tıklayarak - Meb.k12.tr

Transkript

tıklayarak - Meb.k12.tr
içindekiler
2013
EĞİTİM!
AMA NASIL?
EĞİTİMDE
BAŞARI
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni
Abit ARVAS
İkram ÖZDEMİR
KARDEŞLİK
ÜZERİNE
NİSYANDAN
ALINAN İNSAN
Erdoğan ÖZDEMİR
Ertan DEMİR
Ahmet AYDIN
FİZİK HAYATIMIZIN
NERESİNDE?
ONLAR DA
KİMMİŞ?
TÜRKİYE’DE
GENÇ OLMAK
EDİTÖRDEN
Yasin YILMAZ
3
Hizan Lisesi Müdür Baş
Yardımcısı
7
Mehmet ÖZEN
Fizik Öğretmeni
11
İDRİS-İ
BİTLİSİ
Hizan İlçe Milli Eğitim
Müdürü
Hizan Lisesi Müdür
Yardımcısı
4
8
15
SİZDEN
GELENLER
24
26
GÜLMECE
GÜLDÜRMECE
İSTİKLAL
MARŞI
ÖDÜLÜMÜZ
33
Hizan Lisesi Müdür
Yardımcısı
10
Yasin YILMAZ
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni
19
23
MÜZİK; İNSAN VE
EVREN ARASINDAKİ
KÖPRÜ
Müzik Öğretmeni
HİZAN LİSESİ’NDE
ÖĞRETMEN YA DA
ÖĞRENCİ OLMAK
21
Rehber Öğretmen ve
Psikolojik Danışman
Güliz KARAGÖNLÜ
5
Mehmet Ş. ERCİK
Tarih Öğretmeni
20
Okul Müdürü
OKUL
MÜDÜRÜMÜZ
VELİLERLE
ETKİLİ İLETİŞİMDE
DİNLEMENİN ÖNEMİ
Mehmet İBO
Tasarım
Editör
Baskı
GÜLİZAR-I
HİZAN
35
19 MAYIS
COŞKUSU
32
VEDA
YEMEĞİ
36
: Özge KUTLU - Vedat ÖZDEMİR
: Yasin YILMAZ
: Vedat ÖZDEMİR - ANKARA (0530 6092281)
Başta Müdürümüz İkram Özdemir, Müdür Başyardımcısı Erdoğan Özdemir olmak üzere tüm emeği geçenlere de teşekkür ederiz..
Resimlerin telif hakkı Mahmut Özdemire aittir.
ŞİMSEK ULUCAN
MARKET TEL
PASTANE TEL
GİYİM-KUNDURA
FIRIN
: 0(434) 611 20 72
: 0(434) 611 16 61
: 0(434) 611 21 29
: 0(434) 611 25 88
(Tatvan cad.Yeni öğretmenevi karşısı No: 1-2-3)
(Tatvan cad. Tatvan durağı karşısı No:2)
(Cumhuriyet cad. Belediye İngeç Pasajı No: 1-2-3)
(Cumhuriyet cad. PTT karşısı No:1)
GÜLİZAR-I HİZAN
EDİTÖRDEN
Adını uzun yıllar yaşatmayı düşündüğümüz “GÜLİZAR-I HİZAN”ın ikinci sayısının heyecanını hep beraber yaşıyoruz. Taze bir toprağa pırıl pırıl bir tohum atmak gibidir yeni bir dergi heyecanı yaşamak. Ne kadar fakir görünen ne kadar
zengin bir mahallede, bir kültür harmanında yaşadığınızı biliyor musunuz? Türkiye’nin belki de en çok hasret duyduğu
güler yüzün kimseden esirgenmediği, içteki sıkıntıların dışarı kahkahalar halinde çıkıp etrafa neşe saçtığı bir diyardasınız.
Bu diyarda size bir şeyler öğretip hayatın fırtınalarında sağlam durabilmeniz için çırpınan öğretmenleriniz, can sıkıcı her
şeye karşı o neşenizden feyz alıyorlar. Hani bir hikaye vardır ya:
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesini sağladı. Bu
hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.
Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada o gün garsona yüklü bir bahşiş
bıraktı.
Garson, ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe
başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını iki günden beri
ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak
altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle havlamaya başladı ki, önce
fakir adam uyandı, sonra bütün apartman kalktı.
Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, bir TEBESSÜM’ün sonucuydu
Bize tebessümü hatırlatan öğrencilerimize bizden bir tebessümlük hediye…
Keyifle okumanız dileğiyle…
Yasin YILMAZ
Hizan Lisesi
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
3
HİZAN LİSESİ
EĞİTİM!
AMA NASIL?
Abit ARVAS
Hizan İlçe Milli Eğitim Müdürü
Bundan önceki sayımızda eğitimin, hayatın her alanında şart olduğunu vurgulayan bir yazıya yer vermiştik. Günümüzde bazı ileri memleketlerde çobanların dahi eğitime tabi tutulduğu gerçeği karşısında Türk halkının eğitime uzak
duruşu kabullenecek bir durum olamaz. O halde fert fert herkesin mutlak surette eğitim sistemi içindeki yerini alması
kaçınılmazdır.
İyi de öteden beri eğitimle arasına mesafe koyan halkımızı bu konuda nasıl ikna edeceğiz?
Aslında iş halkımızdan ziyade devletimizi, eğitim siyasetini elinde bulunduran yönetici gücü ilgilendirmektedir.
Eğitimi merkezden idare edip onu memleketin şartlarına adapte edemeyen politika adamı halkımızdan şikâyet etme
hakkına sahip değildir. Ülkenin coğrafi, sosyal, ekonomik, kültürel farklılıklarını göz önünde bulundurmadan eğitimle ilgili
plan, program, müfredat, ekipman ve diğer unsurları merkezden hazırlamak, bütün öğrencileri aynı kulvarda yarışmaya
davet etmek eşitlik olarak kabul edilebilse de adil bir davranış olarak görülemez. Ağrı Dağı eteklerindeki bir köy çocuğu
ile İstanbul ‘un Şişli ilçesindeki bir aristokrat çocuğunu aynı şartlarda eğitime sevk etmek her şeyden önce eğitim mantığına aykırıdır. Eğitim birliği adına herkesi eşit şartlarda yarıştırmak için Şişlideki aristokrat çocuğu Ağrı Dağındaki çobanın
seviyesine indirmek lazım? Yoksa aksini mi yapmak gerekir? Ne o, ne bu! Yapılacak iş, her bölgeyi kendi şartları içinde
değerlendirerek eğitim imkânlarını adil bir şekilde memleket sathına yaymak için gerekli tedbirleri almaktır.
Bunun yollarından biri eğitimin yerelleştirilmesidir. Böyle bir sistemde eğitimin üst politikası yine merkezden
sevk ve idare edilmekle, yani iskelet merkezden teşekkül ettirilmekle beraber mahalli yönetimler (il özel idareleri, belediyeler, vakıflar vb.) bu iskelete et ve deri giydirirler. Daha açık bir ifade ile programlar ana hatlarıyla merkezden tespit
edilir, mahalli idareler program doğrultusunda eğitim-öğretim hizmetini yürütür. Bugün Avrupa’nın birçok devletinde
uygulanan sistem budur. Birçok alanda Avrupa’yı yakalamış bulunan, hatta FATİH projesi ile eğitimde Avrupa’nın önüne
geçmiş olan devletimizin bu teklifimizden gocunmayacağını zannetmiyorum.
Önemli gördüğüm ve dikkate alınmasına inandığım bir husus daha var:Türkçede bilginin aktarılmasına öğretim,
bilginin icra edilmesine de eğitim deniyor. Eskiden birinci kavrama talim, ikincisine de terbiye denirdi. Bakanlığımızın
faaliyetleri de genel manada bu iki kavram çerçevesinde vücut bulmaktadır. Bu kavramları bir misalle desteklemeye çalışırsak karşımıza şöyle bir disiplin çıkar:
Öğretim; kişiye balığın nasıl avlandığını teorik olarak anlatmak, eğitim ise kişiye balık tutmayı pratik olarak
göstermek ve onu bu faaliyette yetiştirmektir.
Ancak; okullarımızdaki faaliyeti tanımlayan kelime öğretimden ziyade eğitimdir. Her iki kelimeyi beraberce kullandığımız da eğitim tabirini öğretim tabirinden önce söyleriz: “Eğitim-Öğretim faaliyetleri” gibi. Bu ne yaman çelişkidir
ki öğretmeden önce eğitiyoruz. Yani talim etmeden terbiye ediyoruz. Teoriden önce pratiği gösteriyoruz. Biz öğrencileri
öncelikle müspet bilgilerle donatmak ve bu bilgileri hayata geçirmelerini sağlamak için okullar açar, öğretmenler görevlendirir, bunca harcamalarda bulunuruz. İlim sahibi olunmadan amel sahibi olunmaz. Aksini ancak ayı oynatıcısından
bekleriz. Malum ayı oynatıcısı ayıyı bir sacın üzerine çıkarır, sonra sacın altında ateş yakar. Isınan sac ayının ayağını
yaktıkça ayı bir ayağını kaldırıp diğerini basmak suretiyle adeta dans eder. O arada ayı oynatıcısı zurnada peşrev çeker.
Böylece ayı oynatıcısı ne zaman zurna çalsa ayıda ayağının altında sıcak sac olduğu vehmine kapılır ve yanıyor zannettiği
ayaklarını değiştirmek üzere kızgın sac üzerindeyken yaptığı hareketleri yapar. Bu misaldeki olayda ayı eğitilmiştir ama
ayıya sac ateş zurna öğretilmemiştir.
Bu örneği vermemizdeki niyet şu ki; ameli, pratik, davranışsal anlam belirten, bakanlığımızın da ad olan (Milli Eğitim
Bakanlığı) eğitim anlayışını öne çıkarıp öğretim faaliyetini ikinci planda tutmak gibi bir yanlışa düşülmesini engellemektir.
“Eğitim şart” diyoruz. Elbette şart; ama nasıl?
Ulusal bir dava olan öğretim-eğitim faaliyetinden söz ederken göz önünde bulundurmamız gereken binlerce
maddeden sadece iki tanesi üzerinde bu kadar laf etmiş olmam, konunun ciddiyetine verdiğim ehemmiyetten kaynaklanmaktadır. Hastasına ilaç veren hekimin doz ayarlamada gösterdiği hassasiyeti biz de mesleğimizde gösterdiğimiz sürece
problemler kartopunun çığa dönüşmesi gibi katlanarak büyüyecektir.
4
Sorunlarımızı ve sorumluluklarımızı idrak etmek ve çözüm bulmak dileğiyle.
GÜLİZAR-I HİZAN
EĞİTİMDE
BAŞARI
İkram ÖZDEMİR
Hizan Lisesi Okul Müdürü
Eğitimde kalite ve başarıyı yakalamak için çabalayacağımıza, ilgili ilgisiz hepimiz sadece eleştirme makamındayız. İçinde okul, öğretmen, öğrenci, kısaca eğitim olan her sohbette ilk sorumuz neden öğrencilerimizin başarısız olduğudur. Elbette bu soruyu sormalıyız. Ama bu sorudan sonra durup kendimize ait sorumlulukları yapıp yapmadığımızı değerlendirmek dururken öğrenci başarısızlığını kendimizin dışında arıyoruz. Öğrencilerimizin başarılı olması için gerekli alt
yapı çalışmalarına çok da önem vermiyoruz. Eğitimdeki başarısızlığı Okul veya öğretmen velinin ve öğrencinin ilgisizliğine
yükler. Veli, başarısızlığı öğrencisinde ve öğretmenin yeterince ilgilenmediğinde arar. Öğrenci ise her durumda haklıdır
ve kendisi dışındaki tüm unsurlar onun başarısız olması için ittifak ettiklerine inanır. Bu kısır döngü yıllardır sürüp gidiyor. Netice itibariyle bundan en zararlı çıkan taraf ise şüphesiz öğrencidir.
Ciddi bir planlama ile başarıyı yakalamak elbette mümkün. Okul veli ve tabi merkezde duran öğrenciyle işbirliği yaparak başarı yakalanır.
Toplum olarak eğitime gerekli önemi ve desteği vermediğimiz ortada. Kaldı ki velilerimizden bunu beklemek
henüz çok erken olsa gerek. Velilerimizin eğitime bakış açısında ciddi bir değişiklik yapılması isteniyorsa öncelikli olarak
eğitim sürecine onların da dahil edilmesi şart. Öğrenci başarısı veli ayağı eksik olduğu sürece tam manasıyla gerçekleşmez. Günümüzde dahi öğrencilerimizin ebeveynlerinden okuma yazma bilmeyenler var. Hala öğrencilerin zorla ders
çalışmaya yönlendirilmeleri, ısrarla kabiliyetlerine değil kendi isteklerine göre öğrenciyi şekillendirmeler mevcut. Halbuki
veli bakış açısında küçük düzeltmeler yapılıp okula yönlendirilirse, öğretmeni, okul idaresi ile işbirliği içinde okul dışındaki
zamanlarının planlanması ve değerlendirilmesi yapılırsa veli açısından en makul, öğrenci açısından ise başarının adımları
atılmış olur.
Günümüz öğrencilerini hep kendi zamanımızla karşılaştırmayı pek seviyoruz. Hiç empati kurup acaba bizde bu
dönemde öğrenci olsaydık nasıl olurduk diye? Düşündük mü? Bizim zamanımızdaki şartlar ile şu andaki şartların aynı
olmadığı gerçek bir şekilde ortada. Bizim zamanımızda ki öğrencilerinin imkânları ile şu andaki imkânların aynı olmadığı
ayrı bir gerçek. Biz öğrenciye öğrenci olduğumuz dönemdeki gibi davranıp ilgilenemeyiz. Yeni metotlar bulup yeni davranışlar sergilemeliyiz. Öğrencinin neye ihtiyaç duyduğu neleri istediği ve nerede ne eksiği varsa bunu en iyi yöntemle
vermenin yoluna vakıf olmalı ve vermeliyiz. Eski klasik öğretmen profilinden çıkıp, öğrencilerimizin durumlarına göre davranışlarını yenileyenler olmalıyız. Eğitimi ön planda tutan bir anlayış sergilemeliyiz. Hayata hazırladığımız öğrencilerimize
her yönüyle örnek insan olmalıyız. Öğrencilere yaklaşımlarımızı değiştirmeli, öğrencilerin zorla derse girmediği isteyerek
ders dinlediği birer fert haline getirmenin yollarını araştırmalıyız.
5 5
HİZAN LİSESİ
OKUL MÜDÜRÜMÜZ SAYIN İKRAM ÖZDEMİR BİR DÖNEM BOYUNCA SINIFLARDA SÖYLEŞİLERE KATILIP BİRİNCİ AĞIZDAN DERTLERİMİZİ SIKINTILARIMIZI DİNLEDİ. YAPILAN ÇALIŞMALAR VE 12. SINIF ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK
ÜNİVERSİTE HAZIRLIK FAALİYETLERİ HAKKINDA BİLGİ VERDİ. BU SÖYLEŞİLER
SONUCUNDA OKULUMUZ TÜM SINIFLARDA KİTAPLIĞA VE YÜZLERCE KİTABA SAHİP OLDU. TÜM DESTEKLERİNDEN DOLAYI YÖNETİMİMİZE SONSUZ
TEŞEKKÜRLERİMİZİ SUNUYORUZ.
6
GÜLİZAR-I HİZAN
KARDEŞLİK
ÜZERİNE
Erdoğan ÖZDEMİR
Hizan Lisesi Müdür Baş Yardımcısı
Değerlerimizden çok uzaklaştık sanırım. Şu zamanlarda en çok bahsedilen kardeşlik vurgusunu kendi öz değerlerimizden örnekler vererek aktaracağım. Bu makaleyi Kürtçe yazmak istiyordum fakat akademik olarak Kürtçeyi bilmediğimden Türkçe yazmak zorunda kaldım. İnşallah bir dahaki makalemi Kürtçe yazmaya gayret edeceğim. Derlediğim bu
yazının kardeşliğimizin pekiştirmesini Allahtan dilerim.
“Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurat Sûresi: 49:10.)
“Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost
oluvermiştir.” (Fussilet Sûresi: 41:34.)
“Onlar, bollukta ve darlıkta infak ederler, kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affedenlerAllah ise iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân Sûresi: 3:134.)”
“Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini
düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler
olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle
apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz. Al-i İmran / 103.”
“ Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim,
sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın.” “Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe
ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir. Şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı veçhini beyan ederiz.”
Said-i Nursi
“Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar
bir, bir.Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir bir.Sonra köyünüz bir,
devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler
bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz
ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o
rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir
zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.” Said-i Nursi
“ Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden
zalimlere karşı kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı
muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey
ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. “
Said-i Nursi
7
7
HİZAN LİSESİ
NİSYANDAN
ALINAN İNSAN
Nisyan unutmak anlamına gelen Arapça bir kelimedir. İnsan kelimesinin kökü ile nisyan kelimesinin kökü aynı
fiilden alınmıştır. Nisyan unutmak olduğu gibi, insan da verdiği sözü unuttuğundan aynı manaya kaymıştır.Peki insanın
unuttuğu nedir? Ruhlar aleminde Allah ruhlara ‘’Elestu bi rebbikum ( Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sözüne ruhlar: Kalu
bela (Evet sen bizin Rabbimizsin.) diye cevap vermişlerdi. Fakat şu anda görünen o ki biz bu sözümüzü unutmuş gibiyiz.
Çünkü Rabbimizin emir ve yasaklarına karşı ki lakaytlığımız bize bu kanaati veriyor.
Takdir edersiniz ki insanın asıl memleketi babasının veya dedesinin olduğu memlekettir. Öyleyse bizim de asıl
memleketimiz Âdem babamızın veya dedemizin memleketi olan cennettir. Bütün kuvvetimizle asıl memleketimiz olan
cennete gitmek için çalışmamız gerekirken, neden geçici olduğumuz ve geçici olan memleketi, daimi görüp ve daimi
kalacakmışız gibi telakki edip kendimize memleket asıl memleket görüyoruz. Fani, geçici olan bu hayatı; baki, sonsuz
olan ahret hayatına tercih etmemizin sebebi nedir? Acaba ömrünün son iki ayını yaşayacağını bilen bir insan, dünyanın
zevklerinden nasıl tat alabiliyor? Zira her an ölmeyi düşünen insanı saraylar da bile yaşatsanız, bu onun o korkusunu
hafifletip zevk almasına yardımcı olamaz. Biliyoruz ki iki ay bile kesin yaşama senedimiz yokken dünyanın fani zevklerine
nasıl bu kadar kendimizi kaptırabiliyoruz, aldanabiliyoruz. Misafir olarak bulunduğumuz bu dünyadan ayrılacağımızın ve
misafir gibi davranmamız gerektiğinin farkında olmalıyız diyor ve sözü hakikat kahramanı, zamanın eşsizi, büyük İslam
mütefekkiri Bediiüzzaman Said Nursi Hazretlerine bırakayım.
Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Evet, şu güzerân-ı
hayat (geçici hayat), bir uykudur; bir rüyâ gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.
Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem
hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet
Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem * sırrınca
teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler
kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı
ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.
Bu dünya, bir misâfirhânedir. Ebedî hayati isteyenler, misâfirhânedeki vazifelerine dikkat gösterdikleri nisbette
memnun edilirler. Demek ki, şimdi en esaslı vazifemiz, bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dînin, karanlıktan usanmış,
gıdâsız kalmış kalplerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nurun dellâllığını yapmaktır.
Programımız budur ki: Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise, onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve
kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim
edilecektir. Hâlbuki siz ekseriyet itibâriyle şu fânî dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında,
dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir sûret sizde görülüyor.
Anlarsın ki, bu dünya dahi kendi için değil; kendi kendine de bu sûreti alması muhâldir. Belki, kafile-i mahlûkatın
gelip konmak ve göçmek için dolup boşanan, hikmetle yapılmış bir misafirhânesidir.
Hem, anlarsın ki, şu hanın içinde oturanlar, misafirlerdir. Onların Rabb-i Kerîmi onları Dârü’s-Selâma dâvet eder.
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi,
dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi
bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna
gidiyorsun.
Bütün bunlara rağmen insan Rabbini hatırlayıp memur olduğunu düşünmezse ve sadece dünya için
yaratıldığını düşünüp nefis ve hevasına tabi olacaksa ona da şu deriz:(Bu cümle bana ait)
Cennet ucuz olmadığı gibi,cehennem dahi luzumsuz değildir. (Said Nursi)
Cennet adam istediği gibi cehennem dahi adam ister. (Said Nursi)
Ertan DEMİR
Hizan Lisesi Müdür Yardımcısı
8
GÜLİZAR-I HİZAN
YAVUZ TİCARET
İŞ TEL
: 0434 611 24 36
GSM: 0532 789 74 46
9
HİZAN LİSESİ
HİZAN LİSESİNDE
ÖĞRETMEN YA DA
ÖĞRENCİ OLMAK
Hizan Lisesi bilindiği gibi ilçenin en eski orta öğretim kurumlarından biridir. Bu öğretim kurumundan yüzlerce insan eğitim almıştır. Kimileri üniversitelere yerleşmiş
kimileri de eğitimini bitirdikten sonra hayatın çeşitli alanlarında hayatlarına devam etmektedir.
Hizan Lisesinde öğretmen ya da öğrenci olmak
beraberinde bazen güzellikler bazen de sıkıntılar getirmektedir. İşte Hizan Lisesi’nde öğretmen ya da öğrenci olmanın beraberinde getirdiği güzellikler ve sıkıntıları hem öğretmen hem de öğrenci gözüyle gözlemlerimi anlatmaya
çalışacağım. Evvela öğretmen bakış açısıyla bakmaya çalışalım. Okulumuza atanan öğretmen Hizan Lisesinin bahçesine giriş yaptığında Okulun küçük ve eski yapısı öğretmende ilk karamsarlığı oluşturur. Öğretmen içeriye girdiğinde
onu karşılayanlar Hizan Lisesinin başarılarından bahseder
ve öğretmene çok şanslı olduğunu söyleyenler çoğalır. Okul
idaresinin sıcak karşılamasından sonra öğretmende umut
artar. Öğretmen ilk derslerine girer, Öğrencilerin istekli tutumu öğretmeni daha da umutlandırır. Bu durum öğretmeni harekete geçirir öğretmen öğrencileri için projeler üretmeye başlar.
ciddi bir şekilde katılır. Öğrencilerimizin büyük bir kısmı öğretmenleriyle sağlam bağlarla oluşturulmuş ilişkiler oluşturulmuştur. Artık öğretmen öğrencimiz için bir aile bireyi
olmuştur.
Maalesef bu güzel tespitlerden sonra öğrencilerimizin bir kısmını memnun etmek nerede ise imkânsızdır.
Öğrencimiz okulun tüm çalışmalarını kendisine karşı bir
komplo olarak algılar. Örneğin nöbetini tam anlamıyla tutan öğretmenleri sevmez, bazı olumsuz davranışların ortadan kaldırılması için mücadele edenleri sevmezler. Okulun
eğitim öğretim projeleri bu tarz öğrencilerimiz için son
derece inciticidir. Bu öğrencilerimiz okul idarecileri ve ders
öğretmenleri ile sıkıntılar yaşamaya başlar. Bu durum zaman içinde öğretmenlerde olumsuz bir düşünceye kadar
varabiliyor. Durum ‘Kendi rızasıyla zarara girene merhamet
edilmez’ halini alabiliyor.
Saygıya değer öğretmen arkadaşlarım. Unutmayalım ki Eğitim öğrenciye sevgiyle başlar. Biz öğrencimizi
sevgiye değer bulacağız ki ona bir şeyler verebilelim. Çocuklarımızın fikirlerine destek sunalım. Farklılıkları zenginlik sayalım bireysel farklılıkları esas alalım. Öğrencilerimizin
Zaman içerisinde bazı öğrenciler ideallerinden kendi cümleleriyle edindiği her fikir sunduğu her bilgi desuzaklaşmaya başlasa da öğretmenlerin büyük bir kısmı teklenmeli ve bir şekilde öğrenciye bu hissettirilmelidir.
çalışmalarını devam ettirir. Öğrencisiyle sıkı ve sağlam bir
bağ oluşturur. Bütün bunların yanında maalesef birde şa- Çok sevdiğim öğrencilerim okuldaki amaç sizlersifak sayan öğretmenler vardır. Doğu hizmetini bitirip mem- niz. Öğretmende, idarede, velide ve diğer tüm unsurlar sizleketlerine gitmek isteyenlerden bahsediyorum. Maalesef ler için oluşturulmuştur. Sizler kendiniz istemediğiniz zaman
dilim varmıyor ama güzellikleri anlattığımız gibi olumsuz- araçlar ne kadar iyi olursa olsun başarmanız mümkün ollukları da yazmamız gerekiyor. Şafak mantığıyla yani gün mayacaktır. Amacı hedefi, misyonu ve vizyonu olan bireyler
sayma mantığıyla hareket eden öğretmen, okuldaki her olmalıyız. Amaçlarınıza ulaşmanız için sürekli sizleri uyarauygulamadan şikâyetçi olurlar. Öğrencinin öğrenip öğren- cağız zorlayacağız. Öğretmenlerinizin çalışmalarına destekmemesi onlar için önemli değildir. Bu durum öğretmenle çi olun sizlere olan uyarılarını art niyet olarak algılamayın.
öğrencinin arasını açar zaman içinde duygusal bir gerilime Size sunulan bir deste gülü size verenin suratına fırlatmayıyol açar. Artık öğrencinin tüm söylemleri ve tüm düşünce- nız gülün kokusundan yararlanmayı seçiniz.Hizan Lisesinde
leri öğretmen için olumsuzdur, sabotajdır. Üzülerek söyle- öğrencilik ve öğretmenlik yapan biri olarak gözlemlerimi
yeyim ki öğretmen artık öğrenci için bir model olma gibi bir basit cümlelerle dile getirdim. Hizan Lisesinin başarılarına
derdin içinde değildir.
başarılar eklemesi dileğiyle. 10
Hizan Lisesinde öğrencilik hallerinden bahsetmek
isterim. Hizan Lisesinin öğrencisi gururludur, vizyon sahibidir. Kayıt kabulde Hizan Lisesiyle tanışır. Okula geldiği ilk
günlerde kural ve kaidelere dikkat eder. Öğrencimiz, Okul
öğretmenleri ve idarecilerinin eğitim ve öğretim hakkındaki tüm projelere destek sunar. Okulumuzun en önemli
ayaklarından biri olan üniversiteye hazırlık çalışmalarına
Ahmet AYDIN
Hizan Lisesi Müdür Yardımcısı
GÜLİZAR-I HİZAN
FİZİK
HAYATIMIZIN
NERESİNDE?
Her derste olduğu gibi fizik dersinde de verim ve
başarı öğretmene, öğrenciye ve ortama bağlıdır. Okulun fiziksel durumu ve imkanları bir tarafa bırakıldığında, öğrencinin fizik dersinde başarılı olması öğretmen ve öğrenciye
yarı yarıya bağlıdır.
Fizik dersinin öğrenciler tarafından, önceden zor
bir ders olarak duyulması, fizik derslerinde matematiğin
çok kullanılması ve konuların işlenmesinde mantığın yürütülmesi, fiziği zorlaştıran başlıca etkenlerdir.
Öğretmenin öğrencinin seviyesine inmesini bilmesi, konunun anlaşılmasında en önemli rolü oynar. Günlük hayattan
örneklerle işe başlamak, öğrencinin önceden bilim dışı yollarla edindiği ön yargılarını yok etmek, öğrencinin önceden
öğrendiği şeylerin yanında yeni ve ilginç konuların işleneceği ip ucunu vermek derse merakı artırır.
Fizik derslerinde problem çözme, geleneksel öğretme metotlarımızdan biridir. Bu yöntemde, öğrenci her
şeyi öğretmenin anlatmasıyla öğrenmektedir. Öğrencinin
kendisinden bir katkı yoktur. Öğrenci uygun bir formül kullanarak ve kritik düşünmeden, dikkatsiz bir şekilde problemi çözmeye çalışır. Her şeyden öte öğrenci, önceden yanlış
olarak bildiği şeyler tarafından avlanır.
Fizik problemleri her zaman bir kaç adımda çözülür. Bu adımların her konu için sıraya konulması öğrencilerin anlamasını kolaylaştırır. Yani her konunun kendisine
göre bir öğrenme
stratejisinin belirlenmesi gerekiyor.
Öğrenciyi ince düşünmeye sevk etmeliyiz. Bunu
başarmanın yollarından biri de ters köşeye yatırma yöntemidir. Bu yöntemde, soracağımız problemin cevabı, öğrencinin beklediğinin dışında çıkmaktadır. Bu tür problemler
öğrenciyi, problemi çözmeden önce düşünmeye sevk etmektedir. Ezbere çözüme gitme fırsatını engellemektedir.
Böylece öğrenci bildikleriyle, bulunan sonuç arasındaki ayrıcalığın farkına varmış olur. Bu tür problemlerin her konunun içinde kullanılması faydayı artırır.
Fizik derslerinde görsel eğitimin verilmesi, problemleri büyük ölçüde ortadan kaldırır. Basit bilimsel gösterilerle, önce öğrencinin merakını artırıp, sonra gerekli
formülleri anlatım eşliğinde öğretip, öğrenilen konun la-
boratuarda pekiştirilmesi, fizik dersi için takip edilecek en
uygun adımlardır.
Fizik derslerinde karşılaştığımız en büyük engellerden bir tanesi öğrencilerin matematik yönlerinin zayıf olmasıdır. Bir öğrenci fizik olarak konuyu öğrendikten sonra,
belli bir seviyenin ötesine geçemiyorsa bu öğrenci matematik olarak eksiktir. O da, matematik derslerin halledilmesi
gereken bir meseledir. Örneğin bir problemde iki bilinmeyenli denklemin çözümüne kalkışırsanız harcayacağınız zaman, toplam zamanın yarısını almaktadır.
Her öğrencinin zeka seviyesinin eşit olmadığı hepimizin bildiği bir şeydir. Kimi öğrencinin bir defada öğrendiğini bir çok öğrenci birkaç anlatmadan sonra öğrenmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Geç de
olsa herkes konuyu öğrenmektedir.
Öğrencilerimizin ders çalışma ve öğrenme konusunda yeterince bilgiye sahip olmaması, çeşitli psikolojik
sıkıntılara sebep olmaktadır. Bundan dolayı geç öğrenen
öğrencilerin moral olarak takviye edilmesi ve anlamadıklarında veya yapamadıklarında kesinlikle hoşnutsuzluk belli
etmemek gerekmektedir.
Öğrenciler ilgi alanları nispetinde her derse farklı
ilgi duymaktadır. Fiziğin öğrencilerin ilgi alanlarına en rahat girmesi gereken bir mesele iken, yanlış yönlendirme
sonucu bu başarılamamaktadır. Günlük hayatta en çok fiziğin kullanılması fizik için büyük bir avantajdır. Fakat bunlar
öğrencilere yeterince ulaştırılmadığından, öğrenciler fizik
derslerine karşı soğuk durmaktadırlar.
Öğrencinin motive olması istenilen başarının elde
edilmesinde en büyük rolü oynar. Motivenin öğrenci üzerindeki etkisini bir fıkra ile anlatalım.
Meşhur ağalardan birinin kızı evlenme yaşına geldiğinde, ağa çevredeki bütün gençleri toplayıp içlerinden
en cesaretlisini seçip kızıyla evlendirmek istiyor. Bunun için
büyük hazırlıklar yapıp gençleri bir akşam yemeğine davet
ediyor. Yenilip, içilip eğlendikten sonra, ağa gençleri havuzun başına toplayıp konuşma yapıyor. Konuşmasında,
önünde bulunan büyükçe havuzu gösterip, içinde timsahların bulunduğu bu havuza kim atlarsa ona istediği üç şeyi
11
HİZAN LİSESİ
eğitim sistemimizin getirdiği bir takım çarpıklıklardan ötürü, öğretmen ve öğrencilerimiz okul-dershane-üniversite giriş sınavları arasına sıkıştırılmış durumdalar. Bu gerçeklerin
her biri ayrı ayrı düşünüldüğünde kimilerine göre
öğretmen ve öğrencilerimiz bu kısır döngüyü yaşamaya
mecburlar. Çünkü ‘ülkemiz gerçekleri’ yöneticilerimize başka bir çözüm yolu bırakmıyor!
Peki, mevcut sistemle yetiştirmeye çalıştığımız öğrencilerimiz, ne kadar özgür düşünebiliyor, korkmadan ve
bir takım endişelere kapılmadan, merak ederek, soru sorarak, tartışarak, araştırarak yetişiyor derseniz, cevabı: çok
az. Hatta bu öğrenciler biraz inatçı ve birazda ‘çatlak’ değilse hemen hemen hiç de diyebiliriz. Öğretmenlerimiz konularını yetiştirme kaygısı içerisinde, öğrencilerimiz konuları
bir an önce öğrenip testleri yiyip-yutma telaşında olduğundan, merak etmeye, soru sormaya, uzun uzun tartışmaya,
araştırıp sorulara cevap bulmaya ayıracak vakit yok. Bu anlamda bu yazıda belki her ders için genişletilebilecek bir-iki
vereceğinim diyor. Havuzu geçen genç isterse ağanın bü- fizik problemi dersi özelinde paylaşmak istedim.
yük bir arazisini, isterse bol miktarda parasını, isterse kızını
alacak. Ağa konuşmasını bitirir bitirmez suya atlama sesi
geliyor. Gençlerden bir tanesi hızlıca yüzerek diğer taraftan
havuzdan çıkıyor.
Ağa genci yanına çağırıp cesaretini güzelce övdükten sonra, arazisini teklif ediyor, genç kabul etmiyor, parayı teklif
ediyor, genç yine ret ediyor. ‘O zaman kızımla evlenmek istiyorsun her halde’ diyor. Genç yine kabul etmiyor. ‘Peki ne
istiyorsun’ deyince ‘beni suya iten züppenin ismini öğrenmek istiyorum’ diyor.
Bizlerde öğrencilerimizi motive adına içinde timsahların bulunduğu bir havuza atmalıyız. Öğrenciler kazandıkları motiveyle istediğimiz havuzu geçerler.
Fizik derslerinin derste öğrenilmesi gerekmektedir. Öğrencinin sonradan evinde oturup başaracağı bir okuma dersi
değildir. Bundan dolayı bütün bir dersin yoğun ama sıkıcı
olmadan anlatılması gerekir. Bunun için öğretmenin ses
tonu, sınıf içinde farklı zamanlarda farklı konumlarda bulunması, fıkra anlatması, bir ara ders dışına çıkması, belli
yerleri tekrar etmesi, öğrenciyi dersin içine çekmesi önemli
faktörlerdir.
Fizik derslerinde ödev verilmesi ve bu ödevlerin
kontrol edilmesi dersin anlaşılmasında önemli bir faktördür.
Ödev konusunda çektiğimiz en büyük sıkıntı, öğrencilerin
birbirinden ödevleri kopya etmesidir. Bunun için ödevi yapan öğrencilerden rast gele seçip tahtada bir soru çözmesini istemek, bu problemin önünü bir miktar tıkamaktadır.
Sonuç olarak fizik gerçekten zordur, fakat anlaşıldığında en kolay ders seviyesine düşmektedir. Öğrencilerimize fizik öğretirken, başta çekilecek bir miktar zahmet sonradan büyük avantaj sağlamaktadır. Burada şunu
belirtmekte fayda vardır. Yukarıda anlatılanlar eğitim sistemimizin bozukluğundan dolayı öğretmenler tarafında
uygulanmamaktadır. Sistemin gerektirdiği şartlarda ders
işlenmektedir. 21.Asrın ilk çeyreğini yaşadığımız şu yıllarda,
12
Mehmet ÖZEN
Fizik Öğretmeni
GÜLİZAR-I HİZAN
ŞİİR DİNLETİLERİ, TİYATROLAR, RESİM SERGİLERİ….
SOSYAL ETKİNLİKLERDE HIZ KESMEDEN DEVAM EDİYORUZ. GEÇEN YIL YAPTIĞIMIZ “BİR
BAHAR AKŞAMI ŞİİR DİNLETİSİ” VE BU DÖNEM DÜZENLEDİĞİMİZ “BEŞİNCİ MEVSİM ŞİİR
DİNLETİSİ’’ PROGRAMLARI VE “NELER OLUYOR HAYATTA” ADLI TİYATRO İLE HİZAN HALKININ TAKDİRİNİ VE BEĞENİSİNİ KAZANDIK. AMATÖR RUHLA PROFOSYONEL PROGRAMLAR
ÇIKARMAK İÇİN VAR GÜCÜMÜZLE
ÇALIŞMAYA DEVAM EDİYORUZ.
13
HİZAN LİSESİ
ŞAMPİYONLARIN LİSESİ
HİZAN KAYMAKAMLIĞININ DÜZENLEMİŞ OLDUĞU LİSELER ARASI FUTBOL TURNUVASINDA LİSEMİZ 3 MAÇI ARKA ARKAYA KAZANARAK İLÇE BİRİNCİSİ OLMUŞ VE
ŞAMPİYONLUK KUPASINI BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENİMİZ FERDİ BALÇIK EŞLİĞİNDE HAVAYA KALDIRMIŞTIR. BAŞARILARININ DEVAMINI DİLERİZ...
14
GÜLİZAR-I HİZAN
ONLAR KİMMİŞ?
Mustafa Kemal ATATÜRK
38 YAŞINDA BİR TOPLANTIDA GİYEBİLECEĞİ TEK BİR SİVİL ELBİSESİ DAHİ YOKTU VE BAŞKASINDAN BİR
REDİNGOT ÖDÜNÇ ALMIŞTI. AYRICA CEBİNDE 80 LİRASI VARDI. ATATÜRK’ÜN GEOMETRİ KİTABI VARDI.
ÜÇGEN, AÇI, DİKDÖRTGEN GİBİ 48 TANE GEOMETRİ TERİMİNİ DİLİMİZE KAZANDIRARAK İSİM BABALIĞINI YAPMIŞTIR. MİMBER ADINDA BİR GAZETE ÇIKARTTI VE 52 SAYI YAYIMLANDI. ATATÜRK’ÜN ÖZEL
KİTAPLIĞINDA 4289 ADET KİTAP BULUNMAKTAYDI VE TAMAMINA YAKININI OKUMUŞTU.
TOLSTOY
Albert EINSTEIN
DAĞINIK SAÇLARI VE ÇORAPSIZ GİYDİĞİ AYAKKABILARI İLE
DİKKAT ÇEKERDİ. ALTI YAŞINA KADAR KONUŞAMAMIŞ DOKUZ YAŞINA KADAR OKUYAMAMAŞTIR.
13 ÇOCUĞU
VARDIR.
Sakıp SABANCI
KONFİÇYÜS
DÜNYANIN EN ÇOK
TANINAN FİLOZOFU
ASLINDA BİR BEKÇİYDİ.
Orhan VELİ KANIK
7 NİSAN 1933 TARİHİNDE KAYSERİ’NİN AKÇAKAYA KÖYÜNDE FAKİR BİR ÇİFTÇİ AİLENİN ÇOCUĞU OLARAK DÜNYAYA
GELDİ. ÇOK GENÇ YAŞLARDA BİR UN FABRİKASINDA VEZNEDAR OLARAK İŞ HAYATINA BAŞLADI.
Peyami SAFA
ANKARA’DA BELEDİYENİN KAZDIĞI
BİR ÇUKURA DÜŞTÜ
VE İKİ GÜN SONRA
ÖLDÜ.
NAPOLYON
ORDULARIYLA BÜTÜN
AVRUPA’YA BOYUN
EĞDİREN İMPARATOR
BİR KADININ JOZEF’İN
UFACIK KALBİNE HÜKMEDEMEMİŞTİ.
Walt DISNEY
İKİ YAŞINDA BABASINI KAYBETTİ. ON ÜÇ YAŞINDA İŞ HAYATINA ATILDI. SEKİZİNCİ SINIFTAN SONRA OKUL GÖRMEDİ.
KENDİ KENDİNİ YETİŞTİREN NADİR İNSANLARDANDIR.
GENÇLİĞİ HASTALIK VE FAKİRLİKLE GEÇMİŞTİR.
Mimar SİNAN
1511 DE YAVUZ SULTAN SELİM ZAMANINDA DEVŞİRME
OLARAK İSTANBUL’A GELMİŞ VE YENİÇERİ OCAĞINA ALINMIŞTIR. MİMAR SİNAN 92 CAMİ, 52 MESCİT, 57 MEDRESE, 7 DARÜL-KURRA, 22 TÜRBE, 17 İMARET, 3 DARÜSŞİFA(HASTANE) 5 SU YOLU, 8 KÖPRÜ, 20 KERVANSARAY, 36
SARAY, 8 MAHSEN VE 48 HAMAM OLMAK ÜZERE 375 ADET
ESER VERMİŞTİR.
MOZART
DEPODAKİ BİR
FAREDEN DÜNYA
ÇAPINDA BİR
ÇİZGİ KAHRAMAN
ÇIKARDI.
MOZART HENÜZ BEŞ YAŞINDAYKEN BİR PİYANO KONÇERTOSU BESTELEMİŞ. MOZART’IN TABUTU ŞİDDETLİ
BİR YAĞMUR YÜZÜNDEN DİLENCİLER İÇİN AYRILAN MEZARLIĞA GÖMÜLMÜŞ. MOZART’IN CENAZESİNE SADECE
ALTI KİŞİ KATILMIŞ. MOZART’IN KULAĞI KEMANDA BİR
NOTANIN SEKİZDE BİRİ KADAR AKORD DÜŞÜKLÜĞÜNÜ
FARKEDECEK DERECEDE HASSASMIŞ.
15
HİZAN LİSESİ
Bediüzzaman Said-i Nursi
Said Nursî veya nüfus kaydında geçen hâliyle Said Okur (5 Ocak - 12 Mart 1878 Nurs (Kepirli) Köyü, Hizan,
Bitlis, Vilâyet-î Bitlis,Osmanlı İmparatorluğu - 23 Mart 1960, Şanlıurfa), Kürt İslam âlimi ve tefsir yazarı.
Risale-i Nur Külliyatı’nın yazarı ve Nur Cemaati’nin ilk lideri olarak ünlüdür. Yaşadığı dönemde hocaları olan
bazı islam alimleri tarafından 15 yaşındayken verilen ve zamanın güzelliği anlamına gelenBedî ûz-Zamân
lâkabı zamanla ismiyle birlikte anılmıştır. Van’da Medresetü’z-Zehra isimli bir okul kurma fikrini gerçekleştirebilmek için 1907 yılında İstanbul’a geldi.[14] Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyetiyle irtibata geçmek
için Selanik’e gitti. Said Nursî, 31 Mart İsyanı sonrasında tutuklandı, yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest
bırakıldı. 1916’da Osmanlı-Rus savaşı sırasında esir düştü, bir yıl Rusya’da esir kamplarında kaldıktan sonra
kaçarak ülkeye döndü. 1923 yılı başlarında, Mustafa Kemal’in ricası üzerine Ankara’ya giderek kendisiyle
görüştü ve bir süre Ankara’da ikamet etti. Daha sonra Van’a yerleşti. Şeyh Said’e isyan etmemesini telkin etmesine rağmen [17] Şeyh Said İsyanı sonrasında takibe alındı ve Barla’ya sürgün edildi. 1925 ile 1952 yılları
arasında çeşitli sürgün ve hapis cezaları dolayısıyla Burdur, Isparta, Kastamonu ve Emirdağ’da kaldı. Kitaplarından dolayı yargılandığı
dönemlerde aylarca Eskişehir, Denizli, Afyon hapishanelerinde tutuklu kaldı ancak beraat etti. 23 Mart 1960’da Şanlıurfa’da vefat etti.
Urfa’daki Halil-ur Rahman Dergahı’na defnedildi. Ancak 12 Temmuz 1960’da 27 Mayıs Darbesi hükümetinin emriyle mezarı yıktırıldı
ve bilinmeyen bir yere nakledildi.
Seyyid Sıbğatullah el Arvasi (Gavs-ı Hizani)
Osmanlı âlim ve velîlerinden. Büyük âlim ve evliyâ Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin talebelerindendir.
İsmi Sıbgatullah olup “Gavsü’l-Âzam”, “Gavsu Hizânî” veya “Gavs” lakablarıyla meşhûr olmuştur. “Arvâsî”
nisbesiyle bilinir. Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir. Babası, Seyyid LütfullahEfendi, dedesi SeyyidAbdurrahmân Kutub’dur. Doğum târihi bilinmemektedir. 1870 (H.1287) senesinde vefât etti.
Kabri, Hizân’ın Gayda köyündedir. Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza, birgün Bitlis’in Hizan kazasına bağlı
Geyda’dan geçerken Gavs-ri Hizan’ın dergahına gelmiş. Gavs, o sırada kendi has halifeleriyle hususî olarak sohbet ediyormuş. Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza Gavs ile mutlaka görüşmek istediğini söylemiş.
Müridleri ve talebeleri, “Gavs şu anda kimseyi kabul etmez, hususi sohbettedir” demişlerse de, Sofi Mirza
ısrar etmiş, “Eğer siz Gavs’a haber vermezseniz, ben kendim gidip kapıyı çalacağım” demiş. Müridleri, “Öyle
ise git çal” demişler. Bunun üzerine Sofi Mirza gitmiş, Şeyhin kapısını çalmış ve içeri girmiş. Gavs Hazretleri
onu görür görmez ayağa kalkmış ve hürmetle karşılayıp kucaklamış, koluna girmiş ve getirip kendi yerine
oturtmuş. Sofi Mirza onunla birşeyler konuşmuş. Gavs ise devamlı “beli! beli” diyerek onu tasdik etmiş. Nihâyet Sofi Mirza izin istemiş;
çıkıp gitmiş. Durumu merakla seyredenlerden ve Gavs’ın* halifelerinden Molla Halid-i Erukî hayretim gidermek için Gavs Hazretlerine
“Kurban, bu fakir adamda ne var ki, bu kadar iltifatlarda bulundunuz. Bize göre siz bu fakir Mirzo’ya fazla iltifat ettiniz, yahut bize böyle
geldi” demiş. Bunun üzerine gayet ciddileşen Gavs Hazretleri şu cevabı vermiş: “Efendiler! Bu fakir Sofi’nin sulbünden öyle bir çocuk
dünyaya gelecektir ki, yüz kutbiyet onun derecesine yetişemez.”
Seyyid Sıbğatullah el Arvasi (Gavs-ı Hizani)
On dokuzuncu yüzyılda yaamış Şark’ın büyük alimlerindendir. Ömrünün önemli bir kısmı Hizan’ın Tağ
Köyünde geçtiği için Tağî (Tahî) nispesiyle anılmıştır. Ayrıca, Nurşinî, Üstad-ı Azam ve Seyda lakaplarıyla
tanınıp şöhret olmuştur. Aslen Siirt’in Şirvan ilçesinden olup, daha sonra Nurşin’e yerleşmiş ve büyük
hizmetlerde bulunmuştur. Risale-i Nur’da kendisinden övgüyle söz edilmiştir. Yetiştirdiği talebe ve tesis
etmiş olduğu hizmet tarzıyla ilim ve irfanın yayılması noktasında büyük hizmeti olmuştur. Ayrıca, ismi
Bediüzzaman’ın ders aldığı hocalar arasında da geçmiştir. Abdurrahman, 1831 yılında Şirvan’da doğdu. Babası Molla Mahmud Efendi,
annesi Hz. Hüseyin (ra) soyundan geldiği nakledilen Meyâsin hanımdır. Hem annesi hem de babası mütedeyyin olup, Peygamber Efendimizin sünnetine son derece bağlı idiler. Abdurrahman Taği’nin ismi, Bediüzzaman’ın ders aldığı hocaları arasında da zikredilmektedir;
“Molla Said Şark’ın büyük ulema ve meşâyihinden olan Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî, Şeyh Fehim ve Şeyh Mehmed
Küfrevî gibi zevat-ı âliyenin her birisinden ilim ve irfan hususunda ayrı ayrı derslere nail olduğundan, onları fevkalâde severdi. Ulemadan Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah Efendilere de ziyade muhabbeti vardı.” (Tarihçe-i Hayat, 1996, s. 41) Meşhur
Tağ Medresesinde ders veren Abdurrahman-ı Tağî’den ders almak için gelen Nurs’lu öğrenciler de bulunmaktaydı. Hocanın, öğrencilerine sık sık şu öğüdü verdiği nakledilmektedir. “Bu Nurslu öğrencilere iyi bakın. Bunlardan biri İslâm dinine büyük hizmetler yapacak.
Fakat hangisi olduğunu şimdilik bilemiyorum.” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, C. I. s. 26; http://www.asyanur.8m.net/ustadim/
canim_ustadim.htm). Aralarında, henüz dokuz on yaşlarında olan Bediüzzaman’ın da bulunduğu Nurs’lu talebelere özel ilgi gösteren
Taği, geceleri yatarken bu talebelerin üzerlerini örttüğü ifade edilmiştir. Abdurrahman Taği, yaklaşık yirmi yıl kaldığı Nurşin’de, insanları Hakk’a davet etmek için büyük bir gayret gösterdi. Vefatından evvel ağır bir hastalık geçirdi. Buna rağmen hiçbir sünnet namazını
ihmal etmeden hepsini ayakta kıldı. Gece ibadetlerini de ihmal etmedi. 1886 yılında Nurşin’de vefat etti ve buraya defnedildi.
16
GÜLİZAR-I HİZAN
Feqîyê Teyran
Feqîyê Teyran veya Fakî-yi Tayran (1590 - 1660), asıl adı Muhamed olan Osmanlı Kürt şair, masal ve destan
yazarı. En önemli eseri Hespê Reş’tir (Kara At). Bu eser 1965’te Moskova’daKürtçe-Rusça olarak yayınlandı.
Döneminde Van Eyaleti’ne bağlı Müküs’de (şimdilerde Van’a bağlı Bahçesaray ilçesi) doğdu. Medrese eğitimi
alan Teyran’a Feqîyê ismi, ilimden/talebe kelimesinden; Teyr/kuş ise (Mantık et-Tayr) adlı eserden gelir. Bu,
Ferîdüddîn-i Attâr’ın çokça bilinen eseridir. Anlamı; “Kuşların konuşması”dır. En çok bilinen ismi Feqiyê Teyra(n)
olmakla beraber şiirlerinde; Feqê Têra, Feqîyê Gerok, Meksî, Xoce, Mîr Mihê, Mîm û Hê gibi isimler kullandığı
saptanmıştır. Bazı rivayetlerde Hizan’ a bağlı Şandis köyünde ile başka bir rivayette Bahçesaray’ da merhumun
kabristanı olduğu belirtilmektedir. Eserleri ,Qewlê Hespê Reş (Siyah Atın Ölümü), Şêxê Senan (Senan Şeyhi),
Qiseya Bersiyayî (Bersiyay’ın Öyküsü)
MELA XELÎLÊ SÊRTÎ (1753-1841)
MELA XELÎLÊ SÊRTÎ (1753-1841)Yek ji hozan û nivîskarên kurd ên bi navûdeng, Mele Xelîlê Sêrtî ye û bi esl û
azbata xwe ji Hîzanê ye. Navê bavê wî, Mele Hesen e û di sala 1753 an de li Hîzan hatiye dinyayê û di sala
1843 an de jî, li Sêrtê çûye ber dilovaniya Xwedê. Pirtûka bi navê “Osmanlî Muellifleri” nivîsîye ku: Ew, di sala
1257ên Koçê de miriye. Ev tarîx li pêşber ya Zayînû, dike 1841. Mele Xelîlê Sêrtî, li Bakûrê Kurdistanê bi navê
“seyda” ango dersdar hatiye binavkirin. Ji ber ku wî pirê jiyana xwe bi dersdana feqiyan re bihurandîye. Ji xeynî
wê yekê, wî gelek pirtuk û berhemên giranbiha li paş xwe hiştine. Mele Xelîlê Sêrtî, 24 pirtûk nivîsîne. Piraniya
wan bi zimanê erebî ne û naveroka wan jî olî ye, tê gotin ku heşt ji wan bi zimanê kurdî ne. Ji berhemên Mele
Xelîl tenê “Nehcilenam” di destên me de heye. Ev pirtûk bi Kurmancîyeka zelal û bi helbestkî hatiye nivîsandin.
Di pirtûkê de 22 sernav û 271 malik hene. Hemû bi kêş û qafîye ne, rêz bi yazde kiteyan dikişin û her du rêz
jî, bi yek qafîyeyê ne. Herweha qalibê kite û qafiyeyên pirtûkê jî, mînane yên Mewlûda Kurmancî ya Melê
Bateyî. Berhem û afirandinên Mela Xelîlê Sêrtî ev in ( Eserleri ): Tebsîret-ul Qulûb, Tefsîretu Axir Îla Sûretî-l Kehf, Mînhacû Sitte, Tesîsu
Qewa’îd-ul ‘Eqaîd, Dîyau Qelbî-l ‘Urûfî (menzûm), Şerhu Ela Menzûmetî-l şattîbîyyetî Fît’tecwîd, Mehsûl-ul Mewahîbî, Muxlis- Kîtabu
Fî Usûlî-l Fiqhî, Kîtabu Fî Usûlî-l Hedîs, Zubdetu Ma Fîl Fetawa El Hedîsîyye, Muxteser, Nebzetu Mîn-el Mewahîb-îl Medenîye, Nehculenam Fîl ‘Eqaîdî (menzûm), Nehculenam [[1]] Bî Luxet-îl Kurdîye (menzûm), şerhu Elel Qesîdet-îl Mehzîye, Rîsaletu Sexîr, Îzhar-ul ‘Usûn,
El Qamûs-ul Sanî, Îsaxocî, Rîsaletu Fîl Mecazî Wel Îstî’are, Rîsaletu Fîl Adab-îl Behsî Wel Munazere (menzûm), Rîsaletu Fîl We’zî, El
Mentûq-ul Zumrûdîye, (menzûm), Mewlûd (menzûm)
Kamran İnan
Kamran İnan (d. 1929, Hizan, Bitlis), Kürt kökenli Türk diplomat ve siyaset adamı. Şeyh Selahattin İnan’ın oğlu
olup, Nakşibendi tarikatının Halidî kolunun Doğu Anadolu’daki en büyük temsilcilerinden sayılan ve Gavs-i
Hizanî namıyla tanınan Sıbgatullah Arvasî’nin torunudur. 1987 başlarında Anavatan Partisi’ne geçti ve bu
sefer bu partiden milletvekili seçilen İnan 1987 - 1991 arasında kurulan ANAP hükümetlerinde devlet bakanı
olarak görev aldı. 17.,18.,19. ve 20. dönemlerde Bitlis’ten, 21. dönem’de Van’dan milletvekili seçildi. TBMM
Dışişleri Komisyonu başkanlığı görevinde bulundu. Fransa’dan Légion D’Honneur Nişanı (2006’da Ermeni soykırımı yasasını gerekçe göstererek iade etti), Avrupa Parlamentosu Altın Madalyası ile Türkiye-AET Ortaklığı
Gümüş Madalyası sahibidir.
Feqe Hüseyin Sağnıç
1926 yılında Hizan’a bağlı Xoros köyünde Asım ve Huri’nin 5 çocuğunun 3.sü olarak doğdu. Nüfus kayıtlarında ismi Musa Sağnıç olan Feqi Huseyin, Halk arasında Mamosta Feqi Huseyn veya Mamê Feqi olarak ta
bilinirdi. Feqi’nin asıl mesleği; duvar ustalığı, silah tamirciliği, saat tamirciliği ve en son ta meslek olarak
marangozluğu seçmişti. Feqi, 1938’de girdiği medresede 4 yıllık medrese eğitimi aldı ve Feqi unvanına ulaştı.
Kendi olanakları Latin harfleri ile okuma yazmayı öğrenen Feqi, Kürtçe üzerine çalışmalara başladı. Bölgede
çalışmalarıyla ismi ünlenen Feqi, 1964 yılında Ziya Şerefhanoğlu’ nun senato seçimleri için Bitlis’ten bağımsız
aday olarak katılmasına aktif destek verdi ve siyasi alanda çalışmalar sürdürdü. Aynı yıl içerisinde kitap ve
diğer çalışmalarının ele geçirilmesi üzerine, gıyabında tutuklama kararı çıkartıldı.Uzun bir süre Ankara ve
Türkiye’nin başka şehirlerinde Firar kalan Sağnıç burada üniversiteli Kürd gençliği ile tanıştı. Daha sonra
yakalanan Sağnıç, Tatvan cezaevinde 6 ay tutuklu kaldı.(1966) Daha sonra T-KDP kurucusu olduğu iddiasıyla
tutuksuz olarak yargılanan Feqi, 12 Mart 1971 muhtırasıyla önce Siirt’e 3 kardeşi ile birlikte tutuklanarak 40
gün göz altında kaldı. Salıverildikten 2 ay sonra bölgede Kürtçülük yaptığı gerekçesi ile tekrar tutuklanarak Diyarbakır’da 8 ay hapis
yattı. Diyarbakır’da tutuklu kaldığı sürece DDKO davasından siyasi savunma veren Ocak komününde yer aldı. Ocak komününde Kürd
dili ile ilgili savunmasında azımsanmayacak katkılarda bulundu. 1974 Af’ı ile salıverilen DDKO ocak komini ile dışarıda buluşarak Önce
Komal yayınevini kurdular. Daha sonra Mümtaz Kotan, Orhan Kotan, Kaya Müştakhan, Mahmut Kılınç, Ruşen Arslan Şerafettin Kaya
ile Rizgari dergisinin çıkarılmasında çalıştı. Derginin Kürdçe kısmına katkılarda bulundu.
1980 askeri bürokratik darbesine kadar Rizgari’ nin çalışmalarında etkin bir şekilde yer aldı.
lk kitabı olan Peşeviya Hevisina Zimane Kurdi 1 ve 2, 1990 yılında bastı. sırasıyla Rezimane Kurdi, Çiroken Kurdi ve Yusuf u Zulexanin
,Portreler ve beyin kanasını geçireceği gün son noktayı koyduğu Diroka Wejaya Kurdi son kitabı oldu.
17
HİZAN LİSESİ
Mahmut Baksi
Mahmut Baksi (d. 1944, Batman- ö. 19 Aralık 2000, Stockholm) Kürt yazar ve gazeteci. Gazeteci-yazar. Ailesi
Hizan’ın Çürünan ( Akça ) köyünden Batmana göç eden Mahmut Baksi 1944 yılında Batman’ın Hezo (Kozluk)
ilçesine bağlı Suphi köyünde doğdu. Dicle Öğretmen Okulu’ndaki öğrenimini tamamlayamadan okulu terk
etmek zorunda kaldı. Gazeteciliğe 1967 yılında “Batman Gazetesi”nde başladı. 1968 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) Batman ilçe başkanı oldu. Aynı sene DİSK’te aktif olarak sendikacılık yapmaya başladı. 1969 yılında
“Mezra Botan” adlı ilk romanı çıktı. Bir sene sonra da, bir yazısından dolayı 7,5 sene hapis cezasına çarptırılan
Türk komünist Şadi Akkılıç’la ilgili “Şadi Akkılıç Davası” adlı kitabı yayınlandı. Her iki kitap da yasaklandı.
1970’lerin başında siyasi çalışmalarından dolayı 15 yıl hapis cezası alan Baksi, bu cezadan dolayı yurtdışına
gider. Baksi, 22 yıl boyunca aralıksız olarak İsveç’in saygın gazetesi “Aftonbladet”te gazetecilik ve köşe yazarlığı yaptı. Aynı zamanda İsveç’teki birçok gazete ve dergide haber, röportaj ve köşe yazarlığı yaptı, İsveç
televizyonlarına çocuk programları hazırladı. Mahmut Baksi, 56 yıllık yaşamında 22 kitap kaleme aldı. Bu kitapları başta Avrupa dilleri
olmak üzere 10 dile çevrildi. 1978 yılında “Zarokên Îhsan” adlı kitabı İsveç’te Kürtçe olarak Kültür Bakanlığı desteğiyle yayınlandı. Bu
kitap daha sonra İsveç okullarında Kürtçe eğitim gören Kürt çocukları için tercih edilerek okutulmaya başlandı. Bu kitabı aynı zamanda
Kuzey Kürtleri içinde Kürtçe ve latin alfabesiyle yayınlanan ilk çocuk kitabı. İsveç Kültür Bakanlığı desteğiyle bir sene sonra “Keça Kurd
Zozan” adlı romanı Kürtçe yayınlanıp, İsveççeye çevrildi ve üç bölüm olarak İsveç televizyonlarında çizgi film olarak gösterildi. Bu, Kürt
yayıncılık tarihinde ilk çizgi filmdir. Bu film, 1986 yılında Kürtçe’nin Kurmanci ve Sorani lehçelerinde televizyonlarda gösterildi. Mahmut
Baksi 19 Aralık 2000 akşamı 25 yıl boyunca yaşadığı İsveç’in başkenti Stockholm’de böbrek yetmezliğinden dolayı yaşamını yitirdi.
4 Ocak 2001 günü vasiyeti üzerine Diyarbakır’da toprağa verildi. On binlerce insan Baksi’yi son yolculuğuna uğurladı. Vasiyetinde
bütün arşivini Stockholm Kürt Enstitüsü’ne bağışladı. Eserleri: Botan (1969),Zarokên Îhsan (1978), Hêlîn (Helin) (1984),Gundikê Dono
(Dono’nun Köyü) (1988), Serhildana Mala Eliyê Ûnis (2001), Kürt Gözüyle Yılmaz Güney, Video Gelin, Roma Yürüyüşü (İstanbul 2000),
Kürdistan Tarihinde Kamışlı Katliamı (12 Aralık 1980), Teyre Baz ya da Bir Kürt İşadamı Hüseyin Baybaşin, Her Kuş Kendi Sürüsüyle Uçar,
Şivan’ın Sevdası
GÜZEL SÖZLER
Çalış kardeşim çalış!
Namerde muhtaç olmak ölmekten beterdir.
Gençliğini eğlenmekle geçiren
İhtiyarlığını ağlayarak geçirir.
Muvaffakiyetin ilk düşmanı tembelliktir
Bir diğer düşmanı kötü arkadaştır.
Diğer düşmanı da kötü örnektir
Muvaffakiyetin ilk şartı iradeli olmaktır.
Tohum saç bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
İyi tanımlanmış bir hedef , doğru ve yeterli bir
motivasyon ve başarabileceğine olan inançtır.
Dış etkenler ve engeller aşılmak içindir.
Bu engelleri aşamayacağını düşünen kişinin
engeli aslında bu düşüncedir.
18
İlim,ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır
YUNUS EMRE
İnsan eğitilmesi zorunlu olan tek yaratıktır.
KANT
Eğitimin amacı doğuştan insanda var olan cevheri
işlemek ,özü geliştirmektir.
GALİONİ
Akıllı bir kimse ,düşmanından da akıl öğrenmeyi ihmal
etmez.
BEYDEBA
Akıllılar,zayıf taraflarını bildiklerinden
yanılmayacaklarını ileri sürmezler.
THOMAS JEFFERSON
Akıllı adam ,bulduğundan daha fazla fırsat üreten
adamdır.
FRANCİS BACON
Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan
akıllıyım.
SOKRATES
İnsanlığın büyük ve muhteşem eseri bir amaçla yaşamayı
bilmekir.
MONTAİGNE
GÜLİZAR-I HİZAN
TÜRKİYE’DE
GENÇ OLMAK
Ele alacağımız konunun bu olması açıkçası beni ürkütmedi değil. Çocuk olmanın bile zor olduğu şu güzel ülkemizde
nasıl genç olunabilirdi ki... “Başarıya giden yol neydi yada başarılı olmanın ölçütleri nelerdi?”diye düşündüm bir an.
Aklıma tek bir ölçüt geldi...
YGS Yıllardır Türkiye gencinin olmazsa olmazı haline gelen, başarının tek ölçütü saydığı ve ona ulaşmanın her
yolunun mubah olduğuna inanıldığı bir sınavdı aslında. Ve
dayatılıyordu fırsat bulundukça benim gencime:
“Aman evladım bu sınav senin hayatın, bu sınavı kesinlikle
kazanmalısın. Hem ülkenin hali ortada daya sırtını devlete
ne krizlerden etkilenirsin ne tatillerden... Yattığın yerden
alırsın maaşını nasihatleriyle ( ki bunun nasihatlik derecesi
tartışılır) bin bir türlü ruh haline bürünen gencim bu sınava ölüm kalım gözüyle bakıyor elbette ki. Bunca baskının
altında ezilen genç artık kendi olmak istediği şeyi bırakıp
ülkenin, ailesinin ve sistemin olmasını istediği şeye yöneliyor. Ve o da artık kafasında şartlanmıştır. Bu sınav onun
hayatıdır. Bu sınavı kazanamazsa nasıl bakar annesinin babasının yüzüne. Onlar bin bir zorlukla okuturken kendisini,
bunca emeğe nasıl saygısızlık yapabilirdi ki!
Derken o büyük gün gelir çatar. O sabah gencim
sapasağlam bir ruh hali, büyük bir bilgi birikimi ve sonsuz
bir zindeliğe sahip olarak uyanmalıdır. Hastalık, baş ağrısı, mide bulantısı, moral bozukluğu mu? Kusura bakmayın
ama bunları bir günlüğüne ertelemek zorundasınız. Eee kolay mı yıllar sürecek hayatını o üç saatte belirlemek. Ve o
büyük savaşa girer çıkar gencim. “ Ooh be buda bitti” diye
bir rahatlama mı bekliyorsunuz. Aaa! Olur mu hiç öyle şey
daha LYS var, sonuçların açıklanması var, tercihi var, yerleştirmesi var...
Şimdide genci iki ayının her günü canından bir parça koparacak olan bekleme süreci bekler. Bu süreçte kahramanımız devamlı komplo teorileri (anne,baba,doktorluğu
kazanan amcasının kızı vb.) kurar ve acil eylem planları
(evden kaçma,intihar,amelelik vb.) yapar. Ama öyle kolay
bir süreç değildir haa. Her an bir baskı vardır üzerinde “ah
bir oğlumun/kızımın ölmeden bir meslek sahibi olduğunu
görseydim, ah bir doktor olsaydı, ah bir öğretmen olsaydı
cümleleri bu baskının en yetkin ve etkin silahlarından biridir.
Ve derken ikinci büyük gün gelir. Haber spikeri televizyonda açıklamasını yapar. ”Üniversite sınavı sonuçları
açıklandı ve sınava giren yaklaşık iki milyon öğrenciden beş
yüz bini üniversiteli oldu.”YALANCININ?
Biz aslında üçyüz bine de razıyız ama bu rakamın
yarıya yakını 2 yıllık okullar ve açık öğretimlerden oluşuyor.
Ve birçoğu da iş bulmakta ciddi sıkıntılar yaşıyor. Anlayacağınız doğru düzgün 5-10 bin öğrenci ancak olanakları daha
fazla ve avantajlı bölümlere yerleşebiliyor. Zaten şöyle de
bir mantık yürütebiliriz ki üniversite tercihlerinde öğrencilerinin %85’nin ilk tercihleri gelmemektedir ve bu ülkede çok
büyük bir kesim ilk istediği mesleği yapamamaktadır.
Ve son nokta:Televizyondaki spikerden ikinci haber
”Sonuçların açıklanmasıyla birlikte üzücü bir de olay yaşandı.Sınavı kazanamadığını öğrenen Y.G. adlı bir genç kız bir
kutu hap içerek intihar etti.”!!!
Oysa ki o çok çalışmıştı sınava. Bunu haketmemişti. Ressamlıktı en büyük hayali. Çokta güzel resim çiziyordu
ama onun doktor olmasını gerektiriyordu sistem. O da çaresiz kabul etmişti hayallerini yıkarak. Gecesini gündüzüne
katmıştı ailesinin hayalleri için. Belki de doktor olacaktı o
kaydırmayı yapmasaydı. Nasıl bakardı ki şimdi babasının
yüzüne, hem annesi onu hep beyaz önlüğün içinde hayal
etmişti oysa ki. Gel gör ki şimdi yine beyazdı üzerindeki ama
kefen ona hiç yakışmamıştı bu genç yaşta.
Şimdi kendimize şu soruyu sormalıyız :”Burada
suç benim zavallı gencimin mi? O, ailenin, aile de sistemin
kurbanı değil mi sizce? Bunca yapılan hayaller sistemin mi
yoksa gencimin mi hayaliydi?
Kolay mıydı bu ülkede genç olmak? Herkes bu soruyu sorsun kendine ve bize de söyleyecek tek bir söz kalsın.
Ah şu ülkemin gençleri
Kaybedilmiştir. Hükümsüzdür.
Yasin YILMAZ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
19
HİZAN LİSESİ
İDRİS-İ BİTLİSİ
İdrisi Bitlisi, Mevlana Hüsameddin Ali-ül Bitlisi’nin
oğlu, Ebul Fadl Mehmet Efendi’nin babasıdır. Bitlis’te doğmuştur. Bundan dolayı kendisine “İdrisi Bitlisi” veya “Bitlisli
İdris” denir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 1452 - 1457 tarihleri arasında doğduğu tahmin edilmektedir.
Esas ismi İdris’tir. Tam künyesi; Mevlana Hakimeddin İdris Mevlana Hüsameddin Ali-ül Bitlisi’dir. Kendileri Mevlana - Hakimeddin lakaplarıyla anılmış, bazı kaynaklarda ise Kemaleddin lakabı kullanılmıştır. Babası gibi
bir süre Akkoyunlu Devleti’ne hizmet etmiştir. Akkoyunlu
Hükümdarı Uzun Hasan’ın vefatı üzerine Oğlu Yakup Bey,
1478 tarihinde hükümdar olarak Akkoyunlu tahtına oturmuştur. Bu tarihten hemen sonra Mevlana İdris, Yakup
Bey’in sarayına divan katibi olarak girmiştir. Yakup Bey’le
beraber yanında Azerbaycan’dan Erran’a kadar bir seyahat
yapmış ve “Risâle-i Hazâniyye” isimli eserini yazmıştır. Bu
eser, bu seyahatle ilgilidir. Mevlana İdris, Akkoyunlu sarayında hükümdar çocuklarına lalalık yapmıştır. Bu durumdan dolayı Hoca Saadettin, İdrisi Bitlisi’yi “Kutlu Müderris”
olarak övmüştür.
Osmanlı Sultanı II. Bayezid 1485 yılında Memluklulara karşı büyük bir başarı elde etmişti. Bu başarısından
dolayı Akkoyunlu Hükümdarı Yakup Bey, II. Bayezid’e bir
tebrik-name göndermiş ve İdrisi Bitlisi’nin kaleme almasını
istemiştir. Mevlana İdris yazdığı bu tebrik-namede her türlü
edebi ve diplomatik hüneri göstermiştir. Bu olaydan sonra
İdrisi Bitlisi, hem Yakup Beyin ve hem de II. Bayezid’in sevgi
ve büyük teveccühlerini kazanmıştır. Daha önce yazdığı tebrik-nameden etkilenen II. Bayezid, İdrisi Bitlisi’yi sarayına
davet etmişti. Şah İsmail’in bu hareketlerinden hoşlanmayan İdris, daha önce aldığı davete icap ederek İstanbul’a,
II. Bayezid’in yanına gitmeye karar vermiştir. Tebriz’den
ayrılıp Osmanlı sarayına gelen İdris’i, Sultan II. Bayezid
çok güzel bir şekilde saygı ve hürmetle karşılamıştır. Kendilerini sarayına almış, hediyeler vererek maaş bağlamıştır. Yavuz Dönemi, İdrisi Bitlisi’nin en çok rağbet gördüğü
dönemdir. İdrisi Bitlisi bu dönemde Osmanlı siyasetinde
aktif bir rol üstlenmiştir. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim
ile beraber Şah İsmail’e karşı Çaldıran Savaşına katılmış,
hatta savaştan sonra Tebriz’de bir süre daha kalarak halkı
Osmanlı yönetimine bağlamaya çalışmıştır. Tebriz’deki Ulu
Cami’de halka vaiz ve nasihatlerde bulunmuş, Tebriz’de kurulan karakol ve gözlemci kuvvetlere komutanlık yapmıştır.
Çaldıran Savaşı’ndan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu
vilayetlerinin Osmanlı yönetimine geçmesi için görevlendirilmiştir. İdris’in buradaki başarılardan dolayı Yavuz Sultan
20
Selim, Bitlisli İdris’i mükafatlandırmıştır. Kendilerine bir ferman göndererek, Diyarbakır bölgesini kendisine vermiş, ayrıca 1516 yılında Yavuz tarafından ihdas edilen ve merkezi
Diyarbakır olan Arap Kazaskerliği rütbesiyle İdrisi Bitlisi’yi
ödüllendirmiştir. Böylece Bitlisli İdris, Osmanlı’nın en büyük
rütbesi olan Kazaskerlik rütbesi ile taltif edilmiştir. Bununla
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun yönetimi İdrisi Bitlisi’ye
verilmiştir.
İdrisi Bitlisi bu işlerle de yetinmeyerek, Yavuz Sultan
Selim’in Memlûklular’e karşı verdiği siyasette de başarılar
elde etmiştir. Öncelikle Musul ve Urfa’nın Memlûklular’dan
alınarak Osmanlı topraklarına katılmasını sağlamıştır.
Daha sonra Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır seferlerine katılarak 1516 ve 1517 yıllarındaki Ridaniye ve Mercidabık Savaşlarına Sultan ile beraber katılmıştır. Mısır’ın
fethinden sonra bu ülkenin nasıl idare edileceği hususunda
görüşlerini Yavuz’a anlatmış ve Yavuz tarafından takdirle
karşılanmıştır. Nitekim Mısır’ın idare edilmesinde İdris’in
görüşleri temel alınmıştır. İdrisi Bitlisi, yirmi yıldan fazla
bir süre Osmanlı Devleti’ne hizmet etmiştir. Mevlana İdrisi
Bitlisi, ömrünün son yıllarını İstanbul’da ilmi çalışmalara ve
eser yazmaya ayırmıştır. 12 Kasım 1520 yılında İstanbul’da,
Yavuz Sultan Selim’in vefatından kısa bir süre sonra hakkın rahmetine kavuşmuştur. Bütün kaynaklar ölüm yerinin
İstanbul olduğunda birleşmiş, ancak ölüm tarihi hakkında
farklı tarihler ileri sürmüşlerdir. Mevlana İdrisi Bitlisi’nin 65
- 70 yıl yaşadığı sanılmaktadır. İdrisi Bitlisi’nin mezarı, bugünkü Eyüp semtinde kendi adıyla anılan “İdris Köşkü” ve
İdris Çeşmesi” denilen yerde muhterem hanımları Zeynep
Hatun tarafından vakfederek yaptırdığı mescidin bahçesindedir.
Mehmet İBO
Tarih Öğretmeni
GÜLİZAR-I HİZAN
ETKİLİ İLETİŞİMDE
DİNLEMENİN ÖNEMİ
İletişim insanlar arası etkileşimi başlatan insanlar arası ilişkiyi sağlayan önemli bir araçtır. Dinleme ise en
önemli iletişim davranışıdır. Genellikle eğitim süreci içinde
dinleme göz önüne alınmasa da aslında iletişimin en önemli unsurlarındandır. Epiktetos’un dediği gibi “bir güzel söz
söyleme sanatı varsa bir de güzel dinleme ve anlama sanatı vardır”. İletişim karşılıklı bir eylemdir. Başka bir deyişle
iletişim eyleminden en az bir gönderen ile bir alıcının bulunması gerekir. Her ne kadar gönderen (konuşan) alıcıdan
(dinleyiciden) daha etkin ise de bundan, konuşma eyleminde alıcının (dinleyenin) edilgen bir rol oynadığı sonucunu
çıkarmak yanlıştır. İyi bir dinleyici, yaratıcı etkinlik içinde
bulunur, aksi halde iletişim tam olmaz. İnsanlar arası bir
iletişimin olması için bir alışverişin olması gerekir. Zaten
eğer bir alışveriş yoksa bu bir iletişim sayılmaz. Bu enformasyon olur. Örneğin teneffüs bitiminden sonra öğretmenlerin öğrencilere ‘’oğlum sınıflarınıza geçin’’ demesi bir
iletişim göstergesi değildir. Çünkü iletişimde anlatma yolu
olduğu kadar dinleme de var.
çekleşebilir. İletişim, her zaman konuşan ile dinleyen arasında bilgi, beceri, tutum, davranış yönünden bir etkileşimi
gerektirir. Eğer bu yönde, konuşanla dinleyenden birinde bir
eksiklik, bir yetersizlik kendini gösterirse iletişim sağlanamaz. Bunun sonucu olarak konuşan da, dinleyen de ilişkisiz
kalmak yüzünden ilgisiz hale gelir. Oysa, iletişimin etkili ve
başarılı olabilmesi için, konuşanın da dinleyenin de kendi
benliklerinin üstüne çıkmaları, iletişim sürecinde paydaş
olan bu kişilerin olanakları elverdiği ölçüde birbirlerini anlamaları zorunludur. Yani karşılıklı dinleme yapılmadan kurulan ilişkiler
ortaya çok büyük hatalar çıkartabiliyor. Çözüm yerine çözümsüzlüğü doğurabiliyor. Sağlıksız bir iletişim sürecine sebep olabiliyor. Tatsızlıklara, verilmek istenen mesajın yerine
ulaşmasına engel olabiliyor. Zaten bir kişiye varoluşun beş
boyutunu yaşatmanın en etkili yolu o insanı dinlemekten
geçer. Örneğin duvarın karşısına geçin konuşmaya çalışın
çok çabuk yorulduğunuzu göreceksiniz. Şimdi sizi dinlemeyen bir kitleye veya bir kişiye karşı konuştuğunuzu düşünün
ne kadar rahatsız edici olduğunu.
Onun için karşımızdaki insanla iyi bir ilişki kurmak
istiyorsak onunla iyi bir iletişime geçmemiz lazım. Bu iyi iletişimin yolu da iyi dinleyerek onu kabul ettiğimizi ona değer
verdiğimizi göstermekten geçiyor.
İşitme-Dinleme Süreci: işitme ile dinleme birbirleriyle ilişkili, ancak birbirlerinden ayrı eylemlerdir. İşitme
fizyolojik, dinleme ise psikolojik bir süreçtir. Fizyolojik olarak, işitme; ses dalgalarının dış kulaktan kulak zarına iletildiği, orta kulakta mekanik titreşimlere; iç kulakta da beyine
giden sinir akımlarına dönüştüğü bir süreçtir. Dinleme adı
verilen psikolojik süreç, bireyin, seslerin ve konuşma örüntülerinin farkında olmasıyla ve onlara dikkatini vermesiyle
başlar.
Yani buradan da anlaşılan bir şeyi işitmek ayrı dinleyip algılamak ayrıdır.
Gerçekte, iletişim eyleminin istenilen sonuçlara
ulaşmasındaki çaba ve sorumluluk konuşan ile dinleyen
arasındaki ortaklaşa bir temele dayanır. Konuşanın amacına varabilmesi ancak bu ortaklık sağlandığı ölçüde ger-
Mehmet Şakir ERCİK
Rehber Öğretmen
Psikolojik Danışman
21
HİZAN LİSESİ
ÖZKAPLANLAR MARKET
Cumhuriyet Cad. Tatvan Durağı Karşısı No:58/56
Özcan KAPLAN Cep Tel: 0534 644 44 95
22
GÜLİZAR-I HİZAN
OKUL MÜDÜRÜMÜZ
İKRAM ÖZDEMİR
VELİLERLE…
EKİM AYINDA HALK EĞİTİM MERKEZİNDE OKUL MÜDÜRÜMÜZ İKRAM ÖZDEMİR ÖĞRENCİ VELİLERİYLE
BİR TOPLANTI DÜZENLEDİ. TOPLANTIDA VELİLERLE ÖĞRENCİ DURUMLARI HAKKINDA GÖRÜŞÜLDÜ.
İKRAM ÖZDEMİR TOPLANTIDA ÖĞRENCİ BAŞARISINI ARTIRMAK İÇİN OKUL AİLE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİNİ
VURGULADI. AYRICA REHBER ÖĞRETMENİMİZ ŞAKİR ERCİK VE FİZİK ÖĞRETMENİMİZ MEHMET ÖZEN
DE VELİLERE YÖNELİK BİLGİLENDİRİCİ SLÂYT GÖSTERİMİ EŞLİĞİNDE BİRER KONUŞMA YAPTILAR. AYRICA
OKUL AİLE BİRLİĞİ GÖRÜŞMELERİ VE OKUL AİLE BİRLİĞİ BAŞKANLIK SEÇİMİ YAPILDI. TOPLANTI SONUNDA VELİLER MEMNUNİYETLERİNİ DİLE GETİREREK AYRILDILAR.
23
HİZAN LİSESİ
MÜZİK;
İNSAN VE EVREN
ARASINDAKİ KÖPRÜ…
24
Müzik insan hayatı içinde vazgeçilmez bir yerdedir… Nedir müzik? Niçin bu kadar severiz? Buna çeşitli cevaplar verilebilir. Ama müziksiz yaşamın tadı olmayacağı
kesin. İlk insanlar hayvan kemikleri ile ritimler tutarak başlamışlardır. Şimdi teknolojinin gelişmesiyle ayrı ayrı enstrümanların (çalgı aleti) değişik tattaki seslerini biliyoruz. Müzikle hep iç içe yaşadık ve bebekliğimizden bu yana değişik
seslerin tınılarıyla büyüdük. İlk önce annelerimizin o ninni
sesleriyle tabi ki! Müzik ruhun gıdasıdır derken ne kadar
da doğru söylemişler. Müzik haz verir, mutluluk verir, coşku
verir, hüzün taşır sesle anlam bulur çünkü evren… Çok fazla
sessizlik insanı korkutur. Ve aslında en büyük ses insan sesidir. En güzel enstrüman da…
Evrenin oluşumu bile bir sesle başlamıştır, ‘’OL ‘’
emri ile ses dünyanın frekansı gibidir. Bizim algıladığımız
ses farklı boyutlardan geçtikten sonra bize ulaşmaktadır.
Doğadan tutunda yaşamımızın her canlının sesi vardır. Ve
onları görmeden sesleriyle tanırız. Hatta insanları onca ses
tonuna rağmen ayırabiliriz. Yaşamdaki her tını titreşimden
meydana gelmektedir. Bu yüzdendir ki canlı cansız her şey
konuşur, söyleşir ve anlaşır bu yolla. Yani kısaca her şeyin
temelinde ses, ritim, ton ya da ses dediğimiz yani müzik
yatar altında.
Müzik hayatın tadı değil aslında kendisidir. İranlı Sofi ve
Şair Hafız’ın yorumuyla;”Nice insan, ruhun bedende müzikle şekil bulduğunu söyler. Aslında bu eksiktir. Çünkü müzik
hayatın tamamıdır.” Bir efsaneye dayanarak söylediği bir
sözdür bu. Yaratıcı kilden bir heykel yapar ve ruha bu bedenin içine girmesini söyler. Özgür olmak isteyen ruh bir
bedenin içine hapis olmayı istemez bunun üzerine yaratıcı
meleklerinden müzik çalmasını ister. Müziğin başlamasıyla
kendinden geçen ruh müziği daha iyi yakalayabilmek için
heykel badenin içine geçer. Önce müziği insanın Rivayet
tabi ki bu! Ruhunda hissetmesi bu şekilde rivayet edilmiştir.
Aslında yaşam senfoni gibidir. Bizler bu yüzden kendimizi
çok yakın hissederiz. Müzik bedene hükmeden içindeki potansiyeli açığa çıkaran tek olgudur. Düğünler vb. tutunda
günlük yaşamdaki her şeye bir ses getirilmiştir. Bedenimizle birlikte resim, oymacılık mimari, heykelcilik ve şiir sanat
dallarının tümünde gizli bir ses vardır. Ama o kadar tatlı
ahenk gönüllerimize nasılda güzel dolar. O ses bütünlüğü
daha başkadır. Apaçık bir kalple dinleriz ve bu genelde mistik ve kutsal yerlerde yoğundur. Bir ilahiden tutun diğer
dinlerin müziğine kadar tasavvufa kadar bu böyledir. Mü tuzik yöresel farklılıklar gösterir ki bu insanların aşkından
tunda yaşam biçimine kadar onları deşifre eder. Bir milleti
tanımak istiyorsan önce müziğine bakacaksın derler. Ve bu
gerçekten doğru! Müzik kültür taşlarından biridir; Müzik
dans, sözle eşlenerek büyütür kendini… Konuşmalarımıza
sesler yükleriz; soru sorarken heyecanlandığımızda korktuğumuzda ses tonumuz değişir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Yani müzikle her an iç içeyiz. Hatta ses tonundan bir insanın dostumuz olduğunu bile çıkarabiliriz. Şöyle bir düşünün
atamızın sesini duyduğumuzda ses tonundan hangimiz tanımaz. Bu da bir müziktir. İçimize yerleşmiştir o ses…
Sevdiğimiz insanları sesleriyle söyledikleriyle bütünleştiririz içimizde. Sesten etkilenene nice insan vardır,
yüzünü görmeden birbirini seven. Bu da müziğin hayatımızda ki yerinin anlatmıyor mu? Müzikle tedavi edilen
insanlardan tutunda uyurken söylenen ninnilere her şey
tınıyla bağlantılıdır. Bizler sevincimizi, üzüntümüzü şarkılara dökeriz. Müzikle sevinir müzikle coşarız, oynarız değil
mi? Kullandığımız aletten edevata kadar her şeyin bir sesi
vardır. Ama önemli olan müzikten doğru bir şekilde faydalanmaktır. Müziği hoş zaman geçiren bir olgu olarak değil,
insanı canlı tutun ve kesintisiz akan bir özellik taşımasını
sağlamaktır. Hayatımızda nasıl seçici isek aslında müzikte
böyledir. Ruhumuzun müziği de bizlerin içindedir. Asıl olan
gerçek müziği çözebilmek işte o zaman evren ile aynı frekansta oluruz. Müziği sınırlamak değil onu Özgürlüğüyle
yakalamak güzel… Tıpkı yaşamak gibi yormadan tatlı tatlı
almak varken. Her şey dozajı unutmadan!
Müziksiz bir hayat düşünemiyorum… Ya sizler?
YAŞAMIN MÜZİĞİ SİZDE SAKLI…
Güliz KARAGÖNLÜ
Müzik Öğretmeni
Muhittin AYDIN
Hükümet Caddesi Yeşilova Mahallesi 65/A
Cep Tel: 0536 610 45 40 |
İş Tel: 0434 611 19 09
HİZAN LİSESİ
SİZDEN GELENLER
BENİ ALIKOYUP GİTME
Beni alıkoyup gitme
Ne olursun
Durdurduğun yerde dur
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin incinirsin
Beni alıkoyup gitme
MUTLULUK
Camlarda yağmur damlaları ve hüzün
Gözler buğulu kalpler üzgün
Kimsecikler yok her taraf sessiz
Yine durgun bugün bu koca deniz
Durmasın dalgalansın deniz ve uçsun martılar
Çözülsün insanların içindeki karartılar
Herkes çıksın meydana durmak yok
Unutmayın! Mutlu olmak için sebep çok
Deniz kıyısında martıları izle
Vapurların sesini dinle
Ve orda otur düşün
Deniz ne kadar derin
Tahmin edebilecek misin denizin eşsiz
derinliğini
Hadi dursun artık yağan bu yağmur
Kaybolsun gözlerde var olan mağrur çamur
Gülücükler saçılsın çehrelere tek tek
Ve gerçek mutluluk işte bu demek.
Sanki martılar elimi tutuyor
Uçurmaya çalışıyor beni
Ama yapamıyor ve gidiyor
Beni alıkoyup gitme.
ADNAN HATIM 11/C
Pınar Aslan 9-B
VEDA
Günü geçmiş sevdalarım var benim
Eskimeyen yürek acıtan
Tam ortasındayım sevdanın
Sense hep uzağındasın açtığın büyük yaraların
Ne kadar uzaksan o kadar yakınsındır sevdama
Ama sen var ya sen hep benim ırağımda
Bak şimdi bu sana uzaklardan son sözüm
Hoşça kal ey sevgili ey güzel insan
Hoşça kal bu sana son VEDAM!
MUHAMMED EMRAH GÜLERYÜZ 11/B
26
GÜLİZAR-I HİZAN
BİLMEDİKLERİMİZ
-Köpek balıklarının dişlerinin bir arabayı parçalayacak güçte olduğunu…
-Bir kartalın avını 3000m uzaktan gördüğünü…
-Dünyada ilk araba vapurunun Osmanlı Devleti tarafından 1870’te şirtek-i hariciye için İngiltere’de
yaptırılan ‘suhulet’ olduğunu ve bu araba vapurunun 1960’a kadar boğazda çalıştığını…
-Işığın bir saniyede dünyayı 8 defa dolaştığını…
-İnsan kulağının 400.000 değişik sesi ayırt ettiğini…
-Amerika’da 58.000.000 fazla köpek olduğunu…
-Timsahların derine batabilmek için taş yuttuğunu…
-Penguenin yüzebilen ancak uçamayan tek kuş oduğunu…
-İnsanların ölümüne en fazla yol açan hayvanın sivrisinek olduğunu…
-Bilgisayara bakmanın gözü bozmadığını…
-Gülmek için 17 adaleye suratı asmak için ise 43 adaleye ihtiyaç olduğunu…
-Dünyada en çok kullanılan ismin MUHAMMED olduğunu ….
Biliyor muydunuz?
BENİ BANA SOR
HİZAN
Beni dağa değil
Beni taşa değil
Beni uçan kuşa değil
Beni bana sor
Eli kalem tutan öğretmene
Eli kürek tutan çiftçiye
Benimle olan dosta değil
Beni bana sor
Açan güneşe
Geçen aya
Dönen dünyaya değil
Beni bana sor
Lisemin adı Hizan Lisesi
İncilerle donatılmış kimileri
Sessiz sedasız bir yer
Ne ararsam burada var
Hasret kaldım ben
İncecik nakışlara
Zümrüt bakışlara ,kaşlara
Allahın rahmetine niceler feda
Sensiz kalamam ben Hizan
İncecik gülüşünle sen iyilikler kazan
Varlığıyla bizi koruyan
Rabbime dua ederim senin için her zaman.
Zeynep İnal 9-B
CEREN KORKMAZ 9/B
27
HİZAN LİSESİ
SENSİN
Beş yüz yetmiş bir yılının Rebiulevvel ayında
İslama hizmet için gönderilen dünyaya
Yetim doğdun anadan, hasret kaldın babaya
(Sensin)Ya Resülallah, tek umut insanlığa!
UMUT
Bir umut düşlemiştim kayıp romanlarda
Bir ışıltı bir heyecan bir mutlu yüz
Bir sevda bu bitmez tükenmez
Bir aşk uğruna çıktığımım yola
Senin doğumun dünyaya nur saçtı
Çünkü mübarek sırtında mübüvvet mührü vardı
Senin gelmenle dünyadan zulüm, cehalet kalktı
(Sensin)Ya Habiballah ümmetin tek muradı!
Ağlayan bir çift göz kaldı bana
Yine benden ben kaldı bana
Mutluluk kapımı çalmayalı çok zaman oldu
Çok zaman oldu dışarı çıkmayalı
Senin ümmetin olmakla mutluyuz, umutluyuz biz
Çünkü ümmetler arasında en büyük ümmetiz biz
Ümmetlerden olduğumuz için sevinçliyiz, çünkü seçilmişiz biz
Yollar küskündür şimdi bana
Herkes kendi uğraşında
Kimseler kalmadı konuşacak
Bir ağaçlar dost oldu bana
(Sensin)Ya Nebiyyallah mahşerde tek şefaatçimiz!
Kırk yaşına girince, peygamberlik verildi
İnsanlara İslamı öğreteceksin denildi
Öğrettin Ey Allah’ın Rasülü bize İslam dinin
(Sensin)Ya Kerimallah, unutmadık biz seni
Miladi altı yüz otuz iki senesi
Son buldu peygamberlik vazifesi
Azrail(a.s.) gelince son nefesi
(Sensin)Ya Şefi,Allah,şefaatinden mahrum etme bizi!
NEVZAT DURMAZ 12-C
SEN GİDİYORSUN
Yine aklımda sen yine yazıyorum
Seni seviyorum söylemekten bıkmıyorum
Gam,keder,çileye aldırmıyorum
Sende beni seviyorsun biliyorum
Terk ettin sen beni arkana bakmadan
Gözü yaşlı bırakıp hiç aldırmadan
Çiğniyorsun tüm sözleri tutmadan
Bitiyorsun gözümde farkın yok bir sigaradan
Dertliyim efkarlıyım bu gece
Sen gitmişsin ya vefasızca
Gerisi önemli değil bence
Aşkın olmuş çocuklara bir eğlence
Enes Yılmaz 11/C
28
Birde sen kaldın karanfil kokulu çiçeğim
Senin ile de ancak düşlerde konuşmak mümkün
Yabancılaştı herkes,her şey,dünya
Yabancılaştı ruhum bana.
Çocuklaştım bir an
Masumluğumu geri ister gibi ama
Değişti zaman,değişti insan,değiştim ben
Umudun adı değişti…
ÖZLEM UĞUŞ
12/D
SOLMAYAN GÜLÜM
Baharın olmadığı bir zamanlar sana bakardım
Yüzünde güller açardı ona kanardım
Resmine bakınca bir hayat bulurdum
Çünkü solmayan bir güle aşık olmuştum
Dertler bitip tükenmez saya saya
Ayrılık acısı yakar beni bakınca aya
Gidince farklı bir dünyaya
Kavuşuruz elbet solmayan gülüm
TEKİN ÇOBAN 12/B
GÜLİZAR-I HİZAN
KISSADAN HİSSE
YÜREKTEKİ YANIK
Genç kız aynasında makyajını kontrol etti.’Gayet iyi!’ dedi. Güzelliğinden emindi. Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında akşam
arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi. “Alo! Kızım, nasılsın?” ‘iyiyim anne, ne oldu ?’ ”sana sürprizim var !” ‘sürpriz mi?’ “Evet. Çok eski bir arkadaşım,
Dostum şehrimize gelmiş!” ‘eee, kimmiş?’ “kim olduğu sürpriz. Fakat onu senin almanı istiyorum!” ‘ben mi?’ “evet,
senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu
almanı istiyorum.” ‘Anne! ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen!’ “Kızım! 1-2 saatlik işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.” ‘Amaaan! Peki peki… nasıl tanıyacağım?’
“evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim. O parkta bazı oturaklar var piknik masası şeklinde. Parkın sinema
tarafındaki ilk girişindeki ilk masaya otur. O gelince seni bulacak.” ‘Tamam, anne, tamam!’ “Kızım senden her gün
mü bir şey istiyorum? Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim!” ‘Hemen darılma,
tamam dedim ya !’ “O nasıl tamam demekse! Neyse haydi o zaman izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip
hemen geleceğim.” Genç kız izin alıp çıktı. Kısa yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını
fark etti. Arkadaşlarıyla hep pahalı lüks eğlence yerlerine giderdi. Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu; boş
kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı ortamda bulunmaktan
utandığını hissetti. ’annemin arkadaşı çabuk gelse de şunlardan kurtulsam!’ diye düşündü. Köylü kadın çekinerek
seslendi : ’Afedersin kızım bir şey sorabilir miyim?’ Köylü kadının ‘kızım !’ diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu. ’Ne
var, adres mi soracaksın?’ sert çıkışı karşısında kadın sesini alçalttı: ’Hayır, kızım başka bir şey soracaktım!’ ‘Sizin
gibi cahiller ya adres sorar ya para ister.’ dedi kız. Köylü kadının kızaran yüzüne aldırış bile etmedi. O sırada şık ve
lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. ’Nihayet !’ diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya
çalışırken kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu. Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının
gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü. Kadın gözyaşlarını saklamak için diğer tarafa dönünce yüzündeki büyük yanık izi göründü.
Genç kız manalı manalı güldü: ’Bak,kolayca gözyaşı dökebiliyorsun,yüzünde de çirkin bir yanık izi var. ‘Burada ne bekliyorsun? Geç bir köşeye, aç bir mendil ,ağla, fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma,tamam mı?’ Kadın
dayanamadı: ’Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün? Tanımadığım bir kadına torununun yanında hakaret mi
ettim.’ ‘Ooo… laf yapmayı da biliyormuş!’ ‘anlaşıldı kızım! Sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama
insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim!’ Yaşlı kadın küçük
kızı alıp masadan kalkarken boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız
zengin giyimli şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan
küçük kızın başını eliyle engelledi. Az sonra genç kızın annesi parkta yanına geldi.
“Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerede?” ‘Kimse gelmedi anne, en son bir bayan geldi, yanıma oturdu, o da sadece
dinlenmek için gelmiş.’ “Allah Allah! Giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında
küçük bir kız olacaktı.’ Genç kız bir an durakladı. ’küçük bir kız mı?’ “evet.” ‘Anne! Biz zengin kültürlü insanlarız.
Herhalde arkadaşında zengin kültürlü biridir değil mi?’ “Kültürsüz değil ama zengin değil.’ ‘sakın bana köylü bir kadın
olduğunu söyleme.’ ‘köyden gelen kadına ne denir ki?’ ‘oh… iyi iyi köylü kadınları karşılamaya gönderiyorsun beni.’
‘kızım o kadına teşekkür borcumuz vardı!’ ‘nedenmiş?’ ‘torununu okutmamızı istiyor. baban şimdi arabayla gelip
hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek .’ ‘anne o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?’ annesi kızın
öfkeli ses tonuna dayanamadı : ‘kızım sen bebekken biz köydeydik.’ ‘eee…’ ‘ sana yıllar önce bahsetmiştim. köydeyken evimiz yandı bize inekleri atları tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük demiştim.’ ‘evet hatırladım.
O yangınla ilgili bir ayrıntıyı üzülürsün veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.’
‘şimdi anlatacaksın!’ ‘baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. lodos mu ne diyorsunuz, işte
o rüzgar bazen ters esiyormuş, yukarıdan aşağıya. sen beşikte uyurken rüzgar bacadan içeri esince közler ocaktan
tahtalara sıçramış, yangın başlamış. pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler her yeri sarmıştı. birazdan
yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış halde dışarı fırladı. o
sahneyi hiç unutamam, kucağında seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…’ ‘niçin?’ ‘seni kurtarırken sağ tarafı yanmıştı.
gelince görürsün, sağ yanağında ağır bir yanık izi var. çok acı çekti çok…’ ‘Dur, ağlama! seni üzeceğini bilmiyordum.
Tamam, kızım; bak makyajın akıyor, ağlama! hah! baban da geldi. fakat Zeynep Teyzen hala bizi bulamadı…’
29
HİZAN LİSESİ
HİZAN OKUMA SALONU
ÇEVRESİNE VE GELECEĞE
IŞIK TUTYOR
Hizan ilçemizde bulunan okuma salonu 3 yıldır aralıksız eğitim öğretime devam etmektedir. Şu an 180 öğrencisini bünyesinde barındıran kurumumuz gelecek hedefini 400 öğrenci olarak hedeflemektedir.6.7. ve 8.
Sınıf öğrencilerine yönelik 2010-2011 eğitim öğretim döneminde hizmete
başlayan okuma salonumuz ücretsiz sbs eğitimi vermektedir. Bunun yanında öğrencilerimize verdiğimiz tüm kaynaklar en son kalitede olup ücretsiz
dağıtılmaktadır. Kaynak yoksunluğu çekmeyen öğrencilerimiz öğretmenlerinin de özverili çalışmalarıyla başarılarına başarılar katmıştır. Hizan halkının da bize verdiği desteklerle başarımızın gün geçtikçe daha da artaçağını
biliyoruz. Bu başarıların kalıcı olması için kurumumuz özveri ve fedakarlık
göstererek yoluna tam gaz devam etmektedir.
Geleceğin mimarları olacak olan bu günün küçüklerini hem bilimsel
yönden hem de ahlaki yönden eğiten okuma salonumuz geleceğe ışık tutmaya devam etmektedir.
Öğrencilerine sadece kuru bilgi vermeyen okuma salonumuz sosyal faliyetlerle, verdiği eğitimin kalitesini her geçen gün artırmaktadır.
İlçe genelinde düzenlediğimiz halı saha futbol turnuvaları, kitap okuma yarışmaları ve gezilerle öğrencileri içerisinde bulundukları bu yarış ortamından kurtarıp onları her yönden desteklemekteyiz. Ayrıca masa tenisi,
sinema satranç gibi etkinliklerle öğrencilere, kaliteli ve eğlenceli bir eğitim
vermektedir.
30
Bunun sonuçlarınıda başarı olarak geri almaktadır.
Üç yılda onlarca öğrenciyi Fen Anadolu öğretmen liselerine yerleştiren okuma salonumuz ileride bu sayıyı ikiye katlamak istemektedir. Bunun
için çalışmalarına aralıkasız devam eden okuma salonumuz yeni projelerle
hedefine adım adım yaklaşmaktadır.
GÜLİZAR-I HİZAN
31
HİZAN LİSESİ
19 Mayıs Coşkusu
32
GÜLİZAR-I HİZAN
GÜL
MECE
R
Ü
D
L
Ü
G
MECE
33
HİZAN LİSESİ
34
GÜLİZAR-I HİZAN
HİZAN LİSESİ’NİN
2013 BAŞARILARI
BİR HİLAL UĞRUNA YA RAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR…
12 MART İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ MAKSADIYLA DÜZENLENEN
“İSTİKLAL MARŞI OKUMA YARIŞMASI” NDA OKULUMUZ 12-D ÖĞRENCİMİZ FATİH ÇETİN İLÇEDE 2. OLARAK ÖDÜLÜNÜ İLÇE MİLLİ EĞİTİM
MÜDÜRÜMÜZ SAYIN ABİT ARVAS’DAN ALDI. HEYECANLI OKUYUŞU VE
ÖDÜLÜNDEN DOLAYI ÖĞRENCİMİZİ TEBRİK EDİYORUZ.
Turizm haftası dolayısıyla yapılan “Bitlis Turizmi” adlı yarışmada okulumuz öğrencilerinden Kürşat ÇETİN yaptığı çalışmayla Bitlis
birincisi oldu.
2013 YGS’ de 430 puan alarak tüm alanlarda Hizan Birincisi, YGS4 ten Bitlis yedincisi
oldu. LYS’ de aynı başarıyı göstermesi dileğiyle…
35
VEDA
YEMEĞİ
OKULUMUZUN EN ESKİ PERSONELLERİNDEN SALİH
ŞAHİN EMEKLİ OLURKEN TÜM OKUL PERSONELLERİYLE BİRLİKTE BİR VEDA YEMEĞİ DÜZENLENDİ.
OKUL PERSONELLERİNİN YANI SIRA MİLLİ EĞİTİM
MÜDÜRÜMÜZ ABİT BEY DE YEMEĞE İŞTİRAK ETTİ.
VEDA YEMEĞİNDE DUYGUSAL BİR KONUŞMA YAPAN SALİH ŞAHİN GÖZYAŞLARINA ENGEL OLAMADI. KENDİSİNE TEKRAR BURDAN TÜM HİZMETLERİ
İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUZ.
36

Benzer belgeler