CICEK AND OTHERS v TURKEY

Transkript

CICEK AND OTHERS v TURKEY
ĐKĐNCĐ DAĐRE
KARAR
Başvuru No. 28883/05
Zeynep ÇĐÇEK ve diğerleri v. Türkiye
26 Mart 2013 tarihinde,
Başkan
Guido Raimondi,
Yargıçlar
Danute Jočienė,
Peer Lorenzen,
Dragoljub Popović,
András Sajó,
Işıl Karakaş,
Paulo Pinto de Albuquerque
Ve Daire yazı işleri müdür yardımcısı Stanley Naismith’in katılımıyla oluşturulan Avrupa
Đnsan Hakları Mahkemesi (Đkinci Dairesi),
28 Temmuz 2005, 16 Ağustos 2005, 1 Haziran 2009 ve 23 Şubat 2010 tarihlerinde yapılan
yukarıdaki başvurular,
Savunmacı Hükümet tarafından beyan edilen açıklamalar ve buna cevaben başvuranlar
tarafından beyan edilen açıklamalar hakkında,
______________________________________________________________________________________________________
© T.C. Adalet Bakanlığı, 2013. Bu gayrıresmi çeviri, Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel
Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın
adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Adalet Bakanlığı,
Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı’na atıfta bulunmak suretiyle ticari
olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
Yapılan müzakereler sonrasında aşağıdaki kararı vermiştir:
OLAY VE OLGULAR
1. 28883/05 no’lu başvurunun başvuranları Zeynep Çiçek, Hayri Çiçek, Đbrahim Çiçek,
Cemal Çiçek, Veysel Çiçek, Rıza Çiçek, Nurcan Güngör, Hanım Yıldırım, Gülcan Çiçek ve
Nurettin Çiçek; sırasıyla 1948, 1989, 1966, 1963, 1972, 1976, 1971, 1965, 1974 ve 1981
yıllarında doğan ve Tunceli yakınlarındaki Hozat ilçesinde yaşamakta olan Türk
vatandaşlarıdır. AĐHM huzurunda, Tunceli’de çalışmakta olan avukat Hüseyin Aygün
tarafından temsil edilmişlerdir.
2. 32220/05 no’lu başvurunun başvuranları Garip Gülmez, Fatma Karaduman, Serayi
Çetin, Süleyman Gülmez, Meneş Gülmez, Yeter Kalkan, Zeynep Gündoğdu, Songül Gülmez
ve Hatice Gülmez; sırasıyla 1931, 1955, 1957, 1961, 1966, 1967, 1969, 1973 ve 1976
yıllarında doğan ve Tunceli yakınlarındaki Hozat ilçesinde yaşamakta olan Türk
vatandaşlarıdır. AĐHM huzurunda, Tunceli’de çalışmakta olan avukat Hüseyin Aygün
tarafından temsil edilmişlerdir.
3. 32096/09 no’lu başvurunun başvuranları Rukiye Aksoy ve Ayşe Cingöz; sırasıyla
1972 ve 1948 yıllarında doğan ve Diyarbakır’da yaşamakta olan Türk vatandaşlarıdır. AĐHM
huzurunda, Diyarbakır’da çalışmakta olan avukatlar Reyhan Yalçındağ Baydemir, Muharrem
Erbey ve Serdar Çelebi tarafından temsil edilmişlerdir.
4. 14018/10 no’lu başvurunun başvuranı Duri Yaman; 1948 yılında doğan ve Şırnak’ta
yaşamakta olan bir Türk vatandaşıdır. AĐHM huzurunda, Ankara’da çalışmakta olan avukatlar
Mehmet Recai Bağcı ve Hülya Sarsam tarafından temsil edilmiştir.
5. Türk Hükümeti (“Hükümet”) kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.
Davaların koşulları
6. Tarafların beyanatları ve beyan ettikleri belgelerden anlaşıldığı üzere, davaların
koşulları aşağıdaki şekilde özetlenebilmektedir.
1. Zeynep Çiçek ve Diğerleri tarafından yapılan 28883/05 no’lu başvuru
7. Birinci başvuranın kocası ve kalan başvuranların da babası olan Hasan Çiçek,
Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan Tunceli ilinin idari sınırlarına giren Boydaş köyünde
yaşamıştır.
8. Başvuranların iddiasına göre, 5 Ekim 1994 tarihinde birkaç asker, bölgede düzenlenen
bir askeri operasyonda rehber olarak kullanmak amacıyla Hasan Çiçek’i evinden almıştır.
Başvuranların komşuları olaya şahit olmuşlardır. O tarihten beri, Hasan Çiçek’ten hiçbir haber
alınamamıştır.
9. 18 Kasım 1994 tarihinde, günlük çıkan bir gazetede, Hasan Çiçek’in cesedinin
bulunduğuna dair bir haber yayınlanmıştır. Başvuranlar, bu durum hakkında yetkililer
tarafından bilgilendirilmemiştir.
10. Belirtilmeyen bir tarihte, birinci başvuran, Hozat Cumhuriyet Başsavcılığına bir
dilekçe yazıp kocasının kayboluşuna ilişkin bir soruşturma başlatılmasını talep etmiştir. 1
Ağustos 1996 tarihinde, Hozat Cumhuriyet Savcısı görevsizlik kararı vererek ve soruşturmayı
Elazığ Askeri Savcılığına devretmiştir.
11. 30 Kasım 2004 tarihinde, birinci başvuran, Hozat Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe
vermiştir. Dilekçesinde, kocasının kayboluşunun üzerinden 40 gün geçtikten sonra, köylerinin
yakınında bir ceset bulunduğunu belirtmiştir. Cesedin üzerindeki tişörtün düğmelerini tanıdığı
için, cesedin kocasına ait olduğunu düşünmüştür. Hasan Çiçek’in kaybolmasına ilişkin
herhangi bir soruşturma yapılmadığına dikkat çeken birinci başvuran, bir soruşturma
açılmasını talep etmiştir.
12. 11 Ocak 2005 tarihinde, Hozat Cumhuriyet Savcısı, talebini yineleyen birinci
başvuranın ifadesini almıştır.
13. 2 Şubat 2005 tarihinde, Hozat Cumhuriyet Savcısı, birinci başvuranın iddialarına
yönelik takipsizlik kararı almıştır. Cumhuriyet Savcısı, kararında, birinci başvuranın 1994
yılında Cumhuriyet Savcılığına dilekçe verdiğini, yine aynı tarihte köylerinin civarında
bulduğu bir yağmurluk ile boş kovanları da Savcılığa teslim ettiğini, fakat görevsizlik kararına
dayanarak 1 Ağustos 1996 tarihinde alınmış bir takipsizlik kararı bulunduğunu belirtmiştir.
Savcı ayrıca, birinci başvuranın yeni herhangi bir delil sunmadığına ve önceki iddialarının
hali hazırda Savcılık tarafından değerlendirilmiş olduğuna dikkat çekmiştir. Cumhuriyet
Savcısı, birinci başvuranın şikâyetlerine ilişkin soruşturma başlatmak için herhangi bir sebep
bulunmadığını belirtmiştir.
14. 10 Şubat 2005 tarihinde, Zeynep Çiçek, 2 Şubat 2005 tarihinde alınan karara itiraz
etmiştir. Đtiraz, 21 Kasım 2005 tarihinde Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
reddedilmiştir.
15. Bu süre zarfında, 22 Şubat 2005 tarihinde, Malatya Cumhuriyet Savcısı, Hasan
Çiçek’in de dâhil olduğu altı kayıp davasına ilişkin yetkisizlik kararı vermiştir. Cumhuriyet
Savcısı kararında, Hasan Çiçek’in cesedinin bulunduğunun iddia edildiğini belirtmiştir.
Cumhuriyet Savcısı, davaları Hozat Cumhuriyet Başsavcılığına devretmiştir.
16. 14 Nisan 2005 tarihinde, Elazığ Askeri Savcılığı, yargı yetkisinin Jandarma Genel
Komutanlığı’nda olduğunu belirterek, Hasan Çiçek’in de dâhil olduğu yukarıda sözü geçen
altı kayıp davasına ilişkin görevsizlik kararı almıştır.
2. Garip Gülmez ve Diğerleri tarafından yapılan 32220/05 no’lu başvuru
17. Birinci başvuranın kocası ve kalan başvuranların da babası olan Nazım Gülmez,
Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan Tunceli ilinin idari sınırları kapsamına giren Taşıtlı
Köyü’nde yaşamıştır.
18. Başvuranların iddialarına göre, 1994 yılının ekim ayında, Nazım Gülmez, bölgeye
yönelik aşinalığını kullanıp rehber olarak yardımcı olması amacıyla birkaç asker tarafından
evinden almıştır. Dokuz komşu olaya şahit olmuşlardır. O tarihten beri, Nazım Gülmez’den
hiçbir haber alınamamıştır.
19. Hozat Đlçesinin belediye başkanı ve civar kasabaların belediye başkanları,
Başbakanlık’a ortak bir mektup göndermişlerdir. Belediye başkanları yazdıkları mektupta,
1994 yılının ekim ayında, bölgelerinde geniş çaplı askeri operasyonlar yapıldığını
belirtmişlerdir. Operasyonlar sırasında, çok sayıda evin yakıldığını ve Nazım Gülmez de dâhil
olmak üzere birçok köylünün askerler tarafından alındığını belirtmişlerdir. Akabinde iki
köylünün cesedi bulunmuştur fakat kalan köylülerden haber alınamamıştır. Bu mektuba,
Başbakanlık tarafından herhangi bir cevap verilmemiştir.
20. 2002 yılında, başvuran Meneş Gülmez, Hozat Cumhuriyet Savcısına resmi şikâyette
bulunmuştur. Fakat 13 Aralık 2002 tarihinde, Savcı, kayıp olayını soruşturmaya askeri
savcılığın yetkili olduğuna karar vermiştir. 2003 yılının Ocak ayında, başvuranlar, Elazığ
Askeri Savcılığına başvuruda bulunmuş ve kayıp olayından sorumlu olan kişilere yönelik
soruşturma yapılmasını talep etmişlerdir.
21. Askeri Savcılıktan herhangi bir yanıt alınmadığından, aile, 12 Ocak 2004 tarihinde bir
dilekçe daha vermiştir. Dilekçelerinde aynı zamanda, askeri savcıların, soruşturma dosyasına
erişimlerine izin vermediklerini de belirtmişlerdir.
22. 25 Ocak 2005 tarihinde, Elazığ Askeri Savcılığı, başvuranlara, soruşturma dosyasının
Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı’na gönderildiği bilgisini vermiştir.
23. 22 Şubat 2005 tarihinde, Malatya Savcısı kendi makamının, Nazım Gülmez’in de
dâhil olduğu altı kişinin öldürülmesi ve kaybolmasına ilişkin soruşturma yapmak için, yargı
yetkisi bulunmadığına kararına varmıştır. Soruşturma dosyaları, Hozat Cumhuriyet
Savcılığına gönderilmiştir. Bu karara göre, birinci başvuran Garip Gülmez Savcı tarafından
sorgulanmıştır; başvuran, kocasının askerler tarafından evlerinden alındığını belirtmiştir.
24. 14
Nisan
2005
tarihinde,
Elazığ
Askeri
Savcısı,
ölümler
ve
kayıpların
soruşturulmasına yönelik kendi savcılığının da yargı yetkisi bulunmadığı kararına varmıştır ve
soruşturma dosyalarını Ankara’da bulunan Askeri Savcılığa göndermiştir. Bu karardan
anlaşıldığı üzere, 25 Mart 2005 tarihinde, Hozat Savcısı da yargı yetkisinin bulunmadığı
kararını vermiştir. Bu karardan aynı zamanda, Hozat Savcısının kararına göre, birkaç
köylünün askerler tarafından köylerinden alındıklarını ve o tarihlerden beri bu köylülerden
herhangi bir haber alınamadığını gösteren deliller bulunduğu anlaşılmaktadır.
3. Rukiye Aksoy ve Ayşe Cingöz tarafından yapılan 32096/09 no’lu başvuru
25. Başvuranların iddialarına göre, birinci başvuranın kocası Edip Aksoy ve ikinci
başvuranın oğlu Orhan Cingöz, 7 Haziran 1995 tarihinde, Diyarbakır’da, sade giyimli üç
güvenlik güçleri mensubu tarafından, plakasız bir araca zorla bindirilmiş ve bilinmeyen bir
yere götürülmüşlerdir. Đki arkadaşları olaya şahit olmuştur.
26. Devam eden günlerde ve yıllarda, başvuranlar ve aileleri, yerel savcılar, Devlet
Güvenlik Mahkemesi, yerel yöneticiler, Adalet Bakanlığı ve Đçişleri Bakanlığı da dâhil olmak
üzere, çeşitli yerel makama çok sayıda dilekçe vermişlerdir. Bilgi taleplerinin çoğu yanıtsız
kalmıştır. Bazı durumlarda kendilerine, bu iki kişinin gözaltında olmadığı söylenmiştir. Đki
adamın kayıp olayı ulusal medyada yer almıştır.
27. 9 Ağustos 2001 tarihinde, birinci başvuran Aksoy, Diyarbakır Savcısına yazılı bir
dilekçe vermiştir. Kocasının, 7 Haziran 1995 tarihinde kaybolmasından önce, birkaç kez daha
tutuklandığı ve gözaltına alındığını iddia etmiştir. Đki kişinin kayboluşuna ilişkin yapılan
soruşturmada herhangi bir gelişme olup olmadığı hususunda, savcıdan kendisini
bilgilendirmesini istemiştir.
28. 4 Eylül 2001 tarihinde, ikinci başvuran Cingöz de Diyarbakır Savcısına yazılı bir
dilekçe vermiş ve oğlunun kayboluşuna ilişkin yapılan soruşturma hakkında bilgi talep
etmiştir.
29. Aynı tarihte, savcı ikinci başvuranı sorgulamış ve ifadesini kaydetmiştir. Başvuran,
Savcıya, olayın görgü tanıklarının ismini vermiştir.
30. Temmuz 2005 tarihinde, başvuranlar, iki avukatlarının huzurunda, Silopi ilçesinde bir
Savcı tarafından sorgulanmışlardır. Birinci başvuran, savcıya, 2004 yılında basılan ve iki
adamın güvenlik güçleri mensupları tarafından öldürülüp Cudi Dağı yakınlarında bir nehir
yatağına gömüldüğünü yazan bir ulusal gazete haberinin kopyasını vermiştir. Gazete haberi,
eski JĐTEM (Jandarma Đstihbarat Terörle Mücadele) ajanı olan Abdülkadir Aygan tarafından
verilen bilgiye dayanmaktadır. Aygan’ın iddialarına ilişkin birkaç soruşturma hali hazırda
başlatılmıştır ve Aygan tarafından tarif edilen yerde birkaç kişi bulunmuştur.
31. Bölgede öldürülen kişilerin cesetlerinin fotoğrafları gösterildiğinde, başvuranlar
savcıya, cesetlerden iki tanesinin, kayıp akrabalarına benzediğini söylemişlerdir. Başvuranlar,
savcıdan cesetleri teşhis etmesini ve cesetler gerçekten de akrabalarına ait ise, cesetlerin
kendilerine iade edilmesini talep etmişlerdir.
32. Savcı, 1995 yılında öldürülen ve cesetleri talep eden çıkmayınca aynı yıl yerel
makamlarca gömülen iki kişiden kalanların mezardan çıkarılması emrini vermiştir. 2006
yılında yapılan DNA analizi, iki kişinin başvuranların akrabaları olmadığını ortaya
koymuştur.
33. 6 Ağustos 2008 tarihinde, Diyarbakır Savcısı, müruru zamanın dolduğu gerekçesiyle,
soruşturmayı bitirme kararı almıştır. Savcı aldığı kararda, bunun “hürriyetten yoksun
bırakma” suçu olduğunu, bu nedenle zamanaşımı süresinin on yıl olduğunu belirtmiştir.
Savcı, süre sınırının dolmasını engellemeye yönelik, on yıl içinde hiçbir şey yapılmadığına
dikkat çekmektedir. Başvuranlar tarafından beyan edilen belgelere göre, Savcının kararı
yalnızca birinci başvuran Aksoy’a tebliğ edilmiştir.
34. 19 Eylül 2008 tarihinde, birinci başvuran, avukatının yardımıyla, Savcının kararı
aleyhine, Siverek Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulunmuştur. Birkaç gazete haberinde,
kocasının ve Orhan Cingöz’ün nasıl öldürüldüğü ve nereye gömüldüğüne ilişkin detaylı bilgi
verildiğini ileri sürmüştür.
35. Đtiraz, 25 Kasım 2008 tarihinde Siverek Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
reddedilmiştir. Siverek Mahkemesi, birinci başvuranın gazete haberleriyle ilgili iddialarına
cevap vermemiştir. Karar, 3 Ocak 2009 tarihinde başvuranın avukatına tebliğ edilmiştir.
Duri Yaman tarafından yapılan 14018/10 no’lu başvuru
36. 1995 yılının haziran ayında, başvuranın 30 yaşındaki oğlu Ahmet Yaman, Uludere Đlçe
Jandarma Karakolu’na çağırılmıştır. Oğlu geri dönmeyince, başvuran oğlunu aramaya
jandarma karakoluna gitmiştir. Kendisine, oğlunun Şırnak’taki askeri makama teslim edildiği
söylenmiştir.
37. Yaklaşık bir hafta kadar oğlundan haber alamayınca, başvuran, 11 Temmuz 1995
tarihinde, Uludere Cumhuriyet Başsavcılığına resmi şikâyette bulunmuş ve oğlunun
bulunmasını talep etmiştir.
38. 1995 yılının ekim ayında, Uludere Savcısı, kayıp olayını araştırma yetkisinin
bulunmadığına karar vermiştir, çünkü sorguladığı iki görgü tanığı, başvuranın oğlunun
Şırnak’ta, yani kendi yetki sınırlarının dışında, kaybolduğunu söylemiştir. Savcı bu nedenle,
dosyayı, Şırnak’taki mevkidaşına göndermiştir. Savcının kararından aynı zamanda, 18
Temmuz 1995 tarihinde kendisine gönderilen bir yazıda, Uludere Jandarma Karakolu
memurları, başvuranın oğlunu karakollarına çağırdıklarını inkâr ettikleri anlaşılmaktadır.
39. Başvuran, neredeyse on dört yıl gibi bir süre boyunca, yüzlerce kez, farklı savcılıklara
gittiğini ve oğlu hakkında bilgi istediğini ama sonuç alamadığını öne sürmektedir.
40. 1 Haziran 2009 tarihinde, başvuran, iki yasal temsilcinin yardımıyla, Şırnak
Cumhuriyet Başsavcılığına bir yazı yazmış ve kayıp olayına ilişkin bilgi istemiştir. Oğlunun
kayboluşundan sorumlu olan kişileri bulunup yargılanamamasının, Sözleşme’nin 2., 6. ve 13.
maddelerini ve ilgili yerel hukuku ihlal ettiğini iddia etmiştir.
41. 4 Haziran 2009 tarihinde, Şırnak Savcısı, başvurana, oğlunun kayboluşuna ilişkin
soruşturmanın, delil yetmezliği sebebiyle kendi makamı tarafından alınan takipsizlik kararı
neticesinde, 18 Mart 1996 tarihinde kapatıldığı bilgisini vermiştir.
42. 18 Mart 1996 tarihli karara göre, Şırnak Đl Jandarma Komutanlığı, Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığına, 7 Kasım 1995 tarihinde, Ahmet Yaman’ın kendileri tarafından gözaltına
alınmadığı bilgisini vermiştir. Şırnak Savcısı da, Ahmet Yaman’ın bir helikoptere bindirilip
Şırnak’a götürüldüğüne dair, iki görgü tanığı ifadesinin doğruluğuna ilişkin soru sormuştur. 1
Aralık 1995 tarihli cevaplarında, Şırnak Đl Jandarma Komutanlığı, Şırnak Cumhuriyet
Savcısına, Uludere ve Şırnak arasında düzenli helikopter seferleri olmamasına rağmen, ihtiyaç
halinde iki yer arasında helikopter kullanıldığını söylemiştir. Dolayısıyla, sözü geçen günde,
Uludere’ye herhangi bir helikopter seferi yapılıp yapılmadığını belirlemek mümkün değildir.
43. Cumhuriyet Savcısının kararından aynı zamanda, başvuranın, soruşturma yapan
makamlara, Şırnak Alay Komutanı’nın Uludere’de bir kahvehaneye gelip, siviller ve köy
korucuları da dâhil olmak üzere, o anda orada bulunan kişilere, Ahmet Yaman’ın Şırnak’ta
olduğunu ve yakında salıverileceğini söylediği bilgisini verdiği anlaşılmaktadır. Fakat daha
sonra Şırnak Cumhuriyet Savcısı tarafından sorgulandıklarında, komutan geldiğinde orada
bulunan köy korucuları, komutanın Ahmet Yaman hakkında hiçbir şey söylemediğini
belirtmişlerdir.
44. 4 Haziran 2009 tarihinde, Şırnak Cumhuriyet Savcısının 18 Mart 1996 tarihli kararı
eline geçince, başvuranın yasal temsilcileri, bu karara karşı bir itirazda bulunmuşlardır. Şırnak
Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütülen soruşturmanın yetersiz olduğunu iddia etmişlerdir.
Önemli ipuçlarının izlenmediğini, tüm görgü tanıklarının dinlenmediğini ve Cumhuriyet
Savcısının, askeriyeden aldığı yazılı cevapları, şahsi olarak sorgulaması gerekirken, öylece
kabullendiğini ileri sürmüşlerdir.
45. Đtiraz, 13 Ağustos 2009 tarihinde, iki yasal temsilcinin, “Cumhuriyet Savcısının 18
Mart 1996 tarihli kararını aldığı tarihte, başvuranı temsil etmediği ve dolayısıyla, itirazın
yasal süre sınırının dışında yapıldığı” gerekçesiyle, Siirt Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
reddedilmiştir.
46. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı, 25 Ağustos 2009 tarihinde başvuranın avukatlarına
tebliğ edilmiştir.
47. Başvuranın haber olmaksızın, 30 Eylül 2009 tarihinde, Adalet Bakanlığı,
Yargıtay’dan, Siirt Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını bir kaldırmasını istemiştir, çünkü
Bakanlık, başvuranın itirazı, öngörülen ilgili yasanın süre sınırı dâhilinde yaptığını iddia
etmiştir.
48. Yargıtay, Bakanlığın talebini 13 Ocak 2010 tarihinde kabul etmiş ve Siirt Ağır Ceza
Mahkemesi’nin 13 Ağustos 2009 tarihli kararını bozmuştur. Akabinde, Siirt Ağır Ceza
Mahkemesi başvuranın, Şırnak savcısı tarafından alınan karara yönelik itirazını incelemeye
almış ve kabul etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet Savcısından, başvuranın oğlunun
kayboluşuna ilişkin yeni bir soruşturma başlatmasını istemiştir.
49. Şırnak Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan yeni soruşturma halen daha
beklemededir.
ŞĐKÂYETLER
50. Başvuranlar, akrabalarının kayboluşundan, Sözleşme’nin 2., 3., 5., 6., 8., 13. ve 14.
maddelerini ihlal ederek, Devlet görevlilerinin sorumlu olduğundan şikâyet etmektedirler.
HUKUKĐ DEĞERLENDĐRME
51. Hükümet, başvuranların, 35. maddenin 1. maddesi kapsamındaki altı ay kuralına
uymadıklarını, çünkü akrabalarının kayboluşu üzerinden yıllar geçtikten sonra başvuruda
bulunduklarını ileri sürmektedir.
52. Başvuranlar, Hükümet’in iddialarını reddetmiş ve altı ay kuralına uygun hareket
ettiklerini ileri sürmüşlerdir.
53. Mahkeme, altı ay kuralının amacının, yasal kesinlik sağlamak ve Sözleşme
kapsamında ileri sürülen davalara makul bir süre zarfında bakıldığına emin olmak olduğunu
hatırlatmaktadır. Ayrıca, aynı zamanda, yetkilileri ve ilgili diğer kişilerin çok uzun bir süre
zarfı boyunca herhangi bir belirsizlik altında kalmalarını önlemek amacındadır (bkz. Bulut ve
Yavuz v. Türkiye (dec.), no. 73065/01, 28 Mayıs 2002, ayrıca Bayram ve Yıldırım v. Türkiye
(dec.), no. 38587/97, AĐHM 2002-III).
54. Kural olarak, altı aylık süre, iç hukuk yollarının kullanıldığı süre zarfı içinde verilen
nihai kararın tarihinden itibaren işlemeye başlamaktadır. Kişinin yaşamından mahrum
bırakıldığı davalarda, herhangi bir hukuk yolunun bulunmaması ya da bu yolların etkili
olmaması halinde, altı ay süre sınırı, ilke olarak, şikâyetçi olunan olayın tarihinden itibaren
işlemeye başlamaktadır. Başvuranın önce iç hukuk yollarını kullanıp daha sonra bu yolları
etkisiz kılan durumları fark ettiği ya da fark etmesi gerektiği istisnai durumlarda, özel
durumlar geçerli olabilir. Bu gibi bir durumda, altı aylık süre, başvuranın bu koşulları fark
ettiği ya da fark etmesi gerektiği tarihten itibaren hesaplanabilmektedir (aynı yerde.; aynı
zamanda bkz. Hazar ve diğerleri v. Türkiye (dec.), no. 62566/00, 10 Ocak 2002).
55. Kayıp olaylarını ele alan davalarda, Mahkeme, müsamahaların genellikle kayıp
olayının sonrasını etkileyen belirsizlik ya da karışıklıklar için gösterilmesi gerektiği
kanaatindedir (Varnava ve Diğerleri v. Türkiye [GC], no 16064/90, 16065/90, 16066/90,
16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90, 16073/90, §§ 162-163, AĐHM 2009).
Ayrıca, Mahkeme’nin yakın tarihte aydığı karara göre, kayıp olaylarına ilişkin
soruşturmaların doğası gereği, kaybolan kişinin yakınları haklı olarak, ulusal makamların
soruşturmalarını tamamlamaları için uzun müddetler boyunca bekleyebilmektedirler. Bu
nedenle, Er ve Diğerleri v. Türkiye (No. 23016/04, §§ 55-60, AĐHM 2012 (özet)) davasında,
yakınları kayboluşundan sonra başvurularını yapmadan önce neredeyle on yıllık bir süre
boyunca bekleyen başvuranların, altı ay kuralına uydukları kararı alınmıştır, çünkü kayıp
olayına ilişkin ulusal seviyede bir soruşturma sürdürülmüştür (ayrıca bkz. Yetişen v. Türkiye
(dec.), No. 21099/06, 10 Temmuz 2012; Taşçı ve Duman v. Türkiye (dec.), No. 40787/10, 9
Ekim 2012; ve Fındık ve Kartal v. Türkiye (dec.), No. 33898/11 ve 35798/11, 9 Ekim 2012).
56. Mevcut başvurularda, başvuranların akrabaları 1994 ve 1995 yıllarında kaybolmuştur.
Kayıp olaylarına ilişkin bazı adımlar atılmış olsa da, başvuranlar ya da soruşturan makamlar
tarafından hiçbir eylemde bulunulmamış gibi duran uzun eylemsiz süreçler bulunmaktadır.
57. Örneğin, Zeynep Çiçek ve diğerleri tarafından yapılan başvuru dosyasında, 1996 ve
2004 yılları arasındaki sekiz yıllık süre zarfında, başvuranlar ya da ulusal makamlar
tarafından herhangi bir eylemde bulunulduğunu gösteren hiçbir dosya bulunmamaktadır (bkz.
paragraflar 10-11). Garip Gülmez ve diğerleri tarafından yapılan başvuruda da, eylemsiz
geçen süre sekiz yıldır (bkz. paragraflar 18-20). Rukiye Aksoy ve Ayşe Cingöz tarafından
yapılan başvuruda, 1995 ve 2001 yılları arasında eylemsiz geçen ilk süre zarfının ardından,
2001 ve 2005 yılları arasındaki ikinci süre zarfı da hiçbir faaliyet olmadan geçmiştir. Son
olarak, Duri Yaman tarafından yapılan başvuruda, başvuran, Mahkeme’ye, 1995 ve 2009
yılları arasında geçen yaklaşık on dört yıllık süre zarfında attığı adımlara yönelik detay veren
herhangi bir belge sunmamıştır (bkz. paragraflar 36-40).
58. Mahkeme, başvuranların, herhangi bir faaliyette bulunulmaksızın geçen bu uzun
süreler için herhangi bir gerekçe göstermediğine dikkati çekmektedir ve bu nedenle, anlamlı
soruşturmalar yapılmadığı gerçeğinin, kendileri Mahkeme’ye başvurularını yapmadan önce
açık ve ortada olduğu kanaatindedir.
59. Mahkeme, mevcut başvuruların, eylemsiz geçen bu gibi uzun süreçleri barındırmayan
ve başvuranların, sözü geçen süre zarfı içinde, düzensiz de olsa, yürütülmekte olan bir
soruşturma olduğunu gösteren belgeleri Mahkeme’ye sunduğu Er ve Diğerleri (yukarıda atıfta
bulunulan) başvurusundan farklı olduğu kanaatindedir.
60. Ayrıca, yakınlarının kayboluşunun üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra başvuranlar
tarafından bulunulan taleplere yönelik ulusal makamlarca atılan adımların doğası çoğunlukla
usule aittir ve altı aylık sürenin işlemesini etkilememektedir. Örneğin bu adımlar, önemli yeni
gelişmelere yol açabilecek ya da kayıp olaylarını araştırmaya yönelik usul zorunluluğunu
yeniden canlandıracak, başvuranların kaybolan akrabaları hakkındaki her türlü yeni delil ya
da bilgiyi etkilememektedir (bkz, gerekli değişikliklerle, Gasyak ve Diğerleri v. Türkiye, No.
27872/03, §§ 60 ve 63, 13 Ekim 2009).
61. Yukarıda
sözü
geçen
durumların
ışığı
altında,
Mahkeme,
etkili
olmayan
soruşturmaların bir sonuca bağlanması için uzun yıllar hiçbir eylemde bulunmadan bekleyen
başvuranların, altı ay süre sınırına uymadığına kanaat getirmiştir. Mahkeme, başvuruların
zamansız şekilde yapıldıkları ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. ve 4. paragrafları
kapsamında kabul edilemez oldukları kanaatindedir.
Bu gerekçelerle, AĐHM,
Oybirliğiyle, başvuruları birleştirmeye karar verir;
Oybirliğiyle, 28883/05 no’lu başvuruyu kabul edilemez olarak beyan eder;
Oy çoğunluğuyla, kalan üç başvuruyu kabul edilemez olarak beyan eder.
Stanley Naismith
Yazı Đşleri Müdür Yardımcısı
Guido Raimondi
Başkan
*Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış Đlişkiler Genel Müdürlüğü Đnsan Hakları Daire
Başkanlığı tarafından Türkçe' ye çevrilmiş olup, gayrı resmi tercümedir.