Ocak 2016 Sayfa 24-25 PDF

Transkript

Ocak 2016 Sayfa 24-25 PDF
DİYANET AYLIK DERGİ’NİN ÜCRETSİZ EKİDİR
HOŞGELDİN
Bebek
Piramitlere Sığmayan Ülke
Prof. Dr. Sefa Saygılı ile Söyleşi
Çocuklar Anlar
Nezaket
OCAK 2016
“Rabbin,
kendisinden başkasına
asla ibadet etmemenizi, anaya
babaya iyi davranmanızı kesin olarak
emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi
senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa,
sakın onlara “öf!” bile deme; onları
azarlama;onlara tatlı ve güzel söz söyle.
Onlara merhamet ederek tevazu
kanadını indir ve de ki: “Rabbim!
Tıpkı beni küçükken koruyup
yetiştirdikleri gibi
sen de onlara
acı.”
(İsrâ Suresi, 23,24.)
Aileye yeni biri geliyor: Bir bebek…
ileye yeni biri geliyor: Bir bebek… Aciz, masum bir yavru… Rabbin yeni müjdesiyle
ansızın hayatımız farklılaşıyor. Herkesin rolleri değişiyor. Herkes yeni
sorumluluklar
yükleniyor. Dünya hayatının süsü, göz aydınlığı olan yavrularımız doğduğunda
hissettiklerimizi, evimize sürur getiren bebeklerimizin bizlere Allah’ın bir emaneti
olduğunu,
anne baba olduğumuzda üstlenmemiz gereken vazifeleri ve bebeğin haklarını uzman
görüşleriyle Dr. Fatma Bayraktar Karahan “Hoş geldin Bebek” yazısında anlattı. Biz
Bize köşemizde gündelik hayatta sıklıkla ihmâl edilen nezaket konusunu Dr. Serpil
Başar “Ailede Değişmeyen Bir Değer: Nezaket” yazısında ele aldı. Ailece köşemizde
yazar-psikoterapist Serhat Yabancı, insanları mutsuz eden yanlış düşünce şekillerini
ve bu düşünce biçiminden kurtulmak için yapılması gerekenleri
hatırlatırken; uzman Psikolog Betül Baltacı “Çocuklar Anlar” başlıklı
yazısında çocukların ebeveynlerinin duygularını hissettiğine ve bunu
bilerek davranmanın gerekliliğine işaret ediyor. Dr. Hatice Koç Kanca
“Evimiz” köşesindeki yazısında sahip olma duygusunun ve satın Büyük bir aile
alma isteğinin kontrolden çıktığı günümüzde sahip olduklarımızın olduğumuz
gerçeğinden
düzenlenmesi ihtiyacının zorunluluk olarak karşımıza çıktığını aktardı hareketle her ay
bizlere yazısında. Prof. Dr. Sefa Saygılı söyleşisi bu ayın dikkat farklı bir ülkeden
çekici bölümlerinden. Türkiye’de çocuk psikiyatri alanında önemli Müslüman
bir isim olan Saygılı, aileyi güçlendirmeye dair ipuçları verdi bizlere. kardeşlerimizi bize
Uygulanabilecek tavsiyeleri ve ailelerin dikkatini çekecek hususlara anlatan “Misafirimiz
da işaret etti. “Kısa Kısa”, “Serbest Kürsü”, “Geçmiş Zaman Olur Ki”, Var” da 2016
yılının en önemli
“Sahabe Hayatları”, Bir Nefes Sıhhat” gibi pek çok bölüm de sizler için yeniliklerinden. Ocak
hazırlandı bu ay. Dergimize yeni eklenen, unutulmaz yazıların ve her sayımızda Mısırlı
ay farklı bir kitap kritiğinin yer aldığı “Kültür-Sanat” sayfamız; görüş bir misafirimizi
ve önerilerinizi paylaşacağımız “Sizden Gelenler”, okurlarımızdan ağırlıyoruz sizler için
gelen “Fotoğrafın Anlattıkları” ve dergimizi renklendiren bulmacalar bu yeni köşemizde.
bu yıl karşınıza çıkacak yeni bölümlerden. Büyük bir aile olduğumuz
gerçeğinden hareketle her ay farklı bir ülkeden Müslüman
kardeşlerimizi bize anlatan “Misafirimiz Var” da 2016 yılının en önemli
yeniliklerinden.Ocak sayımızda Mısırlı bir misafirimizi ağırlıyoruz sizler
için bu yeni köşemizde.
Daha güçlü ve mutlu aileler olmak duasıyla…
TAKDİM
A
Dr. Faruk Görgülü
AİLE 2016 OCAK 1
DİYANET AYLIK DERGİ’NİN ÜCRETSİZ EKİDİR
ocak
2016
DİBAiledergisi
diyanetailedergisi
OCAK 2016
50 Müslüman Saati
Ahmet Haşim
51 Göğü Delen Adam
Papalagi
Halil İbrahim Uzun
52 Kırkambar
Diyanet İşleri Başkanı Adına
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni
Dr. Yüksel Salman
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Dr. Faruk Görgülü
Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu
Mustafa Bayraktar
53 Sizden Gelenler
54 Bulmaca
4 Kısa Kısa
Sümeyye Özçelik
Yayın Koordinatörleri
Dr. Fatma Bayraktar Karahan
Sümeyye Özçelik
Sevde Nur Özkan
12 Ailede Değişmeyen Bir
Tashih
Mustafa Bektaşoğlu
16 Prof. Dr. Sefa Saygılı
Arşiv
Ali Duran Demircioğlu
Tasarım
aral.org
Abone İşleri
Tel : 0312 295 71 96-97
Faks: 0312 285 18 54
e-mail : [email protected]
İletişim
Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü
Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv.
No: 147/A 06800,
Çankaya/Ankara
Tel: 0.312 295 8661-62
Faks: 0.312 295 6192
Değer Nezaket
Dr. Serpil Başar
ile Söyleşi
Dr. Fatma Bayraktar Karahan
30 Serbest Kürsü
34 Piramitlere Sığmayan Ülke
Deniz Güner
Misafirimiz var... Öyle bir yerden geliyor ki anlatmak için binlerce papirüse ihtiyaç duyulur.
Sevde Nur Özkan
56 Fotoğrafın Anlattıkları
32 Yeni Yıl
Hasan Karaca
38 Allah Rasulü’nün Evladı:
Zeyd B.Hârise
Elif Erdem
40 Çiceklerin Sırrı
Selim Gündüzalp
6 Hoşgeldin Bebek
44 Cihanı Değiştiren Bir
Vuslât Hikayesi
Bekir Erdem
46 Deve ile Fare
Dr. Lamia Levent Abul
Dr. Fatma Bayraktar Karahan
İlk ağlayışı sadece ciğerlerinin hava
ile doluşundan mıdır, bu zor dünyaya gelişin feryadı mıdır kim bilir...
20 Çocuklar Anlar
Betül Baltacı
48 Çocuklarda Romatizmal
Hastalıklar
Doç. Dr. H. Ahmet Demir
2 AİLE 2016 OCAK
Hasan Yıldırım
mısır
Birçok bilimsel çalışma 8 -10 yaşındaki çocukların imalı konuşmaları ve abartılı ifadeleri anladığını göstermiştir.
24 Mutsuzluğa Neden Olan
Yanlış Düşünce Şekilleri
Serhat Yabancı
Kendini, gücünü ve potansiyelini tanırsan, elde edebileceğin şeyleri düşünür
ve hayal etmeye başlarsın.
26 Hayatımızın Düzenleyicileri
Dr. Hatice Koç Kanca
Sahipliğimiz arttıkça artan karmaşıklığımızı düzenlemek için bu kez de raf
düzenleyiciler, çekmece içi düzenleme
aletleri üretildi.
AİLE 2016 OCAK 3
Sümeyye ÖZÇELİK
K I S A
Ahmet Hamdi Akseki’yi
Rahmetle Anıyoruz
Ispanağın
Zenginliği
4 AİLE 2016 OCAK
Verem ile Mücadele
Kış aylarının vazgeçilmez lezzeti olan
ıspanak vitaminler açısından inanılmaz
zengindir. Bu yüzden hem alternatif tıp
hem de modern tıp tarafından hastalıkların
tedavisinde yaygın olarak kullanılır. A, C, E,
K vitaminleri içeren ıspanak, bol miktarda
potasyum, sodyum, kalsiyum, bakır, demir,
magnezyum, manganez, çinko içermektedir.
Ispanak hem sinirlerin gevşemesine hem
de hipertansiyonun sağlıklı seviyede
tutulmasına yardımcı olur. Düzenli olarak
ıspanak tüketmek, beynin ve zihnin sürekli
genç ve aktif kalmasını sağlar. Kemik
sağlığını korur. Sindirim sistemi ve mide
sağlığını destekler. Bağışıklık sistemini
güçlendirir. Kalori ve yağ oranı çok düşük
olan ıspanak, kilo vermeyi kolaylaştırır.
Ispanak suyu, kan hücrelerinin sağlığını
korumaya yardımcı olur, anemi hastalığına
yakalanma riskini azaltır. Fakat aşırı
tüketiminde yan etkiler görülebilir.
Böbrek hastaları ıspanak
tüketiminde doktorlarına
danışmalıdır.
Bilinen en eski ve tehlikeli hastalıklardan olan ince hastalık yani
verem, tıp dilinde tüberküloz adını alır ve hava yolu ile bulaşır.
Erken tanı ile uygun tedaviye başlanır, hasta yeterli süre tedavi
edilirse iyileşmeler görülür. Verem belirtileri; iki haftadan uzun
süren öksürük, ateş, gece terlemesi, göğüs ağrıları, iştahsızlık,
zayıflama (kilo kaybı), hâlsizlik, kan tükürme şeklindedir. Belirtiler
görüldüğünde gecikmeden verem savaşı dispanseri ya da göğüs
hastalıkları uzmanına başvurmak gerekir. Hastalar, düzensiz tedavi
gördüğünde tümüyle şifa sağlanacak bir hastalık ilaca dirençli hâle
gelir ve tedavisi güçleşir. Verem hastasının güneş gören ve bol
havalandırılan odalarda kalması gerekir. Korunmak için verem aşısı
(BCG) yaptırılmalı, veremli hastanın eşyaları kullanılmamalıdır. Son
yıllarda verem ile yapılan savaş başarıya ulaşmış, hastalık önemli
ölçüde azalmıştır.
1
9
1
O
AL
esiyle
genelg ılık
lı
n
a
k
da kat
Başba
lanan
şlarının
ın
lu
cek
y
u
a
r
y
u
da
n vere
mk
ö
ın
y
y
lu
a
p
a
o
t
ın
r
asım
sivil
dı. Plan
litikala
2014 K anlıklar ve
ele po lanı” hazırlan ştud
a
c
k
ü
a
b
m
P
ce uyu
çeşitli
cu ile
Eylem
üçlerin plumsal
uşturu
le Acil
g
y
e
u
t
d
e
a
la
c
iy
mıy
emn
la Mü
ıra; to
yanı s
urucuy
sürede
osyal
in
in
r
“Uyuşt da bir yıllık
le
vileri, s
ir
a
b
d
d
e
t
e
t
ın
rın
le
rucu
kapsam ıyla mücade ası, bağımlıla tıldı. Uyuştu 7
a
atış
cıyla
azaltılm rarlı adımlar
rucu s
k ama
e
alebin
a
t
,
m
k
r
k
a
e
lı
t
v
a
ti
ttı devşlık
farkınd
hizme
çok ba
191 ha gelik
ir
lı
O
b
n
L
i
a
A
ib
g
ocuk
danışm izmet veren
uyum
g ve ç
h
elede
d
lo
e
r
a
o
c
ö
ünya
y
ü
g
s
g, so
ile m
riyor. D
asına
lo
e
s
v
o
e
t
t
ik
e
a
s
lar
sa
t, p
izm
ı sonuç
ıl
gün 24
r
tsiz ha personelle h
a
e
r
ş
c
a
Ü
irdi.
şan
elede b
reye g
dan olu cu ile mücad
ın
n
a
m
u
erdi.
şim uz ütü, uyuştur
k göst
e
n
r
g
ö
r
e
Ö
yelerin
Sağlık
iye’yi ü
k
r
ü
T
alan
Karbonmonoksit
Zehirlenmelerine Dikkat
Son dönem İslam âlimlerinden olan
Akseki, Antalya Akseki ilçesi Güzelsu
nahiyesinde 1886 yılında dünyaya gelmiş
olup, 9 Ocak 1951 tarihinde Diyanet İşleri
Başkanı iken vefat etti. Arapça, Farsça,
akaid, tefsir, fıkıh ve hadis gibi temel
İslami ilimlerin derslerini aldı. 1924 yılında
İlahiyat Fakültesi hadis ve hadis tarihi
müderrisliğine atandı. 1947’de başkanlığa
getirildi. Akseki, Saltanat, Meşrutiyet ve
Cumhuriyet dönemlerini görüp yaşamakla
birlikte hizmetlerini daha çok Cumhuriyet
döneminde gerçekleştirdi. İslam Dini,
Askere Din Kitabı, Peygamberimiz Hz.
Muhammed ve Müslümanlık en çok bilinen
ve okunan eserlerinden bazılarıdır. 3.000
ciltlik özel kitaplığı DİB Kütüphanesi’nde
okuyucuların istifadesine sunulmaktadır.
İslam’a hizmet etmiş bu büyük âlimi
vefatının yıl dönümünde rahmetle anıyoruz.
CO
K I S A
soğuk kış günlerinde gizli
bir tehlikeyle karşı karşıyayız; ‘sessiz katil’ denilen
karbonmonoksit gazı. Tadı,
kokusu ve rengi olmayan
bu gaz fark edilemiyor.
Zehirlenme anındaki ilk belirtiler; baş ağrısı, yorgunluk
ve bitkinlik hissi, nefes
darlığı, mide bulantısı, baş
dönmesi şeklinde. Durum
fark edildiğinde hemen
camlar açılmalı, açılamıyorsa kırılmalıdır. Hasta hızla
ortamdan uzaklaştırılmalı,
112 aranmalıdır. Ev ve
işyerlerinde doğal gaz ile
kullanılan cihazların her yıl
bakımı ve baca temizliği
yaptırılmalıdır. Karbonmonotsit gazını algılayan
sensörler kullanılmalı (bu
cihaz odada gaz bulunduğu
sürece uyarı sesi verir ve
devreden çıkmaz), doğalgaz cihazları için pencereden içeri oksijen girmesini
sağlayacak havalandırma
olmalı ve bunlar hiçbir
zaman kapatılmamalıdır.
Soba kullanılan evlerde sık
sık baca tepmesi oluyorsa
baca deliğinin uygun olup
olmadığı kontrol edilmelidir.
Şofbenler standartlara uygun olmalı, oksijen yetersizliği olduğunda kendiliğinden sönen tipte olanları
seçilmelidir.
AİLE 2016 OCAK 5
Yüce Allah’ın
yaratılmışların
en şereflisi
olarak
taltif ettiği
yeryüzünü
imar görevine
memur kıldığı
küçük bir
âlemdir bebek.
P E N C E R E
HOŞGELDİN
Bebek
S
abırsızlık, pek çok zorluk ve sayısız endişeler
yerlerine yenilerini bırakırken
doğum ile başlar yeni bir insanın yaşam serüveni. Her
yeni doğan hem ailesine hem
dünyaya yeni bir umuttur. Göz
aydınlığıdır, dünya süsüdür.
Yüce Allah’ın yaratılmışların en
şereflisi olarak taltif ettiği yeryüzünü imar görevine memur
kıldığı küçük bir âlemdir bebek.
Küçücük elleri, ayakları, henüz
net göremeyen gözleri, dile
dökemediği sözleriyle kendisinden beklenilenden çok daha
güçlü ve etkilidir. Misakı yenidir
Rab ile. Ve belki de bu sebepten
teninde cennet kokusu alır fark
edebilenler. Yaradılış mucizesine şahitlik etmek, ayrılışa sevinip ağlayışa gülmek bir aradadır her doğumda. Bir bedende
atan iki kalp ayrılırken, bebeğin
6 AİLE 2016 OCAK
Dr. Fatma Bayraktar KARAHAN
Diyanet İşleri Uzmanı
ilk ağlayışı sadece ciğerlerinin
hava ile doluşundan mıdır, bu
zor dünyaya gelişin feryadı mıdır kim bilir... Doğumu mutluluk
verirken etrafındakilere, ölümleri yürek yangını olur bebeklerin. Doğmadan ölenler, öldürülenler, isimleri olmasa da anne
kucağından uzaklara sahillere
vuranlar unutulmazlar. Utançla, pişmanlıkla bir gönül yangını olurlar. Şairin dediği gibi
“Büyümez ölü çocuklar”. Oysa
bu dünyayı onlar kurtaracaklar.
AİLE 2016 OCAK 7
P E N C E R E
Hem nimet hem emanet
Bebekler geldikleri eve de sürur getirirler. Sadece mutluluk
değildir getirdikleri. Evin yeni
misafiri bebek verdiği sevinç
kadar büyük bir sorumluluk
da hissettirir. Ağır ve kıymetli
bir misafirdir. Layıkıyla hazırlık
gerektirir. Zannedildiği gibi sadece doğumdan önce özenle
dayanıp döşenen odalar, alınan
eşyalar ve ikramlar değildir hazırlanacak olan. Daha az yalan,
daha az riya, daha az kötülük
olsun diye bu dünyayı güzelleştirmektir belki de esas hazırlık.
Evler bebeğe hazırlanır da dünya nasıl hazırlanmaz? İşte bu
yönüyle bir imtihana ve büyük
bir emanete dönüşür bebek ve
insana taşınması emek gerektiren, bazen beli bazen boynu
büktüren bir sorumluluk yükler.
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Ülfet Görgülü “Mallarınız
ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğabûn 64/15) ayetini hatırlatarak
“Dünya hayatının süsü ve göz
aydınlığı olan çocuklar paha
biçilmez değerde bir nimet ve
imtihan vesilesidir. Rabbimiz
katından bir lütuf ve emanet
olarak armağan ettiği her çocuğu yaradanıyla tanıştırmak,
Varoluşunun haberini sevinçle karşılamamak ve Kur’an-ı Kerim’in kınadığı (Nahl, 16/58-59)
cinsiyetinden ötürü ayrımcılık yapmak çocuk
nimetine şükrün gereğince yapılamaması,
nankörce davranılmasıdır bir anlamda.
8 AİLE 2016 OCAK
yaradılış gayesine uygun bir anlayışla yetiştirmek anne babanın sorumluluğu olduğu kadar
çocuğun ebeveyni üzerindeki
hakkıdır” demektedir.
“Çocuğun senin üzerinde hakkın
var” (Müslim, Sıyâm, 183) hadisi
şerifiyle ebeveynlik görevleri bebeğin dünyaya gelişinin çok öncesinde başlar aslında. Çünkü
ebeveyn, yediği, içtiği, gördüğü,
konuştuğu ile doğmadan etkileyebilmektedir bebeği. Özellikle
anne karnında aşama aşama
oluşurken bebek her yeni gelişen uzvu ile dış dünyanın etkilerine daha açık hâle gelmektedir.
Anne karnında işitmeye başlaması ile ebeveyn daha bir dikkat
etmelidir konuşup, dinlediklerine. Bebeğe daha dünyaya gelmeden kimsenin kavga, hakaret,
kötü söz duyurmaya hakkı yoktur. Kötü alışkanlıklar ile kanını
zehirlemeye, helal olmayanla
hücrelerini kirletmeye de hakkı
yoktur hiçbir ebeveynin.
Dr. Ülfet Görgülü, çocukları olacağını öğrendikleri andan itibaren ebeveynin bu müjdeye karşı
müteşekkir olmasının, kız ya da
erkek hangi cinsiyetten olursa
olsun doğan yavruyu sevinçle kabullenmesinin de bir hak
olduğunu belirtmektedir. Varoluşunun haberini sevinçle karşılamamak ve Kur’an-ı Kerim’in
kınadığı (Nahl, 16/58-59) cinsiyetinden ötürü ayrımcılık yapmak
çocuk nimetine şükrün gereğince yapılamaması, nankörce
davranılmasıdır bir anlamda.
Böylesi büyük bir nimetin şükrü
bununla sınırlı değildir elbette.
Bebeğe bir ömür boyu onunla
tanınıp kıyamet gününde çağırılacağı anlamı güzel bir isim verilmesi (Ebû Dâvûd, Edeb, 61), imkânı
olanın akika kurbanı kesmesi de
(Tirmizî, Edeb, 63, Edâhî, 19) şükrün
birer nişanesidir. Diğer yandan
seçilecek isim de ismin verilmesi
de birer eğitim vesilesi olacaktır.
Görgülü, bunu şöyle ifade etmektedir: “Sevgili Peygamberimizin
yaptığı gibi bebeğin sağ kulağına
ezan, sol kulağına kamet okunarak ismi verilir. Böylece doğar
doğmaz çocuk Allah’ın ve O’nun
yüce elçisinin ismiyle tanışıp ilk
tebliğe muhatap olur. İsmi kulağına seslenilirken ezan-ı Muhammedî ile tanıştırılan bu minik
canın her beslenme saati besmele ve dua ile buluşması, her
uyku vakti “La ilâhe illallah” ve
“Hû” zikri eşliğinde söylenen ninnilerle ruhunun teskin edilmesi
için bir fırsata dönüştürülür.”
Annelik babalık makamı
Bu minik can henüz bakıma, ilgiye
ve dikkate alabildiğine muhtaçtır
ancak büyük bir değiştirici güce
de sahiptir. Bir kadını, anne; bir
adamı baba yapar. Onun varlığı
ile dede, nine olur insan. Ve bir evi
bütünüyle değiştirir. Bu değişim
sadece sevinç, neşe ve mutluluk
değil; yorgunluk, telaş, endişe ve
korku bile içerebilir. Yaşam biçimini etkileyen, geceyi gündüze,
gündüzü geceye çevirebilen bir
değişimdir bu. Aile ilişkileri de etkilenir bu yeni üyenin varlığından.
Bir çocuk, yeni bir bebek doğduğunda büyür mesela; abla ya da
abi oluverir hemen. Ailenin ilgisi,
sevgisi, dikkati farklılaşır, bebeğin
sevgisi odak noktası olur. Ancak
bu büyük sevgide de ölçü esas
olmalıdır ki aile dengeleri bozulmasın, ilişkiler örselenmesin.
Psikoterapist Uzm. Dr. Timur
Harzadın bu ölçüyü ve ailenin bu
yeni üyesinin gelişiyle abi ya da
abla olan çocuklara nasıl davranması gerektiğini şöyle ifade
etmektedir: “Ailenin, yeni bebeğin
aileye katılmasının öncesinde
ve sonrasında yaşanacak değişimlere çocuğunu hazırlaması
gerekir. Kardeşi olacağını öğrenen çocukta bir süre kıskançlık
görülmesi normal bir duygudur.
AİLE 2016 OCAK 9
P E N C E R E
Böyle bir durumda çocuğa kızılmaması ve alay edilmemesi
gerekir. Zaten küçük çocuklar
hislerini çok iyi ifade edemez. Bu
yüzden altını ıslatma, yaramazlık
yapma gibi olumsuz davranışlar sergileyebilirler. Bu sorunlar
çoğunlukla kısa sürelidir. Anne
babanın yapacağı ön hazırlık
bu süreci kolaylaştırır. Eşler diğer çocuğa da zaman ayırma-
açıdan tanışmalarını sağlar. Bu
durum hem bebek, hem kardeş,
hem de baba açısından yararlı
bir hareket olacaktır.” Uzman Dr.
Harzadın, sadece ailedeki diğer
çocuk için değil ailenin diğer
üyeleri için de “Tüm hayatın yeni
gelen bebek üzerine kurulması
ailede temel bazı duygusal ihtiyaçların karşılanmamasına neden olur. Aksi durumda ise çiftler
Aileye yeni bir bireyin katılması süreci hiç
şüphesiz en fazla anneyi yorar ve zorlar.
Hamilelik ve doğum, doğumun ardından
ara vermeden üstlenilecek yeni görevler bu
yorgunluğu daha da artırır.
yı unutmamalılar. Birlikte kitap
okumak, oyun oynamak, alışverişe gitmek çocuğa iyi gelen
faaliyetler olabilir. Bebek ile hem
kardeşin hem de babanın yeterince zaman geçirmesi ruhsal
10 AİLE 2016 OCAK
arasında çatışmalar başlayabilir.
Bu durumda ise bebek giderek
istenmeyen bir bebek hâline dönüşebilir” demektedir. Çoğu ailede bu süreçler kolayca ve tabi
akışında atlatılır. Kazanılan yeni
rollerin benimsenmesi, görev
dağılımında düzenlemelerin yapılması elbette zaman alacaktır
ancak karşılıklı anlayış, sevgi ve
özen ile bu süreç güzel şekilde
geçirilebilecektir.
Aileye yeni bir bireyin katılması süreci hiç şüphesiz en fazla
anneyi yorar ve zorlar. Hamilelik
ve doğum, doğumun ardından
ara vermeden üstlenilecek yeni
görevler bu yorgunluğu daha da
artırır. İslam fıkhında “lohusalık”
olarak isimlendirilen bu süreçte
bebek gibi anne de özel bakım
ve dikkate ihtiyaç duyar. Dr. Ülfet
Görgülü’ye göre “fiziki bünye, kalıtım ve çevre şartlarına göre değişkenlik gösterebilen ancak genellikle azami kırk gün civarında
seyreden lohusalık -dini literatürde nifas- sürecinde kadın bir
yandan kan kaybetmekte, diğer
yandan hayata yeni katılan yavrunun maddi, manevi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmakta, bu
yoğun temponun üstesinden
gelmeye çabalamaktadır. Kadının biyolojik ve psikolojik olarak
önemli değişiklikler yaşadığı bu
dönemde başta eşi olmak üzere yakınlarının ilgi ve desteğine
ihtiyacı olduğu unutulmamalı,
imkân ölçüsünde yükünü hafifletmeye gayret göstermelidir”
demektedir. Psikoterapist Uzm.
Dr. Harzadın da “Diğer aile bireylerinin anneye yardımcı olması,
gerekmektedir. Bu sürecin en az
sorunla atlatılması için babanın
aktif rol alması önerilir. Eğer erkek eşi, bebek ve diğer bireylerle
yeterince yakınlık kurarsa kadının bu dönemi geçirmesi daha
kolay olacaktır” diyerek erkeğin
bu süreçteki rolüne işaret etmektedir.
Kadın ve erkek üzerlerine düşen
bu yeni görevleri hakkıyla yerine getirdiklerinde henüz dünyaya gözlerini açan bebekleri
ile anne baba olmak makamını
kazanabileceklerdir. Bu makam
hakkı verildiğinde memnuniyetleri evlatlarına cennet kazandıracak bir kapı olur. Allah Rasulü’nün ifadesi ile “Anne baba,
kişinin cennete girmesine vesile olacak en yüce kapılardan
birisidir…” (Tirmizi, Birr, 3) Kadına
ve erkeğe böylesi bir makamı
kazandıran bebek böyle büyük
bir nimet, böyle ağır bir emanettir. Ve tam da bu sebeple her
doğum bir müjde, ziyadesiyle
şükrü gerektiren ve “hoş geldin
bebek” dedirten bir hadisedir.
Bebek ile hem kardeşin
hem de babanın yeterince
zaman geçirmesi ruhsal
açıdan tanışmalarını sağlar.
AİLE 2016 OCAK 11
B İ Z
B İ Z E
“İyi” olma yolunda incelik
sahibi olmak, bir eğitim
ve emek ister. Bu yüzden
ilk muallim olan anne ve
babalar, nezaket sahibi nesil
yetiştirmede sorumludur.
E
“
Dr. Serpil BAŞAR
Uzman Vaiz
nezaket
Ailede Değişmeyen Bir Değer
12 AİLE 2016 OCAK
fendim kızım” dedi kadın
kısık bir sesle telefonda… Kızı boyama defterinin
nerede olduğunu soruyordu
annesine. Annesi aynı kısık
sesle cevap verdi telefonda ve
tarif etti yerini. Hayret, etrafta
rahatsız edecek bir kalabalık
da olamamasına rağmen, zor
duyulabilir bir ses tonuyla telefonda konuştu kadın. Sebebi
sorulunca şöyle cevap verdi:
“Çocuklarım evde de bu ses
tonuna alışıklar, daha yüksek
sesle konuşursam endişelenebilirler. Biz evde eşimle de
bu ses tonunda konuşuyoruz.
Başka türlü çocuklarımıza incelikleri nasıl öğretebiliriz ki?”
Güzel bir soru, güzel bir davranış biçimi. Giderek artan kavga,
gürültü, şiddet ortamında kısık
sesle konuşmayı tercih eden
ebeveynler görmek sevindirici.
Daha ses tonumuzdan iletişimin başladığına dikkat çeken
Hz. Lokman’ın evladına “alçak
sesle konuş.” nasihatinde olduğu gibi. (Lokman, 31/19.)
çoktan “senden de” diyemeyecek kadar din dilinden ve nezaketten uzak!
“Evladım elimde alışveriş poşetlerim var, karşıdan karşıya
geçmeme yardım eder misin?”
diye bir lise öğrencisine sordu
yaşlı kadın. “Elbette” cevabını
alınca sevindi. Birlikte karşıdan karşıya geçtiler akan trafik
içinde telaşla. “Sağol evladım
Allah razı olsun” dedi yaşlı
kadın gülümseyerek. “Sorun
değil teyze” diyerek arkasını
dönüp gitti genç liseli delikanlı.
Kadın aldığı cevabın etkisiyle
şaşkın ama karşıya geçebilmekten de memnun. Allah
razı olsun duasının karşılığının,
nice zamandır “not a problem/
sorun yok” olduğunu öğrenmiş oldu elbette. Bu da bir
başka an işte, şehir hayatından. Şükür, yardım çağrısına
kulak vermiş bir genç diyoruz
içimizden. Ancak kullandığı dil,
“Ahlakın yanına nezaketi, maneviyatın yanına samimiyeti
koymamız gerek, öyle daha
güzel olacak” diyor yazar İbrahim Tenekeci. O hâlde nezaket
güzel ahlakın görünür, hissedilir önemli bir işaretidir. Güzel bir huy olan nezaket, insan
tanımada geçerli ve önemli bir
ölçümüzdür.
Nezaket, bir zayıflık belirtisi de
değildir. “Beden-ruh” arasında
şekil bulan insanoğlunda duyguların, düşüncelerin, davranışların kötülükten arınmışlık
ve duruluk ifadesidir. İnce ve
zarif insandan, kötülük umulmaz olur. Ne de olsa uygun dış
görünüm ya da giysiler, insana
bir kapıdan geçmeyi sağlayabilir. Ancak, bilgi ve görgü,
kapının ardındaki dünyaya ait
olmayı sağlayacak ve devamlılık
AİLE 2016 OCAK 13
B İ Z B İ Z E
işçiliğidir ve topluma ferahlık veren, yüzleri gülümseten, kalpleri
diri tutan ve onaran bir inceliktir.
“Ey iman edenler (rastgele) peygamberin evlerine girmeyin…”
(Ahzap, 33/53.) ayet-i kerimesi
misafirlikte ölçüye, nezakete
başka bir açıdan dikkat çekmektedir. Daha bir çocukken
aldığımız misafir olma ve misafir karşılama adabından örnek
vereceksek “müsait misiniz?”
sorusuna aldığımız “buyurun
gelin” cevabıyla varırız dostları-
getirecektir. O hâlde tüm ilişkilerde nezaket, bozulmayı, kırılmayı önleyip, devamlılık ve sağlamlık getiren bir özelliktir.
Bu ahlaka sahip kişilerin oluşturduğu aileler, huzurun ve
mutluluğun doğal rüzgârında
varlık bulur ve topluma da örnek
olurlar; birbirini dikkate alıp, bir
amaç etrafında toplanabilmeyi
sağlayan bir uzlaşı zemini oluşturabilir, kopmayan ve değişmeyen değerleri bir bir inşa edebilirler. İslam dünyası da böylesi
aileler sayesinde tevhide dayalı
bu değişmeyen değerler ışığında, yaşamı tecrübe etmekte ve
var olmaya, yol bulmaya devam
edebilmektedir.
Yaşam tecrübesinde aile, insanın birbirini var ettiği ilk top-
14 AİLE 2016 OCAK
lumsal birlik olarak, “şefkatin,
saygının, nezaketin” öğrenildiği,
hücrelere kaydedildiği yerdir.
Aile, her şeyin aslına uygun olduğu, tevhidin solunduğu, hakikatin yaşandığı bir kurum olarak,
saygı, sevgi, incelik tohumlarını
ekerken yüreklere, insanı hayata hazırlamakta, sorunlara karşı
güçlendirip kıyam ettirmektedir.
Aile içinde yaşama dair ne varsa biriktirilirken bir yandan, aile
üyeleri de önce birbirlerini görmekte ve dikkate alıp varlıklarına var olmaya devam etmelerine özen göstermektedirler.
O hâlde kulun ne Rabbi olan ilişkisinde ne de toplumsal hayatta
iyi bir yer edinmesi ve iyi bilinmesi rastlantı değildir. “İyi” olma
yolunda incelik sahibi olmak, bir
eğitim ve emek ister. Bu yüzden
ilk muallim olan anne ve babalar, nezaket sahibi nesil yetiştirmede sorumludur. Çocuğun
hamurundaki incelik ve nezaket
mayası, önce ailesinde tutmalıdır.
Günlük hayatımızda yolda yürürken, sırada beklerken, alışveriş yaparken, evde bir sofra
başında ailece toplanmışken,
akraba ziyaretinde ve bayram
tebriğinde iken, komşunun hâl
hatrını sorarken, selam verirken
konuşanı saygıyla dinlemek, insanları zor durumda bırakmaktan kaçınmak, ihtiyacı olana
onuruna zarar vermeden yardım etmek, azlıklarıyla alay etmemek, kırmamak, dökmemek,
üzmemek… Hepsi bir nezaket
istemek de kabalık kabul edilir
yaşımız kaç olsa da.
Kâinatın Efendisi (s.a.s.), ümmetine: “Allah Refiktir, bütün
işlerde rıfkı sever. (Buhari, İstitabe, 4.)” demiştir. Yumuşak huylu
bir tabiat, insana Rabbin rızasını alacak işleri yapabilecek
bir yetenek de sağlamaktadır.
“Yumuşak huydan yoksun olan,
iyilikten de yoksun olur.” (Müslim,
Birr, 23.) derken de ümmetine iyi
olmanın yolunu tarif etmiştir
elbette. Nezaket hâl dilidir. Ne-
“Yumuşak huydan
yoksun olan, iyilikten de
yoksun olur.”
(Müslim, Birr, 23.)
mızın kapısına. O anda bize uzatılan terlikler, eve güzelce buyur
edilmenin bir göstergesidir. Hatırlar sorulsa da cevaplar sabırla
beklenir muhataptan. Dualar
karşılıklı edilir, kalpler ısınır, tatlı
bir muhabbet devşirilir sunulan
çaylar arasında. İkramlar tatlı bir
ısrar ile sunulurken edilmesini
zaket, çocukken hücrelerine
işlemediyse kolay kolay öğrenilmez. Bu ölçülülüğü öğrenmesini beklemekle ömürler boşa
geçirilir. O hâlde aile, saygının,
sevginin, merhametin ve nezaketin yaşanıp, tohumlarının atıldığı bir bahçedir ve öyle olmaya
da devam etmelidir.
...Nezaket, öncelikle
bir saygı, sevgi, dikkat,
özen, duyarlılık,
sorumluluk, mesafe
sarmalıdır ve insan
ilişkilerinde mesafe
ihtiyacı önemlidir.
Çünkü adab-ı muaşeret
önce bir mesafe
meselesidir. Mesafeye
göre ilişkiler şekillenir,
duygu düşünce iletilir
ve karşılanır. İnsan da
kendini buna göre iyi
ya da kötü hisseder.
Nezaketli insan, nerede
nasıl duracağını bilen,
bulunduğu mesafeden
“ne yaparsam,
karşımdaki ne hisseder”
diye düşünebilme
yeteneğine sahip
olandır. Bunun için,
inceliği, ölçülülüğü,
hoşgörüyü ve insan
severliği içselleştirmiş
olmak gerekir. Bunları
ahlakında barındıran
insan etrafında,
ilişkilerinde latif bir iklim
oluşturur, ezilmeden
teşekkür eder,
cümlelerine çekinmeden
lütfenler ekler…
AİLE 2016 OCAK 15
S ÖY L E Ş İ
Hastalıkların Tedavisinde de
Sıcak, Sevgi ve Şefkat Dolu Bir
Aile Önemli Bir Faktör
Dr. Fatma Bayraktar KARAHAN
Diyanet İşleri Uzmanı
İçinde yaşadığımız dünyada hız ve hırsların
egemenliğini çok yoğun hissediyoruz. Pek
çok değişimle karşı karşıyayız. Bütün bunlar
size gelen vakaları ve ailenin sorunları değiştirdi mi?
B
u çağ kalabalıklar içinde insanların kendini yalnız hissettiği bir çağ,
iletişim alanları ve ulaşım alanlarının tüm fazlalığına rağmen.
İnsanlar önceleri doğdukları yerde büyüyorlardı. Günümüzde doğdukları yerden
uzakta büyüyen insanlar kendi yakınları
ve akrabalarıyla bile görüşemiyor. Tamamen yalıtılmış bir şekilde, tamamen
kozmopolit ortamlarda yaşanıyor. Bu
sahici derin dostlukları engelliyor. Eskiden dayanışmaya, paylaşmaya önem
verilirken şimdilerde yüzeysel ve çıkara
dayalı ilişkiler hâkim hâle gelmiş durumda. Diğer yandan aile değerleri zayıflıyor.
Ailenin strese karşı bir kalkan olma etkisi azalıyor. İnsanlar kıyasıya maddi yarış
içerisindeler. Ekmek aslanın ağzında,
deniliyor. İnsanlar devamlı zenginliklere
koşturuyorlar. Böyle olunca tabi insanlar
psikolojik olarak zorlanıyor, ruh sağlığı
problemleri artıyor. Âdeta medeniyetin,
teknolojik gelişmelerin bedelini ödüyorlar.
Ve maalesef eskiye göre daha huzurlu,
mutlu değil insanlar. İmkânlar, teknoloji
gelişmiş, herkesle görüşülebiliyor, konuşulabiliyor ama bunun bedeli olarak mutluluklar ve kalbi duygular kaybedilmiş.
Prof. Dr. Sefa SAYGILI
16 AİLE 2016 OCAK
insanlar doğdukları, büyüdükleri yerlerde
yaşıyor; oradan huyunu suyunu bildikleri bir
insanla evleniyorlardı. Ve ailelerin desteği
oluyordu. Şimdiye göre daha sağlıklı ve köklü aileler kuruluyordu. Günümüzde insanlar
evlenmemeyi veya çok daha geç evlenmeyi
tercih edebiliyorlar. Bu da aralarındaki uyum
sağlamayı zorlaştırıyor. Diğer yandan ailelerin çocuk sayısı da çok azaldı. Bu da aile
bağlarını zayıflatan bir unsur… Eskiden ailenin dört veya beş çocuğu olurdu. Ailede daha
bir sıcak hava olurdu.
Aileyi zayıflatan başka bir unsur da eskiden
koruyucu kanatlarını evlatları üzerine geren
ya aile içinde idi ya da yakın yerlerde olan
aile büyüklerinin şimdilerde evlerinden uzak
kalmış durumda. Çekirdek aile ile geleneksel
aileyi kaybettik. Bu da problem oluşturuyor
tabii. Yine eskisi gibi aile bir araya gelip sohbet edemiyor. Anne çalışıyor, baba çalışıyor,
iş saatleri uzamış. Çocuklar okula gidiyor. Bir
araya geldikleri vakitler dar. Eskiden bir odada soba varken şimdi kalorifer var ve herkes
kendi odasına çekiliyor. Bilgisayar, cep telefonu… Birlikte otururken bile mesaj atılıyor
veya internete giriliyor. İnsani ilişkiler kaybolmuş durumda. İnsani ilişkiler kayboldukça,
ailenin bir arada geçirdiği vakit azaldıkça
aile birliğinin o sevgi dolu ortamı ve ailenin
koruyucu yönü zayıflıyor. Oysa aile gerçekten günümüzde korunması, geliştirilmesi,
sağlamlaştırılması, önem verilmesi gereken
bir konu… Çünkü aile strese karşı bireyleri
koruyan bir kurum. Psikiyatri de biliyoruz ki
sadece psikolojik hastalıklar için değil bedensel hastalıklarda bile sıcak, sevgi dolu bir
ailesinin olması mutlak koruyucu bir faktör.
Yine hastalıkların tedavisinde de sıcak, sevgi
ve şefkat dolu bir aile önemli bir faktör.
muhakkak sofraya önem vermeliler. İnsan
yediği zaman endorfin denilen hormon salgılanır. Bu mutluluk hormonu salgılanırken
insanlar telkine, ikna olmaya yatkındır. Zaten
bütün iş görüşmeleri, anlaşmaları yemekte
olur, dikkat ederseniz. Günümüzde bu sofra
geleneğini canlandırmamız lazım. Annenin,
babanın, çocukların bir arada olduğu vakitleri kestirmek mümkün değil. Hafta sonu
da aile sofra başında buluşmuyorsa… Gelen
hastalardan biliyorum aylarca birlikte sofraya oturmamış aileler var. Bu sadece ailede
sıcaklığı birbirine bağlamak için değil. Çocuğun başarısı için de sosyalleşmesi için de
gerekli. Diğer yandan sofra kültürü işlenmiş
ve rafine gıdaların tüketiminin azaltılmasını
da sağlayacak. Sofraya oturulmadığında çocuklar cipsler, patates kızartmasıyla, gofretle,
Aile bireyleri daha çok bir araya
gelmeliler. Piknikler, geziler, beraber
çay, kahve sohbetleri bir de
muhakkak sofraya önem vermeliler.
şekerli içeceklerle doyuyor. Sağlıklı gıdalara
karşı yabancılık çekiyor. Bol yağlı, tuzlu insanı
lezzet bakımından tahrik eden ama sağlığını
bozan yiyeceklere alışıyor, bağımlı hâle geliyor. Hâlbuki sofra başında evde yapılmış
yemekler yenilse, çocuklar farklı tatlara alışır.
Yani sofra kültürünü yeniden canlandırmak
zorundayız.
Ve aileyi güçlendirecek bir önemli husus da
anne babanın çocuklarına kaliteli vakit ayırması, onlarla ilgilenmesi.
Bugün artık “ailenin kalkan” olmasından da
söz edemiyoruz maalesef.
Toplumsal değişimin önüne geçmek mümkün
değil. Ancak bu şartlara ve içinde bulunduğumuz duruma rağmen aileleri güçlendirmek için
neler önerebilirsiniz?
Sağlıksız ve işlenmiş gıdalarla beslenmenin çocuğun psikolojinde de etkisinden söz edebilir
miyiz?
Çünkü günümüzde maalesef aile kavramı zayıflamış durumda. Eskisi kadar
önem verilmiyor. Dediğim gibi eskiden
Bir şeyler yapabiliriz. Mesela aile bireyleri daha çok bir araya gelmeliler. Piknikler,
geziler, beraber çay, kahve sohbetleri bir de
Kesinlikle. Çocuğu şekerle ve işlenmiş gıdayla büyütmemek lazım. O şeker bağımlılık yapıyor. Şimdilerde çok daha ucuza mal
AİLE 2016 OCAK 17
S ÖY L E Ş İ
S ÖY L E Ş İ
edilen glikoz ve früktoz şurupları çıktı. Daha
fazla tatlılık veriyorlar. Ama bütün bünyemizi tahrip ediyorlar. Beyindeki doyma hissini bile bozuyor. Çocuklarda bile obezite
ve diyabeti artırıyor. İşin üzücü yanı böyle
giderse bugün doğan çocukların yüzde
ellisi 40 yaşına geldiklerinde şeker hastası
olacak. Bunların oluşturduğu psikolojik etkilere gelince kişilik problemleri, dikkat eksikliği ile de bu gıdaların yakından ilgisi var.
Şekeri devamlı yüksek tuttuğu için beynin
yeterli gıda almasını engelliyorlar. Çocuk
dikkatini toparlayamıyor. Bu dönemde çok
karşılaşılan bir sorun, dikkat eksikliği… Ayrıca yüksek şeker doyumsuzluk hissi veriyor.
Doyum ve tatmin eşiği yükseliyor. Sürekli
hâlinden şikâyetçi, hiçbir şey ile memnun
olamıyor çocuklar bugün. Yine şekerli gıdalar çok fazla enerji veriyorlar. Çocuk o
enerjiyi harcayacak yer bulamıyor. Eskiden
çocuklar geniş alanlarda koşarak, top oynayarak enerjisini harcayabiliyordu. Şimdi
çocuklar bir dairede büyüyor. Daire demek
de yanıltıcı. Çünkü her odaya girmeleri yasak çocukların… Mutfağa çocukları sokmuyorlar aileler. Salona misafir geliyor, vitrinde eşyalarım var deniliyor. Odalar zaten
dar. Çocuk sosyalleşemiyor. Bugün çocuk
psikiyatristleri en çok hastası olan hekimler
hâline geldiler. Bunun gıdalarla da çocuğun
egzersiz ve hareket ortamını engelleyen ortamla da yakın ilgisi var.
Bu nedenle çocukları sağlıklı gıdalarla beslemek lazım... Her annenin çocuğunu en az
Eskisi gibi aile bir araya gelip sohbet
edemiyor. Anne çalışıyor baba çalışıyor iş
saatleri uzamış. Çocuklar okula gidiyor.
Bir araya geldikleri vakitler dar. Eskiden bir
odada soba varken şimdi kalorifer var ve
herkes kendi odasına çekiliyor. Bilgisayar,
cep telefonu… Birlikte otururken bile mesaj
atılıyor veya internete giriliyor.
18 AİLE 2016 OCAK
altı ay kendi sütüyle beslemesinin çocuğun
büyümesinde, şahsiyetinin gelişmesinde
büyük etkisi var. Kur’an-ı Kerim’de geçtiği
gibi iki yıla kadar gıdalarla bunu uzatmak
lazım. Dediğim gibi çoluk çocuk sofraya
oturmalı, mutfak yemeklerinden yemeli,
tatlıya alıştırılmamalı. Yemek çeşitleri değiştirerek çok çeşitli yemekler yerine tek
veya iki çeşitle ama doğal gıdalarla çocuk
beslenmeli.
Ailenin güçlenmesinde kaliteli zaman geçirmekten bahsettiniz. Buna dönecek olursak
anne babalar olarak bu zamanları çocuğuna
nasihat etme gibi algılıyoruz bazen.
Biz ona bir arada vakit geçirmek diyoruz. Bir de nasihatle çocuk davranışlarını
değiştirmez. İyi örnekle, uygun model olmakla ancak davranışlarını değiştirir. Anne
baba iyi rol model oluyorsa çocuk için en
iyi eğitim odur. Bu da çocukla birlikte daha
çok vakit geçirmeyi gerektirir. Ancak burada önemli bir nokta çocuğun her isteğinin
gerçekleştirildiği bir durum değil bu. Maalesef artık aileler çocuk erkil hâle geldiler.
Yani çocuk sayısı azaldı. Anne ve babalar
çocukların üzerine aşırı düşüyorlar. Her şey
çocuğa göre hazırlanıyor, çocuk ekseninde
dönüyor. Aşırı derece de evetle yetiştiriliyorlar. Bu ise çocukları mutsuz ve tatminsiz
yapıyor. Anne, ben merhametli bir anneyim
zannediyor. Oysa aşırı merhamet merhametsizlik getiriyor. Çocuğa hayır demek;
güçlükleri, zorlukları göstermek gerekiyor.
Ve bazı şeylerin olmayacağını bilmesi anlaması önemli.
Bir de internet ve televizyon karşısında
geçirilen vakitler var ki özellikle bilgisayar
oyunlarıyla… Maalesef bu da çocukları
günümüzde olumsuz etkileyen bir durum.
Çocuğun en çok savunma mekanizması
bilgisayardan ödevimi yapıyorum. Araştı-
rılmadan, kaynaklara, ansiklopedilere bakılmadan yapılan ödev zaten amacına tam
anlamıyla ulaşmış olmayacak. Ayrıca bilgisayar oyunları karşısında uzun süreler geçirildiğinde birtakım davranış problemleri de
giderilemez.
Kesinlikle zararın neresinden dönersen kârdır. Hiçbir zaman geç değildir. Ergenlikte de
esas olan çocuk ile iletişim kurmak, onunla
yakından ilgilenmek, problemlerini konuşabilmek… Burada görev daha çok babalara
düşüyor. Ergenlik problemleri anneyi biraz
aşabiliyor. Bir de çocuğa baskıyla, nasihat
ederek, zoraki yaptırmak yerine çok hissettirmeden yardımcı olmak lazım. Çocuk
şunu hissetmeli: “Annem, babam benim
yanımda ben ne zaman zor duruma düşsem onlar bana destek olur.” Gidip çocuğa
kuru kuru nasihat edersek faydası olmuyor,
ters tepiyor. Çocuğun bir kulağından giriyor
diğer kulağından çıkıyor. Ama çocuktan bir
talep gelirse, bir sorum var derse işte burada devreye girip konuşmak lazım. Burada
çocuğun hazır olduğu konumu ve zamanı
da kollamak gerekiyor.
Özellikle ergenlik döneminde çocuk anne
babayı artık devre dışı bırakıyor. Arkadaşlarına daha çok önem veriyor. Bir takım sahte
kahramanlara, popüler kimselere, şöhretlere daha fazla ilgi gösteriyor. Ancak anne
babaların yeri elbette farklı… Onları yalnız
bırakmamak lazım.
Özellikle babaların maalesef yeteri kadar
devrede olmayışından bazı sorunlar çözülemiyor. Türkiye’de şöyle bir anlayış var. Baba
diyor ki; dışardan bunların parasını getiriyorum, masrafını karşılıyorum. Anne de çocuğun eğitimi ile ilgilensin. Öyle bir şey doğru
değil. Anne ile babanın çocuk eğitimindeki
katkısı yüzde ellidir. Ergenliğe kadar annenin
görevi daha fazla, ergenlikte babanın görevi
daha ağır basıyor. Bir kuş nasıl iki kanadı ile
uçarsa anne baba ile birlikte çocuk var olur.
Yetişkin hâline gelir. Çocuk kişiliğini, cinsiyetini anne ve babası ile birlikte öğrenir, böyle
geliştirir. Onları örnek alır, taklit eder. Çocuk,
biz farkında olmadan bizim davranışlarımızı
takip eder, kişiliğini oluşturmaya çalışır. Bu
sebeple ergenlik çağında babanın daha çok
devrede olması, her dönemden çok daha
fazla çocuk ile ilgilenmesi lazım.
Bilgisayar oyunlarını çocukların hayatından
tamamen çıkarmak mümkün mü?
Tamamen değil ancak sınırlamak lazım… Haftanın belli günleri ödevleri yaptıktan sonra izin verilebilir. Ancak bazı ailelerde
görüyorum dersten yorulduktan sonra bilgisayar oyunu oynanıyor. Bu da doğru değil. Çünkü ders de, bilgisayar oyunu
da görsel, işitsel mekanizmaya dayanıyor. Birinden yorulan
öbüründe dinlenemez, daha çok yorulur. Alternatif bir şey bulmak lazım… Çocuğun koşması, arkadaşları ile hareket edecek
fiziksel ortam bulması gerekli. Hobileri olacak. Koleksiyonlar
yapacak. Spor yapacak. Bunlar ders sonrası dinlenme alternatifleri olabilir. Yoksa bilgisayar oyunu çocuğu daha çok
yorar. Zihnini dağıtır, meşgul eder. Derse konsantre olmasını
zorlaştırır. Bilgisayarın rengârenk ekranından sonra siyah beyaz yazıların karşısına geçmesi ve öğrenmesi çok zorlaşır.
AİLE 2016 OCAK 19
A İ L E - C E
Çocuklar
Anlar
Betül BALTACI
Uzman Psikolog
Fotoğraf: Ayşe Öztürk
Her ne kadar
gizlemeye çalışsak
da çocuklarımız
bizim o anki
duygusal hâlimizi
(sevinçli, üzgün,
kızgın vs.)
hissederler. Fakat
çoğu zaman
algıladıkları bu
durumlara bir anlam
veremezler.
20 AİLE 2016 OCAK
G
ünümüzde insanlar arasındaki iletişim hakkında
elimizde birçok bilgi olmasına
rağmen, bu bilgi çocuk yetiştirmede maalesef yeterince kullanılamamaktadır. Çevremize
baktığımızda ebeveynlerin çocuklarıyla konuşmalarında ciddi
yanlışlar yapabildiklerini ya da
“zaten anlamıyor” düşüncesiyle yanlarında konuşulmaması
gereken konuları konuştuklarını
görmemiz mümkün. Bu zannın
aksine, çocuklar daha küçük
yaşlardan itibaren yanlarında
konuşulanları anlamaya başlarlar. Bebekler kelimelerin anlamlarını tam bilmeseler bile, anne
babalarının konuşma sırasındaki duygu ve davranışlarını fark
edebilirler.
Çocuk gelişimi ve psikolojisi
üzerine yapılan çalışmaların ortaya koyduğu sonuçlara göre,
çocuklar daha 4 aylık olduklarında kendi isimlerini algılayabiliyorlar. 7 aylık olduklarında
ise çoğu zaman hareketleriyle
isteklerini belli edebiliyorlar (kollarını uzatarak kucaklanmak
istemek veya “gel gel” işareti
yapmak gibi). Gelişimin ileriki
dönemlerinde 9 aylık olduklarında ise isimleri söylendiğinde tepki gösterebilen çocuklar,
12-15 aylık olduklarında “hayır”
ya da “dokunma” gibi kelimeleri anlayabilmektedirler. 36 aya
ulaştıklarında ise bir çocuk iki
parçadan oluşan “Odana git ve
çantanı al” gibi bir cümleyi rahatlıkla anlayabilmekte ve doğru
tepki verebilmektedir
Her ne kadar gizlemeye çalışsak da çocuklarımız bizim o anki
duygusal hâlimizi (sevinçli, üzgün, kızgın vs.) hissederler. Fakat çoğu zaman algıladıkları bu
durumlara bir anlam veremezler.
Bu da onlarda duygusal karışıklığa ve güvensizliğe yol açabilir.
Anne babaların çocukların ya-
AİLE 2016 OCAK 21
A İ L E-C E
meni istemiyorum” şeklinde bir
ifadeyle yanlış yaptığını anlatmamız gerekir.
Anne babalar her
konuda olduğu gibi öfke
kontrolü ve tartışma
ahlakı konusunda da
çocuklarına örnek
olmalıdırlar. Aralarındaki
anlaşmazlıkları
mümkün olduğu kadar
çocukların olmadığı
yerlerde gidermeye
çalışmalıdırlar.
22 AİLE 2016 OCAK
nında sert tartışmalara girmeleri
ya da kavga etmeleri çocuklarda
agresiflik ve içine kapanıklık gibi
ciddi psikolojik sorunlara yol açabilmektedir. Tartışma esnasında
yetişkinlerin birbirlerine söyledikleri sözler çocuklar tarafından
algılanmakta ve o anki duygusal
durum ile ilişkilendirilmektedir.
Karşı tarafı rencide edecek ve
küçük düşürecek sözler küçük
yaşlarda çocukların hafızalarında
yer eder. Ebeveynler bu sözleri çocuklarından beklenmedik bir anda
duyduklarında kısa bir şaşkınlık
yaşarlar ve hemen tepki göste-
rirler. Bu çocuk için çok ilginç bir
deneyim olur, çünkü sadece bir
kelime kendisinden daha büyük
insanları harekete geçirmiş ve ilgilerini çekmiştir. Bu deneyimden
hoşlanan çocuk daha fazla bu
tür kelimeler kullanma eğilimine
girebilir ve ileriki yaşlarda böylesi bir konuşma şekli geliştirebilir.
Çocukların yanında başka insanlar için de rencide edici kelimeler
kullanmamak gerekiyor. (şişman
komşu, aptal patron, gıcık iş arkadaşı vb.) Birçok bilimsel çalışma
8-10 yaşındaki çocukların imalı
konuşmaları ve abartılı ifadeleri
anladığını göstermiştir. Demek ki,
bu yaşlardan itibaren çocuklarımızın yanında konuşurken daha
da dikkatli olmamız, özellikle cinsellik, şiddet ve hakaret içeren
konuşmaları ima ederek dahi olsa
konuşmamamız gerekiyor.
“Kullandığı kötü kelimenin
anlamını çocuğuma söylemeli
miyim?”
Argo veya kaba sözcüklerin anlamını çocuğunuza anlatmanız
veya anlatmamanız tamamen
çocuğun yaşına bağlı. 4 yaşındaki
bir çocuk söylediği kötü kelimenin
anlamını anlatsanız bile anlamayabilir. O bakımdan aşırı tepki vermeden “bu söylediğin çok kötü bir
kelime, beni üzdü, bir daha söyle-
Anne babalar her konuda olduğu gibi öfke kontrolü ve tartışma ahlakı konusunda da
çocuklarına örnek olmalıdırlar.
Aralarındaki
anlaşmazlıkları
mümkün olduğu kadar çocukların olmadığı yerlerde giderme-
tartışma ve kavgaların çocuklar
üzerindeki etkisi daha fazla ve
derin olacaktır. Araştırmalara
göre bu ölçüde bir kavga çocuklar açısından ‘felaket’ anlamına geliyor. Çünkü bu durum
çocuk için ait olduğu tek ailesi
ve bir anlamda dünyası dağılma
tehlikesi yaşıyor anlamına gelecektir. En sevdiği insanlar olan
Çocuğunuz küfürlü veya hakaret
içeren kelimeler kullanırsa
Öncelikle hemen telaşa kapılmamanız çok önemli. Göstereceğiniz aşırı tepkiler karşısında çocuk küçük bir kelime için neden bu
kadar büyük tepki gösterdiğinizi anlamakta zorluk çekecektir. Bu
kelimeleri kullandığı zaman kesinlikle gülmeyin ve bunu aile içinde
eğlence konusu yapmayın. Çünkü o takdirde komik ve güzel bir iş
yaptığını, bütün ilgiyi üzerinde topladığını düşünerek bu davranışı
tekrarlayacaktır. En doğru tepki “Kızgın olabilirsin ama bu kelimeleri
kullanmıyoruz” şeklinde onu uyarmamızdır. Kullandığı bu kelimenin
karşıdaki insanı rencide edeceğini ve aynısının kendisine söylenmesi hâlinde neler hissedeceğini hatırlatmak da faydalı olacaktır.
ye çalışmalıdırlar. Ebeveynler
arasındaki tartışmalar şiddetlerine ve türlerine göre farklılık
gösterirler. Günlük işlerle ve görev dağılımı ile ilgili tartışmalar
olabileceği gibi daha derin ve
evliliğin gidişatını belirleyecek
kimin ‘haklı‘ veya ‘kazanan’ olduğunun sorgulandığı ağır tartışma ve kavgalar da yaşanabilir. Sözünü ettiğimiz bu tür ağır
anne ve babasından birini veya
ikisini birden kaybetme endişesi yaşayan çocuk, kapıların çarpıldığı ve hakaretlerin havada
uçtuğu, hatta şiddet uygulanan
bu ortamda zaten çok korkmuş
olacaktır. Normalde sevgi dolu
ve şefkatli davranışlar sergileyen anne babasının neden bu
şekilde davrandığına anlam veremeyen çocuklar çoğu zaman
suçu farkında olmadan kendilerinde arama eğilimine de girerler. Çocuğun anne baba arasındaki bu tartışmalara hakem
olarak dâhil edilmesi ve “kim
haklı sen söyle!” ya da “haklı değil miyim?” gibi bir soruya muhatap edilmemesi de gerekir.
Gelenek ve kültürümüz gereği
bizden büyüklere gösterdiğimiz
saygıyı onların yokluğunda da
devam ettirmemiz çocuğumuza örnek olacak, aile bağlarının
kuvvetlenmesi açısından da
önemli bir rol oynayacaktır. Bu
sebeple anne babalar eşlerinin
aileleri (kayınpeder, kayınvalide,
teyze, hala, dayı, amca) hakkında kaba ve hakaretamiz kelimeler kullanmamaya özellikle dikkat etmelidirler.
Diğer yandan yapıcı tartışmalar,
kendi düşüncesini ifade edebilme yeteneği açısından çocuklar için faydalıdır. Çocuğun
anne babasından öğreneceği
en önemli davranışlardan biri
de kendi istek ve düşüncelerini
tartışma kültürüne uygun olarak
ifade edebilmek olacaktır. Bu sayede çocuk kendi fikirlerini karşı
tarafa kavga etmeden aktarmanın önemini daha erken yaşlarda
kavramış olur.
Sonuç olarak; çocuklarımızın algıları doğdukları andan itibaren
zannettiğimizden çok daha fazla
açıktır ve bizler ilk yıllarda örnek
alacakları tek yetişkin insanlar
olarak gelecek yaşamlarında
nasıl bir karaktere sahip olacaklarından sorumluyuz.
AİLE 2016 OCAK 23
Kendini bazen güçlü bazen güçsüz hissedeceksin.
Unutma ki bu sağlıklı bir durumdur. Hiç kimsenin
tüm anı mutlu veya mutsuz olamaz. Senin yapman
gereken seni mutsuz eden sorunları çözmektir.
A İ L E-C E
MUTSUZLUĞA NEDEN OLAN
Y anlış D üşünce Ş ekilleri
Serhat YABANCI
Yazar-Psikoterapist
B
azen mutlu olabilmek için
bir şeyler yapmak değil,
yapmamak yetiyor. Gerek düşünce ve gerekse davranış değişiklikleri mutluluğun yolunu bize
açmaktadır. Duygu durumumuz,
düşünce şeklimizden oluşur.
Nasıl düşünürsek öyle hisseder,
nasıl hissedersek de öyle davranırız. Düşünce şeklimiz, bizim
yaşam tarzımız ve hayata bakış
24 AİLE 2016 OCAK
açımızdır. Düşünme şeklimizi
gözlük olarak farz edersek, hayatımızdaki her şeyi gözlüğümüzün numarasına göre görürüz.
Başa çıkamayacağını düşünerek
pes etmek mutsuzluğumuzun
önemli nedenidir. En küçük bir
streste ya da üst üste gelen sıkıntılardan sonra hayatın yönünü
değiştiremeyeceğimizi, bunun
kaderimiz olduğunu kabul etmemizdir. Geçmişimizde birçok
başarılar elde etmemize rağmen
bazen küçücük bir zorlukla baş
edemeyebilir, çözümsüz kalabiliriz. Bu durumlarda hem başarılarımızı hatırlamalı hem de
güç ve enerjinin doğuştan her
insanda olduğunu düşünmeli-
yiz. Bizim o an yaşadığımız şey
yetersiz olmak değil, çözüm yolu
bulamamaktır. Sadece yöntem
aramak ve düşünmek yeterlidir.
Yıllarca okyanusta yüzüp küçük
bir derede zorluk yaşamamız,
bizim yetersiz olduğumuz anlamına asla gelmemelidir.
Kendini, gücünü ve potansiyelini tanırsan, elde edebileceğin
şeyleri düşünür ve hayal etmeye başlarsın. Burada esas olan
ulaşmak istediğin noktanın çabayla mı yoksa doğuştan gelen
yetenekle mi olduğudur. Mesela
iyi bir ses sanatçısı olmak için
sadece çabalamak yetmez. Doğuştan gelen bir yeteneğin olması gerekir. Varsa geliştirilebilir.
Yani çabaya değer. Ama bizde o
yetenek yoksa onun için çabalasak da, hayal ettiğimiz noktaya
gelemeyeceğimizden emeğimizi boşa harcamış oluruz. Belki o
gayreti başka bir hedef için kullanmış olsaydık çok daha farklı
bir başarı elde etmiş olabilirdik.
Bazı hedefler için belli bir potansiyel olmalıdır mutlaka. Bunu
ayırt etmenin en iyi yolu da o hedeflere ulaşanların oraya nasıl
vardıklarıdır; çaba artı yetenekle mi yoksa sadece çabayla mı
ulaştığıdır. Ulaşmak istediğimiz
hedefler yeteneğimize uygun
değilse bunu kabullenmemiz ve
yeni hedefler seçmemiz gerekir.
Her olayı kendimize yontmamalı ve kendimizi suçlamadan
yorumlamalıyız. Şayet özgüven
sorunu yaşıyorsak, çocukluğumuzda hep eleştirilmişsek, bağımlı bir anne babamız olduysa,
onlar mutlu olmalarını ve iyi hissetmelerini hep bize yükledilerse,
bizim çekirdek düşüncelerimizde; suçluluk ve her olumsuzlukta
kendinde hata arama düşünceleri olacaktır. Gerek yetişme tarzımız gerekse yanlış düşünme
şeklimizden dolayı kendimizi
suçlama eğilimimiz zamanla
olaylara bakış açımıza dönüşür.
Bir kişi bize yanlış bir şey yapsa,
biri bizi kırsa, birinden haksızlığa
uğrasak otomatik olarak “ben
bunu hak edecek ne yaptım,
benim ne gibi katkım oldu?” vb.
gibi cümlelerle kendimizi suçlarken bulabiliriz. Bu düşünceden
kurtulmak biraz zaman alır ve
mümkündür. Öncelikle hayata bakış açımızı değiştirmemiz
gerekir. Suçluluk duygumuzun
doğruluğunu, aynı olayları yaşayan başka insanları gözlemleyerek, başka kişilerin sorumluluklarını fark ederek de tartabiliriz.
Temelde suçluluk duygusu, yaşantı sonucu öğrenilmiştir. Nedenlerine baktığımızda; özgüven
eksikliği, aşırı eleştirel anne baba
tutumu veya içe kapanık olmak
gibi nedenler, kişinin kendini suçlu hissetmesine, affedememesine ve hatalarını uzun süre takıntılı olarak gündemde tutmasına
neden olur. Suçluluk duygusu
çekirdeği olan kişilerin ilişkilerde
de eleştirilmeye ve suçlanmaya
karşı aşırı hassasiyet geliştirdiklerini fark ederiz. Hatta olağan bir
BİZİ MUTSUZ EDEN
YANLIŞ DÜŞÜNCE
ŞEKİLLERİ
Başa çıkamayacağını
düşünerek pes etmek
Mükemmeliyetçilik
Sorunu büyütmek
Aşırı genellemek
Olumluyu
küçümsemek
Kendine yontmasuçlamak
Geçmişe sığınmak
Zihin okumak
Ya hep ya da hiç veya
‘siyah - beyaz’ gibi
keskin düşünce şekli
eleştiriyi hakaret gibi algıladıkları
ve bu nedenle de iletişimlerinin
bitme noktasına geldiğini görürüz. İçimizdeki suçluluk duygusu ile savaşmak için öncelikle
insanların onayından ve herkes
tarafından haklı görünmek sevdamızdan vazgeçmemiz gerekir.
Aksi takdirde mutsuzluğumuzun
kaynağı olan bu suçluluk duygusu, kısır döngüye saplanmamıza
neden olur. O hâlde kendimizi
neden devamlı suçladığımızı
bulmamız gerekir. Aksi takdirde
devamlı birilerine “Sence doğru
mu yaptım? Sence haklı mıyım?”
gibi onaylanma ve emin olamama sorularını yöneltir dururuz.“
“Kendimize vermemiz
gereken telkin;
Devamlı hayatında sorunlar olacak. Bazen mutsuz bazen mutlu
olacaksın. Kendini bazen güçlü
bazen güçsüz hissedeceksin.
Unutma ki bu sağlıklı bir durumdur. Hiç kimsenin tüm anı mutlu
veya mutsuz olamaz. Senin yapman gereken seni mutsuz eden
sorunları çözmektir. İnsanlarla
sorun yaşamamak için insanlardan kaçamazsın. Trafik sorunu
yaşamamak için evden çıkmamazlık yapamazsın. Bunlarla baş
etmeyi öğrenmelisin. Unutma
her sorunun bir çözümü vardır.
Her sorunun altında, onunla ilgili
negatif bir düşüncemiz vardır.
Hiçbir zaman gücün azaldığı için
pes etme. Gerekirse biraz ertele.
Ama “başarırım” düşüncesinden
vazgeçme. (Serhat Yabancı, Düşündüğün Gibi Değil)”
AİLE 2016 OCAK 25
E V İ M İ Z
Sahipliğimiz arttıkça
artan karmaşıklığımızı
düzenlemek için bu kez
de raf düzenleyiciler,
çekmece içi düzenleme
aletleri üretildi. Üretilen
bu yeni materyali almak
için mi sahip oluyoruz
diye soruyorum
kendime…
Dr. Hatice KOÇ KANCA
Diyanet İşleri Uzman Yard.
Hayatımızın
Düzenleyicileri
H
ayatımızın düzene ihtiyacı olduğu muhakkak…
Muhtaç olduğumuz düzen disiplinin bir sonucu olarak karşımıza çıksa da aslında en çok
başarının anahtarıdır. Günlük
yaşamımızın akordudur… Evrenin nüvesidir. Hızlıca akıp giden
zaman içinde insana en çok da
bu akıp giden zamanı kazandıran şeydir. Maddi ve manevi her
türlü kazanımımızı düzenin hâkim olduğu gayrete borçluyuz.
Nitekim gayretimiz düzenli ise
26 AİLE 2016 OCAK
zaman içinde zaman bahşedilir
bize… Yetiştiremiyorum, zamanım yetmiyor diye çırpındığımız
her an, düzene müteallik olarak
bahşedilmiş vakitlere dönüverir.
Sahip olma duygusu ve satın
alma isteğinin tavan yaptığı çağımızda bu duyguya paralel olarak bir de sahip olduklarımızın
düzenlenmesi ihtiyacı büyük bir
zorunluluk olarak ortaya çıktı.
Eskiden altı tabak, altı çatal, altı
kaşıkla ve bir iki takım elbiseyle sürdürdüğümüz hayatı, her
kıyafetimize
uydurduğumuz
aksesuarlar doldurur oldu. Çekmecemizi ya da dolabımızı çekiverdiğimizde içinde saklı birkaç
eşyadan ihtiyacımız olanı almak
ve onunla işimizi görmek çok
kolaydı. Ancak tıka basa dolan
evlerde şimdilerde ne aradığımızı bulabiliyor ne de işimizi görebiliyoruz.
Gelişen ve geliştikçe kaçınılmaz
bir biçimde değişen dünyada
ihtiyaçlarımızdaki niteliğin değişimi ne kadar doğalsa sahip
olduklarımızın niceliksel artışı
da bir o kadar doğal aslında… O
doğal bu doğal peki mesele ne?
Mesele şu ki sahip olduklarımız
dolaplarımızdan taşacak hâle
geldiyse yeni bir düzen ve yeni
düzenleyiciler hâsıl olmalı acilen.
Tam da bu esnada çekmece ve
raf düzenleyiciler devreye girdi.
Dolu rafları, dolu çekmeceleri
bu doluluk işlevsiz hâle getirdi.
Rafın ve çekmecenin bizatihi
kendisi düzeni sağlamak için
varken, aşırı yükleme sonucu
karmaşanın bizzat sebebi oldu.
Sahipliğimiz arttıkça artan karmaşıklığımızı düzenlemek için
bu kez de raf düzenleyiciler,
çekmece içi düzenleme aletleri
üretildi. Üretilen bu yeni materyali almak için mi sahip oluyoruz diye soruyorum kendime…
Cevabım kesinlikle hayır. Aldıkça alma ihtiyacı bir yana, alınan
her şeyin yeni bir tüketim alanı
oluşturması ve başka bir ürünle tamamlanması söz konusu…
Satın aldığımızın hakikaten ihti-
yaç olup olmadığı meselesi ne
zihnimiz ne de bütçemiz için
sorun alanı olmaktan çoktan
çıkmış artık… Esas ve önemli
olan o anki iştahımızın mümkün
olabildiğince hızlı ve çokça doyurulması...
Kıyafetlerimize uygun aksesuarları çoğalttıkça onları düzenlemek
için bir takı askısına, kravatlarımız
arttıkça hepsini kolaylıkla görebileceğimiz çekmece düzenleyiciye, çatal bıçağımız çoğaldıkça
onları bir düzene koymak için
AİLE 2016 OCAK 27
Doyurulması
imkânsız olan
iştahın tek çözümü
alışkanlıklarımıza
yeni bir düzen
getirmek ve aşırı olan
davranışlarımıza
perhiz yaptırmaktır.
Fiziksel anlamda
vücudumuzu arındıran
ve dinç kalmayı
sağlayan perhiz,
alışkanlıklarımız için
de son derece önemli
bir haz öteleme
mekanizması olabilir.
E V İ M İ Z
Peki, ne işe yarar bu
raf düzenleyiciler…
Çekmecelerinizin
içinde bulunan alet
edevatın hepsini tek
seferde görmenizi
ve ihtiyacınız olan
hangisiyse onu
almanızı sağlar en
başta…
benzer aparatlara sahip olmanız kaçınılmaz… Hepsini ayrı ayrı
kutucuklar hâlinde düzenlenmiş
olan raflara yerleştirmek önemli. Kocaman kocaman dolapları
alıp içini boş bırakmak olmaz. İşte
tam da bu sebeple bir üretim diğerine vesile…
Pantolon askısı, kravat ve fular
askısı, çorap çekmece düzenleyicisi, şeffaf ayakkabı kutusu ya
da özellikle beyler için ayakkabı
organizeri, kadınlar için ise takı
ve aksesuar organizeleri, havlu
düzenleyici sepetler, cd saklama
kutusu, gazetelik, dosyalık, dolap
içi raf düzenleyici ve daha birçok
ürün…
Peki, ne işe yarar bu raf düzenleyiciler… Çekmecelerinizin içinde
bulunan alet edevatın
hepsini tek seferde görmenizi ve ihtiyacınız olan
hangisiyse
onu almanızı
sağlar en başta… Bu durum
size ne gibi bir
katkı sağlar…
Menzile ulaşmak kolay ve hızlı
hâle gelir, doğal olarak işlerinizi vakitlice tamamlama imkânı
bulursunuz. Aramakla kaybedeceğiniz vakti çabucak bulmakla kazanca çevirmiş olursunuz.
Çekmecelerinizin içi de dışı gibi
pırıl pırıl görünür. Düzeni sağlamak sizin için bir problem alanı
olmaktan çıkar.
Bu yüzden elbise satın alırken
askısını da istemek artık adetten… Zira askının olmayışı büyük
bir kaos. Asılmayanın bulunması, bulunmayanın giyilmesi ne
mümkün… Çamaşır selesine katlayarak dizmek ve o seleyi demir
divanın altına sürmek eskiden
düzeni sağlarken, şimdilerde dolap içi düzenleyicilerle bu işi yapıyoruz.
Ne çok işe yarıyormuş bu raf düzenleyiciler değil mi? Kesinlikle
bu konuda daha fazla üretime
ihtiyaç var, zira dünyada çıplak
ayağıyla yurt arayan milyonlar
varken kat kat çoraplarımızı sıralı
ve düzenli bir şekilde görmek ve
ihtiyacımız olanı bir çırpıda çekip
almak olmazsa olmazımız!
Bugün “Aciz olacağına zalim ol”
ilkesiyle dünyada hüküm süren
muktedirlerin, tüketenlerin tercihleriyle daha da büyüdüklerini
görüyoruz. Tüketenler var oldukça üreten her daim üretmeye devam edecek… Üretenlerin
kabarık ve doymak bilmeyen
iştahı tüketenler tükettikçe daha
da büyüyecek.
Doyurulması imkânsız olan iştahın tek çözümü alışkanlıklarımıza yeni bir düzen getirmek
ve aşırı olan davranışlarımıza
perhiz yaptırmaktır. Fiziksel anlamda vücudumuzu arındıran
ve dinç kalmayı sağlayan perhiz,
alışkanlıklarımız için de son de-
rece önemli bir haz öteleme mekanizması olabilir. Anlık heveslerimize erteleme ve doyurmama
yoluyla dur deyişimiz zamanla
alışkanlığa dönüşerek maddi ve
manevi kazanımlara ulaşmamızı sağlayacaktır. İşte bu nedenle tüketici değil kullanıcı olma
alışkanlığı geliştirmek zorundayız. İhtiyacımız olanı almak için
meşru yollardan kazanç elde
etmeye uğraşmalıyız. Ancak
çağın onulmaz yarası tüketimi
değil, kullanımı hedef edinmeli, aldığımızdan fayda sağlama
yetenek ve becerisini geliştirebilmeliyiz. Yenilik eşyaya değer
katan bir unsur olsaydı, eski ve
kullanılmış antikalar nasıl bu
kadar değerli olabilirdi. Sürekli
yenisini edinmek, var olanı kullanmayıp tüketmek ve kocaman
bir yığına sahip olmaktan başka
nedir? Şirazesi kaymış bir satın
alma kültürü, ruhun sancısını
tetikler. “Ben ve benim” dediğimiz her şeyden imtihan edilecek
olan bizler, “ben” olan egomuz
ve “benim olan” eşyamızın tertibatında tercihlerimizi gözden
geçirmek zorundayız. Düzene
ihtiyacımız var. Ama satın aldıklarımızı düzenlemekten çok,
satın alma düzenine ihtiyacımız
olduğu aşikâr…
AİLE 2016 OCAK 29
serbestkÜrsÜ
Sevde Nur ÖZKAN
Nurselin Semercioğlu
Gözde Yansız
18
Üniversite sınavına ciddi bir şekilde hazırlanıyorum. Diş
hekimliği bölümünü istiyorum. Ailemin desteğinin her zaman
yanımda olduğunu biliyorum. Onlarla beraber istediğim dalla
ilgili videolar izliyoruz.
38
12 yaşında bir kızım ve 9 yaşında bir oğlum var. Kızımın yabancı dillere, oğlumun da elektronik aletlere karşı ilgisini keşfettik.
Kızımızla kelime anlamları çalışıyoruz ve yabancı filmler izliyoruz.
Oğlumuzu elektrik elektronikle ilgili sergilere götürüyoruz. Evde
babasıyla tehlike içermeyen düzenekler kuruyorlar.
Şerif Ali Sökmen
Farklı bir bölümdeyim ama
hayalim iç mimarlık. Okuduğum bölümü bırakıp iç
mimarlığa hazırlanmak ve bu
alanda öncü olmak istiyorum. Ailem de şu an böyle
düşünüyor fakat benimle çok
ilgilenemediler ve benim de
puanım yetmedi.
19
Mehmet Akif Kıbay
GENÇLERE
sorduk...
21
Hayalinizdeki mesleğe
ulaşmak için ne gibi
çalışmalar yapıyorsunuz?
Aileniz sizi destekliyor mu?
Betül Kaptan
Konservatuar 3. sınıf öğrencisiyim. Türk halk müziğinde
kendimi yetenekli buluyorum.
Konserlere gidiyorum ve önemli
isimlerle sürekli irtibat hâlindeyim. Ailem daha farklı meslekleri
benim için hayal etmişti ancak
benim isteğim bu yönde olunca
çok destek olmak istemeseler
de karşı da çıkmadılar.
Mahmut Candar
Ailece ticaretle ilgileniyoruz. Kendimi ticari faaliyetlerde her geçen gün geliştirmeye çalışıyorum. Babam da
bu işle meşgul olduğu için bilgi ve tecrübelerini bana
aktarıyor, beni yakından takip ediyor.
UZMANINA SORDUK
Her genç; hayatında rahat bir yaşam süreceği, anlamlı
seçimler yapma gereksinimi duyar. Gençliğin en çalkantılı
dönemlerine rastlayan meslek seçimi süreci, ciddi rehberlik çalışmalarını ve aile desteğini zorunlu kılmaktadır.
Yapılan araştırma sonuçlarına bakıldığında, meslek seçimini kendi yeteneklerine, kişisel ilgilerine göre yapanların
sayısı azınlıkta, mesleğinden şikâyet edenlerin sayısı ise
çoğunluktadır.
30 AİLE 2016 OCAK
Çocuklarımızın bir hedefi ya da
çalışmaya karşı pek bir arzuları
olmadı. Onlar umursamaz
davranınca ben de üzerlerine fazla
gitmedim. Gözlerinde bir heves
göremeyince ısrarcı davranmadım.
43
ANNE BABALARA
sorduk...
Çocuklarınızın istediği
mesleğe sahip
olabilmesi için onlara
ne tür teşviklerde
bulunuyorsunuz?
Nazlı ÖZBURUN
Uzman Aile Terapisti
Meslek seçiminde ailenin etkisi önemli etkenler arasındadır. Genel olarak bakıldığında kültür ve ekonomik düzeyi
yüksek olan ailelerde yetişen çocuklar meslek seçimi sürecinde yetenek ve ilgileri doğrultusunda destek görmektedirler. Ekonomik ve kültürel olanakları yetersiz olan ailelerde yetişen gençler ise kısa zamanda kazanç getirecek
mesleklere yönelmektedirler.
Aile baskısının önemli ölçüde hissedildiği ailelerde, gence
Behiye Karacihan
Çocuklarımızla bazı
sıkıntılardan dolayı
ilgilenemedik. İçlerinde
istemediği mesleği seçmek
zorunda kalanlar oldu.
Hayat şartları bizi bu
duruma itti. Keşke daha çok
ilgilenseydik…
Lütfi Uzunel
Herkes işini severek yapmalı diye düşünerek
çocuklarımızdan maddi manevi hiçbir
desteğimizi esirgemedik. Hangi alana
yöneldilerse arkalarında olduk. Biri inşaat
mühendisi, biri avukat, diğeri öğretmen oldu.
23
57
baba mesleğini devam ettirmesi için zorlama söz konusu
olabilir. Eğer baba mesleği gencin yetenek ve yatkınlıklarına uygun değilse sonuç başarısızlık olarak geri dönecektir.
Aileler tarafından yapılan başka bir hatalı davranış ise
meslek seçimi aşamasında genci tamamen desteksiz
bırakmaktır.
Bazen gençler ailelerinin ilgi ve sevgisinden yoksun kalmamak için bireysel özelliklerini yadsıyıp, ailelerinin istediği biçimde davranmaya, toplumda saygın olarak görülen
61
alanlara yönelmeye çalışmaktadırlar.
Kişisel özelliklerini keşfetmesi konusunda anne baba ve
uzmanlar olarak gence yardımcı olmak gerekir. Anne baba
olarak; çocuğunuzun hangi konulara ilgi duyduğunu, hangi alanlarda ve işlerde yetenekli olduğunu öğrenmelisiniz.
Kişilik özelliklerini, yaşamdan beklentilerini konuşabilmelisiniz. “Fiziksel özellikleri seçmeyi düşündüğü meslek için
bir engel oluşturuyor mu?” gibi sorular üzerinde düşünmesini sağlayabilirsiniz. Yaşamda en çok nelere öncelik
ve önem verdiğini tartışabilmelisiniz.
AİLE 2016 OCAK 31
YU VA R L A K
P E N C E R E
KÖ Ş E
Aslında son güne kadar bir başlangıca
değil
P E N
C E Rbir
E
sona doğru ilerliyoruz. En azından yaptığımız
işler açısından böyle. Fakat sokak bize bunun
bir başlangıç olması gerektiğini salık veriyor.
Hasan KARACA
YENİYIL
S
izde nasıldı bilmiyorum ama benim
yeni yılı eskitmem yalnızca dört günümü aldı. Beşinci gün uyandığımda kendimi
yeni yıldaymışım gibi hissetmemeye başladım. Günlerden salıydı ve bu salının önceki
salılardan hiçbir farkı yoktu. Sadece bir yere
tarih atacağım zaman geçen yılın tarihini
atmamak için gayret sarf etmeliydim. Bu
bile salı gününün eskilerine ne kadar benzediğinin göstergesiydi aslında. Bu arada
yanlış anlaşılmasın, öyle kalkıp yeni yılı kutlayan, yılbaşı gününe özel bir muamelede
ve iltifatta bulunan birisi değilim. Fakat hiç
ilgilenmediğinizde bile çevre size mutlu olmanız gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Mağazalar süsleniyor, ağaçlar aydınlanıyor, hiç
tanımadığınız insanlar size yeni yıl kutlamaları gönderiyor veya yeni yılınızı kutladıklarını
afişlerle, ışıklı yazılarla belli ediyorlar. Hasılı
bir şekilde bir yenilikle karşı karşıya geliyorsunuz. Bu başlangıçta masumane bir karşılaşma oldu benim için. Hatta
sevindirici. Durakta beklerken
gözüme ilişen bir yılbaşı
kutlama afişi. Sayın muhtarımızdan. Otuza elli
ebatında, dikey. Muhtarla orada tanıştım.
32 AİLE 2016 OCAK
Yani muhtarın yüzünü ilk kez görüyordum.
Muhtemelen o kişi muhtardı, afiş için poz veren bir mankene benzemiyordu çünkü. Daha
çok vesikalık fotoğraf çekilmek için oturmuş
ama fotoğrafçının birkaç müdahalesiyle ‘biometrisi’ bozulmuş birine benziyordu. Tüm
mahallenin yeni yılını kutlayıp, sağlık ve esenlik diliyordu. O anda yeni yılın ne kadar yaklaştığını bir kez daha fark ettim. Daha önce
de bu tarz fark edişlerim olmuştu tabii. Fakat
bu kez gerçekten yalnızca on gün kalmıştı.
Artık afişe bakmadığım hâlde zihnim hâlâ
afişle meşguldü. Durağa iki kişi daha geldi.
En az birinin mali müşavir olduğundan emindim. Çünkü elindeki çantanın üstünde “Mali
Müşavirlik Denetim ve Tasdik Sempozyumu” yazısı vardı. Yazıyı görünce zihnimdeki
muhtar afişi silindi. Bunun yerine mali müşavirlik sempozyumunun bana ne kadar uzak
bir dünya olduğunu düşünmeye başladım.
Derken adamlardan biri, elinde çanta olmayan, “Yılsonuna geldik ve hâlâ raporu teslim etmedik farkındasın değil mi?” dedi. Bu
muhtarın söylediğiyle o kadar çelişkili geldi ki
bana. Gerçekten de düşününce birçok insan
için yılbaşı fiilen bir son. Yıl bitiyor olduğu için
yetişmesi gereken bir yığın iş var. Mali raporlar bütçe planlamaları, proje teklifleri,
vergi hesaplamaları... Maliyecilerin yanında
durunca örnekler de mali alandan geldi.
Aslında son güne kadar bir başlangıca değil bir sona doğru ilerliyoruz. En azından
yaptığımız işler açısından böyle. Fakat sokak bize bunun bir başlangıç olması gerektiğini salık veriyor. Bu da son derece cazip
bir teklif. Sonunda moral bozucu bir sona
ilerlemektense umut verici bir başlangıca
yaklaşmak arasında tercih yapmak o kadar
da zor olmasa gerek. Fakat bir kez bu tercihi kendi mutluluğunuz adına yaptığınızda
işler sarpa sarıyor. Çünkü aslında tamamen
sanal olan bu başlangıcı gerçekten hissetmek istiyorsunuz. Bu yüzden de kendinize
yenilikler bulmaya çalışıyorsunuz. Önce
yalnızca yeni hedeflerle yetinecekmişsiniz
gibi duruyor fakat bu işin sonu gelmiyor.
Ben mesela kendime yeni bir kaban, yeni
bir çanta ve yeni bir saat aldım. Yılbaşını
önemsediğimden değil. Yalnızca bir yenilik hissetmek için. Ne yalan söyleyeyim, işe
yaradı da. Kendimi yenilenmiş hissettim.
Fakat tüm bu hisler, tüm bu duygular ve
Fakat herkes buna engel olmak için el birliği
yapmıştı. Arkadaşlardan duyduğum ‘Yeni
yıl da geldi geçti’ cümleleri, hayatın rutin
hâline dönmesi ve hazırlanması bile günler süren o parıltıların, ışıltıların eskimesi.
Ağaçların eski suskunluklarına dönmesi. Yeşil elbiseli
adamların ‘bu ışıklar artık
işe yaramaz, eskidi gitti’,
diye tüm yılbaşı süslerini
yere indirip imha etmesi.
Bu son manzara ile yıl
benim için eskimişti.
Yeni yıla ise daha
360 gün vardı.
tüm bu yenilenmeler uzun sürmedi. Beşinci gün her şey eskimişti. Kabanım artık
o kadar yeni gelmiyordu bana, çantam eski
bile sayılırdı. Bir tek saatim hâlâ yeni hissi
veriyordu ama ona da her baktığımda zamanın ilerlediğini ve kendisinin eskidiğini
söylüyordu bana. ‘Belki de bir tek ben böyle
hissediyorum’, diye düşünmek istiyordum.
AİLE 2016 OCAK 33
M
P Eİ SN AC FE İRREİ M İ Z
Deniz GÜNER
VA R
M
isafirimiz var... Öyle
bir yerden geliyor ki
anlatmak için binlerce papirüse
ihtiyaç duyulur. Uzun ve akıcı bir
Nil gibi… Keops kadar gizemli ve
görkemli… Hatşepsut gibi aykırı… Teslimiyetçi ve çilekeş Hacer gibi…
Hajeer Salah Abdullah Edebiyat anabilim dalında Türkiye
burslusu olarak Ankara’ya Kahire’den gelmiş bir Mısırlı. Bir
gönüllü elçi, bir medeniyetin
sözcüsü, bir dünya insanı…
“İlk başta benim hiç aklımda
yoktu.” diye başladı söze. “Başka bir ülkeye gideceğim hiç
aklıma gelmezdi. Ailemden hiç
ayrılmamıştım. Üniversiteden
mezun olmadan önce Türkiye
burslarını duyduk. Arkadaşlarımın hepsi başvurunca “Ben de
başvurayım.” dedim. Mısır’ın
gelişmesi için eğitim çok önemli. Önceleri kendimi çok yeterli
görüyordum. Bunu düşündüğüm zaman ise çok cahil olduğumu fark ettim. Hz. Şafii’nin
dediği gibi ‘öğrendikçe çok cahil
olduğumu’ anladım. Başvurduğumda ailemin kesinlikle kabul etmeyeceğinden emindim.
Annem Türk kökenli olmasına
rağmen, bu kültürden uzak yaşadığı için beni göndermeye biraz korktu, endişelendi. Babam
ise anneme, “Onu biz yetiştirdik
zaten. Özgür bırakma zamanı
geldi.” dedi. Aslında o zamana
kadar Mısır’da bile tek başıma
dolaşmama izin vermeyen babam beni Türkiye’ye gönderdi.
Şimdi ülkeme gittiğim zamanlarda bile bir yere gideceksem
ya babam, ya kardeşlerim götürür beni. Türkiye’de ise bazı projeler için çok farklı şehirlere gittim. Babam aradığında bazen
Gümüşhane’de, bazen Rize’de,
bazen İzmir’deydim. “Çok uzak
mı kızım?” diye sorar, uçakla
geldiğimi öğrenince sitemkâr
bir şekilde “Aferin Hajeer, uçağa
da mı bindin?” diye sitemkâr bir
şekilde cevap verirdi.
Ailemden uzak olmak zor, yine
de bu sayede güçlü olmayı,
Piramitlere Sığmayan Ülke
34 AİLE 2016 OCAK
kendi kararlarımı almayı öğrendim.” İnsan uzaklardayken
ne çok özler bir zamanlar yakınında olduklarını. Kimi evindeki
kanepeyi, kimi çay içtiği saatleri, kimi… Hajeer neyi özlemişti
Türkiye’deyken en çok acaba?
Gülümseyerek, biraz çekinerek
Arap aksanıyla Türkçe “Bazen
Arapça konuşmayı özlüyorum.
Kendi anadilimi. Sokaklarda
Ümmü Gülsüm’ün sesini duymayı özledim. Biz böyle büyüdük. Babam hep Ümmü Gülsüm çalardı arabada.” Ümmü
Gülsüm’ün muhteşem sesi
eşliğinde yine çok özlediği Nil’e
daldı düşünceleri. En çok sevdiği, en rahat ettiği yerdi Nil kenarı.
Antik Çağ’dan gelen bir geleneği hatırladı. Firavunlar zamanından kalan bir bayram: Vefa-i Nil.
Nil’e vefa borçlarını ödemek için
halk her sene nehre güzel bir
genç kızı atardı ki suyu bol olsun. Hz. Ömer Mısır’ı fethedince
Nil’e bir mektup yazar. “İnsanların hayatlarını almak peşindeysen o zaman suyunu istemiyoruz.” der ve mektubu nehre atar.
Bu mektubu attıktan sonra artık
Nil’in suyu hiç eksilmemiştir.
“Ama Hz. Ömer bu batıl inanışı
değiştirdi.” diyor gururla Hajeer. Aslında mektup Nil’e değil,
Mısır halkına yazılmıştı! Ancak
son yüzyılda bu gelenek tekrar
uygulanmaya başlanmış. Bu
defa Firavunlar zamanındaki
kızlara benzeyen ahşap ya da
taştan yapılmış heykeller atılıyormuş Nil’e. “Bu dinî değil,
kültürel bir gelenek, bir festival
sadece.” diyor. Başka ne vardı
eskilerden kalan geleneklerden,
merak etmemek ve sormamak
da mümkün değildi.
“Şemmi el Nesim!” diye cevaplıyor. “Güzel Kokuları Koklamak” Bahar Bayramı gibi.
Yumurtaları alıp renklendiririz
bu bayramda.” Tanıdık geliyor
sanki yumurta boyamak, desen
desen, renk renk. Gözlerimdeki şüpheye aklımdaki soru
dile gelmeden cevap veriyor.
Hristiyanların Paskalyası. Aynı
zamanlara denk geliyor zaten
bizim kutladığımız bayramla.
Mısırlılar zaten Kıpti’dir. İngilizce Egypt kelimesi Kıpti’den geliyor. Kıpti Hristiyan değil, Mısırlı
demek. Mısır halkı sonradan
Hristiyanlığı kabul etmiş, daha
sonra Müslümanlığı kabul edince Hristiyanlara Kıpti denilmeye
devam edilmiş. Biz sonradan
Araplaşmış bir milletiz. İslam’ı
seçince gelenekler dinî olarak
değil ama toplumu bütünleştirici kültürel, toplumsal olarak devam etmiş. Aileler bu bayramlarda bir araya gelir, gezmelere
gidilir, Firavunların yemeği olan
tuzlu balık yenir.”
Bu kadim ülkeye
bir gün yolumuz
düşerse…
“Firavunlardan kalan eserler
ise sizi tarihe götürür. Nil Nehri
gezisi mutlaka yapılmalı. 3 gün
süren Akdeniz’den başlayan bu
gezi, Mısır’ın güneyinde biter.
Mısır hem Asya, hem Afrika kıtasında bulunur. Burada Süveyş
Kanalı önem kazanır. Hurghada,
Sharm el Sheikh ve Kızıldeniz
mercanları…
Mısır’ın en güzel tarafı bütün
dinlerin sığdığı bir ülke olmasıdır. Mısır’da Müslüman, Yahudi,
Hristiyan minarelerini bir arada
görebilirsiniz. Tıpkı Mardin ve
Hatay’daki gibi. 25 Ocak 2011
Devrimi’nde radikal unsurlar
kiliseye zarar veremesinler diye
Müslümanlar kiliselerin etrafında bir zincir oluşturarak kiliseleri
korumuştur. Mısır işte budur!”
Daha yakın zamana geliyor.
“Abbasiler Mısır’a girdiklerinde
bu bizim için güzel bir bayram
AİLE 2016 OCAK 35
M İ S A F İ R İ M İ Z
gibiydi.” diyor. Sanki Abbasiler
Mısır’a girdiklerinde Hajeer de
oradaymış, o zamanda yaşamış gibi anlatıyor. “Âdeta güzel
bir bayramdı Abbasilerin Mısır’a
geldiği gece. Ramazan ayının
bir gecesiydi. Halk, bu insanları karşılamak için evlerindeki
fenerleri yakarak yollara düştü.
Ağırlamak istediler gelenleri,
yolları aydınlansın, güçleşmesin, kolaylaşsın diye çıktılar ellerindeki fenerlerle. Fenerler yıldızlardan daha parlaktı o gece.
O gecenin mirasıdır ki bugü
Mısır halkı ramazanı ellerinde
fenerlerle, dillerinde ‘Hoş geldin’ tekerlemeleriyle karşılarlar.
Ben geçen sene ramazan ayında Türkiye’de yalnızdım ve bir
fener çizdim kendime sosyal
ortamda paylaşarak hikâyesini
anlattım. Uzakta da olsa bir nevi
geleneği yerine getirdim.
”Neydi Hajeer’in bu canlılığı,
coşkusunun kaynağı? “Ben
Hatşepsut, Ümmü Gülsüm ve
Hz. Hacer gibi güçlü kadınların
olduğu bir ülkenin çocuğuyum.
Hatşepsut İÖ 1400’lü yıllarda
22 yıl boyunca Firavun olarak
görev yapan ilk kadındır. O zamana kadar hep erkekler Firavunken kocasının ölümünden
sonra oğlu büyüyene kadar
Firavun olacağını ilan etmiştir.
Güçlü bir kadındır ve tek tanrılı bir dine inanmıştır. Ümmü
Gülsüm sadece Mısır’da değil,
dünyada meşhur olan bir ses
efsanesidir. Bugün Mısır’da
hâlâ bir radyo kanalında sadece
Ümmü Gülsüm’ün seslendirdiği şarkılar çalar. Kendimce her
birinden izler taşıdığımı düşünüyorum. En çok da Hz. Ha-
36 AİLE 2016 OCAK
“Firavunlardan kalan eserler
ise sizi tarihe götürür. Nil Nehri gezisi mutlaka yapılmalı. 3
gün süren Akdeniz’den başlayan bu gezi, Mısır’ın güneyinde
biter. Mısır hem Asya, hem Afrika kıtasında bulunur. Burada
Süveyş Kanalı önem kazanır.
Hurghada, Sharm el Sheikh veKızıldeniz mercanları Mısır’ın en
güzel tarafı bütün dinlerin sığdığı bir ülke olmasıdır. Mısır’da
Müslüman, Yahudi, Hristiyan
minarelerini bir arada görebilirsiniz. Tıpkı Mardin ve Hatay’daki gibi… 25 Ocak 2011 Devrimi’nde radikal unsurlar kiliseye
zarar veremesinler diye Müslümanlar kiliselerin etrafında
cer’le özdeşleştiririm kendimi.
Ben de bir nevi göçteyim onun
gibi. İnancım bana, tıpkı onun
gibi teslimiyetçi ve aynı zamanda mücadeleci bir hediye sunuyor ve bu muhteşem bir şey.
Peki, sıradan bir Mısır kadını
nasıldı?
Hajeer, Türk kadınını Mısırlı bir
kadından pek de farklı görmüyordu. “Bizde de kadın güçlüdür.
Ailenin temelidir. Biz “ailenin
temel sütunu” deriz. Ailesi için
kendini feda edebilir. Vefakârdır. Bunun için kendi hayatını
hiçe saymış pek çok kadın gördüm. Son zamanlarda erkekler
kadınlarla daha çok anlaşarak,
sorumlulukları paylaşarak yaşamaya başladılar. İkisi de çalışmalı, evi ikisi kurmalı bana
göre. Artık tek tarafın üstünlüğünden ziyade eşitlik var. Eğitim konusunda da fark kalmadı.
Üniversiteye gitmeyen kız sayısı
artık çok az. Bizde eğitim paralı
değil zaten. Ev ve iş hayatını birlikte başarıyla sürdüren pek çok
kadın var. Benim anneannem
çok saygın ve güçlü bir kadındır.
Zor zamanlarda herkes ondan
öğüt bekler ve tavsiyeleri mutlaka dinlenir. Hatta zor zamanlarda erkeklerden çok kadınlara
danışılır.Kadın “sırrın sahibidir.”
Evin sırrı kadındadır. Herkesin
sırrı annededir. Kadın derinliklidir ve bir kadının yüzüne
baktığınızda neler çektiğini görebilirsiniz. Söylenmeyen, yansıtılmayan her sır derin bir çizgi
olmuştur yüzde. Biz savaş da
yaşadık, kıtlık da. Çok refah seviyesinde yaşayan bir halk değiliz. İşte bütün bunların hikâyesi
o kadınların yüzünde okunabilir.
”Bu kadim ülkeye bir gün yolumuz düşerse…
bir zincir oluşturarak kiliseleri
korumuştur. Mısır işte budur!”Hajeer’in Mısır’ı buydu işte. Bir
zamanlar Osmanlı eyaleti de
olan o güzel ülke yükselen piramitleri, salınan Nil’i ile bir turizm
ülkesi; Dr. Jivago’yla tanıdığımız
Ömer Şerif’i, Nobel’i kazanan
değil de, Nobel’in kendisini kazandığı Necip Mahfuz’u, Cemal
Abdulnasır’a “Devrimi yasakladınız ama Ümmü Gülsüm’ü
neden yasakladınız?” diye sorduklarında, yanındakine eğilerek “Biz Ümmü Gülsüm’ü yasakladık mı?” diye sorduğunda
“Evet!” cevabını alınca “Ümmü
Gülsüm’ü dinleyemeyeceksek
devrimi neden yaptık?” diyerek
VA R
hemen onun için radyo kanalı
açtırılan Ümmü Gülsüm’ü ile
sanatçılar memleketi; hikâyeleri, masalları, efsaneleriyle güzel insanlar memleketi…Ne çok
hikâye vardır da anlatmaya ne
sayfalar yeter, ne hafızalar, ne
zamanlar… Hayat gibi kısadır
sayfalar da. Hayat gibidir sayfalar yetmez planlara… ve son
soru işte:Mısır’dayken
Türkiye’ye özgü neyi
özlüyordu en çok?
“Türkçeyi! Keşke mümkün olsa
da bir günümü Mısır’da bir günümü Türkiye’de yaşayabilsem…”
Abbasilerin Mısır’a geldiği
gece. Ramazan ayının bir
gecesiydi. Halk, bu insanları
karşılamak için evlerindeki
fenerleri yakarak yollara düştü.
Ağırlamak istediler gelenleri,
yolları aydınlansın, güçleşmesin,
kolaylaşsın diye çıktılar
ellerindeki fenerlerle. Fenerler
yıldızlardan daha parlaktı o gece.
O gecenin mirasıdır ki bugü
Mısır halkı ramazanı ellerinde
fenerlerle, dillerinde ‘Hoş geldin’
tekerlemeleriyle karşılarlar. Ben
geçen sene ramazan ayında
Türkiye’de yalnızdım ve bir fener
çizdim kendime sosyal ortamda
paylaşarak hikâyesini anlattım.
Uzakta da olsa bir nevi geleneği
yerine getirdim.
AİLE 2016 OCAK 37
S A H A B E H AYAT L A R I
ALLAH RASULÜ’NÜN MANEVİ EVLADI:
ZEYD B.HÂRİSE
Elif ERDEM
Diyanet İşleri Uzmanı
Allah’a yemin olsun ki beni
tercih edeni, ben kimseye
tercih etmem.” (İbn Sa’d, III, 30).
Söz hakkı kendisine verilen
Zeyd, “Ben hiç kimseyi
sana tercih etmem. Sen
benim için baba ve amca
yerindesin.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’lgâbe, I, 352) diyerek Allah
Rasulü’ne olan bağlılığını
dile getirdi.
H
ârise b. Şerahil her yerde oğlunu
arıyor bir türlü bulamıyordu. Henüz
sekiz yaşlarındaki oğlu Zeyd, annesiyle
birlikte Benî Ma’n’daki akrabalarını ziyarete giderken kaçırılmış, o günden sonra
kendisinden hiçbir haber alınamamıştı.
Oğlunun hayatta olup olmadığını dahi bilmeyen yüreği yanık baba acısını dizelere
döküyor, dertli dertli şiirler okuyordu.
Yemen illerinde ailesi onu ararken Zeyd
kilometrelerce uzaktaydı. Kendisini kaçıran Benî Kayn sülalesinin mensupları onu
Ukaz çarşısında köle olarak dört yüz dirheme satmışlardı. Yaşadığı bu üzücü hadiselerin ardından yeni efendisi Hakîm b. Hizam’la yola düşen Zeyd, hayatının bundan
sonrasında Rahman’ın büyük lütuflarıyla
rahata ereceğinden habersiz, kutsal belde
Mekke’ye geldi. Efendisi Hakîm, bu güzel
yüzlü masum köleyi halası Hz. Hatice’ye,
Hz. Hatice de biricik eşi Hz. Peygamber’e
hediye etti. Böylece Zeyd, âlemlere rahmet
olarak gönderilecek bir peygamberin sıcacık yuvasına dâhil olarak sevgi ve şefkat
dolu bir yaşantıya kavuştu.
Rasulüllah, Zeyd’e çok değer veriyor, ona
gerçek bir baba gibi kol kanat geriyordu.
Zeyd, Hz. Peygamber’in yanında öylesine huzurluydu ki karşısında öz babasıyla amcasını gördüğünde ne yapacağını
bilemedi. Hac için Mekke’ye gelen akrabalarından oğlunun izine ulaşan Hârise,
38 AİLE 2016 OCAK
kardeşiyle birlikte Rasulüllah’ın yanına kadar gelmiş, Zeyd’i fidyesi karşılığında geri
almak istiyordu. Zeyd’den ayrılma fikri ona
da ağır gelmiş olacak ki bu isteği hemen yerine getirmek yerine şu sözlerle karşılık vermeyi tercih etti sevgili Rasul: “Onu çağırın
ve istediğini seçmesine izin verin. Eğer sizi
tercih ederse o sizindir, fidye vermeniz de
gerekmez. Fakat beni tercih ederse Allah’a
yemin olsun ki beni tercih edeni, ben kimseye tercih etmem.” (İbn Sa’d, III, 30.) Söz hakkı kendisine verilen Zeyd, “Ben hiç kimseyi
sana tercih etmem. Sen benim için baba
ve amca yerindesin.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe,
I, 352.) diyerek Allah Rasulü’ne olan bağlılığını dile getirdi. Babasıyla amcası “Yazıklar
olsun sana!” diyerek Zeyd’in anne babasının
yanında hür olmak yerine vatanından çok
uzaklarda köle olarak kalmak istemesine
hayret ettiklerini belirtirken o, Rasulüllah’a
duyduğu sevgiyi sözcüklere sığdıramıyor,
“Ben bu adamda öyle bir şey gördüm ki
ebediyen ona kimseyi tercih etmem.” (İbn
Sa’d, Tabakat, III, 41-42.) demekle yetiniyordu.
Bunun üzerine Allah Rasulü Kâbe’nin etrafında bulunan Mekkelileri de şahit tutarak
herkesi şaşırtan şu açıklamayı yaptı: “Zeyd,
(bugüne kadar benim hizmetçimdi, artık
hürdür. Bugünden sonra da benim oğlumdur (evlatlığımdır). O, benim mirasçımdır,
ben de onu vârisim kılıyorum. Hepiniz şahit
olun.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, I, 352.)
Aralarında yalnızca on yaş bulunmasına
rağmen bu olaydan sonra “Zeyd b. Muhammed”, Türkçe ifadesiyle “Muhammed’in oğlu Zeyd” diye şöhret buldu Zeyd.
Nasıl ismi her daim Allah Rasulü ile birlikte anılıyorsa kendisi de ondan ömür boyu
hiç ayrılmadı. Getirdiği ilahî mesajı ve peygamberliğini ilk kabul edenler arasında yer
aldı ve sıkıntılı Mekke döneminde onun hep
yanı başında oldu. Hz. Peygamber’in eşi ve
amcasını kaybettiği hüzün yılında son bir
umutla İslam’a davet için gittiği Taif’te de
yegâne yoldaşıydı. Hakaretlere uğrayıp taş
yağmuruna tutulan rahmet peygamberinin
hayatı boyunca “en ıstıraplı günü” olarak
hatırladığı bu günde Zeyd, vücudunu ona
siper ederek canı pahasına onu korumaya
çalıştı. Medine yıllarında da onunlaydı hep,
Allah Rasulü onu ordulara komutan tayin
ediyor, bazen de Medine’de kendi yerine vekil bırakıyordu.
Yaşadığı müddetçe Rasulüllah’ın yanında
olmaya gayret eden vefakâr Zeyd’i Allah Rasulü de çok ama çok seviyordu. Evlatlıkların
öz oğullar gibi sayılamayacağını bu nedenle onların kendi babalarına nispet edilmesi
gerektiğini bildiren Ahzap Suresi’nin ayetleri indikten sonra “Zeyd b. Hârise” ismiyle
çağrılmaya başlasa da o, Allah Rasulü’nün
gözdesiydi ve saadet asrının seçkin simaları arasında “Hibbü Rasulillah/Allah Rasulü’nün sevdiği kişi” sıfatıyla meşhur oldu.
AİLE 2016 OCAK 39
H AYAT I N
Çiçeklerin
sırrı
Selim GÜNDÜZALP
40 AİLE 2016 OCAK
Allah’ım!
Biz Senin dünya
bahçelerinde
görülmeye değer
en güzel
eserleriniz.
Bunu insan
kardeşlerimizin de
bilmelerini ve
görmelerini
canıgönülden
isteriz.
G
…
ecelerden bir gece.
Evin balkonundan sokağa bakan çiçekler.
Yine yollara düştüler bu gece.
Eski şehrin sokaklarında mahalle mahalle, ev ev
dolaştılar.
Birilerini arıyorlardı.
Kendilerine sevgiyle bakanları, şöyle bir göz
atanları…
Hatta el edenleri, selam verenleri kesinlikle unutmazlardı.
Onları gizliden gizliye ziyaret etmek âdetleriydi.
Gecenin bir vaktinde olur biterdi bunlar.
Kimse bilmez ve bilemezdi çiçeklerin bu ziyaretinin sebebini.
Sessizce gelirler ve yine öyle sessizce giderlerdi.
Kim o gün kendilerini görmüş ise.
Merhaba demiş, onlara gülümsemiş ise.
Hatta gözleriyle olsun, onları şöyle bir okşamış…
Nazar etmiş ise.
Boşa gitmez bu bakış, hoşa gider meraklanma
hiç…
Kayda girmiş demektir o talihli insan.
Onlara teşekkür etmek için.
Kokularının en güzelini sunmak için.
Yolculuğa çıkarlardı her gece çiçekler.
Yine böyle gecelerden bir geceydi işte.
Bugünkü listede kimler vardı acaba?
Kayıtları titizlikle gözden geçirdiler. Tamam dercesine bakışıp, anlaştılar.
Ziyarete en yakından başlamayı kararlaştırdılar.
...
Önce…
En yakındaki…
Karşı bahçedeki ağaçlara ve yapraklarına…
Sonra bisikletli bir gencin evine…
Sonra ormandaki kimsesiz bir kuşun yuvasına...
Sonra da yaşlı bir ninenin evine gideceklerdi.
Bir de…
Henüz konuşmasını bile bilmeyen afacan bir küçüğün evine.
Hepsi de uykudaydı ziyaret edilecek olanların.
İ Ç İ N D E N
Çiçekler, kendilerindeki temizliği ve güzelliği süt
gibi içirdiler onlara bir bir.
Çevrelerine saçtılar kokularını.
Kendilerine ilgisiz kalmayan dostlarına, çiçekçe
buseler kondurdular.
Çiçekçe dualarını ettiler:
“Allah’ım!
Bizi gören gözlerin nurunu parlat Allah’ım!
Bizi yalnız bırakmayan dostlarımızı Sen de yalnız
bırakma Allah’ım!
Güzelliğimizi Senden bilenleri.
Taşıdığımız bu eşsiz renkleri.
Ruhları mest eden bu güzel kokuları.
Ne varsa bizde, hepsini Senden bilenleri.
Cennetindeki ebedî solmaz çiçeklerle buluştur
Allah’ım!
Duamızı tüm zamanlarda yaşamış ve tüm çiçek
kardeşlerimizi sevenler için de kabul eyle.
Bizdeki güzelliği Senden bilenlerin kalbini ne
dünyada,
ne ahirette ebediyen hiç soldurma Allah’ım!
Onlara ebedî cennetlerinde, sonsuz baharlar nasip eyle.
Allah’ım! Biz Senin dünya bahçelerinde görülmeye değer en güzel eserleriniz.
Bunu insan kardeşlerimizin de bilmelerini ve görmelerini canıgönülden isteriz.
Bize bakıp; “Ne güzel yapılmışlar, ne güzel süslendirilmişler böyle.
Bunlar bu kadar güzelse, bunları Yaratan nasıl bir
güzeldir” diyenleri.
“Maşallah, Barekallah” diyenleri.
Bizde bizi değil, bizde Senin güzel isimlerinin tecellilerini görenleri taltif eyle.
Derecelerini yükselt.
Onlara en güzel mertebeler, işlerinde başarılar,
hayatlarında ilkeli duruşlar nasip eyle.
Bizi fark edenleri, bizdeki sanatı Senden bilenleri mükâfatların en güzeliyle mükâfatlandır Allah’ım!”
Daha böyle pek çok içten ve güzel dualar ettiler,
çiçekçe…
Bunların hepsini yazmaya yerimiz yok.
AİLE 2016 OCAK 41
H AYAT I N
İ Ç İ N D E N
“Allah’ım!
Ve sonra…
Çiçekler geldikleri gibi yine sessizce yerlerine döndüler.
...
Ağaçlar bu güzel kokuyla mest oldular
Yapraklar o güne kadar hiç böyle kokmamıştı.
Çiçeklere imrenir dururlardı ya yıllar yılı.
Bu ayrıcalığı ilk defa, yapraklar da yaşadı.
Bisikletli genç o sabah neşeyle uyandı.
Değişik bir hâl vardı üzerinde.
Neşeyle doluydu, sevinç içinde kalktı yatağından.
Dilinde çiçekli şiirler, ilahiler ve dualar vardı.
“Geçtim yine gül bahçelerinden...” diye mırıldanıyordu.
Sahiden de…
Her yer gül kokuyordu.
Yattığı yerden şöyle bir doğruldu
Rüyada mıyım acaba diye düşünüyordu.
Yoo...
Yaşadıkları gerçekti.
Yüzünden bir tatlı tebessüm yayıldı.
Tam anlayamasa da işin iç yüzünü.
Hissettikleri gerçekti.
O kâfiydi.
Sevinmişti ya, bu sevinç ona gün boyu yeterdi.
...
Yaşlı teyze ise…
O sabah başka bir dünyaya uyanmış gibiydi.
Ağlıyordu.
Yıllar evvel vefat eden muzip eşinin camı tıklatıp,
sonra da saklandığı günleri hatırladı. O eski ve tek
katlı evin alçacık penceresine bıraktığı çiçeklerin
kokusunu hatırladı.
“Yine mi sen, yine mi sen!” dedi.
“Ah sen yok musun sen” diye söylendi yine.
Onu düşündü.
Onun nezaketini, inceliğini…
Bunlar, yaşadıkları hayal değildi.
Söylendi yine kendi kendine.
Tatlı bir edayla…
“Bu sabah da yaptın yine sürprizini...” diyordu, sevgili eşine.
42 AİLE 2016 OCAK
Bizi Gören Gözlerin Nurunu
Parlat Allahım!
Bizi Yalnız Bırakmayan
Dostlarımızı Sen de Yalnız
Bırakma Allahım!
Güzelliğimizi Senden Bilenleri.
Taşıdığımız Bu Eşsiz Renkleri.
Ruhları Mest Eden
Bu Güzel Kokuları.
Ne Varsa Bizde, Hepsini
Senden Bilenleri.
Cennetindeki Ebedi Solmaz
Çiçeklerle Buluştur Allah’ım.
Bir yandan gözyaşlarını siliyor, bir yandan da dualar
ediyordu ona:
“Rabbim, cennet bahçelerinin en güzel kokularını
ona da duyur.”
...
Ve o afacan küçük çocuk…
Onun odasının ve yatağının bu sabah da mis gibi
güller koktuğunu önce melekler, sonra da annesi
hissetti. Bir de kardeşleri… Zaten bu yaşadıkları da
ilk değildi.
Ama bir çiçeğin evlerini ziyaret etmiş olabileceğini
hiç kimse düşünemedi.
Düşünemezdi belki de.
Bu çiçeklerin sırrı olarak kalacaktı.
...
Bizden söylemesi…
Aman dikkat edin.
Hiç bir şey karşılıksız kalmaz bu dünyada.
Bir çiçeğe Rahman namına bakışınızdaki incelik ve
güzellik de…
Onu da görenler, kaydedenler var.
Merak etmeyin.
Sizin her şeyiniz yazılıyor, kaydediliyor.
Merak etmeyin.
Gönülden gönüle yol gider.
Her şey, bir gün size döner.
Göz açık değil, gözünüz açık olsun yeter.
Gönlünüz de elbette.
Bu gece, bir sürpriz yaşayabilirsiniz.
Bakın bizden söylemesi…
Kimse demedi hiç, demeyiniz.
Bakalım, bu gece sizin de ziyaretçileriniz olacak
mı?
Hem de çok…
Bunun cevabını biliyorsunuz artık.
Siz gündüz güzel bir gözle ve kalple bakarsanız çiçeklere.
Evet…
Cevabı, gün boyu yaşadıklarınızda saklı…
Onlar da sizi geceleyin ziyarete gelebilirler.
Bu geceye ve her geceye aman ha dikkat ediniz.
Nasıl anlayacağız derseniz?
Neylersiniz işte.
Her şeyin bir çaresi var.
Hak’tan tecelli böyle…
Önce gözlerinizi kapayın.
Gönül alıp, gönül onaran nice çiçekler var böyle…
Burnunuzu değil, ruhunuzu açın yeter.
…
AİLE 2016 OCAK 43
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ
Y
ıl 10 Ocak 630 idi. Bugün
kabul edilen tarihle 1 Ocak
630... Güneş başka türlü parlıyordu. Tabiatın neşesi ve sevinci inançlı gönülleri mutlulukla
yıkıyordu. Kurtlar, kuşlar, her türlü mahlukat bir başka sevince
uyanmıştı. Kâinat bir başka geleceğin muştusu ile sürur içindeydi. Müslümanların kalbinin
attığı yer; Mekke fethedilecekti.
Müslüman gönüller özlem ve
gururla dopdolu... Cihana damgasını vuracak bir vuslat gerçekleşiyordu.
Mekke... Âlemlere rahmet olarak
gönderilen sevgili peygamberimizin dünyayı teşrif buyurduğu,
çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği, onun ve Müslümanların
türlü işkencelere maruz kaldığı
şehir… Hz. Âdem’den itibaren İslam’ın merkezi Kâbe’ye bağrını
açan şehir... Yeryüzünün bu en
şerefli ve faziletli şehri, 630 yılına yaklaşırken, hâlâ müşriklerin
C ihanı
elinde bulunuyordu ve Kâbe’nin
içi bina ediliş gayesinin tam aksine putlarla doluydu.
Müslümanların kalp ve vicdanlarını derinden sızlatan bu
durumun bir an önce ortadan
kaldırılması gerekiyordu. Allah
Rasulü beraber yaşadıkları buhranlı yıllardan ve hicretten sonra,
Mekke’nin fethi için Mevla’dan
gelecek ilahî işareti bekliyordu.
Peygamberimiz ve sahabenin
hicretinden sonra Mekkeliler
yine boş durmadılar. Efendimiz
ve Müslümanları yok etmek
için uğraştılar; Bedir’de, Uhut’ta,
Hendek’te hezimete uğramaları,
müşrikleri bir yandan korkutmuş, diğer yandan daha da öfkelendirmişti. Sonra Hudeybiye
Antlaşması’yla ortalık sakinleşir
gibi oldu. On yıl süreyle iki taraf
birbirine saldırmayacaktı.
Ancak müşriklerin azgınlıkları
birkaç ay geçmeden yine başlamış, Mekke’nin fethi kaçınılmaz
hâle gelmişti. Hele müşriklerin
himayesindeki Beni Bekr kabilesinin bir provokasyon sonucu
Müslüman olan Huzaa kabilesine saldırması, işin tuzu biberi
oldu. Ani bir baskında yirmi üç
kişi şehit edildi. Kureyş müşrikleri, bu olayı tahrik ve teşvik etmişlerdi. Peygamberimiz tarafından bilinmesinden ise endişe
duymuşlardı. Rasul-i Ekrem,
müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı gönderince telaşlandılar ve Ebu Süfyan’ı arabulucu olarak gönderdiler. Ancak
Ebu Süfyan bir sonuç alamadı.
Daha sonra Mekke’den gelen bir
heyet, Rasulüllah’a daha önce
fiilen bozdukları antlaşmayı
resmen feshettiklerini söyledi.
Bu, Müslümanları Mekke’nin
Fethi’ne davet demekti. Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldiyse de iş işten geçmiş,
sözleşme ortadan kalkmıştı.
Efendimiz büyük bir gizlilik içinde hareket ediyordu. Mekkeliler
en küçük bir haber dahi alamamışlardı. Bu şartlar altında
Mekke yakınlarına gelince, gece
vakti bir anda on bin ateş yakıldı. Göz kamaştıran bu manzara
Mekke artık fethedilmişti.
Yüzlerde ve gönüllerde
sevinç vardı. Şehirde
müstesna bir bayram
havası hâkimdi.
Mekke’yi aydınlattı. Müşriklere
ise korku ve dehşet verdi... Ebu
Süfyan tekrar devreye girdi. İki
cihan perverinden aman diledi.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz, Mescid-i Haram’ın,
Kâbe’nin ve Ebu Süfyan’ın evine
sığınanlarla, kendi evinden çıkmayanlara dokunulmayacağı
garantisini verdi. Fetih ordusu,
Ebu Süfyan’ın önünden, azamet
ve gururla geçiyordu.
Telaşlanan Ebu Süfyan, süratle
Mekke’ye vardı. Müslüman olduğunu açıkladı; “Ey Kureyşliler!
Muhammed karşı koyamayacağınız kadar büyük bir orduyla
gelmiş bulunuyor! Müslüman
olunuz da selamete eriniz!” dedi.
Mekkeliler hiç beklemedikleri bir
anda on bin kişilik sahabe ordusunu karşılarında görünce neye
uğradıklarını şaşırdılar.
Peygamberimiz devesi Kasva’nın üzerinde, kendisine bu
mübarek ve muazzam günü
gösteren Cenab-ı Hakk’a şükrediyordu. Mekke’ye girmek için
dört kola ayırdığı ordusuna ve
kumandanlara şu emri verdi:
“Size karşı konulup saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya
girmeyeceksiniz, kimseyi öldürmeyeceksiniz!”
Muhacirler ve Ensarın etrafını
sardığı Rasulüllah Mescid-i Haram’a girdi. Kâbe’nin içinde ve
etrafında üç yüz altmış put bulunuyordu. Elindeki yay ile bunlara bir bir dokunuyor ve şöyle
diyordu: “Hak geldi, batıl yok
olup gitti. Zaten batıl her zaman
yok olmaya mahkûmdur.” Müslümanlar da akın akın kutsal
mabede doğru aktılar. Rasul-i
Kibriya tekbir getirince, Müslümanlar da hep bir ağızdan “Allahü Ekber! Allahü Ekber!” diyerek
Mekke ufuklarını çınlattılar.
Bu arada öğle namazı vakti
girmişti. Nebiyy-i Ekrem’in emriyle Hz. Bilal, Kâbe’nin üzerine
çıkarak ezan okumaya başladı.
İmanlı gönüllerde sevinç, imansız gönüllerde ise üzüntü ve yıkılış vardı. Rasul-i Kibriya Efendimiz, umumî af ilan ettikten
sonra, Safa tepesine çıkıp orada
Kureyşlilerin biatını kabul etti.
Mekke artık fethedilmişti. Yüzlerde ve gönüllerde sevinç vardı.
Şehirde müstesna bir bayram
havası hâkimdi. Peygamber
Efendimiz, Kâbe ve Mekke’nin
içini putlardan temizlediği gibi,
şehrin etrafındakileri yok etmek
için komutanlarını gönderdi.
Mekke’ye girildikten sonra yaşanan önemli olaylardan biri,
Efendimiz’in kalpleri fethetmesidir. Bir diğer önemli sonuç ise,
asırlar öncesinden, eşitlik, insan
hakları ve özgürlük, faizin haram
olması, kan davasının kaldırılması, nesebin önemli olduğu
gibi hususların ilan edilmesiydi.
Bu açıklamalar Veda Haccı hutbesinde en veciz şeklini buldu.
Böylelikle tarih değiştiren bir
vuslat gerçekleşti…
D e ğ iştiren
BİR VUSLAT HİKÂYESİ
Bekir ERDEM
44 AİLE 2016 OCAK
AİLE 2016 OCAK 45
BP İELNG CE EL Rİ K
E
H İ K AY E L E R İ
P E N C E R E
DEVE İLE FARE
Dr. Lamia Levent Abul
Diyanet İşleri Uzmanı
C
ahil cesur olur derler, elhak doğrudur.
Zira etine buduna, bilgisine görgüsüne
bakmadan boyunu aşan işlere heves eder, her göreve talip olur, her makamda gözü vardır. Bilgim,
görgüm, yeteneğim bu işi yapmaya yeter mi diye
düşünmek aklına gelmez. Zira böyle bir kaygısı
olmaz onun. Dem kendini gösterme, göze girme
demidir, işgüzarlığın zamanıdır vesselam.
İşin aslını bilmeyenler de onu ehil sanır ki bu cesaretini artırır cahilin. Aklı olan kırk kez düşünür taşınır, en hassas terazide ölçer tartar, ehline danışır
da kendini layık görmezken, cahil semtine uğramaz ne düşünmenin ne de müşaverenin. Hazreti
Mevlana ne güzel hikâye eder böyle haddini bilmez
cüretkâr cahillerin hâllerini.
Efendim hikâye bu ya, bir fare ile bir deve hemhâl
46 AİLE 2016 OCAK
Derken efendim, az giderler uz giderler büyük bir ırmağın kıyısına varırlar. Irmak öyle büyük ve öyle derindir ki fare bir adım atamadan olduğu yerde durur,
kaskatı kesilir. Bu büyük deryada kaybolmamak içten
bile değildir. Deve, fareciğe dersini vermenin zamanı
geldi diye düşünür:
“Ey yol arkadaşım, niye şaşırdın? Sen kılavuzsun, öncüsün. Irmağa er gibi ayak bas!” der. Fare suyun büyüklüğü karşısında zaten ürkmüş bir hâlde:
olup birlikte yola revan olurlar. Fare bir punduna
getirip devenin yularını eline alıp önden kurula kurula giderken deve de tabiatındaki yumuşaklık ve
mülayimlik sebebiyle ses etmeden onunla yürümeye başlar. Şu minnacık fareciğin kalbi kırılmasın, kendini hor ve hakir hissetmesin diyedir devenin sesini çıkarmamasının asıl sebebi.
Amma bizim farecik, devenin bu inceliğini anlamaktan uzak bir hodbinlik içindedir. Öyle ki koskoca
devenin yularını tuttuğundan hemen gurura kapılır:
“Ben ne adammışım” diye içinden geçirir. Deve gibi
boylu poslu, anlı şanlı bir hayvana kılavuzluk yaptığını düşünüp kibirleniverir. Lakin kendi cüssesine
bakmak aklına bile gelmez. Deve, farenin gurura kapıldığını anlar ama ses etmez. Vakti zamanı gelince
vereceği dersi biliyordur zira.
“Bu su pek derin, pek büyük, boğulmaktan korkuyorum.” diye cevap verir. Deve ise: “Bir göreyim hele su
ne kadar derinmiş,” diyerek ayağını ırmağa atar. Suyun fazla derin olmadığını görür.
Ey kör fare, su diz boyu kadar, neden korktun ki?
Diye alayla çıkışır. “Sana karınca gelen bana ejderha” der fare. Dizden dize fark var, sana diz boyu ama
benim boyumu yüz kat aşar deyince deve haddini
bilmeyen fareye:
“Öyleyse bir daha küstahlık etme, kendin gibi farelerle
boy ölçüş!”
Fare boyunun ölçüsünü alır, şimdi bin pişmanlık içinde ırmağı geçmenin telaşına düşer. Deveye: “Tövbe
ettim, pişmanım! Ne olur beni bu helak edici sudan
geçir.” diye yalvarmaya başlar. Devenin yufka yüreği
dayanamaz farenin bu perişan hâline. Hem farecik
bin pişman olmuştur yaptığı densizliğe. Olgunluk
gösterir, affeder fareciği:
“Haydi, hörgücüme tırman. Seni de senin gibi yüzlercesini de geçiririm.”
Evet, fare haddi aşmıştır aşmasına amma her hak
ehline hakkını teslim etmesi gerektiğini de anlamıştır.
Cehaletin ve haddini bilmezliğin sonu her zaman bu
hikâyedeki gibi mutlu sonla bitmeyebilir ancak bilmediği suda yüzmek insanoğluna tahmin ettiğinden de
pahalıya mal olabilir.
Velhasıl kelam, ehil olmadığı işlere yeltenmemek, işi
erbabına bırakmak da bir olgunluk gerektirir. Mevlana’nın deyimiyle: “Sultan değilsen tabi ol! Ticarette iş
bilir değilsen yalnız başına dükkân açma, pişinceye
dek bir kâmilin hükmü altına gir!”
AİLE 2016 OCAK 47
B İ R
N E F E S
S I H H AT
ÇOCUKLARDA
Romatizmal
HASTALIKLAR
Doç. Dr. H. Ahmet DEMİR
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı
R
omatolojik hastalıklar erişkinlerde olduğu kadar çocuklarda da görülebilmektedir.
Bu grup hastalıklar, bağ dokusu
hastalıkları veya kollajen vasküler hastalıklar olarak da adlandırılmakta ve geniş bir hastalık
grubunu oluşturmaktadır. Hastanelere gelen her beş çocuktan
birinin kas iskelet sistemine ait
bir bulguyla başvurduğu bilinmektedir. Bu hastalıkların ortaya
çıkış mekanizması, temelde vücudumuzu korumaya programlanmış bağışıklık sistemimizin
çeşitli nedenlerle kendi vücudumuza karşı yıkıcı ve aşırı bir re-
aksiyonda bulunmasıdır. Bunun
sonucu olarak romatizmal hastalıklar, çoğunlukla kas iskelet
sistemi başta olmak üzere tüm
organları ilgilendirebilen belirti
ve bulgularla kendini gösterebilmektedir.
Hastalıkların farklı klinik özelliklerinin varlığı ve heterojen bir
grup hastalık olması nedeni ile
çocuklardaki tüm belirti ve bulgular dikkatle gözlenmeli, kaydedilmeli ve doktoruyla konuşulmalıdır.
Bu hastalıkların hemen hepsinde
fark edildiğinde tanı konulmasını
kolaylaştıran bazı bulgular vardır. Bu bulgular, tekrarlayan ateş,
eklem ağrısı, kas güçsüzlüğü,
yüzde kelebek tarzında kırmızı
BÜYÜME AĞRILARININ BELLİ ÖZELLİKLERİ
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Ağrı genelde eklem dışındadır.
Ağrıların 2/3’ü baldır bölgesi, uyluk veya diz arkasındaki boşlukta görülür.
Hemen her zaman ağrı simetriktir.
Ağrı genelde günün geç saatlerinde veya gece ortaya çıkar. Sıklıkla çocuğu
uykudan uyandıran niteliktedir.
Ağrının süresi kısadır ancak bazen bir kaç saat sürebilir.
Ağrı hafif veya çok şiddetli olabilir.
Sabahları çocukta ağrıdan hiçbir eser kalmaz.
Muayenede herhangi bir bulguya rastlanmaz.
Aralıklı bir seyir gösterir, bazen haftalarca veya aylarca hiç ağrı olmaz.
Bu özellikleri bilmek hasta ve aile için önemli olmanın dışında
çocuğa gereksiz tetkiklerin yapılmasını da önleyecektir.
48 AİLE 2016 OCAK
Bu hastalıklarda ateş, genel olarak bir enfeksiyon
olmaksızın tekrarlayan nitelikte olur. Ayrıca ateşe,
ciltte döküntü, eklem yakınması, karın veya göğüs
ağrısının eşlik edip etmemesi çok önemlidir.
döküntü, göğüs ve sırt ağrısıdır. Yüzdeki döküntü, yanaklar
ve burun sırtını kaplayan, güneş
ışınlarına maruziyet durumunda
artış gösteren bir döküntü olarak
tanımlanabilir.
Çocuklarda en sık görülen bulgulardan birisi olan ateşin genelde en sık neden enfeksiyonlardır. Ancak bu hastalıklarda
ateş, genel olarak bir enfeksiyon
olmaksızın tekrarlayan nitelikte
olur. Ayrıca ateşe, ciltte döküntü,
eklem yakınması, karın veya göğüs ağrısının eşlik edip etmemesi çok önemlidir. Bu bakımdan
eşlik eden bulguların iyi gözlenmesi gereklidir. Ateş, romatolojik
hastalıklarda olduğu gibi lösemi,
lenfoma ve nöroblastom gibi
bazı çocukluk çağı kanserlerinin
belirtisi de olabilir. Bu nedenle
ateşin düzeyi, yükselme sıklığı,
gün içindeki seyri ve eşlik eden
diğer bulgular da dikkatle sorgulanmalıdır.
Diğer önemli bir belirti ağrıdır. Bu
hastalıklarda ağrı genelde ekle-
melerde veya eklem çevresinde
olup ağrıya sıklıkla şişlik, kızarıklık, ısı artışı veya eklem hareket
açıklığında kısıtlılık eşlik edebilir.
Ağrı konusunda dikkat edilmesi
gereken nokta, bu ağrıların “büyüme ağrıları”ndan ayrımının yapılmasıdır. Büyüme ağrıları, 3-12
yaş arası çocuklarda görülmekle
birlikte, 4-6 yaş arası çocukların
%37’sinde görülmektedir. Okul
yaşı çocukların ise %15’inde görülmektedir. Ağrının hastanın göğüs veya sırt bölgesinde olması
bu hastaların çok dikkatle incelenmesi gerektiğinin habercisidir.
Bu durum kalp zarında ve/veya
akciğer zarlarında bir inflamasyon (enfeksiyonlar, travma, sıcak
gibi faktörlere bağlı olarak çeşitli mikrobik ajanlar, toksinler ve
doku harabiyetine karşı hararet
artması, kızarıklık ile karakterize
iltihabi reaksiyon) ve/veya sıvı
birikimine bağlı olabilir. Sırt ağrısı ise omurlardaki kırıklar ve sıvı
birikimi veya inflamasyona bağlı
olabilir.
Kas güçsüzlüğü, hastalığın kas
sistemini tutmasına bağlı olarak görülebileceği gibi vücuttaki
yangı durumu (inflamasyon) ve
kronik hastalık durumunun bir
belirtisi olarak da ortaya çıkabilir.
Ciltte döküntü ise tüm vücutta
veya vücudun belli bölgelerinde
kırmızılıklar olarak kendini gösterir. Ateş durumuna göre değişkenlik olabilir. Özellikle yanakları
ve burun sırtını kaplayan güneşe
maruziyet durumunda artış gösteren kırmızı renkte döküntü çok
önemlidir.
Bu hastalıkların en önemli özelliklerinden biri de birçok sistemde etkilenme meydana getirmesidir. Baş ağrısı, gözlerde kuruluk,
akıntı, kızarıklık ve görme değişiklikleri; ağız mukozasında aft,
ağız kuruluğu; gastrointestinal
sistemde kanama, reflü, yutma
güçlüğü ve ishal; genitoüriner
sistemde ülser gibi tutulumlar
sadece bir kaç örnek olarak sıralanabilir.
TEDAVİ
Bu hastalıkların tedavisi günümüzde mümkündür. Yeni ilaçların kullanıma girmesi ile de tedavi başarısı artmıştır. Ancak çok
karmaşık ve çoklu organ sistemi
tutulumu ile ilerlediğinden hasta,
çocuk doktoru, çocuk romatoloji uzmanı, hemşire, psikiyatrist,
psikolog, fizik tedavi ve ihtiyaca
göre daha birçok branşın işbirliği
ile tedavi edilmelidir.
AİLE 2016 OCAK 49
K Ü LT Ü R S A N A T
K Ü LT Ü R S A N A T
Göğü
S ö z u ç ar yazı kalır
İ
stanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”ten kastımız,
zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır.
Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden,
ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de “saat”lerimiz ve “gün”lerimiz vardı. Müslüman gününün
başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin ederdi. Madenden sağlam
kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum
saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları
tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az
çok münasebetdar bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini,
zamandan takribi bir sıhhatle, haberdar ederlerdi. Zaman namütenahi bahçe ve saatler
orada açar, gâh sağa gâh sola mail güneşten
rengârenk çiçeklerdi. Ecnebi saati iptilasından
evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla
simsiyah olan ve sırtı, muhtelif evkatın kırmızı,
sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim
bir canavar hâlinde, bir gece yarısından diğer
bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik “gün” tanınmazdı. Ziyada başlayıp ziyada
biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslüman’ın mesut
olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin
vakayiini bu saatler ölçtüler. Gerçi, feleki hesabata göre bu “saat” iptidai ve hatalı bir saatti,
Adam
Papalagi
fakat bu saat hatıratın kudsi saatiydi. Zevali saatin âdat ve muamelatımızda kabulü ve ezani
saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve
muvakkıthanelere metruk bir “eski saat” hâline
gelişi, hayatı tarz-ı rüyetimiz üzerinde vahim bir
tesiri haiz sahip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket
ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği
saatlerdi. Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş lakayt dostlardı. Gelen yabancılar
ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura
göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için
onu tanılmaz bir hale getirdiler. Yeni “ölçü” bir
zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda
zir ü zeber ederek, eski “gün”ün bütün sedlerini
harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti
az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni
“gün” vücuda getirdi. Bu Müslüman’ın eski mesut günü değil, bedmestleri, evsizleri, hırsızları
ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu
kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan
büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür. Unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın on
ikisidir. Artık “on iki” solgun yeşil sema altında,
ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap
ettiği, sokakların lacivert bir sisle kaplandığı,
ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir
ve titrek saat değildir. …
Müslüman Saati - Ahmet Haşİm
(Bu yazı Gurabahâne-i Laklakan kitabından alınmıştır.
Dergâh Yayınları, c. I, nr. 3, 16 Mayıs 1337/1921.)
50 AİLE 2016 OCAK
Delen
H a l i l İ b r a h i m U zun
B
ir kavram olarak “modern” kelimesinin
şimdiki zamana ait, güncel gibi anlamlara sahip olduğunu biliyoruz ve aslında bu zaman olarak algılanan kavramın yalnızca vakte
ait değil, teknik veya teknoloji konuları açısından
bakıldığında mekâna, bölgeye ait bir yaşam modeline de işaret ettiğini görebiliriz. Günümüzü
modern veya postmodern gibi isimlerle tanımlasak da 1920’li yılları kendisinden daha erken
bir döneme göre veya “modern” diye nitelenen
kentlerin aynı çağda Amazon’un derinliklerinde
yaşayan bir kabileye göre modern sayıldığına
şahit olabiliriz. Ancak toplumların normları ile
ilişkili böyle bir “uygar” ve “uygarlık” anlayışının
ahlakiliği her zaman tartışılır.
Papalagi 1920 yılında Erich Scheurmann tarafından Almanya’da ilk defa yayınlandığında
yazarına itibar ve hatırı sayılır bir para kazandıran kitap olarak basının dikkatini üzerinde
toplamış ve ancak bundan 68 yıl sonra, 1988
yılında Türkçeye çevrilerek ülkemiz okuruyla
buluşmuştur. Scheurmann’ın aslında kendi
düşünsel hikâyesini anlattığı bu kitabı, Samoalı
bir kabile reisi olan Tuiavii’nin Avrupa’da eğitim
görüp, onu tanıdıktan sonra Samoa halkı hakkındaki aktarımları ve tecrübeleri onun bilgisi
dışında bastırarak okurla buluşmuştur.
Göğü delen adam anlamına gelen Papalagi, yerlilerin ufukta bir delik olarak gördükle-
ri beyaz yelkenlinin taşıdığı beyaz misyoneri
tanımlamaktadır. Günümüzde beyaz adam
kendisine layık görülen bu makamı süratli
araçları, yüksek kuleleri ve bulutları aşan binaları ile hakkını vererek sürdürmektedir.
Yazar, uygarlığa şiddetli salvolar atan ancak
onun ideolojik temelini de oluşturan Hristiyanlığı eleştirmekten geri durmakta Scheurman
kitabında Reis Tuiavii’nin dili ile Hristiyanlığı bir
kurtuluş ışığı gibi göstermektedir. Ancak ona
göre bu ışığı elinde tutan Avrupa’nın, eli dışında
tüm vücudu karanlıklar içindedir ve tek amacı
aslında Tuiavii bunu “bize, ışığı getireceğinize
inandırmıştınız oysa sizin niyetiniz bizi de kendi karanlığınıza çekmekti!” sözleri ile haykırmaktadır.
Yazar tabiatla haşir neşir olan, kendini tabiatta
bulan bir insanın sahip olduğu yalınlıkla, uygarlık denilen şeye nasıl baktığını bilmenin; beyazlar ve akıl insanları için bir değer taşıyacağına
inanmaktadır. Çünkü böylece eşya tutkusunun,
ruhsuz ve hissiz makineleşmenin kaybettirdiği
bakış açısı yeniden kurulacak ve Avrupa özüne
dönerek kendini görme imkânına kavuşacaktır.
Bu küllenmiş duyguların yeniden canlandırılmasıdır aslında.
Scheurman hikâyesini “gerçek Hristiyanlık bu
değil” mesajı ile nihayetlendirmektedir. Söz
konusu bu durum çelişkileri ortaya konulduğunda aslında bir hakikat arayışına işaret edecektir.
AİLE 2016 OCAK 51
K I R K A M B A R
Yaşları doksan civarında ancak altmış yaşlarında gösteren bir çift varmış. Herkes onların genç
gözükmelerinin sırrını merak edermiş. Bir gün
merak edenler toplanıp doksan yaşındaki bu çifti
ziyarete gitmiş. Delikanlı ihtiyara sormuşlar. Delikanlı ihtiyar: “Size açıklayayım ancak önce bir
şeyler yiyelim” demiş.
Eşine yemekten sonra sofraya bir karpuz getirmesini söylemiş. Eşi de üst kattan bir karpuz alıp
getirmiş. Delikanlı ihtiyar, karpuzu beğenmeyip
yenisini istemiş. Kadın gidip yine bir karpuzla gelmiş. Bizimki onu da beğenmemiş, tekrar başka
bir karpuz getirmesini söylemiş. Genç nine yine
bir karpuz getirmiş, ama onu da beğenmemiş.
Misafirlere: “Hanım iyisini bilemedi, gelin beraber
seçelim karpuzu” demiş. Tavana varınca bakmışlar ki, tek karpuz var. Genç nine hep aynı karpuzu
getirmekteymiş.
Genç dede misafirlerine: “Şimdi genç kalmamın
sırrını anladınız mı?” diye sormuş. Onlar da anlamadık demişler. Dede: “Karpuz tavanda bir tane
“
BİR DUA
“
İzzet Yıldız
DİYARBAKIR
ADAN
KISS SSE
Hİ
idi. Eşim beni mahcup etmemek için, her seferinde başka karpuz getiriyor gibi göründü. Tavanda
başka karpuz mu var, sadece bir tane demedi. O
beni hiç üzmedi ben de onu üzmedim. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya, yani ne kendi ailemize
ne de başkalarına kesinlikle yansıtmadık. Yani
birbirimizi, başkalarının önünde zor duruma hiç
düşürmedik, mahcup etmedik. Böylece, ikimiz de
genç kaldık” diyerek genç kalmanın sırrını açıklamış.
“Allah’ım! Fakirlikten sana sığınırım.
Darlık ve zilletten sana sığınırım.
Zulmetmekten ve zulme uğramaktan da sana sığınırım.”
(Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 236; Nesâî, İstiâze, 14.)
“Tevazu, gururun perhizidir.”
Voltaire
“
52 AİLE 2016 OCAK
BİR İNCİ
“
İLGİNÇ
BİLGİLER
* Stockholm Kraliyet
Kütüphanesi’nde muhafaza
edilen “Şeytan İncili” kitabının
ağırlığı 350 kg’dir.
*Taze kakao içerisinde
bulunan sıvı, kan plazması
yerine kullanılabilir.
2014 Ocak sayısında tanıdık sizi. 2 yıla kadar sadece
Diyanet Çocuk Dergisi ile evimize misafir oluyordunuz ama bana göre geç de olsa Aile dergisiyle
de takip edeceğiz sizi. Okundukça okunası gelen
oldunuz bizim için. İyi ki varsınız ve yolunuz açık
olsun diyorum Diyanet Aile Dergisi...
Diyanet Aile Dergisi, hayatın farklı alanlarına dair
dokunuşlarıyla çalıyor kapımızı her ay. Ve bu
dokunuşlar hem gönül dünyamızda hem de fikir
dünyamızda yeni ufuklar açıyor. Kaleminize sağlık.
Emeği geçen herkesten Allah razı olsun.
“
Yücel Çetinkaya
I S PA RTA
İZMİR
BALIKESİR
Güller diyarından gül yüzlü hocalarıma
selam olsun. Emeğinize, yüreğinize sağlık
muhterem hocalarım. Vakit iyilik vakti. Her
ay iyilikleri ve güzellikleri vurguladığınız için
yürekten teşekkür ediyoruz.
Diyanet Aile Dergisi’nin hazırlanmasında
emeği ve katkısı olan herkese teşekkür
ediyorum. Kalemlerinize sağlık.
Ayşe Bulut
Zeynep Aslan
Hüseyin Sezen
ORDU
Diyanet Aile Dergisi’ni her ay takip ediyorum.
Eğitimden sağlığa, günümüzden tarihe pek
çok konuya değiniliyor. Böylesi güzel bir
derginin daha çok tanınmasını isterim. Emeği
geçenlere teşekkür ediyorum.
SİZDEN GELENLER
“
GENÇ KALABİLMEK
*Sabahları elma yemek,
kahveden daha fazla uyku
açar.
AİLE 2016 OCAK 53
KARE BULMACA
1
2
3
4
5
Hazırlayan: Hasan YILDIRIM
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
1
2
B U L M A C A
SUDOKU
1
3
2
8
3
6
4
7
5
5
1
2 9
8
8
4
2
9
9
10
12
3
13
14
15
5
1 8
1
4
1
11
8
3
6
7
7
8
9
2
1
3
6
9
Sudoku Kuralları Sudoku 9x9
boyutunda 3x3 bölümlere bölünmüş şekilde başlar. Amaç Eksik
numaraları bütün yatay sıraları,
dikey sütunları ve bölgeyi (3x3
boyutundaki kareleri kaplayan) 1
den 9 a kadar numaralar ile her
numarayı birden fazla olmamakla
beraber doldurmaktır. Sudoku bir
kaç numara dolu şekilde ipuçları
ile başlar. Bazı 3x3 bölümlerde
ipuçları daha az bazılarında ise
daha çok verilmiştir. Bu ipuçları
kolay orta ve zor bölümler şeklinde
tasarlanmıştır. Amaç her seviyeden
bulmaca severin ilgisine, zihin
jimnastiğine hitap etmektir.
16
SOLDAN SAĞA 1- Temel, esas, asıl. -İlginç, ilgi çekici. 2- Ah çekip ağlamak anlamında Fars kökenli kelime. -(Tersi) Anadolu’nun geleneksel
sözlü ve tasavvuf edebiyatında “aşk” anlamına gelir. 3- Şedde’nin ünsüzleri. -Eski dilde “su”. - Arapça’da istek, amaçlanan ve hedeflenen. - Bir bağlaç.
4- (Tersi) Savaş tutuklusu, özgürlüğü olmayan. -(Tersi) Kafası büyük bir balık türü. -Sadece kendisi ve 1 sayısına bölünebilen 1’den büyük pozitif tam
sayılar. 5- (Tersi) Yaşlı, büyükbaba, ata. -Bir şeyi dış etkiden korumak, çevresinden ayırmak. - Düşmanın gelmesi beklenebilen yollar üzerinde, askeri önem
taşıyan kentlerde, geçit ve darboğazlarda güvenliği sağlamak için yapılan kalın duvarlı, burçlu, yapı. 6- Bir erkek ismi. -Özel veya kamu kuruluşlarında
yazışmalardan sorumlu kimse. 7- Dinler tarihinde Musa ve Harun peygamberlerin babası olarak geçer. - Eskiden kırmızıya denirdi. - Bela’nın ünsüzleri
8- Anadolu’da bazı yörelerde babanın kız kardeşi hala anlamında kullanılır. - Bir olaydan çıkarılan ders, pay. 9- İsim. -Dakikanın kısa yazılışı. -(Tersi) En
kısa süre. -Bir yüzeyde boy sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, genişlik, boy, uzunluk karşıtı. 10- Diyarbakır ilinin bir ilçesidir. -Ramazan’da kandillerde
ışıklı yazılarla minare süslemesi. - Bir ünlem. 11- Bir renk, Eflatun. - Peygamberimizin damadı, amcasının oğlu, 4. Halife- Güneydoğu Anadolu’da bir
ilimiz.12- Ummak kelimesinden emir. -(Tersi) İlave - 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş bir Türk - İslam devletidir. 13- Türkçe de bir bağlaç.
-Serap’ın ünsüzleri. -Ayak değmemiş kum, delinmemiş inci anlamlarına gelen, Hz. Meryem’e ve Medine şehrine verilen adlardan biri.14- Kur’an’da Mülk
Suresi’nin …. bu ifade ile başladığı için aldığı diğer adı. (Tersi) Çok karşıtı. 15- Üç tarafı denizlerle çevrili, topraklarının büyük bölümü Asya’da, küçük
bir bölümü ise Trakya’yada 783.562 km. alana sahip ülke. Arapça’da ‘beni de’ anlamına gelen bir edat. -Türkçede kelime sonuna eklenen bir soru adatı.
16- Gerçek olarak, hakikaten, sahiden, yaparak çalışarak anlamlarında kullanılan kelime. -Dil yazım kurallarına denir.
54 AİLE 2016 OCAK
YUKARIDAN AŞAĞI 1- Kur’an-ı Kerimde: İnsan için, yaratılanların en şereflisi anlamına gelen ifade. 2- Farsça kökenli ‘gözüm gibi sevdiğim’
anlamında bir kız ismi. -Her zaman her vakit, süregiden. İtaatsizliği temsil eden ve ayette anneye babaya denmemesi emredilen ünlem. 3- Kimyada
Sodyum’un simgesi. -Eskiden giyilen, düz yakalı, önü ilikli bir cesit ceket. - Hollanda’nın simgesi. Latince tıp dilinde; üç, üçlü, üç defa, üç misli anlamına
gelir. 4-Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü Diyanet İşleri Başkanı olan ve 9 Ocak 1951 tarihinde görevi başındayken vefat eden; yazdığı eserleri ve yaptığı
hizmetleri ile yüzyılımızın İslam âlimleri arasında önemli bir yeri olan resimdeki kişi. 5- (Tersi) Kimyada Altın elementinin simgesi -Bir tür havyan,
dişi sığır. - Irak’ta bir kent. 6- Ezmek fiilinden emir. -(Tersi) Vilayet. - Eski dilde su. - Hisse pay, Farsçada eskimiş, derece aşama anlamlarına gelir.
7- Müslümanlara günde beş vakit kılmaları emredilen ibadet. Telefonda hitap sözü - Bir geyik türü. 8- Bir elektrik akımının şiddetini gerilimini, şeklini
değiştirmeye veya enerji aktarımına yarayan cihaz. -(Tersi) Arapça ileri görüşlülük anlamına gelen ‘basiret’in çoğulu. 9- Saçsız baş veya ağaçsız tepeler
için kullanılır. - (Tersi) Herhangi bir cismin, başka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe. 10- (Tersi) Eskiden çoğunluk anlamında kullanılan
kelime. - Tembellik. 11- İnternet iletişim ağında genelde üniversitelerin kullandığı resmî web alan adı uzantısı. - Eski Türklerde kral yönetici anlamında
bir erkek ismi. - Kimyada Nikel’in simgesi. 12- Kur’an okuduktan sonra; “Azim olan Allah doğruyu söyler” anlamında yaptığımız kısa dua cümlesi. 13Farsça’da su. - Satmaktan emir. - Bir cihazın bozulması, aksama, aksaklık, bozulma. 14- Ateşli silahlarda mermi “çekirdeğinin” kalınlığı ya da namlu
ağzının iç çapının genişliği, çapıyla ilgili ölçü birimi. -Eski dilde su. 15- Bireylerin istedikleri zaman istedikleri sayıda çocuk sahibi olmaları için devletçe
ailelere verilen hizmetlerin tamamı.
AİLE 2016 OCAK 55
FOTOĞRAFINANLATTIKLARI
İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.
F O T O Ğ R A F: P ı n a r P ınarbaşı
56 AİLE 2016 OCAK
“Allah’ım!
Beyaz elbiseyi kirden
temizlediğin gibi, kalbimi
günahlardan arındır, hatalarımı kar
ve dolu suyuyla
temizle.”
(Buhârî, Ezân 89.)
Hamd ü Sena
...
O büyük Rabb’e şükürler ki, ayak bastığımız
Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız;
Ve yer üstünde hayalin cereyanınca uzun,
O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde,
Lütfunun feyzini görsün diye insan yerde;
En büyük nimete hamd, en küçük ihsana şükür.
O büyük Rab ki, ufuklar boyu nimetlerini,
Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk u cünun mahşerini
Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına
Şimdiden vadediyor başka bir âlem yarına;
Mâ-i Tesnim’e şükür, Ravza-i Rıdvan’a şükür.
...
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Benzer belgeler