinayet gibi şiddet üzerinden temizlenebileceği mefhumudur. Töre ve
Namus Cinayetleri TBMM Araştırma Komisyonu Raporunda vurgulandığı üzere, bu tür
namus cinayetlerini tasvip etmemek, namusun korunmasına karşı olmak demek değildir.
Namus, insan hayatı ve haysiyeti güvence altına alınarak korunmalıdır. (2006:6)
KADINA ŞİDDET VE NAMUS CİNAYETLERİ
Kadına yönelik şiddet ve namus cinayetleri konuları özellikle son on yılda
Türkiye gündeminde daha görünür hale gelmiştir. Bunda sivil toplum örgütlerinin
çalışmaları kadar görsel ve yazılı medyanın konuya daha duyarlı olmasının payı vardır.
Bu sosyal problemin görünürlüğünün artması, bunun insanlar arasında daha yaygın
şekilde konuşulması ve tartışılmasını sağlamıştır. Daha görünür hale gelen kadın
cinayetleri 2011 Avrupa Komisyonu ilerleme raporuna da yansımıştır. Rapora göre
Türkiye’de halen kadın haklarının korunması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin
6
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
desteklenmesi ve kadına yönelik
şiddetle mücadele temel sorunlar olmayı
sürdürmektedir. Raporda Kadın haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına
alan hukuki çerçeve esas itibarıyla mevcut olmasına rağmen söz konusu hukuki
çerçevenin ülke genelinde tutarlı bir şekilde uygulanmadığı belirtilmektedir. Raporda
ifade edildiği üzere, namus cinayetleri, erken yaşta ve zorla yaptırılan evlilikler ve
kadına yönelik aile içi şiddet ülkede ciddi sorunlar olmaya devam etmektedir.
(www.abgs.gov.tr/files)
Kadına yönelik şiddet yalnızca Türkiye özelinde değil fakat aynı zamanda
göçmenleri barındıran batılı ülkelerin de gündeminde yer almaya başlamıştır. Göçmen
ailelerde yaşanan namus cinayetleri sonrasında birçok Avrupa ülkesinde bu konu sosyal
bir problem olarak konuşulmaya başlanmıştır. Örneğin, Elden, namus cinayeti
kavramının İsveç’teki bilimin, siyasetin ve medyanın lügatında daha önce
bulunmamasına rağmen, bugün neredeyse herkesin hakkında bir şeyler bildiği ve
tartıştığı bir kavram haline geldiğine işaret etmektedir (2006:97)
Kolayca tahmin edileceği üzere kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri
neredeyse evrensel bir olgudur ve dünyanın her tarafında bulunmaktadır. Bu durum
elbette erkeğin egemenliğine dayalı toplumsal yapıda görülür ve bu uzun bir
tarihselliğin ürünüdür. “Roma ailesini anlatan Engels, mülkiyetin babaya geçmesiyle
birlikte aile reisi olan babanın evlilik bağını sonlandırma hakkını elinde
bulundurduğunu, sadakatsizliğin de yine töre tarafından yalnızca erkeğe tanınmış bir
hak olduğunu aktarır (akt. Özbek, 2011:37).
Kadına yönelik şiddet, erkek ve kadın arasındaki tarihsel olarak eşitliğe
dayanmayan güç ilişkilerinin bir göstergesidir. Erkekler iki cinsiyet arasındaki bu
eşitsizlikten cesaret alarak kadınlar üzerinde hakimiyet kurmuşlar, onlara karşı
ayrımcılık uygulamışlar ve onların gerçek anlamda ilerlemesini önlemeye
çalışmışlardır. Kadına yönelik şiddet, kadınları erkeklere göre daha aşağı bir statüde
varolmaya zorlayan en önemli sosyal mekanizmalardan bir tanesidir (Mojab, 2006:26)
Kadına yönelik şiddetin en trajik olanı şüphe yok ki kadın cinayetleridir. Kadın
cinayetlerinin şiddetli geçimsizlik, kıskançlık, ailevi veya kişisel durumlar gibi çeşitli
sosyal, ekonomik ve kültürel sebepleri olabilir. Bu cinayetlerin bir kısmı namus
gerekçesiyle işlenmektedir ve bu tür vakalar genelde geleneksel toplumlarla
ilişkilendirilmektedir. Bir başka deyişle, namus cinayetleri genelde töreye bağlı ve yazılı
olmayan normların yaptırım gücü bulunduğu toplumlara özgü olduğu kabul edilir. Oysa
bugün Türkiye’de özellikle son yıllarda işlenen kadın cinayetlerinin kırda olduğu kadar
kentlerde gerçekleştiğini görmekteyiz. Ne de bunları bir etnik gruba özgü olarak kabul
etmek doğrudur. Nihayetinde bu tür bir sav bizleri ırkçı bir tutuma sürükleme tehlikesi
taşımaktadır. (2006)
Bu konuda Nahla Abdo namus cinayetlerine ilişkin iki savda bulunur. Bunlardan
ilki, namus cinayetlerinin aşırı bir örnek olmasına rağmen kadınların varlığına yönelik
cinsel şiddetin bir türü olduğu, ikinci ise, namus cinayetlerinin evrensel bir fenomen
olduğu yönündedir. Ona göre bu tür cinayetler özel mülkiyet kültürünün, ataerkilliğin
ayrılmaz bir parçasıdır. Abdo namus cinayetleri kapsamında değerlendirilebilecek ve
çeşitli kültürlerde farklı isimler altında kadın cinayetlerinin işlendiğini ileri sürmektedir.
Buna örnek olarak Batı’daki cadı avını, bekaret kemeri uygulamasını, Brezilya’daki
ihtiras suçlarını ve Hindistan’daki “drahoma ölümlerini” göstermektedir. Bu sebeple
7
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Nahla Abdo namus cinayetlerinin yalnızca Arap ve İslam toplumlarına özgü olmadığını
iddia eder (2006:63)
Aynı iddia Türkiye için de geçerli kabul edilebilir. Türkiye’de namus cinayetleri
genelde töre cinayetleriyle ilişkilendirilir. Bu bakımdan daha çok kırsal bölgeler,
özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri kastedilir. Türkiye’nin doğu
bölgelerinde yaşayan kadın meselesi gündeme geldiğinde akla ilk gelen hususlardan
birisidir töre ve töre cinayetleri. Oysa ülkede işlenen namus cinayetleri istatistiklerine
bakıldığında bunun düşünüldüğü gibi sözü geçen bölgeler kadar diğer bölgeler için de
geçerli olduğu görülür. Örneğin, 2000-2005 tarihleri arasında Türkiye’de işlenen namus
cinayetlerinin coğrafi bölgelere göre dağılımı şu şekildedir: %19 Marmara, %19 Ege
bölgesi, %18 İç Anadolu, %14 Güneydoğu Anadolu, %13 Akdeniz, %9 Doğu Anadolu,
%8 Karadeniz. İllere göre dağılımda ise ilk on il şu şekilde sırlanmaktadır: %10 Ankara,
%9 İstanbul, %9 İzmir, %7 Diyarbakır, %6 Bursa, %4 Antalya, %4 Aydın, %3 Adana,
%3 Kayseri, %2 Mersin. (TBMM Ar. Rap, 2006) Oranlardan da anlaşılacağı üzere,
namus gerekçesiyle işlenen cinayetler yalnızca Doğu bölgeleri ve illerinde değil, daha
çok nüfusu büyük olan kentlerde söz konusudur.
TBMM Araştırma Komisyonunun raporunda belirtilen namus cinayetlerinin
nedenlerine göre dağılımı ise şu şekildedir: %29’u namus, %29’u aile içi uyuşmazlık,
%15’i yasak ilişki, %10’u kan davası, %9’u cinsel taciz, %3’ü kız alıp verme, %3’ü
tecavüz ve %2’si diğer (töre).
Namus cinayetleri yalnızca töre cinayetleriyle ilişkilendirilemez. Boşanmak
isteyen kadının öldürülmesi veya geçimsiz olan bir çiftin evliliğinin kadın cinayetiyle
sonuçlanması elbette töre kapsamında değerlendirilemez. Oysa işlenen kadın
cinayetlerinin önemli bir kısmı kıskançlık, aldatma, sevgiliyle kaçma veya çok daha
basit olabilecek sebeplerden oluşabilecek, ama hepsinin namusla ilişkilendirilebileceği
türlü gerekçelere dayanmaktadır. Bu sebeple, namus cinayetlerine ilişkin büyük boylu
kuramlar geliştirilemez. Bunlar yalnızca gelenek, kültür, toplum temelli bir açıklama
yerine birtakım özel koşulları da içine alan bir açıklamaya ihtiyaç duymaktadır.
NAMUSUN TEMİZLENMESİ MEFHUMU
Namus cinayetlerinin temel dinamiğinin toplumsal baskı olduğu rahatlıkla
söylenebilir. Namusun kanla temizlenebileceği şeklinde bir fikri kolektif bilinçte taşıyan
toplumlarda yetiştirilen erkeklere, gerektiği hallerde “namusunu temizlemesi” için onu
kirleten varlığı (bu genelde kadındır) ortadan kaldırması gerektiği öğretilmiştir. Bu
bilinç yalnızca erkekler tarafından taşınmamakta ama aynı zamanda kadınlar ve
çocuklar tarafından da paylaşılmaktadır. Bu bağlamda namus cinayetlerinin bireysel
olmaktan çok toplumsal olduğu ileri sürülebilir. Çünkü bunu yaptıran sosyal çevredir.
Bunu işleten başlıca mekanizma sosyal dışlanmadır. Kişi veya aile kamusal alana
yeniden dahil olabilmesi için bu cinayeti işlemesi gerektiği, arınmasının ancak bu yolla
olabileceğini düşünmektedir. Namusun temizlenmesi bir bakıma sosyal çevreye yeniden
katılmanın bir ön koşulu olarak görülmektedir.
KAMER başkanı Nebahat Akkoç Diyarbakır’da recm edilerek öldürülen Şemse
ile başı taşla ezilerek katledilen Kadire’ye hakkında şunları belirtir. “Şemse’yi
öldürenler de, Kadriye’ye ölümcül darbeler indiren ağabeyi de namuslarını
“temizlemiş” bir şekilde ortalıkta gururla dolaşırken, diğer katiller (öldürdükleri
kadınları Diyarbakır-Elazığ karayolunun kenarına bırakanlar) kendilerini ifşa etmediler.
Aslında, namuslarını temizlemek için kadınları öldüren insanlar buralarda kahraman
8
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olarak görülürler, çünkü bu görevi onlara veren toplumdur. Bu yüzden de bu katiller,
görevlerini yerine getirmiş olduklarını herkese gösterirler” (2006:123).
Bu durumda kadına yönelik şiddetle mücadelede öne çıkarılması gereken başlıca
olgu “namusun temizlenmesi” mefhumudur. Akkoç’un verdiği bu örnekte görülüyor ki,
namusun kanla temizlenebileceğini taşıyan zihniyet değişme eğilimi taşıyabilmektedir.
Değişmelidir de. Türkiye toplumuna namusun kanla temizlenmediği öğretilmelidir.
Namus gerekçesiyle işlenen kadın cinayetlerinin önüne geçilebilmesinin birincil yolu bu
zihniyetin taşıyıcı olan kolektif bilincin dönüştürülmesinden geçmektedir. Cinayet
işlemeden kişinin namuslu kalabileceği, hiçbir sebep altında birisinin başkasının canını
almaya hakkı olmadığı düşüncesini taşıyan bir nesil yetiştirilmelidir. Bunlar uzun
vadede yapılabilecek eylemleri oluşturmaktadır. Ancak bunun dışında ve bundan önce
bu zihniyetin nasıl dönüştürülüp şiddet dışı bir yöne sevk edileceğine ilişkin hukuki
düzenlemeler, projeler ve eylem planları hazırlanmalıdır. Bataklık bu zihniyetin
kendisidir. Bu mefhumun şiddet dışı bir yönteme kanalize edilmesi halinde şiddet
olaylarının da doğal olarak azalması söz konusu olabilecektir.
Hukuki düzenlemeler konusunda Türkiye’nin yıllar önce imzalamış olduğu
çeşitli uluslararası antlaşma ve sözleşmeler bulunmaktadır. Sözgelimi, Türkiye 1992
yılında “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni (CEDAW)
imzalamış ayrıca Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve Pekin +5 Sonuç
Bildirgesinde taahhüdü bulunmuştur. Mevcut ulusal mevzuatta ise 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına dair bir kanun bulunmaktadır. Ancak açıktır ki kanun bu haliyle kadını
şiddetten korumak konusunda bugüne kadar yeterli olmamıştır. Bu bağlamda, 8 Mart
2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin
Önlenmesi”ne dair kanunun getirmiş olduğu yeni önleyici tedbir, yaptırım ve
düzenlemelerle birçok olumlu özellik taşımaktadır. Şiddete uğrayan kadının
korunmasına ilişkin alınacak tedbirlerin hızlandırılması, şiddeti önleme merkezlerinin
kurulması, sosyal ve psikolojik danışmanlık hizmetinin sunulması, erkeğe getirilen
yasal ve ekonomik yaptırımlar gibi düzenlemeler kadını şiddetten koruma konusunda
etkili olabilecek hükümler gibi durmaktadır.
Elbette yasal düzenlemeler sorunun çözümü için tek başına yeterli değildir ama
öncelikli ve zorunludur. Bu tür düzenlemeler dışında bu konuda birtakım eylem planları
da hayata geçirilmelidir. Sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, yerel yönetimlerin
çalışmalarının dışında bakanlığın bir politikası olarak ulusal ölçekte düzenlenecek bir
eylem planı kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda olumlu sonuçlar alınmasını
sağlayabilecektir. Bu tür bir eylemde kadına yönelik şiddetin başlıca failleri olan
erkeklerin de hedef grup olarak yerleştirilmesi isabetli olacaktır.
SONUÇ
Namus adına işlenen kadın cinayetleri birçok ortak özelliğine rağmen kendi özel
koşullarını da barındırır. Bu sebeple bu konu hakkında genel geçer sebep ve yasaların
olduğu ileri sürülemeyeceği gibi, sorunun çözümü için belirli yol ve yöntemlerin olduğu
söylenemez. Ancak tüm bunlara rağmen açık olan bir şey var ki, o da her ne gerekçeyle
olursa olsun biri veya birilerinin bir kadının canını almaya hakkı olmadığıdır.
Son yıllarda Türkiye’de daha görünür hale gelen ve hem ulusal hem de uluslar
arası düzeyde tartışılan namus cinayetlerinin anlaşılabilmesi için toplumsal yapı ve
kültürel sistemin derinlemesine analiz edilmesi gerekmektedir. Denebilir ki, bugün
Türkiye’de geleneksel kodlarla çevrili erkek rolü ile bu gelenekselliğin dışına çıkmaya
9
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çalışan kadın rolü arasında bir çatışma söz konusudur. Verili iktidarını korumaya
çalışan, onu sürdürmeye gayret eden erkek ile bireysel ve toplumsal kimliği için
mücadele eden, kendi iradesini ortaya koymaya çalışan, bu anlamda ona biçilen
geleneksel kalıbı kırmaya çalışan kadın arasında devam eden bir mücadeledir bu.
İşlenen cinayetlere bakıldığında genelde bu kalıpların dışında davranmaya çalışan
kadınların öldürüldüğü görülmektedir. Kocasına boşanma davası açmış veya boşanmış
veya sevdiği biriyle kaçmış kadının öldürülmesi gibi… Namus adına işlenen bu
cinayetler bir kişi tarafından işlense bile kolektif bir nitelik taşır. Arkasında geleneksel
sosyal yapıya dayanan güçlü bir toplumsal baskı vardır. Bu tür bir baskıya neden olan
zihniyet ise başta erkekler olmak üzere toplumun pek çok üyesi tarafından
desteklenmektedir.
Sorunun çözümü için her şeyden önce namusun kanla temizlenemeyeceği, bu tür
bir yolun ancak kadının değersizleştirildiği kültürlere ait olabileceği ve her ne sebeple
olursa olsun bir erkeğin bir kadını öldürmeye hakkı olmadığı, varsa sorunun yasal
zeminde çözümlenmesi gerektiği mefhumu toplumda yerleştirilmelidir. Bu bağlamda,
cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddeti önleme tartışmalarına erkekleri dahil etmeden
bu sorunu çözmek çok zor, belki de imkansızdır. Bu sebeple namus cinayetlerine ilişkin
zihniyetin değişebilmesi için her şeyden önce erkek öznelerde bilinç ve duyarlılık
düzeyini yükseltmek, sorunun çözümüne onlardan başlamak gerekir. Namus cinayetleri
gibi kadına yönelik şiddetin önüne geçebilmenin öncelikli yollarından bir tanesi;
Türkiye’de halen geleneksel kodlar içinde hareket eden erkek rolünün değişimidir.
Kadının özerkliğini ve iradesini tanıyan, onu kendi yaşamını çizebilecek şahsi kararlar
alabilen bir birey olarak kabul eden, kadına yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali
olduğunu bilen, bireyi topluma göre önceleyen, demokratik bir erkek rolüyle ikame
edilmesinden geçtiği ileri sürülebilir.
Somut Bir Öneri: Birer Eğitim Merkezleri Olarak Kahvehaneler
Yukarıda bahsedilen zihniyet değişikliğinin yapılabilmesi ve başlıca hedef kitle
olarak belirlenen erkek bireyler üzerinde yoğunlaşılması için Türkiye’de en ideal ortamı
sunan mekanların başında kahvehaneler gelmektedir. Erkek bireylere yönelik
gerçekleştirilecek her tür proje ve çalışma için bu mekanlar iyi birer sohbet yeri,
tartışma alanı ve konferans salonları olarak kullanılabilir. Kahvehaneler erkeklerin boş
vakitlerini geçirdikleri mekanlar oldukları kadar, birer eğitim merkezleri olarak da
değerlendirilebilir. Bunun için bu mekanlarda, hedeflenen davranış ve tutum
değişikliklerine yönelik tanıtıcı film, belgesel türünde gösterimler yapılabileceği gibi,
tartışmalar ve seminerler düzenlenebilir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda
sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve diğer kurumlar tarafından yürütülecek
çalışmalarda kahvehaneler konuyla ilgilenen araştırmacı, sosyal çalışmacı ve
psikologlar gibi uzman kişiler tarafından etkin şekilde kullanılabilir.
KAYNAKÇA
- Abdo, Nahla, (2006), Namus Cinayetleri, Ataerkillik ve Devlet: İsrail’de Kadın,
“Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar” (içinde), İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
- Elden, Asa, (2006), “Hayat Memat Meselesi Olarak Namus: Genç Kadınların Şeref,
Bekaret ve Namus Hakkındaki Şiddet Dolu Hikayleri-İsveç Bağlamı” (içinde),
Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar” (içinde), İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
10
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
- Mojab, Shahrzad, Abdo, Nahla, (der), (2006), Namus Adına Şiddet, Kuramsal ve
Siyasal Yaklaşımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
- Mojab, Shahrzad, (2006), Namusun Tikelliği ve Öldürmenin Evrenselliği: Erken Uyarı
Sinyallerinden Feminist Pedagojiye, “Namus Adına Şiddet Kuramsal ve
Siyasal Yaklaşımlar” (içinde), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
- Özbek, Sinan, (2011), Pratik Felsefe Yazıları, Savaş, Namus Cinayetleri, Ahlak,
Ölüm, Asimilasyon, İktidar, Notos Kitap, İstanbul.
- Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Araştırılarak
Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan TBMM
Araştırma Komisyonu Raporu, TC. başbakanlık Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü, Ankara, 2006
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerle
me_raporu_tr.pdf (21.02.2012)
11
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
TÜRKİYE’DE KADIN ROL VE HAKLARINA YÖNELİK TUTUM
VE FİZİKSEL ŞİDDET
Aslı Bugay*
Rakel Delevi†
ÖZET
Problem durumu: Kadına yönelik şiddet büyük ölçüde kadın rol ve haklarına ilişkin
tutumla ilişkili görülmektedir. Türkiye’de kadın rol ve haklarına yönelik tutumu ortaya
koyan çok az bilimsel veriye dayalı araştırma bulunmaktadır.
Amaç: Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencilerinin kadın rol ve haklarına ilişkin
tutumunu betimlemek ve bu tutumun fiziksel şiddet ile ilişkisini ortaya koymaktır.
Yöntem: Araştırma örneklemini 295 (167 kız, 128 erkek) üniversite öğrencisi
oluşturmaktadır. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş aralığı 18-24 arasındadır.
Araştırmada gerekli bilgileri toplamak amacı ile Bugay ve Delevi (basımda) tarafından
Türkçeye adapte edilen Kadına Yönelik Tutum Ölçeğinin kısa versiyonu (Spence ve
Helmreich,1978) ve fiziksel şiddet ile ilgili bilgileri toplamak amacı ile araştırmacılar
tarafından geliştirilen Fiziksel Şiddet Anketi ve Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır.
Çalışmadan elde edilen nitel veriler betimsel analiz yöntemi, ki-kare ve iki-yönlü
varyans analizi (ANOVA) ile yorumlanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerinden 93’ü (% 31,5) hayatları boyunca en az bir
kez fiziksel şiddete uğradığını, geriye kalan 202 (% 68,5) öğrenci ise hiç bir zaman
fiziksel şiddete uğramadığını belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen
öğrencilerin 55’i kız 38 ‘i ise erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Ayrıca, öğrencilerden
53’ü (12 kız, 41 erkek) hayatları boyunca en az bir kez fiziksel şiddette bulunduğunu
242’ si (155 kız, 87 erkek) ise hayatları boyunca hiç fiziksel şiddette bulunmadıklarını
belirtmiştir.
Sonuçlar: Araştırma sonuçları, ülkemizde hala şiddetin yaygın olarak sürdüğünü ve
şiddet gösterenlerin daha sıklıkla erkekler olduğunu doğrulamaktadır. Ayrıca bu
araştırmanın bulguları, toplumsal cinsiyet rollerine yönelik geleneksel bakış açısıyla ile
fiziksel şiddet arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Kadına yönelik
tutum ve şiddet arasındaki ilişki, kadın rol ve haklarına ilişkin daha eşitlikçi tutum
geliştirilmesine yönelik sosyal sorumluluk projelerinin geliştirilmesinin önemini
vurgulamaktadır.
Anahtar kelimeleri: Kadın rol ve haklarına ilişkin tutum, kadın, şiddet
ABSTRACT
Problem statement: There is a close association between violence towards women and
attitudes towards women. Research in this area is scarce in Turkey.
Purpose of the study: The purpose of this study was to better understand college
students’ attitudes towards women and how attitudes towards women are associated
with physical violence.
Methods: The sample consisted of 295 (167 female, 128 male) college students
between the ages of 18 to 24. The Attitudes towards Women (ATW) Short Scale,
Physical Violence Questionnaire, and a Demographic Questionnaire were administered
and the results were analyzed by using chi-square test and ANOVAs.
*
†
Yrd. Doç. Dr., TED Üniversitesi, Ankara, [email protected]
Yrd. Doç. Dr., California State University, Los Angeles, [email protected]
12
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Results: Out of the 295 the participants, 93 (% 31,5) reported having been recipient of
violence at least once, whereas 53 participants reported having displayed violence at
least once. The resulsts also suggested that those with traditional attitudes toward
women were more likely to have displayed violence.
Key Words: Attitudes towards women, gender attitudes, violence
GİRİŞ
Kadın erkek arasındaki farklılıklar sadece betimsel (görünümsel) ve biyolojik
kökenli olarak varsayılmaktadır. Ancak toplumsal cinsiyet alanında yapılan araştırmalar
biyolojik temelli cinsiyet farklılıkları yerine daha çok toplumsal cinsiyet rollerinin
oluşmasına katkı da bulunan sosyo-kültürel etmenlerle ilgilenmektedir (Unger, 1979).
Toplumsal cinsiyet rollerinin gelişimi insan hayatını etkileyen en önemli etkenlerden
biri olarak görülmektedir. “Toplumsal cinsiyet’ rolü gelişimini anlayabilmek için
“cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” arasındaki temel farkların anlaşılması çok önemlidir.
Cinsiyet daha çok kromozomlar, hormonlar ve cinsel organlardaki biyolojik
mekanizmalarla ilgili farklıkları ifade etmektir. Toplumsal cinsiyet ise kadın ve erkek
için uygun olduğu düşünülen kişilik özellikleri, rol ve sorumlulukları ile ilgili toplumsal
ve kültürel beklentileri ifade etmektedir (Dökmen, 2004). Buna göre, cinsiyet sadece
biyolojik olarak belirlenirken (gelişirken), toplumsal cinsiyet çoğunlukla sosyo-kültürel
etkileşimler sonucu gelişir. Buna bağlı olarak toplumsal cinsiyet rolleri de toplumun ve
kültürün öngördüğü normlar, değerler ve beklentilere göre şekil almaktadır.
Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan toplumsal cinsiyet rolü ile ilgili bir çok
çalışma yapılmış ve toplumsal cinsiyet rolleri ile depresyon (Hankin ve Abramson,
2001; Nolen-Hoeksema ve Girgus, 1994), stres (Matud, 2004), ve öfke (Milovchevich,
Howells, Drew ve Day, 2001) de dahil olmak üzere birçok ruhsal sağlık değişkeni
(Jeon, Jang, Rhee, Kawachi ve Cho, 2007) arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur.
Son yıllarda toplumsal cinsiyet alanında ki araştırmalar toplumsal cinsiyet
rollerine yönelik tutumların değerlendirilmesi için geliştirilen ölçekler yardımı ile
gelişmiştir. Bu alandaki en popüler ölçekler biri olan Kadına Yönelik Tutum Ölçeği
(Spence ve Helmreich (1972) toplumdaki kadın rol ve haklarına ilişkin tutumu ölçmek
için kullanılmaktadır. Ölçek maddeleri, mesleki, eğitimsel evlilik, romantik ilişkiler,
cinsel davranış gibi konularda kadına uygun görülen sorumluluk ve rollerle ilgili
normatif beklentileri içermektedir. Eagly ve Mladinic (1989) belirttiği gibi, Kadına
Yönelik Tutum Ölçeği erkeklerin kadınlara yönelik tutumlarından çok erkeklerin kadın
haklarına yönelik tutumlarını ölçmektedir. Ölçekten alınan düşük puan kadına yönelik
daha geleneksel, antifeminist, tutumu yüksek puan ise daha olumlu ve profeminist
tutumları yansıtmaktadır. (Spence ve Helmreich, 1972).
Kadına Yönelik Tutum Ölçeğinin kısa versiyonu (SpenceveHelmreich,1978) son
yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır ve kadın mağdurlara yönelik
tutum (Kristiansen ve Guilietti, 1990; Whatley ve Riggio, 1992), tecavüze yönelik
tutum (Lee, Kim ve Lim, 2010), kürtaja yönelik tutum (Patel, 2009), kadın ve
erkek suç aktivitedeki farklılık (Rudolph, 1996), kadına yönelik şiddet ile kültürlenme
arasındaki ilişkide toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi (Bhanot ve Senn, 2007) ve
psikolojik iyilik hali (Pyant ve Yanico, 1991) gibi birçok değişken ile ilişkili
bulunmuştur. Ayrıca araştırmalar kadınlar ve erkekler arasında kadının rol ve haklarına
yönelik anlamlı bir tutum farkının olduğunu göstermiştir. Alanyazına göre, erkekler
kadınlara kıyasla kadın rol ve haklarına yönelik daha geleneksel ve antifeminist
13
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
oldukları hem yurtdışı araştırmalarda (Fine-Davis, 1983; Nelson, 1988; Whatley, 2008;
Whatley ve Riggi, 1992) hem de Türkiye’de yapılan araştırmalarda (Delevi ve Bugay,
2012; Öngen, 2006) ortaya konmuştur.
Kadının rol ve haklarına yönelik tutum kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ve
nedenleri ile de ilişkili görülmektedir. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü (2002) tarafından
aile içi şiddetin yaygınlık oranını ve nedenlerini bulmak için 48 ülkede yürütülmüş olan
araştırma sonuçları kadına yönelik şiddetin yerleşik kadın-erkek rolleri ile hâkli
gösterilmeye çalışıldığını göstermektedir (Gracia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, ve
Watts, 2006; WHO, 2002a, 2002b). Buna göre, erkekler eşleri is yaşamında ya da
hayatinin herhangi bir alanında kadından beklenen toplumsal cinsiyet rolleri dışına
çıktıkları zaman eşlerine şiddette bulunabilmektedir (WHO, 2002b). Ayrıca,
sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kocanın şiddet eğilimini tetikleyen faktörlere
bakıldığında; (1) kocanın kurallarına uymama, (2) (sözle) karşılık verme, (3) yemeğin
zamanında hazır olmaması, (4) çocuk veya ev ile yeterince ilgilenmeme; (5) para ya da
kız arkadaşları hakkında kocayı sorgulama; (6) erkeğin izni olmadan bir yere gitme; (7)
koca ile cinsel ilişkiyi reddetme ve (8) karisinin aldattığından şüphe etmenin başlıca
nedenler olarak sıralandığı görülmektedir (WHO, 2002b). Ülkemizde yapılan araştırma
sonuçları da benzer olarak, sözle karşılık vermenin, yemeği yakmanın, çocuklarla
yeterince ilgilenmemenin, lüzumsuz para harcamanın ve cinsel ilişkiyi reddetmenin
kocanın karısına şiddet uygulaması için haklı gerekçe oluşturacağını ortaya koymaktadır
(Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması, 2003). Kalaycıoğlu ve Tılıç (2001)’da eşine şiddet
uygulayan erkeklerin büyük çoğunluğunun, eşe uyguladıkları şiddetin nedenini kadının
“geleneksel kadınlık görevlerini” yerine getirmemesi olarak ifade ettiklerini rapor
etmişlerdir.
Kadına yönelik şiddetin yaygınlık yüzdelerine bakıldığında, Dünya Sağlık
Örgütü (2005)’nun çalışma sonuçları, kadınları % 6-59 arasında eşi tarafından şiddete
maruz kaldığını saptamıştır. Heisse, Ellsberg ve Gottemoeller’in (1999) yaptıkları
çalışma bulguları da kadınların 1/3’ünün hayatlarının belli bir noktasında en az bir kez
karşı cins tarafından şiddet gördüklerini rapor etmişlerdir. Ülkemizde kadına yönelik
şiddet konusunda Güler, Tel ve Özkan (2005) tarafından yapılan çalışma bulguları da
kadınların % 40,7’sinin eşi ya da eşinin yakınları tarafından şiddete maruz kaldıklarını
göstermiştir. Arat ve Altınay (2007) ‘da Türkiye’de her üç kadından birinin fiziksel
şiddete maruz kaldığını ve bu kadınların eğitim düzeylerine bakıldığında eğitim düzeyi
yükseldikçe bu oranın düştüğünü rapor etmiştir. Buna göre, okuma–yazma bilmeyen
kadınların fiziksel şiddet görme oranı %43 iken yükseköğrenim görmüş kadınlarda bu
oran %12 olarak tespit edilmişidir.
Özet olarak, bulgular, kadına yönelik şiddetin evrensel bir olgu olduğunu
vurgulamakta ve kadın ve erkek arasındaki eşitsiz ilişkinin ve yerleşik kadınlık-erkeklik
rollerinin kadına yönelik şiddeti mümkün ve meşru kıldığını göstermektedir. Bu
çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde fiziksel şiddetin yaygınlığını betimlemek ve
kadın rol ve haklarına yönelik tutum ile fiziksel şiddet arasındaki ilişkiyi ortaya
koymaktır.
YÖNTEM
Katılımcılar
Araştırma 295 (167 kız, 128 erkek) üniversite öğrencisi ile yürütülmüştür.
Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş aralığı 18-24 arasındadır. Katılımcıların 64’ü
14
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
(%21,7) 1. sınıf, 74’ü (25,1) 2. sınıf, 58’i (%19,7) 3. sınıf ve 99’u (%33,6) son sınıf
üniversite öğrencisidir.
Veri Toplama Araçları
Kadına Yönelik Tutum Ölçeği (KYT) kadın rol ve haklarına yönelik tutumu
ölçmek amacıyla Spence and Helmreich (1972) tarafından 55 madde olarak
geliştirilmiştir. Daha sonra aynı yazarlar tarafından ölçeğin 15 maddelik kısa formu
oluşturulmuştur (Spence ve Helmreich, 1978). Ölçeğin kısa formunun geçerlik ve
güvenirliği için yapılan çalışmalar sonucunda, test tekrar test katsayısının yeterli olduğu
rapor edilmiştir (Daugherty ve Dambrot, 1986). Ayrıca ölçeğin faktör yapısı ile ilgili
bulgular, olcegin tek boyutlu olduğunu doğrulamıştır (Whatley, 2008). Kadına Yönelik
Tutum Ölçeği’nin kısa formunun Türkiye için çeviri ve uyarlama çalışması Delevi ve
Bugay (basımda) tarafından yapılmış ve ölçeğin üniversite öğrenciler için geçerli ve
güvenilir olduğu rapor edilmiştir.
Şiddet Anketi: Katılımcıların fiziksel şiddet ile ilgili görüş ve yaşantılarına
ilişkin bilgilerin elde edilmesi amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanmış olan
Fiziksel Şiddet Anketi kullanılmıştır. 7 sorudan oluşan anket, “Hayatınızda daha önce
hiç fiziksel şiddete maruz kaldınız mı?”; “Hayatınızda daha önce hiç fiziksel şiddet
uyguladınız mı?” gibi soruları içermektedir.
Öğrenci Kişisel Bilgi Formu: Katılımcılara ait cinsiyet, yaş ve bölüm gibi
kişisel bilgilerin elde edilmesi amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanmış olan
Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır.
İşlem
Araştırmada kullanılan ölçekler gerekli etik izinler aldıktan sonra öğrencilere
sınıf ortamında araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Uygulama öncesinde
öğrencilere araştırmanın amacı hakkında bilgi verilmiş ve gönüllü olan öğrencilere
ölçekler uygulanmıştır. Uygulama yaklaşık olarak 15-20 dakika arasında değişmiştir.
Verilerin analizi
Verilerin analizinde betimsel istatistik yöntemleri, Ki kare (χ2) analizi ve iki
yönlü varyans analizinden (ANOVA) yararlanılmıştır. Araştırma 2X2 faktöriyel
desende yürütülmüştür. Bu desende bağımlı değişken üzerinde etkisi incelenen 2 faktör
bulunmaktadır. Verilerin analizinde the PASW (SPSS) Statistics 18 paket programından
yararlanılmış ve çalışmada istatistiksel anlamlılık derecesi olarak p < .05 seçilmiştir.
BULGULAR
Çalışmaya katılan öğrencilerin, cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin görüşleri
arasındaki ilişki Ki kare (χ2) analizi ile test edilmiş ve 2*6‟lik çapraz tablo sonuçları
Tablo 1’de verilmiştir. Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin
görüşleri arasındaki ilişkiyi belirlemek için yapılan χ2 analizi sonucunda, öğrencilerin
cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin görüşleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılığın olduğu tespit edilmiştir ( χ2 (5) = 82.365; p = .000; p <.05 ). Değişkenler
arası ilişki katsayısı (Cramer's V = .528)’ na göre kız ve erkek öğrencilerin fiziksel
şiddete ilişkin görüşleri arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Kız
öğrencilerin yarısı fiziksel şiddetin yaygın olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin
sadece 15’i fiziksel şiddetin yaygın olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Ayrıca, kız
öğrencilerin %25’i fiziksel şiddetin ceza olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin
%30’u fiziksel şiddeti tahrik edilme/kışkırtılmak olarak tanımlamıştır.
15
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 1. Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri ile fiziksel şiddete ilişkin görüşleri
arasındaki ilişki
Fiziksel şiddete ilişkin görüşler
Cinsiyet
Yaygın Gerekli
Ara-sıra
Tahrik
Ceza
Yok
Toplam
Kız
84
7
21
12
42
1
167
Erkek
15
32
17
39
22
3
128
Toplam
99
39
38
51
64
4
295
χ2 Analizi
*82.365
*P < .05
Ayrıca, çalışmaya katılan öğrencilerin cinsiyetleri ile fiziksel şiddetin en çok
nerde yaygın olduğuna ilişkin görüşleri arasındaki ilişki ki-kare ile test edilmiş ve
2*6‟lik çapraz tablo sonuçları Tablo 2’de verilmiştir. Yapılan χ2 analizi sonuçlarına
göre, öğrencilerin cinsiyetleri ile fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin
görüşleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılığın olduğu tespit edilmiştir ( χ2
(5) = 14.263; p = .014; p <.05 ). Değişkenler arası ilişki katsayısı (Cramer's V = .220)’
na göre kız ve erkek öğrencilerin fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin
görüşleri arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Kız öğrencilerin yarıya
yakını (%46) fiziksel şiddetin evde yaygın olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin
yarıya yakını (%46) fiziksel şiddetin medyada yaygın olarak gösterildiğini belirtmiştir.
Tablo 2. Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri ile fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın
olduğuna ilişkin görüşleri arasındaki ilişki
Fiziksel şiddet nerde en yaygın
Cinsiyet
Kız
Erkek
Toplam
Ev
77
44
121
Okul İş yeri Cadde Eğlence Medya Toplam χ2 Analizi
17
15
2
2
54
167
*14.263
11
4
6
3
60
128
28
19
8
5
114
295
*P < .05
Çalışmaya katılan öğrencilerinden 93’ü (%31,5) hayatları boyunca en az bir kez
fiziksel şiddete uğradığını, geriye kalan 202 (%68,5) öğrenci ise hiç bir zaman fiziksel
şiddete uğramadığını belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen öğrencilerin
55’i kız 38’i ise erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Fiziksel şiddete maruz kaldığını
söyleyen kız öğrencilerin 28’i babası,11’i erkek kardeşi, 10’u romantik partneri, 6’sı ise
annesi tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz
kaldığını söyleyen erkek öğrencilerin 17’si babası, 8’i erkek kardeşi, 10’u aynı cinsten
arkadaşı, 2’si erkek akrabası ve 1’i annesi tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını
belirtmiştir. Fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen kız öğrencilerin 13’ü, erkek
öğrencilerin ise sadece 1’i fiziksel şiddet nedeniyle psikolojik destek aldığını
göstermiştir.
Ayrıca, öğrencilerden 53’ü (12 kız, 41 erkek) hayatları boyunca en az bir kez
fiziksel şiddette bulunduğunu 242’ si (155 kız, 87 erkek) ise hayatları boyunca hiç
fiziksel şiddette bulunmadıklarını belirtmiştir. Fiziksel şiddette bulunduğunu söyleyen
16
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kız öğrencilerin 6’si kız arkadaşına, 4’ü kız kardeşine ve 2’si romantik partnerine
fiziksel şiddete bulunduğunu belirtmiştir. Fiziksel şiddette bulunduğunu söyleyen erkek
öğrencilerin 18’i romantik partnerine, 13’ü kız kardeşine, 10’u aynı cinsten arkadaşına
fiziksel şiddete bulunduğunu belirtmiştir.
Öğrencilerin Kadına Yönelik Tutum Ölçeği sonuçlarına göre, kız öğrencilerin
kadına yönelik tutum ortalaması ( = 34.46, SS = 5.27) erkek öğrencilerin kadına
yönelik tutum ortalamasından ( = 27.82, SS= 5.91) yüksek bulunmuştur. Ayrıca,
fiziksel şiddete uğradığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 33.56,
SS = 6.85) hiç fiziksel şiddete uğramadığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutum
düzeyinden ( = 30.67, SS = 6.05) yüksek bulunmuştur. Son olarak, hiç fiziksel
şiddette bulunmadığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutumu ( = 33.88, SS =
4.35) en az bir kez fiziksel şiddette bulunduğunu belirten öğrencilerin kadına yönelik
tutum düzeyinden ( = 21.07, SS = 3.19) yüksek bulunmuştur.
Cinsiyet ve fiziksel şiddete maruz kalmaya göre kadına yönelik tutum
Öğrencilerin cinsiyete ve hayatları boyunca hiç fiziksel şiddette uğrayıp
uğramadıklarına ilişkin olarak kadının rol ve haklarına yönelik tutum düzeyleri
arasındaki farkı görmek amacıyla iki yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır.
İki yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, kız ve erkek öğrencilerin kadına
yönelik tutum puanları arasında anlamlı fark bulunduğu, yani cinsiyetin KYT puanları
üzerindeki temel etkisinin anlamlı olduğu görülmüştür (F(1, 291) = 118,16 p < .001;
partial η2 =.29). Ayrıca, fiziksel şiddete uğradığını belirten öğrenciler ile hiç fiziksel
şiddete uğramadığını belirten öğrencilerin kadına yönelik tutum puanları arasında
anlamlı bir fark olduğu, buna göre yaşanan fiziksel şiddetin KYT puanları üzerindeki
temel etkisinin anlamlı olduğu görülmüştür (F(1, 291) = 11.55, p <.001; partial η2=.03)
görülmüştür. Ancak, cinsiyet ve yaşanan fiziksel şiddet değişkenlerinin KYT puanları
üzerindeki ortak etki (interaction effect) de istatistiksel açıdan anlamlı (F(1, 291) =
10.26, p < .001; partial η2=.03) bulunmuştur.
Ortak etki’nin anlamlı bulunması değişkenlerin temel etkilerinin yanı sıra
değişkenlerin karşılıklı olarak da bağımlı değişken üzerinde etkisi olduğunu
göstermektedir (Büyüköztürk, 1997) . Ortak etki’nin kaynağını görmek amacıyla
analizlerin devamında basit temel etki analizleri (the simple main effect analysis)
yapılmıştır.
Basit temel etki analizleri sonuçlarına göre, erkek öğrencilerin kadına yönelik
tutum puanları arasında fiziksel şiddete maruz kalmaya göre fark bulunmamıştır (p
>.05). Ancak, kız öğrencilerin yaşanan fiziksel şiddete göre kadına yönelik tutum
puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 4.48, SE = .88, p < .001, CI.95 = 2.75, 6.21).
Buna göre, fiziksel şiddete uğradığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum
düzeyi ( = 37.47, SS = 2.31) hiç fiziksel şiddete uğramamış kız öğrencilerin kadına
yönelik tutum düzeyinden ( = 32.99, SS = 5.67) yüksek bulunmuştur.
Ayrıca, fiziksel şiddete maruz kalmış öğrencilerin cinsiyete göre kadına yönelik
tutum puanlarının farklılaştığı görülmektedir (MD = 9.55, SE = 1.12, p < .001, CI.95 =
7.33, 11.77). Buna göre, fiziksel şiddete uğradığını belirten kız öğrencilerin kadına
yönelik tutum düzeyi ( = 37.47, SS = 2.31) fiziksel şiddete uğradığını belirten erkek
öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden (
= 27.92, SS = 7.33) yüksek
bulunmuştur. Son olarak, hiç fiziksel şiddete uğramamış öğrencilerin cinsiyete göre
kadına yönelik tutum puanlarının farklılaştığı görülmektedir (MD = 5.20, SE = .75, p <
.001, CI.95 = 3.71, 6.69). Buna göre, hiç fiziksel şiddete uğramadığını belirten kız
öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 32.99, SS = 5.67) hiç fiziksel şiddete
17
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
uğramadığını belirten erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 27.78,
SS = 5.24) yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak, fiziksel şiddete maruz kalmış kız
öğrencilerin kadına yönelik tutumları hem erkek öğrencilerden hem de hiç fiziksel
şiddete maruz kalmamış kız öğrencilerden daha yüksek bulunmuştur.
Cinsiyet ve bir başkasına fiziksel şiddete bulunmaya göre kadın yönelik tutum
Öğrencilerin cinsiyete ve hayatları boyunca hiç fiziksel şiddette bulunup –
bulunmadıklarına ilişkin olarak kadının rol ve haklarına yönelik tutum düzeyleri
arasındaki farkı görmek amacıyla iki yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır.
İki yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, cinsiyetin (F(1, 291) = 7,39, p <
.001; partial η2 = .02) ve bir başkasına fiziksel şiddete bulunmanın (F(1, 291) = 372,
92, p < .001; partial η2 =.56) KYT puanları üzerindeki temel etkilerinin anlamlı olduğu
görülmüştür. Ayrıca cinsiyet ve fiziksel şiddete bulunma değişkenlerinin KYT puanları
üzerindeki ortak etki de istatistiksel açıdan anlamlı (F(1, 291) = 13.28, p < .001; partial
η2=.06) bulunmuştur. Ortak etki’nin kaynağını görmek amacıyla analizlerin devamında
basit temel etki analizleri yapılmıştır (the simple main effect analysis).
Basit temel etki analizleri sonuçlarına göre, fiziksel şiddete bulunduğunu
belirten öğrencilerin cinsiyete göre kadına yönelik tutum puanlarının farklılaşmadığı
görülmektedir (p >.05). Ancak, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten öğrencilerin
cinsiyete göre kadına yönelik tutum puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 4.68, SE
= .48, p < .001, CI.95 = 3.72, 5.65). Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını
belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 35.57, SS = 3.43) hiç fiziksel
şiddete bulunmadığını belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( =
30.88, SS = 4.21) yüksek bulunmuştur.
Ayrıca, kız öğrencilerin fiziksel şiddete bulunup bulunmamasına göre kadına
yönelik tutum puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 15.40, SE = 1.09, p < .001,
CI.95 = 13.25, 17.55). Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten kız
öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 35.57, SS = 3.43) fiziksel şiddete
bulunduğunu belirten kız öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 20.16, SS
= 3.66) yüksek bulunmuştur.
Son olarak, erkek öğrencilerin fiziksel şiddete bulunup bulunmamasına göre
kadına yönelik tutum puanlarının değiştiği görülmektedir (MD = 9.54, SE = .69, p <
.001, CI.95 = 8.18, 10.90). Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını belirten erkek
öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyi ( = 30.88, SS = 4.21) fiziksel şiddete
bulunduğunu belirten erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum düzeyinden ( = 21.34,
SS = 3.04) yüksek bulunmuştur.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde fiziksel şiddetin yaygınlığını
betimlemek ve kadın rol ve haklarına yönelik tutum ile fiziksel şiddet arasındaki ilişkiyi
ortaya koymaktır. Araştırma bulgularına göre, kız öğrencilerin yarısının fiziksel şiddetin
yaygın olduğunu düşünmesine rağmen, erkek öğrencilerin sadece 15’i fiziksel şiddetin
yaygın olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Fiziksel şiddete daha çok kadınlar maruz
kaldığı için “yaygınlığın” farklı algılandığı varsayılmaktadır. Ayrıca, kız öğrencilerin
¼’u fiziksel şiddetin ceza olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin ¼’ ü fiziksel şiddeti
tahrik edilme/kışkırtılmak olarak tanımlamıştır. Bu sonuçlar, yerleşik kadınlık-erkeklik
rolleri ile ilgili görülmektedir. Fiziksel şiddetin en çok nerde yaygın olduğuna ilişkin
görüşlere göre, kız öğrencilerin yarıya yakını fiziksel şiddetin evde/ailede yaygın
olduğunu düşünürken, erkek öğrencilerin yarıya yakını fiziksel şiddetin medyada
yaygın olarak gösterildiğini belirtmiştir.
18
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Araştırma sonuçları, üniversite öğrencilerinin 1/3’ünün hayatlarında en az bir
kez fiziksel şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Bu sonuçlar, yurtdışı (Heisse,
Ellsberg ve Gottemoeller 1999) ve yurtiçi (Arat ve Altınay, 2007) çalışma sonuçlarıyla
da tutarlılık göstermektedir.Fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten öğrencilerin büyük
bir çoğunluğunu kız öğrenciler oluşturmaktadır. Fiziksel şiddete kimin tarafında maruz
kaldığı sorulduğunda, kız ve erkek öğrencilerin çoğunlukla erkekler tarafından şiddet
gördükleri görülmüştür. Kız öğrencilerin daha çok babaları ve erkek kardeşleri
tarafından aile içi şiddete maruz kalmasının yansıra romantik partnerleri tarafından da
şiddete maruz kaldıkları saptanmıştır. Benzer olarak, Gümüşoğlu (1998)’nun çalışması
da kadınların daha çok en yakın çevreleri tarafından şiddetle karşı karşı kaldığını ve
kadınların çoğunun yaşamları boyunca en az bir kez baba ya da koca şiddetine maruz
kaldığını saptamıştır. Erkek öğrencilere bakıldığında ise, fiziksel şiddete hem aile içinde
hem de akrabaları dışında ki hemcinsleri tarafından maruz kaldıkları görülmektedir.
Sonuçlara göre, fiziksel şiddetin kaynağında yine erkeklerin olduğu görülmektedir.
Ayrıca, öğrencilerden 53’u hayatında en az bir kez fiziksel şiddette bulunduğunu
belirtmiştir. Fiziksel şiddette bulunduğunu belirten kız öğrencilerin genellikle kız
kardeşi, kız arkadaşı gibi hemcinsi kişilere yönelik fiziksel şiddete bulunduğu, erkek
öğrencilerin ise daha çok romantik partner, kız kardeş, ve erkek arkadaşlarına yönelik
fiziksel şiddete bulunduğu görülmektedir.
Bu sonuçlar, ülkemizde hala şiddetin yaygın olarak sürdüğünü ve şiddet
gösterenlerin erkekler olduğunu doğrulamaktadır. Araştırmaya katılan öğrenciler,
Türkiye’de başkentte bulunan bir üniversitenin öğrencisi olduğu için şiddetle ilgili
oranların diğer eğitim düzeyinde ve kırsal alanlarda yasayan kadınlara göre daha düşük
olduğu varsayılmaktadır. Arat ve Altınay (2007)’de yaptığı çalışmada öğrenim
düzeyinin artmasıyla fiziksel şiddet görmen oranın düştüğünü ortaya koymuştur. Buna
göre, kırsal alanda ve eğitim düzeyi daha düşük çevrelerde ki aynı yaş döneminde ki
kadınlarda fiziksel şiddete maruz kalmanın daha yüksek olacağı düşünülmektedir.
Kadın rol ve haklarına yönelik tutum ile fiziksel şiddet arasındaki ilişkiye
bakıldığında, fiziksel şiddete maruz kalmış kız öğrencilerin kadına yönelik tutumları
hem erkek öğrencilerden hem de hiç fiziksel şiddete maruz kalmamış kız öğrencilerden
daha yüksek bulunmuştur. Ancak erkek öğrencilerin kadına yönelik tutumunda daha
önce fiziksel şiddete maruz kalmaya göre bir farklılık görülmemektedir. Hayatında en
az bir fiziksel şiddete bulunmuş kız ve erkek öğrencilerin kadına yönelik tutum
düzeyinde bir farklılık bulunmamıştır. Ancak, fiziksel şiddette bulunmuş ve hiç fiziksel
şiddete bulunmamış erkek öğrencilerin kadın rol ve haklarına yönelik tutumlarında
anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Buna göre, hiç fiziksel şiddete bulunmadığını
belirten erkek öğrenciler kadına yönelik tutum ölçeğinden daha yüksek puan almışlar,
yani bu öğrencilerin kadın rol ve haklarına yönelik daha yeniliğe açık ve özgürlükçü
olduğu söylenebilir. Ayrıca, bulgular fiziksel şiddette bulunmuş erkek öğrencilerin
kadın rol ve haklarına ilişkin tutumlarının daha olumsuz olduğunu göstermiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse, bu araştırmanın bulgularının kadının toplumsal
cinsiyet rollerine ilişkin daha geleneksel bakış açısı ile fiziksel şiddet arasında anlamlı
bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu ilişki, fiziksel şiddete maruz kalmış kadınlarda
muhtemelen karşıt tepki olarak kadının rol ve haklarına yönelik daha yenilikçi ve
özgürlükçü olmalarıyla ilişkili görülmüştür. Ayrıca, kız öğrencilerin kadına yönelik
tutum puanlarının fiziksel şiddete maruz kalma faktöründen bağımsız olarak erkek
öğrencilerden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu sonuca benzer olarak, Türkiye’de
toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin yapılan diğer çalışmalarda da, erkek öğrencilerin kız
19
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
öğrencilere kıyasla daha geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bakış açısına
sahip oldukları belirlenmiştir (Aşılı, 2001; Güvenç, 1996; Vefikuluçay, Demirel, Taşkın
ve Eroğlu, 2007).
Ayrıca, bu araştırmanın sonuçları, hayatında hiç fiziksel şiddete bulunmadığını
belirten erkek öğrencelerin kadın rol ve haklarına yönelik daha yeniliğe açık ve
özgürlükçü olduklarını ortaya koymakladır. Bu sonuçlar, erkeklerin toplumsal cinsiyet
rollerine ilişkin geleneksel bakış açılarıyla kadınlara yönelik şiddet arasında bulunan
yakın ilişkiyle (Kalaycıoğlu ve Tılıç, 2001) tutarlı bulunmaktadır. Bu bulgular, kadın rol
ve haklarına ilişkin daha olumlu tutum geliştirilmesine yönelik sosyal sorumluluk
projelerinin geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Ayrıca, kültürün toplumsal
cinsiyet eşitliliğine yönelik olumsuz etkilerin dönüştürülmesi için toplumsal dönüştürme
stratejilerinin geliştirerek yaşama yansıtılmasına devlet, akademik çevreler ve sivil
toplum kuruluşlarının caba sarf etmesi gerekmektedir. Bununla birlikte kitle iletişim
araçları da bu sürecin yapılandırılmasında aktif rol alarak toplumsal cinsiyet eşitliğine
duyarlılığın geliştirilmesine destek vermelidir.
Çalışmada, toplumsal cinsiyet rolleriyle fiziksel şiddet arasındaki ilişkileri
ortaya çıkaran bu bulgular, seçilen örneklem çerçevesinde sınırlılık arz etmektedir.
Ayrıca, bu araştırmanın konusu olan şiddet, bireylerin sosyal beğenilirlik kaygısı
nedeniyle genellikle eksik olarak beyan edilebilmektedir (Denzin, 1978; Szinovacz ve
Egley, 1995). Özellikle, kişinin kendi şiddet uygulamasına yönelik öz bildirime dayalı
bulgular sosyal beğenirlik nedeniyle eksik beyan edilmektedir. Bu durum da çalışmanın
geçerliliğini tehdit edebilmektedir (Sugarman ve Hotaling, 1997). Bu nedenle, yapılan
bu çalışmada yalnızca öz bildirime dayalı ölçeklerden elde edilen bilgilere ulaşıldığı
için sonuçların bu sınırlılığa göre değerlendirilmesi ve yapılacak yeni çalışmalarda
sosyal beğenirliğin de ölçülmesi önerilmektedir. Ayrıca, kültürel etkilerin toplumsal
cinsiyet rolleri ve şiddet arasındaki ilişkiye etkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için farklı
örneklemlerden (kırsal kesim, farklı eğitim ve yaş düzeyleri gibi) elde edilecek
verilerin değerlendirilmesi, daha genellenebilir sonuçlara ulaşılması açısından önem
taşımaktadır. Son olarak, bu araştırılmada sadece fiziksel şiddet ile ilgili bulgulara yer
verilmiştir; yapılacak yeni çalışmalarda kadın rol ve haklarıyla, duygusal, sözel, cinsel
ve ekonomik şiddet ilişkisinin de araştırılması önerilmektedir.
KAYNAKLAR
Açıkel, S. (2009). Kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın Sığınma evi önlemi:
Türkiye
örneği. Ankara üniversitesi Sosyal bilimler enstitüsü Kadın çalışmaları
Anabilim
dalı.
Akhter, R. (2011)Attitude Toward Physical Abuse Among Women and Men of
Bangladesh: An Empirical Investigation of Demographic Health Survey Data
2007. Journal of US-China Public Administration, 8(10), 1156-1164.
Aşılı, G. (2001). Üniversite öğrencilerinin cinsiyet rolleri ve ego durumları arasındaki
ilişki. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya.
Baydur, E. ve Ertem, B. (2006). Kadına yönelik evlilik içi şiddetin hukuki boyutları
Ceza Kanunu, Medeni Kanun ve Ailenin Korunmasına Dair Kanun Kapsamında Bir
İnceleme. TBB
Dergisi, 65, 89-118.
Bhanot, S. ve Senn, C. Y. (2007). Attitudes towards violence against women in men of
South Asian ancestry: Are acculturation and gender role attitudes important
factors? Journal of Family Violence, 22(1), 25-31.
20
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Büyüköztürk, S. (1997). İki faktörlü varyans analizi. Ankara Üniversitesi Eğitim
Bilimleri
Fakültesi Dergisi, 30(1), 141-58.
Civil B. ve Yıldız H. (2010). Erkek öğrencilerin cinsel deneyimleri ve toplumdaki cinsel
tabulara yönelik görüşleri. Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu
Elektronik Dergisi, 3(2), 58-64.
Daugherty, C. G.,ve Dambrot, F. H. (1986). Reliability of the Attitudes toward Women
Scale. Educational and Psychological Measurement, 46, 449-453.
Delevi, R. ve Bugay, A. (basımda). Assessing reliability and validity of the Turkish
language version of the Attitudes toward Women Scale (AWS).The Journal of
International Women's Studies.
Delevi, R. ve Bugay, A. (2012). Gender and Socio-Economic Status (SES) differences
in
the attitude toward women among Turkish university students. Western
Psychological Association Conference, Burlingame, CA, 26-29 April.
Denzin, N. K. (1978). Sociological methods: A sourcebook (2nd ed.). New York:
McGraw-Hill.
Dişsiz, M. ve Hotun Şahin, N. (2008). Evrensel bir kadın sağlığı sorunu: Kadına yönelik
şiddet. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 1(1), 50-58.
Dökmen, Y.Z., 2004. Toplumsal cinsiyet sosyal psikolojik açıklamalar. Ankara: Sistem
Yayıncılık.
Eagly, A. H. ve Mladinic, A. (1989). Gender stereotypes and attitudes toward women
and
men. Personality and Social Psychology Bulletin, 15, 543-558.
Fine-Davis, M. (1983). Women and Work in Ireland A Social Psychological
Perspective: Main Report, Council for the Status of Women, Dublin.
Gracia-Moreno, C., Jansen, H. A., Ellsberg, M., Heise, L., ve Watts, C. H. (2006).
Prevalence of intimate partner violence: Findings from the WHO multi-country
study on women’s health and domestic violence. Lancet, 368, 1260-1269.
Güler, N. , Tel, H. ve Özkan Tuncay, F. (2005). Kadının aile içinde yaşanan şiddete
bakışı Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 27(2), 51-56.
Gümüşoğlu, F. (1998). Sayılarla Kadına Yönelik Şiddet. Geleceğim Elimde: Kadın
İncelemeleri Dizisi. 1. Basım, Mor Çatı Sığınma Vakfı -Mor Çatı Yayınları,
İstanbul.
Güvenç, G. (1996). Kız ve erkek üniversite öğrencilerinin aile içi etkileşime ilişkin
algıları ile toplumsal cinsiyet rolüne ilişkin tutumları. 3P Dergisi 4(1), 34-40.
Hankin, B. L.ve Abramson, L.Y. (2001). Development of gender differences in
depression: An
elaborated cognitive vulnerability-transactional stress theory.
Psychological Bulletin, 127, 773-796.
Heise, L., Ellsberg, M. ve Gottemoeller, M. (1999). ‘Ending Violence Against Women’
(Kadınlara
Yönelik Şiddetin Durdurulması). Population Reports, Series L,
No. 11. Baltimore, Johns Hopkins University School of Public Health.
Jeon, G. S., Jang, S. N., Rhee, S. J., Kawachi, I. ve Cho, S. I. (2007). Gender differences
in
correlates of mental health among elderly Koreans. Journals of
Gerontology:Psychological Sciences and Social Sciences, 62B(5), 323-329.
Kayrın, N. (2011). Fiziksel şiddete uğramış kadınlar ve tıptan beklentileri: Kadın hasta
hakları çerçevesinde bir değerlendirme. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çukurova
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı, Adana.
Kalaycıoğlu, S. ve Tılıç H. R. (2001). Evlerimizdeki Gündelikçi Kadınlar. İstanbul: Su
Yayınları.
21
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kristiansen, C. M. ve Guilietti, R. (1990). Perceptions of wife abuse: Effects of gender,
attitudes toward women, and just-world beliefs among college students.
Psychology of Women Quarterly, 14, 177-189.
Lee, J., Kim, J. ve Lim, H. (2010). Rape myth acceptance among Korean college
students:
The roles of gender, attitudes toward women and sexual double standard.
Journal of
Interpersonal Violence, 25, 1200-1223.
Matud, M. (2004). Gender differences in stress and coping styles. Personalityve
Individual differences, 37, 1401-1415.
Milovchevich, D., Howells, K., Drew, N. ve Day, A. (2001). Gender and gender role
differences in anger: An Australian community study. Personality and
Individual Differences, 31, 117-127.
Nolen-Hoeksema, S. ve Girgus, J. (1994). The emergence of gender differences in
depression during adolescence, Psychological Bulletin, 115(3), 424-443.
Öngen, D. (2006). Attitudes Towards Women: A study of gender and academic domain
differences in a sample of Turkish university students. Social Behavior and
Personality, 34(5), 467-486.
Patel, C. J. (2009). Gender role attitudes and attitudes to abortion: Are there gender
differences? The Social Science Journal, 46, 493-505.
Pyant, C.T. ve Yanico, B. J. (1991). Relationship of racial identity and gender-role
attitudes to Black women's psychological well-being. Journal of Counseling
Psychology, 38(3), 315-322.
Rudolph, M. K. (1996). Characteristics and attitudes regarding sex roles of violent and
non violent female offenders. Journal of Police and Criminal Psychology, 11(2), 2433.
Salaçin, S., Ergönen, A.T. ve Demiroğlu Uyanıker, Z. (2009). Kadına Yönelik Şiddet.
Klinik Gelişim,22(Adli Tıp Özel Sayısı), 95-100.
Spence, J. T. ve Helmreich, R. (1972). The Attitudes toward Women Scale: An
objective
instrument to measure attitudes toward the rights and roles of women in
contemporary society. JSAS Catalog of Selected Documents in Psychology, 2,
6667.
Spence, J. T.ve Helmreich, R.L. (1978). Masculinity and femininity: Their
psychological dimensions, correlates, and antecedents. Austin, TX: University of Texas
Press.
Sugarman, D. B. ve Hotaling, G. T. (1989). Dating violence: Prevalence, context, and
risk markers. In M. A. Pirog-Good ve J. E. Stets (Eds.), Violence in dating
relationships: Emerging social issues (pp. 3-32). New York: Praeger.
Szinovacz, M. E. ve Egley, L. E. (1995). Comparing one-partner and couple data on
sensitive marital behaviors: The case of marital violence. Journal of Marriage
and the Family, 57, 995-1010.
TNSA (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) 2003.Hacettepe Üniversitesi Nüfus
Etütleri
Enstitüsü. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı Aile Planlaması
Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı
ve
Avrupa
Birliği.
http://www.hips.hacettepe.edu.tr./tnsa2003.
Unger, R. K. (1979). Toward a redefinition of sex and gender. American Psychologist,
34(11), 1085-1094. doi: 10.1037/0003-066X.34.11.1085.
Vefikuluçay, D., Demirel, S., Taşkın, L. ve Eroğlu, K. (2007). Kafkas Üniversitesi son
sınıf öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bakış açıları. Hacettepe
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi,14(2), 12-27.
22
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Whatley, M. A. (2008). The Dimensionality of the 15 item attitudes toward women
scale. Race, Genderve Class, 15(1-2), 265-273.
Whatley, M. A. ve Riggio, R. E. (1992). Attributions of blame for female and male
victims.
Family Violence and Sexual Assault Bulletin, 8, 16-18.
WHO. (2002a). Making decisions about contraceptive introduction: A guide for
conducting assessments to broaden contraceptive choice and improve quality of care.
World Health Organization, Geneva.
WHO. (2002b). World report on violence and health: Violence by intimate partner.
World Health Organization, Geneva.
WHO (2005). Multi-country Study on Women’s Health and Domestic Violence Against
Women Initial Reports on Prevelance, Health Outcomes and Women’s
Responses, Geneva. http://www.comminit.com/en/node/221950/38
23
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ÜNİVERSİTELERDE KADINA YÖNELİK ŞİDDET NASIL
TARTIŞILIYOR?
Yasemin YÜCE TAR*
Özet
Genel olarak akademinin toplumsal yaşam ve onun sorunlarıyla ilişkisi eleştirilmekte ve
toplumsal sorunlara uzak durduğu belirtilmektedir. Yapılan bu araştırma, kadına yönelik
şiddet konusunda akademinin nasıl bir tavrı olduğunu gösterme çabasındadır.
Çalışmanın temel sorusu, 1990 yılından bu yana Türkiye Üniversitelerinde yapılan
yüksek lisans ve doktora çalışmaları içerisinde kadına yönelik şiddetin hangi
boyutlarıyla yer aldığıdır. Araştırma, kadına yönelik şiddet gibi önemli bir konunun
hangi yıllarda daha fazla akademik olarak çalışıldığını, kimler tarafından çalışıldığını,
hangi bölümlerin bu konuda araştırma yaptığını ortaya koymaya çalışmıştır. Araştırma
aynı zamanda akademi ile kadına yönelik şiddet konusunun bağını da görmeye
çalışmaktadır. Araştırma, üniversitelerde yapılan tezlerin toplandığı merkez olan YÖK
tez merkezinde bulunan tezlerle kendini sınırlamıştır. Başka kurumlarla yapılan ortak
projeler bu çalışmanın dışında tutulmuştur. Çalışmanın sonunda üniversiteler
bünyesinde yer alan Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerinin bu alandaki faaliyetleri
etkileme gücünün olduğu, kadına yönelik şiddet gibi çok önemli bir sorunda toplumsal
kurumların hepsinin harekete geçmesi gerektiği ve son olarak da üniversitelere önemli
görevler düştüğü iddia edilmiştir.
Anahtar sözcükler: kadına yönelik şiddet, bilimsel araştırma, tez
Abstract
Generally academia has been criticized by not only its limited attention to social life and
social problems but also has being away from social problems. Submitted study gaining
importance is to show academia’s attitude towards violence against women. The basic
question of the study is to search the proportion of the dissertations (both masters and
doctorates studies) dealing with the violence against women in Turkish universities
since 1990. The study tries to examine the dissertations on the issue of violence against
woman; has it been worked by whom, by which departments and by which years.
Moreover the study is to see a connection between the academia and the issue, violence
against women. This study limits itself by the Higher Education Thesis Center, a
collection center of dissertations done by the universities in Turkey. Other studies, joint
projects done by other institutions, are excluded for the aim of the study. The study
claims that Woman’s Studies Research Centers of Universities can be very influential
tools, all social institutions has to take actions, and the last but not least, universities has
to take important responsibilities considering the importance and urgency of the issue.
Key words: violence against women, academic research, dissertation
*
Öğretim Görevlisi, 19 Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, [email protected]
24
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Giriş
Üniversitelerin toplumsal sorunlarla ilgisi veya ilgisizliği, toplumsal sorunların çözümü
için yapacakları katkılar ve duyarsızlıkları çok boyutlu bir tartışmayı beraberinde getirir.
Üniversite ve toplumsal yaşam arasındaki ilişki tartışması, bilim ve yaşam arasındaki
kaçınılmaz ilişkinin hangi biçimlerde olduğu üzerine, aralarında bir hiyerarşik ilişki
olup olmadığı üzerine devam edip gider. Bilimsel çalışmalar ne kadar toplumsal
yaşamın içinden çıkar? Bilimsel çalışmalar toplumsal yaşamın sorunları çözmekle
yükümlü müdür? Sosyal bilimler toplumsal yaşamın dinamiklerini anlamakta ne kadar
muktedirdirler? soruları bahsi geçen tartışmanın önemli mihenk taşlarını ifade ederler.
Bunun yanında sosyal bilimler için üniversitenin kendisi bir toplumsal oluş ve
toplumsal ve siyasi gelişmeler ışığında değişen, değiştirilen, hükmedilen bir kurum
olarak da tartışma konusudur. Üniversitelerin nasıl çalıştığı, işlevleri, yönetimi, karar
alma güçleri, siyasi ve ideolojik oluşum içinde şekillendiği göz ardı edilemeyecek kadar
aşikârdır. Buradan da baktığımızda üniversite ve bilimsel çalışmalar ama hangi
kriterlerle, kim yararına, kimin kararıyla soruları akademik hayatın kendi içinde
tartışmaya devam edeceği konular içindedir. Özerk üniversite, bilimsel özgürlük gibi
kavramlarla yürütülen akademinin kendisinin toplumsal bir sorunun içinde ve bizzat
toplumsal sorunun kendisi olması yürütmeye çalışılacak tartışmanın önemli bir
boyutunu meydana getirmektedir.
Bu bağlamlar ışığında yapılan bu çalışma yakıcı bir toplumsal sorun olan kadına
yönelik şiddet konusunda üniversitelerde yapılan çalışmaları değerlendirmeye
çalışacaktır. Üniversitelerin konuyla ilgili merkezleri ve yüksek lisans ve doktora
düzeyinde yürüttüğü çalışmaları derlemeye çalışan bu araştırma, toplumsal anlamda
önemi ve aciliyeti bir çok kurum tarafından ifade edilen kadın cinayetleri konusunda
neler yaptığını özetlemeye çalışacaktır. Çok boyutlu bir sorun olan kadına yönelik
şiddet konusu kısaca ifade edildikten sonra bu çok boyutlu sorunun çözümü için birçok
kurumun birlikte çalışması gerektiği ve bu kurumlar içinde üniversiteler de yerini
alması gösterilmeye çalışılacaktır.
Problem Durumu: Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet’in Boyutları
“…Hayriye konuşmaya başladı, kendini anlattı, ismini söyledi ve benim ismimi sordu.
Öyle şok oldum ki… Yani doğaldır şimdi, artık insan köpeğine, kedisine bile isim
koyuyor. Benim 44 yaşında bir kadının, illa ki bir ismi olacak ama ben ismimin farkında
değilim, ismimi unutmuşum. Ondan sonra derin bir şok yaşadım, bir an böyle titredim.
İsmimi söyledim.” KAMER çalışanı (KAMER-Ben Varım, 2007:55)
Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak tanımlanmış kadınlık ve erkeklik rollerinden
kaynaklı yaşadıkları tüm şiddet türleri ve bunların yaşandığı tüm mekanlar (ev, sokak,
işyeri, okul, karakol, kışla) “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” kapsamına giriyor.
Konunun sayılarla, soyut kavramlarla ifade edilişi konuyu zaman zaman gerçek
yakıcılığından bizi uzaklaştırıyor. O sebeple birkaç kadın cinayeti haberini aktarmak
konuyu kavramakta etkili olacaktır.
25
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2011 Haziran ve Ekim aylarında yaşanan kadın cinayetleri vakalarından birkaç örnek;
 Mersin’de M.Y. (52) boşanmak isteyen karısı Hayriye Yakıcı’yı (49) tabancayla
vurarak öldürdü. Kadının bir süre önce savcılığa “Eşim tarafından tehdit
ediliyorum. Başıma bir şey gelirse bunun sorumlusu eşimdir.” Diye dilekçe
verdiği ortaya çıktı.
 Manisa’da şiddet gördüğü için sığınmaevinde kalan, daha sonra eve dönen 2
çocuk annesi Ş.E. (33) kocası İ.E. (45) kendisini aldattığı iddiasıyla karnından
ve sırtından 33 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Ardından evi yaktı. İ.E.
tutuklandı.
 Diyarbakır’da KOCASI V.İ.H.’den (31) şiddet gören Seher Haşimoğlu (29)
sığınmaevine yerleştirildi. Kocasının iknası üzerine sığınmaevinden ayrılan
kadını V.İ.H ruhsatsız tabancasıyla öldürdü. Polise teslim olan koca karısının
hamile olduğunu bilmediğini ve kendisini aldattığı iddiasıyla öldürdüğünü
söyledi. Mahkeme sanığı tahrik indirimi uygulayarak müebbet hapis cezasını 20
yıla, iyi hal nedeniyle 16 yıl 8 aya indirdi.
 İzmir’de S.Ç. boşanmak isteyen karısı Ferdane Çöl’ü (28) bıçaklayarak öldürdü.
Kadın 2 yıl önce şiddet gördüğü için boşanma davası açmış, koruma talebinde
bulunmuştu. Mahkeme kocaya ve ailesine 6 ay yaklaşmama cezası vermişti.
 İzmir’de H.B. (40) şiddet gördüğü için boşanma davası açan ve sığınmaevinde
kalan karısı Yeşim Baytar’ı (34) 10 gün boyunca evde rehin aldı, ardından
bıçakla öldürdü. Adli Tıp incelemesinde H.B.’nin öldürmeden önce karısının
sırtına jiletle ismini yazdığı ortaya çıktı.
 Eskişehir’de M.D. (20) adlı erkek, annesi G.Ö. (43) evde bıçakladı. 18 yıl önce
kocasından şiddet gördüğü için boşanan kadın, savcılığa birçok kez şikayette
bulunduğu ancak oğlunun mahkemede serbest bırakıldığını, kendisine de
koruma sağlanmadığını belirtti. (Hürriyet ve Milliyet gazeteleri arşivleri)
Kadın cinayetleri 7 yıl içinde (2002-2009) yılda %1400 (14 kat) arttı. Adalet
Bakanlığının verileri yıllar içinde öldürülen kadınların sayıları hakkında şöyle;
2002 yılı—66 kadın
2003 yılı—83 kadın
2004 yılı—128 kadın
2005 yılı—317 kadın
2006 yılı—663 kadın
2007 yılı—1011 kadın
2008 yılı—806 kadın
Yine Adalet Bakanlığı’nın verdiği Resmi rakamlara göre Şubat 2010 ile Ağustos 2011
arasında 19 ayda yurt genelinde 78 bin 500 aile içi şiddet vakası yaşanmıştır. Günde
138, saatte 6, her 10 dakikada bir aile içi şiddet olayı olmaktadır. Durumun vahim
olduğu her yönüyle ortadadır. (www.adalet.gov.tr)
Görüldüğü gibi sayılarla ve soyut kavramlarla kadına yönelik şiddeti anlatmak aslında
genel anlamda bize yaşanan vakaları “normalleştiriyor”. Yaşanan cinayetler istatistikî
bilgiler içinde yer almış oluyor. Yalnızca sayılarla şiddet anlatmanın zararları üzerine
düşünmek gerekmektedir. Ama sayılar aynı zamanda konunun vahametini göstermek
26
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
adına da önemlidir. Kadın cinayetlerinin sayıların sunduğu tablo konunun aciliyetini
bize sunmaktadır ama aynı zamanda konu üzerine düşünmeyi bir kısmıyla bağlıyor.
Kadın cinayetleri üzerine yapılan sayısal vurgular şiddet türlerinden olan fiziksel şiddet
(tokat, itme, vurma, v.s.), psikolojik şiddet (tehdit, aşağılama, küfür v.s.), ekonomik
şiddet (aç bırakma, ihtiyaçlarını karşılama izni vermeme, parasına el koyma v.s.) cinsel
şiddet (tecavüz, sarkıntılık, v.s.) gibi şiddet türlerini konuşmamızı engelliyor veya
önemsizleştiriyor. Yine kadın cinayetlerini konuşma zorunda oluşumuz ve sorunun
çözümünde yol alınamayış bizi bu kategori dışında şiddete uğrayanları görmemizin
önünde engel teşkil etmektedir. Bu kategorilerin en başında kız çocuklarına uygulanan
şiddet gelmektedir. Kadın cinayetlerinin aile içi işlenen cinayetler olduğunda yine
kadınlara ve kız çocuklarına uygulanan sokaktaki, okuldaki, iş hayatındaki şiddet türleri
kategori olarak görünmez olmaktadır. Eğer ölüm varsa diğer şiddet türleri
“affedilebilir”, idare edilebilir” kategorilerine yerleşiyor. Bu konunun çok boyutlu
olmasını göstermesi ve bu boyutluluk içinde yalnızca birini öne çıkararak diğerlerini
daha az görerek karmaşıklığının artığını göstermektedir.
2007 yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat’ın TÜBİTAK’ın Sosyal ve Beşeri
Bilimler Araştırma Grubu tarafından desteklenmiş araştırma Türkiye’de bu konuda
yapılmış ulusal çaptaki 2. araştırma ve en yeni araştırma olarak ortaya çıkmıştır. Bundan
önce yapılan araştırma ise T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından 19931994 yıllarında yürütülen “Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları araştırmasıdır.
Yapılan son ulusal çaptaki araştırmanın bildiğimiz sonucu her 3 kadından birinin
fiziksel şiddet gördüğüdür. Bir diğer bulgusu ise her 10 kadından 9’u dayağı haklı
görmemektedir.
“Her kadın cinayeti hayatta kalan kadınlar için bir gözdağı değilse
nedir?”Sığınmaevinde kalan bir kadın (Tekeli(Ed), 2008:6)
Araştırma da şiddetin değişkenleri olarak ele alınan kriterler şunlar olmuştur.
1. Kadının Annesinin babasından dayak yemesi
2. Eşinin anne/babadan dayak yemesi
3. Kayınvalidenin eşinden dayak yemesi
4. Kadının Babasından dayak yemesi
5. Kadının Öğrenimi
6. Kadının Geliri
7. Kadının anneden Dayak yemesi
8. Kadının Medeni Durumu
9. Eşinin Öğrenimi
10. Nikah Türü
11. Aileye daha çok gelir getirme
12. Taşınmaz Mal
13. Evlenme Biçimi
14. Doğum Yeri
15. İş
Bu değişkenlere bakıldığında Türkiye’de kadına yönelik şiddet araştırmasının bulguları
kadının eşinden dayak yeme riskini en fazla artıran etkenin kendi annesinin babasından
27
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
dayak yemesi olduğu ortaya çıkıyor. Bu kadınlar, şiddet görmeyenlere oranla iki misli
daha risk altındalar. İkinci değişken Kocanın kendisinin anne veya babasından dayak
yemesi olarak tespit edilmiştir. Daha sonra kocanın annesinin eşinden dayak yemesi
olarak yapılan tespitler bizi “şiddet döngüsü” kavramına getiriyor. Dördüncü etken
kadının babasından dayak yemesi, olarak karşımıza çıkıyor. Şiddet döngüsü olarak
adlandırılan bu bulgu başka ülkelerde yapılan araştırmalarda da paralellik gösteriyor.
Daha sonra etken olan Kadının eğitim durumu olarak tanımlanan kriterin bize söylediği
eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranının genel
eğilim olarak azalmasıdır. Okuma-yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez
fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı %43 iken bu oran yüksek öğrenim
görmüş kadınlarda %12’dir. Ancak bunu yorumlarken yüksek öğrenim görmüş
kadınların sosyo-ekonomik statü arttıkça kadınların şiddet yaşadıklarını itiraf
etmelerinin zorlaşmasıdır. Yine eğitim meselesinde eşi okur-yazar olmayan kadınların
%50 si en az bir kez fiziksel şiddet gördüğünü söylerken, eşin eğitimi yüksekokul ve
üniversite düzeyine çıktığında oran %18 olmaktadır.
Gelir düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı düşmektedir.
Kadınların gelir getiren bir işlerinin olup olmaması eşlerinden şiddet görüp
görmeyecekleri konusunda açıklayıcı bir değişken olarak görünmemektedir. Ancak
eşler arasındaki statü farkının kadın lehine olması şiddet olasılığını artıran bir faktör
olarak karşımıza çıkmaktadır. Aileye eşinden daha çok gelir getirdiğini söyleyen
kadınların %63’ü eşlerinden en az bir kez fiziksel şiddet gördüklerini ifade etmiştir.
Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, fiziksel şiddet riskini en az iki
misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz
kalmaktadır. Fiziksel şiddetin en az olduğu durum, iki eşin eşit gelir getirdikleri
durumdur.
Medeni durum ve Nikah türü değişkenine bakıldığında Kocalarından boşanmış veya
ayrılmış kadınların fiziksel şiddet deneyiminin %78 gibi çok yüksek bir orana ulaştığını
görüyoruz. Buradan çıkarılacak sonuç, şiddet gören kadınların bir bölümünün ayrılma
ve boşanma yoluyla şiddetten uzaklaşıyor olduklarıdır. Ancak ikinci bir yorum da: Bu
farkın bir bölümü devam etmekte olan şiddeti konuşmanın zorluklarından
kaynaklanıyor olmasıdır. Hangi şartlarda evlenildiğine bakıldığında ise; kendileri
tanışıp anlaşarak ailelerin onayıyla evlenenlerin %28 ‘i, görücü usulüyle evlenenlerin
%37 si en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalmaktayken, bu oran kendileri tanışıp
anlaşarak ancak ailelerinin onayını almadan evlenenlerde %49 a çıkmaktadır.
Kadınların yalnızlaşması özellikle yakın çevrelerinden yalıtılmaları ile aile içi şiddet
arasında güçlü bir ilişki vardır. Fiziksel ve sosyal yalıtım çoğu kez fiziksel şiddete eşlik
eder.
Kır-kent farkına bakıldığında nerede doğulduğu, nerede yaşandığı değişkeniyle
incelendiğinde şehirde oturanların fiziksel şiddete maruz kalma oranları ilçelerde
oturanlara göre yaklaşık %42 daha fazladır. Bu tabloya göre dayağın en az yaşandığı
yerler ilçeler en çok yaşandığı yerler ise şehirlerdir. (Altınay, Arat, 2008:92)
Yapılan araştırmadan çıkarılacak sonuçlardan biri de kadına yönelik şiddeti anlamanın
ve konuşmanın çok boyutlu bir tartışma olduğudur. Kadına yönelik şiddeti konuşurken
ataerkil zihniyeti, toplumsal cinsiyet rollerini, kadın-erkek arasında kurulmuş olan
28
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
hiyerarşik ilişkiyi konuşma zorunluluğu konuyu daha fazla karmaşık hale getirmektedir.
Her iktidar ilişkisi potansiyel şiddet içerir. Her hiyerarşik ilişki içerisinde “zor”
barındırır. Efendi-Köle, Yöneten-Yönetilen, Patron-İşçi, Ebeveyn-Çocuk ilişkileri
içerisinde yaptırım gücü olarak şiddet barındırmaktadır. Erkek-Kadın ilişkisi de
hiyerarşik bir ilişkidir ve içerisinde şiddet potansiyelini saklı tutar. (Canetti, 2010:48)
Kadına yönelik şiddetle mücadele de literatürde çokça bahsi geçen sığınmaevlerinin
açılması, şiddet uygulayan erkeğin cezalandırılması, kadının ekonomik gücünün
artırılması, eğitim düzeyinin artırılması sıkça dile getirilmekle birlikte şiddete son
vermediği araştırma bulgularıyla sabittir. Araştırma bulguları şiddetin iyi gelirli
ailelerde de yaşandığını, yüksek eğitim almış kadınların da şiddet gördüğü,
sığınmaevlerinin olduğu Batı Avrupa’da da kadına yönelik şiddetin ortadan kalkmadığı
gözlenmektedir. Eğer kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak isteniyorsa, kadın ve
erkek arasında kurulan tarihsel, kültürel, dinsel, siyasal, sosyal hiyerarşik ilişkiyi
eşitlerin ilişkisi haline getirmek için adı geçen toplumsal yapıların ve zihniyetlerin
değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da sorunun çözümünü daha da zorlaştırmaktadır.
Amaç
Toplumsal bir sorun olan kadına yönelik şiddetin üniversitelerde hangi bağlamda hangi
önem düzeyinde tartışıldığını ortaya koymak temel amacına sahip bu çalışma
üniversitelerin hangi bölümlerinin konuyu daha fazla ele aldığını görmeye çalışmıştır.
Akademinin üstte tariflenen kompleks sorun karşısındaki tutumu ve gerçek hayat içinde
üniversitelerin sorun çözücü olma özelliklerinin boyutunu görmek bağlamında
önemlidir. Genelde üniversitelerin özelde sosyal bilimlerin içinde bulunduğu toplumun
sosyal sorunlarıyla ne kadar ilgili olduğu, sorun çözme bağlamında ne kadar etkin
olduğu tartışması kadına yönelik şiddet hususunda görülmeye çalışılmıştır. Sosyal
bilimlerin temel hedefi toplumsal olanı anlamaya çalışmak olduğu, sorun çözümü için
de önerilerde bulunabileceği konusunda işlevini ne kadar yerine getirmektedir?
Sorusunu somutta kadına yönelik şiddet konusunda bakmak temel amaç olarak ele
alınmıştır.
Tartışma
2011 yılı itibariyle Toplamda 165 üniversite var. 103 i devlet üniversitesi, 62’i vakıf
üniversitesidir. (YÖK internet sayfası) Bunlardan yalnızca 19 üniversitede Kadın
Sorunları Araştırma Merkezleri bulunmaktadır. Yine 165 üniversiteden kaçında Kadın
Çalışmaları yüksek lisans programı var diye bakıldığında aşağıdaki üniversiteler
karşımıza çıkmaktadır. Üniversitelerin bu konuyla en yakından ilgili olacak birimleri ilk
önce eğer varsa bünyelerinde kurulan Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama
Merkezleridir. Türkiye üniversitelerinde hangi üniversitelerde bu merkezlerin olduğu
aşağıdaki gibidir.
Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri
1. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KAUM)
(1989)
2. Ankara Üniversitesi Kadın Sorunlar Araştırma ve Uygulama Merkezi
(KASAUM) (1993)
29
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
3. Gazi Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (1996)
4. Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
(HÜKSAM)
5. Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (EKAM)
(1996)
6. Atılım Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
7. Çankaya Üniversitesi Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi
(1998)
8. Çukurova Üniversitesi Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezi (KADAUM)
(1996)
9. Gaziantep Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
(GÜKAMER) (1997)
10. Yüzüncüyıl Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
(YÜKAM) (1998)
11. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Kadın ve Toplum Uygulama ve Araştırma Merkezi
(OKTAM) (2010)
12. Mersin Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
(MERKAM)(1998)
13. Marmara Üniversitesi Kadın İşgücü İstihdamı Araştırma ve Uygulama Merkezi
(1982)
14. Eskişehir Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
15. Akdeniz Üniversitesi Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Araştırma ve
Uygulama Merkezi, (2008)
16. Erciyes Üniversitesi Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (2008)
17. Uşak Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi
18. Kocaeli Üniversitesi Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (2000)
19. Yalova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
1970'lerde Batı'da yeniden canlanan feminist hareketin kazanımlarından birisi de
üniversitelerde Kadın Çalışmaları bölümlerinin açılması oldu. Kadın Çalışmaları
bölümleri, üniversiteyi hem üretim hem de mücadele alanı olarak gören yaklaşımla,
çoğunlukla disiplinlerarası bir alan olarak faaliyet gösterdi.
Türkiye'de ise 1980'lerde ortaya çıkan kadın hareketinin üniversiteyle ilişkilenmesi
80'lerin sonunu buldu. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri'nin ilki
1989'da İstanbul Üniversitesi (İÜ) bünyesinde kuruldu. Merkez, 1990-1991 öğretim
yılında disiplinlerarası bir bilim dalı olarak Kadın Araştırmaları Yüksek Lisans
Programına başladı, 1993'te ise İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü içinde Kadın Araştırmaları
Ana Bilim Dalı kuruldu.
Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans programı olan üniversiteler
1.
2.
3.
4.
5.
ODTÜ
İstanbul Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Ege Üniversitesi
30
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
6. Mersin Üniversitesi
7. 19 Mayıs Üniversitesi
Kadına yönelik Şiddet araştırmasında (Altınay, Arat, 2008:53) belirtildiği gibi
üniversitelerde kadın çalışmaları alanında yapılan akademik çalışmalar ağırlıklı olarak;







Feminist Tarih yazımı
Edebiyat
Emek
Çalışma Hayatında kadınların konumu
İslam-Başörtüsü
Kadınların siyasi katılımı
Kadın Hareketinin demokrasiye katkıları konularından oluşmaktadır.
Yapılan bu araştırma YÖK tez merkezinde 1990’dan bu yana yapılan yüksek lisans ve
doktora tezlerini dizin ve konu olarak kadına yönelik şiddet konusunda tarayarak
verilerine ulaşmıştır.
Yapılmış Tezler
YÖK’e bağlı Ulusal Tez Merkezindeki tezlerin incelenmesi sonucu ortaya çıkan tablo
şu şekildedir.
Sosyal Bilimler Enstitüsü
55
Sağlık Bilimleri Enstitüsü
41
Adli Tıp
5
Eğitim Bilimleri
1
Güzel Sanatlar Enstitüsü
1
Fen Bilimleri Enstitüsü
1
Toplam
104
Kadın Çalışmaları Anabilim Dalları içinden yapılan tezlerin toplamı Yüksek Lisans
tezleri olarak 137 dir. Bu tezler içerisinde kadına yönelik şiddet az bir yer tutmaktadır.
Zaten Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı tezleri zaten aynı zamanda Sosyal Bilimler
Enstitüsü bünyesinde görmekteyiz.
Sosyal Bilimler Enstitüsünde yapılmış tezlerin analizi:
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi
Doktora Tezi
49
6
31
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yıllar
1990-1999
2000-2009
2010-2012
6
35
14
Tez yazanlar
Kadın
Erkek
52
3
Tez Danışmanları
Kadın
Erkek
37
18
Alanlarına göre
Sosyoloji
Psikoloji
Kadın Çalışmaları
Gazetecilik
İktisadi idari bilimler (İşletme, Çeko,
Siyaset Bilimi, Uluslar arası İlişkiler)
Hukuk
Sosyal Hizmetler
İlahiyat
İngiliz Dili ve Edebiyatı
12
12
10
10
4
3
2
1
1
Sağlık Bilimleri Enstitüsünde yapılmış kadına yönelik şiddet konulu tezlerin analizi:
Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Yüksek Lisans
Tıpta Uzmanlık
Doktora
27
8
6
Yıllar
1990-1999
2000-2009
2010-2012
3
27
11
32
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tez Yazanlar
Kadın
Erkek
39
2
Tez Danışmanları
Kadın
Erkek
29
12
Alanlarına göre
Halk Sağlığı
Hemşirelik
Psikiyatri
Aile Hekimliği
Disiplinlerarası Tıp
Adli Tıp
15
17
5
2
1
1
Bundan başak Adli Tıp, Eğitim Bilimleri, Güzel Sanatlar Enstitüsü ve Fen Bilimleri
enstitüsünden de konuyla ilgili yapılmış tezler vardır. Oradakilerin analizi:
Adli Tıp alanında yazılan tezlerin hepsi yüksek lisans tezleri. 2002-2009 yılları arasında
yazılmışlar. Tezi yazanların 3 tanesi kadın. Tez danışmanlarının 4 tanesi erkektir.
Eğitim Bilimlerinde yazılan tez yüksek lisans tezidir. 2011 yılında yazılmıştır. Yazarı
erkek danışmanı kadındır.
Güzel sanatlar Enstitüsünde yazılan tez yüksek lisans tezidir. 2008 de yazılmıştır.
Tezin yazarı kadın, danışmanı erkektir.
Fen Bilimleri Enstitüsünde yazılmış tez yüksek lisans tezidir. 2006 yılında yazılmıştır.
Yazarı ve danışmanı kadındır.
Sonuç
“Hakkında konuşulamayan şey karşısında susmak gerekir.”
Wittgenstein
Kadına yönelik şiddet Türkiye’de katlanarak artarken yukarda alıntıladığımız
Wittgenstein sözü üniversitelerin kadına yönelik şiddet konusundaki tavrı için geçerli
midir? Yapılan bu araştırma göstermektedir ki; üniversitelerin Kadın Sorunları
Araştırma Merkezleri sayısı itibariyle çok eksiktir. Ayrıca belirtilen bu merkezlerin
kimileri aktif işler durumdayken kimileri yalnızca kâğıt üzerinde gözükmektedir. Yine
bünyesinde merkez olan bu üniversitelerin çok azının yalnızca 7 üniversitenin Kadın
Çalışmaları Anabilim Dalında yüksek lisans programları vardır. Özel olarak bu alanda
hem sahada hem de akademik alanda çalışma yapacak bu merkezlerin yalnızca tabela
merkezler oluşları öyle olmasalar bile sayılarının çok yetersiz oluşu üniversitelerin
kadına yönelik şiddet konusundaki tutumu hakkında bilgi vermektedir.
33
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tezlerin içeriklerine bakıldığında kadına yönelik şiddet deyince yalnızca aile içi
şiddetin ve şiddet türlerinden fiziksel şiddetin konu edinildiği görülmektedir. Kadına
yönelik şiddetin yalnızca aile içinde gerçekleşmediğini bilmemize rağmen, şiddet
deyince yalnızca fiziksel şiddet kastedilmese de diğer kategoriler araştırma konusu
yapılmamıştır. Kadına yönelik fiziksel şiddetin ve özelde Kadın cinayetlerinin artması
karşısında üniversitelerin ilgisinin ve ilgilenecek alanlarının da az olması sebebiyle
yapılmış tezler genelde aile içi fiziksel şiddetin nedenleri, sonuçları, sığınmaevi
pratikleri, hukuksal tartışmaları kapsamaktadır. Ayrıca kız çocuklarına yönelik şiddette
kadına yönelik şiddet kapsamında kategori dışı olmaktadır. Kadına yönelik şiddet
deyince üniversitedeki akademik çalışmalarının gördüğü evli kadınların eşlerinden
gördükleri şiddet akla gelmektedir. Bu da alanı en dar kapsamda değerlendirmek olarak
gözükmektedir.
Konuyu tartışmanın çok boyutluluğu akademik çalışmalar için inter-disipliner çalışmayı
da zorunlu kılmaktadır. Üniversitelerin inter-disipliner çalışma tecrübesinin az olduğu
göz önüne alınırsa bu alanda çalışmanın zorluğu da ortaya çıkabilir. Yine üniversitelerin
bünyesinde kurulan Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerinin bütçe konusunda
sıkıntılar çektiği, yapılacak faaliyetler için tanımlı bütçelerinin çok düşük olması onları
bu konuda etkisiz kılmaktadır.
Yapılan analizler göstermektedir ki; konuyu akademik olarak çalışan sosyal bölümler
içinde sosyoloji ve psikoloji bölümleridir. Sağlık bilimleri içinde de halk sağlığı ve
hemşirelik bölümleri konunun muhataplarıdır. Sağlık bilimleri bölümleri olan halk
sağlığı ve hemşirelik bölümleri şiddet vakalarıyla birebir karşılaşan ilk elden karşılaşan
kurumlara çalıştıkları için bir sonuç olan kadına yönelik şiddeti sağlık çalışanların
tutumlarını araştırma ve şiddetin sebeplerini sorgulama kapsamında şekillenmiştir.
Konuyu çalışanlara baktığımızda da kadın akademisyenlerin ağırlıkta olduğunu
görmekteyiz. Kadın konusu kadınların ilgilendiği akademik bir alan olarak
gözlemlenmektedir. Bu da konuyu gettolaştırmakta ve bir alana hapsetmekle
sonuçlanmaktadır.
Son olarak konunun hangi tarihlerde daha fazla çalışıldığını bakıldığında 2000 yılından
sonra konuya ilginin artığını söyleyebiliriz. Özellikle 2005-2012 yılları bu konunun
araştırmalara en fazla konu edildiği yıllar olmaktadır.
Öneriler
Konunun ehemmiyeti oranında üniversiteleri bu konunun daha fazla muhatabı yapmak
için özellikle sosyal bilimler bölümlerinde toplumsal cinsiyet dersleri lisans düzeyinde
koyulabilir. Eğitimin kadına yönelik şiddetin önlenmesinde bir çözüm olarak
tekrarlanması bunu gerekli kılmaktadır. Üniversite eğitimi içinde karşılaşmadığı bir
konuda akademik çalışma yapmak istemek zor olacağından lisans düzeyinde konuyla
ilgili derslere ve uygulamalara yer verilmelidir ki sonrasında konuyla ilgili bilimsel
çalışma yapmanın alt yapısı oluşabilsin.
Daha fazla kadın çalışmaları yüksek lisans programlarının açılması üniversitelerin
sosyal bilimler enstitülerinin teşvik etmesi gerekli bir konu olarak gözükmektedir.
34
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bakıldığında Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri konuyu üniversiteler
için canlı tutma konuyu araştırma konusunda en etkili alanlar olarak gözükmektedir.
Kadın Çalışmaları yalnızca kadınların içinde olduğu bir akademik olarak
düşünülmemeli, toplumsal cinsiyet tartışmalarının aynı zamanda erkekler için biçilmiş
toplumsal cinsiyet rollerini de kapsayan bir alan olarak değerlendirilmelidir. Toplumsal
cinsiyet tartışmaları ve araştırmaları yalnızca kadın ve onun sorunları araştırması
değildir. Aynı zamanda da erkeklik, onun toplumsal olarak tanımlanmış rolleri ve
sorumlulukları tartışmasıdır.
Gerek sosyal bilimin gerekse tüm akademik çalışmaların yalnızca teorik çalışmalar
olarak kalmasının önüne geçebilmek için toplumsal yaşamla daha fazla ilişki kuran,
gerçek hayatla bağlarını kuvvetlendiren üniversite modelleri konusunda düşünmeye
başlamak gerekmektedir. Sosyal bilimlerin özelde sosyolojinin toplumu anlamak gibi
asıl derdini ondan uzakta gerçekleştiremeyeceği gün gibi aşikardır.
Kadına yönelik şiddet tartışmalarının yalnızca fiziksel şiddeti ifade etmediğini ve kadına
yönelik şiddet kız çocuklarına yönelik şiddeti kategorik olarak kapsadığını konuyu
tartışanlara hatırlatmak akademik çalışmaların temelini oluşturmalıdır.
Üniversitelerin inter-disipliner çalışma pratiklerini artırması ve ayrıca yine
üniversitelerin başka kurum ve kuruluşlarla çalışabilme becerisi göstermesi gereklidir.
Eğer böyle olursa çözümün bir parçası olabilecektir. Bu haliyle çözüm üretmekte çok
yetersiz kalmaktadır.
Kaynakça
Altınay, A. G., Arat, Y. (2008). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul: Punto
Baskı Çözümleri
Aslan, S. (Ed) (2009). Kadınlar Arasında. İstanbul: Amargi yayınları
Berktay Hacımirzaoğlu, A. (Ed) (1998). 75 yılda kadınlar ve Erkekler. İstanbul: Tarih
Vakfı Yayınları
Bora, A., Günal, A.(Ed) (2002). 90’larda Türkiye’de Feminizm. İstanbul:İletişim
Bottomore T., Nisbet, R. (Ed) (2002). Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. Ankara: Ayraç
yayınevi
Canetti, E. (2010). Kitle ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı
Dedeoğlu, S., Yaman Öztürk, M. (2010). Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği.
İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı
Donovan, J. (2010). Feminist Teori. İstanbul: İletişim
Durudoğan, H., Gökşen, F., Emrah Oder, B., Yükseker, D. (Ed) (2010). Türkiye’de
Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları-Eşitsizlikler Mücadeleler Kazanımlar. İstanbul:Koç
Üniversitesi Yayınları
35
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Gibson-Graham, J.K. (2010). Bildiğimiz Kapitalizmin Sonu. İstanbul:Metis
Güven, S. (1998). Türkiye’de Sosyal Sorunlar ve Sosyal Politikalar. Bursa: Ezgi
Kitabevi yayınları
KAMER-Ben Varım, (2007). KAMER Vakfı Yayınları, Diyarbakır
Kandiyoti, D., Saktanber, A. (Ed) (2003). Kültür Fragmanları, Türkiye’de Gündelik
Hayat. İstanbul:Metis
Özbudun, S., Demirer, T., Demirer, Y. (2000). Kadın Yazıları. Ankara:Ütopya
Tekeli, Ş. (Ed) (2008). Şiddete Karşı Anlatılar, Ayakta Kalma ve Dayanışma
Deneyimleri. İstanbul: Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
http://tez2.yok.gov.tr/
www.adalet.gov.tr
www.hurriyet.com.tr
www.milliyet.com.tr
www.yok.gov.tr
36
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ERKEN YAŞ EVLİLİKLERİ: DİYARBAKIR ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Aytekin SIR*
Doç. Dr. İlhan KAYA
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Cemal KAYA
Yrd. Doç. Dr. Yasin BEZ
Çalışmanın Özeti
Bu araştırmaya Diyarbakır ili merkezinde ikamet etmekte olan kadınlar dahil
edilmiştir. Araştırmaya katılan kadınlarla yüz yüze görüşülmüş ve araştırma sorularını
cevaplamaları istenmiştir. Araştırmada ele alınan ve cevap aranan konular şu şekilde
özetlenebilir:
 Kadınların evlenmeden önceki aile özelikleri (maddi durum, kardeş sayısı, annebabasının akraba olup olmadığı, göç hikayesi),
 Evlilikleri ile ilgili sürecin sosyal ve kültürel özellikleri (başlık parası, berdel, beşik
kertmesi, akraba evliliği),
 Evlilik yaşı, ilk gebelik yaşı, çocuk sayısı, düşük sayısı, eşleri ile anlaşabilme
durumları,
 Hem evlenmeden önce hem de evliliği süresince istismara uğrayıp uğramadığı.
Çalışmanın Amacı ve Metodu
Bu çalışma Dicle Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi (DÜSAMER)
tarafından Diyarbakır merkezinde yaşamakta olan evli kadınlarda aile-evlilik
özelliklerini ve aile içi şiddeti araştırmak ve ayrıca erken yaşta (18 yaşından önce)
evlenenleri erişkin yaşta evlenenler ile karşılaştırarak erken yaşta evlenme ile ilişkili
sosyal ve kültürel faktörleri ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Çalışmanın veri
toplama süreci 14 – 18 Kasım 2011 tarihleri arasında 456 kişiye uygulanan bir anket ile
gerçekleştirilmiştir. Daha sonra toplanan veriler bilgisayar ortamını aktarılmış ve gerekli
istatistikî analizler yapılarak, sonuçlar raporlaştırılmıştır.
Çalışmanın örneklemi alınırken şu hususlara dikkat edilmiştir. Öncelikle TUİK
verileri temel alınarak Diyarbakır’ın nüfus yapısı (yaş, cinsiyet, eğitim ve gelir durumu)
çıkarılmış ve buna göre kotalar belirlenmiştir. Bu kotalara göre nüfusun yaş ve cinsiyet
yapısı tutturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Diyarbakır kent merkezi dört ana ilçe
sınırlarına göre bölünmüş ve daha sonra da bu ilçelerde kendi içerisinde bölümlere
ayrılarak anketör görevlendirilmesi yapılmıştır. Eğitime tabi tutulan anketörlerin TUİK
verilerini dikkate alması ve buna göre nüfusun yaş ve cinsiyet temsiliyetini sağlamaları
istenmiştir.
Araştırma sonuçları ise 2 şekilde incelenmiştir. İlk olarak araştırmaya katılan
tüm kadınların verileri tanımlayıcı istatistikler kullanılarak incelenmiştir. İkinci kısımda
ise erken yaşta (18 yaşından önce) evlenmiş olan kadınlar ile 18 yaşında veya daha
sonra evlenmiş olan kadınlar karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırma ile çocuk yaşta
evlenmiş olanların erişkin yaşta evlenmiş olanlardan araştırmada elde edilen veriler
açısından ne gibi farkları olduğunu ortaya koymak amaçlanmıştır.
*
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı
37
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Araştırmaya yaş ortalaması 38.1±11.6 olan 17 ve 65 yaşları arasında 456 kadın
katılmıştır. Tüm grubun sahip olduğu ortalama kardeş sayısı 7.2±2.5 idi. Evlenmeden
önce ailelerinin maddi durumunu kadınların %22’si fakir olarak, %63’ü orta halli olarak
ve %7’si zengin olarak nitelendirmiştir. Katılımcıların %18’i evlenmeden önce ailecek
göç yaşamış kişilerdi. Anne ve babası arasında akrabalık bağı olduğunu bildiren
kadınların oranı %31 idi. Eşler olguların yarısında ya amca oğlu ya da hala oğlu idi.
Araştırmaya katılan kadınların %17’si evlenmeden önceki dönemde fiziksel istismara
%2’si ise cinsel istismara maruz kaldığını ifade etmiştir.
Kadınların %37’si 18 yaşından önce evlendiğini bildirmiştir. Erken evlenen bu
kadınların yarısından fazlası ise 15 yaşında veya daha da öncesinde evlendiği
anlaşılmıştır. Bildirilen en düşük evlenme yaşı 10 yaş olmuştur. Dolaylı yoldan
erkeklerin evlenme yaşlarını tespit etmek için kadınlara evlendiklerinde eşlerinin kaç
yaşında olduğu sorulduğunda evlendiğinde eşinin 18 yaşının altında olduğunu
bildirenlerin oranı %5 olarak tespit edilmiştir. Bu orandan da anlaşılacağı gibi
kadınlarda erken evlenme erkeklerden çok daha yüksek orandadır. Kocası kendisinden
en az 6 yaş büyük olan kadınların oranı %39 iken en az 10 yaş büyük olan kadınların
oranının %9 olduğu görülmüştür. Araştırma grubunda resmi nikahı olmayan yaklaşık
%4 kadın mevcuttu, bu kadınların önemli bir kısmının ikinci eş (kuma) olması
nedeniyle resmi nikahları yoktu. Kadınların yaklaşık %32’si ilk gebeliğini 18 yaşının
altında yaşamıştı. Araştırmada bildirilen en düşük gebelik yaşı 13 yaş idi. Tüm
katılımcıların ortalama çocuk sayısı 3.48±2.34 (en düşük=0, en yüksek=13)
Kadınların yaklaşık dörtte biri (%26) ailesi istediği için evlendiğini bildirdi.
Sevdiği veya mutlu olacağını düşündüğü için evlenenlerin oranları ise sırasıyla %46 ve
%18 idi. Vakti geldiğini düşündüğü için evlendiğini ise kadınların %13.3’ü bildirdi.
Görücü usulü ile ikna olarak veya anlaşarak evlenenlerin oranı %85 iken istemediği
halde evlendirilmiş veya kaçırılarak evlenmiş olan kadınların oranı %15 olmuştur.
Evlenirken kadınların %22’sinin fikri hiç sorulmamıştı. Öte yandan kendisi için başlık
parası ödendiğini kadınların %21’i bildirmiştir. Ödenen başlık paralarının yaklaşık üçte
biri 1000 TL’den az, diğer üçte biri 1000 ile 5000 TL arasında ve kalan üçte biri de
5000 TL’den fazla idi. Kendisi için 100.000 TL den fazla başlık parası ödendiğini ifade
eden 3 kadın olmuştur, bunlardan 1 tanesi kaçırıldığını ve kendisi için 250.000 TL
ödendiğini ifade etmiştir. Evliliklerinde berdel veya beşik kertmesi bulunan kadınların
oranı %3.5 olmuştur. Bir akrabasıyla evli olanların oranı %37’dir. Bu oran çalışmaya
katılanların anne babaları arasında görülen akraba evliliği oranından daha yüksektir.
Akraba evliliği yapmış bu kadınların yaklaşık yarısı ya amca oğluyla veya hala oğluyla
evliydi. Bu açıdan eşlerin akrabalık bağları bir önceki nesilde gözlemlenen ile benzer
özellikler göstermekteydi.
Tüm katılımcıların %11’i eşinden fiziksel veya sözel şiddet gördüğünü ifade
etmiştir. Bununla birlikte araştırmaya katılanların %35’i eşiyle çok iyi anlaştığını,
%30’u iyi anlaştığını, %26’sı ise orta düzeyde anlaştığını bildirmişken kalan %9’u
eşiyle ilişkilerini kötü veya çok kötü şeklinde nitelendirmiştir. Araştırmaya katılan
kadınların %35’i “hastalığınız var mı?” sorusuna evet yanıtını vermiştir. Katılımcıların
%33’ü ise doktorların nedenini bulamadıkları ağrıdan şikâyetçilerdi.
Araştırmaya katılan kadınlardan 18 yaşından önce çocuk yaşta evlenenler ile 18
yaşında veya sonrasında evlenenler kıyaslandığında ortalama kardeş sayısı, ailenin
kaçıncı çocuğu oldukları, evlenmeden önce ailece göç edip etmedikleri, resmi nikah
yapıp yapmadıkları ve çocukluk çağında herhangi bir cinsel istismara maruz kalıp
kalmadıkları açısından önemli bir fark yoktu.
38
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yapılan karşılaştırmalar sonucunda 18 yaşından sonra evlnenlere kıyasla erken
yaşta evlenen kadınlarda evlenmeden önce fakirliğin ve fiziksel ve sözel istismara
maruziyetin daha yüksek oranda olduğu, evlilikle ilgili kadının görüşüne daha seyrek
başvurulduğu, başlık parası, berdel ve beşik kertmesi adetlerinin daha sık uygulandığı,
akraba evliliğinin daha yüksek oranda gerçekleştiği, ortalama çocuk sayısının ve düşük
sayısının daha yüksek olduğu, 18 yaşından önce evlenen tanıdıklara daha sık rastlandığı
ve ayrıca hastalık ve nedensiz ağrı bildiriminin daha sık olduğu tespit edilmiştir. Bu
paragrafta belirtilmiş olan sonuçlar çalışmanın belki de en önemli sonuçları
niteliğindedir.
Sonuç olarak bu çalışma ile Diyarbakır ilinde yaşamakta olan evli kadınların
aile, evlilik ve istismar ile ilgili durumları tespit edilmiş; erken yaş evliliklerinin daha
sonraki yaşlarda yapılan evliliklerden farklılaşan çeşitli yönleri olduğu ortaya
koyulmuştur.
Araştırma Sonuçları
Araştırmaya toplam 456 evli kadın katılmıştır.
Çalışmaya katılan kadınların ortalama kardeş sayısı: 7.2±2.5 (en az=0, en çok=15)
Araştırmaya katılan kadınların büyük çoğunluğu evlenmeden önceki maddi durumunu
orta halli olarak nitelendirmiştir.
39
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Evlenmeden önce ailesiyle birlikte çeşitli nedenlerle göç yaşamış olma hikayesi
araştırmaya katılan kadınların %18’inde mevcuttu.
Katılımcılar içerisinde anne ve babası birbirinin akrabası olanların oranı %31’dir.
Katılımcıların anne ve babaları arasındaki akrabalık bağı %39 oranı ile en sık amca
çocukları düzeyinde idi.
40
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Katılan kadınların %17’si çocukluk döneminde fiziksel istismara uğradığını bildirmiştir.
Katılanların yaklaşık %2’si çocukluk döneminde cinsel istismara maruz kaldığını
bildirmiştir (gerçekte olduğundan daha az bildirilmiş olabilir).
Kadınların %37’si 18 yaşında önce evlenmiştir. Erken evlenenlerin yarısından fazlası da
15 yaşında veya daha da öncesinde evlenmiştir. Çalışmaya katılanlarda en düşük
evlenme yaşı olarak 10 yaş bildirilmiştir. Bildirilen en düşük evlenme yaşı 10 yaş idi.
41
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Dolaylı yoldan erkeklerin evlenme yaşı sorulduğunda 18 yaş altında erken evlilik
oranının erkeklerde %5 oranında olduğu tespit edildi. Bu oran kadınlar arasında görülen
erken evlenme oranından çok daha düşüktü.
Kocası kendisinden en az 6 yaş büyük olan kadınların oranı %39 idi. Eşi kendisinden en
az 10 yaş büyük olan yaklaşık %9 evli kadın vardı.
42
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Resmi nikahı olmayan yaklaşık %4 evli kadın mevcut, ancak bu kadınların önemli bir
kısmının ikinci eş (kuma) olması nedeniyle resmi nikahları yoktu.
Kadınların yaklaşık %32’si ilk gebeliğini 18 yaşının altında yaşadığını bildirmiştir.
Bildirilen en düşük gebelik yaşı 13 yaş idi.
43
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tüm katılımcıların ortalama çocuk sayısı 3.48±2.34 (en düşük=0, en yüksek=13)
Kadınların yaklaşık dörtte biri (%26) ailesi istediği için evlendiğini bildirdi. Sevdiği
veya mutlu olacağını düşündüğü için evlenenlerin oranları ise sırasıyla %46 ve %18 idi.
Vakti geldiğini düşündüğü için evlendiğini ise kadınların %13.3’ü bildirmiştir.
44
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İstemediği halde evlendirilmiş veya kaçırılarak evlenmiş olan kadınların oranı toplam
yaklaşık %15’dir.
Kadınların %22’sinin evlenirken görüşü sorulmamış.
Başlık parası araştırmaya katılan kadınların %21’i için ailelerine ödenmiş.
45
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kendisi için ödenmiş başlık parasının 100.000 TL den fazla olduğunu bildiren 3 kadın
olmuştur. Bunlardan 1 tanesi kaçırılan bir kadındı ve kendisi için ödenmiş başlık parası
bu araştırmada bildirilen en yüksek miktar olan 250.000 TL idi.
Araştırmaya katılan kadınların %37’si eşi ile akrabalık bağının olduğunu bildirmiştir.
46
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Eşinin aynı zamanda akrabası olduğunu bildiren kadınların %34’ü amca oğlu ile
evliydi. Aralarında akraba evliliği olan eşlerin akrabalık bağları bir önceki nesilde
gözlemlenen ile benzer özellikler göstermekteydi.
Evli kadınların %11’i eşlerinden fizikse veya sözel şiddet gördüğünü bildirmiştir.
Araştırmaya katılanların %35’i eşiyle çok iyi anlaştığını, %30’u iyi anlaştığını, %26’sı
ise orta düzeyde anlaştığını bildirmişken kalan %9’u eşiyle ilişkilerini kötü veya çok
kötü anlaştıkları şeklinde nitelendirmiştir.
Hastalığınız var mı ? sorusuna araştırmaya katılanların %35’i EVET yanıtını vermiştir.
47
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Doktorların nedenini bulamadıkları ağrılarınız var mı ? sorusuna araştırmaya
katılanların %33’ü EVET yanıtını vermiştir.
Araştırma bulgularının bundan sonraki kısmında erken yaşta (18 yaşından önce)
evlenen 166 kadın ile sonraki yaşlarda (18 ve üzeri yaşlarda) evlenmiş 288 kadın elde
edilen çeşitli veriler kullanılarak kıyaslanmıştır.
Erken yaşta evlenen kadınlar ile 18 yaşında veya daha sonrasında evlenmiş kadınlar
ortalama kardeş sayısı, ailenin kaçıncı çocuğu oldukları, evlenmeden önce ailece göç
edip etmedikleri, resmi nikah yapıp yapmadıkları ve çocukluk çağında herhangi bir
cinsel istismara maruz kalıp kalmadıkları açısından değerlendirildiğinde benzer
özellikler göstermekteydi.
Bu iki grubun birbirlerinden farklılık gösterdiği konular aşağıdaki şekildeydi.
Erken yaşta evlenen kadınların yaklaşık %30.7’si evlenmeden önceki maddi
durumlarını “fakirdik” şeklinde nitlendirmişken daha ileriki yaşta evlenmiş olanlarda bu
oran %16.7 olarak tespit edilmiştir. Bildirilen maddi durumlar gruplar arasında
istatistiksel olarak farklılık göstermekteydi (χ2=15.778, p<0.001).
48
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Erken yaşta evlenmiş olan kadınlar arasında çocukluk çapında fiziksel istismara maruz
kalma daha yüksek oranda mevcuttu (χ2=4.479, p=0.04).
Erken yaşta evlenmiş olan kadınların çocukluk çağında sözel istismara maruz kalma
oranı daha yüksek bulundu. Ancak her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde değildi.
49
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
18 yaşından önce evlenen her 3 kadından 1 tanesine evlenmekle ilgili görüşü
sorulmamakta. Bu oran 18 yaşından sonra evlenen kadınlar arasında çok daha düşük
seyretmekte (χ2=21.272, p<0.001).
Erken yaş evliliklerinde başlık parası ödenmesine daha sık rastlanılmaktadır (χ2=17.902,
p<0.001).
50
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
18 yaşında önce evlenenlerde berdel/beşik kertmesi adetleri daha sıktır (χ2=10.295,
p=0.001).
Erken yaş evliliklerinin neredeyse yarısı akraba evliliği ve 18 yaş sonrasında evlenmiş
kadınlarda görülenden anlamlı düzeyde daha fazla (χ2=16.235, p<0.001).
51
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Erken yaşta evlenen kadınların yaşadığı ortalama düşük sayısı daha ileri yaşta
evlenenlerinkinden yüksekti, bununla birlikte bu kadınların sahip oldukları ortalama
çocuk sayısı da daha yüksekti.
18 yaşından önce evlenmiş kadınların %59.1’i yakın çevresinde kendisi gibi 18
yaşından önce evlenmiş kişiler tanıdığını bildirmiştir. Bu oran 18 yaşından sonra
evlenmiş kadınlarda daha düşüktü (%52.6). Gruplar arasındaki bu fark istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde değildi.
52
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
18 yaşından önce evlenmiş kadınların %49,7’si kendisinde herhangi bir hastalık
bulunduğunu, %46,2’si ise doktorların nedenini bulamadığı ağrıları olduğunu
bildirmiştir. Bu oranlar 18 yaşında veya sonrasında evlenmiş kadınlarda sırasıyla %26
ve %26,1 şeklinde bulunuştur. Erken evlenen grupta oranların yüksekliği istatistiksel
olarak da anlamlı düzeydedir.
53
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İŞYERLERİNDE MOBBİNG (PSİKOLOJİK-ŞİDDET)
SARMALINDA KADIN: KAMU ÜNİVERSİTESİNDE BİR
UYGULAMA
Fatma GEÇİKLİ1
Merve GEÇİKLİ2
1
Atatürk üniversitesi , İletişim Fakültesi, [email protected]
2
Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, İngiliz Dili ve Eğitimi Anabilim Dalı
[email protected]
ÖZET
Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, ona her şekilde zarar veren fiziksel,
cinsel ve ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, aile içerisinde, işyerlerinde ve
toplumda baskı oluşturarak özgürlüklerinin ve yaşam alanlarının keyfi olarak
kısıtlanmasına yönelik gerçekleştirilen her türlü davranıştır. Araştırmalarda şiddetin
daha çok fiziksel yönü ön plana çıkarılmıştır oysa şiddet psikolojik olarak da ortaya
çıkmakta ve kadına yönelik bu psikolojik baskı yani bir diğer ifade ile Mobbing
(psikolojik şiddet ) işyerlerinde farklı boyutlarda net bir şekilde gözlemlenmektedir.
Mobbing (Psikolojik Şiddet ) bir veya birkaç kişi tarafından hedef alınan kişilere
ve bu kişilerin özgüvenlerine ve özsaygılarına karşı sistematik ve sürekli bir şekilde
uygulanan, ve böylece çalışanın performansını düşüren üzüntü ve sıkıntı verici
problemli bir çalışma ortamının oluşmasına neden olan etik dışı bir iletişim biçimidir.
Haksız suçlamalar, küçük düşürmeler, genel tacizler, duygusal eziyetler yoluyla bir
kişiyi çalıştığı örgütten dışlamayı amaçlayan kötü niyetli bir eylemdir. Dr.Heinz
Leymann çalışmasında kırk beş ayrı mobbing davranışı belirlemiş ve bu davranışları
çalışanın kendini göstermesi ve iletişiminin engellenmesi, sosyal ilişkilerine, mesleki
konumuna, itibarına ve sağlığına saldırılar şeklinde beş başlık altında sınıflandırmıştır.
İşyerlerinde temel sorunlarından biri olarak ifade edilen mobbing, Türkiye’deki
işyerlerinde de, kavram olarak bilinmemesine rağmen çok sık karşılaşılan sorunlardan
biridir. Mobbing’e maruz kalan kişilerin çoğunluğunun kadınlar olduğu görülmektedir.
Mobbing mağdurlarının hem psikolojik hem de fiziksel olarak sağlıkları tehdit
edilmektedir. Elbet deki bu durum sosyal yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir.
Hatta ilgisizlik, tatminsizlik, verimsizlik, bıkkınlık ve yalnızlığa itilmeye neden
olmaktadır. Bu çalışmada, “İş Yerlerinde Mobbing(Psikolojik Şiddet ) Sarmalında
Kadın: Kamu Üniversitesinde Bir Uygulama”, kuramsal ve alan araştırması olmak
üzere, iki temel araştırma yöntemi kullanılarak incelenmektedir. Kuramsal boyutta
psikolojik şiddet kavramı, anlamı ve kapsamı, mobbingin boyutları ve nedenleri
üzerinde durulmaktadır.
Alan araştırmasında ise, kamu üniversitesindeki
akademisyenler üzerinde psikolojik şiddet algısı incelenmektedir. Kuramsal ve saha
araştırmasına dayalı olarak hazırlanan çalışmada literatür taramasının yanında
gözlemlerden faydalanılmaktadır.
Anahtar Kavramlar: Mobbing (psikolojik yıldırma-şiddet), kadın
54
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
WOMAN IN THE MOBBING-ORIENTED ATMOSPHERE IN
WORKPLACES: AN EMPRICAL STUDY IN A PUBLIC
UNIVERSITY
ABSTRACT
Violence against women is the all patterns of violent behaviours, mainly based
on sexual discrimination, , through which it is intended to arbitrary restrict the personal
liberties and the ways of living of women by force, and which may result in
psyhocological, physical and sexual damage to women within families, workplaces and
communities. In the researches, the physical violence against women has been widely
studied. However, there is also psychological violence against women and this
physcogological force, in other term, Mobbing is clearly observed in the work places in
different dimensions.
Mobbing is an unethical form of communication, which is systematically and
continueously carried out by a person or several people towards the target ones , and
towards their self-respect and self-confidence, and thus results in a problematic
working atmospehere causing stress, worry and lowering the performance of employee.
It is a malicious act aiming at the exclusion of a person from the organization where
s/he works via unnjustified accusations, humiliation, general harassment, emotional
violence. In his study, Dr. Heinzz identified forty-five mobbing behaviours and
grouped into five categories as follows: attacks on self -expression and communication,
attacks on a person’s social relations, attacks on a person’s reputation, attacks on the
quality of a person’s professional and life situation and direct attacks on a person’s
health.
Mobbing, stated as one of the main problems in workplaces, is, though it is not
known as a term,
among problems front and center frequently experienced in
workplaces in Turkey,as well. It is seen that the significant majority of people exposed
to mobbing is women. Health of mobbing martries are physically and psychologically
threatened. Thus, naturally, this negatively affects their social life. Additionally, it
results in the feeling of apathy, dissatisfaction, inefficiency, boredom and loneliness. In
this study, “ Woman in the Mobbing Oriented-Atmosphere in workplaces: An emprical
study in a public university” is studied by following two research designs , theoretical
information and survey design. In theoretical section, the concept of mobbing, and the
its meaning and the overall scope of mobbing, and the dimensions of mobbing and the
reasons behind are presented. In application section, mobbing perception by the
academic staff in a public university is investigated. In this theory and application based
study, besides the presentation of the previous literature, the general observations are
also included.
Key words: mobbing, women
1.GİRİŞ
Kadına yönelik şiddet her ülkede, toplumda, işyerlerinde ve ailede karşılaşılan
“cinsiyete dayalı şiddet” olarak değerlendirilen bir olgudur. Ciddi bir toplumsal sorun
haline gelen bu olgu, sadece fiziksel boyutta kalmamakta, cinsel ve hatta psikolojik
şiddet şeklinde yer almaktadır. Kadına yönelik şiddetin her şeklinin, son yıllarda
yaygınlaşarak devam ettiği görülmektedir. Kadınlar üzerinde önemli ve iyileştirilmesi
zaman alan fiziksel ve ruhsal sorunlara yol açmaktadır. Kadına uygulanan şiddetle
sadece kadın yara almamakta, yetiştirilen nesil yok edilmektedir. Unutulmaması
gereken nokta, çocukları yetiştiren ve en yakın iletişimi sağlayan kadındır. Kadının
annelik rolünün çocuğun gelişiminde önemli bir yeri vardır. Bu nedenle kadının fiziksel
55
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ve psikolojik yıkımı çocuklarıda derinden etkilemektedir. İşyerlerinde
ise
kadın
çalışanlar üzerinde yapılan araştırmalar incelendiğinde mobbing (psikolojik şiddet)
davranışı karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz psikolojik şiddet sadece kadınla sınırlı
değildir. Konumuz kadına şiddet olduğu için bu açıdan bakılmıştır. İşyerlerinde
psikolojik şiddet davranışı son yıllarda ön plana çıkmış gibi görünen, geçmişten
günümüze kadar var olan, sadece adı yeni konulan bir davranış biçimidir. Psikolojik
şiddet hızla yayılan, oldukça karmaşık bir sorun alanı haline gelen bir işyeri terörüdür.
Mobbing (psikolojik şiddet), kişiye zararlı etkisi olan, sosyal ilişkileri zedeleyen,
çaresizlik oluşturan düşmanca davranışlardır. Mağdurun istenen reaksiyonları
göstermesi için işkence etmek, kışkırtmak, ısrar etmek, baskı uygulamak, korkutmak,
zorlaştırmak, düşmanlık göstermek gibi davranışları içeren sinsi örgütsel bir hastalıktır
(Soares, 2004:3). Psikolojik şiddet davranışlarının asıl amacı hedef alınan kişi ya da
kişileri duygusal açıdan zayıflatmak ve şiddeti uygulayan kişinin veya kişilerin istediği
şekilde davranışlar sergilemesini sağlamaktır. Psikolojik şiddet zaman içinde mağdurun
biyolojik ve psikolojik ritimlerini etkileyerek sağlığına zarar vermektedir. Dolaylı bir
şekilde gerçekleşen şiddet davranışları sürekli tekrarlanarak kişilerin kendilerine olan
güvenlerini kaybetmelerine, hasta ve tükenmiş hissetmelerine, kronik yorgunluğa,
insanlardan uzaklaşmaya, sinirli olmaya, uyumakta güçlük çekmeye ve aile ilişkilerinin
bozulması gibi olumsuz etkilere yol açmaktadır.
Bu çalışmada “İş Yerlerinde Mobbing(Psikolojik Şiddet ) Sarmalında Kadın:
Kamu Üniversitesinde Bir Uygulama”, kuramsal ve alan araştırması olmak üzere, iki
temel araştırma yöntemi kullanılarak incelenmektedir. Kuramsal boyutta psikolojik
şiddet kavramı, anlamı ve kapsamı, mobbingin boyutlarıve nedenleri üzerinde
durulmaktadır. Alan araştırmasında ise, kamu üniversitesindeki akademisyenler
üzerinde psikolojik şiddet algısı incelenmektedir. Kuramsal ve saha araştırmasına dayalı
olarak hazırlanan çalışmada literatür taramasının yanı sıra gözlemlerden
faydalanılmaktadır.
2.MOBBİNG (PSİKOLOJİK ŞİDDET) KAVRAMI ANLAMI, KAPSAMI VE
NEDENLERİ
Mobbing (psikolojik şiddet) kavramını insan davranışlarında ilk kez Heinz
Leymann kullanmıştır. Mobbingi; birine karşı cephe oluşturma, duygusal saldırıda
bulunma
ve
“psikolojik
terör”
olarak
tanımlamaktadır
(http://www.leymann.se/English/11110E. HTM [26.04.2006]). Diğer taraftan ABD’de
psikiyatrist Dr. Carroll Broadsky psikolojik şiddet kavramını başkalarına acı çektirmek,
engel olmak, eziyet etmek ve tepki oluşturmak amacıyla sürekli yapılan, muhatabı
kışkırtan, baskı yapan, korkutan, yıldıran ya da huzurunu bozan davranışlarda bulunmak
olarak tanımlamıştır (Çobanoğlu, 28) Vickers, mobbing davranışlarını isteyerek
başkalarına acı verme ve bu durumdan zevk alma olarak ifade etmekte ve bu
davranışlarda bulunan kişileri sosyopat olarak adlandırmaktadır. Sosyopatın temel
amacı kişinin moralini bozarak, mağdurun kendisini yetenekli, verimli ve etkin bir
çalışan olarak görmesini engellemektedir (Vickers;2001;205-217).Psikolojik şiddet bir
veya daha fazla kişiye yönelik, düşmanca bir çalışma ortamı yaratan, sürekli ve tekrar
eden olumsuz davranışlardır. Psikolojik şiddetin eşit güce sahip taraflar arasında gelişen
bir çatışma olmaması nedeniyle hedef alınan kişi kendisini korumakta zorluk
çeker(Vartia; 2002; 9–10). Browne’ a göre mobbing basit veya aniden gelişen bir
personel arası çatışma olarak algılanmamalıdır. Aksine doğrudan bir çalışana yönelik,
56
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sistemli ve uzun süreli, sonuçları psikolojik ve fizyolojik zararlara sebep olabilecek bir
davranış biçimidir ( Browne ve Smıth, 2008: 132).
Einarsen ve Raknes’a göre mobbing “bir veya birkaç kişi tarafından hedef alınan
kişi veya kişilere karşı sistematik bir şekilde uygulanan üzüntü ve sıkıntı verici ve aynı
zamanda çalışanın performansını düşüren bir ortamın oluşmasına neden olan etik dışı
bir iletişim biçimidir’’(Einarsen,1999;17). Psikolojik yıldırma darbeleri fiziksel değil
psikolojik olduğundan fiziki olarak tespit edilmesi güçtür. Faili genellikle bir kişi
değildir. Hazırlanışı genellikle hiçbir şahidin olmadığı kapalı kapılar ardında, gizli
kapaklı ortamlarda gerçekleşir. Bu nedenle kanıtlanması genelde imkânsızdır. Buna
rağmen mağdurun pes etmesi, büyük hatalar yapması veya baskılar nedeni ile aşırı bir
davranışta bulunması ise herkesin gözü önünde meydana gelir(Westhues, 2004:
13)Mobbing bilerek ve isteyerek yapılan psikolojik bir şiddettir. Çalışanın zararlı
davranışların hedefi olmasıyla başlayan sözlü saldırı ve tehditlerle devam eden,
iletişimine, itibarına, mesleki konumuna, siyasi fikirlerine ve dini inançlarına, fiziki
sağlığına saldırılar şeklinde işten çıkarılmasına kadar süren ve hatta iş arayışlarında dahi
kendini gösteren bir davranıştır. Mobbing birkaç gün içinde bütün belirti ve sonuçlarıyla
ortaya çıkan bir olgu değildir. Uzun bir süre tekrarlanarak devam eder.
Leymann mobbinge ilişkin süreci 5 farklı grupta ele almakta ve mobbing
mağdurlarının karşılaşabilecekleri olası 45 ayrı yıldırma davranışı belirlemektedir.
Leymann tipolojisi şeklinde ifade edilen bu davranışlar aşağıdaki gibi sıralanmaktadır
(Geçikli,2007;355-369).
I. Aşama; İletişim biçimi ve etkileri
Üstünüz tarafından kendinizi ifade etme olanağınız sınırlandırılır.
Toplantılarda veya farklı ortamlarda sözünüz sürekli kesilir veya ısrarlı bir şekilde söz
verilmez.
Birlikte çalıştığınız kişiler tarafından kendinizi ifade etme olanağınız sınırlandırılır.
Yüksek sesli azarlamalara maruz kalınır.
Yaptığınız iş sürekli eleştirilir
Özel yaşamınız sürekli eleştirilir.
Telefonda rahatsız edilirsiniz.
Sözlü tehditler alırsınız.
Beden diliyle iletişim reddedilir.
İma yoluyla iletişim reddedilir.
Yazılı tehditler gönderilir.
II. Aşama; Sosyal ilişkilere saldırılar
Çalışma arkadaşlarınız sizinle konuşmazlar.
Kimseyle konuşamazsınız, başkalarıyla görüşmeniz engellenir
Diğer çalışanlardan izole edilirsiniz.
Çalışma arkadaşlarınızın sizinle konuşması yasaklanır.
Yokmuş gibi davranılırsınız, haklarınıza ve kişiliğinize saygı gösterilmez.
III. Aşama; İtibara saldırı
Arkanızdan karalama kampanyası yürütülür.
Asılsız söylentiler çıkartılır.
Gülünç durumlara düşürülürsünüz, herhangi bir kusurunuzla alay edilir.
Akıl hastasıymışsınız gibi davranılır.
57
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Psikiyatrik tedavi görmeye zorlanırsınız.
Özrünüzle alay edilir.
Yürüyüşünüz, el ve kol hareketleriniz, mimikleriniz ve ses tonunuzla alay edilir.
Siyasi ve dini inançlarınızla alay edilir.
Özel yaşamınızla alay edilir.
Milliyetinizle alay edilir.
Özgüveninizi etkileyecek işler verilir.
Başarılarınız küçültücü bir şekilde yargılanır.
Kararlarınız sürekli sorgulanır.
Küçük düşürücü isimlerle çağırılırsınız.
Cinsel imalara maruz kalırsınız.
IV. Aşama; Yaşam kalitesine ve iş durumuna yönelik saldırılar
Size önemli görevler verilmez.
Görevleriniz kısıtlanır.
Önemsiz ve anlamsız görevler verilir.
Yeteneklerinizden daha düşük görevler verilir.
Sürekli yeni görevler verilir.
Özsaygınızı etkileyen görevler verilir.
İtibarınızı zedeleyecek şekilde, niteliğinizin dışında görevler verilir.
Oluşan zararların faturası size çıkarılır.
İşyerinize ve evinize zarar verilir.
V. Aşama; Doğrudan sağlığı etkileyen saldırılar
Fiziksel olarak zor görevleri yapmaya zorlanırsınız.
Fiziksel şiddet tehditlerine maruz kalırsınız.
Hafif şiddete maruz kalırsınız.
Fiziksel olarak taciz edilirsiniz.
Cinsel olarak taciz edilirsiniz.
Mobbing davranışı yukarıdan aşağıya (yöneticiden asta), aşağıdan
yukarıya(astan yöneticiye) ve yatay (aynı kademedeki çalışanlar arasında)
gerçekleşmektedir. Yukardan aşağıya mobbing de uygulayıcı, kurbana göre üst
konumdadır ve doğrudan doğruya mağdura yönelik, son derece saldırgan, acımasız,
cezalandırıcı ve yıldırıcı davranışlar sergiler. Yatay mobbing aynı statüyü paylaşan, aşırı
rekabetin olduğu ortamlarda çalışkan ve yaratıcı çalışana yönelik gerçekleşir. Aşağıdan
yukarıya mobbing ise yöneticinin yetkisi sorgulanmaya başlandığı takdirde ortaya çıkar.
Mobbingciler genellikle birden fazladır. Bazen tüm çalışanlarda dahil olabilir.
Yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen mobbing davranışlarının etik açıdan daha endişe
verici olduğu ifade edilmektedir. Bu yatay ve aşağıdan yukarıya gerçekleşen mobbing
türlerinde mağdura daha az zarar verdiği veya daha az şiddetli olduğu anlamına
gelmemektedir. Yukarıdan aşağıya mobbing Vredenburg ve Brender’in tanımladığı gibi
çalışanın itibarına zarar verecek davranışlar göstermek, performansını küçümsemek, hak
ettiği ödüllere karşı engeller oluşturmak ve çalışanlara eşit davranmamak, gücü
sistematik bir şekilde kasıtlı olarak hiyerarşik açıdan kötüye kullanmaktır. Leymann ve
Rayner’e göre mobbing inkar edilemez bir duruma geldiğinde üst yönetim “baş belası’’
olarak görülen mağduru uzaklaştırarak sorunu çözme eğilimi göstermektedir. Mağdurlar
kendi lehlerine açıklamada bulunmak için nadiren şans ele geçirmektedirler
58
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
(Vandekerckhove ve Commers; Genç ve Pamukoğlu;2006;320-329). Sistem psikolojik
şiddeti uygulayan bireyin yanında yer almaktadır. Bu durumla birlikte kurumda
mobbing izleyicileri de zaman içinde şiddeti uygulayanın yanında yer almaya
başlamaktadırlar. Sonuçta, psikolojik şiddet aşırı baskı altındaki mağdurun istemediği
davranışları göstermesine neden olmaktadır.
Vartia çalışmasında psikolojik şiddetin nedenlerini şu şekilde sıralamıştır
(Vartia,1996;203-214)
(1) İş yerinde düşmanlık (%63),
(2) Yönetimin zayıflığı (%42),
(3) Görev ve ilerlemede rekabet (%38),
(4) Yönetimin onayını ve takdirini kazanma çabası (%34),
(5) İş güvenliğinin olmaması (işini kaybetme riski) (%23),
(6) Yaş (yaşlı veya genç olma) (%22),
(7) Diğerlerinden farklı olma (%21) ve
(8) İş tatmininin yaşanmaması veya işin monoton olması (%7).
Mobbing çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilmektedir. Yamada, örgütsel yaşamda
görülen yıldırma davranışlarının kaynağını yarı zamanlı çalışma ve sık iş
değişikliklerine bağlamış ve insanlara değiştirilebilir bir eşya gibi bakılmasının
mobbing
ortamının
ortaya
çıkmasına
katkıda
bulunduğunu
ifade
etmiştir(Yamada,2002;491). İşsizliğin yüksek olması ve çalışanın değersiz görülmesi
mobbingin oluştuğu örgüt sayısını artırmıştır. Her örgütte mobbing yaşanabilir.
Organizasyon bozukluğunun daha fazla olduğu örgütlerde disiplin getirmek, verimliliği
artırmak, amacıyla yapılır. Ayrıca bir örgütte sözleşmeli personel olarak çalışma da
mobbing ortamının oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Örneğin; özellikle
üniversitelerde, Araştırma görevlisi, Okutman, Öğretim Görevlisi, Uzman ve Yardımcı
Doçent Doktor konumundaki çalışanların bir, iki ve üç yıllık süreler dâhilinde
sözleşmeleri yapılmaktadır. Sözleşme süresinin yenilenmesine yakın, yöneticilerden
gelen, ara ara gözlemlenen olumsuz davranışlar sistematik bir şekilde tekrarlanır
duruma gelir ve çalışan üzerinde baskılar artmaya başlar. “Sözleşmeni uzatmam”; “Sen
vazgeçilmez değilsin”; “Türkiye, üniversite bitirmiş, mastır ve doktora yapmış gençlerle
dolup taşıyor”; “İşine son veririm”; “Üniversitelerde tanıdığım çoktur hiçbir yerde
göreve başlayamazsın” gibi tehditler sürüp gider (Geçikli,2007;355-369). Ayrıca son
yıllarda Araştırma Görevliliği kadrolarının Enstitü kadrolarından verilmesi hem
bölümün hem de enstitünün işlerinin yapılmasına Araştırma Görevlilerinin zorlanması
ve üzerlerinde baskı oluşmasına neden olmakta ayrıca aitlik hissi ve motivasyonsuzluğu
ortaya çıkarmaktadır. Çalışanın kurumu ile bütünleşememesi ve kuruma karşı
güvensizlik yaratmakta, etkinlik ve verimliliği düşürmektedir. Mobbing örgütsel,
yönetsel, mağdurun ve saldırganın özellikleri gibi birçok nedenden kaynaklanabilir.
3.LİTERATÜR TARAMASI
Bursa’da sağlık, eğitim ve güvenlik sektörlerinde yapılan bir çalışmada 944
kişinin %55’inin son bir sene içinde psikolojik taciz davranışlarıyla karşılaştığı ;
%47’sinin ise işyerinde psikolojik tacize tanık olduğu belirlenmiştir (Bilgel; Aytaç;
Bayram, 2006:226–231).
Otel işletmelerinde çalışan 427 kişinin katıldığı bir çalışmada ise katılımcıların
%27,4’ünün psikolojik tacize maruz kaldığı saptanmıştır (Aydın; Özkul, 2007:169–
186). Türkiye’de Kütahya ilinde faaliyet gösteren iki kamu hastanesinde yapılan bir
59
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
araştırmaya göre kadınların erkeklere göre kişinin kendini gösterme ve iletişim
kabiliyetini etkileme, kişinin yaşam kalitesi ve mesleki durumunu etkileme ve kişinin
fiziksel sağlığını etkileme açılarından daha fazla etkilendiği gözlenmiştir. Yine aynı
çalışmada deneklerin 18–30 yaş aralığında daha fazla mobbinge maruz kaldığı
saptanmıştır. Bu durum da; çalışanın çalışma hayatında deneyim kazanmaya başladığı
ve işinde yükselmeye çalıştığı yaş aralığında daha fazla baskıya maruz kalmasıyla
açıklanmaktadır. Aynı araştırma eğitim düzeyi arttıkça psikolojik tacizin de arttığını
belirlemiştir(Altuntaş, 2010: 3002).
Aytaç ve Dursun’un Bursa il merkezinde üç farklı sektörde (hizmet, otomotiv ve
tekstil) çalışan toplam 204 kişiyle yaptığı araştırmada katılımcıların %44,3’ü erkek,
%55,7’si ise kadındır. Cinsiyet ve maruz kalınan ilişkiye baktığımızda erkeklerin daha
çok fiziksel şiddete maruz kaldıkları(%55,6), kadınların ise daha çok, duygusal baskı ve
yıldırma davranışına (%68,7), sözel saldırıya(%68,1) ve cinsel tacize(%100) maruz
kaldıkları dikkati çekmektedir (Aytaç; Dursun, 2011, 18).
Koçak ve Hayran‘ın yaptıkları araştırmada, kadınların iş hayatında maruz kaldıkları
psikolojik taciz davranışları söyle sıralanabilir: iş yerinizde hissettiğiniz psikolojik baskı
nedeniyle işe gitmekte isteksizlik (%23,9–32 kişi), yaşanılan psikolojik baskı nedeniyle
sağlık ya da uyku düzeninin bozulması (%23,9–32 kişi), çalışanın işini tam, doğru ve
zamanında yaptığında dahi kasıtlı olarak olumsuz eleştirilmesi (%20,9 -29 kişi) en sık
karşılaşılan taciz davranışları olmuştur. Çalışanın varlığının görmezden gelindiği ya da
yok sayıldığı (%17,2 -23 kişi), diğer çalışanlar yanında kasıtlı olarak yapılan rencide
edici davranışlar (%17,2–23 kişi), çalışana anlamsız, kapasitesinin altında işler
verilmesi (%16,4–22 kişi), kendini gösterme olanaklarının diğer çalışanlar tarafından
engellenmesi (%15,7–21 kişi), imalı bakışlara ve olumsuz mimiklere maruz kalma
(%15,7–21 kişi), yapılan işlerin yanlış ve küçümseyici tavırla değerlendirilmesi
(%14,2–19 kişi), üst yönetime karşı üstler ya da diğer çalışanlar tarafından olumsuz
lanse edilme (%13, 4–18 kişi), çalışan hakkında asılsız dedikoduların ya da iftiraların
üretilmesi (%11,9–16 kişi), çalışma alanının (ofis, masa, isle ilgili gereçler veya görev
yeri anlamında) aynı düzeydeki çalışanlara göre daha kısıtlı veya dezavantajlı olarak
tahsis edilmesi (%10,4–14 kişi), sözlü ya da yazılı tehditler alma (%8,2–11 kişi) diğer
taciz davranışlarındandır.
Koçak ve Hayran çalışan bayanın maruz kaldığı veya tanık olduğu psikolojik
taciz davranışlarının çalışanların öğrenim durumuyla ilişkisini analizleri sonucunda,
hemen hemen her eğitim seviyesindeki kadının mobbinge maruz kaldığını
belirtmektedirler. Araştırma da toplam 20 ilköğretim mezunu kadından 7 kişi (%35);
toplam 40 lise mezunu kadından 18 kişi ( 45) ; toplam 20 ön lisans mezunu kadından 6
kişi (30) ; toplam 44 lisans mezunu kadından 15 kişi (%34); toplam 10 lisansüstü eğitim
görmüş kadından 5 kişi (%50) işyerinde mobbingle karşı karşıya kaldığını ifade
etmiştir. Mobbinge maruz kalan veya tanık olan çalışan kadınları çalıştıkları sektöre
göre incelendiğinde; sağlık sektöründe çalışan toplam 34 kadının 15’i (%44,2); sanayi
sektöründe çalışan toplam 34 kadının 15’i (%50); eğitim sektöründe çalışan toplam 37
kadının 10 ‘u (%27); finans sektöründe çalışan toplam 29 kadının 11’i (%38) mobbinge
maruz kaldığını ifade etmiştir. Bu durumda en çok sağlık ve sanayi sektöründe çalışan
kadın çalışanların, mobbinge maruz kaldığı görülmektedir.
Kök’e göre yıldırma boyutları ile banka çalışanlarının cinsiyeti arasında fark
vardır. Yıldırma “mağdurunun kişisel özellikleri”, yıldırmaya neden olan “örgütsel
faktörler”, “aktörün pozisyonu”, “yönetsel faktörler” ve “yıldırma sonuçları” boyutları
açısından desteklenmektedir; söz konusu bu 6 boyutla çalışanların cinsiyetleri arasında
60
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
anlamlı bir fark vardır. Boyutların ortalamaları gözlendiğinde, kadın banka
çalışanlarının erkek banka çalışanlarından daha yüksek ortalamaları temsil ettikleri
görülmektedir.
Araştırmalar yıldırma mağdurlarının önemli bir bölümünün kadın olduğunu
göstermektedir. Stockdate, Vau ve Coshin (1995) kadınların maruz kaldığı yıldırmanın
erkeklerinkinin 4 katı olduğunu tespit etmişlerdir. Namie tarafından yapılan
araştırmalarda toplamda mağdurların % 72’sinin kadın olduğu belirtilmektedir (ERQ,
2000:1). Pryor, Giedd ve Williams (1995) cinsiyetçi yaklaşımın kültürel ve yönetsel
normlarla, Tangri ve Hayes (1997) güç rolleriyle ve özellikle kadın-erkek arasındaki
güç eşitsizlikleriyle (Scott,1986), (Hzin,1995) ise, sosyal, tarihi ve kültürel olarak
kadınsılık ve erkeksilik anlamlarının yapı sallaştırılmasıyla (Timmerman ve Bajeme,
2000;189) ilgili olduğunu belirterek konunun sosyo-kültürel boyutlu geliştiğine dikkat
çekmektedir.
Ekiz’e göre işyerlerinde mobbing davranışlarından biri yada bir kaçı bilinçli ve sürekli
olarak size uygulandı mı? Sorusuna verilen cevap ile cinsiyet arasında bir bağ olduğu
görülmüştür. Bayan çalışanlar yüksek bir oranda mobbing davranışlarına maruz
kaldıklarını belirtmişlerdir.
Doğan’a göre “İyi çalışmama rağmen bana bağırılıyor ve azarlanıyorum.”
İfadesine verilen cevaplarda cinsiyet değişkeni bakımından istatistiksel olarak anlamlı
fark bulunmuştur. Bu ifadeye verilen cevaplar incelendiğinde kadınların bu konuda
daha fazla baskıya maruz kaldığı görülmüştür. Ayrıca “Başkalarının önünde gülünç
durumlara düşürülüyorum” ifadesinde de anlamlı fark bulunulmuş olup kadınların bu
davranışta da baskıya maruz kaldığı görülmüştür.
Dankaç’a göre, yıldırma davranışları sonucu hissedilen psikolojik etki ile
cinsiyet arasındaki farklılık vardır. Yıldırma davranışları sonucu hissedilen psikolojik
etki cinsiyete göre farklılık göstermektedir. Cinsiyet ve yıldırma davranışları sonucu
hissedilenler arasında (,000<,05) istatistikî açıdan anlamlı bir fark ortaya çıkmıştır.
4.YÖNTEM
4.1.Araştırmanın Amacı ve Önemi
Araştırmanın asıl amacı, işyerlerinde çalışanların psikolojik şiddet algısını ve
maruz kalma düzeylerini ölçmeye yöneliktir. Bu doğrultuda kamu üniversitesinde
çalışan akademisyenler üzerinde araştırma gerçekleştirilmekte ve akademisyenlerin
psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ve bıraktığı etkiler incelenmektedir.
Yapılan çalışmaların bir kısmında sektör ayrımı gözetmeksizin kadın
çalışanların ciddi bir şekilde psikolojik şiddete maruz kaldıkları gözlenmektedir.
İşyerlerinde psikolojik şiddet kadın ve erkek ayrımı yapmaksızın var olduğu
bilinmektedir, ancak kadınlar bu süreçten daha fazla etkilenmektedir. Bu çalışma
psikolojik şiddet ile ilgili yeni bulgular ortaya koyabilmek, işyerleri için önemli olan bu
soruna dikkat çekmek ve araştırmacılara katkı sağlamak açısından önemlidir.
4.2.Araştırmanın Sınırlılıkları
Araştırma kamu üniversitesinde çalışan kadın akademisyenler ve anketi
cevaplayanlarla sınırlıdır.
61
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4.3.Araştırmanın Metodolojisi
4.3.1.Örnekleme Süreci
İşyerlerinde Mobbing(Psikolojik Şiddet) sarmalında kadın: Kamu
üniversitesinde bir uygulama adlı bu araştırma kapsamında, bir kamu üniversitesinde
çalışan kadın akademisyenler araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Anket toplam
124 kadın akademisyene uygulanmıştır. Ancak 92tane anketten araştırma içerisinde
yararlanılabilecek sonuç alınmıştır.
4.3.2.Veri Toplama Yöntem ve Aracı
Kuramsal ve alan araştırmasına dayalı olarak hazırlanan çalışmada literatür
taramasının yanında gözlemlerden faydalanılmaktadır Bu çalışma da birincil veriler
anket yöntemiyle elde edilmiştir. Araştırma için hazırlanan anket üç bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde çalışanların demografik özelliklerini belirleyici sorular
sorulmuştur. Bu bölümdeki sorular anketi cevaplayan kadın çalışanın yaş, medeni
durum, akademik unvanı, kurumda çalışma süresini belirlemeye yönelik sorulardır.
İkinci bölümde kurumlarda psikolojik şiddet olgusunu araştırmaya yönelik sorular
bulunmaktadır. Bu bölümde çalışanların üstler, astlar, iş arkadaşları veya diğerleri
tarafından maruz kaldığı Duygusal Şiddet, İtibara Saldırı, Kültürel Ayrımcılık, Yıldırma
ve Mesleki Konuma Saldırı ile ilgili sorulara cevap alınmaktadır. Üçüncü bölümde ise,
Bu saldırıların kişinin üzerinde bıraktığı etkiler 9 soru ile incelenmektedir. Algı ölçeği,
yukarıda da belirtildiği gibi 3 bölümden oluşmaktadır. İkinci bölüm işyerinde mobbing
(psikolojik şiddet) davranışları algısını ölçmeyi amaçlamaktadır. Bu ölçek hazırlanırken
NAQ(Negative Acts Questionnaire (Einarsen&Raknes, 1997 kullanılmıştır. 18 soru
içeren NAQ ölçeğine Leyman’ın tanımladığı mobbing (psikolojik şiddet) davranışları
temel alınarak 6 soru daha eklenmiş ve 24 soruluk bir ölçek elde edilmiştir. Çalışanlar
üzerinde etkilerini saptamak için ise 9 soruluk bir ölçek uygulanmıştır.
Ankette yer alan soruların cevaplandırılmasında demografik özelliklerle ilgili
sorularda muhtelif seçenekler sunulmuş, diğer değişkenlerle ilgili sorularda beşli likert
tipi ölçek kullanılmıştır (1.Hiçbir Zaman Karşılaşmadım, 2.Bir Defa Karşılaştım,
3.Birkaç Defa Karşılaştım, 4.Sık Sık Karşılaştım, 5.Her Gün Karşılaştım; 1.Hiç
Katılmıyorum, 2. Katılmıyorum, 3.Ne Katılıyorum Ne Katılmıyorum, 4. Katılıyorum, 5.
Tamamen Katılıyorum). Ölçeğimizin genel güvenilirlik katsayısı Cronbach’s Alfa, 911
olarak tespit edilmiştir. Bu yüksek bir değerdir ve kullanılan ölçeğin oldukça güvenilir
olduğunu ifade eder. Ölçeğin alt boyutlarına ilişkin olarak Duygusal Şiddet, 901; İtibara
Saldırı, 860; Kültürel Ayrımcılık, 625; Mesleki Konuma Saldırı, 849;Yıldırma, 844 ve
Etkiler, 862saptanmıştır.
4.3.3.Araştırmanın Deseni
Araştırma, genel tarama modeline göre yürütülmüştür. Tarama modeli, geçmişte
ya da halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma
yaklaşımlarıdır. Araştırmaya konu olan olay, birey ya da nesne, kendi koşulları içinde
ve olduğu gibi tanımlanmaya çalışılır. Genel tarama modelleri, çok sayıda elemandan
oluşan bir evrende, evren hakkında genel bir yargıya varmak amacıyla evrenin tümü ya
da ondan alınacak bir grup, örnek ya da örneklem üzerinde yapılan tarama
düzenlemeleridir (Karasar, 2004).Bu araştırmada Kamu Üniversitesinde görev yapan
62
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kadın akademisyenlerin işyerinde mobbinge (psikolojik şiddete) maruz kalıp
kalmadıkları değerlendirilmektedir. Analiz teknikleri açısından bakıldığında bu çalışma,
sayısal bir araştırmadır. Kadın akademisyenlerin işyerinde psikolojik şiddet algıları
çeşitli değişkenler açısından incelenmektedir.
Araştırma modelinde demografik özellikler değişkeni, yaş, medeni durum,
akademik unvanı, kurumda çalışma süresi değişkenlerinden oluşmaktadır.
Araştırma modeli demografik değişkenler dışında 5 temel değişkenden
oluşmaktadır. Bunlar Mesleki Konuma Saldırı, İtibara Saldırı, Duygusal Şiddet,
Kültürel Ayrımcılık ve Yıldırma algılarından oluşmaktadır. Mobbing(Psikolojik şiddet)
etkilerini saptamak için 9 soru sorulmuştur.
4.3.4.Araştırmanın Hipotezleri
Araştırmanın modeli kapsamında geliştirilen hipotezleri şu şekilde sıralamak
mümkündür:
H1: İşyerlerinde kadın akademisyenler psikolojik şiddete maruz kalmakta ve
etkilenmektedirler.
H2: Yaş ile model değişkenler arasında ilişki vardır.
H3: Akademik unvan ile model değişkenler arasında ilişki vardır
H4: Kurumda çalışma süresi ile model değişkenler arasında ilişki vardır.
H5:Yaş değişkenine göre Üniversitenin psikolojik şiddet algısı farklılaşmaktadır.
H6: Akademik unvan değişkenine göre psikolojik şiddet algısı farklılaşmaktadır.
H7: Kurumda çalışma süresi değişkenine göre psikolojik şiddet algısı
farklılaşmaktadır.
5.BULGULAR VE YORUMLAR
Uygulama sonucunda veriler SPSS paket istatistik programının 18,0 sürümü ile
çözümlenmiştir
5.1.Demografik Veriler
Şekil 1. Cinsiyet Sayı ve Yüzde Dağılımı
Sayı
Kadın
Geçerli
%
92
100,0
Kümülatif %
100,0
100,0
Şekil 1. Kadın–sayı ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi92 kadın
akademisyen cevaplamıştır.
Şekil 2. Medeni Durum Sayı ve Yüzde Dağılımı
Sayı
Geçerli %
%
Kümülatif %
Bekâr
35
38,0
38,0
38,0
Evli
56
60,9
60,9
98,9
1
1,1
1,1
100,0
92
100,0
100,0
Dul/boşanmış
Total
63
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Şekil 2. Medeni durum sayı ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi
cevaplayan katılımcılardan %38’i (n=35 kişi) bekâr , %60,9’u (n=56 kişi) evli, %1,1’i
(n=1 kişi)dul/boşanmıştır.
Şekil 3. Yaş Sayı ve Yüzde Dağılımı
Sayı
Geçerli %
%
Kümülatif %
21-25
8
8,7
8,7
8,7
26-30
24
26,1
26,1
34,8
31-35
18
19,6
19,6
54,3
36-40
8
8,7
8,7
63,0
41+üstü
34
37,0
37,0
100,0
Total
92
100,0
100,0
Şekil 3. Yaş -frekans ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi cevaplayan
katılımcıların yaşları ile ilgili grafiğe bakıldığında 21-25 %8,7( n=8 kişi), 26-30
%26,1’i (n= 24 kişi) ,31-35 (n=18 kişi ), 36-40 %8,7(n=8 kişi)‘sini ve 41+ üstü ise
(n=34kişi) %37’sini oluşturmaktadır.
Şekil 4.Akademik Unvan Sayı ve Yüzde Dağılımı
Sayı
%
Araştırma Görevlisi
31
33,7
Okutman
13
14,1
Öğretim Görevlisi
3
3,3
Yardımcı Doçent
21
22,8
Doçent
11
12,0
Profesör
13
14,1
Total
92
100,0
Şekil 4. Akademik unvan sayı ve yüzde dağılımını göstermektedir. Anketi
cevaplayan katılımcıların %33,7’si (n=31 kişi) Araştırma Görevlisi, %14,1’i (n=13 kişi)
Okutman, %3,3’ü (n=3 kişi) Öğretim Görevlisi, %22,8’i (n=21 kişi) Yardımcı Doçent,
%12’si (n=11 kişi) Doçent, %14,1’i (n=13 kişi)Profesör den oluşmaktadır
Şekil 5.Kurumda Çalışma Süresi Sayı ve Yüzde Dağılımı
1 yıldan az
1-3 yıl
4-6 yıl
7-10 yıl
10 yıldan fazla
Total
Sayı
3
18
14
9
48
92
%
3,3
19,6
15,2
9,8
52,2
100,0
64
Geçerli %
3,3
19,6
15,2
9,8
52,2
100,0
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Şekil 5 de görüldüğü gibi araştırmaya katılanların kurumlarındaki çalışma
süreleri incelendiğinde en yüksek oran %52,2 ile 10 yıl ve üstü çalışma süresi olanlara
aittir. 10yıl ve üstü çalışma süresi olanları, sırasıyla %19,6 ile 1-3 yıl arası ,% 15’2 ile
4-6 yıl arası , %9,8 ile 7-10 yıl arası ve%3’3 ile 1 yıldan az çalışma süresi olanlar
izlemektedir.
5.2.İlişki Analizleri
Tablo 1.Değişkenlerin Ortalama, Standart Sapma ve Güvenilirlik Değerler
Sayı
Ortalama
Standart Sapma
Alpha
Mesleki Konuma Saldırı 92
3,2065
,96477
,849
İtibara Saldırı
92
2,5543
,95850
,860
Duygusal Şiddet
92
3,4379
,91137
,901
Kültürel Ayrımcılık
92
2,0797
,51205
,625
Yıldırma
92
3,3783
,96554
,844
Etkiler
92
3,5652
,92357
,862
Cronbach’nın Alpha testi ile değişkenlerin içsel tutarlılığı test edilmiştir. Daha
sonra değişkenleri oluşturan sorulara verilen cevapların her değişken için ortalaması
alınarak değişkenlerin 1 ila 5 arasında puanları hesaplanmıştır. Değişkenlerin
ortalamaları, standart sapmaları ve güvenilirlik değerleri Tablo 1’de gösterilmiştir.
Anketi cevaplayan katılımcıların sorulara 1 ila 5 puan arasındaki ölçek üzerinden
verdikleri cevapların değişken bazında alınan ortalamaları şunu göstermiştir ki,
psikolojik şiddet algıları yüksek olup, sadece kültürel ayrımcılık algısı nispeten biraz
düşüktür. Psikolojik şiddete maruz kalan akademisyenlerin maruz kaldıkları psikolojik
şiddet davranışları incelendiğinde akademisyenlerin göreceli olarak en sık duygusal
şiddete (O=3,4379), yıldırma (O=3,3783) ve mesleki konuma saldırı (O=3,2065)
boyutlarında psikolojik şiddet davranışlarına maruz kaldıkları görülmektedir. Bu
boyutları sırasıyla itibara saldırı (O=2,5543) ve kültürel ayrımcılık (O=2,0797)
boyutları izlemektedir. Psikolojik şiddetin mağdurlar üzerinde gösterdiği etkilerin
ortalaması ise 3,5652’dir. Bu ise önemli oranda etkilendiklerini göstermektedir. H1
hipotezimiz kabul edilmiştir. Bu durumun topluma yön veren eğitim kurumlarından
üniversitelerde görülmesi çarpıcıdır.
Tablo 2.Psikolojik Şiddet Uygulayanlar Sayı ve Yüzde Dağılımı
Sayı
%
Yöneticiler
55
59,8
İş arkadaşları
2
2,2
Yönetici ve iş arkadaşları
35
38,0
Total
92
100,0
Tablo 2 incelendiğinde psikolojik şiddet uygulayıcıları olarak %59,8 ile
yöneticiler birinci sırayı almaktadırlar. Yöneticileri %38 ile hem yönetici hem de iş
arkadaşları ,%2,2 ile ise iş arkadaşları yer izlemektedir.
65
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 3. Psikolojik Şiddetin Mağdur Üzerindeki Etkisini Gösteren Sayı ve Yüzde Dağılımı
Kendime olan güveni kaybettim
Sayı
92
Ortalama
2,6196
Standart
Sapma
1,37355
Kendimi hasta hissetmeme neden oldu
92
3,5109
3,32983
Kendimi tükenmiş hissettim
92
3,4130
1,07061
Aile ilişkilerim olumsuz etkilendi
92
3,0435
1,19443
İnsanlardan uzaklaşmaya başladım
92
3,5000
1,11434
Uyumakta güçlük çekiyorum
92
3,9783
1,02687
Kronik yorgunluğa neden oldu
Sinirli olmama neden oldu
92
92
4,1522
4,3370
,91309
,95247
İşi bırakmayı düşünmeme neden oldu
92
,3,5326
1,44078
Tablo 3’de görüldüğü gibi mağdurun üzerindeki en yüksek etki algısı sinirli
olmama neden oldu (O=4,3370) ve kronik yorgunluğa neden oldu (O=4,1522) şeklinde
yer almaktadır. Bu etkileri sırasıyla uyumakta güçlük çekiyorum (O=3,9783), işi
bırakmayı düşünmeme neden oldu (O=3,5326), kendimi hasta hissetmeme neden oldu
(O=3,5109), insanlardan uzaklaşmaya başladım (O=3,50), Aile ilişkilerim olumsuz
etkilendi (O=3,0435) ve en düşük etki kendime olan güveni kaybettim (O=2,6196)
izlemektedir. Psikolojik şiddet ve sağlık ile ilgili yapılan araştırmalarda, psikolojik
şiddetin çalışanın ruhsal ve fiziksel sağlığına zarar veren önemli bir etken olduğu
görülmektedir. H1 hipotezimiz kabul edilmiştir.
Tablo-4. Bulgulara bakıldığında yaş ile itibara saldırı(r=-,214 ), duygusal şiddet
(r=-432), yıldırma (r=-398) ,etkiler (r=-386) arasında anlamlı ve negatif bir ilişki vardır.
Yaş artıkça psikolojik şiddet davranışı ve mağdur üzerindeki etkileri azalmaktadır. H2
hipotezimiz kabul edilmiştir.
Akademik unvan ile mesleki konuma saldırı (r=-241) ; itibara saldırı (r=-269 );
duygusal şiddet (r=-552) ; yıldırma (r=-452) ; etkiler (r=-431) arasında istatiksel açıdan
anlamlı ve negatif bir ilişki vardır. Akademik unvan yükseldikçe psikolojik şiddet
davranışı ve mağdur üzerindeki etkileri azalmaktadır. H3 hipotezimiz kabul edilmiştir.
Kurumda çalışma süresi ile duygusal şiddet (r=-403 ); yıldırma (r=-361) ; etkiler
( r=-357) arasında istatiksel açıdan anlamlı ve negatif bir ilişki vardır. Kurumda çalışma
süresi artıkça psikolojik şiddet ve etkileri azalmaktadır. H4 hipotezimiz kabul edilmiştir.
Model değişkenlerin kendi aralarında da istatiksel açıdan anlamlı ve pozitif bir
ilişki vardır. Mesleki konuma saldırı arttıkça itibara saldırı (r=775), duygusal
şiddet(r=786), kültürel ayrımcılık(r=302) ve yıldırma da(r=760) artmaktadır. Bütün bu
psikolojik şiddet davranışları mağdur üzerindeki etkileri(r=577)artırmaktadır.
İtibara saldırı artıkça, mesleki konuma saldırı (r=775), duygusal şiddet (r=727), yıldırma
(r=790) ve etkileri (r=614) artmaktadır.
66
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Duygusal şiddet arttıkça mesleki konuma saldırı (r=786) , itibara saldırı(r=727),
kültürel ayrımcılık (r=285), yıldırma (r=808) ve etkileri (r=656) artmaktadır.
Kültürel ayrımcılık arttıkça mesleki konuma saldırı (r=302) , duygusal şiddet (r=285),
yıldırma (r=257)artmaktadır. Yıldırma artıkça mesleki konuma saldırı (r=760), itibara
saldırı (r=790), duygusal şiddet (r=808), kültürel ayrımcılık (r=257) ve etkileri (r=717)
artmaktadır.
67
Tablo 4.Demografik
Veriler ve Model
Değişkenler
Arasında
İlişki Korelasyon
AnaliziSempozyumu
Uluslararası
Katılımlı
Kadına
ve Çocuğa
Karşı Şiddet
27-28 Nisan 2012, AnkaraKURUMDA
MEDENİ
DURUM
MEDENİ
PearsonCorrelation
DURUM
Sig. (2-tailed)
1
N
YAŞ
PearsonCorrelation
Sig. (2-tailed)
ÇALIŞMA
UNVAN
SÜRESİ
YAŞ
PearsonCorrelation
MKS
İTS
KA
YL
ETK
,718**
,735**
-,072
-,116
-,271**
-,012
-,205
-,263*
,000
,000
,000
,492
,269
,009
,908
,050
,011
92
92
92
92
92
92
92
92
92
92
,671**
1
,829**
,867**
-,149
-,214*
-,432**
-,048
-
-
,398**
,386**
92
92
,718**
,829**
,000
,000
,157
,040
,000
,649
,000
,000
92
92
92
92
92
92
92
92
1
,820**
-,241*
-
-,552**
-,048
UNVAN
,269**
Sig. (2-tailed)
N
KURUMDA
DŞ
,671**
,000
N
AKADEMİK
AKADEMİK
PearsonCorrelation
,000
,000
92
92
92
,735**
,867**
,820**
Sig. (2-tailed)
,020
,010
,000
,649
,000
,000
92
92
92
92
92
92
92
-,205
-,403**
-,018
1
-,092
MKS
,000
,863
,000
,000
92
92
92
92
92
92
92
-,241*
-,092
1
,775**
,786**
,302**
,760**
,577**
,157
,020
,382
,000
,000
,003
,000
,000
92
92
92
92
92
92
92
92
92
92
-,116
-,214*
-,269**
-,205
,775**
1
,727**
,185
,790**
,614**
,269
,040
,010
,050
,000
,000
,077
,000
,000
92
92
92
92
92
92
92
92
92
92
-,271**
-
-,552**
-,403**
,786**
,727**
1
,285**
,808**
,656**
,006
,000
,000
Sig. (2-tailed)
N
İTS
PearsonCorrelation
Sig. (2-tailed)
N
DŞ
PearsonCorrelation
,000
92
92
92
-,072
-,149
,492
,357**
,050
PearsonCorrelation
,000
,361**
,382
N
,000
,431**
,000
ÇALIŞMA
SÜRESİ
,452**
,432**
Sig. (2-tailed)
N
KA
PearsonCorrelation
Sig. (2-tailed)
N
YIL
PearsonCorrelation
,009
,000
,000
,000
,000
,000
92
92
92
92
92
92
92
92
92
92
-,012
-,048
-,048
-,018
,302**
,185
,285**
1
,257*
,127
,908
,649
,649
,863
,003
,077
,006
,013
,226
92
92
92
92
92
92
92
92
92
92
-
-,452**
-,361**
,760**
,790**
,808**
,257*
1
,717**
-,205
,398**
Sig. (2-tailed)
N
ETK
PearsonCorrelation
,050
,000
,000
,000
,000
,000
,000
,013
92
92
92
92
92
92
92
92
92
92
-
-,431**
-,357**
,577**
,614**
,656**
,127
,717**
1
-,263*
,000
,386**
Sig. (2-tailed)
N
,011
,000
,000
,000
,000
,000
,000
,226
,000
92
92
92
92
92
92
92
92
92
** İlişki 0.01 seviyesinde anlamlı ve önemlidir.
* İlişki 0.05 seviyesinde anlamlı ve önemlidir.
68
92
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 5. Yaş Model Değişkenler Arasında İlişki ANOVA Analizi
Mean
Sum of Squares
MKS
İTS
DŞ
KA
YIL
ETK
BetweenGroups
df
Square
5,981
4
1,495
WithinGroups
78,720
87
,905
Total
84,701
91
BetweenGroups
10,378
4
2,595
WithinGroups
73,225
87
,842
Total
83,603
91
BetweenGroups
15,627
4
3,907
WithinGroups
59,957
87
,689
Total
75,584
91
,329
4
,082
WithinGroups
23,531
87
,270
Total
23,860
91
BetweenGroups
15,750
4
3,937
WithinGroups
69,087
87
,794
Total
84,837
91
BetweenGroups
13,935
4
3,484
WithinGroups
63,686
87
,732
Total
77,621
91
BetweenGroups
F
Sig.
1,653
,168
3,083
,020
5,669
,000
,304
,874
4,958
,001
4,759
,002
İlişki 0.05 düzeyinde anlamlı ve önemlidir.
Tablo 5.“Akademisyenler arasında algılanan psikolojik şiddet yaşa göre farklılık
göstermektedir” hipotezinin test edilebilmesi için yaş değişkeni ile model değişkenleri
arasında Tukey ve Bonferroni çoklu karşılaştırma kriteri kullanılarak yapılan ANOVA
testi sonucunda yaşa göre psikolojik şiddet algılarında farklılık görülmektedir. 26-30 ve
31-35 yaş Aralığı 41 ve üstü yaşlara göre daha fazla psikolojik şiddete maruz
kalmaktadır. Bu durum çalışma yaşamının ilk yıllarında deneyim kazanmaya başladığı
ve işinde yükselmeye çalıştığı yaşlarda engellendiği şeklinde açıklanabilir. Bu anlamsal
farklılık 0,05 önem düzeyindedir. H5 hipotezimiz kabul edilmiştir.
69
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 6. Akademik Unvan ve Model Değişkenler Arasında İlişki ANOVA Analizi
Sum of Squares
MKS
df
MeanSquare
BetweenGroups
30,180
5
6,036
WithinGroups
54,521
86
,634
Total
84,701
91
BetweenGroups
16,733
5
3,347
WithinGroups
66,870
86
,778
Total
83,603
91
BetweenGroups
33,823
5
6,765
WithinGroups
41,760
86
,486
Total
75,584
91
1,727
5
,345
WithinGroups
22,133
86
,257
Total
23,860
91
BetweenGroups
28,557
5
5,711
WithinGroups
56,279
86
,654
Total
84,837
91
BetweenGroups
22,680
5
4,536
WithinGroups
54,941
86
,639
Total
77,621
İlişki 0.05 düzeyinde anlamlı ve önemlidir.
91
İTS
DŞ
KA
YL
ETK
BetweenGroups
F
Sig.
9,521
,000
4,304
,002
13,931
,000
1,342
,254
8,728
,000
7,100
,000
Tablo 6.”Algılanan psikolojik şiddet akademik unvanlara göre farklılık
göstermektedir” hipotezinin test edilebilmesi için akademik unvan değişkeni ile model
değişkenleri arasında Tukey ve Bonferroni çoklu karşılaştırma kriteri kullanılarak
yapılan ANOVA testis onucunda Akademik unvanlara göre psikolojik şiddet algılarında
farklılık görülmektedir Bu anlamsal farklılık 0,05 önem düzeyindedir.H6 hipotezimiz
kabul edilmiştir. Araştırma görevlisi, okutman, öğretim görevlisi, yardımcı doçentler,
doçentler ve profesörlere göre daha fazla psikolojik şiddete maruz kalmaktadırlar. Bu
bağlamda, sözleşmeli olarak görev yapan çalışanların 1’er yıllık ve 3’er yıllık sürede
sözleşmelerinin uzatılmasına karar veren yöneticilerin bu durumu bir yaptırım kaynağı
olarak kullanmaları bir psikolojik şiddet sebebi olarak gösterilebilir. Ayrıca, katı
hiyerarşik yapının üst yöneticilerin bu süreci kullanmalarına zemin hazırlamış olduğu
söylenebilir. Araştırma Görevlileriyle ilgili 2547 Yüksek Öğretim Kanununda yer alan
görev tanımındaki belirsizliklerin Araştırma Görevlisinin, bilimsel çalışmanın ötesinde
kurum veya kurum dışı her faaliyeti ve resmiyette diğer kişi veya kişilere ait her türlü
sorumluluğu yürütmek zorunda bırakılma ihtimalleri göz önünde bulundurulduğunda,
psikolojik şiddete maruz kalmalarında önemli bir etken olarak gösterilebilir. Öğretim
Görevlisi ve Okutmanların ders verme yetkisine sahip olduğu bilinmesine rağmen
öğretim üyesi yoksa verebilir düşüncesi, gerekli değil ama boşluk dolduran çalışanlar
algısı yine psikolojik şiddet nedeni sayılabilir. Ayrıca kendini aşırı beğenmiş, dediğim
dedik, her şeyi ben bilirim diyen ve astları görmezden gelen narsist yöneticilik de
psikolojik şiddet nedeni sayılabilir. Yöneticiliğin bilgi, beceri ve donanım gerektirdiği
70
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
dikkate alınmadan unvanlara sıkıştırılması ve yardımcı doçent, doçent ve profesörlük
unvanını almış ise yöneticilik yapabilir algısı, yöneticilik erkinin güç gösterisine
dönüştürülmesi üniversitelerde psikolojik şiddetin artmasında yönetsel nedenler olarak
gösterilebilir. Üniversiteler de Rektör seçimlerinde yıllarını üniversitede geçirmiş
Öğretim Görevlisi ve Okutmanların ve üniversitenin geleceğini teslim edeceği
Araştırma Görevlilerinin oy hakkının olmaması, görmezden gelinmelerine ve
yöneticiler tarafından dikkate alınmamalarına neden olmaktadır. Bu durum mesleki
itibarsızlaştırmaya neden olmakta ve psikolojik şiddet nedenleri içine girmektedir.
Tablo 7. Kurumda Çalışma Süresi Model Değişkenler arasında İlişki ANOVA Analizi
Sum of Squares
MKS
MeanSquare
5,665
4
1,416
WithinGroups
79,036
87
,908
Total
84,701
91
4,743
4
1,186
WithinGroups
78,861
87
,906
Total
83,603
91
BetweenGroups
13,920
4
3,480
WithinGroups
61,664
87
,709
Total
75,584
91
2,568
4
,642
WithinGroups
21,292
87
,245
Total
23,860
91
BetweenGroups
12,147
4
3,037
WithinGroups
72,690
87
,836
Total
84,837
91
BetweenGroups
11,909
4
2,977
WithinGroups
65,712
87
,755
Total
77,621
İlişki 0,05 düzeyinde anlamlı ve önemlidir.
91
İTS
DŞ
KA
YIL
ETK
BetweenGroups
df
BetweenGroups
BetweenGroups
F
Sig.
1,559
,192
1,308
,273
4,910
,001
2,623
,040
3,635
,009
3,942
,005
Tablo 7 ‘de görüldüğü gibi “algılanan psikolojik şiddet kurumda çalışma
süresine göre farklılık göstermektedir” hipotezinin test edilebilmesi için kurumda
çalışma süresi ile model değişkenleri arasında Tukey ve Bonferroni çoklu karşılaştırma
kriteri kullanılarak yapılan ANOVA testi sonucunda kurumda çalışma süresine göre
psikolojik şiddet algılarında farklılık görülmektedir.1-3 yıl ve 4-6 yıl arası çalışanlar 10
yıl ve üstü çalışanlara göre daha fazla psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Çalışma
döneminin ilk yıllarında psikolojik şiddetin daha fazla yaşandığı söylenebilir. Bu
anlamsal farklılık 0,05 önem düzeyindedir. H7 Hipotezimiz kabul edilmiştir.
6.SONUÇ VE ÖNERİLER
Kamu Üniversitesinde kadın akademisyenler üzerinde yapılan çalışmada
psikolojik şiddet algılarının yüksek olduğu belirlenmiş ve etkileri algılarının da yüksek
olduğu saptanmıştır. Psikolojik şiddet çalışanlarda fiziksel ve ruhsal rahatsızlara, endişe
71
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ve kaygılara yol açmaktadır. Etkileri bireyin yaşamını çekilmez hale getirmekte, hem
kişisel ve sosyal hem de iş yaşamını olumsuz etkilemektedir. Bireyin motivasyonunun
azalmasına neden olmaktadır. Bu sürece dayanamayan bireylerin sık sık rapor alması,
hatta işi bırakmaları bile söz konusu olmaktadır. Mağdurun iletişimi de bu süreçte
olumsuz etkilenmektedir. Mağdur ortamdan soyutlanmaktadır.
İşyerinde psikolojik şiddetle mücadelede en önemli husus, soruna ilişkin
farkındalığın, mağdurun kendisi tarafından olduğu kadar; işveren, iş arkadaşları ve tüm
toplum tarafından aynı önemde sağlanmış olmasıdır. Bu yöndeki ihlaller ceza hukuku
kapsamında suç olarak değerlendirilmelidir. Mobbinge uğrayan kişilerin uğradıkları
maddi ve manevi zararların giderilmesi yönünde ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır. İş ve çalışma hukuku kapsamında mobbing’e uğrayan çalışana derhal fesih
hakkı ile birlikte diğer tazminatlardan hariç olmak üzere cezai şart mahiyetinde
caydırıcı bir “mobbing tazminatı” ödenmesi konusunda ilgili kanunlarda düzenlemeler
yapılmalıdır. Türkiye, kadınların işgücüne katılımı açısından OECD ülkeleri içinde en
düşük orana sahiptir. Çeşitli yasal ve pratik önlemlere rağmen, cinsiyet ayrımcılığı
ülkemizde bir problem olarak kalmaya devam etmektedir. İşyerlerinde ve işe girişlerde,
cinsiyet, ırk veya etnik köken, din veya inanış, özürlülük, hükümlülük, yaş ve cinsel
eğilim sebebiyle yapılan ayrımcılığın herhangi bir açığa yer bırakılmadan düzenlenmesi
gerekmektedir. Mağdurun, baskı gördüğü işyerinden ayrılmasıyla gördüğü maddi
zararın tazmini gerekmektedir. Tazminat olarak uygun görülen miktarın belli bir oranı
zorbadan, diğer kısmı ise kurumdan alınırsa, bu yaptırımın etkisiyle, mobbing daha
çabuk kontrol altına alınacaktır. Mobbing ile ilgili bakanlık ve kurumlar birbirleriyle
bağlantılı olmalı, çalışmalar, oluşturulacak ortak bir birim aracılığıyla daha sistemli bir
şekilde yürütülmelidir. Japonya’da olduğu gibi ALO MOBBİNG hattı oluşturulabilir.
Bu hattı arayanlar hem sorunlarını iletmiş, hem de mobbingle ilgili araştırmalarda bir
veri tabanı oluşturmuş olur. (Tetik,2010;81-89). Kurumlarda mobbinge yönelik
eğitimler verilmesi hem mağdurların nasıl bir süreçle karşı karşıya kaldıklarının
anlatılması hem de baş etme yolarının gösterilmesi açısından önemlidir. Kitle iletişim
araçlarından mobbing ile ilgili bilgilendirmeler yapılarak duyarlılık oluşturulması, yasal
düzenlemelerin yapılması ve ancak yasal düzenlemelerin mağduru daha da mağdur
olacak hale getirmemesi gerekmektedir, çünkü sonuçlanmayan mobbing davaları
bireyleri karamsarlığa itmektedir.
Yapılan araştırmalar Mobbing vakalarının özellikle duygusal zekadan yoksun
yöneticilerin idare ettiği örgütlerde ortaya çıktığını göstermektedir. Mobbing’i önlemek
için öncelikle yöneticilere sonra çalışanlara duygusal zeka, insan odaklı yönetim, etkili
iletişim, örgütsel iletişim ve duyarlılık geliştirme konularında eğitim verilmeli, çalışkan
ve başarılı çalışanları köreltmemek için azami dikkat gösterilmelidir.
KAYNAKÇA
ALTUNTAŞ Ceren (2010). ‘Mobbing Kavramı ve Örnekleri Üzerine Uygulamalı Bir
Çalışma’, Yasar Üniversitesi Bülteni,
BAİLEY JE, Kellermann AL, Somes GW, Banton JG, Rivara FP, Rushforth NP. Risk
FactorsforViolentDeath of Women in the Home. Archives of InternalMedicine 1997;
157(7): 777-782
BROWNE M. Neıl, SMITH Mary Allıson(2008) “MobbıngInTheWorkplace:
TheLatestIllustratıon
Of
PervasıveIndıvıdualısmInAmerıcanLaw”,
EmployeeRıghtsAndEmploymentPolıcyJournal, [Vol. 12:131-161]
72
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ÇOBANOĞLU, Şaban (2005). “ Mobbing”, “ İşyerinde Dıygusal Saldırı ve Mücadele
Yöntemleri” Timaş Yayınları, İstanbul
DANKAÇ Gönül (2007) Örgütlerde Psikolojik Yıldırma (mobbing) ve Bir Araştırma,
Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans
Tezi, Balıkesir
DJİKANOVİÇ B, Celik H, Simic S, Matejic B, Cucic V.(2010) HealthProfessionals’
Perceptions
of
Intimate
Partner
ViolenceagainstWomen
in
Serbia:
OpportunitiesandBarriersforResponseImprovement. PatientEducationandCounseling ;
80(1): 88-93
DOĞAN Mehmet Ali (2009) İlköğretim Okullarında Öğretmenlere Uygulanan
Psikolojik Şiddetin(Mobbing) İş Doyumuna Etkisi: Ankara İli Sincan İlçesi Örneği,
Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans
Tezi, Ankara
EINARSEN, Stale (2006). “Harassment&Bullying At Work: A Review of
TheScandinavianAproach” AggressionandViolentBehavior, Vol.5, No.4
EİNARSEN S. (1999)Thenatureandcauses of bullying at work. International
JournalofManpower, Vol 20 p.1- 2,
EKİZ Volkan(2010) İşletmelerde Yaşanan Psikolojik Şiddet, Atılım Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara
GENÇ, Nurullah; PAMUKOĞLU, Esra(2006). “ Psikolojik İşyeri Terörü: Dr. Siyami
Ersek Göğüs Ve Kalp Damar Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde Bir
Uygulama” 14. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, 25-27
Mayıs, Erzurum
GÜLER N, Tel H, Tuncay FÖ (2005) Kadının Aile İçinde Yaşanan Şiddete Bakışı.
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi ; 27(2): 51-56.
KOÇAK Orhan, Hayran Nihal(2011), Çalışma Hayatında Kadına Yönelik
Taciz(Mobbing):Körfez İlçesi Örneği, 9th Internatıonal Conference On Knowledge
Economyand Management Proceedings, Uluslararası 9. Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongre Bildirileri, Jun 23-25, 2011 Sarajevo-Bosnia&Herzegovina / 23-25 Haziran ,
Saraybosna-Bosna Hersek
KÖK Bayrak Sebahat (2006) İş Yaşamında Psiko-Şiddet Sarmalı olarak Yıldırma
Olgusu ve Nedenleri” 14. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı,
25-27 Mayıs Erzurum
KÜÇÜKER H.(2002)Zonguldak’ta Sulh Hukuk Mahkemelerine Yansıyan Kadına
Yönelik Aile İçi Şiddet Olgularının İncelenmesi. Adli Tıp Dergisi; 16(2): 40-45.
LEYMANN
Heinz,
“IntroductiontotheConcept
of
Mobbing,
TheMobbingEncyclopepaedia”,
http://www.leymann.se/English/11110E.
HTM
[26.04.2006].
LEYMANN Heinz; “Mobbing-Its Course Over Time” TheMobbing Encyclopedia
http:///www.leyman.se/English/1220E.HTM
SOARES, Angelo (2004). “LIKE 2 + 2 = 5: BullyingAmongHydro-QuébecEngıneers”,
Unıversıty of QuebecınMontreal,School of Management ScıenceDepartment of
Organızatıonand Human Resources.
SÜRAL N. (2002) Avrupa Topluluğunun Çalışma Yaşamında Kadın-Erkek Eşitliğine
Dair Düzenlemeleri ve Türkiye. Kadın Erkek Eşitliği ; 65-66.
TETİK Semra Mobbing Kavramı: Birey ve Örgütler Açısından, KMÜ Sosyal ve
Ekonomik Araştırmalar Dergisi 12 (18): 81-89, 2010 ISSN: 1309 - 9132,
www.kmu.edu.tr
73
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
VARTİA M. (1996)Thesources of
bullyingPsychologicalworkenvironmentandorganisationalclimate. EuropeanJournal of
WorkandOrganizationalPsychology, (2),p.203-214
VİCKERS, Margaret H. (2001) ; “Bullying As UnacknowledgedOrganizationalEvil; A
Researher’sStory, EmployeeResponsibilitiesandRightsJournal, Vol.13, No.4 December
WESTHUES, K.(2004), AdministrativeMobbing at theUniversity of Toronto, Edwin
Melen Pres, USA.
WESTHUES,Keneth (2002). TheMobbings at MedailleCollege in 2002, Canada;
University of Waterloo, October
74
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İLETİŞİM ÇATIŞMASI OLARAK KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Rüçhan Gökdağ*
Özgül Dağlı†
Özet
Şiddet kuramlarında saldırgan davranışlar; temelde yatan psikolojik yapı, süreç ve
mekanizmaların bir sonucu olarak görülür. Ancak hiçbir kuram bir başına şiddet
davranışını açıklayamamaktadır.. Aslında şiddet, bu kuramlarda belirtilen bütün
dinamiklerin bir sonucudur. Şiddet bizim psiko-soayal ve biyolojik bütünlüğümüzün bir
ürünüdür; dolayısıyla kaynak bizim içimizdedir.
Saldırganlık da dâhil bütün insan davranışları bir iletişim bağlamında
gerçekleşmektedir. Dolayısıyla saldırgan davranışlar kişilerarası çatışma olarak
görülebilir ve incelenebilir.
Kişilerarası iletişimin temlinde dört ilke vardır:
Kaçınılamaz, geri döndürülemez, karmaşıktır, bağlamsaldır.
Bu çalışmada saldırgan davranış, Triandis’in “Kişilerarası Davranış Kuramı”
aracılığıyla incelendi. Model, davranışın kendisinin incelenmesiyle başlıyor ve
sonrasında davranışın öteki belirleyicilerini tanınmaya çalışılıyor. Modele göre bir
davranışın ortaya çıkma olasılığı üç etken tarafından belirlenmektedir. Alışkanlık
(önceki davranışın hedef davranışı üretme gücü), davranışsal niyet (belli bir durumda
saldırıya geçme niyeti) ve kolaylaştırıcı koşullar (belli bir davranışta bulunmayı
kolaylaştıracak koşulların varlığı ya da yokluğu).
Anahtar kelimeler: Şiddet kuramları, kişilerarası iletişim, kişilerarası çatışa,
kişilerarası davranış kuramı
VIOLENCE AGAINST WOMEN AS A COMMUNCATION CONFLICT
Abstract
In violence theories aggressive behaviors are seen as an outcome of underlying
psychological structures, processes, and mechanisms. But no one theory is capable to
explain the violence act by itself. Actually violence is the result of all the dynamics
mentioned in these theories Violence is a product of our psycho-social and biological
totality. The source of violence is in the inside of us.
All human behaviors, including aggression have been realized in a communication
context. So aggressive behaviors can be seen and analyze as an interpersonal
communication
conflict.
There are four principles underlie the interpersonal communication: It’s inescapable,
irreversible, complicated, and contextual.
*
†
Doç Dr. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilileri Fakültesi Öğretim Üyesi, [email protected]
Yrd. Doç Dr. Yeni Yüzyıl Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi, [email protected]
75
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
In this study aggressive behavior is e amined through the “theory of interpersonal
behavior” developed by Triandis. His model starts with examining the behavior itself,
and then tries to identifying the other determinants of behavior. In that moel the
probability that a particular behavior will occur is determined by three factors. Habit
(the strength of previous behavior in producing the target behavior), behavioral intent
(the intention to engage in the particular act), and facilitating conditions (the presence
and absence of conditions that facilitate the performance of particular behavior).
Key words: violence theories, interpersonal communication, interpersonal conflict,
theory of interpersonal behavior
GİRİŞ
Toplumsal ve bireysel yaşamın özü iletişimdir. Dünyaya bir hayvan yavrusu olarak
gelen insanoğlunu “insan” yapan bütün özelikler; onun iletişim kurmadaki becerisinin
bir sonucudur. Ne var ki başarı ve mutluluğun olduğu kadar, mutsuzlukların nedeni de
iletişim olmaktadır. İnsanlar arasında yaşanan çatışma ve şiddet, iletişimin güç kazanma
ve tahakküm kurma amacıyla kullanılmasının bir sonucudur. Çatışma da dahil; en
basitinden en karmaşığına kadar bütün iletişim edimleri, altta yatan son derece karmaşık
dinamiklerin bir fonksiyonudur.
Bu çalışma üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda kişilerarası şiddetin nedenleriyle
ilgili olarak geliştirilen kuramların meseleyi nasıl ele aldıkları kısaca özetlenmektedir.
Sununun ikinci kısımda; iletişimin ve kişilerarası iletişimin ne olduğu birey
yaşamındaki önemi ve kişilerarası iletişimin temel özellikleri üzerinde durulmaktadır.
Bildirini son bölümünde ise şiddet davranışı bir iletişim biçimi olarak ele alınmakta ve
“Kişilerarası Davranış Kuramı”nın temel kavramları esas alınarak saldırganlığın nasıl
açıklanabileceği üzerinde durulmaktadır. Devamında Türkiye’de kadına yönelik
şiddetin önlenmesi için girişilen çabalara; Gramsci’nin “kültürel hegemonya” ve
Althousser’in “devletin ideolojik aygıtları” bağlamında değerlendirlecektir.
SORUN
İnsanlar arasındaki iletişimden beklenen; bilgi alma, bilgi verme, anlaşmazlıkların
giderilmesi ya da belirsizliklerin azaltılmasıdır. Bu amaçla düşüncelerin karşılıklı
paylaşımıdır iletişim. Ne var ki yaşadığımız gerçekler; dünyaya geldiğinden beri hep
iletişim içinde olan insanoğlunun bu konuda pek de becerikli olmadığını gösteriyor. Bu
çalışmanın sorunu; amacı anlatmak, anlamak ve anlaşmak olan iletişimin nasıl oluyor
da yanlış anlamalara, hayal kırıklıklarına, saldırganlığa dönüştüğüdür
Şiddetin biyolojik, psikolojik ve toplumsal kuramları; insanların neden saldırgan
davrandığını, neyin ya da nelerin onları saldırgan yaptığına açıklayan hipotezlerdirler.
Benzer şekilde kitle iletişim araçlarıyla ilgili olarak geliştirilen kuramlar da bu
teknolojilerin neden ve nasıl insanları etkilediği ve şiddete neden olduğu konusuna yanıt
arama çabalarının ulaştığı sonuçladırlar. Şiddetin nedenlerine ilişkin kuramların sayı
olarak çokluğu; soruna tam olarak tanı konulamadığı şeklinde yorumlanabileceği gibi;
sorunun çok boyutlu olduğunun bir göstergesi olarak da yorumlanabilir.
76
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Şiddet ve saldırganlıkla ilgili bilimsel çalışmaların bir kısmı suç ve şiddet sorununda
bireyin kendisine odaklanmakta, bireyin doğasını tartışma masasına yatırmaktadır.
Örneğin biyolojik yaklaşımda; şiddetin nedeni olarak insanın genetik yapısı, kimyasal
ya da hormon düzeyleri gibi etkenlere odaklanılmaktadır. Psikolojik yaklaşımlar ise
tutarsız, hırçın ve ihmalkâr aile, önemli sayılan yakınların kaybı, çocuklukta yaşanan
psikolojik veya cinsel istismarın neden olduğu anksiyetenin saldırganlık üzerindeki
etkilerini ön plana çıkarmaktadır. Öte yanda toplumsal kuramlar; şiddetin yaygınlık ve
sıklığını kestirmeyi çalışmakta, şiddet uygulayan ya da şiddete karışan insanların belli
toplumsal gruplarla olan bağı sorgulanmaktadır.
Bu çalışmaların; bizim özellikle bireysel düzeydeki şiddet biçimlerine ilişkin bilgimizi
artırdıkları kuşkusuzdur. Öte yanda saldırganlığa neden olan insan özelliğinin bilinmesi,
alınacak önlemlerin isabeti bakımından da kritik öneme sahiptir. Ancak saldırganlık, hiç
bir kuramın tek başına açıklayamayacağı kadar karmaşık ve çok yönlü bir süreçtir.
İletişimin saldırganlık üretmesi ya da saldırgan niyetlerle kalkışılan iletişim; Rummel’in
(1979) belirttiği gibi bizim bütünlüğümüzle, yani genetik mirasımız, biyofizyolojik
yaradılışımız, biyo-nörolojik durumumuz ve psikolojimizle ilgili bir durumdur. Kaynak
bizim içimizdedir.
İnsanlar; doğumla başlayan kültürlenme sürecinde neyin “doğru”, neyin “yanlış” ya da
“haklı-haksız” gibi değerleri ve bu değerleri kullanarak çerçevesinde olup bitenlere
teşhis
koymak, talepte bulunmak,
yargılamak, rekabet
etmek üzere
şekillendirilmektedir. Kişilerarası etkileşimlerde insanı en çok etkileyen, sıkıntı ve
sorun yaratanı çatışma; bu yetiştirme biçiminin bir sonucudur.
İLETİŞİM SÜRECİ
İletişim kavramının anlamı, kullandığı bağlama göre değişmektedir. Yapılan bir literatür
taramasında; iletişim sözcüğünün 4500’ü aşkın anlamda kullanıldığı saptanmıştır
(Zıllıoğlu, 1993: 4). Bu anlam çokluğunun nedeni, iletişimin yaşamın her alanını
kapsamasıdır; öyle ki yaşıyor olmak iletişimde bulunmak demektir. Dolayısıyla bütün
düşüncelerimizin, davranışlarımızın ve ilişkilerimizin gerisinde isteyerek ya da
istemeyerek alıp-verdiğimiz iletiler vardır.
İletişimin sözlü ve sözsüz olanı; bireylerarasında, örgüt ve grup içerisinde ya da kitle
ölçeğinde olanı vardır. İletişimin türü ne olursa olsun, sürecin işleyişi şekilde görüldüğü
gibidir ve değişmez. Öte yanda; iletişimin fraklı türleri olsa da, iletişim deyince ilk
akla gelen insanlar arasındaki iletişimdir.
KAYNAK
MESAJ
(İLETİ)
Şekil 1. İletişim Sürecinin Temel Öğeleri ve İşleyişi
77
ALICI
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kişilerarası iletişimde kaynak ve alıcının etkileşimi iletilerin gönderilip alınmasıyla
sağlanır. Şekil’de gözüktüğü haliyle süreç son derece basittir. Aslında çoğumuz öyle
yani basit olduğunu düşünürüz; çünkü bütün hayatımız boyunca iletişimde bulunuyoruz.
Ancak kişilerarası iletişimin aşağıda açıklanan temel özellikleri incelendiğinde; çok
basit ricaların bile ne derece karmaşık olduğu görülecektir.
Kişilerarası İletişimin Temel Özellikleri
Kişilerarası iletişimin saldırganlıkla olan ilişkisindeki derinliği daha iyi kavrayabilmek
için sürecin temel özelliklerinin bilincinde olmak gerekir. Aşağıda kişilerarası iletişimin
dört temel özelliği kısaca açıklanmıştır.
Kişilerarası iletişim kaçınılmazdır
İki kişi bir arada olduğunda, iletişimde bulunmamaları mümkün değil. İsteseler de bunu
başaramazlar. Diyelim ki bu iki insan iletişimde bulunmamak için özel çaba
gösteriyorlar. Bu çabaları aslında iletişimin ta kendisidir. Eğer susuyorsak sessizliği
iletiyoruzdur. Sonra hiç sesimiz çıkmasa da jest ve mimiklerimizle, bakışlarımız,
duruşumuz... Kısacası bütün vücudumuzla iletişimde bulunuruz.
Kişilerarası
iletişim
geri
döndürülemez
Söz ağızdan çıktığında onu geri alamazsınız. Tabi ki bu sözler güzelse hiçbir sakıncası
yoktur; ama onlar “zehir saçan”, “kırıp-döken” sözler olduğunda fırlatılan ok gibidir.
Delip geçer, yaralar insanları.
Kişilerarası iletişim karmaşıktır
Aslında iletişimin hiçbir biçimi basit değildir. İletişim sürecinde yer alan değişkenlerin
çokluğu nedeniyle, basit ricalar bile son derece karmaşıktır. İki kişinin iletişiminde;
onların
zihinlerinde canlanan en az 6 “insan” sürece dâhil olmaktadır:
1. Siz kendinizin kim olduğunu düşünüyorsunuz;
2. Siz öteki insanın kim olduğunu düşünüyorsunuz;
3. Siz, öteki insanın sizin kim olduğunuzu düşündüğünü düşünüyorsunuz;
4. Öteki insan kendisinin kim olduğunu düşünüyor;
5. Öteki insan sizin kim olduğunuzu düşünüyor
6.Öteki insan sizin kim olduğunuzu düşündüğünüzü düşünüyor.
Öte yanda biz iletişim sürecinde düşünceleri değil, o düşünceleri temsil eden
sembollerin değiş-tokuşunu yapıyoruz. İletişimi bu da karmaşık kılmaktadır. Sözcükler
yani semboller
Kişilerarası iletişim bağlamsaldır
İletişim izole bir şekilde oluşmaz. Özellikle psikolojik ve kültürel bağlam sürecin
gidişatında önemli etkiler yapmaktadır.

Psikolojik bağlam, sizin kimliğiniz ve etkileşime ne getirdiğinizle
ilgilidir: İhtiyaçlarınız, istekleriniz, değerleriniz, kişiliğiniz vb bütünüyle
psikolojik bağlamı oluşturur. Burada “siz” etkileşime giren her iki
katılımcı
anlamında
kullanılmaktadır.
78
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara

Kültürel bağlam iletişimi etkileyen öğrenilmiş bütün davranış ve
kuralları kapsar. Eğer siz, uzun süreli göz göze bakışmayı kabalık olarak
gören bir kültürden geliyorsanız; göz temasından kaçınacaksınız. Ama
karşınızdaki insanın kültüründe gözün içine bakmak güvenirlik ve
sadakat anlamına geliyorsa, bir yanlış anlama durumu söz konusudur.
Kişilerarası Çatışma
İnsanlar bazen; kendileri için olumsuz olacağını düşündükleri bir durumu değiştirmek,
engellemek ya da ortadan kaldırmak için iletişim kurmaktadırlar. Bu bağlamda iletişim
güç kaynağı olarak kullanılan bir mekanizmadır. Birey hemen ya da belirlediği bir süre
sonunda beklediği tepkiyi almak ister. Saldırgan iletişim; beklenen tepkinin alınmadığı
durumlarda; ihtiyaç ve isteklerin, muhatabın sağlık ve mutluluğu dikkate alınmadan
ifade edilmesi ya da karşılanması yöntemidir. Bu iletişim biçiminde, genellikle
başkalarını incitme ve intikam duyguları baskındır.
İletişimde sonucun belirleyen iletidir. İleti konuşmadır, susmadır, yazıdır, herhangi bir
bakış, jest ya da mimik olabileceği gibi öldürmek üzere çekilen bir silah, bir tekme ya
da tokatta olabilmektedir. Dolayısıyla bütün mutluluk ve güzelliklerin de, korku ve
nefretin de sebebi onların taşıyıcısı olan iletidir. Ancak unutmamak gerekir iletiyi
hazırlayan insandır. Yunus’un “söz ola kestire başı, söz ola kese savaşı” özdeyişindeki
“söz” iletidir, ama sözü söyleyen insandır. İleti bir sonuçtur bir üründür. Önemli olan ve
bizim de burada üzerinde duracağımız o ileti ya da iletilerin nasıl oluştuğudur.
Biz iletişim davranışımızın nasıl olacağını belirleyen sahip olduğumuz bilişsel
şemalarımızdır. Bilindiği gibi şemaları iletişim yoluyla oluşturuyor, sonra dönüp o
şemaları kullanarak iletişimde bulunuyoruz. İletişimi şiddete dönüştüren etkenlerden
birisi, bize doğru, haklı, adil... diye benimsetilen ve mutlaka uyulması-korunması
gereken ahlak yargılarıdır. İletişim ahlaki yargılar içine hapsedildiğinde karşımızdakini
ve davranışlarını yargılarız.
Yargılar üzerine kurulan iletişimde kaçınılmaz olarak
karşıdakini suçlama, aşağılama ve etiketleme olacaktır.
Kişilerarası çatışma konuları
Kişilerarası çatışmalar çok farklı ortam ya da durumlar için söz konusu olabilmektedir.
Buna bağlı olarak konusu ve sınıflandırılması da farklı olmaktadır. Sözgelimi Canary
(2003. Aktaran: DeVito, 2011: 160) çatışma ya neden olan konuları şu dört başlık
altında toplamıştır.
1. Amaç ya da isteklerin farklılığı (genç kızın evlenmek istediği kişi ile ailenin uygun
bulduğu kişinin farklı olması nedeniyle yaşanan çatışma)
2. Para, zaman gibi kaynakların ne için-nasıl kullanılacağı (kadının eşi tarafından
ailesine yapılan yardıma itiraz etmesi; eşin gece yarılara kadar kıraathanede zaman
geçirmesi, eşin ailesi için zaman ayırmasını istemesi)
3. Alınacak kararlar (paralarını biriktirme ya da gösteriş olsun diye savurma).
4. Birisinin uygun- istendik gördüğü bir davranışı diğerinin yanlış ya da olumsuz
bulması (örneğin içki içmeyi erkeğin normal karşılaması, kadının yanlış bulması ya
da kadının ayrılmak istemesi, erkeğin buna karşı olması.)
KİŞİLERARASI DAVRANIŞ KURAMI VE SALDIRGANLIK
Sosyal psikolog Harry Triandis tarafından geliştirilen “Kişilerarası Davranış Kuramı”,
ağırlıklı olarak bir davranışı nelerin belirlediği ya da genel olarak hangi etkenlerin
davranışa neden olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Kuram özellikle toplumsal
ve fiziksel ortamın etkili olduğu karmaşık insan davranışlarını anlama ve açıklamada
yaralı olmaktadır.
79
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Birinci aşama
Sonuçlara
ilişkin inançlar
Sonuçların
değerlendiril.
Normlar
Roller
Kendilik
kavramı
Duygular
İkinci aşama
Üçüncü aşamaz
Algılanan
sonuçlar
Kolaylaştırıcı
koşullar
Toplumsal
etkenler
Niyet
Duygulanım
Geçmiş
davranışların
sıklığı
sıklığı
Şekil:
Triandis’in
Kaynak: GCN, 2009: 32
Davranış
Alışkanlıklar
Kişilerarası
Davranış
Modeli.
Bu model üç aşamalıdır. Birinci aşama kişisel özellikler ve geçmiş yaşantıların insan
tutumlarını biçimlendirmesiyle ilgilidir. İkinci düzey biliş, duyuş ve toplumsal
belirleyiciler ile kişisel normatif inançların belirli bir davranışa ilişkin niyeti nasıl
biçimlendirdiğini açıklamaktadır. Üçüncü düzey ise davranışla ilgili niyet, geçmiş
deneyim ve durumsal koşulların kişinin söz konusu davranışın gerçekleştirilmesindeki
etkilerini açıklamaktadır.
Bu model davranışın kendisinden başlar ve geriye doğru davranışın belirleyicilerini
tanımaya doğru işler. Sununun bundan sonraki kısmında davranışı saldırganlık olarak
alalım ve modeli oluşturan kavramları buna göre açıklayalım.
Modeli oluşturan kavramların ilki “davranış” tır; yani saldırganlık. Davranış olarak
saldırganlık, gerçekleştiği bağlam içerisinde anlam kazanır. Çünkü herhangi bir durum
ya da ortamdaki saldırganlık; niyetin, alışkanlıkların ve kısmen de ortamın bir
fonksiyonudur. Şimdi bu üç kavrama şiddet özelinde biraz daha yakından bakalım.
Niyet
Saldırganlığın bilişsel geçmişidir. Saldırganın bilinçli planıdır; kendi öğrenmelerikültürlenmesi sonucunda oluşturduğu bir plandır. Dolayısıyla saldırganlığı hedefleyen
davranış örüntüsü, zarar vermek amacıyla düşünülmüş ve planlanmış olma özelliği ile
belli bir niyete –zarar vermeye- bağlıdır. Tekrarlamakta yarar var; Niyet rasyonel
düşünce, toplumsal normlar ve duygusal faktörlerden etkilendiği için; saldırı niyeti,
aslında bir dizi farklı genel niyetlerin bir bileşkesidir.
Normlar, belli davranışların doğru, uygun ya da istendik mi; yoksa yanlış, uygunsuz,
ahlak dışı ya da istenmedik olduğuna ilişkin inançlar olarak tanımlanabilir. Farklı
şekilde söylersek normlar neyin yapılması ya da yapılmamasına ilişkin toplumsal
kurallardırlar. Saldırganın sahip olduğu ve şiddet uygulamayı, öldürmeyi öngören özel
normlar; esas olarak, saldırganın ait olduğu toplumsal grubun normlarıdırlar.
Dolayısıyla normlara aykırı davranmanın sonuçları-bedeli vardır.
Roller, Bir grup içerisinde belli bir konumu olan insanın yerine getirmesi gereken
davranışlar seti anlamına gelmektedir. Toplumun erkeğe ve kadına yakıştırdığı ve
“cinsiyet benlik şeması” olarak zihinlere kazdığı özellik ve davranışlar; onlardan
beklenen rollerin ne olduğunu göstermektedir (Gökdağ, 2011: 132). Bu bağlamda bir
kadının evini terk etmesi, eşine –onun istemediği-sorular sorması, boşanmaya
80
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kalkışması ya da erkeğine karşı çıkması; Türk toplumundaki egemen ideolojinin kadına
şemasıyla örtüşmemektedir.
Kendilik imajı, bir insanın kendisini ne kadar değerli gördüğü anlamına gelir. Bireyin
kendilik imajının oluşumunda; hangi tutum ve davranışların doğru, uygun ve istendik
olduğuna ilişkin düşünceler de etkili olmaktadır. Eğer birey kendisini dürüst olarak
düşünüyorsa; onun davranışları, kendisini öyle görmeyen birisinden daha dürüst
olacaktır. Kendilik değeri ayrıca, önemli bulduğu ve peşinden gittiği amaçlar anlamına
da gelmektedir.
Duygular
Bir insanın belli bir davranışı düşündüğünde hissettiği duyguyla ilgilidir. Duygulanım,
saldırmanın, saldırganda uyandırdığı duygusal durumu temsil etmektedir. Yani evli bir
kadının “boşanma isteği”, “evi terk etmesi”, “kocayı şikâyet etmesi” vb davranışların
erkekte yarattığı duygulardır. Yine Türkiye’de sıkça tanık olunan genç kızın ya da evli
bir kadının yasak ilişki yaşaması karşısında eş, ebeveyn ve yakınların hissettikleri
duygulardır. Duygulanım karar vermede az çok bilinçsiz bir girdidir ve içgüdüsel
davranış tepkilerince yönetilmektedir.
Algılanan sonuçlar, saldırganın uygulayacağı şiddetin neden olabileceği olumlu ya da
olumsuz sonuçlara ilişkin algılarıdır. Saldırganın sonuca atfettiği değer, yani
karşısındaki insana ne olacağı, nasıl acılar çekeceği onda oluşacak tutumun önemli bir
belirleyicisi olacaktır.
Sonuçların değerlendirilmesi, saldırganlık kararı aynı zamanda bir kafa yorma işidir.
Davranışı etkileyen bütün faktörlerin birlikte düşünülüp, getiri ve götürülerinin dikkate
değerlendirildiği bir süreçtir. Evini terk eden kadının öldürülmesi, toplumda” başı dik
dolaşma”, “erkek adam” olma “namus gereği” vb değerlerin etkin olduğu bir sonuçtur.
Alışkanlıklar
Saldırganlığa götüren alışkanlıklar; saldırganın hoş karşılamadığı davranışları bastırmak
üzere daha önce denemiş olduğu yollardır. Bu kimi zaman tehditkâr bir bakış, kimi
zaman azarlama, kötü söz, fiziksel saldırının çeşitli biçimleri olabilir. Tekrar tekrar
kullanıldığı için; zaman içerisinde bir sorun çözme yöntemi olarak benimsenir ve benzer
durumlarla her karşılaşıldığında uygulanır.
Kişilerarası davranış modelinin birleşenlerine ilişken açıklamalardan şunun açıkça
ortaya çıkmış olması gerekir: Bu modelde yer alan kavramlar biri biriyle ilişkili olduğu
gibi, davranışın ortaya çıkmasıyla da ilişkilidir. Niyet, toplumsal ve duygusal etkenler
kadar ussal kafa yormalardan da etkilenmektedir. Modele göre bir kimse ne bütünüyle
düşünüp taşınarak, ne de bütünüyle otomatik bir şekilde nkarar vermektedir. Bir kimse
ne bütünüyle bağımsız, ne de bütünüyle toplumsaldır. Davranışlar ahlaki inançlardan
etkilenir, ancak bunların etkileri duygusal içgüdü ve bilişsel sınırlılıklarca
yumuşatılmaktadır.
KÜLTÜREL HEGEMONYA YA DA DEVLETİN İDEOLOJİK AYGITLARI
Triandis’in yukarıda açıklanan modelinde insanları şiddete yönelten etkenlerin önemli
bir kısmının kültürlenme yoluyla öğrenildiği görülmektedir. Zaten bu nedenle kültürel
antropologlar insan için “kültürel hayvan” nitelemesinde bulunmaktadırlar. Dolayısıyla
bireyin içine doğduğu kültürü sorgulamadan insan davranışlarını açıklamaya çalışmak
her zaman eksik ve yüzeysel kalmaya mahkûmdur.
Bu başlıktaki “kültürel hegemonya” Antonio Gramsci’nin “devletin ideolojik
aygıtları” ise Louis Althousser’in ideoloji kavramına açıklamak için kullandıkları
anlatımlardırlar. Kadına yönelik şiddete ideolojik açıdan bakılmadıkça sorunun özüne
inilemeyecektir. İdeoloji; insanların düşünce ve davranışlarını etkileyen ve çeşitli
81
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kaynaklardan beslenen (Mardin, 1969: 16) ya da belli bir sınıfa ya da gruba özgü
inançlar sistemidir. Bell (1960) ise iyasal sistemlerin bir görüntüsü, ördükleri bir ağ
olarak tanımlıyor ideolojiyi.
Althousse’e göre insanlara ideoloji yükleme adeta otomatik, kendiliğinden
gerçekleşmektedir. Egemen ideoloji, varlığını bu otomatik bilinç yüklemeye borçludur.
Toplumdaki gelenekler, görenekler, din ve öteki toplumsal alışkanlıklar, kitle iletişim
araçları var oldukça ideolojiler de yaşayacaktır. İnsanları okul çağında okul, eğitim
sistemi ya da aile denetlerken, olgun yaşta bireyin ideolojik denetimi daha çok din ve
kitle iletişim araçlarına geçer. Dolayısıyla insanı biçimlendirip yönlendiren ve
denetleyen bu saydığım aygıtlardır. Althousse bunlara devletin ideolojik aygıtları diyor.
Bu mekanizmalar aracılığıyla egemen ideolojinin benimsetilmesi, Gramsci’de “kültürel
hegemonya” kavramıyla açıklamaktadır. Gramsci “insanı kafasından yakaladınız mı,
kol ve bacaklar kolay gelir” diyor.
Bu özet bilgiden sonra; aşağıda verilen bir araştırmanın sonuçları dikkate alındığında,
Türkiye’nin bu ideolojik gerçekliğinde kadına şiddetin önlenip önlenemeyeceği ya da ne
kadar önlenebileceği üzerinde düşünmek gerekir.
Dünyanın birçok ülkesinde aynı soru setiyle uygulanan ve dolayısıyla Türkiye’de de
tekrarlanan 2011 Dünya Değerler Araştırması’nda sorulan kimi sorular ve alınan
yanıtlar şöyledir ( Tekelioğlu, 2011).
“Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor” gibi bir “tutum” içeren ifadeyi
kabul edenlerin oranı yüzde 39. Daha da acısı, bu cümleyle hemfikir olan kadınların
oranıysa yüzde 27.
“Bir erkeğin birden fazla karısının olması kabul edilebilir” ifadesini kabul edenlerin
oranı yüzde 39; bu ifadeyi kabul eden kadınların oranıysa, düşük ama hâlen yüzde 20
gibi bir seviyede.
“Ev kadını olmak da, çalışmak ve para kazanmak kadar tatmin edicidir”. Bu konudaki
genel kabul yüzde 54 gibi kadının iş yaşamında neden az bulunduğunu açıklayacak
oranda. Bu ifadeye katılan kadınların oranıysa daha da yüksek, yüzde 66.
“Ülkede, eğer insanlar iş bulamıyorsa, çalışmak kadınlardan çok erkeklerin hakkıdır”
ifadesine kadınların yarısından çoğu (yüzde 54) katılıyor.
“Eğer bir kadın, kocasından daha fazla para kazanıyorsa, bu durum evlilikte sorunlara
yol açar” ifadesine erkeklerin yüzde 52’si, kadınların yüzde 45’i katılıyor.
Peki, yıllar içinde bir değişim olmuş mu? Araştırmanın Türkiye ayağını yürüten
araştırmacının yanıtlarına göre; Örneğin, birden çok eş durumunun kabulü 1990’da
yüzde 10, 2009’da yüzde 11 iken, 2011 araştırmasında yüzde 23’e yükselmiş. 1996’da
kadına gerekirse kocası tarafından şiddet uygulanabilir ifadesi yüzde 19 oranında
desteklenirken, 2011’de bu oran yüzde 30 seviyesine yükseliyor.
Eğitim sisteminin yeniden yapılanmasıyla getirilecek düzenlemelerin diyelim ki bir 10
yıl sonra yukarıdaki yanıtları nasıl değiştireceğini düşünmek gerekir. Şimdi soruyorum:
“bu ideolojik gerçeklikte kadına şiddet önlenebilir mi? Ya da bugünkü düzeyini
koruyabilir mi?
82
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
SON SÖZ
Şiddet; gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun; bütün dünyada, milyonlarca insanın özellikle
kadın ve çocukların yaşamını etkilemeye devam etmektedir. Batılısı doğulusu, yoksulu
zengini her toplumun ortak sorunudur şiddet. Temel insan haklarının, eşitlik, gelişme ve
barışın önündeki en ciddi engeldir. Ortadan kaldıramadığımız hatta giderek artan şiddet
olayları karşısında; ulaştığımız medeniyet düzeyinin ne kadar yüksek olduğunun bir
anlamı, bir değeri olabilir mi?
Şiddet öyle bir davranış ki vazgeçtim, değiştiriyorum demekle değişmiyor hemencecik.
Dahası bireyin kendisine, karşısındakine ve çevresine verdiği tahribat; şiddet uygulayan
tarafından kolay kolay anlaşılmıyor. Bu bağlamda tek tek saldırganları suçlamak, onları
cezalandırmak Nasrettin hocanın ahırda kaybettiği anahtarı dışarıda aramasına benzemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde kadına yönelik şiddetin azaltılması amacıyla çıkarılan yasa; elbette
caydırıcı olacaktır. Ancak bu yasanın tolumdaki egemen kültürle uyuşmadığını da kabul etmek
gerekir.
Bu bağlamda şiddetin bireysel ve toplumsal yaşamdaki etkisini azaltmanın yolu,
saldırgan davranışa götüren egemen kültürün değiştirilmesinden geçmektedir. Bu kültürün
temel birleşenleri arasında; işlevsel olmayan aile yapısı, inanç sisteminden beslenen ahlak
anlayışının belirleyici olduğu toplumsal normlar ve roller başta gelmektedir.
KAYNAKLAR
Bell, D. (1960). The End of Ideology. NewYork: Free Press. ( Kazancı, M. “Althusser,
İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Son Söz” içinde, s.9). 22.03.2012 tarihinde internetten
alındı. https://docs.google.com/
DeVito, J.A. (20119. Essentials of Human Communication. Seventh Eddition.
Pearson.
GCN (Government Communication Network). (2009). Communication and Behavior
Change. 20 Ocak 2012 tarihinde internetten alındı. http://coi.gov.uk
Gökdağ, Rüçhan. (2011). “Toplumsal Cinsiyet”. Sosyal Psikoloji II. Editör: Sezen
Ünlü. Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi yayını No:1269.
Kazancı, M. Althusser, İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Son Söz. 22.03.2012 tarihinde
internetten alındı. https://docs.google.com/
Mardin, Ş. (1966). Din ve İdeoloji. Ankara: SBF yayını.
Rummel, R.J. (1979). “Aggression and Conflict Heli ” (Vol. 3) Understanding Conflict
and War.
Beverly Hills, CA: Sage 20 Ocak 2012 tarihinde internetten alındı.
http://www.hawaii.edu/powerkills/CIP.CHAP2.HTM
Tekelioğlu, O. (2011) Değerler Araştırması ve Diziler 22 Mart 2012 tarihinde
internetten http://www.radikal.com.tr/
Zıllıoğlu, M. (1993). İletişim Nedir? İstanbul:Cem Yayınevi.
83
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA YÖNELİK ŞİDDETE PSİKOLOJİ İÇİNDEN BAKMAK
Canani KAYGUSUZ*
Melek KALKAN†
Özet
Tüm dünyada erkek karşısında kadının konumunun daha “zayıf” olduğu bilinmektedir.
Ancak ataerkilliğin hüküm sürdüğü coğrafyalarda bu konum “zayıflığı” kadını sadece
belli yaşam alanlarından mahrum bırakmamakta; zaman zaman kadının hayatını tehdit
eden ve yaşam hakkını gasp eden uygulamalara da zemin hazırlamaktadır. Hatta
toplumsal alanda güçlü görünen kadınların bile erkek egemen kültür karşısındaki kaderi
gene de fazla değişmemektedir. Bu durum, kadın-erkek ilişkilerinde var olan sorunları
sadece sosyolojik anlamda “güç-iktidar” ilişkileriyle açıklamanın eksikli bir bakış açısı
olduğuna işaret etmektedir. Kadın-erkek ilişkisindeki sorunları sadece
kültürel/sosyolojik faktörlere dayandırmak; bu kültürel faktörlerle yüzlerce yıl içinde
biçimlenmiş “kadın” ya da “erkek” olmanın kendine özgü yarattığı psikolojik iklimi göz
ardı etmek anlamına gelmektedir. Bu da, sorunun büyük bir kısmını görmemek
anlamına gelmektedir. Bu inceleme, kadın erkek ilişkilerinde, ilişkinin doyurucu
biçimde sürdürülmesini zorlayan ve kadının aleyhine işleyen sürecin psikolojik arka
planına odaklanmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, “pozitif gelenekten beslenen
psikolojinin” ve “psikoanalitik” yaklaşımların kadını nasıl ele aldığı irdelenmektedir.
Ayrıca, kadına yönelik şiddetin arka planında yatan “erkek” psikolojisinin anlaşılmasına
katkı sağlayacağı düşünülen, özgüven eksikliği, kıskançlık, “sorunlu sevgi dili”,
yetersizlik, kaybetme kaygısı gibi psikolojinin kavramlar da tartışmanın içine
katılmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Şiddet, psikoloji, kadın, ailede şiddet
Abstract
It is known that the position of women in relation to men is "weaker" throughout the
whole world. However; in the geographies of patriarchal reign this positional
"weakness" not only deprives the women of certain areas of life but also at times paves
the way to practices of threatening the lives of women and usurping the right to life. In
fact, within the male-dominated culture even the fate of the women who seem strong in
the social field still does not change much. This situation indicates that to explain
existing problems within the male-female relations only with "strength-power"
relationships in sociological terms would be a deficient point of view. To attribute the
problems within the male-female relations only to the cultural / sociological factors;
means to ignore the psychological climate which has specifically been created by being
the "woman" or "man" that itself has been formed by hundreds of years under the
influence of these cultural factors. This in turn means not to see most of the problems.
This study aims to focus on the psychological background of the process that goes
against the woman and makes the maintenance of a satisfactory relationship between
man and woman harder. In this context, how approaches of "the psychology that is fed
by positive tradition" and of the "psychoanalytic" addressed the issue of women are
scrutinized. In addition, the concepts of the psychology such as lack of self-esteem,
jealousy, "the problematic language of love", incompetence, anxiety of losing were also
involved to deepen the discussions on the subject.
Keywords: Violence, psychology, woman, violence in family
Yrd. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Samsun, [email protected]
Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Samsun, [email protected]
*
†
84
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Türkiye’de, 2011'in ilk 10 ayında 220 kadın öldürüldü.
93 kadın tecavüzü uğradı. Katillerin %71 bu kadınların
eşleri. Erkekler Şubat 2012’de 14 ilde 24 kadın
öldürdü. Bu kadınlardan 11ini kocası, 3ünü reddettiği
erkekler, ikisini ağabeyi, birini babası, biri eski kocası,
birini imam nikahlı kocası, birini sevgilisi öldürdü.
Kadına yöneltilmiş erkek şiddeti uzun yüzyılların konusu olsa da, konu üzerine
akademik olarak eğilerek şiddetin nedenlerini anlama ve şiddeti önleme çalışmaları son
yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. Gerçi diğer bilim alanlarından farklı olarak kadın
konusu psikolojinin ilgisine daha erken zamanlarda girmiş; özellikle psikanaliz
bağlamında birçok yönüyle tartışılmış ve “kadınlık hali”ne ilişkin sonraki yıllardaki
bakış açılarını güçlü biçimde etkileyen tartışmalar yürütülmüştür. Ancak, gerek diğer
bilim alanları gerek psikolojinin konu üzerinde farklı görüşler geliştirmesi ve bu
konudaki tartışmaların çeşitliliği son 70 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Konunun son
70 yıldır çok yönlü tartışılmasının ana nedeni, dünyada gelişen insan hakları hareketi ve
bu hareketler içinde özellikle kadın hareketinin 1960’lı yıllardan itibaren kazandığı
ivmedir. Yükselen kadın hareketi, kadının toplumsal yapı içindeki eşitsiz konumundan
hareketle, kadın konusundaki egemen paradigmanın parçalanması için yaşamın her
alanında kadınla ilgili yeni değerlerin üretilmesine çok güçlü katkı sağlamıştır (Mellor,
1993). Yine de kadının toplumsal konumunu güçlendirme çalışmaları, ancak 1990’lı
yıllarda uluslararası kuruluşların gündemine girmiş ve 1993’de Birleşmiş Milletlerde,
“Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Beyannamesi” imzalanmıştır.
1. Psikoloji Kadına Nasıl Bakmaktadır?
Psikolojinin kadına bakışını sistematik biçimde sınıflandırmak; kadına yönelik
ilgisinin ayrıntılarını değerlendirmek kolay değildir. Çünkü psikolojinin kadına ilgisi,
kadınla ilgili değerlerde meydana gelen değişime bağlı olarak kadının zaman içinde
değişen konumundan etkilenmiştir/etkilenmektedir. Ancak genel olarak bakıldığında
psikolojinin kadını araştırma nesnesi olarak incelediği, bunu da gene genel hatlarıyla,
pozitivist paradigma içinde kalarak ve psikanaliz eksenli çalışmalar aracılığı ile
yürüttüğü görülür.
1.1. Pozitivist Paradigma İçinde Araştırma Nesnesi Olarak Kadın
Günümüzde psikoloji kadınla ilgili araştırmalar sürdürürken, genelde kadını bir
araştırma nesnesi olarak değerlendirmeye yönelmektedir. Bu araştırmalarda kadın ya da
erkek olma bağımsız bir değişken olarak ele alınmakta ve cinsiyetin etkileri ya da
sonuçları incelenmektedir. Gerek Türkiye’de gerek yurtdışında daha çok pozitivist
paradigmaya bağlı olarak yürütülen çok sayıda niceliksel çalışmada cinsiyetin çeşitli
değişkenlerle ilişkilerine yer verilmekte ve “cinsiyet psikolojik yardım almayı
etkilemekte midir” (Türküm, 2005); “cinsiyetle psikopatoloji ilişkili midir”
(Özfırat,2007) türünden sorulara cevap aranmaktadır. Bu çalışmaların büyük bir
çoğunluğunda cinsiyet demografik bir değişken olarak nitelendirilmekte; cinsiyetin
psikolojik sağlamlıkla (Önder ve Gülay 2008 ), psikolojik belirtilerle (Alver, 2011),
atılganlıkla (Erdoğan ve Uçukoğlu, 2011), tükenmişlikle (Aslan ve ark., 1997) ve
benzeri psikolojik süreçlerle ilişkileri değerlendirilmektedir. Bu çalışmalarda ele alınan
cinsiyet, tıpkı yaş, sosyo-ekonomik durum, eğitim gibi tasarlanmakta, cinsiyetin
kendine özgü kültürel doğası üzerine herhangi bir değerlendirme yapılmamaktadır.
Cinsiyetin pozitivist paradigma içindeki bu türden bir tasarımı her ne kadar
cinsiyetle ilişkili değişkenlerin anlaşılmasını kolaylaştırsa da, cinsiyeti biyolojik
özelliklerinden ayırıp kültür içinde yeniden üreten durumları göz ardı etmesi nedeniyle,
85
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
cinsiyetin ve kadının toplumdaki konumunun anlaşılmasına fazla katkı sunmamaktadır.
Toplumsal cinsiyet kavramını görmezden gelen bu çalışmaların bazıları (Yılmaz ve ark.,
2009; Vefikuluçay ve ark., 2007; Dökmen, 2004) cinsiyet rollerine eğilmekte; bu
cinsiyet rollerinin kültürel bir yapı içinde nasıl oluştuğu ve bu yapının bireyi nasıl
etkilediği irdelenmektedir. Ancak, cinsiyet rolleri üzerine yapılan bu çalışmalar, kadının
ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş kişilik özellikleri, rol ve sorumlulukları olarak
tanımlanan (Akın ve Demirel, 2003) toplumsal cinsiyeti tam olarak kapsamamaktadır.
Bu yüzden toplumsal cinsiyet rolleri çalışmaları kadının içinde bulunduğu eşitsiz
konumu deşifre etmede fazla bir rol üstlenememektedir. Baskın “güç” ilişkileri içinde
şekillenen “kadın olma” hali, egemen pozitivist paradigma içinde deşifre edilemediği
gibi zaman zaman yeniden üretilmekte; kadın olma ile psikolojik durum arasında
kadının aleyhine olan bulgular (Özgüven, 1990; Yanbastı, 1990; Kaya ve Ünal, 2006;
Dolbier ve ark., 2007), sanki kadının toplumsal konumundan değil de, kadın olmasından
kaynaklı bir süreçmiş gibi yeninde üretilmektedir. 1900’lü yılların ilk çeyreğinde insana
ilişkin egemen söylemin dışında, dönemin entelektüel çevrelerinin bile kabullenmekte
zorlandığı bilgiler üreten psikanaliz bile, kadının içinde bulunduğu duruma ilişkin bilgi
üretirken muhafazakar davranmış (Breger, 2001), aşağıda tartışılacağı üzere kadının
içinde bulunduğu durumu erkek cinsel organına duyduğu imrenmeyle açıklama
indirgemeciliğinden kendini kurtaramamıştır.
1.2. Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Psikolojik Açıklamalar
Kadına şiddet konusunda yapılan irdelemelere bakıldığında durumun daha
karmaşık hale geldiği görülür. Aile içi şiddetin yaygınlığı, şiddetin çok faktörden
etkilenmesi ve kültürel kodların şiddete yüklediği anlam, psikolojide konuya ilişkin
birbiriyle bağlantılı çok sayıda kuramsal görüşü ortaya çıkarmıştır. Kurst-Swanger
(2003), bu kuramları dört ana başlıkta ele almayı önerir: Biopsikopatolojik modeller;
sosyokültürel modeller, sosyopsikolojik modeller ve çok boyutlu modeller. Bu kuramsal
modellerin oluşmasına başlangıçta farklı araştırmalar katkıda bulunsa da, birçok
araştırma bu kuramları temel alarak şekillenmiştir.
Biyopsikopatolojik modellerin ağırlıklı olarak, şiddet uygulayanın ve/veya
şiddete maruz kalanların bireysel bio-psikopatolojilerine ve/veya bireylerin kişilik
özelliklerine odaklanmaktadırlar. Bu bağlamda bu modeller, şiddetle genetik yatkınlık,
endokrin yapılar, beyin disfonksiyonları (Greene ve ark, 1997) ya da şiddet
uygulayanların veya mağdurların kişilik özellikleri ve kişilik sorunları üzerinde
durmaktadırlar ve indirgemeci olmakla eleştirilmektedirler.
Sosyo-kültürel modeller, aile içi şiddetin sosyal, kültürel ve politik temellerine
dikkat çekilmeden bu olgunun açıklanamayacağını öne sürmektedirler. Aile içi şiddet
varyansının %90’ının sosyal faktörlerle açıklanabileceğini belirten çalışmaların varlığı
(Gelles ve Maynard,1987) bu görüşe yaygın destek sağlamaktadır. Kendi içinde alt
modellere ayrılan bu yaklaşımda, toplumdaki yoksulluk, issizlik ve eşitsizliklerin,
dezavantajlı grupların birbirlerine yönelik şiddeti destekleyen kültürel normlarla
ilişkisine eğilmekte (Kurst-Swanger, 2003); toplumun şiddet kullanımının farklı
bağlamlarda (örneğin militarizmin destek bulduğu kültürlerde) onaylanmasının ev içi
şiddeti arttırdığını iddia etmektedir. Feminist kuram ve çalışmaların da içinde yer aldığı
bu modelde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı bu yapının varlığı aile içi şiddetin
temel kaynağı olarak değerlendirilmekte; ataerkil sistemin erkeğin kadınlar üzerindeki
ayrıcalıklı egemen konumunu ekonomik, politik ve legal bağlamda sürdürdüğü sürece
aile içi şiddetin önünün alınamayacağına vurgu yapmaktadır.
86
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sosyo-psikolojik modellerin, aile içi şiddeti, aile yapısı ve aile bireylerinin
etkileşimlerini bir arada ele alarak açıklarlar (Kurst-Swanger, 2003). Bu model içinde
travmatik bağlanma, stres, sosyal değiş-tokuş, kaynak ve sosyal öğrenme kuramları yer
alır. Bu kuramların her birinin aile içi şiddete ilişkin teorik formülasyonları farklı olsa
da genel olarak model, hem mağdur hem failin, suç, sorumluluk, güç ve güvenle ilgili
bilişsel çarpıtmalarının olduğunu, mağdurun kendine şiddet uygulayan kişiye patolojik
bağımlılık geliştirdiğini (Herman, 1997); aile içinde ekonomik, sosyal veya kişisel
gerilim düzeylerinin artmasının şiddeti arttırdığını; diğerlerinin istismar edilmesi
durumundaki yaptırımların gevşekliği; aile ilişkilerinde, karar verme gücünün büyük
oranda her bir üyenin aileye sağladığı kaynakla doğrudan ilişkili olduğu ve nihayet
şiddetin sosyal ilişkiler içinde öğrenilip aktarıldığını iddia eder. Modelin aile şiddeti ve
doğal olarak kadına yönelik şiddet konusuna en önemli katkısı şiddetin aktarılmasında
ailenin döngüsel rolüne ilişkindir. Şiddet döngüsünün öğrenilmiş saldırganlıkla bağı
üzerinde de duran kuram, çocuklukta aile içi şiddete maruz kalmanın, aile içi şiddetin
gelişimini etkilediğini ve yetişkinlikte şiddet uygulayıcısı veya kurbanı olmanın
çocukluktaki örnek alma davranışlarıyla ilişkili olduğunu savunmaktadır.
Aile içi şiddet konusunda yapılan çalışmalarda bazı faktörlerin tutarlı biçimde
aile içi şiddeti açıklama gücü varmış gibi gözükse de, bu açıklamalar aile içi şiddeti ve
özellikle kadına yönelik şiddeti anlamaya yetmemektedir. Son yıllarda çalışmalar
ağırlıklı olarak çok boyutlu modellere kaymıştır. Bu bağlamda, ‘genel sistemler kuramı’
ve “ekolojik kuramlar” konuyu daha ayrıntılı değerlendirme gücüne ulaşmıştır.
Günümüzde aile içi şiddeti, sistemin bir ürünü veya çıktısı olarak yani bir sistem
problemi olarak ele almanın (Kurst-Swanger, 2003) ve psikolojik (bireysel), sosyopsikolojik (aile içi etkileşim), ve sosyolojik (toplumsal) faktörlerin birlikte
değerlendirilmesinin daha kapsamlı bilgi sağlayacağı varsayılmaktadır. Çok boyutlu
yaklaşım, farklı kuramsal yaklaşımlar tarafından vurgulanan ailedeki çatışma düzeyi,
toplumda yüksek şiddet düzeyi, kaynakların kontrolü, şiddetin kuşaklar arası geçişi,
çekirdek ailenin izolasyonu, şiddeti meşrulaştıran kültürel normlar, toplumun cinsiyetçi
organizasyonu gibi çeşitli bileşenleri bir arada ve birbirleriyle etkileşim içinde ele alır
(Levinson, 1989) ve şiddetin, sistemi düzenleyen ve stabilize eden roller, ilişkiler ve
geribildirim mekanizmaları yoluyla sürdürüldüğünü öne sürer.
2. Psikanaliz ve Kadın
Psikanalizin çalışma odağının özünde cinsiyet ve cinsellik olguları yer alır.
Psikanaliz ruhsallığın temeli olan bilinçdışının içeriğinde “kadın oluş”, “erkek oluş” ve
bu olguların cinsellikte bir araya gelişleri ile ilgili düşlemler (fanteziler) olduğunu ileri
sürer. Freud’un eserleriyle şekillenen bu kuramsal bakış çeşitli eleştiriler görmüş,
revizyondan geçmiştir.
Freud’un kuramında kadın hastanın kliniği önemli bir yer tutar. Daha çok
histerik kadının çözümlenmesi üzerine odaklanan klasik analiz deneyimleri kadının
dramını, “penissiz çocuk olma”da görür. Sonraları “cinsel monizm” veya
“fallosantrizm” adları verilen bu bakışa göre, kız çocuk, penise sahip olmadığını
anlayınca, erkek organına engelleyemediği bir haset duyar ve bu haset tüm psikocinselliğe egemen olur (Hall,1999).
Aslında ruhsallık ve cinsellik konusuna yoğunlaşan tek bir psikanalizden
bahsetmek mümkün olmadığı için, psikanalizin kadına bakışında da tek bir görüşün
olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Her ne kadar “kadın ya da erkek oluş” cinsel
organların fark dilmesiyle başlayan ve buna bağlı olarak yaşanılan yoğun cinsel
fantezilerle şekillenen bir temel üzerine kurulsa da, “kadın ya da erkek” olmanın salt
87
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
biyolojik karşılığı yoktur; bu “oluşun” simgesel dünyada bir karşılığı vardır (Walker,
2002). Kadın ya da erkek olma her şeyden önce değer sistemleri içinde kurulur, yani
kadınlık hali kadının kadın olarak biyolojik varlığına değil, onun simgesel dünyadaki
anlamına karşılık gelir. Simgesel dünya, biyolojik varlığın sosyal dünyadaki karşılığıdır
ve dil üzerinden biçimlenir. Kadının sosyal alanda simgesel karşılığı ağırlıklı annelik
üzerine oturtulmuştur. Babanın soy zincirine tabi olacak çocuk yapmak ve çocuğa kendi
babası tarafının değerlerini ben-ideali alarak aktarmak bu annelik görevi içinde yerine
getirilir (Cournut, 2001). Kadının anne olarak simgesel kurulumu, kadını toplumsal
değer hiyerarşisi içinde çoğu kez onun aleyhine işleyen bir konuma hapseder. Annekadın olarak kadının bu toplumsal konumu eğretidir. Kadını toplumsal alanda zayıf
düşürür. Keza bu konumlanma, ruhsal alanda da “penis yokluğunun” çocukluk dramıyla
kadının bilinç dışından kadını zorlar (Alptekin, 2001).
Ortaya çıkışından itibaren birçok konuda radikal fikirler öne süren Psikanaliz,
1930’lu yıllara gelindiğinde bile, kadınlık konusunu hala bilinmezliklerle dolu, karanlık
bir alan olarak görmekteydi. Freud, her iki cinsiyetteki çocuk için de, tanınan tek cinsel
organın erkek cinsel organı olduğu görüşünü hep korumuştur (Gürdal,2001). Freud,
kadının erkek cinsel organına sahip olmadığını anlamasının yarattığı hayal kırıklığı
telafi etmek üzere babaya yönelmesini ve babayla “birleşerek” ondan bir çocuk sahibi
olma fantezisini kadın olmanın zorunlu geçiş alanı olarak tanımlamıştır. Ona göre kız
çocuğunun babadan çocuk yapma arzusu, babanın aslında kendine zarar vereceği
korkusuyla birleştiğinden, kız çocuğu babaya yönelik çift değerli duygular yaşar. Bu
karmaşanın çözümü anneyle özdeşlemeden geçer. Bu andan itibaren ve özellikle
ergenlik döneminde erkeklerle ilişkisini annenin rol modelleri üzerinden kurar. Bu
karmaşanın çözülmemesi, yetişkin bir kadın olduğunda da babanın yerini alacak olan
erkeğe karşı da kadın çift değerli duygular taşımayı sürdürür (Abrevaya, 2001). Kız
çocuğu ancak anneyle işbirliği yapıp, erkeklerin iyiliği ve gelişimi için çalışması
gerektiğine ilişkin anne tarafından aktarılan anne-kadınlık rollerini sürdürebildiği
durumda karmaşadan kısmen kurtulmuş, yoğunluğu azalmış duygularla yaşamı devam
ettirebilir.
Psikanalizin “penis imrenmesi” üzerine oturttuğu cinsiyet gelişimi, psikanaliz
içindeki kadınlar tarafından eleştiriye uğramıştır. Horney (1995) Freud’un
açıklamalarını kültürel yapıyı göz ardı ettiği için eleştirmiş; kadın ya da erkek olmanın
kültürel karşılıklarını atlayarak, organ eksikliği kıskançlığının ve bunun aile içinde
yarattığı karmaşık ilişki sistemlerinin (odipal çatışma ve fanteziler gibi) cinsiyet
kimliğini belirlediği görüşüne karşı çıkmıştır. Kadının eksikli olduğu görüşünün
cinsiyetçi olduğunu savunan Horney, meselenin “penis kıskançlığında” değil,
“erkeklerin kadınların doğurganlık ve annelik özelliğini kıskanması” ve bu kıskançlıkla
kadını sürekli aşağılamaya yönelik toplumsal ilişki sistemleri inşa etmesiyle
açıklamanın daha uygun olacağını savunmuştur. Feminist teorilerinde yoğun olarak
eleştirdiği psikanalizin kadına bakışı, zaman içinde önemli değişiklikler geçirse de,
özünde Freud’un (2006), cinsellik üzerine yazdığı denemelerde ana fikrini sunduğu,
kadının eksikli doğduğu ve bunu fark ettiği andan itibaren neredeyse tüm hayatını bu
eksikliğin giderilmesi fantezileri üzerine kurduğu biçimindeki temel görüşünden çok ta
ayrılmamıştır.
Psikanalizin kadına ilişkin açıklamalarında ev içi şiddetin ya da erkeğin kadına
yönelik şiddetinin neden kaynaklandığı pek sorgulanmaz. Saldırganlıkla ilgili önemli
çalışmalar yapan Freud, insanda içgüdüsel olarak saldırganlık duygularının olduğundan
bahseder. Ona göre, yaşam ile ölüm iç içedir ve saldırganlık duyguları yıkıcı, yok edici
88
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
erkeklerin biyolojik yapılarından kaynaklanmaktadır (Hall,1999). Bireyin özellikle
çocukluğundaki deneyimleri ile saldırganlık duyguları birleşmesi, şiddetin yönünü ve
oranını belirlemekte; şiddet, kişiliği asan cinsel itkiler ve kişinin öz korunmasını
hedefleyen nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda ask ve nefret simetrik
konumdadır. Ask, cinsel itkiler kapsamında kendine alan ararken, “ben”in varlığını
sürdürme ve kendini kabul ettirme arzusu nefreti körükler ve bireyi saldırganlaştırır
(Freud, 2011). Kuram, bazı psikolojik özelliklerin; örneğin nevrotik, psikotik,
psikopatik kişiliklerin şiddeti uygulayanı teşvik ettiğini öne sürmektedir. Klein (2011),
Freud’un kavramlarını daha da ileri götürerek, Çocukluk gelişimi başladığı andan
itibaren ölüm itkisinin belli oranlarda dışlanarak nesnelere çevrildiğini; böylelikle dış
dünyaya yönelik sadistik tepkilerin daha yaşamın ilk evrelerinde çocuğun kendini kendi
sadizminden koruması için şekillendiğini öne sürmektedir. Bu sadizmin üstesinden
ancak başarılı bir cinsel gelişimin gelebileceğini savunan Klein, cinsel gelişimin
duraksamasının saldırganlığı tetiklediğini iddia etmekte, aile içi şiddeti de bu eksene
yerleştirmektedir. Çok genel olarak bakıldığında psikanaliz, kişiler arası bir fenomen
olarak örselenmeye ilişkin henüz bir analiz sunmamıştır, dolayısıyla aile içi şiddetin
nasıl ortaya çıktığına ilişkin ayrı bir açıklama gösterememiştir (Walker, 1986).
SONUÇ VE TARTIŞMA
Kadın olma haline ve kadına yönelik şiddete ilişkin psikolojinin
değerlendirmelerini içeren bu inceleme, kadına ve ona yöneltilen şiddete tek bir
merkezden bakılmadığını göstermektedir. Bir ucunda kadın olgusunu sadece biyolojik
temele indirgeyerek açıklayan ve kültürel öğeleri göz ardı eden Freudyen bakışın, öte
ucunda kadının toplumsal cinsiyet üzerinden kurulan bir olgu olduğuna dikkat çeken
feminist görüşlerin olduğu bir yelpaze üzerinde temsil edilen kadın incelemeleri aslında
konunun tartışmasının bitmediğini ve hiç bitmeyeceğini de göstermektedir.
Bu inceleme bağlamında kadın ve kadına yönelik şiddet irdelendiğinde,
psikolojide bir cinsiyet değişkeni olarak kadını ele alan pozitivist paradigmanın son
zamanlarda ülkemizde yapılan çalışmalarda da sıklıkla rastlanılan bir tavır olduğu
görülmektedir. Kadını toplumsal cinsiyet temelinde irdeleyen ve kadına yönelik şiddeti
sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik bağlamlarda irdeleyen bazı çalışmaların ve
kuramların varlığı, kadın üzerine yapılan çalışmalarının oldukça geniş alana yayıldığını
da göstermektedir. Daha çok sosyoloji ve sosyal psikolojik irdelemelerin temelinde yer
alan ve kadının çok yönlü kültürel etkileşim içinde ve sistem yaklaşımları temelinde
incelenmesini hedefleyen çalışmalar ise, indirgemeci yaklaşımların sınırlamalarına
dikkat çekmekte; kadını, -ona yönelik şiddeti anlamakta dahil- anlamak için, kadını her
koşul altında var kılan bütün öğelerin birlikte anlaşılmasının gerekli olduğunu
savunmaktadır. Psikolojide kadın konusunda ilk incelemeleri yapan Psikanaliz, kadını,
daha çok analist-analizan ilişkisi içinde gelişen çalışmalarla irdelemiştir/irdelemektedir
ve bu bağlamda aslında “nevrotik kadın” üzerinden kadına ilişkin bilgi
edinmiş/edinmektedir.
Görünen o ki, kadının toplumsal konumunu daha derinden inceleyen ve onun
kişilik özeliklerini şekillendiren ve ilişki sistemlerini belirleyen çok disiplinli
çalışmalara duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Bu türden çalışmalara psikoloji
yer açmadıkça, bu alanda ürettiği bilgi kısır kalmaya devam edecek gibi gözükmektedir.
89
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kaynakça
Abrevaya, E. (2001). Anneden Kıza Kadınsılığın İletimi. (Ed. T. Parman), Psikanaliz
Yazıları 2 (sayfa 43-53). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Akın, A., Demirel, S. (2003). Toplumsal cinsiyet kavramı ve sağlığa etkileri.
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Halk Sağlığı Özel Eki, 25, 4, 73–
83.
Alptekin, G. (2001). Kadınlarda Üstbenlik Gelişimi. (Ed. T. Parman), Psikanaliz
Yazıları 2 (sayfa 17-31). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Alver, B. (2011). Üniversite öğrencilerinin sosyodemografik özelliklerine göre
psikolojik belirtileri. Eğitim Araştırmaları Dergisi, 43, 2-15.
Aslan S. H., Aslan. R. O., Alparslan. Z. N., Gürkan. S. B. ve Ünal. M. (1997).
Hekimlerde Tükenmede Cinsiyetle İlişkili Etkenler. Çukurova Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dergisi, 22, 2, 132-136.
Breger, L. (2001). Freud, Görüntünün Ortasındaki Karanlık (Çev: A. Biçen). İstanbul:
YKY.
Cournut, J. (2001). İletimde Kadının Rolü. (Ed. T. Parman), Psikanaliz Yazıları 2 (sayfa
39-42). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Dolbier,C.L., Simith,S.E., Steinhardt,M.A. (2007). Relationship of protective factors to
stress and symptoms of illness. American Journal of Health Behavior, 31,4, 423433
Dökmen, Y.Z. (2004). Toplumsal cinsiyet sosyal psikolojik açıklamalar. Ankara:
Sistem Yayıncılık.
Erdoğan,Ö. Ve Uçukoğlu, H, (2011). İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Anne-Baba
Tutumu Algıları İle Atılganlık Ve Olumsuz Değerlendirilmekten Korkma
Düzeyleri Arasındaki İlişkiler. Kastamonu Eğitim Dergisi, 19,1, 51-72.
Freud, S. (2006). Cinsellik Üzerine. (Çev. E.Kapkın), İstanbul: Payel Yayınları.
Freud, S. (2011). Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları. (Çev. A.Yardımlı), İstanbul: İdea
Yayınları.
Gelles, R.C., Mayrand, P.E. (1987). A structural family system approach to intervention
in cases of family violence. Family Relations, 36, 3, 270 – 275.
Greene, A.F., Lynch, T.F., Decker, D., Coles, C. (1997). A psychobiological theoretical
characterization of interpersonal violence offenders. Aggression and Violent
Behavior, 2, 3, 273 – 284
Gürdal, A. (2001). Psikanalizde Kadınlık Üzerine İlk Görüşler. (Ed. T. Parman),
Psikanaliz Yazıları 2 (sayfa 11-16). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Hall, S.C. (1999). Freudyen Psikolojiye Giriş. (Çev: E Devrim), İstanbul: Kaknüs.
Herman, J.L. (1992). Trauma and Recovery-The aftermath of violence-from domestic
abuse to political terror. Basic Boks, New York.
Horney, K. (1995). Kadın Psikolojisi, (Çev. S. Budak), Ankara: Öteki yayınevi.
Kaya, Y. ve Ünal,S. (2006). Psikotik bir hastalık durumunu açıklama ve çare arama
davranışında cinsiyetin rolü. Anatolian Journal of Psychiatry, 7, 197-203.
Klein, M. (2011). Haset ve Şükran. (Çev. O. Koçak ve Y. Erten). İstanbul: Metis
Yayınları.
Kurst-Swanger, K. (2003). Violence in the Home : Multidisciplinary Perspectives. Cary,
NC, USA: Oxford University Press.
Levinson, D. (1989). Family Violence in Cross-Cultural Perspective. California: Sage
Publications.
90
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Mellor, M. (1999). Sınırları Yıkmak, Feminist Yeşil Bir Sosyalizme Doğru. (Çev: O.
Akınay) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Önder,A.,ve Gülay, H. (2008). İlköğretim 8.sınıf öğrencilerinin Psikolojik sağlamlığının
çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim
Fakültesi Dergisi, 23, 192-197.
Özfırat, Ö. (2007). Malatya İl merkezinde Lise Son Sınıf Öğrencilerinde depresyon
prevalansı ve etkileyen faktörler. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. İnönü
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Malatya
Özgüven, E. (1990). Yurtlarda Kalan Üniversite Öğrencilerinin Sağlık ve Psikolojik
Sorunları. İzmir, 5. Ulusal Psikoloji Kongresi, 8, 53.
Türküm, A. S. (2005). Who seeks help? E amining the differences in attitude of
Turkish university students toward seeking psychological help by gender, gender
roles and help-seeking experiences. The Journal of Men’s Studies, 13, 389-401.
Yanbastı, G. (1990). Kız ve Erkek Üniversite Öğrencilerinin Kendi Ruh Sağlıklarını
Değerlendirmeleri: Bir Karşılaştırma. İzmir, 5. Ulusal Psikoloji Kongresi, 8, 45.
Yılmaz, V. D., Zeyneloğlu,S., Kocaöz,S., Kısa,S., Taşkın,L., Eroğlu, K. (2009).
Üniversite Öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin görüşleri.
Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6,1, 776-792.
Vefikuluçay, D., Demirel, S., Taşkın, L., Eroğlu, K. (2007). Kafkas Üniversitesi son
sınıf öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bakış açıları. Hacettepe
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 14, 2, 12–27.
Walker, L.E.A. (2002). Psychology and battered women’s movement. Journal of
Trauma Practice, 1, 1, 81-102.
91
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA YÖNELİK PSİKOLOJİK ŞİDDETİN BOYUTLARININ
BELİRLENMESİ ve DEĞİŞKEN DURUMLARA GÖRE
DEĞERLENDİRİLMESİ: RİZE İL ÖRNEĞİ
Ömer KESKİN*
Özet
Kadına yönelik psikolojik şiddet; kadına bağırmak, hakaret etmek, onu
aşağılamak, başka kadınlarla kıyaslamak, kıskanmak, nasıl giyineceğine, nereye
gideceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, kadınlara veya çocuklara zarar
vermek, ölüm ile tehdit etmek, onu diğer insanlarla ilişkilerini sınırlamak, kendini
geliştirmesine engel olmak, yaşadığı şiddetin sorumlusu olarak görmek, kültürel
farklılıklarını reddetmek, bastırmaya çalışmak veya bu gerekçeyle kötü muamelede
bulunulması gibi anti demokratik ve insan haklarına aykırı süreçleri içeren
uygulamalardır.
Bu araştırmanın amacı; kadına yönelik çağdışı bir uygulama olan psikolojik
şiddetin bilinen varlığının boyutlarını belirlemektir. Kadına yönelik psikolojik şiddete
maruz kalma sıklığının kadınların; yaş, eğitim düzeyi, medeni hal ve şiddetin
uygulandığı yer gibi değişkenlere göre bir farklılık gösterip göstermediğinin
belirlenmesi ise alt amaçlardır.
Bu amaçla Rize il genelinde Nicel Araştırma Yöntemi ve Anket Tekniği
kullanılarak değişik yaş, eğitim düzeyi ve medeni hal durumdaki 15 -60 yaş arası
kadınlara ulaşılmıştır.
Psikolojik şiddetin; kadınların medeni hallerine göre,yaş seviyelerine ve
şiddete maruz kalınan yere göre değişiklik gösterdiği,ancak kadınların eğitim
düzeylerine göre değişiklik göstermediği bulgularına ulaşıldı.
Ankete katılan kadınların yaş, eğitim düzeyi, medeni hal, şiddete maruz kalınan
yere ilişkin elde edilen bulgular ayrıştırılıp tablo haline getirilmiştir. Önce örneklem
içinde psikolojik şiddet gören kadınların, şiddet görmeyenlere oranı belirlenmiştir. Yaş
seviyeleri, medeni halleri ve eğitim düzeyleri ile şiddete maruz kalma arasındaki ilişki
incelenmiştir.
Araştırma neticesinde elde edilen bulguların ışığında; toplumda demokrasi
kavramının yerleşmesi ve uygulanabilmesine yönelik süreç eğitimlerinin verilmesi, bu
konuda her türlü Sivil Toplum Kuruluşları ve derneklerin aktif hale getirilmesi,
kadınları daha çok koruyan ve şiddete karşı güçlendiren yasal değişikliklerin bu
kurumlarla iş birliği halinde hazırlanması, kadınların bilinçlenmesi için seminer,
konferans, panel gibi eğitsel çalışmalar ve bunları tamamlayan sosyal kültürel
çalışmaların yapılması önerilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Kadına Yönelik Şiddet, Şiddet, Psikolojik Şiddet, Kursiyer, Sivil
Toplum Örgütü, Rize
Abstract:
Psychological violence against woman can be defined as a kind of series of antidemocratic treatments such as shouting,insulting,humiliating,comparing her with other
women, being jealous, deciding the way she get dressed and the places she goes, to
whom to chat with,also giving harm to her children and herself, threating her with
death, limiting her relations with others, preventing her self-development process,
92
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
accusing her for being responsible for the violence she faces, ignoring her cultural
differances and making pressure or for that reason facing bad treatments.
The main purpose of this study is to determine the existence of pysicological
violence against women. The lower goals of the study is to determine If women, facing
psychological violence, varies according to their age,education level and marital status.
For this purpose the Rize province-wide Quantitative Research Method and
Survey Technique using different age, educational level and marital status was reached
to women between the ages of 15-60.
Psychological violence; According to the condition of women, and the violence
of the civil code, age level, but that changes according to where incurred by training
women to change the clocks on the findings has been reached.
The findings of the research,releated to the women surveyed, are disseminated
and tabulated according to their age, education level, marital status and the exposure to
violence. First, the rate of the women facing violence and non-facing violence is
defined. Also, the relation between women’s age, marital status, education level and
facing violence is examined.
In the light of the findings of the research, educating the society about the
concept of democracy to apply it in their lives, activating all kinds of NGOs and
associations, making legal changes to strenghten and to protect women in corporation
with these associations and NGOs, making educational seminar, conferences, panels
and other supportive socio-cultural studies, are recommended.
Key words: The Violence For Women,Violence, Psychological Violence, Trainees,
Non- Governmental Organizations, Rize.
GİRİŞ
Kadına yönelik şiddet, çeşitli biçimlerde günümüzün en ciddi toplumsal
sorunlarından biri olarak asırlardan bu yana da tüm dünyada maalesef varlığını
göstermeye devam ediyor.
Kadına yönelik psikolojik şiddet ile kadınların medeni hali,yaşı,eğitim düzeyi ve
şiddete maruz kaldıkları yere göre değişiklik gösterip göstermediğini belirlemek için bu
araştırma sonuçları Acar ve Dündar tarafından “İşyerinde Psikolojik Yıldırmaya
(Mobbing) Maruz Kalma Sıklığı İle Demografik Özellikler Arasındaki İlişkinin
İncelenmesi” adlı araştırmanın sonuçları ile benzerlik göstermektedir (Acar, ve
Dündar,2008:37/2).
Televizyon, radyo, internet, gazete ve dergilerde her gün bir örneğine
rastladığımız, kadına karşı şiddetin psikolojik boyutu, sadece bizim toplumumuzda
değil doğudan batıya, Amerika’dan Avrupa Birliği Ülkelerine, gelişmiş ülkelerden az
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kadar birçok ülkede toplumsal yara haline
gelmiştir.
15–60 yaş aralığındaki değişik yaş, medeni hal, eğitim düzeyindeki kadınların
şiddete maruz kalması olayın gerçek boyutunu öne çıkarmaktadır.
Ülkemizde de yaşamın bir çok alanında tanıklık ettiğimiz kadına yönelik psikolojik
şiddetin, kişiler üzerinde moral bozukluğu, kaygı,performansta düşme, stres ve strese
bağlı psikolojik ve fizyolojik birçok rahatsızlığı da beraberinde getirdiği bilimsel bir
93
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gerçektir.Kadına karşı psikolojik şiddet onun sadece fiziksel ve ruhsal sağlığını değil
aynı zamanda üretkenliğini de olumsuz yönde etkilediği adı geçen çalışmada da
belirtilmiştir.
KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Kadına yönelik şiddetin bir çok tanımı yapılmıştır.Bunlardan en son ve resmi
olanı ise Birleşmiş Milletler tarafından yapılmış olanıdır. Birleşmiş Milletler, Kadınlara
Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde kadınlara yönelik şiddeti; "ister kamusal
isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya
ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle
tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" (1. madde)
şeklinde tanımlamıştır.
Bildirge, önsözünde kadınlara yönelik şiddeti, "erkekler ve kadınlar arasındaki
eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir göstergesi" ve "erkeklerle
karşılaştırıldığında kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın çok önemli toplumsal
mekanizmalarından biri" olarak tanımlamaktadır
Kadına Yönelik Uygulanan Şiddetin Türleri
Kadına yönelik şiddetin toplumlardaki görünümleri fiziksel, psikolojik,
ekonomik, cinsel ve sosyal şiddet (İzole ederek) şeklinde olmaktadır. Türkiye’de
yapılan araştırmalar her üç kadından en az birinin kocası tarafından fiziksel şiddete,
birinin de psikolojik şiddete uğradığı belirlenmiştir.
Psikolojik Şiddet
Genel anlamda Kadına yönelik psikolojik şiddet; kadına bağırmak, hakaret
etmek, onu aşağılamak, başka kadınlarla kıyaslamak, kıskanmak, nasıl giyineceğine,
nereye gideceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, kadınlara veya çocuklara zarar
vermek, öldüm ile tehdit etmek, onu diğer insanlarla ilişkilerini sınırlamak, kendini
geliştirmesine engel olmak, yaşadığı şiddetin sorumlusu olarak görmek, kültürel
farklılıklarını reddetmek, bastırmaya çalışmak veya bu gerekçeyle kötü muamelede
bulunma gibi anti demokratik süreçleri içeren uygulamalar şeklinde tanımlanabilir.
PROBLEM DURUMU
Problem Cümlesi
Kadına yönelik psikolojik şiddetin boyutları ve değişken durumlara göre
değerlendirilmesi nasıldır?
Alt Problemler
1. Toplumumuzda kadına yönelik psikolojik şiddetin varlık düzeyi ve boyutları
nasıldır?
2. Kadına yönelik psikolojik şiddet uygulanması kadınların medeni hallerine göre
farklılık göstermekte midir?
3. Kadına yönelik psikolojik şiddetin uygulanması şiddete maruz kalan kadınların
eğitim düzeyine göre farklılık göstermekte midir?
4. Kadına yönelik psikolojik şiddetin uygulanması şiddete maruz kalan kadınların
yaş seviyelerine göre bir farklılık göstermekte midir?
5. Kadına yönelik psikolojik şiddetin uygulanması, şiddete maruz kalınan yere göre
bir farklılık göstermekte midir?
94
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
AMAÇ
Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı, kadına yönelik psikolojik şiddetin bilinen varlığını
değişik boyutlarıyla ortaya çıkarmak, medeni hal, yaş, eğitim düzeyi ve şiddete maruz
kalınan yer gibi değişkenlere göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemektir.
Araştırmanın Önemi
Kadınların ailede, iş yerinde, açık ve kapalı yerlerde kısacası toplumun her
kesiminde psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile demografik profilleri arasındaki
ilişkinin varlığının belirlenmesi ve oluşturduğu etkinin bilinmesi, remi ve özel iş
yerlerindeki insan kaynaklarından sorumlu olan yöneticilerin özellikle bu konuya önlem
almaları, Sivil Toplum Örgütlerinin konuya ilgi duymaları ve toplumsal duyarlılığın
oluşturulması açısından araştırmanın bulguları önem taşımaktadır.
Varsayımlar
1. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile medeni halleri arasında
anlamlı bir ilişki vardır.
2. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile yaşları arasında anlamlı
bir ilişki vardır.
3. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile eğitim düzeyleri
arasında anlamlı bir ilişki vardır.
4. Kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile şiddete maruz
kaldıkları yer arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Sınırlılıklar
1. Araştırma evrenine Halk Eğitimi Merkezi Müdürlükleri tarafından açılan
kurslara devam eden kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler
dâhil edilmiştir. Örneklem olarak belirlenen kadınların fikirleri araştırmaya veri
olarak kabul edilmiştir.
2. Yaygın eğitimin örgün eğitim gibi bir başlama ve bitiş tarihi yoktur. Bu yüzden
araştırmanın yapıldığı 2010–2011 eğitim ve öğretim yılında Halk Eğitimi
Merkezi Müdürlüğü’ nden hizmet alan kadınların ve kadın öğretmenler ile usta
öğreticiler oluştursa bile, araştırmanın yapıldığı zaman dilimindeki mevcut kadın
kursiyerler ve öğreticiler araştırma evrenine alınmıştır.
3. Araştırma evrenine dâhil edilen kadınların yaşam alanları farklılık
göstermektedir. Köy, kasaba ilçe ve il merkezide değişik yaşam koşulları ve
kültür düzeyindeki kadınlar araştırma ya dâhil edilmiştir.
YÖNTEM
Araştırma Modeli
Bu araştırma da Nicel Araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen
bulgulara “Anket” tekniği ile ulaşılmıştır.
Evren
Rize Merkez ve ilçelerinde bulunan Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüklerine bağlı
kurslara devam eden kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler ile bu
kurumlardaki kadın çalışanlar bu araştırmanın evrenini oluşturmaktadırlar. Araştırmanın
95
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yapıldığı Rize merkez ve ilçelerinde 2010–2011 Eğitim - Öğretim yılında Milli Eğitim
Bakanlığı, Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’ne bağlı on iki Halk Eğitimi
Merkezi Müdürlüğü tarafından açılan 513 kursa devam eden toplam 7635 kadın
kursiyer, öğretmen ve usta öğreticiden oluşmaktadır.
Örneklem
Rize merkez ve ilçelerindeki Halk Eğitimi Merkezlerindeki “E-Yaygın Eğitim
Otomasyon Sisteminde”, 2010–2011 Eğitim Öğretim yılında açılmış olan kurslardan
belirlenen kurala göre aşağıdaki örneklem tablosunda da belirtildiği gibi seçilen kursa
devam eden kursiyerlerin % 10’u (yaklaşık 763) örneklem olarak alınmıştır. Örneklem
olarak (Sosyal Bilimlere ait araştırmalar da genellikle araştırma evreninin % 10’u
örneklem olarak kabul edilmiştir; Kaptan, 1984) % 10 kadın kursiyerler ve kadın
öğretmenler ile usta öğreticiler ile kadın çalışanlara ulaşabilmek için, artı % 23
(yaklaşık 170) kursiyere daha veri toplama aracı gönderilmiştir.
14-60 yaş aralığındaki değişik demografik özelliklere ( medeni hal, eğitim
düzeyi, yaş ve şiddete maruz kalınan yer) sahip köy,kasaba ,ilçe ve kent merkezlerinden
gibi değişik yaşam alanlarından seçilen 763 kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile
usta öğreticilerin tamamından veri toplama araçları alınmış ancak 180 kadına ise çeşitli
sebeplerle ulaşılamamıştır.
Verilerin Analiz Edilmesi
Araştırma neticesinde elde edilen bulguların değerlendirilmesinde SPSS 16.0
paket programı kullanılmıştır. Verilerin çözümlenmesinde Frekans Dağılım Analizi,
Tek Yönlü Anova Korelâsyon analizi ve Te Testi kullanılmıştır. Veri toplama aracının
geçerliliğini ve güvenirliğini test etmek için aracın tutarlılık katsayısına (Cronbac’h
Alpha) bakılmıştır.
Araştırmada kullanılan her bir değişken için birden fazla önermeden oluşan
ölçekler (multiple item scale) kullanılmıştır. Elde edilen bulgular tablolar halinde
düzenlenmiştir.
Araştırmada
kadınların
demografik
dağılımlarına
ait
bulguların
değerlendirilmesi amacıyla frekans dağılımlarından, ölçek sonuçlarını yorumlarken
ortalama ve standart sapma değerlerinden yararlanılmıştır. Demografik değişkenlerle
psikolojik şiddete maruz kalma sıklığı arasındaki ilişkilerine yönelik oluşturulan
varsayımları ölçmek amacıyla ANOVA Testi (tek yönlü varyans analizi) yapılmıştır.
Örnekleme dâhil edilen kadın kursiyerler ve kadın öğretmenler ile usta öğreticiler
demografik özellikleri 4 alt gruba ayrılmıştır. Bunlar:
1. Medeni Hal
2. Yaş
3. Eğitim Düzeyi
4. Psikolojik şiddete maruz kalınan yer
Veri toplama aracında kadınların psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları 4 derece
ile değerlendirilmiştir:
a) Her zaman (4)
b) Genellikle (3)
c) Ara sıra (2)
d) Hiç bir zaman (1)
96
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Anova testi sonucunda kadınların psikolojik şiddete maruz kalmaları ile ilişkili
olduğu varsayılan demografik özellikleri önem derecesine göre,kadınların psikolojik
şiddete maruz kalma sıklıkları arasında anlamlı bir farklılığın varlığı
ölçülmektedir.Sonuçta burada ilişkinin varlığını , İlişkinin yönünü ve gücünü test
etmek için, Pearson korelasyon katsayısına bakılmıştır. Bu katsayı -1 ile +1 arasındadır
ve 1’e yaklaştıkça ilişkinin güçlü olduğu anlaşılmıştır.
BULGULAR ve TARTIŞMA
Sosyal yaşamım her alanında aktif rol alarak toplum içindeki konumunu ve
saygınlığını koruyan kadınların, psikolojik şiddete maruz kalmalarıyla ilgili genel
anlamda yapılan bu araştırmanın alt problemlerinin her birisi aslında bir araştırma
konusudur.
Varsayımlardan hareket edilerek kadınların psikolojik şiddete maruz kalmaları;
medeni hal,yaş, eğitim düzeyi ve psikolojik şiddete maruz kalınan yer gibi alt başlıklar
halinde incelenip araştırma sonucunda aşağıdaki tablolara ve bulgulara ulaşılmıştır.
Psikolojik Şiddet İle Medeni Hal Arasındaki İlişki
Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile medeni hal durumlarına
göre karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma
sonucunda aşağıda Tablo 1 ‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır.
Tablo:1 Kadınların Psikolojik Şiddete maruz kalmalarının Medeni Halleri Bakımından
Karşılaştırılması
N
%
Psikolojik Şiddete
Maruz Kalanların
sayısı
Evli
515
67,4
303
58,83
Bekâr
248
32,6
139
56,04
Toplam
763
100,0
442 (%57,9)
Medeni Hal
%
X
3,5222
3,1150
S
,23587
,21917
Örneklemi oluşturan kadınların, 515’i (%67,4) evli iken, 248’i (%32,6) bekârdır.
Bununla birlikte, araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta
öğreticilerin medeni hallerine göre psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların
dağılımında farklılık vardır.
Veri toplama aracına cevap veren evli 515 kadından 303’ünün (%58,83),bekar
248 kadından ise 139’u (%56,04) psikolojik şiddete maruz kaldığını belirtmiştir.
Buradan hareketle evli kadınların, bekar kadınlara göre psikolojik şiddete maruz
kalmalarında sayısal olarak üstün oldukları söylenebilir.
Kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin medeni hallerine göre
psikolojik şiddete maruz kalmalarına ilişkin bulguların ele alındığı Tablo 1’e göre,
Medeni hal ( evli, bekar) bakımından anlamlı bir farklılık görünmektedir
(t(763)=7,489; p<,01). Evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarında ilişkin
puanları X=3.52 iken bekar kadınların puanları ise puanları X=3,11 olarak bulunmuştur.
Bu bağlamda evli kadınlar “her zaman” bekar kadınlar puanlarının “genellikle”
düzeyinde çıktığı görülmüştür.
Ancak istatistikî bakımdan anlamlı bir farklılık belirlenmiş olduğundan dolayı
evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarında bekar kadınlara göre yüksek
97
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olduğundan psikolojik şiddete maruz kalmanın üzerinde medeni halin anlamlı bir
etkisinin bulunduğu ileri sürülebilir.
Psikolojik Şiddet İle Yaş Arasındaki İlişki
Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile yaş düzeyleri açısından
karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma sonucunda
aşağıda Tablo 2 ‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır.
Tablo:2 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Yaş Gruplarına Göre Dağılımı
Yaş Düzeyleri
15–19 arası
20–29 arası
30–39 arası
40–49 arası
50–59 arası
60 ve Üstü
Toplam
N
%
Psikolojik Şiddete
Maruz Kalanların
sayısı
106
125
274
212
32
14
763
14
16,3
36
27,7
4
2
100,0
32
72
186
143
8
1
442 (%57,9)
%
X
30,1
57,6
67,8
67,4
25
7,1
100,0
3,3381
3,5063
3,5593
3,5477
3,2001
3,1908
3,5222
S
,31230
,26548
,22708
,16526
,12949
,16540
,23587
Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü tarafından açılan değişik kurslara devam eden
ve araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin yaş
gruplarına göre psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların dağılımında farklılık
vardır.Veri toplama aracına cevap veren 763 kadından 442’si (% 57,9) psikolojik
şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Toplam örneklemin içerisinde En çok psikolojik
şiddete maruz kalan 186 kişi (% 67,8) ile 30–39 yaş grubu kadınlar iken en az olanı ise
1 kişi (%7,1) ile 60 yaş ve üzeri yaş grubu kadınlar oluşturmaktadır.
Kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin yaş gruplarına göre
psikolojik şiddete maruz kalmalarına ilişkin bulguların ele alındığı Tablo 1’e göre, yaş
grupları bakımından anlamlı bir farklılık görünmektedir. 30–39 arası kadınların
psikolojik şiddete maruz kalmalarında ilişkin puanları X=3,55 iken 60 ve Üstü
kadınların puanları ise X=3,19 olarak bulunmuştur. Bu bağlamda 20–29 arası, 30–39
arası ve 40–49 arası kadınlar “her zaman”
diğer yaş grubu kadınların puanlarının
“genellikle” düzeyinde çıktığı görülmüştür.
Ancak istatistikî bakımdan anlamlı bir farklılık belirlenmiş olduğundan dolayı
yaş gruplarının kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarında anlamlı bir etkisinin
bulunduğu ileri sürülebilir.
Psikolojik Şiddet İle Eğitim Düzeyi Arasındaki İlişki
Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile eğitim düzeylerinin
karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma sonucunda
aşağıda Tablo 3‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır.
98
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo:3 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Öğrenim Düzeylerine Göre
Dağılımı
Öğrenim Düzeyleri
Okur-Yazar Değil
Okur-Yazar
İlkokul (5. sınıfa kadar)
İlköğretim
Lise ve Dengi
Ön lisans (2-3 yıllık)
Lisans
Yüksek Lisans ve üzeri
Toplam
Frekans
%
Psikolojik
Şiddete
Maruz
%
Kalanların
sayısı
16
43
135
175
263
117
14
-
2,1
5,6
17,7
23
34,4
15,3
1,8
0,0
5
19
72
91
175
76
4
0
31,25
44,18
53,3
52
66,5
64,9
28,5
0,00
763
100,0
442 (57,9)
100,0
X
S
3,3848
3,2863
3,3330
3,3889
3,4203
3,3869
2,1641
0,00
3,3687
,21310
,22508
,26929
,23079
,33004
,11500
,26748
0,00
,26753
Veri toplama aracına cevap veren kadınların 442 ‘si (%57,9) değişik sıklıklarda
Psikolojik şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir.
Bununla birlikte, araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın ve usta
öğreticilerin psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların öğretim düzeylerine
göre dağılımında farklılık vardır. Eğitim düzeyi lise ve dengi okul olan kadınların sayısı
263, ( % 34,4) ile sayısal olarak diğer eğitim düzeylerine göre üstün iken eğitim düzeyi
lisansüstü ve yukarı seviyede olan hiçbir kadın araştırmaya katılmamıştır. Ayrıca Eğitim
düzeyi lisans düzeyinde olanların sayısı 4 (% 28,5) örneklem içinde en az eğitim
düzeyini oluşturmaktadır.
Tablo 3’e göre araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın ve usta
öğreticilerin psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların öğretim düzeylerine
arasında anlamlı farklılık bulunup bulunmadığını belirlemek amacıyla varyans analizi
(ANOVA) yapılmıştır.
Analiz sonuçları kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarına ilişkin bulgular
arasında öğrenim düzeyleri bakımından istatistikî olarak anlamlı farklılık
göstermediği belirlenmiştir (F(6, 741)=2.057, p>.01).
Başka bir deyişle, göre araştırmaya katılan kadın kursiyerler ile kadın ve usta
öğreticilerin psikolojik şiddete maruz kalmalarına ait bulguların öğrenim düzeylerine
bağlı olarak anlamlı bir şekilde değişmemektedir. Öğrenim düzeyi değişkeninin
kadınların psikolojik şiddete maruz kalma düzeyine ilişkin görüşleri üzerinde anlamlı
etkisinin olmadığı ileri sürülebilir.
Buna karşın ortalamalara bakıldığında Lise ve Dengi Eğitim düzeyindeki
kadınların psikolojik şiddete maruz kalma düzeyine ilişkin puanlarının (X=3,42) diğer
kursiyerlere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
99
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ayrıca lisans deyinde eğitim seviyesi olan kadınların diğer kadınların psikolojik
şiddete maruz kalmalarına ait ortalama puanlarının, (X=2,16) ile daha düşük olduğu
tespit edilmiştir.
Psikolojik Şiddet İle Şiddete Maruz Kalınan Yer Arasındaki İlişki
Kadınların, psikolojik şiddete maruz kalma sıklıkları ile şiddete maruz kalınan
yerin karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan karşılaştırma
sonucunda aşağıda Tablo 4‘de yer alan bulgulara ulaşılmıştır.
Tablo:4 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Şiddete Maruz Kaldıkları
Yere
Göre Dağılımı
Şiddete Maruz Kaldıkları Yer
Cadde , Sokak (Açık Hava)
Evde (aile içinde)
İş Yerinde
Diğer(kapalı alanlar, seminerler,
konferanslar, toplantılar v.b)
Toplam
Frekans
%
X
S
88
138
119
19,9
31,3
26,9
3,3381
3,5593
3,5477
,31230
,26548
,22708
97
21,9
3,2001
,16526
442 (57,9)
100,0
3,4113
,24253
Veri toplama aracına değişik sıklıklarda psikolojik şiddete maruz kaldığını
belirten evli ve bekar kadın kursiyerler ile kadın öğretmen ve usta öğreticilerin
psikolojik şiddete maruz kaldıkları yerin dağılımında da değişiklik vardır.
Psikolojik şiddete maruz kaldığını belirten evli ve bekar kadın kursiyerler ile
kadın öğretmen ve usta öğreticilerin en çok 138’i (31,3) evde ve aile içinde ,en az ise
cadde , sokak ve açık havada 88 (19,9) psikolojik şiddete maruz kaldıkları bulgusuna
ulaşılmıştır.
Başka bir deyişle analiz sonuçları kadınların psikolojik şiddete maruz kaldıkları
yere göre dağılımlarına ilişkin bulgular bakımından istatistikî olarak anlamlı farklılık
olduğu ileri sürülebilir. (p>.01).
Buna karşın psikolojik şiddete maruz kalıma sıklıkları açısından aldıkları
puanlara bakıldığında evde yani aile içinde kadınların psikolojik şiddete maruz kalma
düzeyine ilişkin puanları (X=3,55) ile en yüksek iken diğer alanlarda (kapalı alanlar,
seminerler, konferanslar,toplantılar v.b) kadınların psikolojik şiddete maruz kalmalarına
ait puanlarının, (X=3,20) ile en düşük düzeyde olduğu tespit edilmiştir.
Psikolojik Şiddet ile Medeni Hal ve Yaş arasındaki İlişki
Medeni hal ve yaş bakımından psikolojik şiddete maruz kalan kadınların medeni
hal ve yaşlarına göre karşılaştırılması sonucunda aldıkları puanlara göre yapılan
karşılaştırma sonucunda aşağıdaki Tablo5 ‘deki bulgulara ulaşılmıştır.
100
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo:5 Psikolojik Şiddete Maruz Kalan Kadınların Medeni hal ve Yaşlarına Göre
Dağılımı
N
%
Psikolojik
Şiddete Maruz
Kalanların
sayısı
21
19,8
3
2,8
3,3381
,31230
20–29 arası
76
60,08
31
24,8
3,5063
,26548
30–39 arası
204
74,4
134
48,9
3,5593
,22708
40–49 arası
186
87,7
129
60,8
3,5477
,16526
50–59 arası
18
56,25
5
15,6
3,2001
,12949
60 ve Üstü
10
71,42
1
7,1
3,1908
,16540
515
100,0
303
21,67
15-19 arası
85
80,02
29
27,3
3,2151
,32874
20–29 arası
49
39,02
41
39,2
3,5143
,26356
30–39 arası
70
25,6
54
25,5
3,1403
,28742
40–49 arası
26
12,3
14
12,2
3,5411
,16526
50–59 arası
14
43,75
3
43,8
3,0121
,23949
60 ve Üstü
4
28,58
-
-
3,2702
,12254
139
29,6
442
25,6
Yaş
Düzeyleri
Medeni
Hal
Evli
15-19 arası
Bekar
Toplam
Toplam
248
Genel Toplam
763
100,0
%
X
S
3,5222
3,3035
3,4128
,23587
,20966
,22276
Tablo 5’e göre psikolojik şiddete maruz kalan kadınların medeni hal ve yaşlarına
göre puanları çift yönlü olarak birbiri ile (Çift Yönlü Anova) ikili değişkene göre (yaş
ve medeni hal) incelenerek şu bulgulara ulaşılmıştır:
Evli kadınların yaş gruplarına göre dağılımları dikkate alındığında 40–49 arası
evli kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanının (3,52) diğer yaş
gruplarına göre daha fazla olduğu,60 yaş ve üzeri yaş grubundaki kadınların psikolojik
şiddete maruz kalma toplam puanının (3,19), diğer yaş gruplarındaki evli kadınların
psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanına göre daha düşük olduğu anlaşılmıştır.
Bekâr kadınların yaş gruplarına göre dağılımları dikkate alındığında 20–29 arası
bekar kadınların psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanı ile (3,54) diğer yaş
gruplarına göre daha fazla olduğu, 40–49 yaş arası yaş grubundaki bekar kadınların
psikolojik şiddete maruz kalma toplam puanının
(3,14) daha düşük olduğu
anlaşılmıştır.
Ayrıca 60 ve üstü bekar kadınlar veri toplama aracına hiç Psikolojik şiddete
kalmadıklarını belirtmişlerdir.
Her iki medeni hal durumundaki kadınların (evli ve bekar) psikolojik şiddete
maruz kalma toplam puanı incelendiğinde evli kadınların psikolojik şiddete maruz
kalma toplam puanının (3,52) bekar kadınların psikolojik şiddete maruz kalma
puanlarına göre (3,30) daha düşük olduğu anlaşılmıştır.
ARAŞTIRMANIN SONUÇLARI VE ÖNERİLER
Araştırma sonucunda kadına yönelik psikolojik şiddetin kadınların medeni
hallerine göre,yaş seviyelerine ve şiddete maruz kalınan yere göre değişiklik
101
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gösterdiği,ancak kadınların eğitim düzeylerine göre değişiklik göstermediği bulgularına
ulaşıldı.
Araştırma sonunda elde edilen bulgular ışığında yorumlar ve değerlendirmeler
yapılmış, kadına yönelik şiddetin her türlüsünün ortadan kaldırılabilmesine aşağıdaki
öneriler sıralanmıştır.
1. Psikolojik şiddete maruz kalmanın sonucunda aile içinde,toplumda,iş hayatının
içinde ve dışında meydana gelen yaşam kalitesindeki düşme, sağlıksız bir toplum
yapısı, mücadele etme azmi azalmış bir insan profili oluşturduğundan, devletin ilgili
kurumları ile özel sektörün insan kaynakları birimleri bu alanda çalışmalarını
yoğunlaştırmalıdırlar.
2. Psikoloji ve sosyoloji ile olaylar bağlantılı hale getirilip akademik çalışmalar
yapılmalıdır. Bu alanda uygulama deneyimi olanlarla iş birliği içinde oluşturulacak
olan sivil toplum deneyimi güçlendirilmelidir.
3. Yapılacak yasal düzenlemeler ile şiddete maruz kalan kadınlara gereken maddi
destek verilmesinin yolu açılmalıdır.
4. Kamu ve özel sektör temsilcilerinin insan kaynakları bölümünde çalışanların bu
alanda yapılan bütün akademik çalışmaları kendilerine rehber seçmeleri , araştırma
sonuçlarını yapmayı düşündükleri değişikliklerde dikkate almalıdırlar.
5. Toplumda demokrasi kavramının yerleşmesi ve uygulanabilmesine yönelik süreç
eğitimlerinin verilmeli, bu konuda her türlü Sivil Toplum Kuruluşları ve derneklerin
aktif hale getirilmelidir.
6. Kadınları daha çok koruyan ve şiddete karşı güçlendiren yasal değişikliklerin Kadın
dernekleri ve STK’ları ile iş birliği halinde hazırlanmalı, kadınların bilinçlenmesi
için seminer, konferans, panel gibi eğitsel çalışmalar ve bunları tamamlayan sosyal
kültürel çalışmalar yapılmalıdır.
KAYNAKLAR
1. Acar A.B., Dündar G., İşyerinde Psikolojik Yıldırmaya (Mobbing) Maruz
Kalma Sıklığı İle Demografik Özellikler Arasındaki İlişkinin İncelenmesi,
İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi İstanbul Cilt/:37, Sayı/:2, 2008,
2. Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları s.7,2 hs. Ankara, Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu, Bizim Büro Basımevi 2000
3. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile içi Şiddetle Mücadele El
Kitabı, 2010, Ankara, MEB Matbaası.
4. Güneri, Feride Yıldırım, Aile İçinde Kadına Yöneltilen Şiddet" Evdeki Terör:
Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul Morçatı Kadın Sığınağı Vakfı
Yayınları,1996,s.87-92
5. Kadın
ve
Aileden
Sorumlu
Devlet
Bakanlığı
resmi,
03.3.2012,
http://www.aile.gov.tr/tr/
6. Tınaz, Pınar, İşyerinde Psikolojik Taciz, Çalışma ve Toplum, No: 4, s. 13-28
(2006).
102
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
YOKSUL AİLELERİN GÜZEL KIZLARI VE BEŞ EKSENLİ
TANI SİSTEMİ
Prof. Dr. Erol GÖKA*
Doç. Dr. Verda TÜZER*
Dr. Emine YILDIZGÖREN*
GİRİŞ
Son 20 yıldır psikiyatride ortaya çıkan gelişmeler, psikiyatrik hastalıkların
anlaşılmasında bir yol ayrımına gelinmesine neden olmuştur. Psikiyatri doğa bilimleri ve
genel tıp ile yakın olan tıbbi hastalık modeline yakınlaşmıştır. Tıbbi hastalık modeliyle
çalışmanın birçok avantajı olduğu tartışılmaz ama eğer bu süreçte, psikiyatrik
rahatsızlıkların doğasında bulunan psikososyodinamik etmenlere yeterince dikkat
edilmezse yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. DSM sınıflamasını yapan
deneyimli klinisyenler, psikolojik ve sosyal etmenlerin önemini elbette bilmektedirler
ancak ne var ki bu sınıflandırmanın temeli ampirik olduğu için, bu etmenleri Eksen 4 ve
5’te ampirik olarak saptamakla yetinmek zorundadırlar. Zaten bir tanı sisteminden de
daha fazlası beklenemez; tanı sistemi psikiyatrik öykü almanın ve psikiyatrik
görüşmedeki teknik becerilerin önemini ortadan kaldırmaz, tam tersine öykü, görüşme ve
tanı sistemi birbirlerini gereksinir ve pekiştirirler. Elimizdeki tanı sisteminin ne kadar
yetkin ve gelişmiş olursa olsun, ampirik olmasından kaynaklanan eksiklikleri olacağını
hep göz önünde bulundurmak; psikososyal ve çevresel problemleri her olguda dikkatle
gözden geçirmek çağdaş psikiyatri uygulaması için bir koşuldur. Psikososyal ve çevresel
etmenleri iyice ortaya seren bir gelişim öyküsü ve ruhsal değerlendirme, çağdaş tanı
sistemlerini daha da zenginleştirecek, hastayı insan olarak bütünlüğü içinde kavramamızı
sağlayacaktır. (1-3)
Yine bu sayede psikodinamik kuramların ve sosyal psikiyatrideki çalışmaların
klinik psikiyatriye katkıları sağlanacak, onlar olmaksızın çağdaş psikiyatrinin hep eksik
kalacağı anlaşılabilecektir. Aşağıda bir bütün olarak anlaşılabilmeleri için ampirik tanı
sistemleri içinde sıkışıp kalmamak, psikodinamik kuramların ve sosyal psikiyatrinin
katkılarından da faydalanmak gerektiğini gösteren üç vaka sunacağız.
VAKALAR
1.Vaka: 18 yaşında, bekar, kadın, lise mezunu, işsiz, Ankara’da oturuyor.
Üniversite sınavından bir gün sonra polikliniğimize başvuran hasta son 1-1.5 aydır
zaman zaman içine başka bir insanın girdiğini, onun hareketlerini yönlendirdiğini, ne
yaptığını hatırlamadığı saatler geçirdiğini ve sıkıntılı, üzüntülü olaylardan sonra
bayıldığını söylüyordu. Yakınlarına “İçime bir ruh giriyor, kontrolu eline alıyor. İçimden
onun sesinin geldiğini duyuyorum. Beni asla terk etmeyeceğini söylüyor.”diyormuş.
Yine bir buçuk ay önce kardeşiyle tartıştıktan sonra bayılmış. Kendine geldiği zaman
gülmeye başlamış. Ölmüş olan dedesinden bahsediyormuş. “Dedem beni mezara
*
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri Kliniği
103
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çağırıyor.”diyormuş. Son bir aydır bayılmaları sıklaşmış. İdrar inkontinansı, kasılma,
ağzından köpük gelmesi gibi epileptik nöbeti düşündürecek semptomlar yokmuş. Bir
beyin cerrahına götürülmüş. EEG tetkiki yapılmış ve normal olarak değerlendirilmiş.
Zonguldak’a anneannesinin yanına gönderilmiş. Bir gün alt kattaki komşuya gideceğini
söyleyerek evden ayrılmış. Yaklaşık 3 saat sonra eve dönmüş. Bu dönemde nereye
gittiğini ve ne yaptığını hatırlamadığını söylüyor. Yine bir gün dayısı minibüse
bindirmiş. Ancak hastamız eve gideceği yerde minibüsten inip, mezarlığa gitmiş. Geç bir
saatte eve dönmüş. Yine bu olayı hatırlamadığını söylüyor. Anneannesi endişelenerek
eczacı bir yakınlarını aramış. Eczacı hastamıza “Sen çok güzel bir kızsın, umarım bu
hastalık uzun sürmez” demiş. Dün üniversite sınavına girmiş. “Sorular kolaydı ama
içimdeki ruh beni uyuttu, bana yaptırmadı“ diyor. Hasta Dissosiyatif Bozukluk ve
Konversiyon Bozukluğu ön tanılarıyla kliniğimize yatırıldı. Oldukça güzel ve alımlı
olması dikkat çekiyordu. Alınan gelişim öyküsünde 8-9 yaşından itibaren babasının
düzenli bir işinin olmadığı, hastamız 10 yaşındayken bir yıl evden ayrılıp başka bir
kadınla yaşadığı, hastamız orta sondayken 6-7 ay hapse girip çıktığı öğrenildi. Baba
hapisten çıktıktan sonra paraları olmadığı için hastamız liseye başlayamamış. Ancak bir
sonraki yıl dedesinin desteği ile okula gidebilmiş. Lise 1 ve 2’deyken babası yine
hapisteymiş. Bu yıl hastamız lise sondayken babası hapisten çıkmış. Ama iş bulamamış,
onun hapisten çıkmasıyla çevreden gelen maddi yardım da kesilince ekonomik sıkıntıları
giderek artmış, kirayı faturaları ödeyememişler. 2 ay önce başka bir eve taşınmışlar.
Ancak bu evin kirasını da ödeyememişler. Elektrik faturasını da ödeyemedikleri için
karanlıkta oturuyorlarmış. Her an evden çıkarılacaklarını düşündükleri için çoğu eşyaları
paketlerinden çıkarılmamış halde duruyormuş. Hastamız kardeşiyle aynı odada
kalıyormuş. “Müzik dinlemeyi çok severim, onu bile yapamıyorum” diyor. Başka bir
görüşmede de “İstediğim şeyleri alamadığım için saatlerce vitrine yapıştığımı bilirim.
Arkadaşlarıma yaşamadığım şeyleri anlatıyordum. Alışverişe gittiğimi, babamla yemek
yediğimizi, tatile çıktığımızı söylüyordum” demişti. Son 1-1.5 aydır bayılmaları ve
hatırlamadığı dönemler olunca yakınları “seni manken yapacaktık, nereden çıktı bu
hastalık?” diyorlarmış.
2. Vaka: 19 yaşında, bekar, kadın, lise mezunu, işsiz, Ankara’da oturuyor.
Üniversite sınavından üç gün sonra acil polikliniğimize başvuran hasta, bir haftadır
annesi ve babası ile ilgili cinsel içerikli görüntüler görüyormuş. Bunlardan dolayı çok
sıkıntı ve üzüntü duyduğunu ve geceleri hiç uyuyamadığını belirtiyordu. Hasta kısa
psikotik bozukluk ön tanısıyla kliniğimize yatırıldı. Hastanın oldukça güzel olduğu
görülüyordu. Alınan öyküde yaklaşık üç ay önce, hastanın taksi şoförü olan babasının bir
trafik kazası sonrasında ayağının kırılıp çalışamaması üzerine ekonomik sıkıntılarının
başladığı ve yine maddi durumu çok iyi olmayan dedesinin yanına taşındıkları öğrenildi..
Özellikle bu son 3 aylık dönemde, hastamızın babası sürekli olarak “seni arkadaşımın
futbolcu oğluna vereceğim, seni bir mimara vereceğim” demeye başlamış, annesi de
“artık genç kız oldun, ben de senin yaşında evlenmiştim, eğer üniversiteyi kazanamazsan
seni evlendireceğim” diyormuş.. Yaklaşık 1 ay kadar önce de babasının bahsettiği bu
kişiler sırayla hastamızı istemeye gelmişler. Fakat hastamızın dedesi torununun
evlenmesine kesinlikle karşı çıkmış, daha çok genç olduğunu söylemiş ve “o benim
küçük prensesim, kimselere vermem” demesi üzerine babası ve annesi geri adım atmış.
Hastamız da aynı dedesi gibi düşünüyormuş; şu an için evlenmek aklından bile
geçmiyormuş, fakat hem korkusundan hem de saygısından ötürü babasına bu
104
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
düşüncesini açıkça söyleyemiyormuş. Damat adaylarını beğenmediğini söyleyerek
zaman kazanmaya çalışıyormuş.
Hikaye derinleştirildiğinde dedesinin sağlığının iyi olmadığı ve terminal dönem
mide kanseri olduğu öğrenildi. Ayrıca hastamız, üniversite sınavının da çok iyi
geçmediğini ve istediği bölümü kazanamayacağını söylüyordu.
3. Vaka: 19 yaşında bekar, kadın, lise mezunu, işsiz, Ankara’da oturuyor.
Çabuk öfkelenme, sıkıntı hissi, uykuya dalmakta ve sürdürmekte zorlanma, yaptığı
işlerden keyif alamama ve mutsuzluk şikayetleri ile polikliniğe başvuran hasta ile yapılan
görüşmelerde ‘güzel bir kız olması’ ‘babasının işinin iyi olmaması’ ‘güzel bir kız olarak
iyi bir yaşamı yaşamı hak ettiği’ nin anne tarafından sıklıkla vurgulanması dikkat
çekmekteydi. Yaşıtlarını ‘çocuk’ olarak görüyor, yaşça büyük iş sahibi kişilerle
‘mesajlaşıyor’
TARTIŞMA:
Sunduğumuz üç vaka, bize göre, giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi, ampirik tanı
sistemleriyle kısıtlanmadan, psikodinamik kuramları ve sosyal psikiyatriden sağlanan
bilgileri de hastayı anlayabilme çabasının içine katmak gerektiğini göstermektedir.
Aşağıda kısaca sunacağımız psikososyodinamik formülasyon, bu hastaların DSM
sınıflamasında eksen 4 ve 5 tanılarına daha bir açıklık kazandıracak, tedavi planlarını
kolaylaştıracaktır.
Psikososyodinamik formülasyon: Üniversite sınavından hemen sonra kliniğimize
yatan bu iki kızın ortak yönleri dikkat çekiciydi. Oldukça güzel olan her iki kızın da
aileleri şiddetli geçim sıkıntısı çekiyordu. Her ikisi de ailenin en büyük çocuklarıydı ve
her ikisi de başarılı öğrencilerdi, üniversiteye gitmek istiyorlardı. İlk vaka için ailesinin
planı “manken” olması, ikinci olgu içinse zengin birisiyle evlenmesiydi. Polikliniğimize
başvuran birçok vakanın bir özeti olan 3. vakada da aynı tema söz konusudur. Böylece
aileler varolan ekonomik sıkıntılardan kurtulmuş olacaktı. Her üçü de üniversiteyi
kazansalar bile okuyacak paraları yoktu. İkinci olgumuzda babasının evlendirme
planlarına karşı onu koruyan dedesinin giderek yaklaşan ölümü hastamızın endişesini
giderek arttırıyordu. Üniversite sınavı ile birlikte kazansalar bile okuyamayacakları
ortaya çıkınca her ikisinin de hastalıkları artmıştı. Üçüncü vakada ise güzelliğin hak
ettirdiği zengin bir eş isteği ile olumsuz sonuçların yarattığı hayal kırıklığı ve öfke
dikkati çekiyordu.
Kadınların sağlığı sadece biyoloji ile değil aynı zamanda sosyal durumla da
belirlenir. Hem kadın hem de erkeklerin sağlığı yoksulluktan dolayı olumsuz şekilde
etkilense de oldukça yüksek oranda kadın, yoksulluğun feminizasyonunun artmasından
dolayı yoksulluğun etkilerine daha fazla maruz kalmaktadır. Kanada’da her yaştan grupta
kadınların yoksulluk oranları erkeklerden daha fazladır. 1987’de kadınlar populasyonun
%51’ini oluştursa da düşük gelirlilerin %56’sını oluşturmuşlardır. Tüm düşük gelirlilerin
%67’si kadınlardır. Tek ebeveynli ailelerde ve bekar kadınlarda yoksulluk problemi
özellikle etkilidir.1986’da Kanada’da tek ebeveynli aileler tüm ailelerin %13’ünü
oluşturmaktaydı ve bu ailelerin %82’sinde tek ebeveyn kadındı. Bu ailelerde
yoksulluğun görülmesi daha muhtemeldir. Çünkü ortalama aile geliri erkeklerin gelirinin
yarısından daha azdır. Harman, yoksulluğun feminizasyonunu kadınların yoksulluğunun
105
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yeni bir şekil aldığına işaret ederek yeni bir isimle ortaya çıkmış oldukça eski bir
problem olarak tanımlıyor. Kadınlar her zaman eş, anne ve çocuk olarak bağımlı
olduklarından dolayı onların yoksullukları potansiyel bir durum olarak gizlenmiştir.
Fakat artık çok daha fazla kadın seçim veya zorunluluktan dolayı erkeksiz yaşadığı için
kadınların yoksulluğu görünür hale gelmiştir. Yalnız yaşayan kadınlar arasında bu artan
yoksulluk, yeterli bir aile geliri sağlamak amacıyla her iki partnerin kazançlarına artan
bağımlılığı yansıtmaktadır.
Kadınlar için yoksulluğun kökeni pek çok sosyal, politik, kültürel çevreyi
yansıtmaktadır. Primer faktör, erkeklere ekmek kazananlar ve kadınları da ücretsiz
bakıcılar olarak tanımlayan seksüel bölünmeye bağlıdır. Bu nedenle kadınların çocuk
bakıcılığı ve diğer domestik sorumluluklarının sonucu olarak kadınların evde veya düşük
gelirli ve düşük statülü işlerdeki finansal sıkışmasını açıklayan zalim bir döngü
gelişmektedir. Bu doğuştan gelen eşitsiz bölünmeden dolayı kadınlar daha az eğitim
fırsatı ve gelişmeye sahip olabiliyor ki; bu da ortalama kazançların erkeklerin baskın
olduğu iş sektörlerinden daha düşük olduğu kadın iş gettolarında aşırı bir yığılmaya
neden oluyor. Hatta eşit değer pozisyonlarında bile kadınlar sıklıkla erkeklerden daha az
ücret alıyor. Sonuç olarak full-time çalışan kadınlar erkeklerin sadece %66’sı kadar
kazanabiliyor. Yüksek statülü işlerde bile kadınlar erkeklerin kazancının ortalama
%61’ini kazanıyor. Bundan başka kadınlar ailede bakıcı rolleriyle sıklıkla işi bırakmak,
programlarını tekrar gözden geçirmek veya ücretsiz izin almak durumunda
kalabiliyorlar.
Kadın çalışanların düşük gelirli işlerde kümelenmesi, aile sorumlulukları yüzünden
devamsızlıkla birleşince, kadınların yoksulluğuna katkıda bulunan en önemli faktörler
olarak karşımıza çıkıyor.
Kadınlar arasında yoksulluğun seviyesinin erkeklere göre daha yüksek olmasından
dolayı, yoksulluğun sağlık üzerindeki zıt etkilerinin kadınlar üzerinde daha büyük olması
beklenir. Çok sayıda rapor, kadınların sağlığını geliştirmek yerine yoksulluğu
düşürmenin önemini vurgulamıştır. Kadın sağlığı üzerine olan raporlar ortaya koymuştur
ki; çok yoksul kadınlar kendi yaşıtlarına göre sağlıklarının mükemmel veya çok iyi
olduğunu söylemeye daha az eğilimlidir.
İşsizlik de sağlığı, anksiyete, depresyon veya özgüven kaybıyla direkt; ya da gelir
veya yerleşme gibi diğer sağlık kaynakları üzerine olan indirekt etkisiyle etkiler. %58
çalışmayan kadına kıyasla çalışan kadınların %71’i sağlıklarının çok iyi veya mükemmel
olduğunun söylemektedir. Bu, özellikle önemlidir, çünkü işsizlik oranları kadınlar için
erkeklere oranla daha yüksek olma eğilimi göstermiştir.(4)
Mental sağlık problemleri hastalıkların global ağırlığının (GBD=global burden of
disease) %8,1’ini oluştursa da, mental sağlık uluslar arası sağlık ajandasından büyük
oranda kaybolmaya başlamıştır. İhtiyaçlar ve servisler arasındaki ayrılıkların
önümüzdeki milenyumda artması bekleniyor. Yalnızca depresyon, dünya üzerindeki
yetkisizliğe bağlı hayat yıllarının ( DALYs= disability adjusted life years ) dördüncü
önde gelen nedenidir ve 2020 yılında ikinci nedeni olması bekleniyor. Dünya ulusları;
erken teşhis ile çocukluk ve adölesanlarda psikiyatrik problemlerin önlenmesini de
kapsayan mental sağlık servislerinin kalitesini yükseltmek; alkol ve ilaç kullanımının
global ağırlığı üzerine sistematik verilerin toplanmasını temin etmek; yenilikçi tedavi ve
önleyici ölçümleri geliştirmek ve tedavi etkililiği üzerine araştırma yapmak için esaslı bir
106
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
destek temin etmek gibi sorumlulukların altına girmelidir. Açlık, yoksulluk ve şiddet
kadınları aşırı derecede olumsuz etkilediğinden, devletin eşit eğitim fırsatı ve kadınlar
için geliştirilmiş sağlık bakımını da içeren cinsiyet politikası geliştirmesi ve ev içi şiddeti
önlemesi için artan bir ihtiyaç vardır.
Aşırı kalabalıklaşma ve düşük kalitede evleşmenin düşük mental sağlıkla direkt
ilişkisi vardır. Pek çok düşük gelirli ailede evin geçimini sağlayan kimse için uzun bir iş
gününün sonunda eve gitmek bir mücadeledir fakat bu, işe vardıkları andan itibaren dört
gözle bekledikleri bir mücadeledir. Sonunda bu kişi, dış dünyanın tehlikelerine kapalı
kapı ve odaların, sevgi dolu bir aile ve bir hoş geldin komitesinin olduğu konforlu evine
ulaşır. Ev, bizim kendimizi güvende hissetmek istediğimiz yerdir. Dinlenip,
rahatlanabilecek bir yer ve zorunlu bir sığınak olarak güvenli ve rahat bir eve giriş hem
psikolojik hem de fiziksel bir gerekliliktir. Bugünün korku ve izolasyon kültürü pek çok
aileyi özellikle kalabalık şehirlerde yaşayanları evin sıkıca kapalı kapıları ardında
emniyet ve güvenlik arayışına yöneltmiştir. Ailenin her üyesi tarafından izlenen
televizyon sayısı her geçen gün artmaktadır ve böylece bireyler ayrı odalarda, ayrı
televizyon programlarını tek başlarına izlemekte ve iletişim azalmaktadır. Talihsiz
gerçek şu ki; ev kendine ait tehlikeleri barındırır ve evin içinde izole olma eğilimi aile
sağlığı üzerine hastalıklı etkilere sahiptir. Yetersiz evleşme ve düşük sağlık arasındaki
bağlantı gittikçe daha iyi bir şekilde belgelenmektedir. Standartların altında ve kötü
evleşme nörolojik bozukluklardan psikolojik ve davranış bozukluklarına kadar çok
çeşitli hastalıklara katkıda bulunmaktadır.
Gerçek hayatın cazibesine dayanmak oldukça güç olabilir. Kişisel bilgisayarların
kullanımı, Web sitelerinde gezinti yapma, internet alışverişi ve telekomünikasyon orta
sınıftakiler için hızlı bir şekilde norm haline dönüşmektedir. Pek çok kişi evden dışarı
çıkmak için bir neden görmemektedir.
Bu lükse bütçesi elvermeyenler, bu yaşamı televizyondan yani oturarak yapılan
tüketimi destekleyen reklam bombardımanıyla bulur. Tüm bunlar, artan kötü beslenme
seviyeleriyle birlikte, obezite ve çok çeşitli kronik hastalığa katkıda bulunur ki; bunlar da
halk sağlığı ve konut krizini kötüleştirmektedir.
Yukarıda değindiğimiz sorunlara ek olarak toplumsal cinsiyetle ilişkili bir sorunda
dikkati çekmektedir. Masallarda yer alan güzel kız, beyaz atlı prens teması bir sonraki
kuşağa yani çocuklara aktarılırken onların ‘davranış ve kültüre ilişkin şablonları, değer
sistemlerini, eylemleri ve sonuçlarını öğrenmelerine’ de yol açar. Bu şablon toplumsal
cinsiyete ilişkin rollere, davranışlara ilişkin belirleyici bir rol oynar. Cinsiyet stereotipisi
de olarak adlandırılabilecek bu duruma son dönem televizyon dizilerinden ‘Adını Feriha
Koydum’ aracılığıyla biraz daha yakından bakabilirsiniz. Emek, kanaat, rızk semte
uğramaz. İlk bölümde tüm tema izleyiciye sunulur. Güzel Feriha’nın Beyaz atlı ama
mutlaka zengin bir prens bularak yoksulluktan kurtulması hepimizin hayali haline
geliverir. ‘Bir piyango masalı’ olarak da adlandırılabilecek bu emek vermeden zengin
olmanın bileti ‘Güzel bir kız’ olmaktan geçer. Her ne kadar Feriha mağrur, yeri
geldiğinde sözünü esirgemeyen bir duruşu ara sıra sergilese de ‘iyi, yoksul ve güzel bir
kız olarak zengin ve yakışıklı prensleri kazanma’ yolunda ilerlemesi dışında bize yeni bir
şey sunmaz. Yani kız güzel, doğal olarak iyi huyludur ve güzelliği refahı da getirir.(5)
Feriha, başucunda Barbie ile yatar. Barbie’nin bu güne dek bir işte çalıştığı
görülmemiştir. Veteriner, balerin, dansçı kılıklarına girse de düzenli bir işi olan, zekasını
107
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kullanan ya da “anne” rollerinden biri olmamıştır hiç. Güzeldir ve iyi yaşar. Pembe bir
hayattır Barbie’nin ki. Feriha’nın başucundaki Barbie aslında bedeli ödenmemiş bir
sosyal sıçramanın çok mümkün olduğunu hatırlatan bir nesnedir.
Anne “ilk okulu zor bitirmiş oğlu” Feriha’nın zengin kızın eskilerini giymesini
istemeyince “ne olmuş ki” der; “yumuşacık, böylesini ne nenen gördü ne de ben” diye
devam eder. Eskilerin deyimiyle ‘çula çaputa’ yapılan bu yatırımın aslında gerçek bir
ekonomik yatırım olmadığı da ortadadır. Yatırım tıpkı Barbie gibi güzel giyinen ve
kaynağı belli olmayan bir para ile rahat bir hayat yaşayan kadın imgesinedir. Feriha’nın
aklı ve güzelliğiyle farklı olduğunu söyleyen annesine “korkmuyormusun bu heves
Feriha’yı nereye götürecek, bizi nereye götürecek” diyen ağabeynin sorusu havada kalır.
Sen “kursakta kalan hevesten kork” der anne .
İşte bu koşullanmışlık içinde bir başka şiddet türünü de barındırmaktadır. Dolaylı
şiddet olarak da adlandırılan bu şiddet türü kültürel-normatif şiddettir. Topluma
istenecek ve istenmeyecek şeylerin ne olduğunun filmler, açık-örtük mesajlar aracılığıyla
iletildiği bu dolaylı şiddet türünde yanlış ölçütler ve normlar ‘fark ettirilmeden’ kabul
ettirilir.. Dayatılan yanlış değerler ruhsal yapıyı kırılganlaştıran sosyal arka planı
oluşturmakta, ruhsal hastalığa zemin hazırlamaktadır.
Sonuç olarak tüketimin dayanılmaz cazibesinin karşısında genç kızların %44,3 nün
işe ya da okula gidemediği, güzelliğin refaha giden yolun bileti olarak belirlendiği bir
tablo karşımızda oturmaktadır. Buna karşı çıkmak ya da başaramamak kişinin öfkesini
kendisine yöneltmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu durumda kültürel dayatmayı tersine
döndürecek yeni açıklama ve metaforlara yani ‘hikayeyi yeni baştan yazmaya’
ihtiyacımız olabilir.
KAYNAKLAR
1. Kültüre duyarlı yaklaşımın obsesif kompulsif bozuklukta önemi. (Dr. E. Göka,
Dr. M. Beyazyüz) Anadolu Psikiyatri Dergisi 2010;11(4):360-366.
2. Türkiye’ye özel bir parçalanmış aile örneği: Kadınlar Doğu’da erkekler Batı’da.
(Dr. E. Göka, Dr. V. Tüzer ile birlikte). Kadın Çalışmaları Dergisi, Ocak- Nisan
2007 2:4:56-64.
3. Aile terapisinin klinik psikiyatriye katkısı: Psikiyatrik hastalarda aileye yaklaşım
ve uygulama. (Dr. E. Göka, Dr. V. Tüzer) Yeni Symposium, Temmuz-Ağustos
2002, 40:3:111-117.
4. www.adnangumus.net/siddetturleri.doc.
5. Joosen V. (Çeviri: R.B. Soluk) Milli Folklor 2011, yıl 23 sayı 92 5/152-160
Sanat ve Pedagoji arasında peri masalı uyarlamaları
108
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ÜNİVERSİTEDE OKUYAN KADINLARIN TRAVMATİK
YAŞANTILARI VE PSİKOLOJİK YARDIM ALMA DURUMLARI
Fatma ALTUN*
Hikmet YAZICI†
Özet
Bu çalışmada üniversitede öğrenim gören kadınların travmatik yaşantıları ve
profesyonel psikolojik yardım alma durumları incelenmektedir. Tanımlayıcı nitelikteki
bu araştırmada travmatik yaşantıların belirlenebilmesi için araştırma sonuçları ve
kültürel unsurlar dikkate alınarak travmatik olaylar listesi oluşturulmuştur. Listede 16
travmatik yaşantıya yer verilmiştir. Türkiye’nin değişik illerinden gelerek Karadeniz
Teknik Üniversitesinin farklı fakülte, bölüm ve programlarında okuyan 328 kadın
üzerinde gerçekleştirilen çalışmada oransal olarak sevilen bir kişinin ölümü ya da
hastalığı (%36.3), özel bir insandan ayrılma (%15.9) ve yaşanan kişisel bir hastalık
(%10.4) ilk üç travmatik yaşantı olarak saptanmıştır. Cinsel zorlanmaya/tacize maruz
kalma (%0.03), gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalma (%0.03) en az yaşanan
travmatik durumlar olarak belirlenmiştir. Katılımcıların % 27.1’i travmatik yaşantılarını
aşırı derecede sarsıcı olarak değerlendirirken, % 2.1’i bu durumu sarsıcı olarak
algılamadıklarını belirtmişlerdir. Travmatik yaşantılara maruz kalanların sadece %11’i
profesyonel düzeyde psikolojik yardım almıştır. Sonuçlar, kadınlar arasında travmatik
yaşantıların farklı düzeylerde gözlendiğini ve bu yaşantılara maruz kalanların önemli
kısmının profesyonel düzeyde yardım almadığını ortaya koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Travmatik Yaşantı, Psikolojik Yardım
Abstract
This study examined that traumatic experiences and receiving psychological
help status of female students at university. In this descriptive study, to determine the
traumatic experiences, a list of traumatic events is created by taking into cultural factors
and results of previous researches. 16 traumatic experiences are included in the list. The
research group constitute of 328 female students studying in different departments of
Karadeniz Technical University, coming from different provinces of Turkey. According
to the results, the death or illness of a loved one (36.3%), break up with a special one
(15.9%), and personal illness (10.4%) were the most frequent three of traumatic
experiences. Sexual coercion/harm (0.03%), robbery or harmful physical contact
(0.03%) were found as the least traumatic situations. Sexual coercion/harm (0.03%),
robbery or harmful physical contact (0.03%) were at least traumatic situations. 27.1%
of participants evaluated that the traumatic experiences are extremely traumatic but
2.1% of participants stated that their experiences are not as traumatic. Only 11% of
participants exposed to traumatic experiences received psychological help at
professional level. The results showed that observed traumatic experiences at different
levels among women, and a significant part of women who were exposed to traumatic
events didn't receive the psychological help at professional level.
Keywords: Women, Traumatic Experiences, Psychological Counseling
*
†
Arş. Gör. Fatma ALTUN, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi, [email protected]
Doç. Dr. Hikmet YAZICI, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi,[email protected]
109
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Travmatik olay, bireyin gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma,
kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğünü tehdit eden bir olayı yaşaması ve bu
olaya karşı korku, dehşet, çaresizlik gibi tepkiler göstermesi olarak tanımlanır (APA,
2001:200). Doğal afetler, çeşitli kazalar, önemli kayıplar, insanlar tarafından kasıtlı
olarak gerçekleştirilen bazı olaylar bu kapsam içinde değerlendirilir (Aker, Hamzaoğlu
& Boşgelmez, 2007). Kişinin bu tür olayları yaşamadığı fakat tanık olduğu durumlarda
da travma etkisi görülebilmektedir (Öztürk &Uluşahin, 2008:496). Yaşam boyu
travmatik bir olayla karşılaşma yaygınlığının % 9.2 ile 26 arasında olduğu
bildirilmektedir (Breslau, ve diğ., 1998; Perkonigg, Kesler, Storz & Wittchen, 2000).
Travmatik bir olay yaşamış olan kişiler, aşırı korku, çaresizlik ve dehşet tepkileri
gösterebilirler, sıkıntı veren bu anıları tekrar tekrar anımsayabilir ya da rüyalarında
görebilirler. Travmatik olay yeniden oluyormuş gibi davranabilir veya hissedebilirler.
Sarsıcı yaşantının bir yönünü çağrıştıran olaylarla karşılaşmaya dönük yoğun psikolojik
sıkıntı duyabilir veya fizyolojik tepkiler verebilirler (APA, 2001:201). Bir kişinin akut
ağır bir olaydan etkilenmesi olayın şiddeti ile ilişkilidir fakat travmatik olay karşısında
dayanma gücü kişinin kalıtımsal yapısına, gelişimsel özelliklerine, öğrenmelerle
geliştirdiği benlik gücüne, böyle bir olaya hazır olup olmadığına ve daha birçok
değişkene bağlı olarak değişiklik gösterebilir (Öztürk &Uluşahin, 2008:496).
Travmatik olaylardan sonra psikolojik rahatsızlık yaşama olasılığı, kadın olma,
aileden erken ayrılma, halen geçirilmekte olan bir ruhsal bozukluk gibi çeşitli
faktörlerden etkilenmektedir (Breslau, Davis, Andreski, & Peterson, 1991). Yapılan bir
araştırmada fiziksel yaralanmaya kadar giden bir travmatik olayı yaşayan insanların
%25’inin travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) geliştirdiği belirtilmektedir (Shalev,
Peri, Canetti & Schreiber, 1996). Bununla birlikte, geniş kitleleri etkileyen olaylardan
ya da afetlerden sonra psikopatoloji gelişme riski % 17 oranında artmaktadır (Aker,
Hamzaoğlu ve Boşgelmez, 2007). Bu oran toplumun ruh sağlığını tehdit edici nitelikte,
oldukça yüksek bir orandır. Bu nedenle insanların bu tür stres verici veya travmatik
olaylarla nasıl başa çıktıkları ya da başa çıkmak için neler yapmaları gerektiği konuları
önemli hale gelmektedir.
Gershuny, Najavits, Wood ve Heppner’ın (2004) üniversite öğrencileri üzerinde
yaptıkları bir araştırmada katılımcıların her birinin en az bir travmatik olay yaşadığı
saptanmıştır. Bu araştırmaya göre en sık karşılaşılan travmatik olaylar; sevilen kişinin
ciddi şekilde hastalanması (%83), sevilen kişinin trajik ölümü (%71), kaza (%76) ve
doğal afet (%50) olarak sıralanmıştır. Yaşanan travmatik olaylar bireylerde çeşitli
psikolojik sorunlara neden olabilmektedir. Bir psikiyatri kliniğinde yapılan araştırmada
hastaların %75.4’ünün başlarından en az bir travmatik yaşam olayının geçtiği
belirtilmektedir (Eskin, Akoğlu & Uygur, 2006). Kadınların travmatik bir olaydan sonra
stres bozukluğu geliştirme ve etkilerini sürdürme riski erkeklerden iki kat fazladır
(Holbrook, Hoyt, Stein & Sieber, 2002). Sadece kadınlar üzerinde yapılan bir
araştırmada hayat boyu herhangi bir travmatik olaya maruz kalma oranı %69 olarak
bulunmuştur. Bu travmatik olayların %36’sı yakın bir arkadaşın ölümüne şahit olma,
cinsel saldırı veya taciz gibi suç sayılabilecek nitelikte olaylardır. Bu kadınların
%12.3’ü ise travma sonrası stres bozukluğu tanısı almıştır (Resnick, Kilpatrick, Dansky,
Saunders & Best,1993). Travmatik olay sonrasında kadınların yaşam kalitelerinin
anlamlı derecede düştüğü, yüksek oranda akut stres tepkileri ile depresyon belirtileri
gösterdikleri bulunmuştur (Holbrook & Hoyt, 2004).
110
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Stres verici ve travmatik olaylar sonrasında, ruh sağlığının korunması için etkin
başa çıkma yöntemlerinin uygulanması önemlidir. Başa çıkma tarzları genel olarak
problem odaklı ve duygu odaklı olmak üzere iki kategoride incelenir. Problem odaklı
başa çıkma, stres yaratan durumun ortadan kaldırılması, etkisinin en aza indirilmesi
veya kişinin stres kaynağı ile ilişkisini değiştirmesine yönelik çabalardır. Bu başa çıkma
türü, hem bilişsel hem de davranışsal stratejileri içerir (stresörün fark edilmesi,
değerlendirilmesi, durumu değiştirecek seçeneğin belirlenmesi ve problemi çözmek için
aktif bir şekilde harekete geçilmesi gibi). Duygu odaklı başa çıkma ise problemi veya
stres yaratan durumu doğrudan değiştirmek yerine bu duruma yeni anlamlar vererek ya
da olaya ilişkin duyguları düzenleyerek bu duyguların azaltılmasını ve ortadan
kaldırılmasını içerir (Folkman ve Lazarus, 1985).
Carver, Scheier ve Weintraub (1989), problem ve duygu odaklı başa çıkma
tarzlarına ek olarak kaçıngan başa çıkma tarzlarından bahsetmişlerdir. Kaçıngan başa
çıkma tarzını kullanan kişiler, dikkat dağıtıcı yöntemlere başvurur, diğer insanlarla
birlikte olmak veya televizyon seyretmek gibi başka etkinliklere yönelir ya da durumu
inkar ederler. Buna göre kaçıngan başa çıkma, stres verici durumla ilgili deneyimlerden
veya düşüncelerden uzaklaşmayı, stresle baş etmeye yönelik amaçlardan vazgeçmeyi ve
duruma yönelik herhangi bir girişimde bulunmamayı içerir. Duygu ve problem odaklı
başa çıkma stratejilerin her ikisi de kaçıngan başa çıkma tarzından daha etkili olarak
görülmektedir (Brown, Mulhern & Joseph, 2002; Marmar, Weiss, Metzler &
Delucchi,1996). Başa çıkma davranışı hem olayın nesnel özellikleriyle hem de bireyin
öznel değerlendirilmesiyle yakından ilişkilidir (Folkman ve Lazarus, 1985). Bu nedenle
seçilen başa çıkma tarzı, bireyin önceki deneyimlerinden, yatkınlığından ve durumun
özelliklerinden etkilenir (Baum, Fleming ve Singer, 1983).
Travmatik olaya maruz kalan ya da tanık olan bireylerde, kısa ve uzun dönemde
çeşitli psikolojik sorunların ortaya çıktığı bilinmektedir. Bunlardan en sık görülenler
yaşam kalitesinde düşme, depresyon ve TSSB’dir (Holbrook & Hoyt, 2004).
Dolayısıyla travmatik olaylardan sonra bireylerin yardım arama davranışının
araştırılması önemlidir. Bu çalışmada üniversitede okuyan kadınların travmatik
yaşantılarının ve aktif başa çıkma tarzlarından olan profesyonel düzeyde psikolojik
yardım arama davranışlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM
Araştırma Grubu
Türkiye’nin değişik illerinden gelerek Karadeniz Teknik Üniversitesinin farklı
fakülte, bölüm ve programlarında okuyan ve en az bir travmatik olay yaşadığını belirten
328 kadın öğrenci araştırma grubunu oluşturmaktadır. Araştırmaya Fen, Edebiyat ve
Eğitim olmak üzere üç fakülte, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi, Eğitim
Bilimleri, Türkçe Eğitimi, Özel Eğitim, Güzel Sanatlar Eğitimi, İlköğretim, Orta
Öğretim Fen ve Matematik Alanlar, Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Biyoloji, Kimya ve
Matematik Bölümleri olmak üzere 13 faklı bölüm dahil edilmiştir. Yaşları 17 ile 35
arasında değişen katılımcıların yaş ortalamaları 21.12±3.01’dir.
Veri Toplama Araçları
Bilgi Formu
Araştırmaya katılan öğrencilerin bazı demografik özelliklerinin belirlenmesi
amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanmıştır. Bu formda yaş, cinsiyet, okudukları
fakülte ve bölüm, anne-baba eğitim durumu, ikamet yeri ve sosyo-ekonomik gelir
düzeylerine ilişkin sorular bulunmaktadır.
111
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Travmatik Olaylar Listesi
Literatür bulgularına dayalı olarak araştırmacılar tarafından hazırlanan bu listede
en sık karşılaşılan 16 travmatik olay yer almaktadır (Tablo 2’de verilmiştir).
Katılımcılara bu listedeki olaylardan başlarına gelen ve kendilerini en çok sarsan bir
olayı işaretlemeleri istenmektedir. Son madde ise belirtilen olaylar dışında farklı bir
travmatik olay yaşayanlar için açık uçlu olarak hazırlanmıştır. Travmatik olayı ne kadar
sarsıcı buldukları ve bu olayla ilgili profesyonel düzeyde psikolojik yardım alıp
almadıkları da bu listede sorulmuştur.
Verilerin Analizi
Veriler SPSS 15.0 paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Tanımlayıcı
istatistik tekniklerinden yüzdelikler ve frekanslar kullanılmıştır.
İşlem Yolu
Araştırmanın ölçme araçları, üniversite öğrencilerine sınıf ortamında tek
oturumda araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Ölçme araçlarının cevaplanma süresi
yaklaşık 30 dakikadır. Araştırmanın konusu hakkında bilgilendirilen öğrencilerden en
az bir travmatik yaşantı geçiren ve gönüllü olan öğrenciler araştırmaya dahil edilmiştir.
Veri toplama aşamasında öğrencilerin birbirlerinden etkilenmeyecek şekilde oturmasına
özen gösterilmiştir. Bu çalışmada yalnızca kadın öğrencilerden elde edilen veriler
kullanılmıştır.
BULGULAR
Tanımlayıcı Bulgular
Araştırmaya katılan kadınların bazı demografik özellikleri ile ilgili bulgular
Tablo 1’de özetlenmektedir. Katılımcıların daha çok düşük (29.9) ve orta ekonomik
gelir düzeyine (29.3) sahip oldukları tespit edilmiştir. Katılımcıların annelerinin eğitim
düzeylerine bakıldığında, %51.5’lik büyük bir kesiminin ortaokul mezunu olduğu,
%7.3’ünün okur-yazar olmadığı, %20.4’ünün ise lisans ve lisansüstü düzeyinde eğitim
gördüğü görülmektedir. Katılımcıların babalarının da büyük oranda ortaokul mezunu
olduğu (%32.3) fakat anne eğitim düzeyinden farklı olarak, babalarda okur-yazar
olmayanların oranı %0.9 iken, % 44.5’inin lisans ve lisansüstü eğitim düzeyinde olduğu
saptanmıştır. Araştırmaya katılan kadın öğrencilerin %38.4’ü şehirde, %30.5’i ilçede,
%20.4’ü ise büyük şehirde ikamet etmektedir.
Tablo 1: Katılımcılara ait bazı tanımlayıcı bulgular
Değişkenler
Ekonomik Gelir Düzeyi
Anne eğitim düzeyi
Katılımcılar (n=328)
f
%
Çok Düşük
46
14.0
Düşük
98
29.9
Orta
96
29.3
Yüksek
59
18.0
Çok Yüksek
29
8.8
Okur-yazar değil
24
7.3
İlkokul
20
6.1
Ortaokul
169
51.5
112
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Baba eğitim düzeyi
İkamet yeri
Lise
48
14.6
Üniversite
45
13.7
Lisansüstü
22
6.7
Okur-yazar değil
3
0.9
İlkokul
8
2.4
Ortaokul
106
32.3
Lise
60
18.3
Üniversite
80
24.4
Lisansüstü
66
20.1
Büyük Şehir
67
20.4
Şehir
126
38.4
İlçe
100
30.5
Kasaba
Köy
11
24
3.4
7.3
Kadınların Yaşadıkları Travmatik Yaşantılara İlişkin Bulgular
Katılımcıların yaşadıkları travmatik olayların yüzdeleri incelendiğinde %36.3
oranı ile sevilen bir kişinin ölümü ya da hastalığının başta geldiği görülmektedir. Bunu
%15.9 ile özel bir insandan ayrılma, %10.4 ile kişisel bir hastalık izlemektedir. Doğal
afet ile aile içi şiddet veya istismar olaylarının %7 oranında olduğu görülürken, başka
birisinin yaralandığına ya da şiddete uğradığına şahit olma oranı %5.2’dir. Daha az
görülen travmatik yaşantılar ise % 4 oranıyla önemli bir kaza, %3.4 ile akademik baskı,
%3 ile işsizlik veya işini kaybetme, %1.8 oranıyla ise toplumdan soyutlanmadır.
Öğrenime ara verme, yoksulluk ve terör olaylarına maruz kalma yada şahit olma eşit
oranda (%0.6) görülmektedir. 14 yaş öncesi istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya taciz
%1.2 oranında görülürken katılımcıların en az yaşadığı travmatik olaylar 14 yaş ve
sonrasında istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya cinsel taciz (%0.3) ile 14 yaş
öncesinde gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalmadır (%0.3). Katılımcıların %2.4’ü ise
bu travmatik olayların dışında farklı travmatik yaşantılar geçirdiklerini belirtmişlerdir.
113
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 2: Kadınların Yaşadıkları Travmatik Yaşantılar
Travmatik Olaylar
1 14 yaş öncesinde istenmeyen cinsel ilişki, cinsel zorlanma/zarar
görme veya cinsel taciz
2 14 yaş ve sonrasında istenmeyen cinsel ilişki, cinsel
zorlama/zarar görme veya cinsel taciz
Önemli/Büyük bir kaza
3
n
4
%
1.2
1
0.3
13
4.0
4
Doğal afet (örn. deprem, sel)
23
7.0
5
119
36.3
6
Sevilen bir kişinin ölümü ya da hastalığı (doğal sebepler, kaza ya
da intihar nedeniyle)
Kişisel bir hastalık (Yaşanan bir hastalık)
34
10.4
7
14 yaş öncesinde gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalma
1
0.3
8
Başka birisinin yaralandığına ya da şiddete uğradığına şahit olma
(örn. kavgada veya diğer durumlarda)
Akademik baskı
17
5.2
11
3.4
10 Aile içi şiddet veya istismar
23
7.0
11 Özel bir insandan ayrılma (örn. boşanma, duygusal bir ilişkiyi
bitirme)
12 Toplumdan soyutlanma ve akran grubundan dışlanma
52
15.9
6
1.8
13 Yoksulluk
2
0.6
14 İşsizlik veya işini kaybetme (kendinizi veya ailenizi kapsayan)
10
3.0
15 Öğrenime ara verme
2
0.6
16 Terör olaylarına maruz kalma ya da şahit olma
2
0.6
17 Diğer
8
2.4
9
Katılımcıların yaşadıkları travmatik olayı ne kadar sarsıcı bulduklarını “hiç
sarsıcı değil” ile “aşırı derecede sarsıcı” arasında derecelendirmeleri istenmiş ve verilen
cevaplara ilişkin bulgular Tablo 3’te özetlenmiştir. Tabloda görüldüğü gibi
katılımcıların büyük çoğunluğu (%37.8) yaşadıkları olayı oldukça sarsıcı olarak
değerlendirmektedir. Katılımcıların %27.1’i ise yaşadıkları olayı aşırı derecede,
%22.9’u ise orta düzeyde sarsıcı bulmaktadır. Katılımcıların %10.1’i yaşadıkları olayı
biraz sarsıcı olarak değerlendirirken %2.1’lik kısmı ise hiç sarsıcı bulmadığını
belirtmiştir.
114
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 3: Bu olay sizin için ne kadar sarsıcıydı?
n
%
Hiç sarsıcı değil
7
2.1
Biraz sarsıcı
33
10.1
Orta düzeyde sarsıcı
75
22.9
Oldukça sarsıcı
124
37.8
Aşırı derecede sarsıcı
89
27.1
Araştırmaya katılan kadın öğrencilerin psikolojik yardım alma durumları ile
ilgili bulgular Tablo 4’te görülmektedir. Yaşadıkları travma ile ilgili olarak
katılımcıların yalnızca %11’inin profesyonel düzeyde psikolojik bir yardım aldığı,
geriye kalan %89’unun ise profesyonel bir psikolojik destek almadığı tespit edilmiştir.
Tablo 4: Profesyonel düzeyde psikolojik yardım aldınız mı?
n
%
Evet
36
11
Hayır
292
89
TARTIŞMA
Bu çalışmada üniversitede okuyan kadınların travmatik yaşantıları belirlenmiştir.
Araştırmanın bulgularına göre oransal olarak en fazla yaşanan travmatik olay sevilen bir
kişinin ölümü ya da hastalığıdır. Bunu sırasıyla; özel bir insandan ayrılma, kişisel bir
hastalık, doğal afet, aile içi şiddet veya istismar, başka birisinin yaralandığına ya da
şiddete uğradığına şahit olma, önemli bir kaza, akademik baskı, işsizlik veya işini
kaybetme, toplumdan soyutlanma, 14 yaş öncesi istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya
taciz, öğrenime ara verme, yoksulluk ve terör olaylarına maruz kalma ya da şahit olma,
14 yaş ve sonrasında istenmeyen cinsel ilişki/zorlama veya cinsel taciz ile 14 yaş
öncesinde gasp ya da fiziksel şiddete maruz kalma izlemektedir. Gürdil’in (2007)
üniversite öğrencilerinin travmatik yaşantılarını incelendiği çalışmasında da benzer
sonuçlara ulaştığı görülmektedir. Söz konusu araştırmada kız öğrencilerin en fazla
yaşadıkları travmatik olaylar sırasıyla; sevilen birinin ölümü, doğal afet, kaza, tanınan
bir kişi tarafından cinsel olmayan saldırı, hayatı tehdit eden bir hastalıktır. 18 yaşından
küçük olunan dönemde kendinden büyük biriyle cinsel temas, tanınmayan bir kişi
tarafından cinsel saldırı, tanınan bir kişi tarafından cinsel saldırı oranlarının ise bu
çalışmada olduğundan daha yüksek olduğu görülmektedir. Yine benzer şekilde
Gershuny ve arkadaşları (2004) üniversite öğrencileri arasında en sık karşılaşılan
travmatik olayların; sevilen kişinin ciddi şekilde hastalanması, sevilen kişinin trajik
ölümü, kaza ve doğal afet olduğunu saptamıştır.
Araştırma sonuçlarına göre katılımcıların çoğu, yaşadıkları travmatik olayı
oldukça sarsıcı olarak değerlendirmişlerdir. Travmatik olayların bireylerde yoğun
korku, çaresizlik ve dehşet hissi yarattığı bilinmektedir. Fakat travmatik olaydan
etkilenme düzeyinin ve olay sonrasında gelişen psikolojik semptomların olayın
115
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kendisinden çok öznel anlamlandırma ile yakın ilişkili olduğu belirtilmektedir (Davison
& Neale, 2004).
Holbrook ve arkadaşları (2002) yaptıkları çalışmada, kadınların
erkeklere göre travmatik olayları daha faza tehdit edici olarak algıladıklarını ve TSSB
geliştirme olasılıklarının erkeklerden daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca
kadınların bir travma sonrasında stres belirtilerini sürdürme olasılığının erkeklerden
daha yüksek olduğu bulunmuştur (Holbrook & Hoyt, 2004).
Araştırmadan elde edilen bulgular travmatik yaşantıları olan kadınların oldukça
büyük bir kısmının profesyonel düzeyde psikolojik yardım almadığını göstermektedir.
Toplumda yapılan araştırmalar, DSM’ye göre tanı alan hastaların yalnızca %13,3’ünün
psikolojik bir nedenle tedaviye başvurduğunu ortaya koymuştur (Kesler ve ark., 1999).
Buna göre ciddi psikolojik sorunları olduğu halde yardım alamayan çok sayıda kişi
vardır. Ülkemizde çeşitli travmatik yaşantılardan sonra bireylerin ruh sağlığı
hizmetlerine başvurma oranlarının araştırıldığı çalışmalarda benzer oranların (%13.7)
elde edildiği görülmektedir (Kılıç, 2008; Aker ve ark., 2008). Aker ve arkadaşları
(2008) bir terör olayı sonrasında erişkinlerin ergenlerden daha fazla ruhsal sorun
yaşadıkları ve yardım alma ihtiyacını belirttiklerini bulmuşlardır. Yine aynı çalışmada,
travmayı aynı şartlarda yaşayan kız öğrencilerin olası TSSB oranlarının erkeklerden
anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu fakat yardım alma ihtiyaçları arasında cinsiyetler
arasında fark olmadığı bulunmuştur. Bu sonuç bizim araştırmamızdaki bulguyu
destekler niteliktedir. Goldberg ve Hu ley (1992) bireylerin psikolojik tedaviye başvuru
kararını etkileyen faktörler arasında en fazla; farkındalık, adını koyma, damgalanma,
ekonomik ve demografik nedenlerin etkili olduğunu belirtmişlerdir. Ülkemizde
psikolojik yardım alma konusundaki farkındalığın istenilen düzeye ulaştığını söylemek
güçtür. Özellikle üniversite düzeyinde öğrenim gören bireylerde bu farkındalığın daha
yüksek olması beklenen bir durumdur. Bununla birlikte psikolojik yardım arama,
bireylerin travmatik olaylarla başa çıkmasında tek yol değildir. Farklı başa çıkma
tarzları ile de bireyler yaşadıkları travmatik olayların etkilerinden kurtulabilmektedirler.
Bundan sonraki çalışmalarda, kadınların travmatik olaylarla başa çıkma tarzları
araştırılabilir. Ayrıca psikolojik yardım aramaya dönük farkındalıklarının ve
tutumlarının da incelenmesine ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
Aker, A. T., Hamzaoğlu, O. ve Boşgelmez, Ş. (2007). Kocaeli - Ruhsal Travma Kısa
Tarama Ölçeğinin (Kocaeli - Kısa) Geçerliği. Düşünen Adam, 20(4):172-178.
Aker, A. T., Sorgun, E., Mestçioğlu, Ö., Karakaya, I., Kalender, D.,Acar, G. & ark.
(2008). İstanbul’daki bombalama eylemlerinin erişkin ve ergenlerdeki travmatik
stres etkileri. Türk Psikoloji Dergisi, 23 (61), 63-71.
APA (Amerikan Psikiyatri Birliği) (2001). Psikiyatride Hastalıkların Tanılanması ve
Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSMIV-TR), APA Washington DC, 2000’den çeviren E. Köroğlu, Ankara: Hekimler
Yayın Birliği.
Baum, A., Fleming, R., & Singer, J.E. (1983). Coping with victimization by
technological disaster. Journal of Social Issiues, 39 (2), 117-138.
Breslau, N., Davis, G. C., Andreski, P. & Peterson, E. (1991). Traumatic events and
Posttraumatic Stress Disorder in an urban population of young adults. Archeves
General Psychiatry, 48(3),216-222.
116
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Breslau, N., Kessler, R. C., Chilcoat H. D., Schultz L.R., Davis G. C.& Andreski, P.
(1998). Trauma and Posttraumatic Stress Disorder in the Community. Archeves
General Psychiatry, 55 (7), 626-632.
Brown, J., Mulhern, G., & Joseph, S. (2002). Incident-related stressors, locus of control,
coping and psychological distress among firefighters in Norther Ireland. Journal
of Traumatic Stress, 15 (2), 161-168.
Carver, C. S. , Scheier, M. F. & Weintraub, J. K. (1989). Assessing coping strategies: A
theoretically based approach. Journal of Personality and Social Psychology, 56
(2), 267-283.
Davison, G. C. & Neale, J.M. (2004). Anormal Psikolojisi. İ. Dağ (Çev. Ed.). Ankara:
Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
Eskin, M., Akoğlu, A. & Uygur, B. (2006). Ayaktan tedavi edilen psikiyatri
hastalarında travmatik yaşam olayları ve sorun çözme becerileri: İntihar
davranışıyla ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(4): 266-275.
Folkman, S. & Lazarus, R. S. (1985). If It Social Behavior Changes It Must Be a
Process: Study of Emotion and Coping During Three Stages of a College
Examination. Journal of Personality and Social Psychology, 48 (1), 150-170.
Gershuny, B. S., Najavits, L., Wood, P. K., & Heppner, M. J. (2004). Relation between
trauma and psychopathology: Mediating roles of trauma and dissociation.
Journal of Trauma and Dissociation, 5, 101–117.
Gürdil, G. (2007). Üniversite Öğrencilerinde Travma Yaşantısı, Stresle Başa Çıkma
Tarzları ve İç-Dış Kontrol Odağı İnancı İle Riskli Alkol Kullanımı Arasındaki
İlişki. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Goldberg DP, Huxley P (1992) Common Mental Disorders: A Biosocial model.
London, New York: Tavistock/Routlege.
Holbrook, T. L., Hoyt, D. B. (2004). The impact of major trauma: Quality-of-life
outcomes are worse in women than in men, independent of mechanism and
injury severity. Journal of Trauma-Injury Infection &Critical Care, 56 (2), 284290.
Holbrook, T. L., Hoyt, D. B., Stein, M. B., Sieber, W.J. (2002). Gender differences in
long-term posttraumatic stress disorder outcomes after major trauma: Women
are at higher risk of adverse outcomes than men. Journal of Trauma-Injury
Infection &Critical Care, 53 (5), 883-888.
Kesler, R. C., Zhao, S., Katz, S., Kouzis, A.C., Frank, R.G., Edlund, M. & Leaf, P.
(1999). Past-year use of outpatient services for psychiatric problems in the
national comorbidity survey. The American Journal of Psychiatry, 156 (1): 115123.
Kılıç, C. (2008). Depremzedelerde ruh sağlığı hizmeti kullanımı: 1999 depremlerinin
sonuçları. Türk Psikiyatri Dergisi, 19(2):113-123.
Marmar, C. R., Weiss, D. S., Metzler, T. J., ve Delucchi, K. (1996). Characteristics of
emergency services personel related to peritraumatic dissociation during critical
incident exposure. The American Journal of Psychiatry, 153 (7), 94-102.
117
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Öztürk, M.O. & Uluşahin, A. (2008). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları (1. Cilt, 11. Baskı).
Ankara: Nobel Tıp Kitapevleri.
Perkonigg A. Kesler, R.C., Storz, S. & Wittchen, H. (2000). Traumatic events and posttraumatic stres disorder in the community: prevalence, risk factors and
comorbidity. Acta Psychiatrica Scandinavica,101,46-59.
Resnick, H.S., Kilpatrick, D. G., Dansky, B.S., Saunders, B. E. & Best, C. L. (1993).
Prevalence of civilian trauma and posttraumatic stress disorder in a
representative national sample of women. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 61(6): 984-991.
Shalev, A.Y., Peri, T. Canetti, L. & Schreiber, S. (1996). Predictors of PTSD in injured
trauma survivors: a prospective study. American Journal of Psychiatry, 153:219-225.
118
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
FUNNYHOUSE OF A NEGRO: BİR ZENCİ KADININ KİMLİK
BUNALIMI
Özlem Özen*
Özet
Bell Hooks’a göre siyah kadın “dünyanın katırı” olup insanlığın en alt seviyesinde yer
almaktadır. Siyah kadını aşağı gören bu düşünce sistemi yüzünden Hooks, yalnızca
kadın olarak temel hakları için değil, aynı zamanda beyaz erkek ve kadının ve hatta
siyah erkeğin de sahip olduğu haklar ve pozisyonlar için mücadele vermesi gerektiğini
belirtir.† Afrikalı-Amerikalı kadın yazarlar eserlerinde kadın ve kadın deneyimlerini
yansıtmakla kalmaz, 1950 ve 60’ların süregelen politik kaygılarını da dile getirir:
kadının sesini duyurma mücadelesi konusu ve geleneksel kadınlık kavramını içeren
eserlerde siyah kadının kendi gerçeğini ifade etme çabası vardır.
Adrianne Kennedy’nin tek perdelik oyunu Funnyhouse of a Negro Afrika-Amerika
kültüründe zenci kadının durumunu gözler önüne sererken sevgi ve şiddet, umut ve
şüphe, geçmiş ve bugün gibi konuları da işlemektedir. Kennedy özellikle politik bir
söylem olarak kimlik sorunsalını ele alan ve varlığını hissettiren kadın yazarlardan
biridir. Ayrıca oyun gerçekçi politik tiyatro eserlerinin üretildiği bir dönemde
Amerikan tiyatro oyunları arasında Absürd tiyatro, sembolizm, ekspresyonizm ve
sürrealizm gibi 20.yüzyılın avangard (öncü) sanat akımlarını yansıtan iyi bir örnektir.
Oyunun merkezinde tecavüz teması olsa da ana karakter Sarah’ın yaşadığı kimlik
bunalımı daha baskındır. Annesi babasının tecavüzüne maruz kaldıktan sonra dünyaya
gelen Sarah, annesinin aklını yitirdiğine ve babasının bundan dolayı suçluluk
duygusuyla halusinasyonlar gördüğüne tanık olur. Kökleriyle ve geçmişiyle bir türlü
barışamaz; çünkü babasının Harlem’de bir otel odasındaki intiharı onda kabuslar
oluşturur ve sonunda sahnede Sarah’ın intiharı gerçekleşir.
Bu çalışmada zenci bir kadındaki kimlik bölünmeleri, beyazların kabul ettiği güzellik
anlayışından kaynaklanan saç takıntısı ve sonuçta intihar olgusu incelenecektir. Oyunun
olay örgüsü Sarah’ın bilinçaltında geçer. Zenci kadının dört ayrı kimlikle temsil
edilişinde Kennedy, postmodern ve deneysel bir yaklaşımla kadının fiziksel özellikleri
olduğu kadar ruhsal özelliklerini de yansıtmayı başarmıştır. Oyunda ayrıca Sarah’ın
beyaz kadına benzeme arzusu saç takıntısıyla ortaya konulur. Beyazların benimsediği
güzellik standartlarına uyum sağlamaya çalışan Sarah’ın ırk ve cinsiyet karmaşası ve
tecavüz saplantısı birleşince, kimlik bölünmesi ortaya çıkar. Böylelikle, vurgulamak
istediğimiz nokta şudur: Kimlik bunalımında yaşadığı boşluk duygusunun üstesinden
gelemeyen ve beyaz toplumun yok saydığı zenci kimliğini bastırmayı başaramayan bu
zenci kadın için hayatını sonlandırmak kaçınılmaz olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kimlik bunalımı, tecavüz, intihar, Funnyhouse of A Negro
FUNNYHOUSE OF A NEGRO: THE IDENTİTY CRISIS OF A
NEGRO WOMAN
Abstract
Bell Hooks states that the black woman is “the mule of the world” who is placed at the
lowest level of humanity. Because of this system of thought that regards black woman
as inferior, Hooks maintains that she should struggle for not only her basic rights as a
woman, but also for the rights and position possessed by white man and woman and
*
†
Yrd. Doç. Dr., Osmangazi Üniversitesi, omlek@ hotmail.com
Ain’t I A Black Woman Black Women and Feminism South End Press, New York, 1981.
119
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
black man as well.1 In the literary works of the African-American women writers, the
main issue is not only women and women experience, but the ongoing political concern
of the 1950s and 60s: there is a struggle for e pressing the black woman’s reality in the
works that reflect the theme of making her voice heard and the concept of traditional
femininty.
The one-act play of Adrianne Kennedy Funnyhouse of a Negro deals with the condition
of black woman in African-American culture as well as revealing the themes of love
and violence, hope and doubt, past and present. Kennedy is one of the women writers
who takes the issue of identity as a political discourse into consideration and prevails
with her presence. In addition, the play is a good example among American theater
plays to reflect the twentieth century avanguard artistic movements such as absurd
theater, symbolism, expressionism and surrealism during a period when realistic
political plays were produced.
Even though the rape issue is at the core of the play, the identity crisis of the main
character Sarah is more focused. Being born as a result of her father’s rape of her
mother, Sarah witnesses her mother going insane and her father having hallucinations
because of his feeling of guilt. She can never reconcile with her roots and past; since her
father’s suicide at a hotel room in Harlem causes her to have nightmares and finally she
performs her suicidal act on stage.
This study examines the split identities of a negro woman, the fact that the idealised
beauty accepted by the whites leads her to be obsessed with hair and and as a result the
concept of suicide. The plot of the play happens in the subconscious of Sarah. In her
demonstartion of the four different identities of the negro woman, Kennedy has
managed to reflect the physical as well as the spiritual characteristics of a woman with
a postmodern and experimental approach. Besides, the desire of Sarah for being like a
white woman is revealed by her hair obsession. When Sarah, trying to fit in the white
beauty standard, has a conflict based on race and gender mixed with her rape obsession,
she experiences split identities. Thus, we need to focus on this point:It will be inevitable
for this negro woman to end her life, who cannot overcome with the sense of emptiness
out of her identity crisis and repress the negro identity disregarded by the white society.
Key words: Identity Crisis, rape, suicide, Funnyhouse of A Negro
Giriş
Adrianne Kennedy’nin tek perdelik oyunu Funnyhouse of a Negro oyunu 20.yüzyılın
Amerikan Tiyatrosundaki avangard sanat akımlarını yansıtan iyi bir örnektir. Kennedy
özellikle politik bir söylem olarak kimlik sorunsalını ele alan ve erkek yazarlardan sonra
varlığını hissettiren ilk kadın yazarlardan biridir. Ayrıca Amerikan feminist tiyatro
eserleri arasında Absürd tiyatro, sembolizm, ekspresyonizm ve sürrealizm gibi
akımlardan etkilenen öncü oyunlardan biridir.
Kennedy’nin oyunları kadın ve kadın deneyimlerini yansıtmakla kalmaz, 1950 ve
60’ların süregelen politik kaygılarını da dile getirir: kadının sesini duyurma mücadelesi,
geleneksel kadınlık kavramıyla çatışan oyunlarında siyah kadının kendi gerçeğini ifade
etme çabası vardır.
Bu modernist tarzdaki oyunun sahne kurgusu aslında
postmodernizmin öncülüğünü yapmaktadır: bağlantısız olanı birleştirme, gelenekselin
dışına çıkma, monologlar içinde tekrarlamalar… Kennedy gerçekçi politik tiyatro
1
Ain’t I A Black Woman Black Women and Feminism South End Press, New York, 1981.
120
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
eserlerinin üretildiği bir dönemde deneysel bir yaklaşımla siyah kadının fiziksel
özellikleri olduğu kadar ruhsal özelliklerini de yansıtmayı başarmıştır.
Bu çalışmada zenci bir kadındaki kimlik bölünmeleri, beyaz toplumun kabul ettiği
güzellik anlayışından kaynaklanan saç takıntısı, yüzleşmek zorunda kaldığı aynanın
sembolü ve sonuçta intihar olgusu incelenecektir. Ayrıca amaçlanan zenci kadının
yaşadığı kimlik bunalımı sonucu intiharı kaçınılmaz hale geldiğini göstermektir.
Oyunda seyirciler sanki kadının zihninin içinde yer alıyormuş gibi iç diyaloglar yer
almaktadır. Öznelliği ön plana çıkaran ekspresyonizm sayesinde abartılı makyaj ve
kostümlerin kullanımı, güçlü ışıklandırma, garip olaylar kadının iç dünyasındaki
yalnızlığını ve karmaşık ruh halini yansıtmada katkı sağlamaktadır. Ana karakter
Sarah’ın üzerine yansıtılan beyaz ışık efekti o kadar çirkin ve gerçek dışıdır ki, onun
siyahlığının üzerinde büyük bir zıt etki yaratır.
Kennedy Afrika-Amerika tiyatrosu yazarı olarak bize şunu fark ettirir: kendimizi
başkalarının yerine koyabilmeyi ve toplumun içindeki cinsiyet rollerinden çıkıp
başkalarının içselliğini algılayabilmekteyiz. Siyah kadının maruz kaldığı ırksal, cinsel
ve fiziksel yönlerden kurban edilişi konu edilmekte olan bu oyunda içselleştirilmiş
ırkçılık özgüven eksikliği ve benlik nefretine dönüşmektedir. Bu yüzden, Hooks birçok
siyah insanı kendi yazgılarını şekillendirip yön vermeyi başaramayan kurbanlar olarak
görmektedir (1981:10).
Oyun kapalı bir perdenin önünde başlar. Dağınık saçlı kadın, anne, elinde saçsız bir baş
tutarak (sahnede kara bir karga başının üstünde dolanır) sahneye yürür. Kendi kendine
mırıldanmaktadır. Sahneden ayrılınca perde açılır ve tam ortasında mezara benzeyen bir
yatak olan Sarah’ın odası görülür. Sarah New York’ta İngiliz edebiyatı okumuş, şiir
yazmayı seven, bir kütüphanede çalışan annesi çok açık tenli melez, babası AfrikalıAmerikalı bir zencidir.
Sahnede tavandan sallanan ipin önünde intihar etmesi beklenen Sarah, duyulan silah
sesi ve bilinçaltını yansıtan sahne efektleri ve ışıklar yabancılaşma… Tüm bunlar
sürrealist oyundaki karakterin bilinçaltındakilerin dışavurumudur: öz nefret ve ırka
duyulan tiksinti. Yüzlere takılan beyaz maskeler siyah ve beyaz kavramını
vurgulamakla birlikte kadının kendine yabancılaştığını da gösterir. Oyun sahne yapısı
Sarah’ın odası üzerine kurulmuştur ve bu mekanda gerçek ve hayal arasındaki ayırım
yok olmuştur. Oyunun başlığının “deliler evi” (Funnyhouse) anlamına gelmesi Sarah’ın
şizofren olduğunu göstermektedir.
Zenci erkeğin beyaz veya melez kadın bedenini kirletmesi konusu oyunda oldukça
çarpıcı bir şekilde ele alınmıştır. Geçmişte babasının annesine tecavüzü Sarah için derin
bir travma oluşturur. Annesinin saçlarının tamamen dökülmesi gerçeğinin de temelinde
sembolik anlamda babasının annesine tecavüzü bulunmaktadır. Cinsel saldırıya uğrayan
anne umutsuzluk ve suçluluk duyguları içinde, kızı dünyaya geldikten sonra hem kocası
hem de bebeğiyle iletişim kuramamıştır. Sarah’ın annesi akıl hastanesine düşmeden
önce baykuşlarla konuşmaktadır. Kennedy The Owl Answers (Baykuş Cevap Veriyor)
isimli oyununda kullandığı baykuş sembolünü burada tekrar sergiler. Ana karakter olan
Clara ruhsal çöküntüsünden sonra bir baykuşa dönüşür. Bu sembol kadının yalnızlaşmış
ruhunun gizemini sergilemektedir. Clara gibi sadece baykuşlarla konuşan Sarah’ın
annesi de, yaşamın gerçeğinden kopmuş kendi izole dünyasında bir çıkış noktası
aramaktadır. Dolayısıyla, anne sevgisini hiç yaşamamış biri olarak, Sarah kendisini
gerçek dünyaya ait hissedemez.
121
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kimlik Bölünmesi
Çoğul kişilik ya da kişilik bölünmesine kadınlarda daha çok rastlanmaktadır. Vakalarda
çoğunlukla çocuklukta ağır cinsel ya da fiziksel taciz öyküsü ortaya çıkmaktadır.
Aslında tam olarak kişinin orijinal kişiliğinin yaşadığı bir travmayı yok sayarak,
kaçamadığı, unutmak istediği bir acıyı, şiddeti hiç bilmeyen yeni bir kişilik yaratmasıyla
başlar. Bu anlamda kişiyi yaşadığı travmadan koruyan bir fonksiyonla bölünme başlar.
Ortaya çıkan belirtiler arasında hafıza kaybı, anksiyete bozukluğu, ruh hali bozukluğu,
şizofreni, uzlaştırılamayan çatışmaların çözümü; gerçekten kaçış bulunmaktadır;
dolayısıyla birden fazla kimliğin kişinin davranışlarını kontrol altına alması durumu
ortaya çıkar.
Sarah’ın yaşadığı kimlik bölünmesinin en çarpıcı göstergesi onun dört ayrı kimlikle
temsil edilmesidir. Kimliklerin hiçbiri tam olarak Sarah gibi değildir, fakat onun
Afrikalı-Amerikalı kimliğini kabullenmede yaşadığı iç çatışmayı yansıtırlar. Bunlardan
ikisi beyaz asil kandan gelen Avrupalı kadınlardır: Hapsburg Düşesi ve Kraliçe
Viktorya. Düşes ve Kraliçe tıpatıp birbirlerine benzeyen soğuk yüzlü ve çok kıvırcık
saçlı kadınlardır. Birbirlerine çok benzer şekilde beyaz uzun elbiseler giyip beyaz
maskeler takarlar. Sarah’ın odasında Kraliçe Viktorya’nın büyük bir heykeli ve diğer
İngiliz kraliyet aile mensuplarının resimleri ve kitapları vardır. Düşesin odası ise
tavanında büyük bir avizesi olan mermer tabanlı bir balo salonudur.
Diğer kimlikler Hz.İsa ve Patrice Lumumba’dır. İsa da Lumumba (başı yarılmış ve kanı
gözlerine akan biri) gibi çirkin fiziksel özelliklere sahip olarak tasvir edilir.
Uzakdoğulu paçavralar giyinmiş sarı tenli kambur çirkin bir cücedir. Siyah ırkı
kölelikten kurtardığına inanılan İsa, Afrika-Amerika mitlerinde “Afrika” adındaki
cennete halkını çağırır ve halk da masmavi göğün, yemyeşil ovaların, ırmakların
çağıldadığı bu vatanda sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarına inanır (Thompson,
1997:14). Sarah’ın büyükannesi oğlunun İsa yerine geçip, ırkını kölelikten kurtarmasını
arzu etmiştir. İsa kimliğinde Sarah babasının amaçlarını ve hedeflerini görmek ister,
ancak bunları ideal bir şekilde yansıtamaz ve yerine getiremez. Babasını Afrika
ormanlarında Hıristiyan misyonerliği yapan ve ırkını kurtarmaya çalışan Hz. İsa ile
özdeşleştirmesi bir bakıma onu bilinçaltında affetmek istediği anlamında gibi görünse
de, Sarah’ın babasına duyduğu nefret daha çok vurgulanır. Siyahlığına duyduğu nefreti
de babasına yöneltir ve sürekli onu öldürmeyi arzular.
Babasının Afrika ormanlarından Düşes ve Kraliçeyi almaya geleceğini ima eder.
Kapısının çalışı giderek yükselen bir tak tak sesiyle arkadan duyulmaktadır. Sarah
kendini güvende hissetmez. Dört kimliği aynı anda konuşurlar: “Ama o (Babası) öldü.
Ve geri dönüp duruyor. O zaman ölmemiş. O zaman ölmemiş. Yine de öldü, ama
sürekli kapımı çalıyor” (24). Bu satırlarda tekrarlanan aslında bir bakıma oyun dilinde
gerçekliğin anlamını yitirdiğini ima etmektedir. İç çatışmaların sonucunda yaşadığı
psikolojik şiddet Sarah’ın babasını zihninde öldürmesiyle fiziksel şiddete dönüşür.
Babasını öldürdüğüne inandığı için kendini odasına kilitler.
Öte yandan Patricia Lumumba (Kongo Demokratik Cumhuriyetinin ilk başbakanı
devrimci bir Afrikalı) kimliği hem Sarah hem de babası olarak konuşur: “Askerler
geliyor ve ağaca çaktıkları çarmığa doğru beni sürükleyip çiviliyorlar. Kanım fışkırıyor”
(20). Asılma imgeleri zencilerin kölelik dönemlerinde gördükleri zulüm ve işkencelerin
Sarah’ın bilinçaltından açığa çıkmasıdır. Sarah atalarını temsil eden Lumumba’dan
uzaklaşmaya çalışırken bir taraftan da Düşes ve Kraliçe kimlikleriyle siyah derisini
beyazlaştırmaya ve Afrikalı özelliklerini silmeye çabalar. Sarah’ın kendine ve ırkına
duyduğu nefret ve tecavüz takıntısı birleşip çoğul kimliklerinde açığa çıkar. Oyunda
122
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çoğul kimlikler bir yandan siyahlığa karşı bir savunma mekanizması olurken öte yandan
beyaz toplum tarafından kabul görme çabası anlamına gelmektedir.
Sarah bölünmüş kimlikleriyle belirli bir düzen içinde var olmayı başaramaz.
Birbirlerinden farklıdırlar ve bunu sözel tekrarlamalarıyla göstermeye çalışırlar.
Tekrarlanan cümleler onun şizofren ruh halinin göstergesidir. “O ormanda yaşayan bir
Afrikalı. O hep ormanda yaşamış olan bir Afrikalı…” (9). Düşesin bu konuşmasının
konusu siyahların içselleştirdiği ve mücadelesini verdikleri ırkçılığı gösterir.
Monologların tekrarı ayrıca siyahların siyahlıklarını sürekli inkar etmesi anlamına da
gelmektedir.
Dört kimliği arasında Sarah kimliği öncelik kazanır; ancak hiçbirine bir türlü kendini
yakın hissedemez. Çünkü hiçbiri kendi asıl kimliğiyle pek benzeşmez. Beyazlığın
göstergesi olan düz saçlara sahip olmayı arzulayan Sarah, Partice Lumumba olarak
yüzünde beyaz maskesiyle belirir ve şöyle der: “Hiçbir ahlaki değerim olsun
istemiyorum, özellikle benim varlığımla ilişkisi olan. Var olmak istemiyorum… Ben iki
neslin zencisiyim.
Annemin doğumunda hortlayan kara gölgeyim… Avrupa
antikalarının olduğu odalarda yaşamak, duvarları kitap dolu, piyanosu olan odalar…
Arkadaşlarım beyaz olacak, beyaz cam masalarda yemeklerimi yiyeceğim”(5-6). Ancak
beyaz arkadaşlar edinme isteğiyle tekrarladığı sözler kendi gerçek kimliğini bulma
çabasına ters düşebilir. Kraliçe ve Düşes siyah ırkın beyaz bedenler içindeki
tutarsızlığını gösterir. Dıştan beyaz olsalar bile, içleri (benlikleri) siyahtır.
Kendini tamamen beyaz kültürle bağdaştıran Sarah, toplumundaki diğer kişilerle
sağlıklı ilişkiler kurmaktan yoksundur. “Ben, içeriden konuşulanları ve yapılanları
seyreder ve sanki bunları yapan başka bireymişcesine konuşan ve yapandan tiksinir.
Bütün bunlarda, kişiler ve şeylerin dışarıdaki dünyasına başvurmadan, bireyin içindeki
kişiler ve şeylerle ilişki kurma çabası bulunur” (Laing, 1993: 87). Bu bağlamda, Sarah
kendi iç dünyasına kapanarak kendine güvenlik, yeterlilik ve kontrol aramaktadır.
Dolayısıyla, yaşadığı kimlik bölünmesi üstesinden gelemediği ve onu intihara götürecek
olan kimlik krizinin bir göstergesidir.
Kimlik Krizi ve Paranoid-şizoid Durum
Melanie Klein nesne-ilişkileri kuramında bebeklerin hem yaşama hem de ölme
içgüdülerinin doğuştan var olduğunu, bunun da bölünme ve yöneltme yoluyla birbirine
zıt endişeler yaratmakta olduğunu söyler. Paranoid-şizoid diye adlandırdığı bu durumda
kişi dışarıda gördüğü nesneleri iyi ya da kötünün temsilcileri olarak görür ve umutlarını
ya da korkularını bunlara yöneltir. Sonraki süreçte kişi böyle bölünmeleri birleştirip
bütünleştirir. Klein’e göre, insan egosunu tehdit eden ve korkutan ölüm içgüdüsünü
dışarıdaki nesneye atmak ve yaşama güdüsünü idealindeki nesneyle bütünleştirmek
ister. Klein, kişinin korkuları bölünme özelliği gösteren bir paranoya oluşturduğu için
bu duruma paranoid-şizoid adını verir. Barnett’e göre, Sarah bu bütünleşme dönemine
geçemeyip, paranoid-şizoid durumda kalır (2000:378).
Örneğin Sarah bazen Kraliçe olur, bazen de onunla konuşur. Kraliçe benlik ve ötekiyi
temsil eder. Sarah odasına büyük bir kraliçe heykeli getirerek üç basamaklı bir kaidenin
üzerine yerleştirir. Bu egosunu tehdit altına alan ve ölüm duygusunu hatırlatan bir
durumdur. Çünkü zencilerin ortadan kaldırılmasını buyuran ırk düşmanı kraliçenin
kendisidir. Dolayısıyla şaşırtıcı derecede ölümü hatırlatan bu şaşalı heykel sayesinde
Sarah’ın yaşama içgüdüsü ölüm içgüdüsüyle birleşir.
Diğer bir örnekte ise, dört farklı karakter bir araya geldiğinde birbirlerinin farkında
olmadan sahneye çıkarlar ve konuşurlar. Sarah beyaz olan kimlikleriyle özdeşleşmek
ister, ama kıvırcık siyah saçlı oluşu buna engel olur. İç dünyası oldukça karmaşıktır,
123
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çünkü zayıflıklarından kaçmaya çalıştıkça içindeki gerçek zenci ile olmayı arzuladığı
beyaz kişi arasında sıkışıp kalmaktadır. Kimliğinde bütünlük arayışı sonuç vermez;
yaşamını kelimelerle kontrol altına almak ister. Ancak iyi ve kötüyü birbirinden tam
olarak ayıramaz. Her bir kimliğine hem iyi ve ideal olan hem de kötü ve zarar veren
özellikler yükler, ancak nesne-ilişkileri kuramındaki gibi olumlu ve olumsuz nesneleri
birleştiremez. Dolayısıyla kimliklerinin kendilerini yok etmelerine yol açar. Sarah’ın
kendi kendine yaptığı tutarsız iç konuşmaları benlik duygusunun yıpratıldığını
göstermektedir: “Kimliklerimle mantıklı bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Ama bu da bir
yalan…ilişkilerin yalanlarına sadakatim sonsuz, tekrar ve tekrar bu kimliklerimle bir
bağlantı kurmaya çalışıyorum. İsa Viktorya’nın oğlu. Annem saçları dökülmeden önce
babamı sevmişti. Benimle kraliçe Viktorya arasında, ve benimle İsa arasında aşk ilişkisi
var, ama bunlar yalan” (7).
L. Kintz’e göre, Sarah’ın düşlediği yaşam biçimi burjuvazi yaşamı olup böyle yaşamdan
zevk almayı amaçlayan kişinin bunu taklit etmesiyle devam eder (Akt.Özbek, 2003:
53). Siyah kültüre ait kalıp yargılar Sarah’ın bilinçaltında yer almaktadır. Zihninde
takıntı halinde olan şey siyah adamın melez ya da beyaz bir kadına tecavüzüdür. Gerçek
zenci kimliğe atfedilmiş tüm olumsuz kalıp yargılardan doğan sıfat ve adlandırmalar
Sarah’ın bölünmüş kimliğinde bastırılmıştır. Kendini sürekli başkalarının görüş açısıyla
değerlendiren bu kadın “beyazın öteki” olma halini içselleştirmiştir.
Benston bu oyunda kimlik krizi yaşayan kadının doğal bir arayış ve mücadele içerisinde
olduğunu belirtir (2000:235). Kendisine başkalarının gözünden bakması bir zayıflıktır:
“Dışarıdan ben rahatsız edici biçimde iyi görünümlüyüm, hiç belirgin zenci özelliğim
yok, normal bir burnum ve ağzım, soluk sarı ten rengim var. Tek kusurum kıvırcık ve
dolaşık zenci saçlarımın olması ve bu da zaten fark edilmiyor” (15). Bu satırlar Sarah’ın
içselleştirdiği ötekileşme duygusunu gösterir. Kendini beyaz egemen toplumun
değerleriyle eleştirdiği için asla zenci teni ve bedeniyle uzlaşamayacaktır (Özbek,
2003:51).
Kraliçeyi “oturan figür” olarak adlandırır. Oturmak ve durağanlık Sarah’ın beyazlığa
olan takıntısını da ima etmektedir. Kraliçe ve Düşes gibi soylu ve beyaz olma arzusu,
Düşes olarak Kraliçe kimliği ile karşılıklı konuşmasında belirgindir: “Kraliçe hep
benden beyazlığından bahsetmemi istiyor. Benden asillerin dünyasında her şeyin ve
herkesin beyaz olduğunu ve şanssız siyahların orada yeri olmadığını söylememi istiyor.
Çünkü biz asil kanı olanlar biliyoruz ki siyah kötülük timsalidir ve en başından beri bu
hep böyle olmuştur” (14).
Irkçılığa maruz kalmış bir toplumda siyahlık ve beyazlık arasında sıkışıp kalan zenci
kadının çifte ırklı olabilme durumu ruhunda işkenceler oluşmasına sebep olur.
W.E.B.Du Bois Siyah Halkın Ruhları adlı eserinde Afrikalı-Amerikalı olmanın gerçek
kimliğe sahip olamamak anlamına geldiğini belirtirken, siyah kişinin nasıl beyaz kişinin
bakışıyla kendini algıladığının altını çizer (1994). Bu çifte bilinçlilik (doubleconsciousness), yani kendine sürekli başkalarının gözüyle bakma, zenci kişide bir ikilik
yaratır. Sarah’ın sorunu tek bir bedende birbirleriyle savaş halinde iki ırk düşüncesine
sahip olmaktır. Annesi, babasını ve kendisini terk etti diye kendini daha da suçlu
hisseder. Hissettiği suçluluk ve nefret arasındaki karmaşık duygular bastıramadığı,
kaçamadığı ya da yüzleşemediği bir deneyimdir. Bunun yaralanmış ve örselenmiş
kimliğinde yansımasına bir örnek babasına sürekli “kara adam” diye seslenmesidir.
“Evet…babam çok koyu tenli. O en koyu tenli. Annem en açık tenli.Ben ortadayım.
Ama babam beni felakete sürükleyen zenci” (17).
124
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Saç dökülmesi
Irkçılık siyah bireyin kendine olan güvenini baltalayıp ve kendinden nefret etme
duygusunu tetiklemektedir. Atalarından devraldıkları bir inanış siyah toplumda
yaygındır: beyazların egemen olduğu dünyada aşağılanmaktan ötürü incinmiş ruhunu
iyileştirmek için siyah birey, nesilden nesile süregelen güçlü savunma stratejileri
uygulamaktadır. Böyle acımasız bir dünyada siyah olan görüntüsünü kabullenebilmek
için hoş bir dış görünüme sahip olmayı amaçlamaktadır. Özellikle siyah kadın için
kendi görünümüyle barışık ve de toplumda saygın olabilmek oldukça zordur.
İçselleştirilmiş ırkçılık aynı zamanda siyah kadının kendisini toplumda nasıl ne
durumda gördüğüyle de ilintilidir. Küçük yaşlarda bedenini tanımaya başladığında ve
başkaları onun hakkında fikir yürüttüğünde, siyah kadının bu içselleştirmeye alet
olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin siyah kadının özgüveni ve kimliğini etkileyen
konulardan biri de saç biçimidir. Bu konudaki olumsuz düşünceler önce evde aile
bireyleri, sonra da dışarıda akraba veya arkadaş çevresi yoluyla zihinlerde yer alır.
Hooks, Sisters of the Yam adındaki zenci kadınların dayanışmasını konu eden eserinde,
siyah saç için söylenen olumsuz şeylere karşı kadınların güçlü bir tutum oluşturmalarını
ve kendi siyah doğal saç yapılarını kabullenip bunu değiştirmek için herhangi bir işlem
yapmamalarını tavsiye etmektedir (1993: 56).
Dolaşık kıvırcık saçlar Sarah’ın güvensiz ve ezik kimliğini yansıtır. Sarah geçmişte
Ghana’ya yaptığı yolculuk sırasında saçlarını ilk defa düzleştirmek için uğraşmadığını
anlatır. Dolayısıyla saç ve güzellik olgusu kadının kendisini tanıması ile bağlantılı
olarak kendisine duyduğu özsaygı ve nefreti göstermektedir. Sarah’ın uzun ve ipeksi
saçlı beyaz kadın imgesine gösterdiği takıntılar hayali bir fantazi olmaktan öte geçemez.
Örneğin annesinin düz saçlı olduğu vurgularken, suçluluk duygusu ve utanç içindedir;
saçlarını dökerken de annesine ihanet ettiğini söyler. Annesinin düz saçlarıyla kendi
kıvırcık saçlarını kıyasladığında zenci kimliğini yok saymak ister. Hayatında bir türlü
uzlaşamadığı çelişkileri yaşarken beyazların dünyasına uyum sağlamayı başaramaz. Bu
yüzden de babası onun için “Benden nefret eden bir melez yarattım” der (9). Saç
takıntısı da siyahlığına duyduğu tiksinti gibi onu çaresizliğe sürükler. Ancak varlığının
en önemli bölümünü oluşturan Afrikalı kimliği reddetmeye devam ettiği sürece saçları
kel kalana kadar dökülecektir.
Oyunda bölünmüş kimliklerini yansıtan oyuncuların da sahnede saçları dökülmeye
başlaması Sarah’ın sağlam ve bütün bir kimlik veya birey olgusu taşımadığını gösterir.
Hz. İsa saçlarını dökerek Düşesin yanına gelir; birbirlerine baktıkları anda aynada kendi
yüzlerini görmüş gibi olurlar ve çığlıklar içerisinde geri çekilirler. Yüz ifadelerindeki
acı ve dehşet, beyaz saçsız kafa derileri ve çatlak kafatasları ile canavarlara benzerler.
Saç dökülmesi hem tecavüzün sembolik göstergesi hem de akıl sağlığının kaybedilmesi
anlamında kullanılmaktadır.
Ayna
Bir röportajında Kennedy, “yazılarıma çeşitli imgelerin oluşumu olarak bakarım. Bütün
oyunlarım bana göre rüyalarımdan ortaya çıkar” (1989:148). Bir mekanla birçok mekanı
birleştirebilen rüyalar gibi, oyunda aynalar çoğul mekanlar ve kişilikler oluşturmada
etkilidir. Sanki çatlak bir aynada yansıyan birden fazla kırık görüntü kendi içinde
parçalara ayrılmış gibidir. Bu şeklen bozulmuş görüntü Sarah’ın yaşadığı travmanın
temelinde bulunmaktadır. Ayna kişinin dünyasını içten dışa doğru bağlamakla görevli
bir köprü gibidir. Sarah’ın iç karmaşası dış gerçekliğe yansıdığında, bilinçaltında
kaydedilen tüm olumsuz deneyimler aynadaki yüzünün görüntüsüne yansımış
olmaktadır. Lacan’ın özne oluşumundaki ayna evresi sağlıklı ve dengeli bir kimlik
125
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gelişimi için gereklidir. Ayrıca ayna evresinde benliğin kendiyle yüzleşmesi ve kişinin
benliğinin farkında olması vardır. Oyundaki aynalar zenci kadının kendi kimliğini
gözlemlemesine katkı sağlamakla birlikte, kimlik arayışında sürdürdüğü ruhsal
mücadelesini de yansıtmaktadır.
Oyun monologlar şeklinde geçerken, her bir kimliğinin sözcüsü olan Sarah hem
bunların merkezinde yer alır, hem de konuşmalarıyla farklı yönlere sapma gösterir. Her
monologun konuşmacısı da kendi içerisinde parçalara ayrılmıştır. Aynada benliklerini
fark etme çabasıyla sürekli yüzlerini inceleyen karakterler kendilerine ait bir görüntü
bulma arayışındadır. Ayna karşısında verilen pozlarla imgeler oluşur; ancak imgelerin
çok sayıda yansıması vardır. Bu yüzden karakterin öznelliği çoğul kimliklerle
oluşturulur. Yalanlar ve doğrular ikilemi arasında kalan Sarah, aynalarla yüzleştiğinde
daha çok acı çeker. Aynada kendi kimliğinin yansımasını aramış ama bulamamıştır.
Dolayısıyla, özneyi parçalara ayırarak silmeye çalışmak sonu intihara giden bir eylem
haline gelmektedir. Laing’in Bölünmüş Benlik’te belirttiği gibi, aynada görebildiği kişi
“ne bizzat kendi, ne de başkası olup, aksine yalnızca kendi kişisinin bir yansısı olmasına
karşın, kendi kişisinin yansıtılmış öteki imgesini aynada göremediğinde” kendi
kimliğini yitirmeye başlar (1993:134).
Sarah kendi benliğini sildiği gibi mekan duygusunu da silmektedir. “Mekanlara
inanmak, umut etmeyi bilmek, umut duygusunu bilmek ise güzelliğin farkında olmaktır.
Bu bizi bir ufuk çizgisiyle dünyaya bağlar. Biliyorum ki benim için mekan sadece
odalarım dışında yok. Caddeler, odalar, şehirlerdeki odalar, dış odalar. Kendime alanlar
ve mekanlar yaratmaya çalışıyorum. Ama hepsi yalan” (6).
Tüm her şey Sarah’ın sağlıksız düşüncelerinin bir ürünüdür. Somut bir yerde diğer
insanlarla birliktelik duygusunu yitirmiştir. Yalnızca zihnindeki odası vardır. Odasının
içinde yer alan ayna ve fotoğraflar kimliğinin bir yansıması, yazı masası ve kitapları
gerçeklikten kaçmak için yaratmış olduğu seçenekler, yatak ve ortada duran heykel ise
hareketsizlik ve sabitlik sembolleridir. Bulunduğu mekan gibi eşyaları da onun yaşadığı
kimlik bölünmesinin göstergeleridir.
Düşesin içinde bulunduğu balo salonunda siyah ve beyaz renkler çok belirgindir. Arka
planda bembeyaz karlar, siyah-beyaz taban döşemesi, beyaz çiçekler ve Düşesin
dökülen siyah saçları… Yatağındaki beyaz yastığın üzerinde ne olduğu belirsiz siyah bir
cisim durmaktadır. Beyazlık asalet iken siyahlık onun tam tersine olumsuz olan
çağrışımlar uyandırır. Kendi bedeniyle yüzleşemeyen zenci kadının yaşadığı kimlik
bunalımı siyah ve beyaz renklerin tezatlığı ile de gösterilmektedir. Sarah aynada siyah
kıvırcık saçlarıyla beyaz maskeli yüzünün yansımasından kaçamaz. Zenci yüzlere
takılan beyaz maskeler de bilinçaltında taşıdığı düşmanlık ve nefret duygularını örtbas
etmek içindir. Bu da siyah oyuncuların yüzlerinin beyaz makyajla ve pudralarla abartılı
biçimde beyazlatılmış olmasında görülür. Ancak aynalar gibi maskeler de onu
özgürleştirmekten çok kapana sıkıştırır ve sınırlandırır.
İntihar
Afrikalı kadın ataerkil toplumdaki beyaz kadına göre iki kat fazla baskı yaşar. Siyah
toplumda özgüven eksikliği ve ırkına karşı nefret duygularıyla mücadele etmek zorunda
bırakılır. Sarah siyah kimliği reddetmeye çalışmakla aradığı iç huzurunu bulamaz.
Hayat acı ve umutsuzluk içinde yaşanıyorsa anlamını yitirmiştir. Karmaşık iç
dünyasında intihar onun için bir çıkış noktası haline gelir.
Sarah’ın sahneden ayrılmasından sonra çoğul kimlikler birleşemezler. Yaptıkları
konuşmalar ve çıkardıkları kakofonik sesler birbirine karışır ve tekrarlanır. Her bir
kimliğin monologunun bir diğeriyle çakışması oyunda yazarın kullandığı tekniklerden
126
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
biridir. Önce bir sessizlik ve sonra karmaşık sesli bir koro… Kimliklerin yüksek sesle
kahkahalar atması onların herkes tarafından işitilmek istediği anlamına gelmekle
beraber, bu durum Sarah’ın bilincinin parçalandığını da ortaya koyar. Çoğul kimlikler
bu ortamda dolaşırken birbirlerinden ayrıdırlar. Arka plandan duyulan ses geleneksel
zaman ve mekan algılarından farklı olarak sürreal biçimde zenci kadının iç
dünyasındaki kabusların dışa vurumudur. Sarah’ın boynunun etrafında bir ip ve
yüzünde akan kan vardır. Oyunun sonunda seyircinin hissettiği duygular karmaşa ve iç
sıkıntısıdır. Çünkü ana karakterin kendini astığına tanık olurlar.
Sahnede Sarah’ın odasında “şiddet ve karanlık bir parlaklık” la birlikte “kırmızı güneş
ve uçuşan şeyler, vahşi siyah otlar” ortaya çıkar (24). Tüm bu sahne efektleri Sarah’ın
deliliğinin bir yandan karmaşık ve çözümsüz duruma geldiğini anı gösterirken, öte
yandan ruhunun sembolik anlamda Afrika’daki köklerine doğru bir yolculuğa çıkmakta
olduğunu ima eder. Ormanda kızıl güneş ve havada uçuşan şeyler ruhunun özgürlüğe
kavuşmasını simgeler. Bu bağlamda, intihar olgusuna kendini gerçekleştirme ve bir tür
zafer olarak bakıldığında, Sarah’ın bölünmüş kimlikleri ve intiharı vasıtasıyla
siyahlığının ruhunda yarattığı karmaşadan kaçabilmesi bir bakıma mümkün olmaktadır.
On dokuzuncu yüzyılda zenci kadın sabır ve ağır işin timsali sayılırdı. Yirminci yüzyılın
başlarında “Yeni Zenci Oluşumu” ile zenci kadına annelik ve duygusallık gibi
geleneksel toplumsal kadınlık rolleri atfedilmeye başlandı. Günümüze değin tüm bu
olumlu gelişmelere rağmen, intihar olgusu siyah kadın için ruhsal anlamda bir çöküntü
ve zayıflık göstergesi sayılmaya devam etmektedir. Siyah kadının kendi toplumundaki
en yakınlarına bile intihar eğilimi olduğunu itiraf etmesi neredeyse hiç mümkün
olmamaktadır (Hooks, 1992:181). Kennedy oyunda verdiği mesajla zenci kadının
kendisinden beklenen cinsiyet rollerine uyarak bu tür duygularını bastırmasını değil,
açığa çıkarmasını sağlamıştır. Siyah kadına bir açılım sağlayan bu politik söylem kadını
her ne kadar ölüme götürse de, sadece her şeyden vazgeçme ve teslim olma anlamında
değil, kimlik sorunsalıyla mücadelede yeni bir karar eylemi olarak da görülebilir.
Sonuç
Beyaz toplumun en olumsuz kalıp yargılarını taşıyan “zenci” etiketi Sarah’ın bedenine
doğduğu andan itibaren yapışmıştır. “Zenci” kelimesinin kadına karşı aşağılayıcı
şekilde kullanılması sözel şiddeti, boynundan akan kan ve kendini öldürmek için
kullandığı ip fiziksel şiddeti yansıtmaktadır. Zenci kadın ırkıyla ortak ve de kişisel olan
geçmişine ait şiddeti içinde yaşar. Fiziksel şiddetin psikolojik şiddete dönüşümü daha
da yıpratıcıdır. Ancak en ağırı da zenci kadının mücadele etmek zorunda kaldığı
psikolojik şiddettir. Kadın psikolojisine evrensel boyuttan bakıldığında, bu oyun bir
anlamda dünyadaki kimlik mücadelesi veren kadınların da durumunu yansıtmaktadır.
Kennedy bu oyunda Avrupalı, Amerikalı ve Afrikalı kimlikleri kullanarak okur ve
izleyicinin zihninde sorular bırakmayı başarmaktadır. Sonuçta, Sarah’ın kimlik
bunalımını Landlady ve Raymond (oyundaki beyaz karakterler) kendi bakış açılarıyla
anlatırlar. Raymond bir Yahudidir ve zencilerle arkadaşlık kurmaktan zevk almaktadır.
Gerçekte, Sarah’ın babası hem kızı hem de eşinden af dilemeye çalışmış; Sarah onu bir
otel odasında görmeye gitmiş ama bulamamıştır.
Landlady: Zavallı piç kurusu kendini astı…
Raymond: O küçük komik bir yalancıydı.
Landlady: Babası, Partice Lumumba ölünce, kendini Harlem
Otelinde astı.
127
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Raymond: Partice Lumumba ölünce babası kendini asmadı. Adamı
tanıyorum. Beyaz bir sürtükle evli bir doktor…(22)
Sonuç olarak, Sarah’ın babasını öldürme arzusunun temelinde ona duyduğu kişisel
nefretin yanı sıra toplumun şiddeti meşrulaştırmasına karşı bir tepki de vardır. Ayrıca,
aynadaki dolaşık imgelerin ağından kurtulup çözülmek ve “kötü siyah”lığından
kaçabilmek için beyaz ırka hayranlık duyar. Zenci kadın köklerine hem sevgi hem de
nefretle bağlıdır. Fakat köklerinden ayrılmak arzusu onu daha çok onların ağına doğru
çeker. Yazar Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından bir resim çizerek (kızıl güneş ve
uçan şeyler) Sarah’ın kendi kanından ve köklerinden ne denli utandığını da ortaya
koymaktadır. Kendini kirli olarak algıladığı siyah derisinden arındırmak için hayalinde
yarattığı beyaz karakterlerle oyalanır. Her ne kadar oyunun üst anlamında parçalanmış
kimlikleriyle bütünleşme arzusu zenci kadının trajik sonunu ortaya koysa da, intihar bu
kadının yaşadığı kimlik bunalımına karşı bir arınma çabasıdır. Çoğul kimlikler
oluşturmak bireyin iç çatışmalarıyla mücadelesinde bir tür savunma mekanizmasıdır.
Sonunda intihar ırkçılığın toplumsal gerçekliğini vurgularken, aynı zamanda bireyin
tüm çatışmalarından özgür hale gelmesi anlamına da gelebilir. Ne Afrikalı ne de beyaz
kimliğini inkar edebilen kadın “beyaz kültüre saplantı derecesinde olan ilgisini ırkçı
emperyalizmin farkındalığıyla birleştirerek” kendisine bir çıkış yolu aramaktadır
(Hooks, 1992:183). Kennedy’nin politik söylemine göre bireyselliğin yok edildiği bir
ideolojiyi yermek için yazılan Funnyhouse of A Negro, Afrikalı-Amerikalı kadının
yaşadığı kimlik krizine farklı bir yönden ayna tutmaktadır.
Kaynakça
Barnett, Claudia. (1997): "A Prison of Object Relations: Adrienne
Kennedy's Funnyhouse of a Negro." Modern Drama 40.3 374-384. Rpt. in Drama
for Students. Ed. Ira Mark Milne. Vol. 9. Detroit. Literature Resource Center. Web.
25
Feb.
2012.
DocumentURLhttp://go.galegroup.com/ps/i.do?id=
GALE%7CH1420031220 &v=2.1&u=dumlu&it=r&p=LitRC&sw
Benston, K. W. (2000). Performing Blackness. London& New York: Routledge P.
Du Bois, W. E. B. (1994). The Souls of Black Folk. New York, Avenel, NJ: Gramercy
Books.
Hooks, Bell. (1981). Ain’t I A Woman. Boston: South End Press.
———. (1990). Yearning: Race, Gender and Cultural Politics. Boston: South End
Press.
———. (1992). "Critical Reflections: Adrienne Kennedy, the Writer, the Work."
Intersecting Boundaries: The Theatre of Adrienne Kennedy. Eds. Paul BryantJackson and Lois More Overbeck. Minneapolis: U of Minnesota P, 179-185.
_______. (1993). Sisters of the Yam South End Pres, Boston.
Kennedy, Adrienne. (1988).Funnyhouse of a Negro. In One Act. Minneapolis: U of
Minnesota P, 1–24.
_______. (1989).“An Interview with Adrienne Kennedy.” By Elin Diamond.
Studies in American Drama, 1945–Present. 4,143–57.
Laing,R. (1993). Bölünmüş Benlik. Çev. Ergün Akça.Mitos Yayıncılık, İstanbul.
128
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Özbek, Ö. (2003). “Transformations of The African-American Self in A. Kennedy’s
Funnyhouse and Owldom” JAST 18, 49-64.
Thompson, D. (1997). Reversing Blackface Minstrelsy, Improvising Racial Identity:
Adrienne Kennedy’s ‘Funnyhouse of a Negro’. Post Identity, Fall, 13-38.
Tura, S. M. (1996). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz. Ayrıntı Yay., İstanbul.
129
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Hayat kat kattır.
Babil'in Asma Bahçeleri gibi, “Hayat kat kattır.
Babil'in Asma Bahçeleri gibi, katmanlar halinde yükselir, bir kattan bir kata sizi yanınızdaki
kadın götürür.
Ve bugün durduğunuz katman, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının
bulunduğu katmanı, manzarası ve hayatıdır...
Hayatınız seçtiğiniz kadındır...”
KADINA KARŞI CİNSEL ŞİDDET
Prof. Dr. M. Tevfik ODMAN*
ÖZET
En önemli insan hakları ihlallerinden birini, kadınlara karşı şiddet ve özellikle de cinsel
şiddet oluşturmaktadır. Günümüzde, kadına yönelik şiddet, gerek uluslararası gerekse ulusal
alanda düzenlemeler yapılmasına ve kimi önlemler alınmasına karşın, tüm dünyada herhangi bir
ülke ile ilgili coğrafi sınır tanımaksızın yaygın bir biçimde, varlığını sürdürmektedir. Şiddet,
tam bir ayrımcılık örneği olup, kadının cinsel dokunulmazlığı, vücut bütünlüğü ve ruh sağlığını
etkilemektedir.
Bu bağlamda, uluslararası düzenlemelerin öngördüğü yükümlülükler çerçevesinde, yeterli
olmamakla birlikte ulusal alanda gerekli düzenlemeler yapılmış, hem kamu kurum ve
kuruluşları hem de sivil toplum kuruluşları nezdinde ilgili tarafların işbirliği ile bu konuda
yoğun çalışmalar başlatılmıştır. Ancak, bu konuda yasal düzenlemelerin yapılmış olması yeterli
olmayıp, kadına karşı şiddetin önlenmesinde toplumsal duyarlılığının arttırılması ve erkeklerin
kadınlar üzerinde başat rol oynamalarının önlenmesi son derece önemlidir.
Bu nedenlerle, sunumda kadınlara karşı cinsel şiddet ile ilgili uluslararası ve ulusal
düzenlemeler ele alınarak, bugünkü durum açıklanmaya çalışılmaktadır.
ABSTRACT
One of the most important human rights abuses is violence against women especially
sexual violence. Today, although international and national arrangements, violence against
women, have been made and taken some measures without recognizing geographical borders of
any country all over the world extensively, continue to exist. Violence against women and
sexual violence are a complete example of discrimination and affect adversely women's sexual
inviolability, bodily integrity and mental health.
In the context of the obligations defined in the framework of international regulations,
although not sufficiently made the necessary arrangements on the national level. Furthermore,
the intensive studies in this regard have been initiated by civil society organizations and public
institutions in cooperation with relevant parties. However, the legal arrangements made on this
issue are not enough and the prevention of violence against women, increasing social awareness
on women and men play more dominant role in prevention is extremely important.
For these reasons, international and national regulations and implementations regarding
sexual violence against women have been analyzed and explained the current situation
according to this standpoint in this presentation.
130
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Ülke sınırları içinde yaşayan herkesin, sağlıklı bir sosyal çevrede yaşaması için gerekli
koşulların hazırlanması bir devlet görevidir. Sağlıklı bir sosyal çevrenin oluşturulmasının
önündeki en büyük engel ise, bireysel ve toplumsal şiddet* ve şiddet türleri içinde de ağırlıklı
olarak üzerinde durulması gereken kadına yönelik şiddettir.
Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel,
ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı
uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır.
Kadına yönelik şiddet, yaşam döngüsü içinde ele alındığında, daha konsepsiyon öncesi
dönemde başlamaktadır. Aile içinde sahip olunacak çocuğun cinsiyetinin kız çocuklar aleyhine
belirlenmesi, kız bebeklerin öldürülmesi, kız çocuklarının cinsel istismarı, dövülmesi, çeyiz,
başlık parası, namus cinayetleri, flörtte şiddet, evlilikte hırpalanma, dayak, tecavüz, ekonomik
ve psikolojik baskı, genital mutilasyon gibi cinsel organlara zarar verici uygulamalar, işyerinde
ve diğer kurumlarda cinsel ve psikolojik şiddet, kadın ticareti, fahişeliğe zorlama, yaşlılıkta
fiziksel, cinsel ve psikolojik saldırıya uğrama, cinayete kurban gitme şeklinde
gerçekleşmektedir. Dulların kurban edilmesi ya da sürgün edilmesi, gebe kadına yönelik şiddet,
ırza geçme, zinaya verilen cezalar da bunlara örnektir†.
2011 yılında, basın yayın organlarında, 102 kadın ve 59 kız çocuğunun tecavüze uğradığı
haberleri yer almıştır. Bu haberlerden, kadınlara en çok tanıdıkları erkeklerin cinsel saldırıda
bulundukları anlaşılmaktadır. Tecavüzcü erkekler arasında, en başta sevgililer gelmekte ve
onları kocaları, eski kocaları, kocalarının arkadaşları, iş arkadaşları, babaları ve akrabaları
izlemektedir. Kadınlar, sanılanın aksine, en çok evlerinde tecavüze uğramaktadır. Birçok kadın
ve kız çocuğu fuhşa zorlanmaktadır. Tecavüze uğrayanlar ve tecavüzcüler her yaştan
olabilmektedir.
Eski Roma’da erkekler; eşlerini dövebilir, boşayabilirdi. 1700’lü yıllarda İngiltere’de
yasalar kocaya, doğru yoldan ayrılan karısını fiziksel olarak cezalandırma hakkını vermekteydi.
ABD’de her iki evlilikten birinde, fiziksel şiddet söz konusudur ve her yedi saniyede bir, bir
kadın bir erkek tarafından dövülmektedir.
Kadının aşağılanması, güçler arasındaki eşitsizlik, kadının mal olarak görülmesi,
cinsiyetçi rollerin dayatılması, erkeğin saldırgan davranışlarına onay verilmesi, kadının ikinci
sınıf insan sayılması, baskın konumundaki erkeğe bağımlılığın sürmesini sağlamaktadır. Sağlık
ve adalet sisteminde görev yapanlar, 1960’lı yıllara kadar kadına yönelik şiddeti görmezden
gelmiştir. 1970’li yıllardaki kadın hareketi, kadının toplumda yaşadığı her türlü şiddete dikkat
çekilmesini sağlamıştır.
İlk kez, genel anlamda kadınlarla ilgili olarak 1946 yılında, Birleşmiş Milletler Ekonomik
ve Sosyal Konsey’e bağlı olarak “Kadının Statüsü Komisyonu” oluşturulmuştur.
Uluslararası hukuk açısından kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin ilk önemli belge
olan, 20 Aralık 1993 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “Kadınlara Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Bildirge”nin kabul edilmesi için, açılan imza kampanyasında söylenen,
“Kadın Haklarını Çiğnemek İnsan Haklarını Çiğnemektir” sloganını hatırlatmanın gerektiğini
özellikle vurgulamak isterim.
Bunun yanında, insan haklarını, dolayısıyla kadın ve çocuk haklarını içeren, örneğin;
1948 Tarihli “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, 1966 Tarihli “Kişisel ve Siyasal Haklar
Sözleşmesi”, “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”, “Evlilikte Rıza, Asgari
Evlilik Yaşı ve Evliliğin Tescili ile İlgili Sözleşme”, “Kadın Hakları Sözleşmesi”, “Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme”, “Çocuk Hakları Sözleşmesi”,
*Çağ Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, [email protected]
*
Henüz yürürlüğe girmeyen, “Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”nda şiddet, “Bireyin,
fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel
hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal veya özel alanda meydana
gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı” şeklinde tanımlanmaktadır. Bkz.
http://www.aile.gov.tr/upload/mce/mevzuat/siddet_yasa_tasarisi.pdf
†
Atman Ümit Cihan, Kadına Yönelik Şiddet; Cinsel Taciz/Irza Geçme.
131
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek İnsan Ticaretinin,
Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına
İlişkin Protokol”, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun; “Kadın ve Kız Çocuk Ticaretine İlişkin
57/176 No’lu Kararı”, “Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun
Önlenmesi Sözleşmesi” gibi, çok sayıda uluslararası düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle,
Türkiye’nin “Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi
Sözleşmesi”ni ilk onaylayan devlet olması, ülkemiz açısından büyük önem taşımaktadır. Ne var
ki, iş pratiğe geldiğinde, bu düzenlemelerin tam olarak uygulanmadıkları gözlemlenmektedir.
03 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe konulan kadınlara karşı gerçekleştirilen cinsiyete dayalı
şiddet dahil her türlü ayrımcılığın önlenmesini de içeren, “Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme”, bu konuda düzenlenmiş spesifik bir düzenleme
olması bakımından önem taşımaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 23 Şubat 1994 Tarih ve 48/104 Sayılı Kararı ile
kabul edilen “Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon”, kadınlara
karşı şiddeti spesifik olarak ele almış ve uluslararası standartları saptamış bulunmaktadır.
Deklarasyon’un 1 inci maddesinde, kadınlara karşı şiddetin ne anlama geldiği genel
olarak belirtildikten sonra, 2 nci maddesinde sınırlamaya tabi olmaksızın; ırza geçme, kadınların
cinsel organlarına operasyon uygulayarak bozma, cinsel taciz ve suiistimal dâhil fiziksel cinsel
ve psikolojik şiddet eylemleri ile kadın ticaret ve fuhşa zorlamanın devlet tarafından yapılması
veya yapılmasına göz yumulması halleri, cinsel ayrımcılığa dayalı şiddet olarak kabul
edilmektedir. Bu bakımdan, belirtilen cinsel şiddeti; tüm eylem türlerini kapsayan ve bunun
dışında da gerçekleşmesi olası benzer eylemleri içeren bir boyutta anlamak gerekmektedir.
Kadına yönelik olarak gerçekleştirilen bir cinsel şiddet türü de, cinsel yolla hastalık
bulaştırılmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü-WHO, dünyada ölüm nedenleri arasında “cinsel yolla
bulaşan hastalıkların” ikinci sırada geldiğine işaret etmektedir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar,
ancak cinsel hastalığı olan birisiyle girilen cinsel ilişki sırasında ya da fiziksel temas sonucunda
bulaşabilmektedir. Doğal olarak birden fazla seks partneri olan kişiler ve zorla cinsel ilişkiye
zorlanan kadınlar, daha fazla risk altındadırlar.
Kadına karşı değişik şekillerde şiddet veya cinsel şiddet olarak nitelendirilen eylemlerin,
bazıları herkese karşı işlenebilen genel suçlar içinde, bazıları ise doğrudan kadına karşı olmak
üzere spesifik olarak, Türk Ceza Kanunu’nda da açıkça düzenlenmiştir. Bunlar, Türk Ceza
Kanunu’nun 80’inci maddesinde insan ticareti; 81 ve 82’nci maddelerinde kasten öldürme;
84’üncü maddesinde intihara yönlendirme; 86 ve 87’nci maddelerinde kasten yaralama; 94 ve
95’inci maddelerinde işkence; 96’ncı maddede eziyet; 99’uncu maddede çocuk düşürtme;
100’üncü maddede kısırlaştırma; 102’nci maddede cinsel saldırı; 103’üncü maddede çocukların
cinsel istismarı; 104’üncü maddede reşit olmayanla cinsel ilişki; 105’inci maddede cinsel taciz;
109’uncu maddede kişi hürriyetinden yoksun bırakma; 122’nci maddede ayrımcılık; 226’ncı
maddede müstehcenlik; 227’nci maddede fuhuş; 232’nci maddede kötü muamele ve 233’üncü
maddede aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçları olarak sıralanabilir.
Kadınlara yönelik, bu kişilerin kadın olmalarından kaynaklanan olumsuz cinsel eylem ve
uygulamalar; terminolojik olarak Türkçe ve İngilizce literatürde; cinsel istismar veya cinsel
suiistimal “se ual abuse-se ual e ploitation”, cinsel zorlama ve tehdit “se ual e tortion”, aile
içi şiddet “domestic violence” cinsel şiddet “se ual violence”, cinsel taciz “se ual harrassment”,
cinsel saldırı “se ual assault”, cinsel işkence “se ual torture” gibi, çeşitli şekillerde ifade
edilmektedir.
1. PROBLEM DURUMU
Yüzyıllarca, erkek egemenliğinin ve erkeklerin hâkim olduğu toplumların oluşturduğu,
soyso-ekonomik ve siyasal kurumlar ile kültürel ve ahlaki değerlerin, normlar ile dini akideler
ve önyargıların baskısı altında kalan kadınların, toplum içindeki statülerinin sorgulanmaya
başlaması yeni bir olgudur. Bu sorgulama; demokrasinin gelişme ve olgunlaşma evrelerinde
giderek artmış, insan hakları mücadeleleri ile birlikte, kadın hakları ve özgürlüklerinde kayda
değer ilerlemeler sağlanmıştır.
132
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadınlar, cinsiyetleri nedeniyle fiziksel ve cinsel istismar, aile içi şiddet, cinsel saldırı,
cinsel taciz, etnik temizleme, fuhuş yapmaya zorlanma gibi, genelde fiziksel, cinsel ve
psikolojik şiddet eylemlerinin pasif süjesini oluşturan hassas kişilerdir. Ancak, günümüze değin
yapılan ve günümüzde de sürdürülen tüm çabalara ve yasal düzenlemelerle, bu konu açıkça
ortaya konulmuş olmasına, kamuoyunda duyarlılık oluşturmayı hedef alan çalışmalar da sıklıkla
yapılmaya başlanmasına ve gelişmeler sağlanmasına ve şiddet uygulayan kişilere yönelik
cezalar, şiddet türlerine göre arttırılmasına karşın, halen kadın-erkek eşitsizliği tam anlamıyla
ortadan kaldırılamadığından, hassas gruplar içinde yer alan kadınların, cinsiyet ayrımına dayalı
değişik şekilde saldırıya uğramaları bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu sorunların
başında ise, kadınların cinsel şiddet kurbanı olmaları sorunu gelmektedir.
2. AMAÇ
Bu araştırmanın amacı; cinsel şiddete maruz kalan kadınların, gerek cinsel şiddet sırasında
gerekse sonrasında, karşılaştıkları sorunları, uluslararası sözleşmeler, yayımlanan bildiriler,
alınan kararlar ile ulusal mevzuat ve uygulamalar çerçevesinde incelemek ve tespit edilen
bulguları göz önüne alarak devletimizin konuya ilişkin yükümlülüklerini ve alınması gereken
tedbirleri ortaya koymaktır. Özellikle, cinsel dokunulmazlığa karşı eylemlerde, cinsel
davranışların vücut bütünlüğünü ihlal edip etmediği hususları göz önüne alınarak değişik
normların düzenlemesi yoluna gidilmesi ve bu bağlamda söz konusu normların; insan hakları
başta olmak üzere, kadın hakları, cinsel ve vücut dokunulmazlığı yönlerinden incelenmesi ve
konunun tüm boyutları ile ortaya konulması amaçlanmaktadır.
Bu nedenlerle, araştırmada, cinsel ayrımcılık ve cinsel şiddete maruz kalan kadınların
durumları, ayrıntılı şekilde ele alınmaya çalışılmaktadır.
3. TARTIŞMA
İnsan hakları ve kadın haklarını içeren uluslararası düzenlemeler, kadınlara karşı
ayrımcılığın önlemesi ve her türlü şiddete karşı korunma sağlanması açısından önem
taşımaktadır. Bu bağlamda, göz önünde bulundurulması gereken düzenlemelerden önemli
olanları şunlardır.
-1948 tarihli “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi-Universal Decleration of Human Rights”,
-1949 tarihli “Cenevre Sözleşmeleri ve bu Sözleşmelere Ek 1977 tarihli İki Protokol-The
1949 Geneva Conventions and the Additional Protocols of 1977”,
-“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Hakkında Sözleşme-The
Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Aganist Women”,
-Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komitesi’nin 19 Nolu tavsiye kararı ile “Kadınlara
Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon”, (aşağıda var burada yok)
-16 Aralık 1966 tarihli “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi-International
Covenant on Civil and Political Rights of 16 December 1966”,
-16 Aralık 1966 tarihli “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası SözleşmesiInternational Covenant on Economic, Social and Cultural Rights of 16 December 1966”,
-“Çocuk Hakları Sözleşmesi-Convention on the Rights of the Child”,
-“Olağanüstü Hal ve Silahlı Çatışmalarda Kadınların ve Çocukların Korunması ile İlgili
Bildiri-The Decleration on the Protection of Women and the Children in Emergency and Armed
Conflict”,
-“Evlilikte Rıza, Asgari Evlilik Yaşı ve Evliliğin Tescili Hakkında Sözleşme-The
Convention on Consent to Marriage, Minimum Age for Marriage and Registration of
Marriages”,
-2011 tarihli “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla
Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi-Council of Europe Convention on Preventing
and Combating Violence Against Women and Domestic Violence”.
-Bu araştırma kapsamında, bahse konu düzenlemelerin kadına cinsel şiddetle ilgili
bölümleri incelenecektir.
3.1. CİNSİYETE DAYALI AYRIMCILIK VE ŞİDDET İLE İLGİLİ ULUSLARARASI
DÜZENLEMELER
133
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yukarıda açıklandığı üzere, kadına karşı cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddet ile ilgili çok
sayıda uluslararası düzenleme bulunmaktadır. Bununla birlikte, uluslararası toplumda bu
konudaki duyarlılık giderek artmakta ve yeni düzenlemeler ve önlemler alma yolunda, çeşitli
girişimler gündemdeki yerini korumaktadır. Sırasıyla, bu düzenlemelerin önemli ve ilgili
kısımları üzerinde durulacaktır.
3.1.1. BİRLEŞMİŞ MİLLETER ŞARTI VE İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde* temel olarak “tüm insanların; ırk, renk, cinsiyet, dil,
din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi
diğer fark gözetilmeksizin bu Bildiri’de yer alan tüm hak ve özgürlüklerden eşit olarak
yararlanacakları” ifade edilmektedir. Bildiri, uluslararası hukuk yönünden bağlayıcılığa sahip
olmamasına karşın, ilk kez insan haklarını bir bütün halinde düzenlemesi ve devletlere siyasi ve
ahlaki yönden etki eder nitelikte olması bakımından, önem taşımaktadır. Bildiri’ye göre, insan
haklarının korunması bireyin korunması anlamına geldiğinden, kişilerin ve özellikle de hassas
gruplar içinde yer alan kadınların, söz konusu haklar yönünden korunması, anayasanın tümüne
ve ulusal düzenlemelere egemen bir yaklaşım olmak zorundadır.
Doğrudan cinsel şiddet ile ilgili bir hüküm içermemesine karşın, bu Bildiri kadınların;
cinsiyetleri nedeniyle yüzyıllar boyunca uğradıkları ayrımcılık ve şiddet ile haksızlıklara karşı,
kadın varlık ve olgusunu uluslararası platforma taşıyan bir belge olması açısından büyük önem
taşımaktadır. Bu niteliği icabı, cinsiyetler arası ayrımcılığı ve eşitsizliği ortadan kaldırmaya da
yönelik olması nedeniyle, bir devrim niteliğini taşımaktadır.
3.1.2. KADINLARA KARŞI HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ORTADAN
KALDIRILMASI HAKKINDA SÖZLEŞME
Kadınların ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda, gerek kamu gerekse yaşamın
her kesiminde temel hak ve özgürlüklerinden hiçbir kısıntıya tabi olmaksızın yararlanmaları, bu
hak ve özgürlüklerinin kullanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran cinsiyete dayalı her
türlü ayrımcılığın önlenmesi amacıyla, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme †” kabul edilmiştir. Söz konusu
Sözleşme, 01 Mart 1980 tarihinde imzaya açılmış ve 03 Eylül 1981 tarihinde de yürürlüğe
girmiştir. Bu Sözleşme, doğrudan doğruya kadın konusunda düzenlenmiş uluslararası düzeyde
bağlayıcı nitelikte ilk sözleşmedir.
Sözleşme’nin Başlangıç Bölümü’nde, öncelikle “kadınlara karşı ayrım” kavramının
anlamı belirtilmektedir. 1 inci maddesinde de, “Kadınların; medeni durumlarına bakılmaksızın
ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer
alanlardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan
yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı
olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama” kadınlara karşı ayrım olarak
kabul edilmektedir. Sözleşme’ye taraf olan devletler, kadınlara karşı her türlü ayrımı kınamayı
ve tüm yollardan yararlanılarak ve gecikmeksizin kadınlara karşı ayrımcılığı ortadan kaldırıcı
bir politikayı izlemeyi taahhüt etmektedirler.
3.1.3. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KADININ STATÜSÜ KOMİTESİ’NİN 19 NOLU
TAVSİYE KARARI
Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komitesi, 1992 yılındaki 11 nci oturumunda “19
Sayılı Kadınlara Karşı Şiddet İle İlgili Tavsiye Kararı” almıştır. Karar’da, kadınlara yönelik
şiddet; cinsiyete dayalı şiddet olarak, kadınların erkeklerle eşit temelde hak ve özgürlüklerden
yararlanma becerisini ciddi şekilde kısıtlayan bir ayrımcılık şekli olarak tanımlanmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi için bkz. Resmi Gazete, 27 Mayıs 1949, Sayı: 7217. Anılan Bildiri’nin, Resmi Gazete’de
yayımlanmasından sonra, okullarda ve eğitim kurumlarında okutulması ve yorumlanması ve Bildiri hakkında radyo ve gazetelerde
uygun neşriyatta bulunulması Bakanlar Kurulu’nun 6 Nisan 1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır.
†
Kadına Yönelik Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Devlet Bakanlığı, Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Kadının Statüsü
ve Sorunları Genel Müdürlüğü Eğitim Serisi, Yayın No: 75, Ankara, 1993, s. 7-25. Türkiye’nin, Sözleşme’ye katılımı 11 Haziran
1981 tarihli ve 3232 Sayılı Kanun ile uygun bulunmuş ve Bakanlar Kurulu’nun 24 Temmuz 1985 tarihli ve 85/9722 sayılı kararıyla
onaylanmıştır. Bkz. Resmi Gazete, 14 Ekim 1985, Sayı: 18898.
*
134
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Söz konusu Karar; bu konudaki tüm uluslararası düzenlemelere ve kararlara yollamada
bulunmakta, ayrımcılık tanımının kadına, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları etkileyen
cinsiyete dayalı şiddeti kapsadığı ve fiziksel, zihinsel ve cinsel zarar ve acı çektiren bu tür
eylemlerle tehdidi de içerdiği belirtilmektedir.
Karar’da ayrıca; kadına, erkeklere göre ikinci sınıf ya da kalıplaşmış role sahip olduğu
gözüyle bakan geleneksel düşünce tarzı, aile içi şiddet ve suiistimal, zoraki evlilik, kadın
sünneti gibi, zorlama ve şiddet içeren yaygın uygulamaların sürdüğü, bu tip önyargı ve
uygulamaların, kadınların koruma ve kontrolünün bir şekli olarak cinsiyete dayalı şiddeti haklı
gösterdiği ifade edilmektedir. İlave olarak, bu davranışların yanında, pornografinin yayılması ve
kadınların birey olmaktan çok, seks objeleri gibi görülmelerinin kadınların sömürüsüne neden
olduğu ve giderek cinsiyete dayalı şiddete katkıda bulunduğu, devletlerin kadın ticaretinin ve
kadınların sömürüsünün tüm şekillerini bastıracak önlemler almalarını gerektirdiği, savaşların,
silahlı çatışmaların; kadın ticareti, cinsel şiddet ve yaygın fahişeliğe yol açtığı, bazı ülkelerde
kültürel ve devam ettirilen geleneksel uygulamaların, çocuk ve kadın sağlığına zarar verdiği, bu
uygulamaların, erkek çocuğun tercih edilmesi, kadın sünneti, jenital sakatlık, hamile kadınlara
besin sınırlamalarını içerdiği, zorunlu sterilizasyon ve çocuk düşürmenin, kadının ruhsal ve
fiziksel sağlığını ters yönde etkilediği ve kadınların hangi sıklıkla ve kaç çocukları olacağına
karar verme hakkının çiğnendiği, aile içi şiddetin kadınlara yönelik şiddetin en gizli
şekillerinden biri olduğu vurgulanmaktadır.
3.1.4. KADINLARA KARŞI AYRIMCILIĞIN ORTADAN KALDIRILMASI
KOMİTESİ’NİN
KADINLARA
KARŞI
AYRIMCILIĞIN
ORTADAN
KALDIRILMASINA İLİŞKİN KARARLARI
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi hükümleri uyarınca
oluşturulan, “Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi” tarafından alınan
çok sayıda karara göre, taraf devletler;
-Toplumsal cinsiyet temelli şiddetin bütün biçimlerinin, gerek kamu gerek özel kişi
tarafından yapılmış fiillerin üstesinden gelmek için uygun ve etkin tedbirler almalıdır. Aile içi
şiddet ve taciz, tecavüz, cinsel saldırı ve diğer toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı yasaların
tüm kadınlara etkin koruma sağlamasını ve bütünlük ve onurlarına saygıyı sağlamalıdır.
Kurbanlar için uygun koruyucu ve destek hizmetleri sağlanmalıdır. Adli personel ve kanun
uygulayıcılara ve diğer kamu çalışanlarına yönelik toplumsal cinsiyet duyarlılığı eğitiminin
verilmesi Sözleşmenin etkin uygulanması için gereklidir.
-Şiddetin derecesi, nedenleri ve etkileri ve şiddeti önlemek ve uğraşmaya yönelik
tedbirlerin etkinliğiyle ilgili istatistik toplanması ve araştırmayı teşvik etmelidir. Medyanın
kadınlara saygı göstermesi ve saygıyı teşvik etmesi için etkin tedbirler alınmalıdır.
-Taraf devletler raporlarında kadınlara yönelik şiddeti kalıcılaştıran yaklaşım, gelenek ve
uygulamaların doğasını ve yaygınlığını ve ortaya çıkan şiddet biçimlerini tanımlamalıdır.
Raporda şiddeti yenmek için aldıkları tedbirler ve bu tedbirlerin etkisi de yer almalıdır. Bu
yaklaşım ve uygulamaları yenmek için etkin önlemler alınmalıdır.
-Kadın eşitliğini engelleyen önyargıların yok edilmesine yardımcı olacak eğitim ve kamu
bilgi programları hazırlamalıdır. Kadın ticareti ve cinsel sömürüyü yenmek için özel önleyici ve
cezai tedbirler gereklidir.
-Raporlarında tüm bu sorunları ve cezai tedbirler, fahişelik yapmış veya kadın ticaretine
ve diğer cinsel sömürü biçimlerine maruz kalmış kadınları korumak için alınan koruyucu ve
rehabilitasyon tedbirlerini de içeren tedbirleri açıklamalıdır. Etkin şikayet prosedürleri ve
giderimler-tazminat dâhil sağlanmalıdır;
-Raporlarında cinsel baskıyla ilgili bilgi ve kadınları cinsel baskı ve çalıştıkları yerde
diğer zor kullanma biçimlerinden korumak için alınan tedbirleri bildirmelidir.
-Aile içi şiddet, tecavüz, cinsel saldırı ve diğer toplumsal cinsiyete dayalı şiddet
biçimlerine maruz kalmış kurbanlar için sığınak, özel eğitimli sağlık çalışanları, rehabilitasyon
ve danışma gibi hizmetler oluşturmalı veya var olanları desteklemelidir.
-Bu tip uygulamaları yenmek için tedbirler almalı ve sağlık konularını rapor ederken
Komite’nin kadın sünnetiyle ilgili tavsiyesini (Tavsiye No. 14) dikkate almalıdır.
135
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
-Doğurganlık ve üremeyle ilgili zor kullanmayı önlemek için tedbirler alınmasını
sağlamalı ve kadınların doğurganlık kontrolüyle ilgili uygun hizmetlerin olmaması nedeniyle
yasadışı kürtaj gibi güvenli olmayan tıbbi uygulamalar arayışına girmeye zorlanmamasını
sağlamalıdır.
-Aile içi şiddet kurbanlarının güvenliği ve emniyetini sağlamak için sığınak, danışmanlık
ve rehabilitasyon programları gibi hizmetler; Aile içi şiddet suçluları için rehabilitasyon
programları; ensest veya cinsel tacizin meydana geldiği aileler için destek hizmetleri vermelidir.
-Aile içi şiddet, cinsel taciz ve önleyici, cezalandırıcı ve iyileştirici tedbirlerin kapsamını
rapor etmelidirler;
-Kadınların cinsel şiddete karşı etkin korunması için gerekli diğer önlemler arasında yasal
tüm önlemleri almalıdır.
-Aile içi tecavüz, cinsel saldırı, işyerindeki tacizleri içeren tüm şiddet biçimlerine karşı
kadınları korumaya yönelik sivil çözümler ve cezai yaptırımları içeren etkili tedbirler;
kadınların ve erkeklerin rolü ile ilgili tutumu değiştirecek eğitim programlarını ve halkı
bilgilendirmeyi içeren koruyucu tedbirler; barınma, danışma, rehabilitasyon ve şiddet tehlikesi
altındaki ya da şiddet kurbanı olan kadınlar için destek hizmetleri içeren koruyucu tedbirler
almalıdır.
-Cinsiyete dayalı şiddetin tüm biçimlerini rapor etmeli ve bu raporlar mağdur kadınlar
üzerinde bu şiddetin etkileri ve her şiddet biçiminin tekrarlanma oranı hakkında ulaşılabilecek
tüm bilgiyi içermelidir. Taraf devletlerin raporları kadınlara yönelik şiddetin üstesinden gelmek
üzere alınan koruyucu, önleyici yasal tedbirler ve bu tedbirlerin etkileri hakkında bilgi
içermelidir, şeklinde tavsiyelerde bulunmaktadır.
3.1.5. KADINLARA KARŞI ŞİDDETİN ORTADAN KALDIRILMASINA İLİŞKİN
DEKLARASYON
Kadınlara karşı şiddet ve özelikle cinsel şiddet, ayrımcılığın bir türü olup, konumuzu
oluşturmaktadır. Uluslararası yapılageliş kuralları, kadınlara karşı şiddeti yasaklamakla birlikte,
bu konuda yapılan ilk düzenleme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 20 Aralık 1993 tarihli
Kararı ile kabul edilen, Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Deklarasyon’dur*. Deklarasyon’un hukuki bağlayıcılığı olmamasına karşın, kadınlara karşı
şiddeti spesifik olarak ele alan ve uluslararası standartları tespit eden siyasi ve ahlaki yönden
devletler üzerinde etkisi olan bir belgedir.
Deklarasyon’un Önsözünde; “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “Uluslararası Kişisel ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi”, “Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”,
“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme” ile “İşkence ve
diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi”ne gönderme yapıldıktan sonra, kadınlara karşı şiddetin, kadınların temel hak ve
özgürlüklerinin ihlali olduğu teyit edilmekte ve bu tür şiddetin ortadan kaldırılmasını içeren
“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Hakkında Sözleşme”nin etkin bir
biçimde uygulanması gereği vurgulanmaktadır.
Deklarasyon’un 1 inci maddesinde, kadınlara karşı şiddet; “ister kamu yaşamında, ister
özel yaşamda olsun cinsiyete dayalı olarak, baskı veya kasten özgürlüğün sınırlandırılması gibi,
kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar veya acı veren bu şekilde sonuçlanabilecek
eylemler” şeklinde tanımlanmıştır. 2 nci maddesinde ise, cinsel şiddet oluşturan eylemler tek tek
sayılarak belirtilmiş, konunun daha geniş bir çerçevede yorumlanması gereği vurgulanmıştır.
Söz konusu madde;
a) Aile içinde meydana gelen veya evlilik içinde ırza geçme, kadın organlarını bozan
“Female Genital Mutilation-FMG veya kadına zarar veren geleneksel uygulamalar, dövme,
drahoma ile ilgili şiddet, kız çocuklarına aile içinde cinsel taciz ve genel olarak fiziksel, cinsel
psikolojik şiddet,
Söz konusu Deklarasyon, 23 Şubat 1994 Tarihli ve A/RES/48/104 karar Sayısı ile yayımlanmıştır. İngilizce metni için bkz.
“Declaration on the Elimination of Violence against Women” http://www.un.org/documents/ga/res/48/a48r104.htm. Ayrıca bkz.
UNCH, Sexual Violence aganist Refugees: Guidelines on Protection on Prevention and Response, Ceneva, 08 March 1995, s.
93-99.
*
136
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
b) Irza geçme, cinsel taciz ve suiistimal dâhil, çalışma hayatında, eğitim kurumlarında
veya herhangi bir yerde gözdağı verme ve psikolojik şiddet şeklinde toplum içinde meydana
gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet eylemleri ile kadın ticaret ve fuhşa zorlama eylemleri,
c) Herhangi bir yerde, Devlet tarafından fiziksel, cinsel veya psikolojik yönden şiddet
kullanılması veya kullanılmasına göz yumulması şeklinde düzenlenmiştir.
Deklarasyon’un 1 inci ve 2 nci maddelerinde yer alan tanım ve cinsel şiddetin kapsamına
getirilen bu yaklaşım, 04-15 Eylül 1995 tarihleri arasında Çin/Pekin’de düzenlenen Dördüncü
Dünya Kadınlar Konferansı’nda da aynen yer almış olup, Konferans sonunda yayımlanan 15
Eylül 1995 Tarihli “Kadınlara Yönelik Şiddet” başlıklı belgede de yer almıştır.
3.1.6. 1966 TARİHLİ ULUSLARARASI KİŞİSEL VE SİYASAL HAKLAR
SÖZLEŞMESİ
1966 Tarihli Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin konumuzla ilgili iki
önemli maddesi bulunmaktadır. Bu maddelerden Sözleşmenin iç hukukta uygulanması ve
ayrımcılık yasağı başlığını taşıyan 2 nci maddesi;
“1. Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan hakları ırk, renk, cinsiyet,
dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer bir
statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın, kendi toprakları üzerinde bulunan ve
egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı
göstermeyi taahhüt eder.
2. Sözleşmede tanınan hakları kendi mevzuatında veya uygulamasında henüz tanımamış
olup da bu Sözleşmeye Taraf Devletler, kendi anayasal usullerine ve bu Sözleşmenin
hükümlerine uygun olarak, Sözleşmede tanınan hakları uygulamaya geçirmek için gerekli olan
tedbirleri veya diğer önlemleri almayı taahhüt ederler.
3. Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet şu taahhütlerde bulunur:
a) Bu Sözleşmede tanınan hakları veya özgürlükleri ihlal edilenlere, ihlal fiili resmi
sıfatlarıyla hareket eden kişilerden başka kimseler tarafından işlense dahi, etkili bir hukuki yola
başvurma hakkı sağlamak;
b) Bu tür bir hukuki yola başvurmak isteyen kişinin hakkının yetkili yargısal, idari ve
yasama organları veya Devletin hukuk sisteminin öngördüğü başka bir yetkili makamı
tarafından karara başlanmasını sağlamak ve yargısal hukuki yollara başvurma imkanını
geliştirmek;
c) Bu gibi hukuki yolların tanınması halinde, yetkili makamlar tarafından bu hukuki
yolların işletilmesini sağlamak.” şeklinde düzenlenmiştir.
Söz konusu madde cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklamakta ve bu konuda devletlere
yargısal, idari ve yasama organları yönünden, gerekli düzenlemeleri yapma ve önlemleri alma
yükümlülüğünü vurgulamaktadır
Cinsiyet eşitliği başlıklı 3 üncü madde ise, cinsiyet eşitliğini düzenlenmekte ve “Bu
Sözleşmeye Taraf Devletler, bu Sözleşmede yer alan bütün kişisel ve siyasal hakların
kullanılmasında eşit haklar sağlamayı taahhüt eder.” denilmektedir. Ayrıca, 23/3 üncü maddede,
evlenecek eşlerin tam ve serbest iradeleri ile kurulmayan evliliğin geçerli sayılmayacağı ve 26
ncı maddede de, hukuk önünde eşitlik bağlamı kapsamında, cinsiyet de öngörülmektedir..
3.1.7. 1966 TARİHLİ ULUSLARARASI EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL
HAKLAR SÖZLEŞMESİ
1966 Tarihli Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde *
doğrudan doğruya kadına yönelik şiddet ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte, taraf
Devletlerin Sözleşme’de belirtilen hakların uygulanmasında “cinsiyet ayrımcılığı” yapmamaları
ifade edilmektedir.
Anılan Sözleşme’nin Giriş bölümünde, taraf Devletlerin, Birleşmiş Milletler Şartı’nda
ilan edilmiş ilkelere uygun olarak, insanlık ailesinin tüm mensuplarının doğuştan sahip oldukları
Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde New York’ta imzalanan, 4/6/2003 tarihli ve 4867 sayılı Kanunla
onaylanması uygun bulunan ekli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ilişik beyanlar ve çekince
ile onaylanması, Dışişleri Bakanlığı'nın 25/6/2003 tarihli ve AKGY/256127 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı
Kanun’un 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 10/7/2003 tarihinde kararlaştırılmıştır.
*
137
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
onurun eşit ve devredilmez haklarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli
olduğu belirtildikten sonra, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca, Devletlerin insan hak ve
özgürlüklerine tüm dünyada saygı gösterilmesini ve bunların uygulanmasını teşvik etmek
yükümlülüğünü göz önüne alarak; bireylere ve bağlı olduğu topluluğa karşı görevleri olan
bireyin, bu Sözleşme’de tanınan haklara saygı gösterilmesi ve bunların uygulanması için çaba
gösterme sorumluluğu altında bulunduğu konusunda anlaştıkları vurgulanmaktadır.
Sözleşme’nin, 2/2 nci maddesinde, Sözleşme’ye taraf Devletlerin, Sözleşme’de belirtilen
hakların ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken,
mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeksizin
uygulanmasını taahhüt ettikleri ve tanınan hakların tam olarak kullanılmasını aşamalı olarak
sağlamak amacıyla tedbirler almayı taahhüt ettikleri belirtilmektedir.
3.1.8. ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Her ne kadar yapılan düzenlemelerde “kadın” kavramı yer almakta ise de, bu kavramın
örneğin, “Avrupa Konseyi Kadına Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun
Önlenmesi Sözleşmesi”nin 3-/f maddesinde yer verildiği üzere, “kadın” ibaresinin onsekiz yaş
altı kız çocuklarını da kapsadığı belirtilmesi nedeniyle, cinsiyeti kız olan çocuklar da, bu gruba
girmektedirler. Özellikle, kız çocuklarının küçük yaşlarda cinsel ilişkiye zorlanmaları olasılığı
çok yüksektir. Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmalarına göre, onsekiz yaşından küçük
yüzellimilyon kız çocuğunun cinsel ilişki veya fiziksel ve cinsel şiddetin diğer biçimlerini
yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Ayrıca, birmilyonsekizyüzbin çocuk da, ticari seks sektörü
içinde yer almaktadır. Doğaldır ki, bu rakamlar kayıtlara geçmiş olanlardır. Oysa, siyah
rakamlar diye adlandırılan kayıtlara geçmeyen, gizli kalan ve açıklanmayan çok sayıda olaylar
mevcuttur.
1990 yılında, Dünya Çocuklar Zirvesi’nde imzalanan, 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe
giren ve Türkiye tarafından 1994 yılında kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre; ulusal
yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan, çocuk
sayılmaktadır. Sözleşme, çocuğun hayatının hemen her yönünü kapsasa da, öylesine hayati üç
hak ve kural vardır ki, bunlar Sözleşme’nin temeli olarak düşünülebilir. Bunlar; yüksek yarar ile
ayrım gözetmeme kuralı ile katılım hakkı’dır. Bu haklar çok önemli olduğundan, haklar üçgeni
denilmektedir.
Söz konusu Sözleşme’de cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, bir insan hakkı
ihlali olduğu kabul edilmektedir. Sözleşme’de yer alan ifadelere göre;
-Bu şiddet türü, toplumsal cinsiyet açısından bireyin onurunu hiçe sayan ve insani
gelişmeyi felce uğratan kalıplaştırıcı bir özelliğe sahiptir.
-Cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet türünün mağdurlarının büyük bir
çoğunluğunu kadın ve kız çocukları oluşturmaktadırlar.
-Özellikle, ensest-aile içi cinsel ilişki ve çocuk pornografisi çok yüksek seviyede varlığını
sürdürmeye devam etmektedir.
Çocuk hakları hukuku ve uygulamasında, başta kız çocukları olmak üzere, tüm çocuklara
karşı gerçekleştirilen cinsel istismar-şiddet, hassas gruplar içinde yer alan çocukların cinsel
yönden kullanılması, cinsel dokunulmazlıklarına saldırı ve cinsellikle ilgili olumsuz eylem ve
uygulamalar, terminolojik olarak Türkçe literatürde; cinsel istismar ve cinsel suiistimal şeklinde
ifade edilmektedir*.
Kişilik haklarından vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı hakkının bir şekli olan cinsel
sömürüye maruz kalmama hakkı†; Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34 üncü maddesinin, taraf
Bu konuda ayrıntılı bilgi ve uygulamalar için bkz. Odman M. Tevfik, Kadın Mülteciler, AÜ. SBF. İnsan Hakları Merkezi Yayınları
No: 19, Ankara, 1996.
†
Çocuğun Cinsel Sömürüye Maruz Kalmama Hakkı ile ilgili hükümler: 1. Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocuk Satışı, Çocuk
Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi İle İlgili İhtiyari Protokol. 2. Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme. 3.
Türk Ceza Kanunu Göçmen Kaçakçılığı madde 79. İnsan Ticareti, madde 80. Organ veya doku nakli, madde 91. Kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma, madde 109.. Fuhuş, madde 227. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması madde 234. 4. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu
madde 11, 12. 5. İlaç Araştırmaları Hakkında Yönetmelik madde 8. Klinik araştırmalar; 6. Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube
Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği madde 14. Suç önleme büro/kısım amirliği. Bkz. B.M. Çocuk
Haklarına Dair Sözleşmesi, İlgili Sözleşmeler, Yasalar, Tüzükler ve Yönetmelikler, s. 247-255.
*
138
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
devletlerin çocuğu her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suiistimale karşı koruma güvencesi
vermelerini öngörmek suretiyle, bu hakkın devletler tarafından tanınmasını ve evrensel niteliğe
dönüşmesini sağlamıştır. Bu bağlamda, Sözleşme çocuğun yasadışı bir cinsel faaliyete girişmek
üzere, kandırılmasını veya zorlanmasını; çocukların fuhuş veya diğer yasadışı cinsel faaliyette
bulundurularak veya pornografik nitelikli gösterilerde ve malzeme kullanılarak sömürülmesini
önlemek amacıyla, ulusal düzeyde ve ikili veya çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü önlemleri
almalarını hükme bağlamaktadır.
Dördüncü Dünya Konferansı Eylem Programı’nda, çocuklara karşı cinsel istismar
konusunda durulmakta, cinsel şiddet ve cinsel ilişki yoluyla geçen HIV/AİDS * dâhil olmak
üzere, bu gibi hastalıkların çocuğun maddi ve manevi varlığı üzerinde yıkıcı etkileri olduğu ve
kız çocuklarının korunma olmadan genç yaşta girdikleri cinsel ilişki nedeniyle, erkeklere
kıyasen daha fazla zarar gördükleri belirtilmekte ve geleneksel uygulamalar nedeniyle, ortaya
çıkan sosyal baskılar, koruyucu yasaların olmayışı veya uygulanmaması gibi faktörler
yüzünden, kız çocuklarının cinsel sömürü ve istismara, kaçırılmaya ve her türlü cinsel şiddete
maruz kaldıkları vurgulanmaktadır.
Refakatsiz ve ayrılmış çocukların kaçırılmadan, cinsel ve diğer sömürü biçimlerinden ve
şiddetten korunmaları açısından, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34 ila 36 ncı maddeleri ile 20
nci maddesinde yer verilen özel koruma ve yardım yükümlülükleri ile birlikte
değerlendirilmelidir. Refakatsiz veya ayrılmış çocukları bekleyen birçok tehlikeden biri de,
zaten kaçırılmış olan çocuğun, yeniden kaçırılmasıdır. Ailelerinden ayrılmış çocuklar, sömürü
ve istismara özellikle açık durumdadırlar. Bu arada, başta cinsel sömürü amaçlarına yönelik
olmak üzere, kız çocuklarının kaçakçılık kurbanı olma riskleri de yüksektir.
Çocuk kaçakçılığı, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesine göre, çocukların
yaşam, yaşama ve gelişme haklarının yaşama geçirilmesine yönelik bir tehdittir. Sözleşme’nin
35 inci maddesi uyarınca, Devletler bu tür kaçakçılık olaylarını önleyecek gerekli önlemleri
almak durumundadırlar. Gerekli önlemler, refakatsiz ve ayrılmış çocukların belirlenmesi; bu
çocukların nerede olduklarının düzenli olarak incelenmesi ve çocuğun anlayabileceği bir dil ve
araçla yaşa uygun ve cinsiyete duyarlı enformasyon kampanyaları yürütülmesidir. Zira,
kaçırılma kurbanı olmuş, bu nedenle de, ailelerinden ayrılmış veya terkedilmiş konuma düşmüş
çocuğun karşılaştığı riskler de büyüktür.
HIV/AIDS salgını çocukların dünyasında köklü değişikliklere yol açmıştır. HIV ailelere ve toplumlara yayılırken milyonlarca çocuk
enfeksiyon kapmış ve ölmüş, çok sayıda çocuk da bu durumdan ağır biçimde etkilenmiştir. Salgın, küçük çocukların gündelik
yaşamlarını etkilemekte, özellikle güç durumdaki çocuklar üzerinde ağır etkilere yol açmaktadır. HIV/AIDS yalnızca belirli ülkelerin
değil tüm dünyanın sorunudur. Bu hastalığın çocuklar üzerindeki etkilerinin denetim altına alınması, hangi kalkınmışlık düzeyinde
olurlarsa olsunlar bütün ülkelerin kararlı ve hedefleri iyi belirlenmiş çabalarını gerektirmektedir. Başlangıçta çocukların salgından pek
az etkilendikleri düşünülmekteydi. Oysa uluslararası topluluk ne yazık ki, çocukların sorunun tam da merkezinde yer aldıklarını
görmüştür. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı’na göre (UNAIDS), son dönemdeki eğilimler gerçekten, alarm vericidir:
Dünyanın birçok bölgesinde yeni enfeksiyon vakalarının çoğunluğu 15-24 yaş grubundakilerde, hatta daha küçüklerde görülmektedir.
Gene dünyanın birçok bölgesinde enfeksiyonlu kadınların büyük bir çoğunluğu bunun farkında olmayıp, çoğu bilmeden virüsü
çocuklarına da bulaştırmaktadır. Genç kızlar dahil olmak üzere kadınlar arasındaki enfeksiyon vakaları da artmaktadır. Bunun
sonucunda birçok Devlette son dönemde bebek ve çocuk ölüm hızlarında artış görülmüştür. Ergenlerin HIV/AIDS’e açık olmalarının
nedeni, ilk cinsel deneyimlerinin uygun bilgi ve yönlendirmeden yararlanamadıkları ortamlarda gerçekleşmesi olabilir. Bu arada,
uyuşturucu kullanan çocuklar da yüksek riske maruzdurlar. Aslında yaşamlarının belirli koşullarında bütün çocuklar bu hastalıktan
zarar görebilirler. Özellikle dikkat edilmesi gerekenler (a) HIV enfeksiyonlu çocuklar; (b) ana/babasını veya öğretmenini kaybettiği
veya aileleri ve toplulukları salgının etkisini derinden hissettiği için bu durumlardan etkilenen çocuklar ve (c) enfeksiyona veya
etkilenmeye en açık durumdaki çocuklardır. Çocuk Hakları Komitesi 17. Oturumunda (1998) HIV/AIDS ve çocuk hakları konusunda
bir günlük genel bir görüşme açmış, bu Genel Tartışma Günleri sonucunda taraf Devletlerin HIV/AIDS’le ilgili olarak çocuk hakları
bağlamındaki girişimleri de dâhil olmak üzere birtakım tavsiye kararları alınmıştır. HIV/AIDS bağlamında insan hakları konusu İnsan
Hakları Anlaşmaları Kurullarına Başkanlık Eden Kişilerin 1997 yılında yaptıkları 8. toplantıda da tartışılmış, ayrıca aynı konu
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi ile Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi tarafından da ele alınmıştır.
HIV/AIDS konusu İnsan Hakları Komisyonu tarafından yaklaşık on yıldır tartışılmaktadır. UNAIDS ve Birleşmiş Milletler Çocuk
Fonu (UNICEF), çocukların HIV/AIDS bağlantılı haklarını bütün çalışmalarında gündeme getirmiş, Dünya AIDS Kampanyası 1997
yılında “HIV/AIDS’li Bir Dünyada Yaşayan Çocuklar”, 1998 yılında da “Değişim Gücü: Gençlerle Dünya AIDS Kampanyası”
temalarına odaklanmıştır. UNAIDS ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, HIV/AIDS bağlamında insan haklarının
korunması ve kollanması amacıyla Uluslararası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Kılavuzlarını (1998) ve bunun gözden geçirilmiş
versiyonunu 6 (2002) yayınlamıştır. Uluslararası siyasal gelişmeler düzeyinde ise, HIV/AIDS ile ilgili haklar, Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu’nun özel çocuk oturumunda olduğu kadar diğer bölgesel ve uluslararası belgelerde benimsenen HIV/AIDS
Konusundaki
Taahhütler
Bildirgesi’nde
tanınmıştır.
Söz
konusu
bilgiler
için
bkz.
hhtp://www.icc.org.tr/documents/CRC%20GCs.pdf
*
139
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 35 inci maddesi üye Devletlere, tarlalarda, tehlikeli
makinelerde, madenlerde, cinsel istismar konusu olarak striptiz kulüplerinde, masaj salonlarında
çalışmak, silahlı kuvvetlerde veya örgütlerde kullanılmak, erken yaşlarda yaşlı erkekler ile
evlendirilmek, çocuksuz ailelere bebek olarak satılmak, deve jokeyi olarak hizmet vermek,
dilencilik yaptırmak ve organ satımına konu olmak üzere, her ne şekilde olur ise olsun
çocukların kaçırılmaları, satılmaları veya fuhşa konu olmalarını önlemek için ulusal düzeyde,
ikili veya çok taraflı ilişkilerde her türlü önlemi almaları yükümlülüğünü vermektedir*. Bu
hüküm, yaş, cinsiyet, bölge, kırsal/kentsel alan, ulusal, sosyal ve etnik köken de dâhil olmak
üzere, onsekiz yaşın altında her nerede, hangi alanda, hangi koşulda bulunursa bulunsun, tüm
çocukların cinsel sömürüden ve fuhşa konu olmalarından korunmalarını amaçlamaktadır.
Dolayısıyla, çocuk satışı ve kaçakçılığı, fuhuş, pornografi veya doğrudan doğruya cinsel
eylemin konusu olan ve bu gibi durumlardan, gerek maddi gerekse manevi kişiliği yönünden
büyük zararlara uğrayan çocuklar; mağdur olarak görülerek, kabul edilen tüm önlemler bu
konumdaki çocuğun, insan olarak onuruna saygılı hale getirilmek, aile ve toplumda çocuğa
gerekli destek sağlanarak Devlet koruma ve himayesi sağlanmak zorundadır.
Uluslararası Hukukta bu tür ticaretin ilk kez tanımı, Birleşmiş Milletler Başta Kadınlar ve
Çocuklar Olmak Üzere İnsan Ticaretinin Önlenmesi, Ortadan Kaldırılması ve Cezalandırılması
ile İlgili Protokol-Palermo Protokolü’nün†-United Nations Protocol to Prevent, Suppress and
Punish Trafficking in Persons, Especially Women and Children 3 ncü maddesinde yapılmıştır.
Söz konusu Maddeye göre, “İnsan Ticareti; kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile
veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma işinin
çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını
kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkara sağlama yoluyla kişilerin istismar
amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya alınması
anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya
cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret
benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içermektedir.” Görüldüğü üzere,
özellikle kadın ve çocuk ticareti ile ilgili istismar konuları arasında, fuhuş istismarı ve seksüel
istismarın diğer şekillerine de yer verilmiş ve böylece, çocukların fuhşa konu olmaları önlenmek
istenilmiştir‡.
Dünya’nın birçok yerinde, giderek karlı bir iş halini alan çocuk fuhşu ve pornografisi,
İnsan Hakları Komisyonu tarafından yakından izlenmekte olup, 1992 Tarihli Eylem Planı’nda§,
çocuk fuhşu ve pornografisine karşı, kamu duyarlılığı, sosyal destek ve eğitim konularında
tavsiyelerde bulunulmuştur. Bu tavsiyeler arasında özellikle, alınan önlemlerle ilgili hükümet
dışı kuruluşlarla birlikte yaşama geçirmek üzere, hükümetler arası özel görev birimlerinin
oluşturulması bulunmaktadır.
Kız çocuklarını fuhşa iten en önemli nedenin, yoksulluk olduğu kabul edilmektedir. Bu
bakımdan, bu konuda önlem olarak da gelir getirici etkinlikler üzerinde durulması gerektiği
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Örneğin, çocukların terk edilmesinin önlenmesi ve tek başına
yaşayan çocuklu yoksul anneleri, bu tür işlere karşı korumak amacıyla, yeterli mali ve sosyal
önlemlerin alınması gerekmektedir. Bunun da en doğal yanı, Devletlerin bu konularda yasal
düzenlemeler yapmasıdır.
Fuhşa zorlanan çocukların büyük bir kısmını, özellikle kimsesiz çocuklar oluşturmaktadır.
Bu çocukların, kandırılmaları, kaçırılmaları ve satılmaları, bunun sonucu cinsel sömürüye ve
fuhşa
maruz
bırakılmaları, diğer
çocuk gruplarına
göre,
daha
kolaylıkla
gerçekleştirilebilmektedir. 1996 Yılında Stockholm’de yapılan Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel
Sömürüsüyle İlgili Birinci Dünya Konferansı’nda, seks turizmi önemli gündemi oluşturmuş ve
Çocukların kaçırılmaları ve buna karşı savaş ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Combating Child Trafficking, Handbook for
Parliamentarians, No: 9, Interparliamentary Union, UNICEF, France, 2005 Mart.
†
Protokol metni için bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 787-794.
‡
Bkz. Combating Child Trafficking, Handbook for Parliamentarians, Combating Child Trafficking, Handbook for
Parliamentarians, s. 11.
§
Bkz. İnsan Hakları Komisyonu, 1992/74, parag. 35-36. Bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 533.
*
140
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çocuğu cinsel amaçlarla sömüren bir kişinin, kaynak ülkede veya varış ülkesinde
kovuşturulmasını sağlamak üzere, ülke dışına çıkartma ve diğer düzenlemelerin
gerçekleştirilmesi; varış ülkelerindeki çocuklara yönelik cinsellikle ilgili suçları işleyen kişilere
karşı uygulanacak cezaların zoralım, malların ve elde edilen yararların haczedilmesi dâhil
artırılması ve uygulanması istenilmiştir*.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, çocuk satışı, çocuk fahişeliği ve çocuk pornografisi
amacıyla yapılan, kayda değer ve giderek artan uluslararası çocuk ticaretinden endişe
duyduğunu belirterek ve kız çocukları başta olmak üzere tüm çocukların, cinsel istismara maruz
kalma hususunda risk altında bulunduklarını ve kız çocuklarının cinsel açıdan istismar edilenler
arasında orantısız ölçüde olduklarını kabul ederek, 25 Mayıs 2000 Tarihli ve 54/263 Sayılı
Kararıyla, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Pornografisi İle
İlgili İhtiyari Protokol’ü-Optional Protocol the Convention on the Rights of the Child on the of
Sale of Children, Child Prostitution and Child Pornografy kabul etmiştir†.
Söz konusu Protokol’ün 1 inci maddesine göre, taraf Devletler, çocuk satışını, çocuk
fahişeliğini ve çocuk pornografisini yasaklama yükümlülüğü altındadırlar. Protokol’ün 2 nci
maddesine göre, çocuk fahişeliği, bir çocuğun ücret veya başka herhangi bir şey karşılığında
cinsel faaliyetlerde kullanılması ve çocuk pornografisi ise, çocuğun gerçekte veya taklit
suretiyle bariz cinsel faaliyetlerde bulunur şekilde herhangi bir yolla teşhir edilmesi veya
çocuğun cinsel uzuvlarının, ağırlıklı olarak cinsel amaç güden bir şekilde gösterilmesi, şeklinde
tanımlanmaktadır. Protokol’ün 3 üncü Maddesiyle, taraf Devletlerin bu fiillerle ilgili suçların,
ülke içinde veya dışında bireysel veya örgütlü bir biçimde işlenmiş olup olmamalarına
bakılmaksızın, kendi suç veya ceza yasalarının tam anlamıyla kapsamı içine alındığını, garanti
etmeleri istenilmektedir. Protokol’ün diğer maddelerinde de, taraf Devletlerin “çocuk satışı,
çocuk fahişeliği, çocuk pornografisi ve çocuk seks turizmi içeren faaliyetlerden sorumlu
olanların önlenmesine, meydana çıkarılmasına, soruşturma, kovuşturma ve cezalandırılmasına
yönelik uluslararası işbirliğini geliştirmek için gerekli tüm adımları atmaları; çocuk mağdurlara
fiziksel ve psikolojik yönden iyileşmeleri, sosyal açıdan topluma kazandırılmaları ve vatanlarına
geri dönmeleri için uluslararası işbirliğini geliştirmeleri; yapabildikleri takdirde mevcut çok
taraflı, bölgesel ve ikili veya diğer programlar yoluyla mali, teknik veya diğer yardımları
sağlamaları gerektiği” vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, taraf Devletlerin Protokol’ün yürürlüğe
giriş tarihinden itibaren iki yıl içinde, Çocuk Hakları Komitesi’ne kapsamlı bir rapor sunmaları
ve raporun verilmesinden sonra da, ilave bilgileri aktarmaları, bunun dışında da her beş yılda bir
rapor sunmaları belirtilmektedir‡. Bu çerçevede, Çocuk Hakları Komitesi’nin 1 Şubat 2002
Tarihinde yaptığı 777 nci Toplantısında, 29 ncu Oturumunda, Taraf Devletlerce Çocuk Satışı,
Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi İle İlgili İhtiyari Protokole İlişkin Sunulması İstenilen
İlk Raporlar İle İlgili Kılavuz’u kabul etmiştir§.
Sözleşme’nin 34 üncü maddesi ile çocukların cinsel istismardan ve pornografiden
korunması için taraf devletlere, her türlü önlemi alma yükümlülüğü getirilmiş bulunulmaktadır.
Anılan maddede konu ile ilgili olarak, “Taraf Devletler, çocuğu her türlü cinsel sömürüye ve
cinsel suistimale karşı koruma güvencesi verirler. Bu amaçla Taraf Devletler özellikle: a)
Çocuğun yasadışı bir cinsel faaliyete girişmek üzere kandırılması veya zorlanmasını; b)
Çocukların, fuhuş, ya da diğer yasadışı cinsel faaliyette bulundurularak sömürülmesini; c)
Çocukların, pornografik nitelikli gösterilerde ve malzemede kullanılarak sömürülmesini;
önlemek amacıyla ulusal düzeyde ve ikili ile çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü önlemi
alırlar.” hükmü yer almaktadır. Ayrıca, 35 inci maddeye göre, taraf Devletlere, her ne nedenle
ve hangi biçimde olursa olsun, çocukların kaçırılmaları, satılmaları veya fuhşa konu olmalarını
önlemek için ulusal düzeyde ve ikili ve çok yanlı ilişkilerde gereken her türlü önlemleri almaları
yükümlülüğü yüklenilmiştir.
Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel Sömürüsüyle İlgili Birinci Dünya Konferansı Bildirgesi ve Eylem Gündemi, 1996,
A/51/385/, parag. 4 (d). Bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 532-533.
†
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 682-686.
‡
Söz konusu Protokol için bkz. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Elkitabı, s. 682-686.
§
Kılavuz için bkz. y.a.g.e., s. 711-713.
*
141
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çocuk Hakları Sözleşmesi, sadece çocukların korunmasını ve suçluların
cezalandırılmasını amaçlamamakta ayrıca, 39 uncu maddesi ile de taraf Devletlerin, her türlü
ihmal, sömürü ya da suistimal, işkence ya da her türlü zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı
muamele ya da ceza uygulaması ya da silahlı çatışma mağduru olan bir çocuğun, bedensel ve
ruhsal bakımdan sağlığına yeniden kavuşması ve yeniden toplumla bütünleşebilmesini temin
için uygun olan tüm önlemleri almalarını ve bu tür sağlığa kavuşturma ve toplumla
bütünleştirmenin, çocuğun sağlığını, özgüvenini ve saygınlığını geliştirici bir ortamda
gerçekleştirilmesi gerektiğini hüküm altına almaktadır.
3.1.9. ÇOCUKLARIN TİCARİ AMAÇLI CİNSEL SÖMÜRÜYE KARŞI DÜNYA
KONGRESİ STOCKHOLM BİLDİRİSİ
1996 Tarihli “Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel Sömürüye Karşı Dünya Kongresi
Stockholm Bildirisi”nde;
-Tüm devletlere, ulusal ve uluslararası kuruluşlar ile sivil toplum örgütlerine; çocukların
ticari amaçlı cinsel sömürüsüne karşı mücadeleye öncelik tanımaları ve gerekli kaynakları
ayırmaları ifade edilmiş,
-Gerek ticari amaçlı gerekse diğer cinsel sömürü biçimlerinin suç sayılması kabul edilmiş
ve bu tür suçları işleyenlerin cezalandırılmaları istenilmiş,
-Ayrıca, sömürüden korunma için yasaların, politikaların ve programların geliştirilmesi ve
uygulamadan sorumlu olanlar arasında, iletişim ve işbirliğinin güçlendirilmesi, bu sömürünün
mağduru olan çocukların korunması ve iyileştirilmesi, toplumla yeniden bütünleşmelerinin
sağlanması için toplumsal cinsiyete duyarlı ve kapsamlı plan ve programların geliştirilmesi
yönünde, girişimlerde bulunmaları amacıyla çağrıda bulunulmuştur.
Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 25 Mayıs 2000 Tarihli ve 54/263
Sayılı Kararı ile Çocuk Hakları Sözleşmesi, Çocukların Satılması, Çocuk Fuhşu ve Pornografisi
Konusundaki İsteğe Bağlı Protokol de* kabul edilmiştir.
Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül Ulusal
Stratejilere Dair Politika Rehberi’nde†; 2005 yılında düzenlenen Varşova Devlet ve Hükümet
Başkanları Zirvesi, Avrupa Konseyi’nden: çocuk haklarının etkin bir şekilde
yaygınlaştırılmasını ve Çocuk Haklarına İlişkin BM Sözleşmesi’nin getirdiği yükümlülüklere
tam olarak uyulmasını; tüm Avrupa Konseyi politikalarında, çocuk haklarının ana unsur haline
getirilmesini ve çocuklarla ilgili tüm Avrupa Konseyi faaliyetlerinin koordine edilmesini ve;
özellikle de, çocukların cinsel istismarına karşı özel tedbirlerin ve üç yıllık bir eylem planının
yürürlüğe konulmasıyla çocuklara yönelik her türlü şiddetin tamamen ortadan kaldırılmasını
istemiştir.
2006 yılında, “Çocuklar İçin ve Çocuklarla Birlikte Bir Avrupa Kurma” projesinin
başlatılması bu görevlendirmeye bir cevap niteliğinde olup, Avrupa Konseyi’nin Stokholm’de
kabul ettiği 2009-2011 Stratejisi’nde proje daha da ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Programın
ana amacı, karar mercilerine ve paydaşlara, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ışığında, BM
Çocuk Hakları Komitesi’nin ve BM Genel Sekreteri’nin Çocuklara Yönelik Şiddet Konulu
Araştırması’nın önerileri doğrultusunda, çocuk haklarını yaygınlaştırmakta ve çocuklara karşı
her türlü şiddeti tamamen ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı ulusal stratejiler ve politikalar
oluşturup uygulamakta yardımcı olmaktır. Avrupa Konseyi, konuyla ilgili Avrupa çapında
öneriler oluşturmak üzere, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerde ulusal politikaların, mevzuatın ve
uygulamaların şiddet sorununu nasıl ele aldığını incelemeye başlamıştır. Oluşturulan metodoloji
çocuklara karşı uygulanan şiddetin çapının ve mahiyetinin, bu durumu önlemek üzere
uygulamaya konan yasal ve kurumsal çerçevelerin, politika oluşturmada son zamanlarda ortaya
çıkan eğilimlerin, şiddeti ulusal ve yerel düzeyde önleme stratejilerinin ve uygulamalarının
derinlemesine bir analizini içermektedir. İlk ulusal politika incelemelerine dört ülke: İtalya,
Norveç, Portekiz ve Romanya gönüllü olarak katılmak istediğini belirtmiştir.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı, s. 682-686.
“Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül Ulusal Stratejilere Dair Politika Rehberi”,
http://www.coe.int/t/dg3/children/news/guidelines/ViolenceGuidelines_tu.pdf
*
†
142
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Her bir pilot ülkede gerçekleştirilen geniş ve müteaddit istişareler sonucunda, şiddete
karşı bir strateji modeline ilişkin öneriler ve bunlara dahil edilmek üzere ulusal, bölgesel ve
yerel iyi uygulama örnekleri içeren dört ulusal rapor hazırlanmıştır. Söz konusu raporların
sonuçlarına ve BM Genel Sekreteri’nin Çocuklara Yönelik Şiddet Konulu Araştırması’na
istinaden ve daha da genel anlamda, Avrupa Konseyi’nin çocuk haklarına ilişkin çalışmaları
hatırda tutularak, Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül
Ulusal Stratejilere Dair Politika Rehberi’nde, çocuklara yönelik her türlü şiddet eylemine
mukabelede bulunacak ve bunları önleyecek, birden çok bilimsel disiplini içeren, sistematik bir
ulusal çerçeve önerilmektedir. Söz konusu rehberin aynı zamanda, çocukların toplumun
genelinde değişimin ve çocukluk olgusunun aktörleri şeklinde algılanmaları yönünde, çok
ihtiyaç duyulan kültürel bir değişimin de tetikleyicisi olması beklenmektedir.
3.1.10. OLAĞANÜSTÜ HAL VE SİLAHLI ÇATIŞMALARDA KADINLARIN VE
ÇOCUKLARIN KORUNMASI İLE İLGİLİ BİLDİRİ
14 Aralık 1974 Tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Ekonomik ve Sosyal
Konseyin 16 Mayıs 1974 tarihli ve 1861 (LVI) sayılı kararında yer alan tavsiyeyi dikkate alarak,
barış, self-determinasyon, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için mücadele edildiği olağanüstü
durumda ve silahlı çatışma dönemlerinde insanlık dışı eylemlerin çok sıkça mağduru olan ve
sonuçta çok ağır zararlara uğrayan sivil nüfustan kadınların ve çocukların çektikleri acılardan
derin kaygı duyduğunu ifade ederek Olağanüstü Hal ve Silahlı Çatışmalarda Kadınların ve
Çocukların Korunması İle İlgili Bildiri’yi* kabul etmiştir. Özellikle bu durumlarda, kadınların
ve çocukların korunması ile ilişkili olarak uluslararası 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ile
birlikte, silahlı çatışma hallerinde kadınların ve çocukların korunmalarını önemli derecede
güvence altına alan insan haklarına saygı ile ilgili diğer uluslararası hukuk belgelerindeki
yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmeleri, silahlı çatışma hallerinde insan haklarına saygı
gösterilmesi ve özellikle kadınların ve çocukların bir bölümünü oluşturduğu sivil halka karşı
zulüm, işkence, cezalandırma, onur kırıcı muamele ve şiddet gibi muamelelerin yapılmasının
yasaklanmasını sağlamak için gerekli her türlü tedbirlerin alınması istenilmektedir.
04-15 Eylül 1995 Tarihinde Pekin’de yapılan Dördüncü Dünya Kadınlar Konferansı’nda,
yayımlanan A/CONF. 177/L. 5/Add. Simgeli belgenin 13 ve 14 üncü paragraflarında; silahlı
çatışmaların, işgal, terör ve aşırı şiddet olaylarının arttığına dikkat çekilmiş ve bu durumlarda,
cinsiyet, işkence, sistematik ırza geçme, etnik temizlik nedeniyle, gebeliğe zorlama, düşük
yapmaya zorlama şeklinde kadın haklarının çok ciddi biçimde ihlal edildiği açıklanmıştır.
Ayrıca, A/CONF. 177/L. 5/Add. 7 simgeli belgenin 115 nci paragrafında, silahlı çatışma
durumlarında; cinayet, sistematik ırza geçme, cinsel esaret, gebeliğe zorlama, zorla
kısırlaştırma, zorla düşük yaptırma, zorla ve baskı ile doğum kontrolü uygulama ve anne
rahminde cinsiyeti kız olduğu belirlenen fetüsün öldürülmesi “female feoticide” ve yeni doğan
kız çocuğunun öldürülmesi “female infanticide”, kadına karşı cinsel şiddetin diğer şekilleri
olarak belirtilmiştir.
Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 19 Nisan 2008 tarihli oturumunda
aldığı karar ile sözleşme ve bildirilere yollamada bulunarak, savaş ve silahlı çatışma
durumlarında, kadınlara karşı her türlü şiddete son verilmesini istemiştir.
3.1.11. EVLİLİKTE RIZA, ASGARİ EVLİLİK YAŞI VE EVLİLİĞİN TESCİLİ
HAKKINDA SÖZLEŞME
Evliliğe Rıza Gösterilmesi, Asgari Evlenme Yaşı ve Evliliğin Tesciline Dair Sözleşme †,
özellikle ülkemiz ve benzeri ülkelerde olduğu gibi, evlenme yaşının altında olan kız
çocuklarının rızaları dışında, gayri resimde biçimde küçük yaşta aileleri tarafından kimi yararlar
karşılığı, yaşlı erkeklerle fiili şekilde birlikteliklerinin oluşturulmasını yasaklaması bakımından
önem taşımaktadır. Bu bağlamda, evlilik çağına varan her erkek ve kadının, ırk, uyrukluk veya
“Decleration on the Protection of Women and Children in Emergency and Armed Conflict”, G.A. res. 3318 (XXIX), 29 U.N.
GAOR Supp. (No. 31) at 146, U.N. Doc. A/9631 (1974).
†
Evliliğe Rıza Gösterilmesi, Asgari Evlenme Yaşı ve Evliliğin Tesciline Dair Sözleşme’nin-Convention on Consent to Marriage,
Minimum
Age
for
Marriage
and
Registration
of
Marriages,
orijinal
metni
için
bkz.
http://www2.ohchr.org/english/law/convention.htm
*
143
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
din bakımlarından hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkını haiz
olduğu ve evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit haklara sahip
oldukları vurgulanmaktadır. Tüm Devletlerin, diğerlerinin yanı sıra, eş seçimi konusunda tam
özgürlük sağlayarak, çocuk evliliklerini ve genç kızların ergenlik çağına gelmeden
nişanlanmalarını ortadan kaldırmayı, gerekli olan hallerde uygun cezalar getirerek ve tüm
evliliklerin kaydının tutacakları mülki veya başka nitelikte bir sicil oluşturarak, söz konusu
gelenekleri, eski yasaları ve uygulamaları yürürlükten kaldırmak amacını taşıyan tüm uygun
tedbirleri almaları gerektiği belirtilmektedir.
Ayrıca, taraf Devletlerin, evlilik için asgari yaş belirlemek üzere yasama tedbirleri
alacakları ve yetkili bir mercinin, ciddi gerekçelere dayanarak, müstakbel çiftlere yaş konusunda
bir muafiyet tanıdığı durumlar dışında, bu yaşın altındaki hiç kimse tarafından resmi bir evlilik
akdi gerçekleştirilemeyeceği ifade edilmektedir.
Türk Medeni Kanunu’nun 124 üncü maddesine göre, erkek veya kadının gerek kural
olarak onyedi yaşını doldurmadıkça evlenmeleri mümkün değildir. Ancak, hâkim olağanüstü
durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının
evlenmesine izin verebilmektedir. Bu durumda, olanak bulundukça karardan önce ana ve baba
veya vasi dinlenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, 125 inci maddeye göre de, ayırt etme
gücüne sahip olmayanlar evlenememekte ve 126 ncı madde uyarınca da küçükler hakkında,
yasal temsilcinin izni olmadıkça evlenememektedirler. Ancak, 128 inci maddede belirtildiği
üzere, hâkim, haklı sebep olmaksızın evlenmeye izin vermeyen yasal temsilciyi dinledikten
sonra, bu konuda başvuran küçük veya kısıtlının evlenmesine izin verebilmektedir.
3.1.12. AVRUPA KONSEYİ VE AVRUPA BİRLİĞİ TARAFINDAN KABUL EDİLEN
DÜZENLEMELER
Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği mevzuatına bakıldığında, yakın zamana değin kadına
karşı şiddet ile ilgili bir düzenleme olmadığı görülmektedir.
3.1.13. KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE
BUNLARLA MÜCADELEYE DAİR 2011 TARİHLİ AVRUPA KONSEYİ
SÖZLEŞMESİ
Bu konuda ilk düzenleme, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen 30
Nisan 2002 tarihli Tavsiye Kararıdır. Karar’da; aile şiddet ile kadına karşı şiddetin önlenmesi
konusunda tavsiyelerde bulunulmaktadır. Daha sonra, bu konunun bir sözleşme ile
düzenlenmesi öngörülmüştür.
Bu bağlamda, Türkiye, Avrupa Konseyi tarafından düzenlenen Kadına Yönelik Şiddet ve
Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni imza
atan ülkeler arasında, parlamentosunda ilk onaylayan ülke olmuştur.
Anılan Sözleşme’nin giriş bölümünde; kadınlara yönelik her türlü şiddet ve aile içi şiddet
kınanmakta, kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleşmesinin kadına yönelik
şiddeti önlemede önemli bir unsur olduğu kabul edilmektedir. Kadına yönelik şiddetin, erkekler
ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğu ve bu güç
ilişkisinin erkekler tarafından, kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasına ve kadınlara yönelik
ayrımcılık yapılmasına yol açtığı ve kadınların ilerlemelerinin önünde engel olduğu, cinsiyete
dayalı şiddet gibi, kadına yönelik şiddetin yapısal boyutunu ve bu şiddetin, erkeklerle
kıyaslandığında kadınları zorla ikincil bir konuma sokmanın çok önemli toplumsal
mekanizmalarından biri olduğu, kadın ve kız çocuklarının çoğunlukla aile içi şiddet, cinsel
istismar, tecavüz, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlar ve cinsel organları
dağlama gibi, insan haklarını ciddi bir şekilde ihlal eden şiddetin pek çok boyutuna maruz
kaldıkları ve bu durumun, kadın erkek eşitliğini sağlamanın önündeki en büyük engel olduğu ve
bunun endişeyle karşılandığı belirtilmektedir. Aile içi şiddetin orantısız bir şekilde kadınları
etkilediği, çocukların aile içindeki şiddete tanık olmak da dâhil, aile içi şiddet mağduru
oldukları kabul edilmekte ve kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kalktığı bir
Avrupa yaratmak arzusuyla Sözleşme konusu üzerinde anlaştıkları ifade edilmektedir.
144
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sözleşme’nin amaçları 1 inci maddesinde, kadınları her türlü şiddetten korumak ve kadına
yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak; kadınlara karşı her
türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi
yoluyla da dâhil olmak üzere, kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek; kadına
yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarını korumak ve bu kişilere destek vermek için
kapsamlı bir çerçeveyi, politikaları ve tedbirleri tasarlamak; kadına yönelik şiddet ve aile içi
şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirmek; kadına yönelik şiddet
ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütünsel bir yaklaşımı benimsemeye yönelik etkili bir
işbirliği yapmaları için örgütlere ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamak, şeklinde
açıklanmakta ve Sözleşme, hükümlerinin taraf Devletler tarafından etkili bir şekilde
uygulanmasını sağlamak amacıyla, özel bir izleme mekanizması kurmaları öngörülmektedir.
3 üncü maddede, “Kadına yönelik şiddet”in, ister kamusal ister özel alanda meydana
gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek
olan cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi
olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına geldiği ve bir insan hakları ihlali ve kadınlara
yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşıldığı; “aile içi şiddet”in, mağdur faille aynı haneyi
paylaşsa da paylaşmasa da, aile veya hanede, eski veya şimdiki eşler ya da partnerler arasında
meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet; “toplumsal cinsiyet”in,
toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve
eylemler; “kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet”in, doğrudan kadınlara, yalnızca kadın
oldukları için uygulanan veya orantısız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet ve “mağdur”un,
anılan davranışlara maruz kalan gerçek bir kişi anlamına geldiği ve “kadın” teriminin 18 yaş altı
kız çocuklarını da kapsadığı belirtilmektedir.
32 nci maddede zorla evlendirmenin hukuki sonuçları dile getirilmekte ve taraf
Devletlerin, zorla evliliklerin mağdura aşırı maddi veya idari yük getirmeyecek şekilde yok
sayılabilmesi, feshedilmesi ya da sonlandırılabilmesi için gereken yasal veya diğer tedbirleri
almaları belirtilmekte; 36 ncı maddede, tecavüz dâhil cinsel şiddet vücudun herhangi bir
bölümüyle veya herhangi bir cisimle rızası olmadan başka bir kişinin vücuduna vajinal, anal
veya oral yolla cinsel nitelikte girme, rızası olmadan bir kişiye karşı diğer cinsel nitelikte
eylemlerde bulunma, rızası olmadan bir kişiye karşı üçüncü bir kişinin cinsel nitelikte
eylemlerde bulunmasına sebep olma, şeklinde tanımlanmaktadır. Diğer taraftan, devletlerin bu
durumların, iç hukuk tarafından tanındığı biçimiyle eski veya şimdiki eşlere ya da partnerlere
karşı gerçekleştirilen eylemler için de geçerli olmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer
tedbirleri alması gerektiği vurgulanmaktadır.
37 nci maddede; zorla evlilik ile hükme yer verilmekte ve taraf Devletlere, bir yetişkini
veya çocuğu evliliğe zorlayan kasıtlı davranışların ve bir yetişkini veya çocuğu evliliğe
zorlamak amacıyla yaşadığı yerin dışında başka bir ülke ya da Taraf ülkeye gitmeyi aldatıcı
kasıtlı davranışların suç sayılmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alma
yükümlülüğü yüklenmektedir.
Ülkemizde pek rastlanmamakla birlikte, 38 inci madde ile kadın sünneti, sağ dış dudak, iç
dudaklar ya da klitorisin tümünde ya da herhangi bir kısmında kesme, infibulasyon ya da
herhangi bir şekilde sakatlanma yaratan müdahalede bulunma; bir kadını bu eylemlere maruz
kalmaya zorlama veya bu eylemleri bir kadına yaptırma veya bir genç kızı bu eylemlerden
herhangi birine zorla maruz bırakma ya da bunları bizzat kendisine yaptırtma olarak
tanımlanmaktadır. 39 uncu maddede, zorunlu kürtaj ve zorunlu kısırlaştırma, bir kadına,
bilgilendirmeden ve önceden onayı alınmadan kürtaj yapılması; bir kadının üreme kapasitesini,
kendisini usul hakkında bilgilendirmeden ve önceden onayı alınmadan sonlandıracak etkiye
sahip cerrahi müdahalede bulunulması olarak belirtilmekte ve taraf Devletlerin, bu şekildeki
kasıtlı davranışların suç sayılmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alması
gerektiği öngörülmektedir.
40 ıncı madde; cinsel tacizi, endişe verici, düşmanca, haysiyet kırıcı, aşağılayıcı veya
saldırganca bir ortam yaratarak bir insanın onurunu zedelemek amacını taşıyan veya bu sonucu
doğuran, cinsel nitelikteki her türlü istenmeyen sözlü, sözsüz veya fiziksel davranışlar olarak n
145
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
itelemekte ve taraf devletlerin, bu davranışların cezai veya diğer yasal yaptırımlara tabi olmasını
sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri almaları gerektiği ifade edilmektedir.
Yukarıda açıklanan suçlara yardım ve yataklık ve buna yeltenme 41 inci maddede
düzenlenmekte ve bu eylemler suç kabul edilerek gereken yasal veya diğer tedbirleri alınması
öngörülmektedir.
Sözleşme’nin en önemli maddelerinden olan 30 uncu madde, cinsel şiddet mağdurlarının,
bu Sözleşme uyarınca kabul edilen suçlar yönünden, faillerden tazminat talep etme hakkına
sahip olduklarını, bu konuda taraf devletlerin gereken yasal veya diğer tedbirleri almaları
gerektiği ve mağdurların uğradıkları zararların fail, sigorta ya da Devlete ait sağlık ve sosyal
yardım hizmetleri gibi, diğer kaynaklardan karşılanmaması halinde, kişilere Devlet tarafından
yeterli tazminat sağlanması gerektiği vurgulanmaktadır.
3.1.14. AVRUPA BİRLİĞİ RESMİ GAZETESİ’NDE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE
GİREN 23 EYLÜL 2002 TARİHLİ YÖNERGE
Avrupa Birliği mevzuatı incelendiğinde, cinsel şiddet ile ilgili ilk önemli düzenlemenin
Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayımlanarak yürürlüğe giren 23 Eylül 2002 Tarihli
Yönerge’de yapıldığı ve kadınlara karşı şiddetin önlenmesi ve şiddete karşı korunmasına
yönelik konulara ayrıntılı şekilde yer verildiği görülmektedir*.
3.2. CİNSİYETE DAYALI AYRIMCILIK VE ŞİDDET İLE İLGİLİ ULUSAL
DÜZENLEMELER
Kadınlara karşı şiddet ve kadınların korunmasına ilişkin, başta “Türk Ceza Kanunu”,
“Ailenin Korunmasına Dair Kanun”, “Ailenin Korunmasına Dair Yönetmelik”, “Çocuk Koruma
Kanunu” gibi düzenlemeler yanında ayrıca; genelge ve tavsiyeler gibi diğer idari düzenlemeler
bulunmaktadır. Bu düzenlemelerde yer verilen hususlar, aşağıda incelenecektir.
3.2.1. AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN
Uluslararası hukuk alanında kadınlara karşı her türlü şiddetin önlenmesi ve kadınların
korunması yönünde yapılan düzenlemeler ve yaşanan gelişmeler ülkemizde de etkisini
göstermiş ve bu bağlamda öncelikle, Anayasa’nın ailenin korunması ve çocuk hakları ile ilgili
41 inci maddesi çerçevesinde, 1998 yılında “4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun”†
yürürlüğe konulmuştur.
Ancak, 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe giren Ailenin Korunması ve Kadına Karşı
Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 23 üncü maddesi ile 14.01.1998 Tarihli ve 4320 Sayılı
Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmış ve mevzuatta 4320 Sayılı Kanuna
yapılan atıfların bu Kanuna yapılmış sayılacağı, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 4320
Sayılı Kanun hükümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam olunacağı hüküm altına
alınmıştır. Bu nedenle, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve bu kanun ile ilgili
Yönetmelik üzerinde durulmasında yarar görülmektedir.
Bu Kanun’un temel amacı; salt ailenin korunması olmayıp, her ne kadar kadın erkek
ayrımı yapılmamış olsa da, büyük ölçüde kadınları her türlü şiddetten korumaya yöneliktir.
Kanun’un 1 inci maddesine göre, kadınların aile içi şiddetten korunması için, Türk Medenî
Kanunu’nda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, çeşitli tedbirlerin uygulanması
öngörülmektedir. Bu bağlamda tedbirler; eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında
yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak
ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden
birinin aile içi şiddete maruz kaldığını, kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
bildirmesi üzerine, Aile Mahkemesi Hâkimi meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak
tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere de
hükmedebilmektedir. Bu tedbirler, kusurlu eşin veya diğer aile bireyinin; aile bireylerine karşı
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Moroğlu Nazan, Kadına Yönelik Şiddet ve Ailenin Korunması,
http://hukukcu.com/modules/smartsection/item.php?itemid=3
†
14.01.1998 tarihli ve 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun için bkz. Resmi Gazete, 17 Ocak 1998, Sayı: 23233.
*
146
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmaması, müşterek evden
uzaklaştırılarak bu evin diğer aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da ayrı
oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması, aile bireylerinin eşyalarına zarar
vermemesi, aile bireylerini iletişim araçları ile rahatsız etmemesi, varsa silah veya benzeri
araçlarını genel kolluk kuvvetlerine teslim etmesi, alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde
kullanılmış olarak şiddet mağdurunun yaşamakta olduğu konuta veya işyerine gelmemesi veya
bu yerlerde bu maddeleri kullanmaması, bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için
başvurması şeklinde sıralanabilir.
Bu tedbirlerin uygulanması amacıyla öngörülen süre, altı ayı geçememekte ve kararda
hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde, tutuklanacağı ve hakkında hapis cezasına
hükmedileceği hususu, şiddet uygulayan eş veya diğer aile bireyine ihtar olunmaktadır. Şayet,
şiddeti uygulayan eş veya diğer aile bireyi aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut
katkıda bulunan kişi ise, hâkim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde
bulundurarak daha önce Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş
olması kaydıyla, talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilmektedir. Bu Kanun
kapsamındaki başvurular ve verilen kararın infazı için yapılan icrai işlemler harca tâbi
tutulmamaktadır.
Kanun’un 2 nci maddesi uyarınca, koruma kararının bir örneği mahkeme tarafından,
Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmekte ve Cumhuriyet Başsavcılığı kararın uygulanmasını
genel kolluk kuvvetleri marifetiyle izlemeye almaktadır. Koruma kararına uyulmaması halinde,
genel kolluk kuvvetleri, mağdurların şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan, re'sen
soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığı’na intikal ettirmektedirler.
Bu durumda, Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş veya diğer aile bireyleri
hakkında Sulh Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açmaktadır. Fiil, başka bir suç oluştursa bile,
koruma kararına aykırı davranan eş veya diğer aile bireyleri hakkında ayrıca üç aydan altı aya
kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır.
Ancak, uygulamada şiddete uğrayan kadınların başvuru sırasında engeller ve zorluklarla
karşılaşmaktadır. Özellikle, şikâyetini karakola yapan kadın, kolluğun “bu aile meselesi,
aranızda halledin” şeklindeki sözleri ve olumsuz davranışları ve şikâyetin işleme konulmaması
nedeniyle, haklarını arayamamaktadırlar. Buna karşın, anılan Kanun, kadına yönelik şiddet
eylemlerini önleyici ve caydırıcı rol oynaması, özelikle kadınların bu konudaki haklarını
bilmeleri ve kamuoyu oluşturması bakımından önemlidir. Bununla birlikte, kadınların kültürel
ve geleneksel uygulamalar karşısında aciz kalmaları ve ekonomik yönden güçsüz olmaları,
şikâyet sonrası daha da büyük baskı-zulüm ve saldırı ile karşı karşıya kalma korkusunu
yaşamaları karşısında, şikâyette bulunamadıkları ve dolayısıyla, bunların adliyeye intikal
etmedikleri siyah rakamlar olarak büyük sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
3.2.2. AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUNUN UYGULANMASI HAKKINDA
YÖNETMELİK
Aile içi şiddete maruz kalan aile bireylerinin korunması amacıyla şiddet uygulayan aile
bireyleri hakkında alınacak tedbirleri ve bu tedbirlerin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları
düzenleyen “Ailenin Korunmasına Dair Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik”*, 2008
yılında yürürlüğe konulmuştur. Yönetmeliğin, konumuz açısından önemli olan hükmü, tanımlar
başlıklı 4 üncü maddesinin (e) bendinde, “Şiddet; aile bireyinin fiziksel, cinsel, ekonomik veya
psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna
yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal veya özel
alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözel ve ekonomik her türlü davranışı”,
şeklinde tanımlanmıştır. Böylece, şiddet kavramının cinsel şiddeti de, içerdiği belirlenmiş
olmaktadır.
Diğer önemli bir hüküm de, “Tedbir Kararının Cumhuriyet Başsavcılığı’na İletilmesi ve
Yerine Getirilmesi” başlıklı 15 inci maddede, mahkeme tarafından verilen tedbir kararının
Cumhuriyet Başsavcılıkları’nda tutulacak olan Koruma Kararı Defteri’ne kaydedilmesi,
*
Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un Uygulanması Hakkında Yönetmelik, Bkz. Resmi Gazete, 1 Mart 2008, Sayı: 26803.
147
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı kararının uygulanmasını Genel Kolluk Kuvvetleri marifeti ile izlemesi,
gerektiğinde, Cumhuriyet Savcılığı’nca koruma kararının, başvuruda bulunanlar tarafından
kolluğa götürülmesine olanak tanınmasıdır. Bu durumda kolluk, koruma kararının içeriğine
göre, ilgililere bildirimde bulunmakta ve bu bildirim tutanak altına alınarak karar süresince
tedbirlerin yerine getirilip getirilmediği kontrol edilebilmektedir. Kolluğun izleme görevi,
koruma kararının verildiği tarihte başlamakta ve bu kontrol lehine koruma kararı verilen kişinin;
bulunduğu konutun haftada bir kez ziyaret edilmesini, birinci derece yakınları ile iletişim
kurulmasını, komşularının bilgisine başvurulmasını, oturulan yerin muhtarından bilgi
alınmasını, bulunduğu konutun çevresinde araştırma yapılmasını içermektedir.
3.2.3. AİLENİN KORUNMASI VE KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ÖNLENMESİ
HAKKINDA KANUN
“Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması” tasarısı, adı Ailenin Korunması
ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı olarak değiştirilmek suretiyle,
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde TBMM. Genel Kurulu’nda 246 oya karşı bir çekinser oy
ile kabul edilmiş ve 20 Mart 2012 tarihli Resmi Gazete’de* yayımlanmak suretiyle yürürlüğe
girmiştir. Kanunun adı her ne kadar, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun ise de, içeriği itibariyle genel olarak, ailenin korunmasını
düzenlediği gözlemlenmektedir. Bu bakımdan, doğrudan kadına karşı şiddeti amaçlamaması,
Kanunun eksik ve eleştirilecek yanını oluşturmaktadır. Ancak, genel olarak şiddetin aile içinde
kadına karşı gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, Kanunun kadına karşı şiddeti de, koruma altına
söylenebilir.
Kanunun 1 nci maddesine göre, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine
yönelik alınacak önlemlere ilişkin usul ve esaslar, belirlenmektedir. Kanun’da, Anayasa ile
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki
tüm kanuni düzenlemelerin, esas alınması öngörülmektedir. Şiddet mağdurlarına ilişkin
verilecek destek ve hizmetlerin sunumunda, temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine
duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi ve şiddet mağduru
ve şiddet uygulayan için alınan tedbir ve kararların, insan onuruna yakışır şekilde yerine
getirilmesi, şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirlerin,
ayrımcılık olarak yorumlanmaması gerektiği vurgulanmaktadır.
Kanunun tanımlar başlıklı 2 nci maddesinde, ev içi şiddet; şiddet mağduru ve şiddet
uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer
kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet, kadına
yönelik şiddet, Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen
cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet
olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış, şiddet; kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya
ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması
muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de
içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü
veya ekonomik her türlü tutum ve davranış, şiddet mağduru; bu Kanunda şiddet olarak
tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma
tehlikesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişiler, şiddet
önleme ve izleme merkezleri, şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin
olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün
yirmidört saat esası ile yürüten merkezleri, şiddet uygulayan; bu Kanunda şiddet olarak
tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişiler, tedbir
kararı; bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk
görevlileri ve mülkî amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararları
şeklinde tanımlanmıştır. Maddede yer alan şiddet tanımının uluslararası düzenlemelerde yapılan
şiddet tanımına uygun olduğu gözlemlenmektedir.
*
Resmi Gazete, 20 Mart 2012, Sayı: 28239.
148
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
3 üncü maddeye göre, Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili kendisine ve
gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri
sağlanması, diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi
yardım yapılması, psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık
hizmeti verilmesi, hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen
geçici koruma altına alınması, gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma
yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile
sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret
tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden
karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması şeklinde belirlenen tedbirlerden birine,
birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere mülkî amir tarafından karar verilebilmesi
öngörülmektedir. Ancak, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a) ve (ç)
bentlerinde yer alan kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya
başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması ve hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde,
ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması, tedbirlerinin, ilgili kolluk
amirlerince de alınabileceği belirtilmektedir.
Bu durumda, kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü
içinde mülkî amirin onayına sunmak zorundadır. Mülkî amir tarafından kırksekiz saat içinde
onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkmaktadır.
Kanunun 4 üncü maddesinde, Hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları yer
almaktadır. Maddeye göre, Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak işyerinin
değiştirilmesi, kişinin evli olması hâlinde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim yeri
belirlenmesi, 22.11.2001 Tarihli ve 4721 Sayılı Türk Medenî Kanunundaki şartların varlığı
hâlinde ve korunan kişinin talebi üzerine, tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması, korunan
kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için diğer tedbirlerin
yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak
27.12.2007 Tarihli ve 5726 Sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili
diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi koruyucu tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun
görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilmektedir.
Şiddet uygulayanlarla ilgili tedbirler ise, 5 nci maddede yer almaktadır. Bu bağlamda,
şiddet uygulayanın, şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya
küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması, müşterek konuttan veya bulunduğu
yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, korunan
kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması, çocuklarla ilgili daha
önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması,
kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması, gerekli görülmesi hâlinde, korunan
kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin
hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması, korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev
eşyalarına zarar vermemesi, korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız
etmemesi, bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim
etmesi, silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde
bulunan silahı kurumuna teslim etmesi, korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da
uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan
kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde,
hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması, bir sağlık kuruluşuna muayene
veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması, şeklindeki önleyici tedbirlerden birine,
birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilmektedir.
Ancak, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi,
hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması, müşterek
konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye
tahsis edilmesi, korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine
yaklaşmaması. tedbirleri, ilgili kolluk amirlerince de alınabilmektedir. Bu durumda, kolluk
amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde hâkimin onayına sunmak
149
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
zorunda olup, Hâkim tarafından yirmidört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden
kalkmaktadır.
Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3.7.2005 Tarihli ve 5395 Sayılı Çocuk
Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 Sayılı Kanun
hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar
vermeye yetkili bulunmaktadır. Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan
yahut katkıda bulunan kişi ise, 4721 Sayılı Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş
olması kaydıyla hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep
edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilmektedir.
Diğer taraftan, 6 ncı maddeye göre, kişinin silah bulundurması, uyuşturucu veya uyarıcı
madde kullanmasının suç oluşturması veya fiilinin başka bir suç oluşturması nedeniyle,
soruşturma ve kovuşturma evresinde koruma tedbirlerine veya denetimli serbestlik tedbirlerine,
mahkûmiyet hâlinde, ceza veya güvenlik tedbirlerinin infazına ve bu çerçevede uygulanabilecek
olan denetimli serbestlik tedbirlerine, ilişkin kanun hükümlerin saklı tutulduğu belirtilmektedir.
İhbar başlıklı 7 nci maddede, şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde,
herkesin bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebileceği ve ihbarı alan kamu
görevlilerinin Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması
gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlü oldukları hükmü
yer almaktadır. Bu hüküm ile şiddet eylemlerinin, anında önlenmesi soruşturulmasına olanak
sağlanması amaçlanmaktadır.
8 nci maddeye göre, tedbir kararı, ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk görevlileri ya da
Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine verilmektedir. Bu bağlamda, tedbir kararları en çabuk
ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep
edilebilmekte ve karar ilk defasında en çok altı ay için verilmekte, ancak şiddet veya şiddet
uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hâllerde, resen, korunan kişinin ya da
Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine, tedbirlerin süresinin veya şeklinin
değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar
verilebilmektedir. Ayrıca, koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı
hususunda delil veya belge aranmamaktadır. Alınan tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet
uygulayana, tedbir talebinin reddine ilişkin karar ise sadece korunan kişiye tebliğ edilmektedir.
Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ilgili kolluk birimi tarafından verilen tedbir kararı
şiddet uygulayana bir tutanakla derhâl tebliğ edilebilmektedir. Bu hüküm,, şiddet uygulanan
kişinin korunması açısından büyük önem taşımaktadır.
Gerekli bulunması hâlinde, tedbir kararı ile birlikte talep üzerine veya resen, korunan
kişi ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve
adresleri ile korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgileri, tüm resmi kayıtlarda
gizli tutulması yapılacak tebligatlara ilişkin ayrı bir adres tespit edilmesi, bu bilgileri hukuka
aykırı olarak başkasına veren, ifşa eden veya açıklayan kişi hakkında 26.9.2004 Tarihli ve 5237
Sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümlerinin uygulanması öngörülmektedir. Bu hüküm de,
şiddet uygulanan kişinin korunması açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu Kanun hükümlerine göre verilen bu kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden
itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilmektedir.
Hukukumuzda ilk kez, haklarında tedbir kararı alınanların, teknik yöntemlerle takibi,
Kanunun 12 nci maddesi ile düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, verilen tedbir kararlarının
uygulanmasında, hâkim kararı ile teknik araç ve yöntemler kullanılabilecektir. Ancak, bu
yöntemle, kişilerin ses ve görüntülerinin dinlenmesi, izlenmesi ve kayda alınması mümkün
değildir. Teknik araç ve yöntemlerle takibe ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenlenmesi
öngörülmektedir.
13 üncü maddeye göre, Kanun hükümlerine göre hakkında tedbir kararı verilen şiddet
uygulayan kişinin, bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde, fiili bir suç oluştursa
bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre, hâkim kararıyla üç günden on
güne kadar zorlama hapsine tabi tutulması öngörülmektedir. Ayrıca, tedbir kararının gereklerine
aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama
150
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
hapsinin süresi onbeş günden otuz güne kadar uzatılabilmektedir. Ancak, zorlama hapsinin
toplam süresi, hiçbir şekilde altı ayı geçemeyecektir. Zorlama hapsine ilişkin kararlar,
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yerine getirilmekte ve ayrıca bu kararlar Bakanlığın ilgili il
ve ilçe müdürlüklerine bildirilmektedir.
Kanunun 14 maddeleri ile şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulmakta ve 15 nci
ile de, bu merkezlerin; koruyucu ve önleyici tedbir kararları ile zorlama hapsinin verilmesine ve
uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bilgi bankası oluşturmak, tedbir kararlarının sicilini
tutmak, korunan kişiye verilen barınma, geçici maddi yardım, sağlık, adlî yardım hizmetleri ve
diğer hizmetleri koordine etmek gerekli hâllerde tedbir kararlarının alınmasına ve
uygulanmasına yönelik başvurularda bulunmak, Kanun kapsamındaki şiddetin
sonlandırılmasına yönelik bireysel ve toplumsal ölçekte programlar hazırlamak ve uygulamak,
Bakanlık bünyesinde kurulan çağrı merkezinin Kanunun amacına uygun olarak
yaygınlaştırılması ve yapılan müracaatların izlenmesini sağlamak, Kanun kapsamındaki şiddetin
sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak görevleri
bulunmaktadır. Bu bağlamda, Kanun hükümlerinin yerine getirilmesinde, kurumlararası
koordinasyon 16 ncı madde çerçevesinde, Bakanlık tarafından gerçekleştirilecektir.
17 nci maddedeki düzenlemeye göre, geçici maddi yardım yapılmasına karar verilmesi
halinde, 16 yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının otuzda birine
kadar günlük ödeme yapılması, ancak ödenecek tutarın, hiçbir şekilde belirlenen günlük ödeme
tutarının bir buçuk katını geçemeyeceği ve korunan kişinin birden fazla olması halinde, ilave her
bir kişi için, bu tutarın yüzde 20’si oranında ayrıca ödeme yapılması, korunan kişilere barınma
yeri sağlanması halinde söz konusu oranların % 50 oranında azaltılarak uygulanacağı
öngörülmektedir. Bu ödemelerin, gelir vergisi ile veraset ve intikal vergisinden; bu ödemeler
için düzenlenen kağıtlar ise damga vergisinden müstesna olması ve bu ödemelerin, Bakanlık
bütçesine, geçici maddi yardımlar için konulan ödenekten karşılanması belirtilmektedir.
Yukarıda öngörülen ve yapılan ödemeler, şiddet uygulayan veya şiddet uygulama
ihtimali bulunan kişiden tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde tahsil edilecektir. Bu şekilde
tahsil edilemeyenler Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre
ilgili vergi dairesi tarafından takip ve tahsil edilecektir. Korunan bireyin gerçeğe aykırı beyanda
bulunduğunun tespiti halinde yapılan yardımlar, bu kişiden tahsil edilecektir. Nafakaya karar
verilmesi halinde ise, kararın bir örneği, resen nafaka alacaklısının veya borçlusunun yerleşim
yeri icra müdürlüğüne gönderilecek ve nafaka ödemekle yükümlü kılınan kişinin SGK ile
bağlantısı olması durumunda, korunan kişinin başvurusu aranmaksızın nafaka, ilgilinin aylık,
maaş ya da ücretinden icra müdürlüğü tarafından tahsil edilecek. İcra müdürlüklerinin nafakanın
tahsili işlemlerine ilişkin posta giderleri Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden
karşılanacaktır. Ayrıca, hakkında tedbir kararı verilen bireyler Genel Sağlık Sigortası kapsamına
alınacak ve hakkında önleyici tedbir kararı verilen bireyin, Genel Sağlık Sigortası kapsamında
karşılanmayan rehabilitasyon giderleri ise, Bakanlık bütçesinden karşılanacaktır.
Diğer taraftan, Bakanlık, gerekli görmesi halinde kadın, çocuk ve aile bireylerine
yönelik uygulanan şiddet veya şiddet uygulanması ihtimali dolayısıyla açılan idari, cezai,
hukuki her türlü davaya katılabilecektir.
3.2.4. KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDETLE MÜCADELE ULUSAL EYLEM
PLANI (2007-2010)
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı*, 2006/17 Sayılı
Başbakanlık Genelgesi’nde yer alan tedbirler gereğince; ilgili kamu kurum ve kuruluşları, sivil
toplum örgütleri ve üniversitelerin kadın araştırmaları merkezlerinin katkı ve katılımları ile
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü koordinasyonunda hazırlanmış ve Devlet Bakanı Nimet
Çubukçu tarafından 09 Kasım 2007 tarihinde onaylanmasının ardından yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu Ulusal Eylem Planı’nda yasal düzenlemeler, toplumsal farkındalık ve zihinsel
dönüşümü, kadının sosyo-ekonomik durumunun güçlendirilmesi, koruyucu hizmetler, tedavi ve
Kadına
Yönelik
Aile
İçi
Şiddetle
http://www.unfpa.org.tr/turkeytr/rapyay/aismeylemplani.pdf
*
Mücadele
151
Ulusal
Eylem
Planı
için
bkz.
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
rehabilitasyon hizmetleri ve sektörler arası işbirliği olmak üzere altı temel alanda iyileştirmeler
hedeflenmektedir. Ulusal Eylem Planı, Kısa (2007–2008), Orta (2007–2009) ve Uzun vade
(2007–2010 ve sonrası) olmak üzere üç uygulama dönemini kapsamaktadır.
3.2.5. KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET, TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİNİN
ÖNLENMESİ İÇİN GENELGE
“Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin
Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler Hakkında 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi”, 04
Temmuz 2006 tarihinde yürürlüğe konulmuştur*. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, sosyal bir
yara olan bu olguyla ilgilenme ihtiyacı hissettiği ve 28.06.2005 tarihli ve 853 sayılı kararıyla bir
araştırma komisyonu kurduğu, bu komisyonun çalışmalarını tamamlayarak kadın ve çocuklara
yönelik şiddetin sebepleri ile alınabilecek önlemleri belirleyen kapsamlı bir rapor hazırladığı
belirtilmektedir. Bu bağlamda, Genelge’nin ana konseptini; kadın ve çocuklara yönelik şiddetin
ve şiddetin en acımasız biçimi olan ve kamuoyunda “töre cinayeti” olarak tanımlanan kadına
yönelik öldürmeyi konu alması ve bunların önlenmesi için alınması gereken tedbirleri
düzenlemesidir.
Anılan komisyon çalışmaları sonucunda hazırlanan ve Hükümet tarafından da benimsenen
bu konuda alınacak önlemlere ilişkin öneriler ve bundan sorumlu kuruluşlar Genelge’nin ekli
listelerinde belirtilmiştir. Bu önerilerle ilgili olarak başlatılacak çalışmalarda koordinasyon
görevi, çocuğa yönelik şiddet konusunda Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü, kadına yönelik şiddet ve töre/namus cinayetleri konusunda ise Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilecektir.
Söz konusu Genelge’ye göre;
-Sorumlu kuruluşların ve bu kuruluşlarla işbirliği içerisinde hareket etmesi gereken
kurumların ayrı ayrı belirtildiği önlemlere ilişkin çalışmalar, koordinatör olarak belirlenen
Genel Müdürlüklerle işbirliği içerisinde derhal başlatılacaktır. Sorumlu kurumlar tarafından
görev alanına giren konularda hazırlanacak ayrıntılı faaliyet raporları üçer aylık dönemlerle
ilgili koordinatör kuruma gönderilecektir.
-Devletin, kadınlara yönelik her türlü şiddet eyleminin önlenmesini bir devlet politikası
olarak kabul etmesi, bu alana yönelik bir bütçe oluşturularak, toplumsal cinsiyet rolleri
açısından bütçelerin etki ve sonuçları görünür kılınarak, toplumsal cinsiyete dayalı bütçe
analizleri yapılması, ilgili tüm Kamu Kurum ve Kuruluşları, Üniversiteler, Sivil Toplum
Kuruluşları, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü koordinatörlüğünde bir “Kadına Yönelik Şiddet
İzleme Komitesi” kurulması öngörülmektedir.
-Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile ilgili tüm Kamu Kurum ve Kuruluşları,
Üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları ile birlikte, toplumsal cinsiyete duyarlı politikaların
devletin bütün ana plan ve programlarının içine entegre edilmesi, ilgili kurum ve kuruluşlar
arasında işbirliğinin sağlanması, programların ve sonuçların izlenme ve değerlendirilmesi için
gerekli mekanizmaların oluşturulması ve var olan mekanizmaların işler hale getirilmesinin
sağlanması istenilmektedir.
-Bu bağlamda, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Üniversiteler, Sivil Toplum
Kuruluşları kadına yönelik şiddete karşı alınacak önlemler bir ulusal plan çerçevesinde yasal,
kurumsal, eğitsel ve kültürel alanlara yönelik, kapsamlı olarak belirlenecektir. Bu plan
hazırlanırken toplumsal cinsiyet bakış açısına sahip bir plan olması sağlanacaktır.
-Genelge’de; ülke genelinde yirmidört saat hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET
HATTI” oluşturulması ve bu hatta şiddet konusunda eğitim almış personelin görev yapmasının
sağlanması, şiddet gördüğü için kadın sığınma/konuk evine yerleştirilen kadınların buradan
çıktıktan sonra, kendi ayakları üzerinde durmayı başarmalarını sağlamak ve desteklemek için
kadınlara devletin sahip olduğu kaynaklardan geçici konut tahsisi yapılması öngörülmektedir.
Eğitim yönünden ise, kadına yönelik şiddet konusunda zararlı gelenek ve göreneklerin
tespit edilerek buna yönelik tutum ve davranış biçimlerini değiştirmelerini sağlayıcı eğitim
Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler
Hakkında 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi, Resmi Gazete, 4 Temmuz 2006, Sayı: 26218.
*
152
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
programları hazırlanması, kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesine yönelik olarak, başta
erkekler olmak üzere ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi ve özellikle öfkenin kontrolü ve kişiler
arasında sağlıklı iletişim becerileri konusunda yaygın eğitim programlarının hazırlanmasında
devletin gerekli çalışmaları yapması gerektiği ifade edilmektedir.
Hukuki yönden, “Çerçeve Eşitlik Yasası”nın ivedilikle çıkarılmasının gerektiği ve
Anayasa’nın “Kanun Önünde Eşitlik” başlıklı 10 uncu maddesinde; herkesin, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin
kanun önünde eşit olduğu belirtilmektedir. Ek fıkra:7/5/2004-5170/l. maddesinde; kadınlar ve
erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla
yükümlü olduğu ifade edilmekte, devletin bu amir hükmü hayata geçirecek başta yasal
düzenlemeler olmak üzere, gerekli her türlü tedbiri alması vurgulanmaktadır.
Konumuz açısından önemli olan töre/namus cinayetleri konusundaki çözüm önerilerinin
yaşama geçirilmesinde, öneriler ve koruyucu ve önleyici tedbirler almaları bakımından ilgili ve
görevli kurumların koordineli çalışmaları istenilmektedir. Özellikle, Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın, töre/namus cinayetlerinin önlenmesi konusunda; toplumu bilinçlendirmek üzere
hutbe ve vaazlar vermesi, yazılı ve görsel yayınlar yapması ve çeşitli etkinlikler düzenlemesi ve
bu etkinliklerinde Diyanet İşleri Başkanlığı geleneksel cinsiyet rol ve kalıplarını, ataerkil
yapının yarattığı olumsuzlukları vurgulayan ahlaki söyleme sahip bir dil kullanması
istenilmektedir.
Töre/namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik bilgilendirici spot filmlerin üretilerek,
görsel medyada sık aralıklarla gösterilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca, töre ve namus konusunda
toplumda yerleşik ön kabullerin veya geleneksel anlayışın tersine, çevrilmesi sağlanması
üzerinde durulmaktadır.
Bu arada, medyanın da şiddet konusundaki çözüm önerilerinin yaşama geçirilmesinde
ilgili ve görevli kurum ve kuruşlarla koordineli çalışması ifade edilmektedir.
Genelge içeriği itibariyle, kamu kurum ve kuruluşlarına talimat niteliğinde olup, diğer
kuruluş ve kişiler yönünden tavsiye niteliğini taşımaktadır. Ancak, Devletin bu konu ile ilgili
politikalar üretmesi ile usul ve esasları belirlemesi bakımından önemli bir gelişmedir.
3.2.6. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN TÜRKİYE’DE AİLE İÇİ
ŞİDDETLE İLGİLİ (OPUZ/TÜRKİYE) KARARI
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin-AİHM, 09 Haziran 2009 tarihinde verdiği “Opuz v.
Türkiye” kararı*; kadına karşı gerçekleştirilen ayrımcılığı ortadan kaldırmak için gerekli
önlemleri almayan devletin, sorumluluğunu ortaya koyması açısından önemlidir. Türkiye’nin bu
ve benzer olaylar karşısında sorumluluğunu ortaya koyması açısından, bu davanın içeriğine
kısaca değinmekte yarar görülmektedir.
Dava konusunu, başvuranın 1990 yılından itibaren annesinin eşi A.O. tarafından
başvurana ve annesine karşı dayak, bıçakla yaralama, arabayla kasten yaralama, öldürme
tehdidinde bulunma, bunların sonunda, adli makamlar nezdinde suç duyuruları ile 11 Mart 2002
tarihinde H.O.’nun, başvuranın annesini Diyarbakır’dan İzmir’e taşınmak üzere bindiği nakliye
kamyonunda tabancayla öldürmesini ve bu nedenle, devletin, annesinin ölümü ve kendisinin
kötü muameleye maruz kalmasıyla sonuçlanan aile içi şiddetten korumak konusunda başarısız
olduğunu oluşturmaktadır.
AİHM Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkı; işkence ve kötü muamele
yasağı ve ayrımcılık yasağı ilgili maddelerine aykırı davranmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin şiddete maruz kalmış kadınların, korunması amacıyla gerekli tedbirleri almadığını
ve mevzuatın uygulanmasında yetersiz kaldığının kabul etmiştir.
Diğer taraftan, AİHM. 13 Haziran 1979 Tarihli “Marck -Belçika Davası” ile ilgili
Kararı’nda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8 nci maddesinin uygulanması açısından
ailenin “meşru” veya “tabii” olmasına bakılarak ayrım yapılmaması gerektiğini, belirtmiştir.
Ayrıca, Elshoz-Almanya Davası Kararı’nda da, aile kavramının; evliliğe dayalı ilişkilerle sınırlı
*
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/minjust/mju29/CASE%20OF%20OPUZ%20v[1].%20TURKEY.pdf
153
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olmadığı ve tarafların evlilik olmadan da, bir arada oturup yaşamaları sonucu fiili “aile”
bağlarının kurulabileceğine ve bunun meşru sayılması gerektiğine karar verdiği görülmektedir.
Yine, 18 Aralık 1986 Tarihli Johnson-İrlanda Davası Kararı’nda da çocuklarıyla birlikte
yaşayan evli olmayan çiftlerin, normal aile hayatı yaşadığını ve bu nedenle, söz konusu ilişkinin
istikrarlı olma özelliğinden dolayı, diğer yönleriyle evliliğe dayalı bir aileden ayırt edilememesi
gerektiğini vurgulamıştır*.
3.2.7. ÇOCUK KORUMA KANUNU
03.07.2005 tarihli ve “5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu”†, korunma ihtiyacı olan veya
suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına
ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Kanun, korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında
alınacak tedbirler ile suça sürüklenen çocuklar hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin usul
ve esaslarına, çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin hükümleri
kapsamaktadır. Kanun esas itibariyle, çocuklarla ilgili ceza muhakemesi kurallarını içermekle
birlikte, özellikle suç mağduru olan çocuklar yönünden de koruma tedbirlerini düzenlemesi
bakımından önemlidir. Tanımlar başlıklı 3 üncü maddeye göre, bu Kanun’un uygulanmasında
daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiler çocuk sayılmakta ve
bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal
veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuklar, korunmaya ihtiyacı olan çocuklar olarak kabul
edilmektedir.
4 üncü maddeye göre, bu Kanun’un uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması
amacıyla; a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması,
b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi, c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle
ayrımcılığa tâbi tutulmaması, d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine
katılımlarının sağlanması, e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum
kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları, f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul
izlenmesi, g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam
gösterilmesi, h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine
uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin
desteklenmesi, i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son
çare olarak başvurulması, j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son
çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun
paylaşılmasının sağlanması, k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı
kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları, çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama
ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik
önlemler alınması, ilkelerinin gözetilmesi öngörülmektedir.
Bu ilkeler çerçevesinde, 5 inci madde uyarınca, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında
korunmasını sağlamaya yönelik; danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında
alınacak koruyucu ve destekleyici tedbirler alınması öngörülmektedir. Bu tedbirler; a)
Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda;
çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol gösterme, b) Eğitim
tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek
edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir
ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilme, c) Bakım tedbiri,
çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi
hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden
yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilme, d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal
sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve
rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılması, e) Barınma
Karınca Eray, Resmi Nikah ve AİHM Kararı, http://www.hayatadokun.net/kadn-haklar/item/418-resmi-nikah-ve-aihmkarar%C4%B1
†
5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu, Resmi Gazete, 15 Temmuz 2005, Sayı: 25876.
*
154
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara
uygun barınma yeri sağlanması, şeklinde sıralanmaktadır. Özellikle, hakkında barınma tedbiri
uygulanan çocukların, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulmakta ve tehlike altında
bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım
ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin
anlaşılması hâlinde; çocukların, bu kişilere teslim edilmesi gerekmektedir.
Çocukların korunması, toplumsal sorumluluk isteyen bir sorundur. Günümüz
koşullarında, küçülen, zayıflayan ve parçalanan ailenin tek başına çocuğu koruyamadığı
düşünülmektedir. Ancak, bu Kanun’un, sosyal devletin çocuğun korunması görevinde;
kamunun öneminin ve rolünün daha iyi anlaşılmasını sağladığı görülmektedir. Bununla birlikte,
ailesinin yanında korunamayan çocuklar için, yeni bakım modellerinin sunulması
gerekmektedir. Çocuğun, aile yanında bakım modeli, toplum-temelli bir çocuk bakımı modeli
olarak çocuk koruma sistemi içinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu çerçevede, öğretim
kurumlarının ve STK’ların bu konulara daha duyarlı olmasını beklenmektedir. Bu nedenle,
koruyucu ve destekleyici tedbirlerin eşgüdüm halinde yerine getirilmesini sağlamak üzere
kanunda öngörülen tedbir ve hizmetlerin hızlı, etkili, amaca uygun ve verimli yürütülmesini
sağlamalıyız. Yürütülen çalışmaların ele alınması, koordinasyonun sağlanması, varsa aksayan
yönlerin giderilmesi zorunluluktur. Ailede problem olmaz ise, çocukta problem yaşanmaz bu
anlamda özelikle aile hekimlerinin sadece sağlık değil ruhsal sağlık ile ilgilenmeleri lazım bu
konuda aile hekimlerine büyük görevler düşmektedir.
3.2.8. TÜRK CEZA KANUNU’NDA YER ALAN DÜZENLEMELER
Kadına karşı değişik şekillerde şiddet veya cinsel şiddet olarak nitelendirilen eylemlerin,
bazıları herkese karşı işlenebilen genel suçlar içinde, bazıları ise doğrudan kadına cinsel nitelikli
olmak üzere, spesifik olarak, Türk Ceza Kanunu’nda da açıkça düzenlenmiştir. Konumuzla ilgili
olanlar, Türk Ceza Kanunu’nun 80’inci maddesinde insan ticareti; 81 ve 82’nci maddelerinde
kasten öldürme; 99’uncu maddede çocuk düşürtme; 100’üncü maddede kısırlaştırma; 102’nci
maddede cinsel saldırı; 103’üncü maddede çocukların cinsel istismarı; 104’üncü maddede reşit
olmayanla cinsel ilişki; 105’inci maddede cinsel taciz; 109’uncu maddede kişi hürriyetinden
yoksun bırakma; 122’nci maddede ayrımcılık; 226’ncı maddede müstehcenlik; 227’nci
maddede fuhuş; 232’nci maddede kötü muamele ve 233’üncü maddede aile hukukundan
kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçları olarak sıralanabilir. Ancak, bunlardan cinsel şiddet ile
ilgili olanlar üzerinde durulacaktır.
3.2.8.1. İNSAN TİCARETİ
İnsanlığa karşı suçlar arasında yer alan insan ticaretine ilişkin doğrudan düzenleme ihtiva
eden ilk belge 1904 tarihli “Beyaz Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Uluslararası
Sözleşme”dir. Bu belgenin asıl amacı, insan ticareti fiillerinin cezalandırılmasından çok, insan
ticareti fiillerine maruz kalan mağdurların korunmasıdır. Bu nedenle, daha sonra insan
tacirlerinin cezalandırılması yükümlülüğünü içeren, “Beyaz Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına
Dair Uluslararası Sözleşme” 1910 yılında kabul edilmiştir. Bahse konu Sözleşme’yi takiben
Milletler Cemiyeti himayesinde, 1921 tarihli “Kadın ve Çocuk Ticaretinin Yasaklanmasına Dair
Sözleşme” ile 1933 tarihli “Tüm Yaşlarda Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Uluslararası
Sözleşme” kabul edilmiş ve son olarak, insan ticaretine ilişkin bu sözleşmeler, BM tarafından,
1949 yılında “İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanmasına
Dair Sözleşme” şeklinde birleştirilmiştir*.
TCK.nun 80 inci maddesindeki İnsan Ticareti suçu; “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”† ve “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin, Öncelikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine,
Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol”‡ hükümlerinin yerine getirilmesi
Arslan Çetin, İnsan Ticareti Suçu, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/276/2495.pdf
Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Resmi Gazete, 4 Şubat 2003, Sayı: 25014.
‡
Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin, Öncelikle Kadın ve Çocuk
Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol, Resmi Gazete,4 Şubat 2003, Sayı: 25015.
*
†
155
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
amacıyla düzenlenmiştir. Maddeye esas alınan Protokol’ün 3 üncü maddesinde, insan ticareti
geniş bir biçimde tanımlanmaktadır.
İnsan ticareti ilk kez, 765 Sayılı TCK.nun 201/b maddesinde düzenlenmiştir. Daha sonra
bu suça, 5237 Sayılı TCK.nun 80 inci maddesinde yer verilmiştir.
Protokol’ün 3 üncü maddesinde, insan ticareti; kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma
tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma,
kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını
kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar
amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması
şeklinde tanımlanmaktadır*.
80 inci madde ile tehdit, baskı, cebir veya şiddet veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma,
hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası
üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak suretiyle, zorla çalıştırılmak, hizmet
ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tabi kılmak, vücut organlarının verilmesini
sağlamak amacıyla, kadın, çocuk veya diğer insanların tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir
yerden bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları suç sayılmaktadır.
Protokol’ün aksine, 80 inci maddede yer verilmemesine karşın, “benzeri uygulamalar” ibaresini,
istismar içinde değerlendirmek gerekmektedir. İstismar terimi; asgari olarak, başkalarının
fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini de içermektedir. Konumuz
açısından, insan ticareti olgusunun bir halkasını da, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, kadının
ikinci sınıf insan muamelesi görmesi, ataerkil yapı gibi olgular oluşturmaktadır.
İnsan ticaretinin mağdurları genellikle, kızlar, kadınlar ve oğlan çocukları olmaktadır.
İnsan tacirleri, çoğu zaman kadınları fahişe olarak yurtdışında çalışmaya ikna etmekte ve
mağdurların rızalarını almakta iseler de, bu rızalar hukuken geçerli rıza niteliğini
taşımamaktadır. Mağdurlar; cinsel objeye dönüştürülmekte ve cinsel şiddete maruz
kalmaktadırlar.
3.2.8.2. TÖRE SAİKİYLE KASTEN ÖLDÜRME
TCK.nun 81 inci maddesinde düzenlenen kasten öldürme suçu, herkese karşı işlenebilen
ve cezası müebbet hapis olan bir suçtur. Bu suçun pasif süjeleri, erkek ve kadın olabilmektedir.
Bu bakımdan, bu suçun işlenmesinde failleri suça sevk eden saikin bir önemi bulunmamaktadır.
Ancak, failin, genel kastı yanında bazı saiklerle eylemini gerçekleştirmesi halinde, bu haller
kasten öldürme suçunun nitelikli hali olarak kabul edilerek 82 nci maddede düzenlenmiştir.
Kasten öldürme suçunun nitelikli halleri arasında bulunan ve daha önce hukukumuzda yer
almayan, töre saikiyle öldürme suçuna, ilk kez 82/1-k maddesinde yer verilmiştir†.
Töre; toplum tarafından ortaklaşa olarak kabul edilen, benimsenen gelenek ve görenekler,
alışkanlıklar ve ahlâk kuralları olarak tanımlanmaktadır. Avrupa’da ve özellikle de Akdeniz
ülkelerinde sıkça rastlanılan töre ve namus cinayetleri, onur-şeref kavramı altında, gelenek,
görenek, sosyal ve kültürel değer olgularına dayandırılmaktadır. Özellikle, ataerkil toplumsal
yapılanma içinde onurun, erkeğin her zaman güç kullanma potansiyelini ifade ettiğini
belirtilmektedir. Töre saikiyle öldürme suçunun, kötü geleneklerden kaynaklanan ve faillerinin
genellikle baba, kardeş gibi, yakın akrabaların, mağdurların da ise, kadın olduğu suçları daha
ağır cezalandırmak suretiyle önlenmesi amacıyla, kanuna eklendiği belirtilmektedir ‡.
Töre saikiyle kasten öldürme suçunun oluştuğunu kabul etmek için, failde suçun işlendiği
sırada, bu saikin olduğunun kanıtlanması gerekmektedir. Özellikle, ölüm kararının törelere göre
meşru sayılmayan bir davranış nedeniyle, aile meclisi tarafından alınması ve suçun aile
bireylerinden birine işlettirilmesi veya bireysel olarak bu yönde hareket edilmesi aranmaktadır.
Törelere göre meşru sayılmayan davranışlar ise, ailenin izni olmadan evlenilmesi, bir erkekle
cinsel ilişkiye girilmesi, zorla evlenmeye karşı çıkılması, evli iken kadının kocasını terk etmesi
Bu tanım için ayrıca bkz. Interpol, “Children and Human Trafficking”, www. interpol. İnt/Public/ THB/ Women/ Default.asp
Hakeri Hakan, “Yeni Türk Ceza Kanununda Hayata Karşı, Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar, İşkence ve Eziyet, Terk
ve
Yardım
ve
Bildirim
Yükümlülüğünün
Yerine
Getirilmemesi
Suçları”,
http://www.cezabb.adalet.adalet.gov.tr/makale/102.doc.
‡
Oskay Ünsal, Töre Cinayetleri, http://www.genbilim.com/content/view/3404/86/
*
†
156
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
veya kadının rızası dışında cinsel saldırıya uğraması olarak gösterilmektedir. Ancak, bu
hususların saptanmasında, zaman zaman güçlüklerle karşılanmaktadır.
Töre sakiyle öldürme suçlarında, üzerinde durulan ve ihtilaf konusu olan, failler hakkında
haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağıdır. Söz konusu maddenin gerekçesinde;
“Nihayet, (j) bendine göre, töre saikiyle öldürme halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
hükmedilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için, somut olayda haksız tahrikin
koşullarının bulunması gerekir.” denilmektedir. Bu bakımdan, salt töre saikiyle öldürmenin
gerçekleştiği çoğu durumlarda, mağdurdan kaynaklanan haksız fiilinin bulunduğunu kabul
etmek mümkün olamayacaktır. Ancak, TCK.nun 29 uncu maddesine göre, haksız bir filin
meydana getirdiği hiddet ve şiddetli eylemin etkisiyle bir eylem gerçekleştirildiğinde, haksız
tahrik hükümlerinden yararlanılması mümkündür. Bu nedenle, haksız tahrik hükmünün
uygulanabilmesi için, fiilin haksız olarak tahrik eden kişiye karşı gerçekleştirilmesi zorunludur.
Töre saikiyle öldürmede ise, öldürülen kadının faile karşı haksız bir fiili söz konusu
olmadığından, töre cinayetlerinde haksız tahrik indiriminin uygulanmaması genel kabul
görmektedir.
Töre saikiyle öldürmenin kanıtlanması halinde, öldürme kararının alınmasına
azmettirenler ve kararın alınmasına katılan aile yakınları da, azmettirme nedeniyle
cezalandırılmaktadırlar. Yargıtay, “sadece aile meclisi kararının varlığının kanıtlanması
halinde” aile bireyleri hakkında, TCK.nun azmettirme ile ilgili 38/1 maddesinin uygulanması
görüşündedir*. Ancak, çoğu zaman aile tarafından öldürme kararının verildiğinin kanıtlanması
mümkün olmadığından, azmettiren aile bireyleri hakkında, mahkûmiyet hükmü tesis
edilememektedir.
Diğer taraftan, töre saikiyle işlenen öldürme suçlarında, aile meclisi kararı suçun maddi
unsurunu teşkil etmediğinden, suçun oluşumunda aranmaması gerektiği gerekçesiyle
eleştirilmektedir. Yargıtay, özelikle bireysel töre saikiyle öldürme suçlarında, aile meclisi
kararının bulunması zorunluluğunu aramamaktadır. Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 07.06.2010
Tarihli ve E. 2009/8804 K. 2010/4214 Sayılı Kararında, “Sanığın ablası T...’ın, eşi ile
geçinemediği için boşanma davası açarak olay tarihinden yaklaşık dokuz ay önce babasının
evine geri döndüğü, T...’ın evlenmeden önce arkadaşlığının bulunduğu maktul ile dinsel tören
yaparak evlendiği, zaman zaman birlikte oldukları, olay tarihinde de maktulün kendisine ait araç
ile yanında T... olduğu halde gezdikleri sırada, sanığın kendilerini gördüğü aynı gün sanığın
yanına aldığı tabanca ile akşam saat 20.30 sıralarında maktulün evine giderek maktulü dışarı
çağırdığı, maktulün ablası ile olan birlikteliğini ikrarı üzerine, sanığın üzerinde taşıdığı silah ile
ateş etmek suretiyle maktulü öldürdüğü olayda;
Türk Medeni Kanunu’nun 185’nci maddesi gereğince eşlerin birbirlerine karşı sadakat
yükümlülüğünün bulunduğu, sanığın ablası T...’ın davranışlarından dolayı kendisine karşı
sorumlu olduğu, sanığa yönelik haksız eylem oluşturmadığından olayda tahrik bulunmadığı,
sanığın eylemini ailesinin ve kendisinin şeref ve namusunu kurtarmak için gerçekleştirdiğinin
anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin töre saikiyle öldürme suçunu oluşturduğu halde,
eylemin yanlış nitelendirilerek yazılı şekilde basit öldürme suçundan hüküm kurulması,
bozmayı gerektirmiş.” denilmektedir.
3.2.8.3. ÇOCUK DÜŞÜRTME VE KISIRLAŞTIRMA
TCK.nun 99/1 inci maddesine göre, rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi,
beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu hüküm ile korunması gereken
değer bakımından, kadının geleceğe yönelik yaşamının ve müdahale edilen annenin gerek
yaşam gerekse cinsel yönden sağlığının korunması amaçlanmaktadır. Bu müdahale ile kadınlara
yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar veya acı verilmektedir. Kanımca, cinsel
dokunulmazlığa ilişkin suçlar arasında yer almamasına karşın, bu suç hukuken geçerli rızası
olmaksızın bir kadının çocuğunun düşürtülmesi şeklinde gerçekleştirildiğinden, kadına karşı
cinsel şiddet içinde değerlendirilebilmesi gerekmektedir. Zira daha önce açıklandığı üzere,
“Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon”un 1 inci maddesinde,
*
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 22.01.2010 tarihli ve E. 2009/1759, K. 2010/246 Sayılı Kararı.
157
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kadınlara karşı şiddet; “ister kamu yaşamında, ister özel yaşamda olsun cinsiyete dayalı olarak,
baskı veya kasten özgürlüğün sınırlandırılması gibi, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve
psikolojik zarar veya acı veren bu şekilde sonuçlanabilecek eylemler” şeklinde tanımlanmış, 2
nci maddesinde ise, cinsel şiddet oluşturan eylemler sayılarak, konunun daha geniş bir
çerçevede yorumlanması gereği vurgulanmıştır.
Söz konusu maddenin 3 üncü fıkrasında, 1 inci fıkradaki çocuk düşürtme suçunun kadının
beden veya ruh sağlığı bakımından bir zarara uğraması halinde, failin altı yıldan oniki yıla kadar
cezalandırılması gerekmektedir.
Bu suçun faili herkes olabilmektedir. Başka bir anlatımla, cenini taşıyan anne dışında
herkes bu suçu işleyebilmektedir. Dolayısıyla, kadının çocuğunu kendisinin düşürmesi suçu,
konumuz açısından inceleme dışında kalmaktadır. Suçun pasif süjesi-mağduru ise, gebe
kadındır. Çocuk düşürtme terimi; gebelik sırasında, hangi yöntemle olursa olsun, çocuğa hamile
olan kişi dışında bir kişi tarafından, çocuğa yönelik olarak gebeliğin sona erdirilmesidir. Her ne
kadar, gerek madde başlığında gerekse madde metninde, “çocuk” terimi geçmekte ise de,
burada kastedilen “cenin”dir. Bu suç, genel kastla işlenebildiğinden, olası kastla da
işlenebilmektedir.
12.01.2012 tarihli haberlerde yer alan bilgilere göre, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün
raporlarında, sağlıksız koşullarda kürtaj olanların sayısı beş yılda dünya genelinde 43 milyona
ulaşmıştır. Kürtaj operasyonunun yarısının uzman olmayan kişiler tarafından yapıldığı, son beş
yılda dünya genelinde kürtaj oranının binde 28 de sabitlendiği, kürtaj sayısı gelişmiş ülkelerde
biraz gerilemesine karşın, gelişmekte olan ülkelerde hızla arttığı, bunun da, 25 milyondan fazla
olduğu, 47 bin kadının uygunsuz koşullarda kürtaj dolayısıyla hayatını kaybettiği ve 8.5
milyonun tehlikeli enfeksiyonlara maruz kaldığı belirtilmektedir.
Güney Amerika bu tür kürtajlarda lider konumundadır. Onu Afrika ve Asya ülkeleri takip
etmektedir. Bu nedenle ölümlerin, %13’ü bu bölgelerde meydana gelmektedir. Ayrıca, cinsiyet
ayrımcılığı nedeniyle, en az yarım milyon kız bebek aldırılmaktadır. Hindistan’da kız
bebeklerin kürtajla alınması nedeniyle, cinsiyetler arası farkın cinsiyet eşitliğini ortadan
kaldırdığı ve bunun sonucu erkek nüfusunun hızla arttığı rapor edilmektedir.
TCK.nun 101 inci maddesinde de, bir kişinin rızası olmaksızın kısırlaştırılması suç
sayılmıştır. Kısırlaştırma, Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’un 4/1 inci maddesinde, “Bir
erkek ve kadının çocuk yapma yeteneğinin, cinsel ihtiyaçlarının tatminine engel olmadan
ortadan kaldırılması için yapılan müdahale” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım karşısında, bu
suçla korunan hukuki yararın beden bütünlüğü olduğu düşünülebilir. Ancak, bu fiil ile özellikle
kadınların rızaları dışında, çocuk yapma yetilerinin ortadan kaldırılması söz konusu
olduğundan, bu fiil bir tür etnik temizleme olarak kabul edilmektedir.
3.2.8.4. CİNSEL SALDIRI
Irza geçme, ırza tasaddi, sarkıntılık ve söz atma suçları; yürürlükten kalkan 765 Sayılı
TCK.nun 2. Kitabı’nın 8. Babında Genel Ahlaka ve Aile Düzenine Karşı İşlenen Suçlar
arasında düzenlenmiş iken, 5237 Sayılı TCK.nun Kişilere Karşı Suçlar Kısmının 6.
Bölümü’nde, 102 nci maddede cinsel saldırı; 103 ncü maddede Çocukların Cinsel İstismarı; 104
üncü maddede Reşit Olmayanla Cinsel İlişki ve 105 inci maddede Cinsel Taciz şeklinde, Cinsel
Dokunulmazlığa Karşı Suçlar olarak düzenlenmiştir. Bu suçlarda korunan hukuki değer,
bireylerin cinsel dokunulmazlığı olduğu için, bu düzenlemenin 6. Kısım içinde yapılması
yerindedir.
Cinsel saldırı suçu, ırza geçme, ırza tasaddi ve sarkıntılık ayrımı yapılmaksızın, bu
suçların tümünü kapsayan bir nitelik taşımaktadır.
Cinsel saldırı suçu ile ilgili 102 nci madde;
(1) “Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun
şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi
yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde,
soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.
158
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
(3) Suçun; a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan
kişiye karşı, b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle, c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye
karşı, d) Silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte, işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara
göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.
(4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün
ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı
cezalandırılır.
(5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, on yıldan
az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
(6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasına hükmolunur.” şeklindedir.
Bu suç; herkes tarafından işlenebilen bir suç olup, failleri erkek veya kadın olabileceği
gibi, mağdurları da erkek veya kadın olabilmektedir. Ancak, bu suç genel olarak kadınlara karşı
işlenen bir suçtur. 1 inci fıkrada belirtildiği üzere, suçun maddi unsurunu, cinsel davranışlarla
bir kişinin vücut dokunulmazlığını bozma oluşturmaktadır. Anılan fıkrada, yaş ile ilgili bir kayıt
bulunmadığından, suçun mağdurları, ergin olan kişilerdir. Buna karşılık, ergin olmayan kişilere
karşı işlenen cinsel saldırı suçları ise, 103 ve 104 üncü maddelerde düzenlenmiştir.
1 inci fıkradaki cinsel saldırının basit şeklinde, mağdurun vücudu üzerinde temas ederek,
sadece cinsel ilişki aşamasına varmayan davranışlarda bulunulması yeterlidir. Ancak, bu
durumda, ergin olan kişinin rızasının bulunmaması gereklidir. Aksi takdirde, kanunumuza göre
suç sayılmayan rıza ile cinsel ilişki olur. Cinsel saldırı kavramı, mağdurun cinsel organları
dâhil, vücut bölgelerine karşı gerçekleştirilen tüm temas şekillerini de içerdiğinden cinsel tatmin
gibi, özel bir kastı gerektirmemektedir. Bu bakımdan, failde genel kastın bulunması suçun
oluşumu için yeterli görülmektedir. Kural olarak, öpme, kalça veya göğüsleri okşama şeklinde,
cinsel şehvet duygularını kısmen ve kısa süreli olarak tahrik etmeye elverişli hareketler bu suçu
oluşturur. Ancak, mağdurun yanından geçerken hafif şekilde sürtünmek veya el değdirme gibi,
basit teması gerektiren fiiller, cinsel taciz suçunu oluşturabilir. Bu bakımdan, somut olayın
özelliklerini göz önüne almak gerektirmektedir. Ayrıca, cinsellik içermeyen yaralama kastıyla
gerçekleştirilen fiziksel vücut temasları da, cinsel saldırı içinde değerlendirilemez.
Bu suçun basit hali, şikayete tabi olup, TCK.nun 73 üncü maddesine göre, şikayet süresi
altı ay olup, zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla, süre fiilin ve failin kim olduğunun
bilindiği veya öğrenildiği tarihten itibaren başlar. Suçtan zarar gören kişinin, şikâyetten
vazgeçmesi, hükmün kesinleşmesine kadar mümkün olup, bu durumda kamu davası düşer.
Ancak, hükmün kesinleşmesinden sonra vazgeçme mümkün olmadığından, bu aşamadaki
vazgeçme cezanın infazına engel olmaz. Ayrıca, şikâyetten vazgeçme onu kabul etmeyen
sanıkları da etkilemez ve yargılamaları devam eder.
Cinsel saldırı suçunun nitelikli halleri, 102 nci maddenin 2 ila 5 inci fıkralarında
düzenlenmiştir.
Cinsel saldırının bir kimsenin vücuduna organ veya bir cisim sokulması suretiyle
gerçekleştirilmesi durumunda, fail 102 nci maddenin 2 nci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca,
yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır. Fıkranın gerekçesine göre, söz
konusu suçun maddi unsurunu, ergin kişinin rızası dışında vücuda vajinal veya anal veya oral
yoldan bir organ veya herhangi bir cismin sokulması oluşturmaktadır. Organ terimi; salt
erkeklik organı olmayıp, vücudun boşluklarına girebilen parmak veya dil gibi, başka organları
da kapsamaktadır. Cisimden ise, vücut boşluklarına girebilen her türlü maddeler
kastedilmektedir. Ancak, bu tür cisimlerin sokulmasında hareketlerin, şehvet hissiyle olmasa
bile, cinsel saldırı amacıyla yapılması halinde, suçun oluşabileceği kuşkusuzdur. Yargıtay
kararlarında, failin parmağını mağdurun rızası dışında cinsel organına sokup, cinsel ilişki
dışında şehevi arzularını tatmin etmekten ibaret olan eylemini ve cinsel organını mağdureye
emdirmesi hareketlerini, 765 sayılı TCK.nu döneminde ırza tasaddi ve şimdi ise, nitelikli cinsel
saldırı olarak kabul etmektedir.
159
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Fıkranın ikinci cümlesinde, bu suçun eşe karşı işlenmesi, soruşturulması ve
kovuşturulması şikâyete bağlı suç olarak öngörülmüştür. 765 Sayılı TCK. döneminde, yasal
olarak evli olan eşe karşı gerçekleştirilen bu tür eylemler, cinsel saldırı suçu olarak
düzenlenmediğinden, fena muamele veya müessir şeklinde değerlendirilmekteydi. Bununla
birlikte, Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Hakkında Deklarasyon’un 2 nci maddesi
uyarınca, evlilik içi ırza geçme-marital rape olarak kabul edilmekteydi. Bu konuda, geçmiş
döneme ait Belçika Yüksek Mahkemesi’nin bir içtihadı çok önemlidir. Söz konusu karar*;
“Kocanın karısına cebir, şiddet veya tehdit kullanarak onu cinsel münasebete zorlaması, kocalık
sıfatının tam anlamı ile kötüye kullanılması niteliğinde olduğundan, işlenen cebir, şiddet veya
tehdidin sadece müessir fiil olarak kabulü isabetli, hukuki ve adaletli kabul edilemez. Kaldı ki,
gerek din gerekse ahlak eşler arasında cinsi münasebetin zorla yapılmasını asla tasvip etmez.
Bundan başka, Ceza Kanunu’nda ‘herkim, cebir, şiddet veya tehdit ile bir kimsenin ırzına
geçerse cezalandırılır” denilmekte olmasına, maddede mağdurun mutlak surette bir kimse
şeklinde belirtilmesine ve zorla cinsi münasebet ile cinsi haysiyet ve hürriyet ihlal edilmesine
göre, kocanın fiilinin zorla ırza geçme olarak tavsifi ve kabulü, hukuk, ahlak ve adalet kural ve
ilkelerine uygundur.” şeklindedir.
3 üncü fıkrada öngörülen nitelikli hal ise, dört ayrı durumu içermektedir. Bunlardan
birincisi, (a) fıkrasına göre, fiilin beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda
bulunan kişiye karşı gerçekleştirilmesidir. Bu durum, mağdurun bedensel veya ruhsal bir
hastalıktan ileri gelmiş olabileceği gibi, engelli olmasından da kaynaklanabilir. Dolayısıyla, bu
durumda ister geçici ister sürekli olsun, gerçek anlamda bir hastalık oluşturan bir halden dolayı,
mağdurun eyleme rıza göstermesi veya karşı koyma olanağının ortadan kalkmış olması
gerekmektedir. Bedensel hastalıkta, fiziksel karşı koyamama, ruhsal durumda ise, kendisine
karşı gerçekleştirilen fiilin ahlaki kötülüğünü anlayamama söz konusudur†. Buna karşılık,
mağdurun, saflığı veya deneyimsizliği, tek başına iradeyi ortadan kaldıran neden olarak kabul
edilmemektedir. Özellikle, fiilin gerçekleştirilmesinden önce, mağdurda mukavemet
serbestîsinin olmadığının fail tarafından bilinmesi gerekmektedir. Ancak, objektif olarak
mağdurun bu durumu bilebilecek durumda ise, failin bu durumu bilmediğini ileri sürmesi
mümkün değildir. Fıkrada yer alan haller, suçun unsuru olmayıp, suçun ağırlaştırıcı
nedenidirler.
3/b fıkrasında, cinsel saldırı suçunun kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, bu durum nitelikli hal sayılmıştır. Görüldüğü
üzere, bu bentte fail ile mağdur arasında resmi veya özel bir ilişkinin varlığı gerekmektedir. Her
iki durumda da, nüfuzun kötüye kullanılması söz konusudur. Zira, kamu görevinin veya hizmet
ilişkisinin, suçun işlenmesinde fail yönünden mağdur üzerinde egemenlik kurabilmesi ve
otoritesini kullanabilmesi ve mağdurun mukavemetini kırması, görev ve hizmet ilişkisinin
verdiği güce dayanmaktadır. Örneğin, kamu kurum ve kuruluşlarında, amirlerin veya özel şirket
veya işyerlerinde patronların nüfuzlarını kullanarak mağdurları cinsel ilişkiye zorlamaları gibi.
Cinsel saldırı fiilinin yakın akrabalar olan üçüncü derece dahil kan ve kayın hısımlığı
ilişkisi içinde bulunan kişiler tarafından gerçekleştirilmesi hali, 3/c fıkrasında nitelikli cinsel
saldırı suçu olarak kabul edilmiştir.
Kan akrabalığı-hısımlığı Türk Medeni Kanunu’nun 17 nci ve kayın akrabalığı ise, 18 inci
maddelerine göre, nüfus kayıtlarıyla saptanmak zorundadır ve Bu yakın akrabalar, üçüncü
derece dâhil üstsoy, altsoy, amca, teyze, hala, dayı ve bunların çocukları ile aynı derecedeki
evlatlık ilişki bulunanlar ile sona ermiş olsa dahi, eşin anne-babası ve onların anne ve babaları,
kayınbirader, baldız ve bunların çocukları ve bunlar ile aynı derecedeki evlatlık ilişkisi bulunan
kişilerdir. Bu suçun nitelikli hal kabul edilmesinin nedenini, yakın akrabalığın mağdura karşı
suçun işlenmesinde sağladığı kolaylık oluşturmaktadır. Ancak, failin mağdurun sayılan
akrabalar arasında bulunduğunu bilmesi gerekmektedir. Yargıtay yerleşmiş sürekli kararlarında,
*
†
Gözübüyük Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Şerhi, C. III. Beşinci Bası. İstanbul, t.y., s. 723.
Tezcan Durmuş-Erdem Mustafa Ruhan-Önok Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 5. Baskı, Ankara, 2007, s. 299.
160
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sanığın mağdurenin öz ağabeyi, eniştesi, dayısı, amcası olmasını nitelikli hal olarak kabul ettiği
görülmektedir.
Bu tür cinsel saldırı literatürde, aile içi şiddet-domestic violence olarak nitelendirilmekte
ve Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa
Konseyi Sözleşmesi’nin 3 üncü maddesinde de, “aile içi şiddet”in, mağdur faille aynı haneyi
paylaşsa da paylaşmasa da, aile veya hanede, eski veya şimdiki eşler ya da partnerler arasında
meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti içerdiği belirtilmektedir.
Bir diğer cinsel saldırının nitelikli halini, 3/d fıkrasında yer verilen suçun silahla veya
birden fazla kişi tarafından işlenmesi oluşturmaktadır. TCK.nun uygulanması silah tanımı, 6/1-f
maddesinde yapılmıştır. Söz konusu bentte, suçun silahla işlenmesi öngörülmesi nedeniyle,
fiilin gerçekleştirildiği sırada, silahın doğrudan kullanılıp kullanılmadığı konusunda tartışmalar
yapılmaktadır. Bir görüşe göre, silahın kullanılması gerektiği kabul edilmesine karşılık, diğer
görüşte silahın kullanılmasına gerek olmadığı, silahın yanında taşınmasının veya teşhir
edilmesinin yeterli olduğu ileri sürülmektedir. Kanımca, fiilin gerçekleştirilmesi sırasında,
silahın mağdurun mukavemet gücünü kıracak veya ortadan kaldıracak şekilde, gösterilmesi ve
teşhir edilmesi, suçun silahla işlenmiş olması için yeter niteliktedir.
Bir suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hali de, suçun nitelikli halini
oluşturmaktadır. TCK.nun faillikle ilgili 37 nci maddesi bağlamında, nitelikli halin kabul
edilebilmesi için, suçun en az iki kişi tarafından birlikte işlenmesi gerekmekte ise de, bu
kişilerin tümünün cinsel saldırı fiilini gerçekleştirmeleri gerekmemektedir. Örneğin faillerden
birinin cinsel saldırı suçunu işlerken, diğerinin cebir, şiddet veya tehdit kullanması, suçun
nitelikli halinin oluşması için yeterlidir. Şayet, faillerden her biri ayrı ayrı cinsel saldırı suçunu
gerçekleştirmişler ise, cinsel saldırı sayısınca suç oluşmaktadır.
102 nci maddenin 4 üncü fıkrasına göre, suçun işlenmesi sırasında, mağdurun direncinin
kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde, cebir kullanılması halinde, fail ayrıca kasten yaralama
suçundan da cezalandırılmaktadır.
Cinsel saldırı suçunun netice sebebiyle ağırlamış halleri, 102 nci maddenin 5 inci ve 6 ncı
fıkralarında düzenlenmiştir. 5 inci fıkraya göre, cinsel saldırı suçu sonunda mağdurun beden
veya ruh sağlığının bozulmuş olması söz konusu ise, bu durumda faile on yıldan az olmamak
üzere hapis cezası verilmektedir. Suçun sonucu, mağdurun beden sağlığının bozulması;
hastalanması, vücut fonksiyonlarının bozulması, sakat kalması, organ veya uzuvlarından birinin
işlevini yitirmesi, işlevinin sürekli zayıflaması veya çocuk yapma yetisini kaybetmesi gibi
halleri kapsamaktadır. Ruh sağlığının bozulması ise, mağdurda kimi psikolojik sorunların ortaya
çıkması, her an saldırıya uğrayacağı korkusuna kapılması veya panik halinde olması gibi haller
olarak gösterilebilir*. Her iki durumda da, Adli Tıp Kurumu’nun bu konuda vereceği raporlara
ihtiyaç bulunmaktadır. Adli Tıp Kurumu’ndan bu konuda rapor alınabilmesi için, mağdurun
istemi veya mahkemenin bu konuda oluşan şüphe üzerine resen araştırmada bulunması
gerekmektedir.
6 ncı fıkrada, cinsel saldırı suçu sonucu, mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölmesi
durumunda, faile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmektedir. Bu iki durumda da, failin
kastının meydana gelen sonuçlara yönelik olmaması gerekmektedir. Şayet, faillerin kastı bu
sonuçların meydana gelmesine yönelik ise, failler bu durumda, hem cinsel saldırı hem de kasten
öldürme suçundan cezalandırılırlar.
Bitkisel hayata girme, bilinç kapalı olmakla birlikte, hastanın soluk alma ve yutma gibi
bazı temel beyin aktiviteleri sağlam durumdadır ve bu hastalar beyin ölümünde sayılmazlar.
Beyin ölümünde ise, bilinç tamamen kapalı olup, nefes alma, hareket etme, yutma gibi diğer
bütün beyin aktiviteleri de kalıcı olarak kaybolmuş durumdadır. Buna karşılık, kalp, karaciğer
ve böbrek gibi, beyinden bağımsız çalışabilen diğer organların canlılığı devam etmektedir.
3.2.8.5. ÇOCUKLARIN CİNSEL İSTİSMARI
TCK.nun 6/1-b maddesine göre, onsekiz yaşını doldurmamış kişi, çocuk kabul
edilmektedir. Onsekiz yaşını tamamlamış kişiler, cinsel dokunulmazlıkları yönünden
*
Soyaslan Doğan, Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı, Ankara, 2005, s. 180.
161
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
özgürdürler. Ancak, onsekiz yaşını tamamlamamış kişilerin cinsel dokunulmazlık yönünden tam
özgürlükleri bulunmamaktadır. Bu madde ile çocukların cinsel dokunulmazlığı korunma altına
alınmaktadır. Kanun koyucu, bu hususu göz önüne alarak, ergin kişilerin cinsel
dokunulmazlıklarına karşı işlenen suçları 102 nci maddede, cinsel saldırı olarak nitelemesine
karşılık, çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel dokunulmazlık suçlarını 103 üncü maddede
çocukların cinsel istismarı şeklinde nitelendirmiştir. Bu bağlamda, 103 üncü maddenin 1 inci
fıkrasında, çocuğu cinsel yönden istismar eden kişilerin, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılacağı öngörülmüştür. Ancak, madde cinsel istismar yönünden, çocukları onbeş
yaşını tamamlamamış ve onbeş yaşını tamamlamış çocuklar olarak iki gruba ayırmıştır. Söz
konusu fıkranın, (a) bendinde cinsel istismar terimi; onbeş yaşını tamamlamamış veya
tamamlamış olmakla birlikte, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş
olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış olarak tanımlanmıştır. Fıkranın (b)
bendinde ise, onbeş yaşını doldurmuş çocuklar, diğer çocuklar şeklinde ifade edilmiş ve bu
çocuklara karşı, sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak
gerçekleştirilen davranışlar cinsel istismar olarak tanımlanmıştır. Fıkrada yer verilen cinsel
davranış ifadesi, tüm cinsel hareketleri kapsar niteliktedir. 103/1 maddesinde yer verilen cinsel
istismarın basit şeklidir.
Birinci guruba giren onbeş yaşını tamamlamamış çocuklar yönünden, fiilin
gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden
aranmaksızın, cinsel istismar suçu oluşmaktadır. Çünkü, bu yaştaki çocuklar mutlak olarak
cinsel özgürlüğe sahip değillerdir. Bu bakımdan, cinsel istismar, mağdurun rızasına dayalı
olarak gerçekleştirilse dahi, fail cezalandırılmaktadır.
Buna karşılık, onbeş yaşını tamamlamış onsekiz yaşını tamamlamamış çocuklar kendi
aralarında alt iki guruba ayrılmaktadır. Birinci gruba onbeş yaşını tamamlamış olmakla birlikte,
fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş çocuklar girmektedir. Bu
çocuklar, akıl hastası, zekâ, bilgi veya görgü bakımından gelişme düzeyini tamamlamamış
çocuklardır. Bu durumun, Adli Tıp Kurumu raporuyla saptanması gereklidir. İkinci gurubu ise,
kendilerine cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak cinsel
istismar suçu işlenen çocuklar oluşturmaktadır. Bu durumda, cinsel istismara maruz kalan
çocukların, özgür iradeleri, yani rızaları bulunmamaktadır. Cebir ve tehdit, TCK.nun 108 ve 106
ncı maddelerine göre, suç olmalarına karşın, 103/1 maddesinde, cinsel istismar suçunun
unsurudur. Cebir; suçun işlendiği sırada, cinsel istismara razı olması amacıyla, kendisine karşı
fiziksel şiddet kullanılmasıdır. Tehdit; mağdurun veya yakınının hayatına, vücut bütünlüğüne
veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceğinin veya malvarlığı itibariyle
büyük bir zarara uğratılacağının veya sair bir kötülük yapılacağının bildirilmesidir. Hile ise;
gerçekleri gizlemek, saklamak, yanlış göstermek veya çarpıtmak suretiyle, kişinin iradesinin
yanıltılmasıdır. İradeyi etkileyen başka nedenlerin, ne olduğu fıkrada gösterilmemiş olmakla
birlikte, bunlar cebir, tehdit veya hile dışında kalan, ancak mağdurun davranışlarını yönlendirme
yeteneğinin ortadan kalkmasına veya azalmasına sebep olan nedenler olarak kabul edilmektedir.
Örneğin, mağdurun alkol veya uyuşturucu madde alması sonucunda, davranışlarını yönlendirme
yeteneğinin ortadan kalkması veya azalması hali gibi. Fail tarafından, mağdurun içtiği içkiye
uyuşturucu katılarak bu durumun yaratılması halinde ise, genel olarak cebir veya hileden söz
edilmektedir*.
Cinsel istismar suçunun vücuda organ veya sair cisim sokulmak suretiyle
gerçekleştirilmesi halinde, 2 nci fıkra uyarınca sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunmaktadır.
3 üncü fıkrada, cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey
baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim
yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye
kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılmaktadır.
*
Baytemir Erdal, Cinsel Dokunulmazlığa, Kişi Hürriyetine ve Genel Ahlâka Karşı Suçlar, Ankara, Kasım 2007, 331.
162
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4 fıkrada, Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya
tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza
yarı oranında artırılarak verilmesi öngörülmekte, 5 inci fıkraya göre de, cinsel istismar için
başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde,
ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanacağı belirtilmektedir. 6 ncı fıkrada,
suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az
olmamak üzere hapis cezasına, 7 nci fıkrada suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya
ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunacağı
vurgulanmaktadır.
Gerek cinsel saldırı gerekse çocuklara karşı cinsel istismar suçları gerçekleştirildikleri
anda oluşurlar, bununla birlikte TCK.nun 35 inci maddesinde yer verildiği üzere, failin
kastettiği suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da, elinde olmayan
nedenlerle tamamlayamaması halinde bu suçlar teşebbüs derecesinde kalmaktadır.
TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca, zincirleme suçta fail hakkında bir cezaya
hükmedilmekte, ancak bu ceza dörtte biden dörtte üçe kadar arttırılmaktadır. Fakat 43 üncü
maddenin 3 üncü fıkrası uyarınca, cinsel saldırı suçlarında bu madde hükmünün
uygulanmayacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla, bir suç işleme kararının icrası kapsamında, aynı
mağdura karşı farklı zaman dilimlerinde cinsel saldırı veya çocuklara karşı istismar suçunun
işlenmesi halinde, fail her bir suç için ayrı ayrı cezalandırılacaktır.
3.2.8.6. REŞİT OLMAYANLA CİNSEL İLİŞKİ
Onbeş yaşını tamamlamış, ancak henüz erginliğe ulaşmamış olanların, TCK.nu
bağlamında kısmi cinsel özgürlükleri bulunmaktadır. Bunun nedeni, reşit-ergin olmayanların
cinsel ilişkinin hukuki niteliğini ve fiilin sonuçlarını algılama yeteneklerinin tam olarak
gelişmemesidir. Ayrıca, kanun koyucu da bu yaştaki çocukların rızaları ile cinsel ilişkiye
girmelerinin, gelenek ve göreneklere göre, toplum düzenini bozacağı endişesi yatmaktadır. Bu
nedenlerle, TCK.nun 104 üncü maddesinde cebir, tehdit ve hile olmaksızın onbeş yaşını bitirmiş
olan çocukla cinsel ilişkide bulunmak suçu düzenlenmiş ve şikayet üzerine failin altı aydan iki
yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacağı öngörülmüştür.
Bu suç, sadece onbeş yaşını doldurmuş çocuklara karşı işlenebilir. Suçun faili kadın veya
erkek olabilir. Failin yaşının küçük olmasının bir önemi yoktur. Ancak, bu durumda yaş
nedeniyle indirim hükümlerinden yararlanabilir. Maddeye göre uygulama yapılabilmesi için,
mağdurun onsekiz yaşını tamamlamayıp tamamlamadığının ve rızasının olup olmadığının
saptanması gerekir. Bu bakımdan, çocuğun onbeş yaşını doldurmamış olması veya rızayı
ortadan kaldıran veya etkileyen hallerin bulunması durumunda, 103 üncü madde hükümleri
uygulanacaktır. Diğer taraftan, Medeni Kanunun 11 inci maddesine göre, onsekiz yaşından
küçük olmakla birlikte evlenme ile reşit olan kişilere karşı bu suçun işlenmesinin mümkün
olmadığı düşünülmektedir. Bu suç, bizzat fail tarafından işlenebilen bir suç olduğundan, birlikte
faillik söz konusu olamaz. Buna karşılık, azmettirme ve yardım etme şeklinde iştirak halinde de
işlenebilmesi mümkündür. Şayet, birden fazla kişi, mağdurla cinsel ilişkiye girmişse, her biri
ayrı ayrı 104 üncü maddeye göre cezalandırılır.
Şikâyet hakkının kullanılması, şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu için, bu hakkın
mağdur tarafından kullanılması gerekmektedir. Şayet, kanuni temsilci tarafından bu hak
kullanılmış ise, bu durumda, mağdurun şikâyette bulunup bulunmadığına bakılarak yasal işlem
yapılması gerekmektedir.
3.2.8.7. CİNSEL TACİZ
TCK.nunda, sarkıntılık ve söz atma suçlarının düzenlenmemesi nedeniyle, benzer
eylemler, 105/1 inci maddede, cinsel taciz suçu olarak, “Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz
eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası veya adli
para cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu fıkrada düzenlenen cinsel taciz suçu,
suçun basit halidir. Suçun faili veya mağduru, kadın veya erkek olabilir. Bu suç ile hem genel
ahlak hem de mağdurların cinsel dokunulmazlıkları korunmak istenilmiştir. Fıkrada, cinsel taciz
163
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tanımına yer verilmemiştir. Ancak, maddenin gerekçesinde*, “Cinsel taciz; kişinin vücut
dokunulmazlığının ihlali niteliğini taşımayan cinsel davranışlarla gerçekleştirilebilir. Cinsel
taciz, cinsel yönden, ahlâk temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesinden ibarettir.”
şeklinde açıklamaya yer verildiği görülmektedir. Öğretide ve uygulamada, vücut bütünlüğünün
ve cinsel dokunulmazlığın korunmasına yönelik olarak, cinsel saldırı boyutuna ulaşmamakla
birlikte, kişileri cinsel yönden rahatsız edici davranışlar, cinsel taciz olarak kabul edilmektedir.
Cinsel taciz fiilleri söz veya davranışlarla gerçekleşmektedir. Bu fiiller, duruma göre uzun süreli
olabileceği gibi, kısa süreli de olabilmektedir. Örneğin, failin mağdurun karşısına geçerek
sürekli bir biçimde cinsellikle ilgili söz atması veya geçerken saçlarını okşaması veya çimdik
atması gibi. Fiziksel temas ile bu eylemlerin yapılması durumunda ise somut olayın özelliğine
göre, 102 nci maddede düzenlenen cinsel saldırı suçu oluşur. Suçun faili veya mağduru erkek
veya kadın olabilir. Cinsel taciz suçunda, fiilin cinsel motif taşıması gerektiğinden, hareketin
cinsel amaçlı olmayıp, hakaret kastıyla gerçekleştirilmesi halinde, TCK.nun 125 inci
maddesindeki hakaret veya rahatsızlık vermek amacıyla yapılması halinde de, TCK.nun 123
üncü maddesindeki kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu oluşur. Suça, azmettirme veya
yardım etme şeklinde iştirak edilebilir.
Bu suçun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete tabidir. Suçun cezası ise, üç aydan
iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır. Mahkeme, sanık hakkında hapis cezası veya adli
para cezasına hükmedebilir. Hapis cezasına hükmedilmesi halinde, koşulları var ise, mahkeme
CMK.nun 231 inci maddesi uyarınca, hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına veya
TCK.nun 56 ncı maddesine göre ertelenmesine karar verebilir. Ancak, adli para cezasına
hükmedilmesi halinde, bu cezanın TCK.nun 50/2 maddesi uyarınca adli para cezasına
çevrilmesi mümkün değildir.
Maddenin 2 nci fıkrasında cinsel taciz suçunun nitelikli halleri düzenlenmiştir. Anılan
fıkra, “Hiyerarşi veya hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden
kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı
kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı
oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur işi terk etmek, okuldan veya ailesinden ayrılmak
zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz.” şeklindedir. Fıkra, kimi ilişkiler veya
nüfuzun kötüye kullanılması veya bazı kolaylıklardan yararlanılarak cinsel taciz suçunun
işlenmesini, nitelikli hal olarak kabul etmiştir.
Bunlardan birincisi, cinsel tacizin hiyerarşi ilişkisinden kaynaklanan nüfuzun kötüye
kullanılmak suretiyle işlenmesi halidir. Gerçekten de, hiyerarşik yapı içinde, sıralı amirler astları
üzerinde nüfuza ve otoriteye sahiptiler. Astların, tüm özlük hakları ile işlemleri ve gelecekleri,
amirlerle olan ilişkilerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle, amirlerin astları üzerinde,
nüfuzlarının gücü ile bu suçu işlemeleri kolaylık sağlayıcı niteliktedir. Zira, astlar kimi haklarını
kaybetmemek veya haklarını elde etmek için amirlerinin, cinsel tacizlerine katlanmak zorunda
kalabilirler.
İkincisi, hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle cinsel
tacizin gerçekleştirilmesidir. Zira, özel iş yerlerinde hizmet ile ilgili her türlü düzenlemeyi
yapmak işverenin yetkisindedir. Bu nedenle, mağdurlar amirlerin hizmete ilişkin aldıkları
kararlara ve kararlar nedeniyle de cinsel tacize katlanma zorunda kalabilirler.
Nitelikli hallerden bir diğeri, cinsel tacizin eğitim ve öğretim ilişkisinden kaynaklanan
nüfuzun kötüye kullanılması şeklidir. Eğitim-öğretim kurumlarında, özellikle öğretmenlerin,
sahip oldukları güçten faydalanarak ve sağladığı kolaylıktan yararlanarak cinsel taciz suçunu
işlenmeleri mümkündür. Bu suç eğitim-öğretim kurumunda işlenebileceği gibi, dışında da
işlenebilir.
Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanma suretiyle cinsel tacizin
gerçekleştirilmesi üçüncü durumu oluşturmaktadır. Çünkü, aynı iş yerinde çalışma, bu suçun
işlenmesinde kolaylıklar sağlayabilir. Ancak, bu durumda, fail ile mağdur arasında bir hizmet
*
Özgenç İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Genel Hükümler, Ankara, 2005, s. 825.
164
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ilişkisinin bulunmasının gerektiği ileri sürülmesine karşın*, kanımca buna gerek yoktur. Bu
görüşün kabul edilmesi, hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle
cinsel tacizin gerçekleştirilmesi hali ile örtüşür. Bu takdirde ise, aynı işyerinde çalışmanın
sağladığı kolaylıktan yararlanma halinin düzenlenmemesi gerekirdi.
Aile bireyleri, aralarındaki ilişkilere göre, birbirleri üzerinde, maddi ve manevi yönden az
veya çok nüfuz sahibidirler. Bu nedenle, aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuzun kötüye
kullanılmasından kaynaklanan cinsel taciz suçu nitelikli hal kabul edilmiştir. Burada, aile
bireyleri ile ilgili olarak akrabalık ilişkisinin derecesi bildirilmediğinden, TCK.nun 102/3-c
maddesinde yazılı olan kişilerden daha geniş kişileri de kapsamaktadır. Madde metninden,
tarafların aynı aileye mensup bireyler olmasının gerektiği belirtilmediğinden, uzak akrabalar
dâhil aile içinde birlikte fiilen yaşanıyor olmasının, nitelikli halin oluşması bakımından yeterli
olduğu düşünülmektedir. Ancak, mağdurun failin etki alanı içinde olması yeterlidir. Bu nedenle,
bu halin kapsamını geniş olarak değerlendirmek gerekmektedir.
3.2.8.8. CİNSEL AMAÇLI KİŞİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN BIRAKMA
TCK.nun İkinci Kitabının Hürriyete Karşı Suçlar başlıklı Yedinci Bölümünün 109/1
maddesinde, “Bir kimseyi, hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak
hürriyetinden yoksun bırakma…” kişi hürriyetinden yoksun kılma suçu olarak
tanımlanmaktadır. Bu suç, hürriyete karşı suçlardan olması nedeniyle, suçun doğrudan cinsel
saldırı ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Ancak, maddenin 5 inci fıkrasında, suçun nitelikli hali
olarak, suçun cinsel amaçla işlenmesi hali, hüküm altına alındığından, konumuz açısından
üzerinde durulması gerektiği düşünülmektedir.
Hürriyetten yoksun kılmanın nedeni veya saikinin, cinsel arzuları tatmin amacına yönelik
olması, kişi yönünden ağırlaştırıcı sebep kabul edilmektedir. Bu suç, özel kastla işlenebilen bir
suçtur. Bu bakımdan, failin cinsel amaçla mağduru hürriyetinden yoksun kılması yanında,
ayrıca cinsel saldırı suçunu da işlemesi durumunda, bu suçtan da cezalandırılması
gerekmektedir.
Failin, hürriyetten yoksun kılma suçundan, hakkında soruşturma başlanılmadan önce
mağduru, kendiliğinden, güvenli bir yere serbest bırakması, TCK.nun 110 uncu maddesine göre,
etkin pişmanlık kabul edilerek cezası üçte ikisine kadar indirilmektedir. Serbest bırakmanın,
olay güvenlik güçlerine ve C. Savcılığına intikal etmeden gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
3.2.8.9. MÜSTEHCENLİK
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34 üncü maddesinde, taraf Devletlerin, çocuğu, her türlü
cinsel sömürüye ve cinsel suiistimale karşı koruma güvencesi vermeleri öngörülmüştür. Bu
amaçla taraf Devletler özellikle: çocukların pornografik nitelikli gösterilerde ve malzemede
kullanılarak sömürülmesini, önlemek amacıyla ulusal düzeyde ve ikili ile çok taraflı ilişkilerde
gerekli her türlü önlemi alacaklardır.
Müstehcenlik suçu, TCK.nun Üçüncü Kısmının, Genel Ahlaka Karşı Suçlar başlıklı
Yedinci Bölümünde 226 ncı maddede düzenlenmiştir. Bu maddenin düzenleniş amacı; özellikle
çocukların müstehcen yayınlara karşı korunması ve müstehcen fiillerin objesi olmalarının
engellemesidir. Bu maddede ve gerekçesinde, müstehcenliğin herhangi bir tanımı
yapılmamıştır. Ancak, gerekçede, 225 inci maddenin gerekçesine yollama yapılmış ve 225 inci
madde gerekçesinde de, “toplumun sahip bulunduğu ortak edep ‘ar ve hayâ’ duygularının, edep
ve törelerin ihlali, incitilmesi ve her ne suretle olursa olsun edep ve ahlâk temizliğine alenen
saldırı niteliğini taşıyan hareketler, tutum ve davranışlar ve takınılan durumlar suç olarak
tanımlanmıştır.” şeklinde açıklamaya yer verilmiştir. Dolayısıyla, müstehcenlik kavramının
belirlenmesinde, gerekçede yer verilen hususların göz önüne alınması gerekmektedir. Bununla
birlikte, bu kavram soyut bir kavram olduğundan, tespiti tamamen mahkemelerin takdirine
bırakılmıştır.
Görüldüğü üzere, müstehcen fiiller genelde cinsel duyguları tahrik eden ve bu duyguları
yaralayan fiillerdir. Müstehcenlik oluşturabilen fiiller anılan maddede, 7 fıkra halinde
düzenlenmiştir. Bu fiiller, 1 inci fıkrada açıkça belirtildiği üzere, çocukların müstehcenlik
*
Tezcan Durmuş-Erdem Mustafa Ruhan-Önok Murat, s. 315.
165
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
fiillerinden korunmasına yöneliktir. Özellikle, bu fiiller sonucu çocukların etki altında kalmaları
çok daha fazla olduğundan, böyle bir düzenleme yapılmıştır. Bununla birlikte, müstehcen
şeyleri içeriğine vakıf olunabilecek şekilde saptamak, satışa sunmak, kiralamak için pazarlamak;
diğer mal veya hizmet satışlarıyla beraber satmak veya kiralamak; bedelsiz olarak vermek veya
dağıtmak; bunların satışına mahsus alışveriş yerleri dışında satışa arz etmek, satmak veya kiraya
vermek veya müstehcen şeylerin reklâmının yapılması fiilleri yönünden, 226/1-d-e-f
maddesinde erginlerin de, fail olması mümkündür. Ancak, bu durumda, suçun konusu bu kişiler
değildir. Konumuz açısından önemli olan 3 üncü fıkrada düzenlenmiş olan, “Müstehcen
görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukların kullanılmasıdır.” Söz konusu
fıkradaki suç, çocukların müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde
kullanılması suretiyle oluşmaktadır. Görüldüğü üzere, çocuklar söz konusu fiillerin cinsel
objesini oluşturmaktadırlar. Müstehcenlik suçu, doğrudan cinsel istismar suçu ile ilgili
olmamakla birlikte, çocuğun cinsel istismarına yol açabilecek nitelikte olması nedeniyle,
üzerinde durulma gereği duyulmuştur.
Bu suçun, tüzel kişilerin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, bunlara özgü güvenlik
tedbirlerine hükmedileceği, 7 nci fıkrada açıklanmıştır.
3.2.8.10. FUHUŞ
Fuhuş, menfaat karşılığı seksüel ilişki kurulmasıdır. Dolayısıyla, bu ilişkide fuhşu teşvik
eden, kolaylaştıran, aracılık yapan ve fuhuş için insan ticareti yapan kişiler ile suça konu olan
kişilerin bulunması gerekmektedir. Bu nedenle, doğrudan kişilerin cinsel dokunulmazlıklarına
yönelik fiiller olmaması nedeniyle, genel ahlaka karşı işlenen fiiller arasında kabul edilmektedir.
Ancak, kişilerin ve özellikle de kadın ve çocukların suçun cinsel yönden konusunu
oluşturmaları nedeniyle, cinsel dokunulmazlığa karşı işlendiğini de kabul etmek gerektiği
düşünülmektedir.
Genel ahlaka karşı suçlar arasında yer alan Fuhuş başlıklı TCK.nun 227 nci maddesi,
gerekçesinde açıklandığı üzere, kişilerin ve özellikle çocukların fuhşa teşviki, sürüklenmesi
fiillerinin hangi koşullarda suç oluşturduğunun belirlenmesi amacıyla düzenlenmiştir. Bu madde
düzenlenirken, Türkiye’nin fuhuşla mücadele ile ilgili olarak uluslararası sözleşmelerden
kaynaklanan yükümlülükleri göz önünde bulundurulmuştur. Fuhuşla mücadele konusundaki
uluslararası sözleşmeler, 1910 Tarihli Beyaz Kadın Ticaretin Zecren Men’ine Dair Uluslararası
Sözleşme, 1921 Tarihli Kadın ve Çocuk Ticaretinin Men’ine ve Zecrine dair Beynelmilel
Cenevre Mukavelesi, 1933 Tarihli Reşit Kadın Ticaretinin Men’ine Dair Beynelmilel Cenevre
Mukavelesi ve 1949 Tarihli İnsan Ticaretinin ve Başkasının Fuhşunu Sömürmenin İlgası
Hakkında Sözleşme’dir. Tüm bu düzenlemelerde, fuhşun insan kişiliğinin haysiyet ve değeriyle
toplum, aile ve kişinin selametiyle bağdaşmadığı ve bütün bunları tehlikeye soktuğu ifade
edilmektedir.
Anılan 227 nci madde aynen, “1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran,
bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan
on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine
yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.2) Bir kimseyi fuhşa teşvik
eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki
yıldan dört yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa
sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa
teşvik sayılır. 3) Fuhuş amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını
sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre cezaya hükmolunur. 4) Cebir veya tehdit
kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş
yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına
kadar artırılır. 5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş,
evlât edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer
kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. 6) Bu suçların, suç işlemek
amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre
166
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
verilecek ceza yarı oranında artırılır. 7) Bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü
güvenlik tedbirlerine hükmolunur. 8) Fuhşa sürüklenen kişi, tedavi veya terapiye tabi tutulur.”
Madde, erginlerle, onsekiz yaşını tamamlamamış kişiler arasında ayrım yapmış, buna
karşılık suçun konusunu oluşturan kişiler yönünden kadın erkek ayrımına gitmemiş ve 1 inci
fıkrasında, çocukları fuhşa teşvik etmeyi, bunun yolunu kolaylaştırmayı, bu amaçla çocuğu
tedarik etmeyi veya barındırmayı veya çocuğun fuhşuna aracılık etmeyi, 2 nci fıkrasında ise,
ergin olan kişileri fuhşa teşvik etmeyi, bunun yolunu kolaylaştırmayı veya fuhuş için aracılık
etmeyi veya yer temin etmeyi, suç olarak düzenlemiştir. Ancak, çocuklar yönünden suçun
işlenişine yönelik hazırlık hareketlerinin de tamamlanmış suç gibi cezalandırılması
öngörülmüştür. Diğer taraftan, fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya
tamamen geçimin sağlanması fiillerini de, fuhşa teşvik olarak kabul etmiştir.
3 üncü fıkrada, fuhuş amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını
sağlayan kişi hakkında da 1 inci ve 2 nci fıkralarda yazılı olan cezaya hükmolunacağı
belirtilmiştir. Maddenin 4 üncü fıkrasında, cebir veya tehdit kullanarak, hile ile veya
çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk edilmesi veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi
hakkında, 5 inci fıkrasında da, fuhuş suçunun eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlât edinen,
vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından
ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle
işlenmesi, 6 ncı fıkrasında suç işlemek amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde
işlenmesi hâlinde verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu suçun, tüzel kişilerin faaliyetleri çerçevesinde de işlenebileceğini öngören kanun
koyucu, bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine
hükmolunacağını, 7 nci fıkrada vurgulamıştır.
Maddenin 8 inci fıkrasının gerekçesinde de açıklandığı üzere, fuhşa sürüklenen kişinin,
tedavi veya terapiye tabi tutulacağı kabul edilmiş ve fuhuş yapan kişi açısından ceza yaptırımı
yerine, özel güvenlik tedbiri uygulanması kabul edilmiştir. Zira, fuhuş yapan kişi, vücudu
üzerinde başkalarının cinsel davranışlarda bulunmasına katlanmıştır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Tam anlamıyla, insan hakları ihlali olan kadına yönelik şiddet, ülkemizde olduğu gibi,
tüm dünyada da ekonomik, sosyal ve coğrafi sınır tanımaksızın varlığını sürdürmektedir.
Kadına yönelik şiddetle mücadele edilmesi, şiddet mağduru kadınların korunması,
desteklenmesi ve faillerin cezalandırılması doğrultusunda, milli hukukumuzun bir parçası olan
uluslararası düzenlemelere taraf olmamıza, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren, bu güne
kadar ulusal düzenlemeler hazırlanmasına ve kurumsal tedbirler alınmış olmasına karşın,
uygulamalar açısından günümüzde bu konuda önemli bir ilerleme sağlandığını söylemek
mümkün görünmemektedir.
Kadınlara yönelik cinsel ayrımcılık ve buna dayalı şiddet olayları, genelde cinsel şiddet
olarak ortaya çıkmaktadır. Kadınların hassas, bir diğer anlatımla savunmasız ve korunmasız
gruplar içinde yer alması nedeniyle, uluslararası örgütler, kadınlara yönelik bu tür eylemlerin
azaltılması ve faillerinin cezalandırılması için çeşitli kararlar almış, bildiriler yayımlamış ve
sözleşmeler yapmış ve ülkelere çağrılarda bulunmuşlardır. Kadınların şiddete daha çok maruz
kaldıkları gerçeğinden hareket eden devletler, de bu çağrılar doğrultusunda yasal düzenlemelere
gitmişlerdir.
Gerek, taraf olduğumuz uluslararası düzenlemelerden kaynaklanan yükümlülüklerimiz,
gerekse ulusal mevzuatımızdaki düzenlemeler çerçevesinde bu konuda yoğun çalışmalar
başlatılmış olmasına rağmen, ülkemizde kadınlara yönelik şiddetin her biçimi son derece
yaygındır. Özellikle kadına yönelik şiddetle, kadınların kendilerini en güvende hissettikleri aile
içinde meydana gelen şiddetle mücadelede sadece yasal düzenlemelerin yapılmış olması yeterli
değildir. Kadına karşı şiddetin önlenmesinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal hareket
duyarlılığının arttırılması ve toplumda zihinsel dönüşümün sağlanması son derece önemlidir.
Kadına yönelik şiddet genel olarak toplumların erkek egemen yapısından
kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve
167
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
eğitimsel yapısı içinde kadının ayrımcılığa uğradığından ve kadının erkeğe bağımlı
kılındığından söz edilmektedir. Erkeğin yasalardan ve ataerkil geleneklerden kaynaklanan üstün
konumunu, kadının erkeğe hizmet etmesi ve erkeğin alınacak kararlarda söz sahibi olmasını
“doğal” gören bir bakış açısına sahip olması şiddeti beslemektedir.
Kadına karşı cinsel şiddet ve diğer şiddet türleri, kadının yalnızca bedensel ve ruh
sağlığını etkilemekle kalmayıp, kendine saygısını, güvenini, yaşam kalitesini ve kendi yaşamını
kontrol etme yetisini de yitirmesine neden olmaktadır. Bu durum, kadınların hukuki, sosyal,
siyasal ve ekonomik statülerinin yükselmesini engellemektedir. Tüm dünyada olduğu gibi,
ülkemizde de kadına karşı cinsel şiddet, insan onuruna, cinsel dokunulmazlığa yapılan bir
saldırı ve kadının en temel insan hakkı ihlali olarak kabul edilmektedir.
Cinsel ayrımcılığın şekilleri olan; kadını küçülten, aşağılayan, onun cinsel
dokunulmazlığını ortadan kaldıran, beden ve ruh sağlığını bozan bu davranış ve eylemler,
genelde kadınlara yönelik şiddet olarak ifade edilmekle birlikte, şiddet kapsamı içinde yer alan
her bir eylemi, aralarında kesin sınırlar çizilemediği ve her bir eylem diğer eylem türlerinden
birini veya bir kaçını da kapsadığı için tam bir tanım yapılamamaktadır.
Kadınlara yönelik şiddetin her biçimi son derece yaygındır. Örneğin, 01 Haziran 2005
tarihinde yürürlüğe konulan Türk Ceza Kanunu reform niteliğinde düzenlemeler içermekte olup,
kanundan kaynaklanan ataerkil eğilimlerden en bariz olanları, başarılı bir biçimde ortadan
kaldırmıştır. Mevzuat alanında atılan bu olumlu adımlara rağmen, sığınma evleri gibi kadınlara
yönelik koruyucu mekanizmaların yetersizliğini de içeren, fiili uygulamalar alanında pek çok
sorun halen varlığını sürdürmektedir*.
Kadına karşı gerçekleştirilen şiddet türü, özellikle son yıllarda yapılan yasal
düzenlemelerle açıkça ortaya konulmuş ve şiddet uygulayan kişilere yönelik cezalar şiddet
türlerine göre arttırılmıştır. Bunun yanında, şiddetin önlenmesi amacıyla, kamuoyunda
duyarlılık oluşturmayı hedef alan çalışmalar da sıklıkla yapılmaya başlanmıştır.
Bu önemli sorunun üstesinden gelinebilmesi için, kadınlar güçlendirilmeli, toplum içinde
statüleri geliştirilmeli bunun için de gerekli yasal, yönetsel, kurumsal tedbirler alınmalıdır.
Yasaların çıkarılmasının tek başına soruna çözüm getiremeyeceği de ortadadır. Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı'nın kadın örgütleriyle birlikte üzerinde çalışarak hazırlamış olduğu tığı,
henüz yürürlüğe girmeyen Ancak, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine
Dair Kanunun, yürürlüğe girmesiyle konunun çözümüne katkıda bulunacağı düşünülmekle
birlikte, sorunun radikal olarak çözümlenebilmesi için uygulamalar üzerinde hassasiyetle
durulması gerekmektedir. Bu kapsamda, örneğin gerekli mekanizmalar oluşturulmasılı†,
merkezi yönetimler arasında koordineli işbirliği sağlanmalı, yerel yönetimler ağırlıklı olarak
konuya müdahil kılınmalıdır. Bu bağlamda, merkezi ve yerel yönetimlerin ilgili personeli için
özel eğitsel tedbirlerin alınması‡, kitle iletişim araçları mensuplarının ve halkın
bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, Anayasa’nın “Kanun Önünde Eşitlik” başlıklı 10 uncu
maddesinde; herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu ve kadınlar ve erkeklerin
eşit haklara sahip olduğu, devletin, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlü
olduğu ifade edilmekte, devletin bu amir hükmü hayata geçirecek başta yasal düzenlemeler
olmak üzere, gerekli her türlü tedbiri alması vurgulanmaktadır. Bu nedenle, “Çerçeve Eşitlik
Yasası”nın ivedilikle çıkarılması gerekmektedir.
Bkz. “Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Yakın Ertürk’ün Türkiye Ziyaretine
İlişkin Raporu (Report of the Special Rapporteur on Violence against Women, its Causes and Consequences, Yakin Ertürk,
Mission to Turkey)” orijinal metni için bkz. http://daccess-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G07/100/90/PDF/G0710090.pdf
†
Şiddet gören kadınların ve çocukların korunması amacıyla Mağdur İzleme Merkezleri’nin (MİM) kurulması, tacize, tecavüze ve
şiddete uğrayan çocukların barınabilmesi amacıyla oluşturulan Çocuk İzleme Merkezleri'nin (ÇİM) ilki Ankara'da kurulmuştur.
Ayrıca bkz. “Fatma Şahin’den İpuçları” http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/133486-fatma-sahinden-ipuclari
‡
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, emniyet teşkilatı bünyesinde, kadına yönelik şiddet konusunda eğitim almış kadın
polislerden oluşan bir birim oluşturulması için çalışmaların sürdüğünü belirtmiştir. Bkz. “Fatma Şahin’den İpuçları”
http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/133486-fatma-sahinden-ipuclari
*
168
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadına yönelik şiddetle, dolayısıyla cinsel şiddetle mücadele çerçevesinde, yeni sığınma
evleri açılmalı, mevcut sığınakların hizmet kapasiteleri artırılmalı, dayanışma merkezleri
oluşturulmalıdır. Sığınma evleri sonrası yaşamın desteklenmesi kapsamında; yerel yönetimler
tarafından uzun süreli ücretsiz veya düşük ücretli konut desteğinin sağlanması, kadınların
mesleki becerilerinin geliştirilmesi ve meslek içi eğitimlerine yönelik birimlerin kurulması ve
bu kadınların işe alımlarına öncelik verilmesi bu mekanizmalara örnek olarak gösterilebilir.
Kuşkusuz, cinsel şiddetle mücadele edilmesi, kadına yönelik şiddetten soyutlayarak ele
alınmamalıdır. Bu çerçevede; taraf olduğumuz uluslararası düzenlemelerle ulusal
düzenlemelerimizde yer alan “Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Koruyucu ve Önleyici Tedbirlerin”
cinsel şiddete maruz kalabilecek kadınlara yönelik olarak uygulanması gerekmektedir. Bahse
konu tedbirleri kapsamlı biçimde içeren, şiddete uğrayan veya şiddete uğraması tehlikesi
bulunan; kadınların, çocukların, eşlerin, nişanlıların veya evlilik birliği herhangi bir sebeple
sona ermiş bireyleri veya diğer aile bireylerini korumak ve şiddeti önlemek maksadıyla
hazırlanan ancak henüz yürürlüğe girmeyen “Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten
Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”nın en kısa sürede onaylanması, ilave olarak diğer
düzenlemelerde yer alan tedbirlerin de etkin biçimde uygulanabilmesi için gerekli altyapı
çalışmalarının tamamlanması ve uygulama mekanizmalarının oluşturulması önem arz
etmektedir.
KAYNAKÇA
Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Resmi Gazete, 17 Ocak 1998, Sayı: 23233.
Ailenin Korunmasına Dair Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik. Resmi Gazete,
01 Mart 2008, Sayı: 26803.
Arslan Çetin, İnsan Ticareti Suçu, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/276/2495.pdf
Atman Ümit Cihan, “Kadına Yönelik Şiddet: Cinsel Taciz/Irza Geçme”,
http://www.ttb.org.tr/STED/sted0903/kadin.pdf
Avrupa Konseyi’nin Çocukların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Bütüncül Ulusal
Stratejilere Dair Politika Rehberi,
http://www.coe.int/t/dg3/children/news/guidelines/ViolenceGuidelines_tu.pdf
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı
http://www.unfpa.org.tr/turkeytr/rapyay/aismeylemplani.pdf
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörü Yakın
Ertürk’ün Türkiye Ziyaretine İlişkin Raporu (Report of the Special Rapporteur on Violence
against Women, its Causes and Consequences, Yakin Ertürk, Mission to Turkey) http://daccessdds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G07/100/90/PDF/G0710090.pdf
Baytemir Erdal, Cinsel Dokunulmazlığa, Kişi Hürriyetine ve Genel Ahlâka Karşı Suçlar,
Ankara, Kasım 2007.
Children and Human Trafficking, www. interpol. İnt/Public/ THB/ Women/ Default.asp
Kanada Yüksek İslam Konseyi ISCC Fetvası, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19852901.asp
Combating Child Trafficking, Handbook for Parliamentarians, No: 9, Interparliamentary
Union, UNICEF, France, 2005 March.
Convention on Consent to Marriage, Minimum Age for Marriage and Registration of
Marriages, http://www2.ohchr.org/english/law/convention.htm
169
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin
Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler Hakkında 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi,
Resmi Gazete, 4 Temmuz 2006, Sayı: 26218.
Çocukların Ticari Amaçlı Cinsel Sömürüsüyle İlgili Birinci Dünya Konferansı Bildirgesi
ve Eylem Gündemi, 1996, A/51/385/.
Çocuk Koruma Kanunu, Resmi Gazete, 15 Temmuz 2005, Sayı: 25876.
Declaration on the Elimination of Violence against Women,
http://www.un.org/documents/ga/res/48/a48r104.htm
Decleration on the Protection of Women and Children in Emergency and Armed Conflict,
G.A. res. 3318 (XXIX), 29 U.N. GAOR Supp. (No. 31) at 146, U.N. Doc. A/9631 (1974).
Durmuş Tezcan, Erdem Mustafa Ruhan-Önok Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 5.
Baskı, Ankara, 2007.
Fatma Şahin’den İpuçları, http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/133486-fatma-sahindenipuclari
Gözübüyük Abdullah Pulat, Türk Ceza Kanunu Şerhi, C. III. Beşinci Bası. İstanbul, t.y. 723.
Hakeri Hakan, “Yeni Türk Ceza Kanununda Hayata Karşı, Vücut Dokunulmazlığına Karşı
Suçlar, İşkence ve Eziyet, Terk ve Yardım ve Bildirim Yükümlülüğünün Yerine
Getirilmemesi Suçları”, http://www.ceza-bb.adalet.adalet.gov.tr/makale/102.doc.
Hodgkin Rachel, Newel Peter (Haz.), Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama Elkitabı,
Tamamı Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, UNİCEF, United Nations Children’s Fund, Birleşmiş
Milletler Çocuk Fonu, UN Plaza New York, 2003.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Resmi Gazete, 27 Mayıs 1949, Sayı: 7217.
İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanmasına Dair
Sözleşme, Resmi Gazete, 4 Şubat 2003, Sayı: 25015.
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun. Resmi Gazete, 20
Mart 2012, Sayı: 28239.
Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı,
http://www.aile.gov.tr/upload/mce/mevzuat/siddet_yasa_tasarisi.pdf
Kadınlara Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Deklarasyon, 23 Şubat 1994,
Karar Sayı: A/RES/48/104.
Kadına Yönelik Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Devlet Bakanlığı, Kadın ve Sosyal
Hizmetler Müsteşarlığı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Eğitim Serisi, Yayın
No: 75, Ankara, 1993.
Kadına Yönelik Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Resmi Gazete, 14 Ekim 1985, Sayı:
18898.
Karınca Eray, Resmi Nikah ve AİHM Kararı,
haklar/item/418-resmi-nikah-ve-aihm-karar%C4%B1
170
http://www.hayatadokun.net/kadn-
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Moroğlu
Nazan,
“Kadına
Yönelik
Şiddet
ve
http://hukukcu.com/modules/smartsection/item.php?itemid=3
Ailenin
Korunması”,
Odman M. Tevfik, Kadın Mülteciler, AÜ. SBF. İnsan Hakları Merkezi Yayınları, No: 19,
Ankara, 1996.
Opuz versus Turkey. http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/minjust/
mju29/CASE%20OF%20OPUZ%20v[1].%20TURKEY.pdf
Oskay Ünsal, “Töre Cinayetleri”, http://www.genbilim.com/content/view/3404/86/
Özgenç İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Genel Hükümler, Ankara, 2005.
Sexual Violence aganist Refugees: Guidelines on Protection on Prevention and Response,
UNHCR, Ceneva, 08 March 1995
Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Resmi Gazete, 04 Şubat
2003, Sayı: 25014.
Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin,
Öncelikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve
Cezalandırılmasına İlişkin Protokol, Resmi Gazete, 4 Şubat 2003, Sayı: 25015.
Soyaslan Doğan, Ceza Hukuku, Özel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı, Ankara, 2005.
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi. 15 Ağustos 2000
tarihinde New York’ta imzalanan ve 4.6.2003 Tarihli ve 4867 Sayılı Kanunla onaylanan.
171
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
AVM’LERDE ÇALIŞAN KADIN SATIŞ DANIŞMANLARININ
CİNSEL TACİZE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
Mustafa ŞAHİN
Betül AYDIN**
Serkan Volkan SARI***
Özet
Bu araştırmanın amacı, cinsel taciz olaylarının Avm’lerde çalışan kadın satış
danışmanları üzerindeki etkilerini ve satış danışmanlarının başa çıkma yollarını
belirlemektir. Bu çalışmada nitel araştırma metodolojisinin desenlerinden biri olan “özel
durum çalışması” kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu 10 kadın çalışan
oluşturmaktadır. Katılımcıların görüşlerini belirlemek amacıyla “yarı yapılandırılmış
görüşme formu” kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular; kadınların cinsel
taciz konusunda oldukça geniş bilgiye sahip olduklarını, çalışma yaşamında kadına
yönelik cinsel taciz olaylarının çokça ortaya çıktığını, cinsel taciz mağdurlarının
(uğrayan, şahit olan) pasif başa çıkma yöntemlerini kullandıklarını ve bu olayların,
kadın çalışanların hem ruhsal ve davranışsal sorunlar yaşamasına hem de çalışma
performanslarının düşmesine neden olduğunu göstermektedir. Elde edilen bulgular ilgili
literatür çerçevesinde tartışılıp, konuya ilişkin önerilerde bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Cinsel taciz, Satış danışmanı, Nitel araştırma
Abstract
The aim of this study is to determine the effects of sexual harassment cases on
female sales consultants and their ways of coping. In this study, case study method, one
of the qualitative research methodology designs, was used. 10 female sales consultants
comprised the sample of the study. To determine the views of the participants, quasistructured interview form was utilized. The results of the study showed that the female
sales consultants had broad knowledge about the sexual harassment, sexual harassment
actions towards women in workplace were frequently seen, the victims (or witnesses) of
the sexual harassment used passive coping ways and the sexual harassment cases gave
rise to the mental and behavioral problems and decreases in work performance in
female sales consultants. All these results were discussed in relation to relevant
literature and some recommendations were given.
Key words: Sexual harassment, Sales consultant, Qualitative research.

Doç.Dr. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, RPD ABD, 61335 Söğütlü/TRABZON. e-posta:
[email protected]
**
Arş. Gör. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, RPD ABD, 61335 Söğütlü/TRABZON.e-posta:
[email protected]
***
Arş. Gör. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, RPD ABD, 61335 Söğütlü/TRABZON. e-posta:
[email protected]
172
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Giriş
Bir ülkenin gelişmişlik göstergesi o ülkedeki kadınların sosyal, ekonomik ve
politik yaşama erkeklerle beraber katılım oranlarına paraleldir. Bu anlamda kadının iş
yaşamındaki yeri Türkiye’de giderek önem kazanmaktadır. Türkiye İstatistik
Kurumu’nun (TÜİK) adrese dayalı nüfus kayıt sistemi 2011 yılı sonuçlarına göre
Türkiye nüfusunun %49 ‘u (37.191.315) kadındır. Nüfusunun yarısı 29.7 yaşından
küçüktür ve kadınlarda ortanca yaş 30.3’dür. Yine aynı kurumun Kasım 2011 verilerine
göre 2011 yılı içerisinde istihdam edilen bireylerin %28.7’si kadındır (TÜİK, 2011). Bu
açıdan bakıldığında ülkemizdeki kadın iş gücü potansiyeli ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu veriler Türkiye’de kadının toplumda ekonomik anlamdaki rolü
açısından önemli görülmektedir. Kadınların ekonomik rollerinin yanında çalışma
şartlarının da onların iş gücüne katılım oranları üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir.
Bir insanın işi ve iş hayatı, yaşamı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. İş yaşamında
geçirilen olumlu ve olumsuz yaşantılar onun psikolojik sağlığını doğrudan
etkilemektedir. İnsanlar zaman zaman iş yaşamlarında olumsuz bazı durumlarla
karşılaşabilmektedirler. Bu durumlar cinsiyete, statüye, gelir düzeyine göre farklılıklar
gösterebilir. Özellikle kadınlar için bu sorunların başında “cinsel taciz” vakaları
gelmektedir. Cinsel tacizin tanımı çok geniştir. Cinselliği çağrıştıran yüz ve mimik
hareketlerinden, el şakalarına, şantaja ve tecavüze kadar her şey cinsel tacizin
kapsamına girebilmektedir. Burada kültürel farklılıklar da önemlidir. Chen, Sun, Lan ve
Chiu (2009) cinsel tacizi tekrarlı ve beklenmedik olan cinsel içerikli sözel ifadeler,
bakışlar ya da fiziksel temaslar olarak tanımlamışlardır. Cinsel taciz kelimeler ile bireyi
tehdit yoluyla yıldırma biçiminde doğrudan yapılabilirken, bazen bir bakışla ya da
cinsel içerikli sözler kullanılarak da yapılabilmektedir (Schneider & Phillips, 1997).
Hattatoğlu (1995) cinsel tacizin çoğu kez bir güç gösterisi olduğunu ve bu gösterinin bir
başka kişiyi yıldırmayı, korkutmayı ve aşağılamayı amaçladığını ifade etmektedir. Bu
anlamda tacizi sadece cinsel boyutta değerlendirmemek gerekir. Bu yolla kişiler güç ve
statülerini de kötüye kullanırlar (Brackenridge & Fasting, 2004).
İş yaşamında yaşanan cinsel tacizi açıklamada literatürde belirli türler ve
modellemeler bulunmaktadır. Hulin, Fitzgerald ve Drasgow (1995) cinsel tacizi üç ana
davranış biçimine ayırmıştır. Bunlar; cinsiyete dayalı düşmanca tavırlar, istendik
olmayan cinsel yaklaşımlar ve cinsel zorlamalardır. Sarmaşık (2009) ise cinsel tacizi
yapılış bakımından 8 boyuta ayırmıştır. Bunlar sözle gerçekleşen tacizler, yazıyla
gerçekleşen tacizler, bedenen gerçekleşen tacizler, beden diliyle gerçekleşen tacizler,
iletişim araçları yoluyla gerçekleşen tacizler, müstehcen materyaller ile istenmeyen
cinsel ilgi ve ısrarlı flört teklifleri ile ve son olarak cinsel ilişki teklifleri ile gerçekleşen
tacizler olarak sınıflanmıştır. Çalışanların cinsel tacizi algılama biçimlerine bakıldığında
ise; Mörekli’ye (2008) göre iş yerinde en çok görülen cinsel taciz kriteri “rahatsız edici
bakışlarla karşı karşıya” kalınması şeklindedir. Özçiçek (2009) kadınların uğradıkları
cinsel taciz biçimlerini, cinsel imalar ve aşağılamalar olarak tanımlamaktadır. Bunu
sırayla dokunmak, çimdiklemek, sıvazlamak, cinsel öneri ve isteklerde bulunmak olarak
ortaya koymuştur. Yine literatürde yer alan çalışmalarda kadınların işyerlerinde cinsel
içerikli huzursuzluklar yaşaması, müstehcen ya da küfür içeren konuşmalara maruz
kalması, yıldırmaya yönelik, baskıcı, soğuk bir ortam yaratılması cinsel tacizin yarattığı
olumsuz durumlar olarak ifade edilmektedir. (Woods & Kavanaugh, 1994; Sherwyn,
Kaufman & Klausner, 2000).
173
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadına yönelik cinsel tacizin boyutlarından birisi de tacizin kimler tarafından
yapıldığıdır. Karayel’e (2008) göre işyerinde cinsel taciz, arkadaşlar, denetleyiciler,
yöneticiler veya müşteriler tarafından yapılmaktadır. İmalı işaretler ve cinsel istekler
genellikle denetleyicilerden veya yöneticilerden gelmektedir. Gerni’ye (2001) göre
cinsel taciz daha çok üst pozisyonda bulunan kişiler tarafından yapılmaktadır. Worsfold
ve McCann’s’a (2000), cinsel taciz vakalarından, %30 oranında yöneticilerin ve %23
oranında çalışma arkadaşlarının sorumlu olduklarını belirlemişlerdir. Atman’a (2003)
göre özellikle cinsel tacize uğramaya aday bir risk grubu tanımlanmıştır; bu gruba
deneyimsiz, ikinci bir iş bulma şansı zayıf olan dul kadınlar, işyerinde hiyerarşik olarak
bir erkeğe bağlı olarak çalışan kadınlar girmektedir. Cinsel tacizin bir olumsuz boyutu
da tacize uğrayan kadının iş performansında görülen kayıplarla ilgilidir. Sarmaşık
(2009) işyerinde yaşanan cinsel taciz olaylarının kadında yarattığı etkileri; iş
tatminsizliği, iş kazalarının ve işe devamsızlığın artması, verimlilik ve performans
düşüklüğü şeklinde sıralamaktadır. Gerni’ye (2001) göre işyerinde cinsel tacizin hedefi
olan kadınlarda aşağılanmışlık, utanç ve suçluluk, güvensizlik, öfke ve endişe duyguları
ortaya çıkmaktadır. Mağdurlar özel hayatlarında çok önemli problemler
yaşayabilmektedirler.
Cinsel taciz konusunda önemli olduğu düşünülen bir diğer nokta ise kadınların
bu sorunla başa çıkabilme biçimleridir. Cinsel taciz olayıyla karşı karşıya kalan kadınlar
içinde, “Bu durumda ilk olarak ne yaptınız?” sorusuna verilen cevaplarda en çok
işaretlenen seçenekler; “en yakın arkadaşa anlatmak” veya “kimseye anlatmamak”
şeklindedir (Mörekli, 2008). Özçiçek’e (2009) göre ise cinsel tacize uğrayan kadınların
en çok kullandıkları yöntemler sırasıyla kimseye anlatmamak, görmezden gelmek ve üst
makamlara şikayet etmek olarak belirlenmiştir. Atman (2003) ise tacize maruz kalan
kadınların çoğu polis, sağlık görevlileri, arkadaşlar, aile bireyleri gibi kişilerden yardım
istediklerinde durumun ciddiye alınmadığını görmekte ve çaresizlik duygusuna
kapılmaktadır. Bu noktada kadınların cinsel tacize uğradıklarında çeşitli nedenlerden
ötürü gereken tepkiyi veremedikleri sonucu çıkarılabilir.
Bu araştırmalar Türkiye’de ve dünyada kadına yönelik taciz olaylarının
güncelliğini halen koruduğunu göstermektedir. Türkiye’de cinsel taciz vakalarının
sanılandan fazla olduğu Tüik’in (2010) verilerinden de anlaşılabilmektedir. Buna göre
tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda % 30 oranında artış meydana
geldiği belirlenmiştir. 2006 yılında 489, 2007 yılında 540, 2008 yılında 589, 2009
yılında ise 624 cinsel taciz olayı yaşanmıştır. Bu veriler cinsel taciz olaylarının
günümüzde geldiği nokta açısından önemli görülmektedir. Konuyla ilgili olarak
Türkiye’de son dönemde birçok çalışma yapıldığı görülmektedir (Gerni, 2005;
Mimaroğlu & Özgen, 2008). Bu araştırmaların odak noktası iş yerinde meydana gelen
cinsel tacizler ve bunların oluşum nedenleridir. Özellikle son dönemde gündemde olan
“kadına şiddet” konusu sebebiyle yapılan çalışmaların önemi bir kez daha ortaya
çıkmaktadır.
Kadına yönelik cinsel tacizin ekonomik, sosyal ve ruhsal anlamda birçok sonucu
bulunmaktadır. Cinsel tacize uğrayan kadının işinden ayrılması sonucu maddi gelirinin
yok olması, sosyal imajının zedelenmesi, depresyon, anlamsız korku ve kaygılarla baş
etmek zorunda kalması bunlardan bir kaçıdır. Literatürde cinsel taciz konusunda
yapılmış birçok çalışma olmasına rağmen, kadına yönelik cinsel taciz olaylarında son
dönemde yaşanan artış, bu konu üzerinde daha fazla araştırma yapılmasının gerekli
olduğu fikrini vermektedir.
174
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Araştırmanın Amacı
Bu çalışma, AVM’lerde çalışan kadınların cinsel taciz davranışlarına maruz
kalma ve cinsel tacizle başa çıkma yollarına ilişkin görüşlerini incelemeyi
amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra, kadınların cinsel tacizi nasıl tanımladıkları,
işyerlerinde cinsiyet ayrımı yapılıp yapılmadığı, cinsel tacizde bulunanların daha çok
kimler olduğu (müşteri, iş arkadaşı, yönetici/patron) ve işyerinde cinselliğin ön plana
çıkarılması konusunda telkin alıp almadıklarının incelenmesi de çalışmanın diğer bir
amacıdır.
Yöntem
Bu çalışmada, sosyal bilimlerde yaygın olarak kullanılan nitel araştırma
yaklaşımı kullanılmıştır. Nitel araştırmaların önemli özelliklerinden birisi incelenen
olayların ve durumların, katılımcıların perspektiflerinden izlenmesine olanak
sağlamasıdır (Bryman, 1988). Bu araştırmada cinsel tacize uğrama ve tacizle başa
çıkmaya ilişkin yaşantılar kadın çalışanların perspektifiyle incelenerek irdelenmeye
çalışılmıştır. Araştırmada katılımcı olarak, seçilen iki AVM’nin çalışanları
incelendiğinden ‘özel durum çalışması’ yöntemi benimsenmiştir. Özel durum
çalışmalarının en temel özelliği bir ya da birkaç durumun derinliğine araştırılmasıdır
(Bogdan & Biklen 1992; Yıldırım & Şimşek, 2006).
Çalışma Grubu
Çalışma grubunu 2011-2012 kış sezonunda Ankara ve Trabzon ilinde bulunan
iki AVM’de çalışan 10 kadın oluşturmuştur. Katılımcılara ait demografik bilgilerle ilgili
tablo aşağıda verilmiştir.
Tablo 1. Katılımcılara ait demografik bilgiler
Katılımcı kodu
Yaş
Öğrenim
İş kolu
31
Medeni
durum
Evli
Lise
Tekstil
Çalıştığı
kurum
Kurumsal
K1(Ankara)
K2(Ankara)
23
Bekar
Lise
Tekstil
Şahıs
K3(Ankara)
28
Evli
Lise
Oyuncak
Kurumsal
K4(Ankara)
22
Bekar
Lisans Öğr.
İletişim
Kurumsal
K5(Ankara)
K6(Trabzon)
26
24
Bekar
Bekar
Yüksekokul
Lise
Tekstil
Kuyumcu
Şahıs
Şahıs
K7(Trabzon)
27
Evli
Lise
Tekstil
Şahıs
K8(Trabzon)
K9(Trabzon)
34
22
Evli
Bekar
Lise
Lisans Öğr.
Tekstil
Elektronik
Kurumsal
Kurumsal
K10(Trabzon
23
Bekar
Üniversite
İletişim
Şahıs
175
Görevi
Satış
temsilcisi
Satış
temsilcisi
Yönetici
yardımcısı
Halkla
ilişkiler
Muhasebe
Satış
temsilcisi
Satış
temsilcisi
Yönetici
Satış
temsilcisi
Halkla
ilişkiler
Hizmet
yılı
14
5
9
4
11
6
8
15
2
3
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Veri Toplama Aracı ve İzlenen Yol
Araştırmada veri toplama aracı olarak yarı yapılandırılmış görüşme formu
kullanılmıştır. Bu görüşme formundaki sorular katılımcılara yöneltilmiş ve alınan
cevaplar ses kayıt cihazı ile kaydedilmiştir. Görüşme formunun ilk bölümünde
katılımcılarla ilgili demografik bilgilere ilişkin sorular yer almaktadır. Formun ikinci
bölümünde çalışma koşulları, cinsel taciz algıları, cinsel tacize uğrama ya da şahit olma
durumlarına ilişkin sorular bulunmaktadır. Formun üçüncü bölümünde ise cinsel tacizle
başa çıkma yolları ile ilgili sorular yer almaktadır. Araştırma kapsamında hazırlanan
yarı-yapılandırılmış mülakat formunun geçerlik ve güvenirliği için uzman görüşü
alınmıştır. Hazırlanan sorular üç akademisyene iletilerek dil ve anlam uygunluğu
acısından incelemeleri istenmiş ve gerekli dönütler alınmıştır. Uzman incelemesi diğer
bir deyişle eş denetlemesi bu tip araştırmalarda niteliğin artırılması konusunda alınan
önlemlerden birisidir (Yıldırım, 2010). Ayrıca sorular araştırma kapsamında olmayan
iki AVM’de (biri Ankara’da, biri Trabzon’ da olmak üzere) çalışan iki bayan satış
danışmanına pilot çalışma amacıyla yönlendirilmiş ve soruların anlaşılabilirliği test
edilmiştir. Anlamsız ve gereksiz görülen sorular formdan atılarak 12 genel soru ile yarıyapılandırılmış forma son şekli verilmiştir. Mülakatlar sırasında, çalışanlardan gelen
cevaplar doğrultusunda gerekli görüldüğü yerlerde incelenen durum hakkında daha
derinlemesine bilgi edinmek amacıyla bazen mülakat formunda yer almayan alt sorular
yöneltilmiştir. Bu durum, yarı-yapılandırılmış görüşme formlarının esnekliği ile ilgilidir
(Cohen & Manion, 1994).
Verilerin Analizi
Yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılarak, ses kayıt cihazı yoluyla kayıt
altına alınan veriler daha sonra kağıda geçirilmiştir. Veri analiz sürecinde nitel
araştırmalarda kullanılan ve Glaser ve Strauss (1967) tarafından ortaya konulan “sürekli
karşılaştırmalı analiz” metodu kullanılmıştır. Sürekli karşılaştırmalı veri analiziyle
incelenen veriler kategori şeklinde kodlanır ve aynı zamanda incelenmekte olan
verilerle sürekli olarak karşılaştırılması yapılır (Ekiz, 2009). Bu analiz ile her bir
çalışanın ifade ettiği yaşantılar ortaya çıkarılmış ve daha sonra bu yaşantılardan ortak
olanlar ve araştırma sorusuna cevap teşkil edenler başka bir başlık altında toplanmıştır.
Ortaya çıkan yaşantılar kategoriler altında toplanıp daha sonra araştırmacı tarafından
yorumlanmıştır. Var olan durum tablolar halinde sunularak ifade edilmeye çalışılmıştır.
Elde edilen veriler katılımcıların konuşmalarından doğrudan alıntılar yapılarak
desteklenmiştir.
Bulgular ve Yorum
Bu bölümde yarı yapılandırılmış görüşme formuyla elde edilen verilerin
analizleri ve bulguları yer almaktadır.
Cinsel Tacizin Tanımına İlişkin Görüşler
Araştırmada öncelikle, katılımcı AVM çalışanlarına cinsel tacizin tanımına
ilişkin görüşleri sorulmuştur. Kadın çalışanların tanımlamalarında sıkça kullandıkları
ifadeler Şekil 1’de özetlenmiştir:
Şekil 1’den de anlaşılacağı üzere araştırmaya katılan kadınların cinsel tacizi
daha çok fiziksel temas, dokunma (10) ve sözlü hakaret, küfür etme, laf atma (8) olarak
tanımladıkları görülmektedir. Bunların dışında; bakış ve mimiklerle (5), cinsel içerikli
resim-obje gösterme, verme (3), kişisel telefonu isteme, yemeğe çıkma teklifi (4) ve
176
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
cinsel bölge ile oynama, dokunma (4) olarak ifade etmişlerdir. Bu konuda kadın
çalışanların görüşlerinden bazıları şu şekildedir:
Şekil 1. Katılımcıların algılarına göre cinsel taciz tanımlamaları
Dokunma,
Fiziksel temas
Cinsel
içerikli
konuşma, küfür
etme-laf atma
Cinsel bölge
ile oynamadokunma
CİNSEL TACİZ
Kişisel telefon
isteme- yemek
teklifi
Bakış- Mimik
ResimObje
verme, gösterme
K1: “Cinsel taciz fiziksel olarak bir bahane bulup dokunma, sürtünme, cinsel
boyutlu küfür ve laf atma şeklinde olur.”
K4: “Cinsel içerikli mesaj vermek için fıkralara, filmlere sığınarak sözlü anlatım
ve en küçük bir fırsatta fiziksel temas kurma şeklinde olmaktadır.”
K7: “Fiziksel olarak elleme, cinsel organları gösteren resim ya da çizim verme
ya da mesaj atma, cinsel içerikli laf atmalar.”
Araştırmaya katılan kadınlar, işyerinde yaşanan taciz olaylarının daha çok
bedenle ve sözle olduğunu vurgulamışlardır. Bunların yanında cinsel içerikli materyal
kullanarak, çeşitli tekliflerde (yemek, telefon isteme gibi) bulunmak ve bunda ısrar
etme, çeşitli mimik ve göz hareketleri ve bakışlarla taciz etme şeklinde meydana
geldiklerini bildirmişlerdir. Ayrıca bir katılımcı, beden diliyle (kendi cinsel bölgesi ile
oynama, dokunma) tacizlerin olduğunu vurgulamıştır.
Görüldüğü üzere, katılımcıların cinsel taciz konusundaki betimlemelerinin,
literatürde geçen tanımlarda kullanılan sözcüklerin çoğunu kapsadığı söylenebilir. Diğer
bir deyişle, katılımcı kadınların cinsel tacizin içeriğinde neler olduğu konusunda
oldukça geniş bilgiye sahip oldukları sonucuna ulaşılabilir.
Kadınların İş Yerindeki Cinsel Tacize İlişkin Görüşleri
Mülakatlar sırasında katılımcı kadınlara araştırma kapsamında çalıştıkları
işyerlerinde cinsel taciz olaylarından haberdar olup olmadıkları, bu tür olayları
gözlemleyip gözlemlemedikleri ve kendilerinin herhangi bir tacize uğrayıp
uğramadıkları konularında görüşleri sorulmuştur. Elde edilen bulgular Tablo 2 de
özetlenmiştir:
177
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 2. İş yerinde cinsel tacize ilişkin görüşler
Görüşler
Evet
İş yerinde cinsel tacize uğrayanlar K1,K2, K3, K4, K5, K6,
Hayır
K10
olduğunu duydum
K7, K8, K9
İş yerinde cinsel tacize şahit oldum
K3, K4, K5, K6, K7, K8,
K1, K2, K9, K10
İş yerinde cinsel tacize uğradım
K4, K7
K1,K2, K3, K5, K6,
K8, K9, K10
Tablo 2’den de görüldüğü üzere araştırmaya katılan kadın çalışanlar,
işyerlerinde yaşanılan cinsel tacize ilişkin duyumlar aldıkları, buna şahit oldukları ya da
cinsel tacize uğradıkları konusunda görüşler bildirmişlerdir. Katılımcıların büyük
çoğunluğu, “işyerinde cinsel tacize uğrayanlar olduğunu duydum” (9) şeklinde görüş
bildirirken, yarısından fazlası da “işyerinde cinsel tacize şahit oldum” (6) şeklinde
ifadesini belirtmiştir. Katılımcılardan sadece 2 tanesi işyerinde cinsel tacize uğradığını”
beyan etmiştir.
Cinsel taciz olaylarından haberdar olduklarını ifade eden katılımcılardan bazıları
görüşlerini şu şekilde ifade etmişlerdir:
K2: “Bazı tip kadın müşterilerin güzel ve alımlı çalışan bayanlara karşı tacizde
bulunduklarını, işyerinden alış veriş yapıp onlarla yakınlık kurduklarını, dışarıda
buluşma tekliflerinde bulunduklarını da duymaktayız. Erkeklerin istekleri bunlarınki
yanında masum kalırmış.”
K9: “Patronumuzun bir arkadaşımıza sürekli yemeğe çıkma ve depoda sayıma
kalma teklifleri herkes tarafından bilinirdi.”
Cinsel taciz olayına iş yerlerinde şahit olanlar ise görüşlerini şu şekilde ifade
etmişlerdir:
K3: “İşyerimizde nişanlısı ile sorun yaşayan bir bayan arkadaşımızın sorununu
bilen erkek çalışan işyerinin deposunda kamera olmadığı için onu kıstırıp tacizde
bulunurken diğer arkadaşlarla bu olaya şahit olduk.”
K6: “Mağazaya gelen erkek müşteri bayan satış danışmanı arkadaşımıza hediye
almak istediğini ürünü denemesi için rica ediyor. Arkadaşımız ürünü deniyor müşteri
kıyafetin kumaşını kontrol ediyormuş gibi yapıp arkadaşımıza dokunuyor, kumaşla
ilgili sorular soruyor. Sıcak tutuyor mu, teninde ne hissediyorsun, gıdıklıyor mu gibi
ahlaksız kelimelerle diyalog kuruyordu.”
Katılımcılardan K4 ve K7 ise bizzat cinsel tacize maruz kaldıklarını ifadelerinde
şu şekilde dile getirmişlerdir:
K4: “Evli bir çift geldi. Bayan beğendiği elbiseyi denemek için kabine girdi ve
benden yardım isteyerek birkaç model daha getirmemi istedi. O an eşi yanıma gelerek
sözlü tacizde bulundu ve telefonumu istedi. Bu durumdan kurtulmak için diğer
arkadaşımı yanıma çağırdım. Kabinden çıkan kadın eşinin elinde telefonu görünce bana
bağırmaya başladı, hakaret etti, eşime yapıştın dedi ve bağırarak çıkıp gittiler.”
178
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
K7: “Bir erkek müşteri elimi tutarak avucunun içine aldı ve elimin içine bir
kağıt parçası koyarak elimi kapatıp iş yerinden hemen çıktı. Şok olmuştum telefon
numarası olabileceğini tahmin ederek kâğıdı açtım gördüğüm daha şoktu çünkü elle
çizilmiş bir erkek cinsel organı resmi.”
Görüldüğü üzere, katılımcıların hemen hepsi işyerlerinde yaşanan cinsel taciz
olaylarından haberdardırlar. Rastgele örnekleme yoluyla seçilen katılımcı grubun dahi
bu olaylardan haberdar olması, bu olgunun iş ortamlarında oldukça yaygın bir durum
olduğu gerçeğini yansıttığı düşünülebilir. Ayrıca katılımcıların yarısından fazlası da
zaten bu olaylara bizzat şahit olduklarını ifade etmiş, hatta iki katılımcı bizzat
kendilerinin bu duruma maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Küçük bir örneklemle
yapılan bu çalışmada bile cinsel tacize maruz kalan kadınların olması, işyerlerinde
cinsel taciz olaylarının ne kadar yaygın olduğu konusunda önemli ipuçları vermektedir.
Burada, Tablo 2’de dikkat çeken bir noktada ise katılımcıların haberdar olma, şahit
olma ve bizzat cinsel tacize maruz kalma görüşlerinde giderek bir azalma gözlenmekte
olmasıdır. Belki de bu durum, bireylerin bilimsel bir araştırma için bile olsa, kendilerini
rahat ifade edememenin, çekinmenin veya toplumsal baskının etkilerinin bir sonucu
olarak görülebilir.
İş Yerinde Cinsel Tacizin Kimler Tarafından Yapıldığına İlişkin Görüşler
Araştırmada katılımcı kadınlara işyerinde cinsel tacizin en çok kimler tarafından
yapıldığına ilişkin görüşleri sorulmuştur. Elde edilen bulgular Tablo 3’te
özetlenmektedir.
Tablo 3. İş yerinde cinsel tacizin en çok kimler tarafından yapıldığına ilişkin
görüşler
Görüşler
Patron/Kurumsal Müşteri
İş arkadaşı
yönetici
Erkek/
Erkek/ Kadın
Kadın
En çok patron/ kurumsal yönetici K2, K9/ K7, K8,
tarafından yapılmaktadır.
K3, K5, K4
Müşteri tarafından yapılmaktadır.
K2,
K3,
K5,
K6,
K7,
K8/
K7, K2
İş
arkadaşı
tarafından
K9, K3, K2,
yapılmaktadır.
K7
Çalışmanın derinleştirme aşamasında, çalışmaya katılan bayanlar işyerinde
cinsel tacizin en çok kurumsal yöneticiler (5) ve erkek müşteriler (5) tarafından
yapıldığı yönünde görüş bildirmişlerdir. Bunu takiben dört katılımcı ise cinsel tacizi,
aynı işyerinde çalışan erkek iş arkadaşlarının yaptığını belirtmişlerdir. Ayrıca ikişer
katılımcı da cinsel tacizde bulunanların işyeri sahibi ve bayan müşteriler olduğunu ifade
etmişlerdir. Bu konuda kadın çalışanların görüşlerinden bazıları şu şekildedir:
179
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
K3: “Erkek çalışma arkadaşımızın bayan arkadaşımızı sürekli taciz ettiğine ve
bunu daha da abartarak depoda sıkıştırması çok iticiydi.”
K5: “Sadece bayan iç çamaşırı satan bir firmada çalışan kız arkadaşım eşine
hediye almak istediğini söyleyen erkek müşteriye eşinin bedenini sordu. Müşteri
bilmiyorum dedi, arkadaşımı süzdükten sonra sizin ölçüleriniz bire bir aynı hatta sizin
üzerinizde hayal ediyorum da size daha çok yakışacağını düşündüm şimdi dedi. Bunu
size bir akşam yemeğinde hediye etmek isterim. Cep telefonunu ya da MSN’ni verirsen
konuşup anlaşırız diyerek sözlü ve psikolojik tacizde bulundu.”
K7: “ Bayan müşteri beni soyunma kabinine çağırarak yardımcı olmamı istedi.
Daha sonra iç çamaşırını düzeltmemi ve yorulduğunu belirterek onun yerine kıyafetleri
denememi söyleyerek soyunmamı istedi. Boynumun ve kolumdaki dövmenin ne kadar
seksi olduğu söyleyerek yüklü bir alış veriş yaparak ve mobil telefonumun numarasını
isteyerek ayrıldı. Çekindiğim için yanlış no verdim ama defalarca geldi. Çok zorluk
yaşattı.”
K8: “ Kurumsal işyerlerinde yöneticilik yapan/yapanlar bayan çalışanları erken
terfi ettirme ve seminerlere gönderme yardımında bulunarak yakınlık kuruyorlar. Daha
sonra akşam yemeği ve evde kahve içme teklifleri ile sürekli verdiklerini almaya
çalışıyorlar. Bunu kullanan bayan çalışanlar olduğu gibi bu durumdan nefret eden ve
bunalım geçiren çok çalışanla dertleştim.”
Görüldüğü üzere katılımcılar, işyerlerinde müşteriler kadar iş yeri sahipleri veya
kurumsal yöneticilerin de kendilerine cinsel tacizde bulundukları şeklinde ifadelerde
bulunmuşlardır. Bu durumda yönetici ve işyeri sahiplerinin yetkilerini ve gücünü bir
anlamda çalışanları üzerinde olumsuz yönde kullandıkları düşünülebilir. Bunun yanında
ticarethanelerde bir slogan şeklinde çalışanlara uygulatılan “müşteri her zaman haklıdır”
söyleminin kadın çalışanlar üzerinde olumsuz sonuçlar doğurduğu söylenebilir. K5 ve
K7’nin yukarıda konuşma alıntıları bu durumu net bir şekilde özetlemektedir.
Çalışmada ayrıca dikkate değer bir bulgu olarak da katılımcı kadınlardan iki tanesinin
kadın müşterilerinden de cinsel tacize maruz kaldıkları yönündeki görüşleridir. Bu
durum cinsel tacizde cinsel farklılaşmanın olmayabileceğini gösteren bir ipucu olarak
kabul edilebilir.
İş Yerindeki Cinsel Tacizle Başa Çıkmaya İlişkin Görüşler
Çalışmada ayrıca, işyerlerinde cinsel tacize uğrayan kadın çalışanların, cinsel
taciz ile başa çıkma konusunda ne tür yöntemler kullandıklarına ilişkin görüşleri
sorulmuştur. Bu konu ile ilgili yapılan mülakat analizlerine göre kadın çalışanlar taciz
olayları ile başa çıkma konusunda görüşlerini dört farklı biçimde dile getirmişlerdir. Bu
görüşler Tablo 4’te sunulmuştur.
180
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo 4. Cinsel tacizle başa çıkmaya ilişkin görüşler
Başa
çıkma Katılımcılar
Açıklama (Nedenler)
Yöntemleri
İş bırakma
K2, K3, K7, K8, K9, K5, Olayı
kaldıramama
ve
K6
duyulmamasını sağlama
Sineye çekme
K1, K4, K9
Duyulma ve işsiz kalma korkusu
Tehdit etme
K6, K7, K3, K10
Yakını ya da patronu/yöneticisi
aracılığıyla olayı söndürme
Yetkiliye şikayet
Dolaylı
K7, K6
yollarla
işyerindeki
yetkiliyi haberdar etme
Mülakat sırasında kendilerine yöneltilen sorulara verdikleri cevaplar
incelendiğinde kadın çalışanlar cinsel taciz ile başa çıkma sürecinde şu yöntemleri
kullanmışlardır: Kadın çalışanlar, cinsel taciz olayının duyulmaması ve kabul edilir bir
şey olmadığını belirterek başa çıkma konusunda en çok “iş bırakma” (7) yöntemini
kullanıklarını belirtmişlerdir. Çalışan kadınlar diğer bir başa çıkma tarzı olarak;
duyulma ve işsiz kalma korkusu ile “sineye çekme” (3), bu çirkin durumdan kurtulmak
için yakını ya da patronu/yönetici ile “tehdit etme” (4) ve dolaylı yollarla işyerindeki
patron ya da yöneticilere yazılı olarak “şikayet etme” (2) yollarını kullandıkları yönünde
görüş bildirmişlerdir. Bu konuda katılımcıların görüşlerinden bazıları şu şekildedir:
K4: “İş yerinde dikkatleri üzerine çekmemek için, dedikodu ve işsiz kalmaktan
korkulduğu için anlamazlıktan gelerek sineye çekiliyor. İnsanlara bunu anlatsan şikayet
etsen akıllarına “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” gelir ve karalanırsın.”
K9: “Damgalanmamak ve bu çirkin durumdan kurtulmak için en çok iş
bırakılmaktadır. O iş yerinden ayrılmasan sanki buna razı gelmiş gibi algılanır. Seni
çekemeyen çalışma arkadaşların dedikodunu yapar haksız yere toplumda yargılanırsın,
iş bırakıp uzaklaşmak hem dedikodudan hem de o iş yerindeki olumsuz psikolojik
atmosferden uzaklaşırsın.”
K10: “Bu durumdan kurtulmak için aileden biri ile ya da patron iyi bir insansa
onunla tehdit etmek gerekir. Böylece duyulmadan ve korku salarak rahatlarsın.”
Kadınların cinsel tacizle başa çıkma yöntemleri incelendiğinde, en çok “işten
ayrılma” yöntemine başvurulduğu gözlenmektedir. Bu durum psikolojik olarak bireyin
kendisine olan saygısının bir ifadesi, isminin içinde bulunduğu toplumda
zedelenmemesi ve iffetli kadın imajının korunması için işinden bile feragat etmeyi göze
alabileceği bir durum olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Türk toplumunda bu duruma
maruz kalan bir kadının çalıştığı iş yerinde işe devam etmesi, karakterinin zayıflığı,
kendisinin de buna razı olduğu şeklinde yorumlanabileceğinden, en kestirme yolun işi
bırakmak olduğu düşünülebilir. Özellikle part-time çalışan bir kadın için başka bir
işyerinde yeni bir iş bulma olanağının olması, bu tür durumlarda işi kolaylıkla
bırakmasında etkili olan faktörlerden biri olarak görülebilir.
181
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bunların dışında işini kaybetme ve alternatif iş bulamama korkusu yaşayan
kadınların işini kaybetmemek için cinsel tacize razı olma veya tacizciyi tehdit etme gibi
yolları denedikleri de çalışmada ulaşılan sonuçlardan biridir.
İlginç bir şekilde katılımcılardan sadece iki kişi durumu iş yeri yetkililerine
bildirme yolunu seçmişlerdir. Bunun nedeni, her ne sebeple olursa olsun kadınların bu
tip olaylarda isimlerinin geçmemesine önem vermelerinden kaynaklanıyor olabilir.
Haklı da olsalar kendilerini yetkililere yeterince ifade edememe durumuyla karşı karşıya
kalmamak için bu durumu gizleme yolunu seçiyor veya diğer yöntemleri tercih ediyor
olabilirler. Buna ilişkin olarak, katılımcılardan hiçbirinin iş yeri yetkililerinin dışında
durumu polise veya adliyeye bildirme yoluna gitmemesi de ilginç bir sonuç olarak
değerlendirilebilir.
Cinsel Tacizin Çalışanların Davranış ve Performansları Üzerindeki Etkisine
İlişkin Görüşler
Araştırmanın sonunda ise katılımcı kadınlara, cinsel tacizin buna maruz kalan
çalışanların davranışları ve iş performansları üzerindeki etkileri olup olmadığına ilişkin
soru yöneltilmiştir. Bu konuda, cinsel tacize uğrayan ve buna şahit olan katılımcılar
hem davranışsal ve duygusal sorunların ortaya çıktığını, hem de iş performanslarının
etkilendiğini belirtmişlerdir. Katılımcılardan biri ise patron ya da yöneticiler tarafından
cinsel tacize uğrayan bazı kadınların bu durumu ya işyerinde statü kazanma ya da maddi
çıkar sağlama açısından kullandıklarını vurgulamıştır. Bu konuya ilişkin K4, K5, K7 ve
K9 şunları belirtmişlerdir:
K4: “Taciz olayı her aklıma geldiğinde başım dönüyor, elim ayağım
tutmuyordu. Kabine gidip gizlice ağlıyordum. Her müşteriye olumsuz bakmaya
başladım. Elimden geldiğince müşteriden kaçıyordum, kendimi işe veremiyordum. Bir
arkadaşım psikoloğa gitmemi tavsiye etmişti. Çok zor günler geçirdim, karamsar birisi
oldum”.
K5: “İşyerinde tacize uğrayan kadınların davranışları tedirgin, yürümeleri bile
değişmektedir. Yüz mimikleri ölü gibi. Ayrıca buna şahit olan birisi olarak gecelerce
uyuyamadım, yemekten kesildim. Bir de başına gelenleri düşünün. Bu çirkin olaya şahit
olduğumdan beri müşteri seçiyorum. Doğal davranamıyorum.”
K7: “Bu durum çok çirkin ve insanın kendini kirli hissetmesini sağlıyor.
Günlerce ağlama, terleme, kin, öfke. Durup dururken çevrendekileri tersleme.”
K9: “Anlatılanlara göre bazı kadınlar bu durumu ekonomik ve iş yerinde
yükselme olarak kullanıyorlar. Hatta bu AVM’de bu sayede kendine araba aldıran ve
yöneticisi ile aynı evde yaşayanlar olduğunu çoğu kimse biliyor.”
Çalışmanın varmak istediği ana tema bu bölümde irdelenmiştir. Kadınlara
uygulanan cinsel tacizin birçok doğurgusunun olduğu katılımcıların bu bölümdeki
ifadelerinden anlaşılmaktadır. İlk olarak işyerlerinde kadına yönelik uygulanan cinsel
taciz sonucunda çalışan kadınlar psikolojik olarak olumsuz yönde etkilenmekte, bu
duruma maruz kalmanın yarattığı çöküntüyle başa çıkmak için mücadele etme
durumunda kalmaktadırlar. Cinsel tacize maruz kalmamış kadınların bu tip olaylardan
haberdar olması bile kendileri üzerinde her an böyle bir olayla karşı karşıya kalabilme
182
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
korkusu ve tedirginliği yaratacağından, bu durum onların ruh sağlığı üzerinde olumsuz
etkiler bırakabilmektedir.
İkinci olarak, görüldüğü gibi cinsel tacize maruz kalan veya şahit olan kadın
çalışanlarda patrona, müşteriye ve iş arkadaşına güvensizlik nedeniyle
performanslarında düşüklük olduğu ifade edilmektedir. İş performansının düşüklüğü
doğal olarak iş yerinin de kazancını olumsuz yönde etkileyecek en önemli unsurlardan
biri olarak görülebilir.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Bu bölümde araştırmadan elde edilen sonuçlar ortaya konulmuş ve bu sonuçlar
ilgili literatürle ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Araştırmada ulaşılan sonuçlara göre
çalışmaya katılan kadınlar, işyerinde yaşanan taciz olaylarının daha çok bedenle ve
sözle olduğunu vurgulamışlardır. Bunların yanında cinsel içerikli materyal kullanarak,
çeşitli tekliflerde (yemek, telefon isteme gibi) bulunmak ve bunda ısrar etmek, çeşitli
mimik ve göz hareketleri ve bakışlarla taciz etmek şeklinde meydana geldiklerini
bildirmişlerdir. Ayrıca bir katılımcı, beden diliyle de (kendi cinsel bölgesi ile oynama,
dokunma) tacizlerin olduğunu vurgulamıştır. Bu bulgu; Schneider ve Phillips (1997),
Chen, Sun, Lan ve Chiu (2009), Güngör (2009) ve Sarmaşık (2009)’ın bulduğu
sonuçlarla uyumludur. Görüldüğü üzere, katılımcıların cinsel taciz konusundaki
betimlemelerinin, literatürde geçen tanımlarda kullanılan sözcüklerin çoğunu kapsadığı
söylenebilir. Katılımcıların sadece iletişim araçları ve sosyal medya yoluyla
gerçekleştirilen cinsel tacizden söz etmedikleri tespit edilmiştir. Bu durumun nedeni,
kadın çalışanların iş ortamındaki yoğunluktan dolayı bu tür haberleşmeye zaman
ayıramamış olabilecekleri şeklinde açıklanabilir.
Araştırmada, kadınların hemen hepsi işyerinde yaşanan cinsel taciz olaylarından
haberdar olduklarını, hatta 6/10’sı bu olaylara bizzat şahit olduklarını ifade etmiş, hatta
iki katılımcı bizzat kendilerinin bu duruma maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.
Katılımcıların bu görüşleri ile Mörekli (2008) ve Poulston (2008) tarafından yapılan
araştırma bulguları benzerlik taşımaktadır. Bu bağlamda, küçük bir örneklemle yapılan
bu çalışma bile cinsel taciz olayının iş yerlerinde ne kadar yaygın olduğu konusunda
önemli ipuçları vermektedir.
Katılımcı kadınların işyerlerinde cinsel tacizde bulunanların daha çok kimler
olduğu ile ilgili görüşleri incelendiğinde, üst pozisyonda bulunan kişiler (kurumsal
yönetici) ve müşterilerin öne çıktığı görülmektedir. Çalışmanın bu bulgusu ile Gerni
(2001) ve Karayel (2008) yapılan araştırmaların bulguları ile uyumludur. Bu durum
cinsel tacizde bulunanların işyeri içinde daha çok üst pozisyonda (yönetici, patron)
bulunan kişiler olduğunu göstermektedir. Ayrıca çalışanlara karşı müşteriler tarafından
da yoğun bir şekilde cinsel tacizde bulunulduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada elde
edilen, kadın satış danışmanına başka bir kadın tarafından uygulanan cinsel tacize
ilişkin bulgu, cinsiyetler arası bir durumdan çok bireylerin farklı kişilik özellikleri ve
eğilimleri ile de açıklanabilir.
Araştırma sonuçlarına göre, kadınların işyerinde yaşadıkları cinsel tacizle başa
çıkma yöntemleri; “iş bırakma”, “sineye çekme”, “tehdit etme” ve “dolaylı olarak
yöneticiye şikayet etme” şeklindedir. Bu sonuçların Gerni (2001), Oktay (2001) ve
Özçiçek (2009) tarafından yapılan çalışmaların bulguları ile uyumlu olduğu, Karayel’in
(2008) yaptığı çalışmanın bulguları ile farklılık gösterdiği görülmektedir. Karayel’in
(2008) çalışmasında “emniyete bildirme” yönünde bir başa çıkma yöntemi ön plana
183
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çıkmaktadır. Katılımcılar bu başa çıkma tarzlarını seçmelerindeki temel nedenlerin
duyulma ve işsiz kalma korkusundan kaynaklandığını bildirmişlerdir. Bu gerekçe ile bu
tür başa çıkma yöntemlerinin uyumlu olduğu da söylenebilir. Katılımcıların duyulma ve
işsiz kalma nedenlerini ön planda gerekçe olarak göstermeleri Pauolston’un (2008)
yaptığı çalışmanın bulgularıyla uyumluluk göstermektedir.
Araştırmanın sonuçlarının en dikkat çekenlerinden birisi de cinsel tacizin
çalışanların davranışları ve iş performansları üzerinde olumsuz etkiler bıraktığıdır.
İşyerinde yaşanan cinsel taciz olaylarının, çalışanların davranışları, duygu durumları ve
iş performanslarını olumsuz yönde etkilediği ve yaşam kalitelerini düşürdüğü sonucu
hem insan hakları hem de çalışma yaşamı ve verimliliği açısından düşünülmeli ve
önemsenmelidir. Çalışmanın bu bulgusunun Gölge (2005), Hatch-Maillette ve Scalora
(2001) ve Sarmaşık (2009) tarafından yapılan çalışmaların bulguları ile uyumlu olduğu
görülmektedir.
Araştırmanın sonuçlarına göre katılımcı kadınlar cinsel tacizin içeriğinde neler
olduğu konusunda oldukça geniş bilgiye sahiptirler. Çalışma yaşamında kadına yönelik
cinsel taciz olaylarının çok yoğun olduğu, bu olumsuz davranışın aynı iş yerinde
bulunan/çalışan başta üst düzey yöneticiler olmak üzere çalışma arkadaşları ve
müşteriler tarafından yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Cinsel taciz mağdurlarının
(uğrayan, şahit olan) sosyal ortamlarda olumsuz algılanmak, olayın duyulması ve işsiz
kalma konusunda endişeler yaşadıkları için bu durumla aktif olarak başa çıkamadıkları,
daha çok iş bırakma gibi pasif başa çıkma yöntemleri kullandıkları görülmüştür. Ayrıca
işyerinde meydana gelen cinsel taciz olaylarıyla ilişkili olarak, kadınların hem ruhsal ve
davranışsal sorunlar yaşaması hem de çalışma performansının düşmesi sonucu bazı
ekonomik ve psikolojik problemler yaşadıkları belirlenmiştir.
Araştırmada ulaşılan sonuçlar doğrultusunda aşağıdaki önerilerin getirilmesi
uygun bulunmuştur:

AVM gibi özellikle kurumsal işyerlerinde, yönetici ve çalışanlara yönelik iş etiği,
insan ilişkileri ve stresle başa çıkma konularında psiko-eğitimsel bilgilendirme
toplantıları yapılmalıdır.

Çalışan kadınlara cinsel tacize ilişkin farkındalık kazandırılarak, işyeri ile
sözleşmelerinde görev tanımlarının belirginleştirmesi önemsenmelidir.

Tüm çalışanlar cinsel taciz konusunda bilinçlendirilerek, tacize uğrayanlara karşı
yapıcı davranılması ve haklarını aramaları konusunda yardımcı olunması
sağlanmalıdır.

Herhangi bir sebeple tacize maruz kalan bireylere yönelik psikolojik destek
programları yoluyla yardım sunulmalıdır.
KAYNAKLAR
Atman, Ü.C. (2003). Kadına Yönelik Şiddet; Cinsel Taciz / Irza Geçme. Sted Dergisi,
12, 9, 333- 335.
Bogdan, R. C. & Biklen, S. K. (1992) Qualitative Research for Education: An
Introduction to Theory and Methods. London: Allyn and Bacon Pres.
184
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Brackenridge, D. & Fasting, K. (2004). Prevalence of sexual harassment among
Norwegian female elite athletes in relation to sport type. International Review
for the Sociology of Sport 4, 39, 373-386.
Bryman, A. (1988) Quantity and Quality in Social Research. London: Routledge Press.
Chen, W., Sun, Y., Lan, T. & Chiu, H. (2009). Incidence and Risk Factors of
Workplace Violence on Nursing Staffs Caring for Chronic Psychiatric Patients
in Taiwan. International Journal of. Environment Resources Public Health, 6,
2812-2821.
Cohen, L. & Manion, L. (1994). Research Methods in Education. (4th edition). London:
Routledge.
Ekiz, D. (2009). Bilimsel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Gerni, M. (2001). İş yerinde cinsel taciz: Erzurum ili bankacılık sektörü üzerinde bir
uygulama. Ankara Üniversitesi, SBF Dergisi, 3, 56, 19- 46.
Glaser, B. & Strauss, A. (1967). Discovery of Grounded Theory. Chicago: Adline.
Gölge, Z., B. (2005) “Cinsel Travma Sonrası Oluşan Ruhsal Sorunlar”, Nöropsikiyatri
Arşivi Dergisi, 1, 42 , 19-28.
Hatch-Maillette, M. A. & Scalora, M. J. (2002). Gender, sexual harassment, workplace
violence, and risk assessment: Convergence around psychiatric staff’s
perceptions of personal safety, Aggression and Violent Behavior, 7, 271–291.
Hattatoğlu, D. (1995). İş yerinde cinsel taciz. Disk yayınları: Ankara.
Hulin, C. L., Fitzgerald, L. F., & Drasgow, F. (1995). Organizational influences on
sexual harassment. M.Stockdale (Der.), Sexual harassment in the workplace,
(pp.127-150). Thousand Oaks, CA: Sage.
Karayel, A. (2008). Retrospektif Bir Çalışma: 2001-2005 Yılları Arasında Adana İl
Emniyet Müdürlüğüne Yansıyan Cinsel Taciz Vakalarının İncelenmesi.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü. Adana.
Mörekli, B. (2008). Konaklama İşletmelerinde Cinsel Taciz Üzerine Bir Araştırma.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Enstitüsü. Ankara.
Mimaroğlu, H. & Özgen, H. (2008). Örgütlerde Güç Eşitsizlikleri ve Cinsel Taciz. Ç.Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17, 1, 321-334.
Oktay, A. (2001). İş yerinde cinsel taciz. Kadın Araştırmaları Dergisi, 7, 75- 89.
Özçiçek, S. (2009). İşletmelerde cinsel ve psikolojik taciz. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstütüsü. Ankara.
Paulston, J. (2008). Metamorphosis in hospitality: A tradition of sexual harassment.
International Journal of Hospitality Management, 27, 232–240.
Sarmaşık, Ş. (2009). İş yerinde cinsel taciz algılaması ve yönetim ilişkilerine etkisi
hakkında bir araştırma. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Pamukkale
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Denizli.
185
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Schneider, M & Phillips, S.P. (1997). A Qualitative study of sexual harassement of
female doctors by patients. Social Science of Medical 5, 45, 669-676.
Sherwyn, D. S., Kaufman, E. A. & Klausner, E. A. (2000). “Same-Sex Sexual
Harassment.” The Cornell Hotel and Restaurant Administration Quarterly. 6,
41, 75-80.
Türkiye İstatistik Kurumu (2010). Cinsel taciz ve tecavüz araştırması
(http://www.tuik.gov.tr/ PreTablo.do?tb_id=4 1&ust_id=11). (Erişim Tarihi:
02.02.2012).
Türkiye İstatistik Kurumu (2011). Hanehalkı İşgücü Araştırması 2011 Kasım Dönemi
Sonuçları. (http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?tb_id=25&ust_id=8). (Erişim
Tarihi: 02.02.2012).
Woods, H. R. & Kavanaugh, R. R. (1994). “Gender Discrimination and Se ual
Harassment as Experienced by Hospitality-Industry Managers.” The Cornell
Hotel and Restaurant Administration Quarterl. 35 (1), 234- 245.
Worsfold, P. & McCann, C. (2000). Supervised work experience and sexual
harassment. International Journal of Contemporary Hospitality Management, 12
(4), 249–255.
Yıldırım, A. & Şimşek, H. (2006). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. 6.
Baskı. Ankara: Seçkin Yayınları.
Yıldırım, K. (2010). Nitel Araştırmalarda Niteliği Artırma, İlköğretim Online, 9 (1), 7992.
186
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ:
FUHUŞ PAZARI-MERSİN ÖRNEĞİYrd. Doç. Dr. Neriman Açıkalın*
Özet:
Kadına yönelik şiddet, kadının onuru, bedensel bütünlüğü, özgürlüğü, güvenliği ve
eşitliğine ilişkin ihlaller olarak ele alındığında, toplumsal kurumların tümünün işbirliği
içinde bu olguyu gerçekleştirdiği görülmektedir. Şiddetin kendisini gösterdiği en güçlü
yüzlerinden biri olarak fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet, bu olgunun görünmez
kılınması ve normalleştirilmesi süreciyle ortaya çıkmaktadır. Fuhuş olgusunda şiddet
hem “rıza” kavramı örtüsüyle görünmez kılınmakta hem de toplumun “namus/ahlak”
sınırlarını aşan kadınlar için her türlü şiddeti “hak ettikleri” ön kabulüyle
“normalleştirilmektedir.”
Bu çalışmada, “fahişelik” vasfıyla gözden çıkarılabilir ve üzerinde sosyal politikalar
üretmeye “değmediği” fuhuş pazarında kadına yönelik şiddetin boyutları ele alınacaktır.
Bu amaçla, Mersin’de sokakta ve genelevde fuhuş pazarında yer alan 44 kadınla yapılan
derinlemesine görüşme ve gözlemlerin analizi yapılacaktır. Alan araştırmasının verileri
ortaya koymuştur ki, fuhuş pazarında yer alan kadınlar çocukluklarından, fuhuş
pazarındaki çalışma koşullarına, fuhuş pazarının ilişki ağlarına ve bu pazarda yer
almanın kadınlar üzerindeki maliyetlerine kadar bir insanın onuru, bedensel bütünlüğü,
özgürlüğü, güvenliği ve eşitliğine ilişkin tüm ihlal biçimlerine maruz kalmaktadırlar.
Anahtar Kelimeler: Kadına Yönelik Şiddet, Cinsiyet Kültürü, Ayrımcılık, Fuhuş
Pazarı.
INVISIBLE FACES OF VIOLENCE AGAINST WOMEN:
PROSTITUTION MARKET
-A CASE STUDY IN MERSINAbstract:
Considered as the violations against the woman’s dignity, freedom, security, physical
integration, and equality, violence against the woman is a fact realized by the
cooperation of social institutions. Violence against the woman comes on the scene in
prostitution market, one of the most powerful faces of this fact, as a result of
normalization and being made invisible. Violence in prostitution both comes to a state
of invisibility by concealing itself behind the concept of ‘the consent’ and is normalized
under the pretext that women e cessing the moral limits ‘deserve‘ every kind of
violence.
*
Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü
187
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
In this study, violence against the woman will be mentioned with all its dimensions in
prostitution market in which the woman are gave up out of their qualified as prostitute,
and are not worth for producing social policies for them. For this purpose, it will be
made analysis of the observations and deep interviews with 44 women in prostitution
market both in streets and brothels. The data of the field study have showed that the
women in prostitution market, from their children to working conditions, networks,
prostitution’s costs on the women, are e posed to all kind of violations against their
dignity, freedom, physical integration, security and equality.
Key Words: Violence Against Women, Gender Culture, Discrimination, Prostitution
Market.
Giriş:
Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet kültürünün eril cins lehine çifte standartlı
tanımıyla başlar ve toplumun tüm kurumlarında kendini ortaya koyar. Toplumsal
cinsiyet kültürü, aile kurumundan, eğitim kurumuna, siyaset kurumundan din kurumuna
kadar işbirliği içinde kadını “ikinci cins” ilan eder. Toplumsal kurumlar bizi “kadın” ya
da “erkek” olarak “çağırdığında” (Althusser, 1991) susmamız, boğun eğmemiz, itaat
etmemiz, güzel görünmemiz, sadık, anaç, şefkatlı ya da güçlü, akıllı, hükmeden, boyun
eğdiren, ezen olmamız gereken özneler olmayı öğreniriz. Diğer bir deyişle, şiddet
olgusu basitçe, erkeğin cehaleti ya da bir anlık kızgınlığı olabilecek bireysel bir eylem
değil, toplumsal ve tarihsel bir kurum olarak ataerkil ideolojinin bir yansımasıdır. Bu
anlamda, toplumsal ilişkiler iktidar ilişkisidir ve bu ilişki sistematik bir biçimde
toplumdaki tüm iktidar ilişkileriyle işbirliği içinde varlığını ve egemenliği sürdürür.
Başka bir biçimde ifade edilirse, fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet “kutsal” sayılan
alanlarda kadına yönelik şiddetin bir parçasıdır ve iç içe geçmiş çok boyutlu bir olgudur.
Ancak, kutsal sayılan alanlardaki kadına yönelik şiddete yönelik kınama ve
çözümlemeye dair bir dil kullanılırken, fuhuş pazarı içindeki kadına yönelik şiddet,
henüz toplumsal normlarda, hukukta ya da akademik çevrelerde üzerine konuşulması
“ahlaki sınırlarımızı” zorlamamızı gerektirdiğinden suskun kalmanın tercih edildiği bir
alanı oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu alanda kadın cinsel, bedensel, psikolojik,
toplumsal şiddete “diğer” kadınlar gibi uğramasının yanında, bu şiddeti hak ettiğine dair
tüm toplumsal kurumların ortak bir oydaşmasıyla toplumsal bir lince de maruz
bırakılmaktadır. Bu bağlamda, kadının fuhuş pazarında ticarete konu olması demek,
“hayatta var olma nedenimiz ve ‘onun’ için yaşadığımız ‘namus’unu kaybetmiş olmak
anlamına gelmektedir. Namus demek, tıpkı kavramın “nomos” olan Yunanca kökeninde
“yasa, töre, onur” (Nişanyan: 2003) anlamına geldiği gibi hayatımızın anlamı ve düzeni
demektir. “O” nu kaybettiğimizde yaşamımızın bir anlamının kalmadığı gibi,
ataerkilliğin kadına yüklediği namus kavramı, “o”nu kaybeden kadını da ölmüş kabul
etmekte, ya kadının namusundan “sorumlu” erkek tarafından yaşamına son verilmekte
ya da bu yapılamadıysa ölmüş kabul edilmektedir. Ancak burada önemli olan sadece
toplumsal norm ve değerin kadına yüklediği bu çifte standartlı namus tanımı değil
bunun yasalara kadar işlemiş olması, kadına yönelik şiddetten söz edilince “namuslu”
kadınlara atfen daha çok aile içi şiddet, iş yerinde taciz ya da eşit işe eşit ücret gibi
konuların akla gelmesi ve açık ya da örtük bir biçimde “namussuz” kabul edilen
188
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kadınların şiddete maruz kalmalarının sıradanlaştırılması, normalleştirilmesi ya da
şiddeti zaten hak ettiklerine dair bir yaygın görüş birliğinin kabul edilmesidir.
“Rasyonel Karar” ve Fuhuş Sektöründe Kadın:
Tarihsel süreçte, kadın bedeninin piyasada satışa konu olması olgusunu anlamlandırma
biçimleri, günümüzde akademik çevreler ile farklı feminist bakış açıları arasında,
aralarında ortak bir anlayışın olmadığı son derece tartışmalı bir alanı oluşturmaktadır.
Kadın ticaretine, seks kölesi, kurban, seks işçisi, kadınların özgürlük alanı olarak bakan
bu geniş yelpaze içinde (Nanette, 1993; Jeffreys, 1997; Doezema& Kempadoo, 1998;
Doezema, 2000; Pheterson, 1996; Roberts, 1992; Whelehan, 2001: Raymond, 2004)
birbiriyle taban tabana zıt anlamlar yüklense de en temel de bu olgu, kadın bedeni ve
cinselliğinin para ya da çıkar karşılığı diğer bir insan tarafından kullanılması olarak
tanımlanabilir. Örneğin, “fahişe”(whore) kavramı onurunu ve özgürlüğünü satmak
(Pheterson, 1996:12), toplumsal sınırları aşmak (Nişanyan, 2003:139) anlamlarına gelip
kadını toplumsal değerleri çiğnemek ve toplumun ahlakını bozmakla damgalarken, aynı
olguya kadının bedensel, cinsel, ekonomik ve toplumsal sömürüsü (Edwards, 1997:68)
ve kadına yönelik yapısal şiddet (Wardlow, 2004) bakış açısıyla ele alan yaklaşımlar da
mevcuttur.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, kadının fuhuş sektörüyle ya da bizzat kendi
bedeninin ve cinselliğinin ticarete konu olması “rasyonel bir karar” la olmamaktadır.
Fuhuş pazarında yer alan kadınlara yönelik şiddet tam da “kendi seçimleri” olmasına
atıfla başlamaktadır. Rasyonel karar, demek her şeyden önce kadının bu pazarla erken
yaşta nasıl tanıştırıldığının dinamiklerini görmezden gelmek demektir. Diğer bir deyişle,
kadınların neredeyse %80 oranında çocukluklarında tanıştırıldıkları bu sektörde, çocuk
cinsel istismarı ve tecavüzlerini yok saymak demektir. İkincisi, aile içi ve yakın akraba
çocuk istismarı ve tecavüzlerinin üstünü örtmek demektir. Bir diğeri, kadınların önemli
bir bölümünün, ilk ticarete konu olmalarının nişanlı ya da eşleri tarafından
gerçekleştirildiği göz önüne alındığında “aile içi” şiddet ve istismarının üstünü örtmek
demektir. Bu bağlamda, ne kadının fuhuş pazarında yer alması “özgür bir seçim”dir" ne
de fuhuş pazarı “kurbansız bir suç” tur. Diğer bir deyişle, fuhuş sektöründe yer almak
kadın için “rasyonel bir karar”la değil, çok boyutlu ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve
kültürel unsurların bir arada işlediği ataerkil toplumsal cinsiyet rejiminin bir sonucudur.
Kadının fuhuş pazarı içinde bir mal olarak yer alması her şeyden önce kadının insan
haklarına bir ihlaldir ve kadına yönelik şiddet biçimlerinden biridir. Kadının fuhuş
pazarı içindeki maruz kaldığı şiddet diğer kadınlık hallerinden bağımsız değil tam tersi
kadının farklı toplumsal rollerde uğradığı şiddet, ortak bir cinsel politikanın farklı
alanlarda yansımasından başka bir şey değildir.
Şiddet:
Şiddet kavramı, yasadışı olarak fiziksel zor kullanımına işaret eder. Metaforik
genişletme yoluyla, birinin itibarını zedeleme anlamında daha hafifi fiziksel edimlere de
gönderme yapar. İngilizce’de violate (tecavüz etmek/ ihlal etmek) fiili, violence
(şiddet)’in ilginç bir tamamlayıcısıdır. Bu bağlamda kendi başına şiddet kavramı,
fiziksel yol yoluyla sınırlama veya tahrip ve bu fiziksel zorun hukuk ötesi olarak
değerlendirilmesi birincil anlamlarına sahiptir. Parkin’e göre şiddetin bu anlamı
189
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kurumsallaşmış meşruluk sorunlarını ön gerektirir. Daha açık bir ifade ile, burada şiddet
kullanımı, otorite sahipleri tarafından muhalefete zorunlu bir yanıt olarak haklılaştırılma
mekanizmalarının kullanılması yerine daha normal olarak kabul edilen yani “olağanüstü
hal, “ulusal güvenlik yararına alınmış önlemler”, “tutukevleri” gibi sıfatlarla ifade edilir.
Böylece bu fiziksel zor yasa önünde şiddet olarak adlandırılmaz. Violate (tecavüz
etmek/ ihlal etmek) fiili ise, en uygun eşanlamlısını desecrate (kutsal olan bir şeye
saygısızlık etmek, kirletmek) fiilinde bulur ve burada asli olan şey inançların uç noktada
kirletilmesi nosyonudur ( Parkin,1989:249-250).
“Kutsal olana saygısızlık eden ve kirleten” kadın, burada “sadık bir eş”, “kutsal bir
anne” olarak namusuna sahip çıkamamış, onu kirletmiş ve her türlü “meşru şiddeti de
hak etmiş” konumdadır. Mitler, beslenme, cinsellik, iş, eğitim gibi yaşamın tüm
alanlarında “örnek alınacak modelleri” tespit etmektedirler. Kadın ataerkil kutsallık
anlayışının ortaya çıkışıyla birlikte, dünyevi güç sahibi olan erkek, “iyi-üstün-kutsal”,
metafizik alanda yer alan kadın, “kötü-aşağı-uğursuz” şeklinde ayrımlaştırılmıştır.
Ejderha”yla simgelenen şekilsiz olduğu söylenen su, ıslaklık, gece gibi unsurlar, eski
Çin felsefesindeki ”Yin” tarafında yer alan dişil unsurlardır. Savaşçı erkek tanrı,
bunlarla yani belirsizlikle mücadele etmektedir. Biçimli, anlamlı bir dünyaya, ancak bu
biçimsiz, belirsiz, ıslak ve karanlık, aynı zamanda kötü ve tehlikeli yılanın başının
ezilmesiyle ulaşılabilir (Türköne, 1995:88). Diğer bir değişle, mitler, tıpkı efsane
sözcüğünün (Arapça, efsun, büyü” (Nişanyan, 2003) anlamı gibi “büyülü bir kehanet
sözü gibi kendi gerçekliğini yaratabilmek” işlevini yerine getirir.
Böylece, toplumda her bir cins için oluşturulmuş ve o cinse mensup tüm bireylerin ortak
özellikleri olarak görülen bilişsel yapılar, yani, bilgi, inanç ve beklentiler oluşur. Diğer
bir deyişle, katı-değişmeyen (stereos) tip-nitelik-’te (typos), kadınlık ve erkeklik
tanımları netleşir. Böylece, kadın erkek arası ilişkiler artık bireysel ilişkiler olmaktan
çıkar ve kafalardaki kalıpyargı ya da damgaya uygun bir biçimde ayrımcılık
(discrimination) içeren bir hale bürünür.
Goffman, damgalanmışlığı, kirletilmiş, değeri düşürülmüş ve sıradanlaştırılmış olarak
tanımlamaktadır. Link ve Phelan (2001), ise damgayı, etiketleme, kişileri olumsuz
kalıpyargılarla etiketleme, etiketlenen kişileri “onlar” olarak toplumun kalanından,
“biz”den ayırma, etiketlenen kişileri aşağı statüde görme ve ayrımcı bir tutum alma ve
eşitsiz bir konuma yerleştirmekle sonuçlanan birbiriyle ilişkili öğeleri içeren bir süreç
olarak kavramsallaştırmaktadırlar (Wong&Holroyd&Bingham, 2011).
Toplumsal kültürel değerler önemli olmakla birlikte, fuhuş pazarında yer alan kadınların
damgalanmasına neden olan özellikleri şu şekilde belirtilmektedir:
Toplumsal
normlarla çelişir bir biçimde yabancılarla cinsel ilişkide bulunmak, birden fazla
partnerle ilişkide bulunmak, cinsel ilişki içim para talebinde bulunmak, özellikle kadının
cinsellikte inisiyatif sahibi olması ve kontrolü elinde bulundurması, cinsellikte “uzman”
olmak, erkeğin cinsel arzu ve fantezilerini tatmin etme yeteneğine sahip olmak, erkeğin
cinsel arzusunu çekme amacını belirtir biçimde davranmak. Son yıllarda bu listeye,
fuhuş pazarında içinde yer alan kadınların, 'saygın topluluk', içinde yer alan
heteroseksüel çiftler ve ailelere (HIV⁄AIDS) gibi hastalıkların bulaşma kaynağı olarak
görülme özellikleri de eklenmiştir (Wong&Holroyd&Bingham, 2011; Scambler 1997).
190
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Böylece, ataerkil kuram erkeğin cinsel iştahının (sexual appetite) kadınınkinden farklı
olduğu iddiasıyla (essentialism) (Jeffreys: 1997:198) genelevler açma, kadını burada
fiziksel, sosyal izolasyona maruz bırakma, kadın bedenini cinsel iştahının aracı kılma,
mesleğin bir parçası olarak kadına tecavüz etme, aşağılama hatta erkek yasaların
desteğiyle kadını öldürdüğünde cezai indirimden yararlanma meşruiyetine hak kazanır.
Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge
(The Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against
Women (CEDAW)
Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge, tüm insanların
eşitliği, güvenliği, hürriyeti, bütünlüğü ve onuruna ilişkin hakların ve ilkelerin kadınlara
evrensel olarak uygulanmasına acilen ihtiyaç olduğunu kabul ederek Bildirgeye başlar.
Bu bağlamda, bildirge, kadınların bedensel bütünlüklerinin korunması, fiziksel, cinsel,
psikolojik şiddete maruz kalacakları koşulların ortadan kaldırılması, siyasal, ekonomik,
toplumsal özgürlüklerden yararlandırılmaları, devletin kadına yönelik şiddete önleyici
tedbirler alması gibi amaçların hayata geçirilmesi gerektiği üzerinde durur. Kadına
yönelik şiddeti ayrıntı olarak ele alan bu maddelere, bu çalışma bağlamında kadının
fuhuş pazarında uğradığı şiddet açısından yaklaşılacaktır.
Bildirge, “azınlık gruplarına mensup kadınlar, yerli topluluklara mensup kadınlar,
mülteci kadınlar, göçmen kadınlar, kırsal veya merkezden uzak topluluklarda yaşayan
kadınlar, muhtaç kadınlar, kurumlardaki veya gözlem altındaki kadınlar, kız çocuklar,
engelli kadınlar, yaşlı kadınlar ve silahlı çatışma durumlarındaki kadınlar gibi bazı
kadın gruplarının şiddete özellikle maruz kalma riski altında bulunduklarından” (UN,
1993a:183) kaygı duyduğunu belirtmekte ancak bu “savunmasız” olarak da
adlandırılabilecek bu grup içine kadın ticaretine konu olmuş kadınları eklemektedir.
Fuhuş olgusu konusunda, akademik çevrelerde olsun toplumsal değer ve norm
düzeyinde olsun, olguyu ele alma biçimi ya “gönüllü” kadınların “meslek” haline
getirdikleri ve “özgürlüklerini” kullandıkları bir alan ya da kurtarılması gereken kurban
yaklaşımıyla olmakta ve olguyu çözümlemekte, dolayısıyla kadının bu olgu içindeki
konumu ve statüsünü sorgulamaktan ve kadını hem ikincil kabul etmenin bu olgunun
ortaya çıkışında hem de bu olgu dolayısıyla kadını bir kere daha ikincilleştiren ve
değersizleştiren sonucuyla konuya bakmayı körleştirmektedir.
Araştırma Yöntemi
Bu çalışma, Mersin genelevinde 31 ve sokakta çalışan 13 kadın olmak üzere toplam 44
kadınla yapılan derinlemesine görüşmeleri içeren bir alan çalışmasına dayanmaktadır.
Görüşme kapsamına alınan konular, kadınların aile yapıları, çocukluğun geçtiği
toplumsal çevre ve toplumsallaşma biçimleri, ahlaki ve toplumsal değerlerinin oluştuğu
koşullar, eğitim düzeyleri, fuhşa başlama yaşları ve nedenleri, çalışma koşulları ve
çalışma arkadaşlarıyla ilişkileri, patron ve dostlarıyla ya da kocalarıyla olan ilişki
biçimleri, kendilerine ve yaptıkları işe karşı algıları, gelecek beklentileri gibi ana
başlıklar altında toplanabilecek geniş bir bakış açısından ele alınmaya ve
değerlendirilmeye çalışılmıştır. Görüşmeler, genelevde, revir kısmında ve haftada iki
gün olan sağlık kontrolleri sırasında, sokakta çalışan kadınlarla ise, kartopu tekniği ve
patronluk yapan bir kadının sağladığı olanaklarla kadınlara ulaşılması şeklinde
191
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gerçekleştirilmiştir. Ayrıca genelevde genelevin müşterilere açık olduğu saatlerde
gözlem yapma imkanı bulunmuştur. Bu araştırma, Mersin genelevi ve Mersin’de
sokakta fuhuş yaparak geçimini sağlayan kadınlarla yapılmış olmasına karşın, sadece
Mersin’deki fuhuş olgusu
üzerine değerlendirmeler yapmaktan daha fazla verileri içermektedir. Çünkü, genelevde
ya da dışarıda çalışan kadınlar değişik gerekçelerle çalışmak amacıyla sık sık başka
kentlere gitmektedirler. Genelevde çalışan kadınlar için bu nedenler, patronunun
kendisini başka bir patrona borçlandırarak satması, müşterilerin farklı kadın
tercihlerinden dolayı başka şehre gitmenin müşteri avantajı, sokakta çalışan kadın
içinse, ikamet ettiği kentte fazla tanınmak istememek, müşterilerin değişik kadın isteme
taleplerini karşılamak üzere farklı kentlere belirli sürelerle çalışmaya gitmek olarak
belirtilebilir. Kadınların farklı kentlere gidiş-gelişleri genelevde çalışan kadınlar için
patronlar arası bir mal alım-satımı şeklinde gerçekleşirken, sokakta çalışan kadınlar için
her kentte bulunan kadın pazarlamacıları ağı arasındaki ilişkilerle kadınların
pazarlamacılara kazançları üzerinden belli bir yüzde vermeleri şeklinde
gerçekleşmektedir. Böylece, kadın ticareti dediğimizde genel olarak literatürde anlaşılan
uluslararası kadın ticareti kendini ülke içinde de sürdürmekte, Raymond’un deyimiyle,
seks endüstrisi kadınlara taşınabilir mal gözüyle bakmaktadır (Raymond, 1998).
Örneklemin Demografik ve Sosyo-Ekonomik Özellikleri:
Araştırmanın yürütüldüğü sırada Mersin genelevinde toplam 92 kadın bulunmaktaydı.
Görüşmeler sırasında kadınlar kendilerini sermaye olarak adlandırmışlardır. Bu
adlandırma, fahişe gibi kadını aşağılayan ya da seks işçisi gibi kadına sözde özgürlük
tanıyan bir kavram yerine kadınların yaşam ve çalışma koşullarını ve ilişki ağları
dinamiklerini en iyi anlatan kavram olması nedeniyle bu çalışma için de kadınları
adlandırmakta tercih edilmiştir. Görüşmeler kadınların gönüllülük esası üzerine
yapılmış ve güvenilirlik açısından görüşmeci ile görüşülen kadının baş başa olmasına
özen gösterilmiştir. Görüşmeye katılanların yaş ortalaması 35 olup bunun dağılımına
baktığımızda, örneklemin %27.5’inin 18-25, %37.5’inin 26-35 ve %35’nin ise 35 ve
üstü yaşta oldukları görülmektedir. Bu anlamda, kadınların müşteri çekebilme
özelliklerinin özellikle yaş faktörüne bağlı olarak değiştiği bir alanda farklı yaş
gruplarından oluşmuş bir örneklem evrenin tamamı hakkında daha fazla ipuçları
alınmasını kolaylaştıran bir unsur olmuştur. Ayrıca yıllar içinde yaşamı, yaptıkları işi
anlamlandırma, patron, dost ve müşteri ilişkilerinin, işte geçirilen yıl ve yaş faktörüne
bağlı olarak değişip değişmediği üzerine de ipuçları elde edilmesini kolaylaştırmıştır.
Kadınların sermaye olarak fuhuş pazarına çıkma yaşlarına baktığımızda, %27.5’inin 1315, %50’sinin 16-20, %17.5’nun 21-25 ve yalnızca %5’nin 25 ya da ya da geç bir yaşta
oldukları görülmektedir. Bu veriler, özellikle zorunlu-gönüllü fuhuş kavramlarının
analizinde çok önem taşımaktadır. Fuhuşta zorla çalıştırmanın olmadığını iddia eden
yaklaşım gönüllülük kavramını çok dikkatli analiz etmek zorundadır. Zira, kadınların
eğitimsizliği, erken yaşlarda evliliğe zorlanmaları ve parçalanmış ailelerden gelme
oranlarının yüksekliği (%67.5) fuhuş olgusuna sosyolojik analizi zorunlu kılmaktadır.
Buna ek olarak, kadınların ilk evlilik yaşları ve nişanlı, koca ya da imam nikahlı dostları
tarafından sermaye olarak kullanılma yaşlarına baktığımızda kadınların fuhuş pazarına
kendi iradeleriyle dahil oldukları iddiasına ne kadar dikkatli yaklaşılması gerektiği bir
kere daha ortaya çıkmaktadır. Örneğin, kadınların ilk evlilik yaşlarına
baktığımızda,%27.5’nin hiç evlenmemiş olduğunu, %37.5’nin 13-15 ve %35’nin ise 16-
192
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
20 yaşları arasında evlenmiş olduklarını görülmektedir. Diğer taraftan kadınların
%72.5’i kendilerini ilk defa sermaye olarak piyasaya sunan kişilerin nikahlı-imam
nikahlı eş ya da nişanlıları olduğunu belirtmişlerdir. Bu bağlamda kadınların en
güvenilir buldukları kişiler tarafından fuhuş pazarına itilmeleri yine gönüllük kavramı
konusunda dikkat edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. İlk evlilik yaşının oldukça
düşük olması, ailelerin sosyo-ekonomik düzeyinin düşüklüğü, parçalanmış aile
çocukları olmaları aynı zamanda kadınların erken yaşta eğitimden kopmalarını da
beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, kadınların eğitim düzeylerine baktığımızda
ise, %20’si okuma-yazma bilmezken, %10’u ilkokul terk, %25’i ilkokul mezunu, %10’u
orta terk ya da mezunu, %15’i lise terk, %12.5’i lise mezunu, %5’i üniversite terk ve
%2.5’u üniversite mezunu olarak görülmektedir. Bu durum, kadınların başka bir meslek
sahibi olabilme stratejileri geliştirmelerini engellediği kadar, kendilerine güvenlerini de
oluşturmalarına engel olmakta, yaptıkları işte oldukça iyi paralar kazanmalarına karşın
yine de dostları tarafından duygusal ve maddi anlamda sömürülmelerine kapı
açmaktadır. Örneğin, %82.5’i halen bir dostunun olduğunu belirtmiştir.
Tehdit Etme, Zorlama veya Özgürlükten Keyfi Olarak Yoksun Bırakma:
Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirgenin birinci maddesi,
kadına yönelik şiddeti tanımlayarak başlar, “bu Bildirge’nin amaçları bakımından
kadınlara yönelik, şiddet ister kamusal ister özel hayatta olsun bu tür eylemlerle tehdit
etme, zorlama veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma dahil olmak üzere,
kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu
sonucu doğurması muhtemel olan, cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi anlamına
gelir” (UN, 1993a).
Şiddetin bu tanımının belki de en sorunlu olduğu alanlardan biri fuhuş pazarında kadına
yönelik şiddette ortaya çıkmaktadır. “Zorlama”, “tehdit” ya da “özgürlükten keyfi
olarak yoksun bırakma” eylemlerinin belirlenmesi fuhuş sektörünün erkek aktörlerini
oluşturan devlet, patron, dost ve müşteri ayaklarıyla ataerkil ideoloji”nin yüz akıyla bu
sınavı geçmesine yol açmaktadır. “Namuslu/namussuz kadın” ayrımının başladığı tarih
öncesi dönemden günümüze kadar gelen tartışmalar kadının fuhuş pazarında
gönüllü/zorunlu bulunmasının ayırıcı bir özellik olduğu üzerinde durmuştur (Nanette,
1993; Jeffreys, 1997; Doezema& Kempadoo, 1998; Doezema, 2000; Pheterson, 1996;
Roberts, 1992; Whelehan, 2001). Ancak, “namus” kavramı kurgusu ve bunun kadın ve
erkek için çifte standartlı tanımlanma biçimleri üzerinde durulmaması gerektiği örtük
bir toplumsal oydaşma ile kabul edilmiştir.
Kadınların dışarıda olsun genelev koşullarında olsun, kendisini “sermaye” olarak gören
ve maksimum karı hedefleyen patronları ya da dostları tarafından açık ya da örtük bir
biçimde kaba güç, tehdit ile özgürlüklerinden alıkonuldukları görülmektedir:
“Burada sömürülüyoruz, patronların baskısı altındayız, rahat hareket
edemiyoruz, asker gibiyiz, cezaevi gibi burası, içerisi yarı açık
cezaevi, revir kapalı cezaevi, hiçbir yere kıpırdayamıyoruz... (50
yaşında, lise mezunu, genelevde çalışıyor)
193
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Fuhuş pazarında kadına yönelik şiddetin tanımı son derece tartışmalı bir alanı
oluşturmaktadır. COYOTE, ICPR, IPDC, PLAN, ECP, ERA* (Jenness:1993:3) gibi
uluslar arası alanda örgütlenmiş bazı kuruluşlar kadınlara zorla fuhuş yaptırıldığını
reddetmekte ve önemli olanın bu pazar içindeki kadın sömürüsünün önlenmesi ve
çalışma koşullarının iyileştirilmesi olduğu üzerinde durmaktadırlar. Bu nedenle de,
yasal çerçevede meslek hakları ve çalışma koşullarının düzenlenmesi gereken bir alan
olarak “seks işçiliği” kavramının kullanılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Böylece,
“duygusal iş” kategorisinde profesyonel bir kariyer mesleği haline gelecek (Kempadoo,
1998:5) ve “fahişe” gibi aşağılayıcı ve onur kırıcı bir dilin de bırakılmış olacaktır. Diğer
taraftan, WHISPER, UN, CATW† gibi kuruluşlar ise, çalışma koşulları ve kadınlar
üzerine kullanılan aşağılayıcı dilin ortadan kaldırılmasından bağımsız olarak fuhuş
pazarının temel sorununun ataerkil yapının kadın üzerindeki kontrolü ve istismarı
olduğunu ileri sürmektedirler (Jenness:1993:77; Jeffreys: 1997:305). Bu bağlamda,
erkek cinselliği toplumsal olarak yapılandırılmış, zor kullanma ve cinsel terör yoluyla
oluşturulmuş politik bir içeriğe sahiptir. Stoltenberg’e göre, “erkek-olmayan” olarak
tanımlanan kişiler üzerinde evrensel bir ikincilleştirme ve aşağılama olmadan, erkek
cinsine ait sınıfa kişisel üyelik fikri bir anlam ifade etmezdi” (Jeffreys, 1997:218).
Kadının fuhuş pazarı içinde yer alması tartışmalarını bu sektörde yapılacak
iyileştirmelerin ve aşağılayıcı dilin bırakılmasına sıkıştıran yaklaşım, şiddeti neredeyse,
sadece kaba güç, açık tehdit ya da özgürlükten mahrum bırakmak olarak ele
almaktadırlar. Rousseau’nun “en güçlü gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine
sokmadıkça hep egemen kalacak kadar güçlü değildir” ifadesinden de anlaşıldığı gibi,
yönetilenlerin gözünde belli bir meşruluğu olmayan hiçbir iktidar varlığını uzun süre
devam ettiremez. Meşruluğu elde eden iktidar ise, kendini çepeçevre saran bir imgeler,
inançlar sistemi yaratarak kişilerin iktidar ilişkilerini kendisinin saptadığı yönde
algılamalarına yol açar (Boetie, 1987:83). Böylece iktidarın sardığı imgeler ve inançlar
sistemi, fuhuş sektörünün büyümesini kadının ekonomik yoksulluğuyla açıklamaya
giriştikçe, fuhuş pazarının motoru olan müşteriyi de “hayırsever” (Raymond 1998;
Raymond 2003) ilan etmeye koyulacaktır. Ataerkil çifte standart, yoksulluk
açıklamasının arkasına, fuhuş yapan kadının lükse, ve kolay para kazanmaya yatkınlığı,
tezini ekleyerek fiziksel, ekonomik, cinsel, duygusal olarak sömürdüğü ve şiddet
uyguladığı kadını, “davranışsal yoksulluk” damgasıyla, ahlaksız (immoral activity) ilan
ederek bir kere daha şiddete maruz bırakacaktır.
Şiddet her zaman kaba bir güç ve zorla kendini göstermez, şiddetin en güçlü biçimi
kişiyi gönüllü kul haline getirmektir. Gönüllü kulluk/kölelik olgusunu kadının şiddeti
içselleştirme biçimiyle aşağıdaki alıntı ortaya koymaktadır:
“Son bir senedir buradan çıkmayı düşünüyorum, benim niyetim ev
almak bile yoktu işin içinde, benim borcumun bittiği gün,
sıfırlandığı gün pılımı pırtımı toplayıp çekip gitmekti, patronum ikna
etti beni, “on sene” dedi, “haybeye çalıştın, bir sene de kendin için
*
COYOTE( Call off Your Old Tired Ethics), ICPR(International Committee for Prostitutes’ Rights),
IPDC(International Prostitution Documentation Center), PLAN (Prostitution Laws Are Nonsense), ECP(English
Collective of Prostitutes), ERA (The Equal Rights Amendment).
†
WHISPER(Women Hurt in System of Prostitution Engaged in Revolt), UN(United Nations), CATW(The Coalition
Against Trafficking in Women).
194
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çalış” dedi, “ee ben ne anladım bu çekilmeden, çekildin deyince
temelli çekileceksin, şu son altı yedi aydır bir hedefim var, hem
borcu bitirip hem birikim yapmak (34 yaşında, genelevde çalışıyor,
lise mezunu)
Aşağıdaki alıntı ise, kadınlara yasal olarak tanınan izin günlerini kullanamamalarının
zor ya da baskı yoluyla değil, izne çıkmamanın sanki kadının bir kararı imiş gibi
koşulların dayatıldığında kadını zorla izne göndermekten men etmekten (alıkoymaktan)
daha şiddet içerikli bir düzen kurulmuş olmaktadır:
“...üç kere intihar girişiminde bulundum...Artık son zamanlarda hiç
intihara başvurmuyorum, artık kendi kendime resmen Pollyannacılık
oynuyorum, takmıyorum hiçbir şeyi, diyorum, olabildiği yere kadar,
ben kendime bir gün verdim, o günü hedeflemişim, o güne kadar
yolumdan şaşmayacağım, gerekirse iznime gitmem, ileride ömür boyu
tatil yaparım, (Çiçek, 34 yaşında, genelevde çalışıyor, lise mezunu)
Dayak, Hırpalama, Evlilik İçi Tecavüz, Kadın Ticareti, Fahişeliğe Zorlama, Cinsel
Suistimal:
Kadınlara yönelik şiddetin, bunlarla sınırlı olmaksızın aşağıdakileri içerir biçimde
anlaşılması gerekir:
(a) Dayak ve hırpalama, ev halkına dahil olan kız çocuklarının cinsel suistimali,
drahoma bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadın cinsel organını sakatlama veya
kadına zarar veren diğer geleneksel uygulamalar, eş haricinde (ev halkına dahil)
kişilerce uygulanan şiddet, sömürüyle bağlantılı şiddet dahil olmak üzere aile içinde
meydana gelen fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet;
(b) Tecavüz, cinsel suistimal, iş yerinde, eğitim kurumlarında veya diğer yerlerde
meydana gelen cinsel taciz ve sindirme, kadın ticareti ve fahişeliğe zorlama dahil olmak
üzere genel olarak toplum içinde meydana gelen şiddet;
(c) Nerede olursa olsun devlet tarafından işlenen veya göz yumulan fiziksel, cinsel veya
psikolojik şiddet (UN, 1993a).
Daha çok fiziksel şiddete atıfta bulunarak açıklanmaya çalışılan kadının fuhuş pazarında
uğradığı şiddet yerine kadına yönelik şiddet olgusuna bir bütün olarak bakan ve kadının
fuhuş pazarında yer alma süreci içinde aile içi şiddet ve kadının aile içindeki ikincil
konumu ve statüsünün önemini gösteren bir çözümleme biçimi hem şiddetin farklı
boyutlarını anlamaya hem de kadının ticari bir mal haline getirildiği fuhuş olgusunun
ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerilerinin getirilmesine ışık tutacak nitelikte
olacaktır.
Diğer bir deyişle, ahlaki zaaf, lükse düşkünlük, örgün eğitimden ve disiplinli bir yaşamı
sürdürecek kişilik özelliklerin yoksun olma gibi yoksulluk kültürü tezinden destek
alarak fuhuşun nedenlerini açıklayan yaklaşımlar ataerkil ideolojinin toplumda “hak
eden,” “bulunduğu konuma müstehak” (Jütte,1994; Murray, 1996) olan kadın imgesi
yaratma girişimlerinden başka bir şey değildir. Ancak yapılan çalışmalar göstermektedir
ki, kadına yönelik şiddet toplumsal yaşamın tüm alanlarında iç içe geçmiş bir biçimde
195
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
varlığını sürdürmektedir. Bu çalışmanın alan araştırması veriler de göstermektedir ki,
kadınların % 67.5’i parçalanmış ailelerden gelmektedir. Bu çalışmanın verilerinin de
ortaya koyduğu gibi, fuhuşun en önemli nedenlerinden biri kadın pazarlamacılarının
sermaye arayışlarında kız çocuklarının savunmasızlığından yararlanmalarının payı son
derece önemli bir yer işgal etmektedir. Bu savunmasızlık, çocukların duygusal
yoksunluk hissini istismar etme biçiminde kendini göstermekte, diğer bir deyişle
fuhuşun başlangıç nedenlerinden en önemlisini duygusal şiddet oluşturmaktadır. Buna
en açık veri, kadınların fuhuş pazarına ilk girişlerinin, %72.5 oranıyla sözde
“güvenlikleri” erkekler olan nişanlıları, eşleri ya da erkek arkadaşlarının duygusal
suistimali ve güveni kötüye kullanma süreciyle başlamış olmasıdır. Uluslar arası da
araştırmalar göstermiştir ki, fuhuş pazarında yer alan kadınlar çocukluklarında cinsel
şiddet kubanı olmuşlardır. San Francisco’da fuhuş pazarında yer alan 130 kadınla
yapılan çalışmanın sonuçlarına göre, kadınların %57’si çocukluklarında cinsel istismara,
%49’u ise fiziksel saldırıya maruz kalmamışlardır. Uluslar arası araştırmaların üzerinde
görüş birliği olduğu önemli olgulardan bir diğeri de, çocukların bu pazara girme yaş
ortalamasının 14 olduğu üzerinedir (O’Connor And Healy 2006).
Dokuz ülkede ( Kanada, Kolombiya, Almanya, Meksika, Güney Afrika, Tayland,
Türkiye, A.B.D. ve Zambiya) 854 fuhuş pazarında bulunan kadınla yapılan görüşme
verilerine göre, kadınların %71’i fiziksel şiddete maruz kaldıklarını, %62’si ise fuhuş
pazarı içinde tecavüze uğradıklarını belirtmişlerdir. %89’u bu pazardan ayrılmak
istediklerini, ancak başka bir hayatta kalma stratejilerinin olmadığını ifade etmişlerdir.
Bu anlamda fuhuşu normalleştirmek ve yoksul kadınlar için makul ve mantıklı bir
yaşam stratejisiymiş gibi göstermek bu pazardan kurtulmak isteyenleri görünmez
kılmaktan başka bir işe yaramamaktadır (Farley, 2004:1095). Bu pazarda, kadının
tecavüze uğramasını “işin bir parçası” olarak gören hukuksal ve normatif düzenlemeler
böylece kadının uğradığı cinsel şiddetin de üstünü örtmektedir. Diğer bir deyişle
kadınlar, “ücretli tecavüz”e (Farley, 2004:1100) uğramakta, hukuk kurallarının da
desteğiyle müşteri kadına tecavüzü kendinde bir hak olarak görmekte, hatta “ücretsiz
tecavüz” edilebilir bir kadın grubu olarak algılanmaktadırlar.
“Fuhuş pazarındaki kadına tecavüz ve fiziksel şiddet sıradan ve normaldir” algısına bu
pazarda kadının maruz kaldığı şiddetin bedensel, cinsel, duygusal şiddet biçimleriyle
kadını nasıl kuşattığına sokakta yaşayan kadının müşterisiyle yaşadığı aşağıdaki olay
tipik bir örnektir:
“...gördüm... şiddet de gördüm müşteriden, Konya’daydım, üç
erkekle gittim, üç kişiyle gittim, iki kişi kalacaktı, gir-çık
yapılacaktı, yani bir kere görüşüp çıkılacaktı, o zaman da ilk
defa dağa çıktık, ... daha önce Niğde’de falan araba işine
gidiyordum, arabanın içinde görüşmek, arabanın içinde oluyor
yani, Konya’da gittim işte, iki kişiyle kaldım, üçüncü kişi dedi
ki, onların parası verilmişti, dağa çıktık, üçüncü kişiyle kalma
durumu yok, ve bana dedi ki, “ben seninle kalacağım”, dedim
“parasını ver kalayım”, gayet normal olarak, sessiz sakin, bana
dedi ki, “ben para vermem, ben seninle öyle beraber olsam ne
yapacaksın” dedi, artı iki kişi daha geliyor, beş kişi olacaklar,
beynimde şimşekler çaktı ve aklıma ilk yaşadığım olay geldi, ilk
196
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tecavüze uğradığım olay geldi, beş kişi...arabanın içinde bayağı
bir dellendim ben yani… (23 yaşında, ilkokul iki terk, sokakta
çalışıyor).
Kadınların, “müşteri memnuniyeti” ilkesinden hareketle hertürlü cinsel yolla bulaşan
hastalığa karşı korumasız çalıştırılmaları da insanın bedensel bütünlüğüne ve kişi
güvenliği hakkına ihlal olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Sağlık açısından biz Allah’a kalmış vaziyette çalışıyoruz, kondom
kimse kullanmaz, istediğin zaman, “ben lastik mi s... ceğim” diyor
adam, bir de o zaman boşalmaları da geç oluyor, altta bizler eziyet
çekiyoruz,..” (45 yaşında, okumaz-yazmaz, genelevde çalışıyor).
Yaşama Hakkı, Eşitlik Hakkı, Özgürlük ve Kişi Güvenliği Hakkı
Kadınların siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya herhangi başka bir alanda
tüm insan haklarından ve temel özgürlüklerden eşit olarak yararlanma ve bunların eşit
koruması altında olma hakları vardır. Bu haklar diğerlerinin yanı sıra şunları kapsar:
(a) Yaşama hakkı;
(b) Eşitlik hakkı;
(c) Özgürlük ve kişi güvenliği hakkı;
(d) Kanun önünde eşitlik hakkı;
(e) Tüm ayrımcılık biçimlerinden azade olma hakkı;
(f) Ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve ruhsal sağlık standardı hakkı;
(g) Adil ve elverişli çalışma koşulları hakkı;
(h) İşkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye veya
cezalandırmaya maruz bırakılmama hakkı (UN, 1993a).
Kadınların “fahişe” olarak maruz kaldıkları toplumsal dışlanma, ayrımcı tutumlar ve
aşağılanma, bu pazarda yer alan kadınların yaşam alanlarını son derece daraltmaktadır:
“Toplum bizi çok yadırgıyor, orospu diyor, toplumun gözünde küçük
görüyorlar, insan yerine konmuyoruz, söz hakkın olmuyor...” (55
yaşında, okuma yazma bilmiyor, dört çocuk annesi, genelevde)
“Toplum nasıl tanımlar, vebalı bir hastalık gibi görüyor, toplumun
gözünde biz fahişeyiz, etrafa zarar veren insanlarız… (30 yaşında,
ilkokul mezunu, genelevde çalışıyor)
CEDAW toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, kadınların erkeklerle eşit hak ve
özgürlüklerden faydalanabilmelerini engelleyen bir ayrımcılık türü olarak tanımlamıştır
(UN, 1993a; UN, 1993b). Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının eğitim olanaklarından
yararlanabilmesinin toplumsal değer ve normlar ile hukuki yollarının güvence altına
alınması, istihdam olanaklarının yaratılması ve bu alanda kadına yönelik ayrımcı tutum
ve yasaların ortadan kaldırılması, sağlık olanaklarına ulaşılabilirliğin sağlanması,
siyasette ve karar verme mekanizmalarında kadının konumunu ve statüsünü güvence
altına alan yasal ve yasal olmayan düzenlemeleri getirilmesini gerektirmektedir. Ancak,
197
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bu formel alanların yanında, örneğin sağlık olanaklarına ulaşabilmek kadar kadının
kendi bedeni ve cinselliğinin kontrolünü eline alabilmesi ya da eğitim olanaklarına
ulaşabilmiş bir kadının liyakata uygun olarak cinsiyet ayrımcılığı gözetilmeden
kariyerinde ilerleyebilmesi ya da kamusal alanda kadının tacize uğramasını
engelleyici/caydırıcı yasal düzenlemelerin ve erkek egemen cinsiyet kültürünün
değişmesine yönelik toplumsal değişimi sağlayacak adımların atılması gerekmektedir.
Diğer bir değişte, toplumsal cinsiyet eşitliği, yasalar, toplumsal değerler ve kadının
kendi hayatı üzerinde karar verebilme “gücü” bulabilmesinin olanakları bir arada
sağlanarak gerçekleştirilebilir.
Fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet, kadının toplumsal yaşamın tüm alanlarında ve
kurumlarında maruz kaldığı ikincilleştirme ve şiddet biçimlerinden bağımsız
işlememektedir. Bu bağlamda, kadına yönelik şiddetin en önemli göstergelerinden biri
de bakire/ bakire olmayan kadın ayrımı yaparak kadın bedeni ve cinselliği üzerindeki
ataerkil ideolojinin gücü ve iktidarıdır. Ataerkil ideolojinin onay vermediği bir biçimde
bekaretini kaybetmiş bir kadının yeri artık “namuslu” bir toplum içinde yaşamasına da
izin vermemekle sonuçlanmaktadır:
“Ailemin bana olan güvenini sarstım, annem beni o dul-yetim
maaşıyla okuturken, ben onun bütün duygularını öldürdüm yani, o
bana güveniyordu ya, “kızım okuyacak, ben ona güvenirim, bir şey
yapmaz o... özgürlüğü, ailemin bana güvenmesini sarstım...o güveni
sarstım... sevdim işte, izin almadım, gittim buluştum, birleştim,
kızlığım bozuldu diye de korkudan eve gitmedim, insan işte nasıl,
korku... bizim nedir korkumuz, Türkiye’de kızlık, o bakireliğe önem
vermesi, bakirelik çok önemlidir Türkiye’de, neymiş işte, “aaa, aman
aman aman kız değilmiş, gördünüz mü” işte, bu lafları duymamak için
eve gitmedim, evlendim, nikahlanmadım, kıymıyordu, demek onun
amacı da başkaymış, sonra millete özendir, “aa, işte bu nereden
geliyor böyle eli kolu dolu, bunun neyi var, bizim de olsun”“işte onlar
bu işi yapıyorlar, biz de yapalım”, “biz de bir yılda köşe oluruz”(40
yaşında, kırk yaşında, lise terk, genelevde çalışıyor).
Hiçbir pazarın talep olmadan ayakta kalamayacağı gerçeğinde hareket edildiğinde fuhuş
pazarına talep yaratan müşterilerin görmezden gelinmesi tam da ataerkil ideolojinin bu
pazarın devamlılığından sağladığı ekonomik ve ekonomik olmayan yararları ortaya
koymaktadır. Fuhuş pazarının ekonomik kazancını, patronlar, dostlar açık sömürü
yoluyla elde ederken erkek olan devlet vergi sistemi yoluyla bu sektörden
beslenmektedir. Bu pazarda müşteri rolünde yer alan erkek toplumsallaşma süreci
içinde, ataerkil ideolojiye uygun olarak, kadın bedenini cinsel haz aracı olarak para
karşılığı sömürmeyi öğrenir ve normalleştirir. “pazarlık” ve ekonomik gücü oranında,
müşteriye sadist kadına da mazoşist roller biçilir. Böylece, bir bedene para ya da zor ve
baskı kullanma yoluyla zarar vermek, cinsel olarak sömürmek erkeği, insan olma
niteliklerinden azade ederken ataerkil ideoloji tarafında ters orantılı bir biçimde, bu
sömürüyü gerçekleştirdiği oranda da “çapkın”, “güçlü”, “iktidar sahibi” nitelikleriyle
egemen toplumsal cinsiyet kimliğini yenide üretir. Bu toplumsal cinsiyet kimlikleri,
kadına yönelik ayrımcı bir tutumun gelişmesine neden olarak, talep eden tarafı
masumlaştıran bir dille “normal bir tüketici” ve fuhuş pazarını da bu tüketici için
198
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
eğlence ve eğitim aracı haline getirir. Kadınların eşitlik, özgürlük ve kişisel güvenlik
hakkı sadece yasalarla sağlanamaz. Eski Türk Ceza Kanunu’nun 438. maddesinde yer
alan “iffetli/iffetsiz” kadın ibaresi 1990 yılında kalkmış olmasına karşın toplumda
egemen cinsiyet kültürünü değiştirmeye yönelik bir çabanın olmaması kanunların
uygulanırlığını da güçleştirmektedir. Erkek için namus kavramını egemenliği altındaki
eşi, kızı, annesi ve haklayı geniş aileye doğru açarak, kadın olan ikinci derece
akrabaları, iş arkadaşları ve komşuları ve hatta sokaktaki kadın üzerinde açık ve zımnı
bir biçimde söz söyleme ve hüküm verme yetkisi olarak tanımlayan ataerkil yapı, kadın
için namusu ve cinselliği “kendisinden sorumlu erkeğin kontrol ve denetimine
bırakmıştır. Böylece, erkek çocuk doğduğu andan itibaren kadının ikincilliğini
sıradanlaştırır ve normalleştirir, aynı ergenlik yaşına geldiğinde genelevi bir eğitim ve
deneyim yaşama aracı olarak gördüğü gibi. Bu bağlamda, erkek egemen cinsiyet
kültürünü yeniden üretip yasalarda yapılan sözde kadın lehine değişiklikler kadının
eşitliğine yönelik etkili bir yol olarak görülmemektedir.
Devletin Kadına Yönelik Şiddeti Önleyici Tedbirler Alması :
Fuhuşun akademik alandaki tartışması en temelde yasaklayıcı, düzenleyici, serbest
bırakıcı ve cezalandırıcı yasaların getirilip getirilmemesi üzerinde yoğunlaşmaktadır.
(Jeffreys, 1997; Jenness, 1993; Pheterson, 1996; Roberts, 1992; Sanders, 2005)
Türkiye’de fuhuş olgusu konusunda “düzenleyici” bir yasal uygulama yürürlükte olup,
temelde yasal kontrol altında olmasının kadınların can güvenliği ve ekonomik
sömürülerinin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmekte birlikte, düzenleyici uygulamalar
kadının ikincil toplumsal statüsünü onaylayan ve yeniden üreten bir erkek hukuk
düzeninin yansımasıdır. T.C. Fuhuş Tüzüğü’nde “erkeğin biyolojik ve toplumsal
ihtiyacı” olarak tanımlanan genelevlerin varlık nedeni, M.Ö. 600’de ilk genelevin
“mucidi” olan Solon’un “azgın genç adamların cinsel iştahlarını doyurdukları yer”
(Roberts,1992:16)
olarak tanımlamasından yüzyıllar sonra bile değişen bir şey
olmadığını göstermektedir; ya da Ortaçağ’da, ataerkil ideolojinin ikiyüzlülüğüyle
fuhuşun “gerekli bir kötülük” (Roberts, 1992:74) görülmesi bugün de yasalar tarafından
kadına yönelik şiddet olarak kabul edilmeyen, hem yok sayılan ancak aynı zamanda
erkeklerin “ihtiyaçları” için varlığının kaçınılmazlığı da kabul edilen “en karlı”
sektörlerden biri olmaya devam etmektedir. Hatta adı sadece “seks endüstrisi” ile anılan
bazı ülkelerde fuhuş bir “kalkınma stratejisi”(Farley,2004:1088) olarak ele alınmaktadır.
Türkiye’de uygulanan düzenleyici fuhuş politikasının kadınları ne kadar koruduğu son
derece tartışmalıdır. Kadınların ekonomik olarak sömürüsü “borçlandırılmaları” yoluyla
gerçekleşirken, sözde sağlık kontrolleri “müşteri memnuniyeti” ne takılmaktadır:
“Dokuz buçuk milyar borcum var, Diyarbakır’dan çıkarken dört
milyardı, Antep’e giderken sekiz milyar oldu, bir arabayla gelip
alıyorlar bir milyar borç yazıyorlar, her şey katlanıyor... borç bana
verilmiş bir para ödemem lazım, tövbe etmek istiyorum, çıkmak
istiyorum, yarıcı çalışıyorum, borcumuz varsa elimize para geçmez,
hepsi onundur, mesela beş yüz milyon borç alıyorum o bir milyar
oluyor, buranın kuralı böyle...” (34 yaşında, orta iki terk, üç çocuk
annesi, genelevde çalışıyor).
199
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
“Şeker hastalığım var, astımım var, prezervatif müşteri istemiyor, biz
istesek geri çıkıyor, mecburen kullanamıyoruz... bizim yaptığımız iş
“gönüllü tecavüz”, alkollüsü, kokanı, pisi, terlisi her türlüsü geliyor,
oğlum yaşında biri gelince sinirlerim iyice boşalıyor, ortalama
müşteriyle kalma süremiz beş dakika.” (34 yaşında, orta iki terk, üç
çocuk annesi, genelevde çalışıyor).
Fuhuşu düzenleyici politikalar, fuhuşun varlığının kaçınılmazlığı ön kabulünden yola
çıkarak, müşterilerin kadınlara kolayca ulaşmaları, kadınlar tarafından bulaşıcı hastalık
kapma risklerinin en aza inmesi, müşterilerinin can ve mal güvenliklerinin
sağlanabildiği kontrollü ortamların oluşturulması, bir “mal” olarak gençlik, güzellik,
müşterinin farklı tercihleri v.b. unsurlar göz önüne alınarak kadınlar için ortalama bir
“piyasa değeri”nin belirlenmesi sayesinde müşterilerin aldatılma riskinin en aza inmesi
gibi erkek egemen toplumda son derece işlevsel bir öneme sahip olmaktadır. Aynı
düzenleyici politikalar, kadın bedeninin erkeğin ekonomik gücü ve statüsü
doğrultusunda bir mal olarak kullanılabilirliğine ilişkin toplumsal değer ve normları
toplumsallaşma süreci içinde yeni kuşaklara aktarmakta ve fuhuşun normal, sıradan,
kaçınılmaz olarak görülmesine hizmet etmektedir. Diğer bir deyişle, fuhuşun yasal hale
getirilmesiyle müşteri-patron-dost/kadın arasındaki ilişkide kadın, efendinin kölesini
koruduğu kadar korunmaktadır. Millet’e göre, fuhuş kadının eşyalaştırılması sürecidir.
Müşteri gücünün en üst noktasına, kadını bir nesne, bir eşya, bir köle gibi cinsel tatmini
için kullandığı anda ulaşır (Millet, 1987:40). Küçüklüğünden beri erkek deyince bildiği,
kaba, gaddar, bencil, zorba olmak ve birtakım şeylere sahip olmaktır. Penisini tılsımlı
bir şey olarak görmesi bu nedenle doğaldır. Penisi, onun çevresindekileri ezmesine
yarayan bir araç ve aynı zamanda toplum içindeki yerini belirleyen bir simgedir.
Cinselliği otomatik olarak güç ile, kendi zevki ile, oysa tam anlamıyla bir nesne olarak
gördüğü karşısındakinin ise acısı ve aşağılanması ile bağlayarak düşünür. … gücün
başlıca araçlarından biri paradır; çünkü kadını satın alan paradır ve ekonomik
bağımlılık, manevi alanda olduğu kadar maddi alanda da zorbalık temeline oturtulmuş
bir sistemde kadının köleliğini belirleyen bir simgedir (Millet, 1987:38-39).
Sonuç:
Fuhuş pazarında kadına yönelik şiddet, asla tek başına cinsel şiddet biçimiyle ele
alınamayacak kadar çok boyutlu bir içeriğe sahiptir. Genel anlamda, kadına yönelik
şiddet, cinsiyete dayalı ayrımcı tutumla başlar ve kadın ve erkek arasında eşitsiz güç
ilişkilerinin yansıması olarak ortaya çıkar. Temelde, egemen cinsiyet kültürünün sonucu
olarak toplumdaki “kadınlık” ve “erkeklik” tanımlarına bağlı olarak yapılan ve kadına
“ikincil/zayıf,” erkeğe “üstün/değerli” atıflarıyla giydirlen toplumsal roller ve bu
rollerin, eğitim kurumdan aile kurumuna ekonomi kurumundan kitle iletişim araçlarına
kadar tüm toplumsal kurumlarda uygulanmasıyla hayata geçer.
Kadını dövmek, sindirmek, tehdit etmek, korkutmak, aşağılamak, sosyal yaşamdan izole
etmek, cinsel ve bedensel bütünlüğüne zara vermek ve kontrol etmek, taciz ve tecavüze
maruz bırakmak, erkeğe üstünlük ve şiddeti cesaretlendirici yasalar yapmak ya da
kadını yasalarla koruyormuş gibi yapıp ataerkil şiddeti yeniden üreten toplumsal
değerlerin devamına olanak sağlayıcı uygulamalardan kararlı bir biçimde
200
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
vazgeçmemek, kadına yönelik şiddetin sadece birkaç görünür yüzüdür ve şiddet bir
insan hakları ihlalidir.
Kadına yönelik şiddetin en güçlü biçimde hayata geçtiği alanlardan biri olan fuhuş
pazarında kadına yönelik şiddet, hem kadınların şiddeti “hak ettikleri” üzerine egemen
toplumsal değerlerle hem de yasalarda bu alanda bulunan kadınların görünür kılınması
sorunlarıyla mücadele etmek zorundadır. Fuhuş pazarına kadınların düşürülmesine
neden olan ve kız çocuklarını savunmasız bırakan toplumsal değerler ve yasalar
değişmeden fuhuş pazarından kadınların “kurtarılması” ya da yasalarla çalışma
koşullarının iyileştirilip can güvenliklerinin sağlanması örtük bir toplumsal oydaşma ile
fuhuş pazarının “erkek iştahı ve ihtiyacı” için önlenemez/vazgeçilemez olduğunun
kabulunden başka bir anlama gelmemektedir. Diğer bir deyişle, kadına yönelik şiddet
olgusunda ve özellikle de fuhuş pazarında yer alan kadına yönelik şiddette, şiddetin
hukuksal ve normatif tanımı konusunda çözümlemelere ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Kız çocuklarının cinsel istismar ve tecavüzünün, bekaret ve namus anlayışının, eğitim
olanaklarına ulaşamamalarının, erken yaşta evliliklerin kız çocukların bu pazara
düşmesinde ve savunmasız bırakılmasında son derece önemli etkileri olduğu göz önüne
alındığında, koşulları değiştirmeden ve eşitlikçi bir toplumsal cinsiyet anlayışı politikası
ortaya koymadan fuhuş pazarı binyıllardır olduğu gibi binyıllar daha kadınları
sömürmeye ve şiddete maruz bırakmaya devam edecektir.
Kaynakça:
Althusser, L. (1991) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, (Çev.) Alp, Y., M. Özışık,
İstanbul: Birikim Yayınları.
Boetie, Etienne De La, (1987) Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, çeviren: Dr. Mehmet Ali
Ağaoğulları, BFS Yayınları.
Farley, M. (2004) “Bad for the Body, Bad fort he Heart”: Prostitution Harms Women
Even if Legalized or Decriminalized, Violence Against Women, Vol.10, October 2004,
1087-1125.
Edwards, S. (1997) “The Legal Regulation of Prostitution” in Rethinking Prostitution,
(eds.) Graham Scambler and Annette Scambler, London and NewYork: Routledge, 5782.
Jütte, R. (1994). Poverty, and Deviance in Early Modern Europe, Cambridge:
Cambridge University Press.
Kempadoo, K. (1998) “Introduction: Globalizing Se Workers’ Rights, in Global Se
Workers, eds. by Kempadoo, Kamala, Jo Doezema, London and NewYork:
Routledge,1-28.
Millet, K. (1987) Cinsel Politika, (Çev.) Selvi, S., İstanbul:Payel.
Murray, C. (1996) Charles Murray and the Underclass: The Developing Debate, IEA
Health and Welfare Unit in association with The Sunday Times London.
Nişanyan, S. (2003). Sözlerin Soyağacı : Çağdaş Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü,
İstanbul:
Adam Yayınları.
201
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
O’Connor M., Healy G. (2006) The Links between Prostitution and Se Trafficking: A
Briefing Handbook.
http://ewl.horus.be/SiteResources/data/MediaArchive/Violence%20Centre/News/handb
ook.pdf
Parkin, David, (1989) Şiddet ve İrade, Antropolojik Açıdan Şiddet içinde, editör:
David Riches, istanbul: Ayrıntı Yayınları, 249-271.
Raymond, J. G. (1998) Prostitution as Violence Against Women: NGO Stonewalling in
Beijing and Elsewhere, Women’s Studies International Forum, 21 (1): 1-9.
Raymond, J. G. (2003) Reasons for Not Legalizing Prostitution And a Legal Response
to the Demand for Prostitution. Journal of Trauma Practice, 2: 315-332.
Raymond, J. G. (2004) The Consequences of Legal Policy on Prostitution and
Trafficking in Women, Coalition Against Trafficking in Women (CATW) Budapest,
Hungary, May 28, 2004 http://www.prostitucio.hu/janice.raymond.2004.05.28.en.htm
Roberts, N.(1992) Whores In History, London: Harper Collins Publishers.
Sanders, T (2005) ‘It’s Just Acting’: Se Workers’ Stratejies for Capitalizing on
Sexuality, Gender, Work and Organization, Vol. 12, No:4, 319.342.
Scambler, G. (1997) Conspicuous and Inconspicuous Sex Work: The Neglect of The
Ordinary Mundane, in Rethinking Prostitution, (eds.) Graham Scambler and Annette
Scambler, London and NewYork: Routledge. 105-120
Türköne, M. (1995) Eski Türk Toplumunun Cinsiyet Kültürü, Ankara: Ark.
Wardlow, H. (2004). “Anger, Economy, and Female Agency: Problematizing
“Prostitution” and “Se Work” among the Huli of Papua New Guinea”, S igns, Vol. 29,
No. 4, Summer 2004, 1017-1040.
William C.W. Wong, Eleanor Holroyd and Amie Bingham (2011) “Stigma and se
work from the perspective of female se workers in Hong Kong”
Sociology of Health & Illness Vol. 33 No. 1 2011 ISSN 0141–9889, 50–65
UN, (1993a) The Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination
against
Women,
29th
Session
30
June
to
25
July
2003.
http://www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/text/econvention.htm#article1
UN (1993b) Declaration on the Elimination of Violence against Women 85th plenary
meeting 20 December 1993, A/RES/48/104
http://www.un.org/documents/ga/res/48/a48r104.htm
UN (2003) United Nations: Economic and Social Council Economic Causes of
Trafficking in Women in the UNECE Region, ECE/AC/.28?2004/10.
http://www.unece.org/fileadmin/DAM/Gender/documents/Secretariat%20Notes/ECE_AC.28_2
004_4.pdf.
202
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
FUHUŞ AMAÇLI İNSAN TİCARETİ
Bahar GÖDEKMERDAN
Hilal CECANPINAR
ÖZET
İnsan ticaretinin özel bir görünüş şeklini fuhuş amaçlı insan ticareti
oluşturmaktadır. İnsan tacirleri için en fazla kar sağlayan faaliyet cinsel sömürü amaçlı
insan ticaretidir. Türkiye’deki fuhuş amaçlı insan ticareti faaliyetlerinde yabancı
uyruklu kadınlar ve çocuklar daha fazla mağdur olmaktadır. Ayrıca fuhuş amaçlı insan
ticaretinde Türkiye hedef ve transit ülke konumundadır.
İnsan ticareti fiillerinin fuhuş amaçlı işlenmesini konu edinen bu çalışmada,
öncelikle söz konusu fiiller anayasa ve insan hakları ölçeğinde ele alınacaktır. Daha
sonra Türk Ceza Kanununun 80. Maddesi bağlamında fuhuş amaçlı insan ticareti, suç
ve ceza boyutuyla incelenecektir. Nihayet yabancılar hukuku açısından çoğu kez kaçak
olarak veya sahte evlilikler yoluyla ülkeye getirilip fuhuşa zorlanan kadınların çeşitli
kanunlarda düzenlenen hukuki durumuna değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Fuhuş, İnsan ticareti, İnsan hakları, Anayasa Hukuku, Ceza
hukuku, Yabancılar hukuku
ABSTRACT
The shape of a special aspect of human trafficking is human trafficking for
prostitution . Human trafficking for sexual exploitation is most profitable activity for
human traffickers. Activities of human trafficking for prostitution in Turkey, women
and children of foreign nationals are more victims. Turkey is target and transit country
for the human trafficking for prostitution.
The study focusing on the human trafficking for prostitution, firstly such acts
will be dealt with constitutional and human rights the scale. Subsequently, human
trafficking for prostitution in the context of 80 article of the Turkish penal code will be
discussed with crime and the criminal dimension. Finally, in terms of foreign law the
legal status in various laws of women who often brought to the country illegally or
through false marriages and forced prostitution will be discussed.
Keywords: Prostitution, Human Trafficking, Human Rights, Constitutional Law,
Criminal Law, Foreign Law
1. GİRİŞ
Sınıraşan bir suç türü olan insan ticareti, dünyada ve Türkiye’de oldukça yaygın
bir kazanç elde etme yolu olarak görülmektedir (Dinler, 2010:189). Günümüzde
“modern kölelik”, “21. yüzyıl köleliği”, “köleliğin modern formu” olarak
değerlendirilen insan ticareti uluslararası toplumu gittikçe daha fazla tedirgin eden bir
faaliyet biçimi olmaktadır (Kocasakal, 2003:39).
İnsan ticareti yerine insan yağması, insan sömürüsü veya insan kaçakçılığı gibi
terimler de kamuoyunda ve hukukumuzda kullanılmaktadır (Koca, 2003:141). Ancak
insan yağması fiili, malvarlığına karşı işlenen suçlardan olan eşya yağması ile

Araştırma Görevlisi, Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi, [email protected].
Araştırma Görevlisi, Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi, [email protected].

203
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ilişkilendirilmesi açısından bireyi esas alan yaklaşım sebebiyle benimsenemez
(Yenidünya ve Arslan, Türk Hukukunda İnsan Ticaretine İlişkin Yasal Düzenlemeler,
2009:21).
İnsan ticareti açısından yoğunlukla hedef, kısmen de transit ülke konumunda
olan Türkiye’de (Jahıc ve Karan, 2006:97), suç uzun süre yasalarda düzenlenememiştir.
Bunun nedeni uygulamada insan ticareti suçunun fuhuş suçu ile benzerlikleri nedeniyle
tam tanımının yapılamamış olması ve suç mağdurlarının suç faili olarak görülüp
özellikle suçun fuhuş amaçlı işlenmesi halinde bu kişilerin mağdur oldukları fikrinin
kabul görmemesidir (Dinler, 2010:189).
İnsan ticaretinin en kapsamlı ve kabul gören tanımı “Sınıraşan Örgütlü Suçlara
Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin Özellikle Kadın ve Çocuk
Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokolde”
yapılmıştır*.
Madde 3/ (a) “İnsan ticareti”, kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi
ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma
kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin
rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla
kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi,
barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak,
başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla
çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu
veya organların alınmasını içerecektir.
Tanım sadece cinsel amaçlı sömürüyü değil; çalışma gücünün sömürülmesi,
organ sağlanması gibi sömürü çeşitlerini de içine almaktadır. Ancak insan ticareti daha
çok fuhuş ile bağlantılı olarak gündeme gelmektedir. İnsan ticareti fuhuş amacıyla
yapıldığında, mağdurlarına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin açtığı tahribat
nedeniyle, cinsel sömürü amaçlı insan ticareti özellikle mücadele edilmesi ve
engellenmesi gereken kriminolojik bir vakıadır (Dinler, 2010:190).
Kişinin en temel hakkı olan yaşama hakkının bir başka boyutu olarak istediği
yaşama biçimini benimseme hakkından bahsedilebilir. İnsan ticareti kişinin yaşamını
belirleme özgürlüğünü ortadan kaldıran, kişinin insan sıfatını kaybetmesine neden olan
insanlık onur ve şerefine tamamen aykırı bir fiildir.
Çağımızdaki yozlaşmış düşünceler, insana insan olmasından ötürü verilen
değerin azlığı, paranın kutsallaştırılması gibi nedenlerle insan ticareti her geçen gün
artan bir hal almaktadır. Kadınların cinsel obje olarak algılanması, kadınların
cinselliğinin pazarlanarak sürekli ve kârlı bir gelir elde edilmesi düşüncesi gibi
sebeplerle insan ticareti suçunun en sık rastlanan halini fuhuş amaçlı insan ticareti
oluşturmaktadır.
2. PROBLEM DURUMU
2.1. Anayasa Hukuku
İnsan ticareti suçu, insan onurunu tehdit eden bir suç türü olması nedeniyle,
anayasada ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmış bir kısım hak ve
özgürlükleri ortadan kaldırır niteliktedir†.
1982 Anayasasının temel hak ve özgürlüklere ilişkin pek çok düzenlemesi, insan
ticareti suç tipinin yaptırıma bağlanmasının dayanağını oluşturur.
*
†
BKK yıl no: 2003/5329, RGT: 18.03.2003, 25052. Metinde Palermo Protokolü olarak kısaltılacaktır.
Mustafa İlhan, “Yasadışı Göç ve İnsan Ticareti: Sınıraşan Suçlarda Yeni Eğilimler”, (Erişim Tarihi: 14.02.2012).
204
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Başta fuhuş olmak üzere insan ticaretinden bahsedebilmek için mağdurun temel
haklarından yoksun bırakılması ve bu durumun devam etmesi aranmaktadır (Kocasakal,
2003:42).
Anayasa da koruma altına alınmış ancak insan ticareti suçu ile tehdit edilen
haklar şöyle sıralanabilir:
m. 17: Kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı
Bireyin maddi ve manevi bütünlüğüne yöneltilen, insan haysiyetiyle
bağdaşmayan bir eylem olarak insan ticaretinin, Anayasanın 17. maddesini ihlal ettiği
aşikârdır.
m. 18: Zorla çalıştırma yasağı
“Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır” hükmü ile bir kimsenin kendi
isteği ve rızasına aykırı olarak çalışmaya mecbur bırakılması engellenmek istenmiştir
(Renk ve Demir:59).
m. 50: Çalışma şartları ve dinlenme hakkı:
“Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uygun olmayan işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından
özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.” hükmü de 18. madde gibi
işgücü istismarına yönelik eylemleri yasaklamış ve kadın ve çocukları özel olarak
korumak istemiştir.
m. 19: Kişi hürriyeti ve güvenliği:
Bireylerin keyfi olarak özgürlüklerinden yoksun bırakılması ile kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkını güvence altına alan 19. Madde hükmü, insan ticareti suçu kapsamında
ihlal edilmektedir.
Kişi güvenliği bireye, hem bedeni hem de manevi açıdan devletin veya diğer
bireylerin müdahalesi altında bulunmama ve özgürlüklerden yoksun bırakılmama hakkı
verir. Bu hüküm ile bireyin hareket serbestîsini sağlamak için; emniyet altında olması,
keyfi olarak yakalanıp tutuklanmaması, dilediği gibi hareket etmesi, dolaşım ve özel
yaşam özgürlüğü güvence altına alınmıştır (Yenidünya, İnsan Ticareti Suçu, 2007:47).
Özellikle kadın ve çocuklardan oluşan fuhuş amaçlı insan ticareti mağdurları
hizmetçilik, çocuk bakıcılığı veya modellik gibi sözde işlerle kandırılmakta hatta evlilik
vaat edilmektedir. Çoğunlukla bu kişiler fuhuş yapacaklarını bilerek gelmekte ancak
ilerleyen zamanlardaki iş ve yaşam koşulları açısından gerçeğe uygun olmayan vaatler
verilmektedir. Sahte evrak kısa süreli oturma izni veya sahte evlilikler yolu ile ülkeye
sokulan mağdurların pasaport ve dönüş biletlerine el konularak fuhşa itilip, insan
tacirlerinin istedikleri parayı ödemek için borç senedine imza atmaktadırlar (Kocasakal,
2003:43). Bu şekilde kötü şartlarda çaresiz kalan kadının özel hayatı yok sayılmaktadır.
Özel hayat, başkaları ile ilişki kurma, bu yönde girişimlerde bulunma hakkını ve cinsel
yaşam özgürlüğünü de içermektedir (Kaboğlu, 2002:292).
2.2. Ceza Hukuku
4771 sayılı kanunla* eklenen 201/b maddesi olarak 765 sayılı Türk Ceza
Kanununda† insan ticareti suçu “İş ve çalışma hürriyeti aleyhindeki cürümler” başlığı
*
†
RGT: 08.09.2002, 24841.
RGT: 13.03.1926,320.
205
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
altında düzenlenmiş olmasına karşın insan ticareti olarak adlandırılmamıştır. İnsan
ticareti kavramı ilk olarak Palermo Protokolü ile mevzuatımıza girmiştir. 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununda* insan ticareti bu adla suç olarak düzenlenmiştir. İnsan ticareti
suçunu düzenleyen TCK m. 80, 5560 sayılı kanunla† “fuhuş yaptırmak maksadı” ifadesi
eklenip “ veya benzeri uygulamalar” ifadesi çıkarılarak son şeklini almıştır.
TCK m. 80’de insan ticareti suçu; “Zorla çalıştırmak veya hizmet ettirmek,
esarete veya benzeri uygulamalara tâbi kılmak, vücut organlarının verilmesini sağlamak
maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak,
kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden
yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik eden, kaçıran, bir yerden
başka bir yere götüren veya sevk eden, barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar
hapis ve on bin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
İnsan ticareti suçu bazı hususlarda göçmen kaçakçılığı suçuyla benzerlik
göstermesine rağmen birçok noktada farklılık arz etmektedir. Her iki suç da genellikle
sınır aşan bir karaktere sahiptir (Arslan, 2004: 26); ilgili insanlar genellikle yabancılar
olmaktadır (Kocasakal, 2003: 40); ilgili kişilerin nakli söz konusudur (Artuk, Gökcen ve
Yenidünya, 2010: 98) ve temel hak ve hürriyetleri ihlal edilmektedir (Yenidünya, 2007:
59). Fakat özellikle rıza hususunda bu suçlar birbirinden ayrılmaktadır. Göçmen
kaçakçılığında ilgilinin rızası mevcutken, insan ticaretinde ilgilinin rızası ya hiç yoktur
ya da ifsada uğramıştır. İnsan ticareti suçunun oluşması için TCK m. 80’de sayılı olan
araç fiillerin gerçekleştirilmiş olması gerektiğinden bağlı hareketli bir suç iken, göçmen
kaçakçılığı suçu serbest hareketli bir suçtur.
Göçmen kaçakçılığı suçu ile insan ticareti suçu mağdur açısından da farklılık
göstermektedir. Göçmen kaçakçılığı suçunda mağdur tüm toplum(Artuk, Gökcen ve
Yenidünya, 2010:86) olmasına karşın, insan ticareti suçunda mağdur insan ticaretinde
kullanılan kişidir.
Göçmen kaçakçılığı suçunun maddi konusu hakkında öğretide farklı görüşler
bulunmaktadır. Bir görüşe göre, bu suçun konusu, yasal olmayan yollardan ülkeye
sokulan yabancı veya yurt dışına çıkarılan Türk veya yabancıyken (Artuk, Gökcen,
Yenidünya, 2010:87) diğer görüşe göre suçun hem mağdurunun hem de maddi
konusunun göçmendir (Tezcan, Erdem ve Önok, 2010:91). Bunun yanında suçun maddi
konusunun taşınır veya taşınmaz bir mal yahut para olduğunu düşünen yazarlar da
bulunmaktadır (Soyaslan, 2010:109). Maddi konu suçun üzerinde işlendiği kişi veya
şeydir (Dönmezer ve Erman, 1985:379). Göçmen kaçakçılığı suçunda, hareket bir kimse
üzerinde değil, bu kimsenin katkısı, rızası ve aracılığıyla işlenmektedir. Bu nedenle
kanımızca göçmen kaçakçılığı suçunda maddi konunun varlığından söz etmek mümkün
gözükmemektedir.
Göçmen kaçakçılığı suçunun oluşması için kişinin ülke sınırından sokulması
veya çıkarılması gerek ve şart olup, her halde sınır aşan bir suçtur (Özbek, Kanbur,
Doğan, Bacaksız ve Tepe, 2010:117). İnsan ticareti ise ülkeye sokmak veya ülkeden
çıkarmak fiillerinin yanı sıra kişinin tedarik edilmesi, bir yerden başka bir yere
götürülmesi, sevk edilmesi gibi fiillerle de işlenebileceği için her zaman sınır aşan bir
nitelik arzetmeyebilir.
Tehdit, baskı, şiddet ve cebir unsurlarının varlığı suçu göçmen kaçakçılığından
insan ticareti suçuna dönüştürmektedir (Aktaran: Artuk, Gökcen ve Yenidünya,
2010:100)
*
†
RGT: 12.10.2004,25611. Metinde TCK olarak kısaltılacaktır.
RGT: 19.12.2006,26381.
206
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Fuhuş suçu ile fuhuş amaçlı insan ticareti suçu birbirine çok benzeyen suç tipleri
olup aralarında ayrım yaratan ince farklar bulunmaktadır.
Fuhuş suçu TCK m. 227’de “ (1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu
kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık
eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile
cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi
cezalandırılır.
(2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için
aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üç bin güne
kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından
yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır.
(3) Fuhuş amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını
sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre cezaya hükmolunur.
(4) Cebir veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir
kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki
fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır…” şeklinde
düzenlenmiştir.
Fuhuş amaçlı insan ticareti suçunda kişinin tedarik edilmesi, nakledilmesi, sevk
edilmesi ve barındırılmasında cebir, tehdit, baskı, şiddet, nüfuzun kötüye kullanılması,
kandırılması veya kişinin üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliğinden
yararlanılması suretiyle kişinin iradesi ifsat edilmiş olmalıdır (Artuk, Gökcen ve
Yenidünya, 2010:102). TCK m. 227/4 ile m. 80’deki düzenleme paralel olmasından
ötürü tek fiille her iki suç da gerçekleştirilmektedir ki bu durumda fikri içtima
uygulanmalıdır (Yenidünya, 2007:67). TCK m. 80 ile TCK m. 227’ yi birbirinden
ayıran araç fiillerin varlığı unsuru 18 yaşını doldurmamış olan kişilere karşı insan
ticareti suçunda aranmamaktadır. Böylece iki suç paralel hale gelmektedir. Bu durumda
fikri içtima hükümleri uygulanarak problem çözümlenmelidir (Artuk, Gökcen ve
Yenidünya, 2010:103).
İnsan ticaretinde cebir, tehdit, baskı, şiddet, nüfuzun kötüye kullanılması,
kandırılması veya kişinin üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliğinden
yararlanılması suretiyle fuhuş yaptırmak maksadıyla ülkeye sokulması, ülkeden
çıkarılması, tedarik edilmesi, nakledilmesi, sevk edilmesi ve barındırılması fiillerinin
gerçekleşmesi ile suç oluşur. Fuhuş yaptırma maksadının gerçekleşmesi gerekli değildir.
Bu amacın gerçekleştirilerek kişiye fuhuş yaptırılması halinde TCK m. 227/2’de
düzenlenen fuhşa aracılık etmesinden ötürü fuhuş suçunu da gerçekleştirmiş olup bu
durumda fail iki suçtan da cezalandırılmalıdır. İnsan ticareti suçunun unsurları olarak;
fail, mağdur, fiil, konu, korunan hukuki değer, manevi unsur, hukuka aykırılık unsuru
bakımından incelenmesi gereklidir.
İnsan ticareti suçunda özel bir faillik mevcut değildir, herhangi bir kimse insan
ticareti suçunun faili olabilmektedir (Koca, 2003:147). TCK m. 80/4 uyarınca tüzel
kişilerin suçun faili olması durumunda haklarında güvenlik tedbirlerine
hükmolunacaktır.
İnsan ticareti suçunda doğrudan mağdur olan suçun konusunu da oluşturan
“insan”dır (Değirmenci, 2006:60). İnsan ticareti suçu mağdur bakımından mahsus suç
olmamasından ötürü herkes bu suçun mağduru olabilir (Arslan, 2004:47). TCK m.
80’de sayılan amaçlarla kişilerin tedarik edilmesi, kaçırılması, bir yerden bir yere
götürülmesi, sevk edilmesi veya barındırılması fiillerinin 18 yaşını doldurmuş olanlara
karşı işlenmesi halinde bu fiillerin tehdit, baskı, cebir gibi maddede sayılan araç fiillerle
207
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gerçekleştirilmiş olması halinde bu kişiler mağdur olarak adlandırılabilir. 18 yaşını
doldurmamış olanlara karşı maddede sayılı maksatlarla amaç fiillerin gerçekleştirilmesi
bu şahısların mağdur olması için yeterlidir, araç fiillerin uygulanmış olması şart
değildir. Tüm suçlarda işlenen suç devletin hukuk düzenini ihlal etmesinden ötürü
zorunlu mağdur öncelikle devlettir (Arslan, 2004:47). İnsan ticareti suçu ile bireyin
temel hak ve özgürlüklerinin yanı sıra kamu düzeni ve devlet güvenliği de korunmak
istendiği için (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:86), suçun işlenmesi halinde toplumu
oluşturan herkes suçun mağduru olmaktadır.
İnsan ticareti suçu araç ve amaç fiiller olmak üzere iki tür fiilin oluşmasıyla
meydana gelmektedir, bu durumun istisnası 18 yaşını doldurmamış olan kişilere karşı
sadece amaç fiillerin gerçekleştirilmesi halinde de suçun tamamlanmasıdır. Fakat her
halükarda söz konusu fiiller TCK m. 80’de sayılan “zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek,
fuhuş yaptırmak veya esarete tabi kılmak ya da vücut organlarının verilmesini
sağlamak” amaçları ile işlenmelidir. TCK’ da düzenlenen araç fiiller; tehdit, baskı,
cebir, şiddet, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak, kişiler üzerindeki denetim
olanakları ve çaresizliklerinden yaralanmak şeklindedir. Mağdurun rızası bu araç
fiillerle elde edilmektedir. Özgür olmayan, ifsada uğratılmış bir rıza oluşmaktadır
(Tezcan, Erdem ve Önok, 2010:108). 18 yaşını doldurmamış olanların rızalarının araç
fiillerle ifsada uğratılması gerek ve şart değildir, özgür rızalarının mevcut olması suçun
oluşmasını engellemez. Suçu oluşturan amaç fiiller ise; “kişileri ülkeye sokmak, ülke
dışına çıkarmak, tedarik etmek, kaçırmak, bir yerden başka bir yere götürmek, sevk
etmek, barındırmak” olarak sıralanmıştır.
İnsan ticaretinde fiil doğrudan mağdurun maddi ve manevi varlığı üzerinde
gerçekleşmektedir (Artuk, Gökcen ve Yenidünya, 2010:117). Bu sebeple suçun
mağduru da konusu da kişinin kendisidir.
Suçun hukuki konusu, suçu oluşturan fiille ihlal edilen hak ve menfaattir (Erem,
Danışman ve Artuk, 1997:234). İnsan ticareti suçu, insanın insan olma vasfını ortadan
kaldırarak bir obje haline gelmesine neden olurken serbest irade oluşumunu
engelleyerek bireylerin ulusal ve uluslararası mevzuatta koruma altına alınmış olan
temel hak ve hürriyetleri ihlal edilmektedir (Koca, 2003:146). Ayrıca kamu düzeni,
genel ahlak ve genel sağlık hususları da bu suçla korunan değerlerdir.
İnsan ticareti suçunu düzenleyen m. 80’de amaç fiillerin sayılan maksatlarla
gerçekleştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır, bu sebeple sadece özel kastla işlenebilir ve
olası kastla işlenebilmesi mümkün değildir (Yenidünya, 2007:210). Suçun
düzenlenmesinde kast unsuru açıkça belirtildiğinden ve taksirle işlenebileceğine ilişkin
bir düzenlemen mevcut olamadığından suçun taksirle gerçekleştirilmesi de söz konusu
olamaz.
Bu suç için ancak mağdurun rızasının fiili hukuka uygun hale getirip
getirmeyeceği tartışılabilir ki kanımızca mağdurun rızası hiçbir durumda fiili hukuka
uygun hale getirmemektedir. Öncelikle TCK m. 80/2’de araç fiiller kullanılarak elde
edilen rızanın geçersiz olduğu belirtilmiştir. Araç fiillerle ifsada uğratılan rıza hukuka
uygunluk sebebi olarak addedilemez. Yine söz konusu maddenin 3. Fıkrasında 18 yaşını
doldurmamış olan kişiler için araç fiillere başvurulmamış olsa da fiile ilişkin rızalarının
geçersiz olduğu söylenmektedir. Demek ki 18 yaşını doldurmayan kişilerin mağdur
olduğu durumlarda rızanın hukuka uygun olmayacağı kanunda açıkça düzenlenmiştir.
Kanımızca 18 yaşını doldurmuş olan kişiler için de araç fiillere başvurulmaksızın elde
edilen rızaları da fiili hukuka uygun hale getirmeye muktedir değildir. Velhasıl rıza
ancak kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf yetkisi olan haklara ilişkin olması halinde
208
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
geçerli olur. Zira Anayasa m. 12 ile Medeni Kanun m. 23/2 kişinin temel hak ve
özgürlüklerinden vazgeçemeyeceğini hükme bağlamıştır. Dolayısıyla söz konusu suçta
da mağdurun temel hak ve özgürlüklerinden olan onur, haysiyet, çalışma özgürlüğü ve
cinsel dokunulmazlığı haklarından feragati mümkün değildir ve bunlara ilişkin rızası da
geçerli değildir.
Suçun özel görünüş şekilleri açısından teşebbüs, iştirak ve içtima hususları
özellik arz eder. İnsan ticareti suçunda amaç fiillerin belirtilen maksatlarla işlenmesi
gerekmektedir fakat suçun oluşması için belirtilen maksatların gerçekleşmesi şartı
bulunmamaktadır (Hakeri, 2004:16). Failin mağdurun iradesini sakatlayarak asıl fiilleri
icra ettiği zamanda suç gerçekleşmiş olmaktadır (Artuk, Gökcen ve Yenidünya,
2010:121). Araç fiillerin gerçekleştirilmesine rağmen amaç fiillere başlanamamış veya
amaç fiillerin tamamlanamamış olması halinde suç teşebbüs aşamasında kalmış olur
(Kocasakal, 2003:69).
İştirak açısından insan ticareti suçunda herhangi bir özellik aranmayıp, her türlü
iştirak mümkündür. Suçta araç ve amaç fiillerin farklı kişiler tarafından yerine
getirilmesi halinde bu kişiler birlikte fail olarak nitelendirilecektir (Arslan ve
Azizağaoğlu, Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi, 2004:348). Söz konusu iştirakin suçun
bittiği ana kadar mümkün olması hasebiyle hizmetten yararlananlar iştirak eden olarak
adlandırılamayacaktır. Bu kişiler ancak yararlandığı hizmetin oluşturduğu suç ne ise
ondan sorumlu olacaktır ki bu suçlar kişinin hürriyetini sınırlama, çalışma hürriyetini
ihlal, fuhşa aracılık, cinsel saldırı gibi suçlar olabilir.
İnsan ticaretinin unsurunu teşkili eden fiiller ayrıca suç oluşturduğunda, bileşik suç
söz konusu olduğu için yalnızca insan ticaretinden ceza verilecektir (Tezcan, Erdem, ve
Önok, 2010:115). İnsan ticareti suçunun araç fiillerden olan cebirde sınırın aşılması
halinde fail ayrıca kasten yaralamadan cezalandırılmalıdır (Artuk, Gökcen ve
Yenidünya, 2010:122). Birden fazla kişi farklı zamanlarda mağdur edilmişse her
mağdur için ayrı bir suç oluşurken, aynı zamanda birçok kişinin mağdur edilmesi
halinde zincirleme suçtan bahsedilir. Suçun oluşması için amaçların gerçekleştirilmesi
şartı bulunmamaktadır, bu amaçların gerçekleştirilmesi halinde söz konusu amaç hangi
suçu oluşturuyorsa bundan ötürü ayrıca cezalandırılmalıdır.
İnsan ticareti suçunun yaptırımı TCK m. 80’de “sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis
ve on bin güne kadar adli para cezasıdır” şeklinde düzenlenerek, hapis cezası ve adli
para cezasının birlikle hükmedileceği belirtilmiştir. Aynı maddenin 4. fıkrasında tüzel
kişiler hakkında güvenlik tedbirlerine başvurulacağı hüküm altına alınmıştır.
İnsan ticareti suçu re’sen soruşturulan bir suçtur. Ayrıca suçtan zarar görenin
şikâyeti aranmaz. Davaya bakma yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir (CMK
m.12/1). İnsan ticareti suçu hakkında; evrensellik prensibinin bir gereği olarak nerede
işlenmiş olursa olsun, failin Türk vatandaşı ya da yabancı olup olmamasına
bakılmaksızın, yabancı ülkede mahkûmiyet veyahut beraat kararı verilmiş olsa da
Adalet Bakanı’nın talebi üzerine Türkiye’de Türk kanunlarına göre yargılama yapılır
(TCK m.13). İnsan ticareti suçunda hapis cezasının üst sınırı on yıldan fazla olduğundan
görevli mahkeme Ağır Ceza Mahkemesi’dir (Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle
Bölge Adliye Mahkemeleri’nin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun m.12,
14).
İnsan ticareti uluslararası hukuk tarafından da yasaklanan bir eylem olduğundan,
devletler kendi egemenlik alanları dışındaki açık denizlerde üçüncü devletlerin
gemilerinde insan ticareti yapıp yapmadığını inceleme ve yapıldığını saptadığı takdirde
insan ticareti mağdurlarını serbest bırakma hakkına sahiptir (Pazarcı, 2010:205).
209
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2.3. Çeşitli Kanunlarda
2.3.1. Türk Vatandaşlığı Kanunu
Suç failleri, fuhşa sürüklenmek üzere Türkiye’ye getirilen kadınların sınır dışı
edilmelerini önleyip, eyleme yasalmış görüntüsünü vermek amacıyla mağdur kadınların
Türk vatandaşlığına geçirilmesi yoluna sıklıkla başvurmaktadırlar (Yenidünya, İnsan
Ticareti Suçu, 2007:50). Böylece hukuka karşı hile yaparak ikamet ve çalışma izni alan
kadınlar illegal işler yapmaya devam etmektedirler (Erdem, 2010:127). 403 Sayılı Türk
Vatandaşlığı Kanununun* yabancı kadına, Türk vatandaşı erkek ile evlenme suretiyle
otomatik olarak vatandaşlık bahşeden uygulaması bu yolun kullanılmasına müsaitti.
Evlenme Türkiye’de yapılıyorsa yabancı kadın, nikâh sırasında nikâh memuruna
vatandaşlığa geçmek istediğini beyan ederek veya nikâh yurtdışında yapılıyorsa, o
ülkenin yetkili makamları önünde yapılan evliliğin bir ay içinde evlenmeyi tescille
görevli yetkili Türk makamlarına bildirilmesi ile başkaca hiçbir işleme gerek
kalmaksızın Türk vatandaşlığını kazanmaktaydı (Erdem, 2010:126). Ancak 4866 Sayılı
Kanunla† bu hüküm değiştirilerek; Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancıların,
en az üç yıldan beri evli olmaları, fiilen birlikte yaşamaları ve evliliğin devamı
koşuluyla, yurtiçinde en büyük mülki amirliklere; yurtdışında ise Türk
konsolosluklarına yazılı olarak başvurmaları halinde Türk vatandaşlığını kazanacakları
hükmü getirilmiştir. Başvuru üzerine İçişleri Bakanlığı yapacağı inceleme ve
soruşturma sonucunda, şartların oluştuğuna karar verirse, karar tarihinden itibaren
vatandaşlık kazanılmaktaydı. İçişleri Bakanlığı iki hususu araştırmaktaydı: ilki aranan
şartların oluşup oluşmadığının tespiti, ikincisi ise Türk vatandaşlığına geçişte sakıncalı
bir durum olup olmadığının tespitidir. Hükümde yapılan değişikliğin amacı muvazaalı
evliliklerin önüne geçmektir (Sargın, 2004:30).
Evlenme yolu ile vatandaşlık kazanımı 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı
Kanununda‡ son halini almıştır.
MADDE 16 – (1) Bir Türk vatandaşı ile evlenme doğrudan Türk vatandaşlığını
kazandırmaz. Ancak bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldan beri evli olan ve evliliği
devam eden yabancılar Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir.
Başvuru sahiplerinde;
a) Aile birliği içinde yaşama,
b) Evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmama,
c) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali
bulunmama, şartları aranır.
Bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldır evli olan ve evlilikleri devam eden
yabancılar, kanunun aradığı şartların varlığı halinde Türk vatandaşlığına geçmek için
başvuruda bulunurlar. Şartların eksiksiz olması halinde, başvuruda bulunabilecek olan
yabancıların durumu Vatandaşlık Başvuru İnceleme Komisyonunca incelendikten sonra
durumu uygun görülenlerin vatandaşlığa alınmaları için hazırlanan dosyaları İçişleri
Bakanlığına gönderilecektir.
16. madde hükmünün aradığı şartlardan biri de evlilik birliği ile bağdaşmayacak
faaliyette bulunmamaktır. Bu faaliyetlerin neler olduğu kanunda açıklanmasa da
Kanunun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte§ fuhuş yapmak ve fuhuşa aracılık etmek
*
RGT: 22.02.1964, 11638.
RGT: 12.06.2003, 25136.
‡
RGT: 12.06.2009, 27256.
§
RGT: 06.04.2010, 27544.
†
210
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gibi davranışların açıkça evlilik birliği ile bağdaşmayacak şekilde sakıncalı
faaliyetlerden olduğu belirtilmektedir (Ergin,2005:65;Erdem, 2010:137).
2.3.2. Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanun
Yabancıların Türkiye’de çalışmaları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından
çalışma izni almış olmalarına bağlıdır. Yabancının çalışması milli güvenlik, kamu
düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak ve genel sağlık için tehdit oluşturması
hallerinde çalışma izni ve iznin uzatılması talebi reddedilir (Yenidünya, İnsan Ticareti
Suçu, 2007:48-49).
Türkiye’de çalışmak isteyen bir yabancı Türkiye’ye çalışma vizesi ile girilebilir.
Ancak yabancının çalışma vizesinden muaf tutulduğu bazı haller vardır.
Türkiye’ye turistik vize ile giriş yapan yabancı, Türkiye’de bir aydan fazla
kalırsa ikamet izni almak zorundadır. Bu yabancı Türkiye’de çalışmak isterse öncelikle
İçişleri Bakanlığından en az altı ay süreli ikamet izni almak zorundadır. Öğrenim amaçlı
ikamet izni dışında herhangi bir sebebe istinaden en az altı ay süreli ikamet izni alan
yabancı bu izni aldıktan sonra ve herhalde ikamet izninin süresi dolmadan, çalışma izni
için yurtiçinde Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurabilecektir. Bu şekilde çalışma
iznini yurtiçinde Bakanlıktan alan yabancıdan çalışma vizesi koşulu aranmayacaktır.
Çünkü bu yabancı, çalışma izni başvurusunu yurtiçinden yapmış ve ikamet iznini
almıştır. Ancak öğrenim amacı dışında herhangi bir sebebe istinaden en az altı ay süreli
ikamet izni almış bulunan ve bu iznin süresi içinde kendisine çalışma izni verilmiş
bulunan yabancıların çalışma vizesinden muaf tutulamayacağı haller de vardır.
Turizm sektörü gibi insan ticaretine konu olabilecek alanlarda çalışacak
yabancılara verilecek çalışma izni bakımından altı aylık ikamet izni almış olmaları
dikkate alınmaksızın her defasında Türkiye’de dış temsilciliklerinden çalışma vizesi
almaları koşulu aranacaktır (Çelikel, 2010:130). Yabancıların çalışma izinleri hakkında
kanunun uygulama yönetmeliğinde düzenlenen bu hüküm ile insan ticaretinin önüne
engel koyulmak istenmiştir (Yenidünya ve Arslan, Türk Hukukunda İnsan Ticaretine
İlişkin Yasal Düzenlemeler, 2009:55)
Aynı yasa, Türkiye’de kaçak çalışanlar hakkında idari para cezasına
hükmedileceğini düzenlemiş olsa da; insan ticareti mağdurları çoğu kez kaçak olarak
çalışmalarına rağmen, kendi iradeleri ile değil, rızaları hilafına çalışmaktadırlar. Bu
nedenle idari para cezaları yaptırımını zaten mağdur olan bu yabancılar için uygulamak
yerinde değildir.
4817 sayılı yasa dışında, yabancı kadınların fuhuş amacıyla ticaretini önlemek
için Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden
Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğünde* yabancı kadınların genel kadın
olarak tescil edilmesi yasaklanmıştır.
2.3.3. Pasaport Kanunu
Tacirlerin mağdurlara karşı kullandıkları baskı araçlarından biri de
pasaportlarına elkoyarak onları fuhuşa zorlamaktır. Mağdurlar hukuki süreç sonunda
Yabancıların İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanuna† göre fuhuşa karıştıkları için
muzır şahıs kabul edilip sınırdışı edilmektedirler. Bunun yanında bir de Türkiye’de
haklarında fuhuş yapmaktan idari işlem yapıldığı için, gerek bu kanunun m. 22 hükmü,
gerekse Pasaport Kanunu’nun m. 8 hükmüne binaen Türkiye’ye girmeleri
*
†
RGT: 19.04.1961, 10786.
RGT: 24.07.1950, 7564.
211
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yasaklanmaktadır (Dinler, 2010:209). “Fahişeler ve kadınları fuhşa sevkederek
geçinmeyi meslek edinenler beyaz kadın ticareti yapanlar ve her nevi kaçakçıların
Türkiye’ye girmesi yasaklanarak kadınların insan ticaretine konu edilmelerini önleyici
tedbir alınmak istenmiştir (Yenidünya, İnsan Ticareti Suçu, 2007:52).
2.4.
Uluslararası Belgelerde
İnsan ticareti suçu sınır aşan bir suç olması nedeniyle birçok uluslararası
düzenlemede yer bulmuştur.
Beyaz Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi
Sözleşme 18 Mayıs 1904 tarihinde Paris’te yapılan konferansta 13 ülkenin
katılımıyla kabul edilmiştir. Sözleşmenin insan ticareti konusundaki önemi, bu alanda
imzalanan ilk uluslararası belge olmasından kaynaklanmaktadır (Yenidünya, 2007:103).
Bu belge insan ticareti fillerinin cezalandırılmasından çok insan ticareti mağdurlarının
korunmasını amaçlamıştır. (Arslan, Temel, Aydın, Şen, Doğan ve Bacaksız, 2006:1)
Beyaz Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi
Bu sözleşme 18 Mayıs 1904 tarihinde imzalanan sözleşmeye ek olarak
yayınlanmıştır. Bir başkasının ihtiraslarını tatmin etmek üzere hile ile yahut şiddet,
tehdit, nüfuzun kötüye kullanılması ya da başkaca bir zorlama suretiyle reşit bir kadın
ya da kızı sefahat için ayartan, sürükleyen yahut baştan çıkaran kişi, suç teşkil eden
çeşitli eylemler değişik ülkeler de yapılmış olsa da cezalandırılır (Gemalmaz, 2007:519)
şeklinde düzenleme yapılarak insan ticareti faillerinin cezalandırılması düzenlenmiştir.
Kadın ve Çocuk Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi
30 Eylül 1921 tarihinde Milletler Cemiyeti bünyesinde kabul edilmiş olup, 1910
tarihli sözleşmeden ayrı olarak insan ticareti suçunun konusunun sadece kadınlar değil,
kız ve erkek çocuklar olduğu eklenmiştir (Yenidünya, 2007:105).
Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi
11 Ekim 1933 tarihli sözleşmede, reşit bir kadını veya kızı kendi rızasıyla bile olsa
fuhuş amacıyla kullanan, buna sürükleyen veya buna teşebbüs eden veyahut hazırlık
eylemlerinde bulunan kişilerin bu fiili hangi ülkede gerçekleştirirlerse gerçekleştirsinler
cezalandırılacağı düzenlenmiştir* .
Birleşmiş Milletler İnsan Ticaretinin ve Fuhuş Amacıyla İstismarın Önlenmesi
Sözleşmesi
Milletler tarafından oluşturulan 2 Aralık 1949 tarihli sözleşme; 1904, 1910, 1921 ve
1933 tarihli sözleşmelerin önemli hükümlerinin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur
(Ayata, Eryılmaz-Dilek ve Oder, 2010:297).
Kölelik, Köle Ticareti, Köleliğe Benzer Uygulama ve Geleneklerin Ortadan
Kaldırılmasına Dair Ek Sözleşme
Sözleşmede† köle, kölelik, köle ticareti kavramları izah edilmiş, köle ticareti ve
teşebbüsün suç olması öngörülmektedir.
*
(http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc015/kanuntbmmc015/kanuntbmmc01
502693.pdf). Erişim Tarihi:02.02.2012.
†
RGT: 06.01.1964, 11599.
212
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk
Pornografisi İle İlgili İhtiyari Protokol
Bu protokol* devletlerin çocuk satışını, çocuk fahişeliğini ve çocuk pornografisini
yasaklamalarını ve bu fiillerin ülke içinde veya ülke dışında işlendiğine bakmaksızın
suç veya ceza yasalarının kapsamına almalarını öngörür.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi
Beyanname† 10 Aralık 1948’de ilan edilmiş olup hiç kimsenin kölelik veya kulluk
altında bulundurulamayacağını; kölelik ve köle ticaretinin her türlü şekliyle yasak
olduğu düzenler.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Antlaşma‡ 3 Eylül 1952’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin 4. Maddesinde hiç
kimsenin köle ve kul halinde tutulamayacağı, hiç kimsenin zorla çalıştırılamayacağı
veya mecburi çalışmaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir.
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme
Hiç kimsenin köle veya kul durumunda tutulamayacağı; kölelik ve köle ticaretinin
her şeklinin yasaklanacağı, hiç kimseden zorla ya da zorunlu olarak çalışması
istenemeyeceği düzenlenen antlaşma§ 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi
3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren antlaşmada** taraf devletlere kadın ticareti ve
fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasama dâhil gerekli bütün önlemleri
almaları yükümlülüğü yüklenmiştir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi
2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren sözleşme†† ile taraf devletler, çocuğu, her
türlü cinsel sömürüye ve cinsel suiistimale karşı koruma güvencesi verirler ve
çocukların kaçırılmaları satılmaları veya fuhşa konu olmalarını önlemek için her türlü
önlemi alma yükümlülüğü altına girerler.
Palermo Protokolü
Bu Protokolde‡‡ kadın ve çocuklara özel önem verilerek, insan ticaretini önlemek ve
mücadele etmek, insan ticareti mağdurlarını korumak ve onlara yardım etmek
amaçlanmıştır.
“İnsan ticareti”, kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir
biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin
çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını
kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin
istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya
*
RGT: 28.06.2002, 24799.
RGT: 27.05 1949, 7217.
‡
RGT: 19.03.1954, 8226.
§
RGT: 21.07.2003, 25175.
**
RGT: 25.06.1985, 18792.
††
RGT: 27.01.1995, 22184.
‡‡
RGT: 18.03.2003, 25052
†
213
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun
istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya
hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların
alınmasını içerecektir şeklinde tanımlanmıştır, mevzuatımızda geçerli olan insan ticareti
tanımı bu protokole dayanarak hazırlanmıştır.
İnsan Ticaretine Karşı Avrupa Sözleşmesi
Sözleşmenin amacı Cinsiyetlerin eşitliğini garantilemek, insan ticaretini engellemek
ve mücadele etmek, insan ticareti mağdurlarının temel hak ve özgürlüklerini korumak,
insan ticaretinde uluslararası işbirliğini desteklemek olup, sözleşmede Palermo
protokolündeki insan ticareti kavramı benimsenmiştir ve devletlere insan ticaretine
ilişkin fiillerin yaptırım bağlanması yükümlülüğü getirmiştir, sözleşme 1 Şubat 2008
tarihinden beri yürürlüktedir.
3. AMAÇ
Dünyada insan ticareti, büyük ölçüde cinsel sömürü saikıyla yapılmakta ve bu suça
maruz kalanların sayısı milyonlarla ifade edilmektedir Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO), 2009 yılı itibariyle, 12,3 milyon insanın zorla çalıştırıldığını, hizmet ettirildiği
veya fuhuş amacıyla kullanıldığını tahmin etmektedir (Dinler, 2010:196). Yüzde 56’sını
kadın ve kızların oluşturduğu 1,3 milyon kişi fuhuş amacıyla çalıştırılmaktadır. İnsan
ticareti suçunun mağdurları genellikle kadınlar ve çocuklardır. Mağdurlar, çoğunlukla
erkek olan failler tarafından başka amaçlarla kandırılmakta ve genellikle fuhşa
sürüklenmektedir. Dünyada insan ticareti suçu, ekonomik ve refah seviyesi düşük
yerlerden yüksek yerlere doğru bir seyir içindedir. İnsan ticareti suçu sadece mağdurları
ve failleri yönünden ilgi konusu olmamaktadır. Bu faaliyetin yarattığı sorunlar, özellikle
hedef ülke açısından istihdam politikasını, kamu sağlığını ve göçmen politikasını
etkileyen ve bu alanları yakından ilgilendiren bir konudur (Değirmenci, 2006:58).
İnsan ticareti ile ilgili olarak ulusal ve uluslararası boyutta yasal ve idari birçok
düzenleme yapılmaktadır (Jahıc ve Karan, 2006). Ülkemiz, her çağdaş ve demokratik
devletin insan hakları bağlamında vazgeçilmez kabul ettiği değerlerine katkıda
bulunmak amacıyla tüm uluslararası suç önleme eylemlerini destelemektedir (Arslan,
2004:20).
4. TARTIŞMA
İnsan ticaretinin giderek artan oranlarda tüm dünya ülkelerini ilgilendiren bir olgu
olmaktadır. Temel insan hakları ihlallerine yol açan modern kölelik denilebilecek insan
ticareti olgusu uluslararası sözleşmelerde yerini bulmuş ve uluslararası kuruluşlarca
daha önem verilir hale gelmiş olsa da; uluslararası hukukun gücü ve uluslararası
kuruluşların önlemlerinin uygulanabilirliği tartışma konusu olmaktadır. Bu alanda
Türkiye iç hukukunda, uluslararası hukuka uygun düzenlemeler yaparak insan ticaretini
önleme çabasındadır (Vural, 2007:5). İnsan ticareti bazı zamanlar organize şekilde
işlenen bir suçtur, bu nedenle en az iki ülkeyi birden ilgilendirir ve ülkelerin
kolluklarının birlikte çalışmasını gerektirir(Dinler, 2010:206).
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
İnsan ticareti ile insanlık onuru yok sayılıp, insan adeta bir meta gibi alınıp,
satılabilen, tüketilebilen bir varlık haline getirilmektedir. İnsan ticaretinin adap, ahlak ve
insan haklarını temelde ihlal ettiği açıkça ortadadır.
214
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İnsan ticareti mağdurları çoğunlukla bulunduklarında bir suçlu gibi muamele
görmekte ve genellikle soruşturmaya tabi tutulmaktadır. Oysaki insan ticareti
mağdurları ne insan ticaretinin ne de fuhuş suçunun faili konumdadır. Bu sebeplerle
devlet adli ve kolluk makamlarını insan ticareti konusunda daha ayrıntılı bir biçimde
bilgilendirmelidir. Mağdurların genellikle yabancı olması nedeniyle anlaşma problemi
de uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Bunun önüne geçmek için çeviri
desteği sağlanmalıdır. Fuhuş amaçlı insan ticaretine konu olan mağdurlar çoğunlukla
toplum tarafından hayat kadını olarak nitelendirilmekte ve mağdurken suçlu
pozisyonuna itmektedir. Toplumunda insan ticareti hususunda bilgilendirilmelidir. Bu
mağdurların zorlama yoluyla ülkeye getirildikleri unutulmamalı, bu kişilerin
sığınabilecekleri, yardım talep edebilecekleri mekanizmalar oluşturulmalıdır.
İnsan ticareti suçu çoğunlukla sınıraşan nitelikte olduğundan uluslararası işbirliği
sıkı tutulmalı, uluslararası sözleşmelerin sağlıklı bir biçimde nakli ve yürütülmesi
sağlanmalıdır.
KAYNAKÇA
Arslan, Ç. (2004). İnsan Ticareti Suçu. AÜHFD , 19-83.
Arslan, Ç., & Azizağaoğlu, B. (2004). Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi. Ankara: Asil
Yayın Dağıtım.
Arslan, Ç., Temel, İ., Aydın, Y., Şen, F., Doğan, K., & Bacaksız, P. (2006).
Türkiye'de İnsan Ticareti ile Mücadelede Yaa Uygulama ile İlgili Stratejik Bir
Yaklaşım. Ankara: Uluslararası Göç Örgütü.
Artuk, M. E., Gökcen, A., & Yenidünya, A. C. (2010). Ceza Hukuku Özel
Hükümler. Ankara: Turhan Kitabevi.
Ayata, G., Eryılmaz-Dilek, S., & Oder, B. E. (2010). Kadın Hakları Uluslararası
Hukuk ve Uygulama. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Çelikel, A. (2010). Yabancılar Hukuku. İstanbul: Beta Basım.
Değirmenci, O. (2006). Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda İnsan Ticareti
Suçu. TBBD , 57-95.
Dinler, V. (2010). Cinsel Sömürü Amaçlı İnsan Tİcareti Suçunun Yöntemi ve
Mağdurları(Isparta Örneği). M. A. Sözer, O. Ö. Demir, & S. Özeren içinde, Yerelden
Küreselel Sınıraşan Suçlar (s. 189-215). Ankara: Polis Akademisi Yayınları.
Dinler, V. (2010). Cinsel Sömürü Amaçlı İnsan Ticareti Suçunun Yöntemi ve
Mağdurları. M. A. Sözer, O. Ö. Demir, & S. Özeren içinde, Yerelden Küresele
Sınıraşan Suçlar (s. 189-215). Ankara: Polis Akademisi Yayınları.
Dönmezer, S., & Erman, S. (1985). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kıssım.
İstanbul: Filiz Kitabevi.
Erdem, B. B. (2010). Türk Vatandaşlık Hukuku. İstanbul: Beta Basım.
Erem, F., Danışman, A., & Artuk, M. E. (1997). Ceza Hukuku Genel Hükümler.
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Gemalmaz, S. (2007). Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş.
İstanbul: Legal Yayıncılık.
Hakeri, H. (2004). Göçme Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti Suçu. KHukA .
215
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İçel, K., Sokullu-Akıncı, F., Özgenç, İ., Sözüer, A., Mahmutoğlu, F. S., & Ünver, Y.
(2000). İçel Suç Teorisi. İstanbul: Beta Yayıncılık.
İlhan, M. (2011, 10 12). Yasadışı Göç ve İnsan Ticareti. 03 12, 2012 tarihinde
http://www.caginpolisi.com.tr/v1/yazdir.php?art_id=2764. adresinden alındı
Jahıc, G., & Karan, U. (2006). Türk Ceza ve Ceza Usul Hukuku ve Fuhuş Amaçlı
İnsan Ticareti Suçunda Yaşanan Sorunlar. TBB Dergisi , 97-110.
Kaboğlu, İ. Ö. (2002). Özgürlükler Hukuku. Ankara: İmge Kitabevi.
Koca, M. (2003). İnsan Yağması (Sömürüsü) Suçu (TCK m. 201b). AÜHFD , 141170.
Kocasakal, Ü. (2003). İnsan Ticareti Suçu. Galatasaray Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi , 39-79.
Nomer, E. (2005). Vatandaşlık Hukuku. İstanbul: Filiz Kitabevi.
Özbek, V. Ö., Kanbur, N., Doğan, K., Bacaksız, P., & Tepe, İ. (2010). Türk Ceza
Hukuku Özel HÜkümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Öztürk, B., & Erdem, M. R. (2011). Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik
Tedbirleri Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Pazarcı, H. (2010). Uluslararası Hukuk. Ankara: Turhan Kitabevi.
Renk, B., & Demir, O. Ö. (13(1)). İnsan Ticareti ve Yasal Düzenlemeler. Polis
Bilimleri Dergisi , 51-76.
Sargın, F. (2004). Türk Vatandaşlığı Kanunu'nda Değişiklik Yapan 2003 Tarihli ve
4866 Sayılı Kanun Kapsamında Bir Değerlendirme. AÜHFD , 27-63.
Soyaslan, D. (2010). Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Yetkin Yayınları.
Tezcan, D., Erdem, M. R., & Önok, M. (2010). Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku.
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Vural, D. G. (2007). Uluslararası Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti. Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi . Isparta.
Yenidünya, C. (2007). İnsan Ticareti Suçu. Ankara: Turhan Kitabevi.
Yenidünya, C., & Arslan, Ç. (2009). Türk Hukukunda İnsan Ticaretine İlişkin
Yasal Düzenlemeler. Türk Hukukunda İnsan Ticareti Suçu El Kitabı (s. 52-86). Ankara.
216
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA KARŞI ŞİDDETE MEDYANIN YAKLAŞIMI VE
HABERTÜRK GAZETESİ’NİN YAPTIĞI HABER ÜZERİNE BİR
ARAŞTIRMA
Barış BULUNMAZ
ÖZET
Türkiye, kadına karşı uygulanan şiddetin her geçen gün arttığı ve medya aracılığıyla
bunun kamuoyuna yansıdığı oldukça önemli bir süreçten geçmektedir. Sosyal, kültürel ya da
ekonomik açıdan ülkeler arasındaki farklılıklar, eğitim düzeyinin düşük ya da yüksek olması
veya toplumsal algının çok farklı noktalara varması gibi hangi sebeple olursa olsun, kadına karşı
gösterilen her türlü şiddetin savunulacak hiçbir tarafı bulunmamaktadır. Teknolojik imkanların
fazlalaşması, teknolojinin kullanım alanının genişlemesi ve yaygınlığının artması gibi nedenlere
bağlı olarak da düşünebileceğimiz enformasyonun yayılma alanı ve hızı, kadına karşı artan
şiddeti günümüzde daha belirgin ve somut bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada amaç,
Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta”
başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, ulusal medyada yer alan gazetelerin gösterdiği
tepkiler ve davranış şekillerinin analiz edilmesidir. Bu çerçevede öncelikli olarak, kadına şiddet
olgusu üzerine değerlendirmeler yapılarak, bilgiler verilecektir. Daha sonra ise, ulusal medya
içerisinde yer alan ve tiraj rakamları dikkate alınarak belirlenen tiraj sıralamasındaki ilk beş
gazetenin ve köşe yazarlarının, haberin verildiği günü takip eden dört gün içerisinde öncelikli
olarak konuya değinip değinmedikleri ve buna bağlı olarak da konuyu ele alan yazarların, bu
konu ile ilgili yazdıkları yazılarda konuya hangi tarafından yaklaştıkları ve davranış şekillerinin
nasıl oluştuğu yönünde analizler gerçekleştirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Şiddet, Medya, Habertürk Gazetesi
MEDIA APPROACH TO VIOLENCE AGAINST WOMEN AND A
RESEARCH ON HABERTÜRK NEWSPAPER’S NEWS
ABSTRACT
Turkey passes through a very important process that violence against women increases
with each passing day and reflected to public opinion via the media. Regardless of which reason
-social, cultural or economic differences between countries, lower or higher level of education,
social perception- all forms of violence against women is untenable. Growing technological
opportunities and the increase of technology usage influenced the scope and speed of
information propagation. In this case, increasing violence against women reveals more specific
and concrete way at the present day. Aim of this study is to analyze reactions of the national
newspapers after the headline –“The last point of violence against women”- and the related
photograph published in the Habertürk newspaper on October 7, 2011. Within this framework,
first of all the evaluation on cases of violence against women will be done and the information
will be given. Subsequently, analyze will be made on national newspapers that ranking first in
five of the newspaper's circulation and their columnist’s reactions within four days following
the date given in the news.
Keywords: Women, Violence, Media, Habertürk Newspaper

Yrd. Doç. Dr., Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, [email protected]
217
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
1. GİRİŞ
Enformasyonun yayılma hızı ve bilgiye ulaşma bakımından son derece önemli bir
konumda bulunan kitle iletişim araçları, içinde yaşadığımız çağın gereklerine uygun bir şekilde,
yeni medya ve iletişim teknolojilerinin de desteğiyle farklı bir boyuta taşınmıştır. Özellikle
internet teknolojisinin ortaya çıkması ve bu teknolojinin kullanım alanının genişleyerek daha
hızlı bir hale gelmesi ile de, toplumsal gelişmelere karşı olan duyarlılık ve bireyin tepki alanının
artması, ‘yapanın’ sadece yaptığıyla kalmayıp, tepkisel bir kamuoyunun oluşmasına zemin
hazırladığı da söylenebilir.
Geçmişten günümüze iletişim yollarının ya da iletişim araçlarının geçtiği evreleri ve
bugün geldiği konumu düşündüğümüzde, günümüzde artık herhangi bir olayın, sözün ya da
gelişmenin gizli kalabilme ihtimalinin oldukça az olduğunu söyleyebiliriz. Haberi ulaştırmak
için at sırtında kilometrelerce ve günlerce haber ulaştırmak için giden ulaklardan, yaşadığımız
bilgi ve iletişim çağında tek bir tuşa dokunarak dünyanın bir ucundaki gelişmeleri saniyeler
içerisinde önümüze getiren bir imkana kavuştuk. Bu çerçevede, en temel kitle iletişim
araçlarından günümüzün sınır tanımaz internet teknolojisine kadar tüm kitle iletişim araçlarının
ya da günümüzün kavramsallaşan ifadesiyle medyanın, en temel işlevleri kamuoyu oluşturmak
ve oluşan kamuoyunu bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. Medya bu işlevini yerine getirirken
sadece kişilerin belirli bir konu ile ilgili olarak haber alma ihtiyaçlarını karşılamamakta, aynı
zamanda kişi ve grupları belirli bir olaya yönelik olarak toplumsal reaksiyon oluşturabilme
adına bir güdüleme işlevini de yerine getirmektedir.
Medyanın doğru ve düzgün işleyen bir kamuoyu oluşturma noktasında etkisi son derece
büyüktür. Medyanın haber verme, motivasyon ya da eğlence gibi birçok işlevinin de ötesinde,
en önemli rolü belirli bir algı yaratarak, o algıyı yönlendirme gücünü elinde bulundurmasıdır.
Bu nedenle günümüzde medya sadece herhangi bir olgu-olay-haber üçgeni içinde çift taraflı bir
iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal algının belirli bir yöne doğru ‘evrimleşmesi’
adına da çok önemli bir konumda bulunmaktadır. Yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü
erk olarak adlandırılan medya, küreselleşmenin etkisiyle oluşan yeni dünya düzeninde, hem
olumlu hem de olumsuz yönleriyle değerlendirebileceğimiz şekliyle kültüre yönelik etkileri ve
kültürel dezenformasyonun oluşmasında da baş etkenlerden biridir.
Medyanın bu gücü ve etkinliği toplumsal birçok olayda, yine medya üzerinden
oluşturulan ‘fikir havuzu’ içerisinde, bir algı yaratma bakımından oldukça kritik bir noktada
bulunmaktadır. Özellikle, toplumsal duyarlılığın belirli bir noktada toplanması ve sinerji
yaratmasını gerektiren kadına şiddet konusunda, medyanın olaya yaklaşımı, olayı yansıtış
biçimi, kamuoyu oluşturma bakımından kendine biçtiği rol ve de söz konusu olayı takip etme
konusunda gösterdiği yaklaşım çok önemlidir.
Bu bağlamda, Türkiye özellikle son bir yıl içerisinde kadına karşı uygulanan ve her geçen
gün artarak devam eden şiddet, bunun medyada yansımaları ve oluşan tepkilere bağlı olarak son
derece önemli bir süreçten geçmektedir. Bu sürecin yarattığı atmosfer ve her gün karşı karşıya
kaldığımız kadına şiddete yönelik olaylar ve haberler neticesinde, bu çalışmada öncelikle kadına
şiddete yönelik olarak psikolojik ve sosyolojik açıdan bilgiler verilecektir. Daha sonra ise,
Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta”
başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, ulusal medyada yer alan gazetelerin gösterdiği
tepkiler ve davranış şekillerinin analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaca yönelik olarak da,
ulusal medya içerisinde yer alan ve tiraj rakamları dikkate alınarak belirlenen tiraj
sıralamasındaki ilk beş gazetenin ve köşe yazarlarının, haberin verildiği günü takip eden dört
gün içerisinde öncelikli olarak konuya değinip değinmedikleri ve buna bağlı olarak da konuyu
ele alan yazarların, bu konu ile ilgili yazdıkları yazılarda konuya hangi tarafından yaklaştıkları
ve davranış şekillerinin nasıl oluştuğu yönünde analizler gerçekleştirilecektir.
218
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
2. KADINA KARŞI ŞİDDET VE MEDYA
Kadına karşı şiddet ve medyanın şiddete yaklaşımını teorik bir zemine oturtabilmek için
öncelikli olarak şiddetin tanımı, şiddetin türleri ve çeşitleri üzerinde durmak, daha sonra ise
kadın ve şiddet konusunda kitle iletişim araçlarının saldırganlık olgusuna yaklaşımı ile
medyanın kadını sunuş şekli ve şiddeti haberleştirmesini irdelemek konunun anlaşılması adına
çok daha sağlıklı olacaktır.
İnsanlık tarihiyle birlikte ortaya çıkmış olan şiddet olgusu, birçok bireysel ve toplumsal
öğe ile birlikte karmaşık bir yapı ortaya koymaktadır. Bu nedenle şiddet olgusunu tanımlamak
ve ortaya çıkarmak da kolay olmamaktadır. Kendini çok farklı biçimlerde gösterebilen şiddet
olgusu, günümüzde gerek bireysel ve gerekse toplumsal boyutta sık sık karşılaşabileceğimiz bir
olgudur. Baskı, eziyet, korkutma, sindirme, öldürme, cezalandırma, başkaldırı, her toplumda
derece derece fakat sürekli bir biçimde günlük yaşamda rastlanan şiddet türleridir (Kocacık,
2001:1). Türk Dil Kurumu Arapça kökenli şiddet kelimesi ile ilgili olarak yaptığı
tanımlamalardan birinde şiddeti, karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma şeklinde
tanımlayarak (Türk Dil Kurumu, 2012), şiddetin fiziksel bir güç kullanma yönünü ön plana
çıkartmıştır.
Şiddet bireysel ve toplumsal bir olgu olarak psikolojik, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik
boyutları olan bir olgudur. İnsanın doğasında mevcut bastırılmış bir davranış biçimi olan şiddet;
sert, katı davranıştır. İnandırma ve ikna yerine, kaba söz ve kuvvet kullanma şeklinde ortaya
çıkar. Kasıtlı olarak “anlamın çarpıtılması” ve “aşağılayıcı davranışlara ya da dile başvurma” da
şiddet kapsamında değerlendirilebilir (Tutar, 2011). Şiddet, terimsel anlamda, her bir aktörün
başka bir aktör üzerinde belli bir amaç doğrultusunda belli stratejileri izleyerek bireysel ya da
kolektif güç kullanma durumudur. Güç, realist paradigmada Machiavelli’nin de telaffuz ettiği
gibi amaçlara ulaşmak için gerekli bir araçtır. Gücü elinde bulunduran aktör, gücünün
devamlılığını sağlamlaştırma doğrultusunda hareket ederek bunun meşru olduğu iddiasından da
asla vazgeçmemektedir. Bir başka deyişle, şiddetin toplum içinde, toplum tarafından nasıl
sunulduğu, nasıl kabul gördüğü de önemlidir. Çünkü kabul gören şiddet de meşrudur. Hatta
şiddet genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa sorun olarak görülmez ve sorun
çözmenin bir aracı olarak onay görür (Ergil, 2001: 40; akt. Özçelik, 2010). Bu nedenle şiddetin
kanıksanması ve alışkanlık haline gelmesi konusu, toplumsal reflekslerin yaklaşımı kadar
kültürel öğelerin de birlikte düşünülmesini gerektiren bir sorunsalı ortaya çıkarmaktadır.
Şiddet kavramı sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma olarak tanımlanır.
Şiddet olayları ise; insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak
tanımlanmaktadır (Ünsal, 1996: 29; akt. Kocacık, 2001:2). Bu tanım ise şiddetin korku etkisini
vurgulamaktadır. Fransızca’da ise şiddet (violence), bir kişiye güç veya baskı uygulayarak;
istediği bir şey yapmak ya da yaptırmak şeklinde tanımlanmaktadır. Burada şiddet uygulama
eylemleri; zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı çektirme ya da işkence,
vurma ve yaralama olarak yer alıyor (Kocacık, 2001: 2). Fransızca’da istenilenin
gerçekleştirilmesi adına yapılan davranış şekli olarak açıklanan şiddet tanımı, fiziksel bir
davranış şekli olmasının yanında, psikolojik yönünü de ön plana çıkarmıştır.
Şiddet, aynı zamanda bireylerin ya da grupların bir güç gösterisi şeklinde ortaya
çıkabilmektedir. Bireyler ya da gruplar şiddeti bir siyasi avantaj elde etmek için
kullanmaktadırlar. Bu nedenle bireyler kendi kişisel şiddet yeteneklerini sergilemeye önem
vermektedirler. Buradan da “Şiddet, şiddeti doğurur” eğiliminin insan beyninin psikolojik
yapısından kaynaklanmaktan çok, insanlar arası ve sosyal etkileşimin temel ve belki de evrensel
bir mantığından geldiği iddia edilebilir (Riches, 1989: 18; akt. Kılıç, 2009: 15). Bu nedenle
şiddetin ne şekilde ya da ne yönüyle olursa olsun, fiziksel veya psikolojik olmasından çok,
kişiler ya da gruplar arasındaki ‘iktidar mücadelesinin’ bir ürünü olduğunu söylemek çok
gerçekçi olacaktır. Bir tarafın diğer tarafa her çeşit yoldan kendi gücünü göstererek, gayri ahlaki
bir şekilde egemen olma mücadelesinin bir tezahürü olarak da değerlendirilebilir.
Şiddet türlerine de değinecek olursak; intihar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığından
kaynaklanan kendine karşı şiddet, kültürel bir şiddet türü olarak kan davası olgusu, yine kültürel
219
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
anlamda onay gören namus cinayetleri, kitlesel katliam boyutlarındaki trafik kazaları, adak ve
kurban teşhiri, zorla bekaret kontrolleri, dövüşme ve kaba güç gibi bazı erkeklik özelliklerin
abartılması ile ortaya çıkan şiddet ve son olarak da aile içi şiddetin öne çıktığını söyleyebiliriz
(Özçelik, 2010). Aile içi şiddet, ülkemizde ve dünyada, evlilikte rastlanılan en yaygın, en ciddi
sorundur. Bir ailede bir türde şiddet yaşanıyorsa, genellikle bu diğer türlerde de şiddetin
yaşandığına dair bir işaret olabilmektedir (Vahip, 2002: 318; akt. Erbek vd., 2004: 202). Kadına
yönelik saldırganlık sorununun bu zamana kadar ilgi çekmemesi, sorunun yaygınlığının ortaya
konulamamasına, eşler arasındaki şiddetin olağan kabul edilmesine ve sorunun inkar edilmesine
bağlanmıştır (Özkan ve Böke, 1994; akt. Erbek vd., 2004: 202). Özellikle aile içi şiddet,
çalışmanın ana konusu olan kadına karşı şiddet ile doğrudan bağlantılı olarak düşünmeyi de
beraberinde getirmektedir.
Altınay ve Arat Tübitak tarafından desteklenen araştırmalarında, kadına yönelik aile içi
şiddetle mücadelenin nasıl geliştiğini ve evli kadınların şiddetle ilgili görüşlerini ve
deneyimlerini incelemişlerdir. Araştırma, Türkiye’de kadınların çoğunluğunun şiddeti meşru
görmediklerini ve kadın-erkek ilişkilerinde eşlitlik istediklerini ortaya koymaktadır. Her on
kadından dokuzuna göre “Haklı görülebilecek dayak yoktur.” 1980’lerden bu yana kadına
yonelik şiddetle mücadeleye odaklanan feminist siyaset doğrudan veya dolaylı olarak (örneğin
medyanın söyleminde değişikliklere yol açarak) Türkiye’deki kadınlara ulaşmış görünmektedir.
Bu sonuç kadın kuruluşlarının mücadelelerinde yalnız olmadıkları veya kadınlar nezdinde
marjinal kalmadıkları şeklinde yorumlanabilir. Altınay ve Arat’a göre her ne kadar kadının
insan haklarından yana eşitlikçi değerler yaygın kabul görse de, yaptıkları çalışmada aynı
zamanda Türkiye’de her üç kadından birinin fiziksel şiddet yaşadığını ortaya koymuşlardır.
Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az iki misli
arttırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Ayrıca,
çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını,
kadınların da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat arttırdığı gözlenmiştir. Şiddet döngüsü
denen bu olgu, şiddet içermeyen bir ortamda toplumsallaşmanın önemini bir kez daha ortaya
koymaktadır. Bu bağlamda şiddete karşı toplumsal duyarlılığın arttırılması, çeşitli iletişim
kanalları ve ders kitapları yoluyla şiddetin bir sorun çözme yöntemi olmadığının topluma
yayılması önemlidir (Altınay ve Arat, 2007: 110). Bilhassa kitle iletişim araçları ve medyanın
kötü bir olay gerçekleştiğinde konuyu manşete taşımalarından çok, kadına şiddet olgusunu
sürekli gündemde tutarak devamlılık arz eden bir yaklaşım tarzında bulunmaları gerekmektedir.
Şiddet türlerine kadınlar açısından bakıldığında ise kadına uygulanan şiddetin daha çok
bireysel ilişkiler düzeyinde gerçekleştiği görülmektedir. Fiziksel, cinsel, sözel, ekonomik,
psikolojik şiddet kadına uygulanan bireysel şiddet türlerini oluşturmaktadır. Bireysel olarak
gerçekleştirilmesine rağmen, batı toplumlarında görülmeyen töre ve namus cinayetleri, ırkçı
şiddet ile kamu görevlileri tarafından sistematik biçimde uygulanan şiddet ise sosyal ve
kurumsal şiddet içinde değerlendirilmesi gereken şiddet türleridir (Kılıç, 2009: 15). Bedensel
güç olarak daha avantajlı durumda olan erkeğin en çok başvurduğu şiddet çeşidi fiziksel
şiddettir. Fiziksel şiddet tekme, tokat, çimdikleme, saçından çekme, sürükleme biçiminde
olabileceği gibi, üzerinde sigara söndürme, yakıcı (asit gibi) bir madde dökme, odaya-eve
kilitlemek, herhangi bir maddeyle vurmak da olabilir. Tabii yaralayıcı veya kesici alet (bıçak,
tabanca) kullanmak ölüme bile yol açabilir. Psikolojik istismar veya şiddet, diğer bir deyişle
duygusal şiddet ise, duygusal veya sözel baskı veya hırpalama şeklinde görülebilir. Örnek
olarak; bağırmak, hakaret etmek, küfretmek, tehdit etmek, korkutmak, aşağılamak, alay etmek,
karar vermesine izin vermemek, başka kadınlarla erkeklerle kıyaslamak, inançlarını-kökeniniişini-maaşını küçümsemek vb. verilebilir. Erkeğin kendisini her an döveceğinden korkan kadın
psikolojik olarak huzursuz ve yıpranmış olur. Evi terk ederse sevdiklerine zarar vereceğini,
intihar edeceğini, geçmişiyle ilgili olumsuzlukları açıklayacağını, kadını öldüreceğini söylemek,
kadını dış dünyadan soyutlamak, ailesiyle arkadaşlarıyla görüştürmemek, gerekli ihtiyaçlarını
karşılamasına izin vermemek de yeterince korkutucu ve kısıtlayıcı olur. Duygusal istismar her
an fiziksel istismara dönüşebilir. Kadın bu durumdan o kadar tedirgindir ki, her an bir paranoya
halinde olabilir ve kocasının kendini öldüreceğinden dahi korkabilir. Erkeğin boşanmadan başka
220
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bir kadınla birlikte olması, kuma getirmesi, dini açıdan nikahladım diyerek eve ikinci bir kadın
getirip birlikte yaşamaya zorlaması psikolojik şiddettir. (Özdoğan, 2010: 312-314). Ekonomik
şiddetten kasıt; erkeği kadının ekonomik gelirine el koymak, elde edilen gelirden az bir miktar
verip kadının bununla yetinmesini beklemek ve yetinemediğinde şiddet uygulamak, ortak
kazanımlarla alınan taşınmaz mülkün tapusunu kendi üzerine yapmak gibi davranışlardır. Sözel
şiddet ise, söz ve hareketlerin düzenli ve devamlı olarak korkutmak ve sindirmek amacıyla
kullanılmasıyla oluşan şiddet biçimidir. En çok kadınların özgüvenlerini yitirmesi, inandıkları
şeylere inançlarını kaybetmelerinde etkisini gösterir. Genellikle aşağılayıcı lakaplar takmak, dış
görünüşle dalga geçmek, küfür etmek gibi davranışlarla uygulanır. Esasen aile içi şiddetin
büyük bir parçası olsa da genellikle kadınlar arasında yapılan araştırmalarda kadınların bu tipten
şiddeti şiddet olarak görmediği saptanmıştır. Son olarak da cinsel şiddet, kişinin isteği
gözetilmeksizin cinselliğin bir zorlama ve kısıtlama aracı olarak kullanımıdır. Evlilik içi
tecavüz, kadının fiziksel veya duygusal zorlamayla cinselliğe zorlanması, kadının cinsellikte
tamamen bir obje olarak kullanılması, ensest ve cinsel taciz bu şiddet türünün yansımalarıdır.
Kadınlar üzerindeki araştırmalar göstermiştir ki; evlilik içindeki zorlamayla cinsel ilişkiye girme
kadınlarca tecavüz olarak tanımlanmamaktadır. Ancak bu şekilde tanımlanmaması kadınlar
üzerindeki etkilerinde bir farklılık yaratmamakta, yine kadınlar üzerinde yıkıcı psikolojik etkiler
göstermektedir (Mutlu, 2006: 26-30; akt. Gülbahar, 2011). Bu nedenle, konuyu sadece anlık bir
şiddet olayı olarak düşünmek son derece hatalıdır. Uzun vadede ortaya çıkan psikolojik yıkımlar
ve travmalar, kadının toplumsal hayatın içine entegre olmasını ve ‘eski hayatını’ devam
ettirmesini zorlaştırmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 20 Aralık 1993 tarihli ve 44/104 sayılı kararı ile
ilan edilmiş olan Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri'nin 1. maddesinde
kadınlara karşı şiddet terimi, “İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara
fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ızdırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan
bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun
bırakma anlamına gelir” şeklinde tanımlanmıştır (Şahin, 2010: 5; akt. Gülbahar, 2011). Birçok
kültürde ya da bazı kesimlerde kadının davranışlarıyla şiddeti hak ettiği düşünülmüştür.
Şiddetin kaynağı olarak kadının kendisi gösterilmiştir. Kadından beklenen davranışları
göstermemesi, kendisine biçilen rolü düzgün oynamaması (kadının asli vazifeleri olarak görülen
annelik ve ev hanımlığı), kocanın ailesinin kurallarına uygun davranmaması, belki de kendi
ailesinin düzenini devam ettirme isteği, şiddet görmesi için yeterli görülmektedir. Eğer kadınlık
rolüne uygun davranmazsa, şiddetle karşılaşma ihtimalinin yüksek oluşu bilinciyle büyüyen kız
çocukları, hem haksız bir uygulamayla karsılaşmakta hem de bunun sebebi olarak kendini
görerek kendisini suçlamaktadır. Çevresi tarafından anlaşılmayacağı, hatta suçlanacağı
korkusuyla şiddet gören kadın bunu paylaşmamaktadır. Belki de bir faydasının olmayacağının
farkındadır. Paylaşma ona bir yarar sağlamadığı gibi, kendisi suçlu ve ‘hak eden’ olarak
görülebilir (Kılıç, 2009: 20). Bu çerçevede; kadına yönelik şiddetin nedenlerini toplumsal,
biyolojik ve psikolojik nedenler olmak üzere üç başlık altında toparlayabiliriz. Toplumsal
nedenlere bakarsak bunların başında ataerkil toplum yapısını görürüz. Diğer dünya devletlerinde
olduğundan çok daha baskın bir biçimde ülkemizde de toplumda baskın görüş aile reisinin erkek
olduğu yönündedir. 2011 Türkiye Değerler Araştırması sonuçlarında bu görüşün kabul edilme
oranı % 48’dir. Bu ataerkil yapı kadına şiddetin özellikle aile içindeki uygulamasının başlıca
sebeplerindendir. Nitekim aile içinde otoritesini sağlamak isteyen erkek kadının belirli ‘sınırı’
aşması durumunda, daha önce kendi ailesinde de görmüş olduğu kadına şiddet eylemini
göstermek eğiliminde olacaktır. Olaya diğer tarafından bakarsak da, yine bu tür şiddet
eylemlerinde kendi ailesinde tanık olmuş olan kadın çoğu kez bu şiddeti sineye çekecek belki de
kendi hatası olduğunu düşünerek kabullenecektir. Nitekim 2011 Türkiye Değerler
Araştırmasında kadınların %27’si bazı kadınların kocalarından dayak yemeyi hak ettiğini
söylemiştir. Biyolojik nedenler olarak ise, erkekteki şizofreni gibi bazı ruhsal bozukluklar ile
erkeklik hormonunun etkisi söylenebilir. Son olarak psikolojik nedenlerde de; hayattan
beklediğini alamama, stres, ekonomik güçlüklerin yarattığı baskı ortamı, aile yaşamındaki ani
değişiklikler gösterilebilir (Gülbahar, 2011).
221
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Saldırganlık kadar saldırgan olmama davranışı da öğrenilebilir bir davranış örüntüsüdür.
İletişim teknolojisindeki hızlı gelişmeler sonucunda kitle iletişim araçlarının çok yaygın olarak
tüketilmesi, kitle iletişim araçlarının toplumları etkisi altına alması bu konuyu daha fazla ön
plana çıkarmaktadır. Örneğin özellikle kadın bedeninin reklamlar ve diğer pornografik mesajlar
yoluyla topluma sunulması, hem erkeğin kadına bakış açısını, hem de kadının kendine bakış
açısını olumsuz olarak etkileyebilmekte, bu durumun içselleştirilmesine neden olabilmektedir
(Aziz, 1994: 502; akt. Kocacık, 2001: 6). Kitle iletişim araçları; savaş, ırksal ayaklanmalar,
silahlanmada artış, suikastlar, yargısız infazlar, adam kaçırma, işkence, tecavüz, ensest,
dövülme haberleri ile bir yandan toplumu bilgilendirirken diğer yandan bu haberleri veriş
üslubu ile de kendisini izleyenlere şiddeti değişik boyutlarda uygulamaktadır. Kimileri devlet
adına, ırk adına, din adına, güçlü olma, sahip olma, yönetimi altına alma adına başkalarına
şiddet uyguluyorlar. Çocuk yaşlarda başlayarak evde, okulda, sokakta şiddet olgusuyla
karşılasan bireyler, bunu bir sorun çözme biçimi olarak algılamakta ve şiddetin sürekli olarak
üretilmesine, yasamın her kesimine yerleşerek devamlılık göstermesine etkide bulunmaktadırlar
(Tekin ve Gözütok, 1996: 4-5; akt. Kılıç, 2009: 18). Bu durum da, kitle iletişim araçları
vasıtasıyla bireyin şiddeti kanıksamasına ve doğal karşılaşamasına imkan tanımaktadır.
Demokratik yapılarda medyada tam ve özgür bir iletişim ortamının olması gerektiği miti
etrafında örgütlenen medya, bu işlevini toplumun birçok grubunu dışlayarak, gerçekleştirdiğini
savunmaktadır. Kitle iletişim araçları ya da bugünün popüler tanımlamasıyla medya toplumdan
dışlanan birçok grup ve kesim adına konuşup, bu grupların temsil edilmeleri konusunda ise
çekinceli davranmaktadır. Bu grupların en başında da kadınlar gelmektedir. Bunun doğal bir
sonucu olarak da medya, 1960’ların sonlarından itibaren feministlerin ve feminist çalışmaların
odağı haline gelmiştir (Ağduk, 2005: 2). Bireylerin düşünce ve davranışların biçimlenmesinde,
değer yargılarının oluşmasında medyanın önemli ölçüde etkisi bulunmaktadır. Medyanın
bireyleri ve toplumları etkileyebilme gücüne bağlı olarak, kadına ilişkin betimlemelerin nasıl
yapıldığı, üzerinde durulması gereken bir konu haline gelmektedir. Medyada sunulan kadınlık
betimlemeleri, kadına ve cinsiyet kimliklerine, kadın ve erkek arasındaki iktidar ilişkisine
yönelik toplumsal algıyı biçimlendirmekte, mevcut kalıp yargıların pekiştirilmesini, hatta kimi
zaman da üretilmesini sağlayarak, kadının ikincil konumunu güçlendirmektedir. Bu nedenle
1970’lerde başlayıp günümüze kadar devam eden feminist medya çalışmalarında kadına ilişkin
betimlemeler, sembolleştirme ve sterotipler üzerine değerlendirmeler yapılmakta ve medyadaki
cinsiyetçi yaklaşımın altı çizilmektedir (Kayadelen, 2010: 52-53). Medya ürünlerinde şiddetin
yeralışı, gösterimi ve bunların toplum üzerindeki etkileri konusundaki araştırmalar 1950’li
yılların başına gitmektedir. Medya ürünlerinde kadınlara yönelik şiddet ile ilgili araştırmaların
yapılmaya başlanması ise 1970’li yıllara denk gelir. Etkiler üzerine yapılan araştırmaları,
izleyici araştırmaları izlemiş daha sonrada medya ürünlerinin doğrudan metinleri üzerinde
söylem (anlam çözümlemeleri) araştırmaları yapılmıştır. Şiddetin kavramsallaştırılması
açısından iletişim araştırmalarında da bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Bir taraftan medya
anlatılarında şiddet içeriklerini medyanın olumsuz etkileri ile ilişkilendirerek tartışmalar, ki
bunlar genellikle fiziksel şiddet üzerinde durmaktadırlar, diğer tarafta da şiddeti daha geniş
anlamı ile ele alıp, toplumsal iktidarın sürdürülmesi için başvurulan yollardan biri olarak ele
alan çalışmalardır. Bu çalışmaların kadına yönelik şiddet sorununa yaklaşımları, şiddetin
eşitsizliğin kurulduğu ve kadının baskılandığı her ortamda çıktığı varsayımı üzerine temellenir
(Çelik, 2000: 13; akt. Ağduk, 2005: 4). Bu nedenle, az önce de belirttiğimiz gibi iktidar
mücadelesi üzerine kurulan bir eşitsizlik ve baskının var olduğu her durumda şiddetin ortaya
çıktığı söylenebilir.
Medyada kadının nasıl sunulduğuna ilişkin tartışmalar, genel olarak aşağıda belirtilen
kategoriler -ki bunlar birbirini dışlayan değil, birbirini içeren kategorilerdir-ekseninde
yapılmaktadır (Tanrıöver, 2007: 153-166; Bek ve Binark, 2000: 4-14, akt. Kayadelen, 2010:
55). Bu kategoriler;
 Kadınların geleneksel rollerde sunulması
 Kadınların cinsel nesne olarak sunulması
222
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara



Kadınların şiddet eyleminin hedefi olarak sunulması
Kadınların erkeklerle sözde bir eşitlik içinde sunulması
Kadınların simgesel olarak yok edilmesi
şeklinde gruplandırılabilir. Bu gruplandırmalardan da görüleceği gibi, kadının özellikle bir
‘birey’ olarak algılanmasından ziyade, kullanılacak bir ‘obje’ ya da üzerinden rant sağlanacak
bir olgu olarak ortaya çıkarıldığı söylenebilir.
Şiddet haberlerinin genel olarak medyada tirajı arttırmak amaçlı haber kategorileri
içinde ilk sırada olduğu biliniyor. Şiddet olaylarının birer adli vaka olarak ya da
kişiselleştirilerek verilmesinin yanında, bu haberlerin devamının getirilmemesi, takip
edilmemesi de üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Kadına yönelik şiddetin
fiziksel ve cinsel boyutunu öne çıkaran medya, şiddetin nedenlerini kapsamlı bir
biçimde tartışmaya açmayarak ikinci bir ‘şiddet’ uygulamış olmakta ve genel olarak
medyada kadına yönelik şiddetle ilgili haberlerin veriliş biçimlerindeki benzerlik sürpriz
olmamaktadır. Şiddet haberlerinde temel haber yazma kurallarını hiçe sayan medya,
eylemi ön plana çıkararak eylemi gerçekleştirenlerin demografik özelliklerini ya hiç
vermemekte ya da kısmen vermektedir. Şiddete maruz kalan kadınları birer ‘kurban’
gibi gösteren habercilik anlayışının yerleşiklik kazanması, tüm kadınlara “bir gün sıra
sana da gelecek” mesajına dönüşmektedir (Sol Portal, 2011). Ancak, buna bağlı olarak
da medyadan bu haberleri yapmaması kesinlikle beklenmemektedir. Aksine daha çok
yapması ama birkaç hususa da dikkat etmesi beklenmektedir. Haberlerin içindeki
konuyu sulandırabilecek ve önemsizleştirebilecek ilginç ayrıntılar dikkat çekmek
uğruna odağa alınmamalı, şiddetin bireysel bir sorun değil toplumsal bir sorun olduğu
unutulmamalı, mümkün olduğunca bu konuda çalışan STK’ların da sesine yer verilmeli,
kadına yönelik şiddetle ilgili eksiklikler ve gelişmelere değinilmeli, bu tip tedbir
kararlarının ilginçliğinden çok önemine vurgu yapılmalıdır. Bunlar yapıldığında kadına
yönelik şiddetle mücadelede medyanın önemli bir katkısı olabilir (Erdoğan, 2009).
Medya sadece kamuoyunu bilgilendirmek değil, aynı zamanda temel işlevi olan
kamuoyunu bilinçlendirmek sorumluluğunu da, özellikle kadına şiddet konusunda çok
dikkatli bir şekilde gerçekleştirmelidir.
Diğer taraftan ise, kadına yönelik şiddetin medya tarafından, “Zengini de fakiri de,
okumuşu da okumamışı da dayak yiyor” kolaycılığı ile verilmesi, şiddeti sorgulatmak ve
engellemekten çok, olağan bir hale sokmaktadır. Kadına yönelik şiddetin, sosyoekonomik
analizinden ziyade cinsiyet boyutu ile sınırlı kalınması, cinsiyete dayalı şiddetin genel olarak
şiddet alanı ve şiddetin de toplumsal düzenle bağının kurulmamasına yol açmaktadır (Sol Portal,
2011). Televizyon ekranından çalışmamızın odaklanacağı gazetelere bir gözatıldığında,
durumun pek farklı olmadığı görülebilir. Şiddet haberleri gazetelerin tiraj kazanmak için
kullandıkları en önemli haber kategorisine girmektedir. Kadınlara yönelik şiddete ilişkin
haberler, genellikle toplumsal yapının sarsılmayacağı şekilde verilir. Tecavüz edilmişse, kadının
mutlaka ‘aranmış’ olduğu kanıtlanmaya çalışılır. Dayak yemiş ise, şiddeti uygulayanın mutlaka
geçerli bir nedeni olduğu savunulur. Şiddetin sunuluşunun dışında gazeteler bir taraftan da
şiddetin bizzat uygulayıcılarıdır (Ağduk, 2005: 5). Kadına ilişkin ya da kadının olayın öznesi
olduğu haberlerde, kadının konunun dışında yer alacak bir şekilde sadece ‘kadın’ olduğu algısı
üzerinden haberin şekillendiği de çoğunlukla karşımıza çıkmaktadır.
3. HABERTÜRK GAZETESİ’NİN YAPTIĞI HABER ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
3.1. Problem Durumu
Türkiye özellikle son bir yıl içerisinde kadına karşı uygulanan ve her geçen gün artarak
devam eden şiddet, bunun medyada yansımaları ve oluşan tepkilere bağlı olarak son derece
223
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
önemli bir süreçten geçmektedir. Bu sürecin yarattığı atmosfer ve her gün karşı karşıya
kaldığımız kadına şiddete yönelik olaylar ve haberler neticesinde, toplumsal anlamda bir
kamuoyu oluşmaktadır. Özellikle yeni medya ve iletişim teknolojilerinin, internet ile birlikte
‘farklı’ bir kamuoyu oluşturma gücüne bağlı olarak, sosyal medya ve dolayısıyla da sosyal
paylaşım siteleri üzerinden de oluşan tepkiler, geleneksel medya araçlarının konuya daha bir
duyarlı yaklaşmaları olanağına da meydana getirmiştir. Bu çerçevede, Türkiye için oldukça
önemli bir toplumsal sorun olan kadına şiddet olgusu, dördüncü kuvvet olan medyanın olaya
yaklaşımı ve kamuoyunu oluşturmadaki gücü bakımından değerlendirilmesi ve üzerinde
durulması gereken son derece ciddi bir konudur.
3.2. Amaç
Bu çalışmada amaç, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği
“Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, ulusal medyada
yer alan gazetelerin gösterdiği tepkiler ve davranış şekillerinin analiz edilmesidir.
3.3. Yöntem
Araştırmanın yukarıda belirtilen amacına yönelik olarak, ulusal medya içerisinde yer alan
ve tiraj rakamları dikkate alınarak belirlenen tiraj sıralamasındaki ilk beş gazetenin ve köşe
yazarlarının, haberin verildiği günü takip eden dört gün içerisinde öncelikli olarak konuya
değinip değinmedikleri ve buna bağlı olarak da konuyu ele alan yazarların, bu konu ile ilgili
yazdıkları yazılarda konuya hangi tarafından yaklaştıkları ve davranış şekillerinin nasıl oluştuğu
yönünde analizler gerçekleştirilecektir.
Araştırmaya konu olan haber ve fotoğraf, Habertürk gazetesinde 07 Ekim 2011 Cuma
günü yayınlanmıştır. Bu nedenle, haberin verildiği günü takip eden ve araştırmanın yapıldığı 08
Ekim 2011, 09 Ekim 2011, 10 Ekim 2011 ve 11 Ekim 2011 tarihleri, hem olayın tüm kitle
iletişim araçlarında tartışılarak oldukça ‘sıcak’ bir gündem yaratması hem de iki gün hafta sonu,
iki gün ise hafta arası olmak üzere, gazetelerin daha geniş bir yelpaze içerisindeki yazar
kadrolarının değerlendirmeye alınması düşüncesiyle seçilmiştir.
Araştırmanın örneklemini oluşturan Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve Habertürk
gazetelerin seçilme nedeni ise, araştırma süresi dahilinde olan haftalık gazete satış raporları
doğrultusunda (Medyatava, 2011), belirtilen beş gazetenin toplam satış rakamlarının, Tablo 1’de
görüleceği gibi, Türkiye’deki gazete satış rakamlarının yarısından fazla oluşudur. Ayrıca,
araştırma kapsamı içine giren Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve Habertürk gazetelerini,
mülkiyet yapısı ve medya sahipliği açısından değerlendirdiğimizde, Türkiye’de söz sahibi olan
dört ayrı medya grubunda -Posta ve Hürriyet gazeteleri aynı medya grubu altında yer
almaktadır- yer alan köşe yazarlarının görüşlerinin araştırmaya dahil edildiği de görülmektedir.
Tablo 1
Gazete Satış Raporları
Zaman
Posta
Hürriyet
Sabah
Habertürk
5 Gazete Toplam
Türkiye Toplam
Oran (%)
03.10.2011 / 09.10.2011
887.810
467.383
414.636
322.050
255.136
2.347.015
4.436.094
52,09
224
10.10.2011 / 16.10.2011
938.891
464.970
419.039
334.974
251.261
2.409.135
4.494.024
53,06
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yukarıdaki tabloda görüleceği gibi, araştırmaya dahil edilen Zaman, Posta,
Hürriyet, Sabah ve Habertürk gazetelerinin toplam satış rakamları, Türkiye’de satılan
ulusal gazetelerin toplam satış rakamlarının yarısından fazla olduğundan, araştırmanın
sonuçları üzerinden yapılacak değerlendirmelerin güvenilir olduğunu söylememiz
mümkündür.
3.4. Araştırma Bulgularının Yorumlanması
Araştırma bulgularının yorumlaması yapılırken, araştırmaya konu olan ve aşağıda
yer alan temel soru başlıkları üzerinden bir değerlendirme yapılacaktır.
 Gazetenin ilk sayfasında ve diğer sayfalarında habere yer verildi mi?
 Habere yer verildiyse, haberin veriliş şeklindeki tepki nasıl oluştu?
 Gazetede gün bazında yazı yazan -tema ayrımı yapmaksızın- toplam kaç
köşe yazarı vardır?
 Gazetede gün bazında toplam kaç köşe yazarı konuya değindi?
 Gazetede konuya değinen köşe yazarlarının haberin veriliş şekli ve
kullanılan fotoğraf ile ilgili görüşleri olumlu mu yoksa olumsuz muydu?
 Gazetede konu ile ilgili yazı yazan köşe yazarlarının, yaklaşımları ve
davranış şekilleri ne yönde oluştu?
Yukarıda yer alan temel soru başlıkları çerçevesinde, araştırmaya dahil edilen
Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah ve Habertürk gazetelerinden konu ile ilgili olarak ortaya
çıkan sonuçlar ve değerlendirmeler, soru bazında sırasıyla aşağıda yer almaktadır.
Çalışmanın sonuç bölümünde ise, tüm araştırmayı kapsayan genel bir değerlendirme ve
analiz yapılacaktır.

Soru 1… Gazetenin ilk sayfasında ve diğer sayfalarında habere yer verildi
mi?
Olayın gerçekleştiği günü takip eden 07 Ekim 2011 tarihinde Habertürk gazetesinin
sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve habere ilişkin olarak
kullandığı fotoğraf sonrasında; Zaman gazetesi, 08 Ekim 2011 tarihinde birinci sayfada ve
devam eden bir şekilde onsekizinci sayfada haberi vermiştir. Ayrıca, yine 10 Ekim 2011
tarihinde dördüncü sayfada, 11 Ekim 2011 tarihinde ise birinci sayfada ve devam eden bir
şekilde altıncı sayfada ve de bunun dışında ikinci sayfada habere farklı açılardan yaklaşarak yer
vermiştir.
Posta, Hürriyet ve Sabah gazeteleri, araştırma süresi dahilinde habere yer vermemiştir.
Fotoğrafın ve haberin sahibi Habertürk gazetesi ise, 08 Ekim 2011 tarihinde
birinci sayfada ve devam eden bir şekilde kırkıncı sayfada haberi vermiştir, ayrıca Fatih
Altaylı’nın yirmibeşinci sayfadaki köşe yazısının giriş bölümünü vermiştir.

Soru 2… Habere yer verildiyse, haberin veriliş şeklindeki tepki nasıl
oluştu?
Zaman gazetesi, 08 Ekim 2011 tarihinde “Kadına şiddet kanlı fotoğraflarla
önlenemez” başlığı ile birinci sayfadan haberi şu şekilde vermiştir: ”Habertürk
gazetesinin eşi tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülen kadının kanlar içindeki
fotoğrafını sürmanşetten yayımlaması kamuoyunda tepkiyle karşılandı. Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı Fatma Şahin, hayatını kaybetmiş de olsa en başta bir kadının kişilik
haklarının zedelendiğini söyledi. Gazetenin yazarları da yayını ‘utanç verici’
225
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bulduklarını açıkladılar. Umur Talu, “Siz hepimizi niye utandırıyorsunuz?” diye
sorarken, Balçiçek İlter de “Söyleyecek laf bulamıyorum. Ölen kadının
mahremiyetinden mi başlasak, şiddetin rahatsız edici fotoğrafından mı, çocukların
haklarından mı?” şeklinde eleştirilerini sıraladı.” Devam eden onsekizinci sayfada ise
Bakan Şahin’in kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda hazırladıkları kanun
tasarısının, medyanın bu haberleri veriş biçimiyle ilgili konuları da kapsayacağını
kaydettiği görüşlerine yer verilerek, Basın Konseyi Genel Sekreteri Hasan Sınar’ın
yaptığı “Gazetenin manşeti, gazetecilik mesleği için tek kelimeyle utançtır.” yazılı
açıklamasına yer verilmiştir. Zaman Gazetesi sürmanşette verilen fotoğrafın yanlış
olduğu noktasında bir duruş sergilemiştir. Başta Bakan Şahin olmak üzere, Habertürk
gazetesinin yazarlarının ifadelerine yer vererek, bir bakıma kendi görüşü destekler bir
şekilde bir konumlanma gerçekleştirmiştir. 10 Ekim 2011 tarihinde ise dördüncü
sayfada, “Kan donduran fotoğraf kadınları ayaklandırdı” başlığı ile fotoğrafın sansürsüz
yayınlanmasına tepki gösteren kadınların, Habertürk’ün önünde eylem yaptığı
belirtilmiştir ve İstanbul Feminist Kolektifi ve Sosyalist Kadın Meclisleri’nin, gazete
binası önünde eylem yaparak “Kadın düşmanı medya istemiyoruz” pankartı açtığını
yazmıştır. “Kanlı bedenlerimiz değil, katillerimiz teşhir edin” diye slogan atan grup
adına açıklama yapan SKM sözcüsü Birsen Kaya’nın, “Bu fotoğraf, doğrudan kadına
yönelik şiddetin basın eliyle yapılmasıdır. Şefika Etik’in çıplak fotoğrafı, tüm kanlı
görüntüsüyle buzlanmadan kullanılmıştır. Çok açık ki bu haberde amaç kadın
cinayetlerinden caydırmak değil, kadın bedenini teşhir etmek ve reyting elde etmektir.”
sözlerine yer vermiştir. Ayrıca, eylemcilerin Şefika Etik’in ölümünde sığınma evlerinin
olumsuz şartlarının da etkili olduğunu ifade ettikleri ve Bakan Şahin’i de eleştirdikleri
habere yer verilmiştir. Son olarak, 11 Ekim 2011 tarihinde “STK’lardan Kanlı Fotoğrafa
Tepki: Hasta mahremiyeti sedyede ihlal edilmiştir” başlığı ile, kadın ve hasta hakları
alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin, o fotoğrafın çekilmesine engel
olmayanların da en az yayımlayan gazete kadar sorumluluğu olduğunu belirten haberini
birinci sayfasına taşımıştır. Devam eden altıncı sayfada ise valiliğin kanlı fotoğraf
hakkında inceleme başlattığı haberi ile STK yöneticilerinin sözlerine yer vermiştir.
Bunlar dışında bağlantılı olarak, ikinci sayfada “İslam tam olarak anlaşılsa kadına şiddet
olmaz” başlığı ile Hülya Koçyiğit’in sözlerine yer vermiştir. Sanatçının, o fotoğrafın
şiddetin pornosu olduğunu dile getirmesinin yanında, toplumda yaşanan şiddetin en
büyük sorumlusunun medya olduğunu ve medyanın; sanatı, kültürel ve sosyal yaşamı
para ve reyting uğruna kurban ettiğini anlatan sözlerine yer vermiştir.
Posta gazetesi, yukarıda değindiğimiz gibi araştırma süresi dahilinde habere yer
vermemiştir, ancak 11 Ekim 2011 tarihinde; “Şiddete Karşı Kadın Polisi” başlığı ile
kadına yönelik şiddete karşı yeni önlemler getiren yasa tasarısının, hafta içerisinde
Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılacağını belirterek, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Fatma Şahin’in yasanın detaylarını anlattığı sözlerine yer verilmiştir.
Hürriyet gazetesi de, yukarıda değindiğimiz gibi araştırma süresi dahilinde habere
yer vermemiştir, ancak 09 Ekim 2011 tarihinde; “Dayakçı kocalara tedavi” başlığı ile
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in hazırlanan yasa tasarısında, sadece
şiddet görenin değil şiddet uygulayanın da tedavi sistemine alınacağı ve bunların takip
edileceğini belirten ve dördüncü sayfada da devam eden sözlerine yer verilmiştir. 10
Ekim 2011 tarihinde “Bir kadın cinayeti de Ankara’da” başlığı ile bir haber yer almıştır.
11 Ekim 2011 tarihinde ise, “Esmer-Sarışın Artık Kalksın” başlığı ile Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i ziyaret edeceği ve erlerin sabah
226
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
talimlerinde koşarken tempo tutturmak amacıyla söyledikleri kadını küçük düşürücü
söylemlere son verilmesini isteyeceği altıncı sayfada devam eden bir şekilde
belirtilmiştir.
Sabah gazetesi de, yukarıda değindiğimiz gibi araştırma süresi dahilinde habere
yer vermemiştir, ancak 09 Ekim 2011 tarihinde; “Dayakçı Kocaya Zorunlu Psikolog”
başlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in Meclis’e sevk edilecek yasa
taslağındaki düzenlemeyi anlattığı haberine yer verilerek, kadına yönelik şiddete yeni
formül olarak dayakçı kocanın zorunlu olarak psikoloğa gönderileceği, ücretin devlet
tarafından ödeneceği ve tedaviye gidilip gidilmediğinin denetleneceği otuzdördüncü
sayfada devam eden bir şekilde belirtilmiştir. 10 Ekim 2011 tarihinde ise, “Kadın
Cinayetine Estetik Önlem” başlığı ile Aile Bakanlığı’nca yeni yasa tasarısı çerçevesinde
şiddet mağduru kadınların estetik ameliyatla yüzlerini değiştirebileceği ve tehdit
altındaki kadınlara yeni kimlik verilmesi ve yurtdışına gönderilmelerinin planlandığı
yirmialtıncı sayfada devam eden bir şekilde haberleştirilmiştir.
Habertürk gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde, sürmanşetinin Twitter’da dünyada
en çok konuşulan ikinci konu olduğu yazılmıştır. 09 Ekim 2011 tarihinde ise,
“Tartışılırken Yine Aynı Ölüm” başlığı ile Türkiye, Habertürk’e manşet olan Manisalı
Şefika Etik’in ölümünü tartışırken, cinayetin bir eşinin de Osmaniye’de yaşandığı
sekizinci sayfada da devam eden bir şekilde belirtilmiştir. Ayrıca, “Dayakçı Kocaya
Zorunlu Tedavi” başlığı ile yine sekizinci sayfada devam eden bir haber de verilmiştir.
Bunun dışında, 10 Ekim 2011 tarihinde “Ölüm randevusu kurban yine kadın” başlığı
ile, Ankara’daki yeni bir kadın cinayetine ilişkin haber dördüncü sayfada devam eden
bir şekilde verilmiştir. 11 Ekim 2011 tarihinde ise, “Dayakçı kocalara terapi” başlığı ile,
Habertürk’ün kadına şiddetin önünü kesecek yasa tasarısının son şekline ulaştığı
belirtilerek, Aile Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından, dayakçıların tedavi olacağı
ve hapis cezalarının ertelenmeyeceği gibi sert tedbirlerin getirileceği onaltıncı ve
onyedinci sayfalarda devam eden bir şekilde verilmiştir. Ayrıca, “Şiddet Sürüyor”
başlığı ile yine onyedinci sayfada devam eden kadına yönelik şiddete ilişkin iki ayrı
olayı içeren bir haber de verilmiştir.

Soru 3… Gazetede gün bazında -tema ayrımı yapmaksızın- yazı yazan
toplam kaç köşe yazarı vardır?
Zaman gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 8, 09 Ekim 2011 tarihinde 11, 10 Ekim 2011
tarihinde 11 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 10 köşe yazarı yazı yazmıştır.
Posta gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 10, 09 Ekim 2011 tarihinde 9, 10 Ekim 2011
tarihinde 5 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 10 köşe yazarı yazı yazmıştır.
Hürriyet gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 15, 09 Ekim 2011 tarihinde 8, 10 Ekim
2011 tarihinde 12 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 16 köşe yazarı yazı yazmıştır.
Sabah gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 23, 09 Ekim 2011 tarihinde 15, 10 Ekim 2011
tarihinde 20 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 16 köşe yazarı yazı yazmıştır.
Habertürk gazetesinde 08 Ekim 2011 tarihinde 9, 09 Ekim 2011 tarihinde 14, 10 Ekim
2011 tarihinde 13 ve 11 Ekim 2011 tarihinde 14 köşe yazarı yazı yazmıştır.

Soru 4… Gazetede gün bazında toplam kaç köşe yazarı konuya değindi?
Zaman gazetesinde dört günlük süre zarfında sadece 10 Ekim 2011 tarihinde onsekizinci
sayfada, gazetenin Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı konuya değinmiştir.
227
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Posta gazetesinde dört günlük süre zarfında hiçbir köşe yazarı konuya değinmemiştir,
ancak 11 Ekim 2011 tarihinde Yazgülü Aldoğan, “Hangi sorunu çözebildik?” alt başlığı ile
yazısında aile içi şiddet sorununun var olduğunu ve erkeğin kadını dövdüğünü, öldürdüğünü ve
de bunun aynı zamanda çocuğa yönelik bir şiddet olduğunu vurgulamıştır.
Hürriyet gazetesinde dört günlük süre zarfında 08 Ekim 2011 tarihinde Ahmet
Hakan, 11 Ekim 2011 tarihinde ise Yalçın Doğan ve Ayşe Arman konuya
değinmişlerdir.
Sabah gazetesinde dört günlük süre zarfında sadece 09 Ekim 2011 tarihinde Ayşe
Özyılmazel ve Sevilay Yükselir konuya değinmiştir. Ayrıca, Haşmet Babaoğlu, “Kadın
cinayetleri politiktir!” başlığını attığı yazısında, kadınların erkekler tarafından
öldürülmelerinin erkeklerin eski düzenin sürmesini istemelerine bağlayarak, kadın
cinayetlerindeki artışa vurgu yapmıştır.
Habertürk gazetesinde dört günlük süre zarfında 08 Ekim 2011 tarihinde Fatih
Altaylı, Rahşan Gülşan ve Balçiçek İlter, 09 Ekim 2011 tarihinde Umur Talu, Pakize
Suda, Nihal Bengisu Karaca, Muharrem Sarıkaya ve Yavuz Semerci, 10 Ekim 2011
tarihinde Murat Bardakçı, Rahşan Gülşan ve İsmet Özkul, 11 Ekim 2011 tarihinde ise
Fatih Altaylı ve Serdar Turgut konuya değinmişlerdir.

Soru 5… Gazetede konuya değinen köşe yazarlarının haberin veriliş şekli
ve kullanılan fotoğraf ile ilgili görüşleri olumlu mu yoksa olumsuz
muydu?
Zaman gazetesinde konuya değinen Ekrem Dumanlı, görüşlerini olumsuz yönde
aktarmıştır.
Hürriyet gazetesinde konuya değinen Ahmet Hakan olaya hem olumlu hem de olumsuz
yönleriyle yaklaşırken, Yalçın Doğan olumsuz, Ayşe Arman ise olumlu yönde görüşlerini
aktarmışlardır.
Sabah gazetesinde konuya değinen Ayşe Özyılmazel ve Sevilay Yükselir, görüşlerini
olumsuz yönde aktarmışlardır.
Habertürk gazetesinde; Fatih Altaylı (iki ayrı günde yazdığı yazısında), Pakize Suda,
Murat Bardakçı ve Serdar Turgut olumlu, Rahşan Gülşan (iki ayrı günde yazdığı yazısında),
Balçiçek İlter, Umur Talu, Nihal Bengisu Karaca ve Yavuz Semerci olumsuz, Muharrem
Sarıkaya ve İsmet Özkul ise hem olumlu hem de olumsuz yönde görüşlerini aktarmışlardır.

Soru 6… Gazetede konu ile ilgili yazı yazan köşe yazarlarının,
yaklaşımları ve davranış şekilleri ne yönde oluştu?
Zaman gazetesinden Ekrem Dumanlı, “O korkunç fotoğrafın hesabını soracaksanız”
başlığını attığı yazısında, Habertürk gazetesinin cuma günü korkunç bir fotoğraf yayınladığını
ve öyle yapmamaları gerektiğini yazmıştır. Ölen kişinin yakınlarının fotoğrafın basılmasına
müsaade etmeyeceklerini belirterek, Habertürk yazarlarının da gazetelerinin yaptığı hataya itiraz
ettiklerini ve gazeteciliğin evrensel standartlarını hatırlattıklarını yazmıştır. Dumanlı, başka bir
konunun da ciddi bir şekilde tartışılması gerektiğini ve bu fotoğrafı kimin çektiğini, kimin servis
ettiğini ve bu işler yapılırken devletin ne yaptığı sormuştur. Bu çerçevede de, Habertürk’ün
manşetinde muhabirin imzası olduğunu; ancak foto muhabirinin imzası olmadığını belirterek,
fotoğrafın olay yerinde gören yapan bir kişinin çekip çekmediğini sormuştur.
Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan, “O fotoğrafa dair” başlığını attığı yazısında,
fotoğrafı ilk gördüğünde çok sinirlendiğini ve ‘ölüm pornografisi’ saptamasını yaptığını, ancak
bir süre sonra yatıştığını yazmıştır. Kadına şiddet konusunda birçok olay olmasına rağmen,
toplumdaki vurdumduymazlık ve kayıtsızlığa vurgu yaparak, fotoğrafı yayınlayan gazeteye
tepki göstermek için harcanılan enerjinin hiç değilse bir kısmının, bu görüntünün ortaya
228
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çıkmasına yol açan vurdumduymazlığa harcanmasının daha faydalı olduğunu belirtmiştir.
Yalçın Doğan, “Fotoğraf provokatif” başlığını attığı yazısında, bugüne kadar anımsadığı iki
iğrenç fotoğraf olduğunu, üçüncüsünün ise Habertürk’ün yayınladığı fotoğraf olduğunu
yazmıştır. Fotoğrafın her türlü yayın ilkesine aykırı olduğu ve ihlalin tartışılacak yanı
olmadığını belirterek, yayının amacına da hizmet etmediğini ve şiddeti aktaran haber ve
fotoğrafların şiddeti önlemediğini yazmıştır. Ayrıca, fotoğrafı kimin çektiğini ve nasıl servis
edildiğini sorarak, Sağlık Bakanlığı’nın buna bir yanıt vermesi gerektiğini belirtmiştir. Ayşe
Arman ise, “Katilin hiç mi suçu yok?” başlığını attığı yazısında, fotoğrafın sevimsiz olduğunu
ama tepkilerin abartıldığını ve Fatih Altaylı’nın bu ülkede yaşanan kadın şiddetine dikkat
çekmek için haberi yaptığını ve fotoğrafı yayınladığını yazmıştır. Kadının yüzünün
kapatılabileceğini ve meselenin özünün daha iyi anlatılabileceğini belirtmiştir, ancak önemli
olanın kadın cinayetleri işlendiğinde ve kadına yönelik şiddet uygulandığında gerekli tepkilerin
sert biçimde verilmesi olduğunu yazmıştır. Cinayeti işleyen adama karşı yazılmış bir tane bile
yazı okumadığını, hatta tuhaf bir şekilde yapılmış röportajlar okuduğuna dikkat çekmiştir.
Ayrıca, Çiğdem Anad’ın kendisinin de katıldığı şu yorumunu aktarmıştır: “Kadın ölmüş.
Yaşarken saygı gösterilmemiş, yasal düzenlemeler yapılmamış, yapılmış, bu sefer de polis
duyarsız kalmış. Şimdi ölü bedeni üzerinden ‘saygı tartışması’ yaratılıyor. Habertürk iyi ki o
manşeti atmış!”
Sabah gazetesinden Ayşe Özyılmazel, “Habercilikte son nokta” başlığını attığı yazısında,
fotoğrafta mozaik kullanılmamasını eleştirerek büyük bir etiksizlik yapıldığını yazmıştır.
Gazetenin kendi yazarlarının bile çileden çıktığını belirterek, fotoğrafın yayınladığının ertesi
günü Habertürk gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın kadına şiddete yönelik
olarak dikkat çekmek için bu fotoğrafı kullandıklarını belirten savunmasını eleştirmiştir. Ayrıca;
ölüye saygı, çocukları düşünmek ve korumak, basın ahlakı ve insana saygı üzerinde durarak,
dünyada hiçbir gazetenin bu fotoğrafı basmayacağını yazmıştır. Sevilay Yükselir ise, “O
fotoğraf amacına ulaşmıştır!” başlığını attığı yazısında, fotoğrafın kamuoyunda infial yarattığını
yazmıştır. Kendisiyle bir dönem çalıştığını belirttiği Fatih Altaylı’nın, kadına şiddet konusunda
yansıttığı kadar duyarlı bir erkek olmadığını belirterek ağır eleştiriler getirmiştir ve özellikle bir
fotoğrafla ülkenin gündemini değiştirmiş olmakla mutluluk duyduğunu düşündüğünü yazmıştır.
Habertürk gazetesinden Fatih Altaylı, “Rahatsız oldunuz değil mi?” başlığını attığı
yazısında, kendisine ve Habertürk’e yöneltilecek eleştirileri ve gelecek saldırıları bilerek bu
fotoğrafı bastığını yazmıştır. Kadına yönelik şiddetin sadece morarmış bir gözden ibaret
olmadığını ve daha fazlasını bilmenin insanların işine gelmediğini belirterek, erkek egemen
toplumun kadına uyguladığı şiddetin görülmesi, bu şiddete sessiz kalanlara tepki göstermesi ve
bu kadınların korunması gerektiği düşüncesiyle bu fotoğrafın kullanıldığını ifade etmiştir.
Rahşan Gülşan, “Dün sırtımızda bıçakla gezdik” başlığını attığı yazısında, fotoğrafın
yayınlanmasından rahatsızlık duyduğunu ve fotoğrafın kadına şiddet konusunda bilinç yaratma
eşiğini aştığını yazmıştır. Bundan sonra kadına şiddet denilince bu fotoğrafın akla geleceğini,
ancak empati yaptığında kendi yakınını kesinlikle bir gazetenin sürmanşetinde bu şekilde
görmek istemeyeceğini ifade etmiştir. Balçiçek İlter, “Bıçak” başlığını attığı yazısında,
gazetelerinde vicdanlarını kaybettiklerini, insanlıklarını unuttuklarını ve basbayağı erkek
şiddetini gösterdiklerini yazmıştır. Kendi yakınlarına yapılmasını hayal bile edemeyecekleri bir
şeyi açık bir şekilde kendilerinin yaptıklarını, hayatını kaybetmiş bir kadının bedenine
saygısızlık ettiklerini ve iki çocuğun ‘anne anısı’ adına büyük bir ayıp ettiklerini belirtmiştir.
Ayrıca, fotoğrafın konuşulduğunu ama cinayet işleyen adamdan bahsedilmediğini, içinde
olmaktan gururlandığı gazetesinin kendisini utandırdığını, üzdüğünü ve öfkelendirdiğini ifade
etmiştir. Umur Talu, “Utanmak ayıp değil!” başlığını attığı yazısında, kullanılan fotoğrafın ve
bedenin teşhirinin yanlış olduğunu yazmıştır. O kadının ve çocuklarının neler hissedeceğini
bilemeyeceklerini ifade ederek, bugüne kadar kendi yazdıklarıyla gazetesini utandırmadığını,
ancak bu fotoğraf ile kendisinin utandığını ifade etmiştir. Pakize Suda, “Göz görmeyince gönül
katlanıyordu” başlığını attığı yazısında, Fatih Altaylı’nın gerçekleri insanların yüzüne çarptığını
ve çok iyi yaptığını yazmıştır. Fotoğrafın etkisinden kurtulamadığını ve kendi yakınına ait olsa
bile fotoğrafın basılmasını isteyeceğini ifade etmiştir. Nihal Bengisu Karaca, “Ölüme bakmak”
229
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
başlığını attığı yazısında, duyarlılığa davet etmek ve farkındalık yaratmak için kullanılan böyle
fotoğrafların, yabancılaşmadan fazlasını getirmediğini ve zamanla alışmışlık yarattığını
yazmıştır. Ayrıca, ulusal bir gazetede önemli bir eşiğin aşılmış olmasından kaynaklanacak
zararları da bir yere yazmak gerektiğini ve bir daha tekrarlanmamasını umduğunu ifade etmiştir.
Muharrem Sarıkaya, “Üç kadın” başlığını attığı yazısında, geçmişte yaşanan bazı örnekleri
anlatarak, o fotoğrafın bir erkeğin kadına her el kaldırışında hafızasında, sonucu baştan gösteren
büyük fren görevi olacağını önemsemeyeceğini yazmıştır. Yavuz Semerci, “Ne zaman adam
oluruz…” başlığını attığı yazısının ‘O fotoğraf…’ alt başlığı ile yazdığı bölümünde, karar sahibi
olsa kendisinin o fotoğrafı basmayacağını, çünkü yetişkinlerin hayat görüşünün gazete
haberleriyle değişmeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca, şiddet görüntüsünün çocukların ruhlarında
onarılamaz yaralar açabileceğini ve bir şeyi düzeltme saflığıyla çocukları şiddetten ve pornodan
uzak tutma ilkesine ihanet ettiklerini yazmıştır. Murat Bardakçı, “Malum fotoğraf” başlığını
attığı yazısında, bu fotoğrafın zamanla sembolleşeceğini ve aynı işi yapmaya kalkacak olanların
önünde engel teşkil edeceğini yazmıştır. Gazeteciliğin cesaretle yapılması gereken bir meslek
olduğunu belirterek, bu fotoğrafın hangi gazetenin yazı işleri masasına gitse kullanılacağını,
ancak cesaretleri olanın Fatih Altaylı gibi aynen basacağını ifade etmiştir. Rahşan Gülşan 10
Ekim 2011 tarihinde ise, “Erkek yazarlar askere mi gitti?” başlığını attığı yazısında, Twitter
üzerinden oluşan linç eğilimini ve Habertürk’e karşı oluşan tepkiden kendisinin de gerekli payı
aldığını yazmıştır. Ayrıca, erkek yazarların ne zaman kadına karşı şiddet ya da kadın haklarını
ilgilendiren bir konu olsa, hemen köşelerinden ya da sosyal medya hesaplarından kadınları
göreve çağırdıklarını, ancak kendilerinin toplumsal farkındalık yaratmak adına bir girişimde
bulunmadıklarını ifade etmiştir. İsmet Özkul, “Kadının sırtındaki bıçakta kim(ler)in parmak izi
var?” başlığını attığı yazısında, Habertürk’ün manşetten büyük bir fotoğrafla verdiği Şefika Etik
cinayeti haberinin, bir yandan medya etiği tartışması, diğer yandan da kadına şiddete karşı
yapılması gerekenler konusunda bir tartışma başlattığını yazmıştır. Bu resmin sadece gözü
dönmüş cani bir kocanın eseri olmadığını, kadını güçsüzleştiren ve çaresizliklere hapseden bir
ekonomik ve sosyal sistemin ürünü olduğunu ifade etmiştir. Fatih Altaylı 11 Ekim 2011
tarihinde ise, “Özür dilerim?” başlığını attığı yazısında, manşete taşıdığı o fotoğraf için asla
özür dilemeyeceğini ve bundan sonra kadına şiddet denilince insanların aklına o fotoğrafın
geleceğini yazmıştır. Dün de gazetede kocası tarafından öldürülen bir kadının haberi olduğunu
ve kaç kişinin bu olaya duyarlılık gösterdiğini sorarak, kendisine ve gazetesine saldırmak için
fırsat bulanlar olduğunu ifade etmiştir. Okurlardan gelen tepkileri önemsediğini ve bunların da
yarı yarıya olduğu belirterek, yaptığı işin arkasında olduğunu yazmıştır. Son olarak Serdar
Turgut ise, “Malum fotoğraf üzerine” başlığını attığı yazısında, eski bir yayın yönetmeni olarak
kendisinin de kesinlikle bu fotoğrafı basacağını yazmıştır. Fotoğraf olayına tepki gösteren
kesimin vasatın hakim olmasını isteyenler olduğunu ve bu fotoğrafın ülkemizde erkek faşizmine
vurulmuş en büyük darbe olduğunu ifade etmiştir.
4. SONUÇ
Kadına karşı şiddet konusu tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de en önemli toplumsal
sorunların başında gelmektedir. Hiçbir gerekçenin ya da konunun kadına karşı uygulanan
şiddeti ‘kabul edilebilir’ gösteremeyeceği gerçeğini koşulsuz bir şekilde kabul etmemiz gerekir.
Şiddetin küçüğü, büyüğü ya da türü ne olursa olsun, hepsini aynı bakış açısı içinde
değerlendirmediğimiz müddetçe, konunun toplumsal boyutunu çözebilmek mümkün
görünmemektedir. Ayrıca, ‘toplum mühendisliği’ yapmak niyetiyle işleri içinden çıkılamaz bir
duruma sokarak, istemeden de olsa son derece müsait bir ortamın varlığına zemin hazırlanmış
olur. Bu nedenle, ister ekonomik ve psikolojik, isterse de sözel, fiziksel ya da cinsel şiddet
olsun, hepsini aynı empati duygusuyla içselleştirip, sonuca giden yolu baştan kendi
kontrolümüze alıp, yozlaşmanın, alışmışlığın ve normalleştirmenin önüne geçmeliyiz.
Medyanın kamuoyunu bilgilendirmek ve bilinçlendirmek temel görevi çerçevesinde,
kamuoyunun oluşturulması ve belirli bir yöne yöneltilmesi sürecinde, temel ilkelerinden ve
işlevlerinden de daha fazla öne çıkan bir amacı vardır. Medya, algı yaratır. Yarattığı algı
230
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
neticesinde de, aynı toplum içinde yer alan bireylerin tepkilerinin ya da davranış şekillerinin
farkında olarak veya olmayarak belirli bir yöne doğru eğilim göstermesi sonucunu yaratır. Bunu
bazen bir kelime ya da bir cümle ile yapabileceği gibi bir fotoğraf ile de gerçekleştirebilir.
Medyanın herhangi bir olayı ya da gelişmeyi ‘yükse sesle’ dillendirmesi ve bunu elindeki güce
bağlı olarak gerçekleştirmesi, toplumsal reflekslerin de açık bir biçimde şekillenmesine zemin
hazırlamaktadır. Medyanın bir olayı öne çıkarması, gazetesinde ilk sayfasında manşetten ya da
sürmanşetten konuya dikkat çekmeye çalışması, televizyon aracılığı ile konunun
derinleştirilmesine imkan vermesi, medyanın kamuoyunun algısını belirli bir yöne çekmek ve
kamuoyunun ‘biçimlendirilmesi’ adına, gerekirse kendine oluşacak tepkileri de göze alarak,
başvurduğu önemli yöntemlerden biridir.
Bu çerçevede, araştırmamıza konu olan, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde
sürmanşetten verdiği “Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf
sonrasında, ulusal medyada yer alan gazetelerin gösterdiği tepkiler ve davranış şekillerinin
analiz edilmesi sonucunda genel bir değerlendirme yapmak mümkündür. Öncelikli olarak,
araştırma örneklemimizde yer alan gazeteler içerisinde, haberin ve fotoğrafın sahibi Habertürk
gazetesinin dışında, kurumsal bir kimliği yansıtma ve tavır alma açısından sadece Zaman
gazetesinin bir tepkisinden ve varlığından söz edebiliriz. Zaman gazetesi fotoğrafın yanlış
olduğu ve kullanılmaması gerektiği noktasında bir tavır sergileyerek, fotoğrafa olumsuz
anlamda gösterilen tepkileri ön plana çıkarmıştır. Özellikle Sivil Toplum Kuruluşları ve çeşitli
Kadın Dernekleri ile aktivistler tarafından yapılan davranışları haberleştiren gazete, yapılanları
ve gösterilen tepkileri destekler bir şekilde kendini konumlandırmıştır. Habertürk gazetesi ise,
kurumsal olarak kullandığı fotoğrafa sahip çıkarken, diğer gazeteler konuya değinmemişlerdir.
Ancak, kadına şiddet konusu ile ilgili olarak hazırlanan yasa tasarısı çerçevesinde, konu ile ilgili
olarak yapılan hazırlıkları ve görüşleri haberleştirmişlerdir.
Gazetelerin köşe yazarlarına baktığımızda ise, Zaman gazetesinin kurumsal olarak
gösterdiği tepkinin, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’nin köşe yazısında da aynı paralellikte
olduğu görmekteyiz. Bilhassa ölen kişinin yakınlarının düştüğü psikolojik durum üzerine vurgu
yapılarak, fotoğrafın kimin tarafından çekildiği ve burada devletin sorumluluğu üzerinde
durulmuştur. Posta gazetesinde konuya hiçbir köşe yazarının değinmemesi oldukça dikkat
çekici olmakla beraber, Sabah gazetesinde konuya değinen yazarlar da olaya negatif yönden
eleştirel bir şekilde yaklaşmışlardır. Hürriyet gazetesinde fotoğraf ile ilgili görüşlerini
köşelerinde dile getiren yazarlardan, olaya tepki gösterenler olduğu gibi, aynı zamanda oluşan
şiddeti gerçekleştirenin göz ardı edilmemesi ve unutulmaması gerektiğini, katilin işlediği suça
yönelik tepkinin oluşması konusunda gerekli duyarlılığın yaratılmasının da önemli olduğunu
vurgulayanlar olmuştur.
Habertürk gazetesi ise, doğal olarak verdiği habere ve kullandığı fotoğrafa kurumsal
anlamda sahip çıkmakla beraber, diğer taraftan köşe yazarları arasında önemli fikir ayrılıklarının
yaşandığı bir görüntü sergilemiştir. Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, olaya dikkat çekmek
için fotoğrafı kullandıklarını, bunu başardıklarını ve asla pişman olmadığını belirtmiştir. Kendi
gazetelerinde çıkan bir fotoğraf olduğu için, gazetenin köşe yazarlarının önemli bir bölümü de
konu ile ilgili olarak görüşlerini aktarmıştır. Ağırlıklı olarak olumsuz görüşler olmakla beraber,
az sayıda destekleyen görüşler de yer almıştır.
Görüşler ve yorumlar ağırlıklı olarak fotoğrafın olumsuzluğu üzerine yoğunlaşarak, ölen
kişinin yakınlarının psikolojik yönden etkilenmeleri ve fotoğrafın basılmasını kesinlikle
istemeyecekleri, yayın ilkelerine aykırı olduğu, gazetecilik mesleğindeki evrensel standartların
tamamen dışına çıkıldığı, yayınlanan fotoğrafın kadına şiddetin azalmasına yönelik olarak bir
toplumsal algı yaratmayacağı, hayatını kaybetmiş bir kadının bedenini göstermenin büyük
saygısızlık olduğu, fotoğrafın yayınlanmasının fotoğrafın gösterilme amacının aksi yönünde bir
etki yaratacağı ve fotoğrafın çekilmesinde devletin sorumluluğu noktasında şekillenmiştir.
Diğer taraftan fotoğrafın yayınlanmasını savunanların birleştiği en temel nokta ise, bu fotoğrafın
bundan sonra kadına şiddet dendiğinde ‘sembolleşeceği’ ve insanların olayın suçlusundan ve bu
duruma gelinmesinden ziyade fotoğrafa odaklanmalarının çelişkisidir.
231
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Sonuç olarak, Habertürk gazetesinin 07 Ekim 2011 tarihinde sürmanşetten verdiği
“Kadına şiddette son nokta” başlıklı haber ve kullandığı fotoğraf sonrasında, içinde yaşadığımız
teknoloji ve bilgi çağının da etkisi ile sosyal medya üzerindeki tepkilerin işin doğası gereği
karşılıklı bir etkileşim süreci içinde olması çerçevesinde kadına yönelik şiddet konusunda büyük
ölçüde bir tartışma platformu yaratılmıştır. Ancak, oldukça tepki çeken fotoğrafın ortaya
çıkmasındaki sebeplerden ve vahşetin toplumsal ve psikolojik boyutlarından soyutlanarak,
ağırlıklı olarak sadece fotoğrafın içeriğine ve veriliş biçimine odaklanmak da son derece
düşündürücüdür. Zaten gündemde olan ancak fotoğrafın yayınlanmasından sonra kadına şiddet
konusunda önemli derecede bir kamuoyu yaratılmasının ve toplumsal duyarlılığın oluşmasının
da etkisiyle, belki de 08 Mart 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda
kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”nın çıkmasında,
toplumsal ‘talebin ve beklentinin’ yasanın içeriği ve süresi üzerinde etkili olduğu söylenebilir.
KAYNAKLAR
Ağduk, M. (2005). Harika! Bu ne hal! Medya, kadınlar ve şiddet. Retrieved January 19, 2012
(de indirildi) from the World Wide Web:
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/harika_bu_ne_hal.pdf
Altınay, A. G., & Arat, Y. (2007). Türkiye’de kadına yönelik şiddet. İstanbul: Punto Baskı
Çözümleri.
Aziz, A. (1994). Kadın, şiddet ve iletişim. Dünya’da ve Türkiye’de Güncel Sosyolojik
Gelişmeler (1. Ulusal Sosyoloji Kongresi, 3-4-5 Kasım 1993, İzmir), 501-515. Ankara:
Sosyoloji Derneği Yayınları.
Bek, M. G., & Binark, M. (2000). Medya ve cinsiyetçilik. Ankara: KASAUM.
Çelik, N. B. (2000). Giriş: Televizyon, kadın ve şiddet. In N. B. Çelik (Der.), Televizyon, kadın
ve şiddet, 1-21. Ankara: Dünya Kitle İletişim Araştırma Vakfı KİV Yayınları.
Erbek, E., Eradamlar, N., Beştepe, E., Akar, H., & Alpkan, L. (2004). Kadına yönelik fiziksel
ve cinsel şiddet: Üç grup evli çiftte karşılaştırmalı bir çalışma. Düşünen Adam:
Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 17(4), 196-204.
Erdoğan, M. (2009). Medya kadına yönelik şiddetin toplumsal boyutunu görmeli. Retrieved
February 8, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web:
http://bianet.org/biamag/bianet/115210-medya-kadina-yonelik-siddetin-toplumsalboyutunu-gormeli
Ergil, D. (2001). Şiddetin kültürel kökenleri. Bilim ve Teknik, 399, 40-41.
Gülbahar, S. (2011). Toplumsal cinsiyet ve şiddet. Retrieved January 11, 2012 (de indirildi)
from the World Wide Web:
http://www.umut.org.tr/UserFiles/SelinGulbahar_Toplumsal_Cinsiyet_ve_Siddet.pdf
Habertürk Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011.
Hürriyet Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011.
Kayadelen, E. (2010). Toplumsal değişme ve kadın: Feminist teori çerçevesinde televizyon
reklamlarının analizi (1980-2008). Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Mersin
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin, Turkey.
Kılıç, M. N. (2009). Kadına yönelik şiddet: Sosyo-psikolojik arka plan, manevi boyut, hukuki
yaptırımlar. Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara, Turkey.
232
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kocacık, F. (2001). Şiddet olgusu üzerine. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, 2(1), 1-7.
Medyatava. (2012). Retrieved February 10, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web:
http://medyatava.com/rating.asp
Mutlu, F. (2006). Aile içi şiddet sürecinde kadına yönelik şiddet üzerine sosyolojik bir
araştırma. Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Elazığ, Turkey.
Özçelik, S. (2010). Aile içi şiddet. Retrieved January 5, 2012 (de indirildi) from the World Wide
Web: http://www.genbilim.com/content/view/8060/86/
Özdoğan, Ö. (2010). Kadına yönelik şiddette manevi-psikolojik yaklaşım. Bilim, Ahlak ve Sanat
Bağlamında Çağdaş İslam Algıları Uluslararası Sempozyumu’nda sunulan bildiri, 309322. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, Turkey, 26-28 Kasım.
Özkan, İ., & Böke, Ö. (1994). Boşanma ile sonlanan evliliklerde kadının hedef olduğu
saldırganlık. Aile Kurultayı, Sözel Bildiri.
Posta Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011.
Riches, D. (1989). Şiddet olgusu. In D. Riches (Der.), Antropolojik açıdan şiddet, 10-41.
Çeviren: D. Hattatoğlu. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sabah Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011.
Sol Portal. (2011). Medya ‘kadına yönelik şiddeti’ nasıl görüyor? Retrieved February 8, 2012
(de indirildi) from the World Wide Web:
http://haber.sol.org.tr/kadiningunlugu/medya-kadina-yonelik-siddeti-nasil-goruyor-haberi-49530
Şahin, A. G. (2010). Aile içi şiddet kavramı ve aile içi şiddetin uluslararası ve ulusal hukuki
belgelerdeki düzenlemesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, Turkey.
Tanrıöver, H. U. (2007). Medyada kadınların temsil biçimleri ve kadın hakları ihlalleri. In S.
Alankuş (Ed.), Kadın odaklı habercilik, 149-166. İstanbul: İletişim Vakfı Yayınları.
Tekin, M.,& Gözütok, F. D. (1996). Ankara gecekondularında yaşayan ve şiddete karşı eğitim
alan kadınların eşler arası şiddet açısından konumları. Ankara: Kadın Dayanışma
Vakfı Yayınları.
Tutar, H. (2011). Şiddet kavramı ve işyerinde psikolojik şiddet (mobbing). Retrieved January 5,
2012 (de indirildi) from the World Wide Web:
http://www.canaktan.org/yonetim/psikolojik-siddet/siddet-kavram.htm
Türk Dil Kurumu. (2012). Retrieved January 3, 2012 (de indirildi) from the World Wide Web:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4f48e0
c00eea12.97501303
Ünsal, A. (1996). Genişletilmiş bir şiddet tipolojisi. Cogito, 6-7, 29-36.
Vahip, I. (2002). Evdeki şiddet ve gelişimsel boyutu: Farklı bir bakış. Türk Psikiyatri Dergisi,
13(4), 312-319.
Zaman Gazetesi. (2011). 08-09-10-11 Ekim 2011.
233
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA YÖNELİK ŞİDDETTE MEDYANIN DİLİ
Halime ÜNALDI*
ÖZET
Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların ruhsal ve bedensel açıdan zarar
görmesine neden olan bireysel veya toplumsal hareketlerin tümüdür. Şiddet, insan
yaşamının her alanında görülebilen ve dünyada giderek artan önemli bir toplum sağlığı
sorunudur. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, ister kamusal alanda ister özel yaşamda
meydana gelsin, onların acı çekmesine ve zarar görmesine yol açan, temel hak ve
özgürlüklerini, onurunu zedeleyen, en temelde yaşam hakkını tehdit eden bir eylemdir.
En küçük bir sebebin öldürülme nedeni haline gelmesini değerlendirdiğimizde
karşımıza hayatımızın önemli bir bölümünü kapsayan medya gelmektedir. Medyada
kullanılan haber dilinde çok büyük bir problem vardır. Bir kadın cinayeti daha ifadesi
ile başlayan haber ‘delik deşik etti’, ‘kurşun yağdırdı’ ifadesiyle devam ederken şiddeti
estetize etmekte ve görünür hale getirmektedir. ‘Duyarlılık’ adı altında yapılan bu
haberler, erkek iktidarının, erkek egemen söylemin medya dili ile sunulmasıdır. Kadın
cinayetleri, şiddete maruz kalanla şiddeti uygulayan arasında kalan bir sorun değil
toplumsal bir sorundur. Ancak bu sorun medya tarafından- gerek yazılı gerek görsel
medyada – sunulurken, şiddetin nedenleri araştırılıp toplumsal bilinçlilikle, erkek
egemen söylemden kurtularak yapılmalıdır. Medya; şiddeti, zorbalığı, acımasızlığı,
cinayeti özendirmeden aydınlatan, bilinç artıran, insani duyarlılık geliştiren bir
pozisyonda olursa toplumsal işlevini yerine getirir ve iletişimin, diyalogun
sağlanmasına vesile olur; toplumun yaşam standardını yükseltmede rol oynar.
Anahtar Kelimeler: Şiddet, Kadına Şiddet, Medya
ABSTRACT
VIOLENCE AGAINST WOMEN AND THE DISCOURSE OF MEDIA
Violence is the sum of the personal and social actions which impose power and
oppression and cause physical and emotional damage. Violence is an important social
health problem which may be observed in every phase of human life and increasing in
the world. Violence against women and children, even in private or public life, is an
action that results them to suffer damage, compromise their integrity, and honour and
threatens right to live basicly.
We encounter with the fact of media when we may see that a small reason may
result as motive for murder. The discourse of media is quite problematic. News about
murder of a woman may represent violance as an aesthetic fact or action. These news
are made with the claim of “sensitivity” but they serve to man power and maledominated rulership. Murder of woman is not a private issue between the murderer and
the murdered but a social problem. Written and visual media should serve these news
investigating the reasons of violence, socially consciously, and without patriarcal
discourse.
*
Araştırma Görevlisi, Batman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi. [email protected]
234
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
If media reports violence, oppression, cruelty and murders without encouraging them,
and increase consciousness of people, it can accomplish its social role, lead the
communication and dialogue to continue and becomes an active factor in raising
standart of life.
Key Words: Violence, Violence of Woman, Media,
GİRİŞ
Şiddet, belki de üzerine en çok düşündüğümüz, konuştuğumuz, sosyal bilimlerin
insanlara faydalı bir şey olmadığını kanıtladığı, sıradan insanların sağduyu bilgisiyle
neredeyse açık bir sözbirliği içinde her biçimiyle reddettiklerini beyan ettikleri, belki de
tek olgu olarak hayatın her anını doğrudan ya da dolaylı olarak belirleyen bir olgudur.
Seyrediyoruz, katlanıyoruz, alışıyoruz, şaşırıyoruz ama galiba ona en uzak olan bizler
başkalarının bu bir alınyazısı gibi şekilden şekle giren ama hep kötü olan hayat
hikâyelerinin değişmeyen aksiyon sahnelerini anlamaya, yorumlamaya çalışıyoruz.
Şiddet üzerine düşünüyoruz, çalışıyoruz, farklı dönemlerde farklı biçimlerde ortaya
çıkışına göre değişik başlıklar bulmaya, değişik adlar vermeye çalışıyoruz.
Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların ruhsal ve bedensel açıdan zarar
görmesine neden olan bireysel veya toplumsal hareketlerin tümüdür. Şiddet, insan
yaşamının her alanında görülebilen ve dünyada giderek artan önemli bir toplum sağlığı
sorunudur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti, “ fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir
tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan
kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması”
durumu olarak tanımlamaktadır.
Şiddet konusu, tarih boyunca bütün dünyanın mücadele ettiği konulardan bir
tanesidir. Son 10 yılda ülkemizde meydana gelen toplumsal değişmeden dolayı açık
topluma gitmenin ve daha çok görünür olmanın, daha önce kol kırılır yen içinde kalır
ya da gelinliğinle girdiğin evden kefenle çıkarsın mantığıyla ailenin kendi içerisinde
kapatılan olaylar bugün özellikle kadının güçlenmesi, hakkını arayacağı zeminleri
bilmesi, yasal okuryazarlık sisteminde kurumsal yapının yerine oturması ve medyanın
olayları gözler önüne getirmesiyle birlikte çok daha görünür olmaya başlamıştır.
Kadına yönelik şiddet, BM’nin
‘Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi
Bildirgesi’ndeki tanımı çerçevesinde değerlendirildiğinde ‘cinsiyete dayalı olarak hem
özel hem kamusal yaşamda meydana gelen ve kadınlarda fiziksel, cinsel, psikolojik bir
zarar ve üzüntü sonucunu doğuran ya da bu sonucu doğurmaya yönelik her türlü
davranış, tehdit, baskı ya da özgürlüğün keyfi biçimde engellenmesi’ (Dursun, 2008:
13, Arın, 1996: 305) şeklinde tanımlamak mümkündür.
PROBLEM DURUMU
Medya, toplum üzerinde oldukça fazla etkisi olan bir kurumdur. Etkisi sahip
olduğu güçle doğru orantılıdır. Dünyaya sahip olan erkek egemen gücün medyaya da
hâkim olması ile birlikte güç, güçsüz olan üzerinde hegomanik bir tavır sürdürmektedir.
Bu tavır kullanılan söyleme ve dile de yansıyarak medya metinlerinde yerini
almaktadır. Buradan hareketle çalışmamızda medyanın kadına yönelik şiddete bakışı
ve şiddeti ele alırken kullandığı dil problem durumu olarak ele alınmıştır.
235
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
AMAÇ
Türkiye’de kadına yönelik şiddet haberleri gazetelerin üçüncü sayfalarında,
TV’lerin haber bültenlerinde her gün yer almaktadır. Ancak bu haberler veriliş tarzları
ve kullanılan dil itibariyle görmezden gelinmektedir. Çünkü söz konusu haberler,
çözüm arayışının bir parçası olarak değil, tiraj ve reyting kaygısının bir ürünü olarak
haberleştirilmektedir. Olaylar bağımsız olarak ve izleyici merakını tatmin etmek için
araçsallaştırılmaktadır. Cazip bir içerikle sunulan bu olaylar, günlük medya pazarında
tüketilmek üzere sunulmaktadır. Çalışmamızın amacı kadına yönelik şiddet içeriğiyle
sunulan medya metinlerinde kullanılan dili ve bu dilin kullanılmasının altında yatan
nedenleri kaynak tarama yöntemleriyle araştırmaktır.
TARTIŞMA
Çalışmamızın ana konusu olan kadına yönelik şiddette medyanın dili, kadına
yönelik şiddetin kavramsal açıdan açıklaması yapılarak tartışılacaktır.
Kavramsal Açıdan Kadına Yönelik Şiddet
Şiddet ‘bir kişiye güç ve baskı uygulayarak, isteği dışında bir şey yapmak veya
yaptırmak; duyguların ifade edilmesinde doğal eğilim’ demektir (Michaud, 1991:7).
Sözlükler ve daha önce yapılan bilimsel araştırmalar ‘şiddet’i ‘ kaba güç, gücün kötüye
kullanılması ya da zincirlerinden boşalması’ olarak vermektedirler. Bir kişinin diğerinin
rıza ve arzusu dışında zor kullanarak, onu kendi iradesine tabi kılması (Aziz, 1994: 7),
bir kişinin bir başkasına acı vermek veya onu yaralamak kastıyla yaptığı davranış (İçli,
Öğün, Özcan,1995: 9) şeklinden de tanımlanan şiddet, bugüne kadar sayısız
tanımlamalar çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır. Şiddetin tanımlarına bakıldığında
‘güç’ sözcüğünün ön planda olduğu görülmektedir.
Kadına yönelik şiddet de bahsedilen ‘güç’ ve ‘iktidar’ kavramları ile alınması
gereken bir sorundur. Bunun da erkek egemen yapı çerçevesinde değerlendirilmesi
gerekmektedir. Onur İnce (2008), erkeğin toplumsallaşma sürecinde iktidar ve
egemenlik isteğinin körüklendiğini söyler. Bu süreçte, ortaya çıkan güç ve iktidara
yönelik bir erkeklik yanılsaması sonucu, şiddetle karşı karşıya kalan kadın, erkeğin
üstünlüğünü onaylayacak konum içine sokulur. Erkek egemen toplumlarda erkekliğe
dair normatif algı, erkek gücünün öne çıkartılmasıdır. Arın’ın (1996) ‘kadına yönelik
şiddetin amacının erkek egemen düzeni ayakta tutmak, itaat sağlamak ve güç
dengesizliğini korumaktır’ ifadesi de bu yaklaşımı destekler niteliktedir.
Kadına yönelik şiddeti değerlendirirken, şiddetin genel görünümünden fazlaca
soyutlamak bir yanlışlığa yol açabilir. O nedenle, bu konuda yapılan araştırmalar da, bu
çerçeveyi gözetmek durumunda kalmıştır. ‘Şiddetin cinsiyeti olmadığı’ ön kabulüyle
beraber, kadının toplum içindeki konumu değerlendirildiğinde bir ayrımın gerekli
olduğu ortaya çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlalidir. Bunun
temelinde de, kadına karşı ayrımcılık yatmaktadır. Bunun dereceleri değişse de
görülmediği yer yoktur. Başka bir deyişle bu kavram küresel bir özellik göstermektedir.
Kadına Yönelik Şiddet ve Medyanın Dili
Doğal ve kültürel açıdan şiddet verili bir şeydir, kabule dayanır. Şiddet salt
kendisinin var olduğu bir ortamdır (Kahraman,1997). Bir başka deyişle, bulunduğu
ortamı egemenliği altına alır. Belki de bu nedenle şiddet ve şiddet olayları
236
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
büyüleyicidir; her ikisi de hem çekicidir hem de nefret uyandırır (Marvin,1989: 148).
Şiddet bu özelliğiyle hem bir tür ‘çağdaş büyücü’ olan medya çalışanlarını hem de
medyayı takip edenleri büyülemektedir.
Kadına yönelik şiddette medyayı ve medyanın dilini incelerken geniş bir
perspektiften bakabilmek için öncelikle medya ve şiddetle ilgili genel yaklaşımları göz
önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu bağlamda farklı bir söylem üzerinde durmak
doğru olmayacaktır. Bu konuda bir ayrım yapılacaksa Dursun’un da belirttiği gibi
(2008: 65-67) bu, cinsiyetçi söylem üzerine kurgulanabilir. Bir eşitsizlik söylemi olarak
nitelenen cinsiyetçi söylem, kadın ve erkeğin birbirinden farklarının, erkeğin iktidarını
kurması ve pekiştirmesi üzerine tanımlanmasıyla işlemektedir. Bu, sadece erkeğin
ürettiği bir şeyler olmaktan çıkmıştır, bunu kadınlar ve erkekler birlikte üretmektedirler.
Fromm (1993: 311-312), şiddet ve yıkıcılığı, can sıkıntısının en tehlikeli
sonuçlarından biri olarak görür ve bunu medya ile ilişkilendirir. İnsanlar, can sıkıntısını
yatıştırmak için sıklıkla medyaya başvurur. Medyanın kamuoyuna verdiği değişmez
gıdalar olan suçlara, ölümle biten kazalara, kan dökücülüğe ve zalimlik olaylarına
ilişkin haberlere büyük bir istekle karşılık veren insanlar, bunu edilgin bir görünüm
içinde de olsa heyecan üretmenin ve herhangi bir içsel etkinlik göstermeden, can
sıkıntısını yatıştırmanın en kestirme yolu olarak görmektedirler.
Michaud da (1991: 54) medyanın varlığını sürdürebilmek için heyecan verici
çeşitli olaylara başvurduğu gerçeğini kabul eder ve şiddetin de medya için hayati bir
unsur olduğunu söyler. Oskay (1996: 195) bu ilişkiyi şu şekilde açıklar: ‘Sistem
karşısında kendi güç sözleşmesinin ve hiçsizleştirilmesinin ezikliğini yaşayan
kitleselleştirilmiş “sıradan insanlar” medyadaki şiddet gösterimlerinin gönüllü tüketicisi
olmaktadır. Medyadaki şiddet gösterimi katharsis sağlamanın çok ötesinde bu
insanların başkaları üzerinde şiddet uygulamalarını da başkaları tarafından kendileri
üzerinde şiddet uygulanmasını da meşru görme eğilimi edinmelerine neden
olmaktadır’.
Kadına yönelik şiddet medyada nasıl ele alınmaktadır? Bu konuyu incelemek
için öncelikle kadının medyada aldığı rol ve sunumu ile ilgili bir araştırmanın
sonuçlarını vermek yerinde olacaktır. Medya Takip Merkezi’nin 2009 yılını kapsayan
‘Medyada Kadın’ başlıklı raporuna göre, kadının basında en fazla öne çıktığı konu
şiddet haberleridir. Kadının gazete ve dergilerde yer almasını sağlayan bu çeşit
haberlerin oranı yüzde kırktır. Gazetelerde kadına yönelik haberlerin yüzde on altısı
gazetelerin birinci sayfalarında yer almaktadır. Birinci sayfada yer alan haberlerin
yüzde otuz dokuzu da şiddet haberlerinden oluşmaktadır (Medyada Kadın, 2010).
Yukarıda söz konusu olan durum, daha önce belirtilen ‘şiddetin medyanın
hayati bir unsuru olması’ ve ‘en ilgi çekici şiddet içerikli gerilimi sağlaması hususunda
medya kuruluşlarının yarışması’ nda kadının nasıl bu işin bir parçası olduğunu çizmesi
açısından önemlidir. Kadın, kendisine sunulan seyirlik nesne olma özelliğini şiddetin
bir malzemesi olarak, medyanın rekabetçi ortamına hizmet etmek suretiyle de
sürdürmektedir. Aziz’in (1994: 11) söylediği gibi medya, kadına yönelik cinsiyetçi
bakış açısının da etkisiyle, toplumda kadına yönelik aşağılanmaların ve stereotiplerin
yeniden üretilmesine katkı sağlamaktadır.
Medyanın kadınlık durumuna ilişkin kurgulamasının ne şekilde işlediği ve bu
kurgular aracılığı ile egemen tanımlamaların, yani kadınların eşitsiz konumlarının nasıl
yeniden üretildiği bilinen bir gerçektir. Medya kadınları öncelikle ‘bedene’
indirgemekte ve kadınları bedenleri üzerinden sömürmektedir. Farklı kadınlık durumu
ve yaşamları medya metinlerinde temsil edilmemekte, medya metinlerinde kadın çoğu
237
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
zaman basmakalıp iki tipleme içerisine sıkıştırılmaktadır: ya fettan ve kötü kadın ya da
anne ve iyi eş olarak kadın. Toplumsal değişmelere paralel olarak kadının yaşamındaki
değişmeler ve yeni sorunlar medya metinlerinde ihmal edilmektedir. Kadınların çalışma
yaşamına dâhil olmaları da kadınlara uygun iş tanımları temelinde sunulmakta, bu
tanımların dışına çıkan kadınlar marjinalleştirilmektedir. Medya, kadına yönelik her
türlü şiddeti dayaktan cinsel tacize değin genellikle ya kadınlara atfedilen ‘kışkırtma’
ya da erkeklere atfedilen ‘cinsel dürtüleri gemleyememe’ açıklamaları ile sunarak
cinsiyetçi bakış açısını meşrulaştırmaktadır (Bek ve Binark, 2000).
Medya bu meşrulaştırma işleviyle birlikte, yeni gerçeklik alanlarının
yaratılmasına yönelik eylemlerde de bulunmaktadır. İnceoğlu (2009) ise, bu cinsiyetçi
bakış açısının medyanın ideolojik söylemlerinin başında geldiğini vurgulamaktadır. Bu
bağlamda medya anlamın toplumsal inşasında ‘kişiselleştirme: Toplumsal bağlamdan
uzak hikâyeler; dramatizasyon, normalleştirme, ötekileştirme’ açısından ideolojik bir
işlev görmektedir. Medya bu süreçte hem sözel hem görsel iletileri kodlarken
güçlülerin, iktidardakilerin bakış açılarını dikkate alır. Toplumdaki iktidar ilişkileri ve
güç dengeleri medya metinleri aracılığı ile pekiştirilir.
Kadına yönelik şiddetin medyada göstergesi, gerçekte var olanın yeniden
sunumu olarak değerlendirilebilir. Bu perspektiften yola çıkarak, kadına yönelik
şiddetin farklı medya araçlarında nasıl gösterildiği ile ilgili yapılan değişik araştırmalar,
kadına yönelik şiddetle ilgili önemli veriler ortaya koymaktadır.
Televizyon, fikirlerin ve imajların iletiminde güçlü bir araçtır ve bu süreçte
toplumdan bağımsız bir yapı sergileyemez. Kadına yönelik şiddetin toplumsal bir
gerçeklik olduğundan hareketle televizyonun bu gerçeği kendi araçsal özellikleri
kapsamında temsil ettiği gözlenmektedir. Dursun (2008), televizyonda kadına yönelik
şiddetin temsiline dair söylemin, kadın ve erkek arasındaki eşit olmayan iktidar
ilişkileri bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini söyler.
Ağduk (2003)’a göre, yerli TV dizilerinde fiziksel şiddet, toplumsal değerlerin
arkasına sığınılarak meşrulaştırılmaktadır. Kıskançlık ve namus bunların en
önemlileridir. Psikolojik şiddet ise neredeyse tüm dizilerde vardır. Aşağılama, hakaret,
konuşmama, paylaşmama, engelleme, alay etme erkekler tarafından kadınlara en çok
uygulanan psikolojik şiddet örnekleridir. Bu durum TV’de yayınlanan program türleri
açısından türsel özellikler dışında bir farklılık göstermez. Komedi dizilerinde şiddet
sıradan bir davranış biçimine getirilip meşrulaştırılır. Talk show ve magazin
programlarında ise kadına yönelik şiddet psikolojik şiddet kapsamında kendini
göstermektedir. Sunucular, konuk kadınlara toplumdaki konumları kapsamında ve
mesleklerine göre davranmaktadırlar. Örneğin toplum tarafından ‘saygın’ olarak
nitelendirilen bir şarkıcı ile ‘daha az saygın’ olarak nitelendirilen bir dansöze tavırları
ve sordukları sorular bile farklı olmaktadır. Şarkıcı olana mesleği ile ilgili sorular
sorulurken diğerine aşk yaşamı ile ilgili sorular sorulmaktadır. Hatta çoğu kez verilen
cevap bile dinlenilmemektedir. Bu tarz programlarda konuklar her iki cinsiyetten
olduklarında, erkeklerin daha çok kariyerleri ön plana çıkartılmakta; kadınlar ise
kadınlık değerleri ile donatılmış sorulara cevap vermek durumunda bırakılmaktadır.
Talk showlarda kadın pasifleştirilmekte ve kadın bedeni esprilerin merkezine
yerleştirilmektedir. Kadınlar, beden üzerinden kurulan eril iktidara tabi kılındıkları bir
konuma ve geleneksel cinsiyet rollerine yerleştirilirken şiddet, erkeğe ait bir unsurmuş
gibi temsil edilmektedir (Dursun, 2008: 69-71).
Bu durum reklamlarda da farklı değildir. Reklamlar, cinsiyetçi kalıpların en çok
kullanıldığı tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar edilgin, boyun eğen, bağımlı,
238
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
güçsüz varlıklar olarak gösterilmektedir. Bu özellikleriyle kadın, şiddet karşısında
güçsüz hatta çaresizliğiyle, beceriksizliğiyle zavallı, kışkırtıcı cinselliğiyle şiddete
layıkmış gibi, ‘gülünçleştirilmek’te ya da kendisine yöneltilen şiddeti erkek
çözebilirmiş izlenimi verilmektedir. Bu öykü ve gösteriliş biçimi,
erkek ile eşit
olmayan bir konumda sunulan kadın için potansiyel bir şiddet ve tehditle yaşama
anlamına gelmektedir. Fazla eğitimli olmayan, gündelik ilişkileri sınırlı, dışlanmış
ortamlarda bulunan ve erkek (baba, ağabey,eş, oğul) baskısı altında yaşayan çok sayıda
kadın, şiddeti günlük yaşamlarının olağan bir uzantısıymış gibi algılayıp kabullenmekte
ve ‘içselleştirmek’ tedir. (Büker ve Kıran.1999: 56). Bu durum reklamlarda şiddet
unsurunun ne kadar örtük ve estetikleştirilmiş biçimde var olduğunu kanıtlamaktadır.
Şiddetin özellikle de kadına yönelik şiddetin en fazla gösterildiği program
türlerinden birisi de haberlerdir. Burada şiddet görüntüleri normalleştirilerek, seyirlik
bir görüntü haline dönüştürülmektedir. Dursun (2008: 72), Timisi’den aktardığı üzere;
haberlerde kadına yönelik şiddetin faili olarak sunulan erkeklerin yoksul olduklarının
altı çizilerek kadına yönelik şiddetin yoksulluktan beslenen ve erkeğe özgü doğal bir
içgüdü olarak onu temsil eden genel geçer yargıları yeniden ürettiğini söyler.
Medyanın diğer bir türevi olan gazetelerin sadece haber veren değil de kar
getiren ticari bir etkinliğe dönüşmesiyle birlikte şiddet, suç, sapkınlıklar ve cinsellik
haberlere dâhil edilmiştir. Bu durum, haberin kamusal alan etkinliği olarak erkekler
hakkında ve büyük ölçüde onlar tarafından oluşturulan bir sunum tarzı olmasıyla
yakından ilgilidir (Dursun, 2008: 72). Kadına yönelik şiddet haberleri verilirken
gazetecilik kurallarına uyulmadığına dikkat çeken Aziz (1994: 53) haber öğelerini
oluşturan kim, ne, nerede, ne zaman, nasıl gibi sorulara cevap veremeyen bir anlatımın
söz konusu olduğunu söyler. Bu tür habercilik anlayışı, toplumdaki erkek egemen değer
sistemine dayalı egemen iktidar ilişkileri içinde şekillenmektedir. Gazetelerdeki kadına
yönelik şiddet haberleri genellikle üçüncü sayfada kendine yer bulmaktadır. Özel olanın
politik olarak görülmediği, bir toplumsal olgu olan şiddetin kişisel bir sorun olarak ele
alındığı, polis-adliye vakası olarak nitelendirildiği bu tür haberlerde olaylar
magazinleştirilmekte ve haber etiği açısından klasikleşmiş kurallara (5N1K) bile
uyulmamaktadır.
Haber türü programlarda şiddete maruz kalanların öyküsü yazılırken bu
kadınların kimliklerine, işlerine vs. gönderme yapmak yerine yine onların güzelliği,
gençliği, eş ve anne olmaları, ‘kadersizliği’ vurgulanır. Şiddete maruz kalma nedenleri
zaman zaman ön plana çıkarılarak şiddet haklılaştırılır. Şiddet eyleminin aktörü erkek
ve erkeğin içinde yetiştiği toplumun erkek egemen değerleri sorgulanmaz. Medya
haberleri, bu tür olayları ev içinde yaşanabilecek küçük tatsızlıklar şeklinde, ailenin iç
işleri olarak ele alarak kadınların özel hayatlarının apolitik olduğunu varsayar. Şiddet
aile dışında gerçekleştiğinde ise bu kez medya, kadını kurbanlaştırmaya, şiddet
uygulayanı ise canavarlaştırmaya, sapkınlaştırmaya çalışır. Bu da okuyucuyu/izleyiciyi,
kadına yönelik şiddetin kökenlerini ve yaygınlığını sorgulamaktan alıkoyar (Bek ve
Binark, 2000).
Kadına yönelik şiddet biçimlerinden öldürme, gerek görsel gerek yazılı
medyada en çok karşımıza çıkan şiddet türüdür. Bunun nedeni öldürmenin diğer şiddet
türlerinden daha çok meydana gelmesi değil; dayak ve cinsel taciz gibi daha yaygın
şiddet türlerinin olağan olaylar olarak görülüp medyaya yansımamasıdır. Medya, işleyiş
mantığını pazar ekonomilerinde ‘haber değeri’ olan ve ‘tüketilen’ ürünlerin üzerine
kurduğu için şiddet haberlerini de tüketilmek amacıyla sunmaktadır.
239
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Medya, kadına yönelik şiddet haberlerini münferit olaylar olarak sunmaktadır.
Bu tür olayların failini değil mağdurunu odağa alarak, kadını kurban olarak
konumlandırarak haber konusu yapmaktadır. Cinsiyetçi dille şiddeti yeniden üreterek
kadına yönelik şiddeti haberleştirirken kadına yönelik yeni hak ihlalleri yaratarak
kadınları teşhir etmekte, şiddeti gerekçelendirmektedir. Kadına yönelik şiddeti, ‘bazı
kötü, hasta, sapkın, cahil’ erkeklerin ‘bazı şansız’ kadınlara uyguladığı şiddet üzerinden
kurgulamakta, kadına yönelik şiddeti sistematiğini göz ardı ederek ‘erkek şiddeti’ni
okurun ya da izleyicinin çok uzağına konumlandırmaktadır.
Medyada geleneksel habercilik anlayışında haberler eril bir dil ve bakış açısıyla
kurgulanmaktadır. Medyada kullanılan bu dil, genel olarak medyadaki cinsiyetçi
temsilleri üretmekte önemli bir etkendir. Yazılı dilin dışında kullanılan görsel dil olan
fotoğraf kullanımı da medyada kadın hakları ihlallerinin önemli göstergelerindendir.
Kadınları cinsel nesne olarak sunan fotoğrafların yanı sıra kadınları simgesel olarak yok
eden fotoğraflar da kadına yönelik şiddetin bir unsuru olarak dikkat çekmektedir.
Fotoğraflar, şiddet öğelerini ve kadın bedenini neredeyse ‘pornografik’ bir unsur olarak
sunarak hem cinsiyetçi bakışın hem de şiddetin yeniden üretimine katkıda
bulunmaktadır.
Aslında kadının ancak şiddete uğradıktan sonra haber olabilmesi başlı başına bir
hak ihlalidir. Ancak kadın haber olduğunda da şiddetten uzak kalamamaktadır. Şiddete
uğrayan bir kadın haberleştirildiğinde gerek görsel gerek yazılı medyada genellikle
şiddet uygulayan erkeğin değil de şiddete maruz kalan kadının fotoğrafları yer
almaktadır. Haber erkeğin ya da ‘erkek’ polis bültenlerinin üzerinden
kurgulanmaktadır.
Yapılan bir araştırmaya göre medya şiddeti toplumsal bir sorun değil adli/ polisiye bir
vaka olarak görmektedir. Haberlerin yüzde seksen yedisinde saldırganın değil kurbanın
fotoğraflarına yer verilerek kurbana ikinci bir darbe daha vurulmaktadır (Sanal,2012).
Medya haberleri sunarken, haber yaptığı olayın toplumsal sistemle olan ilişkisini
koparıp, onu tekil ve gerçeklikten kopuk bir anlatıya dönüştürerek
sansasyonelleştirmektedir.
Medyanın, adi bir vaka olarak ve kişiselleştirerek sunduğu şiddet haberlerinin
devamını getirmemesi ve takip etmemesi de üzerinde durulması gereken önemli bir
noktadır. Kadına yönelik şiddetin fiziksel ve cinsel boyutunu öne çıkaran medya,
şiddetin nedenlerini kapsamlı bir biçimde tartışmaya açmayarak ikinci bir şiddet
uygulamaktadır. Şiddet haberlerinde temel haber yazma ilkelerini hiçe sayan medya,
eylemi ön plana çıkararak eylemi gerçekleştirenlerin özelliklerini ya hiç vermemekte ya
da kısmen vermektedir. Şiddete maruz kalan kadınları birer kurban gibi göstererek tüm
kadınlara ‘bir gün sıra sana da gelecek’ mesajını alt mesaj olarak sunmaktadır.
Medya, vahşet haberlerini en vahşi haliyle vererek iyi habercilik yaptığını
düşünmektedir. Kadına yönelik şiddetle ilgili haberler medyaya genellikle şiddet
uygulayan erkeğin özellikleri güzelleştirilerek (öfkeli aşık’ ‘sevdiği için), erkeğin
ürettiği mazeretler dile getirilerek (erkeklerle dolaşıyor, eve geç geliyor, beni aldatıyor)
yapılmaktadır. Yapılan haberler şiddete maruz kalan kadının fotoğraflarıyla birlikte
verilerek kadın haberde bitirilmekte, nesne durumuna getirilmektedir. Medya, kadını
çoğu zaman kurban ya da cinsel bir nesne olarak kurgulanmasına imkân vererek
sonuçta şiddetin üretimine olumsuz katkıda bulunmaktadır.
Kadına yönelik şiddette medyanın kadın karşıtı bir dil kullanmasının altında
yatan önemli nedenlerden bir diğeri medyada yönetici kadroların çoğunun erkekler
tarafından işgal edilmesi ve erkek egemen değerler sistemi içinde çalışılmasıdır. Başka
240
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
bir neden ise günümüzde medya, şiddeti özelde kadına yönelik şiddeti bir araç olarak
kullanmakta, içinde şiddet olan bir haberi haber olarak nitelendirmektedir. Medya,
diğer endüstri dallarında olduğu gibi ticari bir sistemin parçası olarak, ‘daha çok
izleyici çekmek, daha çok kar etmek’ mantığı ile varlığını devam ettirdiği için şiddeti
özellikle kadına yönelik şiddeti vazgeçilmez bir unsur olarak görmektedir. Genel bir
değerlendirme ile medya, demokrasinin erdemlerini yaşama geçirmekten çok,
bireylerin sahip oldukları tüketici kapasiteye seslenmektedir. Durum bu olunca popüler
kültürün sıradan, bayağı, tek düze, birbirinin aynısı ürünler medyada geniş bir şekilde
yer bulmakta; öte yandan bu tarz medya ürünleri halk istiyor gerekçesi ile
meşrulaştırılmaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Segal (1990) iktidar ilişkilerini, güçlü olanların zayıf olanları kendi çıkarları ve
amaçları doğrultusunda örgütleyebilecekleri bir süreç olarak niteler; bu zayıf tarafın
üzerinde kontrolü sağlamanın bir yoludur. Aslında erkeklerin de kadınlar gibi şiddetten
etkilendiği bir gerçektir. Şiddeti güç ve iktidar ilişkileri üzerinden değerlendirmek;
erkekliğin güç ve iktidarla bir olarak algılandığı erkek egemen toplumlarda
mümkündür. Bu tür toplumlarda kadın üzerinde kontrol sağlama aracı olarak görülen
her türlü şiddet eylemi doğal olarak kabul edilmekte ve farklı boyutlarda meşru
görülmektedir. Erkekler, toplum içinde kendi varlıklarını ve güçlerini ortaya koymak,
kimlikleri üzerinde vurgu yapabilmek için başvurdukları şiddet oranı her geçen gün
daha da artmaktadır. Bu da kendilerinden daha güçsüz olarak gördükleri kadınlar
üzerinden olmaktadır. Bu bakış açısı erkeklerin kendilerine dair kimlik algılamaları ile
ilgili bir yanılsamadır. Topluma yön veren bir kurum olan medya da böyle bir
yanılsama içindedir. Medyada kullanılan cinsiyetçi söylem erkeğin toplumdaki güç ve
iktidarını pekiştirici bir özelliktedir. Bu durumda şiddetten beslenen medya bunu kadın
üzerinden yapmakta, kadını nesne konumuna düşürerek varlığını yeniden
sorgulamasına neden olmaktadır.
Medya haber, sunum ve bilgi vermede kullandığı yöntem ve tekniklerle,
şiddetin toplumsal ve bireysel düzeyde sunulmasını sağlamakta, bir tür sanal tatmin
sağlamaktadır. Medya kadına şiddet temalarını içeren yayınlar yaparak, bu tür
davranışların günlük, sıradan, haklı ve meşru bir nitelik kazanmasına ve toplumsal
düzeyde özümsenmesine neden olmaktadır.
Medyanın şiddeti sunmasından sonra, şiddetle ilgili duyarsızlaştırma etkisi
oluşmaktadır. Sıradan, olağan, hayatın bir parçası olarak gösterilen şiddet sahneleri ile
defalarca karşılaşan bireylerin, zaman içinde bu tür olaylara alışmaları ve olaylara
olumsuz bir tepki vermemeleri ulaşılan sonuçlar arasındadır. Şiddet ile ilgili
duyarsızlaştırma arttıkça, mevcut şiddetin dozu da artmaktadır. Böylece şiddete karşı
duyarsızlaşan ve olumsuz tepki göstermeyen kişi, şiddet hakkında düşünürken
rahatsızlık duymayacak, hatta şiddet içeren planlar kurmaya başlayacaktır. Bu şekilde
medya içeriğine maruz kalan insanların; gerçek dünyadaki şiddete daha az tepki
verecekleri, başkalarının yaşadığı acı ve sorunlara karşı ilgisiz kalacakları, empati
duymayacakları, toplumda giderek artan şiddet olaylarına karşı daha fazla hoşgörü
gösterecekleri kabul edilmektedir.
Medya, kadına yönelik şiddeti nasıl haberleştirmeli? Kadına yönelik şiddeti
kişiselleştirerek haberleştiren medyanın, toplumsal algıyı bu çerçevede biçimlendirme
misyonunu terk etmesi en başta atması gereken bir adımdır. Bu tür olayları haber
yaparken cinsiyete dayalı şiddete dikkat çekmesi gerekmektedir. Ancak, habercilik
241
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
anlayışının söz konusu şiddeti toplumsal bağlarından kopartacak biçimde olmaması altı
çizilmesi gereken bir noktadır. Aynı zamanda, şiddet vakalarının takibinin adli sürecin
ne şekilde sonuçlandığı konusunda okuyucunun bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Kadına yönelik şiddetin medya tarafından, ‘zengini de fakiri de, okumuşu da
okumamışı da dayak yiyor’ kolaycılığıyla verilmesi şiddeti sorgulatmak ve
engellemekten çok olağanlaştırmaktadır. Dolayısıyla yapılan haberler, sosyo-ekonomik
analizi ve cinsiyet boyutuyla birlikte verilmelidir. Aksi takdirde haberler şiddetin alanı
ve şiddetin toplumsal düzen ile bağının kurulmamasına yol açacaktır.
Kadına yönelik şiddetin gösterildiği dizilerde de durum hiç farklı değildir.
Örneğin dizilerde tecavüz olayları gösterilirken aynı zamanda tecavüzü mazur
gösterecek kalıplar beraber kullanılmaktadır. Dizide tecavüz mağduru ile tecavüzcü
istemeden evlenmekte fakat oradan bir aşk çıkarılarak durum fantezi boyutuna
dönüştürülmektedir. Dolayısıyla o durumdan aşkın çıkarılması şiddetin başka yöne
kaymasıdır. Bu hastalıklı bir bakış açısıdır. Medya şiddete şaşı bakışını değiştirmeli
sosyal sorumluluk sahibi olduğunu unutmamalı, şiddetin her türünü haber yaparken
toplumsal bilinçlilikle eril söylemden kurtularak yapmalıdır. Medya; şiddeti, zorbalığı,
acımasızlığı, cinayeti özendirmeden aydınlatan, bilinç artıran, insani duyarlılık
geliştiren bir pozisyonda olursa toplumsal işlevini yerine getirir ve iletişimin, diyalogun
sağlanmasına vesile olur; toplumun yaşam standardını yükseltmede rol oynar. Bu
konuda medya çalışanlarını, temsilcilerini duyarlı olmaya ve empati kurmaya
çağırıyorum.
KAYNAKÇA
Ağduk, Meltem (2003). ‘Harika! Bu Ne Hal? Medya, Kadınlar ve Şiddet’. http://www.
huksam.hacettepe.edu.tr./Turkce/SayfaDosya/ harika_bu_ne_hal. Pdf adresinden
15.01.2012 tarihinde indirilmiştir.
Arın, Canan (1996). ‘Kadına Yönelik Şiddet’. Cogito, Kış-Bahar. Sayı: 6-7, ss.305-312.
Aziz, Aysel (1994). Medya, Şiddet ve Kadın: 1993 Yılında Türk Basınında Kadınlara
Yönelik Şiddetin Yer Alış Biçimi. Ankara: KSGM Yayınları.
Bek Gencel,M., Binark, M. (2000). Medya ve Cinsiyetçilik. Ankara Üniversitesi
KASAUM. www.bianet.org/bianet/kadin/74990 adresinden 18. 01. 2012 tarihinde
indirilmiştir.
Büker, Seçil, Ayşe, Kıran (1999). Reklamlarda Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul: Alan
Yayıncılık.
Dursun, Çakır (2008). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Haber Medyası: Alternatif Bir
Habercilik. KSGM Yayınları
Fromm, Erıch (1993). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, Birinci Kitap (Çeviren: Şükrü
Alpaput). İstanbul: Payel Yayınevi.
İçli, T.G., Öğün, A., Özcan N. (1995). Ailede Kadına Karşı ve Kadın Suçluluğu.
Ankara: KSGM Yayınları.
İnce Onur, H. (2008). Şiddet ve Erkek, Çarpık Erkeklik Algısı.
bianet.org/biamag/bianet/106445 adresinden 19.01.2012 tarihinde indirilmiştir.
242
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İnceoğlu, Yasemin (2009). ‘Medya ve Nefret Suçları: Töre ve namus cinayetleri’.
http:// www.yasemininceoglu.com adresinden 15.01.2012 tarihinde indirilmiştir.
Kahraman, H.B. (1997). ‘Şiddet’. Radikal, Ağustos.
Marvin, G. (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Medyada kadın şiddet ve tacizle öne çıktı (2010)
http:// www.medyatakip.com adresinden 16.01.2012 tarihinde indirilmiştir.
Michaud. Yues (1991). Şiddet. (Çeviren: Cem Muhtaroğlu). İstanbul: İletişim yayınları.
Oskay, Ünsal (1996). ‘Efendi/ Köle İlişkisi Açısından Şiddet ve Görünümleri Üzerine ’
Cogito, Kış-Bahar. Sayı:6-7, ss: 190-195.
Sanal (2010). http://www.birgün.net adresinden 20.01.2012 tarihinde indirilmiştir.
Segal, Lynne (1990). Ağır Çekim. (Çeviren: Volkan Ersoy). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
243
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GAZETE HABERLERİNDE KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Arş. Gör. Nagihan TUFAN YENİÇIKTI*
ÖZET
Şiddet, bir kişinin başka bir kişiye acı çektirmek ya da fiziksel olarak
yaralamak amacıyla kasıtlı olarak yaptığı davranıştır ve duygusal, fiziksel, cinsel ya da
ekonomik olarak ortaya çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddet ise, kadının sözel, fiziksel,
duygusal, cinsel, ekonomik zarar görmesiyle ve acı çekmesiyle sonuçlanan, kadının
temel hak ve özgürlüklerini en temelde de yaşama hakkını tehdit eden bir eylemdir.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet gerçek boyutlarıyla tam olarak bilinmeyen ciddi bir
sorundur. Yapılan araştırmalara göre Türkiye ‘de kadınların %75’i şiddete uğramakta ve
buna karşı koyamamaktadır†. Bunun nedeni olarak da çocukların babasız büyümemesi
düşüncesi, ekonomik olarak erkeğe bağlı olan kadınların gidecek yerleri ve paralarının
olmaması gibi nedenler sayılabilir.
Kadına yönelik şiddet eğitim, ekonomik gelişmişlik ya da coğrafi konuma
bakılmaksızın tüm toplumlarda yaygın olduğu görülmektedir.‡ Kadınlara karşı her türlü
şiddet ve engelleme kadının onurunun zedelenmesi anlamını taşımaktadır. Bu
çalışmanın amacı Türkiye ‘de kadına yönelik şiddetin gerçek görünümlerinin gazete
haberlerine göre ortaya koymaktır. Bu çalışmada 5 ulusal gazetede kadına yönelik
şiddet haberleri incelenerek kadınların ne tür şiddete uğradıkları ve bu haberlerde
kadınların nasıl temsil edildikleri ortaya koyulacaktır.
Anahtar Sözcük: Kadın, Şiddet
VIOLENCE DIRECTED AT WOMEN IN NEWPAPER REPORTS
ABSTRACT
Violence is an intentional act meant by someone to hurt someone else or inflict
suffering on that person, and it may emerge in emotional, physical, sexual or economic
ways. Violence directed at women is an act resulting in women suffering verbally,
physically, emotionally, sexually and economically and also an act threatening the basic
rights and freedoms, notably the right to live. Violence directed at women is a serious
problem in Turkey, the e tent of which isn’t accurately known. According to surveys
conducted, 75 % of the women in Turkey are faced with violence and cannot stand up
against it. The reasons for this passivity can be shown as the idea of their children not
growing up without their father and lack of shelter for women to take refuge in due to
their financial dependence on men.
All sorts of violence and obstruction directed at women mean offending the
honor of women. The purpose of this study is to reveal what the extent of the violence
directed at women is in Turkey. In this study, we have examined the news reports in
four national newspapers covering violence directed at women, specified what kind of
violence they are faced with, and how the women are represented in the news.
Key Words: Women, Violence,
*
Araştırma Görevlisi, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi [email protected]
T.B.M.M. KADININ STATÜSÜNÜ ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU ARALIK 1998
‡‡
Dr. M. Ali Uçar, Aile İçi Şiddet ve Aile Koruma Yasası, Yetkin Yayınları, Ankara 2003, sf:96
†
244
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Şiddet; bir bireye zarar vermeye ya da onu yıkmaya yönelik, dolaylı ya da
dolaysız bir eylem (Büker ve Kıran, 1999:15) ya da bir kişinin diğerinin rıza ve arzusu
dışında zor kullanarak kendi iradesine tabi kılmasıdır(Aziz, 1994:7)
Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu’nun 1993 yılında kabul ettiği
“Kadına Karşı Şiddet Bildirgesi”nde kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı ve
kadınlarda fiziksel, cinsel, psikolojik herhangi bir zarar ve üzüntü sonucunu doğuran ve
ya bu sonucu doğurmaya yönelik özel yaşamda ve ya kamu yaşamında gerçekleşebilen
her türlü davranış, tehdit, baskı veya özgürlüğün keyfi biçimde engellenmesi” şeklinde
tanımlanmıştır (Arın, 1996:305). Kadına yönelik şiddet, “kadının bedensel ve/veya
ruhsal bütünlüğüne zarar veren her türlü davranış veya tehdit” biçimindeki geniş
kapsamlı ve türleri açısından fiziksel (dayak, tekme, tokat, alıkoyma gibi),
ruhsal/psikolojik (hakaret, azarlama, küfür, kadının yakınlarıyla görüşmesine engel
olma gibi), cinsel (tecavüz, tecavüz girişimi, cinsel taciz gibi) ve ekonomik şiddet (ev
dışında çalışmaya engel olma, ev dışında çalışan kadınların kazancını elinden alma,
okula göndermeme gibi) olarak çeşitlenmiştir (Çam, 2009:80).
Kadın yaşamın her alanında her ortamda fiziksel, psikolojik, cinsel ya da
ekonomik şiddetle karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda medya hangi konumdadır?
Aziz’in de (1994:11) belirttiği gibi medya kadına yönelik cinsiyetçi bakış açısının da
etkisiyle toplumda kadına yönelik aşağılanmaların ve stereotiplerin yeniden
üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Türkiye’de kitle iletişim araçlarında kadın farklılığı
kadın bakış açısı yansıtılmamaktadır. Örneğin, şiddeti konu alan yayınlarda kadınlar
“zavallı” veya “kurban” edilmiş olarak sunulmaktadır. 1993 yılında TBMM Araştırma
Komisyonunca yapılmış olan “Medya, Şiddet ve Kadın” adlı araştırmada gazetelerde
yayınlanan şiddet haberleri incelenmiş ve haberlerin %15.2’sinde şiddete uğrayan
kadını acınacak durumda gösteren tanımlamalara; %7,6’sında da kadının namusu ile
ilgili olumsuz tanımlamalara yer verildiği saptanmıştır (TBMM Araştırma Komisyonu
1998:72).
Kadına yönelik şiddet coğrafi sınır, ekonomik gelişmişlik ve eğitim düzeyine
bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde son derece yaygın görülen bir olgudur.
BM’in raporuna göre, kadın haklarının yüksek olduğu ülkelerden; Kanada, A.B.D. ve
Kuzey Avrupa ülkelerinde ırza geçme oranlarının resmi kayıtlara yansıyanın on katı
kadar olduğu tahmin edilmektedir. Yine İngiltere’de her 7 kadından biri eşinin
tecavüzüne uğramaktadır. A.B.D. ‘de her 18 dakikada bir kadın dövülmekte ve her 6
dakikada bir kadının ırzına geçilmektedir. Fransa da ise şiddet kurbanlarının %95’i
kadınlardır ve %51’ine de beraber oldukları erkekler şiddet uygulamaktadırlar (Arın,
1996:305).Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınların 1/3’nün eşi tarafından
şiddete maruz kaldığı tespit edilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde ise, bu oran daha
yüksek olup %20-50 civarındadır (Aksakal ve Atasayar, 2011:2). Türkiye’de kadına
yönelik şiddet sorununun bilimsel verilere dayanılarak anlaşılması açısından Kasım
2007’de Arat ve Altınay’ın yaptığı "Türkiye'de Kadına Yönelik Şiddet"
araştırmasının tespitine göre, her 3 kadından biri, kocasından çok kazanan kadınların
3'te 2'si fiziksel şiddet görmektedir. (Akt: Rahte, 2010:186). Kültürel yapının kadına
yönelik şiddeti hoş görmesi, toplumda erkeğin egemen konumda olması, fiziksel olarak
erkeğin kadından güçlü olması, aile içi şiddet yaşantısında kadınların şiddet mağduru
olma riskini artırmaktadır (Köse ve Beşer, 2007:116). Buda, şiddete uğrayan kadınların
toplum içindeki yasal, sosyal, politik ve ekonomik özgürlüğünü engellenmektedir.
245
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Gazete patronlarının eğilimleri daha çok gazetelerin Tirajları üzerine
yoğunlaşmaktadır ve temel olarak gazete satma amacındadırlar. Bir yayın organının tiraj
ya da reytingini arttırmanın en kestirme yolu şiddet haberlerine yönelmektir. (Sanders,
1999:169). 19. yüzyıldan başlayarak gazetelerin kâr getiren ticari bir etkinliğe
dönüşmesiyle birlikte şiddet, suç, sapkınlıklar ve cinsellik haberlere dâhil edilmiştir
(Yaktıl Oğuz, 2010:445). Kitle iletişim araçlarının kadınları konu aldığı en ağırlıklı
alanlardan biri şiddettir. Kadınlar fiziksel şiddet başta olmak üzere, tecavüz, cinsel
şiddet, aile içi şiddet, zorla evlilik, kaçırma, kaldırma, kapama, fahişelik ve pornografik
sömürü gibi çok yönlü şiddetle karşı karşıya kalmaktadırlar. Son yirmi yıldır yapılan
çalışmalar, yazılı ve görsel araçlarda şiddetin medya profesyonelleri tarafından
(çarpıtılması, farklılaştırılması, habercilik tekniği açısından farklı yazılması, yazı dilinin
kasıtlı seçilmesi bakımından vb.) bir “magazin haberi” şeklinde algılandığını ortaya
koyarak çeşitli eleştiriler getirmektedir (Halıcı, 2007:82-83). Yani, şiddetin ilgi
çekiciliği nedeniyle gazetelerin şiddet gerçeğini yansıtma potansiyeli fazladır. Bu
nedenle medya profesyonelleri, haberlerin dikkat çekmesi için haber yapmaya değer bir
konu bulmak, habere değer katmak için okuyucuyu konunun bir parçası haline
getirmek,
okuyucuların
aklından
çıkmayan
haberler
yapmak
üzerine
yoğunlaşmaktadırlar. Ancak gazete haberlerinin çeşitli nedenlerle gerçekte yaşanan
şiddeti eksik ve yanıltıcı olarak yansıtması olasılığı her zaman bulunmaktadır ( Halıcı,
2007:71).
Günümüzde kitle iletişim araçları, haber ve yorumlar aracılığıyla kadın
aleyhine yeniden toplumsal yargılar üretmektedir. Bu konuda, görünürdeki değişime
rağmen geleneksel kadın imgesi pekiştirilmektedir. Gerçekte değişen kadın düşünceleri,
inançları medyada kendini ifade etme olanağından yoksundur. Kendi ayakları üzerinde
durabilen bağımsız, başarılı kadın örnekleri yeterince yansıtılmamakta (TBMM
Araştırma Komisyonu, 1998:71) gazetelerde kadınlara en fazla magazin haberlerinde
yer verilmektedir. Kadınlar “karar alan, görüş bildiren” konumda değil, fiziki
görünüşleri bağlamında değerlendirilmektedir. Gazeteler kadını genel geçer toplumsal
normların getirdiği kadın imajıyla haberlerinde yansıtarak, pekiştirmekle yetinmektedir
(Halıcı, 2007:82
Kitle iletişim araçlarında yayınlanan şiddet haberleri incelendiği zaman kadına
yönelik şiddetin olumsuzluğu değil daha çok geleneksel yapı içinde kadının yapmaması
gereken davranışları yaptığı zaman sonucunda neler olabileceğinin bir göstergesi
şeklindedir. Bu da kadına yönelik şiddeti engellemenin yanı sıra şiddeti
pekiştirmektedir. Televizyonlarda yayınlanan dizilerde ya da programlarda kadına
yönelik şiddet hayatın bir parçası olarak sunulmakta ve bunun zamanla toplum
tarafından normal bir şeymiş gibi algılanmasına sebep olmaktadır.
Zaten yapılan çeşitli araştırmalar ülkemizde kadına karşı şiddeti meşru kabul
etme eğiliminin gerek kadınlar gerekse erkekler arasında yüksek olduğunu
göstermektedir (TBMM Araştırma Komisyonu, 1998:54). Kadın, kendisine çizilen rol
ya da görevlere karşı çıkmayı denemesi durumunda kocanın ya da babanın şiddeti
devreye girer. Kadınların kimliklerine, işlerine v.b. gönderme yapmak yerine onların
güzelliği, gençliği, eş ve anne olmaları “kadersizliği” vurgulanır. Şiddete maruz kalma
sebepleri zaman zaman ön plana çıkarılarak şiddet haklılaştırılır. Şiddet eyleminin
aktörü erkek ve erkeğin içinde yetiştiği toplumun erkek egemen değerleri sorgulanmaz
(Binark ve Gencel Bek, 2007:158). Bu haberin bir kamusal alan etkinliği olarak erkekler
hakkında ve büyük ölçüde onlar tarafından oluşturulan bir anlatı tarzı olmasıyla
yakından ilgilidir (Dursun, 2008:72).
246
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Medya Takip Merkezi’nin 2009 yılını kapsayan “Medyada Kadın” başlıklı
raporuna göre, kadının basında en fazla yer aldığı konu şiddet haberleridir. Kadının
gazete ve dergilerde yer almasını sağlayan bu tür haberlerin oranı %40’tır. Gazetelerde
yayınlanan kadın ile ilgili haberlerin %16’sı gazetelerin birinci sayfasında yer alıyor.
Birinci sayfada haberlerin %39’u da şiddet haberlerinden oluşuyor (Yaktıl Oğuz,
2010:441)
Yerel ve ulusal gazetelerden derlenen haberlere göre 2011 yılında 257 kadın
öldürüldü, en az 102 kadın ve 59 kız çocuğuna tecavüz edildi. 167 kadın taciz edildi ve
220 kadında yaralanmıştır (Bianet...2012). 2012 Ocak ayı raporuna göre ise; 12 kadın
öldürüldü, 26 kadın yaralandı ve 10 kadına da tecavüz edildi. 5 kadın ise seks işçiliği
yapmaya zorlandı ve 35 kadın da taciz edildi (Bianet...2012).
Son zamanlarda kadınların şiddete karşı başlattıkları kampanyalar ile birlikte
bu konuda bir duyarlılık oluşmuştur. Bu konuda gelişmekte olan duyarlılığa paralel
olarak şiddete uğramış kadınlar için kurumlar oluşturulmuştur (TBMM Araştırma
Komisyonu, 1998:54). Fakat kadına yönelik şiddet konusunda danışma ve barınma
hizmeti veren kuruluşların sayısı ise son derece yetersiz kalmaktadır.
YÖNTEM VE BULGULAR
Bu çalışmanın amacı Türkiye ‘de kadına yönelik şiddetin gerçek görünümlerinin
gazete haberlerine göre ortaya koymaktır. Bu çalışmada 5 ulusal gazetede kadına
yönelik şiddet haberleri incelenerek kadınların ne tür şiddete uğradıkları ve bu
haberlerde kadınların nasıl temsil edildikleri ortaya koyulacaktır.
Araştırmada, gazete haberlerinde kadına yönelik şiddetin nasıl ele alındığı
sorunu irdelenmiştir. Kadına yönelik şiddetin gerçek görünümleri gazete haberlerine
göre tespit edilmiştir. Kadına yönelik şiddetin tespit edilmesiyle, bireylerin tutum ve
davranışlarındaki sapmalara karşı çözüm önerilerinin sunulması konunun önemini doğal
olarak ortaya koymaktadır. Bu çalışmanın evrenini Türkiye’de yayımlanan gazeteler,
örneklemini ise satış oranı yüksek olandan düşüğe doğru bir seçim yapılarak: Zaman,
Posta, Hürriyet, Sabah ve HaberTürk gazeteleri oluşturmuştur. Bu araştırma, Türkiye’de
yayımlanan örneklemde belirttiğimiz ulusal beş gazete ile ilgili araştırma ve yayınlarla
sınırlandırılmıştır. Bu çalışmanın yöntemi kesit alınarak yapılmış bir içerik
çözümlemesidir. Bu nedenle örneklemde ele alınan gazete haberleri hem içerik hem de
sayısal verilerle somutlaştırılarak sonuca gidilmeye çalışılmıştır. Araştırmanın
varsayımı ise, gazete haberleri ile kadına yönelik şiddet olgusu arasında doğrusal bir
manidarlığın varlığıdır.
247
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Bulgular
Tablo 1: 20.02. 2012 Pazartesi Kadına Yönelik Şiddet Haberleri
Tablo 2: 21.02.2012 Salı Kadına Yönelik Şiddet Haberleri
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
GERÇEKLEŞEN
ALGILANAN
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
GERÇEKLEŞEN
ALGILANAN
POSTA
Nadiyne Ne Yazık Ki
Bu Adamla Evliydi
Öldürülme
Kıskançlık(Depresif
kişilik)
SABAH
Başka Erkeğe Mesaj
Atan Karısını Öldürdü
Öldürülme
Kıskançlık
Güvensizlik
HÜRRİYET
Karısına 10 Bıçak
Vurdu
Yetmedi,
Yerde Tekmeledi
Öldürülme
Kıskançlık
HABERTÜRK
Ukrayna’dan
“Kartvizitle”
Pazarladı
Cinsel Şiddet
İnternetten
tanıştığı
bayanı
Türkiye’ye
davet ederek fuhuş
yaptırması
ZAMAN
Getirdi
X
X
X
SABAH
Alzheimerlı,
Karısını
Öldürmekten
Gözaltında
Öldürülme
Karısının
öldürüldüğünü
düşünmesi
POSTA
87 Yaşındaki Koca
80’lik
Eşini
Öldürdü
Öldürülme
Karısının
öldürüldüğünü
düşünmesi
248
GERÇEKLİK
İLİŞKİSİ
GERÇEKLİK
İLİŞKİSİ
Aşırı
derece
kıskanç
olan
adamın
kıskançlık
nedeniyle
karısını
bıçaklaması
Karısının
bir
erkeğe
mesaj
atmasını
öğrenmesi
sonucu
çıkan
tartışma
nedeniyle
karısını
öldürmesi
Kıskançlık
nedeniyle çıkan
tartışma kavgaya
dönüştü
ve
karısını
10
yerinden
bıçakladı
İnternetten
tanışığı
Ukraynalı kadını
Türkiye’ye davet
ederek
fuhuş
yaptırması
ve
yakalanınca
pişman olduğunu
söylemesi
x
Alzheimer
hastası
olan
adamın karısını
bıçaklaması ve
başka
birisi
tarafından
öldürüldüğünü
düşünmesi
Yaşlı
adamın
Alzheimer
hastası olduğu
için
tartışma
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
POSTA
İtiraf
HÜRRİYET
Melike’yi
Vurdum
HABERTÜRK
ZAMAN
Öldürülme
Ben
Öldürülme
X
X
X
X
15 yaşındaki kızın
kaçırılması
ve
polise
gider
korkusuyla
öldürülmesi
Korku
X
X
esnasında eşini
bıçaklayarak
öldürmesi
Geçen
yıl
kaybolan kızın
polise
gider
korkusuyla
öldürülmesi
Geçen
yıl
kaybolan kızın
polise
gider
korkusuyla
öldürülmesi
x
x
Tablo 3: 22.02.2012 Çarşamba Kadına Yönelik Şiddet Haberleri
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
GERÇEKLEŞEN
SABAH
İki
Kadın,
İki
Komşu, İki Katil
İki
Kadınında
Komşuları Çıktı
Öldürülme
HABERTÜRK
26 Defa Bıçakladı,
TV’de Onu Çok
Severdim Dedi
Öldürülme
Kadının
komşusu
tarafından
öldürülmesi
POSTA
Katil
Yayında
Canlı
Öldürülme
Kadının
komşusu
tarafından
öldürülmesi
POSTA
Başkasına
Yar
Etmem
Deyip
Boğazını Kesti
Öldürülme
Erkeğin
kadının
üstünde karar verme
hakkını
kendinde
bulundurması
HABERTÜRK
Paşanın
Kızına
Trafikte Mimardan
Dayak İddiası
Fiziksel şiddet
HABERTÜRK
Oğlunun
Önünde
Yaralama
Erkeğin
gücünü
olarak
yaşam
müdahale
konusudur
Kadının
ayrılmasını
ZAMAN
Gözü
Karısını
Öldürülme
249
fiziki
üstünlük
kullanıp
hakkına
söz
GERÇEKLİK
İLİŞKİSİ
Kadınlardan
birinin
borç
verdiği parayı
alamaması
nedeniyle
öldürülmesi
diğerinin
ise,
komşunun
teklifini
reddetmesi
üzerine
öldürülmesi
Borç para veren
kadının parasını
alamaması
üzerine öldürme
eylemini
gerçekleşmesi
Parasını
alamayan
kadının çıkan
tartışma sonucu
diğer
kadını
öldürmesi
Kadın
tarafından
reddedilince
kimseye
yar
etmem diyerek
öldürmesi
Yol vermeme
iddiası üzerine
kadına fiziksel
şiddetin
uygulanması
erkekten
erkeğin
Boşanmak
üzere
olduğu
ALGILANAN
Öldürülen her iki
kadınında komşuları
tarafından
öldürülmesi
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Delik Deşik Etti
hazmedememesi
HÜRRİYET
Terk Eden Eşini 9
Kez Bıçakladı
Yaralama
Erkeğin
terk
edilmeyi
hazmedememesi
HABERTÜRK
Ahlak
Polisiyim
Dedi, Taciz Etti
Taciz
Kandırma(kadınların
kolay
kandırılabilecek bir
obje
olarak
görülmesi vardır)
HABERTÜRK
Tecavüz Etmedim
Senaryo
Gereği
Hırpaladım
Senaryo
Gereği
Biraz Hırpaladım
Fiziksel şiddet
Tahliye Edildi
Fiziksel şiddet
Erkeğin
kadının
üzerinde
fiziki
gücünü kullanması
Yapılan
dizilerde
senaryo gereği bile
erkeğin
fiziki
gücünün
üstünlük
olarak gösterilmesi
sonucu
kadının
şiddet görmesi
Erkeğin
fiziksel
gücünü
kadının
üzerinde kullanması
POSTA
HÜRRİYET
Fiziksel şiddet
karısını
arkasından
gizlice
yaklaşarak
bıçaklaması
Boşanma kararı
alan
kadını
eşinin
önce
dövüp
daha
sonra 9 kez
bıçaklaması
Adamın ahlak
şubesinden
olduğunu
söylemesi
ve
yoldaki
bir
kadına
hakkında
şikâyet olduğu
iddiasıyla
arabaya
bindirmesi ve
tacizde
bulunması
Senaryo gereği
kadının fiziksel
şiddet görmesi
Senaryo gereği
kadının fiziksel
şiddet görmesi
Senaryo gereği
kadına şiddet
uygulayan
kişinin serbest
bırakılması
Tablo 4: 23.02.2012 Perşembe Kadına Yönelik Şiddet Haberleri
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
GERÇEKLEŞEN
ALGILANAN
SABAH
Platonik Âşık Okul
Servisini Taradı
Öldürülme
Aşkına
karşılık
bulamayan gencin
okul
servisini
taraması
POSTA
Fatmanur’un Suçu
Ne?
Öldürülme
Arkadaşlık teklifini
reddedince taciz ve
tehdit yolunu tercih
ederek
sahip
olmaya çalışmıştır
250
GERÇEKLİK
İLİŞKİSİ
Platonik
âşık
olan gencin kız
tarafın
reddedilmesi ve
aşkına karşılık
bulamaması
Taciz
ve
tehditten
hakkında
suç
duyurusunda
bulunulması
üzerine
hapis
cezası alması ve
bundan
kızı
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
HÜRRİYET
Servise
Pusu
HABERTÜRK
Pompalı
Öldürülme
Aşkına
karşılık
bulamaması
Pompalı Manyak
Öldürülme
Reddedilme
ZAMAN
Pompalıyla
Okul
Servisine Saldırdı
Öldürülme
Sevdiği
kızdan
karşılık
görememesi
POSTA
Babam
Bana
Tecavüz Etti
Cinsel şiddet
Ailesindeki
erkeklerin tecavüz
etmesi
HÜRRİYET
Omzumda
Ağla
Deyip Beni Öptü
Taciz
Kadının
uğraması
tacize
sorumlu tutması
Platonik
âşık
olan gencin kız
tarafın
reddedilmesi ve
aşkına karşılık
bulamaması
Platonik
âşık
olan gencin kız
tarafın
reddedilmesi ve
aşkına karşılık
bulamaması
Platonik
âşık
olan gencin kız
tarafın
reddedilmesi ve
aşkına karşılık
bulamaması
Ailesindeki
erkeklerden
tecavüze
uğraması
ve
şikayet etmesi
üzerine
himayeye
alınması
söz
konusudur
Kızın
kirayı
ödeyemediği
için iftira atması
ve
erkeğin
yalanlaması
Tablo 5: 24.02.2012 Cuma Kadına Yönelik Şiddet Haberleri
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
GERÇEKLEŞEN
ALGILANAN
HABERTÜRK
Devlete
Bağırdı Ama
Çok
Öldürülme
ZAMAN
Şikâyet Ettik Ama
Tedbir Alan Olmadı
9 Dilekçe Bile
Kurtaramadı
Öldürülme
Arkadaşlık teklifini
kabul
etmeyince
taciz ve tehdit yolu
tercih edilerek sahip
olmaya çalışılmıştır
İstediğini
elde
edemeyince ölümle
cezalandırmayı
tercih etmiştir
Kızımın
Devlet
Öldürülme
SABAH
POSTA
Katili
Öldürülme
251
Arkadaşlık teklifini
kabul
etmeyince
taciz ve tehdit yolu
tercih edilerek sahip
olmaya çalışılmıştır
GERÇEKLİK
İLİŞKİSİ
Arkadaşlık
teklifini kabul
etmeyen lise 3.
Sınıf
öğrencisine
musallat olan
adam genç kızı
aylarca taciz ve
tehdit etmesine
rağmen hiçbir
tedbir
alınmayıp
annesinin
yanında
kız
öldürülmüştür
Kızın aylarca
taciz ve tehdit
edilmesine
rağmen
devletten tedbir
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
HABERTÜRK
Karısı
Doğumda
Kendisi Tacizde
Taciz (Sapık cinsel
Eğilim)
11
yaşındaki
çocuğun her türlü
kandırılmaya açık
olması
HÜRRİYET
Hamile
Acil
Serviste
Koca
Bahçede Tacizde
Karısı Acilde Kendi
Tacizde
Taciz (Sapık cinsel
Eğilim)
Küçük
çocuğun
kandırılarak
tecavüze
yeltenilmesi
HABERTÜRK
Kız
Arkadaşının
Boğazını Kesti
Yaralama
Tartışma
yaralama
HABERTÜRK
Sokak
Ortasında
Dayak Yedi
Ayrılmak
İstedi
Sevgilisi Dövdü
Fiziksel şiddet
POSTA
Sevgiliye
Dayağı
Ayrılık
Fiziksel şiddet
Sevgilisinden
ayrılmak istemesi
Ayrılmak istediği
için sevgilisinden
dayak yemesi
Sevgilisinden
ayrılmak istemesi
POSTA
Sigara İçme Dedi
Hastanelik Oldu
Fiziksel şiddet
Erkeğin en ufak
tartışmada fiziksel
gücünü kullanması
ZAMAN
Karısını
Dövüp
Çocuklarını Kaçırdı
Fiziksel şiddet
Erkeğin
fiziksel
üstünlüğünü kadına
uygulaması
POSTA
HÜRRİYET
Taciz (Sapık cinsel
Eğilim)
Fiziksel şiddet
sonucu
alınmasının
istenmesi ancak
hiçbir
tedbir
alınmayıp
annesinin
yanında
kız
öldürülmüştür
Çocuğu
cips
alma
bahanesiyle
karanlık
bir
yere götürerek
tacizde
bulunulması
Çocuğu
cips
alma
bahanesiyle
karanlık
bir
yere götürerek
tacizde
bulunulması
Çıkan
tartışmanın
büyümesi
üzerine
kızın
boğazını
ve
elini kesme söz
konusudur
Evli olduğunu
öğrendiği
sevgilisinden
ayrılmak
istemesi üzerine
erkeğin fiziksel
gücünü
kullanarak
kadını dövmesi
Kadının erkeği
sigara içmemesi
için uyarması
üzerine tekme
tokat
dayak
yemesi
Erkeğin
çocuklarını
götürmek
istemesi üzerine
çıkan
tartışmada
karısını
darp
etmesi
söz
konusudur
Tablo 6: 25.02.2012 Cumartesi Kadına Yönelik Şiddet Haberleri
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
GERÇEKLEŞEN
ALGILANAN
SABAH
Facebook’ta Hesap
Öldürülme
Güvensizlik
252
GERÇEKLİK
İLİŞKİSİ
Karısının
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Açan
Öldürdü
Karısını
Kıskançlık
Kandırılma duygusu
ZAMAN
Sosyal
Paylaşım
Sitesinde
Hesap
Açan
Karısını
Tabancayla
Öldürdü
Öldürülme
Güvensizlik
Kıskançlık
Kandırılma duygusu
HÜRRİYET
İnternette Ne İşin
Var
Öldürülme
Güvensizlik
Kıskançlık
Kandırılma duygusu
POSTA
Facebook Cinayeti
Öldürülme
Erkeğin işsiz olduğu
için
psikolojisinin
bozuk
olması
tartışma
sonucu
karısını öldürmesi
HABERTÜRK
Facebook’ta Hesap
Açan Eşini Öldürdü
Öldürülme
Güvensizlik
Kıskançlık
Kandırılma duygusu
SABAH
Öldürüp
Dedi
Kayıp
Öldürülme
Kadının
evden
ayrılmak istemesi
HÜRRİYET
Kayıp
Öldürmüş
Dedi
Öldürülme
Kadının
evden
ayrılmak istemesi
POSTA
Cani
Oyunu
Kocanın
Öldürülme
Kadının ayrı eve
çıkmak istemesi
HÜRRİYET
Uzaklaştırılan Koca
Yine Sıkıştırdı
Eve Yaklaşmama
Cezası Aldı Eşini
Dövdü
Fiziksel şiddet
Erkeğin
fiziksel
gücünü
kadının
üzerinde kullanması
POSTA
Fiziksel şiddet
253
facebook hesabı
açması üzerine
çıkan
tartışmada
kadının
vurulması
Karısının
Facebook’ta
hesap açmasına
kızan
adam
karısını
öldürmüştür
Eşinin
Facebook’ta
hesap
açması
üzerine çıkan
tartışmada eşini
öldürmüştür
Kadının eşinden
habersiz
facebook hesabı
açması sonucu
çıkan tartışma
nedeniyle eşini
öldürmesi
Kadının eşinden
habersiz
facebook hesabı
açması sonucu
çıkan tartışma
nedeniyle eşini
öldürmesi
Adamın karısını
öldürmesi
ve
kayboldu diye
polise ihbarda
bulunması
Ev konusunda
anlaşamamaları
ve
erkeğin
kadını
bıçaklaması
Kadının
kayınvalide ile
oturmak
istememesi
üzerine çıkan
tartışma sonucu
öldürülmesi
Karısına
şiddetten
uzaklaştırılan
kocanın
karısıyla
A.V.M’de
karşılaşması
üzerine yeniden
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
HÜRRİYET
Kızına “Bu Evden
Çıkarsan...” Ölümü
Öldürülme
POSTA
Evden Kaçan Kızını
Öldürdü
Öldürülme
HABERTÜRK
Tartıştığı
Kızını
Alnından Vurdu
Öldürülme
Erkeğin
kadının
üstünde söz söyleme
hakkının
bulunduğunu
düşünmesi
Evden kaçan kızı
babasının durdurmak
istemesi
Kızın sık sık evden
kaçması
fiziksel şiddete
başvurması
Babanın
kendisinden
izinsiz
dışarı
çıkmak isteyen
kızını vurması
Evden sürekli
kaçan kızın yine
kaçmak
istemesi
ve
babanın
öldürmesi
Sık sık evden
kaçan
kızını
durdurmak
istemesi
Tablo 7: 26.02.2012 Pazar Kadına Yönelik Şiddet Haberleri
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
GERÇEKLEŞEN
SABAH
Kız
Kardeşini
Kalbinden
Bıçakladı Pişmanım
Dedi
Öldürülme
Kıskançlık
Güvensizlik
Değersizlik
Kandırılma
Aldatılma
HABERTÜRK
Pastanede Ne İşin
Var Dedi Öldürdü
Öldürülme
Kıskançlık
Güvensizlik
Değersizlik
Kandırılma
Aldatılma
POSTA
Sevgili Buldu Sandı
Kardeşini Öldürdü
Öldürülme
Kıskançlık
Güvensizlik
Değersizlik
Kandırılma
Aldatılma
HÜRRİYET
Kardeşini
Kalbinden
Bıçakladı
Öldürülme
Kıskançlık
Güvensizlik
Değersizlik
Kandırılma
Aldatılma
ZAMAN
SABAH
X
Gelin
Kaynana
Vahşetinin
Arkasından
X
Öldürülme
X
Adi
suçlardan
hırsızlık
olayının
gerçekleştirilme
254
ALGILANAN
GERÇEKLİK
İLİŞKİSİ
Kız kardeşini
petrolde
bir
adamla gören
ağabey
çıkan
tartışma sonucu
kız
kardeşini
bıçakladı
Kız kardeşini
petrolde
bir
adamla gören
ağabey
çıkan
tartışma sonucu
kız
kardeşini
bıçakladı
Petrol
istasyonunda
bir
erkekle
kardeşini gören
ağabey
şerefimizi
iki
paralık
ettin
diyerek
kardeşini
öldürdü
Kız kardeşini
petrolde
bir
adamla gören
ağabey
çıkan
tartışma sonucu
kız
kardeşini
kalbinden
bıçakladı
X
Para almak için
öldürmüşlerdir
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Yeğenler Çıktı
biçimi
(buradaki
sorun;
kadınların
kolay
baş
edilebilecek
bir
obje
olarak
görülmesi vardır)
Yaptığımız çalışmada, tiraj oranları en yüksek olan 5 ulusal gazetede 1 haftalık
(20.02.2012-26.02.2012) periyotta kadına yönelik şiddet kapsamında toplam 25 olay
incelenmiştir. Bu olaylardan %48’i ölüm, %24’ü fiziksel şiddet, %12 taciz ve %8
yaralama ve cinsel şiddetle sonuçlanmıştır. Bu sonuçlardan hareketle, kadına yönelik
şiddet algısı psikolojik ve fiziki saldırganlıktan çok direkt yok etmeye yönelik
öldürülmeyle gerçekleşen olaylardan meydana gelmektedir. Bu da gösteriyor ki kadına
yönelik şiddetin boyutu kendileri için sorun olduğunu düşündükleri kimsenin
öldürülmesini doğal olarak hakları gibi algılıyor olmalarıdır.
Gazetelerde en fazla öldürülme haberlerinin yer almasının belki de diğer bir
nedeni, dayak ve cinsel taciz gibi daha yaygın şiddet türlerinin sıradan olaylar olarak
görülmesi sebebi ile çok fazla yer almaması ve öldürülme haberlerinin gazetelerde daha
yaygın olarak yansıtılmasıdır.
Haftalık periyoda göre bakıldığında; Habertürk 15, Sabah 9, Hürriyet 14, Posta
18, Zaman 7 adet haber sunumuyla kadına yönelik şiddet haberlerini ele almıştır. Bu
konuda en fazla haberi Posta gazetesi vermiştir.
Haber sıralamasına göre bazı gazeteler şiddet haberlerini ön sayfada veya
büyük puntolarla verirken diğer bir kısım gazete ise bu haberleri görmezlikten gelmiş
veya ara satırlara serpiştirmeyi uygun görmüştür.
Yapılan çeşitli araştırmalarda göstermiştir ki erkeklerin çoğu aşırı güvensizlik
duygusundan dolayı özerkliklerine tecavüz edileceği korkusu yaşarlar ve kendileri
şiddete maruz kalmadan ilk darbeyi vurma telaşı yaşarlar (Kocacık, 2004:35). Bizim
yaptığımız çalışmada da kadınların öldürülmeden sonra en fazla fiziksel şiddete (%24)
uğradıkları tespit edilmiştir. Buda, en ufak bir tartışmanın bile erkeğin fiziksel gücünü
bir üstünlük olarak kullanıp kadın üzerinde fiziksel bir şiddet uygulama eğilimi
yarattığını göstermektedir.
Diğer dikkat çeken bir nokta da cinsel şiddettir. Türkiye’de cinsel açıdan çocuk
istismarı(tecavüz) ya da kadının tecavüze uğraması çok fazla meydana gelmektedir.
Ancak burada dikkat çekici olan bu durum, tecavüze uğrayan kişi ve ailesi tarafından
gizlenmeye çalışılmasıdır. Böylece tecavüzcü cezalandırılmadığı gibi dolaylı olarak
yaptığı iş meşru hale gelmektedir. Bu durum çözülmesi mümkün olmayan saplantılı bir
yaşama biçimini oluşturmaktadır.
SONUÇ
Çalışmada kadına yönelik şiddet kapsamı altında 5 ulusal gazetede yayınlanan
şiddet (Öldürülme, dayak, taciz, tecavüz, yaralama v.b.) haberleri ele alınmıştır.
Toplamda 25 şiddet olayı incelenmiştir. Bu olaylardan büyük çoğunluğu kadınların
öldürülmesi ile sonuçlanmıştır.
Erkek egemen bir toplum yapısına sahip olunması, erkeğin kadından üstün
olduğu yaklaşımın kabul edilmesi ve kadına uygulanan şiddetin bir sebebinin olması
gibi yaklaşımlardan dolayı yapılan gazete haberlerinde erkeğin ya kıskançlık nedeniyle
ya da işsizlik nedeniyle psikolojisinin bozuk olması gibi nedenlerle şiddeti
gerçekleştirdiği eğilimi söz konusudur.
255
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ele alınan gazetelerde olayların sebeplerini açıklamada yüzeysel olmaları ve
kıskançlık, geleneksel kadınlık rollerini yerine getirememe, saygısızlık gibi nedenleri
öne çıkardıkları tespit edilmiştir.
Sonuç olarak; özellikleri ve yaklaşımı ile tanımlamaya çalıştığımız medyanın
kadına yönelik şiddeti sansasyonel ve istismara dayalı biçimde işlediğini görmekteyiz.
Tecavüzün nesnel bir biçimde ortaya koyulmaması, vahşet, şiddet ve pornografiyi
birleştiren yayınlarda bulunması, kadına yönelik şiddetin ciddi bir insan hakları ihlali
olarak algılanması açısından yaşamsal bir önem taşımaktadır. Kadına yönelik şiddetle
mücadelenin belki de en önemli yöntemlerinden biri olan zihniyet dönüşümünün
sağlanmasında çok geniş kitlelere ulaşabilmesi nedeniyle medya önemli bir güce ve role
sahiptir. Bu nedenle medyanın sosyal sorumluluk bilinciyle konuyu sahiplenmesi ve
doğru biçimde yansıtması bilincinin ön planda olması gerekir.
KAYNAKÇA
AKSAKAL Hülya ve ATASAYAR Mehmet (2010), Aile İçi Kadına Yönelik Şiddetin
Biyo-Psiko-Sosyal Sonuçları Üzerine Bir Çalışma, Akademik Bakış Dergisi Sayı: 26
Eylül – Ekim 2011 Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
(http://www.akademikbakis.org)
ARIN, Canan (1996), “Kadına Yönelik Şiddet”, Cogito, Sayı:6-7, Kış-Bahar:305-312,
YKY Yayınları, İstanbul
AZİZ, Aysel (1994), Medya, Şiddet Ve Kadın, KSGM Yayını, Ankara
BİNARK, Mutlu ve GENCEL BEK, Mine (2007), Eleştirel Medya Okuryazarlığı
Kuramsal Yaklaşımlar Ve Uygulamalar, Kalkedon, İstanbul
ÇAM, Şerife (2009) Televizyon Dizilerinin Kadına Yönelik Şiddet Temsillerinde
Ataerkil Rejimin İdeolojisi, Kültür ve İletişim (culture & communication), Sayı:12(2),
Yaz/Summer: 79-132 Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
ÇAYLI RAHTE, Emek (2010),
Aile İçi Şiddet Ve Medya: Gündüz
KuşağıTelevizyonunda Şiddetin Görünürlüğü Ve Yeniden Üretimi, İletişim Kuram
Ve Araştırma Dergisi Bahar 2010, Sayı:30
DURSUN, Çiler (2008), Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Ve Haber Medyası:
Alternatif Habercilik, KSGM Yayını, Ankara
HALICI, Coşkun (2007), Gazete Haberlerinde Kadına Yönelik Şiddet: Posta Ve
Takvim Gazetelerinde Kadına Yönelik Şiddet Haberleri Üzerine Bir Araştırma,
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Eskişehir
Kadına Yönelik Şiddet, Bianet, http://bianet.org/konu/kadina-yonelik-siddet,
adresinden 15.02.2012 tarihinde indirilmiştir
KOCACIK, Faruk (2004), Aile İçi İlişkilerde Kadına Yönelik Şiddet Türkiye‟den
Örnekler, Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, Sivas.
KÖSE Aslı ve BEŞER Ayşe (2007), Kadının Değiştirilebilir Yazgısı “Şiddet”,
Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, Sayı:10: 4
RITTERSBERGER TILIÇ, Helga (1998), “Aile İçi Şiddet: Bir Sosyolojik Yaklaşım”,
20. Yüzyılın Sonunda Kadınlar Ve Gelecek, Ed: Oya Çitci, Todai Yayınları, Ankara
256
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
SANDERS, Barry (1999), Öküzün A’sı Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü
ve Şiddetin Yükselişi, Çev. Şehnaz Tahir, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
T.B.M.M. KADININ STATÜSÜNÜ ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU ARALIK 1998,
KSGM Yayını, Ankara
UÇAR, M. Ali (2003), Aile İçi Şiddet ve Aile Koruma Yasası, Yetkin Yayınları,
Ankara
YAKTIL OĞUZ, Gürsel (2010), “Erkek Egemen Toplumda Gücün Kanıtı: Kadına
Yönelik Şiddet Ve Medyadaki Görünümleri”, Medyada Şiddet Kültürü, Editör Ömer
Özer, Literatürk Yayınları, Konya
257
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
SOSYAL MEDYADA KADINA ŞİDDET ÜZERİNE SÖYLEMLER:
İTİRAF.COM*
Ayşe ŞİMŞEK†
ÖZET
Bu çalışmada kadına şiddeti meşrulaştıran söylemler, sosyal medyada itiraf.com sitesi
üzerinden analiz edilmiştir. Kadına şiddetin kurumsallaşması tarihsel süreç içinde,
ataerkil düzen ve toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumuyla gerçekleşmiştir. Teorik
çerçevede bu süreç ele alınmıştır. İtiraflar, eleştirel söylem analizi yöntemiyle
incelenmiştir. Buna göre şiddeti onaylayan itirafların hakim söylemi temsil ettiği,
şiddete karşı çıkan itirafların ise muhalif söylemi geliştirdiği görülmüştür. Çalışmanın
sonunda kadına şiddeti onaylayan hakim söylemin büyük ölçüde geçerliliğini
korumakla birlikte, muhalif söylemin de yaygınlık kazanmaya başladığı görülmüştür.
Anahtar sözcükler: Ataerkillik, toplumsal cinsiyet
ABSTRACT
In this study, discourses which legalize violence against women are analyzed through
itiraf.com web site. Institutionalization of violence against women has occurred by
creation of patriarchal order and gender roles in historical process. This process has
been discussed in theoretical framework. Confessions have been analyzed by critical
discourse analyze. According to this, it has been realized that confessions which
endorse violence represent dominant discourse and confessions which object to
violence develop contradictory discourse. At the end of study, it has been seen that
validation of dominant discourse mostly continues and also contradictory discourse has
started to gain wide currency.
Keywords: Patriarchy, gender.
GİRİŞ
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılında yaptığı Türkiye’de aile içi şiddet
araştırmasına göre, kentsel alanda kadınların %40,3’ü, kırsal alanda %46.6’sı, tüm
ülke genelindeyse %41,9’u şiddete uğramaktadır (http://kadininstatusu.gov.tr/
upload/mce/eski_site/tdvaw/istatistikler.htm). Araştırma sonucunda kadınların eşleri
tarafından uğradıkları şiddetin, tanımadıkları kişilerin taciz ve tecavüzünden bile
yaygın olduğu görülmüştür. Şiddet sonucunda kadınların sağlığının bozulduğu, intihar
düşüncesi ve intihar teşebbüsünde artışın olduğu ve her on kadından birinin gebeliği
sürecinde dayak yediği görülmüştür. Tüm bu rakamlara karşın, görüşme yapılan
kadınların yarısına yakını başına gelenleri daha önce kimseye anlatmamıştır. Bu sonuç,
şiddetin saklanan bir durum olduğunu göstermektedir
(http://kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/tdvaw/TemelBulgular.htm).
Ülkemizde, şiddetin bu derece yaygın olması ve buna rağmen hala saklanan bir olgu
olmasının nedeni, toplumda hakim durumda olan ataerkillik ve toplumsal cinsiyete dair
söylemlerdir. Bu söylemler sayesinde, erkek kendinde kadına şiddet uygulama hakkı
*
Bu makale 2011 tarihli, “Sanal Ortamda Toplumsal Cinsiyetin Yeniden İnşası: İtiraf.com” isimli doktora tezinin
verilerinden yararlanarak üretilmiştir.
†
Arş. Gör. Dr., Sakarya Üniversitesi, Fen-Fdebiyat Fakültesi,Sosyoloji Bölümü, [email protected]
258
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
görmekte, kadın ise edilgen bir şekilde bu duruma razı olmakta ve hatta bazen dayağı
hak ettiğini düşünmektedir.
Ataerkillik ve toplumsal cinsiyet rol dağılımının oluşturduğu hakim söylem, gündelik
hayatta şiddetin çözüm yolu olarak sunulmasına olanak sağlamaktadır. Medya takip
edildiğinde, hemen her gün babası, abisi, eşi, ya sevgilisinin şiddetine uğramış bir
kadın haberiyle karşılaşılmaktadır. Medyada şiddeti uygulayanlar daha çok eğitimsiz,
düşük-sosyo ekonomik grupta yer alan, cahil ve maço bireyler olarak sunulmakta ve
şiddetin nedeni de genel olarak eğitim düzeyi ve gelir durumuyla ilişkilendirilmedir.
Ekonomik durumdaki sıkıntılar ve düşük eğitim düzeyi şiddeti arttıran olgular olmakla
birlikte; altta yatan daha derin bir olgu, kadına şiddeti onaylayan ataerkil söyleminin
şiddet uygulayanlara cesaret verdiği göz ardı edilmektedir. Kadını mülk gibi gören,
bekarken babasının, evlendikten sonra kocasının denetiminde kabul eden ataerkil
söylem, kadına karşı uygulanan sözlü şiddet, dayak, taciz, tecavüz ve hatta ensest için
bile sürekli kadını suçlama eğilimdedir. Ataerkil söylem, sürekli kadının başına gelen
şeyi hak edecek bir davranışı olup olmadığı sorgulamaktadır; bu sorgulama yüzünden
kadınlar şiddeti açıklamaya çekinmekte, erkeklerse ceza indirimi alacağını düşünerek,
şiddet uygulamaya devam etmektedir. Bu söylem sayesinde, sonu cinayete varan
şiddet uygulamalarında bile, erkek gerekli yaptırıma uğramamaktadır.
Erkeğe güven veren ataerkil söylemin, Osmanlı döneminde kurumsallaştığı
görülmektedir. Bütün geleneksel toplumlarda olduğu gibi, Osmanlı hukukunda da
kadın-erkek eşitsizliği, kadının aleyhine olacak şekilde kurumsallaşmıştı (Berktay,
2006:98). Osmanlı döneminde, kadın ve erkeğe uygulanan yaptırımların eşitsizliğinin
boyutları 17. Yüzyılda Şeyhülislam’a sorulan sorulardan ortaya çıkmaktadır.
Şeyhülislam’ın kadılar gibi yaptırım gücü bulunmamakla birlikte, İslam’a uygun karar
alamayan kadıların, Şeyhülislam’a şikayet ettikleri ve bu sayede kadıların görevden
alınabildiği görülmektedir. Şeyhülislam’ın verdiği fetvalar, kadı kararlarından farklı
olarak tek tek olayları bağlamaz, geneldir ve emsal teşkil eder. Bu soruları
yöneltenlerin çoğunlukla erkek olduğu ve kadınları kontrol etmede Şeyhülislam’dan
fetva yoluyla destek aldıkları görülmektedir. Bu sorularda, kadınların sokağa
çıkmalarının, hatta ebeveynlerini ziyaret etmelerinin bile yasaklanmasının istendiği
görülmektedir. Kocalar, karılarına uyguladıkları şiddet konusunda da Şeyhülislam’dan
onay istemektedir. Kocaların karılarına egemenliklerini dayatmak için istedikleri bu
fetvalardan onaylanmayanlar yok denecek kadar azdır. Erkekler kadınları “zapt-ü rapt”
altına almadıkları durumlarda Şeyhülislamın otoriter ve ikna edici fetvalarına ihtiyaç
duymaktadır. Sonuçta verilen fetva, kocaların egemenliği lehine olduğu için, kadınlar
kocalarının şiddetine veya yasaklarına maruz ve edilgen bir şekilde yaşamaya devam
etmiştir (Art, 1996:20-26).
Tanzimattan itibaren, özellikle cumhuriyetin kuruluşundan sonra kadınlar önemli yasal
haklar elde etmekle beraber, ataerkil düşüncenin hakimiyetini bazı kırılmalarla birlikte
önemli ölçüde devam ettirdiği görülmektedir. Berktay’ın belirttiğine göre, Türkiye’de
halen kadına uygulanan şiddet yaşamın olağan bir parçası olarak kabul edilmektedir.
Örneğin 1988’deki bir araştırmaya göre, erkeklerin %45’i itaatsizlik durumunda eşlerini
dövme haklarının olduğunu düşünmekte; %66’sı evde erkeğin mutlak otorite olduğuna
ve kadının ona itaat etmedi gerektiğine inanmaktadır. 1992’de yapılan başka bir
araştırmaya göre ise aile içi geçimsizlik nedeninin başında, %53 ile kocanın karısını,
259
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
%31 ise çocuklarını dövmesi gelmektedir(Berktay, 1995: 764).
Son olarak 2009
yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce yaptırılan araştırmaya göre kadınların
%36’sı hayatının herhangi bir döneminde eşi veya birlikte olduğu kişinin fiziksel
şiddetine uğramaktadır: Fiziksel şiddet medeni duruma göre değerlendirildiğinde,
boşanmış ya da eşinden ayrı yaşayan kadınlarda bu oran %73’ e fırlamaktadır (H.
Jansen, İ.Yüksel, P.Çağatay, 2009:52).
Bu araştırmada, şiddet oranlarının bu kadar yüksek olmasını sağlayan, erkek egemen
düzen ve toplumsal cinsiyet rollerinin, söylem yoluyla kadına uygulanan şiddeti nasıl
desteklediği, sosyal medyada itiraf.com sitesindeki itiraflar üzerinden incelenmiştir.
PROBLEM DURUMU
Temel Kuram ve Kavramlar
Ataerkinin başlangıcı insanların yerleşik hayata geçmesine ve tarımda karasabanın
icadına dayandırılır. İnsanların toplayıcılık yaptığı dönemde, daha eşitlikçi ilişkiler
olduğu düşünülmekle birlikte, bu döneme dair ulaşılan verilerin son derece sınırlı
olması nedeniyle, öncesinde anaerkil dönemim yaşandığına dair çok ciddi kuşkular
bulunmaktadır. Ataerkil dönemden önce kadın –erkek arasında daha eşitlikçi ilişkiler
olduğunu düşünen antropologlar, bunu yerleşik hayata kadarki geçen sürecin, günümüze
kadar geçen
12.000 yıldan yüzlerce kat daha uzun bir süreyi içermesine
bağlamaktadırlar. Çapa tarımının yapıldığı yerleşik hayata geçişin ilk aşamasında da
süregelen ve karasabanın bulunmasına kadar devam eden süreçte toplumsal cinsiyet
rollerinin belirginleşmeye başlamakla birlikte, bu dönemde kadın ve erkeğin birbirinin
tamamlayıcısı olduğu düşünülmektedir. Bu sonuca ise günümüze yakın ya da çağdaş
toplumlarda bahçe tarımıyla uğraşan toplumlarda kadın-erkek arasında daha eşitlikçi
ilişkilerin gözlemlenmesiyle ulaşılmıştır. (Gross, 2006:79-81).
Kimmel ataerkilliği kamusal ve özel alanda görülen ataerkillik olmak üzere ikiye
ayırmıştır.Ataerkilliğin inşasında, erkeklerin kadınlar üzerinde uyguladıkları güç iki
alanda tartışılabilir. Bu gücün kurumsallaştığı birinci alan kamusal alanda görülen
ataerkilliktir. Kamusal alandaki ataerkillik, toplumsal kurumların düzenlenmesi ve
sürdürülmesinde kendini gösterir. Bunun anlamı erkeklerin ekonomi ve siyaset gibi
kurumlarda tüm gücü elinde bulundurmasıdır. Özel alanda görülen ataerkillik ise
duygusal ve ailesel düzenlemelere dayanır. Erkekler kamusal alandaki gücünün burada
yeniden üretilmesi anlamına gelir. Yeniden üretim aile hayatındaki kadın-erkek
ilişkilerini içerdiği gibi, çocukların sosyalleşmesini de içerir. Kamusal ya da özel
hayattaki ataerkilliğin her ikisi de açık ya da üstü örtük bir şekilde şiddete dayanır.
Kamusal ataerkillik bunu açıkça cinsiyetçi olan askerlik ya da polis teşkilatı gibi
kurumlarla sürdürür. Özel alandaki ataerkillik ise tecavüz ve aile içi şiddete dayanır
(Kimmel, 2001:23).
Ataerkil dönemin gelişmesi hakkında ise Weber, şu düşünceyi belirtmektedir.
Ataerkillik ve yaşlı egemenliği kavramları genellikle yan yana bulunmaktadır.
Ataerkillikte atanın gücü sınırsızdır ve kadınlarla, çocuklar atanın mülkü olarak kabul
edilmektedir. Onlar da köleler gibi alınır, satılır, ipotek edilir. Weber kadınların
erkeklere göre ikincil konumda olmasının nedenini, erkeklerin fiziksel ve zihinsel
olarak daha üstün olmasıyla açıklamıştır (Waters, 2001: 382). Ataerkil yönetimi Millet
260
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
şöyle tanımlamıştır: “ Nüfusun kadın olan yarısının, erkek tarafından denetlendiği
yönetim biçimi”. Buna göre ataerkil düzen iki aşamada gelişir: Birincisi, erkeklerin
kadınlara egemen oluşu, ikinci aşama ise yaşlı erkeklerin genç erkelere egemen
oluşudur. Ataerkillik bir kurum olarak, bütün siyasal, toplumsal, ekonomik ve dinsel
oluşumları etkileyecek güçte bir toplumsal değişmezlik niteliği taşıdığı halde, tarih ve
coğrafya çerçevesinde büyük değişkenlik gösterir (Millet, 1987: 48).
Ataerkilliğin kurumsallaşmasında toplumsal cinsiyet rolleri etkin olmuştur. Thebaud,
toplumsal cinsiyeti şöyle tanımlamaktadır: “Toplumsal cinsiyet sistemi, erili ve dişili
kültürel olarak tanımlayan ve böylece cinsel kimliği şekillendiren düşünceler ve
temsiller sistemiyle birlikte toplumsal
roller kümesidir.” (Thebaud,2005:16).
Toplumsal cinsiyet rollerinin, tarihsel ve antropolojik çalışmalar kadınların erkeklerden
farklı olarak tabi bulundukları belirleyici deneyimlerinin neredeyse evrensel olduğunu
ortaya koymuştur. Her şeyden önce kadınlar siyasal olarak eziliyorlardı. Kadınlar
siyasal iktidarda yer alamıyorlar ve yaşamlarını biçimlendiren gerçekliklerin denetimini
ellerinde tutamıyorlardı. İkincisiyse, her dönemde ve her yerde kadınlar ev içi alana ait
oldukları kabul ediliyordu. Sanayi öncesi toplumlarda kamusal ile özel alan ayrımının,
sanayileşmiş toplumlardaki kadar katı olmadığı doğru olsa bile, bilinen tarih boyunca
kadınlar yine de özel alan ve ev içi işlerle görevlendirilmişlerdir. Üçüncüsü, kadınların
tarih boyunca kullanım değeri için üretip, değişim değeri için üretmemesidir. Kullanım
için üretmek, yiyecek ve giyecek gibi, ailenin tükettiği maddelerin yaratımı anlamına
gelir, dolayısıyla değişim değeri için değil kendisi için üretim yapılmasıdır.
Dördüncüsü, kadınların yaşadıkları farklı fiziksel deneyimlerdir. Bunların en önemlileri
bütün kadınların yaşadıkları mensturasyon ve pek çok kadının yaşadığı doğum ve süt
verme olaylarıdır. Son olarak, çekirdek ailede çocuk yetiştirme süreci kadın ve erkek
için her zaman çok farklı olmuştur (Donovan 2001:325).
Giddens, toplumsal cinsiyet inşa sürecinin çok küçükken başladığını söylemektedir.
Anne ve babalar kız ve erkek çocukları yetiştirirken farklı davrandıklarını kabul
etmemektedirler, fakat araştırmalar bunun böyle olmadığını göstermiştir. Kendilerinden
bir bebeğin kişiliğini değerlendirilmeleri istenen yetişkinler, çocuğun kız ya da erkek
olmasına bağlı olarak farklı yanıtlar vermişlerdir. Altı aylık bebek kız çocuk gibi
giydirildiği zaman, beş genç anne bebeğe çoğunlukla gülümsemiş ve oynaması için
bebek vermişlerdir. Bebek anneler tarafından “tatlı” ve “yumuşak ağlaması” olan bir
bebek diye değerlendirilmiştir. Aynı bebek, erkek çocuk gibi giydirildiği zaman,
tepkiler değişmiş ve bebeğe oynaması için tren ya da diğer erkek oyuncakları
verilmiştir. Bebekler cinsiyetlerini bilinçsizce öğrenirler. Çocuklar cinsiyetlerini
adlandıramadan önce, sözle ifade edilmeyen işaretler alırlar. Sistematik giyiniş, saç
biçimi ve diğer farklılıklar, görsel işaretler yoluyla bebeğe cinsiyetini öğretir. İki yaş
civarındaki çocukların toplumsal cinsiyete dair tam olmayan bir algıları oluşmuştur.
Kendilerinin kız mı yoksa erkek mi olduklarını bilir; başkalarını da genellikle doğru
biçimde tanımlarlar. Bununla birlikte çocuklar beş ya da altı yaşına gelene kadar, kişinin
toplumsal cinsiyetinin değişmediğini ve kızlar ile erkekler arasındaki cinsiyet
farklılıklarının anatomik temelli olduğunu bilmezler. Oyuncaklar, resimli kitaplar ve
televizyon programları hep kadın ve erkeklerin farklı olduğunu vurgular. Hatta
toplumsal cinsiyet bakımından yansız görünen oyuncaklar bile pratikte böyle değildir.
Örneğin oyuncak tavşan ve yavru kediler kızlara önerilirken, aslan ve kaplanlar erkek
çocuklara uygun bulunur (Giddens, 2008:209).
261
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ataerkilliğin ve toplumsal cinsiyetin kadını denetleme biçimindeki farklılıklar belki de
en yoğun şekilde kadın cinselliği konusunda görülmektedir .Batı, 1960’larda
gerçekleştirdiği devrimle kadın üzerindeki baskıyı kısmen kaldırabilmiştir; ancak,
halen kadın, cinsellik konusunda kontrol altındadır ve erkek kadar rahat değildir.
Örneğin 1989’da Amerika’da toplu tecavüze uğrayan bir kadın, evinde çocuğunu
bırakarak eğlenmeye gittiği için komşuları tarafından suçlanmıştır. Mahkeme sürecinde,
kadının çocuğu evde tek başına bırakmadığı ispatlandığında ise bu durum kadını
komşuları nezdinde aklamaya yetmemiştir. (Thebaud 2005:20).
Batı’da kadına uygulanan bu yaptırımlara karşılık, Doğu’da kadın çok daha ciddi
yaptırımlarla karşılaşmakta ve hatta bu yaptırımlar yüzünden hayatını
kaybedebilmektedir. Özelikle Müslüman toplumlar, kadın cinselliği konusunda çok katı
tutumlar sergilemektedir. Örneğin Pakistan’da 1979’da Ziya ül-Hak’ın çıkardığı hudud
yasalarında tecavüz, zinanın bir alt kategorisi olarak sınıflandırılmıştır. Tecavüze
uğrayan kadın zina işlemediğini dört erkek şahitle ispatlamak zorunda bırakılmıştır.
Malezya ise 2002 yılında bu yasaya ek bir madde ekleyerek, tecavüze uğrayan kadın bu
durumu ispatlayamazsa, haksız suçlama nedeniyle 80 kırbaçla cezalandırılmasını
öngörmüştür. Bekaret konusunda da Müslüman toplumlarda halen katı uygulamalar
devam etmektedir. Ataerkil düşüncenin bekarete verdiği önem, kadınların ameliyatla
‘suni bakirelik’ oluşturmalarına yol açmıştır. Oysa orta çağda, sadece üremeye dönük
bir cinsellik yaşanmaması ve kadının da cinsellikten haz alması gerektiğini savunması
ile tıp kitaplarında kürtaja dair bilgiler vermesi açısından Müslüman toplumlar Batı’ya
göre daha iyi bir durumdaydı (Ahmed 2004:55-67).
Osmanlı’da kadınlar erkek mülkiyetinin “kutsallığı” kapsamında değerlendirilip baskı
altında tutulmuştur. Buna göre erkeklerin dört ‘hür’ kadınla nikahlı, satın alabildikleri
kadar cariyeyle ise nikaha gerek duymadan cinsellik yaşamaları doğal bir hak iken,
kadınlar seçmedikleri kocalarından başka bir erkekle olamaz, onları boşayamaz, nadiren
boşandığı durumda ise, kocasının neseb ve veraset hakkına binaen aylarca
nikahlanmadan beklemek zorunda kalırdı. Boşanmış kadın eğer çocuğu varsa ona
istediği yerde bakamaz ve kendi değerlerine göre yetiştiremezdi. Zina yapan kadın ise
bir çocuk doğurduğunda ne kendisi, ne de çocuk için bir hak talep edemezdi. Kadın
bedeni üzerindeki tasarruf ve namus baskısı kendisini ‘zina’ kavramıyla açıkça ortaya
koymuştur. İslam’da zina, kadın ve erkek için aynı anlama yani gayr-ı meşru ilişki
anlamına gelir ve İslam Hukuku’nda her iki cins için de aynı ceza öngörülürken, kadın
ve erkek için ‘zina’nın sınırları farklı noktalarda başlamaktadır. Buna göre kadın için
‘zina’ daha çok kendi bedeni üzerinden tanımlanırken, erkek için ‘zina’ birlikte olduğu
kadının kimliği ve bu kadın üzerinden tanımlanan diğer erkekler arasındaki hukuka
dayanan bir içeriğe sahiptir. Dolayısıyla erkek için sınır, diğer hemcinslerinin mülkiyet
alanını ihlal ettiği için başlar ve evli erkek karısına ihanet ettiği için değil, başka bir
erkeğin –baba veya koca- mülkiyetine zarar verdiği için, zina yapan bekar erkeklere
göre daha çok ceza alırdı. Kadın ise, kocasının veraset ve mülkiyet hakkını korumak
için tek eşli olmak zorundaydı ve bu nedenle evli kadın kocasının hakkına tecavüz
edilmesine izin verdiği için ceza alırdı (Art, 1996: 26-27).
Osmanlı toplumu evlilik dışı ilişkilerde ise, eski Doğu toplumlarının katı ceza
uygulamalarını terk etmiştir. İslam hukukuna göre, zina yaptığı sabit olan bir kadın,
262
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
eski İbrani hukukundan geçen bir hükümle taşlanırdı. Recm adı verilen bu cezanın
uygulanmaması için Osmanlı bunu çeşitli hükümlerle zorlaştırmıştır. Zinanın ispatı için
dört erkek şahit gerekiyordu ve kocasının zina isnadına rağmen kadın, yemin ve inkar
yoluna saptığında bu ceza uygulanmamaktaydı. Recm cezası Osmanlı tarihinde bir kere,
1680 yılında, kocası seferde olan bir kadınla, zımni bir gence ilişkiye girdikleri
gerekçesiyle uygulanmıştır. Mahkeme kadına recm, erkeğe ise idam cezası vermiştir.
Ulama arasında nefretle karşılanan bu olaydan sonra bir daha böyle bir ceza
verilmemiştir. Bununla birlikte babasız çocuk doğuran veya nikahsız yaşayan kadınlar
toplumca hoş karşılanmamış, şehrin asayiş amirinin gözetimine bırakılmışlardır. Böyle
kadınlar hemen subaşı’na teslim ediliyor ve haklarında bazen adil olmayan hükümler
veriliyordu. (Ortaylı, 2001:80-81).
İslami ataerkilliğin etkisinde görülen bu cezalandırma şeklini, Tanzimat sonrası ve
Cumhuriyet döneminde ise Batılı ataerkillik almıştır.. Yine ataerkil bakışın uzantısı
olarak Cumhuriyet dönemi Türk Ceza Kanunu’nun yakın zamana kadar geçerli olan 440
ve 441. maddelerine göre evli kadının zina suçunu işlemiş sayılması için kocasından
başka bir erkekle bir kez cinsel ilişkide bulunması yeterliyken, evli erkeğin aynı suçu
işlemesi için “karısıyla birlikte ikamet olduğu evde yahut herkesçe bilinecek surette
başka yerde karı–koca gibi geçinmek için başkasıyla evli olmayan bir kadını
tutmakta…” olması gerekmekteydi. Buradan anlaşıldığı üzere Osmanlı döneminde örf
ve şeriat arasında varolan ikiliğin, Cumhuriyet dönemimde de “geleneğin” yeni
yasalarda varlığını korumak suretiyle sürdüğüdür (Berktay, 2006:100-101).
Ataerkilliğin ve toplumsal cinsiyet rollerinin inşasında söylemin ve kolektif simgelerin
önemli rol oynadığını görülmektedir. Ataerkil söyleme ait en yaygın ön kabuller ise
şunlardır:
1. Kadın ve erkekler yalnızca biyolojik açıdan değil, ihtiyaçları, yetenekleri ve
işlevleri bakımından da farklıdırlar.
2. Erkekler daha güçlü ve akılcı oldukları, kadınlarsa daha duygusal ve zayıf oldukları
için; siyasete katılım ve yönetim erkeğin hakkıdır. Kadınların kamusal alanın dışında
kalmaları gereklidir.
3. Erkekler, rasyonel zihinsel yetenekleriyle dünyayı yorumlayarak ve düzene sokarak,
ölümsüz kültür ürünlerini yaratırken; kadınlar, çocuk doğurma ve yetiştirme
yetenekleriyle ölümlü bedeni yaratırlar ve böylelikle erkeklerden daha “aşağı” bir iş
yapmış olurlar.
4. Erkeklerin, kadınların cinselliğini ve üreme yetilerini denetleme hakları vardır;
kadınların böyle bir hakkı söz konusu değildir (Berktay, 2000:19-20).
Çalışmada yer alan itiraflar, yukarda kuramsal çerçevede özetlenen ataerkil yapı ve
toplumsal cinsiyet rollerinin, toplumda kadını konumlandırdığı durum göz önünde
bulundurularak analiz edilmiştir.
ARAŞTIRMANIN AMACI
İtiraflar “nick name” ile yani kurgusal kimlikle yapıldığı için, günlük yaşamda kolay
ulaşamayacağımız mahrem bilgileri de içermektedir. Günlük yaşamda konuşulması tabu
olan ve kişilerin en yakınlarına bile söylemediği eylem ve düşüncelerini, üyeler
itiraf.com adlı siteye itiraf etmiştir. Araştırmacının müdahalesinin bulunmadığı bu
263
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
itiraflar, itiraf sahibi kişilerin samimiyetini yansıtması açısından önemli bulunmaktadır.
Bu bağlamda da yapılan itiraflar kurgu eseri olsa bile itirafçının zihninde şiddetin nasıl
algılandığını tespit etmek çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır. Sosyal medyanın
bireylerin günlük yaşantısında giderek daha çok yer kaplaması, sosyal ağ sitelerinin üye
sayısının her geçen gün artması ve bireylerin kendilerini daha çok ifade etmesine
olanak sağlaması nedeniyle, bu sitenin incelenmesinin önemli olduğu düşünülmektedir
Kısaca, kadına şiddete dair ataerkil ve toplumsal cinsiyetçi kabullerin söylem
aracılığıyla sosyal medyada ne şekilde yer aldığının sosyolojik açıdan ortaya konması
bu araştırmanın amacını oluşturmaktadır.
ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Yaşanılan toplumda bilgi içeriklerinin oluşum ve aktarımı söylemsel bağıntılar
aracılığıyla gerçekleşmektedir Foucault, bu aktarımı “dili dile bağlamak” olarak
adlandırmaktadır. Dili dile bağlamak; tarihsel-toplumsal olarak başkalarınca
geliştirilmiş dili kullanmak ve onun içinde barındırdığı tarihsel-kültürel birikimi
edinmek demektir. Bilginin dille üretilip aktarılması nedeniyle dil, var olan erk
ilişkilerini içinde barındırarak; kendisiyle birlikte bu erk ilişkilerini de aktarır. Bu
aktarma ve düşüncenin kalıcılaşması, kitle iletişim araçları, günlük iletişim, okul,
yaştaşlar topluluğu ve aile gibi ortam ve kurumlar üzerinden gerçekleşir. Söylem
kuramı öncelikle güncel söylemin oluşumu, biçimlenimi ve erk etkisini sorunlaştırır.
Söylemler, kurumsallaşmış ve düzenlenmiş oldukları için, erk ilişkisini yansıtır ve erk
etkisi yaratırlar (Kula, 2010:350).
Eleştirel söylem analizi bağlamında güç çalışmalarında temelde iki soru
belirlenmektedir: 1) Daha çok güç sahibi olan grup, halkın söylemini nasıl kontrol
etmektedir? 2) Söylemler düşünsel ve davranışsal olarak daha az güçteki grubu nasıl
kontrol eder ve bu tarz sosyal eşitsizliğin sosyal uzlaşımı nedir? (Van Dijk, 2003: 355).
Söylem analizinin bireyler ve toplum üzerinde kurduğu erk, karşıt söylemler aracılığıyla
yıkılmaya çalışılır. Ortak kültür içerisinde gelişen eleştirel tutumları simgeleyen karşıt
söylem, bu yönüyle hegemonyaya karşı çıkmaktadır. Çevreci söylem, kadın hareketine
ilişkin söylem, laik-demokratik düzene ilişkin söylem buna örnektir. Karşıt söylemin
işlevi, toplumsal koşulların yarattığı toplumsal sömürü sonucunda ortaya çıkan
egemenlik ve erki açığa çıkarmak ve bunların geniş halk yığınları yararına
değiştirilmesine katkıda bulunmaktır. Sömürü ve baskı mekanizmalarının ortaya
çıkarılması, karşıt söylemin temel işleviyken; günlük söylemin eleştirel
değerlendirilmesi, karşıt söylemin amacı ve “yıkıcı” işlevidir (Kula 2010:355).
Bu çalışma nitel bir araştırmadır. Araştırmada itiraf.com evreni içinde yer alan
itiraflardan, şiddete ilişkin itiraflar incelenmiştir. İncelenen itiraflar anahtar kelimeler
yardımıyla bulunmuştur. Çalışmanın sınırlılığı nedeniyle örneklem olarak on itiraf
seçilmiştir. Eleştirel söylem analiziyle incelenen bu itiraflar, iki kategoriye ayrılmıştır.
Buna göre mevcut ataerkil düzenin, erkekleri üstün kabul eden ve şiddeti onaylayan
söylemini sürdüren beş itiraf ve ataerkilliğin şiddeti onaylayan söylemine karşı çıkarak,
karşıt söylem geliştirmiş beş itiraf olmak üzere toplam on itiraf analiz edilmiştir.
Çalışma yapıldığı sürece siteye yeni itiraflar eklenmeye devam ettiğinden ve anahtar
264
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kelimelerle bulunan itiraflar her zaman analiz edilecek temayla ilgili olmadığından;
sitede bulunan toplam itiraf sayısını vermek mümkün olmamıştır.
BULGULAR
Ataerkil toplum yapısı temelde erkek egemenliğine dayanmaktadır. Daha değersiz cins
kabul edilen kadınların ataerkil sistem tarafından denetim altına alınmasında, şiddetin
rolü önemli yer kaplamaktadır. Kuramsal çerçevenin ataerkillik bölümünde daha önce
de değinildiği üzere Weber’ e göre, erkek kadından daha zeki ve fiziksel olarak daha
güçlü olduğu için üstündür. Kadınların kamusal alandan uzaklaştırılması ve
bedenlerinin denetim altına alınmasında erkekler fiziksel üstünlüklerini fazlasıyla
kullanmışlardır. Ataerkil şiddet kadın üzerindeki denetimini başta dayak olmak üzere
fiziksel ve sözel şiddet yoluyla, kadın bedeni üzerindeki denetimi ise taciz ve tecavüz
korkusuyla sağlamaya çalışmıştır. Savaşlarda kadına karşı uygulanan sistematik
tecavüzler bu şiddetin göstergelerinden biridir. Kadına karşı şiddet, gelişmiş ülkeler de
dahil pek çok ülkenin ortak sorunudur. Ataerkil şiddetin kendini ortaya koyuşu sözel
şiddet, dayak, taciz, tecavüz, ve namus cinayetleri şeklinde olmaktadır. Ataerkil
şiddetin devlet tarafından meşrulaştırıldığı kurumlar ise askeriye ve polislik
kurumlarıdır. Bu kısımda itiraflar ataerkil söylemde, hakim söylemi temsil eden
itiraflar ve bu söyleme karşı çıkan muhalif itiraflar olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Ataerkilliğin Şiddet Yoluyla İnşasında Hakim Söylemi Temsil Eden İtiraflar
İtiraf.com sitesindeki itiraflar şiddet açısından incelendiğinde, şiddetin Türkiye’de ne
kadar yaygın olduğu fikrine istatistiklere başvurmadan da ulaşılmaktadır. Ataerkil
şiddet sadece erkeklerin kadına uyguladığı şiddeti değil, hiyerarşiye göre gücü elinde
bulunduranın, zayıf olana uyguladığı şiddeti kapsamaktadır. Kadınların da tarihin ilk
çağlardan beri savaşların sessiz ortakları olmaları, kahramanlık söylemine katılmaları
onları da ataerkil şiddetin destekçileri yapmaktadır. Kadınların birbirine uyguladığı
fiziksel şiddet en çok kaynanalık kurumu aracılığıyla ortaya çıkmaktadır. Bu başlıkta
analiz edilen itiraflar şunlardır:
Eğitimli Kadınlar
şekildedir:
Dayak Yemez
Sanırdım: Ataerkil şiddetle ilgili ilk itiraf şu
“Uzun süren, harika bir ilişkiden sonra evlenme kararı aldık. Ancak evliliğimizin
ilk 3 ayından sonra eşimden şiddet görmeye başladım. Önceden televizyonda görüp
de akıl sır erdiremediğim her şey başıma geldi. Eğitimli kadınların buna nasıl olup
da boyun eğdiklerini anlayamazdım. Baş kaldırmak gerçekten de o kadar kolay
değilmiş. 6 aylık hamileyim. Hamileliğimde bile bir kez dayak yedim. Son 1 aydır
ne yemek yiyor ne de uyuyorum. Evde hiç konuşmadan sadece temizlik
yapıyorum. Takıntı derecesinde kendimi temizliğe verdim. Ruhsal bir bunalım
geçirdiğimin farkındayım. Kendime ve bebeğime zarar vermekten korkuyorum.
Çok yalnızım”(dutkemane, Kadın, 26, İstanbul).
Bu itiraftaki itirafçı evliliklerinin üçüncü ayından sonra şiddet görmeye başladığını
belirtmektedir. Daha öncesinde eğitimli kadınların şiddete nasıl boyun eğdiğini
anlamayan itirafçı, şiddet kendi başına geldiği zaman edilgen bir tutum takınmıştır.
Buradaki önemli nokta şiddetin eğitim, statü,sınıf v.b. kriterleri pek de dikkate
almamasıdır . Şiddet uygulayan da, şiddet mağduru da her tür toplumsal kesimde
görülebilmektedir. Altı aylık hamile olan itirafçı, hamileliğinde de dayak yemesine
rağmen hiçbir yasal merciye şikayette bulunmamıştır. İntihar etmekten korkan itirafçı,
herhangi bir yardım girişiminde bulunmamıştır. Gördüğü şiddete başından beri şhiçbir
265
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tepki vermeyen bu itirafçı, ataerkil şiddetin beklentisine uyan kadın edilgenliğiyle
uyuşmakta ve bu itiraf bu yönüyle daha çok hakim söylemi temsil etmektedir.
Kocam Bana Değil Kardeşine İnanır:Analiz edilen ikinci itirafta bir tecavüz vakası
anlatılmaktadır. 25 yaşında bir kadına ait olan itiraf şu şekildedir:
“Dün gece kocamın kardeşi tarafından tecavüze uğradım. Her tarafım yara bere
içinde. Kocam hala iş seyahatinde ve biricik kardeşinin ne yaptığını hala bilmiyor.
Hem duysa ne farkeder ki? Bana değil ona inanacak. Hem bana inansa ne olacak
ki? Nasıl kabullenecek bunu, nasıl artık bana "karım" diyebilir? 7 aylık bir kızımız
var. Ailem kocamla evlendiğim için beni reddetti. Kızım hala küçük olduğu için
çalışamıyorum çünkü ne bakacak kimse ne de yuvaya verecek param var. Bir an
önce bir şeyler yapmalıyım ama ne yapacağımı bilmiyorum” (pink butterflyy,
Kadın, 25, İstanbul).
Ataerkil şiddetin kadını en çok sindirdiği şiddet yöntemlerinden biri olan tecavüz
vakalarının sonucu bu itirafta görüldüğü gibi adli makamlara yansımamaktadır. Yine
tecavüz vakalarının çoğunun tanıdık kişiler aracılığıyla gerçekleştirildiği bilinmekte ve
bu itiraf bu gerçeklikle örtüşmektedir. İtirafçı kayınbiraderi tarafından tecavüze uğramış
ve eşinin kendisine inanmayacağını düşünerek, ona bu olayı anlatmaya çekinmektedir.
Tecavüz vakalarında olayın mağduru olan kadınların, faili baştan çıkardıkları
suçlamalarıyla karşılaştıkları bilinmektedir. Ayrıca itirafçı kendisini suçlamakta ve
artık eş sıfatını hak etmediğini düşünmektedir. Ailesinin rızası dışında evlendiği için,
ailesi tarafından da reddedilen itirafçı nereye sığınacağını bilmemektedir. Çalışma
hayatının içine olmaması ve kızına bakacak kimsenin olmaması da itirafçıyı zor
durumda bırakmaktadır. Genel anlamda itirafta görülen söylemse, ataerkil şiddetin
kadından beklediği teslimiyetçi söylemle uyuşmakta ve bu anlamda bu itiraf daha çok
hakim söylemi temsil eden bir itiraftır.
Yüzümün Gülmemesinin Sebebi :Eşinden gördüğü şiddet sonucunda tamamen
sindirilen 32 yaşındaki bir kadının itirafı aşağıdaki şekildedir:
“Evet haklısınız; kocam yakışıklı, boylu poslu aslanlar gibi. Evet haklısınız; kocam
güler yüzlü, sempatik, müşfik, yardımsever. Evet haklısınız; kocam eğitimli,
kültürlü, işinde gücünde, başarılı, saygın biri. Evet haklısınız; saray yavrusu gibi
muhteşem bir evim, yuvam var. Evet haklısınız; yardımcılarım var, elimi sıcak
sudan soğuk suya sokmuyorum. Evet haklısınız; 4 4 jipim var ama ben sokağa
dahi çıkmak istemiyorum. Evet haklısınız; kocam beni çok seviyor, bir dediğimi iki
etmiyor. Maddi manevi bana sunduğu imkanlar sınırsız. Evet haklısınız; ben ukala,
yüzü gülmeyen nemrut kadının tekiyim. Çünkü kocam; beni aldatıyor, üstelik bunu
benden gizleme gereği dahi duymuyor. Çünkü kocam; trafikte birine kızsa beni
dövüyor, Dolar düşse ben dayak yiyorum. Her tarafımın morarması sakarlığımdan
değil kocamın elinin ağır olmasından. Çünkü kocam; canı istediği zaman zorla
bana sahip oluyor. Çünkü kocam; yardımcılarımızın yanında bile bana "or...pu,
fa...şe, sür...k" diye hitap ediyor. Çünkü kocam; onu terk edersem veya boşanmaya
kalkarsam beni öldürmekle tehdit ediyor. Çünkü kocam; bana şantaj yapıyor,
oğlumu yurt dışına kaçıracağını ve bana yüzünü göstermeyeceğini söylüyor. Evet
kocam; her kötülüğü yapacak potansiyele sahip bir canavar” (Elma.Kurdu, Kadın,
32, İstanbul).
Bu itirafta görüldüğü gibi bazen şiddet hiç beklenmeyen kişilerden gelmektedir. Şiddet
uygulayan kişi,fiziksel şiddetin yanında sözlü şiddetle de, sürekli eşini küçük
düşürmeye çalışmaktadır. Sözlü şiddetin yanında, fiziksel şiddetin boyutlarıysa,
tecavüze kadar varmaktadır. Eşini sürekli öldürmekle ve çocuğunu göstermemekle
266
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
tehdit eden bu kişi, bu yolla eşini yıldırarak, onun boşanmasını önlemeye çalışmaktadır.
Bu kadar şiddet uygulayan bir kişinin eşinden boşanmak istememesinin nedeni,
dışarıdan görülen mutlu aile imajının bozulup, statü kaybına uğrayacağı endişesidir.
Darp ve tecavüzden sonra ilgili yasal birimlere şikayette bulunmayan itirafçın bu
itirafıyla büyük ölçüde ataerkil sistemin kadını edilgen gören söylemiyle uyuşmakta ve
itiraf bu yönüyle daha çok hakim söylemi temsil etmektedir.
Karını İlk Günden Dövmezsen, Tepene Çıkar:Ataerkil şiddetin, kadınların
desteğiyle beraber yürüdüğünü gösteren bu itiraf 21 yaşındaki bir erkeğe aittir.
İtirafçı daha çok olayı aktarıp, fazla yorumda bulunmadığı için bu itiraf aktarılan
olay açısından ele alınacaktır. Aktarılan şiddet olayı şu şekildedir:
“Dünyanın en ilginç gerdek gecesini anlatacağım. Bizzat halamdan dinlemiştim.
Halamı, halasının oğluyla evlendirdiklerinde 13-14 yaşlarındaymış. Damatsa 30.
Halam çok ufak göründüğü için kat kat elbiseler giydirip gerdek odasına öyle
sokmuşlar. Damat geldiğinde abdest alıp namaz kılmış. Namazı bitince de halama
doğru gelmiş ve gözünün ortasına bir yumruk çakmış. Ardından da ağzını burnunu
kan içinde bırakana kadar dövmüş. Sebepse halamın kaynanasının, yani öz
halasının, gerdekten önce oğluna, "İlk gece mutlaka dövmelisin. Dövmezsen baş
edemezsin. Tepene çıkar'" diye akıl vermesiymiş. Halam yıllarca hem kocasından
hem kaynanasından hem de kocasının yedi kardeşinden dayak yemiş. Canım halam
50 yaşında öldü. O zamana kadar bir sürü hastalıktan çok çekti. Düşünüyorum da,
acaba o kadar çok hastalıkta dayakların payı var mıydı? Nur içinde yat halacım”
(musrak, Erkek, 21, Ankara).
Ataerkil şiddetin üretilmesinde önemli yer kaplayan şiddet türlerinden biri de
kayınvalide şiddetidir. Erkek çocuk sahibi kadınlar sahip oldukları iktidarı en çok
gelinleri üzerinde uygulamaktadır. Bu itiraf aynı zamanda yine kadın üzerinde
uygulanan başka bir şiddete, kadının küçük yaşta evlendirilmesine örnektir. Böylelikle
kadınlar kamusal alanın istediği donanımı kazanamadan eve kapatılıp; ataerkil
toplumun kendine yüklediği ev işleri ile çocuk, yaşlı ve hasta bakımına hiçbir ücret
almadan yapmaktadır. Bu kadar yorucu görevi itirazsız bir şekilde yerine getirebilmesi
için bir kadının itaatkar yapıda olması gerekmektedir. Ataerkil yapıda bir kadını
itaatkar kılmanın yolu da onu dayakla eğitmekten geçmektedir. İtirafta küçük yaşta
evlendirilen çocuğun, daha ilk günden dövülerek edilgen kılınmasını kayınvalidesi yani
öz halası talep etmiştir. Evlenmeden önce ailesinin, evlendikten sonra da kocasının
ailesinin mülkü kabul edilen
bu kadın hayatı boyunca hem eşinden, hem
kaynanasından, hem de kocasının yedi kardeşinden dayak yemiştir. Kadını ailenin
mülkü, ücretsiz çalışan bir köle olarak gören ve kadına dayak atarak her istediğini
yaptırabileceğini sanan bu söylem, ataerkil söylemle uyuşan, hakim söylemi temsil eden
bir söylemdir.
Dualarım Dedemin Ruhuna Gitmesin: Bu bölümde son analiz edilen itiraf 27
yaşında bir kadına aittir ve itiraf şu şekildedir:
“Dün sabah abim aradı. "Dedemizin ölüm yıldönümü, Yasin oku." dedi, "Peki."
deyip kapattım. Abdestimi aldım, Kuran'ımı elime alıp okumaya başladım.
Okudukça ağladım, ağladıkça açıldı içim. Dedemi kaybedişime değildi ağlamam.
Sen onların yanında büyüdün abi. Sen dedemi hep bir baba gibi, dahası kahraman
gibi gördün hep. Söyleyemedim hayalinde büyüttüğün süper kahramanın beni daha
9 yaşındayken taciz etti diye. Nasıl söyleyebilirdim ki; ben bile anlamamıştım o
yaşta dedemin ısrarla kilotumu indirmemi istemesini. "Dur bi bakayım" demelerini,
elini sokup okşamaya çalışmasını... "Dede yapma, utanıyorum." dediğimde,
267
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
"Benden mi utanıyorsun, ben senin dedenim." demesini, "Annene söyleme!"
demesini... Söyleyemedim abi. Yasin okudum evet, ama içimdeki karaltıların
çözülmesi için, inan dedemin ruhuna gitmesin diye özellikle dua bile ettim! Çok
üzgünüm abi, çok üzgünüm” (melanet.1983, Kadın, 27, İstanbul).
Bu itirafta tüm toplumlarda tabu olan ve bu nedenle ortaya çıkması çok zor olan ensest
olgusunun aktarıldığı görülmektedir. Ensest buradaki gibi taraflardan birinin çocuk
olduğu durumlarda çocuk istismarına girmektedir. Ensest olgusu tabu kabul edildiği ve
kurbanlar büyük oranda yetkili makamlara bu durumu bildirmediği için, ensestin
gerçek oranının ne olduğu bilinmemektedir. Mağdurların pek çoğu bu itirafta da
görüldüğü gibi korktukları ya da utandıkları için başından geçen bu olayı yakınlarına
anlatamamakta, adli mercilere başvuramamaktadır. Ataerkil şiddetin en sarsıcı, gücün
en orantısız kullanıldığı türü aile içinde çocukların ensest yoluyla istismar edilmesidir.
Buradaki itirafçı da dedesinin ailesi tarafından çok sevilmesi, bu durumda kendisine
inanılmayacağı düşüncesi ile bu olayı kimseye anlatmamıştır. Kadınları ve çocukları
erkeklerin ve ailenin mülkü kabul eden ve onlardan teslimiyetçi bir tavır bekleyen
ataerkil söylemin gereklerini yerine getiren bu itiraf bu yönüyle daha çok hakim söylemi
temsil etmektedir. Bu itirafla bu bölümde analiz edilen itiraflar son bulmuştur.
Ataerkilliğin Yeniden İnşasında Şiddete Muhalif Olan İtiraflar
Ataerkil şiddet elbette her zaman onay görmemekte, bazen mağdurların kendisi buna
direnmekte, bazen de mağdurları destekleyen kişi ve kurumlar bulunmaktadır.
İtiraf.com sitesinde şiddet mağduru bir erkeğin itirafına rastlanmamıştır, ancak Mart
2006’dan önce sitenin takip edilmediği ve anahtar kelimelerle yapılan taramalarda her
zaman konuyla ilgili itirafların yer almadığı da göz ardı edilmemelidir. Gerçek hayatta
da fiziksel olarak güçlü olan ve iktidarı elinde bulunduran erkekler olduğu için
çoğunlukla şiddetin mağduru kadın, faili erkektir. Bu kısımda analiz edilen itiraflarda da
mağdurlar çoğunlukla kadın ve daha az sayıda da çocuktan oluşmaktadır. Kapsamın
sınırlılığından dolayı itirafların hepsi analiz edilememiş ama özellikle çocuğa
uygulanan şiddetin sitede ciddi bir şekilde eleştirildiği görülmüştür. Bu bölümde analiz
edilen itiraflarla ilgili öne çıkan vurgulamalarsa şu şekildedir: “Dayak Yiyen Kadına
Akıl Veren Çok Oluyor”, “Dayak cennetten çıkma değildir”, “Türk polisi yakalar”, “
Kadının adı yok” ve “Bir halam vardı”.
Dayak Yiyen Kadına Akıl Veren Çok Oluyor: Analiz edilen ilk itiraf 32 yaşında bir
kadına aittir ve şu şekildedir:
“Şiddet görmeden önce, böyle bir şey olursa ortalığı ayağa kaldıracağımı, hemen
boşanma davası açacağımı sanıyordum ama gerçekleşince hiç de öyle olmuyormuş.
Hayır, utandığımdan filan saklamıyorum, sadece çok akıl veren ve aklımı
karıştıranlar olmasın diye susuyorum. Ha, eşini döven erkeklere de bir not: İnanın
aksine bizi güçlendiriyorsunuz. Daha sakin, planlı olmaya sevk ediyorsunuz.
Geleceği belirlerken fevri davranmaya değil, kendimizi en iyi şekilde bu durumdan
sıyıracak yolu bulmamız için sağduyulu olmaya teşvik ediyorsunuz” (şapşal,
Kadın, 32, İstanbul).
Şiddetle karşılaşan bir kadının bununla baş etmek için geliştirdiği stratejiler bu itirafta
öne çıkmaktadır. İtirafçı, başa gelmeden önce, şiddetle mücadele için düşünülen
stratejilerin, şiddet olayı gerçekleştiğinde uygulanmasının o kadar da kolay olmadığını
belirtmektedir. Öncelikle çevresindeki insanlara bu olayı anlatmasının kafa karışıklığına
neden olduğunu görmüştür. Evli bir kadının dayak yediğinde boşanma davası açması
268
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
gerektiğine inanan itirafçı, bu fikrini etrafına açtığında çok da hoş karşılanmamış
görünmektedir. Günlük hayatta bu konuda, “ bir tokat için yuva yıkmaya değer mi?”,
“yuvayı yapan dişi kuştur “v.b. söylemlerle kadınlar yumuşak başlı ve edilgen olmaya
teşvik edilmektedir. Eğer arada çocuk varsa, yuvanın yıkılmaması gerektiğini söyleyen
boşanma muhalifi söylemler daha da artmaktadır. Şiddet nedeniyle boşanmaya hak
vermek, ancak ciddi hasar veren darp izlerinin varlığıyla mümkün olabilmektedir.
İtirafçı bu durum karşısında sessiz kalarak, zannedildiği gibi hiç de edilgen olmadığını
erkeklere yazdığı notta belirtmektedir. Bir erkeğin, bir kadına uyguladığı ataerkil
şiddete karşı çıkan bu itiraf, hakim söyleme karşı çıkan, dolayısıyla muhalif söylem
geliştirmiş bir itiraftır.
Dayak Cennetten Çıkma Değildir:Bebekliğinden itibaren şiddet gören bir çocuğa ait
itiraf şu şekildedir:
“Kızım doğduktan tam 31 gün sonra dünyaya gözlerini açtı. Yeni doğan
bebeklerimizle ilgili fikir alışverişinde bulunmak üzere annesiyle sık sık görüşür
olmuştuk. Daha o günlerde minicik bebek için "Valla sinirime dokunursa hiç
bakmam, basarım dayağı." diyordu annesi ve ben kucağımdaki kızıma bakıp
vicdanına havale ediyordum, belki de sadece dilindedir diye ihtimal vermiyordum.
Geçen gün 2 yaşına giren o bebek, teyzesiyle sınıfıma geldi. Ürkekti... Rahat
olması için yanına gidip eline tebeşir tutuşturmak istedim, vuracağımı sandı. Çok
ama çok canım yandı. Teyzesine sordum;meğer her fırsatta çocuğu dövüyormuş
annesi. Yediği dayaklar neticesinde ürkek, kararsız, çekingen bir çocuk olmuş
çıkmış el kadarcık bebe. Ben de bazen contaları sıyırma sınırına geliyorum ama
pişman olacağım hiçbir şey yapmıyorum. Kızım benim okuluma geldiğinde tüm
okulu yönetiyor, özgüveni benden bile kuvvetli. Ne istediğini biliyor. Yapmayın
anneler, bir anlık sinirinize kurban olmayın. Atılan her tokat bedenden çok ruhunu
zedeliyor, eziyor. Dayağın cennetlik bir tarafı yok!” (pıtırcık papatyam, Kadın, 26,
Çanakkale).
Şiddetin çocuk yetiştirirken terbiye etme aracı olarak kullanıldığını gösteren bu itirafta,
anne yeni doğmuş bebeğine acımamaktadır.
Henüz bir aylık olan bebeğin
dövülebileceğine ihtimal vermeyen itirafçı, bu bebek sınıfına geldiğinde, dayağın
üzerinde bıraktığı tahribatı kendi gözleriyle gözlemlemiştir. Küçük bebek eline uzatılan
tebeşirden, dayak yiyeceğini zannederek ürkmüştür. Annesinden sürekli dayak yiyen
bebek, içe kapanık, ürkek, kararsız bir kişilik geliştirmiştir. İtirafçı bu duruma isyan
etmekte ve “dayağın cennetten çıkma olduğu” söylemine itiraz etmektedir. Dayağın
özgüveni zedelediğini, kişiliğe ciddi zararlar verdiğini belirtmektedir. İtiraf söylem
olarak mevcut ataerkil sistemin şiddet yoluyla insanları eğitme fikrine karşı
çıkmaktadır, bu yönüyle de daha çok hakim söyleme karşı çıkarak muhalif bir söylem
geliştirmiştir.
Türk Polisi Yakalar: Şiddetle mücadele etmekte kararlı olan ancak adli kurumların
tutumundan şikayetçi olan bir itirafçının itirafı şu şekildedir:
“Dün zeka özürü tarafımdan tescilli, boşanmak üzere olduğum insansı koca
müsveddesinden, çalıştığım okulun çıkışında dayak yedim. İstanbul'un akıl
erdiremediğim polis haritalarına göre dayak yediğim yer, 3 metre farkla yakındaki
karakola değil de, uzaktaki bir karakola ait olduğu için; ben darp raporu, şikayet
deyip dolaşırken, darp izlerim silinmeye yüz tuttu. Polis İmdat'ı arayınca aldığım,
"Olay bittikten sonra biz gelemeyiz." cevabı da neşeme neşe kattı. Artık öbür
dünyadan polise "imdat" derim olay sırasında. Şunu da ekleyeyim, böyle olaylarda
arkadaşlarınız çaktırmadan bağlantılarını koparıyorlar sizinle, şahit olmaktan
269
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
çekindikleri için! Boşandıktan sonra arkadaş çevremi tekrar genişletirim(!)
inşallah” (umutsuzişkadını, Kadın, 27, İstanbul).
Umutsuz iş kadınının itirafında, resmi kurumların uyguladığı bürokrasinin, şiddete
uğrayan bir kadının işini ne kadar zorlaştırdığı görülmektedir. Boşanmak üzere olduğu
eşinden iş yerinde dayak yiyen itirafçı, çalıştığı okul uzak bir karakola bağlı olduğu için
şikayetini oraya yapmak zorunda kalmıştır. Bu arada şiddete uğradığını belgeleyecek,
darp raporu için gerekli olan izler silikleşmiştir. Polis imdat ise olay bittikten sonra
müdahale edemeyeceğini söylemiştir. Ataerkil şiddet çevresine öyle korku yaymaktadır
ki, bu durumu görenler, kendileri de o şiddetin bir parçası olabileceği endişesiyle
şahitlik yapmaktan çekinmektedir. İtirafçı kendisine uygulanan şiddete boyun
eğmemekte ve hakkını sonuna kadar aramaktadır. Yasal haklarının bilincinde olan ve
boşanma sürecinde eşiyle mücadele etmekte sonuna kadar kararlı olan bu itirafçı,
ataerkil sistemin boyun eğen ve yuvayı her durumda sürdürmek zorunda olan kadın
tanımına uymamaktadır. Dolayısıyla bu itiraf hakim söyleme karşı gelen ve bu yönüyle
daha çok muhalif bir itiraftır.
Kadının Adı Yok: Şiddet görmüş ve bununla mücadele etmeyi seçmiş avukat bir
kadının itirafı ise şu şekildedir:
“Kadınlar günü sebebiyle çeşitli bölgelerdeki kadınlara eğitim seminerlerinde
konuşmacı olarak bulundum. Çoğu şiddet görmüş ve bunu kabullenmişti, hiçbiri de
dur demek için istekli ve kararlı değildi. Onlara vaktiyle ben de şiddet gördüm
dediğimde önce inanmadılar. ''Siz avukatsınız, nasıl olur?'' diye sordular. Üzgünüm
hanımlar avukat, hakim, doktor ya da ev hanımı olmak kadın olmanız gerçeğini
değiştirmiyor. Erkekler her şekilde sizden üstün olduğunu düşünüyor ve siz buna
bir dur demezseniz ömrünüzün sonuna kadar bu küçük düşürücü durumla yaşamak
zorunda kalıyorsunuz. Bu yüzden tek ihtiyacınız olan şey kendinize güven ve
cesaret. Yaşam sizin için bundan sonra başlıyor...” (kaçamayangelin, Kadın, 27,
Ankara).
Şiddetin sınır tanımadığı, mesleği gereği şiddetle en çok mücadele edebilme gücü
olabilecek avukat bir kadını bile kapsayabileceği bu itirafta açık bir şekilde
görülmektedir. Ataerkil şiddet amacını bu kadınların edilgen hale gelmesi ve her şeye
boyun eğmesiyle sağlamıştır. İtirafçının şiddetin meslek, eğitim, statü ya da sınıftan
bağımsız olarak tüm kadınları kapsayabileceği saptaması bu itirafla doğrulanmaktadır.
Ataerkil şiddet için kadının statüsü gereksiz bir ayrıntıdır ve erkeğin üstün cins olarak
kadına şiddet uygulama hakkı vardır. Kadınların şiddetle mücadele yöntemleri ise çok
yetersizdir. Kadınların çoğunluğu şiddeti kanıksayarak, hata yaptıklarında erkeklerin
şiddet uygulamaya yetkili olduğunu kabul etmiştir. Şiddet mağdurunun ataerkil şiddetin
bu tavrını onaylayan tutumu, ataerkil şiddetle mücadeleyi güçleştirmektedir. Kadınların
sadece fiziksel olarak kendilerinden daha güçlü olduğu için bir erkeğe dövme yetkisi
vermesi trajiktir. İtirafçı, şiddete karşı dur denilmediği sürece, bu küçük düşürücü
durumun ömür boyu süreceğini ifade etmektedir. İtirafçının şiddeti eleştiren ve
kadınlara şiddetle mücadele yöntemlerini öğreten bu söylemi hakim söyleme karşı çıkan
ve muhalif olan bir söylemdir.
Bir Halam Vardı: Çocuğundan gördüğü şiddet sonucunda hayatını kaybeden bir
kadının hikayesi, 32 yaşındaki itirafçı tarafından şu şekilde aktarılmaktadır:
“Bir halam vardı, yoksulluktan başka dünyada hiçbir şey görmemiş, ölüm
döşeğindeki kocasından bile hakaret işitmiş, kocasından göremediği bu şefkati
hayatında bildiği ikinci ve son erkek olan evladına bahşetmiş, bilmeden şımarttığı
bu oğluyla ve onun çocuklarıyla aynı evde yaşamak zorunda kalmış, yaşı 80’e
270
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ulaşıp yoksullukla dolu günlerin yoğunluğu arttıkça da akıl sağlığını yitirmeye
başlamış, o şımarttığı oğlundan her akşam hortumla dayak yemiş ve (aldığım gizli
bilgiler doğrultusunda) bu oğul dayağı sonucu ölmüş. Bir halam vardı; ama artık
bir “halam oğlu” yok! Yıllar önce gerçekleşmiş bu olayı duyduğum an, bu
cinayetten haberdar olup da zamanında ihbarda bulunmayan tüm akrabalarım da
artık yok! Halamın cesedini yıkarken mosmor zavallı zayıf bedenine gözyaşları
damlayan ve “Gidip polise haber verelim ama bu gecekondunun içinde bir dul
kadın ve 5 küçük çocuk kalacak. Ne ekmek ne aş getirenleri var. Bu edepsiz hapse
girince, bir de onlar düşecek sokaklara.” diyen komşuları ne kadar haklı,
bilmiyorum. Ama dedim ya, bir halam vardı; şimdi sadece o şirin sesiyle
hatıralarımda kaldı” (en.güzel.hikayem, Erkek, 32, Yurtdışı).
Bu itiraf kadına uygulanan şiddetin varabileceği boyutu göstermektedir. Yoksulluk,
eğitimsizlik, işsizlik gibi öğelerle birleşince şiddet bir kadın için çok daha yıkıcı
olmaktadır. Önce eşinden şiddet gören, kadın, sonrasında bu şiddetin belki de daha
kötüsünü oğlundan görmeye başlamıştır. İtirafçının burada şiddet uygulayan erkek
hakkında verdiği bilgi annesi tarafından şımartılmış olmasıdır. Burada ölü bedenin çok
hırpalandığını görenler, şiddet uygulayanı şikayet etmeyi akıllarından geçirmişler, fakat
geride kalan beş çocuk ile eşinin geçinemeyeceğini düşünerek şikayetten
vazgeçmişlerdir. Toplumsal cinsiyet ve ataerkilliğin erkeğe verdiği evi geçindirme
görevi, burada suçlu bir insanın hapse girememesinde etkili olmuştur. Burada olayın
gelişme şekli ve şiddetin onaylanması ataerkil toplumsal yapısıyla uyuşmaktadır. Fakat
itirafçı gerek bu şiddeti uygulayan hala oğlunu, gerekse bu şiddete seyirci kalan tüm
akrabalarını akrabalıktan reddetmektedir. Dolayısıyla itirafçı güç sahibi olan, şiddet
uygular söylemine karşı çıkarak, ataerkil toplum yapısına muhalif bir söylem
gerçekleştirmiştir. Bu itiraf, ataerkil şiddete muhalif itiraflar” başlığı altında analiz
edilen son itiraftır.
SONUÇ
Ataerkilliğin hakimiyetin sürdürmesinde en etkili olan öğelerden biri eril şiddettir. Kate
Millett, çağdaş ataerkil düzenlerin çoğunda, belirli sınıfsal ve etnik gruplara kaba
kuvvet kullanma hakkının verilmesiyle, zorbalığın genelleştirildiğini belirtmektedir.
Ona göre kaba kuvvet kullanımı, fiziksel yapısı ve teknik yönden donanıma sahip
olması nedeniyle erkeklere aittir. Silah kullanımının aradaki fiziksel güç ayrımını
ortadan kaldırmasına karşın, kadın yetiştiriliş tarzı nedeniyle bu silahı
kullanamamaktadır. Ataerkil kaba kuvvet, cinsel suçlarda en uç noktasını ırza geçme
şeklinde kendini göstermektedir. Olayın utancı kadınları açıklamaktan alıkoyduğu için,
gerçek sayılara hiçbir zaman ulaşılmaz ve tecavüz rakamları, gerçekte istatistiklere
yansıyandan çok daha yüksektir ( Millet, 1987:78-79).
Erkek ve kadının fiziksel güç açısından asimetrik dağılıma sahip olması, erkeğin kadına
tecavüz edebilme potansiyelini içinde bulundurmasına sebep olmuştur.
Erkek
şiddetinin ilk biçimlerinden biri kadınların toplu tecavüze uğramasıdır. Böylece tecavüz
cinsel tatmin aracı olmaktan çıkıp erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetinin kaynağı
konumuna gelmiştir. Sonuç olarak tecavüz: Erkeğin kadın karşısında en temel güç
silahı, kadının ise korkusu olmuştur. Erkeğin üstün gücü ve zaferinin aracı haline gelen
tecavüz sayesinde, erkekler cinselliklerini bir silah gibi kullanabileceklerini
keşfetmişlerdir. Tecavüzle ilgili hukuksal düzenlemelerde ise kadın “mal” olarak
değerlendirilmiştir. Buna göre tecavüz, bir erkeğin, başka bir erkeğin karıları ve kız
çocuklarının cinsel hizmetlerini çalması olarak değerlendirildi. Benzer şekilde, savaşlar
271
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
sonucunda fethettikleri yerdeki insanların mülkiyetini ele geçiren fatihler için
sömürgeleşmenin doğal sonuçları olarak görüldü. Kadınları dehşete düşüren şey
tecavüzün kendisinden öte, tecavüz tehdididir (Waters, 2008:404-405).
Millet’ın vurguladığı nokta itiraf.com’da da görülmektedir. Kadınlar tecavüz olayını
yasal birimlere aktarmamakta ve bundan dolayı ağır travma geçirmektedirler. Yine
taciz ve tecavüzün genellikle tanıdık kişiler tarafından gerçekleştirilmesi, bu durumun
açıklanmasını daha da güçleştirmektedir. Kendisinin suçlanabileceği endişesiyle çoğu
kadın bu durumu gizlemeyi tercih etmektedir. Ataerkil şiddetin bu en uç noktasının
dışında, zorbalığın daha çok kaba dayak şeklinde uygulandığı görülmektedir Kadınlar
eğitim ve sınıf farkı olmaksızın dayak yemektedir. Çalışan kadınlar da bu şiddetin
dışında kalamamaktadır. Hatta yasal anlamda nasıl mücadele edeceğini bilen, avukat
gibi kadınlar da bu kaba şiddetten kaçamamaktadır. Ataerkil şiddetin üretilmesinde
suçun tamamı erkeklere ait değildir. Kadınların bir kısmı bu şiddetin gönüllü
destekleyicisidirler. Kadınlar bazen erkekler aracılığıyla iktidar kurmak için erkek
şiddetini kışkırtırlar. Türkiye’de bazı kaynanaların, oğullarını bu şekilde kışkırttığı
bilinmektedir. Hakim söylemin devamını sağlayan bu yaklaşım yanında, karşıt söylem
geliştiren muhalif itiraflarda da görüldüğü üzere kadınlar şiddetle mücadele konusunda
artık daha bilinçlidir. Şiddetle karşılaşan kadın, yasalar aracılığıyla hakkını aramak
istemektedir. Dayağın cennetten çıkma olduğu ve çocukları eğitmek için kullanılacağı
söylemi de eskisi kadar desteklenmemektedir. Sonuç olarak sosyal medyada insanların,
ataerkillik ve toplumsal cinsiyetin kadına şiddet söylemini onaylama durumu eskisi
kadar yaygın değildir ve bu konuda sosyal medyada bir bilinçlenme ve kırılma
yaşanmaktadır.
KAYNAKÇA
Ahmed, Leyla. (2004). Arap Kültürü ve Kadınların Bedenlerinin Yazılışı, Müslüman
Toplumlarda Kadın ve Cinsellik.(D. Pınar İlkkaracan) İstanbul:İletişim Yay.
Art, Gökçen. (1996). Şeyhülislam Fetvalarında Kadın ve Cinsellik. İstanbul:
ÇiviyazılarıYayıncılık.
Berktay, Fatmagül. (1995). Türkiye’de Kadınlık Durumu, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınlar , cilt 13, 757-764.
Berktay, Fatmagül. (2000). Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın. İstanbul: Metis
Yayınları.
Berktay, Fatmagül. (2006). Tarihin Cinsiyeti. İstanbul: Metis Yayınları.
Donovan, Josephine. (2001). Feminist Teori, (Çev.Aksu Bora ve Diğerleri), İstanbul:
İletişim Yayınları.
Gıddens, Anthony.(2008). Sosyoloji. (Ed.Cemal Güzel), İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Gross, Rita. M.(2006) Ataerki-Öncesi Hipotezi: Bir Değerlendirme, Bedenler, Dinler ve
Toplumsal Cinsiyet (Çev. Balkı Şafak). Ankara: Ütopya Yayınevi.
Jansen, Henrica. Eş veya Birlikte Olunan Kişi Tarafından Kadına Yönelik Şiddet,
Türkiye’de Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet, TC Başbakanlık Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğü, Ankara: Elma Teknik Basım.
272
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Millet, Kate. (1987). Cinsel Politika. (Çev.Seçkin Selvi), İstanbul: Payel Yayınevi
Kimmel,Micheal(2001).GlobalMasculinities:Restoration&Resistance.
A
Mans’s
World?Changing Men’s Practies in a Golabal World, NY, St Martin’s Press.
Kula, Onur Bilge.(2010) Bazı siyasi partilerin AB Politikaları (301. Madde)
Bağlamında BirSöylem Çözümleme Denemesi, Sosyoloji Yazıları 1, 349-375
Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
Ortaylı, İlber. (2001). Osmanlı Toplumunda Aile. İstanbul: Pan Yayıncılık.
Thebaud, Françoise. (2005). Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları, Kadınların Tarihi:
Yirminci Yüzyılda Kültürel Bir Kimliğe Doğru. Cilt:5, (Ed. Handan Akdemir)
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Van Dijk, Teun A. (2003). Cricital Discourse Analysis, In The Handbook of Discors
Analysis. (Ed. D. Schiffrin ve diğerleri), O ford :Blakwell Publishing.
Waters, Malcolm. (2008). Modern Sosyoloji Kuramları. (Ed. Zafer Cirhinlioğlu).
İstanbul : Gündoğan Yayınları.
http://kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/tdvaw/istatistikler.htm).
(http://kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/tdvaw/TemelBulgular.htm.
273
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
0-6 YAŞ ÇOCUĞUNUN T.V. İZLEME DAVRANIŞLARI VE T.V.
PROGRAMLARININ ÇOCUĞA ETKİLERİ ÜZERİNE EBEVEYN
GÖRÜŞLERİ
Abdülkadir KABADAYI*
Özet
Uzun yıllara dayalı araştırmalarla, çocukluk yıllarında kazanılan davranış, beceri ve
tutumların çok büyük bir kısmının, yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, tavır, alışkanlık ve
değer yargılarını biçimlendirdiği belirtilmiştir. Bu dönemde çocuklar çevredeki uyaranların
büyük oranda etkisi altındadır. Bu uyaranlardan birisi de televizyondur. En çok televizyon
tüketicisi olarak görülen çocuklar, kontrol edilmezse ekranda gösterilen her şeyden dikkate
değer bir derecede etkilenebilmektedirler.
Bu çalışmada okulöncesi eğitim kurumuna devam eden 4-6 yaş çocuklarının ve
ailelerinin televizyon karşısında geçirdiği süreyi, bu sürenin niteliğini, televizyonda
izlenilenlerin çocuğa etkileri ile anne-babaların televizyon karşısındaki tutumlarını belirlemek
amaçlanmıştır. Araştırma, 83 anaokulu velisini kapsamaktadır. Araştırmada, betimsel araştırma
yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada veri toplamak amacıyla anne-babalara Ebeveyn Televizyon
İzleme Değerlendirme Anketi (ETİDA) uygulanmıştır. Bu ankette, ebeveyn ve çocuklarının
T.V. izleme süresi, nedeni, program çeşidi, aile ve çocuğun T.V. izlemeye karşı tutum ve
davranışları ve ebeveynin T.V. programlarının çocukta neden olduğu etki ve davranış
değişikliğini irdeleyen açık uçlu ve çoktan seçmeli sorulardan oluşmaktadır.
Sonuç olarak, ebeveyn aracılığı ile çocukların televizyonu bir eğitim aracı olarak nasıl
kullanacaklarıyla ilgili anne ve babalara da öneriler sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Okulöncesi, Televizyon izleme, ETIDA, ebeveyn görüşleri,
televizyon programları
Abstract
The research carried out for a long period of time put forward that the large part of
attitudes, habits and skills acquired during childhood would shape the human beings’
behaviors’, attitudes and habits during their adulthood. The children in this period are under the
effects of environmental stimulus. One of the stimuli is certainly the television. Television
affects the children’s various domains from both negative and positive perspectives.
The study is conducted to present the period of time the children 4-6 years old and their
parents spent, the quality of this period of time, and how children are affected by the programs
they watched, what the attitudes and behaviors of the parents against those effects were. The
study comprises 83 preschoolers’ parents in Konya and descriptive technique is used to explain
the results of the data. Evaluation of Parents Television Viewing Survey (EPTVS) is used to
collect the study data. As a last remark, some recommendations are made to the parents about
how they would use T.V. as an educational tool to acquire positive behaviors to the children.
Keywords: Preschoolers, viewing television, parents’ views, EPTVS, T.V. programs
Yrd. Doç. Dr. Konya Üniversitesi, A. K. Eğitim Fakültesi İlköğretim Bl. Okulöncesi Öğretmenliği A.B.D. Meram
Eğitim Kampüsü – Meram Yeniyol Konya. [email protected]
274
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
0-6 yaş okulöncesi dönem, çocuğun gelişiminin hızla yönlendiği kritik yıllardır. Uzun
yıllara dayalı araştırmalarla, çocukluk yıllarında kazanılan davranış, beceri ve tutumların çok
büyük bir kısmının, yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, tavır, alışkanlık ve değer yargılarını
biçimlendirdiği belirtilmiştir. Çocukların geleceğini belirleyecek olan kişisel, sosyal, bilişsel,
duygusal ve davranışsal değerlerin aktarılması yaşamın ilk yıllarında başlar.
Bu dönemde çocuklar çevredeki uyaranların büyük etkisi altındadır. Bu uyaranlardan
birisi de televizyondur. Televizyon en etkili, en yaygın ve en çok tüketilen medya olarak ilk
sırada yer alır. Çocuklar, yalnızca çocuk programı izlemez, yetişkin gibi televizyonu erken
saatlerde açma ve kapama alışkanlığı kazanır, kanal değiştirme yarışından hoşlanır, televizyonu
görsel bir oyuncak gibi kullanmak günlük ilgileri arasında yer alır ve kontrol edilmezse ekranda
dikkatini çeken her şeye bakar. En çok televizyon tüketicisi olarak çocuklar gösterildiğine göre
televizyonun çocuğa etkileri üzerinde önemle durulmalıdır.
Bu düşünceden hareketle, bu çalışmada okulöncesi eğitim kuruma devam eden 4-6 yaş
çocuklarının ve ailelerinin televizyon karşısında geçirdiği süreyi, bu sürenin niteliğini,
televizyonda izlediklerinin çocuğa etkileri ve anne –babaların televizyon karşısındaki
tutumlarını belirlemek amaçlanmıştır. Televizyon izleme bilinci pek çok davranış gibi ailede
şekillendiği için anne ve babalara da öneriler sunulmuştur.
TELEVİZYONUN ÇOCUĞUN GELİŞİM VE ÖĞRENİMİNE ETKİLERİ
İletişim araçları arasında en yaygın olan televizyon, hem çocukların hayatında hem de
yetişkinlerin hayatında önemli bir yer almaktadır (www.mamakram.com)
Çoğu bilim adamı, yazar ve düşünür (Gunter & McAleer, 1990; Gunter &
Svennevig, 1987; Çakır, 2005; Yeşil & Korkmaz, 2008; Dumlao, 2003; Gavin, 2005;
Stanton, 1998; Yıldırım, Oktay, 1999; Şirin, 2006;) televizyonun, insanları etkisi altına alma
ve onların tutum ve davranışlarına yön verme bakımından büyük bir güce sahip olduğu
belirtmektedir.
Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra tüm dünyada hızla gelişen ve yaygınlaşan
televizyon, son yıllarda üzerinde en çok tartışılan kitle iletişim araçlarından biridir (Oktay,
1999).
Televizyon, kolay ulaşılır medya olarak ilk sırada yer almasının nedeni, onun ekileme
gücünün daha fazla ve kuşatıcı olması ve onun etkili bir medyaya dönüşmesinin diğer bir nedeni
ise basılı, sesli ve görüntülü medyalardan da beslenmesidir (Şirin, 2006).
Kitle iletişim araçlarının temel işlevi, bir yandan eğlendirirken öte yandan gerçeğe
dayalı sorunlara çözümler getirebilmek, eğitmek ve toplumda belli değerlerin yerleşmesine
yardımcı olmaktır (Yavuzer, 2004).
Görsel ve işitsel duyulara hitap ederek, her yaşta insanın, yaşadığımız dünya hakkındaki
bilgisini çok kısa zamanda artırma ve genişletme fırsatına sahip olan televizyon, yetişkinler için
olduğu kadar çocuklar için de son derece önemli bir haberleşme, eğlence ve öğrenme aracıdır
(Önder & Balaban, 2005; Oktay,1999).
Özellikle çocuklar yönünden, görüntü ve sesin birleştiği ışıklı televizyon perdesi, bütün
dünyayı evin içine aktaran büyülü bir aygıttır (Yörükoğlu, 2002).
Medya içerikleri, bireylerin psikolojik tatmin aracı olarak işlev görmekte, onları
eğlendirmekte ve medya kullanımı, boş zaman aktivitelerinin başında gelmektedir (Çakır,
2005).
275
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Peri (1997), çocukların T.V. seyretme nedenlerini sırasıyla, eğlence, öğrenme ufkunu
genişletmek, arkadaşlarının olmaması, zaman geçirme veya zaman doldurma şeklinde ortaya
koymuştur.
Televizyon, çocukların ilk aylardan itibaren ilgisini çeken bir araçtır. İlk yıllarda
özellikle reklamlar, müzik-ritm ve renkli görüntülerin eşlik ettiği klipler bebeklerin ve
çocukların ilgisini daha fazla çeker (Temur, 2003).
Gelişim psikologları, işlem öncesi dönem adını verdikleri yaşlardan (2-6 yaş) itibaren
çocuklarda radyo ses efektlerine, televizyonda ise hareketli görüntülere karşı ilgi uyanmaya
başladığını ve güçlü bir izleme davranışı oluştuğunu belirtmektedirler (Önder & Balaban, 2005).
Çocuklar bir yetişkinin tahmininden daha fazla televizyon karşısında süre
geçirebilmektedirler (AAP, 2001; Sparrow, 2007; Anderson & Pempek, 2005; Certain & Kahn,
2002).
Çocuk, hiçbir ön bilgi edinmeden iki-üç yaşından itibaren kendisini televizyon
karşısında bulmakta, yetişkinlerin hazırladığı, denetlediği malzemeyi televizyon çocuğa
aktarırken meraklı olan çocuklar neyi, nasıl ve niçin seyredeceklerini bilemeden, karar
veremeden televizyon seyircisi oluvermektedirler (Şirin,2006).
Cinsiyetine bakılmaksızın çocuklar televizyon seyretmekten hoşlanırlar. Erkek
çocukları özellikle serüven ve savaş filmlerinden, kız çocukları ise dans, şarkı ve hayvanlarla
komedi ve çizgi filmlerden hoşlanırlar. Çocuğun kişiliğini geliştirirken izlenen bu filmlerin
çocuğun psiko-sosyal gelişimindeki rolü büyük olduğundan ve bu rolleri çocuk, kendisini
özdeşleştireceği bir model olarak alabileceği için bu kahramanlar doğrunun, iyinin simgesi
olması son derece önemlidir (Yavuzer, 2007).
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesi
Başkanlığı’nca 6614 kişi ile yapılan bir araştırmaya göre; ülkemizde çocuklar günde ortalama 3
saat 42 dakika süreyle televizyon izlemektedirler ( www.rtuk.gov.tr).
Beş-yedi yaş, erkek çocuklarının macera filmleri izlediği ama her iki cinsiyetin komedi
filmleri izlediği bir dönemdir (Singer & Singer, 1998).
Şirin (2006)’e göre, anne-babanın eğitim düzeyi, televizyon kanal sayısı, yayın saatleri,
yayın çeşitliliği, ailenin çocuk üzerindeki denetimi değişkenleri açısından, çocukların %
30,79’unun televizyon izledikleri; çocukların % 25, 64’ünün televizyon izleme süresinin sınırsız
olduğu; % 25, 63’ünün bir günde 2 saat kadar televizyon izledikleri, % 17, 94’ünün ise bir
günde 3-4 saat televizyon izledikleri belirtilmiştir
Çocukların % 98,9’u televizyon izlemektedir. Okul öncesi dönemde olan 3-6 yaş
grubundaki çocukların % 100’ü televizyon izlemektedir. (www.mamakram.com)
Bu noktada, televizyonun çok gerekli olduğunu savunmak, onun çok gereksiz olduğunu
savunmak kadar anlamsızdır. Çünkü televizyonun etkileri onu nasıl ve ne derecede
kullandığınızla ilişkilidir.
Televizyonun olumlu (Singer&Singer,1998; Lemish ve Rice, 1986; Rice, 1984; Temur,
2003; Yavuzer, 2007) ve olumsuz (Johnson, 2001; Sapolsky & Tabarlet, 1991; Razel, 2001;
Yörükoğlu, 2002; Yavuzer, 2007; Yavuzer, 2004; Christakis, 2006; Yazgan & Yazgan, 2008;
Semerci, 2008; Yazgan ve Yazgan, 2008) etkileri üzerine pek çok araştırma yapılmıştır.
Televizyon, bizi değil, biz onu yönettiğimiz sürece problem bulunmamaktadır ve o, da kitap
gibi yararlı bir araçtır. Ancak, kişi bu araca egemen olmalı, onun kölesi durumuna düşmemelidir
(Yörükoğlu, 2002).
Televizyon büyük bir bilgi kaynağıdır ancak, bunun akademik performansı etkilediği
yönündeki şüpheler de giderek artmaktadır. Van Evra (1990)’ a göre, haftada 10 saatten az
televizyon seyretmek, akademik performansı az da olsa olumlu yönde etkilerken, 10 saatten
276
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
fazla televizyon seyretmekse olumsuz bir etki yapmaktadır. Buna ek olarak, çocukların
televizyon izleme sürelerine aile katılımının da suç ve şiddet programlarının etkilerinin
azaltılması açısından etkili olduğunu ortaya koyan araştırmalar mevcuttur (Patterson & Dishion,
1985; Wilson, 1980). Ailesiyle birlikte daha az televizyon seyreden çocukların, daha çok şiddete
açık olduklarını ve daha çok şiddet gösterip daha fazla şiddete maruz kaldıklarını vurguladıkları
belirtilmiştir (Brendgen, Vitaro, Tremblay, & Lavoie, 2001; Griffin, Botvin, Scheier, Diaz, &
Miller, 2000).
Amaç
Bu çalışmada okulöncesi eğitim kurumuna devam eden 4-6 yaş çocuklarının ve
ailelerinin televizyon karşısında geçirdiği süre, bu sürenin niteliği, televizyonda izlenilen
programların çocuğa olumlu ve olumsuz etkileri ile anne-babaların televizyon karşısındaki
tutumlarını belirlemek amaçlanmıştır.
Yöntem
Araştırmada, betimsel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada veri toplamak
amacıyla anne-babalara, Ebeveyn Televizyon İzleme Değerlendirme Anketi (ETİDA)
uygulanmıştır. Anket, ebeveyn, çocuk ve televizyon izlemeyle ilgili literatür taranarak anket
maddeleri oluşturulmuştur. Anket uygulanmadan önce alan uzmanlarınca değerlendirilmiş
uygun dönütler doğrultusunda yeniden oluşturulmuştur. Ankette, ebeveyn ve çocuklarının T.V.
izleme süresi, nedeni, program çeşidi, aile ve çocuğun T.V. izlemeye karşı tutum ve davranışları
ve ebeveynin T.V. programlarının çocukta neden olduğu etki ve davranış değişikliğini irdeleyen
açık uçlu ve çoktan seçmeli sorular bulunmaktadır. Toplanan verilerden açık uçlu sorular içerik
analizine (Yıldırım ve Şimşek, 2008) tabi tutularak tema ve alt temalar oluşturulmuş, çoktan
seçmeli sorular da SPSS 15.0 programında istatistiksel olarak değerlendirilmiş ve
yorumlanmıştır.
Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubunu, Konya İli Karapınar İlçe merkezinde bulunan Karapınar
Anaokulu’ndan seçkisiz örnekleme yöntemiyle seçilen 83 veliden oluşmuştur. Katılımcıların %
51’i (42) kadın, % 49’i (41) erkektir. Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 30;
erkeklerin yaş ortalaması 36 dır. Araştırmaya katılan kadınların; % 31’i ilkokul, % 14’ü
ortaokul, % 17’si lise, % 38’i üniversite; erkeklerin % 22’si ilkokul, % 10’u ortaokul, % 24’ü
lise, % 44’ü üniversite mezunudur. Katılımcıların % 72’sinin 1 tane, % 25’inin 2 tane, %
3’ünün ise 3 tane televizyonu bulunmaktadır.
BULGULAR VE YORUM
Araştırmaya katılan katılımcılardan kadınların günde ortalama 3.8, erkeklerin ise 3.5
saat televizyon seyrettikleri bulunmuştur.
Katılımcıların televizyon seyretme nedenleri
Araştırmaya katılan ebeveynlerden; % 90’ı (75), ülkede ve dünyada neler olup bittiğini
öğrenmek için, % 28’i (23 kişi), günün stresinden kurtulduğu için, % 24’ü (20), hoşça vakit
geçirip keyif verdiği için, % 22’si (18), hayata bakış açısını değiştirdiği için, % 20 (17),
alışkanlık olduğu için, % 18’i (15), yalnız kalmayıp arkadaşlık ettiği için, % 13’ü (11),
piyasadaki ürünlerden haberdar olduğu için, % 7’si (6), ailece bir arada olmalarını sağladığı için
televizyon seyrettiklerini belirtmişlerdir.
Araştırmada katılımcılara televizyonun yararlarını ve zararlarını kendilerine göre
açıklamaları istendi. Verilen cevaplar sınıflandırıldı. Buna göre;
277
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Katılımcıların televizyonun yararları ile ilgili temaları
Araştırmaya katılanlara televizyonun yararlarını nasıl değerlendirdikleri soruldu ve
katılımcılardan alınan cevaplarla 6 alt tema oluşturuldu. Söz konusu temaların; % 93’ünü (77)
eğitim- bilgilendirme; % 89’unu (74) genel kültür; % 93’ünü (64) eğlence; % 27’sini (22)
sağlık; % 11’ini (9) kişisel gelişim; % 7’sini (6) toplumsal duyarlılık oluşturmaktadır.
Katılımcıların televizyonun yararları ile ilgili alt temaları
Bu aşamada, katılımcıları televizyonun yaraları hakkındaki görüşleri içerik analizine
tabi tutularak alt temalar ve her bir alt temada da bir katılımcının görüşleri örnek olarak ortaya
konulmaya çalışılmıştır.
Eğitim- bilgilendirme: Katılımcı A “Dünyada ve ülkede neler olduğunu öğrenme
konusunda televizyon büyük kolaylık sağlıyor. Özellikle ülke içi siyasi olaylar, ekonomik
gelişmeler, güncel olaylar ile ilgili çeşitli bilgilere, gelişmelere hızlı ve kolay bir şekilde
ulaşmayı sağlıyor olması televizyonun en önemli yararları olarak görülebilir.”
Genel kültür: Katılımcı D “Dünyayı ayaklarımızın ve gözlerimizin önüne seriyor.
Gidip-görme şansımın olmadığı farklı milletleri, kültürleri tanıma ve dolayısıyla ufkumu
genişletmeye katkı sağlıyor. Ayrıca farklı konularla ilgili belgeseller, yarışma programları bilgi
dağarcığımı geliştiriyor. Çeşitli programlar aracılığı ile doğru iletişim modelleri, sofra adabı
vb. görgü kuralları hakkında bilgi ediniyorum. Çocukların yeni kavramlar ve kelimeler
öğrenmesine önemli ölçüde katkı sağlıyor.”
Eğlence: Katılımcı F “Çeşitli programlar aracılığı ile hoşça vakit geçiriyorum.
Olumsuz ruh halinden sıyrılmaya, günün stresini atmaya kolaylık sağlıyor. Ekran karşısında
izlediklerime dalıp giderken zihnimdeki olumsuz düşüncelerden sıyrılıp kendimi mutlu
hissediyorum. Yalnızken bana arkadaşlık yapıyor, sinemaya gitmeden sinema keyfi yapıyorum.
Zaman geçirmek için son derece etkili araç.”
Sağlık: Katılımcı C “Hastalıklardan korunma, hastalıklara karşı neler yapabileceğimi
doğru-dengeli beslenme kurallarını, hijyen kurallarını öğrenme ve beden sağlığına önem verme
konusunda bilinçlenmemi sağlamaktadır.”
Kişisel gelişim: Katılımcı H “Kendimizi geliştirmeyi desteklemektedir.
Yenilikleri kültür-sanat-eğitim-kişisel gelişim konuları ile ilgili haberdar olma ve
uygulama konusunda büyük katkı sunmaktadır Olaylara ve problemlere farklı
açılardan da yaklaşıp bakış açım gelişmektedir.”
Toplumsal duyarlılık: Katılımcı F “Yaşadığımız toplum içinde birbirinden
farklı aile yapılarının, çeşitli ailevi ve toplumsal sorunlara karşı duyarlılık
kazanmamı sağlayıp, yardımlaşma ve dayanışma duygumu kamçılıyor.”
Katılımcıların televizyonun zararları ile ilgili temaları
Araştırmaya katılanlara televizyonun zararlarını nasıl değerlendirdikleri soruldu ve
katılımcılardan alınan cevaplarla 5 alt tema oluşturuldu. Söz konusu alt temalar; % 90 (75)
toplum ; % 84 (70) çocuk; % 82 (68) iletişim; % 66 (55) kişisel gelişim; % 42 (35) sağlık
açılarından istatistiksel olarak oluşturulmuştur.
Katılımcıların televizyonun zararları ile ilgili alt temaları
Bu aşamada, katılımcıların televizyonun zararları hakkındaki görüşleri içerik analizine
tabi tutularak alt temalar ve her bir alt temada da bir katılımcının görüşleri örnek olarak ortaya
konulmaya çalışılmıştır.
Toplum açısından: Katılımcı C: “Televizyon programlarındaki şiddet ve cinsel
içerikli programlar, özellikle çocukları olumsuz yönde etkilemektedir.
Programlardaki olumsuz içeriklerin toplum düzenine, aile yapısına ve ahlaki
278
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
değerlere büyük zarar vermektedir. Toplum olarak uygun görülmeyen olay ve
olgular, televizyonun etkisiyle kabul edilebilir bir hal almakta buda özellikle yabancı
kültürlerin etkisinin artmasına ve kendi öz kültürümüzden uzaklaşmalara neden
olmaktadır.”
Çocuk açısından: Katılımcı F “Program içeriklerindeki olumsuzluklar ve
olumsuz karakterlerin, iyi gibi gösterilmesi, çocuklarca taklit edilmekte, çocukların
gerçek ve hayal ayrımı yapmasında zorluklar yaşanmasına, argo kelimeleri
öğrenmesine, onların yaratıcılığının azalmasına neden olmaktadır.”
İletişim açısından: Katılımcı H: “İnsanları daha çok bireyselleştirmekte, aile
ortamında paylaşımların ve aile içi iletişimin azalmasına, sosyal ilişkileri
zayıflatmasına neden olmaktadır.”
Kişisel gelişim açısından: Katılımcı P: “Bireyin hayatı ve yaşama biçimi,
bilinçli ve bilinçsiz olarak televizyona göre ayarlanmakta, yönlendirmeler yapılmakta,
farklı yaşam tarzlarına özenti duyulmakta, kişiler elindekilerle mutlu olamama, kısa
ve kolay yoldan para kazandırmaya özendirme, ailevi, ahlaki ve milli değerlere önem
vermemeye neden olmaktadır.”
Sağlık açısından: Katılımcı K: “Göz sağlığını olumsuz etkilemekte, zihinsel
yorgunluğa neden olmaktadır.”
Ebeveynlerin Çocuklarıyla Birlikte Seyrettikleri T.V. Programları
Araştırmada çocukların anne ve babaları ile hangi programları izlediklerini öğrenmek
amacıyla katılımcılara “çocuğunuzun sizinle izlediği 5 programı sıralayın” yönergesi yöneltildi
ve ilk 5’in içinde yer alan programlar; % 33 (66 kez) diziler; örn.: Arka Sokaklar, Tek Türkiye;
% 28 (53) çizgi filmler; örn.: Yumurcak TV, TRT Çocuk; % 10 (20) yarışmalar; örn.: Çarkıfelek,
var mısın yok musun?; % 9 (19) belgeseller; örn.: Ayna, hayvanlar alemi.; % 8 (18) haberler; %
8 (15) eğlence- talk showlar; örn.: Çok güzel hareketler bunlar, Beyaz show.; % 3 (6) spor; % 1
(2) yaşam aktüel şeklinde oluşmuştur.
Anne ve babaların çocukları ile seyrettikleri programlarda diziler katılımcı çoğunluğu ile
ilk sırada yer alırken, birlikte seyredilen programlardan yaşam aktüel katılımcı çoğunluğuna
göre son sırada yer almaktadır.
Ebeveynin Televizyonu Doğru Kullanma Bilinci
Televizyonun ev ortamında çocuğu oyalamak, ödül-ceza olarak, çocukların yemek
yemesinde kolaylık olarak kullanılıp kullanılmadığı, ebeveynlerde çocuğun uygun programlar
seyretme, programlarda yer alan şiddet, cinsellik vb. uygun olmayan sahnelerde açıklamalar
yapma davranışlarını, televizyonu doğru kullanma bilincinin varlığı sorgulandı. Buna göre;
Tablo1:Ebeveynin televizyonu doğru kullanma bilincinin frekans dağılımı
İFADELER
Frekans
Çocuğuma uygun ve doğru programlar seyretmesi için yönlendirmeler
yapıyorum
Seyredilen program bittiğinde televizyonu kapatırım
Yüzde
68
% 82
49
% 59
Programlarda yer alan şiddet, cinsellik vb. uygun olmayan sahnelerde 46
çocuğuma açıklamalar yaparım.
Seyredilen program bittiğinde kanalları gezer ve seyretmek için yeni
35
bir program bulurum.
Ev işleri ile ilgilenirken, iş dönüşü ya da misafir ortamında çocuğumu 17
oyalanması için televizyon seyretmeye yönlendiriyorum.
% 55
279
% 42
% 20
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Çocuğuma ödül ya da ceza olarak televizyonu kullanırım
16
Çocuğuma yemek yedirmede televizyonun büyük kolaylık sağladığını 9
düşünüyorum
% 19
% 11
Ailelerin çoğunluğu (% 82) çocuğunun uygun ve doğru programlar seyretmesi için
yönlendirmeler yaptığı, ancak, seyredilen programda yer alan şiddet, cinsellik vb. uygun
olmayan sahnelerde çocuklarına mantıklı açıklamalarda bulunmada yetersiz kaldıkları (% 55)
görülmektedir. Bu konuda ailelerin bilinçlendirilmeye ihtiyaç duydukları belirlendi.
Katılımcılar, seyredilen program bittiğinde televizyonu kapatmak yerine (% 41) ardışık
olarak diğer kanalları gezerek seyretmek için yeni bir program bulmaya çalışmaktadırlar (% 42).
Televizyonu bilinçli kullanma konusunda bu alanda yetersizlik olduğu düşünülmektedir.
Ailelerin çoğunluğunun (% 81) hiçbir zaman televizyonu ödül-ceza aracı olarak
kullanmadıkları belirlenmiştir. Bu noktada, teknolojilerdeki gelişmenin televizyonu ödül ve
ceza aracı olarak kullanılmasını engellediği sonucu çıkarılabilir.
Ankete ailelere çocuklarının günde kaç saatlerini televizyon seyrederek geçirdikleri
soruldu. Buna göre; katılımcılar, çocuklarının günde ortalama 4 saatini televizyon seyrederek
geçirdiklerini belirtmektedirler ki, televizyona ayrılan bu zaman diliminin, okulöncesi yaş
grubu çocukları için fazla olduğu söylenebilir
Çocukların evde televizyonu seyretme durumları
Çocukların ev ortamında televizyonu nasıl seyrettiklerini sorulduğunda katılımcıların; %
52’ i (43) çocuğunun televizyonu, aileden yetişkin birinin kontrolünde seyrettiğini, % 39’u (32)
çocuğunun televizyonu, kardeşleri ile birlikte seyrettiğini, % 9’u (8) çocuğunun televizyonu,
yalnız olarak seyrettiğini belirtmiştir.
Bu durumda, çocukların çoğunluğunun aileden yetişkin birinin kontrolünde televizyonu
seyrediyor olması olumlu bir gelişme olarak görülebilir, ancak televizyonu, birlikte
seyredenlerin sadece, birlikteliği paylaşmak dışında çocuklarına olumlu yönlendirmeler
yapmaları önemlidir.
Çocukların en çok seyretmek istedikleri T.V. programları
Katılımcılara, çocuklarının hangi programları en çok seyretmek istedikleri soruldu. Buna
göre, çocukların en çok seyretmek istediği ilk 5 program; 1. % 93,9 (78) çizgi filmler, 2. %
77,1 (64) yerli diziler, 3. % 8,4 (7) yarışmalar, 4. % 7,2 (6) belgeseller, 5. % 3,6 (3) müzikeğlence şeklinde oluşmuştur.
Çocukların çizgi film seyretmeyi çok sevdiği bilinen bir gerçektir. Burada, çizgi film
içeriği ve kahraman davranışları, çocuklara verdiği mesajlar son derece önemlidir. Bu
çalışmada, çocukların izledikleri programlarda 2. sırayı dizilerin alması ve özellikle, Bez
Bebek, Selena, Adanalı vb. gibi dizilerin seyredilmesinin dizi içerikleri ve verdiği mesaj
açısından araştırmanın uygulandığı hedef kitle 4-5-6 yaş grubuna uygun olmadığı, bu anlamda
ailelerin bilinçlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Çocukların seyrettiği çizgi filmleri
Katılımcılara, çocuklarının en çok seyrettikleri çizgi filmlerin neler olduğu soruldu ve
katılımcılar bu programları; % 28 (23) Tom ve Jerry; % 19 (16) Caillou; % 17 (14) Örümcek
adam ve üçüzler; % 16 (13) TRT Çocuk çizgi filmleri; % 13 (11) Yumurcak TV çizgi filmleri;
% 10 (8) Gece Bahçesi; % 6 (5) Keloğlan masalları; % 5 (4) Son Mohikan; % 4 (3) Tarçın ve
arkadaşları; % 4 (3) Marsu pitami, şeklinde belirttiler.
Buna ilaveten, katılımcılara çocuklarının izledikleri karakterlerden en çok hangisinden
etkilenip taklit ettikleri soruldu ve katılımcılar bu karakterlerin sırasıyla, Bez bebek dizisi
280
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
(Nana, Joker, Yağmur karakterleri); Adanalı Dizisi (Fiko); Örümcek Adam; Selena Dizisi
(Selena, Hades); Kurtlar Vadisi (Polat Alemdar, Memati); Yeşil Oba (Ayşegül); Arka Sokaklar
(Mesut); Recep İvedik; Polis Dizi kahramanları; Hadise; Reklamlar, olduğunu açıklamışlardır.
Çocuklar için öğrenme yöntemlerinden bir tanesi de modeli taklit etmek olduğu
bilinmektedir. Bu bağlamda televizyon filmlerindeki kahramanların, çocukların karakter
yapısının oluşması sürecinde etkili model oluşturabilecekleri göz ardı edilmemelidir.
Televizyondaki film kahramanlarının model oluşturmada öncelikli olduğu görülmektedir.
Özellikle yerli dizi karakterleri, dizilerdeki konumları ve yaptıkları gereği çocuklar açısından
uygun, doğru karakterler olamayabileceği konusunda ailelerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Çocukların televizyon karşısındaki tutumları
Çocukların televizyon karşısındaki tutumları frekans ve yüzdelik dağılımlar şeklinde
incelenmiştir.
Tablo 2. Çocukların televizyon seyretmeyle ilgili tutumlarının frekans dağılımı
Tutumlar
Frekans
Yüzde
Reklamlardan etkileniyor gördüklerinin alınmasını istiyor
38
% 46
Çocuğum yemeği televizyon karşısında yemek istiyor.
36
% 43
Programdaki kişilerin hareket ve konuşmalarını taklit ediyor
36
% 43
Televizyon programlarında hayal ile gerçeği ayırt etmekte
33
% 40
zorlanıyor.
Çizgi film seyretmek için sabahları erkenden uyanıyor
17
% 17
Eve gelir gelmez televizyonu açmak istiyor.
15
% 15
Yukarıdaki tablo incelendiğinde, 4-6 yaş çocuklarının televizyonun sihirli ekranından
fazlasıyla etkilendikleri sonucuna varılabilir. Özen’in (1995), yaptığı bir araştırmada, 431
reklamın % 21,6’sı doğrudan çocukları hedefleyen reklamlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz
konusu reklamlar, çocukların ürünü almaları, kullanmaları yönünde mesaj içeren ve teşvik eden
reklamlardır. Bu çalışmada elde edilen verilerde de, çocuklar televizyonda izlediklerinden
etkileniyor, karakterleri taklit ediyor, televizyon karşısında yemek yeme alışkanlığı oluşuyor,
eve gelir gelmez televizyonu açmak istiyor. Bu tür davranışların varlığı, çocukların televizyona
karşı tutumunun, aile ortamından kaynaklanıyor olabilir. Bu noktada, aileler, çocuk eğitimi ve
bilinçli televizyon kullanımı konusunda yapılacak çeşitli çalışmalarla bilinçlendirilebilirler.
Televizyonun Çocuğun Gelişim Alanlarına Etkileri
Bu başlık altında, televizyon izlemenin çocukların ruhsal, zihinsel, dilsel, fiziksel, sosyal
gelişim alanlarını ne derece etkilediği ve onlarda ne gibi bir değişiklik gözlemledikleri
katılımcılara sorularak sonuçları içerik analiziyle alt temalar halinde aşağıya çıkarılmıştır
Televizyon seyretmenin çocuğun ruhsal gelişim alanına etkileri
Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonraki tavır ve davranışlarının nasıl
olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 40 neşeli; % 39 mutlu; % 19 hırslı; % 10.8
huzursuz; % 7.2 stresli; % 4.8 sinirli; % 2 dalgın olduklarını gözlemlediklerini belirtmişlerdir.
Bu noktada, çocukların televizyon karşısında çoğunlukla neşeli ve mutlu gibi olumlu tutum ve
davranış sergilerken, bunun yanında, onların hırslı, huzursuz, stresli ve sinirli tutum ve davranış
ortaya koydukları da azımsanmayacak düzeyde olduğu görülmektedir.
281
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Televizyon seyretmenin çocuğun fizyolojik gelişim alanına etkileri
Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonraki ne gibi şikayet ve
rahatsızlıkları olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 38.5 yorgunluk; % 24 göz ağrısı; % 3
sırt ağrısı; % 2 uyku hali, halsizlik gibi diğer rahatsızlıkları gözlemlediklerini vurgulamışlardır.
Televizyon seyretmenin çocuğun zihinsel gelişim alanına etkileri
Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonra zihinsel faaliyetlerinde
genelde ne gibi değişimler olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 41 iyi öğreniyor;
% 41 daha iyi hatırlıyor; % 37 dikkati artıyor; % 17 gerçekle hayali ayırt edemiyor; %
15 dikkati azalıyor; % 3 çabuk unutuyor olduklarını belirtmişleridir. Bu çalışmadaki
bulgulardan diğer değişkenler göz önüne alınmadan salt televizyon seyretmenin
çocuğun zihinsel alanını geliştirdiği ya da ket vurduğu sonucu direkt olarak
çıkarılamasa da, dolaylı olarak, televizyonun, görsel ve işitsel özellikleri sayesinde
birden çok duyu organına hitap ederek etkili bir öğrenme ortamı sağladığından (Önder
& Balaban, 2005) çocukların zihinsel belleklerinin gelişmesinde olumlu etkilerinin
olduğu söylenebilir.
Televizyon seyretmenin çocuğun dil gelişim alanına etkileri
Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonra anadili kullanma ve konuşma
faaliyetlerinde genelde ne gibi değişimler olduğu sorulduğunda, onlar, çocuklarının % 74 yeni
kelimeler öğrendiğini; % 37 konuşma becerisi ve diksiyon kazandığını; % 9 argo kelimeler
kullandığını; % 3 düzgün konuşamadığını gözlemlediklerini belirtmişlerdir.
Çocukların dil becerilerinin gelişiminde televizyonun önemli bir yere sahip olduğu
bilinen bir gerçektir. Bu kapsamda televizyon izleme çocukların yeni kelimeler öğrenmelerini
hızlandırmaktadır. Bu durum, televizyonun olumlu bir etkisini ortaya koymakla beraber
çocuklara kazandırılan bu yeni kelimelerin niteliğinde argo kelimelerin olduğu da dikkate
alınmalıdır. Bu bağlamda, Rice (1984), dil anlama yeteneğinin televizyon sayesinde
gelişebileceğini belirtmiştir. Çünkü televizyon, anne-babaların konuşulanları çocuğun
ihtiyaçlarına göre ayarlamasına benzer birçok düzenlemeyi yapar. Rice ve Woodsmall (1988)
çocukların televizyon izlerken yeni sözcükler öğrenebildiklerini ve bunun da dil gelişimine
yardımcı olduğunu vurgulamaktadırlar.
Televizyon seyretmenin çocuğun sosyal gelişim alanına etkileri
Katılımcılara, çocuklarının televizyon seyrettikten sonra sosyal faaliyetlerinde genelde
ne gibi değişimler olduğu sorulduğunda, ebeveynlerin % 31’inin çocuklarının toplum içine
girme ve konuşmada medeni cesaretinin arttığını; % 16’ sının yeni arkadaşlıklar edindiğini; %
21’inin başkalarıyla iletişime girmediklerini; % 17’ sini yalnızlaştığını; % 15’inin olumsuz
modelleri taklit edip, isteklerinin arttığını belirtmektedirler. Bu alanda yapılan çalışmalar,
televizyonun cömertliği, iletişimi, kurallara bağlılığı, arkadaşlığı arttırdığını ve korkuyu
azalttığını kanıtlamıştır (Rushton, 1988). Ancak, televizyonun, bilinçli kullanılmadığı takdirde
çocukların sosyal gelişimlerinde olumsuzluklara, yalnızlaşma, iletişim eksikliğine ve anti sosyal
davranışlara neden olabileceği söylenebilir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Ebeveynlerin çocuklarının televizyon izlemesi konusunda bilinçlendirilmeye ihtiyaç
duydukları görülmektedir. Anne-babalar aracılığı ile çocuklarda da televizyonu doğru kullanma
davranışının kazanılacağı düşünülmektedir. Sabah kalkar kalkmaz açılan ve akşam yatıncaya
282
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kadar kapatılmayan bir televizyonun olduğu bir evde bilinçlilikten söz etmenin mümkün olduğu
söylenemez.
Bilinçli bir televizyon izleyicisi olmanın en önemli kuralı, haftalık televizyon izleme
programı yapmaktır. Bu program sadece çocuk için değil, tüm aile üyeleri için geçerli olmalıdır.
Hazırlanan programın izlenme saatleri dışında televizyon mutlaka kapalı olmalıdır (Önder,
2004).
Programların içeriği önceden belirlenmelidir. Özellikle çocuğa zararlı olabileceği
düşünülen programlar listeye alınmamalıdır. Aile üyelerince seyredilecek programlar tercih
edilmeli, program bitince alınan mesajlar olumlu ve olumsuz yönleri ile tartışılmalıdır.
Televizyonun kapalı olduğu saatlerde, çocuk için ilgi çekici olan ortak etkinlikler yapılırsa
televizyonun eksikliği hissedilmeyecektir (Tuzcuoğlu, 2004).
Bir sonraki aşama, televizyon izlemenin yerini alacak etkinlikleri planlamaktır. Drama,
satranç vb. kütüphane ve kitap okuma saatleri, üzerinde çalışılabilecek sanat tasarımları ve
hobiler düzenlemek, spor programlarına yönlendirmeler yapmak televizyonun boşluğunu
doldurabilecektir (Shapiro, 2006).
Anne ve babalar, zaman zaman televizyonu kapatabilmeli. Farklı uğraşlarda bulunarak
çocuklarına örnek olabilmelidir ( Yörükoğlu, 2002; Yavuzer, 2004).
Televizyonlarda son dönemlerde yoğun bir şekilde “sihir” içerikli dizilere yer verildiği
görülmektedir. Bir konuya ilişkin bu denli yoğun uyarıcıyla karşı karşıya kalan çocuklar,
gerçekle hayal arasında bocalamaktadırlar. Bu nedenle bu tür programları gözden geçirip, en
sakıncasız bulunan bir diziyi seçip aileler çocuğu ile birlikte izlemelidir.
Çocukların çoğu zaman kendilerini küçük, yardıma muhtaç ve yetişkinlere bağımlı
hissettiklerinden, Superman, Batman, Örümcek Adam, Heman, Shera gibi izlediklerini
oyunlaştırmaya yönelik çaba içine girmektedirler. Bu tür kahraman oyunları, çocukların
kendilerini güçlü ve yaratıcı hissetmesini sağlar. Öğretmenler ve ebeveynler bu duyguları
anlayarak çocukların pelerin giymelerine, kendilerini kahraman gibi hissetmelerine
motivasyonlarını ve enerjilerini kabul edebilir yaratıcı oyunlarda kullanmalarını izin verebilir
(Singer & Singer,1998).
Çocuklardaki saldırganlık tepkilerini harekete geçiren ya da onlara aşırı uyaran ve
toplumsal değer yargılarını değiştirmeye sebep olan dizileri izlemelerine engel olunmalıdır. Bu
gerçekleştirilemediği takdirde, anne ve babaların programı çocukla birlikte izlemeleri, daha
sonra program hakkında kısa bir söyleşi yapmaları, iyi ve kötü yanlarını dile getirmeleri son
derece önemlidir (Yavuzer, 2007).
Çocukların ne seyrettiğini bilmek, neyi seyredemeyeceğini belirlemek anne babanın
görevidir. Ebeveynler kendilerine ve çocuklara televizyon seyretme saatleri belirlemelidir
(Önder, 2004). Televizyon için ayrılan süre çocuğun gün içinde kalan boş zamanına
oranlanmalıdır. Örneğin okul ve günlük ihtiyaçlarının karşılanması haricinde çocuğunun kalan
boş vaktinin dörtte birinden fazlasının televizyon ile harcanması uygun olmayacaktır (Temur,
2003).
Çocuk televizyon ekranında her gördüğüne inanmamayı veya tartışarak kabul etmeyi
anne babasından öğrenebilir. Televizyondakiler hakkında tartışırken, hayattaki çeşitli olası
durumlar hakkında düşünce düzeyi de geliştirilir ve çocukların yorumlama becerilerinin gelişimi
desteklenir (Yazgan & Yazgan, 2008).
Aile, medya kullanma alışkanlıklarını gözden geçirmelidir. Yasaklama çocukta merak
duygusunu kamçılar. Yasak koymak yerine birlikte televizyon izlemek sorunun çözülmesini
kolaylaştırabilir. Böylece çocuk neleri izleyeceğini öğreneceği gibi, seçici davranma bilincine
de ulaşma çabası içine girmiş olur (Şirin, 2006).
283
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Program yapımcıları, televizyon ekranından yansıyan olumlu modelin, çocuklar için ne
kadar yapıcı ise, olumsuz modelin de o denli yıkıcı olduğunu bilmelidir. Bu uzmanlar, özellikle
dili yeni öğrenmekte olan çocukları göz önüne alarak, hatasız bir gramerle ve yaşayan
Türkçeyle program yapmaya özen göstermelidirler.
Çocuklar için hazırlanan televizyon programlarında, özel bir eğitimsel yöntem
izlenmelidir. Çocuğun somut düşünmesi ve her şeyi somuta indirgemeye çalışması sebebiyle,
yayınlardaki kavramlar soyut düzeyde verilmemeli, çocuklara somut örneklerle verilmelidir
(Tuzcuoğlu, 2004).
KAYNAKÇA
Aksel, H. (2003), Televizyon ve Çocukların Eğitimi, www.gelisimplatformu.org.tr
Televizyon Programlarındaki Şiddet İçeriğinin Müstehcenliğin ve Mahremiyet İhlallerinin
İzleyicilerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri, Özel Çalışma Grubu Raporu,
www.rtuk.gov.tr
American Academy of Pediatrics. (2001). Children, Adolescents, and Television.
Pediatrics, 107(2), 423-426.
Anderson, D. R. & Pempek, T.A. (2005). Television and Very Young Children. The
American Behavioral Scientist, 48(5), 505-522.
Brendgen, M., Vitaro, F., Tremblay, R., & Lavoie, F. (2001). Reactive and proactive
aggression: Predictions to physical violence in different contexts and moderating effects of
parental monitoring and caregiving behavior. Journal of Abnormal Child Psychology, 29, 293–
304.
Certain, L.K. & Kahn, R.S. (2002). Prevalence, Correlates, and Trajectory of Television
Viewing Among Infants and Toddlers. Pediatrics, 109(4), 634-642.
Christakis, D.A. (2006, April). The Hidden and Potent Effects of Television
Advertising. Journal of American Medical Association, 295(14)
Çakır, V. (2005). Bir Sosyal Etkinlik Olarak Eğlence ve Televizyon (Konya Örneği).
Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Dumlao, R. (2003). Tapping into critical thinking: Viewer interpretations of a television
conflict. Studies in Media & Information Literacy Education 3, (1), 1-16.
Gavin,
M.
(2005).
How
TV
Affects
Your
http://www.kidshealth.org/parent/positive/family/tv_affects_child.html (11.01.2010).
Child.
Gunter, B. & McAleer, J. (1990). Children and Television: The One-Eyed Monster?
London.
Gunter, B. & Svennevig, M. (1987). Behind and in Front of the Screen: Television's
Involvement with Family Life. London.
Griffin, K., Botvin, G., Scheier, L., Diaz, T., & Miller, N. (2000). Parenting practices as
predictors of substance use, delinquency and aggression among urban minority youth:
Moderating effects of family structure and gender. Psychology of Addictive Behaviors, 14, 174–
184.
Johnson, M. M. (2001). The Impact of Television and Directions for Controlling What
Children View. Journal of Broadcasting & Electronic Media. 45(4), 680- 685.
Oktay, A. (1999), Yaşamın Sihirli Yılları Okul Öncesi Dönem, Epsilon Yayınları,
İstanbul.
Önder, A.& Balaban A. (2005) Televizyon ve Okulöncesi Dönem Çocuğu, Oktay, A &
Unutkan, P. Ö. (Edit.) Okul Öncesi Eğitimde Güncel Konular, Morpa Yayınları, İstanbul.
284
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Önder, A. (2004), Konuşarak ve Dinleyerek Anlaşalım, Morpa Yayınları, İstanbul.
Razel, M. (2001). The Complex Model of Television Viewing and Educational
Achievement. Journal of Educational Research, 94 ,
Sparrow, J. (2007, April). Small Screen, Big Impact. Scholastic Parent & Child, 48-50.
Semerci, Z. B. (2008), Birlikte Büyütelim Çocuk Ruh Sağlığı, Alfa Yayınları, İstanbul.
Shapiro, E. Lawrence (2006), Yüksek EQ’lu Bir Çocuk Yetiştirmek, (Çev: Ümran
Kartal) Varlık Yayınları.
Singer, Dorothy G. & Singer, Jerome L. (1998), Çocuklarda Yaratıcılığın Gelişimi,
(Çev: Nurdan Cihanşümul) Gendaş Yayınları.
Sapolsky, B.S., & Tabarlet, J.O. (1991). Sex in Primetime television: 1979 versus 1989.
Journal of Broadcasting & Electronic Media. 35(4), 505-516.
Stanton, T. (1998). The Internationalization of Television in China: The
Evolution of ideology. Society, and Media since the Reform. Junhao Hong. Westport,
CT: Praeger .
Şirin, M. R. (2006), Televizyon, Çocuk ve Aile, İz Yayıncılık, İstanbul.
Patterson, G., & Dishion, T. ~1985!. Contributions of families and peers to delinquency.
Criminology,
23, 63–79.
Temur, B. (2003), Televizyon ve Çocuk, www.mavipedagoji.com
Tuzcuoğlu, N. (2004), Anne Baba Olmanın Altın Kuralları, Morpa Yayınları, İstanbul.
Van Evra, J. (1990) Television and Child Development . Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Wilson, H. (1980). Parental supervision: A neglected aspect of delinquency, British
Journal of Criminology, 20, 203–235.
Yavuzer, H.. (2007), Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Yavuzer, H. (2004), Çocuğu Tanımak ve Anlamak, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Yazgan, Ş & Yazgan, Y. (2008), Çocuğunuz Sizden Ne Bekliyor? Kapital Yayınları,
İstanbul.
Yeşil, R. ve Korkmaz, Ö. (2008) Öğretmen Adaylarının Televizyon Bağımlılıkları,
Okuryazarlık Düzeyleri ve Eğitselliğine İlişkin Düşünceleri, Selçuk Üniversitesi Ahmet
Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, 26, 55 -72.
Yıldırım, Z. (2007). Beyin Gelişimi Açısından Televizyon ve Çocuk. Zafer Bilimsel
Araştırma Dergisi. http://www.zaferdergisi.com/article/? makale=1274 (11.08.2009)
Yıldırım, A. & Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri.
Ankara: Şeçkin Yayıncılık
Yörükoğlu, A. (2002), Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yayınları, İstanbul.
www.psikologum.com
www.mamakram.com
www.psikologum.com.tr
285
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
YEREL BASINDA KADIN VE ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDETİN ELE
ALINIŞI: SAMSUN İLİ ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Yaşar BARUT*
Yrd. Doç. Dr. Hatice Kumcağız*
Kemal Özcan*
Arş. Gör. Esat ŞANLI*
Özet
Samsun’da yerel basında yer alan Haber, Denge, Arena ve Halk gazeteleri 1-31 Ocak
2012 döneminde incelenmiş ve bu tarihler arasında yer alan haberlerde kadın ve çocuğa
karşı şiddet olgusuna ne kadar yer verildiği sayısal ve niteliksel olarak
değerlendirilmiştir.
Abstract
Haber, Denge, Arena and Halk newspaper which have been placed in the Samsun local
press were investigated on the date of 1-31 Jenuary 2012 and between these dates how
much importance has been given to the concept of violance against women and children
was investigated in quantitative and qualitative terms.
GİRİŞ
Problem Durumu
Kadın, erkek ve ileride yetişkin birey olmak üzere yetişmekte olan kız ve erkek
çocuklar toplumu oluşturan yapı taşlarıdır. Öyle ki bütün insanlık temelde bu yapı
taşlarından oluşmaktadır. Bir binayı oluşturan yapı taşlarının birbiriyle çatışmayıp
birbirine kuvvet vermesi, bir vücudu ve organizmayı oluşturan yapı taşlarının birbiriyle
çatışmayıp birbirine kuvvet verecek ve var oluşunun devamına yardım edecek şekilde
çalışması genel olarak o yapıların kuvvetini ve sağlıklı bir bütün ortaya koymalarını
sağlar. Toplumu oluşturan yapı taşlarının birbiriyle çatışması ya da var oluşuna kuvvet
verecek şekilde çalışması o toplumun psiko-sosyal sağlık durumunu ortaya
koymaktadır.
Toplumun her alanında birbirinden ayrılması olanaksız olan bu yapıtaşlarının
çatışma halinde olması, sorunların ve sağlıksız yapıların ortaya çıkması sonucunu
doğurmaktadır. Aile, ekonomi, sağlık, kültür, değer, adalet vb. her alanda böylesi bir
çatışmanın etkilerini görmek mümkündür. Bir başka deyişle etkisinin olmaması
mümkün değildir. Konu, aile boyutunda ele alındığında, çatışmalar sonucu ortaya çıkan
şiddetin mağdurları ise genellikle kadın ve çocuklar olmaktadır (Barut, Yılmaz, &
Ersanlı, 2005, s. 158)
İnsan duyarlı bir varlık olması yönüyle, kendisi gibi toplumu oluşturan diğer
bireylerin yaşadığı olumlu ve olumsuz tecrübeleri bilmek, acı ve sevinçlerini
*
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Samsun
286
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
paylaşmak, bunlardan haberdar olmak istemektedir. Bu eğilim, insanı diğer canlılardan
ayıran özelliklerden birisidir. Zaman içerisinde bu amaca hizmet edecek sistemler
geliştirmiş ve günümüzde bu sistem “medya” genel adıyla kapsamlı bir yapı olarak
toplumun söz konusu ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır.
Medya; haber aktarma, bilgilendirme, eğitim, toplumsallaştırma gibi bazı
işlevlerle günümüzde hayatımızın önemli bir parçası haline gelen kitle iletişim
araçlarının genel adı olarak tanımlanabilir (Yılmaz, Balcı Çelik, Şanlı, & Gençoğlu,
2011). Genel olarak medya organları; bireyin yaşadığı toplumda ve dünyada neler olup
bittiğini, olay ve olguları hitap ettiği bölgenin önem ve değerlerini dikkate alarak,
merak, ilgi ve beklentilerini karşılayacak donatılarla birlikte sunmaya çalışmaktadır.
Bunun yanı sıra bu organların ticari kaygılarının da haberin ediniminden sunumuna,
değerlendirilmesine kadar etkili olduğu bilinmektedir.
Medya organlarının hizmet sunduğu toplum üzerinde etkisi oldukça büyüktür.
İnsanların; görerek, duyarak, okuyarak edindiklerini çevrelerine yansıttıkları, o medya
aracına olan güvenleri doğrultusunda da tutum ve davranışlarını belirledikleri
görülmektedir (Yılmaz, Balcı Çelik, Şanlı, & Gençoğlu, 2011).Bu değişikliklerin ise
medyayı takip etme yoğunluğuna göre farklılaştığı görülmektedir(Kepplinger,2003;
Akt. Mora,2008). Türkiye’de kadına yönelik şiddet haberlerinin birçoğunun yer alma
biçiminin şiddeti körükleyecek, ve toplumun yapı taşları olan kadın erkek ve çocuk
arasında mağduriyetleri pekiştirecek şekilde sunulması(KSSGM,1998:s.66), toplumun
psiko-sosyal yapısını zedeleyecek nitelikte olduğu düşünülmektedir.
Şiddet haberlerinin içerik ve sunuma göre takip edici kitle üzerinde
oluşturabileceği etki üzerine kuramsal bilgiler dikkate alındığında söz konusu sakıncalar
daha açık şekilde anlaşılabilmektedir. Sosyal-bilişsel öğrenme kuramında, şiddet içeren
programları izleyen bireylerin bilişsel şemalarında, düşmanca bir dünya temsil
edilebildiği vurgulanmaktadır. Senaryolarında, saldırganlığa dayanan problem çözme
stratejileri benimseyen dizi, filmleri ilgiyle takip edenlerin saldırganlığı, kabul edilebilir
bir olgu olarak karşıladıkları görülmektedir. Bireyler arası ilişkilerin şiddet içeren
şemalara, senaryolara ve inançlar sistemine dayandırıldığı bir ortamda sosyalleşen
çocuklar, bu tür davranışları gözleyerek taklit etmektedirler. Duyarsızlaştırma
kuramında, şiddet sahneleriyle defalarca karşılaşan bireylerin, zaman içinde bu tür
olaylara alışacakları ve duyarsızlaşacakları ifade edilmektedir. Sosyal karşılaştırma
kuramına göre, saldırganca davranan çocuklar, bu duygularında yalnız olmadıklarına
inandıklarında, davranışları için ihtiyaçları olan gerekçelere kavuşmanın rahatlığıyla
saldırganca davranışlarla etraflarına zarar verirken kendilerini haklı görmekten geri
durmayacak, ruh sağlığı yerinde bireyler için tüyler ürpertici olarak görülen saldırganca
bir şiddet için bile kendilerini haklı görebilecek kadar şiddete olan yatkınlıklarını haksız
bir gururla sergileyecek ve sergilemektedirler (Mora,2008). Bütün bu bilgiler göz
önünde bulundurulduğunda yerel basının şiddet içerikli haberleri, haberlerin sunumları
ve bu haberlerin toplum üzerinde etkilerinin çok yönlü olarak değerlendirilmesi gereken
önemli bir konu olduğu görülmektedir.
Amaç
Araştırmanın amacı yerel gazetelerde kadın ve çocuğa yönelik şiddet olgusunun
nitelik ve nicelik yönünden değerlendirilmesidir. Bu doğrultuda konuyla ilgili yer alan
haberlerin biçimsel açıdan; a) Haberin gazetede yer aldığı boyut b) haberin resimliresimsiz oluşu, psiko-sosyal unsurlar açısından ise; a) Haber sunumunun sansasyonel
olup olmaması, , b) Şiddete gerekçe gösterilip gösterilmediği, c) Saldırgan yerine
287
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
mağdurun fotoğrafının verilmesi d) gizliliğin ihlal edilmesi göz önünde bulunarak
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Araştırmanın Kapsam ve Zamanı
Samsun ilinde tiraj olarak birbirine yakın yayın yapan yerel Haber, Halk, Denge
ve Arena gazeteleri 1-31 Ocak 2012 döneminde incelenmiş ve bu tarihler arasında yer
alan tüm haberler değerlendirmeye alınmıştır.
Sansasyonel Haber Aktarımı: Fransızca “sensation” (duyulanma; güçlü heyecan),
dilimizde "insanlar üzerinde oluşturulan güçlü heyecan ve ilgi" anlamında
kullanılmaktadır. Haber aktarımının yanı sıra insanlar üzerinde psikolojik bir etki
oluşturmaya yönelik başlık ve içeriği olan haberler bu grupta değerlendirilmiştir.
Şiddeti Gerekçelendirme veya Sebep Belirtme: Şiddeti uygulayan açısından şiddete
gerekçe gösterilen durumların yansıtıldığı haberlerdir.
Saldırganın Değil Kurbanın Fotoğrafını Verme: Saldırganın cezaî işlem
uygulanırken alınan görüntüleri yerine mağdurun görüntülerine yer verilen haberlerdir.
Gizliliği Gözardı Etme: Konuyla ilgili tarafların gizlilik haklarının göz ardı edilip
haberin yansıtıldığı durumlardır.
BULGULAR
Tablo 1. Şiddetin Yönüne Göre Haberlerin Gazetelere Dağılımı
Kadına Yönelik
Şiddet
Çocuğa Yönelik
Şiddet
Haber
f %
Halk
f %
Arena
f
%
Denge
f
%
Toplam
f
%
8
29
7
25
8
29
5
18
28
100
5
45
2
18
3
27
1
9
12
100
Tablo 1.’de, kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinden %70’inin (n=40) kadına
yönelik şiddet haberlerini içerdiği görülmektedir. %30’un ise çocuğa yönelik şiddet
haberlerini ele aldığı görülmektedir. Ayrıca Kadına yönelik şiddet haberlerinin; %29’u
Haber, diğer bir %29’u Arena, %25’i Halk ve %18’inin Denge gazetelerinde yer aldığı
görülmektedir. Çocuğa yönelik şiddeti ele alan 12 haberden %45’i Haber, %27’si
Arena, % 18’i Halk, %9’u ise Denge gazetesinde yer almaktadır.
Tablo 2. Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddetle İlgili Haber Boyutlarının Gazetelere
Göre Dağılımı
Küçük
Orta
Büyük
Haber
f
%
4
40
3
19
5
63
Halk
f
%
2
20
4
25
1
13
Arena
f
%
3
30
7
44
2
25
Denge
f
%
1
10
2
13
0
0
Toplam
f
%
10
100
16
100
8
100
Tablo 2.’de, Kadın ve çocuğa yönelik şiddet konulu ve küçük yer ayrılan haberlerden
%40’ının Haber, % 30’unun Arena, %20’sinin Halk, %10’unun ise Denge gazetesinde
288
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yer aldığı görülmektedir. Orta büyüklükte yer verilen haberlerden; %44 ‘ünün Arena,
%25’inin Halk, %19’unun Haber, %13’ünün ise Denge gazetesinde yer almaktadır.
Konuyla ilgili Denge gazetesi büyük boyutta haber sunmamıştır. Büyük boyutta yer
verilen haberlerden %63’ü Haber, %25’i Arena, %13’ü ise Halk gazetesinde yer
almıştır.
Tablo 3. Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddetle İlgili Resimli ve Resimsiz Haberlerin
Gazetelere Göre Dağılımı
Resimli
Resimsiz
Haber
f
%
11
31
1
50
Halk
f
%
8
22
1
50
Arena
f
%
11
31
0
0
Denge
f
%
6
17
0
0
Toplam
f
%
36 100
2
100
Tablo 3.’te kadın ve çocuğa yönelik şiddet içerikli resimli haberlerden %31’inin Haber
gazetesinde, diğer %31’inin Arena gazetesinde, % 22’sinin Halk, % 17’sinin de Denge
gazetesinde yer aldığı görülmektedir. Konuyla ilgili, Arena ve Denge gazeteleri resimsiz
haber vermezken Haber ve Halk gazetelerinin 1’er resimsiz habere yer verdikleri
görülmektedir.
Tablo 4. Haberin Sunumundaki Psiko-sosyal Unsurların Gazetelere Göre dağılımı
Sansasyonel
Şiddeti
Gerekçelendirme
Mağdurun
Fotoğrafını
Verme
Gizliliği Gözardı
Etme
Haber
f
%
9
33
Halk
f
%
1
4
Arena
f
%
12
44
Denge
f
%
5
19
Toplam
f
%
27 100
9
53
2
12
3
18
3
18
17
100
3
27
5
45
1
9
2
18
11
100
0
0
1
33
1
33
1
33
3
100
Tablo 4.’e göre kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinin, %44’ü Arena’da,% 33’üne
Haber gazetesinde, % 19’una Denge gazetesinde, %4’üne ise Halk gazetesinde
sansasyonel şekilde yer verildiği görülmektedir. Konuyla ilgili; Haber gazetesindeki
haberlerin %53’ünde, Arena ve Denge gazetelerinde %18’inde, Halk gazetesinde ise
%12’sinde şiddetin gerekçelendirildiği görülmektedir. Halk gazetesi yapmış olduğu
haberlerin %45’inde şiddet mağdurunun fotoğrafına yer verirken, Haber gazetesi
%27’sinin, Denge % 18’inin, Arena ise %’9’unda mağdurun fotoğrafını kullanmıştır.
Konuyla ilgili 3 gizlilik ihlalinin Halk, Arena ve Denge gazeteleri tarafından
paylaşıldığı görülmektedir.
TARTIŞMA
Medya organları içerisinde önemli bir yer teşkil eden yerel gazeteler, haber
aktarma, bilgilendirme, eğitim, toplumsallaştırma işlevlerini yerine getirirken
soğukkanlı objektif ve toplum üzerinde oluşması muhtemel her türlü psiko-sosyal
289
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
etkinin sorumluluğuna uygun hareket etmek durumundadırlar. Gazetelerin genel olarak
haberleri sansasyonel bir sunum tarzıyla aktardıkları görülmüştür. Bu da Kadın Statüsü
ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün (1998;s.66) Türkiye’de kadına yönelik şiddet
haberlerinin birçoğunun yer alma biçiminin şiddeti körükleyecek, ve toplumun yapı
taşları olan kadın erkek ve çocuk arasında mağduriyetleri pekiştirecek şekilde
sunulduğu yaklaşımını doğrulamaktadır. Oysa yazılı ve sözlü basın, izleyicilerinin farklı
ilgi ve meraklarını tatmin etmek için değişik haber yaklaşımları uygularken, gazetecinin
okuruna haberini sade bir dille, doğru açık ve kesin olarak sunması gerekir (Barut,
2000). Haberlerin sansasyonel etkilerinin toplumda benzer suçları işlemeye, potansiyel
bir ruh bozukluğuna sahip olanları özendirdiği ve özendirebileceği gerçeğinin
çoğunlukla yerel basın organları tarafından göz ardı edildiği görülmektedir.
Şiddet haberlerinde, şiddetin haksız gerekçesinin sunum tarzı da olumsuz bir
örnek olabilmektedir. “Sen misin Ayrılmak İsteyen Sevgili” haber başlığında olduğu gibi
ayrılmak isteyen kimsenin mağduriyetinin kaçınılmaz son olduğu gibi bir izlenim
oluşturabilmekle birlikte ayrılmak düşüncesi olan kimselerde şiddet mağduru olma
ürkekliği, karşı tarafta ise uyguladığı ya da uygulama eğiliminde olduğu şiddete yönelik
cesaret vermektedir.
Gazetelerin kadın ve çocuğa yönelik şiddet olaylarını genellikle orta büyüklükte
ya da küçük büyüklükte ele aldığı, o boyutun da büyük bir kısmının resimle işgal
edildiği, bilinçlendirici bilgi ve yorumlara yer verilmediği görülmektedir. Kullanılan
resimlerde mağdurun fotoğrafına yer verilmesi de azımsanmayacak sıklıkta olduğu
görülmüştür.
Genel olarak kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinde açık gizlilik ihlalinin
çok yer almadığı görülmekle birlikte, yer alan haberlerin taraflarının konuyla ilgili
hassasiyetlerinin bilinmezliği söz konusudur. Bu durumda haberi oluşturanların ayrıca
dikkat etmesi olayla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili kimseler açısından oldukça büyük
önem arz etmektedir.
SONUÇ
Medya organları içerisinde önemli bir yer teşkil eden yerel gazeteler, haber
aktarma, bilgilendirme, eğitim, toplumsallaştırma işlevlerini yerine getirirken
soğukkanlı objektif ve toplum üzerinde oluşması muhtemel her türlü psiko-sosyal
etkinin sorumluluğuna uygun hareket etmek durumundadırlar. Toplumun en önemli
değerleri olan kadınlar ve çocuklar ele alınırken bu dikkatin en üst düzeyde tutulması,
sorumluluğun en üst düzeyde hissedilmesi gerekmektedir. Genel olarak Samsun yerel
gazetelerinde kadın ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinin sansasyonel biçimde ele
alındığı, haberlerin yarısına yakınında şiddetin gerekçelendirildiği görülmüştür.
Bununla birlikte haberlerin %22’sinde mağdurun fotoğrafının verildiği, 3 haberde ise
olması gereken gizliliğin göz ardı edildiği görülmüştür.
ÖNERİLER
Kadın ve çocuğa yönelik şiddet olaylarına duyarsız kalınmamakla birlikte,
özellikle yerel basın organlarının konuyu sansasyonel bir tarz yerine tarafsız ve eğitici
bir yaklaşımla ele alınmalı,
Şiddet haberlerinin sunumunda şiddete gerekçe gösterilmemeli, hiçbir sebebin
şiddete gerekçe olamayacağı vurgulanmalı
290
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Haberlerin sunumunda mağdurun travmatik ruh halini yansıtan şiddet sonrası
görüntüleri yansıtılmamalı.
Toplum için genel ve önemli bir sorun olan bu duruma yerel ve ulusal basında
gereken önem verilmeli. Şiddete özendirici değil, şiddetin psiko-sosyal zararlarını
ortaya koyacak şekilde büyük yer verilmelidir.
Haber sunumlarında gizlilik ilkesine duyarlı olunmalı, konuyla doğrudan ve
dolaylı olarak ilgili olan kimselerin mağdur olmalarına yol açılmayacak şekilde özen
gösterilmelidir.
Birey ve toplum bazında ulaşılabilen her ortam ve zamanda şiddetin olumsuz
etkileri ortaya konmalı, problem çözme becerileri, eş ilişki geliştirme gibi konularda,
formal ve informal eğitimlerin herkese ulaşabilmesi yoğun çaba sarf edilmelidir.
KAYNAKÇA
Barut. B, 2000, “ Haber ve Yorum Düzleminde Türk Basınının Objektiflik Analizi “,
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 10, Sayı 2, ss: 145-162, Elazığ.
Barut, Y., Yılmaz, M., & Ersanlı, E. (2005). Ulusal Basınımızda Engelli Kadın ve
Çocuk Olgusu : Bir Tarama Çalışması. Engelli Kadınların Sorunları ve Çocuk
Sempozyumu, (s. 157-162). Kocaeli.
Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü(1998). Cumhuriyetin 75. Yılında
Türkiye’de Kadının Durumu. Başbakanlık, Ankara.
Mora, N. (2008). Üçüncü sayfada Türk toplumu. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi
[Bağlantıda]. 5:2. Erişim:http://www.insanbilimleri.com
Yılmaz, M., Balcı Çelik, S., Şanlı, E., & Gençoğlu, C. (2011). Samsun Yazılı Basınında
Yer Alan Bilişsel Çarpıtmalar: Tarama Çalışması. Samsun Sempozyumu.
Samsun: (Sunulmuş Bildiri).
291
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADIN CİNAYETLERİNİN MEDYADA ELE ALINIŞI
-HABERTÜRK GAZETESİ ÖRNEĞİEVALUATION OF WOMEN KILLINGS IN MEDIA
-THE CASE OF HABERTURK NEWSPAPERYrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ*
Merve BİLİC݆
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, kadına şiddetin en ağır biçimi olan kadın cinayetlerinin
medyada ele alınış biçimini sosyolojik olarak analiz etmektir. Bu amaçla, önce kadına
şiddet konusu teorik olarak ele alınmış daha sonra ise örnek olay olarak Habertük
gazetesinin 2010-2011 yılları arasındaki kadın cinayetleri ile ilgili bazı önemli haberleri
analiz edilmiştir. Medyanın kadın cinayetleri ile ilgili haberleri toplumda geniş etki
bırakmakta ve bu sorunun çözümüne katkı sağlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Kadın, kadın cinayetleri, medya, Habertürk gazetesi
ABSTRACT
The aim of this study is a sociological analysis of women killings as the most serious
type of violence against women. With this aim firstly the subject of violence against
women is evaluated theoretically, and then some of important news about women
killings from HABERTURK newspaper between 2010 and 2011 years were analyzed.
The news about women killings in media is very effective in society and this news
contribute important impact for solution this issue.
Keywords: Women, women killings, media, Haberturk newspaper
1. Giriş
Şiddet; başkasına zarar verme, sancı çektirmek maksadıyla fiziki ve (ya)
psikolojik olarak eziyet vermedir (Seyyar,2007:978). Bunun yanı sıra şiddet; cinayet,
işkence, darbe (vuruş) ve etkili eylem, savaş, baskı, suçluluk, terörizm vb. tüm
kavramları kapsayan eylemlerin bütünüdür (Polat, 2001:3). Kocacık’a (2001: 2) göre
şiddet uygulama eylemleri; zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı
çektirme ya da işkence, vurma ve yaralama olarak yer alıyor.
Şiddet veya yeğinlik; temel dürtü ve varoluş gereği savunma veya karşı savunma
hususu hariç olmak üzere, daha çok insanlarda ve topluluk halinde yaşayan hayvanlarda
grup içi otorite sağlamak için diğerinin varlığını tehdit unsuru görmek ve onu bu konuda
*
†
Kırıkkale Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi, e-posta: [email protected]
Kırıkkale Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü öğrencisi, e-posta: [email protected]
292
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
denemek, daha doğrusu sindirmek için, karşı tarafa uygulanılan zarar vermeye yönelik
bir davranış türüdür (Tekin, 2011:13).
Şiddet her yerde her zaman var olmuştur, var olacaktır. Şiddet insanın
doğasındadır; ya da, insanı şiddete iten toplumdur, toplumsal koşullardır gibi bir takım
belirlemeler yapılabilir (Ünsal, 1996:29).
2. Aile İçerisinde Kadına Karşı Şiddet Olgusu
Bireyler, fiziksel saldırganlığın kabul gören bir davranış biçimi olabileceğini,
öncelikle aile üyeleriyle yasadıkları deneyimler aracılığıyla öğrenirler. Daha sonraki
yaşamlarında öğrendikleri bu saldırgan davranış ve tutumları, kendi özel ilişkilerinde de
sürdürme eğilimi geliştirebilirler. Bunun sonucunda da aile içi şiddet olgusu ortaya
çıkmaktadır.
Bütün toplumlarda aile içi şiddetin var olduğu iddia edilmesine rağmen,
1970’lerin ortalarına kadar kadına yönelik şiddetin çok küçük bir kadın grubunu
etkilediği, bu kadınların da olayların gelişmesini sağlayan saldırgan ve mazoşist kişiliğe
sahip kişiler olduğu, bu sebeple de üzerinde durulmasının çok da gerekli olmadığı
yönünde bir inanç hakimdi (İçli, 1995;11). Ancak günümüzde yapılan çalışmalar bu
görüşün doğruluğunu desteklemediği gibi çok ciddi boyutlarda aile içi şiddetin
yaşandığı özellikle de kadına karşı şiddet uygulandığını göstermektedir.
Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren,
fiziksel, cinsel, ruhsal hasarlarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içersinde ya da
özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına
neden olan her türlü davranış (Subaşı 2003:234) olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan da
hareket ile kadına karşı şiddetin sadece fiziksel olarak uygulanmadığını bunun yanı sıra
cinsel, sözel, psikolojik ve ekonomik türlerinin de olduğunu görüyoruz.
Aile içi şiddetin en sık uygulanan biçimi fiziksel şiddettir. Sarsma, hırpalama,
tekme-tokat atma, dayak atma, bireye cisimler atma, saçından tutup yerlere savurma,
sopa ve odun ile vurma, kişiyi yaralama, ateşli silahlar kullanma, bireyi öldürme gibi
durumlardır. Fakat maruz kalınan fiziksel şiddet psikolojik şiddet boyutuna geçmediği
takdirde izleri zaman içerisinde silinebilir.
Psikolojik (duygusal/sözel) şiddet, fiziksel şiddetten çok daha acı ve ciddidir.
Kişiye bağırma, başkaları önünde onu rencide etme, gururunu incitme, kendi gibi
düşünüp davranmaya zorlama, kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlama, çevresiyle
iletişimini yasaklama, bireye fiziksel şiddet uygulamakla tehdit etme gibi ruh sağlığını
bozucu eylemlerin tümü duygusal şiddet kapsamındadır (Günay, 2004:95).
Ekonomik şiddet denildiğinde ise; banka kartını alıp vermemek, ziynetlerini
almak, çocukları küçük yaşta çalıştırmak, elinden parasını almak, hiç para vermemek
gibi durumlar akla gelir.
Cinsel şiddet ise; genel olarak dünya da savunmasız, güçsüz olarak
tanımlanılabilecek kadınlara uygulanmaktadır.
Cinsel şiddet, ırza geçme, kişinin rıza göstermemesine rağmen cinsel ilişkinin
gerçekleşmesidir. Kişileri cinsel suça iten faktörlerin neler olduğu konusunda iki görüş
vardır: birincisine göre, “ Tecavüz suçu işleyenlerin psikolojik olarak sağlıklı olmayan
293
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kişiler olduğu” düşünülmektedir. İkinci görüşe göre, “erkek üstünlüğünü yüceltip,
kadınları küçülten bakış açısının toplumda kabul görmesinin bu suçun işlenmesinde
önemli bir etken olduğu” savunulmaktadır (Polat, 2001:17).
Kadına yönelik şiddet genellikle aile içerisinde bulunan eş, baba yada ağabey
gibi kendisinden güç ve hiyerarşi olarak üstün bildiği kişilerce uygulanmaktadır. Bu
sebep ile kadın yaşadığı şiddeti son safhasına kadar kabullenmekte ve sessiz
kalmaktadır. Ancak şiddetin son safhası bazı durumlarda cinayet ile
sonuçlanabilmektedir.
Kadınlara karşı aile içi şiddet, toplumun erkek egemen yapısından
kaynaklanmaktadır. Erkek egemen siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılar, aile içi
şiddeti beslemekte ve kadınlara şiddetten çıkış yollarını kapatmaktadır. Dolayısıyla aile
içi şiddeti üreten dinamikler, yalnızca aile içindeki dinamiklerden değil, toplumun
toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapısı içerisinde kadını
ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan kaynaklanmaktadır.
Erkeğin toplumun ataerkil geleneklerinden kaynaklanan kadına göre üstün konumu,
kadının erkeğe hizmet etmesinin ve erkeğin aile içi kararlarda kadından daha fazla söz
sahibi olmasının “doğal” görülmesi de şiddeti besleyen diğer unsurdur (İlkkaracan
1996:25).
Dünya çapında yapılmakta olan çalışma ve araştırmaların sonuçları, pek çok
kadının sürekli olarak birlikte yaşadıkları erkekler veya kocaları tarafından şiddete
maruz bırakıldıklarını ve bu şiddetin sınıf, etnik, köken veya sosyo-ekonomik düzey
gözetmeksizin uygulandığını ortaya çıkartmaktadır. Aile içinde uygulanan şiddette,
kadın olmak, şiddete maruz kalma riskini artıran başlıca öğedir (İlkkaracan, 1996:21).
Eşler arasında yer alan aile içi şiddeti, herhangi bir eşin diğerine uygulaması şeklinde
görülse de yapılan araştırmalar eşler arası şiddet vakalarının %90’ından fazlasında
kadınların şiddete maruz kaldığını göstermektedir (İlkkaracan, 1996:22). Toplumun
kendi yapısal temeli içersinde yer alan erkek otoritesi hem aile içinde hem de aile
dışında üretilerek kadını erkeğe kıyasla ikincil konuma yerleştirmektedir Kısacası
şiddete maruz kalınmasının en büyük sebebi kadın olmaktır.
Şiddetin klasik bir döngüsü vardır ve kadınlar her defasında onun tuzağına
düşerler. Önce bir gerginlik yaşanır, sonra gerginliğin yoğunluğu artar ve şiddet patlak
verir, ardından balayı dönemi başlar, erkek ağlar, özür diler, yalvarır, çiçekler getirir bir
daha yapmayacağını bunun bir hata olduğunu söyler ve benzeri davranışlar sergiler.
Bunun üzerine kadın erkeğin tekrar şiddet uygulamayacağına inanır. Sonra ileriki
zamanlarda başka olaylar sırasında gerginlik tekrar yükselir ve şiddet bu kez daha
yoğun uygulanır. Bu döngü şiddet gören kadın dayandığı sürece bu şekilde devam eder.
Şiddet bir kere uygulanmışsa tekrarı kesin olacaktır ve aynı şeyler tekrar yaşanacaktır.
Aile içinde uygulanan şiddetin günümüzde geçmişe oranla bizleri bu kadar
etkilemesinin aslında en büyük sebebi medyadır. Geçmişte aile içinde yaşanan şiddet
sadece o aile bireylerini ilgilendirirken artık içinde bulunulan toplumun bir sorunu
haline gelmektedir. Bir ailenin içinde kadına uygulanan şiddet başka bir ailenin
üzüldüğü ve çözüm bulmak için düşündüğü bir sorun olmaya başlamıştır. Şiddet
geçmişteki saklanılması ve utanılması gerektiği düşüncesini zamanla kaybetmeye
başlamıştır.
294
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
3. Kadına Karşı Şiddetin Medyada Ele Alınışı
Medya son yıllarda her türlü alt kuruluşu yardımı ile toplumda şiddete karşı bir
farkındalık yaratmaktadır. Televizyon programları, televizyon dizileri kısacası görsel
medya toplumun bütün bireyleri tarafından en fazla kullanılan araçladır. Bu araçlar
günümüzde daha özgür ve korkusuzca aile içinde olan ve geçmişte mahrem olarak kabul
edilen aile içi şiddet olgusunu tüm yönleri ile göstermektedir. Diziler bu konuda
oldukça etkilidir. Töre ya da aile içi şiddet konusunu barındıran diziler yardımı ile
toplum bilinçlendirilmeye çalışılmaktadır.
Şiddetin aslında bir kader olmadığını, toplumda her kesimden insanın başına
gelen bir durum olduğunu ve mücadele edilerek ortadan kaldırılabileceğini göstermesi
açısından görsel medya önemli bir görev üstlenmektedir. Ülkemizde medya kısmen de
olsa doğuya atfedilmiş olan şiddetin kendine özgü bir bölgesinin olmadığını ve her
sosyal tabakadaki ailenin, her konumdaki kadının şiddete maruz kalabileceğini tüm
açıklığıyla göstermektedir.
Sosyologlar, ülkemizde yalnızca eğitim ve ekonomik seviyeleri düşük kadının
değil, yüksek gelirli ve iyi eğitim almış kadınların da şiddete maruz kaldığını
bildiriyorlar (Günay, 2004:55). Bu noktada şiddet gören kadının bu durumu itiraf etmesi
ve yardım istemesi önemli noktayı oluşturmaktadır. Genellikle eğitim durumu düşük
olan kadınların daha fazla şiddet gördüğünü düşünmememizin sebebi, eğitim durumu
yüksek olan kadınların yaşadıklarını itiraf etme konusunda bulundukları toplumsal
çevreden çekinmeleri yatmaktadır.
Görsel medyanın diğer medya alt dallarına oranla etki alanının fazla olmasının
sebebi ulaştığı kitlenin daha geniş olmasıdır. Örneğin, günümüzde her evde en az bir
televizyon varken gün içinde yazılı medyaya örnek olarak verebileceğimiz gazetenin her
eve düzenli olarak girmemesini gösterebiliriz. Bu bağlamda gazetenin ulaşabildiği kitle
daha sınırlı kalmaktadır. Televizyon programları ve diziler toplumun bütün kesimine
hitap etmesi sebebiyle daha fazla ses getirmektedir. Gündüz kuşağında yer alan kadın
programları, şiddet mağduru kadınların seslerini en iyi şekilde duyurabildikleri alanlar
haline gelmektedir. Toplumdaki başka şiddet mağduru kadınların yalnız olmadığı
mesajı verilerek onlar için çözüm yolları aranmaktadır.
Televizyon haricinde önemli olan internet ise kadın hareketlerinin
yönlendirilmesinde etkilidir. Kadın hareketlerinin kurmuş oldukları siteler ve bloglar
sayesinde seslerini daha geniş alanlara yaymayı başaran mağdur kadınlar son yıllarda
şiddet dışında kadın cinayetlerine de eğilmektedirler.
Kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri konusunda medya sadece programlar,
diziler yaparak etkili olmamaktadır. Bunun yanı sıra internet üzerinden yazan köşe
yazıları da toplumsal anlamda farkındalık yaratma konusunda etkilidir. İzmir'den yayın
yapan egedesonsoz.com'un yazarlarından Gönül Soyoğul’un 7 Mart 2012 Çarşamba
günü yazmış olduğu ‘Ayların en kısasına sığdırdığımız vahşet’ adlı yazısı geçtiğimiz
Şubat ayı içerisinde 29 günde öldürülen 24 kadını anlatmadır.Şubat ayı içerinde gün gün
öldürülen,şiddet gören ve tecavüze uğrayan kadınları yazarak medyanın başka bir
kolunda kadına karşı şiddetin engellenmesi konusuna destek vermektedir.
295
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4. Habertürk Gazetesi Örneği
Yazılı medya olarak adlandırdığımız gazetelerde son yıllarda kadına karşı şiddet
ve özellikle kadın cinayetleri konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Geçmişten
günümüze doğru baktığımızda eskiden sessizce geçiştirilen şiddet ve kadın cinayetleri
artık yerini daha etkili haberlere bırakıyor.
Geçmişte şiddet haberleri, gazetelerin üçüncü sayfa olarak adlandırılan
kısımlarında küçük puntolar, dikkat çekmeyen yazılar ile verilmekteyken, günümüzde
bu durum tamamı ile değişime uğramaktadır. Artık kadına karşı şiddet, kadın cinayetleri
ve bu konuda atılan önemli hukuki adımlar manşetten ya da sürmanşetten büyük
puntolarla daha dikkat çekici olarak verilmektedir. Bunun sebebi olarak, toplumun
şiddet konusunda artık sessiz kalmaması ve bilinçlenmeye başlamasını gösterebiliriz.
Yeni çıkan kadının haklarını ve yaşamını koruyan yasalar kısacası kadınlara uygulanan
pozitif ayrımcılık bu konuda önemli bir etki yaratmaktadır.
Tarihsel olarak geçmişe döndüğümüzde kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri
haberlerinin bu kadar ön plana çıkmasını sağlayan olay aslında Ayşe Paşalı cinayetidir.
Konuyla ilgili olan ya da olmayan herkesin aklında yer etmiş olan bu cinayet haberini
Habertürk Gazetesi 24 Aralık 2010 Cuma günü ‘Koca dayağı, af ve cinayet!’ başlığı ile
vermiştir. Haberin içeriğinde ise, ‘Eşini önce döven; ardından da tecavüz eden kişi,
hâkime “Seviyorum, pişmanım” deyince serbest kaldı. 1.5 yıl sonra ise eşini 10
yerinden bıçaklayarak öldürdü.’ alt başlığı ile devam edilmiştir. Aslında kısa ve öz
olarak olayın ne kadar acı olduğu anlatılmıştır. Bu cinayet haberi toplumsal olarak
büyük yankı uyandırması sebebiyle 2 yıldır her kadın cinayetinde tekrar tekrar
hatırlatılarak geçen bu sürede değişen pek fazla bir şeyin olmadığının altı çizilmektedir.
4 Ağustos 2011 Perşembe günkü Habertürk Gazetesi’nde ki ‘İşte şimdi Türk
oldum’ başlıklı haber bu konudaki güzel bir örnektir. Birlikte yaşadığı Hakan
Erdoğan’dan şiddet gördükten sonra kendisini tam bir Türk olarak hissettiğini söyleyen
Alman uyruklu Andrea Groch, Türk vatandaşı olduktan sonra Sema Nur Döndü ismini
almıştır. Haberin alt başlığı olarak ‘Ayşe Paşalı’nın durduğu yerde bu kez gözü mor bir
Alman kadın vardı...’ cümlesi kullanılmıştır. Ayşe Paşalı’nın görenlerin gözlerinin
önünden silinmeyen şiddet görmüş yüzü ile Ankara adliyesinde çekilen fotoğrafı ve
Sema Nur Döndü’nün şiddet görmüş fotoğrafı kullanılmıştır. İkisinin de ortak noktası
296
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
şiddet görmüş ve aynı yerde aynı kare çekilmiş olan fotoğraflarıdır. Fakat Sema Nur
Döndü daha şanslıdır. Çünkü şiddet görmüş olmasına rağmen hala hayattadır.
Medyanın kadına karşı uygulanan şiddet konusunda sesini gün geçtikçe daha da
yükselttiğini görmekteyiz. Ancak bu durumun olumlu sonuçları olduğu gibi olumsuz
sonuçları da ortaya çıkmaktadır. Bu konuda en etkili örnek olarak Habertürk
Gazetesi’nin 7 Ekim 2011 Cuma günü sürmanşetten vermiş olduğu Manisa’daki 2
çocuk annesi Şefika Etik cinayetinin sansürsüz fotoğrafıdır. Bu haberi diğer kadın
cinayetlerinden ayıran sebep ise kadının eşi tarafından bıçaklanmış fotoğrafının hiçbir
sansür uygulanmandan gazetenin ilk haberi olarak verilmesiydi. Gün içinde iki farklı
yorum ortaya çıkmıştı. Bazılarınca kadın cinayetlerine karşı dikkati çekmek ve yeni
önemler alınması konusunda yetkilileri harekete geçirmesi anlamında haber olumlu
bulunurken, bazılarınca ise toplumdaki diğer insanların ruh sağlığı açısından olumsuz
bulunmuş bunun yapılma sebebinin sadece gazetenin maddi kaygıları olarak
yorumlanmıştı. Fakat sonuç görenlerin gözlerinin önünden silinmeyen bir kadın cinayeti
haberidir.
7 Eylül 2011 Cuma günü ‘Evi terk etti diye yüzüne kezzap atıldı’ başlığı ile
Habertürk Gazetesi’nde verilen haber kadına karşı şiddetin başka bir örneği. Diyarbakır
da 14 yaşındayken kendisinden 6 yaş büyük A.K. ile görücü usulü evlendirilen Rojda
Karagöz (21), yaşadığı şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1.5 yıl önce eşini bırakıp baba
evine döndü. Genç bu tercihiyle, kızı İrem’den mahrum bırakıldı. İstanbul’da esnaflık
yapan koca A.K.’nın, eşinin boşanma isteğine tehditle karşılık verdiği ileri
sürüldü. Tehditlere rağmen eşine dönmeyen Rojda, 1 yıldan bu yana göremediği kızı
İrem K. (5) ile görüşmek için Dağkapı semti eski Doğum Hastanesi karşısındaki Sur
diplerinde sözleşti. Kızını beklemeye başlayan genç kadını parkta takip eden kimliği
belirsiz 25 yaşlarında bir erkek, Rojda’nın karşısına geçip, “Al serinle” deyip elindeki
pet şişe içerisinde bulunan kimyasal maddeyi genç kadının yüzüne döktü.
Bu haberin verilmesinin ardından 9 Eylül 2011 tarihinde Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in Rojda’ya yardım elini uzattığını açıklayan ‘Bakan
Şahin Rojda’ya sahip çıktı’ başlıklı haberi vererek olayın devamında neler olduğu
konusunda halkı bilgilendirdiler.
297
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
5. Sonuç
Kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri bulduğumuz toplumun acı bir
gerçeğidir. Geçmişte de var olan ancak günümüzde daha fazla gözler önüne çıkması
sebebi ile toplumu olumsuz yönde etkileyen bu olay gerekli önlemlerin alınması ile
durdurulması mümkün olan bir sorundur. Ancak şiddet uygulayan erkeklere karşı devlet
tarafından yeterli olan yaptırımların uygulanmaması 21.yüzyılda hala bu gibi acı ve
kötü olaylarla karşılaşmamıza sebep olmaktadır.
Medya içinde bulunduğu toplumun bilinçlenmesi ve etkilenmesi konusunda
büyük bir role sahip olması sebebi ile kadına karşı şiddet gibi toplumsal anlamda hassas
olan konularda daha özenli davranması gerekmektedir. Yapmış olduğu haberler,
programlar ya da köşe yazılarının toplumun ruh sağlığını da bozmadan gerekli olan
dikkati toplaması sağlanmalıdır. Bu bağlamda televizyon, gazete ve internet gibi
medyanın kollarının mağdur kadının yanında yer alması ve kadına karşı şiddet
konusuna gerekli çözümlerin bulunarak sorun en aza indirgenene kadar topluma ve
yetkililere unutturulmaması bu konuda ki görevi olmalıdır.
KAYNAKLAR
GÜNAY, Cahide (2004). Mor Bakışlar-Kadının Sırtından Sopa Eksik Olmuyor, Truva
Yayınları, İstanbul.
HABERTÜRK GAZETESİ, 2010-2011 yılları arasındaki kadına şiddet ile ilgili
haberler
İÇLİ, Tülin (1995). Ailede Kadına Karşı Şiddet ve Kadın Suçluluğu, T.C. Devlet
Bakanlığı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara.
İLKKARACAN, Pınar ve diğerleri (1996). “Sıcak Yuva Masalı”. Aile İçi Şiddet ve
Cinsel Taciz içinde, Metis Yayınları, İstanbul.
POLAT, Oğuz (2001). Çocuk ve Şiddet, Der Yayınları, İstanbul.
KOCACIK, Faruk (2001). Şiddet Olgusu Üzerine, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Dergisi, 2(1), 1-7.
SEYYAR, Ali ( 2007). İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri Ansiklopedik Sosyal
Bilimler Sözlüğü, Değişim Yayınları, Sakarya.
SUBAŞI, Necdet ve A. Ayşe (2003). Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Kadın, Hacettepe
Üniversitesi Yayınları, Ankara.
TEKİN, Üzeyir (2011). Şiddet, Orient Yayınları, Ankara.
ÜNSAL, Artun (1996). “Şiddet”, Cogito Dergisi, Sayı: 6-7.
298
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GÜNÜMÜZDE TÜRK MEDYASINDA KADIN SANATÇI
KAVRAMI KADINA KARŞI ŞİDDETE SON KAMPANYASI
KAPSAMINDA ‘KADINLARIMIZ VE TÜRKÜLER KONSERİ’
İlknur TUNÇDEMİR*
ÖZET
Medyada kadın unsuruna; “ev kadını, iyi anne- iyi eş, cinsel meta, seksi, kötü yürekli, hırslı iş
kadını” gibi anlamlarda yüklendiğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra medyadaki kadın sanatçılar cinselliği ön plana çıkartılmış seksi mankenler ve artistler- özellikle görsel olarak yaptıklarıyla
medyada boy göstermektedir.
“Kadına Karşı Şiddete Son” ulusal kampanyası çerçevesinde düzenlenen “Kadınlarımız ve
Türküler Konseri” için 2005 yılında Devlet Çoksesli Korosu kadın- şiddet temalı 13 türküyü
çok seslendirerek repertuarını hazırlamıştır. Anadolu’da geçmişten günümüze yaşayan kadınlara
uygulanan şiddet sorunlarını inceleyerek bu sorunları çoksesli müzikle ifade eden koro; “aşk,
sevgi, töre, hüzün, başlık parası, çocuk yaşta zorla yapılan evlilik ve ölüm” temalarını kendine
özgü bir duyarlılıkla yorumlamıştır.
Sonuçta, kadınların ve kadın sanatçıların yaşam ve deneyimlerinin birçok boyutunu ele almayan
günümüz medyası, kadın- şiddet konularını göz ardı ederek toplumumuzdaki gerçek durumu
yansıtamamaktadır. Kadınların kendi dünyalarını yansıtan sesi popüler kültür göstergesi olarak
daha fazla yaygınlaşmaktadır. Oysaki çoksesli evrensel müzik ve bu alanda başarılar gösteren
sanatçı, besteci ve icracılarının yaratılarına yer vererek, toplumun bilgilendirilmesini
sağlamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Medya, Kadın Sanatçı, Çok seslendirilmiş Türküler, Kadınlarımız ve
Türküler Konseri
THE CONCEPT OF ARTISTS IN TODAY’S TURKISH MEDIA
AND “THE CONCERT OF WOMEN AND FOLK SONGS”
COVERING A CAMPAING PUT AN END TO VIOLENCE
AGAINST WOMEN.
ABSTRACT
Woman perception in the Turkish media has been already seen as a “house-wife, a good mother
& wife, se y, black hearted, ambitious businesswoman etc…” Moreover, artists covering only
actresses and fashion models have shown up by their sexual behaviors.
The State Polyphonic Choir of Turkey had prepared a polyvocal repertory in 2005 with 13 folk
songs for “the concert of woman and folk songs” within a framework about a national campaign
putting an end violence against to women. The choir, which has interpreted as polyphonic songs
about problems of women subjected to violence issues and lived in Anatolia from past to
present, has exposed characteristic sensitivity about themes with love, compassion, traditions,
sadness, bride price, teen marriage and death.
Eventually, it can be said that today’s media that doesn’t handle various aspects about woman
artists with their cultural lifestyle and e perience, couldn’t have reflected real state of them by
*
Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu Sanatçısı, [email protected]
299
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
ignoring their violence issues. The voice of woman pointing to their world has become
prevalent as a sign of popular culture. That is why the media should have provided to enlighten
society by giving a place to creations of woman artists, composers and players especially
succeed in the area of universal polyphonic music.
Keywords: Media, Woman artists, Polyphonic folk songs, “The concert of woman and folk
songs”
1.GİRİŞ
İnsanlığın sosyo- kültürel serüvenine tarihi bir bakış, yaşamak denilen insanlık oyununun temel
aktörlerinin kadın ve erkek olduğunu gözler önüne serecektir. Çoğu zaman birbirlerine nispetle
tanımlansalar da kadın ve erkek öznel nitelikleri ile sosyo- kültürel yaşamı yaratmış, yarattıkları
sosyo- kültürel yaşam bağlamında rolleri ve statüleri şekillenmiştir. Kadın ve erkek, toplumların
temel yapı taşı olduğundan kadınlık ve erkeklik algıları da kadın ve erkeğin ortak üretimidir.
Tarih boyunca toplumlar kendi öznelliklerini sosyo- kültürel yaşam bağlamında teşekkül eden
kadınlık algıları üzerinden ifade etmiş, kadınlık algısı yaratıcı anahtar bir sembol olma niteliğini
kazanmıştır. Kadınlar güç ve erk yüklü eylemlerin ortasında nadiren yer alsalar da toplumların
sosyo- kültürel yaşamını hayatın ve toplumun doğal birimi aile içinde sessizce ama doğal ve
güçlü bir biçimde kodlayan, bu kodlara göre toplumun fertlerini şekillendirerek toplumu yaratan
güçlü aktörler, yani toplumların ve kültürün yaratıcı anahtar sembolleridir (Demirtaş- Şahin,
2009: 31).
Tarihsel sürece baktığımızda kadın –erkek eşitliği olgusunun temelini oluşturan kadın hakları
konusunda hep kadının aleyhine gelişen bir durum, bir toplumsallık süreci söz konusu olmuştur.
Bunun da en temel nedeni mitosların, efsanelerin ve geleneklerin toplumsal değer yargıları
üzerindeki yoğun etkisidir. Bunların ortak paydası cinsel kimliği ön plana çıkarmasıdır; öyle ki
bundan dolayı mitosların ve geleneklerin birçoğunda kadın günahın, kötülüğün asıl kaynağı ve
sorumlusu haline getirilmiştir. Kadına güvenmeyen, ona şüphe ile yaklaşan, baskıcı bu
yargılara, inançlara insanlık tarihinin her döneminde rastlamak mümkündür (Kale, 2004: 358).
Kadın ve erkeğin toplumdaki işlevleri, sorumlulukları, hakları, maddi ve manevi olguların
üretimi sürecindeki konumları kişilik özelikleri gibi unsurlar cinsiyete ait rollerin
öğrenilmesine; kadınları ve erkekleri sınırları çizilmiş ve kimi zaman aşılamaz alanlara
yönlendirmiştir (Can, 2009: 65). Erkeklerin inşa ettiği bir dünyada kadın, toplumsal anlamlarla
kıstırılmış bir nesneyi ya da en iyi ihtimalle erkek olmayan varlık kipini ifade eder. Kadının var
oluş kaygısı dahi erkekten hareketle kurulur ve erkek için bir varlık olan kadın aynı zamanda
erkeğin var oluşunu perçinlemek için devamlı ihtiyaç duyduğu öteki varlıktır. Kadının öteki
olarak konumlanması demek, kendisi için varlık olan erkeğin istemediği tüm nitelikleri
barındırması demektir (Beauvoir, 1993: 156).
Toplumsal cinsiyet kavramı içinde, kadın ve erkeğin sahip olduğu rollerin içselleştirilmesi
sonucu, kadının pasif ve erkeğin aktif olma durumunun belirginleştiğini görmekteyiz. Çünkü
erkek güçlüdür, vahşidir, avcıdır, gücünün karşısında kadın gücü bir hiçtir. Erkek kadını
sahiplenir ve onu koruması altına alır. Artık dünya erkek egemen bir dünyadır; kadın bu
egemenliğin ilk ganimetidir. Böylece roller belirlenmiştir. Kadın ve erkeğin rollerinin ayrıldığı
erkek egemen dünyada zaman içinde kadında güçlü olmak istemektedir.
Kadın güçlü olma, güvenli ve emin adımlarla ilerleme yolunda yürümeye ise önce kabulleniş ile
başlar ve gücünün kaynağını bulmaya yönelir; bu güç “koşulsuz güzelliktir”. Güzel, görsel
beğeni değerleri içinde, çekici, tüm bakışların izlediği bir kadın olmak ve bunu bir güç olarak
kullanmak kadının toplumdaki yerini belirleyen, güç dengelerini kurmasını sağlayan önemli bir
adımdır. Seçilmeyi, seyredilmeyi bekleyen kadın, görsel bir meta olarak toplumdaki yerini alır.
300
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
John Berger (1986) sözleri ile “Erkekler kadınları seyrederler, kadınlar ise seyredilişlerini
seyrederler” (Sullam, 2004: 152).
Medya’da kadın unsuruna “ev kadını, iyi anne- iyi eş, özverili, cinsel meta, güçsüz, seksi, kötü
yürekli, hırslı iş kadını” gibi anlamlar yüklendiğini görmekteyiz (İnceoğlu, 2004: 12). Kadının
medyadaki konumunu incelediğimizde medyanın genel anlamda erkek iktidarını pekiştiren bir
niteliğe sahiptir. Medya genelde kadını erkek bakışı ile yansıtır. İletişim araçlarında yayınlanan
tüm reklâmlarda öykü biçimlerinde anlatılanlar geleneksel bilgilere dayandırılmakta, erkek ve
kadın arasındaki biyolojik ayrım temel alınmaktadır (Aziz, 1994: 11). Özellikle kitle iletişim
araçlarının kadının temsilindeki rolü Van Zoonen (1994) ifadesiyle “kadınlar ve kadınlık
hakkındaki kalıp yargısal, ataerkil ve hegemonik değerleri aktarmak” ve dolayısıyla “toplumsal
kontrolün bir ajanı olma rolü” olarak anlaşılmaktadır (Hızal, 2004: 32).
Kadın, medyada ve kitle iletişim araçlarından başta televizyon olmak üzere sınırlı kültüre sahip,
kişiliksiz bir nesne haline getirilerek sürekli olarak belli tarzda giyinmeye, bakmaya, düşünmeye
yönlendirilmektedir (Arat, 1992: 246). Medya’da konu olarak, kadının ya cinselliği ele
alınmakta ya da gelenekselleşmiş kadın rolleri (kadının anne olması, çocuk bakımı, ev işlerinin
yapılması, iyi eş olması gibi) işlenmektedir (Arat, 1992, 270). Son günlerde evlilik
programlarının artışıyla nasıl bir eş bulunacağı irdelenmektedir. Kadınların meslek yaşamları ve
deneyimlerinin birçok boyutu ele alınmamakta, toplumdaki gerçek durumları
yansıtılmamaktadır.
Türk toplumunda da kadınlar ve çocuklar televizyon ile en fazla ilişki içinde olan bireylerdir.
Kadın, fedakâr anne ve iyi bir eş olan ev kadınıdır. Bu kadının cinselliği sadece sağlık
problemlerinde ortaya konur. Özellikle çalışan kadınlar, aile yaşantıları, çocukları, başarılı
eşlerin arkasındaki kimlikleri konu edilerek ikincil oldukları yansıtılır. Medyatik kadınların ise
cinsel metalar oldukları mesajı iletilirken sevgilileri, aşkları, dalgalandırıcı yaşantıları konu
edilmektedir (Akbulut, 2004, 161).
Amerika’daki Buffalo üniversitesi sosyoloji bölümünden Erin Hatton ve Mary Nell Trautner’ın
araştırmasında medyadaki cinsiyetlendirme oranını ölçmek için Rolling Stones’ın 1967- 2007
yılları arasındaki coverlarını kullanmışlardır. 1000 fotoğrafın analiz edildiği çalışmadan iki
sonuç elde edilmiştir. Birincisi; kadın ve erkeklerin görsellerde önceye oranla daha seksi hale
getirildikleri, ikincisi; erkeklerde bu oranın % 11, kadınların % 44 oranında cinsel nesne olarak
sunulduğunu, ancak bu oranın 2000’li yıllarda erkeklerde % 17 iken, kadınlarda % 83’e
yükseldiğini açıklamıştır (Karadaş, 16/ 08/ 2011).
Küresel Medya İzleme Projesi (Global Media Monitoring Project) tarafından 2005 yılında
gerçekleştirilen bir araştırmaya göre de kadınlar erkeklere oranla medyada iki kat daha fazla
mağdur olarak gösterilmektedir. Ayrıca uzman (% 83) ya da tanık (% 70) olarak çoğunlukla
erkeklere başvurulurken; kadınlar daha çok kişisel deneyimleriyle medyada görünmektedir (
Mater- Çalışlar, 2007: 175). Aynı çalışma kapsamında tek bir günde 13.000 TV, radyo ve
gazete haberi taranarak gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçları; erkeklerin temsil oranının %
79, kadınların ise % 21 olduğu bilgisini vermektedir (Alankuş, 2007: 37). Mine Gencel Berk
2006 yılında gerçekleştirdiği “Medya ve Toplumsal Katılım Araştırması”, Türkiye’deki günlük
gazetelerde kadınların temsil oranın yüksek olmasına rağmen yer alış biçimlerinin tartışmalı
olduğunu oraya koymaktadır. Araştırmaya göre kadınlar en çok medyatik görüntüleri,
güzellikleriyle ya da mağduriyetleri ile gazetelerde yer almaktadır (Rahte, 2010: 189).
Diğer yandan kentleşme sürecini çok hızlı ve çarpık bir biçimde yaşayan ülkemizde, genelde
annelik ve ev kadınlığı vasfı ile (Türkiye’de ancak dört kadından birinin ekonomik bağımsızlığı
vardır) öne çıkmayı başarabilen kadının kişilik kazanma süreci oldukça zor olmuştur. Özellikle
de üretim sürecinin dışında yer alan ve genelde eğitimsiz olan (halen kadınların % 19 okuma
301
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
yazma bilmiyor) kadın, sürekli olarak medya tarafından cinsellik, iktidar, aşk, aldatılma,
intikam, kıskançlık duygularının bombardımanına tutulmaktadır. Âdete kadın bilincini
sistematik olarak bulanık tutma sürecinde medya halen ısrarla bu tutumuna devam etmektedir
(İnceoğlu, 2004: 11).
Ülkemizde seslendirme ve beğeni açısından müzik türleri arasında gerçek ve sanal onca
uçuruma karşın, hepsini benzer biçimde etkileyen ortak payda müziğin metalaşması ve çabuk
tüketilmesine yol açan pazar mekanizmasıdır. Müziği eğlence aracı olarak yorumlayan medya
ve televizyon kanallarının çoğu, müziğin sanat değerini, bilim gücünü ve eğitimdeki
vazgeçilmezliğini göz ardı etmektedir. Bu nedenle de müzik yayınları, eğlence amacını
taşımaktadır. Müzik programlarında eleştiri mekanizmasının olmaması, sunulan müzik
yayınlarının halk tarafından doğru ve güzel olduğunun sanılmasına neden olmaktadır (Yurga,
2002; 93).
Türk toplumunda 1980 yılı sonrasında oluşan marka merakı, artan medya seçenekleriyle
desteklenerek artmaktadır. Ülkemizde bireyler televizyonda gördükleri kişiler gibi olmak için
her türlü fedakârlığa hazırdırlar. Bir yarışmaya girip ünlü bir şarkıcı olmak ve görüntülerinin
televizyon kanallarında yayınlanması, dedikodu programlarının ana malzemesi olmak
yaşamlarının en önemli amacıdır (Lasn, 2004: 13).
Sherman ve Dominik tarafından 1986 yılında, 166 düşünsel video üzerinde yapılan araştırmada,
erkek sanatçıların bütün görsellerde egemen karakter olarak resmedildiğini ortaya koymaktadır.
Goldsen 1983 tarihli araştırmasına dayanarak müzik kliplerinde yer alan kadınların ise dört
basmakalıp yargıyla (erkek delileri, kurbanlar, aşk objeleri ve duygusuz kadınlar) resmedildiğini
belirtmektedir (Lull, 2000: 134). Müzik klipleri televizyon programlarında vitrine konan
şarkıların ve sanatçıların reklâmı olarak işlev görmektedir (Kalay, 2007: 91). Genellikle
cinselliği ön plana çıkartılmış seksi mankenler ve sanatçılar hem görsel olarak hem de kalitesiz
eserleriyle medyada boy göstermektedirler.
Ülkemizde çeşitli müzik türleri olmakla birlikte ağırlıklı olarak iki ana müzik kültüründen
bahsetmek mümkündür. Bunlar makamsal yapıya sahip, geleneksel Türk klasik müziği ve Türk
halk müziğidir (Kınık, 2011:455). Anadolu bir kültür harmanıdır. Özellikle yüzlerce yıllık
kültür birikiminden süzülerek gelen türkülerimiz insanımızın kültür yaşamını, mutluluklarını,
umutlarını, düş kırıklıklarını dile getiren toplumumuzun ortak sesidir. Aslında türküler,
toplumumuzun adet ve gelenek anlayışını diğer müzik türlerine göre daha yoğun ve doğrudan
yansıtmaktadır.
Türk toplumunda son yıllarda yazılı ve görsel medyanın önemle üzerinde durmaya başladığı
Türk popu adı verilen müzik türü- aslında net olarak ne olduğunun, hangi çeşit müziklerden
bileşmiş olduğunun saptanması gereken birçok değişik müzik örneklerinin karışımıyla oluşmuş
müzik- üzerindeki haberler, programlar, yorumlar, dedikodular, talk show ve forum gibi
toplantılı televizyon programları bireyleri bilinçlendirmeden uzaktır (Yurga, 2002: 1).
2. TÜRKÜLER VE ÇOK SESLENDİRİLMİŞ KADIN TÜRKÜLERİ
Türküler bir topluluğun gerçek duygularını ve fikirlerini keşfetmemize yardımcı olmaktadır.
Türküler Anadolu kültürünün sosyolojik değerlerine ait bilgileri barındırmaktadır. Türküler halk
tarafından yaygın olarak benimsenen duyguların ve inançların güvenilir bir yansımasıdır
(Bohlmann, 1988: 89). Çeşitli toplumlarda müzik kültürünü inceleyen Merriam (1964)
türkülerin çok işlevli içeriklerine dikkat çekmektedir. Kimi toplumlarda, örflere uygun olmayan
davranışlar, güncel olayların yorumları bazı türkülerin konusu olmuştur.
302
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Avrupalı müzik bilimcilerin halk şarkısı, ülkemizde türkü diye adlandırdığımız bu tür,
insanların ortak dili olma özelliğini yansıtmaktadır. Türk’e ait anlamını içeren “türkü” terimi;
Türk halk müziğinin kapsamı içinde olan bir formdur. Bunun yanı sıra işledikleri konuların
çeşitliliği ve içerikleri sayesinde, kitlelerin yaşantıları ve sosyal yapıları hakkında bilgi
vermektedir. Türküler doğaçlama olarak üretildiği için; yaşanılan ortamlar, inançlar, duygular,
siyasal fikirler, toplumsal kurallar oldukları gibi türkülere yansımıştır (Ata 2004: 256).
Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus Fonu (UNFPA) ile T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü (KSGM) ortaklaşa yürüttükleri “Kadına Karşı Şiddete Son” ulusal kampanyası
çerçevesinde düzenlenen “Kadınlarımız ve Türküler” konseri ilk olarak Devlet Çoksesli Korosu
tarafından 25 Kasım 2005 tarihinde (Resim:2) İstanbul Cemal Reşit Rey konser salonunda
yapılmıştır (Durukan, 9/ 11/ 2005). Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda toplumsal
farkındalık yaratmayı hedefleyen kampanya kapsamında düzenlenen konser etkinlikleri
(Tablo:2) olduğu gibi devam etmektedir.
Türkiye’de 2005 yılında “Kadına Karşı Şiddete Son” ulusal kampanyası çerçevesinde
düzenlenen “Kadınlarımız ve Türküler Konseri” metin yazarı Meltem Arıkan başkanlığında
Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu Derneği sanatçılarından oluşan bir
komisyon; ülkemiz arşivlerinde bulunan 5000 türküden oluşan anonim repertuar taranarak
kadın- şiddet içerikli türküleri seçmiştir. 13 türkülük repertuarını (Tablo:1) hazırlamıştır. Bu
program için seçilen türküler ise Anadolu kadının ağırlıklı olarak geleneksel yapı ile şekillenen
ve çocukluktan başlayarak tüm yaşamını etkileyen değerleri, tutumları, kalıp yargıları
içermektedir (Kadınlarımız ve Türküler Konser Kitapçığı, 25/ 11/ 2005).
Tablo:1 Kadınlarımız ve Türlüler Konseri Repertuarı
Çoksesli Halk Türküleri
Yöresi
Derleyen
Kara Kara Kazanlara
Samsun
Meryem Ana
Yemen Türküsü
Muş
Muzaffer Sarısözen
Gelin Ağlatma
Bursa
Halil BediiYönetken
Tek Kapıdan
Amasya
Nida Tüfekçi
Ceviz Oynamaya Geldim
Kayseri
Adnan Türközü
Ağ Elime Mor Kınalar
Denizli
Nida Tüfekçi
Aktaş Diye Belediğim
Güneydoğu Ateş Koyoğlu
Feraye
Muğla
Muzaffer Sarısözen
Arda Boyları
Rumeli
Nihat Kaya
Kaçındasın Gelin Ümmü
Afyon
Muzaffer Sarısözen
Burçak Tarlası
Tokat
Muzaffer Sarısözen
Entarisi Ala Benziyor
İstanbul
Muzaffer Sarısözen
Dök Zülfünü
İstanbul
Mustafa Çavuş
Bestecisi
Muammer Sun
Selman Ada
Eduard Zuckmayer
Ertuğrul Bayraktar
Nedim Yıldız*
Turgay Erdener*
Ertuğ Korkmaz*
Ulvi Cemal Erkin
Aysim Dolgun*
Murat Kodallı*
Güneş Apaydın*
Nevit Kodallı
*Bu etkinlik için özel olarak hazırlanmıştır
** Çok seslendirilen Halk Türküleri Ankara Resim Heykel Müzesi Konser Salonunda 18- 20 Ekim 2005
tarihinde kaydedilmiştir.
Resim: 1
Resim:2
303
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ülkemizin çoksesli müzik alanında önemli bestecilerinden Nevit Kodallı, Muammer Sun,
Selman Ada, Turgay Erdener, Ertuğ Korkmaz, Walter Strauss, Ertuğrul Bayraktar, Güneş
Apaydın, Nedim Yıldız, Murat Kodallı, Ulvi Cemal Erkin ve Aysim Dolgun’nun çok
seslendirdikleri türkülerle kampanya’ya destek vermişlerdir. Koro; kadına yönelik şiddetin
toplumdaki çokseslilikteki uyumu bozacağını müzik yoluyla anlatmaya çalışmıştır.
Tablo: 2 Kadınlarımız ve Türküler Konserleri
Tarih
Konser Yeri
18- 20 Ekim 2005
Ankara Resim Heykel Müzesi- Kayıt
25 Kasım 2005
Cemal Reşit Rey Konser Salonu
31 Mart 2006
Ankara Devlet Opera Salonu
20 Eylül 2006
Amasya Turnesi
8–9 Mayıs 2008
Gaziantep- Urfa Turnesi
19 Aralık 2008
Eskişehir Büyükşehir Opera Binası
8–10 Mart 2010
Giresun İl Özel İdaresi
10 Mart 2012
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
20 Mart 2012
TRT Ankara Radyosu Büyük Salonu
Şef
İbrahim Yazıcı
İbrahim Yazıcı
İbrahim Yazıcı
İbrahim Yazıcı
İbrahim Yazıcı
İbrahim Yazıcı
Alessandro Cedrone
Cemi Can Deliorman
Cemi Can Deliorman
Ülkemizde yaşayan kadınların trajik yaşam öykülerinin anlatıldığı türkülerde, aşk, sevgi, hüzün,
başlık parası, çocuk yaşta zorla yapılan evlilik ve ölüm gibi temaları (Tablo:1–2) kendine özgü
bir duyarlılıkla yorumlamıştır. Kadın temalı türküleri çoksesli müzik eserlerine uyarlayarak
ülkemizde “kadına şiddete karşı son” kampanyası çerçevesinde Türk eserleri kazandırılmıştır.
3.KONULARINA GÖRE KADIN TÜRKÜLERİ
Toplumla türküler arasında toplumu oluşturan bireyleri de kapsayan derin bir ilişki vardır.
Özellikle Türk toplumunun yapılanmasında son derece etkin olan ana, sevgili, eş, kardeş,
namus, kahraman gibi çeşitli kimliklere bürünen kadın hakkındaki duygu ve düşünceler; birçok
türküye yansımış konu olmuştur. Bunun yanı sıra kadın; kendisini ifade etme olanaklarının
kısıtlanmış olmasının etkisi ile söylemek istediklerini türkülere aktarmıştır. Kadın üyesi olduğu
toplumun, üzerinde yarattığı baskı sonucu oluşan suskunluğunu türküler aracılığıyla kırmaya
çalışmıştır (Ata, 2004: 256).
Karahasanoğlu Ata (2004)’a göre Anadolu’da kadın; türkü yakıcı ve türkülere konu olan iki rol
ile karşımıza çıkmaktadır. Türküler, kadının türkü yakıcı rolü ile kendi dünyasını ve kadınla
ilgili söylemleri barındıran kaynaklar olarak önemlidir. Türkülere konu olan kadın ve şiddet
türküleri (Tablo:3) arasında: Kara kara kazanlara, Feraye, Arda Boylarında, Kaçındasın Gelin
Ümmü, Burçak Tarlası, Yenge Kızı, Entarisi Ala Benziyor, Dök Zülfünü türküleri alınmıştır.
Türkü yakıcı olarak kadın türküleri arasında ise Yemen Türküsü, Gelin Ağlatma, Tek Kapıdan,
Ceviz Oynamaya Geldim Odana, Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar, Divane Âşık Gibi, Aktaş
Diye Belediğim türküleri de, kadının kendini anlatım biçimine tipik örneklerdir.
Kadınları konu alan türküleri anlam olarak incelediğimizde, bu türkülerde kadınların toplumsal
rollerinin belirtildiğini görmekteyiz. Anadolu’da geleneksel roller olarak tanımlanabilecek
kadınlara özgü işler, yaşanan evin içi ile sınırlandırılmış bulunmaktadır. Bunların içinde en
önemlisi okuryazarlık, küçük yaşta yapılan evlilik, aşk, başlık parası, ayrılık, namus ve töre
konuları belirlenmektedir.
304
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Tablo: 3 Konularına Göre Çok seslendirilmiş Kadın Türküleri
Türkülerin Konuları
Çok seslendirilmiş Kadın Türküleri
Okuryazarlık- Cehalet Türküleri
Kara Kara Kazanlara
Savaş- Şiddet Türküleri
Yemen Türküsü
Kına- Gelin Alma Türküleri
Gelin Ağlatma
Evlilik Türküleri
A-Zorla Yapılan Evlilik
Tek Kapıdan
B-Dengine Düşememe
Ceviz Oynamaya Geldim Odana*
C- Kız Satma/ Başlık Parası
Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar*
Aşk Türküleri
Yenge Kızı
Çocuğun Olmayışı- Kuma- Ayrılık Türküleri
Aktaş Diye Belediğim*
Gurbet- Ayrılık- Hüzün Türküleri
Divane Âşık Gibi
Kız Kaçırma- Töre- Namus Türküleri
Feraye
Kadının İntiharı Türküleri
Arda Boylarında*
Kaçındasın Gelin Ümmü*
Kadının Yeni Evindeki Yaşamı Türküleri
Burçak Tarlası*
Aşk- Sevinç-Umut Türküleri
Entarisi Ala Benziyor
Dök Zülfünü
3.1. Okuryazarlık- Cehalet Türküleri: Kadınların eğitimi ve istihdamı toplumun ilerlemesi
için vazgeçilmez iki unsurdur. Eğitim kadının her konuda gelişmesi demektir (Benazus, 2008:
139). Kadın türkülerinin çoğunda Anadolu insanının kaderine razı gelme anlayışı işlenmiştir.
Türk toplumunda kadın genellikle kadere inanır, kadere karşı koymaz, çaresizlik içinde eli kolu
bağlı kaderini yaşamaya zorlanır (Gündüz, 2011: 15).
Kara Kara Kazanlara türküsünde; okuyamamış, yazamamış, düğümünü çözememiş, yazısından
bezmiş ama yazısını bozamamış kadının isyanını dile getirmiştir. “Keşke kadınlar okusa/
kadınlar yazsa/ keşke kadınlar kara yazılarını kendileri bozsa/ keşke sevenler sevdiğine kavuşa
ve bütün türküler ak yazıları anlatsa...
Okuyamaz yazamaz mı düğümünü çözemez mi?
Yazısından bezen o kişi o yazıyı bozamaz mı?
3.2. Savaş- Şiddet Türküleri: Yemen türküleri, ortak acıların ifadesidir. Anadolu’nun hemen
her yerinde, hatta Balkanlar’da Yemen üzerine yakılmış birçok türkü çeşitlemelerini görürüz.
Anadolu insanı için; Yemen uzak diyarlarda canların öldüğü yerdir. Yemen türküleri acı, hüzün,
ayrılık ve ölümden oluşmaktadır (Ata, 2004: 261).
Yemen Türküsünde kadının savaşı algılayışı, savaş şiddetinin onun yaşamına ve duygularına
etkisi, savaş yüzünden kaybettikleri için duyulan acılar anlatılmaktadır.
Yüreğim yanıyor ciğerim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar
Ana Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
3.3. Kına- Gelin Alma Türküleri: Gelin olacak kız için baba evinden ayrıldıktan sonra gidilen
yer, mesafe ne olursa olsun artık gurbet yeridir. Bu nedenle kına ağıtlarında çok yoğun olarak
“ayrılık” ve “gurbet” teması işlenmektedir (Yaldızkaya, 15/ 12/ 2011). Kız ailesinin yaşadığı
yerden ayrılıp uzak bir yere ve üstelik de evlendiği erkeğin yanında yaşamaya başlamasıyla tam
anlamıyla “elkızı” olur. Gelin gittiği evdeki bütün kendinden büyük erkeklere ve kadınlara
boyun eğmek durumundadır (Star, 1989: 515).
305
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Gelin Ağlatma Türküsü; yakınları tarafından gelin olacak kıza karşı duyulacak özlem adına
gerekse evden ayrılması karşısında duyulan hüznün ifadesi olarak söylenen ağıtlardır.
Atladı gitti eşiği, sofrada kaldı kaşığı
Güzel evlerin yaraşığı, kalemiz kal kalındı
3.4. Evlilik Türküleri: Geleneksel toplum yapısında bir uyum mekanizması olan evliliğin
toplumsal işlevi nedeniyle her toplumun; eş seçimi, yeni evlilerin nerede ve kiminle yaşayacağı,
çocuk bakımı, eşlerin miras hakkı, boşanma, yeniden evlenme gibi evliliğe ilişkin temel
konularda bazı katı kurallar, düzenlemeler ve törenler bulunmaktadır (User, 1997: 557).
Geleneksel kültürümüzde kadın “alınan” erkek “alan” dır. Kız isteme ritüellerinde erkek tarafı
kızı babasından ister.“Görücü usulü evlilik”, “kız almak”, “kız istemek” deyimleri evliliğin
kuruluş aşamasında halk tarafından sıklıkla kullanılır (Ersöz, 2010: 172).
Evlilik kadın için kader, bir yazgıdır. Tek Kapıdan Türküsü; sevdiğiyle evlendirilmeyip zorla
babası yaşındaki bir erkekle evlendirilip acı çeken kadının söylediği bir ağıttır.
Dağdan yuvarlandı kayalarımız
Gam ile yoğruldu mayalarımız
Nola taş doğuraydı analarımız
Neyleyim dünyada dünya malını vay vay
Evlilikte cinselliğini rahatça yaşayamayan kadın, türkülerde beklentilerini, üzüntülerini tüm
çıplaklığıyla dile getirmektedir. Ceviz Oynamaya Geldim Odana Türküsü; çocuk denebilecek
bir erkekle sırf mal- mülk bölünmesin diye evlendirilen kadınlar, türkülerde bu durumu apaçık
ifade etmişlerdir (Öney, 2004)
Ceviz oynamaya geldim odana
Nişanlın da bu mu derler adama
Aman aman olmuyor. Eş eşini bulmuyor
Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar Türküsü; erken yaşta yapılan evlendirilen, başlık parası uğruna
henüz ergenlik çağına girmemiş 12 yaşındaki bir kızın söylediği ağıttır.
Ağ elime mor kınalar yaktılar
Gaderim yok gurbet ele saldılar
On iki yaşındı gelin ettiler
Ağlar ağlar gözyaşımı silerim of of
3.5. Aşk Türküleri: Aşk bir taraftan insanın en önemli erdemlerinden biri sayılırken bir taraftan
da birine duyulan önüne geçilemez bağ(ım)lılık olarak görülmüştür. Farklı aşk biçimlerinden
platonik aşk, romantik aşk, dost aşkı, evlat aşkı vb bu biçimlerden bazılarıdır (Ulaş, 2002: 120).
Aşk ve âşık kadın imgesi; kadının güçsüzlüğünün, acizliğinin ve korunması gerektiği fikrinin
meşrulaştırma araçlarındandır. Ayrıca geleneksel kültürümüzde kadın erkek tarafından eş olarak
seçilmeyi bekler.
Yenge Kızı Türküsünde; erkeğin gönlü yenge kızına düşer ama yenge kızı bir değil ki, tam on
tanedir.
Yenge kızı bir tane saçları tane tane
Yenge kızı iki dur, küçüğü benimki dur
3.6. Çocuğun Olmayışı- Kuma- Ayrılık Türküleri: Taş Bebek (Aktaş) efsane ve ninnileri
“çocuksuzluk” sosyal olayından doğmuştur. Taşın canlanması motifiyle Türk sözlü kültüründe
yaşayan kadının yazgısıdır. Çocuksuz geçen süre, özellikle kadın açısından çare arayışı ve
ızdırap zamanıdır (Emeksiz, 2004: 149).
306
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Aktaş Diye Belediğim Türküsünde; Manas destanında “çocuksuz kadın; çiçeksiz bir ağaçtır”
denilmektedir. Anadolu’da kadın, ancak doğurduğunda yerini sağlamlaştırır. Kadın kısırsa,
kocası üzerine kuma getirerek evlenebilir (Öney, 14/ 10/ 2005).
Aktaş diye belediğim, tülbendime doladığım
Tanrıdan dilek dilediğim, Mevla’m şu taşa bir can ver
3.7. Gurbet-Ayrılık- Hüzün Türküleri: Kadının konu edildiği ağıtlarda, en hüzünlü ve
üzüntülü durumlarda yardımı dilenilen ana konumdadır. Gurbet ve ayrılık türkülerinde kadın
gurbette yaşanan zorlukların belirtilmesinden ziyade kendisinden bahsedilen, sılada kalan,
özlem duyulan, sevgili veya eş kimliği ile öne çıkmaktadır (Kaya,15/ 12/ 2011).
Divane Âşık Gibi Dolaşırım Yollarda Türküsünde; kadın ve erkek birbirlerine âşıktırlar. Kadın
ile erkeğin arasındaki sevgi, kavuşma isteği ve kararlılığı anlatmaktadır.
Al şalum yeşil şalum da, dünyayı dolaşalım
Sen yağmur ol ben bulut Maçka’da buluşalım
3.8. Kız Kaçırma- Töre- Namus Türküleri: Göçebe toplumlarını düzenleyen töreler
topluluğun yapısına, içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik şartlara göre topluluğun lideri veya
önde gelen kişileri tarafından belirlenirdi. Töreler var olan sistemin devamı için düzenlenirdi
(Dalkesen, 2008: 443).
Feraye Türküsünde; Yörük aşiretinin kızı Feraye konakladıkları yörenin Bey’i ile karşılaşırlar.
Birbirlerine sevdalanırlar. Abisi Feraye’yi aile namusuna gölge düşürmekle suçlayarak evliliğe
karşı çıkmıştır. Feraye evden kaçınca, abisi genç kızı bularak töreye karşı geldiği için
öldürmüştür.
Ferayedir kızın adı, Feraye de yandım aman
Esmer yârimde aman, of yar yandım aman
3.9. Kadın İntiharı Türküleri: Geçmişten günümüze, kültürel gelenekler çerçevesinde
gerçekleştirilen evlenme olayı, özellikle töre, adet, gelenek ve görenek bakımından çeşitlidir.
Bunlar; görücü yoluyla evlenme, kız kaçırarak evlenme, beşik kertme yoluyla evlenme, berdel
yoluyla evlenme, genç kız ile delikanlının tanışarak evlenmesi olarak sayabiliriz (Gönen, 2011:
46).
Genellikle aşk ve evlilik hikâyelerinin başlangıcında gençler birbirine âşık olurlar. Başlarından
geçen türlü maceralar sonucunda birbirlerine kavuşup evlenenlerin yanında istemediği başka
birine verilme durumunda ölümü ya da intiharı seçerler (Alptekin, 1997: 20).
Arda Boylarında Türküsünde; Sevdiği erkekle değil de annesinin uygun gördüğü biri ile zorla
evlenmeye zorlanan genç kız yaşadığı üzüntüden dolayı annesine yakarış ve sitemini anlatır.
İstemediği kişi ile evlenmek istemeyen genç kız çareyi kendini Arda nehrine atlayarak ölümde
bulur
Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Anadolu kadının evlilikte seçen değil seçilen olduğunu, zorla evlendirildiğini, bunu kabul
etmediğinde ise baskı ile karşılaştığını, dayak yediğini ve hatta öldürüldüğünü vurgulayan
yazgısı toplumsal bir gerçekliktir (Genç, 2006: 7).
Kaçındasın Gelin Ümmü Türküsünde; Bir başkasını sevdiği halde babası tarafından istemediği
bir kişiyle evlendirilen Ümmü, evlendiği gece sevdiği tarafından kaçırılır. Erkek sevdiğini atıyla
307
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kaçırırken genç kız geçmekte oldukları nehirden suya düşerek ölmüştür. Türkü bu erkeğin
ağzından hapiste yazılmıştır.
Gelin Ümmüm kaldı çaylar içinde vay
Kanlı çaylar niyettin Ümmümü vay
3.10. Kadının Yeni Evindeki Yaşamı Türküleri: Kadının hayatını belirleyen faktörler, aile ve
akrabalık ilişkileri, din ve geleneklerdir. Yerleşik köy toplumlarında kadınların üretime katkı
biçimleri yerine göre çok değişmekle birlikte konumlarını belirleyen etmenler yaşları,
doğurganlıkları ve ailedeki yerleri (taze gelin, kıdemli gelin, kaynana gibi) olmaya devam
etmektedir. Köylere gelin giden kadınlar hala gelin gittikleri evin tüm erkeklerinden ve
kendilerinden büyük kadınlarından (elti, görümce, kaynana gibi) daha alt konumda yer
almaktadır (Kandiyoti, 1977: 29).
Burçak Tarlası Türküsünde; genelin aksine eğitimli bir kadının öyküsüdür. Kadın yaşadığı
şehirde birisini sevmektedir. Ailesi son derece haklı gerekçelerle kızlarının sevdiğini söylediği
gence inanmamakta, evlenmesine karşı çıkmaktadır. Bütün bunlara rağmen kendi kararıyla
evlenen kadın yeni evindeki yaşamında kısa süre içinde kocası tarafından kandırıldığını anlar.
Kocasının evlenmeden önceki zengin olduğu, onu lüks içinde yaşatacağı yaşam tam bir
kâbustur. Yeni hayat her gün ezan sesi ile ev işlerinin başladığı, sonrada burçak tarlasında tam
gün çalışmadır. Bir de kaynananın zulmü kadını yaşamından bezdirecek hale getirmiştir.
Aman da kızlar ne zorumuş burçak yolması
Burçak tarlasında yar yar gelin olması
Eğdirme fesini yar yar gahar da giderim
İntizar eyledim yar yar burçak ekene
İlahi kaynana ömrün tükene
3.11. Aşk- Sevinç-Umut Türküleri: Aşk, birbirinin simetrisi olan iki varlığın, yani kadın ile
erkeğin bir ve tek olmalarıdır. Stendhal (1965)’ın Aşk Üzerine (De L’Amour) adlı eserinde
dediği gibi “kadın her türlü enerjinin ve yaratıcı gücün ilham kaynağıdır. Ve aşk, çok güzel ve
olağanüstü hayran olunacak bir dünyanın özetidir. Aşkta mantık ve amaç güdülmez. Aşk aniden
ve birdenbire keşfedilir. Ve ona hiçbir güç karşı gelemez.” Aşk, kişilerin birbirlerini bütün
yönleriyle tanımalarıdır; aynı yöne bakıp aynı duyguları duymalarıdır; birbirlerine hayran
olmaları, derin bir sevgi ve saygı duymaları, hatta birbirlerini yüceltmeleridir (Nemutlu, 2009:
336).
Entarisi Ala Benziyor Türküsünde ve Dök Zülfünü eserinde âşık olan kişi sevdiğine karşı
gönlünün en güzel sırlarını açmaktadır.
Entarisi biçim biçim ölüyorum senin için
Ağlatma gel başın için…
Dök zülfünü meydana gel, yar aman aman
Aşı kınam hayli zaman dil muntazır teşrifine gel Amman
Kadına karşı şiddete son ulusal kampanyası çerçevesinde düzenlenen “Kadınlarımız ve
Türküler” kadınlara uygulanan şiddet sorununa işaret edilmiş ve tespitlerde bulunulmuştur. Bu
çalışma ile birlikte toplumumuzda geçmişten günümüze her alanda şiddeti yaşayan
kadınlarımızın türkülerde aktardıkları duygularına aracılık edilmeye çalışılmıştır. Tüm bu
türkülerin sonunda ise bir çözüm önerisi, olumlu bir yaklaşım, umut gereklidir. Türkülerimizde
umut vadeden, kadına değer veren, kadına övgüler düzen sözleriyle “Entarisi Ala Benziyor” ve
“Dök Zülfünü” türküleri ile çarpıcı bir final oluşturulmuştur.
308
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
4- SONUÇLAR
Toplumsal yaşamda kadının yeri, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin de bir ölçütü sayılır. “Bir
ülkede kadının sosyal ve siyasal yaşama katılımı ne kadar olursa o ülkede insani gelişmişlik
düzeyi aynı oranda yükselir. Kadının ekonomide, politikada, sanatta ve sporda erkeklerle baş
başa olduğu ülkeler sosyal ve ekonomik yaşamı ile demokrasilerinde ileri atılımlar yapmış
ülkelerdir (Alatan, 2002: 3).
Medya’da kadın unsuruna “ev kadını, iyi anne- iyi eş, özverili, cinsel meta, güçsüz, seksi, kötü
yürekli, hırslı iş kadını” gibi anlamlar yüklendiğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra medyadaki
kadın sanatçılar -cinselliği ön plana çıkartılmış seksi mankenler ve artistler- özellikle görsel
olarak yaptıklarıyla medyada boy göstermektedir. Medya’da kadın olgusunun kullanımında
kadınların sosyal yaşamdan, ekonomiye, kültür, sanattan spora toplumun çeşitli alanlarındaki
başarılarıyla yansıtılmasına dikkat edilmelidir.
“Kadınlarımız ve Türküler Konseri” için Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu
kadın- şiddet içerikli türküleri seçerek, 13 türkülük repertuarını hazırlamıştır. Ülkemizde
yaşayan kadınların trajik yaşam öykülerinin anlatıldığı türkülerde, aşk, sevgi, hüzün, başlık
parası, çocuk yaşta zorla yapılan evlilik ve ölüm gibi temaları kendine özgü bir duyarlılıkla
yorumlamıştır. Kadın temalı türküleri çoksesli müzik eserlerine uyarlayarak ülkemizde “kadına
şiddete karşı son” kampanyası çerçevesinde Türk eserleri kazandırılmıştır.
Sonuç olarak, ülkemizdeki kadınların ve kadın sanatçıların yaşam ve deneyimlerinin birçok
boyutunu ele almayan günümüz medyası, özellikle müzik alanında da sanatında başarılı olmuş
öncü sanatçıların varlığını yok saymakta ve kadın- şiddet konularını göz ardı ederek
toplumumuzdaki gerçek durumu yansıtmamaktadır. Kadınların kendi dünyalarını yansıtan sesi
popüler kültür göstergesi olarak daha fazla yaygınlaşmaktadır.
Kitle iletişim araçları ve televizyon kanallarının, nitelikli, çağdaş ve çoksesli evrensel müzik ve
bu alanda başarılar gösteren sanatçı, besteci ve icracılarının yaratılarına yer verilerek, herkesin
izleyebildiği saatlerde yer vermelerini sağlayacak önlemlerin geliştirilmesi toplumun
bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi için gereklidir.
5. KAYNAKLAR
Akbulut, Nesrin. (2004). “Türk Televizyonunda Kadın Söylemi”, Kadın Çalışmalarında
Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi
Alatan, Çancı, Sabiha. (2002). Demokrasi İçin Kadın: Makaleler, İstanbul, Bulut Yayınları
Alankuş, Sevda. (2007). “Medyadaki Durumu Tersine Çevirmek”, Kadın Odaklı Habercilik,
İstanbul, IPS İletişim Vakfı Yayınları
Arat, Necla. (1992). Türkiye’de Kadın Olgusu”, İstanbul, Say Yayınları
Ata, Karahasanoğlu, Songül. (2004) “Osmanlı- Yemen Savaşları ve Anadolu Kadınının
Ağzından Yemen Türküleri”, Yeditepe Üniversitesi Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası
Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi
Aziz, Aysel. (1994). Medya’da Şiddet ve Kadın, 1993 Yılında Türk Basınında Kadınlara
Yönelik Şiddetin Yer Alış Biçimi, T.C. Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı, Kadının
Statüsü ve Sorunları Gn. Md, Ankara
Beauvoir, Simone de (1993) Kadın- İkinci Cins- Bağımsızlığa Doğru, Çev: Bertan Onaran,
İstanbul, Payel Yayınevi
309
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Benazus, H. (2008). Geçmişten Günümüze Kadınlar ve Kadınlarımız, İstanbul, Bizim Kitaplar
Dizisi
Berger, J. (1986). Görme Biçimleri, İstanbul, Metis Yayınları
Bohlman, Philip. V. (1988). The study of Folk Music in the Modern World, Bloomington and
Indianapolis: Indiana University Pres.
Can, Sevim. (2009) “İlköğretim ve Ortaöğretim Düzeyinde Kadın Tarihi Öğretiminde Kaynak
ve Arşivlerin Kullanımı”, Kadın Belleğini Oluşturmada Kaynak Sorunu- 20.Yıl Sempozyumu
Bildiri Kitabı, İstanbul, Kadir Has Üniversitesi Yayınları
Dalkesen, Nilgün. (2008). “İslam Öncesi Devirlerde Orta Asya’da Değişen Kadın İlişkilerinde
Töre”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:7, Sayı:2
Demirtaş, Funda- Şahin, İlkay. (2009) “Gücün Zirvesindeki Tarihi İki Dönemin Kaynaklarında
Kadınlık Algısı”, Kadın Belleğini Oluşturmada Kaynak Sorunu- 20.Yıl Sempozyumu Bildiri
Kitabı, İstanbul, Kadir Has Üniversitesi Yayınları
Emeksiz, Abdulkadir- Oktay, Sezin. (2004). “Taş Bebek (Aktaş) Efsane ve Ninnileri Arasında
Tematik İlişkiler, Ankara, Türk Kültürü İnceleme Dergisi, Cilt: 11
Ersöz, Günindi, Aysel. (2010).“Türk Atasözleri ve Deyimlerin Kadına Yönelik Toplumsal
Cinsiyet Rolleri”, Gazi Ün. Türkiyat Dergisi, Ankara, Cilt:6
Genç, Nalân (2006). “Kadın, Şiddet ve Bazı Türkülerdeki Yansımaları, I. Uluslar arası
Multidisipliner Kadın Kongresi: Değişim ve Güçlenme, İzmir, 19 Mayıs Ün. Yayınları
Gönen, Sinan. (2011). Türk Kültüründe Kız Kaçırarak Evliliğin Köy Seyirlik Oyunlarındaki
İzleri, Konya, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 29
Gündüz, Abdullah. (2011). Türküler Böyle Söyler, Ankara, 7 Punto Matbaacılık
İnceoğlu, Yasemin. (2004). “Medya’da Kadın İmajı”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası
Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi
Kalay, Ayşe. (2007). “Tüketim Kültürü İçinde Müziğin Görselleştirilmesi”, İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı: 30, İstanbul
Kale, Nesrin. (2004) “Cumhuriyet Kadını ve Eğitim”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası
Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi
Kandiyoti, D. (1977). Se Roles and Social Change: A Comperative Appraisal of Turkey’s
Women, 3=1 University of Chicago Press.
Kınık, Mehmet. (2011). “Türk Halk Müziğinde Birleştirici Unsur Olan Hüseyni Dizisi ve
Türküler”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Hatay, Cilt: 8,
Lasn, Kalle. (2004). Kültür Bozumu, Çev: Ahmet Ilgaz- Cem Pekman, İstanbul, Bağımsız
Yayınları
Lull, James. (2000). Popüler Müzik ve İletişim, Çev: Turgur İblağ, İstanbul, Çivi Yayıncılık
Hızal, Gençtürk, Senem. (2004). Kadın Kimliğinin Korunmasında Marka Stratejileri “Koş
Süreyya Koş”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma Sempozyum Bildiri Metinleri:2,
İstanbul, Maraton Dizgi evi
Mater, N. – Çalışlar, İ. (2007) “Medyadaki Durumu Tersine Çevirmek”, Kadın Odaklı
Habercilik, Der: Sevda Alankuş, İstanbul, IPS İletişim Vakfı Yayınları
Merriam, Alan. P. (1964). The Anthropology of Music, Evanston, Illions: Northwestern
University Pres.
310
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Nemutlu, Duran. (2009). “Kadın ve Aşk”, 2. Uluslar arası Bir Bilim Kategorisi Olarak “Kadın”
Edebiyat, Dil ve Kültür Çalışmalarında Kadın Sempozyumu Bildiri Kitabı, Aydın, Adnan
Menderes Üniversitesi Yayınları No: 35
Rahte, Çaylı, Emek. (2010). “Aile İçi Şiddet ve Medya: Gündüz Kuşağı TV de Şiddetin
Görünürlüğü ve Yeniden Üretimi, İstanbul, İletişim ve Kuram Araştırma Dergisi, Sayı: 30
Starr, June. (1989). The Role of Turkish Secular Law in Changing the Lives of Rural Muslim
Women, 1950- 1970, Law and Society Review, 23 (3)
Sullam, Betsi. (2004). “Jinekomedya”, Kadın Çalışmalarında Disiplinler arası Buluşma
Sempozyum Bildiri Metinleri:2, İstanbul, Maraton Dizgi evi
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü- Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu tarafından hazırlanan Kadına Karşı Şiddete
Son Kampanyası çerçevesinde “Kadınlarımız ve Türküler” Konser Kitapçığı ve CD
Ulaş, Sarp, Erk - Güçlü, Baki. (2002). Felsefe Sözlüğü, Ankara, Bilim Sanat Yayınları
User, İnci. (1997). “Evlilik Göçü”, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi Toplum ve Göç, Ankara,
Sosyoloji Derneği Yayınları
Von Zoonen, Liesbet. (2004). Feminist Media Studies, London, Sage Pub
Yurga, Cemal. (2002). 20.Yüzyılda Türkiye’de Popüler Müzikler, Ankara, Pageme Yayınları
6. İNTERNET SİTELERİ
Armutçu, Emel, “Kadına Karşı Şiddeti Anlatan Türküler Konseri”,
http://www.tumgazeteler.com, 8/ 11/ 2005
Durukan, Ayşe, “Kadına Karşı Şiddetin Türkülerdeki Yansıması”,
http://www.byegm.gov.tr, 9/11/ 2005, 31/ 06/ 2006
Karadaş, Canan, Uçan Süpürge Kadın Muhabirler Ağı, http://www.ucansupurge.org,
16/ 08/ 2011
Kaya, Doğan. “Türkü Kavramı”, http://www.turkuler.com, 15/ 12/ 2011
Kaya, Gülcan. “Halk Türkülerinde Kadının Konumu”, http://www.turkuler.com, 22/ 02/ 2012
Öney, Feryal. “Türkülerin Tanıklığı- Kadın Ağzı Türküler”,Boğaziçi Gösteri Sanatları
Topluluğundaki yapılmış dinleti, http://www.feminisite.net, 14/ 10/ 2005
T.R.T Türk Halk Müziği Nota Arşivi, http://www.trtnotaarsivi.com, 12/ 12/2011
Yaldızkaya, Faruk, Ömer. “Kına Ağıtları”, http://www.turkuler.com, 15/ 12/ 2011
311
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
KADINA YÖNELİK EKONOMİK ŞİDDET
Funda Rana ADAÇAY*
Gül GÜNEY†
ÖZET
Genel anlamıyla şiddet; egemen gücün ve ideolojinin kendi üstünlüğü ve gücünü
korumada gösterdiği tepkisel tavırdır. Fiziksel ve ruhsal baskı altına alma şeklinde uygulanan
şiddet, genelde erkekler tarafından kadınlara yönelik uygulanmaktadır. Kadına yönelik şiddet
türlerinden biri de ekonomik şiddettir. Kadına yönelik ekonomik şiddet daha çocukken büyüdüğü
ailede başlamakta, evlendiğinde ve /veya boşandığında devam etmektedir. Ekonomik şiddet
sadece aile içinde değil, çalışma hayatında da uygulanmaktadır. Bu şiddetinin temelinde bireysel
faktörler ve toplum yapısındaki kültürel öğeler sayılabileceği gibi devletin uygulamalarındaki
eksiklikler de önemli yer tutmaktadır. Son yıllarda kadına yönelik şiddet olayları Dünya
genelinde olduğu gibi ülkemizde de artış göstermiştir. Bu konuda toplumun tüm kurumları ve
diğer oluşumları ile gerekli tedbirleri alması, duyarlılığın arttırılması ayrı bir önem arz
etmektedir. Bu çalışmada kadına yönelik şiddetin farklı boyutlarına değinilerek özellikle
“ekonomik şiddet” konusu incelenecektir. Bu çerçevede, Dünya genelinden ve Türkiye’den
kadına yönelik ekonomik şiddetin örneklerine ve bazı istatistiki göstergelerine yer verilmiştir.
Kadına yönelik ekonomik şiddetin önemini vurgulamak ve bu konudaki toplum duyarlılığını
arttırmaya yönelik katkı vermek çalışmanın temel amacıdır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Şiddet, Ekonomik Şiddet
ECONOMIC VIOLENCE TO THE WOMEN
ABSTRACT
Violence in general is a reactive attitude of dominant power and ideology for
showing its superiority and power in preserving. Being applied with a physical and
psychological pressure, it generally occurs from the men to woman. One of the types of
violence to the women is economic violence. Economic violence begins when they are
grown in the family as children and it continues when they get married and divorced.
Economic violence is not applied only in the family but also in the working life. In the
basis of this violence, as personal factors and cultural values in society structure can be
regarded, deficiencies in the state practices have an important place on this matter.
Violence actions to women have increased in our country as well as the worldwide in
recent years. All institutions of the society and other constitutions, required precautions
and raising awareness become more of an issue. In this study, particularly “economic
violence” will be analyzed by referring different aspects of the violence to the women.
In this outline, there are some examples and some statistical demonstrations of
economic violence to the women from worldwide and Turkey. Putting emphasis on
economic violence to the women and contributing to raise awareness of the society for
this subject is the main aim of this study.
Keywords: Woman,Violence, Economic Violence
*
†
Doç. Dr.; Anadolu Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, [email protected], 0222 3350580-3242
Arş. Gör., Bartın Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, [email protected], 0378 2235343
312
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
GİRİŞ
Şiddet; “Bir hareketin, bir gücün derecesi, yoğunluk, sertlik.”, “Hız.”, “Bir
hareketten doğan güç”, “Karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma.”, “Kaba güç.”
“Duygu veya davranışta aşırılık.” şeklinde tanımlanmıştır.(TDK,2010,128) Şiddet genel
anlamıyla; egemen gücün ve ideolojinin kendi üstünlüğü ve gücünü korumada
gösterdiği tepkisel tavırdır. Toplumlarda egemen güç olarak kabul edilegelen erkektir ve
erkeğin gücünü ve üstünlüğünü korumak için gösterdiği tepkisel tavır kadına yöneliktir.
Bu tepkisel tavrın en taşkın, en ileri biçimi olan ise kadına yönelik şiddettir. Kadına
yönelik şiddet birçok toplumda geleneksel öğeler nedeniyle meşru görülmekte, aile
içinde ve toplumda sorunların çözülmesinde bir yöntem olarak kullanılmakta ve gelecek
nesillere aktarılmaktadır.
Toplumların şiddeti meşrulaştırması, şiddetin konuşulması ve hatta şiddete karşı
önlemler alınmasını birer tabu haline getirmiştir. Buna rağmen, şiddet son yıllarda daha
çok gündeme gelmeye başlamış ve mağdurlarını korumaya yönelik önlemler alınmaya
başlanmıştır. Ancak, şiddet denilince ilk akla gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet
olmaktadır. Oysa kadınların ve dolayısıyla çocukların maruz kaldığı şiddet türlerinden
bir diğeri, ekonomik şiddettir. İlerleyen açıklamalarda da görülebileceği gibi, tüm şiddet
türlernin yanısıra ekonomik şiddet de gerek özel gerekse kamusal yaşamı içinde kadını
ve ona bağımlı kabul edilen çocukları önemli ölçülerde etkilemekte ve yaşamsal
koşullarını her açıdan kötüleştirmektedir. Kadınların şiddete maruz kalmaması için
gösterilen her çabada ve bu amaçla üretilecek her politikada mutlaka “ekonomik
şiddete” de engel olacak öğelerin bulunması zorunludur. Kadınların yaşadığı ekonomik
şiddete ilişkin literatür arttıkça ve ekonomik şiddetin boyutları ortaya çıkarıldıkça bu
konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu yöndeki çalışmalar, diğer şiddet önleyici
çalışmalardan bağımsız olmadığı gibi; onları destekler niteliğiyle kadınların -tüm
anlamlarda- hayatlarının kurtarılmasına ve sosyo-ekonomik kalkınmaya katkı
verecektir.
KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE TÜRLERİ
B.M. Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge’nin
1.Maddesinde, kadına yönelik şiddet: “İster kamusal ister özel hayatta olsun, bu tür
eylemlerle tehdit etme, zorlama veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma dâhil
olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu
doğuran veya bu sonucu doğurması muhtemel olan, cinsiyete dayalı her türlü şiddet
eylemi” olarak tanımlanmıştır. (UN,1993) Sonradan “ticari cinsellik sömürüsü ve
ekonomik sömürü ile ilişkili şiddet”, “kurbanı ekonomik ihtiyaçlardan yoksun
bırakmak” ifadeleri dâhil edilerek, ekonomik şiddete kaynaklık eden başka unsurlar da
içine alınarak, ekonomik şiddet tanımı genişletilmiştir. (UN, 2003/45) Kadına yönelik
şiddet türleri ve tanımları şu şekildedir:
Fiziksel şiddet; Kadına aile içi veya dışından uygulanan fiziksel şiddet; tokat
atma, bir şey fırlatma, tartaklama (TÜİK,2011:19), itme, saç çekme, bir cisimle veya
yumrukla vurma, dövme, tekmeleme, sürükleme, boğazını sıkma, bir yerini yakma,
bıçak, silah gibi aletlerle tehdit etme ve bunları kullanma (KSGM,2009:35), sağlıksız
koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel
313
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olmak suretiyle bedensel zarara uğratmak (KDV,2005:31), işkence yapmak, evden
kovmak, fiziksel güç kullanarak evden çıkmasına engel olmak (Dağlar ve
Demir,2012:2-3), kadın sünneti gibi aile içi zarar veren şiddet, namus adına işlenen
suçlar, tutku adına işlenen suçlar, çeyiz ilgili şiddet ve ölüm tehdidi, asit saldırıları (UN,
2003) şeklindeki davranışlar birer fiziksel şiddet örneği sayılmaktadır. Ayrıca, tecavüz
örneğinde olduğu gibi, diğer şiddet türleri kapsamı içinde yer alan birçok fiziksel şiddet
örnekleri de söz konusudur.
Cinsel şiddet; Kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimde
cinsel ilişkiye zorlamak, çocuk doğurmaya zorlamak, kürtaja zorlamak
(SGBK,2011:3) fuhuşa zorlamak, cinsel organlarına zarar vermek, cinsel özellikleri
bakımından başka kadınlarla kıyaslamak (KDV,2005:30) aşırı şüphe ve kıskançlık
göstermek, kadını istediğinden daha açık giyinmeye zorlamak, kadının cinsel
isteklerini, ihtiyaçlarını önemsememek, dikkate almamak veya alay etmek, kadının
cinsel performansı ile olumsuz veya küçümser bir şekilde alay etmek (Özkan ve
Demir;2002:88), frijid, soğuk gibi isimler takmak, açıkça başka kadınlara ilgi
göstermek, cinselliği bir ceza yöntemi olarak kullanmak, acıtarak, hoyrat cinsel
ilişkide bulunmak, tecavüz etmek, cinsel bölgelere aletle işkence etmek, fuhuşa
zorlamak, ensest (Dağlar ve Demir,2012:2-3) kadınların ve kızların ticareti, erken ve
zorla evlilikler (UN,2003) cinsel şiddet tanımı içinde yer alırlar.
Psikolojik şiddet; Kadına bağırmak, hakaret etmek, aşağılamak, başka kadınlarla
kıyaslamak, korkutmak, aşırı kıskanmak, kadının nasıl giyineceğine, nereye
gideceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, kendisine veya çocuklarına zarar
vermekle hatta öldürmekle tehdit etmek, diğer insanlarla ilişkilerini sınırlamak,
kendini geliştirmesine engel olmak, yaşadığı şiddetin sorumlusu olarak göstermek,
kültürel farklılıklarını reddetmek, bastırmaya çalışmak veya bu gerekçeyle kötü
muamelede bulunmak. (KDV,2005:30) şeklindeki uygulamalar birçok kadının
hayatındaki rutinler olarak varlıklarını sürdüren psikolojik şiddet örnekleridir.
Kültürel Şiddet: Eşin, ailenin dışında aşiret gibi daha kalabalık akrabalık
organizasyonlarının da kadınlar üzerinde baskı, kontrol ve şiddet uygulamaları, bunun
meşru görülmesi hatta kadınların yaşam hakkının ellerinden alınması (töre cinayetleri),
kadının aile baskısı nedeniyle eşinden ayrılamaması v.b. durumlar bu kategoriye örnek
olarak verilebilir.
Ekonomik şiddet: Dar kapsamlı ekonomik şiddet; “eşin para vermemesi,
harcamaları sınırlaması, kadının gelirine el koyması, zorla çalıştırılması ya da
çalışmasına izin vermemesi” biçiminde tanımlanmaktadır. Geniş kapsamlı kadına
yönelik ekonomik şiddet: “Kadının çalışmasına izin vermemek (Watts ve
Zimmerman,2002:1233), istemediği işte zorla çalıştırmak, kadının para harcamasının
kısıtlamak, az para vererek çok şey beklemek, aileyi ilgilendiren ekonomik
konulardaki kararları kadının fikrini sormadan tek başına almak (MİGM,2010:51),
kadının parasını, şahsi mallarını elinden almak, kadının terfi etmesini engelleyecek
kısıtlamalar getirmek (iş gezilerine, toplantılara, kurslara katılmasına engel olmak),
kadının iş ile bulmasını kolaylaştırıcı becerileri geliştirecek etkinlikleri engellemek, iş
yerinde olay yaratmak suretiyle kadının işten atılmasına neden olmak (KDV,2005:30)
hatta çalışma gücünü etkileyen sağlık hizmetlerine erişimi kontrol altında tutmak
(UNICEF,2000:2) ya da sağlığını bozmak gibi kadının ekonomik yaşamını etkileyen
314
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
her türlü kaynaklara, kaynaklara erişime, erişim olanaklarına yönelik kısıtlama ve
baskılardır.
Ekonomik şiddet örneklerini çoğaltan bir başka tanımlama ise; “kadınlara ilişkin
olarak ortak arazilerinin kullanımı gibi tarımsal kaynaklar dâhil olmak üzere sağlık,
istihdam, eğitime erişimin kontrol edilmesi, finansal karar vermede dışlanma, fonlara ve
kredilere sınırlı erişim ve miras, mülkiyet hakları üzerindeki ayrımcı geleneksel yasalar,
aşırı veya düşük ücretle ya da sözleşme dışındaki koşullarda çalıştırılmaları, erkeklerle
aynı ücreti almaması ekonomik şiddettir” şeklindedir. (Fawole, 2008,171)
EKONOMİK ŞİDDETİN BOYUTLARI
“Görünmez” Ekonomik Şiddetin Farkında Olmak
Genel olarak, hukuksal alanda kadına yönelik şiddet tanımlarının sınırlılıkları,
gerçek yaşamdaki şiddet örneklerinin hepsini tam anlamıyla yansıtmamaktadır. Bu
durum, yasalar ve ilgili kurumlar tarafından olduğu kadar kamuoyunda da ekonomik
şiddetin öneminin ve dolayısıyla boyutlarının tam olarak anlaşılmasını engellemektedir.
Ekonomik şiddet tanımlamalarının daha geniş perspektif ve kapsam çerçevesinde
hukuktaki yerini bulması, bu alanda gerçekleştirilecek önlemlerin ve politikaların da
önünü açacaktır.
Ekonomik şiddet, kadının yaşamını paylaştığı eşi, partneri, aile üyeleri,
akrabaları hatta çalışma arkadaşları ya da patronu tarafından dahi gerçekleştirilebilir.
Ekonomik bir ilişki içinde iken ya da kadının ilişkisini terketmesine rağmen ekonomik
istismar dolayısıyla şiddet devam edebilir.
Bilindiği gibi şiddet türleri, birbirini doğuran ve besleyen yapıdadır. Şiddet
türlerinin birbirine eşlik ettiği ve pek çok vakada birkaç şiddet türünün bir arada
yaşandığı yapılan çalışmalarda açıkça görülmektedir. Örneğin, ekonomik şiddet
yoksulluğun derinleşmesine yol açar, eğitim durumunu etkiler ve kadınlar için diğer
gelişim fırsatlarını sekteye uğratır. Bu, fiziksel şiddete yol açan cinsel sömürüyü ve
HIV enfeksiyonu kapma riskini, gebeliğe bağlı ölümleri, kadın ve kız çocuklarının
ticaretini teşvik etmektedir.
Ekonomik şiddet çoğunlukla ya psikolojik şiddetin bir yansıması olarak ele
alınmakta ya da kadın seks ticareti örneğinde olduğu gibi “ekonomik sömürü” tanımı ile
sınırlandırılmaktadır. Ekonomik şiddetin, bir sonuç ya da bir neden olarak diğer şiddet
örnekleriyle sıkı bağları, başka bir değişle kuvvetli nedensellik ilişkisi olması gerçekte
onu görünmez kılan bir başka neden olmakla birlikte, önemi daha da artırmaktadır. Eğer
“ekonomik şiddet” tanımı yapılıp sömürünün boyutları genişletilir ise ortaya çıkan
duruma göre, ekonomik şiddetin boyutlarının da -en azından diğer şiddet türleri gibiazımsanamayacak ölçüde yüksek olduğu anlaşılabilecektir. Örneğin; Kadın Dayanışma
Vakfı (KDV)’nın Kadına Yönelik Şiddet Veri Tabanı Oluşturma Projesi şiddete maruz
kalan kadınların sadece fiziksel değil psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete de maruz
kaldıklarını göstermiştir. Sözkonusu çalışmada veri tabanına girilen görüşme
formlarında, başvurucuların yaşadıkları şiddet ayrıştırılmış, psikolojik, fiziksel, cinsel,
ekonomik ve kültürel şiddetin hangi türüne maruz kaldıkları ayrı ayrı kodlanmıştır.
Bunun nedeni, kadınların şiddet olgusunu yalnızca fiziksel şiddete indirgemeleri
ve yaşadıkları psikolojik, ekonomik ya da diğer şiddet türlerini yaşamları içinde
315
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
doğallaştırmaları nedeniyle olayı anlatırken fiziksel şiddet dışında çoğunlukla diğer
şiddet türlerini tanımlamamalarıdır. Ayrıca, formların çoğunda yaşadığı şiddet türü
sorusuna birkaç şiddet türü birden işaretlenmiştir. Bu bilgi bize kadınların birden fazla
şiddet
türü
ile
aynı
anda
mücadele
etmek
zorunda
kaldıklarını
göstermektedir.(KDV,2007:46)
Kısacası, ekonomik şiddet, bu şiddete maruz kalan kadınlar dâhil
toplumun genel kesimi için tam anlamıyla tanınmamaktadır. Bunun yanı sıra
fiziksel veya cinsel şiddetin görünür, hissedilir, acı verir boyutları ile mücadele
etmeye çalışan şiddet mağduru kadın için, ekonomik şiddet ikinci derecede
önem arz etmektedir. Kaldı ki basın-yayın organlarınca özellikle medya da
fiziksel veya cinsel şiddet örneklerinin çoğunlukla yer bulması da, diğer şiddet
tiplerine yönelik ilginin nispeten az olmasında etkilidir.
Bahsi geçen proje kapsamında 11-75 yaşları arasında değişen 438
başvuru ele alınmış, başvuru yapanların %50’si psikolojik, %47,50’si fiziksel,
%18,5’i cinsel, %34,2’si ise ekonomik şiddet gördüğünü belirtmiştir. Ekonomik
şiddet oranlarını gösteren Tablo-1’e göre danışma merkezlerine başvuran
kadınların % 34,2’si ekonomik şiddet türüne maruz kaldıklarını ifade ederken,
kadınların % 18,9’unun bu soruya yanıtı bilinmemektedir (KDV, 2007: 20-28).
Tablo-1: Başvurucu Ekonomik Şiddet Görüyor Mu?
Sayı
Oran
Var
150
34,2
Yok
205
46,8
Yanıtsız
83
18,9
TOPLAM
483
100,0
Kaynak: KDV, a.g.e. s.25.
Ekonomik şiddet’in çok fazla gündeme gelmemesinde bir başka neden, bu
alanda gerçekleştirilen bilimsel çalışmalarda ekonomik şiddetin ölçümünde
yaşanan sıkıntılardır, çünkü fiziksel şiddette olduğu gibi görünür yanı ya yoktur
ya da çok azdır.
Ekonomik şiddete ilişkin bilginin, yıllardır bu alanda çalışan kadın
örgütlerinde bile diğer şiddet türlerine göre daha kısıtlı ve eksik olduğu göz
önünde bulunduğunda aslında bu şiddet türüne maruz kalan kadınların çok daha
yüksek bir oranda olduğu söylenebilir. Türkiye’de ki tapu kayıtlarının sadece
%4’ünün kadınlara ait olduğu, aile mülkiyetinin dağılmaması amacıyla kadınların
aileler arasında pazarlık aracı haline getirildiği (zorla evlilik), kadın bedeninin
satılabilir meta haline dönüştürüldüğü ve bu pazarın gittikçe büyüdüğü göz
önünde bulundurulduğunda ekonomik şiddet tanımının genişletilmesi ve kadın
örgütlerinin de bu şiddet türü üzerinde daha fazla çalışması gerektiği sonucu
ortaya çıkmaktadır (KDV, 2007:48). “Görünmez” nitelikteki psikolojik, kültürel
şiddet gibi, ekonomik şiddetin de mutlaka görünür nitelikteki “fiziksel şiddet”
kadar önemsenmesi ve üstüne gidilmesi gerekmektedir.
316
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
İstatistiksel Verilerle Ekonomik Şiddet Örnekleri
İstatistiki verilerde bahsedildiği gibi ağırlıklı olarak fiziksel ve cinsel şiddet yer
almaktadır ve bunun temel nedeni, ekonomik şiddetin görünmez bir şiddet türü olması
nedeniyle ekonomik şiddet mağdurlarının aslında şiddete maruz kaldıklarını fark
etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Mevcut istatistikler gerçeği tam olarak
yansıtmamasına rağmen bu alanda gerçekleştirilen saha çalışmalarından örneklere ve
istatistiklerine yer vererek, genel olarak ekonomik şiddetin boyutlarını toplumun her
katmanında gerçekte ne kadar yaygın olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
A.
Türkiye’den Örneklerle
Ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddet ile ilgili araştırmaların artıyor olması
sevindiricidir; Ancak, söz konusu çalışmalarda ekonomik şiddet boyutuna yeterince yer
verilmiyor olması, bu konuda yeterli istatistiki bulgulara ulaşılamamasına neden
olmaktadır. Bu çalışmalarda ekonomik şiddet kavramına ilişkin tam bir tanım uzlaşısı
olmadığı görülmektedir. Ekonomik şiddet olarak kabul edilen ya da edilebilecek
örneklere yer veren çalışmalardan bazıları aşağıda verilmiştir.
Çalışmaya izin vermeme: TÜİK’in verilerine göre; yaşamının herhangi bir döneminde
işten çıkmaya neden olma veya çalışmasına engel olunan kadın oranı %23,4, son 12
ayda %8,8, bir kez %20,9, birkaç kez %44,8, çok kez %34,3’dür.(TUİK,2008).
T.C. Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) tarafından “Türkiye’de
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”; kent ve kır yaşam alanlarını temsil edecek
şekilde 12 bölgede (İstanbul, Batı Marmara, Ege, Doğu Marmara, Batı Anadolu,
Akdeniz, Orta Anadolu, Batı Karadeniz, Doğu Akdeniz, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu
Anadolu, Güneydoğu Anadolu) gerçekleştirilmiştir. 51 ilde, 24048 hanede evli ve 1559 yaş arasındaki kadınlarla yüz yüze görüşülmüştür. Yapılan bu saha çalışmasındaki
ekonomik şiddet örneklerinden biri aşağıda verilmiştir. (KSGM,2009:117)
47 yaşında, boşanmış, 2 çocuk sahibi, lise mezunu kadının yaşadığı eşi tarafından
uygulanan “kadının çalışmasına izin vermemek, iş yerinde olay yaratmak suretiyle
kadının işten atılmasına neden olmak” yönündeki ekonomik şiddeti kendi cümleleriyle
anlatışı;“‘İşten ayrılacaksın’ dedi ayrıldım, ondan sonra böyle bir ayrılığımız oldu. O
dönemde, ben başka özel bir işe girdim, oraya gidip geliyordum ama adam sürekli
çevremdeydi, etrafımdaydı, arkamdaydı rahat bırakmıyordu. Hatta iş yerine gelip tehdit
bile etmişti, çünkü o zaman bir yasa vardı, eşin izni olmadan kadın çalışamıyordu.[…]
yaşadım yani adam gelip bir şey demişti eşim olduğunu, ondan izinsiz işe başladığımı
söylemiş, bilmem neyi söylemiş, işyerindeki patron iyi niyetli bir insandı. Sonradan
konuştum, bunu yapma ben çalışmak zorundayım diye, çünkü paramız pulumuz yoktu
kendisi de çalışmıyordu, çok zor durumdayım, çalışmak zorundaydım. Onu o şekilde
kabul etti ama işte sabah benimle beraber geliyordu akşamda gelip beni alıyordu.”
Ev harcamalarıyla ilgili kısıtlamalar: TÜİK’in 2008 yılında yayınladığı rapora göre;
“ev ihtiyaçları için para vermeme” yönünde ekonomik şiddete maruz kalan kadınların
oranı şu şekildedir. Yaşamının herhangi bir döneminde%8,1, son 12 ayda %4,6, bir kez
%2,7, birkaç kez %44,2, çok kez %53,1 dür.
Resmî kayıtlara geçmiş bir örnek: “Pendik Aile Mahkemesi, boşanma davası açan eşine
şiddet uyguladığı için evden uzaklaştırma cezası alan Ş.C’nin evin elektrik, su, doğalgaz
317
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
aboneliklerini iptal ettirmesi “ekonomik şiddet” olarak kabul etmiştir. Mahkeme, evden
uzaklaştırılan eşin, üzerine kayıtlı su, doğalgaz ve elektrik gibi abonelikleri iptal
ettiremeyeceğine, tedbir süresince oluşan faturaları ödemesi gerektiğine hükmetmiştir.”
şeklindedir. (BİANET,2010)
Kadınların gelirlerine müdahale ve kazançlarını harcamalarına izin vermeme:
T.Ü.İ.K’nun rapora göre; “gelirini elinden alma” yönünde ekonomik şiddete maruz
kalan kadınların oranı şu şekildedir. Yaşamının herhangi bir döneminde%3,9, son 12
ayda %1,4, bir kez %6,3, birkaç kez %38,8, çok kez %54,9 dur. (TÜİK, 2008)
Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)’na göre, kadının kendi kazancının
kullanımına ilişkin kararda, kadınların yaklaşık %38’inin kendilerinin karar verdiğini,
yarısının kocaları veya diğer kişilerle beraber karar verdiğini ve %10’un da kararda yer
almadığını göstermektedir. Kazancın kullanımına ilişkin bağımsız karar verme, yaşı
daha ileri kadınlar arasında yüksek iken, 15-19 yaş grubundaki kadınların %26’sının
kendi kazançlarının kullanımında hiçbir söz hakkı olmamaktadır(TNSA,2003:3/1).
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi kapsamında kadına yönelik aile içi
şiddet örneklerinden biri “kadının para harcamasına izin vermemek” şeklinde
tanımlanmaktadır.(KSGM,2008:17) Örnek: 42 yaşında, boşanmış, 1 çocuk sahibi,
üniversitede öğretim görevlisi bir kadının yaşadığı eşi tarafından uygulanan “aileyi
ilgilendiren ekonomik konulardaki kararları kadının fikrini sormadan tek başına almak,
kadının parasını, şahsi mallarını elinden almak” yönündeki ekonomik şiddet şu şekilde
anlatılıyor. “Kadın eşiyle birbirlerini çok sevdiklerini ve birbirlerine güvendiklerini, o
nedenle parasal kontrolü, daha iyi yapacağını söyleyen eşine vermekte hiçbir sakınca
görmediğini, o paraların “onların parası” olduğuna yürekten inandığını söylüyor. Öyle
ki, maaş kartını ve bir kredi kartını ona vermekte hiçbir sakınca görmemiş ancak
evliliklerini sonuna doğru ilişkileri bozulmaya başladığında sevgi ve güven adına
kontrolü eşine ne kadar fazla verdiğini fark edip, kartlarını geri istemiş. Bu ilişkilerinin
daha da bozulmasına yol açmış çünkü eşi kartları vermemek için türlü bahaneler dile
getirmiş.”
Yine aynı çalışmadan bir başka örnek: 46 yaşında eşinden ayrı yaşayan, 2 çocuk sahibi,
lise mezunu bir kadının yaşadığı eşi tarafından uygulanan “kadının para harcamasını
kısıtlamak, az para vererek çok şey beklemek” yönündeki ekonomik şiddeti kendi
cümleleriyle anlatışı; “… İşte uyuşturucu kullandığı için çok dengesiz davranıyordu,
yani nedir nasıl kaynaklanıyo mesela maaş alıyo, evde yiyecek hiç bir şey yok, para
istiyosun yani yemek yapacaksın sonuçta çocuk okula gidecek. Diyo ki gidin okul…
Müdürle konuş o okutsun. Yav müdür benim babamın oğlu diil tanımıyorum
etmiyorum. Ben komşularımdan bayat ekmek istiyodum yani tabii ki durumumu yine
açıklamamak için hani çocuklar yağmurda bakkala gitmek istemediklerini söyleyerek
çocukların yani bayat ekmek alıyodum. Aile şeyimi dışarıya yansıtmamak için. Yani
para sor maaş alıyo, kısacası, mesela yemek ekmek parası bırak diyom para yok. Niye
dediğim zaman işte kavga sebebi bu.”
Bilinçli ya da dolaylı şekilde kazanç elde etmeye engeller: “Türkiye'de işgücüne dahil
olmayan kadın nüfusunun toplam içinde payı %72'lik bir oranla oldukça yüksek
seviyededir. Bu oran 2010 haricinde hemen hemen sabit kalmıştır ancak krizle birlikte
2010'da % 71.81'e düşmüştür. Bu değişimde, krizle birlikte kadın istihdamının kayıtdışı
işlere yönelmesi etkili olmuştur. Özellikle krizle birlikte 2008-2009 yıllarında işgücüne
dahil olmayan kadın nüfusu % 72 düzeyinde sabit kalırken, herhangi bir sosyal güvenlik
318
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
kuruluşuna bağlı olmayan kadın istihdamının sırasıyla 2008'de % 35.4 iken 2009'da %
36.7 olarak gerçekleşmesi bu önermeyi desteklemektedir.”(Dünya Gazetesi,2011)
Çalışan kadınların psikolojik ve fiziksel şiddete uğraması sonucu iş verimliliğindeki
düşüş hatta işe gidememesi bir süre sonra işten atılmalarına neden olmakta, bu durum iş
ve gelir kaybı olarak bir ekonomik şiddete dönüşmektedir.(Zink ve Sill,2004;32)
Kadına yönelik ekonomik şiddet, sadece eşi ya da birlikte yaşadığı kişi tarafından değil
iş hayatında da yaygın olarak görülmektedir. Bir anlamda kadını iş hayatından
uzaklaştırma yöntemleri bir çeşit ekonomik şiddettir. Nasıl ki bir kadını çalışmak ve
gelir elde etmekten alıkoymak bir ekonomik şiddet ise, çalışmakta olan kadını işinden
dolayısıyla gelirinden etmek de bir ekonomik şiddet olarak tanımlanabilir. Kriz
dönemlerinde ilk işten çıkarılanların kadınlar olması, çalışma yaşamındaki cinsler arası
ayrımcılığın ekonomik şiddet halindeki görünümüdür. Aşağıda yer alan bazı örnekler bu
duruma ilişkindir.
Adana’da 30 yaşında, 1 çocuk sahibi, üniversite mezunu girişimci bir kadının
yaşadıkları anlatılıyor. Girişimci kadının işini büyütmesini engellemek isteyen rakip
çete; işyerine bir muhasebeci yerleştirerek para hareketlerini kontrol ediyor, annesi ve
kızını kaçırarak tehdit ediyor. Annesinin ve kızının serbest bırakılması karşılığında 1,5
milyon liralık senet imzalatılıyor ve polise başvurmaması söyleniyor. (Yılmaz,2010:1)
Benzer bir başka örnek: Adana’da evli ve çocuk sahibi başka bir girişimci kadının
başından geçenlere yer veriliyor. Çukurova Üniversitesi hizmet ihalesine girmek isteyen
kadın ihalelin yapıldığı salona girdiğinde etrafını adamlar sarıyor ve elindeki ihale
dosyasını alıp kaçıyorlar, kadın ise adamları yakalamak için ayakkabılarını çıkarıp
peşlerinde koşuyor ve belgelerini parçalanmış bir halde geri alabiliyor(Yılmaz,2010:1).
Yukarıda yer alan örneklerden de anlaşıldığı üzere, ülkemizde sosyal veya özel yaşamı
içinde kadının maruz kaldığı ve çoğunlukla “doğalmış” gibi kabul edilegelen gelen;
“çalışmaya izin vermeme, kazanç elde etmesine engel olma, kendi kazancı bile olsa,
hatta evi veya çocukları için bile olsa harcamalarını engelleme ya da kısıtlama”
şeklindeki pek çok davranış kalıbı, ekonomik şiddettir.
Tablo 2: Türkiye’de Rakamlarla Ekonomik Şiddet Örnekleri
Sıklık
İşten çıkmaya neden Ev ihtiyaçları
Gelirini elinden
olma veya çalışmaya için
para
alma
engel olma
vermeme
Yaşamının herhangi bir
döneminde
Son 12 ayda
Bir kez
Birkaç kez
Çok kez
23,4
8,1
3,9
8,8
20,9
44,8
34,3
4,6
2,7
44,2
53,1
1,4
6,3
38,8
54,9
Kaynak: TUİK’in 2008 verilerinden yararlanılarak oluşturulmuştur.
B.
Dünya’dan Örneklerle
319
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Kadına yönelik şiddet daha özel olarak ekonomik şiddet, bir uluslararası sorundur. Bu
sorun, kadınların kamusal ve özel alanda ikincil konumda oldukları azgelişmiş
toplumlarda daha yoğun olarak yaşanmaktadır Ancak, incelemeler ve örnekleri
göstermektedir ki, ekonomik şiddet her gelir düzeyine sahip ya da her eğitim seviyesine
mensup insanlar arasında yaşanabilir. Bu nedenle istisnalarıyla birlikte genel anlamda,
daha eğitimli ve ekonomik refah düzeyi daha ileri toplumlarda, ekonomik şiddet
vakalarının daha az yaşandığını söylemek mümkündür. Toplum geliştikçe dolayısıyla
kadının toplumdaki konumu güçlendikçe, sosyo-kültürel anlamda toplum
modernleştikçe, gerek ekonomik gerekse hukuki anlamda olanaklar arttıkça böylesi bir
kalkınmanın doğal bir sonucu olarak ekonomik şiddet de azalacaktır. Aşağıda ekonomik
şiddetin gözlendiği diğer ülkelerin bazılarından örnekler yer almaktadır. Bu örneklerin
çoğunluğunun azgelişmiş ülkeler olması açıklamalarımızı destekler niteliktedir.
Çalışmaya izin vermeme; Amerika Birleşik Devletleri’nde şiddet uygulayan kişiler,
kadının para kazanmasını engellemek için iş kıyafetlerine zarar verme, iş yerine giderek
sorun çıkarma, fiziksel şiddet uygulayarak kadının işe gidemeyecek hale gelmesini
sağlama, şiddet mağduru kadının yaşadığı fiziksel ve psikolojik sıkıntılar nedeniyle iş
göremez hale gelmesini sağlama gibi yöntemlere başvurmaktadırlar (Fawole,2008:172).
Ev harcamalarıyla ilgili karar verme: Kadınların Alt Sahra ülkelerinden Nijerya’da
%64,5, Uganda’da %52,5, Mozambik’de %35,3, Zimbabve’de %16,2, Madagaskar’da
%5,8, Doğu Asya ve Pasific ülkelerinden Endonezya’da %2,4, Latin Amerika’da
%13,7, Güney Asya’da ise %34,2’si ev harcamalarıyla ilgili karar verememektedirler
(UNICEF,2007:19).
Kadınların para harcamalarına izin vermeme: Afrika ülkelerinde kadınların para
harcamalarına izin verilmezken, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya’da bu oran
%24 ile %34 arasında, Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde ise %2 ile %9 arasındadır
(Fawole,2008:172).
Kadınların mal sahibi olma durumları: Kadınlar dünyadaki toplam işlerin 2/3’ünü
yaparken, ancak dünyadaki toplam gelirin 1/10’unu kazanmaktadırlar. Üstelik
dünyadaki toplam mülkiyetin ise yalnızca 1/100’üne sahiptirler (KDV,2005:14).
Örneğin: Kamerun’da tarım alanında çalışan kadınların oranı %75’den daha fazla
olmasına rağmen, toprağa sahip olma oranları %10’dan azdır (WVS,2008). Gelişmekte
olan ülkelerde, Alt Sahra Afrika’da resmi olmayan alanlarda çalışan kadın oranı en
yüksektir (%84). Kadınlar ayrıca zor, uzun süre çalışma koşulları, iş güvenliğinin
olmaması ve yüksek oranda fakirlik gibi olumsuz koşullarda çalışmaktadırlar. Ücretleri
erkek patronları tarafından ya tam ödenmemekte ya da çalınmaktadır; satılacak
ürünlerine illegal olarak el konulmakta veya -polis gücü gibi- devlet eliyle de iş yerleri
kapatılmaktadır. Daha genç ve deneyimsiz kadınlar erkek patronları tarafından daha
fazla çalıştırılmakta, özleşmenin dışında fazla mesai yaptırılmakta ve az para
ödenmektedir. (Fawole,2008:172)
Kazanç Elde Etme: Dünya üzerinde kadınların maaşları erkeklerinkinden %20 oranında
daha düşüktür. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde kadınların maaşı erkeklerin
maaşının %30’u, Latin Amerika ve Asya’da %40’ı, Alt Sahra Afrika’da %50’si, Doğu
Asya ve endüstrileşmiş ülkelerde %60’ı kadardır. Kadınlar hem daha düşük gelir elde
etmekte hem de daha az miktarda da malın sahibi olabilmektedirler.(Gürkan ve
Coşar,2009:3) Ekonomik güçsüzlük, kadını özel ve kamusal alanda da erkeğe göre
320
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
daha güçsüz kılmaktadır. Başka bir değişle, bu durum onların erkeklere göre yaşamsal
konumlarının daha zayıf kalmasına ve tüm şiddet türlerine daha açık hale gelmelerine
neden olmaktadır.
EKONOMİK ŞİDDETİN KAYNAKLARI
Tüm şiddet türlerinde olduğu gibi ekonomik şiddettin de temel kaynakları arasında
toplumsal yapı nedeniyle benimsediğimiz “toplumsal cinsiyet başka bir değişle cinsiyet
rolleri, ekonomik yapıdaki dengesizlikler ve hukuksal yetersizlikler” yer almaktadır.
Ancak, ekonomik şiddeti doğuran bu temel kaynakların beslendiği sosyal, kültürel,
demografik vs. … daha birçok faktör sözkonusudur. Aşağıda ekonomik şiddetin temel
ve alt kaynakları sınıflandırmaya tabi tutularak verilmeye çalışılmıştır.
A. Toplumsal Cinsiyet (Gender)
Toplumsal cinsiyet; “farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda
kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları” ifade eder;
Kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller, sorumluluklar olarak tanımlanır.
Bu çerçevede erkek cinsiyeti ile kadın cinsiyeti arasında toplumsal yaşama katılma
düzeyi açısından farklılıklar oluşur. Sayısal bakımdan eşit olmakla beraber iki cinsin
toplumsal alanda temsiliyetleri farklılaşır. Kadın cinsiyeti daha çok ev gibi özel alandan
kalırken, erkek cinsiyeti dışarıda her türlü kamusal alanda kendini ifade eder. Çalışma
yaşamından siyasete, sivil toplum örgütlenmesinden eğitime kadar her türlü kamusal
alanda iki cins temelindeki bu görünüm toplumsal cinsiyet eşitsizliğini oluşturur.
Biyolojik nedenlerden kaynaklanmayan toplumun kadına ve erkeğe yüklediği karakter,
kişilik yapıları, iş ve görevleri, beklentileri, alışkanlıkları ve davranış kurallarını ifade
eder. Toplumsal cinsiyet; bağlayıcı değildir ancak kaçınılmazdır. Hayatımızı
yönlendirir, tercihlerimizi etkiler.
Toplumsal cinsiyet rollerinin şekillenmesinde örf ve adetler, sosyal ve kültürel düalizm,
eğitim gibi unsurlar önemli yer kaplamaktadır. Şiddeti ve dolayısıyla toplumsal cinsiyeti
besleyen düşünce yapısına örnekler şunlardır:
• Kadın ve erkeğe yüklenen roller ve beklentiler
• Erkeğin güçlü, kadının zayıf olduğu inancı
• Erkeğin kadın üzerinde söz hakkı olduğu inancı
• Erkeklerin şiddeti uygulamasının normal olduğu görüşü
• Evlilik gelenekleri ( baslık parası, çeyiz)
• Ailenin özel alan olduğu ve erkeğin kontrolünde olduğu görüşü
Peki, toplumsal cinsiyetin şekillenmesinde etkili olan bu unsurların şiddetle,
özellikle görünmeyen şiddet olan ekonomik şiddet ile etkisi nedir?
Örf ve adetler: Bilindiği gibi toplumumuzda yaygın olan örf ve adetlerimiz içinde
erkeğin kadın üzerinde söz hakkının olması, kadının erkeğe göre daha zayıf olması,
kadınların başlık parası ve çeyiz karşılığında evlendirilmesi, ailenin özel alan olması ve
bu özel alanın erkeğin kontrolünde olması gibi unsurlar yer almaktadır. Saydığımız bu
örf ve adetlerimizde genel olarak “erkek egemen güç” olarak ifade edilmiştir. Bu durum
Dünya Değerleri Araştırması Derneği’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği 2011 Türkiye
Değerler Araştırması’nın verilerinde de açıkça görülmektedir. Şöyle ki; medeni kanun
maddesinin çoktan değişmesine rağmen, Türkiye’nin dörtte üçü ailenin reisinin erkek
321
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
olması gerektiğini düşünmekte, %60’ı ise kadının her zaman kocasına itaat etmesi
gerektiğini ve onun sözünden çıkmaması gerektiğini düşünmektedirler. (TDA,2011) Bu
örnekte görüldüğü gibi, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve toplumsal cinsiyet
temelli “erkeğin kadını çalıştırmak istememesi ya da kadının kazancına el koyması,
ailenin ekonomik kararlarında kadına söz hakkı verilmemesi v.b. uygulamalar”
şeklindeki ilişkiler toplumda normal davranış olarak sayılmaktadır. Ayrıca kadınların
edindikleri toplumsal cinsiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları ekonomik şiddet;
görünmeyen bir şiddet çeşidi olarak kalmaya devam etmektedir.
Eğitim: Toplumsal cinsiyet, aile içinde olduğu kadar çocuklara eğitim aşamasındaki
ders kitaplarında yer alan ifadeler ile de benimsetilmektedir. Örneğin, ilköğretim ders
kitaplarında işlenen bazı konularda aile içi rollerde kadınların, aile dışı rollerde ise
erkeğin daha fazla yer aldığı anlatılmaktadır.(Kılıç ve Eyüp,2011:144) Ailenin reisi
erkek olarak gösterilmektedir. Bu anlamda, bireylerin yetişmesinde kadına biçilen roller
daha çocukluktan şekillenmeye başlamakta ve hayatın her aşamasında devam
etmektedir. Bu durum ileride kadınların ekonomik karar alma süreçlerinde erkeklere
bağımlı olmasına ya da bağımlı olmasının normal karşılanmasına neden olacaktır. Öyle
ki kadınlar eğitimli olsalar bile, toplumsal cinsiyet bilinci ile yetiştirilmiş olmaları
nedeniyle ekonomik şiddete maruz kaldıklarında bunu doğal karşılayacaklardır.
TÜİK’in bir çalışmasında, eğitim seviyesinin yükselmesinin ekonomik şiddeti
engelleyemediği ortaya konulmuştur. Çalışmada eğitim durumuna göre, yaşamının
herhangi bir döneminde işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma durumu
ile karşı karşıya kalma yüzdeleri: eğitimi olmayan kadınlarda %19,7, eğitimi ilköğretim
birinci kademe olan kadınlarda %24,5, eğitimi ilköğretim ikinci kademe olan kadınlarda
%29,6, eğitimi lise ve üzeri olan kadınlarda %21,7’dir. (TÜİK,2008). Eğitimdeki fırsat
eşitsizlikleri sonraki yaşamlarında bireyleri toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ve
dolayısıyla ekonomik eşitsizliklere taşımaktadır.
Sosyal düalizm: Bir toplumda aynı anda hem geleneksel hem de modern toplum
düşünce sistemlerinin özelliklerinin örneğin değer yargılarının bir arada bulunması
sosyal düalizm (ikilik) olarak tanımlanır. Toplumumuzdaki sosyal düalizm olgusuna
rağmen, görünmeyen şiddet hem doğulu toplumsal yapıda hem de batılı toplumsal
yapıda kendini farklı şekillerde de olsa göstermektedir. Doğulu toplumsal yapıdaki
kadın; geleneksel değer yargıları örneğin örf ve adetler gibi sosyo-kültürel ekonomik
nedenlerden dolayı çocukken okuldan alınmakta, evlenirken başlık parası karşılığı
satılmakta, evlendiğinde evdeki yaşlılara, çocuklara, erkeklere bakmakla ve ev işlerini
karşılıksız yapmakla görevlendirilmekte, çocukluğundan başlayarak ekonomik şiddete
maruz kalmaktadır. Batılı toplumsal yapıda ise ,kadın sosyal hayatta nispeten daha aktif
olarak yer almasına karşın evlendiğinde çalışması engellenmekte ya da çalışsa bile
yükselmesi için gerekli olan becerileri kazanması engellenmekte, kazancına el
konulmakta, ailenin elde ettiği mal varlığı erkeğin üzerine olmaktadır. Her ne kadar
şeklen ya da şiddet derecesi olarak farklılıklar gösterse de her iki toplum yapısında da
ekonomik şiddet örneklerine rastlanmaktadır. Ancak, bu ikili yapı ekonomik şiddeti de
beslemektedir. Örneğin göç olgusunun yaşandığı toplumlarda geleneksel değerlerle
modern yaşamda yer almaya çalışan bir kadının sömürüye daha açık olacağı
söylenebilir. Kent yaşamında çalıştırılan bir kadının gelirine “erkek evinin reisidir”
bakış açısıyla el koymak nispeten daha kolaydır. Modern yaşamla tanışan ve bu
yaşamda güç kazanacağından korkulan bir kadına yönelik baskıların artması da
muhtemeldir. Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir.
322
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
B.
Ekonomik Yapı
Ekonomik yapıdaki dengesizlikler ve belirsizlikler insanların baş etmek zorunda
kaldıkları stres odaklarından biridir. Yukarıda verilen şekilde görülebileceği gibi,
Ekonomik yapının oluşturduğu stres; kadının sosyo-ekonomik yönden özgürlüğünün
olmaması
egemen
gücün
zayıf
tarafa
şiddet
uygulaması
ile
son
bulabilmektedir(Yount,2005:580). Ekonomik yapıdaki dengesizlik ve belirsizliklere
sebep olan yoksulluk, işsizlik, ekonomik düalizm gibi unsurların ekonomik şiddet ile
ilişkisi aşağıda verilmeye çalışılmıştır.
Ekonomik Düalizm ve Yoksulluk: Yoksulluk, genel anlamda ekonomik gelirden
olduğu kadar gelire ulaşabilmekteki yoksunlukları da içerir. Gelirin yeterli olmaması
anlamındaki dar kapsamlı yoksulluk hem bir ekonomik şiddet nedenidir hem de
ekonomik şiddet sonucudur. Ekonomik şiddetin en görülebilir yanı “kadının
yoksulluğu”dur. Tüm verilen örneklerde olduğu gibi ekonomik şiddetin sonucunda
kadın yoksullaşmakta ya da yoksul bırakılmaktadır. Genel anlamıyla ele alınan
yoksullukta ise kadın gelir dışındaki diğer hak ve özgürlüklerden de yoksun
kalmaktadır. Bu nedenle “ekonomik sömürü ve şiddet” salt sosyal ya da kültürel
anlamda değil gelişmeyi hedefleyen tüm toplumlarda ekonomi politikalarının
yadsımaması gereken bir temel sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu yönüyle
ekonomi politikalarında pek yer almayan “ekonomik şiddet” yoksulluk yarattığı gibi,
yoksulluk da ekonomik şiddeti beslemektedir. Örneğin: Günlük temel ihtiyaçlarının
karşılanamaması durumunda aile içinde huzursuzluklar yaşanmakta, diğer şiddet
türlerinin yanında kadının zorla çalıştırılması ya da az para verilerek çok şey beklenmesi
gündeme gelmekte, ekonomik şiddet uygulanmaktadır.
Sosyal düalizmin görüldüğü toplumlarda genelde ekonomik düalizmde görülmektedir.
Toplumdaki gelir dağılımı bozukluğu yoksulluğu ve dolayısıyla ekonomik şiddete etki
etmektedir. Her ne kadar her iki gelir düzeyinde de ekonomik şiddete rastlanabilse de
genel olarak alt gelir gruplarında ekonomik şiddetin yoğunluğunun fazla olduğu
söylenebilir. Gelir düzeyi farklılaştıkça ekonomik şiddetin de farklılaştığı görülür.
Düşük gelir düzeyindeki kadınlar zorla çalıştırılabilmekte ve kazancına el koyulmakta
iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda çalışmasına izin verilmemekte ya da iş
hayatında yükselmesine yardımcı olacak beceriler geliştirmesi engellenmektedir.
Örneğin; kırsal hayatı kente taşıyıp ancak kent yaşamına adapte olamamış aile yapısı
içinde kadın bir taraftan kırsal gelenekler içinde yaşarken bir taraftan da kentli
yaşamdaki sorumluluklara sahip olur. Evde çocuk ve aile büyüklerine bakmak zorunda
kalırken bir taraftan da çalışmak zorunda kalan kadın genelde kayıt dışı, kötü koşulları
olan veya düşük ücretli işlerde örnek gündelikçi olarak çalışır. Bu durum, kadının
emeğinin hem aile içinde hem de aile dışında sömürülmesiyle sonuçlanır. Kısacası,
kadına yönelik ekonomik şiddet aile dışına taşıp, piyasada hatta devlet eliyle
gerçekleştirilmeye başlanır.
323
Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu
27-28 Nisan 2012, Ankara
Ekonomik düzeylerdeki farklılaşmalar sosyal yaşamda toplum huzurunu bozacak
çatışmalara neden olacaktır. Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluktaki artış bunun en
belirgin ve tehlikeli örneğidir. Gelir dağılımının yoksullar aleyhine bozulduğu bir
ülkede ekonomik şiddetin artacağı da açıktır. Refah düzeyinin artması yeterli değildir
bunun dengeli dağılımı da gereklidir. Dengeli bir gelişme ne denli artarsa kadının
konumu da sosyal ve ekonomik yönden o denli güçlenecektir. Yoksulluk konusundaki
çalışmalar göstermektedir ki, en yoksul olanlar kadınlardır ve yoksulluktan en çok
etkilenenler kadın ve çocuklardır. ( Adaçay;2009:145)
İşsizlik: İşsizliğin aile ve toplumda yarattığı huzursuzlukla beraber, erkeklerin iş
bulamaması nedeniyle çoğu kadın istemediği halde kayıt dışı işlerde düşük statülerde
çalışmakta ve ailesini geçindirmek zorunda kalmaktadır. Yoksulluk örneğinde olduğu
gibi işsizlikte de benzer nedenlerle kadına yönelik şiddet artmaktadır ancak erkeğin
kendi sosyal ve özel yaşamı içindeki konumu sürdürme isteği bir baskıya dönüşerek,
işsizlik durumunda salt gelir elde etme nedeniyle değil psikolojik olarak da kadına
ekonomik şiddeti arttırmasına yol açabilir. Bu şiddeti eş dışında diğer aile mensupları da
yaratabilir. Çalışma hayatına katılımdaki güçlükler ekonomik şiddeti desteklemektedir.
Diğer taraftan, ülkemizde kadınların işgücüne katılım oranlarının bu denli düşük
olmasında ekonomik, sosyal ve kültürel çok çeşitli sebepler vardır. Bunlardan birincisi,
kadın işgücüne olan sınırlı taleptir. Diğer bir neden, kadın işgücü arzının cinsiyete
dayalı işbölümü üzerinde temellenen sosyo–kültürel engeller tarafından kısıtlanmasıdır.
Kadınların isgücü piyasasına katılması, çalışma kararı alması, kadının bireysel
kararlarının ötesinde erkeğin izni ve denetimiyle belirlenmektedir. Özellikle, köyden
kente yeni göçenler arasında evli kadının çalışması hos karşılanmamakta, öncelik
ailenin erkek bireylerinde olmaktadır. Bunun yeterli olmadığı durumlarda ise sıra,
evlenmemiş bekâr kızlara gelmektedir. (ISO, 2006,96)
C.
Hukuksal Yapı
08.03.2012 -Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla
Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Onaylanması Hakkında Karar’da;
“Kadınlara yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir
biçimi” olarak anlaşılmaktadır; Ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin,
kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya
verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit
etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir”, şeklinde
tanımlanmıştır ve ekonomik şiddette şiddet türlerine eklenmiştir. Görüldüğü üzere,
ekonomik şiddetin açık tanımına yer verilmemiştir. Hukuki anlamda gerçekleşen
olumlu gelişmelere rağmen, kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik yasaların kağıt
üstünde kalması uygulamaya geçirilememesi, kadınların yasaların kendilerine verdikleri
haklardan haberdar olmaması gibi nedenlerle şiddetin her türü devam edegelmektedir.
Kadına karşı şiddet dava konusu olsa bile ekonomik şiddet ve ekonomik şiddetten
doğan psikolojik şiddet cezasız kalmaktadır (Duane,2006).
Kadınları ekonomik şiddete maruz bırakan hukuksuzluklar özetle şu şekilde
sıralanabilir: Kanunda açık bir tanımın olmaması dolayısıyla bir cezai yaptırımının
bulunmaması; Kanun önünde kadının ekonomik haklarının tam anlamıyl

Benzer belgeler