TUNÇEL GÜLSOY / Cazname 1
Transkript
TUNÇEL GÜLSOY / Cazname 1
C a z n a m e I Bizim Ýnsanlarýmýz Tunçel Gülsoy www.altkitap.com C a z n a m e I Bizim Ýnsanlarýmýz Tunçel Gülsoy altkitap - deneme 3 Cazname I Bizim Ýnsanlarýmýz Tunçel Gülsoy Þubat 2001 Yayýna Hazýrlayan: Özge Baykan Düzelti: Özge Baykan Tasarým: Faruk Ulay Tasarým Uygulama: Murat Gülsoy © 2001 altkitap ve Tunçel Gülsoy Yapýtýn tüm yayýn haklarý saklýdýr. Tanýtým için yapýlacak kýsa alýntýlar dýþýnda yayýncýnýn izni olmaksýzýn hiçbir yolla çoðaltýlamaz. www.altkitap.com [email protected] Yazar Hakkýnda O da herkes gibi doðdu. Bir farkla; büyük bir adam olacaðý belli idi. Vakit kaybetmemek için doðduðu hastaneye onun adýný verdiler: Kamil. Kýz doðuran analar isyan edince Kamil onlar için de bir isim seçti ve hastahanenin adý "Zeynep Kamil" oldu. O hastahanede oðlan doðuran herkes çocuðuna Kamil ismini vermek isteyince ailesi küçük Kamil'in ek bir isme gereksinimi olduðunu farketti ve adý Kamil Tunçel Gülsoy oldu. Yýl galiba 1951 idi. Ýyi bir burç olduðu için Terazi olmayý seçti ama hayatý boyunca Koç burçlarý ile itiþti. Okumayý kendi kendine öðrendi çünkü "Aslan Prens" çizgi romanýnýn sadece resimlerine bakmaktan sýkýlmýþtý. Baðýmsýz bir karakteri vardý, okuyabilmek için annesini veya babasýný bekleyemezdi, onlar okurken duyduklarýný ezberledi, kitaba bakarken þekilleri sesler ile baðdaþtýrdý ve sonunda okumayý baþardý. Yazmayý ise gerçek anlamda 45 yaþýndan sonra bilgisayar kullanmaya baþlayýnca öðrendi. Önce "Jazz" dergisinde, sonra "Yenibinyýl" gazetesinin hafta sonu ekinde ve en sonunda da "Boðaziçi Mezunlar Derneði"'nin dergisinde yazdý. "Açýk Radyo"'nun kapatýlmasý hakkýnda kaleme aldýðý yazýda Sabah Grubu yazarlarýndan birisine dokundurunca gazete yazarlýðý kýsa sürdü. O da kýzdý, gazeteyi kapattýrdý. Ýþsiz kalýnca radyo programcýlýðýna baþladý ve Açýk Radyo'da "Cazname" adlý bir programý kaptý. Halen bu iþlerle meþgul olurken, part-time olarak bir fabrikanýn yöneticiliðini yapýyor. Bu ikisi arasýnda ise... Kadýköy Maarif Koleji, Robert Academy, birazcýk ODTÜ, sonra Boðaziçi Üniversitesi'nin iki ayrý bölümünde okudu. Yanlýþlýkla Mühendis oldu. Bir çok deðiþik iþte çalýþtý, ayrýldý, zaman zaman kovuldu, ama yýlmadý. Hâlâ çok iyi bir iþ arýyor... Evlendi ama evden kovulmamayý baþardý, çok sevdiði bir eþi ve kýzý var. Ama hâlâ spor bir BMW otomobil istiyor. ( Þimdilik eski bir Toyota'ya, sürüþü ile ruh veriyor.) Yemeklerden patlýcanýn her çeþidini, dolmanýn her çeþidini, köftenin her çeþidini sever. Kerevizin ise hiç bir çeþidini sevmez. Hi Fi aletlerine -özellikle CD Player'lara- ilgisi var. Spor yapmayý, tanrýnýn kendisine verdiði yaratýcý enerjinin israfý olarak görüyor. Boyuna göre en az 20 kilo fazlasý olduðunu, sabrýný kaybetmiþ bir diyetisyenden öðrenmiþti. Büyüyünce yazar olmak istiyor ama içindeki çocuk onu hiç terketmiyor. Bu yüzden de çocuklara yakýn olabileceði bir yerde, güzel bir eðitim projesinde iþ bulmak istiyor. Þimdilik Türkiye Eðitim Gönüllüleri Vakfýna bir takým katkýlar yapmaya çalýþýyor. Hayattaki en büyük beklentisi mezar taþýna þöyle yazýlmasý: "Kamil Bir insandý, yazdý, okundu, anlaþýldý ve sevildi, Arkasý yarýn sevgili dostlar, bir varmýþ bir yokmuþ..!" i Türkiye'den Caz Mektuplarý Özge Baykan "Peki siz bir insaný anlamak için onun ilk olarak hangi yönünü merak edersiniz? Bizim ülkemizde doðum tarihi ve okul önemlidir, çoðu insan kendini anlatmaya böyle baþlar. Falan yýlda filan yerde doðdu, þu okula gitti falanca görevlerde bulundu. Eðer ölmedi ise kiþi hakkýnda, biraz da varsa eserleri liste halinde sayýlýr. Ben bu bilgileri monoton bulur ve hep doðum gününün ardýndaki insaný merak ederim." Tunçel Gülsoy'un Osman Ýþmen'i anlatmaya baþlamadan önce yazdýðý bu satýrlar Cazname'nin olaðanüstü bir özeti. Fazla söze ne hacet. Gülsoy hedeflediðine tam anlamýyla ulaþmýþ. Yalnýzca müziðiyle var olan, dinleyiciye yabancýlaþmýþ, ona uzakta bir yerlerden bakan bir müzisyen imajý tamamen eriyor; yerini "herkes gibi" olan insanlara býrakýyor Cazname'nin röportajlarýnda. Okuyucu potansiyel dinleyici olarak müzisyenin kariyerine hýzlý bir bakýþ atarken, caza kattýklarýna, ürettiklerine saygýsýný asla yitirmiyor. Bununla birlikte meraklý bir yakýnlaþma, özel hayata bir tür topluca burun sokma durumuyla karþý karþýyayýz. Ama asla paparazzi merakýna dönüþtürmeden. Her bir cazcýyý biraz daha iyi anlamaya çalýþmak için yalnýzca. Sibel Köse'nin evinde geziniyoruz, o da bir yandan Tunçel Gülsoy'a kek yapýyor. Terazi burcuymuþ, bir de kedisi var: Encük. Yahya Dai'nin kedisinin adý ise Þobe. Can Kozlu'nun denize büyük meraký var, "denizin, topraðýn kokusunu" nasýl özlediðini dinliyoruz ondan. Birkaç satýr aþaðýda Erol Pekcan'ýn kýzý da babasýnýn deniz tutkusunu anlatacak. Tunçel Gülsoy takýldýðý ayrýntýlarý yazmasý nedeniyle zaman zaman kimi eleþtiriler aldýðýný söylüyor. Ama ona göre, her ayrýntýnýn bir kiþiyi anlamakta büyük önemi vardýr. Bir insanýn kek, börek yapýþýna bakarak onun müziðe ve hayata getirdiði yaklaþýmla çeþitli paralellikler kurulabilir. Bu tür ayrýntýlarýn kiþilerin psikolojisini anlamakta temel iþlev taþýdýðýný düþünüyor Gülsoy. Röportajý yapýlanlarý birleþtiren en belirgin ortak payda elbette "caz"; ama koskoca bir yaþam hemen fark ediliyor ardýnda. Her müzisyen farklý bir duyarlýlýk, farklý bir birikim sunuyor. Özellikle okuyucuyu kazançlý çýkaran ise, yapýlan müziðin arkasýnda ne denli Önsöz - Özge Baykan ii geniþ bir altyapýnýn, ne büyük bir donanýmýn yattýðýna tanýklýk etmektir. Türkiye'de cazýn geliþimine büyük katký saðlamýþ bu insanlar ülkemizde cazýn konumu ve geleceði adýna da son derece ufuk açýcý tesbitlerde bulunuyor; kaydedilen geliþmeleri þimdiye dek yapýlmýþ olan ve hali hazýrda süregelen sorunlarla birlikte ele alarak yeni yetiþen caz müzisyenlerine de yol gösterici oluyorlar. Tunçel Gülsoy'un, kitapta toplanan yazýlarý ileride yazýlacak bir Türk Caz Tarihi için çok önemli görmesi boþuna deðil. Her biri son derece büyük bir belge, her biri derin bir öykü. Bu öyküler içinde de en can alýcý olanlarý Ayten Alpman, Erol Pekcan gibi duayenlerin biyografileri gibi görünüyor. Özellikle bu kuþaða ait biyografiler Türkiye'nin yakýn tarihinin de büyük tanýklarý. Daha genç olmalarý açýsýndan yeni diyebileceðimiz kuþaðýn röportajlarý ise, ülkemizde cazýn yeni oluþumlarýný görmek açýsýndan heyecan verici. Caz müzisyenleri "caz"la özdeþleþen bir yaþama biçiminden kaynaklanan ne gibi ortak özelliklere sahipler? Müzisyenlere içkin bir "cazcý" kimliðinden söz edilebilir mi? Caz nasýl tanýmlanabilir? Sýnýrlarý nerelere uzanýr? Bu sorularýn yanýtlarý da satýr aralarýnda keþfedilmeyi bekliyor. Cazýn binbir renkten müzikle kesiþtiði bu coðrafyadan yetiþmiþ müzisyenlerin, içtenlikle, Tunçel Gülsoy'un sözleriyle "büyük bir sevgi ve saygý"yla kendilerini anlattýklarý "Cazname" portreleri, hepimize yaþam yolunda son derece saðlam pusulalar sunuyor. Ýçindekiler Arto Boyacýyan Aþkýn Ersunan Ayten Alpman Can Kozlu Çaðlayan Yýldýz/ Oðuz Büyükberber Erol Pekcan Ýmer Demirer Kamil Erdem Kent Mete Kerem Görsev Mehmet Sanlýkol Meral Güneyman Neþet Ruacan Okay Temiz Osman Ýþmen Sibel Köse Ümit Aksu Yahya Dai Yýldýz Ýbrahimova 8 17 23 37 51 56 63 74 79 85 95 97 107 118 131 135 145 149 162 8 SUÞEHÝRLÝ BÝZÝM ARTO Bazý insanlarla hiç tanýþmamýþ olsanýz da onlarý çok iyi tanýrsýnýz. Mesele fiziksel olarak tanýþmanýn da tanýþtýrýlmanýn da çok ötesindedir. O insan zaten sizinledir, fiziksel tanýþmanýz ancak iç birikiminizin daha yoðun olarak ortaya çýkmasýna sebep olur. Ýþte, Arto da böyle bir insan. Kamil Erdem ile yapmýþ olduðum tatlý bir söyleþi sýrasýnda bana söylemiþ olduðu sözler aklýma geliyor. "Jazz uluslararasý bir sanat ise beðenilme platformu da tüm dünya olmalýdýr." Tabii o zaman beðenilme kriteri de yerelden küresele doðru hem geniþler hem de zorlaþýr. Bu platforma çýkmak da zordur, orada kalmak da zordur; yürek ister, inanç ve sabýr ister. Ýþte, Arto böyle bir sanatçý. Onu dinlemiþtim ama konserine gidememiþtim. Geçtiðimiz Ekim ayýnda yapýlan Akbank Jazz Festivali aradýðým fýrsatý bana verdi. Arto sahneye yalnýz çýkmadý tabi. Yanýndaki grubu dünyaca tanýnmýþ basçý Marc Johnson ve gitarist Wolfgang Muthspiel ile sahneye çýktýklarý zaman tüm salon çoþku ile onu alkýþladý. Tabii "Arto'nun Grubu" ifadesi aslýnda hem doðru hem de yanlýþ. Þöyle ki: Grup aslýnda "Right Brain Patrol" olarak anýlýyor ve ille de öyle bir tanýmlama gerekirse grubun lideri Marc. Ancak Ýstanbul'da durum deðiþikti. Arto ev sahibi olarak sahneye çýkmadan önce dostu Uður Yücel onu biz dinleyicilere "bizim Suþehirli Arto" diye takdim etti. Hoþ bir durum oldu; Arto, bizim Feriköylü oðlumuz Arto, Amerika'ya üniversiteye gitmiþ de yaz tatilinde ailesini görmeye gelmiþ bir Türk çocuðu: Onu evladýmýz olarak baðrýmýza basýyoruz. Marc ve Wolfgang da oðlumuz Arto'nun sýnýf arkadaþlarý, Arto onlarý memleketine tatil yapmaya çaðýrmýþ. O geceyi en güzel Sadettin Davran Yeni Yüzyýl'daki köþesinde anlattý: "Arto müzikte çok yol aldý. Arkadaþlarý ile sahnede kocaman bir Cazname I- Tunçel Gülsoy 9 ateþ yaktýlar. Herkes ýsýndý. Anadolu ninnileri söyledi Arto. CRR'deki tek konserlerine gelenlere kendi elleriyle yaptýðý müziði ikram etti. Ilýk, yeni saðýlmýþ süt gibi taze bir müzikti. Duygusal gerilimini büyük bir ustalýkla korudu." Konserden sonra kuliste de durum ayný oldu. Arto'nun odasýnýn içi ve dýþý adam doluydu. Bir ara Marc Johnson odanýn önünden kontrabasý ile geçmeye çalýþýrken Arto ile bir iki söz ettiler. Kimse onunla ilgilenmedi. Wolfgang ile ortalarda yoktu. Tüm ilgi Arto üzerineydi. Sevgili Hülya Tunçað sayesinde Arto ile tanýþma ve bir randevu almayý baþardým. O gece nasýl geçti hatýrlamýyorum. Taksim'in Talimhane semtinde Feronya Oteli'nin 715 numaralý odasýnda görüþtük. Odaya ilk girdiðimde benden önce onunla görüþenler henüz çýkmamýþtý. Arto onlara son sözlerini söylerken ben dikkatle odayý inceledim. Bildiðimiz bir otel odasýydý, sýradan; her þey olmasý gerektiði gibi, hiçbir ilgi çekici þey yok. Arto sabahtan beri kapalý giþe oynadýðýndan yataðý henüz yapýlmamýþ. Aslan ininden belli olur derler. Bir insanýn odasý bir gecelik kaldýðý bir otel odasý olsa bile kiþiliðinden birþeyler yansýtýr. Yataðýn üzerinde kavala benzeyen bir alet ve kemençeye benzeyen ikinci bir alet dikkatimi çekti. Baþ ucunda öylesine atýlmýþ paralar gördüm. Kredi kartlarý ile çok barýþýk olmadýðýný düþündüm. Odasýndaki küçük masanýn üstünde ise bir dolu kaset ve Almanya'da yaþayan bir baþka Türk çocuðunun yapmýþ olduðu CD vardý. Ayakkabýlarý yoktu. Odanýn bir köþesinde konserde de giydiði baðcýklarý boncuklu Adidas spor ayakkabýlarýný gördüm. Ýçimden gülmek geldi, acaba bizim kýz bu modeli beðenir miydi diye aklýmdan geçirdim. Onno Tunç'un anýsý ve havasý odaya sinmiþti. Arto'nun aðabeyi için yazmýþ olduðu bir yazý aynaya iliþtirilmiþti. Üzerindeki tiþörtün üstünde ONNO yazýyordu. Kendime yakýn bir koltuk bulup oturdum ve bir futbol maçý kadar süren ancak devre arasý olmayan konuþmamýzý yaptýk. Sýcacýk bir insan bu Arto. Týpký sahnede olduðu gibi, açýk, içten ve mütevazý. Dünyanýn önde gelen perküsyonistlerinden biri ama tüm davranýþlarý ve konuþmalarý ile bizim insanýmýz, Ýstanbul'un Feriköy mahallesinden kardeþim Arto. Cazname I- Tunçel Gülsoy 10 Ona "siz" demenin çok garip kaçacaðýný hissettim ve doðrudan "sen" diye hitap ettim. Hiç yanýlmadýðýmý hemen anladým. Konuþmamýzda birçok konuya orasýndan burasýndan deðindik dokunduk. Ýçeri girmeden önce hazýrlamýþ olduðum sorular vardý ama konuþma baþlayýnca uçup gittiler. Ne bir programýmýz oldu ne de bir planýmýz, týpký jazz gibi doðaçlama. Zaten Arto gibi bir jazz sanatçýsýna da bu yakýþmaz mý? Ondan bir gece evvelki konserini tartýþtýk. Kendisini Amerika'da okuyan oðlumuzun eve geliþine benzetmemi gülerek karþýladý. Teþbihte hata olmaz, hatasýz da teþbih olmaz ama hissettim ki benzetmemi aynen kabul etti. Kendi konserlerinin güzel olmasýný biz dinleyicilerin güzel olmasýna baðladý. "Dinleyicinin güzelliðinden biz güzel olduk, bizim bu güzellikten yarattýðýmýz enerji de dinleyiciye geçti" dedi. Ev sahibi gibi davranmasýndan bahsettim, güldü. "Amerika'da konser verseydik Mark konuþacaktý, Viyana olsaydý söz Wolfgang'a düþerdi" dedi. Tabii ki grubun diðer elemanlarýnýn da aynen onun gibi düþündüklerini söylemeye gerek yok, bunu zaten hissediyorsunuz. Aralarýnda sevgi ve kabulden kaynaklanan sýmsýký bir dayanýþma var. Marc Johnson Jazziz dergisinde kendisi ile yapýlan bir söyleþide bu olayý þöyle anlatýyor: "Üçümüzün çalýþmasýnda demokrasi esas girdimizi teþkil eder. Her birimiz müziðe kendi öz katkýsýný yapar. Arto'nun Ýstanbul'dan gelmesi ve etnik geçmiþi bir girdidir. Wolfgang Avusturya'nýn zengin klasik müzik geleneðinden gelen birikimini katar. Ben de hem 1960'larýn rock, fusion dünyasýndan hem de klasik jazz geleneðinden gelen bir birikim ile müziðimize katýlýrým. Evet biz bir jazz grubuyuz ama kavram olarak bunun da ötesine geçiyoruz. Bizler aslýnda jazz lisaný konuþan, jazz'dan gelen emprovizörleriz." Arto dergiden kendisine okuduðum bu sözleri kabul etti ve konuþmaya devam ettik. Jazz nedir? Arto bir an düþündü ve: "Ýþte en zor soru bu, çünkü cevabý hem yok hem de çok." dedi. Arto öncelikle jazz'ý Amerika'nýn etnik müziði olarak görüyor. Bu tanýmlamadan bakýnca AþýkVeysel'i de jazz olarak görebiliyor ama bunun ötesinde özel bir ifadesi de var. Jazz'ý bir insanýn yaþadýðý hayatý ses haline getirmesi olarak tanýmlýyor. Kendi müziðini de yirmi sekiz yýllýk Cazname I- Tunçel Gülsoy 11 tecrübesinin ses halinde ifadesi olarak görüyor. Ancak bu noktada bir þeye dikkatimi çekiyor. "Bugün jazz bir pazar ürünü haline geldi. Madem jazz yaþanan hayatýn ses getirmesidir, o zaman 1996 yýlýnda 1950'lerin yaþanmýþ ve ses haline gelmiþ þeylerin bugün tekrar ses haline getirilmesi mümkün deðildir, John Coltrane bugün yaþasaydý baþka türlü çalardý." diye devam ediyor. Klasik müzikte durumun daha farklý olduðunu vurguluyor. Onlarýn kalýplar içinde kalmasýný yaptýklarý iþin tabiatý olarak görüyor. Ancak þunu da söylüyor. "Klasikçiler ile çalacaksan onlarý böyle kabul etmelisin ve onlarý deðiþtirmek yerine kendini deðiþtirmelisin." Bu noktada bence ilginç bir tartýþma konusu ortaya çýkýyor. Ancak bu tartýþmayý ülkemizin jazz müzisyenlerine býrakýyorum. Þunu söyleyebilirim: Arto müziði hep ileriye giden bir süreç olarak görüyor (Miles Davis'i anmamak mümkün mü?). Kalýplaþmanýn geliþmeyi durdurduðunu ve müziði öldürdüðünü düþünüyor. Devam ediyoruz: "Müziðin güzelliði ve esasý saygý, sevgi ve dürüstlüktür." diyor. Kendisinin dünya jazz'ýnda kabul edilmesini de yaptýðý iþi saygý, sevgi ve dürüstlük ile yapmasýna baðlýyor. Ýstanbul'daki konserde kendisine gösterilen ilginin sebebini bir de böyle yorumluyor. Gene hayata ve müzik ile baðlantýsýna dönüyoruz. "Müzik hayatýmýn sesi ama hayatým deðil." diye devam ediyor. Ancak müziðin içine girdikçe hayatýnýn müzik olduðunu da ilave ediyor. "Jazz bir yaþam biçimidir" sözlerime yürekten katýlýyor. Arto'ya göre "her þeyin baþlangýcý insan olmak". "Önce insan sonra Türk olursun, önce insan sonra Ermeni." diye ilave ediyor. "Enstrüman deðil, onun arkasýndaki yaratýcý beyin esastýr." diyor. "Bak iþte adý üzerinde enstrüman. Ne ifade eder ki tek baþýna; bir insan onu eline almadýkça". Bu arada yataðýn üzerindeki kavalý gösteriyor. Kendisine hediye edilen bu kavalý akþam çalýþý aklýma geliyor. Arto'nun nefesi ile canlanan o kavalý düþünüyorum. Sonra aklýma konserde Arto'nun sahnede davul niyetine çaldýðý düz masa geliyor. Haydi, masayý ben de diðer davul heveslileri gibi iyi kötü çalarým, diye düþünürken Arto sahnede anamýn tenceresine su doldurup çalýnca pes etmiþtim. Arto o içten gelen sýcaklýðý ile devam Cazname I- Tunçel Gülsoy 12 ediyor: "Enstrüman ancak bir araçtýr, amaç müzik yapmak ise esas olan enstrümana hayat ve anlam veren arkasýndaki beyindir. Yoksa, diyor, ayýya ceket giydirsen gene ayý olarak kalýr." Bir Rus atasözünü hatýrlýyorum: "sizi ceketinize göre karþýlarlar, bilginize göre aðýrlarlar". "Zaman insanýn sahip olduðu en kýymetli þeydir" diyor. "Zaman en modern, en taze þeydir" diye devam ediyor. "Ama zaman ayný zamanda en hýzlý kaybettiðimiz ve sürekli akýp giden bir þey. Zamaný yaþamasýný biliyorsan yavaþlatabilirsin, mümkün olan ancak budur. Ama durdurmak mümkün deðil. Yaþama ise yürekte olmalý. Nasýl ki beyin cansýz enstrümana hayat verebiliyor ayný þekilde de yaþayan yürek de beyne ruh veriyor ve anlam kazandýrýyor. Sonuçta insan yaþamdan kaynaklanan bir yürek, bir beyin ve enstrüman ile birlikte birikimini dýþa vuran bir varlýk. Hepsi iç içe ve hepsi birbirinden kaynaklanýyor. Peki bu çarkýn ateþi nereden geliyor. O da insanýn umudu. "Umut yoksa hiçbir þey yoktur." diyor. Konuþmaya devam ediyoruz, ben de en az onun kadar konuþuyorum, sanki o benim ile röportaj yapýyor. Ýþte, diyor, jazz budur, bir sohbet, bir duygu, bir paylaþým. Ýþte þuracýkta konuþuyoruz, bir hazýrlýk yaptýk mý bunun için, yapmadýk ama konuþabiliyoruz. "Jazz insanýn içindedir, enstrüman çalmak ise onun fiziksel olarak bir ifadesidir." (Tabii hayatýmda bu kadar heveslendiðim halde jazz çalamayacaðýmý düþünürken birden ben de kýyýsýndan köþesinden jazz'cý olunca çok mutlu oluyorum. Büyük bir insan bu Arto, Mevlana gibi bir yüreði var, herkese açýk, herkesi seven ve herkesi yüreklendiren). O konuþuyor ben soluk almadan dinliyorum. "Jazz, müzik denen ummanda küçücük bir parça, müzik jazz'dan büyük, týpký insanlýðýn her þeyin üstünde olmasý gibi. Saygýlý düþünce önemli, karþýsýndakini saygý ve sevgi ile kabul eden herkes sanatçýdýr. Enstrüman da insan dili gibi sanat için bir araç, çalmak ve söylemek de insanýn içinde olan sanatýn fiziksel olarak performansýdýr. Sanatçý olan insan nereden hangi etnik kökenden olursa olsun anlaþabilir çünkü karþýsýndakine saygý ve sevgi ile yaklaþýr". Þaþýrýyorum. Karþýmda kendi hayat felsefesini çok güzel ifade eden bir insan olduðunu görüyorum. Durmuyor, devam ediyor. "Yön vermek en tehlikeli þeydir. Ben yön göstermem. Herkes kendi istediði yönü görsün ve gitsin. Bir insana en çok verebileceðiniz þey sevgi ve saygýdýr. Bir insanýn sizden isteyebileceði en çok þey de Cazname I- Tunçel Gülsoy 13 saygý, sevgi ve dürüstlükte yardým istemektedir. Kalaný insanýn kendisinin baþarmasý gereken þeyler". Ýnsana nelerin yön verebileceðini irdeliyoruz, konu kitaplara ve okumaya geliyor. Bu konuda da þunlarý söylüyor: "Kitap da müzik gibi insanýn kendini tanýma ve geliþtirme serüveninde bir araç. Ancak tüm medya araçlarý gibi kitabýn da arkasýnda kim var tanýmak lazým. Ýnsanlar medya araçlarýný þahsi komplekslerini ve fikirlerini empoze etmek için araç olarak kullanabilirler. Yazýlan ve okunan kitaptan insaný tanýmak mümkündür." Tüm bu fikirleri hangi okulda öðrendiðini merak ediyorum. Feriköylü bir ayakkabý tamircisi olan babasý bilge bir kiþiliðe sahipmiþ. Babasý onu okula göndermemiþ ama birgün çocuklarýný okula göndermesi için kendisine baský yapýlýnca kýzmýþ ve dükkanýn açýk olan kapýsýný göstererek baðýrmýþ: "Ýþte okul!" Küçük Arto sokaða bakmýþ ve okulu görememiþ. O an babasýnýn ne kastettiðini anlamýþ, gerçek okul sokaktýr, gerçek okul sokak ile simgeleþen, yaþanan hayattýr. En aðýr þey kendine karþý dürüst olmak, kendi gerçeðini kabul etmek. Hepimiz insan olarak gerçeklerden, onlarla yüzyüze gelmekten korkuyoruz. Yanlýþ yapmaktan korkmuyorum, yanlýþlýklar bizim tecrübelerimizdir ve bizleri diðer insanlara yaklaþtýrýr. Ýnsan ancak yanlýþlarý ile doðrularý öðrenebiliyor. Ýnsanlar kendileri ile ilgili birçok þeyi kendileri seçmiyorlar, doðduklarý yer, milliyetleri, dinleri, anneleri, babalarý. Ama seçebildikleri þeyler de var. Ýnsan dostlarýný seçebilir. Sahip olduðumuz þeylerin kýymetini bilmek de çok önemli." Bu noktada kendi geçmiþi ile ilgili bir ip ucu veriyor. "Müzisyenler yaptýklarý iþe saygý duymadýklarý ve yaptýklarý iþten zevk almadýklarý için Türkiye'den ayrýldým." Bugün de böyle mi, fazla bir þey söylemek istemiyor. Derken þimdi yaþadýðý yer olan Amerika hakkýnda konuþuyoruz. "Amerika bana sabýr, saygý ve insanlarý olduðu gibi kabul etmeyi ve sevmeyi öðretti. Orada çok mutlu muyum bilemem ama Amerikan topraðý ile iliþki kurmakta zorlanýyorum, ancak benim kendi problemim. Toprak ile bütünleþemiyorum ve tabiata inemiyorum. Bizleri ayýran doðduðumuz yerlerdir. Her insan doðduðu topraðýn karakterini temsil eder. Doðduðun topraktan uzak olmak insaný kýsýtlýyor. Ýçimdeki kompleksleri atamýyorum, içinde yetiþtiðim sistemin bana verdiði Cazname I- Tunçel Gülsoy 14 kalýplarý kýramýyorum. Yoksa Amerika'nýn bana karþý bir önyargýsý yok. Dünyalýyým, diyebilmek için içindeki kompleksi yenebilmen lazým. Benim dünyam bütün dünyadýr demeye çalýþýyorum, bu duyguya yakýn yaþýyorum." Ne kadar orada yaþasa da Arto'nun köklerinin ve yüreðinin burada olduðunu hissediyorum. Açýkça söylemese de satýr aralarýndan bu okunmakta. Konuþmaya devam ediyoruz ve ben yeniden düþünmeye baþlýyorum. "Farklý olabilmek esas güzelliðimizdir ama farklýlýk güç olarak kullanýldýkça kötü oluyor. Tek tip olunca kontrol de çok kolay olur ama esas güzellik farklýlýklarýn armonisinden çýkar. Fasulye ve pirinç ayrý þeylerdir, çið olarak yan yana yenemezler, ancak piþtikten sonra tüm dünyanýn fasulyeleri ile güzel bir armoni oluþturur (Türklerin milli yemeðinin kuru fasulye pilav olmasý herhalde tesadüf deðil). Milliyetçilik ve din insanýn kalbinde kalmasý gereken þahsi þeyler. Ben buralýyým ve bu ülkenin insanýyým. Ne kadar uzak yaþasam da buradan hiç kopmadým. Ermeni olmaktan hep gurur duydum. Ermeni olduðum için ben ve aðabeyim bir baský ve sýkýntý hissetmedik. Zaten Onno'nun cenaze töreni de Türkiye'nin onu nasýl baðrýna bastýðýný gösterdi. Dürüstüz, ismimizi deðiþtirmedik. Onno, Orhan olmadý. Ayrýlýklarýmýz var ama gittiðimiz yol ayný." Karþýmda konuþtukça Arto beni bir köþeden alýp bir baþka köþeye götürüyor. Biraz þaþýrýyorum, biraz düþünüyorum, ama en önemlisi onun açýklýðý ve sýcaklýðýndan etkileniyorum. Zaman akýp geçiyor, biz Arto gibi becerikli olup þu söyleþinin zamanýný yavaþlatamýyoruz. Gene de ona son bir sözü ve ya Türkiye'de yaþayan insanlara bir mesajý olup olmadýðýný soruyorum. Þöyle diyor: "Kendinize ve birbirinize karþý dürüst, saygýlý ve sevgi dolu olun. Enerjiniz varsa bunu birþeyleri yok etmek için harcamayýn. Bakýn bugün en kýymetli þey temiz hava ve temiz su oldu. Enerjinizi temiz hava ve temiz su için harcayýn. Ýnsanýn tek gerçek ihtiyacý bunlar. Meselenin tam özüne inerseniz bunun böyle olduðunu göreceksiniz ve bu dil, din, ýrk, sosyal ve ekonomik sýnýf ayrýmaksýzýn herkes için aynen geçerli. Yýllar sonra Ýstanbul'a döndüm, gördüm ki Arnavutköy'den artýk denize giremiyoruz. Çok üzüldüm. Madem denizleri bu hale getirecektik, o zaman neden bu vatan için kanýmýzý döktük ki." Cazname I- Tunçel Gülsoy 15 Sonunda zaman bitti, odasýna dýþarýdan gelen telefon sesleri sýklaþtý. Onu diðer insanlarla da paylaþmak gerektiðini üzülerek de olsa idrak ettim. Kendisi hakkýnda merak ettiðim birtakým baþka þeyleri sordum ama her þeyi öðrenemedim. Arto aslan burcu, evli ve iki çocuðu var, karýsý da bir melez. Amerika'da, New York'da, Manhattan'da yaþýyor. Bu kýsýmda yaþamanýn her yere kolay ulaþým açýsýndan kolaylýk olduðunu belirtiyor (Amerikalý olmak ile New Yorklu olmak farklýdýr, bunun için özellikle belirtiyorum. Farký merak edenler Serdar Turgut'un yazýlarýný okusunlar, ben onun yazýlarýndan öðrendim). Okulunu, müzik dýþý hobilerini, sevdiði yazarlarý, tuttuðu takýmý ve daha birçok þeyi öðrenemedim ama içimden hissettim. Zaten bunlarý öðrenmemin de pek önemi yok. Ancak Amerika'ya gitmesinde ve bugünkü kültür birikiminde rahmetli Onno'nun çok büyük bir desteði ve teþviði olmuþ. Bu çok açýk. Ýlerisi için planlarýnda rahmetli aðabeyi Onno için yapmak istediði bir CD var. Night Ark grubu ile de Ýstanbul'a gelecek ve Onno için çalacaklar. Onno Arto'nun içinde hep kalacak olan bir acý ve özlem. Konserde de söylemiþti "iþler eskisi gibi deðil". Ondan ne zaman bahsetse sesi kýsýlýyor, durgunlaþýyor. Bu noktada da gene Sadettin Davran'ýn konser hakkýndaki yazýsýna sýðýnýyorum. "Her konserin bir tasarýmý vardýr. Parçalarýn seçimi, sýrasý, takdimi; neredeyse icranýn kendisi kadar önemlidir. Her konserin bir öyküsü vardýr. Hiçbir konser bir diðerine benzemez, hiçbir konser baþladýðý gibi bitmez. Her konserin sonunda müzisyenler de dinleyenler de kendilerini konser öncesinden farklý hissederler. Araya müzik girmiþtir". Ýstanbul'daki konser de Marc Johnson'un popüler bestesi "Samurai Hee Haw" ile baþlamýþtý. Konserin son parçasýnda Arto davulun üstüne kurunca melodi çalan birkaç oyuncak býraktý ve onlar hala çalarken sahneyi yavaþça terketti. Marc ve Wolfgang o giderken hala çalýyorlardý. Arto ise çocuklarýný güzel masallar ve ninniler ile rahatlatarak uyutan bir anne gibi bizi býraktý ve gitti, ta ki gelecek Ýstanbul seyahatine kadar. Ýstanbul'daki söyleþimizde onunla konuþurken de bir baþka konser yaþamýþ oldum, müzikal deðil ama felsefi. Araya bir þeyler girdi, ikimiz Cazname I- Tunçel Gülsoy 16 de farklý hissettik. Konuþma bittiði zaman ikimiz de ayný insan deðildik, deðiþtik. Bu söyleþiyi yaparken teyp kullanmadým, sözleri tam söylendiði gibi yazamamýþ olabilirim, yanlýþ anladýklarým veya yazdýklarým olmuþtur, doðru anladýklarým da... Zaten Mevlana'nýn dediði gibi "ne kadar söylersen söyle, karþýndakinin anlayabildiði kadardýr söylediklerin". Ben de umarým Arto'yu doðru anlayabilmiþimdir. Zaten amacým da Arto denen bu dünyadan sizlere empresyonist bir rüzgar estirebilmekti. 17 AÞKIN ARSUNAN VE ETHNO KARMA PROJECT Bazen insan aðaçlara bakarken ormaný göremez, derler. Bu söz detaylara bakarken bütünü gözden kaçýran insanlar için söylenir. Ama bir gün benim için bunun tersi de oldu. Ormana bakarken aðaçlarý göremediðimi fark ettim. Ýstanbul Caz Festivali için bastýrýlmýþ olan küçük bir broþürde þöyle yazýyordu: "Aþkýn Arsunan son zamanlarda caz sahnemizde adýndan sýkça söz edilen bir piyanist/besteci. Ethno-Karma Project'in müziði, modern jazz ile doðunun etnik ögelerinin ustaca harmanlanmýþ coþkulu bir sentezi." Sonra Aþkýn ile beraber çalan müzisyenlerden bahsedilmiþ. Biletler sekiz milyon lira ama indirimli tarife de var. Küçücük bir fotoðraf, dokuz gülümseyen müzisyen, sevgili kardeþim Þenova Ülker Aþkýn'ýn arkasýndan trompetini havaya kaldýrmýþ. Yabancý bir göz baksa hangisinin bu projenin yaratýcýsý olduðunu bile fark etmez. Cümleyi tekrar okudum. Adýndan sýkça söz edilen piyanist besteci, coþkulu sentez falan filan. Peki ne dersiniz, bu coþkulu sentez durup duruken gökten mi indi? "Günün birinde jazz müziðinde bir milyon dolar yapmak isterseniz önce iki milyon dolarla baþlamanýz gerekir." Aþkýn Ersunan ile konuþmamýz bana söylediði bu cümle ile baþladý. Üstelik içinde bulunduðumuz ev de insana böyle bir baþlangýç yapmýþ olduðu havasýný veriyordu ama konuþmamýz bittiðinde farklý düþünecektim. "46 yaþýndayým. 1972'de Türkiye'den ayrýldým ve yeni döndüm. Uzun yýllar yurt dýþýnda bulundum. Cazname I- Tunçel Gülsoy 18 Tüm ailem müzisyen. Dayým ve amcam saksofoncu. Babam trompet, piyano ve kontrbas çalýyor. Ablam Amerikada oturuyor, o da piyano öðretmeni. Aðabeyim tromboncu. Ailemde herkes müzikle ilgili. Çocukluðumuzda evimizde çok ilginç bir kültür sentezi vardý. Babam jazz çalardý. Ablam klasik müzik ile ilgilenirdi. Aðabeyim rock and roll'cuydu, annem ise Türk Klasik Sanat Müziði ile ilgilenirdi. Ben herkesin ayný anda prova yaptýðý böyle bir evde büyüdüm. Ben de beþ yaþýmdan itibaren hep bir þeyler çalardým. Piyano öðrenimine evde baþladým. Ankara Devlet Konservatuarý'nda okudum ama okulu bitirmeden ayrýldým. Erol Erdinç dönem arkadaþýmdý. Sonra yurt dýþýnda gidecek okul aradým. Bir yandan da piyasada çalýþmaya baþlamýþtým. Ýlhan Feyman Klüp'te çalýþtým. Zamanla günde üç ayrý yerde çalýþmaya baþladým. Gündüzleri matinelerde, geceleri düðün salonlarýnda çalýþýyordum ve gece yarýsýndan sonra da pavyonlarda çalýþarak günü bitirirdim." Ama bir gün gelmiþ ve Aþkýn yurt dýþýna gitmiþ. Bu yýllarda birbirinden ilginç deneyimleri olmuþ. Almanya'da müzik öðrenimi göreceði bir konservatuar arayýþý, Turan Eteke Orkestrasý'na katýlýþý, Ýsveç'e yerleþmesi, burada Flamingo adlý bir grupla çalýþmasý ve onlarla beraber altýn plak alýþý, hepsini dün yaþanmýþçasýna heyecanlý bir þekilde anlattý. Ama bana göre en önemli þey onun çalýþtýðý süreler boyunca her zaman müzik öðrenimine büyük bir ciddiyetle devam etmesi ve bundan gurur duymasý: "Ýsveç'in önemli bir müzik okulu olan Semus'a devam ettim ve ileri piyano dersleri aldým. Hocam Carl Axel Hall hem klasik hem de jazz müziði konusunda iyi bir müzisyendi. Dünya þekeri bir insandý. Bir sene öðrencisi oldum. Klasik piyanoyu ve Debussy'i o bana sevdirdi." Aþkýnýn hayatýnýn bundan sonraki bölümünde kendi kurmuþ olduðu jazz fusion grubu Illusion, Ýsveçli þarkýcý Lil Babs'a ve Birleþmiþ Milletler kültür büyükelçisi Aria Sayoma'ya eþlik ettiði konserler var. Ama bir gün aldýðý bir davet yaþamýný deðiþtiriverir. "Bir gün rahmetli Erol Pekcan beni aradý ve Türkiye'de bir jazz klübünde çalmamý istedi. Ben on beþ yýldan beri Türkiye'den uzaktým. Arada sýrada tatil için geliyordum ama kesin dönüþ yapmamýþtým. Cazname I- Tunçel Gülsoy 19 Telefonu kapattýktan sonra içimde Türkiye'nin çanlarýný duymaya baþladým. Geldim ve Yeniköy Bilsak'ta çalmaya baþladým. Bu arada kendim de bir orkestra kurdum ve jazz çalmaya baþladýk. Levent Yüksel, Sertap Erener, Fatih Erkoç. Bu þekilde 1990'lara geldik. TRT müzikleri, TV Show'lar, Sezen Aksu, ve daha bir yýðýn pop müzisyeni ile birlikte çalýþtým." Ama Aþkýn için yurt dýþý yaþantý henüz bitmemiþtir. Arada bir müzik çalýþmalarý için Amerika'ya da gidip gelmektedir. Sonunda temelli olarak oraya yerleþmeye karar verir ve 1991'de bunu gerçekleþtirir. Amerika'da da onu yoðun bir müzik yaþamý beklemektedir. Film müzikleri, dökümanterler, kayýt stüdyolarý, gece klüpleri derken bu sefer de baþka bir ünlü þarkýcý olan Perry Austin ile yollarý kesiþir. Beraberce güzel çalýþmalar gerçekleþtiriler ama gün gelir bir kere daha doðduðu yere dönecektir. "Türkiye'ye 1996'da döndüm. Rahmetli Onno Tunç ile ortaklýk yaptým. Bazý prodüksyonlar yaptým. Zuhal Olcay ile yapmýþ olduðumuz çalýþmayý çok beðenirim. Sezen Aksu ile çalýþtým. Manhattan'ýn telefon bölge kodu olan 0212 adlý bir müzik grubu kurdum. Þenova Ülker, Levent Altýndað, Aycan Teztel, Volkan Öktem. Backstage'de çalýþtýk. Grafiðimiz yavaþ yavaþ yükseldi. Önce jazz ile açýyor ve standartlar çalýyorduk, sonra Latin'e, Fusion' a geçiyorduk." Ben Aþkýn'ý iþte bu çalýþmalar sýrasýnda tanýmýþtým. 0212 gerçekten çok iyi bir gruptu ama çalýþtýklarý klüp ile anlaþamadýlar ve daðýldýlar. Ama Aþkýn için bu yeni arayýþlarýn bir baþlangýcý oldu. Bu noktada bana ülkemiz hakkýndaki düþüncelerini anlattý: "Uzun yýllar ayrý kaldýðým Türkiye'yi çok özlemiþtim. Yurt dýþýnda yaþamak ne olursa olsun çok zor. O ülkenin dilini çok iyi konuþsanýz bile insanlar farklý, kültürleri farklý. Ben yurt dýþýnda her zaman yaþadýðým ülkenin A Takýmý müzisyenleri ile çalýþtým. Bu insanlardan çok önemli bir þey öðrendim: paylaþmayý. Bana göre insan baþkalarý ile paylaþmak ve onlara haz verebilmek için müzik yapmalý. Paylaþmadan müzik olmuyor." Cazname I- Tunçel Gülsoy 20 Bana göre bugün Türk Pop müziði denilen müziklerden zehirlenmiþ genç bir nesil var. Doktor önce onlara bir sakinleþtirici vermeli ki rahatlasýnlar. Sonra gerçek müziði dinlemeye baþlasýnlar. Türkiyede jazz müziði dinletebilmek için yanýna bir rahatlatýcý koymak lazým. Kültür olarak jazz müziðine uygun bir "background" umuz yok. Biz tek sesli müzikle yetiþmiþ bir milletiz. Ýnsanlar ile buluþabileceðiniz bir platform lazým." Ýþte bu platformda buluþma kavramý Aþkýn Arsunan'ýn yeni projesinin temelini oluþturuyor. "1998'de sadece ticari müzik yapan kiþiliðimden sýyrýlarak derin bir öz eleþtiri yapmaya baþladým. Yirmi beþ yýl kadar gerilere gittim, o zamandan beri neler yaptýðýmý tarttým ve sonra müziðe yeni bir bakýþ açýsý ile dönmeye karar verdim. Tekrar piyano çalýþmaya baþladým. Ama bir de yaþamýn varolma çizgisi var. Ailenizi geçindirmeniz gerekiyor ve bunun için de para kazanmanýz lazým. Müzik ve var olma çizgisinin doðru bir þekilde dengeleneceði bir proje düþünmüþtüm. Bu arada yýllardýr beraber olduðum arkadaþlarým Levent Altýndað ve Aycan Teztel'in desteði ve ýsrarý ile tüm düþüncelerimi harmanlayan Etno Karma projesini hazýrlamaya baþladým. Ýstanbul Jazz Festivali yöneticisi Görgün Taner ile buluþup projemi açtým, o da enteresan buldu ve festival sýrasýnda bir konser verdik. Sahnede on kiþi oluyoruz. Levent Altýndað tenor ve soprano saksofon ve Aycan Teztel tuþlu çalgýlar ve trombon çalýyorlar. Þenova Ülker ve Halil Ýbrahim onlara trompetleri ile katýlýyorlar. Eylem Pelit bas, Sýtký Sýrtlanoðlu ise gitar da bize katýlýyorlar. Bir de etnik enstrumanlarýmýz var. Bunlardan ilki Ertan Tetik'in duduk'u. Mehmet Akatay, Hamdi Akatay ve Cengiz Ercümer etnik perküsyon grubunu oluþturuyorlar. Kavramýmýz "Doðu Jazz"ý yapabilmek. Bakýn Kuzey Avrupa ülkelerinde "Nordik Jazz" diye kabul edilen bir jazz var. "Amerikan Jazz"ý da var, peki o zaman niye Ýstanbul gibi doðu ile batýnýn buluþtuðu bir yerde Doðu Jazz'ý diye bir þey olmasýn ki. Cazname I- Tunçel Gülsoy 21 Tabii bu çok zor bir iþ. Aslýnda biz þanslýyýz. Türkiye'de yaþayan insanlar olarak hem doðuyu hem de batýyý hissedebiliyoruz. Ýkisi de içimize iþlemiþ. Ama bu þans ayný zamanda iþimizi zorlaþtýrýyor çünkü bu ikisi arasýnda bir denge oluþturmak çok zor. Ýlk önce enteresan bir tat yaratacaksýn, sonra da hem doðu kültürünün, hem de batý kültürünün insaný bu tadý ayný keyfiyle yiyebilecek. Ayrýca böyle bir sentezde ne doðu, ne de batý birbirinden bir þeyler çalmýþ olacak. Ben Avrupa'da ve Amerika'da insanlarý nasýl mutlu edebileceðimi biliyorum ama Türkiye'de bunu baþarabilmek çok zor. Baþka ülkelerde müzikte üç boyut varsa burada dokuz boyut var. Bir kere Türkiye'de her þeye raðmen uluslararasý bir jazz kültürü var, baþlangýç noktasý bu. Sonra bunun üzerine Anadolu'da asýrlardýr birikmiþ olan derin doðu kültürünü katacaksýn. Ortaya çýkan tüm boyutlarý hiçbirini ayýrmadan ayný özenle besleyeceksin, yoksa hemen ölürler. Böyle bir yaklaþým tabii ki ilk defa denenmiþ olmuyor biliyorum. Ama þimdiye kadar yapýlmýþ olan deneylerden de iyi netice alýndýðýný düþünmüyorum." Ýþte bu noktada tüm jazz müzisyenlerine sorulan ama onlarýn yanýtlamayý asla sevmedikleri soruya sýra geliyor. Peki jazz nedir ? Aþkýn da bu konuda bir istisna deðil. Uzun uzun düþündükten sonra bana düþüncelerini aktardý: "Jazz þey be aðabey Kalbinin içi, yaþadýðýn her þey, sevinç, zulüm, etrafýmýzda olan tüm þeyler, tüm bunlarýn ifadesi, anlatýmý, bir dil, kelime kullanýlmayan bir dil ve her þeyden önemlisi jazz özgürlüktür Ethno Karma Band siz bu satýrlarý okuduðunuzda büyük bir ihtimalle stüdyo kayýtlarýný bitirmiþ ve albüm çalýþmalarýna baþlamýþ olacak. Aþkýn Arsunan'ýn Ethno Karma Band'ýn dýþýnda da ilginç çalýþmalarý var. Amerika'da baþlamýþ olduðu senfonik müzik çalýþmalarýna Türkiye'de devam etmek istiyor. Bir baþka projesi de bazý jazz standartlarýný kendi hissettiði þekilde yeniden düzenleyerek çalmak. Bu bir trio çalýþmasý olacak ve Cazname I- Tunçel Gülsoy 22 seslendirilecek parçalar arasýnda "Take Five", "Autumn Leaves" ve "Bridge Over Troubled Water" da var. Aþkýn kendi çalýþmalarýnýn temel anlayýþýný da þu sözlerle ifade ediyor: "Kimseye benzememeye, kimseden kopya çekmemeye çalýþýyorum. Yirmi dört saat müzik ile yaþýyorum. Benim için hayattaki her ses bir müziktir. Aslýnda doðada her þey var. Yazdýðýmýz müzikler de doðada var, ve biz doðada zaten var olaný yeniden yazýyoruz. Bir kýrk altý yýl daha yaþayabilir miyim bilmiyorum, artýk zamanýmýz azalýyor, insanlara daha hýzlý eriþmek istiyorum. Bu yüzden daha avant- garde olabileceðim halde olmadým. Yaþam felsefem herkese çok saygý, herkese çok sevgi olarak ifade edilebilir. Ancak þunun da farkýndayým: Türk müzisyenlerinin birbirleri ile sýkýntýlarý var. Her biri çok özel ve duygulu kiþiler, ama herkes çok sýkýntýlý. Ben bu konuda bazý olumlu þeyler yapýlabileceðine inanýyorum. Ýnsanlar arasýnda kurulmasý gereken daha bir çok köprü var. Ýnsanlarý ortak projeler çevresinde toplamaya çalýþýyorum. Ýleride iyi müzik yapan bir müzisyen, iyi bir arkadaþ, ve dostluðu iyi paylaþan bir insan olarak hatýrlanmak isterim." Ýstanbul Caz Festivali için bastýrýlmýþ olan küçük broþürün bir kopyasýný Aþkýn Arsunan'ýn evinin zemin katýndaki stüdyosunda da gördüm ve tekrar okudum: "Aþkýn Arsunan son zamanlarda caz sahnemizde adýndan sýkça söz edilen bir piyanist/besteci. Ethno-Karma Project'in müziði, modern jazz ile doðunun etnik ögelerinin ustaca harmanlanmýþ coþkulu bir sentezi." Demek ki coþkulu sentez gökten inmemiþti. Konuþmamýz bittiðinde biraz da olsa artýk ormanýn içerisinden aðaçlarý ayýrabildiðimi fark ediyordum. Sýra benim iki milyon dolar bulmama kaldý. 23 "BÝR BAÞKADIR BENÝM ÖYKÜM" AYTEN ALPMAN ÝLE GEÇMÝÞE BÝR YOLCULUK Gün olur bir þarký onu yaratanýn öngördüðü boyutlarýn ötesinde anlamlar yüklenir, sýnýrlarýný aþar ve çok büyük insan kitlelerinin duygularýný düþüncelerini ve umutlarýný otelere taþýr. Lili Marlene iþte böyle bir þarkýdýr, Ýkinci Dünya Savaþý'nda cephenin her iki yakasýndaki insanlarý dost olsun düþman olsun bir duyguda birleþtirmiþtir. Sizlere böyle bir þarkýdan ve onun arkasýndaki kadýndan bahsedeceðim, bir þarkýcý, bir anne, bir sevgili, bir dünya vatandaþý ve her þeyden önce bir insan. Yýl 1974, Türk ordusu Kýbrýs'a çýkmaya hazýrlanýyor, seferberlik var, tüm askerler bu hedefe kilitlenmiþ. Kýbrýs açýklarýnda bir Türk denizaltýsý denizin sessiz ve derin beklemektedir. Denizaltý dediðin bir ufacýk mekan, içinde ancak alýþkýn olan yaþayabilir, herkes birbirine yakýndýr orada, hatta askeri hiyerarþi bile yok olur bu mekanda. Tam o sýrada üstlerinde bir Yunan denizaltýsý olduðunu fark ederler. Deniz tüm sesleri mükemmelen taþýr, en ufak bir ses düþmanýn Türk denizaltýsýný fark etmesi demektir. Büyük bir sessizlik içinde gergin bir bekleyiþ baþlar. O an ölüm ile yaþam arasýndaki çizginin en ince olduðu yerdir. Askerler birbirleri ile sessizce helalleþmektedirler. Denizaltýnýn telsizi açýktýr, merkezden emir beklemektedirler. Ama o an baþka bir þey olur, telsizden bir kadýn sesi duyulur, güzel ve derin bir ses, kelimeler ölüm sessizliðini bozar: "Bir baþkadýr benim memleketim." Ölüm ile yaþam arasýndaki ince çizgide bekleyen askerler bir anda duygulanýrlar, vatanlarýndan gelen bu güzel ses onlarý coþturur, herkes aðlamaya baþlar. Ölümün yanýbaþýnda yaþam yeniden güçlenir. Ýþte o sýrada gemi komutaný içinden bir yemin eder. "Eðer günün birinde bu badireden sað dönersek su þarkýyý söyleyen Cazname I- Tunçel Gülsoy 24 kadýný mutlaka bulacaðým ve ellerinden öpeceðim." Kader ileride o duygularý derinden hisseden Amiral Kolbuken'in bu arzusunu gerçekleþtirecektir. Hemen hemen ayný zamanlarda evine dönmekte olan bir yorgun þarkýcý apartmanýn alt katýndaki komþusunun açýk olan televizyondan þarký söyleyen kendi sesini duyar, þaþýrýr, yukarý çýkar ve hemen kendi televizyonunu açar. Duyduðu doðrudur ama esas þaþýrtýcý olan gördüðüdür. O þarký söylerken arka planda Jet uçaklarý uçmakta, tanklar geçmekte ve askerler gözükmektedir, bir an þarkýnýn sözlerini tekrarlar: "Bir baþkadýr benim memleketim". Bir an için savaþýn eþiðindeki gencecik askerlerin yanýnda olmak ister. Kader ileride bu duygularý hisseden Ayten Alpman'in bu arzusunu gerçekleþtirecektir. Yýllarýn jazz þarkýcýsý hiç beklemediði bir anda hiç beklemediði bir þekilde savaþa girmiþ olan bir ülkeyi tek bir þarkýda ama jazz olmayan bir þarkýda birleþtirmiþtir, ne tuhaf bir kaderdir bu. Aslýnda "Memleketim" þarkýsýnýn öyküsünün baþlangýcý hiç de ilginç deðildir. Her þey Þerif Yüzbaþýoðlu'nun ona bir Mirelle Mathieu parçasýndan bahsetmesi ile geliþir. "Tam senlik bir parça Ayten, Fikret Þenses de güzel Türkçe sözler yazdý, mutlaka okumalýsýn." O güne kadar jazz olsun hafif müzik olsun þarkýlarýnda hep aþk ve duygularý dile getiren Ayten'e memleket temalý bir þarký çok ters gelir. Arkadaþlarýnýn zoru ile yarým saatte stüdyoda kayýt yaparlar. Daha sonra o zamanlar çalýþtýklarý Carlton otelinde bu parçayý da repertuarlarýna alýrlar ama kimsenin ilgisini çekmez. Derken 1974 yýlýnýn temmuz ayýndaki o unutulmaz günler gelir ve "Memleketim" bir hit olur. Sonrasý ise artýk bir tarihtir. Tüm askeri birlikler teker teker Ayten Alpman'i çaðýrmýya baþlarlar. Bir gün pýr pýr bir nakliye uçaðý ile Kýbrýs'a götürülür, Girne kalesinin içinde ters çevrilmiþ bir portakal sandýðýnýn üstünde mikrofonsuz olarak savaþ gazisi askerlere þarký söyler, herkes aðlamaktadýr. Sonra Gölcük'teki denizaltý filosunu ziyaret eder, artýk her gittiði askeri birlikte teftiþe gelmiþ bir general gibi karþýlanmaktadýr. Bu geziler uzun zaman sürer, ayrýca binlerce mektup alýr, bu þarkýyý çok defalar söyler ve insanlar hep beraber aðlarlar. Kendi tabiri ile hiç kimseye nasip olmayan bir askerlik yapar Ayten Alpman. Cazname I- Tunçel Gülsoy 25 Ben kendimi bildim bileli Ayten Alpman oldu hayatýmda, onun ile konuþmaya giderken içimde tuhaf duygular vardý. Gerçek denen þey görecelidir, zamana ve mekana göre deðiþir ve bazen gerçek ile hayal öylesine birbirlerine karýþýrlar ki hangisi nerede baþlar hangisi nerede biter anlayamazsýnýz; ta ki hayalden kopup sadece gerçek ile karþý karþýya kalýncaya kadar. Ayten Alpman, hatýralarýmda ve hayallerimde yarattýðým ikon ve ben onunla gerçekten tanýþmaya gidiyorum. Kapýsýný çalmadan önce karþýlaþtýðým bir beye hangi katta oturduðunu sordum. "Doktor musunuz?" diye sordu. Yüreðim aðzýma geldi, "hayýr" dedim, "Niye sordunuz?" Biraz rahatsýzdý, çantanýza baktým, doktor sandým, dedi. Sonunda kapýsýný çaldým ve endiþe ile bekledim. O kýsacýk an çok uzun geçti ama kapý da açýldý. Ýþte karþýmda idi, önce o þaþýrdý, niye geldiðimi unutmuþtu, bir an bozuldum ama çabucak randevumuzu hatýrladý ve beni içeri davet etti. Artýk ikondan gerçeðe dönüþün hikayesini yazabilirdim. Ona kendisini yeni nesil jazz sevenlere tanýtmak için geldiðimi söyledim, biraz dudak büktü, yeni nesil jazz dinliyor mu diye sordu. Aslýnda sorusunun içinde kendi cevabý da vardý ama hemen ona gerçek olan cevabý verdim, evet, çok deðil ama çok meraklý ve güzel bir genç jazz dinleyicisi de var. Ýnanmýþ göründü. Kendisi çay içiyordu bana da ikram etti. Davetsiz misafirlik zordur ama þükür ki çayýn da etkisi ile heyecaným yatýþtý ve kýsa zamanda beklenen misafir statüsüne geçebildim. Yavaþ yavaþ etrafýmý gözlemeye baþladým. Önce iki sevimli kedi dikkatimi çekti. Bir tanesi tek göz idi, adýný sordum. "Sürahi" dedi, þaþýrdým, hani televizyondaki "Sürahi haným var ya iþte onun gibi" diye açýkladý. Sonra kedilerin ve onun arkasýndaki hayvan sevgisine girdik. Önce bana 13 yýl büyütüp baktýktan sonra kaybettiði kurt köpeðinin fotoðrafýný gösterdi. Onun acýsý ile bir daha köpek sahibi olmamaya yemin etmiþ. Ama zamanla fark etmiþ ki tüm mahalllenin bakýmsýz ve terk edilmiþ kedilerine sokakta kendisi bakýyor. "Ben onlarý seçmem, kediler beni seçer" dedi. Derken iki gözü hasta olan Sürahi hayatýna girmiþ, tedavisini yaptýrmýþ ve bir tanecik de olsa gözünü kurtarmýþ, sonra sokakta dayak yiyen bir baþka kedi evin misafiri olmuþ. Onun henüz ismi yok, "Belki yazýmý beðenirse benim Cazname I- Tunçel Gülsoy 26 adýmý verir" diye düþündüm. O an aklýma gelen eski bir kiþilik testini ona uyguladým ve "Hangi hayvan olmak istersiniz?" diye sordum. Hiç düþünmeden "kuþ" dedi, "Neden?" dedim ve cevap verdi: "Kuþlar hürdür, sonsuz hürriyetleri vardýr, güzel sesler çýkartýrlar, karamsarlýklarý iyimserliklere çevirebilirler, güzel yaþar kuþlar." Bu testte cevap veren kiþi aslýnda kendini anlatýr ve çoðu zaman test doðru çýkmýþtýr. Karþýmda duran insan hürriyetine düþkün ve þarkýlarý ile karamsarlýklarý yok eden bir insandý: Ayten Alpman, küçük ve özgürlük düþkünü kuþ. Kuþ deyince evinin önündeki balkon dikkatimi çekti. Burasý oldukça geniþti. "Sabahlarý kuþlarým beni görmeye gelir. Ama her kuþ ayný deðildir. Bak en beðendiðim kuþ karga. Karga akýllý olur, güvercin ve serçeler kendilerine verilen ekmekleri sadece gagalarý ile kapmaya çalýþýrken düþürürler, ama karga önce ayaðý ile lokmasýný sabitler, insanlar gibi kuþlar da bir deðil iþte." Kimdir Ayten Alpman? Müzik onun için nedir, jazz nedir? Sordum doðrudan; o cevapladý: "Son long play'imi on beþ yýl önce çýkartmýþtým. Çok oldu ki albüm yapmadým. 65 yaþýndayým, son beþ yýldýr konser hariç hiç þarký söylemedim. Tüm yaþamým müzikle iç içe geçti ama ben de kim olduðuma karar veremedim, niye bu dünyaya geldim, ne yapýyorum hala tam bilemiyorum. Müzik nedir, diye soruyorsunuz, bakýn bunun cevabý zor, müzik insanýn yasamý, hayatý, her þeyidir. Müziksiz bir hayat olmaz, mutsuz da mutlu da müzik dinlerim. Yemek içmek ne ise müzik de o iþte, bitmeyecek bir ihtiyaç, yaþamýn sürmesi için gereken bir þey. Bak þimdi de jazz nedir, diye soruyorsunuz, jazz benim kýrk senemi verip de hala anlayamadýðým bir müziktir. Bakýn insanlarýn beni aptal sanmasýný istemiyorum, ama jazz'i sökmek ve içine girebilmek gerçekten zordur. Dinlerken bir þeyler anlarsýn ama çalan ile konusunca bambaþka þeyler sana söyleyebilir, jazz'in öykülerini anlamak zordur." Cazname I- Tunçel Gülsoy 27 Bu sözler üzerine sehpadaki tabakta duran üç kandil simdinden birini derhal kaptým, bir bardak çay daha ister misiniz, diye sordu, konuþmaya devam ettik. "Mainstream jazz seviyorum, hani þu herkesin bildiði jazz'ý. Jazz'ýn tüm babalarýný dinledim. Duke Ellington, Miles Davis, Thelonious Monk, Dizzy Gillispie, Quincy Jones ve en önemlisi Ella'yý dinledim. Ella'nin benim için ayrý bir yeri vardýr. O benim ilk dinlediðim jazz þarkýcýsý idi. 11 yaþýndaydým ve "Tisket a Tasket"i dinledim. O zamanlar Türkiye'de LP falan yok, bir akrabamýz yurtdýþýndan bize hediye getirmiþti, yüzlerce defa dinledim. Yýllar sonra bir gün Ýsveç'teydim. Bir gün çaldýðýmýz klübe geldi. Ýsmet (Sýral) Ella geliyor, hemen Misty'i söyle, dedi. Aklýnca hava atacak. Aslýnda ben Misty'i çok güzel söylerdim ama hiç Ella'nin yanýnda olur mu? Reddettim ve Besame Moucho'yu söylemeye baþladým. Ella, topraðý bol olsun tam karþýmdaki masaya oturmaz mý? Bana bakýyor. Heyecandan öleceðim, ne söylüyorum nasýl söylüyorum hatýrlamýyorum bile. Þarký bitti, Ella yanýma geldi: "You are a good girl!" dedi, heyecaným geçmiþti. Ýnsanlar büyüdükçe ruhen mütevazileþiyorlar. Büyük Ella gencecik bir meslektaþýnýn gönlünü alacak kadar alçakgönüllü idi. Sonra biz onu dinlemeye Stockholm'e gittik, Ýsmet imzalatmak için bir LP'sini almýþtý. Konserden sonra yanina varmak için kalabalýðýn içerisinde bocalarken bizi uzaktan fark etti ve hemen yanýna çaðýrdý. Ýsmet'in imzasýný attýktan sonra bize dönüp: "Yarýn bana Stockholm'u gezdirir misiniz?" diye sordu. Büyük insandý Ella. Duke Ellington çok yakýþýklý idi, onu çok beðenirdim. Bir gün onun orkestrasýnda sýçan gibi bir herif gördüm; güzelim Duke'e hiç yakýþmýyordu. Derken herif keman çalmaya baþlamaz mý? Ýlk defa jazz'da keman çalýndýðýný iþitiyordum, o zaman adýný merak ettim, Ray Nance dediler. Sonra onun kim olduðunu anladým. Monk'u hep kocaman elleri ile hatýrlarým. Bir keresinde triosu ile Ýsveç'e gelmisti, Maffy Falay onun ile çalmak için trompetini kaparak Stockholm'e koþtu, biz de peþinden gittik, beraber çaldýklarý yeri bulduk, içeriden piyano sesi geliyordu, sessizce kapýyý araladým ve o kocaman bir çift eli gördum, bir de kalpaðýný hatýrlýyorum. Sonra Maffy ile jam session yaptýlar." Cazname I- Tunçel Gülsoy 28 Gözlerine baktým, yavaþ yavaþ anýlarýna doðru yol aldýðýný hissettim, aslinda soru bile sormama gerek yoktu, o anlattý ve ben sessizce onu dinlemeye devam ettim. "Yeþilköy'de doðdum, annem dünyanýn en güzel kadýný idi, kýzýl saçlarý vardý, babamdan ben üç yaþýnda iken ayrýldý, ben annem ile büyüdüm, babamý çok az hatýrlarým. Bir gün Niþantaþý Kýz Lisesi'nde okurken beni görmeye gelmiþti, korkudan yanýna çýkamadým. Herhalde annemin onu kötülemesinden korktum. Annem dedemin doktoru ile evlendi, çok büyük bir evde kalabalýk bir aile olarak yaþardýk. Orta okulu Erenköy Kýz Lisesi'nde bitirdim, leyli olmaktan sýkýldým ve bir yýl da Niþantaþý Kýz Lisesi'nde okudum. Sonra tekrar Erenköy Kýz Lisesi'ne döndüm ama kendisine çok yakýnlýk gösterdiðim bir kýz arkadaþýmýn iftirasý yüzünden okuldan uzaklaþtýrýldým. Hayatým boyunca hep zayýf olanlara, hastalara, özürlülere karsý içimde bir zaaf oldu ama bana da böyle bir arkadaþým ihanet etti, hiç kaçmadýðým halde okuldan kaçtýðýmý söyledi. Disiplin kuruluna verildim ve ceza olarak simsiyah uzun saçlarým bir tarafýndan kesildi. Üvey babam: "Bir yýl okula gitme evde otur sonra tekrar devam edersin." dedi, ama kýsmet iþte o kýþ okulum yandý ve ben bir daha asla o okula dönemedim." Bu sözleri söylerken gözleri boþluða takýldý, o okula bir daha gidememenin yüreðinde bir yara olarak kaldýðýný hissettim. Bana bir çay daha doldurdu. Sürahi ayaðýnýn dibine kývrýldý ve devam ettik. "Üvey babam Malatya belediye baþkaný olunca annem onun ile gitti, ben de gittim ama dayanamadým ve üç ay içinde döndüm, bana anneannem baktý. Hýrant Lusikyan bir zamanlar Yeþilköy Çýnar'da çalardý, biz bisikletle onu dinlemeye giderdik, Hýrant o zamanlarýn çok mühim adamý idi, hepimiz bayýlýrdýk çalýþýna. Bir gün bana sordu; "Sen niye þarký söylemiyorsun?". Ben o zamanlar Judy Garland'ýn þarkýlarýný söylerdim. "Sesin güzel, ders almalýsýn, istersen ben sana ders vereyim." dedi. Hýrant bana jazz'cý olabileceðimi ilk hissetiren kiþidir. Beni Cüneyt Sermet ile tanýþtýrdý, Cüneyt de beni yetenekli buldu. O da Cazname I- Tunçel Gülsoy 29 beni Arif Mardin ile tanýþtýrdý. Arif Mardin ve Cüneyt çok iyi arkadaþtýlar, ikisi de Sarýyer'de otururlardý. Bana jazz plaklarý verdiler, eðer jazz'cý olmak istiyorsan çok dinlemelisin, dediler. Dinleyip dinleyip tekrar onlara gittim, þarkýlarýmý dinlediler. Ýkisi birden bana Sevinç Tevs'i örnek gösterdiler. O yýllar jazz'ýn ilk tadýna vardýðým seneler oldu, 1945-1946 yýllarý. Ella'dan sonra June Christie'yi çok beðendim ve taklit ettim. Ayný onun gibi oldum. Onun söylediði "It Had To Be You" parçasýný söylerdim, sonra onun havasýndan kurtulmam gerektiðini anladým. June beyazdý, zaten bir beyaz ne kadar jazz söyleyebilir ki." Bu sözlerinde kesin bir önyargý hissettim, deðiþik düþündüðümü belirtmek istedim ama o artýk beni duyacak vaziyette deðildi, geçmiþini yaþamaya devam ederek gene anlattý. "Ýlham Gencer'i çok eskiden beri tanýrdým. Bana "esmerim" der akordeon ile serenatlar yapardý. Ýlk evliliðimi 19 yaþýnda onunla yaptým. Ýlham 23 yaþýnda idi. Yedi buçuk yýl evli kaldýk ve çok piþman oldum. Ýki çocuðumuz oldu. Sonra boþandýk. Hemen arkasýndan Ýsmet Sýral ile Ýsveç'e gittik. Orada jazz tutkum tekrar depreþti. Bir gün Miles Davis'in "I Remember Clifford" unu dinledim ve tabiri caiz ise delirdim. Bir kursa yazýldým ve þarký söylemeyi teknik olarak öðrendim. Artýk gýrtlak yerine karýn boþluðumu kullanabiliyordum. Bir yandan durmadan Ýsveç'teki jazz'cýlarý dinledim. Bir Lars Gluin vardý, onu çok beðenirdim, sonra eroinden öldü. Duke Ellington, Dizzy Gillespie falan derken gýrtlaðýma kadar jazz'ýn içine girdim. Üç yýl böyle geçti, derken Türkiye'ye dönme vaktim geldi. Kendimi jazz'ý öðrenmiþ ve dönüþünde Ýstanbul'u yýkacakmýþ gibi hissediyordum. Dönüþümde Erdem Buri'nin iþlettiði "Çayhane" adlý klübe gittik. Tülay German'ý dinleyeceðiz. Sanýyorum ki Tülay benim olmadýðým o üç yýlda çok geliþti. Tülay çýktý, arkasýnda sazlar filan var, derken bir söylemeye baþladý, türkü gibi bir þeyler söylüyor. Anlayamadým, þaþýrdým, þoke oldum. Beni oraya getiren Ýsmet'e sordum "ne oluyor" diye, cevap verdi: "Buna aranjman derler, þimdi artýk bu müzik yapýlýyor, Türkiye'ye hoþ geldin." Sene 1965 idi, çok hayal kýrýklýðýna uðramýþtým. Daha sonra Ihlamur'da Amerikan hastahenesinin arkasýnda bir klüpte söyledim: Orhan'in Yeri. Orhan'ýn soyadýný hatýrlamýyorum ama idealist bir insandý, sonra öldü. Her gece bir iki masaya söylerdik. Cazname I- Tunçel Gülsoy 30 Sonunda klüp kapanmak zorunda kaldý. O yýllar sözsüz yýllardý. "Besame Moucho" bile yoktu. Her yer aranjman ile dolmuþtu, Ýtalyanca þarkýya bir Türkçe söz yazarlardý iþte oldu sana aranjman. Topraðý bol olsun bir gün Fecri Ebcioðlu beni çaðýrdý: "Bildiklerini kendine sakla, evde dinle, ben sana birkaç tane Türkce sözlü þarký yazayým, üç beþ kuruþ para kazan." dedi. Beni elimden tuttu ve o zamanlarýn Odeon plak þirketine gittik. Onlar ile bir çok 45'lik plak yaptým, tam sayýsýný hatýrlamýyorum. Geçenlerde Bilsak'ta benim þarkýlarýmýn çalýndýðý bir gece yaptýlar. Gece saat dokuzdan bire kadar çalmýþlar. O kadar þarkým olduðuna inanamadým. Bu devirden en çok "Hayal Gibi" ve sözlerini Fikret Þenses'in yazdýðý "Tanrý Aþký Yarattý" yý severim. Sonra Ümit Aksu ile tanýþtým. O zamanlar Süheyl Denizci'nin piyanisti idi, Bursa Çelik Palas'ta tanýþtýk. Esas para getiren plaklarýmý bu devirde yaptým. Ümit ciddi ve olgun bir insandý, Ýlham'ýn tam tersi, bana çok destek oldu. Bu devirden "Tek Baþýna", "Feelings", "Ben Böyleyim", "Yanýmda Olsa", ve herkesin favorisi "Memleketim"'i sayabilirim. Bunlar çok sattý ama benim esas beðendiklerim daha az popüler olan "Birazcýk Umut", "Ben Varým", ve "Yalnýz Kadýn" oldu. Jazz'i hiç unutmadým, hep içimde bir ateþ olarak kaldý. Jazz her zaman bana bir ayrýcalýk duygusu ve gurur verdi. Jazz çalýnan bir yere girince evime girmiþ gibi olurum, o mekan benimdir, benden bir parçadýr. Bana hep jazz dinle dediler ve ben de çok jazz dinledim. Zaman içerisinde jazz'ýn içerisinde oluþan sesleri ve diyaloglarý çözmeye baþladým. Tam jazz'i anlamaya baþladým zannederken aslýnda hiç anlamadýðýmý hissettim. Ama anlamadýðým zamanlarda bile ritm ve swing duygularýný anladým. Swing jazz'in vazgeçilmez bir parçasýdýr, eðer swing yoksa hemen hissedilir. Hep jazz'ýn içinde oldum. Özellikle Big Band'i çok severim. O ne müthiþ bir sestir, Big Band'in önünde söylemek çok baþkadýr. Yýllardýr buna hasret kaldým. Süheyl Denizci TRT Jazz Orkestrasý'ný kurdu ama bana altý yýl kan kusturdu ve þarký söyletmedi. O emekli olunca Neþet yerine geçti, sað olsun beni çaðýrdý. En son Ýstanbul festivali çerçevesinde onlar ile söyledim, müthiþ bir duygu idi. Önce bir hafta çalýþtýk, ses açtým sonra Kamil Özer'in aranjmanlarý ile "Going out of my head" ve "All of Me" yi söyledim. Zaten jazz defterini de sanýrým bu noktada kapadým." Cazname I- Tunçel Gülsoy 31 "All of me" benim de ilk tanýdýðým jazz parçamdý, mýrýldanmaya baþladým, güldü ama tüm ýsrarlarýma raðmen bana katýlmadý. O devirde annem ve babamla gittiðim Taksim Belediye Gazinosu'ndaki açýlýþý yapan trompet melodisini sordum, ismini hatýrlayamadý ama uyuyan kediler bile beni duyunca söyle bir baþlarýný kaldýrdýlar. Artýk "Bir kahve içer misiniz?" diye sorduðunda son kandil simidini de götürmüþtüm. "Þey," dedi, "çok güzel kanepeler yapabilirim beþ dakikacýk beklerseniz." Ama onu dinlerken beþ dakika ayrý olmak bile bana uzun geliyordu, "sadece kahve" dedim. Büyü bozulmadan konuþmaya devam ettik. "Her söylediðim þarkýyý derinlemesine hissederim ama benim için en özel olaný "Someone To Watch Over Me"dir. Kýzým bazen bana sorar, "Anne nasýl benim on beþ dakika bile kalmaya sýkýldýðým klüplerde iki saat þarký söylerdin." Ona þöyle derdim: "Kýzým halký unut, duy, hisset, havaya gir ve kendin için söyle, sadece kendin için." Ben müziði ve jazz'ý yüreðimde hissederim, hayatým boyunca da hiç kötü bir þey söylemedim. Bazen þarký söylediðim klüplerde ortam gerçekten tatsýz olur, tabak çanak sesi, kötü çalan bir orkestra. Aldýrýþ etmem, o karmaþanýn ortasýnda bir güzellik arar ve bulurum, mesela güzel bir mehtap, ve artýk o güzel þey benim þarkýmýn içerisindedir. Nasýl anlatmalý bilmem, hiç esrar içmedim ama galiba esrar gibi bir þey olmalý, þarkýnýn veya o þarkýnýn hikayesinin içerisine girerim, ve onu anlatýrým. Her ortamda o þarkýyý yaþarým. Bazen o þarkýyý gerçekten çok iyi söylediðime inanýrsam kendi sesime aðlarým, çok az olur bu. Kendi þarkýlarýmý ise hiç dinlemem, yüreðim sýzlar da kaldýramaz. Televizyonda "Memleketim" çalýnýrsa hemen kapatýrým." Eski albümlerinin çoðunun kapaðý var kendisi yoktu. Bir tanesini nisbeten saðlam gördüm ve bana çalmasýný rica ettim, ama çalamadý, evindeki müzik seti bozuktu. Halbuki onun albümünü onun yanýnda dinlerken yüzünü görmek istiyordum. "Ýsveç'e ilk gittiðimde o zamanlar esmer kadýn çok azdý, bir de giderken Olgunlaþma Enstitüsü'ne güzel bir gardrop yaptýrmýþtým, çok süksemiz oldu. Ehliyetimi de orada aldým. 15 sefer imtihana girdim, yok yok direksiyonum iyi idi ama yazýlýda sorulan Ýngilizce tabirleri Cazname I- Tunçel Gülsoy 32 anlamakta güçlük çekerdim. Her denemenden sonra gazeteler yazardý, Ayten Alpman gene ehliyet alamadý diye, ama sonunda aldým." Bu noktada bana bir albüm çýkardý ve o ehliyeti aldýðý gün imtihana girdiði hocasý ile çektirdiði fotoðrafý gösterdi. Sonra bir dolu sararmýþ gazete kupürüne, fotoðrafa ve mektuba baktýk. Kendisi ile röportaj yapan her gazeteci bu eski anýlarýn bir kýsmýný alýp gitmiþ, her gidenle beraber Ayten Alpman'in geçmiþinden bir parça kopmuþ. Ben de bir parçasýný aldým bu anýlarýn ama geri götürmeye söz vererek. Ama hissettim ki pek da fazla aldýrýþ etmiyor bu konuda. Albümün içerisinde bir de sararmýþ film afiþi gördüm bunun hikayesini sordum. "Oyuncu olarak çok yeteneksizim ama "Tek Baþýna" çok sevilmiþti. Tutturdular, üstüme üþüþtüler, ille de film yapýlacak. Oynayamam, dedim dinlemediler. Karþýmda baþ rol oyuncusu olarak büyük Yýldýrým Önal var. Hamlet gibi bir adam, inanýlmaz, muazzam bir tiyatrocu. "Ben sizi oynatýrým." dedi. Ve baþladýk, hakikaten beni oynattý, hatta bir sahnede aðlamam gerekiyordu, aðlattý. Allah rahmet eylesin. Resim olarak güzel bir film oldu ama oyuncu olarak ben sýfýrdým. Aslýnda bu ilk film denemem de deðildi. Memduh Ün de beni Muzaffer Tema ile oynatmýþtý. "Aþk Istýraptýr" adlý film, gerçek bir ýstýraptý." Zaman su gibi akýp gidiyordu ve ben fareli koyun kavalcýsýný dinleyen bir çocuk gibi onu dinliyordum. Bazen odada olup olmadýðýmý bile fark etmediði hissine kapýlýyordum. Sonra birden aklýma geldi, geçmiþ geçmiþtir ama ya bugünün Ayten Alpman'i ne durumda idi. "Aslýnda kiþi olarak dýþa dönük ve giriþken de deðilim, yeni insanlar ile tanýþmayý sevmiyorum, insan iliþkilerimde çok tutucuyum, kýrk yýldýr ayný terzi ve berbere gidiyorum, saç modelim yýllardýr ayný ve en mühimi 32 yýldan beri hayatýmda Ümit var. Ümit Aksu ile dört yýl evli kaldim ve ondan da boþandým ama Ümit benim dostum olarak kaldý. Gene benimle kalýyor ama gene de kendimi çok yalnýz hissediyorum, neden böyle onu da bilmiyorum. Cazname I- Tunçel Gülsoy 33 Bu gün düþünecek çok zamanýn oluyor, ama kendimi çok yalnýz hissediyorum. Çocuklarým var, torunlarým var ama gene de çok yalnýzým. Yýllarca çok büyük bir tempo ile çalýþtým, kiþilik olarak verilen iþi çok iyi yapmaya çalýþýrým. Tatil nedir bilmedim. Dünyanýn herhalde bir yarýsýný dolaþtým, ama dostluklar kuracak ve geliþtirecek vaktim olmadý. Bunu istemeden de olsa ihmal ettim. Bugün iki arkadaþým var çok þükür. Handan bir büyükelçi eþi idi, þimdi eþinden boþandý, çok þýk ve hoþ bir hanýmdýr, hayatým boyunca ona benzemek istedim. Yýllar boyunca çok kopukluklar da olsa dostluðumuz sürdü." Tam bu sýrada telefon çaldý ve açtý. Ýnanýlmaz bir tesadüf, arayan Handan Haným idi ve Mýsýr'dan döndüðünü bildiriyordu. Ayten Alpman'in gözlerinin parladýðýný gördüm, kalp kalbe karþýdýr sözünü hatýrladým. Bir müddet konuþtular, bir röportaj yapýldýðýný söyledi. Handan Haným'ýn dediklerini Ayten Alpman'in cevaplarýndan tahmin edebiliyordum. Bir ara gazetecilere dikkat et, yanlýþ bir þey yazmasýnlar gibi bir þeyler söylemiþ olmalý ki "Yok þekerim, çok iyi bir arkadaþ." diye benim hakkýmda bir þeyler söyledi. Ýþin doðrusu bu sözler beni çok mutlu etti. Kahveleri tazeledik ve o anlatmaya devam etti. "Ýkinci arkadaþýmý herhalde tanýrsýnýz, Alev Oraloðlu. Lise yýllarýndan beri tanýþýrýz. Hani okulda ceza olarak saçýmý kesmiþlerdi ya, bir çay davetine gideceðim kesik saçlarýmdan dolayý gidemiyorum. Alev bana annesinin kestiði kendi saçlarýndan bir kýsmý ile benim kesik saçýma bir ek örgü yapmýþtý. Tek bir sorun oldu, Alev'in sapsarý saçlarý vardý, ben ise çok esmerdim. Benim siyah saçlarýmýn üstünde onun sapsarý saçlarý biraz tuhaf durdu. Aslýnda bir anlamda en Türkiye'nin ilk "Punk" ýyým. Çalýþma hayatýnýn o pýrýl pýrýl havasý geçtikten sonra insan yalnýz kalýyor, bir gün çalýþma hayatý bitiyor ve aslýnda yalnýz olduðunu hissediyorsun. O her sabah iþe gitme duygusunu arýyorsun. Tek hobim golf idi, onu Ýsveç'te olduðum yýllarda geliþtirmiþtim, hatta 1963 yýlýnda orada aldýðým bir derece bile var ama bugün o da kalmadý. Hobisiz olmak çok zor. Ýnsanýn bir uðraþýsý olmalý. Sabahleyin gazeteyi okuduktan sonra ne yapacaðýmý bilemiyorum, o an gün bitmiþ oluyor. Birilerine gidip çan çan konuþmayý da sevmiyorum, kafam o kadýnlara Cazname I- Tunçel Gülsoy 34 da uymuyor. Bol bol yün örüyorum, yazýn þu kocaman balkonda çiçek yetiþtiriyorum ama ne yaparsam yapayým sýkýlýyorum. Hayatým boyunca deli gibi roman okudum, derken bir gün ben de bir roman yazdým, bir çeþit deneme de diyebilirsiniz. Kendi hayatýmý isimlerden bahsetmeden olduðu gibi yazdým. Ama bir baktým ki yazdýklarým çok kiþiye ayýp olacak, hevesim kaçtý, boþverdim. Ýlham Gencer'den iki çocuk ile ayrýlmamýn da öyküsü var ama vazgeçtim, Ýlham'ý da kýramam. Ayný þiddet ile on beþ kiþiyi de sevebilir insan, tanrýnýn insanlarý böyle yarattýðýna inanýyorum. Çok aþýk oldum hayatým boyunca ama sanýrým artýk bitti. En son ne zaman aþýk olduðumu soruyorsunuz ama bunu söyleyemeyeceðim. Ancak þunu söyleyebilirim. Aþk dünyanýn en güzel þeyi. Tek inandýðým þey aþkýn her zaman var olduðudur. Ve hep aþk oldu hayatýmda. Ýnsanlara þunu söylemek isterim: Aþký bulanlar onu asla kaçýrmasýn ellerinden, bol bol ve utanmadan, sýkýlmadan yaþasýnlar, hesap vermeden, aþkýn hatýrasý bile güzel insanýn ileri yaþlarýnda. Her insanýn hayatýnda kavþaklar vardýr, bu kavþaklar bazen kiþiyi iyiye bazen de kötüye götürür. Kavþaklarýn ötesini çoðu zaman onlarý dönmeden göremeyiz ve gene çoðu zaman kavþaklarda yolumuzu deðiþtirmeye cesaret edemeyiz. Ama yýllar geçip de hayat akýp gidince herkes içinden yaptýðý bu geçmiþe yolculuklarda o kavþaklarýn ardlarýný sorgular. Hayata yeniden gelseydim ayný þeyleri yapardým, geriye bakýnca iyi ki her þeyi yapmýþým, diyorum. Çok dolu dolu yaþadým. Belki de bugün içinde olduðum boþluk biraz da bu yüzden. Ama benim de hayatýmda kaçýrdýðým iki firsat oldu. Bugün olsa onlarý da denerdim. Bunlardan ilki BBC'nin müdürü Villace Connover'in yeni ve yetenekli þarkýcýlarý keþfetmek için Ýstanbul'a gelip bizleri o zamanki "Çatý" klüpte dinlemesi idi. Kimler söylemedi ki o gece, Ayfer, Sevinç, Tülay, hatta Erol Büyükburç bile vardý. Ýlham çok kýskançtýr, beni kulübün arkalarýna bir yere oturttu. O zamanlar iki çocuðum var, bir yandan mutsuz bir aile hayatý bir yandan da müzik dolu geceler sürdürüyorum. Adam beni de çaðýrttý ve iki parça söyledim, "Black Cofee Blues" ve "I Have Got You Under My Skin". Yerime döndüm ve kaldýðým yerden iskambil falý Cazname I- Tunçel Gülsoy 35 bakýyorum. Adam biraz sonra yanýma geldi: "Sen deli misin?" dedi. "En iyiniz Sevinç Tevs ama sende olan onda olmayan bir þey var, sen yürekten söylüyorsun, moody bir þarkýcýsýn, isterdim ki sana bir firsat vereyim." Bir an düþündüm, nasýl gideyim, iki küçük çocuk ve derken Ýlham tepemde bitti, bakýþlarýnda kýskançlýk ve hiddeti ayný anda gördüm, karar verilmiþti gidemedim. Ýkinci þansým Ýsveç'te oldu. Quincy Jones ile tanýþýyordum, o zamanlar bugünkü kadar þöhretli deðildi, baþýma musallat oldu: "Sana söz vermiyorum ama gel beraber Amerika'ya gidelim, sana bazý imkanlar yaratabilirim." dedi. Ýsmet: "Deli misin git yahu" diyordu ama ben gidemedim. Ýsveçli bir adama aþýðým, gönlüm onu býrakmaya elvermedi. Bilmem bir þey olur muydu ama dünyaya bir defa daha gelsem bu iki firsatý mutlaka denerdim." Ne çay kaldý ne de kahve, saatler geçti gitti. Konuþmamýzýn baþýnda bugünkü gençler jazz dinliyor mu diye sormuþtu, ben de evet demiþtim, son olarak onu tekrar bugüne döndürmek istedim. "Ýstanbul'da 45 yýldýr doyumlu bir jazz mekaný olmadý, eskiden bir özenti vardý samimi deðillerdi. Þimdi bir samimiyet var ama mekan yok. Ýsterdim ki Ýstanbul'da beþ altý tane jazz mekaný olsun, benim gibi artýk para kazanma kaygýsý olmayan insanlar buralarda söyleyebilseler. Kendimi koparýlmýþ hissediyorum, birikimimi gençlere þarký söyleyerek aktarabileceðim jazz mekanlarý olsun istiyorum. Þu son konserimde aldýðým zevki asla unutamam. Arkamda otuz kiþilik bir orkestra ile çalarken yýllarca önce kaybettiðim bir þeyi buldum, jazz'ýn ritmini ve duygusunu yaþadým, jazz'da ritmin içinde duyguyu da katabilmek müthiþ oluyor. Bugünkü nesilde damadým Ýmer Demirer'i beðeniyorum, çok iyi bir trompetçi o. Gitarcýlardan Kamil Özler dikkatimi çekiyor. Bir de TRT orkestrasýnda Ýsveç'ten gelmiþ bir tromboncu çocuk var, adýný hatýrlamýyorum; ama iyi çalýyor. Bugünlerde yabancýlardan Stephane Grappelli'yi dinliyorum, arabamda kaseti var. Frank Sinatra ve Barbara Streissand'ý da çok beðenirim. Mel Tormé'yi biliyor musunuz, bir an onun için çýldýrmýþtým." Stephane Grappelli'nin 1 Aralýk'ta öldüðünü söyleyince çok üzülüyor ve ah caným, diyor. Bir insanýn anýlarýný paylaþmak güzeldir ama biraz da zordur. Her duyduðunuz þey sanki yaþamýþçasýna sizin de bir parçanýz olur. Ben Cazname I- Tunçel Gülsoy 36 de böyle öyle hissettim ve dolu dolu yaþanmýþ bir hayatý bir ucundan yüklendim. Paylaþmak ayný zamanda sorumluluk da getirir, onun anýlarýný kelimelerini deðil ama ruhunu bozmadan baþka insanlara aktarmanýn aðýrlýðýný hissettim. O gece ben ikonum ile tanýþtým ve onu yaþadým. O ete kemiðe büründü ve bana kendini anlattý. Önce her þeyden elini eteðini çekmiþ ve gayesiz bir insan portresi çizmeye gayret etti, hatta kendisi ile ilgilenildiði için kýzgýn olduðu bile söylenebilirdi. Ama sonra sisler daðýldý ve ben sahnenin arkasýna geçtim, o zaman içinde hep bir ýþýk yanan özgür küçük kuþu gördüm. Yýllar kuþu hýrpalamýþtý ama içindeki coþku aynen duruyordu. Jazz ile yaþanmýþ bir hayat gördüm ama sanýldýðýnýn aksine bitmemiþ ve için için yanýyordu týpký bir kor gibi. Bugünün Ayten Alpman'ýn genç nesillere aktaracak çok güzel þeyleri var, hepsi de yaþanarak öðrenilmiþ ve mutlaka ileriye taþýnýlmasý gereken birikimler. O ülkemizin önemli bir jazz birikimi, sevseniz de sevmesiniz de asla kayýtsýz kalamayacaðýnýz biri. Arto Tunçboyacýyan'dan duymuþtum, jazz yaþadýklarýmýzýn ses olarak ifadesidir, Ayten Alpman'in ise tüm yasadýklarýný aktarmamýþ olduðunun þahidiyim. "Memleketim", bir baþkadýr bu þarkýnýn yeri hayatýmýzda. Þarkýnýn aslý 1942 yýlýnda ölmüþ olan bir Yahudi bestecinin eseridir ve duadan sonra hahambaþýnýn duyduðu mutluluðu anlatýr. Ama kader bu, o mutluluk þakýsý nerelerden gelir ve ne umulmadýk zamanda ne umulmadýk bir anlam yüklenir. Yýl 1974, Türk ordusu Kýbrýs'a çýkmaya hazýrlanýyor, seferberlik var, tüm askerler bu hedefe kilitlenmiþ. Kýbrýs açýklarýnda bir Türk denizaltýsý denizin sessiz ve derin beklemektedir. Tam o sýrada üstlerinde bir Yunan denizaltýsý olduðunu fark ederler. Deniz tüm sesleri mükemmelen taþýr, en ufak bir ses düþmanýn Türk denizaltýsýný fark etmesi demektir. Büyük bir sessizlik içinde gergin bir bekleyiþ baþlar. Ama o an baþka bir þey olur, telsizden bir kadýn sesi duyulur, güzel ve derin bir ses, kelimeler ölüm sessizliðini bozar: "Bir baþkadýr benim memleketim." Acaba o sesi yukardaki denizaltýdan da duyuyor muydular? 37 DOMATESÝN KOKUSUNU ÖZLEMEK: CAN KOZLU Onu Kuþtepe'de, Bilgi Üniversitesi'nin karþýsýnda mütavazý ama tertemiz bir Gaziantep pidecisi olan "Erenler"de bulduðumda lahmacununu bitirmiþ çay içiyordu, karþýsýna oturdum. Lahmacun yer misin, diye sordu, ama içim gitmesine raðmen bana ayýrdýðý iki saati aþmak korkusu ile hayýr dedim. Bana da çay getirdiler ve daha ne olduðunu anlayamadan koyu bir sohbete baþladýk. Bulunduðumuz mahalle 1950'lerde gecekondularý yýkýlan "yeni" Ýstanbullularýn daha iyi þartlarda yaþama umuduyla yerleþtikleri bir bölge. Türkiyenin farklý yörelerinden gelenler burada yaþýyorlar, yeni deðerler üretiyor. Yeni kent kültürü burada Kuþtepe'de ete kemiðe bürünüyor. "Mahallenin tam ortasýnda bir ada gibi duran Bilgi Üniversitesi bu mahallenin yaþamýný derinden etkileyen ve deðiþtiren bir kültür mabedi." Hesap geldi, inanýlmayacak bir para, garson Can'a büyük bir saygý ile pusulayý getiriyor. Mahalle okulun ve hocanýn deðerini biliyor. Can hesaba göre yüklü bir bahþiþ býrakýrken konuþuyor: "Biliyor musun, üniversiteye bakan evlerde mahalleli okula saygýsýndan balkonlarýna çamaþýr asmaz." Hemen balkonlara bakýyorum: doðru. Bu ilk Kuþtepe dersinden sonra okula giriyoruz. Aslýnda sohbet daha o ilk içilen çayda baþlamýþ akýp gidiyor. Onun dolu dolu olduðunu hemen hissediyorum, soru sormak bile gereksiz o yanýtlar veriyor: "Annem Emel Kozlu piyanist idi. Evde ciddi bir kulak eðitimim oldu. Çocukken evimizdeki Grundig marka radyoya kulaðýmý dibine kadar dayayarak müzik dinlerdim. Babam Bülent Kozlu Ýþ Bankasý genel müdür muavini idi. Ankara'da yaþardýk. O zamanlarda Mithat Fenmen, Cazname I- Tunçel Gülsoy 38 Ýdil Biret ve þimdi soyadýný hatýrlayamadýðým bir müzisyen Vahdet Haným konserlerden sonra sýk sýk bize gelirlerdi. Annemin o devirde bir yolunu bulup yurt dýþýndan getirdiði plaklarý dinlerlerdi. Vahdet Haným benim kulaðýmýn olduðunu söyleyince annem beni altý yaþýnda iken klasik müziðe baþlattý. Jazz zaten o günlerde söz konusu bile olamazdý. Önce çok iyi ama sert bir müzik hocam oldu. Bir gün derse geç kalýnca beni çok azarladý. Rus ekolü bir hoca idi. Kýzýnca cetvel ile ellerime vururdu. Seneler sonra annemden öðrendim. Ben geceleri kalkýp sayýklamaya baþlamýþým. Bir gece annem benim yanýmda yatmýþ ve sayýklarken "piyano" dediðimi duymuþ. Depresyon geçirmiþim. Sonra bana baþka bir hoca buldular; genç bir kýz. Ýlk hocamýn aksine yumuþak ve yavaþ öðreten bir hoca idi. Bu da beni çok gevþetti. Bir gün hocam benim notalarý okumadýðýmý ve doðaçlama yaptýðýmý farketmiþ. Annem dersleri kesti. On iki yaþýmda babamý kaybettim. Çok dramatik idi. Aðabeyim Amerika'da okuyordu. Bir Dostoyevski romaný gibi þeyler yaþadým. Annemin dairesine karlý bir kýþ günü at arabasýnda eþyalarýmýz taþýnýrken sessizce aðladýðýmý hatýrlýyorum. Oðlum da benim gibidir, her þeyi içine atar. Tüm bu olaylar bana küçük yaþta baþýmýn çaresine bakmayý öðretti. Özgür ve baðýmsýz oldum ama iþlerini baþkalarýna delege edemeyen bir insan oldum. Bu yüzden de çok tenkit edildim." Beraberce okulu geziyoruz. Can müzik bölümünü küçük bir Berklee modeli gibi düzenlemiþ. Küçük çalýþma odalarý var. Öðrenciler bazen tek bazen gruplar halinde çalýþýyorlar. Can beni bu odalarda gezdirirken gurur duyduðu hemen belli oluyordu. Bazen öðrenciler ile karþýlaþýyoruz, hepsine gülerek selam veriyor. Sonra bir baþka oda açýlýyor ve öðrencilerden oluþan bir küçük jazz grubu Carlos Jobim'in unutulmaz Siyah Orfe filmi için yaptýðý müziði çalýyorlar. Genç bir saksofoncu Stan Getz'in solosunu bitirince çok güzel bir kýz sesi þarkýya devam ediyor. Kim bu, diye soruyorum, cevap veriyor: "Jülide, çok yeteneklidir." Okulu ve öðrencilerini bir baþka yazýnýn konusu yapmaya karar veriyoruz. Boþ bir oda bulduðumuzda ilk sorum onun öðrencilerine bakýþý ile ilgili oluyor. Bu arada hem onlardan hem de jazz'dan konuþuyoruz. "Öðrencilerime hep söylediðim bir þey vardýr: Biz size bu iþin zanaatini öðretiyoruz, teknik bilgiler veriyoruz, repertuar öðretiyoruz. Cazname I- Tunçel Gülsoy 39 Zanaat size týpký bir mimarýn bina inþa etmesi gibi müziðin yapýsýný kurmanýzý saðlar. Akademik olarak bunlarý öðretmek mümkündür. Ama gerçek bir sanatçý olmak için bunun ötesinde bir þeyler var. Önce insan olarak bilinçli ve güvenilir olmak gerekir. Sonrasý ise çok çalýþmak ile ilgilidir. Bakýn Bill Evans bunu nasýl anlatýyor: "Jazz yüzde doksan dokuz ter dökmek yüzde bir de ilhamdýr." Birincisi olmadan ikincisi olmaz. Böyle bir tavýr almadan hiç bir yere varamazsýnýz. Günümüzde elektronik de müziðe ve müzik eðitimine girdi, ama akustik bir enstrümaný çalabilmek, ona hakim olabilmek için gereken zaman deðiþmedi. Sanat ise bir insanýn yaratýcýlýðý ve iç dünyasýnýn inceliði ile ilgili bir þeydir. Bu yetenek varsa sanatçý olunabilir. Okul müzisyen yetiþtirir ama sanatçý yapamaz. Jazz'ýn özgürlüðü içermesi, esoterik yönü gençlerin bu müziði yanlýþ deðerlendirmesine yol açabiliyor. Bir umursamazlýk, kuralsýzlýk havasý olabiliyor. Jam session'ý "kaptýrmak" gibi tuhaf bir söz ile ifade ediyorlar. Bu yanlýþ bir intiba. Jazz derbederlik içermez. Tam tersine doðaçlamanýn içerisinde çok belirgin bir yapý vardýr, yoksa kaos olur." Sanatta þansýn yeri var. Bazý insanlar daha þanslý olabiliyorlar ama sonunda þans da bir "break", yani bir geçici ara. Fýrsat hadisesinde büyüklüðün fazla yeri yok. Hep bir önce çýkmýþ olduðun basamaðýn üstüne basarak yükseliyorsun. Amerika'da her zaman bir gözlem altýndasýn, seni hep "check" ederler. Berklee'de her an bir Gary Burton ile karþýlaþabilirsin, bir sýnýfta karþýna çýkýp seni dinleyebilir. Bir konserden sonra bir baþkasý için davet alabilirsin. Hep ortalýkta olman lazým. Sahnede ne yaptýðýn kadar ne yapmadýðýn da gözükür. Hak etmediðin bir baþarý senin için negatif de olabilir. Bir seviyeye hazýr deðilsen taþýyamazsýn, çýkmak deðil çýktýðýn yerde kalmak önemlidir. Her an yeni bir baþarý için hazýr olmalýsýn, ancak son çaldýðýn kadar iyisindir. Bana bugüne kadar kimse diplomamý sormadý. Ben ancak bir gece evvel çalabildiðim kadar iyiyim. Eskiden iyi çalmýþ olmak önemli deðildir. Ama deneyim iyi olabilmeyi sürdürebilmek için çok önemli." Ýçinde oturduðumuz odada bir piyano var: Petrof. Rus malý, her taraf yepyeni, dal odaya günlerce çal, hoþ bir ortam. Can sürekli Cazname I- Tunçel Gülsoy 40 daldan dala atlayarak konuþuyor, doðaçlama ama bir "belirgin yapý"ya dönüyoruz. "Babam eþsiz bir insan idi. Tam bir Ýstanbul beyefendisi, etik sahibi. Onu yýllar geçtikten sonra daha iyi anladým. Önemli konularda hep onun ne diyeceðini düþünürüm. Benim için her zaman mistik bir varlýðý var. Aðabeyim Cem Kozlu ile beni birbirimize baðlý olarak eðitti. Aðabeyim benden çok farklýdýr. O daha politiktir, ben daha nadaným. Kendimi pek kontrol edemem, kýzýnca söylerim. Babamdan ve denizden geçen bir bað var aramýzda. Babamýzý kaybetmek daha sonra bizi yakýnlaþtýrdý. Bana hep destek oldu. Sorbonne Üniversitesi'ni bitirmemi istedi." Aðabeyi Türkiye'nin çok iyi tanýdýðý bir isim, Cem Kozlu. Ondan bahsederken hep saygýlý ama çok fazla ayrýntýya girmiyor, bazý þeyleri kendisine saklýyor. "Deniz üzerindeki bir eðitimin baba oðul iliþkisinde çok derin bir yeri vardýr. Bir tekne almayý düþünüyorum. Benim babamdan aldýðým eðitimde o zamanki küçük teknemizin çok etkisi oldu, onun üstünde çok vakit geçirdim. Dover yapýsý bir Manþ teknesi idi. Aðabeyim ile birlikte o tekneyi 20 yýl yaþattýk, bir ara Ýstanbul'un en yaþlý teknesi oldu. Þimdi o tekne Koç müzesinde duruyor." O konuþtukça son zamanlarda okuduðum Can yayýnlarýndan çýkmýþ olaðanüstü Marcello Mastroianni'nin anýlarýný aktardýðý "Hatýrlýyorum" gözümün önüne geliyor. Kitabýn giriþ bölümü "Yaþlý bir Fil Gibi"de aktörün hatýrladýðý bir çok þeyi anlatýlýyor. Bir muþmula aðacý, çocukluðu, annesi, yediði yemekler, dinlediði müzikler, ikinci dünya savaþý günleri, ilk sevgilisi, daha birçok güzel þeyi. Can'ýn anlattýklarý Marcello'nun havasýna uyuyor. Ben de Can'ýn hatýrladýklarýný aktarýrken ayný üslubu kullanmak istedim: "Ýlk dinlediðim jazz plaklarýný hatýrlýyorum, Abdullah Kuran'ýn oðlu arkadaþýmdý ve bana babasýnýn plaklarýný getirirdi. Galiba on bir-on iki yaþlarýnda idim. Beatles olayýný çok çabuk geçtim. Shadows, Cream, Air Force, Led Zepplin, Deep Purple derken epey yol aldým. Bu müziklerin içerisinde blues'un uzantýsý olarak doðaçlama vardý. On Cazname I- Tunçel Gülsoy 41 dört yaþýmda iken bir zil-trampet ikilisi hediye aldým. Saint Joseph okul orkestrasýnda çalmaya baþladým. Bu on yedi yaþýma kadar sürdü. Aðabeyimin bir gün bana ilk gerçek davulumu getiriþini hatýrlýyorum: Sonor Swinger. Ama kolay olmadý. Davulu Almanya'dan dönerken almýþtý ve Bosfor turizim otobüsü ile getirirken sýnýrda el koymuþlardý. Ne hayal kýrýklýðýna uðramýþtým bilemezsin. Sonra onun arkadaþlarýndan biri ile Edirne'ye gittik, o davulu gümrükten kurtaracak bir formül bulmuþtu. Güzelim davulumu gümrük ardiyesinde çamaþýr makinalarýnýn arasýnda tozlar içerisinde gördüðümde aðlamýþtým. Davulu Ýstanbul'a getirmek de ayrý bir macera oldu. O zamanlar otoban falan yoktu, davulu tren ile Ýstanbul'a getirmek için gece bindik. Sabah gözlerimi açtýðýmda vagonumuzun bir istasyonda durduðunu fark ettik. Ama dýþardaki levhalarý okuyamýyorduk. Harfler bilmediðimiz bir alfabe ile yazýlmýþtý. Korkarak davuluma sarýldým. Meðer o zamanlar Edirne Ýstanbul tren yolunun bir kýsmý Bulgaristan' dan geçermiþ, tren bir Bulgar istasyonunda durmuþ, harfler de Kiril alfabesi. Öðrenince rahatladýk." Ancak davul bu zorlu göçten sonra yeni vatanýnda sahibinin müzik dünyasýndaki büyük geliþmenin tanýðý olur. Can Saint Joseph okul orkestrasýnda çalar, 1971'de Herbie Mann Türkiye'ye gelir, hepsi hayran olurlar ve onun gibi çalmak isterler. Hemen bir flütçü bulup çalýþmaya baþlarlar. Bu grupta Rene Macaroðlu, Eril Tekeli, Argun Dündar, Setrak Bakýrel vardýr. Rene onlarý çalýþtýrýr. 1972 yýlýnda Milliyet liselerarasý müzik yarýþmasýnda hem beste hem de icra dalýnda yüzlerce okulun arasýndan sýyrýlarak birinci olurlar. "Yarýþmayý düzenleyen Milliyet gazetesinýn attýðý manþeti hatýrlýyorum: Zafer Cazýn. Bunu hiç unutmam. Bu olay bizim okulu da uçurdu ve o sert imajýný olumlu yönde deðiþtirdi. Bu birincilik çerçevesinde bir çok baþka okula gittik ve konserler verdik. Olayýn olumsuz yönü de oldu. Bir yýl sadece müzik ile ilgilendim, okulu boþladým. Ama bir þey öðrendim. Hayattaki hiçbir baþarýda çok sevinmeyeceksin. Her baþarý aslýnda uzun bir yolculukta durup alýnan soluk, mola. Sonra her þey yeniden baþlýyor ve yolculuk devam ediyor." Cazname I- Tunçel Gülsoy 42 Bir gün Saint Joseph biter ama Can'ýn müzikal yolculuðu devam eder. "Benim idealim Berklee jazz okuluna gitmekti ama ailemizin maddi olanaklarý el vermedi. Üç arkadaþým Fransa'ya müzik okumaya gitmiþlerdi. Ben de Fransa'ya gittim ve Grenoble Üniversitesi'nde matematik okumaya baþladým. Bir gün Le Figaro gazetesinde bir ilan gördüm. Fransa'nýn ilk jazz okulu açýlýyordu. Adý CIM, Centre Informatique Music. Kurucusu Alain Guerrini çok önemli bir adamdý. Yirmi dört saatte karar verdim ve Paris'e giderek okula kayýt oldum ama okulun diplomasýnýn Türkiye'de geçerliliði yoktu. Eh bari bir de geçerli diplomam olsun diye Sorbonne Üniversitesi'nin Ekonomi bölümüne devam ettim. Bu bölüm bana kolay geliyordu. Bir yandan da para kazanmak için otelde gece bekçiliði yapýyordum. Ayrýca akþam sekiz sabah sekiz nota kopyaladým. Sabah iki-üç saat uyku ile Sorbonne'a gider, öðleden sonra ise müzik okuluna devam ederdim. Böyle iki sene geçti. Müzik okulunda girdiðim derslerin aslýnda üçte birinin parasýný veriyordum. Bir gün rahmetli Alain beni çaðýrdý, durumu fark etmiþ, "helal olsun sana" dedi ve bana burs verdi. Okulda yüz kadar öðrenci vardý, çoðu varlýklý ailelerin çocuklarý, güzel þýk evlerden ve çevrelerden geliyorlar. Ben ise onlara göre fakir ve açým ama onlardan çok daha hýrslý ve atýlganým. Bu yüzden de öðrenmeye çok daha alçak gönüllü olarak yaklaþýyorum. Artýk Alain'in korumasý altýnda idim. Bana çok imkan saðladý ve arkamdan ileri itti. Bir gün geldi beni kolumdan tutup hoca olarak derse soktu. Bu doðaçlamaya yönelik bir kulak eðitimi dersi idi ve ben bu vesile ile ilk paniðimi de yaþadým. Bir yandan da tromboncu Michel Zwerin ile çalýþtým. Ornette Coleman, Carla Bley, Charles Mingus çalardýk. 1979 da bir yarýþmaya katýldýk. Concours de la Defence. Zýmba gibiyiz, çok iyi çaldýk ve birincilik çantada keklik. Son anda bir yarýþmacý daha var, dediler. Bir adam kucaðýnda taþýdýðý çocuðu sahneye getirdi. Oðlan on beþ yaþýnda idi ve bu ilk yarýþmasýydý. O bir çaldý, hepimiz apýþtýk kaldýk. Oðlan bizim ötemizde bambaþka bir düzeyde. Sonra ona özel bir ödül verdiler ve bizi gene birinci yaptýlar. O çocuðun adý " Yoksa Michel Petrucianni miydi, diye atýldým. Can "evet" deyince bir anda gözlerim yaþardý ve aðlamaya baþladým. Can þaþýrmýþtý. Ben Cazname I- Tunçel Gülsoy 43 Michel'i dinleyen bir jazz sever olarak anýlarýmý, dinlediðim albümlerini, Ýstanbul konserini, onun hakkýnda yazdýðým yazýlarý anlattým. Bu sefer Can beni dinleyerek destek verdi. Ýyi bir jazz adamý olarak hemen desteðe geçmiþti ve beni toparladý. Duygu yoðunlum geçince devam ettik. "Alain beni çok ilginç çevrelere soktu. Bir klüpteki house band'in ritm seksiyonunda çalarken çok önemli adamlar ile beraber çaldým. Sýk sýk yabancý solistler gelir biz de onlara eþlik ederdik. Barney Kassel ile çaldým. Chris Wood normalde bir gecede üç set çalardý. Bir gece bana son setinde bir davul solosu verdi, madden ve manen bitinceye kadar soloyu yaptým ve set bitti. Tam davulumu toparlarken bana "Dur Can, nereye gidiyorsun?" demez mi. Dördüncü sette beni spetula ile kazýdýlar. Otele dönünce odasýna gittim, öyle sýrt üstü yatýyor. "Gel" dedi. "Bu bir maraton koþusudur, bu akþam bir þey öðrendin." Sonra sýrtýný döndü ve uyudu. Solisitin arkasýnda çalarken ne olacaðý belli olmaz. Daima bir rezervin olacak. O gece çok önemli bir þey öðrenmiþtim: Ýnsanýn her zaman bir rezervi olmalý." Gün gelir Paris okul yýllarý da biter ve oturma iznini uzatamaz. Ünlü davulcu Daniel Humair ona tek yön bir bilet alarak Amerika'ya gitmesine yardýmcý olur. Hamisi Alain bu karara çok üzülür ama yapabileceði bir þey yoktur. Sekiz yýl yaþadýðý Fransa'dan bir gecede ayrýlýr. Bu ülkeye bir daha ancak on yýl sonra dönecektir. "Amerika'ya geliþimin ikinci gününde Ali Perret ile tanýþtým ve beraberce çalmaya baþladýk. Amerika Fransa'dan çok farklý idi, kimse beni rahatsýz etmedi. Etnik kökenin önemli deðil. Ben Amerika'da jazz kompozisyonu okudum. Bir gün fark ettim ki doða denen bir þey var. Sanat doðanýn içerisinde bir halka, müzik sanatýn içerisinde bir baþka halka ve jazz da müziðin içerisinde bir halka. Davulda jazz'ýn içerisinde bir halka. Bir gün geldi her þeyi yukarýdan görebilir bir hale geldim ve bir doygunluk noktasýna ulaþtým. Bir "change", deðiþiklik aradým. Konserler artýk bana bir deðiþiklik gibi gelmedi, onlarý birer teknik olay gibi görmeye baþladým. Teknik ise Cazname I- Tunçel Gülsoy 44 geldiðim yerde beni etkilememeye baþladý. Ýnsan gençken teknik onu etkileyebiliyor. Ama yaþýn ilerleyince þunun farkýna varýyorsun: Söylediðin þeylerin tapusu sende deðilse inandýrýcý olamýyorsun. Sende ise karþýndakini ikna edebiliyorsun. Müzik beni tatmin etmeyince halkalarýmý geniþletmeye karar verdim. Bugün geldiðim yerde ilham almak için müziðe ihtiyacým yok. Hatta sound check'e bile gitmek istemiyorum. Yýllardýr müziðin içindeyim, çalýyorum, eðitiyorum, konuþuyorum. Beynimde bir yorgunluk var. Belki analiz edemediðim bir yeni müzik beni "charge" edebilir, yeniden dolarým. Ben de milyonlarca insan gibi evime gidip müzik dinlemek ve keyif duymak istiyorum. Ama yeni bir þey olsun. Referansýný ve jargonunu bilmediðim yeni bir þey." Bu þekilde yýllar geçer. Ama yurt dýþýnda geçirilen uzun yýllarýn bir de beklenmeyen bir duygusal faturasý birikmektedir. Bunu Can þöyle ifade eder: "Amerika'da, "ya çal, ya öl" havasý hakimdir. Ýnsanlar ertesi gün ölüp gidecekmiþ gibi çalýyorlar. Her þeyde bir aciliyet, bir telaþ var. Bir de korkunç bir rekabet var, insan iliþkileri çok berbat, yaþamdan zevk alamýyorsun. Amerika'da iken gettolarda yaþadým. Doðadan nimetlenemedim, denizin topraðýn kokusunu özledim. Hani belki toprak çekti. Tavuðun dibinden çýkan yumurtayý özledim. Amerika'dan döndüm, kendime kendi kafama göre bir ev kurdum, her þeyini kendi yapmaya alýþmýþ biri olarak evimi de kendim kendim inþa ettim. Önce Finli bir ustabaþý buldum, daha sonra yedi Zileli iþçi bana yardým etti. Bir yýlda bitirdik. Bugün bahçemde domates yetiþtiriyorum. Nedendir bilmem buranýn domatesi bir baþka güzel kokuyor. Depremin ertesi günü moralim bozuktu, kendi tavuðumun yumurtalarýndan bir menemen yaptým yedim, moralim düzeldi. Burada yepyeni bir hayat kurdum. Bir iki ufak tefek þey beni buralara döndürdü." Can'ýn jazz konusundaki düþüncelerini soruyorum. Sözlerindeki kýzgýnlýk var. "Jazz'da yeni bir nesil var. Bunlara genç Türkler de diyorlar. Baþlarýný Wynton Marsalis çekiyor. Bunlar jazz'ýn 60'lý yýllarýndan Cazname I- Tunçel Gülsoy 45 sonrasý ile ilgilenmiyorlar. Çoðu virtuoz olan bu gençlere plak þirketlerinin ciddi bir desteði de var. Otuz yýl öncesinin müziði daha içgüdüsel, spontane keþfedilmiþ bir müzikti. Tabi bu yüzden biraz da çapaklý ve saf olamayan bir müzikti bu. Ama bu günün gençleri o yýllarýn müziðini bu gün yeniden analiz ederek ve temiz olarak çalýyorlar. Ama tapu kendilerinde deðil ve ortaya steril ve heyecan vermeyen bir müzik çýkýyor. Bu hareketin amacý bir toplanýp, durma, toparlanma ve jazz'ýn geçmiþine sahip çýkma. Repertuarlarý koruma. Ama tüm bunlar jazz'ýn önünde bir ikilem oluþturuyor. Bir görüþe göre jazz hep yaratýcý olmak ve ileriye yönelik olarak yapýlmamýþý keþfetmek zorunda. Þimdi hangi görüþ doðru bilemem, bu beni aþan bir soru. Bizden önceki nesil Herbie Hancock, Wayne Shorter, McCoy Tyner, Chick Corea eðer kariyerlerinin en verimli devirlerinde yaratýcýlýklarýný zorlasalardý bugünkü neo klasik harekete gerek olmayacaktý. Bunlarýn hepsi 1970'li yýllarda öncelikleri böyle olduðu için alanlarýný baþka yönlere kaydýrdýlar. Miles (Davis) onlarý bir yere getirdi ve koydu. Onlar ise Miles'tan aldýklarý çekleri bozdurmak için baþka baþka yönlere daðýldýlar. Wayne Shorter önemli bir kompozitör olarak bir yere vardý. Keith Jarrett bir istisnadýr o hep kendini baþka bir yere koydu. Diðerleri için ise önce fusion sonra da confusion (karmaþa) baþladý. Bir gün geldi herkes "jazz elden gidiyor" diye baðýrmaya baþladý ve iþte o zaman jazz'ýn eskisine dönen Wynton Marsalis ve genç aslanlar ortaya çýktý. Herbie Hancock ve Chick Corea'yý affetmiyorum, onlar yüzünden jazz'da otuz yýllýk bir duraklama ve bu duraklamaya karþý aðýr bir tepki oldu." Ancak Can Kozlu'nun jazz hakkýnda öðrendikleri sadece Amerika ile sýnýrlý deðil, bir baþka ilgi alaný olan etnomüzikoloji ona jazz'ýn bambaþka bir boyutu hakkýnda ipuçlarý veriyor. "Etnomüzikolog yönüm var. Amatörce baþladý, uzadý gitti. Dünyadaki bazý stilleri öðrendim. Batý Afrika, Hint, Güney Hindistan, bunlar çok önemli müzikal zenginlikler. Hepsinin ortak bir özelliði de var. Etnik müzik son derece tutucu ve dýþa kapalý. Mesela en haþin olanlar Kübalýlar; hiç kimseyi içlerine almazlar. Ama ben alçakgönüllülükle onlara yanaþtým ve diyalektlerini öðrendim. Jazz'a bulaþmýþ olmak önce bende bir zorluk yarattý ama öðrenme sürecine Cazname I- Tunçel Gülsoy 46 bir önyargý ve tavýrla giremezsin. Etnik müzikleri öðrenmenin hem zanaatýna hem sanatýna faydasý olur, dünyayý daha iyi anlar kendini daha iyi ifade edersin. En moderninden en gerisine kadar tüm çaðlar boyunca yaþamýþ toplumlarda bir davul kültürü var. Bu yüzden de davulcular tüm dünya kültürlerine diðer müzisyenlerden daha açýktýrlar. Her gittikleri yerde ortak bir dil ve anlayýþ bulurlar. Bir Yehudi Menuhin çingene kemanýna ilgi duyabilir ama davulda bu yaklaþým ve kaynaþma çok daha kolaydýr. Þu anki aklýmla yeniden davul çalmayý öðrensem Batý Afrika'ya giderek iþe baþlardým. Etnik müzikte insanlýðýn öðrenmesi gereken birçok þey keþfettim. Bunlardan en önemlisi müziðin cemaat boyutu. Tek baþýna anlamsýz olsan bile bir bütünün küçük bir parçasý olabilirsin. Tek baþýna çaldýðýn zaman anlamsýz olabilir ama hep beraber çalarken anlam kazanýr bireylerin tek tek toplamýndan daha büyük bir bütünün parçasý olabilirsin. Kibir Afrika kültüründe hiç bir þekilde kabul edilebilir bir þey deðildir, asla cemaatý küçümseyemezsin. Bunu anlayamayan da jazz'ý anlayamaz. Bu jazz'ýn da olmazsa olmaz bir koþulu. Az þey ile çok þey söyleyebiliyorsun. Jazz'ýn bir tarifi varsa o da ekip çalýþmasýdýr. Ýfade yeteneði de bir baþka boyutudur. Az þey ile çok þey söylemeyi öðreniyorsun. Batý kültüründe davulun yeri orkestranýn en arka tarafýndadýr. Ama bir Afrika davulunda sekiz-dokuz týný vardýr. Davulcu bunlarý deðiþik sýralarda çalarak çok fazla þey ifade edebilir. Teknik ve virtuozite yok. Sadece ortak bir dil ve ifade gücü var. Virtuozite bireyselliði ve solistliði getiriyor. Solistlik ise yalnýzlýktýr. Zenci bireyselliði ne zaman öðreniyor, kölelik kalktýktan sonra. Afrika'dan geldikten iki yüz elli yýl sonra yalnýzlýðý ve bireyselliði tanýyor, blues söylemeye baþlýyor, zenci bireyselliði ortaya çýkýyor. Jazz uç bir cemaat anlayýþý ile uç bireyselliðin tek potada eritildiði baþka bir sanat dalý. Böyle bir baþka sanat dalý yok. Bireysellik olmasýna raðmen hep çalarken baþkalarýnýn açýðýný kapatýyorsun, birisini heyecanlandýrýyorsun, eþlik ediyorsun, kýskanýyorsun, seviniyorsun, solo yapýyorsun. Ýþte bu yüzden ben jazz'ý seviyorum ve yapýyorum. Bu benim için bir oyun. Çok entellektüel olursan bu oyunu oynayamazsýn, müzik yapamazsýn, ayný sahneyi paylaþamazsýn. Cazname I- Tunçel Gülsoy 47 Mesela Fransýzlar oynayamýyorlar, biraz içgüdüsel ve çocukça olamak lazým. Jazz'da kimi beðendiðime girmek istemiyorum. Sana tesir eden kiþiler baþkalarýnýn tanýdýðý ünlü kiþiler olmayabilir. Benim en büyük hocalarým beraber çaldýðým müzisyenler. Ben davul çalmayý davul çalmayan müzisyenlerden öðrendim. Tüm geçmiþimde beraber çaldýðým insanlarýn bu gün geldiðim yer ve anlayýþta etkisi vardýr. Ýnsan çaldýðý ve dinlediði herþeyin bir toplamý oluyor. Bu açýdan baktýðýnýzda çoðu jazz müzisyeninde bir Charlie Parker var; adam bir lisaný getirmiþ. Jazz kavramý öyle bir yere geldi ki içi boþaldý. Her þey iþin içine girdi. "Jazz eþittir doðaçlama" da deðil. Baþka müziklerde de doðaçlama var. Bireysellik ve cemaat anlayýþý iç içe. Jazz bence en demokratik müzik. Kendi sýnýrlarýnýn bittiði yerde baþkasýnýn sýnýrlarý baþlýyor. Ama doðru sýnýrý çekmezsen de cemaat seni kabul etmeyerek dýþlýyor." Okay Temiz'in benzer duygularý taþýdýðýný söylüyorum. Birbirlerini çok iyi tanýyorlar ama ortak bir çalýþma yapabileceklerini belki þimdi fark edebilirler. Cemaat denince aklýmýza içinde yaþadýðýmýz ve toplum dediðimiz cemaat geliyor. Cemiyet hayatý açýsýndan Can Kozlu'yu merak ediyorum. 1991'de arkadaþ çevresinden bir finans uzmaný haným ile evlendiðini eþlerin ayrý mesleklerde olarak birbirlerini tamamlamalarýný çok doðru bulduðunu öðreniyorum. Altý buçuk yaþýnda bir oðlu ve dört yaþýnda bir kýzý var. Çocuk yetiþtirmeyi dünyanýn en romantik olmayan þeyi olarak görmesine raðmen çocuklarýna çok düþkün olduðunu hissediyorum. Geç evlenmiþ olmasýna raðmen eþinin kýymetini bildiðini vurguluyor. Sonra bugün geldiði noktanýn ilerisini irdeliyoruz. "Türkiye'nin gündemi çok yapay. Burada herkes kendi konusunun dýþýnda konuþuyor. Gün oluyor gençleri özellikle öðrencilerimi görüp umutlanýyorum, gün oluyor ülke idaresini görüp üzülüyorum. Belli bir yaþa ve yere gelince çevrendeki insanlar seni bir yerlere getirmek istiyorlar. Ýnsanlarý çok erken emekliliðe ayýrýyorlar burada. Tedirgin oluyorsun. Hoca olmak güzel ama gençlerden öðrenilecek þeyler var. Cazname I- Tunçel Gülsoy 48 Benim yaþýmdakiler çoðu zaman gençlere kapalý olabiliyorlar. "Aðabey bilir" dokunulmazlýðý oluyor. Bu noktaya gelen insanlar astýðý astýk kestiði kestik insanlar oluyorlar. Arkalarý ile baðlarý kopuyor, halbuki öðrenmenin sonu yok. Bugün kýrk altý yaþýndayým. Daha yapmayý düþündüðüm þeyler var. Ýlk olarak bir albüm meselesi var, insanlar albümü olmayan bir müzisyeni yadýrgýyorlar. Müziðin dýþýnda da hayallerim var. Bilgi Üniversitesi'ndeki öðretmenliðim, çiftlik evime sera yapmak, çocuklarýmý istediðim gibi büyütmek. Sonra deniz hasretim var. Üç yýldan beri bir yelken grubum var. Denize çýkýyoruz. Yelkencilik ve gemicilk öðreniyorum. Biz ailece bir þeye merak sardýk mý onu esaslý bir þekilde inceleriz. Uzun deniz yolculuklarýnda okuyarak deniz bilgilerimi arttýrýyorum. Deniz ve gemicilik çok kapsamlý bir konu. Yelken, navigasyon, meterloji, dizel motor, binbir çeþit þey. Zaten derler ki hayatýnýn sonuna kadar uðraþsan da iyi bir denizci olamazsýn. Denizde geçirilen üç gün karadaki üç haftaya tekabül eder. Aðabeyim ile birlikte tekne yapýyoruz. Boyumun ölçüsünü alayým istiyorum. Oðlum da benim gibi denize ilgi duyuyor, geçenlerde dümen tutarak bizi marinaya soktu." Bu noktada konuþmamýzýn baþýndaki baba-oðul eðitiminde denizin rolü konusuna tekrar deðiniyoruz Tabii hoca kimliði aðýr basýyor ve jazz yolculuðuna çýkan gençler için verebileceði öðütleri soruyorum. "Türk insaný az yetenekli deðil ama jazz'a soyunacak kiþilerin bilmesinde yarar var. Bu uzun ince bir yol ve çok zorluklarla dolu. Nefeslerinizi ona göre ayarlamanýz lazým. Türkler çalmak istedikleri jazz'ýn sentaks ve lehçesini yeterince bilmiyorlar. Sadece nota okuyarak çalýnan müziði anlamak ve çalmak mümkün deðil. Mesela bir davulcuyu anlamak için mutlaka beraber çaldýðý solisti bilmek lazým. Elvin Jones'ý tanýmak için John Coltrane'i, Max Roach'ý tanýmak için Charlie Parker'ý, Jack de Johnette'i anlamak için Keith Jarrett'i bilmen gerekir. Max Roach'u dinlemeden anlayamazsýn, sadece notalarý görerek olmaz, aksan yanlýþ olur. Türkiye'de insan yirmi beþ yaþýnda iki CD yapmamýþ, on festivale katýlmamýþsa kendisini "kaybetmiþ" bir insan olarak hissedebiliyor. Bu Cazname I- Tunçel Gülsoy 49 iþin ustasý olabilmak oldukça uzun zaman alabiliyor. Müziði uzun dönemde para, ün, statü gibi farklý nedenlerle yapabilirsin ama mutlaka yaþamýnýn bir bölümünde müziði müzik için yapmak zorundasýn yoksa belirli bir seviyeye gelemezsin. Müzik öyle bir ortam ki uzun zaman herkesi aldatamazsýn, söylediklerinin tapusu sende deðilse ve boþluklarýn varsa bu mesleði yürütemiyorsun. Sahnede çaldýðýn zaman aslýnda bir striptiz gibi, her þeyin ortaya çýkýyor, görülüyor. Aldatmaca mümkün deðil. Bu sanat vasatý da kaldýrmýyor. Çok iyi ol, çok kötü ol, ama bence en korkuncu vasat olmak. Çok iyi ol, çok kötü ol ama sakýn vasat olma. Olayýn bir baþka yönü de disiplinli ve çalýþkan olmak. Hayatýnýn bir döneminde enstrümanýnla baþ baþa bir inzivaya çekilmen lazým. Hepimiz gerçeði hep dýþarýda arýyoruz, biraz da içimize bakmamýz lazým. Böylesi bir inziva insaný depresyona da itebilir ama içerisinden çýkabilirsen çok daha özgüvenli, inandýrýcý ve bütün bir sanatçý olabiliyorsun. Ýnsanýn kendini aramasý ve bulmasý en zoru. Ben bunu Amerika'da yaþýyarak öðrendim. Çal, seni çal, yüreðini çal, referans yok, kendin ol. Bu bizim kültürümüze yabancý bir þey, aðýr bir þey. Ýnsanlarýmýz korkarlar. Amerika'da söylenen bir söz vardýr: "Jesus said pray, Parker said play." Türkçesi kafiyeyi kaybediyor ama þöyle denebilir: Ýsa "dua et" dedi, Parker "çal" dedi. Duygusal referanslarýný yok et, emniyet aðlarýný at, çalmanýn hakkýn olduðunu bil." Andre Gide Oscar Wilde'ýn De Profundis adlý kitabýna yazdýðý önsözde yazarý þöyle anlatýr: "Ýnsaný eserinin arkasýna gizlemeye çalýþmak yerine þimdi yapmaya çalýþacaðým gibi önce insanýn eþsizliðini göstermek gerekirdi, sonra da eser aydýnlanýrdý zaten. Yunan filozoflarý gibi Wilde de bilgeliðini yazýya dökmez, konuþmasýyla ve hayatýyla aktarýrdý; bilgeliðini tedbirsizce insanlarýn uçucu belleðine emanet ederdi, suyun üzerine yazar gibi. Hayat hikayesini onu daha uzun süre tanýmýþ olanlar yazsýn; onu can kulaðý ile dinlemiþ olanlardan biri, burada sadece bazý kiþisel anýlarýný anlatacak." Cazname I- Tunçel Gülsoy 50 Ben bir gün Can Kozlu'yu yakýndan dinlemek fýrsatýný buldum, can kulaðý ile dinledim. Onu yýlýn jazz davulcusu seçen bir çok dergi okuyucumuz gibi ben de yaþadýðý þeyleri kendi özgün albümünde bizlere kalýcý olarak býrakmasýný istiyorum. Ama onu tanýdýkça aslýnda en büyük eserinin kendi yaþamý olduðunu farkettim. Tüm sert ve soðuk görünüþünün ardýnda sýmsýcak ve hayatýn zor yollarýnda olgunlaþmýþ bir ruh buldum. Onun hayat hikayesinin günün birinde yazýlacaðýna da eminim. Ama bunu onu uzun süre tanýmýþ olanlar yapacak. Ben sadece onunla geçirdiðim kiþisel bir öðleden sonrayý sizlere aktardým. Sevgili Can umarým ülkende domatesin kokusu her zaman sana güzel gelir. 51 "A" DAN "Z" YE BÝR YOLCULUK Ýki kiþi doðaçlama çalarsa neler olabileceðini biliyorum, çok güzel örneklerini duydum. Peki iki kiþi doðaçlama konuþursa ne olur? Hadi hayal edelim: Þu misafir geldiðim ev bir stüdyo olsun ve ev sahiplerim de doðaçlama konuþan iki dost. Kayýt baþlýyor. "Þöyle de: Nefesli çalar ama burnu hep týkalýdýr." "Benim içinde þunu diyebilirsin: Böreði hep eli ile yer ve yaðlý elleri ile bas çalar." Ev sahiplerimiz ilk temalarýný sundular. Misafir, evdeki hi-fi aletlerine takýlmýþtýr ve bundan ilham alan birinci ev sahibi ilk yolculuðuna çýkar. "Hi-Fi ile platonik olarak ilgileniyorum, ekonomik olarak kiþisel spektrumumun dýþýnda. 28 yaþýndayým ve 26 yaþýnda evlendim. Baþlangýçta sadece bir gaz bulutu vardý; yoksa gerçekten var mýydý? Hayýr, hayýr, galiba önce düþünce vardý. Klarinet de çalmaya çalýþýyorum, konservatuarda klasik müzik eðitimi görmedim. Ýç mimarlýk eðitimi gördüm. Büyük laflar edip sonradan altýndan kalkamamak istemiyorum." Misafir bu ilk doðaçlamadan biraz þaþkýndýr, ama ikinci yolculuk baþlar. "32 yaþýndayým ama ruhen kaç yaþýndayým bilmiyorum. Müziðe üst katýmýzda oturan iki kýzkardeþ yüzünden baþladým. Onlar melodika çalardý. Ben de onlarýn melodikalarýný alýp popüler müzikler çalardým. Kýzlar derdimi çok çabuk anladýlar. Teyzem bana ilk melodikamý aldý. Önce benden yedi yaþ büyük olan ablaya aþýktým, sonra bir gün rüyamda küçük kýzý gördüm ve ona aþýk olarak uyandým. Ýlkokulda Cazname I- Tunçel Gülsoy 52 müzik yeteneðim keþfedildi, koroya girdim, tek melodikacý bendim, herkes mandolinci idi, mandolini çok sýkýcý bulurdum, ilk müzik dönemim böyle bitti. ... Önce gaz bulutu vardý." Misafir þoke olmuþtur, iþin içine bir aþk öyküsü de girmiþtir, gaz bulutunu düþünmeye baþlar, yoksa önce düþünce mi vardý derken birinci konuþmacý ikinci yolculuða çýkar. "Ben önce resim yaptým. Lisede progressive rock grubunda synthesiser çalardým. Ama bu sesi çok sýkýcý buldum. Sonra blues dinlerken piyano çaldým. Piyano plaja gidemeyecek kadar aðýrdý. Hafif olarak gitar vardý ama herkes plaja gitar götürüyordu. Ben en çok klarinet seviyordum ve klasik müzik olarak da dinlemiþtim. Bir dükkana girdim ve: "Klarinet almak istiyorum, en ucuzundan" dedim. Adam: "Si bemol deðil mi?" dedi. Sol elinin üç parmaðýný basýnca do çýkar ama aslýnda si bemoldür. Bu bana hayatta her þeyin göreceli olduðunu keþfettirdi. Yirmi yaþýnda idim, klarinet çalmayý kendi kendime öðrendim. Ben dinleyerek öðrenenleri severim, hiç ders almadým, kurcalayarak öðrendim." Ve bir anda ucuna gelinen izafiyet teorisi Ama ev sahipleri hiç ara vermezler. "On sekiz yaþýma kadar baþka bir þey çalmadým. Koroya takýldým. Ýzmir Bornova Anadolu Lisesi'ni bitirdim. Sonra gitara baþladým. Ýyi müzik dinliyor kötü gitar çalýyordum. John McLaughlin'i tanýyordum. Önce rock sonra blues, funk derken bir gün jazz'a geldim. Bu arada týp okuyordum, üniversitenin müzik klübünü kurdum, oyunculuk da yaptým. Bir gün okul bitti. 1991 yýlýnda doktor oldum. Ýngilizce bilmek kendi kendime müzik öðrenmek için çok yararlý oldu, Ýzmir'deki Amerikan Kütüphanesi'nden çok yararalandým. Gunther Schuller'in kitaplarýný, Down Beat dergilerini orada okudum, John Cage'i tanýdým." "Klarinete baþlamadan önce piyano ve blok flüt çalýyordum. Piyanoda bildiklerimi klarinete aktardým. Kitaplardan ve ustalardan öðrendim. Gerekli zaman ve enerjiyi ayýrýrsan karþýlýðýný veriyo. Bir yere kadar!" Cazname I- Tunçel Gülsoy Gülme 53 sesleri duyulur, herkes gülmektedir, misafir tüm dinlediklerinden þaþkýndýr, izin ister ve tuvalete gider, elini yýkarken kendisinin yazýlarýnýn olduðu dergiyi görür: JAZZ. Sevgili dergisi evin bu en mahrem köþesinden ona bakmaktadýr. Kararýný verir, jazz insanlarýn en önemli ve mahrem özgürluklerinden biridir. Ýþittiði doðaçlama onu da kendi doðrularýný sorgulamaya itmiþtir. Sound of Music filminde bir sahne vardýr. Tüm rahibeler manastýrýn haþarý kýzý Maria'dan þikayet eden bir þarkýyý söylemektedirler. Herkes Maria'nýn bir yönüne deðinir. Son bir rahibeye sýra gelmiþtir, o önce bir þey söyleyemez, sonra gülmeye baþlar ve þarkýnýn özü olan cümleyi söyler: Maria beni güldürüyor. Bu iki genç adam da hem beni hem bizi dinleyen eþlerini güldürüyorlar. Tabii kendilerinin de güldüðünü söylemeye gerek yok. "Müziðin bin çeþit çeþidi ve yönü var. Doðaçlama yapmak benim için çok önemli ve ilgim de bu yönde geliþti. Ýkimiz de ayrý ayrý çalýþýyoruz. Beraber bir funk grubunda çalmýþtýk. Geçmiþte beraber yapmýþ olduðumuz ilk albüm Hindistan'da yayýnlandý; adý "Golden Days". Afrika müziði, elektronik müzik, Barok müzik, hip hop, her þeyi biraz kullanýyoruz. Ne iþ yapýyorsun, diye sorulsa: "Ben müzisyenim." derim veya "Doðaçlama da çalabilen bir müzisyenim." derim. Jazz bir duygudur, anlatýlmaz yaþanýr. Ben müziðimi katogerize etmek istemiyorum ama ille de tanýmlamak gerekirse, jazz diyorum." "Sesler ve onlarýn zaman içerisinde düzenleniþi vardýr. Bazýsý iyi olur bazýsý kötü. Veya diyelim ki bazý düzenleniþler insanýn ruhuna hitap ederler. Doktorluk yapmadým, Kaþ'a gittim ve inzivaya çekildim. Bir ara Hindistan'a gittim. Askerliðimi doktor olarak Isparta'da yaptim ve tekrar Hindistan'a döndüm. Bir yýl önce tekrar Ýstanbul'a döndüm, bir müzisyen olarak hayatýmý býçak sýrtýnda kazanýyorum." "Resim ile ciddi olarak ilgilendim ama sadece müzisyen olarak çalýþtým. resim tek baþýna yapýlýyor ve onu yapmak için gereken Cazname I- Tunçel Gülsoy 54 zaman uzun veya kýsa olabiliyor. Resim plastik bir obje, madde olarak kalan bir þey, sonradan birileri ona bakabiliyor. Resimin tek baþýna yapýlabilmesi bir noktadan sonra onu müzikten farklý kýlýyor. Doðaçlama müzik özellikle de baþkalarý ile yapýlýrsa yüksek bir enerji ortaya çýkarýyor. O an yapýlýyor ve o an dinleyenlere kalýyor. Müziðin baþkalarý ile yapýlabilmesini ve plastik bir obje olarak kalmamasýný seviyorum. Evet CD kalýr denebilir ama o bile farklý. Bir resme bakma süresi göreceli bir þey, müzikte ise belli bir dinleme süresi var, tabii müziðin de kiþi üzerindeki etkisi göreceli olarak farklý olabilir. Müzik ciddi olarak zamaný kullanýyor, bir zaman referansý var." "Müzik belki de insanlarýn yaþarken yapabildiði en iyi þey veya þeylerden biri. Müzik ilginç bir þey, hiçbir zaman sýfýr noktasýndan fazla uzaklaþmýyorsun, hep karþýnda bir sonsuzluk var. Bu da insaný ister istemez alçakgönüllü olmaya zorluyor. Müziðin öðrettiði en önemli þey bu alçakgönüllülük. Çalarken her þey olduðunuzu hissedebiliyorsunuz ve karþýnizdakine aktarabiliyorsunuz. Ama öte yandan sonsuzluðun karþýsýnda çok ufak olduðunuzu hissediyorsunuz. Müzik baðýmsýz bir þey, müzisyenden baðýmsýz. Biz ikimiz de müziðin insaný veya müzisyeni çaldýðýný düþünüyoruz." "Bugün tüm sanat tarihi boyunca yapýlan müziðe insanlýk olarak sahibiz. Enstrüman müziðin tamamýna sahip, çalan kiþi ise enstrümanýn sahip olduðunun ancak bir kýsmýný ortaya çýkartabilir." Dikkatle ev sahiplerimi dinliyorum, kelimeleri týpký notalar gibi kullanarak inanýlmaz sololar yapýyorlar. Ama jazz ayrýlýk kadar bütünlüktür de. Ýþte þimdi artýk "ensemble" konuþmaya baþladýlar. Ortak bir temaya varýyoruz, bu onlarýn en son albümleri, adý "A Z" iki harf arasýnda ciddi bir mesafe var, AZ diye okunmuyor ama iki harf arasýnda tire de yok, bir çok anlamý ayný anda yüklenmiþ bir isim bu. "A Z birlikte yaptýðýmýz bir çalýþma. Bu albüm bizim için birçok farklý þeylerin harmaný; özellikle böyle olmasýný istedik. Birçok deðiþik yönümüzün harmaný deðil. Biz yönümüzün içindeki çeþitlilikten harman yapmak istedik. Funk yok, Bizans müziði yok, elektronik yok. Stüdyoya girdik, ayarlar yapýldý, kapýlar kapandý, konsantre olduk ve çaldýk. Hiçbir üst üste kayýt yok. Aslýnda çalarken konuþuyoruz. Cazname I- Tunçel Gülsoy 55 Müzik o anda oluyor. Aný yakalýyoruz ve her þey bitiyor sadece müzik kalýyor. Albümdeki çalýþmalar teknik olarak üç gruba ayrýlýyor. Bir kýsmý tamamen yazýlý, hiçbir doðaçlama yok. Bazýlarý tamamen doðaçlama, hiç nota yok, stüdyoya girdik ve çaldýk. Parçalarýn bir kýsmý da hem yazýlý notaya hem de doðaçlamaya dayalý. Daha önce belirlenmiþ bir melodik ve ritmik formlarý var. Albümümüzün samimi olmasýný istedik, karmaþýk olma amacý olmadý. Bir insan kendisi gibi olmayý seçemez, çesitli þeylerden öyle olur. Bu müzik de bizim kendi içinden geçtiðimiz þeylerden doðdu. Týpký bir doðum sancýsý gibi baþladý günahý ve sevabý ile doðdu. Artýk yaþýyor ama biz yenisine bakýyoruz, bu bitti. Ýnsan oðlu ne yaparsa sevilmek için yapýyor, kendini sevmek için, baþkalarýna sevdirmek için. Biz de bu albümde kendimizi sevdik ve insanlar bizi sevsinler istedik, insanlar sinir olsunlar istemedik. Doðaya baktýðýmýzda her þeyin erkeði renkli ve gösteriþli, sanatçýlarýn çoðunluðu da erkek. Kimbilir belki de erkeklerde sevgi ihtiyacý daha fazla oluyor." Ýþte bu anda Oðuz'un eþi Ýlknur'a bakýyorum, "Bu adamýn nesini sevdiniz diye soruyorum" cevap veriyor: "Bu dünyada böyle birinin var olabilmesini sevdim." Ayný duyguyu Çaðlayan'ýn eþi Selma baþý ile sessizce onaylýyor. Oðuz Büyükberber ve Çaðlayan Yýldýz ortak arkadaþlar vasýtasý ile Kaþ'ta tanýþtýlar. Çaðlayan o sýrada Kaþ'ta inzivaya çekilmiþti. Bir gün ekstra tabir edilen bir iþ buldu, Oðuz'u çaðýrdý. Oðuz Kaþ'a otobüs ile gitti. Otobüsten indikten sonra aðzýna bir lokma bile koymadan Çaðlayan'ýn iþi bulduðu yere gittiler ve çalmaya baþladýlar. Aðýzlarýndan pek fazla söz dökülmedi ama hemen konuþmaya baþladýlar. Zaman geçti, bir gün yaþadýklarýný baþkalarýna ile paylaþmak istediler. Uzun bir hikaye idi, A'dan baþladýlar ve bir CD'de Z' ye vardýlar. Yukardaki sözlerden hangisinin hangisine ait olduðunu merak mý ediyorsunuz. Bu artýk çok önemli deðil. Son bölümde söyledikleri sözler ise ayný anda yüreklerinden döküldü, ben canlý olarak dinledim. 56 CAZA MI CUZ, CUZA MI CAZ/ TÜRKÝYE'YE JAZZ'I SEVDÝREN ADAMIN ARDINDAN O birçok kiþiye jazz müziðini sevdirdi ama bunlar içersinde bir de þair vardý. Can Yücel bir gün kendisine jazz'ý sevdiren dostuna þiir ile sordu: "Caza mý cuz, cuza mý caz" Davulunu kimselere emanet etmez, kendisi taþýrdý, ama Can Yücel'i davulunun baþýna oturtmuþtu. Adam karþýsýndaki kýza sordu: "Bana babaný anlatýr mýsýn?" Kýzýn gözleri uzaklara daldý gitti. O kadar çok anlatabileceði þey vardý ki Bir yerden baþladýlar: "Babam dünyanýn en matrak adamý idi. Babam varken arkadaþ sýkýntým yoktu. Beraber çok eðlenirdik, çok keyif alýrdýk. Aramýzda baba kýz iliþkisi yoktu. Az görüþürdük ama bana komik þeyler anlatarak güldürürdü. Fýkra anlatmayý çok severdi. Amerika'dan sürekli yeni fýkra kitaplarý getirirdi. O zamanlar Çankaya'da otururduk. Babam Jusmat'ta çalýþýrdý. Ýngilizceyi çok iyi konuþurdu. Ama okulda öðrenmedi. Kafasýna takmýþ, kitaplardan kendi kendine öðrenmiþ. Herkesten uzak olsun diye mezarlýklara gider çalýþýrmýþ. Prensipleri vardý ve onlardan hiç ödün vermezdi. Bana karþý da katý olduðu þeyler vardý. Piyano dersi almam için tutturdu. Ben gitar istiyordum, o piyano aldý ama ben çalýþmayýnca kýzdý sattý. Gitar alsaydý belki de bugün çalýyor olacaktým. Konservatuara girmemi istemedi. O çevreyi hiç sevmiyordu. 16 mm'lik bir film makinasý vardý. Evde bize ve dostlarýna Türk filmleri seyrettirirdi. Ayrýca kapýya filmin özgün afiþini asar bir de gelecek programý gösterirdi. Ben de arada þakacýktan frigo satardým. Cazname I- Tunçel Gülsoy 57 Ýnsan haklarýna çok önem verirdi. Sigara içmeye baþladýðýmý ona ben kendim haber verdim. Bir gün beraber içki içerken bana sarý Pall Mall sigarasýndan ikram etti. Çok þaþýrmýþtým. Yanýmda sigara içmemen benim için saygý deðildir. Hadi yak, içki ile çok iyi gider, dedi. Bir gün film gösterirken bir sigara çýkardým, hemen çakmaðýný çýkartarak yaktý. Evdeki misafirlerden biri tepki gösterince ona dönerek: "Sen aramýzdaki saygý alýþveriþine karýþmazsýn, ben kýzýma saygý gösteririm." dedi." Kýz durdu, bir sigara içebilir miyim, diye sordu, adam baþý ile sessizce onayladý. Ýlk duman tüm sigaralarda en derin çekilenidir. Dumaný üfledi ve devam etti: "Hediye veriþi çok ince idi. Bir gün annem ve beni Erdek'teki yazlýk evimizden almýþ Ýstanbul'a getirmiþti. Ankara'daki evimize vardýðýmýzda içeri girmeden önce sigorta kutusunu açtý ve bir þeyler yaptý, sonra eve girdik. O an elektrikler gelmiþti, içeride gözlerimize inanamadýk, tüm ev baþtan aþaðý yenilenmiþti, yeni mobilya kumaþlarý, badana boya, birçok þey. Pikap yavaþça dönmeye baþladý, Blue Moon çalýyordu, annem ve babamýn aþk þarkýsý. Annem þok geçirdi, benim tüylerim ürperdi. O aný hala unutamam. Anneler gününde annemden baþka tüm teyze, hala ve yengelerime çiçek gönderirdi. Ankara'dan bile Ýstanbul'a çiçek gönderdiði olmuþtur. Sol hareketlerin yoðun olduðu yýllardý. Bir gün Ankara'daki evimize döndüm. Apartmanýn giriþine solcu göstericiler dolmuþtu. Bildiri daðýtýyorlardý. Bizim dairenin kapýsýný açtým bir de ne göreyim. Duvarda bir afiþ vardý ve üzerine bir çift çizme sanki havada duruyor gibi idi. Eyvah adamlar annemi babamý öldürdüler diye düþündüm, çok korkmuþtum. Sonra afiþe yaklaþtým, üzerinde bir þiir vardý ve her satýrýn baþ harflerini alt alta koyunca ismim yazýlýyordu. Çizmeler ise benim için alýnmýþ bir hediye idi ve babam onlarý afiþe seloteyp ile iliþtirmiþti." Adam þiiri merak etmiþti, kýz yanýtladý: Sensin/ En güzeli/ Bu hayatýn/ Leylak, zambak gül gibi/ Aþýðýz sana Cazname I- Tunçel Gülsoy 58 "Sebla uzun kirpikli güzel göz demekmiþ. Annem babamýn flört ettikleri devirde uzun kirpikli bir güzel kýz varmýþ ve adý Sebla imiþ. Ben doðunca bir isim piyangosu yapmýþlar. Annem, babam ve anneannem torbadan Sebla ismini çekmiþler." Adam onun babasýna hiç þiir yazýp yazmadýðýný sordu, kýzýn cevabý olumsuz idi ama adam o an babasýna ayný þekilde bir þiir yazmasýný istedi. Sonra kalkýp kýzýn babasýnýn tek yapmýþ olduðu albümün CD'sini koydu. Biraz sonra kýz ona bir þiir gösterdi: En güzeldin her zaman Rahat uyuyamýyorum þimdi Olsan hep yanýmda olsan Lanet olsun kadere, çok gereklisin þu an. "Çok papatya severim, papatya mevsimi gelince ilk papatyayý o bana alýrdý. Ben repertuarýna aldýðý parçalarýn sözlerini çýkarýrdým. "The Man I love" ikimizin de en sevdiði parça idi. Benim için þarkýdaki insan babamdý, onu severdim. O ise beni çocuðu olmamýn ötesinde bir sevgi ile severdi. Hakikaten ona benzerdim. Dinleyicilerinin en sevdikleri parçalarý aradan yýllar geçse bile hatýrlar onlarla tekrar karþýlaþtýðýnda çalardý. Çok geniþ ve sürekli geliþtirdiði bir repertuarý vardý. Evde 5000 Long Play'i olan bir insan düþünün, çok renkli bir insandý. 5000 LP' si hala duruyor. Bir radyo programý yapmak istiyorum. Adý "EP nin LP si" olacak. Deðiþikliðe meraklý idi, baþkalarýnýn yaptýðýný ötesinde þeyler yapmayý severdi. Ama ilk CD çalýcýlara karþý çok direndi. CD sesini çok yapay bulurdu. Hep pikabýn iðnesinin doðallýðýný aradý. Hayatýnýn iki önemli hobisi deniz ve jazz idi. Yeniköy'de Bilsak'ta çalýþýrken teknesi kýyýda baðlý dururdu. Kaç defa programýndan sonra gece balýða çýkmýþ, tuttuklarýmýzý piþirip yemiþizdir. Teknesi minicik idi, sanýrým sekiz metre falan. Adý jazz'dý. Minicik olmasýna raðmen her türlü konforu vardý. Her þey çok ayrýntýlý olarak düþünülmüþtü. Bardaklýklar, ufak bir gaz tüpü, daha bir çok güzel ayrýntý Cazname I- Tunçel Gülsoy 59 Müzik onun hayatý idi ve onsuz yapamazdý. Anneme: "Senin bir tane kuman var, o da jazz" derdi. Her yerde jazz dinlerdi. Tuvaletimizde bile jazz dinlediði bir hoperlör tesisatý vardý. Kulaðýný deldirip üzerinde jazz yazýlý bir küpe takmýþtý." Bir kahve daha alýr mýsýnýz; veya bir likör? Kýz portakal likörünü onayladý, ilk kadehi içerken tekrar artýk yaþamayan insan ile ilgili anýlarýna döndü. "Ýçkiyi çok severdi. Bir yere gittiðimizde içkisi bitmezse bardaðý yanýna alýr cebine koyar sonra arabasýný sürerken oradan içerdi. Bana hep "içki ve kahveyi bardakta býrakma" derdi. Ýkisini de çok severdi. Gece eve geç geldiðinde bana acele acele konuþarak: "Suko, kahve yap." derdi. Suko dediði "Su koy" idi. Ýçki kültürü çok iyi idi, her türlü içkiyi severdi, önceleri çok viski severdi ama son dönemlerinde rakýya sarmýþtý. Evinde bir barmenin kullanabileceði tüm aletleri ve takýmlarý bulundururdu, bir de kokteyl tarifleri kitabý vardý." Peki yemek ile arasý nasýl, diye sordu adam; beklediði yanýtý aldý. "Boðazýna çok düþkündü, deniz mahsullerini çok severdi. Ayrýca çok güzel yemek de yapardý. Salatalarý ve börekleri enfes idi. Hep deðiþik yemekler severdi ve buzdolabýmýzda kurbaða bacaðý, pavurya, salyangoz gibi þeyler olurdu. Bir gün Süheyl aðabey geldi; "Aç mýsýn?" diye sordum, þaka olsun diye kurbaða bacaðý istedi, ben tutup getirince de çok þaþýrdý." CD deðiþti, bu sefer kýzýn sevdiði parça çalýyordu: The Man I Love. Bir sigara daha yaktý ve babasýný anlatmaya devam etti: "Jazz'a yedi yaþýnda evdeki pufun üzerinde davul çalarak baþlamýþ. Radyoda Voice of America dinlermiþ. Dedem çok sert karekterli bir asker idi. Onun davul çalmasýna karþý çýkarmýþ ama babam inatla davulcu olmuþ. Davul çalmayý kendi kendine öðrenmiþ, yani alaylý. Bir ara nota dersleri al dedik. "Davulun notasý mý olur, o bir duygudur." dedi ve karþý çýktý. Babannem ut çalardý. Dedemi uyutup beni sinemaya götürürdü. Cazname I- Tunçel Gülsoy 60 Dedem çok cimri bir adammýþ, sanýrým ona tepki olarak paraya ve maddiyata hiç önem vermezdi. Parasý zaten pek az oldu, olaný da bizlere harcadý. Çok gönlü zengin idi. Yedik içtik, davetler verdik, hoþ bir hayat yaþadýk. Çok sosyal bir yaþantýmýz vardý. Sefirler, sanatçýlar, hepsi çok renkli idi. Bir çok zengin insandan çok daha güzel yaþadýk. Tüm serveti plaklarý oldu. Her kýz çocuðu babasýný ideal erkek olarak görür ama benim babam gerçekten ideal bir erkekti. Çok çalýþýrdý, bazen gece yarýsý eve telefon eder bizleri toparlar eðlenmeye götürürdü. Feyman Klüp'e gider, sabahlara kadar eðlenirdik. Ben sabah bir duþ alýr okula giderdim. Ýnanmayacaksýnýz ama böyle gecelerden sonra girdiðim sýnavlarým da iyi geçerdi. Çok uykusuz geceleri olmuþtur. Ben uykusuz kalmasýna üzülürdüm. Böyle gecelerden birinde radyo programý yapýyordu, benim ýsrarýmla uyudu. Elindeki notlara baktým. Radyoda çalacaðý parçalarýn listesi yazýlý idi ama bir noktadan sonra garip bir cümle gördüm. "Sayýn Tanzanya baþbakaný ülkemizi ziyaret edecekler." Güldüm yorgunluktan konularý karýþtýrmýþ olmalý idi. Yeni bir plak alýnca hep beraber sabaha kadar onu dinlerdik. Bazen birbirimizle hiç konuþmadan sessiz sessiz aðlardýk. Eski eþimin ailesi beni istemeye geldiklerinde babam körkütük sarhoþ oldu. Gelenlere garip garip sözler etti. Herkes gittikten sonra beni göbeðine oturttu ve saatlerce karþýlýklý hüngür hüngür aðladýk. Nikahýmýn olduðu gün Ziya'da bir kokteyl verdik, herkes hüngür hüngür aðladý ve gitmemeye karar verdik." CD bitti, derin bir sessizlik oldu. O ana kadar hep daldan dala atlayarak konuþmuþlardý. Kýzýn aklýna bir þeyler takýldý ve tekrar konuþtu "Babam Türkiye'de jazz'ýn Atatürk'ü idi. Atatürk ileriyi gördü ve hep daha ileriye yürüdü. Babam da öyle. En yakýn arkadaþlarý bile onunla Türk jazzý olur mu diye dalga geçtiler. Melek gibi insandý. Herkese yardýmcý olur herkese bir þeyler öðretirdi. Her parçanýn deðiþik versiyonlarýný dinletirdi. Fatih Erkoç, Kudret Öztoprak, Tarýk Öcal, Tuna Ötenel, hepsi bizim evde kalmýþlardýr. Ýmer Demirer'i, Neþet Ruacan'ý Sevinç Tevs'i çok severdi. Ayten Alpman bir gün babam için þöyle dedi: Cazname I- Tunçel Gülsoy 61 "O gitti, jazz Türkiye'de bitti." O herkesi toparlardý, þimdi kimse kimse ile ilgilenmiyor. Jam sessionlar olurdu. Selçuk Sun, Süheyl Denizci, Tuna Ötenel, bu jam sessionlara katýlýrlardý. Birlik ve beraberliðe hep o ön ayak olurdu. Kerem Görsev ise þöyle dedi: "O bayraðý bize verdi, býraktýðý yerden biz yürüyoruz." Babam olmasa idi Türkiye belki de jazz'ý sevmezdi. Yabancý müzisyenleri çok iyi takip ederdi. Onlardan hatýrladýðým kadarý ile Chet Baker, Dave Brubeck, Art Farmer, Sarah Vaughan, Tommy Bennet, Miles Davis'i severdi. Big Band müziðine de düþkündü. Demir perde ülkelerinin jazz müziklerine düþkündü. Amerika'ya konferanslar vermek üzere davet edildiðinde Amerikalýlar onun jazz bilgisinin derinliðine þaþýrmýþlardý. Voice of America tarafýndan da çaðýrýlmýþtý ama gerçekleþmedi. 1993 yýlýnda Parliament Jazz Festivali sýrasýnda kalp krizi geçirdi. Hastanede yatarken bile aklý festivalde idi ve gidemediði için çok üzgündü. 1933 yýlýnýn 11 Haziraný'nda doðmuþ, bir baþka 11'li günde öldü, 11 Ocak 1994, 61 yaþýný göremedi. Babamýn ölümünden sonra her þey bana normal geliyor. Bir yaným eksildi. Depremden de korkmuyorum. Ama hayat devam ediyor. Annem var çocuðum var. Fakat jazz'a küstüm. Babam öldükten sonra Ýstanbul Festivali'ne gittim ama konserin yarýsýnda çýktým. Benim deðil onun orada olmasý gerektiðini düþündüm. Jazz Festivali'ne gitmekle ondan bir þeyler koparýyormuþum gibi hissettim." Adam tekrar likör þiþesine uzandý, kýz istemedi, gitmesi gerekiyordu. Ardýnda kaybetmiþ olduðu bir babasý vardý ama önünde de ertesi gün okula hazýrlamasý gereken bir çocuðu vardý. Adamýn kýzý tanýdýðý günden beri neredeyse bir yýl geçmiþti. Kýzýn babasýný anma gününde tanýþmýþlardý. Adam: "Onun hakkýnda baþka ne demek istersiniz?" diye sordu. "Bir jazz kitabý yazmak, bir de jazz okulu açmak istiyordu. Ocak ayýnda onu anmak için hoþ bir þeyler yapacaðýz. Bir okulun müzik bölümüne adýný vereceðiz. Önümüz ramazan, baþka bir anýsý aklýma geliyor, bir keresinde çalmadýðým bir bu davul kaldý diye sahurda davul çalmýþtý. Cazname I- Tunçel Gülsoy 62 Ciddi Türk sanat müziðini ve klasik müziði severdi. Ama diðerlerine tahammül edemezdi. Bir gün çaldýðý klüpteki müþteri ona dönüp "Neden Saçlarýn Beyaz Arkadaþ" demiþ. Adam parçanýn çalýnmasýný beklerken babam cevap vermiþ: "Yaþlýlýktan Arkadaþ." Babam dünyanýn en matrak adamý idi." Adam düþündü ve Can Yücel'in Erol Pekcan'a sorduðu soruya cevap verdi: Caza da cuz, cuza da caz, Erol Aðabey, seni asla unutmayacaðýz. 63 RUHUNU TROMPETE ÜFLEYEN ADAMIN ÝZÝNDE, ÝMER DEMÝRER "Bu nasýl ses hanýmefendi ?" Genç trompetçi Bodrum'da beraber çalýþacaðý jazz þarkýcýsý hanýma telefondaki ilk tanýþmalarýnda böyle hitap etmiþti. 1986 yýlýnýn bir yaz günü ilk defa bir araya geldiler. Genetik olarak kýzýn sesinin güzelliðinin þaþýlacak bir tarafý yoktu, hem annesi hem babasý þarkýcý idi ve Türk müzik dünyasý onlarý çok iyi tanýyordu. Ama genç trompetçi ilk defa bir vokalist ile çalýþacaktý ve o gün uzun uzun sahne düzeni hakkýnda konuþtular. O an fark etmediler ama artýk beraber yaþayacaklarý bir hayatýn düzenini de konuþmaya baþlamýþlardý. Bodrum'daki iþ bitti herkes evlerine döndü, fakat Ýstanbul'da da görüþmeye devam ettiler. Bir festival sýrasýnda yaþanan on gün ayrýlýk ise hayat beraberliðini getirdi. Ýmer Demirer Ýlham Gencer ve Ayten Alpman'ýn kýzlarý Ayþe Gencer ile evlendi. "Benim için her yeni gün Ayþe ile doðuyor. O þu sýralarda Hilton'da çalýþýyor. Beraber de çalýþtýðýmýz oluyor. Karý koca sahneyi paylaþmak zor. Ben sahnede Ayþe'yi eþim olarak deðil bir müzisyen olarak görürüm. Bence Ayþe çok iyi bir jazz standartçýsý. Sürekli olarak birbirimize daha çok müzik dinlememiz gerektiðini söylüyoruz. Müzikte her þeyi dinlemek ve anlamak lazým." Ýmer Demirer'i herkes tanýr ve sever. Onun hakkýnda olumsuz tek bir söze rastlamasýnýz. Geçtiðimiz kasým ayýnda rahmetli Erol Pekcan'ý anma gecesinde onu dinledim. Her türlü formatta ayný rahatlýkla idi. Big band, quartet, solo, aklýnýza ne gelirse. Ve bir gün geldi onu daha yakýndan tanýmak üzere evinin kapýsýný çaldým. Ýçeri girdiðim an hayal kýrýklýðýna uðradým. Salonda müzik namýna hiçbir þey yoktu. Ama yanýldýðýmý Ýmer'in çalýþma odasýna girdiðimde Cazname I- Tunçel Gülsoy 64 anladým. Küçücük bir odaya Ýmer yýllarýn birikimi bir jazz dünyasýný sýðdýrmýþtý. Duvarlar çeþitli jazz festivallerinin ve konserlerinin posterleri ile dolu idi. Jazz fotografçýsý dostumuz Aykut Uslutekin'in çekmiþ olduðu güzel bir Ýmer Demirer resmi tüm bu kompozisyonun merkezinde parlýyordu. Sonra raflarý dolduran sýra sýra makaralý kasetler gözüme çarptý. Yerde bir çarþafýn içine bohça yapýlmýþ yüzlerce kaset ve bütün bunlarý kucaklayan eski bir makaralý teyp odayý süslüyordu. "Dijital ses sevmiyorum, makaralý teybin analog sesini dinliyorum." Ýstanbul Hi-Fi klubündeki sevgili dostlarýmýn kulaklarýný çýnlattým ve aramýza mutlaka katýlmasý gereken bir yeni dost bulduðumu anladým. Etrafý incelemeye devam ettim. Odadaki aletler çok eski idi, Türkiye'de imal edilmiþ Beta speaker'larýn bir zamanlar babasýnýn dükkanýnda kullanýldýðýný söyledi. Sealed box tipi, bir arýza yüzünden speaker kablosu ön sürücünün yanýndan içeri giriyor, dehþete düþtüm, onlarý dikkatle incelediðimi görünce konuþtu: "Elektronik ve elektronik aletlere meraklýyým ama hiç önem vermedim. Bazý dikkat ettiðim þeyler var. Bakýn manyetik kasetler her zaman tahta raflarýn üzerinde saklanmalýdýr. Metal onlarý bozabilir. Kaydýn kalitesi beni çok etkilemiyor, sesi duymak bana yetiyor. Þu an dinlediðiniz þey bir eski kayýt, ama benim için çok önemli tarafý eski bir hatýra olmasý, bas tiz çok önemli deðil." Önem vermedim, diyor ama KEF Coda 8 speaker'lerini bir kornet alabilmak için satmak zorunda kalmasýný anlatýrken neredeyse gözleri doldu. Benim de Kef dinlediðimi söyledim. Coda serisinin yeni modellerinin çýktýðýný öðrenince gözleri parladý. Kendi yapmýþ olduðu equaliser eski bir kasetli teype yaslanmýþ hurdacýyý bekliyordu. Sonra bunun evdeki "esas oðlan" kasetli teyp olduðunu öðrendim. Ýmer'in HiFi klübe katýlmasý düþüncesini yeniden gözden geçirmeye karar verdim. Tavandan sarkan hafif bir avizenin etrafý nota kaðýtlarý ile sarýlarak abajur haline sokulmuþtu. Odaya girdiðim sýrada çalan Miles Davis bitti, Chet Baker'ýn makarasý takýldý. Üstünü okudum, "Nightbird" yazýyordu. Flugelhorn'un sesi odayý doldurdu. Cazname I- Tunçel Gülsoy 65 "Bilirsiniz, Chet'in diþleri bir kavgada kýrýlmýþtý. Bir trompetçi olarak onun çekmiþ olabileceði sýkýntýyý çok iyi hissettim. Allah korusun. Hayýr, diþleri kýrýldýðý için flugelhorn çalmadý. Bir trompetçi için flugelhorn güzel bir tondur ama insaný trompetten uzaklaþtýrýr, trompet daha yalýndýr." Sonra bana çay ikram etti. Çay ve gýrtlak düþkünlüðümü Neþet aðabeyden duyduðunu sanýyorum. Tulip pastahanesinden minik sýcak pizzalar ve çay, gözlerime fer geldi. "Ben herkes gibi müziðe çocukken baþlamadým ama çok müzik dinledim. Dedem Ferruh Baþaða Türkiye'nin ilk soyut ressamlarýndan idi ve Güzel Sanatlar Akedemisi'nde ders verirdi." Dedesinin resimlerinden yapýlmýþ kartpostallar odanýn duvarlarýný süslüyordu. Bir de gerçek yaðlýboya resim çýkarttý, inceledik. Soyut resim, ayrý bir dünya. O devam etti: "Aneannem bir bale yazarý idi. Ailemin bu tarafý Saraybosna'dan geliyor. Dedem baþta olmak üzere hepsi sanat ile ilgileniyorlar. Annem ve babam Almanya'ya çalýþmaya gittiklerinde dedemlerin yanýnda kaldým. Sonra ben de Almanya'ya gittim. Hiç unutmam bana "Bon Tempi" marka bir org aldýlar. Televizyonda ABBA'yý dinlerken melodileri orgumda çalabilmemden çok hoþlanýrlardý. Annem çok güçlü bir kadýndý, o yaþamý boyunca iki eþ ben de iki baba kaybettim. Ýkinci babam Yetkin Yörükoðlu bana çok þey öðretti. Galatasaray mezunu idi. Bir þey sorduðunuz zaman doðrudan cevap vermek yerine doðruyu bulmana yardýmcý olurdu. Moðollar grubundan Engin Yörükoðlu'nun aðabeyi idi. Evimizde bir piyano vardý, Cahit Berkay ve Moðollar sýk sýk bizde prova yaparlardý. Yetkin, çok aydýn ama tam bir Osmanlý erkeði idi. Almanya'dan döndükten sonra bir hediyelik eþya dükkaný açtýk. Annem ve kardeþim ile ben evde hediyelik eþyalar üretirdik ve babam bunlarý dükkanýmýzda satardý. Evin içerisinde devamlý üretimimiz vardý. Paþabahçe'den cam mamuller alýr onlarý deðiþik þekillerde boyardýk." Kollarýna ve ellerine baktým. Çok güçlü idiler. Dedesinin vitraylarý için kardeþi ile nasýl kurþun döktüklerini anlattý. Konuþmamýz bir yerden döndü dolaþtý jazz'a geldi. Cazname I- Tunçel Gülsoy 66 "Ýlk tanýþtýðým jazz'a gönül vermiþ kiþiler Can Ayer, Cem Aksel, Ýlkin Deniz, Tahsin Endersoy idi. Beraber kurduðumuz grup ile yarý klasik, yarý jazz çalardýk. Konservatuara gidiyordum ve hocalarýn üzerimizde aðýr baskýsý vardý, jazz çalmamýzý istemezlerdi. Ama benim trompet hocam Gökmen Ahmet Noyan baþka idi. O benim ayný zamanda aðabeyim, yol göstericim ve her þeyimdir. Ona çok þey borçluyum. Bence klasik müzikte de bir swing var ve hocam Avrupa'nýn en iyi trompetçilerinden biri olarak bu ruhu çok iyi veriyor. Ýstanbul Jazz Quartet benim için hayatýmdaki ikinci önemli gruptu. Ali Perret, Yaz Baltacýgil, Selim Selçuk ile hayatlarýmýzý bu gruba adadýk. Daha sonra Ateþ Tezer ve Nezih Yeþilgil bize katýldýlar." Geçenlerde Can Ayer ile birlikte 15 yýl önce yapýlmýþ olan bir video kayýtlarýný seyretmiþler. Bunlarý söylerken gözlerinin uzaklara daldýðýný gördüm, sonra tekrar konuþtuðumuz mekana döndü. "Belki de bu iki grup ile devam etmeli idim. Bunlar zamanlarýna göre armonik yapý olarak ve özgürlük olarak çok ileride idiler. Beraber saatlerce müzik dinler kaset alýþveriþi yapardýk. Sonra Önder Focan da bize katýldý. Ýlk defa klüplerde çalýþmaya baþladýk. Bir yandan da okul devam ediyordu. Ýkisini birden yürütmekte zorlanýyordum. Gece hayatý ve uykusuzluk beni yýpratmaya baþladý. Bir gün Gayrettepe'de çaldýðýmýz Jazzino klübüne Tuna Ötenel geldi. jam session yaptýk. Tuna klasik bir jazz'cýdýr, dört dörtlük bir insan, anlatmaz, öðretmez, konuþmaz ama onunla çalan farkýnda olmadan çok þey öðrenir. Kendisi de ne kadar öðrettiðini farketmez. Onunla çalýnca Tuna sizi her yere götürebilir. Tuna bir jazz okulu gibidir. Okula gitme onu dinle daha iyi. Standartlarý anlamak için onun üstüne yoktur. Standartlar kabul edilen parçalar yaklaþýk 350 tanedir ve tamamý blues, latin gibi yedi-sekiz formda olur. Ýþte bu formlarý öðrenmek zaman alýr. Bir blues 12 ölçüdür ve çabuk öðrenilebilir ama insanýn içine iþlemesi zaman alabilir. Ama standartlarýn formunu öðrenirsen dünyanýn her yerinde özgürce çalabilirsin. Ýþte tüm bunlarý Tuna'dan öðrendim. Ayrýca bana çok yol gösterdi, tavsiyelerde bulundu. Bir gün Neþet Ruacan da bize katýldý. Hiç ara vermeden saatlerce çalardýk. Bu þekilde iki yýl çalýþtýk." Cazname I- Tunçel Gülsoy 67 Kader böylece onun göbeðini jazz dünyasýna kesmiþti ama acaba baþka bir yön olabilir miydi diye merak ettim. Bir an düþündü, belli ki bu ihtimali hiç düþünmemiþti. "Jazz'cý olmasam? Hiç düþünmedim, hem iyi deðil bunu düþünmek. Jazz kan gibi bir þey, onsuz olamaz, kötü olmayan bir baðýmlýlýk, yaþamak nefes almak gibi bir þey." Bu sorumun bir anlamý olmadýðý ortada idi. Ama jazz'cý olmayý seçtiði yolda nereye varmýþtý, biraz da bunun üzerinde durduk. "Evet yýllarca hep geri planda kaldým, doðru. Kendime hiç vakit ayýramadým. Yýllarca deðiþik gruplarda, deðiþik yerlerde ve deðiþik müzisyenler ile çaldým. Çoðu zaman gece saat dörtte iþ biter, eve dönüp uyumanýz saat altýyý bulur, sonra saat dokuzda okula giderdik. O hale geldim ki çalýþmasam da sabahlarý uyuyamýyorum. Evde bir þeyler yapmak istiyorum olmuyor. Emin (Fýndýkoðlu) Hoca ile tanýþtýk. Ýlk beraber çalýþmamýzda "I Love You" için bana bir solo yaptýrttý. Çok kötü çaldým o da "Ne biçim çalýyorsun" diye beni tersledi. Ama Emin Hoca böyledir, hep haklýdýr, ona asla kýzamazsýnýz. Emin hoca tanýdýðým en iyi aranjördür, çok güzel besteler yapar. Çok güçlü bir kiþiliði vardýr. Üç saz için yaptýðý basit bir aranjmanda bile o kiþiliði yansýtýr. R harflerini söyleyemez. Bir gün bize üç ay önceden yollamýþ olduðu Euphony isimli bestesinin düzenlemelerini Tuna ve ben provalarda çalamadýk, çok kýzdý. "Ýme, Tuna ikiniz de sýfý, sýfý" dedi. Gece geç vakite kadar çalýþmaktan onun partisyonlarýný çalýþmamýþtýk, provadan kaçtýk." Çaylarý kaçýncý defa tazelediðimizi hatýrlamýyorum. Baktým biraz daha rahatlamýþtý, bana ikram ettiði þeylerden o da yemeye baþladý. Ýnsan karný doyunca hayatýn anlamýný ve varmak istediði þeyleri irdelemeye baþlýyor. "Hayatta neye sahip olmak mý isterim? Çok iyi bir müziðin peþindeyim. Aydýn Esen, John Coltrane, Miles Davis, Chet Baker, Herbie Hancock gibi. Bu müziðin baþka müziklere benzemesine tahammül edemem. Bir kiþilik sahibi olmak istiyorum. Aslýnda çok az insan buna sahip. Þu an dinlediðim müzisyenlere benziyorum. Bir çok trompetçi birbirinin devamý ama Miles kimsenin devamý deðil. O bir Cazname I- Tunçel Gülsoy 68 þeyin hem baþý hem de sonu. Bence bu noktaya varmaktan daha iyi ne olabilir ki? Açýkça anladým ki Ýmer için jazz'da bir Miles var bir de diðerleri. Diðerlerini þimdilik unutup odanýn her tarafýna ruhu sinmiþ olan Miles'ý sordum. "Miles Davis'i anlamak diðer trompetçilerden daha zor ve farklý. Onun otobiyogrofisini þimdiye kadar dört defa okudum. Sanki müzik dinler gibi hissediyorum onu okurken. Her seferinde ayrý bir haz alýyorum. Miles denilince aklýma trompet geliyor, yüzü gözlerimin önünde canlanýyor, müziði düþünüyorum. O bambaþka, trompetten çýkan onun sesi, ses enstrümandan deðil de sanki doðrudan onun gýrtlaðýndan çýkýyor. Ruhunu trompetin içine üfleyen tek adam, sonuçta hava üflüyor ama havanýn içerisine ruhunu dolduruyor, hüzün katýyor. Resim yapar gibi sesler ile bir kompozisyon boyuyor. Miles Davis çalarken mi yerine sol üflese de gülemiyorsun. O çalarken enstrüman ortadan kayboluyor ve ruhunun sesi ortada kalýyor." Miles baþka ama Ýmer için trompette sevdiði baþka jazz ustalarý da var. Soruyorum ve bir çýrpýda sayýyor, hiçbir tereddüt yok: Chet Baker, Woody Shaw, Wynton Marsalis, Tom Harrell, Lee Morgan, Clifford Brown, ve Dizzy Gillespie. Chet Baker'ýn da Miles kadar olmasa da bir ayrýcalýðý var. Onu da anýyoruz: "Günümüzde teknikalite olarak büyük bir yarýþ var. Bu akým Wynton Marsalis den sonra çýktý. Herkes daha iyi çalabilmek için yarýþýyor. Teknik üstünlük bir marketing olayý haline geldi. Ama Chet Baker diþlerinden dolayý sadece 1.5 oktav aralýkta çalabilirdi. O kýsacýk aralýða ne kadar çok þey sýðdýrýrdý. Demek ki duygularýný ifade etmek için çok büyük bir tekniðe ihtiyacý yokmuþ." Doðal olarak kendi ülkemize dönüyoruz ya, bizimkiler hakkýnda ne düþünüyor merak ediyorum. Ona göre Türkiye'de çok az iyi jazz müzisyeni var. Yakýndan incelenince her katogeride pek az gerçekten gönlünü jazz'a vermiþ insana rastlanýyor. Sonra burda takdir ettiði trompetçileri sýralýyor: Güray Aktalay, Erdoðan Ergun, Müfit Kiper, Muaffak Falay, Ergün Þenlendirici. Trompetçilerin dýþýna da çýkýyoruz. Ateþ Tezer'i çok mücadeleci, Veysel Çadýr'ý ise disiplinli ve düzenli Cazname I- Tunçel Gülsoy 69 olduklarý için beðeniyor. Neþet Ruacan'dan hep aðabey diye bahsediyor. Onun baba, aðýr ve güvenilir yönlerine hayran. Bir de Erol Pekcan var, onun yeri de ayrý: "Erol aðabeyin son nefesinde yanýnda idim. Hayat tarzý ve temposu onu hasta etti. Bu tempoya ben de uymaya çalýþýrdým. Yýlbaþý sabahý Brunch'ta çalardý. O çaldýðý zaman hakikaten çalardý. Monotonluk olmazdý." Ýmer'e göre bir baþka özel insan da Aydýn Esen. Onun Cumhuriyet tarihinde ilk gerçekten dünyaya açýlabilen Türk jazz müzisyeni olduðunu, kendine has müziðini araþtýrdýðýný ve bir ýþýk bulduðunu düþünüyor. Sonra da bizim müzisyenlerin hep birbirlerine küs olduklarýný ve çok yoðun duygular içerisinde yaþadýklarýný belirtiyor. Ýster istemez Türkler ile yabancýlarý kýyaslýyoruz: "Bizler Avrupalý ve Amerikalýya kýyasla aslýnda yýlda dört ay çalýþýyoruz. Amerikalý haftada iki gün çalýþsa bile her gün çalar. Amerika'da ise jazz yaþamý çok aðýr, boþa geçirecek vakit yok. Ýleri gidiyorlar çünkü birbirleri ile uðraþmýyorlar. Türk müzisyenleri ise birbirleri ile çok uðraþýyorlar. Bizde sahnede her þey Türk filimlerindeki aðýr sahneler gibi. Amerikalý sahnede herþeye hakim, onlarýn enstrümanlarýndan çýkan ses sizin sesinizi de etkiliyor." Yavaþ yavaþ onu tanýmaya baþlamýþtým. O da artýk daha rahat ama hala bana "siz" diye hitap ediyor. Ben ona kendisi hakkýndaki düþüncelerini soruyorum, biraz tereddüt ediyor ama samimiyet ile içini döküyor: "Ýmer Demirer, trompetine saygý duyan, yürekten baðlý ve onu iyi çalmaya çalýþan bir insan. Liderlik ruhum yok. Trompet çalmak benim için bir ihtiyaç. Herkes ile çalýyor ve mutlu oluyorum. Yapýcý olmaya çalýþýyorum ama aceleci ve sabýrsýzým. On dakika yerimde oturamam. Bu aceleci tarafým insanlarý rahatsýz ediyor ama kimse açýkça bundan rahatsýz olduðunu söylemedi. Ben kendimi gerçekten bir çalgýcý gibi hissediyorum. Bazen çalýþtýðýmýz yerde vestiyere palto býrakýrken adam sorar "çalgýcý mýsýnýz" diye. Herkes kýzar, ben kýzmam. Çalgýcýlýk insanýn içinden Cazname I- Tunçel Gülsoy 70 gelerek vücudunun bir uzantýsý olmalýdýr. Mükemmel olmak imkansýz ama rahat ve konuþur gibi sazýmý çalmak ve istediðim sesleri çýkartabilmak isterim. Bence önce çalgýcý olunur sonra müzisyen. Ýnsanlara artýk notalar ve armoniler ile deðil seslerin bileþimi ile bir þeyler anlatabilmak istiyorum. Tabiki teknik önemli ama tekniðin ötesinde de bir þeyler var. Bazen trompetim elimden çýksýn uzasýn istediðim oluyor, hani trompetimle bütünleþmek gibi bir þey. Trompetin sesini unutmak ve yeni bir dil yaratmak istiyorum." Bana göre dil yaratmak kadar o dili bir hedef ve ideal için kullanmak da önemli, düþüncelerimi paylaþýyor ve konuyu derinleþtiriyoruz: "Bazý bestelerim var ama onlarý çalýnýrken dinlemekten hoþlanmýyorum. Herkes gibi benim de bir idealim vardý ama kaybettim. Türkiye'de yapmak istediðim iyi müziðe varamadým. Sadece trompet çalmak kiþilði ortaya koymuyor. Bazen soruyorlar "niye beste yapmýyorsun" diye, kýzýyorum. Demek ki içimden gelmiyor veya içimde birikiyor. Belki de kendimi henüz yeterli görmüyorum. Bir ara verip düþünmek istiyorum. Çok müzik dinliyorum. Kafamdaki müziði notaya dökemiyorum, biraz zaman geçmesi lazým." Her jazz sanatçýsýnýn hayalinde bir albüm vardýr. Ýmer için de bu geçerli. Hadi gel senin ilk albümünü düþleyelim diyor ve soruyorum: Nasýl bir albüm olsun? "Bugüne kadar kimse bana nasýl bir albüm yapmak istediðimi sormadý. Çok teklif aldým ama teklifleri yapanlar onlarýn kafasýndaki albümü yapmamý istediler. Marketing anlayýþý ile yaklaþtýlar ve kaç tane satar diye sordular. Bu yönlendirmeleri sevmedim." Önce bir kapak çizmesini istedim, itiraz etti ama sonra sað üst köþeden sol alt köþeye uzanan çok basit çizgili bir trompet çizdi. Resim yeteneðini dedesinden almadýðýný hemen anladým ama onun soyutlama tarzýndan bir þeyler kapmýþtý. "Aranjmanlarý ben yapacaðým, en iyi bildiðim þey bu. Standartlarý çalacaðým, dünyaya açýlmanýn baþlangýcý standartlardan geçiyor." Cazname I- Tunçel Gülsoy 71 Hemen parçalarýný seçmesini söyledim, o fazla düþünmedi: "Portrait Black and White(Jobim), I Love You (Porter), Oh Ave Prevave(Parker), In Your Own Sweet Way (Brubeck), But Not For Me (Gershwin), Chelsea Bridge(Strayhorn), ve Body and Soul (Green)." Þaþýrdým ama sonra albümün kafasýnda çoktan þekillenmiþ olduðunu fark ettim. Ýyi ama Ýmer kendini herkes ile çalmayý seven bir insan olarak tanýmlamýþtý. Yol arkadaþlarýný sordum. "Piyanoda Tuna Ötenel olacak. Bas için kýsmen Kürþat And kýsmen de Seçuk Sun'un çalmasýný isterim. Ayný þekilde iki davulcu Ateþ Tezer ve Deniz Dündar albümde çalacaklar." Artýk havaya girmiþtik ben ona alternatif bir kadro daha yapmasýný söyledim. Bu sefer piyanoya Nilüfer Ruacan yerleþti, Basta Volkan Hürsever ve Mahmut Yalay deðiþik parçalarda çaldýlar. Elvan Aracý perküsyonist ve Cem Aksel ise davulcu olarak albüme katýlýyorlar. Annemin sözlerini hatýrladým: "Oðlum isteyeceksen Allah'tan iste, en çok onda var". Biz zaten istemeye baþlamýþýz, devam ettik. Bu sefer bir de yabancý müzisyenlerden bir alternatif yapmasýný istedim. "Piyanoda Oren Evans, davulda Ari Honning, basta ise Janos Egri olsun. Janos bir Macar çingenesi, hiç nota bilmiyor ama müthiþ bir tekniði var, ne duysa sektirmeden çalýyor." Haydar Volkan aðabeyim bana fotoðraf dersleri verirken bir þey söylemiþti: "Çekirge, fotoðraf aslýnda beyninde çekilir. Makina sadece beynindekini kaðýda dökebileceðin bir araçtýr". Ýmer'in albümünü çoktan beyninde yaratmýþ olduðu belli idi, üç nal ve bir atý bulmuþ tek bir nalý bekliyordu: sponsor. Ama bir nal eksik bile olsa at koþamaz iþte. Bu arada öðrendim ki Tuna Ötenel'in albümünde çalmak için TRT ona bir devlet memuru olduðu için izin vermemiþ. Fakat bu kuruma çok þey de borçlu. "TRT Big Band'de çalýyorum. Big Band'de çalmak çok güzel bir duygu. O kadar insanýn bir arada o týnýlarý çýkartmasý müthiþ bir þey. TRT beni EBU'dan (Europe Broadcasting Big Band) çaðýrdýklarýnda da gönderiyor. EBU tüm ülkelerin jazz müzisyenlerinden oluþan bir Cazname I- Tunçel Gülsoy 72 topluluk. Üç defa katýldým, Münih, Prag ve Lubiyana'ya gittim. On gün boyunca günde altý saat çalýþýp, sekiz-dokuz prova yapýlýyor ve bir iki konser veriliyor. Geceleri jam session'lara katýlýyorsunuz. Avrupanýn en iyileri geliyor. Yepyeni sesler duyuyorsunuz buradakilere benzemeyen. Avrupalýlar sazlarýna çok hakimler. Her an çaðýrýlmaya hazýr olmak lazým, ben her gün dört saat çalýþýyorum." Janos Egri ile iþte bu big band'de tanýþmýþ. Evans ve Hönning ise bir baþka beraber çalýþmanýn hatýrasý: "Ýnsan müzik dinledikçe dünyayý daha iyi tanýyor. Hiç gitmediðim halde sýrf jazz müziðinden dolayý Amerika'yý iyi tanýdýðýmý düþünüyorum. Üç yýl önce Amerikalý müzisyenler ile Q Bar'da çaldým. Orene Evans, Ari Hönning ve John Ormond bana sahnede kendimi çok farklý hissettirdiler, sanki New York'a gitmiþ gibi oldum. Hepsi sazlarýna çok hakim ve sahnede müzikten baþka bir þey yapýlmýyor. Sahne terbiyesi var, herkes müziðe konsantre; bu çok önemli. Bu insanlar ile albüm yapmaya karar verdim." Bu sözlerin arkasýndan bana dudaklarýndaki nasýrlarý gösteriyor. Meðer bu nasýrlara "chap" denirmiþ. Sonra bana nasýl trompet çaldýðýný gösteriyor, olay dudaklarýn belirli bir pozisyona getirilip ýslýk çalar gibi üflenmesi. Ama trompetin aðzý dudaklarý gerçek çalýþta eziyor. Çaydanlýk boþalmýþtý, "Limonata içer misiniz?" diye sordu. Bu sefer salona geçtik, limonata tam kývamýnda idi, o sýrada kapý açýldý ve Ayþe eve döndü. Masanýn üzerinde dikkatimi çeken bir CD var. John ColtraneBallads. McCoy Tyner, Jimmy Garrison ve Elvin Jones eþlik etmiþler. Bu çocukluðunda çok severek dinlediði bir Engin Yörükoðlu albümü. Yýllar sonra bir beyaz eþya bayiinde tesadüfen CD'sini bulup almýþ. Eski bir aziz dostu yýllar sonra tekrar bulmak gibi bir duygu. Anlatýrken gözleri ýþýldýyor: "Ballad'larý çok seviyorum. Ýnsan daha çok ruhunu ortaya koyabiliyor. Ballad sevmemi bu albüme borçluyum. Rekabetten uzak olmak istiyorum çünkü müziði sertleþtiriyor. En güzeli klüplerde çalmak, sakin ve rahat oluyorum. Bunun bir altýnda provalar ve konserler geliyor. En kötüsü ise kayýt stüdyosu." Cazname I- Tunçel Gülsoy 73 Trompetlerden bahsediyoruz. Ýmer'in iki trompeti var. Bir tanesi Bach öbürü Schilke marka, ikisi de Amerikan. Bir de gene Bach marka bir flugelhorn'u var. Monet marka bir trompetin 6000 dolar olduðunu öðreniyorum. "Esas olan fiyat deðil, önce o sazý çalabilmek lazým. Elvin Jones Ýstanbul'da iken Bizim Tepe'de patlak bir davul ile çaldý ama kimse anlamadý bile." Ýmer benim için çok deðerli bir þeyi de gerçekleþtiriyor. Sevgili hocasýndan öðrendiklerini o da kendinden sonra gelenlere aktarýyor. "Haftada iki gün Bilgi Üniversitesi'nde Ensemble dersleri veriyorum. Öðrencilerimi arkadaþlarým olarak kabul ediyorum. Genç jazz severlere söylemek istediðim þeyler var. Jazz'ý hemen öðrenemezsiniz, sabýrlý olun. Dinlenilmesi gereken þeyler var. Örneðin Pat Metheny den jazz gitarý dinlemeye baþlayamazsýnýz. Geçmiþ jazz gitarcýlarýný da dinlemelisiniz. Erol Pekcan ve arkadaþlarý beni bu anlayýþla yetiþtirdiler. Dinlemek öðrenmenin yarýsýdýr." Ýmer bugün otuz beþ yaþýnda. 26 Þubat doðumlu. Doðum tarihinden hayat amacý analizini yaptým, 30/3 katogorisine giriyor. Buradaki insanlar için kitap þöyle diyor: Bu hayat yolunda olanlar ifade ve duyarlýk sorunlarýný halletmek, kendilerinden kuþkuyu yenerek kendilerini ifade etmek ve içsel yeteneklerini baþkalarýný yüreklendirmak yüceltmek ve onlara ilham vermek üzere kullanmak için buradadýrlar. Bir de uyarý var: Kendilerinden kuþkuyu bir dur iþareti olarak deðil, aþýlmasý gereken bir engel olarak görmeli ve ona göre davranmalýdýrlar. Bu katogorideki ünlü jazzcýlar arasýnda Miles Davis'de var, sanýrým tesadüf deðil. Konuþmamýz bittiðinde Ýmer'in artýk bir albüm yapacaðýna ve bu albümün baþka insanlara ilham vereceðine inanýyordum. 74 KAMÝL ERDEM ile ASIA MÝNOR ÜZERINE BIR ÖÐLEDEN SONRA Onlarý ilk defa Migros'ta tanýdým. Hayýr, alýþveriþ yapmýyorlardý. Bölüm görevlisi arkadaþ raftan mavi kapaklý bir disk çýkarttý ve bana gosterdi. Üzerinde "Asia Minor" yazýyordu. Hayýrdýr inþallah, acaba majörü de var mý, diye genç arkadaþa takýldým. Bir kaset aldým ve þaþýrarak dinledim. Ýstanbul Jazz Festivali'ndeki konserlerinden sonra onlar ile ilk defa gerçekten tanýþtým ve sonunda sýcak bir aðustos günü Ankara'da, grubun bestecisi Kamil Erdem'i annesinin evinde doyasýya tanýmak fýrsatýný buldum. Kamil 1959 doðumlu, Koç burcu. Tek çocuk. 1983'de ODTÜ'den Elektrik Mühendisi olarak mezun olmuþ ve yakýn bir zamana kadar da mühendis olarak çalýþmýþ. Ancak zamansýzlýðýn baskýsý ile ve müzik seviyesini aksatmamak için tercihini müzikten yana yapmýþ. Mühendislik eðitimine boþa geçmiþ bir zaman olarak bakmýyor. Bas gitara olan ilgisi ilkokul çaðýnda baþladýðý klasik gitar çalýþmalarýnýn içinden filizleniyor. Gitar çaldýðý yýllarda klasik müziðin yaný sýra o dönemin Modern Folk Üçlüsü'nün tarzýnda ancak vokalsiz Türk Müziði denemelerinde bulunuyor. Böylece Türk Müziði'ne olan ilgisi baþlýyor. Kendi çaðýnýn çocuklarý gibi o da olanaklar çerçevesinde müzik dinlemeye baþlýyor. Küçük pilli Phillips pikapta dinlenen Beatles, Animals, Engelbert Humperdinck ve Tom Jones ile geliþen bir müzik zevki. Jazz ile bas gitar çalmaya baþladýktan sonra tanýþýyor. Ýlk aldýðý album 1979'da Bob James'in BJ4 albümü. Bu ilk jazz albümündeki tüm bas partisyonlarýný ezberliyor. Pop jazz'ýn jazz'a girmek için yumuþak bir iniþ saðlayabileceðini düþünüyor. Ama bugün artýk Bob James dinlemiyor. Türk Müziði meraký sürmüþ. Müzik kariyerinin bir dönüm noktasý da Okay Temiz. 1981'de tanýþmýþlar ve beraber çalmýþlar. O zamanlar Cazname I- Tunçel Gülsoy 75 Okay bu tarzýn tek temsilcisi. Türkiye'ye her geliþinde ve her çalýþýnda Okay Kamil'i yanýna alýyor ve sonunda 1986'da Avrupa turnesine çaðýrýyor. Turnenin Ýsviçre ayaðýnda bir prodüktör ýle tanýþýyor. Kendi adýna bir þeyler yapmak fikri bu noktada çýkýyor ve Asia Minor'un ilk albümü "Along the Street" Ýsviçre'de yayýnlanýyor. Asia Minor gurubu hakkýnda konuþuyoruz. "Jazz uluslararasý bir sanatsa mihenginin de uluslararasý piyasa olmasý gerekir." diye konuya giriyor. "Ancak uluslararasý olmak bir "yücelik" kriteri deðildir." diye devam ediyor. Bir baðlama virtuozunun yetkinliðini sadece Türkiye'de, ayný þekilde bir sitar ustasýnýn da sadece Hindistan'da kanýtlayabileceðini, buna karþýlýk jazz müzisyenleri için icra platformunun kendi ülkeleri dahil tüm dünya olmasý gerektiðini söylüyor. Kamil Jazz standartlarýný dinlemeyi ve çalmayý çok seviyor; ancak bu parçalarý andýran besteler yapmayý klasik müzikle uðraþan bir bestecinin barok tarzda besteler yapmasýna benzetiyor. Barok müziðin en yetkin örneklerinin yüz yýllarca önce yapýlýp bitirildiðine, ayný þekilde John Coltrane, Miles Davis ve Cole Porter'ýn geçtiði bir dünyada yeniden ayný tarz müziði bestelemenin anlamý olmadýðýna inanýyor. Bu açýdan bakýlýnca da yerel müzikten zevk almanýn kendine özgü bir müzikal ifade yaratabilmek bakýmýndan bir þans olduðunu vurguluyor. Bu çerçevede de Asia Minor Türkiye'ye ve dünyanýn bu bölgesine ait deðerleri tüm dünyanýn anladýðý ortak bir dille yani müzik ile ifade etmeyi amaçlýyor. Bunun tarif edildiði kadar kolay olmadýðýný çok iyi biliyor. Bazý örnekler de veriyor: Mozart'ýn Türk marþýný ud ile çalarak veya herhangi bir akorlar dizisinin içine derme çatma ney partisyonlarý koyarak bir sentez yakalanamayacaðýný düþünüyor. Zaten bu doðu batý sentezi tabirini de sevmiyor (Sentezcilerin kulaklarý çýnlasýn). Asia Minor'un elemanlarý grubun kurulmasýndan önce de arkadaþmýþ. Grup, bireylerinin de ötesinde bir kiþiliðe sahip. Yaptýklarý iþe derin bir sevgi ve saygý duyuyorlar. Aslýnda hepsinin ayrý ayrý iþleri var ama grup için hayatlarýnda bir öncelik tanýyorlar. Dört kiþinin yarattýðý bir sinerji bu Asia Minor. Müzik hakkýnda konuþmaya devam ediyoruz. Kamil'e göre müzisyenler, hele ki beste yapýyorlarsa sürekli bir birikim ve dýþavurum süreci içindedirler. Cazname I- Tunçel Gülsoy 76 "Müzik dinlemek müzisyenin birikiminin tek deðilse bile en önemli unsurudur. Müzik dinlemeyi sadece bir zevk deðil ayný zamanda bir görev olarak kabul etmek gerekiyor. Dinlediklerini harmanlayýp yeni bir müzik ortaya koyabilirsin. Ama bu zorlama ile olmayacaðý gibi sadece ilginç bir þey yapýyor olmak için de yapýlmamalý. Yaptýðým beðenilsin ya da yaptýðýmýn bir benzeri olmasýn kaygýsý ile yapýlan bir beste en azýndan samimi deðildir. Bugün "sentez" anlayýþý ile yapýlan þeylerin hem batý hem de doðu olabilmesi kadar ne batý ne de doðu olmasý da mümkün. Türkiye'de gördüðümüz örnekler daha çok ikinci kapsama giriyor ve ne yazýk ki kabul görebiliyor. Buna da þaþmamak gerek zira eðriyi doðruyu ayýrt edemeyen bir toplum olduk ve böyle bir toplumda eðri doðru diye kabul ettirilebilir. Yeter ki eðrinin tanýtýmý iyi yapýlsýn." Sentez konusu ile ilgili bir benzetme yapýyor. "Mutfak da bir kültürdür ve farklý mutfaklarýn ürünleri ile lezzetli karýþýmlar elde edilebilir. Ama sentez yapýyorum diye kokorecin üstüne böðürtlen sosu dökersen berbat bir þey olur." (Kokoreççilere artýk bir baþka göz ile bakmaya karar veriyorum.) Kamil Asya Minor için yaptýðý besteleri kendi müzikal birikiminin bir dýþavurumu olarak görüyor. "Yaptýklarým benim samimi olarak kendimi ifade tarzým. Bunun adýnýn jazz olarak tanýmlanýp tanýmlanmamsý da önemli deðil. Ama þimdiye kadar sadece jazz festivallerinde çalmamýz da herhalde tesadüf deðildir." Asia Minor'ýn perfomansýna gelince; genel olarak icrada mükemmellik olamayacaðýný çünkü mükemmel olanýn tekamül etmeyeceðini söylüyor. Kamil'e göre önemli olan, bugün dünden ve yarýn da bugünden iyi çalmak. Ama bu da hiç kolay deðil. Bunun için hem grup içindeki uyumun geliþmesi hem de müzisyenlerin sürekli bir bireysel geliþme saðlamalarý ve bunu gruba yansýtmalarý gerekiyor. Bir grubun bunu gerçekleþtiremediði noktada týkanacaðýný söylüyor. Özeleþtirisinde de çok açýk yürekli. Her þeyden önce kendisine bugüne kadar ciddi bir eleþtiri gelmediðini belirtiyor. Ýkinci albümünde (Longa Nova) çok seslilik dozunun arttýðýný, bunun bazý parçalarda iyi oturduðunu ancak blues formunda müzik yapmanýn Asia Minor için ne Cazname I- Tunçel Gülsoy 77 kadar doðru olduðundan hala emin olmadýðýný söyleyerek "Mahur Blues" ve "Trakya Blues" parçalarýný örnek veriyor. Asia Minor'da gelmek istediði nokta hem yeni projeler üretmek hem de dünyada ve Türkiye'de yýlda yüz civarýnda konser verebilmek. Proje yönünden Kamil çok zengin. Asia Minor dýþýnda "Ensemble Ankara" diye bir grup kurup Ankara Festivali'nde de çalmýþ, ama bu grubunu yakýn bir zamanda Asia Minor ile birleþtirmek istiyor. Mýsýrlý grup "Sharkiat" ile zaman zaman çalýþýyor. Kamil bana bir CD'lerini hediye etti. Bir çeþit Arap-Jazz fusion'u diye tanýmlayabilirsiniz. Kamil felsefe olarak müziði zaman zaman deðiþik kýyýlarýndan içine girilmesi gereken bir okyanus olarak görüyor ve "Sharkiat" ile çalýþýrken onlardan çok þey öðrendiðini altýný çizerek belirtiyor. Almanya'da çalarken tanýþtýðý basçý Martin Lillich'i çok beðeniyor. Martin'in tabiri ile birbirlerinin havuzlarýnda öðrenecek þeyleri varmýþ. Kendilerine BASSic Connection adýný veren bu ikili sonbaharda Türkiye ve Almanya konserlerine baþlayacaklar. Peki Kamil Bas aleminden kimleri beðeniyor? Olayý derhal "kontrbas" ve "elektrik bas" diye ikiye ayýrýyor. Verdiði liste "Who Is Who In Jazz Bass" gibi (Sevgili Kamil Sükun'un kulaklarý çýnlasýn). Scott La Farro'yu Bill Evans albümlerinden tanýmýþ. Bugünkü kalburüstü basçýlarýn tümünün ondan etkilendiðini düþünüyor. Eddie Gomez'i ilk defa Chick Corea'nýn yaptýðý Mad Hatter albümündeki çalýþýnda dinleyip çok etkilenmiþ. Eberhard Weber, Ron Carter, Ray Brown, Niels Henning Orsted Pedersen, Stanley Clarke ve son olarak da Jimmy Haslip'i sayýyor. Elektrik Bas da ilk üç tercihi rahmetli Jaco Pastorius. Jaco'nun dünyaya gelmesinin elektrik bas çalanlar için bir þans olduðunu onun sadece bir basçý deðil ayný zamanda bir aranjör ve besteci olarak da çaðýmýz jazz'ýný bir basamak yukarýya çýkartan sanatçý olduðunu vurguluyor. Daha sonra Stanley Clark'i bu sefer de elektrik basa kimliðini kazandýran bir sanatçý olarak listesine alýyor. Listenin sonunda Marcus Miller var. Kamil ayrýca beðendiði basçýlar olarak baþka isimler de verdi. Bunlar Victor Wooten, Victor Bailey, Anthony Jackson, Jeff Berlin, Michael Manring ve en son olarak da Ralph Armstrong. Son zamanlarda Bela Fleck (Banjo) dinliyor. Cazname I- Tunçel Gülsoy 78 Ýþ mülakatlarýnda kullandýðým bir yöntemi denedim ve çantasýný açtýrdým. Açtý. Ron Carter'den "Jazz My Romance", Bela Fleck'den "Tales From the Acoustic Planet", Marcus Miller'den iki tane, "The Sun Don't Lie" ve "Tales", Roman Bunka'dan "Color Me Cairo", Glenn Moore'dan "Dragonetti's Dream", Eberhard Weber'den "Orchestra", Jaco'dan "Blackbird", Victor Wooten'dan "A Show of Hands", Bireli Lagrene'den "My Favourite Django" (kimin deðil ki) ve Alman ve Polonyalý Jazz'cýlardan oluþan bir gruptan "New Way Out". Kamil'e son bir þeyler de müzik dýþýndan sormak istedim. Bekar, ama özel hayatý hakkýnda kesinlikle konuþmak istemiyor. Beþiktaþlý. Keþke Galatasaraylý olsa idi ama deðil iþte. Tarihe meraklý, hayvanlardan kedileri seviyor. Yemeklerden Ankara dönerini ve mantýyý seviyor ama "prensip olarak her þeyi denerim" diyor. Yani tutucu deðil (Bence çok tutucu ya). Ailesinde müzisyen yok ama duvarlardan gördüðüm kadarý ile annesi amatör bir ressam. Acaba annesinin sanatsal yönü Kamil'de müzik olarak mý ortaya çýkmýþ? Gelecekte grubun diðer elemanlarýný tanýmak istiyorum ki Kamil'in sanat yönünün tam bir resmini çekebileyim ve aralarýndaki sinerjiyi daha iyi olarak algýlayabileyim. Kamil beni bizzat havaalanýna götürdü ve yolda da son çalýþmalarýnýn kasetini dinledik. Sonunda ayrýldýk ama artýk kesinlikle biliyorum ki müzikal yolculuðumda yeni bir dost kazandým. Sizlere Kamil'i mümkün olduðunca kendi ifadeleri ile tanýtmaya çalýþtým. Düþüncelerinden paylaþtýðým da var paylaþmadýðým da. Bana düþen kýymetli olduðuna inandýðým bir insaný sizlere tanýtmaya çalýþmak. Çetin Altan'in hep söyledigi gibi kýymetli insanýn da ülkemizde önemli insan olarak kabul edilmesi. Ancak bu þekilde ülkemizdeki sanat hayatýnýn uluslararasý düzeye daha yaklaþabileceðini düþünüyorum. Son sözüm de þu: Sanatçý insanlarin birbirleri ile sýký bir düþünce alýþveriþinde olmasý gerekiyor. Kamil bu konuda yurt dýþýnda yurt içinden daha baþarýlý gözüküyor. Yurt dýþýnda yapabildiðimizi niçin yurt içinde de yapamayalým? Bence diyalog her düzeyde ve her ortamda daha iyiye varmanýn esas yoludur. 79 KENT METE, ZOR BÝR BAÞAK BURCU Gelin bir test yapalým. Lütfen doðru yanýtý iþaretleyin: Aþaðýdaki kelimeler arasýndaki ortak bað nedir? "N.Y.Z", "A.B's Dream", Býyýksýz Kedi, Virgo, Jerusalem a) Hiç bir þey / b) Müzik / c) Piyanist / d) Çellist / e) Özgün çalýþma. Doðru yanýtý bulabildiniz mi ? Size bir sýr vermek istiyorum. Tüm seçenekler doðru sayýlabilir, bu tamamen Kent Mete'ye nasýl baktýðýnýza baðlý. Gelin, sizlere nedenlerini anlatayým: Kent Mete'yi tanýr mýsýnýz? Ben onu önce Ýstanbul Senfoni Orkestrasý'nýn sessiz ve sakin çellistlerinden biri olarak haftasonu konserlerinde görürdüm. Sonra bir gün arkadaþým Bozkurt Cendey'in çok sevgi ve hayranlýk ile bahsettiði piyano hocasýnýn o olduðunu öðrenerek þaþýrdým. Kent hem klasik, hem de jazz müziði kulvarlarýnda koþan özel bir sanatçýydý. Bestelerini dinledikçe daha da çok þaþýrdým. Her beste yapan müzisyen gibi onun da hayalinde yapmayý planladýðý bir albüm vardý. Vardý diyorum çünkü kendisi ile konuþtuðum gün o albümün somut olarak deðilse bile soyut olarak onun gönlünde yaratýlmýþ olduðunu gördüm. "Türk jazz müzisyenlerinin özgün eserlerinden oluþan bir konser vermeyi planlýyorum. 26 Eylül günü Borusan Kültür Merkezi'nin katkýlarý ile Ýtalyan Kültür Merkezi'nde çalacaðýz. Daha sonra bu konserde çalacaðýmýz parçalarý bir albüm haline getirmeyi planlýyoruz. Her müzisyen gibi ben de bir albüm yapmayý hayal ediyorum. Ama benim seçtiðim parçalar klasik Amerikan jazz standartlarý deðil. 50 yýllýk parçalarý icra etmektense kendi memleketimdeki çok deðerli müzisyenlerin yapýtlarýný deðiþik bir týný ile icra etmek istedim. Cazname I- Tunçel Gülsoy 80 Müziklerini seçtiðim tüm bestecilere teþekkür ederim. Hepsi çok deðer verdiðim insanlar. Bana þeref verdiler. Onlarýn yapýtlarýný seçmemin bir sebebi de klasik Amerikan standartlarýna benzememeleri. Standartlarýn belli kalýplarý var, çoðu birbirine benziyor. Bundan kaçýnýyorum. Ben deðiþik týnýlar arýyorum, doðaçlamaya geniþ ufuklar açacak soluklu parçalarýn peþindeyim." Kent'e kontrbasta Yaz Baltacýgil eþlik edecek. Türkiye'de daha evvel hiç denenmemiþ bir formatta çalacaklar. Kent de Yaz da davuldan hoþlanmýyorlar ve davul olmadan daha homojen bir týný yakalayacaklarýný düþünüyorlar. Ama CD yapýlýrsa davul dýþý bir perküsyon kullanmayý planlýyorlar. Kent'in parçalarýný çalmayý planladýðý tüm müzisyenler yakýndan tanýnmýþ isimler. Ýlk parça Emin Fýndýkoðlu'nun bir bestesi olan "N.Y.Z". Bu üç harf aslýnda bir isim olan Niyazi'nin kýsaltýlmýþ hali. Sanýrým Emin Hoca espirili dünya görüþünü yansýtan bir seçim yapmýþ. Sýrada Emin Hoca'nýn çevresinden bir baþka tanýnmýþ müzisyen var. Kent ayný zamanda Türkiye'de en çok beðendiði jazz müzisyenlerinden biri olarak tanýmladýðý Ýmer Demirer'den de üç parça seçmiþ. "Ballade for Ayþe", "Monday Morning", ve "Ýmer'in Valsi". Bilmeyenler için söylemekte yarar var. "Ballade For Ayþe" Ýmer'in çok sevdiði eþi Ayþe Demirer için yapýlmýþ bir aþk þarkýsý. Diðerlerinin temasýný sanýrým konserde öðrenebileceðiz. Bana göre eðer bir Türk jazz standardý varsa o da sevgili dostum Önder Focan'ýn çok sevilen parçasý olan "Erken"dir. Ýmer de bu parçayý uluslararasý platformda en tanýnmýþ Türk jazz bestesi olduðunu düþündüðü için seçmiþ. "AB's Dream" Önder'in geçen yýl gencecik yaþýnda kaybettiðimiz Ajlan Büyükburç'un anýsýna yapmýþ olduðu bir beste. Albümde iki parça daha yer alýyor. Bunlardan birisinin bestesi tanýnmýþ orkestra þefi Erol Erdinç'e ait, ve ilginç bir ismi var: "Býyýksýz Kedi". Diðeri ise Elvan Aracý'nýn bestesi "Night Flower". Cazname I- Tunçel Gülsoy 81 Albüm burada bitmiyor. Sýrada Kent"in kendi besteleri var. Bunlardan ilki "Virgo", Türkçede "baþak" anlamýna geliyor ve Kent"in doðduðu burç da baþak. Bu burcun insanlarý detaylarýn üzerinde çok hassasiyet ile dururlar, hesap kitap iþlerini çok iyi takip ederler. Ýnþallah bu albümde de öyle olur ve ortaya güzel bir þey çýkar. "Merve" Kent'in ablasýnýn sevimli kýzý için yapýlmýþ bir parça, bir dayýnýn yeðeni için hissettiði güzel þeyleri ifade ediyor. Albümde yer alan bir baþka bestesi için Kent henüz bir isim düþünmemiþ. Siz bu dergiyi okuduðunuzda sanýrým o da tamamlanmýþ olur. Son parça dünyanýn en ilginç þehirlerinden biri olan Kudüs için yazýlmýþ. Ýngilizce yazýlýþý ile albümde yer alan bu parçanýn ismi de "Jerusalem". Kent'in ifadesi ile "makamsal" bir müzik, hiç gidilmemiþ bir kent için sadece hayal edilerek yaratýlmýþ bir parça. Benim önsezim doðru çýkarsa tüm albümün en güzel parçasý bu olacak, çünkü hiçbir gerçek þey insanýn hayallerindeki þeyler kadar güzel olamaz. Ama Kent için hayallerin bittiði ve gerçekler ile karþý karþýya kaldýðý bir nokta var: "Konser projemi kalýcý hale getirmeliyim. Önceden bir sponsor bulmak bana çok zor geliyor. Zaten bu finansman eksikliði Türkiye'de jazz müziðinin geliþimini engelliyor." Ona müzikte varmýþ olduðu noktayý sorduðumda çok ilgimi çeken bir yanýt veriyor: "Hala çok eksiðim var. Çok çalýþmalýyým, vaktim yetmiyor. Elimde olsa günü 24 saatten 30 saate çýkartýrdým. Jazz benim için spontane bir olay. Önümde bir melodi var, onu çalarken ne hissediyorsan onu çalýyorsun. Beyninden o an geçeni parmaklarýn uygulayabilmeli. Bunun için de iyi bir enstrüman hakimiyeti, dolayýsýyla da çok sýký çalýþma gerekiyor. Jazz müziði klasik müzikten farklý. Bir Beethoven sonatýný nasýl yazýldýysa o þekilde çalmak gerekir. Ýstediðin þekilde çalamazsýn. Ama bir jazz standardýný sonsuz þekillerde yorumlayabilirsin." Kent kendisini bir jazz müzisyeni olarak nitelendirmiyor ve çalýþmalarýný "jazz üslubunu kullanarak kendi müziðini yapmak" olarak Cazname I- Tunçel Gülsoy 82 ifade ediyor. "Beni katogerize etmeyin, ben temel olarak bir müzisyenim." diyor ve her çalýþmasýnda Jazz kalýplarýný kullanmak zorunda olmak istemiyor. Kent 19 Eylül 1965 yýlýnda Ýstanbul'da doðmuþ. Eþi Zeynep de çellocu. 1974 de Ýstanbul Devlet Konservatuarý Kontrbas Bölümü'ne girmiþ ama iki yýl sonra çello bölümüne geçerek 1987'de mezun olmuþ. Askerliðini yaptýktan sonra 1989'da tekrar konservatuara girerek 1994'de kompozisyon lisans bölümünü pekiyi derece ile bitirmiþ. Bu bölümde Evlin Baðçevan ile çalýþmýþ ve ciddi bir piyano eðitimi görmüþ. Konservatuar yýllarýnda birçok deðerli hocadan ders aldýðýný önemle vurguluyor. Profesör Reþit Erzin'den çello, Profesör Ercivan Saydam'dan armoni, ve Profesör Cengiz Tanç'dan çaðdaþ kompozisyon dersleri almýþ. Bir müzisyen olarak çok iyi bir eðitim aldýðýný düþünüyor. Babasý kontrbasçý Aydemir Mete, oðlunu da kendisi gibi müziðe yöneltmiþ ve Kent onunla çalýþýrken jazz müziði dünyasýna da bir þekilde girmiþ: "Jazz müziðinin temelinde ve teorisinde zaten klasik müzik var. En büyük þansým babamýn müzisyen olmasý. 1983'de babamýn orkestrasýnda piyano çalmaya baþladým. Hilton otelinde çalýþýyorduk. Babam aslýnda Ýstanbul Senfoni Orkestrasý'nda kontrabasçý idi ama bir çok jazz kontrbasçýsý da aslýnda klasik müzik orkestralarýndan emekli olmuþlardýr. Ron Carter buna iyi bir örnektir. Çok iyi müzisyenler arasýnda çalarak sahnede çok þey öðrendim. Sahne farklýdýr, orada hiç þansýnýz yoktur. Ya çok iyi olacaksýndýr, ya da yapamazsýn. Babamla çalýþmak benim için çok büyük bir tecrübe oldu, çok zorlandým, ondan epey laf iþittim. Ama bu sayede de geliþtim ve bir profesyonel olarak mesleðimde olgunlaþtým. Sonuçta her zaman profosyonel yaklaþýmý öðrenmeniz gerekiyor." Kent'e göre çalýþma hayatýna eþi Zeynep'in de çok önemli katkýlarý olmuþ ve müzikte birçok þey bölüþmüþler. Cazname I- Tunçel Gülsoy 83 "Eþim Zeynep bana her zaman çok destek oldu. Her yýl bir iki klasik müzik içerikli resital gerçekleþtiriyoruz. Geçen yýl eþim için bir çello sonatý yazdým ve iki deðiþik yerde beraberce çaldýk. Ayrýca yaylý sazlar ve çello için yazmýþ olduðum bir poem var onu da Bursa Devlet Senfoni Orkestrasý icra etti." Kent 1985 yýlýnda girmiþ olduðu Ýstanbul Senfoni Orkestrasý'nda çellist olarak çalýþmaya devam ediyor. Klasik müzik ve jazz çalýþmalarýnýn yaný sýra bir çok genç müzisyene ders veriyor: "Türkiye'de ciddi anlamda bir jazz eðitimi henüz yaygýnlaþmadý, insanlar daha çok kendi kendilerini yetiþtiriyorlar. Herkesin Berklee Jazz Okulu'na gitme þansý olamýyor. Hem belki bu okullara gidememenin yararlý bir yönü de olabilir. Okulun tekdüzeliði yerine çok daha geniþ bir perspektiften, daha çok öðrenme isteði ile ve dinleyerek iþe sarýlma bazen daha iyi netice de verebilir. Bunun Mozart, Beethoven, Schumann gibi örnekleri de var. Bir çok önklasikçi diye tanýmlanan müzisyen okullara giderek deðil özel dersler ile yetiþmiþlerdir." Kent kendini iþine tamamen konsantre olmuþ, onun dýþýnda pek bir þeye vakit ayýramayan ve "zor" bir insan olarak tanýmlýyor. Piyanosundan on gün bile uzaklaþamadýðý için yýllardan beri eþi ile tatil yapamamýþ. Ama tatil için olmasa da gitmek istediði bazý yerler var: "Bundan sonra Balkan Ülkeleri jazz festivallerinde yer almak istiyorum. O ülkelerde müzik dinlenme seviyesi oldukça yüksek. Kendi yetiþtirdikleri müzisyenler de çok üst düzeyde. Onlara müziðimi sunmak ve kendimi önce bu ülkelerde tartmak, eksik yönlerimi tamamlamak istiyorum. Onlarla birlikte bir proje üretme düþüncem de var." Jazz müziðinde yoðunlaþmýþ, kulaðýyla deðil, beyniyle jazz yapan müzisyenlerle çalýþmak istiyorum. Cazname I- Tunçel Gülsoy 84 Gelin bir test daha yapalým. Lütfen doðru yanýtý iþaretleyin: Aþaðýdaki kelimeler arasýndaki ortak bað nedir? Tommiks, Teksas, Teks, Tuna a) Hiç bir þey / b) Hepsinin T harfi ile baþlamasý / c) Kent Mete / d) Kahraman Doðru yanýtý bulabildiniz mi ? Yanýt, gene olaya nasýl baktýðýnýza baðlý. Ama size bir tiyo vereyim. Kent Mete için tüm bu isimler birer kahramanmýþ. Tuna Ötenel'i çizgi roman okuduðu yýllarda hayranlýkla izlediðini öðrendim. Peki bu dört kahramaný hangi sýra ile beðeniyorsun diye de sormadým, çünkü alfabetik sýra ile diyebilirdi. Sevgili Kent, bence sen zor insan deðilsin, biz seni anlamakta zorlanýyoruz. 85 ST. PETERSBURG'TA BÝR SONBAHAR GÜNÜ Siz hiç St. Petersburg'a gittiniz mi? St. Petersburg þehrinin kuruluþu bizim "deli" diye bildiðimiz, ama Ruslarýn "büyük" diye ifade ettikleri bir insanýn tutku ve hayallerinin gerçekleþmesinin öyküsüdür. Çar Petro bundan yaklaþýk 350 yýl önce Rusya'yý geri kalmýþlýktan kurtarmak ve dünyaya açabilmek için ülkesinin kuzeyinde yepyeni bir liman þehiri kurmak istiyordu. Petro o güne kadar hiç kimsenin düþünemediði ve cesaret edemeyeceði bir þey yaptý. Oysa Neva nehrinin hemen aðzýndaki bataklýk delta bir çok insan için böyle bir proje için hiç de uygun bir mekan olamazdý. Ama Petro'nun bir rüyasý vardý, asla karþýlaþtýðý zorluklardan yýlmadý. Þehir kurulurken iþin baþýndan ayrýlmamak için tahta bir kulübede yaþadý, zamanýnýn en iyi mimar ve mühendislerini tuttu, bataklýklarý kanallar haline getirdi ve sonunda bir gün hayallerindeki þehiri kurdu. Ýþte St. Petersburg þehri böyle bir tutkunun sonucu olarak yükseldi. Yýllar sonra bir baþka tutkunun peþinde, genç bir müzisyen ve onun bir avuç yoldaþý ayný þehire kendi hayallerini gerçekleþtirmek üzere vardýlar. St. Petersburg onlara da kucaðýný açtý "November in St. Petersburg" Kerem Görsev'in en son albümünün ismi ama aslýnda bir albümden daha kapsamlý bir proje. Yayýnlanmýþ olan albüm ve Ýstanbul Jazz Festivali kapsamýnda izlediðimiz konser bu projenin ilk iki adýmýný oluþturuyor. Kerem'in esas hedefi bu projeyi dünya jazz festivallerinin bir parçasý yapabilmek. Proje aslýnda yaylý sazlar eþliðinde bir trio ile jazz standartlarý çalmak üzere tasarlanmýþ. Cazname I- Tunçel Gülsoy 86 Kerem bu proje için New York'tan kýrk sekiz tane büyük orkestra aranjmanlý jazz standardý notasý almýþ. Amerika gibi jazz müziðinin beþiði bir ülkede bile onlarý çok zor olarak ve sadece bir yerde bulabilmiþ. 1996'da kaybettiði arkadaþý Murat Erseven Antonio Carlos Jobim'i çok sevdiði için Kerem baþka bir arkadaþý olan Kamil Özler'den kendi parçalarýndan bazýlarýný Jobim tarzýnda düzenlemesini istemiþ. Ortaya çýkan sonuçlar çok hoþ olunca, Kamil Özler tüm albümü Kerem'in bestelerinden yapmalarýný önermiþ. Bir iki deneme daha yapmýþlar. Bu sonuçlar da Kerem'in hoþuna gidince albümün kavramýný yeniden oluþturarak bu gün dinlediðimiz þeklinde karar kýlmýþ. Kerem'i Ýstanbul'da verdiði konserden sonraki gün projesinin öyküsünü kapsamlý bir þekilde öðrenmek üzere evinde ziyaret ettim. O gün yaptýðýmýz sohbette en çok neyi hatýrladýðým sorulsa idi herhalde kocaman güzel bir piyano demem gerekirdi. Oturduðumuz salonun baþ köþesinde duran muhteþem piyano, bir "Steinway D274, Concert Grand", yani tam boy bir konser piyanosu idi. Kerem onu bana gösterirken gözleri parýldadý. Bu piyanoyu almak için gene Steinway marka olan iki eski piyanosunu satmak zorunda kaldýðýný öðrendim. "Ýleride bir çiftlik evi alarak stüdyo haline sokmak istiyorum. Bu piyanomu da inþallah oraya götüreceðim. O evde týpký bir ilkokul öðrencisi gibi piyano çalýþmak istiyorum." Halbuki Kerem ilkokul günlerini ardýnda býrakalý çok yýllar geçmiþ olmalýydý. Ama içindeki çocuksu heyecan aynen duruyordu. Sonra evindeki müzik sistemine baktýk. Benim meraklý olduðum düzeyde olmadýðýný biliyordu ama ben onu teselli ettim. Bana göre HiFi müzik seti bekleyebilirdi, Kerem gibi bir piyanistin parasý kendi çaldýðý enstrümanýn en iyisine gitmeliydi. Kerem koleksiyonunu karýþtýrdý ve bir albüm çýkarttý. "Bill Evans Trio with Strings" albümünü dinletmeye baþladýk. Kafasýndaki kavramý anlatabilecek albüm olarak bana dinletmek üzere onu seçmiþti. "Bu albüm benim 1970'li yýllardan beri dinlediðim bir müzik tarzýnýn kendi müziðimdeki yansýmalarý. Cazname I- Tunçel Gülsoy 87 Kendi CD koleksiyonum içerisinde 30-40 tane böyle prodüksiyon var. Bill Evans'ýn Symbiosis albümündeki yaylý sazlar düzenlemelerini yapmýþ olan Claus Ogermann'a hayraným. Bu adam ayný zamanda Antonio Carlos Jobim'in düzenlemelerini de yapan kiþidir. Gene ayný þekilde Robert Farnon, Johnny Mandel ve Nelson Rieddle'e hayraným. Bunlar yýllardan beri yaptýklarý muhteþem düzenlemeleri hayranlýkla dinlediðim müzik adamlarý. Onlarýn düzenlemeleri tüm bestelere bambaþka bir derin boyut kazandýrýyor. Bu büyük prodüksiyonlar bana bu hayalleri kurdurdu. Niye ben de ileride böyle bir müzik ve albüm yapamayayým, diye düþündüm. Bestelerimi büyük bir orkestranýn eþliðinde çalabilmeyi hayal ettim. Onlarý dinledikçe zamanla benim içimde de bir özlem oluþtu. Eski Amerikan filmlerinde görürdük. Büyük orkestralar jazz çalarken insanlar bu müzik ile dans ederlerdi. Ben küçüklüðümde Sammy Davis Jr., Frank Sinatra ve Dean Martin'in müziklerini de hayranlýkla dinlerdim. Onlara eþlik eden orkestralarda da yaylý sazlar olurdu ve o orkestralarýn ciddiyetlerine hayran olurdum. Bu orkestralar benim için müzikalitenin en üst seviyelerini oluþtururlardý. Orkestranýn yay çekmesi, lirik ve sevecen bir þekilde Ekim ayýnda esen bir tatlý rüzgar gibi çalmasý bana hep büyüleyici geldi. Jazz düzenleyicilerinin yarattýðý teknik benim için okyanus dalgalarý gibi yumuþacýk sallanan bir müzik oluþturudu." Bill Evans bitmiþti. Kerem ayaða fýrladý. Yüzlerce albüm arasýndan eli ile koymuþ gibi bir baþkasýný seçti. Bir Claus Ogerman albümünü dinlemeye baþladýk. Kerem Ogerman'ý þöyle anlattý: "Ogerman'ýn yaptýðý düzenlemeler ile Antonio Carlos Jobim'ý dünyaya tanýtan adam olduðunu söylemiþtim. Bak bu düzenlemelerin bende uyandýrdýðý duygularý sana þöyle tarif edeyim: Gökyüzünde sabit ve bir hizada duran iki sessiz helikopter hayal et. Onlarýn arasýna bir ipek çarþaf ger. Rüzgarda yumuþacýk bir salýnýmla uçuþan bir çarþaf. Kendini bu çarþafýn üzerinde hafif hafif yaylanýrken hisset. Ýþte öyle bir duygudur yaylýlarýn yaptýðý müziði dinlemek. Cazname I- Tunçel Gülsoy 88 Ben bunlarla büyüdüm. Yaylý sazlar eþliðinde bir albüm yapmak, kendi bestelerimi böyle bir düzenleme ile çalmak ve dinlemek, bunu hep hayal ettim, tam yirmi yýldýr." Ama yaylýlar ile Kerem arasýndaki baðlantý sadece dinlediði müzikler ile sýnýrlý deðilmiþ, biraz da geçmiþ günlere döndük: "1967'de Belediye Konservatuarý'na girdim. Rana Erksan'ýn sýnýfýnda Mehveþ Emeç ile beraber piyano bölümünde okuduk. 1972'de devlet konservatuarý açýldý ve oraya transfer oldum. Gönül Gökdoðan ile beþ yýl keman, profösör Özer Sezgin ile üç sene viyola çalýþtým. Konservatuar döneminin sonuna doðru Bill Evans Trio'yu yaylý sazlar ile beraber yaptýklarý bir albümde dinledim ve çok etkilendim." Baþka bir müziðe geçtik. Bu sefer Johnny Mendel'in düzenlemesi ile Shirley Horn'u bir yaylý sazlar orkestrasý eþliðinde dinledik. Albümün ismini okudum: "Here's to Life". Kerem bu sefer de klasik öðrenimden sonra nasýl jazz müziðinin kýyýlarýna vardýðýný anlatmaya baþladý: "Fotoðrafçý ve ressam Ali Arif Ersen bana ilk jazz müziðini dinleten ve sevdiren kiþidir. Hank Jones, Red Garland, Wynton Kelly, Tommy Flanagan gibi jazz müzisyenlerini ve daha bir çok diðerlerini bana dinleterek o öðretti. Ýçimdeki gelenekçi jazz sevgisini, akustik jazz'ý, natürel aletler ile yapýlan müzik sevgisini ondan aldým." Kerem Görsev'in iyi bir icracý olduðu kadar çok verimli bir besteci yönü de var: "Bir þeyi yaþamadan beste yapamam. Olayý hissetmem gerekir. Benim için beste yapmak ipek yapmak için týrtýl büyütmeye benzer. Ben týrtýlý kendim büyütmeliyim. Onu dut yapraðý ile beslemeliyim. O týrtýl koza yapmalý ve sonra kelebek olarak uçup gitmeli. Ben onun býraktýðý ipekten güzel ve yumuþak bir kumaþ örebilmeliyim. Ancak o zaman bu kumaþtan elbise dikebilirim. Ben terzi deðilim, sipariþ üzerine elbise dikemem. Tüm bu albümde yaþadýðým tabiat olaylarýný, insan iliþkilerini, kendi kiþisel deneyimlerimi ve eski arkadaþlarýmý anlattým." Projenin gerçekleþmesinde Kerem'in yaný sýra iki deðerli müzik adamýnýn daha çok önemli katkýlarý var. Bunlardan ilki olan Kamil Özler'e tekrar döndük. Cazname I- Tunçel Gülsoy 89 "Kamil Özler'i TRT Caz Orkestrasý'ndan tanýrým. Ben de o orkestranýn elemaný idim. Kamil'e beðendiðim CD'leri verdim ve dinlettim. Sonra bir müddet evinde çalýþtýk. Onun keyboard'unu kullandým. Daha sonra o benim bestelerim üzerinde çalýþmaya ve onlarýn yaylý sazlar ile beraber icra edileceði düzenlemeleri yapmaya baþladý. Bazen gece yarýsý telefon eder yaptýðý düzenlemeleri kendi bilgisayarýndan bana telefon aracýlýðý ile dinletirdi." Ancak Kerem için iþin en zor yaný Kamil'in iþini bitirmesinden sonra baþlamýþ. Her bir beste için yapýlan düzenlemelerin teker teker fotokopilerinin çekilmesi ve alt alta getirilip yapýþtýrýlmasýný bizzat Kerem yapmýþ. Bu onun bir hayli vaktini alan bir çalýþma olmuþ. Daha sonra düzenlemeler incelenmek üzere St. Petersburg Filarmoni'ye gönderilmiþ ve Ruslar hiçbir rötüþ yapma gereði hissetmemiþler. Yalnýz Ýstanbul'da verilen orkestra konseri için arþe çekimleri yeni baþtan yazýlmýþ. Projenin diðer önemli ismi ise klasik müzikseverlerin yakýndan tanýdýðý bir þef olan Eol Erdinç. Onun katkýsýný da Kerem'den þöyle dinledim: "Erol Erdinç eski bir arkadaþým. Son üç dört yýldan beri beraber bazý çalýþmalarýmýz oldu. Çift piyano çaldýðýmýz konserler verdik. Erol jazz müziðini bildiði için klasik müziðe de deðiþik bir açýdan bakabiliyor. St. Petersburg Orkestrasý'ný þeflerinden biri olarak evvelden beri tanýyordu. Bu orkestra ile temasýmý Erol Erdinç saðladý. Geçtiðimiz kasým ayý için gün aldýk. Altý kiþi gittik. Eski bir kilisede kayýt yapýldý." Kayýtlarda Ateþ Tezer davulda yer almýþ. Kontarbasta Rusya'da Valentin Malinev trioyu tamamlamýþ. Volkan Hürsever ise Ýstanbul konserinde Kerem'e eþlik etmiþti. Parçalarýn her birinin ayrý bir öyküsü var: "A Morning in New York" Kerem'in New York'da yaþadýðý bir sabahý anlatýyor. Evine yakýn bir yer, 57. Cadde. Kamyonlar sabahýn erken saatlerinde dükkanlara mal getirmiþler. Herkes yeni uyanmýþ, insanlar Cazname I- Tunçel Gülsoy 90 iþlerine gitmek üzere acele acele yürüyorlar. Burasý her þeyin büyük olduðu bir þehir; otomobiller, insanlar, herþey yollarda yaylana yaylana gidiyor. Her þeyin çok büyük olmasýndan dolayý kimse þehirin hýzýný fark edemiyor. Bir kýsým insanlar sabah kahvaltýsýnda yemek için bir þeyler almak üzere dükkanlara giriyorlar. Ýþte böyle bir dükkana 'bagel' almak için giren Kerem o sýrada dükkan sahibinin mýrýldandýðý bir melodiyi duymuþ. Hiçbir þey almadan hemen evine koþarak Kawai marka piyanosunu baþýna oturmuþ ve dükkanda duyduðu melodiyi çalmaya baþlamýþ. "I Love May"in ilhamý eþi Pýnar. 1995 yýlýnda Pýnar'ýn Amerika'dan Türkiye'ye gelmesini beklerken duyduðu özlem ve mayýs ayýnda gelmesi üzerine içinde hissettiði sevinci yansýtýyor. "Relaxing"in farklý bir öyküsü var. Türkiye'nin geçtiði çok kötü dönemlerden birinde çok sýkýntýlý olduðu bir gün hissettiði þeyleri yansýtýyor. Toplumun ferahlamasýný isteyen bir müzik adamýnýn duygularýný yansýtan bir beste. Burada insanlar üstlerinde oluþan baskýdan kurtulsunlar, ferahlasýnlar istemiþ. "Hands and Lips" iki önemli jazz müzisyeni için yazýlmýþ bir parça. Kerem piyanist Eliane Ellias ve Toots Thielemans'a olan hayranlýðýný ve sevgisini bu parça ile ifade etmiþ. Burada "Hands", yani "Eller" Ellias'ý, "Lips", yani "Dudaklar" ise Toots'u temsil ediyorlar. Kerem bu bestesinin notalarýný 1994'de tanýþtýðý Toots Thielemans'a hediye de etmiþ ama sonradan onun bunlarý deðerlendirip deðerlendirmediðini bilmiyor. "November In St. Petersburg" hem Kerem'in albümde en sevdiði parça hem de tüm projenin adý. Gitmeden hayalini kurduðu güzel St. Petersburg þehrini, onun görkemli tarihini, o þehirde yaþayan muhteþem sanatçýlarý, güneþin asla batmadýðý beyaz geceleri, her biri sanat eseri olan Nevski Caddesi'ndeki biblo gibi evleri ve kasým ayýnda çabucacýk kararan havalarý, düþünmüþ. Sonra piyanosunun baþýnda tüm hayal ettiði güzel þeyleri müzik olarak ifade etmiþ. Þöyle diyor: "Tüm bunlarý içimde hissederek bir beste yaptým. Gün geldi güzelliklerini hayal ederek kendisi için beste yaptýðým þehre gittim ve yarým saat içerisinde hiç de yanýlmamýþ olduðumu farkettim." Cazname I- Tunçel Gülsoy 91 "Painter", Kerem'in yirmi yýllýk ressam arkadaþý Argun Okumuþoðlu için yapmýþ olduðu bir beste. Biz konuþurken Kerem bana onun duvardaki resimlerini gösterdi. Kerem yaz tatillerinde Fethiye'deki Hillside Oteli'ne gitmeyi tercih edermiþ çünkü bu otelde çalabileceði yarým kuyruk bir Stainway piyano varmýþ. Bu bestesini de þöyle anlattý: "Ýþte orada olduðum bir gün Argun ile beraber oturuyorduk. Kendisi çok dramatik bir insandýr. Beraber oturduðumuz o gün hem karanlýk hem de aydýnlýk bir anda onun yüzüne bakýyordum, içime ilham geldi. Piyanonun baþýna oturdum, yarým saatte parça çýkmýþtý." "I Remember Your Face", on yýldan beri görmediði babasý için yapýlmýþ bir parça. Bu besteyi yaptýktan sonra babasýyla görüþmesi kýsmet olmuþ ve onunla da tesadüfen Hillside Otel'de de karþýlaþmýþlar. "Linden" Türkçede ýhlamur demek. Ihlamur yokuþundan aþaðý yürüdüðü pýrýl pýrýl bir günün öyküsü: "Ihlamur kokusu dayanýlmaz bir hoþlukla genzimi yakýyordu. Ýçim heyecan doldu. Hemen yokuþun bitimindeki Yapalý'nýn piyano dükkanýna girdim ve bir piyanonun baþýna oturdum. Ýnanýlmaz bir hýzla bestemi bitirdim." Albümde Kerem'in çok sevdiði bir dostu olan Sadettin Davran içinde yapýlmýþ bir beste var, "Sailor Longed For". Sadettin Davran'dan bahsederken gözleri parýldýyor. Bu parçanýn geçmiþini konserinde de anlatmýþtý: "Sadettin biz jazz müzisyenlerini uzun yol kaptanlarýna benzetir. Parçanýn ismi Türkçede yolu beklenen denizciler anlamýna geliyor. Bu besteyi onun sakin ve beyefendi kiþiliði için yaptým." "Sunset" aslýnda arþe ile çalýnan bir kontrbas parçasý. Kerem'in geçmiþte yaþadýðý Rumelihisarý'ndaki muhteþem gün batýþlarýný anlatýyor. Klasik müzik havasýndaki bu parçayý bir keresinde kontrbasçý Eric Reeves seslendirmiþ. "Jumping to the Void" albümde bir dosta ithaf edilmiþ üçüncü parça. Kelime "boþluða uçmak" olarak tercüme edilebilir. Onun ardýndaki ilhamý Kerem'den dinledim: Cazname I- Tunçel Gülsoy "Yavuz 92 Baydar da yakýn arkadaþýmdýr. Bir gün onun Baltalimaný'ndaki evinde oturuyorduk. Yavuz'un çok çýlgýn bir koleksiyonu vardýr. O gün bana inanýlmaz bir jazz piyanistleri koleksiyonu dinletti. Çok doldum ve kendimi çok yukarýlara uçmuþ hissettim. Bu parçayý beraber yaþadýðýmýz o özel günün anýsýna Yavuz için besteledim." Albümde eþi Pýnar için yazmýþ olduðu ikinci parçayý onun yanýnda anlattý: "Seems so Far"ý Pýnar için yazdým. Onun Amerika'ya gittiði ve benim onu çok özlediðim bir zamaný anlatýr. O günlerde Amerika bana çok uzak gözükmüþtü." Albümde yer alan "Expectations" Kerem'in 1987'de yapmýþ olduðu ilk bestelerinden biri ve çok yalnýz kaldýðý bir gün içinde hissettiði korkularý yansýtýyor. Kerem'in müzik anlayýþýnda genç müzisyenler için bazý mesajlar olduðunu düþünüyorum. "Müzikte katý olmamak lazým, her zaman ve herkesten öðrenilecek þeyler vardýr. Ben beþ yaþýndaki bir çocuðu bile dinlerim, ondan da öðrenilecek þeyler vardýr." Ýnsanýn hayal kurmasý güzel bir þey ama sonra onu gerçekleþtirebilmesi için hayalden baþka þeyler de gerekiyor. Kerem bu albüm ile ilgili tüm harcamalarý önce kendi cebinden yapmýþ. Albüm bittikten sonra Garanti Bankasý murahas azasý Akýn Öngör Bey'e dinletmiþ ve o beðenince de banka sponsor olmaya karar vermiþ. Artýk zaman ilerlemiþti, ýþýklar karardý. Kerem'in arkasýnda dolunayýn yükselmeye baþladýðýný farkettim ve "Ne güzel bir ay doðuyor." diye kendisine iþaret ettim. Ama Kerem'in dolunaydan hoþlanmadýðýný da bu vesile ile öðrenmiþ oldum. Kalktý, bu sefer de George Shearing orkestrasýnýn bir albümünü koydu, onu dinlemeye baþladýk. Bir yandan da masamýza getirmiþ olduðu diðer albümlere baktým. Hepsi kendi son albümüne ilham veren müziklerdi. "How Beautiful is the Night, The Robert Farnon Orchestra", "Charlie Parker with Strings, the Master Takes". Hepsi birbirinden güzel þeylerdi ve her birinden bir þeyler dinledik. Cazname I- Tunçel Gülsoy 93 Piyanonun altýnda bizimle beraber müzik dinleyen köpek dikkatimi çekti. Bu Bebop'du, Kerem'in Dalmaçyalý cinsi sevgili köpeði. Onlarý Niþantaþý'nda sokakta sahibi ile yürürken ve bazen de Kerem'in jazz barýnda gördüðümü hatýrladým. Kerem'e göre Bebop müziðe çok düþkün bir hayvan, Kerem'in piyanosunun altýnda onun müziklerini dinleyerek büyümüþ. Yakýnda Kerem'in sonbahar temalý bir baþka albümü daha olacak ve "Warm Autumn" adýný taþýyacak. Altý kiþilik bir orkestra ile çalacaklar. Üç nefesli saz, trompet, trombon ve tenor sax; piyano, bas ve davul üçlüsünü tamalayacak. Kerem bu projenin kapsamýný 1960'lý yýllarda Benny Golson, Art Farmer, ve Curtis Fuller in yaratmýþ olduðu "sound"un aynýsýný yýldýzý yeni parlayan genç müzisyenler ile gerçekleþtirmek olarak tanýmlýyor. Ama son tahlilde Kerem için jazz müziðindeki ideal formatý piyano, davul ve bastan oluþan klasik trio. Ona bir an için herhangi bir sýnýr düþünmeden kendisinin piyanoda olacaðý ideal bir trio hayal etmesini istedim: "Kendimi þanslý hissediyorum, çok iyi bir kontrbasçýlar ile çalýþtým, Steve Kirby, Eric Reeves. Steve Kirby ile daha sonra Elvin Jones Jazz Machine grubunda çaldým. Çok özel bir konserdi. Böyle bir soruyu yanýtlamak çok zor." Bir an sustu, sonra yavaþça devam etti: "Aslýnda trio deðil ama Bill Evans ile birlikte çalmak isterdim, iki piyano olarak. Basta Paul Chambers, davulda Philly Joe Jones'un olduðu bir grup. Gerçekte kendimin piyano çaldýðý bir çok baþka triolar düþleyebiliyorum. George Mraz ve Jimmy Cobb ile, Lewis Nash ve Christian McBride ile çalmak isterdim. Bunlardan baþka triolar da var hayalimde. Örneðin Mulgrew Miller ve Niels Henning Orsted Pedersen ile de çok iyi bir grup olabilirdik." Ben St. Petersburg'u görme þansýný yakalamýþ insanlardan biriyim. Kerem ile yaptýðýmýz tüm sohbet sýrasýnda bir zamanlar gitmiþ olduðum bu güzel þehri tekrar hayalimde yaþadým. Kerem Görsev için ayný þehir gün geldi gençlik hayallerinin gerçekleþtiði þehir oldu. Týpký 350 yýl önce onu kuran tutkulu bir çarýn hayallerini de gerçekleþtirdiði gibi. Cazname I- Tunçel Gülsoy 94 Herkesin mutlaka bir hayali vardýr, eminim sizlerin de. Ama bilmem onlarý gerçekleþtirmek için bir þeyler yapabiliyor musunuz ? Þurasý muhakkak ki Kerem Görsev'in albümününün öyküsünde, ruhunda bir tutku taþýyan ve hayal kurabilen her insanýn alabileceði bir ders vardýr. 95 JAZZ PORTRE/ MEHMET SANLIKOL Onu Audio Fact'in konserinde tanýdým, yýlan derisi kovboy çizmeleri giymiþti. "Badireler atlattýk, olduðumuz yere geldik. Hala sýkýntýlar yaþýyoruz. Ýlk albümümüz Türkiye'de çýktý ve buradan dünyaya açýlacaðýz. Bence bu albüm bizim için doðru dürüst bir þeyler yapma çabasý." Böyle anlatýyor Mehmet Audio Fact'in son albümünü. Yüzünde hafif utangaç bir gülümseme olan hiperaktif bir genç adam, bakýþlarý sýk sýk yanýndaki tatlý kýza gidiyor. Ben de kýza soruyorum, o cevaplýyor: "Bence Mehmet açýk fikirli ve olmasý gerektiði gibi bir müzisyen, kalýp dýþý, geniþ bir müzikal düþünce açýsý var, hiçbir þeye tamamen hayýr demeyen, açýk bir kapý " Aklýma bir oyun geliyor; Mehmet'e hiç düþünmeden arka arkaya yirmi dört kelime yazdýrýyorum ve sonra bunlarý ikiþer ikiþer kümelendirip üç kelimeye kadar indiriyorum. Þunlar kalýyor: Sevgili, Audio Fact, Ýliþki. Ýkinci kelimeden baþlýyoruz: "Ben jazz'cý deðilim ama grubum Audio Fact temelini jazz'dan alýyor. Ben bir yandan da klasik müzikler besteliyorum, zaten bestelemesem kendimi eksik hissederim." Mehmet'in ilginç bir hikayesi var. Bursalý, çocukluðunda oranýn en iddialý orta okuluna gidiyor ve çok iyi bir öðrenci. Annesi piyano öðretmeni, babasý doktor. Çok küçük yaþta piyano çalýyor ve beste yapýyor. Protest yapýsýný okulunda bir gün haksýz yere dayak yemesine ve arkadaþlarýndan ayrý oturtulmasýna baðlýyor. Bu olay onu okul hayatýndan da soðutuyor. Liseyi bitirinceye kadar psikolojik olarak zor zamanlar geçiriyor. Babasýnýn ýsrarý ile düþük puanlý bir fakülteye giriyor ama rastlantýlar karþýsýna Aydýn Esen'i çýkartýyor ve Aydýn babasýný ikna ederek Mehmet'i 1993 yýlýnýn sonbaharýnda Berklee Cazname I- Tunçel Gülsoy 96 Jazz Okulu'na yerleþtiriyor. O andan sonra Mehmet yeni okulunda büyük bir hýrs ile çalýþýyor ve eksiklerini tamamlýyor. Aydýn Esen'den aldýðý temel ile çok ileri bir noktaya varýyor. Ýlk sömestrenin bitiþine az kala ödev olarak bir folk þarkýsýný düzenlemesi isteniyor. Önce folktaki duygusallýðý bozmamak için buna sýcak bakmýyor ama seçtiði parça "Niksar'ýn Fidanlarý" onun düzenlemesi ile okul orkestrasý tarafýndan çalýnýnca Berklee de bir hit oluyor ve onu okulda tanýtýyor. "Konser tekrarlandý, havaya girmiþtim. Olayýn büsbütün üstüne gittim, yaz okullarý dahil okula devam ettim. Bir gün geldi yaptýklarýmý eskisi kadar çok beðenmemeye baþladým. Derken kötü not aldýðým ödevlerim de oldu. Berklee benim ufkumu açtý, objektif olmayý öðrendim ve artýk müziðimin üzerinde daha çok düþünerek yazmaya baþladým. Pop müzik bile olsa en içime sineni yapmaya çalýþýyorum. Ýyi hocalarým oldu. Trompetçi Herb Pomeroy bunlardan biri idi. Orada hocalar öðrencilerine bir þeyler empoze etmek yerine doðruyu bulmak için kýlavuz oluyorlar." Mehmet'in beðendiði müzisyenler arasýnda Joe Zawinul ve Weather Report'un ayrý bir yeri var. Kendine yakýn bulduðu müzikleri dinliyor, Aydýn Esen'i hem hocasý hem de müzisyen olarak beðeniyor. Miles Davis, Charlie Parker ve Duke Ellington onun için jazz'da baþka bir anlam ifade ediyorlar. Ellington'un tam olarak anlaþýlmadýðýný düþünüyor. Stravinsky, Mozart ve Bach klasik müzikteki favorileri. Jazz'ýn yaný sýra film müzikleri de yapýyor, jazz kompozisyon master çalýþmasýný bitirince iki diplomasý olacak. Ýlk film müziðini efeler ile ilgili bir film için yapmýþ. Kovboy çizmeleri Deep Purple dinlediði rock müziði günlerinden yadigar. Bugün felsefe okuyor ama müzik çocukluðundaki resim yapmaya olan ilgisini bitirmiþ. "Saygý gören bir müzisyen ve huzurlu bir insan olmak istiyorum. Müzikte ulaþýlmamýþ veya baþkalarýnýn ulaþamayacaðý yerlere ulaþmak istiyorum. Kendi müziðimi icra etmeyi tercih ettim, baþkasýnýn yanýnda sideman olmak istemedim. Kendim olarak bir yere gelince sideman de olabilirim." Bence insanýn olabileceði þey istemeyi hayal edebildikleri ile sýnýrlýdýr ama Mehmet Sanlýkol bir gün mutlaka iyi bir sideman olma yolunda sevgi ile ilerliyor. 97 BÝR ARTÝST, BÝR ANNE Salona varabildiðimde Yapý Kredi Sanat Festivali'ndeki piyano konserinin klasik müziðe ayrýlmýþ ilk bölümü bitmek üzere idi. Sahneye baktým, erkek smokini giymiþ bir kadýn Schumann'ýn Do majör fantezisinin sonlarýný çalýyordu. Sessizce ve dersine geç kalmýþ bir öðrenci gibi arka sýralarda bir yere iliþtim. Sanatçý piyanodan kalktýðýnda herkes çoþku ile alkýþlarken o zarif bir reverans ile seyircisini selamladý, týpký küçük bir kýz çocuðu gibi yanaklarý kýzarýyordu. Kaç yaþýnda olduðunu merak ettim. Meral Güneyman'ýn piyano resitalinin klasik bölümünü kaçýrmam yazýk olmuþtu. Ýkinci yarýda ev sahibemiz Þule Usmantekin'in bana gösterdiði güzel yere oturdum ve konser bir Gershwin medley ile baþladý. Müzik ile birlikte piyanistin yüz ifadesi ve jestleri deðiþti, woogie boogie çalarken büyük vücut hareketleri yapýyor ve ayaklarý ile sürekli ritm tutuyordu. Schumann'ýn ince duyarlýlýðýndan jazz'ýn kýpýr kýpýr dinamik dünyasýna metaformoz gibi bir geçiþ oldu. Konser sonrasý onu sahne arkasýnda tebrik eden insanlarýn arasýna ben de katýldým. Smokin papyonu yerine taktýðý, sonradan aile yadigarý olduðunu öðrendiðim zarif bir kolye dikkatimi çekti. Ufak bir erkek çocuðu "anne" diye ona koþtu, o hem oðluna sarýldý hem kendini tebrik eden insanlarýn övgülerine karþýlýk verdi. Sonra beni tanýþtýrdýlar; onun dünyasýný kendi okuyucularýmýza aktarmak istediðimi söyledim ve ertesi gün kaldýðý Richmond Oteli'nde buluþmak üzere sözleþtik. Sabah bir akþam evvel dinleyicisinden aldýðý olumlu enerji ile dolu olarak beni karþýladý. Bu kez sahne makyajý yoktu, ama gene de yaþýný tahmin edemedim. Kýyafet kiþinin aynasýdýr, derler; ben de önce onun giydiði smokin ve erkek ayakkabýlarýný sordum: Cazname I- Tunçel Gülsoy 98 "Erkek kýyafetini sadece çaldýðým jazz müziðine uyumundan dolayý giydim. Aslýnda konserin ilk kýsmýnda klasik bir haným elbisesi de giyebilirdim ama defile havasý vermek istemedim. Evet biliyorum bu kýlýkta biraz George Sand'a benziyordum." Bu arada kolyesinin eski bir aile yadigarý olduðunu fark ettiðimi iþitince gülümsedi, 1928'den kalma imiþ. Kahveleri söyledik ve nostaljik Markiz pastahanesine bakan bir masada onun öyküsünü dinledim. Eski bir söz vardýr, her insan bir adadýr diye. Ben de piyanonun baþýnda bir stilden diðerine çok rahat geçebilen sanatçýyý çok merak ediyordum. "Kim miyim? Cevabý güç bir soru sordunuz. Çok zor bir insaným, hayatý kendime zorlaþtýrýyorum." Bir an gözleri uzaklara daldý ve bir yerlere gidip geldiðini hissettim: "Artist ve anneyim, bunlar aslýnda çok zor baðdaþan þeyler. Her ikisinde de çok kendinden verici olmak gerekiyor. "Anne hasta mýsýn?" sorusunun ardýndan hemen "Akþam yemeðinde ne var ?" sorusu gelir, ama bu arada piyanonuz size bakarak sessizce: "Çal beni çal" demektedir. Nerede vakit? Ýki oðlum var on dört ve on yaþlarýnda, büyüðü gitar ile heavy metal çalýyor, küçüðüne ise ben piyano öðretiyorum. Çok kýzýyorum çünkü bana hoca gibi deðil anne gibi muamele ediyorlar ve þýmarýyorlar." Bunlarý söylüyor ama çocuklarý ile çok gurur duyduðu belli, gözleri parlýyor: "Yama yama bir hayat. Yapýlabileceðin en iyisini yaptýðýmý sanýyorum. Ünlü olma çabam yok ama dinleyicime tapýyorum, onlara en iyi þekilde hizmet etmek istiyorum. Para iyi yaþayabilmek için gerekli bir þey ama hayatýmdaki esas yön deðil. Az ama güzel konserler verdim. Her zaman daha çok öðrenmek ve daha çok çalmak istiyorum." Bir an tekrar düþündü ve kendi içinde bir deðerlendirme yaptýðýný fark ettim. Sonra devam etti: "Ben aslýnda birkaç insanýn hayatýný birden yaþadým. Cazname I- Tunçel Gülsoy 99 Piyano çalmaya dört yaþýnda Ýstanbul Devlet Konservatuarý'nda Rana Erksan'ýn öðrencisi olarak baþladým. Ferdi Statzer, Meral Yapalý ve Raþid Abed'in öðrencisi oldum. Okulu birincilikle bitirdim ve Salzburg'taki Akademie Mozarteum'a devam ettim. Bana devlet burs vermedi, kendi bursumu kendim kazandým. On dokuz yaþýnda Amerika'ya gittim ve klasik müzik çalýþmalarýmý Juliard Müzik Akademisi'nde sürdürdüm. O zamandan beri baðýmsýz olmayý öðrendim. Juliard'da piyano bölümünde "post graduate" diploma derecesini yirmi beþ yaþýnda aldým. Ama daha sonra iki yýl da "professional study" çalýþmalarýna devam ettim." Kendi bahsetmiyor ama biyografisinde Juliard'da Maria Geuree ve Jadeishon ödüllerini kazandýðýný okumuþum. "Yýllar önce klasik müzik eðitimine baþlarken kendimize örnek model aldýðýmýz insanlar vardý: Verda Erman, Ýdil Biret, Ayþegül Sarýca. Bunlar iyi ailelerde yetiþmiþ, hanýmefendi insanlardý. Rahat yaþamlarý oldu. Ama bir gün aramýzdaki nesil farkýný anladým. Bizler 80'lerin dünyasýnda gençlik günlerimizden farklý bir dünya bulduk. Mekanik, gürültülü ve materyalist bir dünya idi bu. Her þeyi kendim yapmak zorunda kaldým. Meral Güneyman bu yýllarda ülkesinden de hiç kopmuyor. Zaman zaman dönüp Türkiye'de konserler verdiðini öðreniyorum. Ýlk konserinin öyküsünü anlatýyor: "Türkiye'ye ilk dönüþüm 1975 yýlýnda oldu. Mükerrem Berk Bey'e mektup yazýp konser vermek istediðimi bildirdim. "Seni hiç tanýmýyorum." diye cevap verdi. Ama sonra konser vermeme yardýmcý oldu ve Prokofyef konçertoyu çaldým. Ýlhan Mimaroðlu da bana Webern, Bridge ve Decaux'un eserlerinden oluþan bir albüm yaptýrdý. Bu albüm o yýl Amerika'nýn en beðenilen ilk beþ plaðý arasýna girdi. Ayrýca Mimaroðlu'nun piyano parçalarýný, Þostokoviç'in 2. Konçertosunu ve Chopin'in en popüler eserlerini içeren albümler yaptým." Müzik denizindeki bu yolculuk sýrasýnda bir gün geliyor karþý sahili keþfediyor: Cazname I- Tunçel Gülsoy "Amerika'daki yýllarýmda 100 jazz'a olan ilgim geliþti. Kendim de besteler yaptým, "ballad" tarzý þeyler. Okulda bir gün bunlarý arkadaþým ile beraber konser olarak çalmak için izin istedik, önce vermediler, arkadaþým hemen pes etti ama ben etmedim, okula bizi kýsýtlamamalarý gerektiðini anlatabildim. Çok güzel bir konser oldu, herkesin dans ederek ve gülerek oradan ayrýldýðýný hatýrlýyorum. 1974 yýlý idi ve o zamanlar klasik müzik öðrencilerinin kendi sahalarý dýþýna çýkmalarý kabul edilebilir þey deðildi. Bu konserden sonra Lincoln Music Center stüdyo programýna kabul edildim. 1974'de Berklee jazz okulunun yaz kurslarýna katýldým, çok bir þey öðrenemedim ama daha sonra kendi kendime çalýþmaya devam ettim. Bir gün Bill Evans ile tanýþtým ve ona kendi bestelerimi çaldým. Çok büyük bir sanatçý idi, çalýþmalarýmý dinledi ve bana büyük bir cesaret verdi. Daha sonra da bana Hindermith sonatlarýný tanýttý." Bu geliþmeler onda artýk sönmeyecek bir jazz sevgisi ateþliyor. Konunun biraz daha içine giriyoruz: "Bence jazz çok köklü ve önemli bir sanat. Amerikan tabiri ile "Acquired taste", yani jazz zamanla edinilen ve geliþtirilen bir zevk. Aslýnda ben çocukluðumdan beri jazz çaldým, kimse bana "çalma" demedi. Armoni hocam Raþit Abet Bey çok yaratýcý bir insan idi, bize bir çok yeni þey öðretti ve jazz çalýþmalarýmý teþvik etti. Ama bir gün Leonard Bernstein hayatýma girdi. Bernstein klasik müzikten jazz'a kapý açan ilk öncülerden biridir. Sonra onu diðer müzisyenler takip etti. Benim de doðaçlama merakým onun ile birlikte oldu." Sonra birden durup döndü ve o bana sorular sormaya baþladý. "Jazz" dergimizi merak ediyordu, sabah telaþtan yanýma almayý unutmuþtum ama konuþtuðumuz yer Beyoðlu, her yer dergi kitap. Hemen sokaða çýktým, Suriye Pasajý'nýn kapýsýndaki gazeteciden bir tane son sayýdan aldým ve ona takdim ettim. Eþinin rahatsýz olduðunu konserde ona: "Sen lokomotiften de güçlüsün!" diye baðýran bir hanýmdan öðrenmiþtim: Eþlerimiz de bizim kiþiliðimizin kilometre taþlarýndandýr. Bir ucundan bu konuya eðildik: Cazname I- Tunçel Gülsoy 101 "Sonradan eþim olacak kiþi o zamanlar otuz dört yaþýnda bir iþ adamý idi. Ben ise biraz erkeklerin iliþki kurmaktan çekindikleri deli dolu ve sert görünüþlü bir kýz idim. Kanlýca'da oturuyorduk ve ailelerimiz komþu idi. Bir gün rýhtýmda kitap okurken tanýþtýk ve konuþtuk. Ýkimiz de yalnýzdýk ve birbirimize destek olduk. Bizim çevrede artistlere deli gözü ile bakarlardý, ama o bana kendimi kendimi önemli hissettirdi. Yirmi yedi yaþýnda iken onunla evlendim. Benimle Amerika'ya gelip her þeye yeniden baþlamayý göze aldý. Çok mütavazi iþlerde çalýþtý ve yavaþ yavaþ toparlandýk. Otuz yaþýmda anne olmak istedim, oldum ve kendimi anneliðe verdim. New York'un dýþýnda bir ev tuttuk. Biraz izole bir hayatýmýz oldu. Müzik çalýþmalarýma devam ettim. Amerika'nýn belli baþlý eyaletlerinde az ama kaliteli konserler verdim, müzik severler beni tanýdý ve takdir etti. Takdir edildiðimi anlamak benim için en büyük armaðan." Türk dinleyicilerinin de onu takdir ettiðini dün akþam hem konser sýrasýnda hem de sahne arkasýnda yakýndan görmüþtüm. Biraz da onlardan bahsettik: "Beni takip eden bir dinleyici kitlem var Ýstanbul'da ve umuyorum ki bu kitle büyüsün. Çok çalýþýyorum. Ben kendini ön plana atarak lanse edebilecek bir insan deðilim. Yapabildiðim en iyi þey konser verebilmek. Ama istiyorum ki insanlar ilgili olsunlar. Bir yenilik yapýlýyorsa onlar için yapýlýyor. Albüm de yapýyorum ama bence albüm gerçekten dinlenmeye deðmeli, yoksa sanatçý popüler olduðu için alýnmamalý." Kendisi gibi yurt dýþýnda Türkiye'yi temsil eden diðer piyanistlere söz geliyor. Hayata olumlu bakan bir insan olarak sanatçý meslektaþlarý için hep güzel þeyler söylüyor, ama sýra Fazýl Say'a gelince geniþ bir parantez açýyor: "Fazýl Say çok büyük bir piyanist. Bakýn yetenek demiyorum. Yetenek demek piyanist olma yolunda bir sanatçý demek olurdu. Bence o Horowitz ayarýnda bir sanatçý. Bulunmaz bir inci ama umarým Türkiye onun kýymetini bilir. Deli dolu taraflarý olduðunu iþittim ama dehanýn olduðu yerde böyle þeyler oluyor." Cazname I- Tunçel Gülsoy 102 Meral Güneyman'ýn sanatçý yönünün ilginç bir uzantýsý da eðitimci yaný. Bunun ardýnda ayrýca güçlü kiþiliðinden kaynaklanan bir iþ kadýný tarafý da var: "Bir gün mali açýdan Amerikan tabiri ile bir "gimmick" düþündüm. Piyanoyu tek baþýna biraz nankör buldum, en ufak bir ara verme ile sizi terk edebiliyor. Çocuklara yönelik bir eðitim stüdyosu açmaya karar verdim. Princton Üniversitesi'nin ilgili bölümlerinden ders almaya karar verdim. On sekiz aylýk bebeklerden yedi yaþýna kadar olan yaþ gruplarýna yönelik müzik eðitimi metotlarýný öðrendim. Sonra on yýl bu okulu sürdürdüm. Çok raðbet gördü. Baþka benzer eðitim kurumlarý da vardý ama hiçbirinde sanatçý bir müziyen ders vermiyordu. Sadece hoca olmak yetmiyor, sanatçý olmak önemli çünkü o zaman olaya sadece ABC deðil, A'dan Z'ye bir bütün olarak görebiliyorsun. Bu þekilde çocuðun seviyesine inebiliyorsun. Tiyatro, beden eðitimi, oyun, vurgulu sazlar gibi araçlar ile on yýl boyunca müzik öðrettim. Bir örnek vereyim. "Daha dün annemizin " þarkýsýný söyletirken çocuklara eþarp çevirtiyordum. Bu þekilde hem þarký söylüyorlardý hem de beden eðitimi yapýyorlardý. Eþarp çevirerek ayný zamanda müzik cümlelerini ve nefes alma zamanlarýný hissettiler. Oyuncak bir zilofona vururken aslýnda piyanoya nasýl ses vermek yerine ses alacak þekilde vurmalarý gerektiðini gördüler. Eþim rahatsýzlanýnca ve çocuklarýmýn bana ihtiyacý yüzünden on yýl sonra bu iþi býrakýp konserlere döndüm. Ama eðitmenlik bana çok þey kazandýrdý." Eðitmenlik tecrübelerimizi paylaþtýk, kýyasladýk ve tartýþtýk. Ama son tahlilde biz bir jazz dergisiyiz ve ben de klasik müzik dinlemekle beraber konserin ikinci yarýsýna yetiþebilmiþ bir jazz severim. Ana temamýza döndük ama o olayý çok daha geniþ bir açýdan ele aldý: "On beþ-yirmi yýldýr kendi hayatýmla uðraþmýþtým. Dýþa açýlmam son iki üç senelik bir olay. Zaten klasik ve jazz yakýnlaþmasý da gene son bir kaç yýlda yoðunluk kazandý. Hazýr olduðumu hissettiðim gün bir baþlangýç programý yaptým. Benim için müzik bir bütündür. Müzik hayattýr, aldýðýmýz nefestir, hissettiðimiz þeylerdir, müzik bir güzellik ve ifadedir, dünyada güzellik varsa o müziktir. Suyun vücudumuza hayat verdiði gibi müzik de ruhumuza hayat verir. Cazname I- Tunçel Gülsoy 103 Benim için jazz da klasik de büyük müzik denizinde iki kýyýdýr. Son yýllarda bu türler arasýnda büyük bir yakýnlaþma baþladý. Her ikisinin de sanatçýlarý karþý kýyýyý merak etmeye ve keþfetmeye baþladýlar. Keith Jarrett, Chick Corea, Herbie Hancock jazz kýyýsýndan ilk aklýma gelen isimler. Hancock zaten klasik müzik eðitimi ile müziðe baþlamýþ. Klasikçilerden de Itzhak Perlman'ýn Oscar Peterson ile yapmýþ olduðu albüm aklýma geliyor. Kathleen Battle çok güzel þeyler yaptý. Bir de Kronos Quartet var. Onlarýn Bill Evans'ýn müziðini yorumladýklarý albümü çok beðenmiþtim. Piyano ise benim vücudumun uzantýsý ve müziðe uzanan köprümdür. Bill Evans, T. Monk ve H. Hancock'u beðeniyorum. Monk aslýnda bir þizofrendi. Onun konser kayýtlarýný videoda izledim. Çalýþýnda bir sinir bir gerginlik var. Eskilerden Art Tatum, Fats Weller ve James Johnson hayranýyým. Bence jazz'ýn temelleri de onlar. Bugün woggie boogie çok ticari bir müzik oldu, anlamýný yitirdi. Bu insanlarýn mevcut albüm kayýtlarý çok eski ve ses kalitesi onlarýn çalýþýndaki renk ve dinamiði aksettiremiyor. Bir albüm yaparak onlarýn müziðini bugünün teknolojisi ile yeniden yapmayý düþünüyorum." Meral Güneyman'ýn evi de bu ideallerine uygun bir ortam oluþturuyor. "New Jersey'de köy gibi bir yerde evimiz var, sakin kendi halinde. Evimin ilk katý bir stüdyo. Burada biri büyük biri de orta boy iki Steinway kuyruklu piyano duruyor. Ayrýca iki tane de bilgisayar baðlantýlý digital piyanomuz var. Ev kumsal kenarýnda, ortam çok çekici deðil ama tabiat güzel ve bir bahçemiz var. Onunla uðraþýyorum. Aðaçlar diktim. Tabiatý seviyorum, bahçemde yabani çiçek yetiþtiriyorum, çiçek yetiþtirmak pozitif bir zevk ve insaný tabiat ile haþýr neþir ediyor. Geçen sene biber ve domates de yetiþtirdim." Domates ve ev konularý bana yemek konusunu hatýrlattý. O sýrada yanýmýzdaki masaya gelen þnitzelin de etkisi ile yemek hakkýndaki düþüncelerini sordum: Cazname I- Tunçel Gülsoy 104 "Yemek yemeye çok düþkün deðilim ama yemek yapmayý çok seviyorum. Çok güzel tavuk yaparým, tavuðu fýrýna sürmeden önce "seasonining" ile tencerenin içinde piþiririm ve yumuþatýrým. Sonra fýrýnda piþirince çok güzel olur. Bir de iç pilavým vardýr, etsiz yaparým. Fýstýk ve üzüm ile. Pirinci önce sýcak suda piþirip ýlýnmasýný beklerim, sonra kýzarmýþ fýstýk ve tavuk suyunu ilave ederim." Sonra birden aklýna geldi ve bu sefer o bana niçin yemek yapmak ile ilgilendiðimi sordu. Cevap verdim: "Yemek piþirirken kendinize has bir stiliniz var ve ayrýntýlara önem veriyorsunuz. Aslýnda piyano çalýþýnýza da yansýyan bir özellik bu." Bu cevabý beklemiyordu, bir an düþündü ve haklýlýðýmý onayladý. "Hiçbir þeyim yoksa da bir stilim var, buna önem veririm. Benim kiþisel müzik anlayýþýmda en önemli husus da budur. Bir önemli þey daha var: duygular. Herkes teknik biliyor ama iþin sýrrý notalarýn arkasýndaki duyguyu yakalamaktýr. Senkoplarý duyabilmek önemlidir. Bir zamanlar Juliard'da okurken Arminda Canterus isimli bir Arjantinli hocayý gizlice dinlemeye giderdik. O bize Juliard'ýn veremediði bir þeyi veriyordu: rahatlýk ve rahatlýktan doðan müzikalitenin getirdiði bir teknik. Canterus geliþimimdeki en önemli hocamdýr. Teknik müziði yaratmaz ama müzik tekniði yaratýr." Meral Güneyman'ýn muhakkak müzikal birikimini aktardýðý genç nesillerin olduðunu düþünüyordum; yanýlmamýþým: "Þu an üst düzey piyano öðrencilerine ders veriyorum, onlarý girmek istedikleri daha üst derece okullara hazýrlýyorum. Mesela Ýngiltere'deki Royal School Of Music için çalýþtýrdýðým öðrenciler var. Türkiye'den de öðrenci alýyorum. Mine Okay Türkiye'de yetenekli kabul edilmemiþ bir öðrenci idi ama burada Juliard'da en üst puanlarý aldý." Ýster istemez Türkiye'deki eðitim sistemine dönüyoruz, bu konuda ikimizin de gözlemleri pek umut verici deðil. Bu seferde Türk müziði hakkýndaki düþüncelerini soruyorum. Türk Sanat Musikisi'ne ilgi duyuyor ve þunlarý söylüyor: "Türk Sanat Müziði ile ilgilenemedim ama öðrenmek istiyorum. Orada benim içine giremediðim güzellikler var. Mesela ney ilgimi Cazname I- Tunçel Gülsoy 105 çekiyor. Onda mistik bir kalite var. Bence Türk müziði denince ilk akla gelen enstrüman neydir." Sonra Leyla Aktay'ýn radyo programýndan gelen bir ilham ile soruyorum: "Issýz bir adaya gitseniz yanýnýzda ne götürürsünüz?" Hemen sevdiði insanlarýn dýþýnda mý olduðunu soruyor ve ben "evet" deyince o sayýyor: "Bir gün issiz adaya gitse idim yanýma önce bir gözlük alýrdým, kitap okuyabilmak için. Her halde Sheakspeare'in eserlerini yanýma alýrdým, en güzel kitaplarý o yazmýþ." Ben onun piyanosunu alacaðýný tahmin etmiþtim, yanýlmýþým, o devam ediyor: "Sonra piyanomu alýrdým tabii, bir de Beethoven'in piyano sonatlarýný. Onlarý yirmi yýl önce öðrenmiþtim ama yeniden öðrenmek isterim. Ýnsan kýrk yaþýndan sonra öðrendiklerini bir baþka göz ile deðerlendirebiliyor." Peki ya bir yirmi yýl sonra bir solist ve besteci olarak nerede olmayý umduðunu merak ediyorum, esas ilginç cevap bu soruya geliyor: "Besteci tarafým için fazla bir þey söyleyemiyorum. Sanýrým repertuar çalmak ve doðaçlama bana daha cazip geliyor. Öðreniyorum ve öðrenmeye hep devam edeceðim. Yirmi yýl sonra bugün kendi hayatýmla çizdiðim resmi tamamlamak istiyorum. Benim kendi hocamdan öðrendiðim ve beni örnek almak istiyebilecek genç sanatçýlara aktarmak istediðim þeyler var: Her türlü engele karþý çalmýya devam edin. Ýyi olduðunuza inanýn ve tanrýya size verdiði yeteneklerden dolayý bir borcunuz olduðunu unutmayýn ve gene tanrýnýn verdiði yeteneklerin ziyan edilmesini istemediðini bilerek olabildiðiniz kadar iyi olmaya çalýþýn." Saatler geçti ve ayrýlýk vakti geldi. Onun dünyasýný ve ideallerini biraz olsun yaþayabilmekten sonsuz bir mutluluk duyarak vedalaþtým. Bir gün belki New York'a gidersem fýstýklý iç pilavýný yerim, diye düþündüm. Eve dönerken ona sorduðum sorunun cevabýný kendim vermeye çalýþtým: Kimdi o? Ama cevabým hazýrdý: Dolu dolu yaþayan bir cesur kadýn, hem artist, hem anne, hem klasik müzik, hem jazz ve Cazname I- Tunçel Gülsoy 106 zýtlýklarýn uyuma dönüþtüðü birbirinin içine geçmiþ renkli bir dünya. O kendisi bunu yamalý bohça diye adlandýrsa da bence onun dünyasý bir Amerikan sanatýna yani "patchwork" a benziyor. Zýtlýklarýn birbirini beslediði bir güzellik ve denge. Yirmi yýl sonra yeniden Beethoven sonatlarýný öðrenmek isteyen her zaman genç kalmýþ bir ruh, kendi yolunda azimle ilerlerlerken ailesine öðrencilerine ve dinleyicilerine ýþýk taþýyan bir büyük yürek. Meral Güneyman: 001 609 927-45-87 tel/fax Ýnternet: www.aolmeral53.com 107 BÝR MÜZÝSYEN VE BÝR BEYEFENDÝ Bazý insanlarý tanýdýðýnýzý sanýrsýnýz; sanki hep var olmuþlardýr. Neþet Ruacan da benim için böyle bir kiþi idi, deðiþik jazz olaylarýnda gitar çalan sessiz bir beyefendi. Bazen selamlaþýrdýk da, ama soðuk bir Mart günü onu ne kadar az tanýdýðýmý öðrendim. Benim çocukluðumda yapýlmýþ bir Moda apartmanýnda oturuyordu. Kapýyý çaldým, her zamanki kibar ve sessiz hali ile beni karþýladý ve içeri buyur etti. Kendime rahat edebileceðim bir yer aradým. Sigarasýný ve cep telefonunu yerleþtirdiði yemek masasý müzik setini de dinlemeye uygun bir yerde idi, karþýlýklý oturduk. Bir dolu plak ve hatýra plaketleri ile dolu raflara baktým. Müzik ile geçen bir hayatýn sessiz tanýklarý gibi idiler. Yan odada gitarlar ve notalar vardý. Bir pazar günü uzun uzun konuþtuk. Onu tanýyan birilerinden duymuþtum ve doðru mu diye merak ettiðim bir þey vardý. New York`ta olduðu bir gün çok önemli jazz müzisyenlerinin olduðu bir ortamda çalma sýrasý ona geldiðinde belki de meslek hayatýnýn dönüm noktasý olabilecek bir fýrsatý son anda çalmayarak reddetmiþ. Bu tip hikayelerin kiþiden kiþiye aktarýlýrken ne kadar dejenere olabileceðini bildiðimden aslýný merak ediyordum. Sözlerimi sessizce dinledi, gözleri bir an için daldý, ne evet dedi ne de hayýr. Ama duyduðumun gerçeðe oldukça yakýn olduðunu hissettim. "Çay içer misin? " diye sordu ve bardaðýmý doldururken söze baþladý: "Rekabet ortamýný sevmiyorum ama bir yandan da kendimi yenileyerek rekabete hazýrlýyorum. Bence rekabet ortamý bir marifet gösterisi, müzikten uzak bir þey. New York rekabet ortamýnýn en uç noktalarýndan biri, orada her bir þeyler yapan ve çalan birilerinin kafasýný eziyor gibi. Büyük bir baský var, ama New York`a enerjisini de Cazname I- Tunçel Gülsoy 108 veren bu ortam. Ben kendimi Türkiye'de arkadaþlarýmýn içerisinde rahat hissediyorum." Etrafýma baktým, düzgün bir bekar evi, aile apartmanýnda bir daire. Stüdyo gibi düzenlenmiþ, tüm mekanlar yatak odasý hariç açýk. Mutfaktaki en önemli aletler su ýsýtýcýsý ve çaydanlýk. Bir kaç tane býçak ve bez de görünüyor. Burada dolma piþirilmediði çok açýk idi. Konuþmaya ve çay içmeye devam ederken onun çocukluðundan baþladýk. "Ýstanbul'da doðdum, 1948 yýlýnda. Tüm çocukluðum Moda'da geçti. O yýllarýn Moda`sý çok farklý idi, sanat ve kültür düzeyi çok geliþmiþ idi. Bizlere yol gösteren çok deðerli insanlar oldu. Adnan Benk, rahmetli oldu, keman çalardý, bir yandan da Meydan Larousse ansiklopedisini çýkartmýþtýr, bize müziðin felsefesini öðretti. Neyi dert edip neyi etmeyeceðimizi ondan öðrendik. Þadan Çaylýgil Grunding teybine yaptýðýmýz müzikleri kaydeder bize dinletirdi. Sonra yaptýðýmýz müzik hakkýnda düþüncelerini söylerdi. Bu bana konservatuar eðitiminden bile üstün gelmiþtir. Çok heyecan verici bir þeydi. Onun sayesinde bir çok yeni kavramlar ile tanýþtýk veya bilip de tarif edemediðimiz þeyleri fark ettik. Doðru yolda olduðumuzu hissettik. Baþkalarý da vardý. Bir Mehmet Akter, o da rahmetli oldu, klarinet çalardý. Fazýl Abrak o devrin efsane gitaristi idi, aslýnda cerrah idi, çok samimi olmadýk ama çok etkilendik. Tüm bu insanlar Türk jazz'ýnýn kuyruklu yýldýzlarýydý, bugün pek az kimse onlarý hatýrlar." Pencereden sokaða bakarken aþaðý yöne yürüyen bir grup genç gördüm, "Barýþ Manço'ya mý gidiyorlar?" diye sordum. "Evi bir sokak aþaðýda, tanýyordum, güzel insandý." diye karþýlýk verdi. Ayný devrin Moda'sýnda çocukluklarýný ve gençliklerini yaþamýþlardý. Yeni bir sigara yaktý ve devam ettik: "Babam Ethem Ruacan kýdemli piyade albay idi, çok müzisyen olmak istemiþ ama kýsmet deðilmiþ. Halalarým ve anneannem de ud çalarlarmýþ. Biz üç kardeþiz hepimiz bir þeyler çalarýz. Ruacan isminin kökleri çok eski. Rua Hun kralý Atilla'nýn hukuk konularýna bakan amcasý imiþ, bizim ailede de çok hukukçu var, dedelerimin yaþadýðý Cazname I- Tunçel Gülsoy 109 Erzincan'da insanlar birbirlerine "can" diye hitap ederler. Biz de Ruacan olmuþuz. On yaþýna kadar mýzýka çaldým, sonra ilk defa gitarý elime aldým. Sadece açýk telleri kullanarak bir melodi besteledim, bunu yüzlerce defa çaldým, bir daha da gitar elimden hiç düþmedi. Önce Modalý Rýza Baþeskioðlu'ndan klasik gitar dersi aldým. Sonra Doktor Metin Bulut'tan elektro gitar dersi almaya baþladým, klasik gitar bir kenara kondu." Biraz müzik dinleyelim, dedi, o bir albüm seçerken ben müzik setini inceledim. Çok deðiþik "speaker"larý vardý. Konik sürücüler speaker kutularýnýn tepsinden aþaðý asýlmýþ gibi dik olarak yerleþtirilmiþti. Merak ettiðimi görünce bana hikayelerini anlattý. Bunlarý Amerika'dan 500 dolara almadan önce çok deðiþik "speaker" dinlemiþ. Ama bu "speaker"daki sesin doðrudan insanýn yüzüne doðru deðil de sürücülerin diplerinden yayýlarak gelmesini sevmiþ. "Týpký Miles Davis'in trompeti gibi insana dolaylý yönden ulaþan sesi seviyorum." dedi Sonra Ýstanbul'daki konserinde izlediðim Miles Davis'in utangaç bir çocuk gibi sýk sýk seyirciye sýrtýný dönerek çaldýðý konseri hatýrladýk, jazz beklenmedik bir noktadan konuþmamýza girdi: "Jazz bence çok þey demek. Baský altýnda bir toplumun otoriteye baþkaldýrýsý olarak ortaya çýkmýþ. Bu baþkaldýrý dolaylý yoldan, müzik ile yapýlan bir baþkaldýrý. Jazz'ýn ruhunda bu dolaylý yoldan anlatým hep var ve müzikal dile zenginlik getiriyor. Doðrudan ve buyuran bir tavýr çok kolay, yetenek de istemiyor, sadece güç istiyor. Bence insanlarýn buyurma yetkisi yok, sadece düþüncelerini ifade hakký var. Yeni dünyanýn felsefesi de bu. Ama dolaylý olarak ayný güçte bir etki yapabilmek yetenek ve çalýþma istiyor. Zaten sanatý zenginleþtiren þey de bu: mecaza verilen önem. Caz hiç bir düþünceyi yalýn ve kaba olarak iletmez. Bir defa da duyup anlaþýlabilen hiçbir þey sanat eseri olamaz. Sanat içine girip baktýkça yeni boyutlarý keþfedilen bir doku içerir. Ýlk giriþteki çarpýþýn verdiði motivasyon ile tekrar keþfetmek üzere yeniden içeri girmelisin." Çaylar bitmiþti, yeniden demlemek üzere kalktý, çay konusunda deneyimi olduðunu hissettim. Geri geldiðinde kaldýðýmýz yerden yeniden onun gençlik günlerine döndük. Cazname I- Tunçel Gülsoy 110 "Ýlk grubum Vahþi Kedileri Kadýköy Maarif Koleji'nde okuduðum yýllarda Arda Uskan, Selçuk Oskay ve Murat Sümen ile kurduk. Çoðunlukla Shadows, Cliff Richard gibi günün popüler müzisyenlerinin parçalarýný çalardýk. Ergun Özer ve Þerif Yüzbaþýoðlu'nun dikkatini çektim, bana iltifat ettiler. Profesyonel olmaya karar verdim, bir yandan da askerlik ertelemek için derse devam etmenin gerekmediði bir yüksek okula yazýlmýþtým. Erol Büyükburç, Þerif Yüzbaþýoðlu, Yalçýn Ateþ, Süheyl Denizci ile çalýþtým. O devirlerde kötü olan popüler müzik pek olmazdý ve hepsi insana bir þeyler öðretirdi. Ýsmet Sýral Orkestrasý'ný dinlerken güzel müziðin ardýndaki gerçeðin jazz müziðini bilen müzisyenler olduðunu keþfettim. Özellikle armonik duyarlýlýktan etkilendim. Günnur Perin ve Ayhan Yünkuþ'u da yakýndan tanýyýnca yolumun jazz olduðunu keþfettim. Ayhan Aðabey'den iyiyi takdir etmek için baþka birinin kötülüðü ile kýyaslamak gerekmediðini öðrendim. 1965-72 yýllarý arasýnda jazz normal mesaiden sonra çalýnan bir kaçamak müzik idi. Bir tek Erol Pekcan sadece jazz çalarak hayatýný kazanýrdý. Tuna Ötenel ve Kudret Öztoprak ile beraber çalýþýrdý. O bizlere jazz çalarak var olunabileceðini öðretti. Topraðý bol olsun Erol aðabey Türk jazz müziðinde gerçek bir öncü olmuþtur." Müzik bitmiþti. Ayaða kalktý ve bir baþka CD koydu. Kapaðýna baktým: "Mads Winding Trio, The Kingdom Where Nobody DiesKimsenin Ölmediði Krallýk." Bunun ne güzel bir hayal olduðunu düþünürken ona sordum: "Senin bir hayalin var mý?" "Bir hayalim var mý, evet var. Keith Jarrett Triosu'nun düzeyinde bir grup ile çalmak isterdim. Ama ben de o düzeye çýkabilmeliyim. Kendimi aþmaya çalýþýyorum. Demin dinlediðimiz albümdeki basçý Mads Winding ile çalmak istiyorum. Davulcum ya Cem Aksel ya da Woody Williams olmalý. Her ikisi ile de iyi iletiþim kurabiliyorum ve ev ödevlerini iyi yapmýþ insanlar. Ýletiþim birçok seviyede olabiliyor olmazsa diyalog olmaz ve yanlýþ iletiþim beni en çok mutsuz eden þey. Ýletiþimin olduðu ortamda herkes bir ucundan besleniyor. Benim isteðim oldukça üst düzeyde bir iletiþim, risk alýnabilinen. Risk alabilecek kadar yedekleri olan insanlarý seviyorum. Gönlü risk almaya açýk insanlarda defans mekanizmasý iletiþimin önüne geçmiyor. Cazname I- Tunçel Gülsoy 111 Bence trio ve kuartet gerçek grup. Bu düzenlerde hiçbir müzisyen tek bir görev ile sýnýrlý deðil, roller birbiri arasýnda deðiþken olabiliyor. Doðrudan iletiþim en üst düzeye çýkýyor. Grup büyüyünce bu özellik kayboluyor." Aslýnda Neþet Ruacan iletiþim ve risk alma konusunda çok engin bir geçmiþe sahip ve müzik hayatýnda birçok kiþi ve grup ile beraber çalýþmýþ. Bir çýrpýda ilk aklýna gelenleri sýraladý: Kerem Görsev, Nilüfer Ruacan, Nükhet Ruacan, Ýmer Demirer, Tuna Ötenel, Erol Pekcan, Süheyl Denizci, Selçuk Sun, Kürþat And, Önder Focan, Salena Jones, Aretha Kitt, Alan Clark Orkestrasý, Nathan Davies, Woody Willams, John Ormond. Bunlarýn içerisinde Herbie Hancock ile üç gün üst üste yapýlan Jam Sesison'un onun anýlarýnda ayrý bir yeri var. Bir de unutamadýðý jazz olaylarý var. Elvin Jones'un Ýstanbul konserini babasýnýn rahatsýzlýðý yüzünden kaçýrmýþ, buna hala üzülüyor. Ben Webster'i yýllar önce Ýngiltere'de dinlemiþ, "yere yapýþmýþ" olarak konserden çýktýðýný hatýrlýyor. Kendi meslektaþlarý arasýnda Wes Montgomery, Jim Hall, Tall Farlow, Johnny Smith ve Berney Kessel'i beðeniyor ve gülerek þöyle diyor: "Ben bunlarýn hamurundaným, hepsinden birer parça al ve karýþtýr, ortaya bir Neþet çýkar." Evdeki plak ve CD'leri karýþtýrmaya devam ediyorum, gözüm bir Neþet Ruacan albümü arýyor ama yok. Hayalindeki iletiþimi kurarak yapacaðý albümü beklemekten baþka çare yok. Albümlerin çoðu plak ve eski TRT kontrabasçýsý Eray Turgay'ýn koleksiyonundan. Ev sahibimin tabiri ile kontrabasçýnýn kendisine sattýðý 300 plak herhangi bir insaný jazz sever yapabilirmiþ. Ama jazz sadece albüm deðildir diye itiraz ettim, o gülerek devam etti: "Jazz bambaþka bir þey. Demin bahsettiðim Woody Williams'ý ele alalým, olaðan üstü bir davulcudur. Benim konserimde çalarken "her þey senin istediðin gibi olacak." dedi. Ýþte bu jazz'cýnýn üstünlüðü, baþkasýnýn projesinde kolayca yer alabilmek. Bu çok deðerli bir Cazname I- Tunçel Gülsoy 112 kavram. Hem þef hem þefin izleyicisi olabilmek. Bunu yapabilmek için güçlü bir müzikal benlik ve þeffaflýk gerekiyor. Diðer müzisyenlerin titreþimlerini algýlayabilmek ve iletiþim kurabilmek jazz"ýn en önemli yönü. Jazz'ýn protokolü böyle, düzgün, insanca, hep geliþmeye ve paylaþmaya açýk. Ön yargýlara yer yok. Duke Ellington: "Jazz müziði yoktur, sadece iyi ve kötü müzik vardýr." demiþti. Bence iletiþimin olmadýðý yerde kötü müzik ortaya çýkar." Arada sýrada telefon çalýyor ve arkadaþlarý arýyor. Böyle bir anda ben de onun gitarlarýný inceliyorum. Gitarlarý kafamda zarif ama isterse vahþi olabilen iyi cins kedilere benzetiyorum. Yanýma geliyor ve bir tanesini eline alýrken anlatýyor: Gitarýn perdelerini vücuduma çizilmiþ gibi hissediyorum. Hiçbir þey beni bu kadar etkileyemez. Tren rayý gibi, gitar sapý beni büyülüyor. Gitarým Ivanez Art Star, jazz gitarýnda iyi bir marka. Fender ve Marshall amfiler kullanýyorum. Bütün gitarlarda çalanýn tercihlerine göre bazý eksiklikler oluyor. Bu yüzden gitarýmda standardýn dýþýnda kendime göre bazý deðiþiklikler yaptým. Manyetik ve köprüler Gibson'dur. Ýçine bazý balkonlar ilave ettim, göðsü aðýrlaþtýrdým, feedback'i azalttým. Zaten gitarlarda sürekli geliþtiriliyor, tamamen oturmuþ bir model yok." Derken saatine bakýyor, öðle vaktini geçirmiþiz. "Yemek yer misin?" dediðinde gözlerim umutsuzca o fare düþse baþý yarýlýr tipi mutfaða kayýyor. Her yer bomboþ. O ise mutfak yerine cep telefonuna yöneliyor ve günün en önemli sorusu geliyor: "Kebap mý Çin yemeði mi?" Ben de ona bir Tatar atasözü ile cevap veriyorum: "Misafir ev sahibinin eþeðidir, nereye baðlarsa orda oturur." Ancak laf arasýnda tatlý ekþi bir Çin tavuðuna gönderme yaparak kiþisel tercihimi ima ediyorum. Biraz sonra kapý çalýyor ve çok güzel yemekler geliyor. Tuðrul Þavkay'ýn kulaklarýný çýnlatarak yerken konuþuyoruz. "Yemekte sýnýr tanýmýyorum, sað yaðlý yaprak dolma, pilav, bezelye, bakla, nohut, fasulye, hepsine bayýlýrým. Bak bir kovboy usulü nohut piþirsem parmaklarýný yersin. Kovboy usulü aslýnda bir kahve terimi, at nalýný içine atýnca çakýlýp kalacak, batmayacak. Bol soðanlý ve Cazname I- Tunçel Gülsoy 113 domatesli, kýsýk ateþte uzun piþireceksin ve sarýmsaðýný da ihmal etmeyeceksin. Bu günlerde et yerine soya kýymasý da kullanýyorum, kýzkardeþim Nükhet vejetaryendir, eve o almýþ, hem et gibi de deðil, epey bozulmadan durabiliyor. Dolmayý da annemin usulü severim, uzun ve iyi piþmiþ. Biliyor musun, müzik de böyle olmalý, uzun ve iyi piþmiþ, ama içine bir pürüz gelmeyecek." Tevekkeli deðil, aç ayý oynamaz demiþler, temel iç güdülerimizden en önemlisini halledince dünyayý ve Türkiye'yi kurtarmaya karar verdik. Onun görüþlerini çok ilginç buldum: "Günümüzde dünyada çok fazla saldýrý var. Saldýrganlarýn baþýnda da Amerika var. Saldýrganlýk mutlaka dizginlenmesi gereken tehlikeli bir gidiþ. Amerika'ya karþý gelmeye çalýþan Ýslami güçlerin yaratýcýlýklarý yok. Dünya IMF, Dünya Bankasý, Çok Uluslu Þirketler gibi kurumlarýn eline kalmýþ ve bu kurumlar uzun vadede insanlar için adil davranmýyorlar. Fakir daha fakir zengin daha zengin oluyor. Bunun alternatifini ben bir müzisyen olarak bulamam ama görüyorum ki bu konuda dünyada gittikçe artan bir duyarlýlýk var. Türkiye bu geliþme içerisinde bir yara almadan var olmaya çalýþýyor ama bir þey de yaratamýyor. Ýyi deðerlendirmeler yapacak kadrolar olduðunu sanmýyorum. Atatürk den beri de mühim bir devlet adamý yetiþmedi." Devlet adamý daðda yetiþmeyeceðine göre herhalde entellektüel kesimden yetiþmesi gerekir, diyorum ama onun bu insanlardan beklentileri de oldukça zayýf: "Türkiye'de durum çok vahim. Entellektüellerimizin kapasiteleri dünya entelektüellerine göre çok düþük, kavimsel ve yöresel müzik tarzlarýna çok ilgi gösteriyorlar. Saf temiz ama eðitimsiz insanlara büyük müzisyenlik payeleri veriyorlar. Basit bir blues, rock veya folk þarkýcýsý onlarýn idolleri olabiliyor. Gerçek anlamda müzik entellektüeli olmak çok zor ve bundan kaçýyorlar. Entellektüellik verilen emeðin ve yaratýlan çok boyutluluðun gerçek deðerini ölçebilmektir. Ýnsan bir konuda entellektüel olup baþka bir konuda ilkel olana aþýk olamaz. Düþünceye ve hizmete saygý gösteren insan sanata gelince primitif olabiliyorlar. Bizim entellektüeller için bu çoðu zaman böyle, seçiciliklerini çoðu zaman yanlýþ yerde kullanýyorlar." Cazname I- Tunçel Gülsoy 114 Bu noktada sanat ve onun deðerlendirme ölçüleri konusundaki görüþlerini de ilave etti: "En büyük yanlýþ sanatsal ortamlarý yanlýþ ortamlarda deðerlendirmek. Týnýsal ortamdaki bir eser ancak týnýsal ortamda deðerlendirilebilir. Sözel ortamda onu deðerlendiremezsiniz. Resim bir lekeler ortamý, o ortamda tanýnýp anlaþýlmasý lazým. Ama ne oluyor; tüm sanat ortamlarý sözel ortama çekilip tanýmlanýyor. Yanlýþ ortamda deðerlendirilince müziðin deðeri kayboluyor. Bir þey sizi sözsel ortamýn dýþýna çýkarabiliyorsa orda gizli bir deðer vardýr. Müzikteki diyaloðun yüksekliðini anlýyabilen onu sözsel ortama getirmek istemez. Entellektüellerimizin her þeyi sözel ortama çekmek yerine diðer ortamlarý tanýmaya çalýþmalarý lazým. Müzik sessizliði bozma sanatýdýr ve sadece týnýlar ortamýdýr, ve týnýlar ortamýnýn entellektüeli olarak Aþýk Veysel'in týnýsý bana yetmez. Bill Evans der ki: "Ne kadar çok konuþursanýz o kadar kötü çalarsýnýz." Müzisyenler için esas olan çalmaktýr; dinlemek müzisyen olmayanlar içindir. Timur Selçuk'tan duymuþtum, Türkiye kültürel zenginlik açýsýndan belli baþýna bir planet. Bu hem iyi hem de kötü. Türk Halk Müziði, Klasik Türk Müziði, tasavvuf müziði, çok köklü ve çeþitli tarzlar var ve hepsi de çok geliþmiþ. Bu iyi tarafý. Kötü tarafý entellektüellerimiz bu zenginlikte bardaklarýný doldurabiliyorlar ve Türkiye dýþýnda neler olup bitiyor ilgilenmiyorlar. Ben dolu bardaða karþý deðilim ama diyorum ki bardaðý büyütmek lazým, hem yerel hem evrensel kültür zenginliklerini kucaklamak lazým." Evrensel zenginlikleri kucaklamanýn söylerken hoþ ama uygulamada zor olduðunu biliyordum. Bunu yapmak üzere yola çýkan insanýn ne kadar yalnýz kalabileceðini ona hatýrlattým ve bazý örnekler de verdim, o ise güldü. "Yetiþirken þunu fark ettim. Ýki ayný seviyede arkadaþ dan biri zaman içerisinde daha fazla yol almaya baþlayýnca diðeri yalnýz kalmaktan korktuðu için onun yolunu kesmeye çalýþýyor. Bunun en iyi yolu da geride kalanýn ileri gideni övmesi oluyor. Bu þekilde onun kendisinden uzaklaþmasýný ve aranýn açýlmasýný önlüyor. Ben buna Cazname I- Tunçel Gülsoy 115 karþý bir defans mekanizmasý oluþturdum ve belki de biraz aþýrýya kaçarak ihtiyacým olan övgü beslenmesini de alamadým. Ama övgüyü kabul etmemek ile daha çok ilerledim. Akýllý eleþtiri iþ görür bu yüzden acý dilli insanlarý severim. Olaðanüstü gitarist denilmesi yerine devamlý kendini aþýyor denmesini tercih ederim." Ölünceye kadar kendini aþmaya çalýþan bir jazz gitaristinin hayatýnýn güzel bir film senaryosu olabileceðini düþündüm. Moda'da bir pazar sabahý müzik dinleyen beyaz saçlý adam sokakta ilk gitarýný sahip olmuþ genç bir çocuðu görür, ilk gitar, ilk sevgiliden de önemli. Sonra kendi çocukluðu aklýna gelir. Sportif oyunlarda baþarýsýzdýr. En çok sevdiði oyun ise miskettir. Bu oyunda atmak ve hedefini vurabilmek önemlidir, hedefi tutturup vurduðunda çocuðun yüreðinde duyduðu sevinç çok özeldir. Hedefi tutturmanýn dayanýlmaz hafifliði. Bir gün gelir eline bir gitar geçer, sihirli bir el onu yönlendiriyor gibidir, gitarý tutar ve dört çýplak teli çalarak ilk defa bir gitardan kendi yaptýðý müziði duyar, þimdi artýk misketler geride kalmýþ hedefi her zaman tuturabileceðini hissettiði yeni bir dünya önünde açýlmaktadýr. Sonra hocalar dersler ve gruplar derken bir jazz gitarýna sýðan yaþamdan sonra sokakta yürüyen bir baþka çocuða bakarken kendi yaþamýnýn muhasebesini yapar: O anlatýrken ben kafamda yazdýðým senaryoyu sözleri bitince ona aktarýyorum. Gülüyor. Senaryo yazýldý ama þimdi aktörü seçmek gerek, bunu ona býrakýyorum: "Hayatým bir film olsa idi Sergei Regianni'nin beni oynamasýný isterdim. Onun bakýþlarýndaki derinlikte kendimi bulabiliyorum." Ben olur mu olmaz mý diye düþünürken o filmimize devam ediyor: "Elli yaþýndayým, Nilüfer ile 1978'de evlendik, yakýn bir zamana kadar da evli kaldýk. Yirmi yaþýnda bir oðlumuz var: Nedim; davul çalýyor. Bu günkü yaþantýmý devam ettirmek istiyorum, saðlýðýmý korumak önemli, yaþ ile beraber bazý þeyler aþaðý gidiyor ama fiziki eksiklikleri insan kafaca geliþim ile tamamlýyor. Þu an Bilgi Üniversitesi'nde ders veriyorum. Gençler ile iliþkilerim iyi, onlara gitar ve kulak eðitimi dersleri veriyorum. Ben de onlardan çok þey öðreniyorum ve kapýyorum. Gençler bu güne kadar Cazname I- Tunçel Gülsoy 116 hayatýmdan hiç eksik olmadýlar. Kendi oðlumla da iyi iliþkim var ama yeterince beraber olamýyoruz. Sanýrým biraz daha seyahat etmek ve dünyadaki baþka ülkelerin müzisyenleri ile çalmak isterdim. Ama maddi zorunluluktan Türkiye'de oturup çalýþmak zorundayým. TRT Caz Orkestrasý'ndan baþka Bilgi Üniversitesi'nde çalýþýyorum. Bunlar ister istemez beni kýsýtlýyor." Ama TRT Caz Orkestrasý'na çok emek verdiðini bildiðimden biraz onun üstünde durmasýný istiyorum. Anlatýyor ve sesinde çocuðunu anlatan bir babanýn þefkatini hissediyorum: "TRT Caz Orkestrasý'nýn þefiyim. Bu orkestra on beþ yýl önce kuruldu. Bir zamanlar böyle bir grubu hayal bile edemezdiniz, kurucu müzisyenler ona çok emek verdiler, bu günlere getirdiler. En baþta Süheyl Denizci'nin büyük emeði var." Süheyl Denizci kendisinden önceki þef ve ondan bahsederken saygý duyduðu hemen hissediliyor. Sonra kendi þeflik deneyimlerinden bahsediyor: "Þeflik çok heyecan verici bir þey, aslýnda bu bana verilmiþ bir görev, ben aday olmadým. Bence her müzisyen hayatýnýn bir döneminde þef olmalý, bir müzisyen bunu öðrenmezse eksik kalýyor. Þef olarak karþýsýndakinden bir þeyler istiyorsun ve bunu istemenin bazý yollarý var. Ancak þef olabilmek için kendine karþý da acýmasýz olmak zorundasýn ve kendinden de bir þeyler istiyorsun. Somut olarak söylersek orkestrandan müzikal olarak bir þey istiyorsun, istediðin müzikal ölçülerdeki eþitlik ve geniþliði kendinden de istemek zorundasýn. Bence bu müzisyenliðin yapý taþý. Bu da kendini geliþtirme zorunluluðunu getiriyor. Amerika da þeflik dersi almýþtým, bence tüm müzisyenler almalý." Filmin son sahneleri gelir, gitarcý doðduðu dünya ile yaþadýðý dünya arasýnda bir deðerlendirme yapar. 2000 yýlýna bir kala hayallerini ve gerçeði sorgular: "Teknoloji ilerledikçe insanlar kendi içlerine kapandýlar ve gerçek insani iletiþim geriledi. Bunu çok tehlikeli buluyorum. Bugün dünyanýn üç ayrý noktasýndaki stüdyoda üç ayrý canlý kayýt yapýlýp bir baþka stüdyoda birleþtirilebiliyor. Internet müzisyenleri de birleþtiriyor; Cazname I- Tunçel Gülsoy 117 aralarýnda bilgi alýþveriþi gerçekleþtirebiliyorlar. Dijital ortamýn týnýlar ortamýnda söz sahibi olmasý hoþuma gidiyor. Týnýlar bu þekilde kanatlanýyorlar. Ama teknolojinin kullaným bilincinin de olmasý gerekir. Teknoloji bazý þeylerin kaybýna sebep olmamalý. New York'ta yaþarken bunu gördüm. Ýnsanlar gittikçe yalnýzlaþýyorlar. Köþe baþý sohbetleri ölüyor, insan iliþkileri ölüyor. Ýnsan iliþkilerinin ölmesine karþý týpký Greenpeace gibi örgütlerin kurulmasýný ve karþýlýksýz, menfaatsiz sohbet ortamlarý yaratýlmasýný hayal ediyorum." Son sahne, beyaz saçlý adamýn ülkesindeki tek jazz dergisi bir anket yapar: En çok hangi Türk jazzcýsýnýn albüm yapmasýný istiyorsunuz? Derginin haným editörü Sergei Regainni'nin oynadýðý karaktere telefon eder, okuyucular büyük bir çoðunlukla onu seçmiþlerdir. Demek ki insanlar iþlerini sevgi ve saygý ile yapan kiþiyi takdir edebilmektedir. Risk almanýn zamaný gelmiþtir. Gitarist ilk kendi albümünü yapmak üzere müzisyen arkadaþlarýný çaðýrýr, stüdyoya girerler. Yýllardan beri ilk defa bir Neþet Ruacan albümü müzikseverler ile buluþur. Filmi burada bitirirken gerçek hayata döndüm Konuþtuðumuz gün Neþet Ruacan ile vedalaþtýk diyemem, çünkü her röportaj bir baþka yeni dostluðun kapýsýný açýyor. Ama vakit geçmiþti, o gün için ayrýldýk. Ben jazz dergisindeki tüm müzikseverler gibi ilk Neþet Ruacan albümünü heyecan ile bekliyorum. 118 OKAY TEMÝZ, SADE YAÞAMIN GÖRKEMLÝ TINISI "Yýllarca gittim gittim, ancak kendi ülkeme varabildim." Kendi adýný taþýyan filimde Hindistan'a neden döndüðünu soran kiþiye Gandi'nin verdiði cevap aslýnda birçok insanýn ortak öyküsüdür. Baþlanýlan yere dönmek. Bir baþka mekan ve saçlarý beyazlaþmýþ bir adam Türkiye'ye neden döndüðünü soran kiþiye cevap verir: "Benim en büyük kaynaðým Türkiye oldu. Araþtýrmanýn sonu yok, dýþ ülkelerden Türkiye'yi araþtýrmak ise bir yere kadar oluyor. Ben peþinde olduðum müziðin kaynaðýna gidip hem içmek hem de baþkalarýna içirtmek istiyorum. Artýk bildiklerimi bu ülkenin insanlarý ile özellikle de gençleri ile paylaþmak istiyorum. Böyle bir paylaþýmýn da baþka bir lezzeti var." Bugün sizlere çok giden uz giden ama doðduðu yere varan bir insanýn öyküsünü anlatacaðým. Editörüm telefon edip de onun döndüðünü söyleyince çok sevindim, Okay Temiz tekrar Türkiye'ye yerleþmiþti. Levazým subaylarý sitesindeki evinin dar merdivenlerinden çýkarken Okay'ýn konserlerinde çaldýðý onca enstrümaný bu daracýk merdivenlerden nasýl yukarý taþýmýþ olabileceðini düþündüm, kapýyý çaldým Deðiþmiþti. Yüzünde resimlerinden hatýrladýðým sert ve hýrçýn ifade yerine beyaz saç ve sakallarýn çerçevelediði sýcak bakýþlý ve gülümseyen bir çift göz gördüm. "Merhaba aðabey" dedim. "Kahveyi nasýl içersin?" diye sordu; "Þekersiz, sade." diye cevaplarken onun rengarenk dünyasýndan içeri girdim. Aslan ininden belli olur derler; önce çevreme bakýndým. Cazname I- Tunçel Gülsoy 119 Kapalýçarþý gibi birbiri ile ilgisiz olan þeylerin bile tatlý bir bohemlikle bir arada yaþayarak yarattýðý alabildiðine renkli bir dünya. Tabii ki bir müzik seti, kesinlikle hi-fi'cý tipi deðil, koca bir cam sehpa, içinde minik kaplumbalarýn yüzdüðü bir akvaryum, koca bir TV, bol bol kaset ve CD, hava temizleyici, egsersiz bisikleti, top, peluþ oyuncak ve kocaman kocaman kauçuk bitkileri. Tüm bu manzarayý ise saðda solda yayýlmýþ tuhaf müzik aletleri tamamlýyor. Bir tanesine yaklaþtým, küçük tahta bir vibrofon'a benziyordu. Okay ilgimi sözleri ile tamamladý: "Adam Afrikalý idi, ülkesinden getirmiþ, Ýsveç'te konserden sonra elinden kaptým, koca þey buradan dönmez, sen ülkene dönünce nasýlsa yenisini yaptýrýrsýn, dedim." Gözlerinde yaramaz bir afacanýn ifadesi vardý, hemen bagetleri kaptý ve küçük bir solo yaptý. Derken sapsarý ufacýk bir çocuk aramýza katýldý. Bu oðlu Tomy idi. Dört yaþýnda ve Dennis the Menace'e benziyordu; çok sessiz bir Dennis. Oyuncaklarýn sahibini bulmuþtum. Ama benim oyuncaklarým olan müzik seti elektronik aletler plaklar ve kitaplara bakarken kafamý ne tarafa çevireceðimi þaþýrmýþtým. Derken karanlýktan ýþýða geçen insanýn gözlerinin alýþmasý gibi etrafýmdaki renk ve eþya cümbüþü yerli yerine oturmuya baþladý, kendime rahat edebileceðim bir yazý köþesi buldum. Yemek masasýnýn köþesini gözüme kestirdim ve bir kahve fincanýnýn etrafýnda konuþmaya baþladýk. "Annem paþa kýzý idi, akþamlarý asker olan babama içki sofrasýnda müzik çalarken ben de kanepenin kenarýna vurarak ritm tutardým. O zamanlar davulcu olmayý hiç düþünmedim. Bir gün babam askerlikten ayrýldý, bir çiftlik alarak Çatalca'ya yerleþtik. Menekþe Çiftliði, 1000 dönüm, 1950'li yýllarda oldukca modern bir çiftlik, 4 traktör ve 450 koyun var. O çiftlikte çok koyun güttüm, traktör sürdüm. Çiftlikte çalýþmaktan ortaokulu beþ yýlda bitirebildim. O yöredeki düðünlerde çalan Roman müzisyenleri dinledim. Trakya'da çok göçmen bulunur, kültürü de Balkan kültürü ile iç içedir. Çalanlarýn çoðu da göçmendir, Balkan havalarý çalarlar. Farkýnda olmadan tüm bunlar benliðime girdi ve bugün çýkýyor. Bugün yaptýðým müziði oradaki köy düðünlerinde duydum. Cazname I- Tunçel Gülsoy 120 Tabiat, makina ve müzik dolu bu yaþam tam 12 yýl sürdü." Çok þaþýrdým, benim tanýdýðým hýrçýn bakýþlý ve dinamik adamýn yýllarca çiftlikte traktör sürmüþ bir insan olduðunu asla tahmin edemezdim. Onu dinlemeye devam ettim: "1955 yýlýnda Ankara'ya yerleþtik, annem konservatuara gitmemi istedi, bu benim için bir rüya idi ama giriþ imtihanlarý ayný derece güzel olmadý. Önce trompet bölümünü istedim, birisi geldi at seçer gibi diþlerime baktý ve gitti. Sonra, olmaz dediler. Kontrbas istedim, boyun kýsa, dediler. Trombona baþvurdum kolun kýsa dediler. Sonunda davul bölümünün hocasý kollarýma baktý ve beðendi. Böylece konservatuara girdim. Her þey çok zevkli idi. Heyecan ile çaldým ve çalýþtým. Arkadaþlarým ile sinemaya gitmez oturur çalýþýrdým. Yýlýn ortasýnda çalýþma metotlarýný bitirmiþtim, beni kompozisyon bölümune almak istediler kabul etmedim. Bir yýl sonra beni trombon bölümüne almak istediler, o bölümde hiç adam kalmamýþtý. Bana kolu kýsa diyen hocaya trombonun slide'ýný sonuna kadar çekip çýkartarak uzattým, þaþýrdý. Davul bölümünde kaldým. Piyanist Metin Gürel, kardeþi kornocu Melih Gürel ve kompozisyon bölümünden Çetin Iþýközlü benim konservatuvar arkadaþlarýmdý ve akþamlarý onlarla kaçak olarak kulüplerde çalýþýrdýk. Akdeniz müzikleri, cha cha cha, mambo ve jazz derken bir gece piyano hocasý bizi Turan Lokantasý'nda gördü. Ben bongo çalýyordum. O zamanlar klasik müzik çok tutucu idi, yaptýðýmýz asla kabul edilecek bir þey deðildi. Sene sonu sýnavýný çok aðýr yaparak beni çaktýrdýlar ve okuldan ayrýldým. Halbuki bugün anlayýþlar ne kadar deðiþik." Sesinde hem kýrýklýk hem de hýrs olduðunu hissettim, bir an sustuktan sonra devam etti: "Kýzdým, üzüldüm ama bu olay beni hayata karþý kýrbaçladý. Para kazanma hýrsým yoktu ama en iyisi olma hýrsým vardý. Bir þey olmak veya baþarmak için içinde aþk olacak ve kararlý olacaksýn. Bunlar varsa iþin yüzde yetmiþi hallolmuþ demektir. Derhal piyasaya girdim ve çalýþmaya baþladým. Ama bir de askerlik meselesi var. Babam araya girdi, sen asker çocuðusun, bari yedeksubay askerlik hakkýný kazan, dedi. Çocukluðum traktör üstünde geçmiþti, makinalarý seviyordum, o Cazname I- Tunçel Gülsoy 121 devirde mezunlari yedeksubay olabiliyordu, ben de sanat mektebine girdim ve iki yýlda torna tesfiye bölümünü bitirdim. Sanat okulu bana çok þey öðretti, alet yapmayý, elektiriði malzemeyi hep bu okulda oðrendim. Bu arada da akþamlarý Orhan Sezener ve Yaþar Güvenirgil ile çalýþtým. Bir gün okul bitti ve askerlik zamaný geldi çattý. Ben ordu evinde müzisyen olarak askerlik yapmak istiyorum ama o zamanlar subaylarýn müzik çalmasý hafiflik kabul ediliyordu, sadece erler çalgýcý olabilirdi. Babam çok üzüldü ama er oldum. Dört buçuk ay Manisa'da ön eðitim gördükten sonra Ankara Orduevi'ne tayin oldum. Öðleyin yemek müziði, akþamüstü çay müziði, akþamlarý düðün müziði derken sonra ver elini Ankara Palas. Burada da Yaþar Güvenirgil ile sabah saat beþe kadar müzik. Ayrýca askeri nöbetlerimi de hiç aksatmadan tutardým. Teenage yaþlarýmý hep çalýþarak geçirdim, hiç kýz arkadaþýmýz filan olmadý, sadece çalýþtýk. Jazz'a taklit ederek baþladýk. Amerikalý jazz'cýlarý taklit ederdik, onlar gibi giyinirdik. BBC'de jazz yayýnlari yapan Willys Canovel Türkiye'deki birçok idealistin jazz'ý öðrendiði kaynaktýr. Gece yarýsý onun naklen yayýnlarýný küçük transistörlü radyolarda dinlerdik. Amerikalýlarin alýþveriþ yaptýðý bir dükkana o zamanlar Türkiye'de olmayan jazz plaklarý gelirdi. Bunlarý bir þekilde elde eder önce dinler sonra dinlenmek üzere diðer jazz sever arkadaþlarýmýza verirdik. Bizim plaklar aramýzda gidip gelmekten ve defalarca çalýnmaktan dolayý çiðnenmiþ asfalt gibi olurlardý. Miles Davis, Charlie Parker, Max Roach, Clifford Brown, Cannonball Adderley, Phil Woods, Duke Ellington, Count Basie, Louis Armstrong ve tüm Dixiland'i bu asfalt olan plaklarýmýzdan öðrendik. Jazz'ýn esas kökü dixiland'dan gelir, baþlangýç odur." Ama bir gün gelir Okay Temiz için Türkiye'de deniz biter, içindeki enerji bulunduðu ortama sýðmaz ve taþar. Bunun öyküsünü ise þöyle anlattý: "16 sene bu þekilde otellerde çaldým. Hilton, Ankara Palas, Klüp 47, Çýnar, Dedeman, Klüp Reþat. 1967'de Türkiye'den gitmeye karar verdim. Yurt dýþýna gittim çünkü Cazname I- Tunçel Gülsoy 122 burada kaçamak jazz çalýyorduk. Jazz o zamanlar Türkiye'de sevilen bir müzik deðildi. Gazinolarda normal program bittikten sonra müþterileri kaçýrtmak için jazz çaldýðýmýz olurdu. Önce bir dans orkestrasýna girdim ve Almanya' ya gittim. Sonra sýrasý ile Danimarka ve Ýsveç'e gittim." Kahveleri tazelerken albümler çýkarttý. Herkesin evinde olan ve sararmýþ fotoðraflarýn süslediði albümler, insanýn geçmiþinden kesitler veren. Annesi, çok þýk bir haným, yanýnda askeri ünüfomasý ile ciddi bir baba, yanlarýnda ufacýk bir oðlan çocuðu. Sonra çiflik resimleri, kuzular, kýrlar ve traktörler. Ankara yýllarýndaki Okay'ýn da resimleri vardý. Bob stil ceketler, favoriler, kocaman kemik çerçeveli gözlükler ve o devrin Amerikan müzik guruplarýnda olduðu gibi pozlar. "Tempus Fugitus", ama hayat devam etmeli, biz de konuþmaya devam ediyoruz: "Stockholm'de Maffy Falay'ý buldum, o beni jazz çevresine tanýttý. Orada bir Artist Club vardý, beni bir jam sessiona davet ettiler ve hemen çalýþma teklifleri geldi. Ýsveçliler beni hemen kabul ettiler çünki hiçbir þey olmadýðýmý hazmetmiþ bir kiþi idim ve öðrenmeye açýktým. Tabii bir de iþin teknik yönü var. Teknik ilk baþta gelir ve enstrümaný kontrol edebilmek demektir. Ýyi bir tekniðin ve bunu kullanacak fiziki kondisyonun varsa ilk etapta bir puan alýyorsun. Ben Ýsveç'e gitmeden önce çok çalýþmýþtým ve kondisyonum da iyi idi. Ýsveç'te 23 yýl çalýþtým, Stockholm Radyo Senfoni Orkestrasý'nýn perküsyoncusu oldum. Birçok ünlü jazz'cýyý burada tanýdým ve beraber çaldým. Dexter Gordon, Clark Terry, Art Farmer, Johnny Griffin, Albert Heath. Çala çala repertuarlarýný öðrendim. George Russell Big Band ile çaldým. Ýskandinav ülkeleri kültüre çok önem verirler. Yýllarca çalýþmamý Ýsveç Kültür dairesi destekledi, beni birçok dünya jazz festivallerine taþýdýlar. Kariyerimi bu çalýþmalar sýrasýnda yaptým. Uzun yýllar Ýsveç ve Türkiye'yi dünyada temsil ettim, tüm bu çalýþmalari Ýsveç hükümeti finanse etti ama artýk doðduðum yerlere dönme zamaný geldi." Ýþte o an Gandi filimindeki sahnenin Okay Temiz filmindeki þekli gözümün önüne geldi. Eminim ki bir gün onun hayatýný da film yapacaklardýr ve her halde þu sözleri söylediði bir sahne olacaktýr: Cazname I- Tunçel Gülsoy 123 "Jazz çalmaya gitmiþtik, çaldýk þimdi de ana rahmine dönüyoruz, daha da geliþmek için. Okay Temiz'e kariyerini Dexter Gordon vermedi. Kendi özüme ve öz müziðime dönerek, etnik yönünü araþtýrarak ve kökenlerine inerek kariyerimi yaptým. Bu dediðim þeylerin ne derece deðerli olduðunu ise Ýsveç gibi kültüre deðer veren bir ülkenin ortamýnda öðrendim." Senaryo fikrine ýsýndým ve yazmýya devam ediyorum. Derken bu sahnede beyaz perde de bir flashback olur ve seyirci geçmiþe döner "1967 yýlýnda "world music" Stokholm'de baþladý. Severek yaptýk, isim koymak için yapmadýk. Kültürleri buluþturduk. Aslýnda bu olayýn kökeninde bizim göbek dansözlerinin de yeri vardýr. Çalýþtýðýmýz kulüplerde dansözler için de müzik yapardýk. Ben o sýrada davulu býrakýp diðer vurgulu enstrümanlara geçerdim. Süheyl ise flüt çalardý. Zaman içinde göbek dans müziðinin içinden çýkan bir baþka müzik çýktý. Çoðu zaman bizimle çalýþmýþ olan dansözler sonradan ayrýldýklarýnda çok üzülürlerdi." Perdede Okay, Süheyl'le geçmiþte veda eden dansözler birer birer gözükür, bunlardan bir kýsmý artýk tüm yaþamlarý boyunca jazz dinleyeceklerdir. Sonra kamera günümüze döner: "Türk ve onun parçasý olduðu orient ritmlerini jazz'a ilk uygulayan kiþiyim. Üzülerek söylüyorum çok zaman kaybettik ama her þeyin bir bedeli var. Ýlk baþlayan olmak güzel þey. Hata yapmadan iyi müzisyenler ile baþlamak da ayný derece mühim. Önce folklöre yakýn oldum, sonra klasik müzik eðitimi gördüm ve daha sonra büyük bir ilgi ile jazz'ý öðrendim. Beni jazz'cý olarak bilmezler, Süheyl bana sorar "Niye davul çalmýyorsun?" diye. Halbuki ben onun dediklerinin tamamýný çaldým ve geçtim. Ýsveç'te bir çok ülkeden üst duzey jazz müzisyeni ile tanýþtým ve "World Music" denen þeyin baþlangýcýný yaptým. Joe Zawinul benden sonra bu iþe giriþti. Ýsveç'te Don Cherry ve diðer yabancý jazz'cýlar: "Türk müziði nasýl?" diye sorunca onlara"Sarý Kýz"ý çalardýk. Bu melodi trompet ile çalýnýnca bebop sesi oluyor. Don Cherry bunu jazz'ýn bebop'ýna benzetti. Hatta Cazname I- Tunçel Gülsoy 124 niye repertuarýnýn yüzde yetmiþi oryantal diye sorulunca þöyle demiþ: "Trompetimde bana hareket kabiliyeti saðlayan oynak bir ritm bu." Etnik deðerlere sahip çýkýlmazsa yapacaðýn yeniliklerde hata olur. Kökeninin kültürünü ve kendi deðerlerini incelemelisin. Ben hata yapmamaya çalýþtým. Beraber müzik yaptýðým gruplarda her zaman bir iki tane olsun orjinal Türk müzisyeni de koydum. Bunlardan bazýlarýný sana hatýrlatayým. Neyde Aka Gündüz, Kemanda Salih Baysal, klarinette Saffet Gündeðer, tulum ve neyde Hacý Tekbilek çeþitli çalýþmalarýmda benimle beraber çalan müzisyenlerden bir kýsmý. Ama ben bu insanlarý etiket gibi kullanmadým. Amacým orjinali ile yaptýðým yeni yorumu kaynaþtýrmak idi. Kendi müziðini dünya müziði ile kaynaþtýrmak istiyorsan bunu mutlaka yapmalýsýn, kimse folklorcular gibi etnik müzik çalamaz. Benim en büyük kaynaðým Türkiye oldu. Araþtýrmanýn sonu yok, dýþ ülkeden Türkiye'yi araþtýrmak ise bir yere kadar oluyor. Ben peþinde olduðum müziðin kaynaðýna gidip hem içmek hem de baþkalarýna içirtmek istiyorum. Bir de iþin gurbet yönü var. Yýllarca yurt dýþýnda yaþadým. Artýk bildiklerimi bu ülkenin insanlarý ile özellikle de gençleri ile paylaþmak istiyorum. Böyle bir paylaþýmýn da baþka bir lezzeti var." Bu noktada film tekrar ilk baþa döner ama her senaryoda olduðu gibi aktörleri yönlendiren en önemli þey devreye girer. Ýþte bir kadýn, en iyi yardýmcý oyuncu. "Anne", Okay'ýn Finli eþi. 39 yaþýnda sapsarý saçlý, son derece atletik yapýlý bir kadýn. O ana kadar kendisi ile konuþmamýþtým ama sýrasý gelmiþti. Okay Temiz'in serüvenini anlamak için onu da anlamak gerekiyordu. "Anne" kendi tabiri ile bir "Movement Therapist". Bu fizyoterapi ve psikoterapiden kaynaklanan bir üçüncü boyut tedavi þekli, dans aðýrlýklý. Filmlerde sorulur, ben de "Anne"ye sordum: "Okay'da neyi beðeniyorsun? "Onda biz insanlarýn gizlice düþündüðü ama dile getirmeye çekindiði bir çok þeyi doðrudan ifade edebilme yeteneðini gördüm. Onun müziðinin hayatýnýn karmaþýk dönemlerinde olan insanlara iyi gelen bir yönü var. Olumlu duygular veren her þey bir terapidir. Okay her zaman dürüst bir insan olmuþtur ve bu dürüstlüðü pratik yönü ile Cazname I- Tunçel Gülsoy 125 birleþerek müziðinin de temelini oluþturur, insanlara olumlu duygular verir. Bugün artýk onun müziðini terapimde kullanýyorum. Onunla bir Workshop'ta tanýþtýk. O zamanlar yüreðimi özgür hissetmiyordum. Yeterince olgun bir insandým ve artýk kendisinin iç dünyasýna saygý duyacak bir partner arýyordum. Bunu Okay'da buldum, karþýlýklý duygularýmýz zamanla aþka dönüþtü." Ya onun müziði hakkýnda ne düþünüyor acaba? Bu konuda da ilginç sözleri var: "Bu müziði ilk defa Finlandiya'da dinlediðimde içimde bir uyanýþa sebep oldu. Toptan bir uyanýþtý bu. O olmadýðý zaman uzun saatler bu müziði dinlerdim." Biz konuþurken Okay'da boþluktan istifade birkaç yurt dýþý telefon konuþmasý yaptý ve sonra bize katýldý, elinde yeni bir garip alet gördüm, önce nasýl çalacak diye tahmin etmeye çalýþtým, hemen sordum, meðer bir yaprak dolma sarma makinasý imiþ. Geldi ve "Anne" ye gösterdi. Çok iyi dolma yaptýðýný da bu vesile ile öðrenmiþ oldum. Ama Okay'ýn menüsünde fýrýnda patlýcanlý et, her türlü sebzeler, mantý ve kendi elleri ile açtýðý yufka ile yapýlmýþ içli börek de var. Tuðrul Þavkay'ýn kulaklarýný çýnlattýk. Ama onun meraklarý bununla bitmiyor. Sporcu. Halter kaldýrýyor, herhalde perküsyon için bu çok önemli olmalý. Sonra traktör tamirinden kaynaklanan bir de otomobil meraký var. Eski yýllarda tüm otomobilleri egzoz seslerinden tanýrdým, þimdi ise bütün arabalar ayný sesi çýkartýyor diyor. Favori arabasý Chevrolet Van. Okul yýllarýnda öðrendiði malzeme bilgisi ve imalat tekniklerini bugün kendi tasarýmý olan orjinal müzik aletleri yapýmýnda kullanýyor. Bunlardan bir tanesi olan "Piramit" i inceledik. Bir çeþit bilgisayar kontrollu perküsyon aleti. Sesler sürekli olarak deðiþebiliyor. Hatta bir karþýlýklý solo bile yaptýk, ah teknoloji sen nelere kadirsin, çýkardýðým seslere inanamadým. Kendi icadý olan elektrikli brimbanýn Sonny Rollins tarafýndan beðenilmesinin öyküsünü anlatýyor. Aralarýnda tuhaf bir elektirik olduðunu hissetmiþ onunla. Dolma falan derken döndüðü ülkesindeki deðerlendiriyordu? Türkiye'ye döndük. Peki kahramanýmýz yýllar içerisindeki deðiþmi nasýl Cazname I- Tunçel Gülsoy 126 "Türkiye'nin problemlerini biliyorum. Ülkemizin ekonomi ve kültur politikalarý tam geliþmedi ve diðer ülkelerin çok gerisinde kaldý. Tabii bunda yýllar boyunca sýk sýk deðiþen kültür bakanlarýnýn da rolü var. Böyle bir yoðun deðiþimin sonucunda belirgin bir kültür politikasý da oluþmadý. Üç ay öncesine kadar Türkiye'ye defalarca geldim ve gittim. Ama son kültür bakanýmýz Ýstemihan Talay beni çaðýrdý ve sizinle çalýþmak istiyoruz dedi. Benim bu konuda bakanlýða yapmýþ olduðum bir çok geçmiþ müracaat da iþleme konuldu. Ýstemihan Talay'ýn ilgisi hakkýnda çok hoþ þeyler söyledi, belli ki dönme gibi zor bir kararý ona aldýran duyarlý bir bakanýn verdiði cesaret olmuþ "Kültür Bakanlýðý'nýn politikasý çerçevesinde Türkiye'yi temsil etmek istiyorum. Bunun için tüm tecrübemi seferber edeceðim. Türkiye'nin parasý ve emeði ile ülkemi uluslararasý platformlarda temsil edeceðim, Türkiye'yi tanýtan kültürel etkinlikleri sürdüreceðim. Bunu kendim için milli bir görev olarak düþünüyorum. Sadece konserler deðil ayrýca konserlerin uzantýsý olarak müzik eðitimi, konferanslar ve seminerler vermek istiyorum. Tüm bu çalýþmalar ana mektebinden üniversiteye kadar geniþ bir öðrenci kitlesine hitap edecek. Benim esas aþkým müziði en ileri boyutlara götürebilmek. Dünyanýn her yerinde bir sürü kýrkýný aþmýþ müzisyen ülkelerine dönmek istiyorlar.Hepimiz yeni nesillere bir þeyler býrakmak istiyoruz. Ben de Türkiye'nin yeni nesillerine kariyer yapmýþ bir müzisyen olarak birikimlerimi teorik ve pratik olarak bir program çerçevesinde aktarmak istiyorum." Tüm bu konuþmalar sýrasýnda bazen video izliyor bazen de Okay'ýn albümlerini dinliyoruz. Dinlediklerim ve gördüklerim onun sözlerini teyit ediyor. Evin en küçük odasýna girdik, her taraf aðzýna kadar müzik tesisatý ve dünyanýn kýrk yerinden toplanmýþ müzik aletleri ile dolu. Tüm bunlarý jazz müziðinde kullandýn mý, diye sordum ve þaþýrtýcý bir cevap aldým: "Ben müzisyenim, müzik çalarým, jazz da çaldým ama jazz müzisyeni deðilim. Jazz çok kaliteli bir müzik, zencilerin çalýþtýðý pamuk tarlalarýndan çýkmýþ, blues olmuþ, New Orleans'tan New Cazname I- Tunçel Gülsoy 127 York'un Harlem'ine uzanmýþ. Çok þekil deðiþtirmiþ. Ýçerisine birçok þey katýlmýþ, gospel, spiritual, street music, marþ. Ama jazz demek gene de New York demek. Jazz'da armoni kalýbý var, bu kalýbýn üzerinde yapýlan bir doðaçlama var. Ýþte bu doðaçlamanýn baðrýnda sonsuz bir serbestlik var. Jazz'ýn baþlangýcý böyle oldu. Melodinin yapýsýna sadýk kalýnarak bir kontrol çerçevesinde serbestlik ve yaratýcýlýk saðlandý. Gerçi sonradan Free Jazz da çýktý. Armoni ve kalýplarý attýlar. Bence jazz sürekli hareket ve ilerleme demektir. Ornette Coleman bana hep "keep moving" derdi. Doðaçlama olmazsa jazz olmaz. Doðaçlamanýn kalitesi müziðin kalitesini arttýrýr. Doðaçlama daima önde olacak. Yükselme, kaliteyi arayýþ iletiþim ve mesaj alýp verme hep doðaçlama ile oluyor. Ama günümüzdeki müzik talebi arzýný da deðiþtirdi. Hep yeni arayýþlar var, müzisyenler de yeni þeyler çalmak istiyorlar, arayýþa açýk olmak lazým, jazz'da fanatizime yer yok. McCoy Tyner'i çok beðenirim. Onu John Coltrane ile dinledim, Elvin Jones ile beraber çalmalarý bence jazz'ýn geldiði en üst noktalardan biri idi. Davulcular arasýnda en çok Elvin Jones'u beðenirim. Ters bir stili vardýr, kolay kolay taklit edilemez, piyano ve basýn çalýþlarýna çok özel bir ahenk verir. Daima ileriyi görür, alttan alttan bir patlama hazýrlar ve zamaný gelince de patlatýr.Bana göre iyi davulcu da budur ve solo çalmaktan çok kollektif çalýþýn içerisinde anlaþýlýr olmalýdýr, o etraftan gelen sesleri duyar ve durumu sürekli olarak yeniden deðerlendirir. "Excitement"ý hazýrlar. Davulda gürültülü çalmak önemli deðil, piyano çalmayý becerebilen gürültülü de çalabilir. Melodiyi ise herkes çalabilir, önemli olan doðaçlama yapýlýrken solist ile ayný platforma çýkabilmektir. O zaman tavlanmýþ bir demiri iki ayrý demircinin ayný anda dövmesi gibi güzel bir beraberlik ortaya çýkar. Davulcu aslýnda liderdir ama eþlikçi olmasý gerektiði zamanda geride kalýr. Hint Müziðinde ritm baba, melodi ise anne olarak tasvir edilir. Davulcu da bu babadýr. Tony Williams bunu çok iyi yapardý. Tüm boþluklarý poliritmler ile dokurdu. Miles Davis birçok þeyi ondan öðrenmiþtir. O patlamalarý yapabilmek için hayatýnýn adamlarýný bulmalýsýn. Teknik ve mekanik olarak her zaman bulabilirsin ama duygu kaynaþmasý olarak onlarý bulmak çok zordur. Ben kendi müzik Cazname I- Tunçel Gülsoy 128 hayatýmda böyle bir noktaya Ýsveçli piyanist Bobo Stenson ile varmýþtým. Oriental Wind arkadaþlarim soprano saksçý Leonard Aberg ve bascý Danielson ile de böyle bir duygu beraberliðimiz var." Farkýnda olmadan Okay Temiz'in yeni dönemindeki ilk öðrencisi olduðumu hissettim, en azýndan iþin felsefesini anlatan sözleri beni çok etkiledi. Ama ya diðer insanlar... Gandi ülkesine döner ama bir hedefi vardýr. Zor bir hedeftir bu ve uzun ince bir yol gideceðini bilmektedir. Bizim senaryomuza dönersek kahramanýmýzýn da beklentileri vardýr. Bunlarý merak ediyordum: "Türkiye'de çok boyutlu bir þeyler yapmak istiyorum. Bugün tüm dünyadaki ileri gelen davul ve perküsyonculari tanýyorum. Hindistan'dan Güney Afrika'ya, Amerika'dan Ýstanbul'a kadar birçok yerde festivaller yapýlýyor, birçok sanatçý bu festivallere geliyor. Dünyada jazz dinlenen her yerde adettir, konserlerden sonra o sanatçýlarýn gittikleri ülkelerin okullarýnda da bir þeyler yapmasý lazým. Bu bir konferans olabilir, bir work shop olabilir. Ne olursa olsun daha ileri bir paylaþma ve kaynaþma yaratmak lazým. öðrendiklerimi baþkalarý ile paylaþmak istiyorum. Ýskandinav ülkelerine uzanan bir yelpazedeki tüm bu insanlar ile iliþkimi sürdüreceðim. Günün birinde onlarýn katkisi ile Türkiye'de Orta Doðu'nun en büyük vurgulu çalgýlar kolejini açmak istiyorum. Dünyanýn en mistik þehirlerinden biri olan Ýstanbul, doðu ile batýnýn buluþtuðu bu kent dünyanýn her tarafýndan gelecek müzisyenlere Türk ve oryantal ritmlerin öðretildiði bir yer olacak. Böyle bir okul Avrupa'da yok. Çocuklara çok önem veriyorum, onlar için TV'de bir program yapmak istiyorum. Þu an TV programlarýnda gördüklerimiz gibi deðil, daha derinliði olan çocuklara ritm duygusunu veren bir program. Tüm toplum kesimlerinden çocuklarýn hep beraber olacaðý ve hep beraber çalacaðý bir perküsyon gurubu kuracaðým. Þu an Banvit piliçlerini yapan firma için böyle bir çalýþmalarým var. Ayrýca spastik çocuklarin tedavisi için sürdürdüðüm çalýþmalarýmý Sabancý Spastik Çocuklar Merkezi'nde sürdüreceðim." O sýrada Tommy yanýmýza geldi. Babasýný zaten çok gören bir çocuk olmadýðýndan bizim kendimizi konuþmaya kaptýrmamýzdan Cazname I- Tunçel Gülsoy 129 rahatsýz olmuþtu. Okay'ýn çocuklara olan sevgisinin özünde bu ufacýk oðlanýn olduðu bal gibi aþikardý. Okay onu iyi yetiþtirmek istiyor. Ýnsancýl, iyi kalpli, sertlik sevmeyen ve enerjisini kullanan bir çocuk olarak tanýmlýyor oðlunu. Bu noktada eþi "Anne" söze giriyor: "Okay çocuklara sevginin ötesinde saygý da duyar. Onlarýn baþýný okþarken bu saygýsýný hissedebilirsiniz. Birçok insan çocuklarýn baþýný okþarken hoyratça davranýyorlar ve kendi streslerini farkýnda olmadan onlara aktarýyorlar." Halil Cibran'ýn o güzel sözlerini karþýlýklý olarak hatýrlýyor ve tekrarlýyoruz. "Çocuklar hayatý anlama yolculuðunda sizin serüven arkadaþlarýnýzdýr." Okay'ýn yol arkadaþlarý için güzel planlarý olduðunu anlýyorum. Derken söz sýrasý eve ilk girdiðim andan beri videoda izlediðim gruba geliyor. Karadeniz'de kýyýsý olan ülkelerden gelen yedi müzisyenden meydana gelmiþ bir orkestra bu, adý Black Sea Art Project. Ýstanbul belediyesi kültür dairesi baþkaný Þenol Yorozlu'nun desteklediði bir proje. Her biri kendi ülkelerinde çok tanýnan ve kariyerlerini yurt dýþýna taþýmýþ yedi kiþi bu sefer kendi öz kültürlerinin esintilerini dünya müziði potasýnda eriterek elde ettikleri yeni yorum þekilleri ile bir üst müzik kültürü oluþturuyorlar. Yakýnda albümlerni dinleyeceðiz. Uluslararasý çalýþmalardan bir baþkasý da "Balkan Big Band", Selanik'te kurulmuþ. Tüm balkanlarýn en iyi müzisyenlerinden oluþuyor ve þimdiye kadar üç konser vermiþler. "Magnetic Band" Okay'ýn romanlar ile kurmuþ olduðu bir müzik grubu. Onun da ayrý bir havasý ve çizgisi var. Ýlhan Mimaroðlu Okay'a yazdýðý bir mektupta þunlarý söylüyor: "Olaðanüstü diye nitelendirme gereðini duyduðum bir müziðe varmýþ olduðunuzu anlýyorum. Etnik bir müzik türu cazla belki ilk defa inandýrýcý sonuçlarla birleþmiþ oluyor. Bugün çoðu jazz can çekiþirken topluluðunuzla yaptýðýnýz müzik cazýn eski günlerinde olduðu gibi, yaþýyor." Black Sea Art Project önümüzdeki Ýstanbul Festivali'nde Björk ile beraber çalacak. Cazname I- Tunçel Gülsoy 130 Son olarak da Okay'ýn dünyasýnda "Grup Karþýlama" var. Bu grup ile Haziran baþlarýnda Libuyano ve Atina'da konserleri var. Görüþtüðümüz gün Kurban Bayramý'nýn arifesi idi, tüm Ýstanbul'un boþalmýþ olduðu ve kentin onu gerçekten sevenlere kaldýðý hoþ bir bahar günü. Her güzel þey gibi bu filmin de bir þekilde bitmesi lazým. Son sahneye geliyoruz. Seyirci kahramanýna veda etmeden önce ondan son bir mesaj bekler, ve o þöyle konuþur: "Geçmiþim bana hayattan korkmamayý öðretti. Kalabalýk ve gürültüden kaçýyorum. Tabiattan yetiþtim ve tabiat bana kendimi anlattý. Gençliðimde giyimime çok düþkündüm, parlak ayakkabýlý bir Beyoðlu genci de oldum ama zaman içinde sadeliði buldum. Bu duygularýmý Ýsveç'e de taþýdým ve sade bir hayat sürdüm. Zamanýn akýp gittiðinin bilincine varmamýz lazým, onu durduramayýz ama iyi kullanabiliriz. Geçmiþteki hatalarýmýzdan ders alabiliriz. Her þeyi olumlu düþünün, her þeye olumlu yaklaþýn. Sonra olumlunun içersisinde öz eleþtiri yaparsanýz az hata yaparsýnýz. Olumsuzluk kiþinin enerji ve zamanýný bitirir. Olumlu düþünün." Her güzel þeyin bir sonu vardýr. Kolumdaki saate bir düþman gibi baktým ama çok geç olmuþtu. Vedalaþtým ve sokaða döndüm. Her taraf sessizdi. Sabah þehirde kalan azýnlýkta Ýstanbul'u terk etmiþti. Sonra tekrar filmi düþündüm: Ufak tefek beyaz saçlý bir adam sessizce enstrümanlarýný kurmaktadýr. Güçlü elleri ve keskin bakýþlarý ile önündeki iþe dalmýþken genç bir çocuk hayranlýkla onu seyreder. Sonra dayanamaz ve beyaz saçlý adama sorar; "Aðabey, niye Türkiye'ye döndünüz?" Adam cevap verir: "Senin için genç arkadaþým." Kamera yavaþ yavaþ yukarý dönerken beyaz perdede yüzlerce çocuðun ritm aletleri ile katýldýðý bir orkestra çalar. Evine hoþ geldin sevgili Okay. 131 19 YIL TUTULAN NEFES, OSMAN ÝÞMEN PROJECT "1952 Ýstanbul doðumlu, müzikal kariyerine altý yaþýnda aldýðý piyano dersleri ile baþladý. Kendi kurduðu orkestralarda müzik yaptý, aranjör olarak 300 dolayýnda prodüksiyona imza attý, çalýþmalarýný halen sahibi olduðu Arý stüdyolarýnda sürdürüyor." Bu sözler Jazz Eastern albümünü tanýtan kýsacýk yazýdan alýnmýþtýr ve projenin ardýndaki insaný anlatmaktadýr. Peki siz bir insaný anlamak için onun ilk olarak hangi yönünü merak edersiniz? Bizim ülkemizde doðum tarihi ve okul önemlidir, çoðu insan kendini anlatmaya böyle baþlar. Falan yýlda filan yerde doðdu, þu okula gitti falanca görevlerde bulundu. Eðer ölmedi ise kiþi hakkýnda biraz da varsa eserleri liste halinde sayýlýr. Ben bu bilgileri monoton bulur ve hep doðum gününün ardýndaki insaný merak ederim. Bir gün Osman Ýþmen'i birazcýk tanýdým ve onun hakkýnda þunlarý söylemek isterim: Þiþli Ýktisadi ve Ticari Bilimler Akedemisi'nde okudu. O zamanlarýn bu popüler ve havalý okulunun yerinde þimdi bir pasaj var. 30 yýldýr keçi sakalý var; karýsý onu kesmekten men etmiþ. Kadýncaðýzýn çocukluðundan beri müzikle arasý pek hoþ hiç olmadý ama zalim kader ona Türkiye'de müzik dünyasýnýn her tarafýnda var olmuþ bir kocayý belki de ceza olarak verdi. Yine de iki güzel çocuk da vererek bunu hafifletti. Türkiye gibi Futbol fanatizminin ortasýnda, o, futboldan nefret eder. Belki küçükken onu mahalle takýmýna almamýþlardý, bilinmiyor ama o buna inat tüm kariyeri boyunca hep büyük müzik takýmlarý Cazname I- Tunçel Gülsoy 132 kurdu. Aslan burcu; bu burcun insanlarý lider doðarlar ve sanatçý kiþilik taþýrlar. Otomobillerden ille de BMW der; çünkü yaþamýný bu marka bir arabaya borçludur. Çok gezer, seyahatlerde çok þey gözler ve iyi piþtiði müddetçe tüm deniz ürünlerine bayýlýr. Gýrtlaðýna çok düþkündür. Tarabya'daki Gogo'nun lokantasý "Kýyý"ya bayýlýr ama son zamanlarda on kilo verdiði bir diyet ile bu en sevdiði hobisinden uzaklaþmýþtýr. Mecidiyeköy'de Arý stüdyolarýnda onu tanýdým. Ufacýk bir odasý vardý, tam bir çýfýt çarþýsý gibi. Her þey alt alta üst üste. Masanýn sol tarafýnda bir kütüphane gibi dizilmiþ kasetler gordüm. Üstlerini okudum, aklýnýza gelebilecek tüm Türk müzik dünyasýnýn isimleri. Açýkladý: Ýþte bu kasetler o tanýtým yazýsýnda sozü geçen üç yüzden fazla prodüksiyondu. Peki bunu yapmasý ne kadar sürer? Kaç yýl gider insanýn ömründen. Ýþte karþýmda oturan insanýn müzik kariyeri bir duvara asýlmýþ duruyordu. "Bir takým þeyleri yapabilmek için ideal olmasý lazým. Ben masanýn her iki tarafýnda da bulundum. Okul yýllarýndan beri sürekli çalýþýyorum. Hem aranjorüm hem de besteciyim. Klasik piyano eðitimi aldým. Piyano eðitimi zordur, bitirince ya hoca ya da solist olmak lazým. Solist enstrümaný olarak zor. Tüm dünya müzik akýmlarýný dinledim. Önce Beatles vardý onlar benim batýya açýlan pencerem oldu. Sonra jazz'a ilgi duydum, yýllarca kulüplerde jazz çaldým. Ali Çetinkaya, Hýrant Lusýkyan ve Sevinç Tevs ile çalýþtým. Daha sonra kurduðum orkestram Ritm 73 çaðýnýn en tanýnmýþ eþlik orkestrasý oldu ve 1981 yýlýna kadar aralarýnda Sezen Aksu, Erol Evgin, Nil Burak, Zerrin Özer, Nükhet Duru, Nilüfer ve Ajda Pekkan'ýn olduðu birçok kiþiye eþlik ettik. Daha sonra büyük müzikhol orkestralarý kurdum. Nükhet Duru ve Haldun Dormen gibi sanatçýlarýn büyük showlarýna eþlik ettim. Büyük orkestralar ile Sezen Aksu ve Ferdi Özbeðen'e eþlik ettim. "Benim müzik yelpazem çok geniþ, klasik müzikten geliyorum. Yýllarca dans müziði yaptým, çeþitli büyüklükte orkestralar kurdum ve idare ettim, aranjorlük yaptým. Kendimi sadece bir jazz müzisyeni olarak tanýmlayamam ama son albüm için jazz denilebilir. Bence jazz insanlarýn duygularýný en özgün olarak anlattýklarý müziktir. Diðer müzikler insaný kýsýtlýyor. Klasik müzikte ne kadar yorum farký olursa Cazname I- Tunçel Gülsoy 133 olsun herkes birbiri gibi çalýyor, bu açýdan bence Jazz klasiðin hep bir adým önündedir ve insaný kendi kiþiliði ile baþ baþa býrakýr. Jazz'ýn esasý olan doðaçlama sürekli deðiþim demektir ve insanýn kendi kiþiliðini ortaya çýkarmasýný saðlar." Son albümünün temelindeki jazz yonunu anlamaya baþlamýþtým ama olayýn bir de "Eastern" tarafý vardý. Peki bu nereden geliyordu? "1984 yýlýnda pop müziðindeki duraksamayi fark edince Türk müziðini ve Folk müziðini öðrenmeye baþladým. Bu müzikler ile o güne kadar yapmýþ olduðum bati müziði arasinda bir sentez oluþturma fikrim de böyle ortaya çikti. Ýlk defa kendi adýma albümler yaptým. "Diskomatik Katibim", "Disko Madýmak", "Disko Türkü" bu düþünceler ile doðdu ve çok da popüler oldu. Bir daha albüm yapmak için ise on dokuz yýl bekledim. Jazz Eastern müzikte yapmak istediklerimin bir kýsmý ve baþlangýcý oldu. Sanat insan duygularýnýn çeþitli þekillerde ve vasýtalar ile ortaya konup aktarýlmasýdýr. Ben yýllarca baþka sanatçýlara onlarýn duygularýný ifade edebilmeleri için eþlik ettim ama sipariþ ile yapýlan sanat insaný mutlu etmiyor. Bu albüm ise benim kendi duygularým ve birikimimin ifadesidir. Çok iyi bir dost grubu ile beraber çaldýk, aramýzda lider olmad, ve herkes solistti. Bu dostlarým olmasa idi "Jazz Eastern" de olmazdý. Türkiye dünyada eþi benzeri bulunmayan bir ülke, büyük bir kültür birikimi ve doðu ile batý kültürünün birleþtiði tek yer. Ancak bizler bu kültür birikimini dünya kültürüne açmada baþarýlý olamadýk. Amacým bu ülkenin kültürünü batýnýn anlayacaði biçimde ortaya koymak, sunmak. Folklorü baðlama ile çalarak batýyý etkileyemezsiniz, onlar bu ülkenin havasý ve kültürü ile yaþamýyorlar. Bazýlarý müziklerinde gayda kullaniyor ama onu bizim algýlayabileceðimiz bir formatta sunuyor. Müzikte evrensellik ancak insanlarin anlayacaði yaklaþýmlar ile ortaya çýkabilir. Sanatta lokal olunmamalý, o dünyada insanlarýn birbirini anliyabileceði tek ortak dil ve müzik de bu dilin en etkili araç." Bu noktada onun Türkiye müzik piyasasýndaki diðer meslektaþlarý hakkýndaki fikirlerini öðrenmek istedim. Bu konuda çok dikkatli konuþtu. Cazname I- Tunçel Gülsoy 134 "Bir þeyler yaratabilmek için mutlaka farklý olmak lazým. Sanat da en tehlikeli söz, "gibi". "Gibi" olunca sen kendin olmazsýn. Bugün Türkiye'de Bill Evans gibi çalan ve Amerikan Jazz'i çalan piyanist var. Ama bence aslý varken "gibi" çalanýn bir anlamý yok." Ona sordum, peki 46 yýl yaþadýnýz, bundan sonraki 46 yýl için ne düþünüyorsunuz? "Hayatýmýn bundan sonraki kýsmý için ilk dileðim saðlýktýr. Türkiye gibi ülkede çok üretecek þey var. Türk müzisyenlerine hayraným, bu kadar müzik okulu eksikliðinde bu kadar iyi müzisyen çýkabiliyor. Bu albümün devamýný yapmayý düþünüyorum. Gene Türkler ile. Ben kendi müziðimde yabancý müzisyenler ile birlikte çalýþýlamayacaðýný düþünüyorum. Bakýn Jan Garbarek'i çok severim ama doðu müziði gibi çalýnca iþ sýrýtýyor. Ayný þekilde Amerikalý da baðlamayý bir Türk gibi çalamaz, yok teknik olarak mükemmel çalabilir ama bu ülkenin duygusunu burada yaþamamýþ biri veremez, duygu eksik kalýr." Konuþmamýz bitti, tekrar duvara baktým, o üç yüz kaset asker gibi dizilmiþ Osman Ýþmen'in hayat okulunda aldýðý diplomalar gibi duruyordu. Bir an düsündüm ne kadar zamanda dinleyebilir insan bunlarýn tümünü. O ise bana sadece huzur duyabileceði bir iþi yapabildiði ve herkese sevgi ile yaklaþabildiði için kendini baþarýlý hissettiðini söyledi ve ekledi: "Sanatta son yok, kendi yapabildiklerimi baþarý olarak görmüyorum, yapýlan her iþ aslýnda bir sonrakine ýþýk tutar." Sonra vedalaþtýk, onu stüdyosunun günlük kaygýlarý ile baþ baþa býrakýp çýkarken içimden þöyle dedim: Sevgili Osman, kendi sesini bizlere iletmek için inþallah bir on dokuz yýl daha beklemezsin. Eminim ki Jazz Eastern birçok baþka Osman Ýþmen projesinin ýþýðý olacaktýr. 135 GÜZEL SESLÝ ÝKARUS / SÝBEL KÖSE Ýyi bir balýk yenmiþ bir Boðaz akþamýný nerede bitirmek istersiniz ? Benim için bu sorunun tek bir yanýtý vardýr, yanýmdaki insanlarý "Gramofon" a götürdüm. Ýçeri girdiðimizde bizi derin bir kadýn sesi karþýladý, yabancý misafirim Aiko sordu: "Kim bu kýz? Ne güzel sesi var !" O ana kadar sadece ortak olarak üreteceðimiz cam kalýplarýný konuþmuþtuk. Aslýnda bu sorunun yanýtýný ben de bir zamanlar merak etmiþtim. Misafirime döndüm ve þöyle dedim: "Uzun bir hikaye, ilgilenirsen sana anlatayým." Belçikalý jazz sever o gece güzel sesli bir kýzýn öyküsünü dinledi: Soðuk bir kýþ günü Serencebey yokuþunda bir adam kapý numaralarýna baktý ve kapýyý çaldý, burasý iþyerlerinin olduðu bir apartmana benziyordu ama en üst kata çýkýnca hava deðiþti. Ev sahibesi haným onu miniminnacýk þirin bir çatý katýna aldý, içeride Diane Reeves in sesi duyuluyordu. Ev sahibesi haným konuþtu: "Evet bu apartmanda ev olarak kullanýlan tek daire bu, hafta sonu insan kendini yalnýz hissediyor ama hiçbir kýsýtlama olmadan müzik dinlemek de hoþ bir þey." Evde banyo hariç her þey bir mekan altýnda düzenlenmiþiti. Mutfak tarafýndan tüm Niþantaþý kuþbakýþý sayýlabilecek þekilde gözüküyordu. Ev sahibesi mutfaða gitti, bir dolaba baktý, bakkala telefon etti. Verdiði sipariþten adam onun kek yapacaðýný anlamýþtý. Tezgahýn üzerinde bir kitap gözüne iliþti. Leman Cýlýzoðlu'nun Yemek Piþirme Temel Metod ve uygulamasý. Ev sahibesinin ilk yaptýðý kek sakýn bu olmasýn diye aklýndan geçti. Sonra bir þirin kedi gördü. Ev sahibesi onu tanýþtýrdý: Cazname I- Tunçel Gülsoy 136 "Adý Encük, geçen sene arkadaþým Yosun'un evinde bulduk. Keki annem iyi yapar ama Ýstanbul'a taþýnýnca ben de öðrendim. Burasý Ajlan'ýn evi idi. Ýlk geldiðimde onunla burada kaldým, sonra o baþka eve gitti burayý bana býraktý." Adam etrafa bakarken duvarlardaki kedi resimlerini gördü. Sonra Sarah Vaughan, Billy Holiday ve Ajlan'ýn resimleri Sonra kekin hazýrlandýðý kabý karýþtýrmaya baþladý, biraz sonra yiyeceði kek konusunda kendi kaderini kendi çizmeye karar vermiþti. Bu seferde mutfak tezgahý üzerindeki bazý diyet yiyeceklerini gördüðünü farkeden ev sahibi açýklama ihtiyacý hissetti: "Hayatým boyunca kilolu oldum. Ciddi yorgunluk yapýyor, aslýnda kiloya alýþtýým ama elbise bulmakta zorluk çekiyorum Hobi olarak diyet yaptýðým söylenebilir." Duvardaki bir baþka resimde Duke Ellington bir jazz klubünde yanýndaki diðer dostlarý ile hayran hayran Ella'yý seyrediyorlardý. Sonunda kek fýrýna verildi. Ev sahibi su böreði yapan yerin o gün kapalý olduðunu açýkladýktan sonra devam etti. "1969 yýlýnda Ankara'da doðmuþum, terazi burcuyum, demek burçlar ile ilgileniyorsunuz. Siz de mi Terazisiniz ? Peki nasýl oluyor Teraziler?" Adam aklýndan geçenleri bir çýrpýda anlattý, ona göre Terazilerin en zor tarafý bir türlü karar verememeleri idi. "Babam eczacý, hala çalýþýyor, annem emekli bir öðretmen. Ablam benden on üç yaþ büyük." Adam alýþýk olmadýðý bir koku aldý, dikkatle bakýnca yanan bir tütsü gördü. "Mistik þeylere inanýyorum. Terazimin yelpazesi geniþ. Kolay kolay ak veya kara diyemem. Kararsýzým, denge ve adalet duygularým çok geliþmiþtir. Ama adil olmak kolay deðil. Hiçbir þeyin fanatiði olamýyorum. Okulda felsefecileri tanýdým. Herkesten ve her þeyden kendime göre bir þeyler alabiliyorum. Madde ile her þey bitmiyor. Bilim ile bitmiyor, somut ve teknik ile bitmiyor." O an bir telefon çaldý, ev sahibesi telefonu açtý, Ýngilizce bir konuþma oldu. Cazname I- Tunçel Gülsoy 137 "Ortadoðu Teknik Üniversitesine gitmeden önce TED Ankara Koleji'nde Ýngilizce öðrenmiþtim. Demin Amerikalý bir davulcu arkadaþým aradý, gayret sarfetmeden meditasyon yolu ile öðrenme üzerine bir kitaptan bahsetti. Bence aþýrý güç ile yapýlan iþlerde bir terslik var. Gerçi bunun tam aksi görüþler de mevcut. Kitap piskolojinin insaný nasýl kýsýtladýðýný anlatýyor." Kek artýk piþmiþti. Ev sahibesi fýrýndan çýkardýðý keki masaya getirdi. Encük kekin kokusunu alýnca ayaklandý. Adam çayýný koyu istedi. Limon kabuðu rendesinin keke verdiði hafif ekþilik þeker tadýný çok iyi dengeliyordu, kek sýnýfý geçmiþti, ama Encük kek yemedi, çay içerken konuþmaya devam ettiler. "Þarký söylemeyi hep çok sevdim. Ablamla aramda çok yaþ farký var. Onun küçük bir portatif pikabý vardý ve bana mama yedirirken müzik dinlerdi. Hala o plaklarýn üzerinde mama izleri vardýr. Ben daha üç dört yaþýnda iken onun dinlediði Fransýz müziklerini dinlemiye baþlamýþtým. Büyüdükçe kendim de müzik dinlemeye baþladým. Çoðu yabancý müziklerdi. Ýlkokulda koroya girdim. Aslýnda annem beni ritmik cimnastiðe yazdýrmýþtý ama olacak þey mi?" Hep beraber güldüler. Adam çevresinde gördüðü onca jazz posteri ve durmadan çalan jazz müziðinin etkisi ile bir soru sordu. "Jazz ne midir; aðýr bir soru bu. Yani bana aðýr geliyor. Bilmem gerekiyor mu emin de deðilim. Çocukken radyoda bir sürü þey dinledim, çok eðlenirdim. Bir gün ablamýn kasetleri arasýna tesadüfen karýþmýþ bir Ella kaseti buldum. "Bernie's Tune" diye bir parça vardý, sýrf scat söylüyordu, çok þaþýrdým. Bu kadýn ne yapýyor dedim ve parçayý aynen ezberledim." Adamýn gözleri evin her tarafýnda bulunan çikolata paketlerinden birine gitti. Son bir likörlü çikolata kalmýþtý. Gözleri ile izin istedi, ev sahibi hemen çikolatayý ona tuttu, kendisi de findýklý bir çikolata aldý. "Jazz ile böyle tanýþmýþ oldum. Sonra sýrasý ile Billy Holiday ve Sarah Vaughan'ý tanýdým. Onlar gerçek Jazz þarkýcýlarý. Üniversite yýllarýnda müzisyen arkadaþlarým oldu. Metin Paksoy'un alto saks, Mehmet Kütükçüoðlu'nun tenor sax, Tevfik Bultan'ýn bas, Ýhsan Akyüz'ün gitar ve Sertaç Akyüz'ün davul çaldýðý bir grubumuz Cazname I- Tunçel Gülsoy 138 vardý. Benimle birlikte Merve Erdal da solistti. Beraberce çalýþmaya baþladýk. Geceleri geç kalmamý evdekiler önce istemediler ama zamanla alýþtýlar. Bir gün Hilton Otelinde Tuna Ötenel ile tanýþtým. Tek baþýna "My Funny Valentine"ý çalýyordu. Bir gün bizim provamýza geldi. O sýrada ben "Sophisticated Lady"i sesime çok uygun olmamasýna raðmen orjinal tonundan söylüyordum. Tuna aðabey "Duke Ellington mezarýnda þööyle bir döndü, kýzým bilmiyorsan baþka þeyler söyle dedi." dedi. Sonra bizi ODTÜ' deki konserine çaðýrdý. Bir gün çalýþtýðý klüpte ben onlarýn çaldýðý þarkýyý mýrýldanýrken beni duydu. Zamanla beraberce çalýþmaya baþladýk. Sevgili Tuna aðabey benim için bir okul oldu. Bir gün Polonyalýlar Bilkent Üniversitesinde bir jazz workshop açtýlar. Birçok kiþi oraya katýldý. Yahya Dai, Çaðlayan Yýldýz, Cengiz Baysal, Murat Arkan, Meriç Ötenel, Sarp Maden bu programýn öðrencileri oldular. Çok az solist vardý ve onlar da ayrýldý, ben tek kaldým. Krzesimir Debski bizlerin hocasý oldu. Ülkesine döndüðünde bana sahip çýkýlmasýný istedi. Daha sonra Janusz Szprot beni piyanistler ile beraber çalýþtýrdý. Daha sonra bizleri Polonya'ya da götürdüler. Ajlan ile bu workshoplarda tanýþtým, beraber þarkýlar söylerdik." Adamýn gözleri fotograftaki Ajlan'a takýldý, öylesine sessizce kendilerini dinlediðini hissetti. Ev sahibesinin ikram ettiði çayý alýrken o tekrar konuþmaya baþladý "Ankara da sýkýlmýþtým, Ajlan Ýstanbul'a çaðýrdý. Ajlaný çok özlüyorum, çok þeyler paylaþtýk, kendi sesimin dýþýnda nasýl þarký söylediðini en iyi tanýdýðým ses idi. Zaman zaman onun sesini kafamýn içerisinde duymaya çalýþýyorum. Adam onun neden þarký söylediðini merak etti. "Niye mi þarký söylüyorum, çok basit, sevdiðim þeyi yapýyorum. Þarký söylerken kendimi diðer yaptýðým þeylere göre daha iyi hissediyorum. Bir baþka þey de var. Müzikte bir çeþit teselli de buluyorum. Her gün düþünüyorum, ne yapýyorum, diye. Aslýnda dünyanýn en güzel þeyini yapýyoruz. Ýnsanlarýn önünde jazz söyleyebilmek müthiþ bir keyif. Ama hep araþtýrman gerek, önce kendini, sonra müziði, yeni Cazname I- Tunçel Gülsoy 139 akýmlarý, hep bir araþtýrma içindesin. Hep dürüst olmak zorundasýn, kendine ve yaptýðýn iþe karþý. Türkiyede bu iþler biraz da yapýlarak öðreniliyor, þartlar kýsýtlý. Amerika'da imkan daha çok ama kullanan da daha çok. Profosyonelleþmek için mutlaka bir arada çalmak lazým." Adam ev sahibesinden bir þarký söylemesini rica etti. Onun þarký söylerken gözlerini kapatarak baþka bir aleme kaydýðýný gördü. Dream a little Dream. Ev sahibine bir hayali olup olmadýðý soruldu, vardý. "Farklý sanat dallarýný bir araya getiren bir show yapmak isterdim. Multimedia, Dans, enstalasyonlar, ama kafam henüz çok net deðil. Birilerine daha küçük yaþlardan burs verip yetenek yetiþtirirdim. Türkiye'de eðitim çok sýkýntýlý bir þey. Ýmkaným olsa ileriki yaþlarýmda daha profosyonel olmak ve daha çok gezebilmek isterim." Duvarlardaki posterlerden birinde Matisse'in düþen Ýkarus tablosu görülüyordu. Kýsa bir sessizlikten sonra ev sahibi tekrar konuþtu. "Hepimiz biraz Ýkarus gibiyiz, bir þeyler yapýyoruz, yükseliyoruz ama er veya geç bir gün düþeceðiz. Hayat böyle, birþeyler yaþýyorsun, seviyorsun, alýyorsun sonra arkanda bir þeyler býrakarak düþüyorsun. Kimse hayata baþtan hazýrlýklý gelmedi. Hepimiz yaþayarak öðreniyoruz. Ben de þarký söylemeyi kendime uygun görüyorum. Belki çok mantýklý deðil ama zaten kendimi de mantýk kutularý içerisine sýkýþtýramýyorum. Ben de hergün yeni bir þeyler öðreniyorum, sonunda her insan bir yolculuk yapýyor. Þimdiki gençlerde þunu görüyorum. Günümüzde öðrenmek istiyenler için okullar var, onlarýn sunduðu deðiþik eðitim paketleri var, herkes bir paket almak istiyor, hani bakkaldan bir þeyler alýr gibi. Eskiden bu imkanlar yoktu. Bilgi Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi gibi müzik okullarýnýn açýlmasý çok iyi geliþmeler. Ama sadece okulun iyi olmasý yetmez. Frank Lloyd Wright der ki iyi mimarlýk okulu yoktur, iyi mimar vardýr. Aynýsý müzik için de geçerli. Ýyi müzik okulu olmasý yetmiyor, iyi müzisyen de olmak lazým. Hazýr formül diye bir þey yok. Sadece okulda okuyarak iyi bir felsefeci veye tiyatrocu olunmuyor. Biraz da insanýn hedefi yolda belirleniyor. Onun için sürekli olarak Cazname I- Tunçel Gülsoy 140 denemek gerekiyor. Bazý insanlarýn karekteri bu denemeye uygun olmuyor. Mama Jones adlý bir kadýn þarkýcý vardý, altý aylýðýna çalýþmak üzere Ýstanbul'a gelmiþti. Bir gün eþyalarýný toplamasýna yardým etmek üzere odasýna gittim. Tüm eþyalarýný altý aylýða göre yanýna almýþ. Elbiseler, ayakkabýlar, makyaj malzemeleri. Her gittiði otel odasýný yeni bir ev haline getirirmiþ. Þimdi bir solist olarak geliþmek için böyle bir yaþam tarzý gerekli. Ama buna katlanabilir misin, insan denemeden ve gerçekten yaþamadan bilemiyor. Hayat ve kariyer kararlarýný ancak yola çýktýktan sonra yolculuðu yaþarken verebiliyorsun. Ýnsanýn bu yolculuk sýrasýnda kendini yönlendirecek þeylere ve kimselere hep ihtiyacý var. Ben þarký söylemeye baþladýðýmda kendisinden öðrenebileceðim tek bir þarkýcý bile yoktu Ankara'da. Ama öðrenecek insan bir yolunu bulup öðreniyor. Zaten týrnaklarý ile kazýyarak öðrenmeyen kimse de hiçbir yerde öðrenemiyor. Þarký söylüyorum, harika olmasa da, bir gün gelecek, yavaþ da olsa hýzlý da olsa hepimiz düþeceðiz. Her gün hepimiz biraz düþüyoruz, böyle algýlýyorum hayatý. Bu kadar basit." Misafir için o kadar basit deðildi. Ama daha çok merak ettiði þeyler vardý, özellikle ev sahibesinin jazz hakkýndaki düþüncelerini. "Jazz'ýn geliþimi kontrol altýnda deðil, aslýnda günümüzde tüm müzikler birbirinin içerisinde ve birbirlerinii etkiliyorlar. Bu gün ben de jazz dýþýnda müzikler de dinliyorum. Kendi zevkim için müzik dinlemeyi bir süredir unutmuþtum. Baþka neler yapabilirim diye düþünüyorum. Günümüzde pop müzik artýk kare kare büyük bir titizlik ile planlanmýþ ve icra edilmiþ bir müzik oldu. Tüm efektler ve düzenlemeler ince ince hesaplanarak yaoýlýyor. Pek þansa ve yaratýcýlýða yer yok. Müziðin uzunluðunun bile belirli bir ticari hesabý var. Whitney Houston'u da dinliyorum, o bu anlatýklarýma iyi bir örnek." Adam için Whitney sadece güzel bir ses idi ama o kadar, bir de jazz'ýn güzel sesleri hakkýnda ev sahibesini dinlemek istedi. "Son dönemde dinlediðim vokalistlerden Dianne Reeves'i çok beðeniyorum. Onu Parliament Super Band ile Ankara'ya geldiðinde de dinlemiþtim. Bence son albümü "Bridges" mükemmel ve son on yýlda Cazname I- Tunçel Gülsoy 141 yaptýðý en baþarýlý çalýþma. Eski albümü "Great Encounter"a göre burada artýk oturmuþ bir dil oluþturduðunu düþünüyorum. Sanki uzun bir serinin sonu gibi. Albümde tek bir kötü þarký bile yok. Joni Mitchell, Peter Gabriel Leonard Cohen besteleri söylemiþ. Parçalar onun deðil ama getirdiði yorumlar nefis. Ayný þekilde Cassandra Wilson un "Miles" albümünü çok beðeniyorum. Sanýrým son zamanlarda prodüktörü deðiþmiþti. "Blue Night Till Dawn"da çok deðiþik enstrümanlar kullanýlmýþ. Alýþýlmadýk aranjmanlar var. Ses kalitesi daha ön planda ve Blues"a yakýn. Bence biraz popüler olma kaygýsý taþýyor. Kimileri onu hep ayný tarzda söylüyor diye eleþtiriyor. Bence o kendine ait yeni bir tarz oluþturdu. "New Moon Daughter" ise bence modern bir pop albümü olarak da algýlanabilir. Branford Marsalis'in oratoryasýnda da söylüyor. Ýlk albümü olan "Blue Skies" tamamen bir standartlar albümü idi ama bugün Cassandra'nýn geldiði yer çok heyecan verici. Down Beat eleþtirmenlerinin onu yýlýn jazz vokalisti seçmelerinin sebebini artýk standartlardan býkmýþ olup yaratýcýlýk aramalarýna veriyorum. Elenie Elias'ýn Carlos Jobim albümü de çok severek dinlediðim bir çalýþma. Kendisine çok iyi müzisyenler eþlik etmiþ. Tüm bu müzisyenler benim için ayrý ayrý yönlerden referans oluþturuyorlar. Aslýnda bu iþte herkes birbirini dinliyerek birbirinden beslenir. Baþkalarýnýn neler yaptýðýný anlamdan takip etmeden yeni bir þeyler yapabilmek mümkün deðil." Peki siz nasýl bir quartet veya trio ile çalýþmak isterdiniz? Ev sahibesi nedense böyle bir soruyu beklemiyordu, bir an düþündü ve yanýtladý. "Nasýl bir quartet hayal ettiðim sorunuza cevap veremeyeceðim. Bir müzik grubunun oluþumunda insanlarýn o an içerisinde olduklarý enerji durumunun büyük etkisi var. Bir de kendi aralarýndaki iletiþim çok önemli. Ben boþ hayaller kurmayý sevmiyorum. Ortada somut bir proje olmalý. Bir þarkýyý çok seversin sesine uymaz, baþka bir müzisyenle çalýþmak istersin müzisyenliðin tutmaz. Sadece bireylerin enerjisi deðil tüm kollektif enerji, iç iliþki ve paylaþým önemli. Artýk zaten tek bir isim üzerine kurulu quartet veya trio anlayýþý da bitti. Keith Jarrett triosunda Jack de Johnette'ý çýkart müzik tamamen Cazname I- Tunçel Gülsoy 142 deðiþir. Bill Evans'ý düþünün, önce Scott La Farro ile çalýþmýþ, sonra Eddie Gomez onun yerini almýþ. En son olarak da Marc Johnson var. Her bir ayrý basçý ayrý renkte bir Bill Evans oluþturuyor. Duke Ellington orkestrasýnda o an çalan müzisyenlerin yeteneklerine ve havalarýna göre beste ve düzenleme yaparmýþ. Hatta bunlardan bir kýsmýný otobüslerde yaparmýþ." Adam içinden geçirdi, iþte tipik bir terazi burcu, detaylarý, yan öðeleri düþünmekten bir türlü esas olana varamýyor. Sýkýntýsýndan artýk kaç tane atýþtýrdýðýný unuttuðu çikolatalardan bir tane daha aldý. "Daha iyi olabilmek için farklý kiþiler ile çalýþabilmek önemli. Bu insaný müzisyen olarak geliþtiriyor. Sahne tecrübesi de insaný geliþtiren bir þey. Ama bir gruptan iyi netice alabilmek için çok uzun zaman beraber prova yapmak ve çalýþmak lazým, Ýstanbul gibi büyük bir þehirde ise bu çok zor. Ýnsan bazen sýrf para kazanmak için de çalmak zorunda kalýyor ama aslýnda seçici olmak lazým. Bir albüm için ön çalýþmalar yapýyorum. Albüm yapmak benim için þarký söylemenin ötesiinde bir þey. Bir gün kendimi yansýtan dürüst bir albüm yapmak istiyorum. Ama iþ realiteye binince insanýn ayaðýnýn yere basmasý gerekiyor. Bunun sanatýn ötesinde bir de iþ tarafý var. Parçalarýn seçimi, müzisyenlerin birbirine uyumu, teknik olanaklar hepsi çok önemli. Özellikle de stüdyo ve kayýt. Tabii bu her þeyden önce bir hazýrlýk, araþtýrma, ve bütçe çalýþmasý gerektiriyor. Tabii ilk albümde bazý hatalar da olacaktýr. Acemi müzisyenler ilk albümlerinde birçok þeyi ayný anda yapmak isteyebilirler ve bu fazla kaçabilir." Adamýn bakýþlarý sürekli dinledikleri CD'lere gitti. Evin boyutlarýna göre oldukça geliþmiþ bir koleksiyon olduðunu görüyordu "CD'lerimi alýrken yalnýz kadýn vokalistleri alabiliyorum, çok pahalýlar. Korsan CD'leri ise almýyorum. Müzisyenin emeðinin karþýlýðýný vermek lazým. Bu güne kadar yapabildiklerimi yaptým. On sekiz yaþýn þuursuzluðuna raðmen iyi bir yere geldim. Bir okul bitirdim, mimar oldum. Mimarlýk baþka bir meslek ama müzisyen yönüme düþünüþ biçimi olarak önemli bir katkýda bulundu. Mimarlýk öðrenimi sýrasýnda sanat tarihi, temel tasarým prensipleri, denge, armoni, doluluk, boþluk gibi kavramlarý öðrendim. O yýllarda bana verilmek istenen þeyleri Cazname I- Tunçel Gülsoy 143 müzikte ancak iki yýl önce anlayabildim. Sanýrým liselerde mesleðe yönelik bir eðitim olsa çok faydasý olurdu. Bir mimari projede alanlar, hacimlar ve yapý vardýr. Bunlarý bir form içerisinde hem estetik hem de iþlev olarak birleþtirirsiniz. Ayný kavramlar jazz'da da var. Müzik programlarýnda da eðlence olmalý, popülerite olmalý, ritm ve deðiþik müzikal renkler olmalý. Ýnsanlar yapýlan þeyden zevk almalý ve sýkýlmamalý. Hepsini düþünmek lazým. Bunlarý yaratabilmek için bir de bütçe yapmak zorundasýnýz. Sonuçta tüm bunlarý bir estetik katarak ruh vererek birleþtirmek ayný zamanda da yaratýcý ve doðal olmak lazým." Vakit ilerlemiþti, eve ilk geldiðinde ev sahibesi adama kekin yaný sýra makarna da piþirebildiðini söylemiþti. Tekrar isteyip istemediðini sordu. Adamýn çikolata ve kekten midesinde yer kalmamýþtý. Teþekkür etti. Sonra ev sahibinden biraz da içinde yaþadýklarý ülkeden bahsetmesini rica etti. Uzun müzikal yolculukta bir soluk alan ev sahibesi ona ülkesinden insan manzaralarýný aktardý. "Türkiye'de deðiþik mesleklerden insanlar kollektif bir þekilde verimli olarak çalýþamýyorlar. Ýstisnalar tabi ki var. Müzisyen var, müzik dinleyicisi var ama bu ikisinin arasýnda çok boþluk var. Menajer yok, prodüktör az, yeni yeni oluþuyor. Kritik yok. Örgütlenme ve organizasyon çok eksik. Sonra mevcut az sayýda insan da çok alýngan ve hassas. Herkes birbirine dargýn. Ben bir müzisyen olarak bir çok þey ile uðraþmak zorunda kalýyorum. Bir çok þeyi ayný anda düþünmek zorundayým. Konser programlarý, seyahat detaylarý, daha bir çok aslýnda bir müzisyenin menajerinin ve ya prodüktörlerin ilgilenmesi gereken detay. Ama ayný zamanda yeni þarkýlar öðrenmek, bildiklerini geliþtirmek, repertuarlar tasarlamak zorundasýn. Bununla da bitmiyor. Kendi günlük ev iþlerin var, yemek, su parasý telefon parasý, çamaþýr. En son, umut ölürmüþ. Ýyi bir þarkýcý olmaya uðraþýyorum. Ýyi yaptýðý þeyler ile tanýnmak herkes ister. Ama bunlarýn gerektirdiði seviyeye gelmeden gelmiþ gibi tanýnmak da istemem." Adamýn aklýna en doðal soru geldi, ev sahibine sordu: Peki bu yolculuðunuzun sonunda nasýl tanýnmak isterdiniz? Cazname I- Tunçel Gülsoy 144 " Bilmiyorum. Ýnsan tek bir hayat yaþamýyor ki. Deðiþik kiþiler ile deðiþik iliþkilerimiz var. O iliþkilere göre farklý þekillerde algýlanýp hatýrlarýnýz. Kimi insan beni bir þarkýcý olarak hatýrlayacak ama baþka iliþkilerim ve ilgilerim de var. Bazý insanlar beni sadece iyi bir dost olarak hatýrlayacaklar. Bazen bir insana kolayca ulaþýlýr, bazen de bir ömür boyu beraber yaþanýr da ulaþýlamaz. Ama son tahlilde ardýmda bir tebessüm býrakmak isterim." Belçikalý misafirim o gece hem sahnedeki güzel sesli kýzý hem de onu tanýmaya çalýþmýþ bir insanýn anlattýklarýný dinledi. Sonra ben ona sordum, peki dostum sen ne düþünüyorsun? Misafirim otuz beþ yýllýk bir cam kalýp uzmaný olarak bana olaylarý kendi gözlüðü ile anlattý: "Güzel ve zarif bir þiþe yapmak için önce iyi bir cam harmaný hazýrlamalýsýn. Sonra bu harmaný eritip iyi üretilmiþ bir kalýba dökmen gerkir ki doðru þekillendirebilesin. Cam þiþeleri imal etmek için iki ayrý kalýp kullanýlýr. Ýlk kalýplara Ebiþör denir. Sýcak cam topu bu kalýbýn içerisine akýtýlýr ve ön þekil verilir. Ama ortaya çýkan þey esas ürün deðildir, yarým þiþirilmiþ bir balon þekline dönmüþ olan sýcak camdýr. Esas þekillendirme ikinci bir ayrý kalýpta verilir. Buraya transfer olunan yarým þekillenmiþ cam alttan bastýrýlarak ve içerisine hava üflenerek þiþirilir, içerisinde olduðu son kalýbýn þeklini alýr. Bu kalýba finisör denir. Cam üretimini bilmeyenler son kalýptan çýkmýþ güzel bir þiþeye bakarken onun aslýnda ilk önce sýcaktan erimiþ, kalýplarda sýcak ve basýnç altýnda þekillendirilmiþ bir kumdan geldiðini asla anlayamazlar." Çoðumuz bir insaný tanýrken onun nasýl bir yoldan ilerleyerek kendisi ile karþýlaþtýðýmýz noktaya geldiðini bilemeyiz. Bazen karþýmýzdaki insan týpký cam þiþe üretiminde olduðu gibi henüz ilk kalýpta þekilleniyordur ve ancak tecrübeli bir camcý þiþenin son alacaðý þekli o aþamada tahmin edebilir. Sonra hayat yolculuðunda bir þeyler olur. Bir olay, bir insan, bir tesadüf. Kiþi kalýbýný deðiþtirir ve yepyeni bir boyuta varýr. Belçikalý dostum Sibel Köse'ye baktý ve bana þöyle dedi. "Lütfen bu kýzýn kýymetini bilin. " 145 UÇUP GÝDEN BÝR SESÝN ARDINDAN / ÜMÝT AKSU Gün oldu, ses uçtu gitti, sözler kaldý "Üzgünüm, Acý Sözlerim Ýçin, Üzgünüm Seni Kýrdýðým Ýçin, Haklýsýn Bana Darýlsan Bile, Beni Terketsen Bile, Ne Yapayým Ben Böyleyim " Kadýn kendisi ile konuþmaya gelen adama sekiz fotoðraf uzattý. "Ýþte hepsi bu." Akatlar mahallesinde sanatçýlarýn oturduðu bir sokakta idiler. Depremin yaþam alýþkanlýklarýný deðiþtirdiði bir Eylül günü kadýn komþularý ile bahçeye kurulmuþ bir çay sofrasýnda yün örerken artýk yaþamayan bir insaný anlattý: "1931'de doðmuþ. Saint Joseph Lisesi'ni birincilikle bitirmiþ. Hukuk fakültesine girmiþ ama yarýsýnda terk ederek müzisyen olmuþ. Ýlk grubunu Mehmet Akter ile kurmuþtu. Sonra Süheyl Denizci ile uzun yýllar çalýþtý. TRT Jazz Orkestrasý'nda yirmi yýl geçirdi. Ýlk evliliðinden bir oðlu var. Babasý eski vali ve senatörlerden Cenap Aksu." Adam kendisine verilen fotoðraflarý inceledi. Artýk yaþamayan müzisyen kendi ölmüþ babasýna benziyordu. Dökülmüþ bembeyaz saçlar ve posbýyýklar. Bir fotoðrafta mutfakta baþýnda Galatasaray þapkasý, elinde futbol topu tutarken görülüyordu. Tezgahta bitmiþ bir su þiþesi, yarým içilmiþ bir kola ve topu tutan fanilalý bir adam. Sonra baþka fotoðraflar, sahil kasabasýnda çekilmiþ, minübüste çekilmiþ, evde uzanýrken çekilmiþ. Bir tanesinin arkasýna tarih düþülmüþ: Harp Akademileri Komutanlýðý Fotoðrafhanesi, 23 Ekim 1987. Süheyl Denizci ve Neþet Ruacan da var. Herkes çok resmi giyinmiþ, herhalde önemli bir davet. Kadýn yün örmeye devam etti. Artýk yaþamayan insan ile beraber geçirdiði onca seneyi üç cümle ve sekiz fotoðrafa sýðdýramayacaðýný hissederek devam etti: Cazname I- Tunçel Gülsoy 146 "Ben tanýdýðýmda Ýsveç'ten yeni döndügüm zamanlardý. Süheyl telefon etti, Çelik Palas'tayýz, "Sen de gel þarký söylersin." dedi. Þimdi yýlýný hatýrlamýyorum, galiba 1965 idi, yok, 1966 da olabilir. O grubun piyanisti idi. Ýlk defa o gün tanýþtýk. Kýsmet diye bir þey var. Yýllarca Ýsveç'te birbirimizin ardýndan konserler vererek dolaþmýþýz da fark etmemiþiz. Ben manen çok yorgundum. Ýlham'dan boþanmýþtým. Onu ilk gördüðümde gri, emeklilerin giydiði tarz bir hýrkasý vardý. Ama sadece 32 yaþýnda idi. Sakin, az konuþan, entellektüel, aðýr baþlý bir insan. Çelik Palas'ýn müdürü ile satranç oynarlarken onlarý seyrederdim. Çapkýn deðildi. Liman gibi sýðýnýlacaqk bir adam olarak gördüm onu. Benim zorumla bir arkadaþlýk oldu." Masanýn karþý tarafýnda oturan kýz annesinin sözlerine devam etti. "Aytenkolik olarak öldü, hayatý kaydý. Sen onun için bir saplantý idin." Kadýn güldü ve konuþmaya devam etti: "Otuz yýl bu, dile kolay. Ama ikimiz de evlendiðimizde mutlu olamadýk hep didiþtik." Masadan bir baþka haným lafa girdi: "Sen çýldýrttýn Ümit'i." "Ümit ile darýldýk, barýþtýk, ayrý kaldýk, bir boþandýk bir daha evlendik, baþkalarý ile evlendik, ayrýldýk ama gene beraber olduk. Benim için on yedi yaþýndaki dünyalar güzeli sevgilisini terk ettiðinde ikimiz de otuz iki yaþýnda idik." Kadýn örmeye devam etti. Hikayenin son kýsmýný anlatacaktý. Gözlerini kýstý, belli ki anlatmakta zorlanýyordu, bir an durdu ama þiþlerine sarýlarak devam etti: "Sonra bir gün hastalandý, dört yandan hastalýklar saldýrdý adamcaðýza, bacaðýný kestiler, böbreði gitti, üre baþladý. Kanser oldu. Müzikten gittikçe uzaklaþtý. Hayatýnýn son altý yýlýný bilgisayar baþýnda geçirdi. Çok meraklý idi bilgisayara. Hiç halinden þikayet etmezdi. Halini soranlara hep iyiyim derdi. Tek tesellim yaþamýnýn son altý yýlýnda ona bir hemþire gibi çok iyi bakabilmiþ olmam. Sýk sýk çalýþma aralarýnda eve gider onun ihtiyaçlarýný giderirdim." Cazname I- Tunçel Gülsoy 147 Bazý anlar vardýr soru sormak gereksizdir, konuþma aralýklarý sessizce sorularý meydana getirir. Ýþte kadýn böyle bir soruya cevap verdi: "Çok iyi bir jazz piyanisti idi. Ama kendi çalýþýndan tatmin olmazdý. Bir ara, galiba TRT'de çalýþtýðý yýllar idi, þahlandý. Ama arkasýný getirmedi, azimli deðildi. Oscar Peterson'a hayrandý. Çok hasta olmasýna raðmen Ýstanbul'daki konserine beraberce gittik. Uzun yýllar piyano çaldý ama ne yazýk ki kendi adýna yapýlmýþ bir albümü yok." Kendi adýna bir jazz albümü olmayan adamýn Türk Pop Müziði'ne armaðan ettiði bir çok unutulmayan parçasý var: " "Ben Böyleyim"in sözlerini o yazdý. Beste Vicky Carr tarafýndan yapýlmýþtý ama Türkiye'de müzüði popüler yapan sözleri oldu. "Ölünceye Kadar" ve "Yalnýz Kadýn"ýn hem besteleri hem de sözleri onundur. Bunlarý benim için yazmýþtý. Bir de "Feelings" için yazmýþ olduðu sözler var." "Ben Böyleyim" bir zamanlarýn en tanýnmýþ parçasý idi ve hiç unutulmadý. Adamýn aklýna kaçýnýlmaz bir soru geldi: Þarkýdaki sözleri kim kime söylüyor, kadýn mý erkeðe, erkek mi kadýna. "Bu soruyu ona kaç defa sordum, hiç cevap vermezdi, sadece gülerdi." Masadaki bir baþka haným söze girdi: "Bence bu sözler onun sana söylemek istediði sözlerdi, sana duyduðu aþký ifade ediyorlar." Adam sordu: "Sizi neden sevdi?" "Ben aslýnda çok tatlý bir kadýným." Sonra uzun bir sessizlik oldu. "Benimle eðleniyordu. Müzik beraberliðimiz vardý. Otomobil sürmeyi severdi. Beraberce Avrupa seyahatlerine çýkardýk. Bulgaristan ve Yugoslavya'dan geçerken hep radyoyu açar o ülkelerin jazz programlarýný dinlerdi. Bir gün geldi bacaðý kesildi, otomobil seyahatlerimiz de bitti." Masadan çeþitli yorumlar geldi: "Konken beraberliðiniz de vardý. Ýyi insandý, gülerek gitti." Cazname I- Tunçel Gülsoy 148 Kadýn devam etti: "Hastanede son nefesinde el ele idik. Yarý komada olduðu bir gün bana baktý ve "Özlemiþim." dedi. Oysa sadece üç gün ayrý kalmýþtýk." Adam, daha baþka ne söyleyebilirsiniz, diye sordu. Kadýn: "Ýþte hepsi bu " dedi. Adam, kadýnýn þiþlerine geri dönerken içinde kopan fýrtýnayý hissetti. Ümit Aksu bir eylül günü ardýnda unutulmayacak birçok müzik ve þarký sözü býrakarak bu dünyadan uçup gitti. Onun Ayten Alpman için yazdýðý ölümsüz þarký sözleri severek yaþanmýþ bir hayatýn en güzel tanýðýdýr: "Üzgünüm Bütün Olanlar Ýçin, Üzgünüm Mutlu Yýllarým Ýçin, Ýster Vur Ýster Okþa, Ýster Tut Ýster Yolla, Ýster Sev Ýster Zorla, Ben Böyleyim" 149 YAHYA DAÝ / SONSUZ YOLCULUKTA ALINAN BÝR MOLANIN ÖYKÜSÜ Onun mutsuz olduðunu ortak bir dostumuzdan öðrendim. Halbuki benim için Yahya Dai bitmez tükenmek bilmeyen bir enerji ile saksofon çalan ve iç enerjisini etrafýna týpký bir ýþýk kaynaðý gibi yayan bir müzisyendi. Bazen bir insaný tanýrým sanýrsýnýz, an gelir o insan hakkýnda ne denli az þey bildiðinizi farkedersiniz. Önce onu telefonda dinledim. Kelimelerin arkasýndaki üzüntüyü kolayca hissedebilirdiniz: "Amerika'ya gitmek istiyorum çünkü yaþamýmda bugüne kadar yapabildiklerimi bambaþka bir dünyadan yeniden bakarak deðerlendirmek istiyorum. Bugüne kadar neyi getirebildim, bugünden itibaren neyi ileriye götürebilirim bir görmek istiyorum. Arkadaþým Alper Yýlmaz'ýn yanýnda kalmak üzere Sacremento'ya gidiyorum. Alper bana bir saksofon üstadý da ayarlayacak, ondan ders alacaðým. Bir anlamda kendimi ona danýþacaðým, beni önyargýsýz deðerlendirecek bir adamýn yorumunu alacaðým. Daha evvel Amerika'ya gittiðimde zenciler ile beraber müzik yapmaktan büyük zevk aldýðýmý hissettim. Çok içten çalýyorlar ve birbirlerine destek oluyorlar. Seni de kendileri gibi içten çaldýrýyorlar. Birini bir þeyler yaparken gördüklerinde ona yaptýðýný daha iyi yapmasý için destek oluyorlar. Türkiyede ise durum farklý. Burada birisinin projesinde yer alýr da beðenilirsen bir müddet sonra istenmeyen adam oluyorsun. Ne yazýk ki bu gerçek. Amerika'da iyi bir fýrsat olursa kendimi geliþtirmek istiyorum. Ama birþeyler planlayarak yola çýktýðýn zaman olan þeylerin o plana ne kadar uyup uymadýklarýný gözlemlemekten olan þeylerin tadýný çýkartýp onlar ile doðaçlama bir iliþkiye girme fýrsatýný kaçýrýyorsun. Cazname I- Tunçel Gülsoy 150 Bugün otuz yedi yaþýndayým, saðlýðým, gücüm, enerjim, birikimim beni daha ne kadar bu iþte destekler bilemiyorum. Ama hayatýmýn kalan kýsmýný pazarlýksýz yaþamak istiyorum. Ön koþul koymaksýzýn ve salt müzik ile yaþamak istiyorum. Daha iyi bir müzik ortamý, beraber çalabildiðim ve benimle çalmak istiyen müzisyenler, daha iyi bir seyirci hak ettiðimi düþünüyorum." Sözler yüreðime oturdu Beatles'ýn çok sevdiðim bir parçasýný hatýrladým, "She is Leaving Home". Eh, "she" yerine "he" koymanýn bir sakýncasý olmaz, diye düþündüm. Bu þarkýda anne ve baba evden ayrýlan çocuklarýnýn ardýndan sorarlar: Niye gidiyor? Halbuki biz ona her þeyi vermiþtik. Onun ile birlikte yaþadýðým bir konser anýsý gözlerimin önüne geliyor. Açýkhava Tiyatrosu'ndaki konserde Kenny Garrett saksofonu ile seyirciye karþýlýklý bir þarký söyletiyordu. Kenny saksofon ile bir cümle üflüyor sonra durup seyircinin ayný melodiyi tekrar etmesini dinliyordu. "Çabuk saksofonunu çýkart!" Yahya bu sözlerime þaþýrmakla beraber hiç itiraz etmeden ayaðýnýn dibindeki kutudan saksofonunu çýkarttý, sonra tekrar seyircinin sýrasý geldiðinde Kenny Garrett'a saksofonu ile yanýt verdi. Kenny o sýrada sahnenin ilgi merkezi ve tartýþmasýz kralý idi. Bir an þaþýrdý ve kendi sahasýna girmeye cüret eden densizi aradý, sonra Yahya'yý gördü, önce kýzdýðýný sandým ama sonra jazz adamý dayanýþma duygusunun aðýr bastýðýný hissettim, gözleri ile Yahya'ya bir selam vererek showuna devam etti. O gece ben de Yahya ile ortak bir baþka yönümü keþfetmiþtim, ikimizin de içinde muzip bir çocuk ruhu yaþýyordu. Bunca yýl sonra sadece konser salonlarýnda ve albümlerde tanýmýþ olduðum bir insaný daha yakýndan tanýmak istedim, bir cumartesi günü öðleden sonra bu fýrsatý buldum. "Baþkurt sokak No 40, giriþ katý, bir numaralý daire, marketin yaný..." Evi Taksim civarýnda Kazancý yokuþu civarýnda bir yerde idi, Cazname I- Tunçel Gülsoy 151 telefonda bana arabamý park etmem gereken yeri bile güzelce tarif etti, yeri elimle koymuþ gibi buldum. O minicik evin içerisinde Yahya'nýn tüm yaþamýnýn bir kesitini gördüm. Müzik seti, onlarý tamamlayan Castle Monitor speaker'lar, güzel bir ses. Sonra bir çalýþma köþesi, bilgisayar, kitaplar, CD'ler bir mantýða göre düzenlenmiþ. Saksofoncular alt sýrada, trompetçiler üst rafa dizilmiþler. Sonra gözlerim etraftaki yoðunluða alýþtý; bakmaya devam ettim. Maket otomobiller, Aykut Uslutekin'in çekmiþ olduðu güzel bir konser fotoðrafý, ufak ama muntazam bir yatak odasý, sonra bir dolu saksofon aðýzlýðý ve kamýþý, duvarlarý süsleyen posterler. Mutfaktan açýlan bir kapý arka bahçeye veya balkona (size nasýl gelirse) açýlýyor. Burada bir çamaþýr makinasý ve iki yarýþ bisikleti duruyor. Sonunda minik bir yemek masasýnýn etrafýna çöktük, bu sefer etraftaki bir dolu bavul, saksofon ve tek baþýna maðrur bir eda ile duran bir pan flüt gözüme çarpýyor. Kapkara minik bir kedi sohbetimizin baþlangýç noktasý oluyor: "Adý Þobe, hayýr sobe deðil, Þobe. Bak þu gördüðün pencerenin önü sokak, bazen mahallenin çocuklarý onun dibinde saklambaç oynarlar, bir seferinde çocuklarýn en ufaðý duvara koþtu elini vururken "Þobe" dedi, belli ki doðrusunu telaffuz edemiyor. Ben de sokakta bulduðum bu minnoþa "Þobe" ismini verdim. Kedim çok entellektüeldir. Evde olmadýðým zaman ona mutlaka açýk müzik býrakýrým, en çok Radyo Oksijen'i seviyor. Bu kanalda daha yeni tarz jazz müzikleri var." Aslan yattýðý yerden belli olur, ev titiz bir bekar evi. Yahya bir tepsi ile geldi, sýcak su, nescafe, þeker, süt, bardaklar, kaþýk ve beyaz peçeteler tepsiyi süslüyordu. Onun özenli bir ev sahibi olduðunu düþündüm. Ayrýntýlarda atlanan hiç bir þey yok. Bir de taze vaferlerin enfes tadýný hatýrlýyorum. Kahve içerken sohbetimize daldýk gittik. Yahya 25 Aralýk 1963'te doðmuþ, yani Ýsa peygamberin göðe çýktýðý gün. Önce ona Ýsa ismini vermeyi düþünmüþler ama sonra baþka bir kutsal kitap isminde karar kýlýnmýþ ve ailesi oðullarýna Yahya ismini uygun görmüþler. Soyadý "Dai" ise dua eden anlamýna geliyor. Sonra Cazname I- Tunçel Gülsoy 152 zor geçen çocukluk yýllarýný dinliyorum. O henüz dört buçuk yaþýnda iken ayrýlan, her ikisi de müzisyen olan bir anne baba, iki müzisyen teyze, ressam bir dede: Abidin Elderoðlu. Onun ve anneannesinin yanýnda geçen çocukluk yýllarý, dedenin klasik müzik plaklarýný dinleyiþ, sonra zaman zaman annenin evine dönüþler. Annesinin küçük transistörlü radyosunu yastýðýnýn altýna sokarak sessizce müzik dinleyen küçük bir çocuðun yanlýz, uykusuz ve uzun geceleri. Annesinin arpist arkadaþýnýn hediyesi olan bir blok flüt onun yaþamýnda sahip olduðu ilk enstrümaný, henüz dördüncü sýnýfta. On beþ günlük bir blok flüt öðrenimi ile nefesli sazlardaki yolculuðuna baþlýyor. Ýki ev arasýnda geçen bu çocukluk yýllarýný tamamlayan yatýlý okul yýllarýndan bahsediyor. Bilecik Ertuðrul Gazi Lisesi, Anadolu'nun tüm yörelerinden gelen çocuklarýn kaynaþtýðý bir okul burasý, çoðu ya fakir, ya da anne baba ayrý. Bu okulda seçme ders olarak alýnan müzik derslerini, herkesin yemekte olduðu sýrada çok güzel bir reverb'i olan koridorda çaldýðý blok flütü hatýrlýyor. Sonra bir yýl sonu gösterisinde öðretmeninin desteði ile kendi kendine flüt ile çaldýðý ABBA parçalarýný ilk defa insan içerisinde çalýþýný hatýrlýyor. Bu onun ilk resmi konseri. Bir gün okul biter ve Ankara'ya döner ama annesi ikinci defa evlenmiþtir. Üvey babasý Nail Payza Bey hayatýnda gördüðü en disiplinli insanlardan biridir. Ýlk önceleri onun bir saksofon almasýna engel olmasýna raðmen ileride bir gün sýrasý geldiðine inanýnca Yahya'ya bir saksafon da ayný Nail Bey alacaktýr. Bir enstrümana sahip olmak konusunda ilk duyduðu heyecan ona doðum gününde hediye edilen gül aðacý bir tenor blok flüt olur. Aslýnda bu flütü vitrinde görmüþ ama annesinin ve yeni babasýnýn kendisine almayacaðýný düþünmüþ. Kahve içmeye devam ediyoruz. Bana o gül aðacý blok flütü göstermesini istedim. Getirdi, özenle kutusunu açtý, parçalarý birleþtirdi, yýllar flütü yýpratmýþtý ama týpký gençliðinde çok güzel olan bir kadýn gibi hala güzelliði göz kamaþtýrýyordu. Bu flütün bir ruhu var, dedim o ise, her enstrümanýn vardýr, dedi. Blok flütü yanýmýza itina ile yerleþtirerek konuþmamýza devam ettik. Flütün bizi dinlediðine emindik. Cazname I- Tunçel Gülsoy 153 Enstrüman konusundaki ikinci benzer duyguyu ilk saksofonunun kapaðýný açtýðý an yaþar. Bu bir buçuk yýl beklenmiþ bir alto saksofondur ve Yahya'nýn hayatýnda bambaþka bir dönem baþlamaktadýr. Blok flütte çýkarabildiði seslerin bir sýnýrý olduðunu ve bunun da kendi becerisinden deðil enstrümandan kaynaklandýðýný fark ettiði bir dönemde saksofon dünyasýna geçecektir. "Ýlk saksofonumu gizlice almýþtým, kendi biriktirdiðim para ile yurt dýþýndan bir arkadaþýma ýsmarlayarak getirttim, anneannemin evinde kalýrdý. Ýlk saksofonumu elime aldýðýmdan beri on dokuz yýl geçti, seneye yirminci yýlýmý kutlayacaðým." Yahya liseye meslek lisesinde baþlar ama baþarýlý bir öðrenci olarak ikinci yýlýndan itibaren teknik liseye transfer olarak motor bölümüne kayýt olur. Teknik lise yýllarý çok baþarýlý geçer, özellikle otomobil motorlarý konusunda çok þey öðrenir, bir yandan da amatör olarak bir çok deðiþik grupla müzik çalýþmalarýna devam eder. "Aslýnda liseyi bitirdiðim yýllarda amacým bir atölye açmak, gündüz atölyemde çalýþmak, akþamlarý ise saksofon çalmaktý. Makina mühendisi olmak ve tasarým yapmak istiyordum. Ama sonunda sadece ODTÜ fizik bölümünü kazandým. Malesef akademik olarak pek baþarýlý olamadým. Fizik bölümünde benim tanýdýðým fizik on beþ günde geçilmiþti. Kuantum fiziði baþlayýnca ben tamamen devre dýþý kaldým. Üvey babamýn istememesine raðmen altý ay sonra okulu býraktým ve tekrar üniversite sýnavlarýna girerek Antalya Akdeniz Üniversitesi Meslek Yüksek Öðretim Okulu'na girdim. Ýki yýllýk olan bu okulu çok keyifli okudum, bol bol bisiklete bindim, müzik yaptým. Bazen Antalya yat limanýna gider müzik çalardýk. Antalya Develi restoranda ilk defa profosyonel olarak sahneye çýktým. Bir gün Doktor Ýbrahim Esener ile tanýþtým. O zamanlar CD'ler yeni çýkmýþtý ve ilk jazz CD'lerini onda gördüm. Bir gün bana: "Çok güzel çalýyorsun, bu yolda git." dedi. Çok etkilendim o güne kadar hiç kimse bana öyle bir þey söylememiþti. Okulun son yýlýnda bisikletimi satmýþ mobilet almýþtým. Askere gitmeden önce bir atraksiyon olsun diye Mobilet ile Ankara'ya dönmek istedim. Ýbrahim Aðabey bana bir otobüs bileti vermesine raðmen Ankara'ya Mobilet ile döndüm. Eþyalarýmý otobüs ile Cazname I- Tunçel Gülsoy 154 yollamýþtým ama alto saksofonuma kýyamadým ve onu mobiletimle getirdim. On yedi saatte Ankara'ya vardým, eve bir buçuk kilometre kala motorun diyaframý kýrýldý ve pedal çevirerek eve varabildim. Annem tam bir hafta benimle konuþmadý." Annesi ile ayný görüþü paylaþtýðýmý içimden geçirdim ama Yahya'ya açýklamak istemedim, çünkü o tatlý bir tempo ile geçmiþini yeniden yaþamaya baþlamýþtý. "1987'de müzisyen olarak yaþamaya karar vermiþ idim ve eski arkadaþlarým Sina Hakman, Erkan Gençol, Ýhsan Akyüz ile "Grafitti"yi kurdum. Ankara'daki Eylül barda çalýþmaya baþladýk. Barýn sahibi Ayten Haným bize sahip çýktý. Ýlk defa derli toplu parçalar çaldýk. Ýyi bir saksofon tonu yakaladým, inanýlmaz bir keyif alýyordum. Aslýnda saksofon çalmayý öðrenmek için hiç bir zaman ders alacak param olmamýþtý. Ýki yýl doðru dürüst ses çýkartamadan kendi kendime çalýþmýþtým. Anneannemin evinin koridorlarýnda kendi kendime çalardým. Þunu fark etttim, müzikte o güne kadar içinde olduðum mekanik-teknik dünyasýnýn ötesinde engin ve derin bir tat var. O güne kadar müziði sadece dinliyordum ama çalmaya ve duyduðum sesleri çýkartmaya baþladýktan sonra baþka bir tat aldým. 1987'de askere gittim, er olacaktým ama önce müzisyen olduðumu söylemedim, yeni yeni oluþmakta olan müzikal aromamý kirletmek istemedim. Ama bir gün bölüðe gelip içimizde müzisyen olup olmadýðýný sordular, ben gayri ihtiyari öne çýktým, bu þekilde ordudaki müzisyenlik hayatým baþladý. Antalya Karpuzkaldýran'da müzisyen olarak çalýþacaktým. Bir gün eðitim alanýnda çavuþ içinizde kim saks çalýyor, diye sordu, bir asker kendini tutamadý güldü, çavuþ onu ceza olarak kulaklarýndan tutup tutup havaya kaldýrdý, kulak kýkýrdaklarýnýn çatýrdýsýný duydum, kendimi çok suçlu hissettim. Unutamadýðým olaylardan birisi de 1988'de Miles Davis'in Ýstanbul konseri oldu. Ona çok gitmek istiyordum, babasý general olan Ýstanbullu bir arkadaþ bana izin aldýrabileceðini söyledi, ama sonra bunun acýsýný benden çýkarýrlar diye teþekkür ederek istemedim, ama bugün çok piþmaným." Ancak Yahya Miles Davis'in kasetlerini alýr ve defalarca dinler. Sonra bunu baþka jazz müzisyenlerinin kasetleri izler, iyi bir dinleyici olmaya baþlamýþtýr. Cazname I- Tunçel Gülsoy 155 "Bir gün General Muhittin Fisunoðlu'nun huzurunda çalýyoruz, müzik bitti komutan bizi yanýna çaðýrdý, çok korktum, ama beklediðim gibi olmadý. Meðer Fisunoðlu çaldýðým tenor blok flütün sesini çok beðenmiþ, beni tebrik etti elimi sýktý, o sýkýnca herkes elimi sýktý, çok þaþýrmýþtým. Füsunoðlu beni ve gözüne kestirdiði bir klarinetçiyi Ýzmir'deki Konak ordu evine getirtti. Bundan sonrasý daha rahat geçti. Kokteyller, sosyal iliþkiler, çok mutlu oldum. Bana bir çalýþma mekaný da saðladýlar, klarinet çalmayý öðrendim, tenor saks çaldým. Her gün subaylara yemek müziði çaldým. Bu çalýþlar sýrasýnda genel olarak pop jazz ve jazz standartlarý çalýyordum. Orda fark ettim ki daha önce böyle müzikleri hiç dinlememiþ olan insanlar bile hoþlanabiliyor. Canlý çalýþta kasetlerde olmayan bir baþka etki var. Jazz'ý yemek müziði olarak çalarak birçok insana sevdirdim, geldiler bana teþekkür ettiler. Bu bana sevdiðim þeyi, yani jazz müziðini baþkalarýna da sevdirebileceðime dair ümit verdi." Gün gelir askerlik biter ve Yahya eve döner. Üvey babasý ile olan iliþkiler zorlaþýnca evden ayrýlýr, bir tiyatrocu arkadaþý ile ufak bir çatý katý tutar, çeþitli gruplarda çalýþmaya baþlar. Hatta para biriktirip bir yarýþ bisikleti bile alýr. O sýrada hayatýný deðiþtirecek bir þey olur: "Þimdi ayrýlmýþ olduðum eþim Özlem ile o sýralarda tanýþtým. Özlem bir þehir planlamacýsý idi, tiyatro ile uðraþýyordu ve on iki ortaklý bir kafe iþletiyordu. 1990 yýlýnda evlendik, müzik ile uðraþmaya devam ettim. Tuna Ötenel ile tanýþmýþtým, onunla Mimarlar Derneði'nde çalýþýyordum. Tuna Ötenel'i kendi tarzýna çok hakim olabildiði için beðenirim. Evlendikten sonra bir 67 model Wolkswagen minibüs aldýk, tüp gaz, yatak, buz kutusu falan, yazlarý Bodrum'a gider çalýþýrdýk. O zamanlar Bodrum Caz Kafe henüz marina tarafýnda idi. Cengiz ve Mete ile tanýþmamýz da o döneme denk geldi ve Caz Kafe'de çalýþtýk. 1991' de TAI'ye (Turkish Aerospace Indusrtry) girdim, önce uçak gövdelerinin montajýnda çalýþtým, sonra motor bölümüne geçtim. Beni Ýtalya'ya kursa gönderdiler, saksofonum ile gittim, orada jam sessionlara katýldým. Þöyle düþünüyordum: Müzisyenlik zor iþ, normal bir para kazanacak iþim olsun ama hafta sonlarý ödünsüz müzik yapayým. Cazname I- Tunçel Gülsoy 156 Ama kýsa zamanda gördüm ki bütün hafta enerjimi iþe harcayýnca hafta sonu sazým bana yabancý geliyor. Deðil müzikte ilerlemek, gerilemeye baþlamýþtým. Asia Minor da 1990'da baþlamýþtý. TAI de çalýþýrken onlar ile beraber Ýtalya'ya gitmek için iþimden zar zor bir izin aldým, bu benim ilk yurt dýþý deneyimim oldu, Viyana'ya gittik. Ama anladým ki Asia Minor ciddi bir proje, motorculuðu býrakýp devam etmek lazým, ama bir kere býrakýrsam uçak motorculuðuna bir daha kariyer olarak dönemem, bir yol ayrýmýna gelmiþtim. Ayrýlmaya karar verdim, en çok kayýnvalidem itiraz etti, onun için müzik bir hoþça vakit geçirme biçimi idi. Bense müzikte para kazanmasam bile çok mutlu oluyordum. Sonunda ayrýldým ve Asia Minor ile çalýþmaya baþladýk. Bir çok yerde konserler verdik, turnelere çýktýk. Avrupa benim ufkumu açtý. Orada çok farklý bir dinleyici olduðunu keþfettim. Çalana ve sanatçýya inanýlmaz bir saygý var. Türkiye'de baðýrtý çaðýrtý arasýnda çalýyoruz ve bu durum beni hep mutsuz ediyor. Orada ise insanlar nefeslerini tutuyorlar. Orada daha deðerli mahluklarýz, sanat ile uðraþmak önemli bir þey, bu duygu seyirciden sanatçýya yansýyor. Burada kalabalýktan birkaç kiþi seni dinlerken orada seni dinlemeyen ancak birkaç kiþi olabilir. Halbuki en mühim olan þey dinleyici ile müzisyenin iletiþimi. Çalmanýn dinleyici tarafýndan absorbe edilmesi lazým. Ýnsan tek baþýna çalarak bir yere varamýyor. Müzik dinleyiciye çalýnýnca anlam kazanýyor." Yahya bu arada Bilkent Üniversitesi'nde Polonyalý Janusz Szpot ile çalýþýr. 1991'de bu üniversitede bir jazz bölümü açýlmýþtýr ama kýsa zaman sonra bunun bir vitrin olduðunu farkeder. Açýldýktan bir yýl sonra bile okula öðretmenler gelmemiþtir. Jazz bölümü çabasýnýn samimi olmadýðýný hissedince oradan ayrýlýr. Derken bir gün gelir Yahya'nýn Ankara'daki müzik hayatý biter. Beraber çalýþtýðý arkadaþlarýndan önce Volkan Hürsever sonra Sibel Köse Ýstanbul'a giderler. Ama onun hayatýnda daha ilginç bir deðiþiklik olacaktýr. "1994 yýlýnda baba oldum, oðlum Ege doðdu, uçak fabrikasýndan ayrýldýktan sonra geçimimi saðlayamayacaðýmý biliyordum, bir çocuk Cazname I- Tunçel Gülsoy 157 sahibi olmak bu açýdan daha da zor bir iþ idi. Ayrýca benim için müzik bir öncelik idi, böyle olunca da özel hayata yer kalmýyor. Oðlum iki buçuk yaþýnda iken eþimden ayrýldým. Yok sadece ekonomik sýkýntý deðil, standart dýþý bir yaþam bu, sýkýntýlý, evime ve çocuðuma vakit ayýramadým. Zar zor baþka bir eve çýktým, yeni bir düzen kurdum, çok zor günler geçirdim. Sýk sýk Ýstanbul'a gidip gelirken en sonunda daha çok iþ imkaný var diye Ýstanbul'a taþýndým. Ýstanbul bu, dýþý Ankaralýyý içi Ýstanbulluyu yakar. Kahve filan kalmadý, Yahya mahalledeki pideciye gidelim diyor ama konuþmaya kaptýrmýþýz, bir türlü evden çýkamýyoruz. Sonunda buzdolabýndan bir çið köfte getiriyor. Balýk pazarýndan aldým, iyi bir yerden, bizim Antep damak tadýna uyuyor, diyor. Ben yeþil yapraða ilk köfteyi saraken o bana Ýstanbul günlerini anlatýyor: "1998'de Cumhuriyet'in 75. Yýlý kutlamalarý çerçevesinde Amerika turnesine gittim, hem Asia Minor hem de Yeni Türkü ile çaldým. Her iki grupta da ayný özen ve perfomansý gösterebilmem için saðlýðýma, konsantrasyonuma çok özen göstermem lazýmdý. Küçük bir perfomans düþüklüðü onlara diðer gruba daha özenli çalýp kendilerini ihmal ettiðim etkisini verebilirdi. Ýþte bu yaþanmasýn diye uðraþtým. Aslýnda bu benim ikinci Amerika turnemdi. Ýlkini 1996'da Asia Minor ile yapmýþtýk. Amerika'dan dönünce þu an içinde oturduðumuz bu evi tuttum. Çok umutlu idim, yaþýtlarým müzisyenlerin arasýnda idim ve aklýmdaki müziðe onlar ile beraber çalarak varabileceðimi düþünüyordum. Ama 1999 yýlýnda ekonomik kriz baþladý ve en popüler müzisyenler bile iþsiz kaldý. Bu benim için büyük bir psikolojik yýkým oldu. Fakat bundan daha da kötüsü sorunun sadece ekonomik olmadýðýný anladým. Esas sorun bizim yaptýðýmýz sanat endiþeli müziðin Türkiye'de bir deðerinin olmamasý. Önemli olan ekmek parasýnýn kazanýlabileceði müziði yapmak, birilerinden iþ kapmak, bir þekilde geleceði mümkün olduðunca garantiye alabilmek. Ýstanbul'da insan iliþkileri Ankara'ya göre daha kirli veya ben kendim profosyonelleþtikçe olayý böyle görüyorum. Birçok ters ve Cazname I- Tunçel Gülsoy 158 tatsýz deneyimim oldu, beraber çalmak isteyebileceðim insanlarýn sayýsý azaldý." Sesindeki kýrgýnlýðý saklamýyor, aslýnda telefonda kýsaca deðindiði bazý þeylere ancak þimdi sýra gelmiþ oluyor. Onu dinlemeye devam ediyorum. "Ýstanbul'da iki türlü jazz müzisyeni var. Bunlardan ilk grubu kendilerine düzenli bir gelir saðlayacak bir iþte çalýþýyorlar, kalan vakitlerinde ise müzik ile uðraþýyorlar. Aslýnda bu müziðe jazz demek de doðru deðil, yaratýcý doðaçlama müzik dersek daha doðru olacak. Çünkü birçok insan jazz müziðini mainstream olarak algýlýyor. Bir de daha genç bir nesil var, memurluktan uzak, bunlar daha çok pop piyasasýnda çalýyorlar, kayýt ve konserlerden kazandýklarý paralarla geçimlerini sürdürerek kalan vakitlerinde jazz faaliyetinde bulunuyorlar. Ben her ikisini de denedim. Ama benim için esas olan sevdiðim müziði yapabilmekti. Para kazanmak isteseydim hazýr bir iþim de vardý. Pop camiasýna gelince, onlarýn arasýna katýlýnca fark ettim ki sana orada bir görev veriyorlar ve yapar yapmaz da toz olmaný istiyorlar. Ayrýca birçok dolap, hile hurda da var. Fark ettim ki herkes bana "cazcýdýr, az ile yetinir" diye davranýyor. Ben sevdiðim müziði baþkalarýna da sevdirmek için yola çýkmýþ bir müzisyenim. Kiþisel baþarýmýn ölçüsünü radyoda dinlediðim ve sevdiðim müziði üretebilen insan olabilmek olarak belirlemiþtim. "Para kazandýran" iþler ile uðraþtýðýmda müziði sevdirmek istediðim kitleye bu gün olduðu kadar eriþemiyordum. Eriþebilmek için doðaçlamada çok önemli, teknik de çok önemli. Ama ruhunun hissettiði gibi müzik yapmakta serbest olmazsan yaptýðýn müziðin adý jazz olamaz, zaten bundan gerisi de çok önemli deðil. Ruh dediðin düðmeye basýlýnca harekete geçmiyor. O bütün hayatýn geneline yayýlýyor. Sosyal hayatýndan özel hayatýna kadar kendini bu atmosferde hissetmen lazým. Para kazanmak için sevmediðin ve yaratýcý olmayan bir müziðe bulaþýrsan kendi yaratýcýlýðýný bölüyorsun. Ondan sonra gidip yepyeni bir müzik yapmak veya olan müziði yepyeni bir þekilde yorumlamak mümkün deðil. Bunu umabilmek ise sadece hayalperestlik." Cazname I- Tunçel Gülsoy 159 Yahya müziðin teknik yönü konusunda bazý eksiklikleri olduðunu düþünüyor. "Bu günkü aklým olsa idi annemi dinler konservatuara gitmiþ olurdum. Halbuki ben çocukluk yýllarýmda klasik müzikten keyif almamýþtým. Genç yaþta temel müzik eðitimi almýþ olsaydým daha iyi bir alt yapý ile bugünü yaþardým. Kompozisyon bilgim az, beste yapabilmek ve çalmak için alt yapýmýn eksik olmasýnýn huzursuzluðunu hissediyorum. Tabii bunlar olmadan da beste yapýlabiliyor ama ben ilk çalýþtýðým yýllardan beri hep aklýmdan geçen melodiyi enstrümanýma hiçbir engelle karþýlaþmadan aktarmak istedim. Melodi ve emprovizasyona çok emek harcadým, birçok kiþi ile çaldým, ciddi bir sahne deneyimim oldu. Tabii bu olayýn bir yönü. Ama öte yandan da bugün özgür bir yürek ve beyin ile müzik yapabilmemi herhangi bir sistemin diþlisine girmemiþ olmama borçluyum. Dolayýsýyla bedeli bugün ve ileride ödenmek kaydý ile ulaþabileceðim daha güzel yerler olabilir. Okullardan belli bir altyapý ile çýkanlar aslýnda o altyapýnýn esiri oluyorlar. Birbirlerine benzer þeyler yapýyorlar ve yaptýklarýný savunmak zorunda kalan insanlar haline geliyorlar. Güzellik everensel bir kavram, sadece belirli bir eðitim ile ulaþýlabilecek bir þey deðil. Ona doðru herkesin farklý bir yoldan ulaþma hakký ve imkaný olmalýdýr." Çið köfte bile kalmadý, son köfteyi misafir olarak alma hakkýnýn bende olduðunu düþündüm. Pide ihtimali gittikçe uzaklaþmaya baþladý. Bu arada durmadan müzik dinliyoruz, bazen Yahya'nýn henüz yayýnlanmamýþ kayýtlarý da araya giriyor. Ben onun CD'lerini incelerken saksofoncularýn aðýrlýkta olduðunu görüyorum, eh bu çok doðal ama Yahya'nýn müzik paleti oldukça geniþ. Groover Washington'un albümünü elime alarak onun hakkýnda yazdýðým ölüm yazýsýný okuyup okumadýðýný soruyorum. "Saksofon çalmak için bana ilham veren kiþi Groover Washington Jr. idi. Onun yüzünden bu aleti çalmam lazým geldiðini düþündüm. Daha sonra da David Sanborn bana ilham verdi. Bundan sonra bir çok isimle ayný anda tanýþtým. Charlie Parker, John Coltrane, Dexter Gordon, Wayne Shorter, önce onlarý kasetlerden tanýdým. Sonra kendimi daha da yakýn hissettiðim insanlar oldu. Michel Brecker, Cazname I- Tunçel Gülsoy 160 Kenny Garrett. Ama iki isim daha var: Miles Davis ve Marcus Miller. Steve Wonder'ý çok beðenirim, bildiðimiz anlamda jazz yapmaz ama özellikle eski albümlerinden derin bir keyif alýrým." Steve Wonder'ýn albümünü dinlemeye baþladýk: "Love is in need of Love Today" Bu þarkýnýn sözlerinde günümüzü anlatan bir þeyler buluyorum: Bugün sevginin sevgiye gereksinimi var/ Geciktirme/ Sen sevgini yolla bir an önce/ Nefret fýrdöndü dolanýyor etrafýmýzda/ Tüm yürekleri kýrýp dökerek/ Durdur nefreti bir an önce/ Artýk çok geç olmadan... Bazen sessizlik sözlerden daha fazla þey iletir. Ýkimiz de bir an susuyoruz. Ben kütüphanedeki maket trenlere bakýyorum, Yahya tekrar söze giriyor: "Oyuncak trenlere meraklýyým. Yatýlý okullara trenler ile gitmiþtim, o trenlerde bir çok þey yaþadým, bir kere iren kazasýnda mahsur kaldým, uzun tren yolculuklarýnda bir çok insan ile tanýþtým, sohbetler ettim. Trenler otomobillere göre daha huzurlu araçlar. Hem insanla hem doða ile daha uyumlular. Küçük bir tren setim var. Fantezim evde rahat bir salonumun olmasý ve orada büyük bir tren seti dünyamýn bulunmasý. Orada vakit geçirmek ve makinistlik yapmak isterim." Sonra müzik bitiyor. Baþka bir albüm dinlemek istemiyoruz. Sokakta çocuklar oynuyor. Ýçlerinden biri sanki "Þobe" dedi gibi geliyor bana. Senin çocuklar diyorum, o an aklýna baþka bir çocuk geliyor: "Oðlumu az görüyorum bu da beni çok mutsuz ediyor. Þartlar elvermiyor." Gene susuyoruz, konuþmanýn sonuna geldiðimizi ona gelen bir cep telefonundan anlýyorum. Bir haným ile konuþuyor. Konuþmasýndan artýk bitirmemiz gerektiðini anlýyorum, onun labirentlerinde son noktaya yaklaþtýðýmý hissediyorum. "Ýleride nasýl hatýrlanacaðýmý bilmiyorum. Çok bulunmaz bir yetenek deðilim, geldiðim noktada çalmýþ olduðum sekiz-dokuz albüm var, Jazz dergisinde en iyi ikinci saksofoncu seçildim. Ama baþladýðým noktadan çok baþka bir yere vardým. Ýnandýðý þeyin peþinde koþmuþ, Cazname I- Tunçel Gülsoy 161 kendine ve hayata karþý dürüst olmuþ bir insan olarak hatýrlanmak istiyorum. Türkiye'de jazz müziðinin anlaþýlýp sevilmesinde rolü olmuþ bir insan olarak anýlmak öbür dünyada bana en çok keyif verecek þey olacaktýr. Bu gün geldiðim noktada þunu düþünüyorum. Müzik denen þey bu dünyaya ait bir uðraþ deðil. Müziði dinleyen de yapan da mental olarak bir baþka dünyaya gidiyor. Dolayýsýyla biz müzisyenler o mental dünyayý hasbelkader keþfetmiþ gezginleriz ve dinleyici denen kitleyi o baþka dünyaya götürüp getiren gemilere kaptanlýk yapýyoruz ve yol gösteriyoruz. Bundan sonra Acid jazz veya Hip Hop jazz yapacaðým. Bugünün insanýnda aðýr müzik dinleyip onu derinlemesine inceleyebilecek ruh ve enerji kalmýyor. Sistem insanýn posasýný çýkartýyor. Bugün sanat deðil "entertainment" yani "eðlence" anlayýþý egemen. Acid jazz'ýn çok yavan örnekleri var ama insanlarýn hem eðlenebildiði hem de dans edebildiði ve bir yandan da jazz'ýn içerisinde yer alabildiði sýnýrlý çalýþmalardan bir tanesi." Yahya Dai 28 Nisan 2000 günü Amerika'ya gitti. Kendini yeniden sorgulamak ve eksik bulduðu yönlerini tamamlamak için. Bugün otuz yedi yaþýnda ve henüz bunu yapabilecek enerjisi varken. Beatles'ýn çok sevdiðim parçasý "She is Leaving Home"da anne ve baba evden ayrýlan çocuklarýnýn ardýndan sorarlar: Niye gidiyor? Halbuki biz ona her þeyi vermiþtik. Bu sorunun yanýtý þarkýnýn en son kýsmýnda verilir, anne ve baba gerçeði fark ederler. "Biz ona herþeyi verdik sandýk ama sevgiyi veremedik." Lütfen hepimiz düþünelim, biz çevremize yeterince sevgi verebiliyor muyuz? 162 YILDIZ ÝBRAHÝMOVA ÇÝGAN ROMANSLARINA VERÝLEN YENÝ BÝR SOLUK "Bana düþlerini söyle, sana kim olduðunu söyleyeyim." Adam iki saattir sohbet ettiði kadýna son bir soru sordu: "Nasýl bir müzik yapmak isterdiniz?" Kadýn tereddüt etti, sýnýrlarý düþündü, adam hemen anladý ve devam etti: "Sýnýr yok, her þey gönlünüzce olsa, para, mekan, her þey istediðiniz gibi " Kadýn aðýr aðýr konuþmaya baþladý: "Bir konser düþlüyorum, bir gösteri. Önce bir büyük senfoni orkestrasý olsun, yanýnda bir jazz "big band"i onu tamamlasýn. Bugüne kadar söylemiþ olduðum tüm tarzlardan geçerek adým adým bütün insanlýk kültürünü kucakladýðým bir konser. Orkestra hangisi mi olsun Tamam, buldum: Vienna Symphony'yi isitiyorum, onlarý Karajan ile dinlemiþtim; Çaykovski'nin altýncý senfonisini çalmýþlardý. Konser bittiðinde hatýrlýyorum da ne ben ne de beraber gittiðim arkadaþlar konuþamamýþtýk. Konser sonrasý gittiðimiz kafede bile sessizce oturmuþtuk. O orkestra inanýlmaz bir mükemmelik ve dayanýþma örneði. Karajan bir kaplýca tedavisi için Bulgaristan' a gelmiþti. Sahneye güçsüz ve bitik çýktý, birden sendeledi, düþecek gibi oldu. Ttüm orkestra ayný anda ayaða fýrladý ve ona koþtular. O ne sevgi ve saygý. Hala hatýrlýyorum. "Big band"im olmalý Amerikan olmasýn, ne bileyim bence Avrupalý Cazname I- Tunçel Gülsoy 163 Sorunun sahibinin dudaklarýndan bir isim döküldü: Vienna Art Orchestra ! Kadýnýn gözleri parladý ve konuþtu: "Evet, iþte onlar, Mulhaus festivalinde ben kýrk beþ dakika solo söyledikten sonra onlar çýkmýþtý. Benim kültürüme daha yakýnlar, Avrupalý. Zaten Avrupa hep farklýdýr." Kadýn kendi söylediklerine kendi de inanmakta zorluk çekiyordu. Ama ok yaydan bir kere çýkmýþtý, devam etti: "Bir programýmýz olmasý lazým, bu kadar insaný sahnede boþ tutamayýz ya. Anadolu'da üç dört bin yýl önce acaba nasýl bir müzik vardý ? Çok merak ediyorum. Pentatonik olsa da bu müzik ile baþlamak isterdim. Bence Anadolu tüm medeniyetlerin beþiði. Çok insan gelmiþ geçmiþ ve ortak kültüre, ruha bir þeyler býrakmýþ. Ben konserime Anadolu'dan baþlamak isterdim. Anadolu türküleri söylemeliyim. Anneannemin söylediði güzel türküleri. Sonra Bizans'a gelirdim. Bizans Avrupa müziðine bir geçiþ olurdu." Soru sahibi duyduðu yanýtlardan þaþkýndý ama kadýn ara vermedi: "Bach' dan da bir þey olmalý programýmda. "Iþýðýn Sesi" albümümde vardý. Bence Bach dünyadaki gelmiþ geçmiþ en büyük besteci, olaðanüstü bir yetenek, çok sesli müzikte müthiþ þeyler yapmýþ. Katý kurallarý aþýp estetik yaratmak onun dehasý. Bach'dan bir arya söylemek isterdim. Ama Mozart'sýz da olmaz. Figaro'nun düðününden "Rozina nýn Aryasý"ný söylemek isterim. Wagner'in orkestrayý çaðdaþ bir biçimde kullaným tarzýný seviyorum ama operalarýnda o duyguyu hissetmiyorum. Belki "Walküre" den bir parça alýrdým. Bir de John Cage var, onun bir aryasýný Bulgaristan'daki konserimde söylemiþtim, burda da olsun isterim." Adam duyuduklarýný algýlamaya çalýþýrken bir saðanak daha geldi: "Schubert'in Ave Maria'sýný da repertuarýma almalýyým. Muhteþem bir þan parçasý." Kadýn bir þey hatýrladý ve sözlerine devam etti: "Bir Bulgar korosu var, A Capella, "Svetoslav Obretenov" korosu, Cazname I- Tunçel Gülsoy 164 mükemmeldirler, beraber söylemiþtik. Onlarýn da bana eþlik etmesini isterim." Adamýn koroyu da vermekten baþka çaresi yoktu, sessizce baþý ile kabul ettiðini gösterdi. Hayali sahne büyüdükçe kadýn açýldý ve düþlerini geniþletti: "Carmen'i çok seviyorum, ondan söylerken mezzo sopranodan baþlýyorum, sonra orkestra kýsmý var, doðaçlama, þanson, jazzy bir þey. En sonunuda bossa nova doðaçlama ile bitiriyorum." Adam çoktan bitmiþti, ama kadýn daha yeni yeni ýsýnmaktadýr. Konuþmanýn baþýndaki sakin gözler artýk yýrtýcý bir kaplaninkiler gibidir, pýrýl pýrýl ýþýldarlar. Söz devam eder: "Çaykovski'nin romanslarýndan bir tane mutlaka programa almalýyýz. Amerikan kültürünü de beðeniyorum. Bence Gershwin'den de bir parça almalýyýz. Ben bir çok çeþit müzik yaptým ama sonunda hep jazz'a döndüm. Gershwin insan sesini en iyi tanýyan ve özellikle insan sesini bir enstrüman olarak kullanarak beste yapan bir besteci. Ses için beste yapmak zordur. Gershwin'in müziði benim için klasikten jazz a geçiþ köprüsü oldu. Bu konserime onun "Serene Song" parçasýný alýyorum." Her düþün bir bitiþi vardýr ve sonra uyanýrsýnýz. Kadýný dinleyen adam sona bölümün geldiðini hissetti ve sordu: "Peki konserinizi nasýl bitirecekseniz ?" "Beethoven'in dokuzuncu senfonisinin koral olan dördüncü bölümü benim konserimin de sonu olacak. Tüm bu orkestralarým ve koro arkamda o ünlü tema üzerine doðaçlama söyleyeceðim. Bu müzik tüm insanlýðý ve kültürlerini kucaklýyor, ben de tüm insanlýðýn müzik kültürünü bu þarký ile kucaklayacaðým." Adam garsonun sözleri ile kendine geldi, "Bir þey daha ister misiniz?" O da kadýna sordu: "Bir çay daha içer misiniz; ya da soðuk bir þey?" Kadýn onun da en sevdiði çayý içiyordu: Earl Grey, bergamot kokan o muhteþem çay. Son çaydan sonra vedalaþtýlar, adam kaðýtlarý ve iki saat boyunca edindiði yeni anýlarý ile otelin lobisinde yalnýz kaldý. Cazname I- Tunçel Gülsoy 165 Bazý filmler vardýr, filmin baþý aslýnda sonudur, seyirci sonunu gördükten sonra filmin baþýna döner. Sonra tüm film boyunca o sona nasýl gelindiði anlatýlýr. Yýldýz Ýbrahimova ile bir gün tanýþtým. Son albümü ile ilgili olarak konuþuyorduk. Aslýnda ona kim olduðunu sorarak konuþmaya baþlamýþtým: "Ýþte benim, karþýnýzda oturan kiþi, ama gerçekten kim olduðumuzu belki de asla öðrenemeyiz." Peki kiþisel menkibeniz nedir, niye bu dünyaya geldiniz? Tanýþtýðýmýz gün otelin çay salonunda ilk bu sorularý sorduðumu hatýrlýyorum. O ise resimlerinden ve konserlerinden tanýdýðýmdan farklý idi. Yüzünde makyaj yoktu, çocuksu bir ifade ile sakin bir þekilde karþýmda otururken yanýtladý: "Bu dünyaya þarký söylemek ve müzik yapmak için geldim. Müzik benim için vazgeçilmesi imkansýz bir ihtiyaç. Ben özgürlüðümü müzikte bulmuþ bir insaným. Bulgaristan'da bir gün beni ismimi deðiþtirmeye zorladýlar, adýmý Suzan Evora yaptýlar, tam Sovyetler Birliði'nde yapacaðýmýz bir turneden önce oldu. Dünyalarým yýkýldý, içim ezildi, kimliðimi yok etmek istiyorlardý. Ama müzisyen arkadaþlarým o günün ortamýnda ve þartlarýnda çok büyük bir risk aldýlar, bana Yýldýz diye hitap etmeye devam ettiler. Hepsi bana destek oldu. Yaþlý bir þefimiz vardý, kulaðýma eðildi ve "Müzik yap, baþka þey düþünme yoksa aklýný kaçýrýrsýn." dedi. Onun sözleri ile anladým ki benim özgürlüðüm müzik. Sonra yollara düþtük, tüm Sovyetler Birliðinde konserler verdik. Ruslar bizi çok alkýþladý. Çok severim Ruslarý, derin bir kültürleri vardýr, belki bir gün onlar hakkýnda kitap yazabilirim." Karþýmda duran kiþinin müzikal yolculuðunu artýk adamakýllý merak etmeye baþlamýþtým. Önce onun geçmiþine ve doðduðu aile ortamýna döndük: "Annem ilginç bir kiþi, sesi çok güzeldir, aneannemin de öyle idi. Annenannem çok güzel þarký söylerdi, son nefesini þarký söylerken Cazname I- Tunçel Gülsoy 166 verdi. Kýzým da yetenekli, henüz iki buçuk yaþýnda ama inanýlmaz bir ritm duygusu var. Misafirlerimiz gelince hemen piyanoya koþuyor ve "Anne misafirler geldi, la la la" diyor. Babamý genç yaþta kaybettim. Çok iyi Türkçe bilen bir edebiyatçý idi. Redaktör olarak çalýþýrdý. Yarýþmalarda derecesi olan amatör bir dansçý idi. Sanýrým ritm duygumu ondan aldým ama daha da önemlisi o benim tüm sýrlarýmý paylaþtýðým en iyi dostum idi. Bir kardeþim var: Alev, mühendis olarak San Fransisko'da çalýþýyor. Piyano çalar, Amerika'daki evine yatak almadan önce piyano almýþ bir insandýr. Bana son albümümdeki Rus Çigan müziðini o öðretmiþtir. Birçok kez bana piyanoda eþlik etti." Sonra okul yýllarýna dönüyoruz, o anlatmaya devam ediyor: "Klasik müzik eðitimi alarak müziðe baþladým, þikayetçi deðilim ama klasik tarz çok katý. Benim dört oktav geniþliðinde sesim var. Konservatuara da önce kolarato soprano eðitimi gördüm. Bir gün hocamýn bana bakmadýðý bir an daha pes sesler çýkarttým, çok þaþýrdý, baþýný bana çevirdi, sesleri çýkaran kiþinin benim olamayacaðýný düþünerek odadaki diðer kiþiyi arýyordu. Böyle bir ses aralýðýna sahip olmak güzel ama eðitimi de çok zor. Sesimin önce üst oktavlarýný eðittiler." Yýldýz Ýbrahimova resim sanatýna da ilgi duyuyor, ilkokulda iken resim hocasýný parkta yaptýðý üç boyutlu resimler ile þaþýrtmýþ. Hoca ona altý üzerinden altý artý vermiþ. Müziðin yaný sýra tasarýma olan ilgisi yüzünden akademiye de girmek istemesine raðmen konservatuar sýnavlarýnýn aðýrlýðý yüzünden bunu gerçekleþtirememiþ. Etrafýma bakýyorum, bulunduðumuz Marmara Oteli'nin lobisini kendi zevkine göre yeniden düzenlemesini istiyorum, çok hoþ öneriler yapýyor, gülüþüyoruz. Ona kiþisel menkýbesinin neresinde olduðunu soruyorum, bir an düþünerek yanýtlýyor: "Ýnþallah henüz baþýndayýmdýr, daha gerçekleþtirmek istediðim çok þey var. Sürekli sýnýrlarý yýkmak istiyorum. Bu misyonu üstlendim ve hep yeni riskler alýyorum. Konservatuarda bana katý kurallar konmuþtu ve ben her zaman onlarý yýktým. En önemli þey insanýn kendi kiþiliðini ve misyonunu kendi içerisinde keþfetmesi, ben keþfettim, müzik ile sonsuzluða ulaþmak istiyorum. Cazname I- Tunçel Gülsoy 167 Bir ömür yeter mi tüm düþlerimi gerçekleþtirmek için bilemiyorum. Ýnsan sesi uçsuz bucaksýz bir deniz, en zor enstrüman, sesimi bu yüzden özenle koruyorum." O konuþtukça ben daha çok onu merak ediyorum ve sorular art arda gelirken o gayet rahat bir tavýrla yanýtlýyor: "Kendimde en beðenmediðim taraf ufak tefek þeylere çok çabuk sinirlenmem. Ama Ali ile evlenince çok deðiþtim. O beni rahat ve ölçülü bir insan yaptý. Hayata geniþ bir açýdan bakmayý öðrendim. Ali çok hoþgörülü bir insandýr, yaptýðým müziðe saygý duyar." Eþi Ali bey Türk siyasi yaþamýnýn ilginç kiþilerinden biri, eski Ankara belediye baþkaný Ali Dinçer. Sonra yaþamýnýn diðer yönlerine deðiniyoruz: "Müziði seviyorum, doðayý çiçekleri seviyorum. Evimiz çiçek bahçesi gibi, her yer saksý. Bir de kedimiz var. Özel bir kedi, köpek gibi. Çok sadýk, hep bizimle beraber sokakta gezer, tasmasýz. Ýnsan olmasam kedi olmak isterdim. Kedilerin mükemmel bir fizikleri var, esnek ve estetik bir vücut, güçlü kiþilik. Baðýmsýz ve özgür. Kedim tam on bir yavru doðurdu ben de ebelik yaptým, onun yavrularýna baktým." Kedide beðendiði özellikler aslýnda kendinde beðendiði ve istediði özellikler ama bunun farkýnda mý bilmiyorum. Evinin içinin resim ve heykeller ile dolu olduðunu söylüyor. Ressamlar ile iyi anlaþýyor, onlarý ruh olarak kendine çok yakýn buluyor. Ýçlerine kapanýk, yanlýz çalýþan, seyirci önüne çýkmayan ve sevgiye ihtiyacý olan insanlar. O bunlarý söylerken tüm dýþa dönük görüntüsüne raðmen içe dönük bir yönü olduðunu da hissediyorum. Benim asýl merak ettiðim onun jazz yaný, burada konu derinleþiyor: "Jazz benim için en dürüst olan þey. Makyaja, abartýya, hiç bir sahteliðe yapmacýklýða gereksinimi yok. Bazen tek bir piyano eþliðinde konser veririm. Orada o anda her þey ortadadýr. Hiçbir þeyi düzeltecek zaman yoktur. Ama samimiyetim ve içten duygularým beni ilerilere taþýrlar. Tabii ki deneyim benim için çok önemli. Jazz da bir çok insan ile beraber çalýþtým. Bulgaristan'daki ritmk jimnastik hocam Neshka Robera'dan çok þey öðrendim. Bu jimnastik türü aslýnda piyano eþliðinde yapýlýr. Hocam risk aldý ve bu kurala uymadý. Piyanosuz Cazname I- Tunçel Gülsoy 168 çalýþtýk. Onun sayesinde tek baþýma söylemeyi öðrendim. Bugün jazz'da hep yeni riskler almak için kendimi provoke ederim. Bir çok müzikler yaptým ama hep jazz' a döndüm." Jazz dünyasýnda onu etkileyen jazz sanatçýlarýný sordum, hiç düþünmeden cevap verdi: "Sarah Vaughan, Ella Fitzgerald ve Betty Carter." Her birini teker teker anarak sohbetimize devam ettik: "Amerika'da olsa idim belki çok daha zengin olabilirdim, hatta birisi bana özel uçaðým bile olabileceðini söyledi. Ama ben hiçbir zaman maddi þeylere baðlý olmadým, markaya ve eþyaya köle olmadým. Bugünkü halimden de memnunum. Konserlerime birçok genç geliyor. Sadece üniversite öðrencileri deðil, çok küçük çocuklar da var. Onlarý çok seviyorum. Geçenlerde Adana konserinden sonra bir çocuk bana geldi ve "Biz seninleyiz, yozlaþmaya karþý kaliteli þeyler yap." dedi. Çok etkilendim. Bulgaristan'da olduðum günlerde de çocuklar ile çok ilgilenirdim. Onlara kendi þarkýlarýný çalar daha sonra da doðaçlama yapmayý öðretirdim. Ne yazýk ki bugün onlar ile yakýndan ilgilenemiyorum." Bir gece önce onun son albümünü defalarca dinlemiþtim. Birden aslýnda o albüm ile ilgili olarak konuþmak için bir araya geldiðimizi hatýrladým. En sevdiðim parça albümdeki altý numaralý parça idi. Bulahov'un "Anýlarý Uyandýrma" adlý bestesi. Yýldýz Ýbrahimova için de bu þarký albümündeki en beðendiði parça imiþ, çok sevindim, çay zevkimiz den sonra müzik zevkimiz de ayný idi. Bulahov meðer sadece otuz üç yýl yaþayabilmiþ bir Rus bestecisi imiþ. Ama týpký Yýldýz Ýbrahimova'nýn istedði gibi müzik yolu ile sonsuzluða kavuþmuþ. Çigan romanslarýnýn yer aldýðý Ýbrahimova albümüne gelince: Bana göre bu çalýþmayý sözler ile ifade etmek imkansýz, mutlaka dinlenmesi lazým. Bana verilen basýn bülteninde Yýldýz Ýbrahimova'nýn albüm hakkýnda söylediði kendi sözlerini aktarmayý daha doðru buluyorum: "Çigan Müziði romanslarý bana ayný jazz müziðinde olduðu gibi olaðanüstü özgürlük, serbestlik duygularý veriyor. Müthiþ, dinamik, renkli ve doðaçlamaya açýk yanlarý ile bu romanslarý çok sevdim. Asýrlardýr aþaðýlanmýþ, küçümsenmiþ, hor görülmüþ, ezilmiþ, soykýrýmlara maruz kalmýþ Romanlar'a kültürlerini ve kimliklerini koruyabilmelerinden dolayý saygý duyuyorum." Cazname I- Tunçel Gülsoy 169 Bence albüm hakkýnda dil burada bitmeli ve kulak devreye girmeli. Büyük bir konser salonu, her taraf hýnca hýnç dolu. Önce Vienna Symphony sahne alýyor, alkýþlar içerisinde. Sonra Vienna Art Orchestra elemanlarý onlarýn önünde yer alýyorlar. Onlar kadar tanýnmýyan bir kadýn korosu sol ön tarafta yerlerini alýrlarken seyircilerden biri ötekinin kulaðýna fýsýldýyor: "Ýþte Bulgar kadýn korosu bunlar, Svetoslav Obretenov korosu." Sonra korkunç bir alkýþ kopuyor, Claudio Abbado ve Vienaa Art Orchestra'nýn kurucusu Mathias Rüegg kol kola sahneye çýkýyorlar. Karajan artýk çok uzak bir yerde. Ama esas alkýþ daha sonra patlýyor. Sarýþýn, beyaz tenli bir kadýn sahneye týpký kedi gibi kývrak adýmlarla fýrlýyor. Kadýnýn bakýþlarý kaplan bakýþý. Ayný anda sahneye küçük bir kýz koþuyor ve seyircileri göstererek kadýna: "Anne misafirler geldi,la la la!" diyor. Kadýn gülüyor ve seyirciye doðru eðiliyor. Sonra Abbado'nun bageti kalkýyor. Beethoven'in ölümsüz müziðinin ilk notalarý salonu dolduruyor. Derken o meþhur koral bölüm geliyor. Schiller'in arkadaþýna yazdýðý ölümsüz dizeleri seyirci ve sahne hep bir aðýzdan "Neþe" için söylüyorlar: "Törelerin ayýrdýklarý, Senin sihirinle birleþir, Yumuþak kanadýnýn uçtuðu yerlerde, Ýnsanlar kardeþ olurlar." Müzikten büyük neþe olur mu? Adam karþýsýnda oturan kadýna son sorusunu sordu: Nasýl bir müzik yapmak isterdiniz? Kadýn aðýr aðýr konuþmaya baþladý: "Bir konser düþlüyorum, bir gösteri." Kadýn bir solukta konuþtu, sözlerini bitirdiðinde adam elindeki kaðýtlar ile baþ baþa kaldý, nereden yazmaya baþlayacaðýný bilemiyordu. i Nam-ý Diðer Caz Tunçel Gülsoy ile Caz Eþliðinde Bir Sohbet Tereciye tere satmak gibi olacaktý; ama riski almak boynumun borcuydu. Üstelik bu da yetmedi; bir hinlik yapýp Tunçel Gülsoy'a, onun þimdiye dek caz müzisyenlerine sorduðu sorularý yöneltmeyi kafama koyup gittim. Ama bunlarýn hiçbirine gerek kalmadý; neredeyse aklýmdan geçeni okumuþ gibi, kendimce oluþturduðum sýraya da týpatýp uygun olarak her türlü sorunun yanýtýný kendiliðinden verdi. "Caz hayatýnýza nasýl girdi?" cümlesi her þeye yetti. Bu arada kaç CD dinlediðimizi kestiremiyorum "Evde sürekli müzik dinleyerek büyüdüm. Pop, rock, müzikaller Ailece sýk sýk tiyatroya müzikallere giderdik. Kurt Weill'ýn Üç Kuruþluk Opera'sýný dinlemem ise benim için adeta bir dönüm noktasý oldu. Mack The Knife'ýn melodisi beynime çakýldý. Hala en sevdiðim þarkýlardan biridir Mack The Knife. O zamanlar ne kadar önemli olduðunu bilmiyordum Brecht'in ve Kurt Weill'ýn tabii. Bunun dýþýnda Tom Jones'un iki ayrý formattaki müziði çok enteresandý. Bir yanda daha slow bir tarz ve arkasýnda yaylý sazlar orkestrasý, diðer yanda big band ve nefesliler. Ayrýca Beatles ve Soul Müzik. Ama caz dinlemeye baþlamamda esas etki Kadýköy Maarif Koleji'ndeyken olmuþtur. Radyo Klübü öðlenleri Take 5'ý sýkça çalardý. Herhalde hayatýmda en çok dinlediðim melodi o olmuþtur. Dave Brubeck'i tanýmýyordum daha o zaman. Take 5'ýn önemini de sonralarý öðrendim. Robert Kolej'deyken audiovisual kütüphaneye gider her gün iki saat müzik dinlerdim. Modern Jazz Quartet, Swingle Singers ve Duke Ellington'u o zamanlar tanýdým ve sevdim. Jacques Louissier'nin Play Bach'ýný 1968'de keþfettim. Bu albüm beni klasik müziðe yaklaþtýrdý. Duke Ellington'un üç süiti vardý; biri "Nutcracker". Çaykovski'nin bu tanýdýðým eserinin caz aranjmaný beni yerimde zýplattý. Bir daha da tedavi olmadým. Jazz Dergisi'nin en sadýk yazarý olarak Tunçel Gülsoy Jazz Dergisi ilk çýktýðý zaman Hi-Fi Klübü'nün bir toplantýsýnda Zuhal Focan'la karþýlaþtým. Ona dergide yazmak istediðimi söyledim. Jacques Louissier üzerine bir yazý yazmak istiyordum. Böylece Jazz dergisinde yazmaya baþladým. Ýlk yazýdan bu yana dergide en çok yazý yazanlardan biri benim. Sürekli olarak yazýyorum. Derginin en güvenilir yazarlarýndan biri olmaya çalýþýyorum. Söyleþi- Tunçel Gülsoy ii Bu arada kendime bir uzmanlýk alaný seçtim. Ama bunu bir uzmanlýk alaný seçmiþ olmak için yapmadým. Daha önce çeþitli derleme yazýlar yazýyordum. Sonra, Kamil Erdem'le ilk röportajýmý yaptým. Ankara'da, Kamil Erdem'in evinde bir aðustos ayýydý. Röportaj yapmak çok hoþuma gitti; ben de yavaþ yavaþ Türk caz müzisyenleri ile röportajlar yapmaya baþladým. Onlarýn kiþiliklerini ortaya çýkarmaya çalýþan röportajlar olmasýna çalýþtým. Ýlerisi için Türk Caz Tarihi üzerine incelemelerde çok önemli olacak biyografiler çýktýðýný düþünüyorum. Okay Temiz, Can Kozlu, Ýmer Demirer ve özellikle Ayten Alpman baþta olmak üzere tüm röportajlar bu açýdan büyük belgeler. Ýnsanlar üzerine yazmak büyük bir manevi sorumluluk olduðundan yazýlarýmý müzisyenlere mutlaka okuturum. Bir de "ölüm yazýlarý"nýz devam ediyor Evet, Michel Petrucciani, Erol Pekcan, Ümit Aksu, Art Farmer, Groover Washington Jr. üzerine yazdým. Bunlarýn içinde en sýkýntýlý yazdýðým Petrucciani yazýsý oldu. Adeta onun içime girdiðini hissettim yazarken. Yaþayanlar üzerine yazdýðýnýzda onlara yazýlarý okutma, bu þekilde düzeltme þansýnýz var, ama ölmüþ kiþilerle bu tür bir kontrol mümkün deðil. Ben de ölmüþ bir müzisyenle aramdaki elektrik baðý yazýyý yazdýðým dönemde onun müziðini sürekli arka arkaya dinleyerek saðladýðýma inanýyorum. Yazý bitince de müziði kesiyorum. Caz müzisyenlerinin yaný sýra baþka röportajlarýnýz, yazýlarýnýz da var Boðaziçi Üniversitesi'nin dergisinde yazmaya devam ediyorum. Osman Kurdaþ, Deniz Gürsoy, Eser Karakaþ'la röportajlar yaptým. Dergi için bir de editoryal yazýyorum. Medyada sýk sýk görünen kiþilerin bir derinliði olmuyor. Bu yapýda çok insan var. Ayrýca Eðitim Gönüllüleri Derneði'nin Kavacýk biriminde ders veriyordum yeniden vermek istiyorum. Baþta bu ders bir müzik dersiyken zamanla "Kiþisel Ýfade" dersine dönüþtü. Müzik, þiir, resim, yazýyý kapsayan bir ders. Eðitime çok önem veriyorum. Türkiye'nin esas sorunu bence eðitim. Ortalama eðitimin 3.5 yýl olduðu bir ülkede haliyle üretim de yok. Bir de yanlýþ eðitimin düzeltilmesi sorunu var. Benim eðitimim Amerikan kökenliydi; okulda tartýþmak, fikir bildirmek bir zorunluluktu bizim için. Türkiye'nin eðitim sistemindeyse "Sus, dinle" diyerek kiþisel özellikler törpüleniyor. Benim dersim bu anlamda çok önemli diye düþünüyorum. Gecekondu bölgelerinde Eðitim Gönüllüleri Derneði bir çeþit tamamlayýcý eðitim veriyor. Ýngilizce, matematik, bilgisayar, folklör, resim gibi dersler var. Benimkiyse cazýn doðasýna uygun olarak doðaçlama bir ders. Evvelden planlanmýþ bir þey yok; genellikle bir gazeteyi alýyoruz, bir konu belirleyip o konu üzerine konuþuyoruz. Sonra o konuda öðrencilerimden bir þiir yazmalarýný, bir resim ya da bir beste yapmalarýný istiyorum. Yarýþmalar da yapýyoruz, çok hareketli bir ders oluyor. Bu arada müzik de Cazname I- Tunçel Gülsoy iii dinliyoruz. Görüyorum ki çocuklar böyle bir derse çok ilgi gösteriyorlar. Bunun dýþýnda sizin bir de Hi-Fi Klübü üyeliðiniz var Klübün bir dönem baþkanlýðýný, bir dönem de sekreterliðini yaptým. Ben bu konuda Türkiye'deki genel yaklaþýmdan farklý bir bakýþ açýsý taþýyorum. Snobizmi sevmiyorum. Zaten bir konuyu iyi bilen insanlarýn snob olmasý mümkün deðil. Bilen kiþi o olgunluða zaten eriþmiþ oluyor. Oysa bizde genel bir "Caz þöyle ulaþýlmaz, siz ne anlarsýnýz" tarzý var. Ben radyo programlarýmda kendi dinlediðim müziði deðil, daha çok "entertainment" denen tarzda müzikleri çalýyorum. Dinleyiciyi sýkmamaya, onlarý bilgilendirirken ilgilerini de kaybetmemeye çalýþýyorum. Yeni parçalarý seçiyorum, geniþ bir kitleye ulaþabilmek için daha melodik, ballade aðýrlýklý þarkýlara yer veriyorum. Ýnsanlar arasýnda koparýcý deðil birleþtirici bir rol oynadýðýma inanýyorum. Genel olarak Hi-Fi'ýn çok pahalý bir uðraþ olduðu intibaý var. Hi-Fi tabii ki ucuz bir hobi deðil; ama ucuz ve pahalý izafi kavramlar. 200.000 dolara da bir sistem kurabilirsiniz, ama 1000-1500 dolar civarýnda bir harcamayla çok iyi ses veren bir sisteme de sahip olabilirsiniz. Önemli olan Hi-Fi sevgisinin baþlamasý. Ýnsanlara yol haritalarý göstermek çok önemli. Bu yol haritalarý insanlarýn kendi kendilerine devam etmelerini saðlamakta çok etkili olacaktýr. Ben hayatýn her alanýnda bunun geçerli olduðunu düþünüyorum. Caz için de bu böyle. Kýlavuzluk çok önemli bir kavram. Ýnsanlarý kaybetmeden kiþiliklerini geliþtirebilecekleri yollar yaratmak gerek. Oysa bizde baþarýlarý bulup teþvik etmekten ziyade hatalarý çýkarma anlayýþý hakim. Ýlerisi için düþünceleriniz, planlarýnýz (Tunçel Gülsoy da "Ýleride nasýl hatýrlanmak istersiniz?" diye sorar röportajlarýnda hep ) Ýleride ciddi bir eðitim projesi yürütmeyi düþünüyorum. Bir hayalim ileride bir gün Eðitim Gönüllüleri Derneði'nin Genel Müdürlüðü'nü yürütmek. Bunun dýþýnda röportajlarý sürdüreceðim. Erol Pekcan üzerine, onu tanýmýþ olan insanlarla görüþerek bir biyografi hazýrlamak istiyorum. Sevdiðiniz türler, en çok dinlediðiniz müzisyenler Bu anlamda bir sýnýrým yok. Kadýn vokalistleri çok seviyorum. Ýnsan sesi bence en güzel enstrüman. Kontrbas ve saksofonu, akordeonu, vibrofonu da çok seviyorum. Gerry Mulligan'ý, Paul Desmond'ý, Ben Webster'i, Thelonnious Monk'u ve Louissier'yi sayabilirim. Louissier hakkýnda Türkiye'de ilk yazýyý ben yazdým. O Türkiye'ye geldiðinde ona Fazýl Say ile bir albüm yapmasýný önerdim. Mozart'ýn varyasyonlarýnda çok sayýda caz öðesi vardý, bunlar üzerine Fazýl Say ile beraber çalýþabilirlerdi. Louissier daha sonra Güher& Süher Pekinel'le bir albüm yaptý. Bir gün Fazýl Say'la da yapacaðýný hala umuyorum. Cazname I- Tunçel Gülsoy iv Röportajlarýn kitaplaþmasý fikri nasýl oluþtu? Teklif Altkitap'tan geldi ve Cazname adýyla bu röportajlarý kitaplaþtýrmamý önerdiler. Cazname Açýk Radyo'daki programýmýn adý. Kitap fikri bende daha önce de vardý; Boyut Yayýnlarý'ndan çýkmasýný istiyordum. Bu teklif gelince kabul ettim. Kitaptaki yazýlar gelecek açýsýndan çok önemli. Gerçek hayattan kesitler sunuyorlar. Her birinin ayrý bir derinliði bulunuyor. Orada müzisyenlere sevgi ve saygý duyan bir bakýþ açýsý var. Bu yönüyle genelde yapýlanlardan ayrýldýðýný düþünüyorum Cazname'nin Ýnternet Yayýncýlýðýna nasýl bakýyorsunuz? Ýnterneti bilgiye eriþmenin hýzý ve geliþim imkanlarý itibariyle son derece önemli buluyorum. Kesin olan þu ki, sanal kitap gerçek kitabýn yerini alamayacak. Klasik kitap hep kalacak. Fakat dünyanýn "Global Village"a dönüþtüðü bu çaðda geniþ kitlelere ulaþmanýn bir yolu olarak interneti çok etkili görüyorum. Jazz dergisi 6000-7000 basýlýyor ama internette yurt dýþýndan baþka birçok insana eriþebiliyorsunuz. Bence önemli olan insanlar arasýnda iletiþimin geliþmesi, internet de kitap de hepsi bu yolda birer amaç. Tunçel Gülsoy'a [email protected] adresinden ulaþabilirsiniz.