Meclis`in sesi kadınlarla daha güçlü

Transkript

Meclis`in sesi kadınlarla daha güçlü
Parlamento
Hakimiyet Milletindir
Aralık 2013 Sayı: 9
Ayl ı k sürel i yay ı n
3 Aralık Dünya Engelliler Günü
Engelleri kaldırmak
mümkün
İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu:
Türkiye artık
insan haklarında
söz sahibi
Bahtı ak, taşı kara
şehrin yiğitleri:
Seymenler
Meclis’in sesi
kadınlarla
daha güçlü
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
09
Aralık 2013 Sayı: 9
Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
Nehir Öztürk
Pınar Ünsal
Dr. Polat Safi
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Yusuf Karaca
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Koordinasyon
İsmail Demir
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cd. 13/5 Çankaya / ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Başak Matbaacılık ve Tanıtım Hiz. Ltd. Şti.
T: 0312 397 16 17
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu
yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz
iktibas yapılamaz.
A r a l ı k 2 013
İçindekiler
KAPAK
18
Dünyaya örnek bir zafer serüveni
24 Milletvekilleri ne diyor?
DOSYA
34
48
Yeşilin ortasında
mahpare beyazı:
Maslak
Kasırları
54
Tayyibe Gülek:
Siyaset halkla
iç içe ve
samimiyetle
yapılmalı
62
Ayhan Sefer Üstün:
Türkiye artık insan
hakları alanında
söz söyleyebilen
bir ülke
Engelleri kaldırmak
mümkün
38 Abdurrahim Akdağ: En büyük engel
zihinlerdeki ve gönüllerdeki engeldir
40 Mesut Dedeoğlu: Engellilerle
beraber çalışmak bir tutkudur
42 Gürsoy Erol: El ele vererek, birlikte
üreterek hedeflerimize ulaşacağız
Aralık 2013
4
Başkanın Mesajı
DÜNYAPARLAMENTOLARI
5Birlik’ten
10Haberler
14Dünyadan
16 İsmet Yılmaz: Millî savunmamız
millî gücümüze dayanacaktır
66 Sükut mu itidal mi? Mehmet
Akif TBMM kürsüsünde
73 Kasım 2013’te kabul
edilen yasalar
30 Madalyonun iki yüzü
Parlamento Sarayı
78 Tarih Sahnesi
86Kitap
87Müzik
44
70
74
88Film
89Televizyon
90 Vekiller ne okuyor / ne izliyor
92 Sosyal medya günlükleri
93 Gülsün Bilgehan ile
sosyal medya söyleşisi
94Unutmayacağız
58
Bahtı ak, taşı kara şehrin
yiğitleri: Seymenler
Mehmet Keçeciler:
Lezzet ustaları:
Mutfak çalışanları
Meclis’te tartışma
olursa köy kahvesinde
kavga çıkar
80
Klasik Türk Musikisi’nin
bülbül-i nâlânı: Safiye Ayla
1908: “Doğmayan
Hürriyet”
84
Kamu Yayıncılığında Özel
Anlayış: Millî Saraylar
Aralık 2013
6
Başkanın Mesajı
Dünya insan
haklarının neresinde?
İNSAN hakları, dünyada ve Türkiye’de 20. ve 21. yüzyılların görünürde yükselen değeridir.
Buna rağmen toplumumuz, insan haklarına yönelik tutumları ve ihlalleri genelde hassas
bir konu olarak görmemekte, ekonomik nitelikli işsizlik, enflasyon gibi konulara karşı daha
duyarlı davranmaktadır. Bu yanlış anlayışın da aslında yabana atılır bir tarafı yoktur. İnsan
hakları ve demokrasi gibi kavramların refahla, toplumsal zenginlikle, yaşam kalitesiyle sebep sonuç ilişkileri bulunmaktadır.
Vatandaşın toplumda kendi başına kalmaya başladığı bir dünyada, sahip olması gereken
hakların nasıl korunacağı konusu felsefi ve kanun koyucu düzeylerinde birçok değerlendirmeye yol açmaktadır. Vatandaşın birey olarak ön plana çıkması ile gündeme gelen yabancılaşma, yalnızlaşma gibi hususlar insan hakları kavramını daha da önemli hale getirmiştir.
İnsan hakları kavramının realitesinde de bu gerçeğin önemli bir yeri vardır.
Toplumları yöneten ve sistemleri kuranlar, ancak çok acı tecrübeler yaşandıktan sonra insan hakları gerçeğini kabullenebildiler. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu konudaki en
önemli uluslararası metindir. Kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere rağmen insan hakları
konusunda çifte standart uygulamaları modern dünyanın en ciddi sorunu olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Yine sosyal açılardan marjinal kesimlerin varlığı sebebiyle insan hakları kavramı gerekli
kuşatıcılığından ve kucaklayıcılığından yıllarca mahrum kalmış, geniş toplum kesimlerince
genel bir kabule ulaşamamıştır. Dünyanın birçok yerinde modern Batılı ülkelerin uyguladığı
insan hakları ihlallerine gerekçe olarak da marjinal grupların varlığı gösterilmiştir ve gösterilmeye de devam edilmektedir.
İnsan haklarının pozitif hukukça tanınması şimdiye kadar sorunların çözümünde yeterli
olmamıştır. Hâlâ savaşlar engellenemiyor, askerî darbelere dur denilemiyor. Hâlâ dünyada
binlerce insan, şiddetin ve zulmün kurbanı olurken, koruma mekanizmaları bu kurbanların
çok azına ulaşabiliyor.
İki yüzyıldır hukuken yasak olan kölelik bile günümüzde varlığını devam ettiriyor.
Kanunların suç saydığı işkence, bizatihi dünyadaki birçok devletin resmî organlarınca
gerçekleştiriliyor. Bir devlet tarafından diğer bir devlet ablukaya alınıyor ve burada yaşayan
insanlar temel haklarının tamamından yoksun hale getiriliyor.
Burada önemli bir gerçek şudur ki insan hakları ihlallerinin nihai sorumlusu devletlerdir. Çünkü sıradan bir kişi dahi, bir başka kişinin insan haklarına halel getirdiğinde bunu
engellemeyen ya da engelleyemeyen devlet, işlevini yerine getiremediği için sorumluluğu
yüklenmiş oluyor.
İnsan hakları konusunda Türkiye’ye baktığımızda ise sevindirici gelişmelerin yaşandığına
şahit oluyoruz. 2002-2012 yılları arasında geçen on yıllık zaman dilimi, Türkiye tarihindeki
demokratikleşme ve insan hakları konusunda en büyük adımların atıldığı dönem olmuştur.
On yıllık dönemde demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti ile ilgili gerçekleştirilen
Aralık 2013
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı,
Kahramanmaraş Milletvekili
reformların bir kısmı anayasa değişikliği
şeklinde, diğer kısmı ise kanuni düzenlemelerle olmuştur. Türkiye İnsan Hakları
Kurumu’nun 2012 yılında kurulması da insan hakları konusunda atılan dev bir adım
olmuştur. İnsan Hak ları Kurumu’nun
insan hakları standardının yükselmesinde
katkı sağlayacak, bu alandaki çıtayı yükseltebilecek bir kurum olması ülkemiz açısından bir şanstır.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru
hakkının verilmesi de bir diğer önemli
gelişmedir. Bireysel başvuru hakkının kabulü insan haklarına ilişkin hassasiyetin
bir tezahürüdür. TBMM İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu ise gerek Türkiye’deki gerekse diğer ülkelerdeki insan hakları
ihlalleri üzerine ciddiyetle gitmektedir.
Türkiye’deki sığınmacıların durumundan
cezaevlerindeki hak ihlallerine kadar her
konu Komisyon gündeminde ele alınıyor.
Bizim temennimiz, dünyanın hangi
noktasında olursa olsun, insanların hak
ve hukuklarının korunması, insan hakları
ihlallerin son bulmasıdır.
Birlik’ten
Türk Parlamenterler Birliği
Ankara Konukevi yenilendi
Misafirlerinin
memnuniyetini en
üst seviyede tutmayı
ilke edinen Türk
Parlamenterler Birliği
Ankara Konukevi,
yenilenen haliyle
hizmete açıldı.
ÇANKAYA Gaziosmanpaşa’da hizmet veren Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi
yenilenmiş haliyle misafirlerine kapılarını açtı. Ankara Hotel Pino ismiyle hizmet verecek
Konukevi’nin açılış töreni 21 Kasım’da düzenlendi. Açılışa Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Genel Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun, Sivas Milletvekili Ali Turan, 22. Dönem Van Milletvekili Cüneyt Karabıyık,
Parlamento dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet ve çok sayıda davetli katıldı. Konukevi,
yenilenen haliyle davetlilerin büyük beğenisini kazandı.
Konya Yolu, Oran ve Çankaya’nın kesişme noktasındaki Ankara Hotel Pino, misafirlerine orman ve şehir manzarası eşliğinde profesyonel bir hizmet sunuyor. Konuklarının
memnuniyetini en üst seviyede tutmayı ilke edinen otelin 36 oda ve 49 yatak kapasitesi bulunuyor. Açık otopark, lobi, restoran, Pino Bahçe gibi alanların da yer aldığı otel, A’la Carte
Restaurant’ta Türk ve dünya mutfağından lezzetler sunuyor. Pino Bahçe’de nişan, kokteyl,
kına gibi organizasyonlar da yapılabiliyor.
Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi, Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No:35 Gaziosmanpaşa-Çankaya-Ankara adresinde hizmet veriyor. Konukevi’ne 0312 446 36 86 numaralı telefondan ulaşılabilir.
Aralık 2013
7
8
Birlik’ten
“Öğretmenlik sevgi, sabır, hoşgörü ve
fedakarlıkla insan yetiştirme sanatıdır”
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil,
24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Öğretmenler Günü’nü kutlayan Pakdil, “Günümüzde Türkiye’nin her alanda elde ettiği başarıda, yurdumuzun dört bir
yanında fedakarca görev yapan öğretmenlerimizin payı büyüktür” dedi. Türkiye’de eğitimin
kalitesinin her geçen yıl arttığını ifade eden Pakdil, nitelikli öğretmen yetiştirilmesi, derslik
sayısının artırılması, okullardaki fiziki şartların iyileştirilmesi gibi konulara büyük önem
verildiğini belirterek şu değerlendirmeleri yaptı: “Nitelikli öğretmenlerin yetiştirdiği nitelikli insanlardan oluşan bir toplum, her alanda ilerlemiş bir toplum olacaktır. Kabul edilmelidir
ki toplumun fertleri iyi yetiştirilmediği sürece ne yapılırsa yapılsın bir ülkenin kalkınması,
sorunların üstesinden gelmesi mümkün olmayacaktır.”
Kalkınmanın anahtarı: Eğitim
Genel Başkan Nevzat Pakdil, yayımladığı mesajda çocukların ve gençlerin bilgili, özgüveni
yüksek, teknolojik yenilikleri takip eden, çağı yakalamış, demokrasi ve insan haklarının
değerini bilen, millî ve manevi değerlere sahip bireyler olarak yarınlara hazırlanması için
gayret gösterilmesi gerektiğini vurguladı. Öğretmenlerin bu konularda da önemli başarılara
imza attığını kaydeden Pakdil şu görüşleri dile getirdi: “Öğretmenlik uzmanlık, sevgi, sabır,
hoşgörü ve fedakarlık gerektiren bir meslek olmanın ötesinde, bir insan yetiştirme sanatıdır. Gelişmenin, sürekli ilerlemenin, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmanın anahtarı
eğitimden geçmektedir. Öğrenciler öğretmenin elinde şekillenir, olgunlaşır ve hayata hazır-
lanır. Bir çocuk için aileden sonra ilk bilgi
kaynağı öğretmendir. Tüm zorlu koşullara
rağmen fedakarca görev yapan tüm öğretmenlerimize teşekkür ediyor, şükranlarımı
sunuyorum. Aramızdan ayrılan değerli
öğretmenlerimiz ile eğitimcilerimizi saygı
ve rahmetle anıyorum.”
Tüketiciyi Destekleme Derneği’nden
Parlamenterler Birliği’ne ziyaret
TÜKETICIYI Destekleme Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Kemal
Ertuğrul Öztürk, Türk Parlamenterler Birliği’ni ziyaret etti. Birlik Genel Başkanı ve
Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, tüketicinin korunması ve sanayinin
gelişmesinde kalitenin son derece önemli olduğunu belirterek, “Kaliteyi yakaladığımız sürece hem iç hem de uluslararası pazarda kendimize yer buluruz. Bunun yolu
da müşteri memnuniyetinden geçer. Müşterisini memnun eden işletmeler yıllara
meydan okuyarak ayakta kalır” dedi. Hayatın her aşamasında kalite kavramının
çok önemli bir noktaya geldiğine işaret eden Pakdil, “Türkiye hızlı gelişme sürecini
destekleyecek genç ve dinamik bir nüfus yapısına sahip. Önümüzdeki yıllarda nüfus
dinamiklerinin sunduğu fırsattan en üst düzeyde yararlanmak amacıyla işgücüne
katılımın artırılması, eğitimin niceliksel ve özellikle niteliksel yapısının geliştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca işgücü piyasasının ihtiyaçlarıyla uyumlu eğitim politikalarına da gerek duyulmaktadır. Şu anda sanayicilerimiz
özellikle ara eleman konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadır” diye konuştu.
Tüketiciyi Destekleme Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Ertuğrul Öztürk ise tüketici hakkının bir insan hakkı
olduğunu ifade ederek, “Tüketicilerin korunması hususunda azami hassasiyet gösterilmesi gerekmektedir” dedi.
Aralık 2013
Birlik’ten
TBMM İdare Amiri Ömer Faruk Öz:
Türkiye Cumhuriyeti her daim Kıbrıslı
kardeşlerimizin yanında olmaya devam edecek
KKTC’nin 30’uncu kuruluş
yıldönümü dolayısıyla Meclis’te
bir konuşma yapan AK Parti
Malatya Milletvekili Ömer Faruk
Öz, “Kıbrıslı kardeşlerimizin
refahı ve kalkınması için
her biri kendi alanlarında
ilk sayılabilecek çalışmalar
gerçekleştirilmiştir” dedi.
TBMM İdare Amiri ve AK Parti Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Kuzey Kıb-
rıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) 30’uncu kuruluş yıldönümü dolayısıyla Genel
Kurul’da gündem dışı bir konuşma yaptı. Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve Türk Parlamenterler Birliği Saymanı Öz, Kıbrıs Türk Federe
Meclisi’nin 15 Kasım 1983 tarihinde gerçekleştirdiği olağanüstü oturumla Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmen kurulduğunu anımsatarak, “Ülkemize sadece 70 km uzaklıktaki bu topraklar, Anadolu toprakları gibi şehit ve gazilerimizin
kanlarıyla yoğrulmuş topraklardır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kuruluşunun
üzerinden henüz 30 yıl geçmesine rağmen anavatanı Türkiye Cumhuriyeti’nin
güvencesi altında, her daim ondan aldığı güç ve destekle sürekli gelişen, güçlü temellere sahip bir Cumhuriyet’tir” dedi.
Ömer Faruk Öz, AK Parti hükümetleri döneminde siyasi, ekonomik ve kültürel
alanlarda tarihî atılımlar gerçekleştirildiğini belirterek şöyle devam etti:
“Öncelikle uluslararası arenada kazanımlarımızdan vazgeçmeden uzlaşıya dayalı siyaset izlenmiş, Ada’da kalıcı, adil ve kapsamlı bir anlaşma sağlanması için
sürekli gayret gösterilmiştir. Çok kısa sayılabilecek bir sürede de siyasi çalışmaların
neticesi alınmış, Türkiye’nin çözümün parçası ve çözüm taraftarı olma noktasındaki duruşu tescillenmiştir. Yıllarca uluslararası arenada Kıbrıs sorununda ülkemize
yönelik olumsuz düşünce ve ithamlar boşa çıkarılmıştır.
2004 yılında gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çözüm Planı ve referandum süreci, Kıbrıs sorununda Türk tarafının ve Rum tarafının yaklaşımını apaçık biçimde
belgeleyen bir vesika olarak hafızalarda yerini korumaktadır.
Siyasi faaliyetlerin yanı sıra Kıbrıslı kardeşlerimizin refahı ve kalkınması için de
her biri kendi alanlarında ilk sayılabilecek çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Kuzey
Kıbrıs’a sulama ve içme suyu aktarılmasını sağlayacak İçme Suyu Temini Projesi
bunlardan biridir. Projeyle, dünyada ilk kez uygulanacak deniz boru hattı ile Ada’ya su sağlanacaktır.
Bu kapsamda 2 adet baraj, toplam 107 km boru hattı
ve 2 adet terfi merkezinin inşasına devam edilmektedir. 2014 yılı mart ayı sonunda tamamlanacak olan
projeyle, kısıtlı yeraltı ve yüzeysel su kaynakları nedeniyle su sıkıntısı çeken kardeşlerimizin su ihtiyacı
karşılanacaktır. Ayrıca Ada’ya elektrik nakil projesi
üzerinde de çalışmalar devam etmektedir. Projeler
orta ve uzun vadede Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
başta olmak üzere üçüncü ülkelere uzatılabilecek
mahiyettedir. Bu çalışmalar kuşkusuz Kıbrıs tarihi
açısından da stratejik öneme ve değere sahiptir.
Ayrıca ülkemizde olduğu gibi Kuzey Kıbrıs’ta da
duble yol çalışmalarının gerçekleştirilmesine destek
verilmektedir. Lefkoşa çevre yolu, Güzelyurt-Lefke,
Girne-Alsancak ve İskele-Bafra arasında olduğu gibi
çok sayıda duble yol çalışması tamamlanmıştır. Turizm teşvik kararnameleriyle yeni yapılacak turizm
tesisleri desteklenmiştir. Özellikle eğitim turizminin
teşvik edilmesi konusunda çalışmalara devam edilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devletiyle, milletiyle ve hükümetiyle her daim Kıbrıslı kardeşlerimizin yanında
olmaya devam edecektir.”
Aralık 2013
9
10
Birlik’ten
Şule Yüksel Akman’dan yağlıboya,
seramik ve ebru sergisi
AK Parti Şanlıurfa
Milletvekili ve Türk
Parlamenterler Birliği
Yönetim Kurulu Üyesi
Yahya Akman’ın eşi Şule
Yüksel Akman’ın eserleri
büyük ilgi gördü.
TBMM Mustafa Necati Kültür Evi, Şule Yüksel Akman’ın Yağlıboya, Seramik ve Ebru
Sergisi’ne ev sahipliği yaptı. AK Parti Şanlıurfa Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği
Yönetim Kurulu Üyesi Yahya Akman’ın eşi Şule Yüksel Akman’ın eserleri büyük ilgi gördü.
Serginin açılışına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek, Millî Savunma Bakanı
İsmet Yılmaz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil’in yanı sıra İçişleri eski Bakanı
İdris Naim Şahin, çok sayıda milletvekili ve davetli katıldı. Şule Yüksel Akman’ın çalışmaları
sergiyi gezenlerin büyük beğenisini kazandı.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, serginin açılışında yaptığı konuşmada, kadınların sanat alanlarına yönelmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, bu kapsamda özellikle Büyükşehir
Belediyesi Meslek Edindirme Kursları’nın (BELMEK) çok önemli çalışmaları olduğunu söyledi. Eşinin de Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kurslarına katılarak resim yaptığını ifade eden
Çiçek, “Bunlar güzel uğraşlar, güzel faaliyetler. Bunları tebrik etmek, teşvik etmek, desteklemek için buradayız” dedi.
Yahya Akman’dan eşine büyük destek
Şule Yüksel Akman, 1968 yılında Gaziantep Nizip’te doğdu. Aslen Şanlıurfalı olan Akman’ın
çocukluk yılları babasının görevi nedeniyle Nizip ilçesinde geçti. Ortaöğretimden sonraki
yıllarda Pratik Kız Sanat Okulu’nda dikiş, nakış, çiçek gibi beceri ve sanat alanlarında eğitim
aldı. Nizip ve Şanlıurfa’da yaşadığı dönemlerde el sanatları uğraşının yanı sıra çok sayıda sivil
toplum kuruluşunda sosyal sorumluluklar üstlendi. Bu dönemde ayrıca kadınlar ve çocuklara yönelik Kuran-ı Kerim ve temel dinî bilgiler alanında eğitimler verdi. Evlendikten sonra
Şanlıurfa’da bulunduğu dönemde sosyal alandaki çalışmalarına devam etti. Bir süre sonra
eşinin görevi nedeniyle yerleştiği Ankara’da farklı sanat dallarıyla uğraşmaya başladı. Yaklaşık
8 yıl boyunca BELMEK, Diyanet Vakfı ve özel kurslarda yağlıboya resim, ebru, seramik, ahşap
boyama, hat ve ney dersleri aldı. Bu süreçte konusunda uzman çok sayıda hoca ile çalışma fır-
Aralık 2013
satı buldu. Şu ana kadar 11’i karma, 1’i özel
olmak üzere 12 sergide eserleri sergilendi. 6
kız çocuğu annesi Şule Yüksel Akman, çalışmalarını Necip Fazıl Kısakürek’in belirttiği
gibi “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış.
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış”
düsturu doğrultusunda icra ettiğini belirterek, kendisinden desteğini esirgemeyen
eşine müteşekkir olduğunu söyledi.
Birlik’ten
AK Partili Bağcı:
Oğuzlar cevizi tüm dünyada tanınan bir marka
AK Parti Çorum Milletvekili ve Türk Par-
lamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi
Cahit Bağcı, Çorum’un Oğuzlar ilçesinin
cevizi, su sporları ve doğa turizmiyle
hem Türkiye’de hem de dünyada tanınır
hale geldiğini söyledi. Bu yıl 14’üncüsü
gerçek leştirilen Çorum Oğuzlar İlçesi
Ceviz Festivali’ne katılan Bağcı, “14. Ceviz
Festivali’ni kutladığımız Oğuzlar ilçemiz,
Çorumumuzun incisi, bölgemizin cazibe merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Oğuzlar’ın isminin dünyaya cevizi ile du-
yurulmasını sağlayan ve aynı zamanda fidancılığın da artırılmasına vesile olan festivalin
ilçe ve ilimiz ekonomisine katkısı büyüktür. Oğuzlar cevizi bir marka olarak tüm dünyada
tanınır ve talep edilir hale gelmiştir. Başta Belediye Başkanı Ali Uyanık olmak üzere emeği
geçen herkesi kutluyorum” dedi.
Cahit Bağcı, Oğuzlar’ın hem Çorum’a hem de Türkiye’ye su sporları ve doğa turizmiyle
de sesini duyurduğunu ifade etti. Festival kapsamında gerçekleştirilen Flyboard Su Sporları Türkiye Şampiyonası’nın Çorum ile Oğuzlar’ın tanıtımına katkı sağladığını belirten
AK Partili Bağcı şunları söyledi: “14 yıl önce Ceviz Festivali olarak başlayan etkinliklere
bu yıl su sporları da kazandırılmıştır. Belediye Başkanımızı kutluyorum. Baraj kenarında
bir konaklama tesisi yapmayı planlıyoruz. Kurulacak tesislerle Oğuzlar ilçemiz su sporları
ile bir Alaçatı olma yolunda adım adım ilerleyecektir. Hayat kaynağı olan suyun tüm nimetlerinden Oğuzlar ve bölge faydalanacaktır.”
CHP’li Özkan halk pazarında vatandaşlarla buluştu
CHP Burdur Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Ramazan Ke-
rim Özkan, Burdur’un Bucak ve Yeşilova ilçelerini ziyaret etti. Halk pazarında vatandaşlarla
bir araya gelen Özkan, kendisine iletilen sorunları dinledi. Veteriner hekim olmasının yanı
sıra köylünün, çiftçinin ve hayvan üreticisinin sorunlarını yakından takip etmesi dolayısıyla
vatandaşlardan büyük ilgi gören Özkan, şikayetleri tek tek not etti. CHP’li vekil, vatandaşların “Koyuna, çan sesine hasret kaldık. Türk çiftçisi dünyanın en pahalı mazotunu, elektriğini,
gübresini kullanıyor. Borçlarımızı ödeyemiyoruz” sözleri üzerine şunları söyledi:
“Günümüzde tarım ve hayvancılıkta girdi maliyetleri çok yüksek. Bu maliyetler arasında
mazot, gübre, ilaç, elektrik ve su öncelikli yer tutuyor. CHP iktidarında bu duruma son verilecek; girdilerin ÖTV ve KDV’lerinde mutlaka indirim yapılacaktır. Ülkedeki ekonomik
koşullar nedeniyle geçim sıkıntısı çeken ve borçlarını ödeyemedikleri için mağdur durumda
olan çiftçilerimizin mevcut borçları belirli bir süre için dondurulacak ve düşük faizli kredilerle borçların ödenebilmesine olanak sağlanacaktır. Tarım ve hayvancılık politikaları ile
ülkemizde çiftçi, köylü, yetiştirici ve tüketici refahı yükseltilecek ve gerçekten layık olduğu
konuma getirilecektir. Çiftçiye, üreticiye değer vermek, onları yüceltmek en büyük hedefimiz
olmalıdır. Çiftçimizi, üreticimizi, köylümüzü gerçek anlamda desteklemeliyiz.”
Aralık 2013
11
12
Haberler
TBMM’nin “ülke
görevlileri”
Sigara bırakma
kampanyası
SAĞLIK Ba kanlığı
KÜTÜPHANE ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı,
“Ülke Uzmanlığı Projesi” kapsamında “ülke
görevlisi” seçilen TBMM personeline eğitim
verdi. Kütüphaneci Adem Aydemir ve Ziya
Kutluoğlu’nun verdiği eğitim gerek kütüphane
gerekse kütüphane haricindeki elektronik ve
basılı bilgi kaynaklarına nasıl doğru ve hızlı bir
şekilde ulaşılabileceğini içeriyor.
Eğitim programı öncesinde Dış İlişkiler ve
Protokol Başkan Yardımcısı, Ülke Uzmanlığı
Projesi Yürütme Kurulu Başkanı Tolga Şakir
Atik ile Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanı
Mehmet Toprak birer açılış konuşması yaptı.
Tolga Şakir Atik yaptığı konuşmada ülke görevlilerinin doğru bilgiye nasıl ulaşacaklarını
öğrenip bu bilgileri doğru zamanda ve doğru şekilde kullanmaları açısından bu eğitimin önemli
olduğunu söyledi.
Mehmet Toprak ise ülke uzmanlarının değerli bir görev yaptıklarını vurgulayarak rapor
hazırlamanın, doğru bilgiyi doğru zamanda sunabilmenin kolay olmadığını ifade etti. Toprak,
eğitimin bu açıdan önemli olduğunu belirterek
Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı olarak her zaman kendilerini destekleyeceklerini
söyledi.
Aralık 2013
işbirliğ i i le düzenlenen “Sigara Bıra k ma
Kampanyası” açılış töreni ve semineri, Sağl ı k B a k a n ı Me h m e t
Müezzinoğlu’nun katılımıyla TBMM’de gerçekleştirildi.
“Siga ray ı Bı ra k ma
Kampanyası” seminerine, Müezzinoğlu’nun
yanı sıra TBMM Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar, TBMM İdare
Amiri Ömer Faruk Öz, milletvekilleri, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Genel Sekreter Yardımcıları Dr. Kemal Kaya, Haydar Çiftçi, Dr. Muhammed
Bozdağ, TBMM İdari Teşkilatı ve TBMM personeli katıldı.
TBMM İdare Amiri Ömer Faruk Öz, 2008’de açık alanlarda, 2009’da ise ortak
alanlarda sigara içilmesinin yasaklanmasının önemini vurguladı. Sigara Bırakma
Kampanyası’nın 2 Aralık-30 Mayıs günleri arasında yapılacağını belirten Öz,
sigarayı bırakmak isteyen milletvekili ve personele TBMM Sağlık Merkezi’nin de
katkılarıyla gereken desteğin verileceğini söyledi. Öz, kampanyanın duyurulması
ile birlikte 80 milletvekilinin kendilerine görüşlerini bildirdiğini, bu sayının artmasını beklediklerini, milletvekillerinin sigarayı bırakma konusunda “seçmenlerine örnek olma” anlamında önemli bir misyon üstlendiklerini belirtti.
Özellikle son beş yıllık dönemde, tütünle mücadele konusunda Türkiye’nin oldukça etkili çalışmalar yaptığının altını çizen Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise sigara ile mücadelenin toplumsal destek gördüğünü belirterek, “Türkiye’de
son beş yıllık süre zarfında 2 milyonu aşan tütün kullanıcısı sigarayı bıraktı. Bu
milletçe başarıdır. Toplumsal sahiplenme olmasaydı bu başarı sağlanamazdı”
dedi.
Obezite ve sigara ile mücadelenin sağlıklı yaşam alanının merkezine oturması
gereken konular olduğunu söyleyen Müezzinoğlu, “Burada bulunanlar bu milletin
öncüleridir, örnek temsilcilerdir. Bu örnek temsilciler ve öncülerin toplumun sağlıklı geleceği adına önemli görev ve sorumlulukları vardır. Bu önemli görev ve sorumluluklarımızı sadece kanunlar çıkararak yerine getiremeyiz. Toplumun gözü
önündeki sağlıklı örnekler olarak da bunu yapabilmeliyiz. Bir taraftan ‘obeziteyle
mücadele edelim, sağlıklı beslenelim’ derken kendimiz buna uymuyorsak; ‘hareket edelim, spor yapalım’ derken kendimizin sporla, hareketle bir ilgisi yoksa veya
kanun çıkarıyor ama sigara içmeye devam ediyorsak bir daha dönüp kendimize
bakmamız lazım. Yapılan işi inanarak yapmalı, inandığımız işi önce kendimiz
yapmalıyız” diye konuştu.
Haberler
Meclis’te
Muharrem iftarı
Hitabet ve etkili
iletişim eğitimi
TBMM yöneticilerinin beden dili ile seslerini
TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi’nde Muharrem ayı orucu için iftar yemeği dü-
zenlendi. TBMM Üyeler Lokantası’ndaki iftar yemeğine TBMM Başkanvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı, TBMM İdare Amiri Salim Uslu, milletvekilleri, TBMM
Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Genel Sekreter Yardımcısı Haydar Çiftçi,
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanı Ali Özer katıldı.
TBMM Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Muharrem ayının ülkemize barış
ve huzur getirmesini, kardeşlik duygularını pekiştirmesini diledi. “Muharrem
ayı vesilesi ile Kerbela şehitlerini de rahmetle anıyorum, ruhları şad olsun. Bir
daha böyle acıların yaşanmamasını diliyorum” diye konuşan Bahçekapılı, Muharrem ayı iftar yemeği için de başta TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve TBMM
İdare Amiri Salim Uslu’ya teşekkür etti.
doğru ve etkili kullanabilmelerine, etkili sunum teknikleri ile diksiyon kuralları konusunda bilgi ve deneyimlerini artırmalarına katkıda
bulunmak amacıyla eğitim düzenlendi.
TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanlığı’ndan Fülin Arıkan’ın eğitmen olarak
katıldığı toplantıda sosyal cesaret; doğaçlama
konuşma yeteneğinin geliştirilmesi; etkili sunum; beden dili, jest, mimik, sesi etkin ve doğru
kullanabilme; temel diksiyon kuralları ve pratik
çalışmalar konularında sunum yapıldı.
Pantolon yasağı kaldırıldı
KADIN milletvekillerinin TBMM Genel Kurulu’nda pantolon giymesine olanak
tanıyan içtüzük değişikliği teklifi TBMM Anayasa Komisyonu’nda kabul edildi.
Anayasa Komisyonu, AK Parti İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu başkanlığında toplanarak TBMM İçtüzüğü’nde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük
Teklifi’ni ele aldı. Teklif, AK Parti Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül ile AK
Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener’in aynı yöndeki teklifiyle birleştirildi. Yapılan oylamada kabul edilen teklifle, Genel Kurul Salonu’nda yer alan milletvekilleri, bakanlar, TBMM İdari Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden
erkekler ceket ile pantolon giyecek ve kravat takacak; kadınlar ise ceket ve etek
veya ceket ve pantolon giyebilecek. Aralık 2013
13
14
Haberler
5 milyon üniversite öğrencisi
için 5 milyon fidan
ORMAN ve Su İşleri Bakanlığı, Gazi Üni-
versitesi Gölbaşı kampüsünde Türkiye’nin
tüm üniversitelerine yayılacak önemli bir
ağaçlandırma seferberliği başlattı. Proje
kapsamında 5 milyona yakın öğrenci için
5 milyon fidan toprakla buluşturularak
üniversite kampüslerine karaçam, sedir,
kızılcam, fıstıkçamı, mavi selvi gibi türlerin
yanı sıra meyve ağacı fidanları dikilecek. “5
Milyon Üniversite Öğrencisi İçin 5 Milyon
Fidan Dikimi” törenine Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu, Orman Genel Müdürü İbrahim Çiftçi, Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih Gökçek, Danıştay Başkanı
Zerrin Güngör, YÖK Başkanı Gök han
Çetinsaya, Gazi Üniversitesi Rektörü Süleyman Büyükberber ile çok sayıda bürokrat
katıldı.
Başbakan Recep Tay yip Erdoğa n törende yapt ığ ı konuşmada aynı anda Van
Yüzüncü Yıl, Gaziantep
Hasan Kalyoncu, Kırşehir Ahi Evran, Burdur
Mehmet Akif Ersoy ve
Balıkesir üniversitelerine
video konferans yöntemiyle bağlanarak fidan
dikimini gerçekleştireceklerini anlatarak 81
ildeki bütün üniversitelerde bu fidan dikiminin
yapılacağını söyledi.
Bugün dünyanın en
iyi üniversitelerinin,
bilimsel çalışmalarının
yanında mimarisiyle, estetiğiyle, kampüslerinin güzelliğiyle de ön plana çıktığına,
cazibesini bu şekilde artırdığına dikkat çeken Başbakan
Erdoğan, gençlerin yetişmesinde, dersler ve eğitim kalitesi
kadar okul binalarının, kampüslerin, çevrenin estetiğinin
de önem arz ettiğini vurguladı.
Aralık 2013
Erdoğan, “Gri binalardan gri düşünceler doğar. Özgür, renk li,
estetik, yeşille bezenmiş bir
çevreden ise özgür düşünce doğar, nezaketle,
zarafetle bezenmiş
fikirler doğar” diye
konuştu.
Orman ve Su İşler i Ba k a n ı Ve y sel
Eroğlu ise yaptığı konuşmada, bütün dünyada
orman varlığı azalırken,
Türkiye’de son 10 yılda
3 milyara yakın fidanın
toprakla buluşturulduğunu ifade etti. Eroğlu,
Cumhuriyet tarihinin en
büyük Ağaçlandırma Seferberliğini 2007’de başlattıklarını anımsatarak, “2007-2012 yıllarında yürütülen seferberlik kapsamında
2 milyon 300 bin hektar alanı ağaçlandırma hedefimizi aştık, 2
milyon 420 bin hektara ulaştık ve 2 milyar fidanı toprakla buluşturduk” dedi.
Haberler
Trafik dedektifleri geliyor
ÇOCUKLARIN trafik eğitimine yönelik “Tra-
fik Dedektifleri Projesi’’nin tanıtım toplantısı
İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in katılımıyla gerçekleşti.
İçişleri Bakanı Güler, her türlü önlemin
alınmasına rağmen trafik kazalarında birçok
vatandaşın hayatını kaybettiğini, milyarlarca liralık zarar meydana geldiğini söyledi.
Türkiye’de 23 milyonun üzerinde sürücü, 17
milyonun üzerinde kayıtlı araç bulunduğunu
ve bu sayıların her yıl yaklaşık 1 milyon arttığını dile getiren Güler,
“Bu artış trafiğin 4 temel unsuru olan altyapı, denetim, eğitim ve
sağlık alanında yeni yatırımlar yapmamızı gerektiriyor” dedi.
Trafik kazalarının önlenmesinde eğitimin önemine değinen
Güler, “Ülkemiz yakın zamana kadar
alt yapıdaki yetersizlik ve kurallara
yeterince uyulmaması nedeniyle kazaların olağan karşılandığı bir ülke olarak
algılanıyordu, ancak bunu değiştirmek
için son yıllarda özellikle bölünmüş yol
uygulamasında çok büyük mesafe alındı. Cumhuriyet tarihi boyunca 6 bin 100
kilometre olan bölünmüş yol uygulamasını, hükümetimizin önemli bir yatırım
alanı olarak 22 bin kilometrenin üzerine
çıkardık” diye konuştu.
Bakan Fatma Şahin ise “önce çocuk” dediklerini, bir çocuğun
kaldırımda yürürken, topunun peşinde koşarken trafik canavarıyla
karşılaşmasını engellemek için mücadele verdiklerini söyledi.
Milletvekillerinden
CHP’LI YÜCEER: BUGÜN COŞKU,
GURUR VE MINNET GÜNÜ
AK PARTILI DEMIR: TARIH YENIDEN CANLANIYOR
CHP Tekirdağ Milletvekili Candan Yü-
AK Parti Samsun Milletvekili Cemal
ceer, Muratlı’nın düşman işgalinden
kurtuluşunun 91. yılı dolayısıyla düzenlenen törenlere katıldı. Protokolle birlikte
şehitliği ziyaret eden Yüceer, şehitlerin
mezarlarına karanfil bıraktı. Muratlı
Park’ta çocuklara oyuncak dağıtan Yüceer, ilçe örgütüyle birlikte köyleri gezdi,
esnafı ziyaret etti.
Muratlı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 91. yılını kutlayan
Yüceer, “Bugün bir onur günüdür. Bugün coşku, gurur ve minnet
günüdür. Bugün bağımsızlığımızı hangi şartlar altında kazandığımızı bir kez daha hatırlama günüdür” diye konuştu.
Yüceer sözlerine şöyle devam etti: “Özgürlüğün ve bağımsızlığın
ne demek olduğunu, ne pahasına geri alındığını çok iyi bilen
bir ülkenin yurttaşları olarak bizlere düşen en büyük görev,
Cumhuriyetle taçlanan bu destansı zaferleri gelecek nesillere doğru
bir şekilde aktarmak, şehitlerin kanlarıyla yazdığı bu destanın
ilelebet okunmasını sağlamak, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip
çıkmaktır. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah
arkadaşlarına, gazilerimize, aziz şehitlerimize teşekkür etmeyi bir
borç bilirim.”
Muratlı’daki kutlamaların ardından Yüceer, Belediye Başkanı
Nebi Tepe, Muratlı İlçe Başkanı Ufuk Gençtürk, ilçe yönetimi, partililer, kadın kolları, gençlik kolları ve belediye başkan aday adayları
ile birlikte köy ziyaretlerine devam etti.
Yılmaz Demir, İlkadım ilçesi sınırlarında bulunan ve Büyük İslam Alimi
Abdülkadir Geylani’nin torunu Seyyid
Kutbiddin Hazretleri’nin türbesi ile camisinde başlayan restorasyon çalışmalarını
yerinde inceledi. Müteahhit firma yetkilisinden bilgi alan Demir, türbe etrafını,
camiyi ve mezar taşlarının olduğu alanı
inceledi. Firma yetkililerinin 6 ay içerisinde teslim etmeyi planladıklarını belirten Demir, “800 yıllık tarihî geçmişe sahip olduğu
bilinen Büyük İslam Alimi Abdülkadir Geylani’nin torunu Seyyid
Kutbiddin’in türbesi ve bitişik binadaki cami ile mezarlık sahasının restorasyonunun tamamlanmasıyla tarih yeniden canlanmış
olacak” diye konuştu.
Seyyid Kutbeddin Camii ve Türbesi’nin 15. yüzyılda Osmanlı
eseri olarak yaptırıldığına dikkat çeken Milletvekili Demir, “Buranın aslına uygun şekilde restore edilerek turizme ve Samsun’a
kazandırılması büyük katkılar sağlayacak. Tarihte yaşayan pek çok
kişinin mezarı bu alanda bulunuyor. Cami ve külliyenin restorasyonu sonrasında mezarlıkta da genel bir çalışma yapılacak. Buranın bu aşamaya gelmesinde emeği geçen Vakıflar Genel Müdürlüğü
ve Samsun Bölge Müdürlüğü çalışan ve yöneticilerine hassasiyetleri
için teşekkür ediyorum” dedi. Cemal Yılmaz Demir, mezarlıkta
incelemelerde bulunurken bazı vatandaşlar yanına gelerek konuyu
takip ettiği için kendisine teşekkür etti.
Aralık 2013
15
16
Dünyadan
14 yıllık
başbakan
görevden alındı
Yasa çıkarırken
kimseye sormayacak
TACIKISTAN’DA yeni hükümet kurma çalışmala-
VENEZÜELLA Meclisi, ekonominin düzene sokulması ve yolsuzlukla mücadele
rı yapan Devlet Başkanı İmamali Rahman, köklü
değişikliklere gitti. Rahman, 18 yıldır savunma
bakanı görevinde bulunan Şerali Hayrullayev’in
ardından 14 yıl başbakan olarak görev yapan Akil
Akilov’u da yeni kabineye dahil etmedi.
Rahman’ın imzaladığı karar doğrultusunda Akil
Akilov’un başbakanlık görevinden alınmasıyla
Tacikistan’ın yeni başbakanı Sogd eyaleti eski valisi
Kohir Rasulzoda oldu.
için Devlet Başkanı Nicolas Maduro’ya tek başına yasa çıkarma yetkisi verdi.
Maduro, bu yetki sayesinde bir yıl boyunca Meclis onayına gerek olmaksızın
yasa çıkarabilecek.
Devlet Başkanı Maduro, Miraflores Sarayı’nda konuyla ilgili yaptığı konuşmada “Bu yetkiye onay veren herkese çok teşekkür ediyorum. 1 yıl içinde halkımıza
açılan ekonomik savaşı geri püskürteceğiz. Bu, halkımız adına bir zaferdir. Devrimin bittiğini de nereden çıkardınız?” dedi.
Yeni yetkinin, yerel seçimler öncesinde Maduro’ya “siyasi avantaj” sağlayacağı
yorumları yapılıyor. Hugo Chavez de aynı yönteme 4 defa başvurmuş, bu sayede
çıkardığı 200 yasa ülke ekonomisi üzerindeki devlet kontrolünü artırmıştı.
İran’la nükleer anlaşma sağlandı
İSVIÇRE’NIN Cenevre kentinde yapılan “İran nükleer sorunu” görüşmeleri
sonunda anlaşmaya varıldı. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani anlaşmayla
ilgili olarak “Müzakereler sonucu dünya güçleri İran’ın nükleer haklarını
resmî olarak tanıdı” açıklamasında bulundu.
Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya dışişleri bakanları ile
İran delegasyonu arasında sürdürülen görüşmeler, İran’ın “Uranyumu sadece
%5 zenginleştirme ve elinde bulunan %20 oranında zenginleştirilmiş uranyum stoğunu imha etme” şartını kabul etmesi ile son buldu.
Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry yaptığı açıklamada, “İran’ın şartları
kabul etmesi dünya, İsrail ve bölgedeki müttefiklerimiz için bölgeyi daha emniyetli kıldı” dedi.
Aralık 2013
Dünyadan
Çin Komünist
Partisi’nden
devrim
niteliğinde
karar
Almanya’da “büyük
koalisyon”
ALMANYA Başbakanı Angela Merkel’in muhafazakar Hıristi-
yan Demokrat Birliği (HDB) merkez sol Sosyal Demokrat Parti
(SDP) ile koalisyon konusunda uzlaştı. Uzlaşmanın yürürlüğe
girmesi için koalisyonun 6-12 Aralık günleri arasında SDP’de
yapılacak oylamayı geçmesi gerekiyor. Koalisyon hükümetinde
bakanlıkların dağılımı ve bakanların kim olacağının SDP’deki
bu mini referandum sonucunda belirleneceği tahmin ediliyor.
Partiler bazı yasa değişikliği konularında da uzlaşma sağladı.
Asgari ücret
2015 yılından itibaren tüm Almanya’da asgari ücretin saati 8,5
euro olarak yasalaşacak. Ancak 2017 yılına kadar düşük ücretle
çalışmaya izin verilecek.
ÇIN Komünist Partisi’nin açıkladığı reform kararlarına göre
1980’den bu yana yürürlükte olan olan tek çocuk politikasında gevşetme uygulanacak.
Resmî basın tarafından duyurulan değişikliğe göre, çiftlerden
birinin kardeşinin bulunmaması ikinci çocuk hakkı için yeterli hale
gelecek. Mevcut düzenlemeler ise hem anne hem de babanın tek
çocuk olması halinde ikinci çocuğa izin veriyor.
Çin Halk Cumhuriyeti, 1980 yılında tek çocuk politikasını uygulamaya başlamıştı. Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de tek
çocuk politikasıyla nüfusun hızlı artışı önlenirken uzun vadede ciddi problemler de ortaya çıktı. Özellikle kırsal kesimde erkek çocuk
patlaması yaşanıp nüfus piramidi bozulmaya başladı. Ülkede 60
yaşını aşanların 2050 yılında nüfusun yüzde 31,1’ini oluşturacağı
tahmin ediliyor.
Çifte vatandaşlık
Almanya’da doğup büyüyen göçmen kökenli gençler, mevcut
yasanın aksine istedikleri takdirde 23 yaşından sonra da çifte
vatandaşlıklarını koruyabilecek.
SDP’nin gündeme getirdiği 45 yıl prim ödeyenlerin 63
yaşında emekli olma talebi kabul edildi. Bunun karşılığında
HDB’nin isteği üzerine 1992 yılından önce doğum yapan annelere emekli zammı geliyor. Düşük emekli maaşı alanlara 2017
yılından itibaren ayda 850 euro asgari emekli maaşı verilecek.
Otoban ücreti
HDB yabancı plakalı araçlara otoyol ücreti talebini şartlı kabul
ettirdi. Almanya plakalı araçlara ek yük getirmemesi ve Avrupa
Birliği yasalarına aykırı olmaması kaydıyla 2014 yılında otoban
ücreti yasası hazırlanacak.
Aralık 2013
17
18
Millî savunmamız millî gücümüze dayanacaktır
S
İsmet Yılmaz
Millî Savunma Bakanı
10 yıl önce %80 oranında
dışa bağımlı olan savunma
sanayimiz bugün Türkiye’nin
bütün beyin ve üretim
gücünü seferber eden millî
bir yapıya dönüşmüştür.
Aralık 2013
on 10 yılda Türk savunma sanayiine ilişkin politika temelden yeniden
kurgulanmış ve bu alanda stratejik bir dönüşüm yaşanmıştır. Kritik
teknolojiye sahip savunma sistemlerinin kendi sanayimiz tarafından tasarlanması ve üretilmesi olarak ifade edilebilecek bu yaklaşım, geçmişin
parça üretimi ve montaja dayalı kısıtlı uygulamalarına bakıldığında tarihî
bir değişim olarak ifade edilebilir.
Bundan 10 yıl önce %80 oranında dışa bağımlı olan savunma sanayimiz bugün binden fazla şirketimiz, Kobilerimiz, araştırma kuruluşlarımız
ve üniversitelerimizin katılımını sağlayan, Türkiye’nin bütün beyin ve
üretim gücünü seferber eden millî bir yapıya dönüşmüştür.
Savunma sanayimiz yıllık 5 milyar dolara yakın üretim gücüne, 1,5 milyar dolara yakın ihracat kapasitesine ulaşmıştır. Yıllık 700 milyon dolar
seviyesindeki Ar-Ge harcaması ile Türkiye’nin en fazla Ar-Ge ve teknoloji
yatırımı yapan sektörü konumuna gelmiştir. Dünyanın en büyük ilk 100
savunma sanayii şirketi arasında bugün ASELSAN ve TAI gibi iki büyük
şirketimiz de bulunmaktadır. Bütün bunlar Millî Savunma bütçemizin
millî gelire oranla %4 seviyelerinden %2’nin altına düştüğü bir dönemde, yani savunma harcamalarımızın nispi olarak azaldığı bir dönemde
gerçekleştirilmiş, geçmişte ekonomimiz için ağır bir yük olan savunma
alımlarımız, ülkemiz sanayisi ve teknolojisi için büyük bir katma değere
dönüştürülmüştür.
Bu dönemde somut olarak neler yapıldığından bahsetmek gerekirse;
2004 yılı mayıs ayında toplanan Savunma Sanayii İcra Komitesi, dört
projenin ihalelerini iptal ederek millî sanayimize dayalı yeni yöntemlerle
hayata geçirilmesi kararını almıştır. Yerli sanayinin geliştirme ve üretim
görevini üstlendiği bu projeler, bugün ALTAY tankımız olarak ortaya
çıkan Ana Muharebe Tankı Projesi, millî ATAK helikopterimiz olarak
üretime geçen Taarruz Helikopteri Projesi, ANKA projesi olarak geliştirilmesi tamamlanan ve seri üretim sözleşmesi imzalanan İnsansız Hava
Aracı Projesi ve MİLGEM savaş gemileri olarak ilk iki gemisi donanmamız
envanterine giren Korvet Projesi’ydi.
Geçmişin yöntemleri ile bu projeler hayata geçseydi milyarlarca dolar
yabancı şirketlere akmış, Silahlı Kuvvetlerimiz dışa bağımlı sistemlerle
baş başa kalmış, sanayimizde hiçbir birikim oluşmamış olacaktı. Savunma sanayimizde bir dönüm noktası olan bu karar, TSK ihtiyaçlarının millî
çözümler ile karşılanmasının önünü açmış, sektörün gelişmesine büyük
bir ivme kazandırmıştır.
Önündeki engeller kaldırılan ve teşvik edilen savunma sanayii sektörümüz, farklı alanlarda Silahlı Kuvvetlerimizin ihtiyaçlarını yerli katkı oranları gittikçe artan bir şekilde karşılamaya başlamıştır. Bu süreçte, Deniz
19
Kuvvetlerimize ve Sahil Güvenliğimize 100 parçaya yakın askerî gemi
ve karakol botu Türk gemi inşa sektörünün tersanelerinde üretilerek
teslim edilmiştir. Donanmamız bugün tamamen millîleşme yolundadır.
Fırkateyn ve denizaltı alanlarında yeni atılımlarımız azalmadan devam
edecektir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan ancak sürdürülemeyen havacılık
atılımımız yeniden canlanmış, 60 senelik bir duraklamanın ardından
Avrupa Havacılık Otoritesi sertifikasyon kurallarına göre tasarlanan ilk
millî uçağımız HÜRKUŞ bu yıl havalanmıştır. Öte yandan askerî ve sivil
ihtiyaçlara cevap verecek özgün helikopter geliştirme projemiz başlamış,
millî savaş uçağımızın kavramsal tasarımı tamamlanmıştır. İnsansız hava
araçlarında geniş bir yelpazede süren çalışmalarımız sonucunda oluşturduğumuz geniş İHA ailesinin yanında ortak üretim yoluyla hem kendi
ihtiyacımızı hem de dış pazar ihtiyacını karşılamayı hedeflediğimiz genel
maksat helikopterleri, ihracatta yaşadığımız atılımı katlayarak artıracak
bir gelecek vadetmektedir.
Millî sanayimizin katkılarıyla geliştirilen deniz karakol uçaklarımız bu
yıl içinde envantere alınarak hizmete başlamış olup AWACS uçaklarımızın ise önümüzdeki birkaç ay içinde hizmete alınması planlanmaktadır.
Kara Kuvvetlerimizin ihtiyacı bütün zırhlı araçların Türkiye’de geliştirilmesi ve üretilmesine devam edilecektir.
Yeni nesil roket ve füze teknolojilerine yapılan büyük yatırımlar neticesinde; seyir füzeleri, tanksavar füzeleri, güdümlü roketler kendi teknolojimizle üretilir hale gelmiştir. Uydu fırlatma merkezimizin kurulması
için etütlere başlanmıştır.
İlk millî gözlem uydumuz Göktürk-2 uzaya fırlatılmış, yüksek görüntü
çözünürlüğüne sahip olacak Göktürk-1 uydumuzun da önümüzdeki yıl
içinde Türkiye’de entegrasyon ve testleri tamamlandıktan sonra 2015’te
fırlatılarak hizmete alınması planlanmıştır. Askerî gözlem ve haberleşme
uydu sistemlerimiz bundan böyle tamamen ülkemizde tasarlanıp üretilecektir.
Hava savunmamızda geçmiş ihmallerin mirası olan zafiyeti ortadan
kaldırmak için büyük adımlar atılmaktadır. Bunun yanında alçak ve orta
irtifa hava savunması için millî olarak geliştirdiğimiz HİSAR füzelerinin
ilk atış denemesi Tuz Gölü’nde geçtiğimiz ay başarıyla gerçekleştirilmiştir. Uzun menzilli hava savunma sistemi için açtığımız uluslararası
ihalede ortak üretim ve teknoloji transferine dayalı ülkemiz için en maliyet-etkin çözüm seçilmiştir.
Askerimizin eline Cumhuriyet tarihinde ilk defa millî bir piyade tüfeği verilmesi planlanmaktadır. Önümüzdeki yıldan başlayarak en son
teknolojileri kullanan modern piyade tüfeğimizin üretimine geçilmiş ve
birliklere dağıtımına başlanmış olacaktır. Bütün askerlerimizin elinde
olan tek silah artık yabancı lisansla üretilen bir silah olmayacaktır.
Bütün bunları sadece bir başlangıç olarak görerek, Cumhuriyetimizin
yüzüncü yılında millî savaş uçağımızı uçurmayı, ülkemizde tasarlanan
uyduları yine ülkemizden fırlatmayı, millî denizaltımızı üretmeyi ve uzun
menzilli roketlerimizi hizmete almayı planlamaktayız. Bu doğrultuda
gerekli kararları almış ve ilk adımları atmış bulunuyoruz.
Savunma sanayii çalışmalarımız kapsamında dev yatırımlarla
Ankara’da Uydu Montaj, Entegrasyon ve Test Merkezi kurulmuştur. Yine
Ankara’da inşası devam etmekte olan Radar ve Elektronik Harp Merkezimizin 2014’te açılması planlanmaktadır. Uluslararası ölçekte gerçek
bir teknoloji merkezi olacak Türkiye’nin en büyük teknoparkı Teknopark
İstanbul’un birinci etabı tamamlanmıştır ve bu sene içinde faaliyete
geçecektir.
Bugün itibarıyla, TSK ihtiyaçlarına yönelik yürürlüğe konulan modernizasyon projelerinin maliyet bazında %90’ı ülkemiz sanayiinin katılımıyla hayata geçirilmektedir. 2012 yılı rakamlarıyla, TSK ihtiyaçlarının
yurt içinden karşılanma oranı %60’a ulaşmıştır ve bu oran teknolojik
açıdan dışa bağımlılığımızın ne kadar düştüğünü gösterdiği gibi, sektörün an itibarıyla ürettiği özgün çözümlerle TSK ihtiyacını karşılayabilecek
yeterli donanım ve altyapıya ulaştığının en somut örneğidir.
Gelişen yerli sanayimiz 2012 yılı sonu itibarıyla 4,75 milyar ABD doları toplam savunma ve havacılık sektör cirosuna, 1,26 milyar ABD doları
ihracata ve 772 milyon ABD doları toplam Ar-Ge harcamasına ulaşmıştır.
Önümüzdeki beş yıllık planlama dönemi sonunda Toplam Savunma ve
Havacılık Sektör Cirosu’nun 8 milyar ABD dolarına, Toplam Savunma
ve Havacılık Sektör İhracatı’nın ise 2 milyar ABD dolarına ulaşmasını
hedefliyoruz.
Biz de bu amaç ve 2023 vizyonumuz çerçevesinde, ülkemizin dünyada savunma sanayii alanında en gelişmiş ilk 10 ülke arasına girmesi için
yılmadan ve yorulmadan büyük bir hassasiyetle çalışacağız.
Yaşadığımız bu zorlu coğrafyada karşı karşıya kaldığımız geniş yelpazedeki güvenlik ihtiyaçlarımızın gerektirdiği savunma teknolojileri için,
askerimizi kimseye muhtaç etmemek temel gayesiyle, millî bir seferberlikle ülkemizin bütün kaynaklarını harekete geçirmiş bulunuyoruz. Türk
Silahlı Kuvvetleri bundan böyle ülke sanayisini, mühendislerini, tasarım
ve üretim gücünü yanında görecek ve millî savunmamız millî gücümüze
dayanacaktır.
Aralık 2013
20
Kapak
DÜNYAYA
ÖRNEK
BIR ZAFER
SERÜVENI
Aralık 2013
Kapak
“Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde
sürünmeye değil, omuzlar üzerinde
göklere yükselmeye layıksın.” Bu
sözler, Türk kadınını medeniyetin beşiği
sayılan pek çok Avrupa ülkesinden
daha önce aktif siyasete dahil eden
Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Cepheye
mermi taşıyan, gerektiğinde düşmanla
çarpışan, üretimde büyük emeği
bulunan kadınlarımız gelecekte ülkenin
çağdaşlaşmasında da pay sahibi olacaktı
şüphesiz. 5 Aralık 1934 tarihinde onlara
verilen seçme ve seçilme hakkı, işte bu
bilincin meyvesidir.
Aralık 2013
21
22
Kapak
Meclis’in sesi
kadınlarla daha güçlü
Deniz Varol
Türkiye’de Kurtuluş Savaşı ile bir
ivme ve hareketlilik kazanan kadın
örgütlenmeleri ve mücadeleleri
Cumhuriyet’in kuruluşuyla farklı bir
boyuta ulaşır. Bu dönemde yaşanan
en önemli gelişme, Kadınlar Halk
Fırkası’nın (KHF) kurulmasıdır.
Türkiye’de kadınların siyasete
katılımının ilk örgütlü hareketi
sayılabilecek olan, fakat etkinlikleri
hiçbir siyasi hak talep etmeyen
KHF, sonradan Kadınlar Birliği (KB)
adını alır. Bununla birlikte KB 19241927 yılları arasında siyasal haklar
konusunda bir gündem yaratmayı
başarabilmiştir.
Aralık 2013
T
ürkiye’de kadınlara siyasal haklar Cumhuriyet döneminde tanınmış olsa da kadınların Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerinde kamusal hayata örgütlü bir şekilde katılmaya
başladıkları bilinir. 18. yüzyıldan itibaren Tanzimat, II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerindeki siyasi, ekonomik
ve toplumsal değişimler kadınların kamusal hayattaki örgütlenmelerinde de etkili olmuştur.
Kadınların siyasal hakları altın bir tepsi içinde sunulmamıştır elbette, elde edilen haklar türlü mücadelelerin
ürünüdür. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı ile bir ivme ve hareketlilik kazanan kadın örgütlenmeleri ve mücadeleleri
Cumhuriyet’in kuruluşuyla farklı bir boyuta ulaşır. Bu dönemde yaşanan en önemli gelişme, Kadınlar Halk Fırkası’nın
(KHF) kurulmasıdır. Türkiye’de kadınların siyasete katılımının ilk örgütlü hareketi sayılabilecek olan, fakat etkinlikleri
hiçbir siyasi hak talep etmeyen KHF, sonradan Kadınlar
Birliği (KB) adını alır. Bununla birlikte KB 1924-1927 yılları
arasında siyasal haklar konusunda bir gündem yaratmayı
başarabilmiştir.
Demokrasinin gereği çok seslilik
Osmanlı Devleti’nde 18. yüzyılda başlayan modernleşme
hareketlerinin dönüm noktası, 1839’da ilan edilen Tanzimat
Fermanı oldu. Tanzimat döneminde hız kazanan Batılılaşma
Kapak
ve reformlar ise kadının statüsünde önemli değişiklikler sağlıyordu.
Özellikle II. Abdülhamid döneminde
eğitim oranlarında artış meydana
gelmesi, kadınların kamusal alandaki
etkinliklerini artırmıştı. Kadının bu
yeni konumu özellikle hukuk, eğitim
ve toplum hayatında kendini gösteriyordu.
İlerleyen dönemde kadının toplum
ve siyaset hayatındaki konumu açısından Kurtuluş Savaşı önemli bir rol
oynar. Ülkenin düşman devletler tarafından işgal edilmesi, başta İstanbul
olmak üzere tüm Anadolu’da protesto
mitingleri düzenlenmesine neden
olmuştu ve bu gösterilerde kadınlar
da yer alıyordu. Bu gösterilerin yanı
sıra kadınlar tarafından çeşitli cemiyetler de kuruluyor; Müdafaa-i Hukuk, Müdafaa-i Vatan Cemiyeti, Gazi
Kadınlar Cemiyeti gibi adlar taşıyan
kadın cemiyetleri hem cephede hem de
cephe arkasında faaliyet gösteriyordu.
Millî Mücadele döneminde kitlesel
kadın hareketlerini yönlendiren cemiyetler vatan savunması ve farkındalık
yaratılması konusunda büyük katkılar
sağlamıştır.
Cumhuriyet döneminde kadınlara
yönelik en önemli reform Türk kadınlarının yasal eşitliğinin sağlanması
olur. Medeni hakları 1926 yılında verilen kadınların siyasal anlamda örgütlü
ilk mücadelesi ise Nezihe Muhittin ile
arkadaşlarından oluşan bir grubun
Kadınlar Halk Fırkası’nı (KHF) kurmalarıyla başlar. Meclis’te tartışmalara
yol açan bu olay basında da büyük
yankı bulur, kadınların mebus seçilip
seçilemeyeceğine yönelik anketler bile
yapılır. KHF kurucularından birkaç
kadın İkdam gazetesine verdikleri demeçte, siyasal haklarını kazanmaya kararlı olduklarını ve kazanacaklarından
şüphe etmediklerini belirtir. Mecliste
kadın delegelerin bulunmasının daha
Kadınların siyasal haklarıyla ilgili olarak katıldıkları mücadeleler,
her ülkede birbirinden farklı özellikler gösterir. 18. yüzyılda Kuzey
Amerika’da kadınların aile içindeki ve toplumdaki konumları Avrupalı kadınlardan çok farklı bir yapıdaydı. Bu nedenle kadınların
oy kullanma ve eğitim hakkı için yürüttükleri ilk mücadeleler,
19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Amerika Birleşik Devletleri,
İngiltere, Kanada ve Fransa’da başlamıştır. Kadınlara seçme
hakkı ise ilk kez Finlandiya (1906) ve Norveç’te (1907) tanınmıştır. Kadınlara oy kullanma hakkını en son tanıyan ülkeler
ise demokrasinin beşiği sayılan Yunanistan (1952), Fransa
(1944), İtalya (1945) ve Türkiye’nin Medeni Kanun’u aldığı
İsviçre (1971) olmuştur.
Kadının
toplum ve
siyaset
hayatındaki
konumu
açısından
Kurtuluş
Savaşı önemli
bir rol oynar.
faydalı sonuçlar doğuracağına olan inançlarını ise şöyle ifade
ederler: “Biz başka memleketlerde de kadınlar siyasi haklarını istiyorlarmış diye memleketimizde bu vadide bir hareket
uyandırmak fikrinde değiliz. Belki memleketimizde, kadınların erkeklerimizle tesrik-i mesailer ihtiyacını tamamiyle
hissettiğimizden dolayı tesebbüsat icrasına kalkışıyoruz.”
Ne var ki hükümet tarafından bu partinin faaliyetlerine
izin verilmez ve kurucu heyet, kadınlara hak ve hukuk taleplerini nizamnamelerinden tamamen çıkararak Kadınlar
Birliği (KB) adı altında, kamuya yararlı cemiyet statüsü kazanmak için çalışır. Bu amaçla hazırladıkları raporda KB’nin
“memleketin hayrını ve saadetini isteyen münevver kadınları
etrafında toplayıp memlekete faydalı bir teşkilat oluşturmaya
çalıştığı”, kimsesiz çocuklara iş bulmayı, dul kadınları ve
genç kızların istihdamını sağlamayı hedeflediği belirtiliyordu. Yürüttükleri mücadeleler Meclis’e de yansıyor, kadınlara
seçme ve seçilme hakkı tanınmasına yönelik tartışmalar son
bulmuyordu.
Aralık 2013
23
24
Kapak
Türk kadınının büyük kazanımı
Belediye Kanunu’nun Meclis’te görüşüldüğü dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası’na kadın üye alınmaya başlayacağı açıklanır ve
kadınlara ilk kez siyasi bir partiye üye olma imkanı doğar. CHF
tüzüğünde zaten yer alan “Her Türk Fırka’ya aza olabilir” maddesi dolayısıyla bu konuda yeni bir düzenlemenin yapılmayacağı
ve yakında Türk kadınlarının da Fırka’ya üye alınacağı böylece
beyan edilir.
Kadınlar Halk Fırkası kurucuları
1930 yılı, Belediye Kanunu’nda yapılan değişiklikle, kadınlara belediye meclislerinde seçme ve seçilme hakkının
verilmesi bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Mecliste,
kadınlara yeni haklarının tanınacağına dair ilk tasarı 20
Mart 1930 günü görüşülür. Oylamaya geçilmeden önce, kadınlara tanınan yeni hak sadece iki meclis üyesinden olumlu
yorumlar alır. Dahiliye Vekili Şükür Kaya yeni belediye
kanununun reformcu niteliklerini vurgularken, Ahmet Ağaoğlu belediyecilik işlerinde kadınların da önemli katkılarda
bulunacağını söyler.
3 Nisan 1930 tarihinde kabul edilen yeni Belediye Kanu­
nu’na göre seçimler her ilde farklı tarihlerde başlar ve Eylül
başından 20 Ekim’e kadar sürer. Sonuçlar açıklandığında,
İzmir seçimlerinden Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) iki
kadın adayı Hasane Nalan ve Benal Nevzat hanımlar, İstanbul seçimlerinden CHF adayı Rana Sani Yaver (Eminönü),
Seniye İsmail Hanım (Beykoz), Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu),
Nakiye (Beyoğlu) ve Latife Bekir (Beyoğlu) hanımlar şehir
meclislerine girer.
Kadınların siyaset hayatına katılmalarını sağlayan bu
zafer, son durak olmamıştır elbette. 5 Aralık 1934’te Milletvekili Seçimi Kanunu ile seçme ve seçilme hakları tanınarak
Türk kadınının hemen hemen tüm siyasi haklara sahip
İlk Kadın Vekillerimiz
(Soldan sağa) 1. sıra:
Mebrure Gönenç (Afyon),
Hatı Çırpan (Ankara),
Türkan Örs Baştuğ
(Antalya), Sabiha Gökçül
Erbay (Balıkesir), Şekibe
İnsel (Bursa), Hatice
Özgener (Çankırı); 2.
sıra: Huriye Öniz Baha
(Diyarbakır), Fatma Memik
(Edirne), Nakiye Elgün
(Erzurum), Fakihe Öymen
(Ankara), Benal Nevzat
İştar Arıman (İzmir),
Ferruh Güpgüp (Kayseri);
3. sıra: Bahire Bediş
Morova Aydilek (Konya),
Mihri Pektaş (Malatya),
Meliha Ulaş (Samsun),
Fatma Esma Nayman
(Seyhan), Sabiha Görkey
(Sivas), Seniha Hızal
(Trabzon).
Aralık 2013
Kapak
Kurtuluş Savaşı’nda şehit bir
askerin eşi olan Hatı Çırpan
(Satı Kadın), altı çocuklu,
çiftçilikle uğraşan bir kadındı.
Milletvekili seçildiğinde Ankara Kazan köyü muhtarıydı.
Atatürk’ün manevi kızı A. Afet
İnan, Türk köylü kadınının
cesaret timsali Satı Kadın’ı
ilk gördüğünde “İşte mebus
olacak kadın” dediğini anlatır.
olmalarının sağlanması dönemin en büyük inkılaplarından
biridir. Tartışmalar ve olumlu-olumsuz eleştirilerle devam
eden süreç, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ile
Başbakan İsmet İnönü’nün uzun çalışmaları sonucu nihayete
erer. Kararla ilgili olarak Atatürk şöyle konuşur:
“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün
milletlerin üstünde yer vermiştir. Türk kadını, evdeki medeni
mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında
muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili
seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda kadından
esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu
selahiyet ve lihakatle kullanacaktır.”
Kadınlara milletvekili olma hakkı tanınmasından sonra
gerekli hazırlıklara başlanması çok zaman almaz. Dönemin
hem parti faaliyetleri hem de basında yer alanlar, kadınların
parti üyelikleri ve seçimlere katılımlarını teşvik eder niteliktedir. Ardından, 8 Şubat 1935 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin beşinci dönem seçimleri yapılır. Mustafa
Kemal Atatürk’ün kadınların aktif olarak siyaset dünyasına
katılmaları, her kesimden kadının Meclis çatısı altında yer
alması için bizzat yürüttüğü çalışmalar sonuç verir ve seçimlerin sonrasında 17 kadın milletvekili TBMM’ye girer.
Köy Kanunu’nda 1933 yılında
yapılan değişiklikle, kadınlara
köy muhtar ve heyetlerine
seçilme hakkı tanınır. Aydın’ın
Çine ilçesine bağlı Demirdere
köyünde (bugünkü Karpuzlu
ilçesi) yaklaşık 500 oy alarak
seçimi kazanan Gül Esin,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk
kadın muhtarı olur.
Toplumdaki dönüşümün rotasını çizen bu büyük yeniliğin
ardından kadınların ilk kez dahil olduğu Beşinci Dönem
Meclis, 1 Mart 1935’te çalışmalarına başlar. Bir yıl sonra yapılan ara seçimlerle birlikte ise Meclis’teki kadın milletvekili
sayısı 18’e yükselir.
Türkiye’de yaşanan söz konusu gelişmeler sadece yerli
değil yabancı basında da ses getirir, zira o dönemde Avrupalı,
Asyalı, Ortadoğulu, Afrikalı pek çok kadın Türk kadınına
gıpta etmektedir. Tüm dünyanın içinde bulunduğu çalkantı,
Balkanlardaki meseleler ve sanayi devriminin neden olduğu
sorunlar göz önüne alındığında genç Cumhuriyet’in siyasi
ve ekonomik açıdan gelişmesi yönünde Beşinci Dönem
Meclis’in büyük çabalar sarf ettiği ve atılan adımlarda kadın milletvekillerinin de büyük payı olduğu yadsınamaz bir
gerçektir.
Aralık 2013
25
26
KapakGörüş
Milletvekilleri ne diyor?
Farklı partilerden kadın milletvekilleri, Türk kadınına seçme ve
seçilme hakkının verildiği 5 Aralık 1934 tarihini değerlendirdi.
Vekiller, bu önemli günün 79. yıldönümünde kadının siyasetteki
yeri ve etkinliğine ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Songül Baş
Tülay
Selamoğlu
AK Parti Ankara Milletvekili
T
ürk kadınına seçme ve seçilme
hakkının verildiği 5 Aralık 1934
tarihine baktığımızda genç bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti görüyoruz. O
dönemde Avrupa ve Amerika’daki pek
çok ülkede kadınlar seçme ve seçilme
hakkına sahip değilken genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin aldığı bu karar, kadına verilen değeri göstermesi açısından büyük önem taşıyor. O dönemde
Meclis’e giren kadın milletvekili sayısına çok uzun yıllar ulaşılamadığını görüyoruz. Sadece Meclis’te
değil, diğer alanlardaki karar
mekanizmalarında da kadınların sayıca az oluşu tarihsel
bir gerçek olarak karşımızda
duruyor. Sanıyorum, kadınlar siyaset taleplerini
güçlü bir şekilde
dile getirmeden,
büy ü k müc adeleler or taya
koymadan bu
ha k k ı elde
edince kıy-
Aralık 2013
metini bilemediler. Tabii o dönemin koşullarını da göz ardı etmemek lazım.
Kadınların okur-yazarlık oranının düşüklüğünün ve sosyal alanda yeterince yer
almamalarının da bu durumun nedenleri arasında yer aldığını düşünüyorum. Dünyaya baktığımızda ise kadınların meydanlara çıkıp hak talebinde bulunduklarını
ve mücadeleleri sonucunda seçme-seçilme hakkını elde ettiklerinde buna en üst
düzeyde sahip çıktıklarını görüyoruz.
Tarihsel süreç içinde siyasette, bürokraside, sosyal alanda ve çalışma hayatında
kadınlarımızın varlığı istenen düzeye ulaşamamış olsa da günümüzde bu durum
giderek değişiyor. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalarla kadınlarımız siyasetten iş hayatına kadar her alanda sesini duyuruyor. Kadınlarımız bilinçlendikçe
“Ben de varım” diyor ve haklarına sahip çıkıyor. Türk kadınının 79 yıl önce sahip
olduğu seçme ve seçilme hakkının öneminin bir kez daha vurgulanması, önümüzdeki yıllarda kadınlarımızın her alanda daha fazla yer alabilmesi için yapılması
gerekenlerin konuşulması açısından 5 Aralık 1934 tarihinin yıldönümlerinde
düzenlenen programları, yayımlanan yazıları çok önemli buluyorum.
“Yüzde 50 doğal kota var!”
Siyasette kadını konuşurken vurgulamamız gereken bir nokta var.
Dünya nüfusuna baktığımızda kadın-erkek oranı hemen hemen
eşittir. Ülkemizde de durum böyledir. Dolayısıyla yaradılıştaki bu müthiş dengenin toplumsal ve sosyal hayatın
her alanına yansıması gerekiyor. Bunu sağlayabilirsek
çalışmalarımızda da kararlarımızda da çok daha
başarılı ve güzel sonuçlar alabileceğimizi düşünüyorum. Kadın ve erkeğin yaradılıştan kaynaklanan
farklılıkları var; bunlar yapılan işe olumlu
yönde yansıyor. Örneğin kadınların iş
yapabilme becerileri, duygusal zekaları,
toplumu ve dünyayı algılama biçimleri, yapılan çalışmaların ve alınan
kararların başarısında etkilidir. Bu
KapakGörüş
açıdan siyasette, bürokraside, sosyal alanda kadın da
erkekle eşit düzeyde yer almalıdır. Ben siyasette kadın
kotası uygulamasına karşıyım. Kotanın bir lütufmuş
gibi sunulmasını doğru bulmuyorum. Kadınlar olarak
bizim zaten yaradılıştan gelen yüzde 50 doğal kotamız
var! Peki bu orana kısa sürede ulaşabilir miyiz? Siyasette
eşit temsil için faal olarak çalışıyor muyuz? Evet, biz çalışıyoruz. Sayın Başbakanımızın verdiği büyük destekle
kadınların siyasette yer almaları için çok önemli çalışmalar
yürütüyoruz. Kadın teşkilatları çok güçlü bir partiyiz. 81 il,
tüm ilçe ve beldelerdeki teşkilatlarımız kendi içinde okul gibi
çalışır. Eğitimler yapılır, deneyimlerin paylaşıldığı toplantılar
düzenlenir. Kadını “Siyasette ben de varım” noktasına getirmek için partimizin kuruluşundan beri çalışıyoruz. Sahadaki
çalışmalarda bilinçlenme adına çok önemli mesafeler alındı.
Eskiden “Kime oy vereceksiniz?” diye sorulduğunda “Ben
bilmem eşim bilir” diyen pek çok kadın, şimdi “Eşim öyle
diyor, ama ben böyle düşünüyorum” cevabını veriyor. Bu
çok önemli. Parti olarak kadınlara yönelik çalışmalarımız
lafta kalmıyor, uygulamaya geçiriliyor. Kadınlar da bunun
farkında ve onların desteğini her zaman hissediyoruz.
Meclis’e baktığımızda kadın milletvekillerinin özellikle
komisyon çalışmalarında çok aktif olduğunu görüyoruz.
TBMM Başkanvekilliği ve Grup Başkanvekilliği görevlerinde kadınların yer almasının Meclis çalışmalarına çok
önemli katkılar sağladığını görüyoruz. Kadınlar her alanda
olduğu gibi Meclis’te de çok disiplinli, sorumluluk sahibi ve
çalışkanlar. Erkek milletvekilleri de bu konuyu her zaman
dile getiriyor.
Fatma Nur Serter
CHP İstanbul Milletvekili
5
Aralık 1934 tarihinde seçme ve seçilme hakkının
verilmesi Türk kadını için devrim niteliğinde bir
karardır. Özellikle o dönemde Avrupa ülkelerinin
birçoğunda kadının seçme ve seçilme hakkının
bulunmadığını da düşünecek olursak, “kadın
devrimi” olarak adlandırılabilecek çok ciddi gelişmeler yaşanmıştır. 1935 yılında TBMM’ye
ilk defa 17 kadın milletvekili girmiştir. Ne
yazık ki onu izleyen uzun bir dönem boyunca kadın milletvekili sayısı 17’ye
bile yükselememiştir.
Kadının böyle bir hakkı elde
etmesi her şeyden önce top-
lumda kadının statüsünün yükseltilmesi amacını taşımaktaydı. Bir kadının milletvekili olabilmesi, yani ülkeyi yönetecek
konuma gelmesi demek kadına bakış açısını kökten değiştiren bir reformdu. Kadının ikinci sınıf bir birey olarak kabul
edildiği, sözünün değersizleştirildiği bir süreç vardı. Toplum
hayatında, eğitimde kadının adı yoktu neredeyse. Özellikle
kırsal kesimde erkeğin önünde bile yürüyemeyen kadın modeliyle karşı karşıyaydık. Birdenbire kadın ülke yönetiminin
en tepe noktasına yükseltildi. Bu hem Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve dehasının hem de kadına verdiği değerin çok açık
kanıtıdır. Atatürk 1914-1915’li yıllarda, henüz bir subayken
tuttuğu notlarda, “Geleceğin Türk toplumunda kadın-erkek
birlikte yürüyecek. Kadın erkeğin yanında, onunla birlikte
devletin en tepe noktalarına kadar görev yapacak” diyor.
Yani bu, Atatürk’ün bir anda ortaya koyduğu bir
proje değil, genç yaşlarından itibaren düşünüp
kurguladığı ve hayata geçirdiği son derece
önemli bir devrimdir.
“Sayısal artış önemli, ama
tek başına yeterli değil”
79 yıllık süreçte siyasette kadın temsili açısından gelinen noktayı çok
yetersiz buluyorum. Dünyanın
pek çok parlamentosunda artık kadın ve erkek milletvekili
sayıları birbirine eşit hale
geliyor. Hatta kadın milletvekili sayısının daha
fazla olduğu Kuzey
Aralık 2013
27
28
KapakGörüş
Avrupa ülkeleri var. Sayının dışında bakacak olursak, Meclis’teki kadınların genellikle kadınla ilgili konularda söz aldıklarını ve sosyal alanlarda çalıştırıldıklarını görüyoruz. Bu
alanların içine sıkıştırılmış bir kadın milletvekili profilinin
ağırlıkta olduğunu gözlemliyoruz. Tabii bu arzu edilen tablo
değil. Kadının her alanda etkin olması, kendisinin de bunun
için çaba göstermesi gerekiyor. Ben Türkiye’de ekonomiden
sorumlu, dışişlerinden sorumlu bir kadın bakan neden olmasın diye hep düşünmüşümdür. Bu noktada kadın bakan
sayısının da çok yetersiz olduğunu belirtmek istiyorum. Eğer
kadın-erkek eşitliğine gerçekten inanılıyorsa erkeklerin de
buna fırsat tanıması gerekiyor. “Bizim kadın milletvekillerimiz de var” demek için onları bir vitrin süsü gibi kullanma
anlayışının hızla terk edilmesi gerektiğini öteden beri söylüyorum. Kadın dekoratif bir unsur gibi kullanılıp mücadele
alanında arka plana itilecekse sayısal artış da siyaseten çok
anlam taşımayacaktır. Meclis’te kadın milletvekillerinin hem
sayısı hem de etkinliği artmalıdır.
Siyasi partilerdeki çalışmalara baktığımızda kadınların
fedakarca çalıştıklarını görüyoruz. Özellikle seçim dönemlerinde büyük özveri gösteriyorlar. Evlerindeki işlerini bir
kenara bırakıp sabahın erken saatlerinden itibaren çalışmaya
başlıyorlar. Ev ziyaretleri gibi oldukça önemli ve etkili faaliyetlerde bulunuyorlar. Ancak iş ne zaman seçim aşamasına
geliyor, o zaman kadınlar genellikle bir kenarda bırakılıyor.
“Kadının
erkekten
daha düşük
düzeyde bir
performans
sergilediği
görüşüne asla
katılmıyorum.
Hatta kimi
zaman kadınların
daha yüksek
bir performans
sergilediğine
tanık oluyoruz.”
Eskiye göre daha fazla kadın milletvekili, yönetici olsa da ne yazık ki istenilen düzeye ulaşmış değil. Bu arada
şunu da belirtmeliyim; kadın-erkek
diye bakmak bile kimi zaman bir ayrımcılık olabilir. Ben kadının erkekten
daha düşük düzeyde bir performans
sergilediği görüşüne asla katılmıyorum. Hatta kimi zaman kadınların
daha yüksek bir performans sergilediğine tanık oluyoruz. Bir kadının
Türkiye’de yüksek bir kademede yer
alabilmesi için erkekten çok daha üstün niteliklere sahip olması gerekiyor.
Bildiğiniz gibi Türkiye yerel seçimlere hazırlanıyor. Cumhuriyet Halk
Partisi tüzük değişikliğiyle yönetimin
her kademesinde y üzde 33 kad ın
kotası koydu. Yerel seçimlerde de olabildiğince fazla kadın aday çıkarmaya
çalışıyoruz. Eğer bir erkek adayla bir
kadın aday eğilim yoklamasında veya
kamuoyu yoklamasında eşit düzeyde
oy almışsa tercih kadınlardan yana
V, VI ve VII. Dönem Malatya Milletvekili Mihri Pektaş
Aralık 2013
KapakGörüş
yapılıyor. Kotalara bile ihtiyaç duymayacağımız, gerçek kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı bir toplum ve bir siyaset
anlayışı diliyorum.
Ruhsar Demirel
MHP Genel Başkan Yardımcısı
ve Eskişehir Milletvekili
“Kadınların
siyaseten
ne söyledikleri
çok önemlidir.
Edilgen
bir siyaset
yapılmamalıdır.”
5
Aralık 1934, Türkiye’de kadının
seçme ve seçilme hakkı konusundaki hak talebinin teslimidir. Bu tarih,
Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber,
hatta Meclis’in açılışından itibaren
uygulamaya konulan yeni politikalardaki kadın-erkek eşitliğinin büyük
ölçüde tamamlanmasıdır. Dediğim
gibi bu bir hak teslimidir. Çünkü Türk
coğrafyasında kadınların seçme-seçilme ve siyasi partilerde aktif görev
alma talepleri, dünyada kadın hareketi
olarak isimlendirilen harekete güç
vermeleri aslında Osmanlı’da da var.
Dolayısıyla 5 Aralık, kadınların sosyal
alanda hukuksal eşitliğinin tescilidir.
1934’te sağlanan bu eşitliğin ardından
Şubat 1935’te yapılan seçimde Türkiye
Cumhuriyeti’nde kadın vatandaşlar da
TBMM’ye girmiştir. Bu tabii yeni kurulan Cumhuriyet’in vatandaşa bakışını gösterir. Kadın ve erkeği eşit birer
vatandaş kabul etmesini, vatandaşın
hukuki anlamda eşitlenmesini ifade
eder. Bu durum dünyadaki konjonktürel gelişmelerin de içindedir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tam
olarak teslimi ayrı ayrı zamanlarda
gelmiştir. Dünyada bir ilk dalga vardır; seçme hakkı önce Finlandiya’da
verilmiştir. İkinci dalgada Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kadınlar
da eşit yurttaşlık hak kına
erişmiştir, ama kağıt üzerinde... O dönemde toplumda
çok önemli yerler işgal
eden bir grup kadın
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün desteğiyle Meclis’e girmiştir. Bu noktada o günden sonra ne olduğuna da bakmamız
lazım. O gün bu hak arayışının tamama ermesiyle beraber
siyasete asılma anlamında bir rehavet olmuş. Sonrasında
Meclis’teki kadın milletvekili sayısı çok uzun yıllar 1935’teki
rakamın gerisinde kalmış.
2011 seçimleri sonrasında Meclis’te 79 kadın milletvekili yer alıyor. Türk kadınının seçme ve seçilme
hakkını elde ettiği 5 Aralık 1934’ten bu yana en fazla
kadın milletvekili bu dönemde bulunuyor. Ancak
üzülerek ifade ediyorum ki kadın üzerinden siyasetin en fazla yapıldığı, kadının mahrem alanının en
çok hırpalandığı dönemi yaşıyoruz. Ayrıca geçmiş
dönemlere göre sayısal artış olsa da Meclis’teki
kadınların birçoğu görünür değil. Kadın
milletvekillerinin birçoğu yemin etmeleri
dışında, belki illeriyle ilgili önemli bir konuda söz almaları dışında kürsüye çıkıp
konuşmamışlardır. Kadınların siyaseten
ne söyledikleri çok önemlidir. Edilgen
bir siyaset yapılmamalıdır. Milliyetçi
Aralık 2013
29
30
KapakGörüş
Hareket Partisi olarak bizim önceliğimiz memleketi tanıyan, ülkenin sosyal
yapısını bilen, kendi alanında bilgi sahibi, etkin siyaset yapabilecek kişilerin
Meclis’te olmasıdır.
“Kadınlar yerel
yönetimde de başarılı”
Siyaset yalnızca Türkiye Büyük Millet
Meclisi çatısı altında yapılmıyor. Yerel
yönetimler ve siyasi parti teşkilatları da
büyük önem taşıyor. Sizin tarlada iziniz
olması gerekiyor ki hasatta da gözünüz
ve hakkınız olsun. Milliyetçi Hareket
Partisi’nde 1987’den sonra Başkanlık
Divanı’nda defaatle kadınlar da yer
aldı. Geçen dönemde ilk kadın Genel
Başkan Yardımcısı bendim, bu dönemde iki kişiyiz. Parti olarak önceliğimiz
teşkilat yapılanmasında kadınların sa-
Aralık 2013
“Kadınların
olduğu
yerde uzlaşma
kültürü daha
yaygın oluyor.
İnsanlar hem
davranışlarına
hem de
ifadelerine
daha çok
dikkat ediyor.”
yısının artmasıdır. İlçe teşkilatlarımızda kadın başkanlarımız
var, ama il kadın başkanımız yok. Bir ili bir kadın başkanın
nasıl yönettiğinin pratiğinin yaşanmasını arzu ediyorum. Ben
çok başarılı olacağına inanıyorum. Yerel seçimler yaklaşırken
belediye başkan adaylarımızı 29 Eylül’den itibaren açıklamaya
başladık. Şu ana kadar Yalova, Zonguldak, Sakarya-Sapanca
ve Bilecik olmak üzere dört yerde kadın adayımız var. Bu sayı
önümüzdeki günlerde artacaktır. Belediye Meclis adaylıklarında ise çok fazla sayıda kadın arkadaşımız var.
Yerel yönetim kadını doğrudan ilgilendiriyor. Yanmayan
sokak lambası da, toplanmayan çöpler de, çamurlu yollar da
kadının gündeminde yer alıyor. Dolayısıyla kadınların yerel
yönetimdeki sorunlarla ilgili hem bilgi sahibi olduğunu hem
de çözüm konusunda çok başarılı çalışmalar yapacağını düşünüyorum. Kadınların olduğu yerde uzlaşma kültürü daha
yaygın oluyor. İnsanlar hem davranışlarına hem de ifadelerine daha çok dikkat ediyor. Örneğin, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde kadın başkanvekillerinin yönettiği oturumlar
daha sakin geçiyor. Hakkaniyetli bir tutum sergilemeleri de
Genel Kurul Salonu’ndaki ortamı rahatlatıyor.
KapakGörüş
Pervin Buldan
BDP Grup Başkanvekili ve Iğdır Milletvekili
K
adına seçme ve seçilme hakkının tanınması Türkiye
açısından bir devrimdir. Çünkü kadınlar 5 bin yıllık
erkek egemen zihniyeti karşısında sürekli yok sayılmış,
baskı ve şiddete maruz kalmıştır. Dolayısıyla böylesi bir
devrimle birlikte kadınların siyaset alanında yer almaları
paha biçilmez değerdedir.
Bugünkü tabloya baktığımızda kadınların temsiliyet
gücünün de karar mekanizmalarındaki yerlerinin de çok
yeterli olmadığını düşünüyorum. Çünkü bizler erkeklerle
eşit haklara sahip bireyler olarak onların elde ettiği imkanlara sahip olmayı istiyoruz. Bunun mücadelesini de yıllardır
vermeye çalışıyoruz. Her ne kadar erkek egemen sistem
karşımıza zorluklar çıkarsa da çok ağır bedeller ödeyerek
mücadelemizi bugünlere getirebildik.
Barış ve Demokrasi Partisi’nin kadına yaklaşımı zaten
açık ve ortada. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdiğimiz
günden itibaren kadınların karar mekanizmalarındaki yerinin ve eşit temsiliyetinin önemini ifade ettik. Eşit temsiliyet
açısından bazı görevleri paylaşmaya başladık. Eşbaşkanlık
sistemi uygulayarak genel merkezimizde genel başkanlar
düzeyinde bunu oturtmaya çalıştık. Yine il ve ilçe teşkilatlarımızda, belediye başkanlığında, grup başkanvekilliklerinde kadın-erkek temsiliyetini sağlamayı hedef ledik. Bu
konuda çok başarılı olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Grup başkanvekilliklerinde diğer partilere de örnek
olmamız başarımızın bir göstergesidir.
Bildiğiniz gibi parti olarak yüzde 40 kadın
kotamız vardı. Bu dönemden itibaren kadın
kotasını da bırakıp yerel yönetimde de eşit
temsiliyeti, eşbaşkanlık sistemini hayata geçirmeye çalışıyoruz. Yerel seçimlerde bütün
belediyelerimizde eşbaşkanlık sistemini
uygulamaya başlayacağız. Bunun adımlarını
da attık. Kadın başkanın bulunduğu belediyede erkeğin eşbaşkan olacağı, erkek başkanın bulunduğu belediyede ise kadının
eşbaşkan olacağı bir sistemi
uygulamayı, böylece eşit temsiliyeti belediye başkanlığı
düzeyinde de Türkiye’nin
gündemine getirmeyi
düşünüyoruz.
“Görüş alışverişinde bulunmalıyız”
Yaklaşık iki yıldır Grup Başkanvekilliği yapıyorum. Milletvekili olmamın ötesinde Grup
Başkanvekili olarak da Meclis çalışmalarını
yakından takip ediyorum. Siyasette kadını
konuşurken bir noktanın altını çizmek istiyorum. Kadın milletvekillerinin sık sık bir
araya gelebilmesi gerekiyor. Her konuda
tartışabileceğimiz, görüş alışverişinde
bulunabileceğimiz, kadını yok sayan
bakış açısını ters yüz edebilecek bir
birlikteliği sağlayabileceğimiz ortamlar yaratmamız lazım. Birkaç sefer
kadın milletvekili arkadaşımıza
söylenen söz üzerine bir araya gelebildik, ama bunun daha sık olması
gerekiyor.
Aralık 2013
31
Madalyonun iki yüzü
PARLAMENTO SARAYI
Yeni ve modern yaklaşımların kültürel mirasları ve geleneksel öğeleri farklı perspektiflerden
değerlendirdiği bir çağda yaşıyoruz. Romanya’nın Parlamento Sarayı da böyle bir anlayışın ürünü olarak
geleneksel Romen mimarisinden ayrılan, bir dönemin büyük tartışmalara yol açan en etkileyici yapısı.
Bükreş’in simgesi, bugün dünyanın en geniş alana yayılmış sivil binası olarak bir rekoru da elinde tutuyor.
Elif Çelik
D
ünyanın en büyük, en pahalı binası
niteliklerini taşıyan Parlamento
Sarayı bir milletin en acı, en zorlu
günlerinin de hatırlatıcısıdır aslında.
“Romanya’nın diktatörü ” Nikolay
Çavuşesku, gücünün simgesi olarak
sosyalizmin kalesi Bükreş’te görkemli
bir bina yapılmasını istiyordu. Ne var
ki halk yoksulluk çekiyordu, böyle
büyük bir projeye karşı çıkmaya ise
kimsenin cesareti yoktu. İnşaatta ça-
Aralık 2013
lışan binlerce işçiden pek çoğu zorlu çalışma koşullarına dayanamayıp hayatını
kaybetmişti. Üstelik sarayın yapılabilmesi için Arsenal Tepesi’nde yer alan, tarihî
Romen mimarisinin önemli örnekleri sayılabilecek binalar yerlebir edilmişti.
Dolayısıyla Parlamento Sarayı tüm ihtişamına ve pahasına rağmen Romanya
halkı için yürek burkan bir simgedir.
Aşırılığın sembolü
Parlamento Sarayı, hayali oldukça eskiye dayanan, inşası ise daha yakın bir
tarihte gerçekleşmiş bir yapıdır. İki dünya savaşından ve 4 Mart 1977’de meydana gelen büyük depremden sonra, Romanya Komünist Partisi lideri ve Devlet
Başkanı Nikolay Çavuşesku yeni bir parlamento binası için yer arayışına girer.
Ardından Kral II. Carol’un 1935’te Meclis inşa ettirmek istediği, ancak 1938
yılında savaş başlayınca projesi kağıt
üzerinde kalan Arsenal Tepesi uygun
görülür. 1978-1979 yıllarında projeyi
gerçek leştirebilmek için mimarlar
arasında ulusal çapta bir yarışma
açılır. Sonunda 28 yaşında genç bir
kadın mimar olan Anca Petrescu yarışmayı kazanır ve dev projenin baş
mimarı olarak atanır. Binanın temeli,
25 Haziran 1984 tarihinde resmî bir
törenle atılır.
Anca Petrescu dışında 700 civarında mimarın emek verdiği yapı,
pek çok mimari öğenin kullanıldığı,
eklektik bir neoklasik bina örneğidir.
İnşaat sırasında sadece Romen malzemeleri kullanıldığı rivayet edilir.
Bir milyon metreküp Transilvanya
mermeri, iç dekorasyonda kullanılan
avizeler, aynalar ve şamdanlar için üç
bin beş yüz ton kristal, yedi yüz bin
Sarayın en etkileyici bölümlerinden biri olan “A.I. Cuza Salonu”, binanın merkez ekseninde yer alıyor. Pembe ağırlıklı dekore edilen
salon, ana öğeler olan Korint sütunları ve Romanya’ya özgü Brâncovenesc aksesuarlarıyla eklektik bir kompozisyon oluşturuyor.
Aralık 2013
34
Dünya Parlamentoları
“İnsan Hakları Salonu”, mimarın Rönesans stilini geleneksel Romen mimarisiyle yorumladığı bir bölüm. Ahşap ağırlıklı dekorasyonun en göze çarpan öğesi ise gösterişli bir avize.
ton çelik ve tunç, dokuz yüz bin metreküp ahşap ve iki yüz bin metrekare
yün bunlardan bazılarıdır.
Resmî kaynaklarda açıkça belirtilmese de inşaat boyunca yaklaşık 20 bin
işçinin haftanın yedi günü, yirmi dört
saat çalıştırıldığı ve projeyi finanse
edebilmek için Çavuşesku’nun büyük
miktarlarda dış borç aldığı söylenir.
Bu borçların ödenme süreci ise üretilen
zirai ve endüstriyel ürünlerin dışarıya
ihraç edilmesi, dolayısıyla halkın kendisinin aç kalması, gaz ve elektrik kesintilerine gidilmesi gibi zaten yoksul
olan Romenleri daha da mağdur eden
uygulamalarla sonuçlanmıştır.
1989 yılında, halkın ayaklanması sonucu Romanya’da askerî darbe yapılır
ve Nikolay Çavuşesku ile karısı Elena
televizyonda canlı yayınlanan mahkeme sonucu, mal varlığının kanun dışı
büyümesi ve soykırım gibi suçlamalarla ölüm cezasına çarptırılarak kurşuna
dizilir. Tüm bu olaylar meydana geldiğinde, Parlamento Sarayı’nın inşası
henüz bitmiştir.
Halkın evi: Utanç
mı, gurur mu?
Parlamento içindeki önemli kısımlara Romanya tarihinden kişilerin adları verilmiş. Bunlardan biri de Romen devrimci, düşünür ve
siyaset adamı Nicolae Bălcescu’nun (1819-1852) adını taşıyor. Salon, Dor düzeninde tunç ve pembe mermer sütunlarla süslenmiş,
perdeler hakiki ipek, mobilyalar ise pirinç.
Aralık 2013
Başta devlet başkanı konutu, yüksek
mahkeme, hükümet ve meclisin bir
arada olduğu bir proje olarak tasarlanan bina, 1996’dan bu yana yalnızca
Romanya Millet Meclisi’ne ev sahipliği
yapıyor. Saray içinde pek çok gösterişli
konferans, konser ve misafir salonu ile
çeşitli amaçlar için kullanılan odalar
yer alıyor. Modern Sanatlar Müzesi
olarak kullanılan cam bölme ise 20032004 yıllarında yapıya eklenmiş.
Bükreş’in tartışmasız en ihtişamlı
yapısı olan Parlamento Sarayı, Çavuşesku tarafından “Cumhuriyet evi”
diye adlandırılmış olsa da bugün “halkın evi” olarak anılıyor. Yapıyı ziyaret
ettiğinizde rehberinize “Binanın inşası
sırasında kaç işçi öldü?”, “Binanın
Dünya Parlamentoları
Muhtemelen
Çavuşesku’nun
halka hitap etmesi için
tasarlanan balkona, ilk
kez dünyaca ünlü pop
yıldızı Michael Jackson
Bükreş ziyaretinde
çıkar ve hayranlarına
“Budapeşte’yi seviyorum!”
diye seslenir. Bu ufak
dil sürçmesinden birkaç
dakika sonra Jackson’ın
helikopteriyle oradan
uzaklaştığı rivayet edilir.
Fuar, sergi, kokteyl gibi etkinliklere ev sahipliği yapan “Take
Ionescu Salonu”nun dekorasyonunda Doğu öğeleri kullanılmış. Tavanı altın varaklı süslemelerle bezenmiş salonda,
beyaz mermerden sütunlar yer alıyor.
bugün kaçta kaçı kullanılıyor?”, “Yeraltında binanın kaç katı var, tüneller var
mı?” gibi sorular sorarsanız “Resmî olarak bu soruları cevaplayamam” karşılığını alıyorsunuz. Gerçek şu ki Parlamento Sarayı hem şehirle hem de insanlarla
etkileşimi bakımından iyi, kötü, güzel, çirkin, değersiz gibi mimari ve estetik
niteliklerin hiçbirini tek başına taşımıyor. Romanya halkının bir kısmının gurur
duyduğu, geri kalanınsa utanç kaynağı olarak gördüğü bu yapı, tüm ikilemlere ve
çağrışımlarına rağmen Bükreş’e yolu düşen turistlerin görmeden geçmeyeceği bir
cazibeye sahip.
Aralık 2013
35
36
Dosya
Engelleri
kaldırmak mümkün
Toplumu meydana getiren yap-bozun birer
parçası onlar... 3 Aralık Dünya Engelliler
Günü dolayısıyla fırsat eşitliği, vatandaşlık
ve insan hakları, temsil edilme, sosyal
statü gibi bazen görmediğimiz, bazen
duymadığımız sorunlar çerçevesinde
engellilerin yaşantısına mercek tuttuk.
Deniz Varol
Ö
ncelikle Türkiye’de hemen hemen
aynı anlamda kullanılan “engelli”,
“özürlü”, “sakat” kelimeleri arasında
bir ayrım yapmak gerek. Kelime anlamı
olarak sakatlık, vücutta hasta veya eksik
bir organ olması hali, yani fizyolojik bir
durumdur. Engelli olma ise sakat insanların gündelik yaşamlarını sürdürürken
karşılaştıkları birtakım kısıtlılık veya
mağduriyeti ifade ediyor. Türkiye’de
“Sakatlar Derneği”, “Sakatlar Konfederasyonu”, “Özürlüler Vakfı” gibi isimlerde kurum ve kuruluşlar mevcut olmakla
birlikte, toplumda aşağılama olarak
algılanan “sakat” veya “özürlü” yerine
“engelli” kelimesinin kullanılmasına
özen gösteriliyor.
Aralık 2013
Tarihsel süreçte sakat ayrımcılığına baktığımızda, özellikle Ortaçağ Avrupası’nda
bu insanların kötü, ilahî bir cezaya çarptırılmış veya içine şeytan girmiş olduğu
inançları göze çarpar. Günahkâr annelerin sakat çocuk doğurduğu veya ebelik
yapan “cadı”ların sakat doğumlara neden olduğu da o dönemde yaygın bir inanıştı.
Daha eskiye baktığımızda bu ayrımcılık Antik Yunan filozofu Platon’a (MÖ 427MÖ 347) kadar uzanıyor. Platon, aile kurma ve çocuk dünyaya getirmenin devlet
tarafından kontrol edilmesi gerektiğini söylüyor, hem bedensel hem de zihinsel
üstünlüklere göre toplumu sınıflandırıyordu. Benzer görüşlerin çağımızda bile
oldukça geniş çapta kabul görmesi dikkat çekicidir. Söz gelimi 20. yüzyılda fazlaca
taraftar bulan Öjenik* dünya görüşü, sakat insanların ayıklanması, sadece sağlıklı
insanların birbiriyle çiftleşmesi, sağlıklı ceninlerin yaşamasına izin verilmesine
Özel eğitimci ve danışmanların yetiştirilmeleri, eğitim kurumlarının gerekli
fiziksel düzenlemelere ve ders araç-gereçlerine sahip olmaları engellilerin
toplumla bütünleşmesini sağlamak açısından önemlidir.
* Yunancada “iyi tür” anlamındaki eugenics kelimesinden gelmektedir.
Dosya
Ulaşımla
birlikte
istihdam
da engellilerin
kanayan
bir yarası.
İşverenlerin
engellilerin “iş
göremeyeceği”
kanısı, ne yazık
ki onları engelli
olmayanlara
göre daha
uzun süreler
iş hayatından
uzak tutuyor.
düzenlemeler yapıldığı önem kazanıyor. Konuya yönelik
farkındalık ve bilginin pek çok ülkede düşük olduğu bir
gerçektir. Zira engelliler, sahip oldukları sakatlığın fizyolojik veya psikolojik etkilerinden ziyade toplum tarafından
dışlanmakla başa çıkmak zorunda kalıyorlar.
Engelli oluşun insan hakları açısından ilk kez ele alınması
ve engellilere yönelik ayrımcılığın yasaklanması, 1975’te yayımlanan “Engelli Kişilerin Hakları Bildirgesi” ile olmuş. Bu
bildirge, engellilerin rehabilitasyon ve bakım ihtiyaçlarının
karşılanması yanında eğitim, ulaşım, iş gibi konularda da
eşit muamele görmelerini öngörür. Engellilerin haklarına
yönelik dünya çapındaki en önemli gelişme ise 2007’de imzalanan “Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin
Sözleşme”dir.
Türkiye’de engellilerin durumu
Engelli nüfusun yaşam standartlarının yükseltilmesi ve
onların toplumsal hayatta daha fazla yer edinebilmesi için
yapılan düzenlemelerin yeterliliği, hiç sonlanmayan bir tartışmanın konusudur şüphesiz. Türkiye’de engelli nüfusun 8
buçuk milyon civarında olduğu biliniyor. Ülkemizde yürüme
engelliler için yaya kaldırımlarının yanına yapılan rampalar,
metrolar ile alt ve üst geçitlerdeki asansörler, görme engelliler
için kaldırımlara yapılan hissedilebilir “yön bulma” şeritleri,
yüksekliği az kaldırımlar, sesli trafik lambaları, Braille alfabesiyle yazılan otobüs ve vapur tarifeleri ulaşım konusundaki
sorunları bir nebze de olsa çözmeye yönelik. Ne var ki toplu
dayanır. Amaçlanan şey, bu yolla “ıslah
edilmiş” ve sağlıklı bir insan ırkının
yetiştirilmesi. Bu görüşü destekleyenlerden Alman Biyolog Ernst Haeckel
(1834-1919), sakat doğan bebeklerin
derhal öldürülmesi gerektiğini, zaten yeni doğanların zihinsel yetileri
gelişmiş olmadığı için bunun cinayet
sayılamayacağını ileri sürmüştü. Bu
tür politikalar, sadece Amerika Birleşik
Devletleri’nde binlerce sakat insanın
kısırlaştırılmasına neden oldu.
Konuya toplumsal olarak yaklaştığımızda, tıbbi bir sorun olan sakatlığın
iyileştirilmesini değil, engelli olmanın
getirdiği mağduriyeti ele alıyoruz. Bu
noktada engellilerin yaşam kalitesini
yükseltmek için ne gibi çalışmalar ve
Aralık 2013
37
38
Dosya
taşıma araçlarını kullanamıyor olmak bu nüfusun yaşamını kısıtlayan etkenlerin
başında geliyor. Ulaşımla birlikte istihdam da engellilerin kanayan bir yarası. İşverenlerin engellilerin “iş göremeyeceği” kanısı, ne yazık ki onları engelli olmayanlara
göre daha uzun süreler iş hayatından uzak tutuyor. İş bulmakta şanslı olanlar ise
işyerinin yüksek bir katta olması, binada asansörün bulunmaması, işyerinde bir
yürüme engellinin kullanabileceği tuvaletin olmaması gibi önemli, ama üzerinde
yeterince durulmayan sebepler yüzünden hayal kırıklığı yaşayabiliyorlar. Engelli
çocuklar için ayrı okulların açılması veya engelli yetişkinlerin evden çalışabileceği
iş projelerinin sağlanması ise engelli nüfusun büyük bir bölümü tarafından bir
ayrımcılık ve dışlanma olarak görülüyor.
Siyasi haklar: Herkes için eşitlik
Engellilerin siyasi haklardan yararlanma şansının engelli olmayanlara göre daha
sınırlı olduğu bilinen bir gerçek. Siyasi haklar konusu, genel olarak “oy kullanma
Engellilerin toplum hayatına tam katılımı, onların da “üreten” olmasını sağlamakla; engelli
bireyi ötekileştirmeden, pozitif ayrımcılığa gerek duymadan olduğu gibi kabul etmekle
mümkün olabilir.
Aralık 2013
hakkı” açısından ele alındığı için öncelikle bu konuya değinelim. Engellilerin
seçimlere düşük oranda katılmalarının
başlıca nedeni, seçim sandıklarının
fiziksel erişilebilirliğinin yeterli olmaması. Yürüme engellilerin sandıklara
ulaşabilmelerini sağlayacak rampaların, özel oy kabinleri veya sandıkların
yoksunluğu maalesef en büyük engel.
Ayrıca görme engellilere oy pusulaları veya sandıklarla ilgili bilgileri
verecek kişilerin olmayışı büyük bir
sorun teşkil ediyor. Bu vatandaşların
gizli ve bağımsız oy verme hakkından
mahrum kalıyor olmaları ise ayrı bir
tartışmanın konusu.
Yapılan araştırmalar, engelli oldukları seçmen kütüklerinde belirtilmiş
olmasına rağmen oy sandıklarında
gerekli düzenlemelerin yapılmaması
Dosya
TBMM’ye giren ilk görme engelli milletvekili Lokman
Ayva, 2002 seçimlerinde AK Parti İstanbul Milletvekili
oldu, ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde
ilk görme engelli üye olarak Türkiye’yi temsil etti.
engelli vatandaşların yaşadıkları ayrımcılık ve zorluklar
karşısında haklarını savunacak siyasetçilere ihtiyaç duymaları da haklı görülüyor. Engelli nüfus, Meclis’te kendilerini
temsil edebilecek engelli milletvekillerinin olmasıyla farkındalık ve duyarlılık açısından yol kat edileceği konusunda
hemfikir. 12 Haziran 2011 seçimlerinde engelli milletvekili
adayları CHP’li Şafak Pavey (İstanbul) ile AK Partili Abdurrahim Akdağ (Mardin) ve Gürsoy Erol (İstanbul) 24.
Dönem’de TBMM çatısı altında yer aldı.
Engellilerin siyasi parti kurma girişimlerinin ise uzun
soluklu olamadığı görülür. Daha önce engellilerin haklarını
koruma ve savunma misyonuyla kurulan, ama kapatılan bazı
siyasi partiler oldu. 8 Mayıs 2012 tarihinde ortopedik engelli
Muharrem Parmaksız tarafından kurulan Engelsiz Türkiye
Partisi ise halen aktif. Parti, on altısı engelli, toplam otuz iki
üyeden oluşuyor.
nedeniyle bu vatandaşların sıra beklemeleri veya refakatçi
eşliğinde oy kullanmalarına izin verilmemesi gibi sorunlar
yaşandığını gösteriyor. Kamu görevlerine iştirak, siyasi partilere üye olma gibi diğer faaliyetler ise tahmin edileceği üzere
çok daha düşük oranlara sahip. Siyasi hayata atılmak isteyen
engelliler aktif olarak çalıştırılmama veya engelli oldukları için
üyelik başvurularının baştan kabul edilmemesi gibi sorunlarla
karşılaşabiliyorlar.
Toplumsal haklar konusunda çözüm yollarının çoğunlukla
siyasetten geçiyor olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu bakımdan
Engelli nüfus, Meclis’te
kendilerini temsil edebilecek
engelli milletvekillerinin
olmasıyla farkındalık ve
duyarlılık açısından yol kat
edileceği konusunda hemfikir.
Aralık 2013
39
40
DosyaRöportaj
Abdurrahim Akdağ:
En büyük engel
zihinlerdeki ve
gönüllerdeki
engeldir
Röportajlar: Nehir Öztürk
M
ardin… Güneydoğu’nun büyüleyici kenti; tarih, kültür ve
medeniyetler diyarı… Takvimler 1960 yılını gösterirken
Mardin’in Kızıltepe ilçesinde doğar Abdurrahim Akdağ.
Özel bir çocuk olarak gelir dünyaya. Sol kolundaki engelini
görenler “Akraba evliliği mi?” diye sorar hemen. Öyle değildir
aslında. Doktorlar annenin hamilelik sırasında kullanmış olabileceği bir ilaca ya da köydeki ağır çalışma şartlarına bağlar
bu durumu. Akdağ ise maddi imkansızlıklar ve kaderin de
payı olduğunu düşünür hep. Engeli onun için her zaman itici
bir güç olur. İş hayatında kariyer basamaklarını teker teker
çıkar ve 2011 yılında AK Parti Mardin Milletvekili seçilir.
Engel tanımayan yaşam yolculuğu ise herkese örnek olur.
Abdurrahim Akdağ, milletvekili olarak Meclis’te tüm
vatandaşları temsil ediyor şüphesiz. Ancak özel durumu
nedeniyle engellilere yönelik çalışmaları ayrı bir yer tutuyor.
Nüfusumuzun yüzde 12’sini engellilerin oluşturduğunu
anımsatan Akdağ, “Toplumumuzun dezavantajlı kesimini
oluşturan bu vatandaşlarımız, duygularını ve sıkıntılarını
Aralık 2013
en iyi engelli milletvekillerinin anlayabileceği düşüncesiyle
bize ulaşıyor. Biz de onların beklentilerini karşılayabilecek,
sorunlarına çözüm sağlayabilecek çalışmalarda aktif olarak
yer alıyoruz” diyor.
Akdağ, hem Meclis’te hem de AK Parti Engelliler Koordinasyon Merkezi’nde çalışmalar yürüttüklerini belirterek
şunları söylüyor: “Engelliler Koordinasyon Merkezimizde
bugüne kadar engellilerle alakalı 12 çalıştay yapıldı. Bu çalıştaylar sosyal politikaların belirlenmesinde bize yol gösteriyor.
Engelli vatandaşlarımızın istihdamından sosyal haklarına,
ilaca erişimlerinden günlük hayatlarının kolaylaştırılmasına
kadar pek çok konuda önemli merhaleler kat edildi. Hükümetimizin bu konularda ciddi çalışmaları oldu. Dünyada ilk
kez engel gruplarına göre sınav yapıldı ve bunun sonucunda
2013 yılı içerisinde yaklaşık 16 bin engelliye istihdam sağlandı. Böylece engellileri üretici hale getirmeye, kendi ayakları
üzerinde durabilmelerini sağlamaya yönelik çalışmalara bir
yenisi eklendi.”
DosyaRöportaj
Röportaj
muafiyeti sağlamak, hatta pozitif bir
ayrımcılık olarak milletvekilliğine
müracaat ederken bağ ışta bu lunmamak için rapor almak zorunda
kaldım. Oysa benim gibi kalıcı engeli
bulunanların bir defa rapor alması
yeterli olmalı ve bu durumu belgeleyen bir kimlik kurumlar tarafından
kabul edilmeli. Engelliler Koordinasyon Merkezimizde bu konu üzerinde
çalışmalar yapıyoruz” diye konuşuyor.
“En zor işlere talip oldum”
“Bugün milletvekili olarak Meclis’te
bulunmamın temel nedenlerinden biri,
engellerin bir kenara konularak tüm
zorlukların aşılabileceğini göstermektir.”
“Komisyon oluşturduk, rapor hazırladık”
Abdurrahim Akdağ, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi olduğunu
ifade ederek, “Komisyonumuz Engelli Alt Komisyonu oluşturdu ve özel durumum
nedeniyle tüm partilerin ittifakıyla başkanlığa getirildim. İstanbul, Kayseri,
Mersin ve Ankara’da kamuya ait ve özel engelli eğitim merkezlerini inceledik,
uygulamaları yerinde gördük. Bazı aksaklıklar, eksiklikler tespit etmekle beraber, çok ciddi adımlar atıldığını, büyük ölçüde modern ortamlar sağlandığını
gözlemledik. Toplumumuzun bu dezavantajlı kesiminin kaldığı merkezlerin
denetim ve kontrollerinin çok düzenli yapılması gerektiğini de dile getirdik. Alt
Komisyonumuzun çalışmaları sonunda bir rapor hazırlayıp Meclis Başkanlığı’na
ve ilgili bakanlıklara gönderdik. Çok faydalı bir çalışma ortaya konulduğunu
düşünüyorum” diye konuşuyor.
AK Parti Mardin Milletvekili Abdurrahim Akdağ, engellilerin toplumsal yaşam alanlarına, toplu taşıma araçlarına erişebilirliği açısından yapılması gereken
çalışmalar olduğunu belirtiyor. Bir başka önemli noktaya işaret eden Akdağ,
“Bugüne kadar memuriyete girmek, askerlik yapamayacağımı belgelemek, vergi
Abdurrahim Akdağ, engellilerin hakları konusunda bireylerin, ailelerin
ve toplumun giderek bilinçlendiğine
işaret ederek, “Engellilerimiz artık
dör t duvar arasında saklan mıyor.
Nasıl eğitim alabileceklerini, nasıl
sosyalleşebileceklerini biliyorlar.
Bunda sosyal politikaların ve sosyal
yardımların büyük etkisi var” diyor.
AK Partili vekil, kendi yaşamından
örnekle engellilere şu mesajı veriyor:
“En büy ü k engel zihinlerdek i ve
gönüllerdeki engeldir. Memuriyete
başladığımda en zor işlere talip oldum. Şef, müdür yardımcısı, müdür
basamaklarını tek tek çıktım. Azmin,
kararlılığın, özgüvenin insana çok
şey yaptırabileceğine inanıyor um.
Bugün milletvekili olarak Meclis’te
bulunmamın temel nedenlerinden
biri, engellerin bir kenara konularak
tüm zorlukların aşılabileceğini göstermektir. Kendi engelimle, çevremle,
toplumumla barışık olmamın bana
avantaj sağladığını biliyorum. Bütün
engelli kardeşlerime de şunu söylüyorum; beyniniz var, yüreğiniz var,
insan sevginiz var. Yapabileceğiniz
çok şey olduğunu unutmayın. ‘Ben
yaparım’ diyorsanız, hayallerinizin
de ötesinde gerçekleştirecekleriniz
olduğunu bilin. İnsan olarak ardınızda
bir hoş seda bırakmanızın engellere
takılmamasını diliyorum.”
Aralık 2013
41
42
DosyaRöportaj
Mesut Dedeoğlu:
Engellilerle
beraber
çalışmak bir
tutkudur
R
üzgar gibi koşuyor, isabetli şutlarla
fileleri havalandırıyor, parmaklarının ucunda dünyaları kaldırıyorlar.
Her kulaçta başarıya biraz daha yaklaşan da, ustaca hamlelerle satrançta
rakip tanımayan da onlar. Görmemeleri, işitmemeleri, yürüyememeleri
spor yapmalarına engel değil. Öyle
başarılara imza atıyorlar ki dünyanın
dört bir yanında ayakta alkışlanıyor,
ay-yıldızlı bayrağımızı gururla dalgalandırıyorlar. Engelli sporcular söz
konusu olduğunda Meclis’te ilk akla
gelen isimlerden biri, MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu.
2004-2011 yılları arasında Türkiye
Görme Engelliler Spor Federasyonu
Başkanlığı yapan Dedeoğlu, “Engelli
kardeşlerimle birlikte sekiz yıl geçir-
Aralık 2013
dik. Beraber güldük, beraber ağladık. Türkiye’ye ilk kez kazandırdığımız kupaların,
madalyaların mutluluğunu paylaştık. Hayatımın en güzel günleriydi” diyor. Engelli
sporculardan söz ederken duyduğu heyecana yakından tanık olduğumuz MHP’li
vekil, “Engellilerle beraber çalışmak bir tutkudur” diye konuşuyor.
Mesut Dedeoğlu’nun görme engelli sporcularla birlikte geçirdiği yıllar milletvekilliğinin hemen öncesine denk geliyor. 2011 yılında Meclis çatısı altında yer alan
Dedeoğlu, “Milletvekili olmam engelli kardeşlerimle iletişimimi azaltmadı, aksine
artırdı. Onlar beni Meclis’te sürekli ziyaret ediyorlar. Milletvekili olarak ben de
tüm engelli kardeşlerimizin sorunlarını Meclisimizde dile getiriyorum. Eğitimden
sağlığa, istihdamdan spora kadar her alanda karşılaştıkları problemlerin çözümüne
katkıda bulunacak çalışmalar yapmaya büyük özen gösteriyorum” diyor.
“Engelliye acımamak, ona imkan sunmak lazım”
Dedeoğlu, engellilerin günlük hayatlarını sürdürürken başta ulaşım olmak üzere
pek çok “engel”le karşılaştığını belirterek şu önemli noktanın altını çiziyor: “Bir
ülkenin gelişmişlik düzeyi engellisine verdiği değerle ölçülür. Gelişmiş ülkelerde
bir engelli evinden çıktığında hiç kimseden yardım almadan dilediği yere gidebilir.
İster görme engelli ister ortopedik engelli olsun o kişinin sorunsuz bir şekilde hayatını sürdürebilmesi için türlü önlemler alınmıştır. Ülkemiz bu konularda çok yol
DosyaRöportaj
Röportaj
kat etmiş olsa da henüz istenen düzeye ulaşılamamıştır. Örneğin görme engellilere
yönelik şeritler belli bir noktada başlayıp bitiyorsa, kaldırımlarda hâlâ rampalar
yoksa, toplu taşıma araçları engellilerin kullanımına uygun değilse daha yapılacak
çok iş var demektir. Engellilerin istihdamı çok önemli bir başka konudur. Kamuda
ve özel sektörde engelliler için ayrılan kadroların iki katına çıkarılması için kanun
teklifi verdim. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki mevcut kadrolarda bile boşluk
var. Bu kadrolar doldurularak engellilerin iş hayatına atılmalarına, kendi ayakları
üzerinde durmalarına imkan sağlanması gerekiyor.”
MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, engelli sporcularla birlikte
geçirdiği yılların da tecrübesiyle önemli bir başka noktaya işaret ediyor. “Engelliye
acımamak, ona imkan sunmak lazım. Eğer bunu yaparsanız inanın o imkanı sonuna
kadar kullanır ve her alanda başarıya ulaşırlar” diyen Dedeoğlu, spor yöneticiliği
sırasında buna bizzat şahit olduğunu anlatıyor. Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu Başkanı olduğu 2004 yılında görme engelli sporcuların hiçbir uluslararası
yarışmaya katılmamış olduğunu ifade eden Dedeoğlu, “Altyapı yoktu. Antrenör,
hakem, sporcu yoktu. Görme engellilere yönelik oyunların tanınması, kurallarının
öğrenilmesi, ülkemizde kabul görmesi için çok çaba harcadık. Sporcularımızla el
ele verdik. Özveriyle ve inançla çalıştık. Sonunda Avrupa’da, dünyada, olimpiyat ve
paralimpik oyunlarında çok ciddi başarılar elde ettik” diyor. Ailelerin çocuklarına
verdiği desteğin ve özverili çabalarının da başarıda pay sahibi olduğunu vurgulayan
Dedeoğlu, “Aile, engeli ne olursa olsun çocuğuna inanır, onu desteklerse o çocuk
dört duvar arasından çıkar ve ayaklarının üzerinde durur. Bu elbette zordur, ama
imkansız değildir. Ben öyle engelliler tanıyorum ki eğitimden spora pek çok alanda
engeli olmayan kişilerden çok daha bilgili ve yetenekliler. Görme engelli sporcuların, bugün başladıkları satranç oyununa bir hafta sonra kaldıkları yerden devam
ettiklerine şahidim. İnanılmaz bir hafızaya sahipler” diye konuşuyor.
Mesut Dedeoğlu, 2012 Londra Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’nda goalball üçüncüsü olan millî takım sporcuları ve antrenörlerini İngiltere’de de yalnız bırakmadı.
“Bir ülkenin
gelişmişlik düzeyi
engellisine verdiği
değerle ölçülür.
Gelişmiş ülkelerde
bir engelli evinden
çıktığında hiç
kimseden yardım
almadan dilediği
yere gidebilir.”
“Başarı kolay kazanılmıyor”
Mesut Dedeoğlu, Federasyon Başkanlı­
ğı’nın yanı sıra Dünya Görme Engelliler
Spor Birliği (IBSA) Genel Sekreterliği,
Türkiye Millî Paralimpik Komitesi Yönetim Kurulu Üyeliği ve Asbaşkanlığı
görevlerinde de bulunduğunu anımsatarak, “İnsan yaptığı işi önce kendisi
bilecek ki faydalı olabilsin. O nedenle
ben de eşofmanlarımı giyip sporcularla
birlikte antrenman yaptım, beden eğitimi öğretmenleriyle birlikte Türkiye’nin
her ilinde seminerlere katıldım, yazılı
ve uygulamalı sınavlara girip hakem
oldum. Çünkü birlikte başaracağımıza
inandım; öyle de oldu” diyor. Mesut
Dedeoğlu, toplumun ve basının engelli
sporculara yaklaşımıyla ilgili sorumuzu
ise şöyle yanıtlıyor: “Toplumda ‘engelli
kişi spor mu yaparmış’ gibi bir düşünce
vardı. Ne kadar üzücü, ne kadar acı. Biz
yıllar içinde yürüttüğümüz çalışmalar
ve elde ettiğimiz başarılar sonucunda bu
düşüncenin yanlışlığını ortaya koyduk.
Engelli sporcularımız Avrupa’da, dünyada madalyalar aldığında, şampiyon
olduğunda basınımız bunları ne yazık ki
küçük birer haber olarak görüyor. Oysa
başarı kolay gelmiyor, o madalyalar ne
büyük mücadeleler sonunda kazanılıyor.
Bunu göz ardı etmemek, engelli sporcularımızı her alanda ödüllendirmek
gerekiyor.”
Aralık 2013
43
44
DosyaRöportaj
Gürsoy Erol:
El ele vererek,
birlikte
üreterek
hedeflerimize
ulaşacağız
T
rafik kazaları ülkemizin en can
yakıcı sorunlarından biri. Her yıl
binlerce kişi trafik canavarına yenik
düşerken yüz binlerce kişi yaralanıyor. Kazalar ülkemizdeki engellilik
oranını artıran en önemli etkenlerden
biri olarak karşımızda duruyor. AK
Parti İstanbul Milletvekili Gürsoy
Erol, 1995 yılında geçirdiği trafik
kazası nedeniyle yaşamını tekerlekli
sandalyede sürdürüyor. Kazadan sonraki zor süreci ailesinin de desteğiyle
atlatan Erol, engellerin aşılmaz olmadığını örnek yaşam öyküsüyle ortaya
koyuyor. 2002-2007 yılları arasındaki
22. Dönem’de de Meclis çatısı altında
yer alan ve ülkemizde engelliler hakkındaki ilk yasanın hazırlanmasına
çok önemli katkılarda bulunan Erol,
Aralık 2013
“Seçildikten sonra tüm milletimizin vekili olduk, ancak özel durumum dolayısıyla engellilerin sorunlarına da hassasiyetle eğiliyorum. Engelli vatandaşlarımız
da ülkemizin dört bir yanından telefonla arayarak ve ziyaretimize gelerek sıkıntılarını anlatıyorlar. Doğal olarak, engelli bir milletvekilinin dertlerini daha iyi
anlayacağını düşünüyorlar. Ben de yakından bildiğim, tanık olduğum problemlerin çözümü konusunda elimden gelen çabayı göstermeye gayret ediyorum” diyor.
Gürsoy Erol, engelsiz bir Türkiye hedefi doğrultusunda yoğun bir şekilde çalışmalarını sürdürdüklerini belirtiyor. 2005 yılında Türkiye’de ilk kez Engelliler
Hakkında Kanun’un çıkarıldığını anımsatan AK Partili vekil şunları söylüyor:
“Engellilerle ilgili olarak bazı kanunlarda, yönetmeliklerde maddeler yer alıyordu.
Biz dağınık haldeki mevzuatı, çok geniş kapsamlı düzenlemelerle birlikte tek bir
kanun çatısı altında topladık. Yasayla birlikte Türkiye’de engelliler açısından
birçok ilki başlattık. Mesela başta zihinseller olmak üzere engelli ailelerinin
‘Benden sonra çocuğum ne olacak?’ endişesini gidermek için bir çalışma yaptık.
Evde bakım ve kurumda bakım olmak üzere yeni bir sistem getirdik. Engellinin
şefkatli aile ortamında kalması bizim öncelikli tercihimiz. Böyle bir yaklaşım
içindeki ailelere devlet bir asgari ücret tutarında para ödüyor. Eğer anne-baba
yoksa veya aile engelli çocuğuna bakmak istemiyorsa o zaman kurumda bakım
devreye giriyor ve devlet kuruma iki asgari ücret tutarında para ödüyor. Yaptığı-
DosyaRöportaj
Röportaj
‘‘Sosyal ve maddi
yardımlar, ailelerin
bilinçlendirilmesi
gibi çalışmalarla
engelliler toplumsal
hayatın içinde yer
almaya başladı.’’
mız bir diğer çalışma çok düşük seviyedeki engelli maaşlarının ciddi bir oranda
artırılması oldu. Yine engellilerin eğitimi konusuna özel önem verdik. Eğitim
yardımında SSK’lı, Yeşil Kartlı, Bağkurlu ayrımını ortadan kaldırdık. Yüzde 40
ve üzeri engelli raporu bulunan herkesin eğitim yardımından yararlanmasını
sağladık. En önemli noktalardan biri ise engelliliğin ülkemizde herhangi bir
ayrımcılığa uğramayacağının teminat altına alınmış olmasıdır.”
“Meclis’te engeller yok”
Gürsoy Erol, yasada yer almasına rağmen henüz istenen düzeye gelinemeyen
konunun “erişebilirlik” olduğunu ifade ederek şu bilgileri aktarıyor: “Kanunda
şöyle bir madde var: ‘Kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevcut resmî yapılar,
mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve
benzeri sosyal ve kültürel altyapı alanları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından
yapılmış ve umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde engellilerin erişebilirliğine uygun duruma
getirilir’. Bu maddeyle ilgili sürekli bilgilendirme yapılmasına, geçen yıl yeni bir
düzenlemeyle üç yıllık son bir süre verilmesine ve ceza getirilmesine rağmen hâlâ
gerekli çalışmaların yeterli ölçüde yapılmadığını görüyoruz. Şimdi bu düzenlemelerin yapılması yönünde çok ciddi çalışmalar yürütülüyor.”
Gürsoy Erol, erişebilirlik açısından
Meclis’te bir sorun yaşanıp yaşanmadığını sorduğumuzda, “Meclisimiz
süre uzatılmasına gidilmeden gerekli
düzenlemeleri yaptı. Bu konuda bizim
de görüşlerimizi aldılar ve Meclisimiz engelsiz hale getirildi. Bunun
için teşekkür ediyoruz. Şunu da belirtmeliyim; Sayın Başbakanımızın
duyarlı yaklaşımıyla AK Parti Genel
Merkezimiz de tamamen engellilere
uygun bir bina olarak örnek teşkil ediyor” diye konuşuyor. Sosyal ve maddi
yardımlar, ailelerin bilinçlendirilmesi
gibi çalışmalarla engellilerin toplumsal hayatın içinde yer almaya, sokağa
çıkmaya başladığını ifade eden Erol,
istihdam rakamlarında da ciddi artışlar sağlandığını belirterek, “2023
yılında dünyanın ilk on ekonomisi
içinde yer alma hedefimiz tüm toplum
kesimlerinin üretime katılmasıyla gerçekleşecektir. Bu nedenle engellilerin iş
hayatına atılmasını, üretime katkı sağlamasını çok önemsiyoruz” diyor. Erol,
engellilere hiçbir zaman umutsuzluğa
kapılmamaları, kendi haklarını çok iyi
bilmeleri ve savunmaları çağrısında
bulunarak, “Çözemedikleri her problemde, yaşadıkları her sıkıntıda bize
başvurabilirler. Birlikte el ele vererek
engelleri aşmak için elimizden geleni
yapmaya hazırız” diye konuşuyor.
Aralık 2013
45
Mehmet Keçeciler:
Meclis’te tartışma
olursa köy kahvesinde
kavga çıkar
Siyasetin duayen isimlerinden Mehmet
Keçeciler, “Doğru söyleyen politikacı uzun
vadede kazanır. Ben tepki göreceğimi de
bilsem vatandaşa hep doğruları söyledim.
Sonuçta hiç seçim kaybetmedim” diyor.
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
A
namızın ak sütü, babamızın hakkı
söz konusuysa eğer, akan sular
durur elbet. Gözlerinin içine son kez
bakıp ellerine sıkıca sarıldığımızda
“Hak k ım helal olsun” sözünü duyabilmişsek iyi bir evlat olabilmişiz
demektir. Ne mutlu bize. Hayattayken
sırtımızı dayadığımız o koca çınarlar,
çoğu kez yaşam yolculuğumuzun da
rotasını çizer; bazen farkında olarak, bazen olmayarak. Tıpkı Mehmet
Keçeciler’in babasının yaptığı gibi.
1977 yılında evladını karşısına alıp
“Siyasete girmezsen babalık hakkımı
helal etmem” diyen Mehmet Emin
Keçeciler, o tarihte genç bir kaymakam
olan oğlunun hayatını değiştirir. Babasını kırmamak için politikaya atılan
Aralık 2013
Mehmet Keçeciler, belediye başkanlığı, milletvekilliği, bakanlık derken neredeyse
ömrünün yarısını siyasetle iç içe geçirir. Bundan da hiç pişmanlık duymaz; “İyi ki
siyasete girmişim” der.
Siyasetin duayen isimlerinden Mehmet Keçeciler bu ayki röportaj konuklarımız
arasında. Ofisinde sohbet ettiğimiz Keçeciler ile hem siyaset yolculuğunu hem de
Türkiye’nin yakın tarihindeki çeşitli olayların perde arkasını konuştuk. Tecrübeli
siyasetçi, ülke gündemindeki konulara ilişkin sorularımızı da yanıtladı.
Mehmet Keçeciler 1944 Konya doğumlu. Kentin köklü ailelerinden birine
mensup. Konya Yüksek İslam Enstitüsü ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ni bitiren Keçeciler, “İdari Şube’den mezun olunca on yıl kaymakamlık yaptım. Rize Fındıklı Kaymakamı’yken İçişleri Bakanlığı’nın açtığı sınavı
kazanarak staj yapmak üzere Fransa’ya gittim. Paris Uluslararası Amme İdaresi
Enstitisü’ne devam ettim ve eski Sorbonne’un hukuk fakültesinde idari bilimler
alanında yüksek lisans yaptım” diyor.
Mehmet Keçeciler’in Fransa’da olduğu dönemde takvimler 1977’yi gösteriyor.
Türkiye’de o yıl haziran ayında genel seçimler, aralıkta ise yerel seçimler yapılıyor.
Keçeciler’in siyasetle yolu yerel seçimler öncesinde kesişiyor. Mehmet Keçeciler o
günleri şöyle anlatıyor: “Ailemde siyasetçi yok, ama akrabalarımız arasında var.
Röportaj
“Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesi
istikametinde atılan adımları doğru buluyorum. Ancak bir şeye dikkat
etmek lazım. Türkiye’nin bölünmesini, bizim birbirimize düşmemizi
isteyen çok güçlü lobiler var. Bu lobilerin oyununa gelmemek gerekir.”
Konya eski Müftüsü ve bir dönem Milli Selamet Partisi (MSP) milletvekili Tahir
Büyükkörükçü, teyzemin kızının eşi. O ve partiden başka isimler MSP’den Konya
Belediye Başkan Adayı olmamı tavsiye etmişler. Erbakan Hoca da Konya’da seçimi ancak benimle kazanabileceğini tespit edince bu konuda çok ısrarcı oldular.
O zamanlar ben siyasete girmeyi düşünmüyordum. Tahir Büyükkörükçü babamı
ikna etmeseydi kimse beni politikaya sokamazdı. Babam ‘Hoca’yı kırarsan babalık
hakkımı helal etmem’ deyince adaylığı mecburen kabul ettim. Şimdi görüyorum
ki doğru bir karar vermişim.”
“Kudüs Mitingi’ni yapmayalım dedim”
Mehmet Keçeciler Konya Belediye Başkanı’yken 12 Eylül askerî darbesi olur. Darbenin gerekçelerinden biri olarak Konya’da düzenlenen Kudüs Mitingi gösterilir.
6 Eylül 1980 tarihindeki bu mitingin “12 Eylül’e giden yolda bardağı taşıran son
damla” olduğu açıklanır. Mehmet Keçeciler, Kudüs Mitingi’nin baş mimarı gibi
gösterildiğini, ancak bunun doğru olmadığını belirterek şunları söylüyor: “30
Ağustos’ta düzenlenen törenin ardından İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel beni ve Vali Bey’i kahve içmeye davet etti. Sohbete vesile olsun
diye ‘Paşam bu anarşi nasıl duracak?’ diye sordum. ‘Göreceksiniz bak nasıl dur-
duracağız, Şûra’da karar aldık’ dedi.
Ben ‘Peki nasıl durduracaksınız?’ diye
ısrar ettim. ‘Bundan sonra anarşisti
öyle hakim karşısına falan çıkartmak
yok; sokakta vurup öldüreceğiz’ dedi.
‘Aman Paşam hukuk devletinde böyle
bir şey olabilir mi, kanunlar var...’ diye
karşılık verdim. ‘O kanunları da biz
koyacağız’ dedi. Ben o sözün ‘ihtilal
yapacağız’ anlamına geldiğini anlayacak kadar idari tecrübeye sahiptim.
Paşa’nın yanından ayrıldıktan sonra
Vali Bey, ‘İhtilale karar verilmiş, siz
miting düzenliyorsunuz. Böyle bir
ortamda miting yapılır mı?’ dedi.
Ben de ‘Haklısınız’ dedim ve Erbakan
Hoca’yla görüşmek için randevu istedim. 2 Eylül’e randevu verdiler. Bu
arada Konya Alâeddin Camii yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ankara’da
Hoca’dan önce Başbakan Demirel’le
görüşüp durumu arz ettim. Sağ olsun konuyla çok ilgilendi, talimatlar
verdi, heyetler kurdurdu. Yanından
ayrılırken ‘Reis Bey, benim de sizden
bir ricam var. Erken seçim kanununu
sevk ettim, Hoca Meclis’ten geçirmiyor. Eğer bu kanun çıkmazsa ihtilal
olacak, askeri tutamıyorum’ dedi. ‘Ben
de aynı endişeleri taşıyorum’ dedim
ve doğruca Meclis’e gittim. Erbakan
Hoca ve Başkanlık Divanı üyeleriyle
toplantıya girdim. Paşa’dan duyduklarımı ve Süleyman Bey’in söylediklerini aktardım. ‘Efendim eğer Kudüs’e
asker yazıyorsanız bir numaraya beni
koyun; gidip orada şehit olalım. Ben
bu davanın kutsiyetine inanıyorum,
ama Konya’da yapacağımız mitingin
Kudüs’ün kurtulmasına hiçbir faydası
olmayacağı gibi başımıza da büyük
dert açılacak. İhtilal hazırlığı yapılıyor, bu mitingden vazgeçelim’ dedim.
Israrlarıma rağmen beni dinlemediler.
Sinirle ayağa kalktım, ‘Ben artık sizin
belediye başkanınız değilim’ dedim ve
kapıyı çarpıp çıktım. Konya’ya gidince
Aralık 2013
47
48
Röportaj
“Oğlum niye başörtüsü taktın?”
Sohbetimiz sırasında başörtüsü konusu açılınca Mehmet Keçeciler “Fıkra gibi” dediği şu
anısını anlattı: “Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde başörtüsü direnişi yapan öğrenciler vardı. Anavatan Partisi’ni temsilen gittim ve başörtülü kızlarımızın yanında yer aldım.
O olaydan sonra bir derginin kapağına benim fotoğrafımı koymuşlar, başıma başörtüsü
bağlamışlar, sayfalarca da aleyhime yazı yazmışlar. Rahmetli annem dergiyi görünce ‘Oğlum
niye başörtüsü bağladın? Bir de gidip fotoğraf çektirmişsin?’ dedi. ‘Ana ben bağlamadım’
diyorum, ama anlatamıyorum. ‘Gözüme mi inanayım, sana mı?’ diyor. Anneme onun fotomontaj olduğunu bir türlü anlatamadık.”
hemşehrilerim, partili dostlarım etrafımı sardılar; ‘Sakın mitingden evvel istifa
etme. Bunu kimseye anlatamayız’ dediler. Bunun üzerine Vali Bey’e 6 Eylül’de
Konya’da bulunmayacağımı, İzmir’e çöp öğütme tesislerini incelemeye gideceğimi söyledim. Vali Bey, ‘Konya’nın sana ihtiyacı olduğu bir dönemde burayı nasıl
terk edersin?’ dedi. Kararımı İkinci Ordu Komutanı da duymuş, nedenini sordu,
‘Paşam mitingi tasvip etmediğimi başka nasıl gösterebilirim?’ dedim. Baktım Paşa
da kalmamı istiyor. Gidersem Konya’yı yalnız bırakıp kaçmış gibi olacağım. Bu
nedenlerle kaldım. Gördüm ki miting günü her şey sabote edildi.”
“Yeni bir anayasa yapılabilmeli”
Mehmet Keçeciler, yapılmasını engelleyemediğini belirttiği mitingle ilgili çarpıcı
açıklamalarını şöyle sürdürüyor: “İstiklal Marşı’nda Erbakan Hoca’nın oturduğunu iddia ettiler. Oysa tertip komitesi bant getirmeyi unutmuş, Hoca İstiklal
Marşı’nı kendisi ses vererek okuttu. ‘Şimdi İstiklal Marşı, rahat, hazır ol’ dedi,
o sırada bir kişi ‘Biz ezan sesi istiyoruz, İstiklal Marşı istemiyoruz’ diye bağırdı.
Hoca ona rağmen okuttu, hep bir ağızdan coşkuyla İstiklal Marşı’nı söyledik. Bu
sırada oturan 5-6 kişinin fotoğrafını çekti gazeteciler. Ertesi gün o fotoğrafın
basılı olduğu gazeteyi yanıma alıp Valiliğe ve Savcılığa müracaat ettim. ‘İstiklal
Marşı’nda oturmak suretiyle halkı devlet aleyhine cürme teşvik ettikleri aşikârdır.
Bu kişilerin yakalanarak cezalandırılmasını talep ediyorum’ diye dilekçe verdim.
Aralık 2013
O kişiler hâlâ yakalanacaklar. İhtilalin
ilk zamanlarında çıkıp dedim ki ‘Bu
kişileri ne Konyalılar ne de MSP’liler
tanıyor. Onlar mitingi sabote etmek
için devlet tarafından görevlendirilmiş
provokatör ajanlardır.’ Vay sen böyle
dedin diye mitingin bütün faturasını
bana yıktılar.”
Mehmet Keçeciler’in 12 Eylül mağduriyeti bu olayla sınırlı değil. Darbenin ardından görevden alındıktan
sonra dönemin Başbakan Yardımcısı
Turgut Özal’ın müşaviri olduğunu
belirten Keçeciler, “Turgut Bey’ le
birlikte 1983’te Anavatan Partisi’ni
kurduk. O zamanlar Milli Güvenlik
Konseyi’nden izin alınmadan milletvekilliği için aday olunamıyordu. Partim aday listesini Konsey’e gönderdi,
beni veto ettiler. 1983’ten 87’ye kadar
milletvekilliği yapamadım. Partide
‘ikinci adam’ oldum, teşkilat başkanlığı görevini yürüttüm. 1987’de Konya
Milletvekili oldum. 2002 yılına kadar
da dört dönem Konya’dan milletvekili
seçildim” diyor. Mehmet Keçeciler, 12
Eylül döneminin yargı önünde olduğunu hatırlattığımızda şu değerlendirmeyi yapıyor: “Yargılama sürecinden bir
Röportaj
Siyaset anıları
kitap oluyor
Mehmet Keçeciler siyaset yıllarına dair
anılarını bir kitapta topladı. Bu yıl sona
ermeden kitabın yayımlanacağını
ifade eden Keçeciler, “Rahmetli Turgut
Özal’la ilgili karanlıkta kalmış olaylara
ışık tutuyorum; bildiklerimi, gördüklerimi eğip bükmeden anlatıyorum”
dedi.
sonuç çıkmayacaktır. Bir kere mutlak
zamanaşımı söz konusudur. Ayrıca
herkesin suçu, işlendiği dönemdeki kanunlara tabidir. Anayasa’ya 12 Eylül’ü
yapanların icraatlardan dolayı herhangi bir sorumlulukları bulunmadığına
dair hüküm koymuşlardır. Yargılama
sürecinden bir sonuç alınamasa da bir
daha hiç kimsenin böyle işlere tevessül
etmemesi için ibreti alem olmalıdır.”
Türk iye’nin yeni bir a nayasaya
ihtiyacı olduğuna işaret eden tecrübeli siyasetçi, “1961 ve 1982 anayasaları askerî dönemlerin ürünüdür.
Türkiye’de sivil dönemlerde anayasalarda sadece değişiklikler yapılabilmiştir. Artık Meclis’in yeni bir
anayasa yapabilmesi gerekmektedir.
Bu dönemden çok ümitliydim, ama
maalesef uzlaşma sağlanamadı. Ben
hiç değilse üzerinde anlaşılan 60 maddenin kabul edilmesinden yanayım”
diye konuşuyor.
yeceğini, gün gelip devletçi ekonominin batacağını cesaretle savundu. Dünyada
yaşanan gelişmeler Özal’ı haklı çıkardı. Ekonominin yanı sıra demokraside, sosyal
ve siyasi hayatta çok önemli değişikliklerin temelleri atıldı. Türkiye açtığımız bu
yolda kararlılıkla yürüdü. Her on yılda bir askerî müdahalenin yaşandığı bir ülke
olmaktan çıktı, gelişmekte olan bir ülke konumuna geldi.”
Mehmet Keçeciler Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Devlet Bakanlıkları yaptı.
5,5 yıl bakanlık koltuğunda oturan Keçeciler, unutamadığı hizmetlerini sorduğumuzda şunları söylüyor: “Petrolden Sorumlu Devlet Bakanı olduğumda Türkiye’nin
günlük petrol üretimi 35 bin varildi, bunu 82 bin varile çıkardım. Adıyaman Petrol
Sahası benim dönemimde bulundu ve hizmete açıldı. Bayındırlık Bakanı’yken Dinar deprem evlerini yaptım. Benden evvel ihale edilememişti. Biz martta hükümet
olmuştuk, ‘Evlerinizi yapacağız’ diye Dinar’a gittiğimde beni bir yuhalamadıkları
kalmıştı. Kışı soğuk çadırlarda geçirmeleri nedeniyle çok kızgındılar. Konutlar tamamlanıp açılışa gittiğim günü ise unutamıyorum. O zaman bakan değildim, beni
kürsüye davet ettiklerinde Dinar’da adeta yer yerinden oynadı. Konya-Alanya Yolu
da önemli hizmetlerimden biridir. Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı’yken
gümrükte çok ciddi bir modernizasyona imza attık. Osmanlı döneminden kalan
Gümrük Kanunu’nu değiştirdik. Yap-işlet-devret modeliyle yeni gümrük binaları
yapılmasında ilk adım benim zamanımda atıldı.”
Mehmet Keçeciler siyaset yaparken vatandaşa her zaman doğruyu söylemenin
önemine işaret ediyor. “Doğru söyleyen politikacı uzun vadede kazanır. Ben siyaset
hayatımda hep doğru bildiğimi söyledim. Tepki göreceğini bilsem de böyle yaptım.
Sonuçta Konya’da hiç seçim kaybetmedim” diyen Keçeciler, bir başka noktanın da
altını çiziyor: “Bizim dönemimizde de iktidar ve muhalefet partileri birbirlerini
tenkit ederlerdi, ama bu belli bir üslup çerçevesinde yapılırdı. Günümüzde hakarete
varan sözler sarf ediliyor. Bu durum Meclis’in mehabetine yakışmıyor. Halbuki
eleştiriler esprili bir dille de ifade edilebilir. Unutulmamalı ki Türkiye’de yaşananlar Meclis’e, Meclis’te yaşananlar Türkiye’ye aynen yansır. Siz Meclis’te tartışırsanız
köy kahvesinde kavga olur. Bunu düşünerek hareket etmekte fayda vardır.”
“Dünyadaki gelişmeler
Özal’ı haklı çıkardı”
Sohbetimiz sırasında Mehmet Keçe‑
ciler’e Türkiye’nin Özallı yıllarını
sormayı ihmal etmiyoruz. Tecrübeli
siyasetçi şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Türkiye rahmetli Özal’la birlikte çok
ciddi bir dönüşüm geçirdi. Her şeyden
evvel ülkemizin ekonomik yapısı değişti. Türkiye Özal’dan önce devletçi
ekonomi uygulayan bir ülkeydi. Özal o
dönemde devletçi ekonominin serbest
piyasa ekonomisiyle rekabet edeme-
Aralık 2013
49
Doğu-Batı sentezinin en güzel
mimari örneklerinden olan
Maslak Kasırları, Boğaziçi’nin
Karadeniz’e açıldığı manzarayı
gören bir konumda bulunuyor.
Bahçesinde onlarca çeşit değerli
bitkiyi barındıran Kasırlar, Sultan
II. Abdülhamid’in şehzadelik
yıllarını geçirdiği yer olduğu
için de önem arz ediyor.
Aralık 2013
Millî Saraylar
Yeşilin ortasında
mahpare beyazı
Maslak
Kasırları
Gökçe Doru
19.
yüzyılda Osmanlı padişahları
tarafından yaptırılan eserlerin
en sadelerinden olan Maslak Kasırları,
İstanbul’un Sarıyer ilçesinde, Haznedar Çiftliği sınırları içinde yer alır. Çatısından penceresine, dış cephesinden
iç dekorasyonuna kadar sade, ancak bir
o kadar da göz alıcı olan kasırları Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) yaptırdığı
tahmin edilir. Kasırların yapımıyla
ilgili yazılı bir belge bulunmadığından
mimarı da bilinmemektedir. Ancak
kasırların içinde bulunduğu Haznedar
Çiftliği’nin Sultan Abdülaziz’in gözde
mekanlarından olması, Sultan’ın bu
bölgede Agop ve Sarkis Balyan’a Ayazağa Kasırları’nı yaptırması, Maslak
Kasırları’nı inşa ettiren padişah ve
emeği geçen mimarlar hakkında ipucu
verir. Haznedar Çiftliği’ndeki ilk imar
faaliyetleri ise II. Mahmud (18081839) döneminde başlar. Kasırların en
önemli özelliklerinden biri Sultan II.
Abdülhamid’in (1876-1909) şehzadelik
yıllarını geçirdiği yer olmasıdır. Şehzadenin burada ağaç oymacılığı başta
olmak üzere sanatın çeşitli dalları ile
ilgilendiği ve binicilik, atıcılık, avcılık
gibi sporlarla uğraştığı rivayet edilir.
Osmanlı’nın en sade köşkleri
Maslak Kasırları’nın günümüze ulaşan
yapıları Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i
Hümayun, Limonluk, Çadır Köşkü ve
Paşalar Dairesi’dir. Ana binayı oluşturan ve iki katlı olan Kasr-ı Hümayun
yarı kagir inşa edilmiştir; birinci kata
kadar olan kısımlar taş, diğer kısımlar
Aralık 2013
51
ahşaptır. Çalışma odası, yatak odası ve
büyük bir salonun bulunduğu Kasr-ı
Hümayun’un dış cephesi plaster ve
per vazlarla hareket lendirilmiştir,
ayrıca Barok tarzı geniş balkon dış
cephenin en güzel süsüdür.
Mermer basamaklı bir girişi bulunan Mabeyn-i Hümayun, tek katlı
bir yapıdır ve iki küçük oda ile bir
büyük salona sahiptir. Kemerli ve kepenkli yüksek pencereler ile bunları
çevreleyen tuğlalar, sade olan yapının
dış cephesine bir hareket kazandırır.
Mabeyn-i Hümayun’da bulunan salondaki büyük bir kapıdan kasırların
sera işlevi gören Limonluk bölümüne
geçilir.
Doğaya hayran ve bahçe düzenleme
konusunda zevk sahibi bir padişah
ola n II. Abdü l ha m id dönem i nde
yapılmış olan Limonluk, cam ve de-
Aralık 2013
mirden inşa edilmiştir. Sera olarak da anılan bu bölümün ortasında büyük bir
havuz bulunur. Beykoz Kasrı’nda bir örneği olan ve İtalyanların grotto adını verdiği yapay mağara da sera içindedir. II. Abdülhamid’in kış aylarında grottonun
üzerinde yer alan, merdivenle çıkılan küçük bölmede dinlendiği rivayet edilir.
Çoğu yurt dışından getirilmiş tropikal ağaçların yer aldığı serada, Sultan’ın
bizzat Fransa’dan getirttiği kamelyalar, limon ağaçları,
büyümesi uzun yıllar alan ve çok değerli bir süs bitkisi olan
cycas bulunur.
Sekizgen planlı olan Çadır Köşkü üst katta bir oda ve
alt katta ocaklık kısımlarından oluşur. Köşk’ün etrafı II.
Abdülhamid’in kahvesini yudumladığı, çevredeki atları
izlediği bir balkonla çevrilidir.
Kasr-ı Hümayun’a paralel inşa edilen Paşalar Dairesi tek
katlı kagir bir yapıdır. Ana girişin sağ ve sol kanatlarında
odalar sıralıdır. Paşalar Dairesi’nde bahçeden de girişi olan,
zemini Frenk mermerinden bir hamam bulunur.
Türk ve İngiliz tasarım özellikleri sentezlenerek oluşturulan Maslak Kasırları’nın bahçesi, Osmanlı’nın son
döneminde yaptırılan saray ve kasırların bahçeleri içinde
en güzellerinden ve bitki çeşitliliği en fazla olanlarından
biridir. Çiçek tarhları ve göletlerin süslediği bahçede uzun
ağaçlar, çim alanlar ve mevsimlik çiçekler bir simetri oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Limonluklar ve seralar içeren
İngiliz üslubu bahçe tasarımı Maslak Kasırları’nın en bariz
özelliği; gürgen, kestane, manolya, nar, ıhlamur, kızılcık, ortanca, gül, servi, sedir ve daha onlarca çeşit ağaç ise Maslak
Kasırları’nın en değerli hazinesidir.
Dekorasyonda II. Abdülhamid izleri
Günümüzde saraydan farksız dekorasyonuyla göz dolduran
Maslak Kasırları, 1981 yılında Millî Saraylar’a bağlandığın-
Aralık 2013
54
Millî Saraylar
da içinde çok az eşya varmış. Zamanla dekorasyonu eski
fotoğraflar ve saray çalışanlarının hatıralarından yararlanılarak yapılmış. Bazı eşyalar orijinaline uygun bir şekilde
yaptırılırken bazıları Dolmabahçe Sarayı’nın deposundan
temin edilmiş.
Maslak Kasırları, II. Abdülhamid’in şehzadelik yıllarını
geçirdiği yer olmasının yanı sıra padişahlık yıllarından izler de taşıyor. Ana binada bulunan ayna görünümlü kapıyı
II. Abdülhamid tasarlamış. Sultan’ın hayalgücü, yeteneği ve
zekasının ortak bir ürünü olan ayna, 180 derece dönebilme
özelliğiyle arka kısımla bağlantı sağlıyor. Ayrıca hiç çivi
kullanılmadan, birbirine geçmeli tahtalardan oluşturulan
merdiven Sultan’ın çalışmalarından bir diğeri. İkinci kata
doğru uzanırken bir hilal meydana getiren merdivenler
avizeyle birlikte ay-yıldız figürü oluşturuyor. Ayrıca şöminelerde, Mabeyn-i Hümayun’un kapılarında ve Limonluk’un
girişinde Latin alfabesinin A ve H harfleriyle oluşturulmuş
Abdülhamid monogramı bulunuyor.
* Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır.
Aralık 2013
Haznedar Çiftliği sınırları içinde yer
alan Maslak Kasırları, çatısından penceresine,
dış cephesinden iç dekorasyonuna kadar
sade, bir o kadar da göz alıcıdır.
Türk Parlamenterler Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul
kararıyla 2013 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka
Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken
problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları
2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve
Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması,
Türk Parlamenterler
Birliği ANKARA
KONUKEVİ
Ankara Hotel Pino
Tel: 0312 446 36 86
Bayraktar Mahallesi, Vedat Dalokay
Caddesi, Bayraklı Sokak
No: 35 GOP / Ankara
5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların
belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını
mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği
TBMM B Blok 2. Asma Kat 06540 Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
Sağlık Hattı
Sağlık uygulamaları, hastaneler ve
anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü
bilgi için 0312 420 0 112 numaralı
telefonu arayabilirsiniz.
Tayyibe Gülek:
Siyaset halkla iç içe ve
samimiyetle yapılmalı
Devlet eski Bakanı, Türk siyasetinin “çarıklı
politikacı”sı Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek,
“Siyasetin nasıl yapılması gerektiğinin en güzel
örneğini babamda gördüm” diyor.
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
Y
ürek ne hissediyorsa göz onu söylüyor. Yalanı yok, samimi… Kelimelerin arkasına saklanabilse de duygular,
bir bakış ele veriyor her şeyi. Dudaktan
dökülenler ile gözlerden yansıyanlar
aynı olduğunda ise samimiyet çıkıyor
ortaya. Tıpkı Tayyibe Gülek’le sohbetimizdeki gibi. Her “babam” dediğinde
yüreğindeki derin özlemi gördük gözlerinde. Ve gururu. Tarihe mâl olmuş,
derya gibi bir babaya sahip olmanın
verdiği mutluluğu. Ülkemizin dört bir
yanında kucaklaştığı köylü kadınlardan
söz ederken duyduğu heyecanı hissettik. Lafını hiç eğip bükmeden söyleyen
Anadolu insanının “Baban gibi ol” na-
Aralık 2013
sihatini gözleri dolarak hatırladığını fark ettik. Bir de insanın Harvard’ı dereceyle
bitirip kariyer basamaklarını hızla çıksa da ne kadar mütevazı olabileceğini; dünya
vatandaşlığı ile gelenek ve göreneklere bağlılığın ustaca harmanlanabileceğini gözlemledik.
Devlet eski Bakanı, 21. Dönem Adana Milletvekili Tayyibe Gülek, bu ayki röportaj
konuklarımız arasında. Gülek ile pek çoğu yarım asırlık siyah-beyaz fotoğraflar,
duvardan duvara kitaplar ve anılarla dolu evinde sohbet ettik. Söze ise çocukluk
yıllarından başladık. Tayyibe Gülek, siyasetçi bir babanın, Kasım Gülek’in kızı.
CHP’nin 1950-1959 yılları arasındaki efsane Genel Sekreteri Gülek, Türk siyasetinin
“çarıklı politikacı”sı. 50’li yılların zor şartlarında ayağında çarıkla memleketi karış
karış dolaşıp vatandaşla kucaklaşan Kasım Gülek, o dönemde CHP ile halk arasındaki sağlam bir köprü. Tayyibe Gülek, “Babam benim için en büyük gurur kaynağı.
Son derece vatansever, iyi yetişmiş ve ömrünü ülkesine adamış bir devlet adamıydı.
Çocukluğumdan itibaren gittiğimiz her yerde ona duyulan sevgi ve saygı beni derinden etkiledi. Ondan çok şey öğrendim” diyor. Siyasete girdiği yıllarda kendisini
çok duygulandıran olaylar yaşadığını belirten Gülek, “Adana’nın Kozan ilçesinde
Röportaj
seçim gezisindeydik. Yaşlı bir amca ‘Hani, Gülek’in kızı nerede?’ diye soruyordu.
‘İşte’ diye beni gösterdiler. Yanıma gelince babamı ne kadar çok sevdiğini söyledi ve
hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öylece kalakaldım. Babamın halkla kurduğu sıcak
ilişkinin yıllar sonra bile hatırlanıyor olması öyle etkileyici ki. Seçimlere girdiğim
dönemde Türkiye’nin dört bir yanından ilk ismi Kasım Gülek olan birçok kişi bana
ulaştı. Pek çok aile, ad ve soyadını çocuklarına isim olarak verecek kadar çok sevmiş
babamı” diye konuşuyor.
“Devlet tecrübesi edin” tavsiyesi
Tayyibe Gülek’e tanınmış bir politikacının kızı olmasının yaşamını nasıl etkilediğini soruyoruz. “Memleket meselesi” kavramıyla küçük yaşta tanıştığını belirten
Gülek, “Ülke sorunlarının konuşulduğu, çözüm yollarının arandığı bir ortamda
büyüdüm. Henüz küçük bir çocukken insanların sıkıntılarının giderilmesi için çaba
harcamanın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Babam siyasetin nasıl yapılması
gerektiğinin en güzel örneğini gösterdi bize. Her zaman halkla iç içe ve samimiydi.
Bu kadar çok sevilmesinde samimi olmasının, sürekli ülkeyi gezmesinin payı büyük.
Ben halkımızın samimiyete çok önem verdiğini düşünüyorum. İnsanlarla içten bir
şekilde ilgilenirseniz, onları sık sık ziyaret ederseniz halk karşılığını veriyor. O sıcak
iletişimi yakaladığınızda zaten siz de vazgeçemiyorsunuz. Her fırsatta bölgeme gidip
vatandaşla kucaklaşmaktan hem büyük keyif alırım hem de çok şey öğrenirim” diyor.
Tayyibe Gülek, “Babanız siyasete girmeniz konusunda sizi yönlendirdi mi?” diye
sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Politikaya girmemi ümit ettiğini söylerdi, ama
‘Önce muhakkak devlet tecrübesi edin. Çok iyi eğitim aldın, ülkene hizmet et’ derdi.
Herkes elini taşın altına koyup hizmet ettiğinde ülkemizin hak ettiği yere geleceğine
inanırdı. Ülkeye hizmet etmek babam için bir tutkuydu.”
Tayyibe Gülek’in politika öncesindeki yaşamına baktığımızda iki önemli noktaya değinmek gerekiyor. Biri parlak eğitim kariyeri, diğeri ise Başbakanlık’taki
danışmanlık yılları. Gülek, Harvard Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu. Yüksek
“Onlarla gurur
duyuyorum”
Tayyibe Gülek’le sohbet ederken 5
Aralık’ın Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilişinin 79. yıldönümü
olduğunu belirtip bu konudaki görüşlerini soruyoruz. Gülek, “1935’te
Meclis’e giren kadınların her biri çok
yönlü, birikimli, müthiş insanlar. İlk
kadın milletvekillerinden Esma Nayman benim büyük teyzem. Çok gurur
duyduğum biri. Ulu Önder Atatürk’ün
kadınlara seçme ve seçilme hakkını
pek çok Batılı ülkeden önce vermesi
gurur duyulacak bir olay. Kadınların
karar mekanizmalarında temsilinin
artmasını sağlamak ise hepimizin
görevi. Atatürk’ü ve Meclis’e ilk giren
o müthiş kadınları ne kadar ansak
azdır” diyor.
lisans eğitimini ise London School of
Economics’te tamamlamış. Ailesinin
eğitime çok büyük önem verdiğini ifade
eden Tayyibe Gülek şu ilginç anekdotu
anlatıyor: “Babam da iyi bir eğitim
alma şansına sahip olmuş. Sekiz dil
bilirdi; hem Batı hem Doğu dillerini
çok akıcı konuşurdu. Bizim de dil öğrenmemizi isterdi. Küçüklüğümüzde
BBC Radyosu’nu haber saatinde açardı.
Biz hiçbir şey anlamazdık, ‘Olsun,
kulak dolgunluğunuz olur’ derdi. Bilmediğimiz bir kelimeyi sorduğumuzda
‘Sözlüğü açıp bakın. Ben size söylersem
öğrenemezsiniz’ yanıtını verirdi. Her
zaman öğrenmenin yaşı olmadığını
söylerdi. 80 yaşındayken Çince öğrenmeye başlamıştı. Ben de şimdi İngilizce
ve Fransızca’dan sonra İspanyolca’ya
merak saldım.
Ailemizde eğitime hep çok önem verilmiş. Büyükbabam oğullarının en iyi
eğitimi alması için çabalamış. Babam
dünyanın en iyi kurumlarında oku-
Aralık 2013
57
58
Röportaj
muş, çok başarılı olmuş. Onun eğitim
hayatıyla ilgili çok güzel bir anekdot var.
Columbia Üniversitesi’ni birincilikle bitiriyor. Diyorlar ki ‘Bizim geleneğimizdir; birinciye bir armağan verilir. Sen ne
istiyorsun?’ Babam ‘Okulumda 24 saat
Türk Bayrağı’nın dalgalanmasını istiyorum’ diyor. Columbia Üniversitesi’nin
rektörü Atatürk ’e mektup yazarak
babamdan bahsediyor. Bunun üzerine
Atatürk babamı çağırıyor, yaşı geldiğinde siyasete girmesi gerektiğini söylüyor
ve onu partiye yazdırıyor.”
“Hayal gibi görünen
proje gerçek oldu”
Tayyibe Gülek, dünyanın en iyi üniversitelerinden Harvard’da geçirdiği yıllara
ilişkin sorumuz üzerine, “Harvard’a
girmek için de girdikten sonra başarılı olmak için de çok çalıştım. Dünya
çapında tanınmış hocalarımız vardı.
Üniversitede derslerin yanı sıra gönüllü projelere katıldım. Bu tür konulara
genç yaşlardan itibaren duyarlılık
gösterilmesinin çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Orada bulunmak büyük
bir onurdu” diyor.
Tayyibe Gülek’in eğitim hayatıyla
ilgili ilginç bir not, Amerika’dayken
yanında kaldığı teyzesiyle ilgili. Prenseslikten Amerikan ordusunda doktorluğa uzanan etkileyici yaşam öyküsüyle
Adı Aylin romanına ilham veren teyzesi
için “Müthiş bir insandı. Beni hep en
zor yerleri hedeflemem için teşvik etti”
yorumunu yapan Gülek, söz eğitimden
açılmışken önemli bir noktanın altını
çiziyor: “Bana göre ülkemizin en önemli
sorunu eğitim sisteminin ikide bir değişmesi. Bu durum pırıl pırıl gençlerimize ve ailelerine büyük stres yaşatıyor.
İlgili tüm toplum kesimlerinin görüşlerinin alınacağı geniş kapsamlı çalıştaylar düzenlenip uzun vadeli planlamalar
yapılmalı. Hata varsa geri dönme olgunluğunu da göstermek gerekiyor.”
Aralık 2013
‘‘Bana göre
ülkemizin
en önemli
sorunu eğitim
sisteminin ikide
bir değişmesi.
Bu durum pırıl
pırıl gençlerimize
ve ailelerine
büyük stres
yaşatıyor. İlgili
tüm toplum
kesimlerinin
görüşlerinin
alınacağı geniş
kapsamlı
çalıştaylar
düzenlenip
uzun vadeli
planlamalar
yapılmalı.’’
Tayyibe Gülek, yurt dışındaki eğitimini tamamladıktan
sonra devlet tecrübesini Başbakanlık’ta edinmiş. Ekonomi danışmanlığı yapmaya başladığı yıl 1994, dönemin başbakanı ise
Tansu Çiller. Gülek o yılları anlatırken “Çok iyi bir çalışma ortamımız vardı. Güzel projeler ürettik. Benim gurur duyduğum
çalışmaların başında Bakü-Ceyhan Boru Hattı gelir. O yıllarda
projenin müzakereleri yapılırken özellikle yabancılarda ‘bu iş
olmayacak’ gibi bir kanı vardı. Sanki biz büyük bir hayalin
peşinde koşuyormuşuz gibi düşünülüyordu. Bakanlığım sırasında memleketim Adana’da projenin temel atma töreninde
bulunmak nasip oldu. İnanırsak ve ülke yararına projeler için
el ele verip çalışırsak tüm zorlukların üstesinden gelebiliriz”
diye konuşuyor. O dönemde Güneydoğu Anadolu Projesi ve
Devlette Toplam Kalite Uygulaması ile ilgili çalışmaların da
oldukça önemli olduğunu ifade eden Gülek şunları söylüyor:
“Ekonomi koordinasyon toplantılarında tarımla ilgili kararların çok hızlı bir şekilde alınması beni şaşırtmıştı. Buğday
taban fiyatı gibi çiftçiler için hayati önem taşıyan kararların
bu kadar çabuk alınmaması gerektiğini düşündüm ve Meclis’teyken bu konulara daha çok özen gösterilmesi için çaba
harcadım. Başbakanlık’taki danışmanlık dönemim önemli
bir devlet tecrübesi oldu benim için. Kritik projelerde çalıştım,
çok şey öğrendim.”
“Pek çok reform gerçekleştirdik”
Siyasetle iç içe büyüyen, memleket meselelerine küçük yaştan
itibaren aşina olan Tayyibe Gülek’in politikaya atıldığı yıl
1999. Başbakanlık’tan ayrılıp Meclis’e geldiğinde henüz 30
yaşında. Türk siyasetinin duayen isimlerinden Kasım Gülek’in
kızı olmasının yanı sıra 21. Dönem’in en genç milletvekili
olarak dikkatleri üzerine çeken Gülek, “Merhum Bülent Ecevit
Röportaj
“Kadınlar ekonominin
en güçlü halkası”
Tayyibe Gülek, şu sıralar hem mikrokredi girişimcisi kadınlara destek
veriyor hem de muhtelif vakıf ve
düşünce kuruluşlarında faaliyetlerde
bulunuyor. “Mikrokredi girişimcisi
kadınlarımızın hepsi büyük zorlukları
aşmış çok üretken ve çalışkan insanlar. Onlarla beraber olmak, elimden
geldiğince destek vermek beni mutlu
ediyor” diyen Gülek, kadınların ekonominin en güçlü halkası olduğunu
ve çalışma yaşamında desteklenmeleri gerektiğini vurguluyor.
her zaman takdir ettiğim bir siyasetçiydi. Milletvekili adaylığı için başvurduğumda
bana güvendi ve böyle onurlu bir görevi yapma imkanım oldu. Ben de her zaman güvenine layık olmaya çalıştım. Partide çok güzel bir ortamımız vardı. Farklı konularda
birikimleri olan milletvekili arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetler hem keyifli hem
de öğreticiydi. O dönemde kurduğumuz dostluklar devam ediyor; zaman zaman bir
araya geliyoruz” diyor.
Tayyibe Gülek’in aktif siyasetin içinde olduğu yıllar koalisyon hükümetleri
dönemine denk geliyor. Kendi hükümetlerinden önce 90’lı yıllarda koalisyonların
sık sık kurulup dağılması nedeniyle verimli bir çalışma ortamı oluşamadığına ve
birçok sorunun kronikleştiğine işaret eden Gülek, “Bizim hükümetimiz o dönemin
sonunda işbaşına geldi; çok çalışkan ve üretken bir koalisyondu. Biz birçok alanda
ciddi reformlar yaptık. Geniş kapsamlı sosyal güvenlik ve bankacılık reformları
gerçekleştirdik. AB reform paketleri ile Meclis’teki tüm partilerin uzlaşısıyla gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri o döneme dair altı çizilmesi gereken en önemli
çalışmalar arasında yer alıyor” diye konuşuyor. Tayyibe Gülek’in milletvekilliği
yıllarına dair dile getirdiği bir başka konuyu ise tarım alanındaki çalışmalar oluşturuyor. “Tarım gibi önemli bir konuda karar alınırken bu alanın hassasiyetlerinin
çok iyi bilinmesi gerekiyor” diyen Gülek
şöyle devam ediyor: “Tarımda zaman
çok önemlidir. Örneğin taban fiyatları,
ihracat teşvik primleri gibi kararları geç
açıklarsanız bu durum ürünü de çiftçiyi
de olumsuz etkiler. Bu kararların daha
erken alınması için Hazine’den sorumlu
bakanımızın kapısını az çalmamışımdır! Milletvekilliğim döneminde
bakanlarımızla görüşmelerinde çiftçi
heyetlerine eşlik ettim, dile getirdikleri
konuları sonuçlandırmak için çok uğraştım. Bürokrasi ve siyasiler ile üretici
arasında iletişimin sağlanması için çaba
harcadım. Tarım gözbebeğimiz gibi
bakmamız gereken, ama ne yazık ki çok
ihmal edilen bir alan.”
Tayyibe Gülek, Avrupa Konseyi Parlamenter Mec­lisi Türk Delegasyonu Üyesi
olarak yaptığı çalışmalara da değinerek,
“Avrupa Konseyi’ndeki toplantılar benim için müthiş bir tecrübeydi. Orası
kurucu üyesi olduğumuz en önemli
Avrupa kuruluşu; çok aktif olmamız
gereken bir yer” yorumunu yapıyor. Gülek, 2002 yılında Kıbrıs’tan ve Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlardan Sorumlu
Devlet Bakanı olduğu dönem için de
“Ülkemi bu düzeyde temsil edebilmek
benim için büyük bir onurdu” diyor.
Aralık 2013
59
60
Bahtı ak, taşı kara
şehrin yiğitleri:
Seymenler
Pınar Ünsal
Vatanın bağrına dayanmış hançerden kurtulmak,
ancak millî birlik ve beraberlikle mümkün olabilirdi.
Millî mücadele ateşi dürüstlük, fedakarlık, dayanışma
ve cesareti vatan sevgisiyle harmanlayan Seymenler
tarafından 27 Aralık 1919’da Ankara’da yakıldı.
Aralık 2013
61
H
ititlerden Friglere, Bizanslılardan
Selçuklulara kadar pek çok uygarlığa yurt olmuş Ankara, bin yıl önce topraklarını kızıla boyayan savaşlar dahil,
tarihinin en talihsiz günlerini Osmanlı
döneminde yaşadı. Hükümet’in başkenti İstanbul işgal edilmişken, Yunanlar
İzmir’den Anadolu’nun iç kısımlarına
kadar gelmişken, Fransızlar çoluk çocuk
demeden herkesi kılıçtan geçiriyorken
eli kolu bağlı hükümet Ankara’yı da
diğer Anadolu şehirleri gibi kaderine
terk etmek zorunda kalmıştı. Asya,
Avrupa ve Afrika olmak üzere üç kıtaya
yayılmış, beş milyon kilometrekarelik
bir alana ulaşmış, dünyanın en büyük
ve en korkulan imparatorluklarından
biri olmuş Osmanlı, 600 küsur yıldır
diş bileyen emperyalist devletlerin
kin, nefret ve intikam hırsının kurbanı olmak üzereydi. Üç kıtada zaferler
elde etmiş yüce Osmanlı ordusu, yüzyıllardır süren savaşlardan yorgundu
ve nihayetinde dağıtılmıştı. Altından
saraylarda oturanlar, demirden tüfeği
askerine veremez haldeydi belki, ancak
bu memleketin topa-tüfeğe karşı yürek
ve bilek gücüyle savaşan yiğitleri vardı.
Mertliğin, yiğitliğin, bilgeliğin Ankara’da vücut bulmuş haliydi Seymenler. Bu
şehrin insanları tarihinin hiçbir döneminde düşmana boyun eğmemiş, kimsenin
kölesi olmamıştı. Düşman bu topraklarda yüzyıllardır Ankara’nın kayaları kadar
yalçın, taşı kadar sert, kışı kadar soğuk bir tavırla karşılanmıştı. İşte tam da bu
dönemde, milletin namusu, özgürlüğü ve bağımsızlığının simgesi bayrağı direklerden indirenlere karşı birlik olmanın vaktiydi. Bu, Kızılca Gün’ün ta kendisiydi.
Seymenin kefeni üzerindedir
27 Aralık 1919 günü, Ankara’nın Dikmen sırtları 3 bin atlı, 7 yüz yaya seymenle
birlikte binlerce Ankaralıyı misafir ediyordu. O gün, memleketi kaderine terk
etmeye razı olmayan, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağına inanan ve memleketin halinden mütevellit umudunu kaybetmek üzere
olan Anadolu halkına cesaret verecek bir grup Ankara’ya doğru yol alıyordu.
Aralık 2013
62
Renginden desenine kadar bir anlam ifade
eden kıyafetleri, Orta Anadolu koçlarının
figürlerini sembolize eden dansları, yine
bir koç gibi güçlü ve vakur duruşlarıyla
Seymenler Ankara topraklarının ölüme göz
kırpmadan gidebilecek kahramanlarıdır.
Memleket bir çamur batağının içinde çırpınsa da bugün davul çalma, Seymen
Zeybeği oynama günüydü. Millî felaket günlerinde bir Oğuz geleneği olan sancak
dikilmiş, Seymen Alayı kurulmuştu. Tüm seymenler tebdili kıyafet; eğer savaşırken
ölürlerse sarılacakları, kefen niyetine şalları, her bir motifinde anlam yüklü olan
tiftik çorapları, savaşırken yorgun düşmeye karşı kollarındaki pazıbantta taşıdıkları
Kuran ayetleri ve gerektiğinde büyük bir gözüpeklikle düşman kanı akıtacakları
tekepalalarıyla Ata’nın huzurundaydılar. Esaret ve sömürüye boyun eğmemeye and
içmiş Seymenler, o gün millet yolunda kanlarını akıtmaya gelmişti.
Koç gibi meydanlarda dönenlerdeniz,
biz vatan uğruna ölenlerdeniz
Oğuz Türklerinin göçü sırasında, gelebilecek saldırılara karşı kervanları koruyan
Seymenler aslında bayrak, toprak, töre, tarih gibi bir millet için kutsal olan her
şeyin muhafızıdırlar. Türklerin Anadolu’ya girişiyle beraber Ankara ve çevresine
yerleşen Oğuz Türkleri, geleneklerini mümkün olduğu kadar korumaya çalışmış-
Aralık 2013
63
lardır. Seymenlik geleneği de Oğuzlardan beri süregelir ve Ankara’da
Ahiler zamanında pekişir. Renginden
desenine kadar bir anlam ifade eden
kıyafetleri, Orta Anadolu koçlarının figürlerini sembolize eden dansları, yine
bir koç gibi güçlü ve vakur duruşları ile
Seymenler, Oğuzların olduğu gibi Selçukluların, Osmanlıların ve Türklerin
de efeleri, ölüme gözünü kırpmadan
gidebilecek kahramanlarıdır. 27 Aralık
1919, çağ kapatıp çağ açan, vatan için
serden geçen Seymenlerin yeni bir çağ
açmak üzere toplandığı gündür. Bu
öyle bir toplanmadır ki memleketin her
yerini sarmış eşkıyalara karşı vatanın savunmasız olmadığını gösterir. Kurtuluş
mücadelesinin tüm cephelere yakınlığı nedeniyle Ankara’dan yürütülmesi kararı,
vatanın gözü kapalı emanet edilebileceği bu yiğitler vasıtasıyla pekişir. Dikmen
sırtlarındaki bu muazzam karşılama Mustafa Kemal’in gönlünde Ankara ve Ankaralıları bambaşka bir yere koyar. Osmanlı’nın kaderine terk edilmiş kasabası
Türkiye’nin kalbidir artık.
* Katkıları için Ankara Kulübü Derneği’ne teşekkür ederiz.
Aralık 2013
64
Söyleşi
Ayhan Sefer Üstün:
Türkiye artık
insan hakları
alanında
söz söyleyebilen
bir ülke
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
Başkanı Ayhan Sefer Üstün, geçmişte
karakollarından Filistin Askısı çıkan Türkiye’nin
bugün insan hakları alanında söz söyleyebilen
bir ülke olduğunu belirterek, “Dünyadaki insan
hakları ihlallerine karşı ilkeli ve vicdanlı bir
duruş sergiliyoruz” dedi.
Söyleşi: Zeynep Yiğit
“B
ütün insanlar özgür, onur ve
haklar bakımından eşit doğarlar.
Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine
karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar”… İlk maddesinde bu ifadelerin
yer aldığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nca 10 Aralık 1948 tarihinde
ilan edildi. Türkiye’de 27 Mayıs 1949’da
yürürlüğe giren Beyanname, insan
haklarını evrensel bir değer haline getirmesi açısından büyük önem taşıyor.
Beyanname’nin imzalandığı 10 Aralık,
“Dünya İnsan Hakları Günü”, bu tarihi
içine alan hafta ise “İnsan Hakları ve
Aralık 2013
Demokrasi Haftası” olarak kutlanıyor. Beyanname’nin 65. yılında Türkiye’de insan
hakları alanındaki çalışmaları TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı
ve AK Parti Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün ile konuştuk.
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu kaç yılında, hangi amaçlarla kuruldu?
Komisyonumuz 1990 yılında kanunla kuruldu. O tarihten bu yana Türkiye ile
dünyadaki mevcut ve olası insan hakları ihlallerini incelemek, raporlamak ve
bunları kamuoyuyla paylaşmak üzere çalışmalarını sürdürdü. 2011 yılında Başkan
olduktan sonra TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nu hem bir denetim
komisyonu hem de bir yasama komisyonu haline getirdik. Yani komisyonumuz
insan hakları alanında Meclis adına denetimler yapıyor; insan hakları, demokrasi,
özgürlükler alanında bir kanun görülüşülecekse bize sevk ediliyor. Kanun, komisyonumuzda müzakere edildikten sonra Genel Kurul’a gönderiliyor. Dolayısıyla
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu çift kanatlı bir uçak gibi; hem yasama görevi
hem de denetim görevi var. Meclis’te bu hüviyette bir başka komisyon yok.
Söyleşi
Şu noktayı da belirteyim, önceki
yıllarda İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu dışında insan haklar ı
alanında denetim yapan, rapor hazırlayan, dilekçe kabul eden bir başka
bi r i m yok t u. 2012 y ıl ı nd a İ n sa n
Hakları Kurumu ve Kamu Denetçiliği Kurumu’nun kurulması, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru
hakkının tanınmasıyla birlikte insan
hakları alanında kur um çeşitliliği
sağlandı. Böyle olmakla beraber İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonumuz
bir çatı kur uluş olarak Meclis’ten
aldığı güçle etkin ve sonuç alıcı çalışmalarını devam ettiriyor.
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu çalışmalarını nasıl yürütüyor?
Bir insan hakkı ihlali yaşadığını iddia
eden herkes komisyonumuza başvurabiliyor. Biz dilekçeleri alıp kayda
geçiriyor ve bir dosya açıyoruz. Daha
sonra konuyla ilgili kurumlarla, kişilerle yazışmalar başlıyor. Bir sonuç
alınana kadar bu çalışma devam ediyor
ve sonunda vatandaşa bilgi veriliyor. İnsan Hakları Kurumu ve Kamu
Denetçiliği Kurumu’nun kurulması,
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasından önce
komisyonumuza yılda ortalama 5 bin
dilekçe geliyordu. Bu rakam diğer müesseseler devreye girince doğal olarak
azaldı. Dilekçelerin dışında çok önemli
bir başka çalışmamızı alt komisyonlar
oluşturuyor. Bir konuyla ilgili çok fazla
başvuru geldiğinde buna ilişkin alt
komisyon oluşturabiliyoruz. Örneğin
cezaevlerindeki sorunları araştırmak
üzere sürekli çalışan Cezaevleri Alt
Komisyonumuz var. Bu komisyon cezaevlerindeki şartların iyileştirilmesini
temin için denetimler yapıyor, raporlar
hazırlıyor, bunları ilgili kurumlar ve kamuoyuyla paylaşıyor. Çok etkin çalışan
bir komisyon. Cezaevlerinde tek tip el-
bise uygulamasının kaldırılması, anadilde görüşme imkanının sağlanması, eşlerle bir
araya gelinebilmesi gibi konular alt komisyonumuzun raporları sayesinde olmuştur.
Sürekli çalıştırdığımız bir başka alt komisyonumuz ise Göçmenler Alt Komisyonu.
Sizinle bu görüşmeyi yaptığımız sırada komisyonumuz Kilis’teki kampları inceliyor.
Yarın Kahramanmaraş’taki kamplara gidecekler. Sahada çok etkin bir çalışma yürütülüyor. Bizim göç politikamız şu anda tüm dünyada gıpta edilecek bir noktada.
Akdeniz sularında göçmenler boğulurken biz bu insanlara kucak açıyoruz, misafir
ediyoruz. Bunu yaparken denetimlerimizi de eksik etmiyoruz.
Üzerinde durduğumuz bir başka konuyu asker hakları oluşturuyor. Bununla
ilgili pek çok başvuru gelince bir izleme dosyası açtık. Ayrıca Mağdur Hakları Alt
Komisyonu oluşturduk. Ceza yargılamasında mağdur hakları kavramını gündeme
getirdik. Biliyorsunuz son yıllarda sanık lehine oldukça önemli adımlar atıldı,
ancak henüz mağdurların hakları o oranda gelişmedi. Diyelim ki trafik kazasında
yaralanmış gariban bir işçinin, cinsel tacize uğramış 11 yaşındaki bir kız çocuğunun
hakları ne olacak? Mağdur Hakları Alt Komisyonumuz bu ve benzeri konularla ilgili
çalışmalar yürütüyor.
Sürekli faaliyet halindeki alt komisyonlarımızın dışında çalışmalarını bitirip sona
erenler de var. Mesela yakın zamanda engelli haklarıyla ilgili bir komisyon kurduk.
Engelli haklarının Türkiye’de geldiği noktayı inceledik, denetimler yaptık, raporlar
yayımladık. Çok faydalı bir çalışma yürütüldü. Terör ve şiddet olayları kapsamında
yaşam hakkı ihlallerini inceledik. Bu da çok önemli bir çalışmaydı. Yine aile içi
şiddetle ilgili kanun geldiğinde komisyonumuz çok büyük katkı sağladı.
Alt komisyonlarımızın çalışmalarıyla toplumda öne çıkmasını istediğimiz insan
hakları kavramlarını inceliyoruz, bunlar hakkında raporlar tanzim ediyor, ilgili
bakanlıklar ve kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Komisyonunuz dünyadaki gelişmeleri de yakından takip ediyor. Örneğin son dönemlerde Mynmar, Suriye ve Mısır’da yaşanan olaylarla ilgili açıklamalarınız oldu…
Evet, sadece yurt içindeki değil, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ve mazlum
milletlerin haklarını da savunuyor, gündeme getiriyor ve kamuoyuna duyuruyoruz.
Aralık 2013
65
66
Söyleşi
Öncelikle yurt dışındaki vatandaşlarımızla ilgili bazı çalışmalarımıza
değineyim. Biliyorsunuz Neonaziler
tarafından Almanya’da 8 Türk vatandaşı öldürüldü. Bu konuyla ilgili çok
sayıda ziyarette bulunduk, inceleme
yaptık ve sonunda bir rapor yayımladık. Oradaki yargılamaları izledik. Ayrıca ailesinden koparılıp bakıcı ailelere
veya yurtlara verilen Türk çocuklarıyla
ilgili konuyu gündemimize aldık. Bu
durum can yakıcı bir noktaya gelmişti.
Avrupa’nın her yerinde yaşanan bir
durumdu, biz örnekleme olsun diye
Almanya, Hollanda ve Belçika’yı inceledik. Sadece Almanya’da 5 bin Türkiye kökenli ailenin çocuğu alınmış.
Bu konuyla ilgili incelememizi rapor
haline getirdik. Belçika ve Hollanda’da
cezaevlerini denetledik, ayrıca karakolların durumunu gözlemledik, bununla ilgili rapor yayımladık.
Sizin de ifade ettiğiniz gibi dünyadaki olayları da yakından izliyoruz.
Mynmar’da bir insanlık faciası yaşanıyor. Bana ‘‘Dünya üzerinde insanlığın
en fazla ayaklar altına alındığı yer neresidir?’’ diye sorsanız Mynmar yanıtını
veririm. Orada insanların yaşama hakkı
yok; barınma, eğitim, çalışma, evlenme
hakkı yok. Ortaçağ’da dahi insanlar
haklarından bu kadar mahrum kalmamıştı. Üstelik bu olay modern dünyanın
gözü önünde oluyor. Mynmar’la ilgili
komisyonumuzun çabaları oldu, uluslararası platforma yazılar yazdık, açıklamalar yaptık. Yine Doğu Türkistan’da
yaşayan soydaşlarımızdan gelen şikayetleri değerlendirdik. O bölgeye gidip
incelemelerde bulunmayı istiyoruz.
Mısır’daki darbeye çok şiddetli bir
itirazımız oldu. Orada yaşananların
darbe olduğunu ilk söyleyen, bu durumu kınayan ve yetkinin derhal sivillere
verilmesi gerektiğini ifade eden bir
komisyonuz. Biz bu görüşümüzü uluslararası insan hakları savunucularıyla
Aralık 2013
“İnsan
haklarının
gelişimi sonu
olmayan bir
süreçtir. İnsanlar
her zaman daha
iyisini talep
edecektir.”
da paylaştık, ama maalesef bir ilerleme sağlayamadık. Çünkü
Avrupa ve Batı, Mısır’daki darbeye hâlâ “darbe” diyemiyor.
İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi konusunda çifte
standart içerisinde bulunduklarını, aslında bu kavramları dış
politikanın malzemesi olarak kullandıklarını bir kez daha
gördük. Suriye’de yaşanan zulme de çok sert tepki gösterdik.
İnsanların hayatlarını kaybetmelerine engel olunması gerektiğini söyledik. Maalesef Batı çifte standardını Suriye’de de
uyguladı. Biz komisyon olarak çalışmalarımızı yaparken,
açıklamalarda bulunurken iktidar ve muhalefet milletvekilleriyle birlikte ilkeli ve vicdanlı bir duruş sergiliyoruz.
Dünyanın neresinde bir insan hakkı ihlali varsa ona yönelik
tepkimizi ve yapılması gerekenleri dile getiriyoruz.
Ülkemiz 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne nasıl giriyor?
Geçmişten bugüne insan hakları alanındaki gelişmeler nelerdir?
Şunu söyleyeyim, insan haklarının gelişimi sonu olmayan
bir süreçtir. İnsanlar her zaman daha iyisini talep edecektir.
Türkiye’de insan hakları alanında çok önemli gelişmeler
yaşandı. Bundan 20 yıl önce yaşam hakkı ihlalleri vardı;
insanlar kimvurduya gidiyordu. Bir döneme dair faili meçhullerin sayısı hâlâ bilinemiyor Türkiye’de; kimi 1500 diyor,
kimi 17 bin… Çok şükür, artık faili meçhulden bahsedilmiyor Türkiye’de. Komisyonumuzun eski başkanlarından Sema
Pişkinsüt, 2000 yılında İstanbul’da bir karakolu denetlerken
Filistin Askısı denilen bir işkence aleti buluyor ve bunu
tutanakla alıp komisyona getiriyor. 13 yıl önce Türkiye’nin
karakollarından Filistin Askısı fışkırırken bugün her birinde
kamera vardır, gözaltına alınanların ihtiyaçlarını karşılayacak sistemler kurulmuştur, insanlar karakola girerken
ve çıkarken doktor muayenesine alınır. Son yıllarda karakollarda dayak minimize olmuştur. Ancak insanın olduğu
yerde birtakım olumsuzluklar olur mu, olur. Mesela İzmir’de
karakolda bir kadına tokat atıldı. Olayı da tokadı atan polislerin meslektaşları ihbar etti. Kamera kayıtlarından tespit
edilen tokatla ilgili şikayette bulunuldu. Komisyon olarak
hemen harekete geçtik ve tekrar geriye dönüş olmasın diye
İzmir’deki karakolu denetledik, basın açıklaması yaptık ve
‘Türkiye’de artık geri dönüş olamaz. Bir tokat dahi atılsa
bunu kabul etmiyoruz’ dedik. Bu örnek bile Türkiye’nin nereden nereye geldiğini gösteriyor. Biz bunu dilekçelerden de
anlıyoruz. Cezaevlerinden artık “sıcak suyum yeterli akmıyor, ailemin yanındaki bir yerde cezamı çekmek istiyorum”
gibi taleplerle karşılaşıyoruz. İşkence, dayak gibi şikayetler
çok ender oluyor, zaten böyle bir şey iddia edildiğinde hemen
olayın üzerine gidiliyor, savcılığa suç duyurusunda bulunuluyor, komisyonumuz derhal incelemeler yapıyor.
Söyleşi
Komisyonumuza iletilen dilekçelere baktığımızda, “28 Şubat mağdur uy um” diyenlere ve askerlerin
taleplerine sıkça rastlıyoruz. Çevre
haklarıyla ilgili dilekçeler de geliyor.
Vatandaşlarımızın çevreye gösterdiği
duyarlılık memnuniyet verici. Çevrenin korunmasına, eğitim düzeyinin
y ükselmesine ve daha kaliteli bir
yaşama yönelik talepler Türkiye’de
insan hakları kavramlarının evrildiğini
gösteriyor. Artık dayak, şiddet yerine
insan hakları açısından farklı kavramlar üst sıralarda yer alıyor.
Komisyonun gündemine gelen konular
arasında sizi en çok etkileyenler hangileri
oldu?
Göçmen kamplarını gezdiğimizde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücünü
ve vatandaşlarımızın hayırseverliğini
bir kez daha gördük. Uludere’de yaşanan olaylar, Mynmar’daki insanlık
dramı, Neonazi cinayetlerinin mağdu-
“Çevrenin
korunmasına,
eğitim
düzeyinin
yükselmesine
ve daha
kaliteli bir
yaşama
yönelik talepler
Türkiye’de
insan hakları
kavramlarının
evrildiğini
gösteriyor.”
ru olan ailelerin yaşadığı acılar bizi çok etkiledi. Almanya’da
İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’yla yaptığımız toplantıda
Neonazi cinayetlerinin soruşturulmasındaki ihmalleri,
mağdur ailelerin dramını uzun uzun anlattım. Konuşmam
sırasında Komisyon Başkanı, “Sayın Üstün, bir dakika
durun, nefes alayım. Ben 25 yıldır bu işi yapıyorum. Gitmediğim ülke kalmadı, her yerde denetimler yaptım. İlk kez
sorgulanıyorum, ne kadar zor bir işmiş” dedi. Türkiye kendi
evinin önünü ve içini temizledikçe dışarıdaki insan hakları
ihlallerine karşı daha fazla söz söyleme hakkına sahip oluyor.
Komisyonumuza çok sık yabancı heyet geliyor. Geçmişte
hep tek taraflı bir ilişki yürütülmüş; heyetler ülkemizdeki
insan hakları ihlallerini sorgulamışlar, biz açıklamalar
yapmışız. Şimdi ise çift taraflı bir ilişki söz konusu. Hem
Türkiye’deki insan hakları gelişmelerini konuşuyoruz hem
de heyetlerin ülkelerindeki insan haklarıyla ilgili konuları
masaya yatırıyoruz. Bizim artık özgüvenimiz var; istediğiniz
yeri inceleyebilirsiniz diyoruz. İnsan hakları konusunda söz
söyleyebilen bir ülke haline geldiğimizi herkes görüyor. “10
Aralık Dünya İnsan Hakları Günü”nde, dünyada ve ülkemizde insan hakları ihlali yaşanmayan günler geçirmemizi
temenni ediyorum.
Aralık 2013
67
68
Sükut mu itidal mi?
Mehmet Akif
TBMM kürsüsünde
Hakan Arslanbenzer
Akif hep ikilikten,
bölünmeden
mustaripti ve
yazdığı, söylediği
her şeyde birlik
arardı.
Aralık 2013
M
ithat Cemal’e göre Akif ’in mebusluğu “4 senelik sükut”tur. Bunu Akif ’in siyasetten anlamadığına yoruyor Mithat Cemal, insan anlamadığı şeye karışmaz
diyor. İttihat Terakki’ye giren, Sebilürreşad’ın başyazarlığını yapan, Teşkilat-ı
Mahsusa için Almanya ve Arabistan’a giden, Kurtuluş Savaşı başlar başlamaz pek
çoklarının aksine hiçbir tereddüt yaşamadan Anadolu’ya geçen ve Abdülhamid
dönemi şiirleri de dahil her şiirinde mutlaka siyasi bir tezi işleyen adam siyasetten
anlamıyor olabilir mi?
Mithat Cemal ya yanılıyor ya da bizi kasıtlı olarak yanıltıyor; yani Akif hakkındaki kitabını yazdığı zamanın konjonktürüne, kısaca tek parti ortamına göre lafı
evirip çeviriyor ve belki de böylelikle çok sevdiği arkadaşının o dönemde bile kabul
görmesine yardım edebileceğini zannediyordu. O ne derse desin, Akif siyasetten
anlardı; hem de çok iyi anlardı.
69
Son çıkan belgelere göre, Akif ’in
mebusluğu da sükut içinde geçmemiş
zaten. Özellikle İstanbul Hükümeti’yle
ilişkilerin nasıl yürütüleceği ile ilgili
gizli oturumda Akif ’in uzunca bir
konuşma yaptığını biliyoruz. Cezmi
Eraslan’ın tespitine göre, 8 Şubat 1921
tarihli oturumda söz alan şair, İstanbul
Hükümeti’nin Londra Konferansı’na
katılımla ilgili telgrafına yazılan karşılığın çok sert olduğunu ve hafifletilmesi gerektiğini söyler. Çok sevdiği klasik
Fars şairi Sadi’den iktibasla insanın
her sözünün doğru olması, ama her
doğruyu da her yerde söylememesi gerektiğini dile getirir. İstanbul’a Büyük
Millet Meclisi adına yazılan telgrafın
da doğruları söylediğini, ama “gayet
şedit bir lisanla ifade edildiği”ni söyler
ve amaç aradaki ikiliğin giderilmesi
olduğu için bunun hafif letilmesini
talep eder.
Bu sözler Akif ’in karakterine çok
uygun. Akif hep ikilikten, bölünmeden
mustaripti ve yazdığı, söylediği her şeyde birlik arardı. İstanbul Hükümeti’nin,
hatta padişahın tavrını hiç beğenmediği halde memleketin ve halkın hayrı
için ılımlı bir yaklaşım içinde olmak
gerektiğini düşünmesi de bundan olmalı. Konuşmanın ilerleyen kısmında
Akif, fıkhi deliller getirerek memleketi
temsil yetkisinin Meclis’te olduğunu,
padişah ve İstanbul Hükümeti’nin bunu
tanıması gerektiğini ortaya koyar. Aksi
halde Hilafet makamının tıpkı Papalık
gibi maddi gerçeklikle alakası kopmuş
süsten ibaret kalacağını ihtar eder.
İslam’ın siyaset teorisine dayanan
konuşmasında Mehmet Akif, Sevr
Antlaşması’ndan da özellikle söz ediyor. Sevr, diyor, İslam’ın uygulanması
imkanını ortadan kaldırmıştır ve şeriat
buna izin vermez. İstanbul Hükümeti
bu antlaşmayı baskı altında kalarak
imzaladığını iddia ediyorsa, durum
şimdi de aynıdır ve dolayısıyla da
İslam’ın
siyaset
teorisine
dayanan
konuşmasında
Mehmet
Akif, Sevr
Antlaşması’ndan
da özellikle söz
ediyor. Sevr,
diyor, İslam’ın
uygulanması
imkanını ortadan
kaldırmıştır ve
şeriat buna
izin vermez.
Sevr Antlaşması gibi bunu imzalayan İstanbul Hükümeti de
meşru olmaktan çıkmıştır. Tam tersine “ecnebilerin cebr ü
istikrah”ını kaldırmak, memleketi kurtarmak isteyen Büyük
Millet Meclisi yeni meşru zemindir ve “hilafetin kuvve-i müeyyidesi” kabul edilmelidir.
Demek ki mebus-şaire göre Meclis olmazsa ne hilafet kalır
ne saltanat.
Aralık 2013
70
Akif ’in bu uzun ve mükemmel konuşmasından sonra söz alanlardan
Hamdullah Suphi Bey, Akif ’in sözlerini tasdik eder, ama bir konuda uyarı
yapmaktan kendini alamaz: ‘‘Biz ne
dersek diyelim, ne kadar mükemmel
ifade edersek edelim İstanbul’dakileri
akla ve mantığa getirmek mümkün
değildir. Çünkü karanlık ve dalalet
içindedirler.’’
Söz alanlardan Muş mebusu Hacı
Ahmet Efendi de Akif ’i haklı bulur ve
anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm
vurgusu yapar. Mersin mebusu İsmail
Safa ise meselenin üstüne gitmemek
gerektiğini, vakti geldiğinde söyleyecekleri çok sözler olduğunu, şimdilik
İstanbul Hükümeti’nin kendilerini
istediği gibi eleştirmekten geri durmayacağının belli olduğunu söyler.
Akif ’in Meclis konuşmasında da
devam ettirdiği itidal, ondan sonra
söz alanların konuşmalarına da yansımış görünüyor. Bu gizli oturumdaki
konuşmalar bir çatışmayı göstermez.
Daha çok, aynı ruh hali ve yaklaşım
içindeki insanların farklı dikkatlerini
yansıtır. Herkes aynı şeyi kendi meşrebi ve siyasi inancı uyarınca söylüyor.
Akif ’in birçok siyasi faaliyeti
var. Ama komitacılığı, particiliği, hizipçiliği hiç yok.
Abdülhamid’e muhalifti;
ne Avrupa’ya kaçtı ne de
gizli cemiyetlere girdi.
Milliyetçiliğe muhalifti, ama Ziya Gökalp
gibi tartışmayı alevlendirip puan hanesini
güçlendirme heveslisi
olmadı. Gökalp’i barışa davet ettiyse de kabul
görmedi. Akif, Kurtuluş
Savaşı’ndan sonra kurulan
rejime de muhalifti, ama sessiz bir
kararlılıkla hareket etmeyi tercih etti,
Mısır’a gönüllü sürgün gitti.
Aralık 2013
Akif’in
vatanseverliği,
dindarlığı,
hatta şairliği
ve siyasetçiliği
soyut bir tutku,
bir erkeğin
peşinden
koşabileceği
türden bir macera, bir heves
veya poz
değil. Somut
zorunluluklar,
kaçınılmazlıklar Akif’in
ruh haline,
davranışlarına,
sanat ve siyasetine tümüyle
yön vermiş.
Bunca sessizlikte yoksulluğun dayattığı zorunlulukların
da payı var. Akif daha on beş yaşındayken babası Kosovalı
Mehmet Tahir Efendi öldü. Avrupa’ya kaçanların çoğu ya
devletli babaların mahdumlarıydı ya da hiçbir sosyal sorumluluğu olmayan maceracılardı. Akif daha ergen bir çocukken
aile sorumluluğunu iliklerinde hissetmiş bir adam.
Akif ’in vatanseverliği, dindarlığı, hatta şairliği ve siyasetçiliği soyut bir tutku, bir erkeğin peşinden koşabileceği
türden bir macera, bir heves veya poz değil. Somut zorunluluklar, kaçınılmazlıklar Akif ’in ruh haline, davranışlarına,
sanat ve siyasetine tümüyle yön vermiş. Ailesine, mahallesine nasıl yaklaşıyorsa millet ve memleketine de öyle yaklaşmış: Sahiplenici, babacan, somut sorunları her zaman soyut
ideallerden daha çok önemseyen bir tavır.
Akif gibi, makam ve mevkiden uzak duran bir şairin
Meclis sandalyesi işgal etmesi diğer birçok şairin mebusluğuyla karıştırılmamalı. 1924 kritik bir tarih bunun için.
Zafer kazanılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş, memleketin
yeniden imarı yolunda ilk adımlar atılmak üzere… Böyle
71
bir ortamda Ankara’ya koşmak düğün,
bayram. Akif, aksine, memlekette taş
üstünde taş bırakılmadığı günlerde
koştu Ankara’ya. Bir şey almak için
değil, bir şeyler vermek için.
Akif ’in mebusluğu, yani millete
vekil oluşu Meclis sıralarında başlayıp bitmiş bir şey de sayılmamalı.
Meşrutiyet’in ilanıyla ortaya çıkan
yayın serbestisi Akif gibi siyaset tarafı
kuvvetli şairleri, yazarları kürsüye çıkardı bir anlamda. Sebilürreşad’ın her
sayısı hem Osmanlı Devleti sınırları
içinde, hem Türkçenin anlaşıldığı diğer topraklarda on binlerce insana ulaşıyordu. Dergiyi alanların ilk okuduğu
metin de genelde Akif ’in yazdığı şiir,
makale veya yaptığı çeviriler oluyordu.
Sebilürreşad’da yazanlar listesine
bak ınca, Akif ’in birlik-beraberlik
düşkünlüğü bir kere daha dik kati
çekiyor. Sonradan farklı siyasi yollara
giren pek çok kişi Akif ’in dergisinde
bir aradadır. Konjonktüre göre şekil
almayan, iktidar veya muhalefet partilerinin güdümüne girmeyen Sebilürreşad, Meşrutiyet döneminin kendine
mahsus demokrasisi için de önemli kürsülerden biri, hatta önde geleniydi. Akif,
millete hitap etmeyi bu derginin baş yazılarında, bu dergide çıkan şiirlerinde
alışkanlık haline getirdi.
Millî Mücadele başlayınca Akif halkla direkt temas kurarak işe başladı. Önce
Balıkesir’e gitti, sonra Ankara’ya geçti ve Kastamonu, Eskişehir, Burdur gibi şehirleri ziyaret etti. Millî Mücadele süresince Sebilürreşad Anadolu’da çıktı.
Özetle, Akif bir anlamda doğal mebustu. Ne Meşrutiyet’te ne Cumhuriyet’te
iktidarlarla başı hoş olmadığı halde millet aşkına ortak işlerden asla kaçmadı.
Namık Kemal onu görmeli idi
“Bir gün Ali Ekrem’deydim; yalnızdık. Ali Ekrem daima Namık Kemal’in sandığım tok
sesiyle: ‘Koca Akif!.. Baba Akif!.. Seyfi Baba’yı, Fatih Camii’ni yazan herif!.. Kur’anı aç,
anlatsın! Hadis sor, söylesin!.. Frenkten, Araptan, Acemden eser ver, izah etsin!.. Babam
tanımalıydı onu… Namık Kemal onu görseydi, yanından ayırmazdı,’ diyordu ki içeri Akif
girdi. Ekrem yerinden fırladı. Akif’in elini öptü.”
Mithat Cemal Kuntay
Kuru fasulya aşı
“Akif Bey hayatında eğilmedi, gerek istibdat devrinde, gerek meşrutiyet devrinde açlığa
rıza gösterdi, kimseye eyvallah etmedi. Umumi seferberlik zamanı idi, Akif bir arkadaşı ile
birlikte oturmuş, kuru fasulya aşı yiyordu. Nezaret erkânından biri çıkageldi. Selam tebliğ
etti. Yazılarında o derece ileri gitmemesini nazikçe söylemek istedi. Akif pürhiddet dedi ki:
Nazırına söyle; kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben
fasulya aşı yemeğe razı olduktan sonra kimseden korkmam!”
Hasan Basri Çantay
Haşin bir adam
“Mehmet Akif biraz haşin olmakla beraber çok doğru dürüst bir adamdı, kudretli bir
şairdi.”
Ahmet Ağaoğlu
Aralık 2013
MUTFAK ÇALIŞANLARI
Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit
Meclis’te görev
yapan aşçılar,
hünerli elleriyle
birbirinden lezzetli
yemekler hazırlıyor.
TBMM mutfağında
kalite ve hijyenden
ödün verilmiyor.
Aralık 2013
M
is gibi yemek kokusu sarmış etrafı.
Fırınlar harıl harıl çalışıyor. Tepsiler çıkarıldıkça sebze ve et yemekleri
lezzet geçidi yapıyor. Her biri iştah
açıcı, her biri hünerli ellerin ürünü.
Bulunduğumuz yer TBMM Üyeler
Lokantası’nın mutfağı. Burada pişen
yemekler milletvekillerine, vekillerin
misafirlerine, Meclis’in üst düzey bürokratlarına ve gazetecilere sunuluyor.
Yemeklerin lezzeti, ürünlerin kalitesi,
mutfağın hijyeni en üst düzeyde. Fotoğraf çekmek için mutfağa girdiğimizde üzerimizde bulunan galoş, ağız
maskesi, bone ve önlük hijyene verilen
önemin bir göstergesi.
TBMM Üyeler Lokantası’nın mutfağında 40 kişi çalışıyor. Çorbalardan
zeytinyağlılara, etli yemeklerden tatlılara, salatalardan pastalara kadar her
gün onlarca çeşit lezzeti hazırlayan
mutfak ekibi, Meclis’te görev yapmanın
gururunu yaşadıklarını belirtiyor. Aşçıbaşı Recai Güler, 27 yıldır TBMM’de
hizmet veriyor. Aşçı olarak çalışmaya
başladığı mutfakta son 14 yıldır aşçıbaşılık yapan Güler, “Mesaimiz sabah
08:00’de başlar. Herkes o günkü yemek
listesini ve ne yapacağını önceden bilir.
Mesai başladığında arkadaşlarımız
görevinin başına geçip büyük bir titiz-
Meclis Çalışanları
likle yemekleri hazırlar” diyor. TBMM
Üyeler Lokantası’nda yemek servisi saat
12:00’de başlıyor. Genel Kurul’un çalıştığı günlerde mutfak ve lokanta sürekli
açık oluyor. Recai Güler, “Genel Kurul
toplantısı olduğu zamanlarda iki ayrı yemek listesi hazırlıyoruz. Saat 17:00’den
sonra yeni bir menü sunuyoruz” diye
konuşuyor. Tecrübeli aşçıbaşı, mutfağın
da lokantanın da yoğun çalıştığına işaret
ettiğimizde şunları söylüyor: “Meclis’te
görev yapmak büyük bir onur. Hepimiz
bunun bilinciyle hareket ediyoruz. En
ufak bir hata yapmamak için çok dikkatli ve düzenli çalışıyoruz. Yemeklerimizin beğenilmesi bize büyük mutluluk
veriyor, yorgunluğumuzu unutturuyor.”
Recai Güler’e “Yemek listesinin
vazgeçilmez lezzetleri var mı?” diye
sorduğumuzda, “Kuru fasulye, pilav, cacık ve turşu her gün listemizde yer alır”
yanıtını veriyor. Merak ettiğimiz bir
başka konu ise yemeklerle ilgili ne tür
tepkiler aldıkları oluyor. Aşçıbaşı Güler,
“Genellikle çok güzel yorumlar geliyor.
Bazı yemeklerin daha sık ve daha çok
yapılması istenebiliyor. Örneğin Ankara
Tava ve yaprak dolması... Yemeklerimize gösterilen ilgi bizi memnun ediyor”
diye konuşuyor.
Her ürün titizlikle
kontrol ediliyor
Meclis mutfağında “Nerelisiniz?” sorusunu yönelttiğimizde aldığımız cevap
genellikle aynı oluyor: Bolu Mengen.
Recai Güler de “aşçıların anavatanı”nda
doğduğunu ifade ederek şunları söylüyor: “Ailemdeki tek aşçı benim. İlkokul
bitince Ankara’ya geldik. ‘Eti senin kemiği benim’ diyerek bir lokantada çırak
olarak başlattılar beni. Aşçı olmayı ben
de istedim, bu işi yaparım dedim. Çıraklık, kalfalık, ustalık derken meslekte
41 yılı geride bıraktık, bugünlere geldik.
Allah nasip etti, 27 yıldır Meclis’te çalışıyorum. Uygulamalı sınavı kazanarak
‘‘En ufak
bir hata
yapmamak için
çok dikkatli
ve düzenli
çalışıyoruz.
Yemeklerimizin
beğenilmesi
bize büyük
mutluluk veriyor,
yorgunluğumuzu
unutturuyor.’’
Meclis’e girdim. Mutfaktaki tüm arkadaşlarım sınavla alındılar
buraya. Hepsi mesleğinde deneyimli, çok iyi aşçılar.”
Durmuş Özer TBMM Üyeler Lokantası’nın aşçıbaşı yardımcısı. Mesleğe 1985’te başlamış. Bolu Mengenli Özer,
ailesinde pek çok aşçı olduğunu belirterek, “Dedemin amcası Atatürk’ün aşçısıymış. Dedem ve babam bu mesleği
yapmamış, ama amcalarım ve onların çocukları hep aşçı.
Ben de onları göre göre bu mesleğe başladım. İşimden çok
memnunum, bir daha dünyaya gelsem yine aşçı olurum”
diyor. 1992’de aşçı olarak Meclis’te çalışmaya başladığını,
sekiz yıldır da aşçıbaşı yardımcılığı yaptığını anlatan Özer,
Meclis mutfağının yemekleri, kalitesi ve hijyeniyle çok iddialı olduğunu ifade ediyor. Meclis çatısı altında çalışmanın
güven ve gurur verdiğini belirten Özer, “Evde yemekleri kim
yapıyor?” diye sorduğumuzda şöyle diyor: “Evde yemekleri
eşim yapıyor. Ben sadece Ramazan’da mutfağa giriyorum.”
Meclis’teki lokanta ve çay ocakları Destek Hizmetleri
Başkanlığı’na bağlı olarak hizmet sunuyor. Destek Hizmetleri Başkanı Fahrettin Böke ve Destek Hizmetleri Başkan
Yardımcısı Birol Özçelik’in verdiği bilgiye göre, Meclis’te
11 lokanta ve 10 mutfakta aşçı, garson, kalite yönetimi mühendisi, gıda mühendisi ve kasa memuru olmak üzere toplam
532 personel görev yapıyor. Birol Özçelik, Meclis’te kalite
Aralık 2013
73
Kalori hesabı
yapmak mümkün
TBMM Üyeler Lokantası’ndaki menüde yemeklerin hangi malzemelerle
hazırlandığı ve kaç kalori olduğu bilgisi de yer alıyor. Menüde, diyet yapanlar için özel seçenekler sunuluyor.
yönetimi ve gıda güvenliğine verilen
önemi vurgulayarak, “Kalite yönetimini benimsemiş, gıda hijyen kurallarını
iyi bilen bir ekibiz. TS EN ISO 22000
Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi kapsamındaki uygulamalarla çalışıyoruz.
Meclis’e kesinlikle kalitesiz, markasız
ürünler giremez. Her sabah ürünler gelir
ve Mal Kabul Komisyonu tarafından
incelenir. Komisyon, ürünün bulunduğu ortamın sıcaklığı ve nem oranından
hijyenine kadar her şeyi kontrolden
Aralık 2013
geçirir. Eğer bir sorun yoksa ürün alınır. Uygun olmadığı tespit edilen ürün varsa
Uygunsuzluk Formu düzenlenir, ürün iade edilir ve firma uyarılır” diye konuşuyor.
Yemekler israf edilmiyor
Meclis ürün alımlarını ihale yöntemiyle yapıyor. Firmalardan Gıda Güvenliği
Belgesi, standartlara uygunluk gibi koşulları yerine getirmeleri istenirken, üretim
tesisleri Meclis’in gıda mühendisleri tarafından yerinde inceleniyor. Birol Özçelik,
“Fabrikadaki üretimden başlayarak her aşama kontrol ve kayıt altına alınıyor” diyor. Meclis lokantalarında günde ortalama 8 bin kişilik üretim yapılıyor. Bu rakam
Genel Kurul çalışması olduğu günlerde 10 bine çıkabiliyor. Özçelik, her yemekten
numune alınıp 72 saat saklandığını belirterek, “Meclis’te yediği yemekten rahatsızlandığını düşünen biri olursa 72 saat içinde başvurabilir. Böyle bir durumda biz
o yemeği Hıfzıssıhha’ya gönderir ve rapor isteriz” diye konuşuyor. Birol Özçelik’in
dikkat çektiği bir başka nokta ise artan yemekler oluyor. Tencerede artan yemeklerin sokak çocukları ile hasta yakınlarının kaldığı yerlere gönderildiğini, tabakta
kalanların ise Gölbaşı’ndaki hayvan barınağına gittiğini belirten Özçelik, bu uygulamanın pek çok kuruma örnek olduğuna işaret ediyor.
Destek Hizmetleri Başkanı Fahrettin Böke ise Meclis’te sunulan günlük çay
ve yemek hizmetlerinin bir bedeli olduğunu ifade ederek, “Fiyatlar maliyetleri
karşılama esasına dayalıdır. Bu amaçla yapılan cari giderler için de bütçeden tek
kuruş harcama yapılmamaktadır” diyor.
75
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kasım
2013’te kabul edilen yasalar
Kanun Numarası Kabul Tarihi
Başlığı
6502
07/11/2013
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun
6503
19/11/2013
T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti
Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine
Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun
6504
19/11/2013
Kamu İhale Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6505
27/11/2013
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belarus Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Geri Kabul
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6506
27/11/2013
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Diplomatik Misyon ve Konsolosluk Mensuplarının Aile Bireylerinin Kazanç Getirici Bir İşte
Çalışmalarına Olanak Sağlayan Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun
6507
27/11/2013
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Tacikistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji
ve Madencilik Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6508
27/11/2013
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kamerun Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji
ve Hidrokarbonlar Alanlarında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6509
27/11/2013
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Diplomatik ve Konsüler Misyonlarda Çalışan Personelin Yakınlarının Kazanç Getirici Bir İşte
Çalışmalarına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6510
28/11/2013
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv
Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Aralık 2013
76
Tozlu Sayfalar
1908:
“Doğmayan
Hürriyet”
Mülkü yıktık, aşk-ı millet namına
Milleti soyduk, hamiyet namına.
Süleyman Nazif
23 Temmuz 1908’in
niteliği pek
çok çalışmaya
konu olmuş, bu
çalışmalarda
ortak bir kanaat
oluşmamıştır.
Kimine göre cılız
bir modernleşme
çabası, sözde
devrim yahut basit
bir darbe, kimine
göre modern
Türkiye tarihinin
kırılma anı, özde
bir devrimdir.
Aralık 2013
2. Meşrutiyet hatırası (24 Temmuz 1908)
Dr. Polat Safi
II.
Meşrutiyet’in ilanının “Hürriyetin İlanı” ile eş tutulması,
bir yanıyla silahlı müdahaleyle birlikte istibdatın, baskının, diktatörlüğün sona erdiğini beyan etmektir. II.
Meşrutiyet’in ilanı ile beraber her şey
normalleşmiş ve harekete inananların
beklentilerinin büyük kısmı karşılanmış olsaydı bu denklemin hatasız
olduğunu söyleyebilirdik. Ancak Meş-
rutiyet idealleriyle uygulamaları arasındaki fark azımsanamayacak kadar
büyüktür. Manastır Mekteb-i Harbiye
Ders Nazırı Binbaşı Yanyalı Vehib
Bey’in Meşrutiyet’in ilanını takiben
Manastır Vilayeti’nin Hürriyet adı
verilen meydanında bir top arabasının
üzerinden “Hürriyetin İlanı” ile verdiği
nutukla, bu nutkun sahadaki uygulaması oldukça farklıdır:
Tozlu Sayfalar
Vehib Bey’in Meşrutiyet’in ilanında
Manastır Vilayeti’nde verdiği nutuk
(23 Temmuz 1908)
“Kahraman-ı Hürriyet” Niyazi Bey’in Bursa Harbiye Mektebi’ni ziyareti.
“… La tectemiu ummeti ala’d-delale (Ümmetim delalet üzerinde icma etmez)
hadis-i şerifi rehber-i kavimizdir. Adalet, musavat, hürriyet, uhuvvet meslek-i esasimizdir… Artık cennet-mekan Kanuni Sultan Süleyman zamanından beri padişah
ile millet arasına çekilen kafesi kıracağız. Padişahımızın etrafını alan hain, rezil,
bed-tînet, sefil, denî herifler kahr olsun. Sahihu’l-nesebden neşet etmiş, pak süd
ile büyümüş, mekarim-i ahlak ve mehasin-i sıfat ile tecelli eylemiş zevatı isteriz…
Vatanımızı bargiran-ı itisafdan kurtaracak, yetimlerimizin gözlerini dindirecek ve
kimsenin hakkını kimseye kapdırmayacak, bizi insan gibi yaşatacak usul-ı meşrua-i
meşveretdir ki istediklerimizin cümlesini temin eyleyen Kanun-i Esasi’dir. Ey
Vatandaşlar! Ya Kanun-i Esasi, Ya Ölüm.”
Burada Meşrutiyet’in neredeyse bir
ahlak davası şeklinde takdim edilerek
halka mal edilmeye çalışıldığı açıktır. Bu çaba, son zamanlarda iddia
edildiğinin aksine Meşrutiyet’in bir
halk hareketi olmadığı yönünde ciddi
ipuçları verir. Yoksa, ne söz konusu
hadis-i şerifin konuyla bir alakası
vardır ne de bu formül içerisinde
hürriyet, eşitlik, kardeşlik ve adalet
İslam’ın siyaset prensipleridir. Rıza
Nur ve Yusuf Kemal Tengirşenk’in de
benzer bir ref leksle hareketi “askerî
ihtilal” niteliğinden kurtarıp halka
mal etmek için ilk günlerde gösterilere katıldıkları bilinmektedir. Enver
Bey’in II. Meşrutiyet’in ilan edildiği
23 Temmuz 1908’den birkaç ay sonra
verdiği bir mülakatta “İnkilab-ı hazıra
bir inkılab-ı askerî değil bir inkılab-ı
millîdir. Ordu cereyan eden ahvalin
hakimi değil hadimidir” demesi de
benzer bir sonuca işaret eder. Dolayısıyla, ne halka anlatıldığı şekliyle bir
hürriyetin ne de “Hürriyetin İlanı”nın
bir toplumsal patlama yahut kitlesel
eylemin sonucu olduğunu söylemek
mümkündür.
Aralık 2013
77
78
Tozlu Sayfalar
Meşrutiyet ne getirdi?
Bu tartışmadan Meşrutiyet’in hiçbir şey getirmediği gibi bir
sonuç çıkmamalıdır. Bilakis, Meclis’in açılışını, siyasi partilerin meydana çıkışını, seçimleri, laik kurumları, cemiyetleşmeyi, sendikaları, basını, vatandaşlığı vs. mümkün kılmıştır. Ancak her şeyin ilk günlerde sokaklarda söylenen Marseillais’in
verdiği sarhoşluk kadar güzel olduğu söylenemez.
Mesela, parlamenter ve çok partili bir meşrutî hayatın demokrasinin gelişimine imkan tanıması öngörülürken demokratik müesseselerden örtülü bir tahakküm mekanizması ve
II. Abdülhamid’i mumla aratacak bir oligarşik yapının meydana getirilmesi bu döneme rastlar. Ordunun yaklaşık 80 sene
aradan sonra siyaset yapımına ortak olması ve ilerleyen süreçte
siyasete neredeyse tek başına tahakküm etmesi de vadedilen
hürriyetin getirdikleri arasındadır. Demokrasi tarihimizin
biricik öğesi tek parti iktidarlarının doğuşu da böylelikle
anlam kazanabilir. Bir anlamda iktidar, Meşrutiyet’le birlikte
ele geçirilmemesi için devamlı tahkim edilen bir kale haline
dönüşmüştür. Hukuki müesseselerin bu yönde kullanılması
ve siyasi mücadeleye giden yolların tıkanması ise beraberinde
aşina olduğumuz fiili tertiplere yol açmıştır. Türkiye’de ölüm
kalım savaşı şeklinde yürütülen iktidar-muhalefet ilişkilerinin,
darbelerin, bununla birlikte gelen kadrolar halinde tasfiyeler ve
siyasi cinayetlerin kökeni burada aranabilir. Son olarak eklenmelidir ki Türkiye’de siyasi partilerin, koalisyonların kurtarıcı
olarak iktidara gelmeleri ve hemen her daim müstebit olarak
makamlarını terk etmeleri de bu dönemin bir meyvesidir.
Efkar üstüne değil hassasiyetler üstüne siyaset yürütülen bir
arenada bundan farklısı da beklenemezdi.
Meşrutiyet nasıl geldi?
Diğer taraftan, II. Meşrutiyet’in ilanının “Hürriyetin İlanı”
ile eş tutulması ve istibdadın sonunun getirildiği yönündeki
çığlıklar, bu hareketin neredeyse bir askerî müdahale şeklinde
yürütüldüğü gerçeğini perdelemektedir. Vehip Bey’in nutkunda padişahtan ziyade etrafını çevirmiş bulunan “hain, rezil,
bed-tînet, sefil, denî herifler”de suç bulması aslında bu noktaya
işaret eder. Zaten ihtilal hareketlerinin pek azının başında en
tepedeki isim hedef olarak gösterilir. Vehip Bey’in nutkuna
“Bu mübarek hak-i pak-i vatanın 31 seneden beri geçirdiği
rikkat-engiz mezalim, canhıraş levhalardan, demlerden bahs
eylemek istemem” diyerek başlamasının sebebi, bahsettiği
takdirde hedefin “hürriyet” kadar II. Abdülhamid’i devirmek
olduğunun da anlaşılacağını bilmesindendir.
Silahla gelmiştir Meşrutiyet. 3. Ordu subaylarının bir
kısmının, Rumeli’de karma kaynaklardan oluşturulan millî
Aralık 2013
İstibdad - Hürriyet
tabur ve alayların, siyasileşmiş
Ey esiran-ı cihan şadan olun
Yok iken ümidimiz imdaddan
silahlı çetelerin ve fedailerin işiİşte hürriyet tulu etti bugün
Kalmadı bir zerre istibdaddan
dir. Bu birlikler isyan edip dağa
(Geveze, 18 Eylül 1908)
çıkmadan, fedailer suikastları icra
edip tıkandığı düşünülen kanalları
açmadan, Saray’a onlarca tehdit telgrafı çekilmeden, Makedonya sorununun yeni bir safhaya geçişi, Reval mülakatı
(Haziran 1908), ordu içi apolitik huzursuzluklar gibi birtakım
olaylar kışkırtma aracı olarak kullanılmadan, Saray’ı arkasına
Arnavutları almış gibi göstermeden (Firzovik) İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) II. Meşrutiyet’i ilan edebilmesinin
mümkün olduğu tartışmalı hale gelecektir.
Tahakkuk biçimi bildiğimiz anlamda bir askerî müdahaleye işaret etmeyebilir. Çünkü Yıldız Sarayı kimse tarafından
basılmamış, II. Abdülhamid yerinden edilmemiştir. İTC, zamanla artacağı muhakkak olan güç ve idaredeki etkinliğinin
padişahı kendiliğinden alaşağı edeceğini düşünmüş olabilir.
Diğer taraftan, Sultan’ın kurnazlığının bunu engellemiş olabileceği imkan dahilindedir. Gerçekten de Sultan’ın oldukça
Tozlu Sayfalar
24 Temmuz 1908 tarihli İkdam gazetesinde Meşrutiyet’in ilanı.
“Padişahım Çok Yaşa”
başlığıyla çıkan 25
Temmuz 1908 tarihli
İkdam gazetesi
iyi bir zamanlama ile Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koyması
kamuyu istediği gibi yönlendirme imkânını kendisine verdiği
gibi İttihatçıları belki de ihtilalin temel varlık nedeninden
yoksun bırakmıştır. İktidara gelmek için zamanın gerektirdiği sosyal statü yanında yaş ve tecrübeden de mahrum olan
İttihatçılar, iktidar oyununu bir süre daha Abdülhamid ile
birlikte sürdürmek zorundaydı. Şimdilik sahne arkasından
meşrutî sistemin bekçiliği vazifesini üstlerine alacaklar
ve gerekli gördüklerinde siyasete müdahale edeceklerdi.
Ancak yangın bir kere çıkmıştı ve rüzgar kuvvetliydi. Bir
seneye kalmadan II. Abdülhamid’in rejimini yıkanlar
Abdülhamid’i de devireceklerdi.
Meşrutiyet’in niteliği
23 Temmuz 1908’in niteliği pek çok çalışmaya konu olmuş,
bu çalışmalarda ortak bir kanaat oluşmamıştır. Kimine göre
cılız bir modernleşme çabası, sözde devrim yahut basit bir
darbe, kimine göre modern Türkiye tarihinin kırılma anı,
özde bir devrimdir. Süreklilik ile kopuş, reform ile restorasyon ve darbe ile devrim arasındaki kavramsal çatışma
23 Temmuz’un anlam ve önemi üzerinde de bir ihtilaf yaratmıştır. Uzmanlar “Kabe-i Hürriyet Selanik”in “Kahpe
Bizans İstanbul”a galebe çalmasıyla birlikte meydana gelen
“İnkilab-ı Azim”in beraberinde bir dizi sıkıntı getirdiği
noktasında, sıkıntıların tür ve boyutuna dair görüşlerde
farklılıklar olsa da uzlaşmaktadırlar.
İşte bu sıkıntıların sistemin kendinden değil işletilemeyişinden kaynaklandığı, dolayısıyla ancak mevcut düzen
tahkim edildikçe aşılabileceği yönündeki kuvvetli inanç
demokrasi tarihimizin özetini oluşturur. 1908’in uluslararası boyutu söz konusu olunca hemen sadece Rusya’da 1905
ve İran’da 1906’da meydana gelen meşrutî hareketlerden,
Makedonya sorununun yeni bir safhaya girişinden ve Reval
görüşmesinden bahsedenlerin 1908 sonrası yönetim mekanizmasında dünya sisteminin çok daha fazla söz ve etkinlik
sahibi oluşunu açıklamaları gerekmektedir.
Tam da Osmanlı mülkü parçalanırken bir “müstebit”in
ortaya çıkması ve dünya sistemiyle barışık bir muhalefetin
“adalet, musavat, hürriyet, uhuvvet” sihirli formülüyle iktidara tahakküm etmesi ve bunun meydana getirdiği sıkıntıların Osmanlı Devleti’nin dağılışını hızlandırması ilginç değil
midir? Tanımları çoktan ve başkaları tarafından yapılmış
bir sisteme ortak olunarak devletin kurtulabileceğini düşünenlerin yürüttüğü bir hareket olan 1908’in uluslararası
boyutuna pek değinilmemesi belki de mesela Şehbenderzade
Filibeli Ahmet Hilmi’nin ölümünde aranmalıdır.
Aralık 2013
79
Tarih Sahnesi
2 Aralık 1851 - III. Napoléon
bir darbe yaparak Fransa’da
yönetimi ele geçirdi.
18 Aralık 1865 - Amerika
Birleşik Devletleri’nde kölelik
resmen kaldırıldı.
15 Aralık 1954 - Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığı kuruldu.
2
5
15
17
18
20
5 Aralık 1934 - Türk kadınına
milletvekili seçme ve seçilme hakkı
tanıyan kanun TBMM’de kabul
edildi.
17 Aralık 1830 - Güney Amerika
halklarının bağımsızlık savaşına önderlik
eden, bu nedenle kendisine El Libertador
(kurtarıcı) unvanı verilen Simon Bolivar
hayatını kaybetti.
Aralık 2013
26 Aralık 1925 - Günün 24
saate bölünmesine ve takvimde
tarih başlangıcının değiştirilmesine ilişkin yasalar kabul edildi.
23 Aralık 1930 - Cumhuriyet tarihinin
en önemli hadiselerinden biri olan ve Mustafa
Fehmi Kubilay’ın ölümüyle sonuçlanan Menemen Olayı yaşandı.
23
25
26
27
25 Aralık 1973 - İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Pembe
Köşk’te vefat etti.
20 Aralık 1987 - Naim
27 Aralık 1919 - Mustafa Kemal ve Temsil
Süleymanoğlu, katıldığı Cumhuriyet Halter Şampiyonası’nda
dünya rekoru kırdı.
Heyeti kurtuluş mücadelesi kapsamında Ankara’ya
geldi. Bu olay, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması
için bir başlangıç sayıldı.
Aralık 2013
82
Kendine özgü okuyuşu ve duru sesiyle Musiki’nin unutulmazları arasında yer alan Safiye Ayla, kendi
ayakları üzerinde durabilen güçlü kadın imajıyla da Cumhuriyet tarihine damga vurmuş bir isim. Türkiye’nin kadife
sesi, aradan geçen onlarca yıla rağmen Klasik Türk Musikisi’nin en çok dinlenen isimleri arasındaki yerini koruyor.
Gökçe Doru
1900
’ ler… Giden i n gel mediği savaş yılları. Hem
Osmanlı’nın en zor dönemleri, hem de
o yıllarda doğan Safiye’nin. Babası Mısırlı Hicazizade Abdullah Bey, o henüz
doğmadan ölür, annesi Sadiye Hanım
ise Safiye 3 yaşındayken. Küçük yaşın-
Aralık 2013
da yetim ve öksüz kalan, bakacak kimsesi bulunmayan Safiye’ye yetimler yurdunun
yolu görünür. Çağlayan Darüleytamı’na gönderilen Safiye’nin zeki ve yetenekli
olduğu hocaları tarafından fark edilir. Güzel sesli ve becerikli bu küçük kız çocuğu, kısa zamanda müsamerelerde şiir okuyan ve şarkı söyleyen yegane kişi olur.
Safiye’nin ilk yılları vahametli olan hayatı, Birinci Meclis’in Bursa Milletvekili
Şeyh Servet Akdağ tarafından evlat edinilmesiyle değişir. Muhtaç olduğu sevgi
ve ilgiye kavuşan Safiye’nin eğitimi de emin ellerdedir. Dokuz-on yaşlarında pi-
83
yano çalmayı öğrenir, sonraki yıllarda
Bursa’daki kız muallim mektebine
yazdırılır.
Muallime olarak İstanbul’a gelişi
talihin ona ikinci kez güldüğü bir
olay, hayatının ikinci dönüm noktasıdır. O geliş sonrası Türk Sanat
Musikisi kadife sesine kavuşur; Safiye,
radyonun bile olmadığı yıllarda şöhret
kapılarını aralar ve Safiye Ayla olur.
Ah o gönül şarkıları…
Safiye Ayla’nın en tiz notalara kadar
hiç zorlanmadan çıkabilmesi ve sesindeki yumuşaklık, İstanbul’da şarkılar
söylediği çeşitli toplantılarda beğeni
kazanır. Bu büyüleyici ses, Klasik
Türk Müziği bestekarı Yesari Asım
Arsoy’un da dikkatini çeker. Arsoy’u
tanıdıktan sonra ondan makam ve üslup dersi almaya başlayan Safiye Ayla;
Saadettin Kaynak, Selahattin Pınar,
Udi Nevres Bey, Rakım Elkutlu gibi
Türk Müziği
alanında
“sahneye çıkan
ilk Türk kızı”
unvanına sahip
Safiye Ayla, Mısır
ve Halep’in yanı
sıra Almanya,
Macaristan,
Avusturya,
Fransa,
Romanya
gibi Avrupa
ülkelerinde
konserler verir.
değerli söz yazarı ve bestecilerle de çalışma olanağı bulur.
Klasik Türk Müziği’ne büyük emek vermiş, besteleri hâlâ
sevilerek dinlenen bu büyük sanatçılarla çalışmak onun
sesini eğittiği kadar musiki kültürünü de artırır. Bir Yesari
Asım Arsoy bestesi olan “Sevda Yaratan Gözlerini Her
Zaman Öpsem” adlı eseri plağa okur ve kısa sürede müzik
camiasında tanınmış biri haline gelir.
“Çile Bülbülüm” şarkısını Safiye Ayla’nın meşhur ettiği
rivayet edilir. “Katibim” türküsünü birçoklarına göre en
güzel o söyler. “Yemen” türküsünü ise öyle içten okur ki
yüreğin en derin yerlerinde hissedilir hüzün. “Menekşe
Gözler Hülyalı” ve kendi bestesi olan “Ah O Gönül Şarkıları” ise şimdi bile dinlendiğinde yüz yıl öncesinin aşklarına özendirir. Lakin, birçok savaşta yiğitlik sergilemiş ve
nihayetinde köyüne dönerek yavuklusuna kavuşmuş Ömer
diye bir kahramanın hikayesi kurtuluş mücadelesi coşkusuyla harmanlanarak öyle güzel anlatılır ki “Yanık Ömer”
türküsünde, ve Safiye Ayla o türküyü öyle güzel okur ki…
Atatürk bu şarkıyı Safiye Ayla’dan dinlediğinde, dünyanın
neresinde okursa okusun sevilerek dinleneceğini söyler.
Atatürk’ün deyimiyle “kadife sesli Safiye”, dünya çapında
ünlü olabilecek kalitede bir sese sahiptir.
Aralık 2013
84
Türk Müziği alanında “sahneye çıkan ilk Türk kızı”
unvanına sahip Safiye Ayla, Mısır ve Halep’in yanı sıra
Almanya, Macaristan, Avusturya, Fransa, Romanya gibi
Avrupa ülkelerinde konserler verir. Önce plaktan, sonra
radyodan ve yıllar sonra CD’lerden dinlenilen bu muhteşem
ses ve yorum, Türkiye’de olduğu gibi başka ülkelerde de
unutulmaz. İngiliz The Times gazetesi 2008 yılında “Dünya Müziğinde Yaşayan Efsane ve Tarihî Kadın Şarkıcılar”
listesine Safiye Ayla’yı da ekler.
“Anne olsaydım Safiye Ayla olamazdım”
Yaşamı boyunca beş yüzden fazla plak doldurmuş olan Safiye Ayla, gözünde tütüp duran, kalbine hançer vuran sevdaya
otuz beş yaşında tutulur. Batı eserlerini ud ile yorumlayan
ilk ud virtüözü olan Şerif Muhittin Targan ile evliliği on
yedi yıl sürer. Eşine o kadar hayrandır ki, “Bilmem ki sanat
mı yaptık? Çok zor sanatkar olmak. Çünkü benim eşim
Aralık 2013
Tırnaklarla
kazıyarak
erişilen
zirve, ‘‘sanatçı’’
olarak anılmaya
yetmez Safiye
Ayla’nın
gözünde.
hakiki sanatkardı. Onun nerelerden,
nasıl geçtiğini biliyorum” demesi,
kendi tırnaklarıyla kazıyarak eriştiği
zirvenin sanatçı olmak için yetmeyeceğini işaret eder gibidir.
Targan ile beraber hayır kurumları
için de konserler veren Safiye Ayla,
eşinin ölümüyle müzikten büyük ölçüde çekilir, hayatının ilk yıllarında
olduğu gibi yine yalnız kalır. Söylediği bir şarkıdaki gibi manada güzel,
ruhta güzel olan Safiye Ayla ölmeden
önce tüm mal varlığını Türk Eğitim
Vakfı’na bağışlar. Çocuğu yoktur belki, ancak bağışladığı mirası binden
fazla yoksul çocuğa burs sağlar ve
Safiye Ayla hepsinin annesi olur.
86
Kamu Yayıncılığında Özel Anlayış:
Millî Saraylar
Toplumlar kendi medeniyetlerini, ortaya koydukları yazılı ve görsel eserlerle
gelecek kuşaklara aktarırlar. Millî Saraylar da tarihî mirasımızın en önemli mekanlarını
korumak ve tanıtmak sorumluluğuyla yayın çalışmalarına özen göstermektedir.
Erbay Kücet
Ü
lkemizin ekonomik ve sosyal gelişimine paralel olarak yayıncılık alanında da son yıllarda gözle görülür bir gelişme olduğu gerçektir. Özel
sektör, yurt içinde birbiri ardına yayınlarla göz doldurmakta, uluslararası kitap fuarlarına katılarak kendini yenilemektedir. Kamu yayıncılığı
ise evvelki yıllarda hal-i pür melaldir. Ancak son yıllarda bir rekabet
ortamında olduğunun farkına varan resmî yayıncılığımız, özel sektörle
yarışacak kalitede yayınlar çıkarmaktadır. İdarecilerimizin yayıncılık
anlayışının değişmesi ise kamu eserlerinde ümit vadedici gelişmelerin
olmasında büyük rol sahibidir. Bu yazıda, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2011 yılında “Kamu Yayıncılığı” alanında ödüle layık görülen
TBMM Millî Saraylar Başkanlığı’nın yayınlarından söz etmek istedim.
Dolmabahçe Sarayı Fotoğraf Albümleri, Dolmabahçe Sarayı’nın 150.
yıl etkinlikleri kapsamında basımı yapılmış ve Gülsen Sevinç Kaya tarafından hazırlanmış bir kitap. Millî Saraylar Fotoğraf Koleksiyonu’nda yer
alan eserleri içeren kitabın, sultan-fotoğrafçı-toplum üçgeninde gelişen
Osmanlı fotoğraf sanatında özel ve ayrıcalıklı bir yeri bulunuyor. Bir
fotoğraf koleksiyonu özelliği de olan kitap, 33 yıl süren Sultan II. Abdülhamid dönemi başta olmak üzere Osmanlı’nın gündemini günümüze
taşıyan önemli bir kaynak.
Aralık 2013
Millî Saraylar bünyesinde uzun yıllar yürüttüğü müze araştırmacılığının yanı sıra yazarlık ve
öğretim üyeliği gibi görevlerde de bulunan Hakan
Gülsün’ün Beylerbeyi Sarayı, Marko Paşa Köşkü,
Küçüksu Kasrı, Atatürk İstanbul’da ve Selimiye Kışlası gibi eserleri bulunuyor. Gülsün’ün, İstanbul’un
tarihî yapılarına dair çeşitli süreli dergilerde yayımlanmış makaleleri ise Sanat ve Tarih Yazıları adlı
kitapta bir araya getirilmiş. Kitapta Haliç kahvehaneleri, saray havluları, Osmanlı mimarlığı, Harem
gibi çeşitli konularla ilgili bilgilere yer veriliyor.
Toplumlar kendi medeniyetlerini, ortaya koydukları yazılı ve görsel eserlerle gelecek kuşaklara
aktarırlar. Millî Saraylar da tarihî mirasımızın
en önemli mekanlarını korumak ve tanıtmak
sorumluluğuyla yayın çalışmalarına özen göstermektedir. Osmanlı Devleti’nin en üst düzeyde
temsil edildiği yapılar olan saray, kasır ve köşklerin
mimari yapısı ve dekorasyon özellikleri, dönemin
87
hayat tarzını yansıtması; kültürel, sosyal ve sanatsal etkileşimler hakkında
ipucu vermesi bakımından önemlidir.
Haluk Yusuf Şehsuvaroğlu’nun Millî
Saraylara bağlı saray, köşk ve kasırlar
hakkında çok özel bilgiler ile hatıraları içeren Tarihi Odalar adlı eseri
bu bakımdan önemli bir kaynaktır.
Kitapta, Sultan Abdülhamid’in tahta
davet edildiği odadan hâl ’edildiği
odaya, Dolmabahçe’de kralların misafir edildiği odalardan İmparatoriçe
Eugenie’nin yatak odasına kadar birçok
odanın hikayesinin yanında mimari
özelliği ve dekorasyonu ile ilgili bilgiler de bulunur. Yazarın Dolmabahçe
Sarayı adlı kitabında ise Dolmabahçe
Sarayı’nın mimarisi ve bahçesi ile ilgili
bilgiler zengin görsel içerikle birlikte
sunulmuştur. Kitapta, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Saray’ın
Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal
Atatürk ve birçok lidere ev sahipliği
yaptığı da belirtilmektedir.
Kültür ve sanatın
üretim merkezleri
TBMM Millî Saraylar Daire Başkanlığı
sorumluluğundaki saraylar, tarihte yalnızca padişahlara ev sahipliği yapmamış, kültür ve sanatın üretim merkezleri olarak da önemli bir rol üstlenmiş.
Öyle ki Osmanlı padişahları sanatın
gelişmesi için, sanatçılara eserler sipariş
ederek, sergilerden eser satın alarak,
yurtdışına öğrenci göndererek ve yetişen öğrencileri sarayda veya okullarda görevlendirerek çeşitli eğitim ve kültür atılımları yapmış, Batılı anlamda Türk resminin
en büyük destekçisi olmuşlardır. Bunu en iyi anlatan çalışmalardan biri İhtişam ve
Tevazu; Padişahın Ressam Kulları’dır. Çalışmada Türk resminin saray koleksiyonlarındaki örnekleri, padişah için resim yapan sanatçıların hayatları, Osmanlı’da resim
eğitimi ve öğretiminin yeri gibi konular yer almaktadır.
Ünal Karıncalı’nın basıma hazırladığı Cumhurbaşkanlığı Makamı Olarak Dolmabahçe Sarayı ve Atatürk adlı çalışmada ise Dolmabahçe Sarayı’nın Cumhuriyet
sonrasındaki kullanımı ve şimdiye kadar günyüzüne pek çıkmamış Atatürk’ün
Dolmabahçe’deki önemli hatıraları yer alıyor. Atatürk’ün devlet politikası açısından
Dolmabahçe’de gerçekleştirdiği köklü değişimler, özel hayatından kesitler, hastalığı
ve ölümüne ait bilgileri de bu kitapta bulmak mümkün.
Millî Saraylar Yayın Kurulu koordinatörlüğünde yayıma hazırlanan Harem ve
Cariyelik, Osmanlı’daki Harem anlayışını işleyen bir Cengiz Göncü kitabı. Kitap,
toplum tarafından Harem hakkında bilinen yanlışlara da ışık tutuyor. Kitap, tarihî
sorumlulukla hareket eden Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın konuyu akademik
bir dikkat ve arşiv çalışmasıyla ele aldığının da bir göstergesi.
Tüm Zamanların Hatırına Sarayda Bir Fincan Kahve adlı eser, saray koleksiyonlarında yer alan, sosyalleşme kavramını kültüründe barındırmış, Osmanlı toplumu tarafından benimsenmiş ve Osmanlı Sarayı’nda en gösterişli şekilde yaşanmış
olan kahve kültürünü çeşitli kurumlardan derlenen belge ve fotoğraflarla birlikte
anlatıyor. Kitap, Osmanlı saraylarında kahve ikram merasimi sırasında kullanılan
stil, fincan, zarf ve puşidelerinin yanında şerbet kupaları, şerbet mahramaları, buhurdanlar, nargileler gibi kahve kültürü unsurlarını da tüm incelikleriyle ele alıyor.
TBMM Millî Saraylar bünyesinde kurulan eğitim merkezinde, klasik Türk süsleme sanatları eğitimlerini günümüzün usta hocaları vermektedir. Büyük bir sabır
ve emek gerektiren Türk Süsleme Sanatları eğitimi uzman kadro tarafından verilen
dersler aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarılmakta, kültürler arası köprüler oluşmasına vesile olmaktadır. Bu sanatla ilgili sergiler ve kitaplar unutulmaya yüz tutmuş
sanatımızı genç nesillere tanıtmaktadır.
Millî Saraylar tarafından Türk-Macar Tarihi İlişkilerinden Kesitler adlı sergi
anısına yayımlanan katalogda Macaristan tarihinde Osmanlı’nın yeri, ziyaretlerle
geliştirilen dostluklar, diplomatik ilişkiler gibi konular yer almaktadır. Türkçe ve
Macarca yayımlanan katalog, iki ülke araştırmacılarının sade ve övgü dolu makalelerini içermektedir.
Aralık 2013
Kitap
Ömer Dedeoğlu
Sosyal Yaşam ve
Dini Kavramlar
Ozan Yayıncılık, 2012, 224 sayfa
Andrew Heywood
Siyaset
Adres Yayınları, 2013, 567 sayfa
İdris Küçükömer
Halk Demokrasi İstiyor mu?
Profil Yayıncılık, 2013, 280 sayfa
Aralık 2013
Bir Milletvekilinin Günlüğünden, Ağır Cezalık Anılar, Mustafa Kemal Paşa’nın Gizli Oturumlarda Yaptığı Konuşmalar
kitaplarının yazarı, 16. Dönem Tokat Milletvekili Ömer
Dedeoğlu çok konuşulacak bir kitaba daha imza atmış.
Tevrat, Zebur, İnciller ve Kur’an açısından Sosyal Yaşam ve
Dini Kavramlar, yaratılış hikayelerinden peygamberlerin
hayatlarına pek çok konuyu kutsal kitaplarda yer alan metinler çerçevesinde ele almakla kalmıyor; kurban, evlenme,
boşanma, ruh, cennet, cehennem gibi dinî kavramları da
analiz ediyor. Söz konusu kavramların hangi inanç sisteminde nasıl yer aldığını, nasıl ortaya çıktığını, ne gibi
çelişkiler içerdiğini, aralarındaki bağlantıları da kitapta
bulmak mümkün. Bir din adamı değil, hukukçu olduğunu
vurgulayan yazar kitapta yorum yapmaktan özellikle kaçınmış. Sosyal Yaşam ve Dini
Kavramlar sonuç çıkarmayı, yorum yapmayı okura bırakan seçkin bir derleme niteliğinde.
ABD ve İngiltere’de siyaset bilimi alanındaki eserleri ders
kitabı olarak okutulan usta bir kalem Andrew Heywood.
Yazarın Siyasetin Temel Kavramları, Küresel Siyaset, tarafsız bir bakış açısıyla siyaseti ve ideolojileri anlattığı Siyasi
İdeolojiler gibi çok önemli eserlerinin ardından Siyaset’in
Türkçe çevirisi de okuyucuyla buluştu. Uluslararası bir
perspektifle yazılan Siyaset, okuyucuya çağdaş devlet, siyaset felsefesi, uluslararası ilişkiler ve siyasal ekonomi gibi
konularda kapsayıcı bir yaklaşım sunuyor. Ayrıntılı bölüm
özetleri, tartışmayı teşvik edici sorular, temel kelimeler ve
kavramlar üzerine açıklamalar, siyaset düşünürleri ile ilgili
aydınlatıcı bilgiler ve siyaset terimleri sözlüğü içeren kitap,
siyaset bilimi öğrencileri ve akademisyenlerden siyasete ilgi duyanlara kadar herkes için
önemli bir kaynak.
Halk Demokrasi İstiyor mu? İdris Küçükömer’in Düzenin
Yabancılaşması adlı kitabına ek olarak yayımlanmasını
istediği notlarının derlenmesiyle oluşturulmuş bir eser.
Demokrasi çok sık kullanılan bir kavramken ve ona açıkça
karşı çıkan pek kimse olmamasına rağmen halkın demokrasi isteyip istemediği, demokratik hayata neden geçilemediği cevap bekleyen sorular şüphesiz. Küçükömer soruyu
şuna indirgiyor: “Demokrasi” ile “insan” arasında tarihî,
sosyolojik, kültürel, biyolojik vb. bir engel mi var ya da İslamiyet demokrasi ile bağdaşır mı? Kitapta bu sorulara dair
bulgularla birlikte Locke, Rousseau, Hegel, Marx, Gramsci
gibi ünlü düşünürlerin adı da sıkça geçiyor. Halk Demokrasi
İstiyor mu? merkeziyetçilikten sivil aralığa, kuvvetler ayrılığına kadar sivil toplumu ve onun kavramlarını ustaca ele alıyor.
Müzik
T
ürk Halk Müziği’nin usta isimlerinden İbrahim
Yeşildağ, TRT Arşiv Serisi ile karşınızda. Albümde halk müziğimizin en nadide örneklerine adeta
can veren Yeşildağ’ın TRT repertuarına alınmış ve
pek çok sanatçı tarafından seslendirilmiş sanat müziği besteleri de mevcut. Aynı zamanda bir udi olan
Yeşildağ’ın Ankara Radyosu’nda okuduğu “Mevlam
Birçok Dert Vermiş”, “Zalim Avcı”, “Garip Bir Kuştu Gönlüm”, “Buradan Bir Atlı Geçti” gibi önemli
eserlerin yer aldığı albüm Anadolu ezgileriyle sizi
kısa bir yolculuğa çıkaracak.
İbrahim Yeşildağ
T
ürkiye’de kendi tarzını yaratmış isimlerin başında gelir Orhan Gencebay. Onun müziğine
hangi tür yakıştırılırsa yakıştırılsın hep biraz eksik
kalır. Gencebay’ın çok önem verdiği bir albüm olan
Bedensiz Aşk, semah tarzında yapılmış tasavvufi bir
eser. Misyonu ise aşkın ve sevginin gücünü, önemini
ve büyüklüğünü anlatmak.
Diğer eserlerden farklı olarak yaylı partisyonlara
yer verilmeyen “Bedensiz Aşk” şarkısı ise iki farklı
yorumla albümde yer alıyor. Birinci yorum etnik,
ikinci yorum ise rock temaları içeriyor. Türk müziğinin efsane ismi yeni albümüyle
yine kalıcı bir imza atacağa benziyor. Bedensiz Aşk, Kervan Plakçılık etiketiyle
raflarda.
Orhan Gencebay
M
André Rieu
üzik otoritelerince içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sanatçılarından biri olarak gösterilen André Rieu, Johann Strauss Orkestrası’nın
da kurucusu. Yalnızca usta bir keman virtüözü
olmasıyla değil, canlı performanslarındaki benzersiz enerjisiyle de dünya çapında ün yapmış bir isim
Rieu. Öyle ki, sayısız konserle geçen 20 yıllık sanat
yaşamı, aylar öncesinden biletleri tükenen konserlerle devam ediyor.
Nam-ı diğer Vals Kralı, Johann Strauss Orkestrası
ile birlikte yine harika bir çalışmaya imza atmış.
“On My Own” (Les Misérables), “Music of the Night” (Phantom of the Opera) gibi
oldukça meşhur ve sevilen klasikleri bir arada bulabileceğiniz albüm, daha dinlerken bir sonraki albümün ne zaman çıkacağını merak ettirecek nitelikte.
Solo Albümler Serisi
TRT Arşiv Serisi
Bedensiz Aşk
Kervan Plakçılık
Music of the Night
Decca
Aralık 2013
Film
Last Vegas
Senaryo
Yönetmen
Oyuncular
Yapım
Tür
: Adam Brooks, Dan Fogelman
: Jon Turteltaub
: Morgan Freeman, Robert De Niro, Michael Douglas, Mary Steenburgen, Kevin Kline
: 2013, ABD
: Komedi
BAZI filmlere önyargısız yaklaşmak mümkün değildir. Morgan Freeman, Robert De Niro,
Kevin Kline ve Michael Douglas gibi Hollywood’un dört dev ismi bir arada anılınca beklentiler de büyük oluyor şüphesiz. Bu efsane dörtlüyü aynı filmde seyretmek bile bambaşka
bir keyif, yine de “Last Vegas”ı düşük etkili bir komedi olarak nitelemek doğru olur.
Altmışlı yaşlarındaki Billy (Michael Douglas), Paddy (Robert De Niro), Archie (Morgan
Freeman) ve Sam (Kevin Kline) çocukluklarından beri yakın arkadaşlardır. Filmin hikayesi, Billy’nin nihayet evlenmeye karar verip Las Vegas’ta düzenlediği bekarlığa veda partisi
için dörtlünün bir araya gelmesiyle başlar. Aralarında henüz hiç evlenmemiş tek kişi olan
milyoner Billy’nin 30 yaşındaki kız arkadaşının adını veya hakkındaki herhangi bir şeyi
duymazsınız filmde, zira konunun asıl odağı dörtlüyü Las Vegas’ta nelerin beklediğidir.
Milyonerlere yakışır şekilde güzel yemekler, gösterişli eğlenceler ve elbette kumar... İhtiyar
delikanlılar, geçen yılların “Günah Şehri”ni epey değiştirdiğini ve arkadaşlıklarını hayal
bile edemeyecekleri yollarla sınadığını çok geçmeden fark edecektir.
Filmin senaryosu, “The Hangover” (Felekten Bir Gece) filminin yeni bir versiyonu
izlenimi veriyor. Bununla birlikte izleyiciyi nasıl memnun edeceğini bilen yönetmen Jon
Turteltaub’un, dört efsane aktörün ve kıvrak zekalı bir şarkıcı olan Diana’nın (Mary Steenburgen) filmi vasat bir taklit olmaktan kurtardığı söylenebilir.
Benim Dünyam
Senaryo
Yönetmen
Oyuncular
Yapım
Tür
: Can Yücel, Uğraş Güneş
: Uğur Yücel
: Beren Saat, Uğur Yücel, Ayça Bingöl, Yasemin Conka, Hazar Ergüçlü
: 2013, Türkiye
: Dram
“KARANLIKTA ne kadar yaşayabilirsiniz? Kaç gün, kaç saat, kaç dakika?”
Filmin hikayesi 8 yaşına kadar hayatla ilgili hiçbir şey bilmeden yaşayan Ela ile engelli
ablasını trajik bir biçimde yitirdikten sonra hayatını engellilere adayan Mahir Hoca’nın
yollarının kesişmesiyle başlıyor. Ela hem görme hem işitme engelli bir çocuktur, kuşların
cıvıltılarını duymaktan, etrafındaki güzellikleri görmekten doğuştan mahrumdur. Ama
Ela hayat doludur ve karanlık dünyasını renklendirmek en büyük arzusudur. Mahir
Hoca, Ela’nın yaşamını biraz olsun aydınlatma çabaları ve imkansız diye bir şeyin olmadığına duyduğu inançla Ela’yı üniversite sıralarına kadar taşır. Bu süreç çok çetin yollardan geçer elbette, yolun sonu ise Mahir Hoca’nın alzheimer olması ve rollerin değişmesidir. Ela için mesele artık vefadır. Film aslında Hint yapımı “Black” adlı yapıtın bir yeniden
çekimi. Ama Türk sinemasının duayeni Uğur Yücel’i başarılı yönetmenliğinin yanında
oyunculuğu için bile izlemeye değer. Beklentileri yüksek tutmadan izlense bile film duygu
yüklü dakikalar yaşatmayı garanti ediyor, sahneler daha ilk dakikadan ruhunuza işliyor.
Oyuncuların başarılı performansları da bunda etkili elbette.
Aralık 2013
Televizyon
Engelsiz
televizyonlar
B
oş vakit değerlendirme, eğlence ve bazı durumlarda bir
eğitim aracı olan televizyon, en çok duyma ve görme duyularına hitap ediyor şüphesiz. Bu durum, şimdiye kadar görme
ve işitme engelli birçok insanı televizyonlardan uzak tutuyordu.
Ancak günümüzde TRT başta olmak üzere birçok kanal, engelliler için özel televizyon programları hazırlıyor. Engellilerin “haber alma hakkı” gözetilerek hazırlanan haber programlarının
yanında diziler ve talk showlar da işitme ve görme engellilerin
izlemesine, dinlemesine uygun olacak şekilde revize ediliyor.
TRT Haber’in İşitme Engelliler Haber Bülteni ve TRT
Okul’un sabah kuşağında yayımlanan Günlük Rehber programlarında işitme engelliler için işaret dili tercümanı, TRT’nin web
televizyonunda Avrupa Avrupa ve Seksenler dizilerinde görme
engelliler için sesli betimleme, işitme engelliler için işaret dili
tercümanı kullanılıyor. Ayrıca TRT Spor’da her cuma engelli
sporları ile ilgili “Biz de Varız” adlı bir program yayımlanıyor.
Kanal D’nin web televizyonunda ise Galip Derviş, Çalıkuşu,
Arka Sokaklar gibi pek çok popüler dizi sesli betimleme ve işaret
dili kullanılarak engelli izleyicilerle buluşuyor.
Fox TV ise hafta içi her gün sabah kuşağında yer alan Çalar
Saat programında işaret dili tercümanı kullanarak işitme engelli
izleyicilerini unutmuyor.
Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında birçok projede yer
alan Okan Bayülgen de engelliler ile ilgili duyarlılığını sunduğu
talk showlarda gösteriyor. Bayülgen tüm programlarında işaret
dili tercümanı kullanıyor.
Aralık 2013
92
Vekiller
Şuay Alpay
AK Parti Elazığ Milletvekili
GEÇTIĞIMIZ g ün lerde Prof. Dr. Orha n
Canbolat’ın Asker ve Tüccar-Nablus 1918 adlı
kitabının tanıtımına gittim. Şimdi o kitabı okumaya
başlayacağım. Kitap tercihim genellikle roman ve hikaye oluyor.
Bu aralar birkaç hatırat kitabı belirledim, onları da okuyacağım.
Hatıratları tarihe ışık tutması açısından önemli buluyorum. Zaman
zaman geriye dönüp Rus romanlarını okuyan biriyim. Tolstoy,
Aytmatov okumaya devam ediyorum. Eskiden iyi bir film izleyicisiydim. Fakat son dönemde filmleri takip etme imkanım pek olmuyor. Kitaba daha çok zaman ayırabiliyorum. İyi müzik kulağına
sahip bir milletvekiliyim. Enstrüman çalma yeteneğim yok, ama
takip etme noktasında iyi olduğumu söyleyebilirim. Türk Sanat
Musikisi’ni ta çocuk yaşlardan beri dinlerim, terennüm ederim.
Türk Halk Musikisi’ni bir müzisyen kadar değilse de iyi bilirim.
Amerikan Folk ve caz müziği de dinlerim.
Kemalettin
Yılmaz
MHP Afyonkarahisar Milletvekili
SON zamanlarda ağırlıklı olarak Türkiye
üzerine yazılan kitapları okumaya çalışıyorum.
Şu anda elimde milletvekili arkadaşımız
Mehmet Günal’ın Türkiye Nereye Gidiyor?
adlı kitabı var. Roman okumayı da seviyorum. Sinemaya uzun zamandır gidemiyorum, film seyretmeyi
özlediğimi söyleyebilirim. Fırsat buldukça televizyonda siyaset, ekonomi ve ülke gündemindeki gelişmelerle
ilgili haber ve tartışma programlarını seyrediyorum.
Müzik tercihimin ilk sıralarında Türk Halk Müziği ve
Türk Sanat Müziği yer alıyor. Son zamanlarda özellikle
Özgün Türk Halk Müziği dinliyorum.
Aralık 2013
okuyor
izliyor
İhsan Özkes
CHP İstanbul Milletvekili
SIYASET ve tarih kitapları okuyorum. Özel-
likle İslam tarihiyle ilgili eserler ilgimi çekiyor.
Biyografi okumayı da seviyorum. Sinemaya nadiren de olsa gidiyorum. Beni etkileyen pek çok film var. Her filmin,
seyreden kişiyi etkisi altına alacak bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Çünkü herkes kendi hayatına veya çevresindekilere dair birtakım
şeyleri sinemada görebilir. Bu da filmi o kişi açısından daha etkileyici bir hale getirebilir. Gösterime giren filmleri takip etmeye,
pek sık olmasa da seyretmeye çalışıyorum. Müzik konusunda ilk
tercihim Türk Sanat Müziği oluyor. Arabada giderken ve evde müzik dinlemeyi seviyorum. Türk Halk Müziği de ilgi alanıma giriyor.
Sanatçılar konusunda bir ayrım yapmıyorum, hepsini beğenerek
dinliyorum.
Ali Aydınlıoğlu
AK Parti Balıkesir Milletvekili
EN çok siyasi içerikli kitapları okuyorum.
Yakın dönem Türkiye tarihi ile ilgili eserler, ülkemizin gündemindeki konuları ele
alan kitaplar ve hatıratlar da ilgimi çekiyor.
Düzenli olarak takip etiğim aylık edebiyat
dergileri var. Sinemaya çok az gidebiliyorum.
Fırsat bulabildiğim zamanlarda çocuklarımla birlikte film izlemekten keyif alıyorum. Türk Sanat
Müziği’ni seviyorum. Zaman zaman TRT’nin
Türk Sanat Müziği konserlerini stüdyoya giderek dinliyorum.
93
Ahmet Türk
Mardin Bağımsız Milletvekili
GENELLIKLE son dönemdeki siyasi gelişme-
lerle ilgili kitaplar okuyorum. Kürt tarihine
yönelik eserleri takip ediyorum. Geçmişte dünya klasiklerinin pek çoğunu
bitirdim. Mem û Zîn’i birkaç kez hem Kürtçesi
hem Türkçesinden okudum. Nar Çiçekleri’nden Yitik Bir
Aşkın Gölgesinde’ye kadar Mehmed Uzun’un hemen
hemen bütün eserlerini bilirim. Her fırsat bulduğumda
kitap okumaya çalışıyorum. Sinemaya maalesef uzun
süredir gitmedim. Çok sık olmasa da tiyatro oyunlarını
seyrediyorum. Müzikte ise Ciwan Haco ve Şivan Perwer
dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor. Zaman zaman
Türk Sanat Müziği dinlemek de hoşuma gidiyor.
Bülent Belen
MHP Tekirdağ Milletvekili
GENELLIKLE araştırma-inceleme kitapları
ile bilimsel ve akademik yayınları okuyorum. Türkiye ve dünya gündemindeki konularla ilgili kitapları da takip ediyorum. En
son Ian Black ve Benny Morris’in İsrail’in Gizli
Savaşları kitabını okudum. Şu sıralar elimde Nevzat Köseoğlu’nun Türk Olmak ya da Olmamak adlı
eseri var. Yoğun çalışmalarımız dolayısıyla sinemaya gitmeye zamanımız olmuyor. Türk Sanat Müziği eserlerini ve türküleri beğenerek dinliyorum.
Turgay Develi
CHP Adana Milletvekili
İYI bir okur olduğumu söyleyebilirim. Oto-
biyografi kitaplarına özel bir ilgim var. En
son İhsan Özkes’in AKP’nin Gerçek Yüzü ve
Ali Bayram’ın İntiharda Polis adlı kitaplarını
okudum. Maalesef çok uzun zamandır sinemaya
gidemiyorum. “Game of Thrones” adlı diziyi bilgisayardan takip
ediyorum. Nisan 2014’te başlayacak yeni sezonunu merakla bekliyorum. Müzikte daha çok özgün müzik tercih ediyorum. Ahmet
Kaya ve Grup Yorum şarkıları ile Gülay’ın seslendirdiği türküleri
beğenerek dinliyorum.
Mehmet Cemal
Öztaylan
AK Parti Balıkesir Milletvekili
BUGÜNLERDE ağırlıklı olarak tarih kitapları
okuyorum. Şu sıralarda elimde Türkiye ile İsrail
arasındaki ilişkilerin tarihini anlatan bir kitap var.
Sinema ve tiyatroyu seviyorum, ama inanın gitmeye vaktimiz yok.
Salı, çarşamba ve perşembe günleri Meclis’te, diğer günlerde ise
seçim bölgemizdeyiz. İlimize gittiğimizde çok yoğun bir programımız var. Dolayısıyla ne sinemaya ne tiyatroya vakit ayırabiliyoruz.
Fırsat olursa filmleri televizyondan seyretmeye çalışıyorum. Türk
Sanat Müziği’ne aşığım. Bir gönül vardı bende henüz aşkı tatmamış /
Tertemiz hislerine günah nedir katmamış / Arzu duymuş güzele kollarında yatmamış... Namusu, şerefi bundan daha güzel ifade eden
söz var mı? Türk Sanat Müziği eserlerimiz hakikaten çok güzel.
Büyük bir keyifle dinliyorum.
Aralık 2013
94
@haberalmehmet
TOPRAKTAN geldik, toprağa döneceğiz.
Hepimiz öleceğiz, ama organlarımız ile
başkalarını yaşatabiliriz...
@avyusufbaser
ÖLÇÜ her şeyde gereklidir. Nezakette
@meldaonur
daha çok!
TANKIN makbul olanı, müzede duranıdır...
@m_isik24
GELECEĞIMIZ gençlerimiz.
@CandanYceer
BU topraklar daha nice yürekleri sevgi
@VolkanCanali
dolu, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür evlatlar yetiştirecektir.
BUGÜN hepimizin sloganı “Kadına şiddete
hayır” olmalıdır.
@Ozlemyemisci
@NSBayraktar
BULUTLARIN ülkesi Kaçkar, Gito Yaylası.
@ozdalucer
VAN Gölü’ne ve Artos’a tepeden bakmanın mecaz olmadığı yerdeydik.
@cumaicten
YÜKSEK fikirler, yüksek dağlar gibidir.
@ofatihsayan
Alışık olmayanları ürkütür...
DICLE ve Fırat kendi yatağında özgürce akıyor artık.
Aralık 2013
HAYATTA kazanmak da var, kaybetmek
de... Önemli olan inandığın davada dik
durabilmektir...
95
Gülsün BİLGEHAN
@GBilgehan
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz.
Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Twitter’a her gün birkaç kez giriyorum. Ülke gündeminde çok önemsenen bir olay
olduğunda benim de tüm kullanıcılar gibi giriş sıklığım artıyor. Özellikle gençlerin
ne düşündüğünü öğrenmek istiyorum, yaptıkları yorumları okumaktan keyif alıyorum. Twitter haber, fikir, yorum paylaşımında müthiş bir araç bence.
Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da
ilgi alanınıza giriyor mu?
Sosyal medya artık kimi zaman geleneksel medyanın önüne geçiyor. Hatta geleneksel
medya işini yeterli düzeyde yapmadığı zaman onun yerini alıyor. Bunu, Gezi gösterileri sırasında gördük. Sosyal medya, bilgi karartma çabalarına karşı halkın kendi
kendine bilgilenebildiği bir alana dönüştü. Arap Baharı adı verilen olayların başlangıcı ve büyümesinde de sosyal medya başroldeydi. Görüldü ki sosyal medya sansüre,
bilgi saklanmasına ve nihayet otoriter yönetimlere karşı bir başkaldırı merkezidir.
Sosyal medyayı, başta kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddet olmak üzere, dünyanın neresinde insan hakları ihlali varsa bunu gözümüzün önüne getirip toplumu
uluslararası boyutta harekete geçirmesi açısından da çok önemsiyorum.
Facebook’u da katıldığım etkinliklerden vatandaşlarımızı haberdar etmek için sıkça
kullanıyorum. Özellikle fotoğraf ve video paylaşımı için uygun bir sosyal medya
platformu. Ayrıca vatandaşlarımızın bana gönderdiği yorumları okuyor, her birini
yanıtlamaya gayret ediyor, yapılan ilginç paylaşımları da takip etmeye çalışıyor ve
çok şey öğreniyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne
bakımdan önemli?
Sosyal medyanın, günümüzde siyasetçiler için ufuk açıcı bir iletişim aracı oldu-
ğunu düşünüyorum. RTÜK’ün 6-18
yaş aralığındaki öğrenciler arasında
yaptığı araştırmaya göre, öğrencilerin
73,7’si bilgisayara, yüzde 63’ü internet
erişimine sahip. İnternet kullanım oranı
ise yüzde 76,2. Demek ki bu alanı iyi
kullanan siyasetçi milyonlarca seçmene
ulaşabilir, olaylar hakkında kamuoyunun düşünce ve değerlendirmelerini
ölçebilir, gündeme hâkim olabilir.
Bununla beraber, internetten bilgi ulaşımında çok dikkatli olunması gerekir.
Kullanıcının bilinçli, seçici davranması
ve önünde uzanan bu kontrolsüz ağın
tuzaklarından kaçınması şarttır. İnternet kullanımının okullarda ders olarak
öğretilmesinden yanayım. Özellikle
çocuklarımızın bu yolla kasıtlı, zararlı,
yanlış bilgilendirilmesini önleyebilmeliyiz. Bu kontrolün yönteminin ise
sansüre dayanmayan bir bireysel tercih
hakkından geçtiğine inanıyorum.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız
oldu mu?
Babam, usta gazeteci Metin Toker’in
ölüm y ıldönümünde onu saygıyla
anan bir mesaj yayımlamıştım. Metin
Toker’i tanımayan ve babam olduğunu bilmeyen bir kullanıcı, sırf CHP’yi
eleştirmek için “Kesin yazdığınız kişi
de o zihniyettedir” anlamında bir şeyler
yazdı. Oysa babam, herhangi bir partiye
üye olmadığı gibi gerektiğinde CHP’yi
de eleştiren, gazetecilik mesleğinin
duayenlerinden biriydi. Ben de o kişiye, Metin Toker yaşamını yitirdiğinde
başsağlığı için ilk arayanın Başbakan
Erdoğan olduğunu yazdım. Toker’in
babam olduğunu da ekledim. Bunun
üzerine o kişi, “Ne diyelim Gülsün Hanım, Allah rahmet eylesin” diye yazdı.
Sonra da ilk mesajını sildi. Önyargılarımızın hangi boyutlara taşınabileceğini,
buna rağmen karşıt fikirlerde olsak da
insani değerlerin önemini koruduğunu
gösteren bu anıyı hiç unutmuyorum.
Aralık 2013
Unutmayacağ ız ...
Ali Rıza Uzuner
14. Dönem Trabzon Milletvekili Ali Rıza Uzuner 1926 Trabzon Çaykara doğumludur. İstanbul Üniversitesi
Orman Fakültesi’nde yüksek öğrenim, İsveç’te ihtisas, ormancılıkta tatbiki çalışmalar ve matematik-istatistik
alanında yüksek lisans yapan Uzuner, Orman Yüksek Mühendisliği, Trabzon Merkez Orman Bölge Şefliği,
Artvin Merkez Orman Bölge Şefliği ve Müdür Muavinliği, Ormancılık Araştırma Enstitüsü 8. Şube Müdürlüğü,
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Orman Mühendisleri Odası Genel Sekreterliği ve yazarlık yaptı.
Ali Rıza Uzuner için 1 Kasım 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Uzuner’in cenazesi 2 Kasım günü
Trabzon Çaykara Soğanlı köyünde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Sabahattin Eryurt
17. Dönem Erzurum Milletvekili Sabahattin Eryurt, 1918 Sivas Suşehri doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Eryurt, Pazarcık Cumhuriyet Savcısı, Ankara Sulh ve Asliye
Hâkimi, Trabzon Sulh Hâkimi, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Hâkimi, Yargıtay 3. Ceza ve 3.
Hukuk Daireleri Tetkik Hâkimi, Yargıtay Üyesi ve 8. Hukuk Dairesi Üyesi, Yüksek Hâkimler Kurulu 2. ve 3.
Bölüm Başkanı, Yargıtay 7. Ceza Dairesi Üyesi, Yargıtay Onursal Üyesi olarak görev yaptı.
Sabahattin Eryurt için 7 Kasım 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Eryurt’un cenazesi Kocatepe
Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Atilla Karaosmanoğlu
Devlet eski Bakanı Atilla Karaosmanoğlu 1931 Manisa doğumludur. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladığı
yüksek öğreniminin ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doktora yapan Karaosmanoğlu, Harvard ve New York üniversitelerinde geçici öğretim üyeliği, İktisat Planlama Daire Başkanlığı, OECD Kıdemli
Bilim ve Teknoloji Planlama Müşavirliği yaptı.
Atilla Karaosmanoğlu’nun cenazesi 13 Kasım 2013 tarihinde Karacaahmet Şakirin Camii’nde öğle namazını
müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Rasim Gezmiş
Cumhuriyet Senatosu Artvin Üyesi Rasim Gezmiş 1930 Artvin Borçka doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamlayan Gezmiş, Etibank Murgul Bakır İşletmesi Memuru, Trabzon İl Maiyet Memuru, Kaynarca, Arpaçay, Hınıs, Nallıhan, Düzce, Milas Kaymakamı, Çankırı, Muş ve Merkez
Valisi olarak görev yaptı.
Rasim Gezmiş için 21 Kasım 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Gezmiş’in cenazesi Kocatepe
Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Mustafa Haluk Müftüler
20. Dönem Denizli Milletvekili Mustafa Haluk Müftüler 1941 Denizli doğumludur. Yüksek öğrenimini Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesi’nde tamamlayan Müftüler, tüccarlık, Denizli Ticaret Odası
Başkanlığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Genel Kurul Delegeliği ve Mevzuat Komisyonu Raportörlüğü
yaptı.
Mustafa Haluk Müftüler’in cenazesi 22 Kasım 2013 tarihinde Denizli Yeni Cami’de Cuma namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Mehmet İhsan Karaçam
16. Dönem Ankara Milletvekili Mehmet İhsan Karaçam 1919 Tokat doğumludur. Harp Okulu eğitimi alan Karaçam Jandarma Kumandanı ve İstanbul İl İmar Müdürü olarak görev yaptı.
Mehmet İhsan Karaçam’ın cenazesi 28 Kasım 2013 tarihinde Üsküdar Altunizade Camii’nde ikindi namazını
müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Kasım ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor,
kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.

Benzer belgeler