NumuneSaglik(SAYI04)-01-09:Layout 1.qxd
Transkript
NumuneSaglik(SAYI04)-01-09:Layout 1.qxd
Numune Sağlık Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır ISSN 1309-9213 KASIM 2010 Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 2010-2011 Eğitim Yılı Açılış Törenleri ANEAH’ta Gerçekleştirildi Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep AKDAĞ Asistanlık Bir Kölelik Müessesesi Değildir Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırmaları Hastanelerde Klinik Kodlama Bilgisayar Güvenliği SYNLAB & ANKALAB LABORATUVARLARI tAJOà[FSJOEFGBSLMMBCPSBUVWBSUFTUJ t)FSUàSMàMBCPSBUVWBSIJ[NFUBMNMBS t#JMJNTFMQSPKFMFSFEFTUFL 4:/-"#"/,"-"#JLJQSPGFTZPOFMMBCPSBUVWBS HVSVCVOVOCJSMFũJNJOEFOEBIBGB[MBTEFNFLUJS lab services www.synlab.com www.ankalab.com KÜNYE www.numunesaglik.com Numune Sağlık MAYIS 2010 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır Numune Sağlık Dergisi Yıl:01 Sayı:04 ISSN 1309-9213 Ekim-Kasım 2010 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adına Bilimsel Danışma Kurulu Yayın Kurulu Başkanı Doç. Dr. Nurullah ZENGİN (Başhekim) Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Serdar GÜLER Haber Koordinatörü Uzm. Ecz. Aslıhan BEYAN Yayın Kurulu Doç. Dr. Hürrem BODUR Doç. Dr. Celil GÖÇER Doç. Dr. Erol GÖKA Doç. Dr. Özlem Evren KEMER Dr. Abdulkadir ÖZBEK Dr. Adem ÖZKARA Dr. Ali EDİZER Dr. Ecz. A. Alper ŞAHİN İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aysun Yayıncılık Matbaacılık Reklam İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına Aysun PALALI Genel Yayın Koordinatörü Cumali KÖKTAŞ Hukuk Danışmanı Av. Çiğdem ALTINIŞIK Yönetim Merkezi Mahatma Gandi Caddesi No: 105/3 GOP - Çankaya - ANKARA Tel: 0312 436 44 00 Fax: 0312 447 54 59 [email protected] www.numunesaglik.com Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 1.ABAYLI Ekrem 2.AK Fikri 3.ALLI Nuran 4.ALTIPARMAK Emin 5.ATAN Ali 6.AVŞAR Fatih 7.AYDOĞDU Sinan 8.BALABAN Neriman 9.BELEN Ahmet Deniz 10.BİÇİMOĞLU Ali 11.BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice 12.CENGİZ Ömer 13.ÇAKIR Bekir 14.COŞKUN Faruk 15.ÇETİNKAYA Mesut 16.DEDE Doğan 17.DERE Hacı Hüseyin 18.DİKMEN Bayazit 19.DİLBAZ Nesrin 20.DOKUZOĞUZ (KUT) Başak 21.ERDOĞAN Bülent 22.ERYILMAZ Adil 23.ESKİOĞLU Erdal 24.GÖĞÜŞ Nermin 25.GÖKA Erol 26.GÜÇTEKİN Ali 27.GÜL Ülker 28.GÜLER Serdar 29.GÜNEL Uğur 30.GÜVENER Engin 31.HASIRİPİ Hikmet 32.HENGİRMEN Süleyman 33.KAMA Nuri Aydın 34.KARAASLAN Yaşar 35.KARADEMİR Mehmet Alp 36.KOCA Yüksel 37.KOÇ Mahmut 38.KOPARAL Salih Suha 39.KULAÇOĞLU Sezer 40.KURAL Gülcan 41.MEMİŞ Ali 42.ODABAŞ Ali Rıza 43.ÖZBAKIR Şenay 44.ÖZDEM Cafer 45.ÖZET Gülsüm Gülistan 46.ÖZKARA Adem 47.ÖZMEN Mehmet Mahir 48.PEKSOY İrfan 49.SAKINCI Ünal 50.SARAÇOĞLU Ömer Ferit 51.SEÇKİN (ERARSLAN) Selda 52.TABAK Abdullah Yalçın 53.TÜMÖZ Mehmet Ali 54.TÜMÖZ Mübeccel 55.UÇANER Ahmet 56.UĞURLU Mehmet 57.ULUSOY Feridun Vasfi 58.ÜNAL Adnan 59.YILDIRIMKAYA Mustafa Metin 60.YÜKSEL Enis Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tel: 0312 508 40 00 www.anh.gov.tr Numune Sağlık Dergisi Basın Meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ücretsizdir. Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ise reklam verene aittir. Yayınlanan makale ve haberler kaynak belirtilmek suretiyle alıntı yapılabilir. (İsimler soyadlara göre alfabetik olarak sıralanmıştır.) Tasarım AVEC reklam organizasyon www.avecreklam.com Baskı: MRK Baskı ve Tanıtım Hizmetleri Uzayçağı Cd. 355 Sk. No:2 Ostim /ANKARA Tel: 03123545457 05.11.2010 02 DOÇ. DR. NURULLAH ZENGİN BAŞYAZI Sağlık Bakanlığı Hastanelerinde Uzmanlık Eğitimi Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneler genel olarak Hizmet Hastanesi ve Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak ikiye ayrılırlar. Sağlık Bakanlığı’na bağlı yaklaşık 1.000 hastane içinde 67 tanesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi statüsünde olup, 61’inde aktif olarak uzmanlık eğitimi verilmektedir. Hizmet Hastanesi statüsündeki diğer hastanelerde ise uzmanlık eğitimi verilmemekte, sağlık hizmeti sunma amaçlı yapılanma bulunmaktadır. Türkiye’de Tıpta Uzmanlık Eğitimi bütün olarak ele alındığında Eğitim ve Araştırma Hastanelerinin önemli bir role sahip oldukları görülmektedir. Tüm Tıpta Uzmanlık Eğitiminin yaklaşık %40’ı Bakanlık hastanelerinde verilmektedir. Temel Tıp Bilimlerinde uzmanlık eğitiminin üniversitelerle sınırlı olduğunun dikkate alındığında, Klinik Tıp Bilimlerinde uzmanlık eğitiminin yaklaşık yarısının Sağlık Bakanlığı hastanelerinde verildiği anlaşılmaktadır. Sağlık Bakanlığı hastanelerinin uzmanlık eğitimi açısından bir kısmı avantaj, bir kısmı da dezavantaj olan şartlar taşıdığını kabul etmek gerekir. Özellikle cerrahi branşlarda olduğu gibi girişimsel işlemlerde daha çok hastaya ulaşılabilmesi, ek ödemelerde daha geniş imkanlar uzmanlık giriş sınavlarında tercihlere de yansıyan avantajlardır. Bunun yanında yine hasta yoğunluğu ile ilişkili olarak teorik eğitimin geri planda kalması ve çalışma şartlarının zorluğu bazı branşlarda dezavantaj olarak ortaya çıkabilmektedir. 03 Ancak uzmanlık eğitiminde temel sorunlarımızdan birinin “farkındalık” olduğu ifade etmek istiyorum. Uzmanlık eğitiminin temel unsuru olan asistanların hizmet üreten “ucuz işgücü” olmadıkları, sınırlı süre için eğitim almak üzere bulunduklarını kabul etmek ve bunu pratiğe yansıtabilmek hem üniversitelerde hem de eğitim ve araştırma hastanelerinde daha nitelikli uzmanlık eğitimini mümkün kılacaktır. Ülkemiz uzmanlık eğitimi konusunda yıllar süren ve büyük ölçüde mevzuat boşluklarından kaynaklanan sıkıntılar yaşadı. Ancak son 2 yıldır Tıpta Uzmanlık Kurulunun çalışmaları başta olmak üzere bir dizi aktivite ile yeni ve hareketli bir döneme girmiş bulunmaktayız. Uzun yıllar el sürülmeden bekletilen konular teker teker ele alınmakta ve kararlar verilmektedir. Uzmanlık alanları ve sürelerinin yeniden belirlenmesi, müfredat konusunda yapılan çalışmalar bunların sadece birkaçıdır. Bütün bu özverili çalışmaların yakın gelecekte ülkemizde daha nitelikli uzmanlık eğitiminin verilmesini mümkün kılacağını ümit ediyoruz. Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde de yeni eğitim yılı bu sene daha farklı bir anlayışla açıldı. Detayların bu sayımızda bulabileceğiniz şekilde hastanemizin de içinde bulunduğu bir organizasyonla toplu bir eğitim yılı açılışı ilk defa gerçekleştirildi. Program bünyesinde gerçekleştirilen panelde Tıpta Uzmanlık Kurulu üyeleri çalışmalarıyla ilgili bilgi verdiler. Yeni eğitim yılının başarılı geçmesi dileklerimle saygılarımı sunuyorum. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 İÇİNDEKİLER KÜNYE ........................................................ 02 BAŞYAZI ..................................................... 03 EDİTÖRDEN ................................................ 07 YAZI İŞLERİ’NDEN ..................................... 09 BAKAN AKDAĞ: ASİSTANLIK BİR KÖLELİK MÜESSESESİ DEĞİLDİR ............ 10 10 ‘SAĞLIK MEVZUATI IŞIĞINDA TÜRKİYE’DE TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİNİN GELECEĞİ’ İSİMLİ PANEL ANEAH DR. MÜNİF İSLAMOĞLU KONFERANS SALONUNDA 22 22 GERÇEKLEŞTİRİLDİ .................................. 22 SAĞLIK BAKANLIĞI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANELERİ 2010-2011 EĞİTİM YILI AÇILIŞ TÖRENLERİ, GERÇEKLEŞTİRİLEN KOKTEYL VE KONSERLERLE SONA ERDİ .. 38 SAĞLIK BAKANLIĞI MÜSTEŞAR YARDIMCISI 38 PROF. DR. ADNAN ÇİNALİLE RÖPORTAJ ..... 42 SAĞLIK BAKANLIĞI MÜSTEŞAR YARDIMCISI DOÇ. DR. TURAN BUZGAN İLE RÖPORTAJ .................................................... 46 42 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 46 04 TBSA PROJESİ: LABORATUVAR ANALİZLERİ ...................... 50 TÜRKİYE BESLENME VE SAĞLIK ARAŞTIRMASI ................................. 54 TÜRKİYE’DE BESLENME VE SAĞLIK DURUMU .................................... 60 GICIRTIYLA KURMAYA ÇALIŞTIĞIMIZ ESTETİK............................. 66 NÖROPSİKOLOJİ BİLİMİ: TANIMI, FAALİYET ALANLARI VE ÜLKEMİZDEKİ DURUMU .................... 68 50 60 72 BİLGİSAYAR GÜVENLİĞİ VE ALINABİLECEK ÖNLEMLER ...................................... 72 72 BEYİN ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞEN HASTADA YOĞUN BAKIM YAKLAŞIMLARI .............. 74 74 ‘BEN DE UÇARIM’ DİYEN EL KALDIRSIN ......................................... 76 FARABİ (870 - 950) ............................ 80 76 05 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 DOÇ. DR. SERDAR GÜLER EDİTÖRDEN TBSA Hayatımızda kısaltmalar uzun yerler tutmaya başladı. Okuduğumuz kitaplarda, vitrinlerde, tabelalarda, biglisayarda, kısacası her yerde karşımıza kısaltmalar çıkıyor. Artık gençler nasılsın yerine nslsn veya nbr yazıyor. Gençler gibi biz de bir kısaltma kullandık: TBSA: Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması. Bu sayımızda Bakanlığımızın Hastanemiz ve Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetetik bölümü ile birlikte yaptığı bir çalışmadan bahsedeceğiz. Bu araştırma planlama safhası uzun süren, pek çok çetrefilli yoldan geçtikten sonra nihayetinde bu yaz saha çalışması bitirilebilen büyük bir epidemiyolojik çalışmadır. Özellikle saha çalışmasında büyük desteklerini gördüşümüz sayın Bakanımıza ve Müsteşar yardımcımız Doç. Dr. Turan Buzgan’a kararlı ve sürekli destekleri nedeniyle çok teşekkür ediyoruz. Çalışmanın biyokimyasal analizlerinin bir kısmı ve veri girişleri halen devam etmekte olup sonuç raporun 2011 yılının 2. çeyreğinde yayınlanması planlanmaktadır. Araştırma toplumumuzun beslenme alışkanlıkları ve bunun sağlıklarına yansımaları yanısıra, tiroid hastalıkları, büyüme, çeşitli eksiklikler gibi pek çok veriyi sağlıklı bir şeklide sunacaktır. Bu sonuçlar sağlıkta politika geliştirilmesinde ciddi yol gösterici role sahip olacaktır ve halkımıza büyük fayda sağlayacaktır. Umudumuz bu çalışmanın düzenli aralıklarla tekrarlanmasıdır. Konunun detaylarını Müsteşar Yardımcımız sayın Doç. Dr. Turan Buzgan ile yaptığımız röportajda ve diğer yazılarda bulabileceksiniz. Prof. Dr. Tanju Besler yazısında Türkiyenin beslenme durumunu irdeliyor. 07 Dr. Gönül Erden ise bu çalışmanın biyokimyasal analizlerinin büyük kısmında işin tamamen başındaki kişi olarak bizi bilgilendiriyor. Bu sayımızda hastanemizde yapılan Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 2010-2011 Eğitim Yılı Açılış Töreni’nden alıntılar bulacağız. Sayın Bakanımızın asistanlık kurumu hakkında görüşleri sağlık eğitiminin geleceği hakkında ileri bilgiler içeriyor. Aynı törenin devamında yapılan ‘Sağlık Mevzuatı Işığında Türkiyede Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Geleceği’ konulu panel ise bu bilgilerin detaylarını irdeleyen bir toplantı oldu. Sayın Müsteşar Yardımcımız Prof. Dr. Adnan Cinal ile en güncel konulardan birisi olan Tanı İlişkili Gruplar konusunu detaylandırmaya çalıştık. Hepimizin mecburi arkadaşı haline gelen bilgisayarların güvenliğini sorgulayan yazı da çok dikkate değer bir çalışma. Besteci Dr. Murat Yakın sanatını bizlerin gözüyle bakarak anlatabildiğini kanıtlayan yazısı ile besteciliğinin yanısıra yazarlığı da düşünmesi gerektiğini gösteriyor. Hemşirelerimiz ise bu sayımızda beyin ölümü gelişen hastalarda yoğun bakım yaklaşımlarını özetliyorlar. Kışa yaklaştığımız bugünlerde içimizi sıcak tutmaya çalışıyor ve bu sayının keyfini çıkartarak nice sayılarda buluşma dileğimizi sunuyoruz. Saygılarımla... Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 AYSUN PALALI YAZI İŞLERİ’NDEN Beslenme Alışkanlıklarımız ve Obezite Her toplumun kendi ananeleri, örfü, bir kültürü vardır. Toplumların bu kültür yapıları içerisinde mutfakları da önemli bir yer tutmaktadır. Teklonojik gelişmelere paralel olarak değişen sosyal yaşamlar, toplumların kendi kültürleri dışındaki uygulamalarıda içerisine almaya başlamakta veya yeni uygulamaların ortaya çıkmasına zemin hazırlayarak hayatımıza dahil etmektedir. Son yıllarda ‘fast food’ yeme alışkanlığı başta olmak üzere, bir çok zararlı ‘yemek kültürü’ sosyal yaşamımıza dahil olmuş, toplumumuzun gelecekteki refahını olumsuz etkileyebilecek kadar kendine yer edinebilmiştir. Ve ne acıdır ki, onlarca yıllık bir zamanı kapsayan bu süreç bizlere ‘modernitenin bir sonucu’ gibi yansıtılmıştır. Bu süreci durdurmayı, hatta etkilerini kalıcı olarak ortadan kaldırmayı hedefleyen araştırmalar yapılmamış, ‘çözümü nedir’ sorucu yeterince güçlü sorulamamıştır. Dünyada etkin olan ‘tüketim ekonomisi anlayışı’ sonucu toplumumuzun beslenme alışkanlıkları gözardı edilerek hazırlanan hazır gıdalar, içerisinde barındırdığı katkılı maddelerle doğallığını kaybeden yiyecekler, ‘hemen ye, çık’ anlayışıyla servis yapan işletmeler v.b. nedenler sonucunda artık toplumumuzu tehdit eden güncel bir hastalıkla karşı karşıyayız: OBEZİTE. Genel anlamıyla tarif edecek olursak obezite; “bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu, boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu edilen düzeyin üstüne çıkmasıdır”. 09 Obeziteyi tetikleyen bir çok unsur vardır: Kalıtım, Yaş, Beslenme alışkanlıkları, Sosyo-kültürel etkenler, Hormonal etkenler, Hareketsizlik, Alkol kullanımı v.b. gibi... Bu ektenler içerisinde en dikkate değer olanı ‘beslenme alışkanlıklarımızın geçirdiği değişim’lerdir. Türk mutfağının yerine konan ‘fast food’ yeme kültürü, toplumumuzdaki obezitenin ortaya çıkmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Toplumsal olarak geçirdiğimiz sosyal değişimleri olması gerektiği kadar ciddi bir analiz sürecinden geçirmediğimiz için, yani ‘sorunu oluşmadan öngörüp tedbir alamadığımız için’ bugün bu sorunla karşı karşıyayız. Sağlık Bakanlığı, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi (ANEAH) ve Hacettepe Üniversitesi’nin birlikte gerçekleştirdikleri TBSA (Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması) projesi, onyıllardır birikmiş bu sorunu bilimsel anlamda tahlil etmede ve çözüm üretmede büyük bir katkı sağlayacaktır. TBSA, sadece bugüne hitap etmeyecek toplumsal bazda yarınlarımızın inşaasında kullanılabilecek verileri ortaya koyacaktır. TBSA, toplumumuzun yarınlarda daha sağlıklı ve dolayısıyla daha üretken, daha mutlu olmasına zemin hazırlayacaktır. TBSA, ülkemizin yurtdışına ihraç edebileceği bir araştırma olmaya aday bir projedir. Bu projenin fikir aşamasından, uygulama ve değerlendirme aşamalarına kadar geçen evrelerinde görev alanlara, emek verenlere, destek olanlara selam olsun... Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 2010-2011 Eğitim Yılı Açılışı Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın katılımlarıyla hastanemizde gerçekleştirildi Akdağ: Asistanlık bir kölelik müessesi değildir Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 20102011 eğitim yılı açılışı törenleri Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ’ın katılımlarıyla Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan gündüz ve akşam etkinlikleriyle gerçekleştirildi. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 2010-2011 eğitim yılı açılışı törenleri; saat 14:00’de ANEAH Dr. Münif İslamoğlu Konferans Salonu’nda yapılan açılış konuşmaları ile başladı. Atatürk, şehitlerimiz ve hayatını kaybetmiş sağlık çalışanları için yapılan saygı duruşu ve hemen sonrasında hep birlikte okunan İstiklal Marşı ile başlayan törenlere konuşmalar ile devam edildi. 10 ANEAH Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin: Bizler bakanlık hastaneleri olarak, mali konularda göstermiş olduğumuz dinamizmi eğitim konusunda da gösterebildiğimiz takdirde, bu Türkiye’de sağlık eğitiminin yeni bir standartla uygulanması manasına gelecektir. Açılış konuşmasını, etkinliklere ev sahipliği yapan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin yaptı. Başhekim Zengin, Sağlık Bakanlığımızın eğitim ve araştırma hastanelerinin 2010-2011 eğitim yılı açılışında görev almaktan ve katılımcılara hitap edebilmekten büyük mutluluk ve gurur duyduğumu ifade ederek başladığı konuşmasında, halen Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde eğitim gören asistan ve yan dal asistan sayısının 539 olduğunu belirtti. Konuşmasında geçmiş dönemlerde sağlık eğitimi ve uzmanlık eğitimi konusunda mevzuattan kaynaklanan bazı sıkıntılar yaşandığını belirten Doç. Dr. Nurullah Zengin şöyle dedi: “Mesela yan dal asistanlığı konusunda yaklaşık 4 yıl yan dal asistanı alamadığımız dönemlerifaal yaşadık. Fakat inanıyoruz ki bu dönemler artık geride kaldı ve hem yapılanmada meydana gelen değişikliklerde hem de başta Tıpta Uzmanlık Kurulu olmak üzere faaliyetlerde artık uzmanlık eğitiminde ve sağlık eğitiminde yeni bir dönem içerisindeyiz. Vaktimiz kısıtlı, ama bu yeni dönemle ilgili ben bir noktanın altını çizerek konuşmama son vermek istiyorum. O da şu, önümüzdeki dönemde gerek müfredatta olsun gerekse eğitim kurumlarının standartlarının belirlenmesinde olsun, yazılı standartların geçerli olacağı ve uygulanacağı yeni bir döneme gireceğiz. Ve bu uygulamada bu standartlar, hem eğitim araştırma hastaneleri için hem de üniversite hastaneleri için geçerli olacak, hepimizi bağlayan nitelikte olacak. Şimdi böyle bir yazılı kuralların olduğu ve bir yerde hep beraber teraziye çıkacağımız noktada eğitim ve araştırma hastaneleri olarak bizlerin bu yeni döneme hızla adapte olması büyük önem taşımaktadır. Bu sadece eğitim vermiş olduğumuz asistanların daha nitelikli yetişmesi yanında bu yazılı kuralların uygulanabilmesi açısından da büyük önem taşımaktadır. Bizler bakanlık hastaneleri olarak mali konularda göstermiş olduğumuz dinamizmi eğitim konusunda da gösterebildiğimiz takdirde, bu Türkiye de sağlık eğitiminin yeni bir standartla uygulanması manasına gelecektir. Bizler idareciler olarak, eğitimcilerimiz olarak, asistanlar olarak bu noktada üzerimize düşen göreve talip olduğumuzu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Bu duygu ve düşüncelerle katıldığınız için hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum.” 11 Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin birlikte organize ettiği törenler 01 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirildi. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 birlikte geçen sene sayın Başhekimimizin çabalarıyla hastanemizin eğitim salonları bugünkü daha modern haline kavuşmuştur. Eğitim mekanları konusunda eksikliğini hissettiğimiz diğer bir konu ise güncel yayınları da bulabileceğimiz bir kütüphanedir. Birçok eğitim toplantılarına bizzat katılan eğitimle ilgili konularda yoğun çalışma programına rağmen bizi dinlemeye her zaman olanak yaratan sayın Başhekimimizin gerekeni yapacağını düşünüyoruz. Asistan Dr. Özgür Merhametsiz: Eğitimlerimiz sırasında görüşlerimiz daha çok alınmalıdır. Başhekim Doç. Dr. Nurullah Zengin’in konuşmasından sonra asistanlar adına konuşan İç Hastalıkları asistanı Dr. Özgür Merhametsiz, yeni eğitim yılımızın açılışında asistan olarak kendilerinden birinin de bu konuşmaya davet edilmiş olmasının asistanları son derece memnun ettiğini belirttiği konuşmasında şöyle dedi: “Elbette bizler gibi asistanlık görevinden geçmiş, yıllarca uzmanlık yapmış siz hocalarımızın eğitim konusunda ki görüşleri bu düşünceleri hayata nasıl aktardığı çok önemlidir. Fakat asistanlık eğitimi lisede ve fakültede olduğu gibi işleyen bir süreç değildir. Sıralarda laboratuarda hocalarımızın anlattıklarını dinleyen ve bunları Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 uygulayan pasif öğrenim sürecini asistan eğitiminde de uygulamamız gerçekçi değildir. Hastanın sorumluluğunu doğrudan üzerimize aldığımız, doğrudan cerrahi nedenlerle uygulamalara katıldığımız bir ortamda eğitim sürecinin interaktif bir etkileşimle sürmesi gerektiğini düşünüyor, bizlere verilen eğitim konusunda daha çok görüşlerimizin alınması gerektiğine inanıyoruz. İyi bir uzmanlık eğitimi ancak öğrenmeye hazır asistanlar, nitelikli eğiticiler, yeterli nicelik ve niteliğe sahip eğitim mekanları ve otorite olmuş bir eğitim uygulamasıyla gerçekleşebilir. Eğitimin bu elemanlarından herhangi birinde ki eksiklik eğitimi doğrudan sekteye uğratacaktır. Bir asrı geçen süredir ayakta duran hastanemizin eğitim mekanları açısından olanaklarının da kısıtlı olduğu bir gerçektir. Bununla 12 Toplum sağlığının korunması, halkımızın sağlık hizmetlerine gecikme olmaksızın erişebilmesi, hastane önündeki kuyrukların kaybolması, günler ve aylar sonra muayene ve tetkik randevusu almasının sona ermesi önemli ve değerli olgulardır. Bu konuda Sağlık Bakanlığı eğitim hastaneleri merkezi konumdadır ve çok önemli bir işlev görmektedir. Diğer taraftan eğitim konusunda üniversite hastaneleriyle kıyaslandığında Sağlık Bakanlığı hastanelerinin bir adım geride olduğu görüşünün genel bir kanı haline geldiğini hepimiz duyuyoruz. Bunun en temel nedeninin sağlık bakanlığı eğitim hastanelerinin hizmet amacının eğitim amacından daha öncelikli olduğu görüşünün benimsenmesi ve uygulanması olduğunu düşünüyoruz. Uzmanlık eğitimin temel amacı nitelikli uzman hekim yetiştirmek ise eğitime hak ettiği önemin gösterilmesi gerekliliği muhakkaktır. Bu nedenle eğitim konusunda hizmet eğitim dengesini sağlamak gerekir. Yine üniversitelerle aramızdaki farklardan birisi de öğretim üyesi sayılarında ki dengesizlik olduğunu belirtmek isterim. Bunun da temel nedenlerinden biri Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde bir branşta uzman sayısı klinik sayısına bölündüğünde bağı klinikler için bir elin parmağına ulaşmayan sayıda uzmanın bulunması ve bu uzmanların servis, poliklinik, ameliyathane, sağlık kurulu, acil servis, konsültasyon gibi çok sayıda görevi yönetmek durumunda kalmasıdır. Dahiliyenin herhangi bir yan dalında ihtisas yapmak için hastanemizde göreve başlayan uzman hekimlerimiz kendi branşlarına dair daha özgün çalışmaları yürütmek yerine dahiliye uzmanı sayısındaki yetersizlik nedeniyle bazı aylarda semt polikliniklerinde genel dahiliye uzman olarak çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Nicelik açıdan yetersizliğin olduğu ortamda bilimsel araştırma, proje gibi konuların sekteye uğrası kaçınılmazdır. Ancak bu konuda olumlu veriler de vardır. Nitekim TUBİTAK ULAKBİM tarafından yapılan bilimsel yayın performans değerlendirmesinde 1981-2006 yılları arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma hastanesi 1147 yayınla % 17.57 katkı oranıyla bilimsel yayın yapan kurumlar arasında ilk sırada yer almıştır. Biz Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinin bu konudaki potansiyelinin çok daha fazla olduğuna ama bu potansiyelin kullanılmasını sağlayacak nitelikli dönüşümün gerektiğine inanıyoruz. Ulusal değil uluslararası akademik camiada da yer bulabiliriz. Eğitim sürecinin dolaylı olarak etkilendiği başka nokta ise asistan hekimler arasında ki eşitsizliktir. Asistanlar arasındaki gelir dağılımında ki eşitsizlik, daha düne kadar aynı odada olduğumuz arkadaşlarımızla ekonomik ve sosyal yaşam açısından farklılıklar yaratmaktadır. Bu nedenle eğitim hastanelerinde hangi uzmanlık dalında eğitim alırsa alsın asistanların mevcut performans sisteminin dışında değerlendirilerek sabit bir gelire ulaşmasını sağlayacak bir düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü hepimiz öncelikle eğitim için buradayız. Esas olan rutin işlerin yürütülmesidir, rutin işler yapılırken asistanda işin içinde yetişir anlayışı gerçekçi değildir. Programlanmamış eğitim tesadüfidir. Halkımızın sağlığı tesadüfleri bırakılamaz. Halkımızın daha bilgili, kendisini yetiştirmiş, özgüveni olan, cesur, karar verme yeteneği gelişmiş uzman hekimlere layık olduğunu düşünüyor, bu durumu sağlamak için hepimize görev düştüğünü biliyoruz. Üzerimizde emeği olan sayın hocalarımıza teşekkürü borç bilerek, yeni eğitim yılımızın hepinize hayırlı olmasını dilerim.” Başasistan Doç. Dr. Güneş Gür: Bilimsel faaliyetlerimize, üretimimize teşvik imkan sağlanması, katkı sağlanması çalışmalarımızın gayretlerimizin ödüllendirilmesi eğitim hastanelerinin başarı grafiklerini daha da yükseltecektir. Önemli noktalardan biri de eğitimcilerdir. Asistan eğitimi tamamen eğiticinin inisiyatifine bırakılmamalıdır. Her asistanın uzmanlık eğitimi boyunca aynı standartta eğitim alması sağlanmalıdır. Her uzmanlıklar için standart bir eğitim programı, bazal eğitim süresi, haftalık eğitim saatleri, Tıpta Uzmanlık Kurulu, Sağlık Bakanlığı ve o alanda yetkin öğretim görevlilerini geliştirilmeli ve o alandaki asistanlar ve klinik, periyodik aralıklarla bu açıdan değerlendirilmelidir. Eğitim asistanlığın başından sonuna doğru asistan bilgi ve eğitim sürecinin artmasını temin etmelidir. Eğitim, bilimsel araştırma için temel bilgiler, proje, araştırma hazırlanmasına aktif katılmasını sağlayacak şekilde örgün olmalıdır. Ancak bu taktirde sadece 13 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Asistanlar adına yapılan konuşma sonrası Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde görev yapan eğitimciler adına ise Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği Baş Asistanı Sayın Doç. Dr. Güneş Gür bir konuşma yaptı. Doç. Dr. Gür konuşmasında, üniversitelerde en kıdemli asistana baş asistan denirken, eğitim ve araştırma hastanelerinde yeterli bilimsel yayını ve yabancı dil bilgisi olan uzmanlar arasından, eğitim ve öğretimin yardımcısı olarak seçildiklerini belirterek özlemlerinin özlük haklarının üniversitelerle eşit hale gelmesi olduğunu söyledi. Doç. Dr. Gür konuşmasına şöyle devam etti: “Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi bir yanda günlük 5000’in üzerinde poliklinik hasta girişinin olduğu, tüm sağlık personelinin arı gibi çalıştığı dev bir hizmet hastanesiyken, bir yandan da çok sayıda yayının yapıldığı akademik ünvanlı pek çok doktorun görev yaptığı, tüm üniversitelerle yarışacak kapasite de bir eğitim kurumudur. Eğitim ve hizmet eğitim ve araştırma hastanelerinin temel yapı taşlarını oluşturmakla birlikte aynı zamanda terazide hassas bir denge oluşturur. Eğitim kadrolarının vazgeçilmez elemanları olan başasistanlardan beklenen hızla gelişen tıp dünyasındaki yenilikleri yakından izlemek bu yeniliklere katkıda bulunmak ve bu doğrultu da edindiği bilgi ve becerilerini asistanlarına aktarmaktır. İşte bu noktada bilimsel faaliyetlerimize üretimimize teşvik imkan sağlanması katkı sağlanması çalışmalarımızın gayretlerimizin ödüllendirilmesi eğitim hastanelerinin başarı grafiklerini daha da yükseltecektir. Bunun doğal sonucu olarak hastaya verilen hizmette en üst kalite de doğal olarak olacaktır. Nitekim hastanemiz sadece Ankara ve çevresinden hastaların başvurduğu değil tüm Türkiye den hastaların referans hastanesi olarak başvurduğu ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu hassas terazi de denge hizmet lehine başasistanlar için bozulduğu zaman maalesef eğitim hastanesi özgün kimliği zedelenmektedir. Örneğin dönem dönem fiziksel aksaklıklar yüzünden eğitimde aksaklıklar yaşayabilmekteyiz. Eğitim hastanelerinin kolları olarak hizmet vermeye çalışan semt polikliniklerin de başasistanların çalışmak zorunda kalması hem eğitimin aksamasına neden olmakta hem de merkezi birimde ki hem yataklı servis hem polikliniklerde ki asli görev ve sorumluluklarının aksamasına, Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 14 verimliliğin düşmesine neden olabilmektedir. Terazimizin bir kısmını oluşturan eğitim çalışmalarımız açısından en önemli dileklerimizin başında son yayınları, son gelişmeleri yakından izleyebileceğimiz bir kütüphanemizin olması ve hastalarımıza doğru güncel tanı ve tedavilerle yaklaşmamız için elzem olan tıp dergilerine makalelerine rahatlıkla ulaşabilmemizdir. Terazimizin diğer kefesini oluşturan hizmet açısındansa hastalarımıza yeterli özeni gösterebileceğimiz son gelişmelerle donatılmış uygun donanıma poliklinik şartlarına, yataklı servislere, muayene odalarına sahip olabilmek önemli dileklerimizdir. Eğitim araştırma hastaneleri aslında çok değerli özgün kurumlardır. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde canla başla çalışan, son derece idealist, bilim dünyasını hayatın gerçekleriyle harmanlamış başasistanlar artık kabuklarına sığamamaktadırlar. İşte bu noktada hastanemizde geleceğe yönelik yapılan kampüse geçiş çalışmaları umut vericidir. Ben burada sayın Başhekimimize özellikle teşekkür etmek istiyorum, sayın hocamız Nurullah Zengin. Kendisi Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ni hem hizmet hem eğitim açısından önden gelen hastanelerden birisi yapmakla kalmamış aynı zamanda daima fikirlerimize saygı duyduğunu göstermiş, önem vermiş, bizlere destek olmuştur. Devlet hastanesi olmanın ötesinde çok üst düzeyde eğitim alan ve veren bir kurum olan hastanemizi, ileride farklı bir statüde görmek dileğiyle konuşmamı sonlandırmak istiyorum, teşekkür ederim.” Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu: 2010-2011 Eğitim yılının bilimsel açıdan daha üretken ve keyifli çalışmalarla geçen bir yıl olması diliyorum. Sağlık Eğitimi Genel Müdürü Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu da yaptığı konuşmada, bu yıl eğitim yılı açılışını eğitim ve araştırma hastanelerimizin katılımıyla hep birlikte, daha coşkulu olarak icra etmek düşüncesiyle bu töreni düzenlediklerini belirterek şöyle dedi: “Tıpta uzmanlık eğitiminde çok önemli görevler üstlenen bünyesinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi gibi köklü eğitim kurumlarını barındıran eğitim araştırma hastanelerimiz 15 ülkemizin gösterdiği kalkınmışlık ivmesine ve sağlıkta dönüşüme paralel olarak sürekli gelişmekte ve kendini geliştirmektedirler. Burada Tıpta Uzmanlık Kurulu’nun 2008 Temmuz ayından bugüne kadar çok yoğun bir şekilde toplantılarla çalışmalarını sürdürmesi yanında eğitim ve araştırma hastanelerinin yanında, tıp fakültelerinde verilen uzmanlık eğitimlerinin yapılan samimi, kapsamlı ve yoğun çalışmalar sonucunda uzmanlık öğrenimi ve uzmanlık eğitimi açısından örnek bir model olacağına yürekten inanıyorum. Açılış merasimimizin ardından düzenleyeceğimiz panelde de tıpta uzmanlık eğitimimizle ilgili bu konuları konuşma ve tartışma fırsatı bulacağız. Bu güzel toplantının düzenlenmesinde başta ev sahipliğini üstelenen Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Nurullah Zengin ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin değerli çalışanlarına, personellerine ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Bu toplantının güzel bir başlangıç olması ve 2010-2011 eğitim yılının hayırlı, bilimsel açıdan daha üretken ve keyifli çalışmalarla geçen bir yıl olması dileklerimle saygılar sunarım.” Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ: Numune Hastanesi’nde artık çok güzel işler yapılıyor. Asistanından hocasına, hemşiresine teknisyenine varıncaya kadar hepinize şükran borçluyum. Konuşmasına yeni eğitim öğretim yılının bütün eğitim hastanelerimize, bu hastanelerde eğitim alan değerli asistanlarımız başta olmak üzere herkese hayırlar getirmesini dileyerek başlayan Sağlık Bakanımız Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ konuşmasını şöyle sürdürdü: “Değerli arkadaşlarım, Türkiye de sağlıkta son sekiz sene içerisinde çok köklü yapısal değişiklikler yaptık. Bir takım yapısal değişikliklerde hali hazırda yapmaya devam ediyoruz, bundan sonrada yapıcağız. Aslında sağlıkta bir dünya değişiyor gerçekten, Türkiye de yani bir anlayış yerini tamamen yeni bir anlayışa doğru değiştiriyor. Bu kuşkusuz ki eğitime de yansıyacak, yansıyan tarafları bugüne kadar oldu bugünden sonrada olacak. Çünkü şöyle elimdeki rakamlara bakayım Bakanlığımız eğitim ve araştırma hastanelerinde asistan eğitimi ve uzmanlık eğitimi gören asistan sayımız 7582 kişi. Bir taraftan bir branştaki uzmanlar veya uzmanlık dernekleri bir dava açıyorlar ona yürütmeyi durdurma kararı veriliyor, onun tersine benzer bir şey açılıyor yürütmeyi durdurma veriliyor, arapsaçına dönüyor çözebilirseniz çözün, çözemiyorsunuz da. Bunu kaç sene yaşadık. Yıllarca bir tüzüğü tadil edemedik sonra baktık ki arkadaş bu tüzükle falan olmuyor bu Danıştay’ın insafına falan terk edilemeyecek, ilgili dairenin insafına terk edilemeyecek bir şeydir. Gittik mecliste kanun yaptık işimizi kısmen çözebildik. Kısmen Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 diyorum çünkü sürece hep bu tür müdahaleler oluyor. Şimdi Türkiye de kısa bir süre önce yaşadığımız referandum birazda buna benzer gerekçelerle ortaya konmuş bir referandumdu. Değerli arkadaşlar söylediklerimden sakın yargının ve yargı kararlarının önemsiz olduğu gibi bir şey söylediğim anlamı çıkartılmasın. Ama bakın öyle enteresan şeyler yaşıyoruz ki, Türkiye de on kişiden, on beş kişi den bir bilimsel heyet kuruyorsunuz, alanında en seçkin bilim adamları, A ilacının bir kanser tedavisinde kaç hafta kullanacağı hakkında bir karar veriyorlar. Bakan yada Bakanlık yada İlaç Eczacılık Genel Südürlüğü vermiyor kararı, ne haddime benim; ben çocuk sağlığı hastalıkları profesörüyüm kanserle de ilgilendim, kanserli çocukları tedavi ettim ama bahsettiğimiz konu meme kanseriyle ilgili bir konu, benim uzmanlık alanım değil, ben karar veremem. Kim karar verecek, yirmi kişiden oluşan bir kurul karar veriyor. Diyor ki, bu ilaç kanıta dayalı tıp bilgilerine göre şu kadar hafta kullanılırsa hasta için yararlıdır, ondan sonrasında bir yararı yoktur hatta zararı olabilir. Buna göre Sağlık Bakanlığı yada Sosyal Güvenlik Kurumu bir işlem icra ediyor ilacın kullanımıyla ilgili. Mahkemeye götürülüyor mesela mahkeme bir karar alıyor. Hayır diyor çok daha uzun süreli kullanılması gerekir. Kime soruyor mahkeme biliyor musunuz bir tek bilirkişiye soruyor. Arkadaşlar böyle şey olur mu? Dünyanın hangi çağdaş ülkesinde böyle bir şeyle karışlaşırsınız? Bu karşılaştığımız sorunları bu şekliyle artık Türkiye de tartışacağız. Bundan da çekinmeyeceğiz yani, öyle kendimize bir takım kutsallıklar falanda izafe etmeyeceğiz. Kutsal başhekim, kutsal klinik şefi, kutsal bakan, kutsal mahkeme böyle bir şey yok, akıl var. Hepimizin aklı var, aklın bir yolu var, yanlış bir şey yapıyorsak bunları düzeltip yolumuza devam edeceğiz. 16 Şimdi değerli arkadaşlarım şuna işaret ettiler. Eğitim hastaneleri de geri plana atılmamalıdır. Hizmet adı altında geri plana atılmamalıdır. Bu o kadar doğru bir laf ki. Gelin isterseniz bir asistan eğitiminin nasıl olması gerektiğine bir bakalım. Bunu uzun uzun tartışmak lazım. Acaba asistanları bir odaya alarak o oda da onlara seminer vermek bugün çağdaş eğitimde ne kadar yeri olan bir şeydir? Hemen hemen hiç yeri yoktur. Bilgiye ulaşmak o kadar kolay ki bunu bir hocanın ağzından dinlemeye pekte gerek yok aslında. Ama ben okuduğum bilginin uygulaması sırasında her dakika hocayla beraber olmalıyım, olabilmeliyim. Hastamı muayene ederken, kusura bakmayın bunları konuştuk ve Sağlık Bakanı bu sebeple birileri tarafından çokta eleştirildi. Ben asistan olarak hastayı kendi başıma muayene edip reçetesini verip gönderemem. Niçin? Ben öğrenciyim de onun için. Eğer bir ameliyatı yaptığım sırada hocam başımda değilse orda yanlış bir şey oluyor demektir. Sadece hizmet açısından değil asistan olarak benim eğitimim açısından. Hastanenin ismini vermeyeceğim size, bundan beş sene önce bir hastanemizi ziyaret ettim. Hastanenin anjiyografi servisine çıktım. Anjiyografi servisinde bir son sene asistanı yanında daha az kıdemli bir asistan beraber anjiyografi yapıyorlar hastaya belki de anjiyografi plasti de uygulayacaklar. Ben haber vermeden gittim hastaneye oraya kadar çıktım. Arkadaşım beni görünce telaşlandı. Ben sordum, dedim ki ‘nerede hocanız’? Efendim hemen haber vereyim gelsin falan, eldivenlerini çıkartmaya çalışıyordu, aman dedim sen hastanın başında dur arkadaş, seni de rahatsız ettik kusura bakma işine devam et. Çıktık Başhekimin odasına gittik. Dedim ki değerli hocam nerede bu arkadaşın başasistanı, hocası? Bir cevap yok. Daha sonra o hastaneden çıktıktan sonrada arkamdan konuşulanları da biliyorum. Dediler ki, yine arkadaşlarımız toplanmışlar, hoca arkadaşlarımız, bende hoca olduğum için böyle çuvaldızı da kendime batırabilirim. “Eğer sayın Bakan bu hastanede eğitim vermemizi istemiyorsa, vermeyiz arkadaş”. Ya iyi de, ben zaten eğitim verin dedim, benim istediğim bundan ibaret. Ama hastaya anjiyoplasti yapan bir asistan varsa başında hocası olur. Şimdi değerli arkadaşlar, eğer asistanlar iyi eğitilsin istiyorsak ve öğrenciler iyi eğitilsin istiyorsak, bir hocanın bütün mesaisini asistanına ve öğrencisine hastayla beraber haczetmesi gerekir, ancak böyle öğrenilir bu meslek. Çünkü bu meslek okumakla yada sadece ders anlatmakla öğrenilebilecek yada öğretilebilecek bir meslek değildir. Benim zaman zaman itiraf ettiğim bir husus var şimdi burada sizin huzurunuzda bir kere daha itiraf ediyorum. Herpançina diye bir hastalık var. Ben bu hastalığı profesör iken öğrendim. Kötü bir asistan değildim, başarılı bir uzmanlık öğrencisiydim. Başarılı bir uzmandım, iyi bir hocaydım hep. Şöyle oldu: Profesörken benim kısa süreli bir muayenehane tecrübem var. Bu tecrübe sırasında kış aylarının birinde aşağı yukarı bir ayda on civarında hatta on beşe yakın herpançinalı çocuk geldi bana. Bunların bir kısmı farklı polikliniklere gitmişler antibiyotikler vermişler, iyileşmeyince ikinci antibiyotik. Pediatrist var mı içiniz de? Burada yok, herhalde kulak burun boğaz uzmanı vardır. Onlar da bilir mutlaka herpaçinatı. Bu viral bir hastalık antibiyotik vermekle nasıl düzelteceksiniz. Sonra ben biraz ilgili atlaslara baktım, resimlere baktım, okudum, bunlar herpançinat dedim. Hastaların tedavilerini verdim. O zaman asiklovirin tedavi süresini kısalttığına dair yeni yazılar falan vardı. Semptomların süresini kısalttığına dair. Sonra merak ettim mütevazi bir muayenehaneydi ve günde diyelim ki o muayenehaneye gelen hasta sayısı 3-5 ten ibaretti. Zaten yeni açmıştım kısa süreli de bir şey oldu. Bir müddet sonra bitirdim o işi. Buraya bu kadar çocuk geldiğine göre koskoca Erzurum da bölge şehridir; aşağı yukarı iki buçuk milyon nüfusa hitap eden bir şehir. Acaba üniversitede ve diğer kliniklerde de çocuk uzmanlarının ya da uzmanlık eğitimi gören asistanların karşısına çıkan herpançina sayısı kaçtır? Akademisyen olduğumuz için böyle bir merakımız da var. Araştırdım ve o süre içerisinde şehirde herpaçina tanısı konmuş başka hiçbir hasta görmedim. Neden böyle oldu? Çünkü, ben asistanken polikliniği tek başıma yaptım. Sadece problemli vakaları hocaya götürmek şeklinde bir usul vardı. Diyelim ki elli hastaya bakıyorsanız, onların ikisini üçünü seçersiniz o sırada nöbetçi hoca kimse ona taşır götürürsünüz. Servise çıkartırsınız işte, hastalar bekler dosyalar koltuğunuzun altında, hocayla görüşürsünüz falan. İyi de ben öğrenciyim hala ben klasik bir tonsilvitle herpançina birbirinden ayıracak bir bilgiye sahip değilim ki. ezbere olmaz sadece. Ama başka türlü biz bu eğitimi ileri götüremeyiz. İşte tamda bunun için, Tam Gün Yasasını getirdik. Çünkü benim anlayışıma göre bir üniversite öğretim üyesinin tıp fakültesinde yada bir klinik şefinin kıdemli şef yardımcısının yada baş asistanın aklının bir kısmı hastanesinde bir kısmı muayenehanesinde çok başarılı bir eğitim hizmeti vermesi zordur. Mümkün değildir demiyorum, mümkün olabilir, ama zordur. Ben sabah sekiz buçukta (yada kaçta geliyorsam) hastaneye geldiğim zaman aklım fikrim polikliniğe gelecek hastalarda, yatan hastalarımda, asistanımda eğer üniversitedeysem öğrencimde olmalıdır. Hastalarda bunun böyle yürüdüğünü bilmelidir. Benim dışarıdaki muayenehaneme geldiğinde işinin daha kolay yürüdüğünü, yürüyebileceğini bir hasta bilirse bu da Onun için arkadaşlar eğer eğitimden bahsedeceksek ve hocaları da başasistanlar dahil birer anaç tavuk olarak göreceksek, (özür dilerim tabi benzetme kötü bir benzetme değil tabi) kanatlarının altına asistanların veya öğrencilerini civcivler gibi almış bir eğitim sistemini hayal ediyorum ben. Tabi ki bu programlı olmalıdır, öyle 17 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 hastalara karşı haksızlık olur. Ben ister buna çanak tutayım ister tutmayım fark etmez, sistemin kendisinde bir sakatlık var. Çünkü bu sistem bu şekilde uygun bir sistem değildir. Uygun olmadığını hepimiz biliyoruz. Tabi ben bunu böyle söylüyorum herkeste sessiz sessiz dinliyor ama içimizde buna karış çıkan arkadaşlarımız da olabilir. Bu süreç içerisinde karşı çıkan arkadaşlar da oldu. Şöyle bir bakıyorum sürece bakıyorum, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uzman doktorların yüzde 12’sinin muayenehanesi vardı, biz bu kanunu yapmadan önce Üniversite Hocalarında yüzde 30’unun muayenehanesi vardı. Çünkü bu bahsettiğimiz performans sistemleri zaten işleri büyük ölçüde değiştirmişti. Biz de bu yüzde 12’nin ve yüzde 30’un da sistemi biraz bozduğunu sistemin içinde bunun biraz sakil kaldığını biliyorduk. Onun için bir kanun yaptık, ki zaten uzman doktorların yüzde 88’i hocaların yüzde 70’i gönüllü olarak bu yolu seçmişlerse iyi bir şey yapmışız artık. Ne oldu? Sürece bir şekilde anamuhalefet partisi karıştı, Anayasa Mahkemesi’ne götürdü, Anayasa Mahkemesi sürece farklı bir yorum getirdi. Henüz gerekçe getirmediği için işin ne yöne gideceği kesin değil. Danıştay bir şey getirdi, falan ama sevindirici olan şudur. Bütün bu sürece rağmen değerli arkadaşlar şu anda Türkiye de biz bu kararları aldıktan sonra Temmuz ayından sonrayı söylüyorum Temmuz Ağustos Eylül üç aylık süreci, tam gün çalışan doktorların oranı yüzde 92’ye ulaştı. Seksen sekizden geriye doğru gitmedi mahkeme böyle bir karar aldı diye. Üniversite Hocalarımızın da tam gün çalışan sayısı % 80’e ulaştı. Yetmişten seksene çıktı. İyi bir yöne doğru gidiyoruz. Kanunda bunu çok kısa bir sürü içinde bitirmiş olacaktık. Şimdi biraz daha başka türlü bitiriyoruz. Çok açık konuşuyorum, Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 benim anladığım eğitim araştırma hastanesinde sistemin tam gün çalışan hocalarla yürümesi gerekir. Şimdi arkadaşlar, eski sistemin özelliğiyle yeni sistemin arasında önemli farklar var. Bunları anlatsak bir saat anlatabiliriz ama şimdi ben hocayım veya öğretim üyesiyim, muayenehanemde hasta bakmam için bana bir fırsat verilmiş, zaten başka türlüde bir kazanç fırsatı verilmemiş, eskiden böyleydi. Yada üniversitede özel hasta alacam muayene edeceğim böyle bir imkanım var. Peki muayenehanede bir muayene ücreti nedir? Hocalar için herhalde 250 TL civarındadır, değil mi? Bunları konuşmamız lazım arkadaşlar. Birbirimizi suçlayarak değil. Kimseyi de suçlamadığımın farkındasınızdır. Bunları burada konuşmayıp da nerede konuşacağız? Bende çocuk sağlığı hastalıklar profesörüyüm iletişimim de iyidir, hastalarımda benim muayenehaneme de gelirler yani yarın burada klinik şefi olsam, dört kişi gelse muayenehaneme, fazla istemiyorum yorulmayı falan istemiyorum. Dört çarpı 250, bin yapar. Bunu bir ayla çarpın yirmi beş gün çalıştığını varsayalım. Şimdi bu şöyle bir sonuç ortaya çıkartıyor arkadaşlar hepimiz hekimiz para bir tarafa kalsın da bu işin riski daha az. Ben şimdi sabah gelip polikliniğimde hoca olarak asistanımla beraber, başasistanımla beraber günde elli hastayla ilgilendiğim zaman elli hastanın sorumluluğu gelecek üzerime, evet belki asistanım hazırlayacak, belki başasistanım muayene edecek, beraber bir şeyler yapacağız ama sorumlusu benim oranın, bunun aslı budur haberiniz olsun. Orada kendisine reçete verilen her hasta için kendisinde böyle bir sorumluluk var. Şimdi böyle bir durum var, sabahtan akşama kadar orada sorumluluk alarak, bir şeyler yapacağım en sonunda da bana diyorlar ki, (burada 18 rakamlar var güncel rakamlar var) ‘hocam sana klinik şefi olarak ayda ortalama 8400 TL bir gelir temin ederiz bu şekilde. Ama sabahtan akşama kadar poliklinikteki otuz hastanın elli hastasının sorumluğunu alacaksın. Yatan hastaların şu kadarının sorumluğu senin’. Şimdi 8400 TL az bir para değil, ama yaptığım işle kıyaslanınca çok az bir para gibi görünüyor bana, çünkü öbür tarafta bunu işte iki mislini üç mislini günde dört hastayla kazanabiliyorum. O zaman benim gönlüm bunu istemez diyor sistem. Açık konuşuyorum ben, dünya değişti bunda sonra böyle. Bu yeni sisteme hepimiz uyum göstereceğiz. Tekrar söylüyorum dün olduğu gibi, yıllarını bu işe vermiş ömrünü bu işe vermiş insana 2000 TL maaş verip, sonrada ‘git muayenehanede kazan’ derseniz bunu yapamazsınız, buna hakkınız yok. Ama biz şimdi yeni bir seçim getiriyoruz, diyoruz ki bugüne kadar bir noktaya getirdik bu işi, tam gün çalışanlar açısından. E şimdi yeni kanun yaptık bunu % 30’la artırma imkanımız var. Türkiye büyüyor, gelişiyor Sağlık Bakanlığı artık hastanelerini daha iyi yönetiyor. Parayı başka yerlerden tutabiliyoruz, aldığımız bir global bütçe var, o zaman biz önümüzde ki yıllarda çalışanlarımıza hocalarımız dahil, asistanlarımız dahil daha fazla ödeme yapabilecek bir sisteme doğru gidiyoruz, yeni dünya böyle kuruldu. Biz diyoruz ki, bir doktor arkadaşımızın (ister pratisyen hekim olsun, ister uzman olsun, ister başasistan olsun, ister şef, yardımcısı ister şef olsun) Numune Hastanesiyle muayene arasında ya da Numune Hastanesiyle falanca özel hastane arasında bir ilişki kurmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Ama kesinlikle müsaade etmeyeceğiz, bu hususta kararlıyız. Çünkü bu da hukukun gereği, bu insan haklarının da gereği, bu hastanın da hakkı. Burada ki değerli meslektaşlarımın ne kadar hakkı varsa, asistanında o kadar hakkı var, vatandaşında o kadar hakkı var. Böyle bir sistem kurduk. Bu sistemi söylediğim gibi beğenmeyenler olabilir, bu sistemi tenkit edenler olabilir, bundan dolayı bize darılanlar olabilir ama herkes bilsin ki yapmak istediğimiz şey hakkaniyet ve adaleti ortaya koymaktır. Benim bu ülkenin Sağlık Bakanı olarak görevim, hastaların hizmetinin onların ezilmeden kendilerine sunulması, eğitim ve araştırma hastanelerindeki asistanlarımın polikliniklerinde ameliyathanelerinde servislerinde asla yalnız bırakılmamasıdır. Ve asistanlara da söylüyorum, asistanlık bir kölelik müessesesi değildir. Evet, öğrenciyiz hocamıza azami saygı göstereceğiz, hürmet edeceğiz bize mesleğimizi o öğretiyor. Bu bizim geleneğimizde de var ama bu bir kölelik mesleği değildir. Bunun kuralları vardır. Bu kurallara göre eğitim alıyoruz. Bu kurallara göre hizmet ediyoruz. Hiçbir asistan kendi başına bir hastayı muayene edip ona reçete verip, o uzmanlık alanıyla ilgili reçeteyi verip evine gönderemez. Hiçbir asistan gecenin bir yarısında kendi başına bir hastayı ameliyat edip, hastanın kalbini dikip veya beynini dikip tamam işin bitti diyemez. Buna ne asistanın hakkı var, ne hocasının hakkı var, ne Başhekimin hakkı var, ne de Sağlık Bakanlığı olarak benim hakkım var. Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde uzmanlık öğrencileri hastalara kendi başlarına tedavi yapmazlar. Hastayı alırlar muayene ederler, dosyasını hazırlarlar, takip ederler ama karar verme süreçleri, reçeteleme süreçleri, tıbbi müdahale süreçlerinde mutlaka başlarında bir uzman olmalıdır. Ve Türkiye’de de bu böyle olacaktır, buna kararlıyız. Bunun tersine kim gitmek istiyorsa, suyu yokuşa doğru akıtmak istediğini bilsin. Su yokuşa doğru bu ülkede akmayacak. Şunu söyleyeyim, bu noktada bu eğitimi veren hocalar benim başımın tacıdır ve çok önemli insanlardır. Hocalığın ne demek olduğunu ben kendim yaşadığım için biliyorum. O da bir çile mesleğidir. Hele tıp fakültesi gibi bir alanda her zaman risk alıyorsunuz. Ömrünüz risk almakla ve öğrenmekle geçiyor. Belki başka meslekler içinde geçerlidir, ama öğrenmenin bu kadar sürekli devam ettiği ettirildiği bir başka meslek bilmiyorum. Ölene kadar öğrenciyiz, hem hocayız, hem öğrenciyiz. Şimdi ben aşağı yukarı on senedir pratik yapmıyorum, pratik yapmaya dönsem bir asistan gibi herhalde bir sene okumam çalışmam, pediatri biliminin güncel şartlarına ulaşmam gerekecek. Yani o ortalıkta ki durum, bir bakanla yada bakanlıkla hekimlerin yada hekimlerin bir kısmının bir çekişmesi durumu değildir arkadaşlar. Biz sistemi değiştirdik; bu sistemin değiştiğinin farkında olmayan arkadaşlarımız, bu sistemin değiştiğinin farkında olsun diye söylüyorum. Bu sistemi değiştirdik eski sistem artık yok hoşunuza gitse de yok gitmese de yok, bu arada hiç kimsenin meslek hakkına falan da karışmıyoruz. İnsanlar muayenehane açabilirler, özel hastanede çalışabilirler, emeklerini 19 orada değerlendirebilirler. Ama artık Numune Hastanesiyle, Ankara Hastanesiyle, Şişli Etfal Hastanesiyle, Tepecik Hastanesiyle, Erzurum Palandöken Hastanesiyle, Yüksekova Hastanesiyle bir muayenehane arasında yada bir özel hastane arasında bir ilişkiye asla ve asla müsaade etmeyeceğiz. Buna kararlıyız, buna müsaade etmeyeceğimiz hususunda ki uygulamalarımızı da zannediyorum sizler takip ediyorsunuzdur. Şimdi, Etlikte yeni bir kampusün ihale sürecini başlattık. Bunu dört sene içerisinde bitirmeyi ümit ediyoruz. Numune Hastanesinde yada diğer eğitim hastanelerinde artık çok güzel işler yapılıyor. Hepinize ben şükran borçluyum, asistanından hocasına, hemşiresine teknisyenine varıncaya kadar. Ama ortamlarımız çalışma mekanlarımız, artık yamaya yamaya yama tutmaz hale gelmiş. Bu hastaneleri değiştiriyoruz. Bu hastaneleri dünyanın en modern hastaneleriyle değiştirmek üzere Başbakanımızın talimatıyla düğmeye basmış durumdayız. Bir senenin içinde, 2011’in içinde bu ihaleleri bitirmiş olacağız. Tabi bunların içinde inşaatın yapılması üç dört seneyi aşağı yukarı alacaktır. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 içerisinde geldiğimiz noktaya baktığımızda. İkincisi performansa dayalı ödeme sistemimiz. Dün Mondreal’den iki uzman hocayla beraber Dünya Sağlık Örgütü yetkilileriyle beraber bu konuyu tartıştık ve şunu söylediler, “mutlaka bizim bu meseleyi iyi irdelememiz bunu dünya ülkelerine taşımamız hatta sağlığın dışına taşımamız gerekiyor”. Aksayan tarafları yok mudur? Mutlaka var, 13 defa Yönerge değiştirdik, bunu da çok olumlu buldular. Bu yaşayan dinamik bir sistem. Böyle böyle, gelişe gelişe yükseğe doğru çıkıyor. Mesela şimdi yönetici performansı getiriyoruz. Sizle ilişkili bir tarafını söyleyeyim, eğer Nurullah Bey yeterince size ek ödeme dağıtamıyorsa hastanenin borcunu artırıyorsa, onun kendisinin ek ödemesi düşecek. Böyle bir sistem getiriyoruz, ikincisi buydu. Bir randevu sistemine geçiyoruz arkadaşlar, şu anda Erzurum, Kayseri, Eskişehir, Yalova, Çanakkale, Bilecik, Edirne, Kırıkkale, Tekirdağ dokuz ilde uygulama başladı. Hastanemizin buna hazır olması lazım. Aylık çalışma listelerimizi merkezi randevu sistemine veriyoruz ve bu merkezi randevu sistemi içerisinde bize muayene olmak isteyen hastalarımızı muayene ediyoruz. Asistan arkadaşımız konuşurken “Tıpta Uzmanlık Kurulu’nda keşke birde asistan temsilcisi koysaymışsınız” diye biraz hayıflandı, Genel Müdürümüz Safa Beyle görüştük, asistanları bundan sonra komisyonlarda mutlaka yer aldıracağız. Bu eğitimin bir anlamda birinci unsuru olan kişiyi mutlaka bu komisyonların içinde bulundurmamız gerekiyor. Başasistan kardeşim, yardımcı doçentle özlük hakları konusunda bir şeyler söyledi. Ama artık başasistanların özlük hakları yardımcı doçentlerden daha iyi. Daha çok kazanıyorsunuz, eğer söz Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 konusu emeklilikse yardımcı doçent olarak emekli olan hiç kimse yok, öyle bir şey yok bulamazsınız. Türkiye de biz bütün bunları yaparken sağlık hizmeti alıp başını gitti arkadaşlar. Bakın OECD 2009 yılında bir rapor yayınladı. Dünya Sağlık Örgütüyle şimdi Türkiye sağlık sistemi performansını çalışıyoruz. Türkiye artık dünyaya örnek gösterilen bir ülke, birçok alanda sağlık alanında çok mesafe kat ettik. Ama özellikle dört alan var ki, bu dört alanda dünyanın en önde gelen ülkesi olmaya adayız. Bunlardan birincisi çok kapsamlı ve çok yönlü bir sağlık dönüşümünü kısa sürede başarıyla gerçekleştirmek. Ülkelerin hepsi hemen hemen sağlık reformu yapıyor, ama bir kısmı finans reformu yapıyor, bir kısmı hastane reformu yapıyor, bir kısmı birinci basamak aile hekimleri reformu yapıyor, bir kısmı acil hizmetler reformu yapıyor, biz bunların hepsine neşter vurduk. Bu açıdan Türkiye gerçekten bir ilki başarıyor dünyada. Sekiz sene 20 Üçüncüsü, teknolojiyi çok ucuza kullanan bir ülke olduk. Bugün ispanya da bir MR çekimi sosyal güvenlik sisteminde 250 euro ya mal oluyor. Türkiye de bir MR çekim sosyal güvenlik sisteminde 35 euro ya maal oluyor. Sadece ispanya değil Amerika, Avrupa’nın hemen hemen bütün ülkeleri böyle. Pnömokok aşısı yapıyoruz çocuklarımıza bedava yapıyoruz. Bizden sonra pnömokok aşısını en ucuza mal eden ülke iki misline mal ediyor. Ha bunları nasıl yaptık? Bunları başka bir oturumda anlatmaya çalışalım. Evet değerli arkadaşlar hepinize başarılar diliyorum. Bu hastaneyle bütün eğitim hastaneleriyle iftihar ediyoruz. Yapılan çalışmalar her geçen gün hem halkımızın sağlığı hizmetler açısından hem eğitim açısından hem araştırmalar açısından bir kademe daha ileri çıkıyor. Biliyorum ki, biz sizlere daha iyi imkanlar sundukça, daha iyi ortamlar temin ettikçe, çok daha iyi olacak. En son asistanlarımıza bir müjde vererek konuşmamı kapatayım. Yeni bir düzenleme getireceğiz, nöbetlerle alakalı olarak. Bu eğitim hastanelerini çok fazla ilgilendirmiyor ama üniversite hastanelerini daha çok ilgilendiriyor. Belki eğitim hastanelerinde de var bu uygulamalar yer yer, gün aşırı nöbet tutturulmasına yasak getireceğiz. ‘Bir asistan en sık üç günde bir nöbet tutabilir’ diye bir kural getireceğiz. Bunu mevzuat haline getireceğiz ve bu şekilde uygulanmasını da önümüzde ki dönemde, belki biraz zaman veririz üniversitelere kendilerini toparlamaları için. Çünkü gün aşırı nöbet gerçekten yaşanabilecek bir hayat değil, hele evliler için. Gün aşırı nöbeti olan ve evli olan arkadaşlarımız nöbetlerini ters günlere denk getirirlerdi ki, evde çocuklarına bakabilsinler. Bu kabul edilmeyecek bir şey. Arkadaşım diyor ki; “o zaman kadrolarımı arttıracaksınız” Mesela Numune Hastanesi için, kadroların arttırılmasının hiçte gerekli olmadığını düşünüyorum. Burada 1000’in üzerinde hekim var. Yani sadece asistan değil uzmanlarımızda var. Eğer söz konusu olan Numune Hastanesiyse bu yükü Numune Hastanesi taşır. Ha taşıyamayan yerlerde ona göre düzenlemeler mutlaka yapılacaktır. Hepinize sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum, başarılar diliyorum.” Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’a, 1899 yılında yayınlanan ‘Nevsal-i Afiyet’ isimli ilk tıp yıllığının 1. sayısının tıpkıbasımı hediye edildi. Sağlık Bakanımız Prof. Dr. Recep Akdağ’ın konuşmalarından sonra, Sağlık Eğitimi Genel Müdürümüz Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu ilk basımı 1899 yılında gerçekleştirilen ‘Nevsal-i Afiyet’ isimli Osmanlıda yayınlanan ilk tıp yıllığını Sağlık Bakanımız Sayın Akdağ’a hediye ettiler. Genel Müdür Kapıcıoğlu, kitap takdimini yaparken yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Sayın Bakanım, arkadaşlarımızın 21 değerli katkılarıyla bugünün anısına sizlere ‘Nevsal-i Afiyet’in 1. sayısının tıpkıbasımını takdim etmek isterim. Bu kitabın özelliği Osmanlıda yayınlanan ilk tıp yıllığıdır ve 1. Dünya Savaşı başlangıcına kadar 4 sayı yayınlanmıştır. Bu eser içerisinde o yıllara ait istatistiki değerler, o devre ait tıpdaki yeni gelişmeler, sağlıkla ilgili hususlar yer almaktadır. Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü olarak, bu eserin Milli Kütüphanedeki orijinalinden yola çıkarak tıpkıbasımını hazırlattığımız bu eserin ilk bölümünü günümüz latin alfabesine çevrilmiş kısmını da kitaba ilave ettik. Ömer Besim Paşa tarafından yazılmış bulunan söz konusu bu eserin tamamının çevirisine başlamış bulunmaktayız.” Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın kitap için teşekkür etmesi sonrası törenlerin gündüz etkinliklerinin 1. bölümü tamamlanmış oldu. Verilen ara sonrası gündüz etkinliklerinin ikinci bölümü olan panele geçildi. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 ‘Sağlıkta Mevzuatı Işığında Türkiye’de Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Geleceği’ isimli panel ANEAH Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü ile Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin birlikte organize ettiği, Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 20102011 Eğitim Yılı Açılış Törenleri’nin gündüz etkinliklerinin 2. Bölümünde ‘Sağlıkta Mevzuatı Işığında Türkiye’de Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Geleceği’ isimli panel ANEAH Dr. Münif İslamoğlu Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Panelin açılış konuşmasını gerçekleştiren oturum başkanı Prof. Dr. Bülent Zülfikar yapılan panelin içeriği ve zamanlaması bakımından önemini belirten kısa konuşmasında, panelin düzenlenmesindeki katkılarından dolayı Sağlık Eğitimi Genel Müdürümüz Prof. Dr. M. İ. Safa Kapıcıoğlu’na ve Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin’e teşekkür etti. Prof. Dr. Bülent Zülfikar: “Tabi, 1 Ekim başlayınca eğitim yılı da beraberinde başlıyor. Eğitim yılı sadece tıp öğrencilerin kapsamıyor. Tıp 22 öğretiminin hemen hemen en önemli aşamalarından biri olan uzmanlık eğitimi de bununla aynı tarihlerde nasipleniyor. Ülkemizin hem insanına hem hastalarına hem öğrencilerine hem de idari hizmetlerine bu vesileyle pek çok meslektaşımız kazandırılıyor. Bu meslektaşlarımızın yaptığı çabalar, onları bu alanlarda ki gayretleri ülkemizi bir yerlere taşımaya vesile oluyor. Bu organizasyon dolayısıyla bu günü yad etmek amacıyla bizleri burada buluşturan değerli tıpta uzmanlık kurulu meslektaşım arkadaşım, Doç. Dr. Nurullah Zengin hocamıza teşekkür ederim. Ve bu organizasyonun gerçekleştirilmesini sağlayan Sağlık Bakanlığımız, Sağlık Eğitim Genel Müdürlüğümüz ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanemizin başhekimliğinin bütün çalışanlarıyla beraber tebrik ediyorum. Sağ olun var olun… Çünkü bu tıpta uzmanlık kurulu üyelerinin yaklaşık bir buçuk yıllık, iki yıllık sürelerini tamamlamış ama asıl etkinliklerini vermeye başladıkları, bu bir buçuk yıllık süre içerisinde ortaya çıkan ürünün paylaşılması, değerlendirilmesi amacıyla da bir fırsat oluşturmaktadır. Sizlerden bu gelecek yaklaşımlar, bu yapılanlara geleceğe yönelikte büyük ipuçları olacaktır. O nedenle bugünkü panelde hakikaten heyecanla arkadaşlarımızın yapacağı sunumları bekliyoruz ve o sunumların akabinde sizlerin katkılarınız, sorularınız bize geleceğe yönelik pek çok şeyler kazandıracaktır veya bizim arkadaşlarımızın aktaracakları da en az bu görevi yapacaktır. Bu vesileyle panele geçmeden önce değerli kurul sekretaryasını yürüten Uzm. Dr. Engin Uçar arkadaşımız, bize özellikle bir rehberin kanıtlanmasının, hazırlanmasının kanıta dayalı olmasının nasıl olabileceğiyle ilgili kısa bir sunumu olacak, onun arkasından da biz panele devam edeceğiz. Kendisini buraya davet etmek istiyorum ve Tıpta Uzmanlık Kurulunda ki bütün çabalarından dolayı da kendisini kutluyorum.” TUK Sekreteri ve Sağlık Eğitimi Genel Müdür Yardımcısı Uzm. Dr. Engin Uçar: “Sayın panelistler, değerli hocalarım, kıymetli davetliler hepinizi saygıyla selamlıyorum. Kanıta dayalı klinik rehberlerin geliştirilmesi konulu sunumumu mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde tamamlayacağım. Şimdi, doktorlarımız, uzman olsun pratisyen olsun, tıbbın kendilerine sunduğu eğitim süreci içerisinde tıbbın bildirdiği ile kanıtın önerdiği arasında, çoğu zaman soru işaretleriyle dolu bir karar mekanizması yaşamıştır. Bunu bütün meslektaşlarımız hayatlarının belli bir safhasında mutlaka tecrübe etmiştir. Bu ne kadar bilimseldir diye sormak ise bence yersizdir. Aslında bilimin kendisi budur. Yaşadıklarımızla ve hissettiklerimizle, kanıta dayandırabildiklerimiz arasında her zaman fark olacaktır ve bu fark bizi ileriye doğru götürecektir. “Dört kitabın manası bir eliftedir, hoca sen elif dersin manası nedir bilir misin?” Yunus, bunu çok eskilerde söylerken aslında kanıta dayalı bir felsefenin temsilcilerinden birisi olduğunu, belki de kendisi bile bilmiyordu. Buradan şöyle bir soru sormak istiyorum hepinize, cevaplamanız için değil ama birkaç saniyeliğine düşünmeniz için; modern zamanların en büyük buluşu nedir? Ben bunu kendime sorup cevapladığımda telefon diye düşünmüştüm. İki farklı mekândaki insan veya insanların birbirleriyle iletişime geçmelerini sağlayan bu icat bence modern zamanların en büyük buluşuydu. Ama rakibi de vardı: bilgisayar. Hata yapmak üzere yaratılmış insan ile yarışmaya girebilecek bir icat olarak bence modern zamanların en büyük buluşuna en büyük adaylardan birisi olabilir. Peki, bu ikisini birleştirirsek ne olur? Ortaya internet çıkar. Cevabımıza iki aday olmasın dersek eğer, modern zamanların en büyük buluşu internettir diyebiliriz. Pek çok doktor arkadaşımız günlük pratiği sırasında hastalarıyla karşılaştığında internet üzerinden kanıtlanmış ya da kanıtlanmamış-, bilimsel ya da bilimsel olmayan verilerle donanmış pek çok hastayla karşılaşmıştır. Bu ciddi bir sorun oluyor bazen klinik uygulamalarımızda. Kanıta 23 Panelde sağlık alanında sürdürdükleri görevlerinin yanı sıra TUK üyeliği görevini de yerine getiren 5 akademisyen konuştu. Oturum başkanlığı Prof. Dr. Bülent Zülfikar’ın yaptığı panelde Prof. Dr. Abdulgaffar Vural, Prof. Dr. M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Prof. Dr. Nizamettin Kılıç, Doç. Dr. Nurullah Zengin de panelist olarak katkıda bulundular. dayalı tıp işte burada çok önemli bir ihtiyaca cevap verecektir. Kanıta dayalı tıp neden gerekli? Kısaca toparlayacak olursak üretilen bilginin miktar ve hızındaki ciddi bir artış söz konusu. Şurada bir grafik var, bu grafikte son on beş yılda yüz yılın yayın sayısını ikiye katladığımızı göstermeye çalıştım. Yalnız tıp ile ilgili günde altı bin makalenin yayınlanıyor olması, dünyada bilginin ne düzeyde çoğaldığını ve bu bilgiye ulaşımın ne kadar güvenli olduğunu da beraberinde sormamız gereken bir durum. Burada güvenilirlik, ulaşılabilirlik, kullanım kolaylığı güncellik bunlar en önemli parametreler. Hekimler hızla üretilen bilgileri gereksinim duydukları an ve yerde kullanamamaktalar, bu en önemli sorunlarımızdan birisi. Kanıta dayalı tıbbın da karşılaştığı sorunlardan birisi de bu. Kanıta dayalı tıpla ilgili kısaca tarihçeden bahsetmek istiyorum. Aslında felsefi olarak çok eskilere dayanıyor ama on dokuzuncu yüzyılda Fransa’da bu işi sorgulayan Parisli hekimlere dayandırılan makaleler var. Bu dönemde hekimler benzer hastalık tablolarında uyguladıkları farklı yaklaşım ve tedavilerin hepsinin istenen sonuca ulaşmadığı gerçeğinden hareket ederek, bugünkü kayıta dayalı tıp felsefesi sorularını sormaya başlamışlardır. Hekimler kararlarının istatistiksel Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 analizlere dayandığının farkına varmışlardır. Böylece benzer durumlarda verilen kararların farklı sonuçlara neden olmasını karşılaştırmak ve bu istatistiksel sonuçlardan yola çıkarak daha iyiye gitme yolunda ilerlemişler. Bunun sonucu olarak hekimlerin hastalarıyla ilgili kararları kendi deneyim ve bilgileri ışığında verdikleri, sezgisel tıbbın karşısında kanıta dayalı tıp kavramı gelişmiştir. Sezgisel tıbbı da hiçbir zaman yabana atmamak lazım. Bizim hocalarımızın birinin de tabiriyle “Sens Clinique” diye hekimlikte tanıya giderken gözlem sonuçlarından sezgisel yolla çıkarımda bulunmak diye tarif edilebilecek bir şey vardı ki, hiç kanıtla değil de aslında tecrübeyle karşılık bulan bir bileşendir o. Kanıta dayalı tıbbın bugünkü önem ve popülaritesi 1990’lara dayanmakta. Doksanlı yıllar başka bir deyişle dönüm noktası sayılabilecek değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Bunun altında yatan en önemli sebep iletişimdeki artış. Böylece coğrafyaya bağlı olan tıbbın kaderi ortadan kalkıyor. Coğrafi olarak ulaşımı zor bölgelerdeki güncel tıbbi bilgilere, modern çağların en önemli buluşu olan internet üzerinden ulaşılabilir oluyor. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Medline ve internet aracılığıyla pek çok bilgiye ulaşılabilse de bu bilgilerin tümü güvenilir ya da geçerli değil. Kanıta dayalı tıbbın burada devreye girmesi gerekiyor. Tarihçeyle dönüp, kanıta dayandırma kavramını arama işini biraz abartacak olursak, Eski Yunan’da Platon (Eflatun) kanıta dayalı bir felsefeye sahip en eski düşünürlerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Eski Çin yazıtlarında kanıta dayalı belgeler var. İbn-i Sina’nın Batı literatüründeki isimlendirilmesiyle Avicenna’yı görüyoruz sonra. Bizim daha çok sahip çıkmamız gerekirken inanın Google’da küçük bir araştırma yaptığınızda Avicenna ile, İbn-i Sina’dan daha çok karşılaşıyorsunuz. Büyük bir eseri var, ‘El Kanun Fit Tıbb’ diye altı yüz yıl süreyle üstüne bir eser okutulamamış Avrupa’daki tıp okullarında. Onun birkaç alıntısı var burada. İbn–i Sina da hep kanıta dayandırmaya çalışmış, vermiş olduğu hükümleri. Daha yakın zamanlarda İskoçyalı epidemiyolog Archie Cochrane, 1972 yılında yayınladığı bir kitabında kanıta dayalı tıpla ilgili temelleri atmış. Daha sonradan The Cochrane Collaboration adı altında şu anda kanıta dayalı tıbbın en öncü kurumlarından sayılan Cochrane Kütüphanesi’nin de kurucusudur aynı zamanda. Kanıta dayalı 24 tanımını JAMA’da 1990 da David Eddy ilk defa kullanmış. 1992 de kanıta dayalı tıp terimi yine JAMA’da, görüldüğü gibi İngiltere, bu kavramı dünyaya ihraç eden gibi gözüküyorGuyatt ve arkadaşlarının bir makalesinde kanıta dayalı tıp kelimesini ilk defa görüyoruz. Anna Donald yakın zamanda kendisini kanserden kaybetmiş olduğumuz bir bilim kadını. Çeşitli dergilerde ve British Medical Journal’da kanıta dayalı tıp çalışmalarının temelini atan kişidir. Kanıta dayalı tıpla ilgili önemli simalar bunlar. Kanıta dayalı tıp uygulaması üç şeyin birleşmesiyle kısaca tarif edilebilir diyebiliriz. Geçerli ve güvenilir kanıtlar, kimsenin itirazı yok buna tabi. Kişisel hekimlik bilgi ve deneyimlerimizi ise kesinlikle göz ardı etmiyoruz. Bunu muhakkak kullanmamız lazım ki, hekimlik bir sanattır. Bir de hastaların tercihleri ön plana çıkıyor ve istatistikleri etkileyip uygulama noktasında karar vermemizde etkili olabiliyor. Geçerli ve güvenilir kanıtlar ne demek? Çeşitli bilim dallarına dayanıyor bunlar. Mühendislik bilimine, istatistik bilimlerine vs. Bir kere bilimsel olmak zorunda meta-analizler, risk fayda analizleri, randomize kontrollü çalışmalar gibi hepimizin yabancısı olmadığı, hatta çok merkezli çalışmalar, çift gör çalışmalar gibi sıfatlarla yapılan çalışmaların güvenilirliği ve etkisi arttırılmaya çalışıyor bu yaklaşımla. Bakanlığımızın kanıta dayalı rehber geliştirme projesinden bahsederek konuşmamı bitirmek istiyorum. NICE (Ulusal Sağlık ve Klinik Mükemmeliyet Enstitüsü) İngiltere’de hükümete bağlı olmayan ve kanıta dayalı tıp konusunda yayımladıkları rehberler ile bu alanda dünyaya öncülük eden bir kuruluş. Bakanlığımız bu kuruluşla ortaklaşa kanıta dayalı klinik rehber geliştirme kapasitesi oluşturmak için bir antlaşma imzaladı. Devam etmeden önce tıp kılavuzları nelerdir diye bir slayt koydum buraya, mesela uzman önerileri, bir kılavuzdur aslında ama kanıta dayalı tıp rehberleri kadar güçlü değildir. Sonuca dayanan kılavuzlar da vardır, tercihlere dayanan kılavuzlar da bizimkisi kanıta dayalı bir klinik rehber oluşturmak. Kanıta dayalı tıpla ilgilenen varsa bu iki tabloyu hemen hatırlayacak. Tabi birçok kaynakta bunlara ulaşabilirsiniz. Kanıtların düzeyleri vardır. Olgu raporları ve klinik örneklerden elde edilen sonuçlar ile en zayıf kanıt değeri olandan çok sayıda iyi düzenlenmiş kontrollü çalışmaların meta-analizlerden elde edilen bulgular ve randomize çalışmaların yalancı negatif pozitiflik oranları düşük şeklinde bir grup yapılırsa, burası da birinci düzey; bu ikisinin arasında kalan alanlar var. Bunları da tekrar gruplayarak A,B,C,D derecesiyle tıp insanına bir öneri oluşturabiliyor kanıta dayalı tıp. NICE (Ulusal Sağlık ve Klinik Mükemmeliyet Enstitüsü) ile Sağlık Bakanlığı arasında bir sözleşme imzalandı, Kanıta Dayalı Klinik Rehberler Geliştirme Projesi. Amacımız örnek bir rehber geliştirmek yoluyla bakanlığımızda bir kapasite oluşturulmasıydı. Amaç rehberi geliştirmek değil rehber geliştirmeyi öğrenmekti. Nisan 2009’da on beş kişilik bir ekip oluşturduk. Detaylarına çok girmeye gerek yok, bir yıl kadar bir süreyle çalışmalar tamamlandı. Burada hemen dikkatinizi çekmek istediğim sistematik gözden geçirme ekibine ilaveten bir sağlık ekonomisi ekibi de vardı. Yani kanıta dayalı tıbbın içersinde ekonomistlerin de katkısı var. Yapmış olduğumuz şeyin bilimsel olarak hastaya faydası yanında makro ve mikro ekonomik düzeyde de hem ülkeyi hem kurumun bütçesine olan etkileri de analiz edilmekte. Bir de kalite değerlendirme ekibi vardı, tamamen grubun dışarısında. Projenin özet olarak içeriği, teknik ekibe NICE tarafından bir eğitim verilmesiydi. Örnek bir konu seçildi. Konu sezaryenle ilgiliydi. Bu detaylar buradaki sunumun çok konusu değil. İki tane teknik soruyu cevaplamaya yönelik bir proje başlattık. Kanıta dayalı klinik rehberler geliştirilirken belki de en zor şey bu soruları sormak. Şu iki soru için günler süren, toplamda saatler süren toplantılar yapıldı. Bu iki soru ortaya çıktıktan sonra İngiltere’deki ekiple Türkiye’deki ekip zaman zaman online telekonferanslarla, zaman zaman Türkiye’de İngiltere’deki ekibi misafir ederek ortak toplantılarla bu sorular analiz edilmeye başlandı. Binlerce makale tarandı. Olayın ekonomik verileri masaya yatırıldı. Ve bir analiz yapılmaya çalışıldı bir buçuk yıl süre içerisinde. Rehber geliştirme grubu adı altında adlandırdık biz bu on beş kişilik grubu. Bu konunun uzmanı olan hekimlerden, hemşire ebelerden yine altını çizerek işaret etmek istiyorum- hasta temsilcilerinden de oluşuyordu. Hastaların tercilerinin de kanıta dayalı rehber geliştirmede önemli olduğuna işaret etmek istiyorum. Rehber geliştirme grubu teknik ekip tarafından yapılan sistematik gözden geçirme çalışması sonrası sonuçları bunlardan elde edilen yorumları değerlendirecek ilgili kişilerden oluşmakta. Bu bir toplantı sırasında bizim kanıta dayalı tıp rehber geliştirme grubunun çekilmiş bir fotoğrafı. NICE’ın danışmanlığı burada bizim için çok önemliydi. En önemlisi NICE’ın bir marka garantisi vardı. Çünkü dünyada kanıta dayalı klinik rehber geliştirme konusunda hemen hemen tartışmaz lider bir kuruluş İngiltere’de. Toplantılarımız devam etti ve neticede 2010 Haziran’da yapılan toplantılarla kesinleşti. Onaylanan rehberin basım aşamasındayız şu anda. İngilizcesi aslında tamamlandı. Bunun Türkçeye tercümesi sonrada lansman 25 Kanıta dayalı tıp uygulaması üç şeyin birleşmesiyle kısaca tarif edilebilir diyebiliriz. Geçerli ve güvenilir kanıtlar, kimsenin itirazı yok buna tabi. Kişisel hekimlik bilgi ve deneyimlerimizi ise kesinlikle göz ardı etmiyoruz. Bunu muhakkak kullanmamız lazım ki, hekimlik bir sanattır. Bir de hastaların tercihleri ön plana çıkıyor ve istatistikleri etkileyip uygulama noktasında karar vermemizde etkili olabiliyor. toplantısının yapılması aşamasındayız. Bence bu projenin en önemli kısmı bu projenin sona erdikten sonraki aşamaları ve karşısına çıkacak olan zorluklar. Kanıta dayalı rehber geliştirme alanında bakanlık stratejisi çok önemli, yetişmiş insan gücünün değerlendirilmesi demek bu. Bu on beş kişiye bir yatırım yapıldı. Ciddi manada bir para harcandı, bir zaman harcandı ve bir kapasite oluşturuldu. Bu kapasitenin devam ettirilmesi ve kullanılması ürün vermesinin sağlanması bence çok önemli. Kanıta dayalı tıp pratiğine dayalı diğer alanlarında geliştirilmesi lazım. Belki aranızda bilenler vardır, DRG olarak isimlendirilen tanıyla ilgili gruplar şeklinde ülkemiz için yeni bir uygulama var. Kanıta dayalı tıp rehberleriyle bu DRG’nin birlikte kullanılmasının hem ekonomik hem bilimsel açıdan insanımıza daha faydalı sağlık hizmeti vermemiz açısından önemli bir rol oynayacağını düşünüyorum. Sonuçta kanıta dayalı rehber geliştirme çalışması Türkiye’de tedavi standartlarının belirlenmesinde anahtar bir rol oynayacak, bu kesin. Dünyada kabul gören bu yöntem mevcut kaynakların en verimli şekilde kullanılması anlamına geliyor. Hasta sağlığı ve çalışan verimliliği için başarının anahtarı olacak diyorum. Teşekkür ediyorum. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Prof. Dr. Bülent Zülfikar: “Engin Beye çok teşekkür ediyoruz. Hakikaten bakanlıkta pek çok projeler, yürüyen aktiviteler var ama bunlar içerisinde önemli olanlardan birisi bu rehberlerin hazırlanması. Çünkü biz hep alıştık dünyada rehberler var. Ama ülkemizde ne düzeyde olduğumuzla ilgili bir bilgi sundu, teşekkür ederiz kendisine. Şimdi burada, bugünkü panelimizin konusu; sağlık mevzuatının ışığında tıpta uzmanlık eğitiminin geleceği. Ülkemizde şuanda pek çok yerde tıpta uzmanlık eğitimi veriliyor. Bu slaytta gördüğünüz gibi şuan da tıp fakülteleri faal olan 64 tıp fakültemiz, 52 tıpta uzmanlık, 62 de sağlık bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde eğitim faaliyetleri, tıpta uzmanlık çalışmaları devam ediyor. Tabi sağlığın diğer parametreleri olan diş hekimliği, sağlık bilimleri fakültelerindeki dört yıllık veya iki yıllık meslek yüksek okulları, liseler buralardan da sağlığa pek çok eleman sağlık ordusuna katılıyor. Ülkemizin hekim sayıları branşlara göre ne olduğu, bunların aktif çalışanlar sağlık bakanlığında mı, üniversite de mi özelde mi çalışıyorlar. Toplam her alanda ne kadar elemanımız olduğu, bunların yüz bin kişiye düşen oranları geçtiğimiz yıl bir önceki yıl 2008 de yüksek öğrenim kurumuyla sağlık bakanlığının ortaklaşa bir kitabında yayınlandı ve bu yılda bu daha da güncellenerek yeniden revize edildi. Gerçekten hepimiz için çok yararlı bir referans alabileceğimiz değerler var burada. Ben bunun detayına girmeyeceğim. Yani ülkemizde hepimizin bildiği gibi her alanda, birkaç alan belki yavaş yavaş Avrupa Birliği ölçeğine yaklaştı. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 “Ülkemizde şuanda pek çok yerde tıpta uzmanlık eğitimi veriliyor. Şu anda faal olan 64 tıp fakültemiz, 52 tıpta uzmanlık, 62 de sağlık bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde eğitim faaliyetleri, tıpta uzmanlık çalışmaları devam ediyor.” Bunların arasında plastik cerrahi, beyin cerrahi, üroloji gibi ama bunun dışında pek çok alanda sayısal olarak eksiğimiz var. Tabi sayısal olarak eksiğimizin yanında bide işin kalite tarafı var, bu da işin diğer yanı. Tabi bu grafikler farklı farklı boyutlar kazanabilir. Özellikle sağlık ve geri dönüş politikalarının çerçevesinde kurumlar arasında varyasyonlar olabilir. Ama elimizde ki materyal bu ve her yıl Nisan ve Eylül dönmelerinde Tıpta Uzmanlık Sınavları yapılarak yaklaşık 6000’in üzerinde tıp fakültesi mezunu arkadaşlar tıpta uzmanlık sınavı vesilesiyle uzmanlaşmaya doğru adım atıyorlar ve bunların içersinde bitirenler var, devam edenler var. Ve bu farkta tıpta uzmanlık için ayrılan kontenjanlarla bu kontenjanların gerçekleşmesi her zaman aynı olmuyor. Tıp fakültesinden mezun olanlardan daha fazla kontenjan ayrılabiliyor ama kişilerin kendilerine uygun uzmanlık alanlarını seçmeleri, herkes kendi arzusu içerisinde bir uzmanlık alanı seçmeye çalışıyor. O nedenle ayrılmış kontenjanlar her zaman dolmuyor. Bir de ÖSYM’nin sınav mantığı çerçevesinde bir problemimiz vardı. İkinci kere yerleştirme üçüncü kere yerleştirme oldukça sıkıntılıydı. Özellikle yan dallarda bu sıkıntılıydı. Umarım ÖSYM yeni yapılanma yaparken de buna çok daha dikkat eder. Hiç olmazsa açılan kontenjanlarda ihtiyaçlar esaslı bir 26 şekilde karşılanmış olur. Üniversitede ki öğretim elemanları sayımlarımız şurada gördüğünüz gibi seksen bin civarında öğretim elemanımız var. On bir bin profesörümüz, beş altı bin civarında doçentimiz, yaklaşık her ikisinin toplamı kadarda yardımcı doçent arkadaşımız bu görevleri yapıyor. Araştırma görevlilerimiz, diğer öğretim elemanlarımız da yaklaşık üçte biri doçent, profesör, yardımcı doçent olarak çalışıyor. Üçte ikisi diğer öğretim elemanı ve araştırma görevlisi olarak tıpta uzmanlık öğrencilerinin ve tıp fakültesi öğrencilerinin üniversitede yetişmelerine katkıda bulunuyor. Tabi bunlardan sağlık bakanlığımızın hastanelerinde de görevlendirme yoluyla bulunanları hesaba katarsak, hakikaten bu sayı 2023 hedeflerine ülkenin kuruluş hedeflerine ulaşmak için yeterli değil. Bunun artırılması ve tabi ki kalitesinin de yükseltilmesi gerekir. Bir uzman doktor neler yapar? Bir defa bir uzman doktor tedavi ajanları ve bunlara bağlı gelişebilecek sorunları bilmek, önleyebilmek ve tedavi edebilmek yeteneğinde, yetkinliğindedir. Yine bir uzman doktor tüm yan etkileri bilmek ve bunları tedavi edebilmek yetkinliğini taşır. Yine aynı meslektaşlarımız erken teşhis için her yaşta yapılması gereken taramaları ve incelemeleri hem bilmek hem yapabilmek yetkinlikleri var. Her türlü acil müdahale ve tedavileri yapmak hakları da var yetkinlikleri de var. Yolda giderken yaşadıkları bir olaya müdahale etmezlerse bir anlamda suç işlerler, insanlık suçu işlerler. Dolayısıyla bunu bilmek ve bunu gerçekleştirmek durumundalar. Öte yandan az önce Engin Uçar arkadaşımızın söylediği gibi, yapacakları işleri kanıta dayalı ve etik olması gereken araştırmalar yapmak, araştırma sonuçlarını makale olarak yayınlamak, konferans vermek, bildiri sunmak, konusuyla ilgili eğitim düzenlemelerinin kredilendirme ve aktivasyon çalışmalarının içinde bulunmak, ulusal ve uluslar arası kurullarda yer almak, ulusal ve uluslar arası toplantılar düzenlemek, seminer düzenlemek, kongreler düzenlemek bu kongrelere başkan olmak ve bu kongreleri izlemek gibi yetkinliklere de haizdirler. Bu çerçeve de bu uzman arkadaşlarımız, yetkin arkadaşlarımızın yetişmesini arzu ediyorsak, o zaman yapılanmamızı da doğru kurmamız lazım. Bunlardan beklentilerimiz çok yüksekse bu beklentinin karşılığını da vermemiz lazım. İşte Danıştay’ın yıllarca süren, hepimiz biliyoruz 2002 de çıkmış en son kararı hakikaten bir ortak bir özellik taşıyordu ki bu işi Sağlık Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurulu en azından müştereken belirlemeli bu tıpta uzmanlığı birlikte yapılandırılmalı ve bu çerçevede de bu kararın arkasından da 2007 de çıkan bir resmi gazetede yayınlanan bir kanun bu işlerin başlamasını sağladı. Diş Hekimliği Birliğinden de birer üye 16 kişilik kurulda yer alıyor. Ortak bir konsensüs yakalamaya gayret ediyorlar. Kurulun görevleri kanunla ve yönetmeliklerle belirlendi. Buda zaten geçen yıl haziranda yayınlanan yönetmelikle, pek çok konu var özellikle uzmanlık eğitimi veren kurumların fiziki yapısı, yatak sayısı, personel durumu, ilgili uzmanlık dalının çekirdek eğitim müfredatı, yeni uzmanlık dallarının ihtisas edilmesi, görev alanıyla ilgili alanlarda kendisinin alt komisyonlar oluşturması gibi pek çok yaygın ve geniş bir görevle mücehhez. görmek, ülke ihtiyacının vizyonunu koymak Tıpta Uzmanlık Kurulunun çabalarıyla mümkün ve gerçekten bu kurumların eğitim gücünün bilinmesi yeterli sayıda ve yetkin uzman yetiştirilmesinin bu kurul vasıtasıyla bağımsız olarak önünün açılması, hakikaten olumlu bir yaklaşım olarak görüyorum. Ve her zaman da elimden geldiğince bunun kimliğini ortaya koymasını kendi bağımsız kimliğini gücünü ortaya koyması içinde gayretlerimi sürdürüyorum, diğer beraber çalıştığımız üye arkadaşlarımız gibi. Bundan sonra bu kurul hakikaten birçok sorumluluğu üzerinde barındıracak. Bizim alışık olduğumuzdan çok farklı olacak. Çünkü bugüne kadar tıp eğitiminde YÖK ve Sağlık Bakanlığı farklı farklı yollardan gidebiliyordu ama bunu müşterekleştirmek ülke ihtiyacını Şimdi unutmayalım küreselleşme diye bir olguyu yaşıyoruz. Küreselleşme de üç tane unsur bağımsızlaşıyor. Bunlar serbest dolaşıyor, bir defa ürünler küreselleşiyor, sermaye küreselleşiyor ve entelektüel birikim küreselleşiyor. Böyle bir dünyada serbest dolaşım ve Bu iki fotoğrafta da gördüğünüz gibi Tıpta Uzmanlık Kurulu çalışmalarını kağıtta yazılı olduğu gibi senede iki kere değil, neredeyse ayda iki kere toplanarak sürdürüyor. Yani üst üstüne koyarsak, samimiyetle ayda iki kere toplanıyor. Bazen toplandığında üç dört gün sürüyor toplantı. Yani üç gün toplantılar oldu dört gün toplantılar oldu. Ortalama iki günlük toplantılar halinde geçiyor ve bu kurulda hepimizin bildiği gibi sağlık bakanlığının yetkilileri anlamında Sayın Müsteşar, Sağlık Eğitimi Genel Müdürümüz Sayın Kapıcıoğlu ve birinci hukuk müşaviri var. Bunun ötesinde beş tane sağlık bakanlığı hastanelerinden birisi diş hekimliğiyle ilgili olan hastane olmak üzere, beşte yüksek öğrenim kurumuna bağlı olan tıp fakültelerinden, ki birisi yine diş hekimliği fakültesi olmak üzere üyeler bulunuyor. GATA’dan, Türk Tabipler Birliğinden, 27 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Biz tıpta uzmanlık öğrencilerini birazcık çalışan eleman gibi görüyoruz. Onları halen öğrenci gibi öğrenciliğin devamı gibi görmek istemiyoruz. Ve iş yükü altında akademik perspektif araştırmacı kimlik giderek sönüyor. Oysa bunun 80-20 ideali de 70-30 gibi olmasıdır. personelin rekabet gücü bir araya geldiğinde bizimde tıpta düşüneceklerimiz tıpta uzmanlıkta kendimize yeni bir bakış açıları kazandırmamız lazım. Çünkü biz biliyoruz ki bütün bu olaylar üniversite olsun, hastanecilik olsun, tıpta uzmanlık olsun üç kurumdan etkileniyor. Bir defa devlet etkiliyor, piyasa etkiliyor, akademik perspektif, akademi etkiliyor. Bunların dışında kalmak mümkün değil. Tıpta uzman bir kişi neler yapabilir. Bu önünde gördüğü yapılanma içerisinde bir defa hizmette yer alabilir. İkincisi klinik araştırmalarda yer alabilir. Temel bilim araştırmalarında yer alabilir. Eğitimde veya yönetsel, idari işlerde görev alabilir. Ama bunlardan üçünden dördünden beşinden beraber olmamalı maksimum bunların ikisini birlikte sürdürebilmeli ve muhakkak bir araştırma alanını seçmeli diye arzu ediyoruz tıpta uzmanlık öğrencisinin ve bununda yolu tabi kariyerleşmeye gitmeli. Nasıl olabilir bu kariyerleşme? Ülkemizde kariyerleşmenin iki yolu var. Tıpta uzmanlık veya doktora yapmak. Tıp mensupları için doktora yolu çok tercih edilen bir yol olmamış, bu yolu seçen meslektaşlarımızın sayısı çok az genelde tıpta uzmanlık çerçevesinde gidiyoruz. Tıpta uzmanlıkta şunda tıpta uzmanlık kurulu yetkili ve sorumlu ama bu yetkisi ve sorumluluğu alt birimlerin gücüyle ilişkili, mesela YÖK’le ilişkili, YÖK’e bağlı yüksek öğrenim kurumalarımıza Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 üniversitelerimize bağlı üniversite hastaneleri ve tıp fakültesi dekanlıkları burada önemli bir ana rol üstleniyorlar. Az önce gördüğünüz grafiklerde her yıl 6000 civarında uzmanlık öğrencisi gelecekse bunun 4000’e yakını üniversite kurumlarında 2000’e yakını sağlık bakanlığı kurumlarında yetişiyor. Sağlık eğitim genel müdürlüğü burada etkin ve ciddi bir rolü var. Başhekimliklerimizin rolü var, eğitim ve araştırma hastanelerimizin, uzmanlık derneklerinin, uzmanlık birliklerinin rolü var. Tabi geri ödeme kurumlarının rolü var, akreditasyon kurumlarının da rolü var. Ülkemiz de giderek akreditasyona doğru gidiyor. Yani dolayısıyla tıpta uzmanlık bağımsız bir kurum değil. Doktora şuan da enstitüler tarafından görülüyor ve fakültelerde de bu arkadaşlarımız çalışıyorlar. 1964-2009 arası Amerika da yapılmış çalışmalar göstermiştir ki proje destekli daha çok doktora programlarına giriyor. Doktora yapanlar proje desteği istiyor. Öbür tarafta aynı seviyeyi koruyor ama diğer taraf artıyor. Yani buda gösteriyor ki gerçek anlamda araştırma, gerçek anlamda ürüne dönüştürmenin yolu kariyerleştirme de başka bir tarafta gitmek zorunda. Hizmet alanıyla araştırma alanını da biz geleceğe doğru tıpta uzmanlık alanında irdelememiz gereken kurumlardan birisi. Ve şimdi sadece devlet değil değişik firmalar da buraya fon sağlıyorlar ve yeni araştırmaları destekliyorlar. Akademik başarının anahtarı da tabi entelektüel beklentiler. Tanınmış olmak, devamlı destek ve yönlendirme, özellikler kazanmak ve tabi ki işin para tarafı da var. Bu nasıl olacak, bir defa müfredatımız ve eğitimimiz çok güçlü olmak durumunda. Yine klinik uygulamalar, gerekirse girişimsel uygulamalar açısından bunun pek çok boyutu var. Mesela picproje eğitim 28 tarzında olabilir, yayınlar araştırma etkinlikleri, eğitilen kişinin değerlendirilmesi teorik derseler, literatürler ve özel klinik etkinlikler bunun içerisine girer. Rotasyonlar en az bunun kadar önemli ve bir de standartlar, standartlar diyince de klinik standartlar anlıyoruz. Bu klinik standartlar içerisinde yatak sayısından başvuran hasta sayısına, yatarak tedavi görenler, eğitime ayrılan zaman, araştırmaya ayrılan zaman, akademik eğitici kadronun önemi buraya tıpta uzmanlık öğrencileri müracaat ederken klinik işlerle akademik perspektife ayrılan zaman dengesi olması lazım. Birazdan arkadaşlarımız muhakkak değineceklerdir. Biz tıpta uzmanlık öğrencilerini birazcık çalışan eleman gibi görüyoruz. Onları halen öğrenci gibi öğrenciliğin devamı gibi görmek istemiyoruz. Ve iş yükü altında akademik perspektif araştırmacı kimlik giderek sönüyor. Oysa bunun 80-20 ideali de 70-30 gibi olmasıdır. Burada kliniklerin gelecekte tercih edilebilecek özellikleri içerisinde kliniklerimiz kendilerini sorgulamalı olanlara kendilerini hazırlamalı. Klinik standartların yanın da tabi dış merkezlerin durumu nasıl laboratuar olanakları, görüntüleme teknolojileri, cerrahi girişim olanakları, radyoterapi ve diğer yeni gelişen tedavi programları nasıl ve konseyler buralarda nasıl kurulmuş, nasıl devam ediyor. Ve bir başka standartta akademik standart. Klinik standardın yanında akademik standartta olmalı. Kaç saat teorik ders alacak, ne kadar saat seminer hazırlayacak, kaç bildiri hazırlayacak, kaç ulusal kongreye gidecek, kaç uluslar arası yere gidecek bunlarda akademik standartlar. Tabi mali konularda en az onun kadar önemli ne maaş alacak, bu maaşın yanında ek olanakları var mı, çocuğuna burslar verilecek mi, arabasını garaja koyma yeri var mı, kongrelere katılma desteği var mı, yani tıpta uzmanlık öğrencilerinin yanında olan tıpta uzmanlık kurulu gelecekte kliniklerimizin tıptı uzmanlık eğitimi veren yerlerden bagzı şeyleri sorgulayacak. Ve terfi kriterleri nasıl olacak. Terfi kriterleri yine sınavlarla mı olacak? Yoksa bu aldığı eğitimin yayınlarının, projelerinin bunda rolü var mı? Evet aslında söyleyecek çok şey var ama tıpta uzmanlığın geleceği perspektifinden baktığımız zaman üniversitelerimizin eğitim araştırma hastanelerimizin eğitim öğretim gibi bir görevi olduğunu hiç unutmamamız lazım, araştırma gibi bir görevimiz olduğunu da hiç unutmamamız lazım ve bunu ilk günden başlatmamız lazım. Araştırmacı kimlik bağımsız düşünmeyi ve bağımsız konuşmayı gerektirir. Bu da tabi bizim çocuk yaştan sağlayacağımız vereceğimiz hem özgürlüklerle hem olanaklarla ilişkilidir. Sonra hizmettir. Yani hizmeti anca böyle gidebilir. Bilgi üretmek, akademisyen yetiştirmek, eğitimin kalitesini yükseltmek, uzman hekim yetiştirmek ve yeterli düzeyde uzman hekim yetiştirilmesi için pek çok kurulun devreye girmesi gerekiyor. Safa Hoca konuşmasında değinecektir. Mesela afiliasyon, mesela sadece tıp fakültesi mi olmak gerekiyor? Sadece eğitim ve araştırma hastanesi mi olmak gerekiyor? Gelecekte bağımsız enstitülerin burada rolü olmayacak mı? Eğitim yapısını tamamlamış belli bölümünü almayacak mı? Çünkü biz biliyoruz ki franchise üniversiteler geliyor, franchise hastaneler geliyor. Böyle bir ortamda biz kendimizi ne kadar koruyacağız. Hepiniz biliyorsunuz vatandaşlık mecburiyetinin kalksın kalkmasın gibi yoğun tartışmaları oldu ama dünyanın pek çok yeri bu vatandaşlığı kaldırmış. Amerika da fellowluğu seçenlerin % 48 i o ülkede mezun olmayanlar. % 42-% 48 Arası fellow kalanlar o ülkeden tıp fakültelerinden mezun olmayanlar. Bu daha yeni yayınlandı orada. Böyle bir ortamda biz daha ne kadar direneceğiz. Tıpta uzmanlık kurulumuza, hastanelerimize, başhekimliklerimize, dekanlıklarımıza çok iş düşüyor ve gerçekten ülkenin sağlık ihtiyacını karşılayacak hekim ordusunun sorumluluğunu üstlenmiş durumdayız. Bu vesileyle Tıpta Uzmanlık Kuruluna huzurlarınız da takdirlerimi sunuyorum, teşekkür ediyorum.” Prof. Dr. Abdulgaffar Vural: “Sayın başkanım, sayın meslektaşlarım, şüphesiz ki ülkemizde 19. Yüzyıldan itibaren uzmanlık bir şekilde formal olmasa da verilmekteydi. Özellikle Mektebi Tıbbiyeyi Şahane’nin 1827 de açılıp 1838 de yeniden teşkilatlanmasından sonra yurt dışına 29 gönderilen ve oradan gelerek eğitime başlayan personel vasıtasıyla bir uzmanlık eğitimi verilmekteydi. Ancak bunlarla ilgili bir mevzuata rastlamak mümkün olamıyor. Halihazırda ülkemizde tıpta uzmanlık eğitimi bildiğimiz 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı Cihazına dair kanundan yasal dayanağını almaktadır. Bu kanun kendisinden önce ülkemizde hekimlik sanatının uygulanmasını düzenleyen 1862 yılında çıkartılmış eski bir nizamnameyi yürürlükten kaldırmıştır. O nizamname incelendiğin de genel olarak hekimlik ve bazı birkaç yakın branşın uygulanma koşullarının düzenlediği, ancak özgün olarak uzmanlık eğitimini ilişkin bir hüküm içermediği görülmektedir. 1219 sayılı kanun 1928 yılında yürürlüğe girmiştir. Sekizinci maddesi Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 genel olarak tüm hekimlerin Türkiye de hasta tedavi etme hakkına sahip olduklarını vurgular. Ancak herhangi bir dalda sürekli olarak uzman olmayı ve bu uzmanlık unvanını ilan edebilmeyi belli koşullara bağlamıştır. Bu da ya tıp fakültemizden o zaman tek Türkiye de veya sağlık bakanlığınca kabul edilen kurumlardan veya yabancı tanınmış kurumlardan alınmış bir uzmanlık belgesinin alınması koşulunu getirmiştir. Aynı kanunun dokuzuncu maddesinin 2007 de ki değişiklikten önce ki orijinal hali de bunun bir tüzükle düzenlenmesini ayrıntılarını hükme bağlamıştır. Bu kanun hükmüne dayanarak bakanlar kurulunca 1929, 1947, 1956, 1961, 1962, 1973 ve 2002 yıllarında tüzükler çıkartılmıştır ve bugüne kadar gelinmiştir. 1929 yılında çıkartılan ilk Tababet ve İhtisas Vesikaları Hakkında Ki Nizamname isimli tüzük ülkemiz de ilk ayrıntılı tıpta uzmanlık mevzuatı niteliğindedir. Bu tüzükle samimi bir ifadeyle şimdilik kaydı da konularak 9 klinik ve 6 laboratuar uzmanlık dalının ihlas edildiği yer almaktadır. Bu tüzüğü çıkartanlar uzmanlık sayısının ilerde artacağını ön görmüş olmalılar ki şimdilik kaydını koymuşlardır. Bir de Hıfzsı Sıhha isimli dört yıllık uzmanlık için uzun bir dal var. Koruyucu hekimlikte dal olarak belirtilmiştir. O zamanın koşullarında koruyucu hekimliğin klinik hekimliğinden daha belki önemli olduğunu gösteren bir Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 bulgudur. Çünkü iç hastalıkların ve genel cerrahinin 3 yıl, diğer tüm branşlarında 2 yıl da alınması 1929 tüzüğünde hükme bağlanmıştır ve formal bir bitirme sınavı ile sağlık bakanlığınca tasdikli uzmanlık belgesi de verilmesi bu tüzükle uygulamaya girmiş olmaktadır. Bu tüzüğün 9 ve 12’inci maddeleri incelendiğinde süresi olmak kaydı ile önceden tıp fakültesinden, GATA’dan veya bazı tanınmış yabancı kurumlardan alınan belgelere sahip olanların uzmanlıkları olduğu gibi tescil edilmiş, diğer şekilde alınmış olan belge sahiplerin veya belgesiz olarak, uzman olarak sanat icra etmekte olanların belirli bir değerlendirmeye tabi tutulma esası getirilmiştir. Buradan anlaşılıyor ki daha önceden gerçekten merkezi bir ülkemizde uzmanlık tescil edilmesi ve belge verilmesi sisteminin olmadığı ortaya çıkıyor. Yine 1929 tüzüğünün kendinden önce herhangi bir mevzuatı yürürlükten kaldırmayışından da önceden başka bir mevzuatın bu konuda olmadığı sonucuna varabiliyoruz. Yine enteresan bir nokta 1929 tüzüğünde birinci ve ikinci sınıf uzmanlık diye tanımlamalar getirilmiş. Sınıftaki rehakatine göre birinci sınıf uzman alanlar tam yetkili oluyor. Onlar hastanelerdeki uzmanlıklara da tayin edilebiliyorlar ama ikinci sınıf uzmanlık belgesi sahipleri ancak mesleklerini serbest olarak icra edebiliyor. Bunlarında üç yıl süreyle çalışanlarının mesleğini serbestçe icra edenlerin sağlık 30 bakanlığı uygun gördüklerine birinci sınıfa geçme hakkını tanımış. 1929 yıl tüzüğü 18 yıl yürürlükte kalmış, önemli değişikliklere uğramamıştır. Yalnızca 1942 yılında 3 branşın iki yıllık asistanlık sürelerine bir yılda genel cerrahi ilave rotasyonu süre içinde değil getirilmesi sağlanmıştır. 1947 yılında ikinci bir tüzük çıkartılmış ve 1929 tüzüğü olduğu gibi yürürlükten kaldırılmıştır. Burada 22 uzmanlık dalı tanımlanmış ve asistanlığa giriş için yabancı dil ve mesleki yarışma sınavları konulmuştur. Bundan önceki tüzükte böyle bir sistem yok. Ve uzmanlık bitirme sınavlarından önce bir tez hazırlanması ve yine 6 ayda bir asistanlara kanaat notu verilmesi esasları da 1947 de getirilmiş ve halende yürürlükte olan esaslardır. Genel olarak uzmanlık eğitimi sürelerinin 3 ve ya 2 yıl olarak düzenlendiği görülmektedir. Bu tüzükle ilginçtir ağız ve çene cerrahisi dalının getirildiği ancak diş tabiplerinin yada diğer meslek uzmanlıklarına dair bir hüküm içerdiği görülmemektedir. Anlaşılmaktadır ki ağız ve çene cerrahisi tabiplere mahsus bir uzmanlık dalı imiş o zaman. Yine 1947 yılı tüzüğüyle uzmanlık belgelerinin düzenlenerek mehelin de düzenlenip sağlık bakanlığınca tastık edilmesinden bir adım ileriye gidilip, belgelerin şekil, kapsam ve içeriğinin de sağlık bakanlığınca belirlenmesi esası getirilmiştir. Yine bu tüzükte iki sınıf uzmanlığa son verilmiş ve iki sınıf birleştirilmiştir. Tüzükte bir kez değişiklik yapılmış ve uzmanlıkların sayısı 1949 da 25 e çıkartılmıştır. 1956 yılında çıkartılan yeni bir tüzük, bunun adı da Tababet İhtisas Nizamnamesi 1947 tüzüğünü kaldırıp yerine geçmiştir. Bu tüzük beş yıl yürürlükte kalacaktır. 37 dal tanımlanmıştır. Bunların yanında yine Ortodonti dalanın yer aldığı görülmektedir. Ancak bazı laboratuar branşlarda tabip dışı personele hak getirilmesine karşın, diş hekimlerin uzmanlık eğitimine yönelik bir hüküm bulunmadığı da dikkati çekmektedir. Bu durumda acaba Ortodonti İhtisası tabiplere mi aitti diye insanın aklına bazı sorular geliyor, çözümünü bulmak zor. 1956 tüzüğünde bildiğimiz iç hastalıklar ve genel cerrahi dalları var. Ancak bunların dışında birde ikişer yıllık iç hastalıkları grubu sağlık uzmanlığı ve şiroloji grubu sağlık uzmanlığı diye iki dalda yer almış. Bundan önceki tüzükte sadece genel sağlık uzmanlığı diye bir dal vardı. O dalın ikiye bölündüğü görülüyor. 1961 yılında yeni bir tüzük yayınlanıyor. Üroloji, Andakronoloji, Ematoloji dalları dört yıllık müstakil ana dallar gibi tanımlanmıştır. Ancak bu dalları ve keza Kardiyoloji ve göğüs dallarının ikişer yıl dahiliyede geçirilmesi ön görülmüştür. Genel sağlık kurumunu tamamlayanların hem cerrahi hem dahili branşlara gitmelerine imkan tanınmış yalnız süresi farklı. İşte demin söylediğimiz ortak programın 1961 tüzüğünde farklı bir şekilde vücut bulduğu görülüyor. Özel ihtisas dalı olarak bugünkü dallara uyan 15 klinik dal ileri ihtisas dalları olarak da çoğu bugünkü yan dal olarak 12 klinik dal tanımlanmış. Ayrıca yardımcı ve temel tıp bilimleri kapsamında da 9 özel ve mikrobiyologlar için 6 ileri ihtisas tanımlanmış. 61 tüzüğü diş hekimlerine açık bir biçimde uzmanlık eğitimi hakkını iki dalda Ontodonti ve Petadonti de tanımlamaktadır. Ağız ve çene cerrahisinde halen yoktur diş hekimlerinin ihtisas yapması 1961 tüzüğünde de ve bir kez değişiklik yapılmış ve bir gün sonra da yürürlükten kaldırılmıştır. 1962 de yürürlüğü giren Tababet Uzmanlığı tüzüğü bu ortak program kamıntırak kavramını ortadan kaldırmıştır. 17 klinik Tababet Uzmanlığı, 15 Koruyucu Tababet Uzmanlığı, 5 laboratuar uzmanı ve 6 akademik uzmanlık dalı olmak üzere dört ayrı grup içinde gruplandırmıştır. Bu 17 klinik dal içerisinden iç hastalıkları bir grup olarak yazıp, içinden ayrıca 8, genel jeoloji grubu içinde 7 uzmanlık sonrası dal tanımlamıştır. Bugünkü yan dal kavramına benziyor ama yan dal terminolojisi kullanılmıyor. Keza rotasyon terminolojisi kullanmadan bugünkü rotasyon kavramına uyan çok ayrıntılı düzenlemelerin de 1962 tüzüğünde yapıldığı görülmektedir. Bu tüzük 11 yıl süreyle yürürlükte kalmıştır. Bu tüzük döneminde verilen bazı uzmanlık belgelerine halen değişik şekillerde elimize geçebilmektedir. Beş jüri üyesinin imzasını taşıyan bir tanesinin muhalif olmasında dahi uzmanlık belgesi alamadığı dönemlerdir bunlar. 1973 yılında tüm tarihçemizde en uzun süre yürürlükte kalan, yani 29 yıl yürürlükte kalan Tababet Uzmanlık tüzüğü yürürlüğe konmuştur. Burada önemli bir farklılık asistanlığı atanma açıkça belirtilmiş ve Türk vatandaşları için önceki tüzüklerde var olan maaşsız fahri asistanlığın kaldırıldığı açıkça ortaya konmuştur. Ondan önceki tüzüklerde muvazzaf asistanlık, fahri asistanlık gibi değişik terminolojilerle hekimlerin hiçbir ücret almaksızın ihtisas yapmaları yolu vardı. Bu yol 1973 tüzüğün de ortadan kalkmış, fahri 31 Ülkemizde tıpta uzmanlık eğitimi bildiğimiz 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı Cihazına dair kanundan yasal dayanağını almaktadır. Kanun kendisinden önce ülkemizde hekimlik sanatının uygulanmasını düzenleyen 1862 yılında çıkartılmış eski bir nizamnameyi yürürlükten kaldırmıştır. asistanlık sadece yabancı uyruklulara özgülenmiştir. Burada yan dal uzmanlığı da ismik olarak tanımlanmıştır 1973 tüzüğünde. Ancak giriş için bir sınav öngörülmemiş hatta giriş sınavı yapılmaz ibaresi konmuştur. 1973 tüzüğünde ilk defa bir merkezi Tababet Uzmanlık Kurulunun oluşturulduğu görülüyor. Bugünkü Tıpta Uzmanlık Kuruluna benzemiyor yetkileri, sadece GATA ve üniversite dışındaki kurumları, yani o zaman SSK, Sağlık Bakanlığı ve bazı tek tük kurumlara bağlı, eğitim hastanelerini kapsayan yetkileri olan ama yine merkezi bir kurul oluşturulduğu görülüyor. Ve yine1973 tüzüğüne bağlı olarak Sağlık Bakanlığınca bir tek bakanlık yönetmeliği olarak 1974 yılında bir Tababet Uzmanlık yönetmeliği çıkartılarak üniversite ve GATA’nın dışındaki eğitim kurumlarını sahip olacağı koşullar, buradaki eğitim ve şefliklerin durumları çok ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Bu yönetmeliğin de daha önceki her hangi bir yönetmeliği yürürlükten kaldırmadığı görülmüştür. Yani demek ki görülüyor alanındaki ilk ayrıntılı tek bakanlık yönetmeliği oluyor. 1973 tüzüğünde pek çok değişiklik yapılmıştır 29 yıl içerisinde. Ama en önemli değişiklik 1987 yılında yapılan değişiklikle ana dal asistanlık sınavlarının ÖSYM tarafından merkezi olarak yapılmasıdır ki yani bu çok önemli bir adımdır uzmanlık eğitimi Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Tıpta Uzmanlık Kurulu 14 Temmuz 2008 tarihinde ilk toplantısını yaparak çalışmalarına başlamıştır. Öncelikle kurul kanunla çıkartılması ön görülen yönetmelik taslağında çalışmış daha sonra da yönetmeliğin çıkmasına takiben gerek kanunda gerek yönetmelikte kendisine verilen görevler üzerinde de çalışmaların sürdürmüştür. tarihçemizde diye düşünüyorum. 2002 yılında yayınlanan Tıpta Uzmanlık Tüzüğü bu 29 yıllık emektar tüzüğü yürürlükten kaldırmış ve yerini almıştır. Bu tüzük formatında ki son mevzuatımızdır. 18 Temmuz 2009 tarihli yönetmeliğimizin yürürlüğe girmesine kadar uygulanmış, daha sonra fiilen uygulanamaz hale gelmiş nihayet 31 Aralık 2009 tarihinde resmi gazetede tek bir maddelik tüzükle yürürlükten kaldırılarak mevzuat külliyatımızdan çıkmış bulunmaktadır. 2002 tüzüğünde uzmanlık ana dalları, yan dalları, süreleri belirlenmiş ancak eskisinden farklı olarak rotasyonların isimleri ve süreleri belirlenmeyerek, teşkil edecek Tıpta Uzmanlık Kuruluna ve ilgili müfredat komisyonlarına bırakılmıştır. Bu tüzükle teşkil edilmesi ön görülen Tıpta Uzmanlık Kurulunun görev ve yetkileri günümüzdeki Tıpta Uzmanlık Kurulunun ki ne benzemektedir. Ancak açılan bir dava sonusun da Danıştay tarafından sürekli kurul niteliği gösteren kurulların kanunla kurulması esasının olduğu gerekçesiyle tıpta uzmanlık kurulunun teşkiline ilişkin tüzük hükmü iptal edilmiştir. Bu durumda 2002 tüzüğü tam işlevsel hale gelememiş ve kanun değişikliği cetline gidilerek sorunun çözüm yolu açılmıştır. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 1219 sayılı kanunun 9. Maddesi 5614 sayılı kanunla 2007 yılında değiştirilmiştir. Burada yapılan değişikliklerde iki önemli değişiklik var. Birisi tüzükten vazgeçilerek bakanlar kurulu kararıyla yürürlüğe konulan bir yönetmelikle bundan sonra uzmanlık hekimi düzenlenmesi, ikincisi de tıpta uzmanlık kurulunun kanunla teşvik edilmesidir. Kanunda yazılı yetkilerin kısaca hatırlamakta fayda var, yönetmelikte bunlar daha da genişletilmiştir. Ama yasal yetkileri şunlardır; eğitim kurumlarına eğitim yetkisi verilmesi ve kaldırılması, ana dalların rotasyonlarını belirlemek, yönetmelikle yan dal rotasyonları da buna dahil edilmiştir. Sınav jürilerine girebilecek öğretim üyelerin esaslarını belirlemek, yabancı ülkede yapılan uzmanlık eğitimlerinin hangi eğitim kurumlarımızda değerlendirilip denetleneceğini ortaya koymak ve bazı diğer başka görevler. Kanuna göre teşvik edilen Tıpta Uzmanlık Kurulu 14 Temmuz 2008 tarihinde ilk toplantısını yaparak çalışmalarına başlamıştır. Öncelikle kurul kanunla çıkartılması ön görülen yönetmelik taslağında çalışmış daha sonra da yönetmeliğin çıkmasına takiben gerek kanunda gerek yönetmelikte kendisine verilen görevler üzerinde de çalışmaların sürdürmüştür, halende sürdürmektedir. 1219 sayılı kanunun bu değişmiş 9. Maddesinde çıkartılması ön görülen yönetmelik 18 Temmuz 2009’da resmi gazetede yayınlanmış olan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliğidir. Bu yönetmelikte uzmanlık ana ve yan dalları eğitim süreleri yeniden düzenlenmiş pek çok yeni değişikliklerde getirilmiştir. Bu arada başka bir kanaldan da tıpta uzmanlık mevzuatında da değişiklikler yapılmıştır. 1973 tüzüğünde yan dal tanımlanmaktaydı ancak sınav ön 32 görülmemekteydi. O yüzden yan dal girişlerinin bir kanuni dayanağa bağlanması amacı ile her nasılsa 1219 sayılı kanunla değil de 181 sayılı sağlık bakanlığı teşkilat görevli ve kanun hükmünde kararnamede 2005 yılında bir madde eklenerek yasal dayanak oluşturulmuştur. Bu 181 sayılı KYK’nın ek 5. Maddesiyle Sağlık Bakanlığınca çıkartılacak bir tek bakanlık yönetmenliğiyle düzenlenmesi esası getirilmiştir. Bu tek bakanlık yönetmeliği de 2007 yılında resmi gazetede yayınlanmıştır ve halen bu yönetmeliğe göre ÖSYM tarafından yan dal giriş sınavları yapılmaktadır. Tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık yönetmeliğinin yürürlüğe girmesine takiben Tıpta Uzmanlık Kurulu uzmanlık dallarının rotasyonlarını belirleyerek ilan etmiştir. Yabancı ülkelerde yapılacak uzmanlık eğitimlerinin uzmanlarını ilan etmiştir. Uzmanlık dallarının şekille eğitim müfredatlarını ve sağlık standartların belirlemek için komisyonlar oluşturmuştur. Yeni ihlas edilen uzmanlık dallarında yapılan başvuruları değerlendirmeye başlamıştır. 3 yıldır kanuni görev süresinin son yılına gelen ilk dönem TUK, kanun ve yönetmeliğin kendisine verdiği görevler doğrultusun da çalışmalarını sürdürmektedir. Sözlerime son verirken çok eski geçmişten günümüze kadar tıp eğitimine ve tabi ki bu arada mutlaka uzmanlık eğitimine de emeği geçmiş olan tüm hocalarımızı, büyüklerimizi, ebediyete intikal edenlerini rahmetle, hayatta olanları da saygıyla anmayı bir borç bilirim. Özellikle bunlardan isimlerini bilmediklerimiz yanında Yıldırım Beyazıt Şifahanesinin, Bursa Şifahanesinin kurucusu olan Tabib Hüsnü Efendinden, hekimbaşı olan Mustafa Efendiden, İbni Sina’dan başlayarak adı bilinen bilinmeyen tüm büyüklerimizi rahmetle anıyorum. Sabrınıza teşekkür ederim.” Prof. Dr. Nizamettin Kılıç: “Değerli misafirler hepinize iyi hafta sonları. Türkiye de sağlık insan gücü yetiştiren kurumlar genel olarak da sağlık ve eğitim araştırma hastaneleri, demin Bülent Bey bundan bahsetti detaylarına girmeyeceğim ülkemizde bu amaçla hizmet vermiş çok sayıda tıp fakültesi var. Bu haritaya bakacak olursanız neredeyse kendisinde yada bir komşusunda tıp fakültesi olmayan ilimiz bulunmamakta. Sağlık Bakanlığının da ağırlıklı olarak 3 büyük şehirde toplanmak üzere çok sayıda bu amaçla eğitim veren araştırma ve eğitim hastaneleri olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Avrupa ülkelerinde ve Türkiye de yüz bir kişiye düşen hekim sayıları bu tabloda verilmekte. Avrupa ortalamaları üç yüz yirmiler civarındayken Türkiye de yüz elli civarında ve bu havuzu kullanarak da tıpta uzmanlık eğitimine öğrenci kabul etmekteyiz. Tıpta uzmanlık sınavına her sene belli sayıda öğrenci alınıyor ve son yıllarda özellikle 2004-2005 yılından sonra bu sayıda ciddi bir artış olduğunu dikkatlerinize sunmak istedim. Ağırlık yine tıp fakültelerinde olmak üzere yine 2004 yılından itibaren Sağlık Bakanlığının eğitim ve araştırma hastaneleri de bu sayının giderek artış gösterdiğini dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bu tıp fakültesinden mezun olanlar son yıllarda 4700 civarındayken zannediyorum yakın gelecekte 6000’li rakamlara ulaşacak, dolayısıyla uzmanlık eğitimine kabul edilenlerle tıp fakültesinden mezun olanlar arasındaki makasta giderek daralmış olacak diye düşünüyorum yeni veriler ışığında. seksenler civarında olan bir sayısı Avrupa’nın ortalaması iki yüz yirmi altılar civarında verilmekte. Bu slaytta 21 Avrupa ülkesinde değişik branşlardaki uzman hekim sayılarını ve Türkiye verilerini görmektesiniz. Birçok bölümde Avrupa ortalamalarını yakalayabilmiş değiliz ancak özellikle demin Bülent Bey de vurgu yaptı üroloji, beyin ve sinir cerrahisi, plastik cerrahi, çocuk cerrahisi gibi bir takım branşlarda artık doygunluk düzeyine yaklaştığımızı, bazılarında da geçtiğimizi belirtmek istiyorum. Bir çocuk cerrahı olmam dolayısıyla bunu kimse üzülmesin diye kendimden bir örnek olarak vermek istedim. Biz hemen hemen doygunluğa ulaşmış durumdayız. Yapılan istatistiksel çalışmalar bunu göstermekte. Örnek olarak bir olgu olarak bunu sunmak istedim. 2010 son bahar kursu için toplam çocuk cerrahisi uzmanlık öğrencisi kadro talebi 95 civarında idi bir tek sınıf için ve tıpta uzmanlık sınavı için sadece 11 kadro açtık. Bunun yedisi YÖK ikisi Sağlık Bakanlığı kadrosuydu, ikisi de yanılmıyorsam yabancı uyruklu tıpta uzmanlık sınıfı öğrencisi kadrosu idi. Bu konu tabi bir deprem yarattı çocuk cerrahisi dalında ilk elden ben bombardımana tutuldum zannediyorum birçok tıpta uzmanlık kurulu üyesi de bundan nasibini almıştır. Yakınlarda bir ulusal kongremiz yapıldı. Orada bu konu değişik ortamlarda konuşuldu, bir takım çıkarımlar elde edildi. ‘Acaba biz daha az uzmanlık öğrencisiyle çalışmaya bundan böyle alışmalı mıyız’ diye sorduk kendimize. Eğitim kurumlarında daha fazla uzman istihdam etmeli miyiz, asistan açığını kapatmak için. Eğitim kurumlarında acaba pratisyen hekim istihdam edebilir miyiz? Mevzuat buna izin verir mi? Acaba her eğitim kurumu uzmanlık eğitimi vermemeli mi? Diye düşünmeye başladık. Acaba bazı merkezler birleşerek ortak eğitim programları oluşturmalı afiliasyonu hızlı bir şekilde hayata geçirmeli miyiz? Uzman hekimliği daha yaygın bir şekilde kullanmalı mıyız? Biraz önce Sayın Bakanın da olduğu bir toplantıda bir tanımdan bahsedildi. Acaba uzman sayısı daha dikkatli bir şekilde artmalı mıydı? Yani sağlıkta Yüz bin kişiye düşen uzman hekim sayısında hala Avrupa Birliği ve Dünya Sağlık Örgütünün Avrupa bölgesi ortalamasının altında bulunduğumuzu da bildiğinizi düşünüyorum. Türkiye’nin 33 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 insan gücü çalışmaları daha ciddi yapılmalıydı, bunlar daha fazla dikkate alınmalı mıydı? Eğitim kurultaylarında herhalde bu konuyu daha çok ele almalıyız diye düşünmeye başladık. Uzmanlık eğitiminin organizasyon modelleri değişik şekillerde olabiliyor. Bazı ülkelerde bu tamamen sivil kuruluşlar tarafından gerçekleştiriliyor. Bazen tamamen kamu otoritesi bu işte hakim oluyor. Bazen kamu otoritesi ve sivil kuruluşlar bu ortak işi götürebiliyorlar. Bizim ki zannediyorum kamu otoritesine daha yakın bir sistem olarak görülüyor. Sağlık Bakanlığı tıpta uzmanlık kanalı ile bu işi götürüyor. YÖK’te burada en büyük karar vericilerden birisi durumunda ama uzman derneklerinin, yeterlilik kurumlarının, Türk Tabipler Birliğinin, uyek in etkileri oldukça sınırlı düzeyde kalmakta hali hazırda ülkemizde. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Yeni yüzyılda tıpta uzmanlık eğitiminde bir iş birliği üçgeni tanımlanıyor. Burada sağlık politikalarını belirleyenler, sağlık çalışanları, eğitim kurumaları ve sağlık alanındaki yöneticilerin ortak karar vermelerinin daha uygun olduğu söyleniyor. Bu konuda sağlık bakanlığının, YÖK’ün, Devlet Planlama Teşkilatının oldukça değerli çalışmaları var. Yine meslek örgütümüzün değerli çalışmaları var. Dolayısıyla konunu tüm paydaşları bir araya gelerek çalışmalıdırlar. Ülke gerçeklerine uygun, uygulanabilir, makul, mantıklı güncellenebilir tıpta eğitim politikaları üretilmelidir. Üniversitelerde tıptı uzmanlık eğitimi öğrencisi olmanın bazı zorlukları var. Uzmanlık eğitimi öğrencilerimizin eğitim gereksinimini yeterli dikkatin gösterilemediği aşırı uzun çalışma saatleri sürekli vurgu yapılan bir konu, bilmemiz gereken, hatırlamamız gereken 34 tıpta uzmanlık öğrencisinin eğitilecek bir birey olduğudur. Karşılıksız çalıştırmanın en azından bir angaryaya tekabül ettiğini artık bilmemiz anlamamız gerekiyor. Eğitilen yerine eğitici rolü verilmemeli tıp fakültelerinde, özellikle tıpta uzmanlık öğrencilerine. Uzmanlık eğitiminde ekonomik sorunlar oldukça önemli bu büyük şehirlerde daha ciddi bir sorun. Üniversitelerde çalışmak artık bir dezavantaj durumuna geldi, tıpta uzmanlık öğrencileri için. Malumunuz Sağlık Bakanlığımızın performans uygulamasına daha önceden başlamış olması dolayısıyla. Eğiticilerin pedagojik yetersizliği daha başka bir sorun eğitici sistemi organizasyonunda yetersizlik söz konusu, dengesiz bir dağılım var. Bazen eksiklik bazen de fazlalık olarak bu durum karşımıza çıkabiliyor. Eğitim kurumlarının asgari öçlükleri karşılamaması diğer bir sorun. Tıpta Uzmanlık Kurulu’nda Tıpta Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliğinde tanımlanan veriler ışığında müfredat komisyonları malumunuz olduğu sürece kuruldu. Bu yönde de çalışmalar devam etmekte. Eğitim ortamında bilgi teknolojisi ve kültür hizmetlerinin olmaması diğer bir sorun. Yine asistanların klinik ve deneysel araştırma programlarına katılmaları için fırsat ve zamanlarının olmaması da önemli bir sorun olarak karışımıza çakmaktadır. Bu eskiden beri bilinen sorunlar mahmulesi aslında. Tıpta uzmanlık yönetimi açısından eğitim ve araştırmaya tıp fakültelerin rolleri nelerdir, diye soracak olursak kariyer geliştirmeye aslında önem verilmeli, uzmanlık öğrencilerinin bireysel yeteneklerin dikkate alınarak bu yönde gelişmelerine fırsat verilmeli. Deneysel ve klinik araştırmalar desteklenmeli, ödüllendirilmeli ve tıptı uzmanlık öğrencilerine bilim felsefesi adeta belirtilmelidir. Tıpta uzmanlık eğitim yönetmeliğiyle gelinen nokta nedir? Eğitim kurumlarının standardizasyon işlemi yakın zamanda başlayacaktır. Merkezi sınavlar gündeme gelecektir. Yeni ana ve yan dallar oluşturulmuştur ve bunların uzmanları belirlenmeye başlanmıştır. Rotasyonlar yeniden yapılandırılmıştır. Müfredat ve çekirdek eğitim programlarının oluşturulması işlemi halen devam etmektedir. Yönetmelikle oluşturulan yeni bilim alanları mevcuttur buralarda deneyimli insan gücü özellikle eğitici oluşturulması önemli müfredat ve çekirdek eğitim programlarının bu alanda oluşturulması önemli ve tanımlanmayan bazı alanlarda sertifikasyon programlarının hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi önem arz etmektedir. Sabrınız için teşekkür ederim.” Panelde konuşmalar sonrası Soru-Cevap kısmına geçildi. ‘Sağlıkta Mevzuatı Işığında Türkiye’de Tıpta Uzmanlık Eğitiminin Geleceği’ isimli panelde, panelistlerin yaptığı konuşmaların ardından katılımcıların sorduğu sorulara cevaplar verildi. İzleyicilerin yoğun olarak iştirak ettiği bu bölümde bürokratik uygulamalardan geleceğe yönelik düşüncelere kadar birçok alanda merak edilen soruların yanıtları arandı. Soru 1: Uzmanlık alanlarının iş gücü tüm uzmanlık alanları için belirlenmiş mi, yapılmış mı ? Cevap 1: (Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu) Tabi bu insan gücü planlama böyle çok basit bir şey değil. Bunu hala dünyada ki tam gelişmiş ülkeler bile tam manasıyla yapabilmiş değil. Bu çok faktörlü bir şey, bu ülkenin siyasi politikalarıyla ilgili. İnsan gücü, nüfusla ilgili, eğitim kurumlarının durumlarıyla ilgili yani pek çok bağlı faktör var. Burada ki esas husus, en somut nüfusa düşen hekim sayısı ve uzman hekim sayısı. Bir kere bu önemli bir kriter. Tabi bununla ilgili Haziran 2010 verilerini içeren Türkiye Sağlık Kurulu, Sağlık İnsan Gücü Durum Raporu bu baskısı tamamlandı, yakında bütün eğitim kurumlarımıza, üniversite ve eğitim hastanelerimize dağıtılmış olacak. Burada tabi esas kaynak nüfus ama onun ötesinde detayları daha sonra kamuoyuyla paylaşacağımız çalışmalarımız var. Burada iş yükleri, uzmanlık alanlarına göre iş yükleri ortaya konuyor. Poliklinik sayıları, ameliyat sayıları, işlem sayıları, tabi yatak sayılarının durumu gibi bir takım parametreler ele alınıyor. Nüfusun yaşlanmasına paralel demografik değişikliklerle neler olacağı, kaç kişinin meslekten ayrılacağı, bu vefatta olabilir emeklilikte olabilir gibi parametrelerde dikkate alınarak bazı çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmalar sonucunda şimdi 35 biz kabaca belirleyelim diyoruz. Bunun çok daha ayrıntılı çalışmaları yapılabilir. Farklı yöntemlerde var ama genel hatlarıyla şuan da bizim hesaplarımıza göre bazı uzmanlık dallarında doygunluğa yaklaşmış durumdayız. Bazılarında çok açığımız var, ki açığımız olan uzman dallarına örnek verecek olursak psikiyatri, çocuk psikiyatrisi, çocuk dahiliye gibi branşlarda hala ciddi açığımız olduğu görülüyor. Soru 2: Asistanlarımız iş yükünü karşılayamayacak sayıda, o halde uzmanı olmayan yada çok az sayıda uzman olan yerlerde hastaya hizmeti kim verecek? Cevap 2: (Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu) Doğrudur, bunu uzmanlar marifetiyle şuanda sağlanması lazım ileriye yönelik proje olarak da hekim yardımcısı yada hemşire dediğimiz ara elemanlar gündeme gelebilir. Ancak şuanda bunun uzmanlar marifetinde götürülmesi söz konusudur. Soru 3: TUK çalışmaların tamamlayıp asistan eğitimini standart hale getirdiğinde, ara yıllarda olan asistanlar için uygulanacak olan program ne olacak? Cevap 3: (Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu) Burada herhangi bir hak kaybı söz konusu olamaz. Neticede bir geçiş dönemi söz konusu ise bununla ilgili hiçbir hak kaybı olmadan eskisi gibi devam edebilir veya kendi rızasıyla da yeniye uyabilir. Soru 4: Çekirdek müfredat uygulamasının uygulamaya girmesi için bir tarih verebilir misiniz? Cevap 4: (Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu) Bunu ben şöyle düşünüyorum. Benim kişisel bir kararımla olacak bir şey değil. Buna Tıpta Uzmanlık Kurulu karar verecektir. Ama herhalde müfredatını tamamlayan branşın çekirdek müfredatı Tıpta Uzmanlık Kurulunca onaylandıktan sonra hayata geçmesinde Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 bir engel olmadığını düşünüyorum. Soru 5: Araştırma Hastaneleri performans azalmasın diye mi asistan istemiyorlar, uzman istiyorlar? Cevap 5: (Doç. Dr. Nurullah Zengin) Bunun da tabi faktörlerden biri olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. Uzmanlar performans sistemin de doğrudan bir bölen olarak görüyorlar. Tabi tek faktörün bu olduğunu da düşünmemek lazım. Çünkü uzmanın yetkisi farklı, bir klinik şefi biraz daha tanıdığı ve aşina olduğu kişiyle çalışma konusunda yani daha haklı ve makul gerekçelerle rol oynuyor, tek faktör o değil. Ama önümüzdeki dönem belki alışmamız gereken konulardan birisi bu, hani doygunluğa ulaşmış kabul edilen alanlarda asistan yok isterseniz buyurun uzman alın söylemiyle daha sık karşılaşacağız herhalde. Soru 6: Eğitim hastanelerinde performans sisteminde bir değişiklik düşünülebilir mi? Cevap 6: (Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu) Niye üniversiteler bundan şikayet ediyorlar. Eğer Sağlık Bakanlığında ki performans sistemi tamam bir takım eksiklikleri olabilir, iyi işliyorsa ve asistanlar orada iyi ücret alabiliyorlarsa, üniversitelerde tıp fakülteleri de kendilerin buna adapte edebilirler. Yani bunda hiçbir engel yok. Ve bildiğim kadarıyla şuanda bunun üzerine çalışma var. Yani eğer bir yerde bir, hani hep şikayet ediliyor ya iyi TUS’da ki puanlar eğitim hastaneleri yükseliyor. İşte bu performanstan kaynaklanıyor diye ve bu şekilde performans suçlanıyor, bence bu doğru bir yaklaşım değil. Eğer bu kişilerin aldığı ücrette bir farklılık söz konusu ise eğitim ve araştırma hastanelerinde üniversitede ki sistem de kendini bu yönde geliştirebilir ve düzeltebilir diye düşünüyorum. Cevap 6: (Prof. Dr. Bülent Zülfikar) Bu tabi bir takım şeyi getirecek biz nasıl olsa eğitim hastanesiyiz, biz nasıl olsa üniversite hastanesiyiz, nasılsa tıp fakültesiyiz, biz zaten yapsak ta yapmasak ta iyi de kötü de yapsak bizim şeyimiz garantidir. Bu yok bu gidiyor ben bunu pek çok uzmanlık derneğinin toplantılarına katılarak da söyledim, böyle bir şey olmayacak. Soru 7: Özellikle çok klinikli cerrahi de bunları böyle bilim dalı yapılanmasına dönüştürmek mümkün olabilir mi? Cevap 7: (Doç. Dr. Nurullah Zengin) Yani bu çok önemli bir konu. Açıkçası eğitim araştırma hastanelerinin yıllar içerisinde gidip gelmiş olduğu bir yapı var. Geçmişte bu duvarlar çok daha kalındı, çok daha ciddiydi. Bunlar yavaş yavaş belki açılıyor ama önümüzdeki dönemde gerçekten böyle bir yapılanma yine önümüze gelecek ciddi konulardan bir tanesi devlet hastaneleri için. Yani Sayın Bakanımızın çok arzuladığı bir husus olduğunu biliyorum. Aynı branştan birden fazla klinik var ve birbirlerinden çok daha kopuklar. Gerçekten bu geçmişte daha fazlaydı. Şahsen hastanemiz adına iç hastalıklarında diğerlerinde o kadar bellidir ama bu büyük ölçüde aşıldı. Yani hangi kliniğe başlarsa başlasın bütün yan dallara rotasyon sistemi devam ediyor. Biz bunu TUS’ta başarı olarak da gördük. Gerçekten de tercih edilme olarak da gördük. Açıkçası bu kadar belirgin bir örneği hastanem adına iç hastalıkları bölümüne verebilirim. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 36 Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 2010-2011 Eğitim Yılı Açılış Törenleri, gerçekleştirilen kokteyl ve konserlerle sona erdi. Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü ile Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin birlikte organize ettiği, Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri 2010-2011 Eğitim Yılı Açılış Törenleri’nin akşam etkinlikleri Resim Heykel Müzesi bahçesinde verilen kokteyl ile devam etti. Kokteyle katılan misafirler ılık bir Ankara akşamında birbirleriyle sohbet etme imkanı buldular. Kokteyl sonrası Resim Heykel Binası Türk Ocağı Salonunda yapılan Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 etkinliklere geçildi. ‘Otacılıktan Günümüze Türklerde Sağlık Eğitimi’ isimli sinevizyon gösterimi sonrası açılış konuşmaları yapıldı. Doç. Dr. Nurullah Zengin: “Sayın Genel Müdürüm, değerli misafirler mutlu bir günde, bir eğitim yılının açılışında tekrar beraberiz. İlk kez geçen yıl, yine aynı ortamda beraberdik. O zaman sadece bir sosyal 38 programla başlattığımız eğitim yılı açılış törenlerini bu yıl biraz daha geliştirerek tekrarlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bildiğiniz gibi bugün, burada ve hastanemizde de yapmış olduğumuz törenlerde kurumumuzun da ve mensup olduğu Sağlık Bakanlığı hastanelerinde eğitim yılı açılış törenlerinin daha da kalıcı hale gelmesinde önemli bir adım attık. İnşallah bu aktiviteler giderek gelişir. Geriye dönüp baktığımızda, rutin işlerimiz arasında farkına varmadığımız bu tür aktivitelerimizde gündemimize girdi. Bu törenler içerisinde sosyal aktiviteleri bir araya gelmemize fırsat olsun diye düşünüyoruz, değerlendiriyoruz denilebilir. Tabi bu aktivitelerin gerçekleşmesinde emeği geçen ve benim teşekkür etmeyi borç bildiğim bir dizi insan ve bir dizi kurum var. Tabi öncelikle kendi çalışma arkadaşlarıma Mükerrem Bey ve ekibi olmak üzere mesai arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Ankara Sağlık Vakfı’nı her türlü aktivitemizde yanımızda görüyoruz ve bize büyük destek oluyorlar, onlara teşekkür ediyorum. Roche İlaç firması yetkililerine teşekkür ediyorum. Tabi her zaman destek gördüğümüz ve bu aktivitelerin gerçekleşmesinde her zaman pay sahibi olan Sayın Genel Müdürümüz başta olmak üzere, Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü Yetkililerine teşekkürü burada huzurunuzda borç biliyorum. Bu aktivitelerde katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum. İyi eğlenceler diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. Prof. Dr. M.İ. Safa Kapıcıoğlu: etmeyeceğim. Sizi birkaç kelime ile eğitim ve araştırma hastaneleri durumu hakkında bilgilendirip, bu güzel ziyafeti yaşamak için yerime geçeceğim. Gündüz programında da söylediğim gibi eğitim araştırma hastanelerimiz çok ciddi bir yapıya bürünmüş, özellikle eğitim personeli açısından ve bürünmeye devam ediyor. Biliyorsunuz şef ve şef yardımcılarımız eğitim sorumlusu olarak uzmanlık eğitiminde doğrudan rol oynayan kişiler. Halen 822 şefimiz, 745 şef yardımcımız görev yapıyorlar. Bunların toplamı yaklaşık 1500’den fazla oluyor. Bunların yarıdan fazlası da profesör ve doçent arkadaşlarımız. Gördüğünüz gibi çok ciddi bir eğitim ordusu potansiyelimiz var. Yalnız ben bu potansiyelimizi çok iyi değerlendiremediğimiz düşüncesindeyim. Umarım bundan sonra yapacağımız çalışmalarımızla bu potansiyelimizi daha iyi değerlendiririz. Bu değerlendirmelerimizde, insan gücü yetiştirmede çok daha iyi etkili görevler yerine getirerek faydalanırız. Bunu bir karşılaştırmayla söyleyecek olursam belki daha iyi anlaşılır. Eğitim ve araştırma hastanelerimizin sayısı bugün 67’ye ulaşmıştır. Yalnız bunlardan 61 tanesi şuanda aktif bir durumadır. Bu sayı 2003 yılında 44 idi. Klinik sayısı da 2003 yılında 890 iken, bugün 1528’e ulaşmıştır. Başasistan sayısında ise 816’dan, 1316’ya “Herkese hayırlı akşamlar, diyerek sözlerime başlamak istiyorum. Bu kitabı görünce lütfen korkmayın bunun hepsini okumayacağım. İçinden birkaç pasaj size aktarmak istiyorum konuşmamın sonunda. Yine fazla konuşarak vaktinizi almayacağım. Bu gecenin esas sahne sahibi biz değiliz. Başta sanatçılar Sayın Semih Sergen ve Noyan Özatik aramızdalar ve Kültür Bakanlığının çok değerli müzik topluluğu burada, esas sahne onların. Ben çok fazla söz sarf 39 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 çıkmışız. Gerçi başasistanda şöyle bir problem vardı; son 9 yıl içerisin de maalesef çeşitli sebeplerle, hukuki sebeplerle başasistan atamaları yapılamıyordu. 2008 yılında yayımlanan yönetmelik çerçevesinde yapılan sınavlarla bugün itibariyle 488 başasistanımız göreve başlamış durumda. Ben sözlerimi fazla uzatmayacağım size bu güzel sunumda bahsedilen bir kitap var, 1899 yılında ilk defa yayımlanan Nefsal-i Afiyet kitabı. Bu bir yıllık, Türklerde yayınlanan ilk yıllık. Cumali Köktaş arkadaşımızın verdiği bilgiye göre bu Nevsal-i Afiyet yıllığı 1914 yılına kadar 4 kez yayımlanmış. Birinci dünya savaşı ile beraber yayınına ara vermiş. Arkadaşlarımız bunun başlangıçtan bir miktar tercüme etmişler. Bu kitap ilk defa bugün elime geçti. Sayın Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 bakanımıza da bunu taktiim ettik. İnşallah bunun tamamının tercümesini de yapacağız. Kitapta latifei tıbbiye diye geçiyor. Emsali ilmiye ve tıbbiye diye bir şerh düşülmüş, aynen şöyle diyor; “sağlık varlıktan yeğdir”. Evet, son latifede şöyle; Bu kitaptan iki latifeyle sözümü tamamlamak istiyorum. Çok hoşuma gitti, sizlerle paylaşmak istiyorum. 40 “Serriyat muallimlerinden birinin ‘sanatınız nedir’ sorusuna maruz kalan hasta, ‘mızıkacı’ efendim cevabını vermesi üzerine muallim, öğrencilerine ‘işte efendiler, derste sizlere pek çöok kez söylediğim mesele işte şu hasta ifadatını teyit ediyor. Üflediği için akciğerleri hasta olmuştur’, dedikten sonra başka hastaya dönerek; ‘sen ne çalarsın’ sualini sormuş, bunun üzerine hasta ‘davul’ cevabını vermiş. Tabi muallimdeki hali siz tasavvuf edersiniz. Tabi hastalıkta sağlıkta hepimiz için, yani hastalık gelince hekimde ayırmıyor, hekim olmayanı da ayırmıyor. Onun için bu latifelerle sözlerimi tamamlıyorum ve esas bu gecenin sahibi olan sanatçılarımıza sahneyi vereceğiz. Hepinize saygılar sunuyorum iyi akşamlar.” HANAYLAR YAPTIRDIM (Kıbrıs), AYTIRDA CILARMAN (Kırım Solist: Şavk KIRÇİÇEK), G KÖNLÜMNÜ BERDİM (Özbekistan Solist: Recai NURİKADIOĞLU), G İNTİZAR (Azerbaycan - Solist: Seher ÇAĞATAY), G SARI OY (Kırgızistan), G SENDEKİ KAŞLAR (Gagauzya), G KAMBERHAN (Uygur), G CAS CÜRÖGÜM (Kazakistan Solist: Feza GENÇ), G ARMANIM KALMADI (Türkmenistan - Solist: Cem GÜRDAL), G SÜYÜMBİKE AĞIDI (Tataristan G G Solist: Feryal BAŞEL), MAVİLİM (Türkiye - Solist: Çiğdem GÜRDAL), G MEYDANDA AT OYNADI (Kerkük), G SEN GÖZELİN YARİ MEN (Türkmenistan), G EPİPE (Tataristan), G HOŞ GELİŞLER OLA (Türkiye). G Konser sonrası Sağlık Eğitimi Genel Müdürü Prof. Dr. M. İ. Safa Kapıcıoğlu, müzik topluluğu adına Şef İrfan Gürdal’a çiçek takdim ederek, teşekkür etti. Şiir Dinletisi ve Konser Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin ve Sağlık Eğitimi Genel Müdürü Prof. Dr. M. İ. Safa Kapıcıoğlu’nun konuşmalarından sonra sahneye gelen Tiyatro Sanatçısı Semih Sergen ‘Mevlana’dan Aşk Şiirleri’ni okudu. Semih Sergene Neyzen Noyan Özatik eşlik etti. Ney eşliğinde yapılan şiir dinletisi sonrasında sanatçılara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Zengin tarafından çiçek takdim edildi. Daha sonra sahne alan Kültür Bakanlığı Ankara Türk Dünyası Müzik Topluluğu, Türk Dünyasının değişik coğrafyalarından derledikleri türkülere seslendirdikleri bir konser verdiler. Şef İrfan Gürdal yönetiminde konser veren topluluk şu eserlere yer verdiler: G G G GAYTAĞI (Azerbaycan), ÜSKÜDAR (Türkiye), ÇAR SÜLEYMAN (Bosna), 41 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Dr. Adnan Çinal: “260 Hastane için klinik kodlamacı kapasitesi oluşturduk” Hastanelerimizi yakından ilgilendiren ‘klinik kodlama’ konusunda bu alanda en yetkin kişilerden olan Prof. Dr. Adnan Çinal ile ilgiyle okuyacağınız bir söyleşi yaptık. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Öncelikle nedir bu Teşhis İlişkili Gruplar? Bazı yerlerde DRG olarak geçiyor, birçok diğer yerde ise Tanı İlişkili Gruplar olarak geçiyor. Çinal: Gruplama yaklaşımı 1970’lerin ilk yarısında üzerinde çalışılan ve normal ürün hattında kullanılan genel ticari 42 olgularda verimlilik ve kalite konularına ışık tutan bir yaklaşım olarak kullanılmakta iken; Amerikalı bir ufku geniş kimse tarafından sağlık alanına adapte edilme çalışmaları yapılmış ve 1980’lerin başından itibaren de Amerika Medicare sisteminde geri ödemeye temel olarak kullanılmaya başlanmış bir yaklaşımdır. Genel olarak benzer olguların yani hastaların bu benzerlikleri çerçevesinde bir başlık yani grup altında toplanması işlemidir. Bu şekilde hastalar dosyalarında tanımlanmış olan hastalıkları çerçevesinde ve daha az oranda da bu hastalar için yapılmış olan tıbbi işlemlerin etkisi göz önünde bulundurularak gruplamalar yapılmaktadır. Bu nedenle hastaların bir çeşit tanısal temelde sınıflaması yapılmış olmaktadır. Adlandırmaya gelince; DRG yani Diagnosis Related Groups İngilizce olan tanımlamanın kısaltmasıdır. Bu alandaki çalışmalar Türkiye’de 2005’li yıllarda başlamasından bu zamanlara değin de “Tanı” kelimesi ağırlıkla kullanılmakta iken biz Sağlık Bakanlığı olarak daha anlaşılır olduğunu düşündüğümüz “Teşhis” kelimesini uygun gördük. Bu klinik grupları oluşturmanın amacı nedir? Nasıl oluşturulur? Çinal: Biraz teknik ifade etmek gerekirse; hastanın demografik verileri, taburcu şekli, yatış süresi, doğum ağırlığı ve bunun gibi veriler ile klinik verilerinin daha önceden tanımlanmış bir algoritma çerçevesinde derlenmesi ile sonuçta bir gruba atanması işlemidir. Bu girilen veriler eşliğinde hastaların çeşitli ortaklıklarda gruplara ayırma faaliyetidir. Her bir grup içerisine her hastane adına belirli sayılarda hasta birikmiş olacaktır. Grupların oluşturulmasındaki amaç temelde bir averajlar yani ortalamalar yaklaşımı olan TİG ile daha gözlenebilir, daha ölçülebilir bir sitem oluşturmaktadır. SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) bilindiği üzere hizmet başı ödeme sisteminin ana aracıdır. Tıbbi işlemler çeşitli mantık içerisinde sınıflanmışlardır. Bunların kalem bazında sayıları 5500 civarındadır. Sağlık hizmetlerinin bu kadar çeşitlendiği bu dönemde, ayrıca hizmet vericilerin de çeşitlendiği düşünülürse bize sadece bir ödeme aracı olarak hizmet veren bir sistemin ötesine geçme zamanı gelmiştir diyebiliriz. TİG uygulaması ile sadece ödemeye temel bir aracı elimizde tutmuş olmuyoruz, ayrıca kaliteyi ve verimliliği ölçeklendirme imkanı veren bir sitemden bahsediyoruz. Her şeyden önce belirli kurallar çerçevesinde her bir hastanın klinik durumunu klinik kodlara çevirme işlemi ve bu verinin de gerçek zamanlı derlenmesini ve analizini gerçekleştirme imkanı sağlıyorsunuz. Birkaç tuş hamlesi ile yatan hastalarınızın dağılımı, hangi hastanelerinizin hangi hastalık odaklı çalıştıklarını, ne çeşitlilikte çalıştıkları, hangi bölgelere ne tür sağlık müdahalesi gerektiği gibi temel bazı bilgileri oluşturma şansını yakalıyorsunuz. Bu vakaların sadece yatan hasta olması da aslında bu bilginin değerini düşürmediği gibi bazı yönlerden daha da değerli kıldığını da ayrıca eklemek isterim. Tüm bunların yanında yakında Global Bütçe temelinde hastane ödemelerimizi bu sitem üzerinden yapacağız ki, bu sistem yardımı ile daha hakkaniyetli bir dağıtım yani ödeme yapabileceğimize inanmaktayız. Tanı temelinde gruplama ne kadar doğrudur. İşlemler göz ardı mı ediliyor? Çinal: İşlemler aslında göz ardı edilmiyor. Sadece sistemin temel yapısı bu şekildedir çünkü tanı üzerinden daha uygun ve homojen grupların atanması mümkün olmaktadır. Bu arada bu homojeniteyi zaten sadece tanıların kullanımı ile sağlamak tabi ki mümkün olmamaktadır. Bu nedenle de yapılan 43 tıbbi müdahaleler de göz önüne alınır diyebiliriz ama tanılar kadar etkin değildir. Bir vaka için ana tanı yanlış girilirse şu kesindir ki o vaka için oluşacak TİG yanlış olacaktır. İşlemler için aynı durum bazen söz konusu olmayabiliyor. Klinik kodlama dediniz. Mevzu bahis olan hastanelerimizin yazılımsal faaliyetleri midir? Çinal: Klinik kodlama aslında bu faaliyetlerin temel ayaklarından biridir. Üçlü bir sacayağı olarak düşünürsek en önemli ayak klinik dokümantasyon ve klinik kodlama faaliyetidir. Diğer iki ayak ise işin yazılım ve donanım tarafı ki gerçek zamanlı veri toplama ve kullanıcı ara yüzlerini içeren temel ayaklardan biridir. Sonuncusu da eğitim faaliyetleridir. Klinik kodlamanın yapılabilmesi için bu eğitimler önemlidir. Klinik kodlamacılar ICD-10 AM (International Classification of Diseases 10th Edition, Australian Modification) temelinde kodlama yapabilmek üzere ilgili birimimizin uzmanları tarafınca bir haftalık eğitime alınırlar. Herkes bu eğitime alınmaz. Tıbbi terimlere yatkın kimselerden seçilmeleri uygun olmaktadır. Bu konuda en uygun grup Tıbbi Sekreterlik lisansına sahip olan kimselerdir. Fakat eğitim verdiğimiz kimseler ebe, hemşire, sağlık memuru çok az sayıda hekim arkadaştan oluşmaktadır. Dünyada klinik kodlama için pek hekim kullanan ülke yoktur. ICD-10 AM ICD10’den farklı olarak tıbbi işlemlerin kodlanmasına imkan veren bir alt yapıya da sahiptir. Bu nedenle de bizim ayrıca bir çaba ile uygun bir işlem havuzu oluşturma ihtiyacımız da olmamaktadır. ICD10 AM yapısı bize uygun ve belirli kurallar silsilesi içerisinde klinik verilerin kodlara çevrilmesinde kullandığımız araçtır. Kısacası kodlama diyince yazılımsal bir faaliyetten bahsetmiyoruz. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Hangi ülkeler bu sistemi kullanmaktadır? Öncü ülkeler var mıdır? Çinal: Açıkçası medeni dünyanın tümünün TİG sisteminin bir tarafından tutmuş olduğunu gözlemlenmekteyiz. Çok az sayıda Asya ve Afrika ülkesinde konuya henüz yaklaşım geliştirilmediği gözlenmekte. Bu faaliyetlerin öncüleri Avustralya başta olmak üzere Amerika, Norveç, Almanya ve bir miktar da Fransa ve Kanada’dır. Dünya Sağlık Örgütündeki ICD-10 çalışmalarının da çoğuna Avustralyalılar destek vermektedir. Bu nedenle de temel yapıya adaptasyonda Avustralya deneyimlerinden faydalandık. Konu ile ilgili olarak hastanelerimizde klinik kodlamacı kapasitesi geliştirilmesi gerekliliği söz konusu olacak. Peki, hekimlerimize konu ile ilgili ne tür bir görev düşüyor? Çinal: Klinik kodlama faaliyetleri ve kapasitenin olumlu ve verimli kullanılabilmesinin sağlanabilmesi için hem hastanelere kendi kapasitelerini geliştirmede zaman tanıyacağız hem de elimizde geldiği noktaya kadar eğitimlerini vereceğiz. Ancak konunun ciddiyetine hakim bir şekilde tavır alan hastane yönetimleri olmadan da bu faaliyetlerin ilerlemeyeceğini de belirtmek lazım. Hekimlerimizin ise özel bir faaliyet göstermeleri gerekmiyor. Sadece şu bilinmelidir ki dokümantasyon iyi olmadan klinik kodlama olmaz. Yani hekimlerimiz hasta dosyalarını gerektiği şekilde yani bir hekimin yapması gerektiği şekilde doldurması durumunda bir sıkıntı olması mümkün değil. Ama yeni bir sistemdir ve her yenilikte bir takım adaptasyon sorunları olabilir. İlgili olan hekimlerimiz için konunun ne olduğuna dair bakanlığımız internet sitelerinde çeşitli dokümanlara da ulaşım söz konusudur. Hekimlerimizin bu alanlardan ekstra bilgiye ulaşması mümkün olacaktır. Anladığımız kadarı ile belirli bir aşamaya gelmiş çalışmadan bahsediyoruz. Şimdiye kadar neler yaptığımızı özetlemek mümkün müdür? Çinal: Tam 260 hastane için klinik kodlamacı kapasitesi oluşturduk. Her ne kadar sayıları dokuz yüzleri geçen Sağlık Bakanlığı Hastanemiz olsa da bu 260 hastane il merkezlerinde bulunan tüm hastanelerdir ve toplam yatan hasta kapasitesinin %80’lerini oluşturmaktadır. Bu hastaneler ile yola çıktığınız da zaten tüm ülkeyi kapsadığınızı iddia edebiliyorsunuz. Ayrıca daha uzak saha hastanelerimiz için de kodlanmış veri oluşturulması yönünde bazı metodolojiler üzerinde de çalışıyoruz. Bunun yanında büyük ve kapasiteli ilçe hastaneleri için de ek eğitim faaliyeti yapmayı düşünmekteyiz. Konunun Bakanlığımız bünyesinde her türlü takip ve faaliyetlerini yürütecek birimimiz de oluşturuldu ve gün geçtikçe kapasiteleri de artmakta. Eğitim ve Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 44 Klinik kodlama faaliyetleri ve kapasitenin olumlu ve verimli kullanılabilmesinin sağlanabilmesi için hem hastanelere kendi kapasitelerini geliştirmede zaman tanıyacaklarını belirten Çinal bu konuda hastanelere eğitimler de vereceklerini belirtti. kapasite oluşturulması bir tarafa ayrıca bunun bir yazılım alt yapısı var geçmiş çalışmalardan elimize geçen yazılımlar ihtiyaçlarımızı görmemekte idi yine bakanlığımız içerisinden kapasitemizi değerlendirerek yeni bir veri giriş ara yüzü oluşturduk ve bu yazılımı da olgunlaştırmaktayız. Kod bulma ara yüzümüzde ağırlıklı olarak birtakım çeviri problemleri var. Verilerimiz deneysel olarak bazen değerlendiriliyor, deneysel ödeme simülasyonları yapabiliyoruz ama birtakım hatalarımızı da bu dönemde tespit ediyoruz kısacası 1 Ocak 2011 itibarı ile bu sistemi kullanılır hale getirmek için hep birlikte özverili bir çalışma yapmaktayız. Anladığımız kadarı ile faaliyetler pozitif yönde ilerlemiş ve ilerlemekte. Nasıl bir getiri bekleniyor bu sistemden? Kısacası faydaları nelerdir? Çinal: Bir sistem kurduğunuzda doğru veri toplamalıdır ve siz de bu veriden doğru ve faydalı bilgi üretebilmelisiniz. Ülkemiz oldukça büyük bir ülke. Her alanda faydalı veriye ihtiyacımız var. Bizim büyüklüğümüzdeki ülkelerde bu verileri ve hali ile bilgileri üretmek kolay değildir. Dikkat ederseniz bu sistemin başladığı ülke de Amerika’dır. Sağlık alanında da gerçek zamanlı veri üretmek bizim için oldukça pozitif bir olaydır. Peki nedir bu “bilgiler” der isek: Hastane performanslarını daha iyi ölçme ve karşılaştırma yapma imkanı, hakkaniyetli bir geri ödeme metodolojisi olarak kullanarak global bütçe uygulamasını daha uygun şekilde dağıtımının sağlanması, kalite mekanizmalarını bu sistem üzerinden çalıştırma imkanlarının sağlanması, bazı tedavi protokollerinin bile bu sistem üzerinden üretilmesi söz konusu olmaktadır. Diğer bir deyişle bizim 45 politikalarımıza cevap verecek bir sistemdir. Sağlıkta dönüşüm sürecinde politikalarımızın merkezine oturttuğumuz insana hizmet yaklaşımına dolaylı da olsa ciddi katkıda bulunmaktadır. Kalite, performans ve bunların ölçülebilir kılınması tamamen halkımıza pozitif yansıma ve hakkaniyetli bir geri ödeme mekanizması olarak da hastanelerimize pozitif bir yansıma olarak kendini gösterecektir. Her ne kadar hastanelerimiz ilk başlarda adaptasyon sıkıntıları yaşayacak olsalar da daha sonrasında bu sistemin aslen kendileri için en iyi seçim olduğunu anlamaları çok uzun bir vakit almayacaktır. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Turan BUZGAN: TBSA, Beslenme Problemlerinin Çözümünde Çok Büyük Önem Taşımaktadır Numune Sağlık Dergisi olarak bu sayımızda kapak konumuz olan TBSA’nın ayrıntılarını ve önemini Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Turan BUZGAN ile konuştuk. yetersizliklerin azalması, bulaşıcı hastalıkların kontrolü, bebek ve çocuk bakımının düzelmesi gibi birçok etkenden dolayı ölümler azalmış ve doğuşta beklenen yaşam süresinde artış meydana gelmiştir. ülkelerde bu değişim oldukça yüksek hızda seyretmiştir. Yirminci yüzyılda ortaya çıkan bu değişim ile çok görülen hastalık sıralaması oldukça değişmiştir. Eğitim ve gelir seviyesinde yükselme, temiz su temini ve kullanımının artması, gıda üretiminin artması, beslenme ile ilgili Ömür süresinin uzama trendi devam etmekle birlikte, sıklığı artan kronik hastalıklar sebebiyle sağlıklı yaşlanma hususunda Dünyada ve ülkemizde kronik hastalıklar ne boyuttadır? Kronik hastalıkların genel hastalık yükü içindeki payı niçin artmaktadır? Buzgan: Sosyoekonomik gelişmişliğin yeterli olmadığı ülkelerde; sıtma, HIV-AIDS, ishaller ve pnömoniler gibi bulaşıcı hastalıklar ile beslenme yetersizliği gibi sebeplerle ortalama ömür süresi hala düşük ve bu ülkelerdeki hastalık yükü görüntüsündeki değişim hızı yavaş iken, geçmişte aynı sağlık problemleri ile boğuşan sosyoekonomik açıdan gelişmiş Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 46 insanlığın yeterli başarıya ulaşamadığını görüyoruz. Yaşlı nüfusun artması, toplumdaki sağlık sorunlarının çocukluk çağı hastalıklarından yaşlı nüfusta görülen bulaşıcı olmayan hastalıklara kaymasına yol açmaktadır. Kronik hastalık; daha çok tanı materyali kullanımı, daha çok ilaç sarfı, daha çok ve nitelikli yatak kullanımı ve daha çok masraf ve bütçe demektir. Ülkelerin sağlık harcamaları ve sağlık sigortası bütçeleri bu sebeple hep artış trendinde olmaktadır. Hastalık yükü açısından ülkemize bakıldığında, ilk on hastalık yükü sıralamasında kronik hastalıklar 2. (iskemik kalp hastalığı) ve 3. (serebrovasküler hastalıklar) sırada, temel hastalık grupları açısından ilk iki sırada (kardiovasküler hastalıklar %19, nöropsikiatrik hastalıklar %13) yer almaktadır. Kanserlerin de işin içine katılması ile bu tablo daha da ağırlaşmaktadır. 7 yılı aşkın bir süredir ülkemizde yürütülen Sağlıkta Dönüşüm Programı ile alınan kısa ve orta vadeli sonuçlar, bulaşıcı hastalıkların hastalık profilindeki ağırlığını oldukça azaltmış, kronik hastalıkların ağırlığı mütebariz hale gelmiştir. Artık ülkemiz de sosyoekonomik açıdan gelişmiş ülke hastalık profiline sahip hale gelmiş durumdadır. Sağlık hizmetine ulaşmada kısıtlılıkların büyük ölçüde kaldırılması, teşhis imkânlarının oldukça artırılması yanında tarama programları, aile hekimliği uygulamaları, hastalık kontrol programları ve çeşitli araştırmalar ile ülkemizdeki kronik hastaların erken teşhisleri ve kayıt altına alınmaları ile mevcut durum her geçen gün daha da netleşmektedir. Ölüm Sebepleri Arasında Kronik Hastalıkların Payı Nedir? Buzgan: Kronik hastalıklar hemen bütün ülkelerde en temel ölüm sebebidir. 2005 yılında dünyada 35 milyon kişinin kronik hastalıklardan öldüğü tahmin edilmektedir. Dünyada tüm ölümlerin %60’ı kronik hastalıklardan meydana gelmektedir. Kronik hastalıklardan meydana gelen ölümlerin sadece %20’si yüksek gelirli ülkelerde ortaya çıkarken, kronik hastalıklardan meydana gelen ölümlerin %80’i dünya nüfusunun çoğunluğunun yaşadığı düşük ve orta gelirli ülkelerde ortaya çıkmaktadır. En yoksul ülkeler en çok etkilenmektedir. Kronik hastalıklar ülkemiz açısından da önemli boyutlardadır. Ölüme neden olan ilk on hastalık içerisinde kronik hastalıklar ilk üç sırayı (iskemik kalp hastalığı %22, Serebrovasküler hastalıklar %15 ve KOAH % 6) tutmaktadır. 47 Temel hastalık gruplarına göre ölüm nedenleri sıralamasında ilk iki sırada kronik hastalıklar yer almakta olup kardiovasküler hastalıklar %48 ile ilk sıradadır. Kronik Hastalıklar İçin Risk Faktörleri Nelerdir? Buzgan: Her ne kadar pek çok risk faktöründen söz edilebilse de sık görülen ve önlenebilen risk faktörlerinin kronik hastalıkların altında yatan temel nedenler olduğu görülmektedir. Dünyanın her yerindeki erkek ve kadınlarda tüm yaşlarda meydana gelen kronik hastalık ölümlerinin çoğu bu önlenebilen risk faktörleri ile açıklanabilmektedir. Bu risk faktörleri şunları içermektedir; Sağlıksız beslenme, Yetersiz fiziksel aktivite, Tütün/sigara kullanımı. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Kronik Hastalık Tehdidi Artmakta mıdır? Buzgan: Beklenen yaşam süresinin uzaması ve sedanter hayat tarzına eğilim bu tehdidin artmasına neden olmaktadır. Dünyada enfeksiyöz hastalıklar, maternal ve perinatal durumlar ve beslenme yetersizliklerine bağlı ölümlerinin gelecek 10 yıl içerisinde %3 azalacağı kronik hastalıklara bağlı ölümlerin ise aynı dönemde %17 artacağı tahmin edilmektedir. Bunun anlamı, acil tedbirler alınmadığı takdirde 2015 yılında öleceği tahmin edilen 64 milyon kişinin 41 milyonunun kronik hastalıklardan ölecek olmasıdır. Hangi Tedbirler Alınmalı? Buzgan: Genellikle, bulaşıcı olmayan hastalıkların yaşlanmanın doğal ve kaçınılmaz sonucu olduğu, bulaşıcı hastalıklardan daha az önemli ve kontrol edilemez olduklarına inanılır. Oysa bu hastalıklar yaşamın kaçınılmaz bir gerçeği olmadıkları gibi çoğunlukla önlenebilir hastalıklardır. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması, Türkiye’de kronik hastalıklar ve risk faktörlerini önleme çalışmaları kapsamında uygulamaya konan ulusal boyutta bir projedir. TBSA, ülkemizde bu konuda mevcut durumun kapsamlı bir analizini sağlaması ve beslenme ilişkili problemlerin analiz ve çözümü için oldukça güçlü bir araç sunacak olması nedeniyle çok büyük bir önem taşımaktadır. Kronik hastalıkların temel nedeni olan risk faktörleri bilindiğinden, risk faktörleri ortadan kaldırılabilirse kalp hastalıkları, inmeler ve tip 2 diyabetin %80’inden fazlası önlenebilir. Kronik hastalıklarla mücadelede koruyucu hekimlik yaklaşımı en etkili yaklaşımdır. Koruyucu hekimlik yaklaşımında esas olan risk faktörlerinin bertaraf edilmesidir. DSÖ sağlıklı ve dengeli beslenme için günlük beş porsiyon ve üzeri sebze-meyve tüketimini önermektedir. Türkiye’de ise ortalama günde 1,64 porsiyon meyve, 1,57 porsiyon sebze tüketilmektedir. Ulusal Hanehalkı Araştırması (2003) sonuçlarına göre, Türkiye’de nüfusun %20,32’sinin hareketsiz (sedanter) yaşadığı, %15,99’unun yetersiz düzeyde fiziksel aktivitede bulunduğu görülmektedir. Sigara içme sıklığı toplum genelinde %31,2’dir. Halen 16 milyon civarında tütün kullanan kişi bulunmaktadır. Kronik hastalıkların artan öneminin görülmesi, anlaşılması ve acil müdahale edilmesi hayati önem taşımaktadır. Bunun için, kronik hastalıkların 48 önlenmesi ve kontrolünün güçlendirilmesinde rol oynayacak liderliklere ve yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Öncelikle politika yapıcılara ve sağlık çalışanlarına konunun uygun şekilde aktarılması, topluma en son ve en doğru bilgilerin iletilmesi gerekir. Kronik hastalıklar grubunda çok sayıda hastalık bulunmasına rağmen çoğunun risk faktörleri ve korunma stratejileri ortaktır. Tüm bu risk faktörleri ekonomik, sosyal ve kültürel çevreden, cinsiyet ile davranışlardan etkilenmektedir. Bu yüzden de önerilerde bulunmak kolay, fakat önlemlerin hayata geçirilmesi zordur. Sağlıklı beslenme, düzenli fiziksel hareketlilik, sigara kullanımını terk etmek gibi davranışlar doğruluğuna inanılsa da, buna uygun yaşamayan kişiler için değiştirilmesi zor alışkanlıklar arasındadır. Bu yönde bir değişim için sağlığın geliştirilmesi (health promotion) çalışmaları oldukça belirleyici olmaktadır. Sağlık Bakanlığı hangi çalışmaları yapmaktadır? Buzgan: Sağlık Bakanlığı tarafından kronik hastalıkların önlenmesi ve risk faktörlerinin kontrolüne yönelik olarak bir dizi çalışma yürütülmektedir: Yapılanma; Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde: Beslenme ve Fiziksel Aktiviteler, Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar ve Kronik Durumlar, Tütün ve Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele, Sağlığın Teşvik ve Geliştirilmesi (Health Promotion) Daire Başkanlıkları kurulmuştur. Politika Metni; Sağlıkta Dönüşüm Programında yer aldığı gibi Sağlık Bakanlığının 2010 – 2014 Stratejik Planı içerisinde de kronik hastalıkların önlenmesi çalışmaları önemli yer tutmaktadır. Türkiye Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi ile Avrupa Kalp Sağlığı Sözleşmesini imzalamış ve taahhütlerini iyi bir şekilde yerine getirmektedir. Tütünle mücadele konusunda gösterdikleri kararlılık ve başarıdan dolayı Sayın Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN ve Sayın Sağlık Bakanımız Prof. Dr. Recep AKDAĞ DSÖ tarafından ödüllendirilmişlerdir. Obezite İle Mücadele Avrupa Belgesinin kabul edildiği DSÖ Bakanlar Konferansına ülkemiz ev sahipliği yapmış, Avrupa Sağlık Bakanları adına belge bizzat Prof. Dr. Recep AKDAĞ tarafından imzalanmıştır. Kontrol Programları; Kronik hastalıklarla mücadeleyi öncelik alanlarından biri olarak belirleyen Sağlık Bakanlığı, bu konuda mevcut durumu, yapılacak faaliyet planlarını, bu faaliyetler için tüm paydaşların rol ve sorumlulukları ile eylem takvimlerini içeren kapsamlı kontrol programlarını hayata geçirmektedir. Bunlar arasında; Türkiye Kalp ve Damar Hastalıkları Önleme ve Kontrol Programı: Stratejik Plan ve Eylem Planı, Diyabet Kontrol Programı, Kronik Hava Yolu Hastalıklarını Önleme ve Kontrol Programı, Tütün Kontrol Programı, Ruh Sağlığı Kontrol Programı, Kanser Kontrol Programı, Türkiye Obezite İle Mücadele ve Kontrol Programı sayılabilir. Bunlar arasında da; Yenidoğan Taramaları Programı (Fenilketonüri, hipotroidi vb. taramalar), Ücretsiz D vitamini ve Fe dağıtımı Programı, Evde Bakım Hizmetleri Programı, Gezici Sağlık Hizmetleri Programı, Organ ve Doku Nakilleri Programı sayılabilir. Bu programların oluşturulmasında ve yerel uygulamalarda rehber niteliği taşıyacak çeşitli doküman araştırma ve yayınlar da kamuoyu ile paylaşılmak üzere hazırlanmıştır; Yaşlı Sağlığı Rehberi ve Elektronik Sağlık Ansiklopedisi vb gibi. DSÖ 2008-2013 Küresel Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Önlenmesi ve Kontrolü Stratejisi Eylem Planı ve DSÖ Avrupa Bölgesinin hazırladığı Sağlığı Kazanmak Avrupa Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Önlenmesi ve Kontrolü Stratejisi kitapları (Türkçeye çevrilerek ilgili kurum ve yerel sağlık müdürlüklerine çalışmalarında yararlanmaları için dağıtımı yapılmış ve Bakanlığımız web sayfasında da yer almaktadır) örnek olarak sayılabilir. Ayrıca kronik hastalıklarla mücadeleye katkıda bulunan çeşitli programlar da halen yürütülmektedir. 49 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 GÖNÜL ERDEN ANEAH 2. Miyokimya Kliniği Başasistanı TBSA Projesi: Laboratuvar Analizleri Örnek no Yöntem Örnek Tipi 1 1 1 2 2 2 3 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 6 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 2 4 4 4 3 5 5 5 5 6 3 HPLC HPLC HPLC HPLC HPLC HPLC HPLC Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik Fotometrik İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay İmmunoassay ICP MS ICP MS ICP MS ICP MS ICP MS HPLC / LC-MS-MS ve HPLC GC-MS EDTA'lı tam kan EDTA'lı tam kan EDTA'lı tam kan EDTA'lı plazma EDTA'lı plazma EDTA'lı plazma Heparinli Çök.Plazma SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM İDRAR SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM EDTA'lı plazma SERUM SERUM SERUM SERUM SERUM EDTA'lı tam kan SERUM SERUM İDRAR Li Heparinli Plazma 18 Parametreli EDTA'lı T.Kan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 Vit. B1 Vit. B2 Vit. B6 25 OH Vit. D Vit. A Vit. E Vit. C Glukoz BUN Ürik asit Kreatinin T. Kolesterol LDL Kolesterol HDL Kolesterol Trigliserid T. Protein Albumin ALT ALP Demir Demir Bağ. Kap. Kalsiyum Fosfor Na K Mikroalbumin (İdrar) TSH sT3 sT4 Anti TPO Anti TG PTH İnsulin açlık Vit B12 Folik asit Ferritin Homosistein Somatomedin C HBsAg Anti HCV Anti HAV Çinko Kurşun Selenyum Bakır İyot (İdrarda) Aminoasitler (25 adet) 48 Yağ asitleri ( 18 adet ) 7 İl Sağlık Müdürlükleri HEMOGRAM 8 49 Türkiye çapında yürütülmekte olan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması kapsamındaki bireylerden alınan kan ve idrar örnekleri Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Laboratuvarları’nda (Tablo 1, 8-41), İl Sağlık Müdürlükleri’nin belirlemiş olduğu merkezlerde (Tablo 1, 49) ve A.N.E.A.H tarafından hizmet satın alınan yüklenici firma laboratuvarlarında (Tablo 1, 1-7 ve 4248 ) analiz edilmektedir. Türkiye genelinde önceden belirlenmiş ailelerden saha ekipleri tarafından alınan örnekler ambulanslara yerleştirilen derin dondurucular ile Ankara Numune Hastanesi Cebeci Merkez Laboratuvarları’na ulaştırılmakta ve analizleri yapılmaktadır. TBSA Projesinde ANEAH’nin yürütmekte olduğu laboratuvar ayağının en iyi şekilde tamamlanabilmesi için aylar öncesinden hazırlıklara başlandı. Sahada çalışacak yüzlerce personele eğitim verildi. Laboratuvar Analizleri El Kitabı hazırlandı ve tüm ekiplere dağıtıldı. Formlar hazırlandı. EDTA'lı plazma Tablo 1. Proje kapsamında yapılacak analizler, çalışma yöntemleri ve gereken örnek tipleri Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 50 Yapılan toplantılarda tüm detaylar tartışıldı. Alınan kararlar sonucunda yoğun ve yorucu çalışmalara başlandı. İl Sağlık Müdürlüklerine gönderilmek üzere yüzbinlerce sarf malzeme (8 çeşit tüp, pipetler, tüplükler, idrar kapları, numune taşıma çantası) temin edildi. İllere göre sayıları tamamlanarak kolilere yerleştirilen sarf malzemeler kargo ile İl Sağlık Müdürlükleri’ne gönderildi. ANEAH Cebeci Merkez Biyokimya ve Hormon Laboratuvarı’nda kullanılmak üzere derin dondurucu, soğutucu, santrfüj vb. alımları yapıldı. (11 tane -80º C, 2 tane -40ºC, 2 tane 25ºC, 5 tane 4ºC). Bütün bu sistemlerin sorunsuz çalışabilmesi için gereken elektrik vb. alt yapı çalışmaları tamamlandı. Sahada bireylerden alınacak numunelerin doğru ve kalıcı şekilde santrfüj edilip, sekonder tüplerine ayrılabilmesi ve etiketlenebilmesi için özel barkot tasarım çalışmaları yapıldı ve tasarıma uygun 28.000 takım barkot satın alındı. Projenin tüm safhalarının düzenli yürütülebilmesi ve kayıt altına alınması için özel bir yazılım temin edildi. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi dışında çalışılacak parametreler için, hizmet satınalma ihaleleri yapıldı. 7 Haziran 2010 tarihinden itibaren bireylerden alınan numuneler ANEAH Cebeci Merkez Laboratuvarı’na kabul edilmeye başlandı. Telefon ve e-posta aracılığı ile yüzlerce görüşme yapılarak tüm soru ve sorunlara cevap verilmeye çalışıldı.. TBSA çalışması başladıktan sonra Numune Hastanesi Cebeci Merkez laboratuvarlarındaki yoğun iş yüküne ilave olarak; proje için alınan örneklerin kabulü, bu örneklerin çalışılacak parametrelere göre ayrılması ve uygun şekilde depolanma işlemleri de laboratuvarlarımız mevcut personeli tarafından yürütülmeye başlanmıştır (Tablo 2). Rutin olarak Hastanemiz Biyokimya ve Hormon Laboratuvarlarına günde ortalama 2000 hastaya ait kan numunesi gelmekte ve bu numuneler mümkün olan en kısa sürede çalışılıp sonuçlandırılmaktadır. Buna ilave olarak TBSA projesi kapsamında Türkiye’nin tüm illerinden gelen örneklerin kabulü yapılmaktadır. İllerden günde ortalama 200(x17 tüp)500(x17 tüp) bireye ait örnek gelmektedir. 48 parametre testin yapılabilmesi ve şahit numunelerin saklanabilmesi için her bireyden sahada alınmakta olan 8 kan ve 1 idrar örneği santrfüj işleminden sonra 17 tüpe ayrılarak bize gönderilmektedir. Bir adet kilitli poşette, her birey için toplam 17 tüp olması gerekmektedir. Her şahıs için gelen numuneler ile birlikte bize gelen birey kabul formları da eşleştirilip bilgisayar ortamında kontrol edilerek kayıt ve arşivlenmesi yapılmaktadır. Kayıt esnasında her bireyin eksik tüpü varsa saptanarak sisteme girişi bu şekilde yapılmaktadır. 51 Kabulü yapılan numuneler çalışılacak olan testlere göre ayrılmakta ve -80 derecede saklanmaktadır. Numunelerin ayrılmasında ve depolanmasında asistan ve teknisyenlerden oluşan 3er kişilik gruplar çalışmaktadır. Örnekler laboratuvarımıza illerden soğuk zincir ile gelmektedir. Bu zinciri kırmamak için numune kabulü 7 gün 24 saat aralıksız olarak sürmektedir. Mesai saatleri içinde ve buna ek olarak hergün mesai saatleri dışında nöbetçi tayin edilen bir teknisyen ve bir asistan numune ve formların kabulü ve saklanması işlerini sürdürmektedir. Çalışma sırasında yapılacak hataları en aza indirmek adına kan örneklerinin yedek tüpleri sıra ve numara verilerek saklanmaktadır. Bunun yanı sıra kayıt esnasında hata yapılan formlar ayrılarak Sağlık Bakanlığındaki ilgili birime bildirilmekte ve hataların düzeltilmesi de tarafımızdan sağlanmaktadır. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Son 15 gün içerisinde laboratuvarlarımıza yaklaşık 6000 bireye ait numune ulaşmıştır. Ayrılma ve depolanma işlemi tamamlanan örnekler; hastanemizin rutin iş akışını etkilememek için bu numuneler yine laboratuvarımız teknisyenleri tarafından haftasonları çalışılmaktadır. Sonuçlanan örneklerin tüm parametrelerinin onaylanması da yine asistanlarımız ve uzmanlarımız tarafından yapılmaktadır. -80º C de bekletilen numuneler ihaleyi kazanan Düzen Laboratuvarı ve Ankalab’a gruplar halinde teslim edilmeye başlandı .Tüm bu işler için sürekli çalışan 7 asistan ve 10 teknisyenden oluşan toplam 17 kişilik bir ekip bulunmaktadır. Proje için tarafımıza herhangi bir personel desteği yapılmamıştır. Mevcut otoanalizörler kullanılarak çalışma tamamlanacaktır. Bütün ekibin yoğun ve tempolu çalışmasına rağmen günde ortalama 150-200 bireye ait örnek ancak ayrılıp depolanacak hale gelmektedir. Bu da giderek artan bir iş yüküne sebep olmaktadır. TBSA projesinin Ağustos ayı sonuna kadar sürmesi planlanmaktadır. O zamana kadar kısıtlı personel ve cihaz desteği ile sürdürülen bu çalışma Cebeci Merkez Biyokimya ve Hormon Laboratuarları’nda çalışan herkes için yorucu ve zorlu bir süreç olmaya devam edecektir. Derin Dondurucu Yerleştirilecek Tüpler Açıklama -80°C (7,8) -40°C (1,2) -25°C (1,2) Geçici Bekleme Kilitli Poşetle gelen tüm tüpler Geçici saklama dondurucusundan 5 erli poşetler buz aküleri üzerinde ALIS TBSA üzerinden kabülü yapıldıktan sonra, aşağıdaki şekilde -80°C ye belirlenmiş doğru rafa ve kutuya yerleştirilecek. P3-S1 (Mor-Homosistein) P6-S1 (Kırmızı-Biyokimya-hormon) P6-S1 (Kırmızı-Somatomedin C) P6-S1 (Kırmızı-ELISA) P8-S1 (Sarı-Mikroalbumin) ANEAH Cebeci Merkez Laboratuvarları’nda 4 farklı çeşit ve yerdeki otoanalizörlerle çalışılacak testler. (1-1. kapak) -80°C Ankalab P1-S1 (Yeşil-Vitamin C) P2-S1 (Mor-Vitamin D, A, E) Yedek1=P9(Mor-Vitamin B1,B2,B6) Dış laboratuvara gönderilecek. (1-2.kapak)-80°C Düzen P5-S1 (Lacivert-Eser Element) P8-S2 (Sarı-İyot) (2)-80°C Yağ Asitleri (3)-80°C Aminoasitler P2-S2 (Mor-Yağ Asitleri) P1-S2 (Yeşil-Aminoasitler) -80°C (6) ANEAH (4,5) -80°C Yedekler P1-S3 (Yeşil-Yedek) P2-S3 (Mor-Yedek) P5-S2 (Lacivert-Yedek) P5-S3 (Lacivert- Yedek) P8-S3 (Sarı-Yedek) (9) Boş -80°C “ “ “ ALIS TBSA tüp kabul aşamasında ekranda yer belirtme görülecektir: Şahit veya yedek numunelere erişim ancak bu yolla kolay olacaktır. Boş kalacak. Arıza veya kar yapan donduruculardakiler bu dolaba taşınacak. Tablo 2.Tbsa Projesi Derin Dondurucu Yerleştirme Ve Çalışma Planı Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 52 DOÇ. DR. SEDAR GÜLER DOÇ. DR. İREM BUDAKOĞLU ANEAH Endokronoloji ve Metabolizma Kliniği TÜRKİYE BESLENME VE SAĞLIK ARAŞTIRMASI Bir toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini sağlayacak Ulusal Beslenme Plan ve Politikalarının oluşturulabilmesi için, o ülkeye ilişkin beslenme verilerinin mevcut olması gerekmektedir. Ancak beslenme araştırmaları yapısı gereği zor planlanan ve uygulanan araştırmalardır. Bu nedenle tüm ülkeyi temsil eden çalışmalar dünyada da çok kısıtlı yapılabilmektedir. Sürveyans sisteminin tam olduğu, veri akışının düzenli olduğu ülkelerde dahi beslenme araştırmaları ayrıca planlanarak ve özel insan gücü kullanılarak yapılan çalışmalardır. Ülkemizde 1974 yılında tüm ülkeyi temsil eden örneklem üzerinde yapılmış “1974 Beslenme, Sağlık ve Gıda Tüketimi Araştırması” Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en kapsamlı beslenme, sağlık ve besin tüketimi araştırması niteliğindedir. “1984 Gıda Tüketimi ve Beslenme Araştırması” ise, Türkiye geneline gösterge olmak kaydıyla 3 ilde sağlık taraması yapılamadan gerçekleştirilmiştir. Bilindiği gibi yetersiz ve dengesiz beslenme, çeşitli hastalıklara yol açtığı gibi, birçok hastalık ve sağlık sorunu da beslenme üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu olumsuz etkileri azaltmak ya da ortadan kaldırmak için öncelikle mevcut durumun ve sorunların bilimsel kanıtlarla ortaya konması gerekmektedir. Bu nedenle birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de her 5 yılda bir Beslenme Sağlık ve Besin Tüketimi araştırması yapılması gereklidir. Çünkü ulusal beslenme sorunlarına yönelik etkin, yararlı ve tutarlı besin ve beslenme plan ve politikalarının hazırlanabilmesi için güvenilir nitelikte araştırma verileri son derecede önemlidir. Devlet Planlama Teşkilatı eşgüdümünde hazırlanan “Ulusal Gıda ve Beslenme Eylem Planı”nda da (Mart 2003) ve Türkiye Obezite ile Mücadele Eylem Planı(2009)’nda Ulusal Gıda, Beslenme ve Sağlık Araştırması’nın yapılması öngörülmektedir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 21.Yüzyılda Herkes İçin Sağlık: 21 Hedef deklarasyonunda 2015 yılına kadar, toplumdaki insanlar sağlıklı yaşam biçimlerini benimsemelidirler (Hedef 11) ve 2020 yılına kadar tüm sektörler sağlıkla ilgili sorumluluklarını kabul etmelidirler (Hedef 14) denilmektedir. Yukarıda sıralanan gerekçeler sonucunda T.C. Sağlık Bakanlığı önderliğinde tüm ülkenin beslenme durumunu temsil edecek bir araştırma planlanmıştır. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 54 taşra teşkilatının kurumsal araştırma yapma kapasitesinin geliştirmek G Elde edilen veriler ile ülkeler arası kıyaslamalar yapabilmektir. Kısa Dönemli Amaçlar Amaçlar Uzun Dönemli Amaçlar Her beş yılda bir yapılan genel kalkınma planları içinde özel önemi ve ayrıcalığı olan Besin ve Beslenme Plan ve Politikalarının saptanmasında politika geliştirenlere ve planlamacılara gerekli verileri sağlamak, G Elde edilen verilerin ışığında besin üretim ve dağıtımı planlamasını geliştirmek, G Gıda güvenliği için risk analizi yapmak, güvenli gıda üretimini ve tüketimini sağlamak, G Bölgesel farklılıklara, yerleşim yerlerine, eğitim ve gelir düzeylerine göre toplumun ve bireyin besin tüketim düzeyi, yetersiz tüketilen besinlerin hangileri olduğu, gelecekte hangi besin grubuna talebin artacağı hakkında bilgi sahibi olmak, G Yetersiz ve dengesiz beslenme sorunlarına daha duyarlı olan risk altındaki grupların (bebek, çocuk, gebe, emzikli anneler, yaşlılar vd.) sorunlarına yönelik öncelikleri saptamak, nedenleri G belirlemek, çözüm yolları üretmek, izleme ve değerlendirme yapmak, G Antropometrik ve biyokimyasal ölçümlerin değerlendirilmesi sonucunda ülkemizde çeşitli yaş ve cinsiyetteki bireylerin referans değerlerini saptamak, ülkeler arası kıyaslamalar yapmak, G Besin ve besin öğesi referans tüketim gereksinmelerinin belirlenmesine veri tabanı oluşturmak, G Bazı önemli beslenme sorunlarını önlemede çok yararlı olan besin zenginleştirilmesi ve desteklenmesi (suplementasyon) programlarına yön vermek, G Besin sanayisinin beslenme sorunlarına yönelik ürün geliştirilmesi çalışmalarını yönlendirmek, G Elde edilen verilerin sonucuna bağlı olarak eğitim programlarını ve eğitim araç ve gereçlerini geliştirmek, yaygın beslenme eğitimi programlarını hazırlamak, besine dayalı rehberleri hazırlamak, var olanları güncelleştirmek, G Kullanılan yöntemler ile diğer konu ile ilgili kuruluşlara yol göstermek çalışmalarına ışık tutmak, G Bakanlığımızın merkez ve 55 G Politika üretenlerin, farklı sektörlerden yüksek düzey bürokratların, kamu kurumlarından veya gönüllü kuruluşlardan akademik ve akademik olmayan uzmanların öncelikli gereksinimlerini karşılamaya yönelik bir özet rapor hazırlamak G Kalkınma planlarına veri sağlamak amacı ile akademisyenler, karar vericiler ve politika üretenleri hedef alan bir araştırma raporu hazırlamak, G 1974 ve 1984 Ulusal Beslenme Sağlık ve Besin Tüketimi Araştırma verilerini kullanarak oluşturulan analizleri içeren, zaman içindeki değişimleri (tüketim örüntülerini ve eğilimlerini ) ortaya koyan bir rapor hazırlamaktır Materyal ve Metot Araştırma tasarımı Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (TBSA) kesitsel tipte epidemiyolojik bir çalışmadır. Araştırmanın örnekleme tasarımı çok aşamalı, ağırlıklı, tabakalı küme örneklemesidir. Hedef örnekleme büyüklüğü 19,056 hanehalkı’dır. Bu örnekleme tasarımı ile ülke geneli, kent/kır, 12 NUTS1 bölgesi ve 7 metropol için beslenme durumu saptanacaktır. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Araştırma örneklemi, beslenme durumu ve beslenmeyi etkileyen etmenler ile yerleşim yeri (nüfus büyüklüğü) gibi faktörler dikkate alınarak TUİK tarafından belirlenen belirlenmiştir. Çalışma 12 kişilik 617 blok üzerinden 6 yaş üzeri bir kişi “Kish Yöntemine” göre seçilerek yapılacaktır. Araştırmaya Kabul ve Red Kriterleri Çalışma toplumun farklı yaş ve risk gruplarına yönelik beslenme durumu, antropometrik ölçümler ve biyokimyasal analizler gibi durumunu ortaya çıkaracağı için herhangi bir kabul ve ret kriteri bulunmamaktadır. Ancak onam formunu imzalamayan kişiler araştırmaya dahil edilmeyecektir. Veri formları Araştırmada aşağıda sıralanan formlar uygulanacaktır. Bunlar; G Hanehalkı soru formu: Bu form, hanehalkı listesi, konut özellikleri ve hanenin besin tüketim özellikleri bölümlerinden, G 0-5 yaş soru formu: Görüşülen kişiye ait bilgiler, beslenme durumu, besin destekleri, fiziksel aktivite ve 24 saatlik geriye dönük besin tüketimi, G 6-11 yaş soru formu: Görüşülen kişiye ait bilgiler, besin destekleri, fiziksel aktivite, beslenme alışkanlıkları, 24 saatlik geriye dönük besin tüketimi ve antropometrik ölçüm formu, G 12 yaş ve üzeri soru formu: Görüşülen kişiye ait bilgiler, besin destekleri, sigara kullanımı, fiziksel aktivite, beslenme alışkanlıkları, gebelik ve emziklikte besin tüketimi, besin alışverişi ve besin tüketim sıklığı, 24 saatlik geriye dönük besin tüketimi ve antropometrik ölçüm formu, G Fizik muayene formu: Onam formları (18 ve yukarı ile 18 yaş altı çocuklar için), beslenme yetersizliğine bağlı görülen klinik bulgular, genel muayene (kronik hastalıklar ve kullanılan ilaçları içeren), kanser taraması ve laboratuar numune formu bölümlerinden oluşmakta idi. Araştırmayı uygulayanlar ve uygulanma şekli Araştırmanın yürütme kurulu aşağıdaki gibidir: Türkiye Beslenme Sağlık Araştırması Yürütme Kurulu, 2010 Doç. Dr. Turan BUZGAN Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Seraceddin ÇOM TSHGM – Genel Müdür Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 56 Uz. Dr. Hasan IRMAK TSHGM – Genel Müdür Yardımcısı Uz. Gıda Müh. Cengiz KESİCİ TSHGM – Daire Başkanı Prof. Dr. Tanju BESLER Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gülden PEKCAN Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Prof. Dr. Levent AKIN H.Ü. Tıp F. Halk Sağlığı AD Doç. Dr. Nurullah ZENGİN Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Serdar GÜLER Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Klinik Şefi Doç. Dr. I.İrem BUDAKOĞLU Gazi Ü. Tıp F. Tıp Eğt. AD Yrd. Doç. Dr. Yüksel KOCA Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Klinik Şefi Yrd. Doç. Dr. Sinan TÜRKYILMAZ Hacettepe Üniversitesi, Nüfus Etütleri Enstitüsü Verilerin toplanması aşamasında görev yapacak 99 ekip oluşturulmuş olup bazı illerde birden fazla ekip görev almıştır. Bu ekipler, il sağlık müdür Faaliyetler Sorumlu kuruluş Tarih Örneklemin Tasarlanması Örneklemin Seçimi ve Temini İl Koordinatörlerinin Eğitimi İl Ekiplerinin Bildirilmesi Etik Kurul Raporu Soru kağıtlarının Hazırlanması Saha Uygulama Rehberinin Hazırlanması Soru kağıtları ve Saha Uygulama Rehberinin basılması İl Ekiplerinin Eğitimi Saha uygulaması HÜ SB TSHGM SB TSHGM – HÜ - ANEAH SB TSHGM ANEAH HÜ HÜ - ANAH Haziran 2009 Ağustos 2009 Temmuz 2009 Ağustos 2009 Ekim 2009 Aralık 2009 Aralık 2009 SB TSHGM Ocak 2010 SB TSHGM – HÜ - ANEAH SB TSHGM Şubat 2010 Haziran 2010 Tablo 1. Türkiye Beslenme Sağlık Araştırması Haziran 2009 – Haziran 2010 Faaliyetleri yardımcı (araştırma sorumlusu), eğitim şube müdürü (il araştırma koordinatörü), doktor (ekip başı), hemşire/ebe (görüşmeci, kontrolör), diyetisyen (görüşmeci, kontrolör) ve laboratuar teknisyeninden oluşmaktaydı. Araştırma’da TUİK tarafından Ulusal Adres Veri Tabanından tesadüfi olarak seçilen hanehalkı listelerindeki hanehalkları ve her hanehalkından bir kişi olmak üzere örneğe çıkan kişilerle görüşmeler ve testler yapılmış, antropometrik ölçümler uygulanmıştır. Ayrıca her bloktan 0-5 yaş aralığında bir çocuk seçilecek (617 çocuk) anket uygulanmış ancak numune alınmamıştır. Her hanenin ziyareti iki günde tamamlandı. İlk gün hanelere gidildiğinde hanehalkı formları doldurulup ve antropometrik ölçümler yapılmıştır. Vücut ağırlığı, boy uzunluğu, bel,kalça çevresi, kol çevresi ölçümleri gerçekleştirilmiştir. İki yaş altı çocuklar yatarak ölçülmüştür. Ekipler ölçümleri standart seyyar boy, yatarak boy ve kilo ölçüm cihazları ile yapıldı. Bu cihazlar her 10 ölçümde bir kalibre edildi. Hanehalkından örneğe çıkan kişilerin fizik muayenesi ve numune alım işlemleri ikinci gün yapıldı. İlk ziyarette hastaların ikinci gün mutlaka aç olmaları istendi. Küçük çocuklardan (059 ay) numune örneği alınmadı. Kanlar alındıktan sonra ilin yaptığı planlamaya göre sağlık merkezi veya uygun donanımlı bir araçta santrifüj edilecek ve yine ilin yapacağı plana göre -18 derecede soğuk zincire uygun şekilde ANEAH’ne gönderildi. Altı yaş ve üzeri bireylerden alınacak kan ve idrar numunelere ilişkin özellikler Dr. Gönül Erden’in yazısında (sayfa 50) gösterilmiştir. Türkiye Beslenme Sağlık Araştırması Çalışılacak Parametreler, Yöntem ve Örnek Tipi Listesi’nde (2010) sıralanan 49 parametrenin bir kısmı ANEAH, bir kısmı il devlet hastaneleri bir kısmı da ihale sonucu belirlenecek laboratuvarda çalışılmaktadır. 57 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 İstatistiksel Analiz Soru kağıtları ve testlerle toplanacak veriler, özel bir veri giriş programı (CsPro) ile bilgisayar ortamına aktarılacaktır. Üretilen veri setlerinden temel parametrik ve parametrik olmayan analizler yapılacaktır. Bu analizler genel olarak: tanımlayıcı (descriptive), açıklayıcı (explanatory), çoklu değişkenli regresyon modellemesi, karşılaştırmalı analizler, meta analizleri, faktör analizleri ve ileri analiz kapsamında yer alacak (further analysis) diğer çok değişkenli analizler olacaktır. TBSA veri girişi ve veri düzenlenmesi bitiminde cevaplama oranları hesaplanacak ve sonrasında örneklem tasarımı, cevapsızlık ve kişi seçimi faktörleri kullanılarak örnekleme ağırlıkları hesaplanacaktır. Bu ağırlıklar veri setlerine eklenecektir. Kan ve idrar testleri sonucu oluşan veri seti de bu veri Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 setlerine eklenecektir. Analizler bu veri setleri ile yapılacaktır. Bulgular (Temmuz 2010’a kadar projede yapılanlar) Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (TBSA) 04.06.2009 tarihinde Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi arasında imzalanan protokolle başlatılmıştır. Temmuz 2010 tarihine kadar proje kapsamında gerçekleştirilmiş olan faaliyetler Tablo 1’de sunulmuştur. 1-13 Şubat 2010 tarihlerinde Antalya’da illerde çalışmaları yürütecek ekiplere ( Toplam 990 kişi) iki grup halinde eğitim çalışması yapılmıştır. Çalışmada her ilden Araştırma Sorumlusu (İl Sağlık Müdür Yardımcısı), Araştırma Koordinatörü (İl Eğitim Şube Müdürü) ve her ekipten 8 kişi yer almıştır. Her ekipte Ekip başı, Hekim, Kontrolör, 4 görüşmeci (Diyetisyen, hemşire/ebe…) ve laboratuar teknisyeni bulunmuştur. Saha ekibi toplam 990 kişi oluşmakta olup 99 ekipten 19 ekip 1 hafta, 18 ekip 2 hafta, 16 ekip 3 hafta, 22 ekip 4 hafta, 11 ekip 5 hafta ve 13 ekip 6 hafta süresince sahada çalışacaktır. Araştırmanın saha çalışması 7 Haziran 2010 tarihinde tüm Türkiye’de aynı anda başlamıştır. Sonuç olarak TBSA ülkemizde yapılan en büyük ve kapsamlı çalışmalardan biridir. Ağustos 2010 başında araştırmanın saha verilerinin toplanması tamamlanacaktır. Ocak 2011’de araştırma raporunun sonuçlanması ve Sağlık Bakanlığı tarafından tüm kamuoyu ve bilim dünyası ile paylaşılması planlanmaktadır. 58 PROF. DR. H. TANJU BESLER Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü TÜRKİYE'DE BESLENME VE SAĞLIK DURUMU Türkiye'de Beslenme ve Sağlık Sorunları Küreselleşme sürecinde beklenen yaşam kalitesine ulaşmak için tüm bireylerin ve toplumun beslenme bilincini artırarak, sağlıklı beslenmenin yaşam biçimine dönüştürülmesi gerekmektedir. Bireyin ve toplumun sağlıklı yaşaması ve ekonomik yönden gelişmesi onu oluşturan bireylerin sağlıklı olmasına bağlıdır. Sağlığın temeli yeterli ve dengeli beslenmedir. Yeterli ve dengeli beslenme sağlıklı beslenme olarak da tanımlanmaktadır. Bu doğrultuda yaşam boyu tüm bireylerin sağlığının korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi, yaşam kalitesinin arttırılması ve sağlıklı yaşam biçimlerinin benimsenmesinin (sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlığı, tütün kullanımının önlenmesi) amaçlanması gerekmektedir. Ayrıca, var olan ve yaşam kalitesini bozan beslenme sorunlarının (protein-enerji yetersizliği, demir yetersizliği anemisi, iyot yetersizliği hastalıkları, raşitizm, diş çürükleri, şişmanlık vb.) en aza indirilmesi veya yok edilmesi, beslenmeye bağlı kronik hastalıkların (kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, bazı kanser türleri, diyabet, osteoporoz vb.) önlenmesine yönelik yaşam biçiminin iyileştirilmesi, çevre koşullarının düzeltilmesi ve geliştirilmesi, sağlıklı besine ulaşımın, tüketiminin sağlanması ile besin güvencesinin sağlanması, sağlığın geliştirilmesi amacıyla toplumun besin güvenliği, besin, beslenme ve sağlık konularında bilinçlendirilmesinin ve katılımının sağlanması büyük önem taşımaktadır. Tüm bu nedenlerle bireyin ve toplumun beslenme durumunun saptanması ve düzenli olarak izlenmesi gerekmektedir. Böylece; a. Beslenme durumunun tanımlanması b. N edenlerin saptanması, c. Çözüm yollarının bulunması olanağı doğar. Bir toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini sağlayacak ulusal besin ve beslenme plan ve politikalarının oluşturulabilmesi için o ülkeye ilişkin beslenme, besin tüketimi ve sağlık verilerinin bulunması gereklidir. Bu amaçla düzenli olarak Beslenme-Sağlık ve Besin Tüketimi Araştırması'nın yapılması her ülke için büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde Ulusal ve Bölgesel Düzeyde Yapılmış Beslenme ve Sağlık Araştırmaları Sonuçlarına Göre Durum Aşağıda sunulan besin tüketimi, sağlık ve beslenme sorunları il, bölge, ülke düzeyinde yapılmış araştırmalardan derlenmiştir. Görüleceği üzere kullanılan yöntem, değerlendirme farklılıkları, kullanılan standart ve referans değerlere göre farklı veriler sunulmuştur. TBSA 2010 ile tüm alanlarda veri birlikteliği sağlanabilecek, bölgesel, cinsiyet farklılıkları elde edilebilecektir. Besin Tüketim Durumu; Türkiye beslenme durumu yönünden hem gelişmekte olan, hem de gelişmiş ülkelerin sorunlarını birlikte içeren bir görünüme sahiptir. Türkiye'de halkın beslenme durumu bölgelere, mevsimlere, sosyo-ekonomik düzeye ve kentsel-kırsal yerleşim yerlerine göre Türk halkının Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 60 beslenme durumuna bakıldığında Türkiye'de temel besin ekmek ve diğer tahıl ürünleridir. Yıllar içerisinde besin tüketim eğilimindeki değişiklikler incelendiğinde ekmek, süt- yoğurt, et ve ürünleri, taze sebze ve meyve tüketiminin azaldığı; kurubaklagil, yumurta ve şeker tüketiminin ise arttığı söylenebilir. Genelde toplam yağ tüketim miktarında önemli farklılık olmamasına karşın, bitkisel sıvı yağ tüketim miktarının katı yağa oranla arttığı gözlenmektedir. Beslenme ve Sağlık Sorunları: Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)-2008 verilerine göre bebek ölüm hızı binde 17, beş yaş altı ölüm hızı ise binde 24'dür. Bebek ölümlerindeki düşüş önemli boyutlardadır, ancak Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyaslandığında halen yüksek düzeydedir. Bebeklerde düşük doğum ağırlığı «2500 gram) ile doğum oranı % 1 1’dir. Yetersiz beslenmeye bağlı büyüme ve gelişme bozuklukları önlenebilir sorunlar olup, gebelik döneminde anne beslenmesinin yetersiz ve dengesiz olması en temel nedendir. Ülke genelinde yürütülen programların olumlu etkisinin TNSA-2008 verilerine yansıdığı saptanmıştır. TNSA-2008 verilerine göre tek başına 6 ay anne sütü ile beslenme oranı % 41 olarak bulunmuştur ve annelerin tamamına yakını (%96.7) bebeğini emzirmektedir. Ancak tamamlayıcı (ek) besinlere erken aylarda başlama uygulaması sürdürülmektedir. Türkiye'de 0-5 yaş grubu çocuklarda; büyüme ve gelişme geriliği, demir yetersizliği anemisi, raşitizm, okul çağı çocuk ve gençlerde; zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, vitamin yetersizlikleri, iyot yetersizliği hastalıkları, diş çürükleri, yetişkin kadınlarda; zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, iyot yetersizliği hastalıkları, vitamin yetersizlikleri, yetişkin bireylerde ve yaşlılarda; beslenmeye bağlı kronik hastalıklar sık görülmektedir. göre vücut ağırlığı (zayıflık) ve yaşa göre vücut ağırlığı (düşük kiloluluk) oranı sırasıyla, % 10.3, %0.4 ve %2.8'dir. Çocuklarda büyüme geriliği, kırsal (%17.4) alanlarda, kentlere (%7.6) ve doğuda (%21.0), batıya (%7.6) göre yüksektir. Ülkemizde demir yetersizliği anemisi önemli bir halk sağlığı sorunudur. Her yaş grubunda; özellikle 0-5 yaş grubu çocuklar, okul çağı çocuklar ve gençler, gebe ve emzikli kadınlar önemli risk gruplarıdır. Sağlık Bakanlığı'nın yürüttüğü "Demir Gibi Türkiye Programı" ile 12-23 aylık çocuklarda anemi sıklığının %7.8' e düştüğü saptanmıştır. Guatr prevalansı; ulusal düzeyde 1988 yılında tüm populasyonda % 30.5 bulunmuştur. Bu çalışmaya göre ülkemizin her bölgesinde sorunun endemik olduğu ortaya konulmuştur. 1995 yılında 15 ilde 6-12 yaş grubu çocuklarda guatr prevalansı % 30.3 bulunmuştur. Ultrasonla yapılan bir taramada prevalans % 31.8 saptanmıştır. İdrarla iyot atım medyan değerlerine göre ise, orta ve ağır düzeyde sorunu olan 14 il ve hafif düzeyde 6 il saptanmıştır. TNSA-2008 verilerine göre; hane halklarının %84.4'ün Üll (kırsal: %71.5; kent:%89.9) iyotlu tuz kullandığı saptanmıştır. İyotlu tuz kullanımı açısında yerleşim yerlerine ve bölgelere göre önemli farklılıklar bulunmaktadır. Yeni doğan bebeklerde hipotiroidi sorununa rastlanmaktadır. olduğunu göstermektedir. Adolesanlarda yaşam ve giyim tarzının D vitamini ile ilintisinin olduğu rapor edilmiş ve %3-50 oranında D vitamini yetersizliğinin görüldüğü belirlenmiştir. Kadınlarda (14-44 yaş), güneş ışınlarından etkin yararlanılabilecek yaz aylarında da, %44-100 oranında giyim şeklinin D vitamini sentezini etkilediği bulunmuştur. Okul çağı çocuklarda, gebelerde ve emzikli kadınlarda yapılan çalışmalarda vitamin ve mineral yetersizliklerinin önemli boyutlarda olduğu bulunmuştur. Folat yetersizliği 15-49 yaş grubu kadınlar için önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bölgesel çalışmalarda diş çürüğü görülme sıklığı 6-12 yaş grubunda %64.0-100.0'dÜf. İçme sularında flor düzeyi düşüktür. Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve beslenmeye bağlı kronik hastalıkların (kalp damar hastalıkları, kanser, diyabet, osteoporoz vb.) görülme sıklığı artmaktadır. Yetişkinlerde şişmanlık prevelansı çeşitli çalışma sonuçlarına göre erkeklerde % i 1-22 ve kadınlarda %23-35arasında değişmektedir. Ülkemizde son yıllarda çocuklarda şişmanlık sorunu üzerinde durulmaya başlanmıştır, Yapılan araştırmalar yakın Çocuklarda yapılan çalışmalar ülkemizde raşitizm görülme sıklığının %1.67-19 arasında TNSA-2008 sonuçlarına göre 0-5 yaş grubu çocuklarda yaşa göre boy uzunluğu (bodurluk), boy uzunluğuna 61 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 gelecekte önlem alınmadığı takdirde sorunun önem kazanabileceğini göstermektedir. Ancak kullanılan standartlardaki farklılıklar nedeniyle farklı değerler söz konusudur. Çocuk ve adolesanlarda hafif şişmanlığın %10-15 ve şişmanlığın %1.6- 16.0 arasında görüldüğü bilinmektedir. 9-10 yaş grubu çocukta, gecekondu ve şehirde bodur (yaşa göre boy uzunluğu; E: %24.7/12.8; K: %14.217.4), düşük kilolu (yaşa göre vücut ağırlığı; E: %18.2/11.9; K: %12.1/11.1) ve zayıf (boy uzunluğuna göre vücut ağırlığı; E:%1.5/3.7, K:%2.217.4) olma sıklığını şişmanlık sorunundan daha önemli sorun olduğu saptanmıştır. Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve beslenmeye bağlı kronik hastalıkların (kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet, osteoporoz vb.) görülme sıklığı artmaktadır. Ülkemizde tüm ölümlerin ilk sırasında % 47.7 ile kalp damar hastalıkları yer almaktadır. Yetişkinlerde hipertansiyon prevalansı %29.0-31.8 (E: %27.5; K: %36.1) bulunmuştur. Kanser, yetişkinlerde % 13.1 ile ikinci sırada ölüm nedenidir. Topluma dayalı olarak yürütülen yirmi yaş üzeri bireylerdeki çalışmalarda diyabet prevalansı % 7.2 ve %8.4 oranında saptanmıştır. Cinsiyete ve bölgelere göre görülme sıklığı değişmektedir. Yıllar içerisinde görülme sıklığında önemli artışın olduğu gözlenmektedir. Fiziksel aktivite düzeyi 20-29 yaş grubu kadınların %50.0'sinde çok hafif ve hafif, %45.0'inde orta düzey ve %5'inde ise orta düzeyin üzerinde bulunmuştur. Beslenme ve Sağlık Durumuna İlişkin Bilgi İhtiyacı ve Araştırma Gereği Bir toplumun yeterli ve dengeli Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 beslenmesini sağlayacak Ulusal Beslenme Plan ve Politikalarının oluşturulabilmesi için, o ülkeye ilişkin beslenme ve sağlık: verilerinin mevcut olması gerekmektedir. Beslenme durumunun hükümetler tarafından düzenli aralıklarla saptanması ve izlenmesi "ülke insanının sağlığının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi" açısından büyük önemi taşımaktadır. Bilindiği gibi yetersiz ve dengesiz beslenme, çeşitli hastalıklara yol açtığı gibi, birçok hastalık ve sağlık: sorunu da beslenme üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu olumsuz etkileri azaltmak ya da ortadan kaldırmak için öncelikle mevcut durumun ve sorunların bilimsel kamplarla ortaya konması gerekmektedir. Bu nedenle birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de her 5 yılda bir Beslenme Sağlık ve Besin Tüketimi araştırması yapılması gereklidir. Çünkü ulusal beslenme sorunlarına yönelik etkin, yararlı ve tutarlı besin ve beslenme plan ve politikalarının hazırlanabilmesi için güvenilir nitelikte araştırma verileri son derecede önemlidir. Devlet Planlama Teşkilatı eşgüdümünde hazırlanan "Ulusal Gıda ve Beslenme Eylem Planı"nda da (Mart 2003) ve Türkiye Obezite ile Mücadele Eylem Planı (2009)'nda Ulusal Gıda, Beslenme ve Sağlık Araştırması'nın yapılması öngörülmektedir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) 21.Yüzyılda Herkes İçin Sağlık: 21 Hedef deklarasyonunda "2015 yılına kadar, toplumdaki insanlar sağlıklı yaşam biçimlerini benimsemelidirler (Hedef 11) ve 2020 yılına kadar tüm sektörler sağlıkla ilgili sorumluluklarım kabul etmelidirler" (Hedef 14) ifadesine yer verilmiştir. Türkiye'de 1974 yılından sonra ülke çapında ve Türkiye'yi temsil edecek nitelikte örneklem üzerinde yapılmış araştırma verileri bulunmamaktadır. "1974 Beslenme, Sağlık ve Gıda Tüketimi Araştırması" Türkiye' de bugüne kadar yapılmış en kapsamlı beslenme, sağlık ve besin tüketimi araştırması niteliğindedir. "1984 Gıda Tüketimi ve Beslenme Araştırması" ise, 62 Türkiye geneline gösterge olmak kaydıyla 3 ilde sağlık taraması yapılamadan gerçekleştirilmiştir. Türkiye Beslenme ve Sağlık: Araştırması TBSA - 2010 ile son 36 yılda beslenme ve sağlık, son 26 yılda beslenme koşullarındaki değişmeler de saptanacak ve 21. Yüzyılda Herkes İçin Sağlık Hedefleri'ne ulaşmada önemli bir adım atılmasının yanında sağlık ve beslenme konusunda bundan sonra yürütülecek çalışmalara da ışık: tutacaktır. Ülkemize ait tüm ülkeyi; genel, bölgesel, kentsel ve kırsal özelliklere göre yansıtacak verilere ulaşılacaktır. Örneklem, veri toplama ve verileri yorumlama açısından da bir standardizasyon sağlanmış olacaktır. Araştırmanın Amaçları (TBSA) 2010, Sağlık Bakanlığının Hacettepe üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile işbirliği içinde yürüttüğü bir çalışmadır. (TBSA) 20l0'un amaçlan şöyle özetlenebilir: Uzun Dönemli Amaçlar Her beş yılda bir yapılan genel kalkınma planlan içinde özel önemi ve ayrıcalığı olan "Besin ve Beslenme Plan ve Politikaları"nın saptanmasında politika geliştirenlere ve planlamacılara gerekli verileri sağlamak, G Elde edilen verilerin ışığında besin üretim ve dağıtımı planlamasını geliştirmek, G Bölgesel farklılıklara, yerleşim yerlerine, eğitim ve gelir düzeylerine, yaş ve cinsiyet gibi demografik özelliklere göre toplumun besin tüketim düzeyi ve farklılıkları ve besin tüketim örüntüsü, yetersiz tüketilen besinlerin hangileri olduğu, gelecekte hangi besin grubuna talebin artacağı hakkında bilgi sahibi olmak, G Bölgesel farklılıklara, yerleşim yerlerine, eğitim ve gelir düzeylerine, yaş ve cinsiyet gibi demografik özelliklere göre toplumun enerji ve besin öğeleri ortalama alım miktarlarını, yetersiz ve aşırı alım düzeylerini belirlemek, G Besin ve besin öğesi referans tüketim gereksinmelerinin yaş, cinsiyet ve fizyolojik özelliklere göre belirlenmesini sağlamak, G Yetersiz ve dengesiz beslenme sorunlarına daha duyarlı olan risk altındaki grupların (bebek, çocuk, gebe, emzikli anneler, yaşlılar vb.) sorunlarına yönelik öncelikleri saptamak, nedenleri belirlemek, çözüm yollan üretmek, izleme ve değerlendirme yapmak G Antropometrik ölçümleri referans değerlerle kıyaslayarak yaşa ve cinsiyete göre hafif şişmanlık, şişmanlık, zayıflık, düşük kiloluluk, bodurluk görülme sıklığını saptamak, ülkemiz için çeşitli yaş ve cinsiyetteki bireylerin referans değerlerini elde etmek, G Bölgesel farklılıklara, yerleşim yerlerine, eğitim ve gelir düzeylerine, yaş ve cinsiyet gibi demografik özelliklere göre toplumun fiziksel aktivite düzeyini, egzersiz yapma alışkanlıklarını saptamak, G Bölgesel farklılıklara, yerleşim yerlerine, eğitim ve gelir düzeylerine, yaş ve cinsiyet gibi demografik özelliklere göre toplumun fiziksel aktivite düzeyine göre harcadıkları ortalama enerji ve besin öğeleri miktarlarını belirlemek, G Belirlenen vitamin ve mineral yetersizliklerine göre besin zenginleştirilmesi ve besin desteği verilmesi (suplementasyon) programlan oluşturmak, var olanları gözden geçirerek değerlendirmek ve izlemek, G Gıda güvenliğini; güvenli gıda üretimini ve tüketimini sağlamak, besinlerin risk ve yarar analizlerini yapmak, G Besin tüketim verilerine dayanarak besinlerle ortalama katkı maddeleri, pestisit, toksik bileşenler, endüstriyel kimyasallar vb maddelerin tahmini alım miktarlarını belirlemek G Besin sanayisinin beslenme sorunlarına yönelik yeni ürün geliştirilmesi çalışmalarına katkı sağlamak ve yönlendirmek, piyasada bulunan ürünlerin saptanan beslenme ve sağlık durumuna göre iyileştirilmesini ve geliştirilmesini sağlamak (yağ, şeker, tuz, enerji vb içeriklerde düzenlemeler yapmak), G Elde edilen verilerin sonucuna bağlı olarak eğitim programlarını ve eğitim araç ve gereçlerini geliştirmek, yaygın beslenme eğitimi programlarını G hazırlamak, besine dayalı rehberleri hazırlamak, var olanları güncellemek, G Bölgesel farklılıklara, yerleşim yerlerine, eğitim ve gelir düzeylerine, yaş ve cinsiyet gibi demografik özelliklere göre bireylerin fizik muayene ile kan ve idrar analizleri ile sağlık durumlarını saptamak, G Kan ve idrar analizleri sonucunda elde edilen değerlere özgü referans değerler elde etmek, G Kullanılan yöntemler ile diğer konu ile ilgili kuruluşlara yol göstermek çalışmalarına ışık tutmak, G Sağlık Bakanlığı'nın merkez ve taşra teşkilatının kurumsal araştırma yapma kapasitesini geliştirmek, G Elde edilen veriler ile ülkeler arası kıyaslamalar yapabilmektir. Kısa Dönemli Amaçlar Politika üretenlerin, farklı sektörlerden yüksek düzey bürokratların, kamu kurumlarından veya gönüllü kuruluşlardan akademik ve akademik olmayan uzmanların öncelikli gereksinimlerini karşılamaya yönelik bir özet rapor hazırlamak, G Kalkınma planlarına veri sağlamak amacı ile akademisyenler, karar vericiler ve politika üretenleri hedef alan bir araştırma raporu hazırlamak, G 1974 ve 1984 Ulusal Beslenme Sağlık ve Besin Tüketimi Araştırma verilerini kullanarak oluşturulan analizleri içeren, zaman içindeki değişimleri (tüketim örüntülerini ve eğilimlerini) ortaya koymak, G Türkiye'deki beslenme, sağlık ve besin tüketimi ile ilgili konularda akademik personel ve ilgili uzmanlarca ortak araştırma raporu biçiminde hazırlanacak bir dizi analiz gerçekleştirmektir. G Bu amaçlar doğrultusunda bu araştırmada aşağıda özetle verilen veriler elde edilecektir. Bu veriler; G Hanehalkı Soru Kağıdı Hanehalkı bilgileri Konut özellikleri Hanenin besin tüketim özellikleri G 0-5 Yaş Kişi Soru Kağıdı Görüşülen kişiye ait temel bilgiler 0-5 yaş çocuk beslenmesi Besin destekleri kullanım durumu 63 Fiziksel aktivite durumu 24 saatlik geriye dönük besin tüketim durumu Antropometrik ölçümler G 6-11 yaş grubu kişi soru kağıdı Görüşülen kişiye ait temel bilgiler Besin destekleri kullanım durumu Fiziksel aktivite durumu Beslenme alışkanlıkları 24 saatlik geriye dönük besin tüketim durumu Antropometrik ölçümler G 12 ve yukarı yaş kişi soru kağıdı Görüşülen kişiye ait temel bilgiler Besin destekleri kullanım durumu Sigara kullanımı Fiziksel aktivite durumu Beslenme alışkanlıkları Gebelik ve emziklilikte besin tüketimi kadınların beslenmesi Besin alışverişi ve besin tüketim sıklığı 24 saatlik geriye dönük besin tüketim durumu Antropometrik ölçümler’dir. Ayrıca; G Tüm bireylerin sağlık durumları G Tüm bireylerin fizik muayeneleri G 6 ve yukarı yaş grubunda kan ve idrar analizleri de gerçekleştirilecektir. Araştırmanın örneklemine ise kısaca bakılırsa; hedef örnekleme büyüklüğü 19,056 hanehalkıdır. Bu örnekleme tasarımı ile ülke geneli, kent/kır, 12 NUTS1 bölgesi ve 7 metropol için tahminler üretmek mümkün olacaktır. Çalışma 81 il merkezinde kentte 36, kırda 24 hanehalkından oluşan 600 kümede gerçekleştirilecektir. 13968 hanehalkı kentsel alanlarda, 5088 hanehalkı kırsal alanlarda ziyaret edilecektir. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması -2010’nın ilk raporlaması 2010 yılının sonlarına doğru yapılması planlanmaktadır. Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü TBSA Çalışma Ekibi; H.Tanju Besler, Gülgün Ersoy, Nilgün Karaağaoğlu, Seyit M Mercanlıgil, Gülden Pekcan, Neslişah Rakıcıoğlu, Hülya Gökmen Özel, Gülhan Samur, Emine Akal Yıldız. (Alfabetik Soyadı sırasına göre yazılmıştır) Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 PALALILAR inşaat&otomotiv Kızılay’a sadece 6 km uzaklıkta General Zeki Doğan Mahallesi’nde OTURMAYA HAZIR VEYA İNŞA ATTAN 2+1 3+1 4+1 5+1 LÜX DAİRELER Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan yatırıma uygun yaşam alanları... Konutlarımız belirli sayıdadır. Arayın fiyat avantajlarını konuşalım... w ww.ta s p a i n s a at. com www.palalilar.com S a tı ş Ofis i: Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B Tel: (0312) Mamak - ANKARA 365 52 90 www.avecreklam.com S AT I L I K DR. MURAT YAKIN Başkent Üniversitesi Konservatuarı Öğretim Elemanı - Besteci Gıcırtıyla kurmaya çalıştığımız estetik Merhaba! Ben bir besteciyim. Besteci deyince insanlar karşılarında, bir gün günümüz pop şarkıcıları misali ünlü olacak bir kişi olduğunu düşünürler. Öyle olunca ben de hep açıklama yapmak durumunda kalırım: “Öyle pop müzik bestesi yapmıyorum, daha çok gacırtı gucurtu yazıyorum.” Tabii, bir kişinin kendi müziğini bu şekilde tanıtması hoş bir şey gibi durmuyor ilk bakışta. Ne var ki, bu dediğim belli bir bakış açısından doğru. Özellikle de, ülkemizde batı Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 medeniyetinden yaşantımıza giren sanat anlayışına karşı hakim olan bakış açısından baktığımızda durum bu. Bu ülkenin çoğunluğunun Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın bir konserine gitmektense, sanatsal içeriği kıyasla çok daha az ticari müziklerin çalındığı bir konsere gitmeyi yeğlediği su götürmez bir gerçektir. Hal böyle olunca sizin gıcırtıyla kurmaya çalıştığınız estetik, bu ülkenin çoğunluğuna gerçekten gıcırtı olarak görünecektir; çünkü karşınızdakinde sunduğunuz estetiği algılamasına yardımcı olabilecek bir alt 66 yapı bulunmayacaktır; çünkü burada alt yapı dediğimiz şey ilgi göstererek ve hatta konu üzerinde kaynaklar okuyup öğrenerek, yani kısaca deneyimleyip üzerinde düşünerek oluşan bir şeydir. Dolayısıyla kendimi tanıtışım bu koşullara göre mantıklıdır. Hem ayrıca reklamın iyisi kötüsü olmaz, derler. Şimdi, bizim yaptığımız işi kısaca nasıl anlatmak gerekir, diye düşünüyorum. Bir besteci, kafasına bir şey takılan, o kafasına takılan şeyi uzun bir süre bir mide sancısı gibi kafasında taşıyan, onunla uyuyan, onunla banyoya giden, onunla yemek yiyen ve en sonunda da o kafasına takılan şeyin üzerine bir müzik parçası yazmaya soyunan biridir. Bu kadar mı? Hayır, tam da parçayı yazmaya başlarken az önce değindiğimiz tablo biraz daha ağırlaşır. Çok basitçe ifade edelim: Yaklaşık otuz saniyelik bir müzik için aynı şablonun düzinelerce versiyonu yapılır. Bazen, örneğin 5 dakikalık bir müzik yazmak için bu tek bir şablonun versiyonlarını yaratma işlemini defalarca tekrarlarsınız; bir otuz saniye bitince arkasından sonraki otuz saniye gelir, o bitince de arkasından bir sonraki... Gün gelir on saniye için bir hafta harcarsınız, gün gelir iki-üç dakikalık müziği şıp diye iki saat içinde yazıverirsiniz. Bunu sağlayan ilham perileri midir, bilinmez! Çünkü gün gelir daha iyi bir fikir bulursunuz ve o iki saat içinde yazmış olduğunuz iki-üç dakikalık müziği tamamen ya da kısmen siliverirsiniz. Hem iş öyle “5 dakikalık müzik yazdım, tamam, işim bitti”, demekle de bitmez. Çoğu zaman sizin yazdığınız parça size biraz daha devam etmenizi emreder. Size eseri ısmarlayan kişi de “hayır, kesinlikle 5 dakikayı geçmemeli”, der. Hadi bakalım, ayıkla pirincin taşını! Başa dönüp silinecek bir şeyler bulmak lazım. Onları sildikten sonra da eserin dilini tekrar bir derleyip toparlamak lazım. Bütün bu süreç içinde zaman zaman uyuyamazsınız; gece yarısı kazara gözünüzü hafifçe aralayın, eserinizle ilgili çözmeye çalıştığınız problemler gelir bulur sizi, uyuyamazsınız. Sağa dön, sola dön... “Yeter artık! Balta getirin! Beynimi vücudumdan ayırın!”, diye haykırır içinizden bir ses. Öyle bir şey olamayacağına göre, dersiniz, paşa paşa kalkıp çalışayım bari!.. İşte üretme süreci bizler için genel olarak böyle işler. Fakat, her şey bittiği an, eser tam da istediğimiz gibi, tüm problemleri çözülmüş vaziyette olabildiği an, işte o an bizler için müthiş bir haz anıdır. Tüm süreci bir fizikçinin ispatlamaya çalıştığı kuramı ile ilgili yaşadığı süreç ile karşılaştırırsak, bizlerin tamamladığımızda eserimiz karşısında duyduğumuz haz ile o fizikçinin ispatlanmış kuramı karşısında duyduğu haz çok benzerdir, denilebilir. Ne var ki, fizikçilerin kuramları müziğe kıyasla çok daha somut bir şekilde algılanmaya müsait bir yapıdadır. Kaçımız acaba dinlediğimiz bir müzik parçası içerisinde ispatlanmaya çalışılan, ya da denenen bir takım kuramsal yaklaşımlar olduğunu düşünebiliriz? Vardır. Ama kaçımız fark edebiliriz? İşte, soruyu böyle sorunca biz bestecilerin yaptığı işin gerçek boyutu ortaya çıkıyor. Bir besteci arkadaşımla bu süreci değerlendirdiğimizde “bu iş deli işi, bizler de deliyiz” sonucuna varmaktan başka çaremiz kalmamıştı. Çünkü, benim gıcırtıdan duyduğum haz, çok büyük çoğunluk için kuru bir gürültü. İşte bu noktada, benim gibi bestecilerin aklına başka bir soru gelir: İyi de, madem öyle, biz niye bu işi yapıyoruz? Çünkü, örneğin, ticari müzikle uğraşan şarkıcıların da elbette ki çok emekleri geçiyor yaptıkları projelerde, fakat bizler çok çok küçük bir azınlık tarafından algılanabilecek estetik problemler üzerine yazıyoruz eserlerimizi. Bir şarkıcı sadece prodüktörü tarafından önüne konulan şarkıyı söylemekle yükümlü iken, bizler hayatımızı bir dönem için bile olsa cehennem azabıyla dolduruyoruz. Doktoram sırasında ev arkadaşım da besteciydi. İki buçuk gün boyunca hiç uyumamıştım, çünkü çok büyük ölçekli bir eserin, tıkandığı bir noktada çözümünü bulduktan sonra, gerisi çorap söküğü gibi gelmeye 67 başlamıştı ve ben kafamdaki fikirlere yetişmek zorundaydım. Ev arkadaşım da benzer bir durumdaydı. Bir klarinetçi arkadaşımız bizi ziyarete geldi. Bizim gözler çakmak çakmak ama ev arkadaşım dedi şu kadar zamandır uyumadım, ben dedim bu kadar zamandır uyumadım, klarinetçi arkadaşımız dedi “iyi ki besteci olmamışım, hadi eyvallah”. Şimdi adama demezler mi “e be kardeşim, sen de bir albüm yap meşhur ol pop şarkıcıları gibi!”... Derler! Zaten, yaptığımız işe yabancı olan pek çok kişiden işitmişizdir bu tür şeyleri biz besteciler. Fakat, yukarıda tüm söylediklerimize rağmen, bizler yaptığımız işi severiz. Ülkemizdeki durumun ya da dünyadaki durumun ne olduğu çok önemli değil. Tıpkı Nietzsche’nin Zerdüşt’ünün başında yazdığı gibi, dünyada anlayacak tek bir kişi için bile yazıyor olsak, bizler yine de yazmak istediklerimizi yazarız. Bu yüzden bizim esas hedefimiz, yazmakta olduğumuz esere bir ruh verebilmektir. Eser bitip de ruhunu hissettirdi mi, geriye sadece birilerinin o esere bakması kalır. İşte bu noktada da enstrüman çalanların işi başlar. O da ayrı bir hikayedir. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 MERAL KEİGHOBADİ ANEAH Uzm. Psikolog Nöropsikoloji Bilimi: Tanımı, Faaliyet Alanları ve Ülkemizdeki Durumu Canlı varlıklar iki temel öğeden oluşur: zihin ve beden. İnsanoğlunun doğal merakı, evrendeki diğer olaylar gibi, canlı varlıkları da anlamaya ve bu konuda açıklamalara ulaşmaya yöneliktir. Bu amaca yönelik zihin pozitif bilim dallarından psikoloji kapsamında ele alınmıştır. Beden ise biyolojik bilimler olarak adlandırılan fizyoloji, biyokimya, histoloji, genetik gibi temel bilim dallarıyla tıp gibi uygulamalı dalların alanına girmiştir. Nöropsikolojinin amacı; tüm canlıların ve özellikle de insan Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 bedeninin en önemli organı olan beyinde meydana gelen işlev bozukluklarının, zihinsel ve davranışsal süreçlere etkisini belirlemektir. Nöropsikoloğun görev alanı; konjenital, travmatik, tümöral ve enfeksiyöz hasarlar sonucu insanın zihninde, bilişsel süreç ve davranışlarında ortaya çıkan değişiklikleri ve ilgili hastalıkları ortaya koymaktır. Nöropsikolog örneğin, hippokampal formasyon sklerozlarının görüldüğü epilepsi hastalarında öğrenme sürecinin nasıl etkilendiğini veya Broca alanında işlev bozukluğuna yol açan tümöral oluşuma sahip hastanın konuşma becerisinde ne gibi bozulmaların olduğunu belirlemeye çalışır. Beyni içeren hastalıklarla bilişsel ve 68 davranışsal olayların ilişkisinin ortaya konmasını içeren bu faaliyetler bütününe 'nöropsikolojik değerlendirme'adıverilir. İdeal olarak nöropsikolojik değerlendirme, gerek kullanılan araçlar ve gerekse dayandığı bilim alanları açısından çok yönlü bir nitelik taşır. Bilişsel işlevler ve davranışların, beyinde meydan gelen hasar ve bozukluklarla nasıl etkilendiğini ortaya koymak, öncelikle bu ilişkiye duyarlı olan ve adına 'nöropsikolojik testler' denen, güvenirlik ve geçerlikleri belirlenmiş ölçme araçlarının kullanımını gerektirir. Böylece de beyindeki işlev bozukluğuna bağlı olarak oluşan bilişsel ve davranışsal bozukluklar nesnel puanlarla betimlenmiş olur. Güvenilir ve geçerli araçlardan elde edilen bu nesnel puanlara çeşitli istatistik analiz teknikleri uygulanabilir. Bu niceliksel bir yaklaşımdır ve psikoloji bilim alanından doğmuş olan Amerikan nöropsikolojisinin genel karakteristiğidir. Ancak nöropsikolojik değerlendirme, her bireyin kendine özgü olduğu ilkesinden hareket edilerek vaka çalışmaları ve niteliksel betimlemelere de dayanabilir. Bu tür bir yaklaşım ise kökenini nöroloji ve fizyolojiden alan Rus nöropsikolojisinin genel karakteristiğidir. Ancak pek çok nöropsikoloğun değerlendirmelerinde, niceliksel ve niteliksel yaklaşımları bütünleştirerek kullandığı söylenebilir. Sonuç olarak kapsamlı bir nöropsikolojik değerlendirme, öncelikle, belirli beyin alanındaki hasarın yol açtığı bilişsel ve davranışsal değişikliklere duyarlı, bunları ölçen nöropsikolojik test ve ölçeklerden elde edilen puanlara dayanır. Nöropsikolojik değerlendirme için kullanılan psikometrik araçlar temel tüm bilişsel ve davranışsal işlevleri tarayan bataryalar şeklinde düzenlenmiş olabilir: Luria Nebraska Bataryası veya Halstead Reitan Bataryası gibi. Ancak nöropsikolojik değerlendirmeler, test puanlarının yanında, hastayla yapılan görüşmeler sırasındaki gözlemleri, klinik psikoloji alanında kullanılan tanı araçlarının sonuçlarını ve hastanın sosyal ve kültürel koşullarını da gözönüne almalıdır. Nöropsikolog bütün bu verileri, deneysel bir mantık süreci kullanarak sentezleyebilmeli ve sonuçta, bir yanda bilişsel ve davranışsal değişikler (yani zihin), diğer yanda da beyindeki hasarın türü ve yeri (yani beyin) konusunda doğru sonuçlara varabilmelidir. Görüldüğü üzere nöropsikolog, sinir sistemi ve hastalıklarını ele alan nörolojinin yanı sıra, psikometri, deneysel psikoloji, klinik psikoloji, danışmanlık psikolojisi alanlarının bilgi ve becerisine sahip, çok yönlü bir uygulamacı uzmandır. Böyle bir donanım ise, nöroloji, psikiyatri, klinik psikoloji veya deneysel psikoloji gibi alanlarda yetişmiş uzmanların, nöropsikoloji alanında lisans-üstü eğitimi (çoğu kez doktora)görmesiyle elde edilmektedir. Nöropsikolojinin Uygulandığı Alanlar Nöropsikolojinin uygulandığı alanları üç temel başlık altında toplamak mümkündür: tanı, hasta takibi ve rehabilitasyon, araştırma. Tanı Nöropsikolojinin uygulandığı alanlar arasında en fazla bilineni tanı koyma ile igili olanıdır. Nöropsikolojik değerlendirmenin geleneksel olarak amacı, bilişsel ve davranışsal bozuklukların, bedensel veya organik etkenlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığını belirlemektir. Böylece de nöroloji ve nöroşirurjinin tedavi alanına giren hastalıkları, psikiyatrinin tedavi alanına girecek olanlardan ayırdetmektir. Öncelikle nöropsikolojik testleri ve ayrıca diğer gözlem türlerini kullanan nöropsikolog bilişsel ve davranışsal bozukluğun türü ve miktarını belirler. Daha sonra da bu bozukluklara yol açan beyin alanı ve alanın bulunduğu beyin yarıküresi ve mümkünse de hasarın türü konularında, bilimsel temele dayanan yordamlarda bulunur. Beyni içeren ve dolayısıyla da organik nedene bağlı olan hastalıkların tedavisi tıp uzmanlarınca yapılır. Tıp uzmanlarının yürüteceği tedavinin şeklini belirleyen en önemli unsur, bozukluğun varlığı, türü ve yeri konusundaki bilgidir. Bu bilgiler özellikle bir cerrahi müdahele gerektiğinde hayati önem taşır. İki yanlı hippokampal formasyonun hasarlı olan bölümünün belirlenmesinde bir hata yapıldığında, nöroşirurjyen sağlam tarafı alır ve hasta, zaten bozuk ve işlevsel olmayan hippokampusu ve devamlı bakım ve koruma altında olmasını gerektirecek ölçüdeki bellek yitimi ile başlaşa kalır. Elbette ki bozukluğun belirlenmesi, sadece nöropsikolojik değerlendirmeye dayandırılan bir iş değildir. Bu işlevin yerine getirilmesinde genel klinik muayene, nörolojik muayene ve özellikle de radyolojik tetkikler önemli yer tutar. Günümüzde beyin tomografisi (BT), manyetik rezonans görüntüleme (MRG) gibi, tıpsal uygulamalarda rutin kullanımı olan radyolojik tetkiklerin yanında, bazı kurumlarda fonksiyonel MRG (fMRG), positron emisyon 69 tomografisi (PET), tek foton emisyon bilgisayarlı tomografi (SPECT) ve hatta magnetoensefalografi (MEG) gibi tetkik araçlarından yararlanılmakta ve bozukluğun yerinin belirlenmesine çalışılmaktadır. Bütün bu tetkiklerin kuvvetli taraflarının yanında zayıf tarafları da vardır. Nöropsikolog zihinsel işlevler hakkındaki bilimsel verilere dayanarak hazırlanmış olan testlerin sonuçlarını kullanır ve doğrudan gözleyemediği, kendisi için temelde bir 'kara kutu' olan beyin hakkında çıkarsamalarda bulunur. Diğer yanda da BT, MRG gibi teknikler sinir sisteminin, bir anlamda doğrudan gözlenmesini sağlamaktadır. Fakat bu tetkikler sinir sisteminin sadece yapısal özelliklerini göstermekte, onun işlevde bulunuş biçimi konusunda bilgi verememektedir. Öte yandan fMRG, PET, SPECT gibi tetkikler ise beynin çeşitli kimyasal maddeleri kullanma biçimini, yani işlevde bulunuşunu yansıtabilmektedir. Ancak bu tür işlevlerdeki bozulma ile hastadaki bilişsel ve davranışsal değişikler arasında bir ilişki kurulabilmesi, en azından günümüzde mümkün olamamaktadır. Ayrıca radyolojik tetkikler hastalığın ilk dönemlerinde herhangi bir bulgu da vermeyebilir. Görüldüğü gibi, daha sonraki tıbbi tedaviye esas oluşturacak biçimde, beyindeki bozukluğun yeri ve türünün belirlenmesi faaliyetinde hiçbir tetkik tek başına yeterli olamamakta, bütün bulguların birarada değerlendirilmesi gerekmektedir. Tanı koymada tek başına yeterli olmamakla beraber, nöropsikolojik değerlendirmenin özel yeri, yüksek teknoloji ürünü cihazlarlada olsa doldurulamamaktadır. Hasta takibi ve rehabilitasyon: Nöropsikolojinin uygulandığı ikinci alan, hastanın takip ve rehabilitasyonudur. Hastanın beyinsel rahatsızlığının bilişsel Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 ve davranışsal durumuna yaptığı etkiler hakkında nöropsikoloğun verdiği bilgiler, hastanın kişilik yapısı konusundaki açıklamalar, yetenek ve becerileri; hastayla ilgilenen ve onunla çalışma durumunda olan psikiyatr, konuşma terapisti, danışman, fizik tedavi uzmanı ve hemşire gibi sağlık elemanları için büyük önem taşır. Uzmanlar bu bilgilerden, hastanın bakımı ve etkili bir şekilde idaresinde yararlanırlar. Bozulan ve korunmakta olan süreçler konusundaki bilgiler; hastanın bozukluklarını telafi etmede kullanacağı stratejilerin belirlenmesinde, rehabilitasyon programının yapılması ve gelecekteki yaşamının planlanmasında büyük önem taşır. bir değişiklik, yine ayrıntılı olmak üzere, değerlendirilebilmelidir. Bütün bunlar nöropsikoloğun faaliyet alanlarına girer. Nöropsikolojideki bir diğer faaliyet alanı da, konuya ilişkin araştırmaların yapılmasıdır.Son dönemlerde beyin konusundaki araştırma faaliyetlerine hız verilmesi ve doğanın bu en karmaşık varlığı üzerindeki bilgilerin arttırılması düşünülmüştür. Halen beyin ve işlevleri konusunda pek çok bilinmeyen vardır ve bu bilinmeyenlerin bir bölümü de, belirli beyin bozuklukları ile bilişsel /davranışsal değişiklik ve bozukluklar arasıdaki ilişkilerle ilgilidir. Nöropsikoloji alanında, bu ilişkiyi konu alan araştırmalar yapılmaktadır. Tekrarlanan nöropsikolojk değerlendirmeler, bilişsel ve davranışsal işlevlerde meydana gelen değişikliklerin ayrıntılı olarak saptanabilmesi bakımından önemlidir. Zira tedavi ve Nöropsikolojinin Ülkemizdeki Yeri Yukarıda belirtilmiş olduğu gibi, nöropsikolojide uzmanlık, nöroloji, psikiyatri, klinik veya deneysel psikoloji gibi ardalanlardan gelen kişilerin nöropsikolojide lisansüstü eğitim görmesi ile elde edilmektedir. Yakın zamana kadar sınırlı değerlendirme yapılabilmekteydi. Ancak Karakaş ve Başar 1993 yılında başlattıkları projenin bir bölümünde, geniş çaplı bir nöropsikolojik test standardizasyonu çalışmasını ele alınmıştır. Bu projede beynin frontal, temporal ve parietal bölgelerinin işlevleri olan dikkat, anlık ve gecikmeli belleğin değişik türleri, öğrenme, strateji kurma, planlama, davranışı ketleyebilme ve mekan algılamayı ölçen testlerden bir bütün oluşturulmustur. Bu birleşime 'Bilişsel Potansiyeller için Nöropsikolojik Test Bataryası' (BİLNOT Bataryası ) adı verilmiştir. rehabilitasyon bakımından işlevlerde Standardizasyon çalışmaları, sayılan ölçütleri yerine getirdiği belirlenen Wechsler Bellek Ölçeği Geliştirilmiş Formu, Sayı Dizileri Öğrenme Testi, Wisconsin Kart Eşleme Testi, Stroop Testi, Çizgi Yönünü Belirleme Testi, İşaretleme Testi ve Raven Standart Progresif Matrisler Testi üzerinde yürütülmüştür. bir şeylerin değiştiğini kabaca bilmek yeterli değildir; hangi özel işlevlerin değiştiği ve bu değişikliklerin, artma veya azalma olarak yönü hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Yapılan tıpsal müdahele açısından da, tedavinin yarattığı herhangi Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 70 SEZGİN BİLİR ANEAH Bilgisayar Teknik Destek Uzmanı Bilgisayar Güvenliği ve Alınabilecek Önlemler Bilgi güvenliği Bilginin bir varlık olarak hasarlardan korunması, doğru teknolojinin, doğru amaçla ve doğru şekilde kullanılarak bilginin her türlü ortamda, istenmeyen kişiler tarafından elde edilmesini önlemektir. Buna uygun tanımı: elektronik ortamlarda verilerin veya bilgilerin saklanması ve taşınması esnasında bilgilerin bütünlüğü bozulmadan, izinsiz erişimlerden korunması için, güvenli bir bilgi işleme platformu oluşturma çabalarının tümüdür. Bunun sağlanması için duruma uygun güvenlik politikasının belirlenmesi ve uygulanması gereklidir. Ne yazık ki bilgisayarların bilgisiz ve dikkatsiz kullanımı maddi ve manevi zararlarla sonuçlanabilir. Bu zararlardan kaçınmak için bazı temel konuları bilmek ve bazı güvenlik önlemlerini almak gerekir. Risk Nereden Geliyor? Bilgisayar kullanımından kaynaklanabilecek riskler, çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Çalıştırdığımız programlarda bulunması muhtemel açık/hatalar, bunlara yerleştirilmiş olabilecek arka kapılar, zarar verme amacıyla yazılmış virüs ve benzeri programlar, kötü niyetli kişilerin yapabileceği direk ve dolaylı saldırılar, Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 çıkıp çıkmadığını kontrol etmelisiniz. aldatmaca girişimleri ve kullanıcı hataları bunlara örnektir. Nasıl Korunabiliriz? Virüsten Korunma Yazılımı Kullanın Virüs, solucan (worm), truva atı (trojan) gibi programcıklar, bilgisayarlara zarar verebilecek yazılımlardır. Çeşitli kaynaklardan bilgisayarınıza bu tür zararlı yazılımlar bulaşabilir. Bu, bir disket, CD, DVD veya USB disk ile olabilir. Zararlı yazılımlar: virüs, solucan, truva atı Ancak şüphesiz Internet, zararlı yazılımların dağılması için en büyük kaynaktır. Özellikle ülkemizde gitgide yaygınlaşan ADSL veya KabloNet aracılığıyla sürekli bir Internet bağlantısına sahipseniz risk Güncellemelerinizi Düzenli Yapın İşletim sistemleri ve programlar bilgisayarınıza zarar verecek açık ve hatalar içerebilirler. Bu açıklar, kötü niyetli kişiler tarafından fark edilirse bilgisayarınızın yavaşlaması, hata vermesi, istemediğiniz şeyler yapması, kişisel bilgilerinizin çalınması, veri kayıpları gibi istenmeyen sonuçlar meydana gelebilir. Yazılım üreticileri, kendi ürünlerindeki hataları fark ettiklerinde bunları düzeltmeye çalışırlar. Bu nedenle sık sık işletim sistemlerinin ve diğer programların hata düzeltmeleri içeren yeni sürümleri çıkar. Bu yüzden bilgisayarınızın güncel kalması önemlidir. Bilgisayarınızı güncel tutabilmek için otomatik güncelleme programlarını aktif hale getirmeli, düzenli aralıklarla kullandığınız programların güncel sürümlerinin 72 daha büyüktür. Virüs ve benzeri yazılımların bilgisayarınıza zarar vermesini önlemek için virüsten korunma (antivirus) yazılımları kullanmanız gerekmektedir. Bu yazılımlar, istediğiniz zaman bilgisayarınızı tümüyle tarayarak zararlı yazılımları bulup temizleyebilecekleri gibi, sürekli arka planda çalışarak gelen bir tehlikeyi anında kontrol altına alabilirler. Her gün yaklaşık üç yeni virüs ortaya çıkmakta ve tehlikeli virüsler ortaya çıkmalarından itibaren bir kaç saat içinde çok hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Yeni virüslere karşı korunabilmek için güncel virüs bilgilerine sahip olmak gerekir. Bu nedenle bu programları üreten firmalar günde/haftada bir kaç defa virüs bilgilerini içeren veritabanlarını yenilerler. Virüsten korunma yazılımları kullanan insanların bilmesi gereken en önemli şey, bu yazılımların sık sık güncellenmesi gerektiğidir. Windows dışındaki işletim sistemlerinde ise (MacOS, Linux, Solaris, BSD vs) bilgisayarınıza zarar verebilecek aktif virüsler bulunmadığı için antivirüs programları kullanmanıza gerek kalmaz. Güvenlik Duvarı Kullanın İnternet üzerinden bir bilgisayara saldırı gerçekleştirmek isteyen kişiler, karşıdaki bilgisayarlarda açık bir bağlantı noktası ararlar. Böyle bir bağlantı noktası bulmaları halinde, özel bilgilerinizi, şifrelerinizi, kredi kartı numaranızı ele geçirebilir; bilgisayarınızı yasadışı işler için kullanabilir, sisteminize zarar verebilirler. Web tarayıcıları, e-posta programları, anında mesajlaşma programları, çok oyuculu oyunlar ve işletim sistemlerinde olumlu bir özellikmiş gibi görünen bazı hizmetler kolay kırılabilen bir bağlantı noktası yaratabilirler. Açık bağlantı noktalarını kapatarak dışarıdan gelen saldırıları engellemek ve bilgisayarınızda izin vermediğiniz programların Internet’e bağlantılarını önlemek için güvenlik duvarı (firewall) adı verilen yazılımları kullanılabilir. Örneğin, Windows XP kullanıcıları Service Pack 2 güncellemesini yükleyerek, ücretsiz bir güvenlik duvarına sahip olabilirler. Güvenlik duvarınızın aktif durumda olup olmadığından emin olmak için Denetim Masası’ndaki Windows Güvenlik Merkezi’ni ziyaret edilebilir. Güvenmediğiniz Internet Sitelerine Dikkat Edin Bilgisayarla ilgili güvenlik risklerinin büyük bölümü Internet kaynaklıdır. Bilinmeyen Internet sitelerini ziyaret eden kullanıcılar, zararlı kodlar içeren web uygulamalarını çalıştırarak ya da virüs bulunduran dosyaları bilgisayarlarına indirerek bilgisayarlarına zarar verebilirler. Özellikle yasadışı içerikli siteler (Hack, Crack, Warez, içeriği uygun olmayan vs.) sizin bilgisayarınıza zarar vermekten de çekinmeyeceklerdir. Bu nedenle web tarayıcıların güvenlik uyarılarına dikkatsizce “evet” diyerek geçmek, her bağlantıya (link) bilinçsizce tıklamak, her dosyayı indirmeye çalışmak, kaçınılması gereken davranışlardır. Bilmediğiniz E-postaları ve Dosyaları Açmayın Virüslerin ve diğer zararlı 73 yazılımların kendilerini dağıtmak için en çok tercih ettikleri yöntem e-posta göndermektir. Tanımadığınız kişilerden gelen, başlıkları şüpheli olan ve ek dosya (attachment) içeren e-postaların virüs olma olasılıkları yüksektir. Böyle durumlarda e-postanın açılmadan silinmesi gerekir. E-posta veya anında mesajlaşma programları aracılığıyla (MSN Messenger, ICQ, GTalk vs) tanıdığınız birinden gelmiş gözükse bile bir dosya, kişinin haberi olmadan onun bilgisayarından bir virüs tarafından gönderilmiş olabilir. Hatta bir e-posta farklı bir kişinin e-posta adresinden geliyormuş gibi gösterilebilir. Bu nedenle tanıdığınız birinden ne olduğunu bilmediğiniz bir dosya aldığınızda, o kişiye geri dönüp bunu gerçekten onun yollayıp yollamadığını sormak en doğrusudur. Bunun dışında, son zamanlarda oldukça popüler olan paylaşım programlar telif haklarını ihlal eden dosyalar barındırmaları nedeniyle tartışılmalarının yanı sıra, farklı adlar altında zararlı dosyalar da bulundurabilmektedirler. Bu durumdan zarar görmemek için de bir virüsten korunma yazılımının aktif halde bulundurulması önemlidir. Aldatmacalara Dikkat Edin Gerçek hayatta olduğu gibi Internet üzerinde de kişileri aldatarak ya da isteklerini suistimal ederek yasa dışı işler yapmaya çalışan insanlar bulunmaktadır. Toplum mühendisliği (social engineering) adı verilen bu davranış genellikle kişileri dolandırmak veya özel bilgilerini ele geçirmek amacıyla yapılır. Yemleme (phishing) denilen bu uygulama, banka şifrelerini ele geçirmek amacıyla sık sık kullanılmaktadır. Bir e-postanın başka adresten geliyormuş gibi gösterilmesi de teknik olarak mümkün olan bir aldatmaca tekniğidir. Her zaman bir bilginin bir şekilde değiştirilmiş olabileceği ve doğru kişi tarafından gönderilmiyor olabileceği unutulmaması gereken bir konudur. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 HEMŞ. SELVİ ÖZKAN ANEAH Hemşire Beyin Ölümü Gelişen Hastada Yoğun Bakım Yaklaşımları Beyin ölümünün klinik bulguları; koma ve yanıtsızlık ile beyin sapı fonksiyonlarının kaybıdır.Donör bakımı, beyin ölümü gelişmiş hastalardan organları bağışlanmış veya bağışlanma olasılığı bulunanların bakımını içermektedir. Donör organ bakımının amacı; organları, alıcıda optimal fonksiyon gösterecek şekilde korumaktır. Donör bakımındaki ilk basamak beyin ölümünün erken teşhisidir. Beyin ölümü tanısındaki gecikme, transplantasyon için korunabilir olan organların enfeksiyon, hemodinamik instabilite veya beklenmedik kardiyak arrest sonucu kaybedilmesine neden olabilir. DONÖR BAKIMI Beyin ölümü gelişen hastalarda rutin hemşire bakımı aksatılmadan sürdürülmelidir. Enfeksiyon riskini azaltmak için ağız bakımı, cilt bakımı, üriner ve intravasküler kateter bakımına diğer hastalarda olduğu gibi özen gösterilmelidir. Aspirasyonun önlenmesi için nazogastrik tüp yerleştirilmeli ve nazogastrik dekompresyon uygulanmalıdır. - Sürekli EKG monitörizasyonu ile kalp hızı - Periferik arter kanülasyonu ile invaziv Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 kan basıncı - Subklavyan veya internal juguler ven kateterizasyonu ile santral ven basıncı - Pulsoksimetri ile periferik arteriyel O2 saturasyonu - Foley kateter ile saatlik idrar çıkışı - Özafagus, rektum veya mesaneye yerleştirilen probe ile vücut ısısı - End-tidal CO2 basıncı izlenmelidir Solunum Desteği ve Akciğerlerin Bakımı Optimal akciğer bakımı ve desteğinin sağlanması yalnızca akciğer transplantasyonu açısından değil aynı zamanda uygun gaz değişiminin sağlanması ile diğer vital organların desteklenmesi açısından da önemlidir. Mekanik ventilatöre bağlı diğer hastalarda olduğu gibi donörlerde de, mukus birikimi ve atelektazi gelişmesi yapılan sık trakeal aspirasyonlarla önlenmelidir. Nazokomiyal pnömoni riskini azaltmak için ağız bakımı, nazofarenks aspirasyonu ve kaf basıncı monitörizasyonuna dikkat edilmelidir. Hipotansiyon Tedavisi: Hipotansiyon nedeni olarak öncelikle hipovolemi düşünülmeli ve gerekli sıvı replasmanı yapılmalıdır. Tedavide 74 hastanın elektrolit değerine, Hb düzeyine ve pıhtılaşma faktörlerine göre kristalloidler, kolloidler veya kan ürünleri tercih edilmelidir. Amaç, santral venöz basıncı yaklaşık 10 mmHg ve Hb’ i 10 gr / dl düzeyinde tutmaktır. Tedavide amaç tüm organların korunması olduğundan aşırı sıvı yüklenmesinin akciğer ödemi, kalpte yüklenme ve karaciğerde konjesyona neden olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. yerleştirilen ısı ayarlı blanketler kullanılabilir. Ayrıca hastann inspire ettiği hava, verilen iv sıvılar ve kan ürünlerinin ısıtılması gerekebilir. Bütün bu tedbirlerle vücut ısısının 35 ∞C nin üzerinde olması hedeflenir. Hipoterminin Kontrolü D. insipidusa bağlı olarak saatlik idrar çıkışı 4-5 ml/kg’ ı aştığında, kaybedilen büyük miktarlardaki sıvı ve elektrolitlerin yerine konması oldukça ciddi bir sorundur. Sıvı replasmanında tercih edilmesi gereken sıvılar dekstroz ve ringer laktat gibi hipotonik sıvılar olmalıdır. Ancak dekstroz verilmesinin hiperglisemiye neden olabileceği, bunun da idrar çıkışını daha da arttıracağı göz önünde bulundurulmalıdır. D.insipidus’ ta artmış sıvı kaybı ile birlikte belirgin elektrolit kaybı da söz konusudur. Potasyumun yanı sıra ciddi fosfat ve magnesyum kayıpları da olur. Bu elektrolitlerin serum düzeyleri yakından izlenerek gerekli replasman tedavileri yapılmalıdır. Öncelikle hastanın tüm vücudu ve başı ısı kaybının önlenmesi amacıyla örtülmelidir. Çevre ısısı mümkünse 2324 ∞C olmalıdır. Gerektiğinde hastanın altına veya üzerine D.İnsipidus ve Diğer Endokrin Bozuklukların Tedavisi Böbrek Fonksiyonlarının Korunması Saatlik idrar çıkışının 1-2 ml/kg olması sağlanmalıdır. Yeterli kan basıncı ve santral venöz basınç elde edilmesine karşın saatlik idrar çıkışı 0.5 ml/kg’ ın altında ise diüretik kullanılması gerekebilir. Enfeksiyonların Tedavisi Donörlerde bronkoaspirasyona, uzamış mekanik ventilasyona, travmalara ve uygulanan kateterlere bağlı olarak 75 enfeksiyonlar ve sepsis gelişebilir. Bu nedenlerle, profilaktik antibiyotik tedavisi etkinliği kanıtlanmamış olmasına karşın bazı hastanelerde rutin olarak uygulanmaktadır. Ancak en etkin yöntem yukarıda bahsedilen risk faktörlerine ilişkin gerekli profilaktik önlemlerin alınması, hasta-kateter bakımlarının iyi yapılması ve antibiyotiklerin yalnızca enfeksiyon geliştiği dökümente edilen ya da oldukça yüksek bir ihtimal olan hastalarda kullanılmasıdır. Nefrotoksik antibiyotiklerin kullanılmasından her zaman kaçınılmalıdır. Pıhtılaşma Fonksiyon Bozukluklarının Tedavisi Hemotokrit düzeyi % 30 dolayında tutulmalı, cerrahi kanamalar kontrol altına alınmalıdır. Pıhtılaşma parametrelerini (Trombosit, protrombin zamanı, aktive parsiyel tromboplastin zamanı) normal sınırlarda tutmak ve kanamayı kontrol etmek için gerektiğinde trombosit suspansiyonu ve taze donmuş plazma replasmanı yapılmalıdır. Transport Hastaya ameliyathaneye transportu öncesi 20-30 dak. % 100 O2 ile ventilasyon uygulanmalı, transport öncesi venöz yolların (2 geniş venöz yol) ve arteriyel kanülün fonksiyonları kontrol edilmelidir. Transport sırasında hastanın invaziv kan basıncı, SVB ve O2 saturasyonu monitörize edilmeli, inotrop ajanların infüzyonu ayarlanan dozlarda sürdürülmelidir. Sonuç olarak, beyin ölümünün hemodinamik instabiliteye ve normal fizyolojik homeostazın kaybına yol açtığı kesindir. Bu nedenle beyin ölümü sonrası organların transplantasyon için uygun durumda olmasını sağlamak ancak yeterli destek tedavileri ve bakım ile mümkündür. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 ERDEM SEVGİ [email protected] ‘Ben De Uçarım’ Diyen El Kaldırsın Yerden onları izleyenler, zamanı dolunca kozasından kurtulup, kanat çırpmaya başlayan rengarenk kelebeklere benzetiyor; onlar da yerdekileri karıncaya… Kırmızı, turuncu, sarı, mavi, yeşil. Renkleri muhtelif. Kimi zaman yavaşça süzülüyorlar gökyüzünde, kimi zaman da akrobatik hareketlerle adrenalin oranını yükseltiyorlar. Hangimiz, onları gökyüzünde görüp de "Mutlaka bir gün denemeliyim" dememiştir? Binlerce metre yükseklikten atlayıp, süzülerek, tadını çıkara çıkara, manzarayı hafızaya işleyerek yere inmek sizi de heyecanlandıyor olsa gerek. Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Ekipmanımızı sırtlandık, beklediğimiz rüzgar da gelmek üzere, kasklarımızı takalım ve kendimizi boşluğa bırakmaya hazırlanalım. Bastırın şu korkunuzu. Haydi! Paragliding yani yamaç paraşütü için havalanacağız. İnsanların ilk uçuş deneyimleri, bizi tam 12 yüzyıl geriye götürüyor. Batı'da yaptıkları uçak ile uçmayı başaran Wright Kardeşler'den 1023 yıl önce Endülüslü Abbas Kasım İbn Firnas tarihteki ilk uçuşu gerçekleştiriyor. Gökyüzündeki Türkler de çok yeni değiller. Hezarfen Ahmet Çelebi de 1632 76 yılında Galata Kulesi'nden havalanıp, boğaz üzerinden süzülerek Üsküdar'a iniyor. Çelebi, İstanbul'un eşsiz görünümünü daha o yıllarda gökyüzünden izleme şansına sahip olmuş. Leonardo Da Vinci'nin çalışmalarından da ilham alan Çelebi, gökyüzünde kanatlarıyla süzülen ilk insan olma özelliğini taşıyor. Günümüzde de Türkiye'deki uçuş tutkunlarının sayısı, oldukça fazla. Disiplini, kuralları ve incelikleriyle bir spor dalı olarak kabul gören yamaç paraşütü, çok sayıda uçuşsever için bir “yaşam biçimi” haline gelmiş. İklim koşullarının uygun olduğu tüm haftasonlarını uçmaya ayıranlardan tutun da yurtdışındaki pistleri deneyimlemek için binlerce kilometre yol katedenlerin öykülerine şahit oluyoruz. Bazılarının geçmişi çocukluğunun uçurtmalarına, bazılarınınki de orta yaş üstü bir dost meclisinde açılan uçuş sohbetine dayanıyor. Her biri, gökyüzünde süzüldükleri dakikaları, “özgürlük” temasıyla betimliyor. Türkiye'nin engebeli arazi yapısı da uçuş tutkunlarına hatrı sayılır sayıda seçenek sunuyor. Yamaç paraşütüne gönül vermiş kaşifler, her tür doğal engeli aşıp, daha önce bilinmeyen yeni pistler keşfediyor. Yamaç paraşütü başlıca “single” ve “tandem” olmak üzere iki türe sahip. Single denilen türde kendi pilotluğunuzu yapıyorsunuz yani kontrol tamamen sizde. Tandem'de ise profesyonel bir pilotun idare ettiği kanatta yolcu olarak yer alıyorsunuz. Tüm spor dallarında olduğu gibi yamaç paraşütünün de birdizi riski var. Gökyüzünde kanadınızla baş başa kalıyorsunuz. Bir de rüzgardan yana şanslı olmanız şart. Havayı iyi koklamak gerekiyor. Öte yandan medyada yer alan kaza haberlerini, tedbirli olma noktasında dikkate almak lazım. Bu haberleri gazeteciliğin doğası ile değerlendirirsek, sorunsuz biçimde gerçekleşen sayısız uçuşun haber olmaması haliyle normal karşılanmalı. Sorunsuz biçimde gerçekleşen havayolu seferleri de hiçbir zaman habere konu olmaz. Böyle ufak aksilikleri, her an meydana gelebilecek BABADAĞ'DAN EGE'YE az hasarlı trafik kazalarıyla eş değer tutabiliriz. Siz hala korkunuzu yenemediniz mi? O halde uçuş tutkumuzu canlı tutmak için yamacın kenarına biraz daha yaklaşalım. 77 Muğla'nın Fethiye ilçesindeki Babadağ, çok sayıda uçuş meraklısının ilk deneyimlerini yaşadıkları nokta olma özelliğine sahip. Fethiye'ye bağlı Ölüdeniz beldesinde bulunan birkaç işletme, sizi uçurmak için sezon boyunca çalışıyor. Yamaç paraşütü ile uçmak için önce eğitim alıp sonra kendi ekipmanınızla uçabileceğiniz (single) gibi işletmelere bağlı pilotların idare ettiği kanatlar (tandem) ile de bu yolculuğu gerçekleştirebilirsiniz. Biz önce ikinci yolu tercih ettik. Ölüdeniz'deki bir uçuş işletmesinden rezervasyonlarımızı yaptırdık. Ardından bize söylenen yerde ve saatte piltolarımızla buluştuk. Sırtlarında taşıdıkları koca koca çantalar önce gözümüzü korkuttu ama onlar da bizi Babadağ'a götürecek aracın üstüne yüklendiğinde heyecandan unutuverdik. Aracımız Ölüdeniz'in merkezinden ormana, oradan da Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 Babadağ'a doğru tırmanışa geçti. Zorlu orman yolunda yaklaşık 45 dakika ilerledikten sonra zirveye yaklaştık. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Pamuk şeker kıvamındaki beyaz bulutlar, Babadağ'ın zirvesini ortalarına almış, kendi aralarında eğleniyorlardı. Pilotlarımızın ilk değerlendirmesi “bu koşullarda uçamayacağımız” oldu. Şakacı bulutlar bizi ürkütmüş olsa da geldiğimiz yolu aynı araçla geri dönmek isteyen kimse yoktu. Kendi aralarında ufak bir değerlendirme yapan pilotlar, ekipmanları hazırlayıp beklemeye karar verdi. Biz de kanat yolcuları olarak bir yandan ekipmanı kuşanmaya bir yandan da talimatları dinlemeye koyulduk. Babadağ'ın 1700 ve 1800. metrelerindeki pistler onlarca uçuş tutkununun meraklı bekleyişine sahne oluyordu. Herkes kanatlarını yere sermiş, kasklarını giymiş ve bulutların, yaptıkları şakaya son vermelerini bekliyordu. Biz de pistteki yerimiz aldık ve bekleyenlerin arasına katıldık. Bu bekleyiş, kanat ile aramızdaki dostluğu daha uçuşa geçmeden pekiştirmemizi sağladı. Pilotuma ardı ardına sıraladığım soruların yanıtlarını Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 aldıkça, kanadı bedenin bir bölümü gibi kullanmanın incelikleri hakkında fikir sahibi olmaya başladım. Derken şımarık bulutlar da suçlu çocuklar gibi Babadağ'dan sessizce uzaklaşmaya başladı. Şimdi yamacın tam kenarındaydık. Ege kıyısına uzanacak özgürlüğe bir kaç adımımız kalmıştı. NERELERDE UÇABİLİRİM Adana Ankara Antalya Antalya - Kaş Bolu Bursa Çankırı - Ilgaz Denizli Erzincan Erzurum Eskişehir Fethiye - Baba dağ Gökçe Ada Isparta - Eğird ir "ÖNCE YÜRÜ, SONRA KOŞ, SAKIN OTURMA!" Saniyeler sonra 1800 metre yükseklikten kendimizi boşluğa bırakacaktık. Pilotum, yapmam gerekenleri son kez tekrarlıyordu: “Önce benim talimatımla yürümeye başlayacağız, ardından ikinci 78 ? İstanbul - Çata lc İstanbul - Orm a anlı İzmir Kayseri Konya - Akşeh ir Manisa Mersin Muğla Ordu Samsun T.dağ - Uçmak dere Tokat Yalova talimatla koşmaya. Kanadı havalandırana kadar onu çekmemiz gerekiyor. Kesinlikle pes edip, oturmak yok. Uçmaya başlayana kadar biz onu çekeceğiz ve sonrası özgürlük.” Uygun rüzgarın gelmesiyle birlikte pilotum ilk talimatını verdi: "Yürü." Hızla adımlamaya başladık, kanat havayı kucaklayıp ağırlaştığında ikinci talimat geldi: "Koş, sakın oturma." Uçurumun kenarından kendimizi boşluğa bıraktığımızda bacaklarımın hala hareket halinde olduğunu anımsıyorum. Kanadın, havayla dolup bizi yukarı çekmesine kadar geçen birkaç saniyelik düşüş, tarifsiz bir yer çekimi hissi yaşattı. Saniyeler içinde hafif bir manevrayla 1700 metredeki pistin üzerinden geçip kendimizi bulutların üzerinde bulduk. Uçak penceresinden izlemeye alışkın olduğum manzara ile iç içeydim. Bulutların tam içinden geçiyordum ve aramızda bizi ayıran bir nesne yoktu. Onlara dokunabiliyordum. Vakit kaybetmeden fotoğraf makineme sarıldım ve ardı ardına bastım deklanşöre… BİRAZ DA AKROBASİ Bulutları sıyırıp geçtiğimizde Ölüdeniz'deki dünyaca ünlü Mavi Lagün sağ çaprazımızda suya bırakılmış bir dal parçası gibi kendini gösterdi. Süzülerek Ege semalarına eriştik. Pilotuma, uçuşumuzun ne kadar dingin ilerlediğinden söz ederek bu duruma biraz heyecan katmamız gerektiğini söyledim. Kısa bir hazırlık safhasının ardından manevra uyarısını aldım ve uçuş tutkunlarının "spiral" olarak adlandırdıkları akrobatik harekete başladık. Yaklaşık 60 derecelik bir açı ile kanadın ekseni etrafında dönüyorduk. Aşağıdaki manzara ying-yang simgesini andırıyordu. Ardı ardına gelen turların sonunda toparlanma manevrası tam anlamıyla nefes kesiciydi. Bu eşsiz anların ardından Mavi Lagün'ün tam üstünde boncuk mavi derinliklerde serinleyenleri sayarak bir kaç tur atıp, Serin Ege'nin kavruk kum taneleriyle buluştuğu Ölüdeniz sahiline paralel inişe geçtik. Bu enfes anların bitmemesini dilerken, koşar adımlar eşliğinde yere temas ettik. 1800 metre yüksekliğindeki özgürlük sona ermiş, yerini uçuş eğitimi alma planlarına bırakmıştı. Özgürlüğe açtığımız kanadın katlanıp, çantayı yerleştirilmesini izlerken ayaklarım yere basıyor olsa da zihnim henüz gökyüzündeki süzülüşünü sürdürüyordu. "KANAT BÜYÜLER" Babadağ'dan Ege kıyısına uzanan uçuşun ve yaşamının 10 yılını kanata adamış pilotumun anlattıkları, "Kanat büyüler" cümlesiyle özetlenebilir. Gökyüzündeki rengarenk kelebeklerden biri olup, yerdeki karıncaları izlemek için yenin korkularınızı ve yaklaşın uçurumun kenarına. Özgürlüğe atlayacaksınız oradan… Yaşam rüzgarı, sizi hangi yöne savurur bilinmez ama elinize geçen ilk fırsatta kanadın sizi büyülemesine izin verirseniz rüzgarla dansın siz de bir tutku haline geleceği kesin. UÇUŞ TUTKUNLARINDAN ANILAR İsmail Uçuş anılarını paylaşan ceraları ma Büyükay'ın Kazakistan şi oldukça dikkat çekici. İni a kik esnasında yaklaşık 10 da likte boyunca bir kartalla bir disi ile aynı uçtuğunu ve kartalın ken İnişin alana indiğini söylüyor. 10 metre la ardından yerdeki karta yırtıcı kuş kadar yaklaşan Büyükay, lanşörüne tekrar havalanırken dek basıyor ve bu eşsiz anı ış yapacağı ölümsüzleştiriyor. Atlay yükay, tepeye doğru yol alan Bü laşmadığı rşı ka hiçbir motorlu taşıtla esnasında bir köyden geçiyor. Uçuş biraz rüzgarın etkisiyle köyün esnada uzağına sürükleniyor bu la na köydeki atlıların dört ini takip ilerleyerek, yerden kendis ceği ettiklerini fark ediyor. İne rduğu noktada atlıların oluştu yere temas a çemberin tam ortasınd layamadığı ediyor ve bu anı fotoğraf irtiyor. için çok üzüldüğünü bel Yamaç paraşütüne gönül vermiş olanlar, başlarına gelen ilginç olayları paylaştık larında uçmanın dışında türlü ilgin çliklerle karşılaştıklarını gö rüyoruz. Mahmut Coşkun'un Uzungöl anıları da unutlamayacak türden. Arkadaşı ile birlikte Trabzo n Uzungöl'deki festivale giden Co şkun, henüz tanıştığı belediye başkanının sözler i Kazım ile neye uğradığını Karab şa şır ıy or u . l ut, Siv yaptığ Başkan, paraşütç as Yıl ı uçuş ülere “Bol bol dızeli'n un ard inerke ı d n e d uç un a n eller , eğ n er ba t şın a ız a bir şey gelirse m yere inde k ona do azma sizin heykelinizi di ğr u ko k ü r ktireceğim” diyor. e ş k an çoc lerle Yanına ukları Bunun ardından at yaklaş g layışa geçen örüyor an çoc sor usu . ukları Coşkun, kendisine “Türk n ye i rden açılan ateş l k m üsün, oluyor gavur . Çocu ile ikinci şokunu ya musun kları i şıyor. Mermilerin güçlük kna et ?” arasından kurtulup çeken mekte inişe geçtiğinde K arabu yine a lut'un ynı çe ise, kendilerine in y v a iş r alanı olarak rdımın eden g yetişiy elen b a or. “A gösterilen futbol sa i r b g ha i e sının otoparka n g mı düş ç eçmiş tü?” s olsun, dönüştüğünü fark o ed u r uların iyor. Çoşkun, çağın olduğu a alışk nu söy otomobillerle dolu ın leyen sa hanın bir bir tep Karab kilyle kenarında iniş için ulut b i l k ufak bir alan öyle dile ge kez yü zyüze tiriyor belirliyor ve yönü geldiğ nü değiştiriyor. Bu ini esnada aynı yere aracını park etmek için ilerleyen bir sü rücü ise Coşkun'u yere inmemesi için selektör yaparak uyarıyor. Tüm bu zorluklara rağmen Coşkun inişini başa rıyla gerçekleştiriyor. 79 Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 YASİN YARDIMCI FARABİ ( 870-950 ) Asıl adı Ebu Nasır Muhammed İbn-i Türkan el Farabi’dir. Farabi mantık, felsefe, matematik, tıp ve musiki üzerine çalışmalara yapmış; yüzden fazla eseri olan bir bilim adamıdır. Onun İlimler Ansiklopedisi (İhsau l-Ulûm) adlı eseri dönemin filoloji, mantık, fizik, kimya, ekonomi, felsefe ve siyaset alanlarındaki bütün bilgileri içerir ve konu özetlerini anlatır. Bu büyük dahinin eserleri Hindistan ve Mısır’da İbranice’ye ve Batı Numune Sağlık Dergisi KASIM 2010 dillerine çevrilmiş olup İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi büyük alimler onun aydınlık yolunda yetişmişlerdir. Batı alemi Muallim Ebel (Birinci Öğretmen) olarak anılan Aristo’dan sonra gelen Muallim Sani (İkinci Öğretmen) olarak Farabi’yi kabul etmiştir. Farabi eski felsefeyi yeni felsefeye aktarırken gösterdiği büyük ustalıkla da dikkat çekmiş bu nedenle Montesquieu ve Spinoza gibi ünlü fikir adamları da onun etkisi altında kaldılar. Felsefeye mantık yolu ile giren Farabi, genelikle metafizik üzerinde durdu. Din ile felsefeyi birbirinden ayıranlara karşı dururken bu iki kavramın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu tezini savundu. Hayatı boyunca dini felsefenin temel taşı saydı. Bu arada İslam dinine felsefe anlayışını da sokarak İslam felsefesini ortaya çıkardı. 80 Farabi ahlak anlayışında, insanın akıl yolu ile iyi ve kötüyü ayırt edebileceğini savunur. İnsan için amaç mutluluk, en büyük erdem de bilgeliktir. Farabi’ye göre en yüksek iyi olan mutluluk etkin akıl ile birleşmek yolu ile gerçekleşir. Zira insan kendisini anlamak için evreni anlamak, evreni anlamak için de evrenin amacını kavramak durumundadır. Evrenin esas ve en yüksek amacını anlamak, insan için gerçek mutluluktur. İnsanın kendisini ve evrenin amacını anlamaya kalkışması ise bilim ve felsefe yapmakla ilgilidir. Bu ise insan aklının yönelebileceği en güzel ve en yüksek hedef olmalıdır. Bu hedefe erişen insanoğlu bu dünyada gerçek, doğru, iyi ve güzeli ortaya çıkaran felsefe, bilim ve sanatla uğraşmak ile olur. Böylelikle inan ruhunu temizler, saflaştırır. İşte bu insan için ölümsüzlükle eşanlamlıdır. Bu yol Tanrı’ya yöneliş Tanrı’ya varış yoludur. İnsanın tadabileceği en yüksek mutluluk budur. Farabi’ye göre bu mutluluğa şanslı insanlar, filozoflar, din adamları, bilim adamları, gerçek yönetici ve sanatçılar ulaşır. Ortak amaçları doğruluk, güzellik ve insanlığa hizmet etmek olan bu disiplinler; insanlığın mutluluğunu yüceltmek isterken birbirlerini ortadan kaldırmak yerine birbirlerini tamamlamaktadır. Tek farlılıkları aynı gerçeğe, doğruya ve etkin akıla ulaşmadaki yollarıdır.