2013 • 11(1-2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi

Transkript

2013 • 11(1-2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
2013 • 11(1-2)
2013 11(1-2)
Ankara Üniversitesi ‹letişim
Araşt›rmalar› ve Uygulama Merkezi
iletiim : arat›rmalar› Dergisi
Center for Communication
Research Ankara University
communication : research Journal
iletiim : arat›rmalar› Ankara
Üniversitesi ‹letişim Araşt›rmalar›
ve Uygulama Merkezi taraf›ndan
ç›kar›lan hakemli bir dergidir.
Derginin amac› iletişim alan›n›n
disiplinleraras› yap›s› içinde
düşünce üreten araşt›rmac›lar için
uluslararas› bir forum oluşturmak;
teorik analiz ve tart›şmalar kadar
ampirik araşt›rmalar› yay›nlayarak
iletişim alan›nda bilgi/veri
üretiminin sa¤lanmas›na katk›da
bulunmak; kitap ve araşt›rma
raporlar› ile ulusal ve uluslararas›
konferans ve kongrelerin
de¤erlendirilmesini yapmakt›r. Bu
amaçlar› gerçekleştirmek için
derginin kendini konumlad›¤› s›n›r
bilimsellik, akla uygun olmak ve
eleştirelliktir. iletiim :
arat›rmalar› y›lda iki kez, Nisan ve
Kas›m aylar›nda yay›nlan›r. Dergi
Türkçe, ‹ngilizce, Almanca ve
Frans›zca dillerinde yaz›lm›ş
yaz›lara yer verir. Hakemli bir
derginin gere¤i olarak gönderilen
yaz›lar, yazar›n kimli¤ini bilmeyen
uzman hakemler taraf›ndan
de¤erlendirmeye al›n›r.
communication : research is a
refereed academic journal
published by the Center for
Communication Research Ankara
University. The journal seeks to
establish an international forum for
communication researchers within
the interdisciplinary field of
communication studies; to
contribute to the production of
knowledge and data by publishing
theoretical analyses as well as
empirical research; and to assess
national and international meetings
in addition to publishing book and
research report reviews. In order to
attain these goals, the journal
identifies its extent as the limits
marked by scientificity,
accountability, and critical thinking.
communication : research is
published twice a year in April and
October. Journal’s languages of
publication are Turkish, English,
French and German. Submissions
are sent out to anonymous referees
for blind review.
Sahibi Publisher
Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve
Uygulama Merkezi (İLAUM) ad›na
Prof. Dr. Nuran Yıldız, Müdür
Yay›n Dan›ma Kurulu Advisory Board
Nilgün Abisel
Yakın Do¤u Üniversitesi
Korkmaz Alemdar
Lefke Avrupa Üniversitesi
Aysel Aziz
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Seçil Büker
Gazi Üniversitesi
Stuart Ewen
The City University of New York
(Hunter Collage)
Raşit Kaya
Orta Do¤u Teknik Üniversitesi
Metin Kazanc›
Ankara Üniversitesi
Levent K›l›ç
Anadolu Üniversitesi
Mehmet Küçükkurt
Gazi Üniversitesi
Alois Moosmüller
Münih Ludwig Maximilian
Üniversitesi (Almanya)
Vincent Mosco
Queen’s University
(Ottawa, Kanada)
Filiz B. Pelteko¤lu
Marmara Üniversitesi
Dan Schiller
Illinois Universitesi, ABD
Oya Tokgöz
Ankara Üniversitesi
Ahmet Tolungüç
Başkent Üniversitesi
Ayd›n U¤ur
Bilgi Üniversitesi
Dilruba Çatalbaş Ürper
Galatasaray Üniversitesi
Konca Yumlu
Ege Üniversitesi
Editörler Kurulu Editorial Board
Editör Editor Engin Sarı
Editör Yardımcıları Beris Artan
Editor Assistants
Kevser Akyol
Tasar›m Design
m. Sobac›
‹letiim Adresi Contact Address
Ankara Üniversitesi
‹letişim Araşt›rmalar›
ve Uygulama Merkezi
Center for
Communication Research
Ankara University
Cebeci, 06590, Ankara • Turkey
Tel Phone
(+90.312) 319 77 14
Faks Fax
(+90.312) 362 27 17
E-Mail
[email protected]
http://
ilefdergi.ilef.net
ISSN 1303-7900
iletiim : arat›rmalar› dergisi Ankara Üniversitesi ‹letişim
Araşt›rmalar› ve Uygulama Merkezi taraf›ndan yay›nlanmaktad›r.
© 2014 iletiim : arat›rmalar›. Tüm haklar› sakl›d›r.
communication : research journal is published by Center for
Communication Research Ankara University.
© 2014 communication : research. All rights reserved.
Baskı: Ankara Üniversitesi Basımevi
İncitaşı Sokak No: 10 Beşevler 06510 Ankara
Tel: (0.312) 213 66 55
Basım tarihi:
İ ç in d e k iler
5
Engin Sarı
Edi­törden
Makaleler
9
Abdülrezak Altun
Kadının Çalışmasına Dair
Nazan Kahraman
Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları ve
Kadınların Zihniyet Örüntüleri
35
Esengül Ayyıldız
Alternatif Medyanın Eylemci Pratikleri Üzerine:
“Kürtaj” Tartışmaları Odağında
Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği
81
İlker Özdemir
Türkiye'de Muhafazakar Yaklaşımların
Kültür Anlayışı:
Muhafazakar Entelektüellerin Kültür,
Popüler Kültür ve Kitle Kültürü Görüşleri
123
Uğur Yağan
Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya:
Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya
Kullanımı ve Politik Katılım Üzerine
Ampirik Bir Çalışma
155
Özge Yalçın
Avrupa Birliği'nde Neoliberal İletişim
Politikaları Kıskacında
Kamu Hizmeti Yayıncılığı
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2)
4 • iletişim : araşt›rmalar›
Etkinlik Değerlendirmesi
Gülsüm Depeli
LaborComm-2013:
189
İnançta ve Toplumsal Yaşamda
Alevilikte Kadın:
Eşitlik sorgusundan kimlik tartışmalarına
197
Ersin Tek
LaborComm-2013:
Can Irmak Özinanır
Marksizm 2014
IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı
Kitap Eleştirisi
207
Duygu Çayırcıoğlu
Türk Sinemasında Tarih ve Bellek
213
Bu Sayıdaki Yazarlar
5
Editörden
Engin Sarı
iletişim : araştırmaları’nın 2013 1-2 sayısı ile karşınızdayız.
İletişim araştırmaları alanındaki bilgi birikimine katkı yapmaya çalışan dergimiz, eksik sayılarını tamamlayarak yazarlar ve hakemlerimizin emekleriyle niteliğini her sayıda biraz daha arttırıyor. Bu sayımızda beş makale, iki akademik etkinlik değerlendirmesi ve bir kitap
eleştirisi yer alıyor.
Sayının “Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet
Kalıpyargıları ve Kadınların Zihniyet Örüntüleri” başlıklı birinci
makalesi Abdülrezak Altun ve Nazan Kahraman’a ait. Altun ve
Kahraman, kültürel ve toplumsal olarak inşa edilen toplumsal cinsiyet
rollerine ilişkin kalıpyargıların, kadınların çalışma yaşamına girmeleri
konusundaki etkilerini inceliyor. Yazarlar, genel olarak kadınların
aleyhine işleyen bu kalıpyargıların, kadınların büyük bir bölümü tarafından da içselleştirilidiğinin tespitiyle, İŞKUR tarafından, Temmuz
2010 – Mayıs 2013 tarihleri arasında Türkiye’nin 43 ilinde gerçekleştirilen Kadın İstihdamının desteklenmesi Operasyonu kapsamındaki
etkinliklere katılan kadınlarla yapılan görüşmelerden yola çıkarak,
kadınların çalışmasına dair toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının onların zihniyet örüntülerine girdiğini açıklıyorlar.
İkinci makale Esengül Ayyıldız'a ait ve “Alternatif Medyanın
Eylemci Pratikleri Üzerine: 'Kürtaj' Tartışmaları Odağında Bianet’in
Haberciliği ve Eylemciliği” başlığını taşıyor. Ayyıldız makalesinde,
iletiim : aratırmaları • © 2013 • 11(1-2): 5-7
6 • iletiim : aratırmaları
kürtaja ilişkin kamusal tartışmanın döndüğü toplumsal iletişim ortamında, karşı-politik söylem alanının iktidarın konuşma alanıyla ilişkisini, bu iki ortamın kesişme-ayrışma noktaları ve zihniyet yapılarını
anlamayı deniyor. Bunun için örnek olay olarak Bağımsız İletişim
Ağı’nın “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyası etrafınaki
haber içerikleri üzerinden kürtaj tartışmalarını inceliyor ve “bianet gibi
bir alternatif medya alanının eylemci pratiklerinin karşı politik eylemler açısından sağladığı olanaklara ve olanaksızlıklara odaklanıyor.
“Türkiye’de Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı:
Muhafazakar Entelektüellerin Kültür, Popüler Kültür ve Kitle Kültürü
Görüşleri” başlıklı üçüncü makalenin yazarı İlker Özdemir. Makalede
Özdemir, Türkiye’ye egemen olan milliyetçi ve muhafazakar dünya
görüşlerinin popüler kültür ve kitle kültürü anlayışlarının pek bilinmediğinden yola çıkarak, halen Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürütmekte olan Türkiye’de muhafazakar kesimin önde gelen iletişim
bilimcilerinden Prof. Dr. Nabi Avcı ile iletişim bilimci Prof. Dr. M. Naci
Bostancı’nın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü kavrayışlarını ele
alıyor. Bu kapsamda, Avcı ve Bostancı’nın yazmış oldukları kitapları
Türkiye’de muhafazakar sağda yer alan entellektüellerin popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakış açılarını ve popüler kültür eleştirisindeki yer ve konumlarını anlayabilmek ve ortaya koyabilmek açısından mercek altına alıyor.
Uğur Yağan “Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: Üniversite
Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanımı ve Politik Katılım Üzerine
Ampirik Bir Çalışma” başlıklı makalesinde sosyal medya kullanımı ve
politik katılım arasındaki ilişkiyi, sosyal medya kullanıcıları üzerine
yaptığı görgül bir araştırma ile inceliyor. Yazar, 251 üniversite öğrencisinin katıltıdığı bir tarama çalışmasından elde ettiği verileri, enformasyon toplumu ve kamusal alan tartışmaları çerçevesinde değerlendiriyor. Yağan, araştırmasında iki önemli sonuca dikkat çekiyor: İlk olarak
sosyal medya kullanımı potansiyel olarak daha fazla habere ulaşmayı
ve politik bilgi edinmeyi desteklemekle birlikte politik katılım ve sosyal medya kullanımı arasında doğrudan bir ilişki yoktur. İkinci önemli sonuç ise öğrenciler sosyal medyada çoğunluğun aykırı kabul edilebileceği politik fikirlerini paylaşmamayı tercih etmemeleridir.
Sarı • Editörden • 7
Sayımızın son makalesi Özge Yalçın’ın “Avrupa Birliği’nde
Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı”
başlıklı yazısı. Yalçın makalesinde, Neoliberal ekonomi politikasının
ve yeni medya teknolojileriyle ivmelenen yöndeşmenin, uluslararası
sermayenin iletişim sektöründe daha önce tanık olmadığımız ölçüde
yoğunlaşmasına neden olduğunu belirtiyor. Bu süreçte de, kamu hizmeti yayıncılarına verilen önemin azaldığını ve bunun da Avrupa ve
dünyada kamu hizmeti yayıncılarını ayakta kalma stratejileri geliştirmek zorunda bıraktığına dikkat çekiyor. Bu çerçevede yazar, Avrupa’da
neoliberal dönemlerin kamu hizmeti yayıncılığı anlayışını, kamu hizmeti yayıncılarının varlığını sürdürebilmek adına geliştirdikleri strateji ve politikaları tartışıyor.
Bu sayımızda iki de bilimsel etkinlik değerlendirmesine yer veriyoruz. İlk değerlendirme, Gülsüm Depeli’nin 11 – 12 Aralık 2014 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi ATAUM Konferans Salonunda gerçekleştirilen “İnançta Ve Toplumsal Yaşamda Alevilikte Kadın: Eşitlik
sorgusundan kimlik tartışmalarına” başlıklı konferansa dair yazısı.
İkinci etkinlik değerlendirmesi ise, Can Irmak Özinanır ile Ersin Tek’in
İstanbul’da 16-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen ve 1992’den
bu yana her yıl düzenli olarak yapılan Marksizm toplantıları hakkında.
Sayıdaki son yazı, Duygu Çayırcıoğlu’nun, Senem Duruel
Erkılıç’ın Deki Yayınlarından çıkan “Türk Sinemasında Tarih ve
Bellek” başlıklı kitabı hakkındaki değerlendirmesi.
Her zaman olduğu gibi bu sayımız da yazarlar, hakemler ve tasarımcılarımızın değerli emeği ve katkıları sayesinde yayınlanabiliyor.
Hepsine teşekkür ederim. Dergimizin, siz okuyucularının katkı ve
eleştirisine her zaman açık olduğunu bir kez daha hatırlatır, iyi okumalar dilerim.
8 • iletiim : aratırmaları
9
Kadının Çalışmasına Dair
Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları
ve Kadınların Zihniyet Örüntüleri
Abdülrezak Altun
Nazan Kahraman
Özet
Biyolojik cinsiyetimizden bağımsız olarak, kültürel olarak belirlenen ve toplumsal
yaşamda kadınlar ve erkekler olarak nasıl davranmamız gerektiğine ilişkin kuralları
belirleyen toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargılar, kadınların önünde, başka
pek çok alanda olduğu gibi çalışma yaşamına girme konusunda da önemli bir engel
oluşturmaktadır. Bu kalıpyargılar, pek çoğu kadınların aleyhine işliyor olsa da
maalesef kadınların büyük bir kısmı tarafından da kabul görmektedir. Bu çalışma,
İŞKUR tarafından, Temmuz 2010–Mayıs 2013 tarihleri arasında Türkiye’nin 43 ilinde
gerçekleştirilen Kadın İstihdamının desteklenmesi Operasyonu kapsamında yapılan
çalışmalara katılan 26 kadın ile yapılan görüşmelerden yola çıkarak, kadınların
çalışmasına dair toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının onların zihniyet örüntülerine
nasıl sirayet ettiğini açıklamaya çalışmaktadır.
Anahtar sözcükler: Toplumsal cinsiyet, çalışma hayatı, kadın, istihdam, kalıpyargı
Gender Streotypes and Women's Mental Patterns Regarding Women's Career
Abstract
The stereotypes concerning gender roles, which are defined culturally independent
from sex and define our social behaviour as men and women, constitute a significant
obstacle against women in entering into working life as in many other areas. These
stereotypes, unfortunately, are accepted by a large majority of women; although most
of them work against women. This study, which is based upon the interviews with 26
women participated in the studies done under Promoting Women’s Employment
Operation in 43 provinces of Turkey tries to explain how gender stereotypes regarding
women’s work ensure into their mindset patterns.
Keywords: Gender, working life, woman, employment, stereotype
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 9-34
10 • iletiim : arat›rmalar›
Kadının Çalışmasına Dair
Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları
ve Kadınların Zihniyet Örüntüleri
Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, toplumsal yaşamın
diğer alanlarında olduğu gibi, işgücü piyasasında da bir ayrımcılığa ve
eşitsizliğe maruz kalmaktadırlar1. Biçimi ve düzeyi, ülkeden ülkeye,
bölgeden bölgeye ve kültürden kültüre farklılık gösterse de, bütün
dünyada kadınların işgücü piyasasına katılımlarının önündeki en
büyük engellerden biri de, onların cinsiyetleri üzerine temellendirilen
toplumsal cinsiyet algılarıdır2. Kadını, biyolojik cinsiyetinin sınırları
içinde, öncelikle “soyun devamı için doğuran” olarak algılayarak ve
onu ağırlıkla “ev” ile sınırlandıran ve toplumsal yaşamın, eğitim başta
olmak üzere diğer alanlarında hep ikincil konuma yerleştiren ataerkil
toplumsal kavrayışın izleri günümüzde üretim ilişkilerinin temel biçimini oluşturan kapitalist düzende de sürmektedir.
İnsanlığın toplumsal gelişim sürecine bağlı olarak, dönüşümü,
tarım devrimi öncesinde avcılık toplayıcılık dönemi ile ilişkilendirilen
toplumsal cinsiyet temelli işbölümü3, kadın ve erkeğin emeğini üretkenlik temelinde ayırarak, erkek emeğini, dışarıda, aktif ve üretken,
kadın emeğini ise ev içi (pasif – görmezden gelinen) emek olarak algılarken, kapitalist üretim biçimleri de bu algıyı olduğu gibi kabul edip,
deyim yerindeyse “sabitlemiştir”4. Erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmalarını sağlayan bir hiyerarşiye imkân veren ataerkil sistem
(Hartman, 2006) ile de birleşince, bu karşılıklı etkileşimin somut sonuçları işgücü piyasasında daha belirgin biçimde ortaya çıkmaktadır;
kadınların erkeklere nazaran daha zor eriştiği eğitim ve istihdam hizmetleri, kadınlara ödenen daha düşük ücretler, toplumsal cinsiyet
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 11
temelli bir işbölümü gerekçe gösterilerek kadın ve erkek arasında
ayrımlaştırılan iş ve meslekler…
Kadınlar, işgücü piyasasının eşit bireyleri olarak değil, sürekli geri
bırakılan ve gerek toplumsal ve gerekse de yasal düzeyde korumaya
ihtiyaç duyulan toplum kesimleri5 olarak, toplumsal hayatın diğer
alanlarında olduğu gibi, çalışma hayatına da geç dâhil olmuşlardır.
Diğer taraftan kadınların işgücü piyasasında varlıkları da sürekli
ihmal edilmektedir. Çünkü aktif olarak çalışmayan bir erkek için,
“hasta, yaşlı, hapiste” gibi iş yapamaz bir durum içinde olma ya da
geçinebilecek kadar paraya sahip olmama gibi yargılar akla gelirken ve
asla “ev erkeği” gibi bir tanımlama söz konusu olmazken, çalışmayan
bir kadın için herhangi bir bahane söz konusu olmaksızın doğrudan
“ev kadını” olduğu akla gelmektedir (Özbay, 1990). Bu yaklaşımın
tezahürü, ev dışında çalışarak sosyal statü, para ve güç kazanan erkeğe
karşılık, evin bir mekân ve bir topluluk olarak tüm (bakım) sorumluluğunu üstlenen fakat ataerkil söyleyişe göre “evde oturan kadın” algısıdır6.
Kadınların işgücü piyasasında dezavantajlı konumlarının en belirgin göstergesi, her dört erkekten üçü işgücü piyasasına katılırken,
ancak her dört kadından birinin işgücü piyasasına katılabilmesidir7.
Öncelikle ülkemiz açısından bu kadar büyük bir kadın nüfusunun
işgücü piyasasının dışında olmasının ortaya çıkardığı önemli sorunlardan birini, bu kesimin “ucuz emek kaynağı”8 olarak görülüp, özellikle
de kayıt dışı sektörlerde sömürüye açık hale gelmeleri oluşturmakta-
12 • iletiim : arat›rmalar›
dır. Çoğunlukla az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde görülse
de (International Labor Conference, 2002: 31-32) cinsiyete dayalı bu
eşitsizliğe, bütün dünya ülkelerinde rastlandığını ifade etmek abartılı
bir değerlendirme sayılmamalıdır. Aynı biçimde Türkiye’de de kadınlar, daha çok emek yoğun ve vasıf gerektirmeyen işlerde daha fazla
tercih edilmekte ve her türlü sosyal güvenceden yoksun bir şekilde
çalışarak erkeklerden daha az gelir elde etmektedirler9.
Türkiye’de Tanzimat döneminin getirdiği sosyo-ekonomik değişimlerle toplumsal hayat içindeki konumları güçlenen ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru çalışma hayatına giren kadınlar (Ortaylı,
2007: 20-21), yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra yaşanan kentleşme ve kırdan kente göçle beraber işgücü piyasasında daha çok yer
almaya başlamışlardır (Berber ve Eser, 2008: 2). Fakat Türkiye’de kentleşme sürecinin yoğunlaşmaya başladığı 60’lı yıların ortasından itibaren, aradan geçen çeyrek asra rağmen kadınların işgücü piyasasındaki
varlığının yeterli olmadığını ve hatta dezavantajlı bir konumda olduğunu söylemek gerekir (Ecevit, 1998: 267).
Bunun yanı sıra 2023 kalkınma hedefleri içinde işgücüne katılım
oranının % 38’ler seviyesine çıkarmayı hedefleyen Türkiye’de kadınların sosyoekonomik durumlarını güçlendirmek ve hayatın her alanında
erkeklerle eşit fırsatlara sahip olmalarını sağlayacak farkındalığı oluşturmak için son yıllarda oldukça fazla çaba sarf edildiği de açıktır
(ASPB KSGM, 2013). Ancak, kadınların işgücü piyasasına katılmaları
konusunda sağlanan bütün ilerlemelere rağmen, en başta da değinildiği gibi toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algılar, kadınların işgücü
piyasasına katılmalarının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.
Üstelik bu algılar, sadece erkekler tarafından değil, -pek çoğu kadınların aleyhine işliyor olsa da- maalesef kadınların kendileri tarafından
da kabul görmektedir10. Kuşkusuz bu durumun ortaya çıkmasında,
kadınların bilinçli tercihlerinin değil, doğdukları andan itibaren kendilerini kuşatan ve biçimlendiren ataerkil toplumsal düzenin belirleyici rolü vardır. Kadınların toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algıların
en belirleyici olanları, kadını “annelik ve yuva/ev” ile ilişkilendirenlerdir. “Yuvayı dişi kuş yapar” deyişinin belirlediği sınırlar, kadını
annelik ve ev işleri çerçevesinde eve hapsetmektedir. Toplumsal algı-
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 13
lar, kadınlara ücretli çalışmaya başladıklarında da ev kadınlığı ve
analıkla ilgili işlevlerini yerine getirmek zorunda olduklarını hissettirmektedir.
Kadının çalışma hayatına katılması çerçevesinde, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin diğer sorunlu bir algıyı da, işlerin “kadın ve erkek
işi” olarak ayrımlandırılması oluşturur. Her ne kadar yasalarımızda
cinsiyet ayrımcılığını engelleyen düzenlemeler yapılmış olsa da11, toplumsal düzlemde, herhangi bir iş ya da pozisyon için “kadına uygun
olan, ya da olmayan” ayrımının yapılmakta olduğu bir gerçektir.
Toplumsal cinsiyet rollerine dair yaygın yargılar kadınların çalışma hayatına katılmalarına dair toplumsal tutumları da belirlemektedir. Evin geçiminin erkek tarafından sağlanacağına ilişkin yargı, “eşini
çalıştıran” erkeğin statüsünün çevresinde sorgulanmasına neden olabilmektedir. Geleneksel toplumsal ilişkilerin egemenliğini koruduğu
çevrelerde, özellikle evli bir kadının ücretli olarak başkasının yanında
çalışıyor oluşu, kocanın aile geçimine ilişkin sorumluluklarını tam
olarak yerine getirmediği ile ilişkilendirilmekte ve olumsuz karşılanmaktadır12.
Çalışmanın Tanımı
Tam da bu noktada, bu çalışma, kadınların kendi perspektifinden
çalışma hayatına katılmak konusunda toplumsal cinsiyet rollerine
ilişkin kalıpyargılarla belirlenmiş zihniyet örüntülerini anlamaya
odaklanmaktadır. Çalışma, İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi
Operasyonel Programı altında Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü
tarafından yürütülen “Kadın İstihdamının Desteklenmesi
Operasyonu”13 kapsamında gerçekleştiren proje ziyaretlerinde proje
yararlanıcısı kadınlarla yapılan görüşmeler üzerine yapılandırılmıştır.
Kadınlarla yapılan görüşmelerden, onların toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargılar dahilinde çalışma hayatına katılmaları konusundaki erkekegemen algıları hangi oranda benimsedikleri ve reddettikleri açığa çıkarılmaya çalışılmıştır. Ancak çalışmada, değinme
imkanı doğdukça, kadınların ağırlıkla eşleri olmak üzere, erkek yakın-
14 • iletiim : arat›rmalar›
Tablo 1: Çalışma kapsamında görüşlerine yer verilen kadınların genel
görünümleri
Kod
Yaşadığı şehir
Yaş
İş tecrübesi
Eğitim
Medeni
durumu
Çocuk
K1
Hatay
40
Ücretsiz aile
işçisi olarak
çalışmış
Lise
Evli
2
K2
Hatay
23
Alışveriş
merkezinde satış Lise
temsilcisi
Bekâr
-
K3
Hatay
43
Yok
İlköğretim
Evli
2
K4
Hatay
41
Yok
Üniversite
Evli
2
Meslek
Lisesi
Boşanmış
1
K5
Sivas
26
4 ay sigortalı
çalışmış
K6
Sivas
26
Yok
Lise
Bekâr
-
İlköğretim
Evli
3
K7
Sivas
38
Ev eksenli
çalışmış
K8
Sivas
39
10 yıl
İlköğretim
Evli
3
K9
Trabzon
28
Yok
İlköğretim
Evli
2
K10
Trabzon
34
Yok
İlköğretim
Evli
3
K11
Trabzon
39
Yok
İlköğretim
Evli
2
K12
Trabzon
36
Yok
Lise
Evli
2
K13
Trabzon
35
Yok
İlköğretim
Evli
2
K14
Trabzon
27
Ücretsiz aile
işçisi
Liseye
devam
ediyor
Evli
1
K15
ÇorumSungurlu
40
Yok
İlköğretim
Evli
2
K16
Bingöl-Genç
22
Yok
Lise
Bekar
-
K17
Bingöl-Genç
19
Yok
Lise
Bekar
-
K18
Tokat-Turhal
36
Yok
Lise
Evli
3
K19
Tokat-Turhal
23
Yok
Lise
Bekar
-
K21
Kayseri
40
Yok
İlköğretim
Evli
3
K22
ÇorumSungurlu
31
Yok
İlköğretim
Evli
2
K23
Bingöl-Genç
36
Yok
İlköğretim
Evli
2
K24
Tokat-Turhal
24
Aile işletmesinde Lise
Evli
1
K25
Kayseri
39
Yok
İlköğretim
Evli
2
K26
Van
40
Yok
İlköğretim
Evli
4
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 15
larının görüşlerine de erkeklerin toplumsal cinsiyet algısını anlamak
amacıyla yer verilmiştir. Çalışma kapsamında görüşlerine başvurulan
26 kadının genel profilleri Tablo 1’de verilmiştir.
Bulgular
Aile bireylerinin iznine dair yargılar
Kadınların önemli bir kısmının, konumlarına bağlı olarak eşlerinden, ağabeylerinden, erkek kardeşlerinden ya da erkek/kadın aile
büyüklerinden izinsiz/habersiz evin dışında olmalarının pek de onaylanmadığı bir toplumsal yapıda, ücretli olarak başka bir yerde çalışmak
söz konusu olduğunda da benzer tutum ve davranışlarla karşı karşıya
kaldıkları açıktır14. Çünkü kadınların, işgücü piyasası ile ilişkilerinde
kendileri dışında başka aktörlerin belirleyici rolü bulunmaktadır. Dolayısıyla kadınların çalışma yaşamına katılımı, kendi bireysel kararından
çok ailenin erkek bireylerinin kararlarına bağlıdır (Eyüboğlu vd., 2000;
Demirel vd., 1999).
Çalışma yaşamına katılmak ya da o alanda kalmak, özellikle evli
kadınlar açısından daha da zordur. İŞKUR’un Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu kapsamında 2012 yılında yaptırdığı İşgücü
Piyasası Analizine göre, on kadından dördü «kadınların evlendikten
sonra çalışmayı bırakması gerektiği” görüşüne katıldığını belirtmektedir.
Bu görüşün temelinde bir gerekçe olarak, özellikle genç kadınların
evlilikle birlikte artan ev içi sorumlulukları gösterilse de, aynı oranda
önemli bir neden de, eşin ve özellikle eşin akrabalarından oluşan diğer
aile büyüklerinin kadının çalışması konusundaki olumsuz yargılarıdır.
Özellikle geleneksel toplumsal ilişkilerin egemenliğini devam ettirdiği
bölgelerde genç kızların “çeyizlerine katkı olsun diye” çalışmaları bir
ölçüde hoş karşılansa da, çalışma hayatının evlilik sonrası devamında
sorunlar yaşanmaktadır. Ülkemizde her on kadından üçünün “eşi/
babası” istemediği için çalışamadığı veya isten ayrılmak zorunda kaldığına dair veriler de mevcuttur (İŞKUR, 2012)15.
Erkek aile bireylerinin “ailenin geçimini erkek sağlar, kadının yeri
evidir” görüşü ile meşrulaştırarak kadınların işgücü piyasası ve istih-
16 • iletiim : arat›rmalar›
damla ilişkilerine müdahaleleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ekonomik şiddet16 olarak tezahüründen başka bir şey değildir. Çünkü
kadının ev dışında bir işte ücretli olarak çalışma isteği bu eşitsizliğin
miktarı ile yakından ilgilidir. Bir başka ifadeyle bu kararı kendi başına
alabilen kadının çalışma kararı, sahip olunan özgürlükle ilgilidir17.
“Korumaya muhtaç” ve ailedeki erkeklerin sorumluluğundaki kadının
çalışma hayatına girmesinde toplumdaki olumsuz yargılar ve “el ne
der” kaygısı vardır.
Çalışma kapsamında görüşlerine başvurulan kadınların hemen
hepsi, çalışma hayatına girmeleri konusunda kendileri dışında bir
karar verici aktörden söz etmekte ve bu aktörlerin karar verme edimlerini onaylamaktadır. Bu kadınlardan sadece, babasını kaybetmiş,
annesi ve ağabeyi ile yaşayan, annesi ve ağabeyi de çalışan K20, kendisinin çalışması konusunda aile bireylerinin doğrudan karar verici
konumunda olmadığını, ama çalışma düşüncesini onlarla paylaştığını
ve desteklerini aldığını dile getirmiştir. K22 ile görüşülürken düşüncelerini araştırmacılarla paylaşmak istediğini söyleyen eşi ise şunları
belirmiştir: “Karımın çalışabileceği işlerin maaşı oldukça düşük. Asgari
ücret karımın dışarıda çalışmasına değmez. Ondan sonra bir de kreş parası
çıkacak. En iyisi evde otursun çocuklarımıza baksın, ben başka bir şey istemiyorum. Bu nedenle karımın çalışmasına izin vermedim. Şimdi arkadaşlarıyla
heveslendiler ben de kırmak istemedim, hem de çocuğumuz büyüdü”.
Mesleki eğitim kursundan sonra bir meslek edinen ve çalışmaya
başlayan K15’in eşi ise, karısının çalışma hayatına katılmasıyla ilgili
süreci aktarırken, toplumsal cinsiyet algılarına ilişkin kalıpyargıları
kendi perspektifinden şöyle aktarmıştır: “... Eşim çalışmak istediğinde
başlangıçta biraz düşündüm. Çünkü ben eşime ve çocuklarıma bakabiliyordum, eşimin bir şeye ihtiyacı yoktu. Sonra burası küçük yer18 ve bunu insanlar nasıl karşılar diye düşündüm. Sonra eşime çok güvendiğim için ve kendisini koruyacağını bildiğim için çalışmasına izin verdim. Eşim çalışmaya
başladı bu sefer de etraf tuhaf karşılamaya başladı. Ama ben her şeye rağmen
eşimin çalışmasının iyi olacağını düşünüyorum”. K15’in eşinin, bu sözlerinde, “Evin geçimini erkek sağlar” ve “Evin dışı kadınlar için uygun değildir” kalıpyargılarını hemen algılamak mümkündür. Ayrıca, “Burası
küçük yer” vurgusu, bu kalıpyargıların toplumsal yaşamda geleneksel
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 17
bakış açılarının egemenliğini sürdürdüğü yerlerde, toplumsal cinsiyet
rollerine ilişkin algıların gücünü ifade etmektedir.
Kadınların çalışma hayatına katılmasını sağlayan bir mesleki eğitim projesinin koordinatörü ise yaptıkları bir bilgilendirme toplantısında çalışmaya katılacak kadınlardan birisinin erkek kardeşinin,
kadın istihdamı yönündeki çabaları “fasa fiso” olarak değerlendirdikten sonra kendisine şunları söylediğini aktarmıştır: “Ben bu işten bir şey
çıkacağını sanmıyorum. Sadece kız kardeşim çok istediği ve ısrar ettiği için
kendisine izin verdim ve onunla bizzat buraya gelerek burada neler yaptığını
gözümle görmek istedim”.
Daha önce hiç çalışmamış olan K3, satış temsilcisi olarak çalışırken işinden ayrılan kızı K2 ile birlikte bir işyeri açmak istediğinde
eşinin ve erkek çocuğunun kendilerini desteklediğini, çünkü bunun
bir “aile işletmesi” olabileceği fikrinden hareket ettiklerini beyan ederken, belki de bu tanımdaki “aile” kavramının güven veren sihirli gücünü ifade etmektedir. Toplumda erkek işi olarak adlandırılan bir alanda19 kendisine bir iş yeri açan K21 ise: “...eşimin çok büyük desteği oldu
onun sayesinde başardım” derken eşinin önce “izin vermek”, sonra “destek
olmak” şeklindeki katkısı olmasa böyle bir işe kesinlikle niyet bile
etmeyeceğini belirtmiştir.
Kadınların çalışma hayatında “aile reislerinin” veya en azından
“aile içindeki karar vericilerin” desteğini almalarının hayati önemini
K16, “...Bir kadın bir şeyi isterse (her ne olursa) olsun, aile desteğini de yanına aldıktan sonra her şeyi yapabilir” cümlesiyle ifade etmiştir. Burada
bahsedilen “aile desteği” ailenin erkek bireylerinin iznidir.
Analık ve ev ile ilişkili yargılar
Kadınların işgücü piyasasına girişleri başta olmak üzere, bu piyasalardaki konumları ve sürekliliklerini belirleyen ve toplumsal cinsiyet kalıpyargıları ile ilişkili bir başka unsur da kadının temel görevine
ilişkin algılardır. Doğurabilme kabiliyeti ile ilişkilendirilerek, kadınlara yüklenen en önemli toplumsal rol analıktır. Dolayısıyla kadınlar
öncelikle, evde çocukların bakımı ve büyütülmesi ile sorumlu görülmektedir. Ev dışındaki çalışma ortamı, kadının temel görevi olarak
18 • iletiim : arat›rmalar›
kabul gören analık konusunda kısıtlamalar getireceğine dair endişelerle karşılanmaktadır. İstihdam söz konusu olduğunda da “ev ve analık” görevleri öncelenerek yapılan tercihler yaygındır ve kabul görmektedir. Örneğin genç kızlar için sıklıkla “öğretmenlik” önerilirken,
yarım gün çalışma ve günün arta kalanında da ev ve çocuklarla ilgilenme şansı sık vurgulanan gerekçelerdendir.
Kadınların gerçek deneyimleri ne olursa olsun, öncelikle bir “ev
hanımı” olarak tahayyül edilmeleri, bu tipin bir “ideal” olarak güçlendirilmesi ve de evin dış dünyanın tüm kirliliklerinden arınmış, namus
ve iffetin yeri olarak kutsanması (Bora, 2010: 59-60), kadını öncelikle
aile içinde, eve bağımlı ve evde konumlandırmaktadır. Küresel kapitalizmin kadın işgücüne duyduğu ihtiyacın artmasına (Sancar, 2011: 59)
rağmen, kadının toplumsal ve ekonomik hayata katılımını olabildiğince kısıtlayan bu algı bu kez toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında
“erkeklere yüklenen rollerle” de ilişkilenir ve katlanır. “Ailenin geçimini
erkek sağlar” algısı, “kadının yeri evidir” algısını güçlendirmektedir.
Öyle ki, çalışma sırasında görüşülen erkeklerden biri, eşinin çalışmasını kendisini aşağılayıcı bir durum olarak gördüğünü şu sözlerle ifade
etmiştir: “Ha karım çalışmış, ha da ben etek giyip sokaklarda gezmişim; ikisi
de aynı. Ben daha o kadar düşmedim.20”
Kadınlara temel görev olarak dayatılan “analık ve ev işleri”nin
onların işgücü piyasasına katılmasının önünde nasıl bir engel oluşturduğunu istatistikler de göstermektedir. İstatistiklere göre işgücü piyasasına dâhil olmayan 19.581.000 kadının 11.992.000’si “ev işleriyle meşgul olduğunu” ifade etmektedir (TÜİK, 2012). Yani işgücüne katılmayan her 100 kadından 61’i katılmama gerekçesini “ev işleri” olarak
göstermiştir21. Erkeklerde ise “ev işleriyle meşgul olma” işgücüne dâhil
olmama nedenleri arasında dahi sayılmamaktadır. Kadınlar açısından
işgücü piyasasına girişin önündeki en büyük engel olarak görülen “ev
işleriyle meşgul olma halleri” iş ve aile yaşamı arasındaki çatışmanın
(İlkkaracan, 2010) bir göstergesi olarak okunabilir.
Kendisiyle görüşülen kadınlardan dokuzu, öncelikli sorumluluklarının ev işleri ve çocuk bakımı olduğunu ve ancak çocuklar büyü-
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 19
dükten sonra çalışmak istediklerini ve bunu eşleri veya aile bireyleri
nezdinde dile getirebildiklerini belirtmişlerdir. Bir başka ifadeyle
bakım sorumluluğu, kadınların önemli bir kısmını işgücü piyasasından uzaklaştırmıştır. İşgücü piyasasında on yıllık çalışma deneyimi
bulunan ve bakım sorumluluğu nedeniyle işten ayrılmak zorunda
kalan K8 durumu şu şekilde özetlemektedir: “...İkinci çocuğum olunca
işimi bırakmıştım, bakacak kimse yoktu. İlk çocuğuma annem bakmıştı.
İkincisine de bakmasını isteyemedim. Zaten yaşlandı da... Çocuğumun kendi
ayakları üstünde durması ile tekrar çalışmak istedim. Aynı zamanda ekonomik
sorunlardan dolayı da çalışmak zorunda kaldım ve tekrar çalışmaya başladım.”
Evlendikten sonra işten ayrılan, fakat süreç içinde tekrar çalışmaya başlayan K24, çalışması konusunda toplumun bakış açısını dile
getirmektedir: “...Bekârken kendi işyerimizde çalışıyordum. Evlendikten
sonra eşimin maddi durumu iyi olduğu için çalışmadım. Zaten eşim evimin
hanımı olmamı istedi. Sonra eşimin işleri iyi gitmedi ve ben çalışmak zorunda
kaldım bu sefer de etraf benim çalışmamı hoş karşılamadı.”
Kadınlar bir biçimde çalışıyor olsalar da, erkeklerin kadınlara
görev olarak atfedilen sorumluluklarına destek olmadıkları ise bir
vakıadır. Dolayısıyla kadın, ev içi sorumluluklarını ve işinin gereklerini aynı anda karşılayabilmek için insanüstü bir gayret göstermektedir.
Bu koşularda çalışma hayatında kendilerine yer bulmaya çalışan
kadınlar, ev içi ve dışı” hayatı bir biçimde uyumlaştırmak zorunda
kalmaktadırlar. Görüşülen kadınlar, bunu yaparken “daha erken kalkma,
daha geç yatma, daha hızlı hareket etme” gibi pratikler geliştirmek zorunda kaldıklarını söylemişlerdir.
Bakım sorumlulukları ve geleneksel roller, kadınların işgücü piyasasına yeterince girememesi yanında çok daha önemli bir sorunu da
beraberinde getirmektedir. Bu da kadınların herhangi bir aile işletmesinde sosyal güvenceden yoksun olarak aile bireyleriyle birlikte “ücretsiz aile işçisi” olarak çalışması ve emeğinin görünür olmamasıdır.
Ülkemizde istihdamdaki kadınların % 33’ü ücretsiz aile işçisi olarak
çalışmaktadır22. Ağırlıkla tarım kesimindeki kadınlar arasında yaygın
20 • iletiim : arat›rmalar›
olan ücretsiz aile işçiliği, nispeten “şehirli” kadınlar arasında da sık
görülmektedir. On sekiz yıldır eşine ait bir işyerinde (markette) ücretsiz aile işçisi olarak çalışan K1’in aktardığı deneyim önemlidir: “...
Çalıştığım süre boyunca hiç bir sosyal güvencem, hiçbir maaşım, hiçbir
şeyim yoktu... Eşimle çalışırken, kendime ait bir zamanım, kendime ait
bir param ve özgüvenim yoktu... Yaptığım işi sevmediğim için çok
verimli olmadığımı düşünüyordum. Boş bir şekilde çalışıyordum ama
bütün günüm orada geçiyordu. Sabah, öğle, akşam hiç evime gidemiyordum. Market benim bütün zamanımı alıyordu ama beni hiç tatmin
etmiyordu. Sanki boşuna çalışıyor gibiydim. Çünkü kendime ait hiçbir
şeyim yoktu... Bu kadar çalışmama rağmen iki çocuğuma yeterince
yardımcı olamıyor, onlara bakamıyordum. Onlara hiçbir şey yapamadım, kızımı dershaneye bile gönderemedim...”
Diğer taraftan bakım sorumluluğu nedeniyle çalışmaya bir süre
ara verdikten sonra tekrar çalışmaya başlayan K23: “İkinci çocuğuma
hamile kalınca işten ayrıldım. Sonrasında çocuk bakımı falan derken uzun bir
süre çalışma fırsatım olmadı. Sonra çocuklarım büyüdü ve okula gidiyorlar.
Büyüdükçe masrafları da artıyor tabi. Ben de evin gelirine katkıda bulunmak
istedim. Ayrıca da çalışmayı öz güvenim olsun diye istedim.”
Kadınlara uygun iş algısına dair yargılar
Kadınların çalışma hayatına katılmalarını kısıtlayan algılardan bir
diğeri de, kadının çalışacağı işin ve işyerinin kadınlara uygun olması
gerektiği yönündedir. Evin dışının kadınlar için “tehlikeli” olduğu
düşüncesi, işyerinin ve işin, çalışmak durumunda kalan kadının cinsiyetine uygun bir ortamı gerekli görmektedir. “Kadına uygun iş” tanımı
farklı unsurları barındırmaktadır; Kadının bedensel kapasitesine
uygun olma, eve yakınlık, kadınlıkla özdeşleştirilen dikiş, yemek,
bakım, temizlik gibi işlerden biri olma, ev sorumlulukları için zaman
yaratma… ve benzeri Ama önemli unsurlardan biri de, “kadının namusuna halel gelmeyecek” bir ortama sahip olması.
Özellikle ilişkilerin geleneksel biçimini koruduğu kesimlerde, “işin
ve iş yerinin kadına uygunluğu” önemli bir soruna dönüşmektedir.
Dolayısıyla herhangi bir nedenle çalışma hayatına katılacak kadınlara
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 21
öncelikle -endüstriyel olarak örgütlenmiş olsa da- geleneksel olarak
“kadın işi ya da kadınlar tarafından yapılan iş” olarak tanımlanabilecek
alanlar seçenek olarak sunulmaktadır. Annelik kavramı ile bütünleşik
biçimde çocuklar söz konusu olduğu için öğretmenlik, ev işlerinin
doğal bir uzantısı olarak görülen bakım sorumluğundan yola çıkarak
hemşirelik, ya da aile bireylerinin giydirilmesi sorumluluğundan yola
çıkarak, terzilik/tekstil işçiliği gibi işler toplumda kadınlara uygun işler
olarak görülmektedir. K23’ün, yöresel yiyecek üretimi ilgili olarak daha
sonra işliğe dönüştürülen kurs için yaptığı değerlendirme bu bakımdan
önemlidir: “…Proje içerisinde kendi evimizdeki rahatlıkla gidip orada evimizdeymişiz gibi bir aile ortamı yakaladık. Tabii ki zamanla bizlere uygun, yani
bayanlara yönelik işler bulundu”. K22 ise tekstil işinin kadınlara uygun bir
iş olduğunu şöyle dile getirmektedir: “...Tekstil benim istediğim bir alandı.
Dikiş işi bayanın eline yatkın, kadın daha düzenli olduğu için makine bayana
daha çok yakışıyor. Kocalarımız da izin verdi sağ olsunlar.”
Gıda maddeleri üretimi de, kadınların ev içi sorumluluklarından
biri olarak “ailenin beslenmesi” işiyle ilişkilendirilerek “kadına uygun”
tanımlanan işlerden biridir. Kızı K2 ile birlikte bir restoran açan K3,
yaptıkları işin “yemek yapmayı seven bir kadın olan kendisi için çok uygun”
olduğunu belirtmektedir. Yine yöresel yiyecek hazırlama konusunda
eğitim alan K26 da benzer biçimde, yaptığı işin kendisi için uygunluğunu “Bir anne, eş ve ev hanımı olarak her işi de kendime uygun görmüyorum” ifadesiyle vurgulamaktadır. Yine aynı proje kapsamında yöresel
yiyecek hazırlama işiyle uğraşan K25 işini, “işte tam da bayanlara uygun
bir iş” olarak tanımlamaktadır.
Kadınlara uygun meslekler konusunda sekreterlik de önde gelmektedir. İş dünyasının çeşitli ölçeklerdeki kuruluşunda yöneticiler
çoğunlukla erkek olduklarından -evdekine benzer biçimde-, onlara
günlük hayatlarını düzenlemede yardımcı olan “sekreterlik” görevi de
yaygın biçimde kadın işi olarak görülmektedir. İstatistiklere göre,
kadınların istihdam edildiği sektörlerin başında % 45,8 ile “büro hizmetlerini” de kapsayan hizmetler sektörü gelmekte ve onu %39,3 ile
tarım, %14,5 ile sanayi sektörü izlemektedir (TÜİK). Kadınların, ağır
işlerde çalıştırılmalarını engelleyen23 hükümler dışında istihdam sıra-
22 • iletiim : arat›rmalar›
sında kadın ve erkek ayrımı yapılamayacağı yasal olarak garanti altına
alınmış olsa da toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algılar kadın ve
erkek işlerini zımni olarak ayırmaktadır. İŞKUR tarafından 2012 yılında gerçekleştirilen işe yerleştirme hizmetlerine bakıldığında kadınlarla erkekler arasında sadece sayısal olarak değil, çalışma alanları açısından da belirgin farklılıklar göze çarpmaktadır. İşe yerleştirilen 556.587
kişinin, 390.979’u erkek ve 165.608’i kadındır. İstihdam edildikleri
alanlar ya da meslekler olarak bakıldığında erkeklere, ya da kadınlara
uygun iş algısına paralel tercihler yapıldığı rahatlıkla gözlenebilir.
Erkekler, şoför, güvenlik görevlisi, kasap, manav, garson ve bahçıvan
gibi mesleklerde istihdam edilirken, kadınlar cinsiyetlerine uygun
olduğu düşünülen, çağrı merkezi görevlisi, dikiş makinesi operatörü
ve ön muhasebeci gibi mesleklere yerleştirilmiştir24.
Sonuç
Türkiye’nin kendisine hedef olarak koyduğu ekonomik, sosyal ve
siyasal gelişmişlik düzeyine ulaşabilmesi için, öncelikle kadın ve erkek
yurttaşları arasında imkanlardan yararlanma ve toplumsal yaşama
katılma açısından var olan ve ağırlıkla da erkekler lehine işleyen eşitsizlikleri gidermesi gereklidir. Bu gereklilik, kadınların özellikle yaklaşık son 30 yıldır iç politikanın gündemine girme becerilerine bağlı
olarak daha çok kabul görmektedir. Kadınların, eğitim öncelikli
olmakla birlikte, sağlık ve istihdam imkanlarına erişimi açısından ilerlemeler sağlandıkça erkek ve kadın yurttaşlar arasında cinsiyetleri
üzerine temellendirilen ve toplumsal cinsiyet rolleri algısı ile güçlendirilen eşitsizliklerle mücadelede bir ölçüde mesafe alınacaktır.
Bu çalışma, kısıtlı da olsa bir saha deneyimine dayanarak, binyılların içinde oluşmuş ve aktarılmış kültürel birikimin içine yerleşik
toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algıların –günümüzde pek çoğu
kendilerinin aleyhine işliyor olsa da- kadınların zihniyet örüntülerine
nasıl yerleştiğini bir nebze olsun, açığa çıkarmayı hedeflemiştir.
Çalışmanın temel bulguları, ataerkil belirlenimler çerçevesinde
toplumda yaygın kabul gören, kadınların çalışabilmeleri için ailenin
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 23
erkek bireylerinden izin alması gerektiği fikrinin, çalışma kapsamında
görüşlerine başvurulanlarca da benimsendiğini göstermektedir. Ayrıca
anlatılanlardan, evin geçimini sağlamanın erkeğin görevi olduğu, bu
nedenle kadının çalışmasının erkeğin yaşanılan yerdeki statüsünü
olumsuz etkileyeceği düşüncesi de açık biçimde çıkarılmaktadır.
Çalışma kapsamında görüşlerine başvurulan kadınların ifadelerinden,
kendilerinin analığı ve ev sorumluluklarını öncelikli görevlerinden
kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Hatta çalışma yaşamına katılmayı da,
öncelikle çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için talep etmektedirler. Çalışmada görüşlerine başvurulan kadınların önceliklerinden
biri de, işin ve iş yerinin kadınlara uygun olması gerektiğidir. Bu
düşünce de kadınların zihniyet örüntülerini belirleyen ataerkil toplum
yapısının yansımaları olarak değerlendirilmelidir.
Bu çalışmayı ayrıntılı inceleyenlerin dikkatini çekmiş olabileceği
gibi, görüşlerine başvurulan kadınlar, eğitim düzeyi ve çalışma yaşamı
konusundaki deneyimsizlikleri ile ilişkili olarak toplumsal yaşama
katılma becerileri açısından önemli oranda dezavantajlıdır. Dolayısıyla
böylesi bir kitlenin, özellikle çalışma yaşamına katılma açısından
kabul edilmiş toplumsal cinsiyet rollerini tekrarlıyor olmasını beklemek doğal görülebilir. Bu görüşler, eğitimli, kentli ve çalışma yaşamı
açısından nispeten deneyimli kesimlerde farklılaşmakta mıdır? Bu
sorunun yanıtı sınırları belirlenmiş başka bir çalışma kapsamında aranabilir. Ancak, özellikle şiddetle ilgili çalışmalar, toplumsal cinsiyet
rollerine ilişkin kalıpyargıların eğitim, yaşanılan çevre ve istihdam
değişkenlerine bağlı olarak beklenen ölçüde değişiklik göstermediğini
vurgulamaktadır.
Kuşkusuz toplumsal değişim, tekil parametrelerle açıklanamaz ve
birbiriyle ilişkisi çoğunlukla pek de net biçimde ortaya çıkarılamayan
etkenlerle ilişkilidir. Dolayısıyla, Türkiye’de kadın ve erkek yurttaşlar
arasında toplumsal cinsiyet algısından kaynaklanan eşitsizliğin giderilmesi için, temposu zaman zaman değişse de sürekli bir çabaya ihtiyaç vardır.
Bu çerçevede, yukarıda da kısaca değinilen Avrupa Birliği Katılım
Öncesi Mali Yardım Aracı’nın (IPA) 4. bileşeni olan "İnsan Kaynaklarının
24 • iletiim : arat›rmalar›
Geliştirilmesi Operasyonel Programı" kapsamında uygulanan ve
program otoritesinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yararlanıcı kurumun ise Türkiye İş Kurumu olduğu Kadın İstihdamının
Desteklenmesi Operasyonu kapsamında yapılan çalışmalara bir kez
daha değinmekte yarar vardır. Temel amacı, kadınların istihdam edilebilirliklerini artırmak olan operasyon 12 NUTS II bölgesindeki 43
ilde25, Temmuz 2010-Mayıs 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir
(İŞKUR, 2012). Çalışmalar sonucu 43 ilde kadınların istihdam becerilerini artırmaya dönük 131 proje gerçekleştirilmiş, tasarlanan meslek
edindirme kurslarından toplam 9.856 kadın yararlanmıştır. Eğitimleri
tamamlayan kursiyerler arasından yaklaşık 914 kadının hedeflenen
sektörlerde istihdam edildiği, 117 kadının da kendi işini kurduğu, 321
kadının kooperatife üye olarak üretime katıldığı ve 631 kadının ev
eksenli çalışmaya başladığı raporlanmıştır. Projelerin;
• 28’inde, öncelik turistik amaçlı olmak üzere el becerisine dayalı geleneksel el sanatları öğretimi ve üretimi,
• 25’inde yerel nitelikli yiyecek ve içecek maddesi üretimi,
• 14’ünde tekstil sektörüne eleman yetiştirme,
• 31’inde hasta, yaşlı ve çocuk bakımı,
• 18’inde turizm sektörüne yönelik elemanları yetiştirme,
• 24’ünde büro elemanı yetiştirme,
• 19’inde tarımsal üretim,
• 10’unda hayvansal üretim,
• 9’unda ise tasarım, konularında eğitim verilmiştir26.
Ancak projeler kadınların sadece mesleki becerilerini geliştirmek
açısından değil, onların özellikle toplumsal yaşamın diğer alanlarına
katılmaları konusunda gelişmelerini sağlayacak sosyal güçlendirme
eğitimlerini de kapsamaktadır. Uygulanan projelerden 24’ünde toplam
2424 kadın sosyal güçlendirme eğitimi almıştır. Bu haliyle, Kadın
İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu ve kapsamında gerçekleştirilen projeler, sadece bir mesleki eğitim çabası olmanın ötesinde, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına dönük çabalar açısından da
dikkate alınmalıdır.
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 25
Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu kapsamında yapılan İşgücü Piyasası Analizinde kadınların çalışma gerekçelerinde ilk üç
sırayı, özgüven artışı (% 90,8), ülke ekonomisine katkı (%82,2), ekonomik yönden erkeklere daha az bağımlı olma (% 59,2) almaktadır. Bir
kadının çalışma hayatına girebilmesi ve çalışma hayatında kalabilmesi
için, bir ücret karşılığında ve sosyal güvenceli olarak çalışmanın kazanımlarını deneyimlemesi oldukça önemlidir. Bir başka ifadeyle kadınlar, ücretli bir işte kısa süreliğine de olsa çalıştıklarında işgücü piyasası
ve istihdama katılımlarının önündeki engellerle mücadele ve toplumsal hayata katılım konusunda daha istekli ve kararlı hale gelmektedir.
KİD Operasyonu her şeyden önce bu deneyimi yaşamak konusunda
kadınların önünde kısıtlı da olsa bir pencere açmıştır. Yukarıda istihdama ilişkin toplumsal cinsiyet algılarına yer verdiğimiz kadınların neredeyse tamamı, kadınların çalışma hayatına girmeleriyle birlikte toplumsal hayattaki hareket alanlarını nasıl genişlettiklerini ve çalışarak
elde ettikleri özgürlük ve özgüvenle toplumsal hayata daha fazla nasıl
katıldıklarını dile getiren deneyimlerini de paylaşmışlardır. K3 çalışma
hayatına girmesiyle birlikte hayatının tamamen değiştiğini şöyle ifade
etmektedir: “...Kadın çalışınca hayatında maddi manevi bir çok şey
değişiyor. Kendi paranı kazanıyorsun, hayata farklı bakıyorsun. İnsanın kendine güveni artıyor ve diğer insanların bakışı değişiyor. Kendi
işimin patronuyum, hayatım birden değişti...”
Bir işte ücretli olarak çalışıyor olmanın bilinçli bir anne olmaya da
katkı sağladığını ve daha bilinçli çocuk yetiştirmeyi sağladığını söyleyenler de vardır. Bunlardan biri K11’dir. Ama onun görüşme ortamında bulunan 12 yaşındaki kızının ifadeleri daha manidardır: “...Annem
çalışmaya başladıktan sonra çoğu şey değişti. Önceden bize önyargılı davranır
ve birçok şeye izin vermezdi. Ama şimdi isteklerimiz karşısında sorular soruyor ve hemen kesip atmıyor... Eskiden sürekli ev işi yapardı ve bizimle çok
vakit geçirmezdi. Şimdi iş yapmak yerine bizimle vakit geçirmeyi tercih ediyor.”
Ücretli bir işte çalışıyor olmak bir tarafa, meslek edinmek amacıyla bir kursa devam ediyor olmak bile kadınlar için evin dışına taşan ve
onların sınırlarını genişleten bir etkinliktir. Bu tür imkanlar kısıtlı da
26 • iletiim : arat›rmalar›
olsa, onlara öncesinde var olmayan toplumsal yaşama katılma deneyimi sunmaktadır. Sinemaya ya da arkadaşlarıyla dışarıda yemeğe ilk
kez bu projeler kapsamında çalışmaya başladıktan sonra gittiğini
belirtenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. K14 gibi daha önce
hiç sinemaya gitmediğini, bu deneyimi ilk kez proje sonrası işe girdikten sonra yaşadığını belirten 39 yaşındaki K11, bu deneyimini ifade
ederken gözyaşlarına da hakim olamamıştır.
Diğer taraftan çalışma hayatında aktif bir biçimde yer alan kadınların toplumsal ilişkiler ve roller konusundaki bakış açıları da değişebilmektedir. Bu, değişimin bir tarafında aile içi iletişim ve roller, diğer
tarafında ise çalışma hayatındaki konumlarında kendini göstermektedir. Aile içindeki konumunun değişimini çocuklarıyla ilişkisindeki
değişim üzerinden dile getiren K13, daha önce ev içinde bütün işlerin
bölünmüş olduğunu ve herkesin kendi işini yaptığını yapması gerektiğini, kimsenin başkasının işine karışmaması gerektiğini düşünüyorken, artık böylesi net ayrımların doğru olmadığını ve bütün ev işlerinin ortak olduğunu düşündüğünü belirtmektedir. K13’ün ifadeleri
değişimin düzeyini göstermesi açısından önemlidir: “... Kendimde çok
büyük değişiklikler oldu. Şimdi çocuklar kek yaparken yardım ediyorlar ve 'anne şimdiye kadar izin vermiyordun ne oldu sana' diyorlar.
Ben de 'o zaman başım ağrıyordu' diyorum. Oysa şimdi hiç başım
ağrımıyor (gülerek). Ayrıca eşimden para almıyorum, harçlık istemiyorum. Çalışmamım çocuk yetiştirmek konusunda çok faydası oldu.
Çocuklarımı, özelikle oğlumu, kadın erkek eşitliğini empoze ederek
yetiştiriyorum. Ben çalışmaya başlamasaydım egoist, kazak yani
kadınlara yardım etmeyen bir çocuk yetiştirirdim."
Çalışan kadınların aile bireyleri tarafından “onaylanması” onların
toplumsal hayata katılımın bir göstergesi olarak önemlidir. Kendi
kazandığı parayla çocukları ya da diğer aile bireylerine bir şeyler alabilmeyi, kadınlar özgüvenlerini sağlayan bir edim olarak nitelendirmektedir. K19’un “...Belki size küçük bir şey gibi gelecek ama kendi maaşımla annemin istediği mutfak dolabını alabilmek beni çok mutlu etti” sözlerinin ardında mutluluğun yanı sıra, özgüven duygusunu da okumak
mümkündür. K19 sözlerini şöyle sürdürmüştür: “…İnsanın işinin
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 27
olması hayata bir gol atmak demektir. Ben bu golü attım. Kafanızı
yastığa koyduğunuzda ne olacak bana diye düşünmüyorsunuz.
Hayatımdan memnunum. Allah olmayan herkese versin."
Çalışma kapsamında görüşülen kadınların bazılarının ifadelerindeki kavramlar ise umut vericidir
K9, kendisini “hediyelik eşya sektöründe işçi” olarak tanıtırken,
K10 “...eşim çalışıyordu ama bu bizim geçinmemize yetmiyordu, bu
nedenle çalışmaya başladım ve şu anda ben bir işçiyim” demektedir.
K13 ise “...kendime artık ev hanımı demem, dedirtmem. Çünkü ben
işçiyim” diyerek toplumsal konumunun değiştiğini vurgulamaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönündeki çalışmalar,
eşitsizliğin binyıllara dayalı ve derin olduğu ülkelerde mutlaka uzun
soluklu olmalıdır. Bir yandan toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargıların kadınların da algılarını nasıl biçimlendirdiğine dair küçük
tespitler yapılan bu çalışmada, bir yandan da özellikle kadınların istihdamını önceleyen çalışmalar bağlamında, eşitsizliğin giderilmesi için
küçük de olsa elde edilen kazanımlara değinilmiştir. Ama hepsinden
öte bu çalışma, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi
konusunda yapılan çalışmalara, gösterilen çabalara küçük bir selam
olarak nitelendirilmelidir.
28 • iletiim : arat›rmalar›
Kaynakça
Ağduk, Meltem (2013). “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadına Yönelik
Şiddetle Mücadele.” Toplumsal Cinsiyet İstihdam Odaklı Sosyal
Güçlendirme El Kitabı. (der.) Abdülrezak Altun. Ankara: İŞKUR Kadın
İstihdamının Desteklenmesi Projesi Yayını.
ASPB KSGM (2013). Türkiye’de Kadın. Ankara.
Başbakanlık KSGM (2009). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı.
Başbakanlık KSGM (2009a). Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet. Ankara.
Berber, Metin ve Eser, Burçin Yılmaz (2008). “Türkiye’de Kadın İstihdamı:
Ülke ve Bölge Düzeyinde Sektörel Analiz.” İş Güç Endüstri İlişkileri ve
İnsan Kaynakları Dergisi. Cilt:10 Sayı:2
Bora, Aksu (2010). Kadınların Sınıfı. Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin
İnşası. İstanbul: İletişim.
Childe, Gordon (1982). Tarihte Neler Oldu. İstanbul: Alan Yayıncılık.
Cins Bakışı Sözlüğü (2000). İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları
Demirel, A., Bilgin, Z. K., Kocaman, M. vd. (1999). Çalışmaya Hazır İşgücü
Olarak Kentli Kadın ve Değişimi. KSSGM: Ankara.
Ecevit, Yıldız (1998). “Türkiye’de Ücretli kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet
Temelinde Analizi.” 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler. Türkiye Ekonomik ve
Toplumsal Tarih Vakfı.
Eyüboğlu, A., Özar, Ş., Tanrıöver, H.T. (2000). Kentlerde Kadınların İş Yaşamına
Katılım Sorunlarının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Boyutları. Ankara:
KSGM Yayını.
Hartmann, H. (2006). Marksizm’le Feminizmin Mutsuz Evliliği. İstanbul: Agora
Kitaplığı.
International Labor Conference (2002). "Report IV Decent work and the
informal economy." http://www.ilo.org/public/english/standards/
relm/ilc/ilc90/pdf/rep-vi.pdf. Erişim tarihi: 02.07.2014.
İlkkaracan, İpek (2010). Emek Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Doğru İş
ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Politikaları. İstanbul: Mega Basım
İŞKUR (2012). Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu Projeler Özeti.
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 29
Makal, Ahmet ve Toksöz, Gülay (2012). Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın
Emeği. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınevi
Ortaylı, İlber (2007). Batılılaşma Yolunda. İstanbul: Merkez Kitapları
Özbay, Ferhunde (1990). “Kadınların Eviçi ve Evdışı Uğraşlarındaki
Değişme”, Kadın Bakış Açısından 1980'ler Türkiye'sinde Kadın. (der.)
Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim.
Sancar, Serpil (2011). Birkaç Arpa Boyu... 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de
Feminist Çalışmalar. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a Armağan. İstanbul:
Koç Üniversitesi Yayınları.
Toksöz, Gülay (2002). Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu. Uluslararası
Çalışma Ofisi. Ankara.
TÜİK (2012). www.tuik.gov.tr Erişim tarihi: 02.10.2013.
Wallerstein, Immanuel (2006). Tarihsel Kapitalizm. İstanbul: Metis.
30 • iletiim : arat›rmalar›
Sonnotlar
1
2
Çeşitli toplumsal alanlarda kadınların karşı karşıya kaldıkları eşitsizliklerin görünü-
mü için Bakınız Ağduk, 2012:15-27
Bu çalışma kapsamında sıkça değinilen toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolle-
ri, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü gibi kavramlar,
verili bir durum olarak değerlendirilip, “Giriş”te tek tek ele alınmamıştır. Yine de bu
kavramlardan bazıları hakkında kısa bilgi ihtiyacı için Cins Bakışı Sözlüğü’nden (IPS
İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000) yararlanırsak;
cinsiyet: Doğuştan önce genetik olarak belirlenmiş dişi ya da erkek olma özellikleri.
cins temelinde ücret eşitsizliği: “Kadın işi” olarak kabul edilen işler için, aynı mik-
tarda emek harcansa da, daha düşük karşılık ödenmesi. “Kadın işi” olarak görülen
işlerde çalışanlara çoğunlukla daha düşük ücret ödenir. Genellikle, ayrımcılığa
uğrayan kadın, erkek çalışanla aynı işi yaptığı halde daha düşük ücret alır.
cins temelinde işbölümü: Toplumlardaki iş bölümü cins toplumsallaşması kalıplarıyla doğrudan bağlantılıdır. Genel bir ifadeyle, toplumlar erkek ve kadın arasında
biyolojik farklılıklardan doğan üremeyle ilintili farklı rolleri evde ve kamusal alandaki diğer yükümlülükleri bölüştürmenin temeli olarak kullanır. Bu temel iş bölümü, kadının toplumdaki eşitsiz konumunu sürdürmenin başlıca yollarından biridir.
Cins temelinde işbölümünde kadın evi içi çalışma ya da üremeyle ilişkili, erkek de
kamusal ya da üretimle ilişkili yükümlülükleri yerine getirir. Çoğu toplumda, cins
temelinde iş bölümü, kadının ev içi çalışmayla uğraşması, mal ve hizmet üretiminde
düşük ücretli işlerde çalışması ve kaynaklar üzerinde çok sınırlı bir denetime sahip
olmasıyla sonuçlanır.
cins rolleri: Kadın ve erkeklerin cinsleri temelinde nasıl düşünme, davranma ve
hissetmeleri gerektiğini tanımlayan, toplumsal olarak öngörülmüş farklılıklara
dayanan, toplumsal olarak belirlenmiş davranış, yükümlülük ve sorumluluklar.
Cins rolleri bireysel seçişle ya da ekonomik bunalım, doğurganlık oranlarının düşmesi, kadınların eğitim düzeyinin yükselmesi, göç kalıplarıyla bilişim sistemlerindeki değişikliklerin yanı sıra kadınların sivil toplumdaki katılım düzeyinin yükselmesi gibi olay ve süreçlerin etkisiyle de zaman içinde değişebiliyor.
cins eşitsizlikleri: Kadın ve erkeklerin kaynaklara, statülere, ve refaha erişimlerindeki, genellikle erkek yararına olan ve çoğu zaman yasalar ve toplumsal adetlerle
kurumlaştırılan farklılıklar.
toplumsal cinsiyet: Kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal olarak kurulmuş,
zaman içinde değişebilen ve kültürler arasında ve her bir kültürde yaygın değişik-
likler gösteren farklılıklar. Toplumsal cinsiyet insanların rol, sorumluluk, kısıt ve
fırsatlarını çözümlemeye yarayan sosyo-ekonomik ve siyasal bir değişkendir ve
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 31
hem erkekleri hem kadınları kapsar. Cins, cinsiyetle de kadınla da eş anlamlı değildir. Cins, rollerle cinsiyet ise, biyolojik olarak dişi ya da erkek olma haliyle ilintilidir,
kadın ise ergin dişiler için kullanılır.
3
Erkekler avlanmak için uzaklara giderken, kadınlar, çocuklarla birlikte kamp yerinde kalıp yakındaki bitkilerin tohum ve meyvelerini topluyordu. Zamanla kamp
yeri/mağara eve dönüştükçe, ev kadın ile ilişkilendirilen bir mekâna dönüştü. Cins
temelli işbölümünün ilk insan topluluklarındaki gelişimi de dâhil olmak üzere ilkel
insan topluluklarının gelişimi hakkında Bakınız Childe,1982.
4
Kapitalizmin kadın ve erkeğin emeğini üretkenlik temelinde ayırdığını söyleyen
Wallerstein, üretken, ev dışında ve ücretli emek olarak sadece erkek emeğini, üretken olmayan ve sadece ev içinde harcanan emek olarak da kadın emeğini gösterirken bu farklılaştırmanın belirli roller yaratılarak güvence altına alındığını söyler
(21-22).
5
Avrupa Birliği, Türkiye gibi kadınların sosyal dışlanmaya uğradığı ülkelerde,
kadınları dezavantajlı gruplar içinde saymaktadır.
6
“Ev kadını” deyimi, kadınlar için bir ücret karşılığı çalışmama durumunu ifade etse
de, ev işlerinin gerektirdiği işgücü ve emek açısından değerlendirildiğinde ev
kadınlarının ev dışındaki çalışma ortamlarından daha çok emek harcadıkları görülmektedir. İlkkaracan, “Uzlaştırma Politikalarının Yokluğunda Türkiye Emek Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri” başlıklı çalışmasında, 2006 yılında,
Türkiye’de 15 yaş üstü bir kadının günde yaklaşık 5 saat 17 dakikasını hane ve hane
halkı bakımı için ücretsiz çalışma karşılığı olarak harcadığını belirtmektedir. Bu
rakam çalışan kadınlarda 4 saat 3 dakikaya gerilemektedir. İlkokul mezunu bir
kadın Türkiye’de ev içinde ücretsiz çalışma saatleri açısından bakıldığında bir erkeğin 7 katı daha fazla çalışmaktadır. (50)
7
TÜİK’in 2012 Yılı Hanehalkı İşgücü Anketlerine göre işgücüne katılım oranı kadınlarda %29,5, erkeklerde ise %71’dir. Aynı şekilde istihdam oranı ise kadınlarda %
26,3, erkeklerde % 65’dir (2012). Kadınlar açısından aynı verilere kır kent ayrımında
bakıldığında önemli farklılık göze çarpar. Kentte işgücüne katılım oranı % 26,1,
istihdam oranı % 22 olan kadınların, kırda işgücüne katılım oranı % 36,9 olarak
gerçekleşmiştir. Çalışma çağındaki nüfusun 54.724 bine ulaştığı 2012 yılında işgücüne katılım oranı % 49,9’dan % 50’ye yükselmiştir. Erkeklerde işgücüne katılma oranı
bir önceki yıla göre 0,7 puan azalarak yüzde 71’e düşerken, kadınlarda 0,7 puan
artarak yüzde 29,5’e yükselmiştir.
8
Ecevit (1998: 268) İş Kanunu başta olmak üzere Türkiye’deki mevcut yasal düzenlemeler aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamayacağı güvence altına almış olmasına rağmen, işkolları ve yapılan işe
göre değişmekle birlikte kadınların genellikle erkeklerin ücretlerinin yarısı ile dörtte
üçü arasında ücret aldıklarını belirtmektedir.
32 • iletiim : arat›rmalar›
9
İstihdamda yer alan 100 kadından 54,2’si herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna
kayıtlı olmaksızın çalışırken, bunların da % 58,6’sı ücretsiz aile işçisi konumundadır.
Ücretli veya yevmiyeli çalışan kadınların % 23’ü, işveren kadınların % 19,4’ü, kendi
hesabına çalışan kadınların % 89,6’sı herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı
olmaksızın çalışmaktadır (KSGM, 2013). Türkiye’deki duruma ilişkin olarak ayrıca
bakınız, Toksöz, 2007; Makal ve Toksöz, 2012.
10 Kadınların beşte dördü kadınların evlendikleri zaman bakire olmaları gerektiği
görüşüne katılmaktadırlar. Kadınların eşlerinin görüşlerine katılmasalar bile onlarla
tartışmamaları gerektiğine katılan kadınların oranı da yüzde 40’tır. Kadınların
yüzde 15’i “erkekler kadınlardan daha akılıdır” ifadesine katılmaktadır. Yaklaşık on
kadından yedisi “kadınlar eşlerinden izin almadan dışarıya çıkabilir” ifadesine
karşı çıkmaktadır. Kadınların dörtte biri eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalın-
masına ilişkin en az bir nedeni doğru bulmaktadır. Bu kadınların oranı TNSA2003’te yüzde 39 iken, TNSA-2008’de yüzde 25’e düşmüştür. Kadınların parayı
gereksiz yere harcaması ve çocukların bakımını ihmal etmesi fiziksel şiddet için en
çok kabul edilen nedenlerdir. Eğitim düzeyi daha yüksek olan, kentte yaşayan veya
refah düzeyi daha yüksek hanelerde yaşayan kadınların fiziksel şiddeti doğru
bulma oranı daha düşüktür.” (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008, Hacettepe
Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, s.4)
11 4857 sayılı İş Kanununda “Dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mez-
hep ve benzeri sebeplere dayalı olarak iş ilişkisinde ayrımcılık yapılamaz” ifadesi
yer almaktadır. Kanuna göre, işveren bir çalışanın iş sözleşmesinin koşullarının
belirlenmesinde, imzalanmasında, yürütülmesinde ve feshinde çalışanın cinsiyetin-
den dolayı doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcılık yapamaz. Benzer veya eşit
değerdeki iş için ayrımcı bir ücretlendirmeye izin verilemez. İş Kanununda ayrıca
kadınların hamilelik ve emzirme dönemlerinde çalışma şartlarına, ağır ve tehlikeli
işlerde çalışmalarına, gece ve belirli dönemlerde çalışmalarının yasaklanmasına,
kadın işçilerin fiziksel güçlerine uygun olmayan işlerde çalıştırılmalarının önlenmesine ilişkin koruyucu düzenlemeler bulunmaktadır.
12 Kadın ve erkeklerin yerleşik rol ve sorumluluklarına ilişkin ayrıntılı bilgi için bakınız Meltem Ağduk, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele”, Toplumsal Cinsiyet, İstihdam Odaklı Sosyal Güçlendirme El Kitabı. (der.) Abdülrezak Altun, İŞKUR Yayını, 1-67
13 Avrupa Birliği’nin mali katkısı ile gerçekleştirilen ve toplam bütçesi yaklaşık 27
milyon Avro olan operasyon, GSYİH’si ulusal ortalamanın %75’inin altında olan 12
NUTS II bölgesindeki 43 ilde uygulanmıştır. Hibe ve teknik yardım bileşenlerinden
oluşan Operasyon’un hibe programı, Temmuz 2010-Ağustos 2011 arasında, teknik
destek programı ise Mart 2011-Mayıs 2013 tarihleri arasında uygulanmıştır.
Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 33
14 Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından 2007 yılında yayınlanan ve Türkiye’de
kadına yönelik şiddet konusunda yapılan saha çalışmaları açısından öncü olan
Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet araştırması, “Kocanın gündelik hayat üzerindeki
denetimi”ni şiddet deneyiminden biri olarak nitelendirdikten sonra, şu tespiti yap-
maktadır: “Her on kadından yalnızca dördü eşinin iznine tabi olmadan komşu/
arkadaş ziyareti yapabilmekte, üçü eşinden izin alma ihtiyacı duymadan ailesini
ziyaret edebilmekte veya alışverişe/çarşıya gidebilmekte ve yalnızca biri başka bir
şehre/köye işinden izin almadan gidebilmektedir.” (2008: 77-78)
15 KİD kapsamındaki İşgücü Piyasası Analizi seçilen beş pilot ilde (Erzurum, Gaziantep, Çorum, Van, Trabzon) yapılmış olmasına rağmen, KSGM bünyesinde 2009
yılında yapılan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nın bulgularını desteklemektedir. Çünkü söz konusu araştırmaya göre, yaklaşık her dört kadından birisinin
eşi, kadının çalışmasına engel ya da işten ayrılmasına neden olmaktadır (KSGM,
2009a: 56-58).
16 Şiddet kavramı ağırlıkla fiziksel şiddet ile ilişkilendirilmektedir. Oysa özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalarda, ekonomik şiddet kavramının da giderek daha çok kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Kadının çalışmasına engel olmak ya da işten ayrılmasına neden olmak, ev harcamaları için para
vermemek, kadının gelirinin elinden alınması, kariyerini engelleyecek kısıtlamalar
getirmek, iş bulmasını kolaylaştıracak eğitim vb. etkinliklere katılmasını engellemek
gibi davranış ve tutumlar kadına yönelik ekonomik şiddet olarak tanımlanmaktadır
(Bakınız. Başbakanlık KSGM, 2009a: 35-36)
17 Aile bireylerinin kadın istihdamı konusundaki etkileri sadece kadınların çalışma
hayatına girişine müdahaleleri ile sınırlı değildir. Onun kadar önemli bir diğer
konu, iş, işyeri, çalışma saati, çalışan profili gibi birçok faktörü göz önüne alarak
kadınların iş değiştirmelerine neden olmalarıdır.
18 Bir ilçe merkezi olan söz konusu yerleşim yerinde 2012 Nüfus Sayımına göre 33.359
bin kişi yaşamaktadır.
19 Söz konusu kadın girişimcilik konusunda aldığı eğitim ve destekler sonrasında “oto
yıkama” işi kurmuştur.
20 Aynı kişi, görüşmecilere “bu işleri bırakmaları ve kimsenin aile hayatıyla uğraşmamaları”
“telkininde” de bulunmuştur.
21 KID kapsamında yapılan işgücü piyasası analizinde bu oran % 37,8’dir. Yine bu
araştırma kapsamında kadınların % 52’si eşlerinin ev işlerindeki sorumluluğu paylaşmaları halinde çalışabileceklerini belirtmişlerdir (İŞKUR, 2012).
22 İşteki durumları açısından bakıldığında 100 kadından sadece 12’si kendi hesabına
çalışmakta ve işveren konumundadır. Kadınların 54’ü herhangi bir ücret ya da yev-
34 • iletiim : arat›rmalar›
miye karşılığında çalışırken 33’ü ücretsiz aile işçisidir. Kırsal alanda ise her 100
kadından 82’si tarım kesiminde çalışmakta ve bunların % 86’sı da herhangi bir ücret
almaksızın ücretsiz aile işçisidir. 2012 yılı verilerine göre, kayıt dışı olarak ücretsiz
aile işçisi konumunda tarımsal faaliyetlerle uğraşanların % 22,7’sini erkekler, %
77,3’ünü kadınlar oluşturmaktadır (KSGM, 2013: 26-28).
23 İş Kanunu, maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer
altında veya su altında yapılan işler ile ağır ve tehlikeli işlerde kadın çalıştırılmasına
yasak getirmiş, ayrıca kadınların gece çalıştırılmaları için özel düzenlemeler yapılmasını zorunlu tutmuştur.
24 İŞKUR 2012 yılında Şoför olarak 3257 erkek ve 4 kadın, Güvenlik Görevlisi olarak
696 erkek ve 91 kadın, Kasap olarak 513 erkek ve 64 kadın, Manav olarak 639 erkek
ve 76 kadın, Garson olarak 4482 erkek ve 1535 kadın, Bahçıvan olarak 1975 erkek ve
368 kadın işe yerleştirmiştir. Buna karşın Çağrı Merkezi Görevlisi olarak 2926 erkek
ve 5226 kadın, Dikiş Makinesi Operatörü olarak 695 erkek ve 2218 kadın, Ön Muhasebeci olarak 870 erkek ve 1868 kadın işe yerleştirmiştir ( İŞKUR, 2012).
25 12NUTS II bölgesi Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın, ulusal ortalamanın %75 altında olduğu şu 43 ili kapsamaktadır: Büyüme Merkezleri: Van, Kars, Şanlıurfa, Erzurum,
Batman, Diyarbakır, Sivas, Malatya, Trabzon, Kahramanmaraş, Gaziantep, Samsun,
Elazığ, Kastamonu, Kayseri. Artalanlar: Ağrı, Iğdır, Ardahan, Erzincan, Bayburt,
Muş, Bitlis, Hakkari, Mardin, Şırnak, Siirt, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Kilis, Bingöl, Tunceli, Ordu, Giresun, Rize, Artvin, Gümüşhane, Yozgat, Çankırı, Sinop, Tokat,
Çorum, Amasya.
26 Proje konularının toplumsal cinsiyet algıları çerçevesinde sorgulanan “kadına
uygun iş” tanımıyla özdeşik olduğu vurgusu göz ardı edilmemiştir.
35
Alternatif Medyanın Eylemci Pratikleri Üzerine:
“Kürtaj” Tartışmaları Odağında
Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği
Esengül Ayyıldız
Özet
Bu çalışmada, kürtaja ilişkin kamusal tartışmanın döndüğü toplumsal iletişim ortamında;
protestolar, kampanyalar, eylemcilerin söylemlerini kapsayan karşı-politik söylem
alanının iktidarın konuşma alanıyla ilgisi-ilişkisi, bu iki ortamın kesişme-ayrışma noktaları
ve zihniyet yapılarını anlamak amaçlanmaktadır. Bağımsız İletişim Ağı’nın haber içerikleri
üzerinden kürtaj tartışmaları incelenirken, “Benim Bedenim, Benim Kararım”
kampanyasını düzenleyen Bianet gibi bir alternatif medya alanının eylemci pratiklerinin
karşı politik eylemler açısından sağladığı olanaklara ve olanaksızlıklara odaklanılmaktadır.
Anahtar sözcükler: Alternatif medya, karşıt kamusallıklar ve iletişim ortamı, kürtaj,
muhafazakârlık
Activist Practices of the Alternative Media: Bianet’s Journalism and Activism at the
Centre of “Abortion” Discussions
Abstract
Main interest of this study is based on the social communication medium of the public
discussions which starts within the legal regulations about banning abortion. In the
following parts of the text; protests, campaigns, the relation with the counter-political
discourse sphere of activists’ and power’s/hegemony’s discourse sphere, intersection
and disintegration spots of these two medium and understanding the structure of
mindset is aimed. In this study, abortion discussions are researched on the news
medium of BİA (Independent Communication Network). The transformation of an
independent media sphere to an activist media sphere as the campaigner of “My Body,
My Decision” and the opportunities and impossibilities about the counter-political
actions/practices of an alternative media sphere’s communication medium and
activists’ practices are focused.
Key words: Alternative media, counter public and communication medium, abortion,
conservatism
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 35-79
36 • iletiim : arat›rmalar›
Alternatif medyanın eylemci pratikleri üzerine:
“Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in
Haberciliği ve Eylemciliği
Kuramsal Çerçeve
2012 yılında Türkiye’de siyasal iktidarın kürtajın yasaklanmasına
ilişkin yaptığı yasa düzenlemeleri ile birlikte “ekonomiyi, aileyi,
toplumu ve milleti güçlendirmek” üzere uygulamaya koyduğu nüfus
politikaları ciddi tepki ve protestolarla karşılanmıştır. Çalışmaya
başlarken, öncelikle Türkiye’deki kürtaj ve üremeye ilişkin politikaların,
cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren izlediği seyri özetlemekte fayda
görünmektedir:
1923-65 arasında gebeliği sonlandırmak ve gebelik önleyici
tedbirler almak yasaktır. Ayrıca çocuk yapmamaya dair propaganda
yapılması da yasaklanmıştır. En az altı çocuğu hayatta olan kadınlara
devlet para ödülü veya (isterlerse) madalya vermektedir. Savaş sonrası
yılları kapsayan bu dönemdeki nüfus politikaları nüfus artışını
destelemek yönündedir. 1955-60 yılları arasında nüfus artışı en yüksek
düzeyde olunca 1965-83 döneminde ise zorunluluk halinde gebeliğin
sonlandırılmasına izin verilir. 1983 sonrası yıllarda ise gebeliğin 10.
haftası dolana kadar isteğe bağlı kürtaj hakkı tanınır. 10. haftadan
sonra da gerekçeli rapor ile kürtaj yapılabilmekteydi. 2005’te ise
tecavüze uğrayan bir kadın gebeliğini 20. haftaya kadar
sonlandırabilmekteydi. 2012 yılında tüm bu tartışmalar yeniden
başladığında, hâlâ bu kanun yürürlükteydi ve yine bu kanuna göre
evli kadınlar kürtaj yaptırabilmek için kocalarından izin almak
zorundaydılar1.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 37
Resim: Bianet.org2
1984’de dönemin Sağlık Bakanı “Öyle pırt pırt çocuk doğurmak
olmaz. Bu anaya da, topluma da zararlıdır” derken, 2012’de ise dönemin
Sağlık Bakanı isteğe bağlı kürtaj yaptıranların gebeliği sonlandırma
gerekçelerinin sorgulanması gerektiğini söylemekteydi3. Bu iki farklı
politikadaki söylem dikkate alındığında, kürtajı destekleyen nüfus
politikasıyla, yasaklayan devlet politikası arasında muhafazakârlık
anlamında fark görünmemektedir. Her iki muhafazakâr anlayış,
benzer şekilde “güçlü toplum” vurgusunda bulunmakta ve devlet
iktidarı olarak “anayı, aileyi, toplumu, milleti” muhafaza etmektedir.
38 • iletiim : arat›rmalar›
Neo-liberal politikalar, güçlü piyasa için “genç insan gücü/
nüfus” ihtiyacına ve bunun önemine sürekli vurguda bulunur.
Türkiye’nin bugünkü siyasal iktidarının ısrarla vurguladığı çoğalma/
genç nüfusu arttırma (“en az üç çocuk” söylemi) hedefi, dünyada
ekonomisi güçlü ve genç bir ülke olma tasavvuruna hizmet etmekte,
“aile ve sosyal politikalar” bu tasavvura göre inşa edilmektedir.
Türkiye’de siyasal iktidarın “en az üç çocuk” söylemi ve bu konudaki
açıklamaları bu tasavvuru açıkça ortaya koymaktadır. Başbakan’ın
yaptığı açıklamalardan birinde yer alan “…Şu anda ‘sakın ha doğum
yapmayın’ diyenler... Bakın, çok açık ve net söylüyorum; bu ülkenin yararını,
geleceğini düşünmüyorlar. Eğer şu andaki nüfus artış oranıyla devam edersek
2037 yılında Türkiye’nin nüfusu yaşlı nüfus haline gelecektir.”4 ifadesi,
yukarıdaki iddiayı destekler biçimde, ülke yararı için genç nüfusa
vurguda bulunmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ise “mühendis
kökenli bir milletvekili olarak konuyu tablolarla açıklamak istediğini”
vurguladığı bir toplantıda, Türkiye’de nüfusun yaşlanmaya başladığını
söyleyerek, “en az üç çocuk anlayışının muhafazakâr bir erkek anlayışı değil,
kaliteli genç bir nüfus oluşturmak için bilimsel bir yaklaşım” olduğunu
vurgulamaktaydı. Ayrıca, “güçlü ailenin güçlü milleti oluşturacağını”,
bunun için ailenin yapısının nasıl güçlendirileceğini esas aldıklarını,
Türkiye’nin “araştırmalara göre, boşanmalarda ve aile birliğinde en güçlü
ülke” olduğunu da söylemekteydi5. Bu açıklamalar, Türkiye’deki aile ve
sosyal politikaların, ekonomisi güçlü ve genç bir ülke olma tasavvuruna
göre inşa edilmekte olduğunu işaret etmektedir.
Söz konusu politikaların uygulanmasının başlangıç noktası ise
“kadın bedeni”dir. Doğur(ma)mak hakkı, “kürtaj” yasasıyla, egemen
erkek aklının kurduğu devlet ve iktidar tarafından kadının iradesinin
dışına çıkarılmaktadır. Piyasa politikalarının yapılması sürecinde,
kadınların vajinaları, iktidarın üzerinde yaptırım uygulayabileceğini
düşündüğü ilk istasyon olmaktadır. Bu tür bir tasavvur ve inşa etme
sürecinin, Türkiye’de şimdiye dek yerleştirilmiş medenileşme/
çağdaşlaşma göstergelerini tersine çevirdiğini iddia etmek de yanlış
olmaz. Az çocuklu aile medeniliğin/kentliliğin, çok çocuklu aile ise
köylülüğün/medeni olmamanın göstergesi iken, neo-liberal politikalar
bu kategorileri tersine çevirmekte, aile değerlerini ve muhafazakârlığı
yeniden üretmektedir.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 39
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin muhafazakâr ilkeler listesinde yer
alan şu ifadeler, “muhafazakârlık”ın yeniden üretilen halini
anlamamıza imkân verir: “Muhafazakârlık, ailenin korunması kaygısı ve
toplumun dini hassasiyetlerini dikkate alarak, devletin kürtaj ve cinsiyet
değiştirme ameliyatlarını desteklemesine karşıdır. Bu konudaki bireysel
tercihlere karışmamakla birlikte destek de verilmemektedir. İnsan her konuda
yetkin olmadığı için, konu kendi bedeni bile olsa sınırsız yetkiye sahip
değildir. Siyasette devrime sıcak bakılmadığı gibi, bireysel yaşamda da geri
dönüşü olmayan radikal değişimlere sıcak bakılmaz”6(Emrah Göker, 2012).
Söz konusu muhafazakâr ilke, aileyi, toplumu ve geleneği muhafaza
etmeye vurguda bulunmakta, dini hassasiyetleri dikkate almakta,
bireylerin kendi hayatlarındaki “radikal” kararları desteklemediğinin
gerekçesini ise “insanın her konuda yetkin olmadığına”, yani eksik
olduğuna ve kendi hayatı üzerindeki denetimin ona bırakılamayacağına
da işaret eden bir otoriterlik ve kadercilik tonu taşımaktadır. Öte
yandan, bedenin (“kendi bedeni olsa bile” vurgusu) belki bir özel alan
olduğu, ancak insanın “yetkinsizliği” düşünüldüğünde, bedenin bile
özgürlük alanı olarak kabul edilemeyeceği vurgulanmaktadır. Fakat
“bireysel tercihlere karışmamak” ifadesi, böylesi bir muhafazakârlık
biçiminin esnetilmiş (daha fazla özgürlük barındırıyormuş gibi
görünen) bir çerçevesinin olduğunu da gösterme isteği taşır.
Foucault, toplumsal bedeni ortaya çıkaran şeyin bizzat bireylerin
bedenleri üzerindeki iktidarın maddi varlığı olduğunu söyler. Burada
doktorlar ve politikacılar gibi toplumsal beden kurumlarından da söz
ederken, bu kurumların serbest ilişki ya da kürtaj fikri karşısındaki
paniklemelerini de hatırlatır (2012: 39). Beden, iktidarın yalnızca
kendini dayattığı bir yer değil, tasavvur ettiği toplum için varsaydığı
gereklilikler için müdahale ettiği bir mekândır. Yani, iktidar, ideolojisine
uygun tasarladığı toplum ve kurumlar için kadın bedenini
araçsallaştırırken (doğuran bir makine gibi algılayarak), bedenin
kendisini toplumsalın kural, kaide, ahlâk ve geleneğinin nüfuz ettiği
bir zemin, bir “toplumsal beden” olarak kabul eder. 2012 yılından bu
yana siyasal iktidarın Türkiye’deki kürtaj, kadınların örtünmesi,
hamileliğin görünürlüğü konularındaki tartışmalara bakıldığında,
kadın bedeninin yalnızca “bir işgücü olarak” inşa edilmediği, bedenin
40 • iletiim : arat›rmalar›
siyasal iktidar tarafından aynı zamanda bir toplumsal mekân olarak
da inşa edildiği görülür.
Kürtaj tartışmaları etrafında, siyasal iktidarın “iyi aile iyi toplum
güçlü ekonomi” saikıyla kadın bedenine müdahale etmesi, tam da
Foucault’nun işaret ettiği gibi, iktidarın kurduğu “toplumsal beden”e
karşı bedenin talep edilmesini de beraberinde getirmektedir. Her
müdahale karşı-mücadeleyi de getirdiğine göre, tartışmaların döndüğü
toplumsal iletişim ortamlarındaki mücadelenin neliği, biçimi, sınırları,
söylemi ve üretilen politikaya dikkat göstermek kaçınılmaz olur. Bu
çalışma açısından önemli soru şudur: Baskıcı iktidarın faaliyetini
görünür kılarak açığa çıkarmak (ifşa etmek) ona karşı bir mücadele
biçimi olarak önemliyken, bu mücadelenin sınırlarında, biçiminde ve
politikasında iktidarın izi, belirleyiciliği ya da rolü var mıdır? Bu soru
ise karşı kamusallık biçimlerine ve alternatif iletişim ortamlarına dair
düşünmeyi gerektirmektedir. Çünkü siyasal iktidarın hegemonyasına
karşı (ya da dışında) başka politikanın, kendini temsil ederek, kendi
gündemini oluşturabildiği alanların karşı kamusal alanlar ve alternatif
iletişim ortamlarında geliştiği ve görünür olduğu düşünülmektedir.
Alternatif İletişim Ortamlarında Karşı Kamusallık
Nancy Fraser’ın ortaya koyduğu “counter public sphere” kavramı
(56-80); kamusal alanın pek çok alt karşı kamusal alanlardan oluştuğu
ve liberal burjuva kamusal alanının önvarsaydığı ideal konuşma/
iletişim ortamının etnik kimlik, cinsiyet, dil, şive ve iletişim ortamlarına
erişimdeki imkân eşitsizlikleri gibi sebeplerle mümkün olmadığı
eleştirisini vurgulamaktadır. Türkiye’deki, Fraser’ın tarif ettiği gibi
karşı kamusallık biçimlerinden ve kamusal alanın çerçevesini son
derece genişleten hareketlerden biri ise kadın hareketidir.
Bir karşı kamusal alan olarak kadın hareketi, kendi kimlik, çıkar
ve ihtiyaçları hakkında muhalefet ürettiği, karşıt söylemler
oluşturduğu, bu söylemleri yaydığı ve diğer alternatif kamularla
dayanışma ortamları oluşturduğu bir iletişim ortamına sahiptir.
Türkiye’deki kadın hareketinin 80’lerin ortasından itibaren kurmaya
başladığı alt-karşı kamusal alan; dergi, gazete, kadın muhabirler ağı,
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 41
online iletişim ortamı (örgütlerin, kampanyaların web sayfaları), mail
grupları, kadın kurultayları, konferanslar, özel çalışma grupları,
festivaller, kadın kütüphanesi, üniversitelerde kurulan kadın
çalışmaları merkezleri, sokak gösterileri, yürüyüş ve protestolar ve
daha pek çok bileşenle birlikte genişlemiştir. Kadın hareketi, özel/
kamusal ayrımını ortadan kaldıran “özel olan politiktir” mottosunun
gösterdiği üzere dayak, tecavüz, kadına yönelik şiddet ve her türlü
eşitsizliği besleyen durumları ifşa ederek, “kol kırılır yen içinde kalır”
anlayışını kolladığı ailenin muhafazakâr alanından çıkararak, alt-karşı
kamusal alanlardaki politikaya dâhil etti. Yeni bir toplumsal hareket
olarak kadın hareketi, böylece politikayı gündelik hayattan,
deneyimlerden üreterek, kendi sözünü söylediği iletişim ortamını
kurmakla, toplumsal iletişim ortamını da genişletmiş oldu.
Bu çalışma açısından, “iletişim ortamı”nın bir toplumsal hareket
için aynı zamanda bir mücadele alanı olduğunu ve medyanın ise
görüşlerin dolaşıma girdiği maddi bir ortam işlevi gördüğünü
belirtmek gerekir. Bağımsız medya da, karşı kamu alanlarının
eylemlerinin ve yurttaş muhalefetinin, iktidar ilişkilerinin
manipülasyonuna uğramadan yer alabildiği alanlardır. Bu alanlar,
karşı kamusallıkların, kenardakilerin kendi kimlikleriyle ve ifade
biçimleriyle görünür olduğu, kendi dertlerinin ve iktidara yönelik
eleştirilerin açıkça dillendirildiği, yalnızca haberdar eden değil
bilgilendiren, farklı bakış açılarını ve tartışmaları görünür kılan alanlar
olması bakımından önem taşırlar.
Yöntem ve Yaklaşıma İlişkin
2012 yılında yaşanan kürtaj tartışmaları da, karşı kamusallık
biçimlerinin eylemleriyle hem bağımsız medya kanallarında hem de
anaakım medyada önemli yer buldu. Bu çalışmada “kürtaj” odağındaki
kamusal tartışma ortamına, iktidar ve karşı kamusallık biçimlerinin
eylem, söylem ve müdahale/mücadelelerine bir alternatif/bağımsız
medya alanı olan Bianet’e yansıyan haber içerikleri kaynak alınarak
bakıldı.
Mesele, iktidarın kürtaj üzerinden muhafazakârlığı nasıl yeniden
ürettiği ve söylemi üzerinden ideoloji analizi değil7; karşı kamusallık
42 • iletiim : arat›rmalar›
biçimlerinin politika ve söylem üretme ortamının iletişim açısından
incelenmesidir. Yani iktidar konuşurken, yurttaşlar ne söylüyor, kendi
eylem alanları ve söz ile politika üretme ortamları ve sınırları nasıl
beliriyor? Bu sebeple, sokaktaki harekete odaklanan bir bağımsız
medya alanındaki içerikler temel kaynak olarak alınmıştır.
Sadece söylem analizi sokağın tüm dinamiklerini yansıtmaz
elbette. Fakat, bizzat politik eylem pratiklerinin içinde konumlanan ve
hem bu pratikleri üreten hem de yayan bir alternatif medya alanı
olarak Bianet, kürtaj tartışmaları süresince yalnızca hak odaklı
habercilik yapmayıp, aynı zamanda “Benim Bedenim, Benim Kararım”
kampanyasını düzenlemekle ve bu kampanyayla sokaklardaki eylem
ortamlarına katılmakla, haberciliği ve eylemciliği birleştiren bir pratiği
üretti. Bu nedenle, Bianet’in “kürtaj” konulu içerikleri yalnızca
toplumsal muhalefeti yansıtmakla kalmayarak, kendisinin de katıldığı
bir muhalefeti sergilemektedir. Ancak, “kürtaj” tartışmaları
çerçevesinde toplumsal muhalefetin ürettiği politik söylemin, siyasal
iktidarın belirlediği sınırlar içine hapsolduğu ve böylesi bir gizil
belirleyiciliğin toplumsal muhalefetin özgün ve hegemonyayı kıracak
politik söylem üretmesini engellediği bu çalışmanın temel savlarından
biridir. Bianet içeriklerinin söylem analizi ise, bu temel savı
açıklayabilmek açısından elverişli olacaktır.
Bu çalışmada, Bianet’te, “kürtaj” ve “en az üç çocuk” anahtar
ifadeleriyle yapılan taramayla, 2011-2013 yılları arasında yayınlanmış
olan 586 haber tarandı. 2011-2013 yılları arası, “en az üç çocuk” söylemi
ve “kürtaj” çerçevesindeki tartışmaların yoğun olması, çeşitli veçhelerle
gündemde yer alması sebebiyle çalışmanın zaman dilimi olarak seçildi.
Haberlerin incelenmesinde; haber çerçevelerine, kürtaj konulu
eylemlerin neler olduğuna, kimlerin sesinin duyulduğuna, iktidarın ne
dediğine ve eylemcilerin neler söylediğine dikkat edildi. Ayrıca, söylem
ile eylemlerin ardyöresi, bu eylemler ve söylemlerde kadın bedeninin ve
ailenin her iki tarafça nasıl algılandığı anlaşılmaya çalışıldı.
Bu tartışma sürecinde Bianet’in düzenlediği “Benim bedenim,
benim kararım” kampanyası ise, sözkonusu alternatif medya biçiminin
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 43
içermesi muhtemel “eylemci medya” karakterine dikkat etmeyi
gerektirmektedir. Kampanya çerçevesindeki harekete (Bianet’in
yalnızca haber içerikleri değil, aynı zamanda düzenlediği kampanya ve
sokaktaki kürtaj eylemlerine de hem bu kampanyayla hem de haber içerikleri
ve duyurularla katılmış olması bakımından) dikkat kesilmek, eylemcihaberciliğin olanaklarını ve sınırlarını düşünmeye imkân verebilir.
Bunu yaparken, iktidarın ve eylemcilerin konuşmalarının ardyöresine
dikkat kesilerek, kürtaj konusu odağındaki “toplumsal konuşma
ortamının” karşı kamusallık biçimleri açısından olanaklarına ve
sınırlılıklarına dair ayrıntılar yakalanmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmada Bianet’in neden seçildiği sorulabileceği gibi, Bianet
yerine feminist medyaya dikkat kesilmenin, karşı kamusallık
biçimlerinin iletişimsel eylem stratejilerine ve kamusal konuşmanın
içeriğine, yansıyan zihniyet biçimlerine ve karşı söylemlere dair daha
fazla bilgi verebileceği öne sürülebilir.
İlk olarak, yalnızca feminist gündemin ve kadın hareketinin sesinin ve
eylemlerinin değil, “kürtaj ve beden politikaları” konusunu gündem
edinen diğer karşı kamusallık biçimlerinin, buralardaki muhalefetin
görüldüğü ve seslerinin duyulduğu bağımsız/alternatif bir iletişim
alanı seçilmek istenmiştir. Bu açıdan Bianet, sokaktaki, gündelik
pratiğin içindeki sesleri kaynak almakta ve uzun yıllardır yayın
yapmasının getirdiği geniş bir haber ağına erişmiş olması bakımından
elverişli bir gözlem alanı oluşturmaktadır.
Bianet, kendi habercilik anlayışını “hak odaklı” olarak tarif
etmekte; insan hakları, çocuk ve kadın hakları, ifade özgürlüğü,
kültürel haklar, gençlik, sağlık, azınlıklar gibi pek çok alanda anaakım
medyada sesi duyulmayanların gündemini görünür kılmaktadır.
Bianet’in kurucularından Nadire Mater, Bianet’in “hak haberciliği”
anlayışını şöyle ifade etmektedir:
Sessizlerin sesi dedik, üretim temelinde dayanışma dedik, görünmeyeni,
gösterilmeyeni görünür kılmak dedik, ihmal edilenlerin sesi olmak
dedik. Mersin, Samsun, Diyarbakır, Adana, Bursa, Siirt, Çanakkale,
Muğla, İzmir’den, Türkiye’nin her bir yerinden gazetecilerle defalarca
44 • iletiim : arat›rmalar›
biraya geldik. Birlikte ve tek tek politik ve etik olarak sorumlu habercilik
yapmayı konuştuk, tartıştık. Artık 2006’da başlangıçta dediklerimizi Hak
Haberciliği başlığında topluyor, bunu da hak odaklı, çocuk odaklı ve
elbette ifade özgürlüğü odaklı habercilik olarak açıyoruz (22).
Ayrıca, IPS iletişim Vakfı’nın yayınladığı Hak Haberciliği
Dizisi’nin ilk kitabının giriş kısmında, Bianet’in “Haklar için habercilik,
haberciler için özgürlük” çağrısıyla sürdürdükleri haber üretiminin
merkezinde “hak haberciliği” anlayışının bulunduğu, dışlananların,
ihmal edilenlerin, hakları çiğnenenlerin, susturulanların sesi olmaya
çalışarak habercilik yaptıkları vurgulanmaktadır (7-8). Yine anaakım
medyanın sahnesinde görmediğimiz pek çok konu, haber, araştırma,
tartışma olarak burada yer almaktadır8.
Bu nedenle, kürtaj odağında, feminist hareketin yanı sıra toplumun
hangi kesimlerinin ne söylediği, nasıl politika ürettiği ve kamusal
tartışma ortamındaki duruşlarına ancak Bianet gibi haber ve kaynak
çeşitliliğinin geniş olduğu bir alternatif medya ortamından
ulaşılabileceği düşünülmüştür.
Ayrıca, Bianet, toplumdaki hak ihlalleri, hak mücadeleleri
gündeminin takip edilebileceği dikkate değer bir kaynak olmanın yanı
sıra, aylık erkek şiddeti ve kadın mücadelesi raporları ve üç ayda bir
medya gözlem raporları yayınlamakta, hak odaklı habercilik
konusunda eğitimler ve atölye çalışmaları düzenlemekte ve kitaplar
yayınlamaktadır. Böylece yalnızca bir alternatif medya ortamı değil,
aynı zamanda hak ihlallerini izleyerek (monitoring), “hak odaklı
haberciliği” bir eylem biçimi olarak da uygulamaktadırlar. Bu anlamda,
geleneksel gazetecilikteki objektiflik kriterini, “hak”lardan yana bir
taraflılığa genişletmektedirler.
Nitekim Bianet, kürtaj konusunda da toplumun farklı kamusallık
biçimlerinin ürettiği alternatif seslere yer veren, yalnızca iktidarın
uygulamalarından haberdar eden değil, bu uygulamaları eleştiren,
protesto eden, karşı politika ve söylem üreten tüm kesimlerin görünür
olduğu bir alan olmuştur. “Kürtaj” konusunda nelerin konuşulduğu
odağında Bianet içeriklerine bakıldığında, toplumsal hafıza ile de kar-
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 45
şılaşılmaktadır. Gündemin ne denli hızla değiştiği ve iletişim ortamlarındaki enformasyon akışının hızı dikkate alındığında, Bianet gibi
alternatif/bağımsız medya alanları toplumun hafızasını tutan iletişim
alanları olarak da düşünülebilir. Böylece, Bianet gibi böylesi alternatif
medya alanları, biz araştırmacılar açısından da karşı kamusallık biçimlerinin sesini takip edebileceğimiz önemli kaynaklardır.
Kimlerin Sesi Duyuluyor?
Kürtaj ile ilgili yasal düzenlemelerle ve siyasal iktidarın aktörlerinin
açıklamalarıyla başlayan tartışmalara, tepkilere, eylemlere ve
açıklamalara ilişkin Bianet’teki haberlere baktığımızda, iktidarın değil,
daha çok yurttaş muhalefetinin ve konuyla ilgili sağlık örgütleri, uzman
ve akademisyenlerin seslerinin duyulduğu görülmektedir. Haber
kaynaklarını, gündem oluşturma biçimini ve gündemin içeriğini
temelde toplumdaki iktidar mekanizmalarına dayandıran anaakım
medyanın aksine, alternatif/bağımsız bir medya alanı olan Bianet’in
haber kaynakları daha çok alternatif olanlar, eleştirel sesler ve gruplardır.
2011-2013 yılları arasında kürtaj tartışmalarına ilişkin yayınlanmış
haberlerde, Bianet’te sesi en fazla duyulanların ve haber kaynaklarını
şöyle belirlemek mümkün:
Türkiye’nin çeşitli illerinden kadın örgütleri, eylemciler, sağlık
alanında çalışan meslek odaları ve örgütler, jinekologlar, sosyologlar,
hukukçular, özellikle medya, kadın çalışmaları, sosyoloji, sağlık,
hukuk alanlarında çalışan akademisyenler, kimi zaman ise anaakım
medya… İktidarın açıklamalarının genellikle anaakım medyadan
alınmakta olduğu görülmektedir.
Bir not olarak şunu belirtmek gerekmektedir: Tartışmalar, siyasal
iktidarın aktörleri (genellikle başbakan) tarafından yapılan
açıklamalardan sonra başlamakta ya da alevlenmektedir. Bianet’e
yansıyan kürtaja dair üç yıllık haber ve tartışmalara bakıldığında,
konuya ilişkin muhalif ve protestoları ivmelendiren temelde üç iktidar
eylemi, açıklaması dikkat çekmektedir:
46 • iletiim : arat›rmalar›
• “Her eve üç çocuk”9,
• “Her kürtaj bir Uludere’dir” (AKP Kadın Kolları Kongresi’nde,
Başbakan tarafından yapılan açıklama)10,
• Mahremiyet tartışmalarını başlatan, hamile kadının ailesine
haber verilmesine ilişkin haberler.
Kürtaj konusunda, kamusal konuşmayı ve yurttaş muhalefetini
başlatan ve yükselten tartışmanın başlangıç cümlelerinin iktidar
tarafından konulduğu görülmektedir.
Eylemler
Bir karşı kamusal alanın iletişim ortamını anlayabilmek için
oradaki eylemlere dikkat yöneltmek gerekir. Kürtaj konusunda yapılan
eylemlerin neler olduğuna bakıldığında:
Tablo 1:
Eylemler
Kapalı toplantı salonlarında ve Dolmabahçe, Taksim, Kadıköy gibi kent
meydanlarında yapılan basın açıklamaları
Kent meydanlarında yapılan protestolar, yürüyüşler,
Kadın örgütleri, tıp meslek örgütleri, üniversiteler tarafından düzenlenen
pek çok panel
Oturma eylemleri
Fax çekme eylemi
(Mersin Kadın Platformu kürtaj tartışmasına dikkat çekmek amacıyla
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a faks çekti. Eylem öncesi yapılan basın
açıklamasında “Kürtajı yasaklamaya çalışan bu yaklaşım kadını sadece
evde ve anne olarak görmek istemektedir” denildi.)
Mektup gönderme eylemleri
Aynı gün ve saatte ülkenin farklı illerinde konulan eş zamanlı yürüyüş ve
protestolar
Kolluk kuvvetlerine karşı yapılan eylemler
(Polise prezervatif -içi boyalı su dolu- atmak gibi)
Siyasetçilerin protesto edilmesi (katıldıkları toplantılar sırasında)
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 47
Eylemcilerin tabloda belirtilen eylemleriyle eş zamanlı olarak
iktidarın nerelerde konuştuğuna baktığımızda ise şöyle bir manzarayla
karşılaşılmaktadır: Haftalık parti grup toplantıları, düzenledikleri
basın toplantıları, katıldıkları düğünler ve kürtaj konusunda
yapacakları düzenlemelere dayanak olması için hazırlanan raporlara
ilişkin toplantı ve açıklamalar. İktidarın konuştuğu ortamlar aynı
zamanda anaakım medyanın özellikle ilgilendiği ve gündemi “iktidarın
gündemine” paralel belirlediği yerler olmaktadır. Bu sebeple, yukarıda
vurgulandığı üzere, tartışma gündeminin belirleyiciliğindeki siyasal
iktidarın rolünü güçlendiren rol, anaakım medya tarafından yerine
getirilmektedir.
Her iki tarafın eylem ve konuşma ortamlarında dönen tartışmaların
niteliğine bakacak olursak; iktidar her ne kadar “tartışma cümlesini/
konusunu” ortaya atıyor olsa da, söylem daha çok uygulanan
politikalara uygun şekilde “toplumsal rıza”nın üretilmesine yöneliktir.
Örneğin, her kadın üç çocuk doğurmazsa güçlü millet olunamayacağı
gibi gerekçelendirmeler, neo-liberal muhafazakâr politikaların
yerleştirilmesine denk düşecek rıza üretimi kaygısı taşır.
Fakat sorunu derinlemesine ele almak, eleştirmek ve farklı
veçhelerle muhalefet üretmek bakımından eylemcilerin daha güçlü
oldukları, daha zengin politika üretebildikleri ve eylem repertuarına
sahip oldukları görülmektedir. Şüphesiz ki, Bianet’in haber ortamı,
sivil toplum örgütlerini, hak örgütlerini ve toplumsal hareketlerini
daha fazla kaynak almakta ve seslerine yer vermektedir. Fakat,
yalnızca Bianet haberlerine bakarak eylemcilerin seslerinin kamusal
tartışma ortamında “etkili” olabildiğini iddia etmek çok olası değildir.
Bu nedenle, eylemcilerin, en azından kürtaj konusu çerçevesinde,
güçlü oldukları veçhe eylem repertuarına, söylemlerinin çerçevesine
ve üretilen politikanın yöneldiği amaç ve niteliğine bakılmaktadır.
Zaten “iktidar” dediğimiz şey “takım elbiseli, ciddi adamlar ve bu
adamların görüntüsü ve diliyle konuşan kadınlar”dan oluşmaktadır.
İktidarı temsilen konuşan aktörler içinde gördüğümüz tek kadın Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanı’dır; o da takım elbiseli ve ciddidir.
48 • iletiim : arat›rmalar›
İktidarın ciddiyetinin aksine, eylemcilerin eylem alanlarındaki
renkli (mor egemen), neşeli, eleştirel sloganların olduğu pankartlar,
dövizler, sokak eylemlerinde dikkati çeken şenlik, müzik, dans,
sloganlar ve sokaktaki hayatın gerçekliğini, tüm mevzunun öznesi
olan rengârenk kadınlar iktidarın bu ciddiyetinin kurgusallığını ifşa
eder gibidir. İktidar aklı bilindiği üzere erkektir. Gündelik hayatın
gerçekliğinin öznesi olan kadınlar, iktidarın kurguladığı haliyle kürtaj
üzerinden üretilen neo-muhafazakâr politikanın nesnesi olmayı
kendilerine ait dil, söylem ve simgelerle kendi kamusallık biçimleriyle
görünür kılmaktadırlar.
Çünkü iktidar bir amaca, kürtajı yasaklama ve nüfusu arttırmaya
yönelik stratejik bir hedefe ulaşmak üzere konuşurken, kürtaj karşıtı
açıklamalarda sağlık sorunları, ceninin yaşam hakkı, konunun dinsel
boyutu da yer almaktadır. Eylemciler ise “hak”ların ihlâli, “beden
politikaları”, “sağlık” açısından sakıncalar, dünyadaki uygulamalar
gibi farklı açılardan konuyu tartışmakta; hak ve özgürlüklere vurguda
bulunmaktadır. Kürtaj konusunda tartışmaların döndüğü karşı
kamusal alandaki aktörlerin toplumun farklı kesimlerinden olduğu
görülmekte, çoğul deneyimlerden, uzmanlık alanlarından ve gündelik
hayattan kaynağını alan karşı kamusallıkların politik aklı ortaya
çıkmaktadır.
Kürtaj Hangi Bağlamda Tartışılıyor?
Bianet haberlerinde ve anaakım medyadaki haberlere dikkat
edildiğinde, kürtaj konusunda siyasal iktidarın aktörlerinin “güçlü
aile, güçlü millet, kaliteli genç nüfus” bağlamında konuştukları
görülmektedir. Ancak, siyasal iktidarın muhafazakâr politikalarının
belirlediği çerçeveye karşı koyan ve sınırlarını genişleten başka
bakışları, deneyimleri, farklı ülkelerdeki durumları karşılaştırmalı
analiz eden eylemcilerin, eylemleri Bianet’e yansıyan örgütlenmelerin
ve uzman/akademisyen açıklamalarının siyasal iktidarın söylem
çerçevesinin sınırlarına müdahale olarak anlaşılabilir. Bu da tartışma
bağlamının siyasal iktidarın koyduğu kısır ve içe kapanan doğasını
açan, genişleten ve dayatılan zihniyet dünyasının dışında başka bir
dünyanın/dünyaların var olduğunu gösteren bir müdahale biçimidir.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 49
Bianet’e yansıyan haberlere baktığımızda, konunun şu bağlamlarda ele alındığı görülmektedir:
Tablo 2:
İktidarın yasaklama yönündeki politikalarının ideolojik veçhesi (neo-liberal
politikalar, milletin güçlenmesi, muhafazakârlığın beden üzerindeki
müdahalesi)
Sağlık açısından doğuracağı sakıncalar
Yasalaşma sürecinde iktidarın hazırlattığı raporlar ve tıp meslek
örgütlenmeleri ile kadın örgütlerinin hazırladığı raporlar
Kadın hakları, beden politikaları, beden ile ilgili hak ve özgürlükler
Aile
Dünyanın farklı yerlerindeki (ABD, Macaristan gibi) uygulamalar, bu
uygulamaların tarihsel ideolojik ard alanı
Uluslararası hukuk
Nüfus mühendisliği, sosyal politikalar
Dünyanın diğer ülkelerindeki STK’ların raporları ve kürtaja ilişkin durum
haritası
Uluslararası sivil kuruluşların (Dünya Sağlık Örgütü, Doğurganlık Hakları
Merkezi gibi) raporları
Karşılaştırmalı istatistiksel veriler (diğer ülkelerle, Türkiye’de geçmiş
yıllarla veya bölgelere göre)
İktidar, Kürtajın Yasaklanması ve
Kadın Doğurganlığı Hakkında Ne Söylüyor?
Kürtajı yasaklama yönünde yasal düzenlemeleri uygulayan
Adalet ve Kalkınma Partisi adına, kamusal tartışmayı başlatan ve
alevlendiren cümleler en fazla Başbakan tarafından ortaya atılmaktadır.
Yine siyasal iktidar partisi adına en çok konuşan ve temel tartışma
konularını ortaya koyanların Başbakan, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanı, Sağlık Bakanı olduğu görülmektedir. Ayrıca Bianet’te, Avrupa
Birliği Bakanı ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’nın da sesleri
arada duyulmuştur.
Yukarıda değinildiği üzere, yapılan açıklamalara bakıldığında,
mevcut erkek iktidar aklı, eylemcilerin de güçlü olarak vurguladıkları
50 • iletiim : arat›rmalar›
gibi, kadın bedeni üzerinde hak iddia etmekte, “milletin güçlenmesi”
için daha fazla doğurmayı kadına bir görev olarak biçmektedir.
Siyasal iktidar partisinin yukarıda belirtilen aktörlerin
açıklamalarında dikkat çeken ve kürtajın yasaklanması yönündeki
politikalarının zihniyet evrenini de gösteren cümleleri, karşı
kamusallıkların karşı çıkışları ve politikalarıyla karşılaştırmalı olarak
şöyle belirtmek mümkündür:
Tablo 3:
Siyasal İktidarın Söylemi
Eylemcilerin Söylemi
“Her aile üç çocuk yapmazsa
nüfus yaşlanır”/ En az üç çocuk
Sağlık alanında yapılan açıklamalardan
en dikkat çekenlerinden biri şuydu:
“Yeni muhafazakârlık ve piyasa
ilişkileri nedeniyle kürtaj
uygulamasının sınırları daralıyor. (…)
kadınların kafasında cinai işlem
yaptıkları fikri var” (15 yıl önce “kürtaj
yaptırmak istiyorum” derlerdi, şimdi
“burada kürtaj yapılıyor mu?” diye
soruyorlar kısık sesle…)
“Güçlü aile güçlü millet oluşturur”
“Aile daha fazla kutsallaştırılıyor”
“Her kürtaj bir Uludere’dir”
“Başbakan’ın söylemleri, bu ülkede her
gün ortalama beş kadının
öldürülmesinin ve onlarca kadının aile
içinde ve kamusal alanda şiddet
görmesinin nedenlerini
meşrulaştırmaktadır”
“Kürtaj, milleti dünya sahnesinden “Başbakan için hala meşru kadın
silmek için sinsice bir plandır”
kimliği; eş, bacı ve anne olmaktan
ibarettir”
“Kürtajı bir cinayet olarak
görüyorum”
“Cinayet dediğin erkek şiddeti, kürtaj
ise kadınların tercihi”
“Kürtaj aile planlaması yöntemi
değil, bu tartışmada kadın
hakkından değil bebek hakkından
bahsedilmeli”
“Rahim bizim, hayat bizim, karar
bizim”
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 51
“Tecavüze uğrayan kadınlar da
kürtaj olmamalı. Gerekirse devlet
bakar”
“Kürtaj hakkıma dokunma, Roboski’nin
hesabını ver”
“Kürtajla ilgili orta yol bulacağız”
(Hem vicdanları hem kadınların
seçim hakkını hem de anne
rahmindeki bebeğin yaşam hakkını
koruyacak orta yol – kampanyalar
arttıkça ve eylemcilerin sesi iyice
duyulur oldukça söylemleri
yumuşamaya başlıyor)
“Hamile kadın anne değildir” / “Fetüs,
çocuk değildir” /”Kadın bedeni
üzerinde söz ve tasarruf hakkı sadece
kadına aittir” / “Bedenimiz bizimdir.
Kürtaj temel hakkımızdır”
“Üreme sağlığı hakları, kadınların
yaşama hakkıdır. Kürtaj kaldırıldığında,
anne ölümleri artar. Bu bilimsel bir
veridir.”
“Aklını, dilini bedenimden çek”
“Kürtaj Değil Uludere Cinayettir” /
“Kürtaj Hakkımızı Tartıştırmıyoruz
Bedenimiz Bizimdir” / “Kürtajı
Yasaklamak Kadın Cinayetlerine
Davetiyedir” / “Ucuz işgücü makinası
olmayacağız”
“Kürtaj hakkı kendi bedenleri,
doğurganlıkları ve yaşamları hakkında
söz sahibi olmak isteyen kadınların hak
ve eşitlik mücadelesinin temel
kazanımlarından birisidir. Bu hakkı
teslim etmeyeceğiz”
“Hayatımız bizimdir, bedenimiz
bizimdir. Doğurma ya da doğurmama
kararını devletler, iktidarlar, erkekler
veremez”
“Bu yaklaşım; kadın bedenine el
koyma, kadını yok sayma, sermayeye
ucuz çocuk işçi ordusu yaratma,
işyerlerinde kreşleri kapatarak kadının
istihdama katılmasını engelleme
yaklaşımıdır. Kadını anneliğe
indirgeme, eve kapatma yaklaşımıdır.”
52 • iletiim : arat›rmalar›
İktidar temsilcilerinin “en fazla” dillendirdiği ve tepki çeken bu
ifadeler, temelde neo-liberalizmle kendini yeniden üreten bir
muhafazakârlığı açıkça göstermektedir. Yani, yalnızca “aileyi” koruyan
ve güçlendiren temel geleneksel değerleri vurgulamakla kalmamakta,
güçlü bir ekonomi ve toplum için genç nüfusa/iş gücüne ihtiyaç
olduğunu da kuvvetle vurgulamaktadır. Eskiden beri süregelen
benzer minvaldeki nüfus politikaları güçlü aile, toplum ve millet
vurgusunu öncül alıyordu. Şimdi bunun yanı sıra piyasaya işgücü
sağlamak, genç çalışan nüfusu arttırmak da dillendirilmektedir. Aile,
gelenek, din gibi kurumları, piyasa ilişkilerini sağlama almak için
kullanan yeni muhafazakârlığa uygun olarak, neredeyse aslî hedef
piyasa olurken; milliyetçi muhafazakâr söylem toplumsal rızayı
sağlamak için bir araç halini almakta, geçmişten gelen muhafazakâr
politikaların amacını da, aksını kaydırarak sürdürmektedir.
Başbakan’ın yaptığı “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklaması ise en
fazla tartışma yaratan ve siyasal iktidarın zihniyet evrenini apaçık
eden cümlelerden biridir. Hak örgütlenmelerinin ve toplumsal
muhalefetin güçlü tepki gösterdiği bu açıklama, Türkiye’deki
muhafazakâr politikaların beslendiği ve içinde evirildiği zihniyet
evrenini açıkça gösterecek olması bakımından tek başına incelenmeyi
hak etmektedir. İlk bakışta anlaşılmaktadır ki, bir ceninin ya da henüz
doğmamış olanın yaşam hakkını, Uludere’de (Roboski) öldürülen
otuzdört Kürt yurttaşın yaşam hakkıyla eşitleyen bir anlam
içermektedir11.
1983’de Cuntanın Danışma Meclisi’nde Mardin Üyesi olan Beşir
Hamitoğulları’nın sarfettiği “kürtaj ana rahmindeki bebe adayının katlidir,
idamıdır” (Göker, 2012) ifadesinin gösterdiği zihniyet örüntüsünün
devamı olan, Başbakan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” ve “Kürtajı bir
cinayet olarak görüyorum” açıklamaları, Katolik Kilisesi’nin kürtaj
konusundaki yaklaşımıyla benzerlik gösterir. Papa II. Jean Paul,
Polonya’ya 1991’de yaptığı ziyaret sırasında havaalanında bir konuşma
yaparak ve Nazilerin Yahudi soykırımıyla kürtajı karşılaştırarak
“insan acımasızlığının kurbanlarının mezarlarına yüzyılımızda yeni
mezarlar ekleniyor: doğmadan öldürülen çocukların mezarları”
diyordu (Ökten, 2012).
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 53
Hıristiyan Katolik inancında ve Sünni Müslüman dini anlayışta
“günahsızlık”, “masumiyet” ve “ilahi olanın ışığını taşıyan” anne
rahmindeki bebeğe ve anneliğe (Bakire Meryem’de olduğu gibi
cinselliksiz bir anne imgesi) kutsallık atfedilmektedir. Cenin uhrevi,
temiz ve günahsız bir öte dünyayı temsil ederken, bu dünyaya ait
haklar da öte dünyaya/öte dünyadan gelene referansla
düzenlenmektedir. Ne var ki, bu dünyanın reel piyasa gereklilikleri
böylesi bir zihniyet evrenine kolaylıkla eklenmekte, hatta kutsanmakta
olan temel muhafazakâr değerler piyasaya, geleneksel toplumsal
kurumlara ve millete de hizmet edebilmektedir. Konu aile ve toplumsal
gelenekler olunca kadın bedenine ilişkin “mahremiyet” tamamen
ortadan kalkmakta, beden bir toplumsal nesneye dönüşmekte ve tüm
muhafazakâr iktidarların lügati aynı zihniyet evreninden
beslenmektedir.
Eylemler, Karşı-Söylemler
Kadın bedeni üzerinden siyasal iktidar tarafından üretilen
muhafazakâr politikalar ve karşı politik mücadele yalnızca kadın
hareketinin karşı kamusal alanının en önemli gündem maddesi
değildi. Bianet’e yansıyan haberlerin içeriğine bakıldığında, kürtaj
yasağı konusu etrafında, beden politikalarından, milliyetçimuhafazakâr ideolojinin eleştirisine ve getirdiği hak ihlallerinin
ifşasına, temel hak ve özgürlüklerden sağlığa kadar konunun geniş bir
bağlamda konuşulduğu bir iletişim ortamı oluştu. Bu iletişim ortamı,
kürtaj ve nüfus politikaları odağında bir araya gelen farklı karşıt
kamusallık biçimlerinin kesişimi gibiydi. Bu kesişim noktası sadece
kadınları değil, aynı zamanda eril tahakkümden ve ataerkil düzenden
rahatsız olduklarını vurgulayan ve kendilerine rahatsız erkekler12 gibi
inisiyatifleri, sağlık örgütlerini, hak örgütlerini, ana muhalefet
partilerinin kadın örgütlerini ve Bianet’ten sesleri duyulan yukarıda
yer alan kesimleri kapsıyordu.
Muhalefetteki siyasi partilerin tepkileri ise, daha geniş bir
temsiliyeti taşıyan genel bir parti tutumunu yansıtmaktan çok,
açıklamaların hepsi bireysel düzeyde kalmaktaydı. Bu açıklamalar
54 • iletiim : arat›rmalar›
kürtaj-karşıtı tutumu, kadınların ne zaman ve nasıl doğuracaklarına
dair karar hakkını vurgulamamakta, politik argümanlarını kadının
kürtaj hakkı üzerinden geliştirmemekteydi. Kimi, Başbakan’ın Uludere
gerçeğini örtmek için kürtaj karşıtı girişimi başlattığını, kimi ise
kürtajdan daha önemli konuların politik gündemde yer aldığını
vurguluyordu (Ünal ve Cindoğlu, 2013: 21-31).
Yukarıda bahsedilen muhalefetin ve sivil örgütlerin eleştirilerini,
Tablo 3’de yer alan “eylemcilerin söylemi”ne işaret ederek şöyle
özetlemek mümkün olabilir:
• En sık tekrar edilen eleştirilerden biri yeni muhafazakârlığın
ve piyasa ilişkilerinin, kadınların özgürlük alanları ve bedenleri üzerinde tahakküm kurduğudur. Yasaya dayanan bu
tahakküm biçimi aynı zamanda “korku”yu da içerir, hatta
korku yaratarak tahakkümü güçlendirir. Çünkü, “yasa korku
aşılar, cezalandırmakla tehdit eder ve eşzamanlı bir biçimde
tehdit ettiğini bir özne olarak kurar, tanır ve kabul eder. Çağrıdan ve azardan önce tam bir toplumsal özne yoktur ortada”
(Direk, 2007; 76). Kürtajı engelleyen yasal düzenlemelerde
görüldüğü gibi, iktidar, politikalarının nesnesi olan kadın
bedenini, aynı zamanda seslendiği, çağrıda bulunduğu ya da
azarladığı bir özne olarak kurar, bunu yaparken de “yasakları”
vurgulayarak korku yaratır.
• Vurgulardan bir diğeri ise kadınların kendi bedenleri üzerindeki haklarına, temel hak ve hürriyetlerine ilişkindir. “Aklını,
dilini bedenimden çek/Rahim, bizim, hayat bizim, karar bizim” sloganları bu eleştiriyi açıkça dile getirmektedir.
• Ayrıca güçlü eleştirilerden bir diğeri; kadın bedeninin piyasa
ilişkilerine tahvil edilmesine ve yeni muhafazakârlığın “aile”yi
daha güçlü vurgulamasına, “kadınlık” cinsel kimliğini/özgürlüğünü/temel haklarını yok sayarak, kadınlığın “annelik,
karı/eş, bacı” gibi ailenin ve geleneksel toplumun tanıdığı/
tanımladığı rollere sıkıştırılmasınadır.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 55
Kısaca; iktidarın yeniden ürettiği muhafazakârlık ve milliyetçilik
karşısında, karşıt kamusal alanın eylemcileri:
• Kazanılmış haklara dokunulmamasını,
• Özgürlük alanlarına dokunulmamasını,
• Geleneksel toplumsal kurumların/kuralların/temsillerin ürettiği eşitsizliklerin kabul edilmediğini,
• Toplumun güçlenmesinin değil yurttaşların/kadınların daha
özgür, hakları gözetilen ve iyi koşullarda yaşamasını sağlayacak sosyal düzenlemelerin yapılmasını (kürtajın yasaklanmasının söz konusu olmaması, aksine kürtajın her kadının eşit
şekilde ulaşabileceği hak olması gerektiği, kadın cinayetlerinin
önlenmesi, kreş gibi) vurgulamaktadırlar.
Çalışmanın bu aşamasında açık bir tespit olarak şunu vurgulamak
gerekir: Bir yanda özgürlükleri daraltan ve güçlü toplum için güçlü
nüfus anlayışını dayatan bir siyasal iktidar anlayışı varken, diğer
yanda mevcut özgürlükleri kaybetmemek için mücadele eden, hak ve
özgürlüklere vurguda bulunan bir eylemlilik görülmektedir. Siyasal
iktidar temel tartışma cümlelerini ortaya koyarken ve yenimuhafazakâr politikalarını yasa düzenlemeleriyle dayatırken, karşı
politik söylemlerin ve eylemlerin de alanını belirlemekte ve
sınırlamaktadır. Yani, mevcut özgürlük alanlarını ve hakları
kaybetmemek üzere uğraşmak zorunda kalan karşı politik mücadele,
özgürlük alanlarını genişletmeye, yeni hak ve özgürlük taleplerinde
bulunmaya ve karşı kamusallık alanlarında özgün politika geliştirmeye
yönelik eylemeye imkân bulamamaktadır.
Bianet’in haber içeriğinin temel kaynak aldığı karşı politik
mücadelenin yer aldığı karşı kamusallık alanının anlaşılmasını
sağlayabilecek nitelikteki birkaç eyleme işaret etmek gerekmektedir:
56 • iletiim : arat›rmalar›
Fotoğraflar: Bianet.org
“Kürtaj Tartışmasına Tepkisiz Kalma”
İmza Kampanyası (1 Haziran 2012)
Ankara Üniversiteli bir grup kadın akademisyen tarafından
düzenlenen eylemin çağrı metninde yer alan şu cümleler, eylemin
bakış açısını açıkça göstermektedir:
Bizler, Başbakan Erdoğan’ın AKP Kadın Kolları Kongresi’ndeki
konuşmasında, kürtaj ve sezaryen gibi üreme pratikleri üzerine yaptığı
açıklamaları kınıyoruz. Bu açıklamaları, kadınların bedenleri üzerindeki
denetimi devletin ana meselelerinden biri olarak gören genel siyasal
yaklaşımın parçası olarak görüyoruz. Söz konusu otoriter ve muhafazakâr
yönelimin bu alandaki kamu politikası ve yasal çerçeveyi nasıl
biçimlendireceği konusunda kaygılanıyoruz. Ayrıca Başbakan’ın konuyu
Uludere’deki can kayıplarıyla ilişkilendirmesini de ayrı bir siyasi skandal
olarak değerlendiriyoruz.13
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 57
Devletin, kadınların bedenleri üzerindeki denetimi ve kadın
bedenini, nüfus politikalarını belirleyip, uyguladıkları birer iktidar
alanı olarak gördüğünü tespit eden ve buna karşı çıkan bu kampanya,
aynı zamanda muhafazakâr ve otoriter kamu politikalarının hak ve
özgürlükleri gelecekte giderek sınırlayacağını işaret etmektedir.
Ipetitions.com üzerinden düzenlenen kampanya14 Bianet tarafından
haber olarak takip edilmekte ve aynı zamanda siteden link
verilmekteydi. Kampanyanın ilk gününde 4500 imza toplanmış, ilk beş
gün içinde imzalar 26 bine ulaşmıştı.
“Kürtaj Haktır Tartışmayız, Bedenimiz Bizimdir”
Kadıköy Eylemi (3 Haziran 2012)
Kamusal görünürlüğü en fazla olan eylemler sokaklardaki ve
meydanlardaki protestolardı. Sesini güçlü duyurabilen ve kalabalık
olan sokak protestolarından biri 3 Haziran, Pazar günü saat 14:00’de
başlayan Kadıköy’dekiydi.
Bu eylem kolektif olarak düzenlenmiş ve eylem çağrısı şu örgütler
tarafından yapılmıştır: Halkevci Kadınlar, Özgürlük ve Dayanışma
Partili (ÖDP) Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, Türkiye Komünist
Partili (TKP) Kadınlar, Emekçi Hareket Partili (EHP) Kadınlar,
Üniversiteli Kadın Kolektifi, DİP’li Kadınlar, Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu’ndan (DİSK) Kadınlar.
Eylem çağrılarında ise kadınların kazanılmış haklarına saldıran ve
tahakkümü arttıran iktidara karşı kazanılmış hakları kaybetmemek
gerektiği, kadın bedeni üzerine iktidarın söz söyleme hakkının olmadığı
vurgulanmaktaydı.
Eylemde şu sloganlar seslendirilmiş ve görünür olmuştur:
“Kürtaj haktır, Uludere katliam”
“Susma haykır, kürtaj haktır”
“Yaşasın kadın dayanışması”
“Jin jiyan azadî”
58 • iletiim : arat›rmalar›
Facebook’da “Kürtaj Haktır Tartışmayız, Bedenimiz Bizimdir”
adıyla açılan sayfada eylem çağrısı yapılmış ve 9 bin kişi eyleme
katılacağını bu sayfadan bildirmişti.
Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı yer verildiği üzere,
Bianet, düzenlediği “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasıyla
eyleme katılmış ve sözkonusu eylemi tüm süreç boyunca haber ve
görüntü içerikleriyle takip etmiştir. Bianet’te, eyleme ilişkin
duyuruların yapılmasının yanı sıra eyleme ilişkin haberler ve eylem
katılımcılarının kaleme aldığı makaleler yer almıştır. “Hak odaklı”
habercilik anlayışıyla yayın yapan Bianet’in sözkonusu eyleme ilişkin
haberleri de kürtajın bir hak olduğu ve eylemin bir hak savunusu
eylemi olması bakımından karşı politik söylemi destekleyen bir bakış
açısında sahip olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Eylemin katılımcılarından Elvan Salman’ın 4 Haziran 2012 tarihli,
Bianet’te yayınlanan makalesi, Kadıköy’deki protestoyu, kürtaj
çerçevesindeki tüm tartışmaları ele alarak açıklamaktaydı. Sözkonusu
makalenin şu satırları, bu sokak eylemi merkezinde eleştirinin
konumunu da göstermesi bakımından dikkate değerdir:
Kısacası, ana muhalefet lideri bu denli can alıcı, can acıtıcı bir konuda bir
görüş belirtmek yerine konuyu sadece ‘gündem değiştirme çabası’ olarak
tanımladı ve detaylı bir soru sorulduğunda ise tek yaptığı topu başbakana
atmak oldu.
Kürtaj bir suç, cinayet değildir ancak kürtajı bu şekilde tartışmak ve bu
tartışmalara bu şekilde sessiz kalmak nazarımda büyük bir insanlık
suçudur.
Durum bu olunca; Pazar günü Kadıköy’de Batı’ya öykünürken her
nedense sosyal devlet anlayışı içinde sunulan imkânlar yerine cımbızla
çekilen "kürtaj yasağı" anlayışına karşı ve bu yazıda ismi geçen Recep
Tayyip Erdoğan, Ayhan Sefer Üstün, Cevdet Döler ve Reşat Çalışlar’a
karşı bir ses çıkarıldı, varlık gösterildi.
Birbirinden anlamlı dövizlerin içinde en çok dikkatimi çeken: "Kürtaj
benim seçimim, cinayet erkeğin yöntemi"ydi. İlk defa bir eyleme katılan,
hatta kendi deyimiyle katılma cesareti gösteren arkadaşımın yorumu;
"İnsan biraz olsun umutlanıyormuş böyle eylemlere katılınca" oldu.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 59
"Zaten bir şey değişmiyor" diye susmak, korkuya kapılıp sinmek asla bir
çözüm değil.
Eylemin en güzel özeti olduğunu düşündüğüm Ajda Pekkan şarkısı ile
durmak gerek bu tavrın karşısında:
"Hür doğdum hür yaşarım kime ne kime ne
Köle miyim sana ben ay Sana ne sana ne!!" (Salman, 2012)
Bu yürüyüşün bileşenlerinden biri olan “Benim Bedenim Benim
Kararım” kampanyasına katılan kadınlar, eyleme de bedenlerine
işledikleri “Benim Bedenim Benim Kararım” yazısıyla ve simgelerle
katıldılar. Benimkararim.org15 sitesinin pankartıyla kampanyanın
eylemdeki yeri vurgulanmış ve kadınlar benimkararim.org çıkartmalarını
üstlerinde taşımışlardır.
Fotoğraf: haber.sol.org.tr16 (Kadıköy İskele Meydanı’na yürüyüş)
Kadıköy eylemi, kürtaj hakkını ve siyasal iktidarın politikalarını
eleştiren kampanyaların, hareketlerin de dayanıştığı, görünür olduğu
bir ortak iletişim alanıydı. İktidarın ciddiyetinin aksine, eylemliliğin/
hareketin neşesi, mizahı ve renkliliği “yaşam”ı vurgulamaktaydı.
60 • iletiim : arat›rmalar›
Fotoğraf: haber.sol.org.tr17 (Kadıköy İskele Meydanı)
Hannah Arendt’e referansla, birbiriyle etkileşim ve iletişim
halinde eyleyen benzersiz bireylerden oluşan kamusal alan, bir
çoğulluk ve özgürlük alanıdır ve politika ancak bu benzersiz bireylerin
eyledikleri, farklılığın egemen olduğu bir kamusal alanda oluşabilir
(akt. Berktay, 2012: 33-34). Yukarıdaki gibi sokak eylemlerinin neşe ve
renkliliği, yine Arendt’in anlayışıyla söylenecek olursa, insani eylem
ve özgürlüğün doğası gereği bireylerin kendi hakikatlerini yaratabilen
ve kaynağını gündelik hayattan alan insani eylem ve özgürlüğün
yansıdığı bir kamusallık biçimini gösterir.
Bağımsız İletişim Ağı:
Alternatif Medya ve Eylemcilik
“Benim bedenim, benim kararım” Kampanyası
Çalışmanın bu aşamasında, Bianet’in “Benim Bedenim, Benim
Kararım” kampanyası çerçevesinde bağımsız bir alternatif medyanın18
aynı zamanda eylemci medya olarak durumuna, eylemcilik ile
haberciliğin birlikteliğine bakılacaktır. Bu birlikteliğin karşı kamusal
alanların seslerinin yansıdığı bir iletişim ortamında sözkonusu medya
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 61
aklını belirleyen habercilik pratikleriyle, bu aklın nüvesi de olan
eylemciliğin sınırları ve imkânları anlaşılmaya çalışılacaktır.
Eylemcilik ve habercilik birlikteliğinin sözkonusu sınırlarını ve
imkânlarını anlayabilmek için Downing’in “radikal medya” modeli,
yani toplumsal hareketlerle yakın ilişkili olan, karşı kamulara dayanan
ve dünyayı değiştirmek üzere bir potansiyeli taşıyan bir medya
modelini tarif ediyor olması bakımından uygun görünmektedir.
Downing, alternatif medyadan bahsetmenin neredeyse bir oksimoron
olduğunu, çünkü bazı açılardan her şeyin bir başka şeyin alternatifi
olduğunu vurgulayarak, radikal alternatif medya kavramını alternatif
medya yerine kullanmayı tercih etmektedir. Radikal medya kavramı,
egemen politikalara, ayrıcalıklara ve bakış açılarına alternatif oluşturan
küçük ölçekli ve pek çok farklı türdeki oldukça geniş bir medya alanını
içerir (2001: IX). Downing’in önemsediği gibi, radikal medyanın politik
ve hegemonik süreçleri sorgulayan, toplumsal hareketlerin dönüştürücü
ve değiştirici potansiyeline inanmasını sağlayan niteliği ve muhalif
karşıt kamulara dayanıyor olması, habercilik ile eylemciliğin
birlikteliğine de işaret etmektedir.
Çalışmanın bu bölümünün içerdiği tartışma bakımından radikal
medya ya da toplumsal hareket medyası en elverişli teorik açıklamaları
sağlıyor olsa da, alternatif medyaya ilişkin daha kapsayıcı
açıklamalardan söz etmek gerekir. Carpentier ve diğerlerinin alternatif
medya kavramının geniş çerçevesinde özellikle şunlara vurguda
bulunulur (18-19):
• Küçük ölçeklidir, daha çok dezavantajlı gruplar ve özgül topluluklar merkezli ve onların farklılıklarına saygı duyar,
• Sermaye ve devletten bağımsızdır,
• Yatay örgütlenmiş ya da hiyerarşik olmayan medyadır, çoğulculuk ve demokrasi çerçevesinde izleyicinin erişimine ve katılımına izin verir,
• Egemen olmayan, karşı-hegemonik söylem ve temsillerin taşıyıcısı, kendi kendini temsilin önemine vurgu yapar,
62 • iletiim : arat›rmalar›
• Ayrıca, dayanışma ve ağ oluşturma önemlidir,
• Bağımsızdır, iletişimin demokratikleştirilmesi sözkonusudur.
Radikal alternatif medya karşıt kamulara, toplumsal hareketlere
dayanıyor olmakla birlikte, gevşek örgütlenmelere ya da geçici
nitelikli grup ve oluşumlara vurguda bulunmaktadır (Alankuş, 2008;
132). Carpentier ve diğerlerinin daha kapsamlı kavramsallaştırmasıyla
birlikte düşünüldüğünde ise, radikal alternatif medya, yine küçük
ölçekli, sermaye ve devletten bağımsız, karşı-hegemonik söylemlerin
taşıyıcısı olmanın ötesinde, politik olarak dünyayı değiştirme, mevcut
medya düzenini dönüştürme potansiyelini vurgulaması bakımından
haberciliğin eylemcilikle birlikteliğini anlayabilmenin referansını da
oluşturmaktadır. Çünkü, radikal alternatif medya, karşıt
kamusallıkların kendi karşı-hegemonik söylemlerini ifadelendirme
alanı olarak eylemcilikle haberciliğin kesişim biçimlerinin pratiklerini
de içermektedir. Ayrıca, Bianet’in “medya aklı”nı anlamaya çalışmak
alternatif bir medyanın eylemci/müdahaleci karakterini anlayabilmeye
de izin verecektir.
Medya aklı (media logic), bir araçta (teknik ve örgütsel davranışlar
topluluğu olarak düşünülebilir) neyin nasıl sunulacağını etkileyen ya
da belirleyen, o aracın kurumsal olarak yapılandırılmış özelliklerine
referans verir. Yani, medya aklı, belirli bir araçta işlerin nasıl
yapılacağını örgütleyen belirli formlara ve süreçlere işaret eder
(Dahlgren, 1996: 63).19 Bianet, bu bilgisayarlar ağını birleştiren ortamın
geniş olanakları içinde yayın yapmakla, bu âlemin teknik, örgütsel ve
kültürel dinamiklerinden bağımsız değildir.
Bianet haber sitesi, “İletişim ve kalkınma alanındaki projeleri
gerçekleştirmek ve desteklemek amacıyla” 1993 yılında kurulmuş
olan, yerel ile uluslararası kaynaklardan alınan hibeler ve bağışlarla bu
projeleri sürdüren IPS İletişim Vakfı’nın20 projelerinden birinin alt
bileşenlerindendir. Bianet haber sitesi, tamamlanmış ve sürmekte olan
projelerin alt bileşenlerinden biri olarak belirtilmesi nedeniyle,
gerçekleştirilen tüm projelerin görünür olduğu bir tür “habercilik ve
iletişim eylemi alanı” olarak düşünülebilir.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 63
"Haklar İçin Habercilik, Haberciler İçin Özgürlük" ve “Medya
Özgürlüğü, Bağımsız Gazetecilik, İzleme ve Haber Ağı” projelerinin
amaçlarını belirten cümlelere dikkat edildiğinde, Bianet haber sitesinin
medya aklının izlerini şöyle sürebilmek mümkün görünmektedir:
Hak odaklı habercilik anlayışının yaygınlaşmasına katkıda
bulunmak, yerel medyayı desteklemek, ifade özgürlüğü ihlallerini
izlemek, insan, kadın ve çocuk haklarının medyada daha sık ve daha
nitelikli bir biçimde ele almasını özendirmek, gazetecilik standartlarını
ve profesyonel etik anlayışını yerleştirmek ve geliştirmek.
Böylece Bianet, hem gazeteciliği bir mesleki alan olarak eylem
konusu edinmekte, hem de “hakları” habercilik anlayışının merkezine
oturtmaktadır.
Haber sitesinin ana sayfasının alt kısmında yer alan şu ifade ise,
anaakım medyanın tersine, kâr amacının güdülmediğine vurgunun
yanı sıra, maddi destek aldığı kuruluştan bağımsız olduğuna da vurgu
niteliğindedir:
Bu web sitesi IPS İletişim Vakfınca İsveç Uluslararası Kalkınma Ajansı
(SIDA) desteğiyle yürütülen, "Haklar İçin Habercilik, Haberciler İçin
Özgürlük" -kısa adıyla BİA3 - projesi kapsamında yayınlanmaktadır. Bu
web sitesinin içeriği yalnızca IPS İletişim Vakfı’nın sorumluluğundadır
ve hiçbir biçimde SIDA’nın tutumunu yansıtmamaktadır21.
Ertuğrul Kürkçü, “Bianet.org, BİA’nın tamamı değil, bizim habercilik etkinliğimizin görünen yüzü. Ancak deneyimimiz bize, iletişim
sürecinin yalnızca bir anının, haber üretiminin dönüştürülmesiyle yetinemeyeceğimizi, sürecin bütün bileşenleri birarada dönüştürülmedikçe var olan habercilik pratiğine bir alternatif sunmanın mümkün olamayacağını gösteriyor” (Kürkçü, 2008; 69) derken, tüm projenin ve
haber sitesinin eylemci karakterine işaret etmiş olmaktadır. Yani, yerleşik iletişim sürecine, medya alanına müdahale etmek; “hak” odağından
bakmak ve alternatif belirlemek ve önermek.
Dahlgren yurttaşların, toplumun kültürüne ve politikasına
katılmak için gazeteciliği bir kaynak olarak kullandıklarını, bu
64 • iletiim : arat›rmalar›
durumda ise gazeteciliğin yalnızca bütünleştirici/birleştirici bir güç
olarak değil, ayrıca tartışma için bir ortak forum olarak hizmet ettiğini
söyler (62). Downing ise radikal alternatif medya alanının eylemlilik
karakterine ve karşı kamuların kendilerini ifade ettiği, fikirlerinin ve
karşı hegemonik söylemlerinin yer aldığı bir alan olduğuna işaretle
şunu söyler:
Baskı ve sömürünün çok sayıdaki kaynağına karşı direniş, etkili olmak
için cinsiyet, ırk, etnisite ve milliyet, yaş, mesleki gruplar gibi çeşitli
alanlar arasında diyaloğu gerektirir. Radikal alternatif medya ise bu
sürecin merkezidir” (19).
Bianet gibi alternatif medya alanları da, anaakım medyanın ya
marjinalleştirerek gördüğü/duyduğu ya da hiç görmediği/duymadığı
kesimlerin, karşıt kamuların görünür olduğu, Downing ve Dahlgren’in
işeret ettiği gibi bir forum ve diyalog alanı olarak düşünülebilir. Bu
alternatif medya alanlarında, habercilik pratiklerinin ötesinde
“eylemcilik” biçimleriyle karşılaşmak ise haberciliğin yalnızca meslek/
uzmanlık alanlarına sıkıştırılamayacak bir deneyim olduğunu
düşündürmektedir.
Bianet.org, yalnızca karşı kamusallıkların görünür olduğu bir
alternatif medya alanı olduğu için değil, aynı zamanda “Benim
Bedenim, Benim Kararım” kampanyasının düzenleyicisi bir eylemci
medya olarak da bu çalışmanın odağındadır. Yerleşik anaakım iletişim
süreçlerine ve medyaya sunduğu alternatif anlayışın yanı sıra, “kürtaj
hakkı” odağındaki haber ve makalelerle Dahlgren’in sözünü ettiği
anlamda bir tartışma forumu açtığı, sesi anaakımda duyulmayan, az
duyulan ya da marjinalleştirilen grupların, karşıt kamuların karşı
hegemonik söylemlerinin yer aldığı Downing’in belirttiği gibi bir
diyalog alanı olduğu görülmektedir. “Kürtaj hakkını savunan” ve
beden üzerindeki yegâne hakkın sahibi olan kadına ait olduğunu
vurgulayan “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasının bizzat
bir bağımsız medya tarafından düzenlenmesi ise alternatif medyanın
eylem niteliğini göstermekte ve habercilik pratiklerinin dışında
eylemcilik karakterini de görünür kılmaktadır.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 65
Alternatif medyaya ilişkin yukarıda yer alan alternatiflik
ölçütlerine referansla, tüm alternatif medya biçimlerinin aynı zamanda
eylemci medya olarak görülemeyeceği; fakat eylemci, radikal, taktik
ya da sivil toplum medya biçimlerinin, politik alana fiili müdahalesi
bakımından, aynı zamanda alternatif medya olduğu söylenebilir.
Bianet, kendini doğrudan alternatif medya olarak değil, bağımsız
medya olarak tanımlamaktadır. Alternatif olmayı, öncelikle
bağımsızlığa dayandırmakta, bağımsızlığı ise temel olarak devlet
erkinden ve sermayeden uzak ve ilişkisiz olmakla ortaya koymaktadır.
Böylece Bianet, bu erklere içkin ve bağımlı anaakım medyanın dışında
var olan bir öteki medya alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Ötekilik ise,
muhalif olmaya ve direnişe vurguyu, aynı zamanda anaakımı
etkilemeyi getirmektedir (Taylan, 2012: 337). Bianet, yurttaşların
özgürlüğünü sınırlayan bir yasal düzenlemeye karşı eylem alanını
genişletmeyi de amaçlayarak düzenlediği “Benim Bedenim, Benim
Kararım” kampanyasıyla, eylemci bir alternatif medya karakterini de
taşımaktadır. Yalnızca anaakım medyanın zihniyet dünyasına
muhalifliği ve müdahaleyi değil, haklardan taraf bir gazetecilik
anlayışıyla sokaktaki muhalefetin de içinde yer almakta, böylece
müdahilliği, gündelik muhalif politikanın üretildiği alanlara da
genişletmektedir.
Ayrıca, medya ve gazeteciliğe ilişkin hak ihlallerini, kadına
yönelik şiddet haberlerini izleyerek (monitoring) ve yayınladığı
kadına yönelik şiddet raporları22, medya gözlem raporlarıyla23 da
eylemci alternatif medya karakterinin bir başka veçhesini
sergilemektedir. Dolayısıyla, hak ihlallerini ifşa ederek politik alana
fiili müdahalede bulunurken, yurttaşların dertlerini duyurabilecekleri
ve kendilerini temsil edebilecekleri alternatif iletişim alanının da
sınırlarını genişletmektedir.
Katılımcılık ve medya ortamına erişim alternatif medyanın temel
ölçütlerinden biridir. Kejanlıoğlu ve diğerlerinin araştırmasında
belirtildiği üzere, görüşme yapılan Bianet editörleri, öğrenciler,
kadınlar ve toplumun diğer temsil edilmeyen ya da az temsil edilen
kesimleri”nin takipçilerinin büyük bölümünü oluşturdukları gibi
66 • iletiim : arat›rmalar›
haberlerin, makalelerin ve video arşivinin de ana özneleri olduğunu
belirtmektedirler (287). Ayrıca, takipçilerin Bianet ile yakın ilişkileri
nedeniyle de Bianet’in “hak odaklı” haberciliğinin öznesi olmaları
medya katılımını da kendiliğinden getirmektedir24. “Benim Bedenim,
Benim Kararım kampanyası ve kürtaj tartışmaları etrafındaki Bianet
haberciliği, çalışmanın devamında da açıkça görüleceği gibi, böylesi
bir katılımı da sergilemektedir. Şu hususları vurgulamakta fayda
görünmektedir:
1. “Benim bedenim, benim kararım” kampanyasında da görüldüğü gibi, toplumun anaakım medyada temsil edilmeyen, az
temsil edilen ya da marjinalleştirilen kesimleri, Bianet’in haber
ortamına kolaylıkla erişebilmekte; kendi makale, fotoğraf,
haber, fotoğraf ve video gibi görsellerini bu alanda yayınlayarak dertlerini kendileri ifade edebilmekte ve yine kampanya
çerçevesinde görüldüğü gibi, siyasal iktidarın kadın bedeni
üzerinden yürüttüğü neoliberal politikalarını eleştirmekte,
protesto etmekte; bu ideolojinin temel saiklerini ve zihniyet
dünyasını ifşa ederek de hak savunusunda bulunarak politik
alana müdahalede bulunmaktadır.
2. Dahlgren internetin kamusal alana katkıda bulunduğunun
açık olduğunu belirtirken, aynı zamanda internet temelli
kamusal alandaki tartışma gruplarını, sivil toplum örgütlerini,
alternatif gazeteciliği, taban örgütlenmelerinin savunuculuk
sitelerini kastediyordu (69). Online gazetecilik alanı, internetteki kamusal alanın öz bileşenlerinden biridir. Kürtajın yasaklanmasına ilişkin yasa düzenlemeleri çerçevesindeki tartışmalara forum olması bakımından düşünülürse, Bianet beden
politikaları ve siyasal iktidarın neoliberal politikalarını protesto eden, karşı duran, eleştiren yurttaşların sivil hak örgütlenmelerinin, kadın örgütlerinin, uzman ve entelektüellerin katılımcısı olduğu internet tabanlı kamusal alanın önemli bir parçası olarak değerlendirilebilir.
3. Kampanyaya ilişkin web sitesinde yayınlanan haberlere bakıldığında, BİA’nın gazetecileri ve tüm üyeleri, kampanyanın
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 67
düzenleyicileri ve katıldıkları eylemlerle bu karşı kamusal
alanın aynı zamanda eylemcileri de olmuşlar, Bianet haber
sitesi ise bu eyleme ev sahipliği yapmıştır25.
Böylesi bir eylemciliğin habercilikle kesişmesinin imkânlarını ve
sınırlarını anlamak için kampanyaya yakından bakmakta fayda
görünmektedir26.
Tablo 4: Bianet Kampanyası (31 Mayıs 2012)
Amaç ve Neden Katılım biçimi
Kürtajı fiilen
yasaklamayı
planlayan
düzenlenmekte
olan (Haziran
2012’de TBMM
gündeminde
olan) yasaya
karşı çıkan ve
“bu benim
kararım” diyen
herkesin
tepkilerini,
fotoğrafları ve
ifadeleriyle
açıkça ve
kolayca dile
getirmeleri
çağrısı…
Amaç kadınların
kendi bedenleri
üzerindeki söz
hakkının ihlalini
engellemek…
“Bu Benim Kararım” diyen herkes
istediği cümleyi istediği dilde
yazarak bir fotoğrafıyla
kampanyaya katılabiliyor.
Katılımcılar
Tüm Bianet insanları
(kendi ifadeleriyle
“Bianet kadınları ve
erkekleri”)
Uluslararası Af
Örgütü Türkiye
Kadınlar için slogan: “Benim
bedenim, benim kararım”, “Benim Şubesi
Şu medya
kararım”
kurumlarından
çalışanlar,
Erkekler için sloganlar: “Kadının
muhabirler,
bedeni, kadının kararı”, “Karımın
gazeteciler: Agos,
bedeni, karımın kararı”, “Kızımın
CNNTürk, Radikal,
bedeni, kızımın kararı”, “Sevgilimin
Habertürk, Milliyet,
bedeni, sevgilimin kararı”, “Bu
Açık Radyo, Birgün,
kadınların meselesi”, “Kardeşimin
Hürriyet Daily News,
kararı”, “Annemin kararı”
Finike Akdeniz
Gazetesi, IMC TV
Sloganlar ve fotoğraflar elektronik Ankara ekibi, Sabit
posta ile gönderilebiliyor (isim,
Fikir dergisi bağımsız
şehir ve meslek bilgilerinin
gazeteciler
eklenmesi isteniyor)
Bianet.org’un yanı sıra
benimkararim.org ve facebook’da
açılan sayfa kampanyanın
sürdürüldüğü iletişim platformları…
68 • iletiim : arat›rmalar›
Kampanyanın amaç cümlesi: “Kadınların kendi bedenleri ve hayatları
üzerindeki söz haklarının ellerinden alınmasını engellemek”ti.
“Benim bedenim, benim kararım” kampanyasının mottosunun
açıkça gösterdiği üzere, beden iktidarla kadınlar arasında bir mücadele
alanıdır. İktidarın bedeni kuşatmasına, bedene müdahalesine karşı
cinsel bedenin isyanı ortaya çıkar. Beden üzerindeki haklar talep edilir.
Foucault’nun işaret ettiği gibi toplumsal beden kurumları olan
doktorların ve politikacıların serbest ilişki ya da kürtaj karşısındaki
paniklerinin sebebi bedenin bir mücadele alanı olmasıdır. Foucault’nun
ifadesiyle “İktidar bedenin içinde mesafe katetmiştir, yine bedenin
içinde saldırıya uğramış bulur kendini…” (39-40).
Sorunun sadece “beden” üzerinden tartışılmasına “indirgemecilik”
olarak yaklaşanlar ise kürtaj ve sezaryene ilişkin kısıtlayıcı/yasaklayıcı
politikaların, meselenin sosyo-ekonomik tarafını göz ardı ettiğini
vurgulamaktadırlar.
Fotoğraf: “Kürtaj Hakkı Kampanyası Büyüyor” başlıklı haber, Bianet.org27
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 69
Bianet kadınları ve erkekleri kampanyanın düzenleyicileri ve
bedenlerine ya da kâğıt zeminler üzerine kendi sloganlarını yazarak
ve fotoğraflayarak yayınlayan ilk katılımcılarıydı. Aycıra, iktidarı
değil sokağı kaynak alarak hak haberciliği yapan gazeteciler olarak da,
sözkonusu kürtaj yasağı karşıtı kampanyanın eylemcileriydiler.
Kampanyaya ilişkin yayınlanan haber ve anlatılar referans
alınarak, bazı önemli noktalara işaret etmek mümkündür:
• Bianet karşı kamusallıkların politikaya katıldıkları, karşı söylemlerini, dertlerini ve eleştirilerini görünür kıldıkları bir net
alanı daha açarak, online kamusal alanı genişletmektedir.
“Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyası çerçevesinde
ve kürtaj yasağı getiren yasal düzenlemelere ilişkin tartışmalar
etrafında, Bianet’in haber kaynakları olan kadın örgütleri,
hukukçular, sosyologlar, tıp alanındaki sivil örgütlenmeler,
akademisyenler (özellikle medya çalışmaları, sosyoloji ve tıp ve
sağlık konularında çalışan) bu karşı kamusal alanın görünür
aktörleri, Bianet’in internet alanında yer almaktadırlar.
• Bianet’in gazetecileri ve çalışanlarının, “Benim bedenim, benim
kararım” kampanyasıyla, aynı zamanda eylemciler olarak açık
tavır aldıkları görünmektedir. Böylece gazeteciliğin imkânlarını
bir toplumsal hareketin, karşıt kamuların görünür olduğu iletişim ortamının sınırlarını genişletmek üzere kullandıkları gibi,
alternatif bir medya olarak da objektiflik ve nesnellik iddiasında bulunmamaktadırlar. Ahmet Taylan’ın yaptığı etnografik
araştırmada da vurgulandığı üzere, Bianet gazetecileri, kendilerini “taraf” olarak konumlandırmamakta, objektiflik yerine
“dengelilik” gibi kavramlar kullanmaktadırlar (354, 370, 388).
Böylece, kendi ifadeleriyle “Bianet kadınları ve erkekleri”, yalnızca haberciler olarak değil, aynı zamanda haber kaynağı
olarak da Bianet’in haber içerik ve süreçlerine katılan, karşıt
kamusallık alanının da bir parçası olmaktadırlar. Bu durumda
karşı kamusallık alanının iletişim sınırlarını yalnızca genişletmekle kalmayıp, bu alanın içinden de hareket etmeleri, haberciler ve eylemciler olarak sözkonusu alana içkin olduklarını da
70 • iletiim : arat›rmalar›
düşündürmektedir. Böylece, eylemcilik ve gazetecilik birbirinin içine geçmektedir.
• Öte yandan kampanyanın da, “beden”e bir “mülk” gibi yaklaştığı görülmektedir. Kadınların bedenle ilişkisindeki mahremiyete vurguda bulunulan ve kadın dışındaki hiçkimsenin bedeni üzerinde söz hakkının bulunmadığına işaret edilen kampanyada, “benim bedenim, benim kararım” cümlesi, bedeni bir
üretim alanı olarak araçsallaştıran siyasal iktidara cevap niteliği taşımaktadır. İletişim alanındaki temel tartışma cümleleri,
konuları ve tartışmanın sınırları siyasal iktidarca (kürtaj tartışmalarında başbakan “en az üç çocuk” açıklamasıyla başlangıcı
yapmıştı) konulduğu için, eylemler bu sınırların içinde kendi
karşı ifadelerini kurmakta, ancak bu karşıtlık ise siyasal iktidarın söylem alanı sınırlarının belirleyiciliğine maruz kalmaktadır. Kürtaj tartışmaları çevresinde de görüldüğü gibi tartışmanın yaşama evreninin belirleyicisi gizil olarak siyasal iktidardır,
eylem ve protestoların karşıt söylemleri ise kürtaj karşıtı yasasındaki zihniyet biçiminin tuzağından kurtulamamaktadır.
• Kampanya ilişkin bir diğer sorun ise sloganların “kadınlar” ve
“erkekler” olarak, yalnızca bu iki cinsiyet rolü kategorisinin
belirlenmesidir. Kendisini bu iki kategori dışında tanımlayan
ve geleneksel aile değerlerine, toplumsal cinsiyet kategorilerine
de tehdit olarak görülen lezbiyen, gay, biseksüel, trans-bireyler,
intersex bireyleri görmemektedir. Bu da siyasal iktidar belirleyiciliğinin beraberinde getirdiği bir başka açmaz olarak düşünülebilir. Siyasal iktidar evli çiftlere, kadınlar ve erkeklere
doğurmaları üzere sesleniyordu. Böylece tartışmanın taraflarının ya da konunun ilgililerinin, doğurgan kadınlar ve erkekler
olduğu yine siyasal iktidarın söylemi tarafından belirlenmiş
olmaktadır. Siyasal iktidarın bu belirleyiciliği, aynı zamanda,
karşı politik alandaki eylemci pratiklerin; tartışmayı doğurganlık, kadınlık, erkeklik cinsiyet rollerinin ötesinde, lezbiyen, gay,
biseksüel, transbireyler, intersex bireylerin konuya ilişkin tartışma gündemlerini de kapsayan bir özgün politik yaklaşımı
ortaya koyma ihtimalini de baskılamış olmaktadır.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 71
Kampanyanın erkekler için belirlenmiş olan sloganları ise kadının,
“annelik, kızkardeşlik, karı, sevgili” gibi belirlenmiş ve kabul edilmiş
toplumsal rolünü sorgulamadan, “kürtaj hakkı” ve “bedeni üzerindeki
hakkı”na saygı göstermekle sınırlı kalmaktadır. Böylece, kampanyada
da erkekler konunun tali unsuru olarak görülmekte, katılan erkeklerin
kendi konumlarından görünen kadınlık rollerinin tanımlanma
kategorileri de toplumsal cinsiyetin ve geleneksel rollerin dışına
çıkamamaktadır. Kürtaj konusu yalnızca “üreme” üzerinden düşünülse
bile, erkek bedeni de konunun doğrudan tarafıdır. Konu, yalnızca
“beden üzerindeki hak” üzerinden ele alındığında, sorunun sosyoekonomik veçhelerinin yanı sıra “hayat” üzerindeki karar hakkı (hem
bir başka yaşama kaynaklık etmek hem de kadın ve erkeğin kendi
hayatları üzerindeki karar hakkı) gözden kaçmaktadır. Oysa mevzu
yalnızca kadınlarla ilgili değil tüm cinsiyet kategorilerini doğrudan
ilgilendirmektedir. Böylece, kampanyada bir başka açmaza daha
düşülmekte, toplumsal ve geleneksel aile değerleri içinde kadınlığın
durumuna ilişkin eleştiriyi iyice genişletememekte, toplumsal kadınlık
rollerini yeniden üretmektedir. Bu yeniden üretim elbette daha
özgürlükçü biçimdedir. Bunun en açık göstergesi ise kadının kendi
bedeni üzerindeki hakkına ve mahremiyetine vurguda bulunurken,
bedenin görünür olmasının normalliğine yapılan vurgudur. Buradaki
“normalliği” belirleyen de yine geleneksel toplumsal kuralların kadın
bedeninin ve özellikle de hamile kadının bedeninin görünmesini
“ayıp” olarak kabullenmesine göre bir normalliktir.
Sonuç
Bu çalışmada ele alınan konunun tüm veçheleri bir arada
düşünüldüğünde, kürtaj konusunda olduğu gibi, toplumsal politik
meselelere ilişkin eylem ve söylem süreçlerinin zihniyet evrenini
anlayabilmek için anaakım medya yerine, karşı kamusal alanların
iletişim ortamlarını, özellikle de bu çalışmanın da eksik kaldığı üzere
bu ortamların etnografisini çıkarmanın önemli olduğu vurgulanmalıdır.
Bağımsız/alternatif/eylemci medya alanlarının iletişim ortamlarına
ve içeriklerine dair çalışmalar bu nedenle önemlidir. Çünkü yeni söz
söyleme ve politika üretmeye imkân veren böylesi ortamlar, yaşamın
72 • iletiim : arat›rmalar›
olduğu, yaşayanların/deneyimleyenlerin kendi sözlerini kendilerinin
söyleyebildiği iletişim ortamlarıdır.
Bianet’in hem bağımsız hem de eylemci medya olarak, kürtaj
tartışmaları konusundaki hafızasına bakıldığında, o dönemi izlemiş ve
bazı eylemlere de katılmış biri olarak şunu söyleyebilmek mümkün:
İktidarın uygulamalarını geriletebilecek, etkileyebilecek kadar
önemli bir iletişim ortamı kurulmuş olması; eylem repertuarının
zenginliği, karşı çıkış noktalarının güçlülüğü ve toplumsal
dayanışmanın görünürlüğünü sağlayan böylesi bir ortamın kurulması
da başlı başına bir eylemdir28. Her ne kadar tartışmanın sınırları ve
temel cümleleri siyasal iktidarın aktörlerince konulsa da, karşı
kamusallıkların eleştirileri, açıklamaları ve bu alanlardaki konuya
ilişkin gündem biçimi kürtaj tartışmalarına ilişkin bağlamı
zenginleştirmiş, tartışmanın evrenini genişletmiştir. Bianet’in iletişim
ortamı, kürtaj konusundaki içeriklerle, karşı kamusallıkların sesini,
eleştirilerini, açıklamalarını, eylemlerini görünür kıldığı internet
kamusal alanının bir parçasıdır.
Bu çalışmanın vardığı somut bir durum olarak vurgulanması
gereken, bu çalışmada ortaya konulmaya çalışıldığı üzere, neoliberal
ve muhafazakâr politikalar ve söylemlerin, karşı eylemlerin,
söylemlerin evrenini de sinsice belirlediği ve etkilediğidir. Kürtaj
hakkını savunanların söylemsel sınırlarını büyük ölçüde hegemonik
söylemin kurduğu ve karşı olmanın tek başına yeterli olmadığı
görülmektedir. Aksu Bora’nın da belirttiği gibi hegemonya denilen
şeyin en önemli bileşeni gündemi belirlemek; yani sadece hangi
konuların tartışılacağına karar vermek değil, sözcenin de sınırlarını
belirlemektir. “Kürtaj cinayettir” denildiğinde, cevap “kürtaj haktır”
olmakta; böylece iktidar kendini merkez kılarak, karşı olanları kendine
göre konumlandırmış olmaktadır. Bu noktada konuşma aslında
başlamadan biter ve “karşı” olmanın bir etkisi kalmaz (2012).
İktidarca belirlenmiş sınırların dışına çıkabilmek, özgün söylem
ve politikanın geliştirebilmek bu sınırların ve belirleyicilerinin zihniyet
evreninin farkında olmayı, iletişim ortamındaki temel tartışma
cümlelerinin ve döngüsünün belirleyicisi olabilmeyi gerektirir.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 73
Bu çalışmanın son sözleri Fatmagül Berktay’a ve Hannah Arendt’e
selam niteliğinde olacaktır:
“Dünyayı değiştirenler, insani eylem ve özgürlük yetileri sayesinde
kendi hakikatlerini yaratabilme potansiyeline sahip olan ‘sıradan’
bireylerdir, felsefenin ya da mistisizmin uçurumlarında dolaşan
‘olağanüstü’ insanlar değil. Eylemlerinin sahnesi ise, politikanın kamusal
alanıdır. İşte burada, gerçekten mucize beklemek hakkına sahibiz. Batıl
inançla ‘mucize’ye güvendiğimiz için değil, insanlar kendileri bilsinler ya
da bilmesinler, eyleyebildikleri sürece mümkün değilmiş gibi görüneni
ve beklenmedik olanı başarma yetisine sahip oldukları ve sürekli olarak
bunu başardıkları için.” (akt. Berktay, 2012: 74).
74 • iletiim : arat›rmalar›
Kaynakça
Alankuş, Sevda (2008). “Demokrasi ve ‘Başka Medya’ İlişkisi: Türkiye’deki
Yaygın Dışı Medya Ortamını Anlamak Üzere Teorik Bir Çerçeve.”
Başka Bir İletişim Mümkün. (der.) Sevilay Çelenk. İstanbul: IPS İletişim
Vakfı Yayınları.
Alankuş, Sevda (der.) (2007). İnsan Hakları Haberciliği. İstanbul: IPS İletişim
Vakfı Yayınları
Berktay, Fatmagül (2012). Dünyayı Bugünde Sevmek: Hannah Arendt’in Politika
Anlayışı. İstanbul: Metis Yayınları
Bora, Aksu (2012). “Evet, Uludere!” Amargi Dergi. http://www.amargidergi.
com/node/12. Erişim tarihi: 01.07.2014
Carpentier, Nico; Bart Cammaerts, Olga ve Guedes, Bailey (2008).
Understanding Alternative Media. Buckingham GBR: Open University
Press.
Dahlgren, Peter (1996). “Media logic in cyberspace: Repositioning journalism
and its public”. The Public. 3:
Direk, Zeynep (2007). “Judith Butler: Toplumsal Cinsiyet ve Bedenin
Maddeleşmesi.” Cinsiyetli Olmak. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Downing, John D. H. (2001). Radical Media: Rebelious Communication and Social
Movements. Sage Publications
Foucault, Michel (2012). Seçme Yazılar 4: İktidarın Gözü. Çev., Işık Ergüden.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Fraser, Nancy (1990). “Rethinking the Public Sphere: A Contribution to the
Critique of Actually Existing Democracy”. Social Text. no:25/26. Jstore
Göker, Emrah (2012). “Kadının rahmini devlet gibi görmek.” http://
istifhanem.com/2012/05/26/rahimvedevlet/. Erişim tarihi:
12.02.2014.
Kejanlıoğlu, D. Beybin; Çoban, Barış; Yanıkkaya, Berrin ve Köksalan, Emre
(2012). “The user as producer in alternative media? The case of the
Independent Communication Network (BIA).” Communications. 31(3):
275-296
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 75
Kürkçü, Ertuğrul (2008). “Bir Bağımsız Medya Deneyimi Olarak Bianet.”
Başka Bir İletişim Mümkün. (der.) Sevilay Çelenk. İstanbul: IPS İletişim
Vakfı Yayınları
Mater, Nadire (2008). “Açılış Konuşması.” Başka Bir İletişim Mümkün. (der.)
Sevilay Çelenk. İstanbul: IPS İletişim Vakfı.
Özcan, Emine (2008). “Kadıköy’de kadınlar Başbakan’a ‘sen doğur’ dediler.”
http://www.Bianet.org/Bianet/kadin/105445-kadikoy-de-kadinlarbasbakan-a-sen-dogur-dediler. Erişim tarihi: 18.03.2014
Ökten, Nazlı (2012). “Habemus Papam: Kürtaj, neden şimdi?”, http://
kadinbedensahnedunya.wordpress.com/2012/05/27/habemuspapam-kurtaj-neden-simdi/#comments. Erişim tarihi:12.02.2014
Ünal, Didem ve Cindoğlu, Dilek (2013). “Reproductive citizenship in Turkey:
Abortion chronicles.” Women’s Studies International Forum 38.
Salman, Elvan (2012). “Beden de Benim, Karar da.” http://Bianet.org/
Bianet/insan-haklari/138834-beden-de-benim-karar-da. Erişim tarihi:
14 Nisan 2014.
Taylan, Ahmet (2012). Alternatif Medya ve Bianet Örneği: Türkiye’de
Alternatif Medyaya Dair Etnografik Çalışma. Yayınlanmamış doktora
tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim
Dalı. Ankara
“Pırt Pırt Doğurmaktan Bugüne.” http://www.Bianet.org/Bianet/
toplumsal-cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak-tan-bugune. Erişim
tarihi: 17.02.2014.
“Başbakan olarak talebim: en az üç çocuk.” http://Bianet.org/Bianet/
toplumsal-cinsiyet/106151-erdogan-basbakan-olarak-talebim-en-azuc-cocuk. Erişim tarihi: 22 Haziran 2014.
“Şahin ‘üç çocuk’ politikasını anlattı.” http://Bianet.org/Bianet/
toplum/134814-sahin-uc-cocuk-politikasini-anlatti. Erişim tarihi: 22
Haziran 2014.
“Başbakan ‘Her Kürtaj Bir Uludere’dir’ Dedi.” http://www.Bianet.org/
Bianet/Bianet/138644-basbakan-her-kurtaj-bir-uludere-dir-dedi.
Erişim tarihi: 18.03.2014.
76 • iletiim : arat›rmalar›
"Rahatsız erkekler’den kürtaj yasağına karşı çağrı.” http://www.kaosgl.
com/sayfa.php?id=11545. Erişim tarihi: 24 Haziran 2014.
http://Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138773-kurtaj-tartismasinatepkisiz-kalma. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014.
http://www.ipetitions.com/petition/kamuoyuna-cagrimizdir-kurtajtartismasina-tepkisiz/. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014.
https://www.facebook.com/benimkararim. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014.
http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/akpye-boyun-egmeyecegiz-diyenkadinlarin-eyleminden-kareler-haberi-55534#. Erişim tarihi:14 Nisan
2014.
http://Bianet.org/Bianet/sayfa/ips-iletisim-vakfi. Erişim tarihi: 4 Nisan
2014.
http://www.Bianet.org/kadin/Bianet/133354-Bianet-siddet-taciz-tecavuzcetelesi-tutuyor. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014.
http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/119085-bia-medya-gozlemraporlari. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014.
http://Bianet.org/Bianet/insan-haklari/138763-kurtaj-hakki-kampanyasibasladi. Erişim tarihi: 6 Nisan 2014.
http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138771-kurtaj-hakkikampanyasi-buyuyor. Erişim tarihi: 14 Nisan 2014.
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 77
Sonnotlar
1
“Pırt Pırt Doğurmaktan Bugüne.” http://www.Bianet.org/Bianet/toplumsal-
2
http://www.Bianet.org/Bianet/toplumsal-cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak-
3
http://www.Bianet.org/Bianet/toplumsal-cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak-
4
“Başbakan olarak talebim: en az üç çocuk.” http://Bianet.org/Bianet/toplumsal-
cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak-tan-bugune. Erişim tarihi: 17.02.2014.
tan-bugune. Erişim tarihi: 17.02.2014.
tan-bugune. Erişim tarihi: 17.02.2014.
cinsiyet/106151-erdogan-basbakan-olarak-talebim-en-az-uc-cocuk. Erişim tarihi:
22 Haziran 2014.
5
“Şahin ‘üç çocuk’ politikasını anlattı.” http://Bianet.org/Bianet/toplum/134814-
6
Emrah Göker, “Kadının rahmini devlet gibi görmek.” http://istifhanem.
7
Siyasal iktidarın ve muhalefet partilerinin kürtaj konusundaki söyleminin incelen-
sahin-uc-cocuk-politikasini-anlatti. Erişim tarihi:22 Haziran 2014.
com/2012/05/26/rahimvedevlet/. Erişim tarihi: 12.02.2014.
diği bir çalışma için bakınız Didem Ünal ve Dilek Cindoğlu, “Reproductive citizenship in Turkey: Abortion chronicles.” Women’s Studies International Forum 38
(2013), ss. 21-31
8
Bianet’e ilişkin yapılan araştırma için bakınız D. Beybin Kejanlıoğlu, Barış Çoban,
Berrin Yanıkkaya, Emre Köksalan, (2012) “The user as producer in alternative
media? The case of the Independent Communication Network (BIA).” Communications 2012, 31(3): 275-296.
9
Emine Özcan’ın 9 Mart 2008 tarihli “Kadıköy’de kadınlar Başbakan’a ‘sen doğur’
dediler” haberi için bakınız http://www.Bianet.org/Bianet/kadin/105445kadikoy-de-kadinlar-basbakan-a-sen-dogur-dediler. Erişim tarihi: 18.03.2014.
10
26 Mayıs 2012 tarihli “Başbakan ‘Her Kürtaj Bir Uludere’dir’ Dedi” başlıklı haber
için bkz. http://www.Bianet.org/Bianet/Bianet/138644-basbakan-her-kurtaj-biruludere-dir-dedi. Erişim tarihi: 18.03.2014.
11
Aksu Bora’nın şu makalesi için bakınız Evet, Uludere!, Amargi Dergi, 4.6.2012,
12
“’Rahatsız erkekler’den kürtaj yasağına karşı çağrı.” 4 Haziran 2012 tarihli haber,
13
http://Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138773-kurtaj-tartismasina-tepkisiz-
http://www.amargidergi.com/node/12. Erişim tarihi: 01.07.2014.
http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=11545. Erişim tarihi: 24 Haziran 2014.
kalma. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014.
78 • iletiim : arat›rmalar›
14
http://www.ipetitions.com/petition/kamuoyuna-cagrimizdir-kurtaj-tartismasi-
15
Daha sonra şu linkte devam etmiştir: https://www.facebook.com/benimkararim.
16
http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/akpye-boyun-egmeyecegiz-diyen-
17
http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/akpye-boyun-egmeyecegiz-diyen-
18
Bianet’e ilişkin yapılan ve alternatif medya karakterine dair kavramsal çerçevesi
na-tepkisiz/. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014.
Erişim tarihi: 1 Nisan 2014.
kadinlarin-eyleminden-kareler-haberi-55534#. Erişim tarihi:14 Nisan 2014.
kadinlarin-eyleminden-kareler-haberi-55534#. Erişim tarihi: 14 Nisan 2014.
için bkz. D. Beybin Kejanlıoglu, Barış Çoban, Berrin Yanıkkaya, Emre Köksalan
(2012), agm. 277-279.
19
Dahlgren, siberalemin, bir bilgisayarlar ağı diyarı olarak, bir medya aklına sahip
olduğunu söylediği şu makalesinde siber-iletişimin birbiriyle ilişkili veçhelerini
şöyle belirler: Çokluortam, hipermetinsel, etkileşimli, arşivsel ve biçimsel. Bakınız
Peter Dahlgren, “Media logic in cyberspace: Repositioning journalism and its public”, The Public, Vol. 3 (1996), 63.
20
http://Bianet.org/Bianet/sayfa/ips-iletisim-vakfi. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014.
21
IPS İletişim Vakfı projelerine destek sağlayan diğer kuruluşlar ise şöyle: Anna
Lindht Vakfı, Avrupa Birliği-Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, Avrupa
Birliği İnsan Hakları ve Demokrasi İnisiyatifi (EIHDR), Avrupa Birliği Avrupa ve
Akdeniz Ülkeleri Arası Ekonomik ve Sosyal İlişkileri Geliştirme Programı
(MEDA), EuropeAid, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu - Türkiye (UNI-
CEF), Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Türkiye (UNFPA), Chrest Vakfı, Danimarka
Ankara Büyükelçiliği, Friedrich Ebert Vakfı, Global Dialogue, Heinrich Böll Vakfı,
IFEX, İsveç Uluslararası Kalkınma Ajansı (SIDA), İsveç İstanbul Başkonsolosluğu,
Küçük Eller Çocuk Evi, McCormick Vakfı, Metis Yayınları, Press Now, Türk
Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB). Bakı-
nız http://Bianet.org/Bianet/sayfa/ips-iletisim-vakfi. Erişim tarihi: 01 Temmuz
2014.
22
http://www.Bianet.org/kadin/Bianet/133354-Bianet-siddet-taciz-tecavuz-
23
http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/119085-bia-medya-gozlem-
24
Bianet’te katılımcı habercilik ve okuyuculara ilişkin bilgiyi içeren, Bianet üzerine
cetelesi-tutuyor. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014.
raporlari. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014.
yapılmış önemli bir etnografik çalışma için bakınız Ahmet Taylan, Alternatif
Medya ve Bianet Örneği: Türkiye’de Alternatif Medyaya Dair Etnografik Çalışma,
Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 79
Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim
Dalı, Ankara 2012, ss. 364-376.
25
26 Ekim 2012’de Bianet’e yapılan YECREA (ECREA Young Scholars Network)
ziyarette, Çiçek Tahaoğlu kampanyaya ve Bianet kadınları ve erkeklerinin deneyimlerine ilişkin verdiği ayrıntılı bilgiler, bu tespitin bir başka dayanağını oluşturmaktadır. Ziyarete ilişkin program detayı için bakınız http://commlawpolicy.files.
wordpress.com/2012/11/ecc12_clp_program.pdf.
26
Kampanya haberi için bakınız http://Bianet.org/Bianet/insan-haklari/138763kurtaj-hakki-kampanyasi-basladi. Erişim tarihi: 6 Nisan 2014.
27
http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138771-kurtaj-hakkikampanyasi-buyuyor. Erişim tarihi: 14 Nisan 2014.
28
Bianet’in bir haberine göre, iki ayda (Mayıs, Haziran 2012) ulusal, bölgesel ve yerel
medyada kürtaj konusunda 10.942 haber yapıldı... Köşe yazarları ise bu sürede
kendilerine ayrılan sütunlarda kürtaj ve sezaryen konusuna toplam 2.384 kez
değinmiş. Ulusal, bölgesel ve yerel 40’ı aşkın televizyon kanalında yayınlanan
haber ve programlarda da kürtaj ve sezaryen konusu toplam 3.651 kez gündeme
gelmiş.
80 • iletiim : arat›rmalar›
81
Türkiye'de Muhafazakar
Yaklaşımların Kültür Anlayışı:
Muhafazakar Entelektüelerin Kültür,
Popüler Kültür ve Kitle Kültürü Görüşleri
İlker Özdemir
Özet
Türkiye’de popüler kültür ve kitle kültürü sorunsalı, daha çok Marksist kökenli görüşler
çerçevesinde tartışılmış olup, Türkiye’ye egemen olan milliyetçi ve muhafazakâr görüş bakış
açısıyla ele alınmamıştır. Bu makalede, şu anda Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürütmekte
olan Türkiye’de muhafazakâr kesimin önde gelen iletişim bilimcilerinden Prof. Dr. Nabi Avcı
ile iletişim bilimci Prof. Dr. Naci Bostancı’nın konuya ilişkin kitapları incelenmiştir. Adı geçen
yazarların kitapları, 1) kültür, popüler kültür ve kitle kültürü kavramlarını nasıl ve hangi
referanslara göre tanımladıkları, 2) kültür, popüler kültür ve kitle kültürünün Türkiye’deki
toplumsal/siyasal rolü, 3) kültürel kimlik problemine çözüm getirmek için ortaya konulan
toplumsal, kültürel projeler ve muhafazakâr sağ görüşün bu konudaki duruşu, bağlamlarında
değerlendirilerek açımlanmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kültür, Popüler Kültür, Kitle Kültürü, Kitle Toplumu, Muhafazakar
Yaklaşım, Elitizm
Cultural Understanding of Conservative Approaches in Turkey: Wiews of
Conservative Intellectuals About Culture, Popular Culture and Mass Culture
Abstract
Nationalist and conservative approaches, which are the hegemonic tendencies in Turkey,
about the problematic of popular culture and mass culture have not been disscused,
although this problematic has been generally discussed within the framework of the Marxist
originated approaches in Turkey, In this article we analyzed the books of Prof. Dr. Nabi Avcı
and the Prof. Dr. M. Naci Bostancı who are also known as conservative intellectuals and
political actors in 2000’s Turkey which are the related to the topic. These books are
analyzed from the points of, a) their culture, popular culture and mass culture definitions
and their theoretical references about these problematics, b) their approaches about the
political role of the popular culture and mass culture, c) their utopias, projects and
strategies about cultural and cultural identity problems in Turkey.
Key Words: Culture, popular culture, mass culture, mass society, concervative approach,
elitizm.
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 81-122
82 • iletiim : arat›rmalar›
Türkiye'de Muhafazakar Yaklaşımların
Kültür Anlayışı:
Muhafazakar Entelektüelerin Kültür,
Popüler Kültür ve Kitle Kültürü Görüşleri
1990’lı yıllarda popüler kültür ve kitle kültürü analizlerinde hissedilir bir yoğunlaşma olmuş, ancak 2000’li yıllara gelindiğinde kültür
kavramı daha çok kimlik eksenli olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Türkiye’ye egemen olan muhafazakar dünya görüşlerinin kültürel
kimlik eksenli yaklaşımları bilinmekle birlikte popüler kültür ve kitle
kültürü anlayışları çok fazla bilinmemektedir. Türkiye’de muhafazakar kesimin önde gelen iletişim bilimcilerinden Prof. Dr. Nabi Avcı ile
Adalet ve Kalkınma Partisi Amasya Milletvekili İletişim Bilimci Prof.
Dr. M. Naci Bostancı’nın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü ekseninde yazmış oldukları kitaplar Türkiye’de şu an iktidarda bulunan
muhafazakar anlayışın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakış açılarını ve kültür eleştirisindeki yer ve konumlarını anlayabilmek ve ortaya koyabilmek açısından bu çalışma kapsamında incelenmiştir. Avcı’nın İlim ve Sanat dergisinde yayımlanan makalelerinin
derlenmesi ile oluşturulan Kitle Kültürü: Enformatik Cehalet (1990) başlıklı çalışması hem Avcı’nın kitle kültürü olgusuna farklı yaklaşımı ve
farklı referansları nedeniyle, hem de Avcı’nın arkasından gelenlere
öncülük ettiğini bildiğimizden ülkemizde muhafazakar kesimde yer
alan entelektüellerin kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularına
bakışını, bir başka deyişle kültür eleştirisindeki yeri ve konumlarını
anlayabilmek açısından önemlidir. Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi Amasya Milletvekili olan, Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi eski
dekanı iletişim bilimci Prof. Dr. M. Naci Bostancı’nın derleme yazılarından oluşan çalışmaları: Kültür ve Değişme (1990); Toplum, Kültür ve
Siyaset (1995): Siyaset, Medya ve Ötesi (1998) popüler kültür ve kitle
kültürü olgularına değinmiş olmaları nedeniyle çalışmamız çerçeve-
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 83
sinde analiz edilmiştir. Bostancı’nın bu olgular üzerindeki kuramsal
tartışmalar ile çok fazla ilgilenmemiş olduğunu, ancak Türkiye’ye ilişkin gözlem ve değerlendirmelerinin bu çalışma açısından önemli olduğunu söylemek gerekir. 2003 yılından sonra yayımlanan kitaplar bu
çalışmanın kapsamına dahil edilmemiş olup, bu çalışmaların muhafazakar-İslamcı dünya görüşünün muhalefette olduğu 1990’lı yıllara ait
olmasının da, kültür eleştirisi bağlamında çalışmamız için ayrı bir
önemi vardır. Bu çalışma, metin incelemesine dayalı kuramsal bir
değerlendirme çalışmasıdır. Bu çalışma kapsamında Nabi Avcı ve M.
Naci Bostancı olmak üzere, muhafazakar sağ kesimde yer alan 9 yazarın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü ekseninde yazmış oldukları
toplam 12 kitabı Türkiye’de muhafazakar sağda yer alan entelektüellerin popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakış açılarını ve popüler
kültür eleştirisindeki yer ve konumlarını anlayabilmek ve ortaya koyabilmek açısından incelenmiştir. İncelenen kitaplar Nabi Avcı (1990), M.
Naci Bostancı (1990, 1995 ve 1998) başta olmak üzere Yusuf Kaplan
(1991), Sadık Güneş (1995), Hasan Ali Kasır (1993), Kenan Çağan
(2003), Yusuf Adıgüzel (2001), Nevzat Kösoğlu (1985) ve Olcay Yazıcı
(1994)’ya aittir. Bir makale çerçevesinde bütün bu görüşleri serimlemek
mümkün olamamıştır. Dolayısıyla bu makale, hem iletişim bilimci
olmaları, hem de bugün kültürel politika üretimi konusunda da söz
sahibi bir konumda olmalarından hareketle Nabi Avcı ve M. Naci
Bostancı’nın çalışmalarıyla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla muhafazakar kesimlerin kültür, popüler kültür ve kitle kültürü anlayışı konusundaki genel değerlendirmelerin sadece Avcı ve Bostancı’nın değil,
diğer yazarların da görüşlerini dikkate alarak öne sürüldüğü dikkate
84 • iletiim : arat›rmalar›
alınmalıdır. Ayrıca bu satırların yazarının, popüler kültür eleştirisi
konusunda Türkiye’de yer alan diğer yaklaşımları da ele alan bir çalışması olması ve yüksek lisans tezinin “popüler kültürün siyasal rolü”
(1996) üzerine olması muhafazakar kültür eleştirisinin yerini ve konumunu tespit etmek açısından karşılaştırmalı bir değerlendirme imkanı
sağlamıştır.
Avcı’nın öğrencilerinden olan Yusuf Kaplan’ın derleyen ve çevirmen olarak imza atmış olduğu Enformasyon Devrimi Efsanesi (1991)
başlıklı önemli çalışmaya yazmış olduğu önsöz, Kaplan’ın bu olgulara
kültür emperyalizmi ekseninde 3.dünyacı/doğucu bir bakışla bakışı
nedeniyle muhafazakar kesim içinden bilinen bu yaklaşımın popüler
kültür ve kitle kültürü eleştirisine katkısını ve bu eleştirideki yerini
anlamak açısından önemlidir. Popüler kültür ve kitle kültürü eleştirisinde özgün ve tutarlı bir bakış açısı oluşturmuş olduğu gözlemlenen
ve farklı bakış açılarına/yaklaşımlara açık olması ve bu kesimden
yayımlanan diğer çalışmalara oranla çok daha gelişkin bir kuramsal/
kavramsal çerçeveye sahip oluşu ile de dikkat çeken genç araştırmacı
Sadık Güneş’in Medya ve Kültür: Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı (1995)
başlıklı çalışması doğrudan popüler kültür ve kitle kültürü kavramlarını analize katan farklı ve de nitelikli bir çalışmadır. İnsanlara değişik
konularda bilinç kazandırmayı amaçlayan, Denge Yayınları tarafından
yayımlanan Bilinç Serisinin Kültür Bilinci (1993) başlıklı, araştırmacı
Hasan Ali Kasır’a ait olan çalışması ise gençlere, özellikle de muhafazakar-müslüman gençlere kültür bilinci kazandırma amacında olduğu
iddiası ile yola çıkmaktadır. Bu iddia ile yola çıkan çalışma da yazar
Hasan Ali Kasır’ın popüler kültür ve kitle kültürü olgularını analizine
dahil etmesi ve bu çalışmanın kültür bilinci kazandırma konusundaki
argümanları da muhafazakar kesimin kültür bilincini anlamak açısından ayrıca önem taşımaktadır. Milliyetçi-muhafazakar kesimde 1980
öncesi dönemde MHP’nin Genel İdare Kurulu üyesi olan ve bir dönem
de bakanlık görevi yapan ve bu çevrede akademi dışı çevreden ve eski
bir politikacı olmasına karşın kültür ve kimlik meseleleri üzerine
düşünen ve yazan ender isimlerden biri olan Nevzat Kösoğlu’nun
Kitap Şuuru (1985) ve Milli Kültür ve Kimlik (1993) başlıklı kitapları
kültür ve kimlik konularına değinirken popüler kültür ve kitle kültürü
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 85
kavramlarını da kullanmış olduğundan değerlendirilmiştir. Milliyetçimuhafazakar kesimden yazar Olcay Yazıcı’nın Kitapsız Toplum (1994)
başlıklı kitabı ise kitaplı bir toplum iken giderek kitapsız bir topluma
dönüştüğümüz gibi bir temel iddia ile yola çıkan makalelerinin derlenmesinden oluşmaktadır. Karamsar bir bakış açısı ile bu çöküşün
nedenlerini ve bundan çıkış yollarını aramakta olduğu anlaşılan
Yazıcı’nın yazılarında yer yer popüler kültür ve kitle kültürü olgularına ilişkin özgün değerlendirmeleri de yer almaktadır. 2000’li yıllara
gelindiğinde muhafazakar kesimde kültür ve iletişim konuları ile ilgili yayınlarda sayısal bir düşüş göze çarpmaktadır. 2000’li yıllarda
muhafazakar kesimden popüler kültür olgusunu doğrudan merkeze
alan çalışmalardan dikkat çeken iki tanesinin Kenan Çağan’ın Popüler
Kültür ve Sanat (2003) ve Yusuf Adıgüzel’in Kültür Endüstrisi: Kitle Toplumunun Açmazları (2001) başlıklı çalışmaları olup, bu çalışmaların
ortak özelliği ise popüler kültür ve kültür endüstrisine karşı muhafazakar bir elitizmi öne çıkarmalarıdır.
Bu çalışmanın amacı kitaplarını incelemiş olduğumuz iki yazarın
kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olguları konusundaki düşüncelerini ortaya koymak ve analiz edebilmektir. Bu konu ile ilgili metinler
popüler kültür kavramı merkeze alınarak aşağıdaki konu başlıkları
altında incelenmiştir1.
1. Kültür, popüler kültür ve kitle kültürü kavramlarının içeriği
ve yazarlarımızın kuramsal kaynakları.
2. Modern toplumlarda ve Türkiye’de popüler kültürün toplumsal/siyasal rolü
3. Günümüz sosyo-kültürel problemlerini aşmak için getirilen
çözüm önerileri
Kültürel olgular aynı zamanda siyasal olgulardır. Sonuçta kültür
“sokağın, mutfağın, okulun, yatağın, caminin, işliğin ve ekranın bileşkesinden” oluşan bir olgu olarak ele alınmak durumundadır2. Toplumsal, siyasal ve ekonomik konulardaki davranışlarımız, bugün,
değişik kültürel biçimlerin geniş kapsama alanının etkisi altında oluşmaktadır. Kültür davranış biçimlerimiz ile ilgili düşünme yollarının
86 • iletiim : arat›rmalar›
oluşumunda ve sosyal problemlere bakış açımızda stratejik bir rol
oynadığı gibi, iletişimimizi ve toplumsal ilişkilerimizi belirleyici önemde bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada "kültürün siyasal
rolü" kavramlaştırması kullanılmıştır. Bu çalışmanın ilk bölümünde
kitaplarını incelediğimiz Avcı ve Bostancı’nın kültürel kavramların
tanımı ve içeriği üzerindeki düşünceler üzerinde durulmuş, bölümün
sonunda ise kültür eleştirisine ilişkin kaynakları, referansları gösterilmeye çalışılmıştır. Bu çalışmanın ikinci bölümünde ise genelde kültürün, özelde ise popüler kültür ve kitle kültürünün toplumsal-siyasal
rolü üzerindeki temel argümanları ve iddiaları eleştirel bir biçimde
değerlendirilmiştir. Bu bölümde ayrıca Türkiye’de popüler kültürün
gelişimi ve yeri konusundaki düşünceler değerlendirilir iken, üçüncü
bölümde ise bugünün problemlerini aşmak ve kültürel problemlere
çözüm getirmek için ortaya konulan toplumsal ve kültürel projelere
işaret edilmiş ve daha iyi ve özgür, arzu edilen bir topluma ulaşmak
için önerilen çözüm yolları değerlendirilmiştir. Son bölümde ise bu
çalışmanın ortaya çıkarmış olduğu genel sonuçlar değerlendirilmiştir.
Muhafazakar Kültür Kavramlaştırmaları
Bu bölüm Avcı ve Bostancı’nın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü ile ilgili kavramlaştırmalarının öğeleri ortaya konulmuş ve yazarlarımızın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü konusundaki esin
kaynakları ve kuramsal kaynakları gösterilmeye çalışılmıştır.
Nabi Avcı’nın Kitle Kültürü: Enformatik Cehalet (1990) başlıklı çalışmasında, Ortega Y. Gasset’den yola çıkarak kitle kavramının doğası
üzerinde analizlere yer verilmişse de, yayımlanmış makalelerden oluşan bu kitapta, kültür, kitle kültürü, popüler kültür ve de folk kültür
gibi kavramlara yer verilmemiş olduğu ve bu olgulara ilişkin kuramsal analizlerin yer almamış olduğu görülmektedir3. Avcı’nın kitle kavramı geniş ölçüde Ortega Y. Gasset’in kitle kavramı tanımlamalarına
yaslanmaktadır. Nabi Avcı’nın kitle toplumunu ve modern dünyayı
tarif eden Ortega Y. Gasset (1992) ve Julian Benda (1955) gibi muhafazakar düşüncelerin görüşlerini aktarmak dışında, popüler kültür veya
kitle kültürünün kökeni konusunda herhangi bir kuramsal açıklama
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 87
yapmamaktadır. Fakat yazma biçiminden Avcı’nın kitle toplumu ve
kitle kültürü olgusunu türdeş olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Avcı,
kitle kültürü ve popüler kültür konusundaki olumlu ve olumsuz yaklaşımlara örnekler vermektedir. Olumsuz yaklaşımlar olarak Ortega Y.
Gasset (1972 ve 1992), Rene Guneon (1979) ve Julian Benda (1955) gibi
seçkinci yazarları; olumlu yaklaşımlar olarak da Edward Shills (1972)
ve Herbert J. Gans (1974 ve 2005) gibi liberalleri göstermekte olan Avcı,
bu iki kutup arasında olumsuz yaklaşımlar olarak nitelediği muhafazakar-elitist yaklaşımlardan yana bir tavır ortaya koymaktadır. Kitle
kültürü olgusu hakkında diğer yaklaşımlardan hiç söz etmeyen
Avcı’nın, bu göz ardı etmeyi bilinçsizce yapmış olduğu söylenemez.
Sıradan insanların oluşturduğu kitleler ve seçkinler arasında modernleşmenin getirdiği sıradanlaşmanın- vurgusunu yaparak seçkinlerden
yana- seçkin sanat ve kültürden- tavrını gözlemlediğimiz Avcı’nın
muhafazakar-elitist yaklaşımlardan özellikle Gasset (1992), Elliot
(1981) ve Benda (1955)’dan esinlendiğini görüyoruz.
M. Naci Bostancı’nın Kültür ve Değişme (1990) başlıklı çalışmasında kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularından doğrudan
bahsedilmemiştir. Bostancı Toplum, Kültür ve Siyaset (1995) başlıklı
kitabında ise kültür kavramını ‘’soyut bir değerler, tutumlar, zihniyetler ve teknikler toplamı’’ olarak tarif etmekte ve kültürün ancak dolaylı olarak insanların yaşayışlarında, alışkanlıklarında ve davranışlarında görülebileceğini işaret etmektedir. Bostancı, kültür dediğimizde dil,
din, teknik, gelenek ve görenekten başlayarak bir topluma ait maddi
ve manevi bütün değerlerin anlaşılması gerektiğini belirtir. Gustave Le
Bon (1969)’un 20. yüzyılın kitleler çağı olduğu yolundaki düşüncesine
katıldığını, "belki de onu en fazla karakterize eden kavram budur"
diyerek onaylamaktadır. Le Bon’dan yola çıkıp; ‘’Kitleler: yani öznelliğinden yoksun bir örnek atomların meydana getirdiği yumuşak,
esnek, tepkisiz, yankısız kitleler... Muhakemeden etkilenmeyen, ancak
kaba çağrışımlara açık, duygusal boyutuyla kavrayıcı ve harekete
geçirici bir arena...’’4 diyen Bostancı’nın Le Bon’un kitabının çevirisinde iptidai: ilkel çağrışım olarak geçen sözlerinin “kaba çağrışımlara
açık” olarak sadeleştirildiği görülmektedir. Kitleyi 19. yüzyıl klasik
kitle toplumu eleştiricilerinin ele aldığı gibi ele almayı yeğlemekte
88 • iletiim : arat›rmalar›
olan Bostancı,5 Le Bon’un değerlendirmelerini ‘’kahince bir bakış’’
olarak nitelendirmektedir. 20. yüzyıldaki faşist ve komünist diktatörlükleri ise tanımlanan bu kitle olgusuna örnek olarak göstermektedir.
Bu klasik eleştirmenler gibi Bostancı’ da kitle toplumu kavramı üzerinde durur iken kitlelerin oluşumunu kitle iletişim araçlarının gelişmesi ile bağlantılı olarak değil, makro nedenlere bağlı olarak ele almak
eğilimini paylaşmaktadır. Buradan yola çıkarak Bostancı’nın kitle
kültürü olgusunun başlangıcı olarak 20. yüzyılı gördüğü söylenebilir.
Analizlerini popüler kültür ve kitle kültürü olgularından hareketle
değil, milli kültür olgusunu merkeze alarak sürdüren Bostancı’nın, bu
nedenle, kitleler çağı olduğunu kabul ettiği 20. yüzyıl değerlendirmesi
dışında, kitle kültürü ya da kitle toplumunun gelişimi ile ilgili başka
bir analize ise incelenen kitaplarının hiçbirinde yer vermediği görülmektedir. Kültür ve Değişme (1990) başlıklı çalışmasında ise Bostancı’nın
ilmi-rasyonel düşünceden ve düşüncelerin serbestçe ifade edildiği bir
ortamdan söz etmesi ve siyasi kültürümüzün demokratik olmayışından şikayet edişi öne çıkmaktadır. Marksizmi kapitalizme yönelttiği
eleştirilerde haklı ama antitezlerinde tutarlı ve gerçekçi bulmayan
Bostancı, bir yandan klasik kitle toplumu eleştiricilerinin kitle toplumu yorumlamasını izlerken, öte yandan ideolojilerin ölümünü ilan
ederek (88) rasyonel-liberal bir çözümden yana olduğunu öne sürmektedir. Ancak bu konuda Le Bon dışında bir kaynağa göndermede
bulunmayan ve milli kültür kavramını merkeze alarak analizlerini
sürdürdüğü görülen Bostancı’nın incelenen çalışmalarında kuramsal
değerlendirmelerden daha çok aktüel-politik değerlendirmelerde
bulunduğunu belirtmek gerekir.
Avcı ve Bostancı dışındaki muhafazakar yazarlarımızın esin kaynaklarına baktığımızda ise, Türkiye’de modernizm eleştirisi yapan
muhafazakar çizgideki çevrelerin ideolojilerin sonunu ilan eden Daniel Bell (1962 ve 1979) gibi yeni-liberallerin ve Alvin Toffler (1992a ve
1992b) ve Francis Fukuyama (1996) gibi yeni çağa ilişkin iyimser ama
derinlikten uzak-spekülatif düşünceler öne süren kimi yazarların izleyicisi olarak kendilerini bulduklarını görüyoruz. Modernizm ve teknoloji eleştirisini temel alan ve içinde yaşadığımız çağı eleştiren bir
anlayışı el yordamı ile oluşturmaya çalışan kimi muhafazakar-islamcı
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 89
yazarların Toffler ve Fukuyama’da var olan teknolojiye dayalı iyimser
gelecekçiliği görmemiş olması düşünülemez6. Burada dünya görüşlerini savunmak açısından işe yarar olduklarını düşündükleri modernizm karşıtı popüler yaklaşımları titiz bir değerlendirme yapmadan
izledikleri görülmektedir. Ayrıca aydın ile halk arasındaki kopukluktan şikayetçi olduklarını bildiğimiz, Türk aydınını bu kopukluk nedeniyle eleştiren ve Batıcı ya da Avrupa Merkezli düşünmekle suçlayan
muhafazakar yaklaşımların, Avcı ve Bostancı’da görüldüğü gibi, bu
ayırımları doğal bir eğilim/sonuç olarak kabul eden 19. yüzyıl klasikelitist kitle toplumu eleştiricilerinden beslenmiş olduklarını görmekte
ilginçtir. Muhafazakar yazarlarımızın bu elitist tutumu, eğitimsiz kitlelere bakışı açısından Kongar (1994), Çubukçu (1994) ve Çeçen (1986)
gibi modernist yazarların elitist yaklaşımı ile örtüşmektedir. Güneş
(1995) hariç tutulmak üzere, muhafazakar kesimdeki yazarların tamamının modern çağ hakkındaki daha radikal eleştirilere ise geleneksel
tutuculukları ekseninde sırt çevirmiş oldukları görülmektedir7. Çalışmasının kuramsal esin kaynakları konusunda yeterli fikir vermemiş
olmasına karşın, klasik kitle toplumu eleştirilerine yaslandığı için, bu
konuda Avcı’nın tutarlı bir bakış açısına sahip olduğu görülmektedir.
Kültürel olgular üzerinde Türkiye’de yazılanlara kuşbakışı baktığımızda ise muhafazakar kesimin çok önemli bir bölümünün bu alandaki
çalışmalara kayıtsız olmasa da çalışmanın dışında bir yerlerde olduğu,
tartışmaya girenlerin çoğunun ise bu konudaki kimi kuramlardan
habersiz göründüğü ya da göz ardı ettiği ve genelde seçkinci yaklaşımlara prim verdiği ya da kültürel olguları doğu/batı ekseninde ve salt
kültür emperyalizmi bağlamında değerlendirdiği anlaşılmaktadır8.
Kültürün Siyasal Rolü Üzerine Düşünceler
Bu bölümde yazarlarımızın kültür, popüler kültür ve kitle kültürünün toplumsal/siyasal rolü ve işlevleri üzerinden yazılanlardan yola
çıkılarak, bir yandan bu düşünceler aktarılmış ve değerlendirilmeye
çalışılmıştır. Bu bölüm çerçevesinde ortaya konulmaya çalışılan, kültür, popüler kültür ve kitle kültürünün toplumda oynamış olduğu
rollerin neler olduğunu ve ne türden bir toplumsal/siyasal ortama ve
iklime katkıda bulunmakta olduğu konusunda yazarlarımızın yakla-
90 • iletiim : arat›rmalar›
şımlarını genel hatlarıyla ortaya koyma çabasıdır. Hemen herkes kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularının günümüz toplumlarında çok önemli rol ve işlevleri olduğu ve bu alanın dikkate alınması
konusunda görüş birliği içinde gözükmekte ve bu olguların önemini
yadsımamaktadır. Dikkat çeken bir diğer husus ise, muhafazakar
kesimden gelen seslerin popüler kültür ve kitle kültürüne karşı eleştirel bir tutuma yakın duruşudur. Batıda olduğu gibi bizde de popüler
kültürün demokratikleştirici işlevini savunan9 liberal düşüncelerin
takipçilerini bulmak bir hayli zor görünmektedir. Popüler kültür ve
kitle kültürüne karşıt olan bu duruş ilk bakışta herkesi aynı konumda
birleşiyor gibi göstermektedir. Fakat, bunun yanılsama yaratan bir
durum olduğunu söylemek gerekir. Popüler kültür ve kitle kültürü
olgularına karşı eleştirel bir mesafeye sahip olan bir tutum muhafazakar-elitist yaklaşımlardan kaynaklanabileceği gibi toplumcu/devrimci­
bir çizgiye de sahip olabilir. Otoriteryan özellikleri öne çıkan muhafazakar ahlakı savunan bir söylemle, özgürlükçü bir söylemin her ikisinin de yöneltmiş olduğu eleştirilerin aynı potada değerlendirilmemesi
gerektiği açıktır. Değerlerin yozlaşması, ulusal kültürün ve dinsel inanışların zedelenmesinden bahis açanlar ile, özgürlüklerin sınırlandırılmışlığından söz edenler aynı kefede değerlendirilmemelidir10. Her
popüler kültür eleştirisinin anti-kapitalist bir söylemi içermediğini de
akılda tutmak gerekir. Aradaki farklar hangi yönden bakmak suretiyle,
neyin eleştiri konusu yapıldığı kadar, var olan ve olumsuz olarak
tanımlanan mevcut durumun ne olduğu ve buna karşı önerilen ya da
arzulanan toplumsal/kültürel ortamın nasıl tarif edildiği/dile getirildiği ile de yakından ilgilidir. Bu yüzden popüler kültürün önemi ve
olumsuz işlevleri konusundaki görüş birliği yanıltıcı bir içeriğe sahiptir. Nostaljik ağıtları ve özgürlük çağrılarını birbirinden ayırt etmek
önemli olduğu gibi, yöneltilen eleştiri ve dile getirilen ütopyaların
ayrıntılarında gizlenen görüş farklılıkları, hiç kuşkusuz, büyük önem
taşımaktadır.
Kitle kültürünü enformatik cehalet ile eşitleyen Avcı, kitle kültürü
ve uzmanlaşmanın getirmiş olduğu niteliksizleşme ve cahilleşmeyi
(bilgelikten uzaklaşma) anlatırken Ortega Y. Gasset (1992)’den yola
çıkarak ignoramus (uzmanlaşmış cehalet) kavramını kullanmaktadır.
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 91
Bugünkü egemenliği kuranların ignoramuslar olduğu yönünde
Gasset’in görüşünü aktaran ve paylaşan Avcı, muhafazakar-elitist Julian Benda (1955) ve Rene Guneon (1979) gibi yazarların çalışmalarını da
işaret ederek, toplumun sıradan insanların oluşturduğu kitleler ve
aydınlar olarak bölümlenmesi yolundaki görüşlere katılmaktadır. Avcı,
çağdaş toplumun kendisine başkaldırma eğilimi gösteren (muhalif)
güçleri eski toplumsal yapılar gibi kaba kuvvet kullanarak değil, bir
yandan teknolojik etkinliği ve öte yandan da hayat standardını yükselterek hizaya getirdiğini ve böylece merkezkaç güçlerin (potansiyel
muhalif güçler diyebiliriz) yerleşik toplum tarafından özümsendiği ve
bu özümsemede de kitle iletişim araçlarının, özellikle de televizyonun,
çok önemli bir rol oynadığını öne sürmektedir. Kitle iletişim teknolojisindeki gelişmelerin nitelikli sanat, edebiyat ve düşünce ürünlerinin
daha geniş bir kitle tarafından tüketilmesi (kültürel demokratikleşme)
imkanı verdiğini öne süren Avcı’nın muhafazakar-elitist yaklaşımların
kitle kültürünün estetik gerileme ve düzeysizleşmeye yol açtığı yolundaki düşüncelerini tekrar ettiğini görüyoruz. Marksist analizlere olduğu kadar liberal argümanlara da mesafeli olduğu görülen Avcı’nın
kitle kültürünün sistemin sürdürülmesinden yana mevcut değerleri
pekiştirici ve meşrulaştırıcı etkilerinden söz etmekten daha çok, seçkinci bir tavırla kitlelerin kültürel yetersizliği ve estetik beğeni düzeyindeki gerilikten şikayetçi olduğu ve bu anlamda geleneğe yaslanarak
bulunabileceğini sandığı daha saf bir kültürü aradığı görülmektedir.
Avcı’nın kitle kültürüne yaklaşımı çerçevesinde, içinde bulunduğumuz sorunlardan, topluma egemen olan sınıf ve kesimleri değil, beğeni
düzeyi düşük ve bilinçle değil daha çok içgüdüleriyle hareket eden ve
öz değerlerinden kopan kitleleri sorumlu tuttuğu sonucu çıkarılabilir.11
Avcı, teknolojinin gelişiminin, işbölümünün ve hatta okur-yazarlığın
gelişiminin bilinç ve kültür üzerinde yarattığı olumsuzluklara dikkat
çekmekte ve bu yeni durumu enformatik cehalet olarak adlandırarak,
bu olguların bizim ülkemiz için de önemli olduğunu işaret etmektedir.
Popüler kültür yerine kitle toplumu ve kitle kültürü kavramlarını kullanarak konuşmayı yeğleyen Avcı’nın, Cumhuriyet’in modernleştirici
müdahalelerinin ve redd-i mirasının öz kültürümüzü yozlaştırmış olduğunu ima ettiğini öne sürebileceğimiz gibi, aynı zamanda Avcı’nın, kitle
92 • iletiim : arat›rmalar›
beğenisine yönelik tüm popülist yaklaşımları ve bu yaklaşımların ortaya
çıkardığı kültürel ürünleri eleştirdiğini ve soylu-saf bir kültürün korunması ve geliştirilmesinden yana bir tavır sergilediğini söyleyebiliriz.
Kültür meselelerini daha çok milli kültür ekseninde ele alan Naci
Bostancı ise, Kültür ve Değişme (1990) başlıklı çalışmasında dolaylı olarak değinmiş olduğu popüler kültür ve kitle kültürü olgularının ideolojik/politik işlevlerine değinmemektedir. Bostancı Toplum, Kültür ve
Siyaset (1995) başlıklı çalışmasında milli kültür kavramı ekseninde
analizlerini sürdürmektedir. Saf bir milli kültür olamayacağını işaret
eden Bostancı’ya göre, kültürümüzün en temel problemi geleneksel bir
yapıdan modern bir yapıya geçişin yaratmış olduğu sıkıntılardır. Türk
toplumunun Tanzimat’tan beri değişik modernleşme tekliflerinin hepsinin gayretleri ve katkısıyla modernleştiğini söyleyen Bostancı’ya göre,
modernleşmenin belkemiğini teşkil eden şehirleşmiş orta tabakaların
kültürel anlamda da güçlenmesi gerekir. Bugün bu orta tabakaların bir
geçiş ve değişim süreci içerisinde ortaya koyduğu kültürel tutumların
tasvip edilemeyeceğini söyleyen Bostancı’nın, doğrudan değinmese
bile, modernleşmeye geçiş döneminin sıkıntıları olan ve idealize edemeyeceğimiz bir kültürel yapı oluşturduğunu öne sürerek popüler
kültür sorunsalına işaret ettiği düşünülebilir. Kültürel bozulmayı daha
çok yabancı kültürler ile girmiş olduğumuz ilişkinin düzeyi ile ilgili bir
sorun olarak gören Bostancı’nın yazdıklarından yola çıkarak onun
sadece geleneğin korunmasını savunmadığı, yabancı kültürler ile
öykünmeci tarzda kurmuş olduğumuz ilişkinin milli kültürümüz açısından sağlıksız gelişmelere yol açtığını işaret ettiğini de söyleyebiliriz.
Bostancı, Türkiye’de politik farklılaşmaların gerilimli noktalarını,
ekonomik ve siyasi model tartışmalarının değil, kültürel zıtlıkların
oluşturduğunu öne sürerek, kültürel kimlik krizimize değinirken
modernleştirmeci bürokrasinin Batı kültürünün yaygınlaşması için
yapmış olduğu baskıların çeşitli direnç noktaları doğurduğunu söylemekte ve ülkemizde bu eksen üzerinde bir kültürel mücadele yaşandığını öne sürmektedir. Analizlerinde milli kültür olgusunu merkeze
aldığını bildiğimiz Bostancı, aynı zamanda, dünyanın evrensel bir
kültür birliğine doğru eğilim gösterdiğini de öne sürerek, bu yaklaşım-
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 93
ları ile, gelecekten umutlu olan iyimser bir bakışı yansıtmaktadır.
Ancak Bostancı, aynı zamanda, siyasi kültürümüzün altı asırlık padişah yönetimi ve gaza fikrine dayalı askeri bir örgütlenmenin mirasçısı
olduğundan hareketle ülkemizi siyasi kültürün henüz demokratikleşemediği bir ülke olarak tanımlamaktadır12. 1930’lu yıllardaki devletçi
ekonomik politikaların, birçok yanlışına rağmen, yine de ülke ekonomisine hareket getirdiğinin ve Türkiye’nin sanayileşmesine katkıda
bulunduğunun inkar edilemez bir gerçek olduğunu öne süren
Bostancı’ya göre, 1960’lı ve 1970’li yıllar ise sanayileşmenin ve şehirleşmenin ciddi bir biçimde ivme kazandığı bir dönemi işaret eder. Öte
yandan bütün ekonomik güçlüklerine karşın 1990’lı yıllara gelindiğinde kitapların çok satmasını ulaşılan yüksek seviye olarak değerlendirmekte ve bunun ülkemizde fikir alanında ciddi bir canlılığın bulunduğunu ortaya koyduğunu öne sürmektedir. Bugün Türk toplumunu
daha şehirli, daha sanayileşmiş ve daha çok sesli bir toplum olarak
gören ve kitle iletişim araçlarının köydeki insanı bile pasif bir köylüden aktif yurttaş haline getirdiğini savunan Bostancı, sanayileşme ve
kentleşmenin ivme kazanması ile birlikte, demokrasi açısından ülkemizin önünde umut verici bir gelecek olduğuna inanmaktadır. Ancak,
öte yandan, 1980’li yıllarda altyapının kapitalistleşmesinden daha çok
toplumsal ahlakın kapitalistleştiğini, yeni dönemin hakim değeri bireyciliğin siyasi hayatı da etkilediğini ve siyasette promosyon döneminin
başladığını söylemekten de geri durmamakta ve böylece 1980’lerin
felsefesi olarak betimlediği ekonomik pragmatizmin yol açtığı olumsuz gelişmeleri işaret etmektedir. 1980’lerden sonra gelir dağılımının
giderek daha da bozulduğunu öne sürerken, ekonomik pragmatizm
ve yaygınlaşan bireyciliği eleştirmekte olan Bostancı’nın özellikle 1980
sonrası dönemde hızlanan kapitalist norm ve değerlerin benimsenmesine karşı bir tutum içinde olduğu görülmekte ve 1980 yılını ülkemizde önemli değişimlerin/yeni bir dönemin başladığı yıl olarak ele
aldığı anlaşılmaktadır13.
Kültür, popüler kültür ve kitle kültürüne ilişkin analiz ve düşüncelerde analizin dışında bırakılan noktalar da, görüşler arasındaki
farklılıkların kaynağını anlayabilmemiz açısından önem taşımaktadır.
Soruna böyle yanaştığımızda, popüler kültür ve kitle kültürüne karşı
94 • iletiim : arat›rmalar›
eleştirel bir tutum alışta görülen büyük uzlaşının yanıltıcı olabileceğini
görebileceğimiz gibi, farklılaşmanın hangi eksende olduğunun ipuçlarını da yakalayabiliriz. Bu farklılık, bir sonraki bölümde ele aldığımız,
kültürel politika konusundaki tasarım ve öneriler ele alındığında daha
da belirginleşmekte ve eleştirirken görülen ortak noktalar ile ulaşılması arzu edilen toplumsal yapının aynı olmadığı görülmektedir. Popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakışta, birbiriyle zıt olarak
görülmesine karşın, olumlu-iyimser ya da olumsuz-kötümser olarak
yaklaşanların analizlerinde ki ortaklaşan noktalar var olup, bu yazarlarının siyasal yönelimleri ile doğrudan ilintilidir. Popüler kültürün
mevcut sistemin sürdürülmesine, var olan değerlerin pekiştirilmesine
ve uzlaşıma hizmet ettiği konusunda iyimser-kötümser bakışlar arasında ciddi bir farklılıktan çok benzerliklerden söz etmek daha doğrudur. Mevcut sistemin sürdürülmesini olumlu bulan, mevcut değerler
etrafında uzlaşıyı ve bu değerleri korumayı önceleyen bir bakış açısının popüler kültürün sistemden yana oynamış olduğu bu rolü olumlu
bulması ve geleceğe iyimser bakması doğal olduğu kadar, mevcut
sistemi olumsuzlayan ve köklü bir değişimin yaşanması gerektiğini
savunan bir bakış açısına sahip olanların bu nitelik, işlev ve rolleri
olumsuz bulması ve geleceğe kötümser bakması da o denli doğaldır.
Burada farklılaşan nokta, popüler kültürün oynamış olduğu toplumsal-siyasal rolün ne olduğu, bu rolün toplumun bugünü ve geleceği
için olumlu bulunması ya da bulunmamasıdır. Başka bir deyişle taraf
olanların bu yapı içerisinde neden yana taraf olduklarına bakmak
gerekir. Böylesi bir yaklaşımla öne sürülen düşünceleri ele alarak,
değerlendirme yapmak, yazarlarımızın popüler kültür eleştirisindeki
konum ve yerlerini tespit etmemizi kolaylaştıracaktır14.
Avcı ve Bostancı başta olmak üzere popüler kültüre sağdan eleştiri getirenlerin liberal yaklaşımlardan daha çok muhafazakar ve elitist
anlayışların izleyicisi olduklarını ve kültürün niteliksizleşmesinden,
değerlerin yozlaşmasından söz ettiklerini ve kültürel sorunları daha
çok doğu-batı, milli kültür ve kültür emperyalizmi çerçevelerinden
yerli bir bakış açısını önceleyerek ele aldıkları gözlemlenmektedir.
Klasik kitle toplumu kuramları tarafından popüler kültürün uygarlık
için, ciddi ve saf bir kültür için tehlike olduğu ve alçak zevklerin ve
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 95
ilgilerin kültürü olduğu savının, ülkemizdeki muhafazakar eleştirmenler tarafından önemli ölçüde paylaşıldığını ve popüler kültürün
muhafazakar yazarlarımız tarafından elitist denilebilecek bir çizgi ile
aşağılandığını söyleyebiliriz. Ancak, popüler kültürü eleştiren muhafazakar bakış açılarına sahip yazarlar ekonomik ve siyasi olguları ise
büyük ölçüde göz ardı etmektedirler. Değerlerimizin korunması ve
yaşatılmasını önceleyen ancak bu değerlerimizin kaynağı olarak gördükleri geleneği ve tarihi anlamak çabasını değil, daha çok geleneğe/
tarihe nostaljik sayılabilecek öykünmelerinin ise büyük bir sıklıkla
yinelenmekte olduğunu görüyoruz15. Bu nostaljik öykünme ve ağıtları
seslendiren yazarlar, popüler kültürün gündelik-geçicilik özelliğinden
bahsederek tarih bilincini edinmesini zorlaştırdığını, belleksizleşmeye
yol açtığını söylemektedir. Ama tarih bilinci ve toplumsal bellekten
anlaşılan şey aynı değildir. Kimi yazarlar ulusal, kimi yazarlar siyasal,
kimisi dinsel, kimi ise sınıfsal bir tarih ve kültür bilincinden söz
etmektedir16. Dolayısıyla tarih bilinci derken aynı şeyden söz edilmediği çok açıktır. Popüler kültüre soldan eleştiri getirenlerin tamamına
yakını topluma ve kültüre yönelik tehlikenin yukarıdan yani egemen
sınıf ve kesimlerden geldiği konusunda görüş birliği içinde iken, Avcı
ve Bostancı başta olmak üzere muhafazakar yazarlarımız, topluma
yönelen olumsuzluk ve tehdidin ve tehlikenin yukarıdan değil aşağıdan, kitlelerden ve demokrasilerdeki eşitlikçi şartlardan geldiğini öne
sürmektedirler. Türkiye gibi hegemonyanın sağda kurulduğu ve toplumun büyük çoğunluğunun muhafazakar eğilimlere ve korumacı
tepkilere sahip olduğu ve geleneğe olumlu yaklaştığı bir ülkede, başka
bir deyişle halkın büyük çoğunluğunun gelenekçi-milliyetçi-dini söylemlere yakın olduğu bir ülkede, popüler kültüre sağdan eleştiri getiren muhafazakar yazarların hemen hepsinde kitleleri “şuursuz topluluklar”17 olarak niteleyerek aşağılayan seçkinci bir yaklaşımın izleri
öne çıkmaktadır. Popüler kültür ve/veya kitle kültürünün saf-ciddi
bir kültür ve uygarlık için tehlike olduğu ve alçak-aşağılık zevklerin
ve ilgilerin kültürü olduğu yönündeki Le Bon (1969) ve Gasset (1992)
gibi elitist kitle toplumu eleştiricilerinin savının ülkemiz muhafazakar
yazarları tarafından önemli ölçüde benimsenmiş olduğu görülmektedir. Muhafazakar yazarlar ayrıca medyanın ilettiği kültürde sorunu bir
96 • iletiim : arat›rmalar›
sistem sorunu olarak görmekten çok, medya profesyonellerinin kanaat
ve tutumlarınca belirlendiği savına da yakın durmaktadırlar. Soldan
eleştiri getirenlerin sorunların kaynağını sahici bir özgürlük, iletişim
ve demokrasi eksikliğini de görürken, sağdan gelen eleştirilerin daha
çok disiplinci-otoriter anlayışlara yaslandığı işaret edilmelidir. Muhafazakar yaklaşımlara sahip olanlar topluma yönelik tehdidi kendi
tabanını oluşturan halkta görmekte iken, çoğunluğun kendilerine karşı
olduğu sol söylemler ise halkın özgürleşmesinin tehlike içermediğini
söylemektedirler. Bu ülkemizde muhafazakar sağın temsilcilerinin kitleleri ancak özgürlük ve demokrasinin sınırlandığı bir ortamda denetim altında tutabileceklerine inandıklarını ortaya koymaktadır.
Özgürlükçü yaklaşımlar toplumun ihtiyaç duyduğu radikal değişimler için edinilmesi gereken toplumsal-siyasal bilinci engellediği için
popüler kültür ve kitle kültürü olgularını toplumun özgürleşmesi ve
adaletin sağlanması için tehdit olarak görür iken, köklü bir değişim
talebi bulunmayan muhafazakar yaklaşımları, bu değişim talebinin
bizzat kendisini toplumsal kültüre yönelik bir tehdit olarak algılamaktadır. Muhafazakar yaklaşımların kendi bakış açılarının getirmiş olduğu çerçeve içinde, toplumun bütününün iyiliği ve sağlıklı gelişimi için
korunması ve muhafaza edilmesini gerekli gördükleri değerlerin yitirilmesinden, önemini vurgulamaları ve başka tür değerlerin öne çıkmasından duymuş oldukları rahatsızlıktan kaynaklanan korumacı tepkiyi
anlamlandırmak güç değildir. Toplumun ancak önceden verili değerleri
benimsemesi ve muhafazası ile toplumsal düzenin sağlanabileceğine ve
sağlıklı bir biçimde sürdürülebileceğine inanmakta olan muhafazakar
yazarlar, geleneksel toplumsal değerlerin aşınmasından kaygı duymakta olduklarından toplumun özgürce gelişiminden yana bir duruşu
içtenlikle benimsemekten uzak görünmektedirler. Bu bağlamda, Avcı
ve Bostancı gibi toplumsal değerlerin korunması yönündeki beklentileri ve onların erozyona uğramasından, değişmesinden duymuş oldukları kaygı ve kültürel olgulara milli-yerel bir eksende eğilmeleri ve çalışmalarında siyasal analizlere yer vermedikleri gibi toplumda hegemonya gibi bir kavramı da kullanmayışları, böyle bir sorunları olmayışları,
hayata ve topluma bakış açılarının getirdiği muhafazakar/korumacı
tepkilerin ve arı kültür arayışlarının bir ürünüdür.
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 97
Özgürlük, eşitlik ve değişim gibi sihirli sözcükler her kesimin
önde gelen yazar ve düşünürleri tarafından yüksek sesle dile getirilse
ve seslendirilse de, özgürleşme, eşitlik ve değişim konusundaki talep
ve beklentilerin birbiriyle çakışmadığını ve bu talepleri seslendirmenin değişik yaklaşımları bir kavşakta buluşturmadığını söylemek
gerekir. Bu kavramların imlemiş oldukları olgularının içeriğinin farklı
biçimlerde kavrandığını ve kavramları kullananların bu kavramlara
yüklemiş oldukları anlamın benzeşmediği çok açıktır. Örneğin değişim talebi sosyalist yazar Ahmet Oktay (1992) ve İsmet Yazıcı (1997)
için kapitalist toplumsal yaşam biçiminin sona erdirilmesi anlamını
taşırken, Nabi Avcı (1990) için İslami gelenekten kaynaklanan bir özedönüş hamlesi ile bu geleneğin toplumsal yaşamda daha güçlü ve
etkin olması-bizi kuşatması anlamını taşımaktadır. Liberal bir yazar
için ise, değişim pazara ve serbest girişime olumlayıcı bir bakış ve
devletçi zihniyetin, başka bir deyişle, kolektivist bakış açısının tasfiye
edilmesi ve bireyin öne çıkarılması anlamını taşımaktadır. Özgürlük
talebinin de, eşitlik talebinin de kavramsal açılımlarının farklılaştığı
daha zengin örnekleri ile ele alınabilir. Kendilerini temsil ettikleri toplumsal referans gruplarının düşünce ve davranışları ile diğer gruplar
üzerinde tahakküm kurma arzusundan yola çıkan ve toplumun tümünün özgürleşebildiği bir toplumsal formasyonun kurulabilmesi gibi
bir amacı savunmayanların, özgürleşim talepleri daha radikal ve diriyaşamsal olanlardan ciddi farkları vardır. Bu nedenle muhafazakar
yaklaşımların seslendirdiği özgürleşim taleplerinin kendi temsil ettikleri referans gruplarının özgürlük talepleri ile sınırlıdır. Türkiye’de
2010 yılı sonrası yaşanan gelişmeler de seslendirilen bu taleplerin
sahiciliğinden kuşku duyulması gerektiğini söyleyenleri haklı çıkarmıştır. Dolayısıyla kültürel eleştiriler yönelmiş olduğu doğrultu ve
içinden çıkmış olduğu politik duruş göz ardı edilmeden analiz edilmelidir. Çoğu zaman mevcut toplumsal yapıya yöneltilen eleştirilerin
aynı kavşakta buluşuyor görünmelerinin bir yoldaşlık anlamına gelmediği ve görünürdeki uzlaşının sahici temellere sahip olmadığının
bilinmesi gerekir.
Popüler kültüre muhafazakar sağdan gelen eleştirilerin, kültürel
olguları daha çok kültür emperyalizmi, milli kültür çerçevesinde ve
98 • iletiim : arat›rmalar›
doğu-batı karşıtlığı ekseninde, üçüncü dünyacı bir bakışla ya da
modernite karşıtı bir tutumla değerlendirdiği, ama bu değerlendirmelerin de kendi içinde ciddi farklılaşmalar barındırdığı görülmektedir18.
Bu olgulara salt kültürel açıdan yaklaşarak, politik, ekonomik ve toplumsal düzeyleri göz ardı eden düşünme biçimleri ciddi biçimde eksik
bir algılayışı ve kavrayışı beslemektedir. Kültürel yapıya muhafazakar
sağdan yönelen eleştirilere baktığımızda, muhafazakar-elitist kuramların etkisi altında, değerlerin yitimi ve zevkin yozlaşması-bayağılaşması ekseninde, elitist bir bakış açısının egemen olduğu ve bugün
gelinen noktada olumsuzlukların temel nedeni olarak da Batılılaşma
çabalarını, Cumhuriyet'in kültür politikalarını, geleneğimizden kopuşu öne sürdüklerini ve değerlerin yozlaşmasından şikayetle bu değerleri içeren ve kökü geçmişimizde olan bir kültür arayışı içinde olduklarını görüyoruz. Muhafazakar yazarlarımız, en veciz ifadelerini Kasır
(1993) ve Yazıcı (1994)’da gördüğümüz, geçmişte yüksek bir kültüre
sahip olduğumuzu ima ederek, bir öze dönüş çağrısı yapmaktadırlar.
Savunulan yenilikçiliğin de gelenekten beslenmesi gereğini işaret eden
bu bakış açısı ile yapılan yorumlara baktığımızda, kendi içindeki düzlem-düzey farklılıkları bir yana, ekonomik-siyasal ve toplumsal gelişmeleri analizlerine eklerken, 1950 yılında biten, Cumhuriyet’in ilk
dönemine yönelen eleştirilerin, bugünü de açıklayabileceği düşüncesinde ısrar ettikleri görülmektedir. Bugüne damgasını vuran kimi
değer ve imajların yüceltilmesine eleştiri yönelten ve medyanın söylemini yeni bir din (haz dini) olarak ele alanların, bu yaklaşımlarında
zihinlerimizi yönlendiren olgulara karşı çıkışlarının anlamlı olabilmesi
için, geleneksel olarak zihinlerimizi yönlendiren ve bugün toplumsal
yaşamımızda anlam ve önemini koruyan yönlendirici değer ve olguları da eleştiriye açmaları gerekir. Böylesi bir kavrayış onların eleştirilerini daha anlamlı kılabilir. Baskıcı ve kültürel mirası reddeden jakoben
modernizmin tek yönlülüğü eleştiren bu eğilim, kendi birikiminde
oluşan tek yönlülüğe (geleneğe) karşı da bakış açısını zenginleştirmek
durumundadır. Kısaca ve özetle, kutsal olarak addedilen bölgelere
yönelen eleştirileri gündem dışı tutan bir yaklaşımın getirdiği korumacı tepkinin (refleksin) sağlıklı olmadığı, redd-i miras anlayışının yol
açtığı olumsuzluk ve kültürel kısırlık kadar, geçmişi eleştiri dışı tutma-
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 99
nın da onu anlamaya kapalı olmak anlamına geldiğini ve bizi geliştirmeyeceği açıktır. Yaşanan bütün olumsuzlukları Batının bir oyunu
olarak gören kültür emperyalizmi söyleminin bu anlamda düşünceyi
kısırlaştırdığını da eklemek gerekir. Geçmişi eleştiri dışı tutan böylesi
bir anlayış hem tarihi hem de bugünü anlamak ve derinliğine kavramak çabası içermediğinden kolaylıkla nostaljik ağıtlara dönüşebilmektedir.
Satın alınan kitap türlerine ve kültürel etkinliklere katılıma baktığımızda, Türkiye’de geniş kitlelerin kendilerini geliştirebilecek yayınlara ve etkinliklere ilgi göstermemekte olduğu görülmemektedir.
Toplumsal ve kültürel hayata bu düşük katılım ve eve kapanma olgusu: toplumsal yaşama katılma yerine kendi güvenli aile ortamına
çekilme, bir yandan toplumun geri kalan kısmından yabancılaşma
olgusunu beslerken, öte yandan popüler beğeni düzeyinde de yol
açmış olduğu gerileme ile giderek daha da duyarsızlaşan bir kolektif
bilince ve belleğe, daha doğrusu belleksizleşmeye yol açmaktadır. Kültürel alanında görsel-işitsel iletişim araçlarının kurmuş olduğu tahakküm, eğlendirici özelliğe sahip değerlerin öne çıkmasına yol açarak,
kültürel yoksullaşma olgusunu beslerken, bu kültürel yoksullaşma
sürecinde kültür ve eğlence endüstrisinin günlük-anlık olanı vurgulayarak işleyen ve bilincimizi geliştirmeyi değil onu mitolojik anlamlandırmalar içinde tutmayı önceleyen tarzı, kitle iletişimi alanında ve
kültür pazarında büyük sermayenin giderek artan tahakkümü ile birleştiğinde, sadece bu akışa kapılanları değil, ona tepki duyanları da
alttan alta etkilediğini ve eleştirel/analitik bir bakış açısına sahip olabilmeyi ve bunu besleyecek olan sahici bir belleğe-bilince-bilgiye ulaşabilmeyi zorlaştırdığı görülmektedir. Siyasal ve kültürel bilinç, ülkemizde ki formel eğitim olgusunun da ciddi katkılarıyla güdük kalmaktadır. Buna karşın, bugün hemen herkes Türkiye’nin köklü toplumsal ve siyasal değişimlere gereksinim duyduğu noktasında görüş
birliği içinde gözükmektedir. Fakat, değişim sözcüğünün sihirli vaatler söyleminde gözüken uzlaşmanın yanıltıcı olduğu ve değişimden
kast-murat edilen şeyin farklı değişim modellerini işaret ettiği görülmektedir. Bu uzlaşı sonuçta sözde bir uzlaşıdır. Bu yüzden değişim
sözcüğünün hemen ardından nasıl bir değişim sorusu gelmelidir.
100 • iletiim : arat›rmalar›
Sahici anlamda bir toplumsal değişim ve dönüşümün ise, ancak toplumsal yaşamımız hakkında eleştirel bir bakış açısı edinmemizi sağlayacak, bugünkü popüler bilinç düzeyimizi aşan, daha yüksek bir
politik ve kültürel bilinçlilik seviyesiyle mümkün olabileceği ve sorunlarımızın onları yaratan düşünme ve davranma biçimlerimiz ile çözülemeyeceği açıktır. Bundan sonraki bölümde ele alacak olduğumuz
toplumsal-kültürel tasarımlara ve ütopyalara bakarken şu anda da
süre gelen toplumsal adaletsizliği göz ardı eden değişim-dönüşüm
modellerinin gerçek anlamda bir değişimi temsil etmemekte olduğu
ve bölüştüğümüz ekmeği göz ardı eden tüm yaklaşımlara rezervliihtiyatlı yaklaşmamız gerektiği hatırda tutulmalıdır. Değişim tek başına anlamlı bir sözcük değildir. Değişimin içeriği ve yönelimleri önemlidir. Bu yönelimler ilerici olabileceği gibi “geriye yönsemeci” eğilimler de olabilir19.
Kültür üzerinde bütün çalışmalarda neredeyse üzerinde ortaklaşılan bir nokta ülkemizin sahici bir yazılı kültür geleneğinden ve dolayısıyla bilgi birikiminden yoksun bir ülke olduğudur20. Farklı terimler
ve kavramsal açılımlar kullansalar da değişik politik görüşlere sahip
olan birçok yazarın, Türkiye’deki kültürel birikimin cılızlığını, kopuk
ve köksüz oluşunu vurguladığı görülmektedir. Popüler kültürden
toplumsal dinamikler üretme çabasındaki iyimser değerlendirme ve
duruşların da, en az olumsuz sayılabilecek yaklaşımlar kadar, eleştirel
bir ihtiyat payını yedekte tutmaları zorunludur. Çarpıcı bir kötümserliğe sahip bulunan tümüyle umutsuz bir çığlığın sesini bize duyuran
yaklaşımların öncelediği kapalı duruş kadar; salt bir umudu yaşatabilelim türünden yaklaşımların zorladığı aldatıcı iyimserlikte doğru bir
yönelimi ifade etmemektedir. Varolan olguların analizi kendi yaklaşımına da eleştirel yaklaşabilecek yetenekte olmalıdır. İncelikli, derinlikli bir bakış açısına sahip olmanın sadece bir yöntem/yol sorunu olmadığı gibi, aynı zamanda toplumsal/siyasal bilinç ile de yakından ilgilidir. Derinlikli bir bakış açısı ve gelişkin bir bilince yaslanan bir topyekun anlama ve derinliğine kavrama ve analiz etme çabası olmadan,
toplumsal değişimin yönüne etkide bulunabilmek ya da olumsuz
bulduğumuz değişimlere karşı direnebilmek mümkün değildir. Ancak
böyle bir çaba içerisinde bulunanlar, toplumsal değişimi gerçekleştir-
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 101
mek için gerekli olan donanıma sahip olabilirler. Basmakalıp yargıları
tekrarlayanlar sahici bir özgürleşim talebinin taşıyıcısı olamazlar.
Kültürel-Toplumsal Değişim: Kültürden Özgürleşmeye
Bu bölümde yazarlarımızın ele almaya çalıştığımız toplumsal
tahayyülleri, tasarımları, modelleri, önermeleri, ütopyaları ve bunlar
üzerindeki değerlendirmelerinin onların kültür eleştirisindeki yerini
belirginleştirecektir. Bu çerçevede yapılan analiz aldanımcı-sözde bir
uzlaşma olduğunu öne sürdüğümüz kültür eleştirisindeki ortaklaşan/
ortaklaşılıyor olarak görünen noktaların farklı içeriklere ve anlamlandırmalara sahip olduğunu daha açık bir biçimde ortaya koyacaktır.
Oskay (1982), Oktay (1992) ve Özbek (1992) gibi popüler kültüre soldan eleştiri getiren yazarlar popüler kültür olgusunu üzerimizdeki
manipülasyonun ve sistemi haklılaştırmanın, kapitalist ekonomik sistemi meşrulaştırmanın bir aracı olarak değerlendirirken, muhafazakar
bakış açısına sahip yazarlarımızda genel hatlarıyla günümüzün kültürel olgularını ulusal-yerel kültürün kültür emperyalizmine teslim
oluşu, sahip olduğumuz değerlerin bozulması ve yozlaşması noktasından bakmakta olduğu görülmekte ve bu çerçevede bir öze dönüş
-özümüzden beslenen bir yenilenme- çağrısı yapılmaktadırlar. Vurgulanması gereken bir diğer nokta, tutucu Kemalist, tutucu sosyalist ve
tutucu milliyetçi-dinsel söylemlerin dejenerasyon (bozulma) kavramı
üzerinde sözbirliği içerisinde olmasıdır21. Daha önce vurgulandığı
gibi, kullanılan kavramın aynı oluşu, bundan söz eden yaklaşımların
ortak bir paydada buluşmuş olduklarını göstermemekte ve kavramın
kullanımındaki farklılığın incelenmesi gerekmektedir. Bu sözde-uzlaşının göstermiş olduğu ortak nokta yozlaşmayı öne sürenlerin sahip
çıktığı değerler silsilesi ele alındığında ortaya çıkmakta, ortak nokta
ise sahip çıkılan şeyin savunulmasındaki tutucu ve otoriter anlayışın
belirginleşmesi olmaktadır22.
Bu bölümde toplumsal-kültürel yaşamda karşı karşıya bulunduğumuz ve değişik boyutları ile yoğun bir biçimde eleştirilen olumsuz
konumun aşılması, daha iyi ve güzel bir topluma ulaşılabilmesi için
önerilen yol ve yöntemler, bir başka deyişle, toplumsal-kültürel ütop-
102 • iletiim : arat›rmalar›
yalar, modeller ve tasarımlar ele alınmıştır. Herkes(im) tarafından dile
getirilen değişim talebi ve isteklerinin tamamının toplumsal yapıda
köklü bir değişim talebi olmadığı gibi, önemli olanın bu değişimin
yönü, içeriği-hedefi olduğu açıktır. Aynı zamanda talep edilen bu
değişimin gerçekleşebilmesi için dile getirilen önerilen yollar ve
kuramsal yaklaşımlar da bu çalışma açısından önemli ve kritik bir
sorudur. Temel sorunumuzun eğitim olduğu gibi basitleştirilmiş,
manipülasyon talebi içeren yaklaşımların dışında toplumun sağlıklı ve
kalıcı bir biçimde evrilmesini sağlayabilecek öneriler geliştiremeyenlerin toplumsal sisteme ve kültüre yöneltmiş olduğu eleştirilerin de
kuru bir yakınma-sızlanma ya da nostaljik ağıtlardan ya da sloganımsı ifadelerden öteye gidemeyeceği açıktır. Varolan durumu sağlıklı bir
şekilde analiz edememekten kaynaklanan çözümsüzlük girdabına
fazlaca kendimizi kaptırmadan, eğer değişmesi gereken bir sistemden
ve toplumsal hayattan söz ediyor isek, bunu aşabilecek yol ve yöntemlerin de özgürce ortaya konulması, paylaşılması ve tartışılması gerekir.
Ne yazık ki ülkemizin duruşu bu noktadan giderek daha da uzaklaşmakta olduğu gibi, sistemin aksayan yönlerinden şikayet eden evcilleştirilmiş muhalefet ile sisteme köklü bir biçimde karşı duruş aynı
noktada olmak gibi anlaşılmaktadır.
Ülkemizde yapılan popüler kültür eleştirisine genel olarak baktığımızda bazen felaket tellallığına varacak bir düzeyde, her şeyimizi: ulusal kültürümüzü, değerlerimizi, geleneğimizi, dinimizi kaybediyoruz
nidalarıyla, bazen de değişim ve dönüşü için bütün umutların tükendiğini ifade eden çarpıcı bir kötümserlikle, sonuç olarak, kötümser diyebileceğimiz bir çizginin egemen olduğunu görüyoruz. Ama bu bölümde
ele alınan değerlendirmeler kötümserlikte buluşulup uzlaşılıyor olarak
görülen durumun yanıltıcı olduğunu göstermiştir. Yaşanan günden
hoşnut olmamak, beğenmemek ve eleştirmek özellikle eğitimli kesimler
tarafından benimsenen elitist bir tavırdır. Ancak, bu elitist tavır, alternatif toplum önerileri söz konusu olduğunda çoğu zaman şaşırtıcı bir
uzlaşmacılık, konformizm ve reformizm göze çarpmaktadır.
Genelde kültür, özelde popüler kültür ve kitle kültürü konusunda
değişik bakış açılarına sahip yazarlarımızın neredeyse hepsinin olum-
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 103
suz bir konum olarak tarif etmiş olduğu bugünkü toplumsal-kültürel
problemlerimizin aşılabilmesi için öne sürmüş oldukları önerilerini ele
almadan önce de, onların yaklaşımlarında ve düşünme biçimlerinde
aşılması, çözümlenmesi/çözüm bulunması gereken sorunların ne(ler)
olduğunun ele alınarak değerlendirilmesi gerekir. Yazarlarımızın
sorun olarak gördükleri olguların neler olduğunu açığa çıkarmak,
onların amaçları ile birlikte ortaya konulabilir ise, onların bu sorunları
aşmak ve dile getirdikleri amaca ulaşmak için önermiş oldukları
çözümleri de bununla ilişkili olarak doğru bir biçimde ele alıp değerlendirilebilir. Bu bölümde Avcı ve Bostancı’nın daha iyi bir toplum
olarak tabir ettikleri toplumun ne olduğu ve buna ulaşabilmek için
öngördükleri toplumsal-kültürel ütopyalar, tasarımlar ve öneriler ortaya konulmuş ve değerlendirilmiştir. Onların toplumsal-kültürel problemlerimizin neler olduğu ve de daha iyi bir gelecek olarak tasavvurtahayyül etmiş oldukları hedeflenen arzu edilir toplumu nasıl tarif
ettikleriyle birlikte ele alınmaya çalışılmıştır. Yazarlarımızın önermiş
oldukları çözüm yolları ile birlikte üzerinde durulması/ihmal edilmemesi gereken bir diğer önemli nokta da hangi türden yaklaşımları ve
çözüm önerilerini yanlış, yanıltıcı: yanılgılara yol açan, aldatımcı ve
yetersiz bulduklarının ortaya konulması ve değerlendirilmesidir.
Avcı’nın kitle kültürü (toplumu) eleştirisinde daha çok seçkinci
yaklaşımları izlediği ve bu konuda diğer ekolleri gündemine almamış
olduğu ve daha çok düzeysizleşme, sığlaşma ve zevkin-beğeninin
değerlerin yozlaşmasından yakındığı hatırlanmalıdır. Kitle kültürüne
seçkinci bir tavırla karşı çıkan yazarlara katılan Avcı’nın, kitle kültürüne olumlu yaklaşan Shills (1972) gibi liberal yazarlara karşı biraz daha
eleştirel bir tutum takındığı ve de kültürel-liberal çoğulculuk –ihtiyaca
göre kültür- savını ise gülünç bulduğunu söylemeliyiz. Avcı, tarihsel
evrimin ve iletişim teknolojilerinde ki gelişim ve eğitimin geniş kitlelere yayılmasının bir sığlık getirdiğini ve kitlelerin zararına sonuçlar
doğurduğunu öne sürmektedir. Değerlerin ve zevkin yozlaştığı, sığlaştığı bugünkü toplumu eleştiren Avcı, gelenekten kopuşun/koparılışın
bugünkü kültürel sığlığın anlaşılmasında önemli rolü olduğunu öne
sürmektedir. Gelenekten beslenerek ve onu devam ettirerek gelecek
kuşaklara aktaran bir toplumsal yapıyı öngören Avcı’nın yazdıkların-
104 • iletiim : arat›rmalar›
dan yola çıkarak onun kitle kavramıyla belirttiği toplumsal ayrımların
(entelektüel/kitleler) ortadan kaldırılmasının güç olduğunu öne sürenlere katıldığını da biliyoruz. Avcı, düzeyli entelektüel çabaların, nitelikli sanat ve düşünce ürünlerinin geleceğimizi biçimlendirmede etkili
olabileceğini ima etmektedir. Ancak, bunun dışında politik içerimleri
olan önerilerine rastlanmamıştır. Avcı’nın kültür kavramını yüksek
kültürden yana yüceltici bir anlamlandırma ile kullandığını, azınlıklar
(entelektüel) ve kitleler ayrımını onaylayarak sorunları daha çok
birey/toplum çelişkisi biçiminde ele almaya eğilimli olduğunu ve
muhafazakar-elitist yaklaşımları destekler ve liberal yaklaşımları eleştirirken bunun dışında ki radikal yaklaşımlardan söz etmemiş olduğunu da hatırlamak gerekir. Cumhuriyet’in kültür politikalarının getirmiş olduğu gelenekten koparılışın bugünkü kültürel sığlıkta etken
olduğunu öne sürdüğünü bildiğimiz Avcı’nın kitabında bugünden
farklı bir gelecek tasarımı için yüksek kültür ve gelenekten başka öne
sürdüğü bir düşünceye rastlanmamıştır. Jakobenizmi şiddetle eleştirdiği bilinen Avcı’nın aydınlarımızı yönelik eleştirilerine karşın, onun da
kendisini seçkin bir azınlığın ülkeyi kurtarmasına yönelik yaklaşımdan uzaklaştıramadığı görülmekte olup, Avcı’nın kitleleri küçümseyen
ve suçu aşağıdakilere yükleyen tavrı başka türden bir jakoben/otoriteryan geleneği temsil etmektedir.
Bostancı ise, milli kültürümüzün en temel problemini, geleneksel
bir sosyal yapıdan modernliğe geçişin yaratmış olduğu problemler
olarak kabul etmektedir. Tanzimat’tan bu yana Batılılaşma ilgili sıkıntıların sürdüğünü söyleyerek temel meselemizin modernleşme serüvenimiz ile ilgili olduğunu vurgulayan Bostancı, 1980’li yıllarla birlikte
toplumsal ahlakın kapitalistleşmesini, ekonomik pragmatizmi ve
bunun getirdiği bireycilik anlayışını da olumlu bulmamaktadır. Ancak
saf bir milli kültür arayışını da “ilmi açıdan” doğru bulmadığını bildiğimiz Bostancı, siyasi kültürümüzün demokratikleşememesini de
sorunlarımızın rasyonel bir biçimde çözümlenememesinde önemli bir
etken olarak görmektedir. Marksizmin kapitalizme yöneltmiş olduğu
eleştirilerini önemseyen, ama geleceğe yönelik anti-tezlerini doğru ve
tutarlı bulmayan ve günümüzde ideolojik tavrın övünme vesilesi
olmaktan çıktığını öne süren Bostancı’ya göre kısır, dar ve aşırı derece-
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 105
de politize olmuş değerlendirmeler, buhranın daha da derinleştirmesinden başka bir işe yaramamaktadır. Toplumların buhran dönemlerini
aşmasının ilmi bakışın esas alındığı rasyonel çözümlerle mümkün
olabileceğini öne süren Bostancı, bu çözümlerin gündeme gelmesi ve
işlevsel olabilmesi için bütün grupların kendilerini serbestçe ifade edebildikleri, özgür bir toplumsal ortama ihtiyaç olduğunu ifade etmektedir. Siyasi kültürün bu anlamda demokratikleşmesinin kolay sağlanamayacağını işaret eden Bostancı, milli kültürün sağlıklı gelişimi açısından toplumsal grupların kendilerini ifade ettikleri “biz” kavramının
sınırlarının geniş tutulmasının önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Sansüre ve yasakçı/baskıcı zihniyetlere karşı çıkan ve milli kültürümüzün gelişmesi için her şeye karşı derin bir duyarlılık geliştirmemiz
gerektiğini söyleyen Bostancı, öte yandan dünyanın kendini yorumlayacak, aynı zamanda da dönüştürecek bir dil beklediğini de öne sürmekte ve yeni/farklı referans noktaları bulmamız gerektiğini işaret
etmektedir23. Yasakçılığa ve otoriter eğilimlere karşı çıkarak, siyasal
kültürün demokratikleştirmesi gerektiği yönündeki talebi açıkça seslendirmiş olmasına karşın, Bostancı’nın ideolojilerin sonunu ilan eden
yaklaşımlara prim verdiğini ve ideolojik yaklaşımlara karşı ilmi bakışı/rasyonelliği öne çıkardığını görüyoruz. İlimden, ideolojik-politik
eleştiriyi çıkaran bu teknisist anlayışın düşünce ve ifade özgürlüğü
diye ifade ettiği zeminde irrasyonel ve ilim dışı bularak ideolojik yaftasını yapıştırdığı ve aşırılıklar olarak gördüğü anlayışlara karşı baskıcı bir hoşgörüyle yaklaştığını söyleyebiliriz. Bu nedenle, Bostancı’nın
ilmi olmakla-rasyonel olmakla sınırladığı üst çerçevenin, sistem anlayışını-görünmez ve tarafsız kılarak- egemen anlayış olarak öne çıkardığını söylemek mümkündür. Aşırılıkları törpüleyen bir rasyonel anlayışı savunan Bostancı’nın çağrısı radikal bir katılımcı demokrasi talebi
değil, liberal bir demokrasi talebidir. Ayrıca Bostancı’nın çalışmalarında milli kültür ekseninde analizlerini sürdürdüğü hatırlanmalı ve
toplumsal eşitsizliklerden, örgütlenmeden ve politik ve sınıfsal olgulardan fazlaca söz etmediğini de eklemek gerekir. Avcı, sosyal bilimlerin getirdiği normalizasyon standartlarına bağlı arayışları olumlamakta olup, bu olumlama biçiminin düşüncenin ve toplumun özgürleşmesinin önünü açan bir anlayış olmadığını işaret etmek gerekir.
106 • iletiim : arat›rmalar›
Popüler kültüre soldan gelen eleştiriler, düzey farklılıklarına karşın, genel hatlarıyla eşitlik ve özgürlükten yoksun, yabancılaşmış
toplumun, yani kısaca kapitalist yaşam ve üretim biçiminin radikal bir
eleştirisini yaparak, sorunlarımızın sistemden kaynaklandığını ve sistemin kökten bir biçimde değiştirilmesi ile çözümlenebilecek olduğunu öne sürerken,24 bu bölümde de görüldüğü gibi, popüler kültüre
sağdan gelen eleştirilerin toplumsal sorunu solun ortaya koyduğu
sınıfsal ve toplumsal içerikten yalıtarak ele almakta ve de daha çok
kültür emperyalizmi, sömürülen uluslar ve kültürler çatışması düzlemlerinde, kısaca kültürel düzeyde ele almak konusunda ısrar etmekte olduğu görülmektedir. Muhafazakar yaklaşımlar toplumsal eşitsizlikler bölüşüm, paylaşım gibi temel toplumsal sorunları önemli ölçüde
göz ardı etmektedirler. Sonuç olarak, toplumsal ve kültürel sorunlarımızın gerçekte neler olduğuna ve hangi etmenlerden kaynaklandığına
ilişkin sorulara verilen farklı cevaplar daha başından çözülmesi ve
aşılması gereken sorunun ne olduğu, konusunda bir uzlaşının olmadığını ortaya koymaktadır. Geleneğimizden kopuşun yarattığı sorunların farklı düzeylerde algılandığını ve yenilenmesi istenen geleneğin
dayanması gereken temeller konusundaki tarih bilinci algılamasının
farklılaştığını da yinelemek gerekir. Sonuç olarak, çözümlenmesi gereken toplumsal- kültürel sorunlarımızın neler olduğu konusunda
genelde olsa bir uzlaşıdan söz etmek mümkün gözükmemektedir.
Klasik bir medya eleştirisi bağlamından çıkamayış ise, kültürel sorunlarımızı toplumsal– siyasal ve ekonomik içeriklerini göz ardı ederek
ele almaya yol açmaktadır. Genel olarak, kültürel yapıya yöneltilen
eleştirilerde muhafazakar söylemlerin ekonomik eşitsizlikleri ve toplumsal farklılıkları göz ardı eden bir yaklaşımla kültürel sorunları ele
almaları ve bölüşüm sorunlarını soyut bir adalet kavramı öne sürmekten öte gündeme getirmemeleri ile birlikte, muhafazakar-elitist bir
yaklaşım ile tehdidin ve tehlikenin toplumun alt kesimlerinden (kitlelerden, kitlesel hareketlerden) geldiğini öne sürmeleri ya da ima etmeleri onların toplumsal-kültürel sorunlarımızı kapitalist üretim biçimine eleştiri yöneltmeyen bir anlayışla ele almakta olduklarını göstermektedir.
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 107
Kültüre, popüler kültüre, muhafazakar kesim(ler)den yöneltilen
eleştirilerin gayrımilli bir bakış yerine, yerel/milli bir bakışın egemen
kılınması, geleneğimizden beslenen bir öze dönüşle birlikte yenileşmeden yana oldukları görülmektedir. Muhafazakar yazarların özümüzden ve geleneğimizden kopuşun yarattığı sorunlardan söz etmek
suretiyle bu özümüzü ve geleneğimizi koruyarak ve yeniden üretmek
suretiyle biçimlendirerek, kendimiz kalarak gelecekte var olmamızı ve
Batının egemenliğini dengelememizden ya da ona üstünlük kurabilmekten yana bir tavrı benimsemiş oldukları görülmektedir. Dünyadaki eşitsizlikleri yerel bir söyleyişle, böyle bir açıdan tarif eden bir
anlayış bir yönüyle de içe kapanmayı beraberinde getirmektedir.
Muhafazakar yaklaşımların en temel özelliklerinden birinin, elitist bir
anlayışa yaslanmaları ile birlikte kitlelerin işe karışmasını pek olumlamadıklarını, demokrasi düşüncesini liberal bir demokrasi ile sınırlı
tuttuklarını göstermektedir. Bu noktada kendilerini ve temsil ettikleri
grupları sınırlayan düzenlemelere karşı çıktıkları, ancak özgürlüğü uç
noktalarda savunma anlayışına sahip çık(a)madıkları görülmektedir.
Kasır (1993) ve Yazıcı (1994)’te en uç örneklerini gördüğümüz nostaljik
ağıtları sık sık yineleyen muhafazakar yaklaşımların iyi bir toplumun
kurucu öğelerinin ne olması gerektiği hakkında kendi özümüze, geleneğimize yaslanmayı, milli/islami ölçüleri hakim kılmayı, kendi ölçülerimizle uzlaşım biçiminde olan öğelerden yararlanmayı ve onları
kendi hegemonyamız içinde eritmeyi önerdikleri söylenebilir. Muhafazakar yaklaşımlar, toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına,
insanların özgürleşmesine ve gündelik hayatın/iş yaşamının yeniden
düzenlenmesine ilişkin bir talebi seslendirmemekte, bu konuda sessiz
kalmayı tercih etmektedirler. Ünsal Oskay (1982)’ın işaret ettiği yöneten/yönetilen, egemen-bağımlı ilişkilerinin tümüyle ortadan kaldırılmasına, hiyerarşik ilişkilerin çözülmesine yönelik bir talep muhafazakar yaklaşımlara sahip yazarların hiç birinde mevcut değildir. Böyle
bir talebin olmayışı ise farklı ellerde bugünkü anlayışın yeniden üretilmesini doğuracak bir sonuç gibi gözükmektedir. Marksist yorumcuların kapitalist sisteme yöneltmiş olduğu eleştiriler, Bostancı (1990) ve
Güneş (1995) gibi yazarlar tarafından olumlu bulunsa da, bu Marksist
kökenli hareketlerin ürettiği çözümsüzlük ve çözülme ile birlikte dile
108 • iletiim : arat›rmalar›
getirilmektedir. Muhafazakar yazarlar tarafından Batı yekpare bir
bütünlük olarak ele alınmaktadır ve soyut bir batı/materyalist tahayyüllüne karşı doğunun/maneviyatçı-gelenekçi söylemi öne çıkarılmakta olduğundan evrensel bir çözümleme anlayışı bu yaklaşımlarda
öne çıkmamaktadır.
Kapitalist düşünme, üretim ve yaşam biçimine ilişkin bölüşüm
sorunları ile toplumsal ve ekonomik sistemi radikal bir eleştiriyle ele
almak gibi bir çaba içinde gözükmeyen muhafazakar eleştirilerin soyut
bir kültürel eleştiri ve yaşam biçiminin yüzeysel eleştirisi düzleminde
ya da sığ bir medya eleştirisi bağlamında kalmakta olduğu görülüyor.
Muhafazakar anlayışın, soyut bir gelenek-inanç-maneviyat-milli değerler söylemi dışında gelecekteki toplumun farklılaşma noktaları ve talep
edilen yapısal değişimlerin ne olduğu konusunda bir toplumsal ütopyaya sahip olmadığı görülmektedir. Hayatı anlamlandırma biçimlerimize, hatta sözü edilen ama ne kastedildiği tam olarak anlaşılmayan
geleneği anlama biçimimize yönelik bir çözümleme çabası olmaksızın
yapılan”tarihimizi anlayalım” çağrısı da tarihle övünmek ve avunmak
dışında sahici bir tarih bilinci olgusunu çağrıştırmamaktadır. Evrensel
bir anlama çözümleme çabasını “değil”; korumacı tepkilerle oluşan bir
çabayı benimseyen Türk sağının muhafazakar bir eksende oluşan bu
yönelimi onun yerel bir söyleyişten yakasını kurtaramaması sonucunu
doğurmakta ve de bu söylem biçiminin içerisinden toplumsal, ekonomik ve siyasal yapının gerçekten köklü bir biçimde dönüşmesini talep
eden farklı bir gelecek düşü ya da tasarımı çıkmamaktadır. Muhafazakar yazarların vaadi dindar insanları yönetici yapmak gayretiyle maneviyatın politikaya taşınması olup, bu, sistemin -kendilerinden olanimanlı ve ihlaslı aktörler ile devamını talep eden bir yaklaşımdır.
İnançlı yöneticiler istenen bu tablonun içinde kitlelere yer olmayıp,
insanların özgürleşmesi ve örgütlenmesi ile birlikte hayata müdahalesinden ise söz edilmemektedir.
Muhafazakar yazarlarımızın belirgin bir seçkinci tutumla yüksek
kültür ve sanattan yana bir tavır içerisinde olmaları da ayrıca irdelenmesi gereken bir yaklaşımdır. Burada evrensel/yerel-milli kültür ayırımı ile birlikte yüksek kültür ve sanattan neyin algılandığı, neyin
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 109
yozlaşma olarak görüldüğü sorusu akla gelmektedir. Yozlaşmadan söz
etmekte ortaklaşan Kemalist, sosyalist, muhafazakar, milliyetçi ve
islamcı anlayışların bu yozlaşma sözcüğü ile anlatmak istedikleri
bozulmanın farklı tarihsel/toplumsal olguları işaret etmekte olduğunu belirtmiştik. Yozlaşmanın ne olduğuna ilişkin bir soruya verilen
cevaplar bu anlayışlar arasındaki farklılıkları ortaya koymakta olup,
yozlaşmanın ya da bozulmanın ne olduğu konusunda üzerinde ortaklaşan bir görüş yoktur. Yozlaşma konusunda bir uzlaşma olmaması
yozlaşma ve bozulma/dejenere olma kavramının kullanımı sorunlaştırmaktadır. Ayrıca bu kavramların bizzat kendilerinin sorunlu kavramlar olduğu da söylenmelidir25. Her ne kadar özgürlüklerden ve
demokrasiden yana olduklarını öne sürseler de toplumun değerleriyle
uyumlu, ona ters düşmeyen ve gelenekten beslenen bir kültürel değişimi öne süren muhafazakar yaklaşımların, bu alanda mevcut değerlerin korunmasından yana bir tutum içinde oldukları ve bu yönelimin
geçmişi yüceltmek ve bugünü yozlaşma olarak görmek konusunda
"uzlaştığı" görülmektedir.
Kültürel gelişimden yana olmadığını söyleyen yoktur-lakin bu
kültürel gelişim ve değişmenin dayanacağı temel konusundaki değerlendirmeler nostaljik yüceltmelerden, toptancı bir red anlayışına kadar
büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Bir uçta kozmopolit bir kültürel
ortamı savunan görüşler var iken, öte uçta milli-manevi-dini değerlerin
korunarak gelişiminden yana görüşler belirginleşmektedir. Doğu-Batı,
evrensel/ulusal kültür yaklaşımları ekseninde değerlendirilen bu yaklaşımların bir ucunda etnik merkezci, öte ucunda ise Avrupa merkezci
yaklaşımları görebilmek mümkündür. Ayrıca, her iki yaklaşımın da
benzer bir kökten beslenmekte olduğunu iddia edilebilir26. Bu çerçevede bir yandan toplumsal ilişkileri, gündelik hayatı ve kültürel yapıyıortamı ekonomik yapının ve siyasetin düzara bir yansıması olarak
görerek ekonomiyi ve siyaseti fetişleştirerek kültürel analizleri alanı
göz ardı eden ortodoks sol yaklaşımların, öte yandan ekonomik ve
siyasal yapıyı hiç bir radikal eleştiri ve çözümleme çabası getirmeden
ve bölüşüm, paylaşım, mülkiyet ve siyasal yapıya değinmeden salt
medya ve kültür alanının eleştirisini yapmaya soyunan, siyaset derken
de üst-yapısal değişimlerden başka bir şey vazetmeyen, sağ yaklaşım-
110 • iletiim : arat›rmalar›
ların varlığından söz edebiliriz27. Bunların ilki ortodoks Marksistlere,
ikincisi ise muhafazakar eğilimlere özgü bir tutum olarak alınabilir ve
her iki yaklaşımın, farklı olguları yadsıyor olsalar da , toplumsal olguları yadsıma ve göz ardı etme konusunda ortak noktaları vardır28.
Baskı altında üretilen ve tepkisel (refleksif) yönleri ağır basan düşünceler, sorunları çözmek bir yana yeni sorunlar yaratmaktadır. Sağlıklı
biçimde düşünmenin özgürlükçü bir ortama gereksinim duyduğu
açıktır. Buradan özgürlükçü bir toplumsal/kültürel atmosferin sadece
toplumsal değişim için değil, bizzat sağlıklı bir biçimde düşünebilmek
hatta düş görebilmek için dahi gerekli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle demokratikleştirici girişimler kendisini “devrimci”
olarak niteleyen birilerinin öne sürdüğü gibi hedef saptırıcı yaklaşımlar
olarak ele alınamaz. Çünkü, baskı altında üretilen düşüncelerin, hatta
görülen düşlerin bile bu baskının olumsuzluklarından kendini bağımsızlaştırmak konusunda güçlükleri içinde barındırmaktadır.
Toplumun muhafazakar kesimlerinden yükselen sesin nostaljik
bir geri dönüş ya da öze dönüş çağrısını içermekte olduğunu söylemiştik. Bu öz islamcı kesim için İslam’ın temel ilkeleridir. Özümüzden
kopuşumuzu en büyük problemimiz ve yaşadığımız tüm olumsuzlukların asıl nedeni olarak sayan bu yaklaşımların tarihe bakışında yüceltmeci/maziperest anlayışlar egemen olup, bu anlayış geçmişi daha çok
mitik/mistik bir biçimde algılamayı yeğlemektedir. Cumhuriyet’in
islamcı kesime karşı uygulamış olduğu baskıcı yaptırımlardan dolayı
demokrasi talepleri islamcı kesimler tarafından seslendiriliyor olsa da,
son tahlilde, talep edilen demokrasinin örf ve adetlerimize uygunluğu
ya da inançlarımızla çelişmeyecek/inançlarımıza uygun bir yapılanmayı öngörmesi esas alınmaktadır. Böylesi bir anlayış ise sınırlılıkları
ve sınırlandırmaları öngören talepleri beraberinde getirmektedir. Bu
talepleri rasyonalize eden söylem ise daha çok iç ve dış düşmanlarımız
ya da ezeli düşmanlarımız söylemi ve de toplumsal kargaşa-kaos korkusunu sürekli gündemde tutarak, korumacı tepkileri öne çıkartmak
olmaktadır. Alternatif bir toplumun kurucu ögesi olarak İslami ölçütleri esas alan anlayışlarla, İslamdan uzak olamayan millet anlayışını
öne çıkaran anlayışların, mevcut sistemin ekonomik ve politik anlamda radikal bir eleştirisini yapmadıklarını; evrensel ölçeklerden daha
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 111
çok yerel eksende bir düşünme biçimini öne çıkardıklarını ve eleştirilerinin yaşama biçimlerinin belirlenmesi; kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi ile geleneğin, örf ve adetlerin ve dini ölçülere dayalı yaşamın
yaşatılabilmesi ve yeniden üretilmesi üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Daha çok mevcut sistem içinde iktidarın ele geçirilmesi ve toplumun geleneksel renklerle modernizasyonunu ve yeniden inşasını
öngören bu anlayışların pazar ilişkileri, mülkiyet, devletin yapılandırılması, bölüşüm ve özgürlüklerin genişletilebilmesi, örgütlenme ve
benzeri konularda argumanlarının çok fazla gelişkin olmadıkları, Batı
karşısında milli (yerel) bir söylem ekseninde birleştikleri söylenebilir.
Toplumun geleceği açısından yenileşimci bir tavır ve duruştan daha
çok farklı temelleri olan defansif (korumacı) bir yaklaşım muhafazakar
anlayışlar içerisinde öne çıkmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi, geçmişten köklü bir kültürel kopuş, bu kültürel mirasa sahip çıkmak isteyenlerin de, onu aşmak/geride bırakmak isteyenlerin de geçmişle
sağlıklı bir ilişki kurabilmesine engel olmakta, sağlıklı değerlendirmeler yapılması yerine farklı tarihsel dönemlerin ve kişiliklerin yüceltilmesini, hatta ikonlaştırılmasını öne çıkarmaktadır. Muhafazakar eleştiri ve tasarımlarda kapitalizm eleştirisi görülmekle birlikte, bu eleştiriler salt kültürel düzlemle sınırlı kalmakta, siyasal yapı ve üretim biçimi
üzerinde yoğunlaşılmamaktadır. Bu yaklaşımlar, kapitalist yaşam
biçiminin hegemonyasının ortadan kaldırılmasına yönelik bir tasarımıütopyayı ve daha özgür ve eşitlikçi bir toplumun-hayatın kurulması
talebini seslendiren yaklaşımlardan farklı talepleri seslendirmekte
olup, bugünkü hayatın gelenek, örf ve adetler ve/veya İslami ölçütlerden oluşan bir iç disiplinle denetlenmesini öngören anlayışları ile ekonomik yapıda radikal bir değişim talebini seslendirmemekte ve mevcut siyasal yapı içinde imanlı kadroların işbaşına gelmesiyle adil bir
yönetimin sağlanabileceği düşüncesini öne çıkarmaktadırlar. Bu da
biraz daha edepli, insaflı, vicdanlı ve uslu bir toplum ve siyasal yapı
talebine denk düşmektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
Bu makalede popüler kültür ve kitle kültürü olgularının kavramsal bir çerçevesini ortaya koymaya çalıştığımız ilk bölümün ardından,
bu olguların toplumsal-siyasal hayatımızda oynadığı role ilişkin
112 • iletiim : arat›rmalar›
muhafazakar Türk entelektüellerinin düşünceleri üzerinde durduk.
Muhafazakar yazarlarımızın daha çok kitle, kitle toplumu ve kitle kültürü kavramlaştırmalarını yeğlemiş olduklarını ve 19. yüzyılın aristokrat/elitist yazarlarından alıntılamış oldukları kitle ve kitle toplumu
tariflerine dayanarak kitle kültürü analizi yapmaya çalıştıklarını, ama
bu analizleri derinleştirmedikleri ve zenginleştirmedikleri görülmektedir. Adı geçen ekolün temsilcilerinin düşüncelerini aktarırken de,
bütünlüklü bir analiz ortaya koyabilmek çabasından daha çok siyasal
ve kültürel duruşlarını haklı çıkartmaya yönelik vurguların seçilmesine yönelik tavırları ve metinleri kendi duruşlarını haklılaştırmak amacıyla kullanma eğilimlerinin baskın olduğuna dikkat çekmek gerekir.
Toplumu sınıfsal farklılıklar ya da egemen/bağımlı ya da yöneten/
yönetilen kesimler gibi ayırımlar ile değil de kitleler ve entellektüeller
olarak ayırmayı öngören ve de kitle kültürünü tüm sistemsel ve sınıfsal varoluşun ötesinde, toplumsal bağlamından yalıtarak ele almaya
çalışan bu yaklaşımların gelenekçi bir yüksek kültürden yana elitist bir
tavır aldığını söylemek mümkündür. Kitle, kitle toplumu ve kitle kültürü olgularını ele alırken ekonomik, toplumsal ve siyasal bağlamlara
değinilmemesi ve eleştiri düzleminin soyut bir kültür eleştirisi bağlamında kalmasının ve temel argumanlarının doğu-batı, gelenekselmodern ikilemleriyle kültür emperyalizmi söyleminin etki alanını
aşamamış oluşunun ciddi eksiklikleri barındıran bir yönelim olduğunu da söylemeliyiz.
Türk entelektüellerinin, değişik siyasal duruşlara ve kavramsal
açılımlara sahip olsalar da, popüler kültürün toplumsal-siyasal rolünü
genel olarak kötümser bir bakış açısıyla ele alarak değerlendirdikleri
görülmektedir. Bugünkü toplumlarda var olan popüler kültür ve kitle
kültürünün siyasal rolü ve işlevleri üzerinde öne sürülen olumsuz
çağrışımlara sahip düşünceler ve değerlendirmelerde bir büyük uzlaşma varmış gibi görünse de bu uzlaşı aldatıcı ve sözde bir uzlaşıdır.
Ayrıntılara inildiğinde farklıkların daha da belirginleştiğini, kullanılan
kavramsal açılımların belli bir düşünce ve anlayışı da beraberinde
getirdiğini, hatta benzer ya da aynı popüler kültür ve kitle kültürü
kavramlaştırmalarına sahip görünenlerin bile toplumsal ve kültürel
tasarımlar üretilme(me)sinde farklılaştıklarını gözlemliyoruz. Aynı
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 113
zamanda kültürel olgu ve kavramlara değişik yazarların kendi dünya
görüşlerine uygun bir biçimde farklı anlamlar yükledikleri ve bu
anlamlandırma-algılama süreçlerinin onların kültür-popüler kültür
eleştirisindeki konumlarını da belirlediğini söyleyebiliriz. Kavramlar
üzerinde uzlaşı olmayınca ve bu kavramlar seslendirilirken anlamının
ortaya konulmasından çok bu kavramların etkileme gücü öne alınınca,
aynı kavramları öne sürerek yapılan değerlendirmelerin bile benzer
yargıları seslendirmediğini, asıl anlamın bu kavramlara yüklenen yan
anlamlar çerçevesinde oluştuğunu-farklılaştığını söylemek mümkündür29. Neredeyse hemen herkesin, her yazarımızın, dünyanın ve toplumumuzun bugün içinde bulunduğu durumdan ve yönelmiş olduğu
istikametten hoşnut olmadığı ve bugünkü durumun değiştirilmesi
gerektiğini öne sürdüğü görülse de, yazarlarımızın bu hoşnutsuz olunan toplumsal durumun nedenleri, kaynakları ve gerçekte ne olduğu
konusunda farklı göndermelerde bulundukları, ayrıca değişim taleplerinin de birbiriyle kesişmediği görülmektedir30. Temel toplumsal
sorunlarımızın ne olduğu konusundaki uzlaşımsızlık, daha iyi bir
toplumun ne olduğu, nasıl oluşabileceği ve kurucu öğelerinin ne olması gerektiğini ele alan çözüm önermelerinde kendini daha da belirgin
bir biçimde ortaya koymaktadır. Ayrıca analizlerin düzeyi-derinliği ile
bu analizlerin hangi toplumsal-kültürel öğeleri öne alarak ve hangi
toplumsal olguları göz ardı ederek sürdürüldüğü, bu analizlerde sosyolojik bir bakışın var olup-olmadığı çok ciddi farklılaşma noktalarını
işaret etmektedir. Medyanın herşeyi (ama neyi?) yozlaştırdığını öne
sürerek toplumsal, siyasal ve ekonomik etkenleri eleştiri dışında tutarak analizleri sürdüren bir eleştiri anlayışı halkı olumladığı ölçüde,
onun edilgin varoluşuyla şekillenen toplumsal yapılanmaya örtük bir
onay verdiğinden bugünü ya da dünü olumlamak noktasında statükocu ve bu yönüyle de değişim karşıtı bir yaklaşımın izlerini de içinde
taşır. Herkes popüler kültürün kendi ütopyasına zarar verdiği konusunda hemfikir ise, o zaman onun kime hizmet etmekte olduğunun
açığa çıkarılmasının önemi artmaktadır. Ayrıca, ürünler ve araçlar
üzerinde yoğunlaşan eleştirileri salt bir eksik anla(t)ma olarak değil,
düşünceyi belli bir noktaya odaklayarak orada tutma ve politika dışı
kılma çabası olarak yorumlamak da mümkündür.
114 • iletiim : arat›rmalar›
Popüler kültüre muhafazakar eleştiriler tarihsel miras ile ilişkileri
tarihi anlamaya değil, sadece bu mirası olumlamaya ve yüceltmeye
dayanmaktadır. Paradoksal bir biçimde seçkinci bir anlayışı öne çıkaran ve kitleleri hor görme anlayışına sahip olduğu gözlemlenen bu
anlayışın seçkinlik konusunda ki anlayışının kaynağını da tarihte aradıklarını, geçmişin o şanlı günlerine geri dönmeyi seslendirdiklerini
(ama neresine?) ve geçmişe nostaljik ağıtlar yakarak içlenme zenaatında bir hayli ustalaşmış oldukları görülmektedir. Bu çerçevede Elliot(1981), Le Bon (1969) ve Gasset (1992) gibi aristokrat yazarların
görüşlerinin bu kesimlerde hayli muteber bulunması ilginçtir. Avcı ve
onu izleyenlerin liberal-çoğulcu yazarların kültür ve popüler kültür
analizlerini benimsememeleri ise kültürel demokratikleşme tezlerine
karşı mesafeli olduklarını göstermektedir. Yerlilik-yerellik, millilik
ekseninde Batı eleştirisi yapan bu anlayışların Batı eleştirisi sahici ve
derinlikli anlamda bir kapitalizm eleştirisi içermemektedir. Geleneğe
öykünme tarzlarının öne çıkmış olduğu bu anlayışların, örf ve adetlerimize uygun, dinimize-töremize ve geleneğimizle uyum içinde bir
toplumsal yapılanmadan ve buna uygun bir demokrasiden yana
tutumlarıyla özgürlüklerin genişlemesi, eşitsizliklerin giderilmesi ve
yeni bir toplumsal yaşama geçiş konusunda alternatif projeler üretmekte başarılı olamadıklarını ve de bugünkü yaşamın daraltılarak
milli ve dini renklerle yeniden inşa ve restore edilmiş bir versiyonunu
savunmaktan başka bir proje ortaya koyamadıklarını söyleyebiliriz.
Alternatif bir toplum kurma noktasında geçmiş güzel günlerimize
dönmeyi arzulayan ve dünyada egemen olmayı ya da yeni bir güç
odağı olmayı isteyen bu anlayışların Batı kapitalizmine karşı görünen
duruşları, onun yerine İslami ya da milli renklerle inşa ve restore edilmiş bir anlayışı temsil etmektedir. Sisteme entegre olmayı, sistem içinde söz sahibi olabilmeyi isteyen ve inancımıza ve milli kimliğimize
özen ve saygıyı öne alan bu anlayışların bugünkünden farklı, adil,
eşitlikçi ve daha özgür bir gelecek için ciddi bir imkanı temsil etmediği
görülmektedir. Popüler kültür ve kitle kültürü eleştirisinde bu anlayışların yerleri, milli ve manevi değerlerimizin korunmasına yönelik
korumacı tepkilere dayanmaktadır. Özgürlük talepleri seslendirilse de,
bu talepler toplumun her kesiminden insanlar için değil, sözcülükleri-
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 115
ni üstlenmiş oldukları kendi inançlarını paylaşanların özgürlüklerini
koruma ya da hareket alanlarını genişletebilme bağlamında şekillenmektedir. İmanlı kadroların işbaşına gelmesinin sorunlarımızı ortadan
kaldıracağına yönelik bir inancı dillendirenlerin, bu yönelimleri bir
yandan sistemin kendisinin değil aktörlerinin değişimini yeterli bulmakta, öte yandan da seçkinci ve kadrocu bir anlayışı temsil etmektedirler. Rasyonel bir toplumu öne çıkaran Bostancı (1995)’nın da pragmatist bir anlayışı ve bilimin eleştirellikten uzak bir biçimde hükümranlığını savunmakta olduğu görülmektedir. Aşırılıkları törpülemeye
yönelik bu uzlaşma anlayışının ve kültürünün, son tahlilde, kendi
yaşam biçimine uymayan görüş ve yaşam biçimlerini akıl-dışılık kategorisiyle marjinalize ederek, toplumsal tecrite yöneldiğini söyleyebiliriz. Muhafazakar kesimlerin maneviyat arayışında/anlayışında ise
şeklin-biçimin özden daha öncelikli olduğu eklenmelidir.
116 • iletiim : arat›rmalar›
Kaynakça
Adıgüzel, Yusuf (2001). Kültür Endüstrisi: Kitle Toplumunun Açmazları.
İstanbul: Şehir Yayınları.
Akay, Ali (2002). Kapitalizm ve Pop Kültür. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Avcı, Nabi (1990). Kitle Kültürü: Enformatik Cehalet. Ankara: Rehber Yayınları.
Bell, Daniel (1979). The Cultural Contradictions of Capitalism. London:
Heinemann.
Bell, Daniel (1962). The End of the Ideology. NewYork: Collier.
Benda, Julian (1955) The Betrayal of the Intellectuals. Boston: The Bracon Press.
Bostancı, M. Naci (1990). Kültür ve Değişme. Ankara: Hamle Yayınları.
Bostancı, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi Yayınları.
Bostancı, M. Naci (1998). Siyaset, Medya ve Ötesi. Ankara: Vadi Yayınları.
Çağan, Kenan (2003). Popüler Kültür ve Sanat. İstanbul: Altınküre Yayınları.
Çeçen, Anıl (1986). Kültür ve Politika. İstanbul: Hil Yayınları.
Çubukçu, Aydın (1994). Kültür ve İdeoloji Sorunları. Ankara: Evrensel Kültür.
Elliot, Thomas Steams (1981). Kültür Üzerine Düşünceler. Çev.: Sevim
Kantarcıoğlu. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Fukuyama, Francis (1996). Tarihin Sonu ve Son İnsan. Çev.: Zülfü Dicleli.
İstanbul: Fün Yayınları.
Gans, Herbert J. (1974). Popular Culture and High Culture. NewYork: Basic
Books.
Gans, Herbert J. (2005). Popüler Kültür ve Yüksek Kültür. Çev.: Emine Onaran
İncirlioğlu. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gasset, Ortega Y. (1992). Kütlelerin İsyanı. Çev.: Nejat Muallimoğlu. İstanbul:
Bedir Yayınevi.
Guneon, Rene (1979). Modern Dünyanın Bunalımı. Çev.: Mahmut Kanık.
İstanbul: Yeryüzü Yayınları.
Güneş, Sadık (1995). Medya ve Kültür: Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı.
Ankara: Vadi Yayınları.
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 117
Gürbilek, Nurdan (1992). Vitrinde Yaşamak: 1980’lerin Kültürel İklimi. İstanbul:
Metis Yayınları.
Kalay, Ayşe ( 1995). Türkiye’de Video ve Kitle Kültürü İlişkisi. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Kaplan, Yusuf (der.) (1991). Enformasyon Devrimi Efsanesi. İstanbul: Rey
Yayınları.
Kasır, Hasan Ali (1993). Kültür Bilinci. İstanbul: Denge Yayınları.
Kırlı, Cengiz (1993). A Psuedo Consensus on the Concept of Civil Society.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans tezi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı.
Kızıltan, Güven Savaş (1986). Çağımızda Yabancılaşma Sorunu. İstanbul: Metis
Yayınları.
Kongar, Emre (1994). Kültür Üzerine. İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Kösoğlu, Nevzat (1985). Kitap Şuuru. Ankara: Genç Sanat Yayınları.
Kösoğlu, Nevzat (1993). Milli Kültür ve Kimlik. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Le Bon, Gustave (1969). Kitleler Psikolojisi. Çev.: Nejat Muallimoğlu. İstanbul:
Bedir Yayınevi.
Mutlu, Erol (2001). Popüler Kültürü Eleştirmek. Doğu ve Batı.
Oktay, Ahmet (1992). Türkiye’de Popüler Kültür. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Oskay, Ünsal (1982). Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri. Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.
Özbek, Meral (1992). Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Özdemir, İlker (1996). Political Role of the Popular Culture as Illustrated
Unsal Oskay’s and Ahmet Oktay’s Approach. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı.
Özkök, Ertuğrul (1999). Artakalan Zamanda. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Shills, Edward (1972). Mass Society and its Culture. Chicago: The Chicago
University Press.
118 • iletiim : arat›rmalar›
Toffler, Alvin (1992a). Üçüncü Dalga. Çev.: Ahmet Seden. İstanbul: Altın
Kitaplar.
Toffler, Alvin (1992b). Yeni Güçler, Yeni Şoklar. Çev.: Belkıs Çorakçı. İstanbul:
Altın Kitaplar.
Uğur, Aydın (1991). Keşfedilmemiş Kıta: Gündelik Yaşam ve Zihniyet Kalıplarımız.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Yavuz, Hilmi (1987). Kültür Üzerine. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Yazıcı, İsmet (1997). Kitle İletişiminde İmaj. İstanbul: Bilim Yayınları.
Yazıcı, Olcay (1994). Kitapsız Toplum. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 119
Sonnotlar
1
Popüler Kültürün Siyasal Rolü ön başlığını taşıyan yüksek lisans tezimin soru yön-
2
Uğur (1991), Sayfa: 14.
3
Kitle kavramını sözlükler, insan topluluğu olarak tanımlamaktadır. Kavramın
temi revize edilerek bu çalışmaya uygulanmıştır. Bakınız Özdemir, 1996.
kalabalık, çokluk, yığın, güruh deyimleri ile de yakın bir anlam birliği vardır.
Kalabalık, çokluk, yığın gibi kavramların tarihçesi Antik Yunan’a kadar götürülebilir. 19. yüzyılda ortaya çıkan tutucu-seçkinci yaklaşımlar, kitle kavramına olumsuz yaklaşımların başlatıcısı olmuşlardır. Le Bon’a göre (1969:3) kitle kelimesi,
“basit ve alelade manasıyla milletleri, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir
araya getiren tesadüf ne olursa olsun, rastgele bir fertler topluluğu"nu temsil eder.
Kitlenin ilk vasfı, Le Bon’a göre, "bilinçli bireysel karakterin kaybolması, duygu ve
düşüncelerin bilinçsizce aynı istikamete yönelmiş olmasıdır ve bu aynı yerde toplanmış olmayı da gerektirmez." Muhafazakar-Elitist yaklaşımın önemli temsilcile-
rinden biri olan Ortega Y. Gasset’e göre ise, bütün toplumlar iki bileşkeden oluşur:
Seçkin azınlıklar ve kitleler. Azınlıklar özel niteliklere sahip bireyler veya bu
bireylerden oluşmuş gruplardır. Kitle ise özel niteliklerden mahrum insanların
biraraya gelmesi ile oluşan topluluktur. Kitle alelade insandır. Birbirinden ayırt
edilmeyen insanlar ortak bir sosyal nitelik halini alır ve genel bir tip ortaya çıkar
(Gasset, 1992). Birbirinden ayırt edilmeyen insanlar ortak bir sosyal nitelik halini
alır ve genel bir tip ortaya çıkar. Ortega Y. Gasset’in bu tanımı, daha önce sadece
kalabalık, yığın gibi nicelik açısından tanımlanan kitleye aleladelik, sıradanlık gibi
nitelik boyutunu da katmaktadır. Kitle insanı, Gasset’e göre iyi veya kötü özel
sahalara dayalı hiçbir hedef seçmeyen, kendisini herkes gibi hisseden ve bu halin
kendini düşündürmediği, gerçekte herkes gibi hissetmekle kendini mesut hisseden herkestir. Kitle insanını ortaya çıkaran üç temel olgu, Gasset’e göre, liberal
demokrasi, bilimsel deneyimler, ve sanayileşmedir. 19. Yüzyılda başlayan kitle
tanımı ve eleştirisinde kitle iletişim araçları söz konusu edilmemekte ve kitleleşme
olgusu makro nedenlere bağlı olarak ele alınmaktadır. Tüm bu tanımlarda vurgulanan ortak nokta kitlenin yapısal bir özellikten, bilinçlilikten ve örgütlülükten
yoksun bulunmasıdır. Kitle kavramı tüm toplumsal katman ve demografik gruplardan oluşan büyük sayıdaki insanlardan ibaret olduğu için heterojen yapıya
sahiptir, ama kendi ilgileri çerçevesindeki özne seçimi konusundaki davranışları
ve de kendilerini manipüle etmek isteyenlere kolaylık sağlayıcı bir homojenlik
içindedir.
4
Bakınız, Bostancı (1995) Sayfa: 15-18 ve 76-77.
5
Bakınız Özdemir, 1996, Sayfa: 21-23
6
Bakınız Adıgüzel (2001) ve Çağan (2003).
120 • iletiim : arat›rmalar›
7
Yine Güneş (1995) hariç tutulmak üzere muhafazakar yazarların tamamının popüler kültür ve kitle kültürü konusunda Türkiye’de önemli çalışmalara imza atmış
bulunan Ahmet Oktay (1992), Ünsal Oskay (1982) ve Meral Özbek’in çalışmalarını
göz ardı etmiş olmaları ilginçtir.
8
Bakınız, Avcı, 1990; Bostancı, 1995, Kaplan 1991; Kasır, 1993; Yazıcı 1994; Çağan,
9
Bakınız, Shills (1972) , Herbet J. Gans (2005) ve Özkök (1999). Liberal-pluralist
10
Muhafazakar çizgi için, Bakınız, Kasır (1993) ve Yazıcı (1994). Özgürleşimci ilgiler
2003.
yaklaşımların popüler kültür anlayışı için, bakınız: Özdemir, 1996, Sayfa: 37-48.
çerçevesinde popüler kültür eleştirileri için ise, Bakınız, Oskay (1982), Oktay
(1992), Özbek (1992), Gürbilek (1992) ve Akay (2002).
11
Bakınız, Avcı, 1990, Sayfa: 19, 31 ve 33. Avcı bilgi sahibi olmakla/haberdar olmak,
bilgi ve enformasyon arasında bilinen farkı vurgulayarak bilgi sahibi insanlar
olamadığımızı vurgular. Ayrıca Avcı, Oskay (1982) gibi, bugün kültürel düzenlemeler yoluyla işleyen sürecin kaba kuvvet yerine kullanıldığını vurgulamakta ve
toplumsal muhalefetin etkisizleştirilmesinde teknolojinin kullanımına değinmektedir. Ancak, Avcı bu konuda detaya girmemekte ve sınıfsal analizleri ise bütünüyle görmezden gelmektedir.
12
Bakınız, Bostancı (1990) Sayfa: .77 ve 93 ve (1995), Sayfa: 49.
13
Bakınız, Bostancı (1990), Sayfa: 16; (1995) , Sayfa: 40,42,9,55 ve 86 ve (1998), Sayfa:
14
Politik bakışa/duruşa göre /nerden bakıldığına göre değişen bir şey olarak popü-
124
ler kültürün kişiyi yalnızlık duygusundan kurtarması ve yabancılaşmaktan kurta-
rıyor olması düşüncesi örnek olarak gösterilebilir. Bu bir bakıma olumlu bir işlev
olarak değerlendirebilir. Ama işe sistemin sürdürülmesi ya da onun aşılıp farklı bir
yaşam/sistemin gelmesi ekseninde baktığımızda yanında ya da karşısında yer
alınan konumlar ile birlikte, bu işlevin olumlu ya da olumsuz bulunması yönündeki düşünceler de farklılaşır.
15
Bakınız, Kösoğlu, 1985; Kasır, 1993; Yazıcı, 1994 ve Adıgüzel, 2001.
16
Ulusal tarih ve kültür bilinci için, bakınız, Çeçen (1986), Siyasal tarih ve kültür
bilinci için, bakınız, Oskay (1982), Dinsel tarih ve kültür bilinci için, Bakınız, Kasır
(1993), Sınıfsal tarih ve kültür bilinci için, bakınız, Oktay (1992) ve Çubukçu (1994).
17
Bakınız, Le Bon (1969), Sayfa: 3
18
Kültür emperyalizmi çerçevesinde bir bakış için, Bakınız, Kaplan (1991), milli
kültür ekseninde bir bakış için, Bakınız, Kösoğlu (1985) ve Bostancı (1995); DoğuBatı karşıtlığı ekseninde bir bakış için, Bakınız, Yavuz (1987); Üçüncü Dünyacı bir
Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 121
bakış için, Tekrar Bakınız, Kaplan (1991); modernite karşıtı dinsel bir bakış için,
Bakınız, Kasır (1993). Burada Avcı’nın seçkinci yaklaşımına en yakın örnek Hilmi
Yavuz (1987)’un yaklaşımında bukunabilir.
19
Hangi yöne doğru bir değişim işaret edilmektedir ve radikal değişimden kastedi-
len nedir sorularının sorulması gerekir. Çünkü var olanın algılanışı farklı olunca,
radikalliğe farklı anlamlar yüklenebilmektedir. Yol arayışımızın dayandığı ölçütler
üzerinde uzlaşı yoksa, değişime yüklenen anlamların da farklılaşması doğaldır. Bu
nedenle, Türkiye’nin nasıl bir ülke olarak betimlendiği sorusu önemli bir sorudur.
Türkiye’yi tarif ederken anılan toplum isimlerine bakarak analizlerin temel yönelimlerini saptayabilmek mümkündür. Örneklemek gerekirse, ülkemizi betimleyen
toplum isimleri; az-gelişmiş toplum, geçiş toplumu, öz değerlerini yitiren/Batılı-
laşan toplum, (orta)doğulu toplum, müslüman toplum, türk toplumu, mozaik
toplum, periferi de yaşayan toplum, baskıcı toplum, liberal toplum gibi geniş bir
çeşitliliğe sahiptir. Okurdan istediğim yazarların ülkelerini nasıl betimlediği kadar
kendilerinin de ülkelerinden nasıl söz ettikleri üzerinde düşünmeleridir.
20
Fakat, entelektüel olmanın ya da kendini öyle sanmanın getirmiş olduğu bu uzlaşı noktası yanıltıcıdır. Oskay (1982) gibi, Türkiye’nin Batı’daki gibi kitap uygarlığından ve aydınlanma döneminden geçmemiş olduğunu öne sürenler olduğu gibi,
ülkemizin kitaplı bir toplumdan kitapsız bir topluma dönüştürüldüğünü öne
süren Hasan Ali Kasır (1993) ve Olcay Yazıcı (1994) gibi muhafazakar yazarların
mevcudiyeti kitapsızlık halinin ele alınışının farklı olduğunu açıkça göstermektedir. Modernleşmenin eksik kaldığına dikkat çeken ve sorunlarımızın temel kayna-
ğı olarak bunu gören Oskay (1982), Özbek (1992) ve Kalay (1995) tarafından öne
sürülen eksik modernleşme anlayışına karşı, bizzat modernleşmeyi ve modernleş-
me sürecimizi problemin esası olarak gören Avcı (1990), Kaplan (1991), Kasır
(1993) ve Yazıcı (1994) gibi yazarlarımız vardır.
21
Tutucu Kemalist söylemler için, bakınız, Çeçen (1986), tutucu sosyalist söylemler
için bakınız, Çubukçu, 1994, tutucu dinsel söylemler için bakınız, Kasır, 1993 ve
tutucu milliyetçi söylemler için, bakınız, Yazıcı, 1994.
22
Değerlerin dejenerasyonu kemalist için Cumhuriyeti kuran değerlerin aşınması-
dır. İslamcı için Cumhuriyetin bizzat kendisi değerlerin yozlaşmasına işaret
etmektedir. Sosyalist için ise, sınıfsal dayanışma duygusunun yerini kapitalist
değer ve normların almasıdır. Bu konudaki örnekler çoğaltılabilir.
23
Bakınız, Bostancı (1990), Sayfa: 75-78; (1995), Sayfa: 14 ve 86 ve (1998), Sayfa: 72.
24
Bakınız, Oskay (1982), Oktay (1992), Kızıltan (1986) ve Gürbilek (1992).
25
Yozlaşma ya da dejenere olma kavramları savunulabilecek saf/arı ya da bütünlüklü bir kültürün varlığını da işaret eder. Bozulmasından şikayet edilen, savunabileceğimiz ve yeniden inşa edilmesini talep edeceğimiz böylesi bütünlüklü bir kültü-
122 • iletiim : arat›rmalar›
rel yapımız olmadığına, hatta kültürel alanda böylesi bir bütünlük talebinin bizzat
kendisinin bile içerdiği tektipleştirici, otoriter yönelimleri nedeniyle zaten sorunludur.
26 Etnosantrik: Kurulu bir topluluğa, millete, kavme, ve benzerine bağlı bulunmaktan doğan ve “yabancı olanı” kuşku verici bulma, hor görme eğilimi. Eziklikten
doğan bir sözde üstünlük duygusu. Eurocentric: Avrupa merkezci anlayış. Bu
anlayışlar arasındaki ortaklık birinin toptan inkar yolu ile, ötekisinin ise sorgulamasız kabul ve olumlama ile tarihi anlamayı seçmemiş oluşlarıdır.
27
Ortodoks sol yaklaşımlar için, bakınız, Çubukçu (1994), Muhafazakar sağ yaklaşımlar için, Bakınız, Avcı (1990), Bostancı (1990), Kaplan )1991), Kasır (1993) ve
Yazıcı (1994).
28
Özgürlükçü bir toplumsal dönüşüm açısından bu ayırım büyük önem taşımaktadır. Bölüştüğümüz ekmekten ve toplumdaki baskı, şiddet, eşitsizlikler ve özgürlük
yoksunluğundan hiç söz etmeksizin kültürel yabancılaşmadan, kültür emperyalizmi ve benzerinden söz etmek anlamlı bir faaliyet türü olarak görünmemektedir.
Bu yaklaşımlardan bütün bunların birbirleri ile ilgisi yokmuş gibi bir izlenim
ortaya çıkmaktadır. Öte yandan da sosyo-kültürel yapıyı göz ardı ederek, toplumun kültürel yapısının analizini yapmadan salt ekonomik yapı değişimi ve siyasal
iktidarın el değiştirmesiyle herşeyin değişebileceğine olan inancın da geçerliliği
yeterince acı bir biçimde sınanmış olup, bu iki yaklaşım da özgürlükçü karşıtı
olmak noktasında birleşmektedir. .
29
Sivil toplum, demokrasi, değişim ve tarih bilinci kavramları ve kavrayışları buna
örnek olarak verilebilir. Sivil toplum kavramına yüklenen farklı anlamları anlamak için Bakınız, Kırlı (1993). Kırlı bu tezinde sivil toplum kavrayışını Murat Belge
ve Taha Akyol’un görüşlerini karşılaştırarak ele almaktadır..
30
Bu nedenle, Marksist ve tutucu/gelenekçi yaklaşımları aynı sınıfta birleşiyor görmek/göstermek yanıltıcıdır. Burada sorulması gereken, var olan olumsuzluğa
neden olarak görülen şeyin ne olduğudur. Olumsuzluk nedeni olarak gösterilen
durum; resmi kültür politikaları, batılılaşma, kapitalist hegemonya, faşizm veya
komünizm olabilir. Burada varlığından veya yokluğundan şikayet edilen şeyin ne
olduğu önemlidir. Bu eksiklik demokrasi eksikliği mi; disiplin ve edepli/uslu
olmaktaki bir eksiklik mi; gelenekten özgürleşememiş olmak mı; gelenekten uzaklaşmış olmak mı; özgürlük ve eşitlik yoksunluğu mu; yoksa disiplin, otorite ve
hiyerarşiden yoksun bir toplum olmak mıdır?
123
Teknoloji, Kamusal Alan
ve Sosyal Medya:
Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanımı
ve Politik Katılım Üzerine Ampirik Bir Çalışma
Uğur Yağan
Özet
Bu çalışmanın amacı, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla beraber en çok merak uyandıran
konulardan biri olan, sosyal medya kullanımı ve politik katılım arasındaki ilişkiyi sosyal
medya kullanıcılarının ifadelerine dayalı olarak ortaya koyabilmektir. Bu amaca yönelik
olarak hazırlanmış olan ankete, 251 üniversite öğrencisi tarafından verilen cevaplar,
enformasyon toplumu ve kamusal alan tartışmaları çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Sonuçlara göre, sosyal medya kullanımı potansiyel olarak daha fazla habere ulaşmayı ve
politik bilgi edinmeyi desteklese de politik katılım ve sosyal medya kullanımı arasında
doğrudan bir ilişki bulunmamaktadır. Ayrıca anket sonuçlarına göre öğrenciler sosyal
medyada çoğunluğun aykırı kabul edilebileceği politik fikirlerini paylaşmamayı tercih
etmektedirler.
Anahtar kelimeler: teknoloji, kamusal alan, sosyal medya, öğreciler, politik katılım
Technology, Public Sphere, Social Media: A Research on Political
Participation and Social Media Use of University Students
Abstract
The aim of this study is to understand the relation between social media use and political
participation in terms of declarations of social media users, which is one of the most
absorbing subjects since the widespread use of social media. In accordance, a
questionnaire which is designed to show patterns of political use of social media was given
to university students. Results of 251 questionnaires were assessed with making use of
concepts of information society and public sphere. Results show that although social
media usage potentially helps users to reach more information and political knowledge,
there is no direct link between social media use and political participation. Moreover
results indicate that students would not share political ideas which would be considered as
contrarian by majority.
Key words: technology, public sphere, social media, university students, political
participation
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 123-153
124 • iletiim : arat›rmalar›
Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya:
Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanımı
ve Politik Katılım Üzerine Ampirik Bir Çalışma
1
İnternet teknolojisinin yaygınlaşmasıyla beraber, özellikle sosyal
bilimler alanında bu yeni teknolojinin kullanım şekilleri, etkileri, ekonomik ve toplumsal değişimlerle ilişkileri üzerine yapılan tartışmalar
da hızla artmaktadır. İletişim disiplini içerisinde yapılan çalışmalar,
internet üzerinden haber akışı, politik katılım olanakları, dijital bölünme ve sansür gibi başlıklarda yoğunlaşsa da çalışma alanlarının fazlalığı sınırlandırma yapmayı zorlaştırmaktadır. Enformasyon toplumu,
başta iletişim ve medya çalışmaları olmak üzere yeni medya üzerine
yapılan araştırmalarda en sık kullanılan kavramlardandır. Enformasyon
toplumu kısaca, enformasyonun, “sermaye, emek ve hammadde gibi
kavramlarla birlikte, ekonomik koşullardan birisi olarak anılması”
(Başaran ve Aydoğan, 2012: 215) şeklinde tanımlanabilir. Yeni medya
ile toplum arasındaki ilişkinin, politik alanda yaratacağı çıktılara
yönelik iddialar ele alındığında, bunların bir şekilde enformasyon
toplumu başlığı altında sınıflandırılabilecek yaklaşımlarla ilişkili
oldukları görülmektedir. Bu ilişki, yeni medyanın kurumsal ya da içerik odaklı olarak değil, çoğunlukla araç merkezli, teknolojik bir dönüşüm olarak kavranmasına neden olur. Bu tür yaklaşımlar, çalışma içerisinde medya-demokrasi ilişkisine yönelik temel varsayımlar çerçevesinde değerlendirilmiştir. Üç ana başlıktan oluşan bu çalışmada,
internetin günümüz toplumunda yurttaşların enformasyon elde etme,
paylaşma ve politik tartışmalara katılımlarına nasıl etki ettiği, katılımcıların kullanım pratiklerine, yeni medya teknolojilerini ne amaçla ve
nasıl kullandıklarına ilişkin kendi beyanlarına dayanılarak ortaya
konulmuştur. Birinci başlıkta, teknoloji-demokrasi paradigması diyebileceğimiz, teknolojik dönüşümle politik alan arasında ilişki kuran
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 125
yaklaşımlar ele alınırken, ikinci kısımda modern demokrasilerdeki
temsil problemleri bağlamında, yeni medyanın demokrasi ile ilişkisine
dair kuramsal bir çerçeve sunulmuştur.
Çalışmanın esas motivasyonu olan, enformasyon elde etme ve
politik katılım ilişkisi üzerine düşünülürken, medyanın geri kalanı gibi
internet temelli kültür endüstrilerinin de sermaye tarafından kontrol
edildiği, ancak Garnham’ın ifadesiyle “zorunlu olarak egemen ideolojiyi desteklemediği” (1979: 136’dan akt. Wasco, 2005: 29) savunulmaktadır. Bu yaklaşımı takiben, çalışmanın ikinci bölümünde internet aracılı iletişim ortamlarının, egemen ideoloji karşıtı bir cephe oluşturabilme imkânları ya da bu egemen ideolojiye hizmet etme eğilimleri
kamusal alan kavramı etrafında tartışılmıştır.
Son bölümde ise, bu araştırma için tasarlanmış olan internet ve
sosyal medya kullanım alışkanlıkları anketinin bulgularına yer verilmiş,
sonuç bölümünde elde edilen bulgular ilk iki bölümde ortaya konmuş
olan kuramsal çerçeve bağlamında değerlendirilmiştir. Anket, amaçlı
örneklem yöntemine göre belirlenmiş toplam 321 katılımcıya uygulanmış, bunlar arasından 148 kadın 102 erkek ve 1 LGBTİ katılımcıya ait
251 form geçerli kabul edilmiştir. Anket formlarında, 14’ü demografik,
31’i sosyal medya ve geleneksel medya kullanım alışkanlıklarını anlamaya yönelik toplam 55 soruya yer verilmiştir. Araştırma verileri SPSS
(Statistical Package for the Social Sciences) programı yardımıyla analiz
edilmiş ve elde edilen sonuçlar ilgili literatür ışığında değerlendirilmiştir.
126 • iletiim : arat›rmalar›
Bir Teknoloji Olarak İnternet
ve Enformasyon Toplumu
Enformasyon toplumu yaklaşımı, modern kapitalist toplumların
dönüşümünde, başta iletişim teknolojileri olmak üzere teknolojik
gelişmelerle ilişkili olarak enformasyona atfettiği merkezi önem dolayısıyla, internet ve toplum ilişkisi düşünülürken en sık başvurulan
yaklaşımlardan biridir. Enformasyon toplumu teorileri gün geçtikçe
yaygınlaşsa da Webster’a göre kavramın, üzerinde uzlaşım sağlanmış
net bir tanımı mevcut değildir (2006: 9). Enformasyon toplumu teorileri, internetin yaygın kullanımından çok daha önce ortaya çıkmış olsa
da, internetin yaygınlaşması bu teorik yaklaşımın, modern toplumsal
ilişkileri açıklamak üzere yayılmasında önemli bir role sahiptir2.
1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde, henüz yaygınlığı oldukça
sınırlı olsa da internetin toplum yaşamına nasıl etki edeceği, üzerine
tartışılan ilk konulardan olmuş, enformasyon toplumu teorisyenleri
arasında sayabileceğimiz Shery Turkle, Manuel Castells ve Clay
Shirky gibi isimler internet üzerine ilk eserlerini 1990’lı yıllarda vermişlerdir. Bu yaklaşımlarda, en sık dile getirilen iddia internetin bir
iletişim aracı olarak ulaşılabilirlik, hız ve maliyet dengesi göz önüne
alındığında, politik etkileri bakımından 18. yüzyılda yazılı basının
yaratmış olduğu devrimsel dönüşümlerle benzerliklere sahip olduğudur (Rheingold'dan akt. Atikkan ve Tunç, 2011: 96; Hara ve Estrada,
2005; Tarrow, 2011: 58). Bu yaklaşım içerisinde ortaya konan temel
iddiaya göre; kapitalizm iletişim teknolojilerinin gelişimiyle bağlantılı
olarak yeni bir aşamaya geçmiştir ve bu dönüşümle beraber siyaset
yapma biçimleri de değişmektedir. Lance Bennett'e göre, internetin
aktivizme katkısı bireylerin üzerinden bilgi paylaşıp örgütlenme
imkânı bulabilmelerinin ya da iletişim maliyetlerini düşürmenin ötesindedir. İnternet teknolojilerinin gevşek örgütlü yapısı ve tartışma
şekilleri, protesto politikalarına yeni bir şekil vermektedir (Bennett,
2003). Bennett’in belirttiği yeni şekil, bireylerin sendikalar veya politik
partiler aracılığı ile değil, her hangi bir örgüte üye olmadan fakat ortak
çıkarlar için bir araya gelen gevşek ağlar aracılığıyla politik mücadele
verme eğilimini ifade etmektedir3. Sosyal ağlar aracılığıyla organize
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 127
edilen ya da yürütülen politik hareketlerle ilgili, Bennett’in ortaya
koyduğuna benzer bir yaklaşımla, Lindgen ve Lidström (2011) internet üzerinden yürütülen politik hareketlerle alışılmış politik eylem
yöntemleri arasında bazı farklar olduğunu belirtmektedirler. Bu yaklaşıma göre, artık politikayı politik partilerde veya seçim çalışmalarında aramak doğru değildir, politikanın ortaya konduğu mecraların
değişimi, hem argümanları hem de bu argümanların paylaşım şeklini
değiştirmektedir (Lindgen ve Lidström, 2011). Lindgen ve Lidström,
internetin kitleler üzerindeki etkisinin apolitize edici olduğuna dair
iddialara karşı, sözü edilen politik katılımın bilinen anlamıyla bir politikleşme olmayabileceğini belirtmektedirler. Çünkü internetin zaten
politika yapma şeklini değiştirdiğini ve “subpolitics” adını verdikleri,
“belirli bir parti veya örgütlenme şekliyle değil de bağımsız tartışmalarla ortaya çıkan bir politikleşme” yarattığını savunurlar (1015).
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, toplumsal muhalefet ve
yeni medya ilişkisi üzerine ortaya konan çalışmalar, internet aracılı
politik hareketleri genel toplumsal hareketler tarihinin dışında bir
yerde değerlendirirler. Bu çalışmalarda toplumsal muhalefete dair
iddialar, tarihsel referanslara gerek duymaksızın mümkün olduğunca
yakın tarihte ortaya çıkmış olan eylemler dikkate alınarak desteklenir.
Sosyal ağların politik katılıma olumlu etki edeceğine yönelik yaklaşım, hâkim eğilim gibi görünse de, internetin, daha özelde sosyal
ağların politik gücüne dair şüpheci yaklaşımlar da sık sık dile getirilmektedir. Özçetin, Aslan ve Binark’ın (2012: 55) da dikkat çektiği gibi
Morozov (2010), yukarıda sözü edilen olumlu beklentilere “örgüt
olmadan örgütlenebilirsiniz ama devrimciler olmadan devrim yapamazsınız” diyerek karşı çıkmaktadır. James W. Carey de internete
modern toplumların genel problemlerinin üstünde, onlardan bağımsız
bir konum atfedilmesine karşı çıkar. Harold Innis’in İmparatorluk ve
İletişim Araçları (1950/2006) kitabında ortaya koymuş olduğu iddiayı
takip eden Carey, teknolojilerin tarafsız olmadığını ve bu tarafın
çoğunlukla devletler ve büyük şirketler gibi güçlülerin tarafı olduğunu belirtir (109-133).
128 • iletiim : arat›rmalar›
İnternet Aracılı Politik Katılım, Demokrasi
ve Kamusal Alan Tartışmaları
Medyadan söz edilirken hem içerik üretimi, hem de düzenlemeye
ilişkin eleştiriler sıklıkla demokrasi kavramına referansla yapılır.
Düzenlemenin sınırlarından ya da içeriğin niteliğinden söz etmek,
çoğunlukla neyin ve ne şekilde ifade edileceğinin, dolayısıyla ifade
özgürlüğünün sınırlarından bahsetmek anlamına gelir. Demokrasi,
pek çok farklı tanıma sahip olsa da, modern demokrasilerin üzerinde
anlaşmış oldukları bazı temel nitelikler bulunmaktadır. John Keane'in,
basın ve ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiden yola çıkarak, yeni bir
kamusal yayıncılık modeli önerdiği Medya ve Demokrasi kitabında ortaya koyduğu tanıma göre: “Yetişkinlere eşit ve evrensel oy hakkı;
çoğunluk yönetimi ve azınlık haklarının güvence altına alınması;
hukuk devleti; toplantı, ifade ve diğer özgürlüklerin anayasal güvence
altına alınması” bir yönetimin demokratik olarak adlandırılabilmesinin temel koşullarıdır (157). Temsili bir demokraside, yurttaşların
karar alma süreçlerine temsilcileriyle katıldıkları düşünülürse, farklı
çıkar gruplarının politik konularla ilgili fikirlerini kamusal olarak
ifade edebilmeleri demokrasinin işleyebilmesi için zorunludur
(Kedzie’den akt. Groshek, 2009: 117). Touraine de “seçimler bir
demokratik sistemin olmazsa olmaz şartıdır, ancak halkın sadece
seçimlerle siyasal iktidara müdahale ettiği bir sistem demokrasi olarak
adlandırılamaz” sözleriyle medyanın modern toplumlar için sahip
olduğu rolün önemine işaret etmektedir (98).
Medyanın demokratik bir toplum için ne olduğuna ilişkin yaklaşımlar, internet ve sosyal medya tartışmaları için de referans noktasını
oluşturmaktadır. Demokrasi ve medya tartışmalarının bir uzantısı
olarak yeni medya ve siyasal katılım arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışan birinin, en sık karşılaşacağı kavramların başında kamusal alan gelir.
Medya, bu perspektiften bakıldığında iki temel işlev üstlenmektedir.
Öncelikle, siyasal iktidarın sivil toplum karşısında güç dengesini, toplumun bütününün çıkarı için değil de iktidar elitlerinin çıkarı için
kullanmasının önünde engel oluşturacak, diğer taraftan farklı fikirle-
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 129
rin kendilerini ifade etmeleri ve farklı fikirlerle etkileşim içerisine
girebilmeleri için imkân sağlayacaktır. “Habermas’ın burjuva kamusallığı hakkında çizdiği çerçeve, basının dördüncü kuvvet olduğuna
dair bu iyimser inanca yaslanır” (Arslan, Özçetin ve Binark, 2012: 54).
Kamusal alan kavramı etrafında medyayı demokratik bir toplumun
zorunlu bir parçası olarak gören ve bu rolün geleneksel medyadan
yeni medyaya geçeceğini iddia eden yaklaşım, yeni medya analizlerinde sıklıkla görülmektedir (Kellner, 2000; Kahn ve Kellner, 2004; Holt,
vd., 2013). Habermas’ın tanımına göre, kamusal alan “her şeyden
önce, toplumsal yaşamımız içinde, kamuoyuna benzer bir şeyin oluşturulabildiği bir alanı” ifade eder, ve “bu alana tüm yurttaşların erişmesi garanti altına alınmıştır” (95). Bu tanıma göre, yurttaşların bir
araya gelip düşüncelerini paylaşarak konsensüse ulaşabilecekleri her
ortam kamusal alan olarak nitelenebilir. Başta gazeteler olmak üzere,
geleneksel medya politik alan ile sivil toplum arasında hem bir iletişim
aracı, hem de politikayı halkın diline tercüme etmesiyle toplumsal
konularda bu güne kadar kamuoyu oluşturma işlevinin merkezinde
yer almıştır. İnternetin yayılması ile birlikte hem siyasetçilerin doğrudan iletişim kurmayı bir yöntem olarak benimseyecekleri, hem de
politik enformasyonu tercüme görevine duyulan ihtiyacın gittikçe
azalacağı düşünülmektedir (Tumber, 2001: 31). Belirli sayıdaki merkezlerden kitlelere yayılan bilgi akışının, internetin sunduğu olanaklarla beraber daha demokratik bir nitelik kazanmasıyla yurttaşların
politikaya bir aracıya ihtiyaç olmadan katılacağına yönelik varsayım,
teknoloji-demokrasi paradigmasının en temel varsayımlarındandır4.
Geleneksel medyanın yetersizliğine dair şikayetlerin arttığı bir
dönemde, Web 2.0 uygulamalarının da yaygınlaşmasıyla, internet
ortamlarının ideal kamusal alana imkan tanıyabileceğine dair görüşler
yaygınlaşmıştır. Günümüzde üzerine en çok konuşulan iletişim ortamı olan internetin, e-mailden başlamak üzere kolektif iletişimi, güçsüzler lehine arttırdığı düşünülmektedir (Andersen vd., 1995: 120-121;
Metha, 2001:141). İnternet demokrasisini savunanlar, Buchstein'e göre,
internetin demokratikleştirici etkisi olarak adlandırdıkları bu süreci,
dört temel başlık altında savunmaktadırlar. “Kontrol edilemez tartışma ortamları yaratabilmesiyle otoriter rejimlere karşı bağışıklık
130 • iletiim : arat›rmalar›
(immunizing), kolay erişim, taban örgütlenmesi sayesinde eleştirel bir
kamusal alan yaratabilmesi ve evrensel erişime açık olması” (Buchstein,
1997: 251)5. Özellikle toplumsal muhalefetin şekillendiği grupların
haberleşme kaynağı olarak medyaya ihtiyaç duymaları, bunun ötesinde medyanın muhalif hareketler için bir koordinasyon aygıtı olma
özelliği (Shaw, 2001), haberleşme imkânlarının artmasıyla beraber
toplumsal muhalefetin de güçleneceğine dair yaklaşımlar ortaya konmasını kolaylaştırmıştır6. Bu bağlamda, ortaya çıkan beklentilere göre,
internet dolayımlı kamusal alanlar gelişmiş toplumlarda demokratik
katılımın artmasını sağlarken, demokrasi kültürü zayıf toplumlarda
muhalefetin güçlenmesine katkı sağlayacaklardır, bu çerçevede kazanan her koşulda demokrasi olacaktır. Özellikle “Arap Baharı” olarak
adlandırılan dönüşüm sürecindeki rolüyle, sosyal ağların toplumsal
dönüşümler için yeni ve güçlü bir araç konumunda olduğu pek çok
farklı isim tarafından iddia edilmektedir7. Amir H. Ali, Mısır’da
eylemlerin başlama anından devrik lider Mübarek’in istifasına kadar
geçen süre içerisinde yaşanan olaylara dayanarak, sosyal medyanın
Mısır halkının iletişimi için yeni bir araç işlevi görmüş ve dayanışma
kurulmasına yardım etmiş olduğunu savunurken (2010), Başaran ve
Aydoğan’a göre de:
Özellikle 2011 yılı başında Mısır ve Tunus’ta yaşanan gelişmelerde
eylemciler tarafından gönderilen Twitter mesajları hem insanların doğrudan olay yerinden, geleneksel medyanın süzgecinden geçmemiş enformasyona erişimini sağlamış hem de geleneksel medya kuruluşlarının
eylemcileri görmezden gelmelerinin, resmi kaynaklara bağımlı haber
yapmalarının önüne geçmiştir. (2012: 242)
İnternet ortamı, özellikle sosyal medya uygulamalarıyla beraber
geleneksel medyanın aksine, pek çok merkez arasında eş zamanlı iletişimi olanaklı kılarak kamusal alanın daha eşitlikçi bir yapıya kavuşmasını sağlayacaktır. Bu açıdan sosyal ağlar, farklı aktivist hareketler için
hem bir birleştirme, hem de üzerinden alternatif bilgi sağlanabilecek
bir araç olma potansiyeline sahiptir. Douglas Kellner’a (2000) göre,
internet teknolojilerinin en önemli özelliklerinden biri “ahmak ayaktakımı”, totalitarizm ve poliarşi savunucularının yerini uluslararası
düzeyde örgütlenmiş “akıllı ayaktakımı”na çevirmiş olmasıdır.
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 131
Tüm bu olumlu beklentilere karşın, internetin sanıldığı kadar
önemli bir demokratikleştirici ya da muhalefeti güçlendirici etkisi
olmadığını savunan görüşler de artmaktadır. Dahlberg, internetin
demokratik topluma sunabileceği katkılara yönelik şüpheci yaklaşımlardan şu şekilde bahsetmektedir:
Şüpheci yaklaşımlar interneti farklı fikirlerin çatıştığı, tartıştığı ve karşılaştığı bir alan olmaktan ziyade, katılımcıların kendileri gibi düşünen
diğerleriyle yan yana gelmeyi tercih ettiği (benzerseverlik-homophily):
gerçek hayattaki gibi küçük kapalı cemaatciklerden oluştuğu bir mecra
olarak görürler (Dahlberg, 2007: 828).
İnternet demokrasisine yönelik şüpheci isimlerin başında Evgeny
Morozov gelir. Morozov, internet üzerinden kullanılan sosyal medya
mecralarının otoriter rejimler de dâhil olmak üzere, devletin baskı
gücünü arttırdığını belirtmektedir (2011: 212). Morozov’a göre, dijital
ortamın sağlamış olduğu düşük maliyetli iletişim ve örgütlenme
özgürlüğü siyasal otoriteler tarafından artan bir şekilde baskı altına
alınmaya çalışılmaktadır. 2009 seçimleri ardından, İran’da ortaya çıkan
protesto gösterileri bastırılmış, ilk aşamada internet üzerinde sansür
artmış, ardından İran devrim muhafızları tarafından siber aktivistlerle
mücadele edecek “siber ordu” adında bir grup oluşturulmuştur.
Özellikle otoriter yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde ciddi sınırlamalarla karşılaşan sosyal ağlar, çoğulcu demokrasi ile yönetilen ülkelerde de farklı düzeylerde kontrol edilmeye çalışılmıştır. Dijital hareketlere karşı siyasal otoriteler, Batılı ülkelerde bu alanı kontrol altına
almak için tüm fırsatları değerlendirmektedirler. ABD’de “terörist
örgütler” kapsamında tanımlanan grupların internet üzerinden iletişim kurdukları bahane edilerek, sitelerin ziyaretçilerinin fişlenmesi,
bazı alan adlarının erişime engellenmesi bu tür anti-demokratik eğilimlere örnek teşkil eder (Best ve Kellner, 2004). Google’ın 2011 yılında
yayınlamış olduğu şeffaflık raporuna göre, 2010 yılı içerisinde, sadece
ABD hükümeti Google’dan 4601 defa kullanıcı bilgisi talep etmiştir
(Maiorana, 2011). Bu talepler gün geçtikçe artmakta, şirketlerin önemli
bir kısmı bu bilgileri gönül rahatlığıyla hükümetlerle paylaşmaktadırlar. Pek çok özel şirketin sorgusuz bir şekilde kullanıcı bilgilerinin
132 • iletiim : arat›rmalar›
toplamasının yanı sıra, bu bilgilerin ne düzeyde ve kimlerle paylaşıldığı ve ne amaçla kullanıldığına dair kaygılar gittikçe artmaktadır.
Siyasal otoritelerin bu kadar hassas bir şekilde kontrol etmeye çalıştıkları bu mecranın, aslında sanıldığı gibi politizasyon sağlamadığı
Mozorov (2011: 179-205) gibi pek çok isim tarafından öne sürülmektedir. Bu araştırmada kullanıcıların ifadelerine başvurarak, sözü edilen
demokratikleşme pratiklerinin imkânları ve bu imkânların önündeki
olası engeller ortaya konmuştur.
Sosyal Medya ve Politik Katılım Literatürü Üzerine
İnternet kullanımı ve politik katılım, internetin ticari kullanıma
açıldığı 1994 yılından bu güne, başta iletişim, sosyoloji ve siyaset bilimi
olmak üzere sosyal bilimler içerisinde en popüler konulardan biri
olmuştur. Zamanla araştırmalar uzmanlaşmış, pek çok alt araştırma
alanı ortaya çıkmıştır. Bu konuda yapılan en ayrıntılı ampirik çalışmalardan biri, Groshek’in 1994-2003 arası dönemi kapsayan, internet
kullanım düzeyi ve demokratikleşme arasındaki ilişkiyi inceleyen
çalışmasıdır. Bu çalışmada, Groshek internetin yaygınlığı, sosyo-politik istikrar, eğitim düzeyi, şehirlileşme gibi değişkenleri dikkate alarak
internetin yaygınlaşmasının demokratikleşme üzerindeki etkisini polity
IV ölçeğine ile sınamıştır. Araştırma sonuçları, hâlihazırda demokratik
olan ya da demokratikleşme süreçlerinde olan ülkeler dışında, internetin bu tarz bir etki sahibi olmadığını gösterir. Groshek, doğrudan
demokratikleştirici etkilere dair bir veri olmasa da bu yönde potansiyele işaret eden veriler olduğunu belirtir (131-132). Politik katılım ve
internet arasında anlamlı ilişkiler bulan çalışmaların sayısı da oldukça
fazladır. Drew ve Weaver (2006) politik enformasyon kaynağı olarak
internet, kullanımının politik katılıma işaret eden en önemli göstergelerden biri olduğunu savunurlar. 2013 İsveç genel seçimleri sırasında,
18-74 yaş arası 4010 katılımcı üzerinde yapılmış olan saha çalışması da
benzer sonuçlar vermiştir. Elde edilen verilere göre, uzun süreli sosyal
medya kullanımı politik konulara duyulan ilgiyi arttırmaktadır (Holt,
Shehata, vd., 2013). Güncel sosyal medya ve politik katılım literatüründe, sıklıkla dile getirilen bir diğer yaklaşım, gençlerin parti politikalarından uzaklaşarak “olay odaklı” ve aracısız politik katılımı tercih
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 133
ettikleridir (Barnhurst, 2011; Ullah, 2013; Zhang ve Lallana, 2013).
Zhang, bir otoriter demokrasi olarak adlandırdığı Singapur’da gençler
arasında parti dışı çevrimiçi politik katılımın önemli bir eğilim olduğunu belirtir (Zhang, 2013: 267-68). Fakat bu yaklaşımı sahiplenenlerin
vurguladıkları bir diğer nokta, tarihsel olarak politik problemlerin
şiddet yoluyla çözüldüğü bölgelerde, gençlerin bu risklerin etrafından
dolanma yolu olarak, çevrimiçi katılım tercih ettiğidir (Velasquez,
2012; Ullah, 2013; Zhang, 2013). Ullah çalışmasında, Bangladeş’te gençlerin politik katılım aracı olarak sosyal medyayı tercih ettiğini, fakat
Bangladeş’te alt gelir grupları ve eğitimsiz grupların internete erişimi
çok sınırlı olduğu için bu katılım türünün ülkenin demokratikleşmesine katkısını saptamanın mümkün olmadığını belirtmektedir (Ullah,
2013).
Papacharissi’nin kamusal uzam (public space) ve kamusal alan
(public sphere) arasında yaptığı ayrım dikkate alındığında, çevrimiçi
politik katılım örneklerinin birçoğu karar alma mekanizmaları üzerinde ölçülebilir bir etki sahibi olmadıklarından, sadece kamusal ortamlar
olarak adlandırılabilirler. Çevrimiçi/sanal muhalefetin sokak muhalefetine dönüştüğünü gösteren az sayıda araştırmadan biri, Harlow
Summer’ın 2011 tarihli çalışmasıdır. Summer, bu çalışmada
Guetemala’da polis şiddetine karşı Facebook üzerinden örgütlenen
muhalefetin süreç içerisinde, nasıl sokaklara taşınarak toplumsal adalet talebini örgütlediğini, son aşamada hükümeti bazı yeni düzenlemeler yapmaya zorladığını gösterir. Harlow, Facebook’un interaktif iletişime izin veren yapısının çevrimiçi örgütlenmenin oluşmasında büyük
pay sahibi olduğunu belirtir. Yine aynı çalışmada Harlow’un gözlemlerine göre, örgütlenme üzerinde önemli pay sahibi olan yorumların
büyük kısmını yapan ya da hareketin Facebook sayfasında paylaşım
yapanlar politik olarak önceden tecrübe sahibi olanlardır (Summer,
2011: 238).
Sosyal medya ve politik katılım üzerine çalışmalar Türkçe literatürde sınırlı olsa da bu alandaki çalışmaların sayısı son birkaç yılda ciddi
oranda artmıştır. Alandaki ilk çalışmalardan biri, Nilüfer Timisi’nin
1999 tarihli Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi isimli doktora tezidir.
134 • iletiim : arat›rmalar›
Timisi, geleneksel medya ile karşılaştırıldığında internetin politik katılıma çok daha fazla alan tanıdığını gösteren bulgulara ulaşmıştır (282295). Timisi, yine de bir bütün olarak demokrasi ve teknoloji arasındaki
bağı ele alırken temkinli olmayı tercih eder. İnternet ve politik katılım
arasındaki bu temkinli duruş özellikle web 2.0’ın ardından gelen çalışmalarda yerini iddialı yaklaşımlara bırakmıştır. Bu doğrultuda, çalışmalar bir anlamda gelenekselleşen sanayi devrimi ve enformasyon
devrimi ayrımını sıklıkla kullanmakta (Atikkan ve Tunç, 2011), anaakım medya karşısında internet ve daha özelde sosyal medyanın toplumsal hareketler bağlamında “kitleleri yönlendirme avantajını” elde
ettiğini (Şendeniz, 2014: 172) savunmaktadırlar. Öte yandan, Ali Toprak
ve diğerleri (2009) Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook isimli çalışmada ele
aldıkları örnek olay incelemeleri üzerinden, ana-akım medya ile sosyal
medya arasındaki bazı paralelliklere dikkat çekmektedirler; “...tıpkı
geleneksel medya metinlerinde sömürülen ve tüketilen Karabulut ailesi gibi sanal uzamda da benzeri şekilde bu olay etik bir duruşla ele
alınmamıştır” (2009: 296). Ali Toprak ve diğerlerine göre, sosyal medya
riskleri ve olanakları bir arada düşünülerek ele alınmalıdır (a.g.e.).
Adem Serdar Özmen sosyal medyanın, geleneksel medyanın yerleşik
kodlarının yanı sıra, sahiplik ilişkileri dolayısıyla kamusal müzakere
önünde bir engele dönüştüğünü, yeni medyalar aracılığıyla müzakere
ortamının yeniden sağlanıp kamusal alanın genişlediğinin gözlenebildiğini belirtir (2013: 94). Çaycı ve Karagülle’ye göre, yeni medya araçlarının sağladığı imkânlarla insanlar problemlere karşı hızlı tepki
verme imkanına kavuşmuşlardır. Ancak sosyal medyanın sağladığı hız
ve örgütlenme kolaylığı aynı zamanda dezenformasyon ve provokasyona zemin hazırlamaktadır (2013: 6378). İsmail Hamdi Köseoğlu
(2011), üç örnek olay incelemesi üzerinden hazırladığı çalışmasında
sosyal medyanın kamuoyu oluşturma bakımından etkili olduğunu,
bunun ötesinde muhalefeti çevrimdışına taşıyabildiğini belirtir. Sosyal
medya kamusal alan işlevi görse de, Köseoğlu’na göre sosyal medyanın kamusal alana sunduğu katkıyı tam olarak ortaya koymak için
erkendir (2011: 53-54). Sosyal medyanın demokrasi ile ilişki içerisinde
incelendiği çalışmalarda, genel eğilimin olumlu olduğu, sosyal medyanın demokrasinin gelişimine katkı sağlayacak yeni bir iletişim türü
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 135
olarak değerlendiği görülmektedir. Asu Kızılarslan, bu eğilimin aksine,
çalışmasını sosyal medyanın demokrasi bağlamında negatif yönleri
üzerine kurarak özel yaşamın metalaşması, gözetimin ve kontrolün
artması etrafında değerlendirerek, “sosyal medyanın sokaklarda açılan
pankartlardan daha etkili olduğuna dair net bir veri” bulunmadığını
belirtmektedir (2012: 69).
Bu çalışma, bu alandaki literatürle benzer doğrultuda, ideal bir
kamusal alanın bazı temel özelliklerinin izini sosyal medyada sürmeyi
amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda yeni teknoloji adaptasyonu
en yüksek gruplardan olan eğitimli gençlerin, haber kaynağı olarak
internetten ne oranda faydalandıkları ve geleneksel medyaya oranla
alternatif haber kaynaklarına ne düzeyde ilgi duydukları sorgulanmıştır. Ardından katılımcıların sosyal medyayı politik eylem aracı olarak
kullanıp kullanmadıkları ve son olarak sosyal medyayı fikirlerini
rahatça paylaşabilecekleri bir ortam olarak görüp görmedikleri araştırılmıştır.
Araştırmanın Sınırlılıkları
Çalışmanın amaçları doğrultusunda hazırlanan internet ve sosyal
medya kullanım alışkanlıkları anketinin ulaşmayı hedeflediği grup,
bilgisayar ve internet teknolojilerine ulaşımları yüksek olan eğitimli
genç nüfus olarak belirlenmiştir. Araştırma için örneklem seçiminde,
amaçlı örnekleme yöntemleri arasında tanımlanan kolay ulaşılabilir
(convenient) durum örneklemesi yöntemi tercih edilmiştir, bu yöntem
araştırmacının kolay erişilebilir bir grubu seçerek hız ve pratiklik
kazanmasını sağlar (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 113). Örnekleme yöntemine uygun olarak 2013 Mart ayında 20 kişilik bir grup ile pilot çalışma yapılmış, ardından Nisan ayında formlar Ankara Üniversitesi,
Hacettepe Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde dağıtılmıştır. Anket formlarının dağıtılması bir hafta kadar sürmüş, toplanan
321 formdan 251’i geçerli kabul edilmiştir.
Anket soruları hazırlanırken demografik verilerle, internet ve
sosyal medya kullanımına dair veriler arasında çapraz sorgulama
136 • iletiim : arat›rmalar›
yapılması hedeflenmiştir. Araştırmacı çapraz sorgulama yöntemiyle
ekonomik refah düzeyi, ya da multimedya araçlarına sahiplik ve sosyal medya kullanım pratikleri arasındaki ilişkiyi sınamayı amaçlamıştır. Yapılan çapraz sorgulamalarda anlamlı bir farklılık ortaya çıkmadığı için bu sorgulamaların sonuçlarına bulgular arasında yer verilmemiştir8. Ortaya çıkan homojenliğin bir nedeninin Ankara’daki devlet
üniversitelerinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin ekonomik
koşulları arasındaki benzerlik olduğu düşünülebilir.
Bu çalışmada, politik katılım ve demokrasi kavramlarına dair bir
literatür araştırması ve internet kullanıcılarının kullanım tercihlerine
dair fikir edinebilmek için alan taraması yöntemi kullanılmıştır.
Herhangi bir araştırma yöntemi gibi alan taraması yöntemi de “bilgiye
yalnızca yaklaşabilir” (Neuman, 2012: 394). Alan taraması yöntemi
belirli bir grubun, araştırmacının belirlediği bir dönemde, belli bir
olaya bakışını ya da belli bir pratiğini anlamak üzere hazırlanmış
anketler yoluyla grup hakkında bilgi toplanmasını ve bu bilgilerin
uygun bir evrende genellenmesini hedefler.
Anket ile alan taraması yöntemi, sosyal bilimlere pozitivist yaklaşım içerisinden dahil olmuştur (Neuman, 2012: 395). Bu yöntem belirli bir davranış ya da inançla ilgili sorular sorarak katılımcılar hakkında
sayısallaştırılmış veri sağlaması bakımından işlevseldir. Buna karşın
insanların davranışlarını, düşüncelerini nicelikselleştirerek konu hakkında fikir üretmek, bu çalışmada olduğu gibi toplumsal muhalefet
gibi pek çok değişken tarafından belirlenen bir durumun anlaşılmasında bazı kısıtlılıklara neden olabilir.
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 137
Araştırma soruları ve bulguların değerlendirilmesi
İnternet Erişimi ve Sosyal Medya Kullanım Alışkanlıkları
İnternete sürekli erişiminiz var mı?
F
%
Var
241
96,0
Yok
9
3,6
Belirtmemiş
1
0,4
251
100
Toplam
Aşağıda yer alan multimedya cihazlarından hangilerine sahipsiniz?
Masaüstü Bilgisayar
F
%
97/251
38
Dizüstü Bilgisayar
211/251
84
Tablet Bilgisayar
38/251
15,2
Akıllı Telefon
150/251
59,8
Aşağıda yer alan sosyal medya ortamlarından hangilerini kullanıyorsunuz
F
%
Facebook
234/251
93,2
Twitter
139/251
55,4
Foursquare
49/251
19,5
MySpace
11/251
4,4
Google+
112/251
44,6
Instagram
54/251
21,5
Birinci grup sorularda katılımcılara internet erişimleri, multimedya cihazlara sahiplikleri ve kullandıkları sosyal medyalar sorulmuştur.
Katılımcıların internet erişimi beklendiği üzere yüksektir. Katılımcıların sahip olduğu multimedya cihazları arasında akıllı telefonlar ve
dizüstü bilgisayarların yüksek oranı neredeyse, aralıksız olarak internet erişimine sahip olduklarını göstermektedir. Katılımcıların en sık
kullandıkları sosyal medyaların Facebook, Twitter ve Google+ olduğu
görülmektedir. Türkiye’de 30 yaş altı genç nüfusun 38 milyon9 olduğu
ve yüksek eğitim oranının artmakta olduğu düşünülürse, internet teknolojileri ile ilişkili toplumsal bir dönüşümün en azından maddi olanaklar açısından mümkün olduğu ileri sürülebilir.
138 • iletiim : arat›rmalar›
Geleneksel haber kaynakları karşısında yeni medyanın
konumunu anlamaya yönelik sorular
Günlük haber ihtiyacınızı karşılamak üzere en sık faydalandığınız iletişim
ortamı aşağıdakilerden hangisidir?
F
%
Gazete (Basılı)
26
10,4
Televizyon
27
10,8
İnternet
195
77,7
Radyo
1
0,4
Belirtmemiş
2
0,8
Toplam
251
100
Sizin için en güvenilir haber sağlama ortamı hangisidir?
İnternet
Televizyon
Gazete
Radyo
Belirtmemiş
Diğer
F
119
87
30
6
9
251
%
47,4
34,7
12,0
2,4
3,6
100
Sizin için internette en güvenilir haber sağlayıcı ortam hangisidir?
F
%
Bloglar
20
14,2
İnternet Gazeteleri
89
63,1
Sosyal Medya
18
12,8
Diğer
14
9,9
Toplam
141
100
Sizce televizyonun temel işlevi nedir?
Haber-Bilgi sağlama
Eğlence
Diğer
Belirtmemiş
Toplam
F
68
161
15
7
251
%
27,1
64,1
6,0
2,8
100
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 139
En sık ziyaret ettiğiniz üç internet gazetesi ve/veya haber portalı nedir?
F
%
Belirtmemiş
Toplam
Hurriyet.com.tr
136
54,2
6
251
Radikal.com.tr
45
17,9
4
251
Gazetevatan.com.tr
7
2,8
5
251
Mynet.haber.com.tr
30
12
4
251
Sondakika.com.tr
27
10,8
4
251
Ntvmsnbc.com.tr
112
44,6
4
251
Zaman.com.tr
7
2,8
4
251
Haber.sol.org.tr
33
13,1
4
251
Milliyet.com.tr
77
30,7
4
251
Haberturk.com.tr
54
21,5
4
251
Odatv.com
16
6,4
4
251
Sabah.com.tr
10
4,0
4
251
Demokrathaber.com
3
1,2
4
251
İnternethaber.com
14
5,6
4
251
Sendika.org
7
2,8
4
251
Bianet.org
20
8,0
4
251
Diğer
34
13,5
4
251
Son üç ay içerisinde en az bir kez blog okudunuz mu?
F
%
Evet Okudum
178
70,9
Hayır Okumadım
72
28,7
1
0,4
251
100
F
%
Sıklıkla Okurum (En az iki günde bir)
43
17,1
Bazen Okurum (Denk geldikçe)
151
60,2
Hiç Okumam
57
22,7
Belirtmemiş
0
0
251
100
Belirtmemiş
Toplam
Blog okuma sıklığınız nedir?
Toplam
140 • iletiim : arat›rmalar›
İkinci grup sorularda katılımcıların haber kaynağı kullanımının
ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Yurttaşların politikaya katılabilmeleri, kamusal alan yaklaşımına göre doğru haber akışına ve eleştirel bir
kamusal aklın ortaya çıkışına bağlıdır. Çalışmada bu konuda elde
edilen verilerin büyük bir değişime işaret etmediği görülmektedir.
Öncelikli olarak, katılımcıların önemli bir kısmının günlük haber ihtiyaçlarını internetten elde ettiklerini belirtmeleri, alternatif haber kaynaklarına ulaşma ihtimallerini arttırması bakımından önemlidir. Fakat
katılımcılar “sizin içi en güvenilir haber kaynağı nedir” sorusunda,
birinci sıraya yine interneti yerleştirseler de televizyonun da güvenilirlik bakımından hala önemli bir yere sahip olduğu görülür. Çalışmanın
bu kısmında katılımcılara internet üzerinden haber elde etmek amacıyla en fazla nerelerden faydalandıkları sorulduğunda 2/3’ü internet
gazetelerinden faydalandıklarını söylemişlerdir. Dolayısıyla, alternatif
haber kaynaklarındansa hala geleneksel haber kaynaklarının tercih
edildiği görülmektedir. Bu noktayı netleştirmek adına katılımcılardan
en fazla yararlandıkları üç internet gazetesini işaretlemeleri ya da listede yoksa eklemeleri istenmiştir. Burada da katılımcıların çok önemli
bir kısmının, geleneksel haber kaynaklarının internet sayfalarından
yararlandıkları görülmüştür. Alternatif haber kaynaklarının kullanımıyla ilgili bir diğer soru ise blog okuma alışkanlıklarıyla ilgilidir.
Katılımcıların %70,9’u son üç ay içerisinde en az bir defa blog okuduğunu söylemiş, takip eden soruda blog okuma sıklığı olarak çoğunluk
“denk geldikçe” blog okurum seçeneğini işaretlemişlerdir. Medya ve
demokrasi ilişkisi üzerine yapılan çalışmalarda kamusal alanın temel
işlevlerinden olan tarafsız, doğru, demokratik katılımı destekleyici
enformasyon akışının geleneksel medya tarafından yerine getirilmediği sıklıkla dile getirilen şikâyetlerdendir. Bu soruna çözüm olarak, yeni
medya aracılığıyla doğrudan bilgi edinme ya da ana-akım medyada
kendine yer bulamamış haberlere ulaşma açısından, konuyla ilgili
daha önce yapılmış araştırmalarla benzer şekilde, internetin daha fazla
imkân sağladığını gösteren kesin bulgulardan bahsetmek mümkün
değildir (Gerhards ve Schafer, 2010: 13).
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 141
Bir politik katılım aracı olarak internet ve sosyal medya kullanımı
Bu güne kadar internet üzerinden bir imza kampanyasına katıldınız mı?
F
%
Evet, katıldım
126
50,2
Hayır, katılmadım
123
49
Belirtmemiş
Toplam
2
0,8
251
100
Sosyal medya aracılığıyla online eylemlere katıldınız mı?10
F
%
Pek çok kez katıldım
31
12,4
Bir ya da iki kez katıldım
85
33,9
Hiç katılmadım
132
52,6
3
1,2
251
100
Belirtmemiş
Toplam
Sosyal medya aracılığıyla organize olan sokak eylemlerine katıldınız mı?
Pek çok kez katıldım
F
%
23
9,2
Bir ya da iki kez katıldım
56
22,3
Hiç katılmadım
167
66,5
Belirtmemiş
Toplam
5
2
251
100
Sosyal medyada tartışmalara katılıp fikir beyan eder misiniz?
F
%
Sıklıkla
16
6,4
Bazen
54
21,5
Hiç
180
71,7
1
0,4
251
100
Belirtilmemiş
Toplam
142 • iletiim : arat›rmalar›
Türkiye’deki egemen politik havadan kaynaklı olarak fikirlerinizi sosyal
medya ortamlarında paylaşmaktan çekindiğiniz oluyor mu?
F
%
Sıklıkla Oluyor
52
20,7
Bazen oluyor
106
42,2
Hiç olmaz, fikirlerimi rahatlıkla ifade ederim.
91
36,3
Belirtilmemiş
2
0,8
251
100
Toplam
Çoğunluğun fikirlerine aykırı olduğunu düşündüğünüz fikirlerinizi
Facebook’ta paylaşır mısınız?
F
%
Sıklıkla
47
18,7
Bazen
121
48,2
Hiç paylaşmam
70
27,9
Belirtilmemiş
Toplam
13
5,2
251
100
Çoğunluğun fikirlerine aykırı olduğunu düşündüğünüz fikirlerinizi
Twitter’da paylaşır mısınız?
F
%
Sıklıkla paylaşırım
37
23,6
Bazen paylaşırım
71
45,2
Hiç paylaşmam
49
31,2
Toplam
157
100
Sizce sosyal medyanın temel işlevi aşağıdakilerden hangisidir?
F
%
Haber-Bilgi Sağlama, Gündem Takip Etme
83
33,1
Eğlence
113
45,0
Flört
35
13,9
Diğer
12
4,8
Belirtmemiş
Toplam
8
3,2
251
100
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 143
Son gruptaki sorular üç temel amaca yönelmiştir. Birinci amaç,
katılımcıların çevrimiçi ortamları, hak arama için kullanıp kullanmadıklarını görebilmektir. İkinci amaç, internet aracılığıyla politik sanal
dünyanın dışına çıkarak politik talepleri dile getirmek üzere sokak
eylemlerine katılıp katılmadıklarını anlamaktır. Son olarak, sosyal
medya ortamlarını fikirlerini rahatça paylaşabilecekleri müzakere
ortamları olarak görüp görmediklerini ortaya koyabilmek amaçlanmıştır.
Yanıtlara bakıldığında, katılımcıların yarısı internet üzerinde bir
imza kampanyasına en az bir defa katıldıkları, fakat internet üzerinden yapılan eylemler için sayının azaldığı, sokağa taşınan eylemler
için ise ilginin çok daha az olduğu görülmektedir. Bugüne kadar, sosyal medya ve politik katılım ya da sosyal medya ve toplumsal muhalefet ilişkisini anlamak üzere yapılan pek çok çalışmada belirtildiği
gibi, yeni medya aracılı eylemler, olay odaklı olmaları ile dikkat çekmektedirler. Bu nedenle, buradaki veriler katılımcılar için önem arz
eden bir konunun gündeme oturması ile elbette değişebilir. Fakat 20’li
yaşlarındaki eğitimli gençlerin hayatları boyunca çevrimiçi bir eyleme
hiç katılmamış olmaları ya da internet üzerinden bir sokak eylemine
dâhil olmamaları internet ve politika ilişkisine dair beklentilerin karşılanmadığını göstermektedir. Araştırma sorularına verilen cevaplar
arasında, internetin ne oranda bir kamusal alan olduğunu anlamak
açısından son üç soruya verilen yanıtlar açıklayıcıdır. Bu sorulara verilen yanıtlar, katılımcıların sosyal medyada siyasete ilişkin fikirlerini
paylaşırken pek rahat olmadıklarını gösterir. Dolayısıyla, katılımcıların sosyal ağları “eğlence” işlevi ile tanımlamaları ve politik fikir paylaşımı konusunda aktif olmamalarının yanı sıra, fikir paylaşma konusunda gösterdikleri çekingenlik, sosyal medya ve politik katılım ilişkisi açısından bir diğer önemli veridir. Katılımcıların yarısından çoğu,
sosyal ağlarda çoğunluğun fikirlerine uygun olmadığını düşündüğü
görüşlerini paylaşmaktan çekindiğini belirtmiştir. Politik konularda
sosyal medyayı kullanırken gösterilen bu ilgisizliği açıklamak üzere
oto-sansür ve suskunluk sarmalı yaklaşımlarına başvurulabilir11. Bu
çalışma için dikkat çekici olan sosyal medyanın beklentilerin aksine
herkese açık, tüm fikirlerin özgürce mübadele edildiği bir alan olmak-
144 • iletiim : arat›rmalar›
tan uzak olmasıdır. Bu konuda yapılmış çalışmalar da yalıtılma korkusunun, fikirlerin rahatça paylaşılması önünde engel oluşturduğunu
ortaya koymuştur (Ho ve McLeod, 2008). Son soruda, literatürde sıklıkla tekrarlanan; internetin bir eğlence aracı olduğu iddiası (Robbins,
2002; Mwesige, 2004) sınanmıştır. Sonuç olarak görülmektedir ki, katılımcıların yalnızca 1/3 sosyal medyayı haber bilgi ortamı olarak görmektedirler.
Sonuç
İletişim araçlarının kültürel üretim alanıyla olan ilişkisi, bu araçların aynı zamanda, politik araçlar olduğunun da göstergesidir. Ancak
iletişim araçlarıyla politika ilişkisi, kültürel üretimle sınırlı değildir,
iletişim teknolojileri siyasal iletişim işlevleriyle, doğrudan politik alan
ile yurttaşlar arasında, bir etkileşim kanalı olarak önemli işlevlere
sahiptirler. Henüz 17. yüzyıldan itibaren iletişim araçları modern siyasetin önemli bir parçası haline gelmişlerdir. İletişim teknolojilerinin
ulaştığı son aşama sayabileceğimiz internet teknolojisine kadar, iletişim araçlarının, kapitalist toplumlarda mübadele alanıyla olan ilişkisinin yanı sıra ideolojinin yayılma alanı ve bir gözetim aracı olarak
devletlerle ilişkisinin sürekli güçlendiğini belirtmeliyiz. Diğer taraftan,
kültür ürünlerinin ve politik alana dair bilginin üretilip yaygınlaşmasının bir aracı olması bakımından, yurttaşların da iletişim araçlarından
beklentileri artmaktadır. Piyasa aktörleri, devlet ve yurttaşların iletişim teknolojilerinden beklentileri bu teknolojilerin anlaşılmasında ve
kamusal olarak düzenlenmesinde bir gerilime neden olmaktadır.
Türkiye’de eğitimli genç nüfusun başta sosyal medya ortamları
olmak üzere internet kullanım alışkanlıklarının politik katılımla ilişkisini anlama çabası, bu çalışmanın temel motivasyonunu oluşturmuştur.
Üniversite öğrencilerinden oluşan katılımcıların yeni medyaya bakışları, geleneksel medyaya ilişkin fikirleri, alternatif haber kaynaklarını
kullanımları ve en önemlisi çevrimiçi ortamda politik katılım ve muhalefet etme davranışları anlaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın sonuçları,
Papacharissi (2004) ve Jankowski ve Van Selm’in (2000) iddia ettikleri
gibi yapısal siyasal sorunların, politik kültürün çevrimiçine taşındığını
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 145
göstermektedir. Sanal ortam, gerçek hayatta olduğu gibi elitlerin etkisi
altındadır ve var olan yapısal sınırlılıkların dışına çıkmak sadece teknolojinin imkânlarıyla mümkün görünmemektedir. Araştırma verilerine göre katılımcıların yeni medya teknolojilerini kullanım düzeyleri
oldukça yüksektir ve vakitlerinin önemli bir kısmını internette geçirmektedirler. Kullanıcıların büyük bir kısmının birden fazla sosyal ağ
sayfasında hesabı olduğu ve Facebook kullanım oranının %90 üstü,
Twitter ve Google-plus kullanımının % 50 civarı olduğu görülmüştür.
Diğer taraftan, bu yoğun kullanıma karşın, sosyal medyanın bir haber
kaynağı olarak, pek tercih edilmediği anlaşılmaktadır. Geleneksel
medya kanallarından elde edilen bilgilerin yanı sıra, kullanıcıların
alternatif haber kaynaklarına erişimlerinin artması, doğrudan olmasa
da politik meselelerle ilgili eleştirel tutumların güçlenmesine katkı sağlayabilmesi açısından bu çalışma için önemli bir veri olarak düşünülmektedir. İnterneti müzakereci demokrasi olanaklarının artması için
bir fırsat olarak gören yaklaşımların beklentilerine karşın, sosyal ağ
ortamlarının bu beklentileri karşılamakta birkaç açıdan yetersiz kaldığı
görülmektedir. Katılımcıların sosyal ağları “eğlence” işlevi ile tanımlamalarının ötesinde, politik fikir paylaşımı konusunda önemli sayılabilecek düzeyde bir geri çekilme ya da oto-sansürü tercih ettikleri görülmektedir. Katılımcıların yarısından çoğu, sosyal ağlarda çoğunluğun
fikirlerine uygun olmadığını düşündüğü görüşlerini paylaşmaktan
çekindiğini belirtmiştir. Bu veriler, temsili demokrasinin yapısal sorunlarıyla birlikte düşünüldüğünde sosyal ağlar, sözlükler ve bloglar gibi
interaktif ortamların kullanıcılar için özgürce fikir paylaşabilecekleri
bir ortamın asgari şartlarını sunduğu, ancak bu şartların korunması ve
güçlendirilmesi için mücadele etmenin zorunlu olduğu görülmektedir.
İnternet ortamı sermaye gruplarının kar amaçlı ve devletin gözetim
amaçlı olarak uyguladığı baskı nedeniyle özgür bir üretim ve paylaşım
ortamı olma imkânını yitirme tehlikesi altındadır.
Sosyal medyanın tüm kısıtlılıklarına rağmen politik muhalefete
ve bir bütün olarak demokrasiye katkı sunma potansiyelini sürdürdüğü belirtilmelidir. Sosyal ağ kullanımı o kadar yaygındır ki geleneksel
medyada temsil edilmeyen grupların kısmen de olsa bu alanda kendilerine yer bulabilmeleri mümkündür. Fakat sınırlılıkları ve imkânları
146 • iletiim : arat›rmalar›
ortaya koymak adına, yanıtlanması gereken pek çok sorun ortada
durmaktadır. Bu başlık altında, birikimi geliştirmek üzere oto-sansürün nedenini açıklayabilmek ileri çalışmalar için bir zorunluluk olarak
görünmektedir. Bir diğer cevaplanmamış soru kullanıcıların neden
hala öncelikli olarak ana-akım medyayı tercih ettiğidir. Son olarak, her
ne kadar teknoloji kullanımı yüksek eğitimli genç nüfus, demokrasi ve
yeni medya ilişkisini anlamak adına önemli olsa da eğitim düzeyi
düşük, orta yaş üstü grupların yeni medya teknolojileri ile kurdukları
ilişkiye dair bilgi oldukça sınırlıdır.
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 147
Kaynakça
Ali, H. Amir (2010). “The Power of Social Media in Developing Nations: New
Tool for Closing Global Digital Divide and Beyond.” Harvard Human
Rights Journal. 24(1): 185-219.
Akdeniz, Yaman, Altıparmak, Kerem (2008). İnternet: Girilmesi Tehlikeli ve
Yasaktır. Ankara: İmaj Yayınevi.
Andersen, R. H., Bikson, T. K., Law, S. A. ve Mitchell, B. M. (1995). Universal
Access to E-Mail Feasibility and Societal Implications. Santa Monica:
RAND.
Atikkan, Zeynep ve Tunç, Aslı (2011). Blogdan Al Haberi: Haber Blogları,
Demokrasi ve Gazeteciliğin Geleceği Üzerine. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Barnhurst, G.,Kevin (2011). “The New Media Affect and Crisis of
Representation for Political Communication.” The International Journal
of Press/Politics. 16(4): 573-593.
Başaran, Funda. Aydoğan, Aylin (2012). “Yeni Medyayı Alternatif Medya
Bağlamında Anlamak”. Alternatif Medya Alternatif Gazetecilik: Türkiye’de
Alternatif Gazetecilik Üzerine Değerlendirmeler (der.) Ömer Özer.
İstanbul: Literatürk, 213-246.
Bennett, Lance (2003). “Communicating Global Activism”. New Media Society,
6(2): 143-168.
Buchstein, Hubertus (1997). “Bytes That Bite: The Internet and Deliberative
Democracy”. Constellation, 4(2): 248-264.
Carey, W. James (2009). Communication As Culture: Essays on Media and Society.
New York-London: Routledge.
Cormode, Graham ve Krishnamurthy, Balachander (2008). “Key Differences
Between Web 1.0 and Web 2.0.” First Monday, 13(6): http://
firstmonday.org/ojs/index.php/fm/article/view/2125/1972
adresinden 22 Ocak 2015 tarihinde erişildi.
Çaycı, Berk ve Karagülle, E. Ayşegül (2014). "Mobil İletişim Teknolojileriyle
Değişen Örgütlenme Biçimleri: Ağlarda Örgütlenen Toplumsal
Hareketler." E-Journal Of Yaşar University. 9(36): 6261-6379.
148 • iletiim : arat›rmalar›
Dahlberg, Lincoln (2007). “Rethinking the Fragmentation of the Cyberpublic:
From Consensus to Contestation”. New Media Society, 9(5): 827-847.
Drew, Dan, Weaver, David (2006). “Voter Learning and Interest in 2004
Presidential Election: Didthe Media Matter?” Journalism and Mass
Communication Quarterly. 83(1): 25-53.
Eltantawy, Nahed., Wiest, B. Julie (2011). “Social Media in Egyptian
Revolution: Reconsidering Resource Mobilization Theory.”
International Journal of Communication (5): 1207-1224.
Gerhards, Jurgen., Schafer, S. Mike (2010). “Is the Internet Better Public
Sphere? Comparing Old and New Media in the USA and Germany.”
New Media and Society 12(1): 143-160.
Groshek, Jacob (2009). “The Democratic Effects of the Internet, 1994-2003: A
Cross National Inquiry of 152 Countries.” International Communication
Gazette 71(13): 115-136.
Habermas, Jurgen. (2004). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. Çev. Tanıl Bora ve
Mithat Sancar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Hampton, N. Keith, Rainie, Lee, Lu, Weixu, Dwyer, Maria. Shin, Inyoung,
Purcell, Kristen. (2014). “Social Media and the ‘Spiral of Silence.’" Pew
Research Center, Washington, DC. http://www.pewinternet.
org/2014/08/26/social-media-and-the-spiral-of-silence/. Erişim
tarihi: 08.01.2015.
Hara, Noriko, Estrada, Zilia (2005). “Analyzing the Mobilization of Grassroot
Activities via the Internet: A Case Study.” Journal of Information Science
31(6): 503-514.
Ho, S. Shirley ve Douglas, M. McLeod (2008). “Social Psychological
Influences on Opinion Expression in Face to Face Computer Mediated
Communication.” Communication Research, 35(2): 190-207.
Holt, K, Shehata, A, Strömback, J, Ljungberg, E. (2013). “Age and The Effects
of News Media Attention and Social Media Use On Political Interest
and Participation: Do Social Media Function As Leveller?” Europen
Journal of Communication 28(1): 19-34.
Jahnkowski, Nicholas ve Van Selm, Martine (2000). “The Promiseand Practice
of Public Debate in Cyberspace.” Digital Democracy: Issues of Theory
and Practice. (der.) Kenneth L. Hacker ve Jan Van Dijk). London: Sage.
149-165.
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 149
Kahn, Richard., Kellner, Douglas. (2004). “New Media and Internet Activism:
From The Battle of Seattle to Blogging.” New Media and Society 6(1):
87-95.
Keane, John. (1999). Medya ve Demokrasi. Çev. Haluk Şahin. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Kellner, Douglas (2000). “Tabandan Küreselleşme: Radikal Demokratik Bir
Teknopolitikaya Doğru.” Kamusal Alan. (der.) Meral Özbek. İstanbul:
Hil Yayınları: 715-727.
Kızılarslan, Asu (2012). Sosyal Medyanın Toplum Üzerindeki Etkilerine
Eleştirel Bir Yaklaşım. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul.
Köseoğlu, H. İsmail (2011). The New Social Media and The Public Sphere in
Turkey. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Fatih Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü. İstanbul.
Lindgren, Simon ve Lundström, Ragnar (2011). “Pirate Culture and Hactivist
Mobilization: The Cultural and Social Codes of #Wikileaks on
Twitter.” New Media and Society 13(6): 999-1018.
Mariorana, Matt (2011). “US Government Asked Google for User Data 4,601
Times. The Filter Bubble.” http://www.thefilterbubble.com/
us-government-asked-google-for-user-data-4601-times. Erişim tarihi:
07.06.2014.
Metha, Arun (2001).”Why Activists Cannot Afford to Neglect the Internet.”
Sarai Reader/Public Domain içinde. 140-146. http://archive.sarai.net/
files/original/f10c95aff2c12a647c6a636f8c899042.pdf. Erişim tarihi:
01.10.2014.
Morozov, Evgeny (2010). “The Digital Dictatorship”. The Wall Street Journal.
http://www.wsj.com/articles/SB10001424052748703983004575073911
147404540. Erişim tarihi: 04.02.2015.
Morozov, Evgeny (2011). The Net Delusion: The Dark Side of The Internet
Freedom. New York: Public Affairs Press.
Mwesige, G. Peter (2004) “Cyber-Elites: A Survey of Internet Cafe Users in
Uganda.” Telematics and Informatics. 2(1): 83-101.
Neuman, W. Lawrance (2012). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nitel ve Nicel
Yaklaşımlar. Çev. Sedef Özge. İstanbul: Yayın Odası.
150 • iletiim : arat›rmalar›
Özçetin, Burak, Aslan, T. Umut ve Binark, Mutlu. (2012). “Türkiye’de
İnternet, Kamusallık ve Demokratik Kanaat Oluşumu.” Folklor/
Edebiyat 18(72): 51-76.
Özmen, S. Adem (2013). Toplumsal Muhalefet Açısından Sosyal Medya
Pratiklerinin Demokratik İşlevleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul.
Papacharissi, Zizi (2004). “Democracy Online: Civility, Politeness, and the
Democratic Potential of Online Political Discussion Groups.” New
Media Society 4(1): 9-27.
Robbins, B. Melinda (2002). “Are African Women Online Just ICT
Customers?” The International Communication Gazette 64(3): 235-249.
Shaw, Randy. (2001). Aktivistin El Kitabı. Çev. Barış Yıldırım. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Summer, Harlow (2011). “Social Media and Social Movements: Facebook and
an Online Guetemalan Justice Movement that Moved Offline.” New
Media Society 14(2): 225-243.
Şendeniz, Özlem (2014). “Toplumsal Hareketler Repertuvarı ve Sosyal Ağlar:
HES Muhalefeti Örneği.” Yeni Medya Yeni Pratikler Yeni Olanaklar.
(der.) Emel Baştürk Akça. İstanbul: Umuttepe Yayınları.
Tarrow, Sidney (2008). “Köklü Kozmopolitler ve Ulus ötesi Aktivistler.” Çev.
G. Doğduaslan. Toplumsal Hareketler. (der.) D. Y. Çetinkaya. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Timisi, Nilüfer (1999). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi: İnternet
Ortamında Kamusal Katılım. Yayınlanmış Doktora Tezi. Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara. Tezin yayınlanmış
hali: Timisi, Nilüfer (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi.
Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Toprak, Ali, Yıldırım, Ayşenur, Aygül, Eser, Binark, Mutlu, Börekçi, Senem ve
Çomu, Tuğrul (2009). Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum
Öyleyse Varım. İstanbul: Kalkedon Yayınları.
Touraine, Alain (2011). Demokrasi Nedir? Çev. Olcay Kunal. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 151
Tumber, Howard (2001). “Democracy in The Information Age: The Role of
The Fourth Estate in Cyberspace.” Culture and Politics in The
Information Age: A New Politics? (Ed.) Frank Webster. London- New
York: Routledge: 17-32.
Ullah, S. Mohammad (2013). “ICT’s Changing Youths’ Political Attitudes and
Behaviour in Bangladesh.” International Communication Gazette 75(3):
271-283.
Velasquez, Alcides (2012). “Social Media and Online Political Discussion: The
Effects of Cues and Information Cascades on Participation in Online
Political Communities.” New Media Society 14(8): 1286-1303.
Wasco, Janet (2005). “Studying The Political Economy of Media and
Communication”. Comunicaçao e Sociedade (7): 25-48.
Webster, Frank (2005). Theories of The Information Society. New York:
Routledge.
Yıldırım, Ali ve Şimşek, Hasan (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma
Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayınları.
Zhang, Weiyu (2013). “Redefining Youth Activism Through Digital
Technology in Singapore”. International Communication Gazette 75(3):
253-270.
Zhang, Weiyu, Emmanuel, C. Lallana (2013). “Youth, ICTs, and Civic
Engagement in South Asia.” International Communication Gazette 75(3):
249-252.
152 • iletiim : arat›rmalar›
Sonnotlar
1
Bu çalışma araştırmacının 2013 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti-
tüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı’nda kabul edilmiş olan yüksek
lisans tezinden üretilmiştir.
2
Enformasyon toplumu teorileri başlığı altında sayabileceğimiz endüstri sonrası
toplum, risk toplumu, post-fordist toplum yaklaşımları 1970’lerden itibaren ortaya
konmuştur. Daniel Bell, Anthony Giddens, Zygmunt Bauman ve Ulrich Beck gibi
önemli isimler bu konulardaki ilk eserlerini 1970 ile 1990 arasındaki dönemde
geliştirmişlerdir.
3
Bu eğilim teknolojiye içsel bir demokratikleşmeye işaret eder. Özellikle web.
1.0’dan web 2.0’a geçişle beraber internet ve demokrasi arasında ilişki kurmak
daha yaygın bir eğilime dönüşmüştür. Cormode ve Krishnamurthy’a göre (2008)
web 1.0 ve 2.0 arasındaki temel farklılık web 2.0 öncesi çevrimiçi içerik üretici
sayısının bugün ile karşılaştırılamayacak düzeyde sınırlı olmasıdır. Kullanıcıların
içerik üretimine katılması, anlık mesaj yollayabilmeleri, farklı web sayfaları arasında bağlantı kurabilmesi, bir adresi başka bir web sayfasındaki haritaya bağlayabilmek, içerik değiş tokuşu gibi özellikler web 2.0’ın kendine has demokratik özellikleri olarak gösterilir. (a.g.e.)
4
Zizi Papacharissi internet bağlamında kamusal alan üzerine düşünürken bir ayrım
önerir. Papacharissi’ye göre “yeni kamusal uzam (new public space) yeni kamusal
alan (new publicsphere) ile aynı şey değildir. Kamusal bir uzam olarak, internet
politik tartışma için yeni bir forum sunar. Kamusal alan olarak, internet fikir ve
kanaatlerin demokrasiyi güçlendirecek şekilde tartışılmasına imkan sağlar. Biri
tartışma alanlarını geliştirirken diğeri demokrasiye katkı sunan tartışmayı geliştirir” (2002: 11).
5
1997’de yazılmış olan bu makaleden bu yana pek çok şey değişmiştir. Bugün internetin otoriter rejimlere karşı bir “bağışıklığa” sahip olduğunu söylemek pek mümkün değil. Diğer taraftan Buchstein’in tanımladığı çerçeve büyük oranda popülerliğini korumaktadır.
6
İletişim imkanlarının artışıyla demokratikleşme arasında paralellik gören yaklaşımlara bir örnek olarak bakınız Mason, Paul (2012). Why It’s Kicking Off Everywhere: The New Global Revolutions. London: Verso.
7
Bahsedilen araştırmalar dışında ayrıca bakınız Eltantawy, Nahed, Wiest, B. Julie
(2011). “Social Media in Egyptian Revolution: Reconsidering Resource Mobilization Theory”. International Journal of Communication (5): 1207-1224.
8
Soru formunun “demografik sorular” kısmında katılımcılara cinsiyetleri, yaşları,
politik eğilimleri, kendilerinin ve ailelerinin aylık gelir düzeyleri sorulmuştur. Bu
Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 153
sorulara verilen yanıtlarla soru formunun ikinci kısmında yer alan sosyal medya
ve geleneksel medya kullanım pratiklerini anlamaya dönük sorulara verilen
cevaplar arasında anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamıştır. Örneğin ailesinin aylık
geliri 1000 TL’nin altında olanlarla 4000 TL’nin üstünde olanların sosyal medya
kullanımlarına ilişkin anlamlı bir fark görülmemiştir. Benzer şekilde politik eğilimleri zıt olan öğrencilerin sosyal medya kullanımları arasında da anlamlı bir fark
tespit edilememiştir.
9
TÜİK 2013 nüfus istatistikleri. Tüik.gov.tr/temel istatistikler/nüfus ve demografi/
yıllara, yaş grubu ve cinsiyete göre nüfus/genel nüfus sayımları. http://www.
tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist
10
Bu soruda kastedilen belirli bir amaca yönelik olarak amaç doğrultusunda bir
grup ile beraber mail atmak, twitter’dahastag oluşturmak ya da facebook’ta benzer şekilde paylaşımda bulunmaktır. Temel mesele bir amaç doğrultusunda başka
insanlarla beraber yapılmasıdır. Soru katılımcılara bu şekilde açıklanmıştır.
11
Sosyal medyayı politik amaçlarla kullanmanın önündeki engelleri ortaya koymak
doğrudan bu çalışmanın konusu olmamakla beraber 4/5/2007 tarihli ve 5651
sayılı “İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun” ve kanunun yürürlüğe
girmesinden bu güne yapılan güncellemeler sosyal medyanın politik amaçlarla
kullanımı önünde engel olarak görülebilir. Bu düzenleme ile ilgili ayrıntılı bilgi
için bakınız Akdeniz, Y, Altıparmak, K. (2008). İnternet: Girilmesi Tehlikeli ve
Yasaktır. Ankara: İmaj Yayınevi. Ayrıca sosyal medyanın sınırlı politik kullanımı
bir tür suskunluk sarmalı olarak da değerlendirilebilir. Suskunluk sarmalı yaklaşımı Pew Research Center'ın 26 Ağustos 2014 tarihinde konuyla ilgili yayınlanmış
olan raporu ile uyumludur. Bakınız Hampton, K.N, Rainie, L, Lu, W, Dwyer, M,
Shin, I., & Purcell, K. (2014). “Social Media and the ‘Spiral of Silence.’ Pew Research
Center, Washington, DC.
154 • iletiim : arat›rmalar›
155
Avrupa Birliği’nde Neoliberal
İletişim Politikaları Kıskacında
Kamu Hizmeti Yayıncılığı
Özge Yalçın
Özet
Neo liberal ekonomi politikasının ve yeni medya teknolojilerinin olanaklı kıldığı
yöndeşme, uluslararası sermayenin iletişim sektöründe öncesi görülmemiş ölçüde
yoğunlaşmasına neden olmuştur. Sermayenin yatırımları eşliğinde hızla büyüyen
yeni medya piyasasında kamu hizmeti yayıncılarına verilen önem ise etkisini hızla
yitirmeye başlamıştır. Bu durum ise Avrupa ve dünyada kamu hizmeti yayıncılarını
ayakta kalma stratejileri geliştirmeye yöneltmiştir. Bu araştırma Avrupa’da neoliberal
dönemle birlikte esas alınan günümüz kamu hizmeti yayıncılığı anlayışını, kamu
hizmeti yayıncılarının ayakta var olabilmek adına geliştirmeye çalıştıkları strateji ve
politikaları tartışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Neo-liberalizm, yöndeşme, yeni medya, kamu hizmeti yayıncılığı,
Avrupa Birliği.
Public Service Broadcasting Policies in European Union on the Grounds of
New Liberal Policies
Abstract
Convergence brought out in neoliberal economy policy through media technologies
has led to concentration of communication sector as ever seen before. The
significance given to public service media companies in new media market, on the
other hand, expanding rapidly by the investments of transnational corporations has
begun to lose its traditional effect swiftly. As a result of that they have to resort to
new economic and political strategies to maintain their existence in this new market.
This research looks into the approaches to the public service media in European
countries in the neoliberal period and discusses the new ways with new strategies of
public service broadcasting companies to exist in new media markets.
Key words: Neo-liberalism, convergence, new media, public broadcasting service,
European Union
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 155-187
156 • iletiim : arat›rmalar›
Avrupa Birliği’nde
Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında
Kamu Hizmeti Yayıncılığı
1980’lere kadar kamu hizmeti yayıncılığı, kamu tekeli olarak işlerlik kazanan, Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’yle de özgürlük, eşitlik,
çok seslilik, çok kültürlülük gibi ilkeleri güvence altına alınan ve üzerinde politika üretimine gerek duyulmayan bir alan olarak kabul edilirken1, 1980’lerden itibaren bu durum bütünüyle değişmiştir.
1980’lerin neoliberal ekonomi politikaları ve gelişen bilgi ve iletişim
teknolojileri ile birlikte yeniden yapılanan iletişim sektörü üretim
sürecinde merkezi bir konum edindikçe Avrupa Birliği bünyesinde de
kamu hizmeti yayıncılığı üzerinde politika üretilen, düzenlemeler
getirilen bir alan halini almıştır.
Geleneksel dönemde Avrupa’da Avrupalılık kimliğinin bir temsili, sosyalizm tehdidi karşısında ve sınıf çatışmaları karşısında dengeleyici bir unsur, Avrupa sermayesinin uluslararası piyasada güçlenebilmesini kolaylaştıracak kültürel bir araç ve tek yayın kanalı olarak
işlev gören kamu hizmeti yayıncılığı oldukça önemli bir konuma
sahipken, sosyalizmin artık bir tehdit unsuru olmaktan çıktığı, sosyal
devlet anlayışının yerini piyasa temelli politikalara bıraktığı ve ticari
sermayenin yatırımları aracılığıyla hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle de farklı izleme seçenek ve formlarının hızla geliştiği günümüz neoliberal döneminde kamu hizmeti yayıncılığının bu geleneksel
rol ve özelliklerinin de önemli değişim ve dönüşümlerden geçerek
yeniden yapılandığı görülmektedir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde
meydana gelen gelişmeler sonucu üretim, dağıtım ve pazarlamanın
temel üretim aracı haline gelmesi ve dijitalizasyonun farklı üretim
alanlarındaki sınırları ortadan kaldırarak sermayenin bu üretim alan-
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 157
larının tamamında öncesi görülmemiş ölçüde yoğunlaşma fırsatını
ortaya çıkarmış, bilgi iletişim teknolojilerinin bu dönüşümün merkezinde yer almış olması ise bu teknolojilerle büyüyen iletişim sektörünü
de üretimin merkezi konumuna getirmişti (Geray, 2003: 127-130).
Avrupa Birliği de gelişen bu ekonomi politikasının getirilerine
egemen olabilme adına bir yandan akıllı TV, tablet ekran, bilgisayar ve
mobil telefonlar üzerinden görsel ve işitsel yayınların sunum çeşitlerinin (Internet Protocol Television-IPTV, Over the Top-OTT, izle ve öde, istek
üzerine video gibi) hızla yaygınlaşmasını örgütlerken, bu bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretimin her alanında etkin kullanımının gerçekleştirilmesiyle gelişen yeni pazarlarda var olabilmenin yollarını neoliberal iletişim politikasıyla şekillendirmeye çalışmıştır.
Özellikle telekomünikasyon ve medya sektöründe gözlenen yöndeşme, bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle
birlikte çoklu medya araçları üzerinden gerçekleştirilebilir hale gelmesiyle birlikte yöndeşme süreci de çok boyutlu bir alana dönüşmüş, çok
kanallı günümüz iletişim piyasasında kamu hizmeti yayıncıları ise bir
anlamda meşruiyet krizine girerek varoluşlarını sürdürebilme adına
önemli sorunlarla karşılaşmak zorunda kalmışlardır. Çoklu medya
ortamının bir sonucu olarak izlerkitlede yaşanan azalma ve serbest
piyasa ekonomi politikasının bir sonucu olarak sunulan devlet desteğinde kısıtlamalara gidilmesi ve kamu hizmeti yayıncılarının gerekli
mali geliri ticari çözümlere başvurarak edinmeye çalışmaları kamu
hizmeti yayıncılarının yaşadıkları bu yapısal krizin önemli gerekçelerini oluşturmuştur.
158 • iletiim : arat›rmalar›
Avrupa Birliği ve üye ülke pratiklerinin Kamu hizmeti yayıncılığı
kavramının oluşumu ve bu kavram ve olguya ilişkin politika üretimi
sürecinde belirleyici konumda olması nedeniyle de bu çalışmada
günümüz neoliberal döneminde Avrupa Birliği ve üye ülkelerinin
kamu hizmeti yayıncılığına politika, düzenleme ve uygulamaları ele
alınacak, bu süreçte Avrupa’nın ileri kapitalist ülkelerinin belirleyici
konumu göz önünde bulundurularak, kamu hizmeti yayıncılığının
günümüz neoliberal dönemindeki konumunu değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Avrupa Birliği’nde Neoliberal İletişim Politikalarının
Gelişimi ve Kamu Hizmeti Yayıncılığı Anlayışı:
Strateji, Taktik ve Uygulamalar
Neoliberal iletişim politikası Avrupa Birliği bünyesinde ilk olarak
1993 yılında Beyaz Raporla açıkça ortaya konmuş, 1994 Bangemann
Raporuyla da, ABD ve Asya/pasifik ülkeleri dışındaki pazarlarda
Avrupa’nın bilgi ve iletişim teknolojileriyle hızla gelişen pazarlarda
egemen olabilmesinin yolları tartışılmıştır2. Özellikle bu yeni medya
döneminde internetin belirleyici rolüne vurgu yapılarak, piyasada
egemen bir rol üstlenilmesinde internet kullanımında kritik kitlenin
oluşturulmasına belirleyici bir rol atfedilmiştir.
Serbest piyasa koşullarında özellikle ABD, Japonya, Çin, Kore gibi
yeni bilgi ve iletişim teknolojileri ile gelişen pazarlarda egemen bir
konum edinen ülkelerle rekabet edebilme adına Avrupa Birliği kurumsal bağlamda bir yeniden yapılanma sürecine girmiş, yeni iletişim
politikası ve kamu hizmeti yayıncılığına ilişkin karar ve düzenlemeleriyle de özellikle Avrupa üye ve aday ülkelerinin kamu hizmeti yayıncılığı politikalarının düzenleme ve uygulamalarında etkili olmuştur.
Yöndeşme sürecine uygun olarak Avrupa Birliği kendi bünyesinde
farklı birimler arasında birleşmelere giderken aynı zamanda yöndeşen
iletişim teknolojilerinin sağladığı olanakların ne şekilde değerlendirileceğine ilişkin bir iletişim politikası şekillendirme sürecine yönelmiştir (Latzer, 2009: 421). Özellikle hızla gelişen dijital iletişim teknolojileri ve bu teknolojilerle büyüyen pazarlara egemen olma hedefi, bu
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 159
dönemde Avrupa Birliği’nin ve üye ülkelerinin genel iletişim politikasının ve kamu hizmeti yayıncılığı politika ve düzenlemelerinin temel
hedefini oluşturmuştur. Bu temel hedef Avrupa Komisyonu’nun
Sınırsız Televizyon Direktifi’ni önceleyen Avrupa Komisyonu’nun
1987’de “Telekomünikasyon Hizmetleri ve Araçları için Ortak Pazarın
Geliştirilmesi” üzerine hazırladığı yeşil rapor da dahil olmak üzere
2013 yılında hazırlanan “Bütünüyle Küreselleşen yeni medya: Büyüme,
Oluşturma ve Değerler” konulu yeşil rapora3 kadarki iletişim sektörüne
yönelik tüm düzenlemelerde ifade edilmekte veya rekabet koşullarının esas alınması ve rekabet koşullarına zarar verebilecek girişimlere
izin verilmemesi kararı, kamu hizmeti yayıncılarının girişimlerine
ilişkin alınan karar ya da getirilen düzenlemelerde özellikle vurgulanan bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Serbest piyasa temelli ekonomi politikası gereği değişen iletişim
politikasının bir yansıması olarak kamu hizmeti yayıncılığı kavramsallaştırımı ve yayın politikasında da önemli dönüşümler meydana
gelmiş, kamu hizmeti yayıncılığı uygulamaları serbest piyasa modeliyle daha uyumlu olan “iletişimde özgürlük, hesap verebilirlik, evrensel erişim” ilkeleri etrafında yeniden düzenlenmiştir (McQuail, 2003:
203-205). Kaldı ki bu kavramlar geleneksel dönemdeki anlamlarını da
neredeyse yitirmiş, günümüz neoliberal döneminin serbest piyasaya
dayalı kuralları etrafında yeni anlamlar kazanmıştır. Artık örneğin
iletişim özgürlüğü kavramı ile McQuail (2003: 10-11), çoğunlukla editoryal bağımsızlıktan ziyade her kesimin istediği yayını istediği araç
ve kanal üzerinden izleyebilmesi ve yayıncının da her türlü ileti kaynak ve araçlarını özgürce kullanabilme hakkını kullanabilmesi üzerinde durulduğuna işaret etmekte, Donders ve Raatz (2012: 160-164),
kontrol ve hesap verebilirlik kavramı ile kamu hizmeti yayıncılarının
gelir kaynaklarının çeşitli düzenleyici ve denetleyici kurumlara hesap
vererek ve bu kurulların karar ve değerlendirmelerine bağlı kılınarak
çözülmesi anlamının esas alındığına işaret etmektedir. Benzer biçimde
evrensel erişim kavramıyla Haluk Geray (2005: 82) günümüz serbest
piyasa koşullarında, herkesin aynı hizmetten eşit koşullarda yararlanma haklarının korunması yerine, ticari medyanın piyasada belirli
bedel karşılığı sunduğu hizmetin sonucunda ortaya çıkan dışlamanın
160 • iletiim : arat›rmalar›
etkisinin telafi edilmesine hizmet ettiğine dikkati çekmektedir. Funda
Başaran ise (2005, 112-117) günümüzde evrensel hizmetin gerçekleştirilmesinin, özelleştirme ve rekabet yasalarına uyumlu düzenlemelere
gidilmesi şartına bağlı bir biçimde gerçekleştirildiğine böylece de,
evrensel erişimin bu yeni formunda deregülasyon politikasına temel
bir rol atfedilmeye başlandığına dikkati çekmektedir. Bu bağlamda ele
alındığında kamu hizmeti yayıcılarının kendi varlıklarını neoliberal
dönemin serbest piyasa koşullarında kendi geleneksel ilkelerini koruyarak sürdürme koşullarını halihazırda kaybettiklerini söylemek
mümkün görünmektedir. Bülent Çaplı’nın (2001: 36) da belirttiği üzere
geçmişte kamu hizmeti yayıncılarının geleneksel değerleri olarak bilinen çok seslilik, çok kültürlülük, evrensel eşit erişim hakkı gibi değerleri ne kadar gerçekleştirebildiği ve hatta tek bir yayın kanalının egemen olduğu bir düzende bunun ne kadar mümkün olabildiği sorusu
sorgulanırken hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle giderek
güçlenen günümüz iletişim piyasasında, kamu hizmeti yayıncılarının
kendilerini esas aldıkları var sayılan bu ilkeler temelinde var edebilmelerinin koşulları çok daha sorunlu bir hal almaktadır.
Avrupa Birliği bir yandan bu yeni teknolojilerin evrensel erişiminin sağlanması ve kullanım koşullarının geliştirilmesi üzerine programlar oluştururken diğer yandan da kamu hizmeti yayıncılarına
gelişen yeni bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın kullanım ve evrensel erişim olanaklarının geliştirilmesinde tamamlayıcı olma rolü atfetmektedir (Humphreys, 2010). Bu amaçla sunulan sınırlı fonlarla da
kamu hizmeti yayıncılığı faaliyetleri, belirli bir denetim ve gözetim
altında tutularak desteklenmiştir4. Bu doğrultuda kamu hizmeti
yayıncılarına, internete evrensel erişimin sağlanması ve internetin
etkin kullanımının eğitim faaliyetleriyle gerçekleştirilmesi gibi ya da
çoklu medya ortamında çok seslilik, çok kültürlülük, evrensel erişim,
tarafsızlık gibi ilkeler doğrultusunda yayınlar yapılarak Avrupalılık
kimliğinin temsil edilmesi ve yaygınlaştırılması gibi hedeflerin gerçekleştirilmesiyle ilgili görevler verilmiştir5.
Avrupa Komisyonu’nun 2000 yılı danışma tutanağında belirlediği
temel siyasal hedeflerde bu tamamlayıcı rol daha açık bir biçimde
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 161
görülmektedir. Komisyonun dönemin iletişim politikasını şekillendirme amacıyla belirlediği hedefler şöyledir (McQuail, 2003: 199):
• Rekabet kuralları, elektronik iletişim pazarının düzenlenmesi
sürecinde temel başvuru aracı olmalıdır,
• Elektronik iletişim pazarının her ne kadar her hizmet sektörünü içeren bütünlüklü bir alan olarak ele alınması gerekse de,
düzenlemelerde sektöre özgü yapılanışlara gidilmelidir,
• Düzenleme ve denetlemedeki sınırlayıcı yaptırımlar en alt
düzeyde tutulmalıdır,
• Evrensel hizmet olanağı korunmalı veya genişletilmelidir,
• Üye ülkelerin temel aldığı düzenlemeler, birbirleriyle uyumlu
olmalıdır,
• Bağımsız ve tarafsız ulusal düzenleyici otoriteler oluşturulmalıdır.
Bu ilkeler doğrultusunda hazırlanan gerek e-Avrupa 2002, i2005,
i2010, i2020 gibi eylem plan ve programları, gerekse bu programlar
çerçevesinde şekillenen Lizbon Stratejisi, Sınırsız Televizyon Direktifi
ve direktifin devamı olarak Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi
gibi anlaşma, yasa ve düzenlemelerde ise, üzerinde özellikle durulan
dört temel amacın olduğu dikkati çekmektedir. Şöyle ki;
• AR-GE faaliyetlerine katkı sağlayarak, teknik gelişmelere hız
kazandırılması,
• Bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanım oranlarının artırılması,
• Yeni iletişim teknolojilerinin toplumsal formasyonun her alanında üretimden tüketime, yaygın kullanımının gerçekleştirilmesi.
• Avrupa şirketlerinin ulusal ve uluslararası piyasada kendi
stratejilerini geliştirmelerini sağlayacak koşulların yaratılması
(yine AR-GE faaliyetleri ve çeşitli finansal katkılarla) ve şirket-
162 • iletiim : arat›rmalar›
lerin yaşamsal teknolojilerin Avrupa’da geliştirilmesini ve
Avrupa ülkelerinin bu teknolojilere hâkim olmaya devam
etmelerinin garantilenmesi6.
Avrupa Birliği böylece günümüz bilgi ve iletişim teknolojilerini
hızla geliştirerek ve bu teknolojilerin üretim, dağıtım ve tüketim alanlarının tümünde etkin kullanım ve erişim olanaklarını sağlayarak,
uluslararası düzlemde Avrupa pazarını güçlendirmeyi hedeflemektedir. Bu temel hedef ve programlar doğrultusunda 1989 yılında karara
bağlanan Sınırsız Televizyon Direktifi ile Avrupa Birliği’ne üye ve aday
ülkelerden sınırların yayınların serbest dolaşımına açılması istenmiş,
Avrupa yayınlarına yer verilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Sınırsız
Televizyon Direktifi’nin yeni medya teknolojilerini de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmiş versiyonu olarak kabul edilen ve 2007 tarihinde yürürlüğe giren Görsel ve İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi’nde de
benzer amaçlar bir kez daha ifade edilmiştir7 (Sümer, 2010: 214).
Avrupa Birliği bünyesinde kamu hizmeti yayıncılarının yeni
medya dönemindeki etkinliklerini koruyucu ilk açık yasal düzenleme
ise Amsterdam Protokolü ile getirilmektedir. Avrupa Topluluğu’nun
Kurucu Antlaşması olan Roma Antlaşması’na 02.10.1997 tarihinde
eklenen 32 sayılı bu protokolde8 “her üye devletin inisiyatifinde olan
kamu hizmeti yayıncılarının, bu üye ülkelerde ticari rekabeti engellememesi
koşuluyla kamu hizmeti yayıncısı kuruluşlara finansal destek sunulabileceği”
kararı alınmıştır. Kararda bu finansal desteğin, ”her üye devletin belirlediği, düzenlediği ve organize ettiği kamu hizmeti görev ve yükümlülüklerine
bağlı kaldığı sürece devamlılığının sağlanması” yükümlülüğü getirilmektedir.
Avrupa Birliği’nin Amsterdam Antlaşmasında verilecek desteğin
miktarını ya da verilme koşullarını üye ülkelerin inisiyatifine bırakmış
olması, farklı ülke uygulamalarını gündeme getirmiş ve ticari medyanın bir çok itirazına neden olmuştur. Meydana gelen farklı uygulamalar ise ticari medyanın itirazlarına meşru zemin hazırlamıştır (Wards,
2003: 242). Görüşülen davalar büyük oranda kamu hizmeti yayıncıları
lehinde sonuçlanmış olmakla birlikte (Humphreys, 2010) kamu hizme-
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 163
ti yayıncılarına sunulan desteğe yönelik çeşitli sınırlamalar da getirilmiştir. Karen Donders ve Caroline Pauwels (298), Amsterdam
Protokolü’nün imzalandığı zamandan bu yana Avrupa Birliği’nin,
kamu hizmeti yayıncılarına üye ülkelerce sunulan devlet yardımları ile
ticari medya sahiplerinin itirazları arasında ve Avrupa Komisyonu ile
üye devletlerin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamaları arasında bir uzlaşma sağlamaya çalıştığına değinmektedir.
Kamu hizmeti yayıncılarına sunulan desteğin çerçevelenmesi
amacıyla Avrupa Birliği, Amsterdam Protokolü’nün hemen ardından
1999 yılında Avrupa Birliği Konsey Kararı ve 2001 yılında Avrupa
Komisyon tebliği hazırlayarak kamusal fonların nasıl ayrılacağı ve
devlet yardımlarının nasıl gerçekleştirileceği üzerine bir çerçeve oluşturmaya çalışmıştır (Repa vd; 2009). Bu amaç doğrultusunda 2001
yılında hazırlanmış Yayıncılık Tebliği9 ile kamu hizmeti yayıncılarına
sunulan destekte orantılılık, hesap verebilirlik (şeffaflık), tarafsızlık
gibi ilkelerin gözetilmesi istenmiş, üye ülkelere kamu hizmeti yayıncılarından, hizmetlerinin görev ve kapsamlarını açık bir biçimde belirlemeleri (madde, 45) ve kamu hizmeti yayıncılarının sundukları hizmetlerin ve hizmet taleplerinin bağımsız denetleyici kurumlarca denetlenmeleri istenmiştir (madde, 35). Yasada ayrıca kamu hizmeti yayıncılarının, toplumun demokratik, sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılaması koşuluyla, bu kuruluşların çevrimiçi hizmetler gibi yeni medya
hizmetlerinden yararlanabilecekleri belirtilmiş (madde 34) bununla
birlikte hangi hizmet ya da içeriğin bu gereksinimi karşıladığı sorusu
yanıtsız bırakılmıştır.
2001 Yayıncılık Tebliği’ndeki belirsizlikler sonrasında 2003 yılı
Altmark davası ve 2009 yılı Yayıncılık Tebliği ile giderilmeye çalışılmış,
bu durum ise yeni bir takım sınırlamaları beraberinde getirmiştir.
Altmark Davası10 ile kamu hizmetine ilişkin devlet yardımının verilebilmesi için, bu yardımı talep eden kuruluşun ilgili programının kamu
hizmeti yayıncılığı görev ve kapsamının Avrupa Birliği Anlaşması’nın
106 ve 107. Maddelerine11 uygunluğunun açık ve seçik olarak belirlenmesi, bu amaçla bağımsız denetleyici kurumların görüşlerine baş
vurulması ve Avrupa Adalet Mahkemelerinin titiz ve dikkatli incele-
164 • iletiim : arat›rmalar›
mesi sonucunda böyle bir desteğin sağlanmasına karar verilmiş; 2009
Yayıncılık Tebliği ile de kamu hizmeti yayıncısı kuruluşa mali destekte
bulunabilmesi için orantılılık testlerinin uygulanması (madde-55), kapsamlı finans analizlerinin gerçekleştirilmesi (madde-23), üçüncü şahıslardan oluşacak danışma kurullarının görüşlerinin alınması (madde87) gibi yükümlülükler getirilmiştir.
Repa ve diğerleri (2009), 2009 Yayıncılık Tebliği’nin, bu tarihe
kadarki ticari medya tarafından gerçekleştirilen lobi faaliyetleri ve itirazları çözümlemek ve kamu hizmeti yayıncılarının görev ve sınırlarını çok daha kesin bir biçimde belirleyerek denetim ve kontrolü artırmak amacını taşıdığını belirtmektedir ki getirilen yükümlülükler de bu
amacı destekler niteliktedir.
Düzenlemede danışmanlık sürecinde üçüncü şahısların kimlerden
oluşabileceğine, ticari medya temsilcilerinin danışmanlık sürecinde yer
alıp almamasına ya da hangi oranda yer alması gerektiğine ilişkin bir
sınırlandırılma getirilmemektedir. Bu durum ticari medyanın görüş ve
kararlarının kamu hizmeti yayıncılarının girişimlerinin desteklenmesine yönelik kararlarda aktif bir rol üstlenmesinin yasal zeminini de
oluşturmaktadır (Donders ve Raats, 2012: 166).
Donders ve Raats (2012: 166), bu kararla, Avrupa Komisyonu’nun
üye devletlerde nitelikli bir yönetişimin sağlanmasından çok, özellikle
de Avrupa Birliği Rekabet Komisyonu Genel Müdürlüğü’nün çalışma
yoğunluğunu azaltma amacını taşıdığına dikkati çekmekte ve bunu da
Avrupa Komisyonu’nda üçüncü şahıslara ilişkin gerçekleşen görüşme
tutanaklarıyla belgelemektedir. 2009 Tebliği Avrupa Komisyonu’nun
yoğunluğunu azaltma çabasının bir ürünü olmasının yanı sıra ticari
medyanın çıkarlarının alınan kararlardaki etki düzeyini göstermesi
bakımından da önemlidir. Parasal destek sağlanmasının değerlendirme testleri, denetleyici kurulun görüşleri ve ayrıca içinde ticari medya
temsilcilerinin de bulunabileceği bağımsız bir danışma kurulunun
kararlarına başvurulmasının ardından olanaklı hale gelmesi doğrudan
ticari medyanın talep ve beklentileriyle uyumludur ve kamu hizmeti
yayıncılarının girişimlerini oldukça zorlayıcıdır.
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 165
Avrupa Komisyonu getirmiş olduğu tüm bu ek düzenlemelerle,
ticari medyanın kamu hizmeti yayıncılığı uygulamaları ve bu uygulamalara sunulan devlet desteğine yönelik itirazlarını azaltmayı hedeflemiş olsa da bu hedefin gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir.
Nedenine gelince, öncelikle ticari medyanın kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya pazarlarındaki girişimlerine ve kamu hizmeti yayıncılarına sunulan finansal ve yasal desteğe yönelik itirazları, sunulan bu
desteğin kamu hizmeti yayıncılarının görev, yetki ve sorumlulukları ile
ne derece orantılı olduğu meselesinden öte, doğrudan kamu hizmeti
yayıncılarının varlığı ile ilgilidir (Bardoel, D’Haenens vd., 2008: 342)12.
Bu doğrultuda ticari medya sahiplerinin, kamu hizmeti yayıncılarının özellikle yeni medya hizmetleriyle ilgili girişimlerine yönelik
olarak gerçekleştirdikleri lobi faaliyetlerinin, anti-propaganda çalışmalarının ve Avrupa Komisyonu’na şikâyetlerinin temel gerekçelerini
şunlar oluşturmaktadır13:
• Yeni medya piyasasında kamu hizmeti yayıncılığı faaliyetlerine duyulan gereksinim bütünüyle ortadan kalkmıştır. Ticari
medya gerek tematik kanallarla gerekse internet hizmetleriyle,
kamu hizmeti yayıncılarının çok seslilik, çok kültürlülük,
evrensellik gibi ilkelerini zaten karşılamaktadır.
• Hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerinin bir sonucu olarak,
bu yayınların gerçekleştirilmesinin yüksek mali yatırımlar
gerektirmesi, yayın seçeneklerinin artması ve izlerkitlenin bu
seçenekler doğrultusunda dağılması gibi etmenler nedeniyle
artık kamu hizmeti yayıncılarının kendi temel ilkeleri üzerine
kurulu bir yayını gerçekleştirme koşulları kalmamıştır14.
Ticari medyanın kamu hizmeti yayıncılarının sundukları hizmete
yönelik itirazları bazı temel çelişkileri de barındırmaktadır. Örneğin
kamu hizmeti yayıncılığı hizmetlerinin, ticari alanın bütünüyle dışında
kalmaları ve böylece haksız rekabete neden olmamaları koşuluyla desteklenmesi gerektiğini savunan ticari medya, başka bir itirazında bu
gerekçeyle çelişerek, kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya hizmetlerinde yeterli izlerkitlesinin olmaması ve evrensel erişim görevini
166 • iletiim : arat›rmalar›
yerine getirememesi nedeniyle desteklenmesinin anlamsız olduğu
gerekçesini öne sürebilmektedir (Moe, 2007). Oysa herhangi bir kamu
hizmeti yayınının ticari alanın bütünüyle dışında olması gibi bir
durum olası değildir. Nedenine gelince, izleyicinin ilgisini çekebilecek
her program türü, ticari medyanın ilgi alanındadır çünkü kendisine
yeni pazar olanakları sunmaktadır. Bu durumda ticari medyanın bir
kamu hizmeti yayıncısının varlığını kabul edebilmesinin yolu, izleyicisi olmayan ya da oldukça sınırlı düzeyde olan yayınlar yapmasından
geçmektedir ki böyle bir durum kamu hizmeti yayıncılarının evrensel
erişim ilkesi başta olmak üzere esas almış olduğu çoğulculuk, çok seslilik, nesnellik gibi ilkelerini gerçekleştirme olanağını engelleyici niteliktedir. Çoklu medya ortamında hızla artan kanal seçenekleriyle
şekillenen izlerkitlede parçalanmanın sonucu olarak kitlesel sabit bir
izlerkitlenin herhangi bir kanal tarafından tutunumunun sağlanması
ise olanaklı görünmemektedir.
Dolayısıyla kamu hizmeti yayıncısının her yeni girişimi özellikle
belli bir izleyici ya da kullanıcı sayısına eriştiğinde, haksız rekabet
gerekçesiyle doğrudan dava konusu olabilmektedir (Moe, 2008). Avrupa Birliği ise ticari medya sahiplerinin tüm bu gerekçeler doğrultusunda gerçekleştirdikleri itirazlarını değerlendirirken, bir yandan kamu
hizmeti yayıncıları lehinde karara varırken diğer yandan da aynı
kararda kamu hizmeti yayıncılarının uygulamalarına ve sunulan devlet desteğinin gerçekleştirilme koşullarına yönelik bir takım sınırlamaların getirilmesine ilişkin koşullar koymaktadır (Michalis, 2009: 185189)15. Avrupa Birliği, bu davalarda aldığı kararların sonucunda
getirdiği düzenlemelerle, kamu hizmeti yayıncılarının desteklenme
sürecini karmaşık prosedürler ağına hapsetmektedir.
Getirilen yeni düzenlemeler ise ticari medyanın kamu hizmeti
yayıncılığı faaliyetlerine yönelik itirazlarında bir azalmayı sağlamadığı gibi her yeni düzenleme yeni belirsizlikleri ve farklı ülke uygulamalarını beraberinde getirmektedir. Örneğin kamu hizmeti yayıncılarının
sunacakları yeni hizmetlerin kabul edilebilmesi ve desteklenmesi için
kamu değer testinin uygulanması şart koşulmakta, bu testlerde ölçülmesi gereken kriterler ise Avrupa Komisyonu tarafından açıkça ifade
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 167
edilmektedir. Buna karşın her ülke kendi özgül dinamikleri içinde bu
uygulamaları gerçekleştirmekte, düzenleme içeriğinde farklılık olmasa bile uygulamada farklı örnekler gündeme gelmektedir. Bu farklı
pratikler hemen her düzenlemeye ilişkin uygulamada kendini göstermektedir16. Uygulamada meydana gelen bu farklılıkların bir ifadesi
olarak, ticari medya çıkarlarına aykırı düşen herhangi bir uygulama
ise kolayca itiraz konusu haline dönüşebilmektedir. Getirilen düzenlemelere yönelik ülke pratiklerindeki bu farklılık ve belirsizlikler ise
kamu hizmeti yayıncılarının ticari medya karşısında tutunabilme
koşulunu zorlaştırmaktadır çünkü dönemin serbest piyasa temelli
ekonomi politikası gereği rüzgar ticari medyadan yana esmektedir.
Dolayısıyla, her belirsizlik ortamında dümen kolaylıkla ticari medya
çıkarları yönüne çevrilebilmektedir.
Hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle büyüyen yeni iletişim pazarı ve piyasası göz önünde bulundurulduğunda ise bu karmaşa daha da büyümektedir. İletişim teknolojisinde fiber optik kablonun
kullanımının mümkün hale gelmesi ya da genişbant ağ yapısının kullanımı dijital yayın olanaklarını çok daha geliştirmiş ve çoklu medya
hizmetlerini piyasa koşullarında mümkün hale getirmiştir. Fiberoptik
kabloların kurulumu ise dünya genelinde çoğunlukla kamu hizmeti
yayıncıları eliyle oluşturulmakta ve özel şirketlere devredilerek işletimi sağlanmaktadır (Karaçuha, Güngör vd., 2010: 18). Yine ağ yapılarında meydana gelen gelişmeler televizyon ve uydu yayınlarında
dijitalizasyon sürecini getirmiş, bu durum ise çoklu medya olarak
bilinen farklı iletim türlerinin aynı aygıt üzerinden ya da bir yayın
hizmetinin farklı aygıtlar üzerinden sunumunu olanaklı hale getirmiştir. Böylece geleneksel televizyon yayını giderek önemini yitirmiş,
dijital karasal televizyon yayını hemen her Avrupa ülkesinde bütünüyle analog yayının yerini almış, internetin sağladığı olanaklar sonucunda IPTV ve IPTV’nin daha gelişmiş bir versiyonu olarak bilinen
OTT17 gibi hizmet türleri gelişerek iletişim olgusunun hane yerine
birey üzerine yoğunlaşması ve belirlenen sınırlar içinde daha interaktif bir iletişim anlayışının gelişmesi mümkün hale gelmiştir (BTK,
2013: 4). Gelişen bu yeni hizmet alanlarıyla birlikte bir yandan teknolojide ve düzenleyici birimlerde yöndeşme hızla gelişmekte, diğer
168 • iletiim : arat›rmalar›
yandan rekabet ağ sahipliği yerine içerik üretimi ve dağıtımı üzerine
yoğunlaşmaktadır. Uygar Boynudelik’in (2013) de belirttiği üzere
günümüz yeni medya ortamında rekabet etme yöntemlerinde de
önemli değişimler meydana gelmiştir18. Geleneksel dönemdeki sert
rekabete dayalı, iyi olanın kazandığı Darwinci tutumun yerini daha
rasyonel çözümlere gidildiği, tekbaşına büyük medya sahiplerinin
değil, ilgili tarafların her birinin kazanç sağladığı çözümlere yönelerek
daha karlı sonuçlara ulaşılmıştır. Örneğin; OTT üzerinden yayınlarını
gerçekleştiren ve 25 milyon aboneye ulaşan Netflix firması pay TV
operatörleri için önemli bir tehdittir. İngiltere’de Virgin Media örneğinde olduğu gibi Pay TV işleticileri ise firmayla rekabete girişmek
yerine kendi platformlarında Netflix’e yer vererek kar edinme yoluna
başvurmuşlardır (Boynudelik, 2013).
Gelişen bu iletişim teknolojileri ile birlikte kullanıcının herhangi bir
programı istediği zaman durdurması, başa sarması, kaydetmesi ve
internet üzerinden programa anında katılarak yorum bildirmesi olanaklı hale gelmiştir (Çaplı, 2001: 87). İzlerkitlenin iletişim süresince daha
aktif ve belirleyici olma koşullarının olması önemli olmakla birlikte,
teknoloji determinist bir bakışla bu teknolojiler sayesinde iletişimde
tümüyle çoksesli ve kamusal bir iletişimin gerçekleştirilmesinin olanaklı hale geldiğine yönelik bir yorumdan da kaçınmak gerekmektedir.
Bugün internet aracılığıyla şekillenen yeni medya hizmetleri aracılığıyla bireylerin kişisel program üretimini, haber paylaşım ve katılım olanakları gelişmiş olmakla birlikte bu olanağın kişi ve hanelerin
bu araçlara erişim olanakları ve ağ ve program sahiplerinin inisiyatifi
doğrultusunda gerçekleştirdiğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bugün Avrupa’da dijital karasal yayın ya da uydu ve kablo
yayını üzerinden, izle ve öde (pay per view), istek üzerine video
(video on demand) gibi seçenekler ya da televizyon üzerinden sosyal
medyanın kullanımı gibi olanaklar mümkün olmakla birlikte bu olanaklardan yararlanabilmek, gerekli set üstü kutuları ve gerekli aygıt
ve donanımları edinmek ile yani yüklü bir mali yatırım sonucunda
mümkün olması nedeniyle eşitsiz bir yapılanışı da beraberinde getirmektedir. Dahası tüm bu süreç ticari sermayenin yatırımları ve ege-
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 169
menliğinde şekillenmekte ve dolayısıyla iletişimde kamusal yayıncılık
anlayışı giderek etkisini yitirmektedir. Bir yandan izlerkitle bu iletişim
aygıtları ile daha aktif bir biçimde rol alırken diğer yandan da bu katılım sürecini ticari medya tarafından kendisine sunulan koşul ve olanaklar eşliğinde eşitsiz bir temelde gerçekleştirebilmektedir.
Murdock’ın (2004: 33) da belirttiği gibi, bugün örneğin özellikle genç
kesim mobil telefon üzerinden ses, görüntü ve veri alışverişini gerçekleştirebiliyor ve kendi düşüncelerini bir çok platformlarda sunabiliyorken bu kullanımı olanaklı hale getiren hammaddenin sağlanabilmesi adına dünyanın başka bir ülkesi yıllarca savaş ve yokluğa maruz
kalabilmektedir19.
İnteraktif iletişim ve katılım ise her geçen zamanda giderek daha
sınırları belirlenen ve belirli bir denetim etrafında örgütlenen bir alan
içinde gerçekleştirilmektedir. Bu alanda kamu hizmeti yayıncılarına
oldukça sınırlı bir alan tanınmakta ve bu alanda var olabilmelerinin
koşulları çeşitli testler, finans analizleri, danışma kurulu raporları gibi
bir çok değerlendirme aşamasından geçerek gerçekleştirilmekte, interaktif iletişim koşulları ise 11 Eylül sonrası getirilen örneğin “Bilgi
Farkındalığı Projesi” gibi projelerle giderek daha fazla kontrol ve
gözetime maruz kalan bir alan halini almaktadır (Murdock, 2004). Bu
bağlamda kamu hizmeti anlayışı gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle birlikte bir yandan kamu hizmeti yayıncılığı anlayışının biraz
daha ötesine geçerken, kamu hizmeti yayıncılarına giderek daha az
yer tanınması ve bu kamusal hizmet anlayışında ticari sermayenin
etkililiğinin giderek daha çok artıyor olması ise kamu hizmeti yayıncılığı olgusunun devamlılığını da sorgulanır hale getirmektedir (Humphreys, 2010).
Avrupa’da Kamu Hizmeti Yayıncılarının Direnişi;
Neoliberal Politikalara Karşı Kamu Hizmeti
Yayıncılığı Stratejileri
1980’lerin sonundan itibaren gerek gelir kaynaklarında gerekse
kendisine üretim ilişkileri içinde biçilen konumda önemli gerilemeler
yaşamıştır.
170 • iletiim : arat›rmalar›
Serbest piyasa ekonomisinin bir sonucu olarak kamu hizmeti
yayıncılarına sunulan devlet desteği miktar ve oranlarında da bir çok
ülkede kısıtlamalara gidilmiş, devlet desteğinden yararlanma koşulları karmaşık ve yoğun değerlendirme süreçlerine ve prosedürel analizlere tabi kılınmıştır (Moe, 2007). Hızla gelişen dijital platformların
gerektirdiği yüklü ağ yatırımları ise kamu hizmeti yayıncılarını bu
yeni pazarlarda var olabilme adına farklı gelir edinme seçeneklerini
düşünmeye zorlamıştır.
Bu zorluklarla baş etmenin yolunu kamu hizmeti yayıncıları
çoğunlukla reklam sayısını ve izlerkitleyi artırmak amaçlı popüler
yayınlara daha fazla yer vermek, internet üzerinden e-satış gerçekleştirmek, sponsorluklara sıklıkla başvurmak, ticari yayın sahipleriyle
belirli hizmetlerde ortaklıklara yönelmek gibi ticari çözümlerde aramak durumunda kalmıştır20. Her ülkenin kendi özgül dinamikleri
içinde bu çözümler etkinlik gösterse de ticarileşme yönündeki eğilim
Avrupa’nın her ülkesinde gözlenmiştir/gözlenmektedir. Karma gelir
yapısına sahip olan (ticari ve devlet yardımını bir arada kullanan)
İtalya (% 60 devlet yardımı), Çek Cumhuriyeti (% 70 devlet yardımı)
(RTÜK, 2009: 28) gibi kamu hizmeti yayıncıları ise, giderek daha fazla
ticari çözümlere baş vurmak zorunda kalmışlardır (Repa, 2009). Bu
durum ise bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının piyasalaşma sürecini daha da hızlandırmıştır.
Ülkelerin farklı dinamikleri ve çıkarları göz önünde bulundurulduğunda karşımıza önemli bir ayırım noktasının, Avrupa’nın ileri
kapitalist ülkeleri olarak tanımlanabilecek İngiltere, Almanya ve
Fransa’nın kamu hizmeti yayıncılığına ilişkin politika ve pratikleri ile
diğer Avrupa ülkeleri, özellikle de küçük Avrupa ülkeleri arasında
şekillendiği dikkati çekmektedir. İngiltere, Almanya ve Fransa Avrupa
Birliği düzenlemelerinin ve Avrupa yayıncılık politika ve uygulamasının belirleyici aktörleri olarak karşımıza çıkarken, küçük Avrupa ülkeleri bu politika ve uygulamaların şekillenmesinde daha ikincil bir rol
üstlenmektedir. Humphreys (2008: 232) Avrupa Birliği’nin tek bir
Avrupa pazarı oluşturma politikasının, aslında özellikle bu büyük
Avrupa ülkelerinin ulusaşırı şirketlerine (ölçek ve kapsam ekonomile-
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 171
ri eşliğinde) yeni sömürü alanları oluşturma temel hedefini gerçekleştirme amacına hizmet ettiğine işaret etmektedir. Humphreys, Avrupa
reklam lobisi’nin “Avrupalılaşmayı”, üye ülkelerdeki reklama ilişkin
düzenlemelerin serbestleştirilmesi olarak gördüklerine dikkati çekmektedir.
Avrupa pazarında uluslararası büyük sermayelerin İngiltere
(Rupert Murdock), Almanya (Bartelsmann) ve Fransa (Vivendi) kökenli oldukları göz önünde bulundurulduğunda, yayıncılığa ilişkin ulusal
sınırlamaların kaldırılması özellikle bu ülkelerin sermaye çevrelerini
doğrudan avantajlı bir konuma getirmektedir. Humphreys (2008),
Sınırsız Televizyon Direktifinin temelde bu üç ülkenin pazarları göz
önünde bulundurularak hazırlandığına işaret etmektedir.
İngiltere ise özellikle yayıncılık ve kamu hizmeti yayıncılığına
ilişkin benimsediği yayın politikası ve uygulamalarıyla diğer Avrupa
ülkelerinin kamu hizmeti yayıncılarından biraz daha farklı bir görünüme sahip olmakta ve getirdiği düzenleme ve uygulamalarla da
diğer Avrupa ülkelerinde ve Avrupa Birliği düzenlemelerinde örnek
olarak kabul edilmektedir 21 (Humphreys, 2010).
İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığının yeni medya hizmetleriyle güçlenen yöndeşmiş iletişim pazarına uyumlanma sürecinin ise
dikkatli ve ayrıntılı bir politika belirleme süreciyle gerçekleştiği dikkati çekmektedir (Shin, 2006: 58). Bu politika ikili strateji üzerine kuruludur. Bu stratejide bir yandan British Broadcasting Communication’ın
(BBC) kamu hizmeti yayınlarında hızla yeni medya teknolojilerini
kullanması ve gelişmiş bilgi ve iletişim teknolojileriyle interaktif iletişim olanaklarını geliştirerek dünyada kamu hizmeti yayıncılığında
lider konumuna getirilmesi hedeflenirken diğer yandan da bu amacı
gerçekleştirmek için gerekli olan finansal kaynağın, ayrı bir kanaldan
ticari yayınlara ve ticari girişimlere başvurularak sağlanması hedeflenmiştir (Moe, 2008: 226).
BBC ikili bir strateji geliştirirken yeni medya hizmetlerine yönelik
politikasını da şekillendirmiş, interneti henüz yaygınlaşmaya başladığı 1990’larda, kamu hizmeti yayıncılığının üçüncü ayağı olarak kabul
172 • iletiim : arat›rmalar›
etmiştir. Çoklu medya hizmetlerinde kamu hizmeti yayıncılarının
aktif rol almalarının bir zorunluluk olduğunu da yayın politikasında
açıkça ilan eden BBC, bu savunularıyla bir yandan ticari medyanın
doğrudan rakibi ve hedefi haline gelirken, diğer Avrupa ülkelerine ise
yeni strateji ve uygulamalarıyla örnek teşkil etmiştir. Bu tarihlerde
internetin kullanım oranının %26 olması, ticari medyanın BBC’nin
internet hizmetleri ile ilgili girişimlerine yönelik birçok itirazda bulunması ve gerçekleştirdiği lobi faaliyetleri, kamuoyu çalışmaları gibi
uğraşlarla da bu itirazların etkililiğini artırma çabasını destekleyici bir
gerekçe olmuştur22. Yine de bu sınırlı kullanım alanı BBC’nin bbc.co.
uk ya da beeb.com gibi sitelerle internet hizmeti sağlamasına engel
olamamıştır.
BBC esas aldığı bu yayın politikası ile birlikte, dijital karasal yayın
da dahil olmak üzere değişen bilgi ve iletişim teknolojilerine yönelik
girişimlerde etkin bir rol üstlenerek Avrupa piyasasında sekizinci
büyük şirket halini almayı başarmıştır (NORDICOM, 2011). Avrupa
Komisyonu’nun 1996 GE’06 zirvesiyle karasal yayında dijitalleşmeye
geçme ve analog yayının sonlandırılması kararının ardından
İngiltere’de BBC aracılığıyla 1998’de ilk dijital karasal yayın denemesi
başlamış ve dijital karasal yayının getirisi olarak bir frekans üzerinden
BBC, BBC-1, BBC-2, BBC-3 kanalları üzerinden yayınlarına devam
etmiştir (Karaoğlu, 2011: 126).
BBC’nin bu yayın faaliyetlerini ticari ve kamu yayını olmak üzere
iki koldan yürütebiliyor olması ise hükümetin BBC’nin bu temel strateji ve uygulamasını çoğunlukla destekleyici bir politikayı esas alması
ve bu doğrultuda düzenlemeler getirmesi ile mümkün olmuştur.
Diğer büyük Avrupa ülkeleri olan Almanya ve Fransa gibi ülkelerde
ise kamu hizmeti yayıncılığına yönelik politika ve uygulamaların
İngiltere’den biraz daha farklı olduğu görülmektedir. Örneğin ZDF,
kendi arşivini kullanarak ve Kinderkanal ve Phoenix gibi yeni tematik
kanallar açarak, BBC’nin temel kamu hizmeti yayıncılığı politikasını
oluşturan dünya piyasasında lider olmak amacını gerçekleştirmeye
çalışmış ancak bunu gerçekleştirebilecek hukuki ve mali desteği bulamamıştır23 (Steemers 1999: 57). Almanya’da hükümet, kamu hizmeti
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 173
yayıncılarına “tamamlayıcılık” rolü vermiştir/vermektedir. Bu tamamlayıcı rol ile şekillenen kamu hizmeti yayıncılarının yaşama koşulları
ise giderek daha sınırlı bir alana kaymakta, yeni medya hizmetlerine
yönelik etkinlik alanları hızla daralmaktadır.
ARD ve ZDF arasında imzalanan 2006 tarihli sözleşme,
Almanya’da kamu hizmeti yayıncılarının etkinlik alanlarına yönelik
getirilen sınırlamanın açık örneğini gözler önüne sermektedir (Moe,
2010: 211). Sözleşmeye göre her iki kanalda da sponsorluk ya da reklama izin verilmeyecek, yerel reklamlara sınırlı bir düzeyde izin verilecek, internet sitelerinde reklam portalları, arkadaşlık siteleri, seyahat
planlama uygulamaları, sohbet odaları gibi hizmet seçeneklerini kapsayan toplam 17 kategoriden oluşmuş bir listenin dışındaki programlara yer verilebilecektir. Bu 17 kategori, Almanya’da kamu değer testlerinde de bir ölçüt olarak kullanılmış, kamu değer testlerinin uygulanma süreci ise İngiltere’ye oranla daha sınırlayıcı bir tutumla gerçekleştirilmiştir (Moe, 2008: 212).
Dijital karasal yayına ilk olarak 2000 yılında başlanmış, analog
kanal kapama ise ülke genelinde 2008 yılı itibariyle gerçekleştirilmiştir
(Karaoğlu 2011: 139). Bununla birlikte Almanya’da uydu sisteminin
yaygın ve işler olması nedeniyle beklenen etkiyi olşturamamıştır.
Fransa’da kamu hizmeti yayıncılığı uygulamaları söz konusu
olduğunda ise ticarileşme yönelimi daha fazla olan bir model karşımıza çıkmaktadır (Humphreys, 2010: 12). Fransa’nın kamu hizmeti yayını olan France 2 ve France 3 kanallarının internet siteleri (france2.fr ve
france3.fr), İngiltere’den farklı olarak karma finans yapısına sahiptir
ve internet içeriklerinde video paylaşımından sohbet odalarına, arama
motorlarından e-ticarete kadar pek çok ticari aktiviteyi karma finans
yapısı içinde gerçekleştirmiştir. Ayrıca bu sitenin ve televizyon yayınının gelirleri 2000 yılına kadar % 50 oranında lisans ücretleriyle karşılanırken diğer % 50’si, reklam gelirlerinden elde edilmiştir (Michalis
ve Hills, 2000). 2000’li yılların sonlarında da reklam ve ticari girişimler
devam ederken kamu televizyonu gelirlerinin üçte ikisi kamu fonlarından aktarılan finansmanla sağlanmıştır (RTÜK, 2009: 42). Fransa’da
174 • iletiim : arat›rmalar›
kamu hizmeti yayıncılarının üyelik ücretlerini oldukça sınırlı tutmaları, gelir kaynaklarını artırma amacıyla ticari çözümlere başvurmalarında etkili olmuştur. Kamu hizmeti yayıncılarının bir yandan devlet
desteği alırken diğer yandan ticari gelirlere başvurması ise ticari medyanın yoğun itirazlarına neden olmuştur24.
Fransız hükümeti ve dolayısıyla kamu hizmeti yayıncıları, ticarileşme yönelimlerini 2008’de kabul ederek, İngiltere’nin ikili modelini
uygulamanın daha uygun bir yöntem olacağı açıklamasında bulunmuş ve politikalarını bu doğrultuda şekillendirme eğilimine yönelmiştir (Humphreys, 2010: 16).
Dijital medya girişimleri söz konusu olduğunda ise, Fransa’da
dijital karasal yayına geçiş adına çalışmalar 2005 yılı itibariyle yaygınlık göstermiş, Analog yayının tümüyle kapatılarak bütünüyle dijitale
geçiş için ise 2016 yılı hedef olarak belirlenmiştir (Karaoğlu, 2011).
IPTV uygulamalarına gelindiğinde Fransa’da IPTV ya da OTT gibi
genişbant ağ üzerinden yayının oldukça yaygın olduğu görülmektedir
(BTK, 2013: 28).
IPTV ve OTT hizmetlerinin ticari sermayenin elinde gelişmesi ve
yaygınlaşması kamu hizmeti yayıncılığının geleceği açısından önemli
sorunları da getirmektedir. Bu sorunlardan biri ve belki de en önemlisi artık kamu hizmeti yayınlarına gereksinimin kalmadığı üzerine
şekillenmektedir. Abonelerin kendi program içeriklerini üretebilmeleri, interaktif iletişimi istedikleri yer ve zamandan istedikleri düzeyde
gerçekleştirebilmeleri ve makul ücretlerle OTT üzerinden veri ses ve
görüntü edinebiliyor olmaları, kamu hizmeti yayımcılarının işlevlerinin bu platformlarda ve diğer çoklu medya araçlarında halihazırda
gerçekleştirildiği iddiasını güçlendirmektedir. Kamu hizmeti yayıncılarının gelir kaynakları olarak ticari çözümlere başvurmak durumunda olmaları ise, ticari medyanın günümüzde kamu hizmeti yayıncılığına duyulan gereksinimin artık bütünüyle ortadan kalktığına ilişkin
iddiasını dayandırdığı bir dayanak olmaktadır. Avrupa’nın ileri kapitalist ülkeleri bu iddiaları daha makul çözümler üreterek karşılarken
küçük Avrupa ülkeleri için benzer şeyleri söylemek oldukça zor
görünmektedir.
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 175
Avrupa’nın ileri kapitalist ülkelerinde kamu hizmeti yayıncılarının girişimlerinde ticarileşme eğilimi artarken, orta ve küçük Avrupa
ülkelerinin kamu hizmeti yayıncıları ise bütünüyle ticarileşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Yeni liberal dönemin esas alınan serbest piyasa anlayışının sonucu olarak hemen her Avrupa ülkesinde,
devlet sübvansiyonlarının sınırlandırılması, bu sınırlandırma uygulamalarının da Avrupa Birliği ve üye ülkelerin yasal düzenlemeleri aracılığıyla güvence altına alınması, kamu hizmeti yayıncılarının gerekli
mali yatırım olanaklarını sağlayabilmek adına ticari girişimlerde
bulunma eğilimlerini güçlendirmiştir25. Uygulanan deregülasyon
politikalarının yanı sıra, sermayenin uluslararası dolaşımının sağlanması beraberinde, ölçek ve kapsam ekonomilerinden yararlanarak
avantajlı konuma gelen gelişmiş kapitalist ülkelerin ticari yayıncılarının diğer ülkelerde avantajlı konumda yer almalarına neden olmaktadır. Bu avantajlı konum, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin pazarlarında
da söz konusudur. Özellikle Sınırsız Televizyon Direktifi ile somut
adımı atılmış olan Avrupa ülkelerinin sınırlarının sermayeye açılması
kararı, daha küçük pazarlara sahip olan Avrupa ülkelerinin rekabet
edebilme olanaklarını daha da zorlaştırmıştır (Leurdijk, 2006).
Devlet yardımlarının sınırlandırılması, ulusal sınırların sermayeye açılması, rekabet koşullarının her durumda ve koşulda öncelik
haline gelmesi uygulamaları içinde küçük Avrupa ülkelerinin kamu
hizmeti yayıncıları, yeni medya ortamında var olabilmek adına, ticari
çözümlere gelişmiş kapitalist ülkelerin kamu hizmeti yayın kuruluşlarına nazaran, çok daha fazla oranda başvurmak durumunda kalmışlardır (Iosifidis, 2007). Yayıncılık sektöründe orta ölçekli pazar paylarına sahip olan Hollanda, Norveç gibi ülkelerin kamu hizmeti yayıncılığı uygulama ve politikalarının sınırları henüz tam olarak belirlenmemiş olmakla birlikte bu ülkelerde de ticarileşme yönünde hızlı bir
değişim kendini göstermektedir (Bardoel ve d’Haenens, 2008: 338).
Hollanda’da örneğin devlet, 2006 yılına kadar kamu hizmeti
yayıncılığı hizmet ve girişimlerine önemli bir destek sağlarken özellikle bu tarihten itibaren büyük oranda bütçe kesintilerine başvurulmuş,
2009 Yayıncılık Tebliği’nin yeni yaptırımlarının ardından da kamu
değer testi, üçüncü şahısların danışmanlığı gibi bir takım uygulamala-
176 • iletiim : arat›rmalar›
ra gidilmeye başlanmıştır. Norveç ve Finlandiya’da da benzer bir eğilim kendini göstermiştir (Donders ve Raatz, 2012: 168) .
Hollanda’da kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya hizmetleri
karma gelir yapısı üzerinden gerçekleşmektedir. Kamu hizmeti yayıncıları bu gelirlerini, çevrimiçi program rehberleri, ödemeli TV, mobil
hizmetler ya da e-ticaret gibi çeşitli ticari girişimlerden edinmiş, son
yıllara kadar da bu etkinliklerini önemli yasal sınırlamalara maruz
kalmadan gerçekleştirmişlerdir (RTÜK, 2009: 34). Bu durum ise
Hollanda kamu hizmeti yayıncılarını, ticari medyanın yoğun itiraz ve
baskısıyla mücadele etmek zorunda bırakmıştır. Bu itirazların bir
ürünü olan 2009 Tebliği ile birlikte Avrupa Birliği’nin finansman sağlanması sürecinde üçüncü şahısların görüşlerine başvurulması talebi
2010 yılı itibariyle uygulanmaya başlanmış, üçüncü şahıs olarak nitelendirilen belirli çıkar gruplarının görüşleri ve kamu değer testleri ile
düzenlenen kamu hizmeti yayıncıları ise ticarileşme yönelimine daha
çok kaymaya başlamıştır (Donders ve Raats, 2012: 169).
Küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncıları ise bu süreçte
çok daha fazla zorlukla baş etmek durumunda kalmıştır. Bu ülkelerin
kamu hizmeti yayıncıları giderek azalan gelir kaynaklarını giderebilmek adına ticari kaynaklara yönelirken, bu kaynaklarda gelir elde
etme koşulları da, uluslararası sermaye ile rekabet etmek durumunda
kalması nedeniyle neredeyse bütünüyle tükenmiştir (Iosifidis, 2007).
Sınırların uluslararası yayınların dolaşımına açılması bu ülkelerin
kamu hizmeti yayıncılarını sadece Avrupa’nın büyük medya devleriyle değil, ileri kapitalist ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarıyla da rekabet etmesi noktasına getirmiştir. Kamu hizmeti yayıncılarının böyle bir
rekabeti gerçekleştirebilecek mali kaynağı sağlamakta çoğu zaman
yetersiz kalması ya da gerekli siyasal destekten yoksun olmaları özellikle küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncısı kuruluşunun
piyasa koşullarına bütünüyle yenik düşmesine neden olmuştur (Iosifidis, 2007: 67).
Bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncıları, ticari medya ve BBC gibi
büyük kamu hizmeti yayınlarıyla rekabet edebilmek ve reklam oranını
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 177
artırabilmek adına daha popüler programlara başvurmaya çalışmıştır,
bu programlar için gerekli finansal yatırımı gerçekleştirememesinin
sonucu olarak da ucuz ve düşük kaliteli programlara daha fazla yer
vermek durumunda kalmıştır (Jakubowics, 2004: 62)
Ticari medya ve büyük kamu hizmeti yayıncıları ile rekabet edebilmek adına 24 saat yayın yapmak durumunda kalması, dijitale geçiş
süreciyle birlikte dijital karasal yayını gerçekleştirmek yükümlülüğünde olması ve bu geçiş sürecinde analog ve dijital yayını birlikte sürdürmek durumunda kalmasının yanı sıra tüm bu yapılanmalar için gerekli finansal kaynağı ticari girişimlerle dahi karşılayamıyor olması gibi
zorunluluklar ise bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının piyasa
koşulları içinde yok olması tehlikesini artırmıştır.
Iosifidis (2007: 212), bu bağlamda Yunanistan ve Portekiz’in, izlerkitlesini en çok kaybeden ülkeler arasında olduğunu belirtmektedir.
Yeni Zellanda’da ise kamu hizmeti yayıncısı TVNZ, neredeyse bütünüyle ticarileşmiş durumdadır. Bardoel ve d’Haenens (2008: 345),
Avrupa’da kurumsal sınırları aşma noktasında Yeni Zelanda dışında
hiçbir ülkenin bu kadar ileri bir adımı atmaya cesaret edemediğini
belirtmekte, özellikle 2004 yılında Television New Zeland’ın (TVNZ),
% 74 oranında reklamlarla finanse edilmesinin bir başlangıç olduğuna
işaret etmektedir.
Doğu Avrupa ülkelerinin ise yeni medya hizmetlerine uyumlanma süreçleri çok daha sıkıntılıdır. Jakubowicz (2004: 55), bu ülkelerde
öncelikle komünist dönemin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının
değiştirilmesi çabasına yönelinildiğine, bu değişim çabasının ise zorlu
bir biçimde geliştiğine işaret etmektedir. Jakubowicz (2004: 56), Doğu
Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya ortamına
uyumlanma sürecinin farklılıklar gösterdiğini belirtmektedir. Örneğin
Romanya beklenmedik bir hızla bu uyumlanma sürecine girerken,
Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya’da uyumlanma
çalışmaları daha yavaş ve düzenli bir biçimde gerçekleşmektedir
(Jakubowicz, 2004:57).
178 • iletiim : arat›rmalar›
Bununla birlikte tüm Doğu Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti
yayıncıları, Batı Avrupa ülkelerine kıyasla çok daha büyük zorlukları
aşmak zorunda kalmışlardır. Bu ülkeler yeni medya döneminin temel
politikaları doğrultusunda kendilerini uyumlama politikaları belirlemeden önce Komünizm sonrası kapitalizmin ekonomik, siyasal ve
kültürel modelini yeniden yapılandırmak zorunda kalmışlardır. Rekabet yasasına dayalı sistemdeki hazırlıksız durumları ise bu ülkelerin,
gelişmiş kapitalist ülkelerin medya sermayelerine daha fazla imtiyazlı
davranmaları sonucunu doğurmuştur (Iosifidis, 2012: 8). Doğu Avrupa ülkelerinin düzenleyici otoriteleri ise çoğunlukla devlete bağlı olarak işlev görmekte veya denetlemeye ilişkin kurallarda yasal düzenlemeler doğrudan belirleyici olmaktadır (RTÜK: 74-75).
Küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayınlarının düzenlenmesi de yine Avrupa Birliği yükümlülüklerine uygun biçimde çoğunlukla bağımsız denetleyici otoriteler aracılığıyla gerçekleştirilmekte ve
kamu değeri testi birçok ülkede uygulanmaktadır. Bu doğrultuda
örneğin Avrupa’da 2001 Tebliği’nin ardından Makedonya’da Yayıncılık Faaliyeti Kanunu kabul edilmiş, kanun uyarınca 2007-2012 yıllarına
ilişkin faaliyet raporu hazırlanması ve bu raporda kamu hizmeti
yayıncılarının görevlerine ilişkin stratejik faaliyetlerin belirlenmesine
karar verilmiştir (RTÜK, 2009: 84). 2007’de Portekiz Televizyon Kanunu, kamu hizmeti yayıncılığının finansmanını yeni medya hizmetleri
ve teknoloji tarafsızlığı ilkeleri doğrultusunda yeniden tanımlamış
(RTÜK, 2009: 85), Belçika’nın Flaman bölgesinde kamu hizmeti yayıncılarının hizmetlerinin kamu hizmeti amaçlarına ne derece uyulduğunun belirlenmesi ve yeni hizmet başvurularının incelenmesi için bir
değerlendirme kurulu oluşturulması ve bu kurula üçüncü şahısların
dahil edilmesi kararlaştırılmıştır (Donders ve Raats, 2012: 172).
Tüm bu yeniden yapılanmanın ise Avrupa Birliği’nin ticari medya
ve serbest piyasa yönelimli eğilimleri ile şekillenen düzenlemeler doğrultusunda gerçekleştirildiği görülmektedir. Dahası, küçük Avrupa
ülkeleri, sınırlı finansman sıkıntısıyla halihazırda uğraşmak ve çözüm
adına da hızla ticarileşme eğilimine gitmek durumunda kalırken, bu
finansmanın sağlanmasına yönelik kamu değeri testleri, teknolojide
tarafsızlık ölçütleri, popüler programların kamu hizmeti yayını çerçe-
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 179
vesinin dışında tutulması gibi kararlar, bu ülkelerin kamu hizmeti
yayınlarını, kamu hizmeti yayıncılığının temel ilkeleri doğrultusunda
devam ettirebilme olasılığını giderek azaltmakta ve dolayısıyla bu
ülkelerin kamu hizmeti yayıncılığı anlayışının geleceğini çok daha
büyük bir tehlike ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Sonuç
Ticari medyanın yatırımları öncülüğünde hızla büyüyen iletişim
piyasasında Avrupa’da iletişim politikası ve kamu hizmeti yayıncılığı
anlayışı, güçlü bir Avrupa pazarı oluşturma amacının iletişim sektöründeki ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişen iletişim piyasasında güçlü bir Avrupa birliği oluşturma hedefi Avrupa Birliği’nin bu
dönemdeki iletişim politikalarını belirlerken, kamu hizmeti yayıncılığı
ilke ve politikaları da bu temel amacı destekleyici araç ve unsurlarla
yeniden yapılanmaktadır.
İletişim piyasasında bir yandan uydu, kablo ve karasal yayında
dijitalleşme süreci hızla ilerlerken ve internet tabanlı iletişim sistemleri
yeni pazarlarıyla hızla gelişirken kamu hizmeti yayıncılarının bu alanlarda var olabilme koşulları da giderek daha sorunlu bir hal almaktadır. Kamu hizmeti yayıncılarına sunulan devlet desteğinin, dönemin
serbest piyasa temelli ekonomi politikası gereği kısıtlamaya gidilmesi,
izlerkitlede yaşanan parçalanma kamu hizmeti yayıncılarının bu alanlarda kendi ilkesel değerlerini koruyarak yer alabilmelerini daha
sorunlu hale getirmiştir. Kamu hizmeti yayıncıları bir yandan yeni
bilgi ve iletişim teknolojileriyle gelişen pazarlara yatırım yapabilme
adına ticari çözümlere başvururken, diğer yandan da ticari medyanın
artan itiraz ve lobi faaliyetleri karşısında kendi meşruiyetini kanıtlamak durumunda kalmaktadır. İzlerkitlede sürekli düşüş, ticarileşmeye
yönelim, siyasal erk tarafından sunulan mali desteğe ilişkin getirilen
bir dizi prosedürel engel ve zorluklar kamu hizmeti yayıncılarının
meşruiyet krizini aşmalarının önemli engellerini oluştururken, Avrupa
Birliği’nin iletişim sektöründe güçlü ve tek bir Avrupa pazarı oluşturma hedefinin kültürel ayağını oluşturması ve böylece çok seslilik, çok
kültürlülük, tarafsızlık, evrensellik, gibi “Avrupalılık” anlayışıyla da
180 • iletiim : arat›rmalar›
bir tutulan değerleri savunan bir yayının uluslararası platformlardaki
varlığı desteklenmeye devam edilmekte, ayrıca ticari sermayenin iletişim sektöründe hızla büyümesi ve üretimin her alanında ticari sermayenin öncesi görülmemiş ölçüdeki yoğunlaşması kamu hizmeti yayıncılarının bir denge unsuru olarak desteklenmeye devam edilmesinin
zeminini hazırlamaktadır.
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 181
Kaynakça
Adaklı, Gülseren (2006). Türkiye’de Medya Endüstrisinin Dönüşümü:
Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri. Ankara: Ütopya
Yayınevi.
Adaklı, Gülseren (2010). “Neoliberalizm ve Medya: Dünyada ve Türkiye’de
Medya Endüstrisinin Dönüşümü.” Mülkiye Dergisi 269 (24): 67-85.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü Medya Bölümü (2006).
Public Service Media in the Information Society. Nissen, C.S. (der.).
Brüksel: European Council.
Bardoel, J. ve D’Haenens, L. (2008). “Reinventing Public Service Broadcasting
In Europe: Prospects, Promises And Problems” Media Culture Society
30 (3): 337-355.
Başaran, F. (2005). “Enformasyon Hizmetlerine Erişim: Avrupa Birliği ve
Türkiye.” Avrupa Birliği ve Türkiye’de İletişim Politikaları: Pazarın
Düzenlenmesi, Erişim ve Çeşitlilik. (der.) Mine Gencel Bek ve Deirdre
Kevin. Ankara: A.Ü. Basımevi.
Boynudelik, U. (2014). “Netflix: Challenge Accepted.” http://www.
uygarboynudelik.com/2013/03/07/netflix-challange-accepted/,
Erişim tarihi, 25.12.2014.
BTK (2013). IPTV Hizmetlerine İlişkin UluslararasI Uygulamalar ve Türkiye İçin
Öneriler. Ankara: BTK.
Burgelman, J. C. (1986). “The Future Of Public Service Broadcasting: A Case
Study For A New Communications Policy.” European Journal of
Communication 1 (2): 173-201.
Çaplı, B. (2001). “Yayıncılığın Sayısallaşması – Belirsizlikler.” Medya
Politikaları: Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının Dinamikleri. (der.) D.
Beybin Kejanlıoğlıoğlu, Sevilay Çelenk ve Gülseren Adaklı. Ankara:
İmge Kitabevi.
Donders, K. ve Pauwels, C. (2008). “Does EU Policy Challenge the Digital
Future of Public Service Broadcasting?” Convergence 14 (3): 295-311.
Donders, K. and Raats T. (2012). “Analaysing National Practices after
European State Aid Control: Are Multi-Stakeholder Negotiations
Benefical for Public Service Broadcasting?” Media,Culture and Society
34 (2): 162.
182 • iletiim : arat›rmalar›
Geray, H. (2003). İletişim ve Teknoloji; Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni
Medya Politikaları. Ankara: Ütopya.
Geray, H. (2005). “Telekomünikasyonun Ekonomisi.” İletişim Ağlarının
Ekonomisi; Telekomünikasyon, Kitle İletişimi, Yazılım ve İnternet. (der.)
Haluk Geray ve Funda Başaran. Ankara: Siyasal Yayınları.
Humphreys, P. (2008), “EU Audiovual Policy, Cultural Diversity and the
Future of Public Service Broadcasting.” Mediating Europe. Jackie
Harrison ve Bridgette Wessels (der.) London: Berghahn Books.
Humphreys, P. (2010). “Redifining Public Service Media: A Comparative
Study Of France, Germany And The UK.” UK Economic and Social
Research Council. http://ripeat.org/wp-content/uploads/2010/03/
Humphreys_P.pdf. Erişim tarihi: 07.06.2012.
Iosifidis, P. (2007). “Public Television in Small EU Member States: Challenges
and Strategies.” International Journal of Media and Cultural Politics 3 (1):
65-87.
Iosifidis, P. (2012). “Mapping Digital Media: Digital Television, the Public
Interest and European Regulation.” http://www.
opensocietyfoundations.org. Erişim tarihi: 27.02.2012.
Jakubowics, J.K. (2004). “Introduction of PSB as Part of Media System
Change in Central and Eastern Europe.” European Journal of
Communication 19 (1): 53-74.
Karaoğlu, M. (2011). “Dünyada ve Türkye’de Sayısal Karasal TV Yayıncılığı
(DVB-T&DVB-T2).” RTÜK Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi. Ankara.
Latzer, M. (2009). “Convergence Revisited: Toward a Modified Pattern of
Communications Governance.” Convergence 15(4): 411-426.
Leurdijk, A. (2006). “Public Service Broadcasting Dilemma’s and Regulation
in a Converging Media Landscape.” RIPE Conference bildirisi.
November-2006.
McQuail, D. ve Cuilenburg, J.V. (2003). “Media Policy Paradigm Shifts:
Towards a New Communications Policy Paradigm.” European Journal
of Communication 18 (2): 181-206.
Michalis M. ve Hills J. (2000). “The Internet: A Challenge to Public Service
Broadcasting.” International Communication Gazette 62(6): 477-493.
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 183
Michalis, M. (2009). “Is The Publıc Interest Under Threat? Publıc Servıce
Broadcastıng, Market Faılure And New Technologıes: The Vıew From
The European Unıon.” Studies in Communication and Colture 1 (2): 85-201.
Michalis, M. (2012). “Balancing Public and Private Interests in Online Media:
The Case of BBC Digital Curriculum.” Media, Culture & Society 34 (8):
944 – 960.
Moe, H. (2007). Commercial Services, Enclosure and Legitimacy: Comparing Contexts
and Strategies for PSM Funding and Developmet. Göteburg: Nordicom.
Moe, H. (2008). “Public Service Media Online? Regulating Public Broadcasters’
Internet Services – Comparative Analysis.” Television & New Media 9 (3):
220-238.
Moe, H. (2010). “Governing Public Service Broadcasting: ‘Public Value Tests’ in
Different National Contexts.” Communication, Culture & Critque 3 (2):
207-223.
Murdock, G. ve Golding P. (2001). “Ortak Pazarlar: Birleşik Krallık ve
Avrupa’da Şirket Hırsları ve İletişim Eğilimleri.” Praksis Dergisi 4 (güz):
314-331.
Murdock, G. (2004). “Building the Digital Commons: Public Broadcasting in the
Age of the Internet.” The 2004 Spry Memorial Lecture. Montreal
University.
Repa, L. vd. (2009). “The Broadcasting Communication.” EU Competition Policy
Newsletter 3: 10-16.
RTÜK (2009). Avrupa’da Kamu Hizmeti Yayıncılığı Raporu. Ankara: RTÜK.
SARI, A. (2012). “Türkiye’de ve Dünyada IPTV Uygulamaları.” RTÜK
Yayınlanmamış Uzmnalık Tezi. Ankara.
Shin, D-H. (2006). “Convergence of Telecommunications, Media and
Information Technology, and Implications for Regulations.” Info 8 (1):
42-56.
Steemers, J. (1999). “Between Culture And Commerse; The Problem Of
Redefining Public Service Broadcasting For The Digital Age.” European
Consortium for Political Research Workshop ‘Regulating Communications in
the Multimedia Age. Düzenleyiciler: Peter Humphreys and Thierry Vedel.
Mannheim: Germany.
184 • iletiim : arat›rmalar›
Sümer, B. (2010). The Impact of Europeanisation on Policy-Making in Turkey:
Controversies, Uncertaineries and Misfits in Broadcasting Policy (19992009). Ankara: A.Ü. Yayınları.
Sümer, B. (2014). “Avrupa Birliği’nde Kamu Hizmeti Yayıncılığının
Finansmanına İlişkin Politika Gündemi: Amsterdam Protokolü ve
Etkileri.” Kültür ve İletişim Derigisi 17 (1): 9 – 39.
Şen, A. (2010). “Avrupa Birliği’nde Bilgi Toplumu Politikalarının Evrimi.”
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elektronik Dergisi 4(2): 24–34.
Wards, D. (2003). “State Aid or Band Aid? An Evaluation of the European
Commission’s Aproach to Public Service Broadcasting.” Media Culture
and Society 25(2): 233-250.
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 185
Sonnotlar
1
Bu dönemde esas alınmış olan kamu hizmeti ve kamu hizmeti yayıncılığı politika
ve yaklaşımları konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız Geray (2003); Sümer (2010);
Adaklı (2010); Iosifidis (2007); McQuail ve Cuilenberg (2003); Burgelman (1986).
2
Bakınız https://docs.google.com/file/d/0B2vWhkwcw_lMZDA4Y2U0NGYtM2I
3
Bakınız https://ec.europa.eu/digital-agenda/sites/digital-agenda/files/conver-
4
Kamu hizmeti yayıncılarına sunulan sınırlı destek ve bu desteğin koşullarına iliş-
2Ny00NTczLTg4YTUtZDIyZDYxMGJjYmFm/edit?hl=en
gence_green_paper_en_0.pdf
kin ayrıntılı bilgi için bakınız Michalis (2012); Latzer (2009); Moe (2010); Geray
(2005); Sümer (2010).
5
Bu görevler özellikle 2005 yılı ve sonrasında hazırlanan eylem planlarında açıkça
6
Bu ilke aynı zamanda Bangemann Raporu’nda da açık bir biçimde ifade edilmişti.
belirtilmektedir. Ayrıca bakınız Şen (2010).
Raporun orijinal metni için bakınız file:///Users/apple/Downloads/CORDIS_
news_2730_en.pdf . Ayrıca bakınız Geray (2003: 129).
7
Görsel ve İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi’nin Sınırsız Televizyon Direktifi’nden
temel farklılığını, doğrusal hizmet (linear Services) ve doğrusal olmayan hizmet
(non-linear services) ayırımına gidilmesi oluşturmaktadır. Doğrusal hizmet olarak
tanımlanan geleneksel karasal yayıncılık formunda (izleyicinin talebi dışında
olması gerekçesiyle) kontrol ve denetimin daha katı olması istenirken, doğrusal
olmayan hizmette (izleyici tercihlerinin daha etkin olması gerekçesiyle) daha
esnek bir düzenleme rejimine tabi olması ilkesi getirilmektedir.
8
Bakınız
http://eurlex.europa.eu/en/treaties/dat/11997D/htm/11997D.
9
Tebliğin orjinal metni için bakınız http://ec.europa.eu/competition/state_aid/
10
Dava doğrudan kamu hizmeti yayıncılığı ile ilgili olmamakla birlikte, kamu hiz-
html#0109010012
legislation/broadcasting_communication_en.pdf
metlerine sunulan desteğin ölçütlerini belirlemesi nedeniyle kamu hizmeti yayıncılığı politikasını da doğrudan etkilemektedir. Dava Almanya Federal hükümetinin Altmark’ta otobüs işletmelerinin banliyö ve bölgelerde tarifeli hizmet sunma-
larının desteklenmesine ticari işletmelerin itirazı üzerine açılmıştır (Donders ve
Pauwels, 2008: 299). Dava sürecini ve davaya ilişkin alınan kararları ayrıntılı
incelemek
için
bakınız
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.
do?uri=CELEX:62000J0280:EN:HTML
186 • iletiim : arat›rmalar›
11
Avrupa Birliği’nin 106. Maddesinde bir veya birden fazla şirketin pazara egemen
olması (tekelleşme) yasaklanmakta, 107. Maddesinde de kamu hizmetine sağlanan
devlet desteğinin, bu yardımın sağlandığı kamu hizmetinin ortak pazar stratejisine
yarar sağlaması ve piyasadaki rekabete zarar vermemesi koşulu getirilmektedir.
12
Ayrıntılı bilgi için bakınız Bardoel ve d’Haenens vd. (2008).
13
Ayrıntılı bilgi için bakınız Michalis (2009); Michalis (2012); Ward (2003); Donders
14
Avrupa Konseyi Medya Birimi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü, 2006 yılında
ve Raats (2012); Geray (2005).
hazırladığı raporda, ticari medya tarafından, günümüz çok seçenekli ortamında
artık kamu hizmeti yayıncılığına ve bu yayıncılığın desteklenmesine gereksinimin
ortadan kalktığının savunulduğuna dikkati çekmektedir (Avrupa Konseyi, 2006:
26-42). Ayrıntılı bilgi için ayrıca bakınız Bardoel ve d’Haenens (2008); Adaklı
(2010); Sümer (2010: 205); RTÜK (Rapor, 2009).
15
2003 yılı Altmark Davası, Kinderkanal davası (Moe, 2008), BBC Dijital müfredatına
açılan dava (Michalis, 2012: 944).(görüşülen önemli dava örneklerindendir)
Davalar kamu hizmeti yayıncıları lehinde sonuçlanmış olsa da, kamu hizmeti
yayıncılarına belirli sınırlamalar da getirilmiştir. Örneğin; Altmark Davası’nda
alınan karar gereği, gerekli devlet desteğine ihtiyaç duyulup duyulmadığının
saptanması için bir faaliyet analizinin çıkarılması istenmiş, 2001 ve 2009 Tebliğleri
ile de bu karar Avrupa Birliği’nin tüm Avrupa ülkelerine getirilen bir yaptırım
haline dönüşmüştür (Moe, 2008).
16
Getirilen bu düzenlemelerde bir takım belirsizliklerin olması da doğal karşılanmalıdır çünkü her ülke kendi özgül dinamikleri içinde dönüşümlerini gerçekleştirmektedir. Bu farklı dinamiklerin ortak çıkarlar etrafında birleşimi olan Avrupa
Birliğinin ise tam da bu nedenle, her ülkede aynı uygulamaların gerçekleşmesini
sağlayabilecek bir düzenlemeye başvurması olası değildir.
17
Avrupa’da bugün IPTV kullanım oranı %37 iken OTT’nin yüklü yatırımları gerek-
tirmeden program üretimi ve farklı hizmet türlerine erişimi mümkün kılması son
dönemde OTT’nin Avrupa genelinde daha tercih edilir bir alan olmasını sağlamıştır (BTK, 2013).
18
Boynudelik bu değerlendirmesini Türkiye’deki yansımasını da göz önünde bulun-
durarak kendi web sitesinde ayrıntılı olarak tartışmaktadır. Bakınız Boynudelik
(2013), http://www.uygarboynudelik.com/2013/03/07/netflix-challange-accepted/
19
Mobil telefonda örneğin, şarj depolamanın sağlanabilmesinde en etkin malzemesi
tantal elementidir ve bu madde de dünyanın oldukça sınırlı bölgelerinde bulunmaktadır. Tantal elementinin yoğunlukla bulunduğu ülke Kongo Demokratik
Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 187
Cumhuriyeti’dir. Kongo’ya bakıldığında ise karşımıza, 1999’dan beri binlerce
insanın öldürüldüğü neredeyse çeyrek milyon insanın göç ederek evsiz kaldığı bir
iç savaşla karşı karşıya kalan bir ülke çıkmaktadır (Murdock, 2004: 23). Murdock,
Birleşmiş Milletler’in ülkedeki sivil savaş üzerine yaptığı incelemesinde savaşın,
yabancı çıkar çevreleri tarafından büyük oranda, kotlan gibi sınırlı doğal ham
maddeleri sağlama karşılığında, askeri gereçler vererek savaşı el altından destekledikleri sonucuna vardıklarını belirtmektedir (2004: 23).
20
Sürece ilişkin ayrıntılı bilgi için bakınız Moe (2008); Donders ve Raatz (2012); Murdock (2004); Bardoel ve d’Haenens (2008); Iosifidis (2007); Geray (2005); Sümer
(2014); Adaklı (2006).
21
Örneğin bağımsız düzenleyici birimlerde entegrasyonun sağlanması (OFCOM
çatısı altında birleştirilmesi) ve kamu hizmeti yayıncılığının görev ve uygulamalarının yeni hizmetlere yönelik başvuru öncesinde teste tabi tutulması gibi uygulamaları Avrupa Birliği’nin üye ülkelerden bağımsız düzenleyici otoriteleri oluşturmaları ya da kamu değer testi uygulamalarını gerçekleştirmeleri talebi ve düzenlemelerinde örnek teşkil etmiştir (Moe, 2010: 211).
22
Örneğin, İngiliz Yayıncıları Birliği, BBC’nin internetin kamu hizmeti yayıncılığının
üçüncü kolu olduğu açıklamasını sorgulamış ve bu yönde lobi faaliyetleri gerçekleştirmiştir (Michalis, 2009). Benzer şekilde, BBC’nin dijital müfredat programı
yoğun lobi faaliyetlerinin ardından kapanmıştır (Michalis, 2012: 36).
23
Almanya tematik kanal girişiminde ya da diğer yeni medya hizmetlerinde
İngiltere’ye kıyasla hükümetin sınırlı desteğini alarak gerçekleştirebilmiş olmasının yanı sıra, ticari sermayenin de itirazlarıyla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Kinderkanal girişimi, ticari medyanın haksız rekabete neden olduğu iddiası ile 1999’da Avrupa Adalet divanında görüşülmüş, dava kamu hizmeti gereksinimini karşılaması ve kamu görevlerine uygun olması nedeniyle Avrupa Topluluğu anlaşmasının 86/2 maddesi uyarınca uygun bulunmuştur (Donders ve Raats,
2012: 300-301)
24
TF1’in 1999’da Fransız kamu hizmeti yayıncılarına açtığı dava, 2003 yılında TF1’in
France 2 ve France 3’ün açtığı dava, yine 2005 yılında TF1’in bu kanalların bütçesine yönelik açtığı dava örnek olarak gösterilebilir (Donders ve Pauwels, 2008:
300-301).
25
Bu bilgi yeni medya döneminin analiz edildiği hemen her araştırmada ortak bir
kabul olarak sunulmaktadır. Yine de ayrıntılı bir analiz için Michalis ve Hills
(2000)0; Murdock ve Golding (2001); Moe (2008); Humphreys (2008) gibi kaynaklar
incelenebilir.
188 • iletiim : arat›rmalar›
189
Etkinlik Değerlendirmesi
Gülsüm Depeli
İnançta ve Toplumsal Yaşamda Alevilikte Kadın:
Eşitlik sorgusundan kimlik tartışmalarına
11–12 Aralık 2014
Ankara Üniversitesi ATAUM Konferans Salonu
Cebeci
Alevilik son yıllarda politik bağlamda sık konu edilmeye başlandı.
Bunun bir sebebi Alevilerin yaşadığı, hesabı verilmemiş katliam belleğinin hep taze kalması elbette. Diğer bir neden ise mevcut iktidarın
Aleviler üzerinde sürdürdüğü sistemli tanımlama ve Sünnileştirme
yönünde dönüştürme politikalarının yarattığı tartışmalar.
Güncel tartışmalarla birlikte Alevilik üniversite bünyesinde de
konuya dönüştü; akademisyenler ve demokratik kitle örgütlerinden
aktivistler bu defa Alevilik üzerine bir konferansta bir araya geldiler.
11–12 Aralık 2014 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi ATAUM
Salonunda gerçekleşen “İnançta ve Toplumsal Yaşamda Alevilikte
Kadın” başlıklı konferans bir ilk olma özelliği taşıyordu. Çünkü bu
akademik buluşma, konunun politik düzlemde sık gündeme getirilen
ama yine de pek görünür olmayan önemli bir parçasını odağına alıyor,
Alevilik ve toplumsal cinsiyet eşitliği meselesini tartışmaya açıyordu.
Konferans, Alevi kadınların Sünni İslamın kadınlık deneyimi ile
karşılaştırıldığında daha özgür olduğuna dönük yaygın ön kabulü
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 189-195
190 • iletiim : arat›rmalar›
etraflıca tartışma ihtiyacından hareket etti. Gerçekten de öyle miydi?
Konuşmacılar iki gün süren etkinlik boyunca, bu söylemin tarihselliğini ve anlamını, tarafsız ve eleştirel bir bakışla serimlemeye çalıştı.
Aktarılan bilgi ve deneyimler, değerlendirmenin söz konusu önkabulü
doğrulamak veya yanlışlamak gibi iki kutupta asılı kalamayacağını
gösterdi.
Peki, Aleviler ile ilgili neredeyse mottolaşmış bu ön kabul nasıl
doğmuştu? Politik olarak ne söylemekteydi, ne vaat etmekteydi ve/ya
neyi örtmekteydi?
Alevi toplumunun toplumsal cinsiyet bağlamında daha eşitlikçi
olduğuna dönük söylem esasen göç sonrası, kentte bir “fark kategorisi”
olmayı deneyimleyen Aleviler tarafından üretildi. Bu söylem, bir
yanıyla İslami ideolojiye karşı bir politik kendilik konumlaması ve
tanımlaması yapma çabasından kaynaklanıyordu. Nitekim Konferans
Organizasyon Komitesi Başkanı Bedriye Poyraz’ın da ifade ettiği gibi,
konferansın da konusuna dönüşen “eşitlik” sorusu aslında göçü yaşamamış birkaç kuşak öncesinin kadınlarının, annelerimizin sorusu
değildi. Ayfer Karakaya-Stump ise söylemin dinamiklerini analiz ederken, konuyu tarihsel bir durak noktasını özellikle işaretleyerek düşünmemiz gerektiğini vurguladı: "Kadın-erkek eşitliği esasen Feminist
devrimle ortaya çıkmış modern bir vurgudur, dolayısıyla, Alevilik
inancı üzerinden tartışmaya koyulduğumuz toplumsal cinsiyet eşitliği
meselesini değerlendirirken bunu aklımızda tutmalıyız" dedi.
Karakaya-Stump’a göre gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta
ise şuydu: "Şüphesiz Aleviler bağımsız bir ada değildi. Onlar da
Anadolu coğrafyasında ve hatta daha geniş bir coğrafi ölçekle Akdeniz
havzasında belirleyici olan ataerkil sistem içinde biçimlenmişti. Aslında
kadının Alevi toplumundaki konumuna dönük, politik bir özsavunma
ve kendilik kurgusu içinde üretilmiş olan bu söylem, aynı anda hem
doğrulanabilir ve hem de yanlışlanabilirdi. Şu halde, konu basit bir
hipotez ölçme mantığı ile değerlendirilecek bir şey değildi. Soru derinleştirilmeliydi."
Depeli • Etkinlik Değerlendirmesi • 191
Alevilerin tam da kadın-erkek eşitliği bağlamında İslam çemberinin dışına itildiğini vurgulayan Karakaya-Stump, Alevi toplumu ile
ilgili ötekileştirici saldırıların “Ana bacı tanımaz”, “mum söndü
yapar”, “gusül abdesti almaz” gibi ifadelerle, özellikle cinsellik üzerinden kurulduğuna ve kadını hedef aldığına dikkat çekti. Çünkü cinsellik, bununla koşut olarak törensel etkinliklerde kadının ve erkeğin
mesafesi, bütün inanç sistemleri ve törensel pratikler için baş edilmesi
gereken temel meseleydi. Alevilik ise cinsellik gerilimini “aseksüelleştirme” ile çözüyor, böylece tanrı huzurunda cinselliğinden arınıp safi
“can”a dönüşen kadın ve erkek, ibadette dahi yan yana durabiliyordu.
Diğer bir deyişle Alevilik, inanç düzeyinde ve törene katılım düzeyinde kadını ve erkeği eşitlenmiş kılıyordu.
İbrahim Bahadır, bildirisinde Aleviliğin inanç metinlerinden hareketle, Fatma Bacı, Kadıncık Ana, Hüsniye Bacı, gibi kadınların etkin
rolünü hatırlattı, Alevilikte inanç düzleminde kadın ve erkeğin eşit
olduğunu vurguladı. Aleviliğin teolojisine/kozmolojisine dönük tartışmalarda bu değerlendirme Ali Yaman ve Caner Işık tarafından da paylaşıldı. Öte yandan, dini/teolojik metinlerle toplumsal pratikler arasında bir koşutluk aramak elbette pek gerçekçi olmayacaktı. Diğer bir
deyişle, inanç düzleminde görülen eşitliğin toplumsal yaşamda görülmemesi mümkündü. Bunu örneklemek ise kadın akademisyenlere
düştü. Nimet Okan ve Gülfer Akkaya bildirilerinde toplumsal ve politik yaşamda, kadın ile erkek arasındaki eşitsizlik üzerinde durdular.
İlkay Kara ise bildirisinde, 1960’ların ikinci yarısından itibaren sola
eşlik eden ozanlar dönemini hatırlattı, dönemin önemli kadın ozanlarından Şah Turna’yı konu aldı. Politik mücadeleden dolayı 80’li yıllarda vatandaşlıktan atılan Şah Turna, hem kadın olarak ve hem de Alevi
olarak dikkatlerden kaçmış önemli bir kişiydi. Şah Turna örneği üzerinden Alevi toplumunda kadın ozan olmanın olanağını sorgulayan
Kara’nın bildirisi, özellikle sol-sosyalist mücadele ile Alevi toplumun
arasındaki irtibatı göstermek açısından da önemli oldu. Buna ek olarak
Fatmagül Berktay, 1970’lerde hapishanelerdeki sosyalist mahkumların,
Pir Sultan Abdal’ın “Açılın kapılar şaha gidelim” türküsünü söyleyerek direndiklerini hatırlattı.
192 • iletiim : arat›rmalar›
Eser Köker ise bildirisine konuya yaklaşmak açısından verimli ve
önemli bir optik değişim yaparak başladı; konferans başlığında merkeze kurulan Aleviliği, bildirisinde yavaşça kenara itti ve Alevilikteki
şifacı kadınlık deneyimini odağa aldı. Fatma Ana’nın şifa veren eli ile
bugün hala yaşayan bir Ana olan Zöhre Ana’nın şifa dağıtıcılığı arasında tarihsel bir köprü kuran Köker, yeşil bir kumaş parçasının tılsımını
anlattı. Görünen odur ki, Alevilik inancının pagan unsurlarını yineleyen, uygulayan, aktaran, sürdüren ve taşıyanlar kadınlardı. Alevi
kadınlar özgüllüğünde aktardığı bu örnek ile birlikte Köker bizlere,
tarih boyunca kadınlar toplumsal yaşamdan dışlanırken, aslında dışlananın ne denli büyük ve güçlü bir dişil potansiyel olduğunu gösterdi.
Akademik tartışma ve paylaşımı sadece Alevilik ve kadın bağlamıyla sınırlamayan bildirilerle birlikte konferansın konular yelpazesi
de genişledi. Aleviliğin teolojisi ve kozmolojisi, dinlerde inanç ve cinsellik ilişkisi, Alevilikte toplumsal cinsiyet eşitliği, Alevi ibadet ve
törenlerinde kadınların katılımı gibi konular yanında, başka toplumsal
konu başlıkları da ele alındı. Alevi kadınların gündelik yaşam pratikleri, Alevilik inancı ile bağları, politik yaşama katılımları, özgürlük ve
aktivizm deneyimleri ve Alevi kimliği ile ilişkilenmelerine dönük anlatılar, bunların yanında, katliamlar ve Dersim Katliamı ve Alevi medyası ve benzeri konularla birlikte konferansın hem çerçevesi hem de
perspektifi genişlemiş oldu.
Halise Karaaslan Şanlı Alevi medyasını inceledi ve Aleviliğin bellek ve tören iletişiminin boyutlarını, yeni bir akademik soru ve çalışma
alanı olarak önerdi. Fazilet Ahu Özmen CHP’li kadınlar örneğinde
Alevi kadınların siyasal kimliğini alan verileriyle tartışmaya açtı.
Kelime Ata ise bildirisinde Alevi örgütlerinde kadın sayısının oldukça
az olduğuna dikkat çekti ve bunun sebeplerini sorguladı. Aylin Demir,
Alevi kadınlar ile ilgili “geleneksel” bağlamda öne çıkarılan eşitlik ve
özgürlük söyleminin aslında Alevi kadınlığın sınırlarını çizdiğini ifade
etti. Bu bir tür denetim ve baskı pratiğini de akla getiriyordu. Demir’e
göre Alevi kadınların deneyimleri, dahası bu deneyimin kimlik siyaseti ile bağlantısı yeni ve verimli bir muğlaklık alanı olarak önümüzde
duruyor, daha derinlikli çalışmayı hak ediyor. Bu “muğlaklık” vurgusu
aslında Alevilik ile ilgili tartışmaların geneline yayılmış durumda; ken-
Depeli • Etkinlik Değerlendirmesi • 193
disini kimi zaman gerilim alanları, kimi zaman ise paradoksal olarak
ortaya çıkan “hem…hem” cümleleri ile gösteriyor. Nitekim daha önce
de belirtildiği gibi, Alevi toplumunda kadınların daha eşit olduğu ön
kabulü bağlamında Alevi kadınların deneyimi iki bilgiyi birden üretiyor: Alevi toplumunda kadınlar hem daha eşittir, hem de değildir.
Karakaya-Stump’a göre bu muğlaklıklar konuya ilişkin çalışmaların
kestirme sonuçlarla yetinmekten imtina edilerek derinleştirilmesi
gerektiğinin en açık göstergesi olarak görülmeli.
Alevilik sadece hesabı verilmemiş değil, daha da acısı, hesabı dahi
tutulmamış olan katliamlar belleği ile biçimlenmiştir. Bu nedenle, konferans kimliğe eklenen bu travmatik bileşeni elbette unutmadı, özellikle Dersim Tertelesi ile ilgili bildiriler programda yer buldu. Sema Aslan
ve Aksu Bora yasın tutulamamasının ve uzamasının, bellek, hatırlayış
ve unutuş adına ne anlama geldiğini Dersim Katliamı üzerinden anlattılar. Kadınlar sadece Aleviliğin inanç ve öğretisini, inançtaki pagan
bileşenlerini aktarmıyordu. Yası aktaran ve travmayı dindiren de
kadınlardı. Bu doğrultuda Aslan bildirisinde oğluna yas tutmayı öğretme kararından ve iyileşebilmek için bunun öneminden söz etti. Özlem
Şahin Güngör ise Konferans’a Dersim Katliamı sırasında ve sonrasında
Batı Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürgün edilen kadınların sürgünlük
anlatılarını taşıdı. Yusuf Aslan Dersim katliamında kadınlara yönelen
şiddete dikkat çekti; savaşta, kırım ve katliamlarda kadın bedeninin
ayrıca ve özellikle hedefe dönüştüğünü vurguladı. Kadınların Tertele’de
hedefe dönüşme halini Bedriye Poyraz, Dersim ile ilgili rapor, tutanak
ve gazete yazılarındaki içeriklerin peşine düşerek detaylandırdı.
“Tunceli isyanı niçin ve nasıl çıktı?” sorusu ile ilgili bu belgeler, aklı
zorlayan ve savaşların eril bileşenini kristalize eden nedenler öne sürüyordu. Devlette şiddetini kurumlaştırmış eril, militarist bakış katliamı
fantezi ve semtompatik bir gözle okuyor, tutanaklarda adeta Tertele’nin
asıl nedeni “şeytan”, “güzel”, “iffetsiz” Kızılbaş kadını, demeye getiriyordu.
İnanç düzleminde kadın erkek eşitliğini içeren Alevilik’in, toplumsal yaşamda bu eşitliği hangi durumlarda yürüttüğünü ve hangi
durumlarda kulak ardı ettiğini ise Süha Ünsal aktardı. Ünsal, Zeynep
Ceren Eren ile birlikte Tahtacı Alevileri üzerinden yürüttükleri araştır-
194 • iletiim : arat›rmalar›
madan hareketle, konuşmasında kimlik ve sınıfın irtibatını, görünümünü sunan betimsel bilgiler sundu, eşitlik söyleminin kırılganlığına
dikkat çekti. 13 yaşında olup 10 kiloluk testereyi “ekmek bıçağı gibi
kullanan” genç bir Tahtacı kadın örneğinde, kadınların emekte önde,
ev içi emekte ise en önde olduğunu söyledi. Ne var ki aynı kadınlar
eğitim önceliği konusunda tartışmasızca en arkaya itilmekteydiler.
Tarih boyunca daima protest/muhalif olmuş Alevi toplumu, gerek
inanç ve kültürel yaşam pratikleri, gerek etnik köken, gerekse yerel
dinamikler bağlamında kendi içinde de farklılaşıyor. Bu heterojeniteyle
birlikte, Alevilik ile kimlik siyasetinin nasıl irtibatlandığına dönük
sorular daha katmanlı bir hal alıyor. Ali Murat Irat’a göre özellikle kimlik siyasetinin hegemonik bir niteliğe büründüğü ve Sünnileşmenin
ideolojik bir yörüngeye dönüşmeye başladığı günümüzde, Aleviler
kendilerini tanımlarken ürettikleri içerikler konusunda her zamankinden daha dikkatli olmak durumundalar. Kentlerdeki bazı cem törenlerinde artık kadınlarla erkeklerin ayrı oturduğunu, hatta ayrı giriş
kapılarını kullandıklarını dikkate alırsak, Alevilerin göstermesi gereken dikkatin kadınlar konusundaki söylemleri konusunda da çok
önemli olduğu ortadadır. Yeri gelmişken, kimlik siyasetinin sınırlarına
ve hükümetin kimlik stratejilerinin örtük motivasyonlarına da dikkat
çeken konferans için şu özellikle söylenmeli: Konferans Alevilik ve
kimlik siyaseti ilişkisini bir sabit ve/ya bir olumlama olarak kurmadı,
tam tersine sorgulanarak aşılacak bir eşik olarak araştırmaya yöneldi.
Bu doğrultuda Fatmagül Berktay, kimlik siyasetinin sınırlarını ve güncel problemlerini, sadece Alevilik bağlamında değil, genel anlamda da
dile getirdi. Berktay konuşmasında, özellikle kimlik ve fark siyasetinin
politik açıdan parçalayıcı dili ile birlikte aşınan ve hatta neredeyse itibarsızlaşan bir kavramı da hatırlattı: “İnanç özgürlüğü” söylemine
sıkışmak yerine “laikliğin” anlamının hatırlanması gerektiğini vurguladı. Ona göre Alevilerin açık bir eğilim gösterdiği laiklik, “inanç/kimlik
özgürlüğü” söyleminden daha fazla olarak insanlara “verili aidiyetlerinden/kimliklerinden de bağımsızlaşabilme/özgürleşebilme olanağı”
da sunabilecek kapasitede. Berktay, mevcut Türkiye konjongtüründe
toplumsal muhafazakarlaşmanın duraklatılmasında Alevilerin bugün
hala gayet etkin ve pek göze görünmese de güçlü bir direniş göster-
Depeli • Etkinlik Değerlendirmesi • 195
mekte olduğunu ifade etti, bunun hafife alınmaması gerektiğini söyledi. Buna ek olarak, Alevilikte inanç düzeyinde kadın erkek eşitliğinin
var olması bir potansiyel olarak itinayla kaydedilmeli, dedi. Bunu,
gündelik yaşamın demokratizasyonu ve sekülerleşmesi bağlamında
heba edilmemesi gereken bir bilgi ve deneyim olarak kaydetti.
Sadece toplumsal cinsiyet eşitliğini değil, kimliğe ve sınıfa doğru
genişleyen zengin bir konular yelpazesini içeren Konferans’ın sonuç
değerlendirmesinde son sözler elbette tekrar kadınlara ayrıldı. İnancı,
teoloji ve din tartışmaları ile kapalı ve opak bir hale büründürme isteğinin genellikle erkeklerden geldiği rahat gözlenebilir bir olguydu;
nitekim bu Alevilik çalışmalarında da değişmiyordu. Bilinmelidir ki,
inancın kurallarını sormaya başlamak, onları kurmayı da beraberinde
getirir. Bu doğrultuda Alevilik çalışan erkekler genellikle inanç boyutuna dikkat yöneltip, üstten bir din dili kurmaya heves eder görünmekteler. Kadınlar ise bu tehlikeli suların iktidar tuzaklarını fark ederler;
kendi deneyimleri ile inancın söyledikleri arasındaki gerilimi dikkatli
tanımlarlar, gerilim aşmanın değil özgürleşme sahasını genişletmenin
peşine düşerler.
Alevilik inancının pagan bileşenlerinin taşıyıcısı Alevi kadınlar,
dinselleşmeye ve Sünni ehlileştirmesine karşı tarih boyunca asıl direnenler olmuştur. Onların mücadelesi Alevi toplumu içinde dahi görünmez kılınmış olsa da tarih bu gerçeği değiştiremez. Aleviliğin
Türkiye’de kadının özgürleşmesine dönük ufuk açıcı deneyimleri ve
anlatıları vardır. Ali Murat Irat “Aleviler kendilerini tanımlarken ürettikleri içeriklerin neye yol açtığı konusunda pek de dikkat etmiyorlar,
ki dikkat etmeliler” derken bu dikkatin şüphesiz kadınlarla ilgili aktarılan “eşitlik söylemi” konusunda da gösterilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu şöyle yorumlanmalı: Gencinden yaşlısına, örgütlüsünden örgütsüzüne, kentte yaşayandan kırda yaşayanına, fabrikadan üniversiteye,
bütün Alevi kadınların hikayeleri anlatılmalı; direnişleri birikmeli.
Alevi kadınlarla ilgili cümleleri erkekler kurmamalı; illa cümle kuracaklarsa da, önce kadınlara kulak vermeli, kadınlardan öğrenerek yol
almalılar.
196 • iletiim : arat›rmalar›
197
Etkinlik Değerlendirmesi
Can Irmak Özinanır
Ersin Tek
Marksizm 2014
İstanbul’da 16-20 Nisan tarihleri arasında Devrimci Sosyalist İşçi
Partisi’nin ev sahipliğinde düzenlenen Marksizm toplantıları 1992’den
bu yana her yıl yapılıyor. Toplantı dizisinin bu yılki ana başlığı
“Antikapitalist, Özgürlükçü, Kitlesel Bir Sol İçin Devrimci Fikirler”
olarak belirlenmişti. Festivalin çağrı metninde Gezi Parkı direnişinden, Yunanistan’daki grev hareketlerine, Suriye’de El Kaide ve Beşşar
Esad’a direnenlerden, Hamburg’da Rote Flora bölgesini savunanlara
kadar sıradan insanların siyaset yapma kanallarının altı çiziliyor, küresel mücadelenin derslerini hep birlikte tartışmaya çağrı yapılıyordu.
Etkinlikte Türkiye’deki Gezi Direnişi, yolsuzluk, kentsel dönüşüm, Kürt sorunu, Ermeni soykırımıyla yüzleşme, 1964 Rum Sürgünü
gibi başlıklar kitlesel özgürlükçü bir solun nasıl inşa edileceği sorusuyla beraber ele alınırken, dünyanın pek çok yerindeki direnişler ve
Arap Baharı olarak adlandırılan ayaklanma süreçleri, neoliberalizm ve
iklim değişikliği gibi küresel sorunlar üzerine de canlı tartışmalar
yaşandı. Güncel sorunların yanı sıra, Marksist teoriye ilişkin de toplantılar yapıldı.
Marksizm 2014 akademik bir etkinlik değildi. Etkinlikte farklı
kampanyalarda çalışan, ortak veya farklı gösterilerin örgütlenmesinde
çalışan aktivistlerin yanı sıra, akademisyenler ve yazarların da konuşiletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 197-205
198 • iletiim : arat›rmalar›
tuğu etkinlik her yönden doyurucu oldu. Etkinliğin en çok ilgi çeken
konuşmacıları arasında ise Britanyalı iki Marksist akademisyen olan
Terry Eagleton ve Alex Callinicos bulunuyordu. Burada temel olarak
bu iki yazarın konuşmalarına odaklanılacak, diğer toplantılar hakkında ise kısa aktarımlar yapılacaktır.
Kültür Savaşları ve Din
Terry Eagleton aslen bir edebiyat teorisyeni ve eleştirmeni, edebiyat üzerine eserlerinin yanı sıra, ideoloji ve Marksizm üzerine yazdığı
kitaplar da hem Türkiye’de hem de dünyada çok okunanlar arasında.
Lancaster University’de, National University of Ireland’da ve The
University of Notre Damme’da kültürel teori ve İngiliz edebiyatı üzerine dersler veriyor. Eagleton aynı zamanda din üzerine Cristopher
Hitchens ve Richard Dawkins gibi isimlerle yaptığı polemiklerle de
tanınıyor.
Terry Eagleton’un kitaplarındaki eğlenceli üslubu konuşmasına
da hâkim. Marksizm 2014’te yaptığı konuşmanın tüm ağırlığına rağmen sık sık dinleyicileri güldürdü. Eagleton’un sunmak için çağırıldığı başlık “Karl Marx’ın Devrim ve Özgürlük Perspektifi” idi. Ancak
Eagleton, Marx hakkında konuşmaktansa kapitalizm ve fundamentalizm hakkında konuşmayı tercih ettiğini söyleyerek, Culture and The
Death of God (Kültür ve Tanrının Ölümü) isimli yeni kitabının ana
teması üzerine bir konuşma yaptı.
Kitabının en temel argümanlarından birinin ateizmin toplumsal
olarak başarılmasının zorluğu olduğunu belirten Eagleton, bütün bir
medeniyetin ateist olmasının olağandışı bir şey olacağını söyledi.
Batı’da siyasi düzenin ahlaka, ahlakın ise dine dayandığı düşünüldüğünün altını çizen Eagleton, Batı’da 19. yüzyılın ortasından itibaren
Tanrı’nın ölmeye başlamasıyla Batı’daki egemenler için bir krizin ortaya çıktığını ve Tanrı yerine aynı işlevi görecek başka bir şeyin arayışına
girdiklerini öne sürdü. Eagleton, Batı modernizminin tarihinin Tanrı’nın
yerine geçirmeye çalışıp da becerilemeyen alternatiflerin tarihi olarak
bile okunabileceğini vurguladı. Eagleton’un konuşmasında en dikkat
Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 199
çeken noktalardan biri dinin insanlığın bugüne kadar şahit olduğu en
kapsamlı ve başarılı simgesel sistem olduğunu söylemesiydi. Eagleton,
dini en uzun süreli ve en başarılı popüler kültür biçimi olarak tanımladı ve bu başarının evrensel, insanların duygulanımlarıyla ve hisleriyle
ilgili, dayanıklı bir sistem ve en önemlisi kendini milyarlarca sıradan
insanı gündelik davranışlarını da içerecek biçimde birbirine bağlayabiliyor olmasından kaynaklandığını söyledi. Eagleton’a göre hiçbir seküler sistem henüz bunu başarabilmiş değildi.
Batıdaki orta sınıf toplumlarının dini ortadan kaldırma çabasının
postmodern kültür ile ilk defa başarıya ulaştığını hatta postmodernizmin gerçek anlamda ilk ateist medeniyet olduğunu savunan Eagleton,
bunu postmodernizmin metafizik olan hiçbir şeye nostalji duymaması, mutlak temeller ve garantilere ihtiyaç duymaması, tarih-sonrası,
metafizik-sonrası ve teoloji-sonrası olması ile açıkladı. Eagleton’a göre
tam büyük anlatıların terk edildiği, Batı’nın kendini ideolojik olarak
meşrulaştıracak araçlardan yoksun kaldığı bir anda 11 Eylül’de İkiz
Kuleler’e çarpan uçaklarla yeni bir büyük anlatı başladı ve Batı, mutlakçı, metafizik, teolojik bir düşmanla karşı karşıya kaldı. Eagleton,
bunun sonucu olarak dünyada “çok az inananlar” ve “çok inananlar”
arasında bir çatışma ortaya çıktığını, arada ise “normal insanların”
kaldığını söyleyerek, çatışan iki kampın sürekli olarak birbirini güçlendirdiğini belirtti. Eagleton’a göre, Batı tam Tanrı’dan kurtulduğunu
düşünürken, Tanrı bir intikam duygusuyla yeniden gündeme oturdu.
Ancak bu Tanrı öncekinden farklı olarak beyaz ve sömürgeci medeniyetin tanrısı değil, öfkeli ve koyu derili bir Tanrı’ydı. Eagleton,
“Tanrının ölümü” konusundaki tartışmanın bu durumdan kaynaklandığını düşündüğünü söyledi. Eagleton’ın tartışmaya ilişkin tezlerinden biri de, 1980’lerde terk edilen Aydınlanma düşüncesinin 2000’lerde
Richard Dawkins ve Cristopher Hitchens gibi isimlerle beraber daha
agresif olarak yeniden ve daha farklı bir biçimde ortaya çıktığıydı.
Eagleton ayrıca postmodernizm ile fundamentalizm arasında bir benzerlik olduğuna da işaret ederek, ikisinin de çok farklı biçimlerde olsa
da kültüralizmin biçimleri olduklarını ve her ikisinin de kültürün
gündelik yaşamdaki rolünü abarttıklarını söyledi. Yaşadığımız dönemde iki büyük değişikliğe şahitlik ettiğimizi savunan Eagleton, bunlar-
200 • iletiim : arat›rmalar›
dan birinin üniversitenin bir eleştiri merkezi olmaktan çıkması, diğerinin ise kültürün artık uzlaşmanın değil, çatışmanın bir parçası hâline
gelmesi olduğunu belirtti.
21. Yüzyılda Sol Hareketler
ve Antikapitalist Alternatif
King’s College London’da Avrupa Çalışmaları alanında ders vermeye devam eden, Socialist Workers Party (SWP) merkez komite üyesi ve
International Socialism dergisi editörü Alex Callinicos, etkinlikteki ilk
toplantısında antikapitalist solun önündeki fırsatları ve olasılıkları
değerlendirdi. 2007'de patlak veren küresel ekonomik krizin hala devam
ettiğine ve bu ekonomik krize siyasi bir krizin de eşlik ettiğine işaret
eden Callinicos, dünyada genel bir eğilim olarak ana akım sistem partilerinin desteğinin düştüğünü ifade etti. Callinicos, bu durumun temel
nedeninin; siyasi, ekonomik ve medya seçkinlerinin hem fikir olduğu
neo-liberal politikalar ile neo-liberalizmin etkilerini derinden yaşayan
kitleler arasındaki mesafenin artmasından kaynaklandığını belirtti.
Bu durumun bir sonucu olarak, çoğu batı ülkesinde seçimlere katılımın düştüğünü ve kimi zaman Yunanistan’da olduğu gibi siyasi arenada önemli değişiklikler olduğunu ifade ederek, Yunan kapitalizminin
iki ana partisinden biri olan sosyal demokrat PASOK’un kemer sıkma
politikalarına verdiği desteğin sonucunda oyların düşüşüne ve yerini
antikapitalist solda yer alan SYRIZA’ya bırakmasına vurgu yaptı.
Callinicos’a göre antikapitalist solun Yunanistan’daki başarısı yalnız değil, örneğin Almanya’da Die Linke artık yerleşik bir parti ve
yaklaşık 50 milletvekili var. Ne var ki, bu siyasi krizden tek faydalanan
antikapitalist sol da değil, Macaristan seçimleri ve yaklaşan Avrupa
Parlamentsu seçimlerinde aşırı sağ da yükselişte.
Bu durumda, solun kimi zaman sahte bir teselli içinde olduğunu
düşünen Callinicos, solun kimi kesimlerinin “Kapitalizme karşı çok
büyük ve kitlesel hareketlerimiz varken, siyasi partilere kimin ihtiyacı
var ki?” sorusunu sorduğunu ve bu sorunun yanıtının Mısır’da gelişen hareketin son bir kaç yılına bakarak öğrenebileceğini ifade etti.
Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 201
Mısır’da devrimin önde gelen aktivistlerinin büyük bir kısmının
seçimlerin dışında kalmayı tercih ettiğini ve bunun sonucunda
Müslüman Kardeşler hareketinin devrimin yarattığı dalga üzerinden
iktidara geldikten sonra devrime ihanet ettiğini ifade eden Callinicos,
sol denen kimi partilerin ise Müslüman kardeşleri deviren darbeyi
savunarak aslında benzer bir tutum sergilediğini belirti. Türkiye’de de
Gezi ve seçim ilişkisini bu sürece örnek veren Callinicos, kapitalizmin
devrilmesinin bir devrimle gerçekleşeceğine inandığını ancak bunun
parlamenter süreçlere müdahale edilmemesi gerektiği anlamına gelmediğini ifade etti. Callinos’a göre, antikapitalist solun siyasi sesinin
eksiksikliğinin temel nedeni, ekonomik düzeydeki sınıf mücadelesi
siyasi krizin gerektirdiği düzeye ulaşamamış olması. Diğer bir deyişle
işçi hareketi “saldırı” değil, “direniş” düzeyinde kaldığı için soldaki
çeşitli görüşlerin pratikte sınanması ve eyleme geçirilmesi de zorluklarla karşılaşıyor. Bu noktada Callinicos, “hareket yeterlidir” diyenleri
eleştirirken, kendi yaklaşımının da pratikte uygulanmış ve başarılı
olmuş bir yaklaşım olmadığını vurgulayarak, sınıf mücadelesinin
düzeyinin yükselişiyle kolektif çözümlerden bahsedilebileceğini ve
örnek olarak Yunanistan’da SYRIZA’nın böyle bir atmosferde bir siyasi alternatif olabildiğine işaret etti. SYRIZA’nın ortaya çıkışının sınıf
mücadelesinin yükselişiyle gerçekleştiğini ancak SYRIZA’nın da gittikçe merkeze yaklaştığını ifade eden Callinicos, antikapitalist solun
önünde ikili bir görev olduğunu; ilkinin Leninist temelde devrimci
partiler inşa etmeye devam etmek, ikincisinin ise farklı gelenekten
gelen çeşitli insanların parçası olacağı daha geniş çerçevede ama ilkeli
bir birliktelik geliştirmek olduğunu belirtti. Bu iki görevin de antikapitalist solun tarihsel sorumluluğu olduğunu ifade eden Callinicos;
sözlerini, kitlelerin ihtiyacı olan ve anaakım partiler dışında bir seçenek olabilecek bir alternatifin yaratılmasının antikapitalist sol için en
önemli çaba olduğunu ifade ederek bitirdi.
“1914-2014 Savaş, Kriz ve Devrimler Yüzyılı”
Alex Callinicos, “1914-2014: Savaş, Kriz ve Devrimler Yüzyılı”
başlıklı konuşmasına Aralık ayında hayatını kaybeden DSİP Kurucu
Genel Başkanı Doğan Tarkan’ı anarak başladı. 2014 yılı ile 1914 yılı
202 • iletiim : arat›rmalar›
arasındaki benzerlikleri vurgulamak istediğini söyleyen Callinicos,
egemen sınıflar ve onların teorisyenleri için küreselleşmenin ne kadar
yeni ve önemli olduğunu söylemenin bir moda hâline geldiğini,
bunun ise onların ne kadar öngörüsüz olduklarını gösterdiğini belirtti.
Rosa Luxemburg’un I. Dünya Savaşı’nın başlamasından önce
kapitalizmin kaçınılmaz olarak uluslararası bir sistem olduğunu ve
başlıca kapitalist ülkelerin nasıl bir dünya sistemi çerçevesinden birbirlerine bağlı olduğunu yazdığını hatırlatan Calllinicos, bu dönemde
temel olarak İngiltere’de ortaya çıkan endüstriyel kapitalizmin dünya
sistemi ile entegre olmaya başladığını vurguladı. Callinicos, 1914’te bu
entegre kapitalizmin içindeki büyük ülkelerin birbirleriyle savaşmaya
başladığını söyledi.
Callinicos, İngiltere’de I. Dünya Savaşı hakkındaki genel fikrin
savaşın milyonlarca insanı sebepsiz yere ölüme yollayan saçma bir şey
olduğu yönünde olduğunu vurgulayarak, bugün iktidarda olan Tory
Partisi’nin (Muhafazakar Parti) bu algıyı değiştirmeye çalıştığını, I.
Dünya Savaşı’nı Almanya saldırganlığına karşı demokrasi için bir
savaş olarak gösterdiğini anlattı. Bu dönemde İngiltere ve Fransa’nın
Almanya’ya göre çok daha savaşa meyilli olduklarının tarih araştırmaları tarafından ortaya konduğunu savunan Callinicos, bu araştırmaların ortaya koyduğu gerçeğin zaten o dönemde Marksist emperyalizm kuramını geliştiren Vladimir Lenin ve Nikolay Buharin tarafından söylenen şeyler olduğunu vurguladı. Bu isimlerin emperyalizmi
kapitalizmin belirli bir aşaması olarak gördüğünü, Lenin’in ünlü broşürünün isminin Emperyalizm: Kapitalizmin En Son Aşaması olduğunu
söyleyen Callinicos, bu broşürün isminin Lenin’in ölümünden sonra
Kapitalizmin En Yüksek Aşaması olarak değiştirildiğini vurguladı.
Callinicos’a göre bu düşünürler emperyalizmin, Marx’ın sermayenin
yoğunlaşması ve merkezileşmesi eğilimi dediği şeyin bir sonucu olarak tanımlamışlardır. Yani şirketler arasındaki rekabet, şirketlerin
giderek büyümesini ve birbirlerini yutmaya başlamalarını beraberinde
getirmiş, bunun sonucu olarak ise jeopolitik ve ekonomik rekabet birleşmişti. Callinicos’a göre bunun sonucu şirketler arasındaki rekabetin, ülkeler arasındaki siyasi rekabet ile birleşmesi olmuştu. Callinicos,
Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 203
şirketlerin birbirleriyle rekabetinde devletlerine, devletlerin ise rekabet için gelişkin bir sanayiye ve silah üretimine ihtiyaç duyduğunu
söyleyerek iki büyük dünya savaşını da bu durumun yarattığını
savundu.
20. yüzyılın başında geliştirilen Marksist emperyalizm teorisinin
bugün olanları anlamak için de elzem olduğunu belirten Callinicos,
1914 öncesi dünya ile bugünkü dünya arasında çarpıcı paralellikler
olduğunu söyledi. Callinicos’a göre geçtiğimiz birkaç on yılın küreselleşme süreci ve bu küreselleşme sürecinin özellikle Soğuk Savaş’ın
egemen sınıflar arasında yarattığı coşku hissi bu paralellikler arasındaydı. Avrupa Birliği’nin büyük bir ekonomik güç olduğunu ama
silahlanmaya ihtiyaç duymadığını iddia ettiğini söyleyen Callinicos,
bu fantazinin Kırım’da yaşananlar ile sona erdiğini belirtti. Callinicos,
küreselleşme sürecinin ABD hegemonyasının jeopolitik ve askeri çerçevesi içinde gerçekleştiğini ifade ederek, günümüzde artık ABD
hegemonyasının sorgulandığını söyledi. Callinicos’a göre küreselleşmenin özellikle Doğu Asya’da yayılması ABD’ye bu bölgede yeni
rakipler çıkmasına yol açmıştı ve Irak Savaşı ile bu çok daha görünür
hâle gelmişti. ABD’nin Irak’ta dünyadaki hegemonyasını yeniden güçlendirme amacının başarıya ulaşamadığını hatırlatan Callinicos, daha
sonrasında gelen ekonomik krizin de ABD’yi zayıflattığını, Çin’in ise
dünyanın ikinci büyük gücü olarak ortaya çıktığını söyledi. Çin’in
donanma inşa etmesinin ve genişlemesinin, bir yanıyla I. Dünya
Savaşı öncesi ABD ve Almanya’nın İngiltere’ye yaptıklarına çok benzediğini söyleyen Callinicos, dünyanın en büyük üç ekonomisi olan
ABD, Çin ve Japonya arasında gerginlikler olduğunu belirtti. Bunun
karşısında AB ve ABD’nin de NATO’yu doğuya doğru genişlemeye
çalıştığını, Rusya’nın ise buna karşı duracağını gösterdiğini ifade eden
Callinicos, 1914 ve 1939’da savaşa yol açan dinamiklerin şimdi de
geçerli olduğunu savundu. Callinicos, konuşmasını devrimci enternasyonalizmin bugün de yeni bir dünya savaşını engellemek açısından çok güncel olduğunu, işçilerin bu tarafların herhangi birinin
kazanmasından çıkarı olmadığını söyleyerek, sosyalistlerin görevinin
ABD, Rusya ve Çin’e yani tüm emperyalistlere karşı çıkmak olduğunu
vurgulayarak bitirdi.
204 • iletiim : arat›rmalar›
Öne Çıkan Toplantılar
Tolga Tüzün ve Mithat Sancar’ın sunum yaptığı “Irkçılık, Faşizm
ve Direniş” başlıklı toplantıda, daha çok Türkiye’deki yaygın milliyetçiliğin nedenleri ve ırkçılığın kültürel uzamı tartışıldı. Konuşmacılar,
Türkiye’de ortak algı olarak yaygın bir milliyetçiliğin varlığına vurgu
yaparken, yeni ırkçılık ve kültürel ırkçılık teorileri bağlamında ırkçılığın gelişimini değerlendirdiler.
“1. Dünya Savaşı’ndan Cumhuriyete: Kim Kazandı, Kim
Kaybetti?” başlıklı toplantıda ise konuşmacılar Arus Yumul, Kerem
Kabadayı ve Ferdan Ergut, 1. Dünya Savaşı hakkında Türkiye’de hâlâ
100 yıl önceki Alman propagandasının resmi tarih olarak kabul edildiğini ifade ettiler. Toplantının başlığındaki süreçte, çok büyük trajedi ve
mağduriyetler yaşandığını ve bunların topluma unutturulmaya çalışıldığını ifade eden konuşmacılar; Kurtuluş Savaşı olarak adlandırılanın aslında Anadolu’nun Türk ve İslamlaştırılması savaşı olduğunu,
bu süreçte gayrimüslimlerin, Ermenilerin, Süryanilerin toplu şiddete
uğradığının altını çizdiler.
Sinan Özbek ve Can Irmak Özinanır’ın konuşmacı olduğu
“Antonio Gramsci’nin Devrimci Geleneği” başlıklı toplantıda konuşmacılar, Gramsci’nin salt akademinin duvarları arasına sıkıştırılamayacak önemli bir politik eylemci de olduğuna vurgu yaptılar. Bu noktadan hareketle, konuşmacılar, Gramsci’nin devletin Marksist bir
analizini yapmakla yetinmediğini, devletin nasıl olup da geniş kitleleri kendi egemenliğine ikna edebildiğini de incelediğini ve hegemonya
kavramı etrafında güç ilişkilerinin bir analizini yaptığına vurgu yaptılar. Gramsci’nin bu yapıyı altüst edebilecek pek çok düzeyde mücadeleyi savunduğuna işaret eden konuşmacılar, Gramsci’nin işaret ettiği
hegemonya mücadelesini Gezi direnişi üzerinden de örneklediler.
Konuşmacılara göre, Gezi direnişinde sokaktaki kitleler sadece hükümetle değil aynı zamanda kendi içlerinde de fikri düzeyde bir mücadele içindeydi.
Katılımcıların beş gün boyunca pek çok farklı konuda tartışmasına olanak tanıyan etkinlik boyunca düzenlenen diğer toplantılar ve
Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 205
konuşmacılar ise şunlar oldu: Neoliberalizm Kıskacında Gezegen
(Nuran Yüce, Pelin Cengiz, Ömer Madra, Akgün İlhan), Kitlesel
Özgürlükçü Muhalefeti Nasıl İnşa Edebiliriz? ( Çağla Oflas, Zişan
Tokaç, Eli Haligua, Boysan Yakar, Cihan Erdal, Reşit Elçin, Seyhan
Alma, Dengtaf Özbadem ), Türcülük: Hayvan Hareketini Anlamak
(Berk Efe Altınal, Gülce Özen Gürkan), Polisiyede Mülkiyet ve Suç
İlişkisinin Evrimi (Ahmet Ümit), Çözüm Süreci Barışın Baharı mı?
(Seydi Fırat, Şenol Karakaş), İran Devrimi ve Siyasal (Alev Erkilet,
Yüksel Taşkın, Yıldız Önen), Yetti Artık! Devlet, Yolsuzluk, Çeteler
(Ümit İzmen, İştar Gözaydın, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ferhat Kentel)
Kadınların Kurtuluşu ve Cinsiyetçiliğe Karşı Mücadele (Yasemin
İnceoğlu, Meltem Oral), "64 Rum Sürgünü: “20 Kilo+20 Dolar”
(Rıdvan Akar, Salih Erturan), LGBTİ Mücadelesi ve Sosyalizm (Şevval
Kılıç, Canan Şahin), Ütopyalar ve Gelecek (Bülent Somay, Roni
Margulies, Mustafa Arslantunalı), 1989: Tiannanmen’den Berlin
Duvarı’na Stalinizmin Çöküşü (Kemal Başak, Ferda Keskin), İşgalin
40. Yılında Kıbrıs’ta Özgürlük Mücadelesi (Niyazi Kızılyürek, Murat
Kanatlı, Volkan Akyıldırım), Arap Baharı, Devrim ve Karşı devrim
(Ghayath Naisse, Yasin al Haj Saleh, Şenay Özden, Mete Çubukçu,
Ozan Tekin), Kentsel Dönüşümün Perde Arkası: Zorunlu Göçler
(Hacer Foggo, Korhan Gümüş), 100 Yıllık İnkarın Sonu: Ermeni
Soykırımı ile Yüzleşme (Ufuk Uras, Levent Şensever, Ohannes
Kılıçdağı, Eren Keskin, Ferhat Kentel, Özgür Sevgi Göral, Murat
Çelikkan, Garo Paylan)
206 • iletiim : arat›rmalar›
207
Kitap Eleştirisi
Duygu Çayırcıoğlu
Türk Sinemasında Tarih ve Bellek
Senem Duruel Erkılıç
Deki, Ankara 2012. 213 Sayfa
Sinemanın tarihle ve bellekle olan ilişkisine dair tartışmalar, özellikle belli bir dönemden sonra, artarak yapılmaktadır. Bu üç alan arasındaki çok yönlü bağı, Senem Duruel Erkılıç ise kitabında, Türk
sinemasının tarihle ve geçmişle kurduğu ilişkiyi hatırlama ve hatırlatmak ihtiyacıyla ele almıştır. Kitabın asıl çıkış noktası Türk sinemasının
tarihe bakışına odaklanan bir tez çalışmasıdır, fakat Erkılıç bu çalışmasını özellikle 2000 sonrasında Türk sinemasındaki bellekle ve tarihle
kurulan ilişkideki değişimden yola çıkarak geliştirmiş, daha kapsamlı
bir çalışma haline getirmiştir. Öte yandan yazar, kitabının bu alana
giriş niteliği taşıdığını, nefesinin yetemediği ve üzerinde durulamayan
konuların da var olduğunu vurgulamıştır. Disiplinlerarası bir alan
oluşu da bu vurgunun altını dolduran önemli bir sebeptir.
Erkılıç'ın kitabını, bir taraftan sinemanın aydınlatıcı, zihin açıcı
yönünü vurgulayan ancak bunu sınırlandırılmış bir çerçeveye oturtarak yapan bir çalışma şeklinde nitelendirmek de mümkündür. Kitap,
sinemanın daha da özelde Türk sinemasının tarih ve bellek çalışmalarına yaptığı hizmetin artıları ve eksileriyle bir değerlendirmesidir.
Kitaba ilk olarak bu alana dair genel bir girişle başlanır. Sinemada
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 207-212
208 • iletiim : arat›rmalar›
tarih ve bellek meselesine dair kuramsal bir çerçeve oluşturulur. Bu
kuramsal kısım Dünya Sineması üzerinden yapılır. Dünya sinemasından örneklere yer verilir. Farklı disiplinlerden kişilerin görüşleri bir
araya getirilir. Sinema kuramcıları ve akademisyenler ile tarihçilerin
bu konuya dair düşünceleriyle okuyucuya çok yönlü bir değerlendirme sunulur. Bu farklı disiplinlerden isimlerin kimi zaman ortak paydada buluştukları kimi zamanda karşıt fikirlerle birbirlerinden ayrılıyor oluşu bu çok yönlü bakışı pekiştirmektedir. Kuramsal zeminin
hazırlandığı ilk iki bölümün ardından üçüncü bölümde konu biraz
daha spesifikleştirilir ve Türk sineması özelinde bir değerlendirmeye
gidilir. Ülke sineması çerçevesinde pek çok film incelemesi -konu bağlamında kalınarak- yapılır. Dönemlere göre oluşturulmuş başlıklar
altında, tarih ve bellek meselesine dair bir perspektif ortaya koyulur.
Sinema ve tarih ilişkisinde üzerinde en çok tartışılan mesele, geçmişin kurgusunun gerçekliğidir. Erkılıç, sinemanın ilk yıllarından itibaren tarihle ve tarihsel yapımlarla ilişki içinde olmasına rağmen,
sinema ve tarih ilişkisinde önemli dönemeçlerden biri olarak tarihsel
kurama bakıştaki değişimin etkili olabileceğini belirtir. Tarihsel kurama yaklaşımdaki değişim, tarihsel filmlere dair bakışın ve yapılan
çalışmaların da derinleşerek çeşitlenmesini sağlamıştır. Yazar, "büyük
anlatı"nın sonunun gelmesi ile ele aldığı ilişki arasında bir paralellik
kurar. Şöyle ki, eskiden tarihsel anlatı içerisinde yer bulamayan pek
çok kişi, grup ve olaylar artık ele alınmaya başlanmıştır. Yerel kurum
kayıtları, biyografi gibi kaynaklardan yararlanılarak oluşturulan mikro
tarihin ön plana çıkmaya başladığı görülmüştür. Kitapta geçen bir
alıntıya göre, Peter Burke, geleneksel siyasal tarihin dışında, sosyal
tarihe doğru bir kayma olmasını, hızlı toplumsal değişimle birlikte
birçok insanın köklerini bulmak isteğiyle de ilişkilendirmiştir 1
(1994:18). Bu bağlamda tarihin sinemada inşasının tarihçiler tarafından tartışılmaya başlaması ve sinemanın da bir tarih yazımı olabileceği dile getirilir. Hatta tarih çalışmalarında tarihsel filmler birer belge
olarak bile görülebilir. Diğer taraftan ele alınan bu düşüncelerin yanında, bu konuya temkinli yaklaşan tarihçilerin görüşlerine de yer verilir.
Çünkü geçmişin yeniden kurgulanmasında gerçeklere ne kadar sadık
kalındığı, hangi dönem içerisinden bakıldığı gibi endişeler meydana
Çayırcıoğlu • Kitap Eleştirisi • 209
çıkmaktadır. Bu gibi filmlerin yapımında bir takım ideolojilerin arka
planda yer alması veya ekonomik kaygıların rol oynaması önemli bir
noktadır. Kitapta, tarih yazımı ve sinema arasında kurulan bu ilişkiden yola çıkılarak, tarih yazımında yapılan anakronizmin2 sinema için
de geçerli olup olmadığı sorusuna da yer verilir.
Erkılıç, geçmiş anlatılarının geleneksel tarihten farklı olarak edebiyat ve sinemada ele alınmasında büyük bir tarihsel anlatı oluşturmak yerine, kişisel olandan yola çıkarak onu büyük anlatı içerisine
yerleştirmeyi de önemli bir nokta olarak belirtir. Sinema, “hatırlamak”
ve “anlatmak” gereksinimlerinin gerçekleştirildiği bir alan olarak
tarihle, geçmişle bir bağ içerisindedir.
Kitapta çok yönlü ve boyutlu bir ilişki içeren sinema ve tarihe
bakışta iki temel olgudan bahsedilir: İlki filmlerin kendilerinin tarih
araştırmaları için birer kaynağa dönüşebilecekleri iken, ikincisi ise
tarihin yeniden inşasında tarihsel filmlerin oynadığı roldür. Tarihsel
filmler bir taraftan tarih araştırmaları için veri sağlarken bir taraftan
da zihinlere bir bilinç aşılamaktadır. Özellikle bu durum Amerika’da
pek çok tarihi olayın yanlış bir şekilde bilinmesine yol açmıştır.
Toplumsal hassasiyetin söz konusu olduğu bir konuya eğilen filmlerin
tarihi çarpıttığı, yönetmenlerin hiç yaşamamış karakterleri yarattığı
veya hiç gerçekleşmemiş olayları olmuş gibi gösterdiği gibi eleştiriler
sıklıkla yapılmıştır. Özellikle milliyetçi duygulardan faydalanmak
isteyen pek çok tarihi film örneği vardır. Ya da star olgusundan yararlanıp bazı tarihi figürlerin abartılarak, olduğundan çok daha farklı
yansıtılarak beyaz perdeye aktarıldığı yapımlar da mevcuttur. E. Carr
ve J. Fontana’dan3 yapılan aktarmaya göre tarih bilimiyle ilgili üç kavram, sinema ve tarih ilişkisi bağlamında da belirleyici olabilmektedir:
“Değişkenlik, “yorum” ve “nesnellik” (1992:31). Bu bağlamda sinema,
ideolojik bir yeniden üretim aracı olarak tarih söylemlerine eklemlenmesinin yanında, bu söylemlerin sorgulanmasına ve alternatif arayışlarına da kaynaklık edebilmektedir. Yani bir tarafıyla da, filmler tarihin farklı yönlerinin görülmesinin önünü de açmaktadır.
Kitapta üzerinden hızlıca geçilen fakat dikkat çekici olabilecek
noktalardan birisi de, tarihi filmlerin bir nevi eğitsel araç olarak da
210 • iletiim : arat›rmalar›
işlev görmesidir. Daha doğru bir deyişle, bu filmlerin derslerde öğrencilerin tarihsel konulara yönelik hassasiyetini pekiştirmeye de yardımcı oluşundan söz edilmiştir.
Tarih profesörü olan Robert Rosenstone’un4 tarihin yeniden inşası
yönündeki görüşlerine de yer verilir. Rosenstone’a göre, filmler bir
geçmiş inşa etmekteler ve kendi anlatım kodlarıyla bir geçmiş temsili
oluşturmaktadırlar. Fakat bu noktada filmlerin yazılı tarihe ne oranda
sadık kaldıklarının bir ölçüt olarak ortaya koyulmadığını da eklemektedir (1995:3). Ayrıca, Rosenstone filmlerin seyirciyi tarihin acı sayfalarına götürüp onlara tarihin acı verdiği yönünde bir ders vermekle
kalmadığını aynı zamanda acıyı deneyimlemelerini de istediğini söyler. Ona göre Holocaust'u görürüz fakat görmekten çoğunu yaparız,
onu hissederiz5 (2006:15-16).
Sinema ile tarih ve bellek arasındaki ilişki ele alınırken Erkılıç,
Üçüncü Dünya sinemasına değinmeyi ihmal etmemiştir. Bu doğrultuda, Üçüncü dünya sinemalarında görülen ve Batı dışındaki dünya
sinemalarına doğru genişleyen bir kavram olarak bellek, kimlik ve
aidiyet sorunsalları ile bağlantılı bir şekilde, filmlerin odağına yerleşmektedir. Post-kolonyal veya ulusaşırı sinema farklı etnik grupların,
azınlıkların geçmişlerini geri alacakları bir mecra olarak ortaya çıkmaktadır. Hamid Naficy'nin "aksanlı sinema"6 kavramıyla bellek arasında bir bağ da kurulmuştur. Bu bağ filmlerdeki yolculuk temasıyla
bellek arasındadır. Buradan hareketle Erkılıç, yolculuğun, belleği en
fazla harekete geçiren süreç olabileceğini dile getirir.
Kitabın üçüncü bölümünde ana meseleye odaklanılır , yani sinemanın tarih ve bellekle ilişkisi Türk sineması üzerinden devam ettirilir. Buraya ilk olarak, Türk sinemasında tarihin nasıl ele alındığına ya
da temsil edildiğine yönelik çalışmaların çok sınırlı tutulduğuna değinilerek başlanmıştır. Bu konuyla ilgili çalışmaların ağırlıklı olarak
2000'ler sonrasında arttığı belirtilir. 2000'lerden itibaren sinema ve
tarih ilişkisi, ağırlıklı olarak sinema alanında yapılmış akademik çalışmalarda, yüksek lisans ve doktora tezlerinde 12 Eylül, mübadele gibi
yakın dönemin sorgulandığı filmler bağlamında tartışılmaya başlanmıştır. 2000'lerin başlarında kostüme avantür denilen yapımlarla ilgili
Çayırcıoğlu • Kitap Eleştirisi • 211
çalışmalar başat iken, 2005'ten itibaren sinemanın bellek üzerinden
geçmişle ilişkisinin irdelendiği vurgulanır.
Bu bölümde Erkılıç, daha çok Türk sinemasının çeşitli dönemlerinde başat olan eğilimleri göz önünde bulundurarak özet bir değerlendirme sunmaktadır ve pek çok film örneğini konu bağlamında
kalarak fazla detaylandırmadan incelemiştir. Birinci bölümdeki
kuramsal çerçeveden hareket ederek, filmlerin tarihsel gerçeklikle
olan ilişkilerini tartışmaktan ziyade sinemada nasıl bir tarih kurgusu
oluşturulduğuna odaklanmaya çalışmıştır. Çalışmasının, burada ele
alınan filmlerin tarihsel gerçeklikle ilişkisinin doğruluğunu sınamak
gibi bir amacının olmadığının da altını çizmiştir. Bunun ancak disiplinlerarası bir çalışma ile mümkün olabileceğini söyler. Aslında yazarın bu sözleriyle bundan sonra bu alana dair yapılacak olan çalışmalara da yön gösterdiği çıkarımı yapılabilir.
Atatürk filmi yapımı da bu konu çerçevesinde ele alınan dikkat
çekici film örneklerindendir. 1940'larda başlayan, fakat 1970'lerde
somutlaşan Atatürk filmi yapımı, 2000'lere kadar mutlaka devlet tarafından gerçekleştirilmesi gerektiği inancı ile yaklaşılan, buna bağlı
görevlendirmeler yapılan bir proje olmuştur. Diğer yandan, bu proje
yapımına tereddütle yaklaşılmış, çekinceler ortaya çıkmıştır. 2000'lerden sonra özel film şirketlerinin bu gibi filmlerin yapımını üstlenmeye
başlamasıyla bir yol açılmış, birbiri ardına pek çok Atatürk filmi çekilmiştir. Bunlar içerisinde, Erkılıç'ın deyişiyle, resmi tarih söyleminin
dışına çıkan Can Dündar'ın yönetmenliğini üstlendiği Mustafa (2008)
filmi üzerine epeyce tartışılan bir örnek olmuştur.
Erkılıç, 1990'lardan itibaren farklı bağlamlarda, tarihsel olaylara
ve durumlara eleştirel yaklaşan ya da tüm boyutlarıyla göz önüne
sermeyi amaçlayarak tartışan örneklerle karşılaşılmaya başlandığını
söyler. Özellikle 2000'ler sonrasında hem popüler hem de sanat sinemasında kimlik politikaları bağlamında gerçekleştirilen filmlerin sayısı artmış; bastırılan, yüzleşmekten kaçınılan pek çok mesele sinemaya
taşınmıştır. Böylece "bellek sineması" ortaya çıkmaya başlamıştır.
Erkılıç'a göre, bu yıllarda “geçmiş” belki de daha öncesinde olmadığı
kadar hatırlamalar, kimlik üzerinden hesaplaşma, eve dönüş, geçmişi
212 • iletiim : arat›rmalar›
kaydetme, geçmiş kayıtlarını geri getirme bağlamında ve sürekli
bugünle ilişkili olarak ele alınmıştır. Tarihsel bir anlatının dışına taşarak, bireysel ve toplumsal hafızaya yönelim olmuştur. Bu noktada
yazar, toplumsal, siyasal hayatta hâlâ çözümlenmemiş konuların irdelenmesinde, sinemanın iyileştirici gücünün bellek sineması ile mümkün olabileceği şeklinde bir varsayımda da bulunmaktadır. Ayrıca,
Özcan Alper’in Gelecek Uzun Sürer’ini (2011), Türkiye’nin yüzleşmekte
güçlükler yaşadığı etnik kimlik konularını hatırlamayı merkeze alarak
irdeleyen bir film olması nedeniyle belleğin bir karşı tarih olarak en
somut biçimde ortaya çıktığı bir yapım olarak değerlendirmiştir.
Son olarak kitabı bitirirken Erkılıç, sinemanın tarihle ve bellekle
ilişkisinin çok yönlü ve tartışmalı bir alan olduğunu belirtir.
Birbirlerinden neredeyse koparılamayacak bir sarmal olan bu çok
yönlü ilişkinin, bir yanıyla sinemada düşünsel ve biçimsel olarak
özgün yapımların ortaya çıkmasını sağlamış olduğunu ve bir yanıyla
da zihinlerdeki geçmiş kurgularını güçlendirmiş ya da alt üst etmiş
olduğunu vurgular.
Sonnotlar
1
Burke, Peter (1994). Tarih ve Toplumsal Kuram. Çev. M. Tunçay. İstanbul: Tarih Vakfı.
2
Anakronizm, bir olgunun tarihi ve dönemi hakkındaki yanılgıyı ifade eder. Bu
yanılgı, olgulara ilişkin bilgiler hakkında olabileceği gibi, kavramlara bakış açılarına ve zihniyete ilişkin de olabilir.
3
Carr, E., Fontana, J. (1992). Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık. Çev. Ö. Özankaya.
Ankara: İmge.
4
Rosenstone, Robert (1995). Introduction. Revisioning History. (Ed.) Robert Rosenstone. New Jersey: Princeton University Press.
5
Rosenstone, Robert (2006). History on Film Film on History. Edinburgh: Pearson
Education Limited.
6
Naficy, Hamid (2001). An Accented Cinema. New Jersey: Princeton University
Press.
213
Bu Sayıdaki Yazarlar
Abdülrezak Altun
Prof. Dr.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
[email protected]
Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo
Televizyon Bölümünde tamamladı. 1985 yılında Anadolu Ajansı’nda muhabir
olarak çalışmaya başladı. 1990 yılında, mezun olduğu okula, ismi sonradan
İletişim Fakültesi olarak dönüştürülen Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik
Bölümüne araştırma görevlisi olarak kabul edildi. Yüksek lisans ve doktora
eğitimlerini Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. 2003 yılında yardımcı doçent kadrosuna atandı. 2009 yılında uygulamalı iletişim alanında doçent unvanını aldı. 2010-13 yılları arasında Muğla
Üniversitesi’nde görev yaptı. Üniversitelerde rektör danışmanlıkları, Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığında Basın Müşaviri, Sağlık Bakanlığı Sağlığın
Geliştirilmesi Genel Müdürlüğünde Sağlık İletişimi Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2013 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesine geri
döndü ve dekan yardımcısı olarak görevlendirildi. Haber üretim süreçleri ile
ilgili uygulamalı derslerin yanı sıra, iletişim tarihi, medya ilişkileri ve iletişim
becerilerinin geliştirilmesi ile ilgili lisansüstü ve lisans düzeyinde dersler ve
seminerler vermektedir. Toplumsal yaşamda kadınların önündeki engellerin
kaldırılmasını hedefleyen toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadına
yönelik şiddetle mücadele konularında araştırmalar ve projeler yürüttü. iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 213-216
214 • iletiim : arat›rmalar›
Can Irmak Özinanir
Arş. Gör.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
[email protected]
2006 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü’nden mezun oldu. 2010 yılında aynı bölümde “Antikapitalist Hareket
ve Yeni İletişim Teknolojileri” başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı.
Hâlen doktora tez aşamasındadır. İlgi alanları arasında toplumsal hareketler,
yeni iletişim teknolojileri, Marksizm ve medya çalışmalarında hegemonya
tartışmaları bulunmaktadır.
Duygu Çayıroğlu
[email protected]
1988 doğumlu. Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans eğitimi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon ve
Sinema bölümünde yüksek lisans eğitimi aldı. Halen, Ankara Üniversitesi’nde
aynı bölümde doktora öğrenciliğine devam ediyor.
Ersin Tek
2010 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü’nden mezun oldu. Halen Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü İnsan Hakları Yüksek Lisans Programı’nda tez aşamasındadır. İlgi
alanları arasında eleştirel söylem çalışmaları, pornografi çalışmaları ve
Marksizm yer almaktadır.
Esengül Ayyıldız
Yrd. Doç. Dr.
Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi
[email protected]
Toplumsal iletişimin toplumsal değişimdeki rolünü Türkiye'deki kadın
hareketi özelinde (Kamer, Morçatı, Uçansüpürge ve Kagider örgütleri kesitinde) incelediği "Toplumsal İletişim Açısından Toplumsal Hareketler" başlıklı
teziyle 2009 yılında Doktora, “İnsan ve Nesne İlişkisi Açısından
Koleksiyonculuk” başlıklı teziyle ise 2003 yılında Yüksek Lisans derecelerini
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden aldı. 2006'da doktora
öğrencisi olarak Erasmus değişim programı ile Helsinki'de bulundu. Açık
Yazı Teslim Kuralları • 215
Radyo'da "Aksak Sekans: Türk Sineması Üzerinden Toplum Okumaları 19501980" ve "İstif: İnsanoğlunun biriktirme serüveni" adlı programları hazırladı.
Umut Vakfı'nda "bireysel silahsızlanma" konusunda çalıştı. Halen, Çukurova
Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalı'nda öğretim
üyesidir. Toplumsal hareketler ve medya, alternatif medya ve alternatif iletişim ortamları, toplumsal iletişim ve direniş biçimleri, kadın anlatılarıyla ilgilenmektedir.
Gülsüm Depeli
Hacettepe Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi. Doktorasını
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde, Radyo Televizyon Sinema
Anabilim Dalı’nda, “Almanyalı Türklerde Evlilik Törenlerinin Dönüşümü:
Kültürel Bellek, Aidiyet ve Kimlik” başlıklı tez ile tamamladı, konu ile ilgili
çeşitli akademik dergilerde makaleler yayımladı. Göç çalışmalarının yanında,
diğer akademik ilgi alanları; Kültürlerarası İletişim, İletişim Etnografisi,
Medya Çalışmaları ve Görsel Kültür Çalışmaları.
İlker Özdemir
Yrd. Doç. Dr.
Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi
1988 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu
Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 1988-2003 yılları arasında bankacı olarak
çalıştı. Bu dönemde Yüksek Lisansını Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı’nda 1996 yılında tamamladı.
Doktorasını ise Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo-TVSinema Ana Bilim dalı’nda 2007 yılında tamamlayan Özdemir, 2004-2013 yılları arasında Ankara Üniversitesi, Beypazarı Meslek Yüksek Okulu’nda
öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. 2013'ten beri Çukurova Üniversitesi,
İletişim Fakültesi, İletişim Bilimleri Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışan
İlker Özdemir, bu bölüme bağlı Kültürlerarası İletişim Ana Bilim Dalı başkanıdır. Yüksek lisans tezinde popüler kültürün siyasal rolü üzerine tartışmalar
üzerinde çalışan, doktora tezinde ise kişisel gelişim yazını ve seminerlerinin
iletişim anlayışının eleştirel bir değerlendirmesini yapan yazarın ilgi alanlarını
popüler kültür, iletişim etiği, siyasal iletişim, toplumsal cinsiyet ve kültürlerarası iletişim oluşturmaktadır.
216 • iletiim : arat›rmalar›
Nazan Kahraman
Yrd. Doç. Dr.
Amasya Üniversitesi
Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümünde tamamladı. 1991 yılında Sağlık Bakanlığında başladığı memuriyetini Türkiye İş Kurumunda Eğitim Uzmanı ve Şube Müdürü olarak devam
ettirdi. Yüksek Lisans ve doktora öğrenimlerini Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsünde tamamladı. 2015 yılından itibaren Amasya Üniversitesi
Merzifon Meslek Yüksekokulunda görev yapmaktadır. Kadınlar, engelliler ve
uzun süreli işsizler gibi dezavantajlı grupların işgücü piyasasına girişlerinin
önündeki engellerle mücadele etmeyi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesini amaçlayan projeler yürütmüştür.
Özge Yalçın
Ankara üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde
lisans ve yüksek lisans öğrenimimi bitirdikten sonra Radyo Televizyon ve
Sinema bölümünde doktora öğrenimini tamamladı. Öğrenim süresince gerçekleştirdiği araştırma, yurt dışı konferanslar ve seminerlerle sosyal bilimler
alanındaki çalışmalarına devam ediyor.
Uğur Yağan
Arş. Gör.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
[email protected]
1982 yılında İzmir’de doğdu. 2008 yılında Ankara Üniversitesi İletişim
Fakültesi Radyo Televizyon Sinema bölümünden mezun oldu. 2013 yılında
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Sinema bölümü doktora programına başladı. 2011 yılından bu yana Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema bölümünde araştırma görevlisi
olarak çalışmaktadır. İfade özgürlüğü, sansür, sosyal medya, medya ve politik
katılım ilişkisi, kamusal alan gibi konular akademik ilgi alanı içerisinde yer
almaktadır. 217
Yazı Teslim Kuralları
1. Dergiye gönderilecek yazılar MS Word programında yazılmış olmalıdır.
2. Times New Roman karakteriyle 12 punto olarak, iki aralık yazılan ve A4
sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 2 adet kopya ile teslim tarihine kadar yayın kuruluna ulaştırılmalıdır.
3. Yazılar 100-150 kelimelik bir İngilizce ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir. Yazıların ve özetlerin üzerinde yalnızca yazının başlığı bulunmalıdır. Ayrı bir
kapak sayfasında yazarın ismi, açık adresleri, telefon ve faks numaraları ile
varsa elektronik-posta adresleri yer almalıdır.
4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, anlaşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar
girintili olmalıdır.
5. Yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme
aşamasında bulunmaması gerekir.
6. Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede hakemlere gönderilecektir. Hakeme gönderilen yazı yazarın kimlik bilgilerini içermeyecektir. Hakem değerlendirmesi
sonucunda yazılar yayınlanabilecektir. Hakem değerlendirmesi sonucu yazarlardan yazılarını geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri istenebilir. Yayın
konusundaki son karar Yayın Kurulu'na aittir. Yayın Kurulu’nun yazı
hakkındaki değerlendirmesi, hakem raporu ile birlikte yazarlara gönderilir.
Yaz›lar›n Gönderilece¤i Adres
Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi
İLAUM
(İletişim Araştırmaları Dergisi)
Cebeci 06590 Ankara
[email protected]
Tel: (+90.312) 319 77 14 ‘ 254 / 249 / 248
iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 217-219
218 • iletiim : arat›rmalar›
Kaynakçaların Düzenlenmesi
Metin içinde kaynak gösterme
1. Metin içindeki tüm referanslar metin içinde uygun yerlerde ve parantez
içinde belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı
yöntem uygulanır. Örnek: (Morley, 1997: 1-5).
2. “vs.”, “vb.”, “a.g.e”, “bkz.” gibi kısaltmalar metin içerisinde ve dipnotlarda
kullanılmaz.
3. Alıntılanan yazarın adı metinde geçiyorsa ve yazarın kaynakçada sadece bir
eseri varsa parantez içinde yazarının adını ve eser yılını tekrar etmeye gerek
yoktur. Yalnızca sayfa numarası yeterlidir. Örnek: Randall, kendi
hikayelerimizi anlatarak… (12-19).
Ancak metinde adı geçen yazarın kaynakçada birden fazla eserine atıfta
bulunuluyorsa yıl ve sayfa numarası yer almalıdır. Örnek: (1980: 29). 4. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır.
Örnek: (Morin ve Kern, 2001).
5. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonra “vd.” ibaresi
kullanılmalıdır. Örnek: (Bennet vd., 1986).
6. Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle
ayrılmalıdır. Örnek: (Morin, 1998: 12; Williams, 1987: 25).
7. Notlar ve referanslar ayrılmalıdır. Notlar metin içinde numalarandırılmalı ve
metnin sonunda numara sırasına göre ve referanslardan önce
yerleştirilmelidir.
8. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve
yazar soyadına göre alfabetik sıra izlemelidir.
9. Bir yazarın birden çok çalışması aynı kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine
göre yeniden eskiye göre sıralanmalı, aynı yılda yapılan çalışmalar için
“a,b,c…” ibareleri kullanılmalıdır.
10. Metin içindeki alıntılar için çift tırnak, alıntının içindeki alıntılar için tek
tırnak işareti kullanılmalıdır. 40 kelime ya da 5 satırdan uzun alıntılar, tırnak
kullanılmadan, bir küçük punto ile (“10”) girintili paragrafla verilmelidir.
Yazı Teslim Kuralları • 219
Kitap
Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: Ark Yayınları.
Çeviri Kitap
Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev., Süleyman İrvan. Ankara: Ark
Yayınları.
Derleme Kitap
Holmes, David (der.) (1997). Virtual Politics. London: Sage.
Derleme Kitapta Makale
Hutchby, Ian (1991). “The Organization of Talk on Talk Radio.” Broadcast Talk.
(der.) Paddy Schannel. London: Sage. 154-178.
Dergide Makale
Çaplı, Bülent (2001). “Media Policies in Turkey Since 1990.” Kültür ve İletişim 4(2):
45-55.
Bildiri
Kejanlıoğlu, D. Beybin (2000). “Kitle İletişim Tarihyazımları Üzerine.” I. Ulusal
İletişim Sempozyumu 3-5 Mayıs 2000. Ankara.
‹nternette Yaz›
Kellner, Douglas (2003). “Critical Theory and the Crisis of Social Theory.” http://
www.uta.edu/huma/illuminations/kell5.htm. Erişim tarihi: 01.04.2003.
220 • iletiim : arat›rmalar›

Benzer belgeler