2013 • 11(1-2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
Transkript
2013 • 11(1-2) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
2013 • 11(1-2) 2013 11(1-2) Ankara Üniversitesi ‹letişim Araşt›rmalar› ve Uygulama Merkezi iletiim : arat›rmalar› Dergisi Center for Communication Research Ankara University communication : research Journal iletiim : arat›rmalar› Ankara Üniversitesi ‹letişim Araşt›rmalar› ve Uygulama Merkezi taraf›ndan ç›kar›lan hakemli bir dergidir. Derginin amac› iletişim alan›n›n disiplinleraras› yap›s› içinde düşünce üreten araşt›rmac›lar için uluslararas› bir forum oluşturmak; teorik analiz ve tart›şmalar kadar ampirik araşt›rmalar› yay›nlayarak iletişim alan›nda bilgi/veri üretiminin sa¤lanmas›na katk›da bulunmak; kitap ve araşt›rma raporlar› ile ulusal ve uluslararas› konferans ve kongrelerin de¤erlendirilmesini yapmakt›r. Bu amaçlar› gerçekleştirmek için derginin kendini konumlad›¤› s›n›r bilimsellik, akla uygun olmak ve eleştirelliktir. iletiim : arat›rmalar› y›lda iki kez, Nisan ve Kas›m aylar›nda yay›nlan›r. Dergi Türkçe, ‹ngilizce, Almanca ve Frans›zca dillerinde yaz›lm›ş yaz›lara yer verir. Hakemli bir derginin gere¤i olarak gönderilen yaz›lar, yazar›n kimli¤ini bilmeyen uzman hakemler taraf›ndan de¤erlendirmeye al›n›r. communication : research is a refereed academic journal published by the Center for Communication Research Ankara University. The journal seeks to establish an international forum for communication researchers within the interdisciplinary field of communication studies; to contribute to the production of knowledge and data by publishing theoretical analyses as well as empirical research; and to assess national and international meetings in addition to publishing book and research report reviews. In order to attain these goals, the journal identifies its extent as the limits marked by scientificity, accountability, and critical thinking. communication : research is published twice a year in April and October. Journal’s languages of publication are Turkish, English, French and German. Submissions are sent out to anonymous referees for blind review. Sahibi Publisher Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) ad›na Prof. Dr. Nuran Yıldız, Müdür Yay›n Dan›ma Kurulu Advisory Board Nilgün Abisel Yakın Do¤u Üniversitesi Korkmaz Alemdar Lefke Avrupa Üniversitesi Aysel Aziz İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Seçil Büker Gazi Üniversitesi Stuart Ewen The City University of New York (Hunter Collage) Raşit Kaya Orta Do¤u Teknik Üniversitesi Metin Kazanc› Ankara Üniversitesi Levent K›l›ç Anadolu Üniversitesi Mehmet Küçükkurt Gazi Üniversitesi Alois Moosmüller Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi (Almanya) Vincent Mosco Queen’s University (Ottawa, Kanada) Filiz B. Pelteko¤lu Marmara Üniversitesi Dan Schiller Illinois Universitesi, ABD Oya Tokgöz Ankara Üniversitesi Ahmet Tolungüç Başkent Üniversitesi Ayd›n U¤ur Bilgi Üniversitesi Dilruba Çatalbaş Ürper Galatasaray Üniversitesi Konca Yumlu Ege Üniversitesi Editörler Kurulu Editorial Board Editör Editor Engin Sarı Editör Yardımcıları Beris Artan Editor Assistants Kevser Akyol Tasar›m Design m. Sobac› ‹letiim Adresi Contact Address Ankara Üniversitesi ‹letişim Araşt›rmalar› ve Uygulama Merkezi Center for Communication Research Ankara University Cebeci, 06590, Ankara • Turkey Tel Phone (+90.312) 319 77 14 Faks Fax (+90.312) 362 27 17 E-Mail [email protected] http:// ilefdergi.ilef.net ISSN 1303-7900 iletiim : arat›rmalar› dergisi Ankara Üniversitesi ‹letişim Araşt›rmalar› ve Uygulama Merkezi taraf›ndan yay›nlanmaktad›r. © 2014 iletiim : arat›rmalar›. Tüm haklar› sakl›d›r. communication : research journal is published by Center for Communication Research Ankara University. © 2014 communication : research. All rights reserved. Baskı: Ankara Üniversitesi Basımevi İncitaşı Sokak No: 10 Beşevler 06510 Ankara Tel: (0.312) 213 66 55 Basım tarihi: İ ç in d e k iler 5 Engin Sarı Editörden Makaleler 9 Abdülrezak Altun Kadının Çalışmasına Dair Nazan Kahraman Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları ve Kadınların Zihniyet Örüntüleri 35 Esengül Ayyıldız Alternatif Medyanın Eylemci Pratikleri Üzerine: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği 81 İlker Özdemir Türkiye'de Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: Muhafazakar Entelektüellerin Kültür, Popüler Kültür ve Kitle Kültürü Görüşleri 123 Uğur Yağan Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanımı ve Politik Katılım Üzerine Ampirik Bir Çalışma 155 Özge Yalçın Avrupa Birliği'nde Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2) 4 • iletişim : araşt›rmalar› Etkinlik Değerlendirmesi Gülsüm Depeli LaborComm-2013: 189 İnançta ve Toplumsal Yaşamda Alevilikte Kadın: Eşitlik sorgusundan kimlik tartışmalarına 197 Ersin Tek LaborComm-2013: Can Irmak Özinanır Marksizm 2014 IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı Kitap Eleştirisi 207 Duygu Çayırcıoğlu Türk Sinemasında Tarih ve Bellek 213 Bu Sayıdaki Yazarlar 5 Editörden Engin Sarı iletişim : araştırmaları’nın 2013 1-2 sayısı ile karşınızdayız. İletişim araştırmaları alanındaki bilgi birikimine katkı yapmaya çalışan dergimiz, eksik sayılarını tamamlayarak yazarlar ve hakemlerimizin emekleriyle niteliğini her sayıda biraz daha arttırıyor. Bu sayımızda beş makale, iki akademik etkinlik değerlendirmesi ve bir kitap eleştirisi yer alıyor. Sayının “Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları ve Kadınların Zihniyet Örüntüleri” başlıklı birinci makalesi Abdülrezak Altun ve Nazan Kahraman’a ait. Altun ve Kahraman, kültürel ve toplumsal olarak inşa edilen toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargıların, kadınların çalışma yaşamına girmeleri konusundaki etkilerini inceliyor. Yazarlar, genel olarak kadınların aleyhine işleyen bu kalıpyargıların, kadınların büyük bir bölümü tarafından da içselleştirilidiğinin tespitiyle, İŞKUR tarafından, Temmuz 2010 – Mayıs 2013 tarihleri arasında Türkiye’nin 43 ilinde gerçekleştirilen Kadın İstihdamının desteklenmesi Operasyonu kapsamındaki etkinliklere katılan kadınlarla yapılan görüşmelerden yola çıkarak, kadınların çalışmasına dair toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının onların zihniyet örüntülerine girdiğini açıklıyorlar. İkinci makale Esengül Ayyıldız'a ait ve “Alternatif Medyanın Eylemci Pratikleri Üzerine: 'Kürtaj' Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği” başlığını taşıyor. Ayyıldız makalesinde, iletiim : aratırmaları • © 2013 • 11(1-2): 5-7 6 • iletiim : aratırmaları kürtaja ilişkin kamusal tartışmanın döndüğü toplumsal iletişim ortamında, karşı-politik söylem alanının iktidarın konuşma alanıyla ilişkisini, bu iki ortamın kesişme-ayrışma noktaları ve zihniyet yapılarını anlamayı deniyor. Bunun için örnek olay olarak Bağımsız İletişim Ağı’nın “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyası etrafınaki haber içerikleri üzerinden kürtaj tartışmalarını inceliyor ve “bianet gibi bir alternatif medya alanının eylemci pratiklerinin karşı politik eylemler açısından sağladığı olanaklara ve olanaksızlıklara odaklanıyor. “Türkiye’de Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: Muhafazakar Entelektüellerin Kültür, Popüler Kültür ve Kitle Kültürü Görüşleri” başlıklı üçüncü makalenin yazarı İlker Özdemir. Makalede Özdemir, Türkiye’ye egemen olan milliyetçi ve muhafazakar dünya görüşlerinin popüler kültür ve kitle kültürü anlayışlarının pek bilinmediğinden yola çıkarak, halen Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürütmekte olan Türkiye’de muhafazakar kesimin önde gelen iletişim bilimcilerinden Prof. Dr. Nabi Avcı ile iletişim bilimci Prof. Dr. M. Naci Bostancı’nın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü kavrayışlarını ele alıyor. Bu kapsamda, Avcı ve Bostancı’nın yazmış oldukları kitapları Türkiye’de muhafazakar sağda yer alan entellektüellerin popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakış açılarını ve popüler kültür eleştirisindeki yer ve konumlarını anlayabilmek ve ortaya koyabilmek açısından mercek altına alıyor. Uğur Yağan “Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanımı ve Politik Katılım Üzerine Ampirik Bir Çalışma” başlıklı makalesinde sosyal medya kullanımı ve politik katılım arasındaki ilişkiyi, sosyal medya kullanıcıları üzerine yaptığı görgül bir araştırma ile inceliyor. Yazar, 251 üniversite öğrencisinin katıltıdığı bir tarama çalışmasından elde ettiği verileri, enformasyon toplumu ve kamusal alan tartışmaları çerçevesinde değerlendiriyor. Yağan, araştırmasında iki önemli sonuca dikkat çekiyor: İlk olarak sosyal medya kullanımı potansiyel olarak daha fazla habere ulaşmayı ve politik bilgi edinmeyi desteklemekle birlikte politik katılım ve sosyal medya kullanımı arasında doğrudan bir ilişki yoktur. İkinci önemli sonuç ise öğrenciler sosyal medyada çoğunluğun aykırı kabul edilebileceği politik fikirlerini paylaşmamayı tercih etmemeleridir. Sarı • Editörden • 7 Sayımızın son makalesi Özge Yalçın’ın “Avrupa Birliği’nde Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı” başlıklı yazısı. Yalçın makalesinde, Neoliberal ekonomi politikasının ve yeni medya teknolojileriyle ivmelenen yöndeşmenin, uluslararası sermayenin iletişim sektöründe daha önce tanık olmadığımız ölçüde yoğunlaşmasına neden olduğunu belirtiyor. Bu süreçte de, kamu hizmeti yayıncılarına verilen önemin azaldığını ve bunun da Avrupa ve dünyada kamu hizmeti yayıncılarını ayakta kalma stratejileri geliştirmek zorunda bıraktığına dikkat çekiyor. Bu çerçevede yazar, Avrupa’da neoliberal dönemlerin kamu hizmeti yayıncılığı anlayışını, kamu hizmeti yayıncılarının varlığını sürdürebilmek adına geliştirdikleri strateji ve politikaları tartışıyor. Bu sayımızda iki de bilimsel etkinlik değerlendirmesine yer veriyoruz. İlk değerlendirme, Gülsüm Depeli’nin 11 – 12 Aralık 2014 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi ATAUM Konferans Salonunda gerçekleştirilen “İnançta Ve Toplumsal Yaşamda Alevilikte Kadın: Eşitlik sorgusundan kimlik tartışmalarına” başlıklı konferansa dair yazısı. İkinci etkinlik değerlendirmesi ise, Can Irmak Özinanır ile Ersin Tek’in İstanbul’da 16-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen ve 1992’den bu yana her yıl düzenli olarak yapılan Marksizm toplantıları hakkında. Sayıdaki son yazı, Duygu Çayırcıoğlu’nun, Senem Duruel Erkılıç’ın Deki Yayınlarından çıkan “Türk Sinemasında Tarih ve Bellek” başlıklı kitabı hakkındaki değerlendirmesi. Her zaman olduğu gibi bu sayımız da yazarlar, hakemler ve tasarımcılarımızın değerli emeği ve katkıları sayesinde yayınlanabiliyor. Hepsine teşekkür ederim. Dergimizin, siz okuyucularının katkı ve eleştirisine her zaman açık olduğunu bir kez daha hatırlatır, iyi okumalar dilerim. 8 • iletiim : aratırmaları 9 Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları ve Kadınların Zihniyet Örüntüleri Abdülrezak Altun Nazan Kahraman Özet Biyolojik cinsiyetimizden bağımsız olarak, kültürel olarak belirlenen ve toplumsal yaşamda kadınlar ve erkekler olarak nasıl davranmamız gerektiğine ilişkin kuralları belirleyen toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargılar, kadınların önünde, başka pek çok alanda olduğu gibi çalışma yaşamına girme konusunda da önemli bir engel oluşturmaktadır. Bu kalıpyargılar, pek çoğu kadınların aleyhine işliyor olsa da maalesef kadınların büyük bir kısmı tarafından da kabul görmektedir. Bu çalışma, İŞKUR tarafından, Temmuz 2010–Mayıs 2013 tarihleri arasında Türkiye’nin 43 ilinde gerçekleştirilen Kadın İstihdamının desteklenmesi Operasyonu kapsamında yapılan çalışmalara katılan 26 kadın ile yapılan görüşmelerden yola çıkarak, kadınların çalışmasına dair toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının onların zihniyet örüntülerine nasıl sirayet ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Anahtar sözcükler: Toplumsal cinsiyet, çalışma hayatı, kadın, istihdam, kalıpyargı Gender Streotypes and Women's Mental Patterns Regarding Women's Career Abstract The stereotypes concerning gender roles, which are defined culturally independent from sex and define our social behaviour as men and women, constitute a significant obstacle against women in entering into working life as in many other areas. These stereotypes, unfortunately, are accepted by a large majority of women; although most of them work against women. This study, which is based upon the interviews with 26 women participated in the studies done under Promoting Women’s Employment Operation in 43 provinces of Turkey tries to explain how gender stereotypes regarding women’s work ensure into their mindset patterns. Keywords: Gender, working life, woman, employment, stereotype iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 9-34 10 • iletiim : arat›rmalar› Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları ve Kadınların Zihniyet Örüntüleri Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, toplumsal yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi, işgücü piyasasında da bir ayrımcılığa ve eşitsizliğe maruz kalmaktadırlar1. Biçimi ve düzeyi, ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye ve kültürden kültüre farklılık gösterse de, bütün dünyada kadınların işgücü piyasasına katılımlarının önündeki en büyük engellerden biri de, onların cinsiyetleri üzerine temellendirilen toplumsal cinsiyet algılarıdır2. Kadını, biyolojik cinsiyetinin sınırları içinde, öncelikle “soyun devamı için doğuran” olarak algılayarak ve onu ağırlıkla “ev” ile sınırlandıran ve toplumsal yaşamın, eğitim başta olmak üzere diğer alanlarında hep ikincil konuma yerleştiren ataerkil toplumsal kavrayışın izleri günümüzde üretim ilişkilerinin temel biçimini oluşturan kapitalist düzende de sürmektedir. İnsanlığın toplumsal gelişim sürecine bağlı olarak, dönüşümü, tarım devrimi öncesinde avcılık toplayıcılık dönemi ile ilişkilendirilen toplumsal cinsiyet temelli işbölümü3, kadın ve erkeğin emeğini üretkenlik temelinde ayırarak, erkek emeğini, dışarıda, aktif ve üretken, kadın emeğini ise ev içi (pasif – görmezden gelinen) emek olarak algılarken, kapitalist üretim biçimleri de bu algıyı olduğu gibi kabul edip, deyim yerindeyse “sabitlemiştir”4. Erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmalarını sağlayan bir hiyerarşiye imkân veren ataerkil sistem (Hartman, 2006) ile de birleşince, bu karşılıklı etkileşimin somut sonuçları işgücü piyasasında daha belirgin biçimde ortaya çıkmaktadır; kadınların erkeklere nazaran daha zor eriştiği eğitim ve istihdam hizmetleri, kadınlara ödenen daha düşük ücretler, toplumsal cinsiyet Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 11 temelli bir işbölümü gerekçe gösterilerek kadın ve erkek arasında ayrımlaştırılan iş ve meslekler… Kadınlar, işgücü piyasasının eşit bireyleri olarak değil, sürekli geri bırakılan ve gerek toplumsal ve gerekse de yasal düzeyde korumaya ihtiyaç duyulan toplum kesimleri5 olarak, toplumsal hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, çalışma hayatına da geç dâhil olmuşlardır. Diğer taraftan kadınların işgücü piyasasında varlıkları da sürekli ihmal edilmektedir. Çünkü aktif olarak çalışmayan bir erkek için, “hasta, yaşlı, hapiste” gibi iş yapamaz bir durum içinde olma ya da geçinebilecek kadar paraya sahip olmama gibi yargılar akla gelirken ve asla “ev erkeği” gibi bir tanımlama söz konusu olmazken, çalışmayan bir kadın için herhangi bir bahane söz konusu olmaksızın doğrudan “ev kadını” olduğu akla gelmektedir (Özbay, 1990). Bu yaklaşımın tezahürü, ev dışında çalışarak sosyal statü, para ve güç kazanan erkeğe karşılık, evin bir mekân ve bir topluluk olarak tüm (bakım) sorumluluğunu üstlenen fakat ataerkil söyleyişe göre “evde oturan kadın” algısıdır6. Kadınların işgücü piyasasında dezavantajlı konumlarının en belirgin göstergesi, her dört erkekten üçü işgücü piyasasına katılırken, ancak her dört kadından birinin işgücü piyasasına katılabilmesidir7. Öncelikle ülkemiz açısından bu kadar büyük bir kadın nüfusunun işgücü piyasasının dışında olmasının ortaya çıkardığı önemli sorunlardan birini, bu kesimin “ucuz emek kaynağı”8 olarak görülüp, özellikle de kayıt dışı sektörlerde sömürüye açık hale gelmeleri oluşturmakta- 12 • iletiim : arat›rmalar› dır. Çoğunlukla az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde görülse de (International Labor Conference, 2002: 31-32) cinsiyete dayalı bu eşitsizliğe, bütün dünya ülkelerinde rastlandığını ifade etmek abartılı bir değerlendirme sayılmamalıdır. Aynı biçimde Türkiye’de de kadınlar, daha çok emek yoğun ve vasıf gerektirmeyen işlerde daha fazla tercih edilmekte ve her türlü sosyal güvenceden yoksun bir şekilde çalışarak erkeklerden daha az gelir elde etmektedirler9. Türkiye’de Tanzimat döneminin getirdiği sosyo-ekonomik değişimlerle toplumsal hayat içindeki konumları güçlenen ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru çalışma hayatına giren kadınlar (Ortaylı, 2007: 20-21), yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra yaşanan kentleşme ve kırdan kente göçle beraber işgücü piyasasında daha çok yer almaya başlamışlardır (Berber ve Eser, 2008: 2). Fakat Türkiye’de kentleşme sürecinin yoğunlaşmaya başladığı 60’lı yıların ortasından itibaren, aradan geçen çeyrek asra rağmen kadınların işgücü piyasasındaki varlığının yeterli olmadığını ve hatta dezavantajlı bir konumda olduğunu söylemek gerekir (Ecevit, 1998: 267). Bunun yanı sıra 2023 kalkınma hedefleri içinde işgücüne katılım oranının % 38’ler seviyesine çıkarmayı hedefleyen Türkiye’de kadınların sosyoekonomik durumlarını güçlendirmek ve hayatın her alanında erkeklerle eşit fırsatlara sahip olmalarını sağlayacak farkındalığı oluşturmak için son yıllarda oldukça fazla çaba sarf edildiği de açıktır (ASPB KSGM, 2013). Ancak, kadınların işgücü piyasasına katılmaları konusunda sağlanan bütün ilerlemelere rağmen, en başta da değinildiği gibi toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algılar, kadınların işgücü piyasasına katılmalarının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Üstelik bu algılar, sadece erkekler tarafından değil, -pek çoğu kadınların aleyhine işliyor olsa da- maalesef kadınların kendileri tarafından da kabul görmektedir10. Kuşkusuz bu durumun ortaya çıkmasında, kadınların bilinçli tercihlerinin değil, doğdukları andan itibaren kendilerini kuşatan ve biçimlendiren ataerkil toplumsal düzenin belirleyici rolü vardır. Kadınların toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algıların en belirleyici olanları, kadını “annelik ve yuva/ev” ile ilişkilendirenlerdir. “Yuvayı dişi kuş yapar” deyişinin belirlediği sınırlar, kadını annelik ve ev işleri çerçevesinde eve hapsetmektedir. Toplumsal algı- Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 13 lar, kadınlara ücretli çalışmaya başladıklarında da ev kadınlığı ve analıkla ilgili işlevlerini yerine getirmek zorunda olduklarını hissettirmektedir. Kadının çalışma hayatına katılması çerçevesinde, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin diğer sorunlu bir algıyı da, işlerin “kadın ve erkek işi” olarak ayrımlandırılması oluşturur. Her ne kadar yasalarımızda cinsiyet ayrımcılığını engelleyen düzenlemeler yapılmış olsa da11, toplumsal düzlemde, herhangi bir iş ya da pozisyon için “kadına uygun olan, ya da olmayan” ayrımının yapılmakta olduğu bir gerçektir. Toplumsal cinsiyet rollerine dair yaygın yargılar kadınların çalışma hayatına katılmalarına dair toplumsal tutumları da belirlemektedir. Evin geçiminin erkek tarafından sağlanacağına ilişkin yargı, “eşini çalıştıran” erkeğin statüsünün çevresinde sorgulanmasına neden olabilmektedir. Geleneksel toplumsal ilişkilerin egemenliğini koruduğu çevrelerde, özellikle evli bir kadının ücretli olarak başkasının yanında çalışıyor oluşu, kocanın aile geçimine ilişkin sorumluluklarını tam olarak yerine getirmediği ile ilişkilendirilmekte ve olumsuz karşılanmaktadır12. Çalışmanın Tanımı Tam da bu noktada, bu çalışma, kadınların kendi perspektifinden çalışma hayatına katılmak konusunda toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargılarla belirlenmiş zihniyet örüntülerini anlamaya odaklanmaktadır. Çalışma, İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi Operasyonel Programı altında Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen “Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu”13 kapsamında gerçekleştiren proje ziyaretlerinde proje yararlanıcısı kadınlarla yapılan görüşmeler üzerine yapılandırılmıştır. Kadınlarla yapılan görüşmelerden, onların toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargılar dahilinde çalışma hayatına katılmaları konusundaki erkekegemen algıları hangi oranda benimsedikleri ve reddettikleri açığa çıkarılmaya çalışılmıştır. Ancak çalışmada, değinme imkanı doğdukça, kadınların ağırlıkla eşleri olmak üzere, erkek yakın- 14 • iletiim : arat›rmalar› Tablo 1: Çalışma kapsamında görüşlerine yer verilen kadınların genel görünümleri Kod Yaşadığı şehir Yaş İş tecrübesi Eğitim Medeni durumu Çocuk K1 Hatay 40 Ücretsiz aile işçisi olarak çalışmış Lise Evli 2 K2 Hatay 23 Alışveriş merkezinde satış Lise temsilcisi Bekâr - K3 Hatay 43 Yok İlköğretim Evli 2 K4 Hatay 41 Yok Üniversite Evli 2 Meslek Lisesi Boşanmış 1 K5 Sivas 26 4 ay sigortalı çalışmış K6 Sivas 26 Yok Lise Bekâr - İlköğretim Evli 3 K7 Sivas 38 Ev eksenli çalışmış K8 Sivas 39 10 yıl İlköğretim Evli 3 K9 Trabzon 28 Yok İlköğretim Evli 2 K10 Trabzon 34 Yok İlköğretim Evli 3 K11 Trabzon 39 Yok İlköğretim Evli 2 K12 Trabzon 36 Yok Lise Evli 2 K13 Trabzon 35 Yok İlköğretim Evli 2 K14 Trabzon 27 Ücretsiz aile işçisi Liseye devam ediyor Evli 1 K15 ÇorumSungurlu 40 Yok İlköğretim Evli 2 K16 Bingöl-Genç 22 Yok Lise Bekar - K17 Bingöl-Genç 19 Yok Lise Bekar - K18 Tokat-Turhal 36 Yok Lise Evli 3 K19 Tokat-Turhal 23 Yok Lise Bekar - K21 Kayseri 40 Yok İlköğretim Evli 3 K22 ÇorumSungurlu 31 Yok İlköğretim Evli 2 K23 Bingöl-Genç 36 Yok İlköğretim Evli 2 K24 Tokat-Turhal 24 Aile işletmesinde Lise Evli 1 K25 Kayseri 39 Yok İlköğretim Evli 2 K26 Van 40 Yok İlköğretim Evli 4 Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 15 larının görüşlerine de erkeklerin toplumsal cinsiyet algısını anlamak amacıyla yer verilmiştir. Çalışma kapsamında görüşlerine başvurulan 26 kadının genel profilleri Tablo 1’de verilmiştir. Bulgular Aile bireylerinin iznine dair yargılar Kadınların önemli bir kısmının, konumlarına bağlı olarak eşlerinden, ağabeylerinden, erkek kardeşlerinden ya da erkek/kadın aile büyüklerinden izinsiz/habersiz evin dışında olmalarının pek de onaylanmadığı bir toplumsal yapıda, ücretli olarak başka bir yerde çalışmak söz konusu olduğunda da benzer tutum ve davranışlarla karşı karşıya kaldıkları açıktır14. Çünkü kadınların, işgücü piyasası ile ilişkilerinde kendileri dışında başka aktörlerin belirleyici rolü bulunmaktadır. Dolayısıyla kadınların çalışma yaşamına katılımı, kendi bireysel kararından çok ailenin erkek bireylerinin kararlarına bağlıdır (Eyüboğlu vd., 2000; Demirel vd., 1999). Çalışma yaşamına katılmak ya da o alanda kalmak, özellikle evli kadınlar açısından daha da zordur. İŞKUR’un Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu kapsamında 2012 yılında yaptırdığı İşgücü Piyasası Analizine göre, on kadından dördü «kadınların evlendikten sonra çalışmayı bırakması gerektiği” görüşüne katıldığını belirtmektedir. Bu görüşün temelinde bir gerekçe olarak, özellikle genç kadınların evlilikle birlikte artan ev içi sorumlulukları gösterilse de, aynı oranda önemli bir neden de, eşin ve özellikle eşin akrabalarından oluşan diğer aile büyüklerinin kadının çalışması konusundaki olumsuz yargılarıdır. Özellikle geleneksel toplumsal ilişkilerin egemenliğini devam ettirdiği bölgelerde genç kızların “çeyizlerine katkı olsun diye” çalışmaları bir ölçüde hoş karşılansa da, çalışma hayatının evlilik sonrası devamında sorunlar yaşanmaktadır. Ülkemizde her on kadından üçünün “eşi/ babası” istemediği için çalışamadığı veya isten ayrılmak zorunda kaldığına dair veriler de mevcuttur (İŞKUR, 2012)15. Erkek aile bireylerinin “ailenin geçimini erkek sağlar, kadının yeri evidir” görüşü ile meşrulaştırarak kadınların işgücü piyasası ve istih- 16 • iletiim : arat›rmalar› damla ilişkilerine müdahaleleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ekonomik şiddet16 olarak tezahüründen başka bir şey değildir. Çünkü kadının ev dışında bir işte ücretli olarak çalışma isteği bu eşitsizliğin miktarı ile yakından ilgilidir. Bir başka ifadeyle bu kararı kendi başına alabilen kadının çalışma kararı, sahip olunan özgürlükle ilgilidir17. “Korumaya muhtaç” ve ailedeki erkeklerin sorumluluğundaki kadının çalışma hayatına girmesinde toplumdaki olumsuz yargılar ve “el ne der” kaygısı vardır. Çalışma kapsamında görüşlerine başvurulan kadınların hemen hepsi, çalışma hayatına girmeleri konusunda kendileri dışında bir karar verici aktörden söz etmekte ve bu aktörlerin karar verme edimlerini onaylamaktadır. Bu kadınlardan sadece, babasını kaybetmiş, annesi ve ağabeyi ile yaşayan, annesi ve ağabeyi de çalışan K20, kendisinin çalışması konusunda aile bireylerinin doğrudan karar verici konumunda olmadığını, ama çalışma düşüncesini onlarla paylaştığını ve desteklerini aldığını dile getirmiştir. K22 ile görüşülürken düşüncelerini araştırmacılarla paylaşmak istediğini söyleyen eşi ise şunları belirmiştir: “Karımın çalışabileceği işlerin maaşı oldukça düşük. Asgari ücret karımın dışarıda çalışmasına değmez. Ondan sonra bir de kreş parası çıkacak. En iyisi evde otursun çocuklarımıza baksın, ben başka bir şey istemiyorum. Bu nedenle karımın çalışmasına izin vermedim. Şimdi arkadaşlarıyla heveslendiler ben de kırmak istemedim, hem de çocuğumuz büyüdü”. Mesleki eğitim kursundan sonra bir meslek edinen ve çalışmaya başlayan K15’in eşi ise, karısının çalışma hayatına katılmasıyla ilgili süreci aktarırken, toplumsal cinsiyet algılarına ilişkin kalıpyargıları kendi perspektifinden şöyle aktarmıştır: “... Eşim çalışmak istediğinde başlangıçta biraz düşündüm. Çünkü ben eşime ve çocuklarıma bakabiliyordum, eşimin bir şeye ihtiyacı yoktu. Sonra burası küçük yer18 ve bunu insanlar nasıl karşılar diye düşündüm. Sonra eşime çok güvendiğim için ve kendisini koruyacağını bildiğim için çalışmasına izin verdim. Eşim çalışmaya başladı bu sefer de etraf tuhaf karşılamaya başladı. Ama ben her şeye rağmen eşimin çalışmasının iyi olacağını düşünüyorum”. K15’in eşinin, bu sözlerinde, “Evin geçimini erkek sağlar” ve “Evin dışı kadınlar için uygun değildir” kalıpyargılarını hemen algılamak mümkündür. Ayrıca, “Burası küçük yer” vurgusu, bu kalıpyargıların toplumsal yaşamda geleneksel Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 17 bakış açılarının egemenliğini sürdürdüğü yerlerde, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algıların gücünü ifade etmektedir. Kadınların çalışma hayatına katılmasını sağlayan bir mesleki eğitim projesinin koordinatörü ise yaptıkları bir bilgilendirme toplantısında çalışmaya katılacak kadınlardan birisinin erkek kardeşinin, kadın istihdamı yönündeki çabaları “fasa fiso” olarak değerlendirdikten sonra kendisine şunları söylediğini aktarmıştır: “Ben bu işten bir şey çıkacağını sanmıyorum. Sadece kız kardeşim çok istediği ve ısrar ettiği için kendisine izin verdim ve onunla bizzat buraya gelerek burada neler yaptığını gözümle görmek istedim”. Daha önce hiç çalışmamış olan K3, satış temsilcisi olarak çalışırken işinden ayrılan kızı K2 ile birlikte bir işyeri açmak istediğinde eşinin ve erkek çocuğunun kendilerini desteklediğini, çünkü bunun bir “aile işletmesi” olabileceği fikrinden hareket ettiklerini beyan ederken, belki de bu tanımdaki “aile” kavramının güven veren sihirli gücünü ifade etmektedir. Toplumda erkek işi olarak adlandırılan bir alanda19 kendisine bir iş yeri açan K21 ise: “...eşimin çok büyük desteği oldu onun sayesinde başardım” derken eşinin önce “izin vermek”, sonra “destek olmak” şeklindeki katkısı olmasa böyle bir işe kesinlikle niyet bile etmeyeceğini belirtmiştir. Kadınların çalışma hayatında “aile reislerinin” veya en azından “aile içindeki karar vericilerin” desteğini almalarının hayati önemini K16, “...Bir kadın bir şeyi isterse (her ne olursa) olsun, aile desteğini de yanına aldıktan sonra her şeyi yapabilir” cümlesiyle ifade etmiştir. Burada bahsedilen “aile desteği” ailenin erkek bireylerinin iznidir. Analık ve ev ile ilişkili yargılar Kadınların işgücü piyasasına girişleri başta olmak üzere, bu piyasalardaki konumları ve sürekliliklerini belirleyen ve toplumsal cinsiyet kalıpyargıları ile ilişkili bir başka unsur da kadının temel görevine ilişkin algılardır. Doğurabilme kabiliyeti ile ilişkilendirilerek, kadınlara yüklenen en önemli toplumsal rol analıktır. Dolayısıyla kadınlar öncelikle, evde çocukların bakımı ve büyütülmesi ile sorumlu görülmektedir. Ev dışındaki çalışma ortamı, kadının temel görevi olarak 18 • iletiim : arat›rmalar› kabul gören analık konusunda kısıtlamalar getireceğine dair endişelerle karşılanmaktadır. İstihdam söz konusu olduğunda da “ev ve analık” görevleri öncelenerek yapılan tercihler yaygındır ve kabul görmektedir. Örneğin genç kızlar için sıklıkla “öğretmenlik” önerilirken, yarım gün çalışma ve günün arta kalanında da ev ve çocuklarla ilgilenme şansı sık vurgulanan gerekçelerdendir. Kadınların gerçek deneyimleri ne olursa olsun, öncelikle bir “ev hanımı” olarak tahayyül edilmeleri, bu tipin bir “ideal” olarak güçlendirilmesi ve de evin dış dünyanın tüm kirliliklerinden arınmış, namus ve iffetin yeri olarak kutsanması (Bora, 2010: 59-60), kadını öncelikle aile içinde, eve bağımlı ve evde konumlandırmaktadır. Küresel kapitalizmin kadın işgücüne duyduğu ihtiyacın artmasına (Sancar, 2011: 59) rağmen, kadının toplumsal ve ekonomik hayata katılımını olabildiğince kısıtlayan bu algı bu kez toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında “erkeklere yüklenen rollerle” de ilişkilenir ve katlanır. “Ailenin geçimini erkek sağlar” algısı, “kadının yeri evidir” algısını güçlendirmektedir. Öyle ki, çalışma sırasında görüşülen erkeklerden biri, eşinin çalışmasını kendisini aşağılayıcı bir durum olarak gördüğünü şu sözlerle ifade etmiştir: “Ha karım çalışmış, ha da ben etek giyip sokaklarda gezmişim; ikisi de aynı. Ben daha o kadar düşmedim.20” Kadınlara temel görev olarak dayatılan “analık ve ev işleri”nin onların işgücü piyasasına katılmasının önünde nasıl bir engel oluşturduğunu istatistikler de göstermektedir. İstatistiklere göre işgücü piyasasına dâhil olmayan 19.581.000 kadının 11.992.000’si “ev işleriyle meşgul olduğunu” ifade etmektedir (TÜİK, 2012). Yani işgücüne katılmayan her 100 kadından 61’i katılmama gerekçesini “ev işleri” olarak göstermiştir21. Erkeklerde ise “ev işleriyle meşgul olma” işgücüne dâhil olmama nedenleri arasında dahi sayılmamaktadır. Kadınlar açısından işgücü piyasasına girişin önündeki en büyük engel olarak görülen “ev işleriyle meşgul olma halleri” iş ve aile yaşamı arasındaki çatışmanın (İlkkaracan, 2010) bir göstergesi olarak okunabilir. Kendisiyle görüşülen kadınlardan dokuzu, öncelikli sorumluluklarının ev işleri ve çocuk bakımı olduğunu ve ancak çocuklar büyü- Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 19 dükten sonra çalışmak istediklerini ve bunu eşleri veya aile bireyleri nezdinde dile getirebildiklerini belirtmişlerdir. Bir başka ifadeyle bakım sorumluluğu, kadınların önemli bir kısmını işgücü piyasasından uzaklaştırmıştır. İşgücü piyasasında on yıllık çalışma deneyimi bulunan ve bakım sorumluluğu nedeniyle işten ayrılmak zorunda kalan K8 durumu şu şekilde özetlemektedir: “...İkinci çocuğum olunca işimi bırakmıştım, bakacak kimse yoktu. İlk çocuğuma annem bakmıştı. İkincisine de bakmasını isteyemedim. Zaten yaşlandı da... Çocuğumun kendi ayakları üstünde durması ile tekrar çalışmak istedim. Aynı zamanda ekonomik sorunlardan dolayı da çalışmak zorunda kaldım ve tekrar çalışmaya başladım.” Evlendikten sonra işten ayrılan, fakat süreç içinde tekrar çalışmaya başlayan K24, çalışması konusunda toplumun bakış açısını dile getirmektedir: “...Bekârken kendi işyerimizde çalışıyordum. Evlendikten sonra eşimin maddi durumu iyi olduğu için çalışmadım. Zaten eşim evimin hanımı olmamı istedi. Sonra eşimin işleri iyi gitmedi ve ben çalışmak zorunda kaldım bu sefer de etraf benim çalışmamı hoş karşılamadı.” Kadınlar bir biçimde çalışıyor olsalar da, erkeklerin kadınlara görev olarak atfedilen sorumluluklarına destek olmadıkları ise bir vakıadır. Dolayısıyla kadın, ev içi sorumluluklarını ve işinin gereklerini aynı anda karşılayabilmek için insanüstü bir gayret göstermektedir. Bu koşularda çalışma hayatında kendilerine yer bulmaya çalışan kadınlar, ev içi ve dışı” hayatı bir biçimde uyumlaştırmak zorunda kalmaktadırlar. Görüşülen kadınlar, bunu yaparken “daha erken kalkma, daha geç yatma, daha hızlı hareket etme” gibi pratikler geliştirmek zorunda kaldıklarını söylemişlerdir. Bakım sorumlulukları ve geleneksel roller, kadınların işgücü piyasasına yeterince girememesi yanında çok daha önemli bir sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu da kadınların herhangi bir aile işletmesinde sosyal güvenceden yoksun olarak aile bireyleriyle birlikte “ücretsiz aile işçisi” olarak çalışması ve emeğinin görünür olmamasıdır. Ülkemizde istihdamdaki kadınların % 33’ü ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır22. Ağırlıkla tarım kesimindeki kadınlar arasında yaygın 20 • iletiim : arat›rmalar› olan ücretsiz aile işçiliği, nispeten “şehirli” kadınlar arasında da sık görülmektedir. On sekiz yıldır eşine ait bir işyerinde (markette) ücretsiz aile işçisi olarak çalışan K1’in aktardığı deneyim önemlidir: “... Çalıştığım süre boyunca hiç bir sosyal güvencem, hiçbir maaşım, hiçbir şeyim yoktu... Eşimle çalışırken, kendime ait bir zamanım, kendime ait bir param ve özgüvenim yoktu... Yaptığım işi sevmediğim için çok verimli olmadığımı düşünüyordum. Boş bir şekilde çalışıyordum ama bütün günüm orada geçiyordu. Sabah, öğle, akşam hiç evime gidemiyordum. Market benim bütün zamanımı alıyordu ama beni hiç tatmin etmiyordu. Sanki boşuna çalışıyor gibiydim. Çünkü kendime ait hiçbir şeyim yoktu... Bu kadar çalışmama rağmen iki çocuğuma yeterince yardımcı olamıyor, onlara bakamıyordum. Onlara hiçbir şey yapamadım, kızımı dershaneye bile gönderemedim...” Diğer taraftan bakım sorumluluğu nedeniyle çalışmaya bir süre ara verdikten sonra tekrar çalışmaya başlayan K23: “İkinci çocuğuma hamile kalınca işten ayrıldım. Sonrasında çocuk bakımı falan derken uzun bir süre çalışma fırsatım olmadı. Sonra çocuklarım büyüdü ve okula gidiyorlar. Büyüdükçe masrafları da artıyor tabi. Ben de evin gelirine katkıda bulunmak istedim. Ayrıca da çalışmayı öz güvenim olsun diye istedim.” Kadınlara uygun iş algısına dair yargılar Kadınların çalışma hayatına katılmalarını kısıtlayan algılardan bir diğeri de, kadının çalışacağı işin ve işyerinin kadınlara uygun olması gerektiği yönündedir. Evin dışının kadınlar için “tehlikeli” olduğu düşüncesi, işyerinin ve işin, çalışmak durumunda kalan kadının cinsiyetine uygun bir ortamı gerekli görmektedir. “Kadına uygun iş” tanımı farklı unsurları barındırmaktadır; Kadının bedensel kapasitesine uygun olma, eve yakınlık, kadınlıkla özdeşleştirilen dikiş, yemek, bakım, temizlik gibi işlerden biri olma, ev sorumlulukları için zaman yaratma… ve benzeri Ama önemli unsurlardan biri de, “kadının namusuna halel gelmeyecek” bir ortama sahip olması. Özellikle ilişkilerin geleneksel biçimini koruduğu kesimlerde, “işin ve iş yerinin kadına uygunluğu” önemli bir soruna dönüşmektedir. Dolayısıyla herhangi bir nedenle çalışma hayatına katılacak kadınlara Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 21 öncelikle -endüstriyel olarak örgütlenmiş olsa da- geleneksel olarak “kadın işi ya da kadınlar tarafından yapılan iş” olarak tanımlanabilecek alanlar seçenek olarak sunulmaktadır. Annelik kavramı ile bütünleşik biçimde çocuklar söz konusu olduğu için öğretmenlik, ev işlerinin doğal bir uzantısı olarak görülen bakım sorumluğundan yola çıkarak hemşirelik, ya da aile bireylerinin giydirilmesi sorumluluğundan yola çıkarak, terzilik/tekstil işçiliği gibi işler toplumda kadınlara uygun işler olarak görülmektedir. K23’ün, yöresel yiyecek üretimi ilgili olarak daha sonra işliğe dönüştürülen kurs için yaptığı değerlendirme bu bakımdan önemlidir: “…Proje içerisinde kendi evimizdeki rahatlıkla gidip orada evimizdeymişiz gibi bir aile ortamı yakaladık. Tabii ki zamanla bizlere uygun, yani bayanlara yönelik işler bulundu”. K22 ise tekstil işinin kadınlara uygun bir iş olduğunu şöyle dile getirmektedir: “...Tekstil benim istediğim bir alandı. Dikiş işi bayanın eline yatkın, kadın daha düzenli olduğu için makine bayana daha çok yakışıyor. Kocalarımız da izin verdi sağ olsunlar.” Gıda maddeleri üretimi de, kadınların ev içi sorumluluklarından biri olarak “ailenin beslenmesi” işiyle ilişkilendirilerek “kadına uygun” tanımlanan işlerden biridir. Kızı K2 ile birlikte bir restoran açan K3, yaptıkları işin “yemek yapmayı seven bir kadın olan kendisi için çok uygun” olduğunu belirtmektedir. Yine yöresel yiyecek hazırlama konusunda eğitim alan K26 da benzer biçimde, yaptığı işin kendisi için uygunluğunu “Bir anne, eş ve ev hanımı olarak her işi de kendime uygun görmüyorum” ifadesiyle vurgulamaktadır. Yine aynı proje kapsamında yöresel yiyecek hazırlama işiyle uğraşan K25 işini, “işte tam da bayanlara uygun bir iş” olarak tanımlamaktadır. Kadınlara uygun meslekler konusunda sekreterlik de önde gelmektedir. İş dünyasının çeşitli ölçeklerdeki kuruluşunda yöneticiler çoğunlukla erkek olduklarından -evdekine benzer biçimde-, onlara günlük hayatlarını düzenlemede yardımcı olan “sekreterlik” görevi de yaygın biçimde kadın işi olarak görülmektedir. İstatistiklere göre, kadınların istihdam edildiği sektörlerin başında % 45,8 ile “büro hizmetlerini” de kapsayan hizmetler sektörü gelmekte ve onu %39,3 ile tarım, %14,5 ile sanayi sektörü izlemektedir (TÜİK). Kadınların, ağır işlerde çalıştırılmalarını engelleyen23 hükümler dışında istihdam sıra- 22 • iletiim : arat›rmalar› sında kadın ve erkek ayrımı yapılamayacağı yasal olarak garanti altına alınmış olsa da toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algılar kadın ve erkek işlerini zımni olarak ayırmaktadır. İŞKUR tarafından 2012 yılında gerçekleştirilen işe yerleştirme hizmetlerine bakıldığında kadınlarla erkekler arasında sadece sayısal olarak değil, çalışma alanları açısından da belirgin farklılıklar göze çarpmaktadır. İşe yerleştirilen 556.587 kişinin, 390.979’u erkek ve 165.608’i kadındır. İstihdam edildikleri alanlar ya da meslekler olarak bakıldığında erkeklere, ya da kadınlara uygun iş algısına paralel tercihler yapıldığı rahatlıkla gözlenebilir. Erkekler, şoför, güvenlik görevlisi, kasap, manav, garson ve bahçıvan gibi mesleklerde istihdam edilirken, kadınlar cinsiyetlerine uygun olduğu düşünülen, çağrı merkezi görevlisi, dikiş makinesi operatörü ve ön muhasebeci gibi mesleklere yerleştirilmiştir24. Sonuç Türkiye’nin kendisine hedef olarak koyduğu ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmişlik düzeyine ulaşabilmesi için, öncelikle kadın ve erkek yurttaşları arasında imkanlardan yararlanma ve toplumsal yaşama katılma açısından var olan ve ağırlıkla da erkekler lehine işleyen eşitsizlikleri gidermesi gereklidir. Bu gereklilik, kadınların özellikle yaklaşık son 30 yıldır iç politikanın gündemine girme becerilerine bağlı olarak daha çok kabul görmektedir. Kadınların, eğitim öncelikli olmakla birlikte, sağlık ve istihdam imkanlarına erişimi açısından ilerlemeler sağlandıkça erkek ve kadın yurttaşlar arasında cinsiyetleri üzerine temellendirilen ve toplumsal cinsiyet rolleri algısı ile güçlendirilen eşitsizliklerle mücadelede bir ölçüde mesafe alınacaktır. Bu çalışma, kısıtlı da olsa bir saha deneyimine dayanarak, binyılların içinde oluşmuş ve aktarılmış kültürel birikimin içine yerleşik toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algıların –günümüzde pek çoğu kendilerinin aleyhine işliyor olsa da- kadınların zihniyet örüntülerine nasıl yerleştiğini bir nebze olsun, açığa çıkarmayı hedeflemiştir. Çalışmanın temel bulguları, ataerkil belirlenimler çerçevesinde toplumda yaygın kabul gören, kadınların çalışabilmeleri için ailenin Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 23 erkek bireylerinden izin alması gerektiği fikrinin, çalışma kapsamında görüşlerine başvurulanlarca da benimsendiğini göstermektedir. Ayrıca anlatılanlardan, evin geçimini sağlamanın erkeğin görevi olduğu, bu nedenle kadının çalışmasının erkeğin yaşanılan yerdeki statüsünü olumsuz etkileyeceği düşüncesi de açık biçimde çıkarılmaktadır. Çalışma kapsamında görüşlerine başvurulan kadınların ifadelerinden, kendilerinin analığı ve ev sorumluluklarını öncelikli görevlerinden kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Hatta çalışma yaşamına katılmayı da, öncelikle çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için talep etmektedirler. Çalışmada görüşlerine başvurulan kadınların önceliklerinden biri de, işin ve iş yerinin kadınlara uygun olması gerektiğidir. Bu düşünce de kadınların zihniyet örüntülerini belirleyen ataerkil toplum yapısının yansımaları olarak değerlendirilmelidir. Bu çalışmayı ayrıntılı inceleyenlerin dikkatini çekmiş olabileceği gibi, görüşlerine başvurulan kadınlar, eğitim düzeyi ve çalışma yaşamı konusundaki deneyimsizlikleri ile ilişkili olarak toplumsal yaşama katılma becerileri açısından önemli oranda dezavantajlıdır. Dolayısıyla böylesi bir kitlenin, özellikle çalışma yaşamına katılma açısından kabul edilmiş toplumsal cinsiyet rollerini tekrarlıyor olmasını beklemek doğal görülebilir. Bu görüşler, eğitimli, kentli ve çalışma yaşamı açısından nispeten deneyimli kesimlerde farklılaşmakta mıdır? Bu sorunun yanıtı sınırları belirlenmiş başka bir çalışma kapsamında aranabilir. Ancak, özellikle şiddetle ilgili çalışmalar, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargıların eğitim, yaşanılan çevre ve istihdam değişkenlerine bağlı olarak beklenen ölçüde değişiklik göstermediğini vurgulamaktadır. Kuşkusuz toplumsal değişim, tekil parametrelerle açıklanamaz ve birbiriyle ilişkisi çoğunlukla pek de net biçimde ortaya çıkarılamayan etkenlerle ilişkilidir. Dolayısıyla, Türkiye’de kadın ve erkek yurttaşlar arasında toplumsal cinsiyet algısından kaynaklanan eşitsizliğin giderilmesi için, temposu zaman zaman değişse de sürekli bir çabaya ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, yukarıda da kısaca değinilen Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı’nın (IPA) 4. bileşeni olan "İnsan Kaynaklarının 24 • iletiim : arat›rmalar› Geliştirilmesi Operasyonel Programı" kapsamında uygulanan ve program otoritesinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yararlanıcı kurumun ise Türkiye İş Kurumu olduğu Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu kapsamında yapılan çalışmalara bir kez daha değinmekte yarar vardır. Temel amacı, kadınların istihdam edilebilirliklerini artırmak olan operasyon 12 NUTS II bölgesindeki 43 ilde25, Temmuz 2010-Mayıs 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir (İŞKUR, 2012). Çalışmalar sonucu 43 ilde kadınların istihdam becerilerini artırmaya dönük 131 proje gerçekleştirilmiş, tasarlanan meslek edindirme kurslarından toplam 9.856 kadın yararlanmıştır. Eğitimleri tamamlayan kursiyerler arasından yaklaşık 914 kadının hedeflenen sektörlerde istihdam edildiği, 117 kadının da kendi işini kurduğu, 321 kadının kooperatife üye olarak üretime katıldığı ve 631 kadının ev eksenli çalışmaya başladığı raporlanmıştır. Projelerin; • 28’inde, öncelik turistik amaçlı olmak üzere el becerisine dayalı geleneksel el sanatları öğretimi ve üretimi, • 25’inde yerel nitelikli yiyecek ve içecek maddesi üretimi, • 14’ünde tekstil sektörüne eleman yetiştirme, • 31’inde hasta, yaşlı ve çocuk bakımı, • 18’inde turizm sektörüne yönelik elemanları yetiştirme, • 24’ünde büro elemanı yetiştirme, • 19’inde tarımsal üretim, • 10’unda hayvansal üretim, • 9’unda ise tasarım, konularında eğitim verilmiştir26. Ancak projeler kadınların sadece mesleki becerilerini geliştirmek açısından değil, onların özellikle toplumsal yaşamın diğer alanlarına katılmaları konusunda gelişmelerini sağlayacak sosyal güçlendirme eğitimlerini de kapsamaktadır. Uygulanan projelerden 24’ünde toplam 2424 kadın sosyal güçlendirme eğitimi almıştır. Bu haliyle, Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu ve kapsamında gerçekleştirilen projeler, sadece bir mesleki eğitim çabası olmanın ötesinde, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına dönük çabalar açısından da dikkate alınmalıdır. Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 25 Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu kapsamında yapılan İşgücü Piyasası Analizinde kadınların çalışma gerekçelerinde ilk üç sırayı, özgüven artışı (% 90,8), ülke ekonomisine katkı (%82,2), ekonomik yönden erkeklere daha az bağımlı olma (% 59,2) almaktadır. Bir kadının çalışma hayatına girebilmesi ve çalışma hayatında kalabilmesi için, bir ücret karşılığında ve sosyal güvenceli olarak çalışmanın kazanımlarını deneyimlemesi oldukça önemlidir. Bir başka ifadeyle kadınlar, ücretli bir işte kısa süreliğine de olsa çalıştıklarında işgücü piyasası ve istihdama katılımlarının önündeki engellerle mücadele ve toplumsal hayata katılım konusunda daha istekli ve kararlı hale gelmektedir. KİD Operasyonu her şeyden önce bu deneyimi yaşamak konusunda kadınların önünde kısıtlı da olsa bir pencere açmıştır. Yukarıda istihdama ilişkin toplumsal cinsiyet algılarına yer verdiğimiz kadınların neredeyse tamamı, kadınların çalışma hayatına girmeleriyle birlikte toplumsal hayattaki hareket alanlarını nasıl genişlettiklerini ve çalışarak elde ettikleri özgürlük ve özgüvenle toplumsal hayata daha fazla nasıl katıldıklarını dile getiren deneyimlerini de paylaşmışlardır. K3 çalışma hayatına girmesiyle birlikte hayatının tamamen değiştiğini şöyle ifade etmektedir: “...Kadın çalışınca hayatında maddi manevi bir çok şey değişiyor. Kendi paranı kazanıyorsun, hayata farklı bakıyorsun. İnsanın kendine güveni artıyor ve diğer insanların bakışı değişiyor. Kendi işimin patronuyum, hayatım birden değişti...” Bir işte ücretli olarak çalışıyor olmanın bilinçli bir anne olmaya da katkı sağladığını ve daha bilinçli çocuk yetiştirmeyi sağladığını söyleyenler de vardır. Bunlardan biri K11’dir. Ama onun görüşme ortamında bulunan 12 yaşındaki kızının ifadeleri daha manidardır: “...Annem çalışmaya başladıktan sonra çoğu şey değişti. Önceden bize önyargılı davranır ve birçok şeye izin vermezdi. Ama şimdi isteklerimiz karşısında sorular soruyor ve hemen kesip atmıyor... Eskiden sürekli ev işi yapardı ve bizimle çok vakit geçirmezdi. Şimdi iş yapmak yerine bizimle vakit geçirmeyi tercih ediyor.” Ücretli bir işte çalışıyor olmak bir tarafa, meslek edinmek amacıyla bir kursa devam ediyor olmak bile kadınlar için evin dışına taşan ve onların sınırlarını genişleten bir etkinliktir. Bu tür imkanlar kısıtlı da 26 • iletiim : arat›rmalar› olsa, onlara öncesinde var olmayan toplumsal yaşama katılma deneyimi sunmaktadır. Sinemaya ya da arkadaşlarıyla dışarıda yemeğe ilk kez bu projeler kapsamında çalışmaya başladıktan sonra gittiğini belirtenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. K14 gibi daha önce hiç sinemaya gitmediğini, bu deneyimi ilk kez proje sonrası işe girdikten sonra yaşadığını belirten 39 yaşındaki K11, bu deneyimini ifade ederken gözyaşlarına da hakim olamamıştır. Diğer taraftan çalışma hayatında aktif bir biçimde yer alan kadınların toplumsal ilişkiler ve roller konusundaki bakış açıları da değişebilmektedir. Bu, değişimin bir tarafında aile içi iletişim ve roller, diğer tarafında ise çalışma hayatındaki konumlarında kendini göstermektedir. Aile içindeki konumunun değişimini çocuklarıyla ilişkisindeki değişim üzerinden dile getiren K13, daha önce ev içinde bütün işlerin bölünmüş olduğunu ve herkesin kendi işini yaptığını yapması gerektiğini, kimsenin başkasının işine karışmaması gerektiğini düşünüyorken, artık böylesi net ayrımların doğru olmadığını ve bütün ev işlerinin ortak olduğunu düşündüğünü belirtmektedir. K13’ün ifadeleri değişimin düzeyini göstermesi açısından önemlidir: “... Kendimde çok büyük değişiklikler oldu. Şimdi çocuklar kek yaparken yardım ediyorlar ve 'anne şimdiye kadar izin vermiyordun ne oldu sana' diyorlar. Ben de 'o zaman başım ağrıyordu' diyorum. Oysa şimdi hiç başım ağrımıyor (gülerek). Ayrıca eşimden para almıyorum, harçlık istemiyorum. Çalışmamım çocuk yetiştirmek konusunda çok faydası oldu. Çocuklarımı, özelikle oğlumu, kadın erkek eşitliğini empoze ederek yetiştiriyorum. Ben çalışmaya başlamasaydım egoist, kazak yani kadınlara yardım etmeyen bir çocuk yetiştirirdim." Çalışan kadınların aile bireyleri tarafından “onaylanması” onların toplumsal hayata katılımın bir göstergesi olarak önemlidir. Kendi kazandığı parayla çocukları ya da diğer aile bireylerine bir şeyler alabilmeyi, kadınlar özgüvenlerini sağlayan bir edim olarak nitelendirmektedir. K19’un “...Belki size küçük bir şey gibi gelecek ama kendi maaşımla annemin istediği mutfak dolabını alabilmek beni çok mutlu etti” sözlerinin ardında mutluluğun yanı sıra, özgüven duygusunu da okumak mümkündür. K19 sözlerini şöyle sürdürmüştür: “…İnsanın işinin Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 27 olması hayata bir gol atmak demektir. Ben bu golü attım. Kafanızı yastığa koyduğunuzda ne olacak bana diye düşünmüyorsunuz. Hayatımdan memnunum. Allah olmayan herkese versin." Çalışma kapsamında görüşülen kadınların bazılarının ifadelerindeki kavramlar ise umut vericidir K9, kendisini “hediyelik eşya sektöründe işçi” olarak tanıtırken, K10 “...eşim çalışıyordu ama bu bizim geçinmemize yetmiyordu, bu nedenle çalışmaya başladım ve şu anda ben bir işçiyim” demektedir. K13 ise “...kendime artık ev hanımı demem, dedirtmem. Çünkü ben işçiyim” diyerek toplumsal konumunun değiştiğini vurgulamaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönündeki çalışmalar, eşitsizliğin binyıllara dayalı ve derin olduğu ülkelerde mutlaka uzun soluklu olmalıdır. Bir yandan toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıpyargıların kadınların da algılarını nasıl biçimlendirdiğine dair küçük tespitler yapılan bu çalışmada, bir yandan da özellikle kadınların istihdamını önceleyen çalışmalar bağlamında, eşitsizliğin giderilmesi için küçük de olsa elde edilen kazanımlara değinilmiştir. Ama hepsinden öte bu çalışma, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi konusunda yapılan çalışmalara, gösterilen çabalara küçük bir selam olarak nitelendirilmelidir. 28 • iletiim : arat›rmalar› Kaynakça Ağduk, Meltem (2013). “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele.” Toplumsal Cinsiyet İstihdam Odaklı Sosyal Güçlendirme El Kitabı. (der.) Abdülrezak Altun. Ankara: İŞKUR Kadın İstihdamının Desteklenmesi Projesi Yayını. ASPB KSGM (2013). Türkiye’de Kadın. Ankara. Başbakanlık KSGM (2009). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı. Başbakanlık KSGM (2009a). Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet. Ankara. Berber, Metin ve Eser, Burçin Yılmaz (2008). “Türkiye’de Kadın İstihdamı: Ülke ve Bölge Düzeyinde Sektörel Analiz.” İş Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi. Cilt:10 Sayı:2 Bora, Aksu (2010). Kadınların Sınıfı. Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası. İstanbul: İletişim. Childe, Gordon (1982). Tarihte Neler Oldu. İstanbul: Alan Yayıncılık. Cins Bakışı Sözlüğü (2000). İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları Demirel, A., Bilgin, Z. K., Kocaman, M. vd. (1999). Çalışmaya Hazır İşgücü Olarak Kentli Kadın ve Değişimi. KSSGM: Ankara. Ecevit, Yıldız (1998). “Türkiye’de Ücretli kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Temelinde Analizi.” 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı. Eyüboğlu, A., Özar, Ş., Tanrıöver, H.T. (2000). Kentlerde Kadınların İş Yaşamına Katılım Sorunlarının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Boyutları. Ankara: KSGM Yayını. Hartmann, H. (2006). Marksizm’le Feminizmin Mutsuz Evliliği. İstanbul: Agora Kitaplığı. International Labor Conference (2002). "Report IV Decent work and the informal economy." http://www.ilo.org/public/english/standards/ relm/ilc/ilc90/pdf/rep-vi.pdf. Erişim tarihi: 02.07.2014. İlkkaracan, İpek (2010). Emek Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Doğru İş ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Politikaları. İstanbul: Mega Basım İŞKUR (2012). Kadın İstihdamının Desteklenmesi Operasyonu Projeler Özeti. Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 29 Makal, Ahmet ve Toksöz, Gülay (2012). Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınevi Ortaylı, İlber (2007). Batılılaşma Yolunda. İstanbul: Merkez Kitapları Özbay, Ferhunde (1990). “Kadınların Eviçi ve Evdışı Uğraşlarındaki Değişme”, Kadın Bakış Açısından 1980'ler Türkiye'sinde Kadın. (der.) Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim. Sancar, Serpil (2011). Birkaç Arpa Boyu... 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a Armağan. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları. Toksöz, Gülay (2002). Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu. Uluslararası Çalışma Ofisi. Ankara. TÜİK (2012). www.tuik.gov.tr Erişim tarihi: 02.10.2013. Wallerstein, Immanuel (2006). Tarihsel Kapitalizm. İstanbul: Metis. 30 • iletiim : arat›rmalar› Sonnotlar 1 2 Çeşitli toplumsal alanlarda kadınların karşı karşıya kaldıkları eşitsizliklerin görünü- mü için Bakınız Ağduk, 2012:15-27 Bu çalışma kapsamında sıkça değinilen toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolle- ri, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü gibi kavramlar, verili bir durum olarak değerlendirilip, “Giriş”te tek tek ele alınmamıştır. Yine de bu kavramlardan bazıları hakkında kısa bilgi ihtiyacı için Cins Bakışı Sözlüğü’nden (IPS İletişim Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000) yararlanırsak; cinsiyet: Doğuştan önce genetik olarak belirlenmiş dişi ya da erkek olma özellikleri. cins temelinde ücret eşitsizliği: “Kadın işi” olarak kabul edilen işler için, aynı mik- tarda emek harcansa da, daha düşük karşılık ödenmesi. “Kadın işi” olarak görülen işlerde çalışanlara çoğunlukla daha düşük ücret ödenir. Genellikle, ayrımcılığa uğrayan kadın, erkek çalışanla aynı işi yaptığı halde daha düşük ücret alır. cins temelinde işbölümü: Toplumlardaki iş bölümü cins toplumsallaşması kalıplarıyla doğrudan bağlantılıdır. Genel bir ifadeyle, toplumlar erkek ve kadın arasında biyolojik farklılıklardan doğan üremeyle ilintili farklı rolleri evde ve kamusal alandaki diğer yükümlülükleri bölüştürmenin temeli olarak kullanır. Bu temel iş bölümü, kadının toplumdaki eşitsiz konumunu sürdürmenin başlıca yollarından biridir. Cins temelinde işbölümünde kadın evi içi çalışma ya da üremeyle ilişkili, erkek de kamusal ya da üretimle ilişkili yükümlülükleri yerine getirir. Çoğu toplumda, cins temelinde iş bölümü, kadının ev içi çalışmayla uğraşması, mal ve hizmet üretiminde düşük ücretli işlerde çalışması ve kaynaklar üzerinde çok sınırlı bir denetime sahip olmasıyla sonuçlanır. cins rolleri: Kadın ve erkeklerin cinsleri temelinde nasıl düşünme, davranma ve hissetmeleri gerektiğini tanımlayan, toplumsal olarak öngörülmüş farklılıklara dayanan, toplumsal olarak belirlenmiş davranış, yükümlülük ve sorumluluklar. Cins rolleri bireysel seçişle ya da ekonomik bunalım, doğurganlık oranlarının düşmesi, kadınların eğitim düzeyinin yükselmesi, göç kalıplarıyla bilişim sistemlerindeki değişikliklerin yanı sıra kadınların sivil toplumdaki katılım düzeyinin yükselmesi gibi olay ve süreçlerin etkisiyle de zaman içinde değişebiliyor. cins eşitsizlikleri: Kadın ve erkeklerin kaynaklara, statülere, ve refaha erişimlerindeki, genellikle erkek yararına olan ve çoğu zaman yasalar ve toplumsal adetlerle kurumlaştırılan farklılıklar. toplumsal cinsiyet: Kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal olarak kurulmuş, zaman içinde değişebilen ve kültürler arasında ve her bir kültürde yaygın değişik- likler gösteren farklılıklar. Toplumsal cinsiyet insanların rol, sorumluluk, kısıt ve fırsatlarını çözümlemeye yarayan sosyo-ekonomik ve siyasal bir değişkendir ve Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 31 hem erkekleri hem kadınları kapsar. Cins, cinsiyetle de kadınla da eş anlamlı değildir. Cins, rollerle cinsiyet ise, biyolojik olarak dişi ya da erkek olma haliyle ilintilidir, kadın ise ergin dişiler için kullanılır. 3 Erkekler avlanmak için uzaklara giderken, kadınlar, çocuklarla birlikte kamp yerinde kalıp yakındaki bitkilerin tohum ve meyvelerini topluyordu. Zamanla kamp yeri/mağara eve dönüştükçe, ev kadın ile ilişkilendirilen bir mekâna dönüştü. Cins temelli işbölümünün ilk insan topluluklarındaki gelişimi de dâhil olmak üzere ilkel insan topluluklarının gelişimi hakkında Bakınız Childe,1982. 4 Kapitalizmin kadın ve erkeğin emeğini üretkenlik temelinde ayırdığını söyleyen Wallerstein, üretken, ev dışında ve ücretli emek olarak sadece erkek emeğini, üretken olmayan ve sadece ev içinde harcanan emek olarak da kadın emeğini gösterirken bu farklılaştırmanın belirli roller yaratılarak güvence altına alındığını söyler (21-22). 5 Avrupa Birliği, Türkiye gibi kadınların sosyal dışlanmaya uğradığı ülkelerde, kadınları dezavantajlı gruplar içinde saymaktadır. 6 “Ev kadını” deyimi, kadınlar için bir ücret karşılığı çalışmama durumunu ifade etse de, ev işlerinin gerektirdiği işgücü ve emek açısından değerlendirildiğinde ev kadınlarının ev dışındaki çalışma ortamlarından daha çok emek harcadıkları görülmektedir. İlkkaracan, “Uzlaştırma Politikalarının Yokluğunda Türkiye Emek Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri” başlıklı çalışmasında, 2006 yılında, Türkiye’de 15 yaş üstü bir kadının günde yaklaşık 5 saat 17 dakikasını hane ve hane halkı bakımı için ücretsiz çalışma karşılığı olarak harcadığını belirtmektedir. Bu rakam çalışan kadınlarda 4 saat 3 dakikaya gerilemektedir. İlkokul mezunu bir kadın Türkiye’de ev içinde ücretsiz çalışma saatleri açısından bakıldığında bir erkeğin 7 katı daha fazla çalışmaktadır. (50) 7 TÜİK’in 2012 Yılı Hanehalkı İşgücü Anketlerine göre işgücüne katılım oranı kadınlarda %29,5, erkeklerde ise %71’dir. Aynı şekilde istihdam oranı ise kadınlarda % 26,3, erkeklerde % 65’dir (2012). Kadınlar açısından aynı verilere kır kent ayrımında bakıldığında önemli farklılık göze çarpar. Kentte işgücüne katılım oranı % 26,1, istihdam oranı % 22 olan kadınların, kırda işgücüne katılım oranı % 36,9 olarak gerçekleşmiştir. Çalışma çağındaki nüfusun 54.724 bine ulaştığı 2012 yılında işgücüne katılım oranı % 49,9’dan % 50’ye yükselmiştir. Erkeklerde işgücüne katılma oranı bir önceki yıla göre 0,7 puan azalarak yüzde 71’e düşerken, kadınlarda 0,7 puan artarak yüzde 29,5’e yükselmiştir. 8 Ecevit (1998: 268) İş Kanunu başta olmak üzere Türkiye’deki mevcut yasal düzenlemeler aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamayacağı güvence altına almış olmasına rağmen, işkolları ve yapılan işe göre değişmekle birlikte kadınların genellikle erkeklerin ücretlerinin yarısı ile dörtte üçü arasında ücret aldıklarını belirtmektedir. 32 • iletiim : arat›rmalar› 9 İstihdamda yer alan 100 kadından 54,2’si herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalışırken, bunların da % 58,6’sı ücretsiz aile işçisi konumundadır. Ücretli veya yevmiyeli çalışan kadınların % 23’ü, işveren kadınların % 19,4’ü, kendi hesabına çalışan kadınların % 89,6’sı herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmaksızın çalışmaktadır (KSGM, 2013). Türkiye’deki duruma ilişkin olarak ayrıca bakınız, Toksöz, 2007; Makal ve Toksöz, 2012. 10 Kadınların beşte dördü kadınların evlendikleri zaman bakire olmaları gerektiği görüşüne katılmaktadırlar. Kadınların eşlerinin görüşlerine katılmasalar bile onlarla tartışmamaları gerektiğine katılan kadınların oranı da yüzde 40’tır. Kadınların yüzde 15’i “erkekler kadınlardan daha akılıdır” ifadesine katılmaktadır. Yaklaşık on kadından yedisi “kadınlar eşlerinden izin almadan dışarıya çıkabilir” ifadesine karşı çıkmaktadır. Kadınların dörtte biri eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalın- masına ilişkin en az bir nedeni doğru bulmaktadır. Bu kadınların oranı TNSA2003’te yüzde 39 iken, TNSA-2008’de yüzde 25’e düşmüştür. Kadınların parayı gereksiz yere harcaması ve çocukların bakımını ihmal etmesi fiziksel şiddet için en çok kabul edilen nedenlerdir. Eğitim düzeyi daha yüksek olan, kentte yaşayan veya refah düzeyi daha yüksek hanelerde yaşayan kadınların fiziksel şiddeti doğru bulma oranı daha düşüktür.” (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, s.4) 11 4857 sayılı İş Kanununda “Dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mez- hep ve benzeri sebeplere dayalı olarak iş ilişkisinde ayrımcılık yapılamaz” ifadesi yer almaktadır. Kanuna göre, işveren bir çalışanın iş sözleşmesinin koşullarının belirlenmesinde, imzalanmasında, yürütülmesinde ve feshinde çalışanın cinsiyetin- den dolayı doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcılık yapamaz. Benzer veya eşit değerdeki iş için ayrımcı bir ücretlendirmeye izin verilemez. İş Kanununda ayrıca kadınların hamilelik ve emzirme dönemlerinde çalışma şartlarına, ağır ve tehlikeli işlerde çalışmalarına, gece ve belirli dönemlerde çalışmalarının yasaklanmasına, kadın işçilerin fiziksel güçlerine uygun olmayan işlerde çalıştırılmalarının önlenmesine ilişkin koruyucu düzenlemeler bulunmaktadır. 12 Kadın ve erkeklerin yerleşik rol ve sorumluluklarına ilişkin ayrıntılı bilgi için bakınız Meltem Ağduk, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele”, Toplumsal Cinsiyet, İstihdam Odaklı Sosyal Güçlendirme El Kitabı. (der.) Abdülrezak Altun, İŞKUR Yayını, 1-67 13 Avrupa Birliği’nin mali katkısı ile gerçekleştirilen ve toplam bütçesi yaklaşık 27 milyon Avro olan operasyon, GSYİH’si ulusal ortalamanın %75’inin altında olan 12 NUTS II bölgesindeki 43 ilde uygulanmıştır. Hibe ve teknik yardım bileşenlerinden oluşan Operasyon’un hibe programı, Temmuz 2010-Ağustos 2011 arasında, teknik destek programı ise Mart 2011-Mayıs 2013 tarihleri arasında uygulanmıştır. Altun ve Kahraman • Kadının Çalışmasına Dair Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (...) • 33 14 Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından 2007 yılında yayınlanan ve Türkiye’de kadına yönelik şiddet konusunda yapılan saha çalışmaları açısından öncü olan Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet araştırması, “Kocanın gündelik hayat üzerindeki denetimi”ni şiddet deneyiminden biri olarak nitelendirdikten sonra, şu tespiti yap- maktadır: “Her on kadından yalnızca dördü eşinin iznine tabi olmadan komşu/ arkadaş ziyareti yapabilmekte, üçü eşinden izin alma ihtiyacı duymadan ailesini ziyaret edebilmekte veya alışverişe/çarşıya gidebilmekte ve yalnızca biri başka bir şehre/köye işinden izin almadan gidebilmektedir.” (2008: 77-78) 15 KİD kapsamındaki İşgücü Piyasası Analizi seçilen beş pilot ilde (Erzurum, Gaziantep, Çorum, Van, Trabzon) yapılmış olmasına rağmen, KSGM bünyesinde 2009 yılında yapılan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nın bulgularını desteklemektedir. Çünkü söz konusu araştırmaya göre, yaklaşık her dört kadından birisinin eşi, kadının çalışmasına engel ya da işten ayrılmasına neden olmaktadır (KSGM, 2009a: 56-58). 16 Şiddet kavramı ağırlıkla fiziksel şiddet ile ilişkilendirilmektedir. Oysa özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalarda, ekonomik şiddet kavramının da giderek daha çok kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Kadının çalışmasına engel olmak ya da işten ayrılmasına neden olmak, ev harcamaları için para vermemek, kadının gelirinin elinden alınması, kariyerini engelleyecek kısıtlamalar getirmek, iş bulmasını kolaylaştıracak eğitim vb. etkinliklere katılmasını engellemek gibi davranış ve tutumlar kadına yönelik ekonomik şiddet olarak tanımlanmaktadır (Bakınız. Başbakanlık KSGM, 2009a: 35-36) 17 Aile bireylerinin kadın istihdamı konusundaki etkileri sadece kadınların çalışma hayatına girişine müdahaleleri ile sınırlı değildir. Onun kadar önemli bir diğer konu, iş, işyeri, çalışma saati, çalışan profili gibi birçok faktörü göz önüne alarak kadınların iş değiştirmelerine neden olmalarıdır. 18 Bir ilçe merkezi olan söz konusu yerleşim yerinde 2012 Nüfus Sayımına göre 33.359 bin kişi yaşamaktadır. 19 Söz konusu kadın girişimcilik konusunda aldığı eğitim ve destekler sonrasında “oto yıkama” işi kurmuştur. 20 Aynı kişi, görüşmecilere “bu işleri bırakmaları ve kimsenin aile hayatıyla uğraşmamaları” “telkininde” de bulunmuştur. 21 KID kapsamında yapılan işgücü piyasası analizinde bu oran % 37,8’dir. Yine bu araştırma kapsamında kadınların % 52’si eşlerinin ev işlerindeki sorumluluğu paylaşmaları halinde çalışabileceklerini belirtmişlerdir (İŞKUR, 2012). 22 İşteki durumları açısından bakıldığında 100 kadından sadece 12’si kendi hesabına çalışmakta ve işveren konumundadır. Kadınların 54’ü herhangi bir ücret ya da yev- 34 • iletiim : arat›rmalar› miye karşılığında çalışırken 33’ü ücretsiz aile işçisidir. Kırsal alanda ise her 100 kadından 82’si tarım kesiminde çalışmakta ve bunların % 86’sı da herhangi bir ücret almaksızın ücretsiz aile işçisidir. 2012 yılı verilerine göre, kayıt dışı olarak ücretsiz aile işçisi konumunda tarımsal faaliyetlerle uğraşanların % 22,7’sini erkekler, % 77,3’ünü kadınlar oluşturmaktadır (KSGM, 2013: 26-28). 23 İş Kanunu, maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında veya su altında yapılan işler ile ağır ve tehlikeli işlerde kadın çalıştırılmasına yasak getirmiş, ayrıca kadınların gece çalıştırılmaları için özel düzenlemeler yapılmasını zorunlu tutmuştur. 24 İŞKUR 2012 yılında Şoför olarak 3257 erkek ve 4 kadın, Güvenlik Görevlisi olarak 696 erkek ve 91 kadın, Kasap olarak 513 erkek ve 64 kadın, Manav olarak 639 erkek ve 76 kadın, Garson olarak 4482 erkek ve 1535 kadın, Bahçıvan olarak 1975 erkek ve 368 kadın işe yerleştirmiştir. Buna karşın Çağrı Merkezi Görevlisi olarak 2926 erkek ve 5226 kadın, Dikiş Makinesi Operatörü olarak 695 erkek ve 2218 kadın, Ön Muhasebeci olarak 870 erkek ve 1868 kadın işe yerleştirmiştir ( İŞKUR, 2012). 25 12NUTS II bölgesi Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın, ulusal ortalamanın %75 altında olduğu şu 43 ili kapsamaktadır: Büyüme Merkezleri: Van, Kars, Şanlıurfa, Erzurum, Batman, Diyarbakır, Sivas, Malatya, Trabzon, Kahramanmaraş, Gaziantep, Samsun, Elazığ, Kastamonu, Kayseri. Artalanlar: Ağrı, Iğdır, Ardahan, Erzincan, Bayburt, Muş, Bitlis, Hakkari, Mardin, Şırnak, Siirt, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Kilis, Bingöl, Tunceli, Ordu, Giresun, Rize, Artvin, Gümüşhane, Yozgat, Çankırı, Sinop, Tokat, Çorum, Amasya. 26 Proje konularının toplumsal cinsiyet algıları çerçevesinde sorgulanan “kadına uygun iş” tanımıyla özdeşik olduğu vurgusu göz ardı edilmemiştir. 35 Alternatif Medyanın Eylemci Pratikleri Üzerine: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği Esengül Ayyıldız Özet Bu çalışmada, kürtaja ilişkin kamusal tartışmanın döndüğü toplumsal iletişim ortamında; protestolar, kampanyalar, eylemcilerin söylemlerini kapsayan karşı-politik söylem alanının iktidarın konuşma alanıyla ilgisi-ilişkisi, bu iki ortamın kesişme-ayrışma noktaları ve zihniyet yapılarını anlamak amaçlanmaktadır. Bağımsız İletişim Ağı’nın haber içerikleri üzerinden kürtaj tartışmaları incelenirken, “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasını düzenleyen Bianet gibi bir alternatif medya alanının eylemci pratiklerinin karşı politik eylemler açısından sağladığı olanaklara ve olanaksızlıklara odaklanılmaktadır. Anahtar sözcükler: Alternatif medya, karşıt kamusallıklar ve iletişim ortamı, kürtaj, muhafazakârlık Activist Practices of the Alternative Media: Bianet’s Journalism and Activism at the Centre of “Abortion” Discussions Abstract Main interest of this study is based on the social communication medium of the public discussions which starts within the legal regulations about banning abortion. In the following parts of the text; protests, campaigns, the relation with the counter-political discourse sphere of activists’ and power’s/hegemony’s discourse sphere, intersection and disintegration spots of these two medium and understanding the structure of mindset is aimed. In this study, abortion discussions are researched on the news medium of BİA (Independent Communication Network). The transformation of an independent media sphere to an activist media sphere as the campaigner of “My Body, My Decision” and the opportunities and impossibilities about the counter-political actions/practices of an alternative media sphere’s communication medium and activists’ practices are focused. Key words: Alternative media, counter public and communication medium, abortion, conservatism iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 35-79 36 • iletiim : arat›rmalar› Alternatif medyanın eylemci pratikleri üzerine: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği Kuramsal Çerçeve 2012 yılında Türkiye’de siyasal iktidarın kürtajın yasaklanmasına ilişkin yaptığı yasa düzenlemeleri ile birlikte “ekonomiyi, aileyi, toplumu ve milleti güçlendirmek” üzere uygulamaya koyduğu nüfus politikaları ciddi tepki ve protestolarla karşılanmıştır. Çalışmaya başlarken, öncelikle Türkiye’deki kürtaj ve üremeye ilişkin politikaların, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren izlediği seyri özetlemekte fayda görünmektedir: 1923-65 arasında gebeliği sonlandırmak ve gebelik önleyici tedbirler almak yasaktır. Ayrıca çocuk yapmamaya dair propaganda yapılması da yasaklanmıştır. En az altı çocuğu hayatta olan kadınlara devlet para ödülü veya (isterlerse) madalya vermektedir. Savaş sonrası yılları kapsayan bu dönemdeki nüfus politikaları nüfus artışını destelemek yönündedir. 1955-60 yılları arasında nüfus artışı en yüksek düzeyde olunca 1965-83 döneminde ise zorunluluk halinde gebeliğin sonlandırılmasına izin verilir. 1983 sonrası yıllarda ise gebeliğin 10. haftası dolana kadar isteğe bağlı kürtaj hakkı tanınır. 10. haftadan sonra da gerekçeli rapor ile kürtaj yapılabilmekteydi. 2005’te ise tecavüze uğrayan bir kadın gebeliğini 20. haftaya kadar sonlandırabilmekteydi. 2012 yılında tüm bu tartışmalar yeniden başladığında, hâlâ bu kanun yürürlükteydi ve yine bu kanuna göre evli kadınlar kürtaj yaptırabilmek için kocalarından izin almak zorundaydılar1. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 37 Resim: Bianet.org2 1984’de dönemin Sağlık Bakanı “Öyle pırt pırt çocuk doğurmak olmaz. Bu anaya da, topluma da zararlıdır” derken, 2012’de ise dönemin Sağlık Bakanı isteğe bağlı kürtaj yaptıranların gebeliği sonlandırma gerekçelerinin sorgulanması gerektiğini söylemekteydi3. Bu iki farklı politikadaki söylem dikkate alındığında, kürtajı destekleyen nüfus politikasıyla, yasaklayan devlet politikası arasında muhafazakârlık anlamında fark görünmemektedir. Her iki muhafazakâr anlayış, benzer şekilde “güçlü toplum” vurgusunda bulunmakta ve devlet iktidarı olarak “anayı, aileyi, toplumu, milleti” muhafaza etmektedir. 38 • iletiim : arat›rmalar› Neo-liberal politikalar, güçlü piyasa için “genç insan gücü/ nüfus” ihtiyacına ve bunun önemine sürekli vurguda bulunur. Türkiye’nin bugünkü siyasal iktidarının ısrarla vurguladığı çoğalma/ genç nüfusu arttırma (“en az üç çocuk” söylemi) hedefi, dünyada ekonomisi güçlü ve genç bir ülke olma tasavvuruna hizmet etmekte, “aile ve sosyal politikalar” bu tasavvura göre inşa edilmektedir. Türkiye’de siyasal iktidarın “en az üç çocuk” söylemi ve bu konudaki açıklamaları bu tasavvuru açıkça ortaya koymaktadır. Başbakan’ın yaptığı açıklamalardan birinde yer alan “…Şu anda ‘sakın ha doğum yapmayın’ diyenler... Bakın, çok açık ve net söylüyorum; bu ülkenin yararını, geleceğini düşünmüyorlar. Eğer şu andaki nüfus artış oranıyla devam edersek 2037 yılında Türkiye’nin nüfusu yaşlı nüfus haline gelecektir.”4 ifadesi, yukarıdaki iddiayı destekler biçimde, ülke yararı için genç nüfusa vurguda bulunmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ise “mühendis kökenli bir milletvekili olarak konuyu tablolarla açıklamak istediğini” vurguladığı bir toplantıda, Türkiye’de nüfusun yaşlanmaya başladığını söyleyerek, “en az üç çocuk anlayışının muhafazakâr bir erkek anlayışı değil, kaliteli genç bir nüfus oluşturmak için bilimsel bir yaklaşım” olduğunu vurgulamaktaydı. Ayrıca, “güçlü ailenin güçlü milleti oluşturacağını”, bunun için ailenin yapısının nasıl güçlendirileceğini esas aldıklarını, Türkiye’nin “araştırmalara göre, boşanmalarda ve aile birliğinde en güçlü ülke” olduğunu da söylemekteydi5. Bu açıklamalar, Türkiye’deki aile ve sosyal politikaların, ekonomisi güçlü ve genç bir ülke olma tasavvuruna göre inşa edilmekte olduğunu işaret etmektedir. Söz konusu politikaların uygulanmasının başlangıç noktası ise “kadın bedeni”dir. Doğur(ma)mak hakkı, “kürtaj” yasasıyla, egemen erkek aklının kurduğu devlet ve iktidar tarafından kadının iradesinin dışına çıkarılmaktadır. Piyasa politikalarının yapılması sürecinde, kadınların vajinaları, iktidarın üzerinde yaptırım uygulayabileceğini düşündüğü ilk istasyon olmaktadır. Bu tür bir tasavvur ve inşa etme sürecinin, Türkiye’de şimdiye dek yerleştirilmiş medenileşme/ çağdaşlaşma göstergelerini tersine çevirdiğini iddia etmek de yanlış olmaz. Az çocuklu aile medeniliğin/kentliliğin, çok çocuklu aile ise köylülüğün/medeni olmamanın göstergesi iken, neo-liberal politikalar bu kategorileri tersine çevirmekte, aile değerlerini ve muhafazakârlığı yeniden üretmektedir. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 39 Adalet ve Kalkınma Partisi’nin muhafazakâr ilkeler listesinde yer alan şu ifadeler, “muhafazakârlık”ın yeniden üretilen halini anlamamıza imkân verir: “Muhafazakârlık, ailenin korunması kaygısı ve toplumun dini hassasiyetlerini dikkate alarak, devletin kürtaj ve cinsiyet değiştirme ameliyatlarını desteklemesine karşıdır. Bu konudaki bireysel tercihlere karışmamakla birlikte destek de verilmemektedir. İnsan her konuda yetkin olmadığı için, konu kendi bedeni bile olsa sınırsız yetkiye sahip değildir. Siyasette devrime sıcak bakılmadığı gibi, bireysel yaşamda da geri dönüşü olmayan radikal değişimlere sıcak bakılmaz”6(Emrah Göker, 2012). Söz konusu muhafazakâr ilke, aileyi, toplumu ve geleneği muhafaza etmeye vurguda bulunmakta, dini hassasiyetleri dikkate almakta, bireylerin kendi hayatlarındaki “radikal” kararları desteklemediğinin gerekçesini ise “insanın her konuda yetkin olmadığına”, yani eksik olduğuna ve kendi hayatı üzerindeki denetimin ona bırakılamayacağına da işaret eden bir otoriterlik ve kadercilik tonu taşımaktadır. Öte yandan, bedenin (“kendi bedeni olsa bile” vurgusu) belki bir özel alan olduğu, ancak insanın “yetkinsizliği” düşünüldüğünde, bedenin bile özgürlük alanı olarak kabul edilemeyeceği vurgulanmaktadır. Fakat “bireysel tercihlere karışmamak” ifadesi, böylesi bir muhafazakârlık biçiminin esnetilmiş (daha fazla özgürlük barındırıyormuş gibi görünen) bir çerçevesinin olduğunu da gösterme isteği taşır. Foucault, toplumsal bedeni ortaya çıkaran şeyin bizzat bireylerin bedenleri üzerindeki iktidarın maddi varlığı olduğunu söyler. Burada doktorlar ve politikacılar gibi toplumsal beden kurumlarından da söz ederken, bu kurumların serbest ilişki ya da kürtaj fikri karşısındaki paniklemelerini de hatırlatır (2012: 39). Beden, iktidarın yalnızca kendini dayattığı bir yer değil, tasavvur ettiği toplum için varsaydığı gereklilikler için müdahale ettiği bir mekândır. Yani, iktidar, ideolojisine uygun tasarladığı toplum ve kurumlar için kadın bedenini araçsallaştırırken (doğuran bir makine gibi algılayarak), bedenin kendisini toplumsalın kural, kaide, ahlâk ve geleneğinin nüfuz ettiği bir zemin, bir “toplumsal beden” olarak kabul eder. 2012 yılından bu yana siyasal iktidarın Türkiye’deki kürtaj, kadınların örtünmesi, hamileliğin görünürlüğü konularındaki tartışmalara bakıldığında, kadın bedeninin yalnızca “bir işgücü olarak” inşa edilmediği, bedenin 40 • iletiim : arat›rmalar› siyasal iktidar tarafından aynı zamanda bir toplumsal mekân olarak da inşa edildiği görülür. Kürtaj tartışmaları etrafında, siyasal iktidarın “iyi aile iyi toplum güçlü ekonomi” saikıyla kadın bedenine müdahale etmesi, tam da Foucault’nun işaret ettiği gibi, iktidarın kurduğu “toplumsal beden”e karşı bedenin talep edilmesini de beraberinde getirmektedir. Her müdahale karşı-mücadeleyi de getirdiğine göre, tartışmaların döndüğü toplumsal iletişim ortamlarındaki mücadelenin neliği, biçimi, sınırları, söylemi ve üretilen politikaya dikkat göstermek kaçınılmaz olur. Bu çalışma açısından önemli soru şudur: Baskıcı iktidarın faaliyetini görünür kılarak açığa çıkarmak (ifşa etmek) ona karşı bir mücadele biçimi olarak önemliyken, bu mücadelenin sınırlarında, biçiminde ve politikasında iktidarın izi, belirleyiciliği ya da rolü var mıdır? Bu soru ise karşı kamusallık biçimlerine ve alternatif iletişim ortamlarına dair düşünmeyi gerektirmektedir. Çünkü siyasal iktidarın hegemonyasına karşı (ya da dışında) başka politikanın, kendini temsil ederek, kendi gündemini oluşturabildiği alanların karşı kamusal alanlar ve alternatif iletişim ortamlarında geliştiği ve görünür olduğu düşünülmektedir. Alternatif İletişim Ortamlarında Karşı Kamusallık Nancy Fraser’ın ortaya koyduğu “counter public sphere” kavramı (56-80); kamusal alanın pek çok alt karşı kamusal alanlardan oluştuğu ve liberal burjuva kamusal alanının önvarsaydığı ideal konuşma/ iletişim ortamının etnik kimlik, cinsiyet, dil, şive ve iletişim ortamlarına erişimdeki imkân eşitsizlikleri gibi sebeplerle mümkün olmadığı eleştirisini vurgulamaktadır. Türkiye’deki, Fraser’ın tarif ettiği gibi karşı kamusallık biçimlerinden ve kamusal alanın çerçevesini son derece genişleten hareketlerden biri ise kadın hareketidir. Bir karşı kamusal alan olarak kadın hareketi, kendi kimlik, çıkar ve ihtiyaçları hakkında muhalefet ürettiği, karşıt söylemler oluşturduğu, bu söylemleri yaydığı ve diğer alternatif kamularla dayanışma ortamları oluşturduğu bir iletişim ortamına sahiptir. Türkiye’deki kadın hareketinin 80’lerin ortasından itibaren kurmaya başladığı alt-karşı kamusal alan; dergi, gazete, kadın muhabirler ağı, Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 41 online iletişim ortamı (örgütlerin, kampanyaların web sayfaları), mail grupları, kadın kurultayları, konferanslar, özel çalışma grupları, festivaller, kadın kütüphanesi, üniversitelerde kurulan kadın çalışmaları merkezleri, sokak gösterileri, yürüyüş ve protestolar ve daha pek çok bileşenle birlikte genişlemiştir. Kadın hareketi, özel/ kamusal ayrımını ortadan kaldıran “özel olan politiktir” mottosunun gösterdiği üzere dayak, tecavüz, kadına yönelik şiddet ve her türlü eşitsizliği besleyen durumları ifşa ederek, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışını kolladığı ailenin muhafazakâr alanından çıkararak, alt-karşı kamusal alanlardaki politikaya dâhil etti. Yeni bir toplumsal hareket olarak kadın hareketi, böylece politikayı gündelik hayattan, deneyimlerden üreterek, kendi sözünü söylediği iletişim ortamını kurmakla, toplumsal iletişim ortamını da genişletmiş oldu. Bu çalışma açısından, “iletişim ortamı”nın bir toplumsal hareket için aynı zamanda bir mücadele alanı olduğunu ve medyanın ise görüşlerin dolaşıma girdiği maddi bir ortam işlevi gördüğünü belirtmek gerekir. Bağımsız medya da, karşı kamu alanlarının eylemlerinin ve yurttaş muhalefetinin, iktidar ilişkilerinin manipülasyonuna uğramadan yer alabildiği alanlardır. Bu alanlar, karşı kamusallıkların, kenardakilerin kendi kimlikleriyle ve ifade biçimleriyle görünür olduğu, kendi dertlerinin ve iktidara yönelik eleştirilerin açıkça dillendirildiği, yalnızca haberdar eden değil bilgilendiren, farklı bakış açılarını ve tartışmaları görünür kılan alanlar olması bakımından önem taşırlar. Yöntem ve Yaklaşıma İlişkin 2012 yılında yaşanan kürtaj tartışmaları da, karşı kamusallık biçimlerinin eylemleriyle hem bağımsız medya kanallarında hem de anaakım medyada önemli yer buldu. Bu çalışmada “kürtaj” odağındaki kamusal tartışma ortamına, iktidar ve karşı kamusallık biçimlerinin eylem, söylem ve müdahale/mücadelelerine bir alternatif/bağımsız medya alanı olan Bianet’e yansıyan haber içerikleri kaynak alınarak bakıldı. Mesele, iktidarın kürtaj üzerinden muhafazakârlığı nasıl yeniden ürettiği ve söylemi üzerinden ideoloji analizi değil7; karşı kamusallık 42 • iletiim : arat›rmalar› biçimlerinin politika ve söylem üretme ortamının iletişim açısından incelenmesidir. Yani iktidar konuşurken, yurttaşlar ne söylüyor, kendi eylem alanları ve söz ile politika üretme ortamları ve sınırları nasıl beliriyor? Bu sebeple, sokaktaki harekete odaklanan bir bağımsız medya alanındaki içerikler temel kaynak olarak alınmıştır. Sadece söylem analizi sokağın tüm dinamiklerini yansıtmaz elbette. Fakat, bizzat politik eylem pratiklerinin içinde konumlanan ve hem bu pratikleri üreten hem de yayan bir alternatif medya alanı olarak Bianet, kürtaj tartışmaları süresince yalnızca hak odaklı habercilik yapmayıp, aynı zamanda “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasını düzenlemekle ve bu kampanyayla sokaklardaki eylem ortamlarına katılmakla, haberciliği ve eylemciliği birleştiren bir pratiği üretti. Bu nedenle, Bianet’in “kürtaj” konulu içerikleri yalnızca toplumsal muhalefeti yansıtmakla kalmayarak, kendisinin de katıldığı bir muhalefeti sergilemektedir. Ancak, “kürtaj” tartışmaları çerçevesinde toplumsal muhalefetin ürettiği politik söylemin, siyasal iktidarın belirlediği sınırlar içine hapsolduğu ve böylesi bir gizil belirleyiciliğin toplumsal muhalefetin özgün ve hegemonyayı kıracak politik söylem üretmesini engellediği bu çalışmanın temel savlarından biridir. Bianet içeriklerinin söylem analizi ise, bu temel savı açıklayabilmek açısından elverişli olacaktır. Bu çalışmada, Bianet’te, “kürtaj” ve “en az üç çocuk” anahtar ifadeleriyle yapılan taramayla, 2011-2013 yılları arasında yayınlanmış olan 586 haber tarandı. 2011-2013 yılları arası, “en az üç çocuk” söylemi ve “kürtaj” çerçevesindeki tartışmaların yoğun olması, çeşitli veçhelerle gündemde yer alması sebebiyle çalışmanın zaman dilimi olarak seçildi. Haberlerin incelenmesinde; haber çerçevelerine, kürtaj konulu eylemlerin neler olduğuna, kimlerin sesinin duyulduğuna, iktidarın ne dediğine ve eylemcilerin neler söylediğine dikkat edildi. Ayrıca, söylem ile eylemlerin ardyöresi, bu eylemler ve söylemlerde kadın bedeninin ve ailenin her iki tarafça nasıl algılandığı anlaşılmaya çalışıldı. Bu tartışma sürecinde Bianet’in düzenlediği “Benim bedenim, benim kararım” kampanyası ise, sözkonusu alternatif medya biçiminin Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 43 içermesi muhtemel “eylemci medya” karakterine dikkat etmeyi gerektirmektedir. Kampanya çerçevesindeki harekete (Bianet’in yalnızca haber içerikleri değil, aynı zamanda düzenlediği kampanya ve sokaktaki kürtaj eylemlerine de hem bu kampanyayla hem de haber içerikleri ve duyurularla katılmış olması bakımından) dikkat kesilmek, eylemcihaberciliğin olanaklarını ve sınırlarını düşünmeye imkân verebilir. Bunu yaparken, iktidarın ve eylemcilerin konuşmalarının ardyöresine dikkat kesilerek, kürtaj konusu odağındaki “toplumsal konuşma ortamının” karşı kamusallık biçimleri açısından olanaklarına ve sınırlılıklarına dair ayrıntılar yakalanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada Bianet’in neden seçildiği sorulabileceği gibi, Bianet yerine feminist medyaya dikkat kesilmenin, karşı kamusallık biçimlerinin iletişimsel eylem stratejilerine ve kamusal konuşmanın içeriğine, yansıyan zihniyet biçimlerine ve karşı söylemlere dair daha fazla bilgi verebileceği öne sürülebilir. İlk olarak, yalnızca feminist gündemin ve kadın hareketinin sesinin ve eylemlerinin değil, “kürtaj ve beden politikaları” konusunu gündem edinen diğer karşı kamusallık biçimlerinin, buralardaki muhalefetin görüldüğü ve seslerinin duyulduğu bağımsız/alternatif bir iletişim alanı seçilmek istenmiştir. Bu açıdan Bianet, sokaktaki, gündelik pratiğin içindeki sesleri kaynak almakta ve uzun yıllardır yayın yapmasının getirdiği geniş bir haber ağına erişmiş olması bakımından elverişli bir gözlem alanı oluşturmaktadır. Bianet, kendi habercilik anlayışını “hak odaklı” olarak tarif etmekte; insan hakları, çocuk ve kadın hakları, ifade özgürlüğü, kültürel haklar, gençlik, sağlık, azınlıklar gibi pek çok alanda anaakım medyada sesi duyulmayanların gündemini görünür kılmaktadır. Bianet’in kurucularından Nadire Mater, Bianet’in “hak haberciliği” anlayışını şöyle ifade etmektedir: Sessizlerin sesi dedik, üretim temelinde dayanışma dedik, görünmeyeni, gösterilmeyeni görünür kılmak dedik, ihmal edilenlerin sesi olmak dedik. Mersin, Samsun, Diyarbakır, Adana, Bursa, Siirt, Çanakkale, Muğla, İzmir’den, Türkiye’nin her bir yerinden gazetecilerle defalarca 44 • iletiim : arat›rmalar› biraya geldik. Birlikte ve tek tek politik ve etik olarak sorumlu habercilik yapmayı konuştuk, tartıştık. Artık 2006’da başlangıçta dediklerimizi Hak Haberciliği başlığında topluyor, bunu da hak odaklı, çocuk odaklı ve elbette ifade özgürlüğü odaklı habercilik olarak açıyoruz (22). Ayrıca, IPS iletişim Vakfı’nın yayınladığı Hak Haberciliği Dizisi’nin ilk kitabının giriş kısmında, Bianet’in “Haklar için habercilik, haberciler için özgürlük” çağrısıyla sürdürdükleri haber üretiminin merkezinde “hak haberciliği” anlayışının bulunduğu, dışlananların, ihmal edilenlerin, hakları çiğnenenlerin, susturulanların sesi olmaya çalışarak habercilik yaptıkları vurgulanmaktadır (7-8). Yine anaakım medyanın sahnesinde görmediğimiz pek çok konu, haber, araştırma, tartışma olarak burada yer almaktadır8. Bu nedenle, kürtaj odağında, feminist hareketin yanı sıra toplumun hangi kesimlerinin ne söylediği, nasıl politika ürettiği ve kamusal tartışma ortamındaki duruşlarına ancak Bianet gibi haber ve kaynak çeşitliliğinin geniş olduğu bir alternatif medya ortamından ulaşılabileceği düşünülmüştür. Ayrıca, Bianet, toplumdaki hak ihlalleri, hak mücadeleleri gündeminin takip edilebileceği dikkate değer bir kaynak olmanın yanı sıra, aylık erkek şiddeti ve kadın mücadelesi raporları ve üç ayda bir medya gözlem raporları yayınlamakta, hak odaklı habercilik konusunda eğitimler ve atölye çalışmaları düzenlemekte ve kitaplar yayınlamaktadır. Böylece yalnızca bir alternatif medya ortamı değil, aynı zamanda hak ihlallerini izleyerek (monitoring), “hak odaklı haberciliği” bir eylem biçimi olarak da uygulamaktadırlar. Bu anlamda, geleneksel gazetecilikteki objektiflik kriterini, “hak”lardan yana bir taraflılığa genişletmektedirler. Nitekim Bianet, kürtaj konusunda da toplumun farklı kamusallık biçimlerinin ürettiği alternatif seslere yer veren, yalnızca iktidarın uygulamalarından haberdar eden değil, bu uygulamaları eleştiren, protesto eden, karşı politika ve söylem üreten tüm kesimlerin görünür olduğu bir alan olmuştur. “Kürtaj” konusunda nelerin konuşulduğu odağında Bianet içeriklerine bakıldığında, toplumsal hafıza ile de kar- Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 45 şılaşılmaktadır. Gündemin ne denli hızla değiştiği ve iletişim ortamlarındaki enformasyon akışının hızı dikkate alındığında, Bianet gibi alternatif/bağımsız medya alanları toplumun hafızasını tutan iletişim alanları olarak da düşünülebilir. Böylece, Bianet gibi böylesi alternatif medya alanları, biz araştırmacılar açısından da karşı kamusallık biçimlerinin sesini takip edebileceğimiz önemli kaynaklardır. Kimlerin Sesi Duyuluyor? Kürtaj ile ilgili yasal düzenlemelerle ve siyasal iktidarın aktörlerinin açıklamalarıyla başlayan tartışmalara, tepkilere, eylemlere ve açıklamalara ilişkin Bianet’teki haberlere baktığımızda, iktidarın değil, daha çok yurttaş muhalefetinin ve konuyla ilgili sağlık örgütleri, uzman ve akademisyenlerin seslerinin duyulduğu görülmektedir. Haber kaynaklarını, gündem oluşturma biçimini ve gündemin içeriğini temelde toplumdaki iktidar mekanizmalarına dayandıran anaakım medyanın aksine, alternatif/bağımsız bir medya alanı olan Bianet’in haber kaynakları daha çok alternatif olanlar, eleştirel sesler ve gruplardır. 2011-2013 yılları arasında kürtaj tartışmalarına ilişkin yayınlanmış haberlerde, Bianet’te sesi en fazla duyulanların ve haber kaynaklarını şöyle belirlemek mümkün: Türkiye’nin çeşitli illerinden kadın örgütleri, eylemciler, sağlık alanında çalışan meslek odaları ve örgütler, jinekologlar, sosyologlar, hukukçular, özellikle medya, kadın çalışmaları, sosyoloji, sağlık, hukuk alanlarında çalışan akademisyenler, kimi zaman ise anaakım medya… İktidarın açıklamalarının genellikle anaakım medyadan alınmakta olduğu görülmektedir. Bir not olarak şunu belirtmek gerekmektedir: Tartışmalar, siyasal iktidarın aktörleri (genellikle başbakan) tarafından yapılan açıklamalardan sonra başlamakta ya da alevlenmektedir. Bianet’e yansıyan kürtaja dair üç yıllık haber ve tartışmalara bakıldığında, konuya ilişkin muhalif ve protestoları ivmelendiren temelde üç iktidar eylemi, açıklaması dikkat çekmektedir: 46 • iletiim : arat›rmalar› • “Her eve üç çocuk”9, • “Her kürtaj bir Uludere’dir” (AKP Kadın Kolları Kongresi’nde, Başbakan tarafından yapılan açıklama)10, • Mahremiyet tartışmalarını başlatan, hamile kadının ailesine haber verilmesine ilişkin haberler. Kürtaj konusunda, kamusal konuşmayı ve yurttaş muhalefetini başlatan ve yükselten tartışmanın başlangıç cümlelerinin iktidar tarafından konulduğu görülmektedir. Eylemler Bir karşı kamusal alanın iletişim ortamını anlayabilmek için oradaki eylemlere dikkat yöneltmek gerekir. Kürtaj konusunda yapılan eylemlerin neler olduğuna bakıldığında: Tablo 1: Eylemler Kapalı toplantı salonlarında ve Dolmabahçe, Taksim, Kadıköy gibi kent meydanlarında yapılan basın açıklamaları Kent meydanlarında yapılan protestolar, yürüyüşler, Kadın örgütleri, tıp meslek örgütleri, üniversiteler tarafından düzenlenen pek çok panel Oturma eylemleri Fax çekme eylemi (Mersin Kadın Platformu kürtaj tartışmasına dikkat çekmek amacıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a faks çekti. Eylem öncesi yapılan basın açıklamasında “Kürtajı yasaklamaya çalışan bu yaklaşım kadını sadece evde ve anne olarak görmek istemektedir” denildi.) Mektup gönderme eylemleri Aynı gün ve saatte ülkenin farklı illerinde konulan eş zamanlı yürüyüş ve protestolar Kolluk kuvvetlerine karşı yapılan eylemler (Polise prezervatif -içi boyalı su dolu- atmak gibi) Siyasetçilerin protesto edilmesi (katıldıkları toplantılar sırasında) Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 47 Eylemcilerin tabloda belirtilen eylemleriyle eş zamanlı olarak iktidarın nerelerde konuştuğuna baktığımızda ise şöyle bir manzarayla karşılaşılmaktadır: Haftalık parti grup toplantıları, düzenledikleri basın toplantıları, katıldıkları düğünler ve kürtaj konusunda yapacakları düzenlemelere dayanak olması için hazırlanan raporlara ilişkin toplantı ve açıklamalar. İktidarın konuştuğu ortamlar aynı zamanda anaakım medyanın özellikle ilgilendiği ve gündemi “iktidarın gündemine” paralel belirlediği yerler olmaktadır. Bu sebeple, yukarıda vurgulandığı üzere, tartışma gündeminin belirleyiciliğindeki siyasal iktidarın rolünü güçlendiren rol, anaakım medya tarafından yerine getirilmektedir. Her iki tarafın eylem ve konuşma ortamlarında dönen tartışmaların niteliğine bakacak olursak; iktidar her ne kadar “tartışma cümlesini/ konusunu” ortaya atıyor olsa da, söylem daha çok uygulanan politikalara uygun şekilde “toplumsal rıza”nın üretilmesine yöneliktir. Örneğin, her kadın üç çocuk doğurmazsa güçlü millet olunamayacağı gibi gerekçelendirmeler, neo-liberal muhafazakâr politikaların yerleştirilmesine denk düşecek rıza üretimi kaygısı taşır. Fakat sorunu derinlemesine ele almak, eleştirmek ve farklı veçhelerle muhalefet üretmek bakımından eylemcilerin daha güçlü oldukları, daha zengin politika üretebildikleri ve eylem repertuarına sahip oldukları görülmektedir. Şüphesiz ki, Bianet’in haber ortamı, sivil toplum örgütlerini, hak örgütlerini ve toplumsal hareketlerini daha fazla kaynak almakta ve seslerine yer vermektedir. Fakat, yalnızca Bianet haberlerine bakarak eylemcilerin seslerinin kamusal tartışma ortamında “etkili” olabildiğini iddia etmek çok olası değildir. Bu nedenle, eylemcilerin, en azından kürtaj konusu çerçevesinde, güçlü oldukları veçhe eylem repertuarına, söylemlerinin çerçevesine ve üretilen politikanın yöneldiği amaç ve niteliğine bakılmaktadır. Zaten “iktidar” dediğimiz şey “takım elbiseli, ciddi adamlar ve bu adamların görüntüsü ve diliyle konuşan kadınlar”dan oluşmaktadır. İktidarı temsilen konuşan aktörler içinde gördüğümüz tek kadın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’dır; o da takım elbiseli ve ciddidir. 48 • iletiim : arat›rmalar› İktidarın ciddiyetinin aksine, eylemcilerin eylem alanlarındaki renkli (mor egemen), neşeli, eleştirel sloganların olduğu pankartlar, dövizler, sokak eylemlerinde dikkati çeken şenlik, müzik, dans, sloganlar ve sokaktaki hayatın gerçekliğini, tüm mevzunun öznesi olan rengârenk kadınlar iktidarın bu ciddiyetinin kurgusallığını ifşa eder gibidir. İktidar aklı bilindiği üzere erkektir. Gündelik hayatın gerçekliğinin öznesi olan kadınlar, iktidarın kurguladığı haliyle kürtaj üzerinden üretilen neo-muhafazakâr politikanın nesnesi olmayı kendilerine ait dil, söylem ve simgelerle kendi kamusallık biçimleriyle görünür kılmaktadırlar. Çünkü iktidar bir amaca, kürtajı yasaklama ve nüfusu arttırmaya yönelik stratejik bir hedefe ulaşmak üzere konuşurken, kürtaj karşıtı açıklamalarda sağlık sorunları, ceninin yaşam hakkı, konunun dinsel boyutu da yer almaktadır. Eylemciler ise “hak”ların ihlâli, “beden politikaları”, “sağlık” açısından sakıncalar, dünyadaki uygulamalar gibi farklı açılardan konuyu tartışmakta; hak ve özgürlüklere vurguda bulunmaktadır. Kürtaj konusunda tartışmaların döndüğü karşı kamusal alandaki aktörlerin toplumun farklı kesimlerinden olduğu görülmekte, çoğul deneyimlerden, uzmanlık alanlarından ve gündelik hayattan kaynağını alan karşı kamusallıkların politik aklı ortaya çıkmaktadır. Kürtaj Hangi Bağlamda Tartışılıyor? Bianet haberlerinde ve anaakım medyadaki haberlere dikkat edildiğinde, kürtaj konusunda siyasal iktidarın aktörlerinin “güçlü aile, güçlü millet, kaliteli genç nüfus” bağlamında konuştukları görülmektedir. Ancak, siyasal iktidarın muhafazakâr politikalarının belirlediği çerçeveye karşı koyan ve sınırlarını genişleten başka bakışları, deneyimleri, farklı ülkelerdeki durumları karşılaştırmalı analiz eden eylemcilerin, eylemleri Bianet’e yansıyan örgütlenmelerin ve uzman/akademisyen açıklamalarının siyasal iktidarın söylem çerçevesinin sınırlarına müdahale olarak anlaşılabilir. Bu da tartışma bağlamının siyasal iktidarın koyduğu kısır ve içe kapanan doğasını açan, genişleten ve dayatılan zihniyet dünyasının dışında başka bir dünyanın/dünyaların var olduğunu gösteren bir müdahale biçimidir. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 49 Bianet’e yansıyan haberlere baktığımızda, konunun şu bağlamlarda ele alındığı görülmektedir: Tablo 2: İktidarın yasaklama yönündeki politikalarının ideolojik veçhesi (neo-liberal politikalar, milletin güçlenmesi, muhafazakârlığın beden üzerindeki müdahalesi) Sağlık açısından doğuracağı sakıncalar Yasalaşma sürecinde iktidarın hazırlattığı raporlar ve tıp meslek örgütlenmeleri ile kadın örgütlerinin hazırladığı raporlar Kadın hakları, beden politikaları, beden ile ilgili hak ve özgürlükler Aile Dünyanın farklı yerlerindeki (ABD, Macaristan gibi) uygulamalar, bu uygulamaların tarihsel ideolojik ard alanı Uluslararası hukuk Nüfus mühendisliği, sosyal politikalar Dünyanın diğer ülkelerindeki STK’ların raporları ve kürtaja ilişkin durum haritası Uluslararası sivil kuruluşların (Dünya Sağlık Örgütü, Doğurganlık Hakları Merkezi gibi) raporları Karşılaştırmalı istatistiksel veriler (diğer ülkelerle, Türkiye’de geçmiş yıllarla veya bölgelere göre) İktidar, Kürtajın Yasaklanması ve Kadın Doğurganlığı Hakkında Ne Söylüyor? Kürtajı yasaklama yönünde yasal düzenlemeleri uygulayan Adalet ve Kalkınma Partisi adına, kamusal tartışmayı başlatan ve alevlendiren cümleler en fazla Başbakan tarafından ortaya atılmaktadır. Yine siyasal iktidar partisi adına en çok konuşan ve temel tartışma konularını ortaya koyanların Başbakan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, Sağlık Bakanı olduğu görülmektedir. Ayrıca Bianet’te, Avrupa Birliği Bakanı ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’nın da sesleri arada duyulmuştur. Yukarıda değinildiği üzere, yapılan açıklamalara bakıldığında, mevcut erkek iktidar aklı, eylemcilerin de güçlü olarak vurguladıkları 50 • iletiim : arat›rmalar› gibi, kadın bedeni üzerinde hak iddia etmekte, “milletin güçlenmesi” için daha fazla doğurmayı kadına bir görev olarak biçmektedir. Siyasal iktidar partisinin yukarıda belirtilen aktörlerin açıklamalarında dikkat çeken ve kürtajın yasaklanması yönündeki politikalarının zihniyet evrenini de gösteren cümleleri, karşı kamusallıkların karşı çıkışları ve politikalarıyla karşılaştırmalı olarak şöyle belirtmek mümkündür: Tablo 3: Siyasal İktidarın Söylemi Eylemcilerin Söylemi “Her aile üç çocuk yapmazsa nüfus yaşlanır”/ En az üç çocuk Sağlık alanında yapılan açıklamalardan en dikkat çekenlerinden biri şuydu: “Yeni muhafazakârlık ve piyasa ilişkileri nedeniyle kürtaj uygulamasının sınırları daralıyor. (…) kadınların kafasında cinai işlem yaptıkları fikri var” (15 yıl önce “kürtaj yaptırmak istiyorum” derlerdi, şimdi “burada kürtaj yapılıyor mu?” diye soruyorlar kısık sesle…) “Güçlü aile güçlü millet oluşturur” “Aile daha fazla kutsallaştırılıyor” “Her kürtaj bir Uludere’dir” “Başbakan’ın söylemleri, bu ülkede her gün ortalama beş kadının öldürülmesinin ve onlarca kadının aile içinde ve kamusal alanda şiddet görmesinin nedenlerini meşrulaştırmaktadır” “Kürtaj, milleti dünya sahnesinden “Başbakan için hala meşru kadın silmek için sinsice bir plandır” kimliği; eş, bacı ve anne olmaktan ibarettir” “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” “Cinayet dediğin erkek şiddeti, kürtaj ise kadınların tercihi” “Kürtaj aile planlaması yöntemi değil, bu tartışmada kadın hakkından değil bebek hakkından bahsedilmeli” “Rahim bizim, hayat bizim, karar bizim” Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 51 “Tecavüze uğrayan kadınlar da kürtaj olmamalı. Gerekirse devlet bakar” “Kürtaj hakkıma dokunma, Roboski’nin hesabını ver” “Kürtajla ilgili orta yol bulacağız” (Hem vicdanları hem kadınların seçim hakkını hem de anne rahmindeki bebeğin yaşam hakkını koruyacak orta yol – kampanyalar arttıkça ve eylemcilerin sesi iyice duyulur oldukça söylemleri yumuşamaya başlıyor) “Hamile kadın anne değildir” / “Fetüs, çocuk değildir” /”Kadın bedeni üzerinde söz ve tasarruf hakkı sadece kadına aittir” / “Bedenimiz bizimdir. Kürtaj temel hakkımızdır” “Üreme sağlığı hakları, kadınların yaşama hakkıdır. Kürtaj kaldırıldığında, anne ölümleri artar. Bu bilimsel bir veridir.” “Aklını, dilini bedenimden çek” “Kürtaj Değil Uludere Cinayettir” / “Kürtaj Hakkımızı Tartıştırmıyoruz Bedenimiz Bizimdir” / “Kürtajı Yasaklamak Kadın Cinayetlerine Davetiyedir” / “Ucuz işgücü makinası olmayacağız” “Kürtaj hakkı kendi bedenleri, doğurganlıkları ve yaşamları hakkında söz sahibi olmak isteyen kadınların hak ve eşitlik mücadelesinin temel kazanımlarından birisidir. Bu hakkı teslim etmeyeceğiz” “Hayatımız bizimdir, bedenimiz bizimdir. Doğurma ya da doğurmama kararını devletler, iktidarlar, erkekler veremez” “Bu yaklaşım; kadın bedenine el koyma, kadını yok sayma, sermayeye ucuz çocuk işçi ordusu yaratma, işyerlerinde kreşleri kapatarak kadının istihdama katılmasını engelleme yaklaşımıdır. Kadını anneliğe indirgeme, eve kapatma yaklaşımıdır.” 52 • iletiim : arat›rmalar› İktidar temsilcilerinin “en fazla” dillendirdiği ve tepki çeken bu ifadeler, temelde neo-liberalizmle kendini yeniden üreten bir muhafazakârlığı açıkça göstermektedir. Yani, yalnızca “aileyi” koruyan ve güçlendiren temel geleneksel değerleri vurgulamakla kalmamakta, güçlü bir ekonomi ve toplum için genç nüfusa/iş gücüne ihtiyaç olduğunu da kuvvetle vurgulamaktadır. Eskiden beri süregelen benzer minvaldeki nüfus politikaları güçlü aile, toplum ve millet vurgusunu öncül alıyordu. Şimdi bunun yanı sıra piyasaya işgücü sağlamak, genç çalışan nüfusu arttırmak da dillendirilmektedir. Aile, gelenek, din gibi kurumları, piyasa ilişkilerini sağlama almak için kullanan yeni muhafazakârlığa uygun olarak, neredeyse aslî hedef piyasa olurken; milliyetçi muhafazakâr söylem toplumsal rızayı sağlamak için bir araç halini almakta, geçmişten gelen muhafazakâr politikaların amacını da, aksını kaydırarak sürdürmektedir. Başbakan’ın yaptığı “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklaması ise en fazla tartışma yaratan ve siyasal iktidarın zihniyet evrenini apaçık eden cümlelerden biridir. Hak örgütlenmelerinin ve toplumsal muhalefetin güçlü tepki gösterdiği bu açıklama, Türkiye’deki muhafazakâr politikaların beslendiği ve içinde evirildiği zihniyet evrenini açıkça gösterecek olması bakımından tek başına incelenmeyi hak etmektedir. İlk bakışta anlaşılmaktadır ki, bir ceninin ya da henüz doğmamış olanın yaşam hakkını, Uludere’de (Roboski) öldürülen otuzdört Kürt yurttaşın yaşam hakkıyla eşitleyen bir anlam içermektedir11. 1983’de Cuntanın Danışma Meclisi’nde Mardin Üyesi olan Beşir Hamitoğulları’nın sarfettiği “kürtaj ana rahmindeki bebe adayının katlidir, idamıdır” (Göker, 2012) ifadesinin gösterdiği zihniyet örüntüsünün devamı olan, Başbakan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” ve “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” açıklamaları, Katolik Kilisesi’nin kürtaj konusundaki yaklaşımıyla benzerlik gösterir. Papa II. Jean Paul, Polonya’ya 1991’de yaptığı ziyaret sırasında havaalanında bir konuşma yaparak ve Nazilerin Yahudi soykırımıyla kürtajı karşılaştırarak “insan acımasızlığının kurbanlarının mezarlarına yüzyılımızda yeni mezarlar ekleniyor: doğmadan öldürülen çocukların mezarları” diyordu (Ökten, 2012). Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 53 Hıristiyan Katolik inancında ve Sünni Müslüman dini anlayışta “günahsızlık”, “masumiyet” ve “ilahi olanın ışığını taşıyan” anne rahmindeki bebeğe ve anneliğe (Bakire Meryem’de olduğu gibi cinselliksiz bir anne imgesi) kutsallık atfedilmektedir. Cenin uhrevi, temiz ve günahsız bir öte dünyayı temsil ederken, bu dünyaya ait haklar da öte dünyaya/öte dünyadan gelene referansla düzenlenmektedir. Ne var ki, bu dünyanın reel piyasa gereklilikleri böylesi bir zihniyet evrenine kolaylıkla eklenmekte, hatta kutsanmakta olan temel muhafazakâr değerler piyasaya, geleneksel toplumsal kurumlara ve millete de hizmet edebilmektedir. Konu aile ve toplumsal gelenekler olunca kadın bedenine ilişkin “mahremiyet” tamamen ortadan kalkmakta, beden bir toplumsal nesneye dönüşmekte ve tüm muhafazakâr iktidarların lügati aynı zihniyet evreninden beslenmektedir. Eylemler, Karşı-Söylemler Kadın bedeni üzerinden siyasal iktidar tarafından üretilen muhafazakâr politikalar ve karşı politik mücadele yalnızca kadın hareketinin karşı kamusal alanının en önemli gündem maddesi değildi. Bianet’e yansıyan haberlerin içeriğine bakıldığında, kürtaj yasağı konusu etrafında, beden politikalarından, milliyetçimuhafazakâr ideolojinin eleştirisine ve getirdiği hak ihlallerinin ifşasına, temel hak ve özgürlüklerden sağlığa kadar konunun geniş bir bağlamda konuşulduğu bir iletişim ortamı oluştu. Bu iletişim ortamı, kürtaj ve nüfus politikaları odağında bir araya gelen farklı karşıt kamusallık biçimlerinin kesişimi gibiydi. Bu kesişim noktası sadece kadınları değil, aynı zamanda eril tahakkümden ve ataerkil düzenden rahatsız olduklarını vurgulayan ve kendilerine rahatsız erkekler12 gibi inisiyatifleri, sağlık örgütlerini, hak örgütlerini, ana muhalefet partilerinin kadın örgütlerini ve Bianet’ten sesleri duyulan yukarıda yer alan kesimleri kapsıyordu. Muhalefetteki siyasi partilerin tepkileri ise, daha geniş bir temsiliyeti taşıyan genel bir parti tutumunu yansıtmaktan çok, açıklamaların hepsi bireysel düzeyde kalmaktaydı. Bu açıklamalar 54 • iletiim : arat›rmalar› kürtaj-karşıtı tutumu, kadınların ne zaman ve nasıl doğuracaklarına dair karar hakkını vurgulamamakta, politik argümanlarını kadının kürtaj hakkı üzerinden geliştirmemekteydi. Kimi, Başbakan’ın Uludere gerçeğini örtmek için kürtaj karşıtı girişimi başlattığını, kimi ise kürtajdan daha önemli konuların politik gündemde yer aldığını vurguluyordu (Ünal ve Cindoğlu, 2013: 21-31). Yukarıda bahsedilen muhalefetin ve sivil örgütlerin eleştirilerini, Tablo 3’de yer alan “eylemcilerin söylemi”ne işaret ederek şöyle özetlemek mümkün olabilir: • En sık tekrar edilen eleştirilerden biri yeni muhafazakârlığın ve piyasa ilişkilerinin, kadınların özgürlük alanları ve bedenleri üzerinde tahakküm kurduğudur. Yasaya dayanan bu tahakküm biçimi aynı zamanda “korku”yu da içerir, hatta korku yaratarak tahakkümü güçlendirir. Çünkü, “yasa korku aşılar, cezalandırmakla tehdit eder ve eşzamanlı bir biçimde tehdit ettiğini bir özne olarak kurar, tanır ve kabul eder. Çağrıdan ve azardan önce tam bir toplumsal özne yoktur ortada” (Direk, 2007; 76). Kürtajı engelleyen yasal düzenlemelerde görüldüğü gibi, iktidar, politikalarının nesnesi olan kadın bedenini, aynı zamanda seslendiği, çağrıda bulunduğu ya da azarladığı bir özne olarak kurar, bunu yaparken de “yasakları” vurgulayarak korku yaratır. • Vurgulardan bir diğeri ise kadınların kendi bedenleri üzerindeki haklarına, temel hak ve hürriyetlerine ilişkindir. “Aklını, dilini bedenimden çek/Rahim, bizim, hayat bizim, karar bizim” sloganları bu eleştiriyi açıkça dile getirmektedir. • Ayrıca güçlü eleştirilerden bir diğeri; kadın bedeninin piyasa ilişkilerine tahvil edilmesine ve yeni muhafazakârlığın “aile”yi daha güçlü vurgulamasına, “kadınlık” cinsel kimliğini/özgürlüğünü/temel haklarını yok sayarak, kadınlığın “annelik, karı/eş, bacı” gibi ailenin ve geleneksel toplumun tanıdığı/ tanımladığı rollere sıkıştırılmasınadır. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 55 Kısaca; iktidarın yeniden ürettiği muhafazakârlık ve milliyetçilik karşısında, karşıt kamusal alanın eylemcileri: • Kazanılmış haklara dokunulmamasını, • Özgürlük alanlarına dokunulmamasını, • Geleneksel toplumsal kurumların/kuralların/temsillerin ürettiği eşitsizliklerin kabul edilmediğini, • Toplumun güçlenmesinin değil yurttaşların/kadınların daha özgür, hakları gözetilen ve iyi koşullarda yaşamasını sağlayacak sosyal düzenlemelerin yapılmasını (kürtajın yasaklanmasının söz konusu olmaması, aksine kürtajın her kadının eşit şekilde ulaşabileceği hak olması gerektiği, kadın cinayetlerinin önlenmesi, kreş gibi) vurgulamaktadırlar. Çalışmanın bu aşamasında açık bir tespit olarak şunu vurgulamak gerekir: Bir yanda özgürlükleri daraltan ve güçlü toplum için güçlü nüfus anlayışını dayatan bir siyasal iktidar anlayışı varken, diğer yanda mevcut özgürlükleri kaybetmemek için mücadele eden, hak ve özgürlüklere vurguda bulunan bir eylemlilik görülmektedir. Siyasal iktidar temel tartışma cümlelerini ortaya koyarken ve yenimuhafazakâr politikalarını yasa düzenlemeleriyle dayatırken, karşı politik söylemlerin ve eylemlerin de alanını belirlemekte ve sınırlamaktadır. Yani, mevcut özgürlük alanlarını ve hakları kaybetmemek üzere uğraşmak zorunda kalan karşı politik mücadele, özgürlük alanlarını genişletmeye, yeni hak ve özgürlük taleplerinde bulunmaya ve karşı kamusallık alanlarında özgün politika geliştirmeye yönelik eylemeye imkân bulamamaktadır. Bianet’in haber içeriğinin temel kaynak aldığı karşı politik mücadelenin yer aldığı karşı kamusallık alanının anlaşılmasını sağlayabilecek nitelikteki birkaç eyleme işaret etmek gerekmektedir: 56 • iletiim : arat›rmalar› Fotoğraflar: Bianet.org “Kürtaj Tartışmasına Tepkisiz Kalma” İmza Kampanyası (1 Haziran 2012) Ankara Üniversiteli bir grup kadın akademisyen tarafından düzenlenen eylemin çağrı metninde yer alan şu cümleler, eylemin bakış açısını açıkça göstermektedir: Bizler, Başbakan Erdoğan’ın AKP Kadın Kolları Kongresi’ndeki konuşmasında, kürtaj ve sezaryen gibi üreme pratikleri üzerine yaptığı açıklamaları kınıyoruz. Bu açıklamaları, kadınların bedenleri üzerindeki denetimi devletin ana meselelerinden biri olarak gören genel siyasal yaklaşımın parçası olarak görüyoruz. Söz konusu otoriter ve muhafazakâr yönelimin bu alandaki kamu politikası ve yasal çerçeveyi nasıl biçimlendireceği konusunda kaygılanıyoruz. Ayrıca Başbakan’ın konuyu Uludere’deki can kayıplarıyla ilişkilendirmesini de ayrı bir siyasi skandal olarak değerlendiriyoruz.13 Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 57 Devletin, kadınların bedenleri üzerindeki denetimi ve kadın bedenini, nüfus politikalarını belirleyip, uyguladıkları birer iktidar alanı olarak gördüğünü tespit eden ve buna karşı çıkan bu kampanya, aynı zamanda muhafazakâr ve otoriter kamu politikalarının hak ve özgürlükleri gelecekte giderek sınırlayacağını işaret etmektedir. Ipetitions.com üzerinden düzenlenen kampanya14 Bianet tarafından haber olarak takip edilmekte ve aynı zamanda siteden link verilmekteydi. Kampanyanın ilk gününde 4500 imza toplanmış, ilk beş gün içinde imzalar 26 bine ulaşmıştı. “Kürtaj Haktır Tartışmayız, Bedenimiz Bizimdir” Kadıköy Eylemi (3 Haziran 2012) Kamusal görünürlüğü en fazla olan eylemler sokaklardaki ve meydanlardaki protestolardı. Sesini güçlü duyurabilen ve kalabalık olan sokak protestolarından biri 3 Haziran, Pazar günü saat 14:00’de başlayan Kadıköy’dekiydi. Bu eylem kolektif olarak düzenlenmiş ve eylem çağrısı şu örgütler tarafından yapılmıştır: Halkevci Kadınlar, Özgürlük ve Dayanışma Partili (ÖDP) Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, Türkiye Komünist Partili (TKP) Kadınlar, Emekçi Hareket Partili (EHP) Kadınlar, Üniversiteli Kadın Kolektifi, DİP’li Kadınlar, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’ndan (DİSK) Kadınlar. Eylem çağrılarında ise kadınların kazanılmış haklarına saldıran ve tahakkümü arttıran iktidara karşı kazanılmış hakları kaybetmemek gerektiği, kadın bedeni üzerine iktidarın söz söyleme hakkının olmadığı vurgulanmaktaydı. Eylemde şu sloganlar seslendirilmiş ve görünür olmuştur: “Kürtaj haktır, Uludere katliam” “Susma haykır, kürtaj haktır” “Yaşasın kadın dayanışması” “Jin jiyan azadî” 58 • iletiim : arat›rmalar› Facebook’da “Kürtaj Haktır Tartışmayız, Bedenimiz Bizimdir” adıyla açılan sayfada eylem çağrısı yapılmış ve 9 bin kişi eyleme katılacağını bu sayfadan bildirmişti. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı yer verildiği üzere, Bianet, düzenlediği “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasıyla eyleme katılmış ve sözkonusu eylemi tüm süreç boyunca haber ve görüntü içerikleriyle takip etmiştir. Bianet’te, eyleme ilişkin duyuruların yapılmasının yanı sıra eyleme ilişkin haberler ve eylem katılımcılarının kaleme aldığı makaleler yer almıştır. “Hak odaklı” habercilik anlayışıyla yayın yapan Bianet’in sözkonusu eyleme ilişkin haberleri de kürtajın bir hak olduğu ve eylemin bir hak savunusu eylemi olması bakımından karşı politik söylemi destekleyen bir bakış açısında sahip olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Eylemin katılımcılarından Elvan Salman’ın 4 Haziran 2012 tarihli, Bianet’te yayınlanan makalesi, Kadıköy’deki protestoyu, kürtaj çerçevesindeki tüm tartışmaları ele alarak açıklamaktaydı. Sözkonusu makalenin şu satırları, bu sokak eylemi merkezinde eleştirinin konumunu da göstermesi bakımından dikkate değerdir: Kısacası, ana muhalefet lideri bu denli can alıcı, can acıtıcı bir konuda bir görüş belirtmek yerine konuyu sadece ‘gündem değiştirme çabası’ olarak tanımladı ve detaylı bir soru sorulduğunda ise tek yaptığı topu başbakana atmak oldu. Kürtaj bir suç, cinayet değildir ancak kürtajı bu şekilde tartışmak ve bu tartışmalara bu şekilde sessiz kalmak nazarımda büyük bir insanlık suçudur. Durum bu olunca; Pazar günü Kadıköy’de Batı’ya öykünürken her nedense sosyal devlet anlayışı içinde sunulan imkânlar yerine cımbızla çekilen "kürtaj yasağı" anlayışına karşı ve bu yazıda ismi geçen Recep Tayyip Erdoğan, Ayhan Sefer Üstün, Cevdet Döler ve Reşat Çalışlar’a karşı bir ses çıkarıldı, varlık gösterildi. Birbirinden anlamlı dövizlerin içinde en çok dikkatimi çeken: "Kürtaj benim seçimim, cinayet erkeğin yöntemi"ydi. İlk defa bir eyleme katılan, hatta kendi deyimiyle katılma cesareti gösteren arkadaşımın yorumu; "İnsan biraz olsun umutlanıyormuş böyle eylemlere katılınca" oldu. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 59 "Zaten bir şey değişmiyor" diye susmak, korkuya kapılıp sinmek asla bir çözüm değil. Eylemin en güzel özeti olduğunu düşündüğüm Ajda Pekkan şarkısı ile durmak gerek bu tavrın karşısında: "Hür doğdum hür yaşarım kime ne kime ne Köle miyim sana ben ay Sana ne sana ne!!" (Salman, 2012) Bu yürüyüşün bileşenlerinden biri olan “Benim Bedenim Benim Kararım” kampanyasına katılan kadınlar, eyleme de bedenlerine işledikleri “Benim Bedenim Benim Kararım” yazısıyla ve simgelerle katıldılar. Benimkararim.org15 sitesinin pankartıyla kampanyanın eylemdeki yeri vurgulanmış ve kadınlar benimkararim.org çıkartmalarını üstlerinde taşımışlardır. Fotoğraf: haber.sol.org.tr16 (Kadıköy İskele Meydanı’na yürüyüş) Kadıköy eylemi, kürtaj hakkını ve siyasal iktidarın politikalarını eleştiren kampanyaların, hareketlerin de dayanıştığı, görünür olduğu bir ortak iletişim alanıydı. İktidarın ciddiyetinin aksine, eylemliliğin/ hareketin neşesi, mizahı ve renkliliği “yaşam”ı vurgulamaktaydı. 60 • iletiim : arat›rmalar› Fotoğraf: haber.sol.org.tr17 (Kadıköy İskele Meydanı) Hannah Arendt’e referansla, birbiriyle etkileşim ve iletişim halinde eyleyen benzersiz bireylerden oluşan kamusal alan, bir çoğulluk ve özgürlük alanıdır ve politika ancak bu benzersiz bireylerin eyledikleri, farklılığın egemen olduğu bir kamusal alanda oluşabilir (akt. Berktay, 2012: 33-34). Yukarıdaki gibi sokak eylemlerinin neşe ve renkliliği, yine Arendt’in anlayışıyla söylenecek olursa, insani eylem ve özgürlüğün doğası gereği bireylerin kendi hakikatlerini yaratabilen ve kaynağını gündelik hayattan alan insani eylem ve özgürlüğün yansıdığı bir kamusallık biçimini gösterir. Bağımsız İletişim Ağı: Alternatif Medya ve Eylemcilik “Benim bedenim, benim kararım” Kampanyası Çalışmanın bu aşamasında, Bianet’in “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyası çerçevesinde bağımsız bir alternatif medyanın18 aynı zamanda eylemci medya olarak durumuna, eylemcilik ile haberciliğin birlikteliğine bakılacaktır. Bu birlikteliğin karşı kamusal alanların seslerinin yansıdığı bir iletişim ortamında sözkonusu medya Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 61 aklını belirleyen habercilik pratikleriyle, bu aklın nüvesi de olan eylemciliğin sınırları ve imkânları anlaşılmaya çalışılacaktır. Eylemcilik ve habercilik birlikteliğinin sözkonusu sınırlarını ve imkânlarını anlayabilmek için Downing’in “radikal medya” modeli, yani toplumsal hareketlerle yakın ilişkili olan, karşı kamulara dayanan ve dünyayı değiştirmek üzere bir potansiyeli taşıyan bir medya modelini tarif ediyor olması bakımından uygun görünmektedir. Downing, alternatif medyadan bahsetmenin neredeyse bir oksimoron olduğunu, çünkü bazı açılardan her şeyin bir başka şeyin alternatifi olduğunu vurgulayarak, radikal alternatif medya kavramını alternatif medya yerine kullanmayı tercih etmektedir. Radikal medya kavramı, egemen politikalara, ayrıcalıklara ve bakış açılarına alternatif oluşturan küçük ölçekli ve pek çok farklı türdeki oldukça geniş bir medya alanını içerir (2001: IX). Downing’in önemsediği gibi, radikal medyanın politik ve hegemonik süreçleri sorgulayan, toplumsal hareketlerin dönüştürücü ve değiştirici potansiyeline inanmasını sağlayan niteliği ve muhalif karşıt kamulara dayanıyor olması, habercilik ile eylemciliğin birlikteliğine de işaret etmektedir. Çalışmanın bu bölümünün içerdiği tartışma bakımından radikal medya ya da toplumsal hareket medyası en elverişli teorik açıklamaları sağlıyor olsa da, alternatif medyaya ilişkin daha kapsayıcı açıklamalardan söz etmek gerekir. Carpentier ve diğerlerinin alternatif medya kavramının geniş çerçevesinde özellikle şunlara vurguda bulunulur (18-19): • Küçük ölçeklidir, daha çok dezavantajlı gruplar ve özgül topluluklar merkezli ve onların farklılıklarına saygı duyar, • Sermaye ve devletten bağımsızdır, • Yatay örgütlenmiş ya da hiyerarşik olmayan medyadır, çoğulculuk ve demokrasi çerçevesinde izleyicinin erişimine ve katılımına izin verir, • Egemen olmayan, karşı-hegemonik söylem ve temsillerin taşıyıcısı, kendi kendini temsilin önemine vurgu yapar, 62 • iletiim : arat›rmalar› • Ayrıca, dayanışma ve ağ oluşturma önemlidir, • Bağımsızdır, iletişimin demokratikleştirilmesi sözkonusudur. Radikal alternatif medya karşıt kamulara, toplumsal hareketlere dayanıyor olmakla birlikte, gevşek örgütlenmelere ya da geçici nitelikli grup ve oluşumlara vurguda bulunmaktadır (Alankuş, 2008; 132). Carpentier ve diğerlerinin daha kapsamlı kavramsallaştırmasıyla birlikte düşünüldüğünde ise, radikal alternatif medya, yine küçük ölçekli, sermaye ve devletten bağımsız, karşı-hegemonik söylemlerin taşıyıcısı olmanın ötesinde, politik olarak dünyayı değiştirme, mevcut medya düzenini dönüştürme potansiyelini vurgulaması bakımından haberciliğin eylemcilikle birlikteliğini anlayabilmenin referansını da oluşturmaktadır. Çünkü, radikal alternatif medya, karşıt kamusallıkların kendi karşı-hegemonik söylemlerini ifadelendirme alanı olarak eylemcilikle haberciliğin kesişim biçimlerinin pratiklerini de içermektedir. Ayrıca, Bianet’in “medya aklı”nı anlamaya çalışmak alternatif bir medyanın eylemci/müdahaleci karakterini anlayabilmeye de izin verecektir. Medya aklı (media logic), bir araçta (teknik ve örgütsel davranışlar topluluğu olarak düşünülebilir) neyin nasıl sunulacağını etkileyen ya da belirleyen, o aracın kurumsal olarak yapılandırılmış özelliklerine referans verir. Yani, medya aklı, belirli bir araçta işlerin nasıl yapılacağını örgütleyen belirli formlara ve süreçlere işaret eder (Dahlgren, 1996: 63).19 Bianet, bu bilgisayarlar ağını birleştiren ortamın geniş olanakları içinde yayın yapmakla, bu âlemin teknik, örgütsel ve kültürel dinamiklerinden bağımsız değildir. Bianet haber sitesi, “İletişim ve kalkınma alanındaki projeleri gerçekleştirmek ve desteklemek amacıyla” 1993 yılında kurulmuş olan, yerel ile uluslararası kaynaklardan alınan hibeler ve bağışlarla bu projeleri sürdüren IPS İletişim Vakfı’nın20 projelerinden birinin alt bileşenlerindendir. Bianet haber sitesi, tamamlanmış ve sürmekte olan projelerin alt bileşenlerinden biri olarak belirtilmesi nedeniyle, gerçekleştirilen tüm projelerin görünür olduğu bir tür “habercilik ve iletişim eylemi alanı” olarak düşünülebilir. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 63 "Haklar İçin Habercilik, Haberciler İçin Özgürlük" ve “Medya Özgürlüğü, Bağımsız Gazetecilik, İzleme ve Haber Ağı” projelerinin amaçlarını belirten cümlelere dikkat edildiğinde, Bianet haber sitesinin medya aklının izlerini şöyle sürebilmek mümkün görünmektedir: Hak odaklı habercilik anlayışının yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, yerel medyayı desteklemek, ifade özgürlüğü ihlallerini izlemek, insan, kadın ve çocuk haklarının medyada daha sık ve daha nitelikli bir biçimde ele almasını özendirmek, gazetecilik standartlarını ve profesyonel etik anlayışını yerleştirmek ve geliştirmek. Böylece Bianet, hem gazeteciliği bir mesleki alan olarak eylem konusu edinmekte, hem de “hakları” habercilik anlayışının merkezine oturtmaktadır. Haber sitesinin ana sayfasının alt kısmında yer alan şu ifade ise, anaakım medyanın tersine, kâr amacının güdülmediğine vurgunun yanı sıra, maddi destek aldığı kuruluştan bağımsız olduğuna da vurgu niteliğindedir: Bu web sitesi IPS İletişim Vakfınca İsveç Uluslararası Kalkınma Ajansı (SIDA) desteğiyle yürütülen, "Haklar İçin Habercilik, Haberciler İçin Özgürlük" -kısa adıyla BİA3 - projesi kapsamında yayınlanmaktadır. Bu web sitesinin içeriği yalnızca IPS İletişim Vakfı’nın sorumluluğundadır ve hiçbir biçimde SIDA’nın tutumunu yansıtmamaktadır21. Ertuğrul Kürkçü, “Bianet.org, BİA’nın tamamı değil, bizim habercilik etkinliğimizin görünen yüzü. Ancak deneyimimiz bize, iletişim sürecinin yalnızca bir anının, haber üretiminin dönüştürülmesiyle yetinemeyeceğimizi, sürecin bütün bileşenleri birarada dönüştürülmedikçe var olan habercilik pratiğine bir alternatif sunmanın mümkün olamayacağını gösteriyor” (Kürkçü, 2008; 69) derken, tüm projenin ve haber sitesinin eylemci karakterine işaret etmiş olmaktadır. Yani, yerleşik iletişim sürecine, medya alanına müdahale etmek; “hak” odağından bakmak ve alternatif belirlemek ve önermek. Dahlgren yurttaşların, toplumun kültürüne ve politikasına katılmak için gazeteciliği bir kaynak olarak kullandıklarını, bu 64 • iletiim : arat›rmalar› durumda ise gazeteciliğin yalnızca bütünleştirici/birleştirici bir güç olarak değil, ayrıca tartışma için bir ortak forum olarak hizmet ettiğini söyler (62). Downing ise radikal alternatif medya alanının eylemlilik karakterine ve karşı kamuların kendilerini ifade ettiği, fikirlerinin ve karşı hegemonik söylemlerinin yer aldığı bir alan olduğuna işaretle şunu söyler: Baskı ve sömürünün çok sayıdaki kaynağına karşı direniş, etkili olmak için cinsiyet, ırk, etnisite ve milliyet, yaş, mesleki gruplar gibi çeşitli alanlar arasında diyaloğu gerektirir. Radikal alternatif medya ise bu sürecin merkezidir” (19). Bianet gibi alternatif medya alanları da, anaakım medyanın ya marjinalleştirerek gördüğü/duyduğu ya da hiç görmediği/duymadığı kesimlerin, karşıt kamuların görünür olduğu, Downing ve Dahlgren’in işeret ettiği gibi bir forum ve diyalog alanı olarak düşünülebilir. Bu alternatif medya alanlarında, habercilik pratiklerinin ötesinde “eylemcilik” biçimleriyle karşılaşmak ise haberciliğin yalnızca meslek/ uzmanlık alanlarına sıkıştırılamayacak bir deneyim olduğunu düşündürmektedir. Bianet.org, yalnızca karşı kamusallıkların görünür olduğu bir alternatif medya alanı olduğu için değil, aynı zamanda “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasının düzenleyicisi bir eylemci medya olarak da bu çalışmanın odağındadır. Yerleşik anaakım iletişim süreçlerine ve medyaya sunduğu alternatif anlayışın yanı sıra, “kürtaj hakkı” odağındaki haber ve makalelerle Dahlgren’in sözünü ettiği anlamda bir tartışma forumu açtığı, sesi anaakımda duyulmayan, az duyulan ya da marjinalleştirilen grupların, karşıt kamuların karşı hegemonik söylemlerinin yer aldığı Downing’in belirttiği gibi bir diyalog alanı olduğu görülmektedir. “Kürtaj hakkını savunan” ve beden üzerindeki yegâne hakkın sahibi olan kadına ait olduğunu vurgulayan “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasının bizzat bir bağımsız medya tarafından düzenlenmesi ise alternatif medyanın eylem niteliğini göstermekte ve habercilik pratiklerinin dışında eylemcilik karakterini de görünür kılmaktadır. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 65 Alternatif medyaya ilişkin yukarıda yer alan alternatiflik ölçütlerine referansla, tüm alternatif medya biçimlerinin aynı zamanda eylemci medya olarak görülemeyeceği; fakat eylemci, radikal, taktik ya da sivil toplum medya biçimlerinin, politik alana fiili müdahalesi bakımından, aynı zamanda alternatif medya olduğu söylenebilir. Bianet, kendini doğrudan alternatif medya olarak değil, bağımsız medya olarak tanımlamaktadır. Alternatif olmayı, öncelikle bağımsızlığa dayandırmakta, bağımsızlığı ise temel olarak devlet erkinden ve sermayeden uzak ve ilişkisiz olmakla ortaya koymaktadır. Böylece Bianet, bu erklere içkin ve bağımlı anaakım medyanın dışında var olan bir öteki medya alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Ötekilik ise, muhalif olmaya ve direnişe vurguyu, aynı zamanda anaakımı etkilemeyi getirmektedir (Taylan, 2012: 337). Bianet, yurttaşların özgürlüğünü sınırlayan bir yasal düzenlemeye karşı eylem alanını genişletmeyi de amaçlayarak düzenlediği “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyasıyla, eylemci bir alternatif medya karakterini de taşımaktadır. Yalnızca anaakım medyanın zihniyet dünyasına muhalifliği ve müdahaleyi değil, haklardan taraf bir gazetecilik anlayışıyla sokaktaki muhalefetin de içinde yer almakta, böylece müdahilliği, gündelik muhalif politikanın üretildiği alanlara da genişletmektedir. Ayrıca, medya ve gazeteciliğe ilişkin hak ihlallerini, kadına yönelik şiddet haberlerini izleyerek (monitoring) ve yayınladığı kadına yönelik şiddet raporları22, medya gözlem raporlarıyla23 da eylemci alternatif medya karakterinin bir başka veçhesini sergilemektedir. Dolayısıyla, hak ihlallerini ifşa ederek politik alana fiili müdahalede bulunurken, yurttaşların dertlerini duyurabilecekleri ve kendilerini temsil edebilecekleri alternatif iletişim alanının da sınırlarını genişletmektedir. Katılımcılık ve medya ortamına erişim alternatif medyanın temel ölçütlerinden biridir. Kejanlıoğlu ve diğerlerinin araştırmasında belirtildiği üzere, görüşme yapılan Bianet editörleri, öğrenciler, kadınlar ve toplumun diğer temsil edilmeyen ya da az temsil edilen kesimleri”nin takipçilerinin büyük bölümünü oluşturdukları gibi 66 • iletiim : arat›rmalar› haberlerin, makalelerin ve video arşivinin de ana özneleri olduğunu belirtmektedirler (287). Ayrıca, takipçilerin Bianet ile yakın ilişkileri nedeniyle de Bianet’in “hak odaklı” haberciliğinin öznesi olmaları medya katılımını da kendiliğinden getirmektedir24. “Benim Bedenim, Benim Kararım kampanyası ve kürtaj tartışmaları etrafındaki Bianet haberciliği, çalışmanın devamında da açıkça görüleceği gibi, böylesi bir katılımı da sergilemektedir. Şu hususları vurgulamakta fayda görünmektedir: 1. “Benim bedenim, benim kararım” kampanyasında da görüldüğü gibi, toplumun anaakım medyada temsil edilmeyen, az temsil edilen ya da marjinalleştirilen kesimleri, Bianet’in haber ortamına kolaylıkla erişebilmekte; kendi makale, fotoğraf, haber, fotoğraf ve video gibi görsellerini bu alanda yayınlayarak dertlerini kendileri ifade edebilmekte ve yine kampanya çerçevesinde görüldüğü gibi, siyasal iktidarın kadın bedeni üzerinden yürüttüğü neoliberal politikalarını eleştirmekte, protesto etmekte; bu ideolojinin temel saiklerini ve zihniyet dünyasını ifşa ederek de hak savunusunda bulunarak politik alana müdahalede bulunmaktadır. 2. Dahlgren internetin kamusal alana katkıda bulunduğunun açık olduğunu belirtirken, aynı zamanda internet temelli kamusal alandaki tartışma gruplarını, sivil toplum örgütlerini, alternatif gazeteciliği, taban örgütlenmelerinin savunuculuk sitelerini kastediyordu (69). Online gazetecilik alanı, internetteki kamusal alanın öz bileşenlerinden biridir. Kürtajın yasaklanmasına ilişkin yasa düzenlemeleri çerçevesindeki tartışmalara forum olması bakımından düşünülürse, Bianet beden politikaları ve siyasal iktidarın neoliberal politikalarını protesto eden, karşı duran, eleştiren yurttaşların sivil hak örgütlenmelerinin, kadın örgütlerinin, uzman ve entelektüellerin katılımcısı olduğu internet tabanlı kamusal alanın önemli bir parçası olarak değerlendirilebilir. 3. Kampanyaya ilişkin web sitesinde yayınlanan haberlere bakıldığında, BİA’nın gazetecileri ve tüm üyeleri, kampanyanın Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 67 düzenleyicileri ve katıldıkları eylemlerle bu karşı kamusal alanın aynı zamanda eylemcileri de olmuşlar, Bianet haber sitesi ise bu eyleme ev sahipliği yapmıştır25. Böylesi bir eylemciliğin habercilikle kesişmesinin imkânlarını ve sınırlarını anlamak için kampanyaya yakından bakmakta fayda görünmektedir26. Tablo 4: Bianet Kampanyası (31 Mayıs 2012) Amaç ve Neden Katılım biçimi Kürtajı fiilen yasaklamayı planlayan düzenlenmekte olan (Haziran 2012’de TBMM gündeminde olan) yasaya karşı çıkan ve “bu benim kararım” diyen herkesin tepkilerini, fotoğrafları ve ifadeleriyle açıkça ve kolayca dile getirmeleri çağrısı… Amaç kadınların kendi bedenleri üzerindeki söz hakkının ihlalini engellemek… “Bu Benim Kararım” diyen herkes istediği cümleyi istediği dilde yazarak bir fotoğrafıyla kampanyaya katılabiliyor. Katılımcılar Tüm Bianet insanları (kendi ifadeleriyle “Bianet kadınları ve erkekleri”) Uluslararası Af Örgütü Türkiye Kadınlar için slogan: “Benim bedenim, benim kararım”, “Benim Şubesi Şu medya kararım” kurumlarından çalışanlar, Erkekler için sloganlar: “Kadının muhabirler, bedeni, kadının kararı”, “Karımın gazeteciler: Agos, bedeni, karımın kararı”, “Kızımın CNNTürk, Radikal, bedeni, kızımın kararı”, “Sevgilimin Habertürk, Milliyet, bedeni, sevgilimin kararı”, “Bu Açık Radyo, Birgün, kadınların meselesi”, “Kardeşimin Hürriyet Daily News, kararı”, “Annemin kararı” Finike Akdeniz Gazetesi, IMC TV Sloganlar ve fotoğraflar elektronik Ankara ekibi, Sabit posta ile gönderilebiliyor (isim, Fikir dergisi bağımsız şehir ve meslek bilgilerinin gazeteciler eklenmesi isteniyor) Bianet.org’un yanı sıra benimkararim.org ve facebook’da açılan sayfa kampanyanın sürdürüldüğü iletişim platformları… 68 • iletiim : arat›rmalar› Kampanyanın amaç cümlesi: “Kadınların kendi bedenleri ve hayatları üzerindeki söz haklarının ellerinden alınmasını engellemek”ti. “Benim bedenim, benim kararım” kampanyasının mottosunun açıkça gösterdiği üzere, beden iktidarla kadınlar arasında bir mücadele alanıdır. İktidarın bedeni kuşatmasına, bedene müdahalesine karşı cinsel bedenin isyanı ortaya çıkar. Beden üzerindeki haklar talep edilir. Foucault’nun işaret ettiği gibi toplumsal beden kurumları olan doktorların ve politikacıların serbest ilişki ya da kürtaj karşısındaki paniklerinin sebebi bedenin bir mücadele alanı olmasıdır. Foucault’nun ifadesiyle “İktidar bedenin içinde mesafe katetmiştir, yine bedenin içinde saldırıya uğramış bulur kendini…” (39-40). Sorunun sadece “beden” üzerinden tartışılmasına “indirgemecilik” olarak yaklaşanlar ise kürtaj ve sezaryene ilişkin kısıtlayıcı/yasaklayıcı politikaların, meselenin sosyo-ekonomik tarafını göz ardı ettiğini vurgulamaktadırlar. Fotoğraf: “Kürtaj Hakkı Kampanyası Büyüyor” başlıklı haber, Bianet.org27 Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 69 Bianet kadınları ve erkekleri kampanyanın düzenleyicileri ve bedenlerine ya da kâğıt zeminler üzerine kendi sloganlarını yazarak ve fotoğraflayarak yayınlayan ilk katılımcılarıydı. Aycıra, iktidarı değil sokağı kaynak alarak hak haberciliği yapan gazeteciler olarak da, sözkonusu kürtaj yasağı karşıtı kampanyanın eylemcileriydiler. Kampanyaya ilişkin yayınlanan haber ve anlatılar referans alınarak, bazı önemli noktalara işaret etmek mümkündür: • Bianet karşı kamusallıkların politikaya katıldıkları, karşı söylemlerini, dertlerini ve eleştirilerini görünür kıldıkları bir net alanı daha açarak, online kamusal alanı genişletmektedir. “Benim Bedenim, Benim Kararım” kampanyası çerçevesinde ve kürtaj yasağı getiren yasal düzenlemelere ilişkin tartışmalar etrafında, Bianet’in haber kaynakları olan kadın örgütleri, hukukçular, sosyologlar, tıp alanındaki sivil örgütlenmeler, akademisyenler (özellikle medya çalışmaları, sosyoloji ve tıp ve sağlık konularında çalışan) bu karşı kamusal alanın görünür aktörleri, Bianet’in internet alanında yer almaktadırlar. • Bianet’in gazetecileri ve çalışanlarının, “Benim bedenim, benim kararım” kampanyasıyla, aynı zamanda eylemciler olarak açık tavır aldıkları görünmektedir. Böylece gazeteciliğin imkânlarını bir toplumsal hareketin, karşıt kamuların görünür olduğu iletişim ortamının sınırlarını genişletmek üzere kullandıkları gibi, alternatif bir medya olarak da objektiflik ve nesnellik iddiasında bulunmamaktadırlar. Ahmet Taylan’ın yaptığı etnografik araştırmada da vurgulandığı üzere, Bianet gazetecileri, kendilerini “taraf” olarak konumlandırmamakta, objektiflik yerine “dengelilik” gibi kavramlar kullanmaktadırlar (354, 370, 388). Böylece, kendi ifadeleriyle “Bianet kadınları ve erkekleri”, yalnızca haberciler olarak değil, aynı zamanda haber kaynağı olarak da Bianet’in haber içerik ve süreçlerine katılan, karşıt kamusallık alanının da bir parçası olmaktadırlar. Bu durumda karşı kamusallık alanının iletişim sınırlarını yalnızca genişletmekle kalmayıp, bu alanın içinden de hareket etmeleri, haberciler ve eylemciler olarak sözkonusu alana içkin olduklarını da 70 • iletiim : arat›rmalar› düşündürmektedir. Böylece, eylemcilik ve gazetecilik birbirinin içine geçmektedir. • Öte yandan kampanyanın da, “beden”e bir “mülk” gibi yaklaştığı görülmektedir. Kadınların bedenle ilişkisindeki mahremiyete vurguda bulunulan ve kadın dışındaki hiçkimsenin bedeni üzerinde söz hakkının bulunmadığına işaret edilen kampanyada, “benim bedenim, benim kararım” cümlesi, bedeni bir üretim alanı olarak araçsallaştıran siyasal iktidara cevap niteliği taşımaktadır. İletişim alanındaki temel tartışma cümleleri, konuları ve tartışmanın sınırları siyasal iktidarca (kürtaj tartışmalarında başbakan “en az üç çocuk” açıklamasıyla başlangıcı yapmıştı) konulduğu için, eylemler bu sınırların içinde kendi karşı ifadelerini kurmakta, ancak bu karşıtlık ise siyasal iktidarın söylem alanı sınırlarının belirleyiciliğine maruz kalmaktadır. Kürtaj tartışmaları çevresinde de görüldüğü gibi tartışmanın yaşama evreninin belirleyicisi gizil olarak siyasal iktidardır, eylem ve protestoların karşıt söylemleri ise kürtaj karşıtı yasasındaki zihniyet biçiminin tuzağından kurtulamamaktadır. • Kampanya ilişkin bir diğer sorun ise sloganların “kadınlar” ve “erkekler” olarak, yalnızca bu iki cinsiyet rolü kategorisinin belirlenmesidir. Kendisini bu iki kategori dışında tanımlayan ve geleneksel aile değerlerine, toplumsal cinsiyet kategorilerine de tehdit olarak görülen lezbiyen, gay, biseksüel, trans-bireyler, intersex bireyleri görmemektedir. Bu da siyasal iktidar belirleyiciliğinin beraberinde getirdiği bir başka açmaz olarak düşünülebilir. Siyasal iktidar evli çiftlere, kadınlar ve erkeklere doğurmaları üzere sesleniyordu. Böylece tartışmanın taraflarının ya da konunun ilgililerinin, doğurgan kadınlar ve erkekler olduğu yine siyasal iktidarın söylemi tarafından belirlenmiş olmaktadır. Siyasal iktidarın bu belirleyiciliği, aynı zamanda, karşı politik alandaki eylemci pratiklerin; tartışmayı doğurganlık, kadınlık, erkeklik cinsiyet rollerinin ötesinde, lezbiyen, gay, biseksüel, transbireyler, intersex bireylerin konuya ilişkin tartışma gündemlerini de kapsayan bir özgün politik yaklaşımı ortaya koyma ihtimalini de baskılamış olmaktadır. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 71 Kampanyanın erkekler için belirlenmiş olan sloganları ise kadının, “annelik, kızkardeşlik, karı, sevgili” gibi belirlenmiş ve kabul edilmiş toplumsal rolünü sorgulamadan, “kürtaj hakkı” ve “bedeni üzerindeki hakkı”na saygı göstermekle sınırlı kalmaktadır. Böylece, kampanyada da erkekler konunun tali unsuru olarak görülmekte, katılan erkeklerin kendi konumlarından görünen kadınlık rollerinin tanımlanma kategorileri de toplumsal cinsiyetin ve geleneksel rollerin dışına çıkamamaktadır. Kürtaj konusu yalnızca “üreme” üzerinden düşünülse bile, erkek bedeni de konunun doğrudan tarafıdır. Konu, yalnızca “beden üzerindeki hak” üzerinden ele alındığında, sorunun sosyoekonomik veçhelerinin yanı sıra “hayat” üzerindeki karar hakkı (hem bir başka yaşama kaynaklık etmek hem de kadın ve erkeğin kendi hayatları üzerindeki karar hakkı) gözden kaçmaktadır. Oysa mevzu yalnızca kadınlarla ilgili değil tüm cinsiyet kategorilerini doğrudan ilgilendirmektedir. Böylece, kampanyada bir başka açmaza daha düşülmekte, toplumsal ve geleneksel aile değerleri içinde kadınlığın durumuna ilişkin eleştiriyi iyice genişletememekte, toplumsal kadınlık rollerini yeniden üretmektedir. Bu yeniden üretim elbette daha özgürlükçü biçimdedir. Bunun en açık göstergesi ise kadının kendi bedeni üzerindeki hakkına ve mahremiyetine vurguda bulunurken, bedenin görünür olmasının normalliğine yapılan vurgudur. Buradaki “normalliği” belirleyen de yine geleneksel toplumsal kuralların kadın bedeninin ve özellikle de hamile kadının bedeninin görünmesini “ayıp” olarak kabullenmesine göre bir normalliktir. Sonuç Bu çalışmada ele alınan konunun tüm veçheleri bir arada düşünüldüğünde, kürtaj konusunda olduğu gibi, toplumsal politik meselelere ilişkin eylem ve söylem süreçlerinin zihniyet evrenini anlayabilmek için anaakım medya yerine, karşı kamusal alanların iletişim ortamlarını, özellikle de bu çalışmanın da eksik kaldığı üzere bu ortamların etnografisini çıkarmanın önemli olduğu vurgulanmalıdır. Bağımsız/alternatif/eylemci medya alanlarının iletişim ortamlarına ve içeriklerine dair çalışmalar bu nedenle önemlidir. Çünkü yeni söz söyleme ve politika üretmeye imkân veren böylesi ortamlar, yaşamın 72 • iletiim : arat›rmalar› olduğu, yaşayanların/deneyimleyenlerin kendi sözlerini kendilerinin söyleyebildiği iletişim ortamlarıdır. Bianet’in hem bağımsız hem de eylemci medya olarak, kürtaj tartışmaları konusundaki hafızasına bakıldığında, o dönemi izlemiş ve bazı eylemlere de katılmış biri olarak şunu söyleyebilmek mümkün: İktidarın uygulamalarını geriletebilecek, etkileyebilecek kadar önemli bir iletişim ortamı kurulmuş olması; eylem repertuarının zenginliği, karşı çıkış noktalarının güçlülüğü ve toplumsal dayanışmanın görünürlüğünü sağlayan böylesi bir ortamın kurulması da başlı başına bir eylemdir28. Her ne kadar tartışmanın sınırları ve temel cümleleri siyasal iktidarın aktörlerince konulsa da, karşı kamusallıkların eleştirileri, açıklamaları ve bu alanlardaki konuya ilişkin gündem biçimi kürtaj tartışmalarına ilişkin bağlamı zenginleştirmiş, tartışmanın evrenini genişletmiştir. Bianet’in iletişim ortamı, kürtaj konusundaki içeriklerle, karşı kamusallıkların sesini, eleştirilerini, açıklamalarını, eylemlerini görünür kıldığı internet kamusal alanının bir parçasıdır. Bu çalışmanın vardığı somut bir durum olarak vurgulanması gereken, bu çalışmada ortaya konulmaya çalışıldığı üzere, neoliberal ve muhafazakâr politikalar ve söylemlerin, karşı eylemlerin, söylemlerin evrenini de sinsice belirlediği ve etkilediğidir. Kürtaj hakkını savunanların söylemsel sınırlarını büyük ölçüde hegemonik söylemin kurduğu ve karşı olmanın tek başına yeterli olmadığı görülmektedir. Aksu Bora’nın da belirttiği gibi hegemonya denilen şeyin en önemli bileşeni gündemi belirlemek; yani sadece hangi konuların tartışılacağına karar vermek değil, sözcenin de sınırlarını belirlemektir. “Kürtaj cinayettir” denildiğinde, cevap “kürtaj haktır” olmakta; böylece iktidar kendini merkez kılarak, karşı olanları kendine göre konumlandırmış olmaktadır. Bu noktada konuşma aslında başlamadan biter ve “karşı” olmanın bir etkisi kalmaz (2012). İktidarca belirlenmiş sınırların dışına çıkabilmek, özgün söylem ve politikanın geliştirebilmek bu sınırların ve belirleyicilerinin zihniyet evreninin farkında olmayı, iletişim ortamındaki temel tartışma cümlelerinin ve döngüsünün belirleyicisi olabilmeyi gerektirir. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 73 Bu çalışmanın son sözleri Fatmagül Berktay’a ve Hannah Arendt’e selam niteliğinde olacaktır: “Dünyayı değiştirenler, insani eylem ve özgürlük yetileri sayesinde kendi hakikatlerini yaratabilme potansiyeline sahip olan ‘sıradan’ bireylerdir, felsefenin ya da mistisizmin uçurumlarında dolaşan ‘olağanüstü’ insanlar değil. Eylemlerinin sahnesi ise, politikanın kamusal alanıdır. İşte burada, gerçekten mucize beklemek hakkına sahibiz. Batıl inançla ‘mucize’ye güvendiğimiz için değil, insanlar kendileri bilsinler ya da bilmesinler, eyleyebildikleri sürece mümkün değilmiş gibi görüneni ve beklenmedik olanı başarma yetisine sahip oldukları ve sürekli olarak bunu başardıkları için.” (akt. Berktay, 2012: 74). 74 • iletiim : arat›rmalar› Kaynakça Alankuş, Sevda (2008). “Demokrasi ve ‘Başka Medya’ İlişkisi: Türkiye’deki Yaygın Dışı Medya Ortamını Anlamak Üzere Teorik Bir Çerçeve.” Başka Bir İletişim Mümkün. (der.) Sevilay Çelenk. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. Alankuş, Sevda (der.) (2007). İnsan Hakları Haberciliği. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları Berktay, Fatmagül (2012). Dünyayı Bugünde Sevmek: Hannah Arendt’in Politika Anlayışı. İstanbul: Metis Yayınları Bora, Aksu (2012). “Evet, Uludere!” Amargi Dergi. http://www.amargidergi. com/node/12. Erişim tarihi: 01.07.2014 Carpentier, Nico; Bart Cammaerts, Olga ve Guedes, Bailey (2008). Understanding Alternative Media. Buckingham GBR: Open University Press. Dahlgren, Peter (1996). “Media logic in cyberspace: Repositioning journalism and its public”. The Public. 3: Direk, Zeynep (2007). “Judith Butler: Toplumsal Cinsiyet ve Bedenin Maddeleşmesi.” Cinsiyetli Olmak. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Downing, John D. H. (2001). Radical Media: Rebelious Communication and Social Movements. Sage Publications Foucault, Michel (2012). Seçme Yazılar 4: İktidarın Gözü. Çev., Işık Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Fraser, Nancy (1990). “Rethinking the Public Sphere: A Contribution to the Critique of Actually Existing Democracy”. Social Text. no:25/26. Jstore Göker, Emrah (2012). “Kadının rahmini devlet gibi görmek.” http:// istifhanem.com/2012/05/26/rahimvedevlet/. Erişim tarihi: 12.02.2014. Kejanlıoğlu, D. Beybin; Çoban, Barış; Yanıkkaya, Berrin ve Köksalan, Emre (2012). “The user as producer in alternative media? The case of the Independent Communication Network (BIA).” Communications. 31(3): 275-296 Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 75 Kürkçü, Ertuğrul (2008). “Bir Bağımsız Medya Deneyimi Olarak Bianet.” Başka Bir İletişim Mümkün. (der.) Sevilay Çelenk. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları Mater, Nadire (2008). “Açılış Konuşması.” Başka Bir İletişim Mümkün. (der.) Sevilay Çelenk. İstanbul: IPS İletişim Vakfı. Özcan, Emine (2008). “Kadıköy’de kadınlar Başbakan’a ‘sen doğur’ dediler.” http://www.Bianet.org/Bianet/kadin/105445-kadikoy-de-kadinlarbasbakan-a-sen-dogur-dediler. Erişim tarihi: 18.03.2014 Ökten, Nazlı (2012). “Habemus Papam: Kürtaj, neden şimdi?”, http:// kadinbedensahnedunya.wordpress.com/2012/05/27/habemuspapam-kurtaj-neden-simdi/#comments. Erişim tarihi:12.02.2014 Ünal, Didem ve Cindoğlu, Dilek (2013). “Reproductive citizenship in Turkey: Abortion chronicles.” Women’s Studies International Forum 38. Salman, Elvan (2012). “Beden de Benim, Karar da.” http://Bianet.org/ Bianet/insan-haklari/138834-beden-de-benim-karar-da. Erişim tarihi: 14 Nisan 2014. Taylan, Ahmet (2012). Alternatif Medya ve Bianet Örneği: Türkiye’de Alternatif Medyaya Dair Etnografik Çalışma. Yayınlanmamış doktora tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı. Ankara “Pırt Pırt Doğurmaktan Bugüne.” http://www.Bianet.org/Bianet/ toplumsal-cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak-tan-bugune. Erişim tarihi: 17.02.2014. “Başbakan olarak talebim: en az üç çocuk.” http://Bianet.org/Bianet/ toplumsal-cinsiyet/106151-erdogan-basbakan-olarak-talebim-en-azuc-cocuk. Erişim tarihi: 22 Haziran 2014. “Şahin ‘üç çocuk’ politikasını anlattı.” http://Bianet.org/Bianet/ toplum/134814-sahin-uc-cocuk-politikasini-anlatti. Erişim tarihi: 22 Haziran 2014. “Başbakan ‘Her Kürtaj Bir Uludere’dir’ Dedi.” http://www.Bianet.org/ Bianet/Bianet/138644-basbakan-her-kurtaj-bir-uludere-dir-dedi. Erişim tarihi: 18.03.2014. 76 • iletiim : arat›rmalar› "Rahatsız erkekler’den kürtaj yasağına karşı çağrı.” http://www.kaosgl. com/sayfa.php?id=11545. Erişim tarihi: 24 Haziran 2014. http://Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138773-kurtaj-tartismasinatepkisiz-kalma. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014. http://www.ipetitions.com/petition/kamuoyuna-cagrimizdir-kurtajtartismasina-tepkisiz/. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014. https://www.facebook.com/benimkararim. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014. http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/akpye-boyun-egmeyecegiz-diyenkadinlarin-eyleminden-kareler-haberi-55534#. Erişim tarihi:14 Nisan 2014. http://Bianet.org/Bianet/sayfa/ips-iletisim-vakfi. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014. http://www.Bianet.org/kadin/Bianet/133354-Bianet-siddet-taciz-tecavuzcetelesi-tutuyor. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014. http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/119085-bia-medya-gozlemraporlari. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014. http://Bianet.org/Bianet/insan-haklari/138763-kurtaj-hakki-kampanyasibasladi. Erişim tarihi: 6 Nisan 2014. http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138771-kurtaj-hakkikampanyasi-buyuyor. Erişim tarihi: 14 Nisan 2014. Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 77 Sonnotlar 1 “Pırt Pırt Doğurmaktan Bugüne.” http://www.Bianet.org/Bianet/toplumsal- 2 http://www.Bianet.org/Bianet/toplumsal-cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak- 3 http://www.Bianet.org/Bianet/toplumsal-cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak- 4 “Başbakan olarak talebim: en az üç çocuk.” http://Bianet.org/Bianet/toplumsal- cinsiyet/138672-pirt-pirt-dogurmak-tan-bugune. Erişim tarihi: 17.02.2014. tan-bugune. Erişim tarihi: 17.02.2014. tan-bugune. Erişim tarihi: 17.02.2014. cinsiyet/106151-erdogan-basbakan-olarak-talebim-en-az-uc-cocuk. Erişim tarihi: 22 Haziran 2014. 5 “Şahin ‘üç çocuk’ politikasını anlattı.” http://Bianet.org/Bianet/toplum/134814- 6 Emrah Göker, “Kadının rahmini devlet gibi görmek.” http://istifhanem. 7 Siyasal iktidarın ve muhalefet partilerinin kürtaj konusundaki söyleminin incelen- sahin-uc-cocuk-politikasini-anlatti. Erişim tarihi:22 Haziran 2014. com/2012/05/26/rahimvedevlet/. Erişim tarihi: 12.02.2014. diği bir çalışma için bakınız Didem Ünal ve Dilek Cindoğlu, “Reproductive citizenship in Turkey: Abortion chronicles.” Women’s Studies International Forum 38 (2013), ss. 21-31 8 Bianet’e ilişkin yapılan araştırma için bakınız D. Beybin Kejanlıoğlu, Barış Çoban, Berrin Yanıkkaya, Emre Köksalan, (2012) “The user as producer in alternative media? The case of the Independent Communication Network (BIA).” Communications 2012, 31(3): 275-296. 9 Emine Özcan’ın 9 Mart 2008 tarihli “Kadıköy’de kadınlar Başbakan’a ‘sen doğur’ dediler” haberi için bakınız http://www.Bianet.org/Bianet/kadin/105445kadikoy-de-kadinlar-basbakan-a-sen-dogur-dediler. Erişim tarihi: 18.03.2014. 10 26 Mayıs 2012 tarihli “Başbakan ‘Her Kürtaj Bir Uludere’dir’ Dedi” başlıklı haber için bkz. http://www.Bianet.org/Bianet/Bianet/138644-basbakan-her-kurtaj-biruludere-dir-dedi. Erişim tarihi: 18.03.2014. 11 Aksu Bora’nın şu makalesi için bakınız Evet, Uludere!, Amargi Dergi, 4.6.2012, 12 “’Rahatsız erkekler’den kürtaj yasağına karşı çağrı.” 4 Haziran 2012 tarihli haber, 13 http://Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138773-kurtaj-tartismasina-tepkisiz- http://www.amargidergi.com/node/12. Erişim tarihi: 01.07.2014. http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=11545. Erişim tarihi: 24 Haziran 2014. kalma. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014. 78 • iletiim : arat›rmalar› 14 http://www.ipetitions.com/petition/kamuoyuna-cagrimizdir-kurtaj-tartismasi- 15 Daha sonra şu linkte devam etmiştir: https://www.facebook.com/benimkararim. 16 http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/akpye-boyun-egmeyecegiz-diyen- 17 http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/akpye-boyun-egmeyecegiz-diyen- 18 Bianet’e ilişkin yapılan ve alternatif medya karakterine dair kavramsal çerçevesi na-tepkisiz/. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014. Erişim tarihi: 1 Nisan 2014. kadinlarin-eyleminden-kareler-haberi-55534#. Erişim tarihi:14 Nisan 2014. kadinlarin-eyleminden-kareler-haberi-55534#. Erişim tarihi: 14 Nisan 2014. için bkz. D. Beybin Kejanlıoglu, Barış Çoban, Berrin Yanıkkaya, Emre Köksalan (2012), agm. 277-279. 19 Dahlgren, siberalemin, bir bilgisayarlar ağı diyarı olarak, bir medya aklına sahip olduğunu söylediği şu makalesinde siber-iletişimin birbiriyle ilişkili veçhelerini şöyle belirler: Çokluortam, hipermetinsel, etkileşimli, arşivsel ve biçimsel. Bakınız Peter Dahlgren, “Media logic in cyberspace: Repositioning journalism and its public”, The Public, Vol. 3 (1996), 63. 20 http://Bianet.org/Bianet/sayfa/ips-iletisim-vakfi. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014. 21 IPS İletişim Vakfı projelerine destek sağlayan diğer kuruluşlar ise şöyle: Anna Lindht Vakfı, Avrupa Birliği-Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, Avrupa Birliği İnsan Hakları ve Demokrasi İnisiyatifi (EIHDR), Avrupa Birliği Avrupa ve Akdeniz Ülkeleri Arası Ekonomik ve Sosyal İlişkileri Geliştirme Programı (MEDA), EuropeAid, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu - Türkiye (UNI- CEF), Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Türkiye (UNFPA), Chrest Vakfı, Danimarka Ankara Büyükelçiliği, Friedrich Ebert Vakfı, Global Dialogue, Heinrich Böll Vakfı, IFEX, İsveç Uluslararası Kalkınma Ajansı (SIDA), İsveç İstanbul Başkonsolosluğu, Küçük Eller Çocuk Evi, McCormick Vakfı, Metis Yayınları, Press Now, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB). Bakı- nız http://Bianet.org/Bianet/sayfa/ips-iletisim-vakfi. Erişim tarihi: 01 Temmuz 2014. 22 http://www.Bianet.org/kadin/Bianet/133354-Bianet-siddet-taciz-tecavuz- 23 http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/119085-bia-medya-gozlem- 24 Bianet’te katılımcı habercilik ve okuyuculara ilişkin bilgiyi içeren, Bianet üzerine cetelesi-tutuyor. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014. raporlari. Erişim tarihi: 4 Nisan 2014. yapılmış önemli bir etnografik çalışma için bakınız Ahmet Taylan, Alternatif Medya ve Bianet Örneği: Türkiye’de Alternatif Medyaya Dair Etnografik Çalışma, Ayyıldız • ...: “Kürtaj” Tartışmaları Odağında Bianet’in Haberciliği ve Eylemciliği • 79 Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı, Ankara 2012, ss. 364-376. 25 26 Ekim 2012’de Bianet’e yapılan YECREA (ECREA Young Scholars Network) ziyarette, Çiçek Tahaoğlu kampanyaya ve Bianet kadınları ve erkeklerinin deneyimlerine ilişkin verdiği ayrıntılı bilgiler, bu tespitin bir başka dayanağını oluşturmaktadır. Ziyarete ilişkin program detayı için bakınız http://commlawpolicy.files. wordpress.com/2012/11/ecc12_clp_program.pdf. 26 Kampanya haberi için bakınız http://Bianet.org/Bianet/insan-haklari/138763kurtaj-hakki-kampanyasi-basladi. Erişim tarihi: 6 Nisan 2014. 27 http://www.Bianet.org/Bianet/ifade-ozgurlugu/138771-kurtaj-hakkikampanyasi-buyuyor. Erişim tarihi: 14 Nisan 2014. 28 Bianet’in bir haberine göre, iki ayda (Mayıs, Haziran 2012) ulusal, bölgesel ve yerel medyada kürtaj konusunda 10.942 haber yapıldı... Köşe yazarları ise bu sürede kendilerine ayrılan sütunlarda kürtaj ve sezaryen konusuna toplam 2.384 kez değinmiş. Ulusal, bölgesel ve yerel 40’ı aşkın televizyon kanalında yayınlanan haber ve programlarda da kürtaj ve sezaryen konusu toplam 3.651 kez gündeme gelmiş. 80 • iletiim : arat›rmalar› 81 Türkiye'de Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: Muhafazakar Entelektüelerin Kültür, Popüler Kültür ve Kitle Kültürü Görüşleri İlker Özdemir Özet Türkiye’de popüler kültür ve kitle kültürü sorunsalı, daha çok Marksist kökenli görüşler çerçevesinde tartışılmış olup, Türkiye’ye egemen olan milliyetçi ve muhafazakâr görüş bakış açısıyla ele alınmamıştır. Bu makalede, şu anda Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürütmekte olan Türkiye’de muhafazakâr kesimin önde gelen iletişim bilimcilerinden Prof. Dr. Nabi Avcı ile iletişim bilimci Prof. Dr. Naci Bostancı’nın konuya ilişkin kitapları incelenmiştir. Adı geçen yazarların kitapları, 1) kültür, popüler kültür ve kitle kültürü kavramlarını nasıl ve hangi referanslara göre tanımladıkları, 2) kültür, popüler kültür ve kitle kültürünün Türkiye’deki toplumsal/siyasal rolü, 3) kültürel kimlik problemine çözüm getirmek için ortaya konulan toplumsal, kültürel projeler ve muhafazakâr sağ görüşün bu konudaki duruşu, bağlamlarında değerlendirilerek açımlanmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kültür, Popüler Kültür, Kitle Kültürü, Kitle Toplumu, Muhafazakar Yaklaşım, Elitizm Cultural Understanding of Conservative Approaches in Turkey: Wiews of Conservative Intellectuals About Culture, Popular Culture and Mass Culture Abstract Nationalist and conservative approaches, which are the hegemonic tendencies in Turkey, about the problematic of popular culture and mass culture have not been disscused, although this problematic has been generally discussed within the framework of the Marxist originated approaches in Turkey, In this article we analyzed the books of Prof. Dr. Nabi Avcı and the Prof. Dr. M. Naci Bostancı who are also known as conservative intellectuals and political actors in 2000’s Turkey which are the related to the topic. These books are analyzed from the points of, a) their culture, popular culture and mass culture definitions and their theoretical references about these problematics, b) their approaches about the political role of the popular culture and mass culture, c) their utopias, projects and strategies about cultural and cultural identity problems in Turkey. Key Words: Culture, popular culture, mass culture, mass society, concervative approach, elitizm. iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 81-122 82 • iletiim : arat›rmalar› Türkiye'de Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: Muhafazakar Entelektüelerin Kültür, Popüler Kültür ve Kitle Kültürü Görüşleri 1990’lı yıllarda popüler kültür ve kitle kültürü analizlerinde hissedilir bir yoğunlaşma olmuş, ancak 2000’li yıllara gelindiğinde kültür kavramı daha çok kimlik eksenli olarak ele alınmaya başlanmıştır. Türkiye’ye egemen olan muhafazakar dünya görüşlerinin kültürel kimlik eksenli yaklaşımları bilinmekle birlikte popüler kültür ve kitle kültürü anlayışları çok fazla bilinmemektedir. Türkiye’de muhafazakar kesimin önde gelen iletişim bilimcilerinden Prof. Dr. Nabi Avcı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Amasya Milletvekili İletişim Bilimci Prof. Dr. M. Naci Bostancı’nın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü ekseninde yazmış oldukları kitaplar Türkiye’de şu an iktidarda bulunan muhafazakar anlayışın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakış açılarını ve kültür eleştirisindeki yer ve konumlarını anlayabilmek ve ortaya koyabilmek açısından bu çalışma kapsamında incelenmiştir. Avcı’nın İlim ve Sanat dergisinde yayımlanan makalelerinin derlenmesi ile oluşturulan Kitle Kültürü: Enformatik Cehalet (1990) başlıklı çalışması hem Avcı’nın kitle kültürü olgusuna farklı yaklaşımı ve farklı referansları nedeniyle, hem de Avcı’nın arkasından gelenlere öncülük ettiğini bildiğimizden ülkemizde muhafazakar kesimde yer alan entelektüellerin kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakışını, bir başka deyişle kültür eleştirisindeki yeri ve konumlarını anlayabilmek açısından önemlidir. Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi Amasya Milletvekili olan, Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi eski dekanı iletişim bilimci Prof. Dr. M. Naci Bostancı’nın derleme yazılarından oluşan çalışmaları: Kültür ve Değişme (1990); Toplum, Kültür ve Siyaset (1995): Siyaset, Medya ve Ötesi (1998) popüler kültür ve kitle kültürü olgularına değinmiş olmaları nedeniyle çalışmamız çerçeve- Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 83 sinde analiz edilmiştir. Bostancı’nın bu olgular üzerindeki kuramsal tartışmalar ile çok fazla ilgilenmemiş olduğunu, ancak Türkiye’ye ilişkin gözlem ve değerlendirmelerinin bu çalışma açısından önemli olduğunu söylemek gerekir. 2003 yılından sonra yayımlanan kitaplar bu çalışmanın kapsamına dahil edilmemiş olup, bu çalışmaların muhafazakar-İslamcı dünya görüşünün muhalefette olduğu 1990’lı yıllara ait olmasının da, kültür eleştirisi bağlamında çalışmamız için ayrı bir önemi vardır. Bu çalışma, metin incelemesine dayalı kuramsal bir değerlendirme çalışmasıdır. Bu çalışma kapsamında Nabi Avcı ve M. Naci Bostancı olmak üzere, muhafazakar sağ kesimde yer alan 9 yazarın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü ekseninde yazmış oldukları toplam 12 kitabı Türkiye’de muhafazakar sağda yer alan entelektüellerin popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakış açılarını ve popüler kültür eleştirisindeki yer ve konumlarını anlayabilmek ve ortaya koyabilmek açısından incelenmiştir. İncelenen kitaplar Nabi Avcı (1990), M. Naci Bostancı (1990, 1995 ve 1998) başta olmak üzere Yusuf Kaplan (1991), Sadık Güneş (1995), Hasan Ali Kasır (1993), Kenan Çağan (2003), Yusuf Adıgüzel (2001), Nevzat Kösoğlu (1985) ve Olcay Yazıcı (1994)’ya aittir. Bir makale çerçevesinde bütün bu görüşleri serimlemek mümkün olamamıştır. Dolayısıyla bu makale, hem iletişim bilimci olmaları, hem de bugün kültürel politika üretimi konusunda da söz sahibi bir konumda olmalarından hareketle Nabi Avcı ve M. Naci Bostancı’nın çalışmalarıyla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla muhafazakar kesimlerin kültür, popüler kültür ve kitle kültürü anlayışı konusundaki genel değerlendirmelerin sadece Avcı ve Bostancı’nın değil, diğer yazarların da görüşlerini dikkate alarak öne sürüldüğü dikkate 84 • iletiim : arat›rmalar› alınmalıdır. Ayrıca bu satırların yazarının, popüler kültür eleştirisi konusunda Türkiye’de yer alan diğer yaklaşımları da ele alan bir çalışması olması ve yüksek lisans tezinin “popüler kültürün siyasal rolü” (1996) üzerine olması muhafazakar kültür eleştirisinin yerini ve konumunu tespit etmek açısından karşılaştırmalı bir değerlendirme imkanı sağlamıştır. Avcı’nın öğrencilerinden olan Yusuf Kaplan’ın derleyen ve çevirmen olarak imza atmış olduğu Enformasyon Devrimi Efsanesi (1991) başlıklı önemli çalışmaya yazmış olduğu önsöz, Kaplan’ın bu olgulara kültür emperyalizmi ekseninde 3.dünyacı/doğucu bir bakışla bakışı nedeniyle muhafazakar kesim içinden bilinen bu yaklaşımın popüler kültür ve kitle kültürü eleştirisine katkısını ve bu eleştirideki yerini anlamak açısından önemlidir. Popüler kültür ve kitle kültürü eleştirisinde özgün ve tutarlı bir bakış açısı oluşturmuş olduğu gözlemlenen ve farklı bakış açılarına/yaklaşımlara açık olması ve bu kesimden yayımlanan diğer çalışmalara oranla çok daha gelişkin bir kuramsal/ kavramsal çerçeveye sahip oluşu ile de dikkat çeken genç araştırmacı Sadık Güneş’in Medya ve Kültür: Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı (1995) başlıklı çalışması doğrudan popüler kültür ve kitle kültürü kavramlarını analize katan farklı ve de nitelikli bir çalışmadır. İnsanlara değişik konularda bilinç kazandırmayı amaçlayan, Denge Yayınları tarafından yayımlanan Bilinç Serisinin Kültür Bilinci (1993) başlıklı, araştırmacı Hasan Ali Kasır’a ait olan çalışması ise gençlere, özellikle de muhafazakar-müslüman gençlere kültür bilinci kazandırma amacında olduğu iddiası ile yola çıkmaktadır. Bu iddia ile yola çıkan çalışma da yazar Hasan Ali Kasır’ın popüler kültür ve kitle kültürü olgularını analizine dahil etmesi ve bu çalışmanın kültür bilinci kazandırma konusundaki argümanları da muhafazakar kesimin kültür bilincini anlamak açısından ayrıca önem taşımaktadır. Milliyetçi-muhafazakar kesimde 1980 öncesi dönemde MHP’nin Genel İdare Kurulu üyesi olan ve bir dönem de bakanlık görevi yapan ve bu çevrede akademi dışı çevreden ve eski bir politikacı olmasına karşın kültür ve kimlik meseleleri üzerine düşünen ve yazan ender isimlerden biri olan Nevzat Kösoğlu’nun Kitap Şuuru (1985) ve Milli Kültür ve Kimlik (1993) başlıklı kitapları kültür ve kimlik konularına değinirken popüler kültür ve kitle kültürü Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 85 kavramlarını da kullanmış olduğundan değerlendirilmiştir. Milliyetçimuhafazakar kesimden yazar Olcay Yazıcı’nın Kitapsız Toplum (1994) başlıklı kitabı ise kitaplı bir toplum iken giderek kitapsız bir topluma dönüştüğümüz gibi bir temel iddia ile yola çıkan makalelerinin derlenmesinden oluşmaktadır. Karamsar bir bakış açısı ile bu çöküşün nedenlerini ve bundan çıkış yollarını aramakta olduğu anlaşılan Yazıcı’nın yazılarında yer yer popüler kültür ve kitle kültürü olgularına ilişkin özgün değerlendirmeleri de yer almaktadır. 2000’li yıllara gelindiğinde muhafazakar kesimde kültür ve iletişim konuları ile ilgili yayınlarda sayısal bir düşüş göze çarpmaktadır. 2000’li yıllarda muhafazakar kesimden popüler kültür olgusunu doğrudan merkeze alan çalışmalardan dikkat çeken iki tanesinin Kenan Çağan’ın Popüler Kültür ve Sanat (2003) ve Yusuf Adıgüzel’in Kültür Endüstrisi: Kitle Toplumunun Açmazları (2001) başlıklı çalışmaları olup, bu çalışmaların ortak özelliği ise popüler kültür ve kültür endüstrisine karşı muhafazakar bir elitizmi öne çıkarmalarıdır. Bu çalışmanın amacı kitaplarını incelemiş olduğumuz iki yazarın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olguları konusundaki düşüncelerini ortaya koymak ve analiz edebilmektir. Bu konu ile ilgili metinler popüler kültür kavramı merkeze alınarak aşağıdaki konu başlıkları altında incelenmiştir1. 1. Kültür, popüler kültür ve kitle kültürü kavramlarının içeriği ve yazarlarımızın kuramsal kaynakları. 2. Modern toplumlarda ve Türkiye’de popüler kültürün toplumsal/siyasal rolü 3. Günümüz sosyo-kültürel problemlerini aşmak için getirilen çözüm önerileri Kültürel olgular aynı zamanda siyasal olgulardır. Sonuçta kültür “sokağın, mutfağın, okulun, yatağın, caminin, işliğin ve ekranın bileşkesinden” oluşan bir olgu olarak ele alınmak durumundadır2. Toplumsal, siyasal ve ekonomik konulardaki davranışlarımız, bugün, değişik kültürel biçimlerin geniş kapsama alanının etkisi altında oluşmaktadır. Kültür davranış biçimlerimiz ile ilgili düşünme yollarının 86 • iletiim : arat›rmalar› oluşumunda ve sosyal problemlere bakış açımızda stratejik bir rol oynadığı gibi, iletişimimizi ve toplumsal ilişkilerimizi belirleyici önemde bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada "kültürün siyasal rolü" kavramlaştırması kullanılmıştır. Bu çalışmanın ilk bölümünde kitaplarını incelediğimiz Avcı ve Bostancı’nın kültürel kavramların tanımı ve içeriği üzerindeki düşünceler üzerinde durulmuş, bölümün sonunda ise kültür eleştirisine ilişkin kaynakları, referansları gösterilmeye çalışılmıştır. Bu çalışmanın ikinci bölümünde ise genelde kültürün, özelde ise popüler kültür ve kitle kültürünün toplumsal-siyasal rolü üzerindeki temel argümanları ve iddiaları eleştirel bir biçimde değerlendirilmiştir. Bu bölümde ayrıca Türkiye’de popüler kültürün gelişimi ve yeri konusundaki düşünceler değerlendirilir iken, üçüncü bölümde ise bugünün problemlerini aşmak ve kültürel problemlere çözüm getirmek için ortaya konulan toplumsal ve kültürel projelere işaret edilmiş ve daha iyi ve özgür, arzu edilen bir topluma ulaşmak için önerilen çözüm yolları değerlendirilmiştir. Son bölümde ise bu çalışmanın ortaya çıkarmış olduğu genel sonuçlar değerlendirilmiştir. Muhafazakar Kültür Kavramlaştırmaları Bu bölüm Avcı ve Bostancı’nın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü ile ilgili kavramlaştırmalarının öğeleri ortaya konulmuş ve yazarlarımızın kültür, popüler kültür ve kitle kültürü konusundaki esin kaynakları ve kuramsal kaynakları gösterilmeye çalışılmıştır. Nabi Avcı’nın Kitle Kültürü: Enformatik Cehalet (1990) başlıklı çalışmasında, Ortega Y. Gasset’den yola çıkarak kitle kavramının doğası üzerinde analizlere yer verilmişse de, yayımlanmış makalelerden oluşan bu kitapta, kültür, kitle kültürü, popüler kültür ve de folk kültür gibi kavramlara yer verilmemiş olduğu ve bu olgulara ilişkin kuramsal analizlerin yer almamış olduğu görülmektedir3. Avcı’nın kitle kavramı geniş ölçüde Ortega Y. Gasset’in kitle kavramı tanımlamalarına yaslanmaktadır. Nabi Avcı’nın kitle toplumunu ve modern dünyayı tarif eden Ortega Y. Gasset (1992) ve Julian Benda (1955) gibi muhafazakar düşüncelerin görüşlerini aktarmak dışında, popüler kültür veya kitle kültürünün kökeni konusunda herhangi bir kuramsal açıklama Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 87 yapmamaktadır. Fakat yazma biçiminden Avcı’nın kitle toplumu ve kitle kültürü olgusunu türdeş olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Avcı, kitle kültürü ve popüler kültür konusundaki olumlu ve olumsuz yaklaşımlara örnekler vermektedir. Olumsuz yaklaşımlar olarak Ortega Y. Gasset (1972 ve 1992), Rene Guneon (1979) ve Julian Benda (1955) gibi seçkinci yazarları; olumlu yaklaşımlar olarak da Edward Shills (1972) ve Herbert J. Gans (1974 ve 2005) gibi liberalleri göstermekte olan Avcı, bu iki kutup arasında olumsuz yaklaşımlar olarak nitelediği muhafazakar-elitist yaklaşımlardan yana bir tavır ortaya koymaktadır. Kitle kültürü olgusu hakkında diğer yaklaşımlardan hiç söz etmeyen Avcı’nın, bu göz ardı etmeyi bilinçsizce yapmış olduğu söylenemez. Sıradan insanların oluşturduğu kitleler ve seçkinler arasında modernleşmenin getirdiği sıradanlaşmanın- vurgusunu yaparak seçkinlerden yana- seçkin sanat ve kültürden- tavrını gözlemlediğimiz Avcı’nın muhafazakar-elitist yaklaşımlardan özellikle Gasset (1992), Elliot (1981) ve Benda (1955)’dan esinlendiğini görüyoruz. M. Naci Bostancı’nın Kültür ve Değişme (1990) başlıklı çalışmasında kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularından doğrudan bahsedilmemiştir. Bostancı Toplum, Kültür ve Siyaset (1995) başlıklı kitabında ise kültür kavramını ‘’soyut bir değerler, tutumlar, zihniyetler ve teknikler toplamı’’ olarak tarif etmekte ve kültürün ancak dolaylı olarak insanların yaşayışlarında, alışkanlıklarında ve davranışlarında görülebileceğini işaret etmektedir. Bostancı, kültür dediğimizde dil, din, teknik, gelenek ve görenekten başlayarak bir topluma ait maddi ve manevi bütün değerlerin anlaşılması gerektiğini belirtir. Gustave Le Bon (1969)’un 20. yüzyılın kitleler çağı olduğu yolundaki düşüncesine katıldığını, "belki de onu en fazla karakterize eden kavram budur" diyerek onaylamaktadır. Le Bon’dan yola çıkıp; ‘’Kitleler: yani öznelliğinden yoksun bir örnek atomların meydana getirdiği yumuşak, esnek, tepkisiz, yankısız kitleler... Muhakemeden etkilenmeyen, ancak kaba çağrışımlara açık, duygusal boyutuyla kavrayıcı ve harekete geçirici bir arena...’’4 diyen Bostancı’nın Le Bon’un kitabının çevirisinde iptidai: ilkel çağrışım olarak geçen sözlerinin “kaba çağrışımlara açık” olarak sadeleştirildiği görülmektedir. Kitleyi 19. yüzyıl klasik kitle toplumu eleştiricilerinin ele aldığı gibi ele almayı yeğlemekte 88 • iletiim : arat›rmalar› olan Bostancı,5 Le Bon’un değerlendirmelerini ‘’kahince bir bakış’’ olarak nitelendirmektedir. 20. yüzyıldaki faşist ve komünist diktatörlükleri ise tanımlanan bu kitle olgusuna örnek olarak göstermektedir. Bu klasik eleştirmenler gibi Bostancı’ da kitle toplumu kavramı üzerinde durur iken kitlelerin oluşumunu kitle iletişim araçlarının gelişmesi ile bağlantılı olarak değil, makro nedenlere bağlı olarak ele almak eğilimini paylaşmaktadır. Buradan yola çıkarak Bostancı’nın kitle kültürü olgusunun başlangıcı olarak 20. yüzyılı gördüğü söylenebilir. Analizlerini popüler kültür ve kitle kültürü olgularından hareketle değil, milli kültür olgusunu merkeze alarak sürdüren Bostancı’nın, bu nedenle, kitleler çağı olduğunu kabul ettiği 20. yüzyıl değerlendirmesi dışında, kitle kültürü ya da kitle toplumunun gelişimi ile ilgili başka bir analize ise incelenen kitaplarının hiçbirinde yer vermediği görülmektedir. Kültür ve Değişme (1990) başlıklı çalışmasında ise Bostancı’nın ilmi-rasyonel düşünceden ve düşüncelerin serbestçe ifade edildiği bir ortamdan söz etmesi ve siyasi kültürümüzün demokratik olmayışından şikayet edişi öne çıkmaktadır. Marksizmi kapitalizme yönelttiği eleştirilerde haklı ama antitezlerinde tutarlı ve gerçekçi bulmayan Bostancı, bir yandan klasik kitle toplumu eleştiricilerinin kitle toplumu yorumlamasını izlerken, öte yandan ideolojilerin ölümünü ilan ederek (88) rasyonel-liberal bir çözümden yana olduğunu öne sürmektedir. Ancak bu konuda Le Bon dışında bir kaynağa göndermede bulunmayan ve milli kültür kavramını merkeze alarak analizlerini sürdürdüğü görülen Bostancı’nın incelenen çalışmalarında kuramsal değerlendirmelerden daha çok aktüel-politik değerlendirmelerde bulunduğunu belirtmek gerekir. Avcı ve Bostancı dışındaki muhafazakar yazarlarımızın esin kaynaklarına baktığımızda ise, Türkiye’de modernizm eleştirisi yapan muhafazakar çizgideki çevrelerin ideolojilerin sonunu ilan eden Daniel Bell (1962 ve 1979) gibi yeni-liberallerin ve Alvin Toffler (1992a ve 1992b) ve Francis Fukuyama (1996) gibi yeni çağa ilişkin iyimser ama derinlikten uzak-spekülatif düşünceler öne süren kimi yazarların izleyicisi olarak kendilerini bulduklarını görüyoruz. Modernizm ve teknoloji eleştirisini temel alan ve içinde yaşadığımız çağı eleştiren bir anlayışı el yordamı ile oluşturmaya çalışan kimi muhafazakar-islamcı Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 89 yazarların Toffler ve Fukuyama’da var olan teknolojiye dayalı iyimser gelecekçiliği görmemiş olması düşünülemez6. Burada dünya görüşlerini savunmak açısından işe yarar olduklarını düşündükleri modernizm karşıtı popüler yaklaşımları titiz bir değerlendirme yapmadan izledikleri görülmektedir. Ayrıca aydın ile halk arasındaki kopukluktan şikayetçi olduklarını bildiğimiz, Türk aydınını bu kopukluk nedeniyle eleştiren ve Batıcı ya da Avrupa Merkezli düşünmekle suçlayan muhafazakar yaklaşımların, Avcı ve Bostancı’da görüldüğü gibi, bu ayırımları doğal bir eğilim/sonuç olarak kabul eden 19. yüzyıl klasikelitist kitle toplumu eleştiricilerinden beslenmiş olduklarını görmekte ilginçtir. Muhafazakar yazarlarımızın bu elitist tutumu, eğitimsiz kitlelere bakışı açısından Kongar (1994), Çubukçu (1994) ve Çeçen (1986) gibi modernist yazarların elitist yaklaşımı ile örtüşmektedir. Güneş (1995) hariç tutulmak üzere, muhafazakar kesimdeki yazarların tamamının modern çağ hakkındaki daha radikal eleştirilere ise geleneksel tutuculukları ekseninde sırt çevirmiş oldukları görülmektedir7. Çalışmasının kuramsal esin kaynakları konusunda yeterli fikir vermemiş olmasına karşın, klasik kitle toplumu eleştirilerine yaslandığı için, bu konuda Avcı’nın tutarlı bir bakış açısına sahip olduğu görülmektedir. Kültürel olgular üzerinde Türkiye’de yazılanlara kuşbakışı baktığımızda ise muhafazakar kesimin çok önemli bir bölümünün bu alandaki çalışmalara kayıtsız olmasa da çalışmanın dışında bir yerlerde olduğu, tartışmaya girenlerin çoğunun ise bu konudaki kimi kuramlardan habersiz göründüğü ya da göz ardı ettiği ve genelde seçkinci yaklaşımlara prim verdiği ya da kültürel olguları doğu/batı ekseninde ve salt kültür emperyalizmi bağlamında değerlendirdiği anlaşılmaktadır8. Kültürün Siyasal Rolü Üzerine Düşünceler Bu bölümde yazarlarımızın kültür, popüler kültür ve kitle kültürünün toplumsal/siyasal rolü ve işlevleri üzerinden yazılanlardan yola çıkılarak, bir yandan bu düşünceler aktarılmış ve değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu bölüm çerçevesinde ortaya konulmaya çalışılan, kültür, popüler kültür ve kitle kültürünün toplumda oynamış olduğu rollerin neler olduğunu ve ne türden bir toplumsal/siyasal ortama ve iklime katkıda bulunmakta olduğu konusunda yazarlarımızın yakla- 90 • iletiim : arat›rmalar› şımlarını genel hatlarıyla ortaya koyma çabasıdır. Hemen herkes kültür, popüler kültür ve kitle kültürü olgularının günümüz toplumlarında çok önemli rol ve işlevleri olduğu ve bu alanın dikkate alınması konusunda görüş birliği içinde gözükmekte ve bu olguların önemini yadsımamaktadır. Dikkat çeken bir diğer husus ise, muhafazakar kesimden gelen seslerin popüler kültür ve kitle kültürüne karşı eleştirel bir tutuma yakın duruşudur. Batıda olduğu gibi bizde de popüler kültürün demokratikleştirici işlevini savunan9 liberal düşüncelerin takipçilerini bulmak bir hayli zor görünmektedir. Popüler kültür ve kitle kültürüne karşıt olan bu duruş ilk bakışta herkesi aynı konumda birleşiyor gibi göstermektedir. Fakat, bunun yanılsama yaratan bir durum olduğunu söylemek gerekir. Popüler kültür ve kitle kültürü olgularına karşı eleştirel bir mesafeye sahip olan bir tutum muhafazakar-elitist yaklaşımlardan kaynaklanabileceği gibi toplumcu/devrimci bir çizgiye de sahip olabilir. Otoriteryan özellikleri öne çıkan muhafazakar ahlakı savunan bir söylemle, özgürlükçü bir söylemin her ikisinin de yöneltmiş olduğu eleştirilerin aynı potada değerlendirilmemesi gerektiği açıktır. Değerlerin yozlaşması, ulusal kültürün ve dinsel inanışların zedelenmesinden bahis açanlar ile, özgürlüklerin sınırlandırılmışlığından söz edenler aynı kefede değerlendirilmemelidir10. Her popüler kültür eleştirisinin anti-kapitalist bir söylemi içermediğini de akılda tutmak gerekir. Aradaki farklar hangi yönden bakmak suretiyle, neyin eleştiri konusu yapıldığı kadar, var olan ve olumsuz olarak tanımlanan mevcut durumun ne olduğu ve buna karşı önerilen ya da arzulanan toplumsal/kültürel ortamın nasıl tarif edildiği/dile getirildiği ile de yakından ilgilidir. Bu yüzden popüler kültürün önemi ve olumsuz işlevleri konusundaki görüş birliği yanıltıcı bir içeriğe sahiptir. Nostaljik ağıtları ve özgürlük çağrılarını birbirinden ayırt etmek önemli olduğu gibi, yöneltilen eleştiri ve dile getirilen ütopyaların ayrıntılarında gizlenen görüş farklılıkları, hiç kuşkusuz, büyük önem taşımaktadır. Kitle kültürünü enformatik cehalet ile eşitleyen Avcı, kitle kültürü ve uzmanlaşmanın getirmiş olduğu niteliksizleşme ve cahilleşmeyi (bilgelikten uzaklaşma) anlatırken Ortega Y. Gasset (1992)’den yola çıkarak ignoramus (uzmanlaşmış cehalet) kavramını kullanmaktadır. Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 91 Bugünkü egemenliği kuranların ignoramuslar olduğu yönünde Gasset’in görüşünü aktaran ve paylaşan Avcı, muhafazakar-elitist Julian Benda (1955) ve Rene Guneon (1979) gibi yazarların çalışmalarını da işaret ederek, toplumun sıradan insanların oluşturduğu kitleler ve aydınlar olarak bölümlenmesi yolundaki görüşlere katılmaktadır. Avcı, çağdaş toplumun kendisine başkaldırma eğilimi gösteren (muhalif) güçleri eski toplumsal yapılar gibi kaba kuvvet kullanarak değil, bir yandan teknolojik etkinliği ve öte yandan da hayat standardını yükselterek hizaya getirdiğini ve böylece merkezkaç güçlerin (potansiyel muhalif güçler diyebiliriz) yerleşik toplum tarafından özümsendiği ve bu özümsemede de kitle iletişim araçlarının, özellikle de televizyonun, çok önemli bir rol oynadığını öne sürmektedir. Kitle iletişim teknolojisindeki gelişmelerin nitelikli sanat, edebiyat ve düşünce ürünlerinin daha geniş bir kitle tarafından tüketilmesi (kültürel demokratikleşme) imkanı verdiğini öne süren Avcı’nın muhafazakar-elitist yaklaşımların kitle kültürünün estetik gerileme ve düzeysizleşmeye yol açtığı yolundaki düşüncelerini tekrar ettiğini görüyoruz. Marksist analizlere olduğu kadar liberal argümanlara da mesafeli olduğu görülen Avcı’nın kitle kültürünün sistemin sürdürülmesinden yana mevcut değerleri pekiştirici ve meşrulaştırıcı etkilerinden söz etmekten daha çok, seçkinci bir tavırla kitlelerin kültürel yetersizliği ve estetik beğeni düzeyindeki gerilikten şikayetçi olduğu ve bu anlamda geleneğe yaslanarak bulunabileceğini sandığı daha saf bir kültürü aradığı görülmektedir. Avcı’nın kitle kültürüne yaklaşımı çerçevesinde, içinde bulunduğumuz sorunlardan, topluma egemen olan sınıf ve kesimleri değil, beğeni düzeyi düşük ve bilinçle değil daha çok içgüdüleriyle hareket eden ve öz değerlerinden kopan kitleleri sorumlu tuttuğu sonucu çıkarılabilir.11 Avcı, teknolojinin gelişiminin, işbölümünün ve hatta okur-yazarlığın gelişiminin bilinç ve kültür üzerinde yarattığı olumsuzluklara dikkat çekmekte ve bu yeni durumu enformatik cehalet olarak adlandırarak, bu olguların bizim ülkemiz için de önemli olduğunu işaret etmektedir. Popüler kültür yerine kitle toplumu ve kitle kültürü kavramlarını kullanarak konuşmayı yeğleyen Avcı’nın, Cumhuriyet’in modernleştirici müdahalelerinin ve redd-i mirasının öz kültürümüzü yozlaştırmış olduğunu ima ettiğini öne sürebileceğimiz gibi, aynı zamanda Avcı’nın, kitle 92 • iletiim : arat›rmalar› beğenisine yönelik tüm popülist yaklaşımları ve bu yaklaşımların ortaya çıkardığı kültürel ürünleri eleştirdiğini ve soylu-saf bir kültürün korunması ve geliştirilmesinden yana bir tavır sergilediğini söyleyebiliriz. Kültür meselelerini daha çok milli kültür ekseninde ele alan Naci Bostancı ise, Kültür ve Değişme (1990) başlıklı çalışmasında dolaylı olarak değinmiş olduğu popüler kültür ve kitle kültürü olgularının ideolojik/politik işlevlerine değinmemektedir. Bostancı Toplum, Kültür ve Siyaset (1995) başlıklı çalışmasında milli kültür kavramı ekseninde analizlerini sürdürmektedir. Saf bir milli kültür olamayacağını işaret eden Bostancı’ya göre, kültürümüzün en temel problemi geleneksel bir yapıdan modern bir yapıya geçişin yaratmış olduğu sıkıntılardır. Türk toplumunun Tanzimat’tan beri değişik modernleşme tekliflerinin hepsinin gayretleri ve katkısıyla modernleştiğini söyleyen Bostancı’ya göre, modernleşmenin belkemiğini teşkil eden şehirleşmiş orta tabakaların kültürel anlamda da güçlenmesi gerekir. Bugün bu orta tabakaların bir geçiş ve değişim süreci içerisinde ortaya koyduğu kültürel tutumların tasvip edilemeyeceğini söyleyen Bostancı’nın, doğrudan değinmese bile, modernleşmeye geçiş döneminin sıkıntıları olan ve idealize edemeyeceğimiz bir kültürel yapı oluşturduğunu öne sürerek popüler kültür sorunsalına işaret ettiği düşünülebilir. Kültürel bozulmayı daha çok yabancı kültürler ile girmiş olduğumuz ilişkinin düzeyi ile ilgili bir sorun olarak gören Bostancı’nın yazdıklarından yola çıkarak onun sadece geleneğin korunmasını savunmadığı, yabancı kültürler ile öykünmeci tarzda kurmuş olduğumuz ilişkinin milli kültürümüz açısından sağlıksız gelişmelere yol açtığını işaret ettiğini de söyleyebiliriz. Bostancı, Türkiye’de politik farklılaşmaların gerilimli noktalarını, ekonomik ve siyasi model tartışmalarının değil, kültürel zıtlıkların oluşturduğunu öne sürerek, kültürel kimlik krizimize değinirken modernleştirmeci bürokrasinin Batı kültürünün yaygınlaşması için yapmış olduğu baskıların çeşitli direnç noktaları doğurduğunu söylemekte ve ülkemizde bu eksen üzerinde bir kültürel mücadele yaşandığını öne sürmektedir. Analizlerinde milli kültür olgusunu merkeze aldığını bildiğimiz Bostancı, aynı zamanda, dünyanın evrensel bir kültür birliğine doğru eğilim gösterdiğini de öne sürerek, bu yaklaşım- Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 93 ları ile, gelecekten umutlu olan iyimser bir bakışı yansıtmaktadır. Ancak Bostancı, aynı zamanda, siyasi kültürümüzün altı asırlık padişah yönetimi ve gaza fikrine dayalı askeri bir örgütlenmenin mirasçısı olduğundan hareketle ülkemizi siyasi kültürün henüz demokratikleşemediği bir ülke olarak tanımlamaktadır12. 1930’lu yıllardaki devletçi ekonomik politikaların, birçok yanlışına rağmen, yine de ülke ekonomisine hareket getirdiğinin ve Türkiye’nin sanayileşmesine katkıda bulunduğunun inkar edilemez bir gerçek olduğunu öne süren Bostancı’ya göre, 1960’lı ve 1970’li yıllar ise sanayileşmenin ve şehirleşmenin ciddi bir biçimde ivme kazandığı bir dönemi işaret eder. Öte yandan bütün ekonomik güçlüklerine karşın 1990’lı yıllara gelindiğinde kitapların çok satmasını ulaşılan yüksek seviye olarak değerlendirmekte ve bunun ülkemizde fikir alanında ciddi bir canlılığın bulunduğunu ortaya koyduğunu öne sürmektedir. Bugün Türk toplumunu daha şehirli, daha sanayileşmiş ve daha çok sesli bir toplum olarak gören ve kitle iletişim araçlarının köydeki insanı bile pasif bir köylüden aktif yurttaş haline getirdiğini savunan Bostancı, sanayileşme ve kentleşmenin ivme kazanması ile birlikte, demokrasi açısından ülkemizin önünde umut verici bir gelecek olduğuna inanmaktadır. Ancak, öte yandan, 1980’li yıllarda altyapının kapitalistleşmesinden daha çok toplumsal ahlakın kapitalistleştiğini, yeni dönemin hakim değeri bireyciliğin siyasi hayatı da etkilediğini ve siyasette promosyon döneminin başladığını söylemekten de geri durmamakta ve böylece 1980’lerin felsefesi olarak betimlediği ekonomik pragmatizmin yol açtığı olumsuz gelişmeleri işaret etmektedir. 1980’lerden sonra gelir dağılımının giderek daha da bozulduğunu öne sürerken, ekonomik pragmatizm ve yaygınlaşan bireyciliği eleştirmekte olan Bostancı’nın özellikle 1980 sonrası dönemde hızlanan kapitalist norm ve değerlerin benimsenmesine karşı bir tutum içinde olduğu görülmekte ve 1980 yılını ülkemizde önemli değişimlerin/yeni bir dönemin başladığı yıl olarak ele aldığı anlaşılmaktadır13. Kültür, popüler kültür ve kitle kültürüne ilişkin analiz ve düşüncelerde analizin dışında bırakılan noktalar da, görüşler arasındaki farklılıkların kaynağını anlayabilmemiz açısından önem taşımaktadır. Soruna böyle yanaştığımızda, popüler kültür ve kitle kültürüne karşı 94 • iletiim : arat›rmalar› eleştirel bir tutum alışta görülen büyük uzlaşının yanıltıcı olabileceğini görebileceğimiz gibi, farklılaşmanın hangi eksende olduğunun ipuçlarını da yakalayabiliriz. Bu farklılık, bir sonraki bölümde ele aldığımız, kültürel politika konusundaki tasarım ve öneriler ele alındığında daha da belirginleşmekte ve eleştirirken görülen ortak noktalar ile ulaşılması arzu edilen toplumsal yapının aynı olmadığı görülmektedir. Popüler kültür ve kitle kültürü olgularına bakışta, birbiriyle zıt olarak görülmesine karşın, olumlu-iyimser ya da olumsuz-kötümser olarak yaklaşanların analizlerinde ki ortaklaşan noktalar var olup, bu yazarlarının siyasal yönelimleri ile doğrudan ilintilidir. Popüler kültürün mevcut sistemin sürdürülmesine, var olan değerlerin pekiştirilmesine ve uzlaşıma hizmet ettiği konusunda iyimser-kötümser bakışlar arasında ciddi bir farklılıktan çok benzerliklerden söz etmek daha doğrudur. Mevcut sistemin sürdürülmesini olumlu bulan, mevcut değerler etrafında uzlaşıyı ve bu değerleri korumayı önceleyen bir bakış açısının popüler kültürün sistemden yana oynamış olduğu bu rolü olumlu bulması ve geleceğe iyimser bakması doğal olduğu kadar, mevcut sistemi olumsuzlayan ve köklü bir değişimin yaşanması gerektiğini savunan bir bakış açısına sahip olanların bu nitelik, işlev ve rolleri olumsuz bulması ve geleceğe kötümser bakması da o denli doğaldır. Burada farklılaşan nokta, popüler kültürün oynamış olduğu toplumsal-siyasal rolün ne olduğu, bu rolün toplumun bugünü ve geleceği için olumlu bulunması ya da bulunmamasıdır. Başka bir deyişle taraf olanların bu yapı içerisinde neden yana taraf olduklarına bakmak gerekir. Böylesi bir yaklaşımla öne sürülen düşünceleri ele alarak, değerlendirme yapmak, yazarlarımızın popüler kültür eleştirisindeki konum ve yerlerini tespit etmemizi kolaylaştıracaktır14. Avcı ve Bostancı başta olmak üzere popüler kültüre sağdan eleştiri getirenlerin liberal yaklaşımlardan daha çok muhafazakar ve elitist anlayışların izleyicisi olduklarını ve kültürün niteliksizleşmesinden, değerlerin yozlaşmasından söz ettiklerini ve kültürel sorunları daha çok doğu-batı, milli kültür ve kültür emperyalizmi çerçevelerinden yerli bir bakış açısını önceleyerek ele aldıkları gözlemlenmektedir. Klasik kitle toplumu kuramları tarafından popüler kültürün uygarlık için, ciddi ve saf bir kültür için tehlike olduğu ve alçak zevklerin ve Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 95 ilgilerin kültürü olduğu savının, ülkemizdeki muhafazakar eleştirmenler tarafından önemli ölçüde paylaşıldığını ve popüler kültürün muhafazakar yazarlarımız tarafından elitist denilebilecek bir çizgi ile aşağılandığını söyleyebiliriz. Ancak, popüler kültürü eleştiren muhafazakar bakış açılarına sahip yazarlar ekonomik ve siyasi olguları ise büyük ölçüde göz ardı etmektedirler. Değerlerimizin korunması ve yaşatılmasını önceleyen ancak bu değerlerimizin kaynağı olarak gördükleri geleneği ve tarihi anlamak çabasını değil, daha çok geleneğe/ tarihe nostaljik sayılabilecek öykünmelerinin ise büyük bir sıklıkla yinelenmekte olduğunu görüyoruz15. Bu nostaljik öykünme ve ağıtları seslendiren yazarlar, popüler kültürün gündelik-geçicilik özelliğinden bahsederek tarih bilincini edinmesini zorlaştırdığını, belleksizleşmeye yol açtığını söylemektedir. Ama tarih bilinci ve toplumsal bellekten anlaşılan şey aynı değildir. Kimi yazarlar ulusal, kimi yazarlar siyasal, kimisi dinsel, kimi ise sınıfsal bir tarih ve kültür bilincinden söz etmektedir16. Dolayısıyla tarih bilinci derken aynı şeyden söz edilmediği çok açıktır. Popüler kültüre soldan eleştiri getirenlerin tamamına yakını topluma ve kültüre yönelik tehlikenin yukarıdan yani egemen sınıf ve kesimlerden geldiği konusunda görüş birliği içinde iken, Avcı ve Bostancı başta olmak üzere muhafazakar yazarlarımız, topluma yönelen olumsuzluk ve tehdidin ve tehlikenin yukarıdan değil aşağıdan, kitlelerden ve demokrasilerdeki eşitlikçi şartlardan geldiğini öne sürmektedirler. Türkiye gibi hegemonyanın sağda kurulduğu ve toplumun büyük çoğunluğunun muhafazakar eğilimlere ve korumacı tepkilere sahip olduğu ve geleneğe olumlu yaklaştığı bir ülkede, başka bir deyişle halkın büyük çoğunluğunun gelenekçi-milliyetçi-dini söylemlere yakın olduğu bir ülkede, popüler kültüre sağdan eleştiri getiren muhafazakar yazarların hemen hepsinde kitleleri “şuursuz topluluklar”17 olarak niteleyerek aşağılayan seçkinci bir yaklaşımın izleri öne çıkmaktadır. Popüler kültür ve/veya kitle kültürünün saf-ciddi bir kültür ve uygarlık için tehlike olduğu ve alçak-aşağılık zevklerin ve ilgilerin kültürü olduğu yönündeki Le Bon (1969) ve Gasset (1992) gibi elitist kitle toplumu eleştiricilerinin savının ülkemiz muhafazakar yazarları tarafından önemli ölçüde benimsenmiş olduğu görülmektedir. Muhafazakar yazarlar ayrıca medyanın ilettiği kültürde sorunu bir 96 • iletiim : arat›rmalar› sistem sorunu olarak görmekten çok, medya profesyonellerinin kanaat ve tutumlarınca belirlendiği savına da yakın durmaktadırlar. Soldan eleştiri getirenlerin sorunların kaynağını sahici bir özgürlük, iletişim ve demokrasi eksikliğini de görürken, sağdan gelen eleştirilerin daha çok disiplinci-otoriter anlayışlara yaslandığı işaret edilmelidir. Muhafazakar yaklaşımlara sahip olanlar topluma yönelik tehdidi kendi tabanını oluşturan halkta görmekte iken, çoğunluğun kendilerine karşı olduğu sol söylemler ise halkın özgürleşmesinin tehlike içermediğini söylemektedirler. Bu ülkemizde muhafazakar sağın temsilcilerinin kitleleri ancak özgürlük ve demokrasinin sınırlandığı bir ortamda denetim altında tutabileceklerine inandıklarını ortaya koymaktadır. Özgürlükçü yaklaşımlar toplumun ihtiyaç duyduğu radikal değişimler için edinilmesi gereken toplumsal-siyasal bilinci engellediği için popüler kültür ve kitle kültürü olgularını toplumun özgürleşmesi ve adaletin sağlanması için tehdit olarak görür iken, köklü bir değişim talebi bulunmayan muhafazakar yaklaşımları, bu değişim talebinin bizzat kendisini toplumsal kültüre yönelik bir tehdit olarak algılamaktadır. Muhafazakar yaklaşımların kendi bakış açılarının getirmiş olduğu çerçeve içinde, toplumun bütününün iyiliği ve sağlıklı gelişimi için korunması ve muhafaza edilmesini gerekli gördükleri değerlerin yitirilmesinden, önemini vurgulamaları ve başka tür değerlerin öne çıkmasından duymuş oldukları rahatsızlıktan kaynaklanan korumacı tepkiyi anlamlandırmak güç değildir. Toplumun ancak önceden verili değerleri benimsemesi ve muhafazası ile toplumsal düzenin sağlanabileceğine ve sağlıklı bir biçimde sürdürülebileceğine inanmakta olan muhafazakar yazarlar, geleneksel toplumsal değerlerin aşınmasından kaygı duymakta olduklarından toplumun özgürce gelişiminden yana bir duruşu içtenlikle benimsemekten uzak görünmektedirler. Bu bağlamda, Avcı ve Bostancı gibi toplumsal değerlerin korunması yönündeki beklentileri ve onların erozyona uğramasından, değişmesinden duymuş oldukları kaygı ve kültürel olgulara milli-yerel bir eksende eğilmeleri ve çalışmalarında siyasal analizlere yer vermedikleri gibi toplumda hegemonya gibi bir kavramı da kullanmayışları, böyle bir sorunları olmayışları, hayata ve topluma bakış açılarının getirdiği muhafazakar/korumacı tepkilerin ve arı kültür arayışlarının bir ürünüdür. Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 97 Özgürlük, eşitlik ve değişim gibi sihirli sözcükler her kesimin önde gelen yazar ve düşünürleri tarafından yüksek sesle dile getirilse ve seslendirilse de, özgürleşme, eşitlik ve değişim konusundaki talep ve beklentilerin birbiriyle çakışmadığını ve bu talepleri seslendirmenin değişik yaklaşımları bir kavşakta buluşturmadığını söylemek gerekir. Bu kavramların imlemiş oldukları olgularının içeriğinin farklı biçimlerde kavrandığını ve kavramları kullananların bu kavramlara yüklemiş oldukları anlamın benzeşmediği çok açıktır. Örneğin değişim talebi sosyalist yazar Ahmet Oktay (1992) ve İsmet Yazıcı (1997) için kapitalist toplumsal yaşam biçiminin sona erdirilmesi anlamını taşırken, Nabi Avcı (1990) için İslami gelenekten kaynaklanan bir özedönüş hamlesi ile bu geleneğin toplumsal yaşamda daha güçlü ve etkin olması-bizi kuşatması anlamını taşımaktadır. Liberal bir yazar için ise, değişim pazara ve serbest girişime olumlayıcı bir bakış ve devletçi zihniyetin, başka bir deyişle, kolektivist bakış açısının tasfiye edilmesi ve bireyin öne çıkarılması anlamını taşımaktadır. Özgürlük talebinin de, eşitlik talebinin de kavramsal açılımlarının farklılaştığı daha zengin örnekleri ile ele alınabilir. Kendilerini temsil ettikleri toplumsal referans gruplarının düşünce ve davranışları ile diğer gruplar üzerinde tahakküm kurma arzusundan yola çıkan ve toplumun tümünün özgürleşebildiği bir toplumsal formasyonun kurulabilmesi gibi bir amacı savunmayanların, özgürleşim talepleri daha radikal ve diriyaşamsal olanlardan ciddi farkları vardır. Bu nedenle muhafazakar yaklaşımların seslendirdiği özgürleşim taleplerinin kendi temsil ettikleri referans gruplarının özgürlük talepleri ile sınırlıdır. Türkiye’de 2010 yılı sonrası yaşanan gelişmeler de seslendirilen bu taleplerin sahiciliğinden kuşku duyulması gerektiğini söyleyenleri haklı çıkarmıştır. Dolayısıyla kültürel eleştiriler yönelmiş olduğu doğrultu ve içinden çıkmış olduğu politik duruş göz ardı edilmeden analiz edilmelidir. Çoğu zaman mevcut toplumsal yapıya yöneltilen eleştirilerin aynı kavşakta buluşuyor görünmelerinin bir yoldaşlık anlamına gelmediği ve görünürdeki uzlaşının sahici temellere sahip olmadığının bilinmesi gerekir. Popüler kültüre muhafazakar sağdan gelen eleştirilerin, kültürel olguları daha çok kültür emperyalizmi, milli kültür çerçevesinde ve 98 • iletiim : arat›rmalar› doğu-batı karşıtlığı ekseninde, üçüncü dünyacı bir bakışla ya da modernite karşıtı bir tutumla değerlendirdiği, ama bu değerlendirmelerin de kendi içinde ciddi farklılaşmalar barındırdığı görülmektedir18. Bu olgulara salt kültürel açıdan yaklaşarak, politik, ekonomik ve toplumsal düzeyleri göz ardı eden düşünme biçimleri ciddi biçimde eksik bir algılayışı ve kavrayışı beslemektedir. Kültürel yapıya muhafazakar sağdan yönelen eleştirilere baktığımızda, muhafazakar-elitist kuramların etkisi altında, değerlerin yitimi ve zevkin yozlaşması-bayağılaşması ekseninde, elitist bir bakış açısının egemen olduğu ve bugün gelinen noktada olumsuzlukların temel nedeni olarak da Batılılaşma çabalarını, Cumhuriyet'in kültür politikalarını, geleneğimizden kopuşu öne sürdüklerini ve değerlerin yozlaşmasından şikayetle bu değerleri içeren ve kökü geçmişimizde olan bir kültür arayışı içinde olduklarını görüyoruz. Muhafazakar yazarlarımız, en veciz ifadelerini Kasır (1993) ve Yazıcı (1994)’da gördüğümüz, geçmişte yüksek bir kültüre sahip olduğumuzu ima ederek, bir öze dönüş çağrısı yapmaktadırlar. Savunulan yenilikçiliğin de gelenekten beslenmesi gereğini işaret eden bu bakış açısı ile yapılan yorumlara baktığımızda, kendi içindeki düzlem-düzey farklılıkları bir yana, ekonomik-siyasal ve toplumsal gelişmeleri analizlerine eklerken, 1950 yılında biten, Cumhuriyet’in ilk dönemine yönelen eleştirilerin, bugünü de açıklayabileceği düşüncesinde ısrar ettikleri görülmektedir. Bugüne damgasını vuran kimi değer ve imajların yüceltilmesine eleştiri yönelten ve medyanın söylemini yeni bir din (haz dini) olarak ele alanların, bu yaklaşımlarında zihinlerimizi yönlendiren olgulara karşı çıkışlarının anlamlı olabilmesi için, geleneksel olarak zihinlerimizi yönlendiren ve bugün toplumsal yaşamımızda anlam ve önemini koruyan yönlendirici değer ve olguları da eleştiriye açmaları gerekir. Böylesi bir kavrayış onların eleştirilerini daha anlamlı kılabilir. Baskıcı ve kültürel mirası reddeden jakoben modernizmin tek yönlülüğü eleştiren bu eğilim, kendi birikiminde oluşan tek yönlülüğe (geleneğe) karşı da bakış açısını zenginleştirmek durumundadır. Kısaca ve özetle, kutsal olarak addedilen bölgelere yönelen eleştirileri gündem dışı tutan bir yaklaşımın getirdiği korumacı tepkinin (refleksin) sağlıklı olmadığı, redd-i miras anlayışının yol açtığı olumsuzluk ve kültürel kısırlık kadar, geçmişi eleştiri dışı tutma- Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 99 nın da onu anlamaya kapalı olmak anlamına geldiğini ve bizi geliştirmeyeceği açıktır. Yaşanan bütün olumsuzlukları Batının bir oyunu olarak gören kültür emperyalizmi söyleminin bu anlamda düşünceyi kısırlaştırdığını da eklemek gerekir. Geçmişi eleştiri dışı tutan böylesi bir anlayış hem tarihi hem de bugünü anlamak ve derinliğine kavramak çabası içermediğinden kolaylıkla nostaljik ağıtlara dönüşebilmektedir. Satın alınan kitap türlerine ve kültürel etkinliklere katılıma baktığımızda, Türkiye’de geniş kitlelerin kendilerini geliştirebilecek yayınlara ve etkinliklere ilgi göstermemekte olduğu görülmemektedir. Toplumsal ve kültürel hayata bu düşük katılım ve eve kapanma olgusu: toplumsal yaşama katılma yerine kendi güvenli aile ortamına çekilme, bir yandan toplumun geri kalan kısmından yabancılaşma olgusunu beslerken, öte yandan popüler beğeni düzeyinde de yol açmış olduğu gerileme ile giderek daha da duyarsızlaşan bir kolektif bilince ve belleğe, daha doğrusu belleksizleşmeye yol açmaktadır. Kültürel alanında görsel-işitsel iletişim araçlarının kurmuş olduğu tahakküm, eğlendirici özelliğe sahip değerlerin öne çıkmasına yol açarak, kültürel yoksullaşma olgusunu beslerken, bu kültürel yoksullaşma sürecinde kültür ve eğlence endüstrisinin günlük-anlık olanı vurgulayarak işleyen ve bilincimizi geliştirmeyi değil onu mitolojik anlamlandırmalar içinde tutmayı önceleyen tarzı, kitle iletişimi alanında ve kültür pazarında büyük sermayenin giderek artan tahakkümü ile birleştiğinde, sadece bu akışa kapılanları değil, ona tepki duyanları da alttan alta etkilediğini ve eleştirel/analitik bir bakış açısına sahip olabilmeyi ve bunu besleyecek olan sahici bir belleğe-bilince-bilgiye ulaşabilmeyi zorlaştırdığı görülmektedir. Siyasal ve kültürel bilinç, ülkemizde ki formel eğitim olgusunun da ciddi katkılarıyla güdük kalmaktadır. Buna karşın, bugün hemen herkes Türkiye’nin köklü toplumsal ve siyasal değişimlere gereksinim duyduğu noktasında görüş birliği içinde gözükmektedir. Fakat, değişim sözcüğünün sihirli vaatler söyleminde gözüken uzlaşmanın yanıltıcı olduğu ve değişimden kast-murat edilen şeyin farklı değişim modellerini işaret ettiği görülmektedir. Bu uzlaşı sonuçta sözde bir uzlaşıdır. Bu yüzden değişim sözcüğünün hemen ardından nasıl bir değişim sorusu gelmelidir. 100 • iletiim : arat›rmalar› Sahici anlamda bir toplumsal değişim ve dönüşümün ise, ancak toplumsal yaşamımız hakkında eleştirel bir bakış açısı edinmemizi sağlayacak, bugünkü popüler bilinç düzeyimizi aşan, daha yüksek bir politik ve kültürel bilinçlilik seviyesiyle mümkün olabileceği ve sorunlarımızın onları yaratan düşünme ve davranma biçimlerimiz ile çözülemeyeceği açıktır. Bundan sonraki bölümde ele alacak olduğumuz toplumsal-kültürel tasarımlara ve ütopyalara bakarken şu anda da süre gelen toplumsal adaletsizliği göz ardı eden değişim-dönüşüm modellerinin gerçek anlamda bir değişimi temsil etmemekte olduğu ve bölüştüğümüz ekmeği göz ardı eden tüm yaklaşımlara rezervliihtiyatlı yaklaşmamız gerektiği hatırda tutulmalıdır. Değişim tek başına anlamlı bir sözcük değildir. Değişimin içeriği ve yönelimleri önemlidir. Bu yönelimler ilerici olabileceği gibi “geriye yönsemeci” eğilimler de olabilir19. Kültür üzerinde bütün çalışmalarda neredeyse üzerinde ortaklaşılan bir nokta ülkemizin sahici bir yazılı kültür geleneğinden ve dolayısıyla bilgi birikiminden yoksun bir ülke olduğudur20. Farklı terimler ve kavramsal açılımlar kullansalar da değişik politik görüşlere sahip olan birçok yazarın, Türkiye’deki kültürel birikimin cılızlığını, kopuk ve köksüz oluşunu vurguladığı görülmektedir. Popüler kültürden toplumsal dinamikler üretme çabasındaki iyimser değerlendirme ve duruşların da, en az olumsuz sayılabilecek yaklaşımlar kadar, eleştirel bir ihtiyat payını yedekte tutmaları zorunludur. Çarpıcı bir kötümserliğe sahip bulunan tümüyle umutsuz bir çığlığın sesini bize duyuran yaklaşımların öncelediği kapalı duruş kadar; salt bir umudu yaşatabilelim türünden yaklaşımların zorladığı aldatıcı iyimserlikte doğru bir yönelimi ifade etmemektedir. Varolan olguların analizi kendi yaklaşımına da eleştirel yaklaşabilecek yetenekte olmalıdır. İncelikli, derinlikli bir bakış açısına sahip olmanın sadece bir yöntem/yol sorunu olmadığı gibi, aynı zamanda toplumsal/siyasal bilinç ile de yakından ilgilidir. Derinlikli bir bakış açısı ve gelişkin bir bilince yaslanan bir topyekun anlama ve derinliğine kavrama ve analiz etme çabası olmadan, toplumsal değişimin yönüne etkide bulunabilmek ya da olumsuz bulduğumuz değişimlere karşı direnebilmek mümkün değildir. Ancak böyle bir çaba içerisinde bulunanlar, toplumsal değişimi gerçekleştir- Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 101 mek için gerekli olan donanıma sahip olabilirler. Basmakalıp yargıları tekrarlayanlar sahici bir özgürleşim talebinin taşıyıcısı olamazlar. Kültürel-Toplumsal Değişim: Kültürden Özgürleşmeye Bu bölümde yazarlarımızın ele almaya çalıştığımız toplumsal tahayyülleri, tasarımları, modelleri, önermeleri, ütopyaları ve bunlar üzerindeki değerlendirmelerinin onların kültür eleştirisindeki yerini belirginleştirecektir. Bu çerçevede yapılan analiz aldanımcı-sözde bir uzlaşma olduğunu öne sürdüğümüz kültür eleştirisindeki ortaklaşan/ ortaklaşılıyor olarak görünen noktaların farklı içeriklere ve anlamlandırmalara sahip olduğunu daha açık bir biçimde ortaya koyacaktır. Oskay (1982), Oktay (1992) ve Özbek (1992) gibi popüler kültüre soldan eleştiri getiren yazarlar popüler kültür olgusunu üzerimizdeki manipülasyonun ve sistemi haklılaştırmanın, kapitalist ekonomik sistemi meşrulaştırmanın bir aracı olarak değerlendirirken, muhafazakar bakış açısına sahip yazarlarımızda genel hatlarıyla günümüzün kültürel olgularını ulusal-yerel kültürün kültür emperyalizmine teslim oluşu, sahip olduğumuz değerlerin bozulması ve yozlaşması noktasından bakmakta olduğu görülmekte ve bu çerçevede bir öze dönüş -özümüzden beslenen bir yenilenme- çağrısı yapılmaktadırlar. Vurgulanması gereken bir diğer nokta, tutucu Kemalist, tutucu sosyalist ve tutucu milliyetçi-dinsel söylemlerin dejenerasyon (bozulma) kavramı üzerinde sözbirliği içerisinde olmasıdır21. Daha önce vurgulandığı gibi, kullanılan kavramın aynı oluşu, bundan söz eden yaklaşımların ortak bir paydada buluşmuş olduklarını göstermemekte ve kavramın kullanımındaki farklılığın incelenmesi gerekmektedir. Bu sözde-uzlaşının göstermiş olduğu ortak nokta yozlaşmayı öne sürenlerin sahip çıktığı değerler silsilesi ele alındığında ortaya çıkmakta, ortak nokta ise sahip çıkılan şeyin savunulmasındaki tutucu ve otoriter anlayışın belirginleşmesi olmaktadır22. Bu bölümde toplumsal-kültürel yaşamda karşı karşıya bulunduğumuz ve değişik boyutları ile yoğun bir biçimde eleştirilen olumsuz konumun aşılması, daha iyi ve güzel bir topluma ulaşılabilmesi için önerilen yol ve yöntemler, bir başka deyişle, toplumsal-kültürel ütop- 102 • iletiim : arat›rmalar› yalar, modeller ve tasarımlar ele alınmıştır. Herkes(im) tarafından dile getirilen değişim talebi ve isteklerinin tamamının toplumsal yapıda köklü bir değişim talebi olmadığı gibi, önemli olanın bu değişimin yönü, içeriği-hedefi olduğu açıktır. Aynı zamanda talep edilen bu değişimin gerçekleşebilmesi için dile getirilen önerilen yollar ve kuramsal yaklaşımlar da bu çalışma açısından önemli ve kritik bir sorudur. Temel sorunumuzun eğitim olduğu gibi basitleştirilmiş, manipülasyon talebi içeren yaklaşımların dışında toplumun sağlıklı ve kalıcı bir biçimde evrilmesini sağlayabilecek öneriler geliştiremeyenlerin toplumsal sisteme ve kültüre yöneltmiş olduğu eleştirilerin de kuru bir yakınma-sızlanma ya da nostaljik ağıtlardan ya da sloganımsı ifadelerden öteye gidemeyeceği açıktır. Varolan durumu sağlıklı bir şekilde analiz edememekten kaynaklanan çözümsüzlük girdabına fazlaca kendimizi kaptırmadan, eğer değişmesi gereken bir sistemden ve toplumsal hayattan söz ediyor isek, bunu aşabilecek yol ve yöntemlerin de özgürce ortaya konulması, paylaşılması ve tartışılması gerekir. Ne yazık ki ülkemizin duruşu bu noktadan giderek daha da uzaklaşmakta olduğu gibi, sistemin aksayan yönlerinden şikayet eden evcilleştirilmiş muhalefet ile sisteme köklü bir biçimde karşı duruş aynı noktada olmak gibi anlaşılmaktadır. Ülkemizde yapılan popüler kültür eleştirisine genel olarak baktığımızda bazen felaket tellallığına varacak bir düzeyde, her şeyimizi: ulusal kültürümüzü, değerlerimizi, geleneğimizi, dinimizi kaybediyoruz nidalarıyla, bazen de değişim ve dönüşü için bütün umutların tükendiğini ifade eden çarpıcı bir kötümserlikle, sonuç olarak, kötümser diyebileceğimiz bir çizginin egemen olduğunu görüyoruz. Ama bu bölümde ele alınan değerlendirmeler kötümserlikte buluşulup uzlaşılıyor olarak görülen durumun yanıltıcı olduğunu göstermiştir. Yaşanan günden hoşnut olmamak, beğenmemek ve eleştirmek özellikle eğitimli kesimler tarafından benimsenen elitist bir tavırdır. Ancak, bu elitist tavır, alternatif toplum önerileri söz konusu olduğunda çoğu zaman şaşırtıcı bir uzlaşmacılık, konformizm ve reformizm göze çarpmaktadır. Genelde kültür, özelde popüler kültür ve kitle kültürü konusunda değişik bakış açılarına sahip yazarlarımızın neredeyse hepsinin olum- Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 103 suz bir konum olarak tarif etmiş olduğu bugünkü toplumsal-kültürel problemlerimizin aşılabilmesi için öne sürmüş oldukları önerilerini ele almadan önce de, onların yaklaşımlarında ve düşünme biçimlerinde aşılması, çözümlenmesi/çözüm bulunması gereken sorunların ne(ler) olduğunun ele alınarak değerlendirilmesi gerekir. Yazarlarımızın sorun olarak gördükleri olguların neler olduğunu açığa çıkarmak, onların amaçları ile birlikte ortaya konulabilir ise, onların bu sorunları aşmak ve dile getirdikleri amaca ulaşmak için önermiş oldukları çözümleri de bununla ilişkili olarak doğru bir biçimde ele alıp değerlendirilebilir. Bu bölümde Avcı ve Bostancı’nın daha iyi bir toplum olarak tabir ettikleri toplumun ne olduğu ve buna ulaşabilmek için öngördükleri toplumsal-kültürel ütopyalar, tasarımlar ve öneriler ortaya konulmuş ve değerlendirilmiştir. Onların toplumsal-kültürel problemlerimizin neler olduğu ve de daha iyi bir gelecek olarak tasavvurtahayyül etmiş oldukları hedeflenen arzu edilir toplumu nasıl tarif ettikleriyle birlikte ele alınmaya çalışılmıştır. Yazarlarımızın önermiş oldukları çözüm yolları ile birlikte üzerinde durulması/ihmal edilmemesi gereken bir diğer önemli nokta da hangi türden yaklaşımları ve çözüm önerilerini yanlış, yanıltıcı: yanılgılara yol açan, aldatımcı ve yetersiz bulduklarının ortaya konulması ve değerlendirilmesidir. Avcı’nın kitle kültürü (toplumu) eleştirisinde daha çok seçkinci yaklaşımları izlediği ve bu konuda diğer ekolleri gündemine almamış olduğu ve daha çok düzeysizleşme, sığlaşma ve zevkin-beğeninin değerlerin yozlaşmasından yakındığı hatırlanmalıdır. Kitle kültürüne seçkinci bir tavırla karşı çıkan yazarlara katılan Avcı’nın, kitle kültürüne olumlu yaklaşan Shills (1972) gibi liberal yazarlara karşı biraz daha eleştirel bir tutum takındığı ve de kültürel-liberal çoğulculuk –ihtiyaca göre kültür- savını ise gülünç bulduğunu söylemeliyiz. Avcı, tarihsel evrimin ve iletişim teknolojilerinde ki gelişim ve eğitimin geniş kitlelere yayılmasının bir sığlık getirdiğini ve kitlelerin zararına sonuçlar doğurduğunu öne sürmektedir. Değerlerin ve zevkin yozlaştığı, sığlaştığı bugünkü toplumu eleştiren Avcı, gelenekten kopuşun/koparılışın bugünkü kültürel sığlığın anlaşılmasında önemli rolü olduğunu öne sürmektedir. Gelenekten beslenerek ve onu devam ettirerek gelecek kuşaklara aktaran bir toplumsal yapıyı öngören Avcı’nın yazdıkların- 104 • iletiim : arat›rmalar› dan yola çıkarak onun kitle kavramıyla belirttiği toplumsal ayrımların (entelektüel/kitleler) ortadan kaldırılmasının güç olduğunu öne sürenlere katıldığını da biliyoruz. Avcı, düzeyli entelektüel çabaların, nitelikli sanat ve düşünce ürünlerinin geleceğimizi biçimlendirmede etkili olabileceğini ima etmektedir. Ancak, bunun dışında politik içerimleri olan önerilerine rastlanmamıştır. Avcı’nın kültür kavramını yüksek kültürden yana yüceltici bir anlamlandırma ile kullandığını, azınlıklar (entelektüel) ve kitleler ayrımını onaylayarak sorunları daha çok birey/toplum çelişkisi biçiminde ele almaya eğilimli olduğunu ve muhafazakar-elitist yaklaşımları destekler ve liberal yaklaşımları eleştirirken bunun dışında ki radikal yaklaşımlardan söz etmemiş olduğunu da hatırlamak gerekir. Cumhuriyet’in kültür politikalarının getirmiş olduğu gelenekten koparılışın bugünkü kültürel sığlıkta etken olduğunu öne sürdüğünü bildiğimiz Avcı’nın kitabında bugünden farklı bir gelecek tasarımı için yüksek kültür ve gelenekten başka öne sürdüğü bir düşünceye rastlanmamıştır. Jakobenizmi şiddetle eleştirdiği bilinen Avcı’nın aydınlarımızı yönelik eleştirilerine karşın, onun da kendisini seçkin bir azınlığın ülkeyi kurtarmasına yönelik yaklaşımdan uzaklaştıramadığı görülmekte olup, Avcı’nın kitleleri küçümseyen ve suçu aşağıdakilere yükleyen tavrı başka türden bir jakoben/otoriteryan geleneği temsil etmektedir. Bostancı ise, milli kültürümüzün en temel problemini, geleneksel bir sosyal yapıdan modernliğe geçişin yaratmış olduğu problemler olarak kabul etmektedir. Tanzimat’tan bu yana Batılılaşma ilgili sıkıntıların sürdüğünü söyleyerek temel meselemizin modernleşme serüvenimiz ile ilgili olduğunu vurgulayan Bostancı, 1980’li yıllarla birlikte toplumsal ahlakın kapitalistleşmesini, ekonomik pragmatizmi ve bunun getirdiği bireycilik anlayışını da olumlu bulmamaktadır. Ancak saf bir milli kültür arayışını da “ilmi açıdan” doğru bulmadığını bildiğimiz Bostancı, siyasi kültürümüzün demokratikleşememesini de sorunlarımızın rasyonel bir biçimde çözümlenememesinde önemli bir etken olarak görmektedir. Marksizmin kapitalizme yöneltmiş olduğu eleştirilerini önemseyen, ama geleceğe yönelik anti-tezlerini doğru ve tutarlı bulmayan ve günümüzde ideolojik tavrın övünme vesilesi olmaktan çıktığını öne süren Bostancı’ya göre kısır, dar ve aşırı derece- Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 105 de politize olmuş değerlendirmeler, buhranın daha da derinleştirmesinden başka bir işe yaramamaktadır. Toplumların buhran dönemlerini aşmasının ilmi bakışın esas alındığı rasyonel çözümlerle mümkün olabileceğini öne süren Bostancı, bu çözümlerin gündeme gelmesi ve işlevsel olabilmesi için bütün grupların kendilerini serbestçe ifade edebildikleri, özgür bir toplumsal ortama ihtiyaç olduğunu ifade etmektedir. Siyasi kültürün bu anlamda demokratikleşmesinin kolay sağlanamayacağını işaret eden Bostancı, milli kültürün sağlıklı gelişimi açısından toplumsal grupların kendilerini ifade ettikleri “biz” kavramının sınırlarının geniş tutulmasının önemli olduğunu vurgulamaktadır. Sansüre ve yasakçı/baskıcı zihniyetlere karşı çıkan ve milli kültürümüzün gelişmesi için her şeye karşı derin bir duyarlılık geliştirmemiz gerektiğini söyleyen Bostancı, öte yandan dünyanın kendini yorumlayacak, aynı zamanda da dönüştürecek bir dil beklediğini de öne sürmekte ve yeni/farklı referans noktaları bulmamız gerektiğini işaret etmektedir23. Yasakçılığa ve otoriter eğilimlere karşı çıkarak, siyasal kültürün demokratikleştirmesi gerektiği yönündeki talebi açıkça seslendirmiş olmasına karşın, Bostancı’nın ideolojilerin sonunu ilan eden yaklaşımlara prim verdiğini ve ideolojik yaklaşımlara karşı ilmi bakışı/rasyonelliği öne çıkardığını görüyoruz. İlimden, ideolojik-politik eleştiriyi çıkaran bu teknisist anlayışın düşünce ve ifade özgürlüğü diye ifade ettiği zeminde irrasyonel ve ilim dışı bularak ideolojik yaftasını yapıştırdığı ve aşırılıklar olarak gördüğü anlayışlara karşı baskıcı bir hoşgörüyle yaklaştığını söyleyebiliriz. Bu nedenle, Bostancı’nın ilmi olmakla-rasyonel olmakla sınırladığı üst çerçevenin, sistem anlayışını-görünmez ve tarafsız kılarak- egemen anlayış olarak öne çıkardığını söylemek mümkündür. Aşırılıkları törpüleyen bir rasyonel anlayışı savunan Bostancı’nın çağrısı radikal bir katılımcı demokrasi talebi değil, liberal bir demokrasi talebidir. Ayrıca Bostancı’nın çalışmalarında milli kültür ekseninde analizlerini sürdürdüğü hatırlanmalı ve toplumsal eşitsizliklerden, örgütlenmeden ve politik ve sınıfsal olgulardan fazlaca söz etmediğini de eklemek gerekir. Avcı, sosyal bilimlerin getirdiği normalizasyon standartlarına bağlı arayışları olumlamakta olup, bu olumlama biçiminin düşüncenin ve toplumun özgürleşmesinin önünü açan bir anlayış olmadığını işaret etmek gerekir. 106 • iletiim : arat›rmalar› Popüler kültüre soldan gelen eleştiriler, düzey farklılıklarına karşın, genel hatlarıyla eşitlik ve özgürlükten yoksun, yabancılaşmış toplumun, yani kısaca kapitalist yaşam ve üretim biçiminin radikal bir eleştirisini yaparak, sorunlarımızın sistemden kaynaklandığını ve sistemin kökten bir biçimde değiştirilmesi ile çözümlenebilecek olduğunu öne sürerken,24 bu bölümde de görüldüğü gibi, popüler kültüre sağdan gelen eleştirilerin toplumsal sorunu solun ortaya koyduğu sınıfsal ve toplumsal içerikten yalıtarak ele almakta ve de daha çok kültür emperyalizmi, sömürülen uluslar ve kültürler çatışması düzlemlerinde, kısaca kültürel düzeyde ele almak konusunda ısrar etmekte olduğu görülmektedir. Muhafazakar yaklaşımlar toplumsal eşitsizlikler bölüşüm, paylaşım gibi temel toplumsal sorunları önemli ölçüde göz ardı etmektedirler. Sonuç olarak, toplumsal ve kültürel sorunlarımızın gerçekte neler olduğuna ve hangi etmenlerden kaynaklandığına ilişkin sorulara verilen farklı cevaplar daha başından çözülmesi ve aşılması gereken sorunun ne olduğu, konusunda bir uzlaşının olmadığını ortaya koymaktadır. Geleneğimizden kopuşun yarattığı sorunların farklı düzeylerde algılandığını ve yenilenmesi istenen geleneğin dayanması gereken temeller konusundaki tarih bilinci algılamasının farklılaştığını da yinelemek gerekir. Sonuç olarak, çözümlenmesi gereken toplumsal- kültürel sorunlarımızın neler olduğu konusunda genelde olsa bir uzlaşıdan söz etmek mümkün gözükmemektedir. Klasik bir medya eleştirisi bağlamından çıkamayış ise, kültürel sorunlarımızı toplumsal– siyasal ve ekonomik içeriklerini göz ardı ederek ele almaya yol açmaktadır. Genel olarak, kültürel yapıya yöneltilen eleştirilerde muhafazakar söylemlerin ekonomik eşitsizlikleri ve toplumsal farklılıkları göz ardı eden bir yaklaşımla kültürel sorunları ele almaları ve bölüşüm sorunlarını soyut bir adalet kavramı öne sürmekten öte gündeme getirmemeleri ile birlikte, muhafazakar-elitist bir yaklaşım ile tehdidin ve tehlikenin toplumun alt kesimlerinden (kitlelerden, kitlesel hareketlerden) geldiğini öne sürmeleri ya da ima etmeleri onların toplumsal-kültürel sorunlarımızı kapitalist üretim biçimine eleştiri yöneltmeyen bir anlayışla ele almakta olduklarını göstermektedir. Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 107 Kültüre, popüler kültüre, muhafazakar kesim(ler)den yöneltilen eleştirilerin gayrımilli bir bakış yerine, yerel/milli bir bakışın egemen kılınması, geleneğimizden beslenen bir öze dönüşle birlikte yenileşmeden yana oldukları görülmektedir. Muhafazakar yazarların özümüzden ve geleneğimizden kopuşun yarattığı sorunlardan söz etmek suretiyle bu özümüzü ve geleneğimizi koruyarak ve yeniden üretmek suretiyle biçimlendirerek, kendimiz kalarak gelecekte var olmamızı ve Batının egemenliğini dengelememizden ya da ona üstünlük kurabilmekten yana bir tavrı benimsemiş oldukları görülmektedir. Dünyadaki eşitsizlikleri yerel bir söyleyişle, böyle bir açıdan tarif eden bir anlayış bir yönüyle de içe kapanmayı beraberinde getirmektedir. Muhafazakar yaklaşımların en temel özelliklerinden birinin, elitist bir anlayışa yaslanmaları ile birlikte kitlelerin işe karışmasını pek olumlamadıklarını, demokrasi düşüncesini liberal bir demokrasi ile sınırlı tuttuklarını göstermektedir. Bu noktada kendilerini ve temsil ettikleri grupları sınırlayan düzenlemelere karşı çıktıkları, ancak özgürlüğü uç noktalarda savunma anlayışına sahip çık(a)madıkları görülmektedir. Kasır (1993) ve Yazıcı (1994)’te en uç örneklerini gördüğümüz nostaljik ağıtları sık sık yineleyen muhafazakar yaklaşımların iyi bir toplumun kurucu öğelerinin ne olması gerektiği hakkında kendi özümüze, geleneğimize yaslanmayı, milli/islami ölçüleri hakim kılmayı, kendi ölçülerimizle uzlaşım biçiminde olan öğelerden yararlanmayı ve onları kendi hegemonyamız içinde eritmeyi önerdikleri söylenebilir. Muhafazakar yaklaşımlar, toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına, insanların özgürleşmesine ve gündelik hayatın/iş yaşamının yeniden düzenlenmesine ilişkin bir talebi seslendirmemekte, bu konuda sessiz kalmayı tercih etmektedirler. Ünsal Oskay (1982)’ın işaret ettiği yöneten/yönetilen, egemen-bağımlı ilişkilerinin tümüyle ortadan kaldırılmasına, hiyerarşik ilişkilerin çözülmesine yönelik bir talep muhafazakar yaklaşımlara sahip yazarların hiç birinde mevcut değildir. Böyle bir talebin olmayışı ise farklı ellerde bugünkü anlayışın yeniden üretilmesini doğuracak bir sonuç gibi gözükmektedir. Marksist yorumcuların kapitalist sisteme yöneltmiş olduğu eleştiriler, Bostancı (1990) ve Güneş (1995) gibi yazarlar tarafından olumlu bulunsa da, bu Marksist kökenli hareketlerin ürettiği çözümsüzlük ve çözülme ile birlikte dile 108 • iletiim : arat›rmalar› getirilmektedir. Muhafazakar yazarlar tarafından Batı yekpare bir bütünlük olarak ele alınmaktadır ve soyut bir batı/materyalist tahayyüllüne karşı doğunun/maneviyatçı-gelenekçi söylemi öne çıkarılmakta olduğundan evrensel bir çözümleme anlayışı bu yaklaşımlarda öne çıkmamaktadır. Kapitalist düşünme, üretim ve yaşam biçimine ilişkin bölüşüm sorunları ile toplumsal ve ekonomik sistemi radikal bir eleştiriyle ele almak gibi bir çaba içinde gözükmeyen muhafazakar eleştirilerin soyut bir kültürel eleştiri ve yaşam biçiminin yüzeysel eleştirisi düzleminde ya da sığ bir medya eleştirisi bağlamında kalmakta olduğu görülüyor. Muhafazakar anlayışın, soyut bir gelenek-inanç-maneviyat-milli değerler söylemi dışında gelecekteki toplumun farklılaşma noktaları ve talep edilen yapısal değişimlerin ne olduğu konusunda bir toplumsal ütopyaya sahip olmadığı görülmektedir. Hayatı anlamlandırma biçimlerimize, hatta sözü edilen ama ne kastedildiği tam olarak anlaşılmayan geleneği anlama biçimimize yönelik bir çözümleme çabası olmaksızın yapılan”tarihimizi anlayalım” çağrısı da tarihle övünmek ve avunmak dışında sahici bir tarih bilinci olgusunu çağrıştırmamaktadır. Evrensel bir anlama çözümleme çabasını “değil”; korumacı tepkilerle oluşan bir çabayı benimseyen Türk sağının muhafazakar bir eksende oluşan bu yönelimi onun yerel bir söyleyişten yakasını kurtaramaması sonucunu doğurmakta ve de bu söylem biçiminin içerisinden toplumsal, ekonomik ve siyasal yapının gerçekten köklü bir biçimde dönüşmesini talep eden farklı bir gelecek düşü ya da tasarımı çıkmamaktadır. Muhafazakar yazarların vaadi dindar insanları yönetici yapmak gayretiyle maneviyatın politikaya taşınması olup, bu, sistemin -kendilerinden olanimanlı ve ihlaslı aktörler ile devamını talep eden bir yaklaşımdır. İnançlı yöneticiler istenen bu tablonun içinde kitlelere yer olmayıp, insanların özgürleşmesi ve örgütlenmesi ile birlikte hayata müdahalesinden ise söz edilmemektedir. Muhafazakar yazarlarımızın belirgin bir seçkinci tutumla yüksek kültür ve sanattan yana bir tavır içerisinde olmaları da ayrıca irdelenmesi gereken bir yaklaşımdır. Burada evrensel/yerel-milli kültür ayırımı ile birlikte yüksek kültür ve sanattan neyin algılandığı, neyin Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 109 yozlaşma olarak görüldüğü sorusu akla gelmektedir. Yozlaşmadan söz etmekte ortaklaşan Kemalist, sosyalist, muhafazakar, milliyetçi ve islamcı anlayışların bu yozlaşma sözcüğü ile anlatmak istedikleri bozulmanın farklı tarihsel/toplumsal olguları işaret etmekte olduğunu belirtmiştik. Yozlaşmanın ne olduğuna ilişkin bir soruya verilen cevaplar bu anlayışlar arasındaki farklılıkları ortaya koymakta olup, yozlaşmanın ya da bozulmanın ne olduğu konusunda üzerinde ortaklaşan bir görüş yoktur. Yozlaşma konusunda bir uzlaşma olmaması yozlaşma ve bozulma/dejenere olma kavramının kullanımı sorunlaştırmaktadır. Ayrıca bu kavramların bizzat kendilerinin sorunlu kavramlar olduğu da söylenmelidir25. Her ne kadar özgürlüklerden ve demokrasiden yana olduklarını öne sürseler de toplumun değerleriyle uyumlu, ona ters düşmeyen ve gelenekten beslenen bir kültürel değişimi öne süren muhafazakar yaklaşımların, bu alanda mevcut değerlerin korunmasından yana bir tutum içinde oldukları ve bu yönelimin geçmişi yüceltmek ve bugünü yozlaşma olarak görmek konusunda "uzlaştığı" görülmektedir. Kültürel gelişimden yana olmadığını söyleyen yoktur-lakin bu kültürel gelişim ve değişmenin dayanacağı temel konusundaki değerlendirmeler nostaljik yüceltmelerden, toptancı bir red anlayışına kadar büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Bir uçta kozmopolit bir kültürel ortamı savunan görüşler var iken, öte uçta milli-manevi-dini değerlerin korunarak gelişiminden yana görüşler belirginleşmektedir. Doğu-Batı, evrensel/ulusal kültür yaklaşımları ekseninde değerlendirilen bu yaklaşımların bir ucunda etnik merkezci, öte ucunda ise Avrupa merkezci yaklaşımları görebilmek mümkündür. Ayrıca, her iki yaklaşımın da benzer bir kökten beslenmekte olduğunu iddia edilebilir26. Bu çerçevede bir yandan toplumsal ilişkileri, gündelik hayatı ve kültürel yapıyıortamı ekonomik yapının ve siyasetin düzara bir yansıması olarak görerek ekonomiyi ve siyaseti fetişleştirerek kültürel analizleri alanı göz ardı eden ortodoks sol yaklaşımların, öte yandan ekonomik ve siyasal yapıyı hiç bir radikal eleştiri ve çözümleme çabası getirmeden ve bölüşüm, paylaşım, mülkiyet ve siyasal yapıya değinmeden salt medya ve kültür alanının eleştirisini yapmaya soyunan, siyaset derken de üst-yapısal değişimlerden başka bir şey vazetmeyen, sağ yaklaşım- 110 • iletiim : arat›rmalar› ların varlığından söz edebiliriz27. Bunların ilki ortodoks Marksistlere, ikincisi ise muhafazakar eğilimlere özgü bir tutum olarak alınabilir ve her iki yaklaşımın, farklı olguları yadsıyor olsalar da , toplumsal olguları yadsıma ve göz ardı etme konusunda ortak noktaları vardır28. Baskı altında üretilen ve tepkisel (refleksif) yönleri ağır basan düşünceler, sorunları çözmek bir yana yeni sorunlar yaratmaktadır. Sağlıklı biçimde düşünmenin özgürlükçü bir ortama gereksinim duyduğu açıktır. Buradan özgürlükçü bir toplumsal/kültürel atmosferin sadece toplumsal değişim için değil, bizzat sağlıklı bir biçimde düşünebilmek hatta düş görebilmek için dahi gerekli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle demokratikleştirici girişimler kendisini “devrimci” olarak niteleyen birilerinin öne sürdüğü gibi hedef saptırıcı yaklaşımlar olarak ele alınamaz. Çünkü, baskı altında üretilen düşüncelerin, hatta görülen düşlerin bile bu baskının olumsuzluklarından kendini bağımsızlaştırmak konusunda güçlükleri içinde barındırmaktadır. Toplumun muhafazakar kesimlerinden yükselen sesin nostaljik bir geri dönüş ya da öze dönüş çağrısını içermekte olduğunu söylemiştik. Bu öz islamcı kesim için İslam’ın temel ilkeleridir. Özümüzden kopuşumuzu en büyük problemimiz ve yaşadığımız tüm olumsuzlukların asıl nedeni olarak sayan bu yaklaşımların tarihe bakışında yüceltmeci/maziperest anlayışlar egemen olup, bu anlayış geçmişi daha çok mitik/mistik bir biçimde algılamayı yeğlemektedir. Cumhuriyet’in islamcı kesime karşı uygulamış olduğu baskıcı yaptırımlardan dolayı demokrasi talepleri islamcı kesimler tarafından seslendiriliyor olsa da, son tahlilde, talep edilen demokrasinin örf ve adetlerimize uygunluğu ya da inançlarımızla çelişmeyecek/inançlarımıza uygun bir yapılanmayı öngörmesi esas alınmaktadır. Böylesi bir anlayış ise sınırlılıkları ve sınırlandırmaları öngören talepleri beraberinde getirmektedir. Bu talepleri rasyonalize eden söylem ise daha çok iç ve dış düşmanlarımız ya da ezeli düşmanlarımız söylemi ve de toplumsal kargaşa-kaos korkusunu sürekli gündemde tutarak, korumacı tepkileri öne çıkartmak olmaktadır. Alternatif bir toplumun kurucu ögesi olarak İslami ölçütleri esas alan anlayışlarla, İslamdan uzak olamayan millet anlayışını öne çıkaran anlayışların, mevcut sistemin ekonomik ve politik anlamda radikal bir eleştirisini yapmadıklarını; evrensel ölçeklerden daha Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 111 çok yerel eksende bir düşünme biçimini öne çıkardıklarını ve eleştirilerinin yaşama biçimlerinin belirlenmesi; kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi ile geleneğin, örf ve adetlerin ve dini ölçülere dayalı yaşamın yaşatılabilmesi ve yeniden üretilmesi üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Daha çok mevcut sistem içinde iktidarın ele geçirilmesi ve toplumun geleneksel renklerle modernizasyonunu ve yeniden inşasını öngören bu anlayışların pazar ilişkileri, mülkiyet, devletin yapılandırılması, bölüşüm ve özgürlüklerin genişletilebilmesi, örgütlenme ve benzeri konularda argumanlarının çok fazla gelişkin olmadıkları, Batı karşısında milli (yerel) bir söylem ekseninde birleştikleri söylenebilir. Toplumun geleceği açısından yenileşimci bir tavır ve duruştan daha çok farklı temelleri olan defansif (korumacı) bir yaklaşım muhafazakar anlayışlar içerisinde öne çıkmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi, geçmişten köklü bir kültürel kopuş, bu kültürel mirasa sahip çıkmak isteyenlerin de, onu aşmak/geride bırakmak isteyenlerin de geçmişle sağlıklı bir ilişki kurabilmesine engel olmakta, sağlıklı değerlendirmeler yapılması yerine farklı tarihsel dönemlerin ve kişiliklerin yüceltilmesini, hatta ikonlaştırılmasını öne çıkarmaktadır. Muhafazakar eleştiri ve tasarımlarda kapitalizm eleştirisi görülmekle birlikte, bu eleştiriler salt kültürel düzlemle sınırlı kalmakta, siyasal yapı ve üretim biçimi üzerinde yoğunlaşılmamaktadır. Bu yaklaşımlar, kapitalist yaşam biçiminin hegemonyasının ortadan kaldırılmasına yönelik bir tasarımıütopyayı ve daha özgür ve eşitlikçi bir toplumun-hayatın kurulması talebini seslendiren yaklaşımlardan farklı talepleri seslendirmekte olup, bugünkü hayatın gelenek, örf ve adetler ve/veya İslami ölçütlerden oluşan bir iç disiplinle denetlenmesini öngören anlayışları ile ekonomik yapıda radikal bir değişim talebini seslendirmemekte ve mevcut siyasal yapı içinde imanlı kadroların işbaşına gelmesiyle adil bir yönetimin sağlanabileceği düşüncesini öne çıkarmaktadırlar. Bu da biraz daha edepli, insaflı, vicdanlı ve uslu bir toplum ve siyasal yapı talebine denk düşmektedir. Sonuç ve Değerlendirme Bu makalede popüler kültür ve kitle kültürü olgularının kavramsal bir çerçevesini ortaya koymaya çalıştığımız ilk bölümün ardından, bu olguların toplumsal-siyasal hayatımızda oynadığı role ilişkin 112 • iletiim : arat›rmalar› muhafazakar Türk entelektüellerinin düşünceleri üzerinde durduk. Muhafazakar yazarlarımızın daha çok kitle, kitle toplumu ve kitle kültürü kavramlaştırmalarını yeğlemiş olduklarını ve 19. yüzyılın aristokrat/elitist yazarlarından alıntılamış oldukları kitle ve kitle toplumu tariflerine dayanarak kitle kültürü analizi yapmaya çalıştıklarını, ama bu analizleri derinleştirmedikleri ve zenginleştirmedikleri görülmektedir. Adı geçen ekolün temsilcilerinin düşüncelerini aktarırken de, bütünlüklü bir analiz ortaya koyabilmek çabasından daha çok siyasal ve kültürel duruşlarını haklı çıkartmaya yönelik vurguların seçilmesine yönelik tavırları ve metinleri kendi duruşlarını haklılaştırmak amacıyla kullanma eğilimlerinin baskın olduğuna dikkat çekmek gerekir. Toplumu sınıfsal farklılıklar ya da egemen/bağımlı ya da yöneten/ yönetilen kesimler gibi ayırımlar ile değil de kitleler ve entellektüeller olarak ayırmayı öngören ve de kitle kültürünü tüm sistemsel ve sınıfsal varoluşun ötesinde, toplumsal bağlamından yalıtarak ele almaya çalışan bu yaklaşımların gelenekçi bir yüksek kültürden yana elitist bir tavır aldığını söylemek mümkündür. Kitle, kitle toplumu ve kitle kültürü olgularını ele alırken ekonomik, toplumsal ve siyasal bağlamlara değinilmemesi ve eleştiri düzleminin soyut bir kültür eleştirisi bağlamında kalmasının ve temel argumanlarının doğu-batı, gelenekselmodern ikilemleriyle kültür emperyalizmi söyleminin etki alanını aşamamış oluşunun ciddi eksiklikleri barındıran bir yönelim olduğunu da söylemeliyiz. Türk entelektüellerinin, değişik siyasal duruşlara ve kavramsal açılımlara sahip olsalar da, popüler kültürün toplumsal-siyasal rolünü genel olarak kötümser bir bakış açısıyla ele alarak değerlendirdikleri görülmektedir. Bugünkü toplumlarda var olan popüler kültür ve kitle kültürünün siyasal rolü ve işlevleri üzerinde öne sürülen olumsuz çağrışımlara sahip düşünceler ve değerlendirmelerde bir büyük uzlaşma varmış gibi görünse de bu uzlaşı aldatıcı ve sözde bir uzlaşıdır. Ayrıntılara inildiğinde farklıkların daha da belirginleştiğini, kullanılan kavramsal açılımların belli bir düşünce ve anlayışı da beraberinde getirdiğini, hatta benzer ya da aynı popüler kültür ve kitle kültürü kavramlaştırmalarına sahip görünenlerin bile toplumsal ve kültürel tasarımlar üretilme(me)sinde farklılaştıklarını gözlemliyoruz. Aynı Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 113 zamanda kültürel olgu ve kavramlara değişik yazarların kendi dünya görüşlerine uygun bir biçimde farklı anlamlar yükledikleri ve bu anlamlandırma-algılama süreçlerinin onların kültür-popüler kültür eleştirisindeki konumlarını da belirlediğini söyleyebiliriz. Kavramlar üzerinde uzlaşı olmayınca ve bu kavramlar seslendirilirken anlamının ortaya konulmasından çok bu kavramların etkileme gücü öne alınınca, aynı kavramları öne sürerek yapılan değerlendirmelerin bile benzer yargıları seslendirmediğini, asıl anlamın bu kavramlara yüklenen yan anlamlar çerçevesinde oluştuğunu-farklılaştığını söylemek mümkündür29. Neredeyse hemen herkesin, her yazarımızın, dünyanın ve toplumumuzun bugün içinde bulunduğu durumdan ve yönelmiş olduğu istikametten hoşnut olmadığı ve bugünkü durumun değiştirilmesi gerektiğini öne sürdüğü görülse de, yazarlarımızın bu hoşnutsuz olunan toplumsal durumun nedenleri, kaynakları ve gerçekte ne olduğu konusunda farklı göndermelerde bulundukları, ayrıca değişim taleplerinin de birbiriyle kesişmediği görülmektedir30. Temel toplumsal sorunlarımızın ne olduğu konusundaki uzlaşımsızlık, daha iyi bir toplumun ne olduğu, nasıl oluşabileceği ve kurucu öğelerinin ne olması gerektiğini ele alan çözüm önermelerinde kendini daha da belirgin bir biçimde ortaya koymaktadır. Ayrıca analizlerin düzeyi-derinliği ile bu analizlerin hangi toplumsal-kültürel öğeleri öne alarak ve hangi toplumsal olguları göz ardı ederek sürdürüldüğü, bu analizlerde sosyolojik bir bakışın var olup-olmadığı çok ciddi farklılaşma noktalarını işaret etmektedir. Medyanın herşeyi (ama neyi?) yozlaştırdığını öne sürerek toplumsal, siyasal ve ekonomik etkenleri eleştiri dışında tutarak analizleri sürdüren bir eleştiri anlayışı halkı olumladığı ölçüde, onun edilgin varoluşuyla şekillenen toplumsal yapılanmaya örtük bir onay verdiğinden bugünü ya da dünü olumlamak noktasında statükocu ve bu yönüyle de değişim karşıtı bir yaklaşımın izlerini de içinde taşır. Herkes popüler kültürün kendi ütopyasına zarar verdiği konusunda hemfikir ise, o zaman onun kime hizmet etmekte olduğunun açığa çıkarılmasının önemi artmaktadır. Ayrıca, ürünler ve araçlar üzerinde yoğunlaşan eleştirileri salt bir eksik anla(t)ma olarak değil, düşünceyi belli bir noktaya odaklayarak orada tutma ve politika dışı kılma çabası olarak yorumlamak da mümkündür. 114 • iletiim : arat›rmalar› Popüler kültüre muhafazakar eleştiriler tarihsel miras ile ilişkileri tarihi anlamaya değil, sadece bu mirası olumlamaya ve yüceltmeye dayanmaktadır. Paradoksal bir biçimde seçkinci bir anlayışı öne çıkaran ve kitleleri hor görme anlayışına sahip olduğu gözlemlenen bu anlayışın seçkinlik konusunda ki anlayışının kaynağını da tarihte aradıklarını, geçmişin o şanlı günlerine geri dönmeyi seslendirdiklerini (ama neresine?) ve geçmişe nostaljik ağıtlar yakarak içlenme zenaatında bir hayli ustalaşmış oldukları görülmektedir. Bu çerçevede Elliot(1981), Le Bon (1969) ve Gasset (1992) gibi aristokrat yazarların görüşlerinin bu kesimlerde hayli muteber bulunması ilginçtir. Avcı ve onu izleyenlerin liberal-çoğulcu yazarların kültür ve popüler kültür analizlerini benimsememeleri ise kültürel demokratikleşme tezlerine karşı mesafeli olduklarını göstermektedir. Yerlilik-yerellik, millilik ekseninde Batı eleştirisi yapan bu anlayışların Batı eleştirisi sahici ve derinlikli anlamda bir kapitalizm eleştirisi içermemektedir. Geleneğe öykünme tarzlarının öne çıkmış olduğu bu anlayışların, örf ve adetlerimize uygun, dinimize-töremize ve geleneğimizle uyum içinde bir toplumsal yapılanmadan ve buna uygun bir demokrasiden yana tutumlarıyla özgürlüklerin genişlemesi, eşitsizliklerin giderilmesi ve yeni bir toplumsal yaşama geçiş konusunda alternatif projeler üretmekte başarılı olamadıklarını ve de bugünkü yaşamın daraltılarak milli ve dini renklerle yeniden inşa ve restore edilmiş bir versiyonunu savunmaktan başka bir proje ortaya koyamadıklarını söyleyebiliriz. Alternatif bir toplum kurma noktasında geçmiş güzel günlerimize dönmeyi arzulayan ve dünyada egemen olmayı ya da yeni bir güç odağı olmayı isteyen bu anlayışların Batı kapitalizmine karşı görünen duruşları, onun yerine İslami ya da milli renklerle inşa ve restore edilmiş bir anlayışı temsil etmektedir. Sisteme entegre olmayı, sistem içinde söz sahibi olabilmeyi isteyen ve inancımıza ve milli kimliğimize özen ve saygıyı öne alan bu anlayışların bugünkünden farklı, adil, eşitlikçi ve daha özgür bir gelecek için ciddi bir imkanı temsil etmediği görülmektedir. Popüler kültür ve kitle kültürü eleştirisinde bu anlayışların yerleri, milli ve manevi değerlerimizin korunmasına yönelik korumacı tepkilere dayanmaktadır. Özgürlük talepleri seslendirilse de, bu talepler toplumun her kesiminden insanlar için değil, sözcülükleri- Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 115 ni üstlenmiş oldukları kendi inançlarını paylaşanların özgürlüklerini koruma ya da hareket alanlarını genişletebilme bağlamında şekillenmektedir. İmanlı kadroların işbaşına gelmesinin sorunlarımızı ortadan kaldıracağına yönelik bir inancı dillendirenlerin, bu yönelimleri bir yandan sistemin kendisinin değil aktörlerinin değişimini yeterli bulmakta, öte yandan da seçkinci ve kadrocu bir anlayışı temsil etmektedirler. Rasyonel bir toplumu öne çıkaran Bostancı (1995)’nın da pragmatist bir anlayışı ve bilimin eleştirellikten uzak bir biçimde hükümranlığını savunmakta olduğu görülmektedir. Aşırılıkları törpülemeye yönelik bu uzlaşma anlayışının ve kültürünün, son tahlilde, kendi yaşam biçimine uymayan görüş ve yaşam biçimlerini akıl-dışılık kategorisiyle marjinalize ederek, toplumsal tecrite yöneldiğini söyleyebiliriz. Muhafazakar kesimlerin maneviyat arayışında/anlayışında ise şeklin-biçimin özden daha öncelikli olduğu eklenmelidir. 116 • iletiim : arat›rmalar› Kaynakça Adıgüzel, Yusuf (2001). Kültür Endüstrisi: Kitle Toplumunun Açmazları. İstanbul: Şehir Yayınları. Akay, Ali (2002). Kapitalizm ve Pop Kültür. İstanbul: Bağlam Yayınları. Avcı, Nabi (1990). Kitle Kültürü: Enformatik Cehalet. Ankara: Rehber Yayınları. Bell, Daniel (1979). The Cultural Contradictions of Capitalism. London: Heinemann. Bell, Daniel (1962). The End of the Ideology. NewYork: Collier. Benda, Julian (1955) The Betrayal of the Intellectuals. Boston: The Bracon Press. Bostancı, M. Naci (1990). Kültür ve Değişme. Ankara: Hamle Yayınları. Bostancı, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi Yayınları. Bostancı, M. Naci (1998). Siyaset, Medya ve Ötesi. Ankara: Vadi Yayınları. Çağan, Kenan (2003). Popüler Kültür ve Sanat. İstanbul: Altınküre Yayınları. Çeçen, Anıl (1986). Kültür ve Politika. İstanbul: Hil Yayınları. Çubukçu, Aydın (1994). Kültür ve İdeoloji Sorunları. Ankara: Evrensel Kültür. Elliot, Thomas Steams (1981). Kültür Üzerine Düşünceler. Çev.: Sevim Kantarcıoğlu. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Fukuyama, Francis (1996). Tarihin Sonu ve Son İnsan. Çev.: Zülfü Dicleli. İstanbul: Fün Yayınları. Gans, Herbert J. (1974). Popular Culture and High Culture. NewYork: Basic Books. Gans, Herbert J. (2005). Popüler Kültür ve Yüksek Kültür. Çev.: Emine Onaran İncirlioğlu. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Gasset, Ortega Y. (1992). Kütlelerin İsyanı. Çev.: Nejat Muallimoğlu. İstanbul: Bedir Yayınevi. Guneon, Rene (1979). Modern Dünyanın Bunalımı. Çev.: Mahmut Kanık. İstanbul: Yeryüzü Yayınları. Güneş, Sadık (1995). Medya ve Kültür: Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı. Ankara: Vadi Yayınları. Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 117 Gürbilek, Nurdan (1992). Vitrinde Yaşamak: 1980’lerin Kültürel İklimi. İstanbul: Metis Yayınları. Kalay, Ayşe ( 1995). Türkiye’de Video ve Kitle Kültürü İlişkisi. İstanbul: İletişim Yayınları. Kaplan, Yusuf (der.) (1991). Enformasyon Devrimi Efsanesi. İstanbul: Rey Yayınları. Kasır, Hasan Ali (1993). Kültür Bilinci. İstanbul: Denge Yayınları. Kırlı, Cengiz (1993). A Psuedo Consensus on the Concept of Civil Society. Yayımlanmamış Yüksek Lisans tezi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı. Kızıltan, Güven Savaş (1986). Çağımızda Yabancılaşma Sorunu. İstanbul: Metis Yayınları. Kongar, Emre (1994). Kültür Üzerine. İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları. Kösoğlu, Nevzat (1985). Kitap Şuuru. Ankara: Genç Sanat Yayınları. Kösoğlu, Nevzat (1993). Milli Kültür ve Kimlik. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Le Bon, Gustave (1969). Kitleler Psikolojisi. Çev.: Nejat Muallimoğlu. İstanbul: Bedir Yayınevi. Mutlu, Erol (2001). Popüler Kültürü Eleştirmek. Doğu ve Batı. Oktay, Ahmet (1992). Türkiye’de Popüler Kültür. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Oskay, Ünsal (1982). Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Özbek, Meral (1992). Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski. İstanbul: İletişim Yayınları. Özdemir, İlker (1996). Political Role of the Popular Culture as Illustrated Unsal Oskay’s and Ahmet Oktay’s Approach. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı. Özkök, Ertuğrul (1999). Artakalan Zamanda. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Shills, Edward (1972). Mass Society and its Culture. Chicago: The Chicago University Press. 118 • iletiim : arat›rmalar› Toffler, Alvin (1992a). Üçüncü Dalga. Çev.: Ahmet Seden. İstanbul: Altın Kitaplar. Toffler, Alvin (1992b). Yeni Güçler, Yeni Şoklar. Çev.: Belkıs Çorakçı. İstanbul: Altın Kitaplar. Uğur, Aydın (1991). Keşfedilmemiş Kıta: Gündelik Yaşam ve Zihniyet Kalıplarımız. İstanbul: İletişim Yayınları. Yavuz, Hilmi (1987). Kültür Üzerine. İstanbul: Bağlam Yayınları. Yazıcı, İsmet (1997). Kitle İletişiminde İmaj. İstanbul: Bilim Yayınları. Yazıcı, Olcay (1994). Kitapsız Toplum. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 119 Sonnotlar 1 Popüler Kültürün Siyasal Rolü ön başlığını taşıyan yüksek lisans tezimin soru yön- 2 Uğur (1991), Sayfa: 14. 3 Kitle kavramını sözlükler, insan topluluğu olarak tanımlamaktadır. Kavramın temi revize edilerek bu çalışmaya uygulanmıştır. Bakınız Özdemir, 1996. kalabalık, çokluk, yığın, güruh deyimleri ile de yakın bir anlam birliği vardır. Kalabalık, çokluk, yığın gibi kavramların tarihçesi Antik Yunan’a kadar götürülebilir. 19. yüzyılda ortaya çıkan tutucu-seçkinci yaklaşımlar, kitle kavramına olumsuz yaklaşımların başlatıcısı olmuşlardır. Le Bon’a göre (1969:3) kitle kelimesi, “basit ve alelade manasıyla milletleri, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya getiren tesadüf ne olursa olsun, rastgele bir fertler topluluğu"nu temsil eder. Kitlenin ilk vasfı, Le Bon’a göre, "bilinçli bireysel karakterin kaybolması, duygu ve düşüncelerin bilinçsizce aynı istikamete yönelmiş olmasıdır ve bu aynı yerde toplanmış olmayı da gerektirmez." Muhafazakar-Elitist yaklaşımın önemli temsilcile- rinden biri olan Ortega Y. Gasset’e göre ise, bütün toplumlar iki bileşkeden oluşur: Seçkin azınlıklar ve kitleler. Azınlıklar özel niteliklere sahip bireyler veya bu bireylerden oluşmuş gruplardır. Kitle ise özel niteliklerden mahrum insanların biraraya gelmesi ile oluşan topluluktur. Kitle alelade insandır. Birbirinden ayırt edilmeyen insanlar ortak bir sosyal nitelik halini alır ve genel bir tip ortaya çıkar (Gasset, 1992). Birbirinden ayırt edilmeyen insanlar ortak bir sosyal nitelik halini alır ve genel bir tip ortaya çıkar. Ortega Y. Gasset’in bu tanımı, daha önce sadece kalabalık, yığın gibi nicelik açısından tanımlanan kitleye aleladelik, sıradanlık gibi nitelik boyutunu da katmaktadır. Kitle insanı, Gasset’e göre iyi veya kötü özel sahalara dayalı hiçbir hedef seçmeyen, kendisini herkes gibi hisseden ve bu halin kendini düşündürmediği, gerçekte herkes gibi hissetmekle kendini mesut hisseden herkestir. Kitle insanını ortaya çıkaran üç temel olgu, Gasset’e göre, liberal demokrasi, bilimsel deneyimler, ve sanayileşmedir. 19. Yüzyılda başlayan kitle tanımı ve eleştirisinde kitle iletişim araçları söz konusu edilmemekte ve kitleleşme olgusu makro nedenlere bağlı olarak ele alınmaktadır. Tüm bu tanımlarda vurgulanan ortak nokta kitlenin yapısal bir özellikten, bilinçlilikten ve örgütlülükten yoksun bulunmasıdır. Kitle kavramı tüm toplumsal katman ve demografik gruplardan oluşan büyük sayıdaki insanlardan ibaret olduğu için heterojen yapıya sahiptir, ama kendi ilgileri çerçevesindeki özne seçimi konusundaki davranışları ve de kendilerini manipüle etmek isteyenlere kolaylık sağlayıcı bir homojenlik içindedir. 4 Bakınız, Bostancı (1995) Sayfa: 15-18 ve 76-77. 5 Bakınız Özdemir, 1996, Sayfa: 21-23 6 Bakınız Adıgüzel (2001) ve Çağan (2003). 120 • iletiim : arat›rmalar› 7 Yine Güneş (1995) hariç tutulmak üzere muhafazakar yazarların tamamının popüler kültür ve kitle kültürü konusunda Türkiye’de önemli çalışmalara imza atmış bulunan Ahmet Oktay (1992), Ünsal Oskay (1982) ve Meral Özbek’in çalışmalarını göz ardı etmiş olmaları ilginçtir. 8 Bakınız, Avcı, 1990; Bostancı, 1995, Kaplan 1991; Kasır, 1993; Yazıcı 1994; Çağan, 9 Bakınız, Shills (1972) , Herbet J. Gans (2005) ve Özkök (1999). Liberal-pluralist 10 Muhafazakar çizgi için, Bakınız, Kasır (1993) ve Yazıcı (1994). Özgürleşimci ilgiler 2003. yaklaşımların popüler kültür anlayışı için, bakınız: Özdemir, 1996, Sayfa: 37-48. çerçevesinde popüler kültür eleştirileri için ise, Bakınız, Oskay (1982), Oktay (1992), Özbek (1992), Gürbilek (1992) ve Akay (2002). 11 Bakınız, Avcı, 1990, Sayfa: 19, 31 ve 33. Avcı bilgi sahibi olmakla/haberdar olmak, bilgi ve enformasyon arasında bilinen farkı vurgulayarak bilgi sahibi insanlar olamadığımızı vurgular. Ayrıca Avcı, Oskay (1982) gibi, bugün kültürel düzenlemeler yoluyla işleyen sürecin kaba kuvvet yerine kullanıldığını vurgulamakta ve toplumsal muhalefetin etkisizleştirilmesinde teknolojinin kullanımına değinmektedir. Ancak, Avcı bu konuda detaya girmemekte ve sınıfsal analizleri ise bütünüyle görmezden gelmektedir. 12 Bakınız, Bostancı (1990) Sayfa: .77 ve 93 ve (1995), Sayfa: 49. 13 Bakınız, Bostancı (1990), Sayfa: 16; (1995) , Sayfa: 40,42,9,55 ve 86 ve (1998), Sayfa: 14 Politik bakışa/duruşa göre /nerden bakıldığına göre değişen bir şey olarak popü- 124 ler kültürün kişiyi yalnızlık duygusundan kurtarması ve yabancılaşmaktan kurta- rıyor olması düşüncesi örnek olarak gösterilebilir. Bu bir bakıma olumlu bir işlev olarak değerlendirebilir. Ama işe sistemin sürdürülmesi ya da onun aşılıp farklı bir yaşam/sistemin gelmesi ekseninde baktığımızda yanında ya da karşısında yer alınan konumlar ile birlikte, bu işlevin olumlu ya da olumsuz bulunması yönündeki düşünceler de farklılaşır. 15 Bakınız, Kösoğlu, 1985; Kasır, 1993; Yazıcı, 1994 ve Adıgüzel, 2001. 16 Ulusal tarih ve kültür bilinci için, bakınız, Çeçen (1986), Siyasal tarih ve kültür bilinci için, bakınız, Oskay (1982), Dinsel tarih ve kültür bilinci için, Bakınız, Kasır (1993), Sınıfsal tarih ve kültür bilinci için, bakınız, Oktay (1992) ve Çubukçu (1994). 17 Bakınız, Le Bon (1969), Sayfa: 3 18 Kültür emperyalizmi çerçevesinde bir bakış için, Bakınız, Kaplan (1991), milli kültür ekseninde bir bakış için, Bakınız, Kösoğlu (1985) ve Bostancı (1995); DoğuBatı karşıtlığı ekseninde bir bakış için, Bakınız, Yavuz (1987); Üçüncü Dünyacı bir Özdemir • Muhafazakar Yaklaşımların Kültür Anlayışı: ... • 121 bakış için, Tekrar Bakınız, Kaplan (1991); modernite karşıtı dinsel bir bakış için, Bakınız, Kasır (1993). Burada Avcı’nın seçkinci yaklaşımına en yakın örnek Hilmi Yavuz (1987)’un yaklaşımında bukunabilir. 19 Hangi yöne doğru bir değişim işaret edilmektedir ve radikal değişimden kastedi- len nedir sorularının sorulması gerekir. Çünkü var olanın algılanışı farklı olunca, radikalliğe farklı anlamlar yüklenebilmektedir. Yol arayışımızın dayandığı ölçütler üzerinde uzlaşı yoksa, değişime yüklenen anlamların da farklılaşması doğaldır. Bu nedenle, Türkiye’nin nasıl bir ülke olarak betimlendiği sorusu önemli bir sorudur. Türkiye’yi tarif ederken anılan toplum isimlerine bakarak analizlerin temel yönelimlerini saptayabilmek mümkündür. Örneklemek gerekirse, ülkemizi betimleyen toplum isimleri; az-gelişmiş toplum, geçiş toplumu, öz değerlerini yitiren/Batılı- laşan toplum, (orta)doğulu toplum, müslüman toplum, türk toplumu, mozaik toplum, periferi de yaşayan toplum, baskıcı toplum, liberal toplum gibi geniş bir çeşitliliğe sahiptir. Okurdan istediğim yazarların ülkelerini nasıl betimlediği kadar kendilerinin de ülkelerinden nasıl söz ettikleri üzerinde düşünmeleridir. 20 Fakat, entelektüel olmanın ya da kendini öyle sanmanın getirmiş olduğu bu uzlaşı noktası yanıltıcıdır. Oskay (1982) gibi, Türkiye’nin Batı’daki gibi kitap uygarlığından ve aydınlanma döneminden geçmemiş olduğunu öne sürenler olduğu gibi, ülkemizin kitaplı bir toplumdan kitapsız bir topluma dönüştürüldüğünü öne süren Hasan Ali Kasır (1993) ve Olcay Yazıcı (1994) gibi muhafazakar yazarların mevcudiyeti kitapsızlık halinin ele alınışının farklı olduğunu açıkça göstermektedir. Modernleşmenin eksik kaldığına dikkat çeken ve sorunlarımızın temel kayna- ğı olarak bunu gören Oskay (1982), Özbek (1992) ve Kalay (1995) tarafından öne sürülen eksik modernleşme anlayışına karşı, bizzat modernleşmeyi ve modernleş- me sürecimizi problemin esası olarak gören Avcı (1990), Kaplan (1991), Kasır (1993) ve Yazıcı (1994) gibi yazarlarımız vardır. 21 Tutucu Kemalist söylemler için, bakınız, Çeçen (1986), tutucu sosyalist söylemler için bakınız, Çubukçu, 1994, tutucu dinsel söylemler için bakınız, Kasır, 1993 ve tutucu milliyetçi söylemler için, bakınız, Yazıcı, 1994. 22 Değerlerin dejenerasyonu kemalist için Cumhuriyeti kuran değerlerin aşınması- dır. İslamcı için Cumhuriyetin bizzat kendisi değerlerin yozlaşmasına işaret etmektedir. Sosyalist için ise, sınıfsal dayanışma duygusunun yerini kapitalist değer ve normların almasıdır. Bu konudaki örnekler çoğaltılabilir. 23 Bakınız, Bostancı (1990), Sayfa: 75-78; (1995), Sayfa: 14 ve 86 ve (1998), Sayfa: 72. 24 Bakınız, Oskay (1982), Oktay (1992), Kızıltan (1986) ve Gürbilek (1992). 25 Yozlaşma ya da dejenere olma kavramları savunulabilecek saf/arı ya da bütünlüklü bir kültürün varlığını da işaret eder. Bozulmasından şikayet edilen, savunabileceğimiz ve yeniden inşa edilmesini talep edeceğimiz böylesi bütünlüklü bir kültü- 122 • iletiim : arat›rmalar› rel yapımız olmadığına, hatta kültürel alanda böylesi bir bütünlük talebinin bizzat kendisinin bile içerdiği tektipleştirici, otoriter yönelimleri nedeniyle zaten sorunludur. 26 Etnosantrik: Kurulu bir topluluğa, millete, kavme, ve benzerine bağlı bulunmaktan doğan ve “yabancı olanı” kuşku verici bulma, hor görme eğilimi. Eziklikten doğan bir sözde üstünlük duygusu. Eurocentric: Avrupa merkezci anlayış. Bu anlayışlar arasındaki ortaklık birinin toptan inkar yolu ile, ötekisinin ise sorgulamasız kabul ve olumlama ile tarihi anlamayı seçmemiş oluşlarıdır. 27 Ortodoks sol yaklaşımlar için, bakınız, Çubukçu (1994), Muhafazakar sağ yaklaşımlar için, Bakınız, Avcı (1990), Bostancı (1990), Kaplan )1991), Kasır (1993) ve Yazıcı (1994). 28 Özgürlükçü bir toplumsal dönüşüm açısından bu ayırım büyük önem taşımaktadır. Bölüştüğümüz ekmekten ve toplumdaki baskı, şiddet, eşitsizlikler ve özgürlük yoksunluğundan hiç söz etmeksizin kültürel yabancılaşmadan, kültür emperyalizmi ve benzerinden söz etmek anlamlı bir faaliyet türü olarak görünmemektedir. Bu yaklaşımlardan bütün bunların birbirleri ile ilgisi yokmuş gibi bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Öte yandan da sosyo-kültürel yapıyı göz ardı ederek, toplumun kültürel yapısının analizini yapmadan salt ekonomik yapı değişimi ve siyasal iktidarın el değiştirmesiyle herşeyin değişebileceğine olan inancın da geçerliliği yeterince acı bir biçimde sınanmış olup, bu iki yaklaşım da özgürlükçü karşıtı olmak noktasında birleşmektedir. . 29 Sivil toplum, demokrasi, değişim ve tarih bilinci kavramları ve kavrayışları buna örnek olarak verilebilir. Sivil toplum kavramına yüklenen farklı anlamları anlamak için Bakınız, Kırlı (1993). Kırlı bu tezinde sivil toplum kavrayışını Murat Belge ve Taha Akyol’un görüşlerini karşılaştırarak ele almaktadır.. 30 Bu nedenle, Marksist ve tutucu/gelenekçi yaklaşımları aynı sınıfta birleşiyor görmek/göstermek yanıltıcıdır. Burada sorulması gereken, var olan olumsuzluğa neden olarak görülen şeyin ne olduğudur. Olumsuzluk nedeni olarak gösterilen durum; resmi kültür politikaları, batılılaşma, kapitalist hegemonya, faşizm veya komünizm olabilir. Burada varlığından veya yokluğundan şikayet edilen şeyin ne olduğu önemlidir. Bu eksiklik demokrasi eksikliği mi; disiplin ve edepli/uslu olmaktaki bir eksiklik mi; gelenekten özgürleşememiş olmak mı; gelenekten uzaklaşmış olmak mı; özgürlük ve eşitlik yoksunluğu mu; yoksa disiplin, otorite ve hiyerarşiden yoksun bir toplum olmak mıdır? 123 Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanımı ve Politik Katılım Üzerine Ampirik Bir Çalışma Uğur Yağan Özet Bu çalışmanın amacı, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla beraber en çok merak uyandıran konulardan biri olan, sosyal medya kullanımı ve politik katılım arasındaki ilişkiyi sosyal medya kullanıcılarının ifadelerine dayalı olarak ortaya koyabilmektir. Bu amaca yönelik olarak hazırlanmış olan ankete, 251 üniversite öğrencisi tarafından verilen cevaplar, enformasyon toplumu ve kamusal alan tartışmaları çerçevesinde değerlendirilmiştir. Sonuçlara göre, sosyal medya kullanımı potansiyel olarak daha fazla habere ulaşmayı ve politik bilgi edinmeyi desteklese de politik katılım ve sosyal medya kullanımı arasında doğrudan bir ilişki bulunmamaktadır. Ayrıca anket sonuçlarına göre öğrenciler sosyal medyada çoğunluğun aykırı kabul edilebileceği politik fikirlerini paylaşmamayı tercih etmektedirler. Anahtar kelimeler: teknoloji, kamusal alan, sosyal medya, öğreciler, politik katılım Technology, Public Sphere, Social Media: A Research on Political Participation and Social Media Use of University Students Abstract The aim of this study is to understand the relation between social media use and political participation in terms of declarations of social media users, which is one of the most absorbing subjects since the widespread use of social media. In accordance, a questionnaire which is designed to show patterns of political use of social media was given to university students. Results of 251 questionnaires were assessed with making use of concepts of information society and public sphere. Results show that although social media usage potentially helps users to reach more information and political knowledge, there is no direct link between social media use and political participation. Moreover results indicate that students would not share political ideas which would be considered as contrarian by majority. Key words: technology, public sphere, social media, university students, political participation iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 123-153 124 • iletiim : arat›rmalar› Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanımı ve Politik Katılım Üzerine Ampirik Bir Çalışma 1 İnternet teknolojisinin yaygınlaşmasıyla beraber, özellikle sosyal bilimler alanında bu yeni teknolojinin kullanım şekilleri, etkileri, ekonomik ve toplumsal değişimlerle ilişkileri üzerine yapılan tartışmalar da hızla artmaktadır. İletişim disiplini içerisinde yapılan çalışmalar, internet üzerinden haber akışı, politik katılım olanakları, dijital bölünme ve sansür gibi başlıklarda yoğunlaşsa da çalışma alanlarının fazlalığı sınırlandırma yapmayı zorlaştırmaktadır. Enformasyon toplumu, başta iletişim ve medya çalışmaları olmak üzere yeni medya üzerine yapılan araştırmalarda en sık kullanılan kavramlardandır. Enformasyon toplumu kısaca, enformasyonun, “sermaye, emek ve hammadde gibi kavramlarla birlikte, ekonomik koşullardan birisi olarak anılması” (Başaran ve Aydoğan, 2012: 215) şeklinde tanımlanabilir. Yeni medya ile toplum arasındaki ilişkinin, politik alanda yaratacağı çıktılara yönelik iddialar ele alındığında, bunların bir şekilde enformasyon toplumu başlığı altında sınıflandırılabilecek yaklaşımlarla ilişkili oldukları görülmektedir. Bu ilişki, yeni medyanın kurumsal ya da içerik odaklı olarak değil, çoğunlukla araç merkezli, teknolojik bir dönüşüm olarak kavranmasına neden olur. Bu tür yaklaşımlar, çalışma içerisinde medya-demokrasi ilişkisine yönelik temel varsayımlar çerçevesinde değerlendirilmiştir. Üç ana başlıktan oluşan bu çalışmada, internetin günümüz toplumunda yurttaşların enformasyon elde etme, paylaşma ve politik tartışmalara katılımlarına nasıl etki ettiği, katılımcıların kullanım pratiklerine, yeni medya teknolojilerini ne amaçla ve nasıl kullandıklarına ilişkin kendi beyanlarına dayanılarak ortaya konulmuştur. Birinci başlıkta, teknoloji-demokrasi paradigması diyebileceğimiz, teknolojik dönüşümle politik alan arasında ilişki kuran Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 125 yaklaşımlar ele alınırken, ikinci kısımda modern demokrasilerdeki temsil problemleri bağlamında, yeni medyanın demokrasi ile ilişkisine dair kuramsal bir çerçeve sunulmuştur. Çalışmanın esas motivasyonu olan, enformasyon elde etme ve politik katılım ilişkisi üzerine düşünülürken, medyanın geri kalanı gibi internet temelli kültür endüstrilerinin de sermaye tarafından kontrol edildiği, ancak Garnham’ın ifadesiyle “zorunlu olarak egemen ideolojiyi desteklemediği” (1979: 136’dan akt. Wasco, 2005: 29) savunulmaktadır. Bu yaklaşımı takiben, çalışmanın ikinci bölümünde internet aracılı iletişim ortamlarının, egemen ideoloji karşıtı bir cephe oluşturabilme imkânları ya da bu egemen ideolojiye hizmet etme eğilimleri kamusal alan kavramı etrafında tartışılmıştır. Son bölümde ise, bu araştırma için tasarlanmış olan internet ve sosyal medya kullanım alışkanlıkları anketinin bulgularına yer verilmiş, sonuç bölümünde elde edilen bulgular ilk iki bölümde ortaya konmuş olan kuramsal çerçeve bağlamında değerlendirilmiştir. Anket, amaçlı örneklem yöntemine göre belirlenmiş toplam 321 katılımcıya uygulanmış, bunlar arasından 148 kadın 102 erkek ve 1 LGBTİ katılımcıya ait 251 form geçerli kabul edilmiştir. Anket formlarında, 14’ü demografik, 31’i sosyal medya ve geleneksel medya kullanım alışkanlıklarını anlamaya yönelik toplam 55 soruya yer verilmiştir. Araştırma verileri SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) programı yardımıyla analiz edilmiş ve elde edilen sonuçlar ilgili literatür ışığında değerlendirilmiştir. 126 • iletiim : arat›rmalar› Bir Teknoloji Olarak İnternet ve Enformasyon Toplumu Enformasyon toplumu yaklaşımı, modern kapitalist toplumların dönüşümünde, başta iletişim teknolojileri olmak üzere teknolojik gelişmelerle ilişkili olarak enformasyona atfettiği merkezi önem dolayısıyla, internet ve toplum ilişkisi düşünülürken en sık başvurulan yaklaşımlardan biridir. Enformasyon toplumu teorileri gün geçtikçe yaygınlaşsa da Webster’a göre kavramın, üzerinde uzlaşım sağlanmış net bir tanımı mevcut değildir (2006: 9). Enformasyon toplumu teorileri, internetin yaygın kullanımından çok daha önce ortaya çıkmış olsa da, internetin yaygınlaşması bu teorik yaklaşımın, modern toplumsal ilişkileri açıklamak üzere yayılmasında önemli bir role sahiptir2. 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde, henüz yaygınlığı oldukça sınırlı olsa da internetin toplum yaşamına nasıl etki edeceği, üzerine tartışılan ilk konulardan olmuş, enformasyon toplumu teorisyenleri arasında sayabileceğimiz Shery Turkle, Manuel Castells ve Clay Shirky gibi isimler internet üzerine ilk eserlerini 1990’lı yıllarda vermişlerdir. Bu yaklaşımlarda, en sık dile getirilen iddia internetin bir iletişim aracı olarak ulaşılabilirlik, hız ve maliyet dengesi göz önüne alındığında, politik etkileri bakımından 18. yüzyılda yazılı basının yaratmış olduğu devrimsel dönüşümlerle benzerliklere sahip olduğudur (Rheingold'dan akt. Atikkan ve Tunç, 2011: 96; Hara ve Estrada, 2005; Tarrow, 2011: 58). Bu yaklaşım içerisinde ortaya konan temel iddiaya göre; kapitalizm iletişim teknolojilerinin gelişimiyle bağlantılı olarak yeni bir aşamaya geçmiştir ve bu dönüşümle beraber siyaset yapma biçimleri de değişmektedir. Lance Bennett'e göre, internetin aktivizme katkısı bireylerin üzerinden bilgi paylaşıp örgütlenme imkânı bulabilmelerinin ya da iletişim maliyetlerini düşürmenin ötesindedir. İnternet teknolojilerinin gevşek örgütlü yapısı ve tartışma şekilleri, protesto politikalarına yeni bir şekil vermektedir (Bennett, 2003). Bennett’in belirttiği yeni şekil, bireylerin sendikalar veya politik partiler aracılığı ile değil, her hangi bir örgüte üye olmadan fakat ortak çıkarlar için bir araya gelen gevşek ağlar aracılığıyla politik mücadele verme eğilimini ifade etmektedir3. Sosyal ağlar aracılığıyla organize Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 127 edilen ya da yürütülen politik hareketlerle ilgili, Bennett’in ortaya koyduğuna benzer bir yaklaşımla, Lindgen ve Lidström (2011) internet üzerinden yürütülen politik hareketlerle alışılmış politik eylem yöntemleri arasında bazı farklar olduğunu belirtmektedirler. Bu yaklaşıma göre, artık politikayı politik partilerde veya seçim çalışmalarında aramak doğru değildir, politikanın ortaya konduğu mecraların değişimi, hem argümanları hem de bu argümanların paylaşım şeklini değiştirmektedir (Lindgen ve Lidström, 2011). Lindgen ve Lidström, internetin kitleler üzerindeki etkisinin apolitize edici olduğuna dair iddialara karşı, sözü edilen politik katılımın bilinen anlamıyla bir politikleşme olmayabileceğini belirtmektedirler. Çünkü internetin zaten politika yapma şeklini değiştirdiğini ve “subpolitics” adını verdikleri, “belirli bir parti veya örgütlenme şekliyle değil de bağımsız tartışmalarla ortaya çıkan bir politikleşme” yarattığını savunurlar (1015). Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, toplumsal muhalefet ve yeni medya ilişkisi üzerine ortaya konan çalışmalar, internet aracılı politik hareketleri genel toplumsal hareketler tarihinin dışında bir yerde değerlendirirler. Bu çalışmalarda toplumsal muhalefete dair iddialar, tarihsel referanslara gerek duymaksızın mümkün olduğunca yakın tarihte ortaya çıkmış olan eylemler dikkate alınarak desteklenir. Sosyal ağların politik katılıma olumlu etki edeceğine yönelik yaklaşım, hâkim eğilim gibi görünse de, internetin, daha özelde sosyal ağların politik gücüne dair şüpheci yaklaşımlar da sık sık dile getirilmektedir. Özçetin, Aslan ve Binark’ın (2012: 55) da dikkat çektiği gibi Morozov (2010), yukarıda sözü edilen olumlu beklentilere “örgüt olmadan örgütlenebilirsiniz ama devrimciler olmadan devrim yapamazsınız” diyerek karşı çıkmaktadır. James W. Carey de internete modern toplumların genel problemlerinin üstünde, onlardan bağımsız bir konum atfedilmesine karşı çıkar. Harold Innis’in İmparatorluk ve İletişim Araçları (1950/2006) kitabında ortaya koymuş olduğu iddiayı takip eden Carey, teknolojilerin tarafsız olmadığını ve bu tarafın çoğunlukla devletler ve büyük şirketler gibi güçlülerin tarafı olduğunu belirtir (109-133). 128 • iletiim : arat›rmalar› İnternet Aracılı Politik Katılım, Demokrasi ve Kamusal Alan Tartışmaları Medyadan söz edilirken hem içerik üretimi, hem de düzenlemeye ilişkin eleştiriler sıklıkla demokrasi kavramına referansla yapılır. Düzenlemenin sınırlarından ya da içeriğin niteliğinden söz etmek, çoğunlukla neyin ve ne şekilde ifade edileceğinin, dolayısıyla ifade özgürlüğünün sınırlarından bahsetmek anlamına gelir. Demokrasi, pek çok farklı tanıma sahip olsa da, modern demokrasilerin üzerinde anlaşmış oldukları bazı temel nitelikler bulunmaktadır. John Keane'in, basın ve ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiden yola çıkarak, yeni bir kamusal yayıncılık modeli önerdiği Medya ve Demokrasi kitabında ortaya koyduğu tanıma göre: “Yetişkinlere eşit ve evrensel oy hakkı; çoğunluk yönetimi ve azınlık haklarının güvence altına alınması; hukuk devleti; toplantı, ifade ve diğer özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması” bir yönetimin demokratik olarak adlandırılabilmesinin temel koşullarıdır (157). Temsili bir demokraside, yurttaşların karar alma süreçlerine temsilcileriyle katıldıkları düşünülürse, farklı çıkar gruplarının politik konularla ilgili fikirlerini kamusal olarak ifade edebilmeleri demokrasinin işleyebilmesi için zorunludur (Kedzie’den akt. Groshek, 2009: 117). Touraine de “seçimler bir demokratik sistemin olmazsa olmaz şartıdır, ancak halkın sadece seçimlerle siyasal iktidara müdahale ettiği bir sistem demokrasi olarak adlandırılamaz” sözleriyle medyanın modern toplumlar için sahip olduğu rolün önemine işaret etmektedir (98). Medyanın demokratik bir toplum için ne olduğuna ilişkin yaklaşımlar, internet ve sosyal medya tartışmaları için de referans noktasını oluşturmaktadır. Demokrasi ve medya tartışmalarının bir uzantısı olarak yeni medya ve siyasal katılım arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışan birinin, en sık karşılaşacağı kavramların başında kamusal alan gelir. Medya, bu perspektiften bakıldığında iki temel işlev üstlenmektedir. Öncelikle, siyasal iktidarın sivil toplum karşısında güç dengesini, toplumun bütününün çıkarı için değil de iktidar elitlerinin çıkarı için kullanmasının önünde engel oluşturacak, diğer taraftan farklı fikirle- Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 129 rin kendilerini ifade etmeleri ve farklı fikirlerle etkileşim içerisine girebilmeleri için imkân sağlayacaktır. “Habermas’ın burjuva kamusallığı hakkında çizdiği çerçeve, basının dördüncü kuvvet olduğuna dair bu iyimser inanca yaslanır” (Arslan, Özçetin ve Binark, 2012: 54). Kamusal alan kavramı etrafında medyayı demokratik bir toplumun zorunlu bir parçası olarak gören ve bu rolün geleneksel medyadan yeni medyaya geçeceğini iddia eden yaklaşım, yeni medya analizlerinde sıklıkla görülmektedir (Kellner, 2000; Kahn ve Kellner, 2004; Holt, vd., 2013). Habermas’ın tanımına göre, kamusal alan “her şeyden önce, toplumsal yaşamımız içinde, kamuoyuna benzer bir şeyin oluşturulabildiği bir alanı” ifade eder, ve “bu alana tüm yurttaşların erişmesi garanti altına alınmıştır” (95). Bu tanıma göre, yurttaşların bir araya gelip düşüncelerini paylaşarak konsensüse ulaşabilecekleri her ortam kamusal alan olarak nitelenebilir. Başta gazeteler olmak üzere, geleneksel medya politik alan ile sivil toplum arasında hem bir iletişim aracı, hem de politikayı halkın diline tercüme etmesiyle toplumsal konularda bu güne kadar kamuoyu oluşturma işlevinin merkezinde yer almıştır. İnternetin yayılması ile birlikte hem siyasetçilerin doğrudan iletişim kurmayı bir yöntem olarak benimseyecekleri, hem de politik enformasyonu tercüme görevine duyulan ihtiyacın gittikçe azalacağı düşünülmektedir (Tumber, 2001: 31). Belirli sayıdaki merkezlerden kitlelere yayılan bilgi akışının, internetin sunduğu olanaklarla beraber daha demokratik bir nitelik kazanmasıyla yurttaşların politikaya bir aracıya ihtiyaç olmadan katılacağına yönelik varsayım, teknoloji-demokrasi paradigmasının en temel varsayımlarındandır4. Geleneksel medyanın yetersizliğine dair şikayetlerin arttığı bir dönemde, Web 2.0 uygulamalarının da yaygınlaşmasıyla, internet ortamlarının ideal kamusal alana imkan tanıyabileceğine dair görüşler yaygınlaşmıştır. Günümüzde üzerine en çok konuşulan iletişim ortamı olan internetin, e-mailden başlamak üzere kolektif iletişimi, güçsüzler lehine arttırdığı düşünülmektedir (Andersen vd., 1995: 120-121; Metha, 2001:141). İnternet demokrasisini savunanlar, Buchstein'e göre, internetin demokratikleştirici etkisi olarak adlandırdıkları bu süreci, dört temel başlık altında savunmaktadırlar. “Kontrol edilemez tartışma ortamları yaratabilmesiyle otoriter rejimlere karşı bağışıklık 130 • iletiim : arat›rmalar› (immunizing), kolay erişim, taban örgütlenmesi sayesinde eleştirel bir kamusal alan yaratabilmesi ve evrensel erişime açık olması” (Buchstein, 1997: 251)5. Özellikle toplumsal muhalefetin şekillendiği grupların haberleşme kaynağı olarak medyaya ihtiyaç duymaları, bunun ötesinde medyanın muhalif hareketler için bir koordinasyon aygıtı olma özelliği (Shaw, 2001), haberleşme imkânlarının artmasıyla beraber toplumsal muhalefetin de güçleneceğine dair yaklaşımlar ortaya konmasını kolaylaştırmıştır6. Bu bağlamda, ortaya çıkan beklentilere göre, internet dolayımlı kamusal alanlar gelişmiş toplumlarda demokratik katılımın artmasını sağlarken, demokrasi kültürü zayıf toplumlarda muhalefetin güçlenmesine katkı sağlayacaklardır, bu çerçevede kazanan her koşulda demokrasi olacaktır. Özellikle “Arap Baharı” olarak adlandırılan dönüşüm sürecindeki rolüyle, sosyal ağların toplumsal dönüşümler için yeni ve güçlü bir araç konumunda olduğu pek çok farklı isim tarafından iddia edilmektedir7. Amir H. Ali, Mısır’da eylemlerin başlama anından devrik lider Mübarek’in istifasına kadar geçen süre içerisinde yaşanan olaylara dayanarak, sosyal medyanın Mısır halkının iletişimi için yeni bir araç işlevi görmüş ve dayanışma kurulmasına yardım etmiş olduğunu savunurken (2010), Başaran ve Aydoğan’a göre de: Özellikle 2011 yılı başında Mısır ve Tunus’ta yaşanan gelişmelerde eylemciler tarafından gönderilen Twitter mesajları hem insanların doğrudan olay yerinden, geleneksel medyanın süzgecinden geçmemiş enformasyona erişimini sağlamış hem de geleneksel medya kuruluşlarının eylemcileri görmezden gelmelerinin, resmi kaynaklara bağımlı haber yapmalarının önüne geçmiştir. (2012: 242) İnternet ortamı, özellikle sosyal medya uygulamalarıyla beraber geleneksel medyanın aksine, pek çok merkez arasında eş zamanlı iletişimi olanaklı kılarak kamusal alanın daha eşitlikçi bir yapıya kavuşmasını sağlayacaktır. Bu açıdan sosyal ağlar, farklı aktivist hareketler için hem bir birleştirme, hem de üzerinden alternatif bilgi sağlanabilecek bir araç olma potansiyeline sahiptir. Douglas Kellner’a (2000) göre, internet teknolojilerinin en önemli özelliklerinden biri “ahmak ayaktakımı”, totalitarizm ve poliarşi savunucularının yerini uluslararası düzeyde örgütlenmiş “akıllı ayaktakımı”na çevirmiş olmasıdır. Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 131 Tüm bu olumlu beklentilere karşın, internetin sanıldığı kadar önemli bir demokratikleştirici ya da muhalefeti güçlendirici etkisi olmadığını savunan görüşler de artmaktadır. Dahlberg, internetin demokratik topluma sunabileceği katkılara yönelik şüpheci yaklaşımlardan şu şekilde bahsetmektedir: Şüpheci yaklaşımlar interneti farklı fikirlerin çatıştığı, tartıştığı ve karşılaştığı bir alan olmaktan ziyade, katılımcıların kendileri gibi düşünen diğerleriyle yan yana gelmeyi tercih ettiği (benzerseverlik-homophily): gerçek hayattaki gibi küçük kapalı cemaatciklerden oluştuğu bir mecra olarak görürler (Dahlberg, 2007: 828). İnternet demokrasisine yönelik şüpheci isimlerin başında Evgeny Morozov gelir. Morozov, internet üzerinden kullanılan sosyal medya mecralarının otoriter rejimler de dâhil olmak üzere, devletin baskı gücünü arttırdığını belirtmektedir (2011: 212). Morozov’a göre, dijital ortamın sağlamış olduğu düşük maliyetli iletişim ve örgütlenme özgürlüğü siyasal otoriteler tarafından artan bir şekilde baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. 2009 seçimleri ardından, İran’da ortaya çıkan protesto gösterileri bastırılmış, ilk aşamada internet üzerinde sansür artmış, ardından İran devrim muhafızları tarafından siber aktivistlerle mücadele edecek “siber ordu” adında bir grup oluşturulmuştur. Özellikle otoriter yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde ciddi sınırlamalarla karşılaşan sosyal ağlar, çoğulcu demokrasi ile yönetilen ülkelerde de farklı düzeylerde kontrol edilmeye çalışılmıştır. Dijital hareketlere karşı siyasal otoriteler, Batılı ülkelerde bu alanı kontrol altına almak için tüm fırsatları değerlendirmektedirler. ABD’de “terörist örgütler” kapsamında tanımlanan grupların internet üzerinden iletişim kurdukları bahane edilerek, sitelerin ziyaretçilerinin fişlenmesi, bazı alan adlarının erişime engellenmesi bu tür anti-demokratik eğilimlere örnek teşkil eder (Best ve Kellner, 2004). Google’ın 2011 yılında yayınlamış olduğu şeffaflık raporuna göre, 2010 yılı içerisinde, sadece ABD hükümeti Google’dan 4601 defa kullanıcı bilgisi talep etmiştir (Maiorana, 2011). Bu talepler gün geçtikçe artmakta, şirketlerin önemli bir kısmı bu bilgileri gönül rahatlığıyla hükümetlerle paylaşmaktadırlar. Pek çok özel şirketin sorgusuz bir şekilde kullanıcı bilgilerinin 132 • iletiim : arat›rmalar› toplamasının yanı sıra, bu bilgilerin ne düzeyde ve kimlerle paylaşıldığı ve ne amaçla kullanıldığına dair kaygılar gittikçe artmaktadır. Siyasal otoritelerin bu kadar hassas bir şekilde kontrol etmeye çalıştıkları bu mecranın, aslında sanıldığı gibi politizasyon sağlamadığı Mozorov (2011: 179-205) gibi pek çok isim tarafından öne sürülmektedir. Bu araştırmada kullanıcıların ifadelerine başvurarak, sözü edilen demokratikleşme pratiklerinin imkânları ve bu imkânların önündeki olası engeller ortaya konmuştur. Sosyal Medya ve Politik Katılım Literatürü Üzerine İnternet kullanımı ve politik katılım, internetin ticari kullanıma açıldığı 1994 yılından bu güne, başta iletişim, sosyoloji ve siyaset bilimi olmak üzere sosyal bilimler içerisinde en popüler konulardan biri olmuştur. Zamanla araştırmalar uzmanlaşmış, pek çok alt araştırma alanı ortaya çıkmıştır. Bu konuda yapılan en ayrıntılı ampirik çalışmalardan biri, Groshek’in 1994-2003 arası dönemi kapsayan, internet kullanım düzeyi ve demokratikleşme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmasıdır. Bu çalışmada, Groshek internetin yaygınlığı, sosyo-politik istikrar, eğitim düzeyi, şehirlileşme gibi değişkenleri dikkate alarak internetin yaygınlaşmasının demokratikleşme üzerindeki etkisini polity IV ölçeğine ile sınamıştır. Araştırma sonuçları, hâlihazırda demokratik olan ya da demokratikleşme süreçlerinde olan ülkeler dışında, internetin bu tarz bir etki sahibi olmadığını gösterir. Groshek, doğrudan demokratikleştirici etkilere dair bir veri olmasa da bu yönde potansiyele işaret eden veriler olduğunu belirtir (131-132). Politik katılım ve internet arasında anlamlı ilişkiler bulan çalışmaların sayısı da oldukça fazladır. Drew ve Weaver (2006) politik enformasyon kaynağı olarak internet, kullanımının politik katılıma işaret eden en önemli göstergelerden biri olduğunu savunurlar. 2013 İsveç genel seçimleri sırasında, 18-74 yaş arası 4010 katılımcı üzerinde yapılmış olan saha çalışması da benzer sonuçlar vermiştir. Elde edilen verilere göre, uzun süreli sosyal medya kullanımı politik konulara duyulan ilgiyi arttırmaktadır (Holt, Shehata, vd., 2013). Güncel sosyal medya ve politik katılım literatüründe, sıklıkla dile getirilen bir diğer yaklaşım, gençlerin parti politikalarından uzaklaşarak “olay odaklı” ve aracısız politik katılımı tercih Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 133 ettikleridir (Barnhurst, 2011; Ullah, 2013; Zhang ve Lallana, 2013). Zhang, bir otoriter demokrasi olarak adlandırdığı Singapur’da gençler arasında parti dışı çevrimiçi politik katılımın önemli bir eğilim olduğunu belirtir (Zhang, 2013: 267-68). Fakat bu yaklaşımı sahiplenenlerin vurguladıkları bir diğer nokta, tarihsel olarak politik problemlerin şiddet yoluyla çözüldüğü bölgelerde, gençlerin bu risklerin etrafından dolanma yolu olarak, çevrimiçi katılım tercih ettiğidir (Velasquez, 2012; Ullah, 2013; Zhang, 2013). Ullah çalışmasında, Bangladeş’te gençlerin politik katılım aracı olarak sosyal medyayı tercih ettiğini, fakat Bangladeş’te alt gelir grupları ve eğitimsiz grupların internete erişimi çok sınırlı olduğu için bu katılım türünün ülkenin demokratikleşmesine katkısını saptamanın mümkün olmadığını belirtmektedir (Ullah, 2013). Papacharissi’nin kamusal uzam (public space) ve kamusal alan (public sphere) arasında yaptığı ayrım dikkate alındığında, çevrimiçi politik katılım örneklerinin birçoğu karar alma mekanizmaları üzerinde ölçülebilir bir etki sahibi olmadıklarından, sadece kamusal ortamlar olarak adlandırılabilirler. Çevrimiçi/sanal muhalefetin sokak muhalefetine dönüştüğünü gösteren az sayıda araştırmadan biri, Harlow Summer’ın 2011 tarihli çalışmasıdır. Summer, bu çalışmada Guetemala’da polis şiddetine karşı Facebook üzerinden örgütlenen muhalefetin süreç içerisinde, nasıl sokaklara taşınarak toplumsal adalet talebini örgütlediğini, son aşamada hükümeti bazı yeni düzenlemeler yapmaya zorladığını gösterir. Harlow, Facebook’un interaktif iletişime izin veren yapısının çevrimiçi örgütlenmenin oluşmasında büyük pay sahibi olduğunu belirtir. Yine aynı çalışmada Harlow’un gözlemlerine göre, örgütlenme üzerinde önemli pay sahibi olan yorumların büyük kısmını yapan ya da hareketin Facebook sayfasında paylaşım yapanlar politik olarak önceden tecrübe sahibi olanlardır (Summer, 2011: 238). Sosyal medya ve politik katılım üzerine çalışmalar Türkçe literatürde sınırlı olsa da bu alandaki çalışmaların sayısı son birkaç yılda ciddi oranda artmıştır. Alandaki ilk çalışmalardan biri, Nilüfer Timisi’nin 1999 tarihli Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi isimli doktora tezidir. 134 • iletiim : arat›rmalar› Timisi, geleneksel medya ile karşılaştırıldığında internetin politik katılıma çok daha fazla alan tanıdığını gösteren bulgulara ulaşmıştır (282295). Timisi, yine de bir bütün olarak demokrasi ve teknoloji arasındaki bağı ele alırken temkinli olmayı tercih eder. İnternet ve politik katılım arasındaki bu temkinli duruş özellikle web 2.0’ın ardından gelen çalışmalarda yerini iddialı yaklaşımlara bırakmıştır. Bu doğrultuda, çalışmalar bir anlamda gelenekselleşen sanayi devrimi ve enformasyon devrimi ayrımını sıklıkla kullanmakta (Atikkan ve Tunç, 2011), anaakım medya karşısında internet ve daha özelde sosyal medyanın toplumsal hareketler bağlamında “kitleleri yönlendirme avantajını” elde ettiğini (Şendeniz, 2014: 172) savunmaktadırlar. Öte yandan, Ali Toprak ve diğerleri (2009) Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook isimli çalışmada ele aldıkları örnek olay incelemeleri üzerinden, ana-akım medya ile sosyal medya arasındaki bazı paralelliklere dikkat çekmektedirler; “...tıpkı geleneksel medya metinlerinde sömürülen ve tüketilen Karabulut ailesi gibi sanal uzamda da benzeri şekilde bu olay etik bir duruşla ele alınmamıştır” (2009: 296). Ali Toprak ve diğerlerine göre, sosyal medya riskleri ve olanakları bir arada düşünülerek ele alınmalıdır (a.g.e.). Adem Serdar Özmen sosyal medyanın, geleneksel medyanın yerleşik kodlarının yanı sıra, sahiplik ilişkileri dolayısıyla kamusal müzakere önünde bir engele dönüştüğünü, yeni medyalar aracılığıyla müzakere ortamının yeniden sağlanıp kamusal alanın genişlediğinin gözlenebildiğini belirtir (2013: 94). Çaycı ve Karagülle’ye göre, yeni medya araçlarının sağladığı imkânlarla insanlar problemlere karşı hızlı tepki verme imkanına kavuşmuşlardır. Ancak sosyal medyanın sağladığı hız ve örgütlenme kolaylığı aynı zamanda dezenformasyon ve provokasyona zemin hazırlamaktadır (2013: 6378). İsmail Hamdi Köseoğlu (2011), üç örnek olay incelemesi üzerinden hazırladığı çalışmasında sosyal medyanın kamuoyu oluşturma bakımından etkili olduğunu, bunun ötesinde muhalefeti çevrimdışına taşıyabildiğini belirtir. Sosyal medya kamusal alan işlevi görse de, Köseoğlu’na göre sosyal medyanın kamusal alana sunduğu katkıyı tam olarak ortaya koymak için erkendir (2011: 53-54). Sosyal medyanın demokrasi ile ilişki içerisinde incelendiği çalışmalarda, genel eğilimin olumlu olduğu, sosyal medyanın demokrasinin gelişimine katkı sağlayacak yeni bir iletişim türü Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 135 olarak değerlendiği görülmektedir. Asu Kızılarslan, bu eğilimin aksine, çalışmasını sosyal medyanın demokrasi bağlamında negatif yönleri üzerine kurarak özel yaşamın metalaşması, gözetimin ve kontrolün artması etrafında değerlendirerek, “sosyal medyanın sokaklarda açılan pankartlardan daha etkili olduğuna dair net bir veri” bulunmadığını belirtmektedir (2012: 69). Bu çalışma, bu alandaki literatürle benzer doğrultuda, ideal bir kamusal alanın bazı temel özelliklerinin izini sosyal medyada sürmeyi amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda yeni teknoloji adaptasyonu en yüksek gruplardan olan eğitimli gençlerin, haber kaynağı olarak internetten ne oranda faydalandıkları ve geleneksel medyaya oranla alternatif haber kaynaklarına ne düzeyde ilgi duydukları sorgulanmıştır. Ardından katılımcıların sosyal medyayı politik eylem aracı olarak kullanıp kullanmadıkları ve son olarak sosyal medyayı fikirlerini rahatça paylaşabilecekleri bir ortam olarak görüp görmedikleri araştırılmıştır. Araştırmanın Sınırlılıkları Çalışmanın amaçları doğrultusunda hazırlanan internet ve sosyal medya kullanım alışkanlıkları anketinin ulaşmayı hedeflediği grup, bilgisayar ve internet teknolojilerine ulaşımları yüksek olan eğitimli genç nüfus olarak belirlenmiştir. Araştırma için örneklem seçiminde, amaçlı örnekleme yöntemleri arasında tanımlanan kolay ulaşılabilir (convenient) durum örneklemesi yöntemi tercih edilmiştir, bu yöntem araştırmacının kolay erişilebilir bir grubu seçerek hız ve pratiklik kazanmasını sağlar (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 113). Örnekleme yöntemine uygun olarak 2013 Mart ayında 20 kişilik bir grup ile pilot çalışma yapılmış, ardından Nisan ayında formlar Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde dağıtılmıştır. Anket formlarının dağıtılması bir hafta kadar sürmüş, toplanan 321 formdan 251’i geçerli kabul edilmiştir. Anket soruları hazırlanırken demografik verilerle, internet ve sosyal medya kullanımına dair veriler arasında çapraz sorgulama 136 • iletiim : arat›rmalar› yapılması hedeflenmiştir. Araştırmacı çapraz sorgulama yöntemiyle ekonomik refah düzeyi, ya da multimedya araçlarına sahiplik ve sosyal medya kullanım pratikleri arasındaki ilişkiyi sınamayı amaçlamıştır. Yapılan çapraz sorgulamalarda anlamlı bir farklılık ortaya çıkmadığı için bu sorgulamaların sonuçlarına bulgular arasında yer verilmemiştir8. Ortaya çıkan homojenliğin bir nedeninin Ankara’daki devlet üniversitelerinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin ekonomik koşulları arasındaki benzerlik olduğu düşünülebilir. Bu çalışmada, politik katılım ve demokrasi kavramlarına dair bir literatür araştırması ve internet kullanıcılarının kullanım tercihlerine dair fikir edinebilmek için alan taraması yöntemi kullanılmıştır. Herhangi bir araştırma yöntemi gibi alan taraması yöntemi de “bilgiye yalnızca yaklaşabilir” (Neuman, 2012: 394). Alan taraması yöntemi belirli bir grubun, araştırmacının belirlediği bir dönemde, belli bir olaya bakışını ya da belli bir pratiğini anlamak üzere hazırlanmış anketler yoluyla grup hakkında bilgi toplanmasını ve bu bilgilerin uygun bir evrende genellenmesini hedefler. Anket ile alan taraması yöntemi, sosyal bilimlere pozitivist yaklaşım içerisinden dahil olmuştur (Neuman, 2012: 395). Bu yöntem belirli bir davranış ya da inançla ilgili sorular sorarak katılımcılar hakkında sayısallaştırılmış veri sağlaması bakımından işlevseldir. Buna karşın insanların davranışlarını, düşüncelerini nicelikselleştirerek konu hakkında fikir üretmek, bu çalışmada olduğu gibi toplumsal muhalefet gibi pek çok değişken tarafından belirlenen bir durumun anlaşılmasında bazı kısıtlılıklara neden olabilir. Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 137 Araştırma soruları ve bulguların değerlendirilmesi İnternet Erişimi ve Sosyal Medya Kullanım Alışkanlıkları İnternete sürekli erişiminiz var mı? F % Var 241 96,0 Yok 9 3,6 Belirtmemiş 1 0,4 251 100 Toplam Aşağıda yer alan multimedya cihazlarından hangilerine sahipsiniz? Masaüstü Bilgisayar F % 97/251 38 Dizüstü Bilgisayar 211/251 84 Tablet Bilgisayar 38/251 15,2 Akıllı Telefon 150/251 59,8 Aşağıda yer alan sosyal medya ortamlarından hangilerini kullanıyorsunuz F % Facebook 234/251 93,2 Twitter 139/251 55,4 Foursquare 49/251 19,5 MySpace 11/251 4,4 Google+ 112/251 44,6 Instagram 54/251 21,5 Birinci grup sorularda katılımcılara internet erişimleri, multimedya cihazlara sahiplikleri ve kullandıkları sosyal medyalar sorulmuştur. Katılımcıların internet erişimi beklendiği üzere yüksektir. Katılımcıların sahip olduğu multimedya cihazları arasında akıllı telefonlar ve dizüstü bilgisayarların yüksek oranı neredeyse, aralıksız olarak internet erişimine sahip olduklarını göstermektedir. Katılımcıların en sık kullandıkları sosyal medyaların Facebook, Twitter ve Google+ olduğu görülmektedir. Türkiye’de 30 yaş altı genç nüfusun 38 milyon9 olduğu ve yüksek eğitim oranının artmakta olduğu düşünülürse, internet teknolojileri ile ilişkili toplumsal bir dönüşümün en azından maddi olanaklar açısından mümkün olduğu ileri sürülebilir. 138 • iletiim : arat›rmalar› Geleneksel haber kaynakları karşısında yeni medyanın konumunu anlamaya yönelik sorular Günlük haber ihtiyacınızı karşılamak üzere en sık faydalandığınız iletişim ortamı aşağıdakilerden hangisidir? F % Gazete (Basılı) 26 10,4 Televizyon 27 10,8 İnternet 195 77,7 Radyo 1 0,4 Belirtmemiş 2 0,8 Toplam 251 100 Sizin için en güvenilir haber sağlama ortamı hangisidir? İnternet Televizyon Gazete Radyo Belirtmemiş Diğer F 119 87 30 6 9 251 % 47,4 34,7 12,0 2,4 3,6 100 Sizin için internette en güvenilir haber sağlayıcı ortam hangisidir? F % Bloglar 20 14,2 İnternet Gazeteleri 89 63,1 Sosyal Medya 18 12,8 Diğer 14 9,9 Toplam 141 100 Sizce televizyonun temel işlevi nedir? Haber-Bilgi sağlama Eğlence Diğer Belirtmemiş Toplam F 68 161 15 7 251 % 27,1 64,1 6,0 2,8 100 Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 139 En sık ziyaret ettiğiniz üç internet gazetesi ve/veya haber portalı nedir? F % Belirtmemiş Toplam Hurriyet.com.tr 136 54,2 6 251 Radikal.com.tr 45 17,9 4 251 Gazetevatan.com.tr 7 2,8 5 251 Mynet.haber.com.tr 30 12 4 251 Sondakika.com.tr 27 10,8 4 251 Ntvmsnbc.com.tr 112 44,6 4 251 Zaman.com.tr 7 2,8 4 251 Haber.sol.org.tr 33 13,1 4 251 Milliyet.com.tr 77 30,7 4 251 Haberturk.com.tr 54 21,5 4 251 Odatv.com 16 6,4 4 251 Sabah.com.tr 10 4,0 4 251 Demokrathaber.com 3 1,2 4 251 İnternethaber.com 14 5,6 4 251 Sendika.org 7 2,8 4 251 Bianet.org 20 8,0 4 251 Diğer 34 13,5 4 251 Son üç ay içerisinde en az bir kez blog okudunuz mu? F % Evet Okudum 178 70,9 Hayır Okumadım 72 28,7 1 0,4 251 100 F % Sıklıkla Okurum (En az iki günde bir) 43 17,1 Bazen Okurum (Denk geldikçe) 151 60,2 Hiç Okumam 57 22,7 Belirtmemiş 0 0 251 100 Belirtmemiş Toplam Blog okuma sıklığınız nedir? Toplam 140 • iletiim : arat›rmalar› İkinci grup sorularda katılımcıların haber kaynağı kullanımının ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Yurttaşların politikaya katılabilmeleri, kamusal alan yaklaşımına göre doğru haber akışına ve eleştirel bir kamusal aklın ortaya çıkışına bağlıdır. Çalışmada bu konuda elde edilen verilerin büyük bir değişime işaret etmediği görülmektedir. Öncelikli olarak, katılımcıların önemli bir kısmının günlük haber ihtiyaçlarını internetten elde ettiklerini belirtmeleri, alternatif haber kaynaklarına ulaşma ihtimallerini arttırması bakımından önemlidir. Fakat katılımcılar “sizin içi en güvenilir haber kaynağı nedir” sorusunda, birinci sıraya yine interneti yerleştirseler de televizyonun da güvenilirlik bakımından hala önemli bir yere sahip olduğu görülür. Çalışmanın bu kısmında katılımcılara internet üzerinden haber elde etmek amacıyla en fazla nerelerden faydalandıkları sorulduğunda 2/3’ü internet gazetelerinden faydalandıklarını söylemişlerdir. Dolayısıyla, alternatif haber kaynaklarındansa hala geleneksel haber kaynaklarının tercih edildiği görülmektedir. Bu noktayı netleştirmek adına katılımcılardan en fazla yararlandıkları üç internet gazetesini işaretlemeleri ya da listede yoksa eklemeleri istenmiştir. Burada da katılımcıların çok önemli bir kısmının, geleneksel haber kaynaklarının internet sayfalarından yararlandıkları görülmüştür. Alternatif haber kaynaklarının kullanımıyla ilgili bir diğer soru ise blog okuma alışkanlıklarıyla ilgilidir. Katılımcıların %70,9’u son üç ay içerisinde en az bir defa blog okuduğunu söylemiş, takip eden soruda blog okuma sıklığı olarak çoğunluk “denk geldikçe” blog okurum seçeneğini işaretlemişlerdir. Medya ve demokrasi ilişkisi üzerine yapılan çalışmalarda kamusal alanın temel işlevlerinden olan tarafsız, doğru, demokratik katılımı destekleyici enformasyon akışının geleneksel medya tarafından yerine getirilmediği sıklıkla dile getirilen şikâyetlerdendir. Bu soruna çözüm olarak, yeni medya aracılığıyla doğrudan bilgi edinme ya da ana-akım medyada kendine yer bulamamış haberlere ulaşma açısından, konuyla ilgili daha önce yapılmış araştırmalarla benzer şekilde, internetin daha fazla imkân sağladığını gösteren kesin bulgulardan bahsetmek mümkün değildir (Gerhards ve Schafer, 2010: 13). Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 141 Bir politik katılım aracı olarak internet ve sosyal medya kullanımı Bu güne kadar internet üzerinden bir imza kampanyasına katıldınız mı? F % Evet, katıldım 126 50,2 Hayır, katılmadım 123 49 Belirtmemiş Toplam 2 0,8 251 100 Sosyal medya aracılığıyla online eylemlere katıldınız mı?10 F % Pek çok kez katıldım 31 12,4 Bir ya da iki kez katıldım 85 33,9 Hiç katılmadım 132 52,6 3 1,2 251 100 Belirtmemiş Toplam Sosyal medya aracılığıyla organize olan sokak eylemlerine katıldınız mı? Pek çok kez katıldım F % 23 9,2 Bir ya da iki kez katıldım 56 22,3 Hiç katılmadım 167 66,5 Belirtmemiş Toplam 5 2 251 100 Sosyal medyada tartışmalara katılıp fikir beyan eder misiniz? F % Sıklıkla 16 6,4 Bazen 54 21,5 Hiç 180 71,7 1 0,4 251 100 Belirtilmemiş Toplam 142 • iletiim : arat›rmalar› Türkiye’deki egemen politik havadan kaynaklı olarak fikirlerinizi sosyal medya ortamlarında paylaşmaktan çekindiğiniz oluyor mu? F % Sıklıkla Oluyor 52 20,7 Bazen oluyor 106 42,2 Hiç olmaz, fikirlerimi rahatlıkla ifade ederim. 91 36,3 Belirtilmemiş 2 0,8 251 100 Toplam Çoğunluğun fikirlerine aykırı olduğunu düşündüğünüz fikirlerinizi Facebook’ta paylaşır mısınız? F % Sıklıkla 47 18,7 Bazen 121 48,2 Hiç paylaşmam 70 27,9 Belirtilmemiş Toplam 13 5,2 251 100 Çoğunluğun fikirlerine aykırı olduğunu düşündüğünüz fikirlerinizi Twitter’da paylaşır mısınız? F % Sıklıkla paylaşırım 37 23,6 Bazen paylaşırım 71 45,2 Hiç paylaşmam 49 31,2 Toplam 157 100 Sizce sosyal medyanın temel işlevi aşağıdakilerden hangisidir? F % Haber-Bilgi Sağlama, Gündem Takip Etme 83 33,1 Eğlence 113 45,0 Flört 35 13,9 Diğer 12 4,8 Belirtmemiş Toplam 8 3,2 251 100 Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 143 Son gruptaki sorular üç temel amaca yönelmiştir. Birinci amaç, katılımcıların çevrimiçi ortamları, hak arama için kullanıp kullanmadıklarını görebilmektir. İkinci amaç, internet aracılığıyla politik sanal dünyanın dışına çıkarak politik talepleri dile getirmek üzere sokak eylemlerine katılıp katılmadıklarını anlamaktır. Son olarak, sosyal medya ortamlarını fikirlerini rahatça paylaşabilecekleri müzakere ortamları olarak görüp görmediklerini ortaya koyabilmek amaçlanmıştır. Yanıtlara bakıldığında, katılımcıların yarısı internet üzerinde bir imza kampanyasına en az bir defa katıldıkları, fakat internet üzerinden yapılan eylemler için sayının azaldığı, sokağa taşınan eylemler için ise ilginin çok daha az olduğu görülmektedir. Bugüne kadar, sosyal medya ve politik katılım ya da sosyal medya ve toplumsal muhalefet ilişkisini anlamak üzere yapılan pek çok çalışmada belirtildiği gibi, yeni medya aracılı eylemler, olay odaklı olmaları ile dikkat çekmektedirler. Bu nedenle, buradaki veriler katılımcılar için önem arz eden bir konunun gündeme oturması ile elbette değişebilir. Fakat 20’li yaşlarındaki eğitimli gençlerin hayatları boyunca çevrimiçi bir eyleme hiç katılmamış olmaları ya da internet üzerinden bir sokak eylemine dâhil olmamaları internet ve politika ilişkisine dair beklentilerin karşılanmadığını göstermektedir. Araştırma sorularına verilen cevaplar arasında, internetin ne oranda bir kamusal alan olduğunu anlamak açısından son üç soruya verilen yanıtlar açıklayıcıdır. Bu sorulara verilen yanıtlar, katılımcıların sosyal medyada siyasete ilişkin fikirlerini paylaşırken pek rahat olmadıklarını gösterir. Dolayısıyla, katılımcıların sosyal ağları “eğlence” işlevi ile tanımlamaları ve politik fikir paylaşımı konusunda aktif olmamalarının yanı sıra, fikir paylaşma konusunda gösterdikleri çekingenlik, sosyal medya ve politik katılım ilişkisi açısından bir diğer önemli veridir. Katılımcıların yarısından çoğu, sosyal ağlarda çoğunluğun fikirlerine uygun olmadığını düşündüğü görüşlerini paylaşmaktan çekindiğini belirtmiştir. Politik konularda sosyal medyayı kullanırken gösterilen bu ilgisizliği açıklamak üzere oto-sansür ve suskunluk sarmalı yaklaşımlarına başvurulabilir11. Bu çalışma için dikkat çekici olan sosyal medyanın beklentilerin aksine herkese açık, tüm fikirlerin özgürce mübadele edildiği bir alan olmak- 144 • iletiim : arat›rmalar› tan uzak olmasıdır. Bu konuda yapılmış çalışmalar da yalıtılma korkusunun, fikirlerin rahatça paylaşılması önünde engel oluşturduğunu ortaya koymuştur (Ho ve McLeod, 2008). Son soruda, literatürde sıklıkla tekrarlanan; internetin bir eğlence aracı olduğu iddiası (Robbins, 2002; Mwesige, 2004) sınanmıştır. Sonuç olarak görülmektedir ki, katılımcıların yalnızca 1/3 sosyal medyayı haber bilgi ortamı olarak görmektedirler. Sonuç İletişim araçlarının kültürel üretim alanıyla olan ilişkisi, bu araçların aynı zamanda, politik araçlar olduğunun da göstergesidir. Ancak iletişim araçlarıyla politika ilişkisi, kültürel üretimle sınırlı değildir, iletişim teknolojileri siyasal iletişim işlevleriyle, doğrudan politik alan ile yurttaşlar arasında, bir etkileşim kanalı olarak önemli işlevlere sahiptirler. Henüz 17. yüzyıldan itibaren iletişim araçları modern siyasetin önemli bir parçası haline gelmişlerdir. İletişim teknolojilerinin ulaştığı son aşama sayabileceğimiz internet teknolojisine kadar, iletişim araçlarının, kapitalist toplumlarda mübadele alanıyla olan ilişkisinin yanı sıra ideolojinin yayılma alanı ve bir gözetim aracı olarak devletlerle ilişkisinin sürekli güçlendiğini belirtmeliyiz. Diğer taraftan, kültür ürünlerinin ve politik alana dair bilginin üretilip yaygınlaşmasının bir aracı olması bakımından, yurttaşların da iletişim araçlarından beklentileri artmaktadır. Piyasa aktörleri, devlet ve yurttaşların iletişim teknolojilerinden beklentileri bu teknolojilerin anlaşılmasında ve kamusal olarak düzenlenmesinde bir gerilime neden olmaktadır. Türkiye’de eğitimli genç nüfusun başta sosyal medya ortamları olmak üzere internet kullanım alışkanlıklarının politik katılımla ilişkisini anlama çabası, bu çalışmanın temel motivasyonunu oluşturmuştur. Üniversite öğrencilerinden oluşan katılımcıların yeni medyaya bakışları, geleneksel medyaya ilişkin fikirleri, alternatif haber kaynaklarını kullanımları ve en önemlisi çevrimiçi ortamda politik katılım ve muhalefet etme davranışları anlaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın sonuçları, Papacharissi (2004) ve Jankowski ve Van Selm’in (2000) iddia ettikleri gibi yapısal siyasal sorunların, politik kültürün çevrimiçine taşındığını Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 145 göstermektedir. Sanal ortam, gerçek hayatta olduğu gibi elitlerin etkisi altındadır ve var olan yapısal sınırlılıkların dışına çıkmak sadece teknolojinin imkânlarıyla mümkün görünmemektedir. Araştırma verilerine göre katılımcıların yeni medya teknolojilerini kullanım düzeyleri oldukça yüksektir ve vakitlerinin önemli bir kısmını internette geçirmektedirler. Kullanıcıların büyük bir kısmının birden fazla sosyal ağ sayfasında hesabı olduğu ve Facebook kullanım oranının %90 üstü, Twitter ve Google-plus kullanımının % 50 civarı olduğu görülmüştür. Diğer taraftan, bu yoğun kullanıma karşın, sosyal medyanın bir haber kaynağı olarak, pek tercih edilmediği anlaşılmaktadır. Geleneksel medya kanallarından elde edilen bilgilerin yanı sıra, kullanıcıların alternatif haber kaynaklarına erişimlerinin artması, doğrudan olmasa da politik meselelerle ilgili eleştirel tutumların güçlenmesine katkı sağlayabilmesi açısından bu çalışma için önemli bir veri olarak düşünülmektedir. İnterneti müzakereci demokrasi olanaklarının artması için bir fırsat olarak gören yaklaşımların beklentilerine karşın, sosyal ağ ortamlarının bu beklentileri karşılamakta birkaç açıdan yetersiz kaldığı görülmektedir. Katılımcıların sosyal ağları “eğlence” işlevi ile tanımlamalarının ötesinde, politik fikir paylaşımı konusunda önemli sayılabilecek düzeyde bir geri çekilme ya da oto-sansürü tercih ettikleri görülmektedir. Katılımcıların yarısından çoğu, sosyal ağlarda çoğunluğun fikirlerine uygun olmadığını düşündüğü görüşlerini paylaşmaktan çekindiğini belirtmiştir. Bu veriler, temsili demokrasinin yapısal sorunlarıyla birlikte düşünüldüğünde sosyal ağlar, sözlükler ve bloglar gibi interaktif ortamların kullanıcılar için özgürce fikir paylaşabilecekleri bir ortamın asgari şartlarını sunduğu, ancak bu şartların korunması ve güçlendirilmesi için mücadele etmenin zorunlu olduğu görülmektedir. İnternet ortamı sermaye gruplarının kar amaçlı ve devletin gözetim amaçlı olarak uyguladığı baskı nedeniyle özgür bir üretim ve paylaşım ortamı olma imkânını yitirme tehlikesi altındadır. Sosyal medyanın tüm kısıtlılıklarına rağmen politik muhalefete ve bir bütün olarak demokrasiye katkı sunma potansiyelini sürdürdüğü belirtilmelidir. Sosyal ağ kullanımı o kadar yaygındır ki geleneksel medyada temsil edilmeyen grupların kısmen de olsa bu alanda kendilerine yer bulabilmeleri mümkündür. Fakat sınırlılıkları ve imkânları 146 • iletiim : arat›rmalar› ortaya koymak adına, yanıtlanması gereken pek çok sorun ortada durmaktadır. Bu başlık altında, birikimi geliştirmek üzere oto-sansürün nedenini açıklayabilmek ileri çalışmalar için bir zorunluluk olarak görünmektedir. Bir diğer cevaplanmamış soru kullanıcıların neden hala öncelikli olarak ana-akım medyayı tercih ettiğidir. Son olarak, her ne kadar teknoloji kullanımı yüksek eğitimli genç nüfus, demokrasi ve yeni medya ilişkisini anlamak adına önemli olsa da eğitim düzeyi düşük, orta yaş üstü grupların yeni medya teknolojileri ile kurdukları ilişkiye dair bilgi oldukça sınırlıdır. Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 147 Kaynakça Ali, H. Amir (2010). “The Power of Social Media in Developing Nations: New Tool for Closing Global Digital Divide and Beyond.” Harvard Human Rights Journal. 24(1): 185-219. Akdeniz, Yaman, Altıparmak, Kerem (2008). İnternet: Girilmesi Tehlikeli ve Yasaktır. Ankara: İmaj Yayınevi. Andersen, R. H., Bikson, T. K., Law, S. A. ve Mitchell, B. M. (1995). Universal Access to E-Mail Feasibility and Societal Implications. Santa Monica: RAND. Atikkan, Zeynep ve Tunç, Aslı (2011). Blogdan Al Haberi: Haber Blogları, Demokrasi ve Gazeteciliğin Geleceği Üzerine. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Barnhurst, G.,Kevin (2011). “The New Media Affect and Crisis of Representation for Political Communication.” The International Journal of Press/Politics. 16(4): 573-593. Başaran, Funda. Aydoğan, Aylin (2012). “Yeni Medyayı Alternatif Medya Bağlamında Anlamak”. Alternatif Medya Alternatif Gazetecilik: Türkiye’de Alternatif Gazetecilik Üzerine Değerlendirmeler (der.) Ömer Özer. İstanbul: Literatürk, 213-246. Bennett, Lance (2003). “Communicating Global Activism”. New Media Society, 6(2): 143-168. Buchstein, Hubertus (1997). “Bytes That Bite: The Internet and Deliberative Democracy”. Constellation, 4(2): 248-264. Carey, W. James (2009). Communication As Culture: Essays on Media and Society. New York-London: Routledge. Cormode, Graham ve Krishnamurthy, Balachander (2008). “Key Differences Between Web 1.0 and Web 2.0.” First Monday, 13(6): http:// firstmonday.org/ojs/index.php/fm/article/view/2125/1972 adresinden 22 Ocak 2015 tarihinde erişildi. Çaycı, Berk ve Karagülle, E. Ayşegül (2014). "Mobil İletişim Teknolojileriyle Değişen Örgütlenme Biçimleri: Ağlarda Örgütlenen Toplumsal Hareketler." E-Journal Of Yaşar University. 9(36): 6261-6379. 148 • iletiim : arat›rmalar› Dahlberg, Lincoln (2007). “Rethinking the Fragmentation of the Cyberpublic: From Consensus to Contestation”. New Media Society, 9(5): 827-847. Drew, Dan, Weaver, David (2006). “Voter Learning and Interest in 2004 Presidential Election: Didthe Media Matter?” Journalism and Mass Communication Quarterly. 83(1): 25-53. Eltantawy, Nahed., Wiest, B. Julie (2011). “Social Media in Egyptian Revolution: Reconsidering Resource Mobilization Theory.” International Journal of Communication (5): 1207-1224. Gerhards, Jurgen., Schafer, S. Mike (2010). “Is the Internet Better Public Sphere? Comparing Old and New Media in the USA and Germany.” New Media and Society 12(1): 143-160. Groshek, Jacob (2009). “The Democratic Effects of the Internet, 1994-2003: A Cross National Inquiry of 152 Countries.” International Communication Gazette 71(13): 115-136. Habermas, Jurgen. (2004). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. Çev. Tanıl Bora ve Mithat Sancar. İstanbul: İletişim Yayınları. Hampton, N. Keith, Rainie, Lee, Lu, Weixu, Dwyer, Maria. Shin, Inyoung, Purcell, Kristen. (2014). “Social Media and the ‘Spiral of Silence.’" Pew Research Center, Washington, DC. http://www.pewinternet. org/2014/08/26/social-media-and-the-spiral-of-silence/. Erişim tarihi: 08.01.2015. Hara, Noriko, Estrada, Zilia (2005). “Analyzing the Mobilization of Grassroot Activities via the Internet: A Case Study.” Journal of Information Science 31(6): 503-514. Ho, S. Shirley ve Douglas, M. McLeod (2008). “Social Psychological Influences on Opinion Expression in Face to Face Computer Mediated Communication.” Communication Research, 35(2): 190-207. Holt, K, Shehata, A, Strömback, J, Ljungberg, E. (2013). “Age and The Effects of News Media Attention and Social Media Use On Political Interest and Participation: Do Social Media Function As Leveller?” Europen Journal of Communication 28(1): 19-34. Jahnkowski, Nicholas ve Van Selm, Martine (2000). “The Promiseand Practice of Public Debate in Cyberspace.” Digital Democracy: Issues of Theory and Practice. (der.) Kenneth L. Hacker ve Jan Van Dijk). London: Sage. 149-165. Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 149 Kahn, Richard., Kellner, Douglas. (2004). “New Media and Internet Activism: From The Battle of Seattle to Blogging.” New Media and Society 6(1): 87-95. Keane, John. (1999). Medya ve Demokrasi. Çev. Haluk Şahin. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Kellner, Douglas (2000). “Tabandan Küreselleşme: Radikal Demokratik Bir Teknopolitikaya Doğru.” Kamusal Alan. (der.) Meral Özbek. İstanbul: Hil Yayınları: 715-727. Kızılarslan, Asu (2012). Sosyal Medyanın Toplum Üzerindeki Etkilerine Eleştirel Bir Yaklaşım. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul. Köseoğlu, H. İsmail (2011). The New Social Media and The Public Sphere in Turkey. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul. Lindgren, Simon ve Lundström, Ragnar (2011). “Pirate Culture and Hactivist Mobilization: The Cultural and Social Codes of #Wikileaks on Twitter.” New Media and Society 13(6): 999-1018. Mariorana, Matt (2011). “US Government Asked Google for User Data 4,601 Times. The Filter Bubble.” http://www.thefilterbubble.com/ us-government-asked-google-for-user-data-4601-times. Erişim tarihi: 07.06.2014. Metha, Arun (2001).”Why Activists Cannot Afford to Neglect the Internet.” Sarai Reader/Public Domain içinde. 140-146. http://archive.sarai.net/ files/original/f10c95aff2c12a647c6a636f8c899042.pdf. Erişim tarihi: 01.10.2014. Morozov, Evgeny (2010). “The Digital Dictatorship”. The Wall Street Journal. http://www.wsj.com/articles/SB10001424052748703983004575073911 147404540. Erişim tarihi: 04.02.2015. Morozov, Evgeny (2011). The Net Delusion: The Dark Side of The Internet Freedom. New York: Public Affairs Press. Mwesige, G. Peter (2004) “Cyber-Elites: A Survey of Internet Cafe Users in Uganda.” Telematics and Informatics. 2(1): 83-101. Neuman, W. Lawrance (2012). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar. Çev. Sedef Özge. İstanbul: Yayın Odası. 150 • iletiim : arat›rmalar› Özçetin, Burak, Aslan, T. Umut ve Binark, Mutlu. (2012). “Türkiye’de İnternet, Kamusallık ve Demokratik Kanaat Oluşumu.” Folklor/ Edebiyat 18(72): 51-76. Özmen, S. Adem (2013). Toplumsal Muhalefet Açısından Sosyal Medya Pratiklerinin Demokratik İşlevleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul. Papacharissi, Zizi (2004). “Democracy Online: Civility, Politeness, and the Democratic Potential of Online Political Discussion Groups.” New Media Society 4(1): 9-27. Robbins, B. Melinda (2002). “Are African Women Online Just ICT Customers?” The International Communication Gazette 64(3): 235-249. Shaw, Randy. (2001). Aktivistin El Kitabı. Çev. Barış Yıldırım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Summer, Harlow (2011). “Social Media and Social Movements: Facebook and an Online Guetemalan Justice Movement that Moved Offline.” New Media Society 14(2): 225-243. Şendeniz, Özlem (2014). “Toplumsal Hareketler Repertuvarı ve Sosyal Ağlar: HES Muhalefeti Örneği.” Yeni Medya Yeni Pratikler Yeni Olanaklar. (der.) Emel Baştürk Akça. İstanbul: Umuttepe Yayınları. Tarrow, Sidney (2008). “Köklü Kozmopolitler ve Ulus ötesi Aktivistler.” Çev. G. Doğduaslan. Toplumsal Hareketler. (der.) D. Y. Çetinkaya. İstanbul: İletişim Yayınları. Timisi, Nilüfer (1999). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi: İnternet Ortamında Kamusal Katılım. Yayınlanmış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara. Tezin yayınlanmış hali: Timisi, Nilüfer (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Toprak, Ali, Yıldırım, Ayşenur, Aygül, Eser, Binark, Mutlu, Börekçi, Senem ve Çomu, Tuğrul (2009). Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum Öyleyse Varım. İstanbul: Kalkedon Yayınları. Touraine, Alain (2011). Demokrasi Nedir? Çev. Olcay Kunal. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 151 Tumber, Howard (2001). “Democracy in The Information Age: The Role of The Fourth Estate in Cyberspace.” Culture and Politics in The Information Age: A New Politics? (Ed.) Frank Webster. London- New York: Routledge: 17-32. Ullah, S. Mohammad (2013). “ICT’s Changing Youths’ Political Attitudes and Behaviour in Bangladesh.” International Communication Gazette 75(3): 271-283. Velasquez, Alcides (2012). “Social Media and Online Political Discussion: The Effects of Cues and Information Cascades on Participation in Online Political Communities.” New Media Society 14(8): 1286-1303. Wasco, Janet (2005). “Studying The Political Economy of Media and Communication”. Comunicaçao e Sociedade (7): 25-48. Webster, Frank (2005). Theories of The Information Society. New York: Routledge. Yıldırım, Ali ve Şimşek, Hasan (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayınları. Zhang, Weiyu (2013). “Redefining Youth Activism Through Digital Technology in Singapore”. International Communication Gazette 75(3): 253-270. Zhang, Weiyu, Emmanuel, C. Lallana (2013). “Youth, ICTs, and Civic Engagement in South Asia.” International Communication Gazette 75(3): 249-252. 152 • iletiim : arat›rmalar› Sonnotlar 1 Bu çalışma araştırmacının 2013 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti- tüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı’nda kabul edilmiş olan yüksek lisans tezinden üretilmiştir. 2 Enformasyon toplumu teorileri başlığı altında sayabileceğimiz endüstri sonrası toplum, risk toplumu, post-fordist toplum yaklaşımları 1970’lerden itibaren ortaya konmuştur. Daniel Bell, Anthony Giddens, Zygmunt Bauman ve Ulrich Beck gibi önemli isimler bu konulardaki ilk eserlerini 1970 ile 1990 arasındaki dönemde geliştirmişlerdir. 3 Bu eğilim teknolojiye içsel bir demokratikleşmeye işaret eder. Özellikle web. 1.0’dan web 2.0’a geçişle beraber internet ve demokrasi arasında ilişki kurmak daha yaygın bir eğilime dönüşmüştür. Cormode ve Krishnamurthy’a göre (2008) web 1.0 ve 2.0 arasındaki temel farklılık web 2.0 öncesi çevrimiçi içerik üretici sayısının bugün ile karşılaştırılamayacak düzeyde sınırlı olmasıdır. Kullanıcıların içerik üretimine katılması, anlık mesaj yollayabilmeleri, farklı web sayfaları arasında bağlantı kurabilmesi, bir adresi başka bir web sayfasındaki haritaya bağlayabilmek, içerik değiş tokuşu gibi özellikler web 2.0’ın kendine has demokratik özellikleri olarak gösterilir. (a.g.e.) 4 Zizi Papacharissi internet bağlamında kamusal alan üzerine düşünürken bir ayrım önerir. Papacharissi’ye göre “yeni kamusal uzam (new public space) yeni kamusal alan (new publicsphere) ile aynı şey değildir. Kamusal bir uzam olarak, internet politik tartışma için yeni bir forum sunar. Kamusal alan olarak, internet fikir ve kanaatlerin demokrasiyi güçlendirecek şekilde tartışılmasına imkan sağlar. Biri tartışma alanlarını geliştirirken diğeri demokrasiye katkı sunan tartışmayı geliştirir” (2002: 11). 5 1997’de yazılmış olan bu makaleden bu yana pek çok şey değişmiştir. Bugün internetin otoriter rejimlere karşı bir “bağışıklığa” sahip olduğunu söylemek pek mümkün değil. Diğer taraftan Buchstein’in tanımladığı çerçeve büyük oranda popülerliğini korumaktadır. 6 İletişim imkanlarının artışıyla demokratikleşme arasında paralellik gören yaklaşımlara bir örnek olarak bakınız Mason, Paul (2012). Why It’s Kicking Off Everywhere: The New Global Revolutions. London: Verso. 7 Bahsedilen araştırmalar dışında ayrıca bakınız Eltantawy, Nahed, Wiest, B. Julie (2011). “Social Media in Egyptian Revolution: Reconsidering Resource Mobilization Theory”. International Journal of Communication (5): 1207-1224. 8 Soru formunun “demografik sorular” kısmında katılımcılara cinsiyetleri, yaşları, politik eğilimleri, kendilerinin ve ailelerinin aylık gelir düzeyleri sorulmuştur. Bu Yağan • Teknoloji, Kamusal Alan ve Sosyal Medya: (...) • 153 sorulara verilen yanıtlarla soru formunun ikinci kısmında yer alan sosyal medya ve geleneksel medya kullanım pratiklerini anlamaya dönük sorulara verilen cevaplar arasında anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamıştır. Örneğin ailesinin aylık geliri 1000 TL’nin altında olanlarla 4000 TL’nin üstünde olanların sosyal medya kullanımlarına ilişkin anlamlı bir fark görülmemiştir. Benzer şekilde politik eğilimleri zıt olan öğrencilerin sosyal medya kullanımları arasında da anlamlı bir fark tespit edilememiştir. 9 TÜİK 2013 nüfus istatistikleri. Tüik.gov.tr/temel istatistikler/nüfus ve demografi/ yıllara, yaş grubu ve cinsiyete göre nüfus/genel nüfus sayımları. http://www. tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist 10 Bu soruda kastedilen belirli bir amaca yönelik olarak amaç doğrultusunda bir grup ile beraber mail atmak, twitter’dahastag oluşturmak ya da facebook’ta benzer şekilde paylaşımda bulunmaktır. Temel mesele bir amaç doğrultusunda başka insanlarla beraber yapılmasıdır. Soru katılımcılara bu şekilde açıklanmıştır. 11 Sosyal medyayı politik amaçlarla kullanmanın önündeki engelleri ortaya koymak doğrudan bu çalışmanın konusu olmamakla beraber 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı “İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun” ve kanunun yürürlüğe girmesinden bu güne yapılan güncellemeler sosyal medyanın politik amaçlarla kullanımı önünde engel olarak görülebilir. Bu düzenleme ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız Akdeniz, Y, Altıparmak, K. (2008). İnternet: Girilmesi Tehlikeli ve Yasaktır. Ankara: İmaj Yayınevi. Ayrıca sosyal medyanın sınırlı politik kullanımı bir tür suskunluk sarmalı olarak da değerlendirilebilir. Suskunluk sarmalı yaklaşımı Pew Research Center'ın 26 Ağustos 2014 tarihinde konuyla ilgili yayınlanmış olan raporu ile uyumludur. Bakınız Hampton, K.N, Rainie, L, Lu, W, Dwyer, M, Shin, I., & Purcell, K. (2014). “Social Media and the ‘Spiral of Silence.’ Pew Research Center, Washington, DC. 154 • iletiim : arat›rmalar› 155 Avrupa Birliği’nde Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı Özge Yalçın Özet Neo liberal ekonomi politikasının ve yeni medya teknolojilerinin olanaklı kıldığı yöndeşme, uluslararası sermayenin iletişim sektöründe öncesi görülmemiş ölçüde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Sermayenin yatırımları eşliğinde hızla büyüyen yeni medya piyasasında kamu hizmeti yayıncılarına verilen önem ise etkisini hızla yitirmeye başlamıştır. Bu durum ise Avrupa ve dünyada kamu hizmeti yayıncılarını ayakta kalma stratejileri geliştirmeye yöneltmiştir. Bu araştırma Avrupa’da neoliberal dönemle birlikte esas alınan günümüz kamu hizmeti yayıncılığı anlayışını, kamu hizmeti yayıncılarının ayakta var olabilmek adına geliştirmeye çalıştıkları strateji ve politikaları tartışmaktadır. Anahtar Kelimeler: Neo-liberalizm, yöndeşme, yeni medya, kamu hizmeti yayıncılığı, Avrupa Birliği. Public Service Broadcasting Policies in European Union on the Grounds of New Liberal Policies Abstract Convergence brought out in neoliberal economy policy through media technologies has led to concentration of communication sector as ever seen before. The significance given to public service media companies in new media market, on the other hand, expanding rapidly by the investments of transnational corporations has begun to lose its traditional effect swiftly. As a result of that they have to resort to new economic and political strategies to maintain their existence in this new market. This research looks into the approaches to the public service media in European countries in the neoliberal period and discusses the new ways with new strategies of public service broadcasting companies to exist in new media markets. Key words: Neo-liberalism, convergence, new media, public broadcasting service, European Union iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 155-187 156 • iletiim : arat›rmalar› Avrupa Birliği’nde Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı 1980’lere kadar kamu hizmeti yayıncılığı, kamu tekeli olarak işlerlik kazanan, Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’yle de özgürlük, eşitlik, çok seslilik, çok kültürlülük gibi ilkeleri güvence altına alınan ve üzerinde politika üretimine gerek duyulmayan bir alan olarak kabul edilirken1, 1980’lerden itibaren bu durum bütünüyle değişmiştir. 1980’lerin neoliberal ekonomi politikaları ve gelişen bilgi ve iletişim teknolojileri ile birlikte yeniden yapılanan iletişim sektörü üretim sürecinde merkezi bir konum edindikçe Avrupa Birliği bünyesinde de kamu hizmeti yayıncılığı üzerinde politika üretilen, düzenlemeler getirilen bir alan halini almıştır. Geleneksel dönemde Avrupa’da Avrupalılık kimliğinin bir temsili, sosyalizm tehdidi karşısında ve sınıf çatışmaları karşısında dengeleyici bir unsur, Avrupa sermayesinin uluslararası piyasada güçlenebilmesini kolaylaştıracak kültürel bir araç ve tek yayın kanalı olarak işlev gören kamu hizmeti yayıncılığı oldukça önemli bir konuma sahipken, sosyalizmin artık bir tehdit unsuru olmaktan çıktığı, sosyal devlet anlayışının yerini piyasa temelli politikalara bıraktığı ve ticari sermayenin yatırımları aracılığıyla hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle de farklı izleme seçenek ve formlarının hızla geliştiği günümüz neoliberal döneminde kamu hizmeti yayıncılığının bu geleneksel rol ve özelliklerinin de önemli değişim ve dönüşümlerden geçerek yeniden yapılandığı görülmektedir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler sonucu üretim, dağıtım ve pazarlamanın temel üretim aracı haline gelmesi ve dijitalizasyonun farklı üretim alanlarındaki sınırları ortadan kaldırarak sermayenin bu üretim alan- Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 157 larının tamamında öncesi görülmemiş ölçüde yoğunlaşma fırsatını ortaya çıkarmış, bilgi iletişim teknolojilerinin bu dönüşümün merkezinde yer almış olması ise bu teknolojilerle büyüyen iletişim sektörünü de üretimin merkezi konumuna getirmişti (Geray, 2003: 127-130). Avrupa Birliği de gelişen bu ekonomi politikasının getirilerine egemen olabilme adına bir yandan akıllı TV, tablet ekran, bilgisayar ve mobil telefonlar üzerinden görsel ve işitsel yayınların sunum çeşitlerinin (Internet Protocol Television-IPTV, Over the Top-OTT, izle ve öde, istek üzerine video gibi) hızla yaygınlaşmasını örgütlerken, bu bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretimin her alanında etkin kullanımının gerçekleştirilmesiyle gelişen yeni pazarlarda var olabilmenin yollarını neoliberal iletişim politikasıyla şekillendirmeye çalışmıştır. Özellikle telekomünikasyon ve medya sektöründe gözlenen yöndeşme, bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte çoklu medya araçları üzerinden gerçekleştirilebilir hale gelmesiyle birlikte yöndeşme süreci de çok boyutlu bir alana dönüşmüş, çok kanallı günümüz iletişim piyasasında kamu hizmeti yayıncıları ise bir anlamda meşruiyet krizine girerek varoluşlarını sürdürebilme adına önemli sorunlarla karşılaşmak zorunda kalmışlardır. Çoklu medya ortamının bir sonucu olarak izlerkitlede yaşanan azalma ve serbest piyasa ekonomi politikasının bir sonucu olarak sunulan devlet desteğinde kısıtlamalara gidilmesi ve kamu hizmeti yayıncılarının gerekli mali geliri ticari çözümlere başvurarak edinmeye çalışmaları kamu hizmeti yayıncılarının yaşadıkları bu yapısal krizin önemli gerekçelerini oluşturmuştur. 158 • iletiim : arat›rmalar› Avrupa Birliği ve üye ülke pratiklerinin Kamu hizmeti yayıncılığı kavramının oluşumu ve bu kavram ve olguya ilişkin politika üretimi sürecinde belirleyici konumda olması nedeniyle de bu çalışmada günümüz neoliberal döneminde Avrupa Birliği ve üye ülkelerinin kamu hizmeti yayıncılığına politika, düzenleme ve uygulamaları ele alınacak, bu süreçte Avrupa’nın ileri kapitalist ülkelerinin belirleyici konumu göz önünde bulundurularak, kamu hizmeti yayıncılığının günümüz neoliberal dönemindeki konumunu değerlendirilmeye çalışılacaktır. Avrupa Birliği’nde Neoliberal İletişim Politikalarının Gelişimi ve Kamu Hizmeti Yayıncılığı Anlayışı: Strateji, Taktik ve Uygulamalar Neoliberal iletişim politikası Avrupa Birliği bünyesinde ilk olarak 1993 yılında Beyaz Raporla açıkça ortaya konmuş, 1994 Bangemann Raporuyla da, ABD ve Asya/pasifik ülkeleri dışındaki pazarlarda Avrupa’nın bilgi ve iletişim teknolojileriyle hızla gelişen pazarlarda egemen olabilmesinin yolları tartışılmıştır2. Özellikle bu yeni medya döneminde internetin belirleyici rolüne vurgu yapılarak, piyasada egemen bir rol üstlenilmesinde internet kullanımında kritik kitlenin oluşturulmasına belirleyici bir rol atfedilmiştir. Serbest piyasa koşullarında özellikle ABD, Japonya, Çin, Kore gibi yeni bilgi ve iletişim teknolojileri ile gelişen pazarlarda egemen bir konum edinen ülkelerle rekabet edebilme adına Avrupa Birliği kurumsal bağlamda bir yeniden yapılanma sürecine girmiş, yeni iletişim politikası ve kamu hizmeti yayıncılığına ilişkin karar ve düzenlemeleriyle de özellikle Avrupa üye ve aday ülkelerinin kamu hizmeti yayıncılığı politikalarının düzenleme ve uygulamalarında etkili olmuştur. Yöndeşme sürecine uygun olarak Avrupa Birliği kendi bünyesinde farklı birimler arasında birleşmelere giderken aynı zamanda yöndeşen iletişim teknolojilerinin sağladığı olanakların ne şekilde değerlendirileceğine ilişkin bir iletişim politikası şekillendirme sürecine yönelmiştir (Latzer, 2009: 421). Özellikle hızla gelişen dijital iletişim teknolojileri ve bu teknolojilerle büyüyen pazarlara egemen olma hedefi, bu Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 159 dönemde Avrupa Birliği’nin ve üye ülkelerinin genel iletişim politikasının ve kamu hizmeti yayıncılığı politika ve düzenlemelerinin temel hedefini oluşturmuştur. Bu temel hedef Avrupa Komisyonu’nun Sınırsız Televizyon Direktifi’ni önceleyen Avrupa Komisyonu’nun 1987’de “Telekomünikasyon Hizmetleri ve Araçları için Ortak Pazarın Geliştirilmesi” üzerine hazırladığı yeşil rapor da dahil olmak üzere 2013 yılında hazırlanan “Bütünüyle Küreselleşen yeni medya: Büyüme, Oluşturma ve Değerler” konulu yeşil rapora3 kadarki iletişim sektörüne yönelik tüm düzenlemelerde ifade edilmekte veya rekabet koşullarının esas alınması ve rekabet koşullarına zarar verebilecek girişimlere izin verilmemesi kararı, kamu hizmeti yayıncılarının girişimlerine ilişkin alınan karar ya da getirilen düzenlemelerde özellikle vurgulanan bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Serbest piyasa temelli ekonomi politikası gereği değişen iletişim politikasının bir yansıması olarak kamu hizmeti yayıncılığı kavramsallaştırımı ve yayın politikasında da önemli dönüşümler meydana gelmiş, kamu hizmeti yayıncılığı uygulamaları serbest piyasa modeliyle daha uyumlu olan “iletişimde özgürlük, hesap verebilirlik, evrensel erişim” ilkeleri etrafında yeniden düzenlenmiştir (McQuail, 2003: 203-205). Kaldı ki bu kavramlar geleneksel dönemdeki anlamlarını da neredeyse yitirmiş, günümüz neoliberal döneminin serbest piyasaya dayalı kuralları etrafında yeni anlamlar kazanmıştır. Artık örneğin iletişim özgürlüğü kavramı ile McQuail (2003: 10-11), çoğunlukla editoryal bağımsızlıktan ziyade her kesimin istediği yayını istediği araç ve kanal üzerinden izleyebilmesi ve yayıncının da her türlü ileti kaynak ve araçlarını özgürce kullanabilme hakkını kullanabilmesi üzerinde durulduğuna işaret etmekte, Donders ve Raatz (2012: 160-164), kontrol ve hesap verebilirlik kavramı ile kamu hizmeti yayıncılarının gelir kaynaklarının çeşitli düzenleyici ve denetleyici kurumlara hesap vererek ve bu kurulların karar ve değerlendirmelerine bağlı kılınarak çözülmesi anlamının esas alındığına işaret etmektedir. Benzer biçimde evrensel erişim kavramıyla Haluk Geray (2005: 82) günümüz serbest piyasa koşullarında, herkesin aynı hizmetten eşit koşullarda yararlanma haklarının korunması yerine, ticari medyanın piyasada belirli bedel karşılığı sunduğu hizmetin sonucunda ortaya çıkan dışlamanın 160 • iletiim : arat›rmalar› etkisinin telafi edilmesine hizmet ettiğine dikkati çekmektedir. Funda Başaran ise (2005, 112-117) günümüzde evrensel hizmetin gerçekleştirilmesinin, özelleştirme ve rekabet yasalarına uyumlu düzenlemelere gidilmesi şartına bağlı bir biçimde gerçekleştirildiğine böylece de, evrensel erişimin bu yeni formunda deregülasyon politikasına temel bir rol atfedilmeye başlandığına dikkati çekmektedir. Bu bağlamda ele alındığında kamu hizmeti yayıcılarının kendi varlıklarını neoliberal dönemin serbest piyasa koşullarında kendi geleneksel ilkelerini koruyarak sürdürme koşullarını halihazırda kaybettiklerini söylemek mümkün görünmektedir. Bülent Çaplı’nın (2001: 36) da belirttiği üzere geçmişte kamu hizmeti yayıncılarının geleneksel değerleri olarak bilinen çok seslilik, çok kültürlülük, evrensel eşit erişim hakkı gibi değerleri ne kadar gerçekleştirebildiği ve hatta tek bir yayın kanalının egemen olduğu bir düzende bunun ne kadar mümkün olabildiği sorusu sorgulanırken hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle giderek güçlenen günümüz iletişim piyasasında, kamu hizmeti yayıncılarının kendilerini esas aldıkları var sayılan bu ilkeler temelinde var edebilmelerinin koşulları çok daha sorunlu bir hal almaktadır. Avrupa Birliği bir yandan bu yeni teknolojilerin evrensel erişiminin sağlanması ve kullanım koşullarının geliştirilmesi üzerine programlar oluştururken diğer yandan da kamu hizmeti yayıncılarına gelişen yeni bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın kullanım ve evrensel erişim olanaklarının geliştirilmesinde tamamlayıcı olma rolü atfetmektedir (Humphreys, 2010). Bu amaçla sunulan sınırlı fonlarla da kamu hizmeti yayıncılığı faaliyetleri, belirli bir denetim ve gözetim altında tutularak desteklenmiştir4. Bu doğrultuda kamu hizmeti yayıncılarına, internete evrensel erişimin sağlanması ve internetin etkin kullanımının eğitim faaliyetleriyle gerçekleştirilmesi gibi ya da çoklu medya ortamında çok seslilik, çok kültürlülük, evrensel erişim, tarafsızlık gibi ilkeler doğrultusunda yayınlar yapılarak Avrupalılık kimliğinin temsil edilmesi ve yaygınlaştırılması gibi hedeflerin gerçekleştirilmesiyle ilgili görevler verilmiştir5. Avrupa Komisyonu’nun 2000 yılı danışma tutanağında belirlediği temel siyasal hedeflerde bu tamamlayıcı rol daha açık bir biçimde Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 161 görülmektedir. Komisyonun dönemin iletişim politikasını şekillendirme amacıyla belirlediği hedefler şöyledir (McQuail, 2003: 199): • Rekabet kuralları, elektronik iletişim pazarının düzenlenmesi sürecinde temel başvuru aracı olmalıdır, • Elektronik iletişim pazarının her ne kadar her hizmet sektörünü içeren bütünlüklü bir alan olarak ele alınması gerekse de, düzenlemelerde sektöre özgü yapılanışlara gidilmelidir, • Düzenleme ve denetlemedeki sınırlayıcı yaptırımlar en alt düzeyde tutulmalıdır, • Evrensel hizmet olanağı korunmalı veya genişletilmelidir, • Üye ülkelerin temel aldığı düzenlemeler, birbirleriyle uyumlu olmalıdır, • Bağımsız ve tarafsız ulusal düzenleyici otoriteler oluşturulmalıdır. Bu ilkeler doğrultusunda hazırlanan gerek e-Avrupa 2002, i2005, i2010, i2020 gibi eylem plan ve programları, gerekse bu programlar çerçevesinde şekillenen Lizbon Stratejisi, Sınırsız Televizyon Direktifi ve direktifin devamı olarak Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi gibi anlaşma, yasa ve düzenlemelerde ise, üzerinde özellikle durulan dört temel amacın olduğu dikkati çekmektedir. Şöyle ki; • AR-GE faaliyetlerine katkı sağlayarak, teknik gelişmelere hız kazandırılması, • Bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanım oranlarının artırılması, • Yeni iletişim teknolojilerinin toplumsal formasyonun her alanında üretimden tüketime, yaygın kullanımının gerçekleştirilmesi. • Avrupa şirketlerinin ulusal ve uluslararası piyasada kendi stratejilerini geliştirmelerini sağlayacak koşulların yaratılması (yine AR-GE faaliyetleri ve çeşitli finansal katkılarla) ve şirket- 162 • iletiim : arat›rmalar› lerin yaşamsal teknolojilerin Avrupa’da geliştirilmesini ve Avrupa ülkelerinin bu teknolojilere hâkim olmaya devam etmelerinin garantilenmesi6. Avrupa Birliği böylece günümüz bilgi ve iletişim teknolojilerini hızla geliştirerek ve bu teknolojilerin üretim, dağıtım ve tüketim alanlarının tümünde etkin kullanım ve erişim olanaklarını sağlayarak, uluslararası düzlemde Avrupa pazarını güçlendirmeyi hedeflemektedir. Bu temel hedef ve programlar doğrultusunda 1989 yılında karara bağlanan Sınırsız Televizyon Direktifi ile Avrupa Birliği’ne üye ve aday ülkelerden sınırların yayınların serbest dolaşımına açılması istenmiş, Avrupa yayınlarına yer verilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Sınırsız Televizyon Direktifi’nin yeni medya teknolojilerini de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmiş versiyonu olarak kabul edilen ve 2007 tarihinde yürürlüğe giren Görsel ve İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi’nde de benzer amaçlar bir kez daha ifade edilmiştir7 (Sümer, 2010: 214). Avrupa Birliği bünyesinde kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya dönemindeki etkinliklerini koruyucu ilk açık yasal düzenleme ise Amsterdam Protokolü ile getirilmektedir. Avrupa Topluluğu’nun Kurucu Antlaşması olan Roma Antlaşması’na 02.10.1997 tarihinde eklenen 32 sayılı bu protokolde8 “her üye devletin inisiyatifinde olan kamu hizmeti yayıncılarının, bu üye ülkelerde ticari rekabeti engellememesi koşuluyla kamu hizmeti yayıncısı kuruluşlara finansal destek sunulabileceği” kararı alınmıştır. Kararda bu finansal desteğin, ”her üye devletin belirlediği, düzenlediği ve organize ettiği kamu hizmeti görev ve yükümlülüklerine bağlı kaldığı sürece devamlılığının sağlanması” yükümlülüğü getirilmektedir. Avrupa Birliği’nin Amsterdam Antlaşmasında verilecek desteğin miktarını ya da verilme koşullarını üye ülkelerin inisiyatifine bırakmış olması, farklı ülke uygulamalarını gündeme getirmiş ve ticari medyanın bir çok itirazına neden olmuştur. Meydana gelen farklı uygulamalar ise ticari medyanın itirazlarına meşru zemin hazırlamıştır (Wards, 2003: 242). Görüşülen davalar büyük oranda kamu hizmeti yayıncıları lehinde sonuçlanmış olmakla birlikte (Humphreys, 2010) kamu hizme- Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 163 ti yayıncılarına sunulan desteğe yönelik çeşitli sınırlamalar da getirilmiştir. Karen Donders ve Caroline Pauwels (298), Amsterdam Protokolü’nün imzalandığı zamandan bu yana Avrupa Birliği’nin, kamu hizmeti yayıncılarına üye ülkelerce sunulan devlet yardımları ile ticari medya sahiplerinin itirazları arasında ve Avrupa Komisyonu ile üye devletlerin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamaları arasında bir uzlaşma sağlamaya çalıştığına değinmektedir. Kamu hizmeti yayıncılarına sunulan desteğin çerçevelenmesi amacıyla Avrupa Birliği, Amsterdam Protokolü’nün hemen ardından 1999 yılında Avrupa Birliği Konsey Kararı ve 2001 yılında Avrupa Komisyon tebliği hazırlayarak kamusal fonların nasıl ayrılacağı ve devlet yardımlarının nasıl gerçekleştirileceği üzerine bir çerçeve oluşturmaya çalışmıştır (Repa vd; 2009). Bu amaç doğrultusunda 2001 yılında hazırlanmış Yayıncılık Tebliği9 ile kamu hizmeti yayıncılarına sunulan destekte orantılılık, hesap verebilirlik (şeffaflık), tarafsızlık gibi ilkelerin gözetilmesi istenmiş, üye ülkelere kamu hizmeti yayıncılarından, hizmetlerinin görev ve kapsamlarını açık bir biçimde belirlemeleri (madde, 45) ve kamu hizmeti yayıncılarının sundukları hizmetlerin ve hizmet taleplerinin bağımsız denetleyici kurumlarca denetlenmeleri istenmiştir (madde, 35). Yasada ayrıca kamu hizmeti yayıncılarının, toplumun demokratik, sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılaması koşuluyla, bu kuruluşların çevrimiçi hizmetler gibi yeni medya hizmetlerinden yararlanabilecekleri belirtilmiş (madde 34) bununla birlikte hangi hizmet ya da içeriğin bu gereksinimi karşıladığı sorusu yanıtsız bırakılmıştır. 2001 Yayıncılık Tebliği’ndeki belirsizlikler sonrasında 2003 yılı Altmark davası ve 2009 yılı Yayıncılık Tebliği ile giderilmeye çalışılmış, bu durum ise yeni bir takım sınırlamaları beraberinde getirmiştir. Altmark Davası10 ile kamu hizmetine ilişkin devlet yardımının verilebilmesi için, bu yardımı talep eden kuruluşun ilgili programının kamu hizmeti yayıncılığı görev ve kapsamının Avrupa Birliği Anlaşması’nın 106 ve 107. Maddelerine11 uygunluğunun açık ve seçik olarak belirlenmesi, bu amaçla bağımsız denetleyici kurumların görüşlerine baş vurulması ve Avrupa Adalet Mahkemelerinin titiz ve dikkatli incele- 164 • iletiim : arat›rmalar› mesi sonucunda böyle bir desteğin sağlanmasına karar verilmiş; 2009 Yayıncılık Tebliği ile de kamu hizmeti yayıncısı kuruluşa mali destekte bulunabilmesi için orantılılık testlerinin uygulanması (madde-55), kapsamlı finans analizlerinin gerçekleştirilmesi (madde-23), üçüncü şahıslardan oluşacak danışma kurullarının görüşlerinin alınması (madde87) gibi yükümlülükler getirilmiştir. Repa ve diğerleri (2009), 2009 Yayıncılık Tebliği’nin, bu tarihe kadarki ticari medya tarafından gerçekleştirilen lobi faaliyetleri ve itirazları çözümlemek ve kamu hizmeti yayıncılarının görev ve sınırlarını çok daha kesin bir biçimde belirleyerek denetim ve kontrolü artırmak amacını taşıdığını belirtmektedir ki getirilen yükümlülükler de bu amacı destekler niteliktedir. Düzenlemede danışmanlık sürecinde üçüncü şahısların kimlerden oluşabileceğine, ticari medya temsilcilerinin danışmanlık sürecinde yer alıp almamasına ya da hangi oranda yer alması gerektiğine ilişkin bir sınırlandırılma getirilmemektedir. Bu durum ticari medyanın görüş ve kararlarının kamu hizmeti yayıncılarının girişimlerinin desteklenmesine yönelik kararlarda aktif bir rol üstlenmesinin yasal zeminini de oluşturmaktadır (Donders ve Raats, 2012: 166). Donders ve Raats (2012: 166), bu kararla, Avrupa Komisyonu’nun üye devletlerde nitelikli bir yönetişimin sağlanmasından çok, özellikle de Avrupa Birliği Rekabet Komisyonu Genel Müdürlüğü’nün çalışma yoğunluğunu azaltma amacını taşıdığına dikkati çekmekte ve bunu da Avrupa Komisyonu’nda üçüncü şahıslara ilişkin gerçekleşen görüşme tutanaklarıyla belgelemektedir. 2009 Tebliği Avrupa Komisyonu’nun yoğunluğunu azaltma çabasının bir ürünü olmasının yanı sıra ticari medyanın çıkarlarının alınan kararlardaki etki düzeyini göstermesi bakımından da önemlidir. Parasal destek sağlanmasının değerlendirme testleri, denetleyici kurulun görüşleri ve ayrıca içinde ticari medya temsilcilerinin de bulunabileceği bağımsız bir danışma kurulunun kararlarına başvurulmasının ardından olanaklı hale gelmesi doğrudan ticari medyanın talep ve beklentileriyle uyumludur ve kamu hizmeti yayıncılarının girişimlerini oldukça zorlayıcıdır. Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 165 Avrupa Komisyonu getirmiş olduğu tüm bu ek düzenlemelerle, ticari medyanın kamu hizmeti yayıncılığı uygulamaları ve bu uygulamalara sunulan devlet desteğine yönelik itirazlarını azaltmayı hedeflemiş olsa da bu hedefin gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Nedenine gelince, öncelikle ticari medyanın kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya pazarlarındaki girişimlerine ve kamu hizmeti yayıncılarına sunulan finansal ve yasal desteğe yönelik itirazları, sunulan bu desteğin kamu hizmeti yayıncılarının görev, yetki ve sorumlulukları ile ne derece orantılı olduğu meselesinden öte, doğrudan kamu hizmeti yayıncılarının varlığı ile ilgilidir (Bardoel, D’Haenens vd., 2008: 342)12. Bu doğrultuda ticari medya sahiplerinin, kamu hizmeti yayıncılarının özellikle yeni medya hizmetleriyle ilgili girişimlerine yönelik olarak gerçekleştirdikleri lobi faaliyetlerinin, anti-propaganda çalışmalarının ve Avrupa Komisyonu’na şikâyetlerinin temel gerekçelerini şunlar oluşturmaktadır13: • Yeni medya piyasasında kamu hizmeti yayıncılığı faaliyetlerine duyulan gereksinim bütünüyle ortadan kalkmıştır. Ticari medya gerek tematik kanallarla gerekse internet hizmetleriyle, kamu hizmeti yayıncılarının çok seslilik, çok kültürlülük, evrensellik gibi ilkelerini zaten karşılamaktadır. • Hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerinin bir sonucu olarak, bu yayınların gerçekleştirilmesinin yüksek mali yatırımlar gerektirmesi, yayın seçeneklerinin artması ve izlerkitlenin bu seçenekler doğrultusunda dağılması gibi etmenler nedeniyle artık kamu hizmeti yayıncılarının kendi temel ilkeleri üzerine kurulu bir yayını gerçekleştirme koşulları kalmamıştır14. Ticari medyanın kamu hizmeti yayıncılarının sundukları hizmete yönelik itirazları bazı temel çelişkileri de barındırmaktadır. Örneğin kamu hizmeti yayıncılığı hizmetlerinin, ticari alanın bütünüyle dışında kalmaları ve böylece haksız rekabete neden olmamaları koşuluyla desteklenmesi gerektiğini savunan ticari medya, başka bir itirazında bu gerekçeyle çelişerek, kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya hizmetlerinde yeterli izlerkitlesinin olmaması ve evrensel erişim görevini 166 • iletiim : arat›rmalar› yerine getirememesi nedeniyle desteklenmesinin anlamsız olduğu gerekçesini öne sürebilmektedir (Moe, 2007). Oysa herhangi bir kamu hizmeti yayınının ticari alanın bütünüyle dışında olması gibi bir durum olası değildir. Nedenine gelince, izleyicinin ilgisini çekebilecek her program türü, ticari medyanın ilgi alanındadır çünkü kendisine yeni pazar olanakları sunmaktadır. Bu durumda ticari medyanın bir kamu hizmeti yayıncısının varlığını kabul edebilmesinin yolu, izleyicisi olmayan ya da oldukça sınırlı düzeyde olan yayınlar yapmasından geçmektedir ki böyle bir durum kamu hizmeti yayıncılarının evrensel erişim ilkesi başta olmak üzere esas almış olduğu çoğulculuk, çok seslilik, nesnellik gibi ilkelerini gerçekleştirme olanağını engelleyici niteliktedir. Çoklu medya ortamında hızla artan kanal seçenekleriyle şekillenen izlerkitlede parçalanmanın sonucu olarak kitlesel sabit bir izlerkitlenin herhangi bir kanal tarafından tutunumunun sağlanması ise olanaklı görünmemektedir. Dolayısıyla kamu hizmeti yayıncısının her yeni girişimi özellikle belli bir izleyici ya da kullanıcı sayısına eriştiğinde, haksız rekabet gerekçesiyle doğrudan dava konusu olabilmektedir (Moe, 2008). Avrupa Birliği ise ticari medya sahiplerinin tüm bu gerekçeler doğrultusunda gerçekleştirdikleri itirazlarını değerlendirirken, bir yandan kamu hizmeti yayıncıları lehinde karara varırken diğer yandan da aynı kararda kamu hizmeti yayıncılarının uygulamalarına ve sunulan devlet desteğinin gerçekleştirilme koşullarına yönelik bir takım sınırlamaların getirilmesine ilişkin koşullar koymaktadır (Michalis, 2009: 185189)15. Avrupa Birliği, bu davalarda aldığı kararların sonucunda getirdiği düzenlemelerle, kamu hizmeti yayıncılarının desteklenme sürecini karmaşık prosedürler ağına hapsetmektedir. Getirilen yeni düzenlemeler ise ticari medyanın kamu hizmeti yayıncılığı faaliyetlerine yönelik itirazlarında bir azalmayı sağlamadığı gibi her yeni düzenleme yeni belirsizlikleri ve farklı ülke uygulamalarını beraberinde getirmektedir. Örneğin kamu hizmeti yayıncılarının sunacakları yeni hizmetlerin kabul edilebilmesi ve desteklenmesi için kamu değer testinin uygulanması şart koşulmakta, bu testlerde ölçülmesi gereken kriterler ise Avrupa Komisyonu tarafından açıkça ifade Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 167 edilmektedir. Buna karşın her ülke kendi özgül dinamikleri içinde bu uygulamaları gerçekleştirmekte, düzenleme içeriğinde farklılık olmasa bile uygulamada farklı örnekler gündeme gelmektedir. Bu farklı pratikler hemen her düzenlemeye ilişkin uygulamada kendini göstermektedir16. Uygulamada meydana gelen bu farklılıkların bir ifadesi olarak, ticari medya çıkarlarına aykırı düşen herhangi bir uygulama ise kolayca itiraz konusu haline dönüşebilmektedir. Getirilen düzenlemelere yönelik ülke pratiklerindeki bu farklılık ve belirsizlikler ise kamu hizmeti yayıncılarının ticari medya karşısında tutunabilme koşulunu zorlaştırmaktadır çünkü dönemin serbest piyasa temelli ekonomi politikası gereği rüzgar ticari medyadan yana esmektedir. Dolayısıyla, her belirsizlik ortamında dümen kolaylıkla ticari medya çıkarları yönüne çevrilebilmektedir. Hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle büyüyen yeni iletişim pazarı ve piyasası göz önünde bulundurulduğunda ise bu karmaşa daha da büyümektedir. İletişim teknolojisinde fiber optik kablonun kullanımının mümkün hale gelmesi ya da genişbant ağ yapısının kullanımı dijital yayın olanaklarını çok daha geliştirmiş ve çoklu medya hizmetlerini piyasa koşullarında mümkün hale getirmiştir. Fiberoptik kabloların kurulumu ise dünya genelinde çoğunlukla kamu hizmeti yayıncıları eliyle oluşturulmakta ve özel şirketlere devredilerek işletimi sağlanmaktadır (Karaçuha, Güngör vd., 2010: 18). Yine ağ yapılarında meydana gelen gelişmeler televizyon ve uydu yayınlarında dijitalizasyon sürecini getirmiş, bu durum ise çoklu medya olarak bilinen farklı iletim türlerinin aynı aygıt üzerinden ya da bir yayın hizmetinin farklı aygıtlar üzerinden sunumunu olanaklı hale getirmiştir. Böylece geleneksel televizyon yayını giderek önemini yitirmiş, dijital karasal televizyon yayını hemen her Avrupa ülkesinde bütünüyle analog yayının yerini almış, internetin sağladığı olanaklar sonucunda IPTV ve IPTV’nin daha gelişmiş bir versiyonu olarak bilinen OTT17 gibi hizmet türleri gelişerek iletişim olgusunun hane yerine birey üzerine yoğunlaşması ve belirlenen sınırlar içinde daha interaktif bir iletişim anlayışının gelişmesi mümkün hale gelmiştir (BTK, 2013: 4). Gelişen bu yeni hizmet alanlarıyla birlikte bir yandan teknolojide ve düzenleyici birimlerde yöndeşme hızla gelişmekte, diğer 168 • iletiim : arat›rmalar› yandan rekabet ağ sahipliği yerine içerik üretimi ve dağıtımı üzerine yoğunlaşmaktadır. Uygar Boynudelik’in (2013) de belirttiği üzere günümüz yeni medya ortamında rekabet etme yöntemlerinde de önemli değişimler meydana gelmiştir18. Geleneksel dönemdeki sert rekabete dayalı, iyi olanın kazandığı Darwinci tutumun yerini daha rasyonel çözümlere gidildiği, tekbaşına büyük medya sahiplerinin değil, ilgili tarafların her birinin kazanç sağladığı çözümlere yönelerek daha karlı sonuçlara ulaşılmıştır. Örneğin; OTT üzerinden yayınlarını gerçekleştiren ve 25 milyon aboneye ulaşan Netflix firması pay TV operatörleri için önemli bir tehdittir. İngiltere’de Virgin Media örneğinde olduğu gibi Pay TV işleticileri ise firmayla rekabete girişmek yerine kendi platformlarında Netflix’e yer vererek kar edinme yoluna başvurmuşlardır (Boynudelik, 2013). Gelişen bu iletişim teknolojileri ile birlikte kullanıcının herhangi bir programı istediği zaman durdurması, başa sarması, kaydetmesi ve internet üzerinden programa anında katılarak yorum bildirmesi olanaklı hale gelmiştir (Çaplı, 2001: 87). İzlerkitlenin iletişim süresince daha aktif ve belirleyici olma koşullarının olması önemli olmakla birlikte, teknoloji determinist bir bakışla bu teknolojiler sayesinde iletişimde tümüyle çoksesli ve kamusal bir iletişimin gerçekleştirilmesinin olanaklı hale geldiğine yönelik bir yorumdan da kaçınmak gerekmektedir. Bugün internet aracılığıyla şekillenen yeni medya hizmetleri aracılığıyla bireylerin kişisel program üretimini, haber paylaşım ve katılım olanakları gelişmiş olmakla birlikte bu olanağın kişi ve hanelerin bu araçlara erişim olanakları ve ağ ve program sahiplerinin inisiyatifi doğrultusunda gerçekleştirdiğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bugün Avrupa’da dijital karasal yayın ya da uydu ve kablo yayını üzerinden, izle ve öde (pay per view), istek üzerine video (video on demand) gibi seçenekler ya da televizyon üzerinden sosyal medyanın kullanımı gibi olanaklar mümkün olmakla birlikte bu olanaklardan yararlanabilmek, gerekli set üstü kutuları ve gerekli aygıt ve donanımları edinmek ile yani yüklü bir mali yatırım sonucunda mümkün olması nedeniyle eşitsiz bir yapılanışı da beraberinde getirmektedir. Dahası tüm bu süreç ticari sermayenin yatırımları ve ege- Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 169 menliğinde şekillenmekte ve dolayısıyla iletişimde kamusal yayıncılık anlayışı giderek etkisini yitirmektedir. Bir yandan izlerkitle bu iletişim aygıtları ile daha aktif bir biçimde rol alırken diğer yandan da bu katılım sürecini ticari medya tarafından kendisine sunulan koşul ve olanaklar eşliğinde eşitsiz bir temelde gerçekleştirebilmektedir. Murdock’ın (2004: 33) da belirttiği gibi, bugün örneğin özellikle genç kesim mobil telefon üzerinden ses, görüntü ve veri alışverişini gerçekleştirebiliyor ve kendi düşüncelerini bir çok platformlarda sunabiliyorken bu kullanımı olanaklı hale getiren hammaddenin sağlanabilmesi adına dünyanın başka bir ülkesi yıllarca savaş ve yokluğa maruz kalabilmektedir19. İnteraktif iletişim ve katılım ise her geçen zamanda giderek daha sınırları belirlenen ve belirli bir denetim etrafında örgütlenen bir alan içinde gerçekleştirilmektedir. Bu alanda kamu hizmeti yayıncılarına oldukça sınırlı bir alan tanınmakta ve bu alanda var olabilmelerinin koşulları çeşitli testler, finans analizleri, danışma kurulu raporları gibi bir çok değerlendirme aşamasından geçerek gerçekleştirilmekte, interaktif iletişim koşulları ise 11 Eylül sonrası getirilen örneğin “Bilgi Farkındalığı Projesi” gibi projelerle giderek daha fazla kontrol ve gözetime maruz kalan bir alan halini almaktadır (Murdock, 2004). Bu bağlamda kamu hizmeti anlayışı gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle birlikte bir yandan kamu hizmeti yayıncılığı anlayışının biraz daha ötesine geçerken, kamu hizmeti yayıncılarına giderek daha az yer tanınması ve bu kamusal hizmet anlayışında ticari sermayenin etkililiğinin giderek daha çok artıyor olması ise kamu hizmeti yayıncılığı olgusunun devamlılığını da sorgulanır hale getirmektedir (Humphreys, 2010). Avrupa’da Kamu Hizmeti Yayıncılarının Direnişi; Neoliberal Politikalara Karşı Kamu Hizmeti Yayıncılığı Stratejileri 1980’lerin sonundan itibaren gerek gelir kaynaklarında gerekse kendisine üretim ilişkileri içinde biçilen konumda önemli gerilemeler yaşamıştır. 170 • iletiim : arat›rmalar› Serbest piyasa ekonomisinin bir sonucu olarak kamu hizmeti yayıncılarına sunulan devlet desteği miktar ve oranlarında da bir çok ülkede kısıtlamalara gidilmiş, devlet desteğinden yararlanma koşulları karmaşık ve yoğun değerlendirme süreçlerine ve prosedürel analizlere tabi kılınmıştır (Moe, 2007). Hızla gelişen dijital platformların gerektirdiği yüklü ağ yatırımları ise kamu hizmeti yayıncılarını bu yeni pazarlarda var olabilme adına farklı gelir edinme seçeneklerini düşünmeye zorlamıştır. Bu zorluklarla baş etmenin yolunu kamu hizmeti yayıncıları çoğunlukla reklam sayısını ve izlerkitleyi artırmak amaçlı popüler yayınlara daha fazla yer vermek, internet üzerinden e-satış gerçekleştirmek, sponsorluklara sıklıkla başvurmak, ticari yayın sahipleriyle belirli hizmetlerde ortaklıklara yönelmek gibi ticari çözümlerde aramak durumunda kalmıştır20. Her ülkenin kendi özgül dinamikleri içinde bu çözümler etkinlik gösterse de ticarileşme yönündeki eğilim Avrupa’nın her ülkesinde gözlenmiştir/gözlenmektedir. Karma gelir yapısına sahip olan (ticari ve devlet yardımını bir arada kullanan) İtalya (% 60 devlet yardımı), Çek Cumhuriyeti (% 70 devlet yardımı) (RTÜK, 2009: 28) gibi kamu hizmeti yayıncıları ise, giderek daha fazla ticari çözümlere baş vurmak zorunda kalmışlardır (Repa, 2009). Bu durum ise bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının piyasalaşma sürecini daha da hızlandırmıştır. Ülkelerin farklı dinamikleri ve çıkarları göz önünde bulundurulduğunda karşımıza önemli bir ayırım noktasının, Avrupa’nın ileri kapitalist ülkeleri olarak tanımlanabilecek İngiltere, Almanya ve Fransa’nın kamu hizmeti yayıncılığına ilişkin politika ve pratikleri ile diğer Avrupa ülkeleri, özellikle de küçük Avrupa ülkeleri arasında şekillendiği dikkati çekmektedir. İngiltere, Almanya ve Fransa Avrupa Birliği düzenlemelerinin ve Avrupa yayıncılık politika ve uygulamasının belirleyici aktörleri olarak karşımıza çıkarken, küçük Avrupa ülkeleri bu politika ve uygulamaların şekillenmesinde daha ikincil bir rol üstlenmektedir. Humphreys (2008: 232) Avrupa Birliği’nin tek bir Avrupa pazarı oluşturma politikasının, aslında özellikle bu büyük Avrupa ülkelerinin ulusaşırı şirketlerine (ölçek ve kapsam ekonomile- Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 171 ri eşliğinde) yeni sömürü alanları oluşturma temel hedefini gerçekleştirme amacına hizmet ettiğine işaret etmektedir. Humphreys, Avrupa reklam lobisi’nin “Avrupalılaşmayı”, üye ülkelerdeki reklama ilişkin düzenlemelerin serbestleştirilmesi olarak gördüklerine dikkati çekmektedir. Avrupa pazarında uluslararası büyük sermayelerin İngiltere (Rupert Murdock), Almanya (Bartelsmann) ve Fransa (Vivendi) kökenli oldukları göz önünde bulundurulduğunda, yayıncılığa ilişkin ulusal sınırlamaların kaldırılması özellikle bu ülkelerin sermaye çevrelerini doğrudan avantajlı bir konuma getirmektedir. Humphreys (2008), Sınırsız Televizyon Direktifinin temelde bu üç ülkenin pazarları göz önünde bulundurularak hazırlandığına işaret etmektedir. İngiltere ise özellikle yayıncılık ve kamu hizmeti yayıncılığına ilişkin benimsediği yayın politikası ve uygulamalarıyla diğer Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncılarından biraz daha farklı bir görünüme sahip olmakta ve getirdiği düzenleme ve uygulamalarla da diğer Avrupa ülkelerinde ve Avrupa Birliği düzenlemelerinde örnek olarak kabul edilmektedir 21 (Humphreys, 2010). İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığının yeni medya hizmetleriyle güçlenen yöndeşmiş iletişim pazarına uyumlanma sürecinin ise dikkatli ve ayrıntılı bir politika belirleme süreciyle gerçekleştiği dikkati çekmektedir (Shin, 2006: 58). Bu politika ikili strateji üzerine kuruludur. Bu stratejide bir yandan British Broadcasting Communication’ın (BBC) kamu hizmeti yayınlarında hızla yeni medya teknolojilerini kullanması ve gelişmiş bilgi ve iletişim teknolojileriyle interaktif iletişim olanaklarını geliştirerek dünyada kamu hizmeti yayıncılığında lider konumuna getirilmesi hedeflenirken diğer yandan da bu amacı gerçekleştirmek için gerekli olan finansal kaynağın, ayrı bir kanaldan ticari yayınlara ve ticari girişimlere başvurularak sağlanması hedeflenmiştir (Moe, 2008: 226). BBC ikili bir strateji geliştirirken yeni medya hizmetlerine yönelik politikasını da şekillendirmiş, interneti henüz yaygınlaşmaya başladığı 1990’larda, kamu hizmeti yayıncılığının üçüncü ayağı olarak kabul 172 • iletiim : arat›rmalar› etmiştir. Çoklu medya hizmetlerinde kamu hizmeti yayıncılarının aktif rol almalarının bir zorunluluk olduğunu da yayın politikasında açıkça ilan eden BBC, bu savunularıyla bir yandan ticari medyanın doğrudan rakibi ve hedefi haline gelirken, diğer Avrupa ülkelerine ise yeni strateji ve uygulamalarıyla örnek teşkil etmiştir. Bu tarihlerde internetin kullanım oranının %26 olması, ticari medyanın BBC’nin internet hizmetleri ile ilgili girişimlerine yönelik birçok itirazda bulunması ve gerçekleştirdiği lobi faaliyetleri, kamuoyu çalışmaları gibi uğraşlarla da bu itirazların etkililiğini artırma çabasını destekleyici bir gerekçe olmuştur22. Yine de bu sınırlı kullanım alanı BBC’nin bbc.co. uk ya da beeb.com gibi sitelerle internet hizmeti sağlamasına engel olamamıştır. BBC esas aldığı bu yayın politikası ile birlikte, dijital karasal yayın da dahil olmak üzere değişen bilgi ve iletişim teknolojilerine yönelik girişimlerde etkin bir rol üstlenerek Avrupa piyasasında sekizinci büyük şirket halini almayı başarmıştır (NORDICOM, 2011). Avrupa Komisyonu’nun 1996 GE’06 zirvesiyle karasal yayında dijitalleşmeye geçme ve analog yayının sonlandırılması kararının ardından İngiltere’de BBC aracılığıyla 1998’de ilk dijital karasal yayın denemesi başlamış ve dijital karasal yayının getirisi olarak bir frekans üzerinden BBC, BBC-1, BBC-2, BBC-3 kanalları üzerinden yayınlarına devam etmiştir (Karaoğlu, 2011: 126). BBC’nin bu yayın faaliyetlerini ticari ve kamu yayını olmak üzere iki koldan yürütebiliyor olması ise hükümetin BBC’nin bu temel strateji ve uygulamasını çoğunlukla destekleyici bir politikayı esas alması ve bu doğrultuda düzenlemeler getirmesi ile mümkün olmuştur. Diğer büyük Avrupa ülkeleri olan Almanya ve Fransa gibi ülkelerde ise kamu hizmeti yayıncılığına yönelik politika ve uygulamaların İngiltere’den biraz daha farklı olduğu görülmektedir. Örneğin ZDF, kendi arşivini kullanarak ve Kinderkanal ve Phoenix gibi yeni tematik kanallar açarak, BBC’nin temel kamu hizmeti yayıncılığı politikasını oluşturan dünya piyasasında lider olmak amacını gerçekleştirmeye çalışmış ancak bunu gerçekleştirebilecek hukuki ve mali desteği bulamamıştır23 (Steemers 1999: 57). Almanya’da hükümet, kamu hizmeti Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 173 yayıncılarına “tamamlayıcılık” rolü vermiştir/vermektedir. Bu tamamlayıcı rol ile şekillenen kamu hizmeti yayıncılarının yaşama koşulları ise giderek daha sınırlı bir alana kaymakta, yeni medya hizmetlerine yönelik etkinlik alanları hızla daralmaktadır. ARD ve ZDF arasında imzalanan 2006 tarihli sözleşme, Almanya’da kamu hizmeti yayıncılarının etkinlik alanlarına yönelik getirilen sınırlamanın açık örneğini gözler önüne sermektedir (Moe, 2010: 211). Sözleşmeye göre her iki kanalda da sponsorluk ya da reklama izin verilmeyecek, yerel reklamlara sınırlı bir düzeyde izin verilecek, internet sitelerinde reklam portalları, arkadaşlık siteleri, seyahat planlama uygulamaları, sohbet odaları gibi hizmet seçeneklerini kapsayan toplam 17 kategoriden oluşmuş bir listenin dışındaki programlara yer verilebilecektir. Bu 17 kategori, Almanya’da kamu değer testlerinde de bir ölçüt olarak kullanılmış, kamu değer testlerinin uygulanma süreci ise İngiltere’ye oranla daha sınırlayıcı bir tutumla gerçekleştirilmiştir (Moe, 2008: 212). Dijital karasal yayına ilk olarak 2000 yılında başlanmış, analog kanal kapama ise ülke genelinde 2008 yılı itibariyle gerçekleştirilmiştir (Karaoğlu 2011: 139). Bununla birlikte Almanya’da uydu sisteminin yaygın ve işler olması nedeniyle beklenen etkiyi olşturamamıştır. Fransa’da kamu hizmeti yayıncılığı uygulamaları söz konusu olduğunda ise ticarileşme yönelimi daha fazla olan bir model karşımıza çıkmaktadır (Humphreys, 2010: 12). Fransa’nın kamu hizmeti yayını olan France 2 ve France 3 kanallarının internet siteleri (france2.fr ve france3.fr), İngiltere’den farklı olarak karma finans yapısına sahiptir ve internet içeriklerinde video paylaşımından sohbet odalarına, arama motorlarından e-ticarete kadar pek çok ticari aktiviteyi karma finans yapısı içinde gerçekleştirmiştir. Ayrıca bu sitenin ve televizyon yayınının gelirleri 2000 yılına kadar % 50 oranında lisans ücretleriyle karşılanırken diğer % 50’si, reklam gelirlerinden elde edilmiştir (Michalis ve Hills, 2000). 2000’li yılların sonlarında da reklam ve ticari girişimler devam ederken kamu televizyonu gelirlerinin üçte ikisi kamu fonlarından aktarılan finansmanla sağlanmıştır (RTÜK, 2009: 42). Fransa’da 174 • iletiim : arat›rmalar› kamu hizmeti yayıncılarının üyelik ücretlerini oldukça sınırlı tutmaları, gelir kaynaklarını artırma amacıyla ticari çözümlere başvurmalarında etkili olmuştur. Kamu hizmeti yayıncılarının bir yandan devlet desteği alırken diğer yandan ticari gelirlere başvurması ise ticari medyanın yoğun itirazlarına neden olmuştur24. Fransız hükümeti ve dolayısıyla kamu hizmeti yayıncıları, ticarileşme yönelimlerini 2008’de kabul ederek, İngiltere’nin ikili modelini uygulamanın daha uygun bir yöntem olacağı açıklamasında bulunmuş ve politikalarını bu doğrultuda şekillendirme eğilimine yönelmiştir (Humphreys, 2010: 16). Dijital medya girişimleri söz konusu olduğunda ise, Fransa’da dijital karasal yayına geçiş adına çalışmalar 2005 yılı itibariyle yaygınlık göstermiş, Analog yayının tümüyle kapatılarak bütünüyle dijitale geçiş için ise 2016 yılı hedef olarak belirlenmiştir (Karaoğlu, 2011). IPTV uygulamalarına gelindiğinde Fransa’da IPTV ya da OTT gibi genişbant ağ üzerinden yayının oldukça yaygın olduğu görülmektedir (BTK, 2013: 28). IPTV ve OTT hizmetlerinin ticari sermayenin elinde gelişmesi ve yaygınlaşması kamu hizmeti yayıncılığının geleceği açısından önemli sorunları da getirmektedir. Bu sorunlardan biri ve belki de en önemlisi artık kamu hizmeti yayınlarına gereksinimin kalmadığı üzerine şekillenmektedir. Abonelerin kendi program içeriklerini üretebilmeleri, interaktif iletişimi istedikleri yer ve zamandan istedikleri düzeyde gerçekleştirebilmeleri ve makul ücretlerle OTT üzerinden veri ses ve görüntü edinebiliyor olmaları, kamu hizmeti yayımcılarının işlevlerinin bu platformlarda ve diğer çoklu medya araçlarında halihazırda gerçekleştirildiği iddiasını güçlendirmektedir. Kamu hizmeti yayıncılarının gelir kaynakları olarak ticari çözümlere başvurmak durumunda olmaları ise, ticari medyanın günümüzde kamu hizmeti yayıncılığına duyulan gereksinimin artık bütünüyle ortadan kalktığına ilişkin iddiasını dayandırdığı bir dayanak olmaktadır. Avrupa’nın ileri kapitalist ülkeleri bu iddiaları daha makul çözümler üreterek karşılarken küçük Avrupa ülkeleri için benzer şeyleri söylemek oldukça zor görünmektedir. Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 175 Avrupa’nın ileri kapitalist ülkelerinde kamu hizmeti yayıncılarının girişimlerinde ticarileşme eğilimi artarken, orta ve küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncıları ise bütünüyle ticarileşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Yeni liberal dönemin esas alınan serbest piyasa anlayışının sonucu olarak hemen her Avrupa ülkesinde, devlet sübvansiyonlarının sınırlandırılması, bu sınırlandırma uygulamalarının da Avrupa Birliği ve üye ülkelerin yasal düzenlemeleri aracılığıyla güvence altına alınması, kamu hizmeti yayıncılarının gerekli mali yatırım olanaklarını sağlayabilmek adına ticari girişimlerde bulunma eğilimlerini güçlendirmiştir25. Uygulanan deregülasyon politikalarının yanı sıra, sermayenin uluslararası dolaşımının sağlanması beraberinde, ölçek ve kapsam ekonomilerinden yararlanarak avantajlı konuma gelen gelişmiş kapitalist ülkelerin ticari yayıncılarının diğer ülkelerde avantajlı konumda yer almalarına neden olmaktadır. Bu avantajlı konum, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin pazarlarında da söz konusudur. Özellikle Sınırsız Televizyon Direktifi ile somut adımı atılmış olan Avrupa ülkelerinin sınırlarının sermayeye açılması kararı, daha küçük pazarlara sahip olan Avrupa ülkelerinin rekabet edebilme olanaklarını daha da zorlaştırmıştır (Leurdijk, 2006). Devlet yardımlarının sınırlandırılması, ulusal sınırların sermayeye açılması, rekabet koşullarının her durumda ve koşulda öncelik haline gelmesi uygulamaları içinde küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncıları, yeni medya ortamında var olabilmek adına, ticari çözümlere gelişmiş kapitalist ülkelerin kamu hizmeti yayın kuruluşlarına nazaran, çok daha fazla oranda başvurmak durumunda kalmışlardır (Iosifidis, 2007). Yayıncılık sektöründe orta ölçekli pazar paylarına sahip olan Hollanda, Norveç gibi ülkelerin kamu hizmeti yayıncılığı uygulama ve politikalarının sınırları henüz tam olarak belirlenmemiş olmakla birlikte bu ülkelerde de ticarileşme yönünde hızlı bir değişim kendini göstermektedir (Bardoel ve d’Haenens, 2008: 338). Hollanda’da örneğin devlet, 2006 yılına kadar kamu hizmeti yayıncılığı hizmet ve girişimlerine önemli bir destek sağlarken özellikle bu tarihten itibaren büyük oranda bütçe kesintilerine başvurulmuş, 2009 Yayıncılık Tebliği’nin yeni yaptırımlarının ardından da kamu değer testi, üçüncü şahısların danışmanlığı gibi bir takım uygulamala- 176 • iletiim : arat›rmalar› ra gidilmeye başlanmıştır. Norveç ve Finlandiya’da da benzer bir eğilim kendini göstermiştir (Donders ve Raatz, 2012: 168) . Hollanda’da kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya hizmetleri karma gelir yapısı üzerinden gerçekleşmektedir. Kamu hizmeti yayıncıları bu gelirlerini, çevrimiçi program rehberleri, ödemeli TV, mobil hizmetler ya da e-ticaret gibi çeşitli ticari girişimlerden edinmiş, son yıllara kadar da bu etkinliklerini önemli yasal sınırlamalara maruz kalmadan gerçekleştirmişlerdir (RTÜK, 2009: 34). Bu durum ise Hollanda kamu hizmeti yayıncılarını, ticari medyanın yoğun itiraz ve baskısıyla mücadele etmek zorunda bırakmıştır. Bu itirazların bir ürünü olan 2009 Tebliği ile birlikte Avrupa Birliği’nin finansman sağlanması sürecinde üçüncü şahısların görüşlerine başvurulması talebi 2010 yılı itibariyle uygulanmaya başlanmış, üçüncü şahıs olarak nitelendirilen belirli çıkar gruplarının görüşleri ve kamu değer testleri ile düzenlenen kamu hizmeti yayıncıları ise ticarileşme yönelimine daha çok kaymaya başlamıştır (Donders ve Raats, 2012: 169). Küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncıları ise bu süreçte çok daha fazla zorlukla baş etmek durumunda kalmıştır. Bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncıları giderek azalan gelir kaynaklarını giderebilmek adına ticari kaynaklara yönelirken, bu kaynaklarda gelir elde etme koşulları da, uluslararası sermaye ile rekabet etmek durumunda kalması nedeniyle neredeyse bütünüyle tükenmiştir (Iosifidis, 2007). Sınırların uluslararası yayınların dolaşımına açılması bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarını sadece Avrupa’nın büyük medya devleriyle değil, ileri kapitalist ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarıyla da rekabet etmesi noktasına getirmiştir. Kamu hizmeti yayıncılarının böyle bir rekabeti gerçekleştirebilecek mali kaynağı sağlamakta çoğu zaman yetersiz kalması ya da gerekli siyasal destekten yoksun olmaları özellikle küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncısı kuruluşunun piyasa koşullarına bütünüyle yenik düşmesine neden olmuştur (Iosifidis, 2007: 67). Bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncıları, ticari medya ve BBC gibi büyük kamu hizmeti yayınlarıyla rekabet edebilmek ve reklam oranını Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 177 artırabilmek adına daha popüler programlara başvurmaya çalışmıştır, bu programlar için gerekli finansal yatırımı gerçekleştirememesinin sonucu olarak da ucuz ve düşük kaliteli programlara daha fazla yer vermek durumunda kalmıştır (Jakubowics, 2004: 62) Ticari medya ve büyük kamu hizmeti yayıncıları ile rekabet edebilmek adına 24 saat yayın yapmak durumunda kalması, dijitale geçiş süreciyle birlikte dijital karasal yayını gerçekleştirmek yükümlülüğünde olması ve bu geçiş sürecinde analog ve dijital yayını birlikte sürdürmek durumunda kalmasının yanı sıra tüm bu yapılanmalar için gerekli finansal kaynağı ticari girişimlerle dahi karşılayamıyor olması gibi zorunluluklar ise bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının piyasa koşulları içinde yok olması tehlikesini artırmıştır. Iosifidis (2007: 212), bu bağlamda Yunanistan ve Portekiz’in, izlerkitlesini en çok kaybeden ülkeler arasında olduğunu belirtmektedir. Yeni Zellanda’da ise kamu hizmeti yayıncısı TVNZ, neredeyse bütünüyle ticarileşmiş durumdadır. Bardoel ve d’Haenens (2008: 345), Avrupa’da kurumsal sınırları aşma noktasında Yeni Zelanda dışında hiçbir ülkenin bu kadar ileri bir adımı atmaya cesaret edemediğini belirtmekte, özellikle 2004 yılında Television New Zeland’ın (TVNZ), % 74 oranında reklamlarla finanse edilmesinin bir başlangıç olduğuna işaret etmektedir. Doğu Avrupa ülkelerinin ise yeni medya hizmetlerine uyumlanma süreçleri çok daha sıkıntılıdır. Jakubowicz (2004: 55), bu ülkelerde öncelikle komünist dönemin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının değiştirilmesi çabasına yönelinildiğine, bu değişim çabasının ise zorlu bir biçimde geliştiğine işaret etmektedir. Jakubowicz (2004: 56), Doğu Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya ortamına uyumlanma sürecinin farklılıklar gösterdiğini belirtmektedir. Örneğin Romanya beklenmedik bir hızla bu uyumlanma sürecine girerken, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya’da uyumlanma çalışmaları daha yavaş ve düzenli bir biçimde gerçekleşmektedir (Jakubowicz, 2004:57). 178 • iletiim : arat›rmalar› Bununla birlikte tüm Doğu Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayıncıları, Batı Avrupa ülkelerine kıyasla çok daha büyük zorlukları aşmak zorunda kalmışlardır. Bu ülkeler yeni medya döneminin temel politikaları doğrultusunda kendilerini uyumlama politikaları belirlemeden önce Komünizm sonrası kapitalizmin ekonomik, siyasal ve kültürel modelini yeniden yapılandırmak zorunda kalmışlardır. Rekabet yasasına dayalı sistemdeki hazırlıksız durumları ise bu ülkelerin, gelişmiş kapitalist ülkelerin medya sermayelerine daha fazla imtiyazlı davranmaları sonucunu doğurmuştur (Iosifidis, 2012: 8). Doğu Avrupa ülkelerinin düzenleyici otoriteleri ise çoğunlukla devlete bağlı olarak işlev görmekte veya denetlemeye ilişkin kurallarda yasal düzenlemeler doğrudan belirleyici olmaktadır (RTÜK: 74-75). Küçük Avrupa ülkelerinin kamu hizmeti yayınlarının düzenlenmesi de yine Avrupa Birliği yükümlülüklerine uygun biçimde çoğunlukla bağımsız denetleyici otoriteler aracılığıyla gerçekleştirilmekte ve kamu değeri testi birçok ülkede uygulanmaktadır. Bu doğrultuda örneğin Avrupa’da 2001 Tebliği’nin ardından Makedonya’da Yayıncılık Faaliyeti Kanunu kabul edilmiş, kanun uyarınca 2007-2012 yıllarına ilişkin faaliyet raporu hazırlanması ve bu raporda kamu hizmeti yayıncılarının görevlerine ilişkin stratejik faaliyetlerin belirlenmesine karar verilmiştir (RTÜK, 2009: 84). 2007’de Portekiz Televizyon Kanunu, kamu hizmeti yayıncılığının finansmanını yeni medya hizmetleri ve teknoloji tarafsızlığı ilkeleri doğrultusunda yeniden tanımlamış (RTÜK, 2009: 85), Belçika’nın Flaman bölgesinde kamu hizmeti yayıncılarının hizmetlerinin kamu hizmeti amaçlarına ne derece uyulduğunun belirlenmesi ve yeni hizmet başvurularının incelenmesi için bir değerlendirme kurulu oluşturulması ve bu kurula üçüncü şahısların dahil edilmesi kararlaştırılmıştır (Donders ve Raats, 2012: 172). Tüm bu yeniden yapılanmanın ise Avrupa Birliği’nin ticari medya ve serbest piyasa yönelimli eğilimleri ile şekillenen düzenlemeler doğrultusunda gerçekleştirildiği görülmektedir. Dahası, küçük Avrupa ülkeleri, sınırlı finansman sıkıntısıyla halihazırda uğraşmak ve çözüm adına da hızla ticarileşme eğilimine gitmek durumunda kalırken, bu finansmanın sağlanmasına yönelik kamu değeri testleri, teknolojide tarafsızlık ölçütleri, popüler programların kamu hizmeti yayını çerçe- Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 179 vesinin dışında tutulması gibi kararlar, bu ülkelerin kamu hizmeti yayınlarını, kamu hizmeti yayıncılığının temel ilkeleri doğrultusunda devam ettirebilme olasılığını giderek azaltmakta ve dolayısıyla bu ülkelerin kamu hizmeti yayıncılığı anlayışının geleceğini çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya bırakmaktadır. Sonuç Ticari medyanın yatırımları öncülüğünde hızla büyüyen iletişim piyasasında Avrupa’da iletişim politikası ve kamu hizmeti yayıncılığı anlayışı, güçlü bir Avrupa pazarı oluşturma amacının iletişim sektöründeki ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişen iletişim piyasasında güçlü bir Avrupa birliği oluşturma hedefi Avrupa Birliği’nin bu dönemdeki iletişim politikalarını belirlerken, kamu hizmeti yayıncılığı ilke ve politikaları da bu temel amacı destekleyici araç ve unsurlarla yeniden yapılanmaktadır. İletişim piyasasında bir yandan uydu, kablo ve karasal yayında dijitalleşme süreci hızla ilerlerken ve internet tabanlı iletişim sistemleri yeni pazarlarıyla hızla gelişirken kamu hizmeti yayıncılarının bu alanlarda var olabilme koşulları da giderek daha sorunlu bir hal almaktadır. Kamu hizmeti yayıncılarına sunulan devlet desteğinin, dönemin serbest piyasa temelli ekonomi politikası gereği kısıtlamaya gidilmesi, izlerkitlede yaşanan parçalanma kamu hizmeti yayıncılarının bu alanlarda kendi ilkesel değerlerini koruyarak yer alabilmelerini daha sorunlu hale getirmiştir. Kamu hizmeti yayıncıları bir yandan yeni bilgi ve iletişim teknolojileriyle gelişen pazarlara yatırım yapabilme adına ticari çözümlere başvururken, diğer yandan da ticari medyanın artan itiraz ve lobi faaliyetleri karşısında kendi meşruiyetini kanıtlamak durumunda kalmaktadır. İzlerkitlede sürekli düşüş, ticarileşmeye yönelim, siyasal erk tarafından sunulan mali desteğe ilişkin getirilen bir dizi prosedürel engel ve zorluklar kamu hizmeti yayıncılarının meşruiyet krizini aşmalarının önemli engellerini oluştururken, Avrupa Birliği’nin iletişim sektöründe güçlü ve tek bir Avrupa pazarı oluşturma hedefinin kültürel ayağını oluşturması ve böylece çok seslilik, çok kültürlülük, tarafsızlık, evrensellik, gibi “Avrupalılık” anlayışıyla da 180 • iletiim : arat›rmalar› bir tutulan değerleri savunan bir yayının uluslararası platformlardaki varlığı desteklenmeye devam edilmekte, ayrıca ticari sermayenin iletişim sektöründe hızla büyümesi ve üretimin her alanında ticari sermayenin öncesi görülmemiş ölçüdeki yoğunlaşması kamu hizmeti yayıncılarının bir denge unsuru olarak desteklenmeye devam edilmesinin zeminini hazırlamaktadır. Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 181 Kaynakça Adaklı, Gülseren (2006). Türkiye’de Medya Endüstrisinin Dönüşümü: Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri. Ankara: Ütopya Yayınevi. Adaklı, Gülseren (2010). “Neoliberalizm ve Medya: Dünyada ve Türkiye’de Medya Endüstrisinin Dönüşümü.” Mülkiye Dergisi 269 (24): 67-85. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü Medya Bölümü (2006). Public Service Media in the Information Society. Nissen, C.S. (der.). Brüksel: European Council. Bardoel, J. ve D’Haenens, L. (2008). “Reinventing Public Service Broadcasting In Europe: Prospects, Promises And Problems” Media Culture Society 30 (3): 337-355. Başaran, F. (2005). “Enformasyon Hizmetlerine Erişim: Avrupa Birliği ve Türkiye.” Avrupa Birliği ve Türkiye’de İletişim Politikaları: Pazarın Düzenlenmesi, Erişim ve Çeşitlilik. (der.) Mine Gencel Bek ve Deirdre Kevin. Ankara: A.Ü. Basımevi. Boynudelik, U. (2014). “Netflix: Challenge Accepted.” http://www. uygarboynudelik.com/2013/03/07/netflix-challange-accepted/, Erişim tarihi, 25.12.2014. BTK (2013). IPTV Hizmetlerine İlişkin UluslararasI Uygulamalar ve Türkiye İçin Öneriler. Ankara: BTK. Burgelman, J. C. (1986). “The Future Of Public Service Broadcasting: A Case Study For A New Communications Policy.” European Journal of Communication 1 (2): 173-201. Çaplı, B. (2001). “Yayıncılığın Sayısallaşması – Belirsizlikler.” Medya Politikaları: Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının Dinamikleri. (der.) D. Beybin Kejanlıoğlıoğlu, Sevilay Çelenk ve Gülseren Adaklı. Ankara: İmge Kitabevi. Donders, K. ve Pauwels, C. (2008). “Does EU Policy Challenge the Digital Future of Public Service Broadcasting?” Convergence 14 (3): 295-311. Donders, K. and Raats T. (2012). “Analaysing National Practices after European State Aid Control: Are Multi-Stakeholder Negotiations Benefical for Public Service Broadcasting?” Media,Culture and Society 34 (2): 162. 182 • iletiim : arat›rmalar› Geray, H. (2003). İletişim ve Teknoloji; Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları. Ankara: Ütopya. Geray, H. (2005). “Telekomünikasyonun Ekonomisi.” İletişim Ağlarının Ekonomisi; Telekomünikasyon, Kitle İletişimi, Yazılım ve İnternet. (der.) Haluk Geray ve Funda Başaran. Ankara: Siyasal Yayınları. Humphreys, P. (2008), “EU Audiovual Policy, Cultural Diversity and the Future of Public Service Broadcasting.” Mediating Europe. Jackie Harrison ve Bridgette Wessels (der.) London: Berghahn Books. Humphreys, P. (2010). “Redifining Public Service Media: A Comparative Study Of France, Germany And The UK.” UK Economic and Social Research Council. http://ripeat.org/wp-content/uploads/2010/03/ Humphreys_P.pdf. Erişim tarihi: 07.06.2012. Iosifidis, P. (2007). “Public Television in Small EU Member States: Challenges and Strategies.” International Journal of Media and Cultural Politics 3 (1): 65-87. Iosifidis, P. (2012). “Mapping Digital Media: Digital Television, the Public Interest and European Regulation.” http://www. opensocietyfoundations.org. Erişim tarihi: 27.02.2012. Jakubowics, J.K. (2004). “Introduction of PSB as Part of Media System Change in Central and Eastern Europe.” European Journal of Communication 19 (1): 53-74. Karaoğlu, M. (2011). “Dünyada ve Türkye’de Sayısal Karasal TV Yayıncılığı (DVB-T&DVB-T2).” RTÜK Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi. Ankara. Latzer, M. (2009). “Convergence Revisited: Toward a Modified Pattern of Communications Governance.” Convergence 15(4): 411-426. Leurdijk, A. (2006). “Public Service Broadcasting Dilemma’s and Regulation in a Converging Media Landscape.” RIPE Conference bildirisi. November-2006. McQuail, D. ve Cuilenburg, J.V. (2003). “Media Policy Paradigm Shifts: Towards a New Communications Policy Paradigm.” European Journal of Communication 18 (2): 181-206. Michalis M. ve Hills J. (2000). “The Internet: A Challenge to Public Service Broadcasting.” International Communication Gazette 62(6): 477-493. Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 183 Michalis, M. (2009). “Is The Publıc Interest Under Threat? Publıc Servıce Broadcastıng, Market Faılure And New Technologıes: The Vıew From The European Unıon.” Studies in Communication and Colture 1 (2): 85-201. Michalis, M. (2012). “Balancing Public and Private Interests in Online Media: The Case of BBC Digital Curriculum.” Media, Culture & Society 34 (8): 944 – 960. Moe, H. (2007). Commercial Services, Enclosure and Legitimacy: Comparing Contexts and Strategies for PSM Funding and Developmet. Göteburg: Nordicom. Moe, H. (2008). “Public Service Media Online? Regulating Public Broadcasters’ Internet Services – Comparative Analysis.” Television & New Media 9 (3): 220-238. Moe, H. (2010). “Governing Public Service Broadcasting: ‘Public Value Tests’ in Different National Contexts.” Communication, Culture & Critque 3 (2): 207-223. Murdock, G. ve Golding P. (2001). “Ortak Pazarlar: Birleşik Krallık ve Avrupa’da Şirket Hırsları ve İletişim Eğilimleri.” Praksis Dergisi 4 (güz): 314-331. Murdock, G. (2004). “Building the Digital Commons: Public Broadcasting in the Age of the Internet.” The 2004 Spry Memorial Lecture. Montreal University. Repa, L. vd. (2009). “The Broadcasting Communication.” EU Competition Policy Newsletter 3: 10-16. RTÜK (2009). Avrupa’da Kamu Hizmeti Yayıncılığı Raporu. Ankara: RTÜK. SARI, A. (2012). “Türkiye’de ve Dünyada IPTV Uygulamaları.” RTÜK Yayınlanmamış Uzmnalık Tezi. Ankara. Shin, D-H. (2006). “Convergence of Telecommunications, Media and Information Technology, and Implications for Regulations.” Info 8 (1): 42-56. Steemers, J. (1999). “Between Culture And Commerse; The Problem Of Redefining Public Service Broadcasting For The Digital Age.” European Consortium for Political Research Workshop ‘Regulating Communications in the Multimedia Age. Düzenleyiciler: Peter Humphreys and Thierry Vedel. Mannheim: Germany. 184 • iletiim : arat›rmalar› Sümer, B. (2010). The Impact of Europeanisation on Policy-Making in Turkey: Controversies, Uncertaineries and Misfits in Broadcasting Policy (19992009). Ankara: A.Ü. Yayınları. Sümer, B. (2014). “Avrupa Birliği’nde Kamu Hizmeti Yayıncılığının Finansmanına İlişkin Politika Gündemi: Amsterdam Protokolü ve Etkileri.” Kültür ve İletişim Derigisi 17 (1): 9 – 39. Şen, A. (2010). “Avrupa Birliği’nde Bilgi Toplumu Politikalarının Evrimi.” Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elektronik Dergisi 4(2): 24–34. Wards, D. (2003). “State Aid or Band Aid? An Evaluation of the European Commission’s Aproach to Public Service Broadcasting.” Media Culture and Society 25(2): 233-250. Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 185 Sonnotlar 1 Bu dönemde esas alınmış olan kamu hizmeti ve kamu hizmeti yayıncılığı politika ve yaklaşımları konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız Geray (2003); Sümer (2010); Adaklı (2010); Iosifidis (2007); McQuail ve Cuilenberg (2003); Burgelman (1986). 2 Bakınız https://docs.google.com/file/d/0B2vWhkwcw_lMZDA4Y2U0NGYtM2I 3 Bakınız https://ec.europa.eu/digital-agenda/sites/digital-agenda/files/conver- 4 Kamu hizmeti yayıncılarına sunulan sınırlı destek ve bu desteğin koşullarına iliş- 2Ny00NTczLTg4YTUtZDIyZDYxMGJjYmFm/edit?hl=en gence_green_paper_en_0.pdf kin ayrıntılı bilgi için bakınız Michalis (2012); Latzer (2009); Moe (2010); Geray (2005); Sümer (2010). 5 Bu görevler özellikle 2005 yılı ve sonrasında hazırlanan eylem planlarında açıkça 6 Bu ilke aynı zamanda Bangemann Raporu’nda da açık bir biçimde ifade edilmişti. belirtilmektedir. Ayrıca bakınız Şen (2010). Raporun orijinal metni için bakınız file:///Users/apple/Downloads/CORDIS_ news_2730_en.pdf . Ayrıca bakınız Geray (2003: 129). 7 Görsel ve İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi’nin Sınırsız Televizyon Direktifi’nden temel farklılığını, doğrusal hizmet (linear Services) ve doğrusal olmayan hizmet (non-linear services) ayırımına gidilmesi oluşturmaktadır. Doğrusal hizmet olarak tanımlanan geleneksel karasal yayıncılık formunda (izleyicinin talebi dışında olması gerekçesiyle) kontrol ve denetimin daha katı olması istenirken, doğrusal olmayan hizmette (izleyici tercihlerinin daha etkin olması gerekçesiyle) daha esnek bir düzenleme rejimine tabi olması ilkesi getirilmektedir. 8 Bakınız http://eurlex.europa.eu/en/treaties/dat/11997D/htm/11997D. 9 Tebliğin orjinal metni için bakınız http://ec.europa.eu/competition/state_aid/ 10 Dava doğrudan kamu hizmeti yayıncılığı ile ilgili olmamakla birlikte, kamu hiz- html#0109010012 legislation/broadcasting_communication_en.pdf metlerine sunulan desteğin ölçütlerini belirlemesi nedeniyle kamu hizmeti yayıncılığı politikasını da doğrudan etkilemektedir. Dava Almanya Federal hükümetinin Altmark’ta otobüs işletmelerinin banliyö ve bölgelerde tarifeli hizmet sunma- larının desteklenmesine ticari işletmelerin itirazı üzerine açılmıştır (Donders ve Pauwels, 2008: 299). Dava sürecini ve davaya ilişkin alınan kararları ayrıntılı incelemek için bakınız http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ. do?uri=CELEX:62000J0280:EN:HTML 186 • iletiim : arat›rmalar› 11 Avrupa Birliği’nin 106. Maddesinde bir veya birden fazla şirketin pazara egemen olması (tekelleşme) yasaklanmakta, 107. Maddesinde de kamu hizmetine sağlanan devlet desteğinin, bu yardımın sağlandığı kamu hizmetinin ortak pazar stratejisine yarar sağlaması ve piyasadaki rekabete zarar vermemesi koşulu getirilmektedir. 12 Ayrıntılı bilgi için bakınız Bardoel ve d’Haenens vd. (2008). 13 Ayrıntılı bilgi için bakınız Michalis (2009); Michalis (2012); Ward (2003); Donders 14 Avrupa Konseyi Medya Birimi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü, 2006 yılında ve Raats (2012); Geray (2005). hazırladığı raporda, ticari medya tarafından, günümüz çok seçenekli ortamında artık kamu hizmeti yayıncılığına ve bu yayıncılığın desteklenmesine gereksinimin ortadan kalktığının savunulduğuna dikkati çekmektedir (Avrupa Konseyi, 2006: 26-42). Ayrıntılı bilgi için ayrıca bakınız Bardoel ve d’Haenens (2008); Adaklı (2010); Sümer (2010: 205); RTÜK (Rapor, 2009). 15 2003 yılı Altmark Davası, Kinderkanal davası (Moe, 2008), BBC Dijital müfredatına açılan dava (Michalis, 2012: 944).(görüşülen önemli dava örneklerindendir) Davalar kamu hizmeti yayıncıları lehinde sonuçlanmış olsa da, kamu hizmeti yayıncılarına belirli sınırlamalar da getirilmiştir. Örneğin; Altmark Davası’nda alınan karar gereği, gerekli devlet desteğine ihtiyaç duyulup duyulmadığının saptanması için bir faaliyet analizinin çıkarılması istenmiş, 2001 ve 2009 Tebliğleri ile de bu karar Avrupa Birliği’nin tüm Avrupa ülkelerine getirilen bir yaptırım haline dönüşmüştür (Moe, 2008). 16 Getirilen bu düzenlemelerde bir takım belirsizliklerin olması da doğal karşılanmalıdır çünkü her ülke kendi özgül dinamikleri içinde dönüşümlerini gerçekleştirmektedir. Bu farklı dinamiklerin ortak çıkarlar etrafında birleşimi olan Avrupa Birliğinin ise tam da bu nedenle, her ülkede aynı uygulamaların gerçekleşmesini sağlayabilecek bir düzenlemeye başvurması olası değildir. 17 Avrupa’da bugün IPTV kullanım oranı %37 iken OTT’nin yüklü yatırımları gerek- tirmeden program üretimi ve farklı hizmet türlerine erişimi mümkün kılması son dönemde OTT’nin Avrupa genelinde daha tercih edilir bir alan olmasını sağlamıştır (BTK, 2013). 18 Boynudelik bu değerlendirmesini Türkiye’deki yansımasını da göz önünde bulun- durarak kendi web sitesinde ayrıntılı olarak tartışmaktadır. Bakınız Boynudelik (2013), http://www.uygarboynudelik.com/2013/03/07/netflix-challange-accepted/ 19 Mobil telefonda örneğin, şarj depolamanın sağlanabilmesinde en etkin malzemesi tantal elementidir ve bu madde de dünyanın oldukça sınırlı bölgelerinde bulunmaktadır. Tantal elementinin yoğunlukla bulunduğu ülke Kongo Demokratik Yalçın • AB’de Neoliberal İletişim Politikaları Kıskacında Kamu Hizmeti Yayıncılığı • 187 Cumhuriyeti’dir. Kongo’ya bakıldığında ise karşımıza, 1999’dan beri binlerce insanın öldürüldüğü neredeyse çeyrek milyon insanın göç ederek evsiz kaldığı bir iç savaşla karşı karşıya kalan bir ülke çıkmaktadır (Murdock, 2004: 23). Murdock, Birleşmiş Milletler’in ülkedeki sivil savaş üzerine yaptığı incelemesinde savaşın, yabancı çıkar çevreleri tarafından büyük oranda, kotlan gibi sınırlı doğal ham maddeleri sağlama karşılığında, askeri gereçler vererek savaşı el altından destekledikleri sonucuna vardıklarını belirtmektedir (2004: 23). 20 Sürece ilişkin ayrıntılı bilgi için bakınız Moe (2008); Donders ve Raatz (2012); Murdock (2004); Bardoel ve d’Haenens (2008); Iosifidis (2007); Geray (2005); Sümer (2014); Adaklı (2006). 21 Örneğin bağımsız düzenleyici birimlerde entegrasyonun sağlanması (OFCOM çatısı altında birleştirilmesi) ve kamu hizmeti yayıncılığının görev ve uygulamalarının yeni hizmetlere yönelik başvuru öncesinde teste tabi tutulması gibi uygulamaları Avrupa Birliği’nin üye ülkelerden bağımsız düzenleyici otoriteleri oluşturmaları ya da kamu değer testi uygulamalarını gerçekleştirmeleri talebi ve düzenlemelerinde örnek teşkil etmiştir (Moe, 2010: 211). 22 Örneğin, İngiliz Yayıncıları Birliği, BBC’nin internetin kamu hizmeti yayıncılığının üçüncü kolu olduğu açıklamasını sorgulamış ve bu yönde lobi faaliyetleri gerçekleştirmiştir (Michalis, 2009). Benzer şekilde, BBC’nin dijital müfredat programı yoğun lobi faaliyetlerinin ardından kapanmıştır (Michalis, 2012: 36). 23 Almanya tematik kanal girişiminde ya da diğer yeni medya hizmetlerinde İngiltere’ye kıyasla hükümetin sınırlı desteğini alarak gerçekleştirebilmiş olmasının yanı sıra, ticari sermayenin de itirazlarıyla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Kinderkanal girişimi, ticari medyanın haksız rekabete neden olduğu iddiası ile 1999’da Avrupa Adalet divanında görüşülmüş, dava kamu hizmeti gereksinimini karşılaması ve kamu görevlerine uygun olması nedeniyle Avrupa Topluluğu anlaşmasının 86/2 maddesi uyarınca uygun bulunmuştur (Donders ve Raats, 2012: 300-301) 24 TF1’in 1999’da Fransız kamu hizmeti yayıncılarına açtığı dava, 2003 yılında TF1’in France 2 ve France 3’ün açtığı dava, yine 2005 yılında TF1’in bu kanalların bütçesine yönelik açtığı dava örnek olarak gösterilebilir (Donders ve Pauwels, 2008: 300-301). 25 Bu bilgi yeni medya döneminin analiz edildiği hemen her araştırmada ortak bir kabul olarak sunulmaktadır. Yine de ayrıntılı bir analiz için Michalis ve Hills (2000)0; Murdock ve Golding (2001); Moe (2008); Humphreys (2008) gibi kaynaklar incelenebilir. 188 • iletiim : arat›rmalar› 189 Etkinlik Değerlendirmesi Gülsüm Depeli İnançta ve Toplumsal Yaşamda Alevilikte Kadın: Eşitlik sorgusundan kimlik tartışmalarına 11–12 Aralık 2014 Ankara Üniversitesi ATAUM Konferans Salonu Cebeci Alevilik son yıllarda politik bağlamda sık konu edilmeye başlandı. Bunun bir sebebi Alevilerin yaşadığı, hesabı verilmemiş katliam belleğinin hep taze kalması elbette. Diğer bir neden ise mevcut iktidarın Aleviler üzerinde sürdürdüğü sistemli tanımlama ve Sünnileştirme yönünde dönüştürme politikalarının yarattığı tartışmalar. Güncel tartışmalarla birlikte Alevilik üniversite bünyesinde de konuya dönüştü; akademisyenler ve demokratik kitle örgütlerinden aktivistler bu defa Alevilik üzerine bir konferansta bir araya geldiler. 11–12 Aralık 2014 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi ATAUM Salonunda gerçekleşen “İnançta ve Toplumsal Yaşamda Alevilikte Kadın” başlıklı konferans bir ilk olma özelliği taşıyordu. Çünkü bu akademik buluşma, konunun politik düzlemde sık gündeme getirilen ama yine de pek görünür olmayan önemli bir parçasını odağına alıyor, Alevilik ve toplumsal cinsiyet eşitliği meselesini tartışmaya açıyordu. Konferans, Alevi kadınların Sünni İslamın kadınlık deneyimi ile karşılaştırıldığında daha özgür olduğuna dönük yaygın ön kabulü iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 189-195 190 • iletiim : arat›rmalar› etraflıca tartışma ihtiyacından hareket etti. Gerçekten de öyle miydi? Konuşmacılar iki gün süren etkinlik boyunca, bu söylemin tarihselliğini ve anlamını, tarafsız ve eleştirel bir bakışla serimlemeye çalıştı. Aktarılan bilgi ve deneyimler, değerlendirmenin söz konusu önkabulü doğrulamak veya yanlışlamak gibi iki kutupta asılı kalamayacağını gösterdi. Peki, Aleviler ile ilgili neredeyse mottolaşmış bu ön kabul nasıl doğmuştu? Politik olarak ne söylemekteydi, ne vaat etmekteydi ve/ya neyi örtmekteydi? Alevi toplumunun toplumsal cinsiyet bağlamında daha eşitlikçi olduğuna dönük söylem esasen göç sonrası, kentte bir “fark kategorisi” olmayı deneyimleyen Aleviler tarafından üretildi. Bu söylem, bir yanıyla İslami ideolojiye karşı bir politik kendilik konumlaması ve tanımlaması yapma çabasından kaynaklanıyordu. Nitekim Konferans Organizasyon Komitesi Başkanı Bedriye Poyraz’ın da ifade ettiği gibi, konferansın da konusuna dönüşen “eşitlik” sorusu aslında göçü yaşamamış birkaç kuşak öncesinin kadınlarının, annelerimizin sorusu değildi. Ayfer Karakaya-Stump ise söylemin dinamiklerini analiz ederken, konuyu tarihsel bir durak noktasını özellikle işaretleyerek düşünmemiz gerektiğini vurguladı: "Kadın-erkek eşitliği esasen Feminist devrimle ortaya çıkmış modern bir vurgudur, dolayısıyla, Alevilik inancı üzerinden tartışmaya koyulduğumuz toplumsal cinsiyet eşitliği meselesini değerlendirirken bunu aklımızda tutmalıyız" dedi. Karakaya-Stump’a göre gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta ise şuydu: "Şüphesiz Aleviler bağımsız bir ada değildi. Onlar da Anadolu coğrafyasında ve hatta daha geniş bir coğrafi ölçekle Akdeniz havzasında belirleyici olan ataerkil sistem içinde biçimlenmişti. Aslında kadının Alevi toplumundaki konumuna dönük, politik bir özsavunma ve kendilik kurgusu içinde üretilmiş olan bu söylem, aynı anda hem doğrulanabilir ve hem de yanlışlanabilirdi. Şu halde, konu basit bir hipotez ölçme mantığı ile değerlendirilecek bir şey değildi. Soru derinleştirilmeliydi." Depeli • Etkinlik Değerlendirmesi • 191 Alevilerin tam da kadın-erkek eşitliği bağlamında İslam çemberinin dışına itildiğini vurgulayan Karakaya-Stump, Alevi toplumu ile ilgili ötekileştirici saldırıların “Ana bacı tanımaz”, “mum söndü yapar”, “gusül abdesti almaz” gibi ifadelerle, özellikle cinsellik üzerinden kurulduğuna ve kadını hedef aldığına dikkat çekti. Çünkü cinsellik, bununla koşut olarak törensel etkinliklerde kadının ve erkeğin mesafesi, bütün inanç sistemleri ve törensel pratikler için baş edilmesi gereken temel meseleydi. Alevilik ise cinsellik gerilimini “aseksüelleştirme” ile çözüyor, böylece tanrı huzurunda cinselliğinden arınıp safi “can”a dönüşen kadın ve erkek, ibadette dahi yan yana durabiliyordu. Diğer bir deyişle Alevilik, inanç düzeyinde ve törene katılım düzeyinde kadını ve erkeği eşitlenmiş kılıyordu. İbrahim Bahadır, bildirisinde Aleviliğin inanç metinlerinden hareketle, Fatma Bacı, Kadıncık Ana, Hüsniye Bacı, gibi kadınların etkin rolünü hatırlattı, Alevilikte inanç düzleminde kadın ve erkeğin eşit olduğunu vurguladı. Aleviliğin teolojisine/kozmolojisine dönük tartışmalarda bu değerlendirme Ali Yaman ve Caner Işık tarafından da paylaşıldı. Öte yandan, dini/teolojik metinlerle toplumsal pratikler arasında bir koşutluk aramak elbette pek gerçekçi olmayacaktı. Diğer bir deyişle, inanç düzleminde görülen eşitliğin toplumsal yaşamda görülmemesi mümkündü. Bunu örneklemek ise kadın akademisyenlere düştü. Nimet Okan ve Gülfer Akkaya bildirilerinde toplumsal ve politik yaşamda, kadın ile erkek arasındaki eşitsizlik üzerinde durdular. İlkay Kara ise bildirisinde, 1960’ların ikinci yarısından itibaren sola eşlik eden ozanlar dönemini hatırlattı, dönemin önemli kadın ozanlarından Şah Turna’yı konu aldı. Politik mücadeleden dolayı 80’li yıllarda vatandaşlıktan atılan Şah Turna, hem kadın olarak ve hem de Alevi olarak dikkatlerden kaçmış önemli bir kişiydi. Şah Turna örneği üzerinden Alevi toplumunda kadın ozan olmanın olanağını sorgulayan Kara’nın bildirisi, özellikle sol-sosyalist mücadele ile Alevi toplumun arasındaki irtibatı göstermek açısından da önemli oldu. Buna ek olarak Fatmagül Berktay, 1970’lerde hapishanelerdeki sosyalist mahkumların, Pir Sultan Abdal’ın “Açılın kapılar şaha gidelim” türküsünü söyleyerek direndiklerini hatırlattı. 192 • iletiim : arat›rmalar› Eser Köker ise bildirisine konuya yaklaşmak açısından verimli ve önemli bir optik değişim yaparak başladı; konferans başlığında merkeze kurulan Aleviliği, bildirisinde yavaşça kenara itti ve Alevilikteki şifacı kadınlık deneyimini odağa aldı. Fatma Ana’nın şifa veren eli ile bugün hala yaşayan bir Ana olan Zöhre Ana’nın şifa dağıtıcılığı arasında tarihsel bir köprü kuran Köker, yeşil bir kumaş parçasının tılsımını anlattı. Görünen odur ki, Alevilik inancının pagan unsurlarını yineleyen, uygulayan, aktaran, sürdüren ve taşıyanlar kadınlardı. Alevi kadınlar özgüllüğünde aktardığı bu örnek ile birlikte Köker bizlere, tarih boyunca kadınlar toplumsal yaşamdan dışlanırken, aslında dışlananın ne denli büyük ve güçlü bir dişil potansiyel olduğunu gösterdi. Akademik tartışma ve paylaşımı sadece Alevilik ve kadın bağlamıyla sınırlamayan bildirilerle birlikte konferansın konular yelpazesi de genişledi. Aleviliğin teolojisi ve kozmolojisi, dinlerde inanç ve cinsellik ilişkisi, Alevilikte toplumsal cinsiyet eşitliği, Alevi ibadet ve törenlerinde kadınların katılımı gibi konular yanında, başka toplumsal konu başlıkları da ele alındı. Alevi kadınların gündelik yaşam pratikleri, Alevilik inancı ile bağları, politik yaşama katılımları, özgürlük ve aktivizm deneyimleri ve Alevi kimliği ile ilişkilenmelerine dönük anlatılar, bunların yanında, katliamlar ve Dersim Katliamı ve Alevi medyası ve benzeri konularla birlikte konferansın hem çerçevesi hem de perspektifi genişlemiş oldu. Halise Karaaslan Şanlı Alevi medyasını inceledi ve Aleviliğin bellek ve tören iletişiminin boyutlarını, yeni bir akademik soru ve çalışma alanı olarak önerdi. Fazilet Ahu Özmen CHP’li kadınlar örneğinde Alevi kadınların siyasal kimliğini alan verileriyle tartışmaya açtı. Kelime Ata ise bildirisinde Alevi örgütlerinde kadın sayısının oldukça az olduğuna dikkat çekti ve bunun sebeplerini sorguladı. Aylin Demir, Alevi kadınlar ile ilgili “geleneksel” bağlamda öne çıkarılan eşitlik ve özgürlük söyleminin aslında Alevi kadınlığın sınırlarını çizdiğini ifade etti. Bu bir tür denetim ve baskı pratiğini de akla getiriyordu. Demir’e göre Alevi kadınların deneyimleri, dahası bu deneyimin kimlik siyaseti ile bağlantısı yeni ve verimli bir muğlaklık alanı olarak önümüzde duruyor, daha derinlikli çalışmayı hak ediyor. Bu “muğlaklık” vurgusu aslında Alevilik ile ilgili tartışmaların geneline yayılmış durumda; ken- Depeli • Etkinlik Değerlendirmesi • 193 disini kimi zaman gerilim alanları, kimi zaman ise paradoksal olarak ortaya çıkan “hem…hem” cümleleri ile gösteriyor. Nitekim daha önce de belirtildiği gibi, Alevi toplumunda kadınların daha eşit olduğu ön kabulü bağlamında Alevi kadınların deneyimi iki bilgiyi birden üretiyor: Alevi toplumunda kadınlar hem daha eşittir, hem de değildir. Karakaya-Stump’a göre bu muğlaklıklar konuya ilişkin çalışmaların kestirme sonuçlarla yetinmekten imtina edilerek derinleştirilmesi gerektiğinin en açık göstergesi olarak görülmeli. Alevilik sadece hesabı verilmemiş değil, daha da acısı, hesabı dahi tutulmamış olan katliamlar belleği ile biçimlenmiştir. Bu nedenle, konferans kimliğe eklenen bu travmatik bileşeni elbette unutmadı, özellikle Dersim Tertelesi ile ilgili bildiriler programda yer buldu. Sema Aslan ve Aksu Bora yasın tutulamamasının ve uzamasının, bellek, hatırlayış ve unutuş adına ne anlama geldiğini Dersim Katliamı üzerinden anlattılar. Kadınlar sadece Aleviliğin inanç ve öğretisini, inançtaki pagan bileşenlerini aktarmıyordu. Yası aktaran ve travmayı dindiren de kadınlardı. Bu doğrultuda Aslan bildirisinde oğluna yas tutmayı öğretme kararından ve iyileşebilmek için bunun öneminden söz etti. Özlem Şahin Güngör ise Konferans’a Dersim Katliamı sırasında ve sonrasında Batı Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürgün edilen kadınların sürgünlük anlatılarını taşıdı. Yusuf Aslan Dersim katliamında kadınlara yönelen şiddete dikkat çekti; savaşta, kırım ve katliamlarda kadın bedeninin ayrıca ve özellikle hedefe dönüştüğünü vurguladı. Kadınların Tertele’de hedefe dönüşme halini Bedriye Poyraz, Dersim ile ilgili rapor, tutanak ve gazete yazılarındaki içeriklerin peşine düşerek detaylandırdı. “Tunceli isyanı niçin ve nasıl çıktı?” sorusu ile ilgili bu belgeler, aklı zorlayan ve savaşların eril bileşenini kristalize eden nedenler öne sürüyordu. Devlette şiddetini kurumlaştırmış eril, militarist bakış katliamı fantezi ve semtompatik bir gözle okuyor, tutanaklarda adeta Tertele’nin asıl nedeni “şeytan”, “güzel”, “iffetsiz” Kızılbaş kadını, demeye getiriyordu. İnanç düzleminde kadın erkek eşitliğini içeren Alevilik’in, toplumsal yaşamda bu eşitliği hangi durumlarda yürüttüğünü ve hangi durumlarda kulak ardı ettiğini ise Süha Ünsal aktardı. Ünsal, Zeynep Ceren Eren ile birlikte Tahtacı Alevileri üzerinden yürüttükleri araştır- 194 • iletiim : arat›rmalar› madan hareketle, konuşmasında kimlik ve sınıfın irtibatını, görünümünü sunan betimsel bilgiler sundu, eşitlik söyleminin kırılganlığına dikkat çekti. 13 yaşında olup 10 kiloluk testereyi “ekmek bıçağı gibi kullanan” genç bir Tahtacı kadın örneğinde, kadınların emekte önde, ev içi emekte ise en önde olduğunu söyledi. Ne var ki aynı kadınlar eğitim önceliği konusunda tartışmasızca en arkaya itilmekteydiler. Tarih boyunca daima protest/muhalif olmuş Alevi toplumu, gerek inanç ve kültürel yaşam pratikleri, gerek etnik köken, gerekse yerel dinamikler bağlamında kendi içinde de farklılaşıyor. Bu heterojeniteyle birlikte, Alevilik ile kimlik siyasetinin nasıl irtibatlandığına dönük sorular daha katmanlı bir hal alıyor. Ali Murat Irat’a göre özellikle kimlik siyasetinin hegemonik bir niteliğe büründüğü ve Sünnileşmenin ideolojik bir yörüngeye dönüşmeye başladığı günümüzde, Aleviler kendilerini tanımlarken ürettikleri içerikler konusunda her zamankinden daha dikkatli olmak durumundalar. Kentlerdeki bazı cem törenlerinde artık kadınlarla erkeklerin ayrı oturduğunu, hatta ayrı giriş kapılarını kullandıklarını dikkate alırsak, Alevilerin göstermesi gereken dikkatin kadınlar konusundaki söylemleri konusunda da çok önemli olduğu ortadadır. Yeri gelmişken, kimlik siyasetinin sınırlarına ve hükümetin kimlik stratejilerinin örtük motivasyonlarına da dikkat çeken konferans için şu özellikle söylenmeli: Konferans Alevilik ve kimlik siyaseti ilişkisini bir sabit ve/ya bir olumlama olarak kurmadı, tam tersine sorgulanarak aşılacak bir eşik olarak araştırmaya yöneldi. Bu doğrultuda Fatmagül Berktay, kimlik siyasetinin sınırlarını ve güncel problemlerini, sadece Alevilik bağlamında değil, genel anlamda da dile getirdi. Berktay konuşmasında, özellikle kimlik ve fark siyasetinin politik açıdan parçalayıcı dili ile birlikte aşınan ve hatta neredeyse itibarsızlaşan bir kavramı da hatırlattı: “İnanç özgürlüğü” söylemine sıkışmak yerine “laikliğin” anlamının hatırlanması gerektiğini vurguladı. Ona göre Alevilerin açık bir eğilim gösterdiği laiklik, “inanç/kimlik özgürlüğü” söyleminden daha fazla olarak insanlara “verili aidiyetlerinden/kimliklerinden de bağımsızlaşabilme/özgürleşebilme olanağı” da sunabilecek kapasitede. Berktay, mevcut Türkiye konjongtüründe toplumsal muhafazakarlaşmanın duraklatılmasında Alevilerin bugün hala gayet etkin ve pek göze görünmese de güçlü bir direniş göster- Depeli • Etkinlik Değerlendirmesi • 195 mekte olduğunu ifade etti, bunun hafife alınmaması gerektiğini söyledi. Buna ek olarak, Alevilikte inanç düzeyinde kadın erkek eşitliğinin var olması bir potansiyel olarak itinayla kaydedilmeli, dedi. Bunu, gündelik yaşamın demokratizasyonu ve sekülerleşmesi bağlamında heba edilmemesi gereken bir bilgi ve deneyim olarak kaydetti. Sadece toplumsal cinsiyet eşitliğini değil, kimliğe ve sınıfa doğru genişleyen zengin bir konular yelpazesini içeren Konferans’ın sonuç değerlendirmesinde son sözler elbette tekrar kadınlara ayrıldı. İnancı, teoloji ve din tartışmaları ile kapalı ve opak bir hale büründürme isteğinin genellikle erkeklerden geldiği rahat gözlenebilir bir olguydu; nitekim bu Alevilik çalışmalarında da değişmiyordu. Bilinmelidir ki, inancın kurallarını sormaya başlamak, onları kurmayı da beraberinde getirir. Bu doğrultuda Alevilik çalışan erkekler genellikle inanç boyutuna dikkat yöneltip, üstten bir din dili kurmaya heves eder görünmekteler. Kadınlar ise bu tehlikeli suların iktidar tuzaklarını fark ederler; kendi deneyimleri ile inancın söyledikleri arasındaki gerilimi dikkatli tanımlarlar, gerilim aşmanın değil özgürleşme sahasını genişletmenin peşine düşerler. Alevilik inancının pagan bileşenlerinin taşıyıcısı Alevi kadınlar, dinselleşmeye ve Sünni ehlileştirmesine karşı tarih boyunca asıl direnenler olmuştur. Onların mücadelesi Alevi toplumu içinde dahi görünmez kılınmış olsa da tarih bu gerçeği değiştiremez. Aleviliğin Türkiye’de kadının özgürleşmesine dönük ufuk açıcı deneyimleri ve anlatıları vardır. Ali Murat Irat “Aleviler kendilerini tanımlarken ürettikleri içeriklerin neye yol açtığı konusunda pek de dikkat etmiyorlar, ki dikkat etmeliler” derken bu dikkatin şüphesiz kadınlarla ilgili aktarılan “eşitlik söylemi” konusunda da gösterilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu şöyle yorumlanmalı: Gencinden yaşlısına, örgütlüsünden örgütsüzüne, kentte yaşayandan kırda yaşayanına, fabrikadan üniversiteye, bütün Alevi kadınların hikayeleri anlatılmalı; direnişleri birikmeli. Alevi kadınlarla ilgili cümleleri erkekler kurmamalı; illa cümle kuracaklarsa da, önce kadınlara kulak vermeli, kadınlardan öğrenerek yol almalılar. 196 • iletiim : arat›rmalar› 197 Etkinlik Değerlendirmesi Can Irmak Özinanır Ersin Tek Marksizm 2014 İstanbul’da 16-20 Nisan tarihleri arasında Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nin ev sahipliğinde düzenlenen Marksizm toplantıları 1992’den bu yana her yıl yapılıyor. Toplantı dizisinin bu yılki ana başlığı “Antikapitalist, Özgürlükçü, Kitlesel Bir Sol İçin Devrimci Fikirler” olarak belirlenmişti. Festivalin çağrı metninde Gezi Parkı direnişinden, Yunanistan’daki grev hareketlerine, Suriye’de El Kaide ve Beşşar Esad’a direnenlerden, Hamburg’da Rote Flora bölgesini savunanlara kadar sıradan insanların siyaset yapma kanallarının altı çiziliyor, küresel mücadelenin derslerini hep birlikte tartışmaya çağrı yapılıyordu. Etkinlikte Türkiye’deki Gezi Direnişi, yolsuzluk, kentsel dönüşüm, Kürt sorunu, Ermeni soykırımıyla yüzleşme, 1964 Rum Sürgünü gibi başlıklar kitlesel özgürlükçü bir solun nasıl inşa edileceği sorusuyla beraber ele alınırken, dünyanın pek çok yerindeki direnişler ve Arap Baharı olarak adlandırılan ayaklanma süreçleri, neoliberalizm ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlar üzerine de canlı tartışmalar yaşandı. Güncel sorunların yanı sıra, Marksist teoriye ilişkin de toplantılar yapıldı. Marksizm 2014 akademik bir etkinlik değildi. Etkinlikte farklı kampanyalarda çalışan, ortak veya farklı gösterilerin örgütlenmesinde çalışan aktivistlerin yanı sıra, akademisyenler ve yazarların da konuşiletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 197-205 198 • iletiim : arat›rmalar› tuğu etkinlik her yönden doyurucu oldu. Etkinliğin en çok ilgi çeken konuşmacıları arasında ise Britanyalı iki Marksist akademisyen olan Terry Eagleton ve Alex Callinicos bulunuyordu. Burada temel olarak bu iki yazarın konuşmalarına odaklanılacak, diğer toplantılar hakkında ise kısa aktarımlar yapılacaktır. Kültür Savaşları ve Din Terry Eagleton aslen bir edebiyat teorisyeni ve eleştirmeni, edebiyat üzerine eserlerinin yanı sıra, ideoloji ve Marksizm üzerine yazdığı kitaplar da hem Türkiye’de hem de dünyada çok okunanlar arasında. Lancaster University’de, National University of Ireland’da ve The University of Notre Damme’da kültürel teori ve İngiliz edebiyatı üzerine dersler veriyor. Eagleton aynı zamanda din üzerine Cristopher Hitchens ve Richard Dawkins gibi isimlerle yaptığı polemiklerle de tanınıyor. Terry Eagleton’un kitaplarındaki eğlenceli üslubu konuşmasına da hâkim. Marksizm 2014’te yaptığı konuşmanın tüm ağırlığına rağmen sık sık dinleyicileri güldürdü. Eagleton’un sunmak için çağırıldığı başlık “Karl Marx’ın Devrim ve Özgürlük Perspektifi” idi. Ancak Eagleton, Marx hakkında konuşmaktansa kapitalizm ve fundamentalizm hakkında konuşmayı tercih ettiğini söyleyerek, Culture and The Death of God (Kültür ve Tanrının Ölümü) isimli yeni kitabının ana teması üzerine bir konuşma yaptı. Kitabının en temel argümanlarından birinin ateizmin toplumsal olarak başarılmasının zorluğu olduğunu belirten Eagleton, bütün bir medeniyetin ateist olmasının olağandışı bir şey olacağını söyledi. Batı’da siyasi düzenin ahlaka, ahlakın ise dine dayandığı düşünüldüğünün altını çizen Eagleton, Batı’da 19. yüzyılın ortasından itibaren Tanrı’nın ölmeye başlamasıyla Batı’daki egemenler için bir krizin ortaya çıktığını ve Tanrı yerine aynı işlevi görecek başka bir şeyin arayışına girdiklerini öne sürdü. Eagleton, Batı modernizminin tarihinin Tanrı’nın yerine geçirmeye çalışıp da becerilemeyen alternatiflerin tarihi olarak bile okunabileceğini vurguladı. Eagleton’un konuşmasında en dikkat Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 199 çeken noktalardan biri dinin insanlığın bugüne kadar şahit olduğu en kapsamlı ve başarılı simgesel sistem olduğunu söylemesiydi. Eagleton, dini en uzun süreli ve en başarılı popüler kültür biçimi olarak tanımladı ve bu başarının evrensel, insanların duygulanımlarıyla ve hisleriyle ilgili, dayanıklı bir sistem ve en önemlisi kendini milyarlarca sıradan insanı gündelik davranışlarını da içerecek biçimde birbirine bağlayabiliyor olmasından kaynaklandığını söyledi. Eagleton’a göre hiçbir seküler sistem henüz bunu başarabilmiş değildi. Batıdaki orta sınıf toplumlarının dini ortadan kaldırma çabasının postmodern kültür ile ilk defa başarıya ulaştığını hatta postmodernizmin gerçek anlamda ilk ateist medeniyet olduğunu savunan Eagleton, bunu postmodernizmin metafizik olan hiçbir şeye nostalji duymaması, mutlak temeller ve garantilere ihtiyaç duymaması, tarih-sonrası, metafizik-sonrası ve teoloji-sonrası olması ile açıkladı. Eagleton’a göre tam büyük anlatıların terk edildiği, Batı’nın kendini ideolojik olarak meşrulaştıracak araçlardan yoksun kaldığı bir anda 11 Eylül’de İkiz Kuleler’e çarpan uçaklarla yeni bir büyük anlatı başladı ve Batı, mutlakçı, metafizik, teolojik bir düşmanla karşı karşıya kaldı. Eagleton, bunun sonucu olarak dünyada “çok az inananlar” ve “çok inananlar” arasında bir çatışma ortaya çıktığını, arada ise “normal insanların” kaldığını söyleyerek, çatışan iki kampın sürekli olarak birbirini güçlendirdiğini belirtti. Eagleton’a göre, Batı tam Tanrı’dan kurtulduğunu düşünürken, Tanrı bir intikam duygusuyla yeniden gündeme oturdu. Ancak bu Tanrı öncekinden farklı olarak beyaz ve sömürgeci medeniyetin tanrısı değil, öfkeli ve koyu derili bir Tanrı’ydı. Eagleton, “Tanrının ölümü” konusundaki tartışmanın bu durumdan kaynaklandığını düşündüğünü söyledi. Eagleton’ın tartışmaya ilişkin tezlerinden biri de, 1980’lerde terk edilen Aydınlanma düşüncesinin 2000’lerde Richard Dawkins ve Cristopher Hitchens gibi isimlerle beraber daha agresif olarak yeniden ve daha farklı bir biçimde ortaya çıktığıydı. Eagleton ayrıca postmodernizm ile fundamentalizm arasında bir benzerlik olduğuna da işaret ederek, ikisinin de çok farklı biçimlerde olsa da kültüralizmin biçimleri olduklarını ve her ikisinin de kültürün gündelik yaşamdaki rolünü abarttıklarını söyledi. Yaşadığımız dönemde iki büyük değişikliğe şahitlik ettiğimizi savunan Eagleton, bunlar- 200 • iletiim : arat›rmalar› dan birinin üniversitenin bir eleştiri merkezi olmaktan çıkması, diğerinin ise kültürün artık uzlaşmanın değil, çatışmanın bir parçası hâline gelmesi olduğunu belirtti. 21. Yüzyılda Sol Hareketler ve Antikapitalist Alternatif King’s College London’da Avrupa Çalışmaları alanında ders vermeye devam eden, Socialist Workers Party (SWP) merkez komite üyesi ve International Socialism dergisi editörü Alex Callinicos, etkinlikteki ilk toplantısında antikapitalist solun önündeki fırsatları ve olasılıkları değerlendirdi. 2007'de patlak veren küresel ekonomik krizin hala devam ettiğine ve bu ekonomik krize siyasi bir krizin de eşlik ettiğine işaret eden Callinicos, dünyada genel bir eğilim olarak ana akım sistem partilerinin desteğinin düştüğünü ifade etti. Callinicos, bu durumun temel nedeninin; siyasi, ekonomik ve medya seçkinlerinin hem fikir olduğu neo-liberal politikalar ile neo-liberalizmin etkilerini derinden yaşayan kitleler arasındaki mesafenin artmasından kaynaklandığını belirtti. Bu durumun bir sonucu olarak, çoğu batı ülkesinde seçimlere katılımın düştüğünü ve kimi zaman Yunanistan’da olduğu gibi siyasi arenada önemli değişiklikler olduğunu ifade ederek, Yunan kapitalizminin iki ana partisinden biri olan sosyal demokrat PASOK’un kemer sıkma politikalarına verdiği desteğin sonucunda oyların düşüşüne ve yerini antikapitalist solda yer alan SYRIZA’ya bırakmasına vurgu yaptı. Callinicos’a göre antikapitalist solun Yunanistan’daki başarısı yalnız değil, örneğin Almanya’da Die Linke artık yerleşik bir parti ve yaklaşık 50 milletvekili var. Ne var ki, bu siyasi krizden tek faydalanan antikapitalist sol da değil, Macaristan seçimleri ve yaklaşan Avrupa Parlamentsu seçimlerinde aşırı sağ da yükselişte. Bu durumda, solun kimi zaman sahte bir teselli içinde olduğunu düşünen Callinicos, solun kimi kesimlerinin “Kapitalizme karşı çok büyük ve kitlesel hareketlerimiz varken, siyasi partilere kimin ihtiyacı var ki?” sorusunu sorduğunu ve bu sorunun yanıtının Mısır’da gelişen hareketin son bir kaç yılına bakarak öğrenebileceğini ifade etti. Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 201 Mısır’da devrimin önde gelen aktivistlerinin büyük bir kısmının seçimlerin dışında kalmayı tercih ettiğini ve bunun sonucunda Müslüman Kardeşler hareketinin devrimin yarattığı dalga üzerinden iktidara geldikten sonra devrime ihanet ettiğini ifade eden Callinicos, sol denen kimi partilerin ise Müslüman kardeşleri deviren darbeyi savunarak aslında benzer bir tutum sergilediğini belirti. Türkiye’de de Gezi ve seçim ilişkisini bu sürece örnek veren Callinicos, kapitalizmin devrilmesinin bir devrimle gerçekleşeceğine inandığını ancak bunun parlamenter süreçlere müdahale edilmemesi gerektiği anlamına gelmediğini ifade etti. Callinos’a göre, antikapitalist solun siyasi sesinin eksiksikliğinin temel nedeni, ekonomik düzeydeki sınıf mücadelesi siyasi krizin gerektirdiği düzeye ulaşamamış olması. Diğer bir deyişle işçi hareketi “saldırı” değil, “direniş” düzeyinde kaldığı için soldaki çeşitli görüşlerin pratikte sınanması ve eyleme geçirilmesi de zorluklarla karşılaşıyor. Bu noktada Callinicos, “hareket yeterlidir” diyenleri eleştirirken, kendi yaklaşımının da pratikte uygulanmış ve başarılı olmuş bir yaklaşım olmadığını vurgulayarak, sınıf mücadelesinin düzeyinin yükselişiyle kolektif çözümlerden bahsedilebileceğini ve örnek olarak Yunanistan’da SYRIZA’nın böyle bir atmosferde bir siyasi alternatif olabildiğine işaret etti. SYRIZA’nın ortaya çıkışının sınıf mücadelesinin yükselişiyle gerçekleştiğini ancak SYRIZA’nın da gittikçe merkeze yaklaştığını ifade eden Callinicos, antikapitalist solun önünde ikili bir görev olduğunu; ilkinin Leninist temelde devrimci partiler inşa etmeye devam etmek, ikincisinin ise farklı gelenekten gelen çeşitli insanların parçası olacağı daha geniş çerçevede ama ilkeli bir birliktelik geliştirmek olduğunu belirtti. Bu iki görevin de antikapitalist solun tarihsel sorumluluğu olduğunu ifade eden Callinicos; sözlerini, kitlelerin ihtiyacı olan ve anaakım partiler dışında bir seçenek olabilecek bir alternatifin yaratılmasının antikapitalist sol için en önemli çaba olduğunu ifade ederek bitirdi. “1914-2014 Savaş, Kriz ve Devrimler Yüzyılı” Alex Callinicos, “1914-2014: Savaş, Kriz ve Devrimler Yüzyılı” başlıklı konuşmasına Aralık ayında hayatını kaybeden DSİP Kurucu Genel Başkanı Doğan Tarkan’ı anarak başladı. 2014 yılı ile 1914 yılı 202 • iletiim : arat›rmalar› arasındaki benzerlikleri vurgulamak istediğini söyleyen Callinicos, egemen sınıflar ve onların teorisyenleri için küreselleşmenin ne kadar yeni ve önemli olduğunu söylemenin bir moda hâline geldiğini, bunun ise onların ne kadar öngörüsüz olduklarını gösterdiğini belirtti. Rosa Luxemburg’un I. Dünya Savaşı’nın başlamasından önce kapitalizmin kaçınılmaz olarak uluslararası bir sistem olduğunu ve başlıca kapitalist ülkelerin nasıl bir dünya sistemi çerçevesinden birbirlerine bağlı olduğunu yazdığını hatırlatan Calllinicos, bu dönemde temel olarak İngiltere’de ortaya çıkan endüstriyel kapitalizmin dünya sistemi ile entegre olmaya başladığını vurguladı. Callinicos, 1914’te bu entegre kapitalizmin içindeki büyük ülkelerin birbirleriyle savaşmaya başladığını söyledi. Callinicos, İngiltere’de I. Dünya Savaşı hakkındaki genel fikrin savaşın milyonlarca insanı sebepsiz yere ölüme yollayan saçma bir şey olduğu yönünde olduğunu vurgulayarak, bugün iktidarda olan Tory Partisi’nin (Muhafazakar Parti) bu algıyı değiştirmeye çalıştığını, I. Dünya Savaşı’nı Almanya saldırganlığına karşı demokrasi için bir savaş olarak gösterdiğini anlattı. Bu dönemde İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya göre çok daha savaşa meyilli olduklarının tarih araştırmaları tarafından ortaya konduğunu savunan Callinicos, bu araştırmaların ortaya koyduğu gerçeğin zaten o dönemde Marksist emperyalizm kuramını geliştiren Vladimir Lenin ve Nikolay Buharin tarafından söylenen şeyler olduğunu vurguladı. Bu isimlerin emperyalizmi kapitalizmin belirli bir aşaması olarak gördüğünü, Lenin’in ünlü broşürünün isminin Emperyalizm: Kapitalizmin En Son Aşaması olduğunu söyleyen Callinicos, bu broşürün isminin Lenin’in ölümünden sonra Kapitalizmin En Yüksek Aşaması olarak değiştirildiğini vurguladı. Callinicos’a göre bu düşünürler emperyalizmin, Marx’ın sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi eğilimi dediği şeyin bir sonucu olarak tanımlamışlardır. Yani şirketler arasındaki rekabet, şirketlerin giderek büyümesini ve birbirlerini yutmaya başlamalarını beraberinde getirmiş, bunun sonucu olarak ise jeopolitik ve ekonomik rekabet birleşmişti. Callinicos’a göre bunun sonucu şirketler arasındaki rekabetin, ülkeler arasındaki siyasi rekabet ile birleşmesi olmuştu. Callinicos, Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 203 şirketlerin birbirleriyle rekabetinde devletlerine, devletlerin ise rekabet için gelişkin bir sanayiye ve silah üretimine ihtiyaç duyduğunu söyleyerek iki büyük dünya savaşını da bu durumun yarattığını savundu. 20. yüzyılın başında geliştirilen Marksist emperyalizm teorisinin bugün olanları anlamak için de elzem olduğunu belirten Callinicos, 1914 öncesi dünya ile bugünkü dünya arasında çarpıcı paralellikler olduğunu söyledi. Callinicos’a göre geçtiğimiz birkaç on yılın küreselleşme süreci ve bu küreselleşme sürecinin özellikle Soğuk Savaş’ın egemen sınıflar arasında yarattığı coşku hissi bu paralellikler arasındaydı. Avrupa Birliği’nin büyük bir ekonomik güç olduğunu ama silahlanmaya ihtiyaç duymadığını iddia ettiğini söyleyen Callinicos, bu fantazinin Kırım’da yaşananlar ile sona erdiğini belirtti. Callinicos, küreselleşme sürecinin ABD hegemonyasının jeopolitik ve askeri çerçevesi içinde gerçekleştiğini ifade ederek, günümüzde artık ABD hegemonyasının sorgulandığını söyledi. Callinicos’a göre küreselleşmenin özellikle Doğu Asya’da yayılması ABD’ye bu bölgede yeni rakipler çıkmasına yol açmıştı ve Irak Savaşı ile bu çok daha görünür hâle gelmişti. ABD’nin Irak’ta dünyadaki hegemonyasını yeniden güçlendirme amacının başarıya ulaşamadığını hatırlatan Callinicos, daha sonrasında gelen ekonomik krizin de ABD’yi zayıflattığını, Çin’in ise dünyanın ikinci büyük gücü olarak ortaya çıktığını söyledi. Çin’in donanma inşa etmesinin ve genişlemesinin, bir yanıyla I. Dünya Savaşı öncesi ABD ve Almanya’nın İngiltere’ye yaptıklarına çok benzediğini söyleyen Callinicos, dünyanın en büyük üç ekonomisi olan ABD, Çin ve Japonya arasında gerginlikler olduğunu belirtti. Bunun karşısında AB ve ABD’nin de NATO’yu doğuya doğru genişlemeye çalıştığını, Rusya’nın ise buna karşı duracağını gösterdiğini ifade eden Callinicos, 1914 ve 1939’da savaşa yol açan dinamiklerin şimdi de geçerli olduğunu savundu. Callinicos, konuşmasını devrimci enternasyonalizmin bugün de yeni bir dünya savaşını engellemek açısından çok güncel olduğunu, işçilerin bu tarafların herhangi birinin kazanmasından çıkarı olmadığını söyleyerek, sosyalistlerin görevinin ABD, Rusya ve Çin’e yani tüm emperyalistlere karşı çıkmak olduğunu vurgulayarak bitirdi. 204 • iletiim : arat›rmalar› Öne Çıkan Toplantılar Tolga Tüzün ve Mithat Sancar’ın sunum yaptığı “Irkçılık, Faşizm ve Direniş” başlıklı toplantıda, daha çok Türkiye’deki yaygın milliyetçiliğin nedenleri ve ırkçılığın kültürel uzamı tartışıldı. Konuşmacılar, Türkiye’de ortak algı olarak yaygın bir milliyetçiliğin varlığına vurgu yaparken, yeni ırkçılık ve kültürel ırkçılık teorileri bağlamında ırkçılığın gelişimini değerlendirdiler. “1. Dünya Savaşı’ndan Cumhuriyete: Kim Kazandı, Kim Kaybetti?” başlıklı toplantıda ise konuşmacılar Arus Yumul, Kerem Kabadayı ve Ferdan Ergut, 1. Dünya Savaşı hakkında Türkiye’de hâlâ 100 yıl önceki Alman propagandasının resmi tarih olarak kabul edildiğini ifade ettiler. Toplantının başlığındaki süreçte, çok büyük trajedi ve mağduriyetler yaşandığını ve bunların topluma unutturulmaya çalışıldığını ifade eden konuşmacılar; Kurtuluş Savaşı olarak adlandırılanın aslında Anadolu’nun Türk ve İslamlaştırılması savaşı olduğunu, bu süreçte gayrimüslimlerin, Ermenilerin, Süryanilerin toplu şiddete uğradığının altını çizdiler. Sinan Özbek ve Can Irmak Özinanır’ın konuşmacı olduğu “Antonio Gramsci’nin Devrimci Geleneği” başlıklı toplantıda konuşmacılar, Gramsci’nin salt akademinin duvarları arasına sıkıştırılamayacak önemli bir politik eylemci de olduğuna vurgu yaptılar. Bu noktadan hareketle, konuşmacılar, Gramsci’nin devletin Marksist bir analizini yapmakla yetinmediğini, devletin nasıl olup da geniş kitleleri kendi egemenliğine ikna edebildiğini de incelediğini ve hegemonya kavramı etrafında güç ilişkilerinin bir analizini yaptığına vurgu yaptılar. Gramsci’nin bu yapıyı altüst edebilecek pek çok düzeyde mücadeleyi savunduğuna işaret eden konuşmacılar, Gramsci’nin işaret ettiği hegemonya mücadelesini Gezi direnişi üzerinden de örneklediler. Konuşmacılara göre, Gezi direnişinde sokaktaki kitleler sadece hükümetle değil aynı zamanda kendi içlerinde de fikri düzeyde bir mücadele içindeydi. Katılımcıların beş gün boyunca pek çok farklı konuda tartışmasına olanak tanıyan etkinlik boyunca düzenlenen diğer toplantılar ve Özinanır ve Tek • Etkinlik Değerlendirmesi • 205 konuşmacılar ise şunlar oldu: Neoliberalizm Kıskacında Gezegen (Nuran Yüce, Pelin Cengiz, Ömer Madra, Akgün İlhan), Kitlesel Özgürlükçü Muhalefeti Nasıl İnşa Edebiliriz? ( Çağla Oflas, Zişan Tokaç, Eli Haligua, Boysan Yakar, Cihan Erdal, Reşit Elçin, Seyhan Alma, Dengtaf Özbadem ), Türcülük: Hayvan Hareketini Anlamak (Berk Efe Altınal, Gülce Özen Gürkan), Polisiyede Mülkiyet ve Suç İlişkisinin Evrimi (Ahmet Ümit), Çözüm Süreci Barışın Baharı mı? (Seydi Fırat, Şenol Karakaş), İran Devrimi ve Siyasal (Alev Erkilet, Yüksel Taşkın, Yıldız Önen), Yetti Artık! Devlet, Yolsuzluk, Çeteler (Ümit İzmen, İştar Gözaydın, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ferhat Kentel) Kadınların Kurtuluşu ve Cinsiyetçiliğe Karşı Mücadele (Yasemin İnceoğlu, Meltem Oral), "64 Rum Sürgünü: “20 Kilo+20 Dolar” (Rıdvan Akar, Salih Erturan), LGBTİ Mücadelesi ve Sosyalizm (Şevval Kılıç, Canan Şahin), Ütopyalar ve Gelecek (Bülent Somay, Roni Margulies, Mustafa Arslantunalı), 1989: Tiannanmen’den Berlin Duvarı’na Stalinizmin Çöküşü (Kemal Başak, Ferda Keskin), İşgalin 40. Yılında Kıbrıs’ta Özgürlük Mücadelesi (Niyazi Kızılyürek, Murat Kanatlı, Volkan Akyıldırım), Arap Baharı, Devrim ve Karşı devrim (Ghayath Naisse, Yasin al Haj Saleh, Şenay Özden, Mete Çubukçu, Ozan Tekin), Kentsel Dönüşümün Perde Arkası: Zorunlu Göçler (Hacer Foggo, Korhan Gümüş), 100 Yıllık İnkarın Sonu: Ermeni Soykırımı ile Yüzleşme (Ufuk Uras, Levent Şensever, Ohannes Kılıçdağı, Eren Keskin, Ferhat Kentel, Özgür Sevgi Göral, Murat Çelikkan, Garo Paylan) 206 • iletiim : arat›rmalar› 207 Kitap Eleştirisi Duygu Çayırcıoğlu Türk Sinemasında Tarih ve Bellek Senem Duruel Erkılıç Deki, Ankara 2012. 213 Sayfa Sinemanın tarihle ve bellekle olan ilişkisine dair tartışmalar, özellikle belli bir dönemden sonra, artarak yapılmaktadır. Bu üç alan arasındaki çok yönlü bağı, Senem Duruel Erkılıç ise kitabında, Türk sinemasının tarihle ve geçmişle kurduğu ilişkiyi hatırlama ve hatırlatmak ihtiyacıyla ele almıştır. Kitabın asıl çıkış noktası Türk sinemasının tarihe bakışına odaklanan bir tez çalışmasıdır, fakat Erkılıç bu çalışmasını özellikle 2000 sonrasında Türk sinemasındaki bellekle ve tarihle kurulan ilişkideki değişimden yola çıkarak geliştirmiş, daha kapsamlı bir çalışma haline getirmiştir. Öte yandan yazar, kitabının bu alana giriş niteliği taşıdığını, nefesinin yetemediği ve üzerinde durulamayan konuların da var olduğunu vurgulamıştır. Disiplinlerarası bir alan oluşu da bu vurgunun altını dolduran önemli bir sebeptir. Erkılıç'ın kitabını, bir taraftan sinemanın aydınlatıcı, zihin açıcı yönünü vurgulayan ancak bunu sınırlandırılmış bir çerçeveye oturtarak yapan bir çalışma şeklinde nitelendirmek de mümkündür. Kitap, sinemanın daha da özelde Türk sinemasının tarih ve bellek çalışmalarına yaptığı hizmetin artıları ve eksileriyle bir değerlendirmesidir. Kitaba ilk olarak bu alana dair genel bir girişle başlanır. Sinemada iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 207-212 208 • iletiim : arat›rmalar› tarih ve bellek meselesine dair kuramsal bir çerçeve oluşturulur. Bu kuramsal kısım Dünya Sineması üzerinden yapılır. Dünya sinemasından örneklere yer verilir. Farklı disiplinlerden kişilerin görüşleri bir araya getirilir. Sinema kuramcıları ve akademisyenler ile tarihçilerin bu konuya dair düşünceleriyle okuyucuya çok yönlü bir değerlendirme sunulur. Bu farklı disiplinlerden isimlerin kimi zaman ortak paydada buluştukları kimi zamanda karşıt fikirlerle birbirlerinden ayrılıyor oluşu bu çok yönlü bakışı pekiştirmektedir. Kuramsal zeminin hazırlandığı ilk iki bölümün ardından üçüncü bölümde konu biraz daha spesifikleştirilir ve Türk sineması özelinde bir değerlendirmeye gidilir. Ülke sineması çerçevesinde pek çok film incelemesi -konu bağlamında kalınarak- yapılır. Dönemlere göre oluşturulmuş başlıklar altında, tarih ve bellek meselesine dair bir perspektif ortaya koyulur. Sinema ve tarih ilişkisinde üzerinde en çok tartışılan mesele, geçmişin kurgusunun gerçekliğidir. Erkılıç, sinemanın ilk yıllarından itibaren tarihle ve tarihsel yapımlarla ilişki içinde olmasına rağmen, sinema ve tarih ilişkisinde önemli dönemeçlerden biri olarak tarihsel kurama bakıştaki değişimin etkili olabileceğini belirtir. Tarihsel kurama yaklaşımdaki değişim, tarihsel filmlere dair bakışın ve yapılan çalışmaların da derinleşerek çeşitlenmesini sağlamıştır. Yazar, "büyük anlatı"nın sonunun gelmesi ile ele aldığı ilişki arasında bir paralellik kurar. Şöyle ki, eskiden tarihsel anlatı içerisinde yer bulamayan pek çok kişi, grup ve olaylar artık ele alınmaya başlanmıştır. Yerel kurum kayıtları, biyografi gibi kaynaklardan yararlanılarak oluşturulan mikro tarihin ön plana çıkmaya başladığı görülmüştür. Kitapta geçen bir alıntıya göre, Peter Burke, geleneksel siyasal tarihin dışında, sosyal tarihe doğru bir kayma olmasını, hızlı toplumsal değişimle birlikte birçok insanın köklerini bulmak isteğiyle de ilişkilendirmiştir 1 (1994:18). Bu bağlamda tarihin sinemada inşasının tarihçiler tarafından tartışılmaya başlaması ve sinemanın da bir tarih yazımı olabileceği dile getirilir. Hatta tarih çalışmalarında tarihsel filmler birer belge olarak bile görülebilir. Diğer taraftan ele alınan bu düşüncelerin yanında, bu konuya temkinli yaklaşan tarihçilerin görüşlerine de yer verilir. Çünkü geçmişin yeniden kurgulanmasında gerçeklere ne kadar sadık kalındığı, hangi dönem içerisinden bakıldığı gibi endişeler meydana Çayırcıoğlu • Kitap Eleştirisi • 209 çıkmaktadır. Bu gibi filmlerin yapımında bir takım ideolojilerin arka planda yer alması veya ekonomik kaygıların rol oynaması önemli bir noktadır. Kitapta, tarih yazımı ve sinema arasında kurulan bu ilişkiden yola çıkılarak, tarih yazımında yapılan anakronizmin2 sinema için de geçerli olup olmadığı sorusuna da yer verilir. Erkılıç, geçmiş anlatılarının geleneksel tarihten farklı olarak edebiyat ve sinemada ele alınmasında büyük bir tarihsel anlatı oluşturmak yerine, kişisel olandan yola çıkarak onu büyük anlatı içerisine yerleştirmeyi de önemli bir nokta olarak belirtir. Sinema, “hatırlamak” ve “anlatmak” gereksinimlerinin gerçekleştirildiği bir alan olarak tarihle, geçmişle bir bağ içerisindedir. Kitapta çok yönlü ve boyutlu bir ilişki içeren sinema ve tarihe bakışta iki temel olgudan bahsedilir: İlki filmlerin kendilerinin tarih araştırmaları için birer kaynağa dönüşebilecekleri iken, ikincisi ise tarihin yeniden inşasında tarihsel filmlerin oynadığı roldür. Tarihsel filmler bir taraftan tarih araştırmaları için veri sağlarken bir taraftan da zihinlere bir bilinç aşılamaktadır. Özellikle bu durum Amerika’da pek çok tarihi olayın yanlış bir şekilde bilinmesine yol açmıştır. Toplumsal hassasiyetin söz konusu olduğu bir konuya eğilen filmlerin tarihi çarpıttığı, yönetmenlerin hiç yaşamamış karakterleri yarattığı veya hiç gerçekleşmemiş olayları olmuş gibi gösterdiği gibi eleştiriler sıklıkla yapılmıştır. Özellikle milliyetçi duygulardan faydalanmak isteyen pek çok tarihi film örneği vardır. Ya da star olgusundan yararlanıp bazı tarihi figürlerin abartılarak, olduğundan çok daha farklı yansıtılarak beyaz perdeye aktarıldığı yapımlar da mevcuttur. E. Carr ve J. Fontana’dan3 yapılan aktarmaya göre tarih bilimiyle ilgili üç kavram, sinema ve tarih ilişkisi bağlamında da belirleyici olabilmektedir: “Değişkenlik, “yorum” ve “nesnellik” (1992:31). Bu bağlamda sinema, ideolojik bir yeniden üretim aracı olarak tarih söylemlerine eklemlenmesinin yanında, bu söylemlerin sorgulanmasına ve alternatif arayışlarına da kaynaklık edebilmektedir. Yani bir tarafıyla da, filmler tarihin farklı yönlerinin görülmesinin önünü de açmaktadır. Kitapta üzerinden hızlıca geçilen fakat dikkat çekici olabilecek noktalardan birisi de, tarihi filmlerin bir nevi eğitsel araç olarak da 210 • iletiim : arat›rmalar› işlev görmesidir. Daha doğru bir deyişle, bu filmlerin derslerde öğrencilerin tarihsel konulara yönelik hassasiyetini pekiştirmeye de yardımcı oluşundan söz edilmiştir. Tarih profesörü olan Robert Rosenstone’un4 tarihin yeniden inşası yönündeki görüşlerine de yer verilir. Rosenstone’a göre, filmler bir geçmiş inşa etmekteler ve kendi anlatım kodlarıyla bir geçmiş temsili oluşturmaktadırlar. Fakat bu noktada filmlerin yazılı tarihe ne oranda sadık kaldıklarının bir ölçüt olarak ortaya koyulmadığını da eklemektedir (1995:3). Ayrıca, Rosenstone filmlerin seyirciyi tarihin acı sayfalarına götürüp onlara tarihin acı verdiği yönünde bir ders vermekle kalmadığını aynı zamanda acıyı deneyimlemelerini de istediğini söyler. Ona göre Holocaust'u görürüz fakat görmekten çoğunu yaparız, onu hissederiz5 (2006:15-16). Sinema ile tarih ve bellek arasındaki ilişki ele alınırken Erkılıç, Üçüncü Dünya sinemasına değinmeyi ihmal etmemiştir. Bu doğrultuda, Üçüncü dünya sinemalarında görülen ve Batı dışındaki dünya sinemalarına doğru genişleyen bir kavram olarak bellek, kimlik ve aidiyet sorunsalları ile bağlantılı bir şekilde, filmlerin odağına yerleşmektedir. Post-kolonyal veya ulusaşırı sinema farklı etnik grupların, azınlıkların geçmişlerini geri alacakları bir mecra olarak ortaya çıkmaktadır. Hamid Naficy'nin "aksanlı sinema"6 kavramıyla bellek arasında bir bağ da kurulmuştur. Bu bağ filmlerdeki yolculuk temasıyla bellek arasındadır. Buradan hareketle Erkılıç, yolculuğun, belleği en fazla harekete geçiren süreç olabileceğini dile getirir. Kitabın üçüncü bölümünde ana meseleye odaklanılır , yani sinemanın tarih ve bellekle ilişkisi Türk sineması üzerinden devam ettirilir. Buraya ilk olarak, Türk sinemasında tarihin nasıl ele alındığına ya da temsil edildiğine yönelik çalışmaların çok sınırlı tutulduğuna değinilerek başlanmıştır. Bu konuyla ilgili çalışmaların ağırlıklı olarak 2000'ler sonrasında arttığı belirtilir. 2000'lerden itibaren sinema ve tarih ilişkisi, ağırlıklı olarak sinema alanında yapılmış akademik çalışmalarda, yüksek lisans ve doktora tezlerinde 12 Eylül, mübadele gibi yakın dönemin sorgulandığı filmler bağlamında tartışılmaya başlanmıştır. 2000'lerin başlarında kostüme avantür denilen yapımlarla ilgili Çayırcıoğlu • Kitap Eleştirisi • 211 çalışmalar başat iken, 2005'ten itibaren sinemanın bellek üzerinden geçmişle ilişkisinin irdelendiği vurgulanır. Bu bölümde Erkılıç, daha çok Türk sinemasının çeşitli dönemlerinde başat olan eğilimleri göz önünde bulundurarak özet bir değerlendirme sunmaktadır ve pek çok film örneğini konu bağlamında kalarak fazla detaylandırmadan incelemiştir. Birinci bölümdeki kuramsal çerçeveden hareket ederek, filmlerin tarihsel gerçeklikle olan ilişkilerini tartışmaktan ziyade sinemada nasıl bir tarih kurgusu oluşturulduğuna odaklanmaya çalışmıştır. Çalışmasının, burada ele alınan filmlerin tarihsel gerçeklikle ilişkisinin doğruluğunu sınamak gibi bir amacının olmadığının da altını çizmiştir. Bunun ancak disiplinlerarası bir çalışma ile mümkün olabileceğini söyler. Aslında yazarın bu sözleriyle bundan sonra bu alana dair yapılacak olan çalışmalara da yön gösterdiği çıkarımı yapılabilir. Atatürk filmi yapımı da bu konu çerçevesinde ele alınan dikkat çekici film örneklerindendir. 1940'larda başlayan, fakat 1970'lerde somutlaşan Atatürk filmi yapımı, 2000'lere kadar mutlaka devlet tarafından gerçekleştirilmesi gerektiği inancı ile yaklaşılan, buna bağlı görevlendirmeler yapılan bir proje olmuştur. Diğer yandan, bu proje yapımına tereddütle yaklaşılmış, çekinceler ortaya çıkmıştır. 2000'lerden sonra özel film şirketlerinin bu gibi filmlerin yapımını üstlenmeye başlamasıyla bir yol açılmış, birbiri ardına pek çok Atatürk filmi çekilmiştir. Bunlar içerisinde, Erkılıç'ın deyişiyle, resmi tarih söyleminin dışına çıkan Can Dündar'ın yönetmenliğini üstlendiği Mustafa (2008) filmi üzerine epeyce tartışılan bir örnek olmuştur. Erkılıç, 1990'lardan itibaren farklı bağlamlarda, tarihsel olaylara ve durumlara eleştirel yaklaşan ya da tüm boyutlarıyla göz önüne sermeyi amaçlayarak tartışan örneklerle karşılaşılmaya başlandığını söyler. Özellikle 2000'ler sonrasında hem popüler hem de sanat sinemasında kimlik politikaları bağlamında gerçekleştirilen filmlerin sayısı artmış; bastırılan, yüzleşmekten kaçınılan pek çok mesele sinemaya taşınmıştır. Böylece "bellek sineması" ortaya çıkmaya başlamıştır. Erkılıç'a göre, bu yıllarda “geçmiş” belki de daha öncesinde olmadığı kadar hatırlamalar, kimlik üzerinden hesaplaşma, eve dönüş, geçmişi 212 • iletiim : arat›rmalar› kaydetme, geçmiş kayıtlarını geri getirme bağlamında ve sürekli bugünle ilişkili olarak ele alınmıştır. Tarihsel bir anlatının dışına taşarak, bireysel ve toplumsal hafızaya yönelim olmuştur. Bu noktada yazar, toplumsal, siyasal hayatta hâlâ çözümlenmemiş konuların irdelenmesinde, sinemanın iyileştirici gücünün bellek sineması ile mümkün olabileceği şeklinde bir varsayımda da bulunmaktadır. Ayrıca, Özcan Alper’in Gelecek Uzun Sürer’ini (2011), Türkiye’nin yüzleşmekte güçlükler yaşadığı etnik kimlik konularını hatırlamayı merkeze alarak irdeleyen bir film olması nedeniyle belleğin bir karşı tarih olarak en somut biçimde ortaya çıktığı bir yapım olarak değerlendirmiştir. Son olarak kitabı bitirirken Erkılıç, sinemanın tarihle ve bellekle ilişkisinin çok yönlü ve tartışmalı bir alan olduğunu belirtir. Birbirlerinden neredeyse koparılamayacak bir sarmal olan bu çok yönlü ilişkinin, bir yanıyla sinemada düşünsel ve biçimsel olarak özgün yapımların ortaya çıkmasını sağlamış olduğunu ve bir yanıyla da zihinlerdeki geçmiş kurgularını güçlendirmiş ya da alt üst etmiş olduğunu vurgular. Sonnotlar 1 Burke, Peter (1994). Tarih ve Toplumsal Kuram. Çev. M. Tunçay. İstanbul: Tarih Vakfı. 2 Anakronizm, bir olgunun tarihi ve dönemi hakkındaki yanılgıyı ifade eder. Bu yanılgı, olgulara ilişkin bilgiler hakkında olabileceği gibi, kavramlara bakış açılarına ve zihniyete ilişkin de olabilir. 3 Carr, E., Fontana, J. (1992). Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık. Çev. Ö. Özankaya. Ankara: İmge. 4 Rosenstone, Robert (1995). Introduction. Revisioning History. (Ed.) Robert Rosenstone. New Jersey: Princeton University Press. 5 Rosenstone, Robert (2006). History on Film Film on History. Edinburgh: Pearson Education Limited. 6 Naficy, Hamid (2001). An Accented Cinema. New Jersey: Princeton University Press. 213 Bu Sayıdaki Yazarlar Abdülrezak Altun Prof. Dr. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü [email protected] Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümünde tamamladı. 1985 yılında Anadolu Ajansı’nda muhabir olarak çalışmaya başladı. 1990 yılında, mezun olduğu okula, ismi sonradan İletişim Fakültesi olarak dönüştürülen Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik Bölümüne araştırma görevlisi olarak kabul edildi. Yüksek lisans ve doktora eğitimlerini Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. 2003 yılında yardımcı doçent kadrosuna atandı. 2009 yılında uygulamalı iletişim alanında doçent unvanını aldı. 2010-13 yılları arasında Muğla Üniversitesi’nde görev yaptı. Üniversitelerde rektör danışmanlıkları, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında Basın Müşaviri, Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğünde Sağlık İletişimi Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2013 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesine geri döndü ve dekan yardımcısı olarak görevlendirildi. Haber üretim süreçleri ile ilgili uygulamalı derslerin yanı sıra, iletişim tarihi, medya ilişkileri ve iletişim becerilerinin geliştirilmesi ile ilgili lisansüstü ve lisans düzeyinde dersler ve seminerler vermektedir. Toplumsal yaşamda kadınların önündeki engellerin kaldırılmasını hedefleyen toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadına yönelik şiddetle mücadele konularında araştırmalar ve projeler yürüttü. iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 213-216 214 • iletiim : arat›rmalar› Can Irmak Özinanir Arş. Gör. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi [email protected] 2006 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. 2010 yılında aynı bölümde “Antikapitalist Hareket ve Yeni İletişim Teknolojileri” başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hâlen doktora tez aşamasındadır. İlgi alanları arasında toplumsal hareketler, yeni iletişim teknolojileri, Marksizm ve medya çalışmalarında hegemonya tartışmaları bulunmaktadır. Duygu Çayıroğlu [email protected] 1988 doğumlu. Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans eğitimi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde yüksek lisans eğitimi aldı. Halen, Ankara Üniversitesi’nde aynı bölümde doktora öğrenciliğine devam ediyor. Ersin Tek 2010 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Halen Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnsan Hakları Yüksek Lisans Programı’nda tez aşamasındadır. İlgi alanları arasında eleştirel söylem çalışmaları, pornografi çalışmaları ve Marksizm yer almaktadır. Esengül Ayyıldız Yrd. Doç. Dr. Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi [email protected] Toplumsal iletişimin toplumsal değişimdeki rolünü Türkiye'deki kadın hareketi özelinde (Kamer, Morçatı, Uçansüpürge ve Kagider örgütleri kesitinde) incelediği "Toplumsal İletişim Açısından Toplumsal Hareketler" başlıklı teziyle 2009 yılında Doktora, “İnsan ve Nesne İlişkisi Açısından Koleksiyonculuk” başlıklı teziyle ise 2003 yılında Yüksek Lisans derecelerini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden aldı. 2006'da doktora öğrencisi olarak Erasmus değişim programı ile Helsinki'de bulundu. Açık Yazı Teslim Kuralları • 215 Radyo'da "Aksak Sekans: Türk Sineması Üzerinden Toplum Okumaları 19501980" ve "İstif: İnsanoğlunun biriktirme serüveni" adlı programları hazırladı. Umut Vakfı'nda "bireysel silahsızlanma" konusunda çalıştı. Halen, Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalı'nda öğretim üyesidir. Toplumsal hareketler ve medya, alternatif medya ve alternatif iletişim ortamları, toplumsal iletişim ve direniş biçimleri, kadın anlatılarıyla ilgilenmektedir. Gülsüm Depeli Hacettepe Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde, Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı’nda, “Almanyalı Türklerde Evlilik Törenlerinin Dönüşümü: Kültürel Bellek, Aidiyet ve Kimlik” başlıklı tez ile tamamladı, konu ile ilgili çeşitli akademik dergilerde makaleler yayımladı. Göç çalışmalarının yanında, diğer akademik ilgi alanları; Kültürlerarası İletişim, İletişim Etnografisi, Medya Çalışmaları ve Görsel Kültür Çalışmaları. İlker Özdemir Yrd. Doç. Dr. Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi 1988 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 1988-2003 yılları arasında bankacı olarak çalıştı. Bu dönemde Yüksek Lisansını Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı’nda 1996 yılında tamamladı. Doktorasını ise Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo-TVSinema Ana Bilim dalı’nda 2007 yılında tamamlayan Özdemir, 2004-2013 yılları arasında Ankara Üniversitesi, Beypazarı Meslek Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. 2013'ten beri Çukurova Üniversitesi, İletişim Fakültesi, İletişim Bilimleri Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışan İlker Özdemir, bu bölüme bağlı Kültürlerarası İletişim Ana Bilim Dalı başkanıdır. Yüksek lisans tezinde popüler kültürün siyasal rolü üzerine tartışmalar üzerinde çalışan, doktora tezinde ise kişisel gelişim yazını ve seminerlerinin iletişim anlayışının eleştirel bir değerlendirmesini yapan yazarın ilgi alanlarını popüler kültür, iletişim etiği, siyasal iletişim, toplumsal cinsiyet ve kültürlerarası iletişim oluşturmaktadır. 216 • iletiim : arat›rmalar› Nazan Kahraman Yrd. Doç. Dr. Amasya Üniversitesi Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde tamamladı. 1991 yılında Sağlık Bakanlığında başladığı memuriyetini Türkiye İş Kurumunda Eğitim Uzmanı ve Şube Müdürü olarak devam ettirdi. Yüksek Lisans ve doktora öğrenimlerini Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. 2015 yılından itibaren Amasya Üniversitesi Merzifon Meslek Yüksekokulunda görev yapmaktadır. Kadınlar, engelliler ve uzun süreli işsizler gibi dezavantajlı grupların işgücü piyasasına girişlerinin önündeki engellerle mücadele etmeyi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesini amaçlayan projeler yürütmüştür. Özge Yalçın Ankara üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde lisans ve yüksek lisans öğrenimimi bitirdikten sonra Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde doktora öğrenimini tamamladı. Öğrenim süresince gerçekleştirdiği araştırma, yurt dışı konferanslar ve seminerlerle sosyal bilimler alanındaki çalışmalarına devam ediyor. Uğur Yağan Arş. Gör. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi [email protected] 1982 yılında İzmir’de doğdu. 2008 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema bölümünden mezun oldu. 2013 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Sinema bölümü doktora programına başladı. 2011 yılından bu yana Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. İfade özgürlüğü, sansür, sosyal medya, medya ve politik katılım ilişkisi, kamusal alan gibi konular akademik ilgi alanı içerisinde yer almaktadır. 217 Yazı Teslim Kuralları 1. Dergiye gönderilecek yazılar MS Word programında yazılmış olmalıdır. 2. Times New Roman karakteriyle 12 punto olarak, iki aralık yazılan ve A4 sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 2 adet kopya ile teslim tarihine kadar yayın kuruluna ulaştırılmalıdır. 3. Yazılar 100-150 kelimelik bir İngilizce ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir. Yazıların ve özetlerin üzerinde yalnızca yazının başlığı bulunmalıdır. Ayrı bir kapak sayfasında yazarın ismi, açık adresleri, telefon ve faks numaraları ile varsa elektronik-posta adresleri yer almalıdır. 4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, anlaşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5. Yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir. 6. Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede hakemlere gönderilecektir. Hakeme gönderilen yazı yazarın kimlik bilgilerini içermeyecektir. Hakem değerlendirmesi sonucunda yazılar yayınlanabilecektir. Hakem değerlendirmesi sonucu yazarlardan yazılarını geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri istenebilir. Yayın konusundaki son karar Yayın Kurulu'na aittir. Yayın Kurulu’nun yazı hakkındaki değerlendirmesi, hakem raporu ile birlikte yazarlara gönderilir. Yaz›lar›n Gönderilece¤i Adres Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi İLAUM (İletişim Araştırmaları Dergisi) Cebeci 06590 Ankara [email protected] Tel: (+90.312) 319 77 14 ‘ 254 / 249 / 248 iletiim : arat›rmalar› • © 2013 • 11(1-2): 217-219 218 • iletiim : arat›rmalar› Kaynakçaların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1. Metin içindeki tüm referanslar metin içinde uygun yerlerde ve parantez içinde belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır. Örnek: (Morley, 1997: 1-5). 2. “vs.”, “vb.”, “a.g.e”, “bkz.” gibi kısaltmalar metin içerisinde ve dipnotlarda kullanılmaz. 3. Alıntılanan yazarın adı metinde geçiyorsa ve yazarın kaynakçada sadece bir eseri varsa parantez içinde yazarının adını ve eser yılını tekrar etmeye gerek yoktur. Yalnızca sayfa numarası yeterlidir. Örnek: Randall, kendi hikayelerimizi anlatarak… (12-19). Ancak metinde adı geçen yazarın kaynakçada birden fazla eserine atıfta bulunuluyorsa yıl ve sayfa numarası yer almalıdır. Örnek: (1980: 29). 4. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Morin ve Kern, 2001). 5. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonra “vd.” ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Bennet vd., 1986). 6. Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Morin, 1998: 12; Williams, 1987: 25). 7. Notlar ve referanslar ayrılmalıdır. Notlar metin içinde numalarandırılmalı ve metnin sonunda numara sırasına göre ve referanslardan önce yerleştirilmelidir. 8. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıra izlemelidir. 9. Bir yazarın birden çok çalışması aynı kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre yeniden eskiye göre sıralanmalı, aynı yılda yapılan çalışmalar için “a,b,c…” ibareleri kullanılmalıdır. 10. Metin içindeki alıntılar için çift tırnak, alıntının içindeki alıntılar için tek tırnak işareti kullanılmalıdır. 40 kelime ya da 5 satırdan uzun alıntılar, tırnak kullanılmadan, bir küçük punto ile (“10”) girintili paragrafla verilmelidir. Yazı Teslim Kuralları • 219 Kitap Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: Ark Yayınları. Çeviri Kitap Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev., Süleyman İrvan. Ankara: Ark Yayınları. Derleme Kitap Holmes, David (der.) (1997). Virtual Politics. London: Sage. Derleme Kitapta Makale Hutchby, Ian (1991). “The Organization of Talk on Talk Radio.” Broadcast Talk. (der.) Paddy Schannel. London: Sage. 154-178. Dergide Makale Çaplı, Bülent (2001). “Media Policies in Turkey Since 1990.” Kültür ve İletişim 4(2): 45-55. Bildiri Kejanlıoğlu, D. Beybin (2000). “Kitle İletişim Tarihyazımları Üzerine.” I. Ulusal İletişim Sempozyumu 3-5 Mayıs 2000. Ankara. ‹nternette Yaz› Kellner, Douglas (2003). “Critical Theory and the Crisis of Social Theory.” http:// www.uta.edu/huma/illuminations/kell5.htm. Erişim tarihi: 01.04.2003. 220 • iletiim : arat›rmalar›