Sayı 15 - TüvTürk

Transkript

Sayı 15 - TüvTürk
KARİYER GÜVENMEKLE BAŞLAR HER ŞEY
07
08
09
2015
Dostluk ve
barışın rallisi:
Orient Ralli
Gezi
Durdukça
yosundan yeşil,
kulaç attıkça
mavi: Datça
Hayat
Hayatımız dizi!
English Summary of Contents
Yolunuz açık,
seyahatiniz güvenli olsun...
Bu sene kış diğer yıllara nazaran biraz daha uzun sürmüş olsa da, güneşli günler yüzünü göstermekte geç kalsa da birçok kişi tatil planlarını yaptı, rotalarını belirledi. Yollara çıkmanın, bir senenin yorgunluğunu üzerimizden atmanın tam vaktidir şimdi. Üstelik önümüzde sevdiklerimizle
de bir araya gelebileceğimiz, biraz olsun hasret giderebileceğimiz iki bayram var. Bu da daha çok
yolculuk yapacağımız anlamına geliyor. Daha çok yolculuksa, daha fazla dikkat demek… Zira basın yayın organlarındaki haberler hepimizin malumu. Ülkemizdeki yollarda, özellikle bayram ziyareti dönüşlerinde çok fazla kaza meydana gelmekte. Can ve mal kaybına neden olan bu kazalardan korunabilmenin başlıca yolu, tedbir almak, kurallara uymak ve dikkatli olmaktan geçiyor.
Aracınızın bakımı ile birlikte muayenesini zamanında ve düzenli olarak yaptırarak, tedbir almanın ilk adımını atmak mümkün...
Bizleri son derece memnun eden bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak isterim. Bildiğiniz gibi, 6552
sayılı kanunla araç muayenesinde gecikme yaşayanlar için özel bir uygulama getirildi ve 30
Haziran’a kadar araçlarını muayene ettirenler af kapsamına alınarak gecikme cezalarında önemli
bir indirime gidildi. Bu uygulamadan yararlanmak isteyen sürücülerimiz, Eylül 2014’ten itibaren
istasyonlarımıza gelerek araçlarının muayenesini yaptırdı. 15 Haziran 2015’e kadar bu uygulamadan yararlanan araç sahibinin sayısı 1,8 milyon oldu. Araç sahiplerinin göstermiş oldukları ilgiye
gerek şahsım, gerekse TÜVTÜRK adına çok teşekkür eder, tüm araç sahiplerinin bundan sonraki yıllarda da aynı hassasiyeti göstermelerini temenni ederim.
2015’in ilk yarısındaki bir diğer önemli gelişme, TÜVTÜRK Akademi’de gerçekleşti. Kurumumuz çatısı altında bulunan ve hem kurum için hem de sektöre yönelik eğitim çalışmaları gerçekleştiren TÜVTÜRK Akademi, 2015 yılının başından itibaren SRC5 Tehlikeli Madde Taşımacılığı
Sürücü Mesleki Yeterlilik Belgesi verme yetkisi kazandı. Tehlikeli madde taşımacılığı konusundaki bu uygulamayla birlikte, yollarımızın daha güvenli hale gelmesine katkı sağlamak adına yepyeni bir adım atmış bulunmaktayız. TÜVTÜRK Akademi eğitim portföyünü geliştirerek orta ve
uzun vadede önemli bir eğitim merkezi olmayı hedefliyor.
Bu tatil döneminde hem dinlenip hem de eğleneceğiniz, tazelenip yenileneceğiniz güzel günler dilerim. Tabii güvenliği ve dikkati elden bırakmadan… Bu vesileyle herkesin Ramazan
Bayramı’nı kutlar, sevdikleriyle birlikte nice bayramlar geçirmelerini umut ederim.
KEMAL ÖREN
TÜVTÜRK CEO
BU TATIL DÖNEMINDE
HEM DINLENIP HEM DE
EĞLENECEĞINIZ, TAZELENIP
YENILENECEĞINIZ GÜZEL
GÜNLER DILERIM. TABII
GÜVENLIĞI VE DIKKATI ELDEN
BIRAKMADAN… BU VESILEYLE
HERKESIN RAMAZAN
BAYRAMI’NI KUTLAR,
SEVDIKLERIYLE BIRLIKTE NICE
BAYRAMLAR GEÇIRMELERINI
UMUT EDERIM.
22 Söyleşi
26
Kariyer
18
Tarihten
İçindekiler
TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2015
06 HABERLER
Dünyada ve Türkiye’de öne çıkan
haberler...
10 HAYAT
Televizyon ekranlarının vazgeçilmez
unsuru haline gelen diziler, hem
kişisel hem de toplumsal yaşamımızı
derinden etkiliyor.
18 TARİHTEN
Centilmenlik tarihte mi kaldı? Hayır.
Çünkü Fenerbahçe ve Galatasaray
arasındaki “fair-play” hikâyeleri,
hâlâ çok canlı ve unutulmaz. Ezeli
rekabet içindeki ezeli dostluk
örnekleri...
4
İSTASYON
22 SÖYLEŞİ
Starlık mertebesini önemsemeyen
Mert Fırat, önemli olanın biriktirmek
ve üretmek olduğunu düşünüyor.
26 KARİYER
Stephen M. R. Corey ve Rebecca R.
Merrill’in kaleme aldığı “Her Şeyi
Değiştiren Tek Şey Güven” adlı kitap,
güvenin insanlık tarihinin ortak bir
değeri olduğunu gösteriyor.
30 MOTOSİKLET
Havalar ısındı. Motosiklet tutkunları,
yollara çıkmaya başladılar.
Motosikletlerimizi ve ruhumuzu
özgür bırakma vakti geldi!
10
Hayat
34 GEZİ
Doğanın tarihle, yeşilin maviyle,
koyların kayalarla kol kola girdiği
Datça, kelimenin tam anlamıyla
cennetten bir yer izlenimi yaratıyor
bakmasını bilen gözlerde.
40 YEMEK
Tüm yemekler bir yana,
mutfağımızın haklı gururu
zeytinyağlılar başka yana.
44 SAĞLIK
Gıda zehirlenmeleriyle ilgili
sorularımızı, Acıbadem Etiler Tıp
Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı
Melis Torluoğlu yanıtladı.
30 Otomobil
46 UZMAN GÖZÜYLE
TÜVTÜRK eğitmenleri, ağır vasıtalarla
ilgili genel bilgi vererek, bu araçların
muayenesine dair bilinmesi gerekenleri
İstasyon okurlarıyla paylaştılar…
48 OYUN
2015’in ilk yarısını tamamladığımız şu
günlerde, hem mevcut hem de yeni
oyunlarla ilgili son bilgileri derledik…
50 SOSYAL MEDYA
Türkiye 4 milyon 3 bin üyeyle
LinkedIn’in en hızlı büyüyen ülkesi
oldu. Bireysel kullanıcılardan sonra
markaların da yer aldığı LinkedIn,
büyüme hızını sürdürüyor.
52 ÇOCUK
Çocukları kimi zaman eğlendirecek,
kimi zaman da hayrete düşürecek
bilgiler...
54 KÜLTÜR-SANAT
Kültür ve sanat camiasından yeni
haberler, pırıltılı yaşamlar...
56 ORİENT RALLİ
Allgäu Orient Ralli’ye katılan NTV
muhabiri Fulya Canşen, izlenimlerini
İstasyon okurlarına aktarıyor.
58 TÜVTÜRK HABERLER
64 ENGLISH SUMMARY
İmtiyaz Sahibi
TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18
Maslak-Şişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür)
Görsel Yönetmen Erhan Teksöz
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul
Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi
Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00
Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır,
parayla satılmaz. [email protected]
İSTASYON
5
HABERLER HAZIRLAYAN: TÜMAY YAZICI
YAŞINI DEĞIL,
VÜCUT YAŞINI SÖYLE…
Hemen herkesin yapabileceği birkaç basit test sayesinde, hem kendinizin
hem de çevrenizdekilerin vücut yaşını rahatlıkla hesaplayabilirsiniz?
n Birçoğumuz yaş aldıkça görünümümüzü akranlarımızla karşılaştırmaya başlarız. Kimseye söylemesek bile, “benden daha genç görüyor”, “benden
daha kilolu”, “bana oranla daha hareketli” gibi tanımlamalar zihnimizde dolanır durur. Oysa insanın
sahip olduğu yaşla vücut yaşı her zaman birbirini
tutmayabilir. 40 yaşındaki biri çok daha yaşlıymış
izlenimi verirken, 70 yaşında olmasına rağmen
50’lerin başlarında görünenlerin sayısı hiç de az
değil. Peki, vücut yaşını hesaplamak mümkün mü?
Biyolojik yaşın, takvim yaşından fazla olabileceğini
belirten Yaşlanma Uzmanı Prof. Robert Weale’nin
savından hareket eden İngiliz Daily Mirror gazetesi, okurları için hayli ilginç bir test hazırladı. Testin amacı biyolojik yaşın hesaplanması. Biz de söz
konusu testten bazı bölümleri bu sayfaya taşımak
istedik. İşte herkesin rahatlıkla uygulayabileceği
testten bazı bölümler.
Elinizin üzerindeki deriyi çimdikler gibi çekin ve
bir dakika boyunca bu şekilde tutun. Bıraktığınızda
derinizin eski halini ne kadar sürede aldığına bakın. 1-2 saniyede alıyorsa 30’lu yaşlardasınız demektir. Eğer 3-4 saniyede alıyorsa 40’lı, 5-10 saniyede alıyorsa 50’li, 11-30 saniyede alıyorsa 60’lı,
31-45 saniyede alıyorsa 70’li yaşlardasınızdır. Bu
süre 45’in üzerindeyse vücut yaşınız 80’lerdedir.
Herkesin malumu, yaşlandıkça tepki hızı da azalır.
Tepkinizi ölçmek için yazı yazdığınız elinizi açın ve bir
yakınınızdan 45 santimetrelik cetveli, elinizin üzerinde tutmasını isteyin. Yakınınız cetveli bıraktığında onu
yakalamaya çalışın ve yakaladığınızda neresinden tuttuğunuza bakın. Tuttuğunuz yer 14 cm’ye kadarsa
20’li yaşlar, 15-24 ise 30’lu yaşlar, 25-29 santimetreyse 40’lı yaşlar, 30-35 santimetreyse 50’li yaşlar, 40
santimetre ve üzerindeyse 60’lı yaşlardasınız.
Beden yaş alır da zihin durur mu? Durmaz elbette. Zihninizin kaç yaşında olduğunu hesaplamak için
100’den geriye yedişer yedişer saydığınızda bunun
ne kadar zaman aldığını ölçün. Bu süre 20 saniyeden
kısaysa 40, 25 saniyeden uzunsa 40-60 yaşlarındasınız demektir.
Zihninizin yaşını ölçmek için bu yeterli değil derseniz,
basit bir test daha yapabilirsiniz. Bir dakika içinde kaç
tane meyve ve sebze ismi sıraladığınızı hesaplayın.
60 yaşın altındakiler, en az 15 ismi bulabilirler.
Gelelim denge testine… Sol ayağınızı 45 derece eğik
halde tutarak sağ ayağınız üzerinde ne kadar durabildiğinize dair süre tutun. Bu hareketi birkaç dakika
arayla üç kez tekrarlayıp ortalamasını alın. Ortalama
duruş saniyeniz 70 ve üzeriyse 20’li, 60-69 ise 30’lu,
50-59 ise 40’lı, 40-49 ise 50’li, 30-39 ise 60’lı, 2029 ise 70’li, 19’dan azsa 80’li yaşlardasınızdır.
Tüm bu açıklamaların ardından hâlâ bir çırpıda bu
ya da şu yaştayım diyebilir misiniz? Yaşınızı söylemeden önce bir kez daha düşünün deriz…
Çalışmak sizi
yormasın!
n Günümüz iş dünyasında her şey tabiri caizse jet
hızında ilerliyor. Artan rekabet koşulları herkesi son sürat çalışmaya mecbur bırakıyor. Buna bir
de gündelik hayatın rutin işleri eklendiğinde, yorgunluk kaçınılmaz olarak kendini gösteriyor. BBC
Dergi’de yayınlanan bir haberse, ipleri tekrardan
elimize almamız gerektiğini hatırlatacak nitelikte.
Derginin, profesyonellerin buluşma platformu LinkedIn sosyal iletişim ağında bulunan, kişisel gelişim
uzmanlığı ya da koçluk yapanlara danışarak hazırladığı habere göre, çalışma yaşamındaki en önemli unsurlardan biri “gerçekten gerekli mi,” sorusunu
sorabilmekten geçiyor. Zira bu soru, zamanı daha
verimli kullanmayı olanaklı kılıyor.
LinkedIn’deki uzmanlar, insanın kendisine bilinç-
6
İSTASYON
siz düşünme zamanı tanımasının önemine de vurgu
yapıyor. Karmaşık sorunlarla ilgili en iyi kararların
ancak bu şekilde verilebileceğini belirten uzmanlar, önemli kararlar alırken verileri ve olguları inceleyip ardından kısa süreliğine yürüyüşe çıkmak, egzersiz yapmak, kontrolün beyinden çıkıp bedene
geçmesini sağlayacak bir işle uğraşmak gibi baş-
ka bir konuda yoğunlaşmanın yaratıcılıkta etkili olduğuna dem vuruyor. Kimsenin 7/24 çalışmaması
gerektiğini söyleyen uzmanlardan bazıları, mutluluğun reçetesini de veriyor. Reçeteye göre bedene
iyi bakmak; yiyip içilen şeylere dikkat etmek; fiziksel, ruhsal ve duygusal ihtiyaçlara cevap verebilecek gıdaları tüketmek önemli.
KERAMET
IĞNEDEN
KORKMAKTA
Dünyanın en genç milyarder kadını
Elizabeth Holmes, tüm servetini
kişisel çabasıyla elde etti. Onu
19 yaşında üniversiteyi terk edip
iş dünyasına itense, kendisinin de
kâbusu olan, iğne korkusuna karşı
pratik buluşu oldu.
YAZI: MUSTAF ALKAN
n Dünyanın en genç milyarder kadını Elizabeth
Holmes’in başarı hikâyesi, diğer onlarca hikâyeden
çok daha farklı dersek, yeridir. Zira onu “en zengin” unvanına kavuşturan korkusu oldu. 30’lu yaşların başındaki bu Amerikalı kadın, iğneden çok korkuyordu. Hastanelerin ve laboratuvarların kan alma
yöntemleri, Holmes’i henüz 19 yaşındayken harekete geçirdi. Fikrini uygulayabilmek için babasının
özel üniversite harcı için ayırdığı 30 bin Dolar’ı kullanan Holmes, sivrisinek ısırığı kadar bile acıtmayan, parmakta hemen kapanan küçük bir yuvarlak
yara açan ve birkaç saniyede tamamlanan kan alma
yöntemini geliştirdi. Bu basit fikir ve girişim ruhu,
onu bugün 4,5 milyar Dolar’lık servete ulaştırdı.
Ama bu unvan, onun umurunda değil. Günde neredeyse 16 saat çalışan, kıyafete fazla kafa yormamak
için genelde siyah tercih eden Holmes’ün amacı, insanların günlük yaşamını kolaylaştırabilecek nesne
ve yöntemler yaratabilmek.
Holmes’ü Forbes’un en zenginler listesine taşıyan
hikâyesi, kişisel bir yüzleşmeyle başlıyor. Danimar-
ka asıllı babası, ABD’nin uluslararası felaket bölgelerindeki insani yardımlarını koordine eden USAID’de
çalışan Holmes, yoksul Afrika ve Asya ülkelerinde geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarında hayatını
dünyanın yardıma muhtaç insanlarına adamaya karar verdiğini söylüyor. Üniversite çağına geldiğinde
tıp eğitimi almanın bu amaca en uygun yol olduğu-
na kanaat getirmiş. Ancak fakültedeki ilk yılında, doktor olamayacağını anlamış. “Çünkü iğne görmeye
bile dayanamıyordum,” diye anlatıyor yaşadığı sıkıntıyı Holmes ve
şöyle devam ediyor: “Yardım gönüllüsü olmak yerine, her insanın
yaşamını kolaylaştıran bir yöntem
geliştirmenin daha iyi olabileceğine fark ettim.”
Ama Elizabeth Holmes sadece kan
alma yöntemiyle milyarder olmadı.
O, tam bir icat fabrikası; tıbbi biyoloji ve medikal teknolojiler alanın
da tam 84 patenti var. Holmes’ün
çoğunluk hisselerine sahip olduğu, sağlık testleri firması Theranos,
bugün basit kan testinden gelişmiş
gen testine binden fazla farklı tıbbi
tahlil gerçekleştiriyor.
Theranos otomasyon, basitleştirilmiş ancak katı kuralları olan süreçleri ve hızı sayesinde tahlil maliyetlerini yarı yarıya azaltıp ABD’nin
yıllık 61 milyar Dolar’lık tıbbi tahlil pazarında üçüncü büyük oyuncu
oldu. Şimdiyse Theranos Wellness
Center adını verdiği bir tıbbi tahlil
laboratuvarları zinciri oluşturmak
için harekete geçti. Genç girişimcinin hedefi, ABD’de her 10 kilometrede bir Theranos laboratuarı kurmak. Ama bununla yetinecek gibi
görünmüyor; kafasında yeni icatlar var. Mesela şu sıralar mühendisleriyle birlikte giyilebilir teknolojiler üzerinde çalışıyor. Amacı,
bakıma muhtaç olanların sağlığını takip edip gerekli ilaçları metabolizmaya veren bir ceket geliştirmek… Kısacası Holmes, derman peşinde koşan yaşlıların, hastaların ve bakıma muhtaçların dualarını
alabilecek tam bir hayırlı evlat.
Mutsuzluğun nedeni çok!
Merkür’ü siyaha kim boyadı?
n Mutluluğun ya da mutsuzluğun tamamen psikolojik
nedenlerden kaynaklandığını düşünüyorsanız,
yanılıyorsunuz. Uzmanlar yediklerimizden oturuş şeklimize
kadar birçok nedenin mutsuzluğa vesile olabileceği
kanaatinde. İşte o nedenlerden birkaçı…
Düzenli olarak meyve ve sebze tüketmemek.
Çok çalışmak ve uykusuz kalmak.
Yeterince güneş ışığından faydalanamamak.
Q10 enziminin alınmaması.
Ekmek yememek.
Sinir sistemini rahatlatan magnezyumun eksik alınması.
n Bilime ve başka gezegenlere meraklı
olanlar bilirler; Merkür’ün yüzeyi siyahtır.
Uzun zamandır bu konuda incelemeler yapan
biliminsanları, sonuçları
Nature Geoscience
dergisinde yayınlanan
bir çalışmaya imza
attılar. Bugüne kadar söz
konusu gezegenin siyah
görünmesinin en önemli
sebebi olarak milyarlarca
●
●
●
●
●
●
yıldır etrafından kuyruklu yıldızların geçmesi
gösteriliyordu. Siyahlığın kuyruklu yıldızlardan
savrulan karbon tozlarından kaynaklandığını
düşünen araştırmacılar, önce
Merkür ile gelip geçen kuyruklu
yıldızlardan oluşan bir model
oluşturdular. İkinci aşamadayda
şeker kaplı (karbon) volkanik
kaya parçalarına ateş etmek
suretiyle, savrulan karbonun
karartıcı etkisini doğruladılar.
İSTASYON
7
HABERLER
HAZIRLAYAN: MÜFİT YILMAZ GÖKMEN
PANIĞE GEREK YOK,
BAVULUNUZ TAKIPTE
Havaalanlarında
bavulunu kaybetme
endişesine kapılmayan
var mı? Görünen o ki,
artık böyle bir sorun
yaşanmayacak. Zira
IoT ve Samsonite’ın
işbirliğiyle geliştirilen
teknoloji sayesinde,
akıllı bavulunuz
havaalanında sizi
takip edecek.
Windows 10, bedava
güncellemeyle gelecek
n Alıcılara sahip internete bağlı cihazları temsil eden IoT (Nesnelerin İnterneti), birkaç yıl içinde
binbir çeşit ürünle hayatın her alanına yayılacak. Elektronik devi Samsung ve çanta-bavul üreticisi Samsonite ise özellikle sık seyahat edenleri rahatlatacak bir ürün geliştirmeye çalışıyor. Wi-Fi
bağlantı özelliğiyle sunulacak olan “akıllı bavullar”, havaalanlarında yaşanan beklenmedik sürprizleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor. GPS çipleri sayesinde, kaybolan, karışan ve çalınan valizlerin yeri kolayca tespit edilebilecek. Samsonite, akıllı bavul sistemi için birçok havaalanıyla işbirliği yapmayı planlıyor. Böylece, yolcular havaalanına geldiği anda kimlik ve uçuş bilgileri bavuldaki
çiplerden okunacak ve bavul check-in gerektirmeden uçağa yükleme yapan araçlara konacak.
Söylentilere göre, Samsonite’ın bavullarına eklemeyi planladığı bir diğer teknoloji, itiş sistemi.
Tekerleri üzerinde otonom olarak hareket edecek bavullar, yolcuları yüklerini çekiştirme derdinden ebediyen kurtarabilir.
8
İSTASYON
n Microsoft’un yaz aylarında sunması beklenen yeni
nesil işletim sistemi Windows 10 hakkında yeni bilgiler beliriyor. Microsoft’un
indirme sayısını artırmak
için aldığı karar kapsamında, Windows 10, güncellemesi Windows 7, 8 ve 8,1
kullanıcıları için bedava olacak. Spartan kod adlı tarayıcısının ismini de Edge olarak belirleyen Microsoft,
yapay zekâsıyla Apple Siri’yi
geride bırakan akıllı asistanı
Cortana’yı da Windows 10’la
beraber sunacak. Xbox Live
entegrasyonunun olacağını da düşündüğümüzde,
Windows 10 Microsoft ekosistemini bir araya getirmek için iyi tasarlanmış bir
ürün olarak beliriyor. Tek
aksilik, Windows 10’un mobil cihazlara masa üstünden daha sonra sunulacak
olması. Mobil cihazlardaki kullanımını artırmayı başarırsa, Microsoft özellikle
akıllı asistan ve arama motoru kullanımında rakiplerini zorlamaya başlayabilir.
GoPro sanal gerçekliğe
adım atıyor
n Aksiyon kameraları sektörünün bir numarası GoPro,
teknoloji devleri gibi zaman kaybetmeden sanal gerçeklik (VR) alanına girdi. Fransız VR yazılımı üreticisi Kolor’u
satın alan GoPro, elektronik devleri Samsung ve LG gibi
bir başlık üretmeyecek. Tersine VR dönüşümü tamamen
yazılım alanında yaşanacak. GoPro, VR alanındaki yeniliğini “küresel içerik” olarak tanımlıyor. Adından da anlaşılacağı gibi artık GoPro ile çektiğiniz video ve fotoğrafları 360 derecelik panoramalar haline getirebileceksiniz.
Dahası, videoları “Küçük Gezegen”, “Panini” ve “Balık
Gözü” gibi farklı görüntü ayarlarında izleyebileceksiniz.
2015’in ilk çeyreğinde 1,3 milyon kamera satan GoPro,
7 bin 500 Dolar’lık Herocast kamerasıyla medya kuruluşlarına canlı yayın imkânı da verecek. VR başlıklarının
ardından yazılımların da getireceği yeniliklerle, gerçekliğin hızla bir illüzyona dönüştüğüne tanık olabiliriz.
Moto X devlere
meydan okuyor
n Lenovo tarafından satın alındıktan
sonra eski günlerine dönüş sinyali veren Motorola, amiral gemisi Moto X’in 2015 modelini henüz duyurmadı.
Teknoloji dünyasına sızan bilgilerse telefonun
yüksek bütçeli rakiplerini oldukça zorlayacağını gösterdi.
Söylentilere şöyle bir kulak kabarttığımızda, Moto X’in LG G4’te bulunan Snapdragon 810 işlemcisine sahip olacağını,
4 GB RAM bulunduracağını ve 32 ile 64 GB
dâhili belleğe sahip iki model olarak sunulacağını duyabiliriz. Yeni telefon almayı düşünenler varsa, ufak bir not düşelim: Snapdragon 810, 4K Ultra HD videoları, 3D mobil
oyunları, yüksek çözünürlüklü fotoğrafları rahatlıkla kaldıran, mobil iletişim ve uzun
APPLE ÇİN’DE
ORMANLARI
KORUYACAK
batarya ömründe tatmin edici performans sunan bir işlemci. Moto X’in 5,2 inç Quad HD
(2560x1440) çözünürlükte AMOLED ekrana sahip alacağı iddiası doğruysa, Moto X, gözleri kamaştıran bir telefon olacak diyebiliriz.
Yeşile yaptığı yatırımlarla dikkat
çeken Apple, Çin’deki prestijini
artırmak için elinden geleni yapıyor.
CEO Tim Cook’un ağzından açıklanan
en son proje, Çin’de kâğıt üretimi
için kullanılan ormanları koruma
altına almak.
n Sadece ürettikleriyle değil, çevreye yönelik
yatırımlarıyla da ilgi çeken Apple, en çok iş
yaptığı ülkeler arasında bulunan Çin’de yeni
bir yatırıma imza atıyor. Dünya Doğayı Koruma
Vakfı (WWF) ile yapılacak işbirliği kapsamında
Apple, kâğıt üretiminde kaynak olarak kullanılan
ağaçların yer aldığı tam 1 milyon dönümlük
araziyi “yenilenebilir ormanlara” dönüştürecek.
WWF’ye verilecek destekle, Apple ürünlerinin
kaplanmasında da kullanılan ormanlar, kâğıt
üretimine kaynak oluşturmaya devam edecek,
ancak ağaçların azalması önlenecek.
Apple, giderek büyüyen yeşil dostu projeleriyle
küresel ısınmaya karşı koymak istediğini
geçmişte yaptığı çalışmalarla göz önüne sermişti.
Şirket, bu yılın başında yaptığı açıklamada,
Kaliforniya eyaletinde 2 bin 900 dönüm arazide
güneş santrali kurulacağını duyurmuştu. 280 MW
kapasiteli santral, 60 bin haneyi aydınlatacağı
gibi inşa edilecek ve Apple’ın yeni kampüsüne de
elektrik sağlayacak. Apple’ın Austin, Teksas’taki
MacPro fabrikası, yüzde 100 yenilenebilir
enerjiye geçen en yeni tesis olmuştu. Apple, ABD
dışındaki ilk güneş santralini de yine Çin’de inşa
edecek. Çengdu kentinde yapılacak santral, 40
MW kapasitesiyle Apple’ın mağaza ve bürolarının
yanı sıra hanelere elektrik sağlayacak.
Apple, ABD’deki mevcut enerji ihtiyacının yüzde
100’ünü, yurtdışındaki operasyonlarınınsa
yüzde 87’sini yenilenebilir enerjiden karşılıyor.
Şirket, bu sayede 2013-2014 arasında karbon
salınım oranını yüzde 7 azaltmayı başardı. Apple,
2016’da Çin’deki mağaza sayısını 40’a çıkarmayı
hedefliyor. 2015’in ilk çeyreğinde Çin’deki
gelirlerini bir yıl önceki aynı döneme oranla yüzde
157 artıran ve 16,1 milyar Dolar’a çeken firma,
Çin’in yanı sıra Almanya, İngiltere, Avustralya,
İspanya ve İtalya’da da güneş santrali yapmayı
planlıyor.
Oculus’tan beklenen
açıklama geldi
Sürücüsüz otomobil varken
kamyon neden olmasın?
n Sanal gerçeklik (VR)
başlıklarının öncüsü
Oculus Rift, VR başlığının
ön siparişlerine 2015’in
sonunda, dağıtımınaysa
2016’ın ilk çeyreğinde
başlayacağını duyurdu. İlk olarak 2012’de geliştirici kiti
olarak ortaya çıkan ve belli sanayilerle kısıtlı bir niş
ürünü olarak kalan Oculus Rift, rakip firmaların video
oyun sektörü için yaptığı hazırlıklardan geri kalmamak
için son kullanıcıyla buluşmuş olacak. Oculus’u harekete
geçiren gelişmelerden biri şüphesiz Sony’nin PlayStation
4 için geliştirdiği Project Morpheus başlığını 2016’ın
ilk yarısında sunacağını açıklaması oldu. 2016’nın
sanal gerçekliğin yılı olacağına şüphe yok, ama oyun
bağımlılarını önemli bir noktada uyarmakta fayda
var. İnsan beyni Oculus Rift ve Samsung Gear VR gibi
başlıklara, aralıksız kullanımda maksimum 30 dakika
dayanabiliyor.
n Otonom araçların hayatımıza
getireceği faydaları yıllardır
konuşuyoruz. Trafik kazalarını en
az yüzde 90 azaltması beklenen
akıllı asistan destekli otonom
otomobiller, aynı zamanda küresel
ısınmaya karşı en büyük kozumuz
olacak. Otomotiv devleri, birbiri
ardına prototiplerini sunarken,
Alman otomotiv firması Daimler, ilk
sürücüsüz kamyonu tanıttı.
Freightliner Inspiration adı
verilen kamyon, Almanya’da
tamamladığı 16 bin kilometrelik
deneme sürüşünün ardından, ABD’nin Nevada eyaletinde ilk kez trafiğe çıkacak. Denemelerde
Inspiration’ın yakıt tasarrufu ve güvenliği analiz edilecek. Daimler, kara nakliyatının 2050’de üç
katına çıkacağını not düşerek ağır yük kamyonlarının geleceğin ihtiyaçlarına göre geliştirilmesi
gerektiğini belirtiyor. İsveç firması Scania ise konvoy halinde ilerleyebilecek sürücüsüz hafif yük
kamyonları geliştirmeye çalışıyor.
İSTASYON
9
HAYAT
HAYATIMIZIN TAM
ORTASINDAKİ
KURGUSAL
GERÇEKLİK
DIZILER
Her şey tek bir televizyon kanalıyla başladı.
Yayıncılığın ilk yıllarında, tek kanallı dönemde
hayatımızın ufacık bir alanını işgal eden diziler artık
trafik de dâhil olmak üzere her yerde yanımızda.
10
İSTASYON
İSTASYON
11
HAYAT
“BIZIM HAYATIMIZ DIZI”
“2000 YILI. FRANSA’DAYIM... TÜRK DIZILERINDEKI KADIN IMGELERI VE BUNLARIN
TÜRKIYE VE FRANSA’DAKI GÖÇMEN IŞÇILER TARAFINDAN YORUMLANMA BIÇIMLERINI
KONU ALAN DOKTORA TEZIMIN SAHA ÇALIŞMALARI IÇIN ORADAYIM. SAYISIZ
GÖRÜŞME YAPIYORUM BU ÇALIŞMA KAPSAMINDA. VE GIRIŞTEKI YORUM DA 40’LI
YAŞLARINDA, EVLI, ÜÇ ÇOCUKLU, KÜÇÜK BIR KONFEKSIYON ATÖLYESI SAHIBI
BIR ERKEKTEN GELIYOR. HENÜZ FARKINDA DEĞIL AMA, UZUN YILLARDIR ORADA
YAŞAYAN TÜRKIYE KÖKENLI BU IŞLETMECI ILE YAPTIĞIMIZ GÖRÜŞME SIRASINDA
AĞZINDAN DÖKÜLÜVEREN BU YORUM, KISA SÜREDE TÜM TOPLUMA MAL OLACAK...”
Yazı: Doç.Dr. HÜLYA UĞUR TANRIÖVER Fotoğraflar: SANER ŞEN
A
ynı yıl yayımlanan bir gazete röportajında,
sahibine atıfla kullandığım bu saptamaya
kısa bir Google araştırmasıyla pek çok makale ve metinde rastlayabilirsiniz bugün...
O,
Fransa’da
yaşayan,
tatillerde
Türkiye’ye gelen bir insan ve çizdiği profil de, diziler konusunda dile getirilen bazı genel geçer açıklamaların aslında
doğru olmadığının bir kanıtı niteliğinde. Neden mi? Bir
zamanlar dizileri “kadınların sevdiği tür” olarak niteleyen,
hatta içselleşmiş bir cinsiyetçilikle gündüz kuşağı dizilerine “pembe dizi” adı veren veya sinema, sergi, konser gibi
etkinliklere katılmayan, kitap okumayan, orta–alt sınıfların sevdiği bir tür olarak niteleyen zihniyetin ciddi bir yanılgı içinde olduğu artık sayısız veriyle apaçık ortada. Evet,
dünyanın birçok başka ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de
de, erkeklerin –çok kitap okuyan ya da film festivallerinin
zor bulunan biletleri için uzun saatler kuyrukta bekleyecek kadar sinefillerin dahi– TV dizilerini izlediği bilinen
bir gerçek.
Aslında “Bizim hayatımız dizi” iki taraflı okunabilir
bir yorum aynı zamanda. Yani bir anlamıyla hayatlarımız
dizi, diğer açıdan bakıldığında da diziler hayatımız. Hal
böyle olunca hem gündelik hayatımıza, hem de sosyal bilimlerin birçok dalının tam orta yerine yeni bir sosyolojik
olgu damgasını vurmuş oluyor: Diziler.
Günümüzde Türkiye’de diziler gerçek anlamda bir
toplumsal–kültürel fenomen veya antropolog Marcel
Mauss’un deyimiyle bir “bütüncül olgu” boyutuna bürünmüş durumda. Mauss bu kavramı tüketim, moda ve
iletişim gibi, bir toplumun tüm özelliklerinin ve dinamiklerinin açıklanabileceği durumlar için kullanıyor. Günümüzde diziler de diğer sayılanlar gibi bir “bütüncül olgu”
olarak karşımıza çıkıyor.
Bu kadar temel ve tüm toplumu ilgilendiren bir olguyu,
farklı yönleriyle incelemeden anlamaya çalışmak nafile bir
çaba olur. Öyleyse, ayrıntılara girelim. Dizilerin metinsel
12
İSTASYON
özellikleri, izleyicilerin bu özellikleri ve genel olarak dizileri nasıl algıladığı ve nasıl kullandığı, yani gündelik yaşamlarına nasıl eklemledikleri, televizyon ve film endüstrisinin
dev bir alt sektörü olarak dizi yapım/yayın gerçekleri gibi
faktörlerin tümü bu fenomenin ortaya çıkışında rol oynuyor.
Televizyonun Türkiye’ye gelişi Batı’dakine oranla çok
geç gerçekleşti. Deneme yayınlarını ve birkaç saatlik ilk
yayınları saymazsak, Türkiye’nin gerçek anlamda televizyonla tanışması 70’li yıllara rastlıyor. Yapılan çalışmalar,
Türkiye’de televizyon yayıncılığının emekleme yıllarından
itibaren dramaların (filmler, diziler, televizyon filmleri)
çok önemli bir yere sahip olduğuna işaret ediyor.
Özgün ve yerli program yapımının az olduğu ilk yayın
yıllarında, TRT’nin satın aldığı yabancı diziler, deyim yerindeyse izleyiciyi ekran başına kilitliyor. Hatta toplumsal
tarih bağlamında belli zaman dilimlerini Aşk Gemisi yılları veya Dallas yılları olarak adlandıranlar bile var. Görevimiz Tehlike ya da Kaçak dizilerinin yayınlandığı zamanlar
ise, -günümüzde bazı maçların veya dizilerin finalinin yayın saatinde olduğu gibi- caddelerin boşaldığı ve herkesin
evinde ekran başına geçtiği saatler. (Bu ilgi, TRT’nin önceliği yerli televizyon draması yapımına vermesinde belirgin
bir etken oldu.)
Yerli dizilerle tanışmamız, televizyon yayınlarının 1974
yılından itibaren nitelik ve nicelik olarak gelişme gösterdiği döneme denk geliyor. İlk Türk dizisi Kaynanalar’ın TRT
tarafından üretildiği dönemde yine TRT, Yeşilçam’ın ünlü
yönetmenlerini Türk edebiyatı kaynaklarını kullanarak
televizyona dizi ve film üretmeye davet ediyor. 1975’te Halit Refik’in çektiği ve 33’er dakikalık 6 bölümden oluşan
Aşk–ı Memnu bu şekilde vücut buluyor ve yayınlanıyor.
Ancak yerli dizilerin gerçek anlamda yığınların ilgi
odağı olması, 1986 yılında yeni açılan TRT 2 kanalında
gösterime giren Perihan Abla dizisiyle başladı denebilir. Perihan Abla’nın toplumla bütünleşmesini ve bunun
etkilerini, dizi bitiminde çekimin yapıldığı sokağa bu
adın verilmesinde ve Kuzguncuk’un eskiden orta halli
bir mahalleyken aniden emlak piyasalarının gözdesi haline gelmesinde görebiliriz. Perihan Abla ile başlayan bu
“İstanbul’un eski semtlerini yeniden gözde kılma” ve mahalle kültürünün yeniden yükselmesi furyası sonrasında
Samatya, Çengelköy gibi başka semtler de ünlerini pekiştirdi.
Hayatımızı bir su, Perihan Abla’yı ise suya atılan bir
taş gibi düşünün. Bu taş suya değdikten sonra gündelik
hayatta olanlar o temas noktasından yayılmaya başlayan,
giderek genişleyen halkalara benziyor. Diziler hayatımızın orta yerine onyıllar önce düştü ve etkiledikleri alan
her geçen gün genişleyerek bugünkü halini aldı. Arap
Dünyası’nda Nour adıyla yayınlanan ve efsaneleşen Gümüş dizisinin çekildiği Abut Yalısı aynen bir müze gibi
turistlerin ziyaretine açıldı, Kapadokya bölgesi Asmalı
Konak sayesinde ticari gelirini artırdı. Yabancı turistlerin
gözdesi olan Kapadokya’yı Türkiye’de yaşayanların bu dizi
sayesinde keşfettiğini söylemek yanlış olmaz. Turizm şirketleri Pargalı İbrahim’in doğduğu Yunanistan, Parga’ya
Muhteşem Yüzyıl turları düzenliyor, Pargalı’nın dizideki
ölüm sahnesini izleyenler Fındıklı’da olduğu tahmin edilen kabrini ziyaret edip dualar ediyor.
Sıla tokası ve Dadı bornozuyla başlayan moda, Hürrem
Sultan kaşıklarını ya da Bihter çizmelerini semt pazarlarına taşıdı. Dahası, 2011’de yaptığımız bir saha çalışması sırasında gördüm ki izleyiciler, özellikle de yüksekokul
mezunları dizilerin arka jeneriklerinden sponsor firmaları
takip ediyorlar. Yapımcı ve üreticiler ise bu durumu deyim yerindeyse kurumlaştırmaya başladı bile. Umutsuz
Ev Kadınları’nın elbiselerinin satışa sunulması bunun en
bariz kanıtı.
Dizilere duyulan ilgi, özellikle 1990’larda ticari yayıncılığa geçişle arttı ve bu dönemden sonra TV dizisi formatı
Türkiye’de genel izleyiciye yönelik yayın yapan ücretsiz
kanalların önemli bölümünü “taşıyan” program türüne
dönüştü. Yerli dizi yayınlayan yedi kanalda, prime time’da
bir haftada yayınlanan dizi sayısı hızla artış gösterdi. 1996
yılında bu alanda ilk çalışmalarımı yapmaya başladığımda haftada yaklaşık 10–12 dizi yayınlanırken, bu rakam
yıldan yıla düzenli biçimde arttı; 2008’de 57 diziyle en
üst noktaya ulaştı. Ancak izleyen yıllarda belli bir azalma
göstererek, 2010’dan bu yana 45–50 ortalamayla devam
ediyor. 2015 Mart ayının ikinci haftasında, bu sayı 9 kanalda haftada 46 diziydi. Tabii tekrarları saymazsak. Bu
46 dizinin 41’i haftada bir sıklıkla, diğer 5’i ise her gün ya
da haftada birkaç gün yayınlanıyor. Ayrıca yine her gün
yayınlanan 2 gündüz kuşağı dizisini de eklersek, aslında
ekranlarımızda bir haftada 48 “yeni bölüm” olduğunu görüyoruz.
Son yıllardaki yapım sayısında artış olmaması dizilerin bir duraklama dönemine girdiğini mi düşündürdü?
Yanılıyorsunuz. Yayınlandıkları saat açısından diziler eskisinden de çok yer kaplıyor ekranlarda. İlk dönemlerde
dizi bölümleri ortalama 60–70 dakikayken, günümüzde,
bir önceki bölümün özeti ve reklam aralarıyla birlikte bu
süre neredeyse 2 saati buluyor, hatta popüler dizilerde bu
süre daha da uzuyor. Süre göz önüne alınarak yapılan bir
inceleme genel içerikli yayın yapan ve akışlarında dizilere
yer veren kanallarda bu dizilerin ezici bir yayın süresi üstünlüğüne sahip olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de televizyon yayıncılığı açısından dizilerin
tahtını, bazı dönemlerde hafifçe sallayan bir başka yapım
türü de yarışma programları. Televizyon sosyolojisi alanında başlı başına bir araştırma dalı oluşturan bu yayınlar
da, aynen diziler gibi farklı türlere ayrılıyor ve özellikleri
doğrultusunda hitap ettikleri izleyici kitleleri de farklılaşıyor. Yetenek yarışmaları, ekstrem sporların yumuşatılmış
biçimlerini kapsayan yarışmalar, komedi ögeleri içeren
oyun nitelikli yapımlar ve tabii bu türün olmazsa olmazı
bilgi yarışmaları. Önceleri hemen hemen tamamı yabancı
formatların uyarlaması olan bu yarışmalar alanında artık
Türkiye’ye özgü formatlar da var.
Yarışmalar dizilerle karşılaştırıldığında, aralarındaki
en temel fark, en azından büyük bölümünün maliyet açısından daha kârlı olması. Pek çok kanal ekonomik zorluk
dönemlerinde bu tür düşük maliyetli içeriklere yöneliyor.
Bazen geniş kitlelerin bağrına bastığı bu yarışmalar “Bu
yıl dizilerin modası geçti, artık yarışmalar ön planda” algısı yaratıyor. Benzeri bir durum geçtiğimiz yıl da söz konusuydu. Ama bunun bir illüzyon olduğunu belirtmekte
yarar var. Halen ekranlarımızda, her hafta 46 dizi gösterilirken, yarışma programı sayısı sadece sekiz. Üstelik
bunlardan dördü sadece yarışma, talk show gibi yapımlar yayınlayan tematik bir kanalda yer alıyor. Diziler, aynen sinema filmleri gibi hem medya haberlerinin konusu oluyor, hem de akademik alanda bilimsel çalışmaları
besliyor. Araştırmalar, sinemada daha çok gülmeyi tercih
eden popüler Türk filmi izleyicilerinin, diziler söz konusu
olduğunda, tercihlerini eski Yeşilçam geleneğindeki ağlamaktan yana kullandıklarını gösteriyor. 2011’de yaptığım
çalışmada her iki diziden birinin türü dram veya melodramdı. Mart 2015’te ise, tarihi nitelikli veya polisiye birkaç
yapımı saymazsak, yerli dizilerin neredeyse tamamı dram
türünde. Birkaç yıl öncesine kadar ikinci gözde tür olan
komedi dizileri yerlerini artık TV skeçlerine bıraktı.
Biçimsel ve içerik–söylem özellikleri açısından diziler
Köyden şehre göç
olgusunu temsil eden
Nuri Kantar ve ailesi
1974 yılında
milyonların hayatına
girdi ve yaklaşık 30
yıl boyunca evlere
konuk oldu.
950 bölümüyle
Türkiye’de en uzun
süre yayında kalan
dizi Kaynanalar’dı.
İSTASYON
13
HAYAT
RTÜK tarafından
yayımlanan Televizyon
İzleme Eğilimleri
Araştırması (2012)
verilerine göre en çok
televizyon izlenen
saatler genellikle
dizilerin yer aldığı
18.00–24.00 aralığı.
Bu saatlerde trafikte,
vapurda veya başka
bir yerde olmak dizileri
takip etmenin önünde
bir engel değil.
14
İSTASYON
konusunda yapılacak ilk saptama yıllar içindeki gelişimleri doğrultusunda giderek çeşitlendikleri. İlk dönemlerin,
daha çok klasik Yeşilçam kalıplarından beslenen yapımlarına karşın, artık oldukça farklı, hatta kimi zaman yenilikçi diyebileceğimiz anlatı, öyküleme, karakter ve teknik
nitelikli yapımlar ekranlarda yer buluyor.
Dizilerin “bağımlılık” yaratmasının nedenlerinden biri,
çoğunun “tefrika” nitelikli olması. Yani her bölüm bir öncekinin devamı ve öykünün anlaşılabilmesi için sürekli
izlenmesi gerekiyor. 2011 yılında yaptığım bir çalışmada
Gaziantepli bir kadın izleyici, “Özetler iyi oldu,” demiş
ve ardından da eklemişti: “Eskiden bir bölüm kaçırdık
mı, ona buna yalvarırdık anlatsın diye.” Günümüzde ise
internet erişiminin artması, artık neredeyse kaçırılan bölüm kavramının da ortadan kalkması sonucunu doğurdu.
Ne var ki sevilen dizinin son bölümünü anlatmak/anlattırmak, yalnızca kaçıran izleyicilerin bir alışkanlığı değil.
Bizim kültürümüzde, aynen eskiden Türk filmleri konusunda olduğu gibi, aslında izlediğimiz bir bölümü, bir de
güzel anlatan arkadaşımızdan dinleyerek yorum yapmak
hâlâ yaygın bir davranış. Dizilerde çoğul olay örgüsünde,
iççe geçen paralel veya sarmal öyküler temeli oluşturuyor. Tüm öyküyü tekelinde bulunduran sivrilmiş, tek bir
karaktere pek rastlayamıyoruz. Bu çoğul karakter–çoğul
olay örgüsü, farklı izleyicilerin, farklı dizi karakterleri ve
durumlarıyla özdeşlik kurmasını sağlıyor.
Melodram ya da polisiye gibi egemen tür özelliğinin
yanı sıra diğer türlerden de yararlanan dizilere sıkça rastlıyoruz. Dramlarda bazen komedi ögeleri kullanılıyor ya
da polisiyelerde melodramatik insan hikâyelerine yer ve-
riliyor. Ama bu durum sadece bize özgü değil. ABD yapımı “olay yeri inceleme” dizilerinde de rastlanan bu özellik,
dizinin ömrünün uzamasında da önemli bir etken: Uzun
yıllardır popülerliğini koruyan Arka Sokaklar dizisi bunun
başarılı bir örneği.
Zamanla düz anlatım tekniklerinden sinema anlatımına yaklaşarak daha sofistike tekniklere yer veren yapımların birkaç istisna dışında aile odaklı olduğunu görüyoruz.
Bu dizilerin ortak mesajı: “Mutluluk aile ortamında bulunur, tüm sorunlar aile içi ya da onun bir uzantısı olan
mahalle türü topluluklarda çözülür.”
Her ne kadar bazı Amerikan dizilerinde kötü ailelere
rastlansa da, aslında orada bile bir örtük söylemden söz
edilebilir. Bu diziler gerçekte kötülüğün aileden değil aşırı
zenginlikten ve para–iktidar hırsından kaynaklandığına
işaret eder. Türkiye’deyse bazı tarihi veya polisiye yapımlar
dışında, dizilerin tamamı bir “orta sınıfa övgü” niteliğinde. Son dönemlerde daha sık görülen zenginliğin, lüksün
sergilendiği yapımlar ise daha çok izleyicinin seyir zevkine
ve özlemlerine hitap ediyor. Asıl mesajsa aşırı zenginliğin
mutsuzluk getirdiği. Diziler bu mesajı taşıyor olmasına
rağmen ağır yoksulluk koşulları dizilerde kendisine yer
bulamıyor pek. Dahası, görece daha yoksul yaşamları yansıtan dini veya uhrevi mesajlı dizilerde bile, parasızlık kendi başına bir sorun olarak işlenmiyor. Neden mi? Çünkü
diziler birer sığınak. Ve eğlence odaklı endüstri izleyicilerin kaçmak, unutmak istedikleri gerçeklerle onların canını
sıkmak istemiyor.
Cinsiyet rolleri, iktidar meseleleri, aşk ilişkileri ya da
genel olarak toplumsal konularda, diziler genelde kemik-
leşmiş, basmakalıp bir söylem taşıyor. Kadın ve erkek
rolleri geleneksel cinsiyetçi modellere göre kurgulanıyor.
İyi ve kötü karakterler arası dağılımda, iyiler geleneksel;
yenilikçi, farklı, eşitlikçi olanlarsa genellikle kötü olarak
konumlandırılıyor. Dizilerde öne çıkan ahlak anlayışına
göre, aşk ve çocuk doğurma uğruna binbir badire atlatan
kadınlara karşılık, kötü kadınlar çocuklarını terk ediyor.
Buna karşılık son dönemlerde, özellikle de kadın kuruluşlarının, medya analizlerinin ısrarlı eleştirilerinin ve
olasılıkla dizi sektöründe çalışan kadınların çoğalmasının
da etkisiyle, bazı güçlü ve geleneksel kalıpları kıran kadın
karakterlere de rastlanmaya başlandı. Benzer biçimde,
kadınları ilgilendiren can alıcı bazı konuları da görmeye
başladık dizilerde. Fatmagül’ün Suçu Ne? tecavüzü, Küçük Gelin erken yaşta evlendirilen kız çocukları sorununu
gündeme taşıdı.
Kurtlar Vadisi gibi milliyetçi değerlerin ön planda tutulduğu dizilerde ise genelde egemen olanların dışındaki
kültürel, dini, etnik gruplar ya yok sayılıyor ya da olumsuz bir biçimde sunuluyor. Özellikle farklı cinsel yönelime
sahip kişiler, dizilerin asla görünmeyen “lanetli” insanları
olmaya devam ediyor, daha da kötüsü, alay konusu olabiliyor veya nefret söyleminin öznesi olabiliyorlar. Diziler
kimi zaman bir meslek grubunu olumsuz tanıttığı için,
kimi zaman cinsiyetçi söylemi meşrulaştırdığı için, kimi
zaman tarihsel olayları yanlış aktardığı için eleştiri oklarının hedefinde olabiliyor.
Özellikle de televizyon yayıncılığını düzenlemekle yükümlü Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), yayın
içeriklerini cezalandırmada kullandığı kimi ölçütler uz-
HAYATIMIZI BIR SU, PERIHAN ABLA’YI
ISE SUYA ATILAN BIR TAŞ GIBI DÜŞÜNÜN. BU TAŞ SUYA
DEĞDIKTEN SONRA GÜNDELIK HAYATTA OLANLAR O
TEMAS NOKTASINDAN YAYILAN HALKALARA BENZIYOR.
manlar tarafından eleştiriliyor ve aslında başka sorunlara
işaret ettiğinin altı çiziliyor. Örneğin RTÜK’ün “Türk aile
yapısına aykırı” ya da “çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel
veya ahlaki gelişimine zarar verebilecek” gibi ölçütlerinin
çok genel ifadeler olması, sansür tehlikesini de beraberinde getiriyor. Nitekim sektörde çalışanların aktardıklarına
göre, başta belli kanallara yönelik dizilerde olmak üzere,
kimi yapımlarda, özel bir kısıt olmamasına karşılık “ya sorun yaşanırsa” diye, kılık–kıyafetin hatta olay örgüsünün
değiştirildiği durumlar, dizi sektöründe otosansür olgusunun da varlığına işaret ediyor.
Peki diziler neden bu kadar çok seviliyor? Özel olarak bu
metin türleri üzerine, daha genel düzlemde de medya, sinema, kurmaca üzerine sosyal bilimlerin pek çok alanında
yapılan çalışmaların hacmi ve nitelikleri düşünüldüğünde
bu sorunun yanıtı hiç de basit değil. 1980’lerde ünlü Dallas
dizisini inceleyen İletişimbilimci Elihu Katz ve Tamar Liebes, farklı ülke izleyicilerinin beğeni nedenlerini araştırdıklarında, bu nedenlerin birbirinden ne kadar ayrıştığı ortaya
çıktı. Örneğin dönemin Sovyet Rusya’sında dizi adeta, “Bakın, kapitalist toplumlar ne kadar yozlaşmış” mesajı verdiğinden ötürü ilgi görmüştü. Ancak, her ne kadar bir yan-
Dizilerle birlikte pek
çok yan meslek de
sokaklarda kendine
yer buldu. Roma’da
turistlerle fotoğraf
çektiren gladyatörlerin
muadili, çok da uzak
olmayan bir geçmişte
İstiklâl Caddesi’nde
Muhteşem Yüzyıl
esintili kostümlerle
dolaşıp, isteyenlerle
fotoğraf çektiren
insanlardı.
İSTASYON
15
HAYAT
Huzur Sokağı
dizisinin başrol
oyuncularından Selin
Demiratar çekime
hazırlanıyor. Her hafta
ekranlarda yerini
almak zorunda olan
dizilerin oyuncuları
gece–gündüz, yaz–kış
demeden kimi zaman
saatlerce aralıksız
çalışabiliyor.
16
İSTASYON
dan tür ve mecra, öte yandan kültürel, toplumsal ve hatta
siyasal özellikleri nedeniyle farklı bir metin türü olsalar da,
dizilere duyulan ilgiyi anlamanın çıkış noktası, kurmacaya
dayalı anlatıların oluşturdukları cazibe olmalı.
Gündelik dilde söyleyecek olursak, sonuçta televizyon
dizisi bir hikâyedir ve insanlar hikâye anlatmayı da dinlemeyi de sever. Gündelik yaşamdaki iletişim biçimlerine
baktığımızda, aslında aile içinde, arkadaş gruplarında,
hatta iş ortamlarındaki konuşma ve sohbetlerin mutlaka
birilerinin hikâyelerine dayandığını görmek mümkün. Dedikodu sözcüğünün işaret ettiği de aslında yine aynı olgu.
Diziler, izleyicilere hem belli ölçüde gerçekçi, hem de
ulaşılması zor hayatlar sunuyor. Bir başka deyişle masalla
gerçeğin kesişme noktasında konumlanıyorlar. Başarılarının en temel dayanağı da bu özellik. Ancak benzer özelliklere sahip başka kültür ve sanat ürünleri yerine dizilerin
tercih edilmesinin nedenlerini, ilk ortaya çıkış dönemlerindeki toplumsal–siyasal, hatta ekonomik konjonktürle
ve toplumumuzda özel yaşamın ve boş zaman etkinliklerinin düzenlenmesinde aramak gerek.
Türkiye’nin yoğun siyasal çatışmalara sahne olduğu
70’li yıllar ve ardından gelen askeri darbe dönemi, insanların sokaktan eve çekilmelerine neden olmuş, bu doğrultuda yeni başlayan televizyon yayınları ilgi odağı haline
gelmişti. Buna, ciddi ekonomik krizlerin eğlence ve kültürel etkinliklere ayrılan bütçeleri kısıtladığı ve daha önce en
popüler eğlence olan sinemanın endüstriyel anlamda ağır
darbe aldığı 90’ların sonu iklimini de eklersek, evde, bedava ve sevilen biçim ve içeriklere uygun yapımların izlenmesinin neden tercih edildiğini anlamak mümkün. Öyle
ki, 80’li yıllarda sıkça kullanılan bir deyimi hatırlamakta
yarar var: PTT. Yani “pijama, terlik, televizyon.” Televizyon artık evin rahatlığı ve konforunu bütünleyen bir öge
olarak içselleştirilmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de dizilere olan ilgi, yaşam biçimleriyle de bağlantılı. Ailenin en egemen kurum ve değer olduğu bu coğrafyada, içerik olarak da aileleri konu alan, her yaş ve nitelikten aile bireyine bir arada hitap etme özelliği taşıyan
yapımların başarılı olması şaşırtıcı değil.
Sanılanın aksine televizyon dizileri insanları sadece ekranla iletişim kurmaya iterek yalnızlaştırmıyor. İzleyicilerine hem birlikte izleme olanağı, hem de bu izleme pratiği
dolayısıyla birbirleriyle iletişim kurma olanağı sunuyor.
2011’deki araştırmanın bulguları dizi izleyicilerinin yüzde
72’sinin, sevdikleri yapımları aile bireyleriyle izlediklerini gösteriyor. 2013’te “Çocukların Medyayı Alımlama ve
Kullanım Biçimleri” araştırmamızda da, çocukların kendilerine yönelik çizgi film ve yapımları izlemekle birlikte,
anne–babaları ve kardeşleriyle dizileri seyretmeyi de çok
sevdiklerini belirledik.
1996’dan beri yürüttüğümüz farklı araştırmalarda elde
ettiğimiz veriler, ailece televizyon izlemenin belli ritüellerinin olduğunu ve geçmişten günümüze bu ritüellerin değişmediğini, hatta iyice yerleşikleştiğini gözler önüne seriyor;
herkesin belli bir koltuğunun olması, çay zamanının veya
kuruyemiş servisinin önceden planlanması gibi... Bu ritüellerin en yenisi ise mobil teknolojilerle hayatımıza girdi. Özellikle gençlerin televizyon izleme pratiği sosyal ağlarda hemen o anda “katılma/yorumlama/beğenme”yle besleniyor.
Bu yeni pratiğin de altını çizdiği gibi, dizilerin sade-
ce ne anlattıkları değil, bu anlatılanların izleyiciler tarafından nasıl algılandığı ve yorumlandığı da önemli. Belli
ihtiyaçların karşılanmasında veya gündelik pratiklerde
insanların dizileri nasıl kullandığı çoğu zaman ihmal edilen çok önemli bir soru. Örneğin, söylemindeki bazı ögeler nedeniyle ciddi boyutta eleştirilmesine karşın Kurtlar
Vadisi’nin ergenlik dönemindeki erkek çocuklar tarafından sevilme nedenleri arasında, babalarıyla birlikte izleme
olanağı yaratarak ihtiyaç duydukları iletişimi kurmada
yardımcı olması yer alıyor.
Bazı izleyici gruplarının, yaptıkları muhalif veya “oyuncul” okumalarla (Dallas dizisinin kadın izleyiciler tarafından alımlanma biçimlerini inceleyen iletişim bilimci Ien
Ang “ciddi” durumları eğip–bükerek, komikleştirerek anlamını saptırmaya ve eleştirmeye dayalı okuma biçimini
“oyuncul” olarak adlandırır) sadece dizileri değil, sosyal ya
da siyasal olguları bile eleştirdikleri söylenebilir. Örneğin,
eleştiriler karşısında “Onlar konuştukça ben inadına daha
çok sevdim Hürrem’i,” diyen izleyici, Muhteşem Yüzyıl’ın
eleştiri oklarının hedefi olmasının ardından eskisinden de
yüksek reyting almasını bu şekilde açıklamış oluyor.
Diziler dediğimizde, son yıllarda mobil ortamlar ve
internete biraz pay kaptırmış olsa da, reklam pastasının
büyük bölümünü tekelinde bulunduran televizyonu, hatta
aslında daha da geniş anlamda medya ve film endüstrisini ekonomik ve politik açıdan da incelememiz gerekiyor.
Günümüzde diziler genel izleyiciye yönelik ulusal televizyon kanallarının neredeyse varlık nedeni olmuş durumda.
Medyanın pek sevdiği deyimle, diziler bu kanalların amiral gemisi. Reklam payları nedeniyle kanallar arasında yoğun bir rekabet yaşanıyor. Bu durum kimi zaman gözde
dizilerin bir kanaldan diğerine yüksek meblağlarla transfer edilmesine yol açıyor.
Kanallar arası kıyasıya rekabetin ve bu rekabetin etkilerinin tartışılacak birçok yönü var elbette. Bunlardan biri
bu rekabetin dayandırıldığı izleyici ölçüm sistemi ya da
gündelik tabirle “reyting” ölçümleri.
Kanallar arası rekabet koşulları her dönem, prime
time’da en az bir programın, dolayısıyla da çoğu kanal açısından bir dizinin gözde olmasına dayandırılıyor. Her gün
reyting birincisi olmak kanalların hayallerini süslese de,
böylesi bir süreklilik mümkün olamıyor. Bu nedenle, genel
yayın politikaları doğrultusunda kanallar yayınladıkları
diziler arasında kendi iç dengelerini kurma yoluna gidiyor.
Örneğin, en yüksek reytingi almasa da kimi diziler, özellikle çocuklar, ev kadınları gibi belirgin bir hedef kitleye
yönelik yapımlar, ortalama bir sırada kalmaları kaydıyla
uzun süre ekranda kalma şansı bulabiliyor.
Reklam planlamacıları meşhur “pasta”nın paylarını bu
rakamlara göre yaptıkları için, sistemin doğruluğu değilse
de dürüst uygulanma koşulları yıllar içinde çok tartışıldı,
sonunda ölçüm kuruluşu değiştirildi.
Bilimsel geçerlilikten söz edersek, çok sayıda araştırma bu
tür ölçümlerin yöntem olarak yanıltıcılığına ve yetersizliğine
ilişkin saptamalarda bulundu. Ama hâlâ her gün öğlene doğru, bir gece önce dizisi yayınlanan prodüktör, yönetmen, senarist, oyuncu, hatta en teknik görevdeki set çalışanı bile yürek
çarpıntısıyla “kaçıncı” olduklarını beklemeyi sürdürüyor.
Çalışanların temel sorunlarından biri her dizi bölümünün yaklaşık 2 saat sürmesi, dizi ekiplerinin bir haftada,
normal, hatta uzun bir sinema filmi kadar kapsamlı bir
işi bitirmek zorunda kalıyor olmaları. Gerek sinema, gerek
yeni kurulan oyuncular sendikasının kimi girişimleri olduysa da sorun hâlâ çözülmüş değil. Sadece bazı “zengin”
yapımlar çift ekip çalışarak, bazıları da eli çabuk yönetmenlerle anlaşarak geçici çözümler üretiyor. Bir sinema
emekçisinin “Neden herkes birlik olup tepki vermiyor?
Hollywood bile grev yaptı,” sorgulamalarına verilen yanıtlarsa çaresizliğe işaret ediyor: “Her gün sinema bölümlerinden mezun yüzlerce genç geliyor piyasaya, tek dertleri
sektöre girebilmek. Biz greve gitsek, alır yerimize üç-dört
genç, tekniğe ağırlık verir, bir biçimde çıkarır işi ortaya...”
Dizi sürelerinin uzunluğunun bir başka göstergesi de
ihraç edilen yapımların neden olduğu sorunlar. Evet, dizilerimizin yurtdışından bu denli talep görmesinden dolayı “mutlu ve gururluyuz.” Zira Türkiye en azından yakın
coğrafyanın yeni Brezilyası artık. Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik’in ifadesiyle “2004 yılında 10 bin Dolar’ı bulmayan dizi/film ihracat rakamı, 2012 yılı sonu itibarıyla
200 milyon Dolar’a yaklaştı.”
DIZILERIN ORTAK MESAJI: “MUTLULUK AILE
ORTAMINDA BULUNUR, TÜM SORUNLAR AILE IÇI
YA DA ONUN BIR UZANTISI OLAN MAHALLE TÜRÜ
TOPLULUKLARDA ÇÖZÜLÜR.”
Bakanlarımız Arap ülkelerine resmi ziyaretlerde toplantı saatlerinin mevkidaşlarının izlediği Türk dizilerine göre ayarlandığını anlatıyor. Ama bizim dışımızdaki
ülkelerde 2 saatlik bölüm diye bir kavram olmadığı için,
o ülkenin televizyoncuları her bölümü uygun biçimde
tekrar “bölmek” için uğraş veriyor. Son haberlere göre
“Hollywood’a bile” dizi sattık! Türkiye’nin yerini bile bilmeyen bir sürü yabancı izleyici artık Türkiye menşeli bir
dizide kim kime âşık biliyor. Dahası, Türk dizilerinin,
özellikle Arap ülkelerinde kadınların özgürlük arayışlarında örnek oluşturduğu, hatta “Arap Baharı”nı tetikleyen
nedenler arasında sayılabileceği öne sürülüyor. Elbette bu
konuda güvenilir bilimsel araştırma verileri olmaksızın
söz konusu saptamalar birer varsayımın ötesine geçemez.
Ama kesin olan bir şey var: Ülkemizin her yanında,
herkes dizileri seviyor... Kimileri aynı bölümü tekrar tekrar izleyebiliyor. Yaz aylarında bazı kanallar sabahtan akşama eski dizi bölümleriyle kapatıyor günlerini...
Dizi sevmeye bir diyeceğimiz yok elbette, hatta 90’larda
batma noktasına gelen sinemamızın yeniden toparlanmasında bu yan sektörün önemli payı olduğu da gerçek. Ama
ömür de evde geçmez ki! İnsanların şehre inmesi, hayatla
iç içe olması, sokağa, kıra çıkması gerek. Özetle, “hayatımız dizi” ama dışarıda da dizi dizi hayatlar var... Sadece tiyatroda, konserde, müzede değil. Sokaklar, kırlar, kısacası
gerçek hayat da masal anlatıcılarını, senaryo yazarlarını
kıskandıracak hikâyelerle dolu..
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
17
TARİHTEN
Centilmenlik
mazide mi kaldı?
Hayır. Çünkü Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki “fair-play”
hikâyeleri hâlâ çok canlı ve unutulmaz. Ezeli rekabet içindeki ezeli
dostluk örnekleri...
Türk spor tarihinin
öne çıkmış üç büyük
kuvveti, Beşiktaş,
Fenerbahçe ve
Galatasaray,
İstanbul’da doğdular,
tüm ülkeye maloldular.
Her biri birer asırlık
bu üç kulüp, bugün
gelinen noktada gerek
yöneticileri, gerek
futbolcuları, gerekse
taraftarlarıyla kimi
zaman centilmenlik
ve sportmenliğe
yakışmayacak
hareketlerde
bulunsalar da;
tarihleri boyunca
“ahlâklı sporcu”
olmanın örneklerini
sergilemişlerdi.
Futbol sezonunun
kapanmasının
üzerinden sadece
günler geçmiş olsa da
tüm futbolcu, yönetici
ve futbolseverlerin
dikkatine...
Karma diziliş Tarih 15 Haziran 1941. Yer Fenerbahçe Stadı. Beşiktaş ve Fenerbahçe, Uçan
Kaleci Cihat Arman (FB) ve Baba Hakkı Yeten’in takım kaptanlığında bir derbiye çıkıyorlar.
Futbolcular kendi takım sıralarıyla değil, karma diziliş içinde...
18 İSTASYON
İSTASYON
19
TARİHTEN
Fener’den Galatasaray tebriği Derginin heme
n her sayısında yer alan
“Galatasaray Özel Bölümü”nde yayınlanmış
Galatasaray kutlaması.
Öz Fenerbahçe, 27 Haziran 1949. Sayı: 68
İstanbul Karması’nda yanyana:
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasa
raylı
futbolculardan oluşan İstanbu
l Karması 1955’te Dolmabahçe
Stadı’nda.
Arka sıra: Lefter (FB), M.Ali Has
(FB), Recep Adanır (BJK), Rober
(GS),
Şükrü (FB), Müzdat (FB), Bülent
Eken (GS). Ön sıra: Eşref (BJK),
Aliİhsan
(BJK), Canavar Burhan (FB), Fah
rettin (BJK).
Stadı’nda
ray forması ile 1925’te Taksim
erbahçeli futbolcular, Galatasa
Fen
ler
Rıza
i
erli
Zek
Fen
),
alı
(GS
t
form
Rıfa
ray
al
Galatasa
Yenal (GS), Kem
a sıra: Mehmet Nazif (GS),Ulvi
ih Arca (FB),
bir karma maça çıkıyorlar. Ark
: Aslan Nihat Bekdik (GS), Sab
sıra
Ön
).
(FB
a
tulg
Gök
ri
Kad
),
(GS
lebi
Leb
met
Sporel (FB), Meh
).
soy (FB), Müslih Peykoğlu (GS
Alaaddin Baydar (FB), Bedri Gür
Fenerbahçe ve Galatasaray birleşiyordu
Fener-Saray kulübü
T
ürk sporunda en eski ve keskin rekabet, kuşkusuz Fenerbahçe-Galatasaray arasında. İlginç olan nokta ise, bu
rekabetin son derecede içtenlikle başlamış ve milli duygularla
yoğrulmuş olması. O kadar ki, kuruluşlarının erken dönemlerinde, 1911-1912’de iki kulüp başkanının imzaladıkları bir
belgeyle “birleşme kararı” bile alınır. İstanbul Futbol Ligi’nin
devam ettiği 1910’da, organizatörlerin tümünün, bu ligi oluşturan kulüplerin de çoğunluğunun yabancı ya da azınlık oluşu,
Türk kulüpleri için bir handikaptı. Nitekim 1911-1912 sezonu
başlarken haksız bir olay yaşanmış, Galatasaray Futbol Takımı oyuncularından bek Adnan Bey (Pirioğlu) “sert oynuyor”
suçlamasıyla Union Club (Kulüpler Birliği) tarafından, Başkan James Lafontaine imzalı bir belge ile kadro dışı bırakılmıştı. Bu karara karşı çıkan Galatasaray Kulübü’nün lige katılımı engellenmiş ve sarı-kırmızılı ekip kendini ligin dışında
bulmuştu.
Bu durum Fenerbahçe Kulübü’nü de rahatsız etmiş, bunun
üzerine Fenerbahçe ile Galatasaray kulüpleri toplanarak birleşme
kararı almışlardı. Gerekli tüzük kısa sürede hazırlanmış, 26 Ağustos 1912 günü, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Galip Bey (Kulaksızoğlu) ile Galatasaray Kulübü Başkanı Ali Sami Bey’in (Yen) imzaları eşliğinde, kulüp mühürlerinin bulunduğu 17 maddeden oluşan
bir protokol imzalanmıştı. Osmanlı Olimpiyat Komitesi’ne bildirilen protokolün orijinali halen Galatasaray Kulübü Müzesi’ndedir.
Bu başvurunun ligi düzenleyen heyet tarafından öğrenil-
20 İSTASYON
dar
40’lı yıllara ka
arı birarada 19 y Bayramı”nda, her
al
m
fla
m
bo
Fener ve Cim “Fenerbahçe-Galatasara
e ve
ne özel eğlenc
an
i
sıklıkla kutlan ci, üye ve sporcuları, o gü
sm
inde geçit re
neti
iki kulübün yö önce, kulüp flamaları eşliğ
dan
müsabakalar
ayıs 1942.
M
17
ı.
yapard
mesiyle birlikte, o yıllarda futbolu kontrol eden yabancı ve
azınlık çevreleri telaşlanmış; hemen ertesi yıl Galatasaray Kulübü yeniden lige alınmıştı.
Gerçi o yıllarda düşünülen “Fener-Saray” emeli yıllar sonra farklı bir şekilde gerçekleşmiş; Fenerbahçe ile Galatasaray,
1934’te Türkiye’ye davet ettikleri yabancı takımlara karşı “Fenerbahçe-Galatasaray Karması” olarak oynamışlardı. Bu karmanın forması ise, iki kulübün renklerinin karışımı olan lacivert-sarı-kırmızı olmuştu.
Hadi yatağa, yarın bizle maçınız var
Ali Sami Yen uyardı, Fener kazandı
Kadıköy’de oturan ve aynı zamanda av meraklısı olan
Fenerbahçeli ve Galatasaraylı futbolcularla yöneticiler,
Göztepe’nin üst bölümlerinde, şimdiki Kayışdağı semtinin
ormanlık ve avlık bir alan olduğu dönemlerde; yörede müşterek bir ev kiralamışlardı. Tatil günlerinde, gündüzlerini avlanarak, gecelerini ise av sohbetleriyle geçiriyorlardı.
İşte böylesi sohbetlerin koyulaştığı bir gece; bir ara cebinden köstekli saatini çıkarıp bakan Galatasaray Kulübü Kurucu Başkanı Ali Sami (Yen), telâşla doğrulup Fenerbahçe’nin
golcüsü Said Salâhaddin’e şöyle der: “Said, vakit hayli geç olmuş... Yarın bizimle maçınız var. Hemen çık ve yat.”
Said Bey hemen uykuya çekilir. Ertesi gün Fenerbahçe
maçı 2-0 kazanır. Gollerin ikisini de Said Bey atmıştır.
İlk Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi
Rakip eksik, biz de 1 kişi çıkaralım
1-1’lik birlik ve beraberlik
İkiye bölünen kupa
Tarih 28 Kasım 1924. Yer Taksim Stadı. İngiliz hakem Mr.
Allen’in yönettiği bu tarihi maçın ilk yarısı sona ermiş, her iki takımdan da birer oyuncu atılmıştır. Takımlar ikinci yarıya çıktıklarında, Beşiktaş takımında oyundan atılan Şahap Bey’in sahada
bulunduğunu gören hakem, “Sizi sahadan atmıştım. Lütfen çıkınız” dediğinde, hakeme itiraz eden Beşiktaşlı Refik Osman Top
da oyundan atılmış ve Beşiktaş 9 kişi kalmıştır. Bunun üzerine,
Fenerbahçe kaptanı Zeki Rıza Bey (Sporel), hakemin yanına gelerek “Dokuz kişilik bir takıma karşı, bizim on kişi oynamamız
olmaz. İzninizle biz de dokuz kişiyle devam edeceğiz” diyerek, kendi solaçıkları Seyfi Bey’i soyunma odasına
göndermiştir. Neticede, her iki takımın da dokuzar
kişi ile devam ettiği bu ilk Beşiktaş-Fenerbahçe derbisini, sarı-lacivertliler 4-0 kazanmıştır.
O zamanki adı Dolmabahçe olan İnönü Stadyumu’nda, 30
Mart 1958 tarihinde Başbakanlık Kupası oynanıyor. Dönemin başbakanı Adnan Menderes de maçı izliyor. Maç 1-1 biter ve uzatmalar sonucunda da skor değişmez. O zamanlar
penaltı uygulaması da yok ve yere atılan paranın da dikine
düştüğü rivayet ediliyor! Başbakan Menderes ise o gün bu
işi sonuçlandırmak istiyor. Hemen bir usta çağrılır ve kupa
ortadan ikiye bölünür. Bugün kupanın bir yarısı Galatasaray
Müzesi’nde, diğer yarısı ise Fenerbahçe Müzesi’nde duruyor.
Dünyada başka örneği yok.
Metin Oktay’ın jübilesi
Galatasaray ve Milli Takım’ın unutulmaz
yıldızı Metin Oktay’ın jübilesinde, Fenerbahçeli Can Bartu Galatasaray, Metin Oktay
ise Fenerbahçe forması ile oynamıştı. 23
Ağustos 1969, İnönü Stadı.
Bu konu NTV Tarih dergisinden özetlenerek alınmıştır.
1958 hatırası
Başbakanlık Kupası
maçı öncesinde Fenerbahçe-Galatasaray
futbolcuları, Adnan
Menderes ve kupayla
poz veriyorlar. Kupa
henüz tek parça.
Nam-ı diğer “Yarım
Kupa”lardan biri
bugün Fenerbahçe
diğeri Galatasaray
Müzesi’nde.
İSTASYON
21
SÖYLEŞİ
Yetenekli
üretken ve
sözünün eri
“Starlık bir illüzyon; kendinizi kaptırırsanız kimyanız da, psikolojiniz de
bozulabilir.” Bu sözler, tiyatro, sinema ve televizyon dünyasının en yetenekli
oyuncularından Mert Fırat’a ait. Starlık mertebesini pek de önemsemeyen
Fırat, önemli olanın biriktirmek ve üretmek olduğunu düşünüyor.
RÖPORTAJ: MURAT PAK FOTOĞRAFLAR: IBRAHIM AKGÜN
M
ert Fırat bugün bir gazeteci ya da televizyoncu olarak karşımızda bulunabilirdi. Çünkü İsveç’te üniversitede
medya ile ilgili bir bölümde okuyordu. Ama o yıllarda bir vesileyle tiyatroda zaman geçirmeye başladı ve sonrasında
da sahneden hiç kopmadı. İsveç’ten sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde
Tiyatro Bölümü’nde okudu Fırat. Okul bitince de
İstanbul’a geldi. Aslında onu İstanbul’a gelince tanımaya başladık. İlksen Başarır’ın çektiği “Başka
Dilde Aşk” filmiyle de dikkatleri çekti. Sonrasında
oyunlar, diziler ve filmler... Bugün sinemamızdaki
en yetenekli erkek oyunculardan biri olarak kabul
ediliyor. Çağan Irmak’la “Dedemin İnsanları”, Yılmaz Erdoğan’la “Kelebeğin Rüyası”, Erden Kıral”la
“Gece”de çalıştı. İlksen Başarır’la ise “Başka Dilde
Aşk”ın yanı sıra “Atlıkarınca”, “Erkek Dünyası”, “Bir
Varmış Bir Yokmuş” gibi filmlere imza attı. Önceleri Oyun Atölyesi, sonrasında Moda Sahnesi’nde
tiyatrodan hiç kopmadan oyunlarla karşımıza çıkıyor. Mesela bu sezon “Parkta Güzel Bir Gün”,
“Bütün Çılgınlar Sever Beni” gibi oyunlarda izle-
22
İSTASYON
dik. Televizyondaysa “İntikam”dan sonra yine Star
TV’de yayınlanan “Serçe Sarayı”nda seyircinin karşısına çıktı. Aynı anda birkaç işi yapma becerisi olan
Mert Fırat için dinlemekle üretmek aynı şey. Bunun için sıkça karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca
da üreterek dinleniyor. Fırat ile hem İstanbul’da geçen dokuz yılın muhasebesini yaptık hem de starlığa karşı duruşunu konuştuk...
Okul bitince Ankara’dan İstanbul’ a geldiniz. Epey
zaman oldu, nasıl geçti yıllar?
Okuldan mezun olur olmaz İstanbul’a geldim, dokuz yıl olmuş. Bu yılların iyi ve hatta dolu dolu
geçtiğini söyleyebilirim. Hemen hemen her yıl bir
filmim oldu. Dönem dönem diziler çektim. Tiyatroya hiç ara vermedim. Zaten ilk kez 2000’de
İsveç’te sahneye çıktım, sonra 2001’de Ankara
Devlet Tiyatrosu’na “Suç ve Ceza” oyunuyla sözleşmeli olarak girdim. Üniversite sınavı için verdiğim molayı saymazsak, o tarihten bu yana sahnedeyim. Bu şekilde değerlendirince 15 yıldır
kesintisiz tiyatroda olduğumu söyleyebilirim. Hiç
fena değil (gülüyor).
İSTASYON
23
SÖYLEŞİ
Aslında İsveç’te medyayla ilgili bir bölüm okuyorsunuz. Yani
bir gazeteci ya da televizyoncu olabilir misiniz?
İsveç’te ikinci sınıftayken bir tiyatroda figüranlık yapıyordum.
Tiyatroda geçirdiğim vakitlerde çok mutlu olduğumu anladım o zaman. Sonra okul bitmeden Türkiye’ye döndüm. Biraz böyle başladı hikâye. Sonra kendimi Dil Tarih’te, tiyatro
okurken buldum işte.
Ankara’dan İstanbul’a gelmek kaygı verici miydi?
Tabii kaygı duyuyorsunuz. Okul bitmiş, İstanbul gibi bir cangılın içine giriyorsunuz. Ama çok sevdiğim arkadaşlarım,
dostlarım vardı burada. Çoğu Dil Tarih tayfasıydı. İlk geldiğim zaman güzel bir arkadaş çevresinin arasına düştüm. Bu
korunaklı bir alan yarattı açıkçası. Mesela ilk iki yıl, çok da
İstanbul’da yaşıyor gibi hissetmedim kendimi. Bir de biz arkadaşların, birbirimize karşı acımasız bir tavrı vardır. Kimse
kimsenin kendini salmasına, bırakmasına izin vermediği gibi,
en ufak bir şeyde de acımasızca eleştirir. Bu da sizi sürekli diri
tutuyor.
Peki dinlenmeyi özlemiyor musunuz?
Valla garip gelecek ama benim için dinlenmek üretmekle eşdeğer. Ben oynarken, film çekerken, senaryo yazarken dinleniyorum. Ne zaman dinlenmiyorum derseniz, dizi yaparken.
Çünkü haftanın beş-altı günü sürekli çalışıyorsan üretmeye,
bir şey okumaya zaman kalmıyor. O yüzden dizileri haftada
üç-dört gün çalışabileceğim bir tempoda götürmeye çalışıyorum ki, üretmeye de zamanım kalsın.
İyi bir oyuncusunuz, yakışıklısınız, sözünüzü de sakınmıyorsunuz. Bütün bunlar bir dengede gidiyor. Nasıl yapıyorsunuz?
Aslında sözümü sakınmamam, beni yakışıklıymış gibi gösteriyor (gülüyor). Bunlar birbiriyle alakalı sanırım. Ben genelde
kişileri değil, fikirleri hedef alıyorum. Kimi fikirlerin hastalıklı
24
İSTASYON
yapısını deşifre etmeye çalışıyorum. Bunu da söyleşi yaparken
falan herkesin anlayabileceği, bir yerden empati kurabileceği
bir şekilde yapmaya çalışıyorum. Bu da sözünün eri algısı yaratıyor. Bir şey söylemenin bin bir yolu var. Yani üslup önemli... Ben genel olarak hayatta bağcıyı dövmenin değil, üzüm
yemenin derdindeyimdir.
Sinemada İlksen Başarır ile çektiğiniz filmler var. Senaryoyu birlikte yazıyorsunuz. Yapımcılığını yapıyorsunuz. Bir de
başka yönetmenler çalıştığınız filmler var. Diğer yönetmenlerle çalıştığınız filmlerde sadece oyuncu olarak bulunmak
sizi zorluyor mu?
İlksen ile ilk filmim “Başka Dilde Aşk”tı. Bu filmin hem senaryo hem de yapım ayağında yer aldığım için zaten yönetmenler tarafından eli kalem tutuyor, film yapımcı kafası da
olan biri algısı yaratmış oldum. Açıkçası bu algının bir zararı da olmadı. Benimle çalışmak isteyen yönetmenler, genelde
bu algıya sırtını dayanarak bana yaklaştılar. Yani senaryo üzerinde oturup konuşabiliyorduk, fikrimi söyleyebiliyordum.
Burada derdim planlanmış bir yapıya müdahale etmek değil,
müdahil olmak. Müdahil olduğunuz zaman filmle kurduğunuz aidiyet daha da güçlü oluyor. Bir de
insanlar fikrinizi soruyor o zaman, ben de söylüyorum. Açıkçası bunun yararını da çok gördüm. Mesela “Kelebeğin Rüyası” filminde Yılmaz Abi (Erdoğan) ile oturup saatlerce konuştuk. Konuşmak,
fikirlerinizi söylemek, karşılıklı diyalog, yaptığınız
işi zenginleştiriyor. Dolayısıyla benim için önemli olan bir filme sadece oyuncu olarak dâhil olmak
değil, iyi bir filme katkı sunmaktır... Ama İlksen ile
yaptığımız filmler bizim dertlerimiz, tasalarımızla
ilgili; orada filmin her şeyi ile ilgileniyoruz. Bununla birlikte bize de bir katkı sunmak isteyen olursa,
ona her zaman açığız.
Ana akım filmlerde de izledik sizi ,bağımsız filmlerde de. Bir ayrım yok sanırım sizin için...
Türkiye’de filmleri tanımlarken aslında bir sıkışma
var. Bizi, bağımsız sinemaya aslında piyasacı zihniyet itiyor. Bağımsız sinema ötekileşmiş sinemaya dönüştürülüyor. Oysa öyle bir şey yok. Ben filmleri genelde birbirinden ayırmıyorum. Benim için
iyi film, iyi filmdir. İyi film, dünyanın her yerinde
seyircisine ulaşır. Ama bizde ayrıca şöyle bir durum da var;
anlatımı, niyeti ne olursa olsun, ister ana akım ister bağımsız
olsun, nitelikli filmler hak ettiği seyirciye ulaşamıyor. Çünkü
bir dağıtım problemimiz var. Ama ben bunun da kırılacağını düşünüyorum. Yani sadece festivallere ya da sadece izle ve
tüket anlayışına uygun film çekmenin uzun vadede sinemaya
bir faydası olmuyor.
Siz İlksen Başarır ile bir ara ton tutturmaya çalışıyorsunuz
anladığım kadarıyla?
Biz şuurumuzu yitirmezsek, sadece sanat için sanat iddiası
olan filmler yapmak niyetinde değiliz. Sonuçta sanatın toplumsal bir karşılığı olmalı. Bunun için, sözü de olan insanlara ulaşmaya çalışan filmler yapmaya gayret ediyoruz. Bizim
filmlerimizin başarısı da sanırım buradan kaynaklanıyor.
“SONUÇTA SANATIN
TOPLUMSAL BIR
KARŞILIĞI OLMALI.
BUNUN IÇIN SÖZÜ
OLAN INSANLARA DA
ULAŞMAYA ÇALIŞAN
FILMLER YAPMAYA
GAYRET EDIYORUZ.
BIZIM FILMLERIMIZIN
BAŞARISI DA
SANIRIM BURADAN
KAYNAKLANIYOR.”
İlksen Başarır ile yaptığınız filmlerde, daha kentli, orta sınıf
dünyasından hikâyeler anlatıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Türkiye’de ya da dünyada da öyle, orta sınıfta bir şeyler değiştiği zaman aslında toplumda bir dönüşüm olma ihtimali
yüksek. Son yıllardaki gelişmeler de bunu doğruluyor açıkçası. Mesela bir engelli zaten engelli olmanın sorunlarını yaşıyor, biliyor. Bilmeyen orta sınıf... O da bilsin diye “Başka Dilde
Aşk”ı çektik. Yani biz o dünyaya dokunmak, o dünyanın dönüşmesine katkı sağlamak istiyoruz. Çünkü bir şey değişecekse orta sınıfın uyanmasıyla, ezberlerinin bozulmasıyla değişecek her yerde. Çünkü zaten alt sınıf hayatı çok sert yaşıyor ve
her şeyin de farkında.
Siz kabul etmeseniz de bir starlık payesi biçiliyor size. Starlar
genelde fiziksel albenisi yüzünden tercih edilir. Size ise oyunculuk üzerinden bu paye veriliyor...
Bunun farkındayım. Ama ben bunun zamanla geçeceğini düşünüyorum. Öyle de oluyor zaten. Yani yükseldiğiniz bir zaman oluyor, sonra basamakları pıt pıt iniyorsunuz. Sonra
yaşınız geliyor. Yani ben starlığın da bir illüzyon olduğunu
düşünüyorum. Kaptırırsanız kendinizi kimyanız da psikolojiniz de bozulabilir. Önemli olan biriktirmek ve üretmek...
Üretmenin verdiği bir huzur ve heyecan var. Ben bunu kaybetmemeyi isterim.
Çağdaş sanata olan ilginiz nereden geliyor?
Görsel olan her şeyden etkilendiğimizi düşünüyorum. Sadece
çağdaş sanat değil, Ankara’da Ulus Pazarı’nı ya da İstanbul’da
Eminönü’nü gezmenin de bizi etkilediğini düşünüyorum.
Çünkü imajların bizde uyandırdığı fikirler, ilhamlar bize bir
şey yazdırıyor, oynatıyor. Bazen bir tabloda bir oyunu görüyorum. Bir eserde bambaşka bir fikir görüyorum. Yani sadece
çağdaş sanat değil, görsel sanatla ilgilenmeyi seviyorum. Mesela Video Art, sinemacıların mutlaka takip etmesi gerektiğini düşünüyorum. Hiç aklınıza gelmeyecek kamera açıları, anlatımları görmeniz mümkün orada. Bence yönetmen Gaspar
Noe, Video Art’tan epey besleniyor. Bunun için sergilere giderim. Bazen bir günlüğüne Viyana’ya sergi görmeye gitmişliğim bile oluyor.
Kimleri takip ediyorsunuz?
Daha çok müzeleri ve küratörleri takip etmeye çalışıyorum.
Galeri geziyorum. Gençlerin yaptıklarını merak ediyorum ve
sanatçıların retrospektiflerini görmeye gayret ediyorum.
İSTASYON
25
KARİYER
Güvenmekle
başlar
her şey
Bütün bireylerde, ilişkilerde,
takımlarda, ailelerde,
kurumlarda, uluslarda,
ekonomilerde, dünyanın
her medeniyetinde ortak
olan bir şey vardır: Güven…
Stephen M. R. Corey ve
Rebecca R. Merrill’in kaleme
aldığı “Her Şeyi Değiştiren
Tek Şey Güven” adlı kitap da
bu durumu son derece net
biçimde aktarıyor.
26
İSTASYON
G
üven sahip olduğunuz veya olmadığınız soyut,
hayali bir nitelik değildir; güven yaratabileceğiniz; pragmatik, maddi, elle tutulur bir değerdir.”
Bu sözler, Stephen M. R. Corey ve Rebecca R.
Merrill’in yazdığı, “Hiçbir şey güvenin hızı kadar
hızlı değildir” üst başlıklı, “Her Şeyi Değiştiren Tek Şey Güven”
kitabından alındı. İnsanlık tarihi boyunca birçok şey değişti.
Birçok soyut ya da somut kavram, tabiri caizse zaman aşımına uğradı. Ancak güven gerek kişisel, gerekse iş yaşamında değişmeyen ender değerlerden biri olageldi. Tam da bu nedenle,
hayatımızı şekillendiren bu kavramı Corey ve Merill’in kitabının özetiyle bir kez daha hatırlamak istedik. İşte söz konusu
kitaptan önemli bölümler…
Basit bir ifadeyle, güven inanmak, güvensizlik kuşku duymaktır. Bir insana güvendiğinizde, ona -karakter bütünlüğüne,
kabiliyetlerine- inanırsınız. Bir insana güvenmediğinizde ise,
ondan -bütünlüğünden, gündeminden, kabiliyetlerinden ve
geçmişinden- kuşku duyarsınız... Bütün ilişkiler güven üstüne inşa edilir ve sürdürülür. Güvensizlik yüzünden de yıpranır
ve yıkılırlar. Aslında güven eksikliği, kötü ilişkinin tanımıdır…
Güven, çoğu kişinin görüş alanının dışında kalır. Güvenin
bütün ilişkilerde, bütün kuruluşlarda, bütün etkileşimlerde ve
hayatın her anında ne kadar yaygın bir şekilde mevcut olduğu hakkında hiçbir fikirleri yoktur. İster yüksek, ister düşük
olsun güven, kurumsal başarının formülündeki “gizli değişkendir”. Geleneksel iş formülüne göre, stratejinin yürütmeyle/uygulamayla çarpımı, sonuca eşittir. Stratejiniz ve yürütmeniz çok iyi olabilir, ama gene de güven eksikliği yüzünden
raydan çıkabilirsiniz. Veya güven öyle bir sinerji yaratabilir ki,
bütün parçaların toplamından daha büyük olur. Güven kötü
bir stratejiyi her zaman kurtaramasa da, güvensizlik -neredeyse her zaman- iyi bir stratejiyi yoldan çıkarır. Bütün paydaşların nezdinde güven oluşturmak, güveni büyütmek, genişletmek ve gerektiğinde geri kazanmak, yeni küresel ekonominin
anahtar liderlik yeterliliğidir.
GÜVENI OLUŞTURAN BEŞ DALGA
Güven, en güçlü şevk ve ilham biçimlerinden biridir. İnsanlar
kendilerine güvenilsin isterler. Güvene karşılık verir, güvenle gelişirler. Çoğumuz güvenin karakterle ilgili olduğunu düşünürüz. Karakter kesinlikle temel ve esastır. Fakat güvenin
yalnızca karaktere dayalı olduğu düşüncesi bir efsanedir. Olaya şöyle de bakabiliriz: Etik, güvenin temelini oluşturur ancak kendi başına yetersizdir. Etik olmadan güven olmaz, ama
güven olmadan etik olabilir. Etiği de kapsayan güven, esastır.
Karakter de, yetkinlik de gereklidir. Karakter sabittir, yetkinlikse koşulların gerektirdiği şeye bağlıdır.
Güvenin beş dalgası diye adlandırdığımız unsurlar, suya
atılan bir taşın meydana getirdiği “dalga etkisi” benzetmesinden türemiştir. Birinci dalga olan “özgüven”, kendimize olan
güvenimizi ve başkalarına güven telkin etme yeteneğimizi
kapsar. Bu dalgadaki ana ilke inanılırlıktır. İkinci dalga olan
“ilişkide güven”deki ana ilke, tutarlı davranıştır. “Kurumsal
güven” üçüncü dalgada bulunur; liderlerin eğitim kurumları
ve aileler de dâhil her çeşit kurumda ve diğer mikro birimlerde
güveni nasıl sağlayacaklarıyla ilgilidir. Dördüncü dalgada bulunan “piyasa güveni”ninde önemli olan ündür ve ün, şirketinizin markasını kapsar, müşterilerin, yatırımcıların ve piyasadaki diğer kişilerin güvenini yansıtır. Beşinci ve son dalga olan
“Toplumsal Güven” ise genel olarak toplumla ilgili bir değer
yaratmakla ilgili olup altında yatan temel ilke katkıdır.
Beş dalga modelini, güvenin hayatımızı nasıl etkilediğini
gösteren bir metafor olarak kullanıyorum. Model kendimizle başlıyor, ilişkilerimizle devam ediyor, kurumlarımıza doğru genişliyor, piyasa ilişkilerimize yayılıyor ve geniş anlamda
küresel toplumumuzu içine alıyor. İlk dalga olan “özgüven”,
güvenilirlik ve inanılırlığı temel alır. İnanılırlığın da dört özü
vardır. “Bütünlük” ilk özdür. Pek çok kişi için “bütünlük”, “dürüstlük” demektir. Bütünlük dürüstlüğü içerir, ama ondan çok
daha fazlasıdır. İçi dışı bir olmaktır. İnançlarına ve değerlerine uyacak şekilde hareket etme cesaretine sahip olmaktır. Ağır
İSTASYON
27
KARİYER
BAŞKALARINA GÜVENMEK, HEM ONLARIN HEM DE
BIZIM IÇIMIZDEKI ATEŞI YENIDEN TUTUŞTURUR.
İLIŞKILERE MUTLULUK, YAPILAN IŞLERE SONUÇ,
HAYATA INANÇ KATAR. HEPSININ ÖTESINDE,
HAYATIMIZIN TÜM BOYUTLARINDA OLAĞANÜSTÜ BIR
KAZANÇ YARATIR GÜVENIN HIZI.
güven ihlallerinin çoğu, bütünlüğün ihlal edildiği durumlardır. Bütünlüğü oluşturan temel unsurlarsa uyum, tevazu ve cesarettir. Bütünlüğünüzü artırmanın yolu, “kendinize söz verip
tutmaktan”, “bir değere inanmaktan” ve “açık olmaktan geçer.
Kişisel bütünlüğünüz arttıkça -daha dürüst, uyumlu, alçakgönüllü ve cesur oldukça- inanılırlığınız da artacak ve başkalarına güven vereceksiniz.
Güven oluşturmada bütünlük kadar niyet de önemlidir.
Niyet, saiklerimiz (hareket nedenlerimiz), gündemlerimiz ve
bunların sonucundaki davranışlarımızla alakalıdır. Saiklerimiz açık ve netse ve ortak çıkara dayalıysa, güven gelişir. Karşımızdaki insanın gizli bir gündemi olduğunu seziyorsak veya
çıkarlarımıza aykırı hareket ettiğine inanıyorsak, onun yaptığı
şeyden şüpheleniriz. Temelde niyet bir yürek meselesidir. Ama
üzerinde çalışabileceğiniz ve düzeltebileceğiniz bir şeydir. Niyetimizi düzeltmek için en iyi üç hızlandırıcı: “Saiklerinizi İnceleyin ve Arındırın”, “Niyetinizi Açıklayın”, “Bolluğu Seçin”.
Bolluk, bir zihin yapısıdır, bir varoluş tarzıdır. Aynı zamanda
başkalarının gözünde daha güvenilir ve inanılır olabilmek için
niyetimizi düzeltmenin temel öğesidir.
28
İSTASYON
Güveni oluşturan unsurlardan bir diğeri de yetkinliktir ve
yetkinliğin beş boyutu vardır: Yetenekler, tutumlar, beceriler,
bilgi ve tarz. Yetkinliklerinizi artırmanın ilk yolu öncelikle güçlü yönlerinizi öne çıkarmaktan geçer. İkinci yolu ise geçerliliğinizi korumaktan ki, bunun için ömrünüz boyunca eğitime
açık olmanız gerekir. Son olarak da nereye gideceğinizi bilmeniz gerekir ve bu yetkinlik karakterle birleştiğinde, ortaya insanların mecbur oldukları için değil, içlerinden geldiği için izledikleri, inanılır bir lider çıkar. Başkalarının gözünde inanılır
hale gelmek için sadece sonuç almak yetmez, insanların o sonuçları fark etmeleri de gerekir. Sonuçları başkalarına uygun
bir şekilde iletebilmek önemlidir.
GÜVEN VEREN 13 DAVRANIŞ
İlişkide güvenin temel ilkesi davranışlardır. Bu ilke, dünyanın her yerinde en çok güven duyulan liderlerin ve insanların
paylaştığı 13 davranışla ilgilidir. Bu davranışlar çok güçlüdür,
çünkü karşılıklı güven ilişkilerine hükmeden ilkelere dayanırlar, eyleme geçirilebilirler ve evrenseldirler. Sözünü ettiğimiz
13 davranış şunlardır: “Açık Konuşmak”, “Saygı Göstermek”,
“Saydamlık Yaratmak”, “Hataları Telafi Etmek”, “Sadakat
Göstermek”, “Sonuç Üretmek”, “Daha İyisini Yapmak”, “Gerçeklikle Yüzleşmek”, “Beklentilere Açıklık Getirmek”, “Sorumluluk Göstermek”, “Önce Dinlemek”, “Sözünü Tutmak”, “Güven Göstermek”.
Güven her şeyi etkileyen gizli değişkendir. Kuruluşlarda
güvenin gizli kalmasının nedeni, liderlerin bunu günlük davranışlarının temeli olan sistemlerde, yapılarda, süreçlerde, kurallarda ve çerçevelerde aramamasıdır. Onların bütün dikkati belirtilere odaklıdır. Yapı ve sistemlerin güveni destekleyen
ilkelerle uyumlu olmaması, çalışanlar için olumsuzluk yaratır. Simgeler güçlüdür. “Bir resim, bin kelimeye bedeldir” de-
nir, simgeler için de aynısı geçerlidir. Çok şeyi birçok kişiye çok
hızlı bir şekilde iletirler.
Eğer şirketinizdeki simgeler güvensizlik -veya olmasını istediğinizden daha az güven- doğuruyor ve iletiyorsa, kurumsal kimliğe bürünerek dört öze dönülmelidir. Bütünlüğü artırmak için, kurumsal misyonunuzu ve değerlerinizi geliştirip
yeniden yaratabilir ve herkesi bu sürece dâhil edebilirsiniz. Kurumsal niyeti iyileştirmek için, misyon ve değerlerinizin güveni geliştiren ilkeleri yansıtmasını sağlayabilirsiniz. Kurumsal
yeterlilikleri artırmak için, kurumunuzdaki yapı ve sistemlerin (işe alma ve ücretlendirme de dâhil), bugünün piyasasında rekabet edebilmek için gereksindiğiniz yetenekleri elinizde
tutmanızı sağlayacak şekilde tasarlanmasına yardım edebilirsiniz. Kurumsal sonuçları geliştirmek için, kademeli hedefleri
ve herkesin beraberce hareket etmesini içeren bir sistem sayesinde, arzulanan sonuçlarla ilgili ortak vizyonun yaratılmasına
yardımcı olabilirsiniz. Liderler, insanların güvenilmez olduğuna inanıyorlarsa, hiyerarşi, çok sayıda yönetim kademesi ve
hantal süreçler gibi, bu inancı yansıtan sistem ve yapılar kurarlar. Bu sistem ve yapılar da sonuçta, liderlerin insanların esasen güvenilir olmadığı algısını doğrulayan güvensiz davranışların üretilmesine yardımcı olur. Bu kısır döngü haline gelir.
Piyasa güveniyse marka veya ünle ilgilidir. “Ün”ün diğer adı “marka”dır, “marka”nın diğer adıysa “piyasa güveni”.
Ün kazanmakta veya kaybetmekte güvenin hızı inanılmazdır. Warren Buffet, “İtibar kazanmak 20 yıl alır, kaybetmek
içinse beş dakika yeterlidir” der, ancak yeni küresel ekonomide
artık iyi bir ün sahibi olmak yirmi yıl gerektirmeyebilir. Ama
Buffet’ın parmak bastığı nokta hâlâ geçerlidir, bütün itibarınızı bir anda kaybedebilirsiniz...
“Suyu en son balıklar keşfeder” sözünün anlamını düşünmek gerekir. Balıklar için su, sadece sudur. Suyu o kadar benimsemişlerdir ki, varlığını fark etmezler bile; ta ki kirlenene
veya yok olana kadar. Benzer şekilde, biz insanlar da güveni en
son keşfederiz. Güven toplumsal dokumuzun vazgeçilmezidir.
Ona dayanırız. Hep var olacağını düşünürüz; ta ki kirlenene ve
yok olana kadar. O zaman su balıklar için ne kadar gerekliyse,
güvenin de bizim için o kadar gerekli olduğunu kesin bir şekilde fark ederiz. Güven olmazsa, toplum işlevini yitirir ve neticede kendini yok eder.
Toplumsal güvenin temel ilkesi katkıdır. Değeri yok etmektense yaratmak, sadece almaktansa aldığının karşılığını vermek niyetidir. Günümüzde bireyler kadar, işletmeler de
GÜVENLE İLGİLİ EFSANELER VE GERÇEKLER
Efsane
•
•
•
•
•
•
•
•
Güven soyuttur.
Güven yavaştır.
Güven sadece dürüstlük üzerine inşa edilir.
Güven ya vardır ya yoktur.
Bir kez kaybedildiğinde, güven yeniden kazanılamaz.
Güven öğretilemez.
İnsanlara güvenmek çok risklidir.
Herkesin güveni ayrı ayrı kazanılır.
Gerçek
Güven somuttur, gerçektir ve sayıya dökülebilir.
Hiçbir şey güvenin hızı kadar hızlı değildir.
Güven hem karaktere hem de yetkinliğe dayanır.
Güven hem yaratılabilir hem de yok edilebilir.
Zor olsa da, güven çoğu durumda yeniden kazanılabilir.
Güven etkili bir biçimde öğretilebilir ve yüceltici,
stratejik bir avantaj haline gelebilir.
• İnsanlara güvenmemek daha büyük bir risktir.
• Bir kişinin güvenini kazanmak, birçok kişinin güvenini kazandırır.
•
•
•
•
•
•
katkının değerini fark ediyorlar. Bir liderin ilk görevi güven
aşılamaktır. Bunu yapabilmek, aslında bir yöneticiyle bir lider
arasındaki en önemli farktır. İnsanlara anlamlı sorumluluklar
vererek içlerindeki en iyi yanları ortaya çıkarmak ve hem yaratıcılığı hem de yeni imkânları tetikleyecek yüksek bir güven ortamı yaratmaktır.
Hepimizin içinde doğuştan gelen bir güvenme eğilimi var.
Çocukken çoğumuz, naif, masum, kırılgan ve safdildik. Yaşam
deneyimleriyle birçoğumuz -bazen haklı nedenlerle- daha az
güvenme eğilimi göstermeye başladık. Bugünün küresel ekonomisinde güvenin zenginlik için elzem olduğunu görmezden
gelemeyiz. Özel ve aile ilişkilerimizdeyse güven, hoşnutluk ve
mutluluk için gereklidir. Başkalarına güvenmek, hem onların hem de bizim içimizdeki ateşi yeniden tutuşturur. İlişkilere mutluluk, yapılan işlere sonuç, hayata inanç katar. Hepsinin ötesinde, hayatımızın tüm boyutlarında olağanüstü bir
kazanç yaratır güvenin hızı.
İSTASYON
29
MOTOSİKLET
Rüzgârla dans
etme vakti
Havalar ısındı. Motosiklet
tutkunları yollara çıkmaya ve tatil
rotaları belirlemeye başladılar.
Motosikletleri ve ruhunuzu özgür
bırakma vakti geldi!
HAZIRLAYAN: FATIH YURDAKUL
E
trafınızdakiler, trafikte evlerine gitmek için insanüstü bir çaba sarf ederken, iki teker üzerinde yaptığınız
bu yolculuk sizin için sadece basit bir seyahat değil.
İster evinize, isterseniz işinize, isterseniz de arkadaşlarınızla buluşmaya gidin, motosikletin üzerinde özgürce
rüzgârla dans ederken hiçbir şey umurunuzda olmayacak.
Evet, artık havalar ısındı ve meraklı sürücülerin “tam
motosiklet havası” dediği mevsimi yaşıyoruz. İster gece,
ister gündüz olsun, o tatlı rüzgârın üzerinizde bırakacağı
keyfi yaşamanın zamanı geldi. Motosiklet bir kere binildiğinde vazgeçilmez bir tutkuya dönüşüyor. Aynen kaptanların denize çıkmaktan vazgeçemedikleri gibi... Karada
geçen her günü, denize çıkacağı zamanı sayarak geçiren
bir kaptan gibi, muhtemelen siz de motosikletinize rahatça bineceğiniz günleri hayal ederek beklediniz. Ama artık
zamanı geldi. Motosikletinizin örtüsünü kaldırın, biriken
tozları silin ve motosikletinizi yeni maceralara doğru “severek” hazırlayın. Önünüzde henüz sayfaları boş bir roman
var ve bunu motosikletinizle birlikte yazacaksınız.
30
İSTASYON
İSTASYON
31
MOTOSİKLET
MOTOSIKLET TÜRLERI
Çevreye zarar yok. Park sorunu yok.
Önünüzde henüz sayfaları boş bir
roman var ve bunu motosikletinizle
birlikte yazacaksınız.
Tarzınıza, kullanım alanınıza ve deneyiminize göre motosiklet çeşitleri sizi
bekliyor.
Scooter: Onun için motosikletlerin en küçüğü diyebiliriz. Küçük otomobiller
gibi genelde kısa mesafe kullanım rahatlığı ve şehir içi rahat manevralarıyla
ünlüdür. Tabii 50 cc’den başlayıp 600 cc’ye ulaşan kuvvetli modelleri var.
Touring: Her açıdan uzun yol için tasarlanmış motosikletlerdir. Rahat bir
selenin altında daha büyük bir bagaj bulunur. Ayrıca GPS’ten radyoya kadar,
daha fazla donanıma sahiptir.
Chopper: Öncelikle sesiyle dikkatinizi üzerinde toplayan chopper
motosikletler, büyük gövdelere sahiptir. Selesi yere daha yakındır ve bu
yüzden kullanımı diğerlerine göre daha rahattır.
Racing: Onlar isminde de anlaşılacağı gibi yarış ve hız için yaratılmış
motosikletler. Onlarda konfor aramayın, ama heyecan standart.
Cross: Yol dışına çıkıp arazide dolaşmaktan hoşlanıyorsanız bolca çamur
içinde debelenmek için cross motosikletleri tam size göre.
Enduro: Bu motosikletler yarı arazi yarı yol motosikleti olarak geçerler. Ağır
arazi şartlarına girmedikçe bu motosikletle farklı maceralara atılabilirsiniz.
HANGI TÜR MOTOSIKLETIN ÜZERINDE OLDUĞUNUZ VE
NEREYE DOĞRU YOL ALDIĞINIZ FARK ETMEZ. ASLOLAN
YOLDA YAŞADIĞINIZ ÖZGÜRLÜK DUYGUSUDUR.
Bu satırlara kadar anlattıklarımız sizde herhangi bir
duyguya yol açmamışsa, muhtemelen daha önce motosiklet kullanmamışsınız demektir. Bu konu üzerine filmler ve
belgeseller çekildi; tamam ama “neden motosiklet kullanıyoruz?”. Bu aslında “neden âşık oluyoruz?” sorusuna çok
benziyor, çünkü motosiklet bir tutku ve çılgınlık.
Motosiklet kullananların bu tercihinde sadece trafikten
kaçmak ve kolay park yeri bulmak gibi gerekçeler olduğunu sanıyorsanız, büyük bir yanılgı içerisindesiniz. Sizin
otomobiliniz sadece işe gitmek için az tüketmeye çalışan
homurtulu bir dizel olabilir, ama motosiklet tutkunlarının
kullandığı araç onlarla konuşan bir dost.
DERTLER BIR YANA, MOTOSIKLET BIR YANA!
Motosiklet tutkunlarının ‘ilginç insanlar’ olduğu konusunda hemen hepimiz hemfikir sayılırız. İşin ilginç yanı, motosiklet kullanmak başlı başına farklı bir olgudur. Trafikte
etrafınıza bir bakın; otomobil içerisinde kaç kişi telefonla
konuşuyor veya telefonuyla oynuyor. Onları boş verin, onların hiçbiri streslerinden ve sıkıntılarından kopabilmiş değil.
MOTOSIKLETE BINMEK IÇIN BEŞ HARIKA NEDEN
Özgürlük hissi: Yaşınızın, sosyal durumunuzun, cinsiyetinizin veya
cüzdanınızın kalınlığının önemi yok... Özgürlüğe giden yol motosikletten
geçiyor.
Çevrecilik: Tamam, motosikletin az tüketmesi önemli ama aynı zamanda
çevreye verdiği kirlilik oranı da otomobillere göre beş kat kadar daha az.
32
İSTASYON
Ancak motosiklet tutkunları için durum öyle mi? Vizörü kapattığınız an, ne kadar hızlı ve nerede gittiğinizin
önemi yok. Siz ve motosikletiniz baş başa kalıyorsunuz.
Sizi iş stresine sokan patronunuz, yoğun iş gündeminiz
kalın bir perdenin arkasında yok olup gidiyor. İşin garip
tarafı, birçok motosiklet kullanıcısı sürüşlerinden sonra
kendilerini dinlenmiş olarak nitelendiriyor. Bu açıdan
bakıldığında motosiklet kullanmanın bir terapi olduğu
dahi söylenebilir.
Elbette motosiklet kullanmanın ‘romantik’ yanlarından
söz etmek oldukça keyifli, ama diğer yandan motosiklet
kullanmanın zorluklarından ve risklerinden de bahsetmek
gerek. Her şeyden evvel belli bir konsantrasyon ve fiziksel
güç istiyor. Motosikleti hiçbir zaman otomobil gibi arkanıza yaslanıp rahat bir biçimde kullanamazsınız, dikkatiniz
her zaman tam olmalı. Motosiklete binmeden önce yapmanız gerekenler, otomobile göre çok daha fazla ve eğer
birini arkanızda taşıyorsanız, bu durum tüm sürüş karakterinizi değişecektir. Belki de motosiklet, zorlukları olduğu
için bu kadar özel ve farklı.
Trafiksiz bir dünya: Artık randevularınıza gecikmeyeceksiniz ve anlamsız
saatlerde yola çıkmanıza gerek yok. Trafik sıkışıklığı olmayan dünyaya hoş
geldiniz. Park sorunu mu? O da ne...
Yeni dostlar: Yanınızdan geçen motosikletli tayfasına imrenerek bakmanıza
gerek yok. Sizi de yeni dostluklar bekliyor.
Görülmedik seyahatler: Motosikletle seyahat ederken gerçekten
yaşadığınızın ve yolculuk yaptığınızın farkına varacaksınız.
Motosikletin en şaşırtıcı noktalarından biri de birleştirici özelliği. Hayatta birbiriyle asla karşılaşmayacak ve sohbet etme şansı olmayacak insanlar, motosiklet kulüpleri
sayesinde bir araya geliyor ve kadim bir dostluk oluşturuyorlar. Hem de motosikletlerinin ne kadar pahalı olduğunun, pozisyonunun ve zenginliğinin hiçbir önemi olmaksızın. Bu noktada motosiklet sınıflar arasındaki duvarları
kaldırmasıyla sadece bir araç olmadığını açıkça gösteriyor.
Motosikletin özgürlük olduğunu düşünenler kadar, son
derece tehlikeli bir ulaşım aracı olduğuna inananların sayısı da hayli fazla. Üstelik böylesi bir fikre sahip olanlar, haksız da sayılmazlar. İşte tam da bu nedenle, yola çıkmadan
önce herkesin aklında olması gereken birkaç hayati noktayı hatırlatmakta fayda var.
MOTOSIKLETE BINMEDEN ÖNCE AKLINIZDA OLSUN!
Motosiklette en önemli nokta tabii ki doğru ekipman.
T-shirt, kot pantolon ve rahat bir ayakkabı havalı görünse
de motosiklette bir felakete yol açabilir. Sizi olası darbelerden, rüzgârdan ve uçuşan böceklerden koruyan iyi bir kask
çok önemli. Daha fazla koruma içinse ceket, eldiven, pantolon giyilmeli. Yazın dahi!
İkinci nokta ise defansif olmak. Yapılan araştırmalar,
otomobil ve motosikletler arasında yaşanan kazalarda suçlu tarafın yüzde 60 oranında otomobil olduğunu gösteriyor.
Özellikle otomobil sürücüleri tarafından son derece revaçta
olan akıllı telefon kullanma merakını da eklersek, motosiklet sürücülerinin daha da dikkatli olması gerektiği çok açık.
Motosikletinizle özgürlüğün tadını çıkarmak üzere yola
çıkmadan önce, bu yolculuğa gerçekten hazır olup olmadığınızı kontrol etmenizde fayda var. Bunun için de sürüşten önce mutlaka motosikletinizin etrafında bir tur atın.
Işıklandırmalarının ve kornanın çalışması hayati derecede
önemli. Ayrıca lastikler, zincir, şaft ve frenler de kontrol
edilmeli. Aşınmış lastikler ve frenlerse sandığınızdan daha
fazla risk teşkil eder.
Her ne kadar yaz mevsimindeysek de havaların durumu malum. Pek güven teşkil etmiyor. Yağışlı havalar ve
kaygan yolların hata yapma olasılığınızı artırdığını aklınız-
Ayakları yerden
kesmenin en
güzel aracıdır
motosikletler.
Tabii tüm güvenlik
önlemlerini
aldıktan sonra…
dan çıkarmayın. Yağış aynı zamanda vizörün arkasından
görüş açınızı hayli azaltır. Ayrıca etrafta oluşacak su spreyi
sebebiyle diğer araçların da sizi görmesi zorlaşır. Lastiklerinizin yol tutuşuysa, özellikle de performanslı motosikletlerde kullanılan az oluklu bir lastikle iyice düşecektir. Bu
tür şartlarda mümkünse yola çıkmamak gerek. Eğer mecbursanız, gaz pedalına ve frenlere nazik davranmalısınız.
Ayrıca dengenizi bozabilecek yandan gelecek rüzgârlara da
her zaman hazırlıklı olun.
Son tavsiyemizse yoldaki tehlikelere dikkat etmeniz.
Motosiklet otomobile göre yerle daha az temas noktasına
sahip olduğu için yolda karşınıza çıkabilecek ıslak bir alan,
tozlu yollar, çukur veya yaprak birikintisi ölümcül bir tehlikeye dönüşebilir. Özellikle virajın ortasında karşılaşabileceğiniz su birikintileri, çiçek sulaması sırasında ıslanan
yollar, motosiklet kullanıcılarının her an tetikte olmasını
gerektiriyor.
Tüm bu önlemleri aldıktan sonra biz sizi fazla tutmayalım… Zira kontağı çevirip özgürlüğe adım atma vaktidir
şimdi.
İSTASYON
33
GEZİ
Durdukça yosundan yeşil, kulaç attıkça mavi
Doğanın
tarihle, yeşilin
maviyle,
koyların
kayalarla kol
kola girdiğini
Datça,
kelimenin tam
anlamıyla
cennetten bir
köşe izlenimi
yaratıyor
bakmasını
bilen gözlerde.
Her biri sanat
eseri gibi
duran taş
evleri ve güler
yüzlü insanları
da cabası…
YAZI: TÜMAY YAZICI
D
atça… Adına şiirler yazılan, hikâyeler anlatılan
yüz ölçümü küçük, namı büyük ilçe. Çok yakın
zamana kadar Muğla’nın Bodrum veyahut Fethiye ilçeleri kadar dikkat çekmeyen, tabiri caizse içini sadece “meraklısı”na açan bu ilçe, son zamanlarda
hayli popüler hale geldi. Koyları, doğası, tarihi yeni yeni
keşfedilmeye başlandı.
Dalaman Havaalanı’ndan başladığımız seyahatimizde virajlı yollar, tanıklık edeceğimiz güzelliğin ne olduğunu daha iyi farkına varmamız için aracımızın hızını
keserken, hiçbir şeyi kaçırmak istemeyen gözlerimiz pürdikkat kesiliyor. Bir yanımızda dağları, diğer yanımızda
34
İSTASYON
denizi arkadaş edinerek yaklaşık bir buçuk saat boyunca
yol alıyoruz. Uçaktan indikten sonra otomobille gidilen
bir buçuk saatlik yolun uzun ve yorucu olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Doğanın yarattığı büyü, zaman algısını da ortadan kaldırıyor. Betonun ve trafiğin
içini sıkışmış büyük kent insanları için bunlar kaçırılmaması gereken anlar… Sözün özü Dalaman – Datça yolunda önce gözler mest olup huzura erişiyor, ardından da beden ve ruh.
Yol akıp giderken Datça tabelaları da sıklaşmaya başlıyor. Geride bıraktığımız her bir kilometre, o ana kadar
bulanık halde zihnimizde dolaşıp duran Can Yücel’in di-
zelerini daha da netleştiriyor. Bazı yerler vardır, ev sahipliği yaptığı ünlülerden bağımsız yâd edilemez. Örneğin Bodrum bunlardan biri... Bodrum’la ilgili bir cümle
kuracaksanız, aklınızdan Cevat Şakir’i, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı’nı geçirmeden o cümleyi kuramazsınız. Datça da öyle… Datça’ya dair bir şey söyleyecekseniz,
Can Yücel’den bağımsız söyleyemezsiniz. Eksik kalır, yarım olur. Sevenlerinin ona verdiği isimle Can Baba, Datça üzerine birçok şey anlattı şiirlerinde. Biz de başlığımızı
onun şiirinden alıntılayarak attık zaten: “Durdukça yosundan yeşil / Kulaç attıkça mavi”. Ömrünün son yıllarını bu küçük beldede geçirdi ve “Mekânım Datça olsun”
diyerek, hayata gözlerini yumduğunda oraya gömülmeyi
vasiyet etti. Can Yücel’in dostları ve sevenleri, kendisini
evinin bahçesindeki mezarı başında ziyaret ediyor artık.
Dillerinde, onun şiirleri…
Bir yanına Akdeniz’i, diğer yanınaysa Ege’yi alan
Datça’nın tarihçesi, neredeyse insanlık tarihi kadar eskilere dayanıyor. Bu güzel ilçenin tarih boyunca kimleri ağırladığını anlayabilmek için, Datça’nın merkezinden
tarihi yeri Knidos’a kadar yaklaşık 33 kilometre boyunca
yol almak gerekir. Knidos bir nevi açıkhava müzesi. Çeşitli kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre Batı’dan göç
eden Dorlar, MÖ 12’nci yüzyılda Rodos ve Syme üzerinİSTASYON
35
GEZİ
Knidos bugün hem
geçmişe hem de
bugüne selam
duruyor. Bir genç
kendini mavi sulara
bırakırken Datça’da
gündelik yaşam da
devam ediyor. Kâh
bir hediyelik eşya
dükkânında, kâh
bir restoranda...
den bugün Datça (Reşadiye) diye anılan yarımadaya gelir
ve MÖ 8’inci yüzyılda Eski Knidos olarak bilinen ilk kenti kurar. İlk yerleşimin ardından denizden ve deniz ticaretinden daha fazla yararlanmak isteyen Eski Knidoslular,
Tekir Burnu’ndaki kenti tüm ayrıntıları göz önünde tutarak inşa ederler. Altyapıyı oluşturan, tapınaklar yapan ve
tapınaklara koyulacak heykelleri satın alan Eski Knidoslular, Ege ile Akdeniz’i kavuşturan burnun ucundaki adayı da göz ardı etmezler. Adayla ana kara arasındaki denizi doldurarak iki liman oluştururlar. Güneydeki büyük
limanı ticari amaçla, kuzeydeki küçük limanıysa savaş gemileri için kullanırlar. Antik dönemde önemli bir ticaret
merkezi haline gelen kent, kültür ve sanat alanında da isminden sık sık söz ettirir. Milattan Önce 4’üncü yüzyı-
36
İSTASYON
lın önemli mimarlarından Praxiteles’in, Knidos Aphrodite Tapınağı için yaptığı Knidos Afrodit’i, arkeolojide son
derece önemli. Çünkü bembeyaz paros mermerinden yapılan bu eserle Afrodit, ilk kez çıplak bir şekilde gösterilir. Ünü dört bir yana yayılan heykeli görmek için dünyanın dört yanından tüccar ve gemiciler kenti ziyarete gelir.
Dönemin tek ünlü sanatçısı Praxiteles değil. İskenderiye Feneri’nin mimarı Sastatos, gezegenlerin aynı merkeze bağlı olarak hareket eden yuvarlaklar olduğunu
belirten astronom Eudoxos da Knidos’ta yaşayanlar arasında. Knidos’ta biri 20 bin, diğeri ise 5 bin kişilik olan iki
amfiteatr var. Limanın kuzeyindeki yamaca kurulan ve
müzeye gelen ziyaretçileri karşılayan 5 bin kişilik amfitiyatronun Helenistik döneme ait olduğu ve Roma döne-
Bir yerle ilgili
söylenecek onlarca
tumturaklı söz olabilir.
Bir yer, sayfalar
dolusu anlatılabilir;
hakkında günlerce
konuşulabilir.
Ama aslolan orayı
yaşamaktır. Ve
aslolan her şeyden
azade Datça’da var
olmaktır.
minde yapılan eklemelerle zenginleştirildiği de tarih sayfalarına düşen notlar arasında.
Yarımadada nüfus, MÖ 7’nci yüzyılda artar. Ticaret
gelişir, Knidoslular toprağın bereketinden daha çok faydalanmaya başlar. Yarımadanın nüfusu o dönemde, 7080 bine kadar çıkar. Halk denizci, tacir, çömlekçi, köylü
ve kölelerden oluşur. Köylülerin büyük kısmı bağcılıkla uğraşır. Çömlekçiler de hediyelik eşya üretir. Yarımada halkı savaşmayı sevmediği için yaklaşık 1400 yıl yıkım görmez. Ortaçağ ile birlikte yağma başlar. Hayat
dolu Knidos zaman içerisinde unutulur ve terk edilir. O
zamanlar unutulan kent, günümüzde özellikle yurtdışından Datça’ya gelen turistlerin uğramadan geçmedikleri
bir bölge.
MAVI SULARA KUCAK AÇAN BÜKLER
“Palamut Bükü”, “Hayıt Bükü”, “Eski Datça”, “Mesudiye”,
“Reşadiye”... Bunlar Datça’ya gidenlerin görmeden dönmemesi gereken yerlerin başında geliyor. Her biri, uzun
yazılara konu olabilecek denli önemli değerler taşıyor.
Ancak malum, sayfa sayımız sınırlı. Dolayısıyla da kısa
kısa tanıtmak zorunluluğu var.
Daha ziyade tekne turlarına katılanların veya yatlarıyla seyahat edenlerin uğrak yerlerinden olan Palamut
Bükü, iki kilometre boyunca uzanan plajıyla meşhur...
Hemen denizin kıyısına kurulmuş küçük bir çay bahçesinde mola verdiğinizde, çay bardağınızı, elinizi suya soktuğunuzda dokunabileceğinizi sandığınız balıkların şerefine kaldırabilirsiniz. Yöre sakini çocukların birbiri peşi
İSTASYON
37
GEZİ
Begonvillerle kaplı dar
sokakları, geceleri ışıl
ışıl olan liman bölgesi,
rüzgârın hiç eksik
olmadığı Kızlan’daki
yeldeğirlenleri...
Bunlar Datça’nın
alametifarikaları...
Datça’yı Datça yapan
değerlerden sadece
birkaçı...
sıra iskeleden denize atladığı Palamut Bükü’nde, rahatsız
edici hiçbir sese yer yok. Buna bir de ılık ılık esen rüzgârın
dağlardan kopup getirdiği kekik kokusu eklendiğini düşünün… Huzur bu olsa gerek; dinginlik bu.
Palamut Bükü’nden Mesudiye’ye doğru yola koyuluyoruz. Mesudiye, yerli ve yabancı turistlerin tatil rotasının
gözde duraklarından biri. Bunun nedeni de Kızıl, Hayat
ve Ova adını taşıyan üç büke sahip olması. Her üç bük de
gözlerden uzak, sessiz ve sakin bir tatil geçirmek isteyenlere hitap edecek nitelikte. Bu özellikleriyle biraz olsun
Hayıt Bükü’nü anımsatıyorlar. Turistler için ahşap evlerin konaklama hizmeti verdiği bu bük, özellikle son yılların gözde tatil beldelerinden.
Datça, rüzgârın hiç eksik olmadığı bir iklime sahip, ilçenin en rüzgârlı bölgesiyse, Kızlan. Buranın alametifarikası iki büyük yel değirmeni. Yel değirmenlerinden biri,
özel mülkiyet ve ev olarak kullanılıyor. Bir yel değirmenini yaşanacak mekân haline dönüştürmek de bambaşka
bir hayalin ürünü olsa gerek…
Datça’nın içinde dolaşmaya devam ediyoruz, bu kez
rotamızda ilçenin merkezi olarak nitelendirebileceğimiz, Ilıca Gölü’nün de bulunduğu liman bölgesi var. Datça Belediyesi’nin yayınladığı rehberden edindiğimiz bilgiye göre Ilıca, yıllarca su değirmeni olarak işlev görmüş.
Ilık suyunda kaplumbağalar yüzmüş. Şelalesinde ücretsiz
38
İSTASYON
masaj yaptırmak mümkünmüş, belki de bu nedenle kimileri göle Bizans Havuzu ismini layık görmüş.
Ilıca Gölü’nün bulunduğu liman bölgesi, ilçenin merkezi olarak değerlendirildiğinden sıra sıra lokantalara ev
sahipliği de yapıyor. Kahvaltıdan akşam yemeğine her
öğünde Datça’nın eşsiz lezzetlerini tatmak mümkün bu
lokantalarda. Kahvaltının baş tacı elbette ki bal; zira bilindiği üzere Datça doğası ve tarihiyle olduğu kadar balı,
kekiği ve bademiyle de meşhur bir ilçe... Bu lezzeti yaşadığınız yere de taşımak isterseniz, bavulunuzda hayli geniş bir yer ayırmanızı tavsiye ederiz. Emin olun, pişman
olmayacaksınız.
GÜLER YÜZLÜ INSANLARIN DIYARI
Eski Datça’nın daracık sokaklarında ilerliyoruz. Taş evlerin hemen hepsi mimarlarının adını saygıyla yâd etmeye
değecek nitelikte. Bahçe duvarlarının üzerinden begonviller sarkıyor. Begonvillerin arasında kediler dolaşıyor.
Kanımızca Türkiye’nin en özgür kedileri Datça’da yaşıyor. Yaşı ne olursa olsun, sokakta rastladığımız herkes,
selam verip halimizi hatırımızı soruyor. Buraya gelenlerin kendini yabancı hissetmesi neredeyse mümkün değil.
Yolda rastladığımız yaşlı bir nine, “hoş gelmişsiniz, gezin
dolaşın, burası dünyanın en güzel yeri” diyor gülümseyerek. Bu sıcaklık aklımıza meşhur bir sözü de getiriyor:
“TANRI UZUN YAŞAMASINI ISTEDIĞI KULLARINI
DATÇA’YA GÖNDERIRMIŞ”. ESKI DATÇA’YI GÖRDÜKTEN
SONRA BU SÖZÜN DOĞRULUĞUNU IDRAK EDIYORUZ.
HAVASI, SUYU, GÜLER YÜZLÜ VE SICAKKANLI
INSANLARIYLA ESKI DATÇA, KELIMENIN TAM
ANLAMIYLA DERTLERDEN ARINMA YERI.
“Tanrı uzun yaşamasını istediği kullarını Datça’ya gönderirmiş”. Eski Datça’yı gördükten sonra bu sözün doğruluğunu idrak ediyoruz. Havası, suyu, güler yüzlü ve sıcakkanlı insanlarıyla Eski Datça, dertlerden arınma yeri
çünkü.
Eski Datça’yı dolaşırken, bölge halkı arasında “Kocaev”
olarak bilinen Mehmet Ali Ağa Konağı’na uğramamak olmaz. Reşadiye Mahallesi’nin en yüksek noktasından denize doğru bakan görkemli yapı, 1800’lü yılların başlarında, Tuhfezade Mehmet Ali Ağa’nın babası Mehmet Halil
Ağa tarafından yaptırılır. Konak, yalnız Datça’da değil,
bütün Akdeniz bölgesinde günümüze ulaşabilmiş en eski
birkaç sivil mimari örneğinden biri olmasıyla da önem taşıyor. Geniş bir arazi içinde, bin metrekarelik kullanım
alanıyla iki katlı bir yapıdan oluşan konak, 2007’den itibaren otel hizmeti vermeye başladı ve bu andan itibaren
dünyanın seçkin otellerinden biri olarak kabul edildi. Badem, zeytin ve limon ağaçlarının gölgesinde yer alan ve
bir zamanlar seçkin konukların ağırlandığı Mehmet Ali
Ağa Konağı, dillere destan “Başoda”sı, özgün ahşap doğramaları ve 1831 yılından kalma kalem işleriyle müze niteliğini de taşıyor. Konağın klasik çizgideki diğer beş odasıyla modern çizgilerin hâkim olduğu ek binalardaki 13
taşoda, tatillerini bambaşka bir anlayışla geçirmek isteyenlere hitap ediyor…
Her güzel şeyde olduğu gibi, Datça seyahatinde de
sona geliyoruz artık. Ne diyordu Can Yücel bir dizesinde; “O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler / Arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer...” Datça gidip görenin arkasında önemli
bir boşluk bırakan nadir yerleşim birimlerinden biri... Yeter ki, görmesini bilen gözlerle bakalım ona. Ve tekrar buluşuncaya kadar Can Baba’nın şu dizelerini tutalım aklımızda: “Datça olacak Datça / Kadınların yarımadası /
Boşuna değil o dediğim / Burası Afrodiça / Ve gördüğüm
her şey / Sevda, aşk ve tazelik / Ve zeytinlerden ve yaşamaktan / Başka bir şeyi olmayanların yeri”.
İSTASYON
39
YEME-İÇME
Soframızın asil klasiği:
Kutsal kitaplarda adı geçen,
mitolojiden yaradılış efsanelerine,
insanlık tarihi boyunca hemen her
kültürde yaşamı ve ölümsüzlüğü
temsil eden zeytin ağacı için
“bütün ağaçların ilkidir” denilir.
Zeytinden sıkılan ve yaklaşık 40
dakika kadar süren bir işlemle elde
edilen zeytinyağının faydalarıysa
saymakla bitmeyecek kadar fazla.
40
İSTASYON
Zeytinyağlılar
Birisi ev ve sofra dediğinde, aklımıza pırıl pırıl parlayan nefis bir zeytinyağlı tabağı düşmez mi hemen?
Tüm yemekler bir yana, Türk mutfağının haklı gururu zeytinyağlılarla kurduğumuz gönül bağı başka yana…
Yazı: GAYE ŞAHIN Fotoğraflar: ATASAR FOTOĞRAFÇILIK
A
nne elinden leziz bir zeytinyağlı tadarken yaşadığımız mutluluğu analiz etmek; en az mutfak
kültürünün kimliğimizle ilişkisi üzerine onlarca
makale okumak kadar aydınlatıcı. Tüm ziyafet
sofralarına baş tacı edişimiz, ülkemize gelen her turiste
ille de önce zeytinyağlı tattırmak isteyişimiz boşuna değil. Bugün dünyada başka hiçbir ülke mutfağında “zeytinyağlılar” adlı bir kategori bulunmuyor. Dolayısıyla
bize has bu zengin kültür; gördüğü övgü ve talebi sonuna kadar hak ediyor.
Zeytinyağı ve zeytinyağlı yemekler genelde Ege’yle
bütünleştirilir ama aslında Doğu Akdeniz’den başlayarak Güney Anadolu ve Batı Anadolu’ya yayılan zeytincilik, Anadolu’da sanıldığından fazla çeşitliliğe ve daha köklü bir geçmişe sahip.
Amerika’nın 1950’lerde mısırözü yağı ve
margarin satışını artırmak adına başlattığı türlü kampanya ve oyunlardan nasibimizi aldığımız için vaktiyle zeytinyağı adına
önemli tehlikeler de atlattık. Neyse ki bugün bütün dünyada sağlık kaynağı zeytinyağı yeniden keşfedilirken, zeytine gönül
veren üreticilerimizin de katkısıyla farklı aroma ve çeşitlilikte zeytinyağlarını tadabiliyor, yemeklerimizde bolca kullanıyoruz. Tarihteki en eski zeytinyağı sıkım
tesislerinden biri olan Klozomenai”
zeytinyağı işliği, İzmir Urla’da yapılan kazılarda ortaya çıkarıldı.
Geçmişi MÖ 6’ncı yüzyıla dayanan bu işlikte bulunan araç
gereç; bugün yapılan zeytinyağı sıkımının da en ilkel örnekleri. Topraklarımızda hem zeytinin
hem de zeytinyağının geçmişi bu kadar eskiye dayanırken Türk mutfağında zeytinyağlıların 19’uncu yüzyıla kadar görülmemesi oldukça
ilginç. 1844’te “Melceü’t Tabbahin / Aşçıların Sığınağı”
adıyla yayımlanan basılmış ilk Türkçe yemek kitabında,
“zeytinyağlı ve sadeyağlı dolmalar” bölümü bulunuyor.
Kitapta yazar Mehmet Kamil, sebzelerin de zeytinyağıyla pişirilmesini öneriyor. Bugünse hemen her mutfakta
sıklıkla pişen, sebze sevmeyenleri bile dize getiren zeytinyağlılar, hem şık bir başlangıç hem de tıpkı vaktiyle
Osmanlı saray mutfağında olduğu gibi, kuvvetli bir ana
yemek olarak sofrada başrolü kimseye kaptırmıyor.
LEZZET DETAYLARDA GIZLI
Zeytinyağlı pişirmenin aslında basit bir teknik olduğunu
bilmeyen yok. Soğanlar doğranır, zeytinyağında hafifçe
çevrildikten sonra üzerine arzu edilen sebzeler konulur,
biraz su ve çok az şeker ilave ettikten sonra kapağı kapatılır. Bu kadar kolay madem, neden iyi zeytinyağlı yapan restoran sayısı iki elin parmağını geçmez
dersiniz? Ege’de tadılanların, anne mutfaklarında pişenin lezzetine neden bir türlü ulaşılmaz? Sorunun hem yanıtı hem de çözümü oldukça basit aslında. Her konuda olduğu
gibi zeytinyağlılar üzerine de doğru bilinen pek çok yanlışımız
var. Bol su eklemek, mutlaka
şeker boca etmek bunların başında geliyor mesela. Domates yerine salça
konulmuş, çok sulu, fazla veya farklı bir yağla
pişen yemekleriyse zeytinyağlı yerine tencere
yemeği diye adlandırmak
çok daha doğru. Madem
zeytinyağlı
kültürümüzle
övünüyoruz, hakkını vererek
doğru malzemeyle pişirmekten
asla ödün vermemek de gerekli.
Zeytinyağlıları basit bir tencere yemeğinden ayıran
bazı temel özellikler mevcut. Lezzetli bir zeytinyağlı yemeğin birinci ve en önemli şartı, iyi bir üreticiden alınmış yüksek kalite zeytinyağı kullanılması. Basit bir test
yapmak isterseniz, zeytinyağını çay bardağına dökün, biraz elinizde ısıtın ve koklayın. Burnunuza mis gibi zeyİSTASYON
41
YEME-İÇME
Zeytinyağlı pişirirken
Yer elması, kereviz gibi kök sebzeler, semizotu, ıspanak gibi yapraklılar
ve barbunya gibi bakliyatlarla zeytinyağlı yapılabilir. Aromatik otlar,
portakal ve limon suları ya da kabukları ekleyerek kendinize göre farklı
tatlar yaratabilirsiniz.
● Fazla pişirmemeye ve yemeğin tadının önüne geçecek malzemeler
kullanmamaya dikkat edin.
● Ayva, elma, erik, üzüm gibi pek çok taze ve kuru meyve zeytinyağlılara
çok yakışır. Kerevizlerin yanına biraz da ayva doğramayı deneyin.
● Dolma ve sarmaların zeytinyağlısı mutfaklarımızın en iddialı yemekleri
arasında kuşkusuz. Ancak zeytinyağlı yaprak sarma yaparken taze yaprak
kullanmaya özen gösterin. Salamura olanlara yönelmeyin.
● Zeytinyağlılar bir gün buzdolabında beklerse tadı da güzelleşir. Ancak
dolaptan çıkardığınız gibi servis etmeyin, hafif ılıması için bekletin.
●
42
İSTASYON
tinin meyve kokusu yayılmıyorsa o zeytinyağından hayır yok
demektir. İkinci kural mutlaka mevsiminde malzeme tercih
etmek... Çok sevdiğiniz için asla
mevsim dışı sebzelerle zeytinyağlı denemeyin. İçinde mutlaka domates olmasına da gerek yok. Bakla, şevket-i bostan, enginar, yer elması,
kereviz gibi pek çok zeytinyağlı domates kullanılmadan pişirilir. Sakın ola salçaya ve mevsim dışında domatese yönelmeyin.
Mutlaka domates kullanacaksınız, yazın taze
domateslerden evde hazırlayacağınız doğal konserveler, işte tam da bu zor günler için. Bolca şeker koymak gerektiği ise sadece bir şehir efsanesi…
Evet, taze fasulye, bamya gibi zeytinyağlılara domatesin asidini dengelediği için yakışıyor ama pek çok zeytinyağlıyı tercihe göre şekersiz de gönül rahatlığıyla pişirebilirsiniz.
Aynı durum, aromatik otlar ve baharatlar için de geçerli. Baklalı enginarı, limonlu pırasayı ya da domatesle
pişmiş leziz bir barbunyayı özel kılan sebzenin ya da bakliyatın tadını, tazeliğini ön plana çıkaran, asla lezzetini
bastırmayan hafif bir teknikle pişmiş olmaları.
Özellikle maydanoz, nane ve dereotu gibi aromaları taze kullanmak, pişmek üzereyken ya da
sadece sunumda eklemek çok daha doğru. Bir de
soğandan sebzelere kadar her şeyi eşit doğramak
ve farklı sebzelerin pişme süresine dikkat etmek
gerekiyor. Soğanları uzun süre kavurmamak, hafifçe ateşte döndürdükten sonra sebzeyi eklemek
yeterli. Ispanak gibi çabuk pişen bir yapraklı kullanacaksanız en üste, bakliyatlar ise daha çabuk
pişen domatesin altına dizilmeli. Bir başka
abartılan konu ise bir bardak kadar
bol su eklemek… Çoğu sebze kendi suyunda gayet lezzetli piştiği için
gerek görüldüğünde çok az miktarda su eklemek kâfi.
40 DAKIKADA ZEYTINYAĞI
Kutsal kitaplarda adı geçen, mitolojiden yaradılış efsanelerine, insanlık tarihi boyunca hemen her kültürde yaşamı ve ölümsüzlüğü temsil eden
zeytin ağacı için “bütün ağaçların ilkidir” denilir. Zeytinden sıkılan ve yaklaşık 40 dakika kadar süren bir işlemle elde edilen zeytinyağının faydalarıysa saymakla bitmeyecek kadar fazla.
Zeytinyağı, yenilebilir yağlar içinde tıpkı meyve suyu gibi
toplandığı anda sıkılıp taze tüketilebilen tek yağ. Bugün
yenilebilir yağların en sağlıklısı olarak kabul görmesinin nedeni, kötü kolesterolü düşürürken damar tıkanıklığı, mide, sindirim, tansiyon sorunlarından kalp krizine
kadar her derde şifa vermesi. Aynı zamanda E vitamini
deposu gerçek bir antioksidan. Zeytinyağının iyileştiri-
ZEYTINYAĞINI ÇAY BARDAĞINA DÖKÜN,
BIRAZ ELINIZDE ISITIN VE KOKLAYIN.
BURNUNUZA MIS GIBI ZEYTININ
MEYVE KOKUSU YAYILMIYORSA, O
ZEYTINYAĞINDAN HAYIR YOK DEMEKTIR.
ci özelliğine herhangi bir çizik ya da yaranın üzerine bir
damla sürerek birebir şahit olmak mümkün. Hızla yara
iyileştirdiği için saça ve cilde sürüldüğünde müthiş bir
nemlendirici etkisi veriyor. Tabiri yerindeyse adeta bir
gençlik iksiri…
Zeytin yetiştiren bölgelerde herkesin kendi zeytin
bahçesi var. Toprağın cinsi, arazi eğimi, aldığı rüzgâr
gibi etkiler, zeytinin kalitesini değiştiriyor. Zeytinlerin henüz yeşil ve çok
daha aromalıyken toplandığı ekim ayı
erken hasat dönemi. Son yıllarda en
çok tercih edilen zeytinyağları bu dönemden… Zeytinyağlı yemeklere hakkettiği aroma ve hafifliği veren natürel
sızma zeytinyağlarıysa dalından koparılmış veya tam olgunlaşmamış zeytinlerin herhangi bir ısı ve işlem görmeden sıkıldığı, en fazla yüzde 1 asit
oranına sahip yağlara verilen isim.
Şişelerin üzerinde gördüğümüz 0.8, 0.5, 0.3 gibi
oranlar da bu düşük
asiti anlatıyor. Asidi
yüzde 1-2 arasında
ve tadı daha yoğun
zeytinyağlarına
natürel birinci, asit
oranı yüzde 2-3’e kadar yükselen en düşük kaliteli sızmaya ise natürel ikinci deniliyor. Yüzde 3,3’ün üzerine çıkan yağların
yenmesi zararlı olduğu için bu yağlar rafine edilerek asit
oranları düşürülüyor. Kaliteli zeytinyağlarıyla karıştırılarak kullanılabilir hale getiriliyor.
Riviera zeytinyağlarıysa yenmeyecek kadar yüksek
asit oranında olan yağların rafine edildikten sonra rafine
ve sızma yağlarla karıştırılmasıyla elde ediliyor. Kokusu
yoğun olmadığı için genelde kızartma ve yemeklerde tercih edilseler de, halis sızma zeytinyağının yaşattığı mutlulukla yarışamıyor.
İSTASYON
43
SAĞLIK
Yemeğimiz zehir olmasın
Yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde bizi bekleyen en önemli tehlikelerden biri de gıda
zehirlenmeleri hiç kuşkusuz. Gıda zehirlenmeleriyle ilgili sorularımızı Acıbadem Etiler Tıp
Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Melis Torluoğlu yanıtladı. Söyleşi: Tümay Yazıcı
çoğalması için uygun bir besin yeri olduğundan, daha sık besinsel zehirlenmelerin kaynağı
olabiliyor. Bu nedenle et tüketirken ve depolarken ayrıca bir özen göstermek gerekiyor. Oda
sıcaklığında uzun süre muhafaza edilmesine
izin verilmemeli. Sadece et, süt ve yoğurt gibi
hayvansal kaynaklarla değil, sebze ve meyvelerin üzerinde kalan ilaçlarla bulaşma yoluyla
geçen bakteriler de zehirlenme nedeni olabiliyor. Zehirlenmenin etkileri genellikle birkaç
gün içerisinde vücuttan atılsa da uzun süren ve
doktora başvurulmayan durumlarda vücuttan
yoğun sıvı kaybına, yani dehidratasyona neden
olan durumlar ortaya çıkıyor. Ayrıca kişide geçici hafıza ve bilinç kaybı, vücut ısısında artış,
kas kasılma ve gevşemelerinde düzensizlik,
hatta ilerleyen durumlarda ölüm bile görülebiliyor.
44
Yemek yemek yaşamsal fonksiyonlarımızı
devam ettirmemizin belli başlı yollarından
biriyse de kimi zaman tükettiğimiz gıdaların
hayatımızı kâbusa çevirebileceği de bir gerçek.
Özellikle de yaz aylarında. Hava sıcaklığının
yükselmesi, temizleme ve saklama koşullarına
dikkat etmediğimiz gıdalar üzerinde olumsuz
etkiler yaratıyor. Bu gıdaları tüketmekse ölümcül sonuçlara yol açabiliyor. Peki, ne yapmalı?
Yaşamsal fonksiyonlarımızı devam ettirmemizi sağlayan besinleri tüketirken nelere dikkat
etmeli? İşte bu ve benzeri sorularımızı, Acıbadem Etiler Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet
Uzmanı Melis Torluoğlu’na yönelttik.
si; kendini ishal, kusma, karın ağrısı ve vücut
ısısında artışla belli eder. Belirtilerin ortaya
çıkması 30 dakikada olabileceği gibi bir ila üç
gün arasındaki bir zaman diliminde de ortaya
çıkabilir.
Gıda zehirlenmesi neden olur? Ve belirtileri
nelerdir?
Tüketilen yiyecekler ya da su yoluyla vücuda
alınan parazitler, bakteriler, toksinler ve virüsler aracılığıyla insan vücuduna geçiş yapan
bir tür hastalık durumu olan gıda zehirlenme-
Neden daha ziyade tavuk, hindi gibi kümes
hayvanlarının eti gıda zehirlenmesine yol
açar? İçinde kırmızı ya da beyaz et bulunmayan yiyecekler de zehirlenmeye sebebiyet verebilir mi?
Tavuk eti, kırmızı et ve hindi eti bakterilerin
İSTASYON
Üç gün hayli geniş bir zaman dilimi değil mi?
Saat aralığının bu kadar uzun olmasının nedenleri nelerdir?
Zehirlenme belirtilerinin ortaya çıkması bakteriyel kaynaklıysa, kuluçka süresine bağlı olarak
değişir. Kimyasal zehirlenmelerde belirtiler genelde 30 dakika ila bir saat aralığında kendini
gösterir.
Hasta gıda zehirlenmesi şikâyetiyle sizlere başvurduğu andan itibaren gerçekleştirilen uygulamalar nelerdir?
Tedavi sürecinde ilk müdahale, kaybedilen
sıvı ve mineralin yerine konulmasıdır. Bu esnada zehirlenmeye neden olan bakteri türü
tespit edilir ve buna göre bir tedavi yöntemi
uygulanır. Antibiyotik tedavisinin gerekli
olup olmadığına başvurulan doktorun karar vermesi gerekir; kesinlikle bir uzmana
danışmadan antibiyotik veya ishal kesici ilaç
kullanılmamalıdır. Mide bulantısı ve kusma
problemi devam ediyorsa besin tüketimine ara
Acıbadem Etiler Tıp
Merkezi Beslenme
ve Diyet Uzmanı
Melis Torluoğlu.
verilmeli, damardan ya da ağız yoluyla, kaybedilen sıvı yerine konulmalıdır.
Aynı yemeği tükettiğimiz halde, aramızdan
sadece birkaç kişinin gıda zehirlenmesine maruz kaldığı zamanlar olabiliyor. Bunun nedeni
bağışıklık sistemiyle mi ilgilidir, yoksa başka
faktörler de etkili olabilir mi?
Toplu yemek yapılan yerlerde meydana gelen
zehirlenmelere bakıldığında, birkaç kişinin zehirlenmeden etkilenmemesi kişinin bağışıklık
sistemine, bakteriye karşı gösterdiği duyarlılığa, zehirlenmeye sebep olan besini tükettiği
miktara bağlı olarak değişiyor. Gıdaların içerisinde barındırdığı bakteriler ve bulaşma yoluyla gıda zehirlenmesi söz konusu olabildiği gibi,
besinsel kaynakların üzerinde bulunan ilaçlar
ve tarımsal ilaçlar nedeniyle de gerçekleşebiliyor. Bu tür durumlarda zehirlenme belirtileri
30 dakika içerisinde ortaya
çıkabilir ve hastane ortamında mide yıkama
operasyonuyla tedavi
edilebiliyor.
Gıda zehirlenmelerini kolaylaştıran faktörler
nelerdir? Örneğin pişirme biçimleri bu sorunun ortaya çıkmasında etkili olabilir mi?
Etkili olduğunu söyleyebiliriz. Zira çiğ et, pastörize edilmemiş süt, arındırma yapılmamış
su, iyi pişmeyen yiyecekler bu durumlara yol
açabilmekte. Bununla birlikte iyi temizlenmeyen mutfak eşyalarının çeşitli yiyeceklerin
hazırlanmasında kullanılması da etkili zehirlenmeye yol açan faktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Keza yemek hazırlama esnasında arındırma yapılmamış suyun tüketilmesi,
yiyeceklerin uygun sıcaklıklarda saklanmaması gıda zehirlenmesini tetikleye etkenlerden söz
etmemiz mümkün.
Zehirlenme vakalarında mevsimsel artışlar
söz konusu mu?
Yapılan çalışmalar yaz aylarında gıda zehirlenmelerinin arttığını gösteriyor. Sıcaklığın yükselmesiyle birlikte uygun olmayan saklama ve
hazırlama koşulları zehirlenmelere yol açıyor.
Birçoğumuz zehirlenmenin meydana geldiği
anlarda yoğurt yemenin vücudu temizlediği
inancında. Bu doğru bir inanç mı, yoksa bir
şehir efsanesi mi?
Yoğurtta bulunan yararlı bakteriler, zehirlenmeye sebebiyet veren bakterilere karşı
etki göstereceğinden zehirlenme esnasında tüketimi doğrudur.
BESLENME VE DIYET UZMANI
MELIS TORLUOĞLU’NUN EN AZ
BIR ÖĞÜNÜNÜ EVIN DIŞINDAKI
BIR ORTAMDA YEMEK ZORUNDA
KALAN ÇALIŞANLARA ÖNERISI
ŞU: “HIJYEN KURALLARININ
UYGULANDIĞINA EMIN
OLMADIĞINIZ YERLERDE
YEMEK YEMEYIN!”
Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak hasta hekime muayene olacağı ana kadar kişisel olarak
neler yapmalıdır ki, hastalığın etkileri azalsın?
Sıvı kaybını yerine koymak amacıyla doktora
başvurmadan önce mutlaka su, ayran, mineralli sular, limonlu soda gibi içecekler tüketilmeli. Doktor tavsiyesi olmadan asla ishal kesici
bir ilaç veya antibiyotik kullanılmamalı.
Besin zehirlenmelerinden korunmak için evlerimizde alabileceğimiz önlemler nelerdir?
Gıda zehirlenmelerini önlemenin başlıca yolu
mutfağımızın, buzdolabımızın düzeninden
geçiyor. Pişmiş gıdalar üst, çiğ gıdalar alt raflarda yer almalı. Buzluktan alınan gıdalar asla
güneşte çözdürülmemeli ve çözülen gıdalar
tekrar dondurulmamalı. Sebzeler ve çiğ etler
için kullanılacak bıçak gibi mutfak gereçleri,
bulaşma riskini azaltmak amacıyla ayrı tercih
edilmeli. Kırmızı et, tavuk, balık gibi besinsel
kaynaklar iyi pişirilmeli; piştikten ve soğuduktan sonra oda sıcaklığında uzun süre bekletilmemeli. Mutfak tezgâhındaki yiyecekler ağzı
açık bir şekilde bekletilmemeli.
En az bir öğünü restoran, cafe ya da büfelerden aldığı yemeklerle geçiren çalışanlar için
ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Çalışanların gıda zehirlenmesi riskiyle karşılaşmamak için hijyen kurallarının uygulanmadığına emin olunan yerlerden gıda tüketmemelerini, açıkta bırakılan veya uygun sıcaklıklarda
muhafaza edilmeyen gıdaları asla yememelerini salık verebiliriz. Kırmızı et, tavuk ve balığın
açık bir ortamda bekletilmesi ve sunulması
kabul edilmemeli. Sıcak yemek servisi yapan
yerlerde oda sıcaklığında gıdalar tüketilmemeli bakterilerin en çok oda sıcaklığında ürediği
unutulmamalı.
İSTASYON
45
UZMAN GÖZÜYLE
ARAÇLARDA BULUNDURULMASI GEREKEN YANGIN SÖNDÜRME CİHAZLARI ADETLERİ VE NİTELİKLERİ
AĞIR VASITALAR ve MUAYENELERİ
Hayatımızda ve trafikte büyük yer kaplayan ağır vasıtaların, diğer araçlardan farklı
sistemlerini, parçalarını, görevlerini ve muayene adımlarının neler olduğunu
Teknik Eğitmenimiz Hakan Burçin Uluçay anlatıyor.
Otomobil, minibüs ve kamyonetlerde: Toplam doldurma kapasitesi en az 1 kilogram olan en az 1 adet.
Azami yüklü ağırlığı 12 bin kilogramdan küçük olan kamyonlarda: En az 1 adet 4 kilogram veya toplam doldurma kapasitesini 4 kilogram olarak sağlayacak adette.
Azami yüklü ağırlığı 12 bin kilogramdan fazla olan kamyon ve çekicilerde: En az 1 adet 6 kilogram veya toplam doldurma kapasitesini 6 kilograk olarak sağlayacak adette.
Yolcu sayısı 26 kişiye kadar olan otobüslerde: Doldurma kapasitesi 2 kilogram olan en az 2 adet.
Otobüs ve mafsallı otobüslerde: En az 1 adet 6 kg veya toplam doldurma kapasitesini 6 kg olarak sağlayacak adette.
Tehlikeli madde taşıyan araçlarda: Toplam doldurma kapasitesi en az 6 kg olan en az 2 adet.
Otomobille yolcu ve yük taşıyan araçlarda A, B ve C yangın sınıflarının (TS862) hepsine birden etki eden, kimyasal bakımdan canlılara herhangi bir zarar vermeyen Türk
Standartları’na uygun el tipi yangın söndürme cihazları bulunmalıdır.
Yolcu taşımak için kullanılan ve sürücü koltuğu haricinde sekizden
fazla koltuğu olan motorlu taşıtlar, yük taşımak için kullanılan ve
azami müsaade edilebilir ağırlığı 3 bin 500 kilogramdan fazla olan
motorlu taşıtlar ve azami müsaade edilebilir ağırlığı 3 bin 500 kilogramdan fazla olan römorklar, “Ağır Vasıta” olarak tanımlanır.
Araçların boyutlarının sınrıları da sınıflarına göre belirlenmiştir.
Araç boyutlarını ve bu boyutların ölçüm toleranslarını belirleyen
hususlar, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 128. maddesiyle, Araçların İmal Tadil ve Montajı Hakkında Yönetmelik ve Araçların Yüklenmesine İlişkin Ölçü ve Usuller ile Tartı ve Boyut Ölçüm Toleransları Hakkında Yönetmelik’le belirlenmiştir.
Ağır vasıtaların yük ve insan taşıma kapasitelerinin yüksek olması,
bu tip araçlardaki güç aktarma, direksiyon, fren ve güvenlik sistemlerinin yapılarında da farklı düzenlemeler yapılmasına neden olmuştur. Ağır araçlarda yaygın olarak kullanılan havalı fren sisteminin
muayene yöntemleri ve testlerini daha önce tanıtmıştık. Yolcu taşıyan ağır araçlarda, gerektiğinde araç içerisindeki yolcuların çabuk
tahliyesini sağlamak amacıyla diğer araçlarda bulunmayan acil çıkış kapısı uygulamasıyla emniyet kemerleri uygulaması gibi can güvenliğini arttıcı tedbirler dikkat çekicidir. Ayrıca ağır araçların yapıları itibarıyla trafikte seyreden hafif araçlar ve yayalara daha az risk
oluşturması için kullanılan yan koruma çerçevesi ve arkadan çarpmaya karşı koruma tertibatından da bahsedilecektir.
ACIL ÇIKIŞ
Minibüs ve otobüslerde tehlike durumunda insan
tahliyesinde kullanılabilecek kapı, pencere, kapak
gibi çıkış yerlerine, “güvenlik çıkışı” denilir. Acil
çıkış olarak işaretlenen her camda, bir adet acil
cam kırma çekici bulunur. Kapı çıkışları, en az 43
santimetre genişlikte, pencere ve kapaklar en az
60x43 santimetre veya 50 santimetre çapında
46
İSTASYON
Araçların boyutlarıyla, boyutlarının ölçümleri ve
toleransları, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı tarafından düzenlenen yönetmeliklere
göre kontrol edilmektedir.
Otobüsler ve L kategorisindeki araçlarla özel
izinle karayoluna çıkanlar hariç, motorlu araçların
azami uzunlukları 12 metre olmalıdır.
Yarı römorkların uzunluk ölçümlerinde
king pim ile en arka kısımları arasındaki
mesafe dikkate alınır. Römorkların uzunluk
ölçümlerinde çeki bağlantısı uzunluğu hesaba
katılmaz. Bu araçların da azami uzunlukları 12
daire şeklinde olur. En az 120x43 cm ölçülerinde
olan kapaklar, çift çıkış sayılırlar. Çift kapılar da
iki güvenlik çıkışı sayılır. İki kapılı otobüslerde
kapılardan bir tanesi aracın ilk yarısında, diğeri
ikinci yarısında bulunur. Otobüslerdeki güvenlik
çıkışlarının toplam sayısı (tavandaki çıkışlar hariç)
sürücü hariç, yolcu adedine göre yandaki gibidir.
Yayalar, bisikletliler, motosikletliler gibi korunması olmayan yol kullanıcılarının ağır tonaj sınıfına giren motorlu araçların ve römorklarının yanından geçerken altlarına düşme tehlikesine karşı etkin korunmasını sağlayacak şekilde bu araçların yan kısımlarına takılan çeşitli şekil ve boyutlarda
imal edilen ünitelere Yan Koruma Çerçevesi adı verilir. Bu donanıma ait
bazı detayları açıklayalım.
Yan koruma çerçevesinin dış yüzeyi pürüzsüz, düzgün veya yatay olarak kıvrımlı ve mümkün olduğu
kadar önden arkaya devam edecek şekilde olmalıdır. Bütün dış kenar ve köşeler, en az 2,5 mm yarıçapla kavislendirilmelidir. Yan koruma çerçevesi sürekli düz yüzeyden, bir ya da daha fazla yatay yan
raylardan veya yüzey ve yan rayların birleşiminden
meydana gelebilir. Yan raylar kullanıldığında birbir-
lerinden 300 mm’lik aralıktan daha fazla mesafede
olmamalıdır. Yan koruyucunun alt kenarı hiçbir noktada zeminden 550 mm’den daha fazla yükseklikte
olmamalıdır. Yan koruyucu donanım fren, hava veya
yakıt borularının bağlantısı için kullanılamaz. Akü
kutusu, hava tankları, yakıt tankları, lambalar, yansıtıcılar, yedek tekerlekler ve avadanlık kutuları gibi
sürekli araç üzerinde bulunan aksamlar, boyutsal
şartların sağlanması halinde yan koruyucu içerisinde
bir arada bulundurulabilirler. Yan koruma çerçevesi,
aracın toplam genişliğini artırmamalı ve yan koruma
çerçevesinin dış yüzeyinin ana parçası, aracın azami
genişliğinden 120 mm’den daha içerde olmamalıdır.
Yan koruyucunun arka kenarı, arkanın hemen önündeki tekerleğin üzerindeki lastiğin en uç kısmından
300 mm’den fazla mesafede olmamalıdır.
Arkadan çarpmaya karşı koruma demirinin en
alt kısmınının yerden yüksekliği en fazla 55, en
az 21,5 santimetre olmalıdır. Arkadan çarpmaya
karşı koruma demiri aracın her iki yanından en
fazla 10’ar santim ve arka kısmından en fazla 40
santim içeride olabilir. Bu hususlar 70/221/AT
yönetmeliğinde de belirtilmektedir.
metre olmalıdır. İki dingilli otobüslerin azami
uzunlukları 13,5 metre olabilirken üç ve daha
fazla dingilli otobüsler, en fazla 15 metre
uzunlukta olabilirler. Mafsallı (körüklü) otobüsler
için ise izin verilen azami uzunluk 18,75 metredir.
İzin verilen azami genişlikler frigorifik kasalı
araçlarda 2,60 metre iken L kategorisi hariç
diğer bütün araçlarda 2,55 metredir. Azami
yüksekliklerse L kategorisi hariç tüm araçlarda
4 metredir. Tüm boyutlarda yüzde 2’ye kadar
tolerans uygulanır, tolerans değerinin aşılması
muayenede kusurlu olarak değerlendirilir.
Yolcu Adedi
14 - 26 arası
26 - 50 arası
51 - 70 arası
70’den fazla
En Az Güvenlik Çıkışı
3
4
5
6
İç dikiz aynasıyla geri görüşü mümkün olmayan otobüs, kamyon ve çekici gibi araçların, her iki yanında en az
birer adet dış dikiz aynası bulunmalıdır. Bu durumda iç geriyi görme aynası olmayabilir. Dış dikiz aynalarının
ayarlanabilir olması, ayarlandıktan sonra kendiliğinden bu ayarın değişmemesi gerekir. Geri görüş aynaları,
normal sürüş şartlarında kararlı kalacak şekilde sabitlenmelidir. Sürücü normal konumunu önemli şekilde
değiştirmeden, dış dikiz aynalarından yeterli biçimde yararlanabilmelidir. Dış dikiz aynaları, aynadan itibaren
60 metre geriyi görmeyi sağlayabilmeli ve aynadan 20 metre gerideki yolun 4 metre genişliğindeki bölümü
de içine almalıdır. Azami yüklü ağırlığı 3 bin 500 kilogramı geçmeyen araçlarda bu değer 2,5 metredir.
Otobüslerde, azami yüklü ağırlığı 3 bin
500 kilogramdan fazla olan motorlu
araçlarda, yarı römorklar hariç, azami
yüklü ağırlığı 750 kilogram veya daha
fazla olan iki dingilli römorklarda en az
bir adet Tekerlek Takozu bulunmalıdır.
Üç veya daha fazla dingilli motorlu taşıtlarda, yarı römorklarda ve
azami yüklü ağırlığı 750 kilogram veya daha fazla olan tek dingilli
römorklardaysa en az iki adet Tekerlek Takozu bulunmalıdır.
Traktörler, motosikletler ile M2 ve
M3 kategorisindeki Sınıf I otobüsler
hariç, tüm araçlarda ve tarım römorkları da dâhil olmak üzere tüm
römorklarda araç yapısına uygun
en az bir adet yedek tekerlek (stepne) bulundurulması zorunludur.
Stepne araçların yük ve yolcu taşımalarına engel teşkil etmeyecek bir yerine, özel olarak üretilmiş tertibatla bağlanmalı ve burada taşınmalıdır.
İSTASYON
47
OYUN VE TEKNOLOJİ
HAZIRLAYAN: MÜFİT YILMAZ GÖKMEN
OYUN DÜNYASINDA NELER OLUYOR?
Yaşı ne olursa olsun birçok kişiyi saatlerce ekran karşısında tutan oyun sektörü, her geçen gün
yeni bir ürünle karşımıza çıkıyor. 2015’in ilk yarısını tamamladığımız şu günlerde, hem mevcut
hem de yeni oyunlarla ilgili son bilgileri derledik…
YILAN GERI DÖNDÜ!
n Cep telefonlarının
akıllanmaktan çok uzak
olduğu yıllarda, küçük
ekranların efsanesi haline
gelen “Snake / Yılan” oyunu,
tutkunlarıyla ilk buluştuğu
günden 18 yıl sonra tekrar
mobil cihazlara döndü.
Yılan, 1997 yılında Nokia
6110 ile hayatımıza girmiş
ve milyonları bağımlı haline
getirmişti. Oyunun tasarımcısı
Taneli Armanto, Rumilus
Design firmasıyla bir araya
gelerek iOS, Android ve
Windows Phone için Yılan’ın
yeni versiyonunu geliştirdi.
Kafamızı aşağıya eğik
konuma kilitleyen mobil oyun
efsanesi, yeni versiyonunda
meyveleri temsil eden siyah
noktalardan daha fazlasını
sunuyor. Kendi görseli ve
müziğine sahip 10 ayrı
bölümden oluşan Yılan,
hız kazandırıcı eşyaların
alınabileceği “meyve
dükkânı” da içeriyor. Dahası,
duvara çarptığınızda her şey
bitmiyor, tersine yılana U
dönüşü yaptırıp oyuna devam
ediyor.
WARCRAFT FİLMİ
BEKLENTİLERİ
AŞABİLİR
n Blizzard ve Legendary Pictures’ın çalışmalarına geçtiğimiz yıl başladığı ve sadece fotoğraflanması 123 gün süren Warcraft
filmi, sinema tarihinin en hummalı işlerine
sahne oluyor. En son olarak Güney Kore’nin
Battle.net sayfasında yayımlanan fotoğraflar, Spiral Cats cosplay ekibinin mükemmel
kostümlerini gözler önüne serdi. Canlı aksiyon ve bilgisayar tabanlı görüntülerden
(CGI) oluşacak Warcraft için belirlenen gösterim tarihi, 18 Aralık 2015 olarak belirlenmiş ancak daha sonra 16 Haziran 2016’ya
çekilmişti. Filmin yönetmeni Ducan Jones,
Warcraft’ın Yüzüklerin Efendisi’ni hatırlatacak derecede güçlü özel efektler içereceğini
belirtti. Filmin efektlerini, ödül sahibi stüdyo Industrial Light&Magic üstlendi.
Aktörler Ben Foster, Dominic Cooper, Travis
Fimmel ve Toby Kebbell’in rol alacağı film,
ortaya çıkan cosplay görüntüleri kadar etkileyici olacaksa 2016’da gişeleri yıkabilir.
İSTASYON
n Aksiyon türünde merakla beklenen oyunlar arasında olan “Batman: Arkham Knight”, 2014’te piyasaya sürülmesi beklenirken 2015’e sarkan oyunlardan biri olmuştu. Xbox One, PlayStation 4 ve
PC için Haziran başında çıkması planlanan oyun
Haziran sonuna ertelendi. Arkham Knight’ın geliştiricisi Rocksteady Games’in oyun direktörü Sef-
ton Hill, Arhkam serisinin efsanevi sonu için oyunseverleri biraz daha bekletmek zorunda kaldıkları
özür diledi. Rocksteady, sabırsızlığı biraz azaltmak
için PS4 ile oyunun oynanışı hakkında bilgi veren “Officer Down” adlı bir video yayımladı. Videonun sonlarında yer alan bir karakterin Breaking
Bad’den tanıdığımız aktör Jonathan Banks’e olan
benzerliği dikkat çekici. Banks’in yanı sıra aktörler
John Noble, Ashley Greene ve Scott Porter oyun
için seslendirme yaptı. Söylentiler, 2015’te konsola gelecek tek Batman oyunun Arkham Knight olmayacağı yönünde. Batman: Arkham Asylum ve
Batman: Arkham City’de Xbox One ve PS4 ile bu
yıl buluşabilir.
LEGEND OF ZELDA İÇİN 2016’YI
BEKLEMEK GEREKEBİLİR
n Nintendo, Wii U konsolu için üzerinde çalıştığı yeni
MOBİL OYUN EFSANESİ ZOR AYAKTA DURUYOR
n Mobil dünyanın sahip olduğu müthiş sirkülasyonu
düşündüğümüzde, 2009 yılında sunulan Farmville’in
bir efsane olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. İşte
bir zamanlar sabahın dördünde hasat yapmak veya
48
BATMAN: ARKHAM KNIGHT’A BİR ERTELEME DAHA
çiftlik hayvanlarını beslemek için yataktan çıkmayı
göze aldığınız oyunun yapımcısı, bugün ayakta zor duruyor. Küresel çalışan sayısını 364 kişi azaltmaya karar veren Zynga, Facebook’la olan işbirliğine rağmen
ilk günlerine dönmeyi yıllardır başaramadı. Hisse değeri 2012’de 5 Dolar’ın altını gören Zynga, aynı yıl
Facebook’tan ümidini kesmiş ve Çin merkezli sosyal
medya ağı Sina ile anlaşma yapmıştı.
Zynga CEO’su Mark Pincus, “Küçük takımların daha yaratıcı olabileceği” açıklamasını yaparken, 2016 sonuna
kadar 100 milyon Dolar tasarruf yapmayı planladıklarını söyledi. İpin ucu bir kez kaçtı mı, mobil dünyanın
akışına ayak uyduramayan firmalar, pasif gelir sağlayan platformlara çok şey borçlu. Bir zamanlar her gün
adını andığımız Angry Birds de bu kervana dâhil.
Legend of Zelda oyununun gecikeceğini duyurdu.
Yapımcı Eiji Aonuma tarafından yapılan açıklamada, oyunun Haziran ayında düzenlenecek E3 oyun fuarında gösterilmeyeceği duyurulmuştu. Nintendo’nun
Twitter’dan teyit ettiği ve oyunseverlerden sabırlı olmalarını istediği kararın ardından, Zelda’nın 2016’ya sarkacağı tahmin ediliyor. Aonuma, oyunun gecikmesindeki sebebi, belirli sürenin verdiği imkânların
dışına çıkarak daha fazla fikir ortaya koyma şansı, olarak tanımladı. Sırasıyla 20
ve 10 milyon satışlarını geride bırakan
PS4 ve Xbox One’ın ardından yeni yeni
toparlanmaya başlayan Wii U, Mayıs başında 9,5 milyon satış adedine ulaştığını açıkladı. En çok satan oyunlar arasında birinciliği 5 milyon kopyayla Mario Kart 8
alırken, New Super Mario Bros. U 4 8
milyonla ikinci, Nintendo Land 4,68
milyon ile üçüncü oldu. The Legend of Zelda: The Wind Waker HD ise 1,52 milyonla son sırada kaldı.
HOLOLENS
OYUN
ORTAĞINI
BULDU
n Microsoft’un Ocak ayında tanıttığı ve inanması ilk başta güç gelen hologram başlığı HoloLens,
en son gelişmelerden anlaşıldığı üzere oyun
odaklı bir ürün olacak. Oyun motoru Unity’nin
geliştiricilere HoloLens’in kapılarını aralaması,
başlığı nasıl kullanacağımız karmaşasını da azaltacak gibi görünüyor. PC, konsol, mobil ve web
tabanlı oyunlar geliştirilmesine olanak veren
Unity, yaptığı açıklamada HoloLens’in ana içeriklerini destekleyeceklerini belirtti. Bu içerikler, gerçek nesneleri tespit ederek
işlem yapılmasını sağlayan uzaysal haritalandırma, dikkatle baktığınız hedefi
seçebilme ve vücut dili ile ses tanımlaması olarak ifade edildi. Bu özelliklerle
uyumlu oyun geliştirilmesi, oyunseverler açısından son derece etkileyici olabilir, ancak rakipleri Oculus Rift ve Project Morpheus’a kıyasla HoloLens’in ne
zaman piyasaya sürüleceği bile henüz belli değil.
İSTASYON
49
SOSYAL MEDYA
LINKEDIN’IN EN HIZLI BÜYÜYEN ÜLKESI OLDUK!
n Türkiye 4 milyon 300 bin üyeyle LinkedIn’in en hızlı büyüyen ülkesi oldu. Bireysel kullanıcılardan sonra markaların da
yer aldığı LinkedIn, büyüme hızını sürdürüyor. Facebook, Twitter ve Instagram’dan sonra aktif kullanılmaya başlanan bu
mecra hakkında biraz istatistik verelim: Türkiye’deki 4 milyon 300 binden fazla LinkedIn kullanıcısının 500 binden fazlası, üst düzey karar verici pozisyonunda. Türk profesyonellerin
sektör dağılımı ise şu şekilde: Yüzde 14 satış, yüzde 11 mühendislik, yüzde 9 operasyon, yüzde 8 bilişim teknolojileri,
yüzde 6 girişimcilik. Türk profesyonellerin en çok takip ettiği markaları merak ediyorsanız, işte o markalar: Turkcell, THY, LC Waikiki, Avea, Türk Telekom, Garanti Bank,
Yıldız Holding, TEB, Tekfen Construction ve TÜBİTAK.
LinkedIn’de bireysel hesabınız varsa aktif kullanmanızı, yoksa hemen açmanızı tavsiye ediyoruz. Çalışanı olduğunuz markanın LinkedIn hesabı olmasıysa artık kaçınılmaz. LinkedIn’de marka
sayfalarının büyümesi için farklı reklam modelleri mevcut. Üyelerinin mecrayı kullanma alışkanlıklarını tahmin etmek zor değil. Hafta içi LinkedIn
hesaplarına giriş yapma oranları daha yüksek, hafta
sonu ise biraz daha düşük. Hafta içi mesai saatleri içerisinde
masa üstü bilgisayarlardan kullanılırken, mesai sonrası saatlerde ve hafta sonları, genellikle mobil cihazlar tercih ediliyor.
Tulû TILTAY, Topluluk Yönetimi Ekip Lideri, Likeable Istanbul
Foursquare rozetleri yeniden hayat buldu
n Foursquare, aslında beklendik bir sürprizle Swarm uygulamasını duyurdu. Uygulamayla birlikte ikiye bölünen Foursquare, ağırlıklı olarak mekân
keşfetmek amacıyla değerlendirilirken Swarm, check-in ve sosyal etkileşim
amacıyla kullanılmaya başlandı. Foursquare devrinde severek kullandığımız rozetler, liderlik tabloları ve Mayor’luklarsa neredeyse tarih olmuştu. En
azından biz öyle olduğunu varsayıyorduk... Geçtiğimiz günlerde herkesi şaşırtan bir güncellemeyle rozetler, yeni sürümle birlikte etiketlere çevrilerek
yeniden hayatımız girdi. Bu süreci eğlenceli bir oyuna dönüştüren Swarm, “Etiket Defterim” sekmesiyle bizleri oyunvari dünyasına sürüklüyor. Eski Foursquare
kullanıcıları, geçmişte kazandıkları rozetleri, burada adeta bir fabrikasyon süreciyle “Etiket Dönüştürücü 9000” adlı makine
yardımıyla otomatik olarak etikete dönüştürerek bu keyifli dünyaya hızlıca adapte olabiliyorlar. Etiket sisteminde hedef,
100 etiketin hepsini toplamak. Swarm
aynı zamanda lokalizasyon çalışmalarına da etiketlerle devam ediyor. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor
Bayramı’nda kullanıcılar etiketlerine bir de bu güne özel etiketi ekleyerek hedefe bir adım daha yaklaştılar. Swarm bu haliyle yeterince kullanıcıların dikkatini çekiyor. İlerleyen günlerdeyse bu oyunu daha eğlenceli hale getireceklerine hiç şüphe yok! Bekleyelim ve görelim...
50
İSTASYON
TÜVTÜRK’ten Periscope canlı yayını
n Bilindiği üzere yakın zamanda Twitter tarafından satın alınan Periscope uygulaması çok kısa sürede, çok sayıda kullanıcıya ulaştı ve dünyanın farklı yerlerinde birçok yayına ev sahipliği yaptı. Twitter hesabıyla bağlanılan Periscope’tan canlı yayın
yapmak, canlı yayınları izlemek, hatta beğenme ve yorum yapma seçenekleriyle interaktif bir iletişim de sağlamak mümkün. Üstelik canlı yayın, çekim sonunda kayıt
edilerek daha sonra video halinde izlenebilir. Yayını izleyen kişi sayısı, beğenen sayısı ve yayın süresi de görülebilir. Bir milyon kullanıcının yer aldığı Periscope’un büyüme rakamlarını ve hızının nasıl gelişeceğini ilerleyen dönemlerde izleyeceğiz.
Sosyal medya hesaplarını aktif kullanan TÜVTÜRK ise Twitter hesabından
Periscope yayını yaptı ve Periscope’u Türkiye’de ilk kullanan markalardan biri
oldu. “Allgaeu Orient / Doğu Batı Dostluk ve Barış Rallisi” etkinliğinden gerçekleştirilen yayında, 111 takım ve 333 aracın Türkiye etabına başlamasını takipçileriyle buluşturdu. Canlı yayını kaçıranlar, etkinliğin fotoğraflarına TÜVTÜRK’ün
Facebook sayfasından ulaşabilir.
Tweet at, kilidi aç!
SNAPCHAT ARTIK
İSTANBUL’DA
Sosyal medya yaşamınızın bir parçasıysa ve gezip gördüklerinizi
herkesle paylaşmayı önemsiyorsanız, Snapchat’e yeni eklenen
İstanbul etiketi tam size göre.
n Özellikle yeni nesilin sıklıkla kullandığı sosyal
medya mecrası olan Snapchat, geçtiğimiz haftalarda İstanbul etiketini duyurdu. Snapchat’in bu
yeni özelliği sayesinde gözler New York, Dublin, Miami ve Londra’dan sonra İstanbul’a doğru çevrildi. İstanbul kategorisiyle Snapchat, tüm
dünyadaki kullanıcıları “hikâyem” başlığı altında
İstanbul’a bir gezintiye davet ediyor. Peki, İstanbul etiketli fotoğraflarda bizleri neler bekliyor?
İstanbul denince aklınıza gelen şeyleri düşünün.
Türk kahvesi, gece hayatı, yöresel yemek kültürü, trafiği, tarihi mekânları ve çay, simit, vapur
üçlüsü derken liste uzayıp gidiyor. Farklı kültürleri ve tarihi mirası bir arada bulunduran bu
kozmopolit şehir, Snapchat kullanıcılarının da
hayli dikkatini çekiyor. Siz de “İstanbul’u bir de
benim gözümden deneyimleyin,” diyenlerdenseniz yapmanız gereken Snapchat’te çektiğiniz fotoğrafı sağ ya da sol tarafa çekerek İstanbul etiket ve filtrelerinden bir tanesini seçtikten
sonra İstanbul kategorisine bir tik atmanız. Yaratıcılığın ve İstanbul’un karşınıza çıkaracaklarının sınırı yok. Şimdi top sizde...
n Twitter, bu sene içinde 15 yeni reklam modeli yayınlayacağı söylentilerini, yayınladığı reklam
ürünleriyle doğruluyor. Twitter’ın yeni reklam
ürünlerinde yerini alan Flock to Unlock, markalara etkileşim garantili reklam platformu sağlıyor. Flock to Unlock, markaların kilitli içerikler
oluşturabildikleri ve bu kilitli içeriklere erişebilmek için hayranlarının önceden belirlenen koşulları sağlamalarının gerektiği bir sistem. Bu reklam platformunda takipçilerden beklenen, kilitli
tweet’leri ulaşılabilir hale getirmek için belirlenen sayıda tweet atması ya da tweet’leri retweet etmesi. Twitter, bu yeni reklam modelindeki
kilitli içeriklerle marka hayranlarının merak duygusunu harekete geçirerek etkileşimi artırmayı amaçlıyor.
Ülkemizde de kullanılmaya başlanan bu reklam
platformunu Twitter, ilk olarak Puma ile ortaklaşa hazırladığı bir kampanyayla hayata geçirdi.
Bakalım, Twitter’ın bu avantajlı kampanya platformu Flock to Unlock’u hangi markalar benimseyecek ve nasıl kullanacaklar?
Meltem Cihan, Dijital Reklam Yazarı, Likeable Istanbul
Tuğçe Arugün, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul
Tinder artık
Instagram’la da
entegre
n Bir süre önce ücretli abonelik modeline ge-
çen popüler mobil chat sistemi Tinder, artık
Instagram’a entegre. Tinder, gerçekleştirdiği son güncellemesiyle Instagram uygulamasına tam entegrasyon sağladığını açıkladı. Böylece Tinder kullanıcıları, hesaplarını Instagram
hesaplarına bağlayarak fotoğraflarına söz konusu mecrada da yer verebilecekler. Bu yeni
güncellemeyle Tinder, kullanım oranını artırırken, kullanıcılarına da profil bilgilerine ekleyecekleri Instagram fotoğraflarıyla birlikte
ağını ve çevresini genişletebilme olanağı sunuyor. Bu güncellemenin kullanıcılara sağla-
dığı bir diğer avantajsa Tinder’dan kendilerini
ekleyen kişilerin hayatlarına dair daha çok bilgi edinebilmeleri, bu kişilerin sahte olup olmadığını anlama şansı yakalamaları. İlk deneysel
reklamını yayınlayan arkadaş bulma platformu
Tinder, bu güncellemeyle kullanıcı kitlesinin
çeşitliliğini artıracak ve sağlanacak artışla bu
platform markalar için daha kullanılır ve daha
yaratıcı bir mecra haline gelecek.
Sosyal medya sayfaları
ve
tarafından hazırlanmıştır.
İSTASYON
51
ÇOCUK
56 MİLYON
YIL ÖNCE
ATLAR
EV
KEDİLERİ
Garip
AMA
,
Gercek
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
SENİ ŞAŞIRTACAK
SÜRER.
kanat açıklığı bir
iPad kadar uzundur.
BAZI EŞEKARILARI
ÇAKILLARI ÇEKİÇ
ŞEKLİNDE
KULLANARAK
gözkapağı
vardır.
YUVALARININ
İÇİNİ TOPRAKLA
DOLDURUR.
Bulgaristan’da
insanlar
fotoğraf
çektirirken
lahana der.
ir.
ed
Bir çilekte
ortalama
200
AVUSTRALYA’D
A
MÜZİSYENLER
SADECE
KÖPEKLERİN
DUYABİLDİĞİ
BU OYUNU
DOMUZ GİBİ
SEVİYORUM!
İDRAR KESEN
TAMAMEN DOLU
OLDUĞUNDA DAHA
BAZI KOBRALAR
ZEHİRLERİNİ
YAKLAŞIK
2 METRE UZAĞA,
YÜKS FREKAN
SL
NOTALARLAEK
BİR KONSER IVE
RDİ.
Domuzlar bilgisayar
oyunu oynamayı
öğrenebilir.
ALIRSIN.
ellerinde ve
yüzde 26’sı
ATLAS KELEBEĞİNİN
kırpmak,
uyumak ve
gözü temiz
tutmak için
üç ayrı
DOĞRU KARARLAR
du
k
kle
emi
rin
SOYULMUŞ
MUZ SİYAH
IŞIK ALTINDA
MAVİ
GÖRÜNÜR.
u
üc
Baykuşun
dinlerken
DAHA FAZLA SÜT
ÜRETEBİLİR.
10.000 YIL
ki
KADARDI.
MANDIRA
İNEKLERİ
KLASİK MÜZİK
IŞIĞIN
GÜNEŞ’İN
ÇEKİRDEĞİNDEN
YÜZEYİNE
ULAŞMASI EN AZ
a
nd
zin boyu kadar uzayab
palmiye türünün yapr
u
r
i
a kları 2 li m
i lir.
B
YANİ BİR
GOLF
SOPASININ
UZUNLUĞU
KADAR İLERİYE
FIRLATABİLİR.
Merkür’de
Güneş günde
iki defa doğup
batıyormuş gibi
görünür.
Garip Ama
Gerçek ve daha
fazla interaktif
n
konuyu NG KIDS’i
e
nd
isi
rg
de
d
iPa
bulabilirsin.
ind
bil
ek
ler
V
RAK
MİZLEYİCİSİ OLA
TE
I
ID
Ğ
A
K
R
A
UV
OYUN HAMU
Rİİ D
LE
RU
NCE
İZLEYİCİSİ OLARAK
ÖN
M
CEL
ER
U Ö
DIIÖNTE
DU
ĞI
OYDU
KARU
UNVA
RMU
HAMUR
ĞID
HA
TE
MİZ
OYUN HA
Rİ
CEL
İCİS
LE
ERLEY
İR
CE
OLKA
İ DU
ARĞID
ÖN
AKI TEMİZLEYİCİSİ OL
VA
MURU
OYUN
ARAK
KULLANILIYO
RD
.
U.
U
D
URU ÖNCELERİ DUVAR KAĞIDI TEMİZLEYİCİSİ
KULLANILIYOR OLARAK KULLANILIYORDU.
KULLANILIYORDU.
YORDU.
52
İSTASYON
tohum
vardır.
Bu konu NATIONAL GEOGRAPHIC KIDS Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIDS abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
53
KÜLTÜR
SANAT
RESSAMLARIN RENKLERI
Takipçini artır,
rolü kap!
n Devir değişti ve sinema sektörü de
kendi insan kaynağını sosyal medya
verilerine bakarak oluşturmaya başladı. Yeni isim ya da yükselen yıldız arayışı içine giren beyazperde patronları, sosyal medyada ünlenen isimlerin
oyuncu seçimlerinde önemli bir role
sahip olduğunu düşünüyor.
Hollywood ve Toronto merkezli film
şirketi Tom Cat Films’in CEO’su Ted
Chalmers, son filmi “Karanlığın Meleği” için buldukları başrol oyuncusuna
Facebook aracılığıyla ulaştıklarını belirtiyor. 200 bin takipçisi bulunan Nicole Hoffman, sosyal medyadaki popülerliği sebebiyle Hollywood yapımı
filmlerde kendine rol bulabildi. Chalmers, Hoffman’ın hayran kitlesinin
çok yüksek olduğunu; filmin tanıtımı
ve finansmanında bu kitlenin kendile-
rine büyük katkı sağladığını ifade etti.
Sosyal medya uzmanı Oliver Luckett
de “Dünya yıldızları, her zaman en büyük hayran kitlesine sahip olmak zorunda değil. Şu anda Facebook’da en
çok takipçisi bulunan isim 92 milyon
ile “Hızlı ve Öfkeli” filminin yıldızı Vin
Diesel. Tom Cruise (8.9 milyon takipçi) gibi isimlerse bunun çok gerisinde kalıyor” dedi. Eskiden oyuncuların İMDB puanı ve hakkında yapılan
yorum baz alınırken, sosyal medyanın gelişmesiyle Twitter’daki popülerliği gibi ölçütler göz önünde bulunduruluyor.
54
İSTASYON
Renkler, ressamlar için ziyadesiyle önemli. Öyle ki, geçen yüzyıllarda ressamlar
farklı renkleri yaratmak için arsenik bile kullandılar.
POP DA EVRIM GEÇIRIR
Üretim ve tüketim biçimlerindeki değişimin, yaratım sürecini de etkileyerek farklı
yönelimleri ortaya çıkardığı bir gerçek. Misal pop müzik… Araştırmacılar son 40 yıl
içerisinde pop müziğin üç önemli aşamadan geçtiği kanaatinde.
n Popüler müziğin dünya üzerinde milyonlarca hayran
kitlesine sahip olduğu bir gerçek... Pop müzik üzerine
incelemelerde bulunan uzmanlar, 1960 ila 2010 yılları
arasında bu türün üç önemli aşamadan geçtiğine kanaat getirdiler. Royal Society Open Science dergisinde yayınlanan araştırmada, tam 17 bin şarkı, Queen Mary ve
Imperial College London üniversitelerinden uzmanlarca
incelendi. Araştırmalar sonucunda, pop müzik şarkılarının hep aynı sounda sahip olduğu iddiası da çürütüldü.
Londra’daki Queen Marry Üniversitesi’nden Dr. Matthias
Mauch, “Çeşitliliğin nasıl değiştiğini görebilmek, müzik
listelerinin giderek daha karaktersiz hale gelip gelmediğini ölçebilmek gerçekten etkileyici,” diyor ve ekliyor:
“Birçok kişi, müziğin her geçen gün daha da kötüye gittiğini iddia ediyor, ama biz böyle bir şey bulamadık. Bestelerin ve müzik listelerinin giderek karaktersizleştiğine
dair bir eğilim yok.”
Araştırmacılar şarkıları ses uyumu (armoni), akor de-
ğişiklikleri ve tınılara bakarak zamanla bu özelliklerin
nasıl değiştiğini inceledi. 1960’ların başlarında, dominant yedili akor olarak bilinen ve daha çok blues ve caz
türlerinde rastlanan akorlar ölmeye başlıyor. Onun yerine 1964 yılında Beatles’dan Rolling Stones’a, İngiliz
grupların sahneye çıkışıyla yeni radikal bir rock soundu
devreye giriyor. Araştırmacılar bunun biçime yönelik ilk
devrim olduğunu söylüyor. Bu dönemde listelerde çok
hızlı değişimler gözleniyor. Yeni teknolojiler, synthesizerlar, samplelar ve elektronik bateri 1983 yılında ikinci
büyük değişikliği getirirken, 1991’de gerçekleşen üçüncü
devrim, rap ve hip-hop sahnesinde gerçekleşiyor.
Buradan da anlaşılacağı üzere pop müzik 50 yıllık
dönem boyunca sürekli değişiyor. Ancak bu dönemde
kısa bir aralık var, 1980’lerde Arena Rock’un gelişiyle bir
süre çeşitlilik kayboluyor. Araştırmacılar müzikteki bazı
değişikliklerin daha yavaş gerçekleştiğini, ama etkilerinin büyük olduğunu söylüyor.
Her yanımız caz
n İstanbul’un en önemli uluslararası müzik etkinliklerinden Caz Festivali, 27 Haziran’dan itibaren caz
tutkunlarını ağırlamaya başladı. 22. İstanbul Caz
Festivali’nde kimler yok ki… Joan Baez, Jools Holland, Marcus Miller, Melody Gardot, Tigran Hamasyan ve daha onlarca müzisyen. 27 Haziran Cumartesi
günü saatler 21.00’ı gösterdiğinde Avusturya Başkonsolosluğu, Avusturya Kültür Ofisi Bahçesi’ndeki etkinlikle başlayan festival, yüzlerce caz severin ajandasında
önemli bir yer kaplıyor. Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün
Emin Fındıkoğlu’na verildiği festivalde, kapanış partisi
15 Temmuz’da Küçük Çiftlik Park’ta yapılacak. Partide
sahneye önce sıra dışı yeteneğiyle göz dolduran ABD’li
genç trompetçi Theo Croker çıkacak. Croker, perfor-
Chris Potter, cazseverlerin karşısına 13 Temmuz Pazartesi günü saat
21.00’da Cemal Reşit Rey salonunda çıkacak.
mansının ardından sahneyi soul müziğin geleceği olarak gösterilen Avustralyalı grup Hiatus Kaiyote’e devredecek. Gecenin son konserindeyse Bill Withers ve Otis
Redding gibi devlerle kıyaslanan genç soul müzisyeni
Michael Kiwanuka dinleyicilerle buluşacak.
Sumru
Yavrucuk’tan
yeni oyun
Canlandırdığı rollerle
hepimizin gönlüne taht
kuran Sumru Yavrucuk,
yeni oyunu Shirley için
Türkiye turnesinde...
n Tiyatro ve sinemamızın önemli isimlerinden Sumru Yavrucuk, şu
günlerde hayli yoğun. Zira kendisi,
yeni oyunu Shirley’in Türkiye turnesini gerçekleştiriyor. Tek kişilik müzikli
komedi olan Shirley, bir kadının kendini yeniden tanıma ve tanımlama
gayretini anlatıyor. Toplumun ona
yüklediği rollerin hepsini yerine getiren; çocuklarını büyüten, hayatını çocuklarına ve kocasına adayan, dahası dertlerini, hayallerini, korkularını
sadece mutfağın duvarıyla paylaşan
Shirley’in hayatı, tek arkadaşı Jane’in
aldığı Bodrum seyahati biletiyle değişir. Londra’dan Bodrum’a uzanan
bu özgürleşme hikâyesinin prömiyeri 26 Haziran’da Bodrum’da yapıldı.
Yaz boyunca Türkiye’nin çeşitli illerini dolaşacak olan oyun, Ekim ayında
itibaren İstanbullu tiyatro tutkunlarıyla buluşacak.
n Mega Star olarak anılan Tarkan’ın bir boya firmasının
reklamında söylediği şarkıyı duymayan kaldı mı? Hani şu
“Hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki…” sözlerinin bulunduğu reklamdan söz ediyoruz. Hayattan rengi alınca geriye pek de bir şey kalmıyor hakikaten. Zira renkler, yaşamımızda sandığımızdan çok daha önemli. Bu gerçekten
yola çıkan BBC Kültür Servisi, çok güzel bir haber yayınladı geçtiğimiz günlerde. Fiona Macdonald imzalı haberde Titian kızılından Yves Klein mavisine kadar bazı renklerle bazı ressamlar özdeşleştiriliyordu. İşte o haberden
bazı bölümler.
1947 yılında kumsalda uzanıp gökyüzüne bakan Fransız ressam Yves Klein, çok değil 14 yıl sonra Klein mavisinin patentini aldı. Krom yeşilindeyse Henri Rousseau ve
Paul Cezanne isimlerini anmadan geçmek olmaz. 19’uncu
yüzyıla kadar yeşili elde etmek için maviyle sarı karıştırılıyorsa da Rousseau ve Cezanne’nin doğa resimlerinde
krom ve zümrüt yeşili gibi pigmentler kullanmasıyla birlikte renk yelpazesi biraz daha genişledi.
Peki ya Van Gogh… Van Gogh, sarının “mutluluğun
rengi” olduğunu düşünen ressamlardandı. Gerçi doktorların yazdığı kimi ilaçların onun sarı görmesine neden olduğu ve bu rengin Van Gogh’un hayatında önemli bir yer
tuttuğu iddia edilse de bu tam olarak kanıtlanmış bir veri
değil. Gelelim leylak rengine… Avrupa’da mor, kraliye-
tin geleneksel rengiydi. Leylak rengi, 1862 de tamamen
tesadüf eseri İngiliz bir eczacı olan William Perkin tarafından bulundu. Peki ya Titan rengi dersek… Birçoğumuzun hafızasında bu renk kızıl kahverengi olarak yer alıyor. 16’ncı yüzyılda Titian adlı ressam, her ne kadar zehir
içerse de kadınların buklelerini kızıl kahverengi yapabilmek için arsenik sülfür mineralini kullanmaya başladı. Ve
böylece özellikle 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda Titian kızılı tanımlaması yayın olarak kullanılmaya başlandı. Ressamlarla birlikte anılan bir diğer renkse siyah… İnsanlık
tarihinin ön önemli aydınlanma dönemi olan Rönesans’ta
ressamlar, siyah rengi üretebilmek için kemik ya da fildişi yakıyor, gaz lambalarının isini topluyor, yanmış üzüm
asmaları üretiyorlardı. O yıllarda siyah ölümü çağrıştıran
bir renkti. Ta ki 1915’te Rus ressam Kazimir Maleviç’e kadar. Siyah Kare adını verdiği bir resim yapan Maleviç, bu
eseriyle siyaha başka bir anlam katmakla kalmayıp Süprematizm akımını da yaratmış oldu. Öyle ki 1935 yılında
öldüğünde hayranları üzerinde siyah kareler olan bayraklar taşımıştı; mezar taşı ise beyaz bir küpün içindeki
siyah kareden ibaretti…
Evet, Tarkan’ın bir boya firmasının reklamında dediği
gibi, “hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki…” Hayat tüm
renklerle birlikte güzel, ama renklerin nasıl ortaya çıktığını bilmek de bir o kadar önemli.
İSTASYON
55
Tutkunluk yaratan bir ralli
Allgäu Orient Ralli, nam-ı diğer Doğu Batı Dostluk ve Barış Rallisi her yıl olduğu gibi
bu sene de katılımcılarına heyecanlı dakikalar yaşattı. Ralliye katılan NTV muhabiri
Fulya Canşen, izlenimlerini İstasyon okurlarıyla paylaştı. YAZI: FULYA CANŞEN FOTOĞRAFLAR: ALMUT ELHARDT
B
iri bana bundan üç ay önce bir ralliye katılacağıma dair kehanette bulunsaydı, kahkahalarla gülerdim.
Ben, arabaların yüzüne bile bakmayan ben ve ralli. Nasıl oldu bilemiyorum, cesur
bir teklif ve cesur bir kararla üç hafta boyunca
Allgäu Orient Ralli’ye yani Doğu Batı Dostluk
ve Barış Rallisi’ne katıldım. İyi ki katılmışım.
Aksi halde onlarca deneyimden, güzel andan
ve dosttan mahrum kalacaktım.
Her şeyden önce söyleyeyim Allgäu Rallisi, öyle en hızlı olanın kazandığı türden bir ralli değil. Asıl amacı istikameti üzerinde bulunan
ülkelerde ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmak. Allgäu’a bağlı Oberstaufen’dan üç
dinin temsilcilerinin bulunduğu kucaklayıcı bir törenle başlayan ralliye bu yıl
250 eski otomobil ve 500’e yakın rallici katıldı. Ralliyi yaklaşık 8 bin kilometre kat ederek Ürdün’de, Lut Gölü’nde bitirdik. Hedefe ulaşan otomobiller, her
yıl olduğu gibi, parçalara ayrılarak satılsın ve elde edilen gelir, duyma özürlü
çocukların ameliyat edilsin diye, bir yardım kuruluşuna verilmek üzere Ürdün
Krallığı’na hibe edildi. Ralliyle ilgili ayrıntılı bilgiyi internet ortamında bulmak
mümkün... O yüzden ben daha çok yaşadıklarım ve öğrendiklerimden söz etmek istiyorum.
56
İSTASYON
Bir kere rallide birlikte seyahat ettiğiniz takım çok önemli. Ben ve Köln’den fotoğraf sanatçısı arkadaşım Almut Elhardt, önce “Queens of Peace / Barışın Kraliçeleri” adlı İsrail,
Filistin ve Ürdünlü kadınlardan oluşan bir takımla hareket ettik. Bize de uyan bir takımdı
bu. Malum Ortadoğu barışının bütün aktörleri
vardı. Ancak ilk gün onları kaybettik ve aralarında organizasyondan arkadaşların da bulunduğu erkeklerden oluşan bir takıma sığındık.
İsabet olmuş, zira Ortadoğu barışı gibi kraliçeler de daha İstanbul’a varmadan dağılıp yok
oldu. Yola devam ettiğimiz takımsa çoğu Balkan ülkelerinden nev-i şahsına münhasır ralli-
cilerinden ibaretti. İsmi gibi mutaassıp ama bir
o kadar doğa hayranı Çorumlu Hacı’yı ben, içimizdeki en mücadeleci sürücü olarak seçtim.
Hacı, başına gelmedik sorun kalmayan sarı
otomobilini Bosnalı tamirci Osmanoviç’in katkılarıyla tek başına Edirne sınırına kadar getirdi. Osmanoviç O’nun, O da Osmanoviç’in dilinden anlamasa da bağırış çağırış, güle oynaya
anlaştılar. Edirne’den İstanbul’a çekiciyle getirilen sarı otomobili, Alman Richard devraldı.
Richard, yüze yakın tırı olan kelli felli bir işadamı ama gönlü Çin tıbbında. Karın, baş ve bel
ağrılarına elleriyle şifa buluyor. Richard, söz
verdiği gibi otomobile iki saatte bir yağ doldurup bujisini değiştirme pahasına denizi göstermeyi başardı. Takımın en neşeli
rallicilerinden biri Makedonya vatandaşı
Arnavut Muhammet’ti. Çörek otundan
ürettiği kolanın tanıtımını yapmak için
ralliye katılmış ama, mertliği, cömertliği
ve Türkiye sevgisiyle gönüllerin birincisi
oldu. Uşaklı ve Berlinli Ahmet ağabeyse her yıl doğum gününü ralli sırasında
kutluyor. Enerjisine bakarsanız altmışında gibi değil. İçindeki insan sevgisi,
hayata espriyle bakışı ve toparlayıcı tavrı O’nu rallinin ayrılmaz bir parçası yapıyor. Ralli derneğinin ikinci başkanı ve
Türkiye etabının organizatörü Nadir Serin ise uzun yıllardır ralliye katılıyor, ama
adeta her yılı ilk gibi yaşıyor. Hız yapmakta ve
yol kaybetmekte üstüne yok! Ancak ralliye katılan herkes O’nun sayesinde Türkiye’ye hayran
kaldı. Bana ve Almut’a ölmeden yapılacaklar
listesinde yer alması gereken bu macerayı yaşattığı için minnettarım. Son olarak da rallinin
sürekli sponsorlarından olan TÜVTÜRK’ün
İletişim ve Müşteri Tecrübesi Yönetmeni Mahmut Sipahi de Türkiye etabından itibaren bizimleydi. Çöl etabı dâhil birçok etapta kendisiyle keyifli bir yolculuk yaptık. İşte, ilk koşul
tamam, bu takımla dünyanın bir ucuna bile gidebilirsiniz. Benim için ralli arkadaşlığı asker
arkadaşlığı gibi kutsal artık.
Rallinin ikinci önemli noktası disiplin… Benim de ilk başta düşündüğüm gibi turistik bir
gezi değil bu. Hani şurada duralım güzel bir yemek yiyelim, buradan dostlara hediyeler alalım
dediniz mi hedefe ulaşmanız mümkün olmayabilir. Bir kere gece kaçta ve nerede yatarsanız yatın erken kalkacaksınız. Çünkü yol uzun.
11,11 Euro’nun üzerinde otel parası ödemek de
otoyol ya da GPS kullanmak da diskalifiye olmanız için sebep. O yüzden dersinizi önceden çalışacaksınız. Yol bulmaktan önemli görevleriniz de var. Ralli organizatörleri bunları,
Roadmap, yani kılavuz kitapta bir bir sıralamışlar. Aşama aşama mühür vurdurulan Roadmap, daha sonra ilk üçe giren takımı tespit
etmek için de önemli. Disiplin dedik ama azim
ve cesaret de ralliyi tamamlamak için gerekli iki
özellik. Azim vazgeçmemek, cesaret Çin rallisi
denen riskli ama bir o kadar keyifli etapları geçmek için lazım.
Rallicilerin bu yıl en hayran kaldığı Çin rallisi etabı, Çankırı’dan Çorum’a giderken, Yazılıkaya, Hattuşaş ve Alacahöyük güzergâhındaki
dar toprak sokaklardan geçen etap oldu. Ben
de bu kadar yıldır görmek istediğim bu tarihi mekânları heyecanla izledim. Benim için en
güzel Çin rallisi etabı, Uşak Ulubey kanyonunu geçmek oldu. Altı kilometrelik bu etabı tamamlamak bir çeşit otomobille rafting yapmak gibi. Siz Ulubey kanyonunun dünyanın
ikinci büyük kanyonu olduğunu biliyor muydunuz? Ben utanarak yeni öğrendim. Utanarak öğrendiğim bir başka detay da bu kanyonun deri sanayinin atıkları yüzünden tehlike
altında olması. Bir üçüncü Çin rallisi etabı da
Ürdün’ün başkenti Amman yakınlarında çölde yaptığımız yolculuktu. Otomobil inip kalkarken, toz bulutlarından göz gözü görmüyordu ve biz çocuklar gibi şendik. Allgäu Doğu
Batı Dostluk Rallisi’nin en güzel yanı sadece bizi değil, çocukları da sevindirmek. Yıl boyunca bu etkinliğe hazırlanan ralliciler, otomobillerini çocuklara dağıtacakları hediyelerle
doldurmuş. Takımlardan biri, Suriyeli mülteci çocuklara vermek üzere bütün yıl kazak ve
ceket örmüş, bir başka takım müzik enstrümanları, bir diğeriyse Alman ordusunun 20
yıl dayanan kumanyasını toplamış. Bilgisayarlar, oyuncaklar, kırtasiye ve spor malzemelerinin çeşidi saymakla bitmez. Ralliciler, kendilerine ralliye başlamadan önce tekleri dağıtılan
ayakkabıların eşlerini buldular ve Alaşehirlilere bir kamyon dolusu ayakkabı bağışladılar. Yine Oberstaufen’da otomobillerine yüklediği tahtaları ralliciler, Ulubey’de yeni inşa
edilen caddeye bank yapılsın diye törenle verdiler. Ürdünlü çocuklar, okul çantalarına ve
çocuk müzesi önünde oluşan hediye tepeciği-
ne ralliciler sayesinde kavuştu. Nakdi yardımlardan söz etmiyorum bile. Ralliciler sadece
vermediler aldılar da. Türkiye ve Ürdünlülerin
dostluğu, yakınlığı, sıcaklığı ve misafirperverliği karşısında mutluluktan gözleri doldu. Hiç
beklemedikleri doğal güzelliklerden de sonuna kadar yararlandılar.
Daha anlatacak çok şey var. Gördünüz ya
ralliye katılmak, askerlik yapmak gibi.
Erkekler askerlik anılarını durup durup anlatır ya, ben de ralli anılarımı mütemadiyen anlatabilirim. Sormanız yeter. Rallinin askerlikten farkı var ama özgürlük duygusu. İşte bu
yüzden alışkanlık yapıyor. Bir daha gider miyim? Giderim tabii…
İSTASYON
57
TÜVTÜRK
Deneyim, en önemli
rehberdir
ÇOCUK GÖZÜYLE TRAFIK
Milli Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve TÜVTÜRK işbirliğinde yürütülen Can Dostları Hareketi kapsamında düzenlenen resim yarışması sonuçlandı. 20142015 eğitim öğretim yılında pilot okullardaki dördüncü sınıf
öğrencilerinin katılabildiği yarışma, 23 Şubat’ta başlamış ve 3
Nisan’a kadar devam etmişti. Yarışmanın şartnamesi doğrultusunda, dördüncü sınıf öğrencilerinin edindikleri bilgi ve becerileri kullanarak, trafik güvenliğiyle ilgili serbest teknik ve
malzemeyle yaptıkları resimler, tarafsız ve bağımsız jüri tarafından 28 Nisan’da değerlendirildi. Buna göre Rize Cumhuriyet İlkokulu’ndan Meryem Çelik birinci, İstanbul Celalettin Gözüsulu İlkokulu’ndan İrem Şimşek ikinci, Sinop
Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’ndan Hasan Kalfaoğlu üçüncü oldu. Kazanan çocuklara ödüllerini vermek üzere her üç ilde de tören düzenlendi. İstanbul’daki
törende ödül TÜVTÜRK Genel Müdürlüğü yetkilileri tarafından takEmniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye’de en az muayedim edilirken, Rize’deki törene iş ortağı Parkur AŞ’yi temsilen
neye gelen araç cinsi olan motosikletlere muayene erişimini kolaylaşSefer Karamehmetoğlu; Sinop’taki etkinliğeyse Özön
tırmayı amaçlayan TÜVTÜRK, 15 ili kapsayan yeni bir uygulama başAŞ’yi temsilen Levent Özön katıldı.
lattı. Uygulamaya göre Hatay, Adana, Afyonkarahisar, Antalya, Aydın,
Balıkesir, Çanakkale, Denizli, Tekirdağ, İzmir, Konya, Kütahya, Manisa, Mersin ve Muğla’da köy ve belde merkezlerini ziyaret eden Gezici
Traktör Muayene İstasyonları, motosikletler için de muayene hizmeti veriyor. TÜVTÜRK, bu yeni uygulamayla ülke genelinde muayenesiz
motosiklet oranını kayda değer oranda azaltarak, trafik güvenliğine
büyük katkı sağlamayı hedefliyor. Motosiklet sahipleri, Gezici Traktör ve Muayene İstasyonları’ndan hizmet almak
için www.tuvturk.com.tr web sitesinden ve
0 850 222 88 88 numaralı çağrı merkezinden bilgi alabilirler.
TÜVTÜRK CEO’su Kemal Ören, Gazi Üniversitesi kariyer günleri kapsamında mezun olduğu okulu ziyaret ederek deneyimlerini
öğrencilerle paylaştı. Öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği etkinlikle
Ören, kariyerini hedefleri doğrultusunda nasıl şekillendirdiğini ve
hedef koymanın önemini, yaşamından verdiği örnekler eşliğinde anlattı. Sektördeki önemli firmaların katılımıyla gerçekleşen
etkinlikte öğrencilerin bir bölümü, TÜVTÜRK standını ziyaret
ederek iş ve staj başvurularında bulundu. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, kariyer günündeki
paylaşımları nedeniyle Kemal Ören’e bir plaket takdim etti.
HEDEF MUAYENE
SAYISINI ARTIRMAK!
AFTAN BINLERCE ARAÇ
SAHIBI YARARLANDI
Milyonlarca araç sahibini yakından ilgilendiren araç muayene gecikme cezalarının indirimli ödenmesini sağlayan düzenleme, 30 Haziran’da
sona erdi. 2015’in ilk beş ayında 412 bin araç sahibinin yararlandığı bu uygulamayla, araç muayenesini bir yıl geciktirenler 30 Haziran’a kadar araç
muayenesini yaptırarak 100 yerine yaklaşık 18 TL,
10 yıldır muayeneye gelmeyen traktör sahipleriyse
510 yerine yaklaşık 62 TL ceza ödeme fırsatı yakaladı. Kamuoyunda Torba Yasa olarak adlandırılan
6552 sayılı kanun düzenlemesinin 30 Eylül 2014’te
yürürlüğe girmesiyle birlikte araç muayene gecikme cezasına getirilen indirim fırsatı, araç sahipleri
tarafından büyük ilgiyle karşılandı. TÜVTÜRK, Eylül
2014 ila Haziran 2015 arasında Türkiye genelinde
1,8 milyon araç sahibinin bu fırsattan yararlanarak
gecikme borçlarını indirimli olarak ödediğini açıkladı. Düzenlemeyle sadece 2014 yılında 350 bin
araç ilk defa muayeneye geldi, böylece bu
araçların trafikte herkes için risk oluşturmasının önüne geçilmiş oldu.
58
İSTASYON
CITA
kongresi
Dubai’de
yapıldı
MOTOSIKLET MUAYENE
ISTASYONLARINDA EGZOZ
GAZI EMISYON ÖLÇÜMÜ
Uluslararası Araç Muayene Komitesi’nin
(CITA) Genel Kurul ve Kongre’si, 14-16
Nisan’da Dubai’de yapıldı. Dünya çapında
araç muayene kuruluşları, yasal otorite temsilcileri ve ilgili diğer tarafların bulunduğu etkinlikte, TÜVTÜRK adına kongreye katılan Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa, “Suistimal ile Mücadele” başlıklı bir
sunum yaptı.
Ülkemizde otomobiller için ilk üç yıl sonunda ve devamında iki yılda bir; ticari ve diğer tüm araçlar içinse
her yıl yaptırılması kanuni bir zorunluluk olan egzoz gazı emisyon ölçümü, araçların muayenesinde önemli bir
yer tutuyor. Öyle ki, egzoz gazı emisyon ölçümünü yaptırmamış olan araçlar “ağır kusur” kapsamında değerlendiriliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen yol kenarı denetimlerinde, egzoz gazı emisyon
pulu olmayanlar 963 TL para cezası ödemek durumunda kalıyor. Söz konusu ölçümler, TÜVTÜRK’ün 81 ildeki 199
istasyonunda kolayca yaptırabiliyor. Yeni bir uygulamayla bu sayı daha da arttı, çünkü artık egzoz gazı emisyon
ölçümleri TÜVTÜRK’ün İstanbul Maslak, İzmir, Antalya ve Fethiye’de bulunan ve sadece motosikletlere hizmet veren dört muayene istasyonunda da yaptırılabiliyor.
Teknik Kalite
ve İSGÇ Yöneticileri
Toplantısı
İkinci Teknik, Kalite ve İSGÇ Yöneticileri Toplantısı, 22
Mayıs’ta İstanbul’da Steigenberger Hotel’de yapıldı.
Operasyon, teknik ve kalite süreçlerinin ele alındığı toplantıda yöneticiler görüş alışverişinde bulundu.
İSTASYON
59
TÜVTÜRK
Her şey
çocuklar için!
Ayhan Şahenk Vakfı tarafından organize edilen
Herşey Çocuklar İçin Panayırı’na katılan Trafikte Sorumluluk Hareketi, organizasyonda ziyaretçilere kitap
ve boya kalemleri satarak Vakfa destek verdi. Doğuş
Grubu çalışanlarının aileleriyle birlikte son derece keyifli bir gün geçirdiği etkinlikte ayrıca ziyaretçilere sarhoş gözlüğü taktırarak çeşitli yarışmalar düzenledi.
Kırıkkale ve
Rize’de Trafik
Haftası kutlandı
SRC5 EĞITIMLERI
INTERTRAFIK FUARI’NDA
TANITILDI
MINIK ELLER, BÜYÜK HAYALLER
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, TÜVTÜRK ve Michelin
Lastikleri işbirliğinde yürütülen İyi Dersler Şoför Amca projesi kapsamında düzenlenen afiş yarışmasının galipleri belli oldu. 2014-2015 eğitim öğretim yılında uygulandığı pilot okullardaki dördüncü sınıf öğrencilerinin trafik güvenliği konusunda yetişkinlerden beklentilerini afiş yoluyla ifade etmesini
amaçlayan İyi Dersler Şoför Amca Afiş Yarışması’na katılmak isteyenler, 12 Mart ila 10 Nisan tarihleri arasında başvuruda bulundular. Serbest teknik ve malzemeyle yapılan resimler bağımsız ve tarafsız bir jüri tarafından 24 Nisan’da değerlendirilerek sonuçlar açıklandı.
Buna göre Trabzon’un Sürmene ilçesindeki Çamburnu İlkokulu’nda eğitim
gören Nihal Mete birinciliği elde etti. Edirne’nin Enez ilçesi, Büyükevren Aziz Yörük İlkokulu’ndan Sude Uymaz ikinci; Muğla’nın
Ula ilçesi, Belkıs Güneyman İlkokulu’ndan Nur Su
Acar üçüncü oldu.
İşe giriş eğitimlerini veren bir merkez olmasının yanı sıra sektöre katkı sunmak amacıyla farklı
eğitim programları da hazırlayan TÜVTÜRK Akademi, 2015 yılının başından itibaren kendi
bünyesinde bulunan Araç Laboratuvarı ve en son güncellemelere uygun ekipmanlarıyla SRC5
Tehlikeli Madde Taşımacılığı Sürücü Mesleki Yeterlilik Belgesi vermek için yetki aldı. TÜVTÜRK
Akademi, 27-29 Mayıs tarihlerinde, İstanbul Fuar Merkezi’nde sekizinci kez kapılarını açan
Intertraffic İstanbul Fuarı’na katılarak etkinliğe katkı sunarken Trafikte Sorumluluk Hareketi standı
yoğun ilgi gördü. Fuarda motorsuz taşıtlarda güvenli sürüşü özendirmek amacıyla düzenlenen
yarışmada, ziyaretçilere kask taktırarak bisiklet kullandırıldı. Alkollüyken araç kullanmanın
doğurabileceği risklere dikkat çekebilmek içinse, ziyaretçilerden sarhoş gözlükleri takarak mini
kaleye gol atmaları istendi.
Okula Gezici İstasyon geldi!
Toplumun tüm kesimlerinin, ama özellikle de çocukların ve gençlerin trafik konusuna duyarlı birer birey olabilmeleri için çeşitli projeler gerçekleştiren TÜVTÜRK’ün gündeminde bu kez ilkokullar vardı. Can Dostları Hareketi kapsamında mobil istasyonlarıyla 27 Mayıs ila 5 Haziran tarihleri
arasında Adana, Gaziantep, Sinop, İstanbul, Malatya ve Rize’deki ilkokulları ziyaret eden TÜVTÜRK ekipleri, öğrencilerin yanı sıra eğitimcilerden yoğun ilgi gördü. TÜVTÜRK ekipleri, araç muayeneleriyle ilgili hem teorik hem de pratik bilgileri
öğrencilerle paylaştılar ve bu konuya dair
yöneltilen soruları yanıtladılar.
Eğitime
bilgisayar
desteği
TÜVTÜRK, Trafik Haftası nedeniyle Kırıkkale ve Rize’deki etkinliklere katıldı. 5-8 Mayıs tarihlerinde, Kırıkkale İl Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen
etkinliğe TÜVTÜRK iş ortaklarından Asçak AŞ’yi temsilen İşletmeler Müdürü Faruk Seyman, TÜVTÜRK Bölge Müdürü Anıl Örnek ve Kırıkkale Merkez İstasyon Amiri Cihat Pehlivanlı iştirak etti. Rize Ali Metin Kazancı Lisesi’nde 5 Mayıs’ta gerçekleşen etkinliğeyse
TÜVTÜRK iş ortağı Parkur AŞ temsilcileri katıldı.
Bayramiçli ve
Ödemişli traktör
kullanıcıları bilgilendirildi
Sağlık ve
Güvenlik
İletişimi Sempozyumu
Maltepe Üniversitesi, 28-29 Nisan’da 2. Sağlık ve Güvenlik İletişimi
Sempozyumu’nu gerçekleştirdi. Kitlelerin daha geniş biçimde, bilinçli ve istekli olarak bu alandaki sürece katılımlarının sağlanmasında iletişimin öneminin
tartışıldığı sempozyum boyunca, gazete haberlerinde işçi ölümleri, kamu spotu uygulamaları, tehlike işaretlerinin nasıl algılandığı, koruyucu psikolojik sağlık çalışmalarının iş yaşamındaki rolü, iş sağlığı ve güvenliği alanındaki kurumsal
uygulamalarla trafik güvenliği konularında sunumlar yapıldı. Akademi dünyasından ve özel sektörden sempozyuma yoğun bir katılım vardı.
TÜVTÜRK İletişim ve Müşteri Tecrübesi Yönetmeni Mahmut
Sipahi, 28 Nisan tarihli oturumda “Can Dostları Hareketi” projesini anlattı.
60
İSTASYON
TÜVTÜRK, başta traktörler olmak üzere trafiğe çıkan tüm tarım araçlarının şoförlerinin bilgilendirilmesi amacıyla EGM tarafından hayata geçirilen Tarım Araçlarının Güvenli Kullanımı Projesi kapsamında, Samsun, Adana, Sakarya, Konya, Manisa, Antalya ve Ankara’nın ardından
bu kez de Çanakkale’nin Bayramiç ve İzmir’in Ödemiş ilçelerine gitti. 6 Mayıs’ta Bayramiç’te, 16 Haziran’da
ise Ödemiş’te traktör şoförlerine yönelik düzenlenen etkinliğe İçişleri, Gıda, Tarım ve Hayvancılık, Milli Eğitim,
Sağlık, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme bakanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Türkiye Ziraat Odaları
Birliği’nin yanı sıra Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü, bazı sponsor firmalar, çok sayıda traktör kullanıcısı
ve TÜVTÜRK adına 2 K Taşıt Muayene İstanbul AŞ Teknik
Koordinatörü Murat Soyel katıldı. Bayramiç Ziraat Odası Başkanı İsmail Pehlivan, ilçelerinde 2 bin 800 traktör
bulunduğunu ve TÜVTÜRK’ün katkılarıyla 2 bin 100
traktör muayenesinin tamamlandığını ve muayene işlemlerinin devam ettiğini söyledi.
Muayenesiz araç sayısını azaltarak trafik sorununa çözüm üreten TÜVTÜRK, sosyal sorumluluk çalışmalarına da önemli yer
ayıran kurumlardan biri. Geride bıraktığımız aylarda istasyonlardaki bilgisayarını yenileyen TÜVTÜRK İş Ortağı Ankara AŞ,
boşa çıkan bilgisayarları ihtiyacı olan eğitim kurumlarına bağışladı. Veren Eller Eğitimi Destekleme Grubu’yla işbirliğinde
gerçekleşen bu çalışmada, Ankara AŞ de
yeni monitör, klavye ve mouse
desteğinde bulundu.
İSTASYON
61
TÜVTÜRK
TÜV SÜD İnsan Kaynakları Konferansı
GENÇ FIKIRLER YARIŞTI
İstasyon
amirleri buluştu
TÜVTÜRK’ün 16 farklı noktada yapmayı hedeflediği
Bölgesel İstasyon Amirleri Toplantıları’na başlandı. Nisan ayında başlayan toplantılara Türkiye’nin dört bir yanından toplam 158
istasyon amiri katıldı. Haziran’ın ilk haftası itibarıyla 13 tanesi tamamlanan toplantılar Gaziantep, Adana, İstanbul, Van, Kars, Diyarbakır, Kayseri,
İzmir, Bodrum, Ankara, Konya, Antalya ve Bursa’da
gerçekleştirildi.
Trafik güvenliği konusunda farkındalığı geliştirmek amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, TÜVTÜRK ve Goodyear’ın işbirliğiyle hayata geçirilen, Trafikte Gençlik Hareketi kapsamında düzenlenen Trafikte Genç Fikirler yarışmasının finali ve ödül töreni 27
Mayıs’ta Ankara’da yapıldı. Değerlendirme sonunda, İzmir Ali Osman Konakçı Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi “Emniyet Kemeri Can Kurtarır” kampanyası birinci, İzmir Ali Osman Konakçı Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi “Kırmızı Işıkta Kalp Durmasın, Sen Dur” kampanyası ikinci, İzmir
Cengiz Aytmatov Sosyal Bilimler Lisesi “Geleceğin Işıkları” kampanyası üçüncü oldu.
BU ETKINLIKLER
MOTOSIKLETLERE ÖZEL!
Trafik Haftası’nda, İzmir Emniyet Müdürlüğü, Dokuz Eylül Üniversitesi ve TÜVTÜRK işbirliğiyle, “Trafikte Motosiklet Paneli” düzenlendi. 9 Mayıs’ta Alsancak Gar’daki Devlet
Demiryolları 3. Bölge Müdürlüğü Konferans Salonu’nda
yapılan panele İzmir Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya,
Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Mehmet Füzün, Trafikten Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Süleyman Kutay, Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Eğitim ve Araştırma Dairesi Başkanı Yusuf Avan, Türk Chopper Kulübü
Genel Başkanı Ali Rıza Uygur, İzmir motosiklet kulüpleri ve konuyla ilgili kuruluşların yetkilileri katıldı. İki oturumda 13 panelistin sunum yaptığı panelde, motosiklet eğitimleri, kazaların analizi, sürücü psikolojisi, alınması gereken önlemler ve motosiklet
muayenesi hakkında bilgiler ve çözüm önerileri masaya yatırıldı. TÜVTÜRK motosikletlerle ilgili bir diğer çalışmayı da Bursa’da gerçekleştirdi.
TÜVTÜRK Bursa İş Ortağı TÜV SÜD AŞ, kamuoyunun dikkatini bu yöne
çekmek ve farkındalık yaratabilmek amacıyla sıra dışı bir etkinliğe
imza attı. 16 Mayıs’ta Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’ndan başlayan ve TÜVTÜRK Kestel Muayene İstasyonu’nda sona eren
motosiklet kortejine 50 motosiklet tutkunu katıldı. Organizasyonun ardından kortejdeki yedi motosikletin muayenesi de yapıldı.
62
İSTASYON
TÜV SÜD’ün geleneksel olarak organize ettiği İnsan Kaynakları Konferansı’nın bu yılki adresi
İstanbul’du. 12-17 Nisan tarihlerinde The Plaza Hotel’de gerçekleştirilen toplantılara TÜV SÜD’ün tüm
dünyaya yayılan merkezlerinden temsilciler katıldı. İnsan Kaynakları profesyonellerinin, meslektaşlarına kendi ülkeleriyle ilgili bilgi aktarımında bulunduğu konferansta “Seçme ve
Yerleştirme”, “Eğitim ve Gelişim”, “ELP”, “Ücretlendirme ve Sosyal Haklar” konularında oturumlar gerçekleştirildi ve atölye çalışmalarıyla bilgi alışverişinde bulunuldu. Eski İstanbul ve Boğaz turlarıyla renklendirilen
konferansta merkezileştirilen İnsan Kaynakları süreçlerine yönelik önemli bir adım da atılmış oldu.
TÜVTÜRK
ÜNIVERSITELI GENÇLERLE
TÜVTÜRK, üniversitelerin düzenlediği etkinliklere katılmaya devam ediyor. Son
olarak İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından organize edilen “Çevre Günleri” ile İstanbul Gelişim Üniversitesi’nin
“Kariyer Günleri”ne katılan TÜVTÜRK, gençlerle bilgi ve deneyimlerini paylaşıyor.
İTÜ’nün “Çevre Günleri”nde
Araç Muayeneleri ile Egzoz
Gazı Emisyon Ölçümlerinin
Uluslararası Standartlarda Yapılması ve TÜVTÜRK’ün Çevresel Sosyal ve Kurumsal Yönetişim’ine dair bir sunum
yapan TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim Direktörü Emre
Büyükkalfa,
İstanbul Gelişim Üniversitesi’nin Kariyer Günleri’nde
öğrencilere “Kalite Yönetimi”ne dair bilgi birikimini aktardı.
Öğrencilerden
ilgi büyük
Toplumu oluşturan tüm kesimlerin, ama özellikle de
gençlerin trafik sorunlarına karşı duyarlı ve sorumlu bireyler olmasını amaçlayan TÜVTÜRK, istasyonlarında öğrencileri ağırlamaya devam ediyor. İstanbul’da, Çekmeköy Endüstri Meslek Lisesi 11’inci sınıf öğrencilerinden oluşan 65
kişilik bir grup TÜVTÜRK Akademi’yi ziyaret ederken, Afyon Merkez istasyonunda Afyon Kocatepe Üniversitesi Çay
Meslek Yüksek Okulu öğrencilerini ağırladı. Ziyaretlerde öğrencilere TÜVTÜRK’ün tanıtımı yapıldı, araç
muayenesi mevzuatı ve istasyonlarda gerçekleştirilen işlemlerle ilgili bilgi sunuldu.
Büyümeye ve
gelişmeye devam
Her geçen gün sayısı artan araç sahiplerine hızlı, güvenli ve kaliteli hizmet sunmayı hedefleyen TÜVTÜRK, bu doğrultuda hem mevcut istasyonlarını yeniliyor hem de yüzde 100 randevulu istasyonlarının sayısını artıyor. Geride bıraktığımız aylar içinde Giresun Merkez
İdari Binası’nın genişletme inşaatını tamamlayan şirket, Mayıs ayının
ortalarından itibaren yüzde 100 randevulu istasyon sayısını 97’ye çıkardı. Bu dönemde Muğla’da Fethiye, Edirne’de Keşan, Eskişehir’de
Merkez, Çanakkale’de Merkez, Çan ve Ezine, Kırklareli’nde Lüleburgaz, Mersin’de Silifke, Merkez ve Erdemli, Adana’da Kozan ve
Seyhan, Adıyaman’da Merkez, Erzurum’da Merkez ve
Mardin’de Nusaybin istasyonları, yüzde 100
randevuyla hizmet vermeye başladı.
İSTASYON
63
ENGLISH SUMMARY
Everything
starts with
trust
“Trust is not some soft, illusive quality that
you have or you don’t; rather, trust is a
pragmatic, tangible, actionable asset that you
can create.” These words are quoted from
the book “The SPEED of Trust: The One Thing
that Changes Everything” written by Stephen
M. R. Covey and Rebecca R. Merrill. A lot of
things have changed through the human
history. Many abstract or concrete notions
have lapsed. However, trust has been a value
that has not changed both in personal and
business lives. That’s exactly why we wanted
to remember this concept that shapes our
lives with the summary of Covey and Merill’s
book. Here are some important parts of the
book…
64
İSTASYON
Simply put, trust means confidence. The opposite of trust – distrust – is suspicion. All relationships are built and maintained on trust.
They fall apart and come to an end because of
mistrust. Actually, lack of trust is the definition
of a bad relationship… Many people are indifferent to the concept of trust. They have no idea
how widely trust takes place in all relationships,
all institutions, and all interactions and in every
moment of life. Trust is the “latent variable” in
the formula of corporate success. Building, increasing, enhancing and regaining trust in all
your shareholders is the key leadership proficiency of the new global economy.
Trust is one of the strongest forms of motivation and inspiration. Most of us think that
trust is about character. Character is absolutely
fundamental. However, the idea that trust is
only about character is a myth. Both character
and competence is necessary. Character is fixed;
competence depends on what circumstances
require.
“The Five Waves of Trust” model derives
from the “ripple effect” metaphor that graphically illustrates the interdependent nature
of trust and how it flows from the inside out.
The first wave, self-trust is derived from your
abilities and your capacity to set and achieve
goals and keep commitments. The key principle underlying this wave is credibility. The
key principle underlying the second wave relationship trust is consistent behavior. Organizational trust is the third wave. It is derived
from alignment –having the organization’s
systems, structures and rewards aligned with
one consistent objective. The fourth wave is
market trust and driven by your reputation.
Your brand is your reputation and it reflects
the trust that your customers, investors and
others in the marketplace put in you. The
fifth wave, societal trust increases when you
create value for others and for society at
large. The key here is to make a meaningful
contribution.
I use “The Five Waves of Trust” model as a
metaphor that shows how trust affects our lives.
The model starts with ourselves, continues with
our relationships, expands into our institutions,
spreads out to our market relationships and embodies our global society in a broad sense. The
key principle underlying self-trust is credibility.
Credibility is derived from four core sources.
Integrity is the first core. Integrity includes
congruence, humility and courage. Intent is
also vital to your credibility. Intent is about our
agenda and how we act accordingly. Another
core is capabilities. Capabilities are talents, attitude, skills, knowledge, and style that we have
that enable us to perform with excellence.
13 BEHAVIORS
The first principle of trust in a relationship is
behaviors. High-trust leaders consistently
exhibit 13 Behaviors, each of which can be
learned and then applied by everyone in order
to generate trust: “Talk Straight”, “Demonstrate Respect”, “Create Transparency”, “Right
Wrongs”, “Show Loyalty”, “Deliver Results”,
“Get Better”, “Confront Reality”, “Clarify Expectations”, “Practice Accountability”, “Listen
First”, “Keep Commitments”, “Extend Trust”.
Trust is a hidden variable which can impact
on everything your organization does. The reason that the concept of trust remains hidden in
institutions is that leaders do not look for it in
the systems, structures, processes and frameworks which are the basis for daily behaviors.
Their whole focus is on symptoms. When structures and systems are not in harmony with the
principles that promote trust, there will be negativity for employees. Signs are strong. They deliver a lot of things to a lot of people very fast.
If the signs at your company builds and delivers distrust, you should gain a corporal identity and go back to the four cores. To increase
integrity, you can develop and recreate your
corporate mission, and include everyone in this
process. To develop corporal intention, you can
make sure that your mission and values reflect
the principles that promote trust. To increase
corporal competence, you can design the structures and systems in your organizations (including employment and salary systems) in such a
way that will give you a competitive advantage
and will make your company thrive. If leaders
believe that people are not trustworthy, they
build systems and structures that reflect this
belief such as hierarchy, a large number of line
managements and bulky processes. In the end,
these systems and structures help build distrustful behaviors which confirm the perception that
people are not trustworthy. And this becomes a
vicious cycle.
Market trust is about brand or reputation.
Another name of ‘reputation’ is ‘brand’, another
name of ‘brand’ is ‘market trust.’ Nothing is as
fast as the speed of trust to make or lose reputation. Warren Buffet says “It takes 20 years
to make a reputation, and it takes 5 minutes to
lose it.” However, in the new global economy, it
might not take 20 years to make a good reputation. Still, the point Buffet made applies, you
can lose all your reputation in one second…
We should think about the meaning of “Fish
discover water last.” For fish, water is just water.
Similarly, we humans discover trust last. Trust
is a must of our social fabric. We rely on it. We
think it will always be there – until it is spoiled
and destroyed. Then we realize that trust is essential for us just as water is essential for fish.
If there was no trust, society loses its function
and destructs itself. The main principle of social trust is contribution. It is the intention of
creating value instead of destroying it, and reciprocating with what you take instead of only
taking. The first mission of a leader is to build
trust. As a matter of fact, to be able to do that is
the most important difference between a manager and a leader.
We all have an innate tendency to trust. We
cannot ignore the fact that trust is essential for
wealth in today’s global economy. In our private and family lives, trust is necessary for satisfaction and happiness. Trusting others relight
both our and their fire. It attaches happiness to
relationships, harvest to business, and belief to
life. More importantly, the speed of life makes
us gain an exceptional ground in all dimensions
of our lives.
İSTASYON
65
ENGLISH SUMMARY
TÜVTÜRK news
THE TARGET IS
LESS
MOTORCYCLES
THAT HAVE NOT
BEEN INSPECTED
n According to Security General Directorate’s data, motorcycle
of the 75 mobile stations in 81 cities. With a new development, this number has been increased because now exhaust
emission test can be done at TÜVTÜRK’s four inspection
stations that provide service only to motorcycles in İstanbul
Maslak, İzmir, Antalya and Fethiye.
CITA CONGRESS HELD IN DUBAI
n International Motor Vehicle Inspection Committee’s annual congress was held in Dubai on April 14-16.
TÜVTÜRK, the only member institution of CITA in
Turkey, represented the country in the congress, to which
vehicle inspection institutions worldwide, legal authority
agents and other related parties attended. TÜVTÜRK
Corporate Development Director Emre Büyükkalfa made a
presentation named “Fighting with Abuse”.
is the least inspected vehicle type in Turkey. Aiming to provide
motorcycles easy access to inspections, TÜVTÜRK has started a
new service in 15 cities. Mobile Tractor Inspection Stations that
visit villages and towns in the cities Hatay, Adana, Afyonkarahisar, Antalya, Aydın, Balıkesir, Çanakkale, Denizli, Tekirdağ,
İzmir, Konya, Kütahya, Manisa, Mersin and delivers inspection
service for motorcycles, too. With this new service, TÜVTÜRK
aims to decrease the number of motorcycles that have not been
inspected to a significant extent and to make a major contribution to traffic safety. To receive service from Mobile Tractor &
Motorcycle Inspection Stations, motorcycle owners can obtain
more information from www.tuvturk.com.tr or the call center 0
850 222 88 88.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
EXHAUST EMISSION TEST AT
MOTORCYCLE INSPECTION
STATIONS
n Having your vehicle’s exhaust emission test every two
years after its first three years for automobiles, and every
year for commercial and all other vehicles is a legal compulsion in Turkey. It is so important in vehicle inspection
process that a vehicle whose exhaust emission has not been
tested is considered in the category of “heavy defect”. In
the roadside surveillances carried out by the Ministry of
Environment and Urban Planning, the vehicles without
emission label have to pay 963-TL fine. exhaust emission
test can be easily done at TÜVTÜRK’s 199 fixed and most
66
İSTASYON
TÜV SÜD HUMAN RESOURCES
CONFERENCE
n HR professionals working at TÜV SÜD offices worldwide
came together at the Human Recources Conference held
in The Plaza Hotel Istanbul on April 12-17. During the
conference, every representative made a presentation about
the current situation in his/her country. Also there were
sessions about recruitment process, training and development, ELP, pricing and social rights. At some various
workshops, there were exchanges of ideas, as well. During
the conference week which was enlivened with traditional
style dinners and Old City and Bosphorus tours, important
steps were taken together with all the participants about the
centralized HR processes.