Biyo-taklit

Transkript

Biyo-taklit
Doğadan
Öğrenen
İnovasyon:
Nam-ı Diğer
Biyo-taklit
“İnsan zekâsı…
Doğanın keşiflerinden daha güzel,
daha basit ya da daha direkt bir keşfe
asla imza atamayacak.
Çünkü doğanın keşiflerinde ne bir şey
eksiktir ne de bir şey fazladır.”
Leonardo Da Vinci
Yeteri kadar
yakından bakıyor muyuz?
Şirketlerin sürdürülebilirlik ile ilgili konuştuğu en temel
alanlardan birisi inovasyon. İnovasyonu tetiklemek ve bu
şekilde ilerleyen bir kurum kültürü oluşturmak sürdürülebilirlik
liderliğine soyunan şirketlerin olmazsa olmazlarındandır.
Ancak gerek eğitim sistemimizin tek-tipleştirici olması gerekse
yetişkinlerin konu ile ilgili farkındalık seviyesi, yalnız ve güzel
ülkemizin yenilikçilik sıralamasında hem diğer ülkelerin
gerisinde kalmasına, hem de patent liginde alt sıralarda
olmasına neden oluyor. 2014 yılında Küresel İnovasyon
Endeksi’nde 143 ülke arasında 14 sıra yükselmemize
rağmen halen 54. sırada yer alıyoruz. Gayrisafi Yurt İçi
Hasıla’dan inovasyona ayrılan pay ise %1’in altında.
Bu oranların AB’de %2, OECD’de %2,4, ABD’de ise
%2,8 olduğunu göz önünde bulundurursak, resim biraz
daha netleşir. “Haydi, yenilikçi oluyoruz” diyerek bunu
tetikleyemeyeceğimiz gibi tek-tipleştirici, ezbere dayanan,
sorgulamayı ve sorgulatmayı pek sevmeyen “mevcut
sistemimiz” yenilikçiliğin önünde ister istemez engel
oluşturuyor. Böyle bir durumda inovasyonu tetiklemek ve
böyle bir kurum kültürü oluşturmak çok da kolay değil.
Ancak yine de bir umudumuz var. Doğayı taklit ederek
“icat çıkarma” olarak tanımlayabileceğimiz biyo-taklit
(biomimicry) soru(n)larımıza yanıt olabilir. Yaratıcısı
Benyus’un deyimiyle; mühendisler, mimarlar ve mucitler
aslında doğanın çırakları.
Günün sonunda aslında doğada gözlediklerini ve ondan
öğrendiklerini anlamaya, aktarmaya çalışmaktan fazlasını
yapmayan bu kişiler, şirketlerde inovasyonu yönlendirecek
olan pozisyonlarda bulunuyorlar. Fakat yanıtı çoğunlukla
farklı yerlerde aramamızdan olacak ki bu konuda insanlık
olarak çok ileri gidemedik. Aslında ilham kaynağımız hep
gözümüzün önündeydi ancak bunu iş modeli olarak
uygulamak aklımıza yeni yeni geliyor.
Yakından bakacak olursak en temel ve genel biyo-taklit
uygulaması günümüzün popüler temalarından birisi olan
Döngüsel Ekonomi ile gündemimize girdi. Bugüne
kadarki ekonomik sistemimiz “al-kullan-at” mantığı ile
işliyordu. Tüketim toplumunun temelinde yatan yaklaşım
da bu idi. Yakın zamanda artık ciddi olarak dillendirilmeye
başlanan Döngüsel Ekonomi ile bu çizgisel ve
beşikten-mezara olan yaklaşımın terk edilerek, döngüsel
olarak beşikten-beşiğe ilkesinin benimsenmesi gerektiğini
sık sık duyar olduk.
Döngüsellik ile kastedilen, kapalı bir sistemde oluşan
atıkların ve yan ürünlerin sistem içerisinde tekrar
kullanılması ve kendi kendine yetebilen bir sistem
tasarımı olarak düşünülebilir. Mevcut çizgisel yapıda
ürünler üretilir, kullanılır ve atığa dönüştürülerek
bertaraf edilir.
Döngüsel yapıda ise ürünler üretilir, kullanılır ve atık
olarak ortaya çıkanların yeniden kaynak olarak
kullanılması sağlanır. 3,8 milyar yıldır evrilen doğadaki
yapı da tam olarak böyledir. Doğal süreçlerde gerçekten
de atık oluşmaz, işlevini tamamlayan canlılar başka bir
yapıya dönüşerek döngü içerisindeki yolculuğuna devam
eder. Bir elmayı ele alacak olursak, önce çiçek sonra da
meyve olan elma, olgunlaştıktan sonra toprağa düşer.
Burada önce diğer canlılara besin kaynağı olduktan sonra
çürümeye başlayarak (çürükçül bakteriler vs. sayesinde)
toprağa karışır.
Bu da aslında bir sonraki yıl yeniden meyve verecek olan
ağaca ve onun köklendiği toprağa enerji kaynağı olmak
demektir ki, bu durumda tam olarak kendini yeniden
üreten/canlandıran (regenerative) bir sistemden söz
ediyoruz. İnsanlık olarak kurduğumuz sistemlerde
şimdilik bu mükemmel sistemin çok uzağında olsak da
benzer örneklerin sayısının artması bize umut verici bir
gelişme olarak görünüyor.
Risk ve Değer Yaratma Forumu’nun yaptığı bir
araştırmaya göre biyo-taklit alanındaki aktiviteler 2000
yılından 2013 yılına kadar yedi kat arttı. Aynı şekilde bu
alanda yayımlanan makaleler de sekiz kat artmış
durumda. 2012-2013 yılları arasında bu alanda verilen
patent sayısı %27, akademik çalışmalar ise %28
oranında artış gösterdi. Yine aynı araştırmaya göre
2030’a kadar “doğadan esinlenme”nin, Amerikan
ekonomisine 425 milyar dolar, küresel ekonomiye de
1,6 trilyon dolar katkıda bulunması bekleniyor.
Böylesine büyük bir potansiyeli gerçekleştirmek, aslında
yalnızca doğaya daha dikkatli bakmak ve onun bilgeliğine
daha fazla kulak vermekle alakalı. Bu, sadece inovasyon
açısından şirketler için fırsat oluşturmakla kalmıyor, aynı
zamanda yaratıcılık üzerinden kârlı bir iş modeli fırsatı da
sunuyor. Bu yüzden bugüne kadar oyunun kurallarını
değiştiren bazı biyo-taklit uygulamalarını derledik.
Mimar termitler
Dünya üzerindeki enerji tüketiminin yaklaşık %40’ı
binalardan kaynaklanıyor. Gittikçe artan şehirleşme
oranıyla da artan bina sayısı, soğutma ve ısıtmadan
kaynaklanan nedenlerle ciddi bir çevresel etki
yaratıyor. Macrotermes michaelseni, nam-ı diğer
termit canlıları genelde binalar için yok edici
özelliğe sahip olarak algılanırlar. Ancak aynı
zamanda (boylarına oranla) yeryüzündeki en
yüksek yapıları inşa eden nitelikli inşaatçılardır. Bu
ilginç canlılar yuvalarının içerisinde sıcaklığı,
güneşten gelen enerjiyi optimize ederek, dışarıdaki
sıcaklık ne olursa olsun, istedikleri değerde
tutabiliyorlar. Geliştirdikleri kendiliğinden
soğuyan/ısınan sistem ile sadece 1oC’lik bir dilimde
dalgalanan bir sıcaklık yapısı oluşturabiliyorlar.
Eastgate şirketinden mimar Mick Pearce tarafından
tasarlanan ve termitlerin yuvalarından esinlenen
binalar, iklimlendirme için kullanılan enerjiden %90
oranında tasarruf sağlıyor. Böylece bina sahipleri
yaklaşık 36 milyon dolara mâl olmuş bir binada 3,5
milyon dolarlık bir iklimlendirme maliyetinden
kurtulmuş oluyorlar.
Yalıçapkını hızlı tren
Japonya hızlı trenler konusunda oldukça ileri bir ülke.
1990’ların sonunda saatte yaklaşık 300 km hız
yapabilen trenleri kullanıyorlardı, ancak tünel
çıkışlarında ses ile ilgili ciddi bir sorun oluşuyordu. Aynı
zamanda trenin hızına bağlı olarak ürettiği ses de
çevresel standartların üzerindeydi ve buna bir çözüm
üretemediler. Aslında tüm hikâye Shinkansen 500
trenlerinin başmühendisi Eiji Nakatsu’nun kendine
“doğada iki farklı ortam arasında çok hızlı ve düzgün bir
biçimde hareket edebilen ne var?” sorusunu
sormasıyla başladı. Aynı zamanda bir kuş gözlemcisi
olan Nakatsu’nun, çözümü yalıçapkınında (alcedo
atthis) bulması ise çok sürpriz olmadı. Yalıçapkını, avına
yaklaşırken baş aşağı çok yüksek hızlara ulaşabiliyor ve
bunu avına fark ettirmeden yapabiliyor. Uzun ve dar
gagasının da verdiği avantaj, kuş gözlemcisi Japon
mühendislerin elinde biyo-taklitin en önemli
örneklerinden birisi haline geldi ve yeni nesil
Shinkansen mermi-trenler üretildi. Yeniden tasarlanan
burun, trenlerin sadece tünellerdeki ses sorununu
halletmekle kalmadı; rüzgârdan kaynaklanan
sürtünmeyi %30 oranında azaltarak, enerji kullanımını
%13 oranında düşürdü ve hızının yaklaşık %10
artmasını sağladı.
Sera gazlarını
içimize çekmek
Küresel iklim değişikliği insanlığın önündeki en önemli
sorunlardan birisi olarak anılıyor. Özellikle artan şehir
nüfusuna bağlı olarak artış gösteren karbondioksit
salımları sadece iklim değişikliğine neden olan sera
gazlarını arttırmıyor, şehirlerde yaşayan insanların
sağlığını da tehdit ediyor. Tam da bu noktada çözüm
yine doğadan, hatta bu sefer doğanın bir parçası olarak
anlaşılmakta zorlanan insandan geliyor. İnsan akciğeri
solunan kirli havanın temizlenmesi için üç ana evrimsel
sonuca sahip. Karbondioksitin transferini ve dışarı
atılmasını kolaylaştıran süper-ince membran, toplam
vücut alanımızın yaklaşık 70 katı genişliğinde bir yüzey
alanı ve kanımızdan karbondioksitin çok hızlı bir
biçimde uzaklaştırılmasını sağlayan karbonik anhidraz
isimli kimyasalın varlığı ile akciğerler oldukça gelişmiş
bir filtre mekanizması. Carbozyme isimli şirket de insan
akciğerlerinden esinlenerek geliştirdiği filtre ile üretim
sonucu ortaya çıkan baca gazlarının %90’ını tutmayı
başardı. Geleneksel monoetanolamin filtreleme
sisteminden daha verimli olduğu yapılan testler
sonucunda ortaya çıkan bu biyo-taklit filtre aynı
zamanda arıtma maliyetlerinde de düşüş sağlıyor.
Geleceğimizi
aydınlatan
ateş böceği
LED (light-emitting diode) aydınlatma son yıllarda
gerçekleştirilen en önemli buluşlardan birisi olarak bilinir.
LED aydınlatma, geleneksel akkor ampullerin yıllık tükettiği
elektriğin yaklaşık %10’unu tüketmektedir. Ayrıca kullanım
süresi akkor ampullerden yaklaşık 40 kat, floresan
aydınlatmadan da altı kat daha uzundur. Bunun yanında
LED’in yaygınlaşmasındaki en önemli etken, yaydığı ışığın
%55’e varan oranda daha fazla olması. Dolayısıyla LED
teknolojisinin yakın zamanda, aydınlatma ve elektrik
tüketimi konusunda oyunun kurallarını kökünden
değiştirdiğini söyleyebiliriz.
Bahsettiğimiz diğer örnekler gibi LED teknolojisi de doğadan
ödünç aldığımız bir keşif. Bilim insanları LED’in keşfi
sırasında ateş böceğinin epiderminde yer alan aydınlatıcıları
örnek aldılar. Bu kısım, normalden farklı olarak bir eğri
içerisinde yer alır ve tüm yansımaların bir şekilde dışarıya
doğru yönlenmesini sağlar. Böylece aydınlatmada işe
yaramayan (ve belki de boşa giden) iç yansımalar kullanılır
hale getirilir. Aslında belki de yüzyıllardır gözümüzün
önünde olan bir örneği bu kadar geç keşfetmemiz
teknolojik bir patinaj mıdır bilinmez ancak ateş böceğinin,
aydınlatma sektörünün yönünü tamamen değiştirdiğini
söylemek herhalde yanlış olmaz.
Midyeden
yüzey kaplama
Deniz kenarındaki kayalıklarda sıkça gördüğümüz bir
manzaradır etraftaki inorganik yapılara yapışmış midyeler. Eğer
bir tanesini yerinden oynatmak istediyseniz, ne kadar sıkı bir
biçimde oraya tutunduğunu fark etmişsinizdir. Midyelerin
kayalara tutunma yeteneğinden yola çıkan Columbia Orman
Ürünleri şirketi, soya bazlı bir protein üreterek yüzey kaplama
ürünleri geliştirdi. Geleneksel yüzey kaplama malzemelerinde
ve kontrplaklarda üre bazlı formaldehit bir yapı kullanılır.
Midyelerden esinlenerek geliştirilen soya bazlı teknolojiyle,
bu ürünün kullanıldığı ortamlarda solunan havanın kalitesi
iyileştirilerek üretimde çalışanlar için de daha sağlıklı bir
çalışma ortamı sağlanmıştır. Fazladan eklenen formaldehit,
maliyeti arttırırken, Columbia’nın geliştirdiği bu ürün
sayesinde maliyetler de düşürülerek, piyasada rekabetçi
olacak bir fiyat elde edilmesi mümkün oldu. Son olarak da
malzemenin yaşam süresi, dayanıklılığı ve su geçirmezlik
seviyesi gibi konularda geleneksel ürünlere nazaran daha iyi
bir ürün ortaya çıktı.
Dikenlerle dolu
bir köpek ve gelmiş
geçmiş en ticari
biyo-taklit örneği
Şehirleşmenin bu kadar yoğun olmadığı
zamanlarda evlerimizin arkalarında ya da yakındaki
bir gecekondu mahallesinde dolaşırken veya
ailemizle ya da okul gezisi ile gittiğimiz
pikniklerden hatırlarız, çoraplarımıza ve
pantolonlarımıza yapışan top şeklindeki dikenleri.
Çıkarırken elimize pek batmaz ancak uygun ortam
bulduklarında büyük bir güçle tutunurlar. İsviçreli
bilimci George de Mestral da 1941’de Alp
Dağları’nda yaptığı bir doğa yürüyüşünde
köpeğinin bu dikenler ile kaplanması sayesinde
bugün cırt cırt olarak bildiğimiz buluşun
temellerini attı. Mikroskop ile yaptığı inceleme
sonucunda bu dikenlerin çok küçük ölçekli
kancalarla dolu olduğunu keşfetti. Kendisi konuya
yabancı olduğu için kumaş üreticileri ile
konuşmaya karar verdi ve yıllarca yaptığı deneyler
sonucunda 1952’de patentini aldığı cırt cırt için
biyo-taklitin yaratıcısı Benyus, yıllar sonra
“muhtemelen gelmiş geçmiş en iyi gelir getiren
biyo-taklit örneği” diyecekti.
Kertenkelenin ayağından
inovasyon ödüllerine
Cırt cırta benzer başka bir biyo-taklit örneğinde ise bu kez
esin kaynağımız bitkiler yerine hayvanlar. Gecko (geniş
parmaklı kertenkele) duvarda rahatça yürüyebilmesiyle ve
tavanda baş aşağı tutunabilmesiyle ünlüdür. Yapılan deneyler
teorik olarak tipik bir kertenkelenin tek ayağı ile yaklaşık 114
kg taşıyabildiğini gösteriyor. İşin sırrı ise bu ufak canlının ayak
parmaklarında yer alan ve sayıları milyonlarla ifade edilen
mikroskobik ölçekteki tüylerde yatıyor. Bu yapışma yeteneğini
ticari bir ürüne çeviren GeckSkin ufak bir alış veriş fişi
büyüklüğünde bir parça ile yaklaşık 320 kg’lık bir yükü
taşıyabilen yapışkan bandı geliştirdi. Bant sadece küçük
parçalar ile büyük yükleri taşımakla kalmıyor aynı zamanda
yine kertenkeleden esinlenen yapısı sayesinde hiç iz
bırakmadan çıkarılabiliyor. GeckSkin bu ürünü sayesinde CNN
Money tarafından verilen “2012 yılının en önemli bilimsel
buluşu ödülü”nü almanın yanı sıra FabrikLink Network
tarafından da “2013-2014 döneminin en yenilikçi on
ürünü”nden birisi olarak seçildi.
Denizin usta avcısından yüzme dersleri
2008 Yaz Olimpiyat Oyunları’nın gerçekleştiği döneme
gidecek olursak, medyadaki en büyük tartışmaların son
teknoloji ürünü mayolar ile kırılan dünya rekorları olduğunu
hatırlayabiliriz. O dönemde çok tartışılan ve daha sonra
rekabeti kötü etkilediği gerekçesiyle yasaklanan bu mayolara
yakından bakacak olursak, tasarımında köpekbalığının
derisinden esinlenildiğini fark ederiz. Köpek balığının en
bilinen özelliği çok keskin dişleridir ancak işlevi olan dişler
yalnızca ağzında olanlar değil. Köpekbalığının derisinde “deri
dişi” diye de anılan yapılar, bu usta avcının yüzme hızını ve
manevra yeteneklerini arttırıyor. Deri dişlerini, ancak elektron
mikroskobunda görülebilen, birbirinin içine geçmiş ya da üst
üste binmiş sayılamayacak kadar çok yapı olarak
tanımlayabiliriz. Buradan esinlenerek tasarlanan mayolar,
suyun akış yönüne göre kendilerini ayarlayabilen ve aynı
zamanda yüzücünün etrafında oluşan küçük girdap ve
akıntıları en düşük seviyeye indirerek yüzücünün hızını
arttıran mikroskobik yapılardan esinlenmiş.
An itibarıyla büyük organizasyonlarda kullanımı yasaklanmış
olsa da teknelerin ve gemilerin suya temas eden
yüzeylerinde de kullanıldıkları için yarıda kalmış bir biyo-taklit
örneği olmaktan çok uzakta, ticari başarısını sürdürüyor.
Yapıların yapıtaşı mercanlar
Çimento üretimi, büyümekte olan ekonomiler için olduğu
kadar, gelişmiş ülkeler için de önemli ölçüde karbon salımına
sebep olan bir sektör olarak değerlendirilir. 2011 yılı verilerine
göre küresel olarak 3,6 milyar ton çimento üretimi karşılığında
sadece bu sektör tarafından iki milyar ton karbondioksit salımı
gerçekleştirildi. Bu veri bile çimento üretiminin iklim değişikliği
üzerindeki etkileri hakkında bir çerçeve çizmek için yeterli. Bu
enerji ve karbon-yoğun sektörün sürdürülebilirliği, iklim
değişikliği ile mücadelede önemli kilometre taşlarından birisi.
Bu gerçekten hareketle yola çıkan Calera Corporation,
gerçekleştirdiği ufak çaplı üretimlerde bir okyanus canlısının
çalışma ve hayatta kalma ilkelerinden esinlendi. Mercanlar
bilindiği üzere iklim değişikliğinden en çok etkilenen canlılar
arasında, zira ortam koşullarındaki çok ufak değişiklikler bile
yaşamlarının sona ermesine neden olabiliyor.
Bu hassas canlılar tuzlu suyun içerisinde çeşitli işlemler ile
karbonatın kristal bir formu olan aragoniti oluşturuyor. Sürecin
daha fazla ayrıntısına girmeden, Calera’nın gerçekleştirdiği
işleme dönelim. Şirket, pilot denemelerinde tuzlu su ve
karbondioksit işleme tabi tutarak önce karbonik aside,
ardından da karbonata dönüştürüyor. Böylece sürecin çıktısı
olan CO2, bu yeni yöntemle hammadde ve girdi olarak işlem
görüyor ve dolayısıyla otomatik bir karbon yakalama
mekanizması devreye girmiş oluyor. Şirket, çıktılarını çeşitli
ürünlere dönüştürdüğü bu süreç sonunda yapı malzemesi
olarak kalsiyum karbonat elde ediyor. Büyük ölçekli bir
uygulama başarılabilirse, iklim değişikliğinden en fazla
sorumlu üçüncü sektör olarak bilinen çimento üretiminden
kaynaklanan salımlar kayda değer miktarda azaltılabilir.
Kıssadan Hisse
Ürettiğimiz ürünler için esin kaynakları bazen okyanusun
dibinde, bazen gökyüzünün parlak ışığında, kimi zaman
yerin altında ama her daim gözümüzün önünde. Dünyayı
insanlar ve diğer canlı-cansız varlıklar için daha iyi bir yer
haline getirmek o kadar da zor değil. Ancak bunu
başarabilmek için daha çok çalışmak, doğaya ve onunla
olan ilişkimize daha yakından bakmak gerekiyor.
etme sınırına gelmeden gezegene ve üzerindeki diğer
varlıklara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek, doğanın
işleyişine ters olan her türlü yaklaşımdan ve eylemden
kaçınmak ve milyarlarca yıldır kendisini geliştiren “Bilge”ye
mümkün olduğunca çok danışmak. Şirketler, yukarıda
verdiğimiz inovasyon örneklerine yenilerini eklemek için
çalışanlarını doğayla daha bütünleşik bir noktaya
getirmekle yükümlü. Çünkü doğada olmadan doğadan
öğrenmemiz çok kolay değil. Bu gerçekten yola çıkarak
liderlik gelişiminde doğadan öğrenmeyi benimseyen
Da Vinci’nin de söylediği gibi insanlık doğanın bilgeliğine
henüz ulaşabilecek gibi görünmüyor ancak bu konuda
enseyi çok da karartmamak lazım. Zira 3,8 milyar yıldır
evrilen bir sistem ile çok genç bir tür olan insanı
karşılaştırmak zaten çok adil değil. Yine de bu, ondan
öğreneceklerimizin ne kadar çok olduğu gerçeğini de
yadsımıyor. İnsanlık olarak bize düşen görev kendimizi yok
küresel dev şirketler olduğunu biliyoruz. Biz de S360
olarak bu noktadan hareketle, etkinliklerimizin ve
sağladığımız hizmetlerin bazılarını doğada
gerçekleştirmeye başladık. Bu sayının artması sadece
ülkemizi yenilikçilik sıralamasına daha ileriye taşımakla
kalmayacak, gezegenimize karşı olan sorumluluklarımızı da
yerine getirmemizi sağlayacak. Belki günlük işimizi
yaparken sıkıştığımız bir noktada şu soruyu sorarak
başlayabiliriz: Doğa bunu nasıl çözerdi?
Kaynaklar
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
http://www.greenbiz.com/blog/2009/09/02/how-termites-in
spired-mick-pearces-green-buildings
http://biomimicry.net/about/biomimicry/case-examples/
http://www.greenbiz.com/blog/2012/10/19/how-one-engi
neers-birdwatching-made-japans-bullet-train-better
http://biomimicry.org/biomimicry-examples/#.ViehcSsXWKI
http://www.asknature.org/product/6273d963ef015b98f641fc2b67992a5e
http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1876610209000496
http://www.asknature.org/product/064a2354cc8faf1ab2960e075f831426
http://www.designrecycleinc.com/led%20comp%20chart.html
http://issuu.com/visionresearchmag/docs/vision_2012?e=1487148/3613696
http://www.treehugger.com/slideshows/clean-technology/na
ture-inspired-innovation-9-examples-of-biomimicry-in-ac
tion/page/8/#slide-top
http://www.columbiaforestproducts.com/product/purebond-classic-core/
http://www.bloomberg.com/slideshow/2013-08-18/14-smart-inven
tions-inspired-by-nature-biomimicry.html#slide2
http://www.inventor-strategies.com/invention-of-velcro.html
http://www.fabriclink.com/Consumer/TopTen-2013.cfm
http://www.bloomberg.com/slideshow/2013-08-18/14-smart-inven
tions-inspired-by-nature-biomimicry.html#slide12
https://geckskin.umass.edu/
http://www.calera.com/beneficial-reuse-of-co2/process.html
http://www.greenbiz.com/blog/2009/11/04/anthozoans-are-com
ing-save-us-corals-offer-concrete-solutions-our-carbon-woes
http://www.globalccsinstitute.com/insights/authors/dennisvan
puyvelde/2013/02/20/update-co2-capture-cement-production
http://edgar.jrc.ec.europa.eu/news_docs/
jrc-2014-trends-in-global-co2-emissions-2014-report-93171.pdf
http://www.popularmechanics.com/science/ani
mals/a10567/shark-skin-will-inspire-faster-swimsuits-and-airplanes-16792156/
http://www.mnn.com/earth-matters/wilderness-resources/pho
tos/7-amazing-examples-of-biomimicry/sharkskin-swimsuit
http://refspace.com/quotes/Leonardo_da_Vinci/nature
Kasım 2015
Bu eser Creative Commons Atıf-Gayriticari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Derleyen: A.Eren Öztürk
Katkı Sağlayanlar: Yaprak Kurtsal, Kerem Okumuş, Gamze Selçuk
Tasarım: Volkan Babaotu
s360.com.tr
s360blog.tumblr.com
linkedin.com/company/s360
twitter.com/s360news

Benzer belgeler