benım yahudılerım benım masonlarım

Transkript

benım yahudılerım benım masonlarım
B E N İ M Y A H U D İ L E R İ M B E N İ M M A S O N L A R I M
Yazan:Uçar Demirkan
Umberto Eco’nun “Prag Mezarlığı”adlı yapıtını okuyorum.Romanın her yerinde Yahudi düşmanlığı ve
mason düşmanlığı işleniyordu.Benim de Yahudilerle ve masonlarla yaşantılarım olmuştu.Bunları ben
de anlatayım istedim.İşte başlıyorum.
Yahudi adını ve kavramını ilk kez üç ya da dört yaşındayken annemden duymuştum.Onun anlattığına
göre;İzmir’in işgalinden bir gün önce tüm müslüman İzmir’liler Maşatlık’ta toplanıp işgali
istemediklerini haykırmışlar.Maşatlık,Konak meydanının yakınındaki bir Yahudi mezarlığıymış.
Sonraları, Yunan savaşında yakılıp yıkılımış olan bu Yahudi mezarlığının üstüne bir çocuk parkı
yapmışlardı.Çok güzel bir parktı. Ana giriş kapısının iki yanında çeyrek daire biçiminde mermerden
yapılmış oturma yerleri vardı.Mermer çemberlerin başlangıcında gerçek bir erkek aslan boyunda olan
iki tane aslan yontusu bulunuyordu.Parkın içinde çocukların oyun alanı ve büyüklerin dinlenme
yerleri vardı.
Sonraları,bu mermerleri söktüler ve mermerden aslan yontularını müzeye kaldırdılar.Bir zaman sonra,
yerel bir gazetede bu konuda haber çıkmıştı.Mermerler ve aslan yontuları ,İzmir’deki hiçbir müzede
yoktu,yitmiş gitmişlerdi.Kimbilir,hangi Arap zengininin evinin girişini ya da bahçesini süslüyorlardı.
Ben, Konak meydanına yakı n bir yerdeki Mekke Yokuşu–bu yokuşa paralel bir de Medine yokuşu
vardı, İsmet İnönü o yokuşun ortasındaki bir evde doğmuştu- nun başlangıcındaki bir evde, ikinci
dünya savaşının en civcivli zamanında doğmuşum.Alman uçakları Yunan adası olan Sakız Adası’nı
bombalamak için geldiklerinde, biri Kadifekale’de diğeri Bornova tepelerinde olan iki ışıldak kentin
üzerinde, gökyüzünde bir makas oluşturur ve durmadan gökteki uzun ışıklar devinirdi.Alman
uçaklarının yanlışlıkla İzmir’i bombalamalarının önüne geçmek için alınmış bir önlemdi.En eskiye
giden anım bu ışıldakların gökyüzünü tarayan ışıklarıdır.
Doğduğum ev, eski bir Osmanlı konağıymış.Yokuşun yukarısındaki sokağa açılan bir kapısı
vardı.Buradan, eski konağın haremlik kesimine girilirmiş. Yokuşun başlangıcındaki ana kapıdan ise eski
konağın selamlık kesimine girilirmiş.Bu girişin üzerinde, bir hizmetlinin kalması için bir oda
bulunuyordu.Üç metrelik bir holden sonra bahçeye giriliyordu.Bahçede bir fıskiyeli havuz,bir hamam
ve bir tuvalet vardı. Her yer Malta taşı ile döşeliydi.
Evin yeni maliki,alt ve üst katı ayrı ayrı kiraya vermişti.Biz alt katta otururduk.Üst
katta(haremlikte)midyeci Nezih bey, eşi,iki oğlu, iki kızı otururlardı.Alt bahçe ortak kullanım alanı idi.
Nezih bey,hazırladığı midye dolmalarını İzmirin eğlence yerlerinde satarak geçimini sağlardı.Bu yolla,
sayılan kişilerden oluşan kalabalık bir ailenin geçinmesinin olanaksız olduğu açıktır.Söylentilere göre,
Nezih bey Osmanlı Sarayında ahçılık yaparmış.Osmanoğulları yurt dışına sürgüne yollanınca,sarayda
çalışanlar sarayı yağmalamışlar.Bu ailenin elinde de, saraydan alınma gümüş tabaklar, çatal, kaşık ve
bıçaklar, altın kaplamalı fincanlıklar ve fincan altlıkları ve başka mücevherler vardı.Aile,bunları zaman
zaman İzmir’deki sarraflara satarak geçimini sağlıyordu.
1
Bir başka ahçı öyküsü daha vardı.Bir Kırım Türkünü(bir Tatar) Ruslar ikinci dünya savaşı sırasında zorla
askere almışlar ve Alman cephesine götürmüşler.Orada uzun süre savaşmış ve sonunda Almanlara
esir düşmüş.Uzun ve zorlu tutsaklık yıllarına dayanmış.Savaş sonrası Amerikalılar bunu tutsaklıktan
kurtarıp özgür kılmışlar.O da kendisi gibi olan bir Tatar kızıyla evlenmiş ve çok güzel bir kız çocukları
olmuş.Kendi isteği ile onu Türkiye’ye yollamışlar.O da ailesiyle bizim mahalleye gelmişti.İkiçeşmelik’te
bizim komşumuz olmuşlardı.Her gece,tüm komşu çocuklarını evinde toplar kızına ve bizlere çok güzel
masallar anlatırdı.
İzmir’de Nato kurulunca Am erikalılar bunu Nato binasına aldılar.Orada aşçı olarak çalışıyordu.Çok
güzel yemek yapıyor olmalıydı ki,bir yıl kadar sonra bunu ve ailesini Amerika’ya göçmen olarak
yolladılar. Adamın Rusçası ve Almancası da vardı. Orada kendisinden çok yönlü olarak yararlanmış
olmalıdırlar.
O zamanlar, annem bana bir başka öykü daha anlatmıştı.Atatürk’e İzmir’de girişilecek olan bir suikast
ortaya çıkarılmış ve bu fırsattan yararlanılarak Mustafa Kemal’e karşı çıkan bazı paşalar ve politikacılar
İzmir’de kurulan İstiklal Mahkemesi’ne verilmişlerdi.
Bu mahkeme de Maşatlık’a yüz metre kadar yakınlıktaki bir binada-Elhamra Sineması Binasıtoplanmıştır. İzmir halkı, mahkeme boyunca her gün mahkeme önünde toplanıp “Paşalarımız ı
isteriz.Paşaralımızı cezalandırmayın”diye bağırmışlar;bu gösterilerin etkisiyle paşalar idamdan
kurtulmuşlar.Yine bu mahkemenin kararı ile ünlü ve etkili masonlardan Maliye Bakanı Cavit
Bey,İzmir’de asılmıştır.
İlk öğrenimimi Mekke Yokuşu’nun mahallesindeki-bir yılını İstanbul Aksaray’daki-ilkokullarda
tamamladım.Sonra, babamın işleri iyi gitmemeye başladığından İkiçeşmelik adlı bir semtteki bir
yapıya taşındık.
Burası tam bir Yahudi gettosuydu.Türklerden çok Yahudi kökenli vatandaşlar bu mahallede
yaşıyordu.Yahudileri burada tanıdım.Gerçekten de, mahallede üç çalışır durumda sinagog varken,
Asmalımescit diye anılan bir cami vardı.Zengin Yahudiler kuyumculuk, sarraflık, ticaret, dış alım ve dış
satım işleri ve tefecilik ile uğraşırlardı.Genellikle İzmir’in zenginlerinin oturduğu Alsancak ve Göztepe
semtlerinde otururlardı.Karataş’ta büyük bir sinagog vardı,orada ibadet ederlerdi.
Müslüman halk,sinagoglara havra derdi.İkiçemelik’te bir de ünlü “Havra Sokağı”vardı.
Yahudiler, her tür işi yapıyordu.Eski mahalledeyken –orada oturan Yahudiler yoktu-mahallemize
çerçilik yapan, macun satan, ya da savaş sırasında birçok gereksinim maddesi karneye bağlanmış
olduğundan-eskiden kalma nufusumda hala “ekmek karnesi verildi”, “çay karnesi verildi”, “şeker
karnesi verildi” ibareli hükümet daireleri damgalı kayıtlar vardır-ekmek karnesi karşılığı çay, kahve
karnesi toplayan Yahudiler gelirdi.Burada ise,terzilik, ayakkabıcılık, kalaycılık, saat tamirciliği, fırıncılık
gibi her türden işi yapıyorlardı.
Yahudiler,her şeyden para kazanmanın yollarını arayıp buluyorlardı.Örneğin;yenen kavunların içinden
çıkan çekirdekleri kurutuyorlar, eziyorlar, su ve şeker katıp “sübye”diye satıyorlardı.İşe giden Türk
efnafı da sabahları bu ezilmiş kavun çekirdeğinden yapılan sübyeden bir bardak içiyor, sonra işe
başlıyordu.Kayısıların içinden çıkan çekirdekleri biz çocuklara kırdırıp kabuklarını soyuyorlar, gerçek
bademlere katıp Kordon boyundaki içki masalarına “buzlu badem”diye satıyorlardı.
2
Mahallenin Yahudi fırınında peynirli, ıspanaklı, patatesli, pirinçli boyozlar yapılır ve satılırdı.Ben de
bana verilen harçlıklarla ençok pirinçli Yahudi boyozu alır yerdim.
1968 yılında Maliye Müfettişi olarak Çanakkale’yi denetleme görevi almıştım.Bir yardımcımla bu
kente gittik.Cumartesi günleri,bizim her gece gittiğimiz sahildeki lokantaya Yahudi kökenli vatandaşlar
doluşurdu.İzmir’den biliyordum.Yahudiler, Cumartesi günleri ateş tutmazlardı.O nedenle de evlerde
yemek yapılmazdı.Hemen tamamı,kesesine göre değişik lokantalara giderlerdi.Bu kentte,Yahudi
azınlığın olmasını garipsemiştim.
Vergi dairesi teftişi sırasında,epeyi Yahudi kökenli vergi mükellefi olduğunu gözledim.Servis şefine
sordum.Anlattığına göre;1967 Arap-İsrail savaşına dek, Türkiye’de yerel nufusun içinde oransal olarak
Yahudilerin en çok olduğu il Çanakkale imiş.
Savaş sırasında; 6-7 eylülde İstanbul’da yaşananlara benzer olaylar Çanakkale’de de yaşanmış.
1957 yılında, Rumların Kıbrıs adasındaki Türklere saldırmaları üzerine İstanbul’daki Beyoğlu semtinde
işyeri bulunan Rum ve Ermenilere-belki de Yahudilere-ait mağazalar ve dükkanlar yağmalanmış,
yakılıp, yıkılmıştı.İzmirde de İzmir fuarındaki Yunan pavyonu’nun başına aynı akibet gelmişti.
1967 Arap-İsrail savaşı sırasında da Çanakkale’de Yahudilere ait dükkanlar ve işyerleri yağmalanmış,
evler yakılıp yıkılmış.O zaman,Türk hükümeti ile İsrail hükümeti anlaşmış ve bu kentteki Yahudilerin
büyük bir çoğunluğu gemilerle İsrail’e taşınmış.Halen bulunanlar ise, gitmek istemeyenlermiş.
Bunun üzerine İzmir gettosundaki Yahudilerin de sistemli olarak yeni kurulmuş İsrail devletine göç
ettirildiklerini de anımsamıştım.
Pekiyi ne olmuştu da İspanya ‘nın koyu katolik kraliçesi İzabella’nın 1492 yılında kovduğu Yahudileri –
Sefarad Yahudilerini-bağrına basan ve yüzyıllarca bir arada sorunsuz yaşayan Türklerle Yahudilerin
arası açılmış veTürkiyedeki Yahudiler dışlanmış ve horlanmışlardı da bu ülkeyi terk etmek zorunda
kalmışlardı?
Bir kez,İkinci Dünya savaşındaki Yahudi düşmanlığından,Türkiye’deki bir grup vatandaş etkilenmiş ve
Yahudi aleyhtarlığına başlamıştır.Sonra, yerel Yahudiler kendilerini müslümanlara yeterince
anlatmamışlar ve buna gereksinim duymamışlardır.En önemlisi,1950 de demokrasiye geçişle birlikte
Türkiye’de islamın yeniden dirilişi yaşanmağa başlamıştır.Bunun sonucunda olanlar olmuştur.
Oysa; Türklerin Yahudilerle akrabalığına dair söylentiler de vardır.Buna göre;Tevrat’ta sözü edilen on
üçüncü kabile olan “kayıp kabile”nin Türk kabilesi olduğu anlaşılmıştır.Gerçekten de islamın yayılışı
sırasında Hazar Denizi dolayında yaşayan Hazar Türkleri, buraya gelen islam misyonerlerince islama
çağırılmıştır.Arkadan,onları hristiyanlığa çağıran misyonerler de gelmiştir.Şamanizme inanan Hazar
Türkleri,”bu böyle olmayacak, kendimize yeni bir din seçelim”demişlerdir.
Hazar Türklerinin bilgeleri,yöneticileri ve şamanları bir araya gelerek İncil’i ve Kuranı incelemişler;
bunlarda Tevrattan da söz edildiğini görünce onu da edinip incelemişler ve yahudi dinine girmeğe
karar vermişlerdir.Bir haham bulup Yahudi dininin gereklerini yerine getirmeğe başlamışlardır.
Bu Hazar Türkleri’nin bir kesimi, sonraki yıllarda Türkiye’ye göç etmişlerdir.Günümüzde,Doğu
Anadolu’da bunlardan olanlar vardır.Yerli halk tarafından “teremeke” olarak anılmaktadırlar.
3
Böyle bir akrabalığa karşın Yahudi aleyhtarı olaylar olmuş ve İsrail’e büyük bir yahudi göçü başlamıştır.
Çanakkale’de ortaya çıkmış böyle bir olay ne basına yansımıştı ne de devle t radyoları- o zamanlar
yalnızca devlet radyoları vardı ve televizyon yoktu- bu konuda bir haber yapmışlardı.En azından ben
ne bu konuda bir satır okumuş ne de radyoda bir tümce duymuştum.Her şey, büyük bir gizlilik içinde
olup bitmişti.
Benzer bir uygulama da, 1964 yılında Kıbrıs’ta Türk kökenlilere yapılan soykırım nedeniyle
yapılmıştı.İstanbul’daki rum kökenli Türk vatandaşları yurttan kovulmuşlar, çoğu Yunannistan’a göç
etmek zorunda kalmıştı.Bu olay da, gizli bir Bakanlar Kurulu Kararı ile yapılmış ve basın ve yayın
organları bu olayı haber yapmamış ve işlememişlerdi.Böylece,Türk devleti Ermenilerden sonra
Rumlardan da kurtulmuştur.Öyle anlaşılıyor ki,1967 Arap İsrail savaşından sonra Yahudi azınlıktan da
kurtulunmuştur.Böylece,etnik temizlenme büyük ölçüde tamamlanmıştır.
Doğal olarak servis şefine “Burada Yahudi fırını var mı”dedim.Varmış.Ertesi sabah o fırına gittik ve
yardımcımla ben üçer pirinçli boyozla kahvaltı yaptık.Sonraki günlerde de ya kahvaltıda ya da öğle
yemeklerinde bu pirinçli boyozlardan bol bol yedik.
Yakından gördüğüm ilk Yahudi, komşumuz olan hahamdı.Ufak tefek, yakışıklı denilecek,altmış
yaşlarında bir ihtiyardı.Havra Sokağı’ndaki sinagogu yönetirdi.
Bir gece onun evinden çığlıklar yükseldi.Haham ölmüştü.Ben de mahallenin diğer çocuklarıyla ölü
birisini yakından görmek için o eve gittim.Hahamın yattığı odaya girmemize izin verdiler.Hahamın baş
ve ayak uçlarında on üç mumlu iki şamdan yanıyordu.Çenesini bir yemeni ile bağlamışlar ve karnının
üzerine kocaman bir mutfak bıçağı koymuşlardı.
Mahallede bir başka haham daha vardı.İki sokak yukarımızda oturuyorlardı. Bir gün,hahamın evinden
kadın çığlıkları yükseldi.Bu tür çığlıklar, bizim mahallede doğaldı. Çünkü, hemen herkes ya karısını ya
kızını döverdi.Kimse de bu durumlara karışmazdı.Biz de hahamın kızlarını dövdüğünü sandık.Merakla
hahamın evinin karşısına gittik.
Çığlıklar durmaksızın sürüyordu.Mahalleli işe karışsın diye beklerken, yoldan geçen bir
mahalleliye”Yahu,haham kızlarını dövüyor.Olaya dur deseniz ya”dedik.Adam gülümseyerek yanıt
verdi.”Hahamın kızlarını dövdüğü falan yok.Hahamın kızları Tevrat okuyor.Tevratı yüksek sesle
okurlar.Bu duydugunuz çığlıklar o olayla ilgilidir.”deyip yoluna devam etti.Kızlar hala bağırışıp
duruyorlardı.Biz de adamın anlattığına inandık.Ne de olsa, kimse yarım saat süreyle dayağa
dayanamazdı…
Yahudiler Türk kasaplardan et alıp yemezlerdi.Genellikle tavuk,horoz ya da hindi alıp hahamlara
kestirir ve etlerini “helal”duruma getirir öyle yerlerdi.
Genç Yahudi kızları çok güzeldiler.Ancak,otuzlu yaşlardan sonra birden çöküyorlardı.Müslümanlarda
erkek tarafı kız tarafına başlık parası verirken Yahudilerde tersi olurdu.Yahidilerde kız tarafı kızlarını
drahomasıyla evlendirirlerdi.Drahoması olmayan kızlar evde kalırlardı.Bu nedenle,Türk erkeklerle
evlenmiş Yahudi kızları vardı.Nitekim,arkadaşlarımızdan birisinin annesi Yahudiydi.
4
Sonraları,bunun tersi bir örneğe rastlamıştım.Aynı zamanda mason olan bir Yahudi arkadaş,bir Türk
kızıyla evlenmışti.Bu yüzden sinagog cemaatinden atılmıştı.Belki,Yahudi olmayanla evlenen kızları da
cemaatten atıyorlardır.
İkiçeşmelik mahallesine taşındıktan sonra Eylül başında,biraz gecikmeli olarak-onbir yaşındaydımsünnet edildim.Yahudiler de sünnet ediliyorlardı ama onlar doğar doğmaz bu operasyonu
geçiriyorlardı.Orta okula sünnetli yürüyüşüyle başlamıştım.Orta okulda Yahudi kökenli arkadaşımız
yoktu.Çünkü,Yahudi çocukları orta okulu,Saint Jozef orta okulunda okuyorlardı.Oysa,ilköğretimde
Yahudi kökenli arkadaşlarımız olmuştu.Genellikle Türk adları kullanırlardı.İlk öğrenim zorunlu
olduğundan,bundan kaçınamıyorlardı.
Sonra,İzmir Atatürk Lisesi’ne yazıldım.Burada birçok Yahudi ile birikte okuduk.Çünkü,o zamanlar Saint
Jozef’in İzmir’de lisesi yoktu.Zengin yahudiler,çocuklarını İstanbul’daki Saint Jozef lisesine
yolluyorlar,orta tabakadakiler ise Türk liselerine yazılıyorlardı.
Üç yıl boyunca birlikte okuduğum ve arkadaşlık ettiğim Yahudilerin bazılarının adları Aslan, Jak,
Nahum, Nesim, Albert ,Jozef,Ferit idi.İçlerinde Yahudi militanı diyeceğimiz tipler de
vardı.Bunlar,sabahları İstiklal Marşını söylemezlerdi.Bazı Türk arkadaşlar da bu tiplerin arkasındaki
sırada yer tutup gerilerine toplu iğne batırarak bunlara zorla İstiklal Marşı okuturlardı.
Aramızda,başka bir konuda gerginlik yaşanmamıştır.
Bu arkadaşların çoğu uzun süre İzmir’de kalmışlar ve İzmir’in ekonomisinde önemli yerlere
gelmişlerdir.İçlerinden bir tek Albert İsrail’e gitmişti.1967 Arap İsrail savaşı sırasında binbaşı rütbesi ile
savaştığını “Time”dergisinden öğrenmiştik. Bir başka “Time” dergisinin kapağında da bizim
mahalleden İsrail’e göç etmiş Stella adlı bir Yahudi kızını görmüştük.O da İsrail ordusunda Araplara
karşı savaşıyormuş.
Stella ve ablası Raşel, bizim mahallenin kızlarıydı.O zamanlar müslüman kızlarla arkadaşlık kurmak
çok zordu. Bu nedenle, Yahudi kızları ile arkadaşlık kurardık. Raşel ve Stella ve hahamın kızları ile her
Cumartesi bir arkadaşın evinde-anne ve baba genellikle sinemaya gitmiş olurlardı, o zamanlar
sinemalarda iki film tekmili birden gösterilirdi, bu en azından beş saat demekti-toplanır ve çay
partileri düzenlerdik.Yahudi kızları ile dans eder ve onları sever,okşardık.En sık Kıbrıs’lı Tankut’un
evinde toplanırdık.
Bu Kıbrıs’lı Tankut,liseden sonra Edebiyat Fakültesi Rus filolojisi bölümüne girdi.Herkes,bu seçiminden
dolayı onunla dalga geçti.Türkçe-Rusça sözlük olmadığından dört yılda Rusça ile birlikte İngilizce de
öğrenmiş oldu.Okul bitince Harbokulundan dil öğretmenliği önerisi,MİT’ten kendileri ile çalışma
önerisi,CİA ‘den onlarla çalışma önerisi aldığını; kararsız olduğunu söylemişti. Sonra,Gürcistan’dan
attığı bir postkarttan Amerikalıları seçtiğini anlamıştım.Böyle garip gelişmeler olmaktadır.
Bir başka arkadaşımız-üç liseden kovulup bizim liseye gelmişti-zor bela liseyi bitirmişti-üniversite
seçimi sırasında sınavsız girilen yerleri araştırmış ve edebiyat fakültesinde sineloji-çince-bölümüne
girmişti.Orayı da güç bela, itile kakıla bitirmiş;bir süre işsiz dolaşmıştı.Yıllar sonra,Çin ile ekonomik
ilişkiler kurulunca Çin’e konsolos olarak atanmıştı.Bu da bir garip gelişmeydi.
Bir başka garip olay da Raşel ile bizim imam Ali’yi evlendirmemizdir.İmam Ali, İzmir’de ilk kurulan
İmam Hatip Lisesi’ne yazılmıştı.Konyalı Ali de derdik.İmam Hatip Lisesi’ne yazılmış olmasına
karşın;İmam Ali de bizim Cumartesi çay partilerine katılırdı.O partilerden birisinde,İmam Ali imamlığı
5
da kendisi yaparak Raşel adlı Yahudi kızıyla imam nikahıyla evlenmiş oldu.Ondan sonra,bizim
partilerde onlara evli işlemi yapılıyordu.Raşel de sonraları,İsrail’e göç etti.
Lisedeki Yahudi arkadaşlarımdan Aslan turistlere,İzmirli zenginlere ve Nato’ya gelmiş Amerikalılara
yerli ve İran halıları satıyordu.Jak,dış alım ve satım işlerine girişmişti.Nahum ve Nesim ise Tıp
Fakültesi’ni bitirip ünlü doktorlar olmuşlardı.
İzmir’deki Nato örgütüne gelen Amerikalı askerler,kentin zenginlerinin oturduğu Alsancak,Göztepe,
Bornova, Buca gibi semtlerinde oturuyorlardı,Yahudilerle dostluk kuruyorlardı. Bizim Lisenin
arkasındaki,eski ortodoks kilisesinin yanındaki boş arsada bunlara spor alanları yapılmıştı.İki
basketbol sahası ve bir teniz sahası vardı.Bizler de Amerikalı yaşıtlarımızla bu alanda basketbol ve
tenis oynar ve çoğunlukla onları yenerdik.Bunu bir türlü içlerine sindiremezlerdi.
Şimdi Efes Oteli’nin bulunduğu alanda o zamanlar bir havuzlu park ve nikah salonu vardı.Belediye,bu
parkın bir kesiminde Amerikalı çocuklar için beyzbol sahası kurulmasına izin vermişti.Bizi oraya da
davet ettiler.Zaman zaman Yahudi akranlarımızın da olduğu o oyunda da Amerikalı çocukları
yenerdik.
Onların sayesinde İzmir’de basketbol ve tenis sporları gelişmiştir.
Bir de şunu anlatırlardı.Bir kaç yıl geçtikten sonra, Amerikalı doktorlar, Türkiye’de bulunmuş Amerikalı
çocuklarda “çocuk felci” hastalığının ortaya çıkmadığını gözlemişler.Amerikalılarda o sıralar bu
hastalık çok yaygındı.Başkanları Roozevelt bile bu hastalığa yakalanmıştı.Bunun nedenini Türkiye’ye
ve İzmir’e gelip araştırmışlar ve şu şaşırtıcı sonuca ulaşmışlardı.Amerikalı çocuklar bizlerle birlikte toz
toprağın içinde koşup oynayarak büyüyorlardı.Bunun sonucunda,bedenlerinin mikroplara karşı
bağışıklık güçü,savaşma gücü artıyormuş.O nedenle onlarda çocuk felci sayrılığı ortaya çıkmıyormuş.
Arada bizim mahalleden bazı liseli-çat pat İngilizce konuşanları-gençleri;Amerikan subayları evlerinde
verdikleri partilere garson olarak çalışmak için çağırırlardı.Bir arkadaşımız bu tür bir işe gitmiş ve iş
bitince giyinip evden çıkacakken bir de bakmış konuklar evin çok güzel sahibesini dudaklarından
öpüp-iyi geceler öpücüğü diyorlarmış-ayrılıyorlarmış.Bizim delikanlı da kadının dudaklarına yapışmış
ve sıkı bir vantuz çekmiş.Kadın şaşırmış ama sesini çıkarmamış.Bizim oğlan,evin servis kapısından
yeniden içeri girerek iki kez daha kadını öpmüş.Kadın sonunda”Sizi tanımıyorum.Ama,bu kadar
yeter”demiş.Bizim oğlan,kadının subay olan kocasından dayak yemeden oradan sıvışmış.
Bir de babamın Yahudilerle olan ilişkileri vardır.Babam,İzmir’de ilk kez bir pres makinesi yaptırıp balık
ve kızartma tavası,yumurta tavası,yemek tavası gibi çeşit çeşit kalıplarla seri imalat denilecek biçimde
tava imalatına başlamıştı.Ürünlerini her Cuma günü Santo Ruso diye bir Yahudiye teslim
ediyor,parasını alıyordu.Santo Ruso,bu tavaları diğer illere dağıtıp ve İzmir içinde satıyor ve
sattırıyordu.Bu yolla,babamdan daha çok para kazanıyordu.Babama”Neden tavalarını sen
dağıtmıyorsun, sen pazarlamıyorsun”dedim.Bu işe yetecek sermayesi ve çevresi olmadığını söyledi.O
zaman,Yahudilerin sermaye-para- ve çevre ilişkilerinin genişliğinin önemini kavramıştım.
Zaten,babam üretim sırasında kullandığı sülfürik asit,tuz ruhu asidi gibi asitleri;kalayı ve nişadırı da
Yahudilerden alıyordu.Öyle bir işe girişirse,alım yaptığı Yahudiler onu önlemek için ona ham madde
satmayabilirlerdi.
6
1957 yılında,Türkiye’de ekonomik kriz başladı.Bir çok mal yanında babamın en çok kullandığı ürün
olan kalayı da milli korunma kanunu kapsamına alıp kota ile dağıtmağa başladılar.Babamı da bu
uygulamalar alanına aldılar.Babam,gereksinim duyduğu kadar kalay için belge alıyor ve bu kalayları
yurt dışından getirtip-Yahudi ithalatçılar aracılığyla-kullanıyordu.Bir gün Santo Ruso babama”Osman
usta,sen gereksiniminden fazla kalay için istekte bulun.Fazladan gelenleri bana devredersin.Ben de
onları el altından satıp ayrıca para kazanırız”demiş.Babam bu öneriye “olur”deseydi bizim aile de
İzmir’in zengin ailelerinden olurdu.Ama,”hayır”dedi.
Sonunda, babamın tava işini de İstanbul’daki bir başka Yahudi bitirdi.Birden çok presle-babam bakır
tava yapardı-aliminyum tavaları seri imalat ile yapıp iyi bir reklamla pazarlamağa başladı.Bir yıl sonra,
babam bu rekabete-tava fiyatları yarıya dek düşmüştü-dayanamadı ve yeni düzene de uyamadı, işi
kapattı.Bir daha da çalışmadı.
Bir başka Yahudi de benim yaşamımı kurtaran Yahudi bir doktordur.Adı Ersel Bilman idi.Her ne
kadar,Talmut’ta Yahudi doktorlara Yahudi olmayan hastalara bakılmaması emrediliyor idiyse de bu
doktor,bana bakmıştı. Herhalde,sayrılığımın ciddi olması ve kazanacağı paranın yüksekliğine
dayanamamıştı.
Lise ikinin başlangıçında,lisenin önünde satılan ayvalardan almış ve yıkamadan
yemiştim.Sonuç,bağırsak tifosu hastalığıydı.Hastalık başladığında altmış kiloydum,tedavim bitip
nekahat devrem başladığında elli dört kiloya inmiştim.Nekahat döneminde de bağırsaklarım sigara
kağıdı denli inceldiğinden, uzun süre et suyu ve sebze suyuyla beslenmiştim.Ama Ersel Bilman beni
yaşama geri döndürmüştü.
Bağırsak tifosu hastalığı,Sağlık Bakanlığı’na ihbarı zorunlu hastalıklardanmış.Ersel Bilman,olasılıkla
vergiden kaçmak için hastalığımı Bakanlığa ihbar etmemiş, sonunda hastalığımın mide hastalığı
olduğuna dair rapor vermiş ve o raporu okula –otanmam iki ay kadar sürdüğünden okula devam
etmem ve sınıfta kalmamam için böyle bir rapor gerekiyordu-verip öğrenimimi kayıpsız
sürdürmüştüm.
O dönemde özel doktorun bakımı çok pahalıydı.İyileştikten sonra, bu kadar parayı nereden
bulduklarını babama sordum.Bana”yaşamımda ilk kez bana büyük ikramiye çıktı.Dörtte birlik milli
piyango biletiydi.Parayı aldık, haftasına sen hastalığa yakalandın ve yattın aşağı.O parayla otanmanı
sağladık ve seni yaşama döndürdük”demişti.Gerçekten de şimdi de olduğu gibi, ozaman da çeyrek
bilet milli piyango ikramiyesi ile eski İzmir evlerinden enaz beş tane satın almak
olanaklıydı.Böylece,babam bir kez daha zengin olmak olasılığını yitirmişti ama oğlu ölümden
dönmüştü.Ersel Bilman adlı bu doktoru yaşamım boyunca unutmadım.
Bu bir tür Yahudi gettosu durumunda olan mahalleyi biraz anlatayım.İkiçeşmelik, Mezarlıkbaşı’ndan
Eşrefpaşa Meydanı’na kadar giden daracık bir caddenin iki yanındaki sokaklardan
oluşmaktadır.Mezarlık Başı’ndan Altınpark’a dek uzanan Kemeraltı Caddesi parçası da bizim
mahalleye dahildi.Oralarda da Yahudiler otururdu.Keza; caddenin ortasından Kemeraltı’na inen
Kahramanlar Sokağı da aynı durumdaydı.
Sokaktan biraz geniş olan bu caddede,bir belediye otobüsü(burunlu Man otobüsleri vardı) ile bir
otomobil karşılaştıklarında, manevralarla biribirlerine yol açarlardı.O zamanlar,İzmir’de çoğu hurdaya
7
çıkması gereken Ford, Chavrolet, Dodge markalı otomobiller vardı.Otomobillerin çoğu,İzmir’e gelmiş
Nato personeli İzmir’den ayrılırken otomobillerini satarlardı, o araçlardan oluşuyordu.
Bu otomobillerden birini taksi olarak çalıştıran bir Parlak Hüsnü vardı.Bu parlak Hüsnü,hem kadınları
hem oğlanları pazarlardı.Aracını da bu işlerde kullanırdı.Eve gelip karısını ve kızını alınca, biz
mahallenin delikanlıları “Pezo Hüsnü yine karısını ve kızını “uçuş”a götürüyor “derdik.
Bizim mahallede orospular,oğlanlar,kullamparalar(oğlancılar),sevici kadınlar, külhanbeyleri, haraç
toplayanlar, eşrarkeşler-O zamanlar eroin ve kokain alışkanlıkları daha Türkiye’ye girmemişti-esrar
satıcıları bir arada, biribirlerinin yararına dokunmadan yaşarlardı.New York’un Bronks’undan bir farkı
yoktu.
Bir kezinde; Parlak Hüsnü’nün kızını yaşıtı çok güzel bir kızla evlerinin banyosunda kız kıza sevişirken,
bir arkadaşın o eve bakarak yüksek konumlu olan evlerinin penceresinden izlemiştik.Parlak Hüsnü,
kızlığına dokunulmaması koşuluyla o kızını da pazarlıyordu.Oysa,bizim mahallede kızlarıyla seks yapan
çok baba vardı.Sonunda, bir büyük Ege ilçesinin bir zenginiyle evlendirdiler o kızı.
Orta okulda edebiyat dersine gelen Sabri hoca-büyük olasılıkla oğlancıydı, çünkü bazı erkek
çocuklarını edebiyatı daha iyi öğretmek bahanesiyle sık sık evine çağırırdı, karısı ölmüştü yalnız
yaşıyordu-bizim sınıftan iki çocuğa,başka bir sınıftan bir çocuğa “abla” takma adını takmıştı.Bu üç
çocuk oğlan oldular ve oğlancıların en sık aradıkları tipler oldular.Orta okuldan sonra, hayatlarını
kazanmak için o yolda çalışmaya başladılar.Bob stil ayakkabılar-topukları mantarlı yüksek topuklu
ayakkabılar-giyerler, kadınlar gibi makyaj yaparlar, daracık pantolon giyip ortalıkta dolanırlardı.
Caddede bir de hamam vardı.Her gün,her saat erkeklere olan bir hamamdı.Bizim arkadaşlar dahil
İzmir’in tüm oğlanlarını haftanın belli gününde burada da pazarlarlardı.Ülnü bir şarkıcı olmuş olan
İstanbul’lu bir oğlan da İzmir’e geldiğinde bu hamamı kapatır ve hamam safası yapardı.
İşte,o üç abladan birisinin adı Enis idi.Biz onu Türk sanırdık. Yahudilerin bazıları, çocuklarına Türk adı
koyarlardı.Sonradan,Yahudi kökenli olduğunu öğrenmiştik.O da dahil,bizim mahalleden çıkan oğlanlar
ve orospular, otuz yaşını tamamlayamadan ölür giderlerdi.Bazılarını da –oğlanlar dahil-İzmir genel
evinde çalışırken görürdük.
Ben ve beş arkadaşım, bu bataklıkta lise öğrenimini tamamlayıp yüksek öğrenime gittik.O nedenle
bizleri bataklıkta açan beyaz orkidelere benzetirdim.
Yüksek öğrenimimi Mülkiye’de tamamladım.Bizim dönemde bu fakültede Yahudi kökenliler
yoktu.Belki de vardır da ben tanımadım.Sonra, askerlik görevim için Piyade Okulu’na gittiğimde orada
yeniden Yahudi kökenlilerle karşılaştım.Bizler gibi, okulu bitirip birer asteğmen olarak kıtalara
dağıldılar.İktisat Fakültesi’nde asistanken askere gelmiş sanırım Varon soyadlı bir Yahudi vardı.Bizim
yaşlarımızdaydı.Ondan sonra,uzun süre Yahudilerle karşılaşmamıştım.
Askerlik bitmiş;Maliye Müfettişi de olmuştum.Meslek uygulamaları sırasında da Yahudilerle yolumuz
kesişti.Bir keresinde, bir tefecilik ihbarını vergi incelemesine tabi tutuyordum.Tefeci bir
Yahudiydi.Zaten, tefecilik Yahudilerin kutsal mesleği gibi bir şeydi.Tüm Türkiye’de,nerede bir tefecilik
olayı olsa, altından –yada önde görünen Türkün arkasından- bir Yahudi ortaya çıkıyordu.
8
Adamın servet durumuna bakıldığında, tefecilik yaptığı ayan beyan görünüyordu.Ama, borç alıp
verme işlemlerini ortaya çıkaramamıştım.O zamanlar, bankalar şimdiki gibi büyük ve yaygın
değildi.Tüm bankalara adamın kimliğini bildirip varsa onlardaki banka hesaplarını bildirmelerini
istedim.Sonunda bombayı patlatmıştım.
İzmir’de tefecilik yapan Yahudi, Van’daki bir banka şubesinde hesap açtırmıştı.Borç paraları-çeklerle-o
hesap üzerinden veriyor; faiziyle borç paralar o hesap aracılığıyla tahsil ediliyordu.Hem vergi
kaçakçılığından hem de “tefecilik suçu”ndan adamı savcılığa ihbar etmiş ve görevi tamamlamıştım.
Bundan sonra tanıdığım Yahudiler,masonlarla olan ilişkilerim nedeniyle olmuştur.Ama, Maliye
Müfettişi olarak sık sık görevle yurt dışına gitmiştim.Orada tanıdıklarım hangi ulustan olduğumu
soruyorlardı.Ben de “Siz bulun bakalım” diyordum.Kimsenin aklına Türk olduğum gelmiyordu.Her
ulusun adını sayıyorlar, sonunda ben Türk olduğumu söyleyince “Haa.. Demek Türksünüz
“diyorlardı.Bu arada,ençok” Yahudi misiniz “diye soranlar oluyordu.Belki de,İkiçeşmelik gettosunda
büyüdüğümden, Yahudilik bulaşmıştı bana…
Gelelim masonlarla olan tanışmama ve serüvenime.Biraz masonluk tarihi iyi gider diyerek başlayalım.
Masonluğun kökeninin Haçlı Seferleri sırasında kurulduğuna dair söylenceler bulunan “Tapınak
Şövalyeleri”olduğu ileri sürülür.Amaç,Kudüs’ü müslümanlardan geri almak ve orada bir Hristiyan
devleti kurmaktır.Tapınak şövalyeleri sonradan biçim değiştirip ilk masonlar
olmuşlardır.Mason,fransızcada duvarcı ustası demektir.Masonlar,kendilerini onlardan ayırmak için
franc-maçon deyimini kullanırlar.
İlk başta 1725-1736 yıllarında İngiliz masonlarına ait dört loca bir araya gelip Londra Büyük Locasını
kurmuşlar ve Anderson soyadlı bir mason,masonluğun anayasasını hazırlamış ve bu anayasa
benimsenmiştir.
Paris büyük locası ise ilk olarak 1735 yılında kurulmuştur.Katolik eğilimli-İngiliz masonları dinsizdilerolan bu masonlar, başlangıçta İngiliz masonlarınca dışlanmışlar, sonradan kabul görmüşlerdir.Örneğin;
günümüzde ülkemizde Hür ve tanınmış masonlar-İskoç riti- ile özgür masonlar-Paris ritibulunmaktadır.Özgür masonlarda dini inanç serbesttir ve kadınlar da bu mason localarına üye
olabilmektedir.
Bir de –Roma riti denilebilecek-bir örgütlenme vardır.İlluminati denilen bu örgüt 1876 da Almanya’nın
Münih kentinde kurulmuştu.On kişiden oluşan bir iç çember ve üç yüz kişiden oluşan bir dış çember
biçiminde örgütlenen bu kuruluşun amacı,Kudüs başkentli bir dünya devleti kurmaktır.Simgesi, tek
gözdür.Bu göz, Ra tanrısının gözüdür.Örgüt,aşağıya doğru,bir piramit biçiminde
örgütlenmiştir.İllumimati dereceleri de 33 derece olup masonlarla aynıdır.
Türkiye’deki birçok müzik ve sinema sanatçısının bu kuruluşa üye olduğuna dair söylentiler vardır.
Bazı yazarlara göre;aydınlanma anlamına gelen İlluminati örgütü 1576 yılında Galileo Galilei
tarafından kurulmuştur.Dünyanın dönmediğini engizisyon baskısı ile söylemek zorunda kalan
Galileo,bundan sonra kiliseye düşman olmuş ve on bir arkadaşı-sanatçı ve bilim adamı- ile İlluminati
adlı örgütü kurmuştur.
9
İllünimati örgütünde mason localarının adı numaralıdır.Örneğin, 1980 li yıllarda P2 locası denilen bir
locadaki Vatikan rahiplerinden birisinin yaptığı yolsuzluklar ortaya çıkarılmış ve İllüminati adı yeniden
gündeme gelmiştir.
Osmanlı Devleti’nde masonluk 1721 yılında başlamıştır.İlk mason, Yirmisekiz Mehmet Çelebi zade Sait
Çelebidir.Aslen Fransız olan Kumbaracı-istihkam subayı-Ahmet Paşa ile İbrahim Müteferrikamatbaayı Osmanlıya getirmiştir-ilk masonlardandır.
Sultan Birinci Mahmut,masonluğu yasaklamıştır.Ancak,yasak Anadolu’da uygulanmış ve fakat Rumeli
ve Makedonya’da uygulanamamıştır.
Üçüncü Selim döneminde İstanbul’da İngilizler,İskoçlar,Fransızlar,İtalyanlar mason locaları
kurmuştur.Bu localara bazı azınlıklar da girmiştir.
İlk obediyans “Grande Loge de Turquie” adıyla İzmir’de kurulmuştur.Ayrıca,1848 yılında kurulmuş
“İskenderun Büyük Locası”da vardır.Bu dönemde bir tek “Orhaniye” locası Türkçe işlem yapmıştır.
1861 yılında Prense Halim Paşa, İskoç Ritine bağlı “Şurayı Ali Osmani”yi kurmuştur.Sultan Abdülaziz
döneminde Ermeniler”Ser-Sevgi” locasını kurmuşlardır.Buraya Türkler de girmiştir. Bundan
sonra,masonluk Türkler arasında hızla yayılmıştır.Başlıca ünlü masonlar şunlardır:
Mustafa Reşit Paşa, Keçecizade Fuat Paşa, Mithat Paşa, Ziya Paşa, İbrahim Hakkı Paşa, Ahmet Vefik
Paşa, Tunuslu Hayrettin Paşa, Şinasi, Namık Kemal, Sultan Beşinci Murat, oğulları Prensler Nurettin
ve Kemalettin efendiler, şeyhülislamlar İzzettin efendi, Hayri efendi, Musa Kazım efendi.Ayrıca, son
padişah olan Mehmet Reşat(Vahdettin) de masondur.
İkinci Abdülhamit dönemi masonlar için zor dönemdir.İkinci Abdülhamid,bir mason olan beşinci
Murad’ın yerine tahta geçtiğinden,masonların kendisini tahttan indirim Beşinci Murad’ı yeniden
padişah yapacaklar diye korku içinde yaşamıştır.Bu nedenle,Türkler için masonluğu yasaklamıştır.
Türkler mason olamaz.Yabancıların ve azınlıkların locaları serbesttir.Buna karşın; özellikle Selanik’te
kurulan (Union et progrés-ittihat ve terakki-)locasında birçok Türk yer almışlardır.Bazıları;Kazım Paşa,
Mithat Şükrü Bleda, Talat Paşa, Faik Süleyman Paşa, Cemal Paşa, Emanuel Karasu(Abdülhamidin
yüzüne tahttan indirildiğini tebliğ etmiştir)Manyasızade Refik bey, Cavit bey(Sonraları Maliye Bakanı
olmuş ve İzmir suikastı dolayısıyla asılmıştır)dir.
Kurtuluş Savaşı sırasında masonlar faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Mustafa Kemal masonluğa 1906 yılında Şam’da görevli iken başvurmuştur.Ancak,reddedilmiştir.29
ekim 1907 de önce Makedonya Risorta(İtalyan) locasında mason olmuş,sonra İttihat ve Terakki üyesi
olmuştur.196 matrikül-sıra-numaralıdır.Ancak,toplantılara katılmamıştır.Bu bir söylentidir.
Gerçekte,Mustafa Kemal(Atatürk) genç bir subay iken Selanik’te (Union et Progrés) İttihat ve Terakki
mason locasına girmiştir.Abdülhamidin son zamanlarında İtalya’dan gelen Enrico Ferni adlı bir mason,
Selanik’te İtalyan mahfiline bağlı locayı kurmuştur.Mustafa Kemal’in arkadaşı Fethi bey de Vedata
adlı bu mason locasının üyesidir.Locada iki Yahudi ve bir Ermeni mason daha vardır.Belki de,(Union Et
Progrés ) İttihat ve Terakki bir mason mahfilidir.Mustafa Kemal’in ve diğer itthiatçıların üyeleri olduğu
localar,bu mason mahfiline bağlı localardır.
10
Locanın Yahudi üyeleri, o zamanlar Rusya’da çok kötü davranışlarla karşılaşan Rus Yahudilerinin
durumunu durmaksızın gündeme getirirler.Bu durum, Mustafa Kemal’e ters gelir.Sonunda,mason
locası toplantılarına katılmamağa başlar.Masonluğa bir giren bir daha çıkamaz kuralı gereği; Mustafa
Kemal’i uyuturlar.Mustafa Kemal uyuyan mason olur.
Daha sonra, Samsun’a gitmesinden önceki günlerde Mustafa Kemal İstanbul’da bir subay arkadaşına
rastlar.Bu arkadaşı onu, bir mason locasına götürür.Orada,bazı masonik törenlerden sonra, başının
üzerinde bir kılıç dolaştırırlar.”İşte, benim masonluğum bu kadardır” diye anlatır sonraları Mustafa
Kemal yakınlarına.Günümüz masonlarına göre,bu anlatılan tören “uyuyan bir masonun
uyandırılması” törenine benzemektedir.Yani,Mustafa Kemal Anadolu’ya gitmeden önce yeniden
mason olmuştur.
İttihat ve Terakki locasına-belki de mason mahfiline-daha sonraları Talat Paşa,Maliye Bakanı
Cavit,Bahriye Bakanı Cemal Paşa, Resneli Niyazi ve Emanuel Karasu da girmiştir.Emanuel Karasu
sonraları Grand Orient-Büyük Doğu- mahfilini büyük üstad olarak kurmuştur.Genel sekreterliğini Cavit
yapmıştır.Bazı yazarlar,Enver Paşa’nın da Selanik’teki mason locasının üyesi olduğunu
belirtmektedirler.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, ülkemizde bir mason locası olarak değil, bir cemiyet olarak tanıtılmak
istenmektedir.Oysa,Büyük Doğu mahfilinin kuruluş yazışmalarında (union-force-progrés) olarak yer
almaktadır.Bu da,bu kuruluşun bir mason locası ya da mahfili olduğu anlamına gelmektedir.
Diğer yandan;İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları olan Mehmet Talat,Rahmi Bin Rıza,Mithat
Şükrü,İsmail Hesleki Canbolat adlı kişiler,masonların matrikül defterinde(sıra numarası
ile)kayıtlıdırlar.Bu da başka bir kanıt olmaktadır.
İtrihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Kurtuluş Savaşı sırasında ve
Cumhuriyetin kuruluşunda önemli görevler üstlenmiş ve başarmıştır.
İttihat ve Terakki locasının Paris Obediyansına bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
Bu locanın yanında bir de (Liberty and Fraternity)Hürriyet ve İtilaf locası vardır.Bu loca,Kasım 1891 de
İstanbul’da kurulmuştur.İskoç Obediyansına bağlı bir locadır.Üyeleri arasında Damat Ferit Paşa,bazı
milletvekilleri ve Dr.Rıza Nur vardır.Bu locayı Prens Sabahattin kurmuştur.
Prense Sabahattin, padişah Abdülmecidin kızı Seniha Sultan ile Mahmut Celalettin Paşa’nın
oğludur.Mahmut Celalettin Paşa ingiliz masonudur.Kendisi gibi, İskoç locası üyesi olan beşinci Murat’ı
yeniden tahta çıkarmağa çalışmıştır.Abdülhamid tarafından dışlanınca, ailesiyle birlikte Paris’e
kaçmıştır.
Prens Sabahattin Paris’te Jön Türklerle çalışmıştır.Teşebbüsü şahsi ve ademi merkeziyet cemiyeti adı
ile bir dernek kurmuştur.(Bu kuruluşun da bir mason locası olma olasılığı vardır).Ayrıca,Osmanlı Ahrar
Fırkası adlı bir parti kurmuştur.Birinci Dünya Savaşı sona erince İstanbul’a dönmüş ve İttihatçılara karşı
Hürriyet ve İtilaf Fırkasında yer almıştır.
Jön Türklerin derneğe alınması sırasında masonların giriş törenlerinin uygulandığı söylenmektedir.
11
Prens Sabahattin İngiliz hayranıydı.Anglosaksonların gelişmişliğini övüyordu.31 Mart olayı nedeniyle
tutuklanmıştır.Sonunda,Osmanoğulları ile birlikte “yüz ellilikler listesi”nde yer almış ve
vatandaşlıktan atılmıştır.
Bu partinin ilk başkanı Damat Ferit Paşadır.Kurulduktan sonra,İttihat ve Terakki Partisine karşı tüm
muhalif grupları içinde toplamıştır.1912 seçimlerinde pek az milletvekili çıkarmıştır.
Birden çok gazete çıkarmıştır.En ünlüsü İkdam Gazetesidir.Sadrazam Mahmut Şevket Paşa
suikastinden sonra,fırkanın liderleri gıyaplarında idama mahkum edilmişlerdir.Bazı elemanlar Sinop’a
sürülmüştür.
Sadrazama suikast yapan Kara Kemal, başka bir obediyanstan da olsa bir biraderinin canına
kıydığından (Liberty and Fraternity) locasından atılmıştır.
Sevres Anlaşmasından sonra yeniden kurulmuştur.Refik Halit Karay,Rıza Tevfik Bölükbaşı üyelerdendir.
Milli Mücadeleden sonra,kendiliğinden ortadan kalkmıştır.Mensupları yurt dışına kaçmış ve vatana
ihanetle suçlanan “ yüzellilkler listesi”nde yer almışlardır.
Günümüze dek, bu iki değişik mason grubu arasındaki iktidar çekişmesi süregelmiştir.Cumhuriyet
Halk Partisi,İttihat ve Terakkicilerin,Demokrat Parti ve onun yerine kurulan partiler ise Hürriyet ve
İtilafçıların devamıdır.Nitekim Turgut Özal “Biz Prens Sabahatin’in geleneğini sürdürüyoruz”demiştir.
Sevres anlaşmasına göre Türkiye işgal edilirken,Roma obediyansı Antalya ve Konyayı,Paris obediyansı
Suriye,Lübnan ve Güneydoğu Anadolu’yu, İskoç obediyansı ise Irak’ı , Ürdün’ü, Filistin’i ve Yunanlılara
işgal ettirerek İzmir’i,Aydın’ı ve Ege bölgesini almıştır.İngiliz masonlarından oluşan İzmir ve Aydın’daki
İngiliz aileleri savaş öncesinde zaten buralara ekonomik bakımdan egemen olmuşlardır.İzmir’in içinde
oturdukları yerlere-Buca ve Bornova- ve İzmir ile Aydın arasına tren yolu döşemişlerdir.
Diğer yandan Ürdün,Filistin ve Kudüse yerleşen İngilizler,İkinci Dünya Savaşından sonra,işgalleri
altındaki topraklarda bir İsrail Devleti’nin kurulmasına izin vermişler ve bu olguyu gizlice
desteklemişlerdir.Bunda;İskoç Obediyansının payı olduğu açıktır.
İzmir’de futbolun yaygınlaşmasında da İngiliz kökenli aileler rol oynamışlardır.Örneğin,Altay takımında
uzun süre Edvin ve Jo Klark kardeşler futbol oynamışlardır.1950 den sonra,Durmuş Yaşar ve oğullarına
destek vererek Yaşar Holding’i kurmuşlardır.
Babamın anlattığına göre Durmuş Yaşar ve oğulları Selanik göçmenleridir.İzmir’e ilk geldiklerinde
ellerinde uzun,ucunda bez takılı bir sopa ve motor yağı tenekesi ile İzmir esnafının Kemeraltı’ndaki
dükkanlarının kepenklerini yağlayarak yaşamlarını kazanmağa çalışmışlardır.Sonra,İngilizlerin sağladığı
finansman ile boya fabrikası kurmuşlar ve yürümüşlerdir.
Kurutuluş Savaşı sırasında masonların çok önemli hizmetleri olmuştur.Osmanlı’dan devralınan Türkiye
Büyük Millet Meclisi paşalarının neredeyse tamamı masondur.İzmir’de Yunalılara ilk kurşunu sıkan
gazeteci Hasan Hasan Tahsin bir İttihatçı, bir masondur.Ege Bölgesi’nde faaliyet gösteren Celal
Hoca(Bayar) bir ittihatçi,bir masondur.Keza,Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk Maliye Bakanı olan
Abdülhalik Renda da masondur.
12
İlk Türkiye Büyük Millet Meclisinde kırk dolayında mason vardır.İsmet İnönü de masondur.Fethi
Okyar,Ali Fuat Cebesoy,Kazım Karabekir, Fahrettin altay, Ali İhsan Sabis, Kazım Özalp, Refik Saydam,
Behçet Uz, Hasan Ali Yücel hep masondurlar.
Diğer yandan Moiz Kohen adlı mason(Tekin Alp) takma adıyla Ziya Gökalp’in Türkçülükle ilgili
görüşlerini savunmuş ve geliştirmiştir.Avram Galanti(Bodrumlu) da aynısını yapmıştır.
1920 yılında Morning Post gazetesi”Kesin olarak söyleyebiliriz ki, Türk ihtilali tümüyle bir masonmusevi komplosudur.Mustafa Kemal masondur”diye yazmıştır.
Günümüzde mason localarına yeni üyeler kazandırmak için kurulmuş alt örgütler vardır.Örneğin,Lion
Klüp Paris Obediyansına, Rotary Klüp ise İskoç obediyansına üye sağlamak için kurulmuş refah
dernekleridir.Belki,Roma obediyansı için de buna benzer bir örgütlenme vardır.
Kurtuluş Savaşı sırasında da buna benzer örgütlenmeler ortaya çıkmıştır.
Biri,Wilson Prensipleri Cemiyetidir.Amerikan mandasını-Amerikanın yönetimine girmegerçekleştirmek için kurulmuştur.Üyeleri arasında Halide Edip Adıvar-Kocası Adnan Adıvar masondurAli Kemal, Hüseyin Avni bey, Refik Halit(Karay) Necmettin Sadak, Yunus Nadi Abalıoğlu vardır.4 Aralık
1918 de İstanbul’da kurulmuştur.Rauf Orbay ve Refik Bele de, Sıvas kongresi sırasında Amerikan
mandasını savunmuşlardır.Keza;İsmet İnönü de bir aralık bu görüşü savunmuştur.5 Aralık 1918 de
Amerika Başkanı Wilson’a muhtıra yollayıp Amerikan mandasını resmen istemişlerdir.
Milli Mücadeleden sonra bu dernek faaliyetlerine son vermiş ve yok olmuştur.
Bir diğeri, İngiliz Muhipleri-İngilizleri Sevenler-Cemiyetidir.İngiliz mandası isteyen bir
kuruluştur.Osmanlı Devleti İngiliz yönetimine bağlanmalıdır.20 Mayıs 1919 da kurulmuştur.Damat
Ferit Paşa ve Sait Molla üyesidir.Dahiliye Nazırı(gazeteci)Ali Kemal,filozof ve şair Rıza
Tevfik,Gümülcineli İsmail de üyedir.Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile işbirliği yapmışlardır.
Derneğin başkanı İngiliz rahip Frew’dir.Yeni İstanbul gazetesini çıkarmışlardır.İngiltereden sağladıkları
finansman ile Anadolu’daki Mustafa Kemal aleyhtarı tüm ayaklanmaları yaptırmışlardır.Savaştan
sonra kurulan İstiklal Mahkemesi tarafından kapatılmıştır.Yönetici ve üyeleri “Yüzellikler listesi” ile
yurt dışına yollanmıştır.
Teali İslam Cemiyeti-İslamı Yükseltme Derneği-19 Şubat 1919 da İstanbul’da kurulmuştur.Masonik bir
örgütlenmedir.İskilipli Hoca Atıf Efendi kurmuştur.Üyeleri arasında Saidi Nursi ve Süleyman Mustafa
Sabri efendi de vardır.Cemiyeti Müderisinin adlı cemiyet Teali İslam Cemiyeti olmuştur.Bu
uygulama,islamın ilk siyasallaşması olgusudur.Amacı,islamın birliğini sağlamaktır.
Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmışlar ve bu devinimi durdurmak için çalışmışlardır.Bu nedenle,1925
yılında Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmışlar ve hoca efendi idam edilmiştir.
Kürt Teali Cemiyeti-Kürt Yükseltme Derneği- bir diğer kuruluştur.
30 Aralık 1918 de İstanbul’da kurulmuştur.Amacı,Wilson prensiplerine uygun olarak doğu illerinde
bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır.
13
Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile işbirliği yapmışlardır.Başkanı,Seyit Abdülkadir
beydir.Bedirhan,Cemil paşa aileleri ve aşiretleri bu işin içindedir.
1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kapatılmıştır.
Türk Yükseltme Cemiyeti de bu türden bir kuruluştur.Türk masonlar, ulusal bir loca ve obediyans olsun
istiyorlardı.Bu nedenle 1929 yılında,daha önce bu amaçla kurulmuş olan “Tekamülü Fikri Cemiyeti”
nin adı Türk Yükseltme Cemiyeti olmuştur.
Temelinde 1909 yılında Maşrık-ı Azam-ı Osmani adı altında kurulmuş Türk ulusal mason obediyansı
bulunmaktadır.1920 yılında Türkiye Büyük Maşrıkı adını almıştır.Büyük üstad Talat Paşadır.Özgür
Masonlar Büyük Locası olmuştur.
Hür ve Kabul edilmiş Masonlar obediyansları, uzun süre bu oluşumu kabul etmemişlerdir.
Sonunda,mason kuruluşu olarak tescil edilmiştir.Şeyhülislam Musa Kazim efendi de mason
olmuştur.Rıza Tevfik Bölükbaşı, büyük üstadlık yapmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bakanlar ve milletvekillerinin çoğu bu mason kuruluşuna üyedir.Hasan
Saka, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras, Nevzat Tandoğan da üyeler arasındadır.
1935 yılında Mareşal Fevzi Çakmak’ın önerisi ve Atatürk’ün isteği ile çalışmalarına son vermiş ve
malları halkevlerine devredilmiştir. Fakat,bu kapatılma olayından sonra,masonların yeraltına inerek
faaliyetlerini sürdürdüklerine dair bilgiler vardır.
Ancak, 1938 de Celal Bayar’ın başbakanlığı sırasında “uykudan uyanmışlar”dır.1948 yılında İsmet
İnönü masonluğu yeniden serbest bırakmıştır.1948-1958 yılları arasında üç büyük kentte yirmi sekiz
loca çalışmaya başlamıştır.Günümüzde yüz bine yakın üyeli localar faaliyettedir.
Türk Yükseltme Cemiyeti ,Türkiye Mason derneği, Türkiye Kültür ve Fikir Derneği,Türkiye Büyük
Mason Mahfili Derneği olarak dört kuruluş halinde faaldir.
Cumhuriyet boyunca gelmiş geçmiş tüm başbakanlar-Bülent Ecevit hariç-,bakanların çoğu,paşaların
çoğu hep masondurlar. Ancak;Ecevit’in eski Maliye Müfettişi olan kayınpederi masondur.Onun kızı
olan Rahşan Ecevit ve onun gibi Tansu Çiller’in kadın masonlardan olduğuna dair söylentiler
vardır.Bülent Ecevit’e mason gibi düşünüp davrandığından dolayı “önlüksüz mason”derlerdi.
Örneğin dinci partinin lideri iken Başbakan olan Necmettin Erbakan hoca,İsviçre mason locasına
kayıtlıdır.İtalyan büyük mahfiline bağlı olmalıdır ki, sık sık Roma’ya giderdi.Kaddafi ile Roma’nın arasını
düzeltmek için Libya’ya gitmiş ve Kaddafi’den çok kötü bir karşılama görmüştü.
Bugünkü Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da mason olduğuna dair yazılar vardır.İzak Alaton’un
büyükşehir belediye başkanı seçilmeden önce onu derneğe aldığı ileri sürülmektedir.
Bugün Amerika Birleşik Devletlerinde iki milyondan , İngiltere’de dört yüz binden ve büyük olasılıkla
Türkiye’de yüz binden fazla mason olduğu ileri sürülmektedir.Virginia eyaletinde George
Washington’un günümüzde müzeye dönüştürülmüş olan malikanesinin bahçesinde masonların
tapınağı olarak kullanılan bir yapı bulunmaktadır.Amerikanın ya da dünyanın her yerinden gelen
masonlar,yılda bir kez burada masonik ayinler yapmaktadır.
14
Onlara göre;sayıları 66.666.666 yı bulduğunda,dünyada Kudüs merkezli tek devlet kurulacaktır.
Bu kadar tarihi bilgiden sonra,gelelim benim masonlarıma .
İlk mason sözünü İzmir Atatürk Lisesi’nde duydum.Okul Müdürü Şekip bey,Biyoloji ve Fransızca hocası
Selahattin bey,felsefe hocası Kazım bey,Psikoloji hocası Selahattin beyin mason oldukları
söylenirdi.Buna göre masonlar,seçilmiş yetenekli ve bilgili,toplumda saygı gören kişiler oluyordu.
O sıralar babam da bir mason öyküsü anlatmıştı.Bunlar,dört beş Bektaşi canı bir meyhanede
demlenip Allah muhabbeti yaparlarken,yan masadan iki kişi kalkıp gelmişler.”İstemeyerek
muhabbetinize kulak misafiri olduk.Bizi masanıza alır mısınız?”demişler.Babamlar da onları buyur
etmişler ve muhabbet kaldığı yerden sürüp gitmiş.
Bir aralık babamın yanında oturan kişi”Bak erenler,ben lisede matematik hocasıyım ve masonum.Biz
masonlar, bu evrende bir tek sizden çekiniriz “demiş.Babam da “Hayırdır erenler, bizim çekinilecek bir
yanımız yok ”demiş.Matematik hocası “Bizde en yüksek derece otuz üçtür.Siz de ise kırkıncı derece
var.Sizinkiler kırklara kavuşuyorlar.Anlayacağın,bizden daha yükseksiniz”demiş.Babam da “Eyvallah
erenler,madem böyle düşünüyorsun,öyledir.”demiş.
Bu matematik hocası,İnönü Lisesi’nin matematik hocası olan Sıtkı beydi.
Lise öğrenimimden sonra,Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdim.Orada da birçok profesörün –Seha
Meray-Kemal Fikret Arık-Tahsin Bekir Balta gibi-mason olduğu söylenip dururdu.Ben ve birçok
arkadaşımın bu durum umurumuzda değildi.Bizler,Türkiye’nin en bulunmaz kütüphanesini bulmuştuk
fakültede.Karl Marx’ı,Albert Camus’ü ve daha nicelerini tanımakla uğraşıyorduk.
1961 yılında Maliye Müfettiş Muavini oldum.Maliye Teftiş Kurulu’nun yarıdan fazlası masondu.Çeşitli
obediyanslara bağlı mason üstadlar vardı.Doğal olarak,bizleri de kendi localarına bağlamak için
çabalıyorlardı.Promosyon arkadaşlarımın,muavinliğin daha birinci yılında mason localarına
alındıklarını düşünüyorum.
Sıra bana gelmişti.İkinci üstadım olan İsmail Hakkı Batuk,beni ilk kez mason olmaya davet etti.Bolu’da
teftiş sırasında “refah dernekleri”nden söz ederek bu tür derneklere girmek ister miyim diye
sordu.Ben,o sıralar sıkı bir solcu olduğumdan,böyle bir şeyi düşünmeyeceğimi üstada
anlattım.Oysa,çok sonraları Marx’ın,Lenin’in ve hatta Troçki’nin mason olduklarını öğrendiğimde çok
şaşırmıştım.
Turne dönüşü üstad beni bir akşam ailesiyle evinde yemeğe çağırdı.O zamanların ünlü sinema
oyuncusu olan Orhan Günşiray ve eşi de yemekteydiler.Herhalde,locadan biraderi oluyordu.Yedik
içtik ve konu yine masonluğa geldi.Her ikisi,beni ikna etmeğe çalıştılar.Bir aralık,”Bunun bir spor
kulübü taraftarlığından bir farkı yok”bile dediler.Ben,kibarca ve özür dileyerek bu öneriyi geri
çevirdim.
Bundan sonra,bir daha bana öneride bulunan üstadım olmadı.
Muavinliğimin ikinci yılında İzmir’de Nurhan Erdoğdu üstadın yanına gittim.O da masondu.
Sonradan,Ankara’da özel bir haber ajansı kurdu.Bana,”Bakanlıkta olup bitenleri bana aktarır
mısın”diye öneride bulunmuştu.O zaman,bu ajansı masonik çevrelere istihbarat sağlamak için
kurduğunu düşünmüştüm.Öneriyi ret ettim doğal olarak.
15
İzmir’deyken İsmail Hakkı Batuk üstad,İzmir’deki bir Yahudi vatandaş hakkında kambiyo incelemesi
yapmak için İzmir’e geldi.O Yahudi kökenli iş adamını ben de tanıyordum ve yasal olmayan işlere
bulaştığına dair belirtiler vardı.Batuk üstad,incelemeleri sonunda,adamın eylemlerinde suç unsuruna
rastlanmadığına dair rapor düzenledi ve İzmir’den ayrıldı.Bana göre,birader dayanışması rol
oynamıştı.Temelde masonluk,dayanışma ve yardımlaşma örgütüdür.Bunu İzmir’de gözlemiş oldum.
Maliye Müfettişi olduktan sonra,üç yıl kadar İzmir’de çalıştım.Bu sırada,Baki Levent adlı benden yaşlı
bir Baş Hesap Uzmanı ile tanıştım.Onun aracılığıyla kendimi bir anda,İzmir’in masonları arasında
buldum.Baki üstad,birçok Hesap Uzmanını ve Maliye Müfettişini mason yapmıştı.Beni de yapmağa
çalıştı ama o da başaramadı.
Bir gün Baki üstad bana uğradı.”Uçar;Ercan bey mason olmak için derneğe başvurmuş,ama ben onun
sinirli bir yapısı olduğundan bu iş olmaz diye düşünüyorum.Sen ne dersin”dedi.Ben de”Örgüt sizin
örgütünüz,siz düşünüp karar verin”dedim.Ercan beyin başvurusunu kabul etmemişler.Ercan üstad
buna çok bozulmuştu.Neredeyse tüm masonlara düşman kesilmişti.
Kendisi anlatmıştı.Bu olaydan sonra,bir Anadolu turnesi sırasında bir Sayıştay Murakıbı ile
tanışmış.Adam buna mason olduğunu söylemiş.Ercan üstad da “Sizi nasıl yükseltiyorlar?”diye
sormuş.Adam,”Anlamadım” demiş.Ercan üstad “Bak öyleyse ben anlatayım demiş.Sizi bir caminin
şerefesine çıkarıp aşağıya atıyorlar.Aşağıda bekleyen mason üstadı orta parmağını gerine geçirip
senin yere düşmeni önlüyor ve sana “işte,seni yükselttik”diyor “demiş.Adam,buna çok kızmış ama
masonik sakinliği içinde yanından ayrılmış ve bir daha da görüşmemişler.
İzmir’deki Hesap Uzmanı masonlardan birisinin eşi,bir başka mason olan arkadaşı ile gönül işlerine
girişmişti.Bir kaç ay sonra kadın,bu yeni sevgilisini kocasına anlatmış ve ayrılmak istediğini
söylemiş.Bunun üzerine ayrıldılar ve öbür mason bu bayanla evlendi.
Bir masonun biraderinin karısını baştan çıkarması çok büyük bir suçmuş.Önce adamı uyuttular ,locaya
gidemez oldu,iş alamaz oldu;sonra da mason biraderlerinden gelen işleri ona yollamaz oldular.Locada
dolaştırılan “dulkarı kesesi”nden de yararlanamıyordu.Bir yıl içinde adamcağız sıfırlandı.Yine
de,yaşamını sürdürecek denli iş vererek onu biraz kollamış oldular.
Sonradan,sıfırlanan uyutulmuş mason karısının gereksinimlerini karşılayamaz duruma düştüğünden
kadın onu da aldatmağa başladı ve sonunda bir Amerikalı zenci ile evlenmek için bizim uyumuş
mason arkadaştan ayrıldı.Arkadaşı yeniden uyandırdılar ve fakültede öğretim görevlisi olan bir mason
bayanla evlendirdiler.
Bu olaylar yaşanırken de benden mason olmam isteniyordu.Ben de,olmayacağımı söylüyordum ama
Baki üstad yılmıyordu.İlle beni mason yapacaktı.Bir gün,orta okuldan bir arkadaşımı yolladılar.Onu da
mason yapmışlar.Bana,masonluğu tanıtan bir masonun yazdığı bir kitap verdi.”Oku,sen de bizim
yolumuza gireceksin”dedi.Ben de kitabı okumaya başladım.
Daha ilk sayfalarında,”masonluğun on emri”ndeki yedinci maddeye takıldım,kaldım .Orada”İnsanlar
yardım edilmeye layıktır,yalnız masonlar insandır”yazıyordu.Bütün bilim adamlarını,sanatçıları,din
adamlarını düşündüm ve “Bu yanlış bir yaklaşım,ben bu tür bir yaklaşım içinde yaşayamam”dedim ve
bunları arkadaşıma anlattım ve bir kez daha onların yoluna girmeyeceğimi söyledim.Benim yapım bu
tür ritüelli,törenli,dogmalı yaşama elverişli değildi.
16
Bundan sonra,masonlarla dostluğum sürdü ve onlar da bana bir kez daha bunu önermediler.
Sonraki yıllarda,Türkiye’ye dinci iktidar geldiğinde Maliye Tefti Kurulu’nda da mason avı
başlatmışlardı.Benim de mason olduğumu düşünüyorlardı.Ben de bir gün servisle daireye giderken
bu olayı anlattım ve mason olmadığımı söyledim.Sonra da şunu dedim.”Bakıyorum,şimdi sizin de
masonlardan bir farkınız yok”.”Ne demek istiyorsun üstad”dediler.Ben de “Eee..Siz de masonlar gibi
düşünüyorsunuz. ”Insanlar yardım edilmeğe layıktır, yalnız camiye gidenler insandır diyorsunuz”
demiştim.Diyecek sözleri kalmamıştı.
Bu arada bizim Mülkiye’deki sınıfımızdan da oldukça çok sayıda mason çıktığını sonraları
öğrendim.Emre Ergin-yüksek dereceli bir masonmuş-bunlardan birisidir.Babası İzmir’in en ünlü
doktoru ve amcası Milli Savunma Bakanlığı yapmış birisiydi.Herhalde onların yol göstermesiyle bu
yola girmiştir.Engin Berker,Hesap Uzmanı iken bu yola girmiş,Fenerbahçe Spor Klübünde Ali Şen’in
başkanlığında mali sekreterlik yapmıştı.İlhan Ersen,büyük bir olasılıkla Maliye Müfettişi iken Hakkı
Özkazanç üstad ile bu yola girmiştir.Başkaları da vardır kuşkusuz.
Ayrıca,kayınbiraderlerimden ikisi de mason localarına girmişlerdir.Şimdi,”acaba ben de mason olsay
mıydım “diye düşünüyorum.Sonra da şu noktaya ulaşıyorum.Babam,rekabete dayanarak işini
bıraktığında “Başkalarının yanına girip çalışamam”demişti.Ağabeyim de öyle düşünüyordu.”Başkasının
emrinde çalışamam”diyordu.O da uzun süre gazete dağıtıcılığı ve milli piyango seyyar bayiliği yaparak
yaşamını tamamladı.Bizim ailenin genlerinde var bu bağımsız kalma isteği herhalde.O nedenle
olmadım.
1972-1973 yıllarında bir yıllık süre ile Maliye Teftiş Kurulu Başkan yardımcılığı görevinde
bulundum.Birgün,Başkan Adnan Erdaş(Sonradan müsteşar olmuştur)beni çalışma odasına
çağırdı.Yanında 12 Mart’ın kudretli generallerinden birisi vardı.Bir maliye ile ilgili sorunu danışmaya
gelmiş.Gerekli açıklamaları yaptım ve bilgileri verdim.Sonra “vatanı nasıl kurtarırız “muhabbetine
giriştik.Söz sırası bana gelince,kurulacak hükümetlerde masonlara yer verilmemesi gerektiğini
söyledim.Çünkü masonlar,kendilerinin ve mason biraderlerinin yararlarını ulusun yararlarından üstün
görüyorlar ve ona göre karar verip işlem yapıyorlardı.Ülke,bundan zarar görüyordu.
Kudretli general,”Vallahi,kurduğumuz hükümette masonlar olmasın istedik.Gelen adayları didik didik
araştırdık. Ama yine de başarılı olamadık. Bugünkü hükümette de enaz altı bakan masondur”
demişti.Sonradan,gerek bizim kurul başkanının ve gerekse o kudretli generalin de Türk Yükseltme
Cemiyeti üyesi olduklarını öğrenmiş ve fena pot kırdığımı düşünmüştüm.Neyse ki,o konuşma bir
muhabbet havasında kalmış olmalı ki üstüme gelmediler ve benimle uğraşmadılar.
1979 yılında Samsun’da turnem vardı.Abdurrahman bey diye bir doktorun yazlık evinin
müştemilatında kaldık.Anladığım kadarı ile bu kişi Samsun’un yüksek dereceli masonlarından
birisiydi.Bizi bu kişiye,eskiden orada kalmış olan Maliye Hesap Uzmanları tavsiye etmişlerdi.Onlar da
mason olmalıydılar ki,doktor bize çok iyi davranmıştı.
Bir hafta sonu,doktor bizi ailesinin sofrasında yemeğe davet etti.Yemekte,doktorun dünürü ve eşi de
vardı.Oğlunun kayınpederi olan dünür,İstanbul’un en zengin ve etkili kuyumcularından biriymiş.Yanlış
anımsamıyorsam Türkiye Kuyumcular ve Sarraflar Derneği başkanı idi.
Yemek sonrası konu “ne olacak bu memleketin hali”ne geldi.O yıllarda büyük bir ekonomik krizden
geçiyorduk.Kıbrıs savaşı sonrası kriziydi bu.Nitekim,savaş sonrasında Londra’da yapılan barış
17
görüşmeleri sırasında İngiliz Dışişleri bakanı”Şimdi siz Kıbrıs’ı esir aldığınızı sanıyorsunuz.Çok yakında
Kıbrıs’ın sizi esir aldığını göreceksiniz”demişti.İşte,bu olayı yaşıyorduk.Kıbrıs Savaşı ve sonrası,Türkiye
ekonomisini allak bullak etmişti.Yağ yoktu,şeker yoktu,akaryakıt yoktu.
Ayrıca,kendisi de önemli derecede bir mason olan Kara Ziya lakaplı Maliye Bakanı,tam o sıralarda
Türkiye’ye kaçak altın girişi ve kaçak altın çıkışını önlemek için olduğunu belirterek bir genelge
yayınlatmıştı.Bu genelge gereği olarak,biz de Samsundaki kuyumculara gitmiş ve altın sayımı
yapmıştık.Bu uygulama da kuyumcuların canını acıtmıştı.
Kuyumcular Derneği Başkanı “En geç bu ayın sonuna dek,Ecevit hükümeti gümbür gümbür
gidecek”demişti.Ecevit’in ortağı Erbakan hocanın dinci spartisiydi ve bu da onların hoşlandığı bir
durum değildi.Biz,”olmaz öyle şey”diye düşüneduralım, dünürün İstanbul’a dönüşünden sonra
basında ve kamu oyunda yayılan ilanlar ve haberler sonucu,Bülent Ecevit hükümeti istifa etmişti.O
zaman masonların ne denli güçlü olduklarının bilincine varmıştım.
2005 yılında yaş haddinden dolayı emekli oldum.İzmir’deki müfettiş arkadaşlarım beni mütevazi bir
akşam yemeği ile uğurladılar.Sonra,İstanbul’dan bir telefon geldi.İstanbul’da da bana bir”güle güle
yemeği”verilecekti.Kabul ettim ve İstanbul’a gittim.
İstanbul’daki tüm Maliye Müfettişleri ve eşleri;İstanbul’daki çoğu üst derecelerde mason olan emekli
Maliye Müfettişleri; Ankara’dan gelmiş emekli Maliye Müfettişleri beni ve eşimi Anadolu Klüp’te tam
bir mason ritüeli biçiminde ağırladılar ve uğurladılar.
Yemeğin ertesi günü bana mihmandarlık yapan genç bir maliye Müfettişi;o gece mason derneğinde
bir toplantıları olduğunu ve beni orada ağırlamaktan mutluluk duyacağını söyledi.Bunu da kabul
ettim.
İstanbul Yeminli Mali Müşavirler odasında yenilecekti yemek.Ben ve Sezai adlı Maliye Hesap
Uzmanı(Yeminli Mali Müşavirler Odası Başkanı sıfatıyla davetliydi)dışında yemekteki herkes(Maliye
Müfettişleri,Hesap Uzmanları,Yeminli Mali Müşavirler vardı)masondu.Büyük Üstad Kaya bey U
biçimindeki masanın ortasında oturmuştu.Ben sağında Sezai solunda yer aldık ve yemek başladı.
Bir süre geçtikten sonra Sezai iyice sarhoş oldu ve Büyük Üstad’a masonlukla ilgili sorular
sormağa,oradakilere ters gelecek sözler etmeğe başladı.Büyük Üstad büyük bir sabırla dediklerine
yanıt verdi,onu yatıştırmağa çalıştı.Oysa,Sezai’nin dayısı da İzmir’in önemli masonlarındandı.Bu
davranışlarına anlam verememiştim.Ben,bana gösterilen yakın ilgiye ve tüm mason dostlara teşekkür
ettim ve toplantı bitti.
Böylece,benim masonlarım da bana yeni yaşamımda başarılar dilemişler ve “güle güle”demişlerdi. Ne
de olsa,ben de Ecevit gibi “önlüksüz mason”sayılırdım.
18

Benzer belgeler