TUNÇEL GÜLSOY / Cazname 1

Transkript

TUNÇEL GÜLSOY / Cazname 1
C a z n a m e
I
Bizim Ýnsanlarýmýz
Tunçel Gülsoy
www.altkitap.com
C a z n a m e
I
Bizim Ýnsanlarýmýz
Tunçel Gülsoy
altkitap - deneme 3
Cazname I
Bizim Ýnsanlarýmýz
Tunçel Gülsoy
Þubat 2001
Yayýna Hazýrlayan:
Özge Baykan
Düzelti:
Özge Baykan
Tasarým:
Faruk Ulay
Tasarým Uygulama:
Murat Gülsoy
© 2001 altkitap ve Tunçel Gülsoy
Yapýtýn tüm yayýn haklarý saklýdýr. Tanýtým için yapýlacak kýsa alýntýlar
dýþýnda yayýncýnýn izni olmaksýzýn hiçbir yolla çoðaltýlamaz.
www.altkitap.com
[email protected]
Yazar Hakkýnda
O da herkes gibi doðdu. Bir farkla; büyük bir adam olacaðý belli idi. Vakit
kaybetmemek için doðduðu hastaneye onun adýný verdiler: Kamil.
Kýz doðuran analar isyan edince Kamil onlar için de bir isim seçti ve
hastahanenin adý "Zeynep Kamil" oldu. O hastahanede oðlan doðuran herkes
çocuðuna Kamil ismini vermek isteyince ailesi küçük Kamil'in ek bir isme
gereksinimi olduðunu farketti ve adý Kamil Tunçel Gülsoy oldu. Yýl galiba
1951 idi.
Ýyi bir burç olduðu için Terazi olmayý seçti ama hayatý boyunca Koç
burçlarý ile itiþti.
Okumayý kendi kendine öðrendi çünkü "Aslan Prens" çizgi romanýnýn
sadece resimlerine bakmaktan sýkýlmýþtý. Baðýmsýz bir karakteri vardý,
okuyabilmek için annesini veya babasýný bekleyemezdi, onlar okurken
duyduklarýný ezberledi, kitaba bakarken þekilleri sesler ile baðdaþtýrdý ve
sonunda okumayý baþardý.
Yazmayý ise gerçek anlamda 45 yaþýndan sonra bilgisayar kullanmaya
baþlayýnca öðrendi. Önce "Jazz" dergisinde, sonra "Yenibinyýl" gazetesinin
hafta sonu ekinde ve en sonunda da "Boðaziçi Mezunlar Derneði"'nin
dergisinde yazdý. "Açýk Radyo"'nun kapatýlmasý hakkýnda kaleme aldýðý
yazýda Sabah Grubu yazarlarýndan birisine dokundurunca gazete yazarlýðý
kýsa sürdü. O da kýzdý, gazeteyi kapattýrdý. Ýþsiz kalýnca radyo
programcýlýðýna baþladý ve Açýk Radyo'da "Cazname" adlý bir programý kaptý.
Halen bu iþlerle meþgul olurken, part-time olarak bir fabrikanýn yöneticiliðini
yapýyor.
Bu ikisi arasýnda ise...
Kadýköy Maarif Koleji, Robert Academy, birazcýk ODTÜ, sonra Boðaziçi
Üniversitesi'nin iki ayrý bölümünde okudu. Yanlýþlýkla Mühendis oldu. Bir çok
deðiþik iþte çalýþtý, ayrýldý, zaman zaman kovuldu, ama yýlmadý. Hâlâ çok iyi
bir iþ arýyor...
Evlendi ama evden kovulmamayý baþardý, çok sevdiði bir eþi ve kýzý var.
Ama hâlâ spor bir BMW otomobil istiyor. ( Þimdilik eski bir Toyota'ya, sürüþü
ile ruh veriyor.)
Yemeklerden patlýcanýn her çeþidini, dolmanýn her çeþidini, köftenin her
çeþidini sever. Kerevizin ise hiç bir çeþidini sevmez.
Hi Fi aletlerine -özellikle CD Player'lara- ilgisi var.
Spor yapmayý, tanrýnýn kendisine verdiði yaratýcý enerjinin israfý olarak
görüyor. Boyuna göre en az 20 kilo fazlasý olduðunu, sabrýný kaybetmiþ bir
diyetisyenden öðrenmiþti.
Büyüyünce yazar olmak istiyor ama içindeki çocuk onu hiç terketmiyor. Bu
yüzden de çocuklara yakýn olabileceði bir yerde, güzel bir eðitim projesinde
iþ bulmak istiyor. Þimdilik Türkiye Eðitim Gönüllüleri Vakfýna bir takým katkýlar
yapmaya çalýþýyor.
Hayattaki en büyük beklentisi mezar taþýna þöyle yazýlmasý:
"Kamil Bir insandý, yazdý, okundu, anlaþýldý ve sevildi,
Arkasý yarýn sevgili dostlar, bir varmýþ bir yokmuþ..!"
i
Türkiye'den Caz Mektuplarý
Özge Baykan
"Peki siz bir insaný anlamak için onun ilk olarak hangi yönünü
merak edersiniz? Bizim ülkemizde doðum tarihi ve okul önemlidir,
çoðu insan kendini anlatmaya böyle baþlar.
Falan yýlda filan yerde doðdu, þu okula gitti falanca görevlerde
bulundu. Eðer ölmedi ise kiþi hakkýnda, biraz da varsa eserleri liste
halinde sayýlýr.
Ben bu bilgileri monoton bulur ve hep doðum gününün ardýndaki
insaný merak ederim."
Tunçel Gülsoy'un Osman Ýþmen'i anlatmaya baþlamadan önce
yazdýðý bu satýrlar Cazname'nin olaðanüstü bir özeti. Fazla söze ne
hacet. Gülsoy hedeflediðine tam anlamýyla ulaþmýþ. Yalnýzca
müziðiyle var olan, dinleyiciye yabancýlaþmýþ, ona uzakta bir
yerlerden bakan bir müzisyen imajý tamamen eriyor; yerini "herkes
gibi" olan insanlara býrakýyor Cazname'nin röportajlarýnda. Okuyucu
potansiyel dinleyici olarak müzisyenin kariyerine hýzlý bir bakýþ
atarken, caza kattýklarýna, ürettiklerine saygýsýný asla yitirmiyor.
Bununla birlikte meraklý bir yakýnlaþma, özel hayata bir tür topluca
burun sokma durumuyla karþý karþýyayýz. Ama asla paparazzi
merakýna dönüþtürmeden. Her bir cazcýyý biraz daha iyi anlamaya
çalýþmak için yalnýzca. Sibel Köse'nin evinde geziniyoruz, o da bir
yandan Tunçel Gülsoy'a kek yapýyor. Terazi burcuymuþ, bir de kedisi
var: Encük. Yahya Dai'nin kedisinin adý ise Þobe. Can Kozlu'nun
denize büyük meraký var, "denizin, topraðýn kokusunu" nasýl
özlediðini dinliyoruz ondan. Birkaç satýr aþaðýda Erol Pekcan'ýn kýzý
da babasýnýn deniz tutkusunu anlatacak.
Tunçel Gülsoy takýldýðý ayrýntýlarý yazmasý nedeniyle zaman
zaman kimi eleþtiriler aldýðýný söylüyor. Ama ona göre, her ayrýntýnýn
bir kiþiyi anlamakta büyük önemi vardýr. Bir insanýn kek, börek
yapýþýna bakarak onun müziðe ve hayata getirdiði yaklaþýmla çeþitli
paralellikler kurulabilir. Bu tür ayrýntýlarýn kiþilerin psikolojisini
anlamakta temel iþlev taþýdýðýný düþünüyor Gülsoy.
Röportajý yapýlanlarý birleþtiren en belirgin ortak payda elbette
"caz"; ama koskoca bir yaþam hemen fark ediliyor ardýnda. Her
müzisyen farklý bir duyarlýlýk, farklý bir birikim sunuyor. Özellikle
okuyucuyu kazançlý çýkaran ise, yapýlan müziðin arkasýnda ne denli
Önsöz - Özge Baykan
ii
geniþ bir altyapýnýn, ne büyük bir donanýmýn yattýðýna tanýklýk
etmektir. Türkiye'de cazýn geliþimine büyük katký saðlamýþ bu
insanlar ülkemizde cazýn konumu ve geleceði adýna da son derece
ufuk açýcý tesbitlerde bulunuyor; kaydedilen geliþmeleri þimdiye dek
yapýlmýþ olan ve hali hazýrda süregelen sorunlarla birlikte ele alarak
yeni yetiþen caz müzisyenlerine de yol gösterici oluyorlar. Tunçel
Gülsoy'un, kitapta toplanan yazýlarý ileride yazýlacak bir Türk Caz
Tarihi için çok önemli görmesi boþuna deðil. Her biri son derece
büyük bir belge, her biri derin bir öykü. Bu öyküler içinde de en can
alýcý olanlarý Ayten Alpman, Erol Pekcan gibi duayenlerin biyografileri
gibi görünüyor. Özellikle bu kuþaða ait biyografiler Türkiye'nin yakýn
tarihinin de büyük tanýklarý. Daha genç olmalarý açýsýndan yeni
diyebileceðimiz kuþaðýn röportajlarý ise, ülkemizde cazýn yeni
oluþumlarýný görmek açýsýndan heyecan verici. Caz müzisyenleri
"caz"la özdeþleþen bir yaþama biçiminden kaynaklanan ne gibi ortak
özelliklere sahipler? Müzisyenlere içkin bir "cazcý" kimliðinden söz
edilebilir mi? Caz nasýl tanýmlanabilir? Sýnýrlarý nerelere uzanýr? Bu
sorularýn yanýtlarý da satýr aralarýnda keþfedilmeyi bekliyor.
Cazýn binbir renkten müzikle kesiþtiði bu coðrafyadan yetiþmiþ
müzisyenlerin, içtenlikle, Tunçel Gülsoy'un sözleriyle "büyük bir sevgi
ve saygý"yla kendilerini anlattýklarý "Cazname" portreleri, hepimize
yaþam yolunda son derece saðlam pusulalar sunuyor.
Ýçindekiler
Arto Boyacýyan
Aþkýn Ersunan
Ayten Alpman
Can Kozlu
Çaðlayan Yýldýz/ Oðuz Büyükberber
Erol Pekcan
Ýmer Demirer
Kamil Erdem
Kent Mete
Kerem Görsev
Mehmet Sanlýkol
Meral Güneyman
Neþet Ruacan
Okay Temiz
Osman Ýþmen
Sibel Köse
Ümit Aksu
Yahya Dai
Yýldýz Ýbrahimova
8
17
23
37
51
56
63
74
79
85
95
97
107
118
131
135
145
149
162
8
SUÞEHÝRLÝ BÝZÝM ARTO
Bazý insanlarla hiç tanýþmamýþ olsanýz da onlarý çok iyi tanýrsýnýz.
Mesele fiziksel olarak tanýþmanýn da tanýþtýrýlmanýn da çok
ötesindedir. O insan zaten sizinledir, fiziksel tanýþmanýz ancak iç
birikiminizin daha yoðun olarak ortaya çýkmasýna sebep olur.
Ýþte, Arto da böyle bir insan.
Kamil Erdem ile yapmýþ olduðum tatlý bir söyleþi sýrasýnda bana
söylemiþ olduðu sözler aklýma geliyor. "Jazz uluslararasý bir sanat ise
beðenilme platformu da tüm dünya olmalýdýr." Tabii o zaman
beðenilme kriteri de yerelden küresele doðru hem geniþler hem de
zorlaþýr. Bu platforma çýkmak da zordur, orada kalmak da zordur;
yürek ister, inanç ve sabýr ister.
Ýþte, Arto böyle bir sanatçý.
Onu dinlemiþtim ama konserine gidememiþtim. Geçtiðimiz Ekim
ayýnda yapýlan Akbank Jazz Festivali aradýðým fýrsatý bana verdi. Arto
sahneye yalnýz çýkmadý tabi. Yanýndaki grubu dünyaca tanýnmýþ basçý
Marc Johnson ve gitarist Wolfgang Muthspiel ile sahneye çýktýklarý
zaman tüm salon çoþku ile onu alkýþladý. Tabii "Arto'nun Grubu" ifadesi
aslýnda hem doðru hem de yanlýþ. Þöyle ki: Grup aslýnda "Right Brain
Patrol" olarak anýlýyor ve ille de öyle bir tanýmlama gerekirse grubun
lideri Marc. Ancak Ýstanbul'da durum deðiþikti. Arto ev sahibi olarak
sahneye çýkmadan önce dostu Uður Yücel onu biz dinleyicilere "bizim
Suþehirli Arto" diye takdim etti. Hoþ bir durum oldu; Arto, bizim
Feriköylü oðlumuz Arto, Amerika'ya üniversiteye gitmiþ de yaz tatilinde
ailesini görmeye gelmiþ bir Türk çocuðu: Onu evladýmýz olarak
baðrýmýza basýyoruz. Marc ve Wolfgang da oðlumuz Arto'nun sýnýf
arkadaþlarý, Arto onlarý memleketine tatil yapmaya çaðýrmýþ.
O geceyi en güzel Sadettin Davran Yeni Yüzyýl'daki köþesinde
anlattý: "Arto müzikte çok yol aldý. Arkadaþlarý ile sahnede kocaman bir
Cazname I- Tunçel Gülsoy
9
ateþ yaktýlar. Herkes ýsýndý. Anadolu ninnileri söyledi Arto. CRR'deki
tek konserlerine gelenlere kendi elleriyle yaptýðý müziði ikram etti. Ilýk,
yeni saðýlmýþ süt gibi taze bir müzikti. Duygusal gerilimini büyük bir
ustalýkla korudu."
Konserden sonra kuliste de durum ayný oldu. Arto'nun odasýnýn içi
ve dýþý adam doluydu. Bir ara Marc Johnson odanýn önünden
kontrabasý ile geçmeye çalýþýrken Arto ile bir iki söz ettiler. Kimse
onunla ilgilenmedi. Wolfgang ile ortalarda yoktu. Tüm ilgi Arto
üzerineydi. Sevgili Hülya Tunçað sayesinde Arto ile tanýþma ve bir
randevu almayý baþardým. O gece nasýl geçti hatýrlamýyorum.
Taksim'in Talimhane semtinde Feronya Oteli'nin 715 numaralý
odasýnda görüþtük. Odaya ilk girdiðimde benden önce onunla
görüþenler henüz çýkmamýþtý. Arto onlara son sözlerini söylerken ben
dikkatle odayý inceledim. Bildiðimiz bir otel odasýydý, sýradan; her þey
olmasý gerektiði gibi, hiçbir ilgi çekici þey yok. Arto sabahtan beri
kapalý giþe oynadýðýndan yataðý henüz yapýlmamýþ. Aslan ininden belli
olur derler. Bir insanýn odasý bir gecelik kaldýðý bir otel odasý olsa bile
kiþiliðinden birþeyler yansýtýr. Yataðýn üzerinde kavala benzeyen bir
alet ve kemençeye benzeyen ikinci bir alet dikkatimi çekti. Baþ ucunda
öylesine atýlmýþ paralar gördüm. Kredi kartlarý ile çok barýþýk
olmadýðýný düþündüm. Odasýndaki küçük masanýn üstünde ise bir dolu
kaset ve Almanya'da yaþayan bir baþka Türk çocuðunun yapmýþ
olduðu CD vardý. Ayakkabýlarý yoktu. Odanýn bir köþesinde konserde
de giydiði baðcýklarý boncuklu Adidas spor ayakkabýlarýný gördüm.
Ýçimden gülmek geldi, acaba bizim kýz bu modeli beðenir miydi diye
aklýmdan geçirdim. Onno Tunç'un anýsý ve havasý odaya sinmiþti.
Arto'nun aðabeyi için yazmýþ olduðu bir yazý aynaya iliþtirilmiþti.
Üzerindeki tiþörtün üstünde ONNO yazýyordu.
Kendime yakýn bir koltuk bulup oturdum ve bir futbol maçý kadar
süren ancak devre arasý olmayan konuþmamýzý yaptýk.
Sýcacýk bir insan bu Arto. Týpký sahnede olduðu gibi, açýk, içten ve
mütevazý. Dünyanýn önde gelen perküsyonistlerinden biri ama tüm
davranýþlarý ve konuþmalarý ile bizim insanýmýz, Ýstanbul'un Feriköy
mahallesinden kardeþim Arto.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
10
Ona "siz" demenin çok garip kaçacaðýný hissettim ve doðrudan
"sen" diye hitap ettim. Hiç yanýlmadýðýmý hemen anladým.
Konuþmamýzda birçok konuya orasýndan burasýndan deðindik
dokunduk. Ýçeri girmeden önce hazýrlamýþ olduðum sorular vardý ama
konuþma baþlayýnca uçup gittiler. Ne bir programýmýz oldu ne de bir
planýmýz, týpký jazz gibi doðaçlama. Zaten Arto gibi bir jazz sanatçýsýna
da bu yakýþmaz mý?
Ondan bir gece evvelki konserini tartýþtýk. Kendisini Amerika'da
okuyan oðlumuzun eve geliþine benzetmemi gülerek karþýladý.
Teþbihte hata olmaz, hatasýz da teþbih olmaz ama hissettim ki
benzetmemi aynen kabul etti. Kendi konserlerinin güzel olmasýný biz
dinleyicilerin güzel olmasýna baðladý. "Dinleyicinin güzelliðinden biz
güzel olduk, bizim bu güzellikten yarattýðýmýz enerji de dinleyiciye
geçti" dedi. Ev sahibi gibi davranmasýndan bahsettim, güldü.
"Amerika'da konser verseydik Mark konuþacaktý, Viyana olsaydý söz
Wolfgang'a düþerdi" dedi. Tabii ki grubun diðer elemanlarýnýn da aynen
onun gibi düþündüklerini söylemeye gerek yok, bunu zaten
hissediyorsunuz. Aralarýnda sevgi ve kabulden kaynaklanan sýmsýký
bir dayanýþma var.
Marc Johnson Jazziz dergisinde kendisi ile yapýlan bir söyleþide bu
olayý þöyle anlatýyor: "Üçümüzün çalýþmasýnda demokrasi esas
girdimizi teþkil eder. Her birimiz müziðe kendi öz katkýsýný yapar.
Arto'nun Ýstanbul'dan gelmesi ve etnik geçmiþi bir girdidir. Wolfgang
Avusturya'nýn zengin klasik müzik geleneðinden gelen birikimini katar.
Ben de hem 1960'larýn rock, fusion dünyasýndan hem de klasik jazz
geleneðinden gelen bir birikim ile müziðimize katýlýrým. Evet biz bir jazz
grubuyuz ama kavram olarak bunun da ötesine geçiyoruz. Bizler
aslýnda jazz lisaný konuþan, jazz'dan gelen emprovizörleriz."
Arto dergiden kendisine okuduðum bu sözleri kabul etti ve
konuþmaya devam ettik. Jazz nedir? Arto bir an düþündü ve: "Ýþte en
zor soru bu, çünkü cevabý hem yok hem de çok." dedi. Arto öncelikle
jazz'ý Amerika'nýn etnik müziði olarak görüyor. Bu tanýmlamadan
bakýnca AþýkVeysel'i de jazz olarak görebiliyor ama bunun ötesinde
özel bir ifadesi de var. Jazz'ý bir insanýn yaþadýðý hayatý ses haline
getirmesi olarak tanýmlýyor. Kendi müziðini de yirmi sekiz yýllýk
Cazname I- Tunçel Gülsoy
11
tecrübesinin ses halinde ifadesi olarak görüyor. Ancak bu noktada bir
þeye dikkatimi çekiyor. "Bugün jazz bir pazar ürünü haline geldi.
Madem jazz yaþanan hayatýn ses getirmesidir, o zaman 1996 yýlýnda
1950'lerin yaþanmýþ ve ses haline gelmiþ þeylerin bugün tekrar ses
haline getirilmesi mümkün deðildir, John Coltrane bugün yaþasaydý
baþka türlü çalardý." diye devam ediyor. Klasik müzikte durumun daha
farklý olduðunu vurguluyor. Onlarýn kalýplar içinde kalmasýný yaptýklarý
iþin tabiatý olarak görüyor. Ancak þunu da söylüyor. "Klasikçiler ile
çalacaksan onlarý böyle kabul etmelisin ve onlarý deðiþtirmek yerine
kendini deðiþtirmelisin." Bu noktada bence ilginç bir tartýþma konusu
ortaya çýkýyor. Ancak bu tartýþmayý ülkemizin jazz müzisyenlerine
býrakýyorum. Þunu söyleyebilirim: Arto müziði hep ileriye giden bir
süreç olarak görüyor (Miles Davis'i anmamak mümkün mü?).
Kalýplaþmanýn geliþmeyi durdurduðunu ve müziði öldürdüðünü
düþünüyor.
Devam ediyoruz: "Müziðin güzelliði ve esasý saygý, sevgi ve
dürüstlüktür." diyor. Kendisinin dünya jazz'ýnda kabul edilmesini de
yaptýðý iþi saygý, sevgi ve dürüstlük ile yapmasýna baðlýyor.
Ýstanbul'daki konserde kendisine gösterilen ilginin sebebini bir de
böyle yorumluyor.
Gene hayata ve müzik ile baðlantýsýna dönüyoruz. "Müzik
hayatýmýn sesi ama hayatým deðil." diye devam ediyor. Ancak müziðin
içine girdikçe hayatýnýn müzik olduðunu da ilave ediyor. "Jazz bir
yaþam biçimidir" sözlerime yürekten katýlýyor. Arto'ya göre "her þeyin
baþlangýcý insan olmak". "Önce insan sonra Türk olursun, önce insan
sonra Ermeni." diye ilave ediyor.
"Enstrüman deðil, onun arkasýndaki yaratýcý beyin esastýr." diyor.
"Bak iþte adý üzerinde enstrüman. Ne ifade eder ki tek baþýna; bir
insan onu eline almadýkça". Bu arada yataðýn üzerindeki kavalý
gösteriyor. Kendisine hediye edilen bu kavalý akþam çalýþý aklýma
geliyor. Arto'nun nefesi ile canlanan o kavalý düþünüyorum. Sonra
aklýma konserde Arto'nun sahnede davul niyetine çaldýðý düz masa
geliyor. Haydi, masayý ben de diðer davul heveslileri gibi iyi kötü
çalarým, diye düþünürken Arto sahnede anamýn tenceresine su
doldurup çalýnca pes etmiþtim. Arto o içten gelen sýcaklýðý ile devam
Cazname I- Tunçel Gülsoy
12
ediyor: "Enstrüman ancak bir araçtýr, amaç müzik yapmak ise esas
olan enstrümana hayat ve anlam veren arkasýndaki beyindir. Yoksa,
diyor, ayýya ceket giydirsen gene ayý olarak kalýr." Bir Rus atasözünü
hatýrlýyorum: "sizi ceketinize göre karþýlarlar, bilginize göre aðýrlarlar".
"Zaman insanýn sahip olduðu en kýymetli þeydir" diyor. "Zaman en
modern, en taze þeydir" diye devam ediyor. "Ama zaman ayný
zamanda en hýzlý kaybettiðimiz ve sürekli akýp giden bir þey. Zamaný
yaþamasýný biliyorsan yavaþlatabilirsin, mümkün olan ancak budur.
Ama durdurmak mümkün deðil. Yaþama ise yürekte olmalý. Nasýl ki
beyin cansýz enstrümana hayat verebiliyor ayný þekilde de yaþayan
yürek de beyne ruh veriyor ve anlam kazandýrýyor. Sonuçta insan
yaþamdan kaynaklanan bir yürek, bir beyin ve enstrüman ile birlikte
birikimini dýþa vuran bir varlýk. Hepsi iç içe ve hepsi birbirinden
kaynaklanýyor. Peki bu çarkýn ateþi nereden geliyor. O da insanýn
umudu. "Umut yoksa hiçbir þey yoktur." diyor. Konuþmaya devam
ediyoruz, ben de en az onun kadar konuþuyorum, sanki o benim ile
röportaj yapýyor. Ýþte, diyor, jazz budur, bir sohbet, bir duygu, bir
paylaþým. Ýþte þuracýkta konuþuyoruz, bir hazýrlýk yaptýk mý bunun için,
yapmadýk ama konuþabiliyoruz. "Jazz insanýn içindedir, enstrüman
çalmak ise onun fiziksel olarak bir ifadesidir." (Tabii hayatýmda bu
kadar heveslendiðim halde jazz çalamayacaðýmý düþünürken birden
ben de kýyýsýndan köþesinden jazz'cý olunca çok mutlu oluyorum.
Büyük bir insan bu Arto, Mevlana gibi bir yüreði var, herkese açýk,
herkesi seven ve herkesi yüreklendiren). O konuþuyor ben soluk
almadan dinliyorum. "Jazz, müzik denen ummanda küçücük bir parça,
müzik jazz'dan büyük, týpký insanlýðýn her þeyin üstünde olmasý gibi.
Saygýlý düþünce önemli, karþýsýndakini saygý ve sevgi ile kabul eden
herkes sanatçýdýr. Enstrüman da insan dili gibi sanat için bir araç,
çalmak ve söylemek de insanýn içinde olan sanatýn fiziksel olarak
performansýdýr. Sanatçý olan insan nereden hangi etnik kökenden
olursa olsun anlaþabilir çünkü karþýsýndakine saygý ve sevgi ile
yaklaþýr". Þaþýrýyorum. Karþýmda kendi hayat felsefesini çok güzel
ifade eden bir insan olduðunu görüyorum. Durmuyor, devam ediyor.
"Yön vermek en tehlikeli þeydir. Ben yön göstermem. Herkes kendi
istediði yönü görsün ve gitsin. Bir insana en çok verebileceðiniz þey
sevgi ve saygýdýr. Bir insanýn sizden isteyebileceði en çok þey de
Cazname I- Tunçel Gülsoy
13
saygý, sevgi ve dürüstlükte yardým istemektedir. Kalaný insanýn
kendisinin baþarmasý gereken þeyler".
Ýnsana nelerin yön verebileceðini irdeliyoruz, konu kitaplara ve
okumaya geliyor. Bu konuda da þunlarý söylüyor: "Kitap da müzik gibi
insanýn kendini tanýma ve geliþtirme serüveninde bir araç. Ancak tüm
medya araçlarý gibi kitabýn da arkasýnda kim var tanýmak lazým.
Ýnsanlar medya araçlarýný þahsi komplekslerini ve fikirlerini empoze
etmek için araç olarak kullanabilirler. Yazýlan ve okunan kitaptan insaný
tanýmak mümkündür." Tüm bu fikirleri hangi okulda öðrendiðini merak
ediyorum. Feriköylü bir ayakkabý tamircisi olan babasý bilge bir kiþiliðe
sahipmiþ. Babasý onu okula göndermemiþ ama birgün çocuklarýný
okula göndermesi için kendisine baský yapýlýnca kýzmýþ ve dükkanýn
açýk olan kapýsýný göstererek baðýrmýþ: "Ýþte okul!" Küçük Arto sokaða
bakmýþ ve okulu görememiþ. O an babasýnýn ne kastettiðini anlamýþ,
gerçek okul sokaktýr, gerçek okul sokak ile simgeleþen, yaþanan
hayattýr.
En aðýr þey kendine karþý dürüst olmak, kendi gerçeðini kabul
etmek. Hepimiz insan olarak gerçeklerden, onlarla yüzyüze gelmekten
korkuyoruz. Yanlýþ yapmaktan korkmuyorum, yanlýþlýklar bizim
tecrübelerimizdir ve bizleri diðer insanlara yaklaþtýrýr. Ýnsan ancak
yanlýþlarý ile doðrularý öðrenebiliyor. Ýnsanlar kendileri ile ilgili birçok
þeyi kendileri seçmiyorlar, doðduklarý yer, milliyetleri, dinleri, anneleri,
babalarý. Ama seçebildikleri þeyler de var. Ýnsan dostlarýný seçebilir.
Sahip olduðumuz þeylerin kýymetini bilmek de çok önemli." Bu noktada
kendi geçmiþi ile ilgili bir ip ucu veriyor. "Müzisyenler yaptýklarý iþe
saygý duymadýklarý ve yaptýklarý iþten zevk almadýklarý için Türkiye'den
ayrýldým." Bugün de böyle mi, fazla bir þey söylemek istemiyor. Derken
þimdi yaþadýðý yer olan Amerika hakkýnda konuþuyoruz. "Amerika
bana sabýr, saygý ve insanlarý olduðu gibi kabul etmeyi ve sevmeyi
öðretti. Orada çok mutlu muyum bilemem ama Amerikan topraðý ile
iliþki kurmakta zorlanýyorum, ancak benim kendi problemim. Toprak ile
bütünleþemiyorum ve tabiata inemiyorum. Bizleri ayýran doðduðumuz
yerlerdir. Her insan doðduðu topraðýn karakterini temsil eder.
Doðduðun
topraktan
uzak
olmak
insaný
kýsýtlýyor.
Ýçimdeki
kompleksleri atamýyorum, içinde yetiþtiðim sistemin bana verdiði
Cazname I- Tunçel Gülsoy
14
kalýplarý kýramýyorum. Yoksa Amerika'nýn bana karþý bir önyargýsý yok.
Dünyalýyým, diyebilmek için içindeki kompleksi yenebilmen lazým.
Benim dünyam bütün dünyadýr demeye çalýþýyorum, bu duyguya yakýn
yaþýyorum."
Ne kadar orada yaþasa da Arto'nun köklerinin ve yüreðinin burada
olduðunu hissediyorum. Açýkça söylemese de satýr aralarýndan bu
okunmakta. Konuþmaya devam ediyoruz ve ben yeniden düþünmeye
baþlýyorum. "Farklý olabilmek esas güzelliðimizdir ama farklýlýk güç
olarak kullanýldýkça kötü oluyor. Tek tip olunca kontrol de çok kolay olur
ama esas güzellik farklýlýklarýn armonisinden çýkar. Fasulye ve pirinç
ayrý þeylerdir, çið olarak yan yana yenemezler, ancak piþtikten sonra
tüm dünyanýn fasulyeleri ile güzel bir armoni oluþturur (Türklerin milli
yemeðinin kuru fasulye pilav olmasý herhalde tesadüf deðil).
Milliyetçilik ve din insanýn kalbinde kalmasý gereken þahsi þeyler. Ben
buralýyým ve bu ülkenin insanýyým. Ne kadar uzak yaþasam da
buradan hiç kopmadým. Ermeni olmaktan hep gurur duydum. Ermeni
olduðum için ben ve aðabeyim bir baský ve sýkýntý hissetmedik. Zaten
Onno'nun cenaze töreni de Türkiye'nin onu nasýl baðrýna bastýðýný
gösterdi. Dürüstüz, ismimizi deðiþtirmedik. Onno, Orhan olmadý.
Ayrýlýklarýmýz var ama gittiðimiz yol ayný."
Karþýmda konuþtukça Arto beni bir köþeden alýp bir baþka köþeye
götürüyor. Biraz þaþýrýyorum, biraz düþünüyorum, ama en önemlisi
onun açýklýðý ve sýcaklýðýndan etkileniyorum. Zaman akýp geçiyor, biz
Arto gibi becerikli olup þu söyleþinin zamanýný yavaþlatamýyoruz. Gene
de ona son bir sözü ve ya Türkiye'de yaþayan insanlara bir mesajý olup
olmadýðýný soruyorum. Þöyle diyor: "Kendinize ve birbirinize karþý
dürüst, saygýlý ve sevgi dolu olun. Enerjiniz varsa bunu birþeyleri yok
etmek için harcamayýn. Bakýn bugün en kýymetli þey temiz hava ve
temiz su oldu. Enerjinizi temiz hava ve temiz su için harcayýn. Ýnsanýn
tek gerçek ihtiyacý bunlar. Meselenin tam özüne inerseniz bunun böyle
olduðunu göreceksiniz ve bu dil, din, ýrk, sosyal ve ekonomik sýnýf
ayrýmaksýzýn herkes için aynen geçerli. Yýllar sonra Ýstanbul'a
döndüm, gördüm ki Arnavutköy'den artýk denize giremiyoruz. Çok
üzüldüm. Madem denizleri bu hale getirecektik, o zaman neden bu
vatan için kanýmýzý döktük ki."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
15
Sonunda zaman bitti, odasýna dýþarýdan gelen telefon sesleri
sýklaþtý. Onu diðer insanlarla da paylaþmak gerektiðini üzülerek de
olsa idrak ettim. Kendisi hakkýnda merak ettiðim birtakým baþka þeyleri
sordum ama her þeyi öðrenemedim.
Arto aslan burcu, evli ve iki çocuðu var, karýsý da bir melez.
Amerika'da, New York'da, Manhattan'da yaþýyor. Bu kýsýmda
yaþamanýn her yere kolay ulaþým açýsýndan kolaylýk olduðunu
belirtiyor (Amerikalý olmak ile New Yorklu olmak farklýdýr, bunun için
özellikle belirtiyorum. Farký merak edenler Serdar Turgut'un yazýlarýný
okusunlar, ben onun yazýlarýndan öðrendim). Okulunu, müzik dýþý
hobilerini, sevdiði yazarlarý, tuttuðu takýmý ve daha birçok þeyi
öðrenemedim ama içimden hissettim. Zaten bunlarý öðrenmemin de
pek önemi yok. Ancak Amerika'ya gitmesinde ve bugünkü kültür
birikiminde rahmetli Onno'nun çok büyük bir desteði ve teþviði olmuþ.
Bu çok açýk. Ýlerisi için planlarýnda rahmetli aðabeyi Onno için yapmak
istediði bir CD var. Night Ark grubu ile de Ýstanbul'a gelecek ve Onno
için çalacaklar. Onno Arto'nun içinde hep kalacak olan bir acý ve
özlem. Konserde de söylemiþti "iþler eskisi gibi deðil". Ondan ne
zaman bahsetse sesi kýsýlýyor, durgunlaþýyor.
Bu noktada da gene Sadettin Davran'ýn konser hakkýndaki yazýsýna
sýðýnýyorum. "Her konserin bir tasarýmý vardýr. Parçalarýn seçimi,
sýrasý, takdimi; neredeyse icranýn kendisi kadar önemlidir. Her
konserin bir öyküsü vardýr. Hiçbir konser bir diðerine benzemez, hiçbir
konser baþladýðý gibi bitmez. Her konserin sonunda müzisyenler de
dinleyenler de kendilerini konser öncesinden farklý hissederler. Araya
müzik girmiþtir".
Ýstanbul'daki konser de Marc Johnson'un popüler bestesi "Samurai
Hee Haw" ile baþlamýþtý. Konserin son parçasýnda Arto davulun
üstüne kurunca melodi çalan birkaç oyuncak býraktý ve onlar hala
çalarken sahneyi yavaþça terketti. Marc ve Wolfgang o giderken hala
çalýyorlardý. Arto ise çocuklarýný güzel masallar ve ninniler ile
rahatlatarak uyutan bir anne gibi bizi býraktý ve gitti, ta ki gelecek
Ýstanbul seyahatine kadar.
Ýstanbul'daki söyleþimizde onunla konuþurken de bir baþka konser
yaþamýþ oldum, müzikal deðil ama felsefi. Araya bir þeyler girdi, ikimiz
Cazname I- Tunçel Gülsoy
16
de farklý hissettik. Konuþma bittiði zaman ikimiz de ayný insan deðildik,
deðiþtik.
Bu söyleþiyi yaparken teyp kullanmadým, sözleri tam söylendiði gibi
yazamamýþ olabilirim, yanlýþ anladýklarým veya yazdýklarým olmuþtur,
doðru anladýklarým da... Zaten Mevlana'nýn dediði gibi "ne kadar
söylersen söyle, karþýndakinin anlayabildiði kadardýr söylediklerin".
Ben de umarým Arto'yu doðru anlayabilmiþimdir. Zaten amacým da
Arto denen bu dünyadan sizlere empresyonist bir rüzgar estirebilmekti.
17
AÞKIN ARSUNAN VE ETHNO KARMA PROJECT
Bazen insan aðaçlara bakarken ormaný göremez, derler. Bu söz
detaylara bakarken bütünü gözden kaçýran insanlar için söylenir. Ama
bir gün benim için bunun tersi de oldu. Ormana bakarken aðaçlarý
göremediðimi fark ettim.
Ýstanbul Caz Festivali için bastýrýlmýþ olan küçük bir broþürde þöyle
yazýyordu:
"Aþkýn Arsunan son zamanlarda caz sahnemizde adýndan sýkça
söz edilen bir piyanist/besteci. Ethno-Karma Project'in müziði, modern
jazz ile doðunun etnik ögelerinin ustaca harmanlanmýþ coþkulu bir
sentezi."
Sonra Aþkýn ile beraber çalan müzisyenlerden bahsedilmiþ. Biletler
sekiz milyon lira ama indirimli tarife de var. Küçücük bir fotoðraf, dokuz
gülümseyen müzisyen, sevgili kardeþim Þenova Ülker Aþkýn'ýn
arkasýndan trompetini havaya kaldýrmýþ. Yabancý bir göz baksa
hangisinin bu projenin yaratýcýsý olduðunu bile fark etmez.
Cümleyi tekrar okudum. Adýndan sýkça söz edilen piyanist besteci,
coþkulu sentez falan filan. Peki ne dersiniz, bu coþkulu sentez durup
duruken gökten mi indi?
"Günün birinde jazz müziðinde bir milyon dolar yapmak isterseniz
önce iki milyon dolarla baþlamanýz gerekir."
Aþkýn Ersunan ile konuþmamýz bana söylediði bu cümle ile baþladý.
Üstelik içinde bulunduðumuz ev de insana böyle bir baþlangýç yapmýþ
olduðu havasýný veriyordu ama konuþmamýz bittiðinde farklý
düþünecektim.
"46 yaþýndayým. 1972'de Türkiye'den ayrýldým ve yeni döndüm.
Uzun yýllar yurt dýþýnda bulundum.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
18
Tüm ailem müzisyen. Dayým ve amcam saksofoncu. Babam
trompet, piyano ve kontrbas çalýyor. Ablam Amerikada oturuyor, o da
piyano öðretmeni. Aðabeyim tromboncu. Ailemde herkes müzikle ilgili.
Çocukluðumuzda evimizde çok ilginç bir kültür sentezi vardý.
Babam jazz çalardý. Ablam klasik müzik ile ilgilenirdi. Aðabeyim rock
and roll'cuydu, annem ise Türk Klasik Sanat Müziði ile ilgilenirdi. Ben
herkesin ayný anda prova yaptýðý böyle bir evde büyüdüm. Ben de beþ
yaþýmdan itibaren hep bir þeyler çalardým. Piyano öðrenimine evde
baþladým. Ankara Devlet Konservatuarý'nda okudum ama okulu
bitirmeden ayrýldým. Erol Erdinç dönem arkadaþýmdý.
Sonra yurt dýþýnda gidecek okul aradým. Bir yandan da piyasada
çalýþmaya baþlamýþtým. Ýlhan Feyman Klüp'te çalýþtým. Zamanla
günde üç ayrý yerde çalýþmaya baþladým. Gündüzleri matinelerde,
geceleri düðün salonlarýnda çalýþýyordum ve gece yarýsýndan sonra da
pavyonlarda çalýþarak günü bitirirdim."
Ama bir gün gelmiþ ve Aþkýn yurt dýþýna gitmiþ. Bu yýllarda
birbirinden ilginç deneyimleri olmuþ. Almanya'da müzik öðrenimi
göreceði bir konservatuar arayýþý, Turan Eteke Orkestrasý'na katýlýþý,
Ýsveç'e yerleþmesi, burada Flamingo adlý bir grupla çalýþmasý ve
onlarla beraber altýn plak alýþý, hepsini dün yaþanmýþçasýna heyecanlý
bir þekilde anlattý. Ama bana göre en önemli þey onun çalýþtýðý süreler
boyunca her zaman müzik öðrenimine büyük bir ciddiyetle devam
etmesi ve bundan gurur duymasý:
"Ýsveç'in önemli bir müzik okulu olan Semus'a devam ettim ve ileri
piyano dersleri aldým. Hocam Carl Axel Hall hem klasik hem de jazz
müziði konusunda iyi bir müzisyendi. Dünya þekeri bir insandý. Bir
sene öðrencisi oldum. Klasik piyanoyu ve Debussy'i o bana sevdirdi."
Aþkýnýn hayatýnýn bundan sonraki bölümünde kendi kurmuþ olduðu
jazz fusion grubu Illusion, Ýsveçli þarkýcý Lil Babs'a ve Birleþmiþ
Milletler kültür büyükelçisi Aria Sayoma'ya eþlik ettiði konserler var.
Ama bir gün aldýðý bir davet yaþamýný deðiþtiriverir.
"Bir gün rahmetli Erol Pekcan beni aradý ve Türkiye'de bir jazz
klübünde çalmamý istedi. Ben on beþ yýldan beri Türkiye'den uzaktým.
Arada sýrada tatil için geliyordum ama kesin dönüþ yapmamýþtým.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
19
Telefonu kapattýktan sonra içimde Türkiye'nin çanlarýný duymaya
baþladým. Geldim ve Yeniköy Bilsak'ta çalmaya baþladým. Bu arada
kendim de bir orkestra kurdum ve jazz çalmaya baþladýk. Levent
Yüksel, Sertap Erener, Fatih Erkoç. Bu þekilde 1990'lara geldik. TRT
müzikleri, TV Show'lar, Sezen Aksu, ve daha bir yýðýn pop müzisyeni
ile birlikte çalýþtým."
Ama Aþkýn için yurt dýþý yaþantý henüz bitmemiþtir. Arada bir müzik
çalýþmalarý için Amerika'ya da gidip gelmektedir. Sonunda temelli
olarak oraya yerleþmeye karar verir ve 1991'de bunu gerçekleþtirir.
Amerika'da da onu yoðun bir müzik yaþamý beklemektedir. Film
müzikleri, dökümanterler, kayýt stüdyolarý, gece klüpleri derken bu
sefer de baþka bir ünlü þarkýcý olan Perry Austin ile yollarý kesiþir.
Beraberce güzel çalýþmalar gerçekleþtiriler ama gün gelir bir kere
daha doðduðu yere dönecektir.
"Türkiye'ye 1996'da döndüm. Rahmetli Onno Tunç ile ortaklýk
yaptým. Bazý prodüksyonlar yaptým. Zuhal Olcay ile yapmýþ olduðumuz
çalýþmayý çok beðenirim.
Sezen Aksu ile çalýþtým. Manhattan'ýn telefon bölge kodu olan 0212
adlý bir müzik grubu kurdum. Þenova Ülker, Levent Altýndað, Aycan
Teztel, Volkan Öktem. Backstage'de çalýþtýk. Grafiðimiz yavaþ yavaþ
yükseldi. Önce jazz ile açýyor ve standartlar çalýyorduk, sonra Latin'e,
Fusion' a geçiyorduk."
Ben Aþkýn'ý iþte bu çalýþmalar sýrasýnda tanýmýþtým. 0212 gerçekten
çok iyi bir gruptu ama çalýþtýklarý klüp ile anlaþamadýlar ve daðýldýlar.
Ama Aþkýn için bu yeni arayýþlarýn bir baþlangýcý oldu. Bu noktada
bana ülkemiz hakkýndaki düþüncelerini anlattý:
"Uzun yýllar ayrý kaldýðým Türkiye'yi çok özlemiþtim. Yurt dýþýnda
yaþamak ne olursa olsun çok zor. O ülkenin dilini çok iyi konuþsanýz
bile insanlar farklý, kültürleri farklý. Ben yurt dýþýnda her zaman
yaþadýðým ülkenin A Takýmý müzisyenleri ile çalýþtým. Bu insanlardan
çok önemli bir þey öðrendim: paylaþmayý.
Bana göre insan baþkalarý ile paylaþmak ve onlara haz verebilmek
için müzik yapmalý. Paylaþmadan müzik olmuyor."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
20
Bana göre bugün Türk Pop müziði denilen müziklerden zehirlenmiþ
genç bir nesil var. Doktor önce onlara bir sakinleþtirici vermeli ki
rahatlasýnlar. Sonra gerçek müziði dinlemeye baþlasýnlar.
Türkiyede jazz müziði dinletebilmek için yanýna bir rahatlatýcý
koymak lazým. Kültür olarak jazz müziðine uygun bir "background"
umuz yok. Biz tek sesli müzikle yetiþmiþ bir milletiz. Ýnsanlar ile
buluþabileceðiniz bir platform lazým."
Ýþte bu platformda buluþma kavramý Aþkýn Arsunan'ýn yeni
projesinin temelini oluþturuyor.
"1998'de sadece ticari müzik yapan kiþiliðimden sýyrýlarak derin bir
öz eleþtiri yapmaya baþladým. Yirmi beþ yýl kadar gerilere gittim, o
zamandan beri neler yaptýðýmý tarttým ve sonra müziðe yeni bir bakýþ
açýsý ile dönmeye karar verdim. Tekrar piyano çalýþmaya baþladým.
Ama bir de yaþamýn varolma çizgisi var. Ailenizi geçindirmeniz
gerekiyor ve bunun için de para kazanmanýz lazým.
Müzik ve var olma çizgisinin doðru bir þekilde dengeleneceði bir
proje düþünmüþtüm.
Bu arada yýllardýr beraber olduðum arkadaþlarým Levent Altýndað
ve Aycan Teztel'in desteði ve ýsrarý ile tüm düþüncelerimi harmanlayan
Etno Karma projesini hazýrlamaya baþladým.
Ýstanbul Jazz Festivali yöneticisi Görgün Taner ile buluþup projemi
açtým, o da enteresan buldu ve festival sýrasýnda bir konser verdik.
Sahnede on kiþi oluyoruz. Levent Altýndað tenor ve soprano
saksofon ve Aycan Teztel tuþlu çalgýlar ve trombon çalýyorlar. Þenova
Ülker ve Halil Ýbrahim onlara trompetleri ile katýlýyorlar. Eylem Pelit
bas, Sýtký Sýrtlanoðlu ise gitar da bize katýlýyorlar. Bir de etnik
enstrumanlarýmýz var. Bunlardan ilki Ertan Tetik'in duduk'u. Mehmet
Akatay, Hamdi Akatay ve Cengiz Ercümer etnik perküsyon grubunu
oluþturuyorlar.
Kavramýmýz "Doðu Jazz"ý yapabilmek. Bakýn Kuzey Avrupa
ülkelerinde "Nordik Jazz" diye kabul edilen bir jazz var. "Amerikan
Jazz"ý da var, peki o zaman niye Ýstanbul gibi doðu ile batýnýn
buluþtuðu bir yerde Doðu Jazz'ý diye bir þey olmasýn ki.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
21
Tabii bu çok zor bir iþ. Aslýnda biz þanslýyýz. Türkiye'de yaþayan
insanlar olarak hem doðuyu hem de batýyý hissedebiliyoruz. Ýkisi de
içimize iþlemiþ. Ama bu þans ayný zamanda iþimizi zorlaþtýrýyor çünkü
bu ikisi arasýnda bir denge oluþturmak çok zor. Ýlk önce enteresan bir
tat yaratacaksýn, sonra da hem doðu kültürünün, hem de batý
kültürünün insaný bu tadý ayný keyfiyle yiyebilecek. Ayrýca böyle bir
sentezde ne doðu, ne de batý birbirinden bir þeyler çalmýþ olacak.
Ben Avrupa'da ve Amerika'da insanlarý nasýl mutlu edebileceðimi
biliyorum ama Türkiye'de bunu baþarabilmek çok zor. Baþka ülkelerde
müzikte üç boyut varsa burada dokuz boyut var.
Bir kere Türkiye'de her þeye raðmen uluslararasý bir jazz kültürü
var, baþlangýç noktasý bu. Sonra bunun üzerine Anadolu'da asýrlardýr
birikmiþ olan derin doðu kültürünü katacaksýn. Ortaya çýkan tüm
boyutlarý hiçbirini ayýrmadan ayný özenle besleyeceksin, yoksa hemen
ölürler. Böyle bir yaklaþým tabii ki ilk defa denenmiþ olmuyor biliyorum.
Ama þimdiye kadar yapýlmýþ olan deneylerden de iyi netice alýndýðýný
düþünmüyorum."
Ýþte bu noktada tüm jazz müzisyenlerine sorulan ama onlarýn
yanýtlamayý asla sevmedikleri soruya sýra geliyor.
Peki jazz nedir ?
Aþkýn da bu konuda bir istisna deðil. Uzun uzun düþündükten sonra
bana düþüncelerini aktardý:
"Jazz þey be aðabey… Kalbinin içi, yaþadýðýn her þey, sevinç,
zulüm, etrafýmýzda olan tüm þeyler, tüm bunlarýn ifadesi, anlatýmý, bir
dil, kelime kullanýlmayan bir dil ve her þeyden önemlisi jazz
özgürlüktür…
Ethno Karma Band siz bu satýrlarý okuduðunuzda büyük bir
ihtimalle stüdyo kayýtlarýný bitirmiþ ve albüm çalýþmalarýna baþlamýþ
olacak.
Aþkýn Arsunan'ýn Ethno Karma Band'ýn dýþýnda da ilginç çalýþmalarý
var. Amerika'da baþlamýþ olduðu senfonik müzik çalýþmalarýna
Türkiye'de devam etmek istiyor.
Bir baþka projesi de bazý jazz standartlarýný kendi hissettiði þekilde
yeniden düzenleyerek çalmak. Bu bir trio çalýþmasý olacak ve
Cazname I- Tunçel Gülsoy
22
seslendirilecek parçalar arasýnda "Take Five", "Autumn Leaves" ve
"Bridge Over Troubled Water" da var.
Aþkýn kendi çalýþmalarýnýn temel anlayýþýný da þu sözlerle ifade
ediyor:
"Kimseye
benzememeye,
kimseden
kopya
çekmemeye
çalýþýyorum. Yirmi dört saat müzik ile yaþýyorum.
Benim için hayattaki her ses bir müziktir. Aslýnda doðada her þey
var. Yazdýðýmýz müzikler de doðada var, ve biz doðada zaten var olaný
yeniden yazýyoruz.
Bir kýrk altý yýl daha yaþayabilir miyim bilmiyorum, artýk zamanýmýz
azalýyor, insanlara daha hýzlý eriþmek istiyorum. Bu yüzden daha
avant- garde olabileceðim halde olmadým.
Yaþam felsefem herkese çok saygý, herkese çok sevgi olarak ifade
edilebilir.
Ancak þunun da farkýndayým: Türk müzisyenlerinin birbirleri ile
sýkýntýlarý var. Her biri çok özel ve duygulu kiþiler, ama herkes çok
sýkýntýlý. Ben bu konuda bazý olumlu þeyler yapýlabileceðine
inanýyorum. Ýnsanlar arasýnda kurulmasý gereken daha bir çok köprü
var. Ýnsanlarý ortak projeler çevresinde toplamaya çalýþýyorum.
Ýleride iyi müzik yapan bir müzisyen, iyi bir arkadaþ, ve dostluðu iyi
paylaþan bir insan olarak hatýrlanmak isterim."
Ýstanbul Caz Festivali için bastýrýlmýþ olan küçük broþürün bir
kopyasýný Aþkýn Arsunan'ýn evinin zemin katýndaki stüdyosunda da
gördüm ve tekrar okudum:
"Aþkýn Arsunan son zamanlarda caz sahnemizde adýndan sýkça
söz edilen bir piyanist/besteci. Ethno-Karma Project'in müziði, modern
jazz ile doðunun etnik ögelerinin ustaca harmanlanmýþ coþkulu bir
sentezi."
Demek ki coþkulu sentez gökten inmemiþti.
Konuþmamýz bittiðinde biraz da olsa artýk ormanýn içerisinden
aðaçlarý ayýrabildiðimi fark ediyordum. Sýra benim iki milyon dolar
bulmama kaldý.
23
"BÝR BAÞKADIR BENÝM ÖYKÜM"
AYTEN ALPMAN ÝLE GEÇMÝÞE BÝR YOLCULUK
Gün olur bir þarký onu yaratanýn öngördüðü boyutlarýn ötesinde
anlamlar yüklenir, sýnýrlarýný aþar ve çok büyük insan kitlelerinin
duygularýný düþüncelerini ve umutlarýný otelere taþýr. Lili Marlene iþte
böyle bir þarkýdýr, Ýkinci Dünya Savaþý'nda cephenin her iki
yakasýndaki insanlarý dost olsun düþman olsun bir duyguda
birleþtirmiþtir.
Sizlere böyle bir þarkýdan ve onun arkasýndaki kadýndan
bahsedeceðim, bir þarkýcý, bir anne, bir sevgili, bir dünya vatandaþý ve
her þeyden önce bir insan.
Yýl 1974, Türk ordusu Kýbrýs'a çýkmaya hazýrlanýyor, seferberlik var,
tüm askerler bu hedefe kilitlenmiþ. Kýbrýs açýklarýnda bir Türk
denizaltýsý denizin sessiz ve derin beklemektedir. Denizaltý dediðin bir
ufacýk mekan, içinde ancak alýþkýn olan yaþayabilir, herkes birbirine
yakýndýr orada, hatta askeri hiyerarþi bile yok olur bu mekanda. Tam o
sýrada üstlerinde bir Yunan denizaltýsý olduðunu fark ederler. Deniz
tüm sesleri mükemmelen taþýr, en ufak bir ses düþmanýn Türk
denizaltýsýný fark etmesi demektir. Büyük bir sessizlik içinde gergin bir
bekleyiþ baþlar. O an ölüm ile yaþam arasýndaki çizginin en ince
olduðu yerdir. Askerler birbirleri ile sessizce helalleþmektedirler.
Denizaltýnýn telsizi açýktýr, merkezden emir beklemektedirler. Ama o an
baþka bir þey olur, telsizden bir kadýn sesi duyulur, güzel ve derin bir
ses, kelimeler ölüm sessizliðini bozar: "Bir baþkadýr benim
memleketim." Ölüm ile yaþam arasýndaki ince çizgide bekleyen
askerler bir anda duygulanýrlar, vatanlarýndan gelen bu güzel ses
onlarý coþturur, herkes aðlamaya baþlar. Ölümün yanýbaþýnda yaþam
yeniden güçlenir. Ýþte o sýrada gemi komutaný içinden bir yemin eder.
"Eðer günün birinde bu badireden sað dönersek su þarkýyý söyleyen
Cazname I- Tunçel Gülsoy
24
kadýný mutlaka bulacaðým ve ellerinden öpeceðim." Kader ileride o
duygularý derinden hisseden Amiral Kolbuken'in bu arzusunu
gerçekleþtirecektir.
Hemen hemen ayný zamanlarda evine dönmekte olan bir yorgun
þarkýcý apartmanýn alt katýndaki komþusunun açýk olan televizyondan
þarký söyleyen kendi sesini duyar, þaþýrýr, yukarý çýkar ve hemen kendi
televizyonunu açar. Duyduðu doðrudur ama esas þaþýrtýcý olan
gördüðüdür. O þarký söylerken arka planda Jet uçaklarý uçmakta,
tanklar geçmekte ve askerler gözükmektedir, bir an þarkýnýn sözlerini
tekrarlar: "Bir baþkadýr benim memleketim". Bir an için savaþýn
eþiðindeki gencecik askerlerin yanýnda olmak ister. Kader ileride bu
duygularý hisseden Ayten Alpman'in bu arzusunu gerçekleþtirecektir.
Yýllarýn jazz þarkýcýsý hiç beklemediði bir anda hiç beklemediði bir
þekilde savaþa girmiþ olan bir ülkeyi tek bir þarkýda ama jazz olmayan
bir þarkýda birleþtirmiþtir, ne tuhaf bir kaderdir bu.
Aslýnda "Memleketim" þarkýsýnýn öyküsünün baþlangýcý hiç de ilginç
deðildir. Her þey Þerif Yüzbaþýoðlu'nun ona bir Mirelle Mathieu
parçasýndan bahsetmesi ile geliþir. "Tam senlik bir parça Ayten, Fikret
Þenses de güzel Türkçe sözler yazdý, mutlaka okumalýsýn." O güne
kadar jazz olsun hafif müzik olsun þarkýlarýnda hep aþk ve duygularý
dile getiren Ayten'e memleket temalý bir þarký çok ters gelir.
Arkadaþlarýnýn zoru ile yarým saatte stüdyoda kayýt yaparlar. Daha
sonra o zamanlar çalýþtýklarý Carlton otelinde bu parçayý da
repertuarlarýna alýrlar ama kimsenin ilgisini çekmez. Derken 1974
yýlýnýn temmuz ayýndaki o unutulmaz günler gelir ve "Memleketim" bir
hit olur. Sonrasý ise artýk bir tarihtir. Tüm askeri birlikler teker teker
Ayten Alpman'i çaðýrmýya baþlarlar. Bir gün pýr pýr bir nakliye uçaðý ile
Kýbrýs'a götürülür, Girne kalesinin içinde ters çevrilmiþ bir portakal
sandýðýnýn üstünde mikrofonsuz olarak savaþ gazisi askerlere þarký
söyler, herkes aðlamaktadýr. Sonra Gölcük'teki denizaltý filosunu
ziyaret eder, artýk her gittiði askeri birlikte teftiþe gelmiþ bir general gibi
karþýlanmaktadýr. Bu geziler uzun zaman sürer, ayrýca binlerce mektup
alýr, bu þarkýyý çok defalar söyler ve insanlar hep beraber aðlarlar.
Kendi tabiri ile hiç kimseye nasip olmayan bir askerlik yapar Ayten
Alpman.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
25
Ben kendimi bildim bileli Ayten Alpman oldu hayatýmda, onun ile
konuþmaya giderken içimde tuhaf duygular vardý. Gerçek denen þey
görecelidir, zamana ve mekana göre deðiþir ve bazen gerçek ile hayal
öylesine birbirlerine karýþýrlar ki hangisi nerede baþlar hangisi nerede
biter anlayamazsýnýz; ta ki hayalden kopup sadece gerçek ile karþý
karþýya kalýncaya kadar. Ayten Alpman, hatýralarýmda ve hayallerimde
yarattýðým ikon ve ben onunla gerçekten tanýþmaya gidiyorum.
Kapýsýný çalmadan önce karþýlaþtýðým bir beye hangi katta
oturduðunu sordum. "Doktor musunuz?" diye sordu. Yüreðim aðzýma
geldi, "hayýr" dedim, "Niye sordunuz?" Biraz rahatsýzdý, çantanýza
baktým, doktor sandým, dedi. Sonunda kapýsýný çaldým ve endiþe ile
bekledim. O kýsacýk an çok uzun geçti ama kapý da açýldý. Ýþte
karþýmda idi, önce o þaþýrdý, niye geldiðimi unutmuþtu, bir an
bozuldum ama çabucak randevumuzu hatýrladý ve beni içeri davet etti.
Artýk ikondan gerçeðe dönüþün hikayesini yazabilirdim.
Ona kendisini yeni nesil jazz sevenlere tanýtmak için geldiðimi
söyledim, biraz dudak büktü, yeni nesil jazz dinliyor mu diye sordu.
Aslýnda sorusunun içinde kendi cevabý da vardý ama hemen ona
gerçek olan cevabý verdim, evet, çok deðil ama çok meraklý ve güzel
bir genç jazz dinleyicisi de var. Ýnanmýþ göründü. Kendisi çay içiyordu
bana da ikram etti.
Davetsiz misafirlik zordur ama þükür ki çayýn da etkisi ile
heyecaným yatýþtý ve kýsa zamanda beklenen misafir statüsüne
geçebildim. Yavaþ yavaþ etrafýmý gözlemeye baþladým. Önce iki
sevimli kedi dikkatimi çekti. Bir tanesi tek göz idi, adýný sordum.
"Sürahi" dedi, þaþýrdým, hani televizyondaki "Sürahi haným var ya iþte
onun gibi" diye açýkladý. Sonra kedilerin ve onun arkasýndaki hayvan
sevgisine girdik. Önce bana 13 yýl büyütüp baktýktan sonra kaybettiði
kurt köpeðinin fotoðrafýný gösterdi. Onun acýsý ile bir daha köpek sahibi
olmamaya yemin etmiþ. Ama zamanla fark etmiþ ki tüm mahalllenin
bakýmsýz ve terk edilmiþ kedilerine sokakta kendisi bakýyor. "Ben
onlarý seçmem, kediler beni seçer" dedi. Derken iki gözü hasta olan
Sürahi hayatýna girmiþ, tedavisini yaptýrmýþ ve bir tanecik de olsa
gözünü kurtarmýþ, sonra sokakta dayak yiyen bir baþka kedi evin
misafiri olmuþ. Onun henüz ismi yok, "Belki yazýmý beðenirse benim
Cazname I- Tunçel Gülsoy
26
adýmý verir" diye düþündüm. O an aklýma gelen eski bir kiþilik testini
ona uyguladým ve "Hangi hayvan olmak istersiniz?" diye sordum. Hiç
düþünmeden "kuþ" dedi, "Neden?" dedim ve cevap verdi: "Kuþlar
hürdür,
sonsuz
hürriyetleri
vardýr,
güzel
sesler
çýkartýrlar,
karamsarlýklarý iyimserliklere çevirebilirler, güzel yaþar kuþlar." Bu
testte cevap veren kiþi aslýnda kendini anlatýr ve çoðu zaman test
doðru çýkmýþtýr.
Karþýmda duran insan hürriyetine düþkün ve þarkýlarý ile
karamsarlýklarý yok eden bir insandý: Ayten Alpman, küçük ve özgürlük
düþkünü kuþ.
Kuþ deyince evinin önündeki balkon dikkatimi çekti. Burasý oldukça
geniþti.
"Sabahlarý kuþlarým beni görmeye gelir. Ama her kuþ ayný deðildir.
Bak en beðendiðim kuþ karga. Karga akýllý olur, güvercin ve serçeler
kendilerine verilen ekmekleri sadece gagalarý ile kapmaya çalýþýrken
düþürürler, ama karga önce ayaðý ile lokmasýný sabitler, insanlar gibi
kuþlar da bir deðil iþte."
Kimdir Ayten Alpman? Müzik onun için nedir, jazz nedir? Sordum
doðrudan; o cevapladý:
"Son long play'imi on beþ yýl önce çýkartmýþtým. Çok oldu ki albüm
yapmadým. 65 yaþýndayým, son beþ yýldýr konser hariç hiç þarký
söylemedim. Tüm yaþamým müzikle iç içe geçti ama ben de kim
olduðuma karar veremedim, niye bu dünyaya geldim, ne yapýyorum
hala tam bilemiyorum.
Müzik nedir, diye soruyorsunuz, bakýn bunun cevabý zor, müzik
insanýn yasamý, hayatý, her þeyidir. Müziksiz bir hayat olmaz, mutsuz
da mutlu da müzik dinlerim. Yemek içmek ne ise müzik de o iþte,
bitmeyecek bir ihtiyaç, yaþamýn sürmesi için gereken bir þey.
Bak þimdi de jazz nedir, diye soruyorsunuz, jazz benim kýrk senemi
verip de hala anlayamadýðým bir müziktir. Bakýn insanlarýn beni aptal
sanmasýný istemiyorum, ama jazz'i sökmek ve içine girebilmek
gerçekten zordur. Dinlerken bir þeyler anlarsýn ama çalan ile
konusunca bambaþka þeyler sana söyleyebilir, jazz'in öykülerini
anlamak zordur."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
27
Bu sözler üzerine sehpadaki tabakta duran üç kandil simdinden
birini derhal kaptým, bir bardak çay daha ister misiniz, diye sordu,
konuþmaya devam ettik.
"Mainstream jazz seviyorum, hani þu herkesin bildiði jazz'ý. Jazz'ýn
tüm babalarýný dinledim. Duke Ellington, Miles Davis, Thelonious
Monk, Dizzy Gillispie, Quincy Jones ve en önemlisi Ella'yý dinledim.
Ella'nin benim için ayrý bir yeri vardýr. O benim ilk dinlediðim jazz
þarkýcýsý idi. 11 yaþýndaydým ve "Tisket a Tasket"i dinledim. O
zamanlar Türkiye'de LP falan yok, bir akrabamýz yurtdýþýndan bize
hediye getirmiþti, yüzlerce defa dinledim. Yýllar sonra bir gün
Ýsveç'teydim. Bir gün çaldýðýmýz klübe geldi. Ýsmet (Sýral) Ella geliyor,
hemen Misty'i söyle, dedi. Aklýnca hava atacak. Aslýnda ben Misty'i
çok güzel söylerdim ama hiç Ella'nin yanýnda olur mu? Reddettim ve
Besame Moucho'yu söylemeye baþladým. Ella, topraðý bol olsun tam
karþýmdaki masaya oturmaz mý? Bana bakýyor. Heyecandan
öleceðim, ne söylüyorum nasýl söylüyorum hatýrlamýyorum bile. Þarký
bitti, Ella yanýma geldi: "You are a good girl!" dedi, heyecaným
geçmiþti. Ýnsanlar büyüdükçe ruhen mütevazileþiyorlar. Büyük Ella
gencecik bir meslektaþýnýn gönlünü alacak kadar alçakgönüllü idi.
Sonra biz onu dinlemeye Stockholm'e gittik, Ýsmet imzalatmak için bir
LP'sini almýþtý. Konserden sonra yanina varmak için kalabalýðýn
içerisinde bocalarken bizi uzaktan fark etti ve hemen yanýna çaðýrdý.
Ýsmet'in imzasýný attýktan sonra bize dönüp: "Yarýn bana Stockholm'u
gezdirir misiniz?" diye sordu. Büyük insandý Ella.
Duke Ellington çok yakýþýklý idi, onu çok beðenirdim. Bir gün onun
orkestrasýnda sýçan gibi bir herif gördüm; güzelim Duke'e hiç
yakýþmýyordu. Derken herif keman çalmaya baþlamaz mý? Ýlk defa
jazz'da keman çalýndýðýný iþitiyordum, o zaman adýný merak ettim, Ray
Nance dediler. Sonra onun kim olduðunu anladým.
Monk'u hep kocaman elleri ile hatýrlarým. Bir keresinde triosu ile
Ýsveç'e gelmisti, Maffy Falay onun ile çalmak için trompetini kaparak
Stockholm'e koþtu, biz de peþinden gittik, beraber çaldýklarý yeri
bulduk, içeriden piyano sesi geliyordu, sessizce kapýyý araladým ve o
kocaman bir çift eli gördum, bir de kalpaðýný hatýrlýyorum. Sonra Maffy
ile jam session yaptýlar."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
28
Gözlerine baktým, yavaþ yavaþ anýlarýna doðru yol aldýðýný
hissettim, aslinda soru bile sormama gerek yoktu, o anlattý ve ben
sessizce onu dinlemeye devam ettim.
"Yeþilköy'de doðdum, annem dünyanýn en güzel kadýný idi, kýzýl
saçlarý vardý, babamdan ben üç yaþýnda iken ayrýldý, ben annem ile
büyüdüm, babamý çok az hatýrlarým. Bir gün Niþantaþý Kýz Lisesi'nde
okurken beni görmeye gelmiþti, korkudan yanýna çýkamadým.
Herhalde annemin onu kötülemesinden korktum. Annem dedemin
doktoru ile evlendi, çok büyük bir evde kalabalýk bir aile olarak
yaþardýk.
Orta okulu Erenköy Kýz Lisesi'nde bitirdim, leyli olmaktan sýkýldým
ve bir yýl da Niþantaþý Kýz Lisesi'nde okudum. Sonra tekrar Erenköy
Kýz Lisesi'ne döndüm ama kendisine çok yakýnlýk gösterdiðim bir kýz
arkadaþýmýn iftirasý yüzünden okuldan uzaklaþtýrýldým. Hayatým
boyunca hep zayýf olanlara, hastalara, özürlülere karsý içimde bir zaaf
oldu ama bana da böyle bir arkadaþým ihanet etti, hiç kaçmadýðým
halde okuldan kaçtýðýmý söyledi. Disiplin kuruluna verildim ve ceza
olarak simsiyah uzun saçlarým bir tarafýndan kesildi. Üvey babam: "Bir
yýl okula gitme evde otur sonra tekrar devam edersin." dedi, ama
kýsmet iþte o kýþ okulum yandý ve ben bir daha asla o okula
dönemedim."
Bu sözleri söylerken gözleri boþluða takýldý, o okula bir daha
gidememenin yüreðinde bir yara olarak kaldýðýný hissettim. Bana bir
çay daha doldurdu. Sürahi ayaðýnýn dibine kývrýldý ve devam ettik.
"Üvey babam Malatya belediye baþkaný olunca annem onun ile gitti,
ben de gittim ama dayanamadým ve üç ay içinde döndüm, bana
anneannem baktý.
Hýrant Lusikyan bir zamanlar Yeþilköy Çýnar'da çalardý, biz bisikletle
onu dinlemeye giderdik, Hýrant o zamanlarýn çok mühim adamý idi,
hepimiz bayýlýrdýk çalýþýna. Bir gün bana sordu; "Sen niye þarký
söylemiyorsun?". Ben o zamanlar Judy Garland'ýn þarkýlarýný
söylerdim. "Sesin güzel, ders almalýsýn, istersen ben sana ders
vereyim." dedi. Hýrant bana jazz'cý olabileceðimi ilk hissetiren kiþidir.
Beni Cüneyt Sermet ile tanýþtýrdý, Cüneyt de beni yetenekli buldu. O da
Cazname I- Tunçel Gülsoy
29
beni Arif Mardin ile tanýþtýrdý. Arif Mardin ve Cüneyt çok iyi
arkadaþtýlar, ikisi de Sarýyer'de otururlardý. Bana jazz plaklarý verdiler,
eðer jazz'cý olmak istiyorsan çok dinlemelisin, dediler. Dinleyip dinleyip
tekrar onlara gittim, þarkýlarýmý dinlediler. Ýkisi birden bana Sevinç
Tevs'i örnek gösterdiler. O yýllar jazz'ýn ilk tadýna vardýðým seneler
oldu, 1945-1946 yýllarý. Ella'dan sonra June Christie'yi çok beðendim
ve taklit ettim. Ayný onun gibi oldum. Onun söylediði "It Had To Be You"
parçasýný söylerdim, sonra onun havasýndan kurtulmam gerektiðini
anladým. June beyazdý, zaten bir beyaz ne kadar jazz söyleyebilir ki."
Bu sözlerinde kesin bir önyargý hissettim, deðiþik düþündüðümü
belirtmek istedim ama o artýk beni duyacak vaziyette deðildi, geçmiþini
yaþamaya devam ederek gene anlattý.
"Ýlham Gencer'i çok eskiden beri tanýrdým. Bana "esmerim" der
akordeon ile serenatlar yapardý. Ýlk evliliðimi 19 yaþýnda onunla
yaptým. Ýlham 23 yaþýnda idi. Yedi buçuk yýl evli kaldýk ve çok piþman
oldum. Ýki çocuðumuz oldu. Sonra boþandýk. Hemen arkasýndan Ýsmet
Sýral ile Ýsveç'e gittik. Orada jazz tutkum tekrar depreþti. Bir gün Miles
Davis'in "I Remember Clifford" unu dinledim ve tabiri caiz ise delirdim.
Bir kursa yazýldým ve þarký söylemeyi teknik olarak öðrendim. Artýk
gýrtlak yerine karýn boþluðumu kullanabiliyordum. Bir yandan
durmadan Ýsveç'teki jazz'cýlarý dinledim. Bir Lars Gluin vardý, onu çok
beðenirdim, sonra eroinden öldü. Duke Ellington, Dizzy Gillespie falan
derken gýrtlaðýma kadar jazz'ýn içine girdim. Üç yýl böyle geçti, derken
Türkiye'ye dönme vaktim geldi. Kendimi jazz'ý öðrenmiþ ve dönüþünde
Ýstanbul'u yýkacakmýþ gibi hissediyordum. Dönüþümde Erdem Buri'nin
iþlettiði "Çayhane" adlý klübe gittik. Tülay German'ý dinleyeceðiz.
Sanýyorum ki Tülay benim olmadýðým o üç yýlda çok geliþti. Tülay çýktý,
arkasýnda sazlar filan var, derken bir söylemeye baþladý, türkü gibi bir
þeyler söylüyor. Anlayamadým, þaþýrdým, þoke oldum. Beni oraya
getiren Ýsmet'e sordum "ne oluyor" diye, cevap verdi: "Buna aranjman
derler, þimdi artýk bu müzik yapýlýyor, Türkiye'ye hoþ geldin." Sene
1965 idi, çok hayal kýrýklýðýna uðramýþtým.
Daha sonra Ihlamur'da Amerikan hastahenesinin arkasýnda bir
klüpte söyledim: Orhan'in Yeri. Orhan'ýn soyadýný hatýrlamýyorum ama
idealist bir insandý, sonra öldü. Her gece bir iki masaya söylerdik.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
30
Sonunda klüp kapanmak zorunda kaldý. O yýllar sözsüz yýllardý.
"Besame Moucho" bile yoktu. Her yer aranjman ile dolmuþtu, Ýtalyanca
þarkýya bir Türkçe söz yazarlardý iþte oldu sana aranjman. Topraðý bol
olsun bir gün Fecri Ebcioðlu beni çaðýrdý: "Bildiklerini kendine sakla,
evde dinle, ben sana birkaç tane Türkce sözlü þarký yazayým, üç beþ
kuruþ para kazan." dedi. Beni elimden tuttu ve o zamanlarýn Odeon
plak þirketine gittik. Onlar ile bir çok 45'lik plak yaptým, tam sayýsýný
hatýrlamýyorum. Geçenlerde Bilsak'ta benim þarkýlarýmýn çalýndýðý bir
gece yaptýlar. Gece saat dokuzdan bire kadar çalmýþlar. O kadar
þarkým olduðuna inanamadým.
Bu devirden en çok "Hayal Gibi" ve sözlerini Fikret Þenses'in
yazdýðý "Tanrý Aþký Yarattý" yý severim.
Sonra Ümit Aksu ile tanýþtým. O zamanlar Süheyl Denizci'nin
piyanisti idi, Bursa Çelik Palas'ta tanýþtýk. Esas para getiren plaklarýmý
bu devirde yaptým. Ümit ciddi ve olgun bir insandý, Ýlham'ýn tam tersi,
bana çok destek oldu. Bu devirden "Tek Baþýna", "Feelings", "Ben
Böyleyim", "Yanýmda Olsa", ve herkesin favorisi "Memleketim"'i
sayabilirim. Bunlar çok sattý ama benim esas beðendiklerim daha az
popüler olan "Birazcýk Umut", "Ben Varým", ve "Yalnýz Kadýn" oldu.
Jazz'i hiç unutmadým, hep içimde bir ateþ olarak kaldý. Jazz her
zaman bana bir ayrýcalýk duygusu ve gurur verdi. Jazz çalýnan bir yere
girince evime girmiþ gibi olurum, o mekan benimdir, benden bir
parçadýr. Bana hep jazz dinle dediler ve ben de çok jazz dinledim.
Zaman içerisinde jazz'ýn içerisinde oluþan sesleri ve diyaloglarý
çözmeye baþladým. Tam jazz'i anlamaya baþladým zannederken
aslýnda hiç anlamadýðýmý hissettim. Ama anlamadýðým zamanlarda
bile ritm ve swing duygularýný anladým. Swing jazz'in vazgeçilmez bir
parçasýdýr, eðer swing yoksa hemen hissedilir. Hep jazz'ýn içinde
oldum. Özellikle Big Band'i çok severim. O ne müthiþ bir sestir, Big
Band'in önünde söylemek çok baþkadýr. Yýllardýr buna hasret kaldým.
Süheyl Denizci TRT Jazz Orkestrasý'ný kurdu ama bana altý yýl kan
kusturdu ve þarký söyletmedi. O emekli olunca Neþet yerine geçti, sað
olsun beni çaðýrdý. En son Ýstanbul festivali çerçevesinde onlar ile
söyledim, müthiþ bir duygu idi. Önce bir hafta çalýþtýk, ses açtým sonra
Kamil Özer'in aranjmanlarý ile "Going out of my head" ve "All of Me" yi
söyledim. Zaten jazz defterini de sanýrým bu noktada kapadým."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
31
"All of me" benim de ilk tanýdýðým jazz parçamdý, mýrýldanmaya
baþladým, güldü ama tüm ýsrarlarýma raðmen bana katýlmadý. O
devirde annem ve babamla gittiðim Taksim Belediye Gazinosu'ndaki
açýlýþý yapan trompet melodisini sordum, ismini hatýrlayamadý ama
uyuyan kediler bile beni duyunca söyle bir baþlarýný kaldýrdýlar. Artýk
"Bir kahve içer misiniz?" diye sorduðunda son kandil simidini de
götürmüþtüm. "Þey," dedi, "çok güzel kanepeler yapabilirim beþ
dakikacýk beklerseniz." Ama onu dinlerken beþ dakika ayrý olmak bile
bana uzun geliyordu, "sadece kahve" dedim. Büyü bozulmadan
konuþmaya devam ettik.
"Her söylediðim þarkýyý derinlemesine hissederim ama benim için
en özel olaný "Someone To Watch Over Me"dir. Kýzým bazen bana
sorar, "Anne nasýl benim on beþ dakika bile kalmaya sýkýldýðým
klüplerde iki saat þarký söylerdin." Ona þöyle derdim: "Kýzým halký unut,
duy, hisset, havaya gir ve kendin için söyle, sadece kendin için."
Ben müziði ve jazz'ý yüreðimde hissederim, hayatým boyunca da hiç
kötü bir þey söylemedim. Bazen þarký söylediðim klüplerde ortam
gerçekten tatsýz olur, tabak çanak sesi, kötü çalan bir orkestra. Aldýrýþ
etmem, o karmaþanýn ortasýnda bir güzellik arar ve bulurum, mesela
güzel bir mehtap, ve artýk o güzel þey benim þarkýmýn içerisindedir.
Nasýl anlatmalý bilmem, hiç esrar içmedim ama galiba esrar gibi bir þey
olmalý, þarkýnýn veya o þarkýnýn hikayesinin içerisine girerim, ve onu
anlatýrým. Her ortamda o þarkýyý yaþarým. Bazen o þarkýyý gerçekten
çok iyi söylediðime inanýrsam kendi sesime aðlarým, çok az olur bu.
Kendi þarkýlarýmý ise hiç dinlemem, yüreðim sýzlar da kaldýramaz.
Televizyonda "Memleketim" çalýnýrsa hemen kapatýrým."
Eski albümlerinin çoðunun kapaðý var kendisi yoktu. Bir tanesini
nisbeten saðlam gördüm ve bana çalmasýný rica ettim, ama çalamadý,
evindeki müzik seti bozuktu. Halbuki onun albümünü onun yanýnda
dinlerken yüzünü görmek istiyordum.
"Ýsveç'e ilk gittiðimde o zamanlar esmer kadýn çok azdý, bir de
giderken Olgunlaþma Enstitüsü'ne güzel bir gardrop yaptýrmýþtým, çok
süksemiz oldu. Ehliyetimi de orada aldým. 15 sefer imtihana girdim,
yok yok direksiyonum iyi idi ama yazýlýda sorulan Ýngilizce tabirleri
Cazname I- Tunçel Gülsoy
32
anlamakta güçlük çekerdim. Her denemenden sonra gazeteler
yazardý, Ayten Alpman gene ehliyet alamadý diye, ama sonunda
aldým."
Bu noktada bana bir albüm çýkardý ve o ehliyeti aldýðý gün imtihana
girdiði hocasý ile çektirdiði fotoðrafý gösterdi. Sonra bir dolu sararmýþ
gazete kupürüne, fotoðrafa ve mektuba baktýk. Kendisi ile röportaj
yapan her gazeteci bu eski anýlarýn bir kýsmýný alýp gitmiþ, her gidenle
beraber Ayten Alpman'in geçmiþinden bir parça kopmuþ. Ben de bir
parçasýný aldým bu anýlarýn ama geri götürmeye söz vererek. Ama
hissettim ki pek da fazla aldýrýþ etmiyor bu konuda.
Albümün içerisinde bir de sararmýþ film afiþi gördüm bunun
hikayesini sordum.
"Oyuncu olarak çok yeteneksizim ama "Tek Baþýna" çok sevilmiþti.
Tutturdular, üstüme üþüþtüler, ille de film yapýlacak. Oynayamam,
dedim dinlemediler. Karþýmda baþ rol oyuncusu olarak büyük Yýldýrým
Önal var. Hamlet gibi bir adam, inanýlmaz, muazzam bir tiyatrocu. "Ben
sizi oynatýrým." dedi. Ve baþladýk, hakikaten beni oynattý, hatta bir
sahnede aðlamam gerekiyordu, aðlattý. Allah rahmet eylesin. Resim
olarak güzel bir film oldu ama oyuncu olarak ben sýfýrdým.
Aslýnda bu ilk film denemem de deðildi. Memduh Ün de beni
Muzaffer Tema ile oynatmýþtý. "Aþk Istýraptýr" adlý film, gerçek bir
ýstýraptý."
Zaman su gibi akýp gidiyordu ve ben fareli koyun kavalcýsýný
dinleyen bir çocuk gibi onu dinliyordum. Bazen odada olup olmadýðýmý
bile fark etmediði hissine kapýlýyordum. Sonra birden aklýma geldi,
geçmiþ geçmiþtir ama ya bugünün Ayten Alpman'i ne durumda idi.
"Aslýnda kiþi olarak dýþa dönük ve giriþken de deðilim, yeni insanlar
ile tanýþmayý sevmiyorum, insan iliþkilerimde çok tutucuyum, kýrk yýldýr
ayný terzi ve berbere gidiyorum, saç modelim yýllardýr ayný ve en
mühimi 32 yýldan beri hayatýmda Ümit var. Ümit Aksu ile dört yýl evli
kaldim ve ondan da boþandým ama Ümit benim dostum olarak kaldý.
Gene benimle kalýyor ama gene de kendimi çok yalnýz hissediyorum,
neden böyle onu da bilmiyorum.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
33
Bu gün düþünecek çok zamanýn oluyor, ama kendimi çok yalnýz
hissediyorum. Çocuklarým var, torunlarým var ama gene de çok
yalnýzým. Yýllarca çok büyük bir tempo ile çalýþtým, kiþilik olarak verilen
iþi çok iyi yapmaya çalýþýrým. Tatil nedir bilmedim. Dünyanýn herhalde
bir yarýsýný dolaþtým, ama dostluklar kuracak ve geliþtirecek vaktim
olmadý. Bunu istemeden de olsa ihmal ettim.
Bugün iki arkadaþým var çok þükür. Handan bir büyükelçi eþi idi,
þimdi eþinden boþandý, çok þýk ve hoþ bir hanýmdýr, hayatým boyunca
ona benzemek istedim. Yýllar boyunca çok kopukluklar da olsa
dostluðumuz sürdü."
Tam bu sýrada telefon çaldý ve açtý. Ýnanýlmaz bir tesadüf, arayan
Handan Haným idi ve Mýsýr'dan döndüðünü bildiriyordu. Ayten
Alpman'in gözlerinin parladýðýný gördüm, kalp kalbe karþýdýr sözünü
hatýrladým. Bir müddet konuþtular, bir röportaj yapýldýðýný söyledi.
Handan Haným'ýn dediklerini Ayten Alpman'in cevaplarýndan tahmin
edebiliyordum. Bir ara gazetecilere dikkat et, yanlýþ bir þey
yazmasýnlar gibi bir þeyler söylemiþ olmalý ki "Yok þekerim, çok iyi bir
arkadaþ." diye benim hakkýmda bir þeyler söyledi. Ýþin doðrusu bu
sözler beni çok mutlu etti. Kahveleri tazeledik ve o anlatmaya devam
etti.
"Ýkinci arkadaþýmý herhalde tanýrsýnýz, Alev Oraloðlu. Lise
yýllarýndan beri tanýþýrýz. Hani okulda ceza olarak saçýmý kesmiþlerdi
ya, bir çay davetine gideceðim kesik saçlarýmdan dolayý gidemiyorum.
Alev bana annesinin kestiði kendi saçlarýndan bir kýsmý ile benim kesik
saçýma bir ek örgü yapmýþtý. Tek bir sorun oldu, Alev'in sapsarý saçlarý
vardý, ben ise çok esmerdim. Benim siyah saçlarýmýn üstünde onun
sapsarý saçlarý biraz tuhaf durdu. Aslýnda bir anlamda en Türkiye'nin
ilk "Punk" ýyým.
Çalýþma hayatýnýn o pýrýl pýrýl havasý geçtikten sonra insan yalnýz
kalýyor, bir gün çalýþma hayatý bitiyor ve aslýnda yalnýz olduðunu
hissediyorsun. O her sabah iþe gitme duygusunu arýyorsun. Tek hobim
golf idi, onu Ýsveç'te olduðum yýllarda geliþtirmiþtim, hatta 1963 yýlýnda
orada aldýðým bir derece bile var ama bugün o da kalmadý. Hobisiz
olmak çok zor. Ýnsanýn bir uðraþýsý olmalý. Sabahleyin gazeteyi
okuduktan sonra ne yapacaðýmý bilemiyorum, o an gün bitmiþ oluyor.
Birilerine gidip çan çan konuþmayý da sevmiyorum, kafam o kadýnlara
Cazname I- Tunçel Gülsoy
34
da uymuyor. Bol bol yün örüyorum, yazýn þu kocaman balkonda çiçek
yetiþtiriyorum ama ne yaparsam yapayým sýkýlýyorum.
Hayatým boyunca deli gibi roman okudum, derken bir gün ben de
bir roman yazdým, bir çeþit deneme de diyebilirsiniz. Kendi hayatýmý
isimlerden bahsetmeden olduðu gibi yazdým. Ama bir baktým ki
yazdýklarým çok kiþiye ayýp olacak, hevesim kaçtý, boþverdim. Ýlham
Gencer'den iki çocuk ile ayrýlmamýn da öyküsü var ama vazgeçtim,
Ýlham'ý da kýramam.
Ayný þiddet ile on beþ kiþiyi de sevebilir insan, tanrýnýn insanlarý
böyle yarattýðýna inanýyorum. Çok aþýk oldum hayatým boyunca ama
sanýrým artýk bitti. En son ne zaman aþýk olduðumu soruyorsunuz ama
bunu söyleyemeyeceðim. Ancak þunu söyleyebilirim. Aþk dünyanýn en
güzel þeyi. Tek inandýðým þey aþkýn her zaman var olduðudur. Ve hep
aþk oldu hayatýmda.
Ýnsanlara þunu söylemek isterim: Aþký bulanlar onu asla kaçýrmasýn
ellerinden, bol bol ve utanmadan, sýkýlmadan yaþasýnlar, hesap
vermeden, aþkýn hatýrasý bile güzel insanýn ileri yaþlarýnda.
Her insanýn hayatýnda kavþaklar vardýr, bu kavþaklar bazen kiþiyi
iyiye bazen de kötüye götürür. Kavþaklarýn ötesini çoðu zaman onlarý
dönmeden göremeyiz ve gene çoðu zaman kavþaklarda yolumuzu
deðiþtirmeye cesaret edemeyiz. Ama yýllar geçip de hayat akýp gidince
herkes içinden yaptýðý bu geçmiþe yolculuklarda o kavþaklarýn
ardlarýný sorgular.
Hayata yeniden gelseydim ayný þeyleri yapardým, geriye bakýnca iyi
ki her þeyi yapmýþým, diyorum. Çok dolu dolu yaþadým. Belki de bugün
içinde olduðum boþluk biraz da bu yüzden. Ama benim de hayatýmda
kaçýrdýðým iki firsat oldu. Bugün olsa onlarý da denerdim. Bunlardan ilki
BBC'nin müdürü Villace Connover'in yeni ve yetenekli þarkýcýlarý
keþfetmek için Ýstanbul'a gelip bizleri o zamanki "Çatý" klüpte dinlemesi
idi. Kimler söylemedi ki o gece, Ayfer, Sevinç, Tülay, hatta Erol
Büyükburç bile vardý. Ýlham çok kýskançtýr, beni kulübün arkalarýna bir
yere oturttu. O zamanlar iki çocuðum var, bir yandan mutsuz bir aile
hayatý bir yandan da müzik dolu geceler sürdürüyorum. Adam beni de
çaðýrttý ve iki parça söyledim, "Black Cofee Blues" ve "I Have Got You
Under My Skin". Yerime döndüm ve kaldýðým yerden iskambil falý
Cazname I- Tunçel Gülsoy
35
bakýyorum. Adam biraz sonra yanýma geldi: "Sen deli misin?" dedi.
"En iyiniz Sevinç Tevs ama sende olan onda olmayan bir þey var, sen
yürekten söylüyorsun, moody bir þarkýcýsýn, isterdim ki sana bir firsat
vereyim." Bir an düþündüm, nasýl gideyim, iki küçük çocuk ve derken
Ýlham tepemde bitti, bakýþlarýnda kýskançlýk ve hiddeti ayný anda
gördüm, karar verilmiþti gidemedim. Ýkinci þansým Ýsveç'te oldu.
Quincy Jones ile tanýþýyordum, o zamanlar bugünkü kadar þöhretli
deðildi, baþýma musallat oldu: "Sana söz vermiyorum ama gel beraber
Amerika'ya gidelim, sana bazý imkanlar yaratabilirim." dedi. Ýsmet:
"Deli misin git yahu" diyordu ama ben gidemedim. Ýsveçli bir adama
aþýðým, gönlüm onu býrakmaya elvermedi. Bilmem bir þey olur muydu
ama dünyaya bir defa daha gelsem bu iki firsatý mutlaka denerdim."
Ne çay kaldý ne de kahve, saatler geçti gitti. Konuþmamýzýn
baþýnda bugünkü gençler jazz dinliyor mu diye sormuþtu, ben de evet
demiþtim, son olarak onu tekrar bugüne döndürmek istedim.
"Ýstanbul'da 45 yýldýr doyumlu bir jazz mekaný olmadý, eskiden bir
özenti vardý samimi deðillerdi. Þimdi bir samimiyet var ama mekan
yok. Ýsterdim ki Ýstanbul'da beþ altý tane jazz mekaný olsun, benim gibi
artýk
para
kazanma
kaygýsý
olmayan
insanlar
buralarda
söyleyebilseler. Kendimi koparýlmýþ hissediyorum, birikimimi gençlere
þarký söyleyerek aktarabileceðim jazz mekanlarý olsun istiyorum. Þu
son konserimde aldýðým zevki asla unutamam. Arkamda otuz kiþilik bir
orkestra ile çalarken yýllarca önce kaybettiðim bir þeyi buldum, jazz'ýn
ritmini ve duygusunu yaþadým, jazz'da ritmin içinde duyguyu da
katabilmek müthiþ oluyor.
Bugünkü nesilde damadým Ýmer Demirer'i beðeniyorum, çok iyi bir
trompetçi o. Gitarcýlardan Kamil Özler dikkatimi çekiyor. Bir de TRT
orkestrasýnda Ýsveç'ten gelmiþ bir tromboncu çocuk var, adýný
hatýrlamýyorum; ama iyi çalýyor. Bugünlerde yabancýlardan Stephane
Grappelli'yi dinliyorum, arabamda kaseti var. Frank Sinatra ve Barbara
Streissand'ý da çok beðenirim. Mel Tormé'yi biliyor musunuz, bir an
onun için çýldýrmýþtým."
Stephane Grappelli'nin 1 Aralýk'ta öldüðünü söyleyince çok
üzülüyor ve ah caným, diyor.
Bir insanýn anýlarýný paylaþmak güzeldir ama biraz da zordur. Her
duyduðunuz þey sanki yaþamýþçasýna sizin de bir parçanýz olur. Ben
Cazname I- Tunçel Gülsoy
36
de böyle öyle hissettim ve dolu dolu yaþanmýþ bir hayatý bir ucundan
yüklendim. Paylaþmak ayný zamanda sorumluluk da getirir, onun
anýlarýný kelimelerini deðil ama ruhunu bozmadan baþka insanlara
aktarmanýn aðýrlýðýný hissettim.
O gece ben ikonum ile tanýþtým ve onu yaþadým. O ete kemiðe
büründü ve bana kendini anlattý. Önce her þeyden elini eteðini çekmiþ
ve gayesiz bir insan portresi çizmeye gayret etti, hatta kendisi ile
ilgilenildiði için kýzgýn olduðu bile söylenebilirdi. Ama sonra sisler
daðýldý ve ben sahnenin arkasýna geçtim, o zaman içinde hep bir ýþýk
yanan özgür küçük kuþu gördüm. Yýllar kuþu hýrpalamýþtý ama içindeki
coþku aynen duruyordu. Jazz ile yaþanmýþ bir hayat gördüm ama
sanýldýðýnýn aksine bitmemiþ ve için için yanýyordu týpký bir kor gibi.
Bugünün Ayten Alpman'ýn genç nesillere aktaracak çok güzel
þeyleri var, hepsi de yaþanarak öðrenilmiþ ve mutlaka ileriye
taþýnýlmasý gereken birikimler. O ülkemizin önemli bir jazz birikimi,
sevseniz de sevmesiniz de asla kayýtsýz kalamayacaðýnýz biri. Arto
Tunçboyacýyan'dan duymuþtum, jazz yaþadýklarýmýzýn ses olarak
ifadesidir, Ayten Alpman'in ise tüm yasadýklarýný aktarmamýþ
olduðunun þahidiyim.
"Memleketim", bir baþkadýr bu þarkýnýn yeri hayatýmýzda. Þarkýnýn
aslý 1942 yýlýnda ölmüþ olan bir Yahudi bestecinin eseridir ve duadan
sonra hahambaþýnýn duyduðu mutluluðu anlatýr. Ama kader bu, o
mutluluk þakýsý nerelerden gelir ve ne umulmadýk zamanda ne
umulmadýk bir anlam yüklenir.
Yýl 1974, Türk ordusu Kýbrýs'a çýkmaya hazýrlanýyor, seferberlik var,
tüm askerler bu hedefe kilitlenmiþ. Kýbrýs açýklarýnda bir Türk
denizaltýsý denizin sessiz ve derin beklemektedir. Tam o sýrada
üstlerinde bir Yunan denizaltýsý olduðunu fark ederler. Deniz tüm
sesleri mükemmelen taþýr, en ufak bir ses düþmanýn Türk denizaltýsýný
fark etmesi demektir. Büyük bir sessizlik içinde gergin bir bekleyiþ
baþlar. Ama o an baþka bir þey olur, telsizden bir kadýn sesi duyulur,
güzel ve derin bir ses, kelimeler ölüm sessizliðini bozar: "Bir baþkadýr
benim memleketim."
Acaba o sesi yukardaki denizaltýdan da duyuyor muydular?
37
DOMATESÝN KOKUSUNU ÖZLEMEK:
CAN KOZLU
Onu Kuþtepe'de, Bilgi Üniversitesi'nin karþýsýnda mütavazý ama
tertemiz bir Gaziantep pidecisi olan "Erenler"de bulduðumda
lahmacununu bitirmiþ çay içiyordu, karþýsýna oturdum. Lahmacun yer
misin, diye sordu, ama içim gitmesine raðmen bana ayýrdýðý iki saati
aþmak korkusu ile hayýr dedim. Bana da çay getirdiler ve daha ne
olduðunu anlayamadan koyu bir sohbete baþladýk.
Bulunduðumuz mahalle 1950'lerde gecekondularý yýkýlan "yeni"
Ýstanbullularýn daha iyi þartlarda yaþama umuduyla yerleþtikleri bir
bölge. Türkiyenin farklý yörelerinden gelenler burada yaþýyorlar, yeni
deðerler üretiyor. Yeni kent kültürü burada Kuþtepe'de ete kemiðe
bürünüyor.
"Mahallenin tam ortasýnda bir ada gibi duran Bilgi Üniversitesi bu
mahallenin yaþamýný derinden etkileyen ve deðiþtiren bir kültür
mabedi."
Hesap geldi, inanýlmayacak bir para, garson Can'a büyük bir saygý
ile pusulayý getiriyor. Mahalle okulun ve hocanýn deðerini biliyor. Can
hesaba göre yüklü bir bahþiþ býrakýrken konuþuyor:
"Biliyor musun, üniversiteye bakan evlerde mahalleli okula
saygýsýndan balkonlarýna çamaþýr asmaz."
Hemen balkonlara bakýyorum: doðru. Bu ilk Kuþtepe dersinden
sonra okula giriyoruz. Aslýnda sohbet daha o ilk içilen çayda baþlamýþ
akýp gidiyor. Onun dolu dolu olduðunu hemen hissediyorum, soru
sormak bile gereksiz o yanýtlar veriyor:
"Annem Emel Kozlu piyanist idi. Evde ciddi bir kulak eðitimim oldu.
Çocukken evimizdeki Grundig marka radyoya kulaðýmý dibine kadar
dayayarak müzik dinlerdim. Babam Bülent Kozlu Ýþ Bankasý genel
müdür muavini idi. Ankara'da yaþardýk. O zamanlarda Mithat Fenmen,
Cazname I- Tunçel Gülsoy
38
Ýdil Biret ve þimdi soyadýný hatýrlayamadýðým bir müzisyen Vahdet
Haným konserlerden sonra sýk sýk bize gelirlerdi. Annemin o devirde
bir yolunu bulup yurt dýþýndan getirdiði plaklarý dinlerlerdi. Vahdet
Haným benim kulaðýmýn olduðunu söyleyince annem beni altý yaþýnda
iken klasik müziðe baþlattý. Jazz zaten o günlerde söz konusu bile
olamazdý. Önce çok iyi ama sert bir müzik hocam oldu. Bir gün derse
geç kalýnca beni çok azarladý. Rus ekolü bir hoca idi. Kýzýnca cetvel ile
ellerime vururdu. Seneler sonra annemden öðrendim. Ben geceleri
kalkýp sayýklamaya baþlamýþým. Bir gece annem benim yanýmda
yatmýþ ve sayýklarken "piyano" dediðimi duymuþ. Depresyon
geçirmiþim. Sonra bana baþka bir hoca buldular; genç bir kýz. Ýlk
hocamýn aksine yumuþak ve yavaþ öðreten bir hoca idi. Bu da beni
çok gevþetti. Bir gün hocam benim notalarý okumadýðýmý ve
doðaçlama yaptýðýmý farketmiþ. Annem dersleri kesti.
On iki yaþýmda babamý kaybettim. Çok dramatik idi. Aðabeyim
Amerika'da okuyordu. Bir Dostoyevski romaný gibi þeyler yaþadým.
Annemin dairesine karlý bir kýþ günü at arabasýnda
eþyalarýmýz
taþýnýrken sessizce aðladýðýmý hatýrlýyorum. Oðlum da benim gibidir,
her þeyi içine atar. Tüm bu olaylar bana küçük yaþta baþýmýn çaresine
bakmayý öðretti. Özgür ve baðýmsýz oldum ama iþlerini baþkalarýna
delege edemeyen bir insan oldum. Bu yüzden de çok tenkit edildim."
Beraberce okulu geziyoruz. Can müzik bölümünü küçük bir Berklee
modeli gibi düzenlemiþ. Küçük çalýþma odalarý var. Öðrenciler bazen
tek bazen gruplar halinde çalýþýyorlar. Can beni bu odalarda
gezdirirken gurur duyduðu hemen belli oluyordu. Bazen öðrenciler ile
karþýlaþýyoruz, hepsine gülerek selam veriyor. Sonra bir baþka oda
açýlýyor ve öðrencilerden oluþan bir küçük jazz grubu Carlos Jobim'in
unutulmaz Siyah Orfe filmi için yaptýðý müziði çalýyorlar. Genç bir
saksofoncu Stan Getz'in solosunu bitirince çok güzel bir kýz sesi
þarkýya devam ediyor. Kim bu, diye soruyorum, cevap veriyor: "Jülide,
çok yeteneklidir." Okulu ve öðrencilerini bir baþka yazýnýn konusu
yapmaya karar veriyoruz. Boþ bir oda bulduðumuzda ilk sorum onun
öðrencilerine bakýþý ile ilgili oluyor. Bu arada hem onlardan hem de
jazz'dan konuþuyoruz.
"Öðrencilerime hep söylediðim bir þey vardýr: Biz size bu iþin
zanaatini öðretiyoruz, teknik bilgiler veriyoruz, repertuar öðretiyoruz.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
39
Zanaat size týpký bir mimarýn bina inþa etmesi gibi müziðin yapýsýný
kurmanýzý saðlar. Akademik olarak bunlarý öðretmek mümkündür. Ama
gerçek bir sanatçý olmak için bunun ötesinde bir þeyler var. Önce insan
olarak bilinçli ve güvenilir olmak gerekir. Sonrasý ise çok çalýþmak ile
ilgilidir. Bakýn Bill Evans bunu nasýl anlatýyor:
"Jazz yüzde doksan dokuz ter dökmek yüzde bir de ilhamdýr."
Birincisi olmadan ikincisi olmaz. Böyle bir tavýr almadan hiç bir yere
varamazsýnýz. Günümüzde elektronik de müziðe ve müzik eðitimine
girdi, ama akustik bir enstrümaný çalabilmek, ona hakim olabilmek için
gereken zaman deðiþmedi.
Sanat ise bir insanýn yaratýcýlýðý ve iç dünyasýnýn inceliði ile ilgili bir
þeydir. Bu yetenek varsa sanatçý olunabilir. Okul müzisyen yetiþtirir
ama sanatçý yapamaz.
Jazz'ýn özgürlüðü içermesi, esoterik yönü gençlerin bu müziði
yanlýþ deðerlendirmesine yol açabiliyor. Bir umursamazlýk, kuralsýzlýk
havasý olabiliyor.
Jam session'ý "kaptýrmak" gibi tuhaf bir söz ile ifade ediyorlar. Bu
yanlýþ bir intiba. Jazz derbederlik içermez. Tam tersine doðaçlamanýn
içerisinde çok belirgin bir yapý vardýr, yoksa kaos olur."
Sanatta þansýn yeri var. Bazý insanlar daha þanslý olabiliyorlar ama
sonunda þans da bir "break", yani bir geçici ara. Fýrsat hadisesinde
büyüklüðün fazla yeri yok. Hep bir önce çýkmýþ olduðun basamaðýn
üstüne basarak yükseliyorsun. Amerika'da her zaman bir gözlem
altýndasýn, seni hep "check" ederler. Berklee'de her an bir Gary Burton
ile karþýlaþabilirsin, bir sýnýfta karþýna çýkýp seni dinleyebilir. Bir
konserden sonra bir baþkasý için davet alabilirsin. Hep ortalýkta olman
lazým. Sahnede ne yaptýðýn kadar ne yapmadýðýn da gözükür. Hak
etmediðin bir baþarý senin için negatif de olabilir. Bir seviyeye hazýr
deðilsen taþýyamazsýn, çýkmak deðil çýktýðýn yerde kalmak önemlidir.
Her an yeni bir baþarý için hazýr olmalýsýn, ancak son çaldýðýn kadar
iyisindir. Bana bugüne kadar kimse diplomamý sormadý. Ben ancak bir
gece evvel çalabildiðim kadar iyiyim. Eskiden iyi çalmýþ olmak önemli
deðildir. Ama deneyim iyi olabilmeyi sürdürebilmek için çok önemli."
Ýçinde oturduðumuz odada bir piyano var: Petrof. Rus malý, her
taraf yepyeni, dal odaya günlerce çal, hoþ bir ortam. Can sürekli
Cazname I- Tunçel Gülsoy
40
daldan dala atlayarak konuþuyor, doðaçlama ama bir "belirgin yapý"ya
dönüyoruz.
"Babam eþsiz bir insan idi. Tam bir Ýstanbul beyefendisi, etik sahibi.
Onu yýllar geçtikten sonra daha iyi anladým. Önemli konularda hep
onun ne diyeceðini düþünürüm. Benim için her zaman mistik bir varlýðý
var. Aðabeyim Cem Kozlu ile beni birbirimize baðlý olarak eðitti.
Aðabeyim benden çok farklýdýr. O daha politiktir, ben daha nadaným.
Kendimi pek kontrol edemem, kýzýnca söylerim. Babamdan ve
denizden geçen bir bað var aramýzda. Babamýzý kaybetmek daha
sonra bizi yakýnlaþtýrdý. Bana hep destek oldu. Sorbonne
Üniversitesi'ni bitirmemi istedi."
Aðabeyi Türkiye'nin çok iyi tanýdýðý bir isim, Cem Kozlu. Ondan
bahsederken hep saygýlý ama çok fazla ayrýntýya girmiyor, bazý þeyleri
kendisine saklýyor.
"Deniz üzerindeki bir eðitimin baba oðul iliþkisinde çok derin bir yeri
vardýr.
Bir tekne almayý düþünüyorum. Benim babamdan aldýðým eðitimde
o zamanki küçük teknemizin çok etkisi oldu, onun üstünde çok vakit
geçirdim. Dover yapýsý bir Manþ teknesi idi. Aðabeyim ile birlikte o
tekneyi 20 yýl yaþattýk, bir ara Ýstanbul'un en yaþlý teknesi oldu. Þimdi
o tekne Koç müzesinde duruyor."
O konuþtukça son zamanlarda okuduðum Can yayýnlarýndan
çýkmýþ olaðanüstü Marcello Mastroianni'nin anýlarýný aktardýðý
"Hatýrlýyorum" gözümün önüne geliyor. Kitabýn giriþ bölümü "Yaþlý bir
Fil Gibi"de aktörün hatýrladýðý bir çok þeyi anlatýlýyor. Bir muþmula
aðacý, çocukluðu, annesi, yediði yemekler, dinlediði müzikler, ikinci
dünya savaþý günleri, ilk sevgilisi, daha birçok güzel þeyi. Can'ýn
anlattýklarý
Marcello'nun
havasýna
uyuyor.
Ben
de
Can'ýn
hatýrladýklarýný aktarýrken ayný üslubu kullanmak istedim:
"Ýlk dinlediðim jazz plaklarýný hatýrlýyorum, Abdullah Kuran'ýn oðlu
arkadaþýmdý ve bana babasýnýn plaklarýný getirirdi. Galiba on bir-on iki
yaþlarýnda idim. Beatles olayýný çok çabuk geçtim. Shadows, Cream,
Air Force, Led Zepplin, Deep Purple derken epey yol aldým. Bu
müziklerin içerisinde blues'un uzantýsý olarak doðaçlama vardý. On
Cazname I- Tunçel Gülsoy
41
dört yaþýmda iken bir zil-trampet ikilisi hediye aldým. Saint Joseph okul
orkestrasýnda çalmaya baþladým. Bu on yedi yaþýma kadar sürdü.
Aðabeyimin bir gün bana ilk gerçek davulumu getiriþini hatýrlýyorum:
Sonor Swinger.
Ama kolay olmadý. Davulu Almanya'dan dönerken almýþtý ve Bosfor
turizim otobüsü ile getirirken sýnýrda el koymuþlardý. Ne hayal
kýrýklýðýna uðramýþtým bilemezsin. Sonra onun arkadaþlarýndan biri ile
Edirne'ye gittik, o davulu gümrükten kurtaracak bir formül bulmuþtu.
Güzelim davulumu gümrük ardiyesinde çamaþýr makinalarýnýn
arasýnda tozlar içerisinde gördüðümde aðlamýþtým. Davulu Ýstanbul'a
getirmek de ayrý bir macera oldu. O zamanlar otoban falan yoktu,
davulu tren ile Ýstanbul'a getirmek için gece bindik. Sabah gözlerimi
açtýðýmda vagonumuzun bir istasyonda durduðunu fark ettik. Ama
dýþardaki levhalarý okuyamýyorduk. Harfler bilmediðimiz bir alfabe ile
yazýlmýþtý. Korkarak davuluma sarýldým. Meðer o zamanlar Edirne
Ýstanbul tren yolunun bir kýsmý Bulgaristan' dan geçermiþ, tren bir
Bulgar istasyonunda durmuþ, harfler de Kiril alfabesi.
Öðrenince
rahatladýk."
Ancak davul bu zorlu göçten sonra yeni vatanýnda sahibinin müzik
dünyasýndaki büyük geliþmenin tanýðý olur. Can Saint Joseph okul
orkestrasýnda çalar, 1971'de Herbie Mann Türkiye'ye gelir, hepsi
hayran olurlar ve onun gibi çalmak isterler. Hemen bir flütçü bulup
çalýþmaya baþlarlar. Bu grupta Rene Macaroðlu, Eril Tekeli, Argun
Dündar, Setrak Bakýrel vardýr. Rene onlarý çalýþtýrýr. 1972 yýlýnda
Milliyet liselerarasý müzik yarýþmasýnda hem beste hem de icra
dalýnda yüzlerce okulun arasýndan sýyrýlarak birinci olurlar.
"Yarýþmayý düzenleyen Milliyet gazetesinýn attýðý manþeti
hatýrlýyorum: Zafer Cazýn. Bunu hiç unutmam. Bu olay bizim okulu da
uçurdu ve o sert imajýný olumlu yönde deðiþtirdi. Bu birincilik
çerçevesinde bir çok baþka okula gittik ve konserler verdik. Olayýn
olumsuz yönü de oldu. Bir yýl sadece müzik ile ilgilendim, okulu
boþladým. Ama bir þey öðrendim. Hayattaki hiçbir baþarýda çok
sevinmeyeceksin. Her baþarý aslýnda uzun bir yolculukta durup alýnan
soluk, mola. Sonra her þey yeniden baþlýyor ve yolculuk devam
ediyor."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
42
Bir gün Saint Joseph biter ama Can'ýn müzikal yolculuðu devam
eder.
"Benim idealim Berklee jazz okuluna gitmekti ama ailemizin maddi
olanaklarý el vermedi. Üç arkadaþým Fransa'ya müzik okumaya
gitmiþlerdi. Ben de Fransa'ya gittim ve Grenoble Üniversitesi'nde
matematik okumaya baþladým. Bir gün Le Figaro gazetesinde bir ilan
gördüm. Fransa'nýn ilk jazz okulu açýlýyordu. Adý CIM, Centre
Informatique Music. Kurucusu Alain Guerrini çok önemli bir adamdý.
Yirmi dört saatte karar verdim ve Paris'e giderek okula kayýt oldum
ama okulun diplomasýnýn Türkiye'de geçerliliði yoktu. Eh bari bir de
geçerli diplomam olsun diye Sorbonne Üniversitesi'nin Ekonomi
bölümüne devam ettim. Bu bölüm bana kolay geliyordu. Bir yandan da
para kazanmak için otelde gece bekçiliði yapýyordum. Ayrýca akþam
sekiz sabah sekiz nota kopyaladým. Sabah iki-üç saat uyku ile
Sorbonne'a gider, öðleden sonra ise müzik okuluna devam ederdim.
Böyle iki sene geçti. Müzik okulunda girdiðim derslerin aslýnda üçte
birinin parasýný veriyordum. Bir gün rahmetli Alain beni çaðýrdý, durumu
fark etmiþ, "helal olsun sana" dedi ve bana burs verdi.
Okulda yüz kadar öðrenci vardý, çoðu varlýklý ailelerin çocuklarý,
güzel þýk evlerden ve çevrelerden geliyorlar. Ben ise onlara göre fakir
ve açým ama onlardan çok daha hýrslý ve atýlganým. Bu yüzden de
öðrenmeye çok daha alçak gönüllü olarak yaklaþýyorum. Artýk Alain'in
korumasý altýnda idim. Bana çok imkan saðladý ve arkamdan ileri itti.
Bir gün geldi beni kolumdan tutup hoca olarak derse soktu. Bu
doðaçlamaya yönelik bir kulak eðitimi dersi idi ve ben bu vesile ile ilk
paniðimi de yaþadým. Bir yandan da tromboncu Michel Zwerin ile
çalýþtým. Ornette Coleman, Carla Bley, Charles Mingus çalardýk. 1979
da bir yarýþmaya katýldýk. Concours de la Defence. Zýmba gibiyiz, çok
iyi çaldýk ve birincilik çantada keklik. Son anda bir yarýþmacý daha var,
dediler. Bir adam kucaðýnda taþýdýðý çocuðu sahneye getirdi. Oðlan on
beþ yaþýnda idi ve bu ilk yarýþmasýydý. O bir çaldý, hepimiz apýþtýk
kaldýk. Oðlan bizim ötemizde bambaþka bir düzeyde. Sonra ona özel
bir ödül verdiler ve bizi gene birinci yaptýlar. O çocuðun adý…"
Yoksa Michel Petrucianni miydi, diye atýldým. Can "evet" deyince bir
anda gözlerim yaþardý ve aðlamaya baþladým. Can þaþýrmýþtý. Ben
Cazname I- Tunçel Gülsoy
43
Michel'i dinleyen bir jazz sever olarak anýlarýmý, dinlediðim albümlerini,
Ýstanbul konserini, onun hakkýnda yazdýðým yazýlarý anlattým. Bu sefer
Can beni dinleyerek destek verdi. Ýyi bir jazz adamý olarak hemen
desteðe geçmiþti ve beni toparladý. Duygu yoðunlum geçince devam
ettik.
"Alain beni çok ilginç çevrelere soktu. Bir klüpteki house band'in
ritm seksiyonunda çalarken çok önemli adamlar ile beraber çaldým. Sýk
sýk yabancý solistler gelir biz de onlara eþlik ederdik. Barney Kassel ile
çaldým. Chris Wood normalde bir gecede üç set çalardý. Bir gece bana
son setinde bir davul solosu verdi, madden ve manen bitinceye kadar
soloyu yaptým ve set bitti. Tam davulumu toparlarken bana "Dur Can,
nereye gidiyorsun?" demez mi. Dördüncü sette beni spetula ile
kazýdýlar. Otele dönünce odasýna gittim, öyle sýrt üstü yatýyor. "Gel"
dedi. "Bu bir maraton koþusudur, bu akþam bir þey öðrendin." Sonra
sýrtýný döndü ve uyudu. Solisitin arkasýnda çalarken ne olacaðý belli
olmaz. Daima bir rezervin olacak.
O gece çok önemli bir þey öðrenmiþtim: Ýnsanýn her zaman bir
rezervi olmalý."
Gün gelir Paris okul yýllarý da biter ve oturma iznini uzatamaz. Ünlü
davulcu Daniel Humair ona tek yön bir bilet alarak Amerika'ya
gitmesine yardýmcý olur.
Hamisi Alain bu karara çok üzülür ama yapabileceði bir þey yoktur.
Sekiz yýl yaþadýðý Fransa'dan bir gecede ayrýlýr. Bu ülkeye bir daha
ancak on yýl sonra dönecektir.
"Amerika'ya geliþimin ikinci gününde Ali Perret ile tanýþtým ve
beraberce çalmaya baþladýk. Amerika Fransa'dan çok farklý idi, kimse
beni rahatsýz etmedi. Etnik kökenin önemli deðil.
Ben Amerika'da jazz kompozisyonu okudum. Bir gün fark ettim ki
doða denen bir þey var. Sanat doðanýn içerisinde bir halka, müzik
sanatýn içerisinde bir baþka halka ve jazz da müziðin içerisinde bir
halka. Davulda jazz'ýn içerisinde bir halka. Bir gün geldi her þeyi
yukarýdan görebilir bir hale geldim ve bir doygunluk noktasýna ulaþtým.
Bir "change", deðiþiklik aradým. Konserler artýk bana bir deðiþiklik gibi
gelmedi, onlarý birer teknik olay gibi görmeye baþladým. Teknik ise
Cazname I- Tunçel Gülsoy
44
geldiðim yerde beni etkilememeye baþladý. Ýnsan gençken teknik onu
etkileyebiliyor. Ama yaþýn ilerleyince
þunun farkýna varýyorsun:
Söylediðin þeylerin tapusu sende deðilse inandýrýcý olamýyorsun.
Sende ise karþýndakini ikna edebiliyorsun. Müzik beni tatmin
etmeyince halkalarýmý geniþletmeye karar verdim. Bugün geldiðim
yerde ilham almak için müziðe ihtiyacým yok. Hatta sound check'e bile
gitmek istemiyorum.
Yýllardýr müziðin içindeyim, çalýyorum, eðitiyorum, konuþuyorum.
Beynimde bir yorgunluk var. Belki analiz edemediðim bir yeni müzik
beni "charge" edebilir, yeniden dolarým. Ben de milyonlarca insan gibi
evime gidip müzik dinlemek ve keyif duymak istiyorum. Ama yeni bir
þey olsun. Referansýný ve jargonunu bilmediðim yeni bir þey."
Bu þekilde yýllar geçer. Ama yurt dýþýnda geçirilen uzun yýllarýn bir
de beklenmeyen bir duygusal faturasý birikmektedir. Bunu Can þöyle
ifade eder:
"Amerika'da, "ya çal, ya öl" havasý hakimdir. Ýnsanlar ertesi gün ölüp
gidecekmiþ gibi çalýyorlar. Her þeyde bir aciliyet, bir telaþ var. Bir de
korkunç bir rekabet var, insan iliþkileri çok berbat, yaþamdan zevk
alamýyorsun. Amerika'da iken gettolarda yaþadým. Doðadan
nimetlenemedim, denizin topraðýn kokusunu özledim. Hani belki
toprak çekti. Tavuðun dibinden çýkan yumurtayý özledim.
Amerika'dan döndüm, kendime kendi kafama göre bir ev kurdum,
her þeyini kendi yapmaya alýþmýþ biri olarak evimi de kendim kendim
inþa ettim. Önce Finli bir ustabaþý buldum, daha sonra yedi Zileli iþçi
bana yardým etti. Bir yýlda bitirdik.
Bugün bahçemde domates yetiþtiriyorum. Nedendir bilmem
buranýn domatesi bir baþka güzel kokuyor. Depremin ertesi günü
moralim bozuktu, kendi tavuðumun yumurtalarýndan bir menemen
yaptým yedim, moralim düzeldi. Burada yepyeni bir hayat kurdum. Bir
iki ufak tefek þey beni buralara döndürdü."
Can'ýn jazz konusundaki düþüncelerini soruyorum. Sözlerindeki
kýzgýnlýk var.
"Jazz'da yeni bir nesil var. Bunlara genç Türkler de diyorlar.
Baþlarýný Wynton Marsalis çekiyor. Bunlar jazz'ýn 60'lý yýllarýndan
Cazname I- Tunçel Gülsoy
45
sonrasý ile ilgilenmiyorlar. Çoðu virtuoz olan bu gençlere plak
þirketlerinin ciddi bir desteði de var. Otuz yýl öncesinin müziði daha
içgüdüsel, spontane keþfedilmiþ bir müzikti. Tabi bu yüzden biraz da
çapaklý ve saf olamayan bir müzikti bu. Ama bu günün gençleri o
yýllarýn müziðini bu gün yeniden analiz ederek ve temiz olarak
çalýyorlar. Ama tapu kendilerinde deðil ve ortaya steril ve heyecan
vermeyen bir müzik çýkýyor. Bu hareketin amacý bir toplanýp, durma,
toparlanma ve jazz'ýn geçmiþine sahip çýkma. Repertuarlarý koruma.
Ama tüm bunlar jazz'ýn önünde bir ikilem oluþturuyor. Bir görüþe göre
jazz hep yaratýcý olmak ve ileriye yönelik olarak yapýlmamýþý
keþfetmek zorunda. Þimdi hangi görüþ doðru bilemem, bu beni aþan
bir soru. Bizden önceki nesil Herbie Hancock, Wayne Shorter, McCoy
Tyner, Chick Corea eðer kariyerlerinin en verimli devirlerinde
yaratýcýlýklarýný zorlasalardý bugünkü neo klasik harekete gerek
olmayacaktý. Bunlarýn hepsi 1970'li yýllarda öncelikleri böyle olduðu
için alanlarýný baþka yönlere kaydýrdýlar. Miles (Davis) onlarý bir yere
getirdi ve koydu. Onlar ise Miles'tan aldýklarý çekleri bozdurmak için
baþka baþka yönlere daðýldýlar. Wayne Shorter önemli bir kompozitör
olarak bir yere vardý. Keith Jarrett bir istisnadýr o hep kendini baþka bir
yere koydu. Diðerleri için ise önce fusion sonra da confusion
(karmaþa) baþladý. Bir gün geldi herkes "jazz elden gidiyor" diye
baðýrmaya baþladý ve iþte o zaman jazz'ýn eskisine dönen Wynton
Marsalis ve genç aslanlar ortaya çýktý. Herbie Hancock ve Chick
Corea'yý affetmiyorum, onlar yüzünden jazz'da otuz yýllýk bir
duraklama ve bu duraklamaya karþý aðýr bir tepki oldu."
Ancak Can Kozlu'nun jazz hakkýnda öðrendikleri sadece Amerika
ile sýnýrlý deðil, bir baþka ilgi alaný olan etnomüzikoloji ona jazz'ýn
bambaþka bir boyutu hakkýnda ipuçlarý veriyor.
"Etnomüzikolog yönüm var. Amatörce baþladý, uzadý gitti.
Dünyadaki bazý stilleri öðrendim. Batý Afrika, Hint, Güney Hindistan,
bunlar çok önemli müzikal zenginlikler. Hepsinin ortak bir özelliði de
var. Etnik müzik son derece tutucu ve dýþa kapalý. Mesela en haþin
olanlar
Kübalýlar;
hiç
kimseyi
içlerine
almazlar.
Ama
ben
alçakgönüllülükle onlara yanaþtým ve diyalektlerini öðrendim. Jazz'a
bulaþmýþ olmak önce bende bir zorluk yarattý ama öðrenme sürecine
Cazname I- Tunçel Gülsoy
46
bir önyargý ve tavýrla giremezsin. Etnik müzikleri öðrenmenin hem
zanaatýna hem sanatýna faydasý olur, dünyayý daha iyi anlar kendini
daha iyi ifade edersin. En moderninden en gerisine kadar tüm çaðlar
boyunca yaþamýþ toplumlarda bir davul kültürü var. Bu yüzden de
davulcular tüm dünya kültürlerine diðer müzisyenlerden daha
açýktýrlar. Her gittikleri yerde ortak bir dil ve anlayýþ bulurlar. Bir Yehudi
Menuhin çingene kemanýna ilgi duyabilir ama davulda bu yaklaþým ve
kaynaþma çok daha kolaydýr. Þu anki aklýmla yeniden davul çalmayý
öðrensem Batý Afrika'ya giderek iþe baþlardým. Etnik müzikte
insanlýðýn öðrenmesi gereken birçok þey keþfettim. Bunlardan en
önemlisi müziðin cemaat boyutu. Tek baþýna anlamsýz olsan bile bir
bütünün küçük bir parçasý olabilirsin. Tek baþýna çaldýðýn zaman
anlamsýz olabilir ama hep beraber çalarken anlam kazanýr bireylerin
tek tek toplamýndan daha büyük bir bütünün parçasý olabilirsin. Kibir
Afrika kültüründe hiç bir þekilde kabul edilebilir bir þey deðildir, asla
cemaatý küçümseyemezsin. Bunu anlayamayan da jazz'ý anlayamaz.
Bu jazz'ýn da olmazsa olmaz bir koþulu. Az þey ile çok þey
söyleyebiliyorsun.
Jazz'ýn bir tarifi varsa o da ekip çalýþmasýdýr. Ýfade yeteneði de bir
baþka boyutudur. Az þey ile çok þey söylemeyi öðreniyorsun. Batý
kültüründe davulun yeri orkestranýn en arka tarafýndadýr. Ama bir
Afrika davulunda sekiz-dokuz týný vardýr. Davulcu bunlarý deðiþik
sýralarda çalarak çok fazla þey ifade edebilir. Teknik ve virtuozite yok.
Sadece ortak bir dil ve ifade gücü var. Virtuozite bireyselliði ve solistliði
getiriyor. Solistlik ise yalnýzlýktýr. Zenci bireyselliði ne zaman öðreniyor,
kölelik kalktýktan sonra. Afrika'dan geldikten iki yüz elli yýl sonra
yalnýzlýðý ve bireyselliði tanýyor, blues söylemeye baþlýyor, zenci
bireyselliði ortaya çýkýyor.
Jazz uç bir cemaat anlayýþý ile uç bireyselliðin tek potada eritildiði
baþka bir sanat dalý. Böyle bir baþka sanat dalý yok. Bireysellik
olmasýna raðmen hep çalarken baþkalarýnýn açýðýný kapatýyorsun,
birisini
heyecanlandýrýyorsun,
eþlik
ediyorsun,
kýskanýyorsun,
seviniyorsun, solo yapýyorsun. Ýþte bu yüzden ben jazz'ý seviyorum ve
yapýyorum. Bu benim için bir oyun. Çok entellektüel olursan bu oyunu
oynayamazsýn, müzik yapamazsýn, ayný sahneyi paylaþamazsýn.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
47
Mesela Fransýzlar oynayamýyorlar, biraz içgüdüsel ve çocukça olamak
lazým.
Jazz'da kimi beðendiðime girmek istemiyorum. Sana tesir eden
kiþiler baþkalarýnýn tanýdýðý ünlü kiþiler olmayabilir. Benim en büyük
hocalarým beraber çaldýðým müzisyenler. Ben davul çalmayý davul
çalmayan müzisyenlerden öðrendim. Tüm geçmiþimde beraber
çaldýðým insanlarýn bu gün geldiðim yer ve anlayýþta etkisi vardýr.
Ýnsan çaldýðý ve dinlediði herþeyin bir toplamý oluyor. Bu açýdan
baktýðýnýzda çoðu jazz müzisyeninde bir Charlie Parker var; adam bir
lisaný getirmiþ.
Jazz kavramý öyle bir yere geldi ki içi boþaldý. Her þey iþin içine
girdi. "Jazz eþittir doðaçlama" da deðil. Baþka müziklerde de
doðaçlama var. Bireysellik ve cemaat anlayýþý iç içe. Jazz bence en
demokratik müzik. Kendi sýnýrlarýnýn bittiði yerde baþkasýnýn sýnýrlarý
baþlýyor. Ama doðru sýnýrý çekmezsen de cemaat seni kabul
etmeyerek dýþlýyor."
Okay Temiz'in benzer duygularý taþýdýðýný söylüyorum. Birbirlerini
çok iyi tanýyorlar ama ortak bir çalýþma yapabileceklerini belki þimdi
fark edebilirler. Cemaat denince aklýmýza içinde yaþadýðýmýz ve toplum
dediðimiz cemaat geliyor.
Cemiyet hayatý açýsýndan Can Kozlu'yu merak ediyorum. 1991'de
arkadaþ çevresinden bir finans uzmaný haným ile evlendiðini eþlerin
ayrý mesleklerde olarak birbirlerini tamamlamalarýný çok doðru
bulduðunu öðreniyorum. Altý buçuk yaþýnda bir oðlu ve dört yaþýnda bir
kýzý var. Çocuk yetiþtirmeyi dünyanýn en romantik olmayan þeyi olarak
görmesine raðmen çocuklarýna çok düþkün olduðunu hissediyorum.
Geç evlenmiþ olmasýna raðmen eþinin kýymetini bildiðini vurguluyor.
Sonra bugün geldiði noktanýn ilerisini irdeliyoruz.
"Türkiye'nin gündemi çok yapay. Burada herkes kendi konusunun
dýþýnda konuþuyor. Gün oluyor gençleri özellikle öðrencilerimi görüp
umutlanýyorum, gün oluyor ülke idaresini görüp üzülüyorum. Belli bir
yaþa ve yere gelince çevrendeki insanlar seni bir yerlere getirmek
istiyorlar. Ýnsanlarý çok erken emekliliðe ayýrýyorlar burada. Tedirgin
oluyorsun. Hoca olmak güzel ama gençlerden öðrenilecek þeyler var.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
48
Benim yaþýmdakiler çoðu zaman gençlere kapalý olabiliyorlar. "Aðabey
bilir" dokunulmazlýðý oluyor. Bu noktaya gelen insanlar astýðý astýk
kestiði kestik insanlar oluyorlar. Arkalarý ile baðlarý kopuyor, halbuki
öðrenmenin sonu yok.
Bugün kýrk altý yaþýndayým. Daha yapmayý düþündüðüm þeyler var.
Ýlk olarak bir albüm meselesi var, insanlar albümü olmayan bir
müzisyeni yadýrgýyorlar. Müziðin dýþýnda da hayallerim var. Bilgi
Üniversitesi'ndeki öðretmenliðim, çiftlik evime sera yapmak,
çocuklarýmý istediðim gibi büyütmek. Sonra deniz hasretim var. Üç
yýldan beri bir yelken grubum var. Denize çýkýyoruz. Yelkencilik ve
gemicilk öðreniyorum. Biz ailece bir þeye merak sardýk mý onu esaslý
bir þekilde inceleriz. Uzun deniz yolculuklarýnda okuyarak deniz
bilgilerimi arttýrýyorum. Deniz ve gemicilik çok kapsamlý bir konu.
Yelken, navigasyon, meterloji, dizel motor, binbir çeþit þey. Zaten
derler ki hayatýnýn sonuna kadar uðraþsan da iyi bir denizci olamazsýn.
Denizde geçirilen üç gün karadaki üç haftaya tekabül eder. Aðabeyim
ile birlikte tekne yapýyoruz. Boyumun ölçüsünü alayým istiyorum.
Oðlum da benim gibi denize ilgi duyuyor, geçenlerde dümen tutarak
bizi marinaya soktu."
Bu noktada konuþmamýzýn baþýndaki baba-oðul eðitiminde denizin
rolü konusuna tekrar deðiniyoruz Tabii hoca kimliði aðýr basýyor ve jazz
yolculuðuna çýkan gençler için verebileceði öðütleri soruyorum.
"Türk insaný az yetenekli deðil ama jazz'a soyunacak kiþilerin
bilmesinde yarar var. Bu uzun ince bir yol ve çok zorluklarla dolu.
Nefeslerinizi ona göre ayarlamanýz lazým.
Türkler çalmak istedikleri jazz'ýn sentaks ve lehçesini yeterince
bilmiyorlar. Sadece nota okuyarak çalýnan müziði anlamak ve çalmak
mümkün deðil. Mesela bir davulcuyu anlamak için mutlaka beraber
çaldýðý solisti bilmek lazým. Elvin Jones'ý tanýmak için John Coltrane'i,
Max Roach'ý tanýmak için Charlie Parker'ý, Jack de Johnette'i anlamak
için Keith Jarrett'i bilmen gerekir. Max Roach'u dinlemeden
anlayamazsýn, sadece notalarý görerek olmaz, aksan yanlýþ olur.
Türkiye'de insan yirmi beþ yaþýnda iki CD yapmamýþ, on festivale
katýlmamýþsa kendisini "kaybetmiþ" bir insan olarak hissedebiliyor. Bu
Cazname I- Tunçel Gülsoy
49
iþin ustasý olabilmak oldukça uzun zaman alabiliyor. Müziði uzun
dönemde para, ün, statü gibi farklý nedenlerle yapabilirsin ama
mutlaka yaþamýnýn bir bölümünde müziði müzik için yapmak
zorundasýn yoksa belirli bir seviyeye gelemezsin. Müzik öyle bir ortam
ki uzun zaman herkesi aldatamazsýn, söylediklerinin tapusu sende
deðilse ve boþluklarýn varsa bu mesleði yürütemiyorsun. Sahnede
çaldýðýn zaman aslýnda bir striptiz gibi, her þeyin ortaya çýkýyor,
görülüyor. Aldatmaca mümkün deðil. Bu sanat vasatý da kaldýrmýyor.
Çok iyi ol, çok kötü ol, ama bence en korkuncu vasat olmak. Çok iyi ol,
çok kötü ol ama sakýn vasat olma. Olayýn bir baþka yönü de disiplinli
ve çalýþkan olmak.
Hayatýnýn bir döneminde enstrümanýnla baþ baþa bir inzivaya
çekilmen lazým. Hepimiz gerçeði hep dýþarýda arýyoruz, biraz da
içimize bakmamýz lazým. Böylesi bir inziva insaný depresyona da
itebilir ama içerisinden çýkabilirsen çok daha özgüvenli, inandýrýcý ve
bütün bir sanatçý olabiliyorsun. Ýnsanýn kendini aramasý ve bulmasý en
zoru. Ben bunu Amerika'da yaþýyarak öðrendim.
Çal, seni çal, yüreðini çal, referans yok, kendin ol. Bu bizim
kültürümüze yabancý bir þey, aðýr bir þey. Ýnsanlarýmýz korkarlar.
Amerika'da söylenen bir söz vardýr: "Jesus said pray, Parker said
play." Türkçesi kafiyeyi kaybediyor ama þöyle denebilir: Ýsa "dua et"
dedi, Parker "çal" dedi.
Duygusal referanslarýný yok et, emniyet aðlarýný at, çalmanýn hakkýn
olduðunu bil."
Andre Gide Oscar Wilde'ýn De Profundis adlý kitabýna yazdýðý
önsözde yazarý þöyle anlatýr:
"Ýnsaný eserinin arkasýna gizlemeye çalýþmak yerine þimdi yapmaya
çalýþacaðým gibi önce insanýn eþsizliðini göstermek gerekirdi, sonra da
eser aydýnlanýrdý zaten. Yunan filozoflarý gibi Wilde de bilgeliðini
yazýya dökmez, konuþmasýyla ve hayatýyla aktarýrdý;
bilgeliðini
tedbirsizce insanlarýn uçucu belleðine emanet ederdi, suyun üzerine
yazar gibi. Hayat hikayesini onu daha uzun süre tanýmýþ olanlar
yazsýn; onu can kulaðý ile dinlemiþ olanlardan biri, burada sadece bazý
kiþisel anýlarýný anlatacak."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
50
Ben bir gün Can Kozlu'yu yakýndan dinlemek fýrsatýný buldum, can
kulaðý ile dinledim. Onu yýlýn jazz davulcusu seçen bir çok dergi
okuyucumuz gibi ben de yaþadýðý þeyleri kendi özgün albümünde
bizlere kalýcý olarak býrakmasýný istiyorum. Ama onu tanýdýkça aslýnda
en büyük
eserinin kendi yaþamý olduðunu farkettim. Tüm sert ve
soðuk görünüþünün ardýnda sýmsýcak ve hayatýn zor yollarýnda
olgunlaþmýþ bir ruh buldum.
Onun hayat hikayesinin günün birinde yazýlacaðýna da eminim.
Ama bunu onu uzun süre tanýmýþ olanlar yapacak. Ben sadece onunla
geçirdiðim kiþisel bir öðleden sonrayý sizlere aktardým.
Sevgili Can umarým ülkende domatesin kokusu her zaman sana
güzel gelir.
51
"A" DAN "Z" YE BÝR YOLCULUK
Ýki kiþi doðaçlama çalarsa neler olabileceðini biliyorum, çok güzel
örneklerini duydum. Peki iki kiþi doðaçlama konuþursa ne olur? Hadi
hayal edelim: Þu misafir geldiðim ev bir stüdyo olsun ve ev sahiplerim
de doðaçlama konuþan iki dost. Kayýt baþlýyor.
"Þöyle de: Nefesli çalar ama burnu hep týkalýdýr."
"Benim içinde þunu diyebilirsin: Böreði hep eli ile yer ve yaðlý elleri
ile bas çalar."
Ev sahiplerimiz ilk temalarýný sundular. Misafir, evdeki hi-fi aletlerine
takýlmýþtýr ve bundan ilham alan birinci ev sahibi ilk yolculuðuna çýkar.
"Hi-Fi ile platonik olarak ilgileniyorum, ekonomik olarak kiþisel
spektrumumun dýþýnda.
28 yaþýndayým ve 26 yaþýnda evlendim.
Baþlangýçta sadece bir gaz bulutu vardý; yoksa gerçekten var
mýydý?
Hayýr, hayýr, galiba önce düþünce vardý.
Klarinet de çalmaya çalýþýyorum, konservatuarda klasik müzik
eðitimi görmedim. Ýç mimarlýk eðitimi gördüm.
Büyük laflar edip sonradan altýndan kalkamamak istemiyorum."
Misafir bu ilk doðaçlamadan biraz þaþkýndýr, ama ikinci yolculuk
baþlar.
"32 yaþýndayým ama ruhen kaç yaþýndayým bilmiyorum. Müziðe üst
katýmýzda oturan iki kýzkardeþ yüzünden baþladým. Onlar melodika
çalardý. Ben de onlarýn melodikalarýný alýp popüler müzikler çalardým.
Kýzlar derdimi çok çabuk anladýlar. Teyzem bana ilk melodikamý aldý.
Önce benden yedi yaþ büyük olan ablaya aþýktým, sonra bir gün
rüyamda küçük kýzý gördüm ve ona aþýk olarak uyandým. Ýlkokulda
Cazname I- Tunçel Gülsoy
52
müzik yeteneðim keþfedildi, koroya girdim, tek melodikacý bendim,
herkes mandolinci idi, mandolini çok sýkýcý bulurdum, ilk müzik
dönemim böyle bitti.
...
Önce gaz bulutu vardý."
Misafir þoke olmuþtur, iþin içine bir aþk öyküsü de girmiþtir, gaz
bulutunu düþünmeye baþlar, yoksa önce düþünce mi vardý derken
birinci konuþmacý ikinci yolculuða çýkar.
"Ben önce resim yaptým. Lisede progressive rock grubunda
synthesiser çalardým. Ama bu sesi çok sýkýcý buldum. Sonra blues
dinlerken piyano çaldým. Piyano plaja gidemeyecek kadar aðýrdý. Hafif
olarak gitar vardý ama herkes plaja gitar götürüyordu. Ben en çok
klarinet seviyordum ve klasik müzik olarak da dinlemiþtim. Bir dükkana
girdim ve: "Klarinet almak istiyorum, en ucuzundan" dedim. Adam: "Si
bemol deðil mi?" dedi. Sol elinin üç parmaðýný basýnca do çýkar ama
aslýnda si bemoldür. Bu bana hayatta her þeyin göreceli olduðunu
keþfettirdi. Yirmi yaþýnda idim, klarinet çalmayý kendi kendime
öðrendim. Ben dinleyerek öðrenenleri severim, hiç ders almadým,
kurcalayarak öðrendim."
Ve bir anda ucuna gelinen izafiyet teorisi… Ama ev sahipleri hiç ara
vermezler.
"On sekiz yaþýma kadar baþka bir þey çalmadým. Koroya takýldým.
Ýzmir Bornova Anadolu Lisesi'ni bitirdim. Sonra gitara baþladým. Ýyi
müzik dinliyor kötü gitar çalýyordum. John McLaughlin'i tanýyordum.
Önce rock sonra blues, funk derken bir gün jazz'a geldim. Bu arada týp
okuyordum, üniversitenin müzik klübünü kurdum, oyunculuk da
yaptým. Bir gün okul bitti. 1991 yýlýnda doktor oldum. Ýngilizce bilmek
kendi kendime müzik öðrenmek için çok yararlý oldu, Ýzmir'deki
Amerikan Kütüphanesi'nden çok yararalandým. Gunther Schuller'in
kitaplarýný, Down Beat dergilerini orada okudum, John Cage'i tanýdým."
"Klarinete baþlamadan önce piyano ve blok flüt çalýyordum.
Piyanoda bildiklerimi klarinete aktardým. Kitaplardan ve ustalardan
öðrendim. Gerekli zaman ve enerjiyi ayýrýrsan karþýlýðýný veriyo. Bir
yere kadar!"
Cazname I- Tunçel Gülsoy
Gülme
53
sesleri
duyulur,
herkes
gülmektedir,
misafir
tüm
dinlediklerinden þaþkýndýr, izin ister ve tuvalete gider, elini yýkarken
kendisinin yazýlarýnýn olduðu dergiyi görür: JAZZ.
Sevgili dergisi evin bu en mahrem köþesinden ona bakmaktadýr.
Kararýný verir, jazz insanlarýn en önemli ve mahrem özgürluklerinden
biridir. Ýþittiði doðaçlama onu da kendi doðrularýný sorgulamaya itmiþtir.
Sound of Music filminde bir sahne vardýr. Tüm rahibeler manastýrýn
haþarý kýzý Maria'dan þikayet eden bir þarkýyý söylemektedirler. Herkes
Maria'nýn bir yönüne deðinir. Son bir rahibeye sýra gelmiþtir, o önce bir
þey söyleyemez, sonra gülmeye baþlar ve þarkýnýn özü olan cümleyi
söyler: Maria beni güldürüyor.
Bu iki genç adam da hem beni hem bizi dinleyen eþlerini
güldürüyorlar. Tabii kendilerinin de güldüðünü söylemeye gerek yok.
"Müziðin bin çeþit çeþidi ve yönü var. Doðaçlama yapmak benim
için çok önemli ve ilgim de bu yönde geliþti. Ýkimiz de ayrý ayrý
çalýþýyoruz. Beraber bir funk grubunda çalmýþtýk. Geçmiþte beraber
yapmýþ olduðumuz ilk albüm Hindistan'da yayýnlandý; adý "Golden
Days".
Afrika müziði, elektronik müzik, Barok müzik, hip hop, her þeyi biraz
kullanýyoruz.
Ne iþ yapýyorsun, diye sorulsa: "Ben müzisyenim." derim veya
"Doðaçlama da çalabilen bir müzisyenim." derim.
Jazz bir duygudur, anlatýlmaz yaþanýr. Ben müziðimi katogerize
etmek istemiyorum ama ille de tanýmlamak gerekirse, jazz diyorum."
"Sesler ve onlarýn zaman içerisinde düzenleniþi vardýr. Bazýsý iyi
olur bazýsý kötü. Veya diyelim ki bazý düzenleniþler insanýn ruhuna
hitap ederler.
Doktorluk yapmadým, Kaþ'a gittim ve inzivaya çekildim. Bir ara
Hindistan'a gittim. Askerliðimi doktor olarak Isparta'da yaptim ve tekrar
Hindistan'a döndüm. Bir yýl önce tekrar Ýstanbul'a döndüm, bir
müzisyen olarak hayatýmý býçak sýrtýnda kazanýyorum."
"Resim ile ciddi olarak ilgilendim ama sadece müzisyen olarak
çalýþtým. resim tek baþýna yapýlýyor ve onu yapmak için gereken
Cazname I- Tunçel Gülsoy
54
zaman uzun veya kýsa olabiliyor. Resim plastik bir obje, madde olarak
kalan bir þey, sonradan birileri ona bakabiliyor. Resimin tek baþýna
yapýlabilmesi bir noktadan sonra onu müzikten farklý kýlýyor.
Doðaçlama müzik özellikle de baþkalarý ile yapýlýrsa yüksek bir enerji
ortaya çýkarýyor. O an yapýlýyor ve o an dinleyenlere kalýyor. Müziðin
baþkalarý ile yapýlabilmesini ve plastik bir obje olarak kalmamasýný
seviyorum. Evet CD kalýr denebilir ama o bile farklý. Bir resme bakma
süresi göreceli bir þey, müzikte ise belli bir dinleme süresi var, tabii
müziðin de kiþi üzerindeki etkisi göreceli olarak farklý olabilir. Müzik
ciddi olarak zamaný kullanýyor, bir zaman referansý var."
"Müzik belki de insanlarýn yaþarken yapabildiði en iyi þey veya
þeylerden biri. Müzik ilginç bir þey, hiçbir zaman sýfýr noktasýndan fazla
uzaklaþmýyorsun, hep karþýnda bir sonsuzluk var. Bu da insaný ister
istemez alçakgönüllü olmaya zorluyor. Müziðin öðrettiði en önemli þey
bu alçakgönüllülük. Çalarken her þey olduðunuzu hissedebiliyorsunuz
ve karþýnizdakine aktarabiliyorsunuz. Ama öte yandan sonsuzluðun
karþýsýnda çok ufak olduðunuzu hissediyorsunuz.
Müzik baðýmsýz bir þey, müzisyenden baðýmsýz. Biz ikimiz de
müziðin insaný veya müzisyeni çaldýðýný düþünüyoruz."
"Bugün tüm sanat tarihi boyunca yapýlan müziðe insanlýk olarak
sahibiz. Enstrüman müziðin tamamýna sahip, çalan kiþi ise
enstrümanýn sahip olduðunun ancak bir kýsmýný ortaya çýkartabilir."
Dikkatle ev sahiplerimi dinliyorum, kelimeleri týpký notalar gibi
kullanarak inanýlmaz
sololar yapýyorlar. Ama jazz ayrýlýk kadar
bütünlüktür de. Ýþte þimdi artýk "ensemble" konuþmaya baþladýlar.
Ortak bir temaya varýyoruz, bu onlarýn en son albümleri, adý "A Z" iki
harf arasýnda ciddi bir mesafe var, AZ diye okunmuyor ama iki harf
arasýnda tire de yok, bir çok anlamý ayný anda yüklenmiþ bir isim bu.
"A Z birlikte yaptýðýmýz bir çalýþma. Bu albüm bizim için birçok farklý
þeylerin harmaný; özellikle böyle olmasýný istedik. Birçok deðiþik
yönümüzün harmaný deðil. Biz yönümüzün içindeki çeþitlilikten
harman yapmak istedik. Funk yok, Bizans müziði yok, elektronik yok.
Stüdyoya girdik, ayarlar yapýldý, kapýlar kapandý, konsantre olduk
ve çaldýk. Hiçbir üst üste kayýt yok. Aslýnda çalarken konuþuyoruz.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
55
Müzik o anda oluyor. Aný yakalýyoruz ve her þey bitiyor sadece müzik
kalýyor.
Albümdeki çalýþmalar teknik olarak üç gruba ayrýlýyor. Bir kýsmý
tamamen yazýlý, hiçbir doðaçlama yok. Bazýlarý tamamen doðaçlama,
hiç nota yok, stüdyoya girdik ve çaldýk. Parçalarýn bir kýsmý da hem
yazýlý notaya hem de doðaçlamaya dayalý. Daha önce belirlenmiþ bir
melodik ve ritmik formlarý var.
Albümümüzün samimi olmasýný istedik, karmaþýk olma amacý
olmadý. Bir insan kendisi gibi olmayý seçemez, çesitli þeylerden öyle
olur. Bu müzik de bizim kendi içinden geçtiðimiz þeylerden doðdu.
Týpký bir doðum sancýsý gibi baþladý günahý ve sevabý ile doðdu. Artýk
yaþýyor ama biz yenisine bakýyoruz, bu bitti.
Ýnsan oðlu ne yaparsa sevilmek için yapýyor, kendini sevmek için,
baþkalarýna sevdirmek
için. Biz de bu albümde kendimizi sevdik ve insanlar bizi sevsinler
istedik, insanlar sinir olsunlar istemedik. Doðaya baktýðýmýzda her
þeyin erkeði renkli ve gösteriþli, sanatçýlarýn çoðunluðu da erkek.
Kimbilir belki de erkeklerde sevgi ihtiyacý daha fazla oluyor."
Ýþte bu anda Oðuz'un eþi Ýlknur'a bakýyorum, "Bu adamýn nesini
sevdiniz diye soruyorum" cevap veriyor: "Bu dünyada böyle birinin var
olabilmesini sevdim." Ayný duyguyu Çaðlayan'ýn eþi Selma baþý ile
sessizce onaylýyor.
Oðuz Büyükberber ve Çaðlayan Yýldýz ortak arkadaþlar vasýtasý ile
Kaþ'ta tanýþtýlar. Çaðlayan o sýrada Kaþ'ta inzivaya çekilmiþti. Bir gün
ekstra tabir edilen bir iþ buldu, Oðuz'u çaðýrdý. Oðuz Kaþ'a otobüs ile
gitti. Otobüsten indikten sonra aðzýna bir lokma bile koymadan
Çaðlayan'ýn iþi bulduðu yere gittiler ve çalmaya baþladýlar.
Aðýzlarýndan pek fazla söz dökülmedi ama hemen konuþmaya
baþladýlar. Zaman geçti, bir gün yaþadýklarýný baþkalarýna ile
paylaþmak istediler. Uzun bir hikaye idi, A'dan baþladýlar ve bir CD'de
Z' ye vardýlar.
Yukardaki sözlerden hangisinin hangisine ait olduðunu merak mý
ediyorsunuz. Bu artýk çok önemli deðil. Son bölümde söyledikleri
sözler ise ayný anda yüreklerinden döküldü, ben canlý olarak dinledim.
56
CAZA MI CUZ, CUZA MI CAZ/ TÜRKÝYE'YE JAZZ'I
SEVDÝREN ADAMIN ARDINDAN
O birçok kiþiye jazz müziðini sevdirdi ama bunlar içersinde bir de
þair vardý. Can Yücel bir gün kendisine jazz'ý sevdiren dostuna þiir ile
sordu:
"Caza mý cuz, cuza mý caz"
Davulunu kimselere emanet etmez, kendisi taþýrdý, ama Can Yücel'i
davulunun baþýna oturtmuþtu.
Adam karþýsýndaki kýza sordu: "Bana babaný anlatýr mýsýn?"
Kýzýn gözleri uzaklara daldý gitti. O kadar çok anlatabileceði þey
vardý ki… Bir yerden baþladýlar:
"Babam dünyanýn en matrak adamý idi. Babam varken arkadaþ
sýkýntým yoktu. Beraber çok eðlenirdik, çok keyif alýrdýk. Aramýzda
baba kýz iliþkisi yoktu. Az görüþürdük ama bana komik þeyler anlatarak
güldürürdü. Fýkra anlatmayý çok severdi. Amerika'dan sürekli yeni fýkra
kitaplarý getirirdi. O zamanlar Çankaya'da otururduk. Babam Jusmat'ta
çalýþýrdý. Ýngilizceyi çok iyi konuþurdu. Ama okulda öðrenmedi.
Kafasýna takmýþ, kitaplardan kendi kendine öðrenmiþ. Herkesten uzak
olsun diye mezarlýklara gider çalýþýrmýþ.
Prensipleri vardý ve onlardan hiç ödün vermezdi. Bana karþý da katý
olduðu þeyler vardý. Piyano dersi almam için tutturdu. Ben gitar
istiyordum, o piyano aldý ama ben çalýþmayýnca kýzdý sattý. Gitar
alsaydý belki de bugün çalýyor olacaktým. Konservatuara girmemi
istemedi. O çevreyi hiç sevmiyordu.
16 mm'lik bir film makinasý vardý. Evde bize ve dostlarýna Türk
filmleri seyrettirirdi. Ayrýca kapýya filmin özgün afiþini asar bir de
gelecek programý gösterirdi. Ben de arada þakacýktan frigo satardým.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
57
Ýnsan haklarýna çok önem verirdi. Sigara içmeye baþladýðýmý ona
ben kendim haber verdim. Bir gün beraber içki içerken bana sarý Pall
Mall sigarasýndan ikram etti. Çok þaþýrmýþtým. Yanýmda sigara
içmemen benim için saygý deðildir. Hadi yak, içki ile çok iyi gider, dedi.
Bir gün film gösterirken bir sigara çýkardým, hemen çakmaðýný
çýkartarak yaktý. Evdeki misafirlerden biri tepki gösterince ona
dönerek: "Sen aramýzdaki saygý alýþveriþine karýþmazsýn, ben kýzýma
saygý gösteririm." dedi."
Kýz durdu, bir sigara içebilir miyim, diye sordu, adam baþý ile
sessizce onayladý. Ýlk duman tüm sigaralarda en derin çekilenidir.
Dumaný üfledi ve devam etti:
"Hediye veriþi çok ince idi. Bir gün annem ve beni Erdek'teki yazlýk
evimizden
almýþ
Ýstanbul'a
getirmiþti.
Ankara'daki
evimize
vardýðýmýzda içeri girmeden önce sigorta kutusunu açtý ve bir þeyler
yaptý, sonra eve girdik. O an elektrikler gelmiþti, içeride gözlerimize
inanamadýk, tüm ev baþtan aþaðý yenilenmiþti, yeni mobilya kumaþlarý,
badana boya, birçok þey. Pikap yavaþça dönmeye baþladý, Blue Moon
çalýyordu, annem ve babamýn aþk þarkýsý. Annem þok geçirdi, benim
tüylerim ürperdi. O aný hala unutamam.
Anneler gününde annemden baþka tüm teyze, hala ve yengelerime
çiçek gönderirdi. Ankara'dan bile Ýstanbul'a çiçek gönderdiði olmuþtur.
Sol hareketlerin yoðun olduðu yýllardý. Bir gün Ankara'daki evimize
döndüm. Apartmanýn giriþine solcu göstericiler dolmuþtu. Bildiri
daðýtýyorlardý. Bizim dairenin kapýsýný açtým bir de ne göreyim.
Duvarda bir afiþ vardý ve üzerine bir çift çizme sanki havada duruyor
gibi idi. Eyvah adamlar annemi babamý öldürdüler diye düþündüm, çok
korkmuþtum. Sonra afiþe yaklaþtým, üzerinde bir þiir vardý ve her
satýrýn baþ harflerini alt alta koyunca ismim yazýlýyordu. Çizmeler ise
benim için alýnmýþ bir hediye idi ve babam onlarý afiþe seloteyp ile
iliþtirmiþti."
Adam þiiri merak etmiþti, kýz yanýtladý:
Sensin/ En güzeli/ Bu hayatýn/ Leylak, zambak gül gibi/ Aþýðýz sana
Cazname I- Tunçel Gülsoy
58
"Sebla uzun kirpikli güzel göz demekmiþ. Annem babamýn flört
ettikleri devirde uzun kirpikli bir güzel kýz varmýþ ve adý Sebla imiþ. Ben
doðunca bir isim piyangosu yapmýþlar. Annem, babam ve anneannem
torbadan Sebla ismini çekmiþler."
Adam onun babasýna hiç þiir yazýp yazmadýðýný sordu, kýzýn cevabý
olumsuz idi ama adam o an babasýna ayný þekilde bir þiir yazmasýný
istedi. Sonra kalkýp kýzýn babasýnýn tek yapmýþ olduðu albümün
CD'sini koydu. Biraz sonra kýz ona bir þiir gösterdi:
En güzeldin her zaman
Rahat uyuyamýyorum þimdi
Olsan hep yanýmda olsan
Lanet olsun kadere, çok gereklisin þu an.
"Çok papatya severim, papatya mevsimi gelince ilk papatyayý o
bana alýrdý.
Ben repertuarýna aldýðý parçalarýn sözlerini çýkarýrdým. "The Man I
love" ikimizin de en sevdiði parça idi. Benim için þarkýdaki insan
babamdý, onu severdim. O ise beni çocuðu olmamýn ötesinde bir sevgi
ile severdi. Hakikaten ona benzerdim. Dinleyicilerinin en sevdikleri
parçalarý aradan yýllar geçse bile hatýrlar onlarla tekrar karþýlaþtýðýnda
çalardý. Çok geniþ ve sürekli geliþtirdiði bir repertuarý vardý. Evde 5000
Long Play'i olan bir insan düþünün, çok renkli bir insandý.
5000 LP' si hala duruyor. Bir radyo programý yapmak istiyorum. Adý
"EP nin LP si" olacak. Deðiþikliðe meraklý idi, baþkalarýnýn yaptýðýný
ötesinde þeyler yapmayý severdi. Ama ilk CD çalýcýlara karþý çok
direndi. CD sesini çok yapay bulurdu. Hep pikabýn iðnesinin doðallýðýný
aradý.
Hayatýnýn iki önemli hobisi deniz ve jazz idi. Yeniköy'de Bilsak'ta
çalýþýrken teknesi kýyýda baðlý dururdu. Kaç defa programýndan sonra
gece balýða çýkmýþ, tuttuklarýmýzý piþirip yemiþizdir.
Teknesi minicik idi, sanýrým sekiz metre falan. Adý jazz'dý. Minicik
olmasýna raðmen her türlü konforu vardý. Her þey çok ayrýntýlý olarak
düþünülmüþtü. Bardaklýklar, ufak bir gaz tüpü, daha bir çok güzel
ayrýntý
Cazname I- Tunçel Gülsoy
59
Müzik onun hayatý idi ve onsuz yapamazdý. Anneme: "Senin bir
tane kuman var, o da jazz" derdi. Her yerde jazz dinlerdi.
Tuvaletimizde bile jazz dinlediði bir hoperlör tesisatý vardý. Kulaðýný
deldirip üzerinde jazz yazýlý bir küpe takmýþtý."
Bir kahve daha alýr mýsýnýz; veya bir likör? Kýz portakal likörünü
onayladý, ilk kadehi içerken tekrar artýk yaþamayan insan ile ilgili
anýlarýna döndü.
"Ýçkiyi çok severdi. Bir yere gittiðimizde içkisi bitmezse bardaðý
yanýna alýr cebine koyar sonra arabasýný sürerken oradan içerdi. Bana
hep "içki ve kahveyi bardakta býrakma" derdi. Ýkisini de çok severdi.
Gece eve geç geldiðinde bana acele acele konuþarak: "Suko, kahve
yap." derdi. Suko dediði "Su koy" idi.
Ýçki kültürü çok iyi idi, her türlü içkiyi severdi, önceleri çok viski
severdi ama son dönemlerinde rakýya sarmýþtý. Evinde bir barmenin
kullanabileceði tüm aletleri ve takýmlarý bulundururdu, bir de kokteyl
tarifleri kitabý vardý."
Peki yemek ile arasý nasýl, diye sordu adam; beklediði yanýtý aldý.
"Boðazýna çok düþkündü, deniz mahsullerini çok severdi. Ayrýca
çok güzel yemek de yapardý. Salatalarý ve börekleri enfes idi.
Hep deðiþik yemekler severdi ve buzdolabýmýzda kurbaða bacaðý,
pavurya, salyangoz gibi þeyler olurdu. Bir gün Süheyl aðabey geldi;
"Aç mýsýn?" diye sordum, þaka olsun diye kurbaða bacaðý istedi, ben
tutup getirince de çok þaþýrdý."
CD deðiþti, bu sefer kýzýn sevdiði parça çalýyordu: The Man I Love.
Bir sigara daha yaktý ve babasýný anlatmaya devam etti:
"Jazz'a yedi yaþýnda evdeki pufun üzerinde davul çalarak baþlamýþ.
Radyoda Voice of America dinlermiþ. Dedem çok sert karekterli bir
asker idi. Onun davul çalmasýna karþý çýkarmýþ ama babam inatla
davulcu olmuþ. Davul çalmayý kendi kendine öðrenmiþ, yani alaylý. Bir
ara nota dersleri al dedik. "Davulun notasý mý olur, o bir duygudur."
dedi ve karþý çýktý.
Babannem ut çalardý. Dedemi uyutup beni sinemaya götürürdü.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
60
Dedem çok cimri bir adammýþ, sanýrým ona tepki olarak paraya ve
maddiyata hiç önem vermezdi. Parasý zaten pek az oldu, olaný da
bizlere harcadý. Çok gönlü zengin idi. Yedik içtik, davetler verdik, hoþ
bir hayat yaþadýk. Çok sosyal bir yaþantýmýz vardý. Sefirler, sanatçýlar,
hepsi çok renkli idi. Bir çok zengin insandan çok daha güzel yaþadýk.
Tüm serveti plaklarý oldu. Her kýz çocuðu babasýný ideal erkek olarak
görür ama benim babam gerçekten ideal bir erkekti.
Çok çalýþýrdý, bazen gece yarýsý eve telefon eder bizleri toparlar
eðlenmeye götürürdü. Feyman Klüp'e gider, sabahlara kadar
eðlenirdik. Ben sabah bir duþ alýr okula giderdim. Ýnanmayacaksýnýz
ama böyle gecelerden sonra girdiðim sýnavlarým da iyi geçerdi.
Çok uykusuz geceleri olmuþtur. Ben uykusuz kalmasýna üzülürdüm.
Böyle gecelerden birinde radyo programý yapýyordu, benim ýsrarýmla
uyudu. Elindeki notlara baktým. Radyoda çalacaðý parçalarýn listesi
yazýlý idi ama bir noktadan sonra garip bir cümle gördüm. "Sayýn
Tanzanya
baþbakaný
ülkemizi
ziyaret
edecekler."
Güldüm
yorgunluktan konularý karýþtýrmýþ olmalý idi.
Yeni bir plak alýnca hep beraber sabaha kadar onu dinlerdik. Bazen
birbirimizle hiç konuþmadan sessiz sessiz aðlardýk.
Eski eþimin ailesi beni istemeye geldiklerinde babam körkütük
sarhoþ oldu. Gelenlere garip garip sözler etti. Herkes gittikten sonra
beni göbeðine oturttu ve saatlerce karþýlýklý hüngür hüngür aðladýk.
Nikahýmýn olduðu gün Ziya'da bir kokteyl verdik, herkes hüngür hüngür
aðladý ve gitmemeye karar verdik."
CD bitti, derin bir sessizlik oldu. O ana kadar hep daldan dala
atlayarak konuþmuþlardý. Kýzýn aklýna bir þeyler takýldý ve tekrar
konuþtu
"Babam Türkiye'de jazz'ýn Atatürk'ü idi. Atatürk ileriyi gördü ve hep
daha ileriye yürüdü. Babam da öyle. En yakýn arkadaþlarý bile onunla
Türk jazzý olur mu diye dalga geçtiler. Melek gibi insandý. Herkese
yardýmcý olur herkese bir þeyler öðretirdi. Her parçanýn deðiþik
versiyonlarýný dinletirdi. Fatih Erkoç, Kudret Öztoprak, Tarýk Öcal, Tuna
Ötenel, hepsi bizim evde kalmýþlardýr. Ýmer Demirer'i, Neþet Ruacan'ý
Sevinç Tevs'i çok severdi. Ayten Alpman bir gün babam için þöyle dedi:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
61
"O gitti, jazz Türkiye'de bitti." O herkesi toparlardý, þimdi kimse kimse
ile ilgilenmiyor. Jam sessionlar olurdu. Selçuk Sun, Süheyl Denizci,
Tuna Ötenel, bu jam sessionlara katýlýrlardý. Birlik ve beraberliðe hep
o ön ayak olurdu. Kerem Görsev ise þöyle dedi: "O bayraðý bize verdi,
býraktýðý yerden biz yürüyoruz."
Babam olmasa idi Türkiye belki de jazz'ý sevmezdi.
Yabancý müzisyenleri çok iyi takip ederdi. Onlardan hatýrladýðým
kadarý ile Chet Baker, Dave Brubeck, Art Farmer, Sarah Vaughan,
Tommy Bennet, Miles Davis'i severdi. Big Band müziðine de
düþkündü. Demir perde ülkelerinin jazz müziklerine düþkündü.
Amerika'ya konferanslar vermek üzere davet edildiðinde Amerikalýlar
onun jazz bilgisinin derinliðine þaþýrmýþlardý. Voice of America
tarafýndan da çaðýrýlmýþtý ama gerçekleþmedi.
1993 yýlýnda Parliament Jazz Festivali sýrasýnda kalp krizi geçirdi.
Hastanede yatarken bile aklý festivalde idi ve gidemediði için çok
üzgündü. 1933 yýlýnýn 11 Haziraný'nda doðmuþ, bir baþka 11'li günde
öldü, 11 Ocak 1994, 61 yaþýný göremedi.
Babamýn ölümünden sonra her þey bana normal geliyor. Bir yaným
eksildi. Depremden de korkmuyorum. Ama hayat devam ediyor.
Annem var çocuðum var. Fakat jazz'a küstüm. Babam öldükten sonra
Ýstanbul Festivali'ne gittim ama konserin yarýsýnda çýktým. Benim deðil
onun orada olmasý gerektiðini düþündüm. Jazz Festivali'ne gitmekle
ondan bir þeyler koparýyormuþum gibi hissettim."
Adam tekrar likör þiþesine uzandý, kýz istemedi, gitmesi
gerekiyordu. Ardýnda kaybetmiþ olduðu bir babasý vardý ama önünde
de ertesi gün okula hazýrlamasý gereken bir çocuðu vardý. Adamýn kýzý
tanýdýðý günden beri neredeyse bir yýl geçmiþti. Kýzýn babasýný anma
gününde tanýþmýþlardý. Adam: "Onun hakkýnda baþka ne demek
istersiniz?" diye sordu.
"Bir jazz kitabý yazmak, bir de jazz okulu açmak istiyordu.
Ocak ayýnda onu anmak için hoþ bir þeyler yapacaðýz. Bir okulun
müzik bölümüne adýný vereceðiz. Önümüz ramazan, baþka bir anýsý
aklýma geliyor, bir keresinde çalmadýðým bir bu davul kaldý diye
sahurda davul çalmýþtý.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
62
Ciddi Türk sanat müziðini ve klasik müziði severdi. Ama diðerlerine
tahammül edemezdi. Bir gün çaldýðý klüpteki müþteri ona dönüp
"Neden Saçlarýn Beyaz Arkadaþ" demiþ. Adam parçanýn çalýnmasýný
beklerken babam cevap vermiþ: "Yaþlýlýktan Arkadaþ."
Babam dünyanýn en matrak adamý idi."
Adam düþündü ve Can Yücel'in Erol Pekcan'a sorduðu soruya
cevap verdi:
Caza da cuz, cuza da caz, Erol Aðabey, seni asla unutmayacaðýz.
63
RUHUNU TROMPETE ÜFLEYEN ADAMIN ÝZÝNDE,
ÝMER DEMÝRER
"Bu nasýl ses hanýmefendi ?"
Genç trompetçi Bodrum'da beraber çalýþacaðý jazz þarkýcýsý
hanýma telefondaki ilk tanýþmalarýnda böyle hitap etmiþti. 1986 yýlýnýn
bir yaz günü ilk defa bir araya geldiler. Genetik olarak kýzýn sesinin
güzelliðinin þaþýlacak bir tarafý yoktu, hem annesi hem babasý þarkýcý
idi ve Türk müzik dünyasý onlarý çok iyi tanýyordu. Ama genç trompetçi
ilk defa bir vokalist ile çalýþacaktý ve o gün uzun uzun sahne düzeni
hakkýnda konuþtular. O an fark etmediler ama artýk beraber
yaþayacaklarý bir hayatýn düzenini de konuþmaya baþlamýþlardý.
Bodrum'daki iþ bitti herkes evlerine döndü, fakat Ýstanbul'da da
görüþmeye devam ettiler. Bir festival sýrasýnda yaþanan on gün ayrýlýk
ise hayat beraberliðini getirdi. Ýmer Demirer Ýlham Gencer ve Ayten
Alpman'ýn kýzlarý Ayþe Gencer ile evlendi.
"Benim için her yeni gün Ayþe ile doðuyor. O þu sýralarda Hilton'da
çalýþýyor. Beraber de çalýþtýðýmýz oluyor. Karý koca sahneyi paylaþmak
zor. Ben sahnede Ayþe'yi eþim olarak deðil bir müzisyen olarak
görürüm. Bence Ayþe çok iyi bir jazz standartçýsý. Sürekli olarak
birbirimize daha çok müzik dinlememiz gerektiðini söylüyoruz. Müzikte
her þeyi dinlemek ve anlamak lazým."
Ýmer Demirer'i herkes tanýr ve sever. Onun hakkýnda olumsuz tek
bir söze rastlamasýnýz. Geçtiðimiz kasým ayýnda rahmetli Erol Pekcan'ý
anma gecesinde onu dinledim. Her türlü formatta ayný rahatlýkla idi.
Big band, quartet, solo, aklýnýza ne gelirse. Ve bir gün geldi onu daha
yakýndan tanýmak üzere evinin kapýsýný çaldým.
Ýçeri girdiðim an hayal kýrýklýðýna uðradým. Salonda müzik namýna
hiçbir þey yoktu. Ama yanýldýðýmý Ýmer'in çalýþma odasýna girdiðimde
Cazname I- Tunçel Gülsoy
64
anladým. Küçücük bir odaya Ýmer yýllarýn birikimi bir jazz dünyasýný
sýðdýrmýþtý.
Duvarlar çeþitli jazz festivallerinin ve konserlerinin posterleri ile dolu
idi. Jazz fotografçýsý dostumuz Aykut Uslutekin'in çekmiþ olduðu güzel
bir Ýmer Demirer resmi tüm bu kompozisyonun merkezinde parlýyordu.
Sonra raflarý dolduran sýra sýra makaralý kasetler gözüme çarptý. Yerde
bir çarþafýn içine bohça yapýlmýþ yüzlerce kaset ve bütün bunlarý
kucaklayan eski bir makaralý teyp odayý süslüyordu.
"Dijital ses sevmiyorum, makaralý teybin analog sesini dinliyorum."
Ýstanbul Hi-Fi klubündeki sevgili dostlarýmýn kulaklarýný çýnlattým ve
aramýza mutlaka katýlmasý gereken bir yeni dost bulduðumu anladým.
Etrafý incelemeye devam ettim.
Odadaki aletler çok eski idi, Türkiye'de imal edilmiþ Beta
speaker'larýn bir zamanlar babasýnýn dükkanýnda kullanýldýðýný söyledi.
Sealed box tipi, bir arýza yüzünden speaker kablosu ön sürücünün
yanýndan içeri giriyor, dehþete düþtüm, onlarý dikkatle incelediðimi
görünce konuþtu:
"Elektronik ve elektronik aletlere meraklýyým ama hiç önem
vermedim. Bazý dikkat ettiðim þeyler var. Bakýn manyetik kasetler her
zaman tahta raflarýn üzerinde saklanmalýdýr. Metal onlarý bozabilir.
Kaydýn kalitesi beni çok etkilemiyor, sesi duymak bana yetiyor. Þu an
dinlediðiniz þey bir eski kayýt, ama benim için çok önemli tarafý eski bir
hatýra olmasý, bas tiz çok önemli deðil."
Önem vermedim, diyor ama KEF Coda 8 speaker'lerini bir kornet
alabilmak için satmak zorunda kalmasýný anlatýrken neredeyse gözleri
doldu. Benim de Kef dinlediðimi söyledim. Coda serisinin yeni
modellerinin çýktýðýný öðrenince gözleri parladý. Kendi yapmýþ olduðu
equaliser eski bir kasetli teype yaslanmýþ hurdacýyý bekliyordu. Sonra
bunun evdeki "esas oðlan" kasetli teyp olduðunu öðrendim. Ýmer'in HiFi klübe katýlmasý düþüncesini yeniden gözden geçirmeye karar
verdim.
Tavandan sarkan hafif bir avizenin etrafý nota kaðýtlarý ile sarýlarak
abajur haline sokulmuþtu. Odaya girdiðim sýrada çalan Miles Davis
bitti, Chet Baker'ýn makarasý takýldý. Üstünü okudum, "Nightbird"
yazýyordu. Flugelhorn'un sesi odayý doldurdu.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
65
"Bilirsiniz, Chet'in diþleri bir kavgada kýrýlmýþtý. Bir trompetçi olarak
onun çekmiþ olabileceði sýkýntýyý çok iyi hissettim. Allah korusun.
Hayýr, diþleri kýrýldýðý için flugelhorn çalmadý. Bir trompetçi için
flugelhorn güzel bir tondur ama insaný trompetten uzaklaþtýrýr, trompet
daha yalýndýr."
Sonra bana çay ikram etti. Çay ve gýrtlak düþkünlüðümü Neþet
aðabeyden duyduðunu sanýyorum. Tulip pastahanesinden minik sýcak
pizzalar ve çay, gözlerime fer geldi.
"Ben herkes gibi müziðe çocukken baþlamadým ama çok müzik
dinledim. Dedem Ferruh Baþaða Türkiye'nin ilk soyut ressamlarýndan
idi ve Güzel Sanatlar Akedemisi'nde ders verirdi."
Dedesinin resimlerinden yapýlmýþ kartpostallar odanýn duvarlarýný
süslüyordu. Bir de gerçek yaðlýboya resim çýkarttý, inceledik. Soyut
resim, ayrý bir dünya. O devam etti:
"Aneannem bir bale yazarý idi. Ailemin bu tarafý Saraybosna'dan
geliyor. Dedem baþta olmak üzere hepsi sanat ile ilgileniyorlar. Annem
ve babam Almanya'ya çalýþmaya gittiklerinde dedemlerin yanýnda
kaldým. Sonra ben de Almanya'ya gittim. Hiç unutmam bana "Bon
Tempi" marka bir org aldýlar. Televizyonda ABBA'yý dinlerken
melodileri orgumda çalabilmemden çok hoþlanýrlardý. Annem çok
güçlü bir kadýndý, o yaþamý boyunca iki eþ ben de iki baba kaybettim.
Ýkinci babam Yetkin Yörükoðlu bana çok þey öðretti. Galatasaray
mezunu idi. Bir þey sorduðunuz zaman doðrudan cevap vermek yerine
doðruyu bulmana yardýmcý olurdu. Moðollar grubundan Engin
Yörükoðlu'nun aðabeyi idi. Evimizde bir piyano vardý, Cahit Berkay ve
Moðollar sýk sýk bizde prova yaparlardý. Yetkin, çok aydýn ama tam bir
Osmanlý erkeði idi. Almanya'dan döndükten sonra bir hediyelik eþya
dükkaný açtýk. Annem ve kardeþim ile ben evde hediyelik eþyalar
üretirdik ve babam bunlarý dükkanýmýzda satardý. Evin içerisinde
devamlý üretimimiz vardý. Paþabahçe'den cam mamuller alýr onlarý
deðiþik þekillerde boyardýk."
Kollarýna ve ellerine baktým. Çok güçlü idiler. Dedesinin vitraylarý
için kardeþi ile nasýl kurþun döktüklerini anlattý. Konuþmamýz bir
yerden döndü dolaþtý jazz'a geldi.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
66
"Ýlk tanýþtýðým jazz'a gönül vermiþ kiþiler Can Ayer, Cem Aksel, Ýlkin
Deniz, Tahsin Endersoy idi. Beraber kurduðumuz grup ile yarý klasik,
yarý jazz çalardýk. Konservatuara gidiyordum ve hocalarýn üzerimizde
aðýr baskýsý vardý, jazz çalmamýzý istemezlerdi. Ama benim trompet
hocam Gökmen Ahmet Noyan baþka idi. O benim ayný zamanda
aðabeyim, yol göstericim ve her þeyimdir. Ona çok þey borçluyum.
Bence klasik müzikte de bir swing var ve hocam Avrupa'nýn en iyi
trompetçilerinden biri olarak bu ruhu çok iyi veriyor.
Ýstanbul Jazz Quartet benim için hayatýmdaki ikinci önemli gruptu.
Ali Perret, Yaz Baltacýgil, Selim Selçuk ile hayatlarýmýzý bu gruba
adadýk. Daha sonra Ateþ Tezer ve Nezih Yeþilgil bize katýldýlar."
Geçenlerde Can Ayer ile birlikte 15 yýl önce yapýlmýþ olan bir video
kayýtlarýný seyretmiþler. Bunlarý söylerken gözlerinin uzaklara daldýðýný
gördüm, sonra tekrar konuþtuðumuz mekana döndü.
"Belki de bu iki grup ile devam etmeli idim. Bunlar zamanlarýna göre
armonik yapý olarak ve özgürlük olarak çok ileride idiler. Beraber
saatlerce müzik dinler kaset alýþveriþi yapardýk. Sonra Önder Focan
da bize katýldý. Ýlk defa klüplerde çalýþmaya baþladýk. Bir yandan da
okul devam ediyordu. Ýkisini birden yürütmekte zorlanýyordum. Gece
hayatý ve uykusuzluk beni yýpratmaya baþladý.
Bir gün Gayrettepe'de çaldýðýmýz Jazzino klübüne Tuna Ötenel
geldi. jam session yaptýk. Tuna klasik bir jazz'cýdýr, dört dörtlük bir
insan, anlatmaz, öðretmez, konuþmaz ama onunla çalan farkýnda
olmadan çok þey öðrenir. Kendisi de ne kadar öðrettiðini farketmez.
Onunla çalýnca Tuna sizi her yere götürebilir. Tuna bir jazz okulu
gibidir. Okula gitme onu dinle daha iyi. Standartlarý anlamak için onun
üstüne yoktur. Standartlar kabul edilen parçalar yaklaþýk 350 tanedir
ve tamamý blues, latin gibi yedi-sekiz formda olur. Ýþte bu formlarý
öðrenmek zaman alýr. Bir blues 12 ölçüdür ve çabuk öðrenilebilir ama
insanýn içine iþlemesi zaman alabilir. Ama standartlarýn formunu
öðrenirsen dünyanýn her yerinde özgürce çalabilirsin. Ýþte tüm bunlarý
Tuna'dan öðrendim. Ayrýca bana çok yol gösterdi, tavsiyelerde
bulundu. Bir gün Neþet Ruacan da bize katýldý. Hiç ara vermeden
saatlerce çalardýk. Bu þekilde iki yýl çalýþtýk."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
67
Kader böylece onun göbeðini jazz dünyasýna kesmiþti ama acaba
baþka bir yön olabilir miydi diye merak ettim. Bir an düþündü, belli ki
bu ihtimali hiç düþünmemiþti.
"Jazz'cý olmasam? Hiç düþünmedim, hem iyi deðil bunu düþünmek.
Jazz kan gibi bir þey, onsuz olamaz, kötü olmayan bir baðýmlýlýk,
yaþamak nefes almak gibi bir þey."
Bu sorumun bir anlamý olmadýðý ortada idi. Ama jazz'cý olmayý
seçtiði yolda nereye varmýþtý, biraz da bunun üzerinde durduk.
"Evet yýllarca hep geri planda kaldým, doðru. Kendime hiç vakit
ayýramadým. Yýllarca deðiþik gruplarda, deðiþik yerlerde ve deðiþik
müzisyenler ile çaldým. Çoðu zaman gece saat dörtte iþ biter, eve
dönüp uyumanýz saat altýyý bulur, sonra saat dokuzda okula giderdik.
O hale geldim ki çalýþmasam da sabahlarý uyuyamýyorum. Evde bir
þeyler yapmak istiyorum olmuyor. Emin (Fýndýkoðlu) Hoca ile tanýþtýk.
Ýlk beraber çalýþmamýzda "I Love You" için bana bir solo yaptýrttý. Çok
kötü çaldým o da "Ne biçim çalýyorsun" diye beni tersledi. Ama Emin
Hoca böyledir, hep haklýdýr, ona asla kýzamazsýnýz. Emin hoca
tanýdýðým en iyi aranjördür, çok güzel besteler yapar. Çok güçlü bir
kiþiliði vardýr. Üç saz için yaptýðý basit bir aranjmanda bile o kiþiliði
yansýtýr. R harflerini söyleyemez. Bir gün bize üç ay önceden yollamýþ
olduðu Euphony isimli bestesinin düzenlemelerini Tuna ve ben
provalarda çalamadýk, çok kýzdý. "Ýme, Tuna ikiniz de sýfý, sýfý" dedi.
Gece
geç
vakite
kadar
çalýþmaktan
onun
partisyonlarýný
çalýþmamýþtýk, provadan kaçtýk."
Çaylarý kaçýncý defa tazelediðimizi hatýrlamýyorum. Baktým biraz
daha rahatlamýþtý, bana ikram ettiði þeylerden o da yemeye baþladý.
Ýnsan karný doyunca hayatýn anlamýný ve varmak istediði þeyleri
irdelemeye baþlýyor.
"Hayatta neye sahip olmak mý isterim? Çok iyi bir müziðin
peþindeyim. Aydýn Esen, John Coltrane, Miles Davis, Chet Baker,
Herbie Hancock gibi. Bu müziðin baþka müziklere benzemesine
tahammül edemem. Bir kiþilik sahibi olmak istiyorum. Aslýnda çok az
insan buna sahip. Þu an dinlediðim müzisyenlere benziyorum. Bir çok
trompetçi birbirinin devamý ama Miles kimsenin devamý deðil. O bir
Cazname I- Tunçel Gülsoy
68
þeyin hem baþý hem de sonu. Bence bu noktaya varmaktan daha iyi
ne olabilir ki?
Açýkça anladým ki Ýmer için jazz'da bir Miles var bir de diðerleri.
Diðerlerini þimdilik unutup odanýn her tarafýna ruhu sinmiþ olan Miles'ý
sordum.
"Miles Davis'i anlamak diðer trompetçilerden daha zor ve farklý.
Onun otobiyogrofisini þimdiye kadar dört defa okudum. Sanki müzik
dinler gibi hissediyorum onu okurken. Her seferinde ayrý bir haz
alýyorum. Miles denilince aklýma trompet geliyor, yüzü gözlerimin
önünde canlanýyor, müziði düþünüyorum. O bambaþka, trompetten
çýkan onun sesi, ses enstrümandan deðil de sanki doðrudan onun
gýrtlaðýndan çýkýyor. Ruhunu trompetin içine üfleyen tek adam, sonuçta
hava üflüyor ama havanýn içerisine ruhunu dolduruyor, hüzün katýyor.
Resim yapar gibi sesler ile bir kompozisyon boyuyor. Miles Davis
çalarken mi yerine sol üflese de gülemiyorsun. O çalarken enstrüman
ortadan kayboluyor ve ruhunun sesi ortada kalýyor."
Miles baþka ama Ýmer için trompette sevdiði baþka jazz ustalarý da
var. Soruyorum ve bir çýrpýda sayýyor, hiçbir tereddüt yok: Chet Baker,
Woody Shaw, Wynton Marsalis, Tom Harrell, Lee Morgan, Clifford
Brown, ve Dizzy Gillespie. Chet Baker'ýn da Miles kadar olmasa da bir
ayrýcalýðý var. Onu da anýyoruz:
"Günümüzde teknikalite olarak büyük bir yarýþ var. Bu akým Wynton
Marsalis den sonra çýktý. Herkes daha iyi çalabilmek için yarýþýyor.
Teknik üstünlük bir marketing olayý haline geldi. Ama Chet Baker
diþlerinden dolayý sadece 1.5 oktav aralýkta çalabilirdi. O kýsacýk
aralýða ne kadar çok þey sýðdýrýrdý. Demek ki duygularýný ifade etmek
için çok büyük bir tekniðe ihtiyacý yokmuþ."
Doðal olarak kendi ülkemize dönüyoruz ya, bizimkiler hakkýnda ne
düþünüyor merak ediyorum. Ona göre Türkiye'de çok az iyi jazz
müzisyeni var. Yakýndan incelenince her katogeride pek az gerçekten
gönlünü jazz'a vermiþ insana rastlanýyor. Sonra burda takdir ettiði
trompetçileri sýralýyor: Güray Aktalay, Erdoðan Ergun, Müfit Kiper,
Muaffak Falay, Ergün Þenlendirici. Trompetçilerin dýþýna da çýkýyoruz.
Ateþ Tezer'i çok mücadeleci, Veysel Çadýr'ý ise disiplinli ve düzenli
Cazname I- Tunçel Gülsoy
69
olduklarý için beðeniyor. Neþet Ruacan'dan hep aðabey diye
bahsediyor. Onun baba, aðýr ve güvenilir yönlerine hayran. Bir de Erol
Pekcan var, onun yeri de ayrý:
"Erol aðabeyin son nefesinde yanýnda idim. Hayat tarzý ve temposu
onu hasta etti. Bu tempoya ben de uymaya çalýþýrdým. Yýlbaþý sabahý
Brunch'ta çalardý. O çaldýðý zaman hakikaten çalardý. Monotonluk
olmazdý."
Ýmer'e göre bir baþka özel insan da Aydýn Esen. Onun Cumhuriyet
tarihinde ilk gerçekten dünyaya açýlabilen Türk jazz müzisyeni
olduðunu, kendine has müziðini araþtýrdýðýný ve bir ýþýk bulduðunu
düþünüyor.
Sonra da bizim müzisyenlerin hep birbirlerine küs olduklarýný ve çok
yoðun duygular içerisinde yaþadýklarýný belirtiyor. Ýster istemez Türkler
ile yabancýlarý kýyaslýyoruz:
"Bizler Avrupalý ve Amerikalýya kýyasla aslýnda yýlda dört ay
çalýþýyoruz. Amerikalý haftada iki gün çalýþsa bile her gün çalar.
Amerika'da ise jazz yaþamý çok aðýr, boþa geçirecek vakit yok. Ýleri
gidiyorlar çünkü birbirleri ile uðraþmýyorlar. Türk müzisyenleri ise
birbirleri ile çok uðraþýyorlar. Bizde sahnede her þey Türk filimlerindeki
aðýr sahneler gibi. Amerikalý sahnede herþeye hakim, onlarýn
enstrümanlarýndan çýkan ses sizin sesinizi de etkiliyor."
Yavaþ yavaþ onu tanýmaya baþlamýþtým. O da artýk daha rahat ama
hala bana "siz" diye hitap ediyor. Ben ona kendisi hakkýndaki
düþüncelerini soruyorum, biraz tereddüt ediyor ama samimiyet ile içini
döküyor:
"Ýmer Demirer, trompetine saygý duyan, yürekten baðlý ve onu iyi
çalmaya çalýþan bir insan. Liderlik ruhum yok. Trompet çalmak benim
için bir ihtiyaç. Herkes ile çalýyor ve mutlu oluyorum. Yapýcý olmaya
çalýþýyorum ama aceleci ve sabýrsýzým. On dakika yerimde oturamam.
Bu aceleci tarafým insanlarý rahatsýz ediyor ama kimse açýkça bundan
rahatsýz olduðunu söylemedi.
Ben kendimi gerçekten bir çalgýcý gibi hissediyorum. Bazen
çalýþtýðýmýz yerde vestiyere palto býrakýrken adam sorar "çalgýcý
mýsýnýz" diye. Herkes kýzar, ben kýzmam. Çalgýcýlýk insanýn içinden
Cazname I- Tunçel Gülsoy
70
gelerek vücudunun bir uzantýsý olmalýdýr. Mükemmel olmak imkansýz
ama rahat ve konuþur gibi sazýmý çalmak ve istediðim sesleri
çýkartabilmak isterim. Bence önce çalgýcý olunur sonra müzisyen.
Ýnsanlara artýk notalar ve armoniler ile deðil seslerin bileþimi ile bir
þeyler anlatabilmak istiyorum. Tabiki teknik önemli ama tekniðin
ötesinde de bir þeyler var.
Bazen trompetim elimden çýksýn uzasýn istediðim oluyor, hani
trompetimle bütünleþmek gibi bir þey. Trompetin sesini unutmak ve
yeni bir dil yaratmak istiyorum."
Bana göre dil yaratmak kadar o dili bir hedef ve ideal için kullanmak
da önemli, düþüncelerimi paylaþýyor ve konuyu derinleþtiriyoruz:
"Bazý
bestelerim
var
ama
onlarý
çalýnýrken
dinlemekten
hoþlanmýyorum.
Herkes gibi benim de bir idealim vardý ama kaybettim. Türkiye'de
yapmak istediðim iyi müziðe varamadým. Sadece trompet çalmak
kiþilði ortaya koymuyor. Bazen soruyorlar "niye beste yapmýyorsun"
diye, kýzýyorum. Demek ki içimden gelmiyor veya içimde birikiyor. Belki
de kendimi henüz yeterli görmüyorum. Bir ara verip düþünmek
istiyorum. Çok müzik dinliyorum. Kafamdaki müziði notaya
dökemiyorum, biraz zaman geçmesi lazým."
Her jazz sanatçýsýnýn hayalinde bir albüm vardýr. Ýmer için de bu
geçerli. Hadi gel senin ilk albümünü düþleyelim diyor ve soruyorum:
Nasýl bir albüm olsun?
"Bugüne kadar kimse bana nasýl bir albüm yapmak istediðimi
sormadý. Çok teklif aldým ama teklifleri yapanlar onlarýn kafasýndaki
albümü yapmamý istediler. Marketing anlayýþý ile yaklaþtýlar ve kaç
tane satar diye sordular. Bu yönlendirmeleri sevmedim."
Önce bir kapak çizmesini istedim, itiraz etti ama sonra sað üst
köþeden sol alt köþeye uzanan çok basit çizgili bir trompet çizdi. Resim
yeteneðini dedesinden almadýðýný hemen anladým ama onun
soyutlama tarzýndan bir þeyler kapmýþtý.
"Aranjmanlarý ben yapacaðým, en iyi bildiðim þey bu. Standartlarý
çalacaðým, dünyaya açýlmanýn baþlangýcý standartlardan geçiyor."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
71
Hemen parçalarýný seçmesini söyledim, o fazla düþünmedi:
"Portrait Black and White(Jobim), I Love You (Porter), Oh Ave
Prevave(Parker), In Your Own Sweet Way (Brubeck), But Not For Me
(Gershwin), Chelsea Bridge(Strayhorn), ve Body and Soul (Green)."
Þaþýrdým ama sonra albümün kafasýnda çoktan þekillenmiþ
olduðunu fark ettim. Ýyi ama Ýmer kendini herkes ile çalmayý seven bir
insan olarak tanýmlamýþtý. Yol arkadaþlarýný sordum.
"Piyanoda Tuna Ötenel olacak. Bas için kýsmen Kürþat And kýsmen
de Seçuk Sun'un çalmasýný isterim. Ayný þekilde iki davulcu Ateþ Tezer
ve Deniz Dündar albümde çalacaklar."
Artýk havaya girmiþtik ben ona alternatif bir kadro daha yapmasýný
söyledim. Bu sefer piyanoya Nilüfer Ruacan yerleþti, Basta Volkan
Hürsever ve Mahmut Yalay deðiþik parçalarda çaldýlar. Elvan Aracý
perküsyonist ve Cem Aksel ise davulcu olarak albüme katýlýyorlar.
Annemin sözlerini hatýrladým: "Oðlum isteyeceksen Allah'tan iste, en
çok onda var". Biz zaten istemeye baþlamýþýz, devam ettik. Bu sefer
bir de yabancý müzisyenlerden bir alternatif yapmasýný istedim.
"Piyanoda Oren Evans, davulda Ari Honning, basta ise Janos Egri
olsun. Janos bir Macar çingenesi, hiç nota bilmiyor ama müthiþ bir
tekniði var, ne duysa sektirmeden çalýyor."
Haydar Volkan aðabeyim bana fotoðraf dersleri verirken bir þey
söylemiþti: "Çekirge, fotoðraf aslýnda beyninde çekilir. Makina sadece
beynindekini kaðýda dökebileceðin bir araçtýr". Ýmer'in albümünü
çoktan beyninde yaratmýþ olduðu belli idi, üç nal ve bir atý bulmuþ tek
bir nalý bekliyordu: sponsor. Ama bir nal eksik bile olsa at koþamaz
iþte.
Bu arada öðrendim ki Tuna Ötenel'in albümünde çalmak için TRT
ona bir devlet memuru olduðu için izin vermemiþ. Fakat bu kuruma çok
þey de borçlu.
"TRT Big Band'de çalýyorum. Big Band'de çalmak çok güzel bir
duygu. O kadar insanýn bir arada o týnýlarý çýkartmasý müthiþ bir þey.
TRT beni EBU'dan (Europe Broadcasting Big Band) çaðýrdýklarýnda da
gönderiyor. EBU tüm ülkelerin jazz müzisyenlerinden oluþan bir
Cazname I- Tunçel Gülsoy
72
topluluk. Üç defa katýldým, Münih, Prag ve Lubiyana'ya gittim. On gün
boyunca günde altý saat çalýþýp, sekiz-dokuz prova yapýlýyor ve bir iki
konser veriliyor. Geceleri jam session'lara katýlýyorsunuz. Avrupanýn
en iyileri geliyor. Yepyeni sesler duyuyorsunuz buradakilere
benzemeyen. Avrupalýlar sazlarýna çok hakimler. Her an çaðýrýlmaya
hazýr olmak lazým, ben her gün dört saat çalýþýyorum."
Janos Egri ile iþte bu big band'de tanýþmýþ. Evans ve Hönning ise
bir baþka beraber çalýþmanýn hatýrasý:
"Ýnsan müzik dinledikçe dünyayý daha iyi tanýyor. Hiç gitmediðim
halde sýrf jazz müziðinden dolayý Amerika'yý iyi tanýdýðýmý
düþünüyorum. Üç yýl önce Amerikalý müzisyenler ile Q Bar'da çaldým.
Orene Evans, Ari Hönning ve John Ormond bana sahnede kendimi
çok farklý hissettirdiler, sanki New York'a gitmiþ gibi oldum. Hepsi
sazlarýna çok hakim ve sahnede müzikten baþka bir þey yapýlmýyor.
Sahne terbiyesi var, herkes müziðe konsantre; bu çok önemli. Bu
insanlar ile albüm yapmaya karar verdim."
Bu sözlerin arkasýndan bana dudaklarýndaki nasýrlarý gösteriyor.
Meðer bu nasýrlara "chap" denirmiþ. Sonra bana nasýl trompet
çaldýðýný gösteriyor, olay dudaklarýn belirli bir pozisyona getirilip ýslýk
çalar gibi üflenmesi. Ama trompetin aðzý dudaklarý gerçek çalýþta
eziyor.
Çaydanlýk boþalmýþtý, "Limonata içer misiniz?" diye sordu. Bu sefer
salona geçtik, limonata tam kývamýnda idi, o sýrada kapý açýldý ve Ayþe
eve döndü.
Masanýn üzerinde dikkatimi çeken bir CD var. John ColtraneBallads. McCoy Tyner, Jimmy Garrison ve Elvin Jones eþlik etmiþler.
Bu çocukluðunda çok severek dinlediði bir Engin Yörükoðlu albümü.
Yýllar sonra bir beyaz eþya bayiinde tesadüfen CD'sini bulup almýþ.
Eski bir aziz dostu yýllar sonra tekrar bulmak gibi bir duygu.
Anlatýrken gözleri ýþýldýyor:
"Ballad'larý çok seviyorum. Ýnsan daha çok ruhunu ortaya
koyabiliyor. Ballad sevmemi bu albüme borçluyum. Rekabetten uzak
olmak istiyorum çünkü müziði sertleþtiriyor. En güzeli klüplerde
çalmak, sakin ve rahat oluyorum. Bunun bir altýnda provalar ve
konserler geliyor. En kötüsü ise kayýt stüdyosu."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
73
Trompetlerden bahsediyoruz. Ýmer'in iki trompeti var. Bir tanesi
Bach öbürü Schilke marka, ikisi de Amerikan. Bir de gene Bach marka
bir flugelhorn'u var. Monet marka bir trompetin 6000 dolar olduðunu
öðreniyorum.
"Esas olan fiyat deðil, önce o sazý çalabilmek lazým. Elvin Jones
Ýstanbul'da iken Bizim Tepe'de patlak bir davul ile çaldý ama kimse
anlamadý bile."
Ýmer benim için çok deðerli bir þeyi de gerçekleþtiriyor. Sevgili
hocasýndan öðrendiklerini o da kendinden sonra gelenlere aktarýyor.
"Haftada iki gün Bilgi Üniversitesi'nde Ensemble dersleri veriyorum.
Öðrencilerimi arkadaþlarým olarak kabul ediyorum.
Genç jazz severlere söylemek istediðim þeyler var. Jazz'ý hemen
öðrenemezsiniz, sabýrlý olun. Dinlenilmesi gereken þeyler var. Örneðin
Pat Metheny den jazz gitarý dinlemeye baþlayamazsýnýz. Geçmiþ jazz
gitarcýlarýný da dinlemelisiniz. Erol Pekcan ve arkadaþlarý beni bu
anlayýþla yetiþtirdiler. Dinlemek öðrenmenin yarýsýdýr."
Ýmer bugün otuz beþ yaþýnda. 26 Þubat doðumlu. Doðum
tarihinden hayat amacý analizini yaptým, 30/3 katogorisine giriyor.
Buradaki insanlar için kitap þöyle diyor:
Bu hayat yolunda olanlar ifade ve duyarlýk sorunlarýný halletmek,
kendilerinden kuþkuyu yenerek kendilerini ifade etmek ve içsel
yeteneklerini baþkalarýný yüreklendirmak yüceltmek ve onlara ilham
vermek üzere kullanmak için buradadýrlar.
Bir de uyarý var:
Kendilerinden kuþkuyu bir dur iþareti olarak deðil, aþýlmasý gereken
bir engel olarak görmeli ve ona göre davranmalýdýrlar.
Bu katogorideki ünlü jazzcýlar arasýnda Miles Davis'de var, sanýrým
tesadüf deðil.
Konuþmamýz bittiðinde Ýmer'in artýk bir albüm yapacaðýna ve bu
albümün baþka insanlara ilham vereceðine inanýyordum.
74
KAMÝL ERDEM ile ASIA MÝNOR ÜZERINE BIR
ÖÐLEDEN SONRA
Onlarý ilk defa Migros'ta tanýdým. Hayýr, alýþveriþ yapmýyorlardý.
Bölüm görevlisi arkadaþ raftan mavi kapaklý bir disk çýkarttý ve bana
gosterdi. Üzerinde "Asia Minor" yazýyordu. Hayýrdýr inþallah, acaba
majörü de var mý, diye genç arkadaþa takýldým. Bir kaset aldým ve
þaþýrarak dinledim. Ýstanbul Jazz Festivali'ndeki konserlerinden sonra
onlar ile ilk defa gerçekten tanýþtým ve sonunda sýcak bir aðustos günü
Ankara'da, grubun bestecisi Kamil Erdem'i annesinin evinde doyasýya
tanýmak fýrsatýný buldum.
Kamil 1959 doðumlu, Koç burcu. Tek çocuk. 1983'de ODTÜ'den
Elektrik Mühendisi olarak mezun olmuþ ve yakýn bir zamana kadar da
mühendis olarak çalýþmýþ. Ancak zamansýzlýðýn baskýsý ile ve müzik
seviyesini aksatmamak için tercihini müzikten yana yapmýþ.
Mühendislik eðitimine boþa geçmiþ bir zaman olarak bakmýyor. Bas
gitara olan ilgisi ilkokul çaðýnda baþladýðý klasik gitar çalýþmalarýnýn
içinden filizleniyor. Gitar çaldýðý yýllarda klasik müziðin yaný sýra o
dönemin Modern Folk Üçlüsü'nün tarzýnda ancak vokalsiz Türk Müziði
denemelerinde bulunuyor. Böylece Türk Müziði'ne olan ilgisi baþlýyor.
Kendi çaðýnýn çocuklarý gibi o da olanaklar çerçevesinde müzik
dinlemeye baþlýyor. Küçük pilli Phillips pikapta dinlenen Beatles,
Animals, Engelbert Humperdinck ve Tom Jones ile geliþen bir müzik
zevki. Jazz ile bas gitar çalmaya baþladýktan sonra tanýþýyor. Ýlk aldýðý
album 1979'da Bob James'in BJ4 albümü. Bu ilk jazz albümündeki
tüm bas partisyonlarýný ezberliyor. Pop jazz'ýn jazz'a girmek için
yumuþak bir iniþ saðlayabileceðini düþünüyor. Ama bugün artýk Bob
James dinlemiyor.
Türk Müziði meraký sürmüþ. Müzik kariyerinin bir dönüm noktasý da
Okay Temiz. 1981'de tanýþmýþlar ve beraber çalmýþlar. O zamanlar
Cazname I- Tunçel Gülsoy
75
Okay bu tarzýn tek temsilcisi. Türkiye'ye her geliþinde ve her çalýþýnda
Okay Kamil'i yanýna alýyor ve sonunda 1986'da Avrupa turnesine
çaðýrýyor. Turnenin Ýsviçre ayaðýnda bir prodüktör ýle tanýþýyor. Kendi
adýna bir þeyler yapmak fikri bu noktada çýkýyor ve Asia Minor'un ilk
albümü "Along the Street" Ýsviçre'de yayýnlanýyor.
Asia Minor gurubu hakkýnda konuþuyoruz. "Jazz uluslararasý bir
sanatsa
mihenginin de uluslararasý piyasa olmasý gerekir." diye
konuya giriyor. "Ancak uluslararasý olmak bir "yücelik" kriteri deðildir."
diye devam ediyor.
Bir baðlama virtuozunun yetkinliðini sadece
Türkiye'de, ayný þekilde bir sitar ustasýnýn da sadece Hindistan'da
kanýtlayabileceðini, buna karþýlýk jazz müzisyenleri için icra
platformunun kendi ülkeleri dahil tüm dünya olmasý gerektiðini
söylüyor. Kamil Jazz standartlarýný dinlemeyi ve çalmayý çok seviyor;
ancak bu parçalarý andýran besteler yapmayý klasik müzikle uðraþan
bir bestecinin barok tarzda besteler yapmasýna benzetiyor. Barok
müziðin en yetkin örneklerinin yüz yýllarca önce yapýlýp bitirildiðine,
ayný þekilde John Coltrane, Miles Davis ve Cole Porter'ýn geçtiði bir
dünyada yeniden ayný tarz müziði bestelemenin anlamý olmadýðýna
inanýyor. Bu açýdan bakýlýnca da yerel müzikten zevk almanýn kendine
özgü bir müzikal ifade yaratabilmek bakýmýndan bir þans olduðunu
vurguluyor. Bu çerçevede de Asia Minor Türkiye'ye ve dünyanýn bu
bölgesine ait deðerleri tüm dünyanýn anladýðý ortak bir dille yani müzik
ile ifade etmeyi amaçlýyor. Bunun tarif edildiði kadar kolay olmadýðýný
çok iyi biliyor. Bazý örnekler de veriyor: Mozart'ýn Türk marþýný ud ile
çalarak veya herhangi bir akorlar dizisinin içine derme çatma ney
partisyonlarý koyarak bir sentez yakalanamayacaðýný düþünüyor.
Zaten bu doðu batý sentezi tabirini de sevmiyor (Sentezcilerin kulaklarý
çýnlasýn).
Asia Minor'un elemanlarý grubun kurulmasýndan önce de
arkadaþmýþ. Grup, bireylerinin de ötesinde bir kiþiliðe sahip. Yaptýklarý
iþe derin bir sevgi ve saygý duyuyorlar. Aslýnda hepsinin ayrý ayrý iþleri
var ama grup için hayatlarýnda bir öncelik tanýyorlar. Dört kiþinin
yarattýðý bir sinerji bu Asia Minor. Müzik hakkýnda konuþmaya devam
ediyoruz. Kamil'e göre müzisyenler, hele ki beste yapýyorlarsa sürekli
bir birikim ve dýþavurum süreci içindedirler.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
76
"Müzik dinlemek müzisyenin birikiminin tek deðilse bile en önemli
unsurudur. Müzik dinlemeyi sadece bir zevk deðil ayný zamanda bir
görev olarak kabul etmek gerekiyor. Dinlediklerini harmanlayýp yeni bir
müzik ortaya koyabilirsin. Ama bu zorlama ile olmayacaðý gibi sadece
ilginç bir þey yapýyor olmak için de yapýlmamalý. Yaptýðým beðenilsin
ya da yaptýðýmýn bir benzeri olmasýn kaygýsý ile yapýlan bir beste en
azýndan samimi deðildir. Bugün "sentez" anlayýþý ile yapýlan þeylerin
hem batý hem de doðu olabilmesi kadar ne batý ne de doðu olmasý da
mümkün. Türkiye'de gördüðümüz örnekler daha çok ikinci kapsama
giriyor ve ne yazýk ki kabul görebiliyor. Buna da þaþmamak gerek zira
eðriyi doðruyu ayýrt edemeyen bir toplum olduk ve böyle bir toplumda
eðri doðru diye kabul ettirilebilir. Yeter ki eðrinin tanýtýmý iyi yapýlsýn."
Sentez konusu ile ilgili bir benzetme yapýyor.
"Mutfak da bir kültürdür ve farklý mutfaklarýn ürünleri ile lezzetli
karýþýmlar elde edilebilir. Ama sentez yapýyorum diye kokorecin üstüne
böðürtlen sosu dökersen berbat bir þey olur." (Kokoreççilere artýk bir
baþka göz ile bakmaya karar veriyorum.)
Kamil Asya Minor için yaptýðý besteleri kendi müzikal birikiminin bir
dýþavurumu olarak görüyor.
"Yaptýklarým benim samimi olarak kendimi ifade tarzým. Bunun
adýnýn jazz olarak tanýmlanýp tanýmlanmamsý da önemli deðil. Ama
þimdiye kadar sadece jazz festivallerinde çalmamýz da herhalde
tesadüf deðildir."
Asia Minor'ýn perfomansýna gelince; genel olarak icrada
mükemmellik olamayacaðýný çünkü mükemmel olanýn tekamül
etmeyeceðini söylüyor. Kamil'e göre önemli olan, bugün dünden ve
yarýn da bugünden iyi çalmak. Ama bu da hiç kolay deðil. Bunun için
hem grup içindeki uyumun geliþmesi hem de müzisyenlerin sürekli bir
bireysel geliþme saðlamalarý ve bunu gruba yansýtmalarý gerekiyor. Bir
grubun bunu gerçekleþtiremediði noktada týkanacaðýný söylüyor.
Özeleþtirisinde de çok açýk yürekli. Her þeyden önce kendisine
bugüne kadar ciddi bir eleþtiri gelmediðini belirtiyor. Ýkinci albümünde
(Longa Nova) çok seslilik dozunun arttýðýný, bunun bazý parçalarda iyi
oturduðunu ancak blues formunda müzik yapmanýn Asia Minor için ne
Cazname I- Tunçel Gülsoy
77
kadar doðru olduðundan hala emin olmadýðýný söyleyerek "Mahur
Blues" ve "Trakya Blues" parçalarýný örnek veriyor.
Asia Minor'da gelmek istediði nokta hem yeni projeler üretmek hem
de dünyada ve Türkiye'de yýlda yüz civarýnda
konser verebilmek.
Proje yönünden Kamil çok zengin. Asia Minor dýþýnda "Ensemble
Ankara" diye bir grup kurup Ankara Festivali'nde de çalmýþ, ama bu
grubunu yakýn bir zamanda Asia Minor ile birleþtirmek istiyor. Mýsýrlý
grup "Sharkiat" ile zaman zaman çalýþýyor. Kamil bana bir CD'lerini
hediye etti. Bir çeþit Arap-Jazz fusion'u diye tanýmlayabilirsiniz. Kamil
felsefe olarak müziði zaman zaman deðiþik kýyýlarýndan içine girilmesi
gereken bir okyanus olarak görüyor ve "Sharkiat" ile çalýþýrken
onlardan çok þey öðrendiðini altýný çizerek belirtiyor. Almanya'da
çalarken tanýþtýðý basçý Martin Lillich'i çok beðeniyor. Martin'in tabiri ile
birbirlerinin havuzlarýnda öðrenecek þeyleri varmýþ. Kendilerine
BASSic Connection adýný veren bu ikili sonbaharda Türkiye ve
Almanya konserlerine baþlayacaklar.
Peki Kamil Bas aleminden kimleri beðeniyor? Olayý derhal
"kontrbas" ve "elektrik bas" diye ikiye ayýrýyor. Verdiði liste "Who Is
Who In Jazz Bass" gibi (Sevgili Kamil Sükun'un kulaklarý çýnlasýn).
Scott La Farro'yu Bill Evans albümlerinden tanýmýþ. Bugünkü
kalburüstü basçýlarýn tümünün ondan etkilendiðini düþünüyor. Eddie
Gomez'i ilk defa Chick Corea'nýn yaptýðý Mad Hatter albümündeki
çalýþýnda dinleyip çok etkilenmiþ. Eberhard Weber, Ron Carter, Ray
Brown, Niels Henning Orsted Pedersen, Stanley Clarke ve son olarak
da Jimmy Haslip'i sayýyor. Elektrik Bas da ilk üç tercihi rahmetli Jaco
Pastorius. Jaco'nun dünyaya gelmesinin elektrik bas çalanlar için bir
þans olduðunu onun sadece bir basçý deðil ayný zamanda bir aranjör
ve besteci olarak da çaðýmýz jazz'ýný bir basamak yukarýya çýkartan
sanatçý olduðunu vurguluyor. Daha sonra Stanley Clark'i bu sefer de
elektrik basa kimliðini kazandýran bir sanatçý olarak listesine alýyor.
Listenin sonunda Marcus Miller var. Kamil ayrýca beðendiði basçýlar
olarak baþka isimler de verdi. Bunlar Victor Wooten, Victor Bailey,
Anthony Jackson, Jeff Berlin, Michael Manring ve en son olarak da
Ralph Armstrong. Son zamanlarda Bela Fleck (Banjo) dinliyor.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
78
Ýþ mülakatlarýnda kullandýðým bir yöntemi denedim ve çantasýný
açtýrdým. Açtý. Ron Carter'den "Jazz My Romance", Bela Fleck'den
"Tales From the Acoustic Planet", Marcus Miller'den iki tane, "The Sun
Don't Lie" ve "Tales", Roman Bunka'dan "Color Me Cairo", Glenn
Moore'dan "Dragonetti's Dream", Eberhard Weber'den "Orchestra",
Jaco'dan "Blackbird", Victor Wooten'dan "A Show of Hands", Bireli
Lagrene'den "My Favourite Django" (kimin deðil ki) ve Alman ve
Polonyalý Jazz'cýlardan oluþan bir gruptan "New Way Out".
Kamil'e son bir þeyler de müzik dýþýndan sormak istedim. Bekar,
ama özel hayatý hakkýnda kesinlikle konuþmak istemiyor. Beþiktaþlý.
Keþke Galatasaraylý olsa idi ama deðil iþte. Tarihe meraklý,
hayvanlardan kedileri seviyor. Yemeklerden Ankara dönerini ve
mantýyý seviyor ama "prensip olarak her þeyi denerim" diyor. Yani
tutucu deðil (Bence çok tutucu ya). Ailesinde müzisyen yok ama
duvarlardan gördüðüm kadarý ile annesi amatör bir ressam. Acaba
annesinin sanatsal yönü Kamil'de müzik olarak mý ortaya çýkmýþ?
Gelecekte grubun diðer elemanlarýný tanýmak istiyorum ki Kamil'in
sanat yönünün tam bir resmini çekebileyim ve aralarýndaki sinerjiyi
daha iyi olarak algýlayabileyim.
Kamil beni bizzat havaalanýna götürdü ve yolda da son
çalýþmalarýnýn kasetini dinledik. Sonunda ayrýldýk ama artýk kesinlikle
biliyorum ki müzikal yolculuðumda yeni bir dost kazandým. Sizlere
Kamil'i mümkün olduðunca kendi ifadeleri ile tanýtmaya çalýþtým.
Düþüncelerinden paylaþtýðým da var paylaþmadýðým da. Bana düþen
kýymetli olduðuna inandýðým bir insaný sizlere tanýtmaya çalýþmak.
Çetin Altan'in hep söyledigi gibi kýymetli insanýn da ülkemizde önemli
insan olarak kabul edilmesi. Ancak bu þekilde ülkemizdeki sanat
hayatýnýn uluslararasý düzeye daha yaklaþabileceðini düþünüyorum.
Son sözüm de þu: Sanatçý insanlarin birbirleri ile sýký bir düþünce
alýþveriþinde olmasý gerekiyor. Kamil bu konuda yurt dýþýnda yurt
içinden daha baþarýlý gözüküyor. Yurt dýþýnda yapabildiðimizi niçin yurt
içinde de yapamayalým? Bence diyalog her düzeyde ve her ortamda
daha iyiye varmanýn esas yoludur.
79
KENT METE, ZOR BÝR BAÞAK BURCU
Gelin bir test yapalým. Lütfen doðru yanýtý iþaretleyin:
Aþaðýdaki kelimeler arasýndaki ortak bað nedir?
"N.Y.Z", "A.B's Dream", Býyýksýz Kedi, Virgo, Jerusalem
a) Hiç bir þey / b) Müzik / c) Piyanist / d) Çellist / e) Özgün çalýþma.
Doðru yanýtý bulabildiniz mi ?
Size bir sýr vermek istiyorum. Tüm seçenekler doðru sayýlabilir, bu
tamamen Kent Mete'ye nasýl baktýðýnýza baðlý. Gelin, sizlere
nedenlerini anlatayým:
Kent Mete'yi tanýr mýsýnýz? Ben onu önce Ýstanbul Senfoni
Orkestrasý'nýn sessiz ve sakin çellistlerinden biri olarak haftasonu
konserlerinde görürdüm. Sonra bir gün arkadaþým Bozkurt Cendey'in
çok sevgi ve hayranlýk ile bahsettiði piyano hocasýnýn o olduðunu
öðrenerek þaþýrdým. Kent hem klasik, hem de jazz müziði
kulvarlarýnda koþan özel bir sanatçýydý. Bestelerini dinledikçe daha da
çok þaþýrdým. Her beste yapan müzisyen gibi onun da hayalinde
yapmayý planladýðý bir albüm vardý. Vardý diyorum çünkü kendisi ile
konuþtuðum gün o albümün somut olarak deðilse bile soyut olarak
onun gönlünde yaratýlmýþ olduðunu gördüm.
"Türk jazz müzisyenlerinin özgün eserlerinden oluþan bir konser
vermeyi planlýyorum. 26 Eylül günü Borusan Kültür Merkezi'nin
katkýlarý ile Ýtalyan Kültür Merkezi'nde çalacaðýz. Daha sonra bu
konserde çalacaðýmýz parçalarý bir albüm haline getirmeyi planlýyoruz.
Her müzisyen gibi ben de bir albüm yapmayý hayal ediyorum. Ama
benim seçtiðim parçalar klasik Amerikan jazz standartlarý deðil. 50
yýllýk parçalarý icra etmektense kendi memleketimdeki çok deðerli
müzisyenlerin yapýtlarýný deðiþik bir týný ile icra etmek istedim.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
80
Müziklerini seçtiðim tüm bestecilere teþekkür ederim. Hepsi çok
deðer verdiðim insanlar. Bana þeref verdiler. Onlarýn yapýtlarýný
seçmemin
bir
sebebi
de
klasik
Amerikan
standartlarýna
benzememeleri.
Standartlarýn belli kalýplarý var, çoðu birbirine benziyor. Bundan
kaçýnýyorum. Ben deðiþik týnýlar arýyorum, doðaçlamaya geniþ ufuklar
açacak soluklu parçalarýn peþindeyim."
Kent'e kontrbasta Yaz Baltacýgil eþlik edecek. Türkiye'de daha
evvel hiç denenmemiþ bir formatta çalacaklar. Kent de Yaz da
davuldan hoþlanmýyorlar ve davul olmadan daha homojen bir týný
yakalayacaklarýný düþünüyorlar. Ama CD yapýlýrsa davul dýþý bir
perküsyon kullanmayý planlýyorlar.
Kent'in parçalarýný çalmayý planladýðý tüm müzisyenler yakýndan
tanýnmýþ isimler.
Ýlk parça Emin Fýndýkoðlu'nun bir bestesi olan "N.Y.Z". Bu üç harf
aslýnda bir isim olan Niyazi'nin kýsaltýlmýþ hali. Sanýrým Emin Hoca
espirili dünya görüþünü yansýtan bir seçim yapmýþ.
Sýrada Emin Hoca'nýn çevresinden bir baþka tanýnmýþ müzisyen
var. Kent ayný zamanda Türkiye'de en çok beðendiði jazz
müzisyenlerinden biri olarak tanýmladýðý Ýmer Demirer'den de üç parça
seçmiþ. "Ballade for Ayþe", "Monday Morning", ve "Ýmer'in Valsi".
Bilmeyenler için söylemekte yarar var. "Ballade For Ayþe" Ýmer'in çok
sevdiði eþi Ayþe Demirer için yapýlmýþ bir aþk þarkýsý. Diðerlerinin
temasýný sanýrým konserde öðrenebileceðiz.
Bana göre eðer bir Türk jazz standardý varsa o da sevgili dostum
Önder Focan'ýn çok sevilen parçasý olan "Erken"dir. Ýmer de bu
parçayý uluslararasý platformda en tanýnmýþ Türk jazz bestesi
olduðunu düþündüðü için seçmiþ. "AB's Dream" Önder'in geçen yýl
gencecik yaþýnda kaybettiðimiz Ajlan Büyükburç'un anýsýna yapmýþ
olduðu bir beste.
Albümde iki parça daha yer alýyor. Bunlardan birisinin bestesi
tanýnmýþ orkestra þefi Erol Erdinç'e ait, ve ilginç bir ismi var: "Býyýksýz
Kedi". Diðeri ise Elvan Aracý'nýn bestesi "Night Flower".
Cazname I- Tunçel Gülsoy
81
Albüm burada bitmiyor. Sýrada Kent"in kendi besteleri var.
Bunlardan ilki "Virgo", Türkçede "baþak" anlamýna geliyor ve Kent"in
doðduðu burç da baþak. Bu burcun insanlarý detaylarýn üzerinde çok
hassasiyet ile dururlar, hesap kitap iþlerini çok iyi takip ederler. Ýnþallah
bu albümde de öyle olur ve ortaya güzel bir þey çýkar. "Merve" Kent'in
ablasýnýn sevimli kýzý için yapýlmýþ bir parça, bir dayýnýn yeðeni için
hissettiði güzel þeyleri ifade ediyor. Albümde yer alan bir baþka bestesi
için Kent henüz bir isim düþünmemiþ. Siz bu dergiyi okuduðunuzda
sanýrým o da tamamlanmýþ olur.
Son parça dünyanýn en ilginç þehirlerinden biri olan Kudüs için
yazýlmýþ. Ýngilizce yazýlýþý ile albümde yer alan bu parçanýn ismi de
"Jerusalem". Kent'in ifadesi ile "makamsal" bir müzik, hiç gidilmemiþ
bir kent için sadece hayal edilerek yaratýlmýþ bir parça. Benim önsezim
doðru çýkarsa tüm albümün en güzel parçasý bu olacak, çünkü hiçbir
gerçek þey insanýn hayallerindeki þeyler kadar güzel olamaz.
Ama Kent için hayallerin bittiði ve gerçekler ile karþý karþýya kaldýðý
bir nokta var:
"Konser projemi kalýcý hale getirmeliyim. Önceden bir sponsor
bulmak bana çok zor geliyor. Zaten bu finansman eksikliði Türkiye'de
jazz müziðinin geliþimini engelliyor."
Ona müzikte varmýþ olduðu noktayý sorduðumda çok ilgimi çeken
bir yanýt veriyor:
"Hala çok eksiðim var. Çok çalýþmalýyým, vaktim yetmiyor. Elimde
olsa günü 24 saatten 30 saate çýkartýrdým.
Jazz benim için spontane bir olay. Önümde bir melodi var, onu
çalarken ne hissediyorsan onu çalýyorsun. Beyninden o an geçeni
parmaklarýn uygulayabilmeli. Bunun için de iyi bir enstrüman
hakimiyeti, dolayýsýyla da çok sýký çalýþma gerekiyor.
Jazz müziði klasik müzikten farklý. Bir Beethoven sonatýný nasýl
yazýldýysa o þekilde çalmak gerekir. Ýstediðin þekilde çalamazsýn. Ama
bir jazz standardýný sonsuz þekillerde yorumlayabilirsin."
Kent kendisini bir jazz müzisyeni olarak nitelendirmiyor ve
çalýþmalarýný "jazz üslubunu kullanarak kendi müziðini yapmak" olarak
Cazname I- Tunçel Gülsoy
82
ifade ediyor. "Beni katogerize etmeyin, ben temel olarak bir
müzisyenim." diyor ve her çalýþmasýnda Jazz kalýplarýný kullanmak
zorunda olmak istemiyor.
Kent 19 Eylül 1965 yýlýnda Ýstanbul'da doðmuþ. Eþi Zeynep de
çellocu.
1974 de Ýstanbul Devlet Konservatuarý Kontrbas Bölümü'ne girmiþ
ama iki yýl sonra çello bölümüne geçerek 1987'de mezun olmuþ.
Askerliðini yaptýktan sonra 1989'da tekrar konservatuara girerek
1994'de kompozisyon lisans bölümünü pekiyi derece ile bitirmiþ. Bu
bölümde Evlin Baðçevan ile çalýþmýþ ve ciddi bir piyano eðitimi
görmüþ.
Konservatuar yýllarýnda birçok deðerli hocadan ders aldýðýný
önemle vurguluyor. Profesör Reþit Erzin'den çello, Profesör Ercivan
Saydam'dan
armoni,
ve
Profesör
Cengiz
Tanç'dan
çaðdaþ
kompozisyon dersleri almýþ. Bir müzisyen olarak çok iyi bir eðitim
aldýðýný düþünüyor.
Babasý kontrbasçý Aydemir Mete, oðlunu da kendisi gibi müziðe
yöneltmiþ ve Kent onunla çalýþýrken jazz müziði dünyasýna da bir
þekilde girmiþ:
"Jazz müziðinin temelinde ve teorisinde zaten klasik müzik var. En
büyük þansým babamýn müzisyen olmasý. 1983'de babamýn
orkestrasýnda piyano çalmaya baþladým. Hilton otelinde çalýþýyorduk.
Babam aslýnda Ýstanbul Senfoni Orkestrasý'nda kontrabasçý idi ama bir
çok jazz kontrbasçýsý da aslýnda klasik müzik orkestralarýndan emekli
olmuþlardýr. Ron Carter buna iyi bir örnektir.
Çok iyi müzisyenler arasýnda çalarak sahnede çok þey öðrendim.
Sahne farklýdýr, orada hiç þansýnýz yoktur. Ya çok iyi olacaksýndýr, ya
da yapamazsýn. Babamla çalýþmak benim için çok büyük bir tecrübe
oldu, çok zorlandým, ondan epey laf iþittim. Ama bu sayede de geliþtim
ve bir profesyonel olarak mesleðimde olgunlaþtým.
Sonuçta her zaman profosyonel yaklaþýmý öðrenmeniz gerekiyor."
Kent'e göre çalýþma hayatýna eþi Zeynep'in de çok önemli katkýlarý
olmuþ ve müzikte birçok þey bölüþmüþler.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
83
"Eþim Zeynep bana her zaman çok destek oldu. Her yýl bir iki klasik
müzik içerikli resital gerçekleþtiriyoruz. Geçen yýl eþim için bir çello
sonatý yazdým ve iki deðiþik yerde beraberce çaldýk. Ayrýca yaylý sazlar
ve çello için yazmýþ olduðum bir poem var onu da Bursa Devlet
Senfoni Orkestrasý icra etti."
Kent 1985 yýlýnda girmiþ olduðu Ýstanbul Senfoni Orkestrasý'nda
çellist olarak çalýþmaya devam ediyor. Klasik müzik ve jazz
çalýþmalarýnýn yaný sýra bir çok genç müzisyene ders veriyor:
"Türkiye'de ciddi anlamda bir jazz eðitimi henüz yaygýnlaþmadý,
insanlar daha çok kendi kendilerini yetiþtiriyorlar. Herkesin Berklee
Jazz Okulu'na gitme þansý olamýyor. Hem belki bu okullara
gidememenin yararlý bir yönü de olabilir. Okulun tekdüzeliði yerine çok
daha geniþ bir perspektiften, daha çok öðrenme isteði ile ve dinleyerek
iþe sarýlma bazen daha iyi netice de verebilir. Bunun Mozart,
Beethoven, Schumann gibi örnekleri de var. Bir çok önklasikçi diye
tanýmlanan müzisyen okullara giderek deðil özel dersler ile
yetiþmiþlerdir."
Kent kendini iþine tamamen konsantre olmuþ, onun dýþýnda pek bir
þeye vakit ayýramayan ve "zor" bir insan olarak tanýmlýyor.
Piyanosundan on gün bile uzaklaþamadýðý için yýllardan beri eþi ile tatil
yapamamýþ.
Ama tatil için olmasa da gitmek istediði bazý yerler var:
"Bundan sonra Balkan Ülkeleri jazz festivallerinde yer almak
istiyorum. O ülkelerde müzik dinlenme seviyesi oldukça yüksek. Kendi
yetiþtirdikleri müzisyenler de çok üst düzeyde. Onlara müziðimi
sunmak ve kendimi önce bu ülkelerde tartmak, eksik yönlerimi
tamamlamak istiyorum.
Onlarla birlikte bir proje üretme düþüncem de var."
Jazz müziðinde yoðunlaþmýþ, kulaðýyla deðil, beyniyle jazz yapan
müzisyenlerle çalýþmak istiyorum.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
84
Gelin bir test daha yapalým. Lütfen doðru yanýtý iþaretleyin:
Aþaðýdaki kelimeler arasýndaki ortak bað nedir?
Tommiks, Teksas, Teks, Tuna
a) Hiç bir þey / b) Hepsinin T harfi ile baþlamasý / c) Kent Mete /
d) Kahraman
Doðru yanýtý bulabildiniz mi ?
Yanýt, gene olaya nasýl baktýðýnýza baðlý. Ama size bir tiyo vereyim.
Kent Mete için tüm bu isimler birer kahramanmýþ. Tuna Ötenel'i çizgi
roman okuduðu yýllarda hayranlýkla izlediðini öðrendim. Peki bu dört
kahramaný hangi sýra ile beðeniyorsun diye de sormadým, çünkü
alfabetik sýra ile diyebilirdi.
Sevgili Kent, bence sen zor insan deðilsin, biz seni anlamakta
zorlanýyoruz.
85
ST. PETERSBURG'TA BÝR SONBAHAR GÜNÜ
Siz hiç St. Petersburg'a gittiniz mi?
St. Petersburg þehrinin kuruluþu bizim "deli" diye bildiðimiz, ama
Ruslarýn "büyük" diye ifade ettikleri bir insanýn tutku ve hayallerinin
gerçekleþmesinin öyküsüdür.
Çar Petro bundan yaklaþýk 350 yýl önce Rusya'yý geri kalmýþlýktan
kurtarmak ve dünyaya açabilmek için ülkesinin kuzeyinde yepyeni bir
liman þehiri kurmak istiyordu. Petro o güne kadar hiç kimsenin
düþünemediði ve cesaret edemeyeceði bir þey yaptý. Oysa Neva
nehrinin hemen aðzýndaki bataklýk delta bir çok insan için böyle bir
proje için hiç de uygun bir mekan olamazdý.
Ama Petro'nun bir rüyasý vardý, asla karþýlaþtýðý zorluklardan
yýlmadý. Þehir kurulurken iþin baþýndan ayrýlmamak için tahta bir
kulübede yaþadý, zamanýnýn en iyi mimar ve mühendislerini tuttu,
bataklýklarý kanallar haline getirdi ve sonunda bir gün hayallerindeki
þehiri kurdu.
Ýþte St. Petersburg þehri böyle bir tutkunun sonucu olarak yükseldi.
Yýllar sonra bir baþka tutkunun peþinde, genç bir müzisyen ve onun
bir avuç yoldaþý ayný þehire kendi hayallerini gerçekleþtirmek üzere
vardýlar.
St. Petersburg onlara da kucaðýný açtý…
"November in St. Petersburg" Kerem Görsev'in en son albümünün
ismi ama aslýnda bir albümden daha kapsamlý bir proje. Yayýnlanmýþ
olan albüm ve Ýstanbul Jazz Festivali kapsamýnda izlediðimiz konser
bu projenin ilk iki adýmýný oluþturuyor. Kerem'in esas hedefi bu projeyi
dünya jazz festivallerinin bir parçasý yapabilmek. Proje aslýnda yaylý
sazlar eþliðinde bir trio ile jazz standartlarý çalmak üzere tasarlanmýþ.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
86
Kerem bu proje için New York'tan kýrk sekiz tane büyük orkestra
aranjmanlý jazz standardý notasý almýþ. Amerika gibi jazz müziðinin
beþiði bir ülkede bile onlarý çok zor olarak ve sadece bir yerde
bulabilmiþ.
1996'da kaybettiði arkadaþý Murat Erseven Antonio Carlos Jobim'i
çok sevdiði için Kerem baþka bir arkadaþý olan Kamil Özler'den kendi
parçalarýndan bazýlarýný Jobim tarzýnda düzenlemesini istemiþ. Ortaya
çýkan sonuçlar çok hoþ olunca, Kamil Özler tüm albümü Kerem'in
bestelerinden yapmalarýný önermiþ. Bir iki deneme daha yapmýþlar. Bu
sonuçlar da Kerem'in hoþuna gidince albümün kavramýný yeniden
oluþturarak bu gün dinlediðimiz þeklinde karar kýlmýþ.
Kerem'i Ýstanbul'da verdiði konserden sonraki gün projesinin
öyküsünü kapsamlý bir þekilde öðrenmek üzere evinde ziyaret ettim.
O gün yaptýðýmýz sohbette en çok neyi hatýrladýðým sorulsa idi
herhalde kocaman güzel bir piyano demem gerekirdi. Oturduðumuz
salonun baþ köþesinde duran muhteþem piyano, bir "Steinway D274,
Concert Grand", yani tam boy bir konser piyanosu idi. Kerem onu bana
gösterirken gözleri parýldadý. Bu piyanoyu almak için gene Steinway
marka olan iki eski piyanosunu satmak zorunda kaldýðýný öðrendim.
"Ýleride bir çiftlik evi alarak stüdyo haline sokmak istiyorum. Bu
piyanomu da inþallah oraya götüreceðim. O evde
týpký bir ilkokul
öðrencisi gibi piyano çalýþmak istiyorum."
Halbuki Kerem ilkokul günlerini ardýnda býrakalý çok yýllar geçmiþ
olmalýydý. Ama içindeki çocuksu heyecan aynen duruyordu.
Sonra evindeki müzik sistemine baktýk. Benim meraklý olduðum
düzeyde olmadýðýný biliyordu ama ben onu teselli ettim. Bana göre HiFi müzik seti bekleyebilirdi, Kerem gibi bir piyanistin parasý kendi
çaldýðý enstrümanýn en iyisine gitmeliydi.
Kerem koleksiyonunu karýþtýrdý ve bir albüm çýkarttý. "Bill Evans Trio
with Strings" albümünü dinletmeye baþladýk. Kafasýndaki kavramý
anlatabilecek albüm olarak bana dinletmek üzere onu seçmiþti.
"Bu albüm benim 1970'li yýllardan beri dinlediðim bir müzik tarzýnýn
kendi müziðimdeki yansýmalarý.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
87
Kendi CD koleksiyonum içerisinde 30-40 tane böyle prodüksiyon
var.
Bill Evans'ýn Symbiosis albümündeki yaylý sazlar düzenlemelerini
yapmýþ olan Claus Ogermann'a hayraným. Bu adam ayný zamanda
Antonio Carlos Jobim'in düzenlemelerini de yapan kiþidir.
Gene ayný þekilde Robert Farnon, Johnny Mandel ve Nelson
Rieddle'e hayraným. Bunlar yýllardan beri yaptýklarý muhteþem
düzenlemeleri hayranlýkla dinlediðim müzik adamlarý. Onlarýn
düzenlemeleri tüm bestelere bambaþka bir derin boyut kazandýrýyor.
Bu büyük prodüksiyonlar bana bu hayalleri kurdurdu. Niye ben de
ileride böyle bir müzik ve albüm yapamayayým, diye düþündüm.
Bestelerimi büyük bir orkestranýn eþliðinde çalabilmeyi hayal ettim.
Onlarý dinledikçe zamanla benim içimde de bir özlem oluþtu.
Eski Amerikan filmlerinde görürdük. Büyük orkestralar jazz çalarken
insanlar bu müzik ile dans ederlerdi. Ben küçüklüðümde Sammy Davis
Jr., Frank Sinatra ve Dean Martin'in müziklerini de hayranlýkla
dinlerdim. Onlara eþlik eden orkestralarda da yaylý sazlar olurdu ve o
orkestralarýn ciddiyetlerine hayran olurdum. Bu orkestralar benim için
müzikalitenin en üst seviyelerini oluþtururlardý. Orkestranýn yay
çekmesi, lirik ve sevecen bir þekilde Ekim ayýnda esen bir tatlý rüzgar
gibi çalmasý bana hep büyüleyici geldi.
Jazz düzenleyicilerinin yarattýðý teknik benim için okyanus dalgalarý
gibi yumuþacýk sallanan bir müzik oluþturudu."
Bill Evans bitmiþti. Kerem ayaða fýrladý. Yüzlerce albüm arasýndan
eli ile koymuþ gibi bir baþkasýný seçti. Bir Claus Ogerman albümünü
dinlemeye baþladýk. Kerem Ogerman'ý þöyle anlattý:
"Ogerman'ýn yaptýðý düzenlemeler ile Antonio Carlos Jobim'ý
dünyaya tanýtan adam olduðunu söylemiþtim. Bak bu düzenlemelerin
bende uyandýrdýðý duygularý sana þöyle tarif edeyim: Gökyüzünde
sabit ve bir hizada duran iki sessiz helikopter hayal et. Onlarýn arasýna
bir ipek çarþaf
ger. Rüzgarda yumuþacýk bir salýnýmla uçuþan bir
çarþaf. Kendini bu çarþafýn üzerinde hafif hafif yaylanýrken hisset. Ýþte
öyle bir duygudur yaylýlarýn yaptýðý müziði dinlemek.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
88
Ben bunlarla büyüdüm. Yaylý sazlar eþliðinde bir albüm yapmak,
kendi bestelerimi böyle bir düzenleme ile çalmak ve dinlemek, bunu
hep hayal ettim, tam yirmi yýldýr."
Ama yaylýlar ile Kerem arasýndaki baðlantý sadece dinlediði
müzikler ile sýnýrlý deðilmiþ, biraz da geçmiþ günlere döndük:
"1967'de Belediye Konservatuarý'na girdim. Rana Erksan'ýn
sýnýfýnda Mehveþ Emeç ile beraber piyano bölümünde okuduk.
1972'de devlet konservatuarý açýldý ve oraya transfer oldum. Gönül
Gökdoðan ile beþ yýl keman, profösör Özer Sezgin ile üç sene viyola
çalýþtým. Konservatuar döneminin sonuna doðru Bill Evans Trio'yu
yaylý sazlar ile beraber yaptýklarý bir albümde dinledim ve çok
etkilendim."
Baþka bir müziðe geçtik. Bu sefer Johnny Mendel'in düzenlemesi
ile Shirley Horn'u bir yaylý sazlar orkestrasý eþliðinde dinledik. Albümün
ismini okudum: "Here's to Life". Kerem bu sefer de klasik öðrenimden
sonra nasýl jazz müziðinin kýyýlarýna vardýðýný anlatmaya baþladý:
"Fotoðrafçý ve ressam Ali Arif Ersen bana ilk jazz müziðini dinleten
ve sevdiren kiþidir. Hank Jones, Red Garland, Wynton Kelly, Tommy
Flanagan gibi jazz müzisyenlerini ve daha bir çok diðerlerini bana
dinleterek o öðretti. Ýçimdeki gelenekçi jazz sevgisini, akustik jazz'ý,
natürel aletler ile yapýlan müzik sevgisini ondan aldým."
Kerem Görsev'in iyi bir icracý olduðu kadar çok verimli bir besteci
yönü de var:
"Bir þeyi yaþamadan beste yapamam. Olayý hissetmem gerekir.
Benim için beste yapmak ipek yapmak için týrtýl büyütmeye benzer.
Ben týrtýlý kendim büyütmeliyim. Onu dut yapraðý ile beslemeliyim. O
týrtýl koza yapmalý ve sonra kelebek olarak uçup gitmeli. Ben onun
býraktýðý ipekten güzel ve yumuþak bir kumaþ örebilmeliyim. Ancak o
zaman bu kumaþtan elbise dikebilirim. Ben terzi deðilim, sipariþ
üzerine elbise dikemem.
Tüm bu albümde yaþadýðým tabiat olaylarýný, insan iliþkilerini, kendi
kiþisel deneyimlerimi ve eski arkadaþlarýmý anlattým." Projenin
gerçekleþmesinde Kerem'in yaný sýra iki deðerli müzik adamýnýn daha
çok önemli katkýlarý var. Bunlardan ilki olan Kamil Özler'e tekrar
döndük.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
89
"Kamil Özler'i TRT Caz Orkestrasý'ndan tanýrým. Ben de o
orkestranýn elemaný idim.
Kamil'e beðendiðim CD'leri verdim ve dinlettim. Sonra bir müddet
evinde çalýþtýk. Onun keyboard'unu kullandým. Daha sonra o benim
bestelerim üzerinde çalýþmaya ve onlarýn yaylý sazlar ile beraber icra
edileceði düzenlemeleri yapmaya baþladý. Bazen gece yarýsý telefon
eder yaptýðý düzenlemeleri kendi bilgisayarýndan
bana
telefon
aracýlýðý ile dinletirdi."
Ancak Kerem için iþin en zor yaný Kamil'in iþini bitirmesinden sonra
baþlamýþ. Her bir beste için yapýlan düzenlemelerin teker teker
fotokopilerinin çekilmesi ve alt alta getirilip yapýþtýrýlmasýný bizzat
Kerem yapmýþ. Bu onun bir hayli vaktini alan bir çalýþma olmuþ.
Daha sonra düzenlemeler incelenmek üzere St. Petersburg
Filarmoni'ye gönderilmiþ ve Ruslar hiçbir rötüþ yapma gereði
hissetmemiþler. Yalnýz Ýstanbul'da verilen orkestra konseri için arþe
çekimleri yeni baþtan yazýlmýþ.
Projenin diðer önemli ismi ise klasik müzikseverlerin yakýndan
tanýdýðý bir þef olan Eol Erdinç. Onun katkýsýný da Kerem'den þöyle
dinledim:
"Erol Erdinç eski bir arkadaþým. Son üç dört yýldan beri beraber bazý
çalýþmalarýmýz oldu. Çift piyano çaldýðýmýz konserler verdik.
Erol jazz müziðini bildiði için klasik müziðe de deðiþik bir açýdan
bakabiliyor. St. Petersburg Orkestrasý'ný
þeflerinden biri olarak
evvelden beri tanýyordu. Bu orkestra ile temasýmý Erol Erdinç saðladý.
Geçtiðimiz kasým ayý için gün aldýk. Altý kiþi gittik. Eski bir kilisede kayýt
yapýldý."
Kayýtlarda Ateþ Tezer davulda yer almýþ. Kontarbasta Rusya'da
Valentin Malinev trioyu tamamlamýþ. Volkan Hürsever ise Ýstanbul
konserinde Kerem'e eþlik etmiþti.
Parçalarýn her birinin ayrý bir öyküsü var:
"A Morning in New York" Kerem'in New York'da yaþadýðý bir sabahý
anlatýyor. Evine yakýn bir yer, 57. Cadde. Kamyonlar sabahýn erken
saatlerinde dükkanlara mal getirmiþler. Herkes yeni uyanmýþ, insanlar
Cazname I- Tunçel Gülsoy
90
iþlerine gitmek üzere acele acele yürüyorlar. Burasý her þeyin büyük
olduðu bir þehir; otomobiller, insanlar, herþey yollarda yaylana yaylana
gidiyor. Her þeyin çok büyük olmasýndan dolayý kimse þehirin hýzýný
fark edemiyor. Bir kýsým insanlar sabah kahvaltýsýnda yemek için bir
þeyler almak üzere dükkanlara giriyorlar. Ýþte böyle bir dükkana 'bagel'
almak için giren Kerem o sýrada dükkan sahibinin mýrýldandýðý bir
melodiyi duymuþ. Hiçbir þey almadan hemen evine koþarak Kawai
marka piyanosunu baþýna oturmuþ ve dükkanda duyduðu melodiyi
çalmaya baþlamýþ.
"I Love May"in ilhamý eþi Pýnar. 1995 yýlýnda Pýnar'ýn Amerika'dan
Türkiye'ye gelmesini beklerken duyduðu özlem ve mayýs ayýnda
gelmesi üzerine içinde hissettiði sevinci yansýtýyor.
"Relaxing"in farklý bir öyküsü var. Türkiye'nin geçtiði çok kötü
dönemlerden birinde
çok sýkýntýlý olduðu bir gün hissettiði þeyleri
yansýtýyor. Toplumun ferahlamasýný isteyen bir müzik adamýnýn
duygularýný
yansýtan bir beste. Burada insanlar üstlerinde oluþan
baskýdan kurtulsunlar, ferahlasýnlar istemiþ.
"Hands and Lips" iki önemli jazz müzisyeni için yazýlmýþ bir parça.
Kerem piyanist Eliane Ellias ve Toots Thielemans'a olan hayranlýðýný
ve sevgisini bu parça ile ifade etmiþ. Burada "Hands", yani "Eller"
Ellias'ý, "Lips", yani "Dudaklar" ise Toots'u temsil ediyorlar. Kerem bu
bestesinin notalarýný 1994'de tanýþtýðý Toots Thielemans'a hediye de
etmiþ ama sonradan onun bunlarý deðerlendirip deðerlendirmediðini
bilmiyor.
"November In St. Petersburg" hem Kerem'in albümde en sevdiði
parça hem de tüm projenin adý. Gitmeden hayalini kurduðu güzel St.
Petersburg þehrini, onun görkemli tarihini, o þehirde yaþayan
muhteþem sanatçýlarý, güneþin asla batmadýðý beyaz geceleri, her biri
sanat eseri olan Nevski Caddesi'ndeki biblo gibi evleri ve kasým ayýnda
çabucacýk kararan havalarý, düþünmüþ. Sonra piyanosunun baþýnda
tüm hayal ettiði güzel þeyleri müzik olarak ifade etmiþ. Þöyle diyor:
"Tüm bunlarý içimde hissederek bir beste yaptým. Gün geldi
güzelliklerini hayal ederek kendisi için beste yaptýðým þehre gittim ve
yarým saat içerisinde hiç de yanýlmamýþ olduðumu farkettim."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
91
"Painter", Kerem'in yirmi yýllýk ressam arkadaþý Argun Okumuþoðlu
için yapmýþ olduðu bir beste. Biz konuþurken Kerem bana onun
duvardaki resimlerini gösterdi. Kerem yaz tatillerinde Fethiye'deki
Hillside Oteli'ne gitmeyi tercih edermiþ çünkü bu otelde çalabileceði
yarým kuyruk bir Stainway piyano varmýþ. Bu bestesini de þöyle anlattý:
"Ýþte orada olduðum bir gün Argun ile beraber oturuyorduk. Kendisi
çok dramatik bir insandýr. Beraber oturduðumuz o gün hem karanlýk
hem de aydýnlýk bir anda onun yüzüne bakýyordum, içime ilham geldi.
Piyanonun baþýna oturdum, yarým saatte parça çýkmýþtý."
"I Remember Your Face", on yýldan beri görmediði babasý için
yapýlmýþ bir parça. Bu besteyi yaptýktan sonra babasýyla görüþmesi
kýsmet olmuþ ve onunla da tesadüfen Hillside Otel'de de
karþýlaþmýþlar.
"Linden" Türkçede ýhlamur demek. Ihlamur yokuþundan aþaðý
yürüdüðü pýrýl pýrýl bir günün öyküsü:
"Ihlamur kokusu dayanýlmaz bir hoþlukla genzimi yakýyordu. Ýçim
heyecan doldu. Hemen yokuþun bitimindeki Yapalý'nýn piyano
dükkanýna girdim ve bir piyanonun baþýna oturdum. Ýnanýlmaz bir hýzla
bestemi bitirdim."
Albümde Kerem'in çok sevdiði bir dostu olan Sadettin Davran içinde
yapýlmýþ bir beste var, "Sailor Longed For". Sadettin Davran'dan
bahsederken gözleri parýldýyor. Bu parçanýn geçmiþini konserinde de
anlatmýþtý:
"Sadettin biz jazz müzisyenlerini uzun yol kaptanlarýna benzetir.
Parçanýn ismi Türkçede yolu beklenen denizciler anlamýna geliyor. Bu
besteyi onun sakin ve beyefendi kiþiliði için yaptým."
"Sunset" aslýnda arþe ile çalýnan bir kontrbas parçasý. Kerem'in
geçmiþte yaþadýðý Rumelihisarý'ndaki muhteþem gün batýþlarýný
anlatýyor. Klasik müzik havasýndaki bu parçayý bir keresinde
kontrbasçý Eric Reeves seslendirmiþ.
"Jumping to the Void" albümde bir dosta ithaf edilmiþ üçüncü parça.
Kelime "boþluða uçmak" olarak tercüme edilebilir. Onun ardýndaki
ilhamý Kerem'den dinledim:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
"Yavuz
92
Baydar
da
yakýn
arkadaþýmdýr.
Bir
gün
onun
Baltalimaný'ndaki evinde oturuyorduk. Yavuz'un çok çýlgýn bir
koleksiyonu vardýr. O gün bana inanýlmaz bir jazz piyanistleri
koleksiyonu dinletti. Çok doldum ve kendimi çok yukarýlara uçmuþ
hissettim. Bu parçayý beraber yaþadýðýmýz o özel günün anýsýna Yavuz
için besteledim."
Albümde eþi Pýnar için yazmýþ olduðu ikinci parçayý onun yanýnda
anlattý:
"Seems so Far"ý Pýnar için yazdým. Onun Amerika'ya gittiði ve
benim onu çok özlediðim bir zamaný anlatýr. O günlerde Amerika bana
çok uzak gözükmüþtü."
Albümde yer alan "Expectations" Kerem'in 1987'de yapmýþ olduðu
ilk bestelerinden biri ve çok yalnýz kaldýðý bir gün içinde hissettiði
korkularý yansýtýyor.
Kerem'in müzik anlayýþýnda genç müzisyenler için bazý mesajlar
olduðunu düþünüyorum.
"Müzikte katý olmamak lazým, her zaman ve herkesten öðrenilecek
þeyler vardýr. Ben beþ yaþýndaki bir çocuðu bile dinlerim, ondan da
öðrenilecek þeyler vardýr."
Ýnsanýn
hayal
kurmasý
güzel
bir
þey
ama
sonra
onu
gerçekleþtirebilmesi için hayalden baþka þeyler de gerekiyor. Kerem
bu albüm ile ilgili tüm harcamalarý önce kendi cebinden yapmýþ. Albüm
bittikten sonra Garanti Bankasý murahas azasý Akýn Öngör Bey'e
dinletmiþ ve o beðenince de banka sponsor olmaya karar vermiþ.
Artýk zaman ilerlemiþti, ýþýklar karardý. Kerem'in arkasýnda
dolunayýn yükselmeye baþladýðýný farkettim ve "Ne güzel bir ay
doðuyor." diye kendisine iþaret ettim. Ama Kerem'in dolunaydan
hoþlanmadýðýný da bu vesile ile öðrenmiþ oldum. Kalktý, bu sefer de
George Shearing orkestrasýnýn bir albümünü koydu, onu dinlemeye
baþladýk. Bir yandan da masamýza getirmiþ olduðu diðer albümlere
baktým. Hepsi kendi son albümüne ilham veren müziklerdi. "How
Beautiful is the Night, The Robert Farnon Orchestra", "Charlie Parker
with Strings, the Master Takes". Hepsi birbirinden güzel þeylerdi ve her
birinden bir þeyler dinledik.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
93
Piyanonun altýnda bizimle beraber müzik dinleyen köpek dikkatimi
çekti. Bu Bebop'du, Kerem'in Dalmaçyalý cinsi sevgili köpeði. Onlarý
Niþantaþý'nda sokakta sahibi ile yürürken ve bazen de Kerem'in jazz
barýnda gördüðümü hatýrladým. Kerem'e göre Bebop müziðe çok
düþkün bir hayvan, Kerem'in piyanosunun altýnda onun müziklerini
dinleyerek büyümüþ.
Yakýnda Kerem'in sonbahar temalý bir baþka albümü daha olacak
ve "Warm Autumn" adýný taþýyacak. Altý kiþilik bir orkestra ile
çalacaklar. Üç nefesli saz, trompet, trombon ve tenor sax; piyano, bas
ve davul üçlüsünü tamalayacak. Kerem bu projenin kapsamýný 1960'lý
yýllarda Benny Golson, Art Farmer, ve Curtis Fuller in yaratmýþ olduðu
"sound"un aynýsýný yýldýzý yeni parlayan genç müzisyenler ile
gerçekleþtirmek olarak tanýmlýyor.
Ama son tahlilde Kerem için jazz müziðindeki ideal formatý piyano,
davul ve bastan oluþan klasik trio. Ona bir an için herhangi bir sýnýr
düþünmeden kendisinin piyanoda olacaðý ideal bir trio hayal etmesini
istedim:
"Kendimi þanslý hissediyorum, çok iyi bir kontrbasçýlar ile çalýþtým,
Steve Kirby, Eric Reeves. Steve Kirby ile daha sonra Elvin Jones Jazz
Machine grubunda çaldým. Çok özel bir konserdi. Böyle bir soruyu
yanýtlamak çok zor."
Bir an sustu, sonra yavaþça devam etti:
"Aslýnda trio deðil ama Bill Evans ile birlikte çalmak isterdim, iki
piyano olarak. Basta Paul Chambers, davulda Philly Joe Jones'un
olduðu bir grup. Gerçekte kendimin piyano çaldýðý bir çok baþka triolar
düþleyebiliyorum. George Mraz ve Jimmy Cobb ile, Lewis Nash ve
Christian McBride ile çalmak isterdim. Bunlardan baþka triolar da var
hayalimde. Örneðin Mulgrew Miller ve Niels Henning Orsted Pedersen
ile de çok iyi bir grup olabilirdik."
Ben St. Petersburg'u görme þansýný yakalamýþ insanlardan biriyim.
Kerem ile yaptýðýmýz tüm sohbet sýrasýnda bir zamanlar gitmiþ
olduðum bu güzel þehri tekrar hayalimde yaþadým.
Kerem Görsev için ayný þehir gün geldi gençlik hayallerinin
gerçekleþtiði þehir oldu. Týpký 350 yýl önce onu kuran tutkulu bir çarýn
hayallerini de gerçekleþtirdiði gibi.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
94
Herkesin mutlaka bir hayali vardýr, eminim sizlerin de. Ama bilmem
onlarý gerçekleþtirmek için bir þeyler yapabiliyor musunuz ?
Þurasý muhakkak ki Kerem Görsev'in albümününün öyküsünde,
ruhunda bir tutku taþýyan ve hayal kurabilen her insanýn alabileceði bir
ders vardýr.
95
JAZZ PORTRE/ MEHMET SANLIKOL
Onu Audio Fact'in konserinde tanýdým, yýlan derisi kovboy çizmeleri
giymiþti. "Badireler atlattýk, olduðumuz yere geldik. Hala sýkýntýlar
yaþýyoruz.
Ýlk albümümüz Türkiye'de çýktý ve buradan dünyaya açýlacaðýz.
Bence bu albüm bizim için doðru dürüst bir þeyler yapma çabasý."
Böyle anlatýyor Mehmet Audio Fact'in son albümünü. Yüzünde hafif
utangaç bir gülümseme olan hiperaktif bir genç adam, bakýþlarý sýk sýk
yanýndaki tatlý kýza gidiyor. Ben de kýza soruyorum, o cevaplýyor:
"Bence Mehmet açýk fikirli ve olmasý gerektiði gibi bir müzisyen,
kalýp dýþý, geniþ bir müzikal düþünce açýsý var, hiçbir þeye tamamen
hayýr demeyen, açýk bir kapý…"
Aklýma bir oyun geliyor; Mehmet'e hiç düþünmeden arka arkaya
yirmi dört kelime yazdýrýyorum ve sonra bunlarý ikiþer ikiþer
kümelendirip üç kelimeye kadar indiriyorum. Þunlar kalýyor: Sevgili,
Audio Fact, Ýliþki. Ýkinci kelimeden baþlýyoruz:
"Ben jazz'cý deðilim ama grubum Audio Fact temelini jazz'dan
alýyor. Ben bir yandan da klasik müzikler besteliyorum, zaten
bestelemesem kendimi eksik hissederim."
Mehmet'in ilginç bir hikayesi var. Bursalý, çocukluðunda oranýn en
iddialý orta okuluna gidiyor ve çok iyi bir öðrenci. Annesi piyano
öðretmeni, babasý doktor. Çok küçük yaþta piyano çalýyor ve beste
yapýyor. Protest yapýsýný okulunda bir gün haksýz yere dayak yemesine
ve arkadaþlarýndan ayrý oturtulmasýna baðlýyor. Bu olay onu okul
hayatýndan da soðutuyor. Liseyi bitirinceye kadar psikolojik olarak zor
zamanlar geçiriyor. Babasýnýn ýsrarý ile düþük puanlý bir fakülteye
giriyor ama rastlantýlar karþýsýna Aydýn Esen'i çýkartýyor ve Aydýn
babasýný ikna ederek Mehmet'i 1993 yýlýnýn sonbaharýnda Berklee
Cazname I- Tunçel Gülsoy
96
Jazz Okulu'na yerleþtiriyor. O andan sonra Mehmet yeni okulunda
büyük bir hýrs ile çalýþýyor ve eksiklerini tamamlýyor. Aydýn Esen'den
aldýðý temel ile çok ileri bir noktaya varýyor. Ýlk sömestrenin bitiþine az
kala ödev olarak bir folk þarkýsýný düzenlemesi isteniyor. Önce folktaki
duygusallýðý bozmamak için buna sýcak bakmýyor ama seçtiði parça
"Niksar'ýn Fidanlarý" onun düzenlemesi ile okul orkestrasý tarafýndan
çalýnýnca Berklee de bir hit oluyor ve onu okulda tanýtýyor.
"Konser tekrarlandý, havaya girmiþtim. Olayýn büsbütün üstüne
gittim, yaz okullarý dahil okula devam ettim. Bir gün geldi yaptýklarýmý
eskisi kadar çok beðenmemeye baþladým. Derken kötü not aldýðým
ödevlerim de oldu. Berklee benim ufkumu açtý, objektif olmayý
öðrendim ve artýk müziðimin üzerinde daha çok düþünerek yazmaya
baþladým. Pop müzik bile olsa en içime sineni yapmaya çalýþýyorum.
Ýyi hocalarým oldu. Trompetçi Herb Pomeroy bunlardan biri idi. Orada
hocalar öðrencilerine bir þeyler empoze etmek yerine doðruyu bulmak
için kýlavuz oluyorlar."
Mehmet'in beðendiði müzisyenler arasýnda Joe Zawinul ve
Weather Report'un ayrý bir yeri var. Kendine yakýn bulduðu müzikleri
dinliyor, Aydýn Esen'i hem hocasý hem de müzisyen olarak beðeniyor.
Miles Davis, Charlie Parker ve Duke Ellington onun için jazz'da baþka
bir anlam ifade ediyorlar. Ellington'un tam olarak anlaþýlmadýðýný
düþünüyor. Stravinsky, Mozart ve Bach klasik müzikteki favorileri.
Jazz'ýn yaný sýra film müzikleri de yapýyor, jazz kompozisyon master
çalýþmasýný bitirince iki diplomasý olacak. Ýlk film müziðini efeler ile ilgili
bir film için yapmýþ.
Kovboy çizmeleri Deep Purple dinlediði rock müziði günlerinden
yadigar. Bugün felsefe okuyor ama müzik çocukluðundaki resim
yapmaya olan ilgisini bitirmiþ.
"Saygý gören bir müzisyen ve huzurlu bir insan olmak istiyorum.
Müzikte ulaþýlmamýþ
veya baþkalarýnýn ulaþamayacaðý yerlere
ulaþmak istiyorum. Kendi müziðimi icra etmeyi tercih ettim, baþkasýnýn
yanýnda sideman olmak istemedim. Kendim olarak bir yere gelince
sideman de olabilirim."
Bence insanýn olabileceði þey istemeyi hayal edebildikleri ile
sýnýrlýdýr ama Mehmet Sanlýkol bir gün mutlaka iyi bir sideman olma
yolunda sevgi ile ilerliyor.
97
BÝR ARTÝST, BÝR ANNE
Salona varabildiðimde Yapý Kredi Sanat Festivali'ndeki piyano
konserinin klasik müziðe ayrýlmýþ ilk bölümü bitmek üzere idi. Sahneye
baktým, erkek smokini giymiþ bir kadýn Schumann'ýn Do majör
fantezisinin sonlarýný çalýyordu. Sessizce ve dersine geç kalmýþ bir
öðrenci gibi arka sýralarda bir yere iliþtim. Sanatçý piyanodan
kalktýðýnda herkes çoþku ile alkýþlarken o zarif bir reverans ile
seyircisini selamladý, týpký küçük bir kýz çocuðu gibi yanaklarý
kýzarýyordu. Kaç yaþýnda olduðunu merak ettim. Meral Güneyman'ýn
piyano resitalinin klasik bölümünü kaçýrmam yazýk olmuþtu.
Ýkinci yarýda ev sahibemiz Þule Usmantekin'in bana gösterdiði
güzel yere oturdum ve konser bir Gershwin medley ile baþladý. Müzik
ile birlikte piyanistin yüz ifadesi ve jestleri deðiþti, woogie boogie
çalarken büyük vücut hareketleri yapýyor ve ayaklarý ile sürekli ritm
tutuyordu. Schumann'ýn ince duyarlýlýðýndan jazz'ýn kýpýr kýpýr dinamik
dünyasýna metaformoz gibi bir geçiþ oldu. Konser sonrasý onu sahne
arkasýnda tebrik eden insanlarýn arasýna ben de katýldým. Smokin
papyonu yerine taktýðý, sonradan aile yadigarý olduðunu öðrendiðim
zarif bir kolye dikkatimi çekti. Ufak bir erkek çocuðu "anne" diye ona
koþtu, o hem oðluna sarýldý hem kendini tebrik eden insanlarýn
övgülerine karþýlýk verdi. Sonra beni tanýþtýrdýlar; onun dünyasýný kendi
okuyucularýmýza aktarmak istediðimi söyledim ve ertesi gün kaldýðý
Richmond Oteli'nde buluþmak üzere sözleþtik.
Sabah bir akþam evvel dinleyicisinden aldýðý olumlu enerji ile dolu
olarak beni karþýladý. Bu kez sahne makyajý yoktu, ama gene de yaþýný
tahmin edemedim.
Kýyafet kiþinin aynasýdýr, derler; ben de önce onun giydiði smokin
ve erkek ayakkabýlarýný sordum:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
98
"Erkek kýyafetini sadece çaldýðým jazz müziðine uyumundan dolayý
giydim. Aslýnda konserin ilk kýsmýnda klasik bir haným elbisesi de
giyebilirdim ama defile havasý vermek istemedim. Evet biliyorum bu
kýlýkta biraz George Sand'a benziyordum."
Bu arada kolyesinin eski bir aile yadigarý olduðunu fark ettiðimi
iþitince gülümsedi, 1928'den kalma imiþ. Kahveleri söyledik ve
nostaljik Markiz pastahanesine bakan bir masada onun öyküsünü
dinledim.
Eski bir söz vardýr, her insan bir adadýr diye. Ben de piyanonun
baþýnda bir stilden diðerine çok rahat geçebilen sanatçýyý çok merak
ediyordum.
"Kim miyim? Cevabý güç bir soru sordunuz. Çok zor bir insaným,
hayatý kendime zorlaþtýrýyorum."
Bir an gözleri uzaklara daldý ve bir yerlere gidip geldiðini hissettim:
"Artist ve anneyim, bunlar aslýnda çok zor baðdaþan þeyler. Her
ikisinde de çok kendinden verici olmak gerekiyor. "Anne hasta mýsýn?"
sorusunun ardýndan hemen "Akþam yemeðinde ne var ?" sorusu gelir,
ama bu arada piyanonuz size bakarak sessizce: "Çal beni çal"
demektedir. Nerede vakit? Ýki oðlum var on dört ve on yaþlarýnda,
büyüðü gitar ile heavy metal çalýyor, küçüðüne ise ben piyano
öðretiyorum. Çok kýzýyorum çünkü bana hoca gibi deðil anne gibi
muamele ediyorlar ve þýmarýyorlar."
Bunlarý söylüyor ama çocuklarý ile çok gurur duyduðu belli, gözleri
parlýyor:
"Yama yama bir hayat. Yapýlabileceðin en iyisini yaptýðýmý
sanýyorum. Ünlü olma çabam yok ama dinleyicime tapýyorum, onlara
en iyi þekilde hizmet etmek istiyorum. Para iyi yaþayabilmek için
gerekli bir þey ama hayatýmdaki esas yön deðil. Az ama güzel
konserler verdim. Her zaman daha çok öðrenmek ve daha çok çalmak
istiyorum."
Bir an tekrar düþündü ve kendi içinde bir deðerlendirme yaptýðýný
fark ettim. Sonra devam etti:
"Ben aslýnda birkaç insanýn hayatýný birden yaþadým.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
99
Piyano çalmaya dört yaþýnda Ýstanbul Devlet Konservatuarý'nda
Rana Erksan'ýn öðrencisi olarak baþladým. Ferdi Statzer, Meral Yapalý
ve Raþid Abed'in öðrencisi oldum. Okulu birincilikle bitirdim ve
Salzburg'taki Akademie Mozarteum'a devam ettim. Bana devlet burs
vermedi, kendi bursumu kendim kazandým. On dokuz yaþýnda
Amerika'ya gittim ve klasik müzik çalýþmalarýmý Juliard Müzik
Akademisi'nde sürdürdüm. O zamandan beri baðýmsýz olmayý
öðrendim. Juliard'da piyano bölümünde "post graduate" diploma
derecesini yirmi beþ yaþýnda aldým. Ama daha sonra iki yýl da
"professional study" çalýþmalarýna devam ettim."
Kendi bahsetmiyor ama biyografisinde Juliard'da Maria Geuree ve
Jadeishon ödüllerini kazandýðýný okumuþum.
"Yýllar önce klasik müzik eðitimine baþlarken kendimize örnek
model aldýðýmýz insanlar vardý: Verda Erman, Ýdil Biret, Ayþegül
Sarýca. Bunlar iyi ailelerde yetiþmiþ, hanýmefendi insanlardý. Rahat
yaþamlarý oldu.
Ama bir gün aramýzdaki nesil farkýný anladým. Bizler 80'lerin
dünyasýnda gençlik günlerimizden farklý bir dünya bulduk. Mekanik,
gürültülü ve materyalist bir dünya idi bu. Her þeyi kendim yapmak
zorunda kaldým.
Meral Güneyman bu yýllarda ülkesinden de hiç kopmuyor. Zaman
zaman dönüp Türkiye'de konserler
verdiðini öðreniyorum. Ýlk
konserinin öyküsünü anlatýyor:
"Türkiye'ye ilk dönüþüm 1975 yýlýnda oldu. Mükerrem Berk Bey'e
mektup yazýp konser vermek istediðimi bildirdim. "Seni hiç
tanýmýyorum." diye cevap verdi. Ama sonra konser vermeme yardýmcý
oldu ve Prokofyef konçertoyu çaldým.
Ýlhan Mimaroðlu da bana Webern, Bridge ve Decaux'un
eserlerinden oluþan bir albüm yaptýrdý. Bu albüm o yýl Amerika'nýn en
beðenilen ilk beþ plaðý arasýna girdi. Ayrýca Mimaroðlu'nun piyano
parçalarýný, Þostokoviç'in 2. Konçertosunu ve Chopin'in en popüler
eserlerini içeren albümler yaptým."
Müzik denizindeki bu yolculuk sýrasýnda bir gün geliyor karþý sahili
keþfediyor:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
"Amerika'daki yýllarýmda
100
jazz'a olan ilgim geliþti. Kendim de
besteler yaptým, "ballad" tarzý þeyler. Okulda bir gün bunlarý arkadaþým
ile beraber konser olarak çalmak için izin istedik, önce vermediler,
arkadaþým hemen pes etti ama ben etmedim, okula bizi
kýsýtlamamalarý gerektiðini anlatabildim. Çok güzel bir konser oldu,
herkesin dans ederek ve gülerek oradan ayrýldýðýný hatýrlýyorum. 1974
yýlý idi ve o zamanlar klasik müzik öðrencilerinin kendi sahalarý dýþýna
çýkmalarý kabul edilebilir þey deðildi. Bu konserden sonra Lincoln
Music Center stüdyo programýna kabul edildim. 1974'de Berklee jazz
okulunun yaz kurslarýna katýldým, çok bir þey öðrenemedim ama daha
sonra kendi kendime çalýþmaya devam ettim.
Bir gün Bill Evans ile tanýþtým ve ona kendi bestelerimi çaldým. Çok
büyük bir sanatçý idi, çalýþmalarýmý dinledi ve bana büyük bir cesaret
verdi. Daha sonra da bana Hindermith sonatlarýný tanýttý."
Bu geliþmeler onda artýk sönmeyecek bir jazz sevgisi ateþliyor.
Konunun biraz daha içine giriyoruz:
"Bence jazz çok köklü ve önemli bir sanat. Amerikan tabiri ile
"Acquired taste", yani jazz zamanla edinilen ve geliþtirilen bir zevk.
Aslýnda ben çocukluðumdan beri jazz çaldým, kimse bana "çalma"
demedi. Armoni hocam Raþit Abet Bey çok yaratýcý bir insan idi, bize
bir çok yeni þey öðretti ve jazz çalýþmalarýmý teþvik etti.
Ama bir gün Leonard Bernstein hayatýma girdi. Bernstein klasik
müzikten jazz'a kapý açan ilk öncülerden biridir. Sonra onu diðer
müzisyenler takip etti. Benim de doðaçlama merakým onun ile birlikte
oldu."
Sonra birden durup döndü ve o bana sorular sormaya baþladý.
"Jazz" dergimizi merak ediyordu, sabah telaþtan yanýma almayý
unutmuþtum ama konuþtuðumuz yer Beyoðlu, her yer dergi kitap.
Hemen sokaða çýktým, Suriye Pasajý'nýn kapýsýndaki gazeteciden bir
tane son sayýdan aldým ve ona takdim ettim.
Eþinin rahatsýz olduðunu konserde ona: "Sen lokomotiften de
güçlüsün!" diye baðýran bir hanýmdan öðrenmiþtim: Eþlerimiz de bizim
kiþiliðimizin kilometre taþlarýndandýr. Bir ucundan bu konuya eðildik:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
101
"Sonradan eþim olacak kiþi o zamanlar otuz dört yaþýnda bir iþ
adamý idi. Ben ise biraz erkeklerin iliþki kurmaktan çekindikleri deli
dolu ve sert görünüþlü bir kýz idim. Kanlýca'da oturuyorduk ve
ailelerimiz komþu idi. Bir gün rýhtýmda kitap okurken tanýþtýk ve
konuþtuk. Ýkimiz de yalnýzdýk ve birbirimize destek olduk. Bizim
çevrede artistlere deli gözü ile bakarlardý, ama o bana kendimi kendimi
önemli hissettirdi.
Yirmi yedi yaþýnda iken onunla evlendim. Benimle Amerika'ya gelip
her þeye yeniden baþlamayý göze aldý. Çok mütavazi iþlerde çalýþtý ve
yavaþ yavaþ toparlandýk. Otuz yaþýmda anne olmak istedim, oldum ve
kendimi anneliðe verdim. New York'un dýþýnda bir ev tuttuk. Biraz izole
bir hayatýmýz oldu. Müzik çalýþmalarýma devam ettim. Amerika'nýn belli
baþlý eyaletlerinde az ama kaliteli konserler verdim, müzik severler
beni tanýdý ve takdir etti. Takdir edildiðimi anlamak benim için en büyük
armaðan."
Türk dinleyicilerinin de onu takdir ettiðini dün akþam hem konser
sýrasýnda hem de sahne arkasýnda yakýndan görmüþtüm. Biraz da
onlardan bahsettik:
"Beni takip eden bir dinleyici kitlem var Ýstanbul'da ve umuyorum ki
bu kitle büyüsün. Çok çalýþýyorum. Ben kendini ön plana atarak lanse
edebilecek bir insan deðilim. Yapabildiðim en iyi þey konser
verebilmek. Ama istiyorum ki insanlar ilgili olsunlar. Bir yenilik
yapýlýyorsa onlar için yapýlýyor. Albüm de yapýyorum ama bence albüm
gerçekten dinlenmeye deðmeli, yoksa sanatçý popüler olduðu için
alýnmamalý."
Kendisi gibi yurt dýþýnda Türkiye'yi temsil eden diðer piyanistlere
söz geliyor. Hayata olumlu bakan bir insan olarak sanatçý
meslektaþlarý için hep güzel þeyler söylüyor, ama sýra Fazýl Say'a
gelince geniþ bir parantez açýyor:
"Fazýl Say çok büyük bir piyanist. Bakýn yetenek demiyorum.
Yetenek demek piyanist olma yolunda bir sanatçý demek olurdu.
Bence o Horowitz ayarýnda bir sanatçý. Bulunmaz bir inci ama umarým
Türkiye onun kýymetini bilir. Deli dolu taraflarý olduðunu iþittim ama
dehanýn olduðu yerde böyle þeyler oluyor."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
102
Meral Güneyman'ýn sanatçý yönünün ilginç bir uzantýsý da eðitimci
yaný. Bunun ardýnda ayrýca güçlü kiþiliðinden kaynaklanan bir iþ kadýný
tarafý da var:
"Bir gün mali açýdan Amerikan tabiri ile bir "gimmick" düþündüm.
Piyanoyu tek baþýna biraz nankör buldum, en ufak bir ara verme ile sizi
terk edebiliyor. Çocuklara yönelik bir eðitim stüdyosu açmaya karar
verdim. Princton Üniversitesi'nin ilgili bölümlerinden ders almaya karar
verdim. On sekiz aylýk bebeklerden yedi yaþýna kadar olan yaþ
gruplarýna yönelik müzik eðitimi metotlarýný öðrendim. Sonra on yýl bu
okulu sürdürdüm. Çok raðbet gördü. Baþka benzer eðitim kurumlarý da
vardý ama hiçbirinde sanatçý bir müziyen ders vermiyordu. Sadece
hoca olmak yetmiyor, sanatçý olmak önemli çünkü o zaman olaya
sadece ABC deðil, A'dan Z'ye bir bütün olarak görebiliyorsun. Bu
þekilde çocuðun seviyesine inebiliyorsun. Tiyatro, beden eðitimi, oyun,
vurgulu sazlar gibi araçlar ile on yýl boyunca müzik öðrettim. Bir örnek
vereyim. "Daha dün annemizin…" þarkýsýný söyletirken çocuklara
eþarp çevirtiyordum. Bu þekilde hem þarký söylüyorlardý hem de beden
eðitimi yapýyorlardý. Eþarp çevirerek ayný zamanda müzik cümlelerini
ve nefes alma zamanlarýný hissettiler. Oyuncak bir zilofona vururken
aslýnda piyanoya nasýl ses vermek yerine ses alacak þekilde vurmalarý
gerektiðini gördüler. Eþim rahatsýzlanýnca ve çocuklarýmýn bana
ihtiyacý yüzünden on yýl sonra bu iþi býrakýp konserlere döndüm. Ama
eðitmenlik bana çok þey kazandýrdý."
Eðitmenlik tecrübelerimizi paylaþtýk, kýyasladýk ve tartýþtýk. Ama
son tahlilde biz bir jazz dergisiyiz ve ben de klasik müzik dinlemekle
beraber konserin ikinci yarýsýna yetiþebilmiþ bir jazz severim. Ana
temamýza döndük ama o olayý çok daha geniþ bir açýdan ele aldý:
"On beþ-yirmi yýldýr kendi hayatýmla uðraþmýþtým. Dýþa açýlmam
son iki üç senelik bir olay. Zaten klasik ve jazz yakýnlaþmasý da gene
son bir kaç yýlda yoðunluk kazandý. Hazýr olduðumu hissettiðim gün bir
baþlangýç programý yaptým.
Benim için müzik bir bütündür. Müzik hayattýr, aldýðýmýz nefestir,
hissettiðimiz þeylerdir, müzik bir güzellik ve ifadedir, dünyada güzellik
varsa o müziktir. Suyun vücudumuza hayat verdiði gibi müzik de
ruhumuza hayat verir.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
103
Benim için jazz da klasik de büyük müzik denizinde iki kýyýdýr. Son
yýllarda bu türler arasýnda büyük bir yakýnlaþma baþladý. Her ikisinin
de sanatçýlarý karþý kýyýyý merak etmeye ve keþfetmeye baþladýlar.
Keith Jarrett, Chick Corea, Herbie Hancock jazz kýyýsýndan ilk aklýma
gelen isimler. Hancock zaten klasik müzik eðitimi ile müziðe baþlamýþ.
Klasikçilerden de Itzhak Perlman'ýn Oscar Peterson ile yapmýþ olduðu
albüm aklýma geliyor. Kathleen Battle çok güzel þeyler yaptý. Bir de
Kronos Quartet var. Onlarýn Bill Evans'ýn müziðini yorumladýklarý
albümü çok beðenmiþtim.
Piyano ise benim vücudumun uzantýsý ve müziðe uzanan
köprümdür.
Bill Evans, T. Monk ve H. Hancock'u beðeniyorum. Monk aslýnda bir
þizofrendi. Onun konser kayýtlarýný videoda izledim. Çalýþýnda bir sinir
bir gerginlik var.
Eskilerden Art Tatum, Fats Weller ve James Johnson hayranýyým.
Bence jazz'ýn temelleri de onlar. Bugün woggie boogie çok ticari bir
müzik oldu, anlamýný yitirdi. Bu insanlarýn mevcut albüm kayýtlarý çok
eski ve ses kalitesi onlarýn çalýþýndaki renk ve dinamiði aksettiremiyor.
Bir albüm yaparak onlarýn müziðini bugünün teknolojisi ile yeniden
yapmayý düþünüyorum."
Meral Güneyman'ýn evi de bu ideallerine uygun bir ortam
oluþturuyor.
"New Jersey'de köy gibi bir yerde evimiz var, sakin kendi halinde.
Evimin ilk katý bir stüdyo. Burada biri büyük biri de orta boy iki
Steinway kuyruklu piyano duruyor. Ayrýca iki tane de bilgisayar
baðlantýlý digital piyanomuz var.
Ev kumsal kenarýnda, ortam çok çekici deðil ama tabiat güzel ve bir
bahçemiz var. Onunla uðraþýyorum. Aðaçlar diktim. Tabiatý seviyorum,
bahçemde yabani çiçek yetiþtiriyorum, çiçek yetiþtirmak pozitif bir zevk
ve insaný tabiat ile haþýr neþir ediyor. Geçen sene biber ve domates de
yetiþtirdim."
Domates ve ev konularý bana yemek konusunu hatýrlattý. O sýrada
yanýmýzdaki masaya gelen þnitzelin de etkisi ile yemek hakkýndaki
düþüncelerini sordum:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
104
"Yemek yemeye çok düþkün deðilim ama yemek yapmayý çok
seviyorum. Çok güzel tavuk yaparým, tavuðu fýrýna sürmeden önce
"seasonining" ile tencerenin içinde piþiririm ve yumuþatýrým. Sonra
fýrýnda piþirince çok güzel olur. Bir de iç pilavým vardýr, etsiz yaparým.
Fýstýk ve üzüm ile. Pirinci önce sýcak suda piþirip ýlýnmasýný beklerim,
sonra kýzarmýþ fýstýk ve tavuk suyunu ilave ederim."
Sonra birden aklýna geldi ve bu sefer o bana niçin yemek yapmak
ile ilgilendiðimi sordu. Cevap verdim: "Yemek piþirirken kendinize has
bir stiliniz var ve ayrýntýlara önem veriyorsunuz. Aslýnda piyano
çalýþýnýza da yansýyan bir özellik bu."
Bu cevabý beklemiyordu, bir an düþündü ve haklýlýðýmý onayladý.
"Hiçbir þeyim yoksa da bir stilim var, buna önem veririm. Benim
kiþisel müzik anlayýþýmda en önemli husus da budur. Bir önemli þey
daha var: duygular. Herkes teknik biliyor ama iþin sýrrý notalarýn
arkasýndaki duyguyu yakalamaktýr. Senkoplarý duyabilmek önemlidir.
Bir zamanlar Juliard'da okurken Arminda Canterus isimli bir
Arjantinli hocayý gizlice dinlemeye giderdik. O bize Juliard'ýn
veremediði bir þeyi veriyordu: rahatlýk ve rahatlýktan doðan
müzikalitenin getirdiði bir teknik. Canterus geliþimimdeki en önemli
hocamdýr. Teknik müziði yaratmaz ama müzik tekniði yaratýr."
Meral Güneyman'ýn muhakkak müzikal birikimini aktardýðý genç
nesillerin olduðunu düþünüyordum; yanýlmamýþým:
"Þu an üst düzey piyano öðrencilerine ders veriyorum, onlarý girmek
istedikleri daha üst derece okullara hazýrlýyorum. Mesela Ýngiltere'deki
Royal School Of Music için çalýþtýrdýðým öðrenciler var. Türkiye'den de
öðrenci alýyorum. Mine Okay Türkiye'de yetenekli kabul edilmemiþ bir
öðrenci idi ama burada Juliard'da en üst puanlarý aldý."
Ýster istemez Türkiye'deki eðitim sistemine dönüyoruz, bu konuda
ikimizin de gözlemleri pek umut verici deðil. Bu seferde Türk müziði
hakkýndaki düþüncelerini soruyorum. Türk Sanat Musikisi'ne ilgi
duyuyor ve þunlarý söylüyor:
"Türk Sanat Müziði ile ilgilenemedim ama öðrenmek istiyorum.
Orada benim içine giremediðim güzellikler var. Mesela ney ilgimi
Cazname I- Tunçel Gülsoy
105
çekiyor. Onda mistik bir kalite var. Bence Türk müziði denince ilk akla
gelen enstrüman neydir."
Sonra Leyla Aktay'ýn radyo programýndan gelen bir ilham ile
soruyorum: "Issýz bir adaya gitseniz yanýnýzda ne götürürsünüz?"
Hemen sevdiði insanlarýn dýþýnda mý olduðunu soruyor ve ben
"evet" deyince o sayýyor:
"Bir gün issiz adaya gitse idim yanýma önce bir gözlük alýrdým, kitap
okuyabilmak için. Her halde Sheakspeare'in eserlerini yanýma alýrdým,
en güzel kitaplarý o yazmýþ."
Ben onun piyanosunu alacaðýný tahmin etmiþtim, yanýlmýþým, o
devam ediyor:
"Sonra piyanomu alýrdým tabii, bir de Beethoven'in piyano
sonatlarýný. Onlarý yirmi yýl önce öðrenmiþtim ama yeniden öðrenmek
isterim. Ýnsan kýrk yaþýndan sonra öðrendiklerini bir baþka göz ile
deðerlendirebiliyor."
Peki ya bir yirmi yýl sonra bir solist ve besteci olarak nerede olmayý
umduðunu merak ediyorum, esas ilginç cevap bu soruya geliyor:
"Besteci tarafým için fazla bir þey söyleyemiyorum. Sanýrým
repertuar çalmak ve doðaçlama bana daha cazip geliyor. Öðreniyorum
ve öðrenmeye hep devam edeceðim. Yirmi yýl sonra bugün kendi
hayatýmla çizdiðim resmi tamamlamak istiyorum. Benim kendi
hocamdan öðrendiðim ve beni örnek almak istiyebilecek genç
sanatçýlara aktarmak istediðim þeyler var: Her türlü engele karþý
çalmýya devam edin. Ýyi olduðunuza inanýn ve tanrýya size verdiði
yeteneklerden dolayý bir borcunuz olduðunu unutmayýn ve gene
tanrýnýn verdiði yeteneklerin ziyan edilmesini istemediðini bilerek
olabildiðiniz kadar iyi olmaya çalýþýn."
Saatler geçti ve ayrýlýk vakti geldi. Onun dünyasýný ve ideallerini
biraz olsun yaþayabilmekten sonsuz bir mutluluk duyarak vedalaþtým.
Bir gün belki New York'a gidersem fýstýklý iç pilavýný yerim, diye
düþündüm. Eve dönerken ona sorduðum sorunun cevabýný kendim
vermeye çalýþtým: Kimdi o? Ama cevabým hazýrdý: Dolu dolu yaþayan
bir cesur kadýn, hem artist, hem anne, hem klasik müzik, hem jazz ve
Cazname I- Tunçel Gülsoy
106
zýtlýklarýn uyuma dönüþtüðü birbirinin içine geçmiþ renkli bir dünya. O
kendisi bunu yamalý bohça diye adlandýrsa da bence onun dünyasý bir
Amerikan sanatýna yani "patchwork" a benziyor. Zýtlýklarýn birbirini
beslediði bir güzellik ve denge. Yirmi yýl sonra yeniden Beethoven
sonatlarýný öðrenmek isteyen her zaman genç kalmýþ bir ruh, kendi
yolunda azimle ilerlerlerken ailesine öðrencilerine ve dinleyicilerine
ýþýk taþýyan bir büyük yürek.
Meral Güneyman: 001 609 927-45-87 tel/fax
Ýnternet: www.aolmeral53.com
107
BÝR MÜZÝSYEN VE BÝR BEYEFENDÝ
Bazý insanlarý tanýdýðýnýzý sanýrsýnýz; sanki hep var olmuþlardýr.
Neþet Ruacan da benim için böyle bir kiþi idi, deðiþik jazz olaylarýnda
gitar çalan sessiz bir beyefendi. Bazen selamlaþýrdýk da, ama soðuk
bir Mart günü onu ne kadar az tanýdýðýmý öðrendim.
Benim çocukluðumda yapýlmýþ bir Moda apartmanýnda oturuyordu.
Kapýyý çaldým, her zamanki kibar ve sessiz hali ile beni karþýladý ve
içeri buyur etti. Kendime rahat edebileceðim bir yer aradým. Sigarasýný
ve cep telefonunu yerleþtirdiði yemek masasý müzik setini de
dinlemeye uygun bir yerde idi, karþýlýklý oturduk. Bir dolu plak ve hatýra
plaketleri ile dolu raflara baktým. Müzik ile geçen bir hayatýn sessiz
tanýklarý gibi idiler. Yan odada gitarlar ve notalar vardý. Bir pazar günü
uzun uzun konuþtuk.
Onu tanýyan birilerinden duymuþtum ve doðru mu diye merak
ettiðim bir þey vardý. New York`ta olduðu bir gün çok önemli jazz
müzisyenlerinin olduðu bir ortamda çalma sýrasý ona geldiðinde belki
de meslek hayatýnýn dönüm noktasý olabilecek bir fýrsatý son anda
çalmayarak reddetmiþ. Bu tip hikayelerin kiþiden kiþiye aktarýlýrken ne
kadar dejenere olabileceðini bildiðimden aslýný merak ediyordum.
Sözlerimi sessizce dinledi, gözleri bir an için daldý, ne evet dedi ne
de hayýr. Ama duyduðumun
gerçeðe oldukça yakýn olduðunu
hissettim. "Çay içer misin? " diye sordu ve bardaðýmý doldururken söze
baþladý:
"Rekabet ortamýný sevmiyorum ama bir yandan da kendimi
yenileyerek rekabete hazýrlýyorum. Bence rekabet ortamý bir marifet
gösterisi, müzikten uzak bir þey. New York rekabet ortamýnýn en uç
noktalarýndan biri, orada her bir þeyler yapan ve çalan birilerinin
kafasýný eziyor gibi. Büyük bir baský var, ama New York`a enerjisini de
Cazname I- Tunçel Gülsoy
108
veren bu ortam. Ben kendimi Türkiye'de arkadaþlarýmýn içerisinde
rahat hissediyorum."
Etrafýma baktým, düzgün bir bekar evi, aile apartmanýnda bir daire.
Stüdyo gibi düzenlenmiþ, tüm mekanlar yatak odasý hariç açýk.
Mutfaktaki en önemli aletler su ýsýtýcýsý ve çaydanlýk. Bir kaç tane býçak
ve bez de görünüyor. Burada dolma piþirilmediði çok açýk idi.
Konuþmaya ve çay içmeye devam ederken onun çocukluðundan
baþladýk.
"Ýstanbul'da doðdum, 1948 yýlýnda. Tüm çocukluðum Moda'da
geçti. O yýllarýn Moda`sý çok farklý idi, sanat ve kültür düzeyi çok
geliþmiþ idi. Bizlere yol gösteren çok deðerli insanlar oldu.
Adnan Benk, rahmetli oldu, keman çalardý, bir yandan da Meydan
Larousse ansiklopedisini çýkartmýþtýr, bize müziðin felsefesini öðretti.
Neyi dert edip neyi etmeyeceðimizi ondan öðrendik. Þadan Çaylýgil
Grunding teybine yaptýðýmýz müzikleri kaydeder bize dinletirdi. Sonra
yaptýðýmýz müzik hakkýnda düþüncelerini söylerdi. Bu bana
konservatuar eðitiminden bile üstün gelmiþtir. Çok heyecan verici bir
þeydi. Onun sayesinde bir çok yeni kavramlar ile tanýþtýk veya bilip de
tarif edemediðimiz þeyleri fark ettik. Doðru yolda olduðumuzu hissettik.
Baþkalarý da vardý. Bir Mehmet Akter, o da rahmetli oldu, klarinet
çalardý. Fazýl Abrak o devrin efsane gitaristi idi, aslýnda cerrah idi, çok
samimi olmadýk ama çok etkilendik.
Tüm bu insanlar Türk jazz'ýnýn kuyruklu yýldýzlarýydý, bugün pek az
kimse onlarý hatýrlar."
Pencereden sokaða bakarken aþaðý yöne yürüyen bir grup genç
gördüm, "Barýþ Manço'ya mý gidiyorlar?" diye sordum. "Evi bir sokak
aþaðýda, tanýyordum, güzel insandý." diye karþýlýk verdi. Ayný devrin
Moda'sýnda çocukluklarýný ve gençliklerini yaþamýþlardý. Yeni bir sigara
yaktý ve devam ettik:
"Babam Ethem Ruacan kýdemli piyade albay idi, çok müzisyen
olmak istemiþ ama kýsmet deðilmiþ. Halalarým ve anneannem de ud
çalarlarmýþ. Biz üç kardeþiz hepimiz bir þeyler çalarýz. Ruacan isminin
kökleri çok eski. Rua Hun kralý Atilla'nýn hukuk konularýna bakan
amcasý imiþ, bizim ailede de çok hukukçu var, dedelerimin yaþadýðý
Cazname I- Tunçel Gülsoy
109
Erzincan'da insanlar birbirlerine "can" diye hitap ederler. Biz de
Ruacan olmuþuz.
On yaþýna kadar mýzýka çaldým, sonra ilk defa gitarý elime aldým.
Sadece açýk telleri kullanarak bir melodi besteledim, bunu yüzlerce
defa çaldým, bir daha da gitar elimden hiç düþmedi. Önce Modalý Rýza
Baþeskioðlu'ndan klasik gitar dersi aldým. Sonra Doktor Metin
Bulut'tan elektro gitar dersi almaya baþladým, klasik gitar bir kenara
kondu."
Biraz müzik dinleyelim, dedi, o bir albüm seçerken ben müzik setini
inceledim. Çok deðiþik "speaker"larý vardý. Konik sürücüler speaker
kutularýnýn tepsinden aþaðý asýlmýþ gibi dik olarak yerleþtirilmiþti.
Merak ettiðimi görünce bana hikayelerini anlattý. Bunlarý Amerika'dan
500 dolara almadan önce çok deðiþik "speaker" dinlemiþ. Ama bu
"speaker"daki sesin doðrudan insanýn yüzüne doðru deðil de
sürücülerin diplerinden yayýlarak
gelmesini sevmiþ. "Týpký Miles
Davis'in trompeti gibi insana dolaylý yönden ulaþan sesi seviyorum."
dedi Sonra Ýstanbul'daki konserinde izlediðim Miles Davis'in utangaç
bir çocuk gibi sýk sýk seyirciye sýrtýný dönerek çaldýðý konseri hatýrladýk,
jazz beklenmedik bir noktadan konuþmamýza girdi:
"Jazz bence çok þey demek. Baský altýnda bir toplumun otoriteye
baþkaldýrýsý olarak ortaya çýkmýþ. Bu baþkaldýrý dolaylý yoldan, müzik
ile yapýlan bir baþkaldýrý. Jazz'ýn ruhunda bu dolaylý yoldan anlatým
hep var ve müzikal dile zenginlik getiriyor. Doðrudan ve buyuran bir
tavýr çok kolay, yetenek de istemiyor, sadece güç istiyor.
Bence insanlarýn buyurma yetkisi yok, sadece düþüncelerini ifade
hakký var. Yeni dünyanýn felsefesi de bu. Ama dolaylý olarak ayný güçte
bir etki yapabilmek yetenek ve çalýþma istiyor. Zaten sanatý
zenginleþtiren þey de bu: mecaza verilen önem.
Caz hiç bir düþünceyi yalýn ve kaba olarak iletmez. Bir defa da
duyup anlaþýlabilen hiçbir þey sanat eseri olamaz. Sanat içine girip
baktýkça yeni boyutlarý keþfedilen bir doku içerir. Ýlk giriþteki çarpýþýn
verdiði motivasyon ile tekrar keþfetmek üzere yeniden içeri girmelisin."
Çaylar bitmiþti, yeniden demlemek üzere kalktý, çay konusunda
deneyimi olduðunu hissettim. Geri geldiðinde kaldýðýmýz yerden
yeniden onun gençlik günlerine döndük.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
110
"Ýlk grubum Vahþi Kedileri Kadýköy Maarif Koleji'nde okuduðum
yýllarda Arda Uskan, Selçuk Oskay ve Murat Sümen ile kurduk.
Çoðunlukla Shadows, Cliff Richard gibi günün popüler müzisyenlerinin
parçalarýný çalardýk. Ergun Özer ve Þerif Yüzbaþýoðlu'nun dikkatini
çektim, bana iltifat ettiler. Profesyonel olmaya karar verdim, bir yandan
da askerlik ertelemek için derse devam etmenin gerekmediði bir
yüksek okula yazýlmýþtým. Erol Büyükburç, Þerif Yüzbaþýoðlu, Yalçýn
Ateþ, Süheyl Denizci ile çalýþtým. O devirlerde kötü olan popüler müzik
pek olmazdý ve hepsi insana bir þeyler öðretirdi.
Ýsmet Sýral Orkestrasý'ný dinlerken güzel müziðin ardýndaki
gerçeðin jazz müziðini bilen müzisyenler olduðunu keþfettim. Özellikle
armonik duyarlýlýktan etkilendim. Günnur Perin ve Ayhan Yünkuþ'u da
yakýndan tanýyýnca yolumun jazz olduðunu keþfettim. Ayhan
Aðabey'den iyiyi takdir etmek için baþka birinin kötülüðü ile kýyaslamak
gerekmediðini öðrendim.
1965-72 yýllarý arasýnda jazz normal mesaiden sonra çalýnan bir
kaçamak müzik idi. Bir tek Erol Pekcan sadece jazz çalarak hayatýný
kazanýrdý. Tuna Ötenel ve Kudret Öztoprak ile beraber çalýþýrdý. O
bizlere jazz çalarak var olunabileceðini öðretti. Topraðý bol olsun Erol
aðabey Türk jazz müziðinde gerçek bir öncü olmuþtur."
Müzik bitmiþti. Ayaða kalktý ve bir baþka CD koydu. Kapaðýna
baktým: "Mads Winding Trio, The Kingdom Where Nobody DiesKimsenin Ölmediði Krallýk."
Bunun ne güzel bir hayal olduðunu
düþünürken ona sordum: "Senin bir hayalin var mý?"
"Bir hayalim var mý, evet var. Keith Jarrett Triosu'nun düzeyinde bir
grup ile çalmak isterdim. Ama ben de o düzeye çýkabilmeliyim.
Kendimi aþmaya çalýþýyorum. Demin dinlediðimiz albümdeki basçý
Mads Winding ile çalmak istiyorum. Davulcum ya Cem Aksel ya da
Woody Williams olmalý. Her ikisi ile de iyi iletiþim kurabiliyorum ve ev
ödevlerini iyi yapmýþ insanlar. Ýletiþim birçok seviyede olabiliyor
olmazsa diyalog olmaz ve yanlýþ iletiþim beni en çok mutsuz eden þey.
Ýletiþimin olduðu ortamda herkes bir ucundan besleniyor. Benim
isteðim oldukça üst düzeyde bir iletiþim, risk alýnabilinen. Risk
alabilecek kadar yedekleri olan insanlarý seviyorum. Gönlü risk almaya
açýk insanlarda defans mekanizmasý iletiþimin önüne geçmiyor.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
111
Bence trio ve kuartet gerçek grup. Bu düzenlerde hiçbir müzisyen
tek bir görev ile sýnýrlý deðil, roller birbiri arasýnda deðiþken olabiliyor.
Doðrudan iletiþim en üst düzeye çýkýyor. Grup büyüyünce bu özellik
kayboluyor."
Aslýnda Neþet Ruacan iletiþim ve risk alma konusunda çok engin bir
geçmiþe sahip ve müzik hayatýnda birçok kiþi ve grup ile beraber
çalýþmýþ. Bir çýrpýda ilk aklýna gelenleri sýraladý:
Kerem Görsev, Nilüfer Ruacan, Nükhet Ruacan, Ýmer Demirer,
Tuna Ötenel, Erol Pekcan, Süheyl Denizci, Selçuk Sun, Kürþat And,
Önder Focan, Salena Jones, Aretha Kitt, Alan Clark Orkestrasý,
Nathan Davies, Woody Willams, John Ormond.
Bunlarýn içerisinde Herbie Hancock ile üç gün üst üste yapýlan Jam
Sesison'un onun anýlarýnda ayrý bir yeri var.
Bir de unutamadýðý jazz olaylarý var. Elvin Jones'un Ýstanbul
konserini babasýnýn rahatsýzlýðý yüzünden kaçýrmýþ, buna hala
üzülüyor. Ben Webster'i yýllar önce Ýngiltere'de dinlemiþ, "yere
yapýþmýþ" olarak konserden çýktýðýný hatýrlýyor.
Kendi meslektaþlarý arasýnda Wes Montgomery, Jim Hall, Tall
Farlow, Johnny Smith ve Berney Kessel'i beðeniyor ve gülerek þöyle
diyor:
"Ben bunlarýn hamurundaným, hepsinden birer parça al ve karýþtýr,
ortaya bir Neþet çýkar."
Evdeki plak ve CD'leri karýþtýrmaya devam ediyorum, gözüm bir
Neþet Ruacan albümü arýyor ama yok. Hayalindeki iletiþimi kurarak
yapacaðý albümü beklemekten baþka çare yok. Albümlerin çoðu plak
ve eski TRT kontrabasçýsý Eray Turgay'ýn koleksiyonundan. Ev
sahibimin tabiri ile kontrabasçýnýn kendisine sattýðý 300 plak herhangi
bir insaný jazz sever yapabilirmiþ. Ama jazz sadece albüm deðildir diye
itiraz ettim, o gülerek devam etti:
"Jazz bambaþka bir þey. Demin bahsettiðim Woody Williams'ý ele
alalým, olaðan üstü bir davulcudur. Benim konserimde çalarken "her
þey senin istediðin gibi olacak." dedi. Ýþte bu jazz'cýnýn üstünlüðü,
baþkasýnýn projesinde kolayca yer alabilmek. Bu çok deðerli bir
Cazname I- Tunçel Gülsoy
112
kavram. Hem þef hem þefin izleyicisi olabilmek. Bunu yapabilmek için
güçlü bir müzikal benlik ve þeffaflýk gerekiyor. Diðer müzisyenlerin
titreþimlerini algýlayabilmek ve iletiþim kurabilmek jazz"ýn en önemli
yönü.
Jazz'ýn protokolü böyle, düzgün, insanca, hep geliþmeye ve
paylaþmaya açýk. Ön yargýlara yer yok. Duke Ellington: "Jazz müziði
yoktur, sadece iyi ve kötü müzik vardýr." demiþti. Bence iletiþimin
olmadýðý yerde kötü müzik ortaya çýkar."
Arada sýrada telefon çalýyor ve arkadaþlarý arýyor. Böyle bir anda
ben de onun gitarlarýný inceliyorum. Gitarlarý kafamda zarif ama isterse
vahþi olabilen iyi cins kedilere benzetiyorum. Yanýma geliyor ve bir
tanesini eline alýrken anlatýyor:
Gitarýn perdelerini vücuduma çizilmiþ gibi hissediyorum. Hiçbir þey
beni bu kadar etkileyemez. Tren rayý gibi, gitar sapý beni büyülüyor.
Gitarým Ivanez Art Star, jazz gitarýnda iyi bir marka. Fender ve
Marshall amfiler kullanýyorum. Bütün gitarlarda çalanýn tercihlerine
göre bazý eksiklikler oluyor. Bu yüzden gitarýmda standardýn dýþýnda
kendime göre bazý deðiþiklikler yaptým. Manyetik ve köprüler
Gibson'dur. Ýçine bazý balkonlar ilave ettim, göðsü aðýrlaþtýrdým,
feedback'i azalttým. Zaten gitarlarda sürekli geliþtiriliyor, tamamen
oturmuþ bir model yok."
Derken saatine bakýyor, öðle vaktini geçirmiþiz. "Yemek yer misin?"
dediðinde gözlerim umutsuzca o fare düþse baþý yarýlýr tipi mutfaða
kayýyor. Her yer bomboþ. O ise mutfak yerine cep telefonuna yöneliyor
ve günün en önemli sorusu geliyor: "Kebap mý Çin yemeði mi?" Ben
de ona bir Tatar atasözü ile cevap veriyorum: "Misafir ev sahibinin
eþeðidir, nereye baðlarsa orda oturur." Ancak laf arasýnda tatlý ekþi bir
Çin tavuðuna gönderme yaparak kiþisel tercihimi ima ediyorum. Biraz
sonra kapý çalýyor ve çok güzel yemekler geliyor. Tuðrul Þavkay'ýn
kulaklarýný çýnlatarak yerken konuþuyoruz.
"Yemekte sýnýr tanýmýyorum, sað yaðlý yaprak dolma, pilav, bezelye,
bakla, nohut, fasulye, hepsine bayýlýrým. Bak bir kovboy usulü nohut
piþirsem parmaklarýný yersin. Kovboy usulü aslýnda bir kahve terimi, at
nalýný içine atýnca çakýlýp kalacak, batmayacak. Bol soðanlý ve
Cazname I- Tunçel Gülsoy
113
domatesli, kýsýk ateþte uzun piþireceksin ve sarýmsaðýný da ihmal
etmeyeceksin. Bu günlerde et yerine soya kýymasý da kullanýyorum,
kýzkardeþim Nükhet vejetaryendir, eve o almýþ, hem et gibi de deðil,
epey bozulmadan durabiliyor. Dolmayý da annemin usulü severim,
uzun ve iyi piþmiþ. Biliyor musun, müzik de böyle olmalý, uzun ve iyi
piþmiþ, ama içine bir pürüz gelmeyecek."
Tevekkeli deðil, aç ayý oynamaz demiþler, temel iç güdülerimizden
en önemlisini
halledince dünyayý ve Türkiye'yi kurtarmaya karar
verdik. Onun görüþlerini çok ilginç buldum:
"Günümüzde dünyada çok fazla saldýrý var. Saldýrganlarýn baþýnda
da Amerika var. Saldýrganlýk mutlaka dizginlenmesi gereken tehlikeli
bir gidiþ. Amerika'ya karþý gelmeye çalýþan Ýslami güçlerin
yaratýcýlýklarý yok. Dünya IMF, Dünya Bankasý, Çok Uluslu Þirketler
gibi kurumlarýn eline kalmýþ ve bu kurumlar uzun vadede insanlar için
adil davranmýyorlar. Fakir daha fakir zengin daha zengin oluyor. Bunun
alternatifini ben bir müzisyen olarak bulamam ama görüyorum ki bu
konuda dünyada gittikçe artan bir duyarlýlýk var.
Türkiye bu geliþme içerisinde bir yara almadan var olmaya çalýþýyor
ama bir þey de yaratamýyor. Ýyi deðerlendirmeler yapacak kadrolar
olduðunu sanmýyorum. Atatürk den beri de mühim bir devlet adamý
yetiþmedi."
Devlet adamý daðda yetiþmeyeceðine göre herhalde entellektüel
kesimden yetiþmesi gerekir, diyorum ama onun bu insanlardan
beklentileri de oldukça zayýf:
"Türkiye'de durum çok vahim. Entellektüellerimizin kapasiteleri
dünya entelektüellerine göre çok düþük, kavimsel ve yöresel müzik
tarzlarýna çok ilgi gösteriyorlar. Saf temiz ama eðitimsiz insanlara
büyük müzisyenlik payeleri veriyorlar. Basit bir blues, rock veya folk
þarkýcýsý onlarýn idolleri olabiliyor. Gerçek anlamda müzik entellektüeli
olmak çok zor ve bundan kaçýyorlar. Entellektüellik verilen emeðin ve
yaratýlan çok boyutluluðun gerçek deðerini ölçebilmektir. Ýnsan bir
konuda entellektüel olup baþka bir konuda ilkel olana aþýk olamaz.
Düþünceye ve hizmete saygý gösteren insan sanata gelince primitif
olabiliyorlar. Bizim entellektüeller için bu çoðu zaman böyle,
seçiciliklerini çoðu zaman yanlýþ yerde kullanýyorlar."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
114
Bu noktada sanat ve onun deðerlendirme ölçüleri konusundaki
görüþlerini de ilave etti:
"En
büyük
yanlýþ
sanatsal
ortamlarý
yanlýþ
ortamlarda
deðerlendirmek. Týnýsal ortamdaki bir eser ancak týnýsal ortamda
deðerlendirilebilir. Sözel ortamda onu deðerlendiremezsiniz. Resim bir
lekeler ortamý, o ortamda tanýnýp anlaþýlmasý lazým. Ama ne oluyor;
tüm sanat ortamlarý sözel ortama çekilip tanýmlanýyor. Yanlýþ ortamda
deðerlendirilince müziðin deðeri kayboluyor. Bir þey sizi sözsel ortamýn
dýþýna çýkarabiliyorsa orda gizli bir deðer vardýr. Müzikteki diyaloðun
yüksekliðini anlýyabilen onu sözsel ortama getirmek istemez.
Entellektüellerimizin her þeyi sözel ortama çekmek yerine diðer
ortamlarý tanýmaya çalýþmalarý lazým.
Müzik sessizliði bozma sanatýdýr ve sadece týnýlar ortamýdýr, ve
týnýlar ortamýnýn entellektüeli olarak Aþýk Veysel'in týnýsý bana yetmez.
Bill Evans der ki: "Ne kadar çok konuþursanýz o kadar kötü
çalarsýnýz." Müzisyenler için esas olan çalmaktýr; dinlemek müzisyen
olmayanlar içindir.
Timur Selçuk'tan duymuþtum, Türkiye kültürel zenginlik açýsýndan
belli baþýna bir planet. Bu hem iyi hem de kötü. Türk Halk Müziði,
Klasik Türk Müziði, tasavvuf müziði, çok köklü ve çeþitli tarzlar var ve
hepsi de çok geliþmiþ. Bu iyi tarafý. Kötü tarafý entellektüellerimiz bu
zenginlikte bardaklarýný doldurabiliyorlar ve Türkiye dýþýnda neler olup
bitiyor ilgilenmiyorlar. Ben dolu bardaða karþý deðilim ama diyorum ki
bardaðý büyütmek lazým, hem yerel hem evrensel kültür zenginliklerini
kucaklamak lazým."
Evrensel
zenginlikleri
kucaklamanýn
söylerken
hoþ
ama
uygulamada zor olduðunu biliyordum. Bunu yapmak üzere yola çýkan
insanýn ne kadar yalnýz kalabileceðini ona hatýrlattým ve bazý örnekler
de verdim, o ise güldü.
"Yetiþirken þunu fark ettim. Ýki ayný seviyede arkadaþ dan biri
zaman içerisinde daha fazla yol almaya baþlayýnca diðeri yalnýz
kalmaktan korktuðu için onun yolunu kesmeye çalýþýyor. Bunun en iyi
yolu da geride kalanýn ileri gideni övmesi oluyor. Bu þekilde onun
kendisinden uzaklaþmasýný ve aranýn açýlmasýný önlüyor. Ben buna
Cazname I- Tunçel Gülsoy
115
karþý bir defans mekanizmasý oluþturdum ve belki de biraz aþýrýya
kaçarak ihtiyacým olan övgü beslenmesini de alamadým. Ama övgüyü
kabul etmemek ile daha çok ilerledim. Akýllý eleþtiri iþ görür bu yüzden
acý dilli insanlarý severim. Olaðanüstü gitarist denilmesi yerine devamlý
kendini aþýyor denmesini tercih ederim."
Ölünceye kadar kendini aþmaya çalýþan bir jazz gitaristinin
hayatýnýn güzel bir film senaryosu olabileceðini düþündüm. Moda'da
bir pazar sabahý müzik dinleyen beyaz saçlý adam sokakta ilk gitarýný
sahip olmuþ genç bir çocuðu görür, ilk gitar, ilk sevgiliden de önemli.
Sonra kendi çocukluðu aklýna gelir. Sportif oyunlarda baþarýsýzdýr. En
çok sevdiði oyun ise miskettir. Bu oyunda atmak ve hedefini
vurabilmek önemlidir, hedefi tutturup vurduðunda çocuðun yüreðinde
duyduðu sevinç çok özeldir. Hedefi tutturmanýn dayanýlmaz hafifliði.
Bir gün gelir eline bir gitar geçer, sihirli bir el onu yönlendiriyor gibidir,
gitarý tutar ve dört çýplak teli çalarak ilk defa bir gitardan kendi yaptýðý
müziði duyar, þimdi artýk misketler geride kalmýþ hedefi her zaman
tuturabileceðini hissettiði yeni bir dünya önünde açýlmaktadýr. Sonra
hocalar dersler ve gruplar derken bir jazz gitarýna sýðan yaþamdan
sonra sokakta yürüyen bir baþka çocuða bakarken kendi yaþamýnýn
muhasebesini yapar:
O anlatýrken ben kafamda yazdýðým senaryoyu sözleri bitince ona
aktarýyorum. Gülüyor. Senaryo yazýldý ama þimdi aktörü seçmek
gerek, bunu ona býrakýyorum:
"Hayatým bir film olsa idi Sergei Regianni'nin beni oynamasýný
isterdim. Onun bakýþlarýndaki derinlikte kendimi bulabiliyorum."
Ben olur mu olmaz mý diye düþünürken o filmimize devam ediyor:
"Elli yaþýndayým, Nilüfer ile 1978'de evlendik, yakýn bir zamana
kadar da evli kaldýk. Yirmi yaþýnda bir oðlumuz var: Nedim; davul
çalýyor. Bu günkü yaþantýmý devam ettirmek istiyorum, saðlýðýmý
korumak önemli, yaþ ile beraber bazý þeyler aþaðý gidiyor ama fiziki
eksiklikleri insan kafaca geliþim ile tamamlýyor.
Þu an Bilgi Üniversitesi'nde ders veriyorum. Gençler ile iliþkilerim
iyi, onlara gitar ve kulak eðitimi dersleri veriyorum. Ben de onlardan
çok þey öðreniyorum ve kapýyorum. Gençler bu güne kadar
Cazname I- Tunçel Gülsoy
116
hayatýmdan hiç eksik olmadýlar. Kendi oðlumla da iyi iliþkim var ama
yeterince beraber olamýyoruz.
Sanýrým biraz daha seyahat etmek ve dünyadaki baþka ülkelerin
müzisyenleri ile çalmak isterdim. Ama maddi zorunluluktan Türkiye'de
oturup çalýþmak zorundayým. TRT Caz Orkestrasý'ndan baþka Bilgi
Üniversitesi'nde çalýþýyorum. Bunlar ister istemez beni kýsýtlýyor."
Ama TRT Caz Orkestrasý'na çok emek verdiðini bildiðimden biraz
onun üstünde durmasýný istiyorum. Anlatýyor ve sesinde çocuðunu
anlatan bir babanýn þefkatini hissediyorum:
"TRT Caz Orkestrasý'nýn þefiyim. Bu orkestra on beþ yýl önce
kuruldu. Bir zamanlar böyle bir grubu hayal bile edemezdiniz, kurucu
müzisyenler ona çok emek verdiler, bu günlere getirdiler. En baþta
Süheyl Denizci'nin büyük emeði var."
Süheyl Denizci kendisinden önceki þef ve ondan bahsederken
saygý duyduðu hemen hissediliyor. Sonra kendi þeflik deneyimlerinden
bahsediyor:
"Þeflik çok heyecan verici bir þey, aslýnda bu bana verilmiþ bir
görev, ben aday olmadým. Bence her müzisyen hayatýnýn bir
döneminde þef olmalý, bir müzisyen bunu öðrenmezse eksik kalýyor.
Þef olarak karþýsýndakinden bir þeyler istiyorsun ve bunu istemenin
bazý yollarý var. Ancak þef olabilmek için kendine karþý da acýmasýz
olmak zorundasýn ve kendinden de bir þeyler istiyorsun. Somut olarak
söylersek orkestrandan müzikal olarak bir þey istiyorsun, istediðin
müzikal ölçülerdeki eþitlik ve geniþliði kendinden de istemek
zorundasýn. Bence bu müzisyenliðin yapý taþý. Bu da kendini geliþtirme
zorunluluðunu getiriyor. Amerika da þeflik dersi almýþtým, bence tüm
müzisyenler almalý."
Filmin son sahneleri gelir, gitarcý doðduðu dünya ile yaþadýðý dünya
arasýnda bir deðerlendirme yapar. 2000 yýlýna bir kala hayallerini ve
gerçeði sorgular:
"Teknoloji ilerledikçe insanlar kendi içlerine kapandýlar ve gerçek
insani iletiþim geriledi. Bunu çok tehlikeli buluyorum. Bugün dünyanýn
üç ayrý noktasýndaki stüdyoda üç ayrý canlý kayýt yapýlýp bir baþka
stüdyoda birleþtirilebiliyor. Internet müzisyenleri de birleþtiriyor;
Cazname I- Tunçel Gülsoy
117
aralarýnda bilgi alýþveriþi gerçekleþtirebiliyorlar. Dijital ortamýn týnýlar
ortamýnda söz sahibi olmasý hoþuma gidiyor. Týnýlar bu þekilde
kanatlanýyorlar. Ama teknolojinin kullaným bilincinin de olmasý gerekir.
Teknoloji bazý þeylerin kaybýna sebep olmamalý. New York'ta yaþarken
bunu gördüm. Ýnsanlar gittikçe yalnýzlaþýyorlar. Köþe baþý sohbetleri
ölüyor, insan iliþkileri ölüyor. Ýnsan iliþkilerinin ölmesine karþý týpký
Greenpeace gibi örgütlerin kurulmasýný ve karþýlýksýz, menfaatsiz
sohbet ortamlarý yaratýlmasýný hayal ediyorum."
Son sahne, beyaz saçlý adamýn ülkesindeki tek jazz dergisi bir
anket yapar: En çok hangi Türk jazzcýsýnýn albüm yapmasýný
istiyorsunuz? Derginin haným editörü Sergei Regainni'nin oynadýðý
karaktere telefon eder, okuyucular büyük bir çoðunlukla onu
seçmiþlerdir. Demek ki insanlar iþlerini sevgi ve saygý ile yapan kiþiyi
takdir edebilmektedir. Risk almanýn zamaný gelmiþtir. Gitarist ilk kendi
albümünü yapmak üzere müzisyen arkadaþlarýný çaðýrýr, stüdyoya
girerler. Yýllardan beri ilk defa bir Neþet Ruacan albümü müzikseverler
ile buluþur.
Filmi burada bitirirken gerçek hayata döndüm…
Konuþtuðumuz gün Neþet Ruacan ile vedalaþtýk diyemem, çünkü
her röportaj bir baþka yeni dostluðun kapýsýný açýyor. Ama vakit
geçmiþti, o gün için ayrýldýk. Ben jazz dergisindeki tüm müzikseverler
gibi ilk Neþet Ruacan albümünü heyecan ile bekliyorum.
118
OKAY TEMÝZ, SADE YAÞAMIN GÖRKEMLÝ TINISI
"Yýllarca gittim gittim, ancak kendi ülkeme varabildim."
Kendi adýný taþýyan filimde Hindistan'a neden döndüðünu soran
kiþiye Gandi'nin verdiði cevap aslýnda birçok insanýn ortak öyküsüdür.
Baþlanýlan yere dönmek.
Bir baþka mekan ve saçlarý beyazlaþmýþ bir adam Türkiye'ye neden
döndüðünü soran kiþiye cevap verir:
"Benim en büyük kaynaðým Türkiye oldu. Araþtýrmanýn sonu yok,
dýþ ülkelerden Türkiye'yi araþtýrmak ise bir yere kadar oluyor. Ben
peþinde olduðum müziðin kaynaðýna gidip hem içmek hem de
baþkalarýna içirtmek istiyorum.
Artýk bildiklerimi bu ülkenin insanlarý ile özellikle de gençleri ile
paylaþmak istiyorum. Böyle bir paylaþýmýn da baþka bir lezzeti var."
Bugün sizlere çok giden uz giden ama doðduðu yere varan bir
insanýn öyküsünü anlatacaðým.
Editörüm telefon edip de onun döndüðünü söyleyince çok sevindim,
Okay Temiz tekrar Türkiye'ye yerleþmiþti.
Levazým subaylarý sitesindeki evinin dar merdivenlerinden çýkarken
Okay'ýn
konserlerinde
çaldýðý
onca
enstrümaný
bu
daracýk
merdivenlerden nasýl yukarý taþýmýþ olabileceðini düþündüm, kapýyý
çaldým…
Deðiþmiþti. Yüzünde resimlerinden hatýrladýðým sert ve hýrçýn ifade
yerine beyaz saç ve sakallarýn çerçevelediði sýcak bakýþlý ve
gülümseyen bir çift göz gördüm. "Merhaba aðabey" dedim. "Kahveyi
nasýl içersin?" diye sordu; "Þekersiz, sade." diye cevaplarken onun
rengarenk dünyasýndan içeri girdim.
Aslan ininden belli olur derler; önce çevreme bakýndým.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
119
Kapalýçarþý gibi birbiri ile ilgisiz olan þeylerin bile tatlý bir bohemlikle
bir arada yaþayarak yarattýðý alabildiðine renkli bir dünya. Tabii ki bir
müzik seti, kesinlikle hi-fi'cý tipi deðil, koca bir cam sehpa, içinde minik
kaplumbalarýn yüzdüðü bir akvaryum, koca bir TV, bol bol kaset ve CD,
hava temizleyici, egsersiz bisikleti, top, peluþ oyuncak ve kocaman
kocaman kauçuk bitkileri. Tüm bu manzarayý ise saðda solda yayýlmýþ
tuhaf müzik aletleri tamamlýyor. Bir tanesine yaklaþtým, küçük tahta bir
vibrofon'a benziyordu. Okay ilgimi sözleri ile tamamladý:
"Adam Afrikalý idi, ülkesinden getirmiþ, Ýsveç'te konserden sonra
elinden kaptým, koca þey buradan dönmez, sen ülkene dönünce
nasýlsa yenisini yaptýrýrsýn, dedim."
Gözlerinde yaramaz bir afacanýn ifadesi vardý, hemen bagetleri
kaptý ve küçük bir solo yaptý. Derken sapsarý ufacýk bir çocuk aramýza
katýldý. Bu oðlu Tomy idi. Dört yaþýnda ve Dennis the Menace'e
benziyordu; çok sessiz bir Dennis. Oyuncaklarýn sahibini bulmuþtum.
Ama benim oyuncaklarým olan müzik seti elektronik aletler plaklar ve
kitaplara bakarken kafamý ne tarafa çevireceðimi þaþýrmýþtým. Derken
karanlýktan ýþýða geçen insanýn gözlerinin alýþmasý gibi etrafýmdaki
renk ve eþya cümbüþü yerli yerine oturmuya baþladý, kendime rahat
edebileceðim bir yazý köþesi buldum. Yemek masasýnýn köþesini
gözüme kestirdim ve bir kahve fincanýnýn etrafýnda
konuþmaya
baþladýk.
"Annem paþa kýzý idi, akþamlarý asker olan babama içki sofrasýnda
müzik çalarken ben de kanepenin kenarýna vurarak ritm tutardým. O
zamanlar davulcu olmayý hiç düþünmedim.
Bir gün babam askerlikten ayrýldý, bir çiftlik alarak Çatalca'ya
yerleþtik. Menekþe
Çiftliði, 1000 dönüm, 1950'li yýllarda oldukca
modern bir çiftlik, 4 traktör ve 450 koyun var. O çiftlikte çok koyun
güttüm, traktör sürdüm. Çiftlikte çalýþmaktan ortaokulu beþ yýlda
bitirebildim.
O yöredeki düðünlerde çalan Roman müzisyenleri
dinledim. Trakya'da çok göçmen bulunur, kültürü de Balkan kültürü ile
iç içedir. Çalanlarýn çoðu da göçmendir, Balkan havalarý çalarlar.
Farkýnda olmadan tüm bunlar benliðime girdi ve bugün çýkýyor. Bugün
yaptýðým müziði oradaki köy düðünlerinde duydum.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
120
Tabiat, makina ve müzik dolu bu yaþam tam 12 yýl sürdü."
Çok þaþýrdým, benim tanýdýðým hýrçýn bakýþlý ve dinamik adamýn
yýllarca çiftlikte traktör sürmüþ bir insan olduðunu asla tahmin
edemezdim. Onu dinlemeye devam ettim:
"1955 yýlýnda Ankara'ya yerleþtik, annem konservatuara gitmemi
istedi, bu benim için bir rüya idi ama giriþ imtihanlarý ayný derece güzel
olmadý. Önce trompet bölümünü istedim, birisi geldi at seçer gibi
diþlerime baktý ve gitti. Sonra, olmaz dediler. Kontrbas istedim, boyun
kýsa, dediler. Trombona baþvurdum kolun kýsa dediler. Sonunda davul
bölümünün hocasý kollarýma baktý ve beðendi. Böylece konservatuara
girdim. Her þey çok zevkli idi. Heyecan ile çaldým ve çalýþtým.
Arkadaþlarým ile sinemaya gitmez oturur çalýþýrdým. Yýlýn ortasýnda
çalýþma metotlarýný bitirmiþtim, beni kompozisyon bölümune almak
istediler kabul etmedim. Bir yýl sonra beni trombon bölümüne almak
istediler, o bölümde hiç adam kalmamýþtý. Bana kolu kýsa diyen
hocaya trombonun slide'ýný sonuna kadar çekip çýkartarak uzattým,
þaþýrdý. Davul bölümünde kaldým.
Piyanist Metin Gürel, kardeþi kornocu Melih Gürel ve kompozisyon
bölümünden Çetin Iþýközlü benim konservatuvar arkadaþlarýmdý ve
akþamlarý onlarla kaçak olarak kulüplerde çalýþýrdýk. Akdeniz
müzikleri, cha cha cha, mambo ve jazz derken bir gece piyano hocasý
bizi Turan Lokantasý'nda gördü. Ben bongo çalýyordum. O zamanlar
klasik müzik çok tutucu idi, yaptýðýmýz asla kabul edilecek bir þey
deðildi. Sene sonu sýnavýný çok aðýr yaparak beni çaktýrdýlar ve
okuldan ayrýldým. Halbuki bugün anlayýþlar ne kadar deðiþik."
Sesinde hem kýrýklýk hem de hýrs olduðunu hissettim, bir an
sustuktan sonra devam etti:
"Kýzdým, üzüldüm ama bu olay beni hayata karþý kýrbaçladý. Para
kazanma hýrsým yoktu ama en iyisi olma hýrsým vardý. Bir þey olmak
veya baþarmak için içinde aþk olacak ve kararlý olacaksýn. Bunlar
varsa iþin yüzde yetmiþi hallolmuþ demektir. Derhal piyasaya girdim ve
çalýþmaya baþladým. Ama bir de askerlik meselesi var. Babam araya
girdi, sen asker çocuðusun, bari yedeksubay askerlik hakkýný kazan,
dedi. Çocukluðum traktör üstünde geçmiþti, makinalarý seviyordum, o
Cazname I- Tunçel Gülsoy
121
devirde mezunlari yedeksubay olabiliyordu, ben de sanat mektebine
girdim ve iki yýlda torna tesfiye bölümünü bitirdim. Sanat okulu bana
çok þey öðretti, alet yapmayý, elektiriði malzemeyi hep bu okulda
oðrendim. Bu arada da akþamlarý Orhan Sezener ve Yaþar Güvenirgil
ile çalýþtým. Bir gün okul bitti ve askerlik zamaný geldi çattý. Ben ordu
evinde müzisyen olarak askerlik yapmak istiyorum ama o zamanlar
subaylarýn müzik çalmasý hafiflik kabul ediliyordu, sadece erler çalgýcý
olabilirdi. Babam çok üzüldü ama er oldum. Dört buçuk ay Manisa'da
ön eðitim gördükten sonra Ankara Orduevi'ne tayin oldum. Öðleyin
yemek müziði, akþamüstü çay müziði, akþamlarý düðün müziði derken
sonra ver elini Ankara Palas. Burada da Yaþar Güvenirgil ile sabah
saat beþe kadar müzik. Ayrýca askeri nöbetlerimi de hiç aksatmadan
tutardým. Teenage yaþlarýmý
hep çalýþarak geçirdim, hiç kýz
arkadaþýmýz filan olmadý, sadece çalýþtýk.
Jazz'a taklit ederek baþladýk. Amerikalý jazz'cýlarý taklit ederdik,
onlar gibi giyinirdik.
BBC'de jazz yayýnlari yapan Willys Canovel Türkiye'deki birçok
idealistin jazz'ý öðrendiði kaynaktýr. Gece yarýsý onun naklen
yayýnlarýný küçük transistörlü radyolarda dinlerdik. Amerikalýlarin
alýþveriþ yaptýðý bir dükkana o zamanlar Türkiye'de olmayan jazz
plaklarý gelirdi. Bunlarý bir þekilde elde eder önce dinler sonra
dinlenmek üzere diðer jazz sever arkadaþlarýmýza verirdik. Bizim
plaklar aramýzda gidip gelmekten ve defalarca çalýnmaktan dolayý
çiðnenmiþ asfalt gibi olurlardý. Miles Davis, Charlie Parker, Max
Roach, Clifford Brown, Cannonball Adderley, Phil Woods, Duke
Ellington, Count Basie, Louis Armstrong ve tüm Dixiland'i bu asfalt
olan plaklarýmýzdan öðrendik. Jazz'ýn esas kökü dixiland'dan gelir,
baþlangýç odur."
Ama bir gün gelir Okay Temiz için Türkiye'de deniz biter, içindeki
enerji bulunduðu ortama sýðmaz ve taþar. Bunun öyküsünü ise þöyle
anlattý:
"16 sene bu þekilde otellerde çaldým. Hilton, Ankara Palas, Klüp 47,
Çýnar, Dedeman, Klüp Reþat.
1967'de Türkiye'den gitmeye karar verdim. Yurt dýþýna gittim çünkü
Cazname I- Tunçel Gülsoy
122
burada kaçamak jazz çalýyorduk. Jazz o zamanlar Türkiye'de sevilen
bir müzik deðildi. Gazinolarda normal program bittikten sonra
müþterileri kaçýrtmak için jazz çaldýðýmýz olurdu.
Önce bir dans orkestrasýna girdim ve Almanya' ya gittim. Sonra
sýrasý ile Danimarka ve Ýsveç'e gittim."
Kahveleri tazelerken albümler çýkarttý. Herkesin evinde olan ve
sararmýþ fotoðraflarýn süslediði albümler, insanýn geçmiþinden kesitler
veren. Annesi, çok þýk bir haným, yanýnda askeri ünüfomasý ile ciddi bir
baba, yanlarýnda ufacýk bir oðlan çocuðu. Sonra çiflik resimleri,
kuzular, kýrlar ve traktörler. Ankara yýllarýndaki Okay'ýn da resimleri
vardý. Bob stil ceketler, favoriler, kocaman kemik çerçeveli gözlükler ve
o devrin Amerikan müzik guruplarýnda olduðu gibi pozlar. "Tempus
Fugitus", ama hayat devam etmeli, biz de konuþmaya devam
ediyoruz:
"Stockholm'de Maffy Falay'ý buldum, o beni jazz çevresine tanýttý.
Orada bir Artist Club vardý, beni bir jam sessiona davet ettiler ve
hemen çalýþma teklifleri geldi. Ýsveçliler beni hemen kabul ettiler çünki
hiçbir þey olmadýðýmý hazmetmiþ bir kiþi idim ve öðrenmeye açýktým.
Tabii bir de iþin teknik yönü var. Teknik ilk baþta gelir ve enstrümaný
kontrol edebilmek demektir. Ýyi bir tekniðin ve bunu kullanacak fiziki
kondisyonun varsa ilk etapta bir puan alýyorsun. Ben Ýsveç'e gitmeden
önce çok çalýþmýþtým ve kondisyonum da iyi idi.
Ýsveç'te 23 yýl çalýþtým, Stockholm Radyo Senfoni Orkestrasý'nýn
perküsyoncusu oldum. Birçok ünlü jazz'cýyý burada tanýdým ve beraber
çaldým. Dexter Gordon, Clark Terry, Art Farmer, Johnny Griffin, Albert
Heath. Çala çala repertuarlarýný öðrendim. George Russell Big Band
ile çaldým.
Ýskandinav ülkeleri kültüre çok önem verirler. Yýllarca çalýþmamý
Ýsveç Kültür dairesi destekledi, beni birçok dünya jazz festivallerine
taþýdýlar. Kariyerimi bu çalýþmalar sýrasýnda yaptým. Uzun yýllar Ýsveç
ve Türkiye'yi dünyada temsil ettim, tüm bu çalýþmalari Ýsveç hükümeti
finanse etti ama artýk doðduðum yerlere dönme zamaný geldi."
Ýþte o an Gandi filimindeki sahnenin Okay Temiz filmindeki þekli
gözümün önüne geldi. Eminim ki bir gün onun hayatýný da film
yapacaklardýr ve her halde þu sözleri söylediði bir sahne olacaktýr:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
123
"Jazz çalmaya gitmiþtik, çaldýk þimdi de ana rahmine dönüyoruz,
daha da geliþmek için. Okay Temiz'e kariyerini Dexter Gordon
vermedi. Kendi özüme ve öz müziðime dönerek, etnik yönünü
araþtýrarak ve kökenlerine inerek kariyerimi yaptým. Bu dediðim
þeylerin ne derece deðerli olduðunu ise Ýsveç gibi kültüre deðer veren
bir ülkenin ortamýnda öðrendim."
Senaryo fikrine ýsýndým ve yazmýya devam ediyorum. Derken bu
sahnede beyaz perde de bir flashback olur ve seyirci geçmiþe döner
…
"1967 yýlýnda "world music" Stokholm'de baþladý. Severek yaptýk,
isim koymak için yapmadýk. Kültürleri buluþturduk. Aslýnda bu olayýn
kökeninde bizim göbek dansözlerinin de yeri vardýr. Çalýþtýðýmýz
kulüplerde dansözler için de müzik yapardýk. Ben o sýrada davulu
býrakýp diðer vurgulu enstrümanlara geçerdim. Süheyl ise flüt çalardý.
Zaman içinde göbek dans müziðinin içinden çýkan bir baþka müzik
çýktý. Çoðu zaman bizimle çalýþmýþ olan dansözler sonradan
ayrýldýklarýnda çok üzülürlerdi."
Perdede Okay, Süheyl'le geçmiþte veda eden dansözler birer birer
gözükür, bunlardan bir kýsmý artýk tüm yaþamlarý boyunca jazz
dinleyeceklerdir. Sonra kamera günümüze döner:
"Türk ve onun parçasý olduðu orient ritmlerini jazz'a ilk uygulayan
kiþiyim. Üzülerek söylüyorum çok zaman kaybettik ama her þeyin bir
bedeli var. Ýlk baþlayan olmak güzel þey. Hata yapmadan iyi
müzisyenler ile baþlamak da ayný derece mühim. Önce folklöre yakýn
oldum, sonra klasik müzik eðitimi gördüm ve daha sonra büyük bir ilgi
ile jazz'ý öðrendim. Beni jazz'cý olarak bilmezler, Süheyl bana sorar
"Niye davul çalmýyorsun?" diye. Halbuki ben onun dediklerinin
tamamýný çaldým ve geçtim.
Ýsveç'te bir çok ülkeden üst duzey jazz müzisyeni ile tanýþtým ve
"World Music" denen þeyin baþlangýcýný yaptým. Joe Zawinul benden
sonra bu iþe giriþti.
Ýsveç'te Don Cherry ve diðer yabancý jazz'cýlar: "Türk müziði nasýl?"
diye sorunca onlara"Sarý Kýz"ý çalardýk. Bu melodi trompet ile çalýnýnca
bebop sesi oluyor. Don Cherry bunu jazz'ýn bebop'ýna benzetti. Hatta
Cazname I- Tunçel Gülsoy
124
niye repertuarýnýn yüzde yetmiþi oryantal diye sorulunca þöyle demiþ:
"Trompetimde bana hareket kabiliyeti saðlayan oynak bir ritm bu."
Etnik deðerlere sahip çýkýlmazsa yapacaðýn yeniliklerde hata olur.
Kökeninin kültürünü ve kendi deðerlerini incelemelisin. Ben hata
yapmamaya çalýþtým. Beraber müzik yaptýðým gruplarda her zaman bir
iki tane olsun orjinal Türk müzisyeni de koydum. Bunlardan bazýlarýný
sana hatýrlatayým. Neyde Aka Gündüz, Kemanda Salih Baysal,
klarinette Saffet Gündeðer, tulum ve neyde Hacý Tekbilek çeþitli
çalýþmalarýmda benimle beraber çalan müzisyenlerden bir kýsmý. Ama
ben bu insanlarý etiket gibi kullanmadým. Amacým orjinali ile yaptýðým
yeni yorumu kaynaþtýrmak idi. Kendi müziðini dünya müziði ile
kaynaþtýrmak istiyorsan bunu mutlaka yapmalýsýn, kimse folklorcular
gibi etnik müzik çalamaz. Benim en büyük kaynaðým Türkiye oldu.
Araþtýrmanýn sonu yok, dýþ ülkeden Türkiye'yi araþtýrmak ise bir yere
kadar oluyor. Ben peþinde olduðum müziðin kaynaðýna gidip hem
içmek hem de baþkalarýna içirtmek istiyorum.
Bir de iþin gurbet yönü var. Yýllarca yurt dýþýnda yaþadým. Artýk
bildiklerimi bu ülkenin insanlarý ile özellikle de gençleri ile paylaþmak
istiyorum. Böyle bir paylaþýmýn da baþka bir lezzeti var."
Bu noktada film tekrar ilk baþa döner ama her senaryoda olduðu
gibi aktörleri yönlendiren en önemli þey devreye girer. Ýþte bir kadýn, en
iyi yardýmcý oyuncu.
"Anne", Okay'ýn Finli eþi. 39 yaþýnda sapsarý saçlý, son derece
atletik yapýlý bir kadýn. O ana kadar kendisi ile konuþmamýþtým ama
sýrasý gelmiþti. Okay Temiz'in serüvenini anlamak için onu da anlamak
gerekiyordu. "Anne" kendi tabiri ile bir "Movement Therapist". Bu
fizyoterapi ve psikoterapiden kaynaklanan bir üçüncü boyut tedavi
þekli, dans aðýrlýklý. Filmlerde sorulur, ben de "Anne"ye sordum:
"Okay'da neyi beðeniyorsun?
"Onda biz insanlarýn gizlice düþündüðü ama dile getirmeye
çekindiði bir çok þeyi doðrudan ifade edebilme yeteneðini gördüm.
Onun müziðinin hayatýnýn karmaþýk dönemlerinde olan insanlara iyi
gelen bir yönü var. Olumlu duygular veren her þey bir terapidir. Okay
her zaman dürüst bir insan olmuþtur ve bu dürüstlüðü pratik yönü ile
Cazname I- Tunçel Gülsoy
125
birleþerek müziðinin de temelini oluþturur, insanlara olumlu duygular
verir. Bugün artýk onun müziðini terapimde kullanýyorum.
Onunla bir Workshop'ta tanýþtýk. O zamanlar yüreðimi özgür
hissetmiyordum. Yeterince olgun bir insandým ve artýk kendisinin iç
dünyasýna saygý duyacak bir partner arýyordum. Bunu Okay'da
buldum, karþýlýklý duygularýmýz zamanla aþka dönüþtü."
Ya onun müziði hakkýnda ne düþünüyor acaba? Bu konuda da
ilginç sözleri var:
"Bu müziði ilk defa Finlandiya'da dinlediðimde içimde bir uyanýþa
sebep oldu. Toptan bir uyanýþtý bu. O olmadýðý zaman uzun saatler bu
müziði dinlerdim."
Biz konuþurken Okay'da boþluktan istifade birkaç yurt dýþý telefon
konuþmasý yaptý ve sonra bize katýldý, elinde yeni bir garip alet
gördüm, önce nasýl çalacak diye tahmin etmeye çalýþtým, hemen
sordum, meðer bir yaprak dolma sarma makinasý imiþ. Geldi ve "Anne"
ye gösterdi. Çok iyi dolma yaptýðýný da bu vesile ile öðrenmiþ oldum.
Ama Okay'ýn menüsünde fýrýnda patlýcanlý et, her türlü sebzeler, mantý
ve kendi elleri ile açtýðý yufka ile yapýlmýþ içli börek de var. Tuðrul
Þavkay'ýn kulaklarýný çýnlattýk. Ama onun meraklarý bununla bitmiyor.
Sporcu. Halter kaldýrýyor, herhalde perküsyon için bu çok önemli
olmalý. Sonra traktör tamirinden kaynaklanan bir de otomobil meraký
var. Eski yýllarda tüm otomobilleri egzoz seslerinden tanýrdým, þimdi
ise bütün arabalar ayný sesi çýkartýyor diyor. Favori arabasý Chevrolet
Van. Okul yýllarýnda öðrendiði malzeme bilgisi ve imalat tekniklerini
bugün kendi tasarýmý olan orjinal müzik aletleri yapýmýnda kullanýyor.
Bunlardan bir tanesi olan "Piramit" i inceledik. Bir çeþit bilgisayar
kontrollu perküsyon aleti. Sesler sürekli olarak deðiþebiliyor. Hatta bir
karþýlýklý solo bile yaptýk, ah teknoloji sen nelere kadirsin, çýkardýðým
seslere inanamadým.
Kendi icadý olan elektrikli brimbanýn Sonny Rollins tarafýndan
beðenilmesinin öyküsünü anlatýyor. Aralarýnda tuhaf bir elektirik
olduðunu hissetmiþ onunla.
Dolma falan derken
döndüðü
ülkesindeki
deðerlendiriyordu?
Türkiye'ye döndük. Peki kahramanýmýz
yýllar
içerisindeki
deðiþmi
nasýl
Cazname I- Tunçel Gülsoy
126
"Türkiye'nin problemlerini biliyorum. Ülkemizin ekonomi ve kültur
politikalarý tam geliþmedi ve diðer ülkelerin çok gerisinde kaldý. Tabii
bunda yýllar boyunca sýk sýk deðiþen kültür bakanlarýnýn da rolü var.
Böyle bir yoðun deðiþimin sonucunda belirgin bir kültür politikasý da
oluþmadý. Üç ay öncesine kadar Türkiye'ye defalarca geldim ve gittim.
Ama son kültür bakanýmýz Ýstemihan Talay beni çaðýrdý ve sizinle
çalýþmak istiyoruz dedi. Benim bu konuda bakanlýða yapmýþ olduðum
bir çok geçmiþ müracaat da iþleme konuldu.
Ýstemihan Talay'ýn ilgisi hakkýnda çok hoþ þeyler söyledi, belli ki
dönme gibi zor bir kararý ona aldýran duyarlý bir bakanýn verdiði cesaret
olmuþ…
"Kültür Bakanlýðý'nýn politikasý çerçevesinde Türkiye'yi temsil etmek
istiyorum. Bunun için tüm tecrübemi seferber edeceðim. Türkiye'nin
parasý
ve emeði ile ülkemi uluslararasý
platformlarda temsil
edeceðim, Türkiye'yi tanýtan kültürel etkinlikleri sürdüreceðim. Bunu
kendim için milli bir görev olarak düþünüyorum. Sadece konserler deðil
ayrýca konserlerin uzantýsý olarak müzik eðitimi, konferanslar ve
seminerler vermek istiyorum. Tüm bu çalýþmalar ana mektebinden
üniversiteye kadar geniþ bir öðrenci kitlesine hitap edecek.
Benim esas aþkým müziði en ileri boyutlara götürebilmek. Dünyanýn
her yerinde bir sürü kýrkýný aþmýþ müzisyen ülkelerine dönmek
istiyorlar.Hepimiz yeni nesillere bir þeyler býrakmak istiyoruz. Ben de
Türkiye'nin yeni nesillerine kariyer yapmýþ bir müzisyen olarak
birikimlerimi teorik ve pratik olarak bir program çerçevesinde aktarmak
istiyorum."
Tüm bu konuþmalar sýrasýnda bazen video izliyor bazen de Okay'ýn
albümlerini dinliyoruz. Dinlediklerim ve gördüklerim onun sözlerini teyit
ediyor. Evin en küçük odasýna girdik, her taraf aðzýna kadar müzik
tesisatý ve dünyanýn kýrk yerinden toplanmýþ müzik aletleri ile dolu.
Tüm bunlarý jazz müziðinde kullandýn mý, diye sordum ve þaþýrtýcý bir
cevap aldým:
"Ben müzisyenim, müzik çalarým, jazz da çaldým ama jazz
müzisyeni deðilim. Jazz çok kaliteli bir müzik, zencilerin çalýþtýðý
pamuk tarlalarýndan çýkmýþ, blues olmuþ, New Orleans'tan
New
Cazname I- Tunçel Gülsoy
127
York'un Harlem'ine uzanmýþ. Çok þekil deðiþtirmiþ. Ýçerisine birçok þey
katýlmýþ, gospel, spiritual, street music, marþ. Ama jazz demek gene
de New York demek. Jazz'da armoni kalýbý var, bu kalýbýn üzerinde
yapýlan bir doðaçlama var. Ýþte bu doðaçlamanýn baðrýnda sonsuz bir
serbestlik var. Jazz'ýn baþlangýcý böyle oldu. Melodinin yapýsýna sadýk
kalýnarak bir kontrol çerçevesinde serbestlik ve yaratýcýlýk saðlandý.
Gerçi sonradan Free Jazz da çýktý. Armoni ve kalýplarý attýlar.
Bence jazz sürekli hareket ve ilerleme demektir. Ornette Coleman
bana hep "keep moving" derdi. Doðaçlama olmazsa jazz olmaz.
Doðaçlamanýn kalitesi müziðin kalitesini arttýrýr. Doðaçlama daima
önde olacak. Yükselme, kaliteyi arayýþ iletiþim ve mesaj alýp verme
hep doðaçlama ile oluyor. Ama günümüzdeki müzik talebi arzýný da
deðiþtirdi. Hep yeni arayýþlar var, müzisyenler de yeni þeyler çalmak
istiyorlar, arayýþa açýk olmak lazým, jazz'da fanatizime yer yok.
McCoy Tyner'i çok beðenirim. Onu John Coltrane ile dinledim, Elvin
Jones ile beraber çalmalarý bence jazz'ýn geldiði en üst noktalardan
biri idi. Davulcular arasýnda en çok Elvin Jones'u beðenirim. Ters bir
stili vardýr, kolay kolay taklit edilemez, piyano ve basýn çalýþlarýna çok
özel bir ahenk verir. Daima ileriyi görür, alttan alttan bir patlama
hazýrlar ve zamaný gelince de patlatýr.Bana göre iyi davulcu da budur
ve solo çalmaktan çok kollektif çalýþýn içerisinde anlaþýlýr olmalýdýr, o
etraftan gelen sesleri duyar ve durumu sürekli olarak
yeniden
deðerlendirir. "Excitement"ý hazýrlar. Davulda gürültülü çalmak önemli
deðil, piyano çalmayý becerebilen gürültülü de çalabilir. Melodiyi ise
herkes çalabilir, önemli olan doðaçlama yapýlýrken solist ile ayný
platforma çýkabilmektir. O zaman tavlanmýþ bir demiri iki ayrý
demircinin ayný anda dövmesi gibi güzel bir beraberlik ortaya çýkar.
Davulcu aslýnda liderdir ama eþlikçi olmasý gerektiði zamanda geride
kalýr. Hint Müziðinde ritm baba, melodi ise anne olarak tasvir edilir.
Davulcu da bu babadýr.
Tony Williams bunu çok iyi yapardý. Tüm boþluklarý poliritmler ile
dokurdu. Miles Davis birçok þeyi ondan öðrenmiþtir.
O patlamalarý
yapabilmek için hayatýnýn adamlarýný bulmalýsýn.
Teknik ve mekanik olarak her zaman bulabilirsin ama duygu
kaynaþmasý olarak onlarý bulmak çok zordur. Ben kendi müzik
Cazname I- Tunçel Gülsoy
128
hayatýmda böyle bir noktaya Ýsveçli piyanist Bobo Stenson ile
varmýþtým. Oriental Wind arkadaþlarim soprano saksçý Leonard Aberg
ve bascý Danielson ile de böyle bir duygu beraberliðimiz var."
Farkýnda olmadan Okay Temiz'in yeni dönemindeki ilk öðrencisi
olduðumu hissettim, en azýndan iþin felsefesini anlatan sözleri beni
çok etkiledi. Ama ya diðer insanlar...
Gandi ülkesine döner ama bir hedefi vardýr. Zor bir hedeftir bu ve
uzun ince bir yol gideceðini bilmektedir. Bizim senaryomuza dönersek
kahramanýmýzýn da beklentileri vardýr. Bunlarý merak ediyordum:
"Türkiye'de çok boyutlu bir þeyler yapmak istiyorum. Bugün tüm
dünyadaki
ileri
gelen
davul
ve
perküsyonculari
tanýyorum.
Hindistan'dan Güney Afrika'ya, Amerika'dan Ýstanbul'a kadar birçok
yerde
festivaller
yapýlýyor, birçok sanatçý bu festivallere geliyor.
Dünyada jazz dinlenen her yerde adettir, konserlerden sonra o
sanatçýlarýn gittikleri ülkelerin okullarýnda da bir þeyler yapmasý lazým.
Bu bir konferans olabilir, bir work shop olabilir. Ne olursa olsun daha
ileri bir paylaþma ve kaynaþma yaratmak lazým. öðrendiklerimi
baþkalarý ile paylaþmak istiyorum.
Ýskandinav ülkelerine uzanan bir yelpazedeki tüm bu insanlar ile
iliþkimi sürdüreceðim. Günün birinde onlarýn katkisi ile Türkiye'de Orta
Doðu'nun en büyük vurgulu çalgýlar kolejini açmak istiyorum.
Dünyanýn en mistik þehirlerinden biri olan Ýstanbul, doðu ile batýnýn
buluþtuðu bu kent dünyanýn her tarafýndan gelecek müzisyenlere Türk
ve oryantal ritmlerin öðretildiði bir yer olacak. Böyle bir okul Avrupa'da
yok.
Çocuklara çok önem veriyorum, onlar için TV'de bir program
yapmak istiyorum. Þu an TV programlarýnda gördüklerimiz gibi deðil,
daha derinliði olan çocuklara ritm duygusunu veren bir program. Tüm
toplum kesimlerinden çocuklarýn hep beraber olacaðý ve hep beraber
çalacaðý bir perküsyon gurubu kuracaðým. Þu an Banvit piliçlerini
yapan firma için böyle bir çalýþmalarým var. Ayrýca spastik çocuklarin
tedavisi için sürdürdüðüm çalýþmalarýmý Sabancý Spastik Çocuklar
Merkezi'nde sürdüreceðim."
O sýrada Tommy yanýmýza geldi. Babasýný zaten çok gören bir
çocuk olmadýðýndan bizim kendimizi konuþmaya kaptýrmamýzdan
Cazname I- Tunçel Gülsoy
129
rahatsýz olmuþtu. Okay'ýn çocuklara olan sevgisinin özünde bu ufacýk
oðlanýn olduðu bal gibi aþikardý. Okay onu iyi yetiþtirmek istiyor.
Ýnsancýl, iyi kalpli, sertlik sevmeyen ve enerjisini kullanan bir çocuk
olarak tanýmlýyor oðlunu. Bu noktada eþi "Anne" söze giriyor:
"Okay çocuklara sevginin ötesinde saygý da duyar. Onlarýn baþýný
okþarken bu saygýsýný hissedebilirsiniz. Birçok insan çocuklarýn baþýný
okþarken hoyratça davranýyorlar ve kendi streslerini farkýnda olmadan
onlara aktarýyorlar."
Halil Cibran'ýn o güzel sözlerini karþýlýklý olarak hatýrlýyor ve
tekrarlýyoruz. "Çocuklar hayatý anlama yolculuðunda sizin serüven
arkadaþlarýnýzdýr." Okay'ýn yol arkadaþlarý için güzel planlarý olduðunu
anlýyorum.
Derken söz sýrasý eve ilk girdiðim andan beri videoda izlediðim
gruba geliyor. Karadeniz'de kýyýsý olan ülkelerden gelen yedi
müzisyenden meydana gelmiþ bir orkestra bu, adý Black Sea Art
Project. Ýstanbul belediyesi kültür dairesi baþkaný Þenol Yorozlu'nun
desteklediði bir proje. Her biri kendi ülkelerinde çok tanýnan ve
kariyerlerini yurt dýþýna taþýmýþ yedi kiþi bu sefer kendi öz kültürlerinin
esintilerini dünya müziði potasýnda eriterek elde ettikleri yeni yorum
þekilleri ile bir üst müzik kültürü oluþturuyorlar. Yakýnda albümlerni
dinleyeceðiz.
Uluslararasý çalýþmalardan bir baþkasý da "Balkan Big Band",
Selanik'te kurulmuþ. Tüm balkanlarýn en iyi müzisyenlerinden oluþuyor
ve þimdiye kadar üç konser vermiþler.
"Magnetic Band" Okay'ýn romanlar ile kurmuþ olduðu bir müzik
grubu. Onun da ayrý bir havasý ve çizgisi var. Ýlhan Mimaroðlu Okay'a
yazdýðý bir mektupta þunlarý söylüyor:
"Olaðanüstü diye nitelendirme gereðini duyduðum bir müziðe
varmýþ olduðunuzu anlýyorum. Etnik bir müzik türu cazla belki ilk defa
inandýrýcý sonuçlarla birleþmiþ oluyor. Bugün çoðu jazz can çekiþirken
topluluðunuzla yaptýðýnýz müzik cazýn eski günlerinde olduðu gibi,
yaþýyor."
Black Sea Art Project önümüzdeki Ýstanbul Festivali'nde Björk ile
beraber çalacak.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
130
Son olarak da Okay'ýn dünyasýnda "Grup Karþýlama" var. Bu grup
ile Haziran baþlarýnda Libuyano ve Atina'da konserleri var.
Görüþtüðümüz gün Kurban Bayramý'nýn arifesi idi, tüm Ýstanbul'un
boþalmýþ olduðu ve kentin onu gerçekten sevenlere kaldýðý hoþ bir
bahar günü. Her güzel þey gibi bu filmin de bir þekilde bitmesi lazým.
Son sahneye geliyoruz. Seyirci kahramanýna veda etmeden önce
ondan son bir mesaj bekler, ve o þöyle konuþur:
"Geçmiþim bana hayattan korkmamayý öðretti. Kalabalýk ve
gürültüden kaçýyorum. Tabiattan yetiþtim ve tabiat bana kendimi
anlattý. Gençliðimde giyimime çok düþkündüm, parlak ayakkabýlý bir
Beyoðlu genci de oldum ama zaman içinde sadeliði buldum. Bu
duygularýmý Ýsveç'e de taþýdým ve sade bir hayat sürdüm.
Zamanýn akýp gittiðinin bilincine varmamýz lazým, onu durduramayýz
ama iyi kullanabiliriz. Geçmiþteki hatalarýmýzdan ders alabiliriz.
Her þeyi olumlu düþünün, her þeye olumlu yaklaþýn. Sonra
olumlunun içersisinde öz eleþtiri yaparsanýz az hata yaparsýnýz.
Olumsuzluk kiþinin enerji ve zamanýný bitirir. Olumlu düþünün."
Her güzel þeyin bir sonu vardýr. Kolumdaki saate bir düþman gibi
baktým ama çok geç olmuþtu. Vedalaþtým ve sokaða döndüm. Her
taraf sessizdi. Sabah þehirde kalan azýnlýkta Ýstanbul'u terk etmiþti.
Sonra tekrar filmi düþündüm: Ufak tefek beyaz saçlý bir adam sessizce
enstrümanlarýný kurmaktadýr. Güçlü elleri ve keskin bakýþlarý ile
önündeki iþe dalmýþken genç bir çocuk hayranlýkla onu seyreder.
Sonra dayanamaz ve beyaz saçlý adama sorar;
"Aðabey, niye Türkiye'ye döndünüz?"
Adam cevap verir:
"Senin için genç arkadaþým."
Kamera yavaþ yavaþ yukarý dönerken beyaz perdede yüzlerce
çocuðun ritm aletleri ile katýldýðý bir orkestra çalar.
Evine hoþ geldin sevgili Okay.
131
19 YIL TUTULAN NEFES,
OSMAN ÝÞMEN PROJECT
"1952 Ýstanbul doðumlu, müzikal kariyerine altý yaþýnda aldýðý
piyano dersleri ile baþladý. Kendi kurduðu orkestralarda müzik yaptý,
aranjör olarak 300 dolayýnda prodüksiyona imza attý, çalýþmalarýný
halen sahibi olduðu Arý stüdyolarýnda sürdürüyor."
Bu sözler Jazz Eastern albümünü tanýtan kýsacýk yazýdan alýnmýþtýr
ve projenin ardýndaki insaný anlatmaktadýr.
Peki siz bir insaný anlamak için onun ilk olarak hangi yönünü merak
edersiniz? Bizim ülkemizde doðum tarihi ve okul önemlidir, çoðu insan
kendini anlatmaya böyle baþlar.
Falan yýlda filan yerde doðdu, þu okula gitti falanca görevlerde
bulundu. Eðer ölmedi ise kiþi hakkýnda biraz da varsa eserleri liste
halinde sayýlýr.
Ben bu bilgileri monoton bulur ve hep doðum gününün ardýndaki
insaný merak ederim.
Bir gün Osman Ýþmen'i birazcýk tanýdým ve onun hakkýnda þunlarý
söylemek isterim:
Þiþli Ýktisadi ve Ticari Bilimler Akedemisi'nde okudu. O zamanlarýn
bu popüler ve havalý okulunun yerinde þimdi bir pasaj var. 30 yýldýr keçi
sakalý var; karýsý onu kesmekten men etmiþ. Kadýncaðýzýn
çocukluðundan beri müzikle arasý pek hoþ hiç olmadý ama zalim kader
ona Türkiye'de müzik dünyasýnýn her tarafýnda var olmuþ bir kocayý
belki de ceza olarak verdi. Yine de iki güzel çocuk da vererek bunu
hafifletti. Türkiye gibi Futbol fanatizminin ortasýnda, o, futboldan nefret
eder. Belki küçükken onu mahalle takýmýna almamýþlardý, bilinmiyor
ama o buna inat tüm kariyeri boyunca hep büyük müzik takýmlarý
Cazname I- Tunçel Gülsoy
132
kurdu. Aslan burcu; bu burcun insanlarý lider doðarlar ve sanatçý kiþilik
taþýrlar. Otomobillerden ille de BMW der; çünkü yaþamýný bu marka bir
arabaya borçludur. Çok gezer, seyahatlerde çok þey gözler ve iyi
piþtiði müddetçe tüm deniz ürünlerine bayýlýr. Gýrtlaðýna çok
düþkündür. Tarabya'daki Gogo'nun lokantasý "Kýyý"ya bayýlýr ama son
zamanlarda on kilo verdiði bir diyet ile bu en sevdiði hobisinden
uzaklaþmýþtýr.
Mecidiyeköy'de Arý stüdyolarýnda onu tanýdým. Ufacýk bir odasý
vardý, tam bir çýfýt çarþýsý gibi. Her þey alt alta üst üste. Masanýn sol
tarafýnda bir kütüphane gibi dizilmiþ kasetler gordüm. Üstlerini
okudum, aklýnýza gelebilecek tüm Türk müzik dünyasýnýn isimleri.
Açýkladý: Ýþte bu kasetler o tanýtým yazýsýnda sozü geçen üç yüzden
fazla prodüksiyondu. Peki bunu yapmasý ne kadar sürer? Kaç yýl gider
insanýn ömründen. Ýþte karþýmda oturan insanýn müzik kariyeri bir
duvara asýlmýþ duruyordu.
"Bir takým þeyleri yapabilmek için ideal olmasý lazým. Ben masanýn
her iki tarafýnda da bulundum. Okul yýllarýndan beri sürekli çalýþýyorum.
Hem aranjorüm hem de besteciyim. Klasik piyano eðitimi aldým.
Piyano eðitimi zordur, bitirince ya hoca ya da solist olmak lazým. Solist
enstrümaný olarak zor. Tüm dünya müzik akýmlarýný dinledim. Önce
Beatles vardý onlar benim batýya açýlan pencerem oldu. Sonra jazz'a
ilgi duydum, yýllarca kulüplerde jazz çaldým. Ali Çetinkaya, Hýrant
Lusýkyan ve Sevinç Tevs ile çalýþtým. Daha sonra kurduðum orkestram
Ritm 73 çaðýnýn en tanýnmýþ eþlik orkestrasý oldu ve 1981 yýlýna kadar
aralarýnda Sezen Aksu, Erol Evgin, Nil Burak, Zerrin Özer, Nükhet
Duru, Nilüfer ve Ajda Pekkan'ýn olduðu birçok kiþiye eþlik ettik. Daha
sonra büyük müzikhol orkestralarý kurdum. Nükhet Duru ve Haldun
Dormen gibi sanatçýlarýn büyük showlarýna eþlik ettim. Büyük
orkestralar ile Sezen Aksu ve Ferdi Özbeðen'e eþlik ettim.
"Benim müzik yelpazem çok geniþ, klasik müzikten geliyorum.
Yýllarca dans müziði yaptým, çeþitli büyüklükte orkestralar kurdum ve
idare ettim, aranjorlük yaptým. Kendimi sadece bir jazz müzisyeni
olarak tanýmlayamam ama son albüm için jazz denilebilir. Bence jazz
insanlarýn duygularýný en özgün olarak anlattýklarý müziktir. Diðer
müzikler insaný kýsýtlýyor. Klasik müzikte ne kadar yorum farký olursa
Cazname I- Tunçel Gülsoy
133
olsun herkes birbiri gibi çalýyor, bu açýdan bence Jazz klasiðin hep bir
adým önündedir ve insaný kendi kiþiliði ile baþ baþa býrakýr. Jazz'ýn
esasý olan doðaçlama sürekli deðiþim demektir ve insanýn kendi
kiþiliðini ortaya çýkarmasýný saðlar."
Son albümünün temelindeki jazz yonunu anlamaya baþlamýþtým
ama olayýn bir de "Eastern" tarafý vardý. Peki bu nereden geliyordu?
"1984 yýlýnda pop müziðindeki duraksamayi fark edince Türk
müziðini ve Folk müziðini öðrenmeye baþladým. Bu müzikler ile o güne
kadar yapmýþ olduðum bati müziði arasinda bir sentez oluþturma fikrim
de böyle ortaya çikti. Ýlk defa kendi adýma albümler yaptým.
"Diskomatik Katibim", "Disko Madýmak", "Disko Türkü" bu düþünceler
ile doðdu ve çok da popüler oldu. Bir daha albüm yapmak için ise on
dokuz yýl bekledim.
Jazz Eastern müzikte yapmak istediklerimin bir kýsmý ve baþlangýcý
oldu. Sanat insan duygularýnýn çeþitli þekillerde ve vasýtalar ile ortaya
konup aktarýlmasýdýr. Ben yýllarca baþka sanatçýlara onlarýn
duygularýný ifade edebilmeleri için eþlik ettim ama sipariþ ile yapýlan
sanat insaný mutlu etmiyor. Bu albüm ise benim kendi duygularým ve
birikimimin ifadesidir.
Çok iyi bir dost grubu ile beraber çaldýk,
aramýzda lider olmad, ve herkes solistti. Bu dostlarým olmasa idi "Jazz
Eastern" de olmazdý.
Türkiye dünyada eþi benzeri bulunmayan bir ülke, büyük bir kültür
birikimi ve doðu ile batý kültürünün birleþtiði tek yer. Ancak bizler bu
kültür birikimini dünya kültürüne açmada baþarýlý olamadýk. Amacým
bu ülkenin kültürünü batýnýn anlayacaði biçimde ortaya koymak,
sunmak. Folklorü baðlama ile çalarak batýyý etkileyemezsiniz, onlar bu
ülkenin havasý ve kültürü ile yaþamýyorlar. Bazýlarý müziklerinde gayda
kullaniyor ama onu bizim algýlayabileceðimiz bir formatta sunuyor.
Müzikte evrensellik ancak insanlarin anlayacaði yaklaþýmlar ile ortaya
çýkabilir.
Sanatta lokal olunmamalý, o dünyada insanlarýn birbirini
anliyabileceði tek ortak dil ve müzik de bu dilin en etkili araç."
Bu noktada onun Türkiye müzik piyasasýndaki diðer meslektaþlarý
hakkýndaki fikirlerini öðrenmek istedim. Bu konuda çok dikkatli
konuþtu.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
134
"Bir þeyler yaratabilmek için mutlaka farklý olmak lazým. Sanat da en
tehlikeli söz, "gibi".
"Gibi" olunca sen kendin olmazsýn. Bugün
Türkiye'de Bill Evans gibi çalan ve Amerikan Jazz'i çalan piyanist var.
Ama bence aslý varken "gibi" çalanýn bir anlamý yok."
Ona sordum, peki 46 yýl yaþadýnýz, bundan sonraki 46 yýl için ne
düþünüyorsunuz?
"Hayatýmýn bundan sonraki kýsmý için ilk dileðim saðlýktýr. Türkiye
gibi ülkede çok üretecek þey var. Türk müzisyenlerine hayraným, bu
kadar müzik okulu eksikliðinde bu kadar iyi müzisyen çýkabiliyor. Bu
albümün devamýný yapmayý düþünüyorum. Gene Türkler ile. Ben
kendi müziðimde yabancý müzisyenler ile birlikte çalýþýlamayacaðýný
düþünüyorum. Bakýn Jan Garbarek'i çok severim ama doðu müziði gibi
çalýnca iþ sýrýtýyor. Ayný þekilde Amerikalý da baðlamayý bir Türk gibi
çalamaz, yok teknik olarak mükemmel çalabilir ama bu ülkenin
duygusunu burada yaþamamýþ biri veremez, duygu eksik kalýr."
Konuþmamýz bitti, tekrar duvara baktým, o üç yüz kaset asker gibi
dizilmiþ Osman Ýþmen'in hayat okulunda aldýðý diplomalar gibi
duruyordu. Bir an düsündüm ne kadar zamanda dinleyebilir insan
bunlarýn tümünü. O ise bana sadece huzur duyabileceði bir iþi
yapabildiði ve herkese sevgi ile yaklaþabildiði için kendini baþarýlý
hissettiðini söyledi ve ekledi:
"Sanatta son yok, kendi yapabildiklerimi baþarý olarak görmüyorum,
yapýlan her iþ aslýnda bir sonrakine ýþýk tutar."
Sonra vedalaþtýk, onu stüdyosunun günlük kaygýlarý ile baþ baþa
býrakýp çýkarken içimden þöyle dedim:
Sevgili Osman, kendi sesini bizlere iletmek için inþallah bir on
dokuz yýl daha beklemezsin. Eminim ki Jazz Eastern birçok baþka
Osman Ýþmen projesinin ýþýðý olacaktýr.
135
GÜZEL SESLÝ ÝKARUS / SÝBEL KÖSE
Ýyi bir balýk yenmiþ bir Boðaz akþamýný nerede bitirmek istersiniz ?
Benim için bu sorunun tek bir yanýtý vardýr, yanýmdaki insanlarý
"Gramofon" a götürdüm. Ýçeri girdiðimizde bizi derin bir kadýn sesi
karþýladý, yabancý misafirim Aiko sordu:
"Kim bu kýz? Ne güzel sesi var !"
O ana kadar sadece ortak olarak üreteceðimiz cam kalýplarýný
konuþmuþtuk.
Aslýnda bu sorunun yanýtýný ben de bir zamanlar merak etmiþtim.
Misafirime döndüm ve þöyle dedim: "Uzun bir hikaye, ilgilenirsen
sana anlatayým."
Belçikalý jazz sever o gece güzel sesli bir kýzýn öyküsünü dinledi:
Soðuk bir kýþ günü Serencebey yokuþunda bir adam kapý
numaralarýna baktý ve
kapýyý çaldý, burasý iþyerlerinin olduðu bir
apartmana benziyordu ama en üst kata çýkýnca hava deðiþti. Ev
sahibesi haným onu miniminnacýk þirin bir çatý katýna aldý, içeride
Diane Reeves in sesi duyuluyordu. Ev sahibesi haným konuþtu:
"Evet bu apartmanda ev olarak kullanýlan tek daire bu, hafta sonu
insan kendini yalnýz hissediyor ama hiçbir kýsýtlama olmadan müzik
dinlemek de hoþ bir þey."
Evde banyo hariç her þey bir mekan altýnda düzenlenmiþiti. Mutfak
tarafýndan tüm Niþantaþý kuþbakýþý sayýlabilecek þekilde gözüküyordu.
Ev sahibesi mutfaða gitti, bir dolaba baktý, bakkala telefon etti. Verdiði
sipariþten adam onun kek yapacaðýný anlamýþtý. Tezgahýn üzerinde bir
kitap gözüne iliþti. Leman Cýlýzoðlu'nun Yemek Piþirme Temel Metod
ve uygulamasý. Ev sahibesinin ilk yaptýðý kek sakýn bu olmasýn diye
aklýndan geçti. Sonra bir þirin kedi gördü. Ev sahibesi onu tanýþtýrdý:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
136
"Adý Encük, geçen sene arkadaþým Yosun'un evinde bulduk. Keki
annem iyi yapar ama Ýstanbul'a taþýnýnca ben de öðrendim. Burasý
Ajlan'ýn evi idi. Ýlk geldiðimde onunla burada kaldým, sonra o baþka eve
gitti burayý bana býraktý."
Adam etrafa bakarken duvarlardaki kedi resimlerini gördü. Sonra
Sarah Vaughan, Billy Holiday ve Ajlan'ýn resimleri… Sonra kekin
hazýrlandýðý kabý karýþtýrmaya baþladý, biraz sonra yiyeceði kek
konusunda kendi kaderini kendi çizmeye karar vermiþti. Bu seferde
mutfak tezgahý üzerindeki bazý diyet yiyeceklerini gördüðünü farkeden
ev sahibi açýklama ihtiyacý hissetti:
"Hayatým boyunca kilolu oldum. Ciddi yorgunluk yapýyor, aslýnda
kiloya alýþtýým ama elbise bulmakta zorluk çekiyorum Hobi olarak diyet
yaptýðým söylenebilir."
Duvardaki bir baþka resimde Duke Ellington bir jazz klubünde
yanýndaki diðer dostlarý ile hayran hayran Ella'yý seyrediyorlardý.
Sonunda kek fýrýna verildi. Ev sahibi su böreði yapan yerin o gün
kapalý olduðunu açýkladýktan sonra devam etti.
"1969 yýlýnda Ankara'da doðmuþum, terazi burcuyum, demek
burçlar ile ilgileniyorsunuz. Siz de mi Terazisiniz ? Peki nasýl oluyor
Teraziler?"
Adam aklýndan geçenleri bir çýrpýda anlattý, ona göre Terazilerin en
zor tarafý bir türlü karar verememeleri idi.
"Babam eczacý, hala çalýþýyor, annem emekli bir öðretmen. Ablam
benden on üç yaþ büyük."
Adam alýþýk olmadýðý bir koku aldý, dikkatle bakýnca yanan bir tütsü
gördü.
"Mistik þeylere inanýyorum. Terazimin yelpazesi geniþ. Kolay kolay
ak veya kara diyemem. Kararsýzým, denge ve adalet duygularým çok
geliþmiþtir. Ama adil olmak kolay deðil. Hiçbir þeyin fanatiði
olamýyorum. Okulda felsefecileri tanýdým. Herkesten ve her þeyden
kendime göre bir þeyler alabiliyorum. Madde ile her þey bitmiyor. Bilim
ile bitmiyor, somut ve teknik ile bitmiyor."
O an bir telefon çaldý, ev sahibesi telefonu açtý, Ýngilizce bir
konuþma oldu.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
137
"Ortadoðu Teknik Üniversitesine gitmeden önce TED Ankara
Koleji'nde Ýngilizce öðrenmiþtim. Demin Amerikalý bir davulcu
arkadaþým aradý, gayret sarfetmeden meditasyon yolu ile öðrenme
üzerine bir kitaptan bahsetti. Bence aþýrý güç ile yapýlan iþlerde bir
terslik var. Gerçi bunun tam aksi görüþler de mevcut. Kitap piskolojinin
insaný nasýl kýsýtladýðýný anlatýyor."
Kek artýk piþmiþti. Ev sahibesi fýrýndan çýkardýðý keki masaya
getirdi. Encük kekin kokusunu alýnca ayaklandý. Adam çayýný koyu
istedi. Limon kabuðu rendesinin keke verdiði hafif ekþilik þeker tadýný
çok iyi dengeliyordu, kek sýnýfý geçmiþti, ama Encük kek yemedi, çay
içerken konuþmaya devam ettiler.
"Þarký söylemeyi hep çok sevdim. Ablamla aramda çok yaþ farký
var. Onun küçük bir portatif pikabý vardý ve bana mama yedirirken
müzik dinlerdi. Hala o plaklarýn üzerinde mama izleri vardýr. Ben daha
üç dört yaþýnda iken onun dinlediði Fransýz müziklerini dinlemiye
baþlamýþtým. Büyüdükçe kendim de müzik dinlemeye baþladým. Çoðu
yabancý müziklerdi. Ýlkokulda koroya girdim.
Aslýnda annem beni
ritmik cimnastiðe yazdýrmýþtý ama olacak þey mi?"
Hep beraber güldüler. Adam çevresinde gördüðü onca jazz posteri
ve durmadan çalan jazz müziðinin etkisi ile bir soru sordu.
"Jazz ne midir; aðýr bir soru bu. Yani bana aðýr geliyor. Bilmem
gerekiyor mu emin de deðilim. Çocukken radyoda bir sürü þey
dinledim, çok eðlenirdim. Bir gün ablamýn kasetleri arasýna tesadüfen
karýþmýþ bir Ella kaseti buldum. "Bernie's Tune" diye bir parça vardý,
sýrf scat söylüyordu, çok þaþýrdým. Bu kadýn ne yapýyor dedim ve
parçayý aynen ezberledim."
Adamýn gözleri evin her tarafýnda bulunan çikolata paketlerinden
birine gitti. Son bir likörlü çikolata kalmýþtý. Gözleri ile izin istedi, ev
sahibi hemen çikolatayý ona tuttu, kendisi de findýklý bir çikolata aldý.
"Jazz ile böyle tanýþmýþ oldum. Sonra sýrasý ile Billy Holiday ve
Sarah Vaughan'ý tanýdým. Onlar gerçek Jazz þarkýcýlarý.
Üniversite yýllarýnda müzisyen arkadaþlarým oldu. Metin Paksoy'un
alto saks, Mehmet Kütükçüoðlu'nun tenor sax, Tevfik Bultan'ýn bas,
Ýhsan Akyüz'ün gitar ve Sertaç Akyüz'ün davul çaldýðý bir grubumuz
Cazname I- Tunçel Gülsoy
138
vardý. Benimle birlikte Merve Erdal da solistti. Beraberce çalýþmaya
baþladýk. Geceleri geç kalmamý evdekiler önce istemediler ama
zamanla alýþtýlar. Bir gün Hilton Otelinde Tuna Ötenel ile tanýþtým. Tek
baþýna "My Funny Valentine"ý çalýyordu. Bir gün bizim provamýza
geldi. O sýrada ben "Sophisticated Lady"i sesime çok uygun
olmamasýna raðmen orjinal tonundan söylüyordum. Tuna aðabey
"Duke Ellington mezarýnda þööyle bir döndü, kýzým bilmiyorsan baþka
þeyler söyle dedi." dedi. Sonra bizi ODTÜ' deki konserine çaðýrdý. Bir
gün çalýþtýðý klüpte ben onlarýn çaldýðý þarkýyý mýrýldanýrken beni
duydu. Zamanla beraberce çalýþmaya baþladýk. Sevgili Tuna aðabey
benim için bir okul oldu. Bir gün Polonyalýlar Bilkent Üniversitesinde bir
jazz workshop açtýlar. Birçok kiþi oraya katýldý. Yahya Dai, Çaðlayan
Yýldýz, Cengiz Baysal, Murat Arkan, Meriç Ötenel, Sarp Maden bu
programýn öðrencileri oldular. Çok az solist vardý ve onlar da ayrýldý,
ben tek kaldým. Krzesimir Debski bizlerin hocasý oldu. Ülkesine
döndüðünde bana sahip çýkýlmasýný istedi. Daha sonra Janusz Szprot
beni piyanistler ile beraber çalýþtýrdý. Daha sonra bizleri Polonya'ya da
götürdüler. Ajlan ile bu workshoplarda tanýþtým, beraber þarkýlar
söylerdik."
Adamýn gözleri fotograftaki Ajlan'a takýldý, öylesine sessizce
kendilerini dinlediðini hissetti. Ev sahibesinin ikram ettiði çayý alýrken o
tekrar konuþmaya baþladý
"Ankara da sýkýlmýþtým, Ajlan Ýstanbul'a çaðýrdý. Ajlaný çok
özlüyorum, çok þeyler paylaþtýk, kendi sesimin dýþýnda nasýl þarký
söylediðini en iyi tanýdýðým ses idi. Zaman zaman onun sesini kafamýn
içerisinde duymaya çalýþýyorum.
Adam onun neden þarký söylediðini merak etti.
"Niye mi þarký söylüyorum, çok basit, sevdiðim þeyi yapýyorum.
Þarký söylerken kendimi diðer yaptýðým þeylere göre daha iyi
hissediyorum. Bir baþka þey de var. Müzikte bir çeþit teselli de
buluyorum.
Her gün düþünüyorum, ne yapýyorum, diye. Aslýnda dünyanýn en
güzel þeyini yapýyoruz. Ýnsanlarýn önünde jazz söyleyebilmek müthiþ
bir keyif. Ama hep araþtýrman gerek, önce kendini, sonra müziði, yeni
Cazname I- Tunçel Gülsoy
139
akýmlarý, hep bir araþtýrma içindesin. Hep dürüst olmak zorundasýn,
kendine ve yaptýðýn iþe karþý. Türkiyede bu iþler biraz da yapýlarak
öðreniliyor, þartlar kýsýtlý. Amerika'da imkan daha çok ama kullanan da
daha çok. Profosyonelleþmek için mutlaka bir arada çalmak lazým."
Adam ev sahibesinden bir þarký söylemesini rica etti. Onun þarký
söylerken gözlerini kapatarak baþka bir aleme kaydýðýný gördü. Dream
a little Dream. Ev sahibine bir hayali olup olmadýðý soruldu, vardý.
"Farklý sanat dallarýný bir araya getiren bir show yapmak isterdim.
Multimedia, Dans, enstalasyonlar, ama kafam henüz çok net deðil.
Birilerine daha küçük yaþlardan burs verip yetenek yetiþtirirdim.
Türkiye'de eðitim çok sýkýntýlý bir þey.
Ýmkaným olsa ileriki yaþlarýmda daha profosyonel olmak ve daha
çok gezebilmek isterim."
Duvarlardaki posterlerden birinde Matisse'in düþen Ýkarus tablosu
görülüyordu. Kýsa bir sessizlikten sonra ev sahibi tekrar konuþtu.
"Hepimiz biraz Ýkarus gibiyiz, bir þeyler yapýyoruz, yükseliyoruz
ama er veya geç bir gün düþeceðiz. Hayat böyle, birþeyler yaþýyorsun,
seviyorsun, alýyorsun sonra arkanda bir þeyler býrakarak düþüyorsun.
Kimse hayata baþtan hazýrlýklý gelmedi. Hepimiz yaþayarak
öðreniyoruz. Ben de þarký söylemeyi kendime uygun görüyorum. Belki
çok mantýklý deðil ama zaten kendimi de mantýk kutularý içerisine
sýkýþtýramýyorum. Ben de hergün yeni bir þeyler öðreniyorum, sonunda
her insan bir yolculuk yapýyor.
Þimdiki gençlerde þunu görüyorum. Günümüzde öðrenmek
istiyenler için okullar var, onlarýn sunduðu deðiþik eðitim paketleri var,
herkes bir paket almak istiyor, hani bakkaldan bir þeyler alýr gibi.
Eskiden bu imkanlar yoktu. Bilgi Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi
gibi müzik okullarýnýn açýlmasý çok iyi geliþmeler. Ama sadece okulun
iyi olmasý yetmez. Frank Lloyd Wright der ki iyi mimarlýk okulu yoktur,
iyi mimar vardýr. Aynýsý müzik için de geçerli. Ýyi müzik okulu olmasý
yetmiyor, iyi müzisyen de olmak lazým. Hazýr formül diye bir þey yok.
Sadece okulda okuyarak iyi bir felsefeci veye tiyatrocu olunmuyor.
Biraz da insanýn hedefi yolda belirleniyor. Onun için sürekli olarak
Cazname I- Tunçel Gülsoy
140
denemek gerekiyor. Bazý insanlarýn karekteri bu denemeye uygun
olmuyor. Mama Jones adlý bir kadýn þarkýcý vardý, altý aylýðýna
çalýþmak üzere Ýstanbul'a gelmiþti. Bir gün eþyalarýný toplamasýna
yardým etmek üzere odasýna gittim. Tüm eþyalarýný altý aylýða göre
yanýna almýþ. Elbiseler, ayakkabýlar, makyaj malzemeleri. Her gittiði
otel odasýný yeni bir ev haline getirirmiþ. Þimdi bir solist olarak
geliþmek için böyle bir yaþam tarzý gerekli. Ama buna katlanabilir
misin, insan denemeden ve gerçekten yaþamadan bilemiyor. Hayat ve
kariyer kararlarýný ancak yola çýktýktan sonra yolculuðu yaþarken
verebiliyorsun.
Ýnsanýn bu yolculuk sýrasýnda kendini yönlendirecek þeylere ve
kimselere hep ihtiyacý var. Ben þarký söylemeye baþladýðýmda
kendisinden öðrenebileceðim tek bir þarkýcý bile yoktu Ankara'da. Ama
öðrenecek insan bir yolunu bulup öðreniyor. Zaten týrnaklarý ile
kazýyarak öðrenmeyen kimse de hiçbir yerde öðrenemiyor.
Þarký söylüyorum, harika olmasa da, bir gün gelecek, yavaþ da
olsa hýzlý da olsa hepimiz düþeceðiz. Her gün hepimiz biraz
düþüyoruz, böyle algýlýyorum hayatý. Bu kadar basit."
Misafir için o kadar basit deðildi. Ama daha çok merak ettiði þeyler
vardý, özellikle ev sahibesinin jazz hakkýndaki düþüncelerini.
"Jazz'ýn geliþimi kontrol altýnda deðil, aslýnda günümüzde tüm
müzikler birbirinin içerisinde ve birbirlerinii etkiliyorlar.
Bu gün ben de jazz dýþýnda müzikler de dinliyorum. Kendi zevkim
için müzik dinlemeyi bir süredir unutmuþtum. Baþka neler yapabilirim
diye düþünüyorum. Günümüzde pop müzik artýk kare kare büyük bir
titizlik ile planlanmýþ ve icra edilmiþ bir müzik oldu. Tüm efektler ve
düzenlemeler ince ince hesaplanarak yaoýlýyor. Pek þansa ve
yaratýcýlýða yer yok. Müziðin uzunluðunun bile belirli bir ticari hesabý
var. Whitney Houston'u da dinliyorum, o bu anlatýklarýma iyi bir örnek."
Adam için Whitney sadece güzel bir ses idi ama o kadar, bir de
jazz'ýn güzel sesleri hakkýnda ev sahibesini dinlemek istedi.
"Son dönemde dinlediðim vokalistlerden Dianne Reeves'i çok
beðeniyorum. Onu Parliament Super Band ile Ankara'ya geldiðinde de
dinlemiþtim. Bence son albümü "Bridges" mükemmel ve son on yýlda
Cazname I- Tunçel Gülsoy
141
yaptýðý en baþarýlý çalýþma. Eski albümü "Great Encounter"a göre
burada artýk oturmuþ bir dil oluþturduðunu düþünüyorum. Sanki uzun
bir serinin sonu gibi. Albümde tek bir kötü þarký bile yok. Joni Mitchell,
Peter Gabriel Leonard Cohen besteleri söylemiþ. Parçalar onun deðil
ama getirdiði yorumlar nefis.
Ayný þekilde Cassandra Wilson un "Miles" albümünü çok
beðeniyorum. Sanýrým son zamanlarda prodüktörü deðiþmiþti. "Blue
Night Till Dawn"da çok deðiþik enstrümanlar kullanýlmýþ. Alýþýlmadýk
aranjmanlar var. Ses kalitesi daha ön planda ve Blues"a yakýn. Bence
biraz popüler olma kaygýsý taþýyor. Kimileri onu hep ayný tarzda
söylüyor diye eleþtiriyor. Bence o kendine ait yeni bir tarz oluþturdu.
"New Moon Daughter" ise bence modern bir pop albümü olarak da
algýlanabilir. Branford Marsalis'in oratoryasýnda da söylüyor. Ýlk albümü
olan "Blue Skies" tamamen bir standartlar albümü idi ama bugün
Cassandra'nýn geldiði yer çok heyecan verici. Down Beat
eleþtirmenlerinin onu yýlýn jazz vokalisti seçmelerinin sebebini artýk
standartlardan býkmýþ olup yaratýcýlýk aramalarýna veriyorum.
Elenie Elias'ýn Carlos Jobim albümü de çok severek dinlediðim bir
çalýþma. Kendisine çok iyi müzisyenler eþlik etmiþ.
Tüm bu müzisyenler benim için ayrý ayrý yönlerden referans
oluþturuyorlar. Aslýnda bu iþte herkes birbirini dinliyerek birbirinden
beslenir. Baþkalarýnýn neler yaptýðýný anlamdan takip etmeden yeni bir
þeyler yapabilmek mümkün deðil."
Peki siz nasýl bir quartet veya trio ile çalýþmak isterdiniz? Ev
sahibesi nedense böyle bir soruyu beklemiyordu, bir an düþündü ve
yanýtladý.
"Nasýl bir quartet hayal ettiðim sorunuza cevap veremeyeceðim. Bir
müzik grubunun oluþumunda insanlarýn o an içerisinde olduklarý enerji
durumunun büyük etkisi var. Bir de kendi aralarýndaki iletiþim çok
önemli. Ben boþ hayaller kurmayý sevmiyorum. Ortada somut bir proje
olmalý. Bir þarkýyý çok seversin sesine uymaz, baþka bir müzisyenle
çalýþmak istersin müzisyenliðin tutmaz. Sadece bireylerin enerjisi deðil
tüm kollektif enerji, iç iliþki ve paylaþým önemli.
Artýk zaten tek bir isim üzerine kurulu quartet veya trio anlayýþý da
bitti. Keith Jarrett triosunda Jack de Johnette'ý çýkart müzik tamamen
Cazname I- Tunçel Gülsoy
142
deðiþir. Bill Evans'ý düþünün, önce Scott La Farro ile çalýþmýþ, sonra
Eddie Gomez onun yerini almýþ. En son olarak da Marc Johnson var.
Her bir ayrý basçý ayrý renkte bir Bill Evans oluþturuyor.
Duke
Ellington
orkestrasýnda
o
an
çalan
müzisyenlerin
yeteneklerine ve havalarýna göre beste ve düzenleme yaparmýþ. Hatta
bunlardan bir kýsmýný otobüslerde yaparmýþ."
Adam içinden geçirdi, iþte tipik bir terazi burcu, detaylarý, yan
öðeleri düþünmekten bir türlü esas olana varamýyor. Sýkýntýsýndan
artýk kaç tane atýþtýrdýðýný unuttuðu çikolatalardan bir tane daha aldý.
"Daha iyi olabilmek için farklý kiþiler ile çalýþabilmek önemli. Bu
insaný müzisyen olarak geliþtiriyor. Sahne tecrübesi de insaný
geliþtiren bir þey. Ama bir gruptan iyi netice alabilmek için çok uzun
zaman beraber prova yapmak ve çalýþmak lazým, Ýstanbul gibi büyük
bir þehirde ise bu çok zor. Ýnsan bazen sýrf para kazanmak için de
çalmak zorunda kalýyor ama aslýnda seçici olmak lazým.
Bir albüm için ön çalýþmalar yapýyorum. Albüm yapmak benim için
þarký söylemenin ötesiinde bir þey. Bir gün kendimi yansýtan dürüst bir
albüm yapmak istiyorum. Ama iþ realiteye binince insanýn ayaðýnýn
yere basmasý gerekiyor. Bunun sanatýn ötesinde bir de iþ tarafý var.
Parçalarýn seçimi, müzisyenlerin birbirine uyumu, teknik olanaklar
hepsi çok önemli. Özellikle de stüdyo ve kayýt. Tabii bu her þeyden
önce bir hazýrlýk, araþtýrma, ve bütçe çalýþmasý gerektiriyor. Tabii ilk
albümde bazý hatalar da olacaktýr. Acemi müzisyenler ilk albümlerinde
birçok þeyi ayný anda yapmak isteyebilirler ve bu fazla kaçabilir."
Adamýn bakýþlarý sürekli dinledikleri CD'lere gitti. Evin boyutlarýna
göre oldukça geliþmiþ bir koleksiyon olduðunu görüyordu
"CD'lerimi alýrken yalnýz kadýn vokalistleri alabiliyorum, çok
pahalýlar. Korsan CD'leri ise almýyorum. Müzisyenin emeðinin
karþýlýðýný vermek lazým.
Bu güne kadar yapabildiklerimi yaptým. On sekiz
yaþýn
þuursuzluðuna raðmen iyi bir yere geldim. Bir okul bitirdim, mimar
oldum. Mimarlýk baþka bir meslek ama müzisyen yönüme düþünüþ
biçimi olarak önemli bir katkýda bulundu. Mimarlýk öðrenimi sýrasýnda
sanat tarihi, temel tasarým prensipleri, denge, armoni, doluluk, boþluk
gibi kavramlarý öðrendim. O yýllarda bana verilmek istenen þeyleri
Cazname I- Tunçel Gülsoy
143
müzikte ancak iki yýl önce anlayabildim. Sanýrým liselerde mesleðe
yönelik bir eðitim olsa çok faydasý olurdu.
Bir mimari projede alanlar, hacimlar ve yapý vardýr. Bunlarý bir form
içerisinde hem estetik hem de iþlev olarak birleþtirirsiniz. Ayný
kavramlar jazz'da da var. Müzik programlarýnda da eðlence olmalý,
popülerite olmalý, ritm ve deðiþik müzikal renkler olmalý. Ýnsanlar
yapýlan þeyden zevk almalý ve sýkýlmamalý. Hepsini düþünmek lazým.
Bunlarý yaratabilmek için bir de bütçe yapmak zorundasýnýz. Sonuçta
tüm bunlarý bir estetik katarak ruh vererek birleþtirmek ayný zamanda
da yaratýcý ve doðal olmak lazým."
Vakit ilerlemiþti, eve ilk geldiðinde ev sahibesi adama kekin yaný
sýra makarna da piþirebildiðini söylemiþti. Tekrar isteyip istemediðini
sordu. Adamýn çikolata ve kekten midesinde yer kalmamýþtý. Teþekkür
etti. Sonra ev sahibinden biraz da içinde yaþadýklarý ülkeden
bahsetmesini rica etti. Uzun müzikal yolculukta bir soluk alan ev
sahibesi ona ülkesinden insan manzaralarýný aktardý.
"Türkiye'de deðiþik mesleklerden insanlar kollektif bir þekilde verimli
olarak çalýþamýyorlar. Ýstisnalar tabi ki var. Müzisyen var, müzik
dinleyicisi var ama bu ikisinin arasýnda çok boþluk var. Menajer yok,
prodüktör az, yeni yeni oluþuyor. Kritik yok. Örgütlenme ve
organizasyon çok eksik. Sonra mevcut az sayýda insan da çok alýngan
ve hassas. Herkes birbirine dargýn.
Ben bir müzisyen olarak bir çok þey ile uðraþmak zorunda
kalýyorum. Bir çok þeyi ayný anda düþünmek zorundayým. Konser
programlarý, seyahat detaylarý, daha bir çok aslýnda bir müzisyenin
menajerinin ve ya prodüktörlerin ilgilenmesi gereken detay. Ama ayný
zamanda yeni þarkýlar öðrenmek, bildiklerini geliþtirmek, repertuarlar
tasarlamak zorundasýn. Bununla da bitmiyor. Kendi günlük ev iþlerin
var, yemek, su parasý telefon parasý, çamaþýr.
En son, umut ölürmüþ. Ýyi bir þarkýcý olmaya uðraþýyorum. Ýyi
yaptýðý þeyler ile tanýnmak herkes ister. Ama bunlarýn gerektirdiði
seviyeye gelmeden gelmiþ gibi tanýnmak da istemem."
Adamýn aklýna en doðal soru geldi, ev sahibine sordu: Peki bu
yolculuðunuzun sonunda nasýl tanýnmak isterdiniz?
Cazname I- Tunçel Gülsoy
144
" Bilmiyorum. Ýnsan tek bir hayat yaþamýyor ki. Deðiþik kiþiler ile
deðiþik iliþkilerimiz var. O iliþkilere göre farklý þekillerde algýlanýp
hatýrlarýnýz. Kimi insan beni bir þarkýcý olarak hatýrlayacak ama baþka
iliþkilerim ve ilgilerim de var. Bazý insanlar beni sadece iyi bir dost
olarak hatýrlayacaklar. Bazen bir insana kolayca ulaþýlýr, bazen de bir
ömür boyu beraber yaþanýr da ulaþýlamaz.
Ama son tahlilde ardýmda bir tebessüm býrakmak isterim."
Belçikalý misafirim o gece hem sahnedeki güzel sesli kýzý hem de
onu tanýmaya çalýþmýþ bir insanýn anlattýklarýný dinledi. Sonra ben ona
sordum, peki dostum sen ne düþünüyorsun? Misafirim otuz beþ yýllýk
bir cam kalýp uzmaný olarak bana olaylarý kendi gözlüðü ile anlattý:
"Güzel ve zarif bir þiþe yapmak için önce iyi bir cam harmaný
hazýrlamalýsýn. Sonra bu harmaný eritip iyi üretilmiþ bir kalýba dökmen
gerkir ki doðru þekillendirebilesin. Cam þiþeleri imal etmek için iki ayrý
kalýp kullanýlýr. Ýlk kalýplara Ebiþör denir. Sýcak cam topu bu kalýbýn
içerisine akýtýlýr ve ön þekil verilir. Ama ortaya çýkan þey esas ürün
deðildir, yarým þiþirilmiþ bir balon þekline dönmüþ olan sýcak camdýr.
Esas þekillendirme ikinci bir ayrý kalýpta verilir. Buraya transfer olunan
yarým þekillenmiþ cam alttan bastýrýlarak ve içerisine hava üflenerek
þiþirilir, içerisinde olduðu son kalýbýn þeklini alýr. Bu kalýba finisör denir.
Cam üretimini bilmeyenler son kalýptan çýkmýþ güzel bir þiþeye
bakarken onun aslýnda ilk önce sýcaktan erimiþ, kalýplarda sýcak ve
basýnç altýnda þekillendirilmiþ bir kumdan geldiðini asla anlayamazlar."
Çoðumuz bir insaný tanýrken onun nasýl bir yoldan ilerleyerek
kendisi ile karþýlaþtýðýmýz noktaya geldiðini bilemeyiz. Bazen
karþýmýzdaki insan týpký cam þiþe üretiminde olduðu gibi henüz ilk
kalýpta þekilleniyordur ve ancak tecrübeli bir camcý þiþenin son alacaðý
þekli o aþamada tahmin edebilir. Sonra hayat yolculuðunda bir þeyler
olur. Bir olay, bir insan, bir tesadüf. Kiþi kalýbýný deðiþtirir ve yepyeni bir
boyuta varýr.
Belçikalý dostum Sibel Köse'ye baktý ve bana þöyle dedi.
"Lütfen bu kýzýn kýymetini bilin. "
145
UÇUP GÝDEN BÝR SESÝN ARDINDAN / ÜMÝT AKSU
Gün oldu, ses uçtu gitti, sözler kaldý…
"Üzgünüm, Acý Sözlerim Ýçin, Üzgünüm Seni Kýrdýðým Ýçin, Haklýsýn
Bana Darýlsan Bile, Beni Terketsen Bile, Ne Yapayým Ben Böyleyim…"
Kadýn kendisi ile konuþmaya gelen adama sekiz fotoðraf uzattý.
"Ýþte hepsi bu."
Akatlar mahallesinde sanatçýlarýn oturduðu bir sokakta idiler.
Depremin yaþam alýþkanlýklarýný deðiþtirdiði bir Eylül günü kadýn
komþularý ile bahçeye kurulmuþ bir çay sofrasýnda yün örerken artýk
yaþamayan bir insaný anlattý:
"1931'de doðmuþ. Saint Joseph Lisesi'ni birincilikle bitirmiþ. Hukuk
fakültesine girmiþ ama yarýsýnda terk ederek müzisyen olmuþ. Ýlk
grubunu Mehmet Akter ile kurmuþtu. Sonra Süheyl Denizci ile uzun
yýllar çalýþtý. TRT Jazz Orkestrasý'nda yirmi yýl geçirdi. Ýlk evliliðinden
bir oðlu var. Babasý eski vali ve senatörlerden Cenap Aksu."
Adam kendisine verilen fotoðraflarý inceledi. Artýk yaþamayan
müzisyen kendi ölmüþ babasýna benziyordu. Dökülmüþ bembeyaz
saçlar ve posbýyýklar. Bir fotoðrafta mutfakta baþýnda Galatasaray
þapkasý, elinde futbol topu tutarken görülüyordu. Tezgahta bitmiþ bir su
þiþesi, yarým içilmiþ bir kola ve topu tutan fanilalý bir adam. Sonra
baþka fotoðraflar, sahil kasabasýnda çekilmiþ, minübüste çekilmiþ,
evde uzanýrken çekilmiþ. Bir tanesinin arkasýna tarih düþülmüþ: Harp
Akademileri Komutanlýðý Fotoðrafhanesi, 23 Ekim 1987.
Süheyl Denizci ve Neþet Ruacan da var. Herkes çok resmi giyinmiþ,
herhalde önemli bir davet.
Kadýn yün örmeye devam etti. Artýk yaþamayan insan ile beraber
geçirdiði onca seneyi üç cümle ve sekiz fotoðrafa sýðdýramayacaðýný
hissederek devam etti:
Cazname I- Tunçel Gülsoy
146
"Ben tanýdýðýmda Ýsveç'ten yeni döndügüm zamanlardý. Süheyl
telefon etti, Çelik Palas'tayýz, "Sen de gel þarký söylersin." dedi. Þimdi
yýlýný hatýrlamýyorum, galiba 1965 idi, yok, 1966 da olabilir. O grubun
piyanisti idi. Ýlk defa o gün tanýþtýk. Kýsmet diye bir þey var. Yýllarca
Ýsveç'te birbirimizin ardýndan konserler vererek dolaþmýþýz da fark
etmemiþiz. Ben manen çok yorgundum. Ýlham'dan boþanmýþtým. Onu
ilk gördüðümde gri, emeklilerin giydiði tarz bir hýrkasý vardý. Ama
sadece 32 yaþýnda idi. Sakin, az konuþan, entellektüel, aðýr baþlý bir
insan. Çelik Palas'ýn müdürü ile satranç oynarlarken onlarý
seyrederdim. Çapkýn deðildi. Liman gibi sýðýnýlacaqk bir adam olarak
gördüm onu. Benim zorumla bir arkadaþlýk oldu."
Masanýn karþý tarafýnda oturan kýz annesinin sözlerine devam etti.
"Aytenkolik olarak öldü, hayatý kaydý. Sen onun için bir saplantý
idin."
Kadýn güldü ve konuþmaya devam etti:
"Otuz yýl bu, dile kolay. Ama ikimiz de evlendiðimizde mutlu
olamadýk hep didiþtik."
Masadan bir baþka haným lafa girdi: "Sen çýldýrttýn Ümit'i."
"Ümit ile darýldýk, barýþtýk, ayrý kaldýk, bir boþandýk bir daha
evlendik, baþkalarý ile evlendik, ayrýldýk ama gene beraber olduk.
Benim için on yedi yaþýndaki dünyalar güzeli sevgilisini terk ettiðinde
ikimiz de otuz iki yaþýnda idik."
Kadýn örmeye devam etti. Hikayenin son kýsmýný anlatacaktý.
Gözlerini kýstý, belli ki anlatmakta zorlanýyordu, bir an durdu ama
þiþlerine sarýlarak devam etti:
"Sonra bir gün hastalandý, dört yandan hastalýklar saldýrdý
adamcaðýza, bacaðýný kestiler, böbreði gitti, üre baþladý. Kanser oldu.
Müzikten gittikçe uzaklaþtý. Hayatýnýn son altý yýlýný bilgisayar baþýnda
geçirdi. Çok meraklý idi bilgisayara. Hiç halinden þikayet etmezdi.
Halini soranlara hep iyiyim derdi.
Tek tesellim yaþamýnýn son altý yýlýnda ona bir hemþire gibi çok iyi
bakabilmiþ olmam. Sýk sýk çalýþma aralarýnda eve gider onun
ihtiyaçlarýný giderirdim."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
147
Bazý anlar vardýr soru sormak gereksizdir, konuþma aralýklarý
sessizce sorularý meydana getirir. Ýþte kadýn böyle bir soruya cevap
verdi:
"Çok iyi bir jazz piyanisti idi. Ama kendi çalýþýndan tatmin olmazdý.
Bir ara, galiba TRT'de çalýþtýðý yýllar idi, þahlandý. Ama arkasýný
getirmedi, azimli deðildi. Oscar Peterson'a hayrandý. Çok hasta
olmasýna raðmen Ýstanbul'daki konserine beraberce gittik. Uzun yýllar
piyano çaldý ama ne yazýk ki kendi adýna yapýlmýþ bir albümü yok."
Kendi adýna bir jazz albümü olmayan adamýn Türk Pop Müziði'ne
armaðan ettiði bir çok unutulmayan parçasý var:
" "Ben Böyleyim"in sözlerini o yazdý. Beste Vicky Carr tarafýndan
yapýlmýþtý ama Türkiye'de müzüði popüler yapan sözleri oldu.
"Ölünceye Kadar" ve "Yalnýz Kadýn"ýn hem besteleri hem de sözleri
onundur. Bunlarý benim için yazmýþtý. Bir de "Feelings" için yazmýþ
olduðu sözler var."
"Ben Böyleyim" bir zamanlarýn en tanýnmýþ parçasý idi ve hiç
unutulmadý. Adamýn aklýna kaçýnýlmaz bir soru geldi: Þarkýdaki sözleri
kim kime söylüyor, kadýn mý erkeðe, erkek mi kadýna.
"Bu soruyu ona kaç defa sordum, hiç cevap vermezdi, sadece
gülerdi."
Masadaki bir baþka haným söze girdi:
"Bence bu sözler onun sana söylemek istediði sözlerdi, sana
duyduðu aþký ifade ediyorlar."
Adam sordu: "Sizi neden sevdi?"
"Ben aslýnda çok tatlý bir kadýným."
Sonra uzun bir sessizlik oldu.
"Benimle eðleniyordu. Müzik beraberliðimiz vardý. Otomobil
sürmeyi severdi. Beraberce Avrupa seyahatlerine çýkardýk. Bulgaristan
ve Yugoslavya'dan geçerken hep radyoyu açar o ülkelerin jazz
programlarýný dinlerdi. Bir gün geldi bacaðý kesildi, otomobil
seyahatlerimiz de bitti."
Masadan çeþitli yorumlar geldi: "Konken beraberliðiniz de vardý. Ýyi
insandý, gülerek gitti."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
148
Kadýn devam etti:
"Hastanede son nefesinde el ele idik. Yarý komada olduðu bir gün
bana baktý ve "Özlemiþim." dedi. Oysa sadece üç gün ayrý kalmýþtýk."
Adam, daha baþka ne söyleyebilirsiniz, diye sordu. Kadýn:
"Ýþte hepsi bu…" dedi.
Adam, kadýnýn þiþlerine geri dönerken içinde kopan fýrtýnayý hissetti.
Ümit Aksu bir eylül günü ardýnda unutulmayacak birçok müzik ve
þarký sözü býrakarak bu dünyadan uçup gitti. Onun Ayten Alpman için
yazdýðý ölümsüz þarký sözleri severek yaþanmýþ bir hayatýn en güzel
tanýðýdýr:
"Üzgünüm Bütün Olanlar Ýçin, Üzgünüm Mutlu Yýllarým Ýçin, Ýster
Vur Ýster Okþa, Ýster Tut Ýster Yolla, Ýster Sev Ýster Zorla, Ben
Böyleyim"
149
YAHYA DAÝ / SONSUZ YOLCULUKTA ALINAN BÝR
MOLANIN ÖYKÜSÜ
Onun mutsuz olduðunu ortak bir dostumuzdan öðrendim. Halbuki
benim için Yahya Dai bitmez tükenmek bilmeyen bir enerji ile saksofon
çalan ve iç enerjisini etrafýna týpký bir ýþýk kaynaðý gibi yayan bir
müzisyendi.
Bazen bir insaný tanýrým sanýrsýnýz, an gelir o insan hakkýnda ne
denli az þey bildiðinizi farkedersiniz. Önce onu telefonda dinledim.
Kelimelerin arkasýndaki üzüntüyü kolayca hissedebilirdiniz:
"Amerika'ya gitmek istiyorum çünkü yaþamýmda bugüne kadar
yapabildiklerimi
bambaþka
bir
dünyadan
yeniden
bakarak
deðerlendirmek istiyorum. Bugüne kadar neyi getirebildim, bugünden
itibaren neyi ileriye götürebilirim bir görmek istiyorum. Arkadaþým Alper
Yýlmaz'ýn yanýnda kalmak üzere Sacremento'ya gidiyorum. Alper bana
bir saksofon üstadý da ayarlayacak, ondan ders alacaðým. Bir anlamda
kendimi ona danýþacaðým, beni önyargýsýz deðerlendirecek bir adamýn
yorumunu alacaðým.
Daha evvel Amerika'ya gittiðimde zenciler ile beraber müzik
yapmaktan büyük zevk aldýðýmý hissettim. Çok içten çalýyorlar ve
birbirlerine destek oluyorlar. Seni de kendileri gibi içten çaldýrýyorlar.
Birini bir þeyler yaparken gördüklerinde ona yaptýðýný daha iyi yapmasý
için destek oluyorlar.
Türkiyede ise durum farklý. Burada birisinin projesinde yer alýr da
beðenilirsen bir müddet sonra istenmeyen adam oluyorsun. Ne yazýk
ki bu gerçek.
Amerika'da iyi bir fýrsat olursa kendimi geliþtirmek istiyorum. Ama
birþeyler planlayarak yola çýktýðýn zaman olan þeylerin o plana ne
kadar uyup uymadýklarýný gözlemlemekten olan þeylerin tadýný çýkartýp
onlar ile doðaçlama bir iliþkiye girme fýrsatýný kaçýrýyorsun.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
150
Bugün otuz yedi yaþýndayým, saðlýðým, gücüm, enerjim, birikimim
beni daha ne kadar bu iþte destekler bilemiyorum. Ama hayatýmýn
kalan kýsmýný pazarlýksýz yaþamak istiyorum. Ön koþul koymaksýzýn ve
salt müzik ile yaþamak istiyorum. Daha iyi bir müzik ortamý, beraber
çalabildiðim ve benimle çalmak istiyen müzisyenler, daha iyi bir seyirci
hak ettiðimi düþünüyorum."
Sözler yüreðime oturdu…
Beatles'ýn çok sevdiðim bir parçasýný hatýrladým, "She is Leaving
Home".
Eh, "she" yerine "he" koymanýn bir sakýncasý olmaz, diye
düþündüm.
Bu þarkýda anne ve baba evden ayrýlan çocuklarýnýn ardýndan
sorarlar: Niye gidiyor? Halbuki biz ona her þeyi vermiþtik.
Onun ile birlikte yaþadýðým bir konser anýsý gözlerimin önüne
geliyor. Açýkhava Tiyatrosu'ndaki konserde Kenny Garrett saksofonu
ile seyirciye karþýlýklý bir þarký söyletiyordu. Kenny saksofon ile bir
cümle üflüyor sonra durup seyircinin ayný melodiyi tekrar etmesini
dinliyordu.
"Çabuk saksofonunu çýkart!" Yahya bu sözlerime þaþýrmakla
beraber hiç itiraz etmeden ayaðýnýn dibindeki kutudan saksofonunu
çýkarttý, sonra tekrar seyircinin sýrasý geldiðinde Kenny Garrett'a
saksofonu ile yanýt verdi. Kenny o sýrada sahnenin ilgi merkezi ve
tartýþmasýz kralý idi. Bir an þaþýrdý ve kendi sahasýna girmeye cüret
eden densizi aradý, sonra Yahya'yý gördü, önce kýzdýðýný sandým ama
sonra jazz adamý dayanýþma duygusunun aðýr bastýðýný hissettim,
gözleri ile Yahya'ya bir selam vererek showuna devam etti. O gece ben
de Yahya ile ortak bir baþka yönümü keþfetmiþtim, ikimizin de içinde
muzip bir çocuk ruhu yaþýyordu.
Bunca yýl sonra sadece konser salonlarýnda ve albümlerde tanýmýþ
olduðum bir insaný daha yakýndan tanýmak istedim, bir cumartesi günü
öðleden sonra bu fýrsatý buldum.
"Baþkurt sokak No 40, giriþ katý, bir numaralý daire, marketin yaný..."
Evi Taksim civarýnda Kazancý yokuþu civarýnda bir yerde idi,
Cazname I- Tunçel Gülsoy
151
telefonda bana arabamý park etmem gereken yeri bile güzelce tarif etti,
yeri elimle koymuþ gibi buldum.
O minicik evin içerisinde Yahya'nýn tüm yaþamýnýn bir kesitini
gördüm.
Müzik seti, onlarý tamamlayan Castle Monitor speaker'lar, güzel bir
ses. Sonra bir çalýþma köþesi, bilgisayar, kitaplar, CD'ler bir mantýða
göre düzenlenmiþ. Saksofoncular alt sýrada, trompetçiler üst rafa
dizilmiþler. Sonra gözlerim etraftaki yoðunluða alýþtý; bakmaya devam
ettim. Maket otomobiller, Aykut Uslutekin'in çekmiþ olduðu güzel bir
konser fotoðrafý, ufak ama muntazam bir yatak odasý, sonra bir dolu
saksofon aðýzlýðý ve kamýþý, duvarlarý süsleyen posterler. Mutfaktan
açýlan bir kapý arka bahçeye veya balkona (size nasýl gelirse) açýlýyor.
Burada bir çamaþýr makinasý ve iki yarýþ bisikleti duruyor. Sonunda
minik bir yemek masasýnýn etrafýna çöktük, bu sefer etraftaki bir dolu
bavul, saksofon ve tek baþýna maðrur bir eda ile duran bir pan flüt
gözüme çarpýyor.
Kapkara minik bir kedi sohbetimizin baþlangýç noktasý oluyor:
"Adý Þobe, hayýr sobe deðil, Þobe. Bak þu gördüðün pencerenin
önü sokak, bazen mahallenin çocuklarý onun dibinde saklambaç
oynarlar, bir seferinde çocuklarýn en ufaðý duvara koþtu elini vururken
"Þobe" dedi, belli ki doðrusunu telaffuz edemiyor.
Ben de sokakta bulduðum bu minnoþa "Þobe" ismini verdim. Kedim
çok entellektüeldir. Evde olmadýðým zaman ona mutlaka açýk müzik
býrakýrým, en çok Radyo Oksijen'i seviyor. Bu kanalda daha yeni tarz
jazz müzikleri var."
Aslan yattýðý yerden belli olur, ev titiz bir bekar evi. Yahya bir tepsi
ile geldi, sýcak su, nescafe, þeker, süt, bardaklar, kaþýk ve beyaz
peçeteler tepsiyi süslüyordu. Onun özenli bir ev sahibi olduðunu
düþündüm. Ayrýntýlarda atlanan hiç bir þey yok. Bir de taze vaferlerin
enfes tadýný hatýrlýyorum. Kahve içerken sohbetimize daldýk gittik.
Yahya 25 Aralýk 1963'te doðmuþ, yani Ýsa peygamberin göðe çýktýðý
gün. Önce ona Ýsa ismini vermeyi düþünmüþler ama sonra baþka bir
kutsal kitap isminde karar kýlýnmýþ ve ailesi oðullarýna Yahya ismini
uygun görmüþler. Soyadý "Dai" ise dua eden anlamýna geliyor. Sonra
Cazname I- Tunçel Gülsoy
152
zor geçen çocukluk yýllarýný dinliyorum. O henüz dört buçuk yaþýnda
iken ayrýlan, her ikisi de müzisyen olan bir anne baba, iki müzisyen
teyze, ressam bir dede: Abidin Elderoðlu. Onun ve anneannesinin
yanýnda geçen çocukluk yýllarý, dedenin klasik müzik plaklarýný
dinleyiþ, sonra zaman zaman annenin evine dönüþler. Annesinin
küçük transistörlü radyosunu yastýðýnýn altýna sokarak sessizce müzik
dinleyen küçük bir çocuðun yanlýz, uykusuz ve uzun geceleri.
Annesinin arpist arkadaþýnýn hediyesi olan bir blok flüt onun
yaþamýnda sahip olduðu ilk enstrümaný, henüz dördüncü sýnýfta. On
beþ günlük bir blok flüt öðrenimi ile nefesli sazlardaki yolculuðuna
baþlýyor.
Ýki ev arasýnda geçen bu çocukluk yýllarýný tamamlayan yatýlý okul
yýllarýndan bahsediyor. Bilecik Ertuðrul Gazi Lisesi, Anadolu'nun tüm
yörelerinden gelen çocuklarýn kaynaþtýðý bir okul burasý, çoðu ya fakir,
ya da anne baba ayrý. Bu okulda seçme ders olarak alýnan müzik
derslerini, herkesin yemekte olduðu sýrada çok güzel bir reverb'i olan
koridorda çaldýðý blok flütü hatýrlýyor. Sonra bir yýl sonu gösterisinde
öðretmeninin desteði ile kendi kendine flüt ile çaldýðý ABBA parçalarýný
ilk defa insan içerisinde çalýþýný hatýrlýyor. Bu onun ilk resmi konseri.
Bir gün okul biter ve Ankara'ya döner ama annesi ikinci defa
evlenmiþtir. Üvey babasý Nail Payza Bey hayatýnda gördüðü en
disiplinli insanlardan biridir. Ýlk önceleri onun bir saksofon almasýna
engel olmasýna raðmen ileride bir gün
sýrasý geldiðine inanýnca
Yahya'ya bir saksafon da ayný Nail Bey alacaktýr.
Bir enstrümana sahip olmak konusunda ilk duyduðu heyecan ona
doðum gününde hediye edilen gül aðacý bir tenor blok flüt olur. Aslýnda
bu flütü vitrinde görmüþ ama annesinin ve yeni babasýnýn kendisine
almayacaðýný düþünmüþ.
Kahve içmeye devam ediyoruz. Bana o gül aðacý blok flütü
göstermesini istedim. Getirdi, özenle kutusunu açtý, parçalarý
birleþtirdi, yýllar flütü yýpratmýþtý ama týpký gençliðinde çok güzel olan
bir kadýn gibi hala güzelliði göz kamaþtýrýyordu. Bu flütün bir ruhu var,
dedim o ise, her enstrümanýn vardýr, dedi. Blok flütü yanýmýza itina ile
yerleþtirerek konuþmamýza devam ettik. Flütün bizi dinlediðine
emindik.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
153
Enstrüman konusundaki ikinci benzer duyguyu ilk saksofonunun
kapaðýný açtýðý an yaþar. Bu bir buçuk yýl beklenmiþ bir alto
saksofondur
ve
Yahya'nýn
hayatýnda
bambaþka
bir
dönem
baþlamaktadýr. Blok flütte çýkarabildiði seslerin bir sýnýrý olduðunu ve
bunun da kendi becerisinden deðil enstrümandan kaynaklandýðýný fark
ettiði bir dönemde saksofon dünyasýna geçecektir.
"Ýlk saksofonumu gizlice almýþtým, kendi biriktirdiðim para ile yurt
dýþýndan bir arkadaþýma ýsmarlayarak getirttim, anneannemin evinde
kalýrdý. Ýlk saksofonumu elime aldýðýmdan beri on dokuz yýl geçti,
seneye yirminci yýlýmý kutlayacaðým."
Yahya liseye meslek lisesinde baþlar ama baþarýlý bir öðrenci olarak
ikinci yýlýndan itibaren teknik liseye transfer olarak motor bölümüne
kayýt olur.
Teknik lise yýllarý çok baþarýlý geçer, özellikle otomobil motorlarý
konusunda çok þey öðrenir, bir yandan da amatör olarak bir çok
deðiþik grupla müzik çalýþmalarýna devam eder.
"Aslýnda liseyi bitirdiðim yýllarda amacým bir atölye açmak, gündüz
atölyemde çalýþmak, akþamlarý ise saksofon çalmaktý. Makina
mühendisi olmak ve tasarým yapmak istiyordum. Ama sonunda
sadece ODTÜ fizik bölümünü kazandým. Malesef akademik olarak pek
baþarýlý olamadým. Fizik bölümünde benim tanýdýðým fizik on beþ
günde geçilmiþti. Kuantum fiziði baþlayýnca ben tamamen devre dýþý
kaldým. Üvey babamýn istememesine raðmen altý ay sonra okulu
býraktým ve tekrar üniversite sýnavlarýna girerek Antalya Akdeniz
Üniversitesi Meslek Yüksek Öðretim Okulu'na girdim. Ýki yýllýk olan bu
okulu çok keyifli okudum, bol bol bisiklete bindim, müzik yaptým. Bazen
Antalya yat limanýna gider müzik çalardýk. Antalya Develi restoranda
ilk defa profosyonel olarak sahneye çýktým. Bir gün Doktor Ýbrahim
Esener ile tanýþtým. O zamanlar CD'ler yeni çýkmýþtý ve ilk jazz
CD'lerini onda gördüm. Bir gün bana: "Çok güzel çalýyorsun, bu yolda
git." dedi. Çok etkilendim o güne kadar hiç kimse bana öyle bir þey
söylememiþti. Okulun son yýlýnda bisikletimi satmýþ mobilet almýþtým.
Askere gitmeden önce bir atraksiyon olsun diye Mobilet ile Ankara'ya
dönmek istedim. Ýbrahim Aðabey bana bir otobüs bileti vermesine
raðmen Ankara'ya Mobilet ile döndüm. Eþyalarýmý otobüs ile
Cazname I- Tunçel Gülsoy
154
yollamýþtým ama alto saksofonuma kýyamadým ve onu mobiletimle
getirdim. On yedi saatte Ankara'ya vardým, eve bir buçuk kilometre
kala motorun diyaframý kýrýldý ve pedal çevirerek eve varabildim.
Annem tam bir hafta benimle konuþmadý."
Annesi ile ayný görüþü paylaþtýðýmý içimden geçirdim ama Yahya'ya
açýklamak istemedim, çünkü o tatlý bir tempo ile geçmiþini yeniden
yaþamaya baþlamýþtý.
"1987'de müzisyen olarak yaþamaya karar vermiþ idim ve eski
arkadaþlarým Sina Hakman, Erkan Gençol, Ýhsan Akyüz ile "Grafitti"yi
kurdum. Ankara'daki Eylül barda çalýþmaya baþladýk. Barýn sahibi
Ayten Haným bize sahip çýktý. Ýlk defa derli toplu parçalar çaldýk. Ýyi bir
saksofon tonu yakaladým, inanýlmaz bir keyif alýyordum. Aslýnda
saksofon çalmayý öðrenmek için hiç bir zaman ders alacak param
olmamýþtý. Ýki yýl doðru dürüst ses çýkartamadan kendi kendime
çalýþmýþtým. Anneannemin evinin koridorlarýnda kendi kendime
çalardým. Þunu fark etttim, müzikte o güne kadar içinde olduðum
mekanik-teknik dünyasýnýn ötesinde engin ve derin bir tat var. O güne
kadar müziði sadece dinliyordum ama çalmaya ve duyduðum sesleri
çýkartmaya baþladýktan sonra baþka bir tat aldým.
1987'de askere gittim, er olacaktým ama önce müzisyen olduðumu
söylemedim, yeni yeni oluþmakta olan müzikal aromamý kirletmek
istemedim. Ama bir gün bölüðe gelip içimizde müzisyen olup
olmadýðýný sordular, ben gayri ihtiyari öne çýktým, bu þekilde ordudaki
müzisyenlik hayatým baþladý.
Antalya Karpuzkaldýran'da müzisyen
olarak çalýþacaktým. Bir gün eðitim alanýnda çavuþ içinizde kim saks
çalýyor, diye sordu, bir asker kendini tutamadý güldü, çavuþ onu ceza
olarak kulaklarýndan tutup tutup havaya kaldýrdý, kulak kýkýrdaklarýnýn
çatýrdýsýný duydum, kendimi çok suçlu hissettim. Unutamadýðým
olaylardan birisi de 1988'de Miles Davis'in Ýstanbul konseri oldu. Ona
çok gitmek istiyordum, babasý general olan Ýstanbullu bir arkadaþ bana
izin aldýrabileceðini söyledi, ama sonra bunun acýsýný benden çýkarýrlar
diye teþekkür ederek istemedim, ama bugün çok piþmaným."
Ancak Yahya Miles Davis'in kasetlerini alýr ve defalarca dinler.
Sonra bunu baþka jazz müzisyenlerinin kasetleri izler, iyi bir dinleyici
olmaya baþlamýþtýr.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
155
"Bir gün General Muhittin Fisunoðlu'nun huzurunda çalýyoruz,
müzik bitti komutan bizi yanýna çaðýrdý, çok korktum, ama beklediðim
gibi olmadý. Meðer Fisunoðlu çaldýðým tenor blok flütün sesini çok
beðenmiþ, beni tebrik etti elimi sýktý, o sýkýnca herkes elimi sýktý, çok
þaþýrmýþtým. Füsunoðlu beni ve gözüne kestirdiði bir klarinetçiyi
Ýzmir'deki Konak ordu evine getirtti. Bundan sonrasý daha rahat geçti.
Kokteyller, sosyal iliþkiler, çok mutlu oldum. Bana bir çalýþma mekaný
da saðladýlar, klarinet çalmayý öðrendim, tenor saks çaldým. Her gün
subaylara yemek müziði çaldým. Bu çalýþlar sýrasýnda genel olarak pop
jazz ve jazz standartlarý çalýyordum. Orda fark ettim ki daha önce
böyle müzikleri hiç dinlememiþ olan insanlar bile hoþlanabiliyor. Canlý
çalýþta kasetlerde olmayan bir baþka etki var.
Jazz'ý yemek müziði olarak çalarak birçok insana sevdirdim, geldiler
bana teþekkür ettiler. Bu bana sevdiðim þeyi, yani jazz müziðini
baþkalarýna da sevdirebileceðime dair ümit verdi."
Gün gelir askerlik biter ve Yahya eve döner. Üvey babasý ile olan
iliþkiler zorlaþýnca evden ayrýlýr, bir tiyatrocu arkadaþý ile ufak bir çatý
katý tutar, çeþitli gruplarda çalýþmaya baþlar. Hatta para biriktirip bir
yarýþ bisikleti bile alýr. O sýrada hayatýný deðiþtirecek bir þey olur:
"Þimdi ayrýlmýþ olduðum eþim Özlem ile o sýralarda tanýþtým. Özlem
bir þehir planlamacýsý idi, tiyatro ile uðraþýyordu ve on iki ortaklý bir kafe
iþletiyordu. 1990 yýlýnda evlendik, müzik ile uðraþmaya devam ettim.
Tuna
Ötenel
ile
tanýþmýþtým,
onunla
Mimarlar
Derneði'nde
çalýþýyordum. Tuna Ötenel'i kendi tarzýna çok hakim olabildiði için
beðenirim.
Evlendikten sonra bir 67 model Wolkswagen minibüs aldýk, tüp gaz,
yatak, buz kutusu falan, yazlarý Bodrum'a gider çalýþýrdýk. O zamanlar
Bodrum Caz Kafe henüz marina tarafýnda idi. Cengiz ve Mete ile
tanýþmamýz da o döneme denk geldi ve Caz Kafe'de çalýþtýk. 1991' de
TAI'ye (Turkish Aerospace Indusrtry) girdim, önce uçak gövdelerinin
montajýnda çalýþtým, sonra motor bölümüne geçtim. Beni Ýtalya'ya
kursa gönderdiler, saksofonum ile gittim,
orada jam sessionlara
katýldým.
Þöyle düþünüyordum: Müzisyenlik zor iþ, normal bir para
kazanacak iþim olsun ama hafta sonlarý ödünsüz müzik yapayým.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
156
Ama kýsa zamanda gördüm ki bütün hafta enerjimi iþe harcayýnca
hafta sonu sazým bana yabancý geliyor. Deðil müzikte ilerlemek,
gerilemeye baþlamýþtým.
Asia Minor da 1990'da baþlamýþtý. TAI de çalýþýrken onlar ile
beraber Ýtalya'ya gitmek için iþimden zar zor bir izin aldým, bu benim ilk
yurt dýþý deneyimim oldu, Viyana'ya gittik. Ama anladým ki Asia Minor
ciddi bir proje, motorculuðu býrakýp devam etmek lazým, ama bir kere
býrakýrsam uçak motorculuðuna bir daha kariyer olarak dönemem, bir
yol ayrýmýna gelmiþtim. Ayrýlmaya karar verdim, en çok kayýnvalidem
itiraz etti, onun için müzik bir hoþça vakit geçirme biçimi idi. Bense
müzikte para kazanmasam bile çok mutlu oluyordum.
Sonunda
ayrýldým ve Asia Minor ile çalýþmaya baþladýk. Bir çok yerde konserler
verdik, turnelere çýktýk.
Avrupa benim ufkumu açtý. Orada çok farklý bir dinleyici olduðunu
keþfettim. Çalana ve sanatçýya inanýlmaz bir saygý var. Türkiye'de
baðýrtý çaðýrtý arasýnda çalýyoruz ve bu durum beni hep mutsuz ediyor.
Orada ise insanlar nefeslerini tutuyorlar. Orada daha deðerli
mahluklarýz, sanat ile uðraþmak önemli bir þey, bu duygu seyirciden
sanatçýya yansýyor. Burada kalabalýktan birkaç kiþi seni dinlerken
orada seni dinlemeyen ancak birkaç kiþi olabilir. Halbuki en mühim
olan þey dinleyici ile müzisyenin iletiþimi. Çalmanýn dinleyici tarafýndan
absorbe edilmesi lazým. Ýnsan tek baþýna çalarak bir yere varamýyor.
Müzik dinleyiciye çalýnýnca anlam kazanýyor."
Yahya bu arada Bilkent Üniversitesi'nde Polonyalý Janusz Szpot ile
çalýþýr. 1991'de bu üniversitede bir jazz bölümü açýlmýþtýr ama kýsa
zaman sonra bunun bir vitrin olduðunu farkeder. Açýldýktan bir yýl sonra
bile okula öðretmenler gelmemiþtir. Jazz bölümü çabasýnýn samimi
olmadýðýný hissedince oradan ayrýlýr.
Derken bir gün gelir Yahya'nýn Ankara'daki müzik hayatý biter.
Beraber çalýþtýðý arkadaþlarýndan önce Volkan Hürsever sonra Sibel
Köse Ýstanbul'a giderler. Ama onun hayatýnda daha ilginç bir deðiþiklik
olacaktýr.
"1994 yýlýnda baba oldum, oðlum Ege doðdu, uçak fabrikasýndan
ayrýldýktan sonra geçimimi saðlayamayacaðýmý biliyordum, bir çocuk
Cazname I- Tunçel Gülsoy
157
sahibi olmak bu açýdan daha da zor bir iþ idi. Ayrýca benim için müzik
bir öncelik idi, böyle olunca da özel hayata yer kalmýyor. Oðlum iki
buçuk yaþýnda iken eþimden ayrýldým. Yok sadece ekonomik sýkýntý
deðil, standart dýþý bir yaþam bu, sýkýntýlý, evime ve çocuðuma vakit
ayýramadým. Zar zor baþka bir eve çýktým, yeni bir düzen kurdum, çok
zor günler geçirdim. Sýk sýk Ýstanbul'a gidip gelirken en sonunda daha
çok iþ imkaný var diye Ýstanbul'a taþýndým.
Ýstanbul bu, dýþý Ankaralýyý içi Ýstanbulluyu yakar. Kahve filan
kalmadý, Yahya mahalledeki pideciye gidelim diyor ama konuþmaya
kaptýrmýþýz, bir türlü evden çýkamýyoruz. Sonunda buzdolabýndan bir
çið köfte getiriyor. Balýk pazarýndan aldým, iyi bir yerden, bizim Antep
damak tadýna uyuyor, diyor. Ben yeþil yapraða ilk köfteyi saraken o
bana Ýstanbul günlerini anlatýyor:
"1998'de Cumhuriyet'in 75. Yýlý kutlamalarý çerçevesinde Amerika
turnesine gittim, hem Asia Minor hem de Yeni Türkü ile çaldým. Her iki
grupta da ayný özen ve perfomansý gösterebilmem için saðlýðýma,
konsantrasyonuma çok özen göstermem lazýmdý. Küçük bir
perfomans düþüklüðü onlara diðer gruba daha özenli çalýp kendilerini
ihmal ettiðim etkisini verebilirdi. Ýþte bu yaþanmasýn diye uðraþtým.
Aslýnda bu benim ikinci Amerika turnemdi. Ýlkini 1996'da Asia Minor ile
yapmýþtýk.
Amerika'dan dönünce þu an içinde oturduðumuz bu evi tuttum. Çok
umutlu idim, yaþýtlarým müzisyenlerin arasýnda idim ve aklýmdaki
müziðe onlar ile beraber çalarak varabileceðimi düþünüyordum. Ama
1999 yýlýnda ekonomik kriz baþladý ve en popüler müzisyenler bile
iþsiz kaldý. Bu benim için büyük bir psikolojik yýkým oldu.
Fakat bundan daha da kötüsü sorunun sadece ekonomik
olmadýðýný anladým.
Esas sorun bizim yaptýðýmýz sanat endiþeli müziðin Türkiye'de bir
deðerinin olmamasý. Önemli olan ekmek parasýnýn kazanýlabileceði
müziði yapmak, birilerinden iþ kapmak, bir þekilde geleceði mümkün
olduðunca garantiye alabilmek.
Ýstanbul'da insan iliþkileri Ankara'ya göre daha kirli veya ben
kendim profosyonelleþtikçe olayý böyle görüyorum. Birçok ters ve
Cazname I- Tunçel Gülsoy
158
tatsýz deneyimim oldu, beraber çalmak isteyebileceðim insanlarýn
sayýsý azaldý."
Sesindeki kýrgýnlýðý saklamýyor, aslýnda telefonda kýsaca deðindiði
bazý þeylere ancak þimdi sýra gelmiþ oluyor. Onu dinlemeye devam
ediyorum.
"Ýstanbul'da iki türlü jazz müzisyeni var. Bunlardan ilk grubu
kendilerine düzenli bir gelir saðlayacak bir iþte çalýþýyorlar, kalan
vakitlerinde ise müzik ile uðraþýyorlar. Aslýnda bu müziðe jazz demek
de doðru deðil, yaratýcý doðaçlama müzik dersek daha doðru olacak.
Çünkü birçok insan jazz müziðini mainstream olarak algýlýyor.
Bir de daha genç bir nesil var, memurluktan uzak, bunlar daha çok
pop piyasasýnda çalýyorlar, kayýt ve konserlerden kazandýklarý
paralarla geçimlerini sürdürerek kalan vakitlerinde jazz faaliyetinde
bulunuyorlar.
Ben her ikisini de denedim. Ama benim için esas olan sevdiðim
müziði yapabilmekti. Para kazanmak isteseydim hazýr bir iþim de
vardý. Pop camiasýna gelince, onlarýn arasýna katýlýnca fark ettim ki
sana orada bir görev veriyorlar ve yapar yapmaz da toz olmaný
istiyorlar. Ayrýca birçok dolap, hile hurda da var. Fark ettim ki herkes
bana "cazcýdýr, az ile yetinir" diye davranýyor.
Ben sevdiðim müziði baþkalarýna da sevdirmek için yola çýkmýþ bir
müzisyenim. Kiþisel baþarýmýn ölçüsünü radyoda dinlediðim ve
sevdiðim müziði üretebilen insan olabilmek olarak belirlemiþtim. "Para
kazandýran" iþler ile uðraþtýðýmda müziði sevdirmek istediðim kitleye
bu gün olduðu kadar eriþemiyordum. Eriþebilmek için doðaçlamada
çok önemli, teknik de çok önemli. Ama ruhunun hissettiði gibi müzik
yapmakta serbest olmazsan yaptýðýn müziðin adý jazz olamaz, zaten
bundan gerisi de çok önemli deðil. Ruh dediðin düðmeye basýlýnca
harekete geçmiyor. O bütün hayatýn geneline yayýlýyor. Sosyal
hayatýndan özel hayatýna kadar kendini bu atmosferde hissetmen
lazým. Para kazanmak için sevmediðin ve yaratýcý olmayan bir müziðe
bulaþýrsan kendi yaratýcýlýðýný bölüyorsun. Ondan sonra gidip yepyeni
bir müzik yapmak veya olan müziði yepyeni bir þekilde yorumlamak
mümkün deðil. Bunu umabilmek ise sadece hayalperestlik."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
159
Yahya müziðin teknik yönü konusunda bazý eksiklikleri olduðunu
düþünüyor.
"Bu günkü aklým olsa idi annemi dinler konservatuara gitmiþ
olurdum. Halbuki ben çocukluk yýllarýmda klasik müzikten keyif
almamýþtým. Genç yaþta temel müzik eðitimi almýþ olsaydým daha iyi
bir alt yapý ile bugünü yaþardým. Kompozisyon bilgim az, beste
yapabilmek
ve
çalmak
için
alt
yapýmýn
eksik
olmasýnýn
huzursuzluðunu hissediyorum. Tabii bunlar olmadan da beste
yapýlabiliyor ama ben ilk çalýþtýðým yýllardan beri hep aklýmdan geçen
melodiyi enstrümanýma hiçbir engelle karþýlaþmadan aktarmak
istedim. Melodi ve emprovizasyona çok emek harcadým, birçok kiþi ile
çaldým, ciddi bir sahne deneyimim oldu. Tabii bu olayýn bir yönü. Ama
öte yandan da bugün özgür bir yürek ve beyin ile müzik yapabilmemi
herhangi bir sistemin diþlisine girmemiþ olmama borçluyum.
Dolayýsýyla bedeli bugün ve ileride ödenmek kaydý ile ulaþabileceðim
daha güzel yerler olabilir. Okullardan belli bir altyapý ile çýkanlar
aslýnda o altyapýnýn esiri oluyorlar. Birbirlerine benzer þeyler yapýyorlar
ve yaptýklarýný savunmak zorunda kalan insanlar haline geliyorlar.
Güzellik everensel bir kavram, sadece belirli bir eðitim ile
ulaþýlabilecek bir þey deðil. Ona doðru herkesin farklý bir yoldan
ulaþma hakký ve imkaný olmalýdýr."
Çið köfte bile kalmadý, son köfteyi misafir olarak alma hakkýnýn
bende olduðunu düþündüm. Pide ihtimali gittikçe uzaklaþmaya
baþladý. Bu arada durmadan müzik dinliyoruz, bazen Yahya'nýn henüz
yayýnlanmamýþ kayýtlarý da araya giriyor. Ben onun CD'lerini
incelerken saksofoncularýn aðýrlýkta olduðunu görüyorum, eh bu çok
doðal ama Yahya'nýn müzik paleti oldukça geniþ. Groover
Washington'un albümünü elime alarak onun hakkýnda yazdýðým ölüm
yazýsýný okuyup okumadýðýný soruyorum.
"Saksofon çalmak için bana ilham veren kiþi Groover Washington
Jr. idi. Onun yüzünden bu aleti çalmam lazým geldiðini düþündüm.
Daha sonra da David Sanborn bana ilham verdi. Bundan sonra bir çok
isimle ayný anda tanýþtým. Charlie Parker, John Coltrane, Dexter
Gordon, Wayne Shorter, önce onlarý kasetlerden tanýdým. Sonra
kendimi daha da yakýn hissettiðim insanlar oldu. Michel Brecker,
Cazname I- Tunçel Gülsoy
160
Kenny Garrett. Ama iki isim daha var: Miles Davis ve Marcus Miller.
Steve Wonder'ý çok beðenirim, bildiðimiz anlamda jazz yapmaz ama
özellikle eski albümlerinden derin bir keyif alýrým."
Steve Wonder'ýn albümünü dinlemeye baþladýk: "Love is in need of
Love Today"
Bu þarkýnýn sözlerinde günümüzü anlatan bir þeyler buluyorum:
Bugün sevginin sevgiye gereksinimi var/ Geciktirme/ Sen sevgini
yolla bir an önce/
Nefret fýrdöndü dolanýyor etrafýmýzda/ Tüm yürekleri kýrýp dökerek/
Durdur nefreti bir an önce/ Artýk çok geç olmadan...
Bazen sessizlik sözlerden daha fazla þey iletir. Ýkimiz de bir an
susuyoruz. Ben kütüphanedeki maket trenlere bakýyorum, Yahya
tekrar söze giriyor:
"Oyuncak trenlere meraklýyým. Yatýlý okullara trenler ile gitmiþtim, o
trenlerde bir çok þey yaþadým, bir kere iren kazasýnda mahsur kaldým,
uzun tren yolculuklarýnda bir çok insan ile tanýþtým, sohbetler ettim.
Trenler otomobillere göre daha huzurlu araçlar. Hem insanla hem
doða ile daha uyumlular. Küçük bir tren setim var. Fantezim evde rahat
bir salonumun olmasý ve orada büyük bir tren seti dünyamýn
bulunmasý. Orada vakit geçirmek ve makinistlik yapmak isterim."
Sonra müzik bitiyor. Baþka bir albüm dinlemek istemiyoruz. Sokakta
çocuklar oynuyor. Ýçlerinden biri sanki "Þobe" dedi gibi geliyor bana.
Senin çocuklar diyorum, o an aklýna baþka bir çocuk geliyor:
"Oðlumu az görüyorum bu da beni çok mutsuz ediyor. Þartlar
elvermiyor."
Gene susuyoruz, konuþmanýn sonuna geldiðimizi ona gelen bir cep
telefonundan anlýyorum. Bir haným ile konuþuyor. Konuþmasýndan
artýk bitirmemiz gerektiðini anlýyorum, onun labirentlerinde son
noktaya yaklaþtýðýmý hissediyorum.
"Ýleride nasýl hatýrlanacaðýmý bilmiyorum. Çok bulunmaz bir yetenek
deðilim, geldiðim noktada çalmýþ olduðum sekiz-dokuz albüm var,
Jazz dergisinde en iyi ikinci saksofoncu seçildim. Ama baþladýðým
noktadan çok baþka bir yere vardým. Ýnandýðý þeyin peþinde koþmuþ,
Cazname I- Tunçel Gülsoy
161
kendine ve hayata karþý dürüst olmuþ bir insan olarak hatýrlanmak
istiyorum. Türkiye'de jazz müziðinin anlaþýlýp sevilmesinde rolü olmuþ
bir insan olarak anýlmak öbür dünyada bana en çok keyif verecek þey
olacaktýr.
Bu gün geldiðim noktada þunu düþünüyorum. Müzik denen þey bu
dünyaya ait bir uðraþ deðil. Müziði dinleyen de yapan da mental olarak
bir baþka dünyaya gidiyor. Dolayýsýyla biz müzisyenler o mental
dünyayý hasbelkader keþfetmiþ gezginleriz ve dinleyici denen kitleyi o
baþka dünyaya götürüp getiren gemilere kaptanlýk yapýyoruz ve yol
gösteriyoruz.
Bundan sonra Acid jazz veya Hip Hop jazz yapacaðým. Bugünün
insanýnda aðýr müzik dinleyip onu derinlemesine inceleyebilecek ruh
ve enerji kalmýyor. Sistem insanýn posasýný çýkartýyor. Bugün sanat
deðil "entertainment" yani "eðlence" anlayýþý egemen. Acid jazz'ýn çok
yavan örnekleri var ama insanlarýn hem eðlenebildiði hem de dans
edebildiði ve bir yandan da jazz'ýn içerisinde yer alabildiði sýnýrlý
çalýþmalardan bir tanesi."
Yahya Dai 28 Nisan 2000 günü Amerika'ya gitti. Kendini yeniden
sorgulamak ve eksik bulduðu yönlerini tamamlamak için.
Bugün otuz yedi yaþýnda ve henüz bunu yapabilecek enerjisi
varken.
Beatles'ýn çok sevdiðim parçasý "She is Leaving Home"da anne ve
baba evden ayrýlan çocuklarýnýn ardýndan sorarlar: Niye gidiyor?
Halbuki biz ona her þeyi vermiþtik. Bu sorunun yanýtý þarkýnýn en son
kýsmýnda verilir, anne ve baba gerçeði fark ederler.
"Biz ona herþeyi verdik sandýk ama sevgiyi veremedik."
Lütfen hepimiz düþünelim, biz çevremize yeterince sevgi verebiliyor
muyuz?
162
YILDIZ ÝBRAHÝMOVA
ÇÝGAN ROMANSLARINA VERÝLEN
YENÝ BÝR SOLUK
"Bana düþlerini söyle, sana kim olduðunu söyleyeyim."
Adam iki saattir sohbet ettiði kadýna son bir soru sordu:
"Nasýl bir müzik yapmak isterdiniz?"
Kadýn tereddüt etti, sýnýrlarý düþündü, adam hemen anladý ve
devam etti:
"Sýnýr yok, her þey gönlünüzce olsa, para, mekan, her þey
istediðiniz gibi…"
Kadýn aðýr aðýr konuþmaya baþladý:
"Bir konser düþlüyorum, bir gösteri. Önce bir büyük senfoni
orkestrasý olsun, yanýnda bir jazz "big band"i onu tamamlasýn. Bugüne
kadar söylemiþ olduðum tüm tarzlardan geçerek adým adým bütün
insanlýk kültürünü kucakladýðým bir konser.
Orkestra hangisi mi olsun… Tamam, buldum: Vienna Symphony'yi
isitiyorum, onlarý Karajan ile dinlemiþtim; Çaykovski'nin altýncý
senfonisini çalmýþlardý. Konser bittiðinde hatýrlýyorum da ne ben ne de
beraber gittiðim arkadaþlar konuþamamýþtýk. Konser sonrasý gittiðimiz
kafede bile sessizce oturmuþtuk. O orkestra inanýlmaz bir mükemmelik
ve dayanýþma örneði. Karajan bir kaplýca tedavisi için Bulgaristan' a
gelmiþti. Sahneye güçsüz ve bitik çýktý, birden sendeledi, düþecek gibi
oldu. Ttüm orkestra ayný anda ayaða fýrladý ve ona koþtular. O ne
sevgi ve saygý. Hala hatýrlýyorum.
"Big band"im
olmalý…
Amerikan olmasýn, ne bileyim bence Avrupalý
Cazname I- Tunçel Gülsoy
163
Sorunun sahibinin dudaklarýndan bir isim döküldü: Vienna Art
Orchestra…!
Kadýnýn gözleri parladý ve konuþtu:
"Evet, iþte onlar, Mulhaus festivalinde ben kýrk beþ dakika solo
söyledikten sonra onlar çýkmýþtý. Benim kültürüme daha yakýnlar,
Avrupalý. Zaten Avrupa hep farklýdýr."
Kadýn kendi söylediklerine kendi de inanmakta zorluk çekiyordu.
Ama ok yaydan bir kere çýkmýþtý, devam etti:
"Bir programýmýz olmasý lazým, bu kadar insaný sahnede boþ
tutamayýz ya.
Anadolu'da üç dört bin yýl önce acaba nasýl bir müzik vardý ? Çok
merak ediyorum. Pentatonik olsa da bu müzik ile baþlamak isterdim.
Bence Anadolu tüm medeniyetlerin beþiði. Çok insan gelmiþ geçmiþ
ve ortak kültüre, ruha bir þeyler býrakmýþ. Ben konserime Anadolu'dan
baþlamak isterdim. Anadolu türküleri söylemeliyim. Anneannemin
söylediði güzel türküleri. Sonra Bizans'a gelirdim. Bizans Avrupa
müziðine bir geçiþ olurdu."
Soru sahibi duyduðu yanýtlardan þaþkýndý ama kadýn ara vermedi:
"Bach' dan da bir þey olmalý programýmda. "Iþýðýn Sesi" albümümde
vardý. Bence Bach dünyadaki gelmiþ geçmiþ en büyük besteci,
olaðanüstü bir yetenek, çok sesli müzikte müthiþ þeyler yapmýþ. Katý
kurallarý aþýp estetik yaratmak onun dehasý. Bach'dan bir arya
söylemek isterdim. Ama Mozart'sýz da olmaz. Figaro'nun düðününden
"Rozina nýn Aryasý"ný söylemek isterim. Wagner'in orkestrayý çaðdaþ
bir biçimde kullaným tarzýný seviyorum ama operalarýnda o duyguyu
hissetmiyorum. Belki "Walküre" den bir parça alýrdým. Bir de John
Cage var, onun bir aryasýný Bulgaristan'daki konserimde söylemiþtim,
burda da olsun isterim."
Adam duyuduklarýný algýlamaya çalýþýrken bir saðanak daha geldi:
"Schubert'in Ave Maria'sýný da repertuarýma almalýyým. Muhteþem
bir þan parçasý."
Kadýn bir þey hatýrladý ve sözlerine devam etti:
"Bir Bulgar korosu var, A Capella, "Svetoslav Obretenov" korosu,
Cazname I- Tunçel Gülsoy
164
mükemmeldirler, beraber söylemiþtik. Onlarýn da bana eþlik etmesini
isterim."
Adamýn koroyu da vermekten baþka çaresi yoktu, sessizce baþý ile
kabul ettiðini gösterdi. Hayali sahne büyüdükçe kadýn açýldý ve
düþlerini geniþletti:
"Carmen'i çok seviyorum, ondan söylerken mezzo sopranodan
baþlýyorum, sonra orkestra kýsmý var, doðaçlama, þanson, jazzy bir
þey. En sonunuda bossa nova doðaçlama ile bitiriyorum."
Adam çoktan bitmiþti, ama kadýn daha yeni yeni ýsýnmaktadýr.
Konuþmanýn baþýndaki sakin gözler artýk yýrtýcý bir kaplaninkiler gibidir,
pýrýl pýrýl ýþýldarlar. Söz devam eder:
"Çaykovski'nin romanslarýndan bir tane mutlaka programa
almalýyýz. Amerikan kültürünü de beðeniyorum. Bence Gershwin'den
de bir parça almalýyýz. Ben bir çok çeþit müzik yaptým ama sonunda
hep jazz'a döndüm. Gershwin insan sesini en iyi tanýyan ve özellikle
insan sesini bir enstrüman olarak kullanarak beste yapan bir besteci.
Ses için beste yapmak zordur. Gershwin'in müziði benim için klasikten
jazz a geçiþ köprüsü oldu. Bu konserime onun "Serene Song"
parçasýný alýyorum."
Her düþün bir bitiþi vardýr ve sonra uyanýrsýnýz. Kadýný dinleyen
adam sona bölümün geldiðini hissetti ve sordu: "Peki konserinizi nasýl
bitirecekseniz ?"
"Beethoven'in dokuzuncu senfonisinin koral olan dördüncü bölümü
benim konserimin de sonu olacak. Tüm bu orkestralarým ve koro
arkamda o ünlü tema üzerine doðaçlama söyleyeceðim. Bu müzik tüm
insanlýðý ve kültürlerini kucaklýyor, ben de tüm insanlýðýn müzik
kültürünü bu þarký ile kucaklayacaðým."
Adam garsonun sözleri ile kendine geldi, "Bir þey daha ister
misiniz?" O da kadýna sordu: "Bir çay daha içer misiniz; ya da soðuk
bir þey?" Kadýn onun da en sevdiði çayý içiyordu: Earl Grey, bergamot
kokan o muhteþem çay.
Son çaydan sonra vedalaþtýlar, adam kaðýtlarý ve iki saat boyunca
edindiði yeni anýlarý ile otelin lobisinde yalnýz kaldý.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
165
Bazý filmler vardýr, filmin baþý aslýnda sonudur, seyirci sonunu
gördükten sonra filmin baþýna döner. Sonra tüm film boyunca o sona
nasýl gelindiði anlatýlýr.
Yýldýz Ýbrahimova ile bir gün tanýþtým. Son albümü ile ilgili olarak
konuþuyorduk.
Aslýnda ona kim olduðunu sorarak konuþmaya baþlamýþtým:
"Ýþte benim, karþýnýzda oturan kiþi, ama gerçekten kim olduðumuzu
belki de asla öðrenemeyiz."
Peki kiþisel menkibeniz nedir, niye bu dünyaya geldiniz?
Tanýþtýðýmýz gün otelin çay salonunda ilk bu sorularý sorduðumu
hatýrlýyorum. O ise resimlerinden ve konserlerinden tanýdýðýmdan farklý
idi. Yüzünde makyaj yoktu, çocuksu bir ifade ile sakin bir þekilde
karþýmda otururken yanýtladý:
"Bu dünyaya þarký söylemek ve müzik yapmak için geldim. Müzik
benim için vazgeçilmesi imkansýz bir ihtiyaç. Ben özgürlüðümü
müzikte bulmuþ bir insaným.
Bulgaristan'da bir gün beni ismimi deðiþtirmeye zorladýlar, adýmý
Suzan Evora yaptýlar, tam Sovyetler Birliði'nde yapacaðýmýz bir
turneden önce oldu. Dünyalarým yýkýldý, içim ezildi, kimliðimi yok etmek
istiyorlardý. Ama müzisyen arkadaþlarým o günün ortamýnda ve
þartlarýnda çok büyük bir risk aldýlar, bana Yýldýz diye hitap etmeye
devam ettiler. Hepsi bana destek oldu. Yaþlý bir þefimiz vardý, kulaðýma
eðildi ve "Müzik yap, baþka þey düþünme yoksa aklýný kaçýrýrsýn." dedi.
Onun sözleri ile anladým ki benim özgürlüðüm müzik. Sonra yollara
düþtük, tüm Sovyetler Birliðinde konserler verdik. Ruslar bizi çok
alkýþladý. Çok severim Ruslarý, derin bir kültürleri vardýr, belki bir gün
onlar hakkýnda kitap yazabilirim."
Karþýmda duran kiþinin müzikal yolculuðunu artýk adamakýllý merak
etmeye baþlamýþtým. Önce onun geçmiþine ve doðduðu aile ortamýna
döndük:
"Annem ilginç bir kiþi, sesi çok güzeldir, aneannemin de öyle idi.
Annenannem çok güzel þarký söylerdi, son nefesini þarký söylerken
Cazname I- Tunçel Gülsoy
166
verdi. Kýzým da yetenekli, henüz iki buçuk yaþýnda ama inanýlmaz bir
ritm duygusu var. Misafirlerimiz gelince hemen piyanoya koþuyor ve
"Anne misafirler geldi, la la la" diyor. Babamý genç yaþta kaybettim.
Çok iyi Türkçe bilen bir edebiyatçý idi. Redaktör olarak çalýþýrdý.
Yarýþmalarda derecesi olan amatör bir dansçý idi. Sanýrým ritm
duygumu ondan aldým ama daha da önemlisi o benim tüm sýrlarýmý
paylaþtýðým en iyi dostum idi.
Bir kardeþim var: Alev, mühendis olarak San Fransisko'da çalýþýyor.
Piyano çalar, Amerika'daki evine yatak almadan önce piyano almýþ bir
insandýr. Bana son albümümdeki Rus Çigan müziðini o öðretmiþtir.
Birçok kez bana piyanoda eþlik etti."
Sonra okul yýllarýna dönüyoruz, o anlatmaya devam ediyor:
"Klasik müzik eðitimi alarak müziðe baþladým, þikayetçi deðilim
ama klasik tarz çok katý. Benim dört oktav geniþliðinde sesim var.
Konservatuara da önce kolarato soprano eðitimi gördüm. Bir gün
hocamýn bana bakmadýðý bir an daha pes sesler çýkarttým, çok þaþýrdý,
baþýný bana çevirdi, sesleri çýkaran kiþinin benim olamayacaðýný
düþünerek odadaki diðer kiþiyi arýyordu. Böyle bir ses aralýðýna sahip
olmak güzel ama eðitimi de çok zor. Sesimin önce üst oktavlarýný
eðittiler."
Yýldýz Ýbrahimova resim sanatýna da ilgi duyuyor, ilkokulda iken
resim hocasýný parkta yaptýðý üç boyutlu resimler ile þaþýrtmýþ. Hoca
ona altý üzerinden altý artý vermiþ. Müziðin yaný sýra tasarýma olan ilgisi
yüzünden akademiye de girmek istemesine raðmen konservatuar
sýnavlarýnýn aðýrlýðý yüzünden bunu gerçekleþtirememiþ. Etrafýma
bakýyorum, bulunduðumuz Marmara Oteli'nin lobisini kendi zevkine
göre yeniden düzenlemesini istiyorum, çok hoþ öneriler yapýyor,
gülüþüyoruz.
Ona
kiþisel
menkýbesinin
neresinde
olduðunu
soruyorum, bir an düþünerek yanýtlýyor:
"Ýnþallah henüz baþýndayýmdýr, daha gerçekleþtirmek istediðim çok
þey var. Sürekli sýnýrlarý yýkmak istiyorum. Bu misyonu üstlendim ve
hep yeni riskler alýyorum. Konservatuarda bana katý kurallar konmuþtu
ve ben her zaman onlarý yýktým.
En önemli þey insanýn kendi kiþiliðini ve misyonunu kendi içerisinde
keþfetmesi, ben keþfettim, müzik ile sonsuzluða ulaþmak istiyorum.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
167
Bir ömür yeter mi tüm düþlerimi gerçekleþtirmek için bilemiyorum.
Ýnsan sesi uçsuz bucaksýz bir deniz, en zor enstrüman, sesimi bu
yüzden özenle koruyorum."
O konuþtukça ben daha çok onu merak ediyorum ve sorular art
arda gelirken o gayet rahat bir tavýrla yanýtlýyor:
"Kendimde en beðenmediðim taraf ufak tefek þeylere çok çabuk
sinirlenmem. Ama Ali ile evlenince çok deðiþtim. O beni rahat ve ölçülü
bir insan yaptý. Hayata geniþ bir açýdan bakmayý öðrendim. Ali çok
hoþgörülü bir insandýr, yaptýðým müziðe saygý duyar."
Eþi Ali bey Türk siyasi yaþamýnýn ilginç kiþilerinden biri, eski Ankara
belediye baþkaný Ali Dinçer. Sonra yaþamýnýn diðer yönlerine
deðiniyoruz:
"Müziði seviyorum, doðayý çiçekleri seviyorum. Evimiz çiçek
bahçesi gibi, her yer saksý. Bir de kedimiz var. Özel bir kedi, köpek gibi.
Çok sadýk, hep bizimle beraber sokakta gezer, tasmasýz. Ýnsan
olmasam kedi olmak isterdim. Kedilerin mükemmel bir fizikleri var,
esnek ve estetik bir vücut, güçlü kiþilik. Baðýmsýz ve özgür. Kedim tam
on bir yavru doðurdu ben de ebelik yaptým, onun yavrularýna baktým."
Kedide beðendiði özellikler aslýnda kendinde beðendiði ve istediði
özellikler ama bunun farkýnda mý bilmiyorum. Evinin içinin resim ve
heykeller ile dolu olduðunu söylüyor. Ressamlar ile iyi anlaþýyor, onlarý
ruh olarak kendine çok yakýn buluyor. Ýçlerine kapanýk, yanlýz çalýþan,
seyirci önüne çýkmayan ve sevgiye ihtiyacý olan insanlar. O bunlarý
söylerken tüm dýþa dönük görüntüsüne raðmen içe dönük bir yönü
olduðunu da hissediyorum.
Benim asýl merak ettiðim onun jazz yaný, burada konu derinleþiyor:
"Jazz benim için en dürüst olan þey. Makyaja, abartýya, hiç bir
sahteliðe yapmacýklýða gereksinimi yok. Bazen tek bir piyano eþliðinde
konser veririm. Orada o anda her þey ortadadýr. Hiçbir þeyi düzeltecek
zaman yoktur. Ama samimiyetim ve içten duygularým beni ilerilere
taþýrlar. Tabii ki deneyim benim için çok önemli. Jazz da bir çok insan
ile beraber çalýþtým. Bulgaristan'daki ritmk jimnastik hocam Neshka
Robera'dan çok þey öðrendim. Bu jimnastik türü aslýnda piyano
eþliðinde yapýlýr. Hocam risk aldý ve bu kurala uymadý. Piyanosuz
Cazname I- Tunçel Gülsoy
168
çalýþtýk. Onun sayesinde tek baþýma söylemeyi öðrendim. Bugün
jazz'da hep yeni riskler almak için kendimi provoke ederim. Bir çok
müzikler yaptým ama hep jazz' a döndüm."
Jazz dünyasýnda onu etkileyen jazz sanatçýlarýný sordum, hiç
düþünmeden cevap verdi: "Sarah Vaughan, Ella Fitzgerald ve Betty
Carter." Her birini teker teker anarak sohbetimize devam ettik:
"Amerika'da olsa idim belki çok daha zengin olabilirdim, hatta birisi
bana özel uçaðým bile olabileceðini söyledi. Ama ben hiçbir zaman
maddi þeylere baðlý olmadým, markaya ve eþyaya köle olmadým.
Bugünkü halimden de memnunum.
Konserlerime birçok genç geliyor. Sadece üniversite öðrencileri
deðil, çok küçük çocuklar da var. Onlarý çok seviyorum. Geçenlerde
Adana konserinden sonra bir çocuk bana geldi ve "Biz seninleyiz,
yozlaþmaya karþý kaliteli þeyler yap." dedi. Çok etkilendim.
Bulgaristan'da olduðum günlerde de çocuklar ile çok ilgilenirdim.
Onlara kendi þarkýlarýný çalar daha sonra da doðaçlama yapmayý
öðretirdim. Ne yazýk ki bugün onlar ile yakýndan ilgilenemiyorum."
Bir gece önce onun son albümünü defalarca dinlemiþtim. Birden
aslýnda o albüm ile ilgili olarak konuþmak için bir araya geldiðimizi
hatýrladým. En sevdiðim parça albümdeki altý numaralý parça idi.
Bulahov'un "Anýlarý Uyandýrma" adlý bestesi. Yýldýz Ýbrahimova için de
bu þarký albümündeki en beðendiði parça imiþ, çok sevindim, çay
zevkimiz den sonra müzik zevkimiz de ayný idi. Bulahov meðer sadece
otuz üç yýl yaþayabilmiþ bir Rus bestecisi imiþ. Ama týpký Yýldýz
Ýbrahimova'nýn istedði gibi müzik yolu ile sonsuzluða kavuþmuþ. Çigan
romanslarýnýn yer aldýðý Ýbrahimova albümüne gelince: Bana göre bu
çalýþmayý sözler ile ifade etmek imkansýz, mutlaka dinlenmesi lazým.
Bana verilen basýn bülteninde Yýldýz Ýbrahimova'nýn albüm hakkýnda
söylediði kendi sözlerini aktarmayý daha doðru buluyorum:
"Çigan Müziði romanslarý bana ayný jazz müziðinde olduðu gibi
olaðanüstü özgürlük, serbestlik duygularý veriyor. Müthiþ, dinamik,
renkli ve doðaçlamaya açýk yanlarý ile bu romanslarý çok sevdim.
Asýrlardýr aþaðýlanmýþ, küçümsenmiþ, hor görülmüþ, ezilmiþ,
soykýrýmlara maruz kalmýþ Romanlar'a kültürlerini ve kimliklerini
koruyabilmelerinden dolayý saygý duyuyorum."
Cazname I- Tunçel Gülsoy
169
Bence albüm hakkýnda dil burada bitmeli ve kulak devreye girmeli.
Büyük bir konser salonu, her taraf hýnca hýnç dolu. Önce Vienna
Symphony sahne alýyor, alkýþlar içerisinde. Sonra Vienna Art
Orchestra elemanlarý onlarýn önünde yer alýyorlar. Onlar kadar
tanýnmýyan bir kadýn korosu sol ön tarafta yerlerini alýrlarken
seyircilerden biri ötekinin kulaðýna fýsýldýyor: "Ýþte Bulgar kadýn korosu
bunlar, Svetoslav Obretenov korosu." Sonra korkunç bir alkýþ kopuyor,
Claudio Abbado ve Vienaa Art Orchestra'nýn kurucusu Mathias Rüegg
kol kola sahneye çýkýyorlar. Karajan artýk çok uzak bir yerde. Ama esas
alkýþ daha sonra patlýyor. Sarýþýn, beyaz tenli bir kadýn sahneye týpký
kedi gibi kývrak adýmlarla fýrlýyor. Kadýnýn bakýþlarý kaplan bakýþý. Ayný
anda sahneye küçük bir kýz koþuyor ve seyircileri göstererek kadýna:
"Anne misafirler geldi,la la la!" diyor. Kadýn gülüyor ve seyirciye doðru
eðiliyor. Sonra Abbado'nun bageti kalkýyor. Beethoven'in ölümsüz
müziðinin ilk notalarý salonu dolduruyor. Derken o meþhur koral bölüm
geliyor. Schiller'in arkadaþýna yazdýðý ölümsüz dizeleri seyirci ve
sahne hep bir aðýzdan "Neþe" için söylüyorlar:
"Törelerin ayýrdýklarý, Senin sihirinle birleþir, Yumuþak kanadýnýn
uçtuðu yerlerde, Ýnsanlar kardeþ olurlar."
Müzikten büyük neþe olur mu?
Adam karþýsýnda oturan kadýna son sorusunu sordu: Nasýl bir
müzik yapmak isterdiniz? Kadýn aðýr aðýr konuþmaya baþladý:
"Bir konser düþlüyorum, bir gösteri."
Kadýn bir solukta konuþtu, sözlerini bitirdiðinde adam elindeki
kaðýtlar ile baþ baþa kaldý, nereden yazmaya baþlayacaðýný
bilemiyordu.
i
Nam-ý Diðer Caz
Tunçel Gülsoy ile Caz Eþliðinde Bir Sohbet
Tereciye tere satmak gibi olacaktý; ama riski almak boynumun
borcuydu. Üstelik bu da yetmedi; bir hinlik yapýp Tunçel Gülsoy'a,
onun þimdiye dek caz müzisyenlerine sorduðu sorularý yöneltmeyi
kafama koyup gittim. Ama bunlarýn hiçbirine gerek kalmadý; neredeyse
aklýmdan geçeni okumuþ gibi, kendimce oluþturduðum sýraya da
týpatýp uygun olarak her türlü sorunun yanýtýný kendiliðinden verdi.
"Caz hayatýnýza nasýl girdi?" cümlesi her þeye yetti. Bu arada kaç CD
dinlediðimizi kestiremiyorum…
"Evde sürekli müzik dinleyerek büyüdüm. Pop, rock, müzikaller…
Ailece sýk sýk tiyatroya müzikallere giderdik. Kurt Weill'ýn Üç Kuruþluk
Opera'sýný dinlemem ise benim için adeta bir dönüm noktasý oldu.
Mack The Knife'ýn melodisi beynime çakýldý. Hala en sevdiðim
þarkýlardan biridir Mack The Knife. O zamanlar ne kadar önemli
olduðunu bilmiyordum Brecht'in ve Kurt Weill'ýn tabii.
Bunun dýþýnda Tom Jones'un iki ayrý formattaki müziði çok
enteresandý. Bir yanda daha slow bir tarz ve arkasýnda yaylý sazlar
orkestrasý, diðer yanda big band ve nefesliler. Ayrýca Beatles ve Soul
Müzik. Ama caz dinlemeye baþlamamda esas etki Kadýköy Maarif
Koleji'ndeyken olmuþtur. Radyo Klübü öðlenleri Take 5'ý sýkça çalardý.
Herhalde hayatýmda en çok dinlediðim melodi o olmuþtur. Dave
Brubeck'i tanýmýyordum daha o zaman. Take 5'ýn önemini de
sonralarý öðrendim. Robert Kolej'deyken audiovisual kütüphaneye
gider her gün iki saat müzik dinlerdim. Modern Jazz Quartet, Swingle
Singers ve Duke Ellington'u o zamanlar tanýdým ve sevdim. Jacques
Louissier'nin Play Bach'ýný 1968'de keþfettim. Bu albüm beni klasik
müziðe yaklaþtýrdý. Duke Ellington'un üç süiti vardý; biri "Nutcracker".
Çaykovski'nin bu tanýdýðým eserinin caz aranjmaný beni yerimde
zýplattý. Bir daha da tedavi olmadým.
Jazz Dergisi'nin en sadýk yazarý olarak Tunçel Gülsoy…
Jazz Dergisi ilk çýktýðý zaman Hi-Fi Klübü'nün bir toplantýsýnda
Zuhal Focan'la karþýlaþtým. Ona dergide yazmak istediðimi söyledim.
Jacques Louissier üzerine bir yazý yazmak istiyordum. Böylece Jazz
dergisinde yazmaya baþladým. Ýlk yazýdan bu yana dergide en çok
yazý yazanlardan biri benim. Sürekli olarak yazýyorum. Derginin en
güvenilir yazarlarýndan biri olmaya çalýþýyorum.
Söyleþi- Tunçel Gülsoy
ii
Bu arada kendime bir uzmanlýk alaný seçtim. Ama bunu bir
uzmanlýk alaný seçmiþ olmak için yapmadým. Daha önce çeþitli
derleme yazýlar yazýyordum. Sonra, Kamil Erdem'le ilk röportajýmý
yaptým. Ankara'da, Kamil Erdem'in evinde bir aðustos ayýydý.
Röportaj yapmak çok hoþuma gitti; ben de yavaþ yavaþ Türk caz
müzisyenleri ile röportajlar yapmaya baþladým. Onlarýn kiþiliklerini
ortaya çýkarmaya çalýþan röportajlar olmasýna çalýþtým. Ýlerisi için
Türk Caz Tarihi üzerine incelemelerde çok önemli olacak biyografiler
çýktýðýný düþünüyorum. Okay Temiz, Can Kozlu, Ýmer Demirer ve
özellikle Ayten Alpman baþta olmak üzere tüm röportajlar bu açýdan
büyük belgeler. Ýnsanlar üzerine yazmak büyük bir manevi
sorumluluk olduðundan yazýlarýmý müzisyenlere mutlaka okuturum.
Bir de "ölüm yazýlarý"nýz devam ediyor…
Evet, Michel Petrucciani, Erol Pekcan, Ümit Aksu, Art Farmer,
Groover Washington Jr. üzerine yazdým. Bunlarýn içinde en sýkýntýlý
yazdýðým Petrucciani yazýsý oldu. Adeta onun içime girdiðini hissettim
yazarken. Yaþayanlar üzerine yazdýðýnýzda onlara yazýlarý okutma,
bu þekilde düzeltme þansýnýz var, ama ölmüþ kiþilerle bu tür bir
kontrol mümkün deðil. Ben de ölmüþ bir müzisyenle aramdaki
elektrik baðý yazýyý yazdýðým dönemde onun müziðini sürekli arka
arkaya dinleyerek saðladýðýma inanýyorum. Yazý bitince de müziði
kesiyorum.
Caz müzisyenlerinin yaný sýra baþka röportajlarýnýz, yazýlarýnýz
da var…
Boðaziçi Üniversitesi'nin dergisinde yazmaya devam ediyorum.
Osman Kurdaþ, Deniz Gürsoy, Eser Karakaþ'la röportajlar yaptým.
Dergi için bir de editoryal yazýyorum. Medyada sýk sýk görünen
kiþilerin bir derinliði olmuyor. Bu yapýda çok insan var. Ayrýca Eðitim
Gönüllüleri Derneði'nin Kavacýk biriminde ders veriyordum yeniden
vermek istiyorum. Baþta bu ders bir müzik dersiyken zamanla
"Kiþisel Ýfade" dersine dönüþtü. Müzik, þiir, resim, yazýyý kapsayan bir
ders. Eðitime çok önem veriyorum. Türkiye'nin esas sorunu bence
eðitim. Ortalama eðitimin 3.5 yýl olduðu bir ülkede haliyle üretim de
yok. Bir de yanlýþ eðitimin düzeltilmesi sorunu var. Benim eðitimim
Amerikan kökenliydi; okulda tartýþmak, fikir bildirmek bir zorunluluktu
bizim için. Türkiye'nin eðitim sistemindeyse "Sus, dinle" diyerek
kiþisel özellikler törpüleniyor. Benim dersim bu anlamda çok önemli
diye düþünüyorum. Gecekondu bölgelerinde Eðitim Gönüllüleri
Derneði bir çeþit tamamlayýcý eðitim veriyor. Ýngilizce, matematik,
bilgisayar, folklör, resim gibi dersler var. Benimkiyse cazýn doðasýna
uygun olarak doðaçlama bir ders. Evvelden planlanmýþ bir þey yok;
genellikle bir gazeteyi alýyoruz, bir konu belirleyip o konu üzerine
konuþuyoruz. Sonra o konuda öðrencilerimden bir þiir yazmalarýný,
bir resim ya da bir beste yapmalarýný istiyorum. Yarýþmalar da
yapýyoruz, çok hareketli bir ders oluyor. Bu arada müzik de
Cazname I- Tunçel Gülsoy
iii
dinliyoruz. Görüyorum ki çocuklar böyle bir derse çok ilgi
gösteriyorlar.
Bunun dýþýnda sizin bir de Hi-Fi Klübü üyeliðiniz var…
Klübün bir dönem baþkanlýðýný, bir dönem de sekreterliðini yaptým.
Ben bu konuda Türkiye'deki genel yaklaþýmdan farklý bir bakýþ açýsý
taþýyorum. Snobizmi sevmiyorum. Zaten bir konuyu iyi bilen
insanlarýn snob olmasý mümkün deðil. Bilen kiþi o olgunluða zaten
eriþmiþ oluyor. Oysa bizde genel bir "Caz þöyle ulaþýlmaz, siz ne
anlarsýnýz" tarzý var. Ben radyo programlarýmda kendi dinlediðim
müziði deðil, daha çok "entertainment" denen tarzda müzikleri
çalýyorum. Dinleyiciyi sýkmamaya, onlarý bilgilendirirken ilgilerini de
kaybetmemeye çalýþýyorum. Yeni parçalarý seçiyorum, geniþ bir
kitleye ulaþabilmek için daha melodik, ballade aðýrlýklý þarkýlara yer
veriyorum. Ýnsanlar arasýnda koparýcý deðil birleþtirici bir rol
oynadýðýma inanýyorum. Genel olarak Hi-Fi'ýn çok pahalý bir uðraþ
olduðu intibaý var. Hi-Fi tabii ki ucuz bir hobi deðil; ama ucuz ve
pahalý izafi kavramlar. 200.000 dolara da bir sistem kurabilirsiniz,
ama 1000-1500 dolar civarýnda bir harcamayla çok iyi ses veren bir
sisteme de sahip olabilirsiniz. Önemli olan Hi-Fi sevgisinin
baþlamasý. Ýnsanlara yol haritalarý göstermek çok önemli. Bu yol
haritalarý insanlarýn kendi kendilerine devam etmelerini saðlamakta
çok etkili olacaktýr. Ben hayatýn her alanýnda bunun geçerli olduðunu
düþünüyorum. Caz için de bu böyle. Kýlavuzluk çok önemli bir
kavram. Ýnsanlarý kaybetmeden kiþiliklerini geliþtirebilecekleri yollar
yaratmak gerek. Oysa bizde baþarýlarý bulup teþvik etmekten ziyade
hatalarý çýkarma anlayýþý hakim.
Ýlerisi için düþünceleriniz, planlarýnýz… (Tunçel Gülsoy da
"Ýleride nasýl hatýrlanmak istersiniz?" diye sorar röportajlarýnda
hep… )
Ýleride ciddi bir eðitim projesi yürütmeyi düþünüyorum. Bir hayalim
ileride bir gün Eðitim Gönüllüleri Derneði'nin Genel Müdürlüðü'nü
yürütmek. Bunun dýþýnda röportajlarý sürdüreceðim. Erol Pekcan
üzerine, onu tanýmýþ olan insanlarla görüþerek bir biyografi
hazýrlamak istiyorum.
Sevdiðiniz türler, en çok dinlediðiniz müzisyenler…
Bu anlamda bir sýnýrým yok. Kadýn vokalistleri çok seviyorum.
Ýnsan sesi bence en güzel enstrüman. Kontrbas ve saksofonu,
akordeonu, vibrofonu da çok seviyorum. Gerry Mulligan'ý, Paul
Desmond'ý, Ben Webster'i, Thelonnious Monk'u ve Louissier'yi
sayabilirim. Louissier hakkýnda Türkiye'de ilk yazýyý ben yazdým. O
Türkiye'ye geldiðinde ona Fazýl Say ile bir albüm yapmasýný önerdim.
Mozart'ýn varyasyonlarýnda çok sayýda caz öðesi vardý, bunlar
üzerine Fazýl Say ile beraber çalýþabilirlerdi. Louissier daha sonra
Güher& Süher Pekinel'le bir albüm yaptý. Bir gün Fazýl Say'la da
yapacaðýný hala umuyorum.
Cazname I- Tunçel Gülsoy
iv
Röportajlarýn kitaplaþmasý fikri nasýl oluþtu?
Teklif Altkitap'tan geldi ve Cazname adýyla bu röportajlarý
kitaplaþtýrmamý önerdiler. Cazname Açýk Radyo'daki programýmýn
adý. Kitap fikri bende daha önce de vardý; Boyut Yayýnlarý'ndan
çýkmasýný istiyordum. Bu teklif gelince kabul ettim. Kitaptaki yazýlar
gelecek açýsýndan çok önemli. Gerçek hayattan kesitler sunuyorlar.
Her birinin ayrý bir derinliði bulunuyor. Orada müzisyenlere sevgi ve
saygý duyan bir bakýþ açýsý var. Bu yönüyle genelde yapýlanlardan
ayrýldýðýný düþünüyorum Cazname'nin…
Ýnternet Yayýncýlýðýna nasýl bakýyorsunuz?
Ýnterneti bilgiye eriþmenin hýzý ve geliþim imkanlarý itibariyle son
derece önemli buluyorum. Kesin olan þu ki, sanal kitap gerçek kitabýn
yerini alamayacak. Klasik kitap hep kalacak. Fakat dünyanýn "Global
Village"a dönüþtüðü bu çaðda geniþ kitlelere ulaþmanýn bir yolu
olarak interneti çok etkili görüyorum. Jazz dergisi 6000-7000 basýlýyor
ama internette yurt dýþýndan baþka birçok insana eriþebiliyorsunuz.
Bence önemli olan insanlar arasýnda iletiþimin geliþmesi, internet
de kitap de hepsi bu yolda birer amaç.
Tunçel Gülsoy'a [email protected] adresinden
ulaþabilirsiniz.

Benzer belgeler