mantığınızı ve duygularınızı kontrol etmelisiniz.

Transkript

mantığınızı ve duygularınızı kontrol etmelisiniz.
Genç Yöneticiler Grubunun
Başkanı Burak Çelik oldu.
İNTES Genç Yöneticiler Grubunun 3. Genel Kurulu 11 Şubat 2014 Salı günü gerçekleşti. Genel Kurul’da
İNTES Genç Yöneticiler Grubu 12. Dönem Başkanı Asude Öztürk Camadan açılış konuşması yaptı.
Camadan, konuşmasına başkanlık dönemi süresince kendisine destek olan Başkan Yardımcıları Burak Çelik
ve Emrah Yaykıran’a teşekkür ederek başladı.
Ey
yükselen nesil!
Gelecek
sizindir...
Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Gazetesi • Yıl 2014 Sayı: 35 / Yıl: 10 • ISSN: 1304 - 7183
“MANTIĞINIZI VE DUYGULARINIZI KONTROL ETMELİSİNİZ.”
Bu ay Duayen köşemizde, EMT Erimtan İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Erimtan’ın konuğu olduk.
Erimtan, iş hayatı yolculuğuna en baştan başlayıp yönetim
kurulu başkanlığına kadar ulaşmış, başarıyı yaşayarak
öğrenmiş çok önemli bir isim. İş hayatında başarılı olmak için şans kadar, çalışmanın da önemini vurguladı.
Erimtan; “Selvi kökünden yıkılıveriyor, ama kavak dayanıyor. Bu demek değil ki, kişiliğinizden feragat edin; ve
demek değil ki fazilet duygularınızı kenara atın. Ama iş
hayatında olduğunuz sürece, biraz böyle hareket etmek
mecburiyetindesiniz.” diyerek bize başarıya açılan kapıları
da gösterdi. Yüksel Erimtan ile gerçekleştirdiğimiz bu
önemli röportajı ilerleyen sayfalarımızda okuyabilirsiniz.
tamamı sayfa
6
“Onlara mükemmel bir kariyer fırsatı
öneriyorum.”
Irak’ta Başarıya Atılan Bir İmza;
Dorçe Irak Projesi...
Türkiye’nin en önemli devlet üniversitelerinden biri olan Mersin Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. K. Suha Aydın göreve
başladığı günden bugüne kadar Mersin
Üniversitesi’ni eğitim alanında bir marka
konumuna getirmek için vargücüyle çalışan çok önemli bir isim. Gerek öğrenci
profili, gerekse akademik kadrosu ile dikkat
çeken Mersin Üniversitesi, Avrupa Kalite
Yönetimi Vakfı’ndan “Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız” belgesi almaya hak kazandı.
Aydın bu konuyla ilgili ise şu açıklamalarda bulundu; “EFQM’in Beş
Aşamalı Avrupa Mükemmelliğe Yolculuk Programı’nın ikinci aşaması
olan Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız belgesi, başarılı biçimde yönetilen
ve mükemmel kurum olma yönünde ilerleyen kurumlara verilmektedir.
İlk başvurusunda 4 yıldız alma başarısını gösteren ilk üniversite olan
üniversitemiz, gelecekte Türkiye Mükemmellik Büyük Ödülü’nü almayı
kendine hedef olarak koymaktadır.” Prof. Dr. K. Suha Aydın ile Mersin
Üniversitesi’nin dünü, bugünü ve yarınını konuştuk.
Dorçe Holding dünya çapında gerçekleştirdiği projeleri ile adından başarıyla söz ettiren bir firma. Dorçe Holding’in kuruluşu Dorçe Irak ise
Irak’ın çehresini değiştiren projelerine ara vermeden devam ediyor. Irak’ta
gerçekleştirdiği projeleri ile Irak’a yeni artılar ekleyen firma şimdi ise
Dorçe Irak Konut Projesi ile sektördeki iddiasını daha ileriye taşıyor. Bu
ay “Proje” bölümümüzde Irak’ın parlayan yıldızı Dorçe Konut Projesi’ne
ve bu başarıya imza atan Dorçe Irak’a sizler için yakından baktık.
tamamı sayfa
10
tamamı sayfa
16
Adrenali Yüksek Bir Röportaj!
Seden Güzel ve Serpil Kalaycı, içimizden iki kadın… İş hayatlarında yakaladıkları başarının yanında motosiklet tutkuları da onları standartların dışına
taşıyor. Çocuk yaşta ailelerinin de desteği ile motosikletle tanışan ve bu tutkuyu hayatlarının merkezine alan kızkardeşler yaptıkları motosiklet gezileri
ile de yaşamlarını renklendiriyorlar. Seden Güzel ve Serpil Kalaycı ile motosiklete başlama öyküleri, motosiklet gezileri ve gelecekteki planları ile ilgili
keyifli ve macera dolu bir söyleşi gerçekleştirdik.
tamamı sayfa
4
2 İGY ’DEN HABERLER
Genç Yöneticiler Grubunun Başkanı Burak Çelik oldu.
İNTES Genç Yöneticiler Grubunun 3. Genel Kurulu 11 Şubat 2014 Salı günü gerçekleşti. Genel Kurul’da İNTES Genç
Yöneticiler Grubu 12. Dönem Başkanı Asude Öztürk Camadan açılış konuşması yaptı.
luluk duyduğunu ifade ederek başlayan
Çelik şunları söyledi:
“Yedi yıllık İGY üyeliğimin son iki yılında Başkan Yardımcılığı görevini üstlendim. İlk olarak Mehmet Göçen Başkan
ve 2013 yılında da Başkanımız Asude
Öztürk Camadan’ın yardımcısı olarak
çalıştım. Her iki başkanımızın çalışma
performansı ve hepsinden öte heyecanı
sayesinde bugün İGY aktif bir grup haline gelmiştir.
Şimdi yeni görevim Başkanlık ile önemli
bir sorumluluğu taşıyorum. Daha fazla
mesai harcamam gerektiğini biliyorum.
Çünkü, görevi etkin ve dinamik bir ritim ile sürdüren Başkanım Asude Öztürk
Camadan’dan devir alıyorum. Bu ritmi
aynı hızla sürdürmek için çalışacağım.”
Camadan, konuşmasına başkanlık dönemi süresince kendisine destek olan Başkan Yardımcıları Burak Çelik ve Emrah
Yaykıran’a teşekkür ederek başladı.
İNTES Genç Yöneticiler Grubu
(İGY)’nda Başkanlık yapma onurunu
yaşadığı için çok mutlu olduğunu ifade eden Camadan “Ben bu grubun bir
parçası olmanın gururunu yaşıyorum.
Üye olduğum ilk günden beri çalışmalar
içerisinde aktif olarak yer alma gayretini
gösterdim.” dedi.
Camadan, başkanlık yapmış olduğu dönemde faaliyetlere ilişkin bilgileri aktardı.
Yeni yönetime başarılar dileyen Camadan, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Bugün İGY Başkanlığını Burak Çelik’e
devrediyorum. Kendisinin İGY’ye yeni
bir dinamizm getirerek etkinliklerimizi
artıracağına içtenlikle inanıyorum. Emrah Yaykıran kendi dönemimde olduğu
gibi yeni başkanımızın çalışmalarında en
önemli destekçisi olacak.
Ancak, tekrar altını çizerek belirtmek
isterim ki üyelerimizce etkinliklerimize
katılım daha fazla faaliyette bulunmak
için bizleri motive etmektedir. Bu kapsamda katılımlarınız ile yeni yönetimimizi desteklemenizi rica ediyorum” dedi.
Genel Kurul’da Divan Başkanlığına oy
birliği ile H.Necati Ersoy, katip üyeliğe
ise Emrah Yaykıran seçildi.
Başkanlık görevini Burak Çelik devir
aldı
Divan başkanının seçiminden sonra
görüşmelerine geçildi. 2013 dönemi
yönetim kurulu ve bütçesinin ibrasının
ardından yeni başkan Burak Çelik bir
konuşma yaptı.
Konuşmasına 2006 yılından beri üyesi
olduğu İGY grubunda üyeleri tanımış
olma fırsatı elde etmekten büyük mut-
Çelik, İGY üyelerinin birlikte hareket
etmesinin önemine de değindi ve tüm
faaliyetlere beraber katılımın önemini
vurguladı.
Çelik yeni dönemde yapılacak faaliyetlere
ilişkin üyelerin görüşlerini de aldı. Genel
kurulda hedef Pazar gezilerinin sürdürülmesine, duayen ziyaretlerinin devam
ettirilmesine, şantiyeye dönüyoruz etkinliğinin sürdürülmesine karar verildi.
Yeni bir toplantı serisi olarak farklı alanlarda uzmanlık dalı olan kişiler ile sohbet
toplantıları yapılması konusunda görüş
birliğine varıldı. Bu yıl Genel Kurulda
alınan bir karar ile İGY’nin logosuna kuruluş yıldönümü olan 2002 ibaresinin
eklenmesine karar verildi.
Yeni yönetim belirlendi
İGY yeni başkan yardımcısı Özdemir İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Emre
Güray oldu.
İGY başkanlık sisteminde Başkan Yardımcısı seçimi gerçekleşiyor. Yönetim
bir başkan ve iki başkan yardımcısından
oluşuyor. İki yıl süre ile başkan yardımcılığı görevini sürdüren üye, başkanlık
görevine geliyor.
Buna göre 2011 yılında Başkan Yardımcısı olarak seçilen İsmail Çelik İnşaat A.Ş.
Yönetim Kurulu Üyesi Burak ÇELİK
İGY 11. Dönem Başkanı Mehmet GÖÇEN ve İGY 12. Dönem Başkanı Asude ÖZTÜRK CAMADAN döneminde
başkan yardımcılığı görevini yaparak,
başkanlık görevini devir aldı.
2014 yılında birinci başkan yardımcılığı
görevini ise 2013 yılında üyelerin oybirliği ile seçilen Eko İnşaat A.Ş. Yönetim
Kurulu Üyesi Emrah YAYKIRAN devam
edecek.
Üçüncü Genel Kurul’da İGY tüzüğünde yapılan bir değişiklik ile İGY üyeleri tarafından karar verilen faaliyetlerin
yürütülmesini denetlenmek amacıyla
“Teşkilat Sorumlusu” atanmasına karar verildi. Teşkilat sorumlusu olarak
Şerefoğlu İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu
Üyesi İrem ŞEREFOĞLU seçildi.
Genel Kurul sonunda 11. Dönem Başkanı Asude Öztürk Camadan İGY kütüğüne ismini çakarak Çelik ve Yaykıran
tarafından kendisi için özel olarak hazırlanan teşekkür plaketini aldı.
Genel Kurula 12. Dönem Yönetimin yanı
sıra üyelerden Ali Ceylan , Elif Güray
Kaya, Emre Güray, Esra Öztürk, İrem
Şerefoğlu, Leyla Nasıroğlu, Mehmet Göçen, Mert Yıldızhan, Murat Güleç, Nazlı
Hürmeydan, Seda Öztürk katıldı.
BAŞKAN’ DAN
3
BURAK ÇELİK
İGY Dönem Başkanı
Yeni bir merhaba,
2014 yılında gerçekleşen Genel Kurulumuzda Üyelerimizce İNTES Genç
Yöneticiler Grubumuzun on üçüncü
dönem başkanı görevine layık görülerek, Genç Yönetici okurlarımıza hitap
etmeninin mutluluğunu yaşıyorum.
Üstelik iletişim teknolojisindeki baş
döndürücü gelişmeler nedeniyle uluslararası pazarda, her hangi bir noktada
yapılacak olan ihale haberinden tüm
dünyadaki inşaat firmaları haberdar
olabiliyor.
dev müteahhitleri Türk Müteahhitlerimizin klasik pazarlarına girme eğilimindedirler. Rekabet edebilmek için
nitelikli insan kaynağı ve finansman
alt yapımızı daha da güçlendirmemiz
gerekmektedir.
2012-2013 dönemi İGY başkanımız
sevgili Asude Öztürk Camadan’a grubumuza yaptığı katkılardan dolayı bir kez
daha teşekkür etmek istiyorum.
Öte yandan Avrupa; Amerika gibi Dünyanın kalkınmış bölgelerinde faaliyet
gösteren firmalar, gelişmiş teknolojileri
ve güçlü finansman imkanından da yararlanarak varlıklarını devam ettirmek
amacıyla uzak coğrafyalarda yeni Pazar
arayışlarına girmişlerdir.
Dünyanın en büyük müteahhitlik
firmalarına bakıldığında Türk inşaat
firmalarının genel yapısından farklı
olarak, birçok şirketin birleşmesinden
meydana geldiği görülmektedir. Bunların arasında birden fazla alt inşaat grubu, projeci ve müşavir olabilmektedir.
Bu yapının göstermiş olduğu başarı dikkate alındığında ise, dünyada işleyen ve
doğru olan düzenin bu olduğu da açıkça
görülmektedir.
İGY'de başkanlık görevi, dönemseldir
ve 1 yıl için geçerlidir. Bu sorumluluğu
alan her arkadaşımız İGY'nin dinamik
ve genç yapısıyla ortaya koyduğu vizyonu izlemek ve ileriye taşımak için
gereğini yapmaktadır.
Bu yarışta esas olan grubun tüm üyelerinin ortak katkısıdır. Zaten sivil toplum
örgütlerinin de başarısı dayanışma ve
birlikte hareket etmekten geçer. Yani,
takım ruhu anlayışı ile yaratacağımız
sinerji, başarımızın temel ölçütünü
oluşturur.
Genç Yöneticiler Grubuna 2006 yılında üye olduğumda benden önceki üye
arkadaşlarımın ifade ettiği, hep ortak
hareket etmenin ve paylaşmanın ne
denli önemli olduğu idi.
O dönemde İGY olarak hedefimiz Tek
Yumruk adını verdiğimiz birlikte hareket
etme olgusu ile işler gerçekleştirmekti.
Tek yumruk ne anlama geliyordu? Türk
inşaat sanayicilerinin bir dayanışma
sistemi içerisinde güç birliği yaparak
dünyanın en büyük inşaat firmaları ile
doğrudan rekabet içine girebilmelerini
hedeflemekti.
Neden mi tek yumruk? Çünkü, dünyada
tüm sektörlerde kıyasıya bir rekabet var.
Konu inşaat sektörü ve alt yapı olunca bu
rekabet ortamı daha da kızışıyor.
Dolayısıyla Dünya taahhüt pazarı piyasalarında alt ve üst yapı ihalelerine çok
yoğun bir talep bulunmaktadır.
İhalelere çok yoğun talep olması, korumacılığı arttırdığı gibi, kimi idarelerin fiyat beklentilerini düşürürken,
kimilerinin de günümüzdeki finansman
temin koşullarına da bağlı olarak kalite
beklentilerini arttırmıştır.
Dolayısıyla Dünyanın bugünkü düzeninde ayakta kalacak firmalar her türlü inşaat imalatı için gerekli tecrübe,
nitelikli iş gücü ve yüksek maddi güç
ve ciroya sahip, uzmanlaşmış rekabet
kabiliyeti yüksek dev inşaat şirketleri
olacaktır.
Türk İnşaat Sanayisine baktığımızda
yurt içinde ve yurt dışında örnek olabilecek başarılı projeler gerçekleştirdiğimizi görüyoruz. Her türlü ölçek ve
teknik özellikte dev enerji santralleri,
demiryolları, konut kompleksleri inşa
ediyoruz. Havalimanlarında dünyada
markalaşmış firmalarımız gurur kaynağımızdır. Cezayir’de, Libya’da, Rusya’da,
Türkmenistan’da, Kuzey Afrika topraklarında ve daha pek çok ülkede Türk
İnşaat Sanayi eserleri inşa ediliyor.
Bugün Avrupa’nın, ABD’nin Çin’in,
İNTES GENÇ YÖNETİCİ
GAZETESİ
İşte amacımız güç birliği yaparak dünyanın en büyük firmaları ile rekabet
edebilmektir. Dayanışma ile neler mi
kazanacağız?
• Türk inşaat sanayinin pazar alanlarını
genişleteceğiz.
• Birbirimiz ile rekabet etmeyerek, hem
kâr marjlarımızın azalması hem de piyasa fiyatlarını düşürmeleri önlenecektir.
• Firmaların gücü artacak, gidilen ülkenin hükümetleri nezdinde kredibilitesi
güçlenecektir.
•Kâr paylaşıldığı gibi maliyet ve riskler
de paylaşılacaktır.
Dünya piyasalarında son yıllarda dalgalanmaların durağan seyrine geldiğini söylemek güçtür. Dünyada doğal
kaynaklar hızla yok olmaktadır. Nüfus
hızla çoğalmakta, enflasyon sarmalı,
borçlanma oranları yükselmektedir.
Tasarruf oranlarının düşüklüğü ve genç
nüfusun işsizliği tüm ülkelerin mücadele etmesi gereken sorunlar olmaktadır.
Bu durumda yeni iş alanları çok değer
Basım Tarihi: 15.04.2014
Sayı: 35 (Ocak-Şubat)
Yıl: 10
ISSN: 1304 - 7183
İGY olarak üyelerimiz ve aramıza katılan yeni dostlarımız ile bu amaçlarımız
doğrultusunda ilerlerken faaliyetlerimizi
daha etkin kılmaya çaba göstereceğiz.
Amacımız İGY'nin her aktivitesinin sürekli olmasıdır. Amacımız, İNTES’in
30 yıldır devam eden Geleneksel toplantıları, 24 yıldır yayın hayatında olan
İnşaat Sanayi Dergisi gibi, Seminerlerimiz, Genç Yöneticiler Gazetesi, Şantiyeye Dönüyoruz etkinliğini yıllara yayarak
sürdürülebilir olmasını sağlamaktır.
Genç Yöneticiler Grubu olarak inşaat sektöründe genç kuşakların sesi ve
öncüsü olmak istiyoruz. Günceli takip
etmek, sektör sorunlarımızı ön planda
tutarak yaratıcı ve kaliteli fikirler ile faaliyetlerimizi sürdürmeyi amaçlıyoruz.
Benim başkanlık dönemimde Başkan
Yardımcılarım Emrah Yaykıran ve Emre
Güray, Teşkilat Sorumlumuz İrem Şerefoğlu ile bu amaçlar doğrultusunda
etkin ve dinamik bir hizmet vereceğimize olan inancım tamdır.
Önümüz bahar, yaz aylarıyla birlikte
sektörümüzü hareketli günler bekliyor.
Umarız şantiyelerimizde çekiç, keser
sesleri devam eder.
İNTES Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Adına Sahibi:
Celal Koloğlu
Sorumlu Müdür:
H. Necati Ersoy
YÖNETİM YERİ
YAYIN KURULU
ASUDE ÖZTÜRK CAMADAN
BAŞAR GÜVENSOY
BURAK ÇELİK
BURÇİN KARGIN
CAN ADİLOĞLU
CEM ADİLOĞLU
CENK KANAT
ÇİĞDEM KURT
DORUK COŞKUNSU
EBRU ÇELİK CEYLAN
ELİF GÜRAY
kazanmaktadır. Bu nedenle rekabet
edebilmek için öncelikle müteahhitlerimizin bilgi tabanlı bir endüstriye
ulaşmaları ardından finansal yapılarını
güçlendirmeleri gerekmektedir.
ELİF YAVUZ YAMAN
EMRAH YAYKIRAN
EMRE GÜRAY
ESRA ÖZTÜRK
IŞIL GÜVENSOY
İDİL FIRAT
İREM ŞEREFOĞLU
KEMAL CEYLAN
KORAY KARADUMAN
LEYLA NASIROĞLU
MERT YILDIZHAN
MERİÇ AYDENİZ
MEHMET GÖCEN
MURAT GÜLEÇ
NAZLI HÜRMEYDAN
ÖZGÜR HAŞEMOĞLU
SEDA ÖZTÜRK
SELAHATTİN ÖNEN
SELİM AKIN
TUVANA AYDINER
TOLGA KOLOĞLU
UĞUR KOÇOĞLU
4. Cadde 719. Sok. No: 3 Yıldız/Çankaya- Ankara
Tel: 0.312 441 43 50 • Faks: 0.312 441 36 53
www.intes.org.tr • [email protected]
Editör: Aslı Kutlucan Kaptan
Yapım: Gergedan Tanıtım • 0.312 442 75 10 • www.gergedantanitim.com
Sanat Yönetmeni: Levent Kaptan • Grafik Tasarım: Timuçin İpek
Baskı: Tiremat Matbaacılık • Kazım Karabekir Cad. Kültür Çarşısı No:7/7
Altındağ - ANKARA • Tel: 0312 472 39 46
İki ayda bir yerel süreli yayın olarak yayımlanır ve abonelerine ücretsiz olarak gönderilir.
PARA İLE SATILMAZ
Gazetede yayımlanan yazılar, yazarların kişisel görüşü olup hiçbir şekilde İNTES tüzel
kişiliğinin görüşü olarak mütalaa edilmez.
4 GEZİ
İKİ KIZKARDEŞ, İKİ MACERACI RUH VE
BİR MOTOSİKLET ÖYKÜSÜ...
Kadın, macera ve adrenalin çoğu zaman biraraya gelemeyecek üç kelime olarak görülür. Kadınların yapması gereken
işler, hobiler nedense hep kadının fiziki ve manevi gücüyle ilgili görülmüştür. Ama işler her zaman düşünüldüğü gibi
seyretmeyebilir. Aynı Seden Güzel ve Serpil Kalaycı’nın motosiklet öyküleri gibi... Çocuk yaşta tanıştıkları motosikleti,
bir tutku haline dönüştüren kız kardeşler sadece motokrosda gösterdikleri başarıları ile değil, aynı zamanda gerçekleştirdikleri motosiklet gezileriyle de isimlerinden söz ettirmeye devam edecekler...
Bu kadar profesyonel yarışçılarla start
bile almak büyük bir olaydı. Tüm bu
yaşadığım heyecanları, zevkleri ve tecrübeyi tamamıyla rahmetli babama borçluyum. O cesaret vermeseydi kesinlikle
pistlere çıkamazdım. Hatta o zamanlar
“bu kızın bu pistte ne işi var” diye itiraz
eden yarışçılar bile olmuştu. Hayatımızın her döneminde her tür motosikleti
kullandık. Motosikletle ilgili aile içi aldığımız eğitim ve donanımlar dışında
Amerika’da safety (güvenli sürüş eğitimi) programını tamamladım.
Motosiklet tutkusu hayatımda sadece
gezi odaklı olarak kalmadı. Lisanslı
sporcu olarak gerek motocross yarışlarında gerekse arazi binişlerinde sürüş tekniklerimizi inanılmaz geliştiren
tecrübeler kazandım. Tüm arazi biniş
tekniklerini kardeşimin ve babamın
antrenörlüğünde öğrendim.
Seden GÜZEL
Okuyucularımıza kendinizi tanıtarak, motosiklet sevdasına nasıl başladığınızı aktarabilir misiniz?
SERPİL KALAYCI: 1970 yılında
Ankara’da doğdum. Eğitim hayatımı
Ankara’da tamamladım. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği
Bölümü’nü bitirdikten sonra altı yıl
Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı
Termik Santraller Daire Başkanlığı’nda
Uzmanlık ve Mühendislik yaptım. Daha
sonraki meslek hayatım Amerika’da
devam etti. 2010 senesinde Türkiye’ye
kesin dönüş yaptım. Halen aile şirketimizde çalışmaktayım.
Motosiklet tutkum ailemde de bu
sporla ilgilenenlerin olması ile başladı.
Rahmetli babam Hasan Kalaycı, 19671974 arası yedi yıl boyunca Türkiye
motokros, 1981 Ralli-Otokros ve pist
şampiyonudur. Annem Tuna Kalaycı
ise, Türkiye’nin ilk kadın otomobil ya-
rışçılarındandır, aynı zamanda ralli-pist
ve otokros şampiyonudur. Erkek kardeşim de eski milli motocross yarışçılarındandır ve faal olarak bu sporu sürdürmektedir. Ben de Türkiye’nin ilk lisanslı
motocross kadın yarışçısıyım. 1988-92
yılları arasında çeşitli uluslararası yarışmalara katıldım. İlk motosiklet tecrübem ilkokul öncesinde başladı. Öncelikle bisiklet kullanmayı çok küçük
yaşta öğrendik. Motosiklet sevdasına
ise babamın yurt dışından getirttiği küçük motosikletleri kullanarak başladık.
Bizim için küçük yaşta motosiklete binmek yemek içmek gibi gayet doğal bir
hareketti. Farklılığını o zamanlar algılayamıyorduk. Kardeşlerimle otomobil
ehliyeti almadan önce birer A2 ehliyeti
edindik. Erkek kardeşimin motosiklet
yarış hayatı başladığında, geri kalmamam için babam beni de antrenmanlara
götürdü ve yarışlara girmeye teşvik etti.
O zamanlar hiçbir bayan sürücü yoktu.
SEDEN GÜZEL: Ankara’da doğdum.
Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü mezunuyum. Aile şirketimizde finansman bölümü sorumlusuyum. Evli ve
iki erkek çocuk annesiyim. Motosiklet
geçmişim anne karnında başladı diyebilirim. Kardeşimin de dediği gibi motosiklet ve motor sporları tutkunu bir
aileden gelmekteyim.
Küçük yaşlarda babamın teşvikiyle kardeşlerimle birlikte motosiklete başladık.
Babamın aldığı küçük bir motosiklet ile
ilk motor maceramız ilkokulda başladı.
Daha sonra üniversiteyi kazandığım yıl
babam bana ilk plakalı ve vitesli motorumu hediye etti. Okula motosikletimle
gidip gelmeye başladım. O tarihlerde
hem motor azdı hem de kadın sürücü
hiç yoktu. Daha sonra daha büyük motosikletlere binmeye başladım. Üniversitede eşimle tanışıp evlendik. Eşimde
aynı hobiye sahip olduğu için bu işi hep
ilerlettik. İki çocuk sahibi olmam da bu
hobime engel olmadı. Eşim ve kardeşlerimle birlikte bu hobimizi ilerleterek,
yurt dışı seyahatlerine başladık.
TMF’nin lisanslı sporcusuyum. Motokros yarışlarına giriyorum. İki oğlumda
aynı şekilde lisanslı sporcu. Ailecek yarışlara giriyoruz. Bu yıl büyük oğlum
üniversite sınavına hazırlandığı için ara
verdi. Küçük oğlumla birlikte yarışlara
girmeye ise devam edeceğiz.
Motosiklet ile yapmış olduğunuz gezileri aktarabilir misiniz?
S.K.: Türkiye'de Karadeniz, Ege ve Batı
Bölgeleri başta olmak üzere tüm yurdu
kapsayan uzun ve kısa mesafeli pek çok
gezimiz oldu. Bu seyahatlerimizin yanı
sıra yurt dışı Amerika Birleşik Devletleri, Arizona ve Pennsylvania eyaletlerinin
tümü, Root 66 ve pek çok eyaletin turistik bölgeleri ile Rusya Gürcistan, Avrupa
ülkeleri, Balkanlar gezi güzergâhlarımın
arasında bulunmaktadır.
S.G.: İlk olarak eşimle birlikte kendi
motosikletlerimizle Yunanistan yolculuğu yaptık. Benim için çok keyifliydi.
İkinci uzun gezimiz İran-ErmenistanGürcistan oldu. Bu gezimizi planlarken
herkes güvenlik konusunda endişeliydi.
Özellikle benim gitmemi onaylamıyorlardı. Babama konuyu açtığımda her
zaman olduğu gibi beni desteklemişti. Fakat bu konuşmadan kısa bir süre
sonra babamı elim bir trafik kazasında
kaybettik. Vefatından iki ay sonra bu
geziyi babamın anısına bitirdim. Üçüncü gezimiz Bulgaristan-Romanya oldu.
Bu da çok keyifli bir geziydi. Sonraki
yıl tekrar Gürcistan gezisi yaptık. Devamında da Hindistan’dan motosiklet
kiralayarak Hindistan-Nepal gezisini
gerçekleştirdik.
2013 yılında ise eşimle birlikte Ata
yurdu İran-Türkmenistan-ÖzbekistanTacikistan-Kazakistan-Kırgızistan-Rusya-Ukrayna olarak devam etti. Geçen
sene de eşim Tankut Güzel ile tekrar
Hindistan gezisi yaptık. Bu sefer Himalayaları geçtik. Dünyanın çatısı 5602
metreye motosikletlerimizle çıktık. Bu
son gezimiz benim için gerçekten çok
zorlu bir geziydi.
Mesleğinizi sürdürürken motosiklete
ve yarışmaya nasıl zaman ayırıyorsunuz?
S.K.:Eğer bir şeyi çok seviyorsanız
muhakkak onu yapmak için zaman
buluyorsunuz. Okul hayatımda motosiklet, okula ulaşım aracı oldu. İş hayatı başladı, Enerji ve Tabi Kaynaklar
Bakanlığı’nda çalışırken büyük güçteki
GEZİ
5
gittiğimiz için çoğu yerde çok ilgi ve
yardım aldık.
Uzun ve kısa mesafeli birçok geziye
çıkıyorsunuz. Türkiye’de kültür turizmi açısından baktığımızda sizi en çok
etkileyen yer ya da yerler ve yapılar
hangileri oldu?
Serpil KALAYCI
motorumun yanı sıra formal giyime uygun olabilmesi için işe 250’lik bir vespa
ile gidip geliyordum. Önce yadırganmasına rağmen zamanla herkes alıştı.
Daha sonraki iş hayatımda hafta içi yaz
ve bahar mevsiminde işe gidiş gelişlerde
motosiklet kullandım. Esas motosikleti
kullandığımız zamanlar hafta sonudur.
Motosiklet festivalleri, endro kampları,
herhangi bir etkinlik yoksa pazar günleri Ankara’ya yakın yerlere ufak geziler
ve senede bir ya da iki kez izin durumuna göre planladığımız yurt dışı gezileri
yapıyorum. Genelde bayram tatillerini
de motosiklet gezileri ile dolduruyoruz.
Kısaca hava müsait olduğu sürece işten
arta kalan zamanın çoğunda motosiklet,
hayatımızda oluyor.
S.G.: Benim de iş hayatı dışındaki boş
zamanlarım motosikletle geçiyor. Hafta
sonları Ankara Ballıkpınar motokros
pistinde küçük oğlumla antrenman yapıyoruz. Yaz aylarında işe motosikletle
gidiyorum. Şehir içinde de küçük ve
rahat olduğu için scoter tipi motoru
tercih ediyorum.
Balkanlar Turu olarak dört bin kilometre projesinde gittiğiniz ülkelerde
Türkiye’nin tanıtımı ile ilgili hangi
yörelerimize öncelik verdiniz? Sizlere
olan ilgi nasıldı?
S.K, S.G: Biz iki bayan olarak motor
gezisi yapıyoruz. Ailemiz ve arkadaşlarımızla olan gezilerimizi erkek sürücülerle
gerçekleştiriyoruz. Ancak yıllardır iki
kardeş olarak neden bayan bayana bir
gezi yapmıyoruz ve tek başımıza bu işin
altından kalkıp kalkamayacağımızı görmüyoruz dedik. Bu nedenle de güvenli,
yakın mesafede bulunan Balkanlar gezisini yapma kararı aldık. Aynı zamanda
Balkanlar’ın tarihi ve kültürel bölgelerini gezmek ve orada yaşayan insanları
yakından tanıma fırsatını yakalayacaktık. Gezi güzergâhımız 9 gün 9 ülke
ve 4500 km’yi içeren Balkanlar olarak
planlandı. Daha önce Afrika, Amerika
gibi kilometrelerce uzaklardaki bölge-
lere zorlu ve uzun tecrübelerimiz olmasına rağmen sınırlarımız yakınlarındaki
Balkanlar’da görmediğimiz yerler olduğunu hatırladık.
Gezimiz tamamlandıktan sonra, “bu
güzergâhta ne var siz nerelere gittiniz”,
“bu size kolay gelir” gibi yorumlar aldık ama amacımız uzun ve zorlu bir yol
değil kısa, güvenli hem de tatil amacını
güdebilecek bir güzergâhtı. Yolculuktan
önce görev paylaşımı yaparak güzergâh
belirleme üzerine bayağı ders çalıştık.
Seçtiğimiz yollar, Balkanlar’da otoban
yollar az olduğu için mecburi dağ yollarıydı.
Güzergâhımızda Bulgaristan, Sırbistan,
Bosna Hersek, Hırvatistan, Karadağ,
Arnavutluk, Kosova, Yunanistan yer
aldı. Kosova annemim esas vatanı olduğu için vazgeçilmezlerden biriydi
ve orda harika ağırlandık. Özellikle
Prizren sanki küçük Türkiye gibiydi.
Herkes Türkçe konuşuyordu. Şehirde
bayan nüfusu ağırlıktaydı. Türk ve motosikletli olmamıza şaşırmalarından dolayı bol bol ikramlar alıyorduk, sıklıkla
fotoğraf çektirmek isteyenler oluyordu.
Sırbistan’da ve Arnavutluk’ta daha önce
gidenlerden duyduklarımızdan dolayı
çekincelerimiz vardı ama yine herkes
çok misafirperverdi. Türk olduğumuzu duyunca çok şaşırıyorlardı ve yine
inanılmaz bir ilgi ile karşılanıyorduk.
Bosna Hersek’te Müslüman ve Türk olduğum için çok iyi karşılanacağımı zannetmiştim ama biraz hayal kırıklıkları
ile geçti. Özellikle sınırlarda yanlış yol
tarifleri, sınır kapı zorlukları bizi bayağı
bunalttı. Hırvatistan’ında buradan farklı bir yanı yoktu. Karadağ ise güzellikleri açısından herkesin görmesi gereken
bir yer. Yunanistan kendimi hiç yabancı
hissetmediğim harika insanların olduğu
bir yerdi. Selanik’te kaldığımız otelden
ayrılırken sokağın esnafı yanımıza ev
yapımı kurabiyeler ve su verdiler. Ve
yaşlı amcalar bir baba sıcaklığında bizi
uğurladılar. Çok sıcak ve cana yakınlardı. Özetle bayan ve yalnız iki sürücü
S.K.: Türkiye içinde beni en çok etkileyen yer Karadeniz Bölgesi, Tosya,
Dipsiz Göl , Ürgüp Göreme’deki çok
keşfedilmemiş köylerdir. Ege, Akdeniz
ve Marmara Bölgeleri’nde de eminim
harika yerler vardır. Ama keşfedilmemiş,
daha bakir yerler her zaman için daha
çok beni içine alıyor. Sırada Mardin,
Urfa var. Eminim bizim için bir numara
olacaklar. Motosiklet gezilerinde amacımız sadece yol kat etmek değil. Aslında
gittiğiniz yerin insanını, yemeklerini,
kültürünü her şeyini tanıyorsunuz. Bu
ayrı bir zevk. O nedenle Karadeniz benim için bir cennettir. Özellikle yaylalar.
Uzun geziler dışında dağlarda yaylalarda gerçekleştirdiğimiz endro motosiklet
kampları. Biraz daha doğa ile iç içe...
S.G.: Türkiye’deki gezilerimizde ayrım
yapmak çok zor çünkü Türkiye’mizin
her köşesi ayrı güzellikte gerçekten. En
çok etkilendiğim yerler; Doğu Karadeniz ve yaylaları. Mardin’in de ayrı bir
yeri var bende. Tekrar tekrar gitmek istediğim yerlerden biridir. Kapadokya’da
sevdiğim yerler arasında. Her yıl mutlaka gideriz.
Yarışlarınız esnasında hafızalarınızda kalan bir anınızı bizimle paylaşır
mısınız?
S.K.: Bir anda düşünüyorum o kadar
çok anım var ki. Yarışlarla ilgili olan hatırladıkça güldüğüm bir anımı okurlarınız ile paylaşmak isterim. Sanırım 1990
senesiydi. İstanbul Gaziosmanpaşa pistindeyiz. Yarış öncesi, yarışa katılmayı
henüz düşünmemiştim. Erkek kardeşim
Necati katılıyor ve başa koşuyor, ben de
onu kıskançlıkla takip ediyorum. Babama yüzümü astığımı hatırlıyorum.
Babam dayanamadı, son anda hadi
sen de Neco’nun antrenman motoru
ile yarışa gir dedi. O heyecanla giyinip,
nasıl starta gittiğimi anlatamam. Ama
pisti bir kere bile dolanmamıştım. Start
alındı, sanırım üçüncü olarak kalktım.
Ben o kadar heyecanlı, o kadar parçalıyorum ki kendimi size anlatamam
ama bir aksilik var... Arkamdan gelen
tüm motosiklet sesleri bir anda kesildi.
İçimden Serpil herhalde bu kadar arayı açacak kadar iyi gidemezsin dedim.
Bir de baktım koca bir seyirci kitlesi
bana koşuyor. Ben de alkışlıyorlar ya
da tezahürat yapıyorlar sanıyorum. Meğerse, “Ablaaa! Esas pist yanda demeye
çalışıyorlarmış.” Ben kendi kendime
diğer pistte dolanıyormuşum. Bayağı
güldük tabi. Ama fatura biraz yüksek
oldu bana. Babam bir aya yakın bir süre
konuşmadı benimle.
Yol anılarımız ise tamamıyla çok ilginç.
Son gezide Türk sınır kapısına geldik.
Dönüşte motosikletlerden indik, “Merhaba” dedik. Görevli İngilizce konuşuyor. “Biz Türküz.” dedik. Görevli, “Aaaa
nerde öğrendiniz, Türkçeyi ne güzel öğrenmişsiniz.” diyor. Uzun bir süre adam
Türk olduğumuzu algılayamadı.
Yine birgün yola sabah saatlerinde
çıktık. O kadar yorgunuz ki ellerimiz
motoru kavramaktan nasır tutmuş.
Gezinin son günlerine gelmişiz. Botlar
ayaklarımı acayip sıkıyor. İçimden dedim ki bu kadar mı şişmiş ayaklarım.
Benzinlikte durduk, bir baktım ablamın
botları kocaman. Meğerse botlarımızı
karıştırmışız. Yazık 37 numara giyen
ablam 40 nolu botla geziyor. Ben de
nasıl becerdiysem 37 nolu bota 39 nolu
ayaklarımı bir şekilde sokmuşum. Epey
gülmüştük.
Bundan sonraki rotanız neresi olacak ?
S.G.: Bu yaz da Hindistan gezisi planlıyoruz. Zamanımız kısıtlı olduğundan
motorları oradan kiralayacağız. Rota
üzerinde çalışıyoruz. Kendimi şanslı
gördüğüm konulardan biri de eşim
Tankut Güzel’ in yapacağım gezilerde
beni destekliyor olması. Bu konu biz
kadınlar için çok önemlidir.
6 DUAYEN
“VAZGEÇİLMEZ İLKENİZ DÜRÜSTLÜK İLE
SÖZÜNÜN ERİ OLMAKTIR.”
EMT Erimtan İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Erimtan iş hayatında gerçekleştirdiği projeleri ile tanınan
çok değerli bir isim. 85 yaşında, çalışmaya devam eden, iş hayatında edindiği tecrübeleri gençlerle paylaşmaktan
çekinmeyen Erimtan’ın her söylediği başucu kitabı niteliğinde çok önemli. Erimtan; “...muvaffak olmak da olmamak
da yüzde yüz insanın kendi elinde değil. Ama, şüphesiz ki şans her şey değil, çalışmak birinci faktördür. Yılmamak,
öğrenmek önemlidir. Ayrıca, danışmak da önemli. Mesela, hiçbir zaman “Ben her şeyi biliyorum” demedim, bildiğim
konuyu dahi danıştım.” Yüksel Erimtan ile gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportajda hayattan, başarıdan, anılardan,
geçmişten ve gelecekten konuştuk. Keyifle okuyacağınıza inanıyoruz.
Her insan farklı farklı kaynaklardan
geliyor. Bu kaynakların etkileri kişilerin meslek yaşamında, iş hayatında,
evliliğinde, kısacası her şeyinde rol oynuyor. Onun için, yaşam insanın elinde değildir. Kişinin kendisi tarafından
tespit edilmiyor.
Yakın bir tarihte Mozambik’e gittim,
oradakilere baktım, kendi kendime
düşündüm “Ben burada da doğabilirdim” dedim. Fazla mütedeyyin bir
adam değilim, ama bir gücün, bir kudretin mevcut olduğuna inanıyorum.
Yaşım ilerledikçe de öyle bir gücün
mevcudiyetine inancım daha da arttı.
O zaman diyorum ki kendi kendime:
Tesadüfler var, bu bizlerin kontrolü
altında değil, doğuştan başlıyor. Bu
güç, bütün hayatımız boyunca da etkiliyor, bazı kişilerin kapasite, adaptasyon kabiliyeti fazla. Hemen bakıyor,
kendisinin fazlası, eksiğini muhitine
uydurabiliyor. Umarım hepiniz öyle
olacaksınız. Bazı kişiler daha şanslılar
iş hayatında.
Haydar Paşa Lisesi’nde okudum. Orada bir hocam “Efendim, selvi gibi
dimdik durmayın, biraz kavak gibi
olun, yumuşak hareket edin” demişti.
Buna pek benziyor, benim söylediklerim. Selvi kökünden yıkılıveriyor, ama
kavak dayanıyor. Bu demek değil ki,
kişiliğinizden feragat edin; ve demek
değil ki fazilet duygularınızı kenara
atın. Ama iş hayatında olduğunuz sürece, biraz böyle hareket etmek mecburiyetindesiniz. Mantığınızı ve duygularınızı kontrol etmeniz gerekli.
“...kendinizi doğduğunuz şartlardan sonra, mevcut yaşayacağınız
şartlara biraz uydurmanız gerekir.”
Benim babam ekonomistti. Fransızca
ve Almanca bilirdi. Bankaların, büyük
sanayi yatırımlarında, önemli rol oynamış bir insan. Annem de çok akıllı
bir kadındı, piyano çalardı. Fransızca
bilirdi. O zamanların Kadınlar Cemiyetinin kurucularındandı. Bana derdi
ki: “Mantığınızla duygularınızı kontrol edemezseniz hem etrafınız için
hem kendiniz için tahripkâr olursunuz.” Yani, zarar verici olursunuz. Bu
o kadar doğru ki, yani; sevgi de böyledir. Aşık olursun, kontrol edemezsen katil olursun, intihar edersin, deli
olursun. Para hırsı da öyledir; kontrol
edemezsen mahvolursun, etrafını da
mahvedersin, kendini de, aileni de.
Kıskançlık da böyledir. Çünkü, bunlar
doğuştan senin içine girmiş duygular.
Bulunduğunuz muhitte bazıları şiddetleniyor, bazısı tahfif ediliyor. Onun
için, kendinizi doğduğunuz şartlardan
sonra mevcut yaşayacağınız şartlara biraz uydurmanız gerekir.
“...şüphesiz ki şans her şey değil, çalışmak birinci faktördür. Yılmamak,
öğrenmek önemlidir.”
Ben, 1951 yılında İstanbul Teknik
Üniversitesi İnşaat Yüksek Mühendisi
olarak mezun oldum.
Mezun olduğum yıllarda Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları
Genel Müdürlüğü’nün kuruluş yılları
idi. Üniversiteden arkadaşlarım oralarda işe başlıyordu. O zamanın parası ile
450 TL gibi iyi ücretlerle işe başlanıyordu.
Ancak ben Sümerbank’tan burs almıştım. Bu nedenle mezun olduktan sonra bunu ödemek için hemen
Sümerbank’a gittim, çalışmaya başlamak istediğimden söz ettim. Görüşmeye gittiğim Saim Bey adındaki
İnşaat Müdürü, “Çok iyi bizim genç
inşaat mühendisine çok ihtiyacımız
DUAYEN
var.”, Karabük’e gider misin?” dedi.
Ben Karabük’ü hiç görmediğim bir
yerdi ama hemen “Olur, giderim.” dedim, personel müdürüne telefon etti.
Saim Bey, Almanya’da eğitim görmüş
bir inşaat mühendisi idi. 141 lira ücret
vereceklerinden söz ettiler. Saim Bey
çok hoş bir adamdı. Dedim ki: “Saim
Beyciğim, Karayolları, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü’nde işe başlayan arkadaşlarım 400-500 lira alıyorlar, ben
burada çalışmaya başlarsam 141 lira
alacağım. Biraz haksızlık değil mi?”
Kendisi “Sen dur bakayım” dedi, ardından 421 lira ile işe başlayacağımı
söyledi. Böylece iş hayatıma 1951 yılında Karabük Demir Çelik İşletmeleri Kontrol Amir Yardımcısı olarak
çalışmaya başladım.
Karabük Demir Çelik İşletmeleri benim şantiyecilik hayatımda muazzam
bir deneyim oldu. Çok büyük bir şantiye idi. Üniversitede çok güzel teorik
bilgiler alıyoruz, ama tatbikat olarak
çok yetersiz bilgiler alınıyor. Kısa sürede aldığımız stajlar da yetersiz oluyor.
“Hiçbir zaman “Ben her şeyi biliyorum” demedim, bildiğim konuyu
dahi danıştım. “
Teknik Üniversite’den mezun Remzi
Ağabey orada Proje Müdürü idi. Ben
ondan çok şey öğrendim. Kendisi dış
görünüş olarak çok derbederdi, ama
muazzam bir mühendislik bilgisi
vardı. Onun sayesinde öğrendiğimiz
teorik bilgilerin pratikte nasıl olabileceğini gördüm, pek çok mühendislik
bilgisini ondan öğrendim.
Bu benim için büyük bir şanstır. İnsanın hayatında da en büyük faktörlerden bir tanesi de şans bana göre. Biliyorsunuz, her gün önümüze birtakım
yollar çıkıyor. O yolun ne olduğunu
bilmiyorsun, bir yolu seçiyorsun. Ben
başarıda şansa da çok inanırım. Kadercilik çok kabul edilen bir fikir değil,
ama ben kadere inanıyorum. Bunu
kimisi enerji diye adlandırır, kimisi
Allah der, kimisi de kendisine göre
bir ifade bulur. Ama inanıyorum ki,
O gücün hepimiz üzerinde bilmediğimiz bir etkisi var. Yani, o bizi böyle bir
yerlere doğru götürüyor. Onun için,
muvaffak olmak da olmamak da yüzde
yüz insanın kendi elinde değil. Ama,
şüphesiz ki şans her şey değil, çalışmak
birinci faktördür. Yılmamak, öğrenmek önemlidir. Ayrıca, danışmak da
önemli. Mesela, hiçbir zaman “Ben
her şeyi biliyorum” demedim, bildiğim konuyu dahi danıştım.
Karabük Demir Çelik İşletmeleri’nde
mecburi hizmetimi tamamladıktan
sonra, daha çok para kazanacağım bir
yerlerde çalışmam gerektiğine inanıyordum. O zaman 1950’li yıllarının
başlarında NATO Hava Meydanları
İnşaatları vardı. Bu işleri de genellikle
yabancılar alırdı. Fransızlar, Hollandalılar işleri paylaşmışlardı. Türk müteahhitleri henüz bu işlere girmiyordu.
İlk girenler de Veziroğulları, Tevfik
Kuyaş gibi müteahhitlerdi. Onlar da
önce taşeron olarak girmeye başladılar.
Ben Diyarbakır Kontrol Amirliğine
tayin edildim. Fransız Müteahhitlerinin Kontrolu oldum. Bu sırada da
epey lisanımı ilerlettim. Orada, zemin
mekaniğini öğrendim, laboratuvar
tecrübesi edindim. Burada edindiğim
tecrübeler sayesinde 1955 yılında Akhisar NATO Havaalanı İnşaatı Kontrol Amirliği’ne tayin edildim. Ama,
ben bir süre sonra şantiyede kalmaktan sıkıldım. Bana “ayrılma” dediler.
Ayrıca, babamın bir takım davaları
için Ankara’da kalma mecburiyetim
vardı. Ardından Ankara’ya geldim.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne
girdim. Genç mühendis Süleyman
Demirel ile tanıştım, o zaman bir daireden bir daireye geçerken, dairenin
muvafakat vermesi gerekirdi. Demirel
bana “İngilizce biliyor musun?” diye
sordu. Biraz okulda öğrenmiştim, ama
Diyarbakır’da Fransızlar ile pratik yapınca ilerletmiştim. Sonra Demirel
hemen beni Amerikalı bir mühendis
ile İngilizce konuşturdu, mühendis de
“mükemmel” dedi. Demirel’in dil sınavından geçince hemen işe alındım.
Böylece 1956 yılında Devlet Su İşleri
Barajlar Dairesi’nde işe başladım. O
zaman Demirel’e çok hayran olmuştum. Amerika’ya gitmiş, iyi bir tahsil
görmüştü. Arıkovanı gibi çalışıyordu.
Devlet Su İşleri Türkiye’nin ilk barajlarını inşa ediyordu. Muazzam çalışan
bir kuruluş idi. Hani derler ya, Türk
müteahhitlik sektörünün temelleri
burada atılmış diye. İşte yaşadıklarım
bunu doğruluyordu. Türkiye haritasının üstünü her tarafı kırmızı, yeşil işaretlerle doldurmuşlar. Öncelikli olan
barajlar, önceliği olmayanlar. Her birine ölçüm istasyonları kuruyorlar. Herkes olağan üstü bir çabayla çalışıyor.
Arazi sınıflandırma haritaları yapıyorlar. Müthiş bir laboratuvarları var.
Demirel, müthiş bir sistem kurmuştu.
Dediğim gibi onunla çalışırken kendisine hayranlığım artmıştı.
Ama, ben de gençtim, bir sene sonra
yine orada çalışmaktan da sıkıldım.
İşte yine bir şans, tesadüf. Gazetede
bir ilan gördüm. Gazetedeki ilan İstanbul Darülaceze yanındaki IETT
Kooperatifi İnşaat’ına proje müdürü
aranıyordu. Çok büyük bir proje idi,
öyle ki İstanbul’un en büyük projesi
idi. Proje için Emlak Bankası tarafından İstanbul İmar Limitet Şirketi diye
bir şirket kurulmuştu. İlanı görünce
kalktım gittim. Müdür ile konuşmak
istediğimi söyledim. Odayı gösterdiler, sekreter yoktu, direk odaya girdim. Ufukta bir adam gözüküyor, öksürerek yaklaştım, sonra gördü beni,
kaldırdı kafasını. “Hayrola, ne istiyorsun?” dedi, “Gazetede ilan görmüştüm onun hakkında geldim” dedim,
yaklaştım sakin sakin. Adam, “Seni
kim gönderdi?” dedi. Onun üzerine
kan tepeme çıktı, “Beyefendi, eğer birinin göndermesi gerekiyor idiyse bu
7
gazeteye niye ilan verdiniz?” dedim ve
döndüm. Dönerken çağırdı, “Gel gel”
dedi. Bakın, şans diyorum hayatta her
şey. “Şuraya otur” dedi, oturdum, anlatmaya başlayınca beni dinledi, “Ben
İstanbul’dayım, Göztepe’de oturuyoruz, Sokağın şu köşesindeki ev derken,
“Ha, orası Kemal Ziya Bey’in evi”
dedi, “O benim babam” dedim, “Öyle
mi?” dedi. Açtı telefonu birisine, “Ben
Proje şefimi tayin ettim” dedi. Babam
ona bir tarihte bir iyilik yapmış meğer.
Sonra 1957 yılında özel sektöre geçiş günlerim başladı. Kız kardeşim
Gama’nın Onursal Başkanı Erol Üçer
bey ile evlendi. Tabi o da mühendis
idi. Kendisi ile üniversiteden tanışırdık. Mecburi hizmetini tamamladı.
Ben son Akhisar işimden de ayrılınca o
da ayrıldı. Kars’ta bir müteahhit firma
Raif Mumcu ile çalışmaya başladı. İller
Bankası’nın, Kars-Ardahan içme suyu
işlerini yapıyorlardı. Ama daha çok iş
üstlenelim, işleri büyütelim demişler.
O zaman Karadeniz’in ilk sahil yolunun ihaleleri açılıyordu. İşin içerisinde
köprü inşaatları oluyordu. Bir tane Yeşilırmak üzerinde, bir tanede Samsun
çıkışında ufak bir köprü işi vardı. O zamanlar da işler büyük tenzilatlarla ihale
ediliyordu. Raif Mumcu da işe teklif
vermiş. Sonra işi almışlar. Ama, sonra
da nasıl yapacaklarını düşünmeye başlamışlar. Çünkü, Yeşilırmak o zaman
dolu dolu akıyormuş. Firmanın patronu stresten kalp krizi geçirmiş. İşi devir
edecek adam aramaya başlamışlar.
Kız kardeşimin eşi Erol Üçer “Gel
bu işi yapalım” dedi. Bana ortaklık
teklif etti. İhtiyacımız olan parayı da
babamdan istedik. Babam bize “Sen
oğlumsun, sen damadımsın, tabi veririm” dedi. Ama, bir sözü hatırlattı “akrabayla ye iç, alışveriş et fakat ortaklık
yapma. Onun için, aranızda iyi bir
mukavele yapın,” dedi. Birimiz oğlu,
diğerimiz damadı idik. Bunu ve istediğimiz parayı vereceğini söyledi.
8 DUAYEN
Sonra işi devir almaya gittik. Raif
Mumcu’nun Ulus Posta Caddesi’ndeki ofisine gittik. Kendisi ile konuşmaya başladık. Konuşurken bize güveni
arttığından mı nedir, “Hadi üçümüz
beraber yapalım” dedi. Ve işe üç ortak
başladık. Yine şans bizden yana idi.
Yazın Yeşilırmak çekiliverdi, o koca
taşkın nehir yatağı küçücük kaldı. Biz
kuruda çalıştık rahat rahat. İşi de karlı
bitirdik.
Büyümek için parası olan işe girmek
lazımdı. NATO işlerine girmeye niyetlendik. Aslında NATO işlerinin en
karlıları alınmıştı. En sonunda biz bir
tane Batman Pist Uzantısı işi aldık.
Ben, Erol Üçer, Raif Mumcu. Yüzde
40 benim, yüzde 30 diğer ortakların
oluyordu. Şantiye şefliğini de ben yapıyordum.
Üç ortak işlere devam ettiriyorduk.
Sonra Erol da çocukluktan beri arkadaşı, benim de İstanbul’da Teknik
Üniversite’den bir arkadaşımızı aramıza katmak istedi. Ama, bazen hayatta
bazılarına kalbiniz bağlanmaz, herkes
ile aynı fikirde samimiyette olunmaz.
Benim de öyle olmuştu. Ama, Erol’un
isteği oldu. Dördüncü ortak Uğurhan
Tunçata’nın katılımı ile yüzde 25 pay
ile dört ortak işlere devam ettik. Böy-
lece, üniversiteden beraber mezun
olduğumuz Uğurhan Tunçata, Erol
Üçer ve müteahhit Raif Mumcu’nun
katılımı ile dört ortak 1958 yılında
GAMA’yı kurduk. Yani, Türkiye’nin
en büyüklerinden olacak taahhüt grubunun temelini attık.
O zamanlar ihalelerde fiyat analizi ve
malzeme fiyatlarının da proformalarını istiyorlardı. İstanbul’da yaşayan
Türkçesi gayet iyi biri vardı. Bu işleri
yurt dışından ayarlıyor, Proforma Faturaları hazırlıyor, iyi de para kazanıyordu. Dfirmaya biedim ki bu işi biz
kendimiz yapalım. Gama’da Erol Özman adında bir mühendis bizimle çalışmaya başlamıştı. Kendisi çok iyi çalışıyordu. Ona çok güveniyordum. Sağ
kolum gibi olmuştu. Erol Özman’a
Almanya’da Frankfurt’a gidelim, bu
işi kendimiz çözelim dedim. Uğurhan
Tunçata bu işe biraz karşı çıktı, ama
biz bir kere gitmeye karar vermiştik.
Frankfurt’a gittik. Metropol adında
bir otele yerleştik. Otel hemen garın
yanında idi. Bir ofis açtık. Daktilo
aldık. Telefon ile malzemeleri soruyoruz. Erol sürekli gidip geliyor. Bayağı
güçlü çalışıyoruz. O zamanlar dışarıya
öyle istediğin kadar para çıkaramıyorsun. Kısıtlı para vardı yanımızda. Bir
hafta on güne işleri toparlarız dedik.
Ama iş biraz uzadı. Paramız azalmaya
başladı. İş için her gün taksiye binen
Erol, tramvayla gidip gelmeye başladı. Sonra baktık ofise para ödeyemeyeceğiz, daktilomuzu aldık tak tak
kendimiz yazmaya başladık. Paramız
hızla tükeniyordu. İkimiz aynı odada
kalıyorduk Erol ile. 3 Mayıs yaş günümdü. Yakında bir kumarhane vardı.
Aslında kumar oynama alışkanlığım
yoktu, hiçbir zaman da olmadı. Ama,
ben gideceğim biraz şansımı deneyeceğim dedim. Erol, “Yahu saçmalama,
zaten beş kuruş paramız kalmadı, o da
yok olup gidecek” dedi. Hakikaten de
kala kala 100 mark paramız kalmıştı.
Dinlemedim, kalktım gittim kumarhaneye. Krupiye: “3-6-36” 20’şer koydum, zaten daha fazla da koyamadım.
Tüm param 100 mark idi. 36 geldi,
sonra da 3 geldi. Önüme birden para
yığıldı. Yanımdakiler oyunlardan ne
kadar şanslı olduğumu söylediler. Beni
evlerine, oyunlara davet ettiler. Ama,
tabii aldığım gibi parayı Erol’un yanına gittim. Erol yine daktilo önünde
ağır ağır yazı yazıyordu. “Ne oldu?”
dedi, “Maalesef gitti” dedim, “Ayy,
demedim mi ben sana” filan derken,
çıkardım paraları, atıverdim odanın
etrafına. İklimiz de çok sevinmiştik.
Sonra GAMA Türkiye’nin ilkleri ile
büyümeye devam etti. İşler iyi idi,
ama kurumsallaşmamız gerektiğine
de inanıyordum. Biz biraz alaturka
gidiyorduk. Teyzemin damadı maliye
müfettişi idi. İsmi Ferit Melen’di. Ona
dedim ki: “Bizim bir mali müşavire ve
hukuk müşavirine ihtiyacımız var.” O
da arkadaşları ile bir ofis açmış. Sait
Naci adında bir ortağı vardı. O da Maliye Bakanlığı Müsteşarıymış. Kalktım
gittim, hakikaten onlar sayesinde kurumsallaşmaya doğru başladık. “Biz
bir sürü işler yapmak istiyoruz ama ne
tavsiye edersiniz? diye sordum. Ferit
Melen bana dedi ki: “Gelişmekte olan
ülkelerin en birinci ihtiyacı enerjidir.
O işe yönelmenizi tavsiye ederim.”
dedi. Melen, bunu ta o tarihlerde
öngörmüştü. Türkiye’de faaliyetlerini
yürütmek isteyen bir Amerikan enerji firması vardı. Ben onlara bir rapor
hazırlamıştım. Firmaya size mühendis
gönderelim, orada başlangıçtan, montaj safhasına kadar yetiştirin, sonra
Türkiye’de sizin de bildiğiniz kişilerle
burada birlikte enerji işlerine girelim
diye yazdım. Adamların bu hoşuna
gitmiş. Benim raporumu okuduktan
sonra “işi size vereceğiz, ama raporu
yazan Erimtan’la tanışmak istiyorum”
demişler. Telefon ediyorlar, Ben Di-
DUAYEN
yarbakır Pirinçlik Amerikan Üssündeki işte idim. “Yahu ben niye geleyim
kardeşim, benim işim gücüm çok”
dedim. “Hayır mutlaka gel, seni görmek istiyorlar” dediler. Ben kalktım
Ankara’ya geldim. Adam sonra yanıma
geldi, sevimli, temiz yüzlü bir Amerikalı. Elinde benim de mektubum vardı, konuştuk, sohbet ettikten sonra
“Bu mektubu sen mi yazdın?” dedi,
“Evet, ben yazdım” dedim. Sonra bana
İngilizce yazdığım bir hatayı gösterdi.
Hata da tesadüfen müstehcen olmuş.
Epey güldük. Sonra bu komik olay iyi
bir dostluğa döndü. Onlarla iyi işler
yaptık.
Oradan edindiğimiz deneyimle tek
başına Dünya Bankası’nın finanse ettiği bir enerji işine girdik.
“Ortaklık evlilikten zordur.”
Sonra dört ortak ayrı ayrı grup şirketi
kurmaya karar verdik. Ben imalat ve
montaj işleri ile ilgilenmek istedim.
GAMA Endüstri İmalat ve Montaj
Anonim Şirketi’ni kurdum. Şirket çok
büyük işler yaptı. Soma Santrali’ni bu
firma yapmıştır.
Firma o kadar büyüdü ki, büyüdükçe
ortaklığı yürütmekte zor olmaya başladı. Ortaklık evlilikten zordur. Çünkü evlilikten fazla iş hayatında beraber
oluyorsunuz. Mantık ve duygularım
çatışmaya başlayınca 1990 yılında
GAMA Grubu’nun içindeki tüm şirketlerin Yönetim Kurulu Başkanlığı ve
Murahhas Azalığı’ndan ayrılarak grup
şirketlerindeki aktif görevimden ayrıldım.
Hep şans diyorum ya. Size bir örnek
daha vermek istiyorum.
İzmit’teki Yuvacık Barajı İhalesine
Gama İnş. İştiraka hazırlanmış. Bir
gün ofise geldim. İhaleye iştirak edecek
arkadaşlar bana gelip “İhaleye giriyoruz, bana bir tenzilat rakamı söyleyin”
dediler. Ne rakamı diye sordum. Israr
üzerine, daha önce yapılan ihalelerin
hangi tenzilatla üstlenildiğini sordum.
Bazı tenzilat rakamlarını verdiler. Ben
de kafadan bir rakam söyleyiverdim.
O tarihlerde ihalelerde, en yüksek ve
en düşük teklifleri atıp, bir ortalama
buluyorlar ve bu ortalamaya en yakın
gelene işi veriyorlardı. Benim verdiğim rakam en uygun teklif olmuş. İşi
GAMA İNŞAAT aldı.
Bu baraj işi devam ederken GAMA
İnşaat’ın yaptığı Lassa Fabrikası’nın
açılış merasiminde, o tarihlerde Başbakan olan Turgut Özal Bey beni yanına çağırdı. Yanındaki zatı gösterip,
“bu Bey İzmit Belediye Başkanı Safa
Sirmen, bizden değildir ama çalışkan
biridir” dedi. Ve İzmit’in Su’ya ihtiyacı
var, Siz Yuvacık Barajını inşa ediyorsunuz, kredi bul, hem barajı bitir, suyun
bir kısmını tasfiye etmeden halen kuyulardan ve Sapanca Gölü'nden alan
Sanayi tesislerine ver, bir kısmını da
tasfiye ederek hem İzmit’e, hem de
pompaj ile Gebze’ye ver, dedi.
Sonra bu proje Kredi bulan bir İngiliz
Firması ile gerçekleşti.
MİR’in hikayesi
Biz Çeklerle Soma Santralını yaparken, Finlilerin de Santralda ufak bir
işleri vardı. Finliler o tarihlerde sık sık
Rusya’ya gidiyorlar ve orada yaptıkları işlerden bahsediyorlardı. Onlara
bizim de kendilerine bazı taşeronluk
hizmeti verebileceğimizi, bizi yanlarına almalarını defalarca söylememe
rağmen, bizi atlatıyorlardı. Sonradan
Helsinki’ye gittim, bunların tepedeki adamlarından bir tanesiyle oturuyorum. Helsinki’de güneş batmayan
günlerden biri idi. Fazla da içiyorlardı. Ama ben içermiş gibi yapıyorum,
kontrollüyüm. Alkolün etkisiyle bana
dedi ki “Bu Nokia nasıl yapıldı biliyor musun?” “Nasıl?” dedim, “Biz
Siemens ile anlaşma yaptık, bütün
elektrik malzemelerini ondan alacağız diye, ama bazı fabrikaları da bizim
Finlandiya da kuracaksın, dedik. Onları kurduktan sonra elli yıllık know
how’unu verecekti bize. O şartla kurdular. İşte Nokia öyle oldu.” Bir vesile
ile bunu Turgut Özal Bey’e anlattım,
“Biz bunlardan gaz alacağız, o zaman
inşaat işleri isteyelim onlardan” dedi.
Birgün devrin Maliye Bakanı beni
davet etti. Aynısını ona da anlattım.
Finliler FINSTROY diye bir Şirket
kurmuşlar. Devlet destekliyor. Ve tüm
Fin Firmalarına iş dağıtıyorlar,
Aradan bir süre geçti, Maliye
Bakanlığı’ndan bir davet daha geldi.
Bakan Kurtcebe Alptimuçin Başkanlığında, ismini bildiğim bilmediğim
Türk Müteahhitlerinin çağrıldığı bir
toplantıya girdim. Bakan parti propagandası yaptıktan sonra, 6 inşaat işini
Rusların Türk Firmalarına vereceği vaadinin alındığını söyleyerek herkesin
fikrini sordu. Ben kendisine daha evvel de anlattığım gibi, TURKSTROY
diye tüm toplantıda bulunan firmaların da istifade edeceği bir Kuruluşa,
Devletin destek olmasını önerdim.
Ama bu gerçekleşmedi. Ben Türkiye’ nin bilinen muteber 5 firması
ile MİR Şirketini kurdum. Yönetim
Kurulu Başkanı oldum. Ve Rusya da
Moskova’da ki, Dışişlerinin Diplomatlara tahsis etmek üzere planladığı Park
Place adındaki binanın Yapım Sözleşmesini imzaladım. Bu Moskova’daki
Rusya’daki Dışişlerinin bir kuruluşu
ile imzalanan ilk sözleşme olmuştur.
Burada amacım birkaç grup olarak bu
pazara girelim, birbirimizle anlaşarak
gidelim, aksi halde bu pazarı mahvederiz diyordum. Ama ben Gama’dan
ayrılınca MİR’den de ayrıldım. Sonra
kurucu firmaların hepsi de dağıldılar.
EMT firması yola devam edecek
9
Hala yorulmadan çalışmaya ve çabalamaya devam ediyorum. Konuşmamım
başında dediğim gibi Mozambik’e
gittim. Çünkü, oranın çok zengin
doğal gaz kaynakları, petrol rezervleri
var. Amerikalılar, İtalyanlar, Malezyalılar gaz işini paylaşmışlar, ama oranın
önemli bir iş adamı ile tanışma fırsatı
elde ettim, kendisi ile işbirliği yapıyorum.
Peki, hala niye çalışıyorum? 85 yaşındayım. Amacım beraber olduğum arkadaşlara bir iş sahası açmak.
Biz EMT olarak büyük işler yaptık.
Aslında başlangıçta şirketin daha ziyade müşavirlik yönünün ağır basmasını öngördük. Ama, kuruluşumuzun
ikinci yılında Rusya’da taahhüt işlerine başladık. Çünkü, Rusya’da bizi
tanıyorlardı. Bizi davet ettiler. 1993
yılında, Ankara’da inşaatına başlanan
Portaş I Konut Projesi ile gayrimenkul
yatırımına girdik. Daha sonra Portaş
II ve İstanbul’daki Azer İş Merkezi ile
gayrimenkul yatırımlarına devam ettik. Türkiye’deki işlerimiz devam ederken Rusya’da da imzaladığımız sözleşmeler ile EMT sürekli büyüdü. Hem
Türkiye ve hem de Rusya’da büyük
başarılara imza attık.
Moskova’daki, Marriott Grand Hotel,
Marriott Tverskaya, Marriott Avrora
Otelleri ile, çeşitli konut ve iş merkezleri öne çıkan projeler oldu.
Türkiye’de ise, Manavgat Su Temin
Projesi, Pamukova Hidroelektrik
Santrali, EGS Business Park-İstanbul
Dünya Ticaret Merkezi Projesi gibi
önemli projeler hayata geçirildi.
25 yıla yakın Rusya’da çalıştıktan sonra 2000’li yıllarda ise Azerbaycan’da
faaliyete başlandık. Orada Schlumberger firmasının Bakü Tesisleri gerçekleştirildi.
Moskova Üniversitesi Ekonomi ve
Hukuk Fakülteleri projeleri, Holiday
Inn Sokolniki, Dobri Konut ve Ofis
Kompleksi, Gelincik 5 yıldızlı Kempinski Grand Otel ve Apart Hotel
Kompleksi projeleri öne çıkan projeler
oldu.
Diyebilirim ki, Rusya’nın en güzel otellerini yaptık. Soçi’de olimpiyatlar için
iki tane otel bitirdik. Putin’in ile yakın
çalışan bir yetkili bizim oteli göstererek
“İşte, bir tek otel bu” demiş. Sochi’ye
çok otel yapıldı. Ama tek VİP otel
EMT’nin yaptığı bu otel oldu.
Kolleksiyonerlikten, tarihe ve kültürümüze sahip çıkma
1960’lı yıllarda Mersin’de idim. Josef adında bir kuyumcunun ufacık
bir dükkân vardı. O dükkana zaman
zaman uğrardım. Sahibiyle bir gün
dükkânda oturup kahvemizi içiyorduk. İki tane köylü geldi, ellerinde
ufak taşlar gördüm. Ne olduklarını sorunca “Yüzük taşı” dedi. Benim de ba-
bamdan kalma benzer taşlar olduğunu, sakladığımı söyledim. O da bana
ben sana bunlardan toplarım dedi ve
gelenleri bana sattı.
Tabi bizim ülkemiz arkeolojik açıdan
çok zengin o zamanlar köylüler yağmurdan sonra ören yerlerini dolaşır,
oradan bronz ve sikkeler bulurlarmış.
Josef benim de koleksiyon yapma merakım olduğunu anlayınca sana toplarım dedi.
“Biz, sadece muhafazasını yapıyoruz. Bu eserler korunsun, çocuklarımıza kalsın diye.”
Tabii, daha şirketi yeni kuruyoruz.
Kazandıklarımızı şirkete sermaye olarak koyuyoruz. Yani o devrede elime
fazlaca para geçmiyor. Tam o devrelerde bir gün bir parçaya fazla para verdim. Benim hanım bana çok kızmıştı.
“Birikimimizi buralara yatırıyorsun.”
dedi. Sonra aldığımın kıymetli olduğunu anlayınca pek bir şey söylemedi.
Fakat, ben yüzük taşı toplama derken, giderek koleksiyonumu genişlettim. Sonra yurt dışına gidip geldikçe
müzelerde bizden kaçırılmış eserleri
gördükçe çok üzüldüm. Koleksiyon
yapan arkadaşları topladım, dedim ki:
“Bir koleksiyonlar derneği kuralım.”
Böylece Kültür Varlıkları Koleksiyoncuları Derneği’ni kurduk. Derneğin
Başkanı oldum. Rahmi Koç’da bizim
üyemiz. Sonra bizim bu varlıkları koruduğumuzu duyanlar dışarı kaçırılmalarını önlemek için bizlere, getirmeye başladılar.
Ama, maalesef ülkemizde bu işte de
önüne gelene Koleksiyonerlik sertifikası veriyorlar, toprağı kazıp eserleri
buluyorlar. Yasa dışı, eserlerimizin dışarı kaçırılıp, çok yüksek paralara satılmasını üzüntüyle izliyorum. Bizim
müzelerimize de sahtelerini koyup,
orijinalleri yurt dışına kaçırıldığı söyleniyor.
Biz eserleri Türkiye mirası olarak saklıyoruz. Bunlar aslında bizim malımız
değil. Her şey devlete ait. Biz, sadece
muhafazasını yapıyoruz. Bu eserler
korunsun, çocuklarımıza kalsın diye.
Yüksel Erimtan’ın hayatına merak
edenler de tanık olacak
Yaşadıklarımı anlatıyorum. Ali Bilge
adında bir ekonomist bana geldi sizinle sohbet ederek bir kitap yapalım
dedi. Önce itiraz etmiştim. Çünkü,
ben dedim çok çalışıyorum vakit bulamayız sohbete. Sonra beni ikna etti.
Birkaç yıldır, vakit buldukça görüşmeye başladık. Son zamanlarda kitabı bir
hayli hızlandırdık. Bu sohbetler yakında kitap haline gelecek gibi.
Genç Yöneticilere çok önemli tavsiye
Sizin vazgeçilmez ilkeniz dürüst olmak olmalıdır. Yani arkanızdan bu
adam sözünün eridir dedirttin.
10 GENÇLİK
“GENÇLERE TAVSİYEM; ÇITALARINI YÜKSEK
TUTSUNLAR VE KENDİLERİNE HER ZAMAN
YÜKSEK HEDEFLER KOYSUNLAR.”
Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. K. Suha AYDIN,
bu ayki “Gençlik” bölümü konuğumuz. Mersin Üniversitesi
için gerçekleştirdiği projeleri ile önemli başarılara imza atan
Prof. Dr. K. Suha AYDIN, röportajımız sırasında gençlere
önemli tavsiyelerde bulundu. Aydın; “Gençlerin üzerine
düşen temel görev ve sorumluluğun ise; Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık, çalışkanlık, evrensel değerleri, bilimin
ve aklın üstünlüğünü benimsemek olduğuna inanıyorum.”
dedi. Prof. Dr. K. Suha AYDIN ile Mersin Üniversitesi’nde
gerçekleştirmeyi düşündüğü yeni projeleri ve hedefleri hakkında konuştuk.
programlarında yan dal ve çift ana dal
programları düzenlenmektedir.
Üniversite, kuruluşunuzu aktarabilir
misiniz?
profilleri hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Mersin Üniversitesi, TBMM’nin 3
Temmuz 1992 tarihinde kabul ettiği
3837 sayılı Kanun ile kurulmuş, 10
Kasım 1992 tarihinde faaliyete geçmiştir.
Mersin Üniversitesi, lisans, ön lisans,
yüksek lisans ve doktora düzeyinde
öğrenci yetiştiren bir devlet üniversitesidir. Fen, sağlık, eğitim ve sosyal
bilimler ile güzel sanatlar alanlarında
eğitim sunan Mersin Üniversitesi'nde
bugün itibarıyla; Denizcilik, Eczacılık,
Eğitim, Fen-Edebiyat, Güzel Sanatlar,
İktisadi ve İdari Bilimler, İletişim,
Mimarlık, Mühendislik, Su Ürünleri,
Teknik Eğitim, Teknoloji, Turizm ile
Tıp fakülteleri bulunmaktadır. Ayrıca dört yıllık Devlet Konservatuvarı,
Beden Eğitimi ve Spor, Uygulamalı
Teknoloji ve İşletmecilik, Sağlık, Takı
Teknolojisi ve Tasarımı yüksekokulları
ile iki yıllık eğitim veren 12 yüksekokulumuz vardır.
1993-1994 eğitim-öğretim yılında
Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu, Mersin Meslek Yüksekokulu,
Gülnar Meslek Yüksekokulu, Mut
Meslek Yüksekokulu, Tarsus Meslek
Yüksekokulu ile lisansüstü programlarını yürütecek Sosyal Bilimler ve Fen
Bilimleri Enstitülerine öğrenci alarak
eğitim-öğretime başlamıştır.
Mersin merkezinde 3 kampüste eğitim-öğretim yapan Mersin Üniversitesi, merkez Çiftlikköy olmak üzere,
Yenişehir ve Tece Kampüsleri ile şehir
merkezinde ve çeşitli ilçelerde yerleşmiş durumdadır. Bugün itibarıyla
fakülte sayımız 14’e, yüksekokul sayımız 8’e, meslek yüksekokulu sayımız
12’ye, enstitü sayımız 5’e, araştırma
merkezi sayımız ise 20’ye yükselmiştir.
Üniversitenizde eğitim verilen fakülteler, akademik personel ve öğrenci
Akademik birimlerde örgün öğretim
gündüz ve ikinci öğretim şeklinde yapılmaktadır. Üniversitemizin öğretim
dili Türkçedir. Ancak derslerinin yaklaşık %30’unu yabancı dilde yürüten
birimler de bulunmaktadır. Bu birimlerin öğrencileri için yabancı dil hazırlık programı sunulmaktadır. Üniversitemizde, 70 alanda lisans, 102 alanda
ise ön lisans programı yürütülmektedir. Programların diğer programlarla
ilişkilerinin sağlanması amacıyla lisans
Seçkin bir öğretim elemanı kadrosuna
sahip üniversitemiz bünyesinde; 210'u
profesör, 130'u doçent, 292'si yardımcı doçent olmak üzere 1525 öğretim
elemanı vardır. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında öğrenci sayımız 33.803’e
ulaşmıştır. Bu rakamın 1854'ünü
yüksek lisans ve doktora öğrencileri oluştururken 15 bin 451'ini lisans
öğrencileri, 16 bin 498'ini ön lisans
öğrencileri oluşturmaktadır. Öğretim
üyesi başına düşen öğrenci sayımız ortalama 57.17, öğretim elemanı başına
düşen öğrenci sayımız ise 34.26’dır.
Üniversitenin Mersin’in ekonomik
ve sosyal yaşamına katkılarını aktarabilir misiniz?
Mersin Üniversitesi, kuruluş gerekçesine uygun olarak bölge ve ülke kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla;
“Üniversite-Sanayi” ve “ÜniversiteKent” işbirliği çerçevesinde projeler de
uygulamaya geçirmektedir. Bu işbirliği çerçevesinde önemli adımlar atan ve
kentteki kuruluşlar ile meslek örgütleriyle yan yana duran Mersin Üniversitesi, ülke ve bölge insanına önemli
katkılarda bulunmaktadır.
Kurucuları arasında Mersin Üniversitesi’ nin de bulunduğu Mersin Teknoparkı Projesi, bu katkının en önemli
örneklerinden biridir. Firmaların bölgede teknoloji üretmeleri ve araştırmageliştirme çalışmaları yapabilmelerine
olanak sağlayan Teknopark ile Mersin
ilinde ileri teknolojiye yönelik Ar-Ge
sonuçlarının ekonomik değere dönüştürülmesi ve teknoloji yeteneklerinin
geliştirilmesi sağlanmaktadır.
Son yıllarda gösterilen yoğun çaba
sonucu üniversite ile kent arasında-
ki ilişkiler üst düzeye çıkarılmıştır.
Başbakanlık Sosyal Hizmetler Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü,
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
Türk Standartları Enstitüsü, Gümrük
Müşavirleri Derneği, Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası,
Mersin Sanayici ve İşadamları Derneği, Uluslararası Nakliyeciler Derneği,
Ekonomi Platformu, Mersin İş-Kur
gibi çeşitli kurum ve kuruluşlar ile
yaptığımız işbirliği protokolleriyle
üniversitemizin kent dinamikleri ile
olan ilişkileri ivme kazanmıştır.
Yürütülen projelerle çeşitli toplum kesimlerine, özellikle dezavantajlı gruplara yönelik faaliyetler yürütülmekte
ve bu kapsamda kentteki sorunların
çözümüne yönelik katkılar sağlanmaktadır.
Üniversitemizin hizmet üretiminde en
etkin birimlerinden birisi olan Sağlık
Araştırma ve Uygulama Merkezi Hastanesi, Mersin ilinin sağlık ihtiyaçlarını karşılanmasında önemli bir role
sahiptir. 26 dalda poliklinik hizmeti
veren, her türlü ileri tetkik ve tedavi
olanaklarına sahip, üst düzeyde girişimleri başarıyla gerçekleştiren hastanemiz deneyimli ve geniş kadrosuyla
15 yıldır sağlık hizmeti vermektedir.
Mersin Üniversitesi, tüm ile yayılan
yaklaşık 30 bini aşkın öğrencisi, 3 bine
yakın akademik ve idari personeli ile
bölgeye her yıl önemli oranda ekonomik girdi sağlamaktadır. Ayrıca Mersin
Üniversitesi’nin varlığı, bölgede her
geçen yıl yeni iş alanları açılmasını sağlamakta ve bölgeye canlık katmaktadır.
Gençlerimizin üniversitenizde faydalanabileceği sosyal imkanları anlatabilir misiniz? Kampüste yaşam nasıl
geçmekte?
GENÇLİK
Değişik illerden ve değişik sosyal yapılardan Mersin'e gelen binlerce öğrenci,
üniversitemizin en önemli paydaşlarından biridir. Üniversite olarak eğitim-öğretim faaliyetlerinin yanında,
bu faaliyetleri destekler nitelikte çeşitli
etkinlikler düzenliyoruz. Öğrencilerimize; kendilerini bilimsel, kültürel
ve sportif anlamda geliştirebilecekleri
ortamlar yaratıyoruz.
Üniversitemizde spor, bilim, sanat,
doğa, tarih, kültür ve benzeri alanlarda
kurulan 50'yi aşkın öğrenci topluluğu
bulunmaktadır. Toplulukların düzenlediği etkinlikler, hem sosyal yaşamı
hareketlendirmekte hem de öğrencilere etkileşim, paylaşım ve doğru iletişim kurma şansı yaratmaktadır.
Kültürel ve sosyal yaşama katkı sağlamak amacıyla her yıl nisan-mayıs
aylarında Kültür ve Spor Şenliği düzenlenmektedir. Şenliklerde, spor
karşılaşmaları, konferanslar, paneller,
tiyatro ve dans gösterileri, konserler,
film gösterileri gibi etkinlikler yer almakta; açılan standlar, düzenlenen
yarışma ve turnuvalar öğrencilerin
gönüllerince eğlenmesine olanak sağlamaktadır.
tim, Araştırma ve Uygulama Merkezi
bünyesinde faaliyet gösteren Merkezi
Araştırma Laboratuvarı da üniversitemizdeki tüm araştırmacıların kullanabileceği ileri teknolojik cihazların
yer aldığı ortak bir laboratuvar özelliği
taşımaktadır.
Üniversiteniz için yeni projeleriniz
var ise paylaşabilir misiniz?
Engelli öğrencilere destekleyici ve iyi
kaynaklarla donatılmış bir ortam sağlamak amacıyla, üniversitemiz bünyesinde ‘Engelsiz Yaşam Birimi Kurulu’
faaliyet göstermektedir. Bu kurul hem
akademik engellerin hem de fiziksel ve
sosyal engellerin kaldırılması amacıyla
çeşitli projeler yürütmektedir. Bu projelerden biri de Mersin Üniversitesi
Erişebilirlik Haritası'dır. Web sayfamızda yayınlanan bu harita ile üniversitemiz birimlerine ulaşılabilirliliğin
izlenmesi sağlanmıştır. Türkiye’deki
üniversiteler arasında ilk uygulama
özelliği de taşıyan projemiz, Sesli Ders
Kitabı projesi ile birlikte Türkiye Engelsiz Bilişim Platformu tarafından
11
Üniversiteniz meslek yüksek okullarında çok sayıda genç yetiştiriyor.
Mesleki yeterlilik sisteminin örgün ve
yaygın eğitim programlarına yansıtılması ve bunun gereği konusundaki
düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Türkiye’nin sanayileşme ve Avrupa
Birliği sürecinde meslek elemanlarının önemi belirgin hale gelmiştir. Bu
elemanların eğitim ihtiyacı meslek
yüksekokulları ile giderilecek şekilde
planlamalar yapılmaktadır. Meslek
yüksekokulları üç ana öğe üzerine
oturmuştur. Bunlar sırasıyla mesleki
yeterlilik bilgisi, bilgilerinin uygulamalı eğitimle zenginleştirilmesi ve sektör ile ilişkiler oluşturulmasıdır. Bizler
Mersin Üniversitesi olarak bu öğeleri
öğrencilerimize kazandırmaya çalışmaktayız. Meslek yüksekokullarında
temel amacımız nitelikli mesleki eğitim vermek ve sektörün istediği insan
kaynağını üretebilmektir. Öğrencilerimizin istihdam alanlarına girerken bir
adım önde başlamaları bizim için en
önemli kazançtır.
Ayrıca öğrencilerimizin, ilgi, istek ve
beklentilerine yönelik olarak pek çok
uygulama hayata geçirilmiştir. Üniversite Yaşamına Giriş, Ortak Seçmeli
Ders gibi uygulamalar, öğrencilerimizin kişisel-sosyal gelişimine katkı sağlayabilmek amacıyla geliştirilen programlardır.
Akademik personelinizin bilimsel
çalışma yapabilme imkanları ve araştırma geliştirme çalışmalarına olan
katkılarından söz edebilir misiniz?
Üniversitemizin övünç kaynaklarından birisi de, yürüttüğümüz araştırma-geliştirme projeleri ve toplumsal
projelerdir. Mersin Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (MEÜ BAP)
desteğiyle her yıl yüzlerce araştırma,
yüksek lisans, doktora, tıpta uzmanlık
projeleri desteklenmekte bunun yanı
sıra TÜBİTAK, Çukurova Kalkınma
Ajansı, SODES, DPT desteğiyle çeşitli projeler hayata geçirilmektedir.
Üniversitemiz geçtiğimiz yıllarda Kalkınma Ajanslarından hibe alan Türkiye’deki tüm üniversiteler arasında ilk
sırada; Avrupa Birliği’nden hibe alan
Türkiye’deki tüm üniversiteler arasında ise 6’ncı sırada yer almıştır.
Tüm bu projelerin gerçekleşmesi, öğretim elemanlarımızın bilimsel çalışmaya teşvikiyle olagelmiştir. Bu kapsamda fiziki alt yapı olanaklarımız
neredeyse tamamlanmış durumdadır.
Fen, sağlık ve mühendislik alanlarında
araştırma ve uygulama laboratuvarlarımızın yanı sıra İleri Teknoloji Eği-
Engelsiz Eğitim Ödülü'ne layık görülmüştür.
Gençlerimizin öğrenim hayatlarını
gelecek yaşamlarına hazırlayabilmeleri için kendilerine önerileriniz
nelerdir? Vizyon, teknoloji ve rekabet
anlayışı ile ilgili genç nesillere nasıl
bir mesaj verebilirsiniz?
Öğrencilere çağdaş bir üniversite ortamında eğitim-öğretim olanağı sunan
bir üniversite olarak öğrencilerimizin
toplumun değerlerine ve kültürüne
sahip çıkan uygar insanlar olarak yetişmesini arzuluyor; onların, çağdaş ve
bağımsız bir toplumun yaşatılmasında
katkısı olsun istiyoruz. Bunun için değişim ve gelişime açık olmak gerekiyor.
Kendine güven ve hedefte kararlılık,
tüm bunların yanında iletişim ve etkileşim önemlidir. Gençlere tavsiyem; çıtalarını yüksek tutsunlar ve kendilerine
her zaman yüksek hedefler koysunlar.
Gençlerin üzerine düşen temel görev ve
sorumluluğun ise; Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık, çalışkanlık, evrensel
değerleri, bilimin ve aklın üstünlüğünü
benimsemek olduğuna inanıyorum.
Üniversiteniz “Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız” belgesi almaya hak
kazanmıştır. Bu ödülden söz edebilir
misiniz?
Hem akademik hem idari birimlerinde TS EN ISO 9001: 2008 Kalite
Yönetim Sistemi Belgesi alarak, ülkemizde bu belgeye sahip ilk üniversitelerden biri olan Mersin Üniversitesi;
ulusal ve uluslararası düzeyde vereceği
eğitim-öğretim, üreteceği bilgi, teknoloji ve sanatla öğrencilerini, mezunlarını, çalışanlarını ve toplumu yaşam boyu öğrenmeyle bütünleştiren,
kalite odaklı, engelsiz ve uluslararası
tanınırlığa sahip bir üniversite olma
vizyonu çerçevesinde mükemmelliğe
erişmeyi kendine hedef olarak koydu.
Mükemmellik çabalarına EFQM mükemmellik modelinin büyük bir ivme
kazandıracağı düşüncesinden yola çıkan üniversitemiz, modeli uygulama
kararı aldı.
Eylül 2013’de EFQM Mükemmellik
Modeli’nin mükemmellikte yetkinlik
programına başvuran üniversitemiz,
yapılan değerlendirmeler sonucunda
Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı’ndan
“Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız”
belgesi almaya hak kazandı.
EFQM’in Beş Aşamalı Avrupa Mükemmelliğe Yolculuk Programı’nın
ikinci aşaması olan Mükemmellikte
Yetkinlik 4 Yıldız belgesi, başarılı biçimde yönetilen ve mükemmel kurum
olma yönünde ilerleyen kurumlara verilmektedir. İlk başvurusunda 4 yıldız
alma başarısını gösteren ilk üniversite
olan üniversitemiz, gelecekte Türkiye
Mükemmellik Büyük Ödülü’nü almayı kendine hedef olarak koymaktadır.
Son olarak eklemek istedikleriniz var
ise bizler ile paylaşabilir misiniz?
Üniversitemiz, modern ve evrensel
değerlere sahip bir üniversite olarak
öğrencilerimize eğitim-öğretimin yanı
sıra her türlü sosyal ve kültürel olanağı
da sağlamaktadır. İnternet teknolojileri, üniversitemizde aktif olarak kullanılmakta, kampüslerdeki açık alanlar
ve parklar ile kafeterya, yemekhane
ve kütüphane gibi bir çok noktadan
kablosuz internet erişimi sağlanmaktadır. Kütüphane hizmetleri, 3.600
metrekare alanda, 294 kişi oturum kapasitesiyle hizmet vermektedir. Serbest
erişimli internet salonları ile kütüphane hizmetlerine internet üzerinden de
ulaşılabilmektedir.
Kampüslerde bulunan kapalı spor
salonları, tenis kortları, jimnastik
ve aletli kondisyon salonları, futbol,
basketbol ve voleybol sahaları, atletizm pistleri, olimpik stadyum, mini
golf alanı, rekreasyon alanları ve yüzme havuzundan öğrenci ve personelimiz dilediği gibi faydalanabilmektedir. Çok sayıdaki öğrenci topluluğu
yıl içinde pek çok kültürel, sosyal,
sanatsal ve sportif etkinlik düzenlemektedir.
Üniversitenin bütün kampüs ve birimlerinde, her gün düzenli olarak
dört farklı yemekten oluşan öğle
yemeği verilmektedir. Çiftlikköy
Kampüsü’nde bulunan alışveriş merkezinde; kitap evi, restoran, kafeterya, oyun salonları, banka, kırtasiye,
internet kafe, market, sinema gibi
öğrenci ve personele yönelik sosyal
mekanlar bulunmaktadır. Ayrıca Çiflikköy Kampüsü'nde Kredi ve Yurtlar
Kurumu’na ait 1000 kişi kapasiteli
erkek ve 3 bin 500 kişi kapasiteli kız
yurdu, öğrencilerimize konforlu barınma imkanı sunmaktadır.
Tüm bu olanakları ve daha fazlasını
öğrencilerimize sunmakla gurur duyuyor, onlara mükemmel bir kariyer
fırsatı öneriyorum. Aydın ve elit bir
birey olmak isteyen herkesi Mersin
Üniversitesi ailesine katılmaya davet
ediyorum.
12 YATIRIM
YENİLENEBİLİR ENERJİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Son yıllarda sıklığı ve etkileri giderek artan ekonomik ve çevresel problemler nedeniyle uluslararası aktörler dikkatlerini
sürdürülebilir kalkınma çerçevesi altında yeşil büyüme, yeşil ekonomi, düşük karbonlu ekonomi, sürdürülebilir üretim ve
tüketim gibi konulara vermektedirler. Avrupa Birliği, yeşil ekonominin sürdürülebilir üretim-tüketim, enerji verimliliği
ve yenilenebilir enerji kullanımı ile insan refahının artırılması arasında yakın ilişki bulunduğunu öne sürmektedir.
Birbiriyle bağlantılı olan bu meseleler içinde Türkiye’nin sıklıkla işittiği ve tartıştığı konunun yenilenebilir enerji ve
özellikle hidrolik enerji olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hemen hemen her gün yenilenebilir enerji kaynakları ve kaynaklar ile kurulan santraller ile ilgili birçok bilgiye ve habere maruz kaldığımız halde, neyin ne olduğu ya da olumlu
ve ya olumsuz yönlerinin neler olabileceği konusunda bilgi gürültüsü içinde kaybolup gitmekteyiz. Bu yazının amacı,
okuyucuya yenilenebilir enerji konusunu ekonomik, politik ve çevresel çerçevede tanıtmaktır.
Hande GÖZÜM
Gözüm Enerji A.Ş. Yön. Kur. Bşk. Yrd.
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), yenilenebilir enerjiyi “tüketildiklerinden daha
hızlı yenilenen doğal süreçlerde varolan
enerji akışından elde edilen enerji” şeklinde tanımlamaktadır. Bu kaynaklar
güneş ışığı, rüzgâr, su, biokütle ve jeotermal olarak sıralanabilir. Yenilenebilir enerjinin kalıcı olarak tüketilmesi
mümkün görünmemektedir; diğer bir
ifadeyle güneşten ya da rüzgardan elde
edilen enerji ile çalışan bir teknoloji bu
enerjiyi tüketir, fakat tüketilen enerji
kaynağın kendi enerjisinin yanında çok
küçük kalır.
Öte yandan, enerji üretiminde büyük ölçüde kullanılan kömür ve doğal
gaz gibi fosil yakıtların ekonomiye ve
doğaya olumsuz etkilerinin yanı sıra,
özellikle doğal gazın dışa bağımlılığa
neden olduğu da bilinen bir gerçektir.
Bu nedenle yerel ve doğal konumunda
olan yenilenebilir temiz enerji kaynakları gelişmiş ülkelerde yüksek oranlarda
devlet teşvikleriyle kullanıma özendirilmektedir.
Türkiye’de Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Yenilenebilir Enerji Kaynakları Genel Müdürlüğü, yenilenebilir enerji kaynakları
hakkında en doğru bilginin alınacağı
ilk adres olması itibariyle yatırımcıların
başlangıç noktası olmaktadır. Kısa adı
YEGM olan Yenilenebilir Enerji Kaynakları Genel Müdürlüğü’nün hedefleri
arasında enerji kaynakları potansiyelinden azami ölçüde yararlanılması,
elektrik sistemine sorunsuz olarak entegrasyonunun sağlanması, mevcut ve
planlanan enerji tesislerinden elde edilecek enerjinin artırılması amacıyla hibrit
sistemlere dayalı pilot projeler geliştirilmesi ve demonstrasyon uygulamalarının yapılması konuları yer almaktadır.
Yenilenebilir enerji kaynakları üzerine
çalışmalar yapan böyle bir kurumun olması yatırımcılar için büyük bir şans,
ancak elbette yatırımcılar açısından işin
bir de finansal boyutu bulunmaktadır.
5346 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu
çerçevesinde, enerjide dışa bağımlılığın
azaltılması ve arz güvenliğinin sağlanması amacıyla yatırımcıya sağlanan teşvikler ile yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması ve 2023 yılı
için yenilenebilir kaynaklardan enerji
üretiminin %30’a çıkarılması hedeflenmektedir. Bu hedefin gerçekleşmesi
de ancak teşvikler ile mümkün görünmektedir. Enerji piyasasında yatırımcıya
sağlanan teşvikler, genel hatlarıyla 4628
sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 5346
sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının
Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun (YEK Kanunu) ve
ilgili ikincil mevzuatta düzenlenmiştir.
YEK Kanunu’nda, yenilenebilir enerji
kaynaklarından üretilen elektriğe devlet
desteği ve alım garantisi verilmiş, diğer
teşviklerle de yatırımcı desteklenmiştir.
Teşvik rakamları ABD doları türünden
belirlenmiş olup, bu rakamlar yenilenebilir enerji kaynak türlerine göre
farklılık göstermektedir. Söz konusu
Kanunla, 31 Aralık .2015’ten önce (18
Mayıs 2005 tarihinden 31 Aralık 2015
tarihine kadar) devreye girmiş olmak
kaydıyla, devreye girişlerini müteakip
10 yıl için uygulanmak üzere, güneş
enerjisine (fotovoltaik ve yoğunlaştırılmış güneş enerjisine) ve biyokütleye
dayalı üretim tesisi (çöp gazı dahil) için
13.3 USD cent/kWh, hidroelektrik ve
rüzgar enerjisine dayalı üretim tesisleri
için 7,3 USD cent/kWh ve jeotermal
enerjisine dayalı üretim tesisi için 10,5
USD cent/kWh sabit fiyat garantisi getirilmiştir. Ancak, bütün bu iyi niyetli
destekler yine de yatırımcılar açısından
özellikle güneş enerjisi yatırımcısı açısından çok da “teşvik edici” değildir.
Yenilenebilir enerji çeşitleri arasında
Türkiye’de en yaygın kullanılan hidrolik enerjidir ve bu nedenle kamuoyunda
sürekli hidroelektrik santrallerin (HES)
doğal, sosyoekonomik, tarih ve kültürel etkileri tartışılmaktadır. HES’lerin
olumlu ve olumsuz etkilerini tartışmak daha detaylı bir yazının konusudur. Ancak, fikir vermesi açısından
Türkiye’de enerji ihtiyacı büyüyen
ekonomi ve artan nüfus göz önünde
bulundurulduğunda her geçen yıl artmaktadır. Elektriğe duyulan ihtiyacı
azaltmak olası görünmediğine göre
Türkiye açısından en rasyonel seçimin
dışa bağlılığın azaltılarak kendi doğal
kaynaklarının etkili kullanımı ile üretim
gerçekleştirebilmesidir. Ve fakat, doğal
kaynakların azami biçimde kullanılması
gerekliliği doğanın, kültürün, tarihin
yok edilmesinin meşru olabileceği anlamına gelmemektedir. Yanlış, alelacele
hazırlanmış çevresel değerelendirme raporları ile kurulan santrallerin “yenilenebilir” enerji tanımına aykırı biçimde
dere yataklarını kuruttuğu, biyolojik
çeşitliliği yok ettiği bilinen bir gerçektir.
Devletin HES’ler ile ilgili yasal mevzuatı AB’nin öngördüğü standartlara getirmesi, konuyla ilgili yönergeleri tavizsiz
uygulaması ve mutlaka yatırımcıları
kamu yararı ve sürdürülebilirlik konularında bilinçlendirmesi gerekmektedir.
TARİHTEN
13
TARİH, IŞIK, RENK ve KADIN;
CAHİDE TAMER AKSEL
Cahide Tamer Aksel, restorasyonu bir
cümleyle anlatır; "Yaptıklarımı sevgiyle
nakış gibi işledim." Öyle ki restorasyon
kelime anlamıyla ne kadar hoş gözükse
de, uygulamada o kadar zor bir daldır.
Ve kendisi dönemin kısıtlı olanaklarıyla
imkansızı gerçekleştirebilmiştir.
1915 yılında başlar yolculuğu Cahide Tamer Aksel’in… Lise öğrenimini
Erenköy Kız Lisesi'nde tamamladı.
Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim,
Türk Tezyini Sanatlar Okulu'nda tezhip, çini bölümlerinde bir süre öğrenim
gördü. 1943 yılında GSA Mimarlık
Bölümü'nü bitirdi. 1943-1956 arasında
Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve
Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde restorasyon murakıbı yüksek mimar
olarak İstanbul Rölöve Bürosu, Ankara Merkez, İstanbul Ayasofya Müzesi,
Topkapı Sarayı ve İstanbul Arkeoloji
Müzeleri'nde görev yaptı.
1954-1970 döneminde Milli Eğitim
Bakanlığı'na bağlı Eski Eserler Koruma Encümeni mimarı olarak çalıştı. Bu
görevi sırasında Yedikule Altın Kapı ve
Küçük Altın Kapı'yı restore etti. 19561974 yılları arasında İstanbul Vakıflar
Başmüdürlüğü bünyesinde çeşitli tarihsel yapıların onarımlarını gerçekleştirdi.
30 yılı aşkın meslek yaşamında onarımını gerçekleştirdiği yüzden fazla yapıt
arasında külliye, saray, hisar, sur, kale,
su kemeri, cami, medrese, türbe, tekke, imaret, kervansaray, sıbyan mektebi,
kilise, sebil, hamam gibi çeşitli türde
yapılar bulunmaktadır. Yedikule, Rumelihisarı gibi önemli onarımlara imza
atmıştır. 1961'de Fransız Hükümeti
Kültür Bakanlığı tarafından "Cheva-
lier de l'Ordre des Arts et des Lettres"
nişanı ile ödüllendirilmiştir.
Aksel, 2005 yılında yolculuğu sona erdiğinde geride bir tarih bırakır. “Bu iş
şiir yazmak gibidir. (...) Hissedeceksiniz.
Ben bir eski eseri tamir öncesi gördüğümde bunu nasıl restore ederim diye,
hayal ederim (...).” 2005 yılında Yapı
Dergisi’ne verdiği röportajında böyle
anlatmıştı Aksel işini ve aslında işini
ne kadar da çok sevdiğini… Çok zor
koşullarda sürdürülen bu mesleğin ilklerinden biri olan Cahide Tamer Aksel, zamana karşı yenilediği ve yeniden
hayat verdiği yapılar ile sonsuza kadar
22 Mayıs 1929 Cahide Aksel (solda) kızkardeşi İhsane ile.
Tarihe iz bırakan kadın silüetlerinin arasında yaptığımız
yolculukta şiiri, resmi kadın yüreği ile keşfettiğimiz bu bölümümüzde bu sayımızda mimari ve restorasyona Türkiye'nin
ilk kadın restoratörü ve tarihsel yapıların onarımı konusunda da çalışan ilk mimar olan Cahide Tamer Aksel’in
hayatından, onun unutulmaz dokunuşlarıyla bakacağız.
yaşamaya devam edecektir. Cahide Tamer Aksel´in gerçekleştirdiği restorasyon çalışmalarından birkaçı;
1699 yılında inşa edilmiş Boğaziçi'nin
en eski yalısı Amcazade Hüseyin Paşa
Yalısı'nı kurtarma projesi,Yedikule
Hisarı restorasyonu, Sultan Selim
Medresesi restorasyonu, Gebze Çoban
Mustafa Paşa Külliyesi Restorasyonu,
Topkapı Sarayı restorasyonu, Rumeli
Hisarı restorasyonu ve hisar içindeki tiyatro sahnesi yapımı, Khora Manastır ve
Kilisesi (Kariye Camisi) restorasyonu,
Aya İrini Kilisesi restorasyonu.
14 SPOR
NEW YORK CITY MARATONU -II
Serap YAVUZ KILINÇ
Nur İnşaat San. A.Ş.
Yönetim Kurulu Üyesi
Maraton koşmak benim hayalim miydi? Yoo… Ama sonra, unuttuğum bir
anım gözümün önüne geldi. TED’de
lisedeyim, 1 ay önce bir arkadaşımın
peşinden katıldığım atletizm takımı ile
10 km yarışında koşuyorum. Ciğerlerim patlamak üzere… Sonrası ise kayıp. Belli ki bitirememişim ve o anıyı
resmen hafızamdan silmişim. Sonra,
ODTÜ İnşaat’ta koşucu bir arkadaşımla, bir design projesi haftasında,
arka yollardan koşuşum aklıma geldi.
Ciğerler yine patlıyor… gerisi kayıp.
Belli ki sonu hüsran. Yani bir niyet var
da, hazırlık ve azim yok gibi.
Seneler sonra New York’a taşınınca,
uzun zaman, akşam işten omuzları
düşmüş, yorgun argın dönen ve birkaç
dakika sonra ise dimdik şort, t-shirt,
lastik ayakkabı giymiş huşu içinde 2
saat koşan Amerikalıları bunlar deli
diye seyrettikten sonra, birgün bir telefon geldi. Eniştem Roberto birkaç
İtalyan arkadaşı ile birlikte “New York
Maratonu”nu koşmaya karar vermişler
ve benden de oradaki organizasyonlara
yardımcı olmamı rica ediyorlar. Sportif bir adamdır eniştem ama maraton
bu..! Kaç yaşındaki adamlar maratona
hazırlanıyor bari ben de biraz koşayım
deyip attım spor salonuna kendimi.
Hava -20, donmayım şimdi dışarda di
mi! İlk kilometremde yine ciğerlerim
patlıyor, dayan dedim. Sonunu hatırladığım ilk koşu maceram oldu. Sonunda başardım! O sene ara sıra koştum
eniştemlerin maraton tarihine kadar.
Ve o maraton haftası muhteşemdi. Son
andaki bir sakatlanmayla üç yerine iki
kişinin koşacağı kesinleşti. Aileleriyle
ve bizimle birlikte 12 kişilik kalabalık
bir ekip olduk. Programlar yapıldı. Maraton öncesinde, expodan numaraların
alınması, maraton hattının arabayla
gezilmesi, beli tutulanlara iğne yapılması ve son gece karbonhidrat yüklemesi amaçlı Soho’nun meşhur Venedik
orijinli “Cipriani Downtown’’ ında
makarna ziyafeti, müthiş bir heyecan
içinde geçti. Ama maraton havası tariflenecek gibi değildi. Tam bir şenlik…
Ve parçası olmak, seyirci olarak da olsa,
inanılmazdı. Belirli noktalarda moral
vermek üzere eniştemi ve arkadaşlarını
takip etmeye çalıştık. Bir web aplikasyonu sayesinde zar zor yakaladık. Ve sonunda iki Roberto da peşpeşe bitirdiler.
O gece ilk defa farkettim ki, tüm New
York maratonu kutluyor. “Empire State”, ışıklarını maratonun şerefine onun
renkleri olan, turuncu-beyaz-laciverte
çevirmiş. Maratonculara Starbucks bedava kahve veriyor. İnsanlar sokaklarda,
maratoncuları kutluyor, alkışlıyorlar.
Belli ki bu panayır havası birkaç gün devam edecek… O gece kutlama partimizi, maratoncuların protein alma ihtiyacını gözönünde bulundurarak, daha sonra
maraton akşamları gelenek haline gelecek olan, Park Avenue ve 22. Street’deki lezzetli “dry-aged” etleriyle meşhur,
“BLT Prime” da yaptık. İtalyan-Türk karışımı bol sesli, bol kahkahalı bir akşam
geçirdik. O hafta sokaklarda, restaurantlarda sıkca karşılaşacağımız gibi, her iki
Roberto da madalyaları boyunlarında,
yüzlerinde ilk defa maraton bitirenlere
has tuhaf bir gülümseme, maraton sırasında başlarından geçen maceraları anlatırlarken, seyirci olarak katılan bizlerin
maceraları da ayrıca paylaşıldı. Masalar
arası diğer maratoncularla kutlamalar
bile yapıldı. Maratoncuları madalyalarından tanımasanız bile, birkaç gün
boyunca New York sokaklarında ağır
aksak, ayaklarını sürüye sürüye yürümelerinden, merdiven inip çıkmalarından
hemen tanırsınız zaten…
Bu tecrübeyle koşu sevdası kanıma
girdi. Maraton sevdası ise, birgün
daldırıp 7 mil (11.26 km) koştuktan
sonra neden yarı maraton yapmayım
dememle başladı. Önce doldurdum
kitapları başladım okumaya. Tek amaç
maratonu bitirmek. Bu arada New
York Maratonu’da en zor maratonlardan biri. Öyle düzayak falan da değil.
Yani ölmemek için adam gibi bir plan,
program, çalışma lazım. Mutlak bir
spor hekimin, ortopedistin, spor masajinda uzman kasları iyi bilen bir masajcın olması lazım ve bu kişilerin de
kendileri maraton yapmış olmalı derim
ben. Aksi taktirde yardımcı olmaları
çok zor. Sadece vücuttaki kaslarla ilgili
oluşabilecek rahatsızlıkları önlemek ve
oluşanları tedavi etmek değil, küçük
görünen ancak antrenmanlarını aksatıp, iyi bakılmazsa ciddi problemler yaşatabilecek diğer detaylar için de hem
kendin okumalı, hem de bu konuda
tecrübeli bir çevre yaratmalı maratoncu kendine. Komik ama, ayak tırnağın
düşerse, kan oturursa vs. gibi konuları
bilmek, öğrenmek önemli. Maraton
amaçlı beslenme hakkında bilgili değilsen, okumalı, ya da mümkünse maratoncu bir beslenme uzmanına gitmen
gerekir. Antrenman öncesi, sonrası ve
antrenman süresince yediklerin, içtiklerin de en az antrenmanın kendisi kadar etkili bu konuda. Özellikle 1 saati
geçen antrenmanlarda yeterli ve doğru
sıvı alımı, hem sağlık hem de antrenmanın faydası açısından çok kritik. Maratoncunun yattığı saat ve uyku süresi,
kasların antrenman ve yarışlar sırasında
yıpranmalarının en önemli tedavisi ve
yeni kas oluşumunun destekleyicisidir.
Bu ve benzeri kurallara uymadan ve yeterli eğitimi, calışmaları yapmadan ne
kadar fit olursan ol maratonu sağlıklı
bitirme ihtimalin azalır. Sakatlanma
durumunda da, önemlilerini doktorlara bırakmakla birlikte, küçük sakatlanmalarla maratoncu başedebilecek hale
gelmelidir. En basiti buz-ayakları havada tutma-dinlenme üçlüsü, hem tedavi hem de önlem amacıyla maratoncunun hayatının bir parçası olur. Evde
hiç durmadan camaşır yıkanır, her yer
“tiger balm/bengay” kokularıyla dolar,
etraf yeni denenmiş lastik ayakkabılarla
doludur. Allah’tan Amerika’da bu ayakkabıları test edip iade etme imkanı var,
yoksa ev ayakkabı mezarlığına dönerdi.
Böyle bile aynı anda 2-3 ayakkabı kullanmak zorundasınız.
İtalyan ekiple seyirci olarak yaşadığım
maraton maceramdan 6 ay sonra, NYC
Maratonu’na hazırlık niteliği taşıyan
“NYRR Half Marathon Grand Prix” sinin Brooklyn ayağını koşuyorum. 13.1
millik (21km) bu koşu hattındaki o dik
yokuşlar insanın gözünü korkutuyor.
Ama yola çıktık bir kere… Annem ve
babam, benim bu maraton sevdamdan
tedirgin, enişteme de gizliden gizliye
kızıyorlar bu kızın aklına düşürdü diye.
En yakın arkadaşım İzmir’den, bir kısım arkadaşım New York’dan, İtalyan
ekip Torino’dan ve annem-babam da
Ankara’dan dört gözle sağ salim yarışı
bitirme haberini bekliyorlar Kamu’dan.
Yarışı, yokuşlarında az sürünsem de,
tek parça halinde ve başım dik bitirirken, eşim Kamu ve tanımadığım bir
ton insanın alkışlarıyla tamamladım.
Daha sonra anne-babama çerçeveletip
yolladığım, benim ve tek bacağı olmayan bir atletin bitiş çizgisindeki bu
enteresan fotoğraf karesi ise, imkansız
diye birşeyin olmadığının kanıtı oldu.
6 ay sonra, New York City Maratonu’
nun bir gece öncesinde heyecandan
uyuyamadım. Zaten sabah 3:30 gibi de
uyanmam lazımdı. Ne zaman yatıcam
SPOR
ki, ne zaman uyanayım… Neyse ki bu
konuda uyarmışlardı ve önceki gecelerde iyi uyumuştum. Son gece herzaman
ki mükemmelliyetciliğimle, aman iyi
buz yapayım da yarın bir sıkıntı çıkmasın derken daldırıp biraz fazla tutmuşum, alt bacağımda bildiğin buz yanığına sahip olmayı başardım. E artık hafif
bir diz sakatlığı, iki düşmüş tırnak, kan
oturmuş bir taban ve bir de enteresan
buz yanığım ile maratona hazırdım.
Motivasyon amacıyla, sevgili kuzenimin önerisiyle her bir mili bir kuzenim
için koşmaya karar verdim. 25 tane kuzenim olduğuna gore, 25 mil kuzenlerin, 1 mil kalbime en yakınların, bana
da kala kala son 0.2 mil kaldı ki e onu
da koşmazsam ayıp…
Bu sefer ben yarışıyordum. New
York’un 5 “borough”, yani bölgesinde, Staten Island’dan başlayıp, Queens,
Brooklyn, Manhattan, Bronx ve nihayet
tekrar Manhattan’da tamamlayacağımız
42 km’nin her noktası film şeridi gibi
gözümün önünden geçiyordu. Kafamda milyonlarca soru uçuşuyordu. Heyecan, endişe, koşuşturma, ODTÜ’de sınavlardan hemen önceyken hissettiğim
sakinlik ve konsantrasyona dönüştü…
derken Staten Island’i Brooklyn’e bağlayan Verrazano Köprüsü’nden çıkışla
birlikte Allah’ım o ne cümbüş, bir an
gerçekten bir panayırdayım sandım.
Her taraf seyirci dolu, izdiham resmen.
Herkes formamın üzerinde yazılı olan
adımı bağırıyor, “Sirap, Sirap”. Arada bir de üstümdeki ayyıldızlı kırmızı
formamı görenlerden “Turkey” ya da
“Turkiya” sesleri geliyor. Diğer tarafta
bir konserde “Rocky” filminin meşhur
müziği “Gonna Fly Now” ve “Eye of
the Tiger” çalıyor. Farkına varmadan
ayakların hızlanıyor. Her semtte ayrı
bir konser ve New York’un kozmopolit kalabalığı. İtalyanlar, İrlandalılar,
Meksikalılar, Polonyalılar, Afrikalılar,
Karayipliler, Perulular, Cinliler, yani
dünyanın her milleti seni izlemeye gelmiş gibi. Her mahallenin kendine özgü
müzikleri var. Maratonun 42 kilometresi boyunca 100 adet konser eşliğinde
40,000 kişi yarışıyor. Kimi yerde rock,
kimi yerde samba, bir başkasında rap
konseri var. Hatta Bronx’da “gospel” eşliğinde ayaklarımın yerden kesildiğini
hissettiğim bile oldu… Her bir köprü
geçişinde, New York’un yeni bir bölümüne girerken, görüntüler, binalar,
insanlar, etnikler değişiyor, dolayısıyla müzikler de. Ama en enteresan yer
Brooklyn’in bir semtine yerleşmiş olan
“Hasidic Jewish” lerin yaşadığı bölge
oldu. Eski bir yüzyıldan geçiyormuş
gibiydik. İnsanların giyinişleri, görünümleri bugüne ait değil gibi. Kimse
yüzümüze bile bakmıyor ve 40,000
maratoncunun pat pat ayak sesleri ve
nefes alıp verişleri dışında çıt çıkmıyor.
Konserin olmadığı tek semt…
8. milde Brooklyn’de, tam da maraton
hattının üzerinde, kızkardeşim Elif ‘in
en yakın arkadaşının restaurantı var.
Maraton’da koşacağımı duymuşlar,
bana moral vermek için bekliyorlardı.
Deniz’e sarıldığımda arkasında bir an
15
Elif ‘i gördüm zannettim. “Aaa Elif’mi
burada” deyince, Deniz hemen “Maratoncu, koşu başına vurdu galiba, Elif’in
ne işi var burada” dedi ve hızla yoluma
yolcu etti. Ancak köşeyi dönünce algıladım, Elif’ti o. Belli ki sürpriz yapmış
gelmiş. Gözlerim doldu, zaten nefes
nefeseydim, birden nefesim daraldı.
Sonra dedim ki kendi kendime, “Bak
bu maratonu tamamlayamazsan, yine
hatırlayamayacağın bir anın olacak.
Sakin ol!”. Neyse ki hemen kendime
geldim ve yola devam. Ancak tüm maraton boyuncaki heyecanım ve o bol
şekerli buz gibi enerji içeceği Gatorade, beni her mildeki portatif tuvaletleri
kullanmaya mecbur etti. Babam o tuvaletleri kullandığımı görse beni evlatlıktan reddeder.
9. milde yanıma bir maratoncu yaklaştı. “Türksünüz değil mi?” dedi üzerimdeki Türk bayraklı kırmızı t-shirt’ümü
göstererek. Ben daha yeni kardeşimin
şokunu atlatmışım, konsantre olmaya
çalışıyorum, adam sohbete gelmiş…
”Evet” deyince, “Ben de Ermeniyim.
Sizin Cumhurbaşkanınız ülkemizi ziyarete geldi. Ne düşünüyorsunuz bu
konu hakkında?” demez mi. Yahu 40
yıl konuşsak bitmez ki bu konu. Ne
diyim, şimdi çelme takar falan, cevap
da vermekte zorlandım çünkü “iade-i
ziyaret” kelimesinin İngilizce karşılığını o kafayla bulamadım ki “Cumhurbaşkanınızın iade-i ziyaretini bekleriz”
diyebileyim. Kafamı sallayıp gülümseyerek devam ettim.
15. mildeki Queensborough köprüsü,
Queens’i Manhattan’a bağlar. Maraton
hattındaki sıkıntılı noktalardan biridir.
Çünkü bu köprü üzerinde bir yoğunlaşma olur ve normal hızının altında
koşmak zorunda kalabilirsin. Bu da
bazen zaten epeyce yol gelmiş yorgun
bacaklarda kramplara sebebiyet verebilir. Tam köprünün ortalarındayken,
hemen önümde bir adam yere yığıldı.
Üzerinde “Brasil” yazan formalar giymiş bir grubun içerisindeydi. Bir anda
bir sürü arkadaşı etrafına toplandı ve
koşuşturmaya başladılar. İlk yardım
ekibi geldi hemen. Daha sonra maalesef öldüğünü öğrendik. O sene maratona katılan 40,000 kişiden kaybettiğimiz tek kişiydi. Her ne kadar maraton
hattı boyunca her adımbaşı ambulans
ve sağlık ekibi olması dolayısıyla, normal olarak yolda yürürken kalp krizi
geçiren birinin kurtulma şansına göre
burada bu şans daha yüksek olsa da,
yine de en problemli yerler bu köprüler. Ambulansın ulaşması ve hastanın
hastaneye yetiştirilmesi, bir de bu kadar
kalabalıkta çok sıkıntılı…
17. milde eşim Kamu ve oğlum Ahmet
Yavuz ellerinde koca bir Türk bayrağı
beni karşıladılar. Tuvalet maceralarımdan dolayı web aplikasyonundan beni
takip eden diğerleri gibi, ben aralarda
durmak zorunda kalınca bana birşey
oldu diye tedirgin olmuşlar. Neyse,
moralimi aldım ve fazla durmamak için
yola devam ettim.
20. mil maratonun en kilit yeri. Tüm
maratoncuların korkulu rüyası, “Hitting the Wall” sendromunun en muhtemel noktası. “Hitting the wall” dediğimiz, birden duvara çarpmış gibi
kıpırdayamayacak hale gelme, enerjinin komple bitmesi durumu. Genelde
maratonun son çeyreğinde oluşma ihtimali vardır. Esas mesele, karaciğer ve
kaslardaki “glycogen”in, yani vücudun
enerji ateşlemesini yaptığını söyleyebileceğimiz deponun tükenmesi ile aşırı
yorgunluk ve enerji kaybının oluşması. Eğer doğru antrenman yapıldıysa,
maraton öncesi glycogen’i destekleyecek şekilde beslenildiyse, maraton
boyunca doğru sıvı alımı sağlandıysa
ve gereksiz yere normal hızın çok üstünde ilk yarıyı koşmadıysak böyle bir
problem yaşanmaz. 15 ile 20 mil arasında gittikçe artan oranda sürünen
maratoncu gördüm. Birden yanıma birisi geldi. “Türksünüz herhalde” dedi.
İstanbul’dan gelmiş. Yapılı ve belli ki
uzun yıllar spor yapmış bir adam. Ama
zor koşuyor. “Hazırım sanmıştım ama
hafife almışım. Bitiremiyeceğim galiba
ben bu yarışı” dedi. Şimdi ne desem bilemedim. “Bak” dedim “olmadı şimdi.
Ben 1 sene öncesine kadar hayatımda
spor yapmamış biriyim. Ben yaparsam
sen de yaparsın. Beni gözden kaçırma
yeter. Ayyıldızı takip et!” dedim ve
içimden adama dua edip yoluma devam ettim…
22. milde Bronx’da “gospel” eşliğinde
koşuyorum. Bacaklar nasıl da direniyor. Kural olarak yarış öncesinde en
fazla koştuğum mesafe bu. Sonrasını
düşünmek yerine “mental training”
deki “happy place” çalışmamı yapmaya devam ettim. Yani mutlu olduğunuz
bir yer hayali ile hedefe doğru devam
etmek ki benim için o yer o noktada
Karayip Adaları değil. Bitişte gideceğim spor salonum Chelsea Piers Sports
Club’in duşu ve havuzu. Havuzun soğuk sularında kulaç atıp yüzüşüm ve
jakuzide ağrıyan yorgun bedenimin rahatlayışı hayali artık daha gerçek.
24. mil Central Park’a giriş noktası.
Bütün vücudun ağrıyor ama sen belli
bir tempodan aşağıya düşmek istemiyorsun… Hani ya durur da bir daha
devam edemezsem diye. Zaten artık
ruh bedenden ayrılmış, kendi başına
koşuyor desem yeridir… En azından
ilk maratonum benim için öyleydi…
Aklınla, kafanla koşuyorsun diye tercüme edenler de var. Olsun, o da olur…
Zaten her zaman aklım bedenimden
daha kuvvetli olmuştur… Etrafimda
tirtir titreyerek yürüyenler de var (bu
arada hava neredeyse donma seviyesinde), hiçbirsey olmamış gibi bir enerjiyle
koşanlarda. Ama artık yüzlerde endişeden ziyade son bir azim ve umut var.
Central Park’a girmiş olmak, maratonu
bitirebileceğinin bir simgesi gibi. Hepimizin alışık olduğu, devamlı koştuğumuz yer… Mekanımız…
26. milde, bir blok, meşhur Plaza
Oteli’nin önünden Central Park’ın
dışına çıkarak koşuyoruz, seyirciler çılgınca alkışlıyorlar. Bir polis “Sen benim
kahramanımsın” diye sırtıma vuruyor.
İnsan kendini Kenyalı koşucular gibi
hissediyor… Sanırsın birinciyim…
Sonra bitiş noktasına doğru Central
Park’a giriş yapıyoruz. Son bir yokuş
daha…Ve ufukta bitiş çizgisini görüyorum. Hemen öncesinde de kocaman
güzelim bayrağımızı sallayan çılgın bir
üçlü; eşim, oğlum ve kardeşim. Kısa
bir kucaklaşmadan sonra kollarım havada bitiş çizgisini geçiyorum. Tam
madalyayı takacaklar derken arkadan
birisi koşarak gelip boynuma sarılıyor,
ben şok… “Son 6 mil seni ve ayyıldızı
takip ettim. Çok teşekkürler” diyor ve
gidiyor 20.mildeki adam… Bakakalıyorum…
Ve nihayet boynuma madalyamı takıyorlar. Üşümemem için üstüme verdikleri örtüyü ise ancak çok sonra farkediyorum. Elim madalyada ve yüzümde o
tuhaf tebessüm ve benim gibi binlercesinin daha yüzünde… İmkansızı başardık… Başarının beraberce paylaşıldığı
nadir ortamlardan birinde…
Ulaşım sayfası: Facebook Page “Marathon-Triathlon 101 by SYK
16 DÜNYADAN PROJELER
Irak’ta Gözkamaştırıcı Bir Proje:
DORÇE BASRA AL-SABKH TOPLU
KONUT PROJESİ
“Irak’ın her yerine iş yapıyoruz” sloganıyla da iddiasını gösteren ve Irak’ta gerçekleştirdiği projeler ile isminden söz ettiren
Dorçe Prefabrik Yapı ve İnşaat Sanayi Ticaret A.Ş., 1989’de kurulan, dünya çapındaki tecrübesi ile en zor iklim koşulları altında yüksek kalite ile Mühendislik, Tedarik ve İnşaat servisleri (EPC) veren Türk Ana Müteahhitlik firmasıdır.
Dorçe aynı anda farklı ülkelerde, ağır
şartlar altında, hızlıca mobilize olup
faaliyet gösterme gücü ile ön plana
çıkmaktadır.
Müteahit firma olmasının yanı sıra
Dorçe AŞ., Dünya’da ki en büyük prefabrik çelik yapı üretim tesislerinden
birine sahiptir. Üretim tesisi Türkiye
Ankara’da olup, 55.000 m2 alanı kapalı olmak üzere toplam 100.000m2
alanda ayda 160,000 m2 Panel Sistemli Prefabrik Bina Üretimi veya 3,600
adet modüler Ünite (Yaşam Kontey-
nerleri) veya 1,900 ton Ağır Endüstriyel Çelik Bina üretim kapasitesine
sahiptir.
Dorçe’nin Dünya çapında farkı ülkelerde sahip olduğu 11 yurt dışı şirketi mevcuttur. Bu ülkeler içerisinde
Irak’da Basra, Bağdat ve Erbil olmak
üzere toplam 3 şubesi ve ofisi bulunmaktadır
Dorçe Irak’da başarılı bir şekilde yürüttüğü birçok projenin arasında öne
çıkanlardan biri Basra Al Sabkh Toplu Konut Projesi’dir. Basra’da inşaatı
gerçekleştirilen ve %65’i tamamlanan
bu projenin toplam saha inşaat alanı; 677,850.00 m² ve bina alanı ise
385,000.00 m²’dir.
dahil olduğu Basra Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastahanesi projesi de,
Dorçe’nin Irak’da öne çıkan özellikli
projelerindendir.
Irak Cumhuriyeti - Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı adına yürütülen bu
proje kapsamında; 1416 adet konut,
11 adet sosyal tesis (anaokulu, ilkokul,
lise, sağlık merkezi, alışveriş merkezi,
pazar alanı, kültür merkezi, cami yapıları) ve tüm sahanın toprak işleri,
altyapı işleri, inşaat işleri, asfalt yollar
ve peyzaj uygulamaları yer almaktadır
ve şehit aileleri tarafından kullanlacaktır. %60’i Irak yerel, %20’si hintli ve
%20’si Türk olmak üzere, 2000 kişiyi
de iş imkanı sunmaktadır.
Dorçe’nin Irak’ta tamamladığı Araç
Muayene İstasyonları projesi, Irak İç
İşleri Bakanlığı’na yapılmış olup, proje
aynı anda İmar Bakanlığı ve Emniyet
Müdürlüğü tarafından denetlenmiştir.
Ayrıca, Basra’da inşaatı devam etmekte olan ve devlet üst düzey yönetim tarafından Basra’nın incisi olarak
anılan ve tamamlandığında Basra’nın
en yüksek binası olacak, (bodrum +
zemin) 16 katlı, 446 yatak kapasiteli,
bir kısım medikal ekipmanlarının da
Irak’ın 17 farklı şehrinde aynı anda
inşaatı yapılıp, tek seferde 2,800 kişiyi
istihdam eden “Araç Muayene İstasyonları” projesi, Irak’ın en sıkıntılı ve
riskli olduğu dönemde, bombaların
altında, devamlı olarak sahalar arası
geçiş yapılarak sorunsuz bir şekilde
başarı ile tamamlanmıştır.
Ayrıca Dorçe, Irak genelinde bulunan
petrol ve gaz sahalarında Eni, Shell,
BP, Exxonmobil gibi Dünya çapında
ki firmalara bir çok altyapı ve üst yapılı proje tamamlamıştır ve inşa etmeye
devam etmektedir.