Untitled - Erciyes İletişim Dergisi

Transkript

Untitled - Erciyes İletişim Dergisi
 Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi
Erciyes İletişim (ISSN 1308-3198)
Sahibi
Prof. Dr. Hamza ÇAKIR
Yazı İşleri Müdürü
Yrd. Doç. Dr. Mustafa AKDAĞ
Yazı İşleri Ekibi
Arş. Gör. Hülya ÖZTEKİN Arş. Gör. Emel TANYERİ Okt. Ahmet ÖZTEKİN
Prof. Dr. Hamza ÇAKIR
Yayın Kurulu
Doç. Dr. Metin IŞIK
Yrd. Doç. Dr. Mustafa AKDAĞ
Danışma Kurulu
Prof. Dr. A. Haluk YÜKSEL (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Ahmet Bülent GÖKSEL (Ege Ü.)
Prof. Dr. Alaeddin ASNA (Marmara Ü.)
Prof. Dr. Ali Atıf BİR (Bahçeşehir Ü.)
Prof. Dr. Asker KARTARI (Hacettepe Ü.)
Prof. Dr. Aysel AZİZ (İstanbul Arel Ü.)
Prof. Dr. Ersan İLAL (Beykent Ü.)
Prof. Dr. Fahrettin KORKMAZ (Atatürk Ü.)
Prof. Dr. Filiz B. PELTEKOĞLU (Marmara Ü.)
Prof. Dr. Füsun ALVER (Kocaeli Ü.)
Prof. Dr. H. İbrahim GÜRCAN (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Haluk GERAY (Ankara Ü.)
Prof. Dr. Haluk GÜRGEN (Bahçeşehir Ü.)
Prof. Dr. Haluk Hadi SÜMER (Selçuk Ü.)
Prof. Dr. Hülya YENGİN (Kocaeli Ü.)
Prof. Dr. Jale SARMAŞIK (İstanbul Ticaret Ü.)
Prof. Dr. M. Naci BOSTANCI (Gazi Ü.)
Prof. Dr. Metin KAZANCI (Ankara Ü.)
Prof. Dr. Murat ÖZGEN (İstanbul Ü.)
Prof. Dr. Nurettin GÜZ (Gazi Ü.)
Prof. Dr. Nurdoğan RİGEL (İstanbul Ü.)
Prof. Dr. Özden CANKAYA (Galatasaray Ü.)
Prof. Dr. Peyami ÇELİKCAN (Maltepe Ü.)
Prof. Dr. Raşit KAYA (Ankara Ü.)
Prof. Dr. Suat ANAR (Yeditepe Ü.)
Prof. Dr. Suat GEZGİN (İstanbul Ü.)
Prof. Dr. Süleyman İRVAN (Akdeniz Ü.)
Prof. Dr. Şengül ÖZERKAN (Marmara Ü.)
Prof. Dr. Uğur DEMİRAY (Anadolu Ü.)
Prof. Dr. Uygur KOCABAŞOĞLU (İzmir Eko. Ü.)
Prof. Dr. Ünsal OSKAY (Beykent Ü.)
Prof. Dr. Yasemin İNCEOĞLU (Galatasaray Ü.)
Doç. Dr. Ahmet KALENDER (Selçuk Ü.)
Doç. Dr. Alev PARSA (Ege Ü.)
Doç. Dr. Ayhan SELÇUK (Selçuk Ü.)
Doç. Dr. Aytekin CAN (Selçuk Ü.)
Doç. Dr. Bilal ARIK (Gazi Ü.)
Doç. Dr. Ayla OKAY (İstanbul Ü.)
Doç. Dr. Mete ÇAMDERELİ (Kocaeli Ü.)
Doç. Dr. Mustafa ŞEKER (Selçuk Ü.)
akademia
Yazışma Adresi
Yrd. Doç. Dr. Mustafa AKDAĞ
Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi 38039 Talas/KAYSERİ
Tel: 0-352-4374937-(Dahili) 36105 Faks: 0-352-4375261
e-posta: [email protected]
Erciyes İletişim Ocak ve Temmuz aylarında yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir.
Dergimizde yayınlanan yazıların her türlü sorumluluğu yazarına aittir. Yayınlanan yazıların telif hakkı
dergiye aittir ve referans gösterilmeden aktarılamaz.
1
İÇİNDEKİLER
Künye
1
Yazı İşlerinden Merhaba
4
İnternet Gazeteciliğinin Kamuoyu Oluşumuna Etkisi
Ali Korkmaz
6 - 19
Yerel Medya Sorunsalları ve Sektör Çalışanlarının Sorunlara Bakışları
“Elazığ İli Örneği”
İhsan Kurtbaş / Adem Doğan / Göksel Göker
20 - 41
Kamuoyunun Bilgilendirilmesinde Yazılı Basının Haber Başlıkları:
Bir Örnek Olay İncelemesi
Nural İmik Tanyıldızı
42 - 52
Kurum İçi Halkla İlişkiler Faaliyetleri Kapsamında Personel
Yetkilendirme Yaklaşımı (Empowerment)
Derya Tellan
54 - 64
Ülke Menşei ve Üretim Menşei Bilgisinin Kalite Algılamalarındaki Rolü
Vesile Çakır
66 - 78
akademia
Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan Mitlerde Korku Kullanımının Amaç ve Sonuçları
Reklâmlar Üzerine Bir İnceleme
Deniz Akın
80 - 102
2
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Anlatı ve Biçim İlişkisine Neoformalist Bir Yaklaşım: Yazı-Tura Örneği
Y. Gürhan Topçu
104-131
Işık ve Aydınlatma:
Işığın Televizyon ve Sinemada İşlevsel Kullanımı Üzerine Bir Değerlendirme
Fatih Bayram
122-131
Eğitim Düzeyi ve Medya Kullanım Tercihleri İlişkisi:
Eskişehir İzlerkitlesi Üzerine Bir Anket Çalışması
Özgül Birsen
132-144
Yönetici ve Çalışanlar Perspektifinde Kocaeli Medyası ve Sorunları
Deniz Elif Yavalar
146-165
Almanya’da Türk Kökenli Gençler ve Şiddet Sorunu
Emine Uçar İlbuğa
166-184
Akademia Yayım ve Yazım Kuralları
186
akademia
Akademia Telif Yazısı
196
3
Yazı İşlerinden Merhaba
Erciyes İletişim “akademia”nın 2. sayısı ile karşınızdayız. İlk sayımızda bir
akademik derginin çıkarılmasında karşılaşılabilecek güçlükler ve engeller olduğunu, bunu
aşabilmek için de yeterince desteğin oluştuğunu ifade etmiştik. İlk sayının yayınlanmasından
sonra desteklerle birlikte ülkemizin dört bir yanında yer alan üniversitelerin ilgili
bölümlerinden dergimizin çok kaliteli bir baskıyla çıktığını, birçok akademik derginin
formatından farklı olduğunu ve alana renk kattığını ifade eden telefon ve elektronik
postalarla dergimizle ilgili geri dönüşümler aldık.
Ayrıca bu telefon ve elektronik
postalarda dergimizin ilk sayısının son sayfalarında yer alan yayın ilkeleri ve yazım
kurallarının çok ayrıntılı olarak ele alınmasının önemli olduğu da ifade edilmekteydi.
Özellikle dergimizin 2.sayısında da desteklerin artarak devam ettiğini görmek
yaptığımız işin doğru ve önemli bir iş olduğunu bizlere gösterdi. Yayınlanmak üzere
gönderilen makale sayısı gün geçtikçe artarken danışma kurulumuzun ve hakemlerimizin
itinalı değerlendirmeleri kaliteli yayınların süzülerek sizlere ulaşmasında önemli katkı
sağlamaktadır. İletişim bilimleri başta olmak üzere diğer sosyal bilimler alanlarındaki her
türlü akademik çalışmalar yer aldığı bu sayımızda 11 makale bulunmaktadır.
Ali Korkmaz “İnternet Gazeteciliğinin Kamuoyu Oluşumuna Etkisi” isimli
makalesiyle, İhsan Kurtbaş, Adem Doğan, Göksel Göker “Yerel Medya Sorunsalları ve
Sektör Çalışanlarının Sorunlara Bakışları “Elazığ İli Örneği” adlı çalışmasıyla, Nural İmik
Tanyıldızı “Kamuoyunun Bilgilendirilmesinde Yazılı Basının Haber Başlıkları: Bir Örnek
Olay İncelemesi” başlıklı makalesiyle, Derya Tellan “Kurum İçi Halkla İlişkiler Faaliyetleri
Kapsamında Personel Yetkilendirme Yaklaşımı (Empowerment)” isimli makalesiyle, Vesile
Çakır “Ülke Menşei ve Üretim Menşei Bilgisinin Kalite Algılamalarındaki Rolü” başlıklı
çalışmayla, Deniz Akın “Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan Mitlerde Korku Kullanımının
Amaç ve Sonuçları Reklâmlar Üzerine Bir İnceleme” adlı makalesiyle Gürhan Topçu “Anlatı
ve Biçim İlişkisine Neoformalist Bir Yaklaşım: Yazı-Tura Örneği” isimli çalışmayla, Fatih
Bayram “Işık ve Aydınlatma: Işığın Televizyon ve Sinemada İşlevsel Kullanımı Üzerine Bir
Değerlendirme” adlı çalışmayla, Özgül Birsen “Eğitim Düzeyi ve Medya Kullanım
Tercihleri İlişkisi: Eskişehir İzlerkitlesi Üzerine Bir Anket Çalışması” başlıklı makalesiyle,
Deniz Elif Yavalar “Yönetici ve Çalışanlar Perspektifinde Kocaeli Medyası ve Sorunları”
isimli makalesiyle, Emine Uçar İlbuğa “Almanya’da Türk Kökenli Gençler ve Şiddet
Sorunu” başlıklı çalışmayla ikinci sayı için çalışmalarını paylaşan yazarlar.
Değerli araştırmacılara göstermiş oldukları ilgiden dolayı teşekkür eder, ikinci
sayımızda yer alan çalışmaları keyifle okumanız dileğiyle bir sonraki sayıda görüşmek üzere
sevgi ve saygılarımızı sunarız…
Önemli Not:
akademia
Basılmış halde sizlere sunulan 2009 yılının iki sayısından sonra dergimizi 2010
yılında elektronik ortama taşımak için yapılan çalışmalar da son aşamasına gelinmek
üzeredir. Çok değerli danışma kurulumuza, her alandan bizleri yalnız bırakmayan kıymetli
hakemlerimize ve çalışmalarıyla bizlere destek olan yazarlara gelişen durumla ilgili bilgi
aktaracağız. (http://iletisim.erciyes.edu.tr/)
4
Erciyes İletişim
akademia
5
2009
TEMMUZ
İNTERNET GAZETECİLİĞİNİN KAMUOYU OLUŞUMUNA ETKİSİ
Ali Korkmaz*
Özet
Yeni teknolojiler ve özellikle internet her alanda olduğu gibi kitle iletişim araçlarının
işlevlerinde de değişiklikler meydana getirmiştir. Alternatif bir iletişim aracı olan internet
gazeteciliği, haberin okuyucu/izleyiciye ulaştırılmasında yeni yöntemler ortaya çıkarmıştır.
Geleneksel tek yönlü iletişimin yerine, etkileşimli iletişim gündeme gelmiştir. Bu çalışmada,
internet gazetelerinin diğer kitle iletişim araçları gibi, kamuoyu oluşumuna etkisi ele
alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: İnternet, İnternet Gazeteciliği, Kamuoyu
THE INFLUNCE OF INTERNET JOURNALISM ON PUBLIC OPINION
Abstract
The new technologies especially internet have made changes in functions of mass
communication tools like it happened in every field. The internet journalism as an
alternative communication tool has introduced new methods conveying the news to the
reader and the audience. Instead of traditional one-sided communication, interactive
communication has been used. In this study, the influence of internet newspapers to the
public opinion like other mass media tools has been studied.
akademia
Key Words: Internet, Internet Journalism, Public Opinion
*
Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi
6
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
akademia
Medya, internetin insanlara ulaşmadaki
gücünden
ve
hızından
yararlanmak
amacıyla, internet ortamına girmiştir.
Gazeteler, teknolojik gelişmelerdeki hızlı
ilerlemenin sonucunda geleneksel gazete
yayımlamanın yanı sıra, okura yeni bir
yöntemle ulaşabilmenin fırsatını elde
etmişlerdir. İnternet gazeteleri, kamuoyunu
doğru bilgilendirmekle yükümlü olmasına
rağmen, medya-siyaset-sermaye ilişkisi,
kamuoyuna aktarılan bilginin doğruluğunu
şüpheli hale getirmiştir. İnternet gazeteleri
yalnızca okunmayıp, okur tepkisi, yorum,
ilan toplama, pazarlama, video görüntüleri,
arşiv
gibi
hizmetlerde
sunmaktadır.
Kullanıcı, okuduğu haberle ilgili duygu ve
düşüncelerini dile getirebilmektedir. Tek
taraflı bir iletişim değil, karşılıklı bir iletişim
söz konusudur. İnternet gazetesi çevrimiçi
yayınlandığı için, dünyanın her yerinden
rahatça
okunabilmektedir.
İnternet
ortamında yayınlanan gazeteye erişen
okuyucu sayısı, yazılı olanına erişebilen
okuyucuların
sayısı
ile
mukayese
edilemeyecek kadar fazladır.
7
İnternet gazetelerine yorum yazmak,
internet gazetelerini katılımcı ve etkileşimci
hale getirmektedir. İnternet gazetelerindeki
okuyucu yorumlarında, kimi zaman haberin
kendisine yorum eklemekte ve haber içeriği
değerlendirilip eleştirilmekte, kimi zamanda
yorumlarda konuyla ilgili okurun sorunları
dile getirilmektedir. İnternet gazeteciliği,
zaman, mekân, maliyet ve coğrafi
uzaklıkları ortadan kaldırdığı için, daha
özgür ve demokratik bir ortam vaat
etmektedir.
Geleneksel
gazetecilikle
karşılaştırıldığında internet gazeteciliği,
gerçek zamanla eş zamanlı yayın
yapabilmektedir. Olaylar gerçekleştikleri
andan
itibaren
internet
ortamına
aktarılmaktadır.
İnternet
kullanıcıları,
istedikleri anda yerel/ulusal/uluslararası
haberlere sanal ortamda ulaşabilmektedir.
Gazetelerdeki haberler, makaleler, yazılar,
fotoğraflar anında okuyucuya ulaşmakta,
eğer istenirse bunlara mevcut arşivlerden
daha sonra da ulaşılabilmektedir. Arşivleme,
internet gazeteciliğine kalite ve saydamlık
getirmektedir.
Günümüzde kamuoyunun oluşmasında
en etkili unsurun kitle iletişim araçları
olduğu
kabul
edilmektedir.
Teknik
gelişmeler sayesinde etki alanları da gittikçe
genişleyen bu araçların başlıca özelliği,
olayları ve yorumları çok kısa bir zamanda
çok büyük kitlelere yayabilmeleri ve böylece
onların
kanaatlerine
yön
verebilme
olanağına sahip olmalarıdır.
Bu çalışmada, teknolojik gelişmeler
ışığında pek çok alanda adeta bir dönüm
noktası olarak değerlendirilen internetin,
özellikle kitle iletişimi ve kamuoyu oluşumu
açısından önemi ele alınmıştır. Kitle iletişim
araçları, insanlarda kanaatlerin oluşmasında
büyük öneme sahiptir. Bu araçlardan
internet gazetelerinin kamuoyu oluşumuna
etkileri ele alınmıştır. Çalışmada, internet,
internet gazeteciliği, internet gazeteciliğiokuyucu ilişkisi, dünyada ve Türkiye’de
internet gazeteciliği, geleneksel medyadan
ayrıldığı noktalar ve kamuoyu oluşumuna
etkileri üzerinde durulmuştur.
1. İnternet ve Bilgi Toplumu
İnternet, dünya üzerinde yayılmış
bilgisayar ağlarının birbiriyle birleşiminden
oluşan devasa bir bilgisayar ağıdır. İnternet,
iletişim, eğitim, eğlence ve artan bir oranda
elektronik ticaret alanında, dünyanın en hızlı
gelişen iletişim aracıdır (US Departmant of
Commerce, 1998) (Shankleman, 2000, 36).
İnternet 1,3 milyar kullanıcı, 550 milyon
bilgisayar, 165 milyon web, 100 milyon
civarında video, 60 milyon kişisel web/blog
ve 100 milyar web sayfasını kapsayan, tüm
dünyaya yayılmış, hayatın her boyutuna,
tüm toplum kesimlerine yayılmış, insanlığı
bilgi toplumuna taşıyan değişimi temsil
eden, bir teknolojinin ötesinde, bir sosyal
ağdır. İnternet bireyi özgürleştiren, ona
kendini geliştirme olanakları sunan, geniş
kitlelerin
kolayca
sosyal
ağlar
oluşturabildiği bir ortamdır. Katılımcılık,
saydamlık ve yönetişimin öne çıktığı,
demokrasiyi geliştiren yeni bir paradigmayı
Geleneksel
medya
araçları
ile
karşılaştırıldığında, radyonun 50 milyon
kişiye ulaşması 40 yıl, televizyonun bu
sayıyı yakalaması tam 13 yıl almıştır.
İnternetin 50 milyon kullanıcıya ulaşması
için ise, dört yıl yeterli olmuştur. İnternetin
hızla yaşamımıza girmesi ve yaygınlaşması
sadece 15 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Geleneksel çalışma anlayışını kökten
değiştiren internet, pek çok bilginin de dijital
ortama aktarılmasını mecbur kılmıştır
(Soytürk, porttakal.com). Televizyon, radyo
ve yazılı medya, tüketim potansiyeli yüksek
izleyicilerin ihtiyaç duyduğu haberleri
vermektedir. Bu rekabet, son yıllarda daha
yoğun bir şekilde internet üzerinden
yapılmaktadır (Wall, 2006, 244). İnternetin
en belirleyici özelliklerinden biri enformatik
akışın
kullanıcılar
tarafından
yönlendirilebilmesidir.
İnternetin
özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz
(Çakır, 2007, 131):
—İnternet ucuzlayan bir teknolojidir.
—İnternet sansür edilmesi güç bir
teknolojidir.
—Birleşik bir medyadır.
—Hem şu anda, hem de başka anlarda
kullanılabilir.
—Bildiğimiz
anlamdaki
sahiplik
konumunu ortadan kaldırmaktadır.
—Alternatif kullanım olanakları vardır.
1990’ların sonunda internet medyası,
ciddi bir gelişme göstermiştir. İnternet ilk
sekiz yılın sonunda 600 milyon kullanıcıya
ulaşmıştır (Aris, 2006, 307). İnternet giderek
yaşamın her alanında kullanılan bir teknoloji
haline gelmiş ve bu gelişmeleri takiben 90’lı
yılların başlarında elektronik yayıncılık,
internet gazeteciliği ya da sanal gazetecilik
adı ile yepyeni bir iletişim aracı günlük
yaşantımıza girmiştir. İnternet ortamında
insanlar ellerinde bulunan haberleri ya da
belgeleri çok kısa bir sürede milyonlarca
kullanıcının çevrimiçi olarak bulunduğu
sanal ortama aktarabilmiştir. Aynı şekilde
kullanıcılar dünyanın diğer bir ucundan bu
ortama aktarılan belgelere anında ulaşıp
bilgi sahibi olabilmiştir (Yerlikaya, 2004,
20–21). İnternet, kullanıcılar ve haber üreten
gazeteciler tarafından, haber ile ilgili bilgi ve
belgelerin süratle toplanması ve haberin
okuyucuya ulaştırılması aşamasında yoğun
bir şekilde kullanılmaktadır. Bu bağlamda,
haberlerin internet ortamında tüketilmesine
okuyucu aktif bir şekilde katılır. Okuyucu
burada seçicidir ve istediği haberi bir haber
bombardımanına
maruz
kalmadan
okuyabilme şansına sahiptir (Aktaş, 2002,
131).
Yeni ve alternatif medya olarak internetin
en büyük avantajı, özgür bilgi edinimi için
yeni
kapılar
aralamasıdır.
İnternet
ortamında, her türden bilgiye anında
ulaşabildiğiniz gibi, istediğiniz bilgiyi, daha
çok
kişiye
daha
kısa
zamanda
ulaştırabilmektedir.
Ayrıca
internette
okuyucu/izleyici ile etkileşimli bir yayıncılık
söz konusudur. Kullanıcı, okuduğu haberle
ilgili duygu ve düşüncelerini dile
getirebilmekte, yorumda bulunabilmektedir.
Tek taraflı bir iletişim söz konusu değildir.
Birebir iletişim, anında ve etkileşimli olarak
erişebilir olması, içeriklerinin her an
yenilenebilmesi ve haberlerin her an
güncellenebilmesi, internet haberciliğinin
diğer
kitle
iletişim
araçlarından
farklılıklarını ortaya koymaktadır. İnternet
kullanımının yaygınlaşmasıyla, alternatif
medya olarak da takdim edilen internet
üzerinden yayın yapan yeni bir habercilik
türü ortaya çıkmıştır. Bu yeni tür, genel
anlamda elektronik yayıncılık, daha özel bir
terimle
internet
gazeteciliği
olarak
adlandırılmaktadır.
Bugün
çevrimiçi
habercilik yapan dijital gazete sayısı
20.000’lere
ulaşmış
bulunmaktadır.
akademia
temsil etmektedir. İnternet ve bilişim
teknolojileri, sanayi devriminde olduğundan
çok daha önemli bir gelişmeyi temsil
etmekte ve yaşamın tüm boyutlarını;
çalışma, üretim, ticaret, iş yapma, eğlence,
öğrenme, yönetim biçimlerini köklü olarak
değiştirmektedir. İnternet, geniş kitlelere
ulaşmış, onların katkı verebildiği, ortak
olduğu yapıları ortaya çıkarmıştır. AntiKüresel Seattle Hareketi, Howard Dean ve
Obama’nın adaylığı ve İrlanda’nın Lizbon
Antlaşmasını reddinde bunu görebiliriz
(Akgül, 2008, 1115–7).
8
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Türkiye’de de hemen hemen tüm ulusal
gazeteler, televizyonlar ve radyolar ile yerel
medyanın bir kısmı internet sitelerini
kurmuşlardır (Çakır, 2007, 126)
2. İnternet Gazeteciliği Kavramı
İnternet gazeteciliği, gazeteciliğin çeşitli
yöntemlerini kullanarak, insanları internet
aracılığı ile bilgilendirilmesi şeklinde
tanımlanabilir. Bir başka deyişle, internet
ortamında açılan haber servisi ve sayfaları
internet gazeteciliği ya da haberciliği, “sanal
gazete” gibi adlarla anılmaktadır. İnternetin
gazetecilere/gazetelere
teknik
olarak
sunduğu imkânlar şunlardır (Yerlikaya,
2004, 21):
— Haber ve fotoğrafların iletimi
— Bir bilgi kaynağı olması
— Haber kaynağı
— Haberin kendisi
— Haberleşme
— Tartışma platformu
— Haberlerin yayım platformu
— Çalışma
sürecinde
internet
teknolojileri
akademia
İnternet haberciliği, birçok kişiye uzanan,
esnek, demokratik, yani egemeni olmayan,
yurttaşların siyasal karar alma etkinliğine
daha geniş yer veren, şeffaf, ağ üzerinden
katılımı olanaklı kılan bir iletişim modelini
temsil ettiğini ileri süren görüşler sıkça dile
getirilmektedir (Törenli, 2005,159). Online
haber
yayımları,
“internet
üzerinde,
başlangıçta bir editör grubu tarafından
haber, deneme, makale ve incelemelerin
disipline
edilerek
bir
standarda
yerleştirildiği, periyodik yayımlar şeklinde
tanımlanabilir (Onursoy, 2002, 51).
9
İnternet ve kablosuz ağ iletişiminin
birleşmesi, halka elektronik dağıtımı
olanaklı kılmıştır. Çocuklar pek gazete
okumamaktadır. İnterneti çok kullanan
insanlar ise zaten hemen hemen hiç gazete
okumamaktadır (Herrick, 2003, 371).
Gazeteciliğin oldukça süratli biçimde
gelişen
bir
branşı
olan
internet
gazeteciliğine, ilk başlarda elektronik veri bilgi bankası araştırması ve bilgisayar
kaynaklık etmekteydi, internet gazeteciliği
bugünde hala bu öğeleri kapsamakla birlikte
günümüzde internet gazeteciliğinin ana
vurgusu internetin; yeni kabiliyetlerin
kazanımı ve elektronik uzmanlığı gerektiren
bir iletişim vasıtası olarak, gazeteciliğe
ilişkin çabalar ve değişimler için bir
platform olarak ve bilgi denizi olarak
kullanılması üzerine yapılmaktadır. İnternet
gazeteciliğinde, okuyucu haberin içine
girmektedir ve haberin içinde gezinmektedir
(Bal-Bekiroğlu, 2006, 72–73). İnternetin
gazetecilik anlayışına getirdiği bir yenilik de
“son dakika” bölümüdür. Bu bölüm
aracılığıyla gazetenin eline geçen en son
haberler, gelişmeler anında okuyucuya
ulaşmaktadır. Bu bağlamda, internetin,
gazete yayıncılığındaki haberciliğe bir
“anındalık” getirdiği söylenebilir. Günlük
yaşam içinde, televizyon ve radyonun
yanına internet sayesinde haberleri, olayları,
bilgileri çok hızlı olarak iletme şansına
ulaşmış olan gazete de eklenmiştir (Yüzer,
2006, 93).
3. İnternet Gazetesi-Okuyucu İlişkisi
İnternet
gazeteciliğinin
geleneksel
medyadan farklı olarak en fazla ön plana
çıkan dört yönü; hızı, geri dönülebilir
olması, detaylara izin vermesi ve yayıncı
açısından da okuyucu açısından da
özgürleştirici olmasıdır. İnternet gazeteleri
ücretsizdir. Ayrıca okuyucu/izleyici ile
etkileşimli bir yayıncılık söz konusudur.
Geleneksel gazetecilikte, okuyucular pasif
durumdaydı, internet gazeteciliğinde ise
okuduğu
haberle
ilgili
görüş
ve
düşüncelerini anında gazete yetkililerine
aktarabilmektedir.
Okurun
görüş
ve
düşüncelerini almak, okurun beklentilerine
daha hızlı yanıt vermek demektir. İnternet
gazeteleri
düzenledikleri
anketlerle
toplumun belli konularda ne düşündüklerini
de öğrenmektedirler.
En
son
haberler,
televizyon
bültenlerinden
bile
önce
internet
gazetelerinde yer almaktadır. Habere hızlı
ulaşım, insanları internet gazetelerine
• Haberi çok hızlı bir biçimde
verebilmesi ve sürekli güncellenmesi
• Okurun habere 24 saat, dilediği zaman
ulaşabilmesi
• Multimedya temelinde
görüntülü dosyaları kullanma
ses-grafik-
• Arşivdeki haberlere kolayca ulaşabilme
ve istenilen haberleri saklayabilme
• Okurla interaktif etkileşim; okurun
yorumlarını anında iletebilmesi
• Haberle ilgili konularda, web sitelerinin
linklerinin verilmesiyle, arka plan bilgilerine
kolaylıkla ulaşabilme
• Diğer medyada yer almayan farklı
haberleri bulabilme.
• İnternet gazeteciliğinin bir başka
avantajı, okur-gazeteci-yazar arasındaki
dengenin okur lehine değişmesi. Okur,
tepkisini aracısız bir şekilde anında tepki
verme imkânına sahiptir. Bu da okurun
haber oluşumuna doğrudan etki etmesine
neden olmaktadır.
• İnternette büyük haber ajanslarının ve
yayın kuruluşlarının dışında kişisel ve yerel
yayıncılık da yapılmaktadır. Bu açıdan
bakıldığında
tekelciliğin
önlendiği,
yayıncılıkta fırsat eşitliğinin sağlandığı
görülür. Medya holdinglerinin, siyasi ve
ekonomik olarak çok büyük güç olması ve
basında
tekelleşmeyi
hızlandırması
yadsınamaz bir gerçektir. Günümüz
koşullarında yalnız büyük gazeteler değil;
özel kimlikler de internette gazete yayınlama
şansını yakalamaktadır. Yapılması gereken
sadece bu iletişim tekniğinin nasıl
kullanılacağını iyi bilmektir. Her yerde hız
kavramıyla karşılaştığımız günümüzde
gazetecilikte de hız internet sayesinde
artmaktadır.
• İşletme açısından bakıldığında online
yayıncılık yapmak için büyük bir sermaye
ve altyapıya gerek yoktur. Güçlü bir
bilgisayar sistemi ve iyi bir yazı işleri
kadrosuyla dünyanın her köşesine online
yayın yapılabilir. Siteye yerleştirilen
elektronik sayaç sayesinde yapılan yayının
kaç kişi tarafından okunduğu kolayca tespit
edilebilir. Böylece kesin tiraj sonuçları
hemen anında öğrenilir. Bunun yanı sıra
hangi haberin daha çok okunduğu, hangi
yazarın daha çok takip edildiği, reklamlara
kaç kişinin net olarak baktığı belirlenebilir.
• İnternet gazetesinde okuyucu profilini
tespit etmek ve kamuoyu araştırması
yapmak çok kolaydır. Siteye yerleştirilen
mesaj panosu sayesinde okurların eleştirileri,
istekleri,
düşünceleri
v.b
konular
öğrenilebilir. Yine aynı şekilde herhangi bir
konuda kamuoyu araştırması yapmak için
anket düzenlemek, politika ya da sosyal
içerikli forum düzenlemek mümkün
olmaktadır. İnternet gazeteleri sayesinde
okurlar, yazarlar hakkındaki düşüncelerini
ve eleştirilerini e-mail göndererek ya da
sitede bulunan mesaj panosu aracılığı ile
yazara iletebilmektedir.
4. Dünyada ve Türkiye’de İnternet
Gazeteciliği
4.1. Dünyada İnternet Gazeteciliği
Online haber yayıncılığı, ABD’de bir
online gazetenin 1995 yılında yayınlanmaya
başlamasıyla
gerçekleşmiştir.
The
Washington Post, Times Mirror, Tribune
dahil sekiz büyük American gazetesi baskıya
hazır gazetelerini online ortama aktarmıştır.
Bu gazeteler, Yeni Yüzyıl Yayım Ağı adını
verdikleri bir şirket kurarak haber
yayımcılığında sanal dönemi başlatmışlardır.
İlk dönemlerde basılı versiyonlarını andıran
bu
gazeteler,
bağlantı
yelpazelerini
genişletip,
derinlemesine
araştırmalara
olanak vererek ve sık sık güncellenerek en
sıcak haberlere ulaşmayı sağlamıştır
(Onursoy, 2002, 50–51). ABD'nin büyük
gazetelerinden Los Angeles Times, internet
gazeteciliğini daha etkin hale getirmeye
karar vererek, "flaş haberleri" internete
akademia
çekmektedir. İnternet gazetelerinde haberler
anında yayınlanmaktadır. Günlük gazeteler
ise, bu haberleri ancak ertesi günkü baskıda
verebilmektedir. İnternet gazeteciliğinin
sunmuş olduğu avantajları ana başlıklarıyla
toparlayacak olursak (Çakır, 2007, 140–141
):
10
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
anında
vermektedir.
Gelişmelerde
güncellenerek, internette yayımlanmaktadır.
Gazete ise daha çok analizlere ve daha geniş
araştırmalara yer vermektedir. Gazetenin
CEO'su David Hiller, "İş ortamımızı,
okuyucuların, internet kullanıcıların ve
reklâmcıların medyayı kullanma şekillerine
göre yeniden yapılandırıyoruz" demiştir (IV.
Kuvvet medya.com, 27.01.2007).
20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan
internetin, bir iletişim aracı olarak tüm
dünyayı çevrelediği, hayatımızın hemen her
alanına girecek şekilde yaygınlaştığı ve
geliştiği bir gerçek olarak karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle de son yıllarda,
bilgiye ulaşma, yayma, kısaca iletişim
konusunda sağladığı imkânlar ve getirdiği
kolaylıklar, bu yeni teknolojiyi habercilik
sektörü için de vazgeçilmez bir araç haline
getirmiştir. Gerek yazılı basının ve gerekse
görsel medyanın pahalı yatırımlarına gerek
duymayan, diğer habercilik sektörlerine göre
çok küçük maliyetlerle, hem yazılı basının
hem de görsel medyanın fonksiyonlarını da
içeren yapısıyla internet gazeteciliği, kitle
iletişimi alanında yeni bir olgu olarak yerini
almıştır. Öyle ki, gerek yazılı basın, gerekse
görsel medya, kendi kulvarlarında işlevlerini
yerine getirirken, bu yeni kitle iletişim
türüne duyarsız kalmamışlar, internet
gazeteciliğine de el atmışlardır.
akademia
4.2. Türkiye’de İnternet Gazeteciliği
11
Türkiye’de
internet
gazeteciliğinin
gelişim seviyesine bakıldığında 1995 yılının
milat olduğu görülmektedir. İlk olarak 19
Temmuz 1995 tarihinde Aktüel Dergisi ve 2
Aralık 1995’te Zaman Gazetesi internet
ortamına girmiştir. Aktüel Dergisini aynı
yılın Ekim ayında Leman Dergisi takip
ederken, Ocak 1996’da sanal ortamda
yayımlanmaya başlayan Xn’de (Eksen)
internetteki ilk sanal gazete olmuştur. Sanal
ortam olarak da adlandırılan internette,
Zaman Gazetesini 27 Kasım 1996 tarihinde
Milliyet gazetesi izlerken, buna müteakiben
Hürriyet ve Sabah gazeteleri de 1 Ocak 1997
yılında internette yayıma başlamışlardır.
Türkiye’deki ilk yerel internet gazetesi ise
‘Özgür Kocaeli’ gazetesidir (Bal-Bekiroğlu,
2006, 73).
IBS’in
Türkiye'deki
internet
kullanıcılarına yönelik olarak yaptığı bir
araştırmaya göre "sanal gazetecilik"
hakkında bilgi sahibi olanların oranı yüzde
82'ye, internette gazete okuyanların oranı
yüzde
60'lara
ulaşmış
durumdadır.
Türkiye’de internet haberciliği iki dönem
olarak ele alınabilir. Birincisi internetin
ortaya çıkışını ve gelişme dönemini
kapsayan 1995–2000 yılları arasındaki
dönemdir. İkinci dönem ise, gerçek anlamda
internet haberciliğinden bahsedilebilecek
2000 yılı sonrası dönemdir. 2000 yılı
başlarında Türkiye’de yaşanan ekonomik
kriz medya sektörünü de derinden
etkilemiştir ve işsiz kalan medya çalışanları,
yalnızca internet üzerinden yayın yapan
haber portallarını devreye sokmuştur.
İnsanların bilgiye ve habere olan ihtiyaçları
dolayısıyla asıl işi habercilik olmayan arama
motorları dâhil, birçok irili ufaklı internet
siteleri de haber kanalları açarak günün
gelişen haberlerini en hızlı biçimde yansıtma
yarışına girmişlerdir (Çakır, 2007, 138–139).
Son yıllarda dünyada olduğu gibi,
Türkiye'de de internet gazeteciliği çok
gelişmiştir. İnternet'in yaygınlaşmasıyla
birlikte, geleneksel gazetecilik tamamen
ortadan kalkmasa da önemli ölçüde ivme
kaybettiği görülmektedir. Bu alanda yapılan
araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre,
internetin gazete satışlarını önemli ölçüde
düşürdüğü, hatta gazetelerin reklâm
paylarının belli bir oranını internet
gazetelerine kaptırdığı ve ileriye dönük daha
büyük oranlarda bu kaymanın yaşanacağı
öngörülmektedir.
Bir köşe yazısında gazeteci Haşmet
Babaoğlu, yabancı medyanın internet
gazeteciliğinde de ciddi ve kaliteli olduğunu,
fakat bizim internet gazetelerinin, daha çok
magazin ve cinselliğe yer verdiğini
belirterek şöyle yazmıştır: “New York
Times 5 yıl sonra sadece internette
yayınlanacak. İnternetteki NYT de tıpkı
basılı NYT gibi olacak. Ciddi, ağırbaşlı,
prestijli ve haberci. Fakat bizde, hangi
5. İnternet Gazeteciliğin Geleneksel
Medyadan Ayrıldığı Noktalar
Bazı bilim adamları, yeni medyanın
geleneksel medyadan yöneşme, iletim
yolları, çeşitlendirilmiş içerik, kontrol ve
etkileşim gibi birçok önemli noktada
ayrıldığını
vurgularken;
bazı
bilim
adamları ise, yeni medyanın üç temel
niteliğini: etkileşim, kitlesizleştirme ve
asenkron olma özelliğini ön plana
çıkarmaktadırlar. Aşağıda bu ayrılan
noktalar sıralanmıştır (Aktaş, 2002, 110–
116):
5.1. İnternet Gazeteciliğinde Yöneşme
Yöneşme, telekomünikasyonun, veri
iletişiminin
ve
kitle
iletişiminin
bütünleşerek tek bir ortama dönüşmesidir.
İnternetin ana niteliklerinden biri de, farklı
medya biçimlerini ağlarla bütünleştirmesi
ve farklı iletişim şekillerine imkân
vermesidir. İnternet gazeteyi, radyoyu,
televizyonu, aklımıza gelen diğer medya
türlerinin hepsini tek bir medya olarak
paketlemek, bir araya getirmek yeteneğine
sahip olan bir medyadır. Örneğin; internet
üzerinden radyo yayını dinlenirken aynı
kanal üzerinden gazetelerden ve/veya haber
portallarından dakika dakika günlük
haberler okunabilmekte veya bir gazetenin
internet sitesi okunurken, sitede var olan
bir video görüntü izlenebilmekte veya bir
röportaj
dinlenmekte
hatta
internet
üzerinden televizyon yayınları takip
edilebilmekte ya da film izlenebilmektedir.
Dünyanın herhangi bir bölgesinde meydana
gelen bir olaya, kullanıcılarının anında
erişebilmesini zaman ve mekân sınırlaması
olmaksızın sağlayarak dünyayı olduğundan
daha küçük bir yer haline dönüştürmektedir
5.2. İnternet Gazeteciliğinde Etkileşim
İnternet kullanıcısı, internet üzerinden
yayınlanan bir gazete haberini kaleme alan
kişi ile başka bir iletişim aracına gerek
duymaksızın aynı kanal üzerinden iletişim
kurarak üretilen mesaj hakkında kendi
düşüncelerini
aktarabilme
ve
fikir
alışverişinde bulunabilme imkânına sahiptir.
Bu gün etkileşim denildiği zaman
kullanıcının düşüncesini anında elektronik
posta, sohbet odaları ve çevrimiçi anketler
ya da forumlar aracılığı ile iletmesi
anlaşılmaktadır.
Örneğin;
Hürriyet
Gazetesi’nin internet deneyimini anlatan
hürriyetim.com
editörü
Karakaş;
“yayımladığımız bir haber için birkaç dakika
sonra elektronik posta yoluyla tepki
alabiliyoruz. Dolayısıyla bu da haberi
hazırlayan ve okur arasında inanılmaz hızlı
bir iletişim sağlıyor” diyerek yeni medyanın
etkileşim
özelliğinin
uygulamadaki
yansımalarına ışık tutmaktadır. Ayrıca
internet gazetelerinde yayınlanan anketlerde,
kamuoyunun tepkisinin ölçülmesi de
önemlidir. Örneğin, ekonomik program
hakkında ne düşünüyorsunuz? Erken seçim
yapılsın mı? ABD seçimlerini kim kazanır?.
Bu anketler okurun gündeme dâhil olmasını
sağlar ve birkaç saat içinde okurların eğilimi
öğrenilir.
5.3. İnternet Gazeteciliğinde İçerik
Bu gün geleneksel medya olarak kabul
edilen radyo, televizyon ve gazetelerde
medya içeriğini ve içeriğin sunum sırasını o
yayın organının yöneticileri belirler.
Örneğin;
gazetelerde
genel
yayın
yönetmeninin önemli bulduğu haberler,
manşette yer alırken, diğer haberler ise
önemliden önemsize doğru sıralanır.
Hâlbuki yeni medya ortamında içeriğin
büyük bir kısmı kullanıcılar tarafından
oluşturulur. Çevrimiçi ortamda, herkes hem
bir içerik sağlayıcısı hem de yeni medyanın
bir kullanıcısıdır. Yeni medya milyonlarca
bireye içerik üreticisi olma imkânını
vererek, homojen medya içeriği tehdidini
azaltmaktadır.
akademia
gazetemizin internet sitesini açarsanız açın,
“günün en çok okunanları” listesinde kolay
kolay ciddi bir haber ve yoruma
rastlayamazsınız. Magazin, polemikler ve
gerçek olduğu kuşkulu sansasyonel
haberler dolduruyor bu listeyi” (Babaoğlu,
2008).
12
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
5.4. İnternet Gazeteciliğinde Kontrol
Yeni medya, kullanıcılarına hem içeriğin
oluşturulması, hem de içeriğin seçilmesinde
daha fazla kontrol vermektedir. Kontrol;
kullanıcının
bir
iletişim
faaliyetinin
zamanını, içeriğini ve sırasını seçebilmesi,
alternatif seçenekleri araştırabilmesi ve diğer
kullanıcılar için belleğe mesaj içeriğini
girebilme derecesidir. İnternet gazeteleri,
medya içeriğinin sırasını değiştirebilme ve
bireyselleştirme yetkisi verir. Örneğin, bir
kullanıcı sadece ekonomi haberleri ile
ilgileniyorsa o kullanıcı ekonomi haberleri
ile ilgili medya içeriklerine süratle ulaşabilir.
Geleneksel medya ortamında toplumsal
kontrol, kanunlar, meslek ve ahlak ilkeleri
ve halkın eğitimi vasıtasıyla yapılırken yeni
medya ortamında ise teknolojik aygıtlar ve
izlenme yöntemi kullanılarak yapılmaktadır.
Dolayısıyla
yeni
medya
üzerindeki
toplumsal kontrol azalmıştır.
6. İnternet Gazeteciliğinin Avantajları
ve Geleceği
6.1.
İnternet
Avantajları
Gazeteciliğinin
akademia
İnternetle birlikte yeni bir okur kesimi
oluşmuştur. İnternetin etkileşimli bir ortam
olmasının da etkisiyle okur/ziyaretçi
düşüncesini ve tepkisini doğrudan ve
aracısız bir şekilde en kısa sürede
iletebilmekte, haberlere ve yazılara yorum
göndermekte ve düşünceler özgür bir şekilde
tartışılabilmektedir. Ayrıca siteyi ziyaret
eden okurlar hakkında kolay bir şekilde bilgi
sahibi olunabilir. Anketler vasıtasıyla
ziyaretçilerin herhangi bir konudaki
görüşleri kolay bir şekilde öğrenilebilmekte
ve böylece okur/ziyaretçi, yayının doğrudan
bir parçası durumuna gelmektedir.
13
İnternet gazeteciliği'nin bir diğer
avantajı, okur-gazeteci-yazar arasındaki
dengenin
okur
lehine
değişmesidir.
Okur/ziyaretçi tepkisini aracısız bir şekilde
anında verme imkânına sahiptir. Bu da
okurun haber oluşumuna doğrudan etki
etmesine neden olmaktadır. Başka bir
avantaj da internet vasıtasıyla dünyanın her
yerine ulaşma imkânına sahip olunmasıdır.
İnternette dağıtım, baskı, matbaa gibi
sorunlar yoktur. Haber yazılmakta ve yayına
verilmektedir.
Dünyanın
en
büyük
medya
imparatorluğunun sahibi Rupert Murdoch
geleneksel gazetelerin artık geri dönülmez
bir kayıp sürecine girdiğini söylemiştir. The
Economist dergisine demeç veren Murdoch,
kendi grubunun artık en büyük yatırımı
internet gazeteciliğine yapacağının altını
çizerek, Bundan sonra önceliklerinin internet
gazeteciliği
olacağı
ve
geleneksel
gazeteciliğin bitiş sürecine girmesini şöyle
açıklamıştır:
"Internet
gazeteleri(IG)
özellikle
'bloggers'lar. IG'ler okurlarıyla diyaloga
giriyorlar. Onları reporter haline getirip
kendi görüşlerini veya haberlerini sitelerine
koyuyorlar. Böylelikle genç okurları
kendilerine çekiyorlar. Genç okurlar artık
kendilerine yukardan haber empoze
edilmesini kabul etmiyorlar. Kendileride
habercilik mekanizmasının bir parçası
olmak istiyorlar. Bloggers'lar bazen günde
250.000 okuyucu çekebiliyor. Gelirleri
reklam, paralı giriş ve en başarılı makale
yazana (oylamadan sonra) okurların
yolladıkları bahşişler’’ (IV. Kuvvet Medya,
24.04.005).
Haber siteleri anında haber verdikleri
gibi, bu haberleri toplamak, bir dosyaya
koymak da mümkündür. Bu ise İnternet
gazeteciliğinin TV gazeteciliğine göre
sağladığı bir teknolojik avantajdır. Eski bir
BBC muhabiri olan ve halen İngiltere’de
kurulu Lancaster Üniversitesi’nde çalışan
Mike Ward yeni kitabı Journalism Online’da
internet gazeteciliğinin içinde bulunduğu
sorunları, gelişmeleri, teknolojileri ve
internet gazeteciliğinin geleneksel basın ve
televizyon gazeteciliğinden farklı yanlarını
şöyle ortaya koymuştur (Dalgıç, 2002, IV.
Kuvvet medya.com):
• İnternet haberciliğinin anında yayın
yapabilme olanağı,
• Gerçeklerle interaktif iletişim;
• Haberlerin sınıflandırılıp, iletişim
yöntemleri ve veri bankaları yoluyla
isteyene ulaşması,
• Internet'te
olanağı,
araştırma
yapabilme
• Haber, analiz ve yorumları anında
arşive kaldırma ve dosyalama olanağı.
Haber okurları, her dakika kendilerine
gereken bilgiyi elde edebilmek için çok
geniş bir bilgi yığını taramakta ve bu
bilgileri gerektiğinde alabileceği bir
iletişim aracını tercih etmektedir. Online
haber yayınlarının, geçmiş döneme ait bir
haber ya da makaleye ulaşma olanağı
sağlaması
ve
haberlerin
her
an
güncellenebilir olması konusu bu iletişim
aracının
tercih
edilmesinde
rol
oynamaktadır.
İnternet sayesinde insanlar günlük
değil anlık haber okumaktadır. Zaman ve
mekân kavramı ortadan kalkmaktadır.
Televizyon kadar hızlı, gazete kadar derin
ve kapsamlı haber okuma alanı sunar.
İnternet gazeteleri devamlı güncellenerek
en
son
haberleri
ve
gelişmeleri
yayımlayarak sanal gazeteleri sürekli
canlı ve üretken tutmaktadır. Hangi
haberlerin daha çok okunduğu, hangi
reklamın
daha
çok
ilgi
çektiği
gözlemlenebilir. Anketler ve forumlar
düzenlenerek gündem daha belirgin hale
gelmektedir. Gazeteler tüm eklerini ve
arşivlerinde kayıtlı bulunan birçok haberi
ve bilgiyi okurlarının hizmetine sunar
(Yücedoğan, 2002, 147–148). Okuyucu
herhangi bir haberle veya makaleyle ilgili
eleştirisini direkt e-mail adresiyle yazara
ulaştırmaktadır. İnternetin bir başka
özelliği de, kişiye özel haberdir. Birçok
özel haber isteyen okurların PC’lerine
özel kutularla yollanmaktadır. Geleneksel
gazetecilikteki dağıtım işi, pahalı ve
sorunlu bir iştir. İnternet gazeteleri ayrıca
ücretsizdir.
6.2. İnternet Gazetelerinin Geleceği
Dünyanın saygın haber ajanslarından
Reuters
ile
Zogby
International'ın
düzenlediği,
Dünya
Genel
Yayın
Yönetmenleri anketinden çıkan sonuçlara
göre (435 genel yayın yönetmeniyle yaptığı
anket): "Basılı gazetecilik 10 yıl sonra
bitecek, 21. yüzyıl internet medyasının
olacak”. Matbu gazetelerin kârının giderek
düşmesi, buna karşın online gazete
gelirlerinin
sürekli
artması,
yayın
kuruluşlarını yeni önlemler almaya zorluyor.
ABD'de 90 yıldır yayımlanan prestijli The
Capital Times gazetesi, sadece online
gazetecilik yapma kararı alarak kağıda
basılan versiyonunu sona erdirdi. Gazetenin
yayımcısı Clayton Frink, son dönemlerde
tirajlarda
ciddi
düşüş
görüldüğünü
belirterek, 'Biraz ileriye gidiyor, biraz hızlı
hareket ediyoruz ancak bu trend her yerde
var' diye görüş belirtmiştir (IV.Kuvvet
medya.com- 29.04.2008).
Dünyaca tanınmış İngiliz medya
profesörü Donald Trelford ise, Belçika’da
yayımlanan DE Morgen gazetesine verdiği
demeçte, Internet gazeteleri ile normal
gazeteler arasındaki ilişkiyi analizi etmiştir:
‘’Internet gazetesi (IG) ile artık yarışmak
çok zor. (IG) anında haberi en ince detayına
kadar geniş bir şekilde verebiliyor.
Geleneksel gazeteler ise bunu takip etmeleri
imkânsız. Eğer günümüzün gazeteleri (IG)
gibi haberleri geniş kapsamlı yayınlamaya
kalkarsa hacmini büyütmesi yani sayfa
âdetini çoğaltması lazım bu da hem maliyet
hem de zaman açısından imkânsız.
Günümüzün gazeteleri artık derin analizlere
yer vermeye başlamaları gerekiyor. Klasik
haber anlayışını yavaş yavaş terk etmeleri
önemli. Geleneksel gazeteler gençleri
çekmek için bir şeyler yapmalı. Günümüzün
gazeteleri ilk yapmaları gereken şey eski
alışkanlıklarını bırakmak olmalı."
Yapılan araştırmalar, önümüzdeki on yıl
içerisinde medya sektöründeki reklâm
pastasının
yüzde
20’sinin
internet
gazeteciliğine kayacağını ve günlük klasik
gazetelerin 20 yıl sonra etkilerinin artık
kalmayacağını göstermektedir. İnternet
akademia
• Muti-medya temeline dayalı bir
yaklaşımı kullanabilme olanağı,
14
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
gazeteciliğinin
durdurulamayan
bir
yükselişte olduğu ve yeni nesillerin
bilgisayardan haber okuma alışkanlığı içinde
oldukları görülmektedir.
7. Kamuoyu Kavramı ve Kamuoyu
Oluşumu
7.1. Kamuoyu Kavramı
“Kamuoyu; belli bir zamanda, belli bir
tartışmalı sorun karşısında, bu sorunla
ilgilenen kişiler grubuna veya gruplarına
hâkim olan kanaattir” şeklinde tanımlanır.
Ancak bu tanımda ilgili grup içinde “hâkim
kanaatin” nasıl ortaya çıktığı ya da hangi
faktörlerin etkili olduğu açık değildir. Bu
konuda iki önemli unsur rol oynamaktadır.
Birincisi “sayı” diğer bir ifade ile çoğunluk,
ikincisi ise yoğunluk, etkinlik faktörüdür.
Bir
anlamda
kamuoyu
çoğunluğun
kanaatidir, denilebilir. Bu bakımdan
kamuoyu kavramında nicelik unsurlarından
çok nitelik unsuru ağır basar. Sonuç olarak
“Kamuoyu, kendini etkin olarak duyuran
kanaattir” biçiminde tanımlanır (Kapani,
2000, 147).
akademia
7.2. Kamuoyu Oluşumu
15
Kamuoyu oluşmasında pek çok etmenin
rolü vardır.
Bunların başında kişisel
algılamalar,
özdeşleşmeler,
psikolojik
süreçler, uyuşmazlıklar, önyargılar vs.
kamuoyunu oluşturan bireylerin düşünme ve
davranma biçimlerini etkiler. İkinci bir
etmen grubu ise kuşkusuz çevresel
olanlardır.
Bireylerin toplum içindeki
yerleri, topluma hâkim olan ideoloji, nüfus
yapısı, kültür, siyasal kurumlar, din, kitle
iletişim araçları vs. bu grup içinde
değerlendirilir.
Kamuoyunun oluşma
sürecinde, verilecek tüm mesajlarda bu
etmenlerin
rolleri
değerlendirilmelidir.
Burada altı çizilmesi gereken nokta, sunulan
mesajın içeriği kadar, onu yaygınlaştırırken
kullandığımız dilin ve araçların doğru
seçilme gerekliliğidir.
Kitle iletişim araçlarının kamuoyu
oluşumundaki rolü önemlidir. Özellikle
görsel ve işitsel medya araçları insanlarda
kanaatlerin oluşmasında büyük öneme
sahiptir. Adeta tek taraflı propaganda
bombardımanına tutan radyo, televizyon,
sinema ve benzeri araçlar kişiyi teslim
almakta ve istediği şekilde davranma
konusunda yönlendirmeye çalışılmaktadır.
Günümüzde kamuoyunun oluşmasında
en etkili unsurun kitle iletişim araçları
olduğu genellikle kabul edilmektedir.
Teknik gelişmeler sayesinde etki alanları da
gittikçe genişleyen bu araçların başlıca
özelliği, olayları da gittikçe genişleyen bu
araçların başlıca özelliği, olayları ve
yorumları çok kısa bir zamanda çok büyük
kitlelere -milyonlara- yayabilmeleri ve
böylece onların kanaatlerine yön verebilme
olanağına sahip olmalarıdır (Kapani, 2000,
150).
8. İnternet Gazeteciliğinin Kamuoyu
Oluşumuna Etkileri
İnternette yayınlanan bir haber için
birkaç dakika sonra e-maille tepki
alınmakta. Dolayısıyla bu da, haberi
hazırlayan ve okur arasında inanılmaz hızlı
bir iletişim sağlamaktadır (Yedig-Akman,
2002, 78). Okuyucunun elektronik ortamda
okuduğu
haberle
ilgili
duygu
ve
düşüncelerini anında dile getirebilmesi
sayesinde yayıncıyla okur arsında bilgi akışı
ve etkileşim kolayca gerçekleşebilmektedir.
İnternet gazeteciliği bağlamında söz konusu
olan bu etkileşim, teknik ve sosyal etkileşim
olmak
üzere
iki
şekilde
gerçekleşebilmektedir. Teknik etkileşim,
kullanıcı ve internette yer alan gazetelermedya arasındaki etkileşimi nitelerken,
sosyal etkileşim ise kullanıcıların kendi
aralarındaki
etkileşimi
yansıtmaktadır.
İnternet ortamında gazeteler açısından
interaktiflik,
fikirlerin,
görüşlerin
paylaşımının yapıldığı ilan tahtaları ve
gerçek zamanlı chat odaları gibi birçok
biçimde
sağlanabilmektedir.
İnternet
gazeteciliğinde okur analizinin yapılması da
söz konusudur. Böylelikle hangi sayfanın ne
kadar okunduğu, hangi köşe yazarının ne
Şüphesiz internetin desteklediği yeni
açılımlar ve olanaklar da bulunmaktadır.
Çeşitli toplumsal eylemleri örgütleme ya da
belli bir dayanışma ortamı yaratma
çabasındaki grupların bu süreçte daha iyi
bilgilenme ve organize olma gereksinimleri,
telefon ya da mektup gibi iletişim araçlarıyla
karşılaştırıldığında internetin olanaklarıyla
çok daha ucuza ve çok daha kısa zamanda
karşılanabilir. İnternet, farklı düzeylerde
konumlanmış birimler arasında, merkezi
otoritenin denetiminin çok da kolay
kurulamadığı “ağ” örgütlenmesi biçiminde
yeni organizasyonların kurulmasına olanak
sağlayabilir. Bu dayanışmacı ve katılımcı
yeni ağ örgütlenmeleri içerisinde yaratılan
yoğun haberleşme trafiğiyle belli konular,
kamuoyunun ya da kitle iletişim araçlarının
gündemine farklı bir anlayışla sokulabilir
(Törenli, 2005, 213).
Amerika'nın internetteki en saygın web
sitelerinden Online Journalism Review
(OJR) tarafından medya eleştirmenleri
arasında yapılan bir anket ortaya ilginç
sonuçlar çıkarmıştır. Washington Post’un
medya muhabiri Howard Kurtz’a göre, “11
Eylül Terörist Saldırısı, Amerika’da halkın
‘internet gazeteciliği’ konusunda gözünü
açmış. Bu İnternet siteleri her türlü haber,
yorum ve analizleri ile okuyucularına kendi
ağırlıklarını da hissettirmişler. Aynı şeyi
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında da
yapmışlar ve ayrıntılı bilgilerle okurlarının
haber isteklerine yanıt vermişlerdir”. New
York Times gazetesi medya konuları yazarı
Gabriel Snyder’e göre ise; “tv ve radyolar
tüm yayınlarını terörist saldırıya ayırıp
halka geniş bilgi verdiler, ama aynı sırada
web
siteleri
daha
fazla
bilgiler
aktarıyorlardı okurlarına”. Boston Phoenix
medya eleştirmeni Dan Kennedy’ye göre
ise; “terörist saldırı sırasında İnternet
medyası TV ve basılı gazetelere göre üçüncü
sırada bir rol oynadı ama bu rol çok
önemliydi. TV’ler aynı haberi durmadan
tekrarlarken, İnternet siteleri bunların
eksiklerini tamamladılar” (Dalgıç, 2002,
IV.Kuvvet medya.com).
İnternet gazetelerindeki köşe yazarları,
sohbet odalarında direkt olarak okuyucularla
buluşmakta ve ilk elden okurlarından geri
bildirim, yorum, eleştiri alabilmektedirler.
Aynı şekilde gazete, okurlarında bir araya
gelmelerini
ve
fikir
alışverişlerinde
bulunmalarını
sağlamaktadır.
İnternet
gazetelerinin büyük çoğunluğunun ücretsiz
olması da önemli bir tercih sebebidir.
Kurumsal gazetelerin yanında serbest
gazetecilerde internet ortamında, bireysel
gazete çıkarmaktadır. Normal gazetelerde
yayımlayamadıkları fikir ve haberleri sanal
gazetelerde yayınlamaktadır. Yerel internet
gazeteleri de, yerel haberleri, olayları,
etkinlikleri
dünyanın
her
yerindeki
okuyucularına
ulaştırarak
onları
bilgilendirmektedir.
Özellikle son dönemlerde, yazılı ve
görsel basında mevcut yasal uygulamalar
nedeniyle gerçekleştiremedikleri saldırgan
yayınları sanal ortama taşımak isteyen kimi
haber siteleri, kamuoyu adına büyük tehlike
yaratmaktadır. Ayrıca internet ortamında
dedikoduya
dayanan,
asparagas
ve
sansasyonel haberler had safhaya ulaşmıştır.
(Bal-Bekiroğlu, 2006, 74). İnternetin, gazete
satışlarında da bir etkiye neden olduğu
söylenebilir. Christian Science Monitor adlı
gazetede yayınlanan bir araştırmanın
sonuçlarına göre, ABD’de basılı gazete
okuyan yetişkinlerin sayısı 1964 yılında %
81 olarak gösterilirken, 2004 yılında bu
oranın % 52’ye düştüğü belirtilmektedir.
Gazeteye göre gençlerin tercihi “internet
medyası” olmaktadır. Dolayısıyla, gazete
tirajlarındaki düşüş, insanların gazete
okumayı bıraktığı anlamına gelmektedir
(Yüzer, 2006, 94).
İnternet
gazetesi,
insani-toplumsal
gelişmeye odaklı politikalarla iletişimi,
enformasyonun üretimi ve paylaşımını
bireysel/toplumsal kullanıma açabilecek,
ifade özgürlüğünün gerçekleşmesinde katkı
yapabilecek
yeni
açılımlara
kapıyı
aralamıştır. (Törenli, 2005, 213). Network
ağlarının dünyamızı kuşatması, McLuhan’ın
deyimiyle “küresel köy” durumuna gelen
yerkürede, artık tüm okuyucuların istenilen
zamanda ve mekânda internet aracılığıyla
akademia
kadar hit aldığı düzenli olarak takip
edilmektedir (Bal-Bekiroğlu, 2006, 74).
16
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
gazeteye
ulaşmalarını
olası
duruma
getirmiştir.
İnternet
gazeteciliğinin
geleneksel anlamda kabul gören gazete
haberciliğine
yeni
yaklaşımlar
ve
farklılaşmalar
getirdiği,
kamuoyu
oluşumuna etkisi açıktır. Bu gelişme,
geleneksel anlamda gazete haberciliğinin
temel öğelerini oluşturan zamanlılık
(immediacy) ve yakınlık (proximity)
kavramlarının yeniden tartışmaya açılması
konusunu gündeme getirmiştir (Gezgin,
2002, 77). Ancak “web günlükçüleri” ya da
“blogger”lar örneğinde olduğu gibi kitle
iletişim araçlarında yazılan haberleri kendi
bakış açıları uyarınca bir tür doğruluk
testinden geçiren, interneti bir baskı
ortamına dönüştürüp lobileri harekete
geçirme amacıyla kullanan kişiler de
bulunmaktadır. Örneğin CNN’in Irak ekibi
sorumlusu Eason Jordan’ı istifaya zorlayıp,
bunda da başarılı olan; kendileri gazeteci
olmayan, o gün orada başka bir nedenle
bulunmakla birlikte internetin olanaklarıyla
birer “sanal” haberciye dönüşen; kimilerine
göre hayli abartılı bir tanımlamayla “kendi
kendinin gazetecisi” olan web günlükçüleri,
pek okunmuyor olsalar da internetin farklı
amaçlarla kullanabileceği iyi bir örnek
oluşturmaktadırlar. İnternetin bu tür yeni ve
farklı kullanım biçimleri haber-habercihaberin değeri kavramlarıyla ilişkili
tanımlamaları yeniden gözden geçirmeyi
gerekli kılmaktadır (Törenli, 2005, 213).
akademia
Sonuç
17
İnternetin evrensel boyutu, daha geniş
kitlelere haber ve bilgi ulaştırabilme imkânı
sunmaktadır. Dünyadaki birçok insanı aynı
platformda buluşturan internet, Mc Luhan’ın
‘küresel köy’ teorisini de güçlendirmektedir.
İnternet, teknolojik bir gelişme olarak ortaya
çıkmasına rağmen, dünya insanlarının ve
toplumlarının birbirleriyle iletişimini de
oldukça geliştirmiştir. Böylelikle dünya da
ortak bir kültürün ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. İnternet gazeteciliği, geleneksel
gazetecilikten daha ucuz, sansür edilmesi
daha zor, alternatif kullanım imkânları olan,
kitle iletişimi daha özgür, daha demokratik
ve aktif yapıya bürünmüştür. İnteraktif
katılımcılığı artıran, katılımcı demokrasiyi
oluşturan bu bağ, çok ortamlı, çift yönlü,
etkileşimli bir iletişim haline gelmiştir.
İnternet gazetelerindeki anketler de,
okuyucu ile gazete arasındaki bağı
güçlendirmiştir.
Özellikle gündemi etkileyen son dakika
haberleri, televizyon bültenlerinden bile
önce internet gazetelerinde yer almaktadır.
Habere hızlı ulaşım imkânı insanları internet
gazetelerine
çekmektedir.
İnternet
gazetelerinde haberi çok kısa bir sürede
görmek mümkün olurken, günlük gazeteler
bu haberleri ancak ertesi günkü baskıda
verebilmektedir. İnternet gazeteciliğinde
haber sıcak takip edilmekte ve günün
haberleri aynı gün okunabilmektedir. Diğer
yandan internetin en önemli özelliklerinden
biri olan karşılıklı etkileşim, okuyucunun da
habere dâhil olmasına imkân tanımaktadır.
Ücretsiz olması, yerel değil tüm dünyada
izlenebilir olması, spor, siyaset ve yaşam
gibi istenilen alanda tarama özelliğinin
bulunması da önemli avantajları arasında yer
almaktadır. Günümüzde okuyucu kitlesi her
yönü ile aktif bir şekilde sisteme dâhil
olmakta, hatta blog (e-günlük) kavramı ile
haberin kaynağı dahi olabilmektedir.
Televizyon kadar hızlı, gazete kadar
derin olduğu bilinen internette yazı, görüntü
ve sesin aynı haberde okurla buluşması da
çok önemli bir avantajdır. İnternette yazı,
fotoğraf
ve
video
birlikte
kullanabilmektedir. Son dakika gelişmeleri
saniye saniye aktarılmakta ve haberi detaylı
bir metin halinde aktarıp, videoyla
destekleyip,
olayın
fotoğraflarını
kullanabilmektedir. Televizyonda haber
uçup giderken; internette arşivleme, habere
hızlı ve her an
ulaşma
imkânı
bulunmaktadır.
İnternet gazeteciliğindeki etkileşim,
geleneksel gazetecilikteki gibi zayıf bir geri
bildirim değildir. Okuyucusuna yorum
ekleme,
çeşitli
konular
hakkında
tartışabilme, e-posta gruplarıyla aktif hale
gelmiştir. Böyle bir medyanın herkesçe
kullanılabilmesi, her yaşa hitap edebilmesi,
İletişim araçlarının kamuoyu oluşturma
isteği internet ile yeni bir boyut kazanmıştır.
Bir haberden okurun nasıl etkilendiği çok
fazla anket/araştırma gerektirmemektedir.
Okuyucuların yorumları, verdiği tepkiler,
tartışabilme olanakları internet gazetesinin
yöneticilerinin de izleyeceği politikaları
belirlemektedir. İnternet gazeteciliği anında
yayın yapabilme olanağı, güncellenebilir
olması, ücretsiz olması gibi yeni imkânlarda
sunmaktadır. Bu yeni teknolojide mesajın
denetlenmesi, düzeltilmesi, alınması daha
kolay olmuş ve geri besleme belki mesaj
kadar önemli hale gelmiştir.
Kaynakça
Akgül, M.. (2008). “İnternet yasakları
Türkiye’ye zarar veriyor” Cumhuriyet
Bilim ve Teknoloji Dergisi, sayı:1115,
yıl:22.
Aktaş, C. (2002). “How Do People Read
News on the İnternet”, İstanbul
İletişim Fakültesi Dergisi, XIV.
Aktaş,
Aris,
C. (2007). “Yeni medyanın
geleneksel
medya
ile
karşılaştırılması”, Medya Üzerine
Çalışmalar, Der.: Gülbuğ Erol,
İstanbul. Beta Basım.
A. J. (2006). Managing media
companies, West Sussex-England,
John Wiley&Sons Ltd.
Babaoğlu, H. (2008). “İnternette tıklanma
şehveti”, [email protected].
Bal, E., Bekiroğlu, O. (2006). “Sanal âlemin
yerel aktörleri”, Selçuk İletişim
Dergisi, Ocak, cilt: 4, sayı: 2.
Çakır, H. (2007). “Geleneksel gazetecilik
karşısında
internet
gazeteciliği”,
Erciyes Ünv., Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı: 22 Yıl:
2007/1 ( s.123–149 ).
Dalgıç, T. (2002).“İnternet gazeteciliği ivme
kazanıyor”, IV.Kuvvet Medya.com,
31.03.2002.
Gezgin, S. (2002). Medya ve Eğitimde
Birikimlerim,
İstanbul,
İletişim
Fakültesi Yayınları: 12.
Herrick, D. F.(2003). Media management in
the age of giants (Business Dynamic
of Journalism), Iowa, Blackwell
Publishing.
Kapani, M. 2001. Politika bilimine giriş,
Ankara, Bilgi Yayınevi.
Onursoy, S. (2002). “Online (çevrimiçi)
haber yayımlarında okur, görsel
tasarım ve yayımcılık kültürü
üzerine”, İstanbul, İstanbul Ünv.
İletişim Fakültesi Dergisi, s.50.
Sankleman, L. K. (2000). İnside the BBC
and
CNN,
Managing
media
organisations, New York, Routledge.
Soytürk, T. (2008). “MediaCat Dijital
Dosya”www.porttakal.com/haberturkiye-nin-en-populer-haber-siteleri105484.html - 46k Timisi, N. (2003). Yeni iletişim teknolojileri
ve demokrasi, Ankara, Dost Kitabevi.
Törenli, N. (2005). Yeni medya, yeni
iletişim ortamı, bilişim teknolojileri
temelinde haber medyasının yeniden
biçimlenişi, Ankara, Bilim ve Sanat.
akademia
kullanımını ve gücünü arttırmıştır. Öyle ki
web erişimi, doğrudan doğruya her
vatandaşı bir muhabir yapmıştır. Kendi
internet sitelerini açanlar, cep telefonlarıyla
bir olayı anında görüntüleyip internette
yayınlayanlar gün geçtikçe çoğalmaktadır.
Son on yıla damgasını vuran internet
gazeteciliğinde, baskı, dağıtım, matbaa gibi
sorunlar yoktur. Okurla sürekli etkileşim
halindedir. Yayınlanan haber ve olayları
okuyan okur, e-posta sistemi ile haber
hakkındaki görüşlerini ve yorumlarını
anında dile getirebilmektedir. Çeşitli
toplumsal
olayları
örgütleme,
belli
dayanışma ortamları yaratma çabaları kısa
zamanda ve ucuza mal edilmektedir.
Wall, P. P., Kruger, S. (2006). As media
studies the essential introduction,
New York, Routledge.
18
Erciyes İletişim
Yerlikaya, İ. (2004). “İnternet gazeteciliği
ve geri besleme”, Medyada yeni
yaklaşımlar, Konya, Eğitim Kitabevi.
Yücedoğan,
G.
(2002).
“İnternet
haberciliği”, İstanbul Ünv. İletişim
Fakültesi Dergisi, XIV.
Yedig, S., Akman, H. (2002). İnternet
çağında gazetecilik, İstanbul, Metis
Yayınları.
Yüzer, T. V. (2006) Günlük yaşamda
internet ve medya ilişkileri, Konya,
Selçuk İletişim Dergisi, cilt: 4, sayı: 2,
Ocak
IV.
Kuvvet
Medya(29.04.2008)
“Gelecek internette deyip 90 yıllık
gazeteyi kapattılar
www.dorduncukuvvetmedya.com/ - 87k.
IV. Kuvvet Medya. (24.04.2005).”İnternet
gazeteciliğinin üstünlüğünü artık
herkes
kabul
ediyor”,
www.dorduncukuvvetmedya.com/ 87k.
akademia
www: netgazete.com. (2007). “Basılı gazete
10 yıl sonra bitecek”, 28.03.2007.
19
2009
TEMMUZ
YEREL MEDYA SORUNSALLARI VE SEKTÖR ÇALIŞANLARININ SORUNLARA
BAKIŞLARI “ELAZIĞ İLİ ÖRNEĞİ”
İhsan Kurtbaş* / Adem Doğan** / Göksel Göker***
Özet
Yerel yayın kuruluşları, belirli bir bölgede yayınlanan, yerel unsurları ve sorunları ortaya
çıkaran, yaptığı haber ve yorumlarla sorunlara yerel yöneticilerin dikkatini çeken, yöre halkı ile yerel
yönetimler arasında köprü görevi yapmanın yanında bireye “yaşanan yer” düşüncesini kazandıran,
halkı yerel konularda bilgilendiren, yerel kamuoyu oluşturan, katılımcı demokrasinin gelişmesine
katkı sağlayan, kitle iletişim araçları diye tanımlanabilir. Türkiye’de yerel basının sorunları, yaygın
basının sorunlarına birçok yönden benzerlik göstermekle birlikte, ekonomik, teknolojik ve personel
noktasında yaşanan bu sorunlar yerel basına özgü bazı karakteristik unsurlar taşırlar.
Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı'nda "Gazi basın" unvanını
verdiği dönemde, biri de Elazığ’da olmak üzere Anadolu’da 22 gazete yayınlanmaktaydı. O günlerden
bu günlere gelene kadar yerel basının yaşadığı sorunlar-sıkıntılar özünde bir değişiklik
göstermemiştir. Bu çalışmada Elazığ ilinde görev yapan gazetecilerin sosyo-demografik profili tespit
edilerek, gazetecilerin kendi mesleklerine ve meslekteki sorunlarına bakış açıları ortaya konulmuş ve
çalışanların medya-siyaset-sermaye ilişkisi gibi medyadaki nesnellik-yanlılık ilkelerine bakış açıları
gözlemlenmiştir. Çalışmada, gazeteciler cemiyetine mensup olup da bu meslek ile geçimini sağlayan
ve özellikle meslekte aktif olarak çalışanlara (yüz yüze görüşülerek-anket) yapılandırılmış (formel)
görüşme tekniği uygulanmış, sonuçlar frekans analiziyle tartışılmış, SPSS İstatistik Paket Programı ile
analiz edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yerel Basın, Elazığ Basını, Gazetecilik
LOCAL MEDIA PROBLEMATICS AND VIEWPOINT OF THE PROBLEMS FROM
SECTOR EMPLOYEES “SAMPLE OF ELAZIĞ CITY”
Abstract
Local publishing establishments can be defined as massive communication devices that
introduce local components and problems; take local directors’ attention via news and interpretitions
which they make; bring in the idea of “living sphere” to the individual besides acting as a bridge
patrol between regional people and local managements; inform people about local subjects; form a
local public opinion; supply assistance in development of contributional democracy. While problems
of local press ın Turkey represent resemblence with widespread press in many ways, these problems
that are experienced at points of economy, technology and staff carry some characteristics which are
peculiar to local press.
akademia
In the period with Turkish War of Independence, which Great Leader Gazi Mustafa Kemal
Ataturk had given the reputation of “Veteran Press”, there were 22 newspapers in Anatolia, one of
which was being published in Elazığ. Beginning from those days until now, problems-difficulties that
local press have not demonstrated any change in essence. In this framework, determining the socialdemographical profile of the journalists that are commissioned in Elazığ, views of the journalists at
their own occupations and at problems in the occupation have been introduced and points of view of
working people at principles of objectivity-bias such as media-politics-capital relationship, have been
observed. In the research, rather than people who are members of Association of Journalists but do not
earn their lives through this occupation; survey has been applied upon people that work within the
occupation via face to face interviews being made and the results have been analized with SPSS
Package Program of Statistics.
Key Words: Local Pres, Elazığ Press, Journalism
*
Öğr. Gör., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
**
Okt., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
***
Öğr. Gör., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
20
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
akademia
Genelde ulusal ya da uluslararası yayın
yapan kitle iletişim araçları, bireylere
düşünemedikleri, ulaşamadıkları dünyayı
sunarken,
onların
içinde
bulunduğu
çevrede/toplumda yaşadıkları sorunları
çözememekte ve toplumun üyeleri kendi
sorunlarıyla baş başa kalmaktadır. Ulusal
gazeteler büyük şehirlerin, büyük yerleşim
alanlarının ve merkezi konumdaki bölgelerin
sesi
olma
özelliğini
taşımaktadırlar
(Erdoğan, 2006, 52). Bu noktada, yerel
medya küreselleşen dünyada bireyin
duyabileceği yalnızlık, yakın çevresinden
soyutlanma ve yabancılaşma duyguları ve
bunun sonucu olarak da yerel kültüre ve
çevreye ilişkin bilgilere duyulan ihtiyacın
karşılanmasında kilit rol oynar (Arslan,
1999, 82). Genel olarak yerel medya;
yayınladığı haberler, görüntüler, fotoğraflar,
ele aldığı sorunlar, kentin ihtiyaçları,
kentteki kültürel ve sosyal etkinliklere
ilişkin aktardığı bilgilerle, bireye ‘yaşanan
yer’ duygusunu, yaşadığı yerin bir parçası
olduğu düşüncesini kazandırmaktadır.
21
Yerel medyanın bu işlevlerine rağmen,
algılamasına ilişkin iki farklı yaklaşım
olduğunu görmekteyiz. İlk bakış açısına
göre yerel medya, makaslama ya da masa
başı haberlerle resmi ilan ve/veya çıkar için
yayımlanan, içeriğinde pek önemli bir şey
bulunmayan, çevrede yankı uyandırmak için
yapılan baskı çalışmalarını akla getirirken;
diğer bakış açısına göre: Anadolu basını ve
mensupları kişisel çıkarlar yerine ülke ve
ulus çıkarlarını ön planda tutarak, kendi
aralarında örnek olmuş, olmaya devam eden
gazeteler,
gazeteciler
ve
medya
mensuplarından meydana gelmektedir. Bu
yaklaşımlardan ilk bakış açısına uygun
gazete ve gazetecilere rastlanmakla birlikte,
ağırlıklı olarak kabul edilen ise ikinci
yaklaşımdır ve Anadolu basınının yaşadığı
bin bir zorluğa rağmen, yayınladıkları
bölgeye yapmış olduğu katkılar ve hizmetler
birçok
noktada
çok
büyük
önem
taşımaktadır. Bu bağlamda, “Anadolu basını,
“Milli Mücadele” yıllarından bu yana sesini
duyurmak
için
mevcut
imkânlarını
zorlayarak yayınına devam eden, bir yandan
milli hareketin öncülüğünü yaparken,
Anadolu’da düşman işgali karşısında
gösterilen tepkilerin sesi haline gelmiş yerel
gazeteler topluluğudur (Girgin, 1997, 39)”.
Anadolu’da yerel basının örgütlenişi ve
kurumsallaşması meşrutiyet dönemine kadar
gider. Daha önce resmi vilayet gazeteleri ile
İstanbul dışında gazetecilik yapılsa da
1908’de sansürün kalkmasıyla birlikte
Anadolu
kentlerinde
siyasal
içerikli
gazeteler yayınlanmaya başlamıştır. Tirajları
düşük olan bu gazetelerde genellikle
aydınlar, öğretmenler ve gençler çalışmıştır.
Bu gazetelerin etkileri de yazar ve dağıtım
ağı olarak yerel kalmıştır (Varlık, 1999,
105).
Yerel medyanın önemli bir türü ve dalı
olan Anadolu Basını, Milli Mücadele
dönemiyle birlikte güçlenmiş ve milli
mücadeleye
çok
önemli
katkılarda
bulunmuştur.
Bu
çerçevede
Elazığ,
yayımlanan Mamura’tül Aziz Gazetesi ve
Satvet-i Milliye Gazetesi ile dikkat
çekmektedir. Ancak, tarihsel süreç içerisinde
Elazığ yerel medyası, Anadolu’nun diğer
illerinde, diğer yerel basında olduğu gibi
sayısal anlamda artmış ancak çeşitli
nedenlerden dolayı muhteva ve teknik olarak
olması
gereken
gelişmeyi
yeterince
sağlayamamıştır. Yerel medyanın sorunları
gerek ulusal gerekse yerel düzeyde yıllardır
tartışılıp çözüm önerileri sunulmasına
rağmen, yerel medya kuruluşları ve
çalışanlarının sorunlarına köklü bir çözüm
getirilmediği gibi sorunların da değişiklik
göstermediği görülmektedir. Bu çalışmada,
yerel medyanın içinde bulunduğu sorunlar
çalışanlarının bakış açılarıyla ele alınıp,
“onların gözüyle” yerel medya sorunsalları
tespit edilmiştir.
1- Yerel Medya
Yerel medya, tek bir basın-yayın
kuruluşu tarafından aynı isimle tek bir
yerleşim biriminde basılan ya da yayınlanan
ve yalnızca o yerleşim biriminde dağıtılan,
izlenen ya da dinlenen gazete, dergi, bülten,
radyo ve televizyon yayınlarını ve bunları
yaşamını
düzenlemesine
katkıda
bulunmaktadır” demektedir. Ayrıca yöre
halkının moral kaynağı olan yerel basın
kuruluşları, bireylerin çevreleriyle ve
kendileriyle barışık, ilgili, bilgili ve
yetkilileri yönlendirici yaşamalarına da katkı
sağlamaktadır. Bu yaklaşımların yanında
ayrıca, yerel basın zaman zaman devlet
temsilcileri ile kamu yetkililerinin kullanım
ve propaganda aracı olarak görülseler de,
aslında yörede yönetilenlerle yönetenler
arasında bir köprü konumundadırlar (Ilgaz,
2003, 180). Ayrıca, yerel medya, toplumsal,
kültürel ve katılımcı demokrasiye ilişkin
bilinen işlevlerini yerel ve bölgesel anlamda
gerçekleştirmek açısından önemli kitle
iletişim araçlarıdır (Şeker, 2005, 101). Bu
yaklaşımlar yerel basının tanımını ortaya
koyarken aynı zamanda işlevlerini de ortaya
koymaktadır. Bu çerçevede yerel medya
kuruluşları, belirli bir bölgede yayın yapan,
yerel unsurları ve sorunları ortaya çıkaran,
yaptığı haber ve yorumlarla sorunlara yerel
yöneticilerin dikkatini çeken, yöre halkı ile
yerel yönetimler arasında köprü görevi
yapan, halkı yerel konularda bilgilendiren,
yerel
kamuoyu
oluşturan,
katılımcı
demokrasinin gelişmesine katkı sağlayan,
kitle iletişim araçları, diye tanımlanabilir.
2- Yerel Medya Sorunsalları
Çağdaş
ve
demokratik
iletişim
kavramları açısından gelişme sürecini
yaşayan Türkiye’de yerel medyanın
sorunları, yaygın medyanın sorunlarına
birçok yönden benzerlik göstermektedir.
Günümüzde, ister yerel ve ulusal, isterse
uluslararası alanda olsun, medyanın yaydığı
haber içeriklerinin analizi yapıldığında en
önemli sorunlardan birinin nesnellik ve
yanlılık sorunu olduğunu görmekteyiz. Bazı
araştırmacılara göre; yanlılığın iki şekilde
ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. Birincisi,
birbirleriyle çakışan görüşler arasında
“dengeliliğin”
olmayışı;
ikincisiyse
“gerçekliğin”
taraflı
bir
biçimde
çarpıtılmasıdır
(Altuğ
ve
Er,
ilef.ankara.edu.tr). Hofsetter ve Buss (1978,
518), yanlılığın üç tanımlanmış biçimine
karşı çıkarlar. Bunlar açıkça yalan söyleme,
akademia
yapan
kuruluşları
(Altun,
dergiler.ankara.edu.tr) kapsamasına rağmen
yerel medya diyince özellikle yerel
medyanın basılı çeşidi akla gelmektedir.
Yerel medyanın bu kapsamda iki önemli
işlevi vardır. Birinci işlevi, kamu
ihtiyaçlarını, kamu yararına uygun bir
biçimde kamuoyuna ve yöneticilere duyuran
haber aracıdır ki bu göreviyle bir kamu
hizmeti yapmaktadır. İkinci işlevi ise; yerel
medyalar yöneticilerin kamu ihtiyaçlarını
karşılamak amacı ile aldıkları tedbirleri
vatandaşa zamanında ulaştırır. Bu yönü ile
de genel yönetime yardımcı bir araçtır ve
yine kamu hizmeti görmüş olur (İnuğur,
1999, 23)”. Kamusal işlev açısından yerel
medya ulusal medya ayrımını bu yönüyle
yapmak zor gibi görülmekle birlikte, yerel
medya, yerel unsurları ve yerel sorunları
ortaya çıkararak, yerel sorunlar karşısında
halkı bilgilendirmesi, bilinçlendirmesi ve
kamuoyu oluşturması açısından (Sözen,
2004, 109), ulusal medyadan farklılık
gösterir. Bu bağlamda, Ilgaz’a göre (2003,
179) yerel basın; yurdun muhtelif yerlerinde,
özellikle büyük kentler dışındaki yerleşim
birimlerinde, il, ilçe ve beldelerde; günlük,
haftalık ya da daha fazla aralıklarla
yayınlanan, yayınlandığı mahallin haber,
havadis ve sorunlarını dile getiren, halkın
isteklerini ilgililere aksettirmeyi hedefleyen
basın organlarıdır. Yerel basın; yayınladığı
haberler, fotoğraflar, ele aldığı sorunlar,
kentin ihtiyaçları, kentteki 24 saat kültürel
ve sosyal etkinliklere ilişkin aktardığı
bilgilerle bireye “yaşadığı yer” duygusunu,
yaşadığı yerin bir parçası olduğu
düşüncesini kazandırmaktadır. Bu tanımdan
da anlaşıldığı gibi yerel basın okuyucusu
üzerinde aidiyet duygusu yaratır. Yüksel ise
(1992, 61), yerel basının günlük yaşama
katkısına değinerek, “yerel basın, yaygın
basının fazlaca ilgilenemediği ya da
üzerinde fazla durmadığı yerel haber, sorun
ve yorumlar dışında, en basit biçimde
yöredeki faaliyetler, sinema programları,
nöbetçi eczaneler, bölgesel hava durumu,
yöreye özgü çeşitli sosyal, siyasal ve doğal
olayların zamanı, yeri, içeriği gibi hususları
duyurarak da vazgeçilmez bir hizmet
sunmakta ve böylelikle yöre halkının günlük
22
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
23
belli olguları gereğinden fazla vurgulama
yoluyla çarpıtma ve bazı değerleri abartıp
öne çıkarmadır Nesnelliğin azlığı-yokluğu
ve/veya yanlılık medyada özellikle medyasiyaset-sermaye ilişkilerinin ilkesiz ve
seviyesiz
bir
ortamda
ilerlemesinin
mazeretini ve zeminini oluşturur. Medyanın
devlet tekelinden ayrışarak liberal sistem
gereği özel sermayenin etki alanına girmesi,
medya siyaset ilişkisinin bu derece
gündemde kalmasına neden olmaktadır.
Medya ve siyaset arasındaki ilişkide tüm
siyasal sistem medyaya bağımlıdır ve
siyasilerin meşruiyetlerini sağlamalarında,
sistemin işlemesinde, medya olmadan bir
siyasal sistem düşünülmez. Kitle iletişim
araçlarının gerek gündeme getirdikleri
konular, gerekse haber değerleri ile güncel
siyasetin
tam
ortasındadır
(Terkan,
sosyalbil.selcuk.edu.tr).
Bu
bağlamda
medyayı elinde bulunduran medya patronları
için değişik siyasi anlayışlara eşit oranlarda
yer vermek yani dengelilik ilkesine bağlı
kalmak tarafsız davranmanın bir ölçütü
olarak ele alınıyor. Oysa medya yaptığı
yayınlarla tüm medya metinlerinde toplum
içinde egemen olan anlayışlara yer vererek,
“öteki”ne yer vermeyerek tam anlamıyla
siyasetin içinde yer almaktadır. Hatta medya
siyaset dışı yayınlarıyla da siyasetin içinde
yer
alabilmektedir
(Altuğ
ve
Er,
ilef.ankara.edu.tr). Bu süreç medya-siyasetsermaye ilişkilerinin bozulmasının hem
sebebini hem de sonucunu oluşturmaktadır.
Yani basının yanlılık ve nesnellik tutumuna
ilişkin bakış açısı ve bu anlayışla ürettiği
haberler bir sorun olarak karşımıza çıktığı
gibi daha birçok sorunun temelini de
oluşturmaktadır. Bu genel sorun dışında
çalışma içerisinde yerel gazetelerin lokal
sorunlarından ayrıca bahsedilebilmektedir.
Bu noktada buradaki sorunların aynı
zamanda tüm yerel medyanın sorunları
olduğunu baştan kabul etmek gerekir. Bu
lokal sorunların merkezinde genelde,
“gazete okuma oranının düşük olması,
halkın isteklerine cevap verilmemesi,
yetersiz tirajlar, teknolojilerden akılcı bir
şekilde yararlanılmaması, niteliksiz işçi
çalıştırılması, çalışanların eğitimine önem
verilmemesi, satışı arttırmak için içerik
iyileştirilmesi yerine magazin haberlerinden
ve promosyon kampanyalarından medet
umulması (Ilgaz, 2003, 182)”, günümüzde
yerel basının gelişmesini, iyileşmesini
önleyen yerel sorunlardan bazılarıdır.
Ayrıca, okuyucunun-dinleyicinin-izleyicinin
ulusal basının renkli ve kaliteli baskıyagörüntüye-sese sahip aynı zamanda haber
açısından daha yoğun olan medyayı yerel
medyaya tercih etmesi nedeniyle halk
tarafından yeterince ilgi görmemesi yerel
medyanın sıkıntıları arasında yer alır (Faraç,
1999,
27).
Anadolu
medya’sındaki
sorunların büyük bir çoğunluğu da
teknolojik
yetersizliklerden
kaynaklanmaktadır. Gazete sahipleri, sahip
oldukları baskı ve dizgi makineleriyle gazete
yayınlamanın mümkün olacağına inanan
gazete patronları yerel gazeteciliğin
gelişmesi yönünde fazla bir atılım
yapamamaktadırlar (Ilgaz, 2003, 183).
Matbaadaki mevcut baskı ve dizgi sistemiyle
gazete yayımlamanın mümkün olduğuna
inanan matbaacı,
resmi ilan gelirlerini
öngörerek, giderlerle denk gelecek bir
sistemi hesaplamakta ve işe koyulmaktadır.
Anadolu’da tipo baskıyla yayımlanan
gazetelere hala rastlanmaktadır. Ayrıca;
ulaşım olanaklarının artması, modern
teknolojinin kullanılması, gazete hazırlama
ve basma sürelerinin kısalması, kültürel
gelişme nedeniyle içeriklerinin çeşitlenmesi,
yeni dağıtım sistemlerinin kullanılması
(Girgin, 1997, 41), ulusal gazetelerin bölge
sayfaları yapması gibi nedenler, yerel
medyayı
olumsuz
yönde
etkileyen
etmenlerdir.
Yerel medyanın bir başka sorunu da
çalıştırılan eleman sıkıntısıdır. Bu noktada,
eleman yetersizliği hatta mevcut elemanların
büyük bir kısmının da düşük ücretle
çalıştırılan
ve
kalifiye
olmayan
elemanlardan oluşması; haber çeşitliliğinin
sınırlı kalmasına, inceleme araştırma
haberlerin, köşe yazılarının sayıca azlığına,
diğer deyişle yerel medyanın içerik
bakımından zayıf kalmasına sebebiyet
vermektedir. Bu medya kuruluşlarından
gazete veya yayın kuruluşlarının çoğunluğu
3-Elazığ Medyası
İlk
Türkçe
gazete
“Takvim-i
Vekayi”nin 1 Kasım 1831 tarihinde
yayınlanmaya başlaması Türkiye’de basın
tarihinin başlangıcı olarak kabul edilir
(Topuz, 2003, 15). Bu tarihten sonra
aydınlar olarak görülen edebiyatçılar ya da
yurt dışında eğitim görmüş kalemler,
habercilikle birlikte ağırlıklı olarak halkın
çeşitli konularda bilgilendirilmesi ve eğitim
seviyesinin yükseltilmesine yönelik özel
teşebbüslü gazeteler çıkarmışlardır. Yerel
Basının tarihi içerisinde değerlendirilen
vilayet gazetelerinin yayını ise Türkiye’de
ilk Türkçe gazeteden bir süre sonra
gelişmiştir. İlk Vilayet gazetesi çıkarılan
illerden biri de Elazığ’dır. Elazığ’da
yayınlanan ilk vilayet gazetesi olan,
“Mamuratül- Aziz Gazetesi” ilk Türkçe
gazete olan Takvim-i Vekayi’den 62 yıl,
ilk resmi vilayet gazetesi olan Tuna’dan 18
yıl sonra yayın hayatına başlamıştır.
Bugünkü Elazığ basının öncüsü olan gazete
5 Ekim 1883 tarihinde yayınlanmıştır. 1914
yılına kadar 31 yıl yayın hayatını sürdüren
Mamuratül- Aziz Gazetesi bu yönüyle
Anadolu’da yayınlanan en uzun ömürlü
gazetedir (Yıldırım, 1997, 24). MamuratülAziz Gazetesi’nden bir süre sonra 1918
yılında Şark Gazetesi yayınlanmaya başladı
ancak bu gazete de 1922 yılında
yayınlarına son verdi.
Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal
Atatürk, Kurtuluş Mücadelesi döneminde
yerel gazeteler için "Gazi Basın" unvanını
vermiş ve bu gazeteler Kurtuluş Savaşı'nda
büyük roller üstlenmişlerdir. Kurtuluş
Savaşı döneminde Anadolu’da 22 gazete
yayınlanmaktadır. Bunlardan biri de
Elazığ’dadır.
Bu gazete 1922 yılında
yayımlanan Satvet-i Milliye’dir. Yayın
hayatına 24 Şubat 1922’de başlayan
Satvet-i Milliye hem milli mücadelenin
savunucusu hem de şehir sorunlarını
sürekli yansıtan bir yayın olmuştur. Türk
basın hayatı içerisinde önemli bir yere
sahip olan Elazığ’da basın hayatı
Cumhuriyetin ilanının ardından her geçen
gün daha da gelişmiştir. Elazığ`da yayın
yapan ve ülke genelinde en eski 5 gazete
içinde yer alan Turan Gazetesi, yayın
hayatında 79. yılı geride bırakmıştır. Türk
basın hayatı içerisinde köklü bir yere sahip
olan Elazığ basınıı, günümüzde sorunları
açısından diğer yerel basın kuruluşlarıyla
benzerlikler göstermektedir. Elazığ basını
130 yıla yaklaşan köklü geçmişi ile bölge
illeri arasında yayıncılık yönünden birçok
noktada ileri durumda bulunmaktadır.
akademia
Basın İlan Kurumu’ndan gelen belirli
miktardaki resmi ilanların getirisiyle ayakta
durabilmekte, kar elde etmek bir yana
ayakta kalma mücadelesi vermektedir.
Özel reklam ve ilan gelirleri yok denecek
kadar azdır (Ulusoy, 2003, 105). Medya
mensupları açısından medya sektörü ulusal
ve yerel basın fark etmeksizin kötü ve zor
şartlara sahiptirler. Sendikasızlık, sigortasız
çalışma,
ücret
dengesizlikleri
gibi
çalışanlar arasında derin uçurumlar
bulunmaktadır. Kamu adına çalıştığını
iddia eden bu kurumların, çalıştırdığı
bireylerin
çıkarlarını
koruyacak
ve
savunacak durumda olmaması oldukça
düşündürücüdür (Demirsoy ve Ayhan,
2005, 135), dolayısıyla da bunların
tamamına yakını geçimini sağlamak için
gazetecilik dışında ikinci bir iş yapmak
durumunda kalmaktadırlar (Ulusoy, 2003,
104). Bu bağlamda iyi projelerin
hazırlanabilmesi için ise tahmin edileceği
gibi, yerel basın yayın kuruluşlarınca
kalifiye ve işin uzmanı elemanların
masraftan kaçınmayarak istihdamı önem
kazanmaktadır. İletişim Fakülteleri’nden
mezun olan profesyonel elemanların
istihdamı bu basın kuruluşlarına ayrıcalık
ve kalite kazandıracaktır (Ulusoy, 2003,
112). Çünkü, örneğin gazeteleri basan
teknisyenlerin büyük bir çoğunluğu
alaylıdır. Bu sorunlar detaylara girildiğinde
arttırılabilir. Ancak yerel medyaya ilişkin,
ilgili kesimlerce sorunlar ve çözüm yolları
yıllardır tekrarlanmasına rağmen bu
sorunların içeriği ve şiddetinde bir
değişiklik
olmaması
bu
sorunları
sorunsallaştırmaktadır. Bu sorunlar kadar,
tekrarlanan bu sorunların dikkate alınıp
köklü değişikliklere gidilmemesi sorunu da
artık bir sorundur.
24
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Elazığ'da günlük yayın yapan yerel gazete
sayısı komşu iller olan Malatya ve
Diyarbakır'dan daha fazladır. Elazığ’da
bugün, biri üniversite televizyonu olmak
üzere 3 yerel televizyon, 10 günlük gazete,
4 haftalık gazete, biri üniversite radyosu
olmak üzere 11 radyo, 3 adet aylık dergi
bulunmaktadır.
4- Çalışanlarının Bakış Açısından
Yerel Medya Sorunlarına İlişkin Alan
Araştırması
4.1. Araştırmanın Önemi ve Amacı
Yapılan
literatür
çalışmaları
göstermektedir ki ülkemizde genelde ulusal
ve yerel basına özgü bu sorunsallar sadece
tespitten ileriye gidememektedir. Bu
çalışma
ile
sadece
yerel
basın
mensuplarının
değil,
yerel
medya
çalışanlarının
da
sosyo-demografik
profilleri belirlenmiş; çalışanların, iletişim
fakültesi mezunlarına yaklaşım açıları,
mesleki zorlukları, medya-siyaset-sermaye
ilişkisi gibi medyadaki nesnellik-yanlılık
ilkelerine bakış açıları, çalışanların kendi
mesleklerine ve çalışanlar açısından halkın
yerel medya mensuplarına yaklaşımları
tespit edilmiştir. Bu çerçevede bulgulardan
hareketle yerel medya mensuplarının kendi
mesleklerini nasıl algıladıkları, mesleki
sorunlarına bakışları ve çalışanlarının
gözüyle yerel medya sorunsalları tespit
edilecektir.
4.2. Varsayımlar
akademia
ƒ Yerel
medya
mensuplarının
sorunları, cinsiyet, gelir düzeyi gibi
sosyodemografik unsurlara bağlı olarak
değişiklik gösterebilmektedir.
25
ƒ Yerel medya açısından sorunlardan
biri çalışanlar açısından uzun soluklu bir iş
alanı olarak görülmemesidir. Bu durum,
birçok sorunu beraberinde getirmektedir.
ƒ Dünyanın birçok ülkesinde iletişim
fakültesi mezunları açısından yerel medya
mesleği öğrenmeleri, işe alınmaları
sürecinde çok önemli bir basamak
olmasına karşın; ülkemizde bu durum
böyle bir seyirde değildir.
ƒ Yerel basında iletişim fakültelerinin
imajı olumlu değildir.
ƒ Yerel
medya
kuruluşlarında
çalışanların kurum içi mesleki eğitimlere
alınması yeterli düzeyde değildir.
ƒ Yerel gazetecilik sorunsalları daha
çalışanların mesleği seçme sürecinde
başlamaktadır. Keza, bilinçli bir tercih
yapanların oranları çok azdır.
ƒ Yerel medya mensupları açısından
sendikasızlık, sigortasız çalışma, ücret
dengesizlikleri gibi faktörler çalışanların
mesleki
motivasyonunu
olumsuz
etkilemekte, iş doyumlarını azaltmaktadır.
ƒ Yerel
medyanın
önemli
sorunlarından
biri
medya,
siyaset,
sermayenin düzeysiz ve etik dışı ilişkisidir.
ƒ Yerel medyada medya siyaset
sermaye ilişkisinin derecesi kitle iletişim
aracının
türüne
göre
değişiklik
göstermektedir.
ƒ Halkın gözünde yerel medyanın
saygınlığının istenilen düzeyde olmaması
sorunsalı sektörün sorunlarından biridir.
4.3. Araştırmanın Yöntemi
Araştırmanın soru formu taslak halinde
hazırlandıktan sonra öncelikle Elazığ’da
yerel çeşitli kademelerde çalışan personelle
tartışılmış, soruların düzeni ve içerikleri bu
tartışmalardan sonra hazırlanmıştır. Ayrıca
soru formu öncelikle 10 kişilik kontrol
grubuna uygulanmış anlaşılmayan sorular
yeniden
düzenlendikten
sonra
uygulanmıştır.
4.4. Evren ve Örneklem
Evren: Araştırmanın evreni Elazığ ilidir.
Elazığ ilindeki bütün televizyon gazete,
radyo ve haber ajanslarının çalışanlarına
soru formu dağıtılmış ve uygulanmıştır.
Elazığ’da gazeteciler cemiyetine üye
toplam gazeteci sayısı 105’dir. Yapılan
Örneklem:
Anket,
gazeteciler
cemiyetine üye olup (televizyon, gazete,
radyo, ajans) faal olarak çalışan ve
geçimini bu meslekten sağlayanlara
yapılmıştır. Örneklem medya şunlardır:
Günlük Yayın Yapan Gazeteler: Turan
Gazetesi, Nurhak Gazetesi, Uluova
Gazetesi, Fırat Gazetesi, Birlik Haber,
Günışığı Gazetesi, Ayışığı Gazetesi,
Yeniçağ Gazetesi, Günebakış Gazetesi.
Haftalık Yayın Yapan Gazeteler: Doğu
Expresi, Yerel Gündem, Elaziz Gazetesi.
Yerel Televizyonlar: Kanal e, Kanal 23,
Fırat Tv. Yerel Radyolar: FM 23 Radyo,
Radyo Klüp, Radyo Hazar. Ajans
Temsilcilikleri: Anadolu Ajansı, Doğan
Haber Ajansı, İhlas Haber Ajansı.
4.5.
Verilerin
Değerlendirilmesi
Toplanması
ve
Anket
uygulamasında,
anketler
katılımcılara
tek
tek
verilmiş
ve
doldurdukları anketler anında toplanmıştır.
Katılımcıların
anketi
objektif
ve
tereddütten
uzak
bir
şekilde
cevaplamalarını sağlamak üzere kimlik
bilgileri
alınmamıştır.
Araştırmanın
değerlendirilmesi
aşamasında
sahada
doldurularak getirilen soru formları
denetlenmiş
(edit
edilmiş);
veriler,
hazırlanan “veri kodlama yönergesine”
göre, bilgisayar ortamına aktarılmış ve
SPSS İstatistik Paket Programı ile analiz
edildikten sonra Word programına birebir
aktarılmış ve frekans analizleri yapılmıştır.
Soru formlarındaki yerel medya ile ilgili
sorular önce genel dağılımlar şeklinde;
daha sonra “cinsiyet, yaş grupları, öğrenim
durumu” değişkenleri ile ilişkilendirilerek
değerlendirilmiştir ve çapraz tablolar
halinde verilmiştir. Araştırmaya ait tüm
analizler tablolar halinde verilmiş, genel
dağılımların tablolaştırılmıştır. Yorumların
ve özetin ayrıntıları tablolar kısmında
bulunmaktadır.
4.6. Araştırmanın
Verilerin Çözümü
Bulguları
ve
Tablo-1, Tablo-2, Tablo-3, Tablo-4,
Tablo-5: Katılımcıların Sosyo-Demografik
Özellikleri
1‐ Cinsiyetiniz? Kadın Erkek 2‐ Medeni f % Haliniz? 11 20,8 Bekar 28 52,8
42 79,2 Evli 25 47,2
Toplam 53 f 3‐ Yaşınız? f % 100 Toplam % 4‐ Öğrenim Durumunuz? 53 100
f % 0 18/25 17 35,1 Okur – Yazar 0 26‐35 36‐45 46‐60 61 ve üstü 19 35,8 İlköğretim 14 26,4 Lise 3 5,7 Üniversite 0 0,0 Lisansüstü 5 9,4 37 69,8
11 20,8
0 0,0 Toplam 53 53 5‐ Aylık Geliriniz? 500 YTL ve altı 500‐750 YTL 751‐1000 YTL 1001‐1500 YTL 1501 ve üstü Toplam 100 Toplam 100
f % 25 47,2
11 20,8
9 17 4 7,5 4 7,5 53 100
Ankete katılanlardan 42 kişi (%79,2)
erkek, 11 kişi (%20,8) kadın, 28 kişi
(%52,8) bekar, 25 kişi (%47,2) evlidir.
Katılımcılardan 19 kişi (%35,8) 26-35 yaş
aralığında, 17 kişi (%35,1) 18-25 yaş
aralığında, 14 kişi (%26,4) 36-45 yaş
aralığında, 3 kişi (%5,7) 46-60 yaş
aralığında olup 61 yaş ve üstü katılımcı yer
almamaktadır. Ayrıca, katılımcılardan büyük
bir bölümü 37 kişi (%69,8) lise mezunu, 11
kişi (%20,8) üniversite mezunudur. Bu
üniversite
mezunları
içinde
soru
kitapçığında açık öğretim, açık öğretim
önlisans, lisans ve önlisans ayrımı
yapılmamıştır. Bunun yanında 5 kişi (%9,4)
ilköğretim
mezunu
olup
okuryazar
düzeyinde ve lisansüstü düzeyde eğitim
almış katılımcı yoktur. Buna göre, Elazığ
medyasında çalışanların büyük çoğunluğunu
genç ve orta yaşlılar oluşturmaktadır.
akademia
anket görüşme tekniğinde özellikle
mesleğini bu işten kazanan deneklere soru
formları dağıtılmıştır. Anket, Elazığ ili
merkeziyle sınırlı (ilçelerdeki yerel medya
kurumları hariç) tutulmuştur.
Katılımcıların büyük bir çoğunluğu olan
25 kişinin (%47,2) aylık aylık geliri 500
YTL ve altı, 11 kişinin (% 20,8) 500-750
26
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
YTL, 9 kişinin (%17,0) 751-1000 YTL, 4
kişinin (%7,5) 1001-1500 YTL ve yine 4
kişinin (%7,5) 1500 YTL ve üstü geliri
vardır. Çalışanların büyük bir seviyesinin 36
(%68,0) 750 YTL ve altında geliri olduğu
gözlemlenmiştir. Buna göre, tüm yerel
medya sorunsalı olarak karşımıza düşük
maaş sorunu, Elazığ basınında çalışan
personelin de önemli bir sorunudur.
Tablo 6: Sektörde İstihdam Olunan
İletişim Fakültesi Mezunu Durumu
Tablo 7: Katılımcıların Mesleki ve
Kurum içi Eğitim Durumları
6‐ İletişim fakültesi f % mezunu musunuz? Evet 0 0 Hayır 53 100 Toplam 53 100 7‐ Meslekle ilgili bir eğitici f süreçten geçtiniz mi Evet 28 Hayır 25 Toplam 53 % 52,8 47,2 100 Yerel medya dünyada iletişim fakültesi
öğrencilerinin
mesleğe
başlamalarında
önemli bir mecra olmasına karşın
Türkiye’de ve araştırmanın yapıldığı
Elazığ’da
durum
böyle
değildir.
Katılımcılardan hiçbirinin İletişim Fakültesi
mezunu olmadığı gözlemlenmiştir. Sektörün
iletişim fakültesi mezunlarını istihdama
gitmesi yerel medyanın kalitesini kuşkusuz
yukarılara taşıyacaktır.
akademia
Ayrıca
katılımcılardan
%47.2’sinin
mesleki hiçbir eğitici süreçten geçmediği de
tespit edilmiştir. Muhtemelen düzenli eğitim
ya
da
kursa
katılmadıkları
için
“gördüklerini”
uygulamaktadırlar.
Bu
noktada sadece kurum içi eğitimleri
beklenmemeli, sürekli eğitim kursları da
düzenlenmelidir. Çünkü medyanın önemi
etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu etkinin
önemini de öncelikle medyada çalışanlarca
bilinmelidir.
27
Keza, basın yayın sektörü sadece etik,
içerik ve teorik açıdan değil; teknolojik
olarak da devamlı değişim ve gelişim
halindedir. Bu nedenle akademik ve mesleki
eğitim gereklidir. Çalışmada katılımcılara
bazı anahtar kelimeler açık uçlu olarak
sorulmuş bu kelimelere yaklaşım açıları
tespit edilmiştir. Bu kelimelerden biri “off
the record”dur. Off the record; haber
kaynağının, gazeteciye kayda almaması
koşulu ile açıkladığı bilgidir. Haberin
içeriğinde yer verilmeyecek olan bu bilgi,
olayın haber üzerinde çalışan gazeteci
tarafından
etraflıca
anlaşılması
için
kendisine söylenir. Gazetecilik etiği gereği
gazetecinin bu bilgiyi açıklamaması gerekir
(tr.wikipedia.org/wiki/Off_the_record). Bir
meslek etiği olarak off the record
uygulaması gazetecilerin meslek hayatları
boyunca göz önünde bulundurması gereken
bir
kuraldır.
Haber
kaynağının,
yayınlanmamak ya da belirlenen bir
zamanda yayınlanması koşulu ile verdiği
bilgileri içerir. Türkiye Gazetecileri Hak ve
Sorumluluk Bildirgesi’nde off the record ile
ilgili olarak, gazeteci kendi çabası ile elde
etmedikçe, bir kaynağın verdiği bilgi veya
belgenin yayınlanma tarihi konusundaki
isteğe uymalıdır. Gazeteci; röportaj, haber,
yorum veya görüntü hazırlığını yayın şekli
ne olursa olsun yayın organındaki
sorumlular dışında, kaynağı da dahil
kimseye denetlettirmekle yükümlü değildir.
Gazeteci, açıklanmaması kaydıyla (off the
record) verilen bilgiyi ve sarf edilen sözleri
yayınlamamalıdır (tgc.org.tr) denilmektedir.
Schlapp ise (2002, 47) kavramla ilgili
olarak; ‘off the record istekleri saygıyla
karşılanmalıdır. Konuşma esnasında soru
yöneltilen kişi belli nedenlerden dolayı
henüz kamuoyuna açıklanmasını istemediği
sırlarını gazeteciye açarsa, bu isteği yerine
getirilmelidir’ demektedir. Mesleki etik
kural olarak off the record uygulaması,
gazeteci tarafından mutlaka bilinmeli ve bu
kurala uygun yayın yapma bir ilke haline
getirilmelidir. Ancak ‘kaynak–gazeteci
ilişkisinde “off the record” kavramını nasıl
değerlendiriyorsunuz’ açık uçlu sorusuna
katılımcılardan sadece 9 kişinin doğrudoğruya yakın cevaplar verdiği görülmüş, 10
kişi soruya yanlış yaklaşım getirmiş, 38 kişi
ise boş bırakmıştır. Bu sonuç, ankete katılan
gazetecilerin büyük çoğunluğunun (38 kişi)
Bir kişinin kendi mesleği ile ilgili yaptığı
tanım, o kişinin mesleğine olan algısını,
mesleğinin gereklerini ve amaçlarını nasıl
değerlendirdiğini ortaya koyar. ‘Sizce
gazeteci tanımı nedir, gazeteci kimdir’ açık
uçlu
sorusuna
katılımcıların
verdiği
cevaplara göre: 5 kişi, halkın sözcüsü; 24
kişi doğruları aktaran-objektif-tarafsız kişi; 7
kişi kalemini satmayan-ilkeli kişi; 1 kişi
geçimini gazetecilikten sağlayan kişi; 5 kişi,
kamuoyunu aydınlatan kişi tanımını
getirirken; 15 kişi bu soruyu boş bırakmıştır.
Oysa 5953 sayı 20 Haziran 1952 tarihli
“Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar
Arasındaki
Münasebetlerin
Tanzimi
Hakkındaki
Kanun’un
1.
maddesi
gazetecinin kim olduğu sorusuna açık bir
cevap vermektedir. Söz konusu maddeye
göre; “…Türkiye’de yayınlanan gazete ve
mevkutelerle haber ve fotoğraf ajanslarında
her türlü fikir ve sanat işlerinde çalışan ve İş
Kanunu’ndaki işçi tarifi şümulü haricinde
kalan kimselerle bunların işverenleri
hakkında uygulanır. Bu kanunun şümulüne
giren fikir ve sanat işlerinde ücret karşılığı
çalışanlara gazeteci denir” (Özgen, 2004,
91).
Bu bağlamda çalışanların mesleklerini
tanımlamada dağınık bir algıya sahip
olduklarını ortaya koyarken aynı zamanda
gazeteciliğe
ilişkin
meslek
tanımı
getirmekten uzak olduklarını da gözler
önüne sermektedir. Schneider ve Raue
(2002, 17) iyi gazeteciliğin dört farklı
kaynaktan beslendiğini ifade ederek bunların
yetenek, karakter, ansiklopedik ve mesleki
bilgi olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla
mesleki bilgiden yoksun bir gazetecilik,
kendi sınırlarını ve tanımını belirlemekten
yoksun kalırken aynı zamanda mesleğin iyi
icrasının da önüne geçmektedir. Yerel
basında yaşanan mesleki uygulamalardaki
karmaşanın temelinde de bu sorun
görülebilir. Yerel medya sorunsallarından
kalifiye eleman sorununun çözümü için en
az
lise
mezunlarına
yönelik
gazetecilik/habercilik mesleğinin temel
unsurlarının aktarılması için mesleki
kurslara ihtiyaç vardır. Tarafların (kamu
yönetimi, iletişim fakülteleri ve yerel basın
çalışanları) bu durumu önemsemeleri yerel
basın haber içeriklerinin daha iyi olmasını
sağlayacaktır. Bu yönüyle yerel medyada
iletişim fakültesi mezunlarının asgari
düzeyde
üniversite
ve/veya
lise
mezunlarının yetersiz olması, meslekle ilgili
kurs, seminer gibi eğitici bilgilerden
geçmemeleri
gazetecilik
mesleğinin
gereğiyle yerine getirilmesinde bir sorun
olarak karşımızda durmaktadır.
Tablo 8: Katılımcıların Çalıştıkları KİA
türüne göre dağılımları
Tablo
9:
Katılımcıların
Sektöründe Çalışma Yılları
8‐ Hangi yerel medya sektöründe çalışıyor sunuz? Televizyon Radyo Gazete Ajans/Diğer Toplam 9‐ Kaç yıldır medya sektöründe çalışmaktasınız? 0‐1 yıl 02‐5 yıl 06‐8 yıl 09‐11 yıl 12 yıl ve üzeri Toplam Medya
f % 28 4 17 4 53 52,8 7,5 32,1 7,5 100 f % 5 18 7 9 14 53 9,4 34,0 13,2 17,0 26,4 100 Ankete
katılanların
çoğunluğunu
televizyonda ve gazetelerde çalışanlar
oluşturmaktadır. Buna göre; katılımcılardan
28 kişi (%52,8) televizyonda, 4 kişi (%7,5)
radyoda, 17 kişi (%32,1) gazetede, 4 kişi
(%7,5) ajans veya diğer kitle iletişim
araçlarında
çalışmaktadır.
Ayrıca,
katılımcılardan 5 kişi (%9,4) bir yıla kadar,
büyük bir çoğunluğu olan 18 kişi (%34,0) 2
ila 5 yıldır, 7 kişi (%13,2) 6 ila 8 yıldır, 9
kişi (%17,0) 9 ila 11 yıldır basın sektöründe
akademia
bu kavramla ilgili hiçbir bilgiye ya da
çağrışıma sahip olmadığını, 10 kişinin ise
kavramı yanlış anladığını ya da bilmediğini
açıkça göstermektedir. Bu durum, yerel
basında mesleki kavramlara hakim olma
açısından bakılacak olursa gazetecilerin
mesleki kuralları tam olarak bilmedikleri
sorunsalını doğrulamaktadır.
28
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
çalışmaktayken 14 kişi (%26,4) 12 yıl ve
daha fazla bir süredir bu sektörde görev
yaptığı
belirlenmiştir.
Yaşa
göre
sosyodemografik dağılıma baktığımızda
çoğunlukla genç ve orta yaşlılardan oluşması
ve 12 ve üstü çalışanların %26,4 gibi bir
oranda olması yerel medyada çalışanların
uzun soluklu ve kalıcı olarak bu sektörde
bulunmadıklarını göstermektedir. Bu durum
sektörde kalifiyeli ve tecrübeli personel
bulunmaması sorununun kaynaklarından
birini de oluşturmaktadır.
Tablo 10: Çalışanların En Çok Takip
Ettikleri KİA Türü
10‐ En Çok Hangi KIA’yı Takip Ediyorsunuz Televizyon Radyo Gazete İnternet Diğer Toplam f % 23 1 7 22 0 53 43,4 1,9 13,2 41,5 0,0 100 Katılımcıların büyük çoğunluğu olan 23
kişi (%43,4) en çok televizyonu takip
etmekte, bunu 22 kişiyle (%41,5) internet
takip etmektedir. Buna göre ankete
katılanlardan televizyonu ve interneti takip
edenlerin oranı nerdeyse aynıdır. Bunun
yanında 7 kişi (%13,2) gazete mecrasını
takip etmekteyken katılımcılardan sadece 1
kişinin (%1,9) radyoyu takip ettiği
gözlemlenmiştir.
akademia
Tablo
11:
Katılımcıların
Medya
Sektöründe Çalıştıkları Birime Göre
Dağılımları
29
11‐ Hangi Birimde Çalışıyorsunuz? Yazı İşleri Müdürü/Yrd ‐ Haber Müdürü/Yrd Muhabir Yapımcı/Yönetmen Kameraman Editör / Köşe yazarı Sunucu / Spiker Toplam f % 13 17 8 4 6 5 53 24,5 32,1 15,1 7,5 11,3 9,4 100 Çalışanların
çalıştıkları
kurumdaki
görevini belirlemek üzere yöneltilen sorunun
geribildirimlerine göre; katılımcıların büyük
bir bölümü olan 17 kişi (%32,1) muhabir, 13
kişi (%24,5) Yazı İşleri Müdürlüğü-Haber
Müdürlüğü veya yardımcısı olmak üzere
yönetici birimlerinde, 8 kişi (%15,1)
Yapımcı-Yönetmenlik biriminde, 4 kişi
(%7,5) kameraman, 6 kişi (%11,3) Editör –
Köşe yazarı ve 5 kişi de Sunuculuk –
Spikerlik görevinde/biriminde çalışmaktadır.
Tablo 12: Katılımcıların
Mesleği Tercih Etme Nedenleri
12‐ Medya sektörünü neden seçtiniz? Tesadüfen seçtim Aile geleneği ve çevresel yönlendirmeler Mesleğin saygınlığı Heyecan ve hareket İdealize edilmiş amaçlarla Toplam Yaptıkları
f % 18 34 0 3 16 16 53 0 5,7 30,2 30,2 100 Katılımcıların
gazetecilik/habercilik
mesleğine yönelme nedenlerini belirlemek
üzere yöneltilen soruya verilen cevapların
büyük çoğunluğu olan 18 kişi (%34,0)
göstermektedir ki, çalışanların çoğunluğu
mesleği tesadüfen seçmektedirler. Bunun
yanında 16 kişi (%30,2) heyecan ve hareket
için seçtiğini belirtirken, aynı oranda
katılımcı 16 kişi (%30,2) idealize edilmiş
amaçlarla
bu
mesleğe
yöneldiğini
belirlemiştir. Ayrıca, 3 kişi (%5,7) mesleğin
saygınlığından bu mesleği yapmaya
başladığını belirtirken çevre yönlendirmeleri
ve aile geleneğinden ötürü bu mesleği
seçenlere
rastlanmamıştır.
Gazetecilik/habercilik tesadüfen (%34) ve
heyecan ve hareket (%30,2) amacıyla
seçenlerin oranı 64,2’dir. Bu oran oldukça
dikkat çekicidir ve temelde bu meslek
açısından sorundur. Bu noktada idealize
edilmiş amaçlar ve bilinçli tercihle bu
mesleğe yönelenlerin oranı düşüktür.
Toplumsal ilişkilerin köklü değişimlere
uğradığı modern toplum yapısı içinde
medya; kabaca enformasyon, eğitim ve
eğlence ye dair öğretilerin üretilmesi,
değiştirilmesi ve nakledilmesi gibi çok
önemli birçok işleve sahiptir. Bu işlevi
Tablo 13: Katılımcıların Çalıştıkları
Meslekten Memnun Olma Durumları
13‐ Yeniden Bir Meslek Seçmek Durumunda Kalsanız Hangi Mesleği Seçersiniz? Bu meslek f % 30 56,6 Başka meslek 23 43,4 Toplam 53 100 Katılımcıların şu anda yaptıkları
meslekten memnun olup olmadığını
belirlemek üzere yöneltilen sorulara
verilen cevaplardan tekrar bir meslek
seçmek durumunda kalsalar bu mesleği
seçeceklerle başka mesleğe yöneleceklerin
oranın birbirine yakın olduğu görülmüştür.
Buna göre ankete katılanlardan 30 kişi
(%56,6) tekrar bu mesleği seçeceğini
belirtirken, 23 kişi (%43,4) başka mesleğe
seçeceklerini ifade etmişlerdir. Bu durum
Elazığ’da basın sektöründe çalışanların
%43,4 gibi yüksek bir oranının meslek
seçiminden memnun olmadıklarını ortaya
koymuştur.
Tablo 14: Katılımcıların Sektörde
Mesleki Açıdan En Çok Rahatsız Oldukları
Durum
14‐ Mesleki Açıdan En Çok Rahatsız Olduğunuz Durum? Patron ve kurum çıkarları doğrultusunda haber yapma zorunluluğu Mesleğin saygınlığının azalması ve sosyal hakların yetersizliği Haber standartlarının düşmesi Medyanın siyasetle ilkesiz dirsek temasında olması Diğer Toplam f % 14 26,4 27 50,9 3 5,7 9 17,0 0 53 0,0 100 Yapılan araştırmada katılımcılardan 27
kişi (%50,9) mesleğin saygınlığının azalması
ve sosyal hakların yetersizliğini mesleki
açıdan en çok rahatsız oldukları faktör
olarak belirtirken, 14 kişi (%26,4) patron ve
kurum çıkarları doğrultusunda haber
yapmayı rahatsızlık sebebi saymışlardır.
Ayrıca medyanın siyasetle ilkesiz dirsek
temasında olması’nı karşılaştıkları en büyük
sorun olarak görenlerin sayısı 9 (%17,0)
iken, 3 kişi (%5,7) haber standartlarının
düşmesi’ni rahatsızlık faktörü olarak
görmüşlerdir. Katılımcıların %50’sinin
mesleğin saygınlığının azaldığı düşüncesini
taşıması, mesleğin icrası ve devamlılığı
noktasında bir motivasyon eksikliğini de
beraberinde
getirecektir.
Çalışanların
gözünden, kamu adına yapılan bir meslek
olarak gazeteciliğin kamu nazarında
itibarının
azaldığını
görmekteyiz.
Katılımcılardan 14 kişi (%26,4) de
rahatsızlık nedenlerinin başında patron ve
kurum çıkarları doğrultusunda haber yapma
durumunu (zorunluluğunu) göstermektedir.
Bu durum, çarpıcı bir şekilde sektördeki etik
ihlallerin varlığını da satır arasında ifade
etmektedir.
Tablo 15: Katılımcıların Meslekle İlgili
Akademik Eğitimin Önemine İlişkin
Kanaatleri
15‐ “Habercilik yapabilmek için (akademik) eğitim gereklidir” yargısına katılıyor musunuz? Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum Fikrim Yok Katılmıyorum Kesinlikle Katılmıyorum Toplam f % 18 5 2 21 7 34 9,4 3,8 39,6 13,2 53 100 Katılımcılardan 28 (%52,8) kişi olan
çoğunluğu habercilik mesleği için akademik
eğitimi önemsiz görmektedir. Akademik ve
mesleki
eğitimin
önemi
çalışmada
tartışılmıştır (Bkz, Tablo 6 ve Tablo 7). Bu
tablo, sektör çalışanlarının akademik eğitimi
gereksiz
gördüklerini
göstermektedir
İletişim fakültelerinin bu tabloyu ve bakış
akademia
medya derken medyayı ideme ettiren
mensuplarını ima etmekteyiz. Günümüzde
bu kadar önemli bir kaynağın mensuplarının
mesleği hareket ve eğlence için daha vahimi
rastgele seçmiş olmaları sorunsal olarak
değil, belki de sorunların kaynağı olarak
önümüzde durmaktadır.
30
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
açısını dikkate alması gerektiğinin önemi
aşikârdır.
çalışanların bakış açısından olumsuz bir
seyirde işlediği açıktır.
Tablo
16:
Katılımcılara
Göre
Sektörlerindeki Medya, Siyaset, Sermaye
İlişkisi
Tablo 17: Çalışanların Mesleklerini İcra
Ederken Karşılaştıkları Zorluklar
akademia
16‐ Elazığ’da medya‐siyaset‐
sermaye ilişkisini nasıl değerlendiriyor sunuz? Rahatsız edici Bu ilişkilerin içeriğinin mesleği temelden sarstığını ve bitirdiğini düşünüyorum İlişkiler o kadar iç içe geçmemiştir. Rahatsız edici ve ilkesiz bir durumda değildir. Medya‐siyaset‐sermaye ilişkisinin olması olmamasından iyidir. Fikrim Yok Toplam 31
f 22 % 41,5 12 22,6 11 20,8 8 0 53 15,1 0,0 100 İletişim özgürlüğü nosyonunun arkasına
sığınarak medya, kamuoyu ile ilişkilerinde
sınırsız bir etkileşim ortamı istemektedir.
Bu istemde bulunurken de ‘kamuoyu bunu
istiyor’
meşrulaştırmasının
arkasına
sığınmaktadır. Tüm medya metinlerinin
kurgulanmasında ama özellikle de haber
metinlerinin yayının da arkasına sığınılan
bir başka söylem de tarafsızlık, yanlı
olmamak, dengelilik, gerçekçilik gibi
anlayışlardır
(Altuğ
ve
Er,
ilef.ankara.edu.tr). Nesnellik, dengelilik,
yanlılık uygulamalarında basın mümkün
olduğunca ilişkileri seviyeli tutmak
durumundadır.
Medya-siyaset-sermaye
ilişkisinin olmaması mümkün değildir.
Ama bunun şekli ve daha da önemlisi
içeriğinin
mahiyeti
çok
önemlidir.
Elazığ’da yerel basında çalışanların büyük
bir çoğunluğu 33 kişi (%64,1) ve bu
ilişkisinin boyut ve içeriğini etik dışı
bulmaktadır. Bunun yanında 11 kişi
(%20,8) bu ilişkilerin fazlasıyla iç içe
geçmemiş olduğunu, ilkesiz ve rahatsız
edici boyutta olmadığını vurgulamıştır.
Medya-siyaset-sermaye ilişkisini, içeriği ne
olursa olsun, olmasının olmamasından iyi
olduğunu düşünenlerin oranı ise 8 kişi
(%15,1)’dir. Bu yanıtlarda bu ilişkilerin
17‐ Mesleği gerçekleştirirken karşılaştığınız en önemli zorluk hangisidir? Kurum içi mücadeleleri ve engellemeleri Maddi imkânsızlıkları İş güvencesi yokluğuna bağlı isteklendirme eksikliği Mesleğin saygınlığının düşmesine bağlı olarak karşılaşılan zorluklar Herhangi bir zorluk yaşamamaktayım Diğer Toplam F % 7 13,2 16 30,2 11 20,8 12 22,6 7 13,2 0 53 0,0 100 Yerel medya çalışanlarının büyük
bölümü olan 16 kişi (%30,2) mesleklerini
yaparken karşılaştıkları en önemli zorluğu
maddi imkânsızlıklar olarak belirtirken, 11
kişi (%20,8) iş güvencesi yokluğu, 7 kişi
(%13,2) kurum içi mücadeleleri ve
engellemeleri,
12
kişi
mesleğin
saygınlığının düşmesine bağlı olarak
karşılaştıkları
zorluklar
olarak
betimlemişlerdir. Katılımcılardan 7 kişi ise
herhangi
bir
zorluk
yaşamadığını
söylemiştir. Yerel basının en önemli
sorunsallarından birini teşkil eden maddi
zorluklar sektör çalışanları tarafından da
mesleklerini icra etme noktasında en
önemli sorun olarak ifade edilmektedir.
Katılımcılardan
%30,2’lik
kısmın
paylaştığı
bu
görüş,
yerel
basın
çalışanlarının, mesleklerini daha rahat
sürdürebilmeleri
açısından
maddi
imkânlarının
iyileştirilmesi
gerektiği
sonucunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Ayrıca iş güvencesi yokluğunu en büyük
sorun olarak değerlendiren, %20,8’lik bir
kısmı da mesleğin maddi sorunsalları ile
bağlantılı bir şekilde değerlendirirsek, bu
oran %51’e kadar çıkmaktadır. Bu
göstergeler sektör açısından en önde gelen
sorunun başta maddi zorluklar ve bunlara
bağlı ortaya çıkan sorunlar olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır.
Göre
Yerel
18‐ Elazığ halkının yerel gazetecilik ve gazetecilere bakış açısını nasıl değerlendiriyor sunuz? f % Olumlu 39 73,6 Olumsuz 14 26,4 Fikrim Yok 0 0,0 Toplam 53 100 Yerel
basında
gazeteci,
çeşitli
zorluklar, çeşitli yetersizlikler, hatta
toplumun çeşitli anlayışsız tutumlarına
rağmen bu mesleği sürdürmek zorunda
kalabilmektedir. Katılımcılardan 39 kişi
(%73,6) Elazığ halkının gazetecilik ve
gazetecilere bakış açısını olumlu olarak
değerlendirirken, 14 kişi (%26,4) olumsuz
olarak
nitelendirmiştir.
Çalışanların
yaklaşık dörtte birinin halkın bu mesleğe
bakış
açısını
olumsuz
olarak
değerlendirmesi yerel medyanın, sektörün
imaj sorunu yaşadığını da resmetmektedir.
Tablo 19: Katılımcıların Meleklerini
Yaparken En Çok Tatmin Oldukları
Faktör
19‐ Elazığ’da yerel anlamda yaptığınız gazetecilik uygulamalarında sizi en çok tatmin eden gelişme ne olmaktadır? f % 6 11,3 5 9,4 Sorun çözmek 31 58,5 Tarihe ve gündeme tanıklık etmek 6 11,3 Habere diğer meslektaşlarımdan daha yakın olmak Özel haberimin yayınlandığını görmek Mesleğin prestij ve getirilerinden yararlanmak Mesleğin maddi getirileri 2 3,8 3 5,7 Diğer 0 0,0 Toplam 53 100 Katılımcıların 31 kişisi (%58,5)
mesleklerini yaparken en çok sorun
çözüyor olmaktan mutlu olduklarını
belirtirken, 6 kişi (%11,3) haberlere
diğer meslektaşlarından daha yakın
olmayı, 5 kişi (%9,4) özel haberlerinin
yayınlandığını görmeyi, 6 kişi (%11,3)
tarihe ve gündeme tanıklık ediyor
olmayı ve 2 kişi (%3,8) mesleğin prestiji
ve
getirilerinden
yararlanmayı
mesleklerinden
sağladıkları
tatmin
olarak belirtmişlerdir.
Tablo
20:
Katılımcılara
Göre
Yaptıkları Haberlerin Karar Organları
Üzerindeki Etkisi
20‐ Yerel anlamda yaptığınız gazetecilik ve habercilik karar verici organları etkilemede işlevsel midir? f % Etkili olmaktadır 40 75,5 Hiçbir etkisi yoktur 13 24,5 Fikrim Yok‐Kararsızım 0 0,0 Toplam 53 100 Yerel basının temel özelliği ise
yayımlandığı
yörede,
bireylerin
sorunlarını çözmelerine yardımcı olmak,
bireyler arasındaki ilişkilerin olumlu
yönde gelişmesini sağlamak, yerel
düzeydeki kamuoyunun oluşmasına
katkıda bulunmak ve bu arada yerel
yönetimleri bir ölçüde denetleyerek,
eleştirerek kamu görevi yapmaktır.
Katılımcılardan 40 kişi (%75,5) yerel
anlamda yaptıkları gazetecilik ve
haberciliğin karar verici organlar
üzerinde etkisi olduğunu belirtirken, 13
kişi
(%24,5)
etkili
olmadığını
belirtmiştir. Bu noktada yerel medya
çalışanları
yaptıkları
yayınlarla
kamuoyu
oluşturabildiklerine
ve
eleştirel kamu görevi yapabildiklerine
inanmaktadırlar.
akademia
Tablo 18: Çalışanlara
Medyanın Halktaki İmajı
32
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Çapraz Tablolar
Yazı işleri – haber müdür veya Yrd. Muhabir Yapımcı/Y
önetmen Kameram
an Editör / Köşe yazarı Sunucu / Spiker akademia
TOPLAM 33
Hangi Tür KİA’da Çalışmaktasınız
TV Ajans/
Radyo Gazete diğer TOPLAM f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % 6
46.2% 1 7.7% 6 46.2% 0
0.0% 13
100.0% 21.4% 25.0% 35.3% 0.0% 24.5% 6
35.3% 0 0.0% 7 41.2% 17
100.0% 21.4% 0.0% 41.2% 7
87.5% 25.5% 4
100.0
% 14.3% 3
50.0% 10.7% 2
40.0% 7.1% 28 52,80
% 100% 0 0.0% 0.0% 0 1 12.5% 5.9%
0 4
23.5% 100.0
% 0
0.0% 0.0%
0
0.0% 0.0% 0.0% 100.0% 0.0% 0 0.0% 0.0% 3 60.0% 75. % 4 0.0%
3 50.0% 17.6%
0 0.0% 0.0%
17 0.0%
0
0.0% 0.0%
0
0.0% 0.0%
4
7.5%
6
100.0% 11.3%
5
100.0% 9.4%
53
7,50% 32,10%
7,50% 100,00% 100% 100%
100%
100%
Yazı İşleri ve Haber Müdürü ve Yardımcıları 32.1% 8
100.0% 15.1%
4
Katılımcılardan
yönetici
statüsünde
bulunan yazı işleri-haber müdürleri ve
yardımcılarının
dağılımına
göre,
televizyonda 6 kişi, radyoda 1 kişi, gazetede
6 kişi iken Ajanslardan katılımcı yoktur.
Muhabir olarak televizyonda 6 kişi,
gazetelerde 7 kişi, Ajans ve/veya diğer kitle
iletişim araçlarında 4 kişi olup, radyodan
muhabir olarak çalışan katılımcı yoktur.
Yapımcı-yönetmen olarak televizyonda 7
kişi, gazetede 1 kişi olup diğer kitle iletişim
araçlarından katılımcı yoktur. Katılımcılar
arasında televizyonda çalışan 4 kameraman
vardır. Editör/köşe yazarı olarak çalışanların
3’ü televizyonda, 3’ü gazetelerdendir.
Sunucu ve/veya spikerlerin dağılımı ise
televizyonda 2 kişi, radyoda 3 kişi olup
diğer kitle iletişim araçlarında bu görevde
çalışan katılımcı yoktur. Buna göre
katılımcıların çoğunluğu muhabirlerden
oluşmaktadır.
TABLO 22: Cinsiyet Katılımcıların Cinsiyetlerine Göre Bulundukları Kadın f‐ Erkek Kurumlarda % f‐% Çalıştıkları Birimlere Göre Dağılımı Katılımcıların çalıştıkları birim Hangi Birimde Hangi Görevi Yapmaktasınız TABLO 21: Katılımcıların Çalıştıkları Medya Organındaki Görevlerine Göre Dağılımları Muhabir Yapımcı‐ Yönetmen Kameraman
Editör ‐ Köşe Yazarı Sunucu Spiker Toplam ‐ Toplam f ‐ % 3 10 13 23.1% 76.9% 100.0% 27.3% 23.8% 24.5% 4 13 17 23.5% 76.5% 100.0% 36.4% 31.5% 32.1% 1 7 8 12.5% 87.5% 100.0% 9.1% 16.7% 15.1% 0 4 4 0.0% 100.0% 100.0% 0.0% 9.5% 7.5% 0 6 6 0.0% 100.0% 100.0% 0.0% 14.3% 11.3% 3 2 5 60.0% 40.0% 100.0% 27.3% 4.8% 9.4% 11 42 53 20,80% 79,20% 100% 100% 100,00% 100% Katılımcıları oluşturan 17 muhabirden
13’ü erkek, 4’ü kadın, 13 kişiden oluşan yazı
işleri, haber müdürleri ve yardımcılarından
10’u erkek, 3’ü kadındır. Yapımcıyönetmenlerin 7’si erkek, 1’i kadındır.
Kameraman olarak çalışan 4 kişinin ve
editör-köşe yazarı olarak çalışan 6 kişinin
tamamı erkektir. Sunucu-spiker olarak
çalışanlarınsa 3’ü erkek, 2’si kadındır. Yerel
medyada erkek egemen bir yapı söz
konusudur.
Çalışanların Mesleklerini Gerçekleştirirken En Çok Karşılaştıkları Zorluklar TABLO 24: Katılımcıların Cinsiyetlerine Göre En Çok Karşılaştıkları Mesleki Zorluklar Kurum içi engellemeleri ve mücadeleleri Maddi imkânsızlıklar Cinsiyet Kadın
Erkek Toplam
f ‐ %
f ‐ % f ‐ % 1 14.3%
9,10%
0 0.0%
0,00%
4 36.4%
6 85.7% 14,30% 16 100.0% 38,10% 7 63.6% 7 100.0%
13,20%
16 100.0%
30,20%
11 100.0%
İş güvencesi yokluğuna bağlı motivasyon 36,40% 16,70% eksikliği Mesleğin 3 9 saygınlığının 25.0% 75.0% düşmesine bağlı karşılaşılan 27,30% 21,40% zorluklar 3 4 Herhangi bir 42.9%
57.1% zorluk yaşamamaktayım 27,30% 9,40% 11 42 Toplam 20,80% 79,20% 100,00% 100,00% 20,80% 12 100.0% 22,30% 7 100.0%
13,10% 53 100,00%
100,00%
TABLO 25: Aylık Gelir Yeniden Meslek İle Yaptıkları Seçme Durumunda Meslekten Memnun Meslek Tercihi Olma Durumu Bu Başka Arasındaki İlişki meslek meslek f‐%
f‐%
13
12
500 YTL ve 52.0%
48.0% altı 43,30%
52,20% 8
3
500‐750 YTL
72.7% 27.3% 26,70%
13,00% 4
5
751‐1000 44.4%
55.6% YTL 13,30%
21,70% 2
2
1001‐1500 50.0%
50.0% YTL 6,70%
8,70% 3
1
1500 YTL ve 75.0%
25.0% üstü 10,00%
4,30% 30
23
Toplam 56,60%
43,30% 100,00% 100,00% TOPLAM f ‐ % 25 100.0% 47,20% 11 100.0% 20,80% 9 100.0% 17,00% 4 100.0% 7,50% 4 100.0% 7,50% 53 100,00% 100,00% Katılımcıların aylık gelirlerine göre
yeniden
gazetecilik
mesleğini
seçip
seçmeyeceğini ortaya koymak üzere yapılan
ilişkilendirmeye göre, yeniden meslek seçme
durumunda kalınması halinde başka mesleği
seçeceklerin büyük çoğunluğu olan 12 kişi,
500 YTL ve altındaki aylık gelirine sahip
akademia
Katılımcıların gazetecilik mesleğine
yönelme nedenlerinin büyük bölümünü
oluşturan tesadüfen seçtim diyenlerin 15’i
erkek, 3’ü kadındır. Mesleğin saygınlığından
ötürü yönelenlerin 2’si erkek, 1’i kadın;
heyecan ve hareket için seçenlerin 12’si
erkek, 4’ü kadın; idealize edilmiş amaçlarla
seçenlerin 13’ü erkek, 3’ü kadındır.
Kurum içi engelleme ve mücadeleleri
meslekte karşılaştıkları en önemli güçlük
görenlerin 6’sı erkek iken 1’i kadındır.
Maddi imkânsızlıkları en önemli sıkıntı
görenlerin tamamının (16 kişi) erkek olması
ve bunu en önemli sıkıntı olarak görenlerin
arasında kadınların olmaması dikkat
çekicidir. Bunun yanında iş güvencesi
yokluğuna bağlı motivasyon eksikliğini en
önemli sorun görenlerin 7’si erkek, 4’ü
kadın; mesleğin saygınlığının düşmesine
bağlı karşılaşılan zorlukları sorunların
önceliği görenlerin 9’u erkek, 3’ü kadındır.
Herhangi bir zorluk yaşamadığını beyan
edenlerin ise: 4’ü erkek, 3’ü kadındır.
Alınan
cevaplar
içerisinde
özellikle
çalışanlar arasında kurum içi engellemeleri
ve mücadeleleri daha çok (%85,7) erkeklerin
yaşaması ve maddi imkânsızlığı kadınlar
arasında sorun olarak görenlerin olmaması
dikkat çekicidir.
Katılımcıların Aylık Gelirleri Katılımcıların Gazetecilik Mesleğini Seçme Nedenleri TABLO 23: Katılımcıların Cinsiyet Toplam
Cinsiyetleri İle Medya Kadın Erkek Sektörünü Seçme f ‐ % Nedenleri Arasındaki f ‐ % f ‐ % İlişki 3 15 18 Tesadüfen 16.7% 83.3% 100.0%
seçtim 27,30% 35,70% 34,00%
0 0 0 Aile geleneği ve çevre 0.0% 0.0% 0.0%
yönlendirmeleri 0,00% 0,00% 0,00%
1 2 3 Mesleğin 33.3% 66.7% 100.0%
saygınlığı 9,10% 4,80% 5,70%
4 12 16 Heyecan ve 25.0% 75.0% 100.0%
hareket 36,40% 28,60% 30,20%
3 13 16 İdealize edilmiş 18.8% 81.3% 100.0%
amaçlarla 27,30% 31,00% 30,20%
11 42 53 Toplam 20.8% 79,20% 100,00%
100.0% 100,00% 100.0%
34
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
kişilerden oluşmaktadır. Bunun yanında 500
YTL ve altı aylık gelirine sahip 13 kişinin
yeniden bir meslek seçme durumunda
kalsalar aynı mesleği seçme yoluna
gidecekleri basın sektöründe başka motive
edici
unsurlara
sahip
olduklarını
göstermektedir. Bununla birlikte 500-750
YTL arasında aylık gelirine sahip
katılımcılardan 8 kişi yine bu mesleği
seçeceğini,
3
kişi
başka
mesleğe
yöneleceğini belirtmişlerdir. 751-1000 YTL
gelir grubuna sahip 4 kişi bu mesleği, 5 kişi
başka mesleği; 1001-1500 YTL arasında
geliri olanlardan 2 kişi bu mesleği, 2 kişi
başka mesleği seçeceğini söylerken, 1500
YTL ve üstü gelire sahip 4 kişiden 3’ü bu
mesleği, 1 kişi de başka mesleğe
yöneleceğini bildirmiştir. Bu durum,
katılımcılar için aylık gelirinin şu andaki
meslek
seçimlerine
yönelik
memnuniyetlerinde önemli bir unsur
olduğunu göstermekle birlikte tek başına bir
etken olmadığını ortaya koymuştur.
akademia
Katılımcıların Aylık Gelirleri Çalışanların Mesleklerini İcra Ederken En Çok Karşılaştıkları Zorlukları TABLO 26: Katılımcıların İş Mesleğin Aylık Geliri güvencesi saygınlığının Herhangi bir İle Diğer Kurum içi Maddi yokluğuna düşmesine engellemeleri zorluk TOPLAM
Mesleki imkânsızlıklar
bağlı bağlı mücadeleleri yaşamamaktayım Zorlukları motivasyon karşılaşılan Arasındaki eksikliği zorluklar İlişkisi f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % 3 9 5 5 3 25 500 YTL ve 12,00% 36,00% 20,00% 20,00% 12,00% 100,00%
altı 42.9% 56,30% 45,50% 41,70% 42,90% 47,20% 2 3 3 2 1 11 500‐
750 18,20% 27,30% 27,30% 18,20% 9,10% 100,00%
YTL 28,60% 18,80% 27,30% 16,70% 14,30% 20,80% 1 1 1 3 3 9 751‐
11,10% 11,30% 11,10% 33,30% 33,30% 100,00%
1000 YTL 14,30% 6,30% 9,10% 25,00% 42,90% 17,00% 0 3 1 0 0 4 1001‐
1500 0.0% 75,00% 25,00% 0,00% 0,00% 100,00%
YTL 0,00% 18,80% 9,10% 0,00% 0,00% 7,50% 1 0 1 2 0 4 1500 YTL ve 25,00% 0,00% 25,00% 50,00% 0,00% 100,00%
üstü 14,30% 0,00% 9,10% 16,70% 0,00% 7,50% 7 16 11 12 7 53 Toplam 13,20% 30,20% 20,80% 22,60% 13,20% 100,00%
100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00%
35
TABLO 26: Katılımcıl
arın Aylık Geliri İle Diğer Mesleki Zorlukları Arasında
ki İlişkisi f ‐ % f ‐ % 3 9 500 36,00
YTL 12,00% % ve 56,30
altı 42.9% % Katılımcıların Aylık Gelirleri Mesle
ğin saygın
lığının düşm
esine bağlı karşıl
aşılan zorluk
lar Herha
ngi bir zorluk yaşam
amakt
ayım T O P L A M f ‐ % f ‐ % f ‐ % f ‐ % 5 5 3 25 20,00
% 45,50
% 20,00
% 41,70
% 12,00
% 42,90
% 100,00
% 3 2 1 11 27,30
% 27,30
% 18,20
% 16,70
% 9,10% 100,00
% 14,30
% 20,80%
İş güven
Kurum cesi içi Maddi yoklu
engelle imkân ğuna meleri sızlıkl bağlı mücad
ar motiv
eleleri asyon eksikli
ği 2 3 500
27,30
‐
18,20% % 750 18,80
YTL 28,60% % 1 1 1 3 751
‐
11,30 11,10 33,30
100 11,10% % % % 0 25,00
14,30% 6,30% 9,10% YTL % 100
1‐
150
0 YTL 0 0.0% 0,00% 3 1 75,00
% 18,80
% 25,00
% 0 Toplam 16 30,20
13,20% % 100,00 100,0
% 0% 3 9 33,30
% 42,90
% 100,00
% 0 17,00%
4 0,00% 0,00% 100,00
% 9,10% 0,00% 0,00% 7,50% 150
1 0 1 2 0 YTL 25,00% 0,00% 25,00 50,00
% % ve 16,70
üst
14,30% 0,00% 9,10% % ü 7 47,20%
0 4 0,00% 100,00
% 0,00% 7,50% 11 12 7 53 20,80
% 100,0
0% 22,60
% 100,0
0% 13,20
% 100,0
0% 100,00
% 100,00
% Radyoda çalışanlardan 1 kişi rahatsız edici
olduğunu düşünürken, 3 kişi ilişkinin iç içe
geçmediğini ve ilişkinin hiç olmamasındansa,
olmasının daha iyi olduğunu düşünmektedir.
Gazete çalışanlarının 13’ü bu ilişkilerin
içeriğini olumsuz bir düzlemde ve mesleğe
zarar verici durumda görürken, 4 kişi daha
ılımlı bir yaklaşım açısı getirmiştir. Bunun
yanında ajans ve diğer kitle iletişim
araçlarında çalışanlardan 2 kişi ilişkileri
olumsuz bir yapıda gördüğünü söylerken, 2
kişi ilişkileri olumsuz nitelendirilebilecek bir
yapıda görmemiştir. Bu sonuçlara göre, Elazığ
ilinde özellikle televizyon ve gazetede çalışan
basın mensupları bu ilişkilerin olumsuz
düzlemde olduğunu düşünmektedir.
Yaptığınız Habercilik Karar TABLO 28: Verici Organları Etkilemekte Katılımcıların midir? Çalıştıkları Kitle İletişim Aracı Kesinlikle Hiçbir Türüne Göre etkili etkisi TOPLAM Yaptıkları olmaktadır yoktur Haberlerin Karar Verici Organları Etkileyip f ‐ % f ‐ % f ‐ % Etkilemediğine Dair Kanaatleri 17 11 28 Televizyon 60,70% 39,30% 100,00% 42,50%
84,60% 52,80% 3 1 4 Radyo 75,00% 25,00% 100,00% 7,50%
7,70%
7,50% 16 1 17 Gazete 94,10% 5,90% 100,00% 40,00%
7,70%
32,10% 4 0 4 Ajans/diğer 100,00% 0,00% 100,00% 10,00%
0,00%
7,50% 40 13 53 Toplam 75,50%
24,50% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% akademia
Çalışanların Mesleklerini İcra Ederken En Çok Karşılaştıkları Zorlukları Haber seçiminde kullanılan siyasal ya da
ideolojik yaklaşımlar bile artık temelde medya
kuruluşlarının ekonomik kaygılarının sonucu
(Şeker, 1999, 36) olmuştur. Katılımcıların
çalıştıkları kurumlara göre medya-siyasetsermaye ilişkisine bakış açısını ölçmeye
yönelik yapılan değerlendirmeye göre, rahatsız
edici ve var olan ilişkinin mesleği temelden
sarstığını ve zarar verdiğini düşünenlerin
sayısı 18 kişidir. Bunun yanında ilişkinin iç içe
geçmediğini ve ilişkiyi ne seviyede olursa
olsun gerekli görenlerin sayısı 10’dur.
Katılımcıların Çalıştığı KİA Türü Çalışanların mesleklerini icra etmelerinde
karşılaştıkları zorluklarda aylık gelirlerinin
etmen olup olmadığını ortaya koymak
amacıyla yapılan çaprazlamada, maddi
imkansızlıkları en önemli ve zorluk olarak
belirtenlerin oranı katılımcıların büyük
çoğunluğunu oluşturmaktadır. Buna göre;
500 YTL ve altı gelir seviyesine sahip 9 kişi
maddi imkansızları en önemli zorluk olarak
vurgularken, aynı gelir seviyesine sahip 3
kişi mesleklerini icra ederken maddi
imkansızlıklar dahil herhangi bir zorluk
yaşamadıklarını belirtmişlerdir.
36
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Elazığ’da çalışan basın mensuplarının
yaptıkları haberlerle karar verici organları
etkileyip
etkileyemediklerine
yönelik
düşüncelerini öğrenmek amacıyla sorulan
soruya farklı medyalarda çalışanlar arasında
bir görüş farklılığı olup olmadığını
belirlemek üzere çaprazlama yapılmıştır.
Buna göre, televizyon çalışanlarından 17
kişi etkili olduğunu, 11 kişi etkisinin
olmadığını; radyo çalışanlarından 3 kişi
etkili olduğunu, 1 kişi etkisi olmadığını,
gazete çalışanlarından 16 kişi etkili
olduğunu, 1 kişi etkili olmadığını ve ajans
çalışanlarının tamamını oluşturan 4 kişi
etkili olduğunu belirtmişlerdir. Bu sonuçlara
göre, özellikle gazete, radyo ve ajans
çalışanları yaptıkları haberciliğin karar
verici organları etkilediğine inanmaktadır.
Televizyon
çalışanlarının
büyük
bir
çoğunluğu olan 17 kişi yaptıkları
haberciliğin
karar
verici
organları
yönlendirdiğine inanırken, 11 kişi aksi görüş
dile getirmiştir.
akademia
Hangi Birimde Hangi Görevi Yapmaktasınız TABLO 29: Katılımcıların Çalıştıkları Departmana Göre Elazığ’da Medya, Siyaset, Sermaye İlişkisinin Durumuna Dair Kanaatleri 37
Yazı işleri – haber müdür / Yrd. Muhabir Yapımcı/Yönetmen Kameraman Editör / Köşe yazrı Sunucu / Spiker Toplam Gazete
yayıncıları,
genel
yayın
yönetmenleri, gazeteciler, hepsi de iletişim
kanallarını
kendi
amaçlarına
göre
denetlemek
ve
ellerinde
tutmak
istemektedirler (Tokgöz, 2003, 63). Bu
ilişkilerin içeriği ve boyutu kitle iletişim
araçlarının çeşidine göre değişebildiği gibi,
hem içerik hem de ilişki açsından bu
kurumların değişik birimlerinde çalışanlara
göre de değişiklik gösterebilmektedir. Bu
çerçevede sorulan soruya katılımcılardan
yazı
işleri-haber
müdürleri
ve
yardımcılarından oluşan 10 kişinin 6’sı
Elazığ’daki medya-siyaset-sermaye ilişkisini
rahatsız edici, 4’ü bu sistemler arasındaki
ilişkinin meleğe zarar verici boyutta
olduğunu söylerken 3 kişi de ilişkinin
rahatsızlık verecek derecede iç içe
geçmediğini ancak ilişkinin bir şekilde
varlığına inanmaktadır.
En dikkat çekici sonuçlar haberin
toplanması, yazılması sürecinde en etkin
kesimi
oluşturan
muhabirlere
aittir.
Muhabirlerin 13 kişisi bu ilişkilerin
Sizce Elazığ’da Medya‐Siyaset‐Sermaye İlişkisi Nasıl
içeriğini rahatsız edici ve mesleğe
Var olan İlişkilerin iç zarar verici olarak nitelerken, 4 kişi
ilişkinin içe İlişkinin mesleği geçmediğini olmamasıdansa rahatsız edici seviyede olmadığını
Rahatsız temelden ve rahatsız olmasının Toplam ve ilişkinin varlığının gerekliliğine
edici sarstığını edici gereğine inandığını belirtmiştir. Yapımcıve seviyede inanıyorum yönetmenlerden ilişkiyi rahatsız
bitirdiğini olmadığını f ‐ %
f ‐ % f‐%
f‐%
f‐%
edici olarak nitelendiren yoktur.
6 4 2
1
13
Bunun yanında ilişkinin içeriğini
46,20% 30,80% 15,40% 7,70% 100,00%
rahatsız edici olarak nitelendiren 3
27,30% 33,30% 18,20% 12,50% 24,50% kişidir. Yapımcı-yönetmenlerden 5
11
2 3
1
17
64,70% 11,80% 17,60% 5,90% 100,00% kişiyse bu ilişkileri ilkesiz bir
50,00% 16,70% 27,30% 12,50% 32,10% şekilde iç içe geçmediğini ve bu
0 3 2 3 8 ilişkinin
varlığının
gereğine
0,00% 37,50% 25,00% 37,50% 100,00%
inandıklarını
belirtmişlerdir.
0,00% 25,00% 18,20% 37,50% 15,10% Kameramanlardan
2
kişi medya2 0 2 0 4 siyaset-sermaye
ilişkisini
rahatsız
50,20% 0,00% 50,00% 0,00% 100,00%
edici
olarak
nitelerken,
2 kişi
9,10% 0,00% 18,20% 0,00% 7,50% ilişkilerin iç içe geçmediğini
2 2 1 1 6 33,30% 33,30% 16,70% 16,70% 100,00% belirtmişlerdir. Sunucu spikerlerden
9,10% 16,70% 9,10% 12,50% 11,30% 1 kişi rahatsız edici, 1 kişi ilişkilerin
1 1 1 2 5 mesleğin
temellerini
bozacak
20,00% 20,00% 20,00% 40,00% 100,00%
nitelikte
olduğunu,
1
kişi
ilişkilerin
4,50% 8,30% 9,10% 25,00% 9,40% iç içe geçmediğini belirtirken 2 kişi
22 12 11 8 53 41,50% 22,60% 20,80% 15,10% 100,00% de bu ilişkilerin bir şekilde olması
100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% gerektiğini vurgulamıştır.
Özellikle popüler kitle gazetelerinin
tercih ettiği sansasyonel çizgi, sokaktaki
adamın gazetecilik yapan kitle iletişim
araçlarına olan güvenini yitirmesine neden
olmuştur (Tokgöz, 2003, 62). Yerel
medyanın kamuoyu ile arasında güven
bunalımını sadece bu sansasyonel çizgi
düzlemiyle açıklamak eksik bir yaklaşım
olacaktır. Ankete katılanlardan yaklaşık her
dört kişiden biri (%26.4) halkın yerel
medyaya bakışının olumsuz olduğunu
düşünmektedir. Bu olumsuz düşünenlerin
%42.90’ı yerel medyanın karar verici
organlar üzerinde etkili olduğunu söylerken,
%57.10’u ise etkili olmadığını belirtmiştir.
Buna göre tüm katılımcıların %6.50’si yerel
medyanın hem halkın gözünde iyi bir
itibarının olmadığını hem de karar verici
organlar
üzerinde
bir
etkisinin
bulunmadığını
düşünmektedir.
Tüm
katılımcıların %85,0’ı ise medyanın hem
halkın gözünde iyi bir itibarının olduğunu
hem de yaptıkları haberlerin karar verici
organların
dikkatini
çektiğini,
etkili
olduğunu belirtmektedirler.
Sonuç ve Öneriler
Elazığ ölçeğinde alan araştırmasına
dayalı yapılan bu çalışmada, yerel medya
çalışanlarının mesleklerinde gördükleri
sorunlardan hareketle sektörün sorunsalları
tartışılmıştır. Bu kapsamda çalışanların
sosyo-demokrafik
özellikleri,
iletişim
fakültesi mezunlarına yaklaşım açıları,
mesleklerini
yaparken
karşılaştıkları
zorluklar, gazetecilik mesleğine ilişkin
görüşleri, yerel gazeteciliğin mevcut durumu
ve gazetecilerin meslekten beklentileri tespit
edilmiştir. Ayrıca çalışanların siyaset,
sermaye ilişkisine dair yerel medyanın
nesnellik-yanlılık
tutumu
kendi
değerlendirmelerinden tartışılmıştır. Tüm bu
sorunlar yapılandırılmış (formel) görüşme
tekniğiyle araştırılmıştır sonuçlar frekans
analiziyle tartışılmıştır.
Çalışanların çoğunluğu (% 70,9) 35 yaş
ve altı yaş aralığında olup genç bir kitleden
oluşmaktadır.
Ankete
katılan
sektör
çalışanlarının çoğunluğunun erkek olması
erkek egemen bir medyanın varlığına işaret
etmektedir. Elazığ ilinde çalışanların eğitim
durumlarına baktığımızda yerel medyada
yaşanan kalifiye eleman sıkıntısı dikkat
çekmektedir.
Ayrıca,
çalışanlardan
hiçbirinin İletişim Fakültesi mezunu
olmadığı gözlemlenmiş (Tablo 6),
ve
katılımcılardan çoğunun meslekle ilgili
hiçbir eğitici süreçten geçmediği (Tablo 7)
tespit edilmiştir. Bu durum, yerel basının
kalifiye ve eğitimli eleman durumunu gözler
önüne
sermektedir.
Bunun
yanında,
habercilik yapmak için akademik eğitimi
önemsiz görenlerin oranı %52,8’ dir (Tablo
15). Bu noktada İletişim fakültelerinin bu
algıyı neden ve sonuçlarıyla önemsemesi ve
dikkate alması gerekmektedir.
Yerel medyanın en önemli sıkıntılarından
biri ekonomik gelir ve sosyal haklarıyla
ilgilidir.
Katılımcıların
büyük
bir
çoğunluğunun (%47,2) 500 YTL ve altı
aylık gelirle çalıştığı, % 20,8’inin ise 500750 YTL aralığında aylık gelire sahip
olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda,
katılımcıların aylık gelirlerinin meslekteki
memnuniyetlerine etkisini ortaya koymak
amacıyla yapılan ilişkilendirmeye göre,
yeniden meslek seçme durumunda kalınması
halinde başka mesleği seçeceklerin büyük
çoğunluğu olan 12 kişi, 500 YTL ve
altındaki aylık gelirine sahip kişilerden
oluşmaktadır (Tablo 25). Bu durum,
katılımcılar için aylık gelirinin mesleki
doyumlarında önemli bir unsur olduğunu
akademia
Çalışanlara Göre, Halkın Yerel Medyaya Bakış Açılarına Dair Görüşleri TABLO 30: Katılımcılara Yerel Kapsamda Yaptığınız Habercilik Göre Yapılan Karar Verici Organları Etkilemekte Haberciliğin Karar Verici midir? Organlar Üzerindeki Etkisi İle Halkın Yerel Etkili Etkili Gazete ve Gazetecilere Toplam Bakış Açısı Arasındaki Olmaktadır Olmamaktadır İlişki. f ‐ % f ‐ % f ‐ % 34 5 39 Olumlu 87,20% 12,80% 100,00% 85,00% 38,50% 73,60% 6 8 14 Olumsuz 42,90% 57,10% 100,00% 15,00% 6,50% 26,40% 40 13 53 Toplam 75,50% 24,50% 100,00% 100,00% 100,00% 100,00% 38
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
göstermekle birlikte tek başına bir etken
olmadığını da ortaya koymuştur. Buna göre,
tüm yerel basın sorunsalı olarak karşımıza
çıkan çalışanlar ve onlara uygulanan düşük
maaş uygulaması Elazığ basınında çalışan
personelin de önemli bir sorunudur.
Alınan cevaplar içerisinde özellikle
çalışanlar arasında kurum içi engellemeleri
ve mücadeleleri daha çok (%85,7) erkekler
yaşamaktadır. Ayrıca, katılımcıların bu
mesleğe yönelme nedenlerini belirlemek
üzere yöneltilen soruya verilen cevapların
büyük çoğunluğu katılımcıların, mesleği
tesadüfen (%34) seçtiğine işaret etmektedir.
Bunu heyecan ve hareket (%30,2) amacıyla
seçenler takip etmektedir (Tablo 12). Bu
oranlar oldukça dikkat çekicidir. Keza,
sorunlar daha mesleği seçme sürecine ve bu
süreçteki niyete dayanmaktadır.
akademia
Katılımcılardan
31
kişi
(%58,5)
mesleklerini yaparken sorun çözüyor
olmalarını meslekten aldıkları temel haz
olarak vurgulamışlardır. Bunun yanında,
mesleğin
prestiji
ve
getirilerinden
yararlanmak gibi ilkesiz bir tutumdan mutlu
olanların oranı (%3,8) oldukça azdır
(Tablo 19). Katılımcılardan 40 kişi (%75,5)
yerel anlamda yaptıkları gazetecilik ve
haberciliğin karar verici organlar üzerinde
etkisi olduğunu belirtirken, 13 kişi (%24,5)
etkili olmadığını belirtmiştir (Tablo 20).
Yerel gazete çalışanlarının karar vericiler
üzerinde etkin olduklarına inanmaları
mesleğin
etkinliğini
de
beraberinde
getirmektedir.
39
Yerel medya sektöründe çalışanların
büyük bir çoğunluğu yaptıkları işten
memnun değildirler. Çalışanlara göre
sektör, maddi getirisi düşük, sosyal
güvencesi olmayan, çalışma açısından kötü
şartların çok olduğu, mesleki doyumu az ve
itibarı ve imajı kötü bir sektördür. bu
nedenlerle çalışanların mutsuz olduklarını
ve
yaptıkları
işten
doyum
sağlayamadıklarını, bir daha meslek seçme
durumlarında başka mesleği seçmek
isteğinde olduklarını söylemişlerdir (Tablo
13 ve Tablo 14).
Çalışanlardan büyük bir çoğunluğu
sektörlerinin nesnellik, yanlılık nosyonları
açısından yeterince iyi bir yapı ve düzeyde
olmadığını belirtmişlerdir. bu çerçevede
medya-siyaset-sermaye ilişkisini ve bu
ilişkilerin içeriğini olumsuz bir yapıda
gördüklerini belirtmişlerdir (Tablo 16).
Ayrıca araştırmaya katılan her dört
çalışandan biri halkın yerel medyaya bakış
tarzını olumsuz olarak nitelemiş, yerel
medyanın imaj sorunu olduğuna işaret
etmişlerdir (Tablo 18). Bu bir sorundur ve
araştırmanın içeriğinde belirtildiği üzere
önemli sorunlardan biridir. Ayrıca bu durum
sonuç gibi görülmesine rağmen artık neden
olarak karşımızda duran beraberinde farklı
sorunları peşi sıra getiren bir yargıdır. Keza
bu yargının temelinde, yerel medyanın
varlığını, makaslama ya da masa başı
haberlerle resmi ilan veya menfaat elde
etmeye dayandıran anlayış vardır. Keza,
yerel medyanın yayın yaptıkları bölgeye
yapmış olduğu katkılar ve hizmetlerinin
kimi durumlarda bu yargının gölgesinde
kalabilmesi muhtemeldir.
Ayrıca, tüm bu sorunlarla birlikte gazete
okuma oranının düşük olması, yerel
medyanın teknolojilerden akılcı bir şekilde
yararlanmaması, niteliksiz işçi çalıştırılması,
çalışanların eğitimine önem verilmemesi,
genel anlamda tüm yerel medyanın sorunları
olduğu gibi Elazığ medyasının da sorunudur.
Bunun yanında, okuyucunun-dinleyicininizleyicinin renkli ve kaliteli baskıyagörüntüye-sese sahip, aynı zamanda haber
açısından daha yoğun olan ve son
zamanlarda bölge-yöre sayfaları da yapan
ulusal medyayı,
yerel medyaya tercih
etmesi de bir sorundur.
Ayrıca, eleman yetersizliği hatta mevcut
çalışanların büyük bir kısmının da düşük
ücretle çalıştırılan ve kalifiye olmayan
elemanlardan oluşması özellikle dikkat
edilmesi gereken bir sorundur. Bu noktada
İletişim Fakülteleri’nden mezun olan
profesyonel elemanların istihdamı bu basın
kuruluşlarına
ayrıcalık
ve
kalite
kazandıracaktır. Bu sorunlar detaylara
girildiğinde arttırılabilir. Ancak yerel
Kaynakça
Altun,
A.
(2005).
Yerel
Medya
Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve
Yerel Medya Enstitüsü. İletişim
Araştırmaları Dergisi, 3(1-2), 75-104,
Erişim:
18.05.2009,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/2
3/667/8497.pdf.
Altuğ, Z. ve Er, A. (t.y.). Haberde
Tarafsızlık ve Nesnellik Çerçevesinde
Ateş
Hattı
Programı,
Erişim:
05.09.2008,
http://ilef.ankara.edu.tr/id/yazi.php?ya
d=800.
Arslan, B. (1999). Yerel Basın Örgütlerinde
Örgütsel İletişimin Rolü ve Önemi.
Eskişehir:
Anadolu
Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 82-83.
Demirsoy, A. ve Ayhan, B. (2005).
1960’dan Günümüze Konya’da Yerel
Gazetecilik. Selçuk
Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Sayı 14, 131-156.
Ankara: Konrad
Yayınları.
Adenauer
Vakfı
Girgin, A. (1997). Cumhuriyet Döneminde
Türkiye’deki Yerel Basının Gelişmesi,
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Girgin, A. (2001). Türk Basın Tarihinde
Yerel Gazetecilik. İstanbul: İnkılap
Kitapevi.
Hofsetter C.R., ve Buss T.F.’den aktaran
Hackett,
R.
A.
(1998).
Bir
Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber
Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve
Nesnellik. (Ayşe İnal, Çev.). Ankara:
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi.
http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=veritbn&
kelimesec=286864.Erişim:
01.01.2009.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Off_the_record.
Erişim: 01/01/2009
Ilgaz,
C. (2003). Türkiye’de Yerel.
Gazetecilik.İletişim
Fakültesi
Dergisi,Sayı:16, İstanbul.
İnuğur, N. (1999). Basın Yayın Tarihi.
İstanbul: Der Yayınları.
Özgen, M. (2004). Türkiye’de Basının
Gelişimi ve Sorunları, İstanbul:
İletişim Fakültesi Yayınları.
Schlapp, H. (2002). Gazeteciliğe Giriş,
İstanbul: Konrad Adenauer Vakfı
Yayınları.
Schneider, W. ve Paul-Josef, R. (2002).
Gazetecinin El Kitabı. (Işık Aygün,
Çev.). İstanbul: İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Yayınları.
Erdoğan, İ. (2006). Türkiye’de Ulusal ve
Yerel
Gazetelerin
Habercilik
Anlayışları. Selçuk
Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi. 51-64.
Sözen, E. (2004). “Yerel Medya Ne Kadar
Yerel”. X. Yerel Medya Eğitim
Seminerleri. 20-21 Şubat Kayseri,
Ankara: Basın Yayın Enformasyon
Genel Müdürlüğü Yayınları. 107-112.
Faraç, M. (1999). “Türkiye’deki Yerel Basın
Hakkında Genel Bilgi”, Türkiye ve
Almanya’da
Yerel
Gazetecilik,
Şeker, M. (2005). Yerel Gazeteler ve Resmi
İlan, Selçuk
Üniversitesi İletişim
Fakültesi Dergisi, Sayı:1, 101-115.
akademia
medyaya ilişkin, ilgili kesimlerce sorunsallar
ve çözüm yolları yıllardır tekrarlanmasına
rağmen bu sorunların içeriği ve şiddetinde
bir değişiklik olmaması da dikkat çekicidir.
Bu nedenledir ki çalışmanın başlığı
sorunsal’la nitelenmiştir. Çünkü Türk Dil
Kurumu
sözlüğünde
(tdkterim.gov.tr)
sorunsal kavramı çözümü belli olmayan,
problematik olarak tanımlanmıştır. Sorunsal
kapsamında tüm aktarılan sorunlar kadar,
tekrarlanan bu sorunların dikkate alınıp
köklü değişikliklere gidilmemesi sorunu da
yerel medyanın gelişmesinin önünde bir
problem olarak durmakta ve sorunsalın bir
parçası olmaktadır.
40
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Terkan, B. (2008). Basın ve Siyaset
İlişkisinin Gündem Belirleme Modeli
ÇerçevesindeBirAnalizi,Erişim:20.11.2
008,www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak
/makaleler%5CBanu%20TERKAN%5CT
ERKAN,%20BANU.pdf
Tokgöz, O. (2003). Temel Gazetecilik.
Ankara: İmge Kitapevi.
Topuz, H. (2003). II Mahmut’tan
Holdinglere Türk Basın Tarihi.
İstanbul: Remzi Kitapevi.
Ulusoy, B. (2003). Türkiye’de Yerel Basının
Sorunları ve Çözüm Önerileri. İletişim
Fakültesi Dergisi, Sayı:18, İstanbul
akademia
Varlık, B. (1999). “Osmanlı Dönemi Türkçe
Yerel
Basını
Üzerine
Bazı
Gözlemler”, Osmanlı Basın Yaşamı
Sempozyumu,
Ankara:
Gazi
41
Üniversitesi
Yayınları.
İletişim
www.tgc.org.tr/bildirge.html,
05.12.2008
Fakültesi
Erişim:
Yıldırım, Y. (1997). Elazığ Basının Öncüsü
Mamuratül-Aziz Gazetesi. Ankara:
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayınları.
Yüksel, İ. (1992). Habercilikte Devlet Tekeli
ve Anadolu Basını. Yerel Basın
Kurultayı Bildiriler, Yerel Basın
Kurultayı Dizisi: 1, Adana: Çukurova
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
KAMUOYUNUN BİLGİLENDİRİLMESİNDE YAZLI BASININ HABER
BAŞLIKLARI: BİR ÖRNEK OLAY İNCELEMESİ
Nural İmik Tanyıldızı∗
Özet
Kamuoyu duyarlı hale geldiği ve farkına vardığı olaylar karşısında oluşmaktadır.
Kamuoyunu bilgilendirip, olayları algılamasını sağlama görevinin büyük bir bölümünü
günümüzde kitle iletişim araçları yapmaktadır. Yazılı basının kamusal görevlerinin başında,
temel işlevi olan bilgi verme görevi gelmektedir. Çağımızda, özellikle siyaset kurumu başta
olmak üzere, karar verme yetkisine sahip hiçbir kurum ve kuruluş, kamuoyu adı verilen
halkın genel kanaatinden bağımsız faaliyet gösterememektedir. Bu nedenle kamuoyunu
oluşturan en önemli araçlardan biri olan yazılı basının halkı bilgilendirirken, gerekli özeni
göstermesi gerekmektedir.
Araştırmanın amacı; Türkiye’de kamuoyunun bilgilendirilmesinde yazılı basının
rolünün bir örnek olay üzerinden açıklamaya çalışmaktır. Yöntem olarak Van Dijk’ın söylem
analizine başvurulmuştur. Bu nedenle Türkiye’de bulunan farklı görüşleri yansıttığı
düşünülen üç ulusal gazete; Cumhuriyet, Zaman ve Hürriyet seçilerek, “Adalet ve Kalkınma
Partisi’ne kapatma davası açılması” haberinin gazete başlıklarında nasıl sunulduğu analiz
edilmiş; bu bağlamda Türk kamuoyu’nun bilgilendirilmesinde yazılı basının rolünün ne
olduğu açıklanmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Yazılı Basın, Kamuoyu, Basın ve Siyaset, Manşet
PRESS HEADLINES INFORMING THE PUBLIC OPINION: A CASE STUDY
Abstract
Public opinioun occurs against of the events which was realized and sensed. Mass
media has a big role to informed of the public opinioun and the events can be sensed by
public opinioun with mass media. A head of the first duty of the press is to informed.
Nowadays, institutes that have an arbitrament expecially politics intitute dosn’t behave from
without publıc opinioun. So press that is one of the importat tools which to form the public
opinioun can be care when it informed of the public.
The aim of the this study is to explain of the role of the press to informed of the public
opinioun with useing a one model event. It use analysis of the Van Dijk. For this it is
choosen three different newspapers in Turkey; “Cumhuriyet, Zaman, Hürriyet”. The
headlines of the press that about The Party of Adalet ve Kalkınma are analysed and it tries to
explain the role of the headlines of the press to informed of the public opinioun.
akademia
Key Words: Press, Public Opinioun, Press and Politics, Headine
∗
Arş. Gör., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
42
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
Kamuoyu toplumsal yaşantının her
döneminde
varlığını
ve
önemini
hissettirmiştir. Kamuoyu, karar yetkisine
sahip
toplumun
bütün
kurum
ve
kuruluşlarını etkilemektedir. Kimilerine göre
oldukça etkili, kimilerine göre ise bir
kurgudan ibaret olan kamuoyunun geçmişi
çok eskilere dayanmaktadır. 19. yüzyıla
kadar, daha çok bireysel bir güç olarak
görülen kamuoyu, bu dönemden sonra
kamusal yaşamda önemli bir güç olarak
görülmeye başlanmıştır. Nüfusun kentlerde
yoğunlaşması,
çalışma
koşullarının
güvensizliği, bunalım ve savaş tehlikeleri,
kitle iletişim araçlarının gelişmesi bu
durumun en önemli nedenidir (Domenach,
1995, 19–21).
akademia
İletişim teknolojisindeki gelişmelere
paralel olarak hedef kitlesi her geçen gün
daha da genişleyen basın organları,
kamuoyu oluşum sürecinde oldukça önemli
bir görev üstlenmektedir. Bu görevlerden
biri de halkı bilgilendirmedir.
43
Kitle iletişim araçlarında özellikle yazılı
basında bilgilendirme ve haber verme görevi
yerine getirilmeye çalışılırken en önemli
nokta metne yüklenen ideoloji ve anlamdır.
Bu durum basın için hazırlanan metinlerin,
diğer metin türlerinden daha sorunlu
olmasına neden olmuştur. Haberlerdeki
sözcük seçimleri ve cümle yapıları önemlidir
(Dursun,2001,
58–70).
Her
gazete
desteklediği politik görüşe halkın desteğini
sağlamak için bilgi verirken belirli bir
politik duruş sergilemektedir (Poyraz, 2002,
13). Basının giderek holdingleşmesi ve
siyaset kurumuyla karmaşık ilişkiler içine
girmesi üzerine 1970’li yıllarda ortaya
ekonomi politik yaklaşım çıkmıştır. Bu
yaklaşım basın işletmelerinin mülkiyet
yapılarını incelemekte ve bu yapılanmanın
basın siyaset ilişkisine olası etkilerini
incelemektedir.
Ekonomi
politikçiler
basında
yaşanan
tekelleşme
olgusu
sonucunda, bilgi akışının ekonomik ve
siyasal iktidarların çıkarına hizmet eder hale
geldiğini savunmaktadır (Öksüz, 2007, 72).
Yazılı basın meşruluğunu halkın
gerçekleri öğrenme yönünde sergilemiş
olduğu kamusal hizmetten almaktadır. Bu
nedenle elindeki bu gücü kamuoyu
oluşturmak amacıyla haberi uyarlayarak
kendi
çıkarları
doğrultusunda
kullanmamalıdır(Öksüz, 2007, 71). Haber
sunumlarında mesleki ahlak ilkelerine
uyulmalıdır.
Kamuoyunun
bilgilendirilmesinde önemli bir role sahip
olan yazılı basının bilgilendirme işlevini
yerine getirirken üzerine düşen görevi ne
şekilde yaptığı önem arz etmektedir. Bu
çalışmanın
amacı
da
kamuoyunun
bilgilendirilmesinde yazılı basının haber
başlıkları rolünün örnek bir olay üzerinden
ortaya konulmasıdır.
Yapılan kaynak araştırmasında konuyla
ilgili olarak Gül Kaya tarafından 1988
yılında yazılan “Türkiye'de Kamuoyunun
Oluşumunda Yazılı Basın ve Tarafsızlık
İlkesi” konu başlıklı yüksek lisans tezine ve
Ali Rıza Taban tarafından 1995 yılında
yazılan “Kamuoyu Oluşturmada Kitle
İletişim Aracı Olarak Yazılı Basının Rolü ve
Konya Yerel Basını Üzerine Örnekler” konu
başlıklı yüksek lisans tezine ulaşmak
mümkündür. Bunlar konuyla yakından
ilişkili olan çalışmalardır. Genel olarak bu
alanda yapılan diğer bilimsel çalışmaların
özellikle kamuoyu ve yazılı basının
kamuoyuna etkileri ile sınırlı kaldığı
gözlemlenmiştir. Ayrıca yapılan yayınların
daha çok bir olayın basındaki sunumu
şeklinde olduğu görülmektedir (Bulut ve
Yaylagül, 2004). Bu çalışmada ise
diğerlerinden farklı olarak bir örnek olay
üzerinden yazılı basındaki haber başlıkları
incelenerek kamuoyunun ne şekilde
bilgilendirildiği
ortaya
konulmaya
çalışılmıştır.
Çalışmada
öncelikle
kamuoyu
kavramından bahsedilmiştir. Daha sonra
kamuoyunun oluşum sürecinde yazılı basın
ele alınarak, kamuoyu ve basın ilişkisi
açıklanmaya çalışılmıştır. Ardından basının
bilgilendirme işlevi kamuoyunu etkilemesi
açısından ele alınmaya çalışılmıştır.
Araştırmanın genel çerçevesi çizilerek, ele
Kamuoyu Kavramı
Kamuoyu, kapsam ve yapı itibari ile
kamu ve oy kelimelerinin birleşiminden
oluşmaktadır. Bu yapı içerisinde karşımıza
ilk olarak kamu unsuru çıkmaktadır
(Bekiroğlu, 2006, 37). Kamu kelimesi
sözlük anlamı olarak umumi, herkese ait,
yani hususi olmayan alanı; halk, amme
kelimelerinin üçünü de kapsamaktadır.
Kamu, bir ulus veya toplumun bütün
yetişkin üyelerinin az çok genel olan
konularına ve ilgilerine işaret etmektedir
(Balcı, 2000, 38). Oy ise kanaat anlamında
kullanılmaktadır (Öksüz, 2007, 68). Oy
kelimesini
iki
anlamda
kullanmak
mümkündür. Birinci anlama göre oy;
siyasal ya da sosyal bir süreç çerçevesinde
kişinin tercihlerini belirleyen bir fiildir.
İkinci anlamı ise fiil ve kanaatin karşılığıdır
(Balcı, 2000, 39). Kamuoyu tarihine
bakıldığında
oy
kavramının,
kamu
kavramıyla beraber geliştiğini söylemek
mümkündür.
Kamuoyunun bugüne kadar değişik
tanımları
yapılmıştır.
Mac
Kinnon
kamuoyunu tanımlarken ”Toplulukta yer
alan en ahlaklı, en zeki, en saygın, en iyi
haber alan kişilerin bir konu hakkındaki
duygularıdır” derken, Minor; “Önemli bir
kamu sorunu karşısında geniş sayıdaki
insanların, tutum, duygu ve fikirleridir”
şeklinde bir tanımlama yapmıştır (Güz,
2005, 95).
Münci Kapani ise kamuoyu denince
akla, toplumun bütün yetişkinleri tarafından
paylaşılan ortak bir görüşün gelmemesi
gerektiğini, toplumun tümünü kapsayan ve
oybirliğini ifade eden böyle bir kanaatin
sosyolojik gerçeklere aykırı düşeceğini
söylemektedir.
Kamuoyu
kelimesiyle
yalnızca belirli bir olay veya sorun
durumunda oluşan ve görüş bildiren
kişilerin geçici olarak oluşturdukları grup
kastedilmektedir (Kapani, 1988, 148).
Milburn’a göre kamuoyu değişik insanların
değişik bir dizi konuda siyasete ilişkin
tutumlarını yansıtmaktadır. Bu tutumlar
bazı insanlarda güçlü olabilmekte ve sık sık
ifade edilebilmektedir (Milburn, 1996, 40).
Kamuoyu kavramı iletişim, siyaset,
sosyoloji, sosyal psikoloji gibi birçok bilim
dalı tarafından incelenmektedir. Her
disiplin kavramın tanımlanmasında kendi
ilgi alanına giren unsurları ön plana
çıkarmıştır.
Bu
alandaki
literatür
incelendiğinde bir birinden farklı tanımlara
ulaşılmaktadır.
Kamuoyunu kesin olarak tanımlama
çabaları alanda yapılan araştırmalarda bir
ilerleme sağlamadığı gibi, kamuoyu
kavramının daha da parçalanmasına ve
neredeyse kullanılmaz hale gelmesine
neden olmuştur. Kamuoyu kavramının bir
kurgudan ibaret olduğunu savunanlar
çıkmıştır. Fakat bu görüş etkili olamamıştır
(Neumann, 1998, 82). Genel olarak
kamuoyu, karşılıklı etkileşim ve müzakere
sonucunda genele egemen olan görüş olarak
ifade edilmektedir (Öksüz, 2007, 67). Bu
çalışmada ise Kapani’nin kamuoyu
tanımından hareket edilerek kamuoyu
kelimesi ile yalnızca belirli bir olay veya
sorun durumunda oluşan ve görüş bildiren
kişilerin geçici olarak oluşturdukları grup
kastedilmektedir.
Kamuoyunun
Yazılı Basın
Oluşum
Sürecinde
Oluşturulmak istenen etkinin düzeyine,
belirlenen amaca ve hedef kitleye göre
kamuoyunu oluşturan araçlar değişiklik
gösterebilmektedir. Teknolojik gelişmeler
de tarihsek dönemlerde kamuoyunu
etkileyen iletişim araçlarının değişmesine
neden
olmuştur.
İletilerin
kitlelere
ulaştırılmasını
sağlayan
teknolojilerin
bulunuşu ile kitlesel kullanım alanlarına
kavuşan, kitle iletişimine, kaynağın kitleler
halindeki hedefine ulaşma amacı nedeniyle
bu ad verilmiştir (Yüksel, 2001,4).
akademia
alınan konunun haber başlıklarındaki
sunumu ve çözümlemesine geçilmiştir.
Sonuç bölümünde ise kaynak taraması ve
gazete çözümlemelerinden elde edilen
bulgular açıklanarak, konuya yönelik
önerilerde bulunulmuş ve konuyla ilgili
sayıltıların doğrulanıp doğrulanmadığı ifade
edilmiştir.
44
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Birey
ve
gruplar
kamuoyunun
oluşumunda her zaman önemli rol
oynamıştır ve oynayacaktır. Fakat zaman
içerisinde teknolojinin gelişmesine bağlı
olarak ortaya çıkan kitle iletişim araçları
kanaat oluşumu sürecinde etkin rol
oynamaya başlamıştır. Kitle iletişim araçları
en temel işlevlerinden biri olan haber
iletimini çok kısa zaman içerisinde geniş
kitlelere ulaştırarak gerçekleştirebilmekte,
böylece
onların
kanaatlerine
yön
verebilmektedir (Balcı, 2000, 48).
Kamuoyunu dikkate almadan kitle
demokrasisinden söz etmek mümkün
değildir. Kamuoyu ise hem oluşumu hem de
kendini ifade edişi açısından bir iletişim
sürecinden ayrı tutulamamaktadır. Kamuoyu
kendiliğinden mevcut değildir. Toplumsal ve
siyasal alanda ortaya çıkan olayların ilgi
konusu oluşturma biçimine bağlı olarak
sürekli bir kurma ve yıkılma sürecinin
sonucudur (Wolton, 1991, 43). Bu sürecinin
oluşumunda da kamuoyu kitle iletişim
araçlarından elde ettiği haber ve bilgiler
sonucunda bir kanaate ulaşmaktadır. Yani
kamuoyu duyarlı hale geldiği ve farkına
vardığı olaylar karşısında oluşmaktadır.
akademia
İletişim teknolojisindeki gelişmelere
paralel olarak hedef kitlesi her geçen gün
daha da genişleyen basın organları,
kamuoyu oluşum sürecinde oldukça önemli
bir görev üstlenmektedir. Bireyler dış
dünyada olup biten olaylardan basın aracılığı
ile
haberdar
olmakta
ve
kanaat
oluşturmaktadır. Yeryüzündeki olup biten
tüm
olayları
yayınlamak
mümkün
olmadığından bir seçim işlemi yapılması
gerekmektedir. Basın bu seçim işlemi ile
kamu gündemini belirlemektedir (Öksüz,
2007, 70).
45
Basın; kamuoyunun oluşmasına yardımcı
olduğu
kadar,
kamuoyunun
sesinin
duyurulması işlevi ile de yükümlüdür.
Ülkeyi yönetenler, basının aracılığı ile
kamuoyundan gelen tepkiler, talepler,
eğilimler ile uyguladıkları politikalarda
aldıkları karalarda, değişikliklere ya da yeni
düzenlemelere
gidebilmektedirler.
Kamuoyunun ve basının işlevselliği tam
olarak bir birini tamamlayan öğeler haline
geldiğinde, ülkede yanlış ve keyfi kararların,
toplumun yapısına uymayan kararların
ortaya konulması güçleşmektedir (Vural,
1999, 62). Bernard Cohen’e göre, basın
insanların neyi düşünmeleri gerektiği
konusunda çoğu kez başarılı olmayabilir
fakat okuyuculara ne hakkında düşünmeleri
gerektiğini anlatma konusunda son derece
başarılıdır (Cohen, 1963, 13).
Funkhouser 1960 yıllarda ulusal basının
çeşitli sorunlara gösterdiği ilgiyi gözden
geçirmiş ve ele aldığı konuların halkın
önemli gördüğü sorunlarla paralellik
gösterdiğini belirlemiştir. Basının bu
sorunlara verdiği önem ile halkın bu
sorunlara verdiği önem arasında benzer
ilişkiler olduğu görülmüştür (Milburn, 1996,
249). Kamuoyunun oluşumu sürecinde diğer
önemli bir bulgu ise suskunluk sarmalı
teorisidir. Bu teoriye göre toplum sapan
bireyleri dışlamakta ve tehdit etmektedir. Bu
nedenle toplumun çoğu kitle iletişim araçları
tarafından desteklenen olayları kabul etmese
de sesiz kalmaktadır (Kalender, 2005, 112).
Yani basın kamunun düşüncelerini açıkça
ifade
etmesini
ya
da
gizlemesini
etkilemektedir.
Kamuoyunu Etkilemesi Açısından
Yazılı Basının Bilgilendirme İşlevi
Kitle iletişim araçları olaylar ve koşullar
hakkında haber ve bilgi aktararak, ulusal ve
uluslar arası koşulların anlaşılmasını, bilerek
tepkide bulunmasını sağlamaktadır (Yüksel,
2001, 7). McQuail kitle iletişim araçlarının
özelliklerinden bahsederken ilk önce bu
araçların haberin, düşüncenin, bilginin,
gelişmenin üretilmesi ve dağıtılmasına
katkıda bulunduğu üzerinde durmuştur
(McQuail, 1994, 41). Basının işlevlerinin
birçoğunun temelinde haber ve bilgi verme
görevi yer almaktadır. Başka bir ifade ile
haber ve bilgi verme diğer işlevlerin ortaya
çıkmasında temel bir görev üstlenmektedir
(Güz, 2005, 16).
Kitle iletişim araçlarının en önemli ve en
büyük görevi bilgilendirmedir. Çünkü bilgi
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
kitle iletişim araçları içinde en uzun geçmişe
ve böylelikle en geniş deneyime sahip olan
gazetelerin temel görevi, en iyi, en yeni, en
etkili ve en geniş haber ve bilgileri en doğru
biçimde kamuoyuna sunmaktır (Vural, 1999,
84). Gazeteciliğin özü, içinde yaşadığımız
toplumu demokratikleştirirken, halkada
özgürleştirecek bilgi ve görüşleri vermektir
(Duran, 2003, 112).
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk
Bildirgesi’nde halkın gerçekleri öğrenmesi
ve bilgi alması konusundaki temel
sorumlulukları şu şekilde gösterilmiştir
(İlkiz, 2003, 141):
Gazeteci; bilgi ve haber alma, yorum
yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne
bahasına olursa olsun savunmaktadır.
Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca,
gazeteci kendi açısından sonuçları ne olursa
olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak
ve uymak zorundadır.
Araştırmanın Yöntemi
Türk yazılı basınında yer alan haber
başlıklarının kamuoyunu bilgilendirmedeki
rolünün ele alındığı çalışmada söylem
analizi yapılmıştır. Bu nedenle sayıltıların
test edilmesi için “Adalet ve Kalkınma
Partisi’ne kapatma davası açılması” örnek
olayı seçilmiştir. Türkiye’de bulunan farklı
görüşleri yansıttığı düşünülen üç yaygın
gazetede (Cumhuriyet, Zaman ve Hürriyet)
konuyla ilgili yer alan haberler söylem
analizine
tabii
tutulmuştur.
Egemen
ideolojinin haber söylemine yansımasını
irdelemede önemli bir model olduğu için
Van Dijk’ın söylem analizi modeli
çalışmada temel alınmıştır. Bu analiz
tekniğinde makro çözümleme içinde yer alan
haber
başlıkları
çözümleme
tekniği
kullanılmıştır (İnal, 1996, 97). Köşe yazıları
ise araştırmanın dışında tutulmuştur.
Çalışmanın 15, 16 ve 17 Mart tarihleri
ile sınırlı tutulmasının nedeni, bu tarihlerin
araştırmaya konu olan “Adalet ve Kalkınma
Partisi’ne kapatma davası açılması” olayının
basında yer aldığı ilk üç gün olmasıdır.
Kapatma davası 14 Mart 2008 tarihinde
akşam saatlerinde açılmıştır. Fakat olayın
zaman itibari ile aynı gün yazılı basına
yansıması mümkün olmadığından 15, 16 ve
17 Mart tarihli gazeteler ele alınmıştır.
Yazılı basında konu ile ilgili bilgi
yoğunluğunun ilk günlerde daha fazla
olması ve araştırmanın sadece kapatma
davası açılmasının kamuoyuna duyurulması
ile sınırlı olması nedeniyle araştırmada
sadece bu tarihli gazetelere yer verilmiştir.
Gazetelerin
Çözümlenmesi
Haber
Başlıklarının
Bu bölümde gazetelerde yer alan olayla
ilgili
haber
başlıkları
incelenmiştir.
Başlıklar, gazeteler arasındaki farklılıkları
daha da belirginleştirmek için, gazetedeki
yazılış şekliyle ele alınmıştır.
Cumhuriyet Gazetesi Haber Başlıkları
Gazetede konuyla ilgili yer alan başlıklar
şu şekildedir:
Kapatma davası, (Manşet, 15 Mart 2008),
“Amaç şeriat devleti”, (Manşet, 16 Mart
2008),
akademia
değişimini kolaylaştırmak ve insanlığın
ortak bilgi hazinesinden daha kolay
yararlanmasını sayabilmek için kitle iletişim
ağları her gün geliştirilmektedir (Kızıl, 1998,
1). İçinde yaşamakta olduğumuz bu
dönemin en önemli olguları hiç kuşkusuz
bilgi çağı ve bilgi toplumudur. Bilginin
topluma aktarılması ise en az bunlar kadar
önem taşımaktadır. Günümüzde bilginin
önem kazanması ve bunun topluma
aktarılması bağlamında basın “dördüncü
güç” olmanın ötesinde “birinci güç”
konumuna
gelmiştir.
Bugün
basın,
oluşumunun ona kazandırmış olduğu
özellikten
dolayı
devletin
elinde
bulundurduğu üç erkten çok daha ileride bir
dinamizmi
kendi
bünyesinde
barındırmaktadır (Gezgin, 2006, 1).
Erdoğan meydan okudu, (Alt başlık, 16
Mart 2008, 1. sayfa),
46
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Savcının gerekçeleri doğru, (Alt başlık,
16 Mart 2008, 1. sayfa),
olarak bulduğu ve destekleyen bir tutum
izlediği görülmektedir.
Hukuki zemini yok, (Başlık, 16 Mart
2008, 5. sayfa)
Özellikle üzerinde durulması gereken
başlıklar
tırnak
işareti
içerisinde
verilmiştir.
Ayrıca
başlıklarda
anlaşılabilecek sade ifadeler kullanılmış
ve bilgi eksiltme yoluna gidilmemiştir.
Örneğin 16 Mart tarihli “Amaç şeriat
devleti”,
manşetinde
olduğu
gibi
iddianamenin odak noktasına dikkat
çekilmiş
ve
partinin
kapatılması
isteminin
nedeninin
düzene
karşı
olmaları
olduğu
vurgulanmaya
çalışılmıştır.
“Hukuken etkilenmez”, (Başlık, 16 Mart
2008, 6. sayfa)
Siyaset yeniden biçimlenecek, (Başlık,
16 Mart 2008, 7. sayfa)
AKP’nin hedefi şeriat devleti, (Başlık, 16
Mart 2008, 9. sayfa)
AKP formül arıyor, (Manşet, 17 Mart
2008),
Asıl zulüm laiklere, (Alt başlık, 17 Mart
2008, 1. sayfa),
Gül parti lideri gibi, (Başlık, 17 Mart
2008, 4. sayfa),
Cesaretleri ABD’den, (Başlık, 17 Mart
2008, 5. sayfa),
“Zulme uğrayanlar laikler”, (Başlık, 17
Mart 2008, 6. sayfa),
akademia
Başkanların icraatları, (Başlık, 17 Mart
2008, 8. sayfa).
47
Cumhuriyet gazetesi 15, 16 ve 17 Mart
tarihlerinde konuyla ilgili haberlere
yoğun bir şekilde yer vererek konuyu
gündemde tutmuştur. Haberlerin üç gün
boyunca manşetten verilmesi, hatta birici
sayfadaki alt başlıkların ve iç sayfadaki
çoğu sayfa başlıklarının bu konuya
ayrılmış olmasını, gazetenin konuya
verdiği önemin bir yansıması olarak
algılamak mümkündür. Yalnız olayın
yazılı basına yansıdığı ilk gün olan 15
Mart 2008 tarihinde, gazete’nin bu olayı
manşetten verdiği fakat iç sayfalarda
konuya başka başlıklarla yer vermediği
görülmüştür. Bunun nedeninin ise
kapatma davasının akşam saatlerinde
açılması ve o saatlerde gazetelerin diğer
gün için hazırladıkları haberleri çoktan
bitirmiş olmalarıdır. Manşet, alt başlık ve
iç sayfa başlıklarına baktığımızda
Türkiye’yi etkileyen bu olaya karşı
Cumhuriyet gazetesinin parti kapatma
davasının açılmasını yerinde bir davranış
Başlıklarda kimi zaman genelleştirme
yoluna da gidilmiştir. 17 Mart 2008
tarihli gazetede yer alan başlıkta
“Cesaretleri
ABD’den”,
ifadesi
kullanılarak; AKP’ye kapatma davası
açılmasının
yerinde
bir
davranış
olmasına karşın “cesaretleri” kelimesiyle
kapatma davasının açılmasını istemeyen
ve buna karşı çıkan bütün siyasetçiler
genelleştirilerek
bunların
arkasında
ABD’nin olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca
17 Mart 2008 tarihli “asıl zulüm laiklere”
başlığında bilgi eksiltimine gidilerek
konu daha dikkat çekici hale getirilmiş
ve bu durumda mağdur olan kesimin
Adalet ve Kalkınma Partililer değil de
laikler olduğu vurgulanmıştır. Örnek
olarak
Sivas
katliamında
ölenler
belirtilerek,
durumun
şeriatçılar
tarafından çıktığı ve asıl zulüme
uğrayanlarında onlar olduğu ifade
edilmiştir. Olayın duyulduğu ilk gün
dava açıldığına dikkat çekilmiş, daha
sonraki manşetlerde ise olayın tarafları
ve ayrıntılarını ele alan başlıklar
kullanılmıştır. İlk gün olayı kamuoyuna
duyurma görüntüsünde olan gazete,
sonraki günlerde olayın aktörleri ile ilgili
değerlendirmelerde
bulunmuştur.
Örneğin, ilk gün: Kapatma davası, (15
Mart 2008), manşeti kullanılmış, ikinci
gün: “Amaç şeriat devleti”, (16 Mart
2008,),manşeti kullanılmıştır. Üçüncü
gün ise,” AKP formül arıyor”, (17 Mart
2008), manşetine yer verilmiştir.
Gazetede konuyla ilgili yer alan başlıklar
şu şekildedir:
(Dünya Şaşkın) AK partiye sürpriz
kapatma davası,(Yan başlık, 15 Mart 2008),
Davaya tepki büyüyor, (Manşet, 16 Mart
2008),
İddianame yalanlanmış haberlerle dolu,
(Alt başlık, 16 Mart 2008, 1. sayfa),
İddianame Perincek’ in başvurusundan
alıntılanmış, (Yan başlık, 17 Mart 2008,
13. sayfa),
Anayasa
Mahkemesi
üyelerini
etkilemek için “367 tartışması” nı kullandı,
(Başlık, 17 Mart 2008, 14. sayfa),
AK
Parti’den
değil
milletin
egemenliğinden korkuyorlar, (Başlık, 17
Mart 2008, 15. sayfa),
Partilerin geleceğini ancak millet iradesi
belirler, (Başlık, 16 Mart 2008, 11. sayfa),
AK Parti’yi kapatma başvurusu Türk
toplumuna karşı yapılmış gerici bir eylem,
(Başlık, 17 Mart 2008, 18. sayfa),
“Sadece demokrasiye değil, ekonomiye,
istikrara ve yatırıma müdahale edildi”
(Başlık, 16 Mart 2008, 12. sayfa),
Demokrasilerde partileri millet kurar
millet kapatır, (Başlık, 17 Mart 2008, 27.
sayfa),
Erdoğan’ın “geçmiş olsun” telefonu bile
kapatma sebebi, (Başlık, 16 Mart 2008, 13.
sayfa),
Zaman gazetesi 15, 16 ve 17 Mart
tarihlerinde konuyla ilgili haberleri üç gün
boyunca manşetten vermiştir. Gazetenin
birinci sayfalarındaki alt başlıkların ve iç
sayfadaki çoğu sayfa başlıklarının bu
konuya ayrılmış olması gazetenin konuya
verdiği önemin bir yansıması olarak
algılamak mümkündür. Yalnız olayın yazılı
basına yansıdığı ilk gün olan 15 Mart 2008
tarihinde gazetenin bu olayı yan manşetten
vermesi ilginç bir durumdur. Diğer
sayfalarda da konuyla ilgili başka bir habere
yer vermemiştir. Bunun nedeninin ise
kapatma davasının akşam saatlerinde
açılması ve o saatlerde gazetelerin diğer gün
için hazırladıkları haberleri çoktan bitirmiş
olmalarıdır. Fakat diğer günlerde habere
yoğun ilgi göstermiştir. Hatta incelenen
gazetelerden daha fazla yer verdiğini
söylemek mümkündür. Türkiye’yi etkileyen
bu olaya karşı Zaman gazetesinin açıkça
parti kapatma davasının açılmasının yanlış
bir davranış bulduğu ve dava açılmasını
desteklemeyen
bir
tutum
izlediği
görülmektedir.
Millete bu ayıbı reva görenler bunun
utancıyla yaşayacak, (Başlık, 16 Mart 2008,
14. sayfa),
Türkiye’nin itibarı sarsıldı, (Başlık, 16
Mart 2008, 15. sayfa),
Bu davayı 23 Nisan’da çocuklara nasıl
anlatacağım? , (Alt başlık, 16 Mart 2008, 15.
sayfa),
Yargı siyasete karışmasın, (Başlık, 16
Mart 2008, 16. sayfa),
AK Parti’yi kapatma davası millet iradesi
ve demokrasiye karşı en büyük hukuki
ayıptır, (Başlık, 16 Mart 2008, 17. sayfa)
Kara Pazartesi Korkusu, (Manşet, 17
Mart 2008),
TÜSİAD: Parti kapatma kabul edilemez,
(Yan başlık, 17 Mart 2008, 1. sayfa),
Piyasalarda Kara Pazartesi Korkusu,
(Başlık, 17 Mart 2008, 12. sayfa),
Parti
kapatma
Türk
demokrasisi
açısından kabul edilemez, (Alt başlık, 17
Mart 2008, 12. sayfa),
CHP, parti kapatmayı zorlaştıracak
değişikliğe de karşı çıktı, (Alt başlık, 17
Mart 2008, 13. sayfa),
Gazetedeki
haber
başlıklarına
bakıldığında, olayı özetler nitelikte çarpıcı
başlıklara rastlanılmaktadır. Açılan kapatma
davasına yönelik haberler Adalet ve
Kalkınma Partisi yanlısı bir tutum izlenerek
çarpıcı bir şekilde ele alınmıştır. Başlıklarda
doğrudan dava açılmasına karşı oluşan
tepkilere yer verilerek, bütünü yansıtır
akademia
Zaman Gazetesi Haber Başlıkları
48
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
nitelikteki başlıkların seçilmesine dikkat
edilmiştir. Yani haber başlığı, haberin
içeriğini özetler niteliktedir. 15 Mart 2008
tarihli; “(Dünya Şaşkın) AK partiye sürpriz
kapatma davası” başlığı, 16 Mart tarihli;
“İddianame yalanlanmış haberlerle dolu”,
“Yargı siyasete karışmasın”, “Partilerin
geleceğini ancak millet iradesi belirler”,
“AK Parti’yi kapatma davası millet iradesi
ve demokrasiye karşı en büyük hukuki
ayıptır” başlıkları ve 17 Mart 2008 tarihli
“Parti kapatma Türk demokrasisi açısından
kabul edilemez”, “AK Parti’yi kapatma
başvurusu Türk toplumuna karşı yapılmış
gerici bir eylem” başlıkları bu durumu ifade
eder nitelikler taşımaktadır.
Bunun dışında bazı başlıklarda da haberi
kurgulama ve hikaye etme yöntemine
başvurulmuştur. “Piyasalarda Kara Pazartesi
Korkusu” başlıklı 17 Mart 2008 tarihli
manşette de hikaye etme yöntemine
başvurulmuş ve öncelikle olaya dikkat
çekilmek istenmiştir. Haber başlığından
olayı tam olarak anlamak mümkün değildir.
Haberin devamında olay detaylı bir şekilde
genişletilmiş ve sonuç bölümünde de asıl
verilmek istenen belirtilmiştir.
Genel olarak Zaman gazetesinde olayla
ilgili ele alınan haber başlıklarının olayı
kişilere bağlayan bir yanı olduğu
görülmüştür. Ayarıca başlıklarda doğudan
kişilere vurgu yapılmaktadır. Bu şekilde
olayı toplumsal boyuttan uzaklaştırıp
bireysel bir boyuta yerleştirmektedir. Bunu
yaparken de özellikle Erdoğan’ın ifadelerine
yer verilmektedir.
Hürriyet Gazetesi Haber Başlıkları
Gazetede konuyla ilgili yer alan başlıklar
şu şekildedir:
akademia
YARGITAY ŞOKU, (Manşet, 15 Mart
2008),
49
AKP laikliğe aykırılığın eylem odağı,
(Başlık, 15 Mart 2008, 18. sayfa),
BAŞBAKANA
61
(Sürmanşet, 16 Mart 2008),
SUÇLAMA,
İşte yasağı istenenler, (Orta sayfa tam
başlık, 16 Mart 2008, 20–21. sayfalar),
Yargı Erdoğan’ı yasadışı ilan etti, (Alt
başlık, 16 Mart, 2008, 21. sayfa),
Garabet ayıbını yaşayacaklar, (Başlık, 16
Mart, 2008, 22. sayfa),
BAŞSAVCIYI BAY-PASS
(Sürmanşet, 17 Mart 2008),
PLANI,
Demokrasilerde parti kapatma kabul
edilemez, (Başlık, 17 Mart, 2008, 8. sayfa),
Evvel Allah, dönüş yok, (Başlık, 17
Mart, 2008, 18. sayfa),
Başsavcının yetkisi alınacak dava açma
şarta bağlanacak, (Alt başlık, 17 Mart, 2008,
18. sayfa),
İddianameyi kim sızdırdı, (Alt başlık, 17
Mart, 2008, 19. sayfa),
Erken seçim şifreleri, (Başlık, 17 Mart,
2008, 21. sayfa),
Hürriyet gazetesi üç gün boyunca haberi
manşet ve sürmanşet şeklinde ilk sayfadan
vermiş ayrıca iç sayfaları çoğunda da olay
başlık şeklinde ve tam sayfa biçiminde
verilmiştir. Bu gazetenin olaya verdiği
önemi göstermektedir.
Başlıklarda çoğu zaman ideolojik olarak
bilgi eksiltimi, genelleştirme ya da
kurgulama yoluna gidilmektedir. 17 Mart
2008 tarihli AKP’ye açılan davadan
Erdoğan’ın
başbakanlıktan
ayrılıp,
vazgeçmeyeceğini
belirten
Şanlıurfa
konuşmasından alınan “Evvel Allah, dönüş
yok” başlığında olduğu gibi bilgi eksikliği
yoluna gidilmekte ve habere ilişkin birçok
detaya yer verilmemektedir.
Gazete 17 Mart 2008 tarihli haber
başlığında “Demokrasilerde parti kapatma
kabul edilemez” ifadesi ile dava açılan
partiden yana tavır sergilerken, 15 Mart
tarihli haberinde ise
“AKP laikliğe
aykırılığın eylem odağı”, haber başlığı ile
partinin kapatılmasına karşı olumlu bir duruş
sergilemiştir. Bunu diğer başlıklarda da
görmek mümkündür. Türkiye’yi etkileyen
bu olaya karşı Hürriyet gazetesinin açıkça
Araştırmanın Bulguları
1. Türk yazılı basını olaya gündeminde
geniş bir şekilde yer vermiş fakat yazılı
basın kamuoyunu bilgilendirme işlevini
yerine getirirken olaylara nesnel bir bakış
açısıyla yaklaşmamış ve görevini tam olarak
yerine getirememiştir.
2. Basın siyaset etkileşimi sonucu basın
söyleminin genel olarak yazılı basında
iktidarın istek ve beklentileri sonucunda
şekillendiği görülmüştür. Özellikle Zaman
gazetesinde
yer
alan
haberler
bu
doğrultudadır. Bu bağlamda gazetenin haber
başlıkları oluşturulurken siyasi yapıdan
etkilendiğini
söylemek
mümkündür
(Örneğin; “AK Parti’yi kapatma davası
millet iradesi ve demokrasiye karşı en büyük
hukuki ayıptır” başlığı)
3. Yazılı basındaki mülkiyet yapısı ve
üretim ilişkileri bunların ürünlerinin
doğasını ve haberlerinin kamuoyunu ne
derece bilgilendireceğini de belirlemektedir.
Özellikle Hürriyet gazetesinde de durum
böyle olmuştur. Açılan kapatma davasında
halk bilgilendirilirken mülkiyet yapısından
etkilenilmiştir.
4. Gazete manşetleri ele alındığında
manşetlerde çoğu zaman ideolojik olarak
bilgi eksiltimi ve kurgulama yoluna
gidildiğini söylemek mümkündür. Sağ
görüşlü gazetelerin bunu iktidar partisi
lehine yaptığı, sol görüşlü gazetelerin ise
iktidar
partisi
aleyhine
yaptığı
görülmektedir.
Özellikle
Zaman
ve
Cumhuriyet gazetelerinde bu daha açık bir
şekilde fark edilmektedir. Burada da
kamuyu
bilgilendirilirken
gazetelerin
tarafsız davranmadığı ideolojik olarak
hareket ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum
Adalet
ve
Kalkınma
Partisi’nden
bahsederken Cumhuriyet gazetesinin AKP
demesi, Zaman gazetesinin ise AK Parti
demesinden de anlaşılmaktadır (Örneğin;
“Cumhuriyet: AKP’nin hedefi şeriat
devleti”. , “Zaman: AK Parti’den değil
milletin
egemenliğinden
başlıkları).
korkuyorlar”,
5. Gazetelerde olayla ilgili haber
sayılarına bakıldığında da Cumhuriyet
gazetesinde olayla ilgili 17 haber, Zaman
gazetesinde olayla ilgili 21 haber ve
Hürriyet gazetesinde ise olayla ilgili 13
haber yer almıştır. Bu haberlerin çoğu
manşet ve sayfa başlığı şeklinde ve tüm
sayfayı kapsayacak şekildeki haberlerdir.
6. Manşet, alt başlık ve iç sayfa
başlıklarına
baktığımızda
Türkiye’yi
etkileyen bu olaya karşı;
Cumhuriyet gazetesinin parti kapatma
davasının açılmasının yerinde bir davranış
olduğu ve destekler bir tutum izlediği
görülmektedir.
Zaman gazetesinin de manşet, alt başlık
ve iç sayfa başlıklarına baktığımızda bu
olaydaki duruşu Adalet ve Kalkınma
Partisi’nden yana olduğu görülmektedir.
Hürriyet gazetesinin olayı ele alırken
kesin bir tutum izlediğini söylemek mümkün
olmamakla birlikte, ekonomik ve siyasal
sistem
içerisinde
kendi
çıkarlarını
gerçekleştirecek şekilde mesaj oluşturduğu
görülmektedir.
Genel olarak incelenen gazeteler, olay
hakkında kamuoyunu bilgilendirirken kendi
siyasi duruşu yönünde haber başlıkları
oluşturmuştur. Kamuoyu bilgilendirilirken
nesnel haber başlıkları oluşturulmamıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Her geçen gün daha geniş kitlelere hitap
eden kitle iletişim araçları vermiş olduğu
haber, bilgi ve yorumlarla kamuoyunun
oluşum
sürecinde
önemli
bir
rol
oynamaktadır. Bilim adamları basından
bahsederken özellikle haberin, düşüncenin,
bilginin,
gelişmenin
üretilmesi
ve
dağıtılmasına katkıda bulunduğu üzerinde
durmuştur. Basının önemi ve en büyük
görevi bilgilendirmedir.
akademia
parti kapatma davasının açılmasının yanlış
olduğunu savunmadığı fakat destekler
nitelikte de olmadığı söylemek mümkündür.
Yapılan araştırma sonucunda yargı ve
siyaset kurumu gibi ülke yönetimlerinde
önemli rol oynayan iki kurumun adeta karşı
50
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
karşıya
geldiği
ve
kamuoyu
bilgilendirilirken hassas olunması gereken
bir dönemde yazılı basının konuya duyarsız
kalmadığı tespit edilmiştir. Bu olumlu bir
gelişmedir. Fakat yazılı basının görevini
yerine getirirken nesnel olarak değil de
kendi çıkarları doğrultusunda ve basın
kurumlarının görüşlerini yansıtacak şekilde
olaya baktıklarını söylemek mümkündür.
Örnek olarak seçilen olayla ilgili haber
başlıkları ele alındığında gazetelerin
görüşleri ve çıkarları doğrultusunda haber
başlıklarının da şekillendiği görülmektedir.
Basında çeşitlilik vardır ve her basın örgütü
kendi politik görüşünü yansıtmalıdır. Fakat
bunu yaparken nesnel bakış açıları ile
yaklaşmalı, özellikle ülke için önemli olan
ve kamuoyunun hassas olduğu dönemlerde
yaptığı haberlerin içeriğine ve dolayısı ile
haberde ilk olarak göze çarpan haber
başlıklarına dikkat etmelidir.
Yazılı basın kamuoyunun oluşum
sürecindeki önemi itibari ile ortaya çıktığı
tarihten beri her zaman ilgi odağı olmuş ve
kamuoyunun bilgilendirilmesinde, siyasal
iktidarı ele geçirme ve devamını sağlamada
önemli bir araç olarak değerlendirmiştir. Bu
nedenle
basının
kamuoyunun
bilgilendirilmesindeki rolü önemsenmeli,
basın ve siyaset arasındaki çıkar ilişkileri
sonucunda
basın
özgürlüğü
kötüye
kullanılarak, halkın bilgilenme hakkı
zedelenmemeli ve kamuoyunun sağlıklı bir
şekilde oluşumu engellenmemelidir.
Kaynakça
akademia
Balcı, E. (2000). Kitle İletişimi ve İdeoloji:
Kamuoyu
Oluşturma
Sürecinde
Televizyon Haber Bültenleri. Yüksek
Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi,
Kırıkkale.
51
Bekiroğlu, O. (2006). Yerel Kamuoyunun
Oluşumunda Yerel Basının Rolü:
Trabzon İli Örneği. Yüksek Lisans
Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya.
Bulut, S. , Yaylagül L. . (2004). Türkiye’de
Yazılı Basında Yargıtay ve Mafya
İlişkisine Yönelik Haberler. Gazi
Üniversitesi
İletişim
Fakültesi
Dergisi, 19, 119-140.
Cohen, C., B. (1963). The Press and
Foreign Policy. Princeton: Princeton
University Press.
Domenach, J. (1995). Politika ve
Propaganda
(T. Yücel, Çev.).
İstanbul: Vadi Yayınları.
Duran, R. (2003). Haber Ama Nasıl Haber, ,
S. Alankuş (Der.). Medya, Etik ve
Hukuk (s. 103–125), İstanbul: Zafer
Matbaası.
Dursun, Ç. (2001). Tv Haberlerinde İdeoloji.
Ankara: İmge Kitabevi.
Gezgin,
S. (2006). Günümüz Yazılı
Medyasının Sorunları. Kent Haber.
Erişim Tarihi: 19. 04. 2008.
http://www.kenthaber.com/Arsiv/Ha
berler/2006/Subat/21/Haber_123780
.aspx,
Güz, N. (2005). Haberde Yönlendirme Ve
Kamuoyu Araştırmaları. Ankara:
Nobel Yayınları.
İlkiz, F. (2003). Türkiye’de Sansür, Hukuk
ve Haber.
S.
Alankuş (Der.),
Medya, Etik ve Hukuk, İstanbul: Zafer
Matbaası, ss:125–159.
İnal, A. (1996). Haberi Okumak. İstanbul:
Timuçin Yayınları.
Kalender, A. (1995). Siyasal İletişim
Seçmenler ve İkna Stratejileri. Konya:
Çizgi Kitapevi.
Kapani, M. (1988). Politika Bilimine Giriş.
İstanbul: Bilgi Yayınevi.
Kızıl, E. , N. (1998). İletişim Özgürlüğü ve
Medyada Otokontrol. İstanbul: Beta
Basım.
Mcquaıl, D. (1994), Kitle İletişim Kuramı
(A.Yüksel, Çev.). Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Mılburn, A.M. (1996). Sosyal Ve Psikolojik
Açıdan Kamuoyu Ve Siyaset (A.
Dönmez ve V. Duyan, Çev. ).
Ankara: İmge Kitabevi.
Neumann, E. N. (1998).
Kamuoyu
Suskunluk Sarmalının Keşfi (M.
Özkök, Çev.), Ankara: Dost Kitapevi.
Öksüz, O. (2007). Kamuoyu Oluşum
Sürecinde Basın Siyaset İlişkilerinin
Etik
Açıdan
Değerlendirilmesi.
Selçuk İletişim, 5/1, 66-81.
Poyraz, B. (2001). Haber Ve Haber
Programlarında
İdeoloji
Ve
Gerçeklik. Ankara: Ütopya Yayınları.
Wolton, D. (1991). Siyasal İletişim: Bir
Model Yaratmak, Birikim, 30, 42–50.
Yüksel, E. (2001). Medyanın Gündem
Belirleme Gücü. Konya: Çizgi
Kitabevi.
akademia
Vural, A. M. (1999). Yerel Basın Ve
Kamuoyu.
Eskişehir:
Anadolu
Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi
Yayınları.
52
Erciyes İletişim
akademia
53
2009
TEMMUZ
KURUM İÇİ HALKLA İLİŞKİLER FAALİYETLERİ KAPSAMINDA PERSONEL
YETKİLENDİRME YAKLAŞIMI (EMPOWERMENT)
Derya Tellan*
Özet
Personel yetkilendirme yaklaşımı, bir kavramın ötesinde uygulamaya dönük bir
yönetim felsefesidir. Yönetim anlayışındaki sosyal değişim, personel yetkilendirme ile
kurum içi halkla ilişkiler araştırmalarının bir arada gelişimine kaynaklık etmiştir. Katılım,
yenilik, sorumluluk ve bilgiye ulaşılabilirlik ölçütleriyle değerlendirilen personel
yetkilendirme yaklaşımı, verimliliğe odaklanmış bir kurum kültürünün ortaya çıkmasını
sağlayacak önemli bir süreç olup; çalışanların yürüttükleri işler kapsamında sorumluluk
üstlenmeleri, işin bütün bir kurum için anlamlı hale gelmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada,
personel yetkilendirme yaklaşımının kurum içi halkla ilişkiler faaliyetlerini geliştiren
boyutları tartışılmış ve örgüt psikolojisi üzerindeki etkisi vurgulanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Personel Yetkilendirme, Verimlilik, Kurum İçi Halkla İlişkiler,
Yenilik, Örgüt Psikolojisi.
EMPOWERMENT IN THE FRAME OF INTERNAL PUBLIC RELATIONS
Abstract
More than a concept, empowerment is a management approach toward practice. The
social change in the management approach led development of empowerment and internal
public relations researches together. Empowerment approach, being evaluated by the
participation, innovation, responsibility, and reaching information criteria, provides a
corporate culture that focused to productivity. In this process, employees’ taking the
responsibilities of their work provides the work to be meaningful for hole of the corporate. In
this study
akademia
Key Words: Empowerment, Productivity, Internal Public Relations, Innovation.
*
Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi
54
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
akademia
Sosyal, siyasal ve ekonomik değişimlerin
neden olduğu yeni küresel ilişkiler düzeni,
yönetim uygulamalarının ve bu uygulamalar
doğrultusunda geliştirilen teorilerin güncel
beklentilere yanıt verecek biçimde yeniden
düzenlenmesini adeta bir zorunluluğa
dönüştürmüş durumdadır. Günümüz iş
dünyasında, kurumsal yapılanmaların piyasa
dinamiklerine cevap vermede yer yer
yetersiz kalması, organizasyonel gelişim ve
örgüt kültüründe dönüşüm sorunu olarak da
tanımlanan bir sürece işaret etmektedir.
Sorunların en kısa sürede, en az maliyetle ve
kurumsal verimliliği oluşturan koşulları
olumsuz yönde etkilemeden çözülmesine
yönelik çabalar ise, yönetim pratiklerinin,
farklı sorun çözme tekniklerini (ve bununla
birlikte farklı teorik tartışmaları) dikkate
alarak, kendini güncelleştirmesinin önemine
vurgu yapmaktadır.
55
Organizasyonların yapı olarak kendilerini
güncelleştirmeleri, pazarda var olma ve
pazar payını koruma ya da artırma
mücadelesinin
en
önemli
parçasını
oluşturmaktadır. “Son dönemde çevresel
değişimde yaşanan artışlar ve istikrarsızlık
örgütsel değişimin süratini artırmış, doğasını
değiştirmiştir. Bugün değişim denildiğinde
afâki bir kavramdan değil, süreçlerin
yeniden radikal tasarlandığı, tüm bilgi-işlem,
örgüt yapısı ve kültürünün değiştirildiği
planlı bir dönemden söz edilmektedir” (Pira
ve Baytekin, 2007, 45). İletişime girilen kişi
ve kurum sayısı bakımından niceliksel bir
patlamanın
yaşandığı
ve
mesajların
niteliğinin
işlevsellikten
uzaklaşarak
(s)imgeselleştiği
günümüz
organizasyonlarında, sosyal saygı ve beğeni
kazanımı tercih edilebilirliğin temel
kriterleri
haline
gelmiştir.
Bir
organizasyonun ürettiği mal, yürüttüğü
hizmet, sahiplendiği sosyal faaliyet ya da
sunduğu öğretinin hedef kitle tarafından
beğenilmesi, ürünü satın alma veya
üretilenleri tüketerek dahil olmaya çalışma
sonuçlarını doğurmaktadır. Bu bağlamda,
tüm organizasyonların varlık sebepleri
arasında
sıralanan
‘faaliyetlerin
sürdürülebilirliği’ ilkesi, sosyal saygı ve
beğeni
kazanımı
ile
gerçeğe
dönüşebilmektedir.
Rekabet koşullarının dünya ölçeğinde
tanımladığı
günümüz
piyasalarında,
kurumsal üstünlük sağlayıcı unsurların
başında yerinden yönetim yaklaşımı
gelmektedir. Yerinden yönetim, ‘hiyerarşik
süreçlerin
gevşetilmesine
dayalı
bir
sorumluluk paylaşımı’ şeklinde basitçe
anlamlandırılabileceği
gibi;
‘organizasyonun,
stratejik
analizler
sonucunda sektörde varlığını korumaksürdürmek-geliştirmek için paylaşımcı,
katılımcı ve dayanışmacı bir eylemliliği
benimsemesi’
şeklinde
de
ifade
edilebilecektir. ‘Yerindenlik’, uluslararası
alanda faaliyet gösteren bir işletmenin ulusal
temsilcilikleriyle
yetki
paylaşımı
gerçekleştirmesi; ulusal dağıtım kanallarını
kullanan
şirketlerin,
bölgesel
temsilciliklerini, sorunların çözümünde
inisiyatifi ele almaya davet etmesi ya da
küçük bütçeli bir organizasyonda yönetimin
çalışan personele işiyle ilgili yetkilendirme
yaparak verimliliği artırması gibi farklı
şekillerde deneyimlenen bir örgütlenme
tarzıdır. “Yerinden yönetimin getirilerinden
yararlanmak isteyen işletmeler sorumluluk
bilincini geliştirip yaymak zorundadırlar;
bunun başarısında ise uygulamaya yönelik
öğrenimlere ağırlık verilmesi esastır”
(Karlöf, 1996, 16).
Organizasyonların
varlıklarını
dayandırdıkları kurumsal yapıları, çevresel
koşulların etkisi altında, üzerinde stratejiler
geliştirilmeye
çalışılan
bir
eylemsel
bütünlük taşımaktadır. Kurumsal yapıya
dahil olanların (üst yönetimin, orta kademe
idarecilerin, ekip-kısım şeflerinin, alt
kademe çalışanların) görüş, öneri ve
isteklerinin dikkate alınmasıyla birlikte,
organizasyonda uyum ve başarı atmosferi
sağlanacağı kabul edilerek; eylemsel
bütünlüğün
düşünsel
bakımdan
da
desteklenmesi amaçlanmaktadır. Günümüz
kurum içi halkla ilişkiler faaliyetlerinin
dayandığı bu temel prensip, fordist
üretim\taylorist
yönetim
anlayışının
Kurum içi halkla ilişkilerin değişen
doğası, ilişkilerde sürekliliği sağlayan
organizasyon
çalışanlarının,
işlerin
yürütülmesine
hangi
düzeyde
dahil
olacaklarını, dahil oldukları kararlar
üzerinde ne derece etkili olacaklarını ve
etkili oldukları kararların uygulanmasında
da ne gibi yöntemleri kullanacaklarını açığa
çıkarmaktadır. Bu çalışmada, kurum içi
halkla
ilişkilerin
güncel
yönetim
dinamikleriyle iç içe geçmesinin sonucu
olarak organizasyonlarda kabul görmeye
başlayan
personel
yetkilendirme
yaklaşımının (empowerment), kurumsal
iletişimin çok boyutluluğu içerisinden
yorumlanmasının,
örgütler
düzeyinde
katılımcılığın temel kriterlerinin yeniden
belirlenmesi için en önemli koşul olduğu
varsayılmış ve kuramsal tartışma yoluyla bu
varsayımın
geçerliliğinin
sınanması
amaçlanmıştır. Araştırma ile, farklı iki
disiplinin (iletişim ve işletme) teorik ve
pratik gelişimindeki güncel ortaklıklarına ve
ortak
unsurların
rekabet
altındaki
organizasyonlar için doğurabileceği olumlu
sonuçlara dikkat çekilmiştir. Şüphesiz ki
işletmelerin verimli ve etkin bir kurumsal
yapılanmaya sahip olmaları, her iki alandaki
gelişmelerin
de
yakından
takip
edilebilmesiyle mümkündür.
1. Personel Yetkilendirme Yaklaşımı
(Empowerment) ile Kurum İçi Halkla
İlişkilerin Teorik Bağı
Yönetim teorilerinin dönüştüğü ve
kurumların kendi yapılarını yeniden
kurguladığı son çeyrek yüzyıllık dönemde,
organizasyonel
değişim
süreçlerinde
kullanılan tekniklerden birisi de ‘personel
yetkilendirme yaklaşımı’ (empowerment)
olmuştur.
İşletmelerin
artan
rekabet
nedeniyle üretimlerini, pazarlarını ve
yönetsel süreçlerini uluslararasılaştırdığı
günümüzde,
büyüme,
derinleşme,
farklılaşma, kriz gibi işletmelerin yaşam
evrelerinin farklı aşamalarında kullanılan
personel yetkilendirme yaklaşımı ile karar
almada hedef kitleye yakınlaşılması
amaçlanılmaktadır. Pazara sunulan mal ve
hizmetlerin tüketilmesinde müşteri ilişkileri
yönetimi, reklam, marka odaklılığı, imaj
inşaası, bireysel pazarlama ve satış sonrası
motivasyon gibi tekniklerden hangisi
kullanılırsa
kullanılsın,
amaç
müşterilerin/tüketicilerin beklentilerine etkili
biçimde yanıt verebilmektir. Personel
yetkilendirme yaklaşımının benimsenmesi
ve uygulamaya sokulmasıyla birlikte
işletmeler,
kurumsal
olarak
günün
gereklerine en hızlı biçimde cevap
verebilecek bir iç organizasyon ağının
oluşturulmasına odaklanmaktadırlar.
Personel yetkilendirme yaklaşımı teorik
olarak katılım (participation), yetki devri
(delegation) ve güdüleme (motivation)
kavramlarıyla ilişkili olmakla birlikte, en
kapsamlı ifadesini örgütlerin kurum içi
halkla ilişkiler çalışmalarına yoğunlaşmaları
sonrasında
kazanmıştır.
Personel
yetkilendirmenin kurum içi halkla ilişkiler
etkinlikleriyle ortaklığı, her ikisinin de hem
her organizasyonun ihtiyaç duyduğu temel
iletişim becerisinin kullanılması yönünde
çaba gösterilen alanlar, hem de organizasyon
kültüründeki sosyal değişim tarihinin
parçaları olmalarından kaynaklanmaktadır.
Çalışanların,
organizasyonun
ve
organizasyon tarafından gerçekleştirilen
faaliyetlerin geleceğine ilişkin kararlara
dahil olmaları şeklinde özetlenebilecek olan
katılım, kurum kültürüne, zamana ve
ekonomik, politik, teknik, hatta sosyopsikolojik ortama bağlı olarak değişkenlik
göstermektedir. Katılım, üst yönetimin
verdiği kararlara uymaktan, yapılan işten
kaynaklanan sorunların tespit edilerek bu
sorunları giderecek yeni çözüm önerileri
geliştirmeye değin çeşitlenen bir yelpazede
gerçekleşmektedir (Yüksel ve Erkutlu, 2003,
132-133). Katılım, toplum temelinde
çevresel
unsurların
ve
kaynakların
akademia
üretenleri birincil hedef kitle olarak gören
yaklaşımının ötesine geçilerek, materyal ve
mental üretimi gerçekleştirenlerin kurumsal
strateji belirleme sürecine katılmalarına ve
kurumsal stratejiyi sahiplenecek katkıyı
yapmalarına dayanan bir yaklaşımın
uygulama dinamiklerine dahil edilmesi
sonucunu açığa çıkarmaktadır (Theaker,
2006, 234-235).
56
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
yönetimine
ilişkin
hedeflerin
belirlenmesinde toplumun da bir parçası
olan çalışanların görüş ve önerilerine
başvurulması olarak yorumlanmaktadır.
Toplumsal kapasitesinin artırılmasında kilit
rol üstlenen katılım, son yıllarda öne çıkan
bir çalışma ilişkisi tarzı olmuştur. “Bütün
katılım projelerinde ‘kurumsal topluluğun
nasıl tanımlanacağı’na, ‘kimlerin çalışmada
yer alacağı’na, ‘gözlemin odak noktasının ne
olacağı’na,
‘hangi
değişkenlerin
ölçüleceği’ne, ‘hangi veri toplama metot ve
analizlerinin etkinlik ölçümünde uygun
olduğu’na, ‘sosyal değişim için –eğer
gerekli ise– ne tür işler yapılacağı’na ve
benzer birçok konuya ilişkin tercihlerin net
biçimde
saptanması
gerekmektedir”
(Wilmsen et al., 2008, 259). Katılım
süreçlerinin son noktasında ise liderin ve üst
yönetimin nihai karar vericiler olarak
tanımlandıkları görülmektedir. Personel
yetkilendirme yaklaşımının, ‘işi düşün,
sorumluluk sahibi olduğunu bil, karar ver,
varsa sorunları ortadan kaldır ve yenilik için
işe odaklan’ prensibinden farklı olarak
katılım, çalışanların sadece kararlarını
dikkate almakta ve geliştirici yenilik
süreçlerini organizasyonun işleyiş tarzına
dahil etmemektedir. Personel yetkilendirme,
katılımdan
farklı
olarak,
çalışanlara
sorumluluk ve yetki verilmesinin ötesinde,
onların bu sorumluluk ve yetkilendirilme
kapsamındaki
görevleri
gerçekleştirebilmeleri
için
bilişsel
kapasitelerini ve bedensel becerilerini
geliştirecek imkanların sağlanmasıdır.
57
Çalışanların iş ilişkilerine yönelik bir
diğer kavram olan yetki devri ise, üst
yönetimin, sahip olduğu karar verme
yetkisini sınırlı zaman aralığında, belirli
koşullarda ve kendi isteği doğrultusunda
astlara devretmesi olarak tanımlanabilir.
Yetki devri konusunun içeriğine ilişkin ayırt
edici
hususlar,
yetkinin
kime
devredileceğine üst yönetim tarafından karar
verilmesi, yetki devri yapılan kişinin
doğrudan işi yürüten kişi olmaması ve yetki
devrine karşın lidere (ya da kurumun
ortaklarına
–
hissedarlarına)
karşı
sorumluluğun yine üst yönetimde kalması
şeklinde sıralanabilir. “Yetki devri, temeli
itibariyle hiyerarşik bir organizasyon
yapısının
anlayışıdır.
Bu
tip
bir
organizasyonda üst kademe, karar verme
yetkisine sahip olup, iş yapma metotları ve
görev tanımları ile çalışanları yönlendirir ve
yönetmeye çalışır” (Yüksel ve Erkutlu,
2003, 133). Yetki devri ile çalışanlar
yaptıkları işe ilişkin sorumlulukları
üstlenmekte,
ancak
üstlendikleri
sorumluluk düzeyinde ödüllendirilmemekte
ya da kurumsal başarının sonuçlarından pay
sahibi
olamamaktadırlar.
Personel
yetkilendirmenin yetki devrinden farkı bu
bağlamda açığa çıkmaktadır; işi yapanın,
işiyle ilgili her konudaki kararı üst
yönetime danışmaksızın verebilmesi ve
sorumluluk-ödül
ikilemi
yaşamaması
personel
yetkilendirme
yapılan
organizasyonlarda temel amaç olmaktadır.
Personel yetkilendirmenin ilişkili olduğu
güdüleme
(motivasyon)
kavramının
temelinde ise, lider ve üst yönetimin,
çalışanların sahip olduğu bilgi ve becerileri
kullanabilmesine imkan sağlayacak fiziksel
ve zihinsel koşulların oluşturulması
gelmektedir.
Güdüleme,
çalışanların
davranışlarının
yönlendirilmesini
ve
denetlenmesini
de
beraberinde
getirmektedir.
Personel
yetkilendirme
uygulamalarının, kurumlardaki güdüleme
ve takım çalışmalarından en önemli farkı,
işi fiilen yapan kişinin o işle ilgili tüm
kararları verebilmesi ve iş sürecinin
herhangi bir aşamasında yaşanan ve
yaşanabilecek olan sorunlara doğrudan
müdahale edebilmesi için yetiştirilmesidir
(Özgen ve Türk, 1997). Personel
yetkilendirme süreklilik arz ederken,
güdüleme (motivasyon) anlık, çok kısa
sürelilik ya da geçicilik sergilemektedir.
Organizasyon teorisinin tarihsel gelişim
süreci yakından incelendiğinde, II. Dünya
Savaşı sonrası dönemde artan uluslararası
rekabet nedeniyle kurumsal değer konusuna
odaklanıldığı görülmektedir. XIX. yüzyılın
son çeyreğinden itibaren ortaya çıkan
hiyerarşik ve bürokratik örgütlenme modeli,
1929 Büyük Buhranı’na değin işlevsel bir
2. Personel Yetkilendirmenin Temel
Ölçütleri
Personel yetkilendirme, en geniş
anlamıyla, bir organizasyonun vizyonunu,
misyonunu ve performansını doğrudan
etkileyecek kararlar alma ve bu kararlardan
dolayı ortaya çıkacak sorunlara ilişkin
çözümler
geliştirme
yetkisinin
tüm
çalışanlar
arasında
paylaşılması
ve
çalışanların kurum stratejisi çerçevesinde
materyal ve mental bakımdan kendilerini
yenileyebilme
imkanına
kavuşmasıdır.
Çalışanların yürüttükleri işleri, kurumsal
kriterleri
dikkate
alarak,
günlük
yaşamlarındaki değer ve davranışlarına
uyumlandırma çabaları, organizasyonun
verimliliği ve etkinliği bakımından çok
önemli bir rol oynamaktadır.
Günümüzde
işletmeler,
tahmin
edilemeyen sorunlarla ilgilenmeleri ve
günlük işlerini yerine getirmeleri için
çalışanlarına verdikleri gücü, yeniden
dağıtmak yolunu seçmektedirler (Özgen ve
Türk, 1997). Personel yetkilendirme, güce
ilişkin hiyerarşinin kırılmasına neden
olmakta ve müşterilerin/hedef kitlenin
olumsuz tepki ve baskılarını zayıflatırken,
olumlu
tepki
ve
geribildirimlerini
hızlandırmaktadır.
Çalışanlar,
önemli
stratejik ve idari kararlarda ya da işle ilgili
çeşitli pozisyonlarda rol üstlenmeleri
nedeniyle,
içerisinde
yer
aldıkları
organizasyonda etkin bir konuma sahip
olduklarını hissetmeye başlayacaklar ve
kurum içi olumlu psikolojik ortam nedeniyle
yetkilerine sahip çıkacaklardır.
Personel yetkilendirme uygulamalarının
yaygınlaşmaya başladığı 1990’lar boyunca,
ABD’de ve Batı Avrupa ülkelerinde
gerçekleştirilen çok sayıda çalışma, personel
yetkilendirme yaklaşımının işlerliğinin dört
temel ölçüt etrafında değerlendirilebileceğini
belirtmektedir. Bu ölçütler; katılım, yenilik,
sorumluluk ve bilgiye ulaşılabilirliktir
(Özgen ve Türk, 1997). Bu temel ölçütler,
eğitim ve kurumsal dönüşüm gibi unsurların
da dahil olduğu kapsamlı bir yönetim
yaklaşımının parçalarıdır.
akademia
geçerliliğe sahip olmuşsa da; özellikle II.
Dünya Savaşı sürecinde (1939-1945)
yaşanan teknolojik dönüşüm (ürünlerde ve
üretim süreçlerindeki köklü değişim)
nedeniyle işletmeler için yetersiz kalmaya
başlamış ve bir yandan kişilerarası-grupkitle iletişim süreçlerinin organizasyon
konulu araştırmalara eklemlenmesi, diğer
yandan da sistem, işlevsellik, durumsallık
gibi farklı yaklaşımlarının tartışmaların
merkezine oturmaya başlamasıyla birlikte
örgüt teorisi yeni bir içeriğe kavuşmuştur.
Özellikle çağdaş organizasyonların hedef
kitlesini ulusaldan uluslararası ölçeğe
çıkarmaları ve 1960’ların ikinci yarısından
itibaren ABD ile Avrupa merkezli
şirketlerin dünya pazarlarında Japon
şirketleri karşısında rekabet edemez hale
gelmeleri, örgüt teorisinde içe bakışı
kaçınılmaz kılmış ve personel, işgören
olmanın ötesinde bir sosyal ortak ve birincil
müşteri
şeklinde
de
tanımlanmaya
başlamıştır. Çalışanların sosyal ortak olarak
tanımlanması,
yetkilerinin
artırılması,
sorumluluk sahibi kılınması ve işe ilişkin
bilgilerinin güçlendirilmesi sonuçlarını
doğururken;
birincil
müşteri
olarak
tanımlanması ise, talepleri dikkate alınacak,
hedef kitleyi temsil etme yetisine sahip
olacak, özetle kurum içi halkla ilişkilere
girilecek tüketiciler şeklinde görülmelerine
neden olmuştur. Personel yetkilendirme
yaklaşımı ile kurum içi halkla ilişkiler
modellerine kaynaklık eden tartışmaların
ortaklığı, geliştirilen çözüm önerilerinin de
benzerliğini açıklamaktadır. Gerek personel
yetkilendirme yaklaşımında gerekse kurum
içi halkla ilişkiler konulu araştırmalarda,
yönetim, personelin üretici olarak daha
verimli ve tüketici olarak daha etkin
olmasını
sağlayacak
koşulları
biçimlendirmeye çalışan örgütsel kesim
olarak tanımlamaktadır. Kurum içi halkla
ilişkiler konulu uygulamalı ve yönetsel
araştırmalar (applied and administrative
research), birey ve grup ölçeğinde
yetkilendirmenin yönetimin başarısındaki
en önemli unsurlardan biri haline geldiğini
ortaya koymaktadır.
58
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Personel yetkilendirme yaklaşımının bir
süreç olarak organizasyona dahil olması ve
işlemesi ancak çalışanların katılımlarıyla
mümkündür. Örgüt iletişimi ve kurumsal
kimlik konularındaki güncel tartışmalar,
çalışanların büyük bir kısmının kendilerine
ilişkin kararlarda söz sahibi olmak istedikleri
sonucuna ulaşmaktadır. Bürokratik örgüt
yapısının nasıl çözüleceği ve kurum
içerisinde hangi çalışana ne düzeyde hak
tanınacağının tespit edilmesi katılımın somut
sınırlarını belirlemektedir. Katılımın bireysel
düzeyi her çalışanın üst, ast ve kendisiyle
aynı düzeyde çalışan diğer personelle
işbirliğinin artması iken, kurumsal düzeyi
sorunları en hızlı, en pratik ve en düşük
maliyetle çözerek kurumsal verimliliği
artırmaktır.
akademia
Personel yetkilendirme yaklaşımının
işlerliğini ortaya koyan bir diğer ölçüt ise
yeniliktir. Yetkilendirme sürecinin işlemeye
başlamasıyla birlikte, çalışanlar kendi
işlerine ilişkin yenilikler geliştirmek için
cesaretleneceklerdir.
Çalışanların
mal
üretimine yönelik inovasyon tercihlerini
açıklamaları, hizmet sunumuna yönelik
kalite artırıcı ilkeler geliştirmeleri ya da
çalışma koşullarına ilişkin yeni plan ve
program önerilerinde bulunmaları pazarda
rekabet üstünlüğü sağlayacak unsurlar olup;
üst yönetim tarafından destek beklemektedir.
Yönetimin geçici başarısızlık halinde dahi
çalışanları desteklemesi, enformasyon ve
bilgi süreçlerinin rekabette belirleyici
olduğu
günümüz
organizasyonlarında,
personelin yenilik geliştirme konusunda
teşvik edilmesini sağlamaktadır (Demir,
2006, 43-44).
59
Personel yetkilendirme yaklaşımının
işlerliğindeki üçüncü ölçüt sorumluluktur.
Bir organizasyon içerisinde çalışanlar ne
kadar yetkilendirilirse yetkilendirilsinler,
eğer yetkili oldukları eylemlerden dolayı
sorumlu kılınmazlarsa, yetkilendirme süreci
başarısızlıkla
tamamlanacaktır.
Sorumluluktan amaçlanan ödüllendirmecezalandırma mekanizmasının işletilmesinin
aksine; personelin birbirlerinin görüş ve
önerilerinin uygulanması karşısında yapılan
işten sorumluluk hissederek, uyum ve
karşılıklı işbirliğinin hâkim olduğu ve
yapılabileceklerin en iyisinin yapıldığı bir
ortam oluşturmaktır. “Sorumluluk kavramı
işletmede bana/bize güvenebilirsiniz bakış
açısının yerleştirilmesi anlamındadır... Bu
tür sorumluluk, daha esaslı, anlaşılabilir ve
güçlüdür” (Doğan, 2003, 27).
Yaklaşımın son ölçütü ise bilgiye
ulaşılabilirliktir. Çalışanların yaptıkları işe
ilişkin her türlü bilgiye ulaşabilmeleri,
verimliliğin artmasını sağlayacak en önemli
unsurdur. Bilgiye ulaşılabilirlik, işyerinde
güven
ortamı
oluşturarak
personel
yetkilendirmeye
katılımı,
çalışanların
aktarılan
bilgiyle
orantılı
olarak
üstlenecekleri sorumluluğu ve gerek somut
materyal gerekse soyut fikirler düzeyinde
yenilik üretimini artıracaktır. Bu bağ rolü,
çalışanların daha etkili bir biçimde
faaliyetlerini yürütmelerine ve ait olunan
kurumsal yapıyı kontrol ederek hızlı ve
isabetli kararlar verebilmelerine olanak
tanımaktadır.
Personel yetkilendirme ölçütlerinin ortak
paydası, iş dünyasına ilişkin amaç ve
hedeflerini
belirlemiş,
sorun
çözme
konusunda
alternatifler
geliştirebilme
becerisi edinmiş ve işine ilişkin yenilik
önerileri sunan çalışanların ortaya çıkmasını
sağlamaktır. Personel yetkilendirme ile, iş
tatmini gün geçtikçe artan ve sorunlar
karşısında başarma isteği yüksek olan
çalışanlar organizasyonlarda aktif hale
gelmekte ve örgütsel verimlilik hızla
yükselmektedir.
3.
Personel
Yetkilendirme
Uygulamalarının Kurumsal Verimliliğe
ve Kurum İçi İletişime Etkileri
Organizasyonun işleyiş sürecini içeriden
değiştirme yönünde atılmış en önemli adım
olan personel yetkilendirme yaklaşımında,
yetkilendirme uygulamalarının verimliliği
artırıcı yönde sonuçlar doğurması gerektiği
sıklıkla vurgulanmaktadır. Üst düzey
yöneticilerin bu noktayı gözden kaçırmaları,
yetki parçalanması ve örgüt ikliminin
Personel yetkilendirme (empowerment),
kademe kademe ve aşağıdan yukarı doğru
azalan bir iş sürecine dahil olma prensibi
doğrultusunda
uygulanmalıdır.
Çağdaş
işyeri, kararlar verebilen, sorunlara yönelik
çözümler
üretebilen
ve
sonuçlardan
sorumluluk duyan çalışanlara ihtiyaç
duymaktadır. Yetkilendirmenin yapıldığı
işyerlerinde şu ortak özelikler mevcuttur:
•
•
•
•
•
•
•
İşin içeriğini geliştirmek,
İşin yapılışını oluşturan beceri ve
görevleri genişletmek,
Yeniliği özgür kılmak,
İşe ilişkin kararlar hakkında yüksek
kontrol süreçleri geliştirmek,
Bir görevin sadece bir parçasını
değil, bütününü tamamlamak,
Müşteri memnuniyeti sağlamak,
Pazardaki koşulları tanımak (Scott,
1991).
Alt kademede çalışan ve ‘yaptığı işe
ilişkin sorumluluğu çok, karar verme yetkisi
az olan’ personele, kurumun genel stratejisi
doğrultusunda başarıya ulaşmanın, başta
kendisi olmak üzere tüm ekip arkadaşlarının
da dahil olduğu bir karar verme sürecinin
uygulanması halinde mümkün olduğu
hatırlatılmalıdır. Yetkilendirme sürecinin
uygulamaya dönük içeriği, birlikte çalışma,
paylaşma ve dayanışma yoluyla çalışanlar
arasında kurumsal gücün somutlaşmasına ve
geliştirilmesine
yol
açmaktadır.
Yöneticilerin çalıştırdıkları personele, işin
gereklerini
yerine
getirebilecekleri
konusunda güven duymaları ve bu
duygularını desteleyecek sözlü ifadeler ve
eylemler
sergilemeleri,
personel
yetkilendirme
uygulamasının
temel
basamağıdır.
Güven
duygusunun
oluşmasında güçlü bir görevlendirme,
kesinleşmiş bir görev tanımı, yoğun bir
eğitim ve etkili bir ödüllendirme politikası
önemli rol oynayacaktır (Çınar, 2004).
Yöneticilerin astlarına güven duyduklarını
hissettirmeleri ve astların da yöneticilerinin
kendileri hakkında duydukları güveni boşa
çıkarmayacak eylemler sergilemeleri, örgüt
ikliminin personel yetkilendirmeye dayalı
olarak,
olumlu
yönde
gelişimini
sağlayacaktır.
Personel yetkilendirme (empowerment)
uygulamalarında dikkat edilmesi gereken
hususlar;
• Müşteri taleplerini karşılamak için
çalışanların müşteriye odaklanması,
• Kişisel
sorumlulukların
ve
yapabilirliklerin belirlenmesi,
• Çok kanallı ve katılımcı enformasyon
ağlarının kurulması,
• Kurum
misyonu
doğrultusunda
risklerin karşılanmasına ve müşteri
ilişkileri
yönetiminin
işlemesine
yönelik maliyetlerin hesaplanması
şeklinde sıralanabilir (Çınar, 2004).
Uygulama sırasında karşı karşıya
kalınacak sorunların temelinde bu noktaların
bir ya da birkaçına yeterince önem
verilmemesi yatmaktadır. Klasik (hiyerarşikbürokratik)
örgütlenme
modelinde
çalışanların, müşterilerin (hedef kitlenin)
taleplerinden
çok
yöneticilerin\üstlerin
beklentilerine
odaklanmaları;
olaylar
karşısında sorumluk talebinde bulunmayıp,
yapabileceklerini dahi yapmamaları; tek
kanallı
ve
standartlaştırılmış
bir
akademia
bozulmasına neden olacak eylemlerin ortaya
çıkması gibi sonuçlar doğurmaktadır.
Verimliliği artıracak talep ve önerilerin,
birim/kısım yöneticileri tarafından üst düzey
yöneticilere
iletilmesini
takiben,
(i)
organizasyonda personel yetkilendirme
yapılabilecek
iş
süreçleri
dikkatle
incelenmeli, (ii) çalışanların iş süreci
üzerinde bilgi sahibi olmalarının ve iş
sürecini kontrol edebilmelerinin onlara ne
gibi
avantajlar
sağlayacağı
belirginleştirilmeli, (iii) buna karşın,
personel yetkilendirmenin kurum kültürü ve
‘katılımcı organizasyon atmosferi’ ile
desteklenmediği takdirde hangi olumsuz
sonuçların ortaya çıkacağı öngörülmeye
çalışılmalıdır.
“Örgüt
içinde
insana
(çalışanlara) verilen değer arttırılmalıdır…
Çalışanlar, örgütlerin işlevlerini daha etkin
ve verimli hale getirmek için, iş
fonksiyonlarının
planlanmasına
ve
kontrolüne
katılmak
durumundadırlar”
(Göksel, 2003, 10).
60
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
enformasyon ağının neden olduğu yavaş
tepki verme sürecinden şikayet etmemeleri
ve gerek karın gerekse sosyal faydanın
azamileşmesi
için
gereken
maliyet
artışlarından
kaçınmaları;
personel
yetkilendirme
uygulamalarının
kurum
açısından zorunluluk haline geldiğinin temel
göstergesidir. Bu bağlamda personel
yetkilendirme (empowerment) tek başına
işleyen bir süreçten çok, kurumsal
örgütlenmedeki değişimin de önemli bir
parçası haline gelmektedir.
akademia
Personel yetkilendirme uygulamaları,
örgüt için hedeflenen yeni misyonun ve
ortaya çıkması istenilen örgüt ikliminin
oluşumunu sağlayacak yeni değer ve
davranışlar setinin belirlenip, bunların
mevcut kurumsal yapıyla karşılaştırıldığı ve
farklılıkların değişim alanları olarak ortaya
konulduğu bir sürece eşlik ettiği takdirde
anlam
kazanacaktır.
Personel
yetkilendirmenin ortaya çıkardığı liderliğin
yerine takım, tartışma ve şikayetin yerine
değerlendirme ve uygulama, tek kanallılığın
yerine ağdaşlık (netizen) ve ayrıklığın yerine
katılımcılık
esaslı
yeni
örgütlenme
yaklaşımı, değişime karşı oluşacak direnci
azaltarak, kurum içinde yeni durumun
kabullenilmesini
kuvvetlendirecektir.
Personel yetkilendirmenin kurum için
paylaşılan ortak bir değer haline gelmesiyle
birlikte,
kurumsal
yapılanmanın
esnekleşmesi hem yönetim kadrosu hem de
çalışanlar
bakımından
daha
kolay
benimsenebilir hale gelecektir.
61
Personel yetkilendirmesi tamamen ya da
kısmen gerçekleştirilmiş kurumlarda işin
yapılma biçimi ve iş için gerekli örgütlenme
tarzı, klasik kurumsal örgütlenmelerden
tümüyle farklıdır. Personel yetkilendirme
uygulamaları sadece işin daha hızlı
yapılması için yetki paylaşımı olarak
anlamlandırılmamalı; çalışanların tutum ve
algılayışlarındaki farklılaşmadan başlayıp,
davranışlarına ve örgüt içi iletişimlerine
değin uzanan bütünleşik bir değişimi ifade
etmelidir. Yetkilendirmeyi başlatan aktör
lider olmasına karşın, yetkilendirmenin
sınırlarını çizen aktör verimliliğe dayalı
çalışma koşulları ve rekabettir. Çalışanlarını
motive eden, işle ilgili önerilere açık olan ve
hata yapma korkusunu ortadan kaldıran lider
ve üst yönetim, personel yetkilendirme
uygulamalarını olumlu yönde etkileyecektir
(Bakan, Büyükbeşe ve Bedestenci, 2004, 3032). Personelin yeni koşullar nedeniyle hata
yapma olasılığı artmış olmasına karşın, lider,
yetkilendirilmiş çalışanların hatalardan
gerekli sonuçlar çıkarmalarını (learning by
make a mistake) ve kurumsal değişimi daha
ileri noktalara taşımalarını sağlamalıdır.
Liderliğin en önemli özelliklerinden birisi
olarak sunulan performans standartlarını
belirleme, yetkilendirme sürecinde liderin
rolünü doğrudan ortaya koymakta; kimin, ne
zaman ve nereye kadar yetkili olacağına
karar vermede lider tercihlerinin isabetliliği
(ya da isabetsizliği), gerek günlük
faaliyetlerin yürütülmesinde gerekse krizlere
karşı tepki vermede açığa çıkmaktadır. Lider
ve üst yönetim, personel yetkilendirme
sürecini
işletmekle
sorumluluktan
kurtulmamakta; aksine tutum ve davranışları
kurumsal düzeyde örnek alınan karakterler
olduklarından
yetkilendirme
uygulamalarının
başlamasıyla
birlikte
çalışanları için rol modeli olmaktadırlar
(Kadıoğlu,
2004).
Lider,
personel
yetkilendirmede,
içinde
yer
aldığı
organizasyonun üyeleri tarafından bireysel
performansı ve davranış kalıpları yakından
takip edilen karakterdir.
Personel yetkilendirme süreci temelde
çalışanları hedef almakla birlikte, liderin ve
kurumsal
üst
yönetimin
plan
ve
programlarını uygulamada aracılık eden ve
organizasyonun omurgasını oluşturan alt
kademe yöneticilerin de yetkilendirilmesi
değişim sürecinin önemli bir ayağını
oluşturmaktadır.
Kurumsal
olarak
yetkilendirme hızı, alt kademe yöneticilerin
istekleri ile doğru orantılıdır. Alt kademe
yöneticilerin, personelin kendilerinden izin
almaksızın
süreci
değiştirebilmeleri
konusunda yeterince bilgilendirilmemeleri
kurum içi çatışmalara ve gereksiz yere
ortaya çıkan aşırı rekabet duygusuna neden
olacaktır. Özellikle yükselen piyasalarda
(emerging markets) faaliyet gösteren
Günümüzde yükselen bir piyasada
kurumsal
gelişimin
başarısındaki
sürdürülebilirlik, kurum içi halkla ilişkiler
kanallarının işler tutulmasıyla mümkündür.
Kurum içi halkla ilişkiler, özetle, sorunun
tespiti, sorunu çözümleyecek tekniklerin
arayışına girilmesi, uygulanacak yöntemin
tercihi, uygulama deneyimi ve elde edilen
sonuçların tartışılması aşamalarında bireyin
en önemli kaynak olarak görüldüğü bir
iletişim sistemi olup; amaç organizasyonun
tüm insani değerlerinden faydalanabilmektir.
Halkla ilişkiler yönetimin bir parçası olup;
işletme yönetimleri çevreleriyle uyumlu ve
olumlu ilişkiler kurabilmek için kendi
içlerinde bir halkla ilişkiler politikası ve bu
doğrultuda bir halkla ilişkiler planlaması
oluşturmak zorundadır. “Bu politika,
işletmenin, amaç, etkinlik, işlev ve
davranışlarının çevreye tanıtılması ve
çevrenin işletme üzerindeki etkilerini
yakından
izleme
şeklinde
belirir”
(Sabuncuoğlu, 1998, 95). Bu bağlamda,
kurumsal etkinliği ürün kalitesini artırırken
maliyetleri azaltabilme becerisi olarak
tanımlayan
organizasyonların
aksine,
personel
yetkilendirmenin
yapıldığı
organizasyonlarda çalışanların yeniliğe
yatkınlığı ve katkısı verimliliğin temelini
oluşturmaktadır. W. Quirke’nin 1995 yılında
yayımlanan ‘Internal Communication’ [İçsel
İletişim] başlıklı çalışması, kurum içi
iletişimin düzeyi ile kurumun gelişmişlik
düzeyi arasındaki ilişkiyi doğrudan açığa
çıkarmaktadır. Kuruluş aşamasında az
sayıda çalışanı gayri resmi düzeyi yüksek bir
yapı içerisinde birbirine bağlayan iletişim
kanalları, büyüme aşamasında yerini işlevsel
ve resmi bir iletişim tarzına bırakmaktadır.
Büyüme, iletişim kanallarını hiyerarşik bir
yapının parçası haline getirmekte; üst
yönetim kurumun tümüne değil, ilgili
birimlere yönelik mesaj alış-verişine
girmektedir. Kalite politikası ile bütünleşmiş
gelişim aşamasında ise organizasyon
yönetimi, iletişimi bir düzene sokarak tüm
çalışanların her türlü mesaj kanalını
kullanmasını sağlamayı hedeflemektedir. Bu
noktada ortaya çıkabilecek sorunların
başında ise iletişim kanallarının çokluğu
nedeniyle mesajlar içinde boğulma ve
geribildirimin zayıflaması gelmektedir.
Quirke’nin çalışması (1995, 71-94),
çalışanların desteğinin ancak daha fazla
etkileşim sağlayacak eğitim, mesleki forum
ve grup panelleriyle mümkün olacağını
vurgulamaktadır. Kurum içi halkla ilişkilerin
yönetsel düzeydeki bir parçası olarak
tanımlayabileceğimiz
personel
yetkilendirme uygulamalarında ise iletişim,
personelin yeni stratejileri belirleme
sürecine katıldığı, stratejiyi sahiplenmesini
sağlayacak katkıyı yaptığı ve yeni stratejiden
kaynaklanacak sorunları çözmede yetkilerini
kullandığı bir içeriğe sahip olmalıdır.
Personel yetkilendirmenin uygulamadaki
en önemli faydası, kurumu öğrenen bir
organizasyona dönüştürmesidir (Demir,
2006, 43). Yetki devrinin gerçekleştirilmesi,
hedef kitlenin taleplerine cevap vermede
hızlanmaya, sorumluluğun artmasından
kaynaklanan beceri gelişimine ve sorun-riskkriz yönetimi gibi uygulamalara gerek
duyulmadan önlem alma inisiyatifine
kaynaklık
etmektedir.
Personel
yetkilendirmenin uygulanmasıyla birlikte,
bütün çalışanların performans standartlarının
sürekli gelişim göstermesine ve faaliyetler
üzerinde etkin olmalarına dayanan yeni bir
yönetim anlayışının kurumsal düzeyde
hâkim olacağı açıktır.
akademia
şirketlerin
alt
kademe
yöneticileri,
yetkilendirme sürecini kendi yetkilerinin
ellerinden alınması olarak algılayabilmekte;
ayrıca yanlış algılamalarını özgüven
eksikliğinden
kaynaklanan
dar
bir
eylemlilikle de bütünleştirerek yetkilendirme
uygulamalarını
baltalamaya
çalışabilmektedirler. Alt kademe yöneticiler
çalıştıkları kurumun yetkilendirme politikası
hakkında
bilgilendirildikleri
takdirde,
yaşanan
değişimi
kabullenmeleri
kolaylaşacak ve kendilerine bağlı olarak
çalışanları da daha etkili bir biçimde ikna
edebileceklerdir.
Sonuç
Personel
yetkilendirme
yaklaşımı,
günümüz iş dünyasında, en küçük çaptaki
işletmelerden dünya ölçeğinde faaliyet
gösteren çokuluslu şirketlere kadar farklı
62
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
kurumlarda
uygulanmakta
ve
organizasyonun
verimliliği
üzerinde
doğrudan etkili olmaktadır. Personel
yetkilendirme, çalışanların tercihlerinin
somut kararlara dönüşmesi ile bireylerin
zihinlerinde örgüt kültürünün yerleşmesine
destek sağlamakta ve bilginin paylaşılması
yoluyla
çalışanların
sorumluluklarını
artırarak kurumsal verimliliğin gelişimine
kaynak olmaktadır. Çalışanların problemleri,
çözümleri ve fırsatları yerinde görüp
harekete geçmeleri nedeniyle personel
yetkilendirme uygulamaları kurum olarak
hızlı hareket edilmesini sağlamaktadır.
Ancak
yetkilendirme
uygulamalarının
gereğinden hızlı gerçekleştirilmesi halinde
ise, hem çalışanlar arası yetkilendirmede
dengesizlikler oluşmakta hem de uzun vadeli
süreçte hiçbir değişimin yaşanmamasına
neden olmaktadır (Doğan, 2003, 85-86).
Personel yetkilendirme yaklaşımının
(empowerment),
çok
disiplinli
(multidiscipliner) içeriği, bir olay ya da
olgudan çok bir sürece işaret etmekte olup;
organizasyon düzeyinde katılımcılığın temel
kriterlerinin belirlenmesine önemli katkı
sağlamaktadır. Kurum içi iletişim sürecinde
belirlenen personel yetkilendirmenin temel
kriterlerinin olumlu sonuçları şu şekilde
sıralanabilecektir (Chamberlin, 1997, 4446):
akademia
• Yetkilendirme sonucu açığa çıkan
karar verme gücünün personelin
psikolojisi üzerinde olumlu etkisi
vardır.
• Enformasyona ve karar verme
kaynaklarına erişim, olası sonuçların
ağırlığı konusunda fikir yürütülmesini
yaygınlaştırır ve kolaylaştırır.
• Tercih yapılabilecek alternatif aralığı
genişlemektedir.
• İddialılık,
çalışanın
isteklerine
ulaşmasında
motivasyon
sağlamaktadır.
• Olayları farklı açıdan görebilmek,
farklılık
oluşturmayı
kolaylaştırmaktadır.
63
• Tepki verilmesinin öğrenilmesiyle
birlikte, yetkilendirmenin sınırları da
açığa çıkmaktadır.
• Grup aidiyeti, bireysel hakların
ötesinde, sosyal hak ve ödevlerin de
olduğunun
anlaşılmasını
kolaylaştırmaktadır.
• Yetkilendirme, çalışanların yetenek ve
eylem
kapasiteleri
hakkındaki
algılamayı da değiştirmektedir.
• Değişimde sürekliliği ve krizler
karşısında
ayakta
kalabilmeyi
sağlamaktadır.
Rekabetin hedef kitleyi anlamayı ve
anlamak için de karşılıklı iletişime girmeyi
zorunlu kıldığı iş dünyasında, personel
yetkilendirme yaklaşımının benimsenmesi
ve iletişim dinamiklerini harekete geçirmesi,
yeni sorun çözme tekniklerini açığa
çıkaracaktır
(Gandz,
1990,
74-79).
Yetkilendirme kriterleri, çalışanları kurum
içi halkla ilişkiler konusunda eylenenlerden
çok, eyleyen konumuna taşımaktadır.
Personel yetkilendirme uygulamaları,
çalışanların, zihinsel ve duygusal olarak
güçlendirilmesini, karar verme süreçleri
üzerinde etkili olmalarını, bilgilerini
becerileriyle bütünleştirerek kullanmalarına
imkan tanınmasını, yürüttükleri işler için
sorumluluk
üstlenmelerinin
teşvik
edilmesini ve gerçekleştirdiklerini başta
kendileri olmak üzere bütün bir kurum için
anlamlı hale getirmelerini ifade etmektedir.
Değişen piyasa koşullarında organizasyonun
hedef kitlesinin taleplerine en kısa sürede
cevap verilebilmesi için karar verme
mekanizmalarına çalışanların da dahil
edilmesi, fiyat dışındaki rekabet unsurlarını
kullanan kurumların en önemli avantajıdır.
Çalışanların verimliliğinin ve yapılan işin
kalitesinin artırılmasının, ancak personel
tatmini sağlanmış, her kademesinde başarma
isteğinin yüksek olduğu ve yeniliklerin
kolaylıkla
benimsendiği
bir
kurum
kültürüyle
mümkün
olacağı
gözden
kaçırılmamalıdır.
Anahtarı:
Personel
Güçlendirme
(Empowerment)”. TODAİE Amme
İdaresi Dergisi, Cilt: 30 Sayı: 4, 7586.
Kaynakça
Bakan, İ., Büyükbeşe, T. ve Bedestenci, Ç.
(2004). Örgüt Kültürü. İstanbul:
Aktüel Yayınları.
Chamberlin, J. (1997). “A Working
Definition
of
Empowerment”.
Psychiatric Rehabilitation Journal.
Vol. 20 Number 4, 43-46.
Çınar,
F. (2004). “Organizasyonlarda
Çağdaş Bir Yaklaşım: Yetkilendirme
(Empowerment)”. Erişim: 07 Haziran
2006,
http://www.koniks.com/topic.asp?TO
PIC_ID=764.
Demir, Y. (2006). “Personel Güçlendirme
(Empowerment)”. Karınca Dergisi,
Yıl: 71 Sayı: 833, 40-45.
Doğan, S. (2003). Personel Güçlendirme:
Empowerment.
İstanbul:
Sistem
Yayıncılık.
Gandz, J. (1990). “The Employee
Empowerment
Era”.
Business
Quarterly, Vol. LV No: 2, 74-79.
Göksel, A. (2003). “Personel Güçlendirme”.
B. Bumin (Ed.). Çağdaş İşletme
Teknikleri. (s. 3-16). Ankara: Gazi
Kitabevi.
Kadıoğlu, D.Y. (2004). “Kendi Kendini
Yöneten Çalışanlar ve Güçlü Şirketler
İçin: Yetkilendirin!”, Erişim: 11
Ağustos
2006,
http://www.insankaynaklari.com/cn/C
ontentPrint.asp?BodyID= 3607.
Quirke,
B.
(1995).
“Internal
Communication”. N. Hart (Ed.).
Strategic Public Relations. (p. 71-94).
New York: Macmillan Business
Press.
Pira, A.G. ve Baytekin, E.P. (2007). Halkla
İlişkiler: Neyi, Nasıl Yapmalı,
İstanbul: Dönence.
Sabuncuoğlu, Z. (1998). İşletmelerde Halkla
İlişkiler. Bursa: Ezgi Yayınları.
Scott,
C.D. (1991). Empowerment: A
Practical Guide for Success. Menlo
Park: Crisp Pub.
Theaker, A. (2006). Halkla İlişkilerin El
Kitabı. (M. Yaz, Çev.) İstanbul:
MediaCat Kitapları.
Wilmsen, C., Elmendorf, W., Fisher, L.,
Ross, J. Sarathy, B. and Wells, G.
(2008). “Participation, Relationships
and Empowerment”. C. Wilmsen, et
al.
(Eds.)
Partnerships
for
Empowerment. (p. 259-284). London:
Earthscan.
Yüksel, Ö. ve Erkutlu, H. (2003). “Personeli
Güçlendirme – Empowerment”, Gazi
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, Cilt: 5 Sayı:1, 131142.
Karlöf, B. (1996). Çağdaş Yönetim
Kavramları ve Kalkınma Modelleri.
(Z. Gülmez ve E. Kütevin, Çev.)
İstanbul: İnkılap Kitabevi. (1993).
akademia
Özgen, H. ve Türk, M. (1997). “Hizmet
Sektöründe
Rekabette
Başarının
64
Erciyes İletişim
akademia
65
2009
TEMMUZ
ÜLKE MENŞEİ VE ÜRETİM MENŞEİ BİLGİSİNİN KALİTE
ALGILAMALARINDAKİ ROLÜ
Vesile Çakır*
Özet
Tüketiciler bir ürünü, içsel ve dışsal göstergeler temelinde değerlendirirler. Ülke
menşei bilgisi ürüne dair bir dışsal gösterge gibi işlev görür. Günümüzde, bir ürünün birden
fazla ülke menşei vardır. Bir ürün özellikle tek bir ülke ile ilişkilendirilememektedir. Küresel
pazarda ürünlerin çoğu melezdir. Ülke menşei ve üretim menşei farklı ülkeler
olabilmektedir.
Bu çalışma ülke menşei hem de üretim menşei etkileri üzerinde yoğunlaşmış ve
bunların ürün kalite algılamalarına etkilerini test etmiştir. Araştırma bulguları göstermektedir
ki, araştırma kapsamına alınan markalar için, kalite algılamalarında ülke menşei önemli bir
etkiye sahip değilken, üretim menşeine dair bilgi etkilidir. Bu bulgulara göre, algılanan
kalitede üretim menşei bilgisi önemli bir belirleyicidir.
Anahtar Kelimeler: Ülke Menşei, Üretim Menşei, Algılanan Kalite.
THE ROLE OF COUNTRY OF ORIGIN AND MADE-IN COUNTRY
KNOWLEDGE ON THE PERCEIVED QUALITY
Abstract
Consumers evaluate a porduct on the basis of intrinsic and extrinsic informational
cues. The country of origin information serves as an extrinsic cue of a product. At the
present time, the country of origin of a product can be more than one. A product may not be
exclusively associated with one country. In the global market, most of products are hybrid
products. Origin of country, made-in country may be different countries.
The present study was concentrated on both country of origin effects and made-in
country effects, and their effects on perceived product quality were tested as well. The
research findings indicated that knowledge of made-in country is effective on perceived
product quality while the actual origin has not a significant impact on product-quality
perception for brands that were included to this research. According to the findings of this
research, knowledge of made-in country is a more important determinant on the perceived
quality.
akademia
Key Words: Country of Origin, Made-in Country, Perceived Quality.
*
Arş. Gör. Dr., Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
66
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
Giriş
67
Günümüzde tüketicilerin tüm dünyadaki
ürün ve hizmetlerin farkında olmasının
sonucu olarak ürünün ülke menşei imajının
tüketici davranışı üzerindeki önemi her
geçen gün artmaktadır. Ülke menşei imajı
birbirine benzeyen ürünler arasında fark
yaratan, ürüne bazen üstünlük sağlayan,
bazen de zayıflatan bir unsurdur.
Günümüzde bir ürünün pazara sunulma
aşamasına kadar geçen süreç geçmiştekine
göre farklılık arz etmektedir. Küresel
rekabetin değişen koşulları, ürünlerin tek
bir ülkeden çıkıp dünya pazarına yayıldığı
eski geleneği bozmuştur. İstisnaları da
olmakla birlikte, ürünler fikir olarak bir
ülkede doğmakta, tasarlanmakta, üretim
için gerekli parçalar ya da hammadde
başka bir ülkeden sağlanmakta, üretimin
son aşaması ya da montajı bir diğer ülkede
gerçekleşmekte ve dünyanın her yerinde
pazara sürülebilmektedir. Firmaların işgücü
ücretlerinin
düşük
olduğu
ülkelere
yönelmesi, partner şirketlerin daha uzman
ve profesyonel mühendislik hizmetlerinden
yararlanma isteği, uzak pazarların da
ilgisini
çekebilecek
hedef
pazarın
beğenisine uygun tasarımların yapılması
ihtiyacıyla
okyanus
aşırı
tasarım
merkezlerinin kurulması gibi faktörler
global pazarın melez ürünler ile dolmasına
neden olmaktadır. Bir ülkede satılan
ürünler arasında, aynı yerde tasarlanmış,
montajlanmış, parçaları aynı ülke içinden
temin edilmiş olanını bulmak, yani yüzde
yüz yerli bir ürün görmek gittikçe
zorlaşmaktadır. Bu durum geleneksel ülke
menşei kavramının literatürde ele alınış
biçimini de değiştirmiş, yapının çok
boyutlu karmaşık bir yapı olarak
görülmeye başlanmasına neden olmuştur.
Örneğin, Insch ve McBride (2004), Chueh
ve Kao (2004), Nebenzahl ve diğerleri
(1997),
Chao
(1993,
2001)
gibi
araştırmacılar ülke menşei kavramının tek
boyutlu
bir
yapı
olmadığını
savunmaktadırlar. Sözü edilenler gibi daha
yeni araştırmalarda ülke menşei kavramı,
montaj-üretim ülkesi, tasarım ülkesi,
çokuluslu yapıya sahip şirketlerde hak
sahibi ülkeler şeklinde bölümlenen bir yapı
olarak görülmektedirler.
Ülke menşei etkisi 40 yılı aşkın bir
süredir akademik araştırmalara konu
olmaktadır. Geleneksel tek boyutlu ülke
menşei etkisi literatüründeki çalışmalar,
kalite ve ülke menşei ilişkisi üzerine
yeterince yoğunlaşmış ve çoğu araştırma
iki değişken arasında güçlü bir bağ olduğu
sonucuna ulaşmıştır (Gaedeke, 1973; Han,
1989: White ve Cundiff, 1978).
Çoğunlukla gelişmiş ülkelerde yapılan bu
araştırmalar gelişmiş ülkelerden gelen
malların tüketiciler tarafından daha kaliteli
algılandığını göstermektedir. Başka bir
deyişle, ürünün geldiği ülkenin imajı
ürüne
transfer
edilmekte,
kalite
algılamalarını etkilemektedir. Ülke menşei
kavramını çok boyutlu bir yapı olarak ele
alıp, montaj, tasarım, taraf ülkelerin
imajının kalite algılamaları üzerine
etkilerini ayrı ayrı inceleyen araştırmalar
hem çok yeni hem de son derece sınırlıdır.
Böyle detaylı bir çalışma ayrıca son
derece de zordur. Örneğin, aynı
araştırmada çok sayıda ürün kategorisi
üzerinde çalışmak neredeyse imkânsızdır.
Elektronik eşya, gıda, giyim gibi ürün
kategorilerinin aynı anda ele alınmak
istenmesi halinde, ülke menşei bileşenleri
her ürün kategorisi için aynı biçimde
bölümlendirilememektedir.
Elektronik
aletler için montaj ülkesinden bahsedilse
bile, gıda kategorisi için bu mümkün
olmayabilir. Her ürün kategorisi kendi
doğası gereği ülke menşei bileşenlerinin
yeniden
adlandırılmasını
gerektirebilmektedir. Bu sebepten tek bir
ürün kategorisinin (giyim) ele alındığı bu
çalışmada montaj ülkesi bileşeni, üretim
menşei
olarak
adlandırılmıştır.
Bu
araştırma ülke menşei literatüründeki yeni
eğilime uygun olarak ülke menşei
kavramının çok boyutlu bir yapı olduğunu
kabul etmekte, seçilen ürün kategorisinin
özelliğine uygun olarak üretim menşei,
ülke menşei (markanın genel merkezinin
bulunduğu ülke) ve kalite arasındaki
ilişkilere odaklanmaktadır.
1. Ülke Menşei Kavramının Çok
Boyutlu Yapısı
1960’ların ortalarından beri, ülke
menşei hakkında oldukça fazla araştırma
gerçekleştirilmiştir. Bugüne kadar yapılmış
pek çok çalışma, tüketicilerin ürünleri
değerlendirmek
için
ülke
menşei
bilgisinden yararlandığını göstermiştir
(Bilkey ve Nes, 1982; Han, 1989;
Nagashima, 1970). Ülke menşei, “bir
markanın hedef müşterileri tarafından
algılanan ait olduğu yer, bölge ya da ülke”
olarak tanımlanmaktadır. Algılanan bu yer,
o yer hakkındaki daha önceki algıları
doğrultusunda
sözkonusu
ürünün
tüketiciler tarafından pozitif ya da negatif
imajla düşünülmesine neden olmaktadır.
Küresel çapta faaliyet gösteren firmaların
amacı, pozitif olan ülke imajından
faydalanmak ya da negatif olan ülke
imajını tersine çevirmektir (Ueltschy, 1998,
12). Bu yüzden bir ürünün ülke menşeinin
ismi ve o ülkenin tüketici gözündeki imajı,
konu ile ilgili araştırmalarda çoğunlukla iç
içe kullanılmaktadır.
Ülke imajı,
tüketicilerin bir ülkenin ürünlerine dair
önceki deneyimleri ve pazarlama zayıflık
ve üstünlüklerine dayanarak belirli bir
ülkeden
gelen
ürünler
hakkında
oluşturdukları
genel
yargılardır
(Chowdhury ve Andaleeb, 2007, 38). Ülke
menşei imajını “tüketicilerin belli bir
ülkeden gelen ürünlere ekledikleri, bir
resim, bir şablon ve ün, itibar” olarak
tanımlayan Nagashima (1970, 68)’ya göre,
bu imaj, ülkenin tarihi, ekonomik ve politik
zemini, gelenekleri ve ürünleri tarafından
yaratılır ve uluslar arası pazarda tüketici
davranışları
üzerinde
güçlü
bir
belirleyicidir. Genelde, tüketicilerin farklı
ülkelerde üretilen ürünlere dair genel
algılamalarının farklı olduğu görülmüştür.
Bir ülkenin imajına dair bu genel
algılamalar, bu ülkede yapılan ürünlere
karşı tüketici algılamalarında önemli
etkilere sahiptir (Cengiz ve Kırkbir, 2007,
83).
Ticaretin küreselleşmesine bağlı olarak
ürünlerin üretim ve pazarlanmasında
yaşanan önemli değişimler, melez ya da
çok uluslu ürünlerin çoğalmasına yol
açmıştır. Bu tip ürünler, marka isminin ait
olduğu ülke ile üretim ülkesi farklı olan
(örn: General Elektrik ABD’li bir marka
adıdır, fakat Tayvan’da üretilmektedir; bir
Japon markası olan Honda Civic ABD’de
üretilmektedir), bu sebepten birden çok
ülke menşei olan ürünlerdir. Ülke menşei
etkisi son 40 yıldır tartışılsa da
araştırmaların çoğu tek menşeli ürünlere
yani, tamamen yerli ya da tamamen
yabancı ürünlere odaklanmaktadır (Han ve
Terpstra, 1988, 235).
Firmalar küresel pazarda genişleme
stratejileri belirlemekte ve uygulamaktadır.
Bu stratejilerin sürdürülebilmesi adına,
üretim işleminin çeşitli aşamalarında dış
kaynak kullanımı ya da üretimin belirli
kısımlarını taşerona verme eğilimi giderek
artmaktadır. Bazı gelişmekte olan ülkelerde
düşük işgücü ücreti firmalara cazip
gelmektedir. Bunun yanı sıra firmalar,
yabancı
partnerlerindeki
profesyonel
akademia
Herhangi bir ülkede ve Türkiye’de
doğup, örneğin ABD markası olarak
bilinen çoğu marka Çin, Tayland,
Endonezya gibi az gelişmiş ya da
gelişmekte olan ülkelerde üretilmektedir.
Tanınmış markaların böyle az gelişmiş
veya gelişmekte olan ülkelerde üretilmesi
markanın kalite algılamalarına zarar
vermekte midir? Yoksa tüketici İngiliz,
Amerikan, Türk markası olarak bildiği
markanın
nerede
üretildiğini
önemsememekte
midir?
Cevapları
markaların yeni ve güncel pazarlama
stratejileri
geliştirmesinde
işe
yarayabilecek bu sorular, bu araştırmanın
çıkış noktasını oluşturmaktadır. Marka
hakkında birer dışsal gösterge olarak hem
markanın gerçek ülke menşei hem de
üretim menşei hakkında bilgilendirilen
tüketicilerin kalite algılamalarında ne gibi
değişimler olduğu bu deneysel çalışmada
gözlenmeye çalışılmıştır. Bu şekilde,
gerçek ülke menşei bilgisinin kalite
algılamalarına etkisinin, üretim menşei
bilgisinin kalite üzerine etkisinden izole
edilmesi amaçlanmıştır.
68
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
yeteneklerin desteğini almak ya da okyanus
aşırı tasarım merkezleri kurmak suretiyle,
dış kaynaklı tasarım ve mühendislik
hizmetlerinden de faydalanma yoluna
gitmektedir. Bu aktiviteler, yerli iş
alanlarında gerilimin artmasına yol açtığı
gibi çok uluslu üretimin karmaşıklaşmasına
da neden olmaktadır. Bu firmalar bir
ülkede belli bir ürünün tek üreticisi
olduğunu iddia edebilen bir firmanın
olmadığı melez ürünlerin artmasını
sağlamaktadır. Bu ortamda, bir ürünün
sadece bir ülke ile ilişkilendirilebileceğini
savunan geleneksel ülke menşei nosyonunu
savunmak artık o kadar kolay değildir
(Chao, 1998, 1). Üzerinde uzlaşılmış bir
ülke menşei tanımı bulunmamakla birlikte,
son
çalışmalarda
yer
alan
yeni
tanımlamalar, ülke menşei kavramını çok
boyutlu görme eğilimine uygundur.
Örneğin, Johansson ve diğerleri (1985,
89)’ne göre, ülke menşei “bir ürün ya da
markanın genel merkezinin bulunduğu
ülke” olarak tanımlanmaktadır. Çok uluslu
yapısından dolayı ürünün bu ülkede
üretilmesi gerekmeyebilir. Bununla birlikte
ürün ya da marka bu ülke ile
özdeşleşmiştir. Nebenzahl ve diğerleri
(1997, 30) ülke menşeini “üretildiği yeri
dikkate
almaksızın
belirli
bir
ürünün/markanın kaynak ülkesi olarak,
tüketicinin zihninde bu ürün/marka ile
birlikte çağrışım yapan ülke” olarak
tanımlamaktadır.
69
Johansson (1989, 49)’a göre, ülke
menşei
bilgisi,
ürünün
kalitesi,
fonksiyonelliği, tasarımı, sosyal kabul
edilebilirliği gibi içsel göstergelerin
yanında
ürün
değerlendirmesinde
kullanılabilen bir dışsal göstergedir.
Özellikle ürünün özelliklerine dair içsel
hafızada saklanan bilgi çok azsa ya da
yoksa yani tüketici ürüne ya da markaya
aşina değilse, ürünle dolaylı olarak ilgili
ipuçlarını
ürün
değerlendirmesine
sokabilir. Ürün/marka ile tanışıklık azsa
ülke menşei bilgisi daha etkilidir. Erickson
ve diğerleri (1984, 694), marka adı,
reklamda kullanılan semboller, ünlü birinin
onayı gibi ürünün ülke menşeini de
ürüne/markaya dair imaj değişkenlerinden
biri olarak görürler. Bir imaj değişkeni,
ürünün fiziksel performans özelliklerinin
dışında ürünü tanımlamaya yardımcı bir
yön, özelliktir. Erickson ve diğerleri (1984,
698), bir imaj değişkeni olarak ülke menşei
bilgisinin ürüne dair tutum ve inançların
oluşmasındaki etkilerini sınandıkları bir
çalışmada, ülke menşei bilgisinin ürünle
ilgili inançları doğrudan etkilediğini ama
tutumları daha dolaylı (öncelikle inançları,
inançlar vasıtasıyla tutumları) etkilediğini
bulmuşlardır. Ülke menşei hakkındaki
mevcut araştırmalar başarılı uluslararası
pazarlama stratejilerinin belirlenmesinde
bu bilginin önemli olduğunu ortaya
koymuştur. Bununla birlikte, gerçek ülke
menşei ve montaj ülkesi (ya da üretim
menşei) arasındaki ayrıma dair ampirik
araştırmalar daha sınırlıdır.
Ülke menşei tek boyutlu bir kavram
değildir. Pek çok ürün bir ülkede
tasarlanmakta, bir diğerinde üretilmektedir.
Bu yüzden ülke menşeinin iki boyutu, yani
tasarım (fikir, konsept, mühendislik) ve
üretim (montaj yeri) arasında ayrım
yapmak önemlidir (Cengiz ve Kırkbir,
2007, 86).
Eski akademik çalışmalarda “country of
origin” ve “made-in country” aynı yapıyı
temsil eder biçimde kullunılmaktadır.
Örneğin
Gaedeke
1973’te
yaptığı
çalışmada, markanın üretim menşei ya da
ülke menşeine dair enformasyonel girdinin
tüketicinin kalite algılamalarında etkili
olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada bazı
markalar ülke menşei (Made in.. ) bilgisi
verilmediğinde, verildiği zamankinden
daha olumlu değerlendirilmiştir. Bazı
markalar da ülke menşei bilgisi (Made in..)
bilgisi verildiği zaman daha kaliteli olarak
değerlendirilmiştir. Bu markanın ülke
menşeine göre değişmektedir. Gaedeke de,
diğer pek çok araştırmacı gibi, her iki
kavramı aynı yapıyı temsil eder biçimde
ele almıştır. Günümüzde çoğunlukla,
ürünlerin/markaların kaynak ülkeleri ve
üretim yerleri farklı ülkeler olduğuna göre,
üretim menşei kavramı çok boyutlu ülke
Insch ve McBride (2004, 256), Chueh
ve Kao (2004, 71), Nebenzahl ve diğerleri
(1997), Chao (1993; 1998; 2001) gibi
araştırmacılar ülke menşei kavramını daha
da detaylandırma taraftarıdırlar. Örneğin,
Chao (1998), Insch ve McBride (2004)’e
göre ülke menşei kavramı tasarım ülkesi,
montaj ülkesi ve şirket hisselerine ortak
ülkeler olmak üzere üç farklı bileşenden
oluşan bir bütündür. Buna göre, bir
markanın gerçek sahibi aynı anda birkaç
ülke olabilir, tasarımı şirkette hissesi
olmayan bir Avrupa ülkesinde, montajlama
işlemi
ise
bir
Asya
ülkesinde
gerçekleştirilebilmektedir. Böyle ürünler
tam anlamıyla melez ürünlerdir ve bunlar
için tek bir ülke menşeinden bahsetmek
mümkün değildir. Ancak, bu detaylı
bölümlendirme her ürün kategorisi için
gerekli olmayabilir. Otomobil, beyaz eşya,
bilgisayar, cep telefonu gibi ürünler için
böyle detaylı bölümlendirmeler yararlı olsa
da, deterjan, diş macunu gibi temizlik
ürünleri için gereksizdir. Bu araştırmanın
gerçekleştirildiği giyim eşyası ürün
kategorisinde de benzer durum söz
konusudur. Örneğin, bir Türk markası olan
Mavi Jeans’ın tasarım ekibinde üç
Amerikalı, dört Türk bulunmaktadır.
Koordinatörleri de bir Türk olan bu tasarım
ekibi başka bir ülkede değil, şirket
merkezinde yani markanın anavatanında
çalışmaktadır. Bu kategori için montaj
ülkesinden de bahsedilemeyeceğine ve
marka anavatanı dışında başka ülkelerde
üretim yaptırma politikası yaygın olduğuna
göre, marka ismi sahipliği anlamında
gerçek ülke menşei ve üretim menşei
şeklinde bir ayrımdan bahsetmek daha
mantıklı
görünmektedir.
Günümüzde
çoğunlukla, ürünlerin/markaların kaynak
ülkeleri ve üretim yerleri farklı ülkeler
olduğuna göre, ülke menşei ve üretim
menşeinin tüketicinin satın alma kararları,
marka tutumları ve kalite, prestij gibi ürün
algılamalarına
etkileri
ayrı
ayrı
incelenmelidir.
2. Kalite ve Ülke Menşei İlişkisi
Zeithalm (1988, 3) algılanan kaliteyi
“tüketicinin bir ürünün üstünlük ve
mükemmelliğine ilişkin genel kanısı”
olarak tanımlamaktadır. Zeithalm (1988)’a
göre algılanan kalite ürünün gerçek
kalitesinden farklı, kişiye göre değişen,
daha çok tutuma benzeyen genel bir
değerlendirmedir. Ürün kalitesi küresel
pazardaki rekabette önemli bir silahtır.
Pazarlama bilimi bu kavramı satın alma
davranışı
ve
tüketici
davranışı
perspektifinden incelemektedir. Ancak
bazen çok iyi tasarlanmış ve hatasız
akademia
menşei kavramının bileşenlerinden sadece
birini ifade etmek için kullanılabilir. Tek
başına “Made in…” ibaresi tüm ülke
menşei konseptini kapsayacak biçimde
kullanılmamalıdır. Bir ülkeye giren ithal
bir ürünün gerçek ülke menşei ve üretim
menşei farklı olabilmektedir. Üretim
menşei Nebenzahl ve diğerleri (1997, 30)
tarafından “etiket üzerindeki ‘Made in…’
ibaresi içinde ismi görünen ülke” olarak
tanımlanmaktadır. Bu genellikle üretimin
bitirildiği, ürünün son şeklini aldığı
ülkedir.
Üretim
menşeinin
etikette
belirtilmesi gerekip gerekmediği hususunu
yerel kanunlar belirlemektedir. Bugün
“made in…” ibaresi ürünün üretildiği
ülkeyi
ifade
etmektedir.
Adidas
mağazasına girip ayakkabının üzerindeki
etikete dikkatli bakan bir tüketici “Made in
Thailand,
Indonesia”
yazısını
görebilmektedir. Tüketici markanın bir
Alman markası olduğundan emin olmasa
ürünü bir Güneydoğu Asya markası
zannedebilir. Daha az tanınan ya da hiç
tanınmayan markalar için bu ihtimal son
derece kuvvetlidir. “Made in …” ibaresi de
ürünün geldiği ülkeyi göstermektedir ama
bu ülke o ürünün/markanın gerçek menşei
değildir. Aradaki farka dikkat etmemek
konuyla ilgili bir araştırmada ciddi
sorunlara yol açabilmektedir. Çünkü, ülke
menşei kadar, “Made in …” etiketi de
belirli durumlarda tüketicilerin satın alma
kararlarını verirken başvurdukları önemli
bir bilgidir. Örneğin, Zain ve Yasin (1997,
144) Özbek tüketicilerin özellikle yeni,
pahalı ve bozulma riski yüksek ürünler
alırken üretim menşei bilgisine daha çok
dikkat ettiklerini bulmuştur.
70
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
üretilmiş bile olsa ürünlerin tüketici
nazarında kalite bakımından düşük not
aldığı görülebilmektedir. Ya da vasat
denebilecek bir ürün tüketiciler tarafından
çok kaliteli olarak tanımlanabilmektedir.
Bu da ürünün deneyimle sınanmış fiziksel
özelliklerinin dışında kalite algılamalarına
etki eden başka faktörlerin olabileceğini
düşündürmektedir. Bu araştırmada ülke
menşei ve üretim menşei bilgisinin kalite
algılamalarında önemli faktörlerden olduğu
savunulmaktadır.
71
Önceki çalışmalar göstermektedir ki,
tüketicilerin kalite algılamaları marka adı,
mağaza adı, fiyat, garanti, ambalaj, reklam
gibi dışsal göstergelerden etkilenmektedir
(Teas ve Agarwal, 2000, 278). Ürünün ülke
menşei imajı ve ülke menşei bilgisi de
tüketicilerin
ürünün
kalitesini
değerlendirirken başvurdukları etkili dışsal
göstergelerdendir (Bilkey ve Nes, 1982:
Chao, 1993; Erickson ve diğerleri 1984;
Han ve Terpstra, 1988; White ve Cundiff,
1978; Johansson ve diğerleri, 1985).
Tüketiciler çok tanınmış bir firma
tarafından üretilmiş bir ürünü kaliteli
olarak değerlendirdikleri gibi, ülke menşei
göstergesini
de
benzer
biçimde
kullanmaktadırlar.
Bazen
tüketiciler
Japonya (elektronik ürünlerde), Almanya
(otomobillerde) gibi belirli ülkelerin
ürünleri için daha fazla para ödemeye
gönüllüdürler. Bir ülke iyi bir imajla
anıldığı zaman, tüketiciler o ülkeden gelen
ürünleri bu iyi imajla bağlantılandırarak
daha kaliteli olarak algılayabilmektedir.
Eğer tüketiciler bir ürün sınıfına aşina
iseler, bir dışsal gösterge olarak ülke
menşei imajına güvenme olasılıkları daha
azdır. Başka bir deyişle, tüketiciler ürünü
satın almadan ürünün gerçek kalitesini
bilemiyorsa,
ürünün
kalitesini
değerlendirmede ülke menşei imajını
kullanabilmektedirler
(Chowdhury
ve
Andaleeb, 2007, 38). Bazı çalışmalar ülke
menşeinin başka ürün bilgisi olmadığı
zaman ürün değerlendirmede daha çok
kullanıldığını, fazla bilgi varsa daha az
kullanıldığını göstermektedir (Erickson ve
diğerleri, 1984; Johansson ve diğerleri,
1985). Örneğin Erickson ve diğerleri
(1984, 698), otomobil ürün kategorisi için
yaptıkları bir çalışmada tüketicilerin kalite
algılamalarında fiyat ve dayanıklılık
hakkındaki bilgi ve kanaatlerinin ülke
menşei bilgisinden daha etkili olduğunu
tespit etmişlerdir.
Gelişmiş ülkelerde ülke menşeinin
kalite algılamaları üzerindeki etkilerine
dair araştırmalar, yabancı menşeli ürünlerin
daha düşük kaliteli olarak algılandığını
göstermiştir. Ancak gelişmekte olan
ülkelerde süreç farklı, hatta tam tersine
işlemektedir. Batra ve diğerleri (2000, 84)
gelişmekte olan ülkelerde ülke menşeinin
tüketici davranışı ve kalite algılamaları
üzerinde
farklı
işlevleri
olduğunu
savunmaktadır. Başlangıçtaki çalışmaların
bulgularının tersine, gelişmekte olan
ülkelerde
yapılan
çalışmalar
göstermektedir ki, markanın ya da ürünün
yerli olmaması, özelikle de gelişmiş bir
ülkeden geliyor olması ürünün/markanın
daha kaliteli algılanmasına yol açmaktadır.
Liefeld (1993, 132)’e göre tüketiciler
genellikle kendi ülkelerinin ürünlerini daha
kaliteli olarak algılama eğiliminde olmakla
birlikte, kalite algılamaları ürünün geldiği
ülkenin ekonomik gelişmişlik seviyesi ile
de pozitif ilişkilidir. Bu etkinin gücü ürün
kategorisine,
tüketicilerin
demografik
özelliklerine, tüketicinin ürünle ilgili ön
bilgisine, kanılarına ve deneyimlerine
bağlıdır. Batra ve diğerleri (2000), Ger
(1993) gibi araştırmacılara göre, yabancı
mallar statü göstergesi oldukları, prestij
arttırmaya yaradıkları, batılı yaşam tarzını
simgeledikleri için, bunlara karşı tutumlar
da daha olumlu olmakta, daha kaliteli
algılanmaktadır. Ancak günümüzde, ülke
menşei kavramı markanın hem doğduğu,
hem tasarlandığı hem de üretildiği
toprakları ifade etmemektedir. Tüm
dünyada teknolojik aletlerde üstünlüğü ile
tanınan Japonya’da doğan bir markanın
üretimi az gelişmiş bir Asya ülkesinde
yapılmaktadır. Böylesi melez ürünler söz
konusu olunca, yukarıda anlatılan ülke
menşei ve kalite algılamaları arasındaki
ilişkilerin, tasarım, montaj, üretim menşei
Günümüzde yerel pazarlarda bir ürün
kategorisinde tek üretici konumundaki
firma sayısı belki de yok denecek kadar
azalmıştır.
Çok
uluslu
şirketlerin
çoğalması, üretimin tamamının ya da bir
kısmının, hatta bazen tasarımın marka
anavatanının
dışına
kayması,
ürün
bileşenlerinden bazılarının ya da hepsinin
başka ülkelerden temin edilmesi gibi
gelişmeler, bir ürünün tek bir ülke ile
ilişkilendirildiği geleneksel ülke menşei
anlayışını değişmeye zorlamaktadır. Ülke
menşei kavramının ele alınış tarzındaki bu
bölümlenmeden dolayı, onun kalite
algılamalarına
etkileri
de
detaylandırılmalıdır. Melez bir ürün artık
aynı
anda
birkaç
ülke
ile
ilişkilendirilebilmektedir. Eskiden Honda
Civic deyince tüketicinin aklına sadece
markanın anavatanı Japonya gelir ve bir
otomobil üreticisi olarak Japonya imajı bu
markaya transfer edilebilirdi. Ancak bu
marka ABD’de üretime başlayalı beri artık
ABD imajının da bu markaya eklenmesi
olasıdır. Önceki şartlarda olumlu Japonya
imajını bu markaya yansıtan tüketici, çeşitli
politik karşıtlıklardan dolayı negatif bir
ABD imajına sahipse bunu da markaya
ekleyip, eskisi kadar sempati duymayabilir.
Bu örnek, markaya yansıyan olumlu ülke
menşei etkisinin üretim menşei etkisi ile
bozulması durumunu betimlemektedir.
Kalite
tüketicinin
ürün
hakkındaki
değerlendirmelerinin önemli bir bölümünü
oluşturmaktadır. Bu araştırma, ülke menşei
bilgisinin kalite algılamalarında önemli
rolü olduğu görüşünü desteklemekle
beraber, markanın/ürünün gerçekte ait
olduğu ülke ile üretildiği ülkenin kalite
algılamalarına etkisinin farklı olabileceğini
de savunmaktadır. Gerçekten batı menşeli
giysi markaları yerlilerden daha kaliteli mi
algılanmaktadır?
Çin,
Endonezya,
Malezya, Hindistan gibi ünlü markaların
üretim için tercih ettikleri ülkeler ise, kendi
kalitesiz ürünleri ile tanınmaktadır. Üretim
menşeinin olumsuz imajı köklü markaların
imajına zarar vermekte midir? Tanınmış bir
markanın gelişmekte olan bir ülkede
üretilmesi, tüketicinin kalite algılamalarını
azaltmakta mıdır? Bu araştırmanın amacı
bu sorulara cevap vermektir.
3. Metodoloji
3.1. Amaç
Bu araştırma, menşe ülke ve üretim
ülkesi
bilgisinin
tüketicinin
kalite
algılamaları üzerine etkilerini incelemeye
odaklanmış ve gerçek menşe ile birlikte
üretim ülkesinin kalite algılamaları
üzerinde belirleyici olup olmadığını test
etmek amacıyla tasarlanmıştır. Bu temel
amaç aşağıdaki araştırma soruları ile
detaylandırılmıştır:
1) Tüketicilerin kalite algılamaları,
markanın ülke menşeinin yerli veya bir
Avrupa ülkesi olmasına göre anlamlı
farklılık göstermekte midir?
2) Tüketicilerin kalite algılamaları,
üretim menşeinin Türkiye veya bir Asya
ülkesi olmasına göre anlamlı bir farklılık
göstermekte midir?
3.2. Markaların Seçimi
Bu araştırmaya ülke menşei ve üretim
menşeine dayanarak dört hazır giyim
markası
(Marks&Spencer,
Benetton,
Sevenhill, LC Waikiki) dahil edilmiştir.
Araştırmaya alınan bu dört marka ülke
menşeileri (Türkiye ve Avrupa) ve üretim
menşeilerine (Türkiye, Asya) göre iki
gruba ayrılmıştır. Her grupta ikişer marka
yer almaktadır. Markaların ülke menşei,
onların
internetteki
kurumsal
web
sitelerinden öğrenilmiştir. Sevenhill ve LC
Waikiki Türkiye menşeli, Marks&Spencer
(İngiltere) ve Benetton (İtalya) Avrupa
menşelidir. Üretim menşei ise etiket
üzerindeki “Made in…” ibaresine göre
belirlenmiştir. Marks&Spencer ve LC
Waikiki Çin, Tayland, Bangladeş gibi Asya
ülkelerinde üretilirken, Sevenhill ve
Benetton Türkiye’de üretilmektedir. Bazı
markaların üretim yeri kararları sezonlara
göre değişiklik gösterirken bazıları bu
konuda daha uzun vadeli stratejiler
akademia
gibi diğer ülke menşei bileşenleri ve kalite
algılamaları arasında da benzer şekilde
cereyan edip etmediği incelenmelidir.
72
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
izlemektedir.
Bu
yüzden
hakkında
araştırma yapılan bu dört markanın üretim
yerlerine dair bilgi, araştırmanın yapıldığı
zaman için geçerlidir.
3.3. Örneklem
akademia
Cengiz ve Kırkbir (2007, 83), Johansson
(1989, 47)’a göre, ülke menşei etkisine dair
çalışmalarda, ürünün üzerindeki “Made
in…” etiketine tüketicilerin gerçekten
dikkat edip etmediği ve satın alırken bu
bilgiyi kullanıp kullanmadığı konusu hala
çözümlenememiş bir sorundur. Bazı
tüketiciler bu bilgiyi ararken, çoğu ülke
menşeinin ya da üretim menşeinin farkında
bile değildir. Tanınmış markalar için bile,
markanın hangi ülkeye ait olduğu bilinse
de üretildiği ülke daha az bilinmektedir. Bu
çalışmanın amacı, deneklerin markanın
gerçek menşeini ve üretim menşeini
öğrenmeden önce ve sonra kalite
değerlendirme testini gerekli kıldığından
bu
bilgilerin
önceden
bilinmemesi
gerekmektedir. Bu yüzden, her iki tür
bilgiye de sahip olmayan denekler
seçilerek bu bilginin araştırmacı tarafından
deneysel koşullarda deneklere verilmesi
uygun bulunmuştur.
73
Yukarıda
anlatılan
kritere
göre
örneklemin belirlenebilmesi için ilk etapta
520 öğrenciye (ders için sınıfta bulunan 3040 kişilik ya da daha küçük gruplar
halinde) çalışmaya alınan markaların ülke
menşei ve üretim menşelerini bilip
bilmediklerini belirlemeye yönelik küçük
bir test formu verilmiştir. Bu işlem küçük
gruplara sınıf ortamında uygulandığı için
asıl formun verileceği, markaların ülke
menşei ve üretim menşelerini bilmeyen
denekleri
hemen
belirlemek
kolay
olmuştur. Böylelikle belirli bir kriter
gözetilerek basit gayeli örnekleme metodu
ile belirlenen örneklem toplamda 280
kişiden oluşmuştur. Deneysel işlem, “….
markasının ülke menşei aşağıdakilerden
hangisidir?” ve “…. markasının üretim yeri
aşağıdakilerden hangisidir?” sorularına
yanlış cevap veren veya cevap veremeyen
bu 280 deneğe uygulanmıştır. Deneyin
gerçekleştirildiği,
Selçuk
Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde okuyan 280 öğrenci
deneğin 157’si kız, 123’ü erkektir.
Örneklemin seçilme biçimi, araştırmanın
deneysel tasarıma sahip olması ve birkaç
aşamalı bir test içermesi öğrenci denekler
üzerinde çalışmayı zorunlu kılmıştır.
Örneklemin basit gayeli örneklem metodu
ile belirlenmesi, çalışmanın amacını
gerçekleştirmeyi
kolaylaştırırken,
sonuçların genellenememesi sorununu da
beraberinde getirmiştir. Bu da araştırmanın
en önemli kısıtlılığını oluşturmaktadır.
Tüketicilerin verilen markalara dair
kalite algılamaları “…markalı ürünler
kalitelidir” şeklindeki ifadeyle 5’li Likert
ölçeği (1 kesinlikle katılmıyorum…. 5
tamamen
katılıyorum)
kullanılarak
ölçülmüştür.
3.4. Prosedür
Araştırma verileri Selçuk Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde yapılan dersler
esnasında öğretim üyelerinden izin alınarak
birkaç
oturumda
toplanmıştır.
Her
oturumdan önce veri toplanacak deneklerin
belirlenmesi için “…. markasının ülke
menşei neresidir?” ve “…. markasının
üretim yeri aşağıdakilerden hangisidir?”
sorularının yer aldığı küçük bir test
dağıtılmıştır. Yanlış cevap veren veya
cevap veremeyen denekler veri toplama
için uygun olduklarından sınıfta bırakılmış,
doğru cevap verenler ise bir süreliğine
dışarıya alınmıştır. Deneysel işlem üç
aşamadan oluşmaktadır: 1) markaya
yönelik kalite algılamaları ön testi, 2)
markanın
ülke
menşei
deneklere
bildirildikten sonraki markaya yönelik
kalite algılamaları testi, 3) markaların
üretim yerleri deneklere bildirildikten
sonraki markaya yönelik kalite algılamaları
testi.
Tüm
denekler
ön
testi
tamamladıklarında, marka hakkında bir
paragraflık tanıtıcı kısa bilgi deneklere
okunmuş ve ülke menşei söylenmiştir.
Ayrıca bu bilgiler yazılı olarak da
dağıtılmıştır. Markaların ülke menşei
bilgisi deneklere verildikten sonra, kalite
İkisi Türkiye menşeli (LC Waikiki,
Sevenhill)
ikisi
Avrupa
menşeli
(Marks&Spencer, Benetton) dört marka
araştırma kapsamına alınmıştır. Bunlardan
ikisi Türkiye’de (Sevenhill, Benetton),
diğer ikisi Asya ülkelerinde üretilmektedir
(LC Waikiki, Marks&Spencer). Her denek
biri Türkiye diğeri Avrupa menşeli iki
marka için sorgulanmıştır. Bu markalardan
birinin üretim yeri Asya ülkeleri,
diğerininki
Türkiye
olacak
şekilde
eşleştirilmiştir. Böylece iki grup test formu
oluşturulmuştur. Birinci grup formda
Mark&Spencer (ülke menşei İngiltere,
Made in China, Thailand) ve Sevenhill
(ülke menşei Türkiye, made in Turkey),
ikinci grup formda Benetton (ülke menşei
İtalya, Made in Turkey) ve LC Waikiki
(ülke menşei Türkiye, Made in China,
Bangladesh) markaları yer almıştır (Tablo
1). Her iki grup form 70’er deneğe
uygulanmış, dört marka olduğu için toplam
280 cevap formu elde edilmiş ve analizler
280 gözlem üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Tablo 1: Araştırmaya Alınan Markalar,
Ülke Menşeileri ve Üretim Menşeileri
Üretim Ülkesi Asya (Çin, Taylan
d) Örnekl
em 70 Türkiye 70 LC Waikiki Türkiy
e 70 Asya (Çin, Bangla
deş) 70 Sevenhill Türkiy
e 70 Türkiye 70 Markalar Marks&Sp
encer Benetton Menş
e Ülke Avrup
a (İngilt
ere) Avrup
a (İtalya
) Örnekl
em 70 70 4. Bulgular
4.1. Ülke Menşei Bilgisine Göre
Kalite Algılamalarındaki Değişimler
Araştırmanın
birinci
sorusu
“tüketicilerin
kalite
algılamaları,
markanın ülke menşeinin yerli veya bir
Avrupa ülkesi olmasına göre anlamlı
farklılık
göstermekte
midir?”
şeklindedir. Bu soruyla menşe ülkeyi
öğrenmenin, ülke menşeinin bir Avrupa
ülkesi ya da Türkiye olmasına göre,
deneklerin kalite algılamalarında bir
değişikliğe
yol
açıp
açmayacağı
sınanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla
birinci ve ikinci test formlarından elde
edilen veriler üzerinde SPSS’de karışık
ölçümler için iki faktörlü ANOVA
gerçekleştirilmiştir. Burada deneklerin
ya iki Türk markasına ya da iki Avrupalı
markaya karşı tutumları ölçüldüğü için
birinci faktör iki düzeylidir. Kalite
algılamaları menşe ülke bilgisinin
verilmesinden önce ve sonra iki kere
ölçüldüğü için ikinci faktör de iki
düzeylidir. Böylece 2 x 2’lik bir karışık
desen elde edilmiştir. Bağımlı değişken
deneklerin kalite algılamaları, bağımsız
değişken ise markanın gerçek menşei
hakkındaki
bilgidir.
Bağımsız
değişkenin iki düzeyi vardır. Birinci
düzey Türk menşeli markaları, ikinci
düzey ise Avrupa menşeli markaları
göstermektedir.
Analizin grup ve ölçüm ortak etki
testi sonuçlarına göre, markanın Türkiye
veya Avrupa menşeli olmasına göre bir
değerlendirme yapıldığında, algılanan
kalitede
anlamlı
bir
farklılık
görülmemektedir [F(1-278) = 0.053,
p>.05]. Hem Türk hem de Avrupa
menşeli
markalara
karşı
kalite
algılamaları menşe ülkenin neresi
olduğuna dair bilgi verildikten sonra bir
miktar artış göstermiştir (Tablo 2).
Ancak Türk ve Avrupalı markaların
kalite algılamaları testi puanlarındaki bu
artışlar birbirine çok yakındır.
akademia
algılamaları ikinci kez ölçülmüştür.
Üçüncü ölçüme geçmeden önce de söz
konusu
markaların
nerede/nerelerde
üretildiğine dair kısa açıklamalar yapılmış
ve yazılı olarak dağıtılmıştır. Ardından
üçüncü kez markaya yönelik kalite
algılamaları ölçülmüştür.
74
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Tablo 2: Ülke Menşei ve Üretim
Menşei Gruplarında Birinci, İkinci ve
Üçüncü
Kalite
Algılamaları
Testi
Puanlarının ANOVA Sonuçları
1.Test* 2.Test* Grup N Türkiye Menşe Ülke Üretim Ülkesi 14
0 X 3.61 (1.12
3) N 14
0 X 3.69 (1.11
9) X
N 14
0 3.66 (.950) 14
0 3.76 (.745) Türkiye 14
0 3.59 (1.01
7) 14
0 3.69 (.906) 14
0 3.67 (1.06
2) 14
0 3.76 (.994) 14
0 14
0 F p .053 (1‐
278) .81
8 3.76
5 (2‐
556) .02
4 Avrupa (İngilte
re, İtalya) Asya (Çin, Bangla
deş, Taylan
d) 3.Test* 3.73 (.981) 3.53 (1.00
7) Not: Serbestlik dereceleri (SD) parantez içinde
verilmiştir.
*1.Test, ülke menşei ve üretim menşei bilgileri
verilmeden önce markalara yönelik kalite algılamaları testi,
**2.Test, markanın ülke menşei bildirildikten sonra
ölçülen markalara yönelik kalite algılamaları testi,
***3.Test, markanın üretim menşei bildirildikten sonra
ölçülen markalara yönelik kalite algılamaları testi,
Markanın
Türk
olduğu
bilgisi
deneklerin
kalite
algılamalarında,
Avrupalı olduğu bilgisinden daha etkili
olmamıştır, ya da tersi. Bu yüzden
denilebilir ki, markaların Türk ve Avrupa
menşeli
olması
algılanan
kaliteyi
yükseltmede hemen hemen aynı etkiye
sahiptir. Başka bir deyişle, çalışmaya
alınan Avrupalı markaların algılanan
kalitesi, Türk markaların algılanan
kalitesinden önemli ölçüde farklı değildir.
akademia
4.2. Üretim Menşei Bilgisine Göre
Kalite Algılamalarındaki Değişimler
75
Araştırmanın
ikinci
sorusu
ise
“tüketicilerin kalite algılamaları, üretim
menşeinin Türkiye veya bir Asya ülkesi
olmasına göre anlamlı bir farklılık
göstermekte midir?” şeklindedir. Bu
soruyla üretim menşeini öğrenmenin,
üretim menşeinin bir Asya ülkesi ya da
Türkiye olmasına göre, deneklerin kalite
algılamalarında bir değişikliğe yol açıp
açmayacağı
sınanmaya
çalışılmıştır.
Burada asıl merak edilen, söz konusu
markaların Çin, Tayland, Bangladeş gibi
Asya ülkelerinde üretilmesinin, algılanan
kalitenin negatif yönde değişmesine yol
açıp
açmadığıdır?
Bu
soruların
cevaplanabilmesi
için
kalite
algılamalarının tekrarlı ölçümlerinden
(birinci, ikinci ve üçüncü algılanan kalite
testleri) elde edilen puanların, markaların
üretim yerine göre {Türkiye ve Asya
ülkeleri (Bangladeş, Çin, Tayland)}
anlamlı
bir
farklılık
gösterip
göstermediğinin
araştırılması
gerekmektedir. Bu amaçla, 2 x 3’lük
faktöriyel desende karışık ölçümler için
iki faktörlü ANOVA yapılmıştır.
Analizin grup ve ölçüm ortak etki testi
sonuçları,
deneklerin
kalite
algılamalarının, üretim yerinin Türkiye
veya bir Asya ülkesi olmasına göre
anlamlı biçimde farklılaştığını göstermiştir
[F(2-556) = 3,764, p<.05]. Buna göre,
markanın üretim yerinin bir Asya ülkesi
olduğunu öğrenen deneklerin kalite
algılamalarında deney öncesine göre
gözlenen değişme, üretim yerinin Türkiye
olduğunu öğrenen deneklerin kalite
algılamalarında gözlenen değişmelerden
farklıdır. Yani, algılanan kalite üretim
yerinin bir Asya ülkesi ya da Türkiye
olmasına
bağlı
olarak
farklılık
göstermektedir.
Türkiye’de
üretilen
markaların algılanan kalite puanları hem
ülke menşeini (biri Türkiye biri Avrupa
menşelidir) hem de üretim yerini
öğrendikten sonra artmaya devam etmiştir.
Buna karşın, Asya ülkelerinde üretilen
markaların algılanan kalite testi puanları,
ülke
menşeini
(Türkiye-Avrupa)
öğrendikten sonra artmasına karşın, üretim
menşeini öğrendikten sonra düşmüştür
(Tablo 2). Özetle, denekler Türkiye’de
üretilen markaları kalite açısından bir
Asya ülkesinde üretilenlerden daha olumlu
değerlendirmiştir.
Bu çalışma ülke menşei kavramını tek
boyutlu bir yapı olarak gören geleneksel
anlayışın tersine, ülke menşei kavramının
çok boyutlu bir yapı olduğu görüşü üzerine
temellendirilmiştir. Bir ürünün üretimin
yapıldığı ülke de, markaya dair algılamaların
ve kanıların yapılandırılmasında en az
gerçek menşe ülke kadar önemli olabilir.
Hatta belki de olumsuz bir üretim menşei
imajı, aynı markanın ülke menşeinin olumlu
imajının markaya katkılarını da yok edebilir
veya azaltabilir. Başlangıç hipotezleri olarak
da görülebilecek bu görüşleri sınamak için
tasarlanan deneysel araştırmanın bir öğrenci
örneklemi üzerinde ve sadece bir ürün
kategorisinde gerçekleştirilmiş olması iki
önemli sınırlılıktır. Çalışmadaki en önemli
amaç, ülke menşei ve üretim menşei
bilgilerinin kalite algılamalarında neden
olduğu değişimleri gözlemektir. Deneklerin
ülke menşei ve üretim menşeini bildikleri
için önceden sahip oldukları kalite
algılamalarının izole edilmesi bu amaç
açısından önemlidir. Böyle deneklerin
araştırmaya dahil edilmesi ülke menşei
bilgisi verildikten sonra ölçülen kalite
algılamalarının zaten önceden var olanlardan
ayrılamaması sonucunu doğuracağından
deneklerin belirli bir kritere göre
belirlenmesi zorunlu olmuştur. Bu yüzden
araştırmaya sadece markaların ülke menşeini
ve üretim menşeini bilmeyen denekler dahil
edilmiştir.
Araştırma
sorularının
cevaplanması ve amaca ulaşmak açısından
son derece elverişli olmakla birlikte,
örneklemin tesadüfi olmayan biçimde basit
gayeli örneklem metodu ile oluşturulmuş
olması,
araştırma
sonuçlarının
genellenebilmesine engel teşkil etmektedir.
Araştırmanın bulgularına göre, söz
konusu markaların ne ülke menşeini ne de
üretim menşeini bilmeyen deneklere,
markanın menşei söylendiğinde, kalite
algılamaları
kayda
değer
biçimde
değişmemiştir. Markanın bir Türk, İngiliz
veya İtalyan markası olduğunu öğrendikten
sonra deneklerin kalite algılamalarında
önemsiz
artışlar
gözlenmiştir.
Buna
dayanarak, tüketicilerin kendi ülkelerinin
markalarını bir İngiliz ya da bir İtalyan
markası
kadar
beğendiğini,
kaliteli
bulduğunu söylemek mümkündür. Buna
karşın, üretim menşeilerini öğrendikten
sonra kalite algılamalarında meydana gelen
değişimler önemli ve kayda değer olmuştur.
Markanın Türkiye’de üretildiğini öğrenen
deneklerin kalite algılamaları, bir Asya
ülkesinde
üretildiğini
öğrenen
deneklerinkinden farklıdır. Yerli üretim
markaların algılanan kalitesi artarken, Asya
üretimi markaların algılanan kalitesi
düşmüştür. Kısaca, ülke menşeine dair bilgi
araştırma kapsamına alınan markalar için,
kalite algılamalarında önemli bir farklılık
sağlamazken, üretim menşeine dair bilgi
sağlamıştır. Bu araştırmaya gelişmiş Avrupa
ülkeleri ve Türkiye menşeli olup, Asya
ülkelerinde ya da Türkiye’de üretilen birkaç
giysi markası dahil edilmiştir. Gelecek
çalışmalarda bu nitelikteki markalar yanında
ülke menşei az gelişmiş ülkeler olan ama
üretim menşei gelişmiş ülkeler olan
markalar da katılabilirse daha genellenebilir
sonuçlara ulaşmak mümkün olacaktır.
“Kalite algılamalarının yönlendirilmesinde
markanın üretim yeri bilgisi, menşe ülke
bilgisine göre daha önemli bir etkendir”
biçiminde bir genelleme yapmak için böyle
daha geniş kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç
vardır.
Pazarlama yöneticileri için markanın
menşei her zaman önemli olmuştur. Ülke
menşei bilgisinin marka imajına olumlu ya
da olumsuz bir katkı yapabildiği, ülke
menşei imajının çoğu zaman doğrudan
markaya transfer edilebildiğine dair ilgili
literatürde tatmin edici deliller vardır. Ancak
günümüzde bir markanın tek bir ülke menşei
yoktur. Çok uluslu şirketlere ait pek çok
marka vardır. Daha da önemlisi, belli bir
markanın
ismini
taşıyan
ürünlerin
tasarlandığı,
parçalarının
geldiği
ve
birleştirildiği, üretildiği ülkeler de farklı
farklıdır. Bu durumda marka pazarlanırken
markanın doğduğu ülke yani gerçek menşei
ile ilgili stratejiler geliştirmek yeterli
görünmemektedir. Çoğu tüketici satın aldığı
markanın ülke menşeini bilse de bilmese de,
ürünün üzerinde “Made in China” gibi
etiketler görmektedir. Eskiden süregelen bir
akademia
Sonuç
76
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
anlayışın
eseri
olarak
bu
ibare
ürünün/markanın
ülke
menşei
gibi
algılanabilmektedir. Ülke menşei gibi
algılanmadığı, bu ibarenin sadece üretim
menşeini gösterdiğinin bilindiği durumlarda
bile, üretim menşeine dair algılamaların
tıpkı ülke menşeine dair algılamalar gibi,
markaya transfer edilme olasılığı üretim
kararlarını
veren
yöneticiler
kadar,
pazarlama iletişimi stratejilerini belirleyenler
tarafından da her zaman göz önünde
bulundurulmalıdır. Tanıtım faaliyetlerinde
ülke
menşeini
vurgulayan
sloganlar
kullanmak, markanın yerli ya da sükseli bir
yabancı olduğunu vurgulayan temalar
seçmek daha yaygın bir eğilimdir. Ancak bu
çalışma, üretim menşeine göre, üretimin
yapıldığı ülkenin de vurgulanmasının kalite
algılamalarını
olumlu
etkileyebileceği
ihtimali olduğunu göstermektedir. Belki de
“Türk Malı” şeklindeki reklam sloganlarını
“Yüzde yüz yerli üretim gibi” bir sloganla
değiştirmek daha akıllıca olacaktır.
Kaynakça
Batra, R., Ramaswamy, V., Alden, D. L.,
Steenkamp,
J.
E.M.
and
Ramachander, R. (2000).Effects of
Brand Local and Nonlocal Origin on
Consumer Attitudes in Developing
Countries. Journal of Consumer
Psychology, 9(2), 83-95.
Bilkey, W. J., and Nes, E. (1982). Countryof-Origin
Effects
on
Product
Evaluations. Journal of International
Business Studies, 13(1), 89-99.
akademia
Cengiz, E. and Kırkbir, F. (2007). Turkish
Consumers’ Evaluation of Products
Made in Foreign Countries: The
Country of Origin Effect. Innovative
Marketing, 3(2), 72-98
77
Chao, P. (1993). Partitioning Country of
Origin Effects: Consumer Evaluations
of a Hybrid Product. Journal of
International Business Studies, 24(2),
291-306.
Chao, P. (1998). Impact of Country-ofOrigin Dimensions on Product
Quality
and
Design
Quality
Perceptions. Journal of Business
Research, 42(1), 1-6.
Chao, P. (2001). The Moderating Effects of
Country of Assembly, Country of
Parts, and Country of Design on
Hybrid Product Evaluations. Journal
of Advertising, 30(4), 67-81
Chowdhury, M. H. K. and Andaleeb, S. S.
(2007). A Multivariate Model of
Perceived Quality in a Developing
Country. Journal of International
Consumer Marketing, 19(4), 33-57.
Chueh, T. Y. and Kao, D. T. (2004). The
Moderating Effects of Consumer
Perception to the Impacts of CountryOf-Design on Perceived Quality.
Journal of American Academy of
Business, 4(1/2), 70-74.
Erickson, G. M., Johansson, J. K. and Chao,
P. (1984). Image Variables in MultiAttribute
Product
Evaluations:
Country of Origin Effects. Journal of
Consumer Research, 11, 694-699.
Gaedeke, R. (1973). Consumer Attitudes
Toward
Products
“Made
In”
Developing Countries. Journal of
Retailing, 49(2), 13-24.
Ger, G., Belk, R. W. and Lascu, D. N.
(1993).
The
Development
of
Consumer Desire in Marketing and
Developing Economies: The Cases of
Romania and Turkey. Advances in
Consumer Research. Provo, UT:
Association for Consumer Research,
20, 102-107.
Han, C. M. (1989). Country Image: Halo or
Summary Construct? Journal of
Marketing Research, 26(2), 222-229.
Han, C. M. and Terpstra, V. (1988).
Country-of-Origin Effects for UniNational and Bi-National Products.
Journal of International Business
Studies, 19(2), 235-255.
Insch, G. S. and McBride, J. B. (2004). The
Impact of Country-Of-Origin Cues on
Consumer Perceptions of Product
Quality A Binational Test of the
Decomposed
Country-Of-Origin
Construct. Journal of Business
Research, 57(3), 256-266.
Johansson, K. J. (1989). Determinants and
Effects of the Use of “Made in”
Labels.
International
Marketing
Review, 6(1), 47-58.
Johansson, J. K., Douglas, S. P. and Nonaka,
I. (1985). Assessing the Impact of
Country of Origin on Product
Evaluations: A New Methodological
Perspective. Journal of Marketing
Research, 22(4), 388-396.
Products. Journal
42(1), 80-86.
of
Marketing,
Zain, O. M. and Yasin, N. M. (1997). The
Importance of Country-of-Origin
Information and Perceived Product
Quality in Uzbekistan. International
Journal of Retail & Distrubution
Management, 25(4), 138-145.
Zeithalm, A. V. (1988). Consumer
Perceptions of Price, Quality, and
Value: A Means-End Model and
Synthesis of Evidence. Journal of
Marketing, 52, 2-22
Liefeld, J. P. (1993). Experiments on
Country-of-Origin Effects: Review
and Meta-Analysis of Effect Size. N.
G. Papadopoulos and L. Heslop
(Eds.). Product-Country Images:
Impact and Role in International
Marketing (pp.117-156). New York:
International Business Press.
Nagashima, A. (1970). A Comparison of
Japanese and U.S. Attitudes toward
Foreign
Products.
Journal
of
Marketing, 34(1), 68-74.
Nebenzahl, I. D., Jaffe, E. D. and Lampert,
S. I. (1997). Towards a Theory of
Country Image Effect on Product
Evaluation.
Management
International Review, 37(1), 27-49.
Teas, R. K. and Agarwal, S. (2000). The
Effects of Extrinsic Product Cues on
Consumers’ Perceptions of Quality,
Sacrifice, and Value. Journal of the
Academy of Marketing Science, 28(2),
278-290.
akademia
Ueltschy, L. C. (1998). Brand Perceptions as
Influenced
by
Consumer
Ethnocentrism and COO Effects. The
Journal of Marketing Management,
8(1), 12-23.
White, D. P. and Cundiff, W. E. (1978).
Assessing the Quality of Industrial
78
Erciyes İletişim
akademia
79
2009
TEMMUZ
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARINDA YARATILAN MİTLERDE KORKU
KULLANIMININ AMAÇ VE SONUÇLARI REKLÂMLAR ÜZERİNE BİR İNCELEME
Deniz Akın∗
Özet
Modern toplumlarda, medya içeriklerinin ne ve nasıl olacağını belirleyen belli toplumsal
dinamikler vardır. Kapitalist üretim biçiminde, bu dinamikleri belirleyen pazar koşullarıdır.
Dolayısıyla medyanın ürettiği ideoloji, liberal burjuva ideolojisidir. Çağdaş iletişim araçları güç
elde etmek, bu gücü korumak ve onu başka güç arayışlarının temeline koymak biçiminde kendini
gösterdiği için, pazarın gereksinimlerini meşrulaştırarak gerçekleştirmesine hizmet eder. Kitle
iletişim araçları, iletilerinin içeriğini dolduruş biçimi ve amacı doğrultusunda, egemen yapıyı
meşrulaştırırken bazı teknikler kullanır. Mitsel figürler yaratma bunlardan biridir. Mitsel
figürlerde duygular, psikolojik baskı unsuru olarak kullanılır. “Çağdaş mit” olarak tanımlanan bu
hikâyelerde kullanılan duygulardan biri “korku” dur. Modern toplumun modern insanının,
gerçeklikten kaçmak için kitle iletişim araçlarının mitolojilerine sığınması, egemen yapının
gereksinimlerini işleyen bu mitolojilerde sunulan yaşam biçimlerinin toplumsal ilişki
biçmelerinde kabul görmesi ve meşrulaşması sonucunu getirir. Bir kitle iletişim ürünü olan
reklâmlarda da, korkuyu psikolojik bir baskı unsuru olarak kullanan, hikâyeler yaratılmaktadır.
Birer gösterge ve söylem olarak reklâmlar, ideolojik unsurlar barındırmakta ve çağdaş bir mit
işlevi görmektedir.
Bu çalışmanın temel varsayımına göre, günümüz çağdaş mitleri, duyguları kullanarak
toplumsal ilişkileri egemen yapının gereksinimlerine uygun biçimde şekillendiren hikâyelerdir.
Bu hikâyelerde korku duygusu yoğun olarak kullanılmakta, bu ise boyunsunmayı artırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kitle iletişimi, Egemen Yapı, Mit, Korku.
THE OBJECTIVES AND RESULTS OF USING FEAR ELEMENT IN MYTHS
CREATED BY THE MASS MEDIA A SURVEY ON ADVERTISEMENTS
Abstract
In modern society, there are certain social dynamics determining what and how the content
of the media will be. In the form of capitalist production, the market conditions determine these
dynamics. Therefore, the ideology the media produces is the liberal bourgeois ideology. As the
modern mass media are mainly used to obtain power, to maintain this power and to use this for
search of other power resources, they perform services by legitimizing the market needs. Mass
media use certain techniques when legitimizing the dominant structure in line with the aim and
way of making the content of their messages. Creating mythical figures is one of these. Emotions
in mythical figures are used as psychological pressure tools. One of the emotions used in these
stories which are defined as “Modern Myths” is fear. The act of contemporary men hiding behind
the myths of the mass media to escape from the reality leads to the acceptance and legitimizing of
life styles that are presented in the myths handling the needs of the dominant structure. In the
advertisements, a product of mass communication, stories are created in which fear is used as
psychological oppression. Advertisements as indicators and discourse, contain ideological
elements and act as modern myths.
akademia
According to the basic assumptions of this study, contemporary myths are stories
figuring the social relations in a suitable way to meet the needs of the dominant structure by
using emotions. The feeling of fear is intensely used in these stories which in return increase
submission.
Key Words: Mass Media, Dominant Structure, Myth, Fear.
∗
Öğr. Gör., Ordu Üniversitesi Meslek Yüksekokulu
80
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
Meşruluğunu, geniş halk kitlelerinin
rızasını kazanarak gerçekleştiren egemen
yapı rızayı; çalışan, hareket eden, toprağı
işleyen, doğayı ve kendini örgütleyen ve
yeniden örgütleyen insanın ekonomik,
sosyal, siyasal iletişimi üzerinde oluşturduğu
otoriteyle
biçimlendirir.
Bu
biçimlendirmede, örgütlü yer ve zamana
bağlı olarak, farklı söylemler kullanılır.
akademia
Siyasal düşünceler tarihinde, toplumların
ve devletlerin oluşum ve gelişim süreçlerini
açıklayan farklı görüşler vardır. Egemen
yapının
gücünü
yaygınlaştırması
ve
meşrulaştırması, farklı şekillerde vurgulanır.
“İnsanların doğal eşitsizliğine inanan Platon,
ideal devleti de bu doğal eşitsizliğe
dayandırmıştır. Sınıfsal hiyerarşide yer alan
iki temel sınıfı gündelikçiler ve savaşçılar
sınıfı oluşturur. Yönetici sınıfı savaşçılar
sınıfından çıkar” (Göze, 1995, 19–20).
İnsanları bu sınıfsal hiyerarşiye inandırmak,
onlara bu düzeni kabul ettirmek için gerekçe
yaratan Platon, tanrıların yöneticileri
yaratırken mayalarına altın kattıkları bu
nedenle onların toplumda baş tacı oldukları,
savaşçıların mayasına gümüş, üreticilerin
mayasına ise demir ve tunç kattıklarını
söyleyecektir. Bu meşrulaştırma söylemine
inanan insanlar toplumda hak ettikleri yeri
ve işi bilecek ve kabulleneceklerdir
81
Modern dünyanın modern insanı bugün
egemen yapının gücünü hangi meşrulaştırma
söylemleri ile kabul ediyor? “Marx’a göre
sonsuz bir özgelişme olasılığına karşılık
modern insan kapalı, sabit, sınırlı ve
toplumsal formlara bağlıdır. Dünyayı
modern yapan güç kapitalist üretim ve
mübadeledir” (Berman, 2003, 141). Bu
üretimde evler, mahalleler, toplumsal
sınıflar, ilişkiler yeniden üretilmek üzere
üretilir. Üretimde egemen yapı üreteni
dehşet ve şiddetiyle korkuturken, kendileri
insan kitlelerini, malzemeyi ve parayı
sınırsızca kullanır. “Modern burjuva
toplumu, böylesine kudretli üretim ve
mübadele araçlarını bir araya getirmiş olan
bu toplum, kendi tılsımlarıyla hizmete
çağırdığı yeraltı güçlerini kontrol edemez
olmuş bir büyücüye benzer” (Marx’tan
aktaran: Berman, 2003, 144). İnsan,
güçlerini bilim ve rasyonalite içinde
genişletme çabası verilirken, bu mücadelede
yaratılanlar mitsel figürlerdir ve bunlar
aslında irrasyonalite yaratır.
Egemen yapının gücünü meşrulaştıran
hikâyeler ve mitler üreten mekanizma bugün
en hızlı kitle iletişim araçlarında işliyor.
Kitle
iletişim
araçları
korkularımızı
kullanarak güçlü olanı yaratıyor ve koruyor.
Egemenlik, belli bir yerde ve zamanda,
belli koşullarla gelen, yasal ve ideolojik
süreçlerle meşrulaştırılmış ve çeşitli baskı
yollarıyla sürdürülen bir ilişki durumudur”
(Erdoğan, 2002a, 16). Egemen, üzerinde güç
uygulaması yapılanın ekonomik, yasal ve
kültürel yaşamını etkiler. Egemenlik, aynı
zamanda bu yaşamın içinde güç kullanımına
maruz kalanın, kendi içinde bulunduğu
duruma çözüm mücadelesini barındırır.
Egemeninin, kendini meşrulaştırma ihtiyacı,
onu bazı mekanizmaları kullanmaya
yöneltmiştir. Bu mekanizmalar anlamın
sosyal inşasıyla, bilinç yönetimi işlevini
gerçekleştirir.
Sistemin
meşrulaşması,
kendini yeniden üretmesine bağlıdır. Bu
üretim, sadece maddi olanı, değişim ve
tüketimi kapsamaz. Sistemin kendini
yeniden üretebilmesi için, bilinç biçimleri
üretilir. Halk, bu üretimin nesnesidir.
Egemen sınıflar ve bağımlı sınıflar
arasındaki bu ilişkide, bağımlı sınıfın kültür
biçimleri, hayat tarzı ve gelenekleri
egemeninin her zaman ilgi alnına girmiştir.
Bilinç yönetiminde kullanılan farklı
strateji ve yöntemler vardır. Bu stratejiler
kültürel değerleri, günlük hayatın ilişkilerini,
insan duygularını, dürtülerini, hayallerini,
ihtiyaçlarını kullanır. Yani insan eylemlerini
belirleyen her şeyi topyekün kullanır bilinç
yönetimi. Bilinç yönetimi yollarıyla somut
insan ilişkileri meşrulaşır. Namusu sadece,
hem kadın hem de erkek dünyasında,
kadının cinselliğine indirgeyerek, namus
uğruna işlenen cinayetleri meşrulaştırır.
“Kol kırılır yen içinde kalır” diyerek, aile içi
şiddetin ve dile gelmez tüm çirkefliklerin
gizli kalması gerekliliğini meşrulaştırır.
bilinç
yönetimi
Korku, sözlü gelenekte masallarda,
hikâyelerde, destanlarda, ağıtlarda vardı.
Bunlar, üretimi ve tüketimi kültürel normlar
ve geleneklerle işleyen kültürel örgütlü
faaliyetlerdir. Üretim tarzının değişmesiyle,
toplumların düşünce ve davranış kontrolü
için geliştirilen araç ve yöntemler de
değişmiş, teknolojik araçların bu kontroldeki
kullanımı zaman içinde artmıştır. Yazının
bulunmasından sonra yazının kayıt altına
alınması, daha sonra sesli ve görüntülü kayıt
gibi birçok bilimsel gelişmenin beraberinde
elde edilen araçlar, sosyal ilişkilerde
uygulanmaya başlanmıştır.
Egemen ideoloji ve pazar koşullarına
hizmet eden kitle iletişim araçlarında
korkular, günün koşullarına karşı artan
muhalefet ve hoşnutsuzluğu azaltmak, bilinç
yönetmek için psikolojik teknik olarak
kullanılmaktadır.
Bu
ise,
kültürün
ticarileşmesine hız katmaktadır. “Teknoloji
bütünüyle tarafsız olamaz. Teknoloji, özgül
bir sembolik kod kullandıkça, özgül bir
toplumsal
ortamda
yerini
buldukça,
ekonomik ve politik bağlamlara adımını
attıkça, bir araç haline gelir” (Postman,
2004, 98).
Sistemi üretmede ve meşrulaştırmada
güçlü rol oynayan kitle iletişim araçlarından
televizyon ise mitsel figürleri yaratmada ve
işlemede en başarılı olanıdır. Televizyon, tek
yönlü iletişim süreciyle, sistemin sürekli
meşrulaştığı yer haline gelmektedir. Ekranın
içi, dış dünyayı sahne haline getirmektedir.
Bu sahnede gerçekle ilişki yeniden
kurulmaktadır.
Nesnelerle dolayımsız ilişkinin kalktığı,
imgelerle anlamlandırmanın olanaklı hale
geldiği yerde, mitsel anlamlandırma
başlamaktadır. Mitsel figürlerle, gerçekliğin
yeniden
üretildiği
televizyon
programlarında, insan doğasının en ilkel ve
güçlü duygusu olan korku kullanılarak,
egemene
boyunsunma
sağlanmaktadır.
Gençler düzgün öpüşme yollarını, bu yolları
bilmemenin ne kadar büyük bir ayıp
olduğunu öğrenip korkarken, kadınlar her an
aldatılabileceklerini ve aldatılmamak için ne
yapmaları
gerektiğini,
korkularıyla
pekiştirerek öğrenmektedirler. Böylelikle,
insan ilişkileri önceden tasarlanarak yeniden
üretilmekte ve bu ilişki biçimleri birçok
televizyon programında; dizi, magazin,
eğlence programı gibi, satılmaktadır. Bu
aynı zamanda kozmetik, tekstil gibi birçok
sektörü de etkilemektedir. Kıtlık olduğunda
açlıktan öleceğini bilmek, gerçeklikten
doğan bir korkudur ama, fakir olmana
rağmen zengin bir erkek tarafından sevilip
zenginliğe yelken açamamaktan korkmak,
emeğin yani üreticinin sen olmasına rağmen
“Allah razı olsun o ….dan” diye
şükredebilmek, gerçekliğin dönüştürülmüş
hallerinin korkularıdır.
Günümüzde, toplumsal alanı tanımlayan
ve inşa eden kitle iletişim kurumları,
korkularımız üzerine kurulan söylemlerin en
çok üretildiği ve satıldığı yerlerdir. Bu
çalışmada,
egemen
yapının
kendini
meşrulaştırma yöntemlerinden biri olan
korkunun, resmi baskı organları yanında,
kitle iletişiminde (televizyon reklâmlarında)
nasıl kullanıldığı üzerinde durulacaktır.
Bu çalışmanın temel varsayımına göre
kitle iletişim araçlarında yaratılan mitler,
insanın korkularını kullanır. Korkunun
kullanımı ile,
a. Egemen yapının
meşrulaştırması kolaylaşır,
uygulamalarını
b.İnsanların korku nedeniyle
boyunsunması
ve
her
türlü
mekanizmalarını kabul etmesi artar.
güce
baskı
Bu temel varsayımlardan hareketle bu
çalışmada televizyon reklâmlarında;
a. Korkuların nasıl işlenildiği,
b. Korkuların işlenişinin amaç ve
bilişsel/duygusal sonuçlarının neler olduğu
ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Yöntem
akademia
Korkuların kullanımı,
stratejilerinden biridir.
Bu araştırma, birbirine bağlı iki sorunu
incelemek için tasarlandı. Önce, insan
korkularını artıran mitsel figürleri kullanan
kitle iletişim araçlarından hangisi üzerinde
82
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
durulacağı tespit edildi. Televizyonun
seçiminde, fiziksel olarak insanlara ulaşma
olanağının yüksek olması, hareketli görüntü
ve sesin aynı anda iletilmesi olanağını
sağlaması ve bu özelliği sayesinde izleyici
üzerinde daha yoğun bir etki bırakması gibi
faktörler etken oldu. Bir teknolojik araç olan
televizyonda, üretilen ürünlerden yani
televizyon programlarından hangisi üzerinde
durulacağı belirlendi. Program türü olarak
reklâmlar
seçildi.
Kapitalist
üretim
biçiminde pazar kontrolünü sağlamaya
yönelik hizmet veren reklâm endüstrisi,
bilinç yönetimini yoğun kullandığı için, bu
çalışmanın temel varsayımı açısından en
uygun program türü olarak belirlendi. Veri
kaynağı olarak, 10 reklâm belirlendi. Bu
reklâmlarda korkuların nasıl işlenildiği tespit
edilerek araştırmanın ilk sorunu ortaya
koyulmaya çalışıldı. Daha sonra korkuların
işleniş amaç ve sonuçları üzerinde duruldu.
akademia
Bu
çalışmada
veriler,
reklâm
çözümlemeleri ile toplandı ve reklâm
çözümlemelerinde göstergebilim ve söylem
kuramlarından birlikte yararlanıldı. Burada,
özellikle
R.Barthes’ın
anlamlandırma
kuramının merkezinde yer alan düzanlam,
yananlam ve mit kavramlarının yanı sıra,
göstergebilimin diğer temel kavramlarından
olan eğretileme ve düzdeğişmece yol
gösterici
olarak
alındı.
Reklamlar
düzanlamların
yanı
sıra
ideolojik
çağrışımlarla yüklü yananlamlar taşırlar.
Barthes yananlamı mit ile ilişkilendirir.
Bunun nedeni ise, yananlamla iletilen
ideolojik anlamı mitin doğallaştırması ve
meşrulaştırmasıdır. Bu çalışmada, egemen
yapının kendini meşrulaştırması sürecini
anlamak için, korku duygusunu barındıran
sözlü ve görsel öğeler ile anlamın nasıl
üretildiği ve işlenildiğini kavramada yol
gösterici olan “söylem analizi” arasında,
reklam diline uygun bir ilişki kuruldu.
83
Veri toplama yönteminde kullanılan
değişkenler;
Bağımsız değişken,
Televizyon
kullanımı,
reklâmlarında
korkunun
Bağımlı değişken,
İzleyicinin
egemen
boyunsunmasının artması.
yapıya
Bu çalışmanın temel yaklaşımına göre,
insan içinde bulunduğu koşullara göre üretir
ve üretilenin sahibidir. Kapitalist üretim
ilişkisinde ise şeyler mistikleşir ve bunun adı
bilinç yönetimidir. Bilinç yönetiminde,
egemen yapı en büyük gücünü resmi ve
gayri resmi baskı araçlarından, ücret
politikaları
gibi
çaresiz
bırakma
koşullarından alır. İnsan üretendir ama
üretilen ürünün koşulsuz tüketicisi olurken
neyi ne için ürettiğini bulunduğu koşulların
dışında algılar. Materyal güce sahip olanın
istekleri
piyasa
koşullarının
dışında
bilinçlere hükmetmeyi arzular. Bu gücün
devamlılığı
demektir.
İletişim
teknolojisindeki gelişmelerle sivil iletişimin
içine yaygın bir şekilde giren televizyon,
seçilmiş ve arındırılmış görüntülerle
gündemi ve içeriği etkileme, dinlenme ve
eğlence adı altında bilinç yönetiminden
geçerek boş zaman kavramı yaratma ve onu
doldurma gibi çeşitli görevler yapar. Bu
görevleri ise bilinçlere, demokrasi, iletişim
özgürlüğü, dördüncü güç gibi kavramlarla
yeniden anlamlandırılarak sunar.
Bu çalışmada, egemen yapı ve egemen
yapıya boyunsunma kavramları ve buna etki
eden faktörlerden biri olan korkunun
işlenişi, üretim ilişkileri bağlamında
açıklanmaya
çalışıldı.
Egemene
boyunsunmayı belirleyen, ne tek başına kitle
iletişim araçlarıdır ne de kitle iletişim
araçlarında işlenen korkulardır. Çok farklı
etkenlerin
varlığını
göz
önünde
bulundurmak gerekir. Egemen yapı,
meşrulaşma sürecinde pek çok araç kullanır.
Bu araçlardan sadece biridir kitle iletişim
araçları. Bu, çalışmanın güvenilirlik ve
geçerliliğine etki eden önemli bir faktördür.
Seçilen veri toplama yöntemi ise, mesajın
neyi
anlattığını
anlamada
etkendir.
Söylenenin doğasını anlamamızı sağlayan
bu yöntem, insanların düşünce ve
davranışlarını ölçme olanakları sunmaktan
yoksundur.
1. İletişim, Dil ve Bilinç
İletişim kavramı oldukça kapsamlıdır.
İletişimi
anlamak
insanın
doğasını
anlamaktır ve kültürden bağımsız insan
doğasının olmayacağı bir gerçektir. Bu ise
insanı, insanın örgütlü yaşam içindeki
kendini ve dışını anlamlandırmasını ve
beraberinde yaşadığı ilişki biçimlerini
anlamak demektir.
İşte bu nedenle iletişim, düz bir çizgi
olarak şematize edildiği gibi (gönderen,
iletiler ve alıcı) mekaniksel bir süreç
değildir. İletişim sürecine birçok toplumsal
etmen etki eder ve iletişim sürecinin her
aşaması ve unsuru yine değişik toplumsal
etkilere açıktır. Bu bakımdan, iletişimi
açıklamak çabasıyla yapılan, “karşılıklı
iletiler göndermek”, “iki birim arasında
duygu, düşünce, bilgi paylaşımı” gibi
kavramsallaştırmalar, iletişimi dar bir
anlama hapsetmekten öteye gidemez.
İletişim, belirli bir coğrafyada
varlıklarını sürdürmek için araç ve
gereçler bulan, bu konuda ürettiği
bilgilerle işbölümüne yönelen ve bu
işbölümünden
kaynaklanan
farklılaşmaları haklılaştırmak için
çeşitli değer ve inançlar üreterek
toplumun farklı kesimlerini, ortak üst
kimlikler
içinde
kaynaştırmayı
amaçlayan insan etkinliğidir (Oskay,
2001, 9).
İnsan belli koşullar içine doğar. Bu
koşullar içinde fiziksel, sosyal, düşünsel
faaliyetlerini gerçekleştirirken koşulları,
koşulların barındırdıklarını ve koşullar
içindeki ilişkiyi ve aynı zamanda kendisini
anlama,
anlamlandırma
ve
üretme
faaliyetlerini
gerçekleştirir.
Bu
faaliyetlerin zorunlu koşulu olan iletişimin
nedenini, insanın fiziksel ve sosyal
varlığını sürdürme gereksinimi olarak
görürsek, bu gereksinimleri, insanın içinde
yaşadığı örgütlü yapılar içinde düşünmek
gerekir. “Gereksinimlerin giderilmesi,
örgütlü yapılardaki ilişkileri gerektirir. Bir
davranışla birden fazla sosyo-psikolojik ve
kültürel gereksinim giderilir. Doyumlarla
birey kendini kendine ve dışa anlatarak,
kendini ve dünyayı
(Erdoğan, 2002a, 55).
yeniden
üretir”
Bu üretimde dil, üretimin en önemli
ürünü olduğu gibi, her kuşağın elde ettiği
bilgi ve becerileri diğer kuşaklara aktarma
amaçlı tutanaklandırma, saklama ve
aktarma aracıdır. Bu aktarımın varlığı ise,
iletişimi anlam yaratmaya çıkarır. Dil ile
bilinç arasında ilişki vardır. Her davranışın
(ses çıkarmanın), belli bir anlam taşıması
ya da bir sessel davranışın anlamının
başka bir sessel davranışın anlamından
ayrılması sözel düşünceyi gerektirir.
Anlamların seslere yüklenmesi ile ayrı
ayrı gelişen dil ve düşünce birleşerek
sözelleşmiş
düşünceyi
oluşturur.
“Anlamlar ise, insanın tek başına yarattığı
şeyler
olmayıp,
insanın
bireysel
varoluşunu
sürdürebilmek
için
toplumsallaşma sürecinde ve bu özelliği
kazanmış
diğerleriyle
birlikte
gerçekleştirdiği kültürel etkinlikler içinde,
kolektif olarak üretilmektedir” (Oskay,
2000,
318–320).
Böylece
bilincin,
düşüncenin bireysel olan yanları ile
kolektif olan yanları, insanın benzerleriyle
geliştirdiği kollektif etkinlikleri ile
karşılıklı etkileşime girmektedir. Bu
nedenle insan bilinci ve dil bireysel olgu
olarak açıklanamaz. Bilinç, bir birey
olarak dış dünya ile kurduğumuz
deneyimlerden ibaret değildir. İçinde
yaşadığımız sınıf, grup ve diğer toplumsal
birimlerce, bizim toplumsal gerçeklikler
üzerine yapmakta olduğumuz etkilerle
beraber, biçimlenip oluşmaktadır.
İletişim, etkileşimi mümkün kılan bir
süreçtir ve bu süreci algı başlatır. Çok
duyulu bu süreçte, uyaran aracılığıyla, iki
insanın birbirleriyle kuracakları toplumsal
ilişki oluşur. Bu ilişki, iletişim süreci
olarak işlemeye başlar ve insanlar
iletişimle günlük hayatlarını oluşturan her
şeyi
üretirler.
İnsan
iletişimle
gerçekleştirdiği ilişkilerle nefreti, saygıyı,
sevgiyi aynı zamanda egemenlik ve
başkaldırıyı, inanç ve ritüelleri, zenginlik
ve yoksulluğu üretir. İletişim aynı
zamanda, anlamla egemenlik ilişkileri
üretmektir.
akademia
İletişim ve Kitle İletişimi
84
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
1. 1. İletişim, Anlam ve Kültür
Anlam, “şeylerin” nasıl olduğuna değil,
“şeylerin”
nasıl
anlamlandırıldığına
bağılıdır. Buna bağlı olarak aynı olan farklı
tarzlarda anlamlandırılabilir. Anlam, bir
üretim işidir. Anlamı belirleyen gerçekliğin
yapısı değildir. Anlamalar, şifrelenmiş
işaretlerden oluşur. Bu şifre; kelimeler, el
işaretleri veya bir demet gül olabilir.
Anlamlar toplumun sosyal, ekonomik ve
siyasal
süreçleri
içinde
oluşur.
Anlamlandırmada bir amaç vardır ve
kodlamayı yapan çözümleyenin bu amacı
doğru algılamasını ister. Bu amaç, ideolojik
ve sosyal imalar içerir. İşaret, bizzat
kelimeyle ve işaretle ilgilidir, anlam ise
işaretin
zihindeki
etkisiyle
ilgilidir.
Kendisinden başka bir şey ifade eden bütün
soyut-somut formlar, genel anlamıyla birer
işarettir.
akademia
Bir dildeki işaret anlamını, ait olduğu dil
sistemi içinde ve kullanımda kazanır. Bunun
dışında bir anlama sahip değildir. İşaretin
nesne ile ilişkisinden “eşyaya ait anlam”
doğar. Kelimeler temel anlamdır. Aynı
zamanda çağrışıma, duyguya bağlı yan
anlamlar içerirler. Bir kelime eşyanın
kendisini değil, dildeki eşyayı ifade eder.
Dil, dış dünyayı kendi sistemi içinde kavrar
ve gösterir. Masa kelimesini duyduğumuzda
zihnimizde bir masa kavramı canlanır. Bu
kavram, hiçbir gerçek masaya, nesneye
uygun değildir. Kurallardan oluşan dil,
bireyin dünya tecrübesiyle ilişki kurabildiği
ölçüde görevini yapabilir.
85
Dildeki anlam sosyaldir. Anlamın sosyal
olması, dilin kültürle bağlantılı olduğunu
gösterir. İletişim ve kültür birbiriyle
bağlantılı ve birbirini besleyen kavramlardır.
Her ikisi de insanın faaliyetleri ile ilgili bir
olgudur. Kültür, belli bir toplumun sahip
olduğu inançlar, adetler, yasalar, gelenekler
gibi bilgi biçimlerinin toplamıdır. Birbirine
bağlı bu biçimler, bilimsel bir şekilde
incelenebilir. Bu incelemeler, kültür
kavramına
iki
yeni
bakış
açısı
kazandırmıştır. Birincisi kültür kavramına,
farklı kültürleri meydana getiren elemanların
analizi,
gruplara
ayrılması
ve
karşılaştırılmasını eklemiştir. İkinci gelişme
ise, kültürü tanımlama ve anlamada,
simgesel biçimler ve bu biçimlerin taşıdığı
anlam üzerinde durma olmuştur.
Williams’a göre kültür, “ kurumlarda ve
günlük davranışta belli anlam ve değerler
ifade eden belirli bir yaşam tarzına işaret
eder” (Hebdige’den aktaran: Özbek, 1999,
76). Bu ve beraberinde gelen kültür
tanımları, kültür ve toplum ilişkisinde anlam
ve değerlerin açığa çıkarılmasına hizmet
etmiştir.
Kültürde; giyinme, duyguları ifade etme,
yeme, içme, çalışma, eğlenme gibi materyal
üretim sürecindeki ilişki biçimleri ile
biçimlenen günlük deneyimlerimizin farklı
yanlarıyla ilişkili olan anlamlar vardır. Bu
anlamalar; inançlar, değerler ve beklentiler
sistemi içinde, belli bir dünya görüşüne ve
pratiğine uyar. Kültürün materyal ve zihinsel
üretimi iletişimle olabilir. Kültür, toplumsal
yaşamın her alanında, bireyin kendisinin ve
kendisinin olan sandığının ifadesidir.
“Kültürle, toplumsal yaşam ve bu
yaşamın ideoloji ve bilinci üretilir”
(Erdoğan, 2002a, 135). Bu ise, “kendimizi,
tecrübelerimizi
ve
koşullarımızı
anlamlandırırken dil yoluyla önceden
düzenlenen
ideolojik
söylemleri
kullandığımız anlamına gelir” (Hall’dan
aktaran: Küçük, 1999, 208). Kültür, hem
bilinçli bir şekilde kendi deneyimlerinin
muhasebesini yapan insanlar tarafından inşa
edilir, hem de aynı anda miras kalan geçmiş
deneyimlerin seçimi ve uygulanmasıdır. Bu
boyut kültüre, yaşarken deneylenen ve
toplumun büyük bir çoğunluğu için
gerçeklik duygusu yaratan rol kazandırır.
“Doğanın
insan
ihtiyaçlarına
uyarlanması, insanın öbür insanlarla girdiği
toplumsal
işbirliğinin
biçimleriyle
gerçekleşir. İnsan, maddi ve beraberinde
manevi varlığını üretirken, toplumsal
biçimler aracığıyla “toplumsal bireyler”
olarak kendini yeniden üretir” (Hall’dan
aktaran: Küçük, 1999, 199). İçinde
bulunulan koşullar, insan ihtiyaçlarına cevap
verecek maddi olanakların neler olacağını
İletişim ise üretim ilişkilerini önceden
planlama pratiğidir ve bu planlamada
egemenlik ve güç mücadeleleri ortaya çıkar.
Yaşam biçimimizi her yönüyle meydana
getiren kültürel pratiklerde de egemenlik ve
mücadeleler yaşanır. Örneğin, ekmeğin yere
dökülmesini büyük günah kabul eden
egemen anlayış ekmeği nasıl yiyeceğimizi
belirlediği gibi, yere düşmüş bir ekmek
parçasını yerden kaldırıp, öpüp başımıza
koyduktan sonra kimsenin basamayacağı bir
yere kaldırmayı herkesin paylaştığı bir
kültürel
değer
haline
getirebilir.
Uygulanmadığını gördüğünde kınamayla,
korkuyla sürekliliğini sağlamaya çalışır.
Ama aynı egemen anlayış bugün çöplere
atılan binlerce atık yiyeceğin önüne
geçemez. Çünkü üretim biçimi ve bu
biçimdeki mülkiyet ilişkisi değişmiştir.
2. Kitle İletişimi
İletişim, insanın kendini ve toplumsal
varlığını üretmesidir. İletişimin ürettiği, var
olmayan ilişki biçimleri ve var olan ilişki
biçimlerinin yeniden üretimidir. Üretilen
sadece ilişki biçimleri değil, aynı zamanda
bilinç yönetimiyle ilgili beklentiler üretir ve
sürdürülür. İnsan, bu üretimde, hem doğal
araçları hem de teknolojik araçları kullanır.
Teknolojik araçlarla kurulan ve sürdürülen
iletişime, teknolojiyle aracılanmış iletişim
denir.
Kitle iletişimi, “kitle medyası” denilen,
modern kitle iletişim teknolojilerinin ürünü
olan araçlarla gerçekleştirilen işletişim
biçimidir. Ancak kitle iletişimi kavramını;
radyo, televizyon, gazete, dergi gibi kitle
iletişim
araçlarına
indirgeyerek
anlamlandırılmak, kısıtlı ve yönlendirici
tanımlamalara sebep olmaktadır. Kitle
iletişimini yönetsel iletişime katılmak olarak
alırsak, siyasal toplumun oluşmasından beri
vardır. Kitle iletişim olgusunu anlayabilmek
için, iletişim sürecini toplumsal sistemden
soyutlamadan ele almak gerekir. Eski
çağlardan beri, devlet örgütlenmesi içinde
kitlelerin
harekete
geçirilmesi
ve
kullanılması, devlet yönetiminin inanç ve
fiziksel varlık üzerinde baskı kurması ile
sağlanmıştır. “Kitlelerin yönetimi için,
gücünü çoğunlukla dinden alan egemen
yapının, sözlü ve sembollerle uyguladığı
kitle iletişimi, düzeni meşrulaştıran bilinç
yönetimi
biçimindeydi.
Hemen
her
imparatorluk güvercinler, ulaklar kullanarak
yönetimin kitlelerle iletişimini sağlamıştır”
(Erdoğan, 2002a, 288). Bu iletişimde,
yönetenden yönetilene bir aktarım vardır ve
o zamanlar bu aktarımın konusu vergiler,
vergilerin nasıl toplanacağı, savaş, yasalar
v.b olmuştur. Kapitalist egemenliğin hüküm
sürdüğü devletlerin kurulması ve modern
kitle iletişim araçlarının kullanılmaya
başlamasıyla, devletin kitle iletişimine kitle
araçları da katılmıştır.
Günümüz kitle iletişimini öncesinden
ayıran farklılıklar vardır. Modern kitle
iletişimi, teknolojik araçlarla bilgiyi
kopyalayıp çoğaltmaktadır. Kitle iletişim
araçlarının bu kopyalama ve depolama
işlevini üstlenmesi ile önceden farklı günlük
sosyal etkinlik ve eylemlerle belleklerde
tutulan enformasyon; okuma, yazma ve
görüntülü medyanın gelişimi ile teknolojiyi
kullanarak ve teknolojiden geçerek, kitleleri
yönetme
biçimine
dönüşmüştür.
Teknolojiyle aracılanmış kitle iletişimi ile
toplumun kendini ifade etme biçimleri ve
öyküleme yerelin elinden alınmış, kitle
iletişim sistemlerinin eline geçmiştir.
2. 1. Kitle İletişim Sürecide Kaynak,
Hedef, İleti, Geri Bildirim Kavramları
İletişim sürecinde, İlişkinin doğasına
göre seçilen ve ilişkinin doğasına yön veren
yapay araçlar çok çeşitlidir. Kola takılan bir
saat, bir şeyleri kesmeye yarayan bıçak, çöp
kutusu v.b. Bıçak, ekmek kesmek için
kullanıp sevdiğinize/sevdiklerinize kahvaltı
hazırladığınızda sevgi ilişkisinin, birine
doğrultup
onun
bedenini
kesmeye
kalktığınızda düşmanlık ilişkisinin aracı
olur. Kişilerarası yüz yüze olamayan
teknolojiyle aracılanmış iletişimde ise,
ilişkinin yürümesi için, kişilerin yüz yüze
olması gereği yoktur. Örneğin arkadaşınızla
akademia
belirlerken, bu olanakların nasıl işleneceğine
toplumsal işbirliğiyle biçimlenen insan karar
verir.
86
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
telefonla konuşurken kişilerarası iletişim
süreci işlemektedir ve araç(telefon), yüz
yüze olunmamasına rağmen, ilişkinin
devamlılığını sağlamaktadır.
Kitle iletişimi, yüz yüze ya da yüz yüze
olmayan
teknolojiyle
aracılanmış
iletişimden, birçok yönüyle farklılıklar
gösterir. Oskay, (2001, 42–46) iletişim ile
kitle iletişiminin farklarını değerlendirirken
öncelikle kaynağın, kitle iletişiminde tek bir
kişi değil bir kuruluş olduğunu söyler.
Kişilerarası iletişimde, iletiyi oluştururken
kişinin yaptığı eylemi kitle iletişiminde
gazete, dergi, televizyon gibi kuruluşlar
yapar. Yani kitle iletişimin göndereni,
örgütlü yapılar oluşturan kitle iletişim
kurumlarıdır. Gönderen haberci, muhabir,
gazeteci
olarak
gösterilir.
İletişim
profesyonelleri, kitle iletişiminde, üretim
sürecinin önemli halkalarıdır. Ama ürünün
sadece paketleyicisidirler, sahibi değildirler.
Kitle iletişiminde “hedef, homojen
olmayan niceliksel bir çokluğu ifade eder.
Çok sayıda farklı ihtiyaç, ilgi ve beklenti
içinde olan insanlara hitap edilmektedir.
Kitle iletişiminin alıcısı, kitle iletişim
ürününü okuyan, dinleyen, izleyendir. Alıcı,
kitle iletişim politikasına ve içeriğe karar
veremez,
ürünü
tüketendir.
Modern
zamanlarla birlikte iletişim araçsal bakımdan
çeşitlilik ve farklılık gösterse de temelde
toplum ve bireyler arasındaki egemenlik ve
mücadele ilişkisine biçim verir. Bu biçimde
alıcı, egemenlik altına alınmış sınıftır.
akademia
Kitle iletişimin ekonomik, siyasi ve
ideolojik örgütlenmesi içinde, kitle iletişimin
iletisi, örgütün imal ettiği ürünü ifade eder.
Bu ürün, örgüt içi ve örgüt dışı faaliyetleri
kapsar. Örgüt içi ve örgüt dışı faaliyetler,
belli bir toplumsal yapı içinde işler.
Dolayısıyla ileti her türlü ekonomik, sosyal
ve siyasal yapıdan etkilenir.
87
Kitle iletişiminde geri bildirimin nasıl
işlediği ise üzerinde durulan diğer bir
konudur. Yüz yüze ya da yüz yüze olamayan
teknolojiyle aracılanmış diğer iletişim
süreçlerinde, bir iletiyi karşımızdakine
ilettiğimizde onun tepkisini sözel ya da sözel
olmayan yollarla yakalayabiliriz. Kitle
iletişiminde ise, bu geri dönüşümü
yakalamak zordur. Kitle iletişimi, söyler
fakat cevap hakkı vermez. Kitle iletişimin
geri bildirimi, iletinin amaçladığı tutum,
inanç ve davranışlara sahip olma ya da o
yönde değiştirmedir. Yani izleyicinin,
mutfak temizliği denildiğinde aklına “Cif”
markasının gelmesi ve gidip “Cif” alması,
Cif reklâmına verilen geri bildirimdir. Bu
nedenle göndericiler, tepkileri kestirmek için
kamuoyu araştırmaları, satış rakamları,
reyting ölçümleri gibi bir takım yöntemlere
başvurmaktadırlar.
2. 2. Kitle İletişiminde Anlam ve
İdeoloji İlişkisi
Kapitalist ekonomik, siyasal ve kültürel
pazarın ve endüstrilerin olduğu her yerde,
aynı zamanda bilinç yönetimi ve endüstrileri
de vardır. İnsanın satın alması, ekonomik,
kültürel ve siyasal ilişkilere girmesi için, bu
ilişkiyi anlamlandırması gerekir. Televizyon
programları, film endüstrisi ürünleri ve
reklâmlar bilinç endüstrisinin ideolojik
yapısını
taşıyan
ürünleri
barındıran
endüstrilerdir.
İdeolojiye ilişkin çok sayıda tanım vardır.
Çünkü kavramın üzerinde uzlaşılmış, net ve
tek bir tanım bulunmamaktadır. Terry
Eagleton, bu açıdan birçok ideoloji tanımını
sıralamıştır,
a) İdeoloji, toplumsal yaşamda
anlamların,
göstergelerin
ve
değerlerin üretim süreci, b) Bir
egemen
siyasi
iktidarı
meşrulaştırmaya yarayan fikirler, c)
Bir
egemen
siyasi
iktidarı
meşrulaştırmaya hizmet eden yanlış
fikirler,
c)Toplumsal
çıkarlar
tarafından
güdülenen
düşünce
biçimleri, d) Toplumsal yaşamın doğal
gerçekliğe dönüştürüldüğü süreç,
e)İçinde, bireylerin, toplumsal yapıyla
ilişkilerini yaşadıkları vazgeçilmez
ortam (Eagleton, 2005, 18).
İdeoloji ve kitle iletişimi arasındaki ilişki,
iletişim çalışmalarında özellikle eleştirel
yaklaşımların üzerinde durduğu bir konu
olmuştur. Bu yaklaşımlar temelde, üretim
araçlarının mülkiyetine sahip olan egemen
sınıfın çıkarlarının devamlılığı için, kendini
nasıl meşrulaştırdığı ve meşrulaştırmada
baskıyı nasıl kurduğu ya da rızayı nasıl
kazandığı üzerinde durduğu için, ideoloji ile
medya arasındaki ilişkiyi açıklamaya
çalışmışlardır.
Temelde, anlamın inşasıyla ilgilenen
kültürel çalışmalar geleneğinde ideoloji
kavramı üzerine çalışan Stuart Hall, “çoklu
okuma” kavramını ortaya atmıştır. Bunlar,
hâkim, tartışmalı ve karşıt okuma olarak
sıralanır. Okumaların, dolayısıyla da anlam
oluşumunun kültürün içinde oluştuğunu öne
sürer.
Farklı konulara yönelen bu çalışmaların,
medyaya bakış açıları doğrultusunda, iki
temel soruna odaklandığını söyleyebiliriz,
Bütün kültürel çalışmalar yaklaşımlarının
vurguladığı, etkin özne anlayışıdır. Ancak
bu özne, kendi boyun eğmesini etkin olarak
yaşayan
öznedir
yani
izleyicinin
bağımsızlığına ilişkin vurgular yapılır. Bu
kuramlardan hareketle yapılan çalışmalarda
reklâm ve kültür ilişkisi işlenmiş, reklâmın
kültürel bir kod olarak var olduğu üzerinde
durulmuştur.
2-Medya
anlamlarının
oluşumu,
yapılanması ve tüketimi (Dursun, 2001, 21).
Frankfurt Okulu eleştirel kuramından
yapısalcı medya çalışmalarına, klasik
Marksizm’in
ekonomi
politik
yaklaşımından Kültürel Çalışmalara kadar,
her biri toplumsal yapının eleştirisinden
yola
çıkan
yaklaşımlar
“eleştirel”,
“kuramsal”, ya da “değişimci” olarak
adlandırılır. Frankfurt Okulu eleştirel
kuramları, medyayı güç odakları içinde,
ideolojiyi yeniden üreten bir kurum olarak
kabul ederler. Bu anlayış zaman içerisinde
dilbilim, göstergebilim ve söylem kuramı
ile tanışmıştır.
“İdeoloji kavramının doğduğu mecra
olan Marksist kuram, kapitalist sisteme
bütüncül eleştiri getirir. Marx’a göre
ideoloji, piyasa ilişkileri içinde ve piyasa
aracılığıyla üretilmektedir. Marx’ta ideoloji,
bir yandan bir yanılsama olarak ele
alınırken, öte yandan bir toplumsal sınıfın
(burjuva) düşünsel donanımı olarak da ele
alınabilmektedir” (Dursun 2001, 25–26).
Egemenlik ilişkilerini Marksist tarzda ele
alan ve ideolojiyi yanlış bilinç olarak
tasarlayan görüşler, medyayı mülkiyet
ilişkileri içinde egemenliğin bir kanalı
olarak konumlandırmaktadırlar. Medya,
egemen
sınıfların
kapitalist
üretim
ilişkilerinin sürdürülmesinden kaynaklanan
gereksinimlerini
gerçekleştirmek
ve
çıkarlarını
korumak
için,
kitlelerin
bilinçlerini şekillendirilmesinde etkin rol
oynar.
Eleştirel medya kuramları, dil ve özneye
ilişkin farklı değerlendirmeleri bünyesine
alarak
çeşitlilik
kazanmıştır.
Bu
çeşitlenmede
ideoloji
kuramları
zenginleşmiştir.
Bu
süreçte
söylem
kavramının önemli katkısı bulunmaktadır.
Söylem kavramı, ideoloji, dil ve anlam
arasındaki ilişkiyi anlamakta geniş kapılar
açmıştır. Medya çalışmalarında söylem
kavramı, medya metinlerinin, ideoloji ile
birlikte ele alarak, egemen yapının
meşruiyet kazanma sürecinde oynadığı rolü
açıklamada çıkış noktaları sağlamıştır.
Dil, anlam ve ideoloji arasındaki ilişkileri
açıklamaya çalışan ilk isimlerden ve
göstergebilimsel
ideoloji
kuramının
kurucusu olan Volosinov’a göre, ideolojik
her şey kendi dışındaki bir şeyleri temsil
eder. Dil bu ifade edişte, göstergeler
kullanan bir araçtır. Toplumsal sınıflar, dilde
de toplumsal mücadele sürdürürler. Aynı dili
kullanan bu sınıfların egemenlik ve
mücadeleleri, dili sınıf mücadelesi arenası
haline getirir. Belirli toplumsal göstergeler,
çatışan toplumsal çıkarlar tarafından
üzerinde hâkimiyet kurulmak istenilen konu
haline geldiğinde, anlam yaratma başlar.
akademia
1-Medya
endüstrilerinin
ekonomik
örgütlenmeleri ve mülkiyet ilişkileri,
İnsan, imgeleme yeteneğiyle dünyayı
anlamlandırır. Daha önceki bölümlerde de
değindiğimiz gibi, dildeki hiçbir simge,
gerçek nesneyi anlatmaz. Nesnenin, zihinde
şekil
bulmasını
sağlar.
Dolayısıyla
88
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
iletişimde, anlam üretme hep işler. Kitle
iletişiminde
göstergeler
kullanılarak
anlamlandırmalar yapılır. Ancak kitle
iletişim, “bizimle konuşmak değil “bize
konuşmak” olarak tanımlayabileceğimiz bir
süreçtir ve suretçe anlamlandırmanın hâkim
sınıf
tarafından
yönlendirilmesi
söz
konusudur.
Duygular ve Korku Duygusu
1. Duygular ve Korku Duygusu
akademia
Duyguların, davranışlarımızı belirleyen
temel
süreçlerden
biri
olduğunu
söyleyebiliriz.
Duygular,
güdüsel
davranışlarımızın beraberinde gelirken aynı
zamanda bu tür davranışların başlamasına da
neden olabilir. “Duygular, değişik yönleri
olan karmaşık süreçlerdir ve bu nedenle
duygunun ne olduğunu tanımlamak zordur.
Duyguların fizyolojik, yaşantısal ve
davranışsal yönü vardır. Duygularımıza bir
takım fizyolojik tepkiler eşlik eder. Bu
doğrudan gözlenemeyen tepkilerin yanı sıra
duygularımıza
doğrudan
gözlenebilen
davranışlar eşlik eder” (Aydın ve diğerleri,
1994, 97). Aynı zamanda, aynı durumlarda
farklı duygular yaşarız, bu da duyguların
yaşantısal yönünün olduğunu göstermektedir
89
Freud’a göre, canlı esasında bir kez var
olduktan sonra bu varlığı değişmek ve
geliştirmek değil varlığını bulunduğu halde
muhafaza etmek, yaptıklarını sadece
yinelemek ister. Ancak değişen koşullar
yüzünden varlığı tehlikeye uğrarsa, yeni
şartlara adapte olmak durumunda kalabilir
(www.varoluscupsikoterapi.net). Ego, dış
ve iç dünyada ortaya çıkan tehlikeler
karşısında, tehlike algısından uzaklaşmak
ister. Tehlike dıştan gelirken ortaya çıkan
duygu
korkudur.
Korku
duygusu
organizmayı alarma geçirir ve tehlikeden
uzaklaşmak üzere savunma kalkanlarını
kullanmaya yönlendirir. İç tehlike karşısında
da korkuya benzeyen bir endişe duygusu
oluşur.
Korku hissedilen bir durumda olası bir
tehdit, tehlike, kayıp ya da zarar riski ve
belirsizlik vardır. Bu gibi bir durumda; ya
kaçıp kurtulmak, ya bir çözüm üretmek ya
da durumu kabullenmek gibi tepkiler verilir.
Birey kendini yeterince güçlü hissediyorsa,
kendini tehdit eden varlığa ya da soruna
karşı mücadele etmeye hazırlanır. Bu açıdan
korku,
canlıyı
uyaran
ve
kendini
savunmasını sağlayan mekanizmadır.
Korku duygusunun içgüdüsel mi olduğu
öğrenme sürecinde mi ortaya çıktığı
konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Tüm
duygularda ortaya çıkan temel fizyolojik
tepkilerin korku duygusunda da yaşanması,
korkunun içgüdüsel boyutu olduğunu
göstermektedir. Bununla beraber korku
duygusunun, diğer duygularda olduğu gibi,
yaşamsal boyutu vardır. Bu ise, öğrenmenin
korku
duyulan
konu
ve
objenin
belirlenmesinde önemli bir rolü olduğu
gerçeğini getirir.
Kişisel tecrübeler ve öğrenme sonucu,
korku duyulan obje kişiden kişiye
değişmektedir. Aynı zamanda, içinde
bulunulan
toplumsal
koşullar,
insan
korkularını
çeşitlendirmekte
ve
değiştirmektedir. Avcılıkla ve toplayıcılıkla
geçinen bir toplumda işsiz kalmanın
korkulan bir konu olmasından bahsetmek
imkânsızdır. Olsa olsa bunun adı yeterli
yiyeceği bulamamak ve aç kalmak korkusu
yani fizyolojik ve psikolojik varlığını
kaybetme korkusudur.
Korku, en ilkel ve temel duygumuzdur.
Fizyolojik, sosyal ve psikolojik varlığımızı
sürdürmek ve korumak adına yaşmasal
değer taşır. Korku duygusunun bu yönü,
çalışmanın temel varsayımı gereği, ölüm
korkusundan
bahsetme
zorunluluğunu
getirir. “Çocuklar, iki-üç yaşlarındayken
yakınlarını,
değer
verdiği
varlıkları
kaybettiklerinde
ya
da
televizyonda
düzmece ya da gerçek ölüm seyrettiklerinde
bilinçli bir ölüm korkusu yaşamaktadırlar.
Daha sonraki yaşlarda ise, güven ortamından
yoksun kalma, terkedilmişlik, tek başına
çaresizlik gibi sıkıntı yaratan durumlar
çocuk mantığına göre ölümdür” (Oskay, t.y.
63–64). Çocuğun mantığındaki bu asılsız
algılar, dünyaya ilişkin tüm açıklamalarına
yönelmekte ve geçirdiği gelişim sürecine
Yaşamını devam ettirmek güdüsüyle
dünyaya gelen insan, korku duygusu
sayesinde hem tehlikeden korunur hem de
ödül ceza sistemiyle uyum sürecini yaşar.
Korku, daha güvenli bir hayat arayışının
önemli tetikleyicisidir. İnsanın, yaşamı
üzerindeki kontrolünü artırmak isteği bu
temel duygunun eşliğinde işler. Korku
duygusunun en önemli işlevlerinden
birinin,
uyum
sağlama
olduğunu
söyleyebiliriz.
2. Korkuların Toplumsal İlişkileri
Meşrulaştırma Sürecinde Kullanımı
Davranışların gerisinde, kişinin içinde
bulunduğu kültürel ve sosyal çevrenin,
kişilik özellikleri ve yeteneklerinin,
fizyolojik- psikolojik ihtiyaçlarının ve
duygularının olduğu söylenebilir. Yemek
yeme, su içme, cinsellik fizyolojik
yapımızla gelen temel ihtiyaçlarımızdır.
Ait olma, sevme, saygı görme ise
psikolojik ve sosyal varlığımızla gelen
ihtiyaçlarımızdır. İnsan davranışları, farklı
ihtiyaçlarına bağlı olarak ortaya çıkmakta
ve şekillenmektedir. Bu ihtiyaçları
karşılama biçimimiz, toplumsal yaşam
biçimiyle yakından ilişkilidir.
Toplumsal ilişkilerde, belli davranış
biçimleri
kutsallaştırılırken,
yaşam
biçiminin
eşliğinde
gelen
insan
korkularına sıklıkla başvurulur. Sevgi
önemli bir ihtiyaç, sevgiyi kaybetme ise
güçlü bir korkudur. Sevginin nasıl
kazanılacağı
ve
nasıl
muhafaza
edileceğine dair öğrendiğimiz davranış
biçimlerini kutsallaştıran ise korku
duygusudur.
İnsan yavrusunun toplumun bir üyesi
haline
gelmesi
olarak
tanımlanan
sosyalleşme sürecinde insan, sağlıklı bir
yaşam sürebilmek için kaçınacağı şeyleri
ve bunlara ne tür tepkiler vereceğini
öğrenir. Sosyalleşme süreci ailede başlar.
“Çocuk yetiştirirken Freud’a göre, annebabanın her davranışı onların gücüne
yönelik imgemize katkıda bulunur”
(Laledakis, 2002, 218). Ailede başlayan
eğitimde uygun olan davranış biçimlerini,
yapmamız ve yapmamamız gerekenleri,
ilişki biçimlerini, uygun ve ahlaklı ya da
ahlaksız
olanı
öğreniriz.
Davranış
biçimlerini
yönlendiren
insanlar,
dokunmamıza izin verdiklerine “cici”,
dokunmamızı
istemediklerine
“cıs’”
diyerek,
doğal
yapımızdan
gelen
varlığımızı güven ortamı yaratarak devam
ettirme ihtiyacımızı, korkuyla beslerler.
“Çocuk, hiçbir yargılama standardına
sahip değildir ve aynı zamanda anne
babanın yaptığı her şeyin kendisiyle ilgili
olduğunu düşünür. Yetişkinlik döneminde
ise bu süreç tersine işler ve güce karşı öfke
duyulur. Çocukların güce karşı imgeleri
yetişkinlerin yaşamlarında da sürer”
(Oskay, t.y., 67–95). Gücün sahibi değişip
işveren, yönetici, öğretmen vb. olduğunda
da imgeler devam eder. Çocuksu
kalıpların sürmesini özendiren ya da
özendirmeyen toplumsal koşullardır.
Toplumsal kurumlar, insanın doğasını
temelde değiştirmese de, neyi açığa
çıkaracağımızı
neyi
gizleyeceğimizi
belirler. Duyguları aracılığıyla insanlar,
içinde yer aldıkları kurumların ahlaki ve
insani anlamını ifade etmeye çalışırlar.
Açığa
çıkarmamamız
gerekenleri
öğrenirken temel duygumuz korkuyu
besleyen mitler, kavramlar yaratılır. Bu
mitler, kavramlar, ritüeller toplumsal
üretim biçimini ifade eder niteliktedir.
Egemen yaşam biçiminin üretilmesi ve
benimsetilmesinde yaratılan mitler aynı
zamanda toplum içinde korku duygusunun
yayılmasını sağlar. Yaratılan hikâyeler ve
kavramlarla, toplumun gündemi insanların
karşı karşıya olduğu tehlikelere odaklanır.
Ancak bu mitsel figürlerde, abartılı
işleyişle odaklanılan tehlikeler, egemen
yapının gerçekliğini taşıyan istisnai
tehlikelerdir. “Toplum, istisnai ve korkunç
olaylarla karşılaştıkça, bunları yaşadığımız
dünyanın ne kadar hastalıklı olduğunun
göstergesi olarak algılamaya başlar”
(Furedi, 2001, 36). Bunun beraberinde ise,
egemen yapı ilişkileri meşrulaşır ve güce
boyunsunma artar.
akademia
bağlı olarak ya orada kalmakta ya da
etkisini kaybetmektedir.
90
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan
Mitsel Figürler ve Korkunun İşleniş
Şekilleri
akademia
Kitle iletişimi, siyasal ve ekonomik
güçlerin egemenlik arayışıyla, kitlelerle olan
kontrollü iletişimidir. Kitlelere ulaşmak için
kitle iletişimin ürettiği iletiler, bir pazar
düzeninin satışını yapan ekonomik, siyasal,
ideolojik ve kültürel ürünlerdir. Bu ürünler
haber, eğlence, spor, film biçimlerinde
olabilir. Kitle iletişim ürünlerinde, mitler ve
hegomanyacı ideolojiler ritüel bir şekilde
görev yapar. Çünkü kapitalist toplumlarda
ideoloji, mitolojik ritüellerle işler.
91
Korku, sözlü gelenekte masallarda,
hikâyelerde, destanlarda, ağıtlarda vardı.
Bunlar, üretimi ve tüketimi kültürel normlar
ve geleneklerle işleyen kültürel örgütlü
faaliyetlerdir. Sosyal bağın güçlü olduğu
cemaatlerde, yüz yüze iletişimle, kişi veya
gruplara anlatılan bu kültürel ürünlerde,
korkular çoğunlukla doğaüstü varlıklarla
imgelenmiştir. Evrensel nitelik taşıyan bu
anlatıların, toplumsal farklıklara karşın,
akışının genel yapısında doğa içinde güçlü
olma mücadelesi veren insan vardır. Bu
mücadele kimi zaman bir cin-peri, kimi
zaman bir afet, kimi zaman üç başlı canavar,
kimi zaman diğer insanlar, kimi zaman ise
tanrılara karşı verilirdi. Aslında kendinden
güçlüye karşı güç mücadelesi veren
kahramanlar, gücün ve güçlü olanın, güçlü
olmanın yollarının imgeleriydiler. Yaşamı
devam ettirmek önemli bir güdüdür ve
sınanmış
tehlikelere
karşı
savunma
mekanizmaları geliştirmemizin kaynağıdır.
Bu mekanizmalar, sadece maddi varlığımızı
değil psikolojik varlığımızı da korumak için
geliştirilir.
Doğal
olan
tehlikeleri
hikâyelendirerek imgeleyen insan, bu
imgelemleri yoğun abartılarla süsleyerek
anonim zihinlere taşır. Zihinlerdekinin
gerçekten farklı olması yani gerçeğin
mitleştirilmesi, insan zihninin imgeleme
yeteneğine bağlıdır, gerçeğin aldığı yeni
şekil ise toplumun üretim tazının getirisidir.
Bakır
doğaldır,
işlenip
kapkacak
yapıldığında bu dönüşümde ortaya çıkan
ürünler kültür ve kültürün ifadesi olur. Sözlü
kültür, bu üretim biçiminin anlatımıdır.
İnsan ihtiyaçlarına cevap veren bu anlatılar
da, doğal olanın işlenip dönüştürülmesinin
hikâyeleridir. Bu metalarda toplumsal
tecrübelerin, korkuların, ilişkilerin yeni
nesillere aktarımı amaçlanırken aynı
zamanda bilinç yönetimiyle egemen
oluşumun
ideolojisi
desteklenmiş
olmaktadır. İnsanın, örgütlü yaşam içindeki
üretimi, sadece materyal olanı üretmeyi
içermez. İnsan faaliyetlerinin tümünü
kapsar. Bireylerin kendilerini ifade edişleri
üretimdir. İfade ediş biçimleri ise üretim
tarzını gösterir.
Üretim tarzının değişmesiyle, toplum
biçimleri
ve
beraberinde
insan
düşüncelerinin ve davranışlarının kontrolü
için geliştirilen araç ve yöntemler de değişir.
Değişen koşullara bağlı olarak, teknolojik
araçların bu kontroldeki kullanımı zaman
içinde artmıştır. Yazının bulunmasından
sonra yazının kayıt altına alınması daha
sonra sesli ve görüntülü kayıt gibi birçok
bilimsel gelişmenin beraberinde elde edilen
araçlar, sosyal ilişkilerde uygulanmaya
başlandı ve emek üzerindeki egemenlik
yoğunlaştı. “İnsan ilişkilerine ve iletişim
biçimlerine
etki
eden
bu
araçlar
kurumsallaşarak kitle iletişim araçları adını
aldı. Böylece egemenlik ve mücadele
örgütlü zaman ve yer üzerinde kurulan
kontrolden geçerek yoğunlaştı” (Erdoğan,
2002a, 287).
Egemen ideoloji ve pazar koşullarına
hizmet eden kitle iletişim araçlarında
korkular, günün koşullarına karşı artan
muhalefet ve hoşnutsuzluğu azaltmak, bilinç
yönetmek için psikolojik teknik olarak
kullanılmaktadır.
Bu
ise,
kültürün
ticarileşmesine hız katmaktadır. Gazete ve
dergilerde korku hedef kitlesine göre,
magazin haberlerinde, ekonomi ve siyasi
haberlerde,
çizgi
hikâyelerde
çizgi
kahramanlarla v.b. şekillerde işlenmektedir.
Bir dekorasyon dergisi, muhtemelen çok
pahalı dekore edilmiş mekânlarla yeni
yaşam biçimleri yaratıp satarken, bu mekâna
sahip olmayla modern olmak arasında
kurulan ilişkiyi satmaktadır. Modern
“Kitle iletişimi, tarihsel olarak simgesel
biçimlerin
sabitlenmesi
ve
yeniden
üretiminin yeni olanaklarını kullanmaya
çalışan kurumların gelişmesi ile ortaya
çıkmış bir fenomenler ve süreçler alanıdır”
(Thompson’dan aktaran: Mutlu, 20005,
212). Sistemi biçimlendirenlerin, dünyayı
ve kendimizi anlamlandırmamıza yönelik
yaptıklarıyla ilişkilidir. Kitle iletişiminde,
ister ticari ister kamu kurumu biçiminde
örgütlensin,
kitle
diye
tanımlanan
alımlayıcının, iletişim sürecinin akışına ve
içeriğine katkıda bulunma kapasitesi görece
olarak azalmıştır. Dolayısıyla burada,
bildiğimiz biçimde iletişimden çok, iletim ve
yayımdan söz etmek daha uygun olmaktadır
Kitle iletişim iletilerinde sunulan
hikâyeler ve yaratılan imajlar, egemen
yapının pratiklerini açıklayan, öğreten ve
haklı çıkaran bir yapıda günlük hayattaki
problemleri çözmede yeni mitolojiler üretir.
Bu mitler, insan hayatındaki önemli
sorunlarla ilgilenir. Bu sorunlara üretilen
çözümlerle uzlaşma ve uyum yaratılır. Kitle
iletişim ürününe ve bu ürünün ilettiğine
bağlı olmakla beraber temel sorunlar;
kötülük ve kötülerle mücadele, iyi ve kötü,
ahlaklı ve ahlaksız ayrımıdır. Sorunların
çözümünde kesin belirli kodlar kullanılır.
Kuralları çiğneyenler acı çeker. Hikâyedeki
çatışmada kazanan ahlaklıdır ve bu egemen
yaşam
tarzının
popülerleştirilip
doğallaştırılmasını, getirilen çözümler ise
düzenin yeniden kurulmasını sağlar.
Güdülerimiz
ve
deneyimlerimiz
sayesinde korkmakta haklı olduğumuz
birçok olay vardır. Savaşın vahşetini
yaşamış, pek çok acılara tanık olmuş birinin,
savaştan korkması doğaldır. Bununla
beraber kitle iletişim araçlarında, kişisel
deneyimleri abartan ya da kişisel
deneyimlerimizin dışında korkuları işleyen
mitsel figürler, doğal insan korkularını
çarpıtırken, korkularla olası baş etme
yollarını kitlesel zihinlere taşır. Cinnet
geçiren ve ailesini öldüren, belediyenin
açtığı ama kapatmadığı çukura düşen ve
ölen insanların konu edildiği haberleri;
zengin
olma
hayaliyle
yarışma
programlarına giden ama bir soruyu
bilemediği ya da yanlış kutuyu açtırdığı için
çok paralar kaybeden (parayla beraber ona
sunulan iyi yaşam koşullarını kaybeden)
insanların dramını; çok zayıf olması
gerektiğini ve bunun için neleri yemesi
neleri yememesi gerektiğini söyleyen sağlık
programlarını; eşinin eve gelmesi için
lezzetli yemekler yapması gerektiğini bunu
ancak ‘z’ marka yağla başarabileceği aksi
takdirde kötü kadın olacağı tehditlerini
savuran
kitle
iletişim
iletilerini
okuyan/dinleyen/izleyen kitlelerin, doğal
korkuları çarpıtılarak kullanılır.
“Kellner'e
göre,
ileri
kapitalist
toplumlarda
yayın
araçları
yoluyla
ideolojinin hayalsel, sembolsel ve mitsel
yanında artma ve klasik basınla olan yanında
gerileme olmuştur. Bugün televizyon
kültürsel sembollerin egemen üreticisidir”
(Kellner’dan aktaran Erdoğan, 2001, 86).
Raymond Williams televizyonu; “hem
teknolojik, hem de kültürel bir biçim” olarak
nitelendirmektedir. Diğer bir ifadeyle
televizyon, bir yanıyla teknik bir araç, diğer
yanıyla ise kültür üretim, aktarım ve tüketim
(yeniden üretim) ortamıdır (Mutlu, 1999,
11).
Televizyon, bilinç yönetimi aracıdır. Bu
bilinç
yönetimi,
egemen
yapının
sürdürülmesinin ifadesi olan düşünsel
ürünlerin üretilmesi ve bunların izleyiciler
tarafından tüketilmesiyle sınırlı bir süreç
değildir. Bilinç ve buna bağlı olarak
davranış yönetiminin asıl etkisi, kişiler arası
ilişkilerde ortaya çıkar. Etkiyi oluşturan,
insanların kendi üzerlerinde ve diğer
insanlar üzerinde kurdukları, duygusal ve
ilişkisel baskıdır. Televizyon, izleyicilerin
kendi davranış biçimlerini belirlerken
kullanabilecekleri bir dizi imaj, düşünce ve
değerlendirmeler sunarken, bireyler üzerinde
akademia
olamama, çağın koşullarının dışında kalma,
özde insanın kabul görme ihtiyacı üzerine
kurulan ve günümüzde insan ilişkilerini
meşrulaştıran
söylemlerden
biridir.
Televizyonda ise korku haberlerin yanında
dizilerde,
filmlerde
kullanılmaktadır.
Bunların yanında reklâmlar korkunun çok
yoğun kullanıldığı kitle iletişim ürünlerinden
biridir.
92
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
doğrudan etkide bulunmaz. Kültürü, bilgi
birikimini, bir toplumun norm ve değer
yargılarını da, özlüce sosyal ilişki
biçimlerini etkileyerek, bilinç yönetimini
işletir. Televizyonun sundukları, bireylerin
kimliklerinden geçerek etkisini gösterir.
Bugün televizyon geleneksel olarak
mit ve ritüellere atfedilen işlevlerin bir
bölümünü (yani bireyleri toplumsal
düzene entegre ederek, egemen
değerleri yücelterek, taklit edilecek
düşünceler, davranışlar ve toplumsal
cinsiyet rolleri ve benzeri şeyler
sunarak)
yerine
getirmektedir
(Kellner, 2001, 94).
Televizyonda yaratılan mitler, kurulu
düzen ve yaşam biçimini yücelten
mitolojiler sağlar. Televizyon, geniş kitleler
üzerindeki egemenliğin sürdürülmesinin
aracıdır. Televizyonun bize getirdiği dünya,
seyredebildiğimiz ama yakalayamadığımız
ve dokunamadığımız erişilmez bir dünyadır.
Hem, bir program türü olarak
televizyonun ürettiği ürün hem de bir
endüstri olarak görebileceğimiz reklam,
sermayenin
çıkarı
yönünde
yeniden
oluşturulan
yaşam
biçimlerini
hem
üretmekte hem de satmaktadır. Satış amaçlı
iletilerinde korkuları kullanan mitler
yaratmaktadır.
Korkularımızı
kullanan
mitler ve bu mitlerdeki yaşam biçimi hâkim
hale geldikçe, sorunlar ve zorluklar
abartılmakta ve hatta yaratılmakta ve olası
çözüm yolları göz ardı edilmektedir.
Reklâmlarda yaratılan Mitsel Figürler
ve Televizyon Reklâmlarında Korkunun
Kullanımı
akademia
1. Reklâmda Anlam Oluşturma ve Mit
93
Reklâmda anlamın nasıl üretildiğini
anlamak
için,
mülkiyet
ilişkileri
çerçevesinde, gönderilen iletilerde egemen
sınıfların gereksinim ve çıkarlarının
işlenerek, satılan nesne olmanın dışında,
simgecilik yaratılarak başka şeylerle nasıl
ilişkilendirildiğini anlamak gerekir.
Şeyleri düşünme,
edimde bulunma
şeyler üzerinde
ve birbirimizle
etkileşime
girme
biçimlerimizin
kökleri imgeler kurma, mesajlar
üretme ve karmaşık simge sistemlerini
kullanma yetimizde bulunmaktadır. Bu
yetideki
bir
değişme
insani
meselelerin mahiyetini dönüştürür.
Şimdi böylesi bir dönüşümün tam
göbeğinde bulunmaktayız. Bu simgese
ve mesajların kitlesel üretiminden
kaynaklanmaktadır
(Garbner’dan
aktaran: Mutlu, 2005, 78).
Bu kitlesel üretimin önemli bir endüstrisi
olan reklâmlar, ideoloji ile birebir ilişki
içindedir ve ideolojinin içinde onunla
etkileşmekte ve onu pekiştirmektedir. Bu
yolla da toplumsal hayattaki kendi varlığını
güçlendirmektedir. Toplumsal bütünlük
içinde, ekonomik ve siyasi boyutu olan
reklâm iletileri, kültürel kodlar taşır.
Ürünü/hizmeti satmaya çalışırken, iletileri
anlamlandıracak olan tüketicinin içinde
bulunduğu toplumsal ilişki biçimlerini,
üretim tarzının gereksinimlerine uygun ve
üretim biçimini meşrulaştıracak şekilde
kullanır ve yeniden işler. İşte bu noktada
reklâmla ideoloji arasındaki ilişki başlar.
“Göstergelerin kullanılması ideolojiye
can verir ve göstergeler kullanarak onu
yaşatırız, aynı zamanda bu ideoloji ve
ideolojik göstergelere verdiğimiz yanıtlar
tarafından inşa ediliriz” (Fiske, 1996, 219).
Reklâmların da kendilerine ait bir dil
dizgesine sahip olduklarını düşünerek, birer
gösterge olarak kabul edebiliriz.
Bu aynı zamanda söylemle reklâm
ilişkisini beraberinde getirir. “Söylem;
ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı,
müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle
eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin
süreçlerdir” (Sözenden aktaran: Gökbulut,
2006, 79). Söylemde kullanılan sözcüklerin
anlamları, neyi açıkladıklarına ve nerede
açıklandıklarına göre değişir. Söylemin ya
da söylemlerin diğerleriyle ilişkisi ve diğer
söylemlerce karşılıklı yeniden üretilmesi söz
konusudur. Söylem tarafsız değildir.
Görsel, işitsel imgelerden kurulu
genellikle öyküleme tekniğine dayanan,
mitsel öğelerle dolu filmler, öyküler,
Reklâm gibi gösterge sistemleri, “mit”
olarak adlandırılan başka bir sistem
tarafından yönlendirilir. Mit, ideolojik
anlamı masumlaştırarak doğallaştırır. Mitler
gibi reklâmlarda, toplumsal çelişkileri çözer,
mevcut toplumsal düzeni yüceltir, kimlik
modelleri sunar. Reklâmlarda yaratılan
imajlar, içgüdüsel arayışlara çözümler
önerir. Bu çözümler kitleseldir.
Reklâm; mitlerin yapısına benzer yapısal
örüntülere sahiptir. İnsanlığın ölüm-yaşam,
mutluluk-mutsuzluk gibi ikilikler üzerine
sorduğu
temel
sorulara
reklâmın
mitlerinkine benzer yanıtları, kapitalist
toplumun değerlerine göre oluşmakta ve
insanlar belli ürün/hizmeti satın aldığında
yalnızca bu ürün/hizmeti değil, bir imgeyi de
satın almakta; reklâm mit gibi işlev görürken
aslında kendisi mitolojiye dönüşüp kapitalist
toplumun değerlerini yeniden üreterek
ideolojik işlevini yerine getirmektedir.
Reklâmların
mitsel
söylemlerini
çözümleyebilmek için bu çalışmada
göstergebilim ve söylem kuramlarından
yararlanılmıştır.
2.
Televizyon
Reklâmlarında
Korkunun Kullanımının Amaç ve
Sonuçları
Yaşam biçimleri üzerindeki denetim
yollarından biri olan reklâm, sözlü
kültürden imaj kültürüne geçişte etkili rol
oynamıştır. İmaj kültüründe gerçekler,
çarpıtılmış sosyal ilişkiler içinde şekillenir.
Bilinçaltı, imajcı ve mantıklı olmayan
teknikler kullanan reklâm, sosyal ilişkileri
çarpıtmaya ve belli yönde şekillendirmeye
etki eden iletiler barındırır.
“Duygularımızın içgüdüsel bir boyutu
vardır. Bir duygunun ve hissin bilinçli hale
gelmesi için duygunun bir fikirle bağlantı
kurması gerekir. Bilinç dışı, bir enerji
olmakla birlikte her zaman temsilcilerle
kurduğu ilişki aracılığıyla iş görür”
(Freud’dan aktaran: Leledakis, 2002, 163).
Bilinçdışı teknikler barındıran televizyon
reklâmlarında korkunun kullanılmasının
sonucu olarak, içgüdüsel enerji (korku)
bilinçte reklâmın konusuyla bütünleşerek
açığa çıkar ve ürün/fikir korkunun ifade
edicisi
aynı
zamanda
korkudan
kaçınılmanın nesnesi olur.
“Korku ve kaygı, insani deneyimlerin
temeli olmakla beraber, korku ve
kaygı ile belirlenen yaşam stratejileri
kültürel yaşamın temelidir. Freud,
insani davranışta hoş olmayanın
engellenmesinin hoş olanı, zevk
vereni elde etmekten daha önemli itici
güç olabileceğini ileri sürer”
(Robins, 1999, 180).
İnsan acı veren gerçekliklerden, eleyerek
etkiyi azalmak ya da gerçekliğin biçim
değiştirmesi yoluyla, kaçış stratejileri
işletir. Birinci durumda, ıstırap ve acı
çekmeden kurtulmanın yolları aranırken,
duyguların bir çeşit uyuşturulması söz
konusudur. İkinci durumda, kişi kendisini
dış dünyadan bağımsız kılmaya çalışır.
Burada ise, yanılsamaların gerçeğin yerine
koyulması ortaya çıkar. Kişi, hoş olmayanı
engellemeye çalışırken, ona keyif veren
gerçeklikle
çatışmadığını
sandığı
yanılsamaları tatmin edici bulabilir. Kendi
arzularıyla uyum içinde olan şeyleri
gerçeğin yerine koyup, yani dünyayı
yeniden yaratarak huzura ulaşmaya çalışır.
Televizyon reklâmlarında korkunun
kullanımı arttıkça, bilincin organizmayı
korumak için ürettiği mekanizmalar daha
rahat kontrol altına alınmakta, sorunlar ve
sorunlara çözüm önerileri, kapitalist
endüstrinin isteği doğrultusunda daha rahat
satılmaktadır.
Korku
duygusu
ile
ürettiğimiz yaşam stratejileri, kültürün
temelini oluştururken, modern dünyada
akademia
romanlar, gazete haberleri, televizyon
dramları,
reklâmlar
kültürel
temsil
sistemimizin bir parçasıdır. Bunlar farklı
anlam katmanlarından oluşur. İzleyicinin
bilgi düzeyi ile orantılı olarak bu katmanlar
açığa çıkar. Genellikle temel anlam
düzeyinde bir malın/hizmetin faydaları veya
hoşça vakit geçirmek gibi gözüken bu
öyküleme
tekniğinin
yan
anlamsal
malzemesine dikkat ettiğimizde (kıyafet,
konuşma tarzları, müzik, diğer işitsel ve
görsel teknik kodların seçimi vb.) ideolojik
katmanını görebiliriz.
94
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
gerçeklik ve kültür arasında çatışma ortaya
çıkmaktadır.
“Modern toplumsal kavrayış, zorunlu
olarak bireyler tarafından üretilmiş de olsa,
bir dereceye kadar bireylerin nüfuz
edemediği bir olgular düzeyini gündeme
getirmektedir” (Laledakis, 2002, 162).
Televizyon, modern dünyanın modern
insanının, hem modern dünyada yaşanan
deneyimlere hem de modern dünyaya karşı
geliştirilen
savunmaların
hayali
görünüşlerine ulaştığı ve tükettiği araçtır.
Görsel imgelerin etkisiyle bu hayatın satışını
amaçlayan televizyon reklâmları; sıkıntıdan
ve acıdan kaçıp kendi isteklerine uygun olan
şeylerin konulduğu yeni bir dünya kurma
özlemi olan insanın “yeni dünyasını”
yaratmaya hizmet eder.
akademia
“Televizyon anlatıları gibi reklâmlar da,
mitin bazı işlevsel değerlerini sağlayıcı
metinler olarak değerlendirilebilir (Kellner,
2001, 205). Reklâm iletileri insanlara; işte,
evde, sokakta, yatakta, yemek yerken kısaca
her yerde ve her zaman nelerin yapılması ya
da yapılmaması gerektiğini söylerken
fizyolojik, sosyal, psikolojik varlığını devam
ettirme
gereksiniminden
kaynaklanan
korkuları, pazarın gereksinimlerine hizmet
edecek şekilde dönüştürerek kullanır.
Televizyon
reklâmlarında
korkunun
kullanılmasının nedeni olarak, gerçek korku
ile bağlantı kuran deneyimleri/fikirleri, pazar
koşullarının gerçeğine uyarlamak olduğunu
söyleyebiliriz. Reklâm endüstrisinde ürünler,
olumlu ve arzulanır imajlarla birleştirilerek,
geçekle ilişkili ama çoğu zaman gerçekten
çok uzak sorunlara çözüm önerileri sunar.
95
İnsanlar korkularını gidermek için
toplumsal üretim biçimine bağlı olarak,
mekanizmalar geliştirmektedir. Kapitalist
kültürde ise bu mekanizmalar, ürünle
bütünleştirilmekte, sorunların çözümü ürünü
satın almaya indirgenmektedir. Korkuların
kullanımı, ürüne indirgenmiş soruna çözüm
yollarının benimsenmesini ve satışını
kolaylaştırmaktadır.
Bugün televizyon geleneksel olarak
mit ve ritüellere atfedilen işlevlerin bir
bölümünü (yani bireyleri toplumsal
düzene entegre ederek, egemen
değerleri yücelterek, taklit edilecek
düşünceler, davranışlar ve toplumsal
cinsiyet rolleri ve benzeri şeyler
sunarak)
yerine
getirmektedir
(Kellner, 2001, 94).
Kapitalist mekanizmayı çalıştıran ve
çalışmasını devam ettiren; yeni tüketim
maddeleri, yeni üretim yöntemleri, yeni
ulaşım metotları, yeni pazarlar, yeni
endüstriyel örgütlenmelerin tipleri ve
çeşitleridir. Bütün bunlar, kapitalist girişim
tarafından
yaratılmıştır.
“Reklâmcılık,
kapitalist üretim tarzında, egemenliğin
kurulması ve yayılması için bir araçtır ve
pratikleriyle
egemenliği
meşrulaştırır.
Reklâmdan geçerek mallar ve onların pazar
ideolojileri, konuşulan gündem ve yapılan
sosyal faaliyette etkin bir şekilde yer almaya
başlar” (Erdoğan, 2002a, 427).
Görsel mesaj kullanımının ön plana
çıktığı reklâmda, ürünün sosyal ilişkilerdeki
sembolsel kullanımı vurgulanmaktadır.
İmajlarla ve ürüne atfedilen fayda mitleriyle
reklâm, pazar kontrolüne hizmet etmektedir.
Gerçek gereksinimlere bağlı olarak ortaya
çıkan istekler, kapitalist bilinç yönetiminde
tersine dönmüştür. İstekler yaratılmış ve bu
istekler gereksinime dönüşmüştür. Bu
biçimlendirme işini ise, reklâmcılık ve
medya üstlenmiştir. Mallar gereksinimi
gidermenin ötesinde kalite, güç, zevk gibi
anlamlar iletmektedir. Anlam ileten mal;
yaşam tarzı, sınıfsal fark, saygınlık, yüksek
zevk gibi egemen ilişkileri ifade etme tarzı
olmakta ve satın alma ile bu ilişkiler
meşrulaşmaktadır.
3. Televizyon Reklâmı Çözümlemeleri
Çözümlemeye dâhil edilen televizyon
reklamları, üç ayrı medya grubuna ait, geniş
kitlelere ulaşan, yurt çapında yüksek
izlenme oranlarına sahip olan ATV, Kanal D
ve Show TV ulusal kanallarında ve izleyici
oranının en yüksek, reklam verenler için de
en pahalı kuşak olan ve genellikle 20:0023:00 saatleri arasındaki süreyi işaret eden
prime-time reklam kuşağındaki reklamlar
arasından
seçilmiştir.
Çözümlenecek
3. 1. Patos Critos (Meksika Ateşi-Acılı)
Reklâm, televizyon başında zaman
geçiren bir çifti konu almaktadır. Evde,
çiftten başka kimse yoktur ve sakin bir
ortamdır. Kadın kitap okumakta erkek ise
sıkılmış bir şekilde, bir elinde kumanda
diğer elinde Patos paketi, televizyon
izlemektedir. Televizyonda, Patos Critos’un
bir reklâm filmi vardır. Erkeğin televizyonda
izlediği reklâmın öyküsü kısaca şöyledir;
“İki boyutlu olarak görünen kadın ve erkek
durakta karşılaşır. Erkeğin elinde Patos
paketi vardır. Üç boyutlu olarak üretilmiş
Patos ürününden kadına verir. Kadın üç
boyutlu olur. Göğüsleri büyüyen kadının
düğmeleri açılır ve bu cinsellik erkeğin
başını döndürür. Kendisi de üründen bir tane
yer. Ama beklediği son onun için
gerçekleşmez yani o üç boyutlu bir insana
dönüşemez.
Hayatın sıradanlığına çözüm: Reklâmı
sonun kadar izlemeyen erkek, hikâyeden
etkilenir ve kendi hayatına uyarlamaya karar
verir. Elindeki Patos paketini yanındaki
kadına uzatır. Patos’u yiyen kadın beklediği
cazibeli hale dönüşür.
Beklenmeyen son: Çok etkilenen ve
şaşıran erkek bu mucizevi olaydan
(mucizenin kaynağı Patostur) nasiplenmek
için Patos yer ama o bir kaktüse dönüşür.
Kadın kaktüse üfler ve ağzından ateş çıkar.
Dış ses “Acılı” der.
Reklâmda kullanılan korku kaynağı:
Dışlanma/onaylanmama.
“Çağdaş insan, dış gerçekliği kendi adına
anlatan kitle iletişim türlerinin aracılığı ile
algılamakta,
değerlendirmekte
ve
anlamlandırmaktadır”(Oskay, t.y. , 60). Kitle
iletişim araçlarından biri olan televizyonda
sunulan iletilerde, insana çekici gelen
bilinçaltı ve yasaklanmış istemler sıklıkla
yer almaktadır. Ama bu istemlerin
betimlendiği öykülerin sonunda çoğunlukla,
bu istemler yerine getiriliyormuş gibi
görünse de, istemler olumsuzlanır ve
kaçınılır. Yasaklanmış isteklerin yerine
getirilmesinin
yarattığı
mutluluk
ve
hoşnutluk bir süre varolsa da, bitişte bu
istekleri sonuna kadar gerçekleştirme
durumunda
başımıza
neler
geleceği
“ibretlik” olarak gösterilir. Bir anlamada,
gerçekle yaşarken gerçekten kaçan insanın
hayalleri olumsuzlanmış olur.
Başat kültürel kuralların azarlayıp
dışladığı saldırgan ve cinsel duygular, yoğun
denetim altındadır. Birey bu denetimi ve
denetimin yollarını sosyalleşirken öğrenir.
Çocuğun eğitiminde çoğunlukla korku ve
cezalandırma
yöntemleri
kullanılarak
öğretilen baskılama, kültürlenme ile edinilen
ahlakın ölçütü olmaktadır. Ancak bastırılan
içgüdülerin çok yoğun olması, kimi zaman
bireyin, boyun eğmez içgüdülerine yenik
düşmesine sebep olur. Böyle bir sonuçta ise
birey, ahlakı olan vicdan karşısında, kefaret
ödemek zorunda kalır. Mitlerde olağan dışı
olaylar ve doğa üstü varlıklar, canavarlar bu
kefareti temsil eder.
Çocukluk döneminden itibaren merak
edilen konular içine giren cinsellik,
ergenlikle beraber önüne geçilmesi ve
kontrolü zor bir hal alır. İnsan türüne özgü
bu gereksinimi yaşamak doğaldır ancak
toplumsal ilişkilerin izin verdiği ölçüde
mümkündür. Çocukluk döneminden itibaren,
yetişkin ilişkilerini merak eden ama çeşitli
yasaklamalarla
bunları
öğrenmekten
alıkonulan yetişkin, cinselliğini kendi bildiği
ve öğrendikleriyle yaşarken, kültürün izin
vermedikleri karşısında suçluluk duyar.
Kültürlenme ile edinilen ahlak sonucu
birey kendi içgüdülerini korku konusu haline
getirir. Güçsüzlük, dışlanma, başkaları
tarafından onaylanmama gibi, bu korkuların
dönüşmüş halidir.
akademia
reklâmların, tesadüfî olarak 14, 19, 20, 25,
29 Mart 2008 tarihlerinde ve belirtildiği
üzere ATV, Kanal D ve Show TV yayınları
izlenirken bant kayıtları yapılmıştır.
Kaydedilen reklâmlardan, korku kullanılarak
yaratılan mitsel figürleri barındıranlar
seçilmiştir.
Reklâmda
bastırılmış,
yasaklanmış
istekler,
ürünle
gerçekleşme
imkanı
bulmakta ama mutluluk erkek için kısa
sürmekte,
sonunda
ibretlik
cezasını
96
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
almaktadır. Bu reklâmın bir kara mizahı
değildir aslında. Kadına böyle bir sonun reva
görülmemesini ise, kültürel kodlarda,
cinsellik konusunda kadının erkeğe oranla
daha saf bir yere koyulmaya çalışılmasında
arayabiliriz. Reklâmda kadın, cinsellik
üzerine hayaller kurmayan, cinselliğe boyun
eğmeyen yani suç işlemeyen taraftır. Bir
anlamda onaylanan taraftır.
3. 2. Anadolu Sigorta
Reklâm genel çekimle, koltukta oturan
bir çiftin görüntüsüyle başlar. Yanlarında,
ekranın sağ tarafında, bebek arabası içinde
bir erkek çocuk oturmaktadır.
Huzurlu görünen bir anda gelen
beklenmedik bir soru: Erkek dış ses çifte,
“Konut
sigortası
hakkında
ne
düşünüyorsunuz?” diye sorar.
Soruya yanıt: Soruyu erkek yanıtlar.
“Ne düşünüyorum. Valla pek fazla bir şey
düşünmüyorum. Bizim ev dördüncü katta.
Bir hırsızın buraya tırmanmasına imkan
yok” derken, arka planda pencere açılır ve
hırsızlar eve girmeye başlar.
Olayı farkeden: Pencereden giren, siyah
kıyafetli ve maskeli dört hırsızı tek fareden
çiftin bebeğidir.
akademia
Soruyu yanıtlamaya devam: “Zaten
oturduğumuz semt de nezih bir semt. Kapım
deseniz çelik kapı. Yerden ısıtma var. Hem
zaten kaç milyon ev var. Ben o hırsızı…
Girmez eve. Hadi diyelim girdi. Ben varım.
Fena yaparım, çok fena yaparım”. Adam
tüm bunları söylerken hırsızlar evdeki
eşyaları çalmaya devam eder. Olayın tek
fark edicisi olan bebek ise, kendi yetileri
çerçevesinde ebebeyinlerini uyarmaya çalışır
ama başarılı olamaz.
97
Birbirini
destekleyerek
güven
yaratma: Kadın eşine sokularak neşeli ama
biraz utangaç bir edayla “ Yapar” der. Erkek
eşine, omzuna attığı eliyle hafifçe ve güven
vermeye çalışan ifadeyle, sarılır. “Bu evin
sigortası benim” der. Çift genel çekimle
gösterilirken arka planda görülen tüm ev
eşyaları hırsızlar tarafından götürülmüştür.
Evde, eşya olarak çiftin oturduğu kanepe ve
bebeklerinin içinde oturduğu bebek arabası
kalmıştır.
Uyarı: Çift çok mutlu görünürken dış
ses, “Başımıza gelmez sanıyoruz ama
Türkiye’de her altı dakikada bir bir eve
hırsız giriyor. Anadolu sigortaya gelin
evinizi bir ana önce sigortalayın. Anadolu
sigorta, kaybetmek yok” der.
Reklâmda kullanılan korku kaynağı:
Güvenli ortamı kaybetme/risk altında olma.
Günümüzde, kişisel deneyimlerimiz
içinde olma ihtimali dahi olmayan konular
güvenlik, güvende olma gereksinimimizin
kapsamına girmiştir. Güvenlik ile ilgili bu
kapsam genişlemesi “risk altında” olma
kavramını getirmiştir. Bu kavramın ortaya
çıkışı ile birlikte kişisel deneyimlerle
tehlikenin meydana gelmesi arasındaki ilişki
değişmiştir. Risk altında olan kişi, kendi
elinde olmayan tehlikelerle karşılaşır. “Bu
durum, herhangi bir davranışın sonucu
olmayıp, failden bağımsız bir varlığı olan
özerk bir olay olduğunu ima eder” (Fredi,
2001, 46). Riskin özerk olması, risk altında
olma halinin, tekil deneyimlerin ötesine
geçmesidir.
Risk
bilincinin
insan
davranışlarının tamamını etkiliyor hale
gelmesidir.
Risk altında olmak, yaşamın bir
zorunluluğudur. Tehlike ve belirsizlik,
hayatın her anında insan davranışlarını
yönlendiren
önemli
etkilerdir.
Risk
etkenlerinin neler olduğu önemlidir. Risk
etkenlerinin birey ve deneyimlerinin dışında
özerk bir hale gelmesi, bireyin özerkliğini
yok eder, özerk risk etkenlerinin otoritesini
baskın kılar. Toplum bilincinde, risk
etkenlerini kitlesel yayan kitle iletişimi,
kontrol edilemez dış dünyanın tehlikelerini,
bizden öte çoğaltarak ve abartarak kaygıları
kitleselleştirir.
Barınma, önemli bir gereksinimdir. Bu
gereksinimi karşılama biçimimizi belirleyen
üretim biçimi, evlerin şeklini, nasıl
döşeyeceğimizi ve hatta ev içindeki huzur
tanımlarını da belirler. Ev, güvenliğin genel
tanımlarından biri olduğu gibi, ev içinde
Şişmanlık, stres, sağlık, yaşlılık, güvenlik
reklâm endüstrisinde sunulan sayısız risk
faktörlerinden
birkaçıdır.
Reklâm
endüstrisinde ürünler, olumlu ve arzulanır
imajlarla birleştirilerek, gerçekle ilişkili ama
çoğu zaman gerçekten çok uzak sorunlara
çözüm önerileri olarak karşımıza çıkar.
Tüm güvenlik koşullarına rağmen, kişisel
deneyimlerimiz içine hırsızlar tarafından
soyulma riskini sokan reklâm, korkuyu
kullanır. Reklam, risk altında olma mitiyle,
hırsızlara karşı her an mağdur ya da kurban
olabileceğimizi söylerken kaybetme, yoksun
kalma korkularımızı kullanmaktadır.
3. 3. Bellona (Mutluluk Perisi)
Reklâm, iki yanında büyük ağaçların yer
aldığı uzunca bir yolda koşan gelinin, genel
çekim görüntüsüyle başlar. Bir peri uçarak
gelini takip etmektedir. Sonunda geline
ulaşır ve önünde durur.
Sihirli anların başlaması: Kısa bir
bakışmadan sonra peri, parmağının ucundan
yeşil renkli sihirli bir değnek çıkarır ve
döndürür. Gelin gözlerini kapar.
Hayaller: Ekrana yemek masasına
oturmuş bir çiftin görüntüsü gelir. Genç bir
adam kadının (gelinin) gözlerini kapamıştır.
Belli ki yaptığı hazırlıkların sürpriz olmasını
istemektedir.
Gözleri
açılan
kadın
şaşkınlıkla masaya bakar. Yemek masası, iki
kişilik bir yemek için hazırlanmıştır ve
masanın üzerinde bir mum vardır. Peri
ekrana gelir ve mumu yakar. Kesme ile
yatak odası görüntüsüne geçiş yapılır. Minik
peri ekranın solundan kafasını uzatmış,
mutluluk içinde gülmektedir. Yatağın
üzerinde, az önceki çift, yastık savaşı
yapmaktadır. Peri uçarak yanlarına giderken,
yakın çekimle, kadının mutlu yüz ifadesi
ekrana düşer. Kesme ile bu kez ekrana
oturma odası yansır. Çift bu kez oturmuş
televizyon
izlemektedir.
Peri
de
yanlarındadır. Kadın önlerindeki patlamış
mısırdan bir avuç alır ve periye uzatır. Peri,
kadının avucuna dokunur.
Gerçeğe dönüş: Ekranda nikah masasına
oturmuş çiftin görüntüsü vardır. Kadın
mikrofona eğilir ve “Evet” der. Erkek mutlu
gülümsemektedir.
Peri
yine
onların
yanındadır.
Dış ses: “Mutluluk perisine bir kere
yakalandınız mı mutluluktan kaçılmaz,
mutluluktan kaçınılmaz.”
Sonun onaylanışı: Herkes bu anı
alkışlayarak kutsarken ekrana kampanyanın
sloganı gelir. “Mutluluktan kaçılmaz
mutluluk kaçınılmaz.”
Reklâmda kullanılan korku kaynağı:
Belirsizlik/ bilinmezlik.
Aile, toplumsal kurumlardan biridir.
Kişinin, gündelik hayatta karşı koyamadığı,
ses çıkaramadığı toplumsal ilişkiler ve
kurumlardan geçerek akşamları sığındığı,
başka insanlarla ilgili dertlerini anlatabildiği
insanları bulduğu ortamdır. “Ailenin
saygınlık, eğitim, koruyuculuk, eğlenme ve
dinlenme, çocuk yapma, manevi ve
psikolojik doyum sağlama gibi özgün
işlevleri de bulunmaktadır” (Sayın, 1990, 89). Bu kurum evlilik bağıyla başlatılır.
Evlilikte, mutluluğu yakalamak en büyük
beklenti, aksinin yaşanması korku sebebidir.
Reklâmda, hızla koşan bir gelin vardır. Belli
ki onu korkutan bir şeyden kaçmaya
çalışmaktadır. Kaçarken mutluluk perisine
yakalanır. Onu yakalayan mutluluk perisi
sihirli değneğini sallayarak mutluluğu,
gelinin hayal ettiği mobilyalarla sunar.
Metalaşmış dünyada mutluluk yine metayla
gelmiştir.
akademia
güvende olmamızı engelleyen etkenler de
vardır. Deprem sonucu evimizin yıkılması,
yangın, su baskını, hırsız girmesi
yaşayacağımız
tehlikelerdendir.
Bu
tehlikelerin,
bireysel
deneyimlerimizin
ötesinde olabilmesine karşın, bir gün
mutlaka başımıza geleceğine inanmamız ya
da inandırılmamız; birçok sektörün ürettiği
ürün ya da hizmet için “tehlikeye karşı
önlem alma” vaadiyle yürüttüğü satış
artırma çabalarını kolaylaştırır.
Evlilik, kadın ve erkek için, toplumsal
rollerden geçerek yeni roller kazanılmasının
başlangıcıdır. Bu yeni başlangıç, tecrübelere
şahit
olunmuşluğa
rağmen,
tecrübe
98
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
edilmemiş bir durumdur ve bilinmezlik
korku yaratır. Bilinmeyenin konusu ise,
evlilik kararı sonunda elde edilmek istenilen
doyumlara
ulaşılıp
ulaşılamayacağıdır.
Reklamda bu doyuma mutlak ulaşılacağının
garantisi ürünü tüketmeye indirgenirken,
karşı cinsle kurulan ilişkilerin resmi ifadesi
olarak evliliği zorunlu kılan egemen yapının
söylemi,
pazar
koşullarıyla
biçimlendirilerek, meşrulaştırılmaktadır.
Kişilerarası iletişimde insanlar çeşitli
ilişkiler kurarak sorunlar çözer, görevler
yerine getirir ve gereksinmelerini giderir.
Reklâmda evli çiftin, ilişki biçimlerinde
mutluluğa nasıl ulaştığı belli değildir.
Mutludur ve mutluluğun kaynağı olarak tek
çıkarılabilecek sonuç kullandıkları Bellona
marka mobilyalardır.
Reklâmda masal, öykü ve mitlerde
olduğu gibi insan üstü bir varlık
kullanılmıştır. Mutluluk perisi, evlilikten
kaçan genç kadını evliliğe ikna ederek
korkulara son vermiştir. Reklâmda, mutluluk
miti, korkuyu canlandırarak ve korkuyu
kullanarak yaratılmıştır.
3. 4. Axess Cart
Axess
Cart’la,
Shell
petrol
istasyonlarından alışveriş yapanların ekstra
chip para kazanacağını anlatan reklâm, bir
hastane odasında geçmektedir. Reklâm,
hasta muayene masasında oturmuş bekleyen
bir erkeğin genel çekim görüntüsüyle başlar.
Doktor odaya girer. Doktor, Axess’in son
reklam kampanyasında “Axess Kızı” adıyla
kullanılan bayandır.
akademia
Reklâmda kullanılan korku kaynağı:
Sosyal
ilişkilerde
statüler
kazanma/kaybetme.
(Statü
kavramıyla
diğerleriyle
ilişkilerde
kazanılan
ve
kaybedilen tüm değerler ifade edilmektedir).
Reklamda kullanılan doktor, hasta ve
hastane ortamı, hastanın korku, endişe
taşıyan yüz ifadeleri, düz anlamda hastalığı
ifade etmektedir. Yananlam olarak ise,
bilinilmeyen bir durumla karşı karşıya
kalmanın yarattığı çaresizlik ve korkunun
göstergeleridir. Bilinmezi yaşayan ve
endişelenen hasta, Shell istasyonlarında
yaptığı alışverişlerde chip para kazanacağını
bilmeyen tüketicinin düşeceği acizliğin,
çaresizliğin,
cehaletin
yananlam
gösterenidir. Para sahibi olmaya alışkın
olmayan züğürt bir bünyenin temsilidir aynı
zamanda. Doktor ise, cehalet karşısında
tüketiciyi
aydınlatan
ve
cehaletin
endişesinden kurtarandır.
Anlaşılamayan durum: Adam, “Nasıl
olur” diye sorar.
Reklâmda
para
kazanılması
ve
harcanması üzerine “çok kolay” miti
yaratılmıştır.
Para
harcayarak
para
kazanacağını öğrenen birey mutlu olur.
Alışveriş
yaparak
ama
Shell
istasyonlarından alışveriş yaparak para
kazanılmaktadır
Emek
harcanılmadan,
kolayca kazanılan para bir fazlalıktır adeta.
Durum
sorgulanmamalı
ve
panik
yapılmamalıdır. Para harcayarak para sahibi
olunabilmektedir ve sahip olunan yine
harcanmalıdır.
Durumu aydınlatma: Doktor, “Son
zamanlarda Shell istasyonuna gittiniz mi?
Axessinizle 100 TL’e üzeri akaryakıt
alışverişi yaptınız mı?” der. Hasta “Evet”
cevabını verir. Doktor, “Hı işte orada
kapmışsınız bunu ” der.
Çok parası olan ve kolayca harcayan
insan rahat yaşam koşullarına sahip olmayı
simgeler. Bu ise toplumsal ilişkilerde,
ulaşılması arzulanan statüleri ifade eder.
Ucuz olduğu için aldığımız kazak,
kampanyalı satıştan aldığımız oturma grubu,
Sıkıntının tespiti: Doktor, “Beyefendi
neyiniz olduğunu bulduk 10 TL chip paranız
var” der.
99
Derde derman: Korkuya kapılmış yüz
ifadesi ile hasta doktora sorar, “Peki ne
yapmalıyım?” Doktor gülerek, “Panik
yapmayın, harcayın geçer canım ne olacak”
cevabını verir. Ekrana Shell markasının
amblemi gelir. Bu görüntü boyunca
“Harekete geçirir” sloganı yazar. Sonra
ekrana Axess’in amblemi gelir. “Axess
kazandırır sloganı yazar”.
Metalaşma ve şeyleşmenin hakim olduğu
bu ilişki biçimlerinde “varlığı bir dert
yokluğu yara” olarak tanımlanan para sahip
olmanın, yoksun olma ve yoksun
bırakılmanın önemli değişim değeridir.
Reklâmda, varlığına şaşıran harcayarak
yarattığı dertten kurtulacağını öğrenen birey,
parandan
geçerek
metalaşan
sosyal
ilişkilerde anlam bulacaktır.
Korku iletişiminde, para kazanma ve
harcama kavramlarının kullanılmasının
sebebi olarak, toplumsal ilişkilerde diğerleri
arasında bir yere sahip olma algısıyla para
kazanma ve harcama arasında kurulan
bağdan
faydalanmak
olduğunu
söyleyebiliriz.
Para
kazanmanın
ve
harcamanın sunduğu değerler paradan
geçerek meşrulaşırken, paranın temsil ettiği
sosyal statülerden (statü kavramıyla
diğerleriyle
ilişkilerde
kazanılan
ve
kaybedilen tüm değerler ifade edilmektedir)
yoksun
kalmanın
yaratacağı
korku
kullanılmıştır.
3. 5. Vivident Aqua Gum
Reklâm bir apartmanın merdiven
boşluğunda geçmektedir. Beyaz takım elbise
giymiş ve kafasının üzerinde parlak bir ışık
süzmesi olan adam, sol elinin avuç içini
yukarıya doğru çevirmiş bir şekilde beyaz
bir kapının önünde durmaktadır. Kullanılan
görsel imgelerle bir meleği anımsatan adam,
“Eskiden Vivident Aqua Gum yoktu”
derken, avuç içinden yükselen damlacıklarda
ürünün paketi belirir.
Bir sorun başlıyor: Kesme ile ekrana,
elinde bir demet çiçek olan siyah takım
elbiseli genç bir adam gelir. Apartmanın
girişinde duran adam, kendinden emin ve
kararlı bir tavır takınarak ilerler ve
merdivenleri çıkar (hızlı çekimle). Beyaz bir
kapının önünde durur ve kapıyı çalar.
Hazin son: Kapıyı genç bir bayan açar.
İçeride, genç kadının ananesi ve babası
olduğu anlaşılan orta yaşlı bir çift, merakla
kapıya bakmaktadır. Genç adam konuşmak
ister ama konuşamaz. Buna çok sinirlenen
genç kadın, kapıyı sertçe kapatır.
Dış ses tarafından durum özeti (Beyaz
takım elbiseli karakterin sesi): “O, ne
zaman sevdiğine koşup açılmak istese
efordan ve heyecandan ağzı kururdu,
konuşamazdı”.
Derde çözüm: Yüzüne çarpılan kapının
şaşkınlığıyla ağzı açık kalan adamın
görüntüsü donar ve beyaz takım elbiseli
adamın görüntüsü onun yanında belirir. Sol
elinin avuç içinde yer alan paketten bir sakız
uçarak şaşkın adamın ağzına girer.
Ürün konumlandırması: Animasyonla
sakızın parçalanışı gösterilir. Bu sırada dış
ses, “Şimdi Vividen Aqua Gum ile bakın.
Benzersiz sıvı mikrokapsülleri ile ağzınızı
sulandırır” der.
Güvenin gelişi: Sakızı büyük bir iştahla
çiğnerken kendine güvenli tavırla genç adam
tekrar kapıyı çalar. Kapı açılır açılmaz çiçeği
uzatır ve “Benimle evlenir misin?” der.
Genç kız mutluluktan çığlık atar, teklifi
yapan genç adama sarılır ve “Aaa evet” der.
Fonda genç kızın ailesi görünür. Onalar da
çok mutludur. Ekrana ürünün paketi gelir.
Dış ses “Vivident Aqua Gum, ağzı
sulandıran ferahlık” der.
Reklâmda kullanılan korku kaynağı:
Kabul görmeme/reddedilme
Duygularımızın ifadesinde çoğu
zaman zorlanırız. Hele de karşı cinse
duyduğumuz sevginin ifadesi daha da
zordur. Kendimizi ifadede zorlanmamız ve
çekinmemizin nedeni, kabul görmeme,
reddedilme, dışlanma korkusudur. Bu
korkunun özde sebebi ait olma güdüsüdür.
akademia
markalı kot, 5 program yetmez 10 programlı
bulaşık makinesi, hayatımızı rahat kılmakla
kalmaz. Kitle üretim endüstrilerinin
biçimlendirdiği satın alma, “insanlığımızı”
yeniden kazanmada ve geliştirmede önemli
bir neden olur. Parayla edindiğimiz oturma
grubuna oturttuğumuz komşuya caka
satabilirken, giydiğimiz kotun kalçalarımızın
güzelliğini
destekleyen
markasıyla
cazibemizi artırabiliriz. Tüm bunları da rahat
ve huzurlu yaşamın içine alırsak para,
metanın ve metanın çevresinde işleyen
sosyal ilişkilerin değeridir.
100
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Sevmek, sevilmek, başkaları tarafından
kabul görmek bizim için ne kadar
önemliyse, aksini yaşamak da o kadar
ürkütücü bir durumdur.
“Güdü,
davranışımızın
yön
ve
sürekliliğini
belirleyen
içsel
güçtür
Güdülerin bir kısmı doğuştan gelir bir kısmı
ise öğrenme süreci sonunda oluşur.
Öğrenme sonucu oluşan güdülere ikincil
güdü adı verilir”(Aydın ve diğerleri, 1994,
94). Ait olma bunlardan biridir. İnsan
davranışlarının önemli bir yönlendiricisidir
ve bu gereksinim bireyde bir çok korkunun
oluşmasına kaynaklık eder: kabul görmeme,
dışlanma, reddedilme gibi.
Çabalarımızın
tümü
olan yaşam,
korkularımıza yenik düşmemek için
aldığımız doğru ya da yanlış cevaplardan
oluşmaktadır. Korkularla ve korkulan
“şeylerle” mücadelenin işlenildiği mitlerde
çoğu zaman gerçek dışı ve doğa üstü bir
karakter bulunmaktadır. Mitlerde, hikâyenin
bütünü ve karakterler gerçek yaşamda
karşılaşılan gerçekleri, zamanın ve mekanın
dışına taşıyarak, yaşanan günde yarattığı
etkiyi hafifletirler. Reklâmda sevdiğine
açılamayan genç erkeğin yanında olan
“insandan fazla” “şey” doğru kararlar
vermenin temsilcisidir. Doğru karar ise
reklâmda sunulan ürünü ve hatta bir yaşam
biçimini tüketmektir. Kahraman ürünle
bütünleştirilerek
ürüne
doğaüstülük
katarken, egemen söylemin yarattığı gerçek
yaşamın zorluklarıyla mücadele etme yolları
meşrulaşmaktadır.
akademia
Reklâmda kullanılan korku güdülerimiz,
gereksinimlerimiz temelli oluşan kabul
görmeme, reddedilme korkusudur. Ürünün
kullanımı bu korkuyu aşmanın tek çıkar yolu
olarak sunulmuştur. Aksi durumda yani
ürünün kullanılmaması durumunda ise sorun
sürüp gidecektir.
101
Kaynakça
Aşıcı, Ö. (1984). Pazarlama, İzmir: Üçel
Yayıncılık.
Aydın, O. , Enver, Ö. , Bayraktar, R. ve
diğerleri.
(1994).
Davranış
Bilimlerine Giriş. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Berman, M. (2003). Katı Olan Her Şey
Buharlaşıyor (Ü. Altuğ; B. Peker,
Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Barthes, R. (2005). Göstergebilimsel
Serüven (M. Rifat; S. Rifat, Çev.).
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Dursun, Ç. (2001). Televizyon Haberlerinde
İdeoloji, Ankara: İmge Kitapevi.
Eagleton, T. (2005). İdeoloji (M. Özcan,
Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Erdoğan, İ. (1997). İletişim Egemenlik
Mücadeleye Giriş, Ankara: İmge
Kitapevi.
Erdoğan, İ. (2001). Popüler Kültürde Gasp
ve Popülerin Gayri Meşruluğu. Doğu
Batı Düşünce Dergisi. (15), 77–86.
Erdoğan, İ. (2002a). İletişimi Anlamak,
Ankara: Erk Yayın.
Erdoğan, İ. (2002b). Öteki Kuram, Ankara:
Erk Yayın.
Fiske, J. (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş
(S.
İrvan,
Çev.).Ankara:
Ark
Yayınlar.
Fıske, J. (2002). Mitler ve Mit Yapanlar (U.
TUGLU Çev.). İstanbul: Öteki
Yayınları.
Furedi, F. (20001). Korku Kültürü ( B.
Yıldırım Çev.). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Gerbner, G. (2005). Kitle İletişim Araçları
ve İletişim Kuramı. E. Mutlu (Der.).
Kitle İletişim Kuramları (s. 78).
Ankara: Ütopya Yayınevi.
Gökbulut, G. H. (2006). Televizyon
Reklâmlarının Toplumsal Rolleri
Pekiştirmesi. Yüksek Lisans Tezi,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara.
Göze, A. (1995). Siyasal Düşünceler ve
Yönetimler, İstanbul: Beta Yayım.
Henry, J. (1995). Bir Felsefe Sistemi Olarak
Reklâmcılık (B. Dağıstanlı Çev.).
İstanbul: Şule Yayınları.
Hall, S. (1999). Kültür, Medya ve İdeolojik
Etki. M. Küçük (Der.). Medya İktidar
İdeoloji (s. 208). Ankara: Ark
Yayınları.
Hall, S. (1999). Tarihsel Maddecilik, Kültür
ve İdeolojik Etki. M. Küçük (Der.).
Medya İktidar İdeoloji (s. 199).
Ankara: Ark Yayınları.
Kellner, D. (2001). Popüler Kültür ve
Postmodern Kimliklerin İnşası (G.
Seçkin Çev.). Doğu Batı Düşünce
Dergisi. (15), 94–205.
Oskay, Ü. (t.y.). Popüler Kültür Açısından
Çağdaş Fantazya, İstanbul: Der
Yayınları.
Özbek, M. (1999). Popüler Kültür ve Orhan
Gencebay Arabeski, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Özcan, E. (2007). Göstergebilimsel Açıdan
Reklam Dilinin Tüketim Toplumuna
Etkileri.
Yüksek
Lisans
Tezi,
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Grafik bölümü, 2007, Isparta.
Postman, N. (2004). Televizyon Öldüren
Eğlence (O. Akınay Çev:). İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Robins, K. (1999). İmaj-Görmenin Kültür
ve Politikası (N. Türkoğlu Çev.).
İstanbul: Ayrıntı yayınları.
Sayın, Ö. (1990). Aile Sosyolojisi, İzmir:
Ege Üniversitesi Basımevi.
Leledakis, L. (2000). Toplum ve Bilinçdışı
(A. Yılmaz Çev.). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Taş, O. ve Şahım, T.Z. (1996). Reklâmcılık
ve Siyasal Reklâmcılık, Ankara:
Aydoğdu Ofset.
Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü (O.
Akınhay; D.Kömürcü Çev.). Ankara:
Bilim ve sanat Yayınları.
Thompson, B.J. (2005). Kitle İletişimin Bazı
Özellikleri. E. Mutlu (Der.). Kitle
İletişim Kuramları (s. 210). Ankara:
Ütopya Yayınevi.
Mattelart, A. (1995). Beyin İğfal Şebekesi
(I.Gürbüz Çev.). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Mutlu, E. (1999). Televizyon ve Toplum,
Ankara: TRT Yayınları.
Tortop, N. (1993). Halkla İlişkiler, Ankara:
Yargı Yayınları.
http://www.varoluscupsikoterapi.net
Oskay, Ü. (2001). İletişim ABC’si, İstanbul:
Der Yayınları.
akademia
Oskay, Ü. (2000). Kitle İletişimin Kültürel
İşlevleri, İstanbul: Der Yayınları.
102
Erciyes İletişim
akademia
103
2009
TEMMUZ
ANLATI VE BİÇİM İLİŞKİSİNE NEOFORMALİST BİR YAKLAŞIM:
YAZI-TURA ÖRNEĞİ
Y. Gürhan Topçu*
Özet
Bu çalışmanın amacı sinemada anlatıya farklı bir yaklaşım örneği olarak
neoformalizmi tanımlamak ve Türk sinemasında son yıllarda özelikle biçimsel olarak ortaya
çıkan en ayrıksı filmlerden olan Yazı-Tura’da anlatı ve biçim ilişkisini neoformalist
yaklaşımla incelemektir. Bu kapsamda öncelikle neoformalist yaklaşım tanımlanmış, daha
sonra Yazı-Tura filmi bu yaklaşımla çözümlenmiştir. Çözümleme sonucunda anlatının
oluşumunda syuzhet’in fabula’yı oluştururken biçimi nasıl yönlendirdiği ortaya konmuştur.
Anahtar Kelimeler: Sinema, Anlatı, Neoformalizm, Yazı-Tura
NEOFORMALIST APPROACH TO NARRATION AND STYLE RELATION
A CASE STUDY: YAZI-TURA
Abstract
This paper aims to define neoformalism, a narrational and formal approach to film
analysis and to analyze dynamics of narration and style relations by neoformalist approach in
Yazı-Tura, the most exceptional film of Turkish cinema in formal terms. In this context, first
neoformalism is defined and then Yazı-Tura is analyzed by this approach. As a conclusion it
is exposed that how syuzhet interacts with style in the construction of fabula in Yazı-Tura.
akademia
Key Words: Film, Narration, Neoformalism, Yazı-Tura
*
Yrd. Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi
104
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
akademia
Anlatı, gündelik yaşamımızda sürekli
karşılaştığımız bir olgudur. İnsanların
yaşamında önemli bir yeri olan roman, film,
haber, öykü, fıkra, masal, reklam gibi
metinlerin hepsi birer anlatıdır. Her mecra
anlatıyı kendine özgü araç ve yöntemlerle
oluşturur. Görsel bir sanat olan sinema da
bir anlatı oluştururken kamera, aydınlatma,
oyunculuk, kurgu gibi kendine özgü araçları
kullanır. Sinema tarihi boyunca anlatıyı
oluşturma yöntemleri açısından farklı
eğilimler ortaya çıkmıştır. Bunlardan en
yaygın olanı geleneksel anlatıdır. Bu tarz
anlatıda sinema temelleri binlerce yıl
öncesine dayanan tragedya ve edebiyattan
yararlanır. Hedefe ulaşmaya çalışan
kahraman, yoluna çıkan engeller ve bu
engellerin aşılarak hedefe ulaşılması
sinemadan çok önce ortaya çıkmış anlatı
özellikleridir. Sinema bunu, temellerini
Amerikalı yönetmen David W. Griffith’in
attığı kendine özgü araçlarla anlatır. Temeli
seyircinin özdeşleşmesine dayanan bu tarz
anlatı devamlılık kurgusu, varlığını gizleyen
kamera, doğal aydınlatma gibi araçlarla
kendini gizleyerek seyircinin bir film
izlediğini unutmasını sağlar. Böylece
anlatının içine giren seyirci karakterlerle ve
olaylarla özdeşleşerek bir film izlediğini
unutur ve filmin doğrularını paylaşır. Türk
sineması da yaklaşık 90 yıllık tarihi boyunca
geleneksel yöntemlerden uzaklaşmamayı
yeğlemiş, mümkün olduğunca seyirci odaklı,
geleneksel biçimlerle öykülerini anlatmıştır.
Bugün dahi Türk sinemasında anlatısal ve
biçimsel olarak aykırı filmlerin sayısı son
derece azdır.
105
Yönetmenliğini Uğur Yücel’in yaptığı
2005 yapımı Yazı-Tura bu açıdan Türk
sinemasında son derece ayrıksı bir yerde
durur.
Biçimsel
olarak
Danimarkalı
yönetmen Lars Von Trier’nin başlattığı
Dogma 95 akımı filmlerini andıran YazıTura elde taşınan kamera kullanımı,
sıçramalı kurgusu ile sinemanın geleneksel
biçimsel yapısını ihlal eder. Biçimin anlatıyı
oluşturmada
büyük
önem
taşıdığı
düşünülürse
Yazı-Tura’da
biçim-anlatı
ilişkisini incelemek ve bu ilişkinin
dinamiklerini, prensiplerini ortaya çıkarmak
filmi
daha
iyi
anlamlandırmamızı
sağlayacaktır. Bu ilişki ve prensipleri ortaya
çıkarmak için de David Bordwell ve Kristin
Thompson’ın Rus Biçimcilerin anlatı
çözümlemeleri çalışmalarından yola çıkarak
yarattıkları
neoformalizm
yaklaşımı
kullanılacaktır. Bu çalışmada öncelikle
neoformalist
yaklaşım
tanımlanacak,
ardından
da
Yazı-Tura’da
anlatının
nitelikleri ve farklı kullanılan biçimin
anlatıyı nasıl yönlendirdiği neoformalist
açıdan incelenecektir.
1. Sinema Anlatısına Neoformalist
Yaklaşım
Anlatı konusunda çalışan kuramcılar,
anlatı kavramını açıklayabilmek amacıyla
ortak
noktaları
olan
tanımlar
geliştirmişlerdir.
Richardson,
anlatıyı,
insanların deneyimlerini zamansal olarak
anlamlı bölümler halinde organize ettikleri
bir sonuç çıkarma ve temsil tarzı olarak
tanımlar. Böylelikle insanlar dünyayı
anlatısal olarak algılar ve anlatısal olarak
aktarırlar (aktaran Berger, 1997, 10). Kıran
ve Kıran (2000, 53) ise, anlatıyı kısa ve öz
olarak, bir olayın yeniden sunumu olarak
tanımlarlar. Ancak Mutlu (1995, 41-42),
anlatının birbiriyle mantıksal bağlantısı olan
iki ya da daha fazla olayın nakledilmesi
olduğunu söyler. Özön (2000, 55) ise anlatı
konusunda yazılı metinle görsel metni ayırır.
Özön’e göre yazılı metinde anlatı, dil
aracılığı
ile
oluşturulan
sözcenin
somutlaşmış biçimiyken, görsel bağlamda,
belirli bir kavram, düşünce ya da duygunun
görsel ve işitsel yollarla ortaya konmasıdır.
Bütün
bu
tanımlara
genel
olarak
bakıldığında, anlatının, zamansal, uzamsal
ve mantıksal bağlantısı olan olayların
yeniden
aktarılması
olarak
tanımlanabileceğini görürüz. Anlatıların
bilimsel açıdan incelenmesi, özellikle
yapısalcılıkla
birlikte
yaygınlaşmıştır.
Yapısalcılık, anlatıların nasıl yaratıldığına ve
yaratılan
anlatıların
insanlarca
nasıl
kavrandığına odaklanır. Anlatı analizinin
Neoformalizm, ilhamını Bordwell’in
bitmiş yapıtı temel alan tarihsel yaklaşım
(historical poetics) düşüncesinden alır. Bu
yaklaşım, edebiyat, sinema gibi sanatsal ve
anlatısal araçlarda bir yapısal sürecin sonucu
olarak bitmiş yapıtı inceler, yapıtın
oluşturulma, yaratılma prensiplerini araştırır.
Bordwell, “Historical Poetics of Cinema”
makalesinde, bu yaklaşımın sinemada iki
soruya cevap aradığını söyler: 1) Filmlerin
yapılandırıldığı ve belirli etkiler yarattığı
prensipler nelerdir? 2) Bu prensipler, hangi
koşullarda, neden ve nasıl ortaya çıkar?
(1987, 371). Bu yaklaşım, analizciye sanat
yapıtlarının sahip olduğu araçların karşılıklı
ilişkisi hakkında kategoriler sağlar. Normlar
ve kurallar da bu yaklaşım açısından önemli
kavramlardır (Bordwell, 1987, 372-373).
Neoformalizm de bu yaklaşımdan
doğmuştur. Rus Biçimciliği, Prag Dilbilim
Okulu gibi oluşumlara ve Todorov, Genette
gibi kuramcılara dayanan neoformalizm,
Bordwell’in bitmiş yapıtı temel alan
yaklaşımının, izleyiciye yönelik bilişsel
kuramlarla birleşmesiyle ortaya çıkmıştır.
Bordwell (1987, 379), neoformalizmin, bir
dizi varsayım, bir açı, anlamaya yönelik bir
yaklaşım olduğunu vurgularken, Kristin
Thompson da neoformalizmi tek yaklaşım,
çok yöntem olarak tanımlar. Neoformalizm
sadece bir yöntem değil, sanat yapıtlarının
nasıl yapılandığını ve izleyici tepkisine bağlı
olarak nasıl çalıştıklarına dair bir dizi
varsayım öneren bir yaklaşımdır (1988, 6).
Thompson, neoformalizmin, yukarıdan
aşağı (top-down) süreçlerle çalışan, sanat
yapıtına önceden yapılmış büyük ana
varsayımlarla yaklaşan Marksist ya da
psikanalitik film kuramının tersine, aşağıdan
yukarı bir süreçle çalıştığını, belirli bir grup
filme ilgili bir soru sorulması ve uygun
biçimde cevaplanması şeklinde işlediğini
vurgular. Thompson yukarıdan aşağı
yaklaşımların peşin hükümlü sonuçlara yol
açtığını ifade eder (1988, 4). “Neoformalist
yaklaşım ise estetik alanı ve onun dünyayla
bağlantısını açıklamaya çalışan yalın bir
yaklaşımdır. Dünyayı açıklamaya çalışmaz”
(Thompson, 1988, 9). Neoformalizmin film
analizlerinde nasıl kullanılacağını anlamak
için bazı temel kavramların açıklanması
gerekir.
1.1. Neoformalizmin
Kavramları
Temel
Neoformalizme göre izleyici sanat
yapıtına aktif şekilde katılır. İzleyici sanat
yapıtındaki ipuçlarından ve önceki sanatsal
ve günlük yaşam deneyimlerinden yola
çıkarak yapıtı algılar. İzleyicinin birlikte
çalışan algı, duygu ve biliş düzeyleriyle
donandığını belirten Thompson’a göre
izleyicinin bu donanımı, sanat yapıtının
zihinsel süreçlerimizi, Rus biçimcilerin
farklılaştırma (defamiliarization) dediği
estetik bir oyunla yapılandırmasını ve
izleyicinin
bu
yapıyı
algılayıp
çözümlemesini
sağlar.
Sanat
yapıtı
tarafından farklılaştırılan her şey, yeni
bağlamlarında yabancı göründükleri için
gerçekte olduklarından farklı algılanır (1988,
10). Thompson, bu konuda Şklovski’nin
görüşlerinden yararlanır. Şklovski, gündelik
algının
otomatikleşmiş
olduğunu,
alışkanlıkla
aslında
hiçbir
şeye
derinlemesine
bakmadığımızı,
sanatın,
yaşamı
duyumsamamız
ve
şeyleri
hissetmemiz için var olduğunu söyler.
Sanatın amacı, nesne duyusunu,
görünen şey olarak vermektir, tanınan,
bilinen olarak değil; sanatın tekniği
nesneleri
farklılaştırma,
biçimi
anlaşılmaz
kılma,
algılamanın
güçlüğünü ve süresini artırma
tekniğidir. Sanatta algılama edimi,
kendi başına bir erektir ve uzatılması
gerekir (1995, 72).
Sanat, gündelik yaşamın, ideolojinin,
diğer sanat yapıtlarının alışıldık algılarını,
bu kaynaklardan materyali alıp dönüştürerek
farklılaştırır. Ancak sanat yapıtı aynı
yöntemi sürekli kullanırsa farklılaşma azalır,
aşinalık
başlar.
Sanatsal
yaklaşım
otomatikleşir. Farklılaşma, neoformalist
akademia
yöntem ve teknikleri, Tomaşevski, Şklovski,
Propp gibi Rus Biçimciliğinin ve Barthes
gibi Fransız Yapısalcılığının önemli isimleri
tarafından geliştirilmiştir. Neoformalizm de
temelde Rus biçimcilerin çalışmalarının
sinemaya uyarlanmasıyla oluşmuştur.
106
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
terminolojide sanatın temel amacını yansıtır.
(Thompson,
1988,
11).
Thompson,
otomatikleşmenin
sanat
yapıtını
sıradanlaştırdığını vurgularken örnek olarak
B sınıfı kovboy (western) filmlerini verir.
Bu tür sıradan filmler, klasik Hollywood’un
tür
kalıplarını
tekrarlar,
farklılaşma
yaratmaya çalışmazlar. Aslında bütün sanat
yapıtları
gerçekliği
farklılaştırır.
En
geleneksel çalışmada bile olaylar, gerçekte
olduklarından
farklı
sıralanır.
Neoformalizme göre en orijinal ve değerli
yapıtlar, gerçekliği ve önceki yapıtların
uzlaşımlarını
en
güçlü
şekilde
farklılaştıranlardır (1988, 11).
akademia
Neoformalizm için önemli kavramlardan
birisi de araçtır. Araç, sanat yapıtında
kullanılan kamera hareketi, diyalog, kostüm,
tema gibi unsur ve yapılardır. Bordwell,
neoformalizm
için
sinemanın
tüm
araçlarının ve bu araçların biçimsel
organizasyonunun, farklılaştırma yaratmak
ve sinemasal sistemi inşa etmek için eşit
öneme sahip olduğunu vurgular (1987, 374).
Araçların sadece anlamı ifade etmek için
değil, farklılaştırma yaratmak için de
kullanıldığını belirten Thompson, bu
araçların işlev ve güdüleme (motivation)
kavramlarını
kullanarak
analiz
edilebileceğini vurgular (1988, 15).
107
Neoformalizm, işlev ve güdüleme
kavramları konusunda, Tinyanov’un edebi
eserdeki işlevlerin tanımından yararlanır.
Tinyanov, işlevi, yapıttaki bir öğenin diğer
öğelerle ve dizgenin bütünüyle karşılıklı
ilişkisi olarak tanımlar. İşlev, yapıtın
özelliklerini anlamak için çok önemlidir.
Aynı aracı birçok yapıt kullanabilir, ama
aracın işlevi her yapıtta farklı olabilir. Bir
dizgedeki öğeleri ayırıp, işlevi dikkate
almadan başka dizgelerdeki öğelerle
karşılaştırmak hatalı sonuçlara yol açar
(1995, 106-107). Thompson da sinemadaki
bir aracın, her filmde sabit işlevi olduğunu
düşünmenin hatalı sonuçlara yol açabildiğini
vurgular. Örneğin çubuklu gölgeler her
filmde
karakterin
hapsolmuşluğunu
göstermez. Alt açıdaki kamera mutlaka
karakterin gücünü vurgulamaz. Yapıtın
bağlamına göre her araç farklı işlevlere
sahiptir. Analizcinin görevi, aracın bağlama
göre
işlevini
bulmaktır.
Araçlar
otomatikleştiğinde,
sanatçı
daha
farklılaştırıcı yeni araçlar bulmalıdır (1988,
15).
Araçlar yapıttaki işlevleri çalıştırırken,
yapıt da aracın varlığı için bazı nedenler
sağlamalıdır. Yapıtın herhangi bir araç için
sağladığı nedene güdüleme (motivation)
denir. Güdülemenin, yapıtın araçları ve
izleyici aktivitesi arasında bir etkileşim aracı
olduğunu
vurgulayan
Thompson
ve
Bordwell, dört tip güdüleme tanımlarlar:
Kompozisyonal, gerçekçi, metiniçi ve
sanatsal
güdüleme.
Kompozisyonal
güdüleme, anlatı nedenselliğini, zamanı ve
uzamı kurmak için gerekli herhangi bir
aracın varlık nedenini sağlar. Genellikle
kompozisyonal
güdüleme,
filmdeki
gerçekçiliğin önüne geçer ama izleyici
öykünün ilerlemesi için buna göz yumar.
Gerçekçi güdüleme, aracın varlık nedeni için
izleyiciyi gerçek dünyaya yönlendirir.
Metiniçi güdülemede ise benzer yapıtların
uzlaşımlarına başvurulur. Yapıt kendi
koşulları
içinde
uygun
şekilde
güdülenmeyen bir araç sunduğunda, izleyici
geçmiş
deneyimleriyle
bu
aracı
güdüleyebilir. Sinemada metiniçi güdüleme,
tür filmleri, star kimliği ve diğer sanat
biçimlerinin benzer uzlaşımları hakkındaki
bilgimize bağlıdır. Kovboy filmlerindeki
düello sahneleri gerçekçi olmasalar da,
izleyici bu tür filmlerde bunun bir ritüel
olduğunu bilir. Ya da John Wayne’i görünce
‘iyi’ kahramanın o olduğunu anlar. Sanatsal
güdüleme ise tanımlanması en zor türdür.
Çünkü sanat yapıtındaki her araç sanatsal bir
güdülemeye sahiptir. Çoğunlukla filmlerde
kompozisyonal, gerçekçi ve metiniçi
güdülemeler ön plana çıkar. Sanatsal
güdüleme çok fazla göze çarpmaz. Diğer
taraftan sanatsal güdüleme, diğer üç tür
güdüleme geri plana çekildiğinde ön plana
çıkabilir. Soyut resim, deneysel film gibi
estetik tarzlarda sanatsal güdüleme ön
plandadır. Bazı anlatı filmlerinde de sanatsal
güdüleme, ön plana çıkarak anlatısal işlevler
kadar
izleyicinin
dikkatini
çeker.
Film
izleme
sürecine
odaklanan
neoformalist yaklaşım için önemli bir
kavram da şemalardır. Film izleme
sürecinde izleme, hatırlama ve sonuç
çıkarma anahtar kavramlardır. İzleme
sürecinde seyirci filmin kendisine ilettiği
bilgileri düzenler, hipotezler üretir ve
sonuçlar çıkarır. Bunları yaparken de
şemalardan
yararlanır.
Öykünün
anlaşılmasında şemalar önemli bir rol oynar
(Bordwell, 1985, 30-31).
Şemalar algılama sürecinde önemli bir
yere sahiptir. Bordwell’e (1985, 32-34) göre
görmek pasif bir şekilde dürtüleri almak
değildir. Görme, hızlı bir hesaplama, değişik
amaç, beklenti ve varsayımları kapsayan
yapısalcı bir faaliyettir. Çevremizdeki
objeleri görür, şemalara göre değerlendiririz.
Benzer bir süreç, sanat yapıtlarını algılarken
de yaşanır. Sanat yapıtı tamamlanmamıştır
ve bakan kişinin katılımını gerektirir.
İzleyici film izlerken de şemaları kullanır.
İnsanlar öyküyü takip ederken çeşitli
işlemler yaparlar. Bir bilgi eksikliğinde
yerine
sonuçlar
çıkarır,
tahminlerde
bulunurlar. Olaylar sıralı değilse sıraya
koyarlar.
Olaylar
arasında
mantık
bağlantıları ararlar. İzleyici filme öyküyü
kurmak ve önceki şemalarını işletmek için
hazırlıklı gelir. Bir öyküyü anlamak
öncelikle öykünün tutarlılığına bağlıdır.
Karakter ilişkilerinin, olay akışının bu
tutarlılığa uygun olup olmadığını test eden
izleyici, filmi izlerken filmsel bütünlüğü
yakalamaya çalışır. Filmin öyküsünün
nerede, ne zaman ve nasıl geliştiğini takip
ederken olaylar, zaman, mekan ve nedensonuç ilişkileri hakkında şemalara başvurur.
Thompson (1988, 30) da şemaları zihinsel
şablonlar olarak tanımlar. Şemalar zamanla
değişebilir.
1940’ların
izleyicilerinin
şemalarıyla günümüz izleyicisinin şemaları
farklıdır. Şemalar anlatısal ve biçimsel
olabilir. Uzun çekimi genellikle bir yakın
çekimin izlediği, müziğin birdenbire
kesilmek yerine fade olduğu izleyici
tarafından bilinen biçimsel özelliklerdir. Ana
akım sinemanın biçimsel tek düzeliği,
izleyicinin biçimsel şemasının otomatik
olarak çalışan bir yukarıdan-aşağıya süreç
olmasını sağlar (Bordwell, 1985, 36-37).
Özetlemek
gerekirse
neoformalizm
izleyicinin filmi izlemeye donanımlı bir
şekilde geldiğini, filmi izlerken anlatı
olaylarını tanımlayan, onları zaman, uzam
ve nedensellik kurallarıyla birleştiren bir
anlatı
şemasını
kullandığını
belirtir.
Uygulamada bütün süreç, anlatının kendisi,
izleyicinin algısal-bilişsel donanımı, algı
koşulları ve önceki deneyimlerine bağlı
olarak işler. İzleyici, filmi anlama çabasında
başarısız da olabilir. Bordwell (1985, 39)
yanlış şema uygulamasının bu durumu
yaratan etkenlerden biri olduğunu vurgular.
Şema seçiminin hatalı olması, anlatı
normlarına uygun bilgininin olmamasından
kaynaklanabilir. Örneğin 60’ların sanat
filmleri için şeması olamayan birisi
Fellini’nin
8,5
filmini
anlayamaz.
Neoformalist
anlatının
içyapısının
işleyişinde üç kavram ön plana çıkar. Bunlar
fabula, syuzhet ve biçimdir ve bunların
birbirleriyle etkileşimi anlatının oluşum
sürecinde hayati öneme sahiptir.
1.2. Syuzhet,
İlişkileri
Fabula,
ve
Biçim
akademia
Uygulamada bu üç güdüleme türü aynı
sahnede birlikte bulunabilir. Örneğin,
Marlene Dietrich bir kabarede şarkı
söylediğinde
izleyici,
sahneyi
kompozisyonal olarak (erkekle burada
tanışacak), gerçekçi olarak (bir kabare
şarkıcısını oynuyor) ve metiniçi olarak
(Marlene her filminde şarkı söyler) güdüler.
Bazen bunlar arasında eşitsizlikler olabilir,
örneğin gerçekçilik bir müzikalde ihmal
edilebilir. Geleneksel anlatı sinemasında
genellikle izleyiciden kompozisyonal ve
metiniçi güdülemeyi kullanması beklenir.
Gerçekçi
güdüleme
daha
çok
tamamlayıcıdır.
Sanatsal
güdüleme
diğerlerinden uzak kalır ve diğerleri
işlemediğinde başvurulur (Bordwell, 1985,
35-36; Thompson, 1988, 16-20).
Genel olarak yapısalcı yaklaşımlar,
anlatının
iki
bölümden
oluştuğunu
vurgularlar; öykü ve söylem. Chatman
(1983, 19), öykünün olaylar zinciri,
karakterler ve olayın geçtiği çevreden,
108
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
söylemin ise içeriğin iletildiği araçlardan
oluştuğunu ifade eder. Basitçe ifade etmek
gerekirse öykü, anlatıda neyin anlatıldığı,
söylemse nasıl anlatıldığıdır. Aristoteles’den
bu yana yapılan bu ayrımı Rus Biçimcileri
de devam ettirmişlerdir. Rus Biçimciler,
öykü ve söylemi fabula ve syuzhet olarak
adlandırırlar. Neoformalist yaklaşımda da bu
terimler kullanılır. 1 Tomaşevski (1995,
229), fabula’yı, yapıtta bize iletilen,
birbirine bağlı olaylar bütünü olarak
tanımlar. Olaylar fabula’da yapıt içindeki
sıralamadan farklı olarak neden-sonuç
zinciri içinde kronolojik doğal sıralarında
yer alırlar. Bordwell (1985, 49), fabula’yı
izleyicinin
anlatı
tarafından
verilen
ipuçlarından yola çıkarak yarattığı imgesel
yapı olarak tanımlar. Seyircinin fabula’yı bir
araya getirmesi için öykünün süregelen
aksiyonunu takip edip, geçmiş olaylar
hakkında varsayımlar oluşturup test etmesi
gerekir. Fabula, seyircinin tahmin ve
sonuçlar aracılığı ile yarattığı bir kalıptır.
Anlatının diğer parçası syuzhet ise filmdeki
fabula’nın belirli kurallar ve yapılar
çerçevesinde düzenlenip sunulmasıdır. Bu
yapı ve kurallar içinde syuzhet, sinemasal
araçların sistematik kullanımı olan biçimle
ilişkiye girerek fabula’yı oluşturur. Kısacası
syuzhet, fabula’yı oluşturan temel anlatısal
tekniklerin bütünüdür. Bordwell (1985, 50)
bir filmde syuzhet ve biçimin birlikte var
olduklarını çünkü sürecin farklı yönlerinde
işlediklerini vurgular. Syuzhet filme
dramatik bir süreç olarak bakar, biçim ise
teknik olarak.
Seyirci şema ve varsayımlar oluştururken
nedensellik, uzam ve zaman konusunda
syuzhet’in
ipuçlarından
yararlanır.
Syuzhet’in verdiği nedensellik bilgisi
seyirciyi yönlendirir. Genelikle her syuzhet
akademia
1
109
Genel olarak öykü ve olay örgüsü terimleri
kullanılmasına rağmen Thompson bu terimlerin
biçimci olmayan eleştirmenlerin de kullanımının
yükünü taşıdığını fabula ve syuzhet’in ise sadece
Rus Biçimciliğine referans verdiğini, o nedenle
neoformalist yaklaşımda da fabula ve syuzhet
terimlerinin kullanıldığını söyler (1988, 38). Bu
nedenle bu çalışmada da fabula ve syuzhet
terimleri kullanılacaktır.
fabula’nın oluşumunu geciktirmeye çalışır.
Syuzhet, bir fabula’yı kolaylıkla üretmemizi
sağlamak yerine, belirli noktalarda beklenti,
merak ve kuşku uyandırarak fabula’yı belirli
bir yolla üretmemizi sağlar (Bordwell, 1985,
52). Ancak bazı anlatılarda syuzhet,
fabula’yı kurmamızı engelleyen unsurlar da
barındırabilir. Bu noktada Şklovski’nin
farklılaştırma yoluyla estetik algının
geciktirilmesi
gerektiği
düşüncesinin
sinemadaki yansıması görülür; biçimin
zorlaştırılması.
Sanat
yapıtının
farklılaşmasına yönelik çabalar, biçimin
zorlaştırılmasını gerektirir. Özellikle çağdaş
anlatılı filmler biçimi zorlaştırarak izleyiciyi
daha fazla bilişsel faaliyete teşvik ederler.
Angelopulos’un To Vlemma Tou Odyssea
(Ulis’in Bakışı, 1995) filminde Manakis
kardeşlerin çektiği ilk filmi arayan
sinemacının
annesini,
sevgilisini
ve
arayışında kendisine yardım eden kadını
aynı
aktristin
oynaması
biçimin
zorlaştırılmasına bir örnektir. Burada
syuzhet, biçimle işbirliği yaparak izleyicinin
fabula’yı
oluşturmasını
zorlaştırmıştır.
Geleneksel
anlatı
sinemasında
da,
zorlaştırılmış biçim, genellikle merak
unsurunu
arttırmak
için
geciktirme
yaratmayı amaçlar.
Böylece syuzhet’in filmin dramaturjisini,
öykü bilgisini anlayıp birleştirmemizi
sağlayan düzenlenmiş ipuçları dizisi olduğu
sonucu çıkabilir. Film biçimi ise syuzhet’in
bu amacına hizmet eden görevleri yerine
getirir. Bordwell (1985, 52), bir filmde
syuzhet’in amacına göre farklı biçimsel
teknikler kullandığını vurgular. Örneğin aynı
anda gelişen iki olay için paralel kurgu ya da
bölünmüş ekran gibi farklı biçimsel
özellikler kullanılabilir. İzleyici biçimsel
araçları da kompozisyonsal, gerçekçi ya da
metiniçi bir şekilde güdülemeye çalışır.
Fabula, syuzhet ve biçim ilişkisinden
yola çıkan Bordwell, bir filmde anlatıyı,
filmin syuzhet ve biçiminin izleyiciyi
fabula’yı kurması için sevk etmek ve ipucu
vermek için karşılıklı etkileşmesi olarak
tanımlar. Anlatının gerçekleşmesi için
syuzhet’in fabula bilgisini düzenlemesi
1.3. Bilgisellik, İletişimsellik
İdeal syuzhet, fabula oluşumu için yeterli
miktarda bilgi sağlar. Bilgi ne yetersiz ne de
gereğinden fazla olmalıdır. Ancak syuzhet,
filmin türünün özelliğine göre bilgiyi artırıp
azaltabilir. Bazı syuzhet’ler fabula’yı
kurmak için uygun bilgi içermezler. Çağdaş
anlatılı bazı filmler sık sık konudan saptığı
gibi, bazen bir fabula bile oluşturmazlar.
Geleneksel anlatılı filmler ise bilgi aktarımı
konusunda bir denge tutturmaya çalışırlar.
Syuzhet, fabula olaylarını seçer ve farklı
şekillerde birleştirir. Bu seçme işlemi boşluk
yaratır. Boşluklar daha çok zamansaldır.
Çocuk doğar, sonra onu 18 yaşında görürüz.
Boşluklar, izleyicinin şema ve varsayımları
çalıştırmasını sağlar. Syuzhet genellikle
anlatının sonunda fabula’daki boşlukları
kapatır. Boşluklar, belli fabula bilgisini
sunup diğerlerini tutmak suretiyle yaratılır.
Syuzhet anlatı bilgisini geciktirebilir ya da
anlatı
açısından
önemli
bilgileri
tekrarlayabilir. Syuzhet, geciktirme yoluyla
merak, kuşku ve sürpriz yaratabilir. Sonuç
olarak syuzhet, herhangi bir anlatı metninde
aldığımız bilginin miktarını kontrol eder.
Syuzhet izleyicinin anlatı faaliyetini
yönlendirmek için fabula kuruluşunda
değişik boşluklar yaratır, geciktirme ve
tekrar prensiplerine göre bilgileri birleştirir
(Bordwell,
1985,
54-57).
Fabula
oluşumundaki boşluk ve birleşmeler,
anlatıya neoformalist yaklaşımdaki bilgi
kategorilerini oluşturur. Bilgi kategorileri,
syuzhet’in neyi kapsayacağı, neyi üstü kapalı
bırakacağı, nasıl gecikme yaratacağı gibi
anlatısal stratejilerin belirlenmesini sağlar.
Neoformalist bilgi kategorilerinden özellikle
ikisi bu çalışma için önemlidir: Bilgisellik
ve iletişimsellik.
Bilgisellik, syuzhet’in aktarmaya izin
verdiği
fabula
bilgisinin
miktarıyla
belirlenir. Anlatı, izleyiciyi bir ya da birkaç
karakterin bilgisiyle sınırlayarak geri kalan
bilgiyi tutar. Bordwell (1985, 58), anlatı
bilgisinin derinliğinin, öznelliğin ve
nesnelliğin derecelerine bağlı olduğunu
söyler. Bir anlatı karakterin bütün zihinsel
dünyasını sunabilir, ya da izleyicinin
gördüğü ve duyduğu ile yetinebilir. Örneğin
karakterin rüyalarını veren filmler bilgisel
olarak daha derindir.
Her anlatı bilgiye sahiptir ancak sahip
olduğu bu bilgiyi izleyiciyle fazla
paylaşmayabilir. Bu, anlatının ne kadar
iletişimsel olduğunu gösterir. Bordwell
(1985, 59), The Birth of a Nation’ın
iletişimsel olduğunu ama bir dedektif
filminin
bu
kadar
iletişimsel
olmayabileceğini vurgular. Her film bir
derece iletişimselliği kısıtlar. Filmin bilgisi
ve bunu gizleme derecesi değişebilir.
Örneğin, izleyicinin kimliğini merak ettiği
maskeli adam tam maskesinin çıkarırken
görüntü kararırsa, anlatı bize bilgi iletmeyi
reddettiğini gösterir (Bordwell, 1985, 59).
Bir filmin anlatısının, bilgisellik ve
iletişimsellik
kategorilerini
türsel
uzlaşımlara göre belirlediğini vurgulayan
Bordwell (1985, 61), bilgi aktarımının
kategorileri
olarak
bilgisellik
ve
iletişimselliğin, film biçimi ve syuzhet’in,
izleyicinin belirli bir fabula oluşturması için
zaman,
uzam
ve
anlatı
mantığını
yönlendirmesine dayandığını belirtir.
2.
Yazı-Tura’nın Analizi
akademia
yetmez, anlatıda biçimsel süreçlerin de
devreye girmesi gerekir. Bordwell, anlatıya
sadece fabula-syuzhet olarak bakmanın,
filmsel
metnin
izleyiciyi
nasıl
yönlendirdiğini gözden kaçırmamıza neden
olduğunu belirtir. İzleyici biçimsel şemaya
da sahiptir ve bu anlatının sunum sürecini
etkiler. Anlatı, biçimsel faaliyetlerle
syuzhet’in
anlatı
bilgisini
aktarması
arasındaki dinamik bir etkileşimdir (1985,
53). Anlatı oluşumunda syuzhet’in fabula’yı
oluştururken yararlandığı yöntemler de
önemli bir yere sahiptir. Özellikle seyirciye
iletilen bilgiyle ilgili kategoriler bu
yöntemlerin alanına girer. Bunlar bilgisellik
ve iletişimselliktir.
Her türden film neoformalist açıdan
incelenebilir. Ancak özellikle biçimi ön
plana çıkaran Yazı-Tura gibi filmlerin
incelenmesi bu açıdan daha verimli
olacaktır. Sinemanın geleneksel biçimsel
110
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
yapısından uzak olan Yazı-Tura daha önce
vurgulandığı gibi biçim-anlatı ilişkisini
incelemek ve bu ilişkinin dinamiklerini,
prensiplerini ortaya çıkarmak için iyi bir
örnektir.
akademia
2.1. Yazı-Tura’nın Öyküsü
111
Yazı-Tura Güneydoğu’da gazi olan
Rıdvan ve Cevher’in askerlik sonrasındaki
yaşamlarına
odaklanan
bir
filmdir.
Göremeli Şeytan Rıdvan, askerlik öncesi
yaşadığı ilçede sevilen, iyi futbol oynayan,
hatta askerlik dönüşü yaşamını futbol
üzerine kurmayı hayal eden bir gençtir.
Rıdvan’ın futbol, yaşlı annesi ve sözlüsü
Şefika’dan ibaret olan basit yaşamı askerlik
sonrası
tamamen
değişecektir.
Güneydoğu’da askerliğini yapan Rıdvan
PKK ile çıkan çatışma sonrasında kaçmakta
olan yaralı bir kadın militanı öldürür.
Cesetlerin kontrol edilmesi sırasında,
öldürülen
kadın
militanın
cebinden
Rıdvan'la birlikte çekilmiş bir fotoğraf
bulunur ve fotoğrafı gören Rıdvan yıkılır.
Çünkü öldürmüş olduğu kadın militan, eski
sınıf arkadaşı ve ilk aşkı Elif'dir. Kendini
kaybeden Rıdvan, havaya ateş açarak
bilinçsizce koşarken bir mayına basar.
Mayın Rıdvan'ın ayağını parçalarken onu
durdurmaya çalışan Cevher’in de bir kulağı
duymaz hale gelir. Rıdvan bir gazi olarak
döndüğü memleketinde yavaş yavaş yeni
yaşamına
alışmaya
çalışır.
Ayağını
kaybeden, futbolculuk hayalleri sönen
Rıdvan sürekli içmeye başlar. Kendisine
sadece annesi ve arkadaşı Sercan destek
olur. İçkinin ve yaşadığı travmanın etkisiyle
Rıdvan,
kimsenin
kendisine
destek
olmadığını düşünerek sürekli olay çıkarır.
Sözlüsü Şefika ise Rıdvan’a mesafeli
davranmakta evlenme taleplerine kaçamak
cevaplar vermektedir. Ayrıca Şefika'nın
ailesi de onun artık sakat olan Rıdvan’la
evlenmesini
istememektedir.
Şefika'yı
kaçırma planları yapan Rıdvan, alkollü bir
şekilde genç kızın evine gittiğinde onun
Sercan'la kaçtığına tanık olur. Arkalarından
koşarken protez bacağını da düşüren
Rıdvan kaçışlarını çaresizce seyretmekten
başka bir şey yapamaz ve hep yanında
taşıdığı silahıyla intihar eder.
İstanbul’da yaşayan Cevher ise askerlik
sonrasında çek senet mafyası için çalışmaya
başlamıştır. Diğer taraftan da asıl amacı olan
tren istasyonundaki büfeyi açmak üzeredir.
Gözü kara ve çabuk sinirlenen Cevher de
Rıdvan gibi askerlik sonrası ciddi travmalar
yaşamaktadır. Olay 1999 Ağustos’unda
geçmektedir. Bu arada büyük Marmara
Depremi meydana gelir ve Cevher depremde
amcası Maksut'u kaybeder, babası ise şans
eseri enkazdan sağ çıkmayı başarır. Diğer
yandan Cevher'in yaşamında deprem
yaratacak bir başka olay gelişir. Babasının,
Cevher henüz doğmamışken birlikte
yaşadığı Rum kadın Tasula ile ondan olma
abisi Teoman depremi haber alınca
Yunanistan'dan gelirler. Ne Tasula’yı ne de
Teoman’ı tanımayan Cevher büyük bir şok
yaşar. Teoman'ın eşcinsel olması Cevher’in
yaşadığı şoku daha da arttırır. Teoman
kendisini kabullenmek istemeyen Cevher’le
hesaplaşır. Cevher onu dinlemez ve çıkıp
gider. Teoman ise bir barda sarhoş olduktan
sonra bir travestiyi döven kişilerle kavga
etmeye başlar. Cevher, hızla olaya müdahale
ederek adamlardan birini öldürür ve
kaçarken polis tarafından yakalanır.
2.2. Yazı-Tura’da Anlatı ve Biçim
İlişkisi
Yazı-Tura
neoformalist
açıdan
incelendiğinde anlatı mantığı ve biçim
ilişkisine damgasını vuran unsur, syuzhet’in
iletişimselliğidir. Syuzhet iletişimselliği
seyircinin filmi izlemesini kolaylaştırmak
amacıyla değil, temasını desteklemek için
yapar. Yazı-Tura güneydoğu’da savaşan
askerler ve onların dönüşte yaşadıkları
sorunlar üzerine en gerçekçi anlatıyı
oluşturmuştur. Öyküdeki iki karakter de
Güneydoğu’da
askerlik
yapmış
ve
yaralanmışlardır.
Bunun
sonrasında
yaşadıkları travma askerlik dönüşü onların
yaşamını derinden etkileyecektir. Film,
temelde bu travma, ve sonuçlarına odaklanır.
Bu nedenle syuzhet karakterlere ‘ilişir’. Son
Film, karla kaplı bir ovada askeri bir
kamyonun ilerlemesi ile açılır. Sonra
kamyonun içindeki askerlerin yakın
çekimleri birbirini takip eder. Askerlerin
yorgun yüzleri çerçeveyi doldurur. Ancak
geleneksel anlatının tersine, biçim, hiçbir
askeri ön plana çıkarmaz. Ardından askerleri
araçtan inmiş olarak görürüz. Etrafta ölü
teröristler yatmaktadır. Syuzhet zamansal bir
atlama gerçekleştirmiştir. Kamera önce
geniş açıda daha sonra orta ölçeklerde etrafı
tarayarak bize olaylara şahit olma fırsatı
verir. Burada dijital video kameranın (DV)
hızlı çevrinmelerde neden olduğu bozulma,
biçimin bir parçası haline dönüşür. Bu,
seyircinin
gerçekçi
güdülemeyle
anlamlandırdığı bir şeydir. Seyirci gerçek
dünyada karşılaştığı video görüntülerinden
aşina olduğu bir biçimle karşı karşıyadır.
Kamera uzamı sert çevrinmelerle tarar, ani
“zoom-out” ya da “zoom-in”ler yapar.
Ancak kameranın bu tarz kullanımı
seyircinin karakterleri tanımasını imkânsız
kılar. Biçem hiçbir askeri ön plana çıkarmaz.
Bu şekilde anlatı, olaylara hamasi bir
kahramanlık maskesiyle değil, gerçekçi bir
şekilde yaklaşacağını vurgular. Anlatının
iletişimselliği kısıtladığı ilk yer filmin ilk
sekansı olan Rıdvan’ın mayına basma
sekansıdır. Askerler öldürülen teröristlerin
üzerini ararlar. Bir asker teröristin cebinden
bir şey çıkarır. Sonraki planda zamansal
eksiltme ile sonradan Rıdvan olduğunu
öğreneceğimiz asker diğer askerin elindeki
şeye endişeli bir şekilde bakmaktadır.
Burada syuzhet daha sonra da kullanacağı
bir içsel norm2 yaratır. Ses kuşağı sadece
müziği vererek, diyalogları duymamızı önler
ve bilgiyi kısıtlar. Rıdvan bağırarak ve
havaya ateş ederek koşmaya başlar. Diğer
asker ise “Rıdvan orda mayınlar var,
Rıdvan” diye bağırarak ona doğru koşar.
Rıdvan havaya ateş edip koşmaya devam
eder ve mayın patlar. Havada dönerek düşen
bir tüfek görüntüsünü bir otobüsün ilerleyen
2
İçsel norm, bir filmin kendine özgü şekilde
yarattığı ve birden fazla sayıda tekrarladığı
anlatısal ve biçimsel özelliklerdir.
görüntüsü keser. Bu sekans anlatının fabula
bilgisini en çok kısıtladığı sekanstır. Seyirci
Rıdvan’ın neye baktığını, neden ateş ederek
koştuğunu, dolayısıyla neden mayına
bastığını anlamaz. Ancak bu sekanstan sonra
anlatı iletişimselliği arttırır. Bordwell,
neoformalist açıdan geleneksel anlatının her
şeyi bildiğini (omniscience) ve oldukça
iletişimsel olduğunu vurgular. Geleneksel
anlatının iletişimselliği, syuzhet’te boşluk
kalmamasıyla ispatlanır. Geleneksel anlatıda
boşluklar sürekli olmaz. Anlatıda syuzhet
tarafından ortaya konan gizemler, çatışmalar
ve boşluklar sıkı nedensellik ilkesi gereği,
anlatının sonunda ortaya çıkar (1985, 160).
Biçimsel olarak aykırı olsa da Yazı-Tura
çalışmanın ilerleyen bölümlerinde nedenleri
ortaya konacağı gibi anlatısal açıdan
geleneksel
sayılabilir.
Yazı-Tura’nın
başındaki olay anlatıdaki en önemli
boşluktur. Bu boşluk filmin ortalarında
kapanacaktır.
Sonraki sahnede otobüsü ve içini
görürüz. Rıdvan koridorun bir yanında
oturur. Koridorun diğer tarafında yaşlı bir
kadın oturmakta ve Rıdvan’a bakmaktadır.
Daha sonra yaşlı kadını yakın planda
görürüz. Yaşlı kadının baktığı yöne doğru
kamera hızlı bir çevrinme ile Rıdvan’ı
görüntüler. Kamera bu çevrinme ile iki
karakteri bağdaştırır ve kompozisyonal
güdüleme ile seyircinin onun Rıdvan’ın
annesi olduğunu düşünmesini sağlar.
Kamera Rıdvan’a çevrindikten sonra
Rıdvan’ın öznel açısından yol kenarındaki
ağaçları gösterir. Ardından Rıdvan eğilerek
ayağındaki protezi düzeltir. Biçim bu birkaç
planda anlatının iletişimselliğine katkıda
bulunarak seyircinin onun ilk sahnedeki
mayına basan Rıdvan olduğundan emin
olmasını sağlar. Daha sonra otobüs
terminale girer ve Rıdvan ile yaşlı kadın
birlikte inerler. Böylece önceki varsayım da
doğrulanır. Rıdvan ve annesi yürüyerek
evlerine giderler. Sonraki sahnede annesi
Rıdvan’ı yıkamaktadır. Su doldurmak üzere
içeri gider. Burada syuzhet’in geleneksel
anlatının önemli özelliklerinden biri olan ve
anlatının filmin ilerleyen bölümlerinde
genelde yapacağı gibi her şeyi bilmeyi
(omniscience) her yerde olma (omnipresent)
akademia
derece iletişimsel bir şekilde onların iç
dünyalarını yansıtmaya çalışır.
112
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
ile sağladığını görürüz. Kamera önemli
anlarda seyirci için en uygun yerde
konumlanır. Syuzhet Rıdvan’ı içeride
bırakarak anneye ilişir ve annenin su
doldururken ağladığını gösterir. Anlatı
seyirciye vermek istediği fabula bilgisini
kameranın oradaki varlığı ile sağlar.
akademia
Rıdvan’ın bu sekansından sonra bir
banliyö treni görüntüsü ile İstanbul’a
döneriz. Yakın planda iki rakı kadehi
tokuşturulur. Bir adam istasyonda bir büfeye
GAZİ BÜFE yazan bir tabela asar. Başka
birisi de ileride durmuş tabelanın düzgün
olup
olmadığını
kontrol
etmektedir.
Tabeladaki GAZİ ifadesi bu kişinin
Rıdvan’la
bağlantılı
birisi
olduğu
varsayımına sebep olur. Sonraki planda
büfenin içine geçen bu kişinin duvara çaktığı
bir fotoğrafta Rıdvan’la büfeciyi asker
kıyafetleri
içinde
görünce
varsayım
doğrulanır. Anlatının iletişimselliği artar.
Adının
sonradan
Cevher
olduğunu
öğreneceğimiz büfeci Rıdvan mayına
basmadan önce peşinden koşan kişidir.
Burada syuzhet araya giren flashback’le bu
önemli fabula bilgisini verir ve boşluğu
doldurur. Bir flashback Rıdvan’ı mayına
bastıktan sonra acı içinde çığlık atarken
gösterir. Cevher de ona yardım etmeye
çalışmakta ama bir taraftan da kulağını
tutmaktadır. Yazı-Tura’da ses kuşağı da
biçimin önemli bir parçası olarak syuzhet’e
yardımcı olur. Bu flashback’e anlatı silah
sesini andıran Cevher’in vurduğu çekiç
sesiyle girer ve yine çekiç sesiyle çıkar.
Filmin iletişimsel anlatısı devam eder.
Büfenin önünde içki içen iki kişinin
Cevher’in babası ve amcası olduklarını,
Cevher’in annesinin olmadığını, babasıyla
yaşadığını ve ertesi gün büfenin açılışı
olduğunu diyaloglardan anlarız. Filmin
bütününde diyaloglar son derece gerçekçidir.
Hem doğallığı sağlama, hem anlatıyı
ilerletme, hem de karakterler hakkında bilgi
verme işlevi üstlenirler.
113
Sonraki sekans Cevher’in karakteri
hakkında
anlatının
sonraki
gelişimi
açısından çok önemli bilgiler verir. Ancak
bu sahnenin bilgiselliği ve iletişimselliği
devamlılık kurgusuyla desteklenmez. Tam
tersine sıçramalı bir kurgu, aynı karakterin
benzer ölçeğine kesme gibi devamlılık
kurgusuna ters bir biçim hakimdir.
Cevher’in açılış için beklediği para eksik
gelir. Cevher telefonla sinirli bir şekilde
konuşarak adamı tehdit eder. Sıçramalı
kurgu
sadece
Cevher’in
adama
söylediklerini duymamızı sağlar. Adamın
cevabını duymayız, ya da adamı dış ara
çekimle görmeyiz, sadece Cevher’in
diyaloglarından tahmin ederiz. Burada anlatı
film boyunca kullanacağı bir içsel normu
ortaya koyar. Karaktere ilişme. Yazı-Tura
tamamen
karakterlere
odaklanmıştır.
Karakterlerin yakın çekimleri de bu savı
destekler. Cevher tehdit ettiği adamdan
parasını almak üzere iki arkadaşıyla banliyö
trenine biner. Cevher’in yakın çekimi onun
kalabalık trende huzursuz bir şekilde etrafa
baktığını gösterir. Kurgu giderek hızlanır,
planlar kısalır, kamera çevrinir, zoom yapar,
yakın çekimlerin birçoğu Cevher’in öznel
çekimleridir. Cevher’in tedirginliği korkuya
dönüşür ve Cevher ilk istasyonda trenden
iner. Bu biçimin aşırılaştığı sahne, biçimsel
olarak zorlaştırılmış olmasına rağmen anlatı
açısından son derece iletişimseldir. Bordwell
en iletişimsel anlatıların karakterlerin iç
dünyasını verenler olduğunu söyler.
Trendeki grenli, aşırı pozlanmış, yakın
çekimler, öznel açılar Cevher’in o anki
duygularını yansıtır. Cevher diyalogla da
durumunu açıklar:”Kalabalık stres yapıyor
ya”. Daha sonra borçlu adamın işyerine
gider. Adam bahane üretmeye devam ettiği
için bıçağını çıkarır ve kafa derisinden bir
parça keser. Cevher bıçağını çıkardığında
syuzhet mayın sekansındaki içsel normu
yineler. Ses kuşağı sadece müziğe izin verir.
Derisi yüzülen adamın acıyla açılan
ağzından çıkan çığlığını duymayız. Biçim
böylece
Cevher’in
yaptığı
acımasız
hareketle onun Güneydoğu’da tek kulağının
duyma yeteneğini kaybetmesinin yarattığı
travmayı bağdaştırır.
Sonraki sekansta anlatı yine Rıdvan’a
döner. Anlatı sanki Rıdvan ve Cevher’in
öykülerini paralel anlatacak gibi yapar.
Ancak burada Rıdvan’ın öyküsüne geçtikten
Kamera film boyunca elde taşınır.
Kameranın temel işlevi karakterin ruhsal
durumunu, iç dünyasını yansıtmaktır.
Kamera genelde huzursuz bir şekilde uzamı
tararken, örneğin Rıdvan sözlüsü ile
buluştuğunda sabitleşir. Ani çevrinmeler
yerine geleneksel açı/karşı açıyı kullanır.
Rıdvan kahveye geldiğinde kamera yine
huzursuz biçemini takınır. Ses kuşağı soba
çıtırtılarını çatışma sesine dönüştürürken
kamera Rıdvan’ı yakın çekime hapseder.
Rıdvan tedirgin bir şekilde etrafı süzer.
Böylece anlatı iletişimselliğini sürdürerek
Rıdvan’ın iç dünyasını yansıtır. Rıdvan bu
durumdan masaya gelen gençleri fark ederek
çıkar. Gençler askerlik hakkında sorular
sorarken,
kendisi
hakkında
üretilen
dedikoduları da söylerler. Rıdvan sinirle
masadaki her şeyi devirerek kalkar ve
küfreder. “Bu bacağı sizin için kaybettim
ulan”.
Rıdvan yakın arkadaşı Sencer’i ziyarete
gider. Sencer’in bir çömlek atölyesi vardır.
Bu sahne anlatı açısından son derece
önemlidir. Bu nedenle bilgiselliğin derecesi
yüksektir ama merak unsuru için syuzhet
iletişimselliği kısıtlar. Rıdvan Sencer’in
dükkânında Firuz ile tanışır. Firuz eskiden
Bingöllü Devran adlı biriyle ortaklık
yapmıştır. Devran’ın kızı Elif ise Rıdvan’ın
eski sınıf arkadaşıdır. Babası Bingöl’e
dönerken Elif’i de götürmüştür. Daha sonra
Rıdvan Sencer’in işyerindeki tuvalette esrar
içerken bir kızın hayalini görür dışarıda.
Korkuyla saklanır. Syuzhet bir süreliğine
bilgiyi kısıtlar. Dışarıdaki hayal kimindir?
En güçlü varsayım onun Elif olduğudur.
Ancak Rıdvan’ın arkadaşının hayalinden
neden korktuğu bir fabula boşluğu oluşturur.
Ancak syuzhet çok geçmeden Rıdvan’ın
neden Elif’in hayalinden korktuğunu
açıklayacaktır. Rıdvan içeri döndükten sonra
Firuz gitmeye davranır. Rıdvan ısrarla onu
yanına çağırır ve Elif’in eskiden sevgilisi
olduğunu açıklar. Rıdvan Elif’in fotoğrafını
gösterdiğinde hayaldeki kızın o olduğunu
anlarız. Syuzhet iletişimselliği çok kısa
süreliğine
kısmıştır.
Ancak
Rıdvan
“Bingöllü Devran köyüne gitmeseydi benim
bacağım da kopmayacaktı” der ve Devran’a
küfreder. Syuzhet geçici bir süreliğine yeni
bir boşluk yaratmış, bilgiyi kısıtlamıştır.
Ancak bu seyirci tarafından normal
karşılanır. Çünkü geleneksel anlatıda ancak
bilmemiz gereken kadarını biliriz. Gerçek
hayatta da her şeyi tamamen bilemeyiz. Bu
nedenle belirli bir derece belirsizlik anlatıyı
gerçekçi kılar (Thompson, 1988, 228). YazıTura’da syuzhet fabula bilgisinin bir kısmını
tutarak anlatıyı ilerletecek, merak unsuru
oluşturacak kadar boşluk bırakır. Ancak bu
boşluk sürekli olmaz.
Rıdvan sarhoş olduğu için Sencer’den
kendisini sözlüsü Şefika’nın evinin önüne
götürmesini ister. Evin önünde yere düşer.
Şefika pencereye çıkarken Sencer onu
yerden kaldırır ve eliyle Şefika’ya bir işaret
yapar. Anlatı bunu hem bizim hem de
Rıdvan’ın
görmesini
sağlar.
Rıdvan
kuşkulanır ve neden öyle yaptığını sorar.
Sencer geçiştirir. Burada seyircinin bilgisi
Rıdvan’la eşittir. Seyirci de emin olmamakla
beraber Sencer ve Şefika arasında bir ilişki
olabileceğinden kuşkulanır. Rıdvan ve
Sencer kavga ederler. Rıdvan silahına
davranınca Sencer üstüne atlar. Burada gece
karanlığında ışıksız çekilen bu sahne
seyircinin sahneyi izlemesini zorlaştırır.
Ancak bu zorluk anlatıyı etkilemez ve
seyirci gerçekçi güdüleme ile sahneyi
anlamlandırır. “Karanlıkta görüş kısıtlanır.”
akademia
sonra bu öykü bitene kadar tekrar Cevher’e
dönmez. Bu da anlatı yapısı açısından bir
farklılaştırmadır. Rıdvan ayna karşısında
kendini seyreder. Kamera yakın çekimdedir.
Milli takım forması giyer, ay yıldızlı kolye
takar. Silahını beline takar. Evden çıkar.
Tedirgin bir şekilde durur. Etrafı dinler.
Kamera öznel açıda etrafa çevrinir. Öznellik
iletişimselliğin en uç derecesidir. Bu sahne,
Rıdvan’ın öznel çekimleri ile döndüğü
memleketinin onun için yabancı, tedirgin
edici, tekinsiz bir yer olduğunu vurgular. Ses
kuşağı da tedirgin edici müzik/efekt karışımı
ile bunu destekler. Rıdvan’ın memleketi
Göreme’dir. Göreme’nin dünyaca ünlü
doğal güzellikleri, mağara evleri anlatıda
tam tersine kasvetli, tekinsiz, yabancı bir yer
duygusu uyandırır. Syuzhet uzamı da bu
şekilde farklılaştırır.
114
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Babası Şefika’ya Rıdvan’la evlenmek
isteyip istemediğini sorar. Annesi “Sakata
verecek kızım yok” diye atılır ama baba onu
azarlayarak Şefika’ya tekrar sorar. Şefika
cevap vermez. Sonraki sahnede Şefika’nın
annesi pazarda Rıdvan’ın annesi ile
karşılaşır ve babasının Şefika’yı vermediğini
söyler. Böylece Şefika’nın da Rıdvan’la
evlenmek istemediğini anlarız. Bu tür kısa
süreli boşluklar çoğunlukla çok geçmeden
syuzhet tarafından çözümlenir.
akademia
Sonraki sahnede Rıdvan Sencer’den özür
diler. Bu sahne de çok iletişimsel ve
bilgiseldir. Rıdvan tüm iç dünyasını açığa
vurur. “Eriyorum ben Sencer, beynim eriyor
benim, sesler duyuyorum. Korkuyorum ben
Sencer, hayaletler var bu evlerde”. Ardından
Şefika’yı kaçırmak için Sencer’den borç
ister ancak Sencer parası olmadığını söyler.
Bu sahneden sonra Rıdvan’ın psikolojisi
iyice bozulur. Gece yine sesler duyar.
Silahıyla kalkar, kimseyi göremez. Bu
sahnede biçim yine iletişimselliğe katkıda
bulunur. Rıdvan elinde silah korkuyla dışarı
doğru
bakarken
kamera
çevrinerek
Rıdvan’ın aynadaki yansımasını gösterir.
Yansıması Rıdvan’ın baktığı yönden
kendisine doğru bakmaktadır. Korktuğu
aslında kendisidir. Daha sonra pencerede
Elif görünür. Rıdvan korkuyla büzüşür ve
annesini yardıma çağırır. Eski sevgilisinden
neden korktuğu hala belirsizdir.
115
Rıdvan Şefika’yı arar ve onu kaçırmak
istediğini söyler ancak Şefika onunla
evlenmek istemediğini söyler. Sonraki
sahnede
Sencer
telefonda
birisiyle
görüşmektedir. Sencer karşıdaki kişiden
2000 dolar borç ister. Telefondaki kişiyle
meyhanede buluşmak üzere sözleşirler.
Syuzhet burada bilgiyi bir süreliğine kısıtlar.
Sencer kiminle konuşmuştur? Sonraki
sahnede önce Rıdvan, ardından da Firuz
meyhaneye gelir. Rıdvan onunla beraber
içmek ister. Firuz “Sencer gelecekti”
deyince Sencer’in telefonda Firuz’la
konuştuğunu anlarız. Sonraki planda Sencer
arabayla gelirken bir kızla telefonda
konuşur. Birlikte kaçma planı yaptıkları
diyalogdan anlaşılır. Syuzhet bilgiyi yine
keser. Seyirci telefondaki kızın kim
olduğunu bilmez ama en yakın varsayım
Şefika’dır. Kavgadan önceki sahnede
syuzhet bunun ipuçlarını ekmiştir. Sencer de
meyhaneye gelir, masaya oturur. Rıdvan’a
soğuk davranır. Rıdvan “Bu akşam da
içeceğim sonra tövbe, yoksa bu kızı
vermeyecekler bana” der. Kamera yine
hareketlidir.
Karakterlere
yaklaşır.
Seyircinin “Oradalık” duygusunu arttırır.
Meyhanede Rıdvan Firuz’a “Sana bir
şey anlatacağım. O zaman daha iyi
anlayacaksın neden kendimi bu hale
soktuğumu” der. Syuzhet tuttuğu bütün
fabula bilgisini serbest bırakmak üzeredir.
Meyhanede Rıdvan girdiği bir çatışmayı
anlatmaya
başlar.
Rıdvan
çatışmayı
anlatmaya başladığında kamera Rıdvan’ın
karşısında oturup ilgiyle dinleyen Sencer ve
Firuz ile Rıdvan arasında hızlı bir şekilde
çevrinir. Biçim burada kesmeye başvurmaz.
Olay ilgi çekici bir askerlik anısı gibidir.
Daha sonra Rıdvan yaralı kadın teröristi fark
ettiğini anlattığında kamera Rıdvan’ın yakın
çekiminde kalır. Rıdvan yaralı terörist
kendisine ateş ettiğinde onu öldürdüğünü
anlatır. Olay buraya kadar diyalogla anlatılır.
Bunun temel nedeni yine syuzhet’in
karakterin duygularını yansıtma isteğidir.
Rıdvan olayı anlatırken sesi titrer, çok
etkilendiği bellidir. Rıdvan çatışmayı
anlattıktan sonra “Sonra sabah oldu”
dediğinde flashback’le filmin ilk başındaki
sahneye döneriz. Teröristlerin cesetlerini
arayan askerlerden biri Rıdvan’ı çağırır ve
elindeki şeye bakmasını ister. Bu Rıdvan ve
Elif’in
fotoğrafıdır.
Rıdvan
nereden
bulduğunu sorunca “Senin vurduğun kadının
üstünden” cevabını alır. Rıdvan cesedin
yanına gider. Yerde yatan Elif’tir. Bunun
üzerine Rıdvan ateş ederek koşmaya başlar
ve mayın patlar.
Syuzhet geciktirdiği fabula bilgisini
serbest bırakmıştır. Rıdvan’ın mayına neden
bastığı oraya çıkar. Sencer ve Firuz’u
meyhaneden çıkarken görürüz. Syuzhet en
büyük soru işaretini burada yaratır. Sencer
“Elif’i vurdum diyor ama benim bildiğim
Elif yaşıyor” der. Bu Rıdvan’ın verdiği
Şefika’ların evinde telefon çalar. Şefika
telaşla “Alo Sencer” diye açar. Ancak
karşıda şok olmuş bir şekilde Rıdvan vardır.
Seyirci de Rıdvan’la birlikte Şefika’nın
Sencer’le kaçacağını öğrenir. Sonraki plan
birleşen iki sokağın genel çekimidir.
Birinden uzaktan Rıdvan gelir, diğer
sokaktan ise Sencer’in arabası görünür.
Şefika’nın evi aynı sokaktadır. Bu plan aynı
çekim içinde paralellik yaratır. Şefika
arabaya biner. Rıdvan onlara doğru koşarken
düşer ve protez bacağı yerinden çıkar. Şefika
ve Sencer uzaklaşırlar. Rıdvan şok olmuş bir
şekilde protez bacağını bırakarak oradan
uzaklaşır. Bir yerde oturur. Yine Elif’in
hayalini görür ama artık korkmamaktadır,
gülümser. Rıdvan silahı ağzına doğrultur.
Onu arayan annesi silah sesini duyarak
endişeyle doğrulur. Kararma ile bölüm biter.
Galata kulesinin görüntüsü ile Cevher’in
öyküsü devam eder. Cevher’i bir kadın
kuaföründe görürüz. Bu sahnenin işlevi
Cevher’in işi hakkında bilgi vermektir. Önce
seyirci Cevher’i mekanla ilişkilendiremez
ancak diyaloglar orada bulunan bir kadının
birisine para kaptırdığını ve onun geri
alınmasını kuaför Zeyyat’dan istediğini
anlatır. Zeyyat da Cevher’i işaret ederek
“Paranızı geri alır siz de payını verirsiniz”
der. Böylece Cevher’in tahsilât işlerine
bulaştığını anlarız.
Yazı-Tura daha önce vurgulandığı gibi
karaktere ilişir. Syuzhet bu kuralı genellikle
fabula bilgisi iletmek için kırar. Kuaför
sahnesinden sonra babası Cemil ve amcasını
evde
içerken
görürüz.
Cevher’den
konuşurlar. Cemil Cevher için endişe ettiğini
söyleyince
amcası
uyuşturucu
işine
bulaşmadığını, sadece bir tefeci için tahsilat
yaptığını, büfe para getirince bırakacağını
söyler. Babası “Ben adam değilim ki oğlum.
Babalık yapamadım ikisine de” der. Syuzhet
Cevher’in bilmediği bir bilgiyi seyirciye
vererek bilgiselliği sürdürür ancak ikinci
kardeşin kim olduğunu geçici bir süre
gizleyerek iletişimselliği kısıtlar. Bu
sahneden sonra Cevher’i kız arkadaşıyla
sevişirken görürüz. Bu sahnenin temel işlevi
Cevher’in karakterini daha iyi yansıtmaktır.
Cevher kokain kullanır ve sevgilisi
Nazan’dan da çekmesini ister. Nazan
gönülsüzce “lütfen der misin?” dediğinde
Cevher “Çek ulan” karşılığını verir.
Ardından deprem olur. Filmin başında 1999
yazdığı için seyirci gerçekçi güdüleme ile
depremin 17 Ağustos 1999 Marmara
depremi olduğu sonucunu çıkarır. Deprem
sekansının önemli bir işlevi daha vardır.
Biçemin dayandığı arka planı ortaya koyar.
Deprem sahnesinden sonra kamera yıkıntılar
arasında dolaşır. Acı içinde ağlayan, şok
geçirmiş insanlar, yıkıntılar ve kurtarma
ekiplerinin
çalışmalarının
arasında
çevrinerek, zoom yaparak gezer ve seyirciye
karanlık, grenli, titrek görüntüler sunar. Bu,
seyircinin
gerçek
deprem
sonrası
televizyonlarda izlediği görüntülerden aşina
olduğu bir tarzdır. Syuzhet aynı şekilde
enkaz altından babasını kurtarmaya çalışan
Cevher’i gösterir. Film biçimsel yapısını
borçlu olduğu tarzı gözler önüne serer. Daha
sonra dünya televizyonlarından çeşitli haber
görüntüleri gösterilir. Seyirci bunu gerçekçi
şekilde güdüler. Çünkü bu tür büyük
felaketleri sergileyen filmler inandırıcılığı
arttırmak için haber görüntüleri kullanır.
akademia
bilgiyle çelişir. Firuz devam eder “Yalnız
doğruluk payı da var. Devran gerçekten
teröre karışmış orada. Hatta beni de
sorguladılar eski ortağız diye” der. Rıdvan
doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor,
yoksa yaşadığı travma nedeniyle hayal mi
görüyor belirsizdir. Syuzhet fabula’yı
oluştururken ilk kez gelenekselden uzaklaşır.
Bu uzaklaşma Rıdvan’ın geçirdiği travmaya
bağlıdır. Yaşadığı travma nedeniyle
Rıdvan’ın sözüne güvenilmez. Yalan
söylüyor, doğru söylüyor ya da hayal
kuruyor olabilir. Syuzhet’in bu çok önemli
fabula bilgisini boşlukta bırakması bu
nedenle syuzhet’i gerçekçi güdülemenin
yönlendirdiğini vurgular. Çünkü geleneksel
anlatıda
tam
tersine
kompozisyonal
güdüleme gerçekçi güdülemenin önüne
geçer. Yazı-Tura’da syuzhet kompozisyonal
güdülemeyi ön plana koymak isteseydi
Elif’in sonu konusunu muğlak bırakmazdı.
Ancak filmin asıl derdi Elif’in sonundan çok
Rıdvan’ın yaşadığı travmadır. Bu nedenle
kompozisyonal değil gerçekçi güdüleme ön
plandadır.
116
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
Ayrıca gerçekten de 17 Ağustos depremi
gibi büyük bir deprem tüm dünya
televizyonlarında yer bulmuştur. Ancak
syuzhet’in bu televizyon haber bültenlerini
göstermesinin, özellikle de Yunanistan
televizyonunun
üzerinde
durmasının
kompozisyonal bir güdülemesi vardır. Haber
görüntülerinin hemen ardından gelen sahne
bunu ispatlar. Sahnede Cevher babasını
hastaneden çıkarırken merdivenlerde yaşlıca
bir kadın ve genç bir erkekle karşılaşırlar.
Cemil kadınla göz göze geldiğine şok olur.
Cevher’den kendisini oturtmasını ister ve
kadına “Tasula” diye seslenir. Ardından da
genç erkeğe işaret ederek “Teoman mı?”
diye sorar. Tasula’nın onay vermesiyle
Cevher’e dönerek “Ağabeyin” der. Bu
sahnede syuzhet yine sakin bir kamera
tercihiyle geleneksel açı/karşı açıyı kullanır.
Cevher şaşkınlıkla Teoman’a bakar. Biçim
Cevher’in öznel bakışı ile Teoman’ın uzun
saçlarını, kulağındaki küpeyi, kolyesini ve
başparmağına taktığı yüzüğü tarar. Kamera
Cevher’e döndüğünde Cevher kızgınlıkla
biraz uzaklaşıp dönerek inanmaz gözlerle
tekrar bakar. Delikanlılığı tavırları ve
giyimiyle ön planda tutan Cevher için
eşcinsel bir ağabey en az Güneydoğu’da
yaşadığı travma kadar büyüktür. Sonraki
sahnede ortaya konacağı gibi Yunanistan’da
yaşayan Tasula Cemil’in eski karısıdır ve
Teoman ilk oğludur. Syuzhet TV haber
görüntüleri arasına Yunan TV’sini koyarak
hem gerçekçi güdüleme oluşturmuş hem de
daha sonra seyircinin Tasula ve Teoman’ın
bu görüntüleri seyrettikten sonra Türkiye’ye
gelmeye
karar
verdikleri
sonucunu
çıkarmasını sağlayarak aynı zamanda
kompozisyonal güdüleme işlevi yüklemiştir.
117
Sonraki sahne evde geçer. İnsanlar
başsağlığına gelirler. Babası deprem
sırasında amcası Maksut’la birlikte olduğu
için Maksut’un ölmüş olabileceğini düşünür
seyirci. Evde Tasula ve Teoman bir odada
yalnızdır. Teoman eşyalara dokunur.
Duvardaki Meryem Ana ikonasının ışığını
yakar. Ev onlardan kalan izlerle doludur.
Tasula mutfağa indiğinde yemek getiren bir
kadın onu tanıyarak sarılır. Geleneksel anlatı
kimi
sahnelerde
anlatıyı
doğrudan
ilerletmeyen, geciktiren unsurlara yer verir.
Thompson buna basamaklı anlatı der (1988,
55). Teoman’ın evdeki eşyaları incelemesi
ve mutfaktaki kadın geciktirici unsurlar gibi
görünürlerse
de
aslında
önemli
kompozisyonal güdülemeye sahiptirler.
Daha sonra Cevher’e açıklayacağı gibi
Teoman o evde doğmuştur. Ancak daha
sonra açıklanacağı gibi annesi ile birlikte
Yunanistan’a gitmek zorunda kalmışlardır.
Dolayısıyla Teoman’ın eşyaları dokunarak
hatırladığı sahne sadece Cevher için değil
Türk toplumu için de geçmişin gölgesini
temsil eder. Tasula’ya sevgi ile sarılan
komşu da hem fabula bilgisi verilmesine
aracı olur, hem de geçmişte Rumlarla
sorunsuz bir şekilde birlikte yaşayan
hoşgörülü Türk toplumunu temsil eder.
Cevher ve arkadaşları Gazi büfenin
yıkıntılarına bakarak otururlar. Cevher’in
arkadaşı Hamit Teoman’ı gözlerinden
tanıdığını söyler. Diğer arkadaşı Teoman ve
Cevher’in çok benzediklerini söyleyince
Cevher
onu
tokatlar.
Ağabeyini
kabullenemez. Evde Cemil Teoman’a
özlemle sarılırken Cevher gelir ve odasına
gider. Cevher odasında yaşadığı travma her
depreştiğinde yaptığı gibi kulağını tutarak
sallanırken
dışarıdan
babasının
sesi
gelmektedir. “Burada kalın. Ne iyi ettiniz de
geldiniz. Ailecek kalalım”. Bu sözlerin
Cevher’de yarattığı acıyı syuzhet Cevher’e
ilişerek sergiler. Syuzhet Cevher’in iç
dünyasını sergilerken yine son derece
iletişimsel olmuştur.
Maksut’un cenaze sahnesi syuzhet’in
farklı bir biçimsel yapı kullandığı bir
sahnedir. Cenazede Cevher’in arkadaşı
Hamit Teoman’a kendisini hatırlayıp
hatırlamadığını sorar. Teoman çok iyi
hatırlamaktadır. Hamit, Teoman’a Cevher’in
kusuruna bakma diyerek savaşta kulağının
sağır olduğunu anlatır. Teoman Cevher’e
doğru yürürken Hamit’in sesi Cevher’in
başına gelenleri anlatmaya devam eder.
Syuzhet zaman-çekim ilişkisini farklılaştırır.
Teoman Cevher’in yanına gelerek amcasını
kendisinin de çok sevdiğini, küçükken
kendisini
oynattığını
anlatır.
Ancak
Cevher kuaför Zeyyat’ın yanına gider.
Teoman
Hamit’e
Cevher’i
sorar.
Tarlabaşı’nda olduğunu öğrenince onu
aramaya gider. Daha sonra Cevher’e telefon
eder ve bir barda olduğunu söyleyerek
yanına çağırır. Cevher gitmek istemez ama
Teoman “Erkeksen gelirsin” deyince gitmek
zorunda kalır. Sonraki bar sahnesinde
dekorun da kompozisyonal güdülemeye
sahip olabileceğinin iyi bir örneği vardır.
Barın girişindeki duvar büyük bir resimle
kaplıdır. Resimde aynı yüzün yarısı erkek
yarısı kadın olarak çizilmiştir. Burada
Teoman Cevher’e neden eşcinsel olduğunu
anlatır. Atina’ya taşınınca babası yerine
koyduğu yaşlı komşu ona tecavüz etmiştir.
Ardından bardaki bir kadından ruj alıp sürer
ve Cevher’i dudağından öper ve daha önceki
sahneyi
hatırlatacak
şekilde
aynaya
bakmasını sağlayarak “Birbirimize benzedik
değil mi?” diye sorar. Cevher viski şişesini
alır, Teoman’a vurmak üzereyken, şişeyi
kafasına diker ve püskürtür. Öznellik
Teoman’dan Cevher’e geçer. Cevher
sokaklarda ağlayarak yürümektedir, kuaföre
döner. Teoman taksi beklerken dayak yiyen
bir travestinin yardımına koşar. Adamlar
onu da dövmeye başlarlar. Anlatı
nedenselliği güçlendirmek için daha önce
aynı
noktadan
Cevher’in
travestiyi
görebildiğini
göstermiştir.
Cevher
Teoman’ın dayak yediğini görünce yardıma
koşar. Sahnede ağırlıklı olarak Cevher’in
öznel açıları vardır. Anlatı daha önceki kafa
derisi yüzme sahnesindeki normu tekrarlar
ve ses kuşağı yalnızca müziğe geçiş verir.
Kavga seslerini duymayız. Teoman’ı döven
adamın önce boğazını keser sonra da
kulağını. Teoman’ı kucaklayarak Zeyyat’a
getirir. “Abim o benim, öz abim. İyileştir
onu. Ben kayboluyorum, cinayet işledim”
der. Cevher nihayet abisini kabul etmiştir.
Ancak çıkışta polislere yakalanır. Cevher
“kelepçe yok kelepçe yok, gaziyim ben”
diye seslenir. Kamera yine hızla çevrinir,
öznel açılar ağırlıktadır.
Filmin son sahnesinde, ilk sahnedeki
askeri kamyon uzaklaşırken Rıdvan ve
Cevher’in hayallerini anlattıkları sesleri
duyulur.
Sonuç
Yazı-Tura’nın anlatısının neoformalist
yaklaşımla incelenmesi syuzhet’in ve
biçimin fabula’yı oluştururken temelde iki
karakterin yaşadığı travmaya odaklandığını
ortaya koyar. Filmin anlatısal ve biçimsel
araçları bunun için çalışırlar. Syuzhet bunu
iki şekilde gerçekleştirir. Birincisi YazıTura’nın syuzhet’i fabula bilgisini genellikle
iletişimsel olarak sunar. Syuzhet fabula’da
bazı boşluklar oluşturur. Bu boşluklar,
Rıdvan’ın neden mayına bastığı, Şefika ile
evlenip evlenmeyeceği, Cevher’in babasının
bahsettiği ikinci kardeşin kim olduğu,
akademia
Cevher’in
duymayan
kulağına
konuşmaktadır. Cevher onu duymaz.
Cevher’in Teoman ile ilişkisi diyaloğa
kapalıdır. Sonraki gece sahnesi syuzhet’in
tutuğu tüm fabula bilgisini serbest bıraktığı
sahnedir. Cemil, Cevher’in annesinin
doğumda öldüğünü anlatır. Ardından günah
çıkarır gibi olayları Teoman’a aktarır. Kıbrıs
olayları sırasında arkadaşları ile Rum kadını
Tasula ile yaşadığı için kavga eden Cemil,
eve gelip Tasula ile de tartışır ve onu
çocuğuyla evden kovar. Bu olayı mantıken
Tasula’nın
da
Teoman’a
anlattığı
düşünülebilir. Çünkü hastanede Teoman
Cemil’e arkasını dönmüştür. Ancak syuzhet
babanın bir anlamda günah çıkarması
üzerinden olayı seyirciye aktarırken yüksek
derecede iletişimseldir. Ardından Teoman
Cevher’in odasına girer. Onunla konuşmaya
başlar. “Ben bu evde doğdum. Bu ev benim,
bu sokak benim. O adam benim de babam.
Sen kimsin. Ben doğdum bu evde, sen
yoktun. Ben annemle kovuldum buradan.
Ben de bilmiyorum seni. Niye istemiyorsun
beni.” Cevher cevap verir “Sen başkasın ben
başka. Benim gibi olsan böyle olmazdı”.
Daha sonra Teoman’ın saçından tutarak
aynaya yaklaştırır “Bak bakalım neremiz
benziyor?” diye sorar. Aynada her ikisinin
görüntüsü vardır. Burada syuzhet bir ekme
yapar. Ayna ve benzeme tartışması daha
sonra tekrar gündeme gelecektir. Bu sahnede
Teoman ve Cevher birlikte olmasına rağmen
anlatı ağırlığı Teoman’dadır. Syuzhet
Teoman’ın duygularını sergiler. Cevher ise
yine uzlaşmazdır.
118
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Cevher’in abisi Teoman’ı kabullenip
kabullenmeyeceği gibi bir süre sonra
syuzhet tarafından doldurulan boşluklardır.
Anlatı yüksek dereceli bir bilgiselliğe ve
iletişimselliğe sahip olduğu için bu
boşluklar uzun sürmez. Ancak filmdeki en
temel boşluk Rıdvan’ın sevgilisi Elif’i
çatışmada
gerçekten
öldürüp
öldürmediğidir. Bu da anlatının odak
noktasını bulmamızı sağlar. Filmin
odaklandığı nokta Rıdvan’ın neden mayına
bastığı değil, Güneydoğu gerçeğinin
göreceliğidir. Aynı zamanda syuzhet
Rıdvan gibi sadece fiziksel değil, ruhsal
yaralarla Güneydoğu’dan dönen gençlerin
dramına odaklanır. Bunu destekleyen diğer
nokta syuzhet’in Cevher ve Rıdvan’a
ilişmesidir. Bu ilişme hem iletişimselliği
arttırır, hem de öznelliği arttırarak iki
karakterin yaşadığı travmayı dışa vurur.
akademia
İkinci nokta filmin biçeminin syuzhet’i
desteklemesidir. Filmde kullanılan DV
kamera 35 mm film kamerasına göre bir
dezavantaja sahiptir. Özellikle grenli
görüntü,
kontrast
yetersizliği,
renk
skalasının darlığı, hızlı çevrinmelerdeki
görüntüdeki deformasyon gibi dezavantaj
olabilecek unsurları biçem kendi yararına
kullanır.3 Deprem sahnesinde olduğu gibi
gerçek dünyada şahit olduğu haber
görüntüleri, reality showlar ve belgesel
programlardan aşina olduğu bu estetiği
seyirci gerçeklikle özdeşleştirir. Bu tarz
aynı zamanda karakterlerin yaralı iç
dünyasını dışa vuran biçimsel bir araca
dönüşür. Özellikle Rıdvan ve Cevher’in
sahnelerinde kamera çoğunlukla yakın
çekimdedir. Bu yakın çekimler seyircinin
karakterlerin iç dünyası ile ilişki kurmasını
kolaylaştırır. Bu çekimleri takip eden öznel
çekimler de bunu destekler. Anlatıdaki
öznellik arttıkça syuzhet biçimi daha fazla
farklılaştırır. Seyirci karakterlerin gördüğü
hayallere, kabuslara ya da hatırladıkları
119
3
Yönetmen Uğur Yücel Altyazı dergisindeki
söyleşide DV kullanımının ekonomik bir
gereklilik olarak mı tercih edildiği sorusuna
“Tamamen estetik bir tercih. Yoksa dijital ortam
daha ucuz değil” cevabını verir (2004, 45).
şeylere şahit olur. Bordwell anlatı
bilgisinin derinliğinin öznellik ve nesnellik
derecesine bağlı olduğunu vurgular. Anlatı
karakterin bütün zihinsel dünyasını
sergilediğinde verdiği bilgi daha derin olur
(1985, 58). Seyircinin alışık olduğu
devamlılık kurgusu yerini sıçramalı,
eksiltmeli, parçalı bir kurgu anlayışına
bırakır. Bu da yine karakterlerin huzursuz,
parçalı, tedirgin iç dünyalarını dışa vuran
bir araç olur. Neoformalist terimle ifade
edecek olursak Yazı-Tura anlatısal açıdan
geleneksel anlatıya uygun bir yapıya
sahipken syuzhet biçimi farklılaştırır.
Seyircinin alışık olduğu geleneksel
devamlılık kurgusu yerine sıçramalı,
planların birbiri ile eşleşmediği bir kurgu
kullanır. DV kullanımı ve kameranın
sürekli hareket etmesi, çevrinmesi, ani
zoom hareketleri yapması da bu
farklılaştırmaya
örnektir.
Geleneksel
devamlılık kurgusunda seyirci daha
önceden sahip olduğu biçimsel şemaları
kullanır. Örneğin iki karakter konuşurken
açı/karşı açı konuşan kişiyi seyirciye
gösterir. Ya da sahnenin başındaki genel
çekim ölçeği uzamı ve uzamdaki
karakterleri, birbirlerine göre konumlarını
seyirciye tanıtır. Oysa Yazı-Tura’da seyirci
yeni bir biçimsel şema oluşturmak
zorundadır. Bu şemada da gerçek
yaşamdaki video ve TV görüntüleri
hakkındaki bilgisinden yararlanır. Tekrar
vurgulamak gerekirse Yazı-Tura sadece
biçimi farklılaştırır. Syuzhet’in fabula
bilgisini iletmesini zorlaştırmaz. Biçimdeki
farklılaştırma, biçimin rahatsız ediliciliği
tema ile de uyuşur.
Sonuç olarak Yazı-Tura güneydoğudan
dönen karakterlerini yaşadığı travmaya
odaklanan bunu da syzuhet’in fabula’yı
oluşturmasında temel etken olarak alan ve
biçimle de bunu destekleyen bir filmdir.
Kaynakça
Berger, A.A. (1997). Narratives in Popular
Culture, Media and Everyday Life,
London: Sage Publications.
Bordwell, D. (1985). Narration in the
Fiction Film. Wisconsin: University
of Wisconsin Press
Bordwell, D. (1987). Historical Poetics of
Cinema.
R.B.Palmer (Ed.), The
Cinematic Text: Methods and
Approaches. (s. 369-398).New York:
AMS Press
Chatman, S. (1983). Story and Discourse,
Narrative Structure in Fiction and
Film. London: Cornell University
Press, 2.Baskı.
Kıran Z. ve Kıran A.E. (2000). Yazınsal
Okuma Süreçleri. Ankara: Seçkin
Yayınevi.
Köstepen, E. (Eylül 2004). Uğur Yücel:
Üzerim Kirli İçim Temiz. Altyazı.32,
44-46.
Mutlu, E. (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara:
Ark Yayınevi, 2. Baskı.
Özön, N. (2000). Sinema Televizyon Video,
Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü. İstanbul:
Kabalcı Yayınevi.
Şklovski, V.(1995). Teknik Olarak Sanat.
T.Todorov (Der) Yazın Kuramı Rus
Biçimcilerin Metinleri. (s.66-83) (
M.Rifat-S.Rifat, Çev.) İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Thompson, K. (1988). Breaking the Glass
Armor, Neoformalist Film Analysis.
Princeton: Princeton University Press.
Tinyanov, Y. (1995) Yazınsal Evrim
Üstüne. T.Todorov (Der) Yazın
Kuramı Rus Biçimcilerin Metinleri.
(s.104-118) ( M.Rifat-S.Rifat, Çev.)
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
akademia
Tomaşevski, B. (1995). Tema Örgüsü.
T.Todorov (Der) Yazın Kuramı Rus
Biçimcilerin Metinleri. (s.225-259) (
M.Rifat-S.Rifat, Çev.) İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
120
Erciyes İletişim
akademia
121
2009
TEMMUZ
IŞIK VE AYDINLATMA:
IŞIĞIN TELEVİZYON ve SİNEMADA İŞLEVSEL KULLANIMI ÜZERİNE BİR
DEĞERLENDİRME
Fatih Bayram∗
Özet
Işık, insan yaşamının temel gereksinimlerinden birisidir. Işık, aydınlatmadan ısınmaya
ve sanatsal faaliyetlere kadar gündelik yaşamın içindedir. Görsel algılama için temel
kaynaklardan biri olan ışık aynı zamanda resim sanatında, fotoğrafçılıkta, televizyon ve
sinemada duygusal etkiler oluşturmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu etkilerin
oluşturulmasında ışık kaynağı kadar, ışığın yönüne bağlı olarak kullanımı da önemlidir.
Gerek yapay gerekse doğal ışık kaynaklarıyla oluşturulan ortamlar teknik, estetik ve
psikolojik aydınlatmada dramatik etkilerin gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada
genel olarak ışık ve aydınlatma kavramlarına değinildikten sonra, ışığın ve aydınlatmanın
televizyon ve sinemada işlevsel kullanımına ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır. Betimsel
tarama yöntemi kullanılarak yapılan bu çalışmada, ışık kavramı ile birlikte oluşan gölge, ışık
kaynağı ve ışık yönü kavramları da irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Işık, Aydınlatma, Işık Kullanımı
LIGHT AND LIGHTING:
AN EVALUATION ON FUNCTIONAL USE of LIGHT in CINEMA and
TELEVISION
Abstract
One of the basic needs of human life is light. Light is in everyday life from lighting to
warming and artistic activities. Light is one of the main resources of visual perception; at the
same time it is using for creating emotional effects in the painting, photography, television
and cinema. Light source and light direction is important for composing these effects.
Ambiences generated with artificial and natural light resources provide for realization of
dramatic effects in technical, aesthetic and psychological illumination. In this study, light
and lighting concepts were mentioned in general, after made assessments on the functional
use of light and lighting. In this study, it is used descriptive scanning method and touch on
shadow with light, light resource and light direction.
akademia
Key Words: Light, Lighting, Using Light
∗
Arş. Gör. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi
122
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
Yaşam için önemli kaynaklardan birisi
ışıktır. En büyük ışık kaynağı olarak güneş,
tüm canlıların yaşamını devam ettirebilmesi
için gereklidir. İnsanlar için hem aydınlatma
ve ısınma kaynağı olan ışık hem de
beslenme için gerekli olan gıdaların
yetişmesi için önem taşımaktadır. Bireylerin
temel duyularından biri olan görme ve buna
bağlı olarak görsel algılama için gereken ilk
kaynak da ışıktır. İnsanın çevreyi, nesneleri
görmesi ve algılaması için gereken ışık, aynı
zamanda görsel algılamayı, mekan ve
zamana uyumu sağlamaktadır. Örneğin gece
ve gündüz olarak 24 saati ikiye bölen
insanoğlu, yolunu bulmak için de ışıktan
yararlanmaktadır. Gece-gündüz, akşamsabah gibi kavramları ışık doğurmuştur.
Zamanın belirlenmesi ve ölçülmesinde
kullanılan bu kavramların kaynağını ışık
oluşturmaktadır.
Işık, gündelik yaşamda birçok mecrada
insanları etkileyebilen bir öğe olarak yer
almaktadır. Otomobil gibi araçların gece
ilerleyebilmesine olanak sağlayan ışık
bazen, televizyon gibi bir araçla bireylerin
eğlenmesini sağlayan araçların çalışma
düzenini oluşturmaktadır.
1. Işık ve Gölge
akademia
Yüzeysel bir tanımla ışık, bireylerin
çevresindeki nesneleri görmesine ve renkleri
ayırt etmesine yarayan enerji şeklidir. İnsan
gözü ancak ışık kaynağını ya da nesnelerden
yansıyan ışığı görebilmektedir. Işık ışınları
farklı dalga boylarına sahiptir. İnsan gözü
4bin-7bin Angstrom dalga boyları arasındaki
ışığı algılayabilmektedir. Bunlar kırmızı,
sarı, turuncu, yeşil, mavi, lacivert ve mor
renklerdir. Bunun dışında kalan mor ötesi
(ultraviyole) ve kızıl ötesi (infrared)
ışınlardır ve ancak özel aygıtlar yoluyla
görülebilmektedir.
123
Işık, nokta ve dağınık ışık olarak ikiye
ayrılmaktadır. Tek bir kaynaktan gelen ışık,
nokta ışıktır. Nokta ışığın oluşturduğu gölge
sert ve yoğundur. Farklı kaynaklardan gelen
ışık ise dağınık ışıktır. Dağınık ışığın
oluşturduğu gölge ise dağınık ve
yumuşaktır. Işık, kullanım amaçlarına göre
ikiye ayrılabilir. Dış ışık aydınlatmayı
sağlarken, iç ışık sinema ya da televizyon
ekranındaki ışıklı elektronik noktaların
yönlendirilmesidir.
Işığın fiziksel ve psikolojik özellikleri
bulunmaktadır. Fiziksel özelliği çevredeki
nesnelerin şekil ve hacmini, büyüklüğünü
ortaya çıkarması olarak görülebilir. Işığın
psikolojik özellikleri ise anlatıma anlam
katmasıdır. Bu yönüyle ışık, fotoğraf,
sinema ve televizyonun temel öğesidir. Bir
fotoğraf sanatçısı, ışığı etkili bir biçimde
kullanarak alımlayıcı üzerinde hüzünlü ya
da sevindirici bir duygu uyandırabilir.
Günlük yaşamda da ışığın çeşitli
kullanımlarıyla karşılaşılmaktadır. Işık
bazen karanlığın karşıtı olarak aydınlık;
bazen de cehaletin karşıtı olarak bilgidir.
Bu bağlamda peygamberlerin ya da lider
insanların kutsal kitaplarda ışık olarak
nitelendirildikleri görülmektedir. Arnheim,
Book of Genesis’te ışıkla ilgili bölümü
şöyle aktarmaktadır: “Yaratılış kitabına
göre, ışığın yaratılışı ilk günde olmuş,
böylece güneş, ay ve yıldızlar ancak
üçüncü günde var olmuşlardır” (1974,
303). Işık tanrısal, kutsal değerlerin
yansıtıcısı ve ifadesi olmasına karşılık
gölge kötü ruhun, şeytanın yansıması
olarak; ışık nur, aydınlık olarak anılırken
birçok kutsal kitapta gölge siyaha işaret
ederek kötülüğün, cehennemin ifadesi
olarak kabul edilmektedir.
Işıkla birlikte düşünülmesi gereken bir
başka kavram ise gölgedir. Gölgeyi
oluşturan da ışıktır ki; ışık olmadan gölge
olmaz. Gölgenin oluşmasına neden olan
etken, ışık kaynağından gelen ışığın önüne
çıkan saydam olmayan maddelerdir. Gölge,
ışığın önüne çıkan nesnenin biçimini alır ve
bir anlamda onun varlığını ortaya koyar.
Öyle ki, sessiz bir sokakta yürürken insanın
arkasında gördüğü gölgeden bir başka
kişinin varlığını hisseder. Işığın çarpacak
bir nesne bulamaması gölgenin oluşmaması
demektir. Nesnelerden yansıyan ışığın
yoğunluğu aydınlık ve karanlık alanları
Işığın kendisinin bir fotoğraf konusu
olmasının zor olmasına karşılık gölgenin
kolayca konu, nesne ve tema olabildiğine
değinen Samih Rıfat, bunu şöyle
açıklamaktadır: “Işık, nesneleri saran,
onların ayrılmaz parçası haline gelen,
nesnelerin, bedenlerin, yüzlerin, ‘giyindiği’
bir şey (yansıma durumu dışında). Oysa
gölge,
nesneden,
cisimden
sıyrılıp
uzaklaşabilen, başka yerlere uzanabilen,
sekebilen, vurduğu yüzeyin niteliklerine
göre biçim değiştirebilen bir öğe” (2000,
152). Işığın olduğu yerde gölge vardır.
Gölge, ışığın kaynağına göre değişir. Doğal
ve yapay ışık kaynaklarının oluşturduğu
gölgeler farklıdır.
Nesnenin görülebilmesini sağlayan ışık
olmasına karşın, nesnenin görüntü boyutu
içinde çevresiyle ve diğer nesnelerle olan
ilişkisini ve hacmini ortaya çıkartan
gölgedir. J. Ronchetti’nin ifadesiyle
“Gölgeler hiçbir zaman tümüyle ışıktan
yoksun değildir” (Parramon, 1998, 27).
Gölgenin burada iki önemli işlevi ortaya
çıkmaktadır. Birincisi, nesnenin uzay
içindeki hacmini ortaya çıkaran gölge,
ikincisi ise nesnenin diğer nesnelerle olan
ilişkisini ortaya çıkaran gölge, bu iki
işlevdir.
Leonardo Da Vinci’nin literatüre
kazandırdığı bağlı ve atılan gölge ışığın
kullanımını vurgulamaktadır. Bağlı gölge
nesnenin kendisi üzerinde oluşturduğu gölge
olarak tanımlanabilirken, atılan gölge ise
nesnenin başka bir nesne ya da yüzey
üzerinde
oluşturduğu
gölge
olarak
tanımlanabilir. Arnheim, gölgelerin bağlı
veya atılan gölge olabileceğini, bağlı
gölgelerin cisimler üzerinde doğrudan yer
aldığını ve bunların şeklinin boyutsal
yapısının kendisini oluşturan ışık kaynağına
olan uzaklık tarafından belirlendiğini
söylemektedir: “Gözün algılamak zorunda
olduğu iki durum vardır. Birincisi, gölge
üzerinde görüldüğü cisme ait değildir;
ikincisi ise kaplamadığı bir cisme de ait
değildir” (1974, 315).
Gölgenin resimde ışık gibi renk yoluyla
oluşturularak yanılsamaya yol açtığı
söylenebilir. Cezanne’ın ifadesiyle “Gölge,
tıpkı ışık gibi, ama daha az parlayan bir
renktir, ışık ve gölge, son çözümlemede iki
ton arasındaki ilişki sorunudur.”Ancak
sinemada heyecanlandırma, duygulandırma
yoluyla filmin anlamlandırılmasına katkıda
bulunan gölge, fotoğrafta, fotoğrafın temeli
olarak, fotoğrafın konusu ya da teması
olabilir.
2. Işığın Algılanması
Evrende görsel olarak algılamayı
etkileyen faktörler bulunmaktadır. Bunlar
arasında, dış dünyayı oluşturan nesnelerin
kendi öz, gerçek nitelikleri, geçmişte
yaşananlar, deneyimler, gereksinmeler,
davranış ve önyargılar vardır. Işığın
doğrudan doğruya görülebilmesi mümkün
değildir. Bir ışık kaynağına ya da bir
nesneye çarparak yansıyan ışığı görmek
olanaklıdır. Bu duruma örnek olarak,
canlıların yaşamı için en önemli ışık kaynağı
olan güneş verilebilir.
Güneşten ya da başka kaynaklardan gelen
ışık
ışınları
nesnelere
çarpmaktadır.
Nesnenin özelliklerine bağlı olarak ışınların
bazıları emilirken bazıları da yansıtılır.
Yansıyan ışık ışınları retinada görüntüye
dönüşür. Nesnelerden yansıyan ışığın,
parlaklığın
azalması
gözbebeklerini
otomatik olarak genişletmektedir. Bu durum,
önemli miktarda ışığın göze yansımasına
neden olur. Arnheim, “Retinanın alıcı
organları da hassasiyetlerini, uyarıcının
yoğunluğuna göre ayarlamaktadır” diyerek
ışığın parlaklığına göre insan gözünün
kendisini ayarladığını ifade etmektedir
(1974, 306)
Görmeyi sağlayan başlıca etkenin ışık
olduğunu belirten Gombrich, renklerin
varlığını da ışığa bağlamaktadır: “Gözle
görülebilir uzaklıktaki nesnelerin üstlerine
düşen ışık olmuştur. Işığın çeşitliliği ve
yüzeyde yarattığı tonlar, bize onların
biçimlerini; yüzeydeki yansıması, dokuların,
spektrumun dalga uzunluklarına tepkileri de
renkleri göstermektedir” (2000, 177).
akademia
yani ışığı ve gölgeyi; yansıyan ışığın
içerdiği ise rengi ortaya çıkarmaktadır.
124
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Fizikte görme, nesneden yansıyan ışık
ışınlarının göz merceğinden geçerek retinada
görüntü oluşturduğu ve bu görüntünün
elektromanyetik sinir uçlarıyla beyine
ulaştığı şeklindedir (Genç ve Sipahioğlu,
1990, 39). Arnheim, insanın gördüğü
parlaklığın karmaşık bir biçimde ışığın
dağılımına, gözlemcinin gözleri ve sinir
sistemi üzerindeki optik ve fizyolojik
işlevine ve bir cismin üzerine düşen ışığın
emme ve yansıtmadaki fiziksel kapasitesine
bağlı olduğunu söylemektedir (1974, 305).
akademia
Işığın sanat alanında kullanımında ilk
uygulamalar sinema ve televizyondan önce
var olan resim sanatında görülmektedir.
Sanatçının kullandığı boya maddelerinin
doğada
varolan
ışığı
kesinlikle
yansıtmadığını söyleyen Gombrich, zeminin
koyu olmasının kağıdın beyaz tonu
aracılığıyla ışığı gösterebilme olanağı
verdiğini, dolayısıyla malzeme karakterinin
yüzey için önemli bir araç olduğunu
belirtmektedir. Bir resmin iki farklı
kopyasının ışıklı ve aydınlatılmış bir
ortamda
birbirinin
aynı
olarak
görülemeyeceğini
ve
ışığın
gerçek
miktarından çok parlaklık aralıkları veya
parlaklık dereceleri karşısında insan
gözünün tepki verdiğini belirten Gombrich,
aydınlatma yoluyla insan psikolojisi ve
duygularının
anlatılmasının
ve
etkilenmesinin mümkün olduğunu ifade
etmektedir (1992, 47-73).
125
Resim sanatında Rembrandt ve Dürer ile
ortaya çıkan gölgesel ve çizgisel üslup ışığı
farklı kullanmıştır. Çizgisel üslup çizgileri,
gölgesel üslup ise kitleleri görür. Çizgisel
üslupta kitlelerin sınırlarının ya da
kenarlarının kesin olarak belirlenmesine
karşın gölgesel üslupta bu sınırlar
belirsizdir. Klasik sanat ışık ve gölgeyi, şekli
belirtmek için kullanmıştır. Her ışık tek tek
şekilleri belirtmekte, tümü de ekleme ve
düzenlemede rol oynamaktadır (Wölfflin,
1995, 31-37).
Resim sanatında ışığın kullanımıyla ilgili
önemli bir yeri olan Rembrandt için
Arnheim’in söylediği önemlidir:
Rembrandt’ın
tablolarında,
maddeler ışığı pasif olarak, dışarıdan
bir güç çarpmış gibi güçsüz
yansıtıyorlardı. Fakat aynı zamanda
kendileri aktif olarak enerji yansıtan
ışık kaynağı olmaya başladılar.
Aydınlatmaya
başlayarak
mesaj
verdiler. Kandilin saklanışı ne olup
bittiğinin pasif görünüşü yok etmek
demekti. Aydınlatılan madde birincil,
esas kaynak olmaya başladı (1974,
325).
3. Işık Kaynakları, Işığın Yönü ve
Etkileri
Işık kaynakları doğal ve yapay kaynaklar
olarak ikiye ayrılmaktadır. Güneş ve ay
doğal
ışık
kaynaklarıdır.
Elektrikli
ışıklandırma araçları, mum gibi kaynaklar
ise yapay ışık kaynaklarıdır. Işık kaynağının
bulunduğu konum, nesnenin gölgesinin
oluşumu için önemlidir. Işık kaynağı
nesnenin üstünde ise düşen gölge kısa ve
küçüktür. Işık kaynağı nesnenin yanında ise
gölge uzun olur. Doğal ışık paralel çizgiler
şeklinde yayıldığı için doğal ışığın
oluşturduğu gölgeler birbirine paraleldir.
Örneğin, güneşin günün farklı saatlerinde
gökyüzünde alçak ya da yüksek olmasına
bağlı olarak gölgeler kısa ya da uzun
olmaktadır. Arnheim’in deyişiyle “Güneş
çok uzakta olmasından ve ışınlarını dar bir
boşluk içinde yaymasından ışınları hemen
hemen birbirine paraleldir ve izometrik
gölge görünümleri oluşturur yani cisimler
üzerindeki hatlar, gölgeler için paraleldir”
(1974, 318).
Işığın gölge oluşturmasında, ışığın
etkilerini oluşturmada ışığın yönü önem
taşımaktadır. Işığın kullanımında önden,
yanal önden, yandan, üstten, aşağıdan, yan
arkadan ve tam arkadan ışıklandırma
biçimleri
bulunmaktadır.
Önden
ışıklandırma, nesnenin rengini ortaya
çıkartarak gölgelerin arkada oluşmasını
sağlar. Yanal önden ışıklandırma, nesnenin
önünde 45 derecelik açıyla yer alarak
nesneye hacim ve derinlik kazandırır.
Nesnelerin formlarını ortaya çıkartır: “Yanal
önden ışıklandırma, her şeyden önce, temayı
Işığın yönü ve miktarı, nesnelerin üç
boyutlu görülebilmesi için önemlidir. Zayıf
ışıklandırma yansıma yapmadığı için
karanlık gölgeler oluştururken güçlü
ışıklandırma çok fazla yansıma yapar ve
parlamalara sebep olur. “Işığın türüne göre
oluşan farklı kontrastlar, güçlü ya da
yumuşak, tutkulu ya da dengeli etkiler
yaratır. Işığın miktarı yani ışıklandırmanın
az ya da çok olması ise ışık ya da karanlıkla
özdeşleştirilen hareket, düşünce ve duyguları
anlatmada kullanılır” (Parramon, 1998, 82).
Gün ışığı doğal bir ışık kaynağı olarak
yaygınlığı, yoğunluğu ve rengi açısından
yapay ışık kaynaklarınca oluşturulamaz.
Gerçeği daha iyi yansıtan gün ışığı hafızada
daha
iyi
kalır
ve
yapay
ışıkla
kuvvetlendirilip yumuşatılabilir. Dolayısıyla
gün ışığının hem güçlü hem de doğal bir ışık
kaynağı
olarak
kullanımı,
sanatsal
faaliyetlerde önemli bir yer tutmaktadır.
4. Aydınlatma ve İşlevleri
Işığın ve ışığa bağlı olarak oluşturulan
gölgenin manipüle edilmesi ve belirli bir
iletişim amacı için kullanılması, kontrol
edilmesi
aydınlatma
olarak
tanımlanmaktadır
(Zettl,
1999,
17).
Aydınlatma,
nesnelerin
gerçekte
ne
oldukları,
neye
benzedikleri
ve
çevrelerindeki diğer nesnelerle
olan
ilişkilerinin anlaşılmasına yardım eder.
Işıklandırma ise iç ve dış dünyamızın
anlaşılmasına, nesnelerin neye benzediğini,
nasıl konumlandığını ve yüzeylerin nasıl
olduğunun anlaşılmasını sağlar. Aydınlatma
teknik açıdan, estetik açıdan ve psikolojik
açıdan ele alınabilir. Aydınlatmanın
televizyon ve sinemada iki temel amacı
bulunmaktadır.
Birincisi
televizyon
kamerasının
çalışabilmesi,
resimlerin,
çekilen görüntülerin görünebilmesi için
teknik açıdan gerekli ışığı sağlamak; ikincisi
ise, olayların durumu, zamanı ve ne
olduklarını izleyiciye gösterebilmek için
gerekli ışık.
Renk, ışığa bağlı olarak ortaya çıkan,
insan gözü tarafından belirli bir dalga
boyunda algılanabilen ışık spektrumudur.
Objelerin aslında bir rengi olmadığı,
üzerlerine düşen ve emilemeyen ışıkları
renk olarak yansıttıkları belirtilmektedir.
Objelerin üzerine ne kadar ve ne tür ışık
düştüğüne bağlı olarak renklerin algılaması
değişebilir. Yeterli miktarda ışık alan bir
nesne yeterince yansıtma yapacağı için
kendi orijinal renginde algılanabilir. Aşırı
ışık ise nesnenin renginin bozulmasına yol
açarak parlak görünmesini sağlar. Bunun
yanında sıcak ve soğuk renkler olarak
tanımlanan renkler bireylerin duygularını
etkileyebilmektedir (Zettl, 1999, 54-59).
Televizyon temelde kırmızı, yeşil ve mavi
renklerin
farklı
derece
ve
kombinasyonlarda ışık karışımı esasına
göre çalışmaktadır.
Aydınlatmayı yakından ilgilendiren
önemli kavramlardan birisi renk ısısıdır.
Isıtılan cisimlerin belli bir renk açığa
çıkarmasına renk ısısı denir. Renk ısısının
kontrolü, elektronik beyaz dengesi, filtreler
ve ışıklarla sağlanır. Elektronik beyaz
dengesi, kameranın girdiği her farklı ortam
ve çekimde beyaz ayarının yapılmasını
gerektirir. Renklerin doğru oluşmasında
referans renk beyazdır. Renk ısısının
kontrolünü sağlayan bir başka araç ise
filtrelerdir. Aydınlatma ortamının renk
ısısında farklılık olduğunda kamera ya da
aydınlatma
kaynakları
önüne
filtre
konularak renkler doğru olarak elde
edilebilir.
akademia
ortaya koyan bir ifade aracıdır ve konuyu
mümkün olduğunca gösteren belgesel bir
niteliği de vardır” (Parramon, 1998, 77).
Yandan ışıklandırma, nesnenin diğer yanını
gölgede bırakarak atılan gölgeler oluşturur.
Üstten
ışıklandırma,
uzun
gölgeler
oluştururken nesnenin hatlarının keskinliğini
azaltır. Üstten ışıklandırma kasvetli ve
karanlık bir etki yarattığı için sonsuzluk,
ölüm gibi konularda kullanılır. Aşağıdan
ışıklandırma, farklı hacimler oluşturarak
nesneye gizem verir. Gerilim ve korku
filmlerinde kullanılan bu aydınlatma türü,
büyülü atmosfer oluşturmak için de
kullanılır. Yan arkadan ve tam arkadan
ışıklandırmada ise derinlik vurgulanır.
Aydınlatmayı ilgilendiren bir başka
önemli konu ise zıtlık oranıdır. Görüntüdeki
126
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
en aydınlık bölümün, en karanlık bölüme
oranı zıtlık oranı olarak adlandırılır. Çoğu
kamerada bu oran 30/1’dir. En aydınlık
bölümün en karanlık bölüme oranı 30 kat
olmalıdır. Bunun için nesnelerin yansıtma
özellikleri bilinerek, aşırı ışıktan kaçınılmalı
ve gölgeli alanlarda yumuşak ışık
kullanılmalıdır.
akademia
Aydınlatma boşluğa ait, dokunmaya ve
zamana yönelik uyumu sağlar. Nesnelerin
bir oda içinde aldıkları yer, şekil, uzaklık,
yakınlık ve neye benzedikleri ışık yoluyla
algılanabilir.
Dokunmaya
yönelik
aydınlatmada kişilerin fiziksel özellikleri,
jest ve mimiklerine aydınlatma yoluyla
dikkat çekilerek duygular etkilenebilir. Işık
yoluyla
zamana
uyum
sağlamada
aydınlatmanın parlak ya da karanlık olması,
gündüz ya da gece olduğunu, öğle ya da
akşam gibi günün zamanını, kış ve yaz gibi
mevsimlerin
durumunu
ifade
eder.
Aydınlatmada
müzik
gibi
doğrudan
duyguları, hissedilenleri etkileyen bir
olgudur.
Aydınlatma
insanı
mutlu
edebileceği gibi düşük ışıklandırma yoluyla
korkutabilir. Herhangi bir olayı, durumu
ortaya koymaya yönelik olarak izleyiciyi
gerçekleşebilecek bir olaya hazırlamak için
de aydınlatma kullanılabilir. Gök gürlemesi
ya da havanın kapalı olması yağmur
yağacağına işaret eder.
127
Aydınlatma ile oluşturulabilecek birçok
etki, aydınlatmanın doğru kullanımına
bağlıdır. Bu nedenle hangi aydınlatmanın
hangi durumda ya da atmosferde
kullanılacağını saptamak önemli bir
aşamadır. Aydınlatma türleri içinde önemli
bir yer tutan Chiaroscuro aydınlatma, açıkkoyu
zıtlığından
oluşmaktadır.
Bu
aydınlatma, nesneye ve mekana uygun
olarak üçüncü boyutu sağlar ve görüntüde
derinlik etkisi oluşturur. Görüntüye gerçekçi
bir anlam kazandırırken görsel öğeleri
dengeye getirir, dikkatleri belli bir noktada
toplar ve konunun anlatımına destek olur.
Chiaroscuro aydınlatmanın karşıtı olan düz
(notan) aydınlatmada ışık çok yönden gelir
ve seçici değil tüm alanlar aydınlatılmıştır.
Keskin
gölgelerin
olmadığı
düz
aydınlatmada fon da diğer alanlar kadar
ışıklıdır: “Işık ve gölgenin birlikteliği
anlamına gelen chiaroscuro, figürler veya
objeler arasındaki uzaklığı da hesaba katarak
en karanlık bölgeler de dahil resmin her
yerinde ‘ışığın varlığını duyumsatma’
tekniğidir (Parramon, 1998, 27).
Chiaroscuro tekniğinin babası olan
Rembrandt,
gölgedeki
ışığı
çeşitli
kontrastlarla resmetmiştir. Leonardo Da
Vinci, ışığı resimlerinde daha iyi
vurgulayarak gerçekçi ve sanat değeri
yüksek resimler ortaya koymuştur. İtalyanca
‘sfumato’ denilen tekniğe göre Da Vinci,
“çizdiği figürlerin dış hatlarını arkadaki fon
ile kaynaştırıyor, bunu yaparken ışıklı
kısımları net, kesin ve doğru biçimde,
gölgeli kısımları ise bulanık, belirsiz ve hafif
deformasyona uğramış olarak çiziyordu”
(Parramon, 1998, 12).
Rembrandt, Cameo, ve Siluet aydınlatma
chiaroscuro aydınlatmanın farklı türleridir.
Temel özelliği seçicilik olan Rembrandt
aydınlatmada, bir alan kasten ışıksız
bırakılırken diğer bir alan dikkatlice
ışıklandırılmıştır. Dereceli gölgelendirme
kullanılmasına rağmen gölgeler yarı
şeffaftır. Cameo aydınlatmada ise arka plan
tamamen karanlık bırakılırken ön plandaki
nesne
ya
da
oyuncular
doğrudan
aydınlatılmıştır. Siluet aydınlatmada ise arka
plan aydınlık, ön alan tamamen karanlıktır.
Herbert Zettl, chiaroscuro aydınlatmanın
estetik işlevlerinden bazılarını şöyle
özetlemektedir:
Organik,
yönlendirici,
kompozisyonel, tematik ve duygusal.
İzleyicilerin dikkatlerini belli bölgelere
çekmek için aydınlatmanın yönlendirici
işlevlerinden yararlanılmaktadır. Ön ve arka
planlarda aydınlatmanın dengeli kullanılarak
etkili
bir
görüntü
sağlaması
ise,
aydınlatmanın kompozisyonel işlevini ortaya
koymaktadır (1999, 36-37).
Chiaroscuro aydınlatmanın karşıtı olarak
düz (notan) aydınlatmada ışık bütün
yönlerden geliyormuş gibi yaygın bir ışıktır.
Düz aydınlatma, chiaroscuro aydınlatmanın
karşıtı olarak tümden aydınlık bir sahne
5. Televizyon ve Sinemada Aydınlatma
Televizyonun temel olarak çalışma ilkesi
görüntünün parlaklık değerleri ve bunların
nokta satırlar halinde taranarak uzaktaki bir
alıcıya iletme, ışık şiddeti değişimleri
halinde ekran üzerinde tekrarlanması
ilkesine
dayanmaktadır.
Televizyon,
nesnelerin ve insanların aydınlatılması
değil, elektron ışını enerjisine dayanan ışık
renk modellerinin sürekli değişmesi
şeklinde çalışır (Parsa, 1994, 14-15).
Televizyon aydınlatma kurulumu ise,
anahtar, arka ve doldurma ışık düzeninden
oluşur. “Anahtar ışık, nesnelerin temel
şekillerini ortaya çıkaran ana ışık
kaynağıdır. Arka ışık, nesnenin gölgesini
zeminden ayırır ve nesnenin taslağını
vurgular, nesneye parlaklık verir. Doldurma
ışık ise daha az yoğunlukta gölge sağlar”
(Zettl, 1981, 184). Sağlıklı bir görüntü elde
edilmesinde
ve
görüntüde
istenilen
atmosferin oluşturulmasında en önemli öğe
aydınlatmadır. Dış ışık ve iç ışık daha iyi bir
görüntü
için
dengeli
biçimde
düzenlenmelidir. Videoda iç ışığın estetik
bir öğe olarak kullanımı iki türlüdür:
Birincisi, kameranın nesneyi kaydettiği
anda, kameranın ışığının düzenlenerek iç
ışığın yönlendirilmesidir. İkinci yöntem ise,
kameranın nesneyi kayıt ettikten sonra iç
ışığının düzenlenerek yeniden üretimi ya da
yeniden kaydıdır. Kılıç bu iki yöntemi şöyle
ayırt etmektedir: “Görüntüyü meydana
getiren, elektronik noktacıkların ışık
değerinin,
yani
ışığın
gücünün,
parlaklığının,
zıtlığının
ve
renginin
düzenlenmesidir. Diğeri ise, elektronik
noktacıkların
hareket
olarak
yönlendirilmesidir” (Kılıç, 2000, 23).
Estetik açıdan aydınlatma, aydınlatmada
ışık ve gölgenin (aydınlık alan-karanlık alan)
düzenlenmesidir. Işık ve gölgenin uygun
kontrolü üç boyutlu nesnelerin şekil ve
biçimlerini,
zaman
ve
uzaydaki
durumlarının, birbirleri ve çevreleriyle
ilişkilerini ortaya çıkartır (Zettl, 1981, 161).
Nesnenin şeklini ortaya çıkartan gerçekte
gölgedir. Nesnelerin şekil ve boyutlarının
ortaya çıkmasında gölge ışıktan daha fazla
önem
taşır.
Nesnenin
karakteristik
özelliklerini,
keskinliğini,
sınırlarını
vurgulamada aydınlatma etkilidir.
Sinemada, bir alıcı merceğinin herhangi
bir nesne ya da konunun görüntüsünü boş
film üzerine aktarabilmesi, duyarkata
geçirmesi için yeterli bir ışık gücü
gerektirmektedir.
Ancak
bu
işlevin
gerçekleşebilmesi için ve özel efektlerin
oluşturulabilmesi için doğal ışık kaynağının
yanında özel ışık kaynaklarının kullanılması
gerekmektedir (Özön, 1984, 60). Sinemada
ışıkla gölge yeni bir gerçeklik ve yanılsama
oluşturur. Korku filmlerinde, karanlıkta
geçen
dedektif
filmlerinde,
heyecanlandırma, duygulandırma aracı
olarak kullanılan aydınlatma, yönetmene
görselliğin oluşmasında yardımcı olur.
Böylece seyircinin filmi anlamlandırmasına
aydınlatma katkı sağlar. Aydınlatma bazı
sinema biçimlerini de belirler. Korku
filmleri ve film noir aydınlatmaya
dayanmaktadır.
Işığın psikolojik etkilerini belirleyen üç
etken bulunur. Bunlar ışığın yönü, ışığın
miktarı ve ışığın türüdür. Psikolojik bir
durum yaratılmasında, uzayda dramatik bir
ortam oluşturulmasında, karmaşık, farklı bir
durum ve olayların anlatımında aydınlatma
önemli bir öğedir. Karanlık ve aydınlığın
yansıttığı, temsil ettiği farklı değerler vardır;
insan
psikolojisi
ve
duygularının
etkilenmesinde bu açıdan aydınlatma ifadeyi
güçlendirebilir. Aydınlık, açık, güneşli hava
bireylerde sevinç, canlılık, yaşama isteği
uyandırabilir. Karanlık, kapalı, yağmurlu bir
hava ise tam tersine hüzünlü, üzüntülü,
kederli bir duyguya yol açabilir. Sinemada
dramatik etki oluşturmak için aydınlatma bu
açıdan kullanılmaktadır. Bir hapishanenin
akademia
ortaya koyar. Ancak üç boyutlu görüntüyü
engeller. Işık ile gölge alanları arasında çok
az kontrastın olması televizyon için ideal bir
aydınlatmadır. Ancak; düz aydınlatma
estetik amaçlar için ilgi çekici değildir
(Zettl, 1999, 44-45). İnsan gözünün
algılamasında
kontrastın
kullanılarak
izleyici üzerinde çeşitli etkiler oluşturması
düz aydınlatma ile yeterince olanaklı
değildir.
128
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
kontrol kulesindeki mavi ışığın yayılımı,
kaçma hazırlığında olan mahkumların
varlığını izleyiciye hissettirir.
Televizyon ve sinemada aydınlatmanın
amaç ve işlevleri çeşitlilik göstermektedir.
Bazen gerçeğin vurgulanmasında ışığın
etkisi kullanılırken bazen de farklı bir
atmosfer
oluşturmak
için
ışık
kullanılmaktadır. Zettl, aydınlatmanın amaç
ve işlevlerini şöyle belirtmektedir:
a) Kameranın çalışabileceği yeterli ışık
seviyesini sağlamak ve renkleri bozmayacak
ışığı elde etmek: Kameranın nesneleri
görüntüleyebilmesi için teknik olarak yeterli
seviyede ışık gerekmektedir. Bu temel
aydınlatma olarak adlandırılır. Teknik
aydınlatmanın amacı, kamera ve kameraya
bağlı donanımın net görüntü elde edilmesine
dönük hizmet etmesidir. Kameranın
çalışabileceği yeterli ışık seviyesinin
sağlanabilmesi ve renkleri bozmayacak ışığı
elde etmek temel amaçtır.
b) Biçimi ve boyutu ortaya çıkarmak:
Televizyon
görüntüsü
genişlik
ve
yükseklikten oluşur. Bir nesnenin şekil ve
boyutlarını ortaya çıkarmada gölgeler önem
kazanır.
c) Gerçeği ya da gerçek dışını
belirtmek: Varolan gerçek bir durumu
olduğu gibi izleyiciye taşımak ya da ışık
etkisiyle olduğundan farklı algılanabilecek
bir durum ortaya çıkarmak
akademia
d) Atmosfer oluşturmak: Atmosfer
oluşturmada psikolojik olarak sevinç,
mutluluk, korku, gizlilik ifadeleri için ruhsal
durumların yansıtılmasında önem kazanır
(1981, 161-164).
129
Bu amaç ve işlevlere ek olarak Millerson,
aydınlatmanın
görsel
hareketlilik
sağladığını, görsel sürekliliği sağladığını, bir
duygu ve atmosfer yarattığını, günün zamanı
ve hava durumunu ortaya koyduğunu,
izleyicinin ilgisine rehberlik ettiğini,
nesnelerin şekil, yapı ve ayrıntılarını ortaya
koyduğunu belirtmektedir (2002, 16-17).
Aydınlatma amaç ve işlevlerinin
gerçekleştirilmesinde, aydınlatma kaynakları
ve bu kaynakların kullanımı oldukça
önemlidir. Aydınlatma kaynakları açısından,
aydınlatma güçleri, sert ve yumuşak ışık
verme özellikleri ön plana çıkmaktadır. Sert
ışık veren aydınlatma kaynakları, fresnel
spot ışık ve ellipsodial spot ışıklar olarak
ayrılır. Sert ışık veren aydınlatma kaynakları
sert ve keskin gölgeler oluşturarak nesnenin
dokusunu ve hatlarını ortaya çıkartır. Bu
kaynaklar, doğrusaldır, tek yönlüdür ve
bölge aydınlatması yapabilir. Sert ışık veren
aydınlatma kaynaklarının güçleri, kameranın
çeşidine ve kamera duyarlılığına, aydınlatma
kaynaklarıyla nesne arasındaki uzaklığa,
yerin, eşyaların, nesnelerin yansıtma
özelliklerine göre seçilir. Anahtar ışık (key
light),
nesnelerin
temel
şekillerini
görmemizi sağlar. Arka ışık (back light),
nesnenin arka plandan ayırt edilmesini,
nesnenin gerçek şekil ve boyutunun
görünmesini sağlar.
Yumuşak ışık, dağınık yönlü aydınlatma
kaynaklarının verdiği ışıktır. Yumuşak ışık
kaynakları özel durumlar dışında gölge
oluşturmazlar,
gölgeleri
yumuşatırlar.
Dağınık aydınlatma görüntüdeki her şeyi
gösterdiği için ideal görünebilir ancak
görüntüde iki boyutluluğu getirir. Nesneye
doğrudan yöneltilmiş ışık kaynağı, gölgeışık karşıtlığını daha çok ortaya koyar.
Bunun karşıtı olarak nesneye dağınık olarak
yönlendirilmiş ışık, gölge-ışık karşıtlığını
daha az gösterir.
Görüntüsü saptanacak her yüzeyin ayrı
ışık yoğunluğunda aydınlatılması gerekir.
Özel amaçların dışında temel aydınlatma
tekniğinde anahtar ışık, tepe ışığı ve dolgu
ışık birlikte kullanılmaktadır. Bunun dışında
yardımcı aydınlatma kaynakları olan fon
ışığı
ve
kamera
ışığı
kullanılır.
Aydınlatmada genellikle önce fon ışığı
aydınlatılır. Kamera ışığı ise kameranın
üzerinde bulunan dolgu ışığıdır. Televizyon
aydınlatma düzeninde üç ana ışık bulunur.
Anahtar ışık, nesnenin temel olarak
aydınlatılmasını sağlayarak biçimini ortaya
çıkartır ve görüntüdeki ışık yoğunluğunu
ayarlar. Dolgu ışık, anahtar ışığın
oluşturduğu sert gölgeleri ortadan kaldırmak
Dış aydınlatma herhangi bir nesne ya da
sahnenin çekimi sırasında aydınlatmayı
sağlayan ışıkların kontrol edilmesi ve
düzenlenmesidir. İç aydınlatma ise film
çekimlerinde ve stüdyo çekimlerinde
aydınlatmayı oluşturan ışıkların şiddetini ve
yönünü kontrol etme ve yönlendirmedir.
Doğrudan ışıklandırma güçlü kontrastlar
ortaya çıkararak dramatik mesaj verir.
Yaygın ışıklandırmada ise aydınlık ve
karanlık alanlar arasında hafif geçişler
vardır.
Televizyon ve sinemada çekimler için ön
ve arka planlar bulunmaktadır. Ön ve arka
planlar arasındaki koyuluk, izleyiciye
derinlik duygusu verir. Ön plandaki
nesnelerin koyu, fonun açık olması derinliği
sağlarken ön ve arka plan arasına yeni, farklı
koyulukta planların koyulması derinliği
artırabilmektedir.
Bunun
yapılabilmesi
aydınlatmayla
mümkün
olmaktadır.
Nesnelerin, oyuncuların kameradan farklı
planlara
yerleştirilmesi,
çerçevenin
kenarlarının koyu, ortasının açık olması
derinlik ve perspektifi artırır. Işık-gölge
dengelerinin sağlanmasıyla ortaya çıkacak
sağlıklı ve net bir görüntü için aydınlatma,
yönetmene geniş olanaklar sağlayan bir
yapım öğesidir. Bunun yanında ışığın geniş
yönü ve miktarına bağlı olarak nesnelerin
görünüşleri değişebilir. Işığın yönü, miktarı
ve dağılış alanı düzenlenerek istenilen
aydınlatma yapılabilir. Işığın yönü, ışık
kaynağından gelen ışığın nesne ya da konu
üzerine düştüğü, geldiği yoldur.
Televizyon ve sinemada aydınlatmanın
işlevlerini
çeşitli
başlıklar
altında
genelleştirmek mümkündür: Televizyon
sisteminin gereklerini yerine getirmek,
görüntüde derinlik oluşturmak, ekrandaki
önemli öğelere dikkati yoğunlaştırmak
(aydınlatılan nesne dikkat çeker), görüntüye
duygusallık katmak (karanlık ve gölgeli
aydınlatma hüzün; parlak aydınlatma
mutluluk duygusu verir), zaman belirlemek
(uzun gölgeler sabahın erken saatlerini
vurgular), görüntüdeki tüm estetik öğeleri
düzenlemek, dikkati yönlendirme, biçimi
ortaya çıkarma, çevreyi tanıtma ve
anlamlandırma, ilişkileri düzenleme ve
görsel sürekliliği sağlamak (Millerson, 1999,
206-208).
6. Genel Değerlendirme
Yaşam için önemli kaynaklardan biri
olan ışık, aynı zamanda sinema, televizyon
ve videoda da bu araçların çalışması ve
üretim yapabilmesi için gereklidir. Görsel
algılamayı olanaklı kılan ışıktır. Bu nedenle
televizyon ve sinemada, nesne ve konuların
izleyiciye farklı duygularla aktarılması için
aydınlatma vazgeçilmez bir yapım öğesi
olarak
kullanılmaktadır.
Yapay
ışık
kaynaklarının teknik, estetik ve psikolojik
aydınlatma amacıyla kullanılması, hem
dramatik etkilerin gerçekleşmesi hem de
görüntüleri kaydetmeye yarayan araçların
teknik olarak çalışmasını sağlamaktadır.
Işık ışını bulunduğu ortamdan farklı bir
ortama girerken yeni ortamın fiziksel
özelliklerine ve niteliğine göre değişime
uğramaktadır. Bu gelişim özellikle saydam
ve
yarı
saydam
maddelerle
gerçekleşmektedir. Örneğin bir pencereden
dışarı baktığımızda dışarıdaki görüntüyü
aynen görebiliriz. Ancak, güneş ışınlarının
etkisi azalmaya başladığında cam üzerinde
odanın görüntüsü ve kendi görüntümüzü
fark ederiz. Bu görüntünün oluşması
odadaki ışığın dışarıya çıkamayıp camdan
yansıması, cismin yüzeyi ile yaptığı açının
ve cismin fiziksel yüzeyi ile ilgilidir.
Doğal ışık kaynağı olarak güneşin
kullanılmasının yanı sıra gerek dış gerekse
iç çekimlerde yapay ışık kaynakları da
vazgeçilmez öğeler olarak kullanılmaktadır.
Örneğin parlak gün ışığı yerine puslu ve
kapalı bir havada çekilen mezarlık sahnesi
dramatik açıdan daha etkileyici olabilir.
Düşük aydınlatmanın hüzün, karamsarlık ve
sıkıntı vermesinin yanında parlak ışığın
hayat, canlılık ve yaşama sevinci vermesi
akademia
için kullanılır ve dağınık ışık verir. Tepe
ışığı, nesnenin arkasından kullanılan sert ışık
kaynağıdır. İnsan kullanılan çekimlerde,
kişinin baş ve omuzlarını arkadan
aydınlatmak için, nesne ve fon arasındaki
farklılığı ortaya çıkarmada tepe ışığı
kullanılır. Tepe ışığı derinlik etkisini arttırır.
130
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
aydınlatmanın duygular üzerindeki etkisini
ortaya koymaktadır.
Kılıç, L. (2000). Görüntü Estetiği. İstanbul:
İnkılap Yayınları.
Aydınlatmanın müzik gibi duyguları
etkileme gücüne sahip olması görsel
sanatlarda önemli bir yer tutmasına neden
olmaktadır. Bu anlamda aydınlatma, görüntü
yönetmenleri ve ışık teknisyenleri tarafından
icra edilen belirli bir uzmanlık alanı olarak
görülmektedir. Işık ve gölgenin dengeli bir
biçimde dağıtılması ve görüntüde kontrast
sağlayarak üçüncü boyutu yani derinliği
ortaya çıkarması görsel sanatların bir
amacıdır.
Millerson, G. (1999). Television Production.
Oxford: Focal Press.
Aydınlatma,
televizyon
sisteminin
gereklerini
yerine
getirmek
dışında
görüntüde derinlik oluşturmak, ekrandaki
önemli öğelere dikkat çekmek, görüntüye
duygusallık katmak, zaman belirlemek,
çevreyi tanıtma ve anlamlandırma ve görsel
sürekliliği
sağlama
açısından
önem
taşımaktadır. Gerek sinemada gerekse
televizyonda
görsel
algılamanın
gerçekleşmesi, yönlendirilmesi ve izleyici
üzerinde psikolojik etkiler oluşturması
bağlamında aydınlatma vazgeçilmez bir
yapım öğesidir.
Kaynakça
Arnheim, R. (1974). Art and Visual
Perception. London: University of
California Pres.
Genç, A. ve Sipahioğlu A. (1990). Görsel
Algılama Sanatta Yaratıcı Süreç.
İzmir: Sergi Yayınları.
Gombrich, E. H. (1992). Sanat ve
Yanılsama. (A. Cemal. Çev.).
İstanbul: Remzi Kitabevi.
akademia
Gombrich, E. H. (1992). Sanatın Öyküsü.
(B. CÖMERT. ÇEV.). İSTANBUL:
REMZİ Kitabevi.
131
Gombrich, E. H. (Güz 2000). Düşen
Gölgenin Özellikleri. (Ü. Tamer.
Çev). Sanat Dünyamız, 77, 177-191.
Millerson, G. (2002). Lighting for Television
and Film. Oxford: Focal Press.
Özön, N. (1984). 100 Soruda Sinema Sanatı.
Ankara: Gerçek Yayınevi.
Parramon, J. M. (1998). Işık ve Gölge. (E.
Erduran ve E. Tuzcular. Çev).
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Parsa, S. (1994). Televizyon Estetiği. İzmir:
Ege Üniversitesi Basımevi.
Rifat, S. (Güz 2000). Fotoğrafın Gölgeleri.
Sanat Dünyamız, 77, 145-149.
Wölfflin, H. (1995). Sanat Tarihinin Temel
Kavramları. (A. Örs. Çev). İstanbul:
Remzi Kitabevi.
Zettl, H. (1981). Television Production
Handbook. California, Wadsworth
Publication.
Zettl, H. (1999). Sight, Sound Motion.
Applied Media Aesthetics. USA:
Wadsworth Publication.
EĞİTİM DÜZEYİ VE MEDYA KULLANIM TERCİHLERİ İLİŞKİSİ:
ESKİŞEHİR İZLERKİTLESİ ÜZERİNE BİR ANKET ÇALIŞMASI
Özgül Birsen*
Özet
1970’li yıllarla birlikte yaşanan ekonomik yapılanmanın ve küreselleşmenin medya
alanındaki yansımaları izlerkitlenin medya tüketim alışkanlıklarının değişmesine neden olmuştur.
Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımından hareketle bu çalışmada Eskişehirli izlerkitlenin medya
kullanmama nedenleri ve medya kullanım sıklığı araştırılmıştır.
Eğitim değişkeni ve medya kullanımı arasındaki ilişkiyi irdeleyen çalışma Eskişehir ilinde
yapılmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü’nden alınan Eskişehir nüfus bilgileri doğrultusunda evreni
temsil eden dört yüz kişi kotalı örneklem yolu ile belirlenmiştir. Anket yolu ile elde edilen veriler
SPSS programı ile analiz edilmiştir. İzlerkitlenin İnternet, cep telefonu, radyo, televizyon ve
gazeteyi kullanma sıklığı ve kullanmama nedenleri incelenmiştir.
Araştırmanın sonucuna göre, eğitim düzeyi arttıkça izlerkitlenin kitle iletişim araçları
seçkisi genişlemektedir. Televizyon eğitimli ya da eğitimsiz farkı olmaksızın izlerkitle tarafından
kullanılmaktadır. Eğitim düzeyi azaldıkça radyo dinleme oranı artmaktadır. İzlerkitle
ilgilenmiyorum, evimizde radyo yok ve zaman ayıramıyorum gerekçeleri ile radyo
dinlememektedir. Cep telefonu eğitimsiz izlerkitlenin bile medya seçkisinde yaygın bir biçimde
yer almaktadır. Cep telefonu kullanmama nedenleri ise ekonomik nedenler ve ilgi duymamak
olarak belirtilmiştir. Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle, üniversite düzeyinde eğitim
alan gruptan daha sık gazete okumaktadır. Eskişehir’deki izlerkitle ekonomik nedenler, zaman
ayıramama ve ilgilenmeme nedeni ile gazete okumamaktadır.
Anahtar Sözcükler: İzlerkitle, Kullanımlar ve Doyumlar, Medya Kullanımı
EDUCATION LEVEL AND MEDIA USAGE RELATIONSHIP:
A SURVEY ON ESKİŞEHİR AUDIENCE
akademia
Abstract
Reflections of globalization and new economic reconstruction on media at 70’s had caused
changes on audience’s media using habits. From the perspective of Uses and Gratification
Theory, this study had researched Eskisehir audience’s reasons of not media use and frequency of
media use.
This study which is investigating the relation between media use and education variable
has been gathered in Eskisehir.. 400 people were determined with quota sampling method
according to Government Statistic Association data about Eskisehir. Reasons of not media use
and media using frequencies were investigated.
The results of study show, while audience’s education level is getting higher, media
repertoire is getting wide. On the television preference, education level does not matter. Every
audience member is watching television. On the other hand radio mostly prefers by low
education level audience. Cell Phone is one of the important members of low education level
audience’s media repertoire. The reasons of not using cell phone were mentioned by audience as
economic problems and not to be interested in. Another important result shows that midlevel
educated audience are reading newspaper more than university level audience. Eskisehir
audience’s reasons of not to read newspaper are economic problems, time problem and interest.
Key words: Audience, Uses and Gratification, Media Usage
*
Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi
132
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
akademia
Kitle iletişim araçları ve topluma
etkisinin incelenmesi söz konusu olduğunda
bu incelemenin önemli bir ayağını izlerkitle
oluşturur. Günümüzde, herhangi bir kitle
iletişim aracına maruz kalmayan bir
bireyden söz etmek güçtür. Sabah evden işe
giderken radyo dinleyen, gün içinde
gazeteye, dergiye göz atan, akşam
televizyon seyreden, müzik dinleyen,
telefonda konuşan, sinemaya giden, sokakta
reklâm panolarına göz atan, işte ya da evde
internet kullanan günümüz insanı bir
biçimde izlerkitle konumundadır.
133
İzlerkitle
medyayı
anlamamızı
sağlayacak en temel kavramlardan biridir.
İzlerkitlesiz bir kitle iletişiminden söz
edilemez. İzlerkitle araştırmaları, 1940’lı
yıllarda Amerika’da ve eleştirel bir çizgide
1980’li ve 1990’lı yıllarda da Avrupa’da
yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır.
2000’li yıllara gelindiğinde gelişen teknoloji
ve çeşitlenen kitle iletişim araçları
beraberinde
izlerkitlenin
farklılaşması
sonucunu
doğurmuştur.
Günümüz
izlerkitlesi yayın çeşitliliğinin artması ile ilgi
alanını besleyecek ve gereksinimlerini
karşılayacak
içeriğe
erişme
olanağı
bulmuştur. Tematik yayınların çeşitlenmesi
bunun en önemli göstergesidir. Etkileşimli
medya
ortamlarının
gelişmesi
ve
yaygınlaşması izlerkitlenin medyaya ve
içeriğe dönük beklentilerini değiştirmiş,
izlerkitleye
aktif
bir
sorumluluk
yüklemiştir(McMillan,1998; Kenney ve
diğerleri 200; Morris ve Ogan 1996; Pavlik
1996; Birsen 2003). Son dönem kullanımlar
ve doyumlar kuramı çalışmaları yeni kitle
iletişim
araçlarının
izlerkitle
tercih
kalıplarını ve izleme motivasyonlarını
belirlemeye dönüktür. Çalışmalar internetin
de etkisi ile daha çok iletişimin
etkileşimlilik,
hipermetinsellik,
eş
zamanlılık ve bireylerarası yönü üzerine
yoğunlaşmaktadır (Ishii, 2006; Jackson ve
Darren, 2007; Trebbe,2007; Kim ve Kim,
2007; Albaran ve diğerleri, 2007; Chung,
2008; Hetsroni, 2008; Wnag, Fink ve Cai,
2008).
Etki araştırmaları, medya mesajını fark
edilebilen ve ölçülebilen fiziksel özelliğe
sahip sembolik etkiler olarak ele almaktadır.
Kullanımlar ve doyumlar geleneği ise,
izlerkitlenin
farklılaşmış
ihtiyaçları,
yönelimleri ve yorumlayıcı etkilerinin farklı
sosyal ve bireysel özelliklerine göre
biçimlendiği üzerinde durmaktadır. Edebiyat
eleştirileri içindeki çalışmaların büyük
kısmı, edebi mesajların yapısı üzerinde
odaklanmıştır. Benzer şekilde kültürel
incelemelere yönelik çalışmalar iletişimin
güncel mesaj ya da söylemi üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Kültürel incelemelerde
olduğu gibi, alımlama analizi de medya
mesajını
kültürel
olarak
kodlanmış
söylemler olarak ele alırken, izlerkitleleri
anlam
üretme
ajanları
olarak
tanımlamaktadır (Jensen ve Rosengren,
1990, 207-238).
İzlerkitleyi
merkez
alan
etki
araştırmaları, edebiyat eleştirileri, kültürel
incelemeler, alımlama analizi, kullanımlar
ve
doyumlar
yaklaşımı
iletişim
araştırmalarının kitle iletişiminin önemli bir
ayağını oluşturan izlerkitle kavramını
anlamaya
çalışmakta
kullanılmaktadır.
İzlerkitle
araştırmaları
içerisinde
‘Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı”
izlerkitle
kavramına
getirdiği
“aktif
izlerkitle”
kavramı
nedeniyle
diğer
yaklaşımlardan farklıdır.
Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı
iletişim
araçlarının
kullanımını
gereksinimlerin doyumu ve gerilim süreci
olarak ele almakta ve kitle iletişim araçları
izlerkitlesini de aktif, akılcı, etkiye karşı
direnen ve isteklerine göre seçim yapan
bireyler
olarak
kabul
etmektedir.
Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımına göre
insanların bireysel ve sosyal gereksinimleri
bulunmaktadır. Bu gereksinimler çeşitli
davranışlarla
karşılanabilmektedir.
Gereksinimlerle ilişkide olan toplumsal ve
kişisel yapılar farklılaşmış, bireysel sorunlar
bileşimini ortaya çıkarır. Bu farklılık da
doyum aramada farklı güdüleri oluşturur.
Sonuç olarak bu farklılaşmalar iletişim
Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı genel
olarak medya etkileri araştırmalarının
geleneği altında tanımlanmaktadır. İlk
dönem iletişim araştırmalarında izlerkitlenin
sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını tatmin eden
içerik tipleri ve izlerkitleyi çeken ve
etkileyen kitle iletişim araçları, kullanımlar
ve doyumlar yaklaşımı ile araştırılmış ve bu
model geliştirilmiştir. Kullanımlar ve
doyumlar yaklaşımı işlevselci paradigmadan
Jay Blumler ve Elihu Katz tarafından
geliştirilmiştir (Uses and Gratification
Theory,2004).
Elihu Katz (1959) tarafından ilk olarak
açıklanan
kullanımlar
ve
doyumlar
yaklaşımı o güne değin “Medya insanlara ne
yapıyor?” sorusunun yerine “İnsanlar medya
ile ne yapıyor?” şekline dönüştürülmesi ile
gündeme gelir. Gereksinimleri gidermek
veya doyum sağlamak amacıyla kitle
iletişim araçları içeriğinin kullanılması
üzerinde odaklanan yaklaşımın amacı
izlerkitlenin medyayı nasıl kullandığını
belirlemektir. Kitle iletişim teorileri içinde
kullanımlar
ve
doyumlar
yaklaşımı
insanların hangi gereksinimlerle kitle
iletişim araçlarını kullandıklarını ve kitle
iletişim araçları arasındaki seçimi nasıl
yaptıklarını
belirlemeye
dönüktür.
Kullanımlar
ve
doyumlar
yaklaşımı
çerçevesinde yapılan çalışmalar McQuail ve
Windahl (1997) tarafından şu şekilde
özetlenmiştir:
1. İzlerkitle tarafından farklı kitle
iletişim araçlarına ayrılan zaman
konusunu inceleyen araştırmalar,
2. Kitle iletişim aracını kullanma ve
zamanın diğer amaçlar için kullanımı
arasındaki
ilişkiyi
ele
alan
araştırmalar,
3. Farklı
kitle
iletişim
araçlarını
kullanma ile toplumsal uyum ve
toplumsal
ilişki
göstergeleri
arasındaki bağı açıklayan çalışmalar,
4. Farklı kitle iletişim araçları veya
içeriğin işlevlerine ilişkin algılamaları
inceleyen araştırmalar,
5. Kitle iletişim araçlarına katılım
nedenlerini sorgulayan araştırmalar.
Günümüz Türkiye’sindeki medya ortamı
ve toplumsal yapının özellikleri 1980’li
yıllarla birlikte biçimlenmeye başlamıştır.
80’lerden bu yana değişen ekonomik
yapılanma, serbest piyasa ve içinde
bulunduğumuz
küreselleşme
süreci
stratejilerinin dönüşümü medya alanında da
kendini göstermiş, süreçle var olan radyo ve
televizyon tekeli kırılmış kitle iletişimi
alanında görece bir çeşitlenme yaşanmıştır.
Bu dönemde özel radyo ve televizyonlarda
başlayan değişim zaman içinde teknolojiye
bağlı olarak Türk izlerkitlesinin önüne hem
bilgi alınabilecek hem de eğlendirecek
çeşitli kitle iletişim araçlarını sunmuştur.
Türk İzlerkitlesinin sahip olduğu kitle
iletişim araçları seçkisinin en eski parçası
gazeteler ve dergilerdir. Basın Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü kayıtlarına
göre Türkiye’de 32 ülke düzeyinde dağıtımı
yapılan gazete, 35 ülke düzeyinde dağıtımı
yapılan dergi bulunmaktadır(Basın Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü [BYEGM],
2007).
Basılı kitle iletişim araçlarının
yanına zaman içinde önce radyo sonra
televizyon eklenmiştir. Radyo Televizyon
Üst Kurulu’na kayıtlı ülke düzeyinde yayın
yapan 29 televizyon istasyonu, 36 radyo
kanalı vardır (Radyo Televizyon Üst Kurulu
[RTÜK], 2007).
İnternet söz konusu kitle iletişim araçları
seçkisinin en genç ve gelişmeye en açık
üyesidir. Doğası gereği küresel bir niteliğe
sahiptir. İçinde haberden bankacılığa kadar
pek çok şeyi barındırmaktadır. Başka bir
ifadeyle günlük yaşamdaki pek çok şey
internet üzerinde yansımasını bulmaktadır.
Farklı iletişim biçimlerine olanak sağlayan
internetin kitle iletişimine kattığı en önemli
özellik tek bir kişiden çok geniş kitlelere eş
zamanlı (senkronize) ya da zamana bağlı
kalmaksızın (asenkronize) iletişime olanak
sağlamasıdır.
Bu
anlamda
interenet
kendisinden önce gelen kitle iletişim
araçlarının bütün özelliklerini içinde
barındırıken telefon, mektup hatta sohbet
gibi bireyler arası iletişim uygulmalarını da
akademia
aracının farklı şekilde ve farklı nedenlerle
kullanımıyla sonuçlanır (Koçak, 2001, 44).
134
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
kapsamaktadır. (Birsen, 2005; Köksal, 1997;
Çağıltay, 1997; Timisi, 2003, December,
1997; Moris ve Ogan, 1996). Bilişim
teknolojisinin izlerkitlenin kullanımına
soktuğu, daha önceleri sadece bireylerarası
iletişimin aracı olan telefon, cep telefonu
teknolojisindeki gelişim ve internetle
bütünleşme ile bir kitle iletişim aracına
dönüşmüştür. Bugün bütün cep telefonu
operatörleri cep telefonu kullanıcılarına
talebe bağlı olarak haberden, kent rehberine
kadar çeşitli bilgileri ulaştırabilmektedirler.
Bu teknolojik bütünleşme bireylerarası
iletişimin çok ötesinde bir kullanım ortamı
yaratırken, derinliği olmayan sınırlı bilginin
kullanıcıya ulaşmasını sağlamaktadır. Cep
telefonu hizmet sağlayıcıları bireyler arası eş
zamanlı, sesli görüşmelerin ötesinde
mesajlaşma uygulamaları aracılığıyla tıpkı
internette
olduğu
gibi
iletişimi
boyutlandırmışlardır.
Veri
transfer
biçimlerini interneti de kapsayacak biçimde
genişletmeleri, radyo, televizyon özellikli
çok amaçlı donanımlar eklemeleri cep
telefonlarını da bir kitle iletişim aracı olarak
izlerkitlenin medya seçkisine katmıştır
(Wirth, Papeve Karnowski, 2008; Okazaki
ve Hirose, 2009; Ferguson, Greer ve
Reardon, 2007; Ishii, 2006).
akademia
Yöntem
135
Eskişehir’deki
izlerkitlenin,
eğitim
değişkenine bağlı olarak kitle iletişim
araçları kullanım biçimlerinin araştırıldığı
bu çalışmanın evreni Eskişehir ili olarak
belirlenmiş ve örneklem kotalı örneklem
yolu ile tespit edilmiştir. Kota yöntemi, ana
kütleyi oluşturan farklı özellikteki birimlerin
ana kütledeki ağırlıkları oranında örneğe
yansımasıdır. Bu yöntemle çalışılan nüfusun
çeşitli alt nüfusları belli bir kota
çerçevesinde örnekleme alınır (Geray,2006;
Atlas, 2001). Eskişehir ili nüfusuna
oranlanılarak
belirlenen
400
kişilik
örneklem grubundan 16 kişi eğitimsiz, 323
kişi ilköğretim düzeyinde eğitim almış, 44
kişi ortaöğretim düzeyinde eğitim almış ve
16 kişi de üniversite düzeyinde eğitim almış
olarak belirlenmiştir. 400 kişiden oluşan
örneklem grubuna kitle iletişim araçlarını
hangi sıklıkta kullandıkları ve eğer
kullanmadıkları araçlar varsa bunları
kullanmama nedenleri anket aracılığı ile
sorulmuştur.
Anket
iki
bölümden
oluşmaktadır. Anketin 1,2 ve 3’üncü
sorularını kapsayan demografik özellikler
bölümünde
1. Anketi yanıtlayan kişinin cinsiyeti,
2. Anketi yanıtlayan kişinin yaşı,
3. Anketi yanıtlayan kişinin eğitim
düzeyi: İzlerkitle bu başlık altında
dört
parametre
içinde
değerlendirilmiştir. Bunlar eğitimsiz,
ilköğretim,
ortaöğretim
ve
üniversitedir.
Anketin 4. ve 5. Sorularından oluşan
ikinci bölümü izlerkitlenin medya kullanım
biçimini saptamaya yöneliktir. Bu başlık
altında izlerkitleye iki soru grubu
yöneltilmiştir. Cevapların her bir araç için
ayrı ayrı değerlendirilmesi istenmiştir. Söz
konusu kitle iletişim araçları, televizyon,
radyo, gazete, internet ve cep telefonu olarak
belirlenmiştir.
İzlerkitleye yöneltilen ilk soru kitle
iletişim araçları seçkisi içinde yer alan
araçları hangi sıklıkta kullandıklarına
yöneliktir.
Cevaplar
beş
kategoride
değerlendirilmiştir. Hiç kullanmıyorum, az
kullanıyorum, ara sıra kullanıyorum, sık
kullanıyorum ve çok sık kullanıyorum
seçenekleri söz konusu kategorilerdir.
İzlerkitlenin kitle iletişim araçları
kullanma biçimini ortaya çıkarmak amacı ile
hazırlanan ikinci soru öbeği kitle iletişim
araçlarını kullanmama nedenini sormaktadır.
Bu soru öbeği içinde de izlerkitleden
sunulan seçenekleri her bir araç için ayrı ayrı
değerlendirmeleri istenmiştir. İzlerkitleye
sunulan seçenekler “evimde yok, ilgimi
çekmiyor, bu aracı hiç duymadım, zamanım
yok,
karmaşık
geliyor,
kullanmayı
bilmiyorum, ekonomik nedenlerle sahip
değilim, aracı kullanıyorum” şeklindedir.
Elde edilen veriler SPSS programı aracılığı
ile analiz edilmiştir.
Tablo 1. Eğitim Düzeyi Dağılımı
Eğitimsiz İlköğretim Ortaöğretim Üniversite Toplam Frekans 16 325 43 16 400 Yüzde 4,0 81,3 10,8 4,0 100 Eğitim düzeyi sınıflandırması yapılırken
okuma-yazma bilmek önemli bir bağımsız
değişken olarak belirlenmiştir. Eğitimsizler
grubu içine hiç bir şekilde okuma yazma
öğrenmemiş kişiler dahil edilmiş, buna
karşılık ilköğretim düzeyinde eğitim alanlar
grubu içine ilköğretim mezunlarının yanı
sıra okuma yazma kursları ve benzeri
yöntemlerle eğitim almış kişiler de dahil
edilmiştir. Bu yöntem izlenirken Devlet
İstatistik Enstitüsü’nün eğitim düzeyi
sınıflandırması temel alınarak okuma yazma
bilenlerle, ilköğretim mezunları grubu içinde
yer alan çeşitlilik bir araya getirilmiştir. Hiç
eğitim almamış izlerkitle grubu %4 oranı ile,
ilköğretim düzeyinde eğitim alan izlerkitle
grubu %81.3 oranı ile, ortaöğretim
düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubu ise
%10.8 oranı ile, üniversite düzeyinde eğitim
alan izlerkitle grubu ise %4 oranı ile temsil
edilmektedir (Tablo 1).
Bulgular
Medya kullanım sıklığı ve medya
kullanmama nedenlerinin frekans dağılımları
alınmıştır. Veriler tablolaştırılmış ve tablolar
yorumlanmıştır.
Medya Kullanım Sıklığı
Günümüz izlerkitlesi günlük yaşamında
birden fazla kitle iletişim aracı ile
karşılaşmakta ve bunların her birini
kullanmaktadır. İzlerkitlenin televizyon,
radyo, gazete, cep telefonu ve interneti
gündelik
yaşamlarında
ne
sıklıkta
kullandıklarını belirlemek amaçlanmıştır.
Cevaplar
hiç
kullanmıyorum,
az
kullanıyorum, ara sıra kullanıyorum, sık
kullanıyorum ve çok sık kullanıyorum
seçenekleri arasından seçilmiştir. Bu amaçla
izlerkitleye yöneltilen ilk soru kitle iletişim
araçları seçkisi içinde yer alan araçları hangi
sıklıkta kullandıklarına yöneliktir
Araştırmaya katılan izlerkitlenin istatistik
olarak eğitim değişkeni parametreleri ile
televizyon izleme sıklığı arasında anlamlı bir
farka ulaşılamamıştır. ANOVA testi
sonucunda (p=0.894) değerine ulaşılmıştır.
Televizyon izleme sıklığı ile eğitim
akademia
Devlet İstatistik Enstitüsü’nden alınan
Eskişehir ili nüfus bilgileri doğrultusunda
nüfusu
temsil
eden
farklı
eğitim
gruplarından
izlerkitle
örnekleri
belirlenmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü
verileri 2000 yılı nüfus sayımı verilerine
göre Eskişehir ilinin nüfusu 644.580’dir.
Kadın nüfusu 323.899, erkek nüfusu ise
320.691
kişiden
oluşmaktadır.
DİE
verilerine göre Eskişehir ilinde okuma
yazma bilmeyenlerin sayısı 45.389, okuma
yazma bilenlerin sayısı 599.056, bir okul
bitirmeyenlerin sayısı 107.615, ilkokul
mezunlarının sayısı 250.273, ilköğretim
mezunlarının sayısı 27.841, ortaokul
mezunu 53.681, ortaokul dengi meslek
okulu mezunlarının sayısı 2.422, lise 78.482,
lise dengi meslek okulu 36.644, yüksek
öğretim mezunu 41.744 kişidir. Bu veriler
doğrultusunda nüfusu temsil eden farklı
eğitim gruplarından oluşan 400 kişilik
örneklem grubu belirlenmiştir. Belirlenen
kotalar doğrultusunda anketler yüz yüze
görüşme tekniği ile gerçekleştirilmiştir.
Anketi uygulayacak anketörler önceden
seçilmiş ve genel olarak anket uygulama
tekniği ve anket formu hakkında eğitim
verilmiştir. Anketörler 2005 Nisan ayının ilk
haftası sahaya çıkmışlar ve yaklaşık 20
günlük bir dönemde anketler uygulanmıştır.
Anketler Eskişehir kent merkezi sınırlarında
söz konusu izlerkitle kotasına uygun
bireylere
ulaşılmak
üzere
Anadolu
Üniversitesi Personel Yemekhanesinde,
Eskişehir Organize Sanayi Bölgesinde farklı
fabrika ve atölyelerde, internet kafelerde ve
kahvehanelerde uygulanmıştır. 50 yaş ve
üzeri eğitimsiz kotasını oluşturan izlerkitle
üyelerine Çamlıca Mahallesi, Gültepe
Mahallesi,
Yenibağlar
Mahallesi
muhtarlarının da yardımı ile evlerinde
ulaşılmıştır
136
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
değişkeni arasında anlamlı bir fark
bulunamaması çalışma için son derece
değerlidir. Sonuç göstermiştir ki televizyon
eğitimli ve eğitimsiz farkı olmaksızın tüm
izlerkitle tarafından izlenmektedir.
Radyo kullanım sıklığı, eğitim değişkeni
parametreleri bağlamında incelendiğinde hiç
eğitim almamış izlerkitle %35,7 oranı ile
çok az kullanıyorum ve %28,6 oranı ile de
ara sıra kullandıklarını belirtmişlerdir.
%21.4 oranı ile sık kullanıyorum diyenleri,
çok sık kullanıyorum ve hiç kullanmıyorum
ifadeleri takip etmektedir. İlköğretim
düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda en
yüksek oran %42,3 ile sık radyo dinlerim
derken, ikinci yüksek orana sahip izlerkitle
grubu ise %32,7 ile ara sıra radyo
dinlediklerini belirtmişlerdir. İlköğretim
düzeyinde eğitim alanların içerisinde hiç
radyo dinlemeyenlerin oranı ise %4,9 olarak
belirlenmiştir. Radyo en çok ilköğretim
düzeyinde eğitim alan izlerkitle tarafından
dinlenilmektedir. Kotamızın büyük bir
bölümünü de bu grup oluşturmaktadır. Bu da
radyonun ankete katılan geniş bir bölüm
izlerkitle tarafından oldukça yoğun bir
biçimde dinlendiğini göstermektedir.
Tablo 2. Eğitim Değişkeni ve Radyo
Dinleme Sıklığı
akademia
Hiç Az Arasıra Sık Çoksık Toplam 137
Eğitims
iz 7,1% 35,7% 28,6% 21,4% 7,1% 100% İlk Öğretim 4,9% 7,1% 32,7% 42,3% 13,0% 100% Orta öğretim 4,7% 11,6% 53,5% 25,6% 4,7% 100% Üniversite
20%
6,7%
40%
26,7%
6,7%
100%
Toplam 5,6%
8,6%
35,1%
39,1%
11,6%
100%
Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan
izlerkitle içerisinde en yüksek oran %53,5
oranı ile ara sıra radyo dinleyenlere aittir.
Sık radyo dinleyenlerin oranı ise %25,6’dır.
Az radyo dinleyenlerin oranı %11,6.
Üniversite düzeyinde eğitim alanlar en
yüksek %40 oranı ile ara sıra radyo
dinlediklerini belirtmişlerdir. Bu kategoride
hiç radyo dinlemeyenlerin oranı ise %20’dir.
Sık kullananlar sadece %26,7 oranına
sahipken, çok sık kullananlar %6,7 oranı ile
temsil edilmektedirler(Tablo 2). Radyoyu
hiç dinlemediğini belirtenler üniversite
düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubudur.
Eğitim düzeyi arttıkça radyo dinleme oranı
da azalmaktadır. Radyo dinleyicisine aynı
anda başka uğraşlar için fırsat verir.
Dinleyici radyoyu fondaki ses olarak
kullanır. Bu da radyonun genellikle zihinsel
yoğunluk gerektirmeyen alanlarda daha çok
takip edildiğinin bir göstergesidir. Eğitim
değişkeni ve internet kullanım sıklığındaki
ilişki incelendiğinde hiç eğitim almamış
izlerkitle
grubu
interneti
hiç
kullanmadıklarını belirtmektedir
Tablo 3. Eğitim Değişkeni ve İnternet
Kullanma Sıklığı
Hiç
Az
Arasıra
Sık
Çoksık
Toplam
Eğitimsiz
İlk Öğretim Ortaöğretim 67,6%
16,7%
9,9%
5,2%
6%
100%
37,2% 23,3% 20,9% 14,0% 4,7% 100% Üniversite Toplam 6,3%
25%
68,8%
100%
62,7%
16,1%
10,6%
6,8%
3,8%
100%
İlköğretim düzeyinde eğitim alan
izlerkitle grubu için %67,6 oranı ile hiç
kullanmıyorum, %16,7 oranı ile az
kullanıyorum, %9,9 oranı ile ara sıra
kullanıyorum,
%5,2
oranı
ile
sık
kullanıyorum ve %0,6 oranı ile çok sık
kullanıyorum
yanıtları
ve
oranları
sıralanmaktadır. Ortaöğretim düzeyinde
eğitim alan izlerkitle grubu için oranlar
değişmekle
birlikte
yine
sıralama
değişmemektedir. Bu izlerkitle grubunda
%37,2 oranı ile hiç, %23,3 oranı ile az,
%20,9 oranı ile ara sıra, %14 oranı ile sık ve
%4,7 oranı ile çok sık internet
kullandıklarını belirtmişlerdir. Üniversite
düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda ise
çok sık kullanıyorum diyenlerin oranı en
yüksektir.
Bu
grup
içinde
hiç
kullanmıyorum
ve
az
kullanıyorum
seçenekleri işaretlenmemiştir.
İnternet kullanma sıklığı eğitim değişkeni
bağlamında
incelendiğinde
eğitim
parametreleri arasında belirgin bir farklılık
ortaya çıkmaktadır. Eğitimsiz grubun
Gazete okuma sıklığı ve eğitim değişkeni
arasındaki ilişki incelendiğinde hiç eğitim
almamış izlerkitle grubu içinde hiç gazete
okumuyorum diyenlerin oranı %92,9 iken,
çok sık gazete okurum diyenlerin oranı
%7,1’dür. Bu grup içindekilerin hiçbiri az,
ara
sıra,
sık
seçeneklerini
değerlendirmemişlerdir.
İlköğretim
düzeyinde eğitim alan izlerkitle grubunda
sık gazete okurum diyenler genel grubun
içinde %48,8 ile çoğunluğu oluştururken,
%35,5 oranı ile ara sıra gazete okuyanlar
ikinci yüksek orana sahiptir.
Tablo 4. Eğitim Değişkeni ve Gazete
Okuma Sıklığı
Hiç Az Ara
sıra Sık Çok sık Topl
am Eğiti
msiz 92,9% İlköğr
etim 2,5% 9,0% 35,5% Ortaöğ
retim 4,7% 7,0% 23,3% Ünive
rsite 6,3% 48,8% 51,2% 7,1% 4,3% 14,0% Topl
am %5,8 %8,1 %31,
7 43,8% %47,
1 50,0% %7,3 100% 100% 100% 100% %10
0 Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan
izlerkitle grubu için ise gazeteyi sık
okuyorum diyenler %51,2 oranı ile
çoğunlukta olan gruptur. %23.3 oranı ile ara
sıra okuyanları, %7 oranı ile az okuyanlar
takip etmektedir. Üniversite düzeyinde
eğitim alan izlerkitle grubu için ise %50
oranı ile çok sık gazete okuduklarını
belirtmişlerdir. Gazete okuma sıklığı ve
eğitim değişkeni arasındaki ilişki eğitim
parametreleri ile değerlendirildiğinde eğitim
düzeyinin yükselmesi ile gazete okuma
sıklığının artması arasında olumlu bir ilişki
olduğu gözlemlenmektedir. Çok sık gazete
okuyorum seçeneğini işaretleyenler içinde
ise eğitimsizlerin oranı %7,1, ilköğretim
düzeyinde eğitim alanların oranı %4,3,
ortaöğretim düzeyinde eğitim alanların oranı
%14, üniversite düzeyinde eğitim alanların
oranı %50’dir. Burada eğitimsiz grubun
%7,1’lik bir oranda gazete okuduklarını
belirtmeleri önemlidir. Eğitimsiz grup içinde
gazeteyi takip ettiklerini belirtenler, evlerine
ya da düzenli gittikleri mekânları gelen
gazeteleri başkalarının aracılığıyla takip
eden ya da sadece fotoğraflarına bakan
bireylerdir. Öte yandan sık gazete okuyorum
şıkkını
işaretleyenlerin
oranlarına
bakıldığında birbirine çok yakın olduğu
ilköğretim
düzeyindekilerin
%48,8,
ortaöğretim
düzeyindekilerin
%51,2,
üniversite düzeyindekilerin %43,8 oranına
sahip olduğu görülmektedir. Bu durum
izlerkitlenin kitle iletişim araçları seçkisi
içinde yer alan en eski araç olan gazeteyi
yoğun
bir
şekilde
kullandığını
göstermektedir.
Tablo 5. Eğitim Değişkeni ve
Telefonu Kullanım Sıklığı
Hiç Az Arası
ra Sık Çok sık Topla
m Eğitim İlk siz Öğret
im 78,6 12,3% % 14,3
4,9% % 10,8% Ortaöğre
tim Ünivers
ite 7,0% 6,3% 4,7% 4,7% 12,5% 7,1
% 41,7% 27,9% 50,0% 30,2% 55,8% 31,3% 100
% 100% 100% 100% Cep
Topla
m %13,
9 %5,0 %9,8 %39,
3 %32,
0 100% akademia
tamamı
interneti
hiç
kullanmazken,
ilköğretim düzeyinde kullanmayanların
oranı %67,6, ortaöğretim düzeyinde
kullanmayanların
oranı
%37,2’dir.
Üniversite düzeyinde eğitim almış olanların
hepsi internet kullanmaktadır.
Sık
kullanıyorum seçeneğini işaretleyenlerin
%5,2’si ilköğretim düzeyinde, %14’ü
ortaöğretim düzeyinde, %25’i üniversite
düzeyinde eğitim almıştır. Çok sık
kullanıyorum diyenlerin içinde eğitimsizler
yer almazken ilköğretim düzeyindekilerin
oranı %0,6 ortaöğretim düzeyindekilerin
oranı %4,7, üniversite düzeyindekilerin
oranı %68,8’dir(Tablo 3).Bu veriler açıkça
göstermektedir ki eğitim düzeyi yükseldikçe
internet kullanma oranı belirgin bir şekilde
artmaktadır.
138
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
Cep
telefonu
kullanım
sıklığı
incelendiğinde ise hiç eğitim almamış
izlerkitle grubu içinde en yüksek oran
%78,6
ile
cep
telefonunu
hiç
kullanmadıklarını belirtenlere aittir. Bu
izlerkitle grubu cep telefonunu %14,3
oranı
ile
de
az
kullandıklarını
belirtmektedirler. Okuma yazma bilmek,
eğitim sürecinde teknolojiye yakın olmak,
cep telefonu teknolojisinin Türkçe
olmaması gibi nedenlerle eğitimsiz
grubun bu araca mesafeli yaklaşmaları
sonucunu doğurmaktadır. Öte yandan cep
telefonu okuma yazma bilmeyen izlerkitle
için
bile
%21,4’lük
bir
oranla
kullanılmaktadır. Bu durum telefonların
sadece
belirli
özelliklerinin
kullanıldığının da göstergesidir. Cep
telefonlarını sadece ev telefonları gibi
kullanan
bir
gruptan söz
etmek
mümkündür. Okuma yazma bilmeyen bir
grubun bile cep telefonu kullanması
aracın hızla yaygınlaşması sonucunu da
doğurmaktadır.
139
İlköğretim düzeyinde eğitim alan
izlerkitle grubunda cep telefonunu sık
kullananların oranı %41,8 ile en yüksek
orana sahiptir. Çok sık kullananlar ise
ikinci yüksek orana sahiptir. Cep
telefonunu çok sık kullananlar %30 oranı
ile
temsil
edilmektedir.
Hiç
kullanmıyorum diyen izlerkitle ise
grubun %12,4’ünü oluştururken cep
telefonunu ara sıra kullananların oranı
%10,8’dir. Ortaöğretim düzeyinde eğitim
alan izlerkitle grubunda ise cep
telefonunu çok sık kullananların oranı
%55,8 ile grubun en yüksek oranına
sahipken
sık
kullanıyorum
diyen
izlerkitle üyeleri de %27,9 oranı ile ikinci
sırada yer almaktadır. Toplum yaşamına
en son giren ve geleneksel standartların
dışına taşarak farklı bir boyuta taşınan
cep telefonu salt iletişim aracı olmaktan
çıkıp
bir
kitle
iletişim
aracına
dönüşmüştür. Bu dönüşümde teknolojik
alt yapı kadar servis sağlayıcıların
sunduğu haber, hava durumu gibi
bilgilerin gönderilmesi önemli rol
oynamıştır. İzlerkitleden kitle iletişim
araçları seçkisi içinde sunulan cep
telefonu bir iletişim aracı olmaktan çok
bir kitle iletişim aracı olarak görmeleri
istenmiş ve soruları bu bağlamda
yanıtlamaları beklenmiştir. Cep telefonu
kullanım sıklığı ve eğitim ilişkisi
araştırıldığında eğitimsiz izlerkitle grubu
içinde hiç cep telefonu kullanmıyorum
diyenlerin oranı %78,6’dır. Bu oran
ilköğretim
düzeyinde
%12,4’e,
ortaöğretim düzeyinde %7’ye üniversite
düzeyinde ise %6,3’e düşmektedir. Cep
telefonunun bu özelliğinin kullanılması
ile eğitim arasındaki ilişki bu veriler
ışığında kurulabilmektedir. Bir başka
ifade ile cep telefonunun kitle iletişim
aracı olarak da nitelenmesine neden olan
özellikleri eğitim seviyesi düştükçe daha
az kullanılmaktadır(Tablo 5).
Medya Kullanmama Nedenleri
İzlerkitlenin hangi nedenlerle söz
konusu
araçları
kullanmadıklarını
belirlemek amaçlanmıştır. Bu saptamanın
yapılabilmesi için ankete katılanlara
evimde
yok,
İlgilenmiyorum,
hiç
duymadım, zamanım yok, kullanmayı
bilmiyorum, sahip değilim gerekçeleri
sunulmuş, bu gerekçelerin dışındaki bir
neden ile kullanmayanlar için diğer
nedenler seçeneği eklenmiştir. Veriler
anketi yanıtlayanların bu seçeneklerden
birini tercih etmeleriyle oluşmuştur.
Araştırmaya
katılan
izlerkitlenin
istatistik
olarak
eğitim
değişkeni
parametreleri ile televizyon kullanmama
nedenleri arasında anlamlı verilere
ulaşılamamıştır(P=0.162).
Televizyon
izlememe nedeni ile eğitim düzeyi
arasındaki ilişki incelendiğinde eğitim
düzeyi farklılığı gözetilmeksizin ankete
katılanların
tamamı
kullanıyorum
seçeneğini işaretlemiştir. Yine aynı
şekilde eğitim değişkeni bağlamında
izlerkitlenin radyo dinlememe nedenine
ilişkin istatistik açıdan anlamlı verilere
ulaşılamamıştır (P=0.304). Televizyon ve
radyo eğitim düzeyi ne olursa olsun
izlerkitle tarafından kullanılmaktadır.
Eği
ti
ms
iz Evimde yok 28,
6% İlgilenmiyo 14,
rum 3% Hiç Duymadım Zamanım Yok Diğer 7,1
Nedenlerd
% en Kullanmayı 50,
Bilmiyoru
0% m Sahip Değilim Kullanıyoru m Toplam 10
0% İlköğ
reti
m Orta
öğre
tim Üniv
ersit
e Topl
am 32,3
% 6,8% 43,9
% 4,9% 23,1
% %33,
1 %6,7 0,3% %0,3 7,8% 9,8% %7,4 5,3% 28,0
% 10,2
% 9,3% 100
% 2,4% 4,9% %4,9 %25,
4 4,9% %9,0 29,3
% 100
% 76,9
% 100
% %13,
3 %10
0 İzlerkitlenin eğitimsiz grubunun interneti
kullanan üyesine rastlanmamıştır. Bu grubun
%50’si kullanmayı bilmiyorum, %28,6’sı
evimde yok, %7,1’i diğer nedenlerden
dolayı,
%14,3’ü
ilgilenmiyorum
seçeneklerini kullanmama gerekçesi olarak
belirtmişlerdir. İlköğretim düzeyinde eğitim
alanların %9,3’ü interneti kullanmaktadır.
Geri kalanlar evimde yok, kullanmayı
bilmiyorum, ekonomik nedenlerle sahip
değilim, zamanım yok ve ilgilenmiyorum
gerekçeleri ile interneti kullanmamaktadır.
Bu grup içinde interneti hiç duymadım
diyenlerin oranı %0,3’dür. Ortaöğretim
düzeyinde eğitim alanların %29,3’ü internet
kullanmaktadır. Bu grubun %43,9’u evimde
yok, %9,8’i zamanım yok seçeneğini %4,9’u
ekonomik
nedenlerle
sahip
değilim
gerekçesini,
%4,9’u
ilgilenmiyorum
gerekçesini ileri sürmüşlerdir. Üniversite
düzeyinde eğitim alan grubun %76,9’u
internet kullanmaktadır (Tablo 6).
Eğitimsiz grubun %50’si internet
kullanmayı
bilmiyorum
seçeneğini
işaretlerken ilköğretim grubunda bu oran
%28’dir. Ancak açıkça gözükmektedir ki
internet büyük ölçüde üniversite düzeyinde
eğitim
almış
kullanılmaktadır.
izlerkitle
tarafından
Eğitim Değişkeni ve Gazete Okumama Nedeni
Eğitim
siz Evimde yok
İlgilen
miyorum Zamanım Yok Diğer Nedenler den Kullanmayı Bilmiyorum Sahip Değilim Kullanıyo
rum Toplam
İlk
öğret
im 0,3%
Orta
öğre
tim Üniv
ersit
e Topla
m 28,6% 6,5% 2,6% %6,8 10,6
% 7,9% %9,6 7,1% 0,6% %0,8 50,0% 0,3% %2,1 2,6% 14,3% 100% 21,5
% 60,1
% 100% 86,8
% 100
% 100% 100% %0,3 %18,
2 %62,
2 100% İzlerkitlenin eğitim düzeyi değişkeni
bağlamında gazete okumama nedeni
irdelendiğinde eğitimsiz grubun sadece
%14,3’ünün gazete takip ettiği saptanmıştır.
Öte yandan bu grubun %50’si okuma-yazma
bilmediğini,
%28,6’sı
ilgilenmediğini,
%7,1’i
ise
karmaşık
geldiği
için
kullanmadıklarını belirtmişlerdir. İlköğretim
düzeyinde eğitim alan grubun %60,1’i
gazete okumaktadır. En temel gazete
okumama gerekçesi ise %21,5’lik oranla
ekonomik koşullardır. Zamanı olmadığını
belirtenlerin oranı %10,6, ilgilenmiyorum
diyenlerin oranı %6,5’dir. Ortaöğretim
düzeyinde eğitim görenlerin %86,8’i gazete
okuduklarını ifade etmektedir. Üniversite
düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubunun
da tamamı gazete okumaktadır. Gazete
okuyanların oranları eğitim değişkeni
bağlamında incelendiğinde eğitimsiz grubun
oranının %14,3 olduğu bu oranın ilköğretim
seviyesinde ani bir sıçrama gösterip %60,1
oranına, ortaöğretim düzeyinde %86,8
oranına ve yüksek öğretim düzeyinde ise
%100 seviyesine ulaştığı görülmektedir. Bu
veriler eğitim düzeyinin artmasıyla gazete
okuma oranın arttığını açıkça göstermektedir
(Tablo 7).
akademia
Tablo 6. Eğitim Değişkeni ve İnternet
Kullanmama Nedeni
140
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Tablo 7. Eğitim Değişkeni ve
Telefonu Kullanmama Nedeni
Evimde yok İlgilenmi
yorum Zamanı
m Yok Diğer Nedenle
rden Kullanm
ayı Bilmiyor
um Sahip Değilim Kullanıy
orum Toplam Cep
Eğitims
iz İlköğre
tim Ortaöğ
retim Üniversite Toplam 14,3% 2,2% %2,3 3,5% 5,1% 8,3% %3,7 0,3% %0,3 14,3% 1,9% 8,3% %2,3 28,6% 1,9% %2,6 21,4% 11,3% %10,2 21,4% 78,9% 94,9% 3,1% %78,6 100% 100% 100% 100%
100%
akademia
İzlerkitlenin cep telefonu kullanmama
gerekçesi
eğitim
düzeyi
değişkeni
bağlamında
incelendiğinde
eğitimsiz
izlerkitlenin
zaman
bulamama
ve
ilgilenmeme nedeniyle cep telefonu
kullanmadıkları görülmüştür. İlköğretim
düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubunun
%78,9’u
cep
telefonu
kullandığını
belirtmiştir. Bu grup içinde cep telefonuna
sahip olmayanlar ise %11,3’tür. Bu grup
ekonomik nedenleri, ilgilenmemelerini ve
diğer
nedenleri
gerekçe
olarak
göstermişlerdir. Ortaöğretim düzeyinde
eğitim almış izlerkitlenin %94’ü cep
telefonunu kullandığını ifade etmektedir. Bu
izlerkitle
grubunun
yaklaşık
%5,1’i
ilgilenmediği
için
cep
telefonu
kullanmadığını belirtmişlerdir. Üniversite
düzeyinde eğitim görmüş izlerkitle içinde
cep telefonu kullanmayanların en önemli
gerekçesi %5,1’lik orana sahip olan
ilgilenmiyorum seçeneğidir. Bu grubun cep
telefonu kullanıyorum diyenlerin oranı
%83,3’tür(Tablo 8).
141
Sonuç
Dijital teknolojinin gelişmesi ve politik
ortamdaki yasal değişmeler gerek ulusal
gerekse de küresel boyutta medya
endüstrisinde hızlı bir değişim süreci
yaşanmasına neden olmuştur. Medya
ortamındaki güncel ve yaygın değişim, yeni
teknolojilerin gelişmesi, medya sahipliğinin
değişmesi, ekonomik yapının değişmesi
medyayı ve işlevlerini yeniden gözden
geçirme gereğini doğurmuştur. Teknolojik
gelişmeyle birlikte iletişim sektörüne ve
izlerkitlenin yaşamına dâhil olan yeni kitle
iletişim araçları izlerkitlenin var olan
medyayı
tüketim
biçiminin
yeniden
şekillenmesinde önderlik etmeye yönelmiştir
(Kim, 2002).
Eskişehirli izlerkitleye bu çalışmada beş
araçtan oluşan kitle iletişim araçları seçkisi
sunulmuştur. Söz konusu araçlar televizyon,
radyo, internet, gazete ve cep telefonudur.
Uygulanan ankette izlerkitlenin bu araçları
kullanma sıklığı ve kullanmama nedenlerine
dönük iki soru öbeği hazırlanmış alınan
yanıtlar eğitim değişkeni bağlamında analiz
edilmiştir. İzlerkitlenin kitle iletişim
araçlarını
hangi
sıklıkla
kullandığı
sorusunun yanıtını da arayan bu çalışmada
izlerkitleden yanıtlarını kendilerine sunulan
hiç kullanmıyorum, az kullanıyorum, ara
sıra kullanıyorum, sık kullanıyorum ve çok
sık kullanıyorum seçeneklerinden birini
seçerek
yanıt
vermeleri
istenmiştir.
İzlerkitlenin medya kullanma biçimini
belirlemek üzere sorulan bir diğer soru ile
izlerkitlenin
kitle
iletişim
araçları
kullanmama nedenleri ortaya çıkarılmaya
çalışılmıştır. Kitle iletişim araçları seçkisi
içinde yer alan beş araç için evimde yok,
ilgimi çekmiyor, bu aracı hiç duymadım,
zamanım yok, diğer nedenlerden dolayı,
kullanmayı
bilmiyorum,
ekonomik
nedenlerle sahip değilim ve aracı
kullanıyorum ifadeleri ile kitle iletişim
araçlarını kullanmama gerekçelerine ilişkin
veriler elde edilmiştir.
Eğitim değişkeni bağlamında televizyon
izlememe nedeni ve sıklığına ilişkin anlamlı
bir fark elde edilememiştir. Bu durum
televizyonun
eğitim
düzeyi
farkına
bakılmaksızın herkes tarafından izleniyor
olduğunu
göstermektedir.
Radyo,
izlerkitlenin kitle iletişim araçları seçkisi
eğitim alan izlerkitle üyelerinin tamamı
gazete okumaktadır. Cep telefonu bütün bu
özellikleriyle
birlikte
Eskişehir’deki
izlerkitlenin yoğun olarak kullandığı (%
71,2 oranında) bir araçtır. Cep telefonu
kullanan eğitimsiz izlerkitlenin oranı
düşüktür (%7,1). Buna karşın ilköğretim,
ortaöğretim ve üniversite düzeyinde eğitim
görmüş izlerkitlenin kullanım oranı ise
%70’in üzerindedir. İzlerkitle içinde cep
telefonu kullanmayan, az kullanan ya da ara
sıra kullanan izlerkitlenin toplam oranı
%30’dur. Bu grubun cep telefonu
kullanmama nedenleri ekonomik nedenlerle
sahip olmamak, ilgi duymamak olarak
belirtilmiştir.
Eğitimsiz izlerkitle grubunun kitle
iletişim araçları seçkisi sadece dört araçtan
oluşmaktadır. Bunlar televizyon, radyo,
gazete ve cep telefonudur. Diğer bir araç
olan internet bu izlerkitle grubu tarafından
kullanılmamaktadır. Bu seçki içinde yer alan
gazete ve cep telefonunun kullanılma oranı
%7,1’dir. Cep telefonunu kullanmayı
bilmedikleri, karmaşık geldiği için ve
ekonomik
nedenlerden
dolayı
az
kullanılmaktadır. İlköğretim düzeyinde
eğitim almış izlerkitle grubunun sık
kullandığı kitle iletişim araçları seçkisinde
televizyon, cep telefonu, radyo ve gazete ilk
sıralarda yer almaktadır. Seçkinin sonlarında
yer alan ve %50’nin altında orana sahip
internet ise bu izlerkitle grubunun ilgisini
çekmediği, zaman ayrılmadığı ya da
evlerinde bulunmadığı için daha az
kullanılmaktadır.
Ortaöğretim düzeyinde eğitim alan
izlerkitle grubunun kitle iletişim araçları
seçkisi televizyon, cep telefonu ve gazeteden
oluşmaktadır. Üniversite düzeyinde eğitim
almış izlerkitle grubu dört aracı %50’nin
üzerinde bir oranla kullanmaktadır. Bu araç
seçkisi içinde televizyon ilk sırada yer
alırken bunu internet, gazete, cep telefonu
takip etmektedir. Bu sıralama dışında kalan
radyo
ise
%32,4
oranında
tercih
edilmektedir. Bir başka ifade ile üniversite
düzeyinde eğitim almış izlerkitle grubu kitle
iletişim araçları seçkisi içinde yer alan bütün
araçları kullanmaktadır.
akademia
içinde yer alan en eski kitle iletişim
araçlarından
biridir.
Eskişehir’deki
izlerkitlenin %50,7’si tarafından yoğun
olarak kullanılmaktadır. Ancak sonuçlar
radyonun kitle iletişim araçları seçkisi içinde
genel sıralamada en çok tercih edilen ve
kullanılan üçüncü araç olduğunu ortaya
çıkarmaktadır. Eğitim değişkeni ve kullanım
sıklığı arasındaki ilişki irdelendiğinde
radyonun özellikle ilköğretim düzeyinde
eğitim almış izlerkitle tarafından çok sık
kullanıldığı (%55,3 oranında) görülmektedir.
İzlerkitlenin radyo dinlememe gerekçeleri ve
değişkenler arasındaki ilişki irdelenmiş
ancak istatistikî anlamda yorumlanabilir
verilere ulaşılamamıştır. Buna karşın elde
edilen genel frekans dağılımı izlerkitlenin
radyo
dinlememe
gerekçesi
olarak
ilgilenmiyorum, evimizde radyo yok ve
zaman ayıramıyorum gerekçelerini öne
sürdüklerini göstermektedir. Eskişehir’deki
izlerkitlenin %12,6’sı yoğun olarak internet
kullanmaktadır. Kullanma sıklığına ilişkin
veriler eğitim değişkeni bağlamında
incelendiğinde ise internetin öncelikle ve
yoğun olarak üniversite düzeyinde eğitim
almış izlerkitle tarafından kullanıldığı %93,8
oranında)
görülmektedir.
Ortaöğretim
düzeyinde
internet
kullanma
oranı
%26,9’dur. Buna karşın internet yoğun
olarak kullanılan bir kitle iletişim aracı
değildir. En büyük kullanıcı kitlesi
üniversite
düzeyinde
eğitim
almış
izlerkitledir.
İzlerkitlenin
internet
kullanmama gerekçeleri içinde evimizde
internet
bağlantısı
yok,
kullanmayı
bilmiyorum ve ekonomik nedenlerle
internete sahip değilim gibi sonuçlar öne
çıkmaktadır.
Bu
noktada
internetle
ilgilenmiyorum seçeneğinin fazlaca ön plana
çıkmaması dikkat çekicidir. Bu gerekçe yedi
seçenek içinde altıncı konumdadır. Eğitim
düzeyi arttıkça gazete okuma sıklığının da
artacağına ilişkin yaygın kanı elde edilen
verilerle doğrulanmıştır. Buna karşın okuma
yazma bilmeyen eğitimsiz grup içinde bile
gazeteyi takip edenler(%7,1 oranında)
bulunmaktadır. Eskişehir’deki izlerkitle
ekonomik nedenler, zaman ayıramama ve
ilgilenmeme
nedeni
ile
gazete
okumamaktadır.
Üniversite
düzeyinde
142
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Çalışmada elde edilen veriler eğitim
düzeyi arttıkça kitle iletişim araçları
seçkisinin genişlediğini göstermektedir.
Basılı kitle iletişim araçları olan gazete, yeni
teknolojinin kitle iletişim araçları seçkisinin
içine kattığı internet ve cep telefonu eğitim
düzeyi yüksek izlerkitle grubu tarafından
radyo,
televizyonun
yanı
sıra
kullanılmaktadır.
Kaynakça
Albarran ve diğerleri (2007). “What
Happened to Audience?” Radio and
New Media Uses and Gratifications
Amoung Young Adult Users” Journal
of Radio Studies, Vol:14, No:2.
Atlas, M. (2001). İstatistik. Eskişehir:2001.
Basın Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğü. Erişim:19 Ekim2007,
http://www.byegm.gov.tr.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu. Erişim:5
Mayıs 2007, http://www.rtuk.gov.tr.
Birsen H. (2003). “Differing from Print or
Being
Online
Newspaper”
Communication in The Millenium.
Anadolu
Üniversitesi
Yayınları,
Eskişehir.
Birsen, Ö.(2006). Çok Seçenekli Medya
Ortamında Kitle İletişim Araçlarının
Tüketim ve Seçim Biçimi (Eskişehir
Örnekleminde
Bir
İzlerkitle
Araştırması), Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
akademia
Birsen, H. (2005). İşgören Niteliği ve Üreti
Süreci Açısından Haber Sitelerinin
Basın
etiği
Kurallarını
Uygulayabilme Yeterliliği, Anadolu
Üniversitesi Yayınları No: 1646,
Eskişehir.
143
Chung, D. (2008). “Interactive Features of
Online
Newspapers:
Identifying
Patterns and Predicting Use of
Engaged Readers” Journal of
Computer Mediated Communication,
Vol:13.
Çağıltay, K. (1997). İnternet, METU Press,
Ankara.
December, J. (1996). “Units of Analysis for
Internet Communication” Journal of
Communication, S:46 Winter.
Ferguson, D. A. G.F. Greer ve M.E.
Reardon
(2007).
“Uses
and
Gratifications of MP3 Players by
Collage Students: Are İpods More
Popular than Radio”, Journal of Radio
Studies, Vol:14, No:2.
Geray, H. (2006). Toplumsal Araştırmalarda
Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş.
Siyasal Yayınları, Ankara.
Hassebrink, U. ve J. Popp (2006). “Media
repertoires as a result of selective
media use. A conceptual approach to
the analysis of patterns of exposure”
Communications, Vol:31.
Hetsroni, A. (2008). “Dependency and
Adolescents’Perceived Usefulness of
Information on Sexuality: A CrossCultural Comparison of Interpersonal
Sources, Professional Sources and the
Mass
Media”
Communication
Reports, Vol:21 No:1.
Ishii, K. (2006). “Implications of Mobility:
The Uses of Personal Communication
Media in Everyday Life” Journal of
Communication, S:56.
Jackson N.ve L. Darren (2007). “Seeking
Unmediated PoliticalInformation in a
Mediated Environment”. The uses and
gratifications of political parties’ enewsletters”
Information,
Communication and Society, Vol:10
No:2.
Jefrey, L. (1994). “Rethinking Audiences for
Cultural Industries: Implications for
Canadian
Research”,
Canadian
Journal of Communication, Vol :19,
S.3.
Jensen, B.K. ve Rosengren, K.E.(1990).
“Five Tradations in Search of The
Audience”. Europen Journal of
Communication, 5 (2-3).
Kenney, K ve A. Gorelik (2001).
“Interactive Features of Online
Newspapers” First Monday, Issue 5.
(www.firstmonday.org).
Kitle
İletişim
Araçlarında
Kullanımları, Çev: S Sever, A A Bir.
Eskişehir: Anadolu Ün. Kibele Sanat
Merkezi.
Kim, J. (2002). “Across-Media Study of
Koreans’ Media Choice Process And
Consumptıon Patterns In The New
Media
Environment.”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, The
University of Southern Missippi.
Timisi, N. (2003). Yeni iletişim Teknolojileri
ve
Demokrasi.
Ankara:
Dost
Yayınları.
Kim, K. ve Y. Kim (2007). “New and Old
Media Uses and Political Engagement
among Korean Adolescents” Asian
Journal of Communication, Vol:17,
No:4.
Koçak, A. (2001). “Televizyon İzleyici
Davranışları
Televizyon
İzleyicilerinin
Tercihleri
ve
Doyumları Üzerine Teorik ve
Uygulamalı
Bir
Çalışma”,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi, Konya.
Köksal, T (1997). İnternet Sizden Korksun.
İstanbul:Pusula Yayıncılık.
McMillan, S.J. (1998). “Who Pays for
Content? Funding in Interactive
Media”
Journal
of
Computer
Mediated Magazine,Vol:4 Issue:1
Uses and Gratifications Theory. Erişim:25
Mayıs2006.
http://www.ciadvertising.org/studies/s
tudent
Wang, Q., E. L. Fink ve D.A. Cai (2008).
“Loneliness, Gender, and Parasocial
Interaction: A Uses and Gratifications
Approach”,
Communication
Quarterly. Vol:56, No:1.
Wirth, W., T. Von Pape ve V. Karnowski
(2008). “An Integrative Model of
Mobile Phone Appropriation” Journal
o
Computer
Mediated
Communication, Vol:13.
Wonnenberg, A. K. Shoenbach ve L. Van
Meurs
(2009).
“Dynamics
of
Individual
Television
Viewing
Behavior:
Models,
Empirical
Evidence, and a Research Program”,
Communication Studies, Vol:60,
No:3.
McQuail, D. ve Sven W. (1997). Kitle
İletişim Modelleri, Çev: Konca
Yumlu, Ankara: İmge Yayınevi.
Morris, M. Ve Ogan, C. (1996). “The
Internet as Mass Medium” Journal of
Communication, S:46, Winter.
Okazaki, S. ve M. Hirose (2009). “Effects of
displacement– reinforcement between
traditional media, PC internet and
mobile internet A quasi-experiment in
Japan” International Journal of
Advertising, Vol:28.
akademia
Pavlik J. V. (1996). New Media Technology:
Cultural
and
Commercial
Perspectives. Allyn and Bacon,
Boston.
Severin W J & Tankard J W (1994). İletişim
Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri ve
144
Erciyes İletişim
akademia
145
2009
TEMMUZ
YÖNETİCİ VE ÇALIŞANLAR PERSPEKTİFİNDE KOCAELİ MEDYASI VE
SORUNLARI*
Deniz Elif Yavalar**
Özet
Yerel medya demokrasi için vazgeçilmezdir. Çalışmanın amacı bağlamında Türkiye’de
yerel medyanın gelişim süreci genel olarak ele alındıktan sonra Kocaeli medyasının gelişimi ve
temel sorunları ele alınmıştır. Bu sorunlar ele alınırken; tirajları, dinlenme ve izlenme oranları
yüksek olan gazete, radyo, televizyonlar seçilmiş, buralarda farklı departmanlarda çalışanlar ve
yöneticileriyle yapılan söyleşiler bağlamında ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yapılan
söyleşilerden yola çıkarak, Kocaeli medyasında yaşanan sorunlar, yaygın medyada yaşanan
sorunlara bir çok yönde benzer özellikler göstermekle birlikte, yerel medya çalışanlarının en
önemli şikayetlerinin; haber ve bilgi kaynaklarına ulaşmada sıkıntı, haber yazarken kendilerini
özgür ve bağımsız hissetmemeleri, çalışma koşulları, aldıkları ücretten duyulan
memnuniyetsizlik, istihdam, sendikasızlaştırma, meslek içi eğitimin yetersizliği; yerel medya
yöneticilerinin en önemli şikayetlerinin resmi ilan pastasından yeterince pay alamamak, ticari
ilan ve reklam yetersizliği, öz sermaye, prestij, teknolojiyi yakalayabilme zorluğu, reyting-tiraj
sorunu, kalifiye eleman sıkıntısı, devletin yerel medyayı yeteri kadar desteklememesi ve
hukuksal sorunlar olduğu tespit edilmiştir. Bu sorunların çözümü için de devlet desteği, mahalli
medyanın kendi arasında iyi ilişkiler kurması, yöre halkının sahip çıkması, yerel sanayiden daha
çok destek görmek ve yeni yasal düzenlemeye olan ihtiyaç önerileri getirilmiştir. Bunlar yapıldığı
takdirde yerel medyanın sorunlarının büyük ölçüde çözüleceği kanısına varmış bulunmaktayız.
Anahtar Kelimeler: Yerel Medya, Gazete, Televizyon, Radyo, Kocaeli
KOCAELİ MEDIA AND PROBLEMS FROM MANAGERS AND WORKERS
PERSPECTIVES
Abstract
akademia
Local media is indispensable for democracy. The purpose of study in the context of
Turkey's development process in the local media in general, addressed the media after the
development of Kocaeli and basic problems are discussed. While these issues be addressed;
circulation and rest and be monitored with high rates of newspaper, radio, television, and selected
to work in different departments, and administrators here in the context of the interview were put
in place. Developed from the way the media Kocaeli problems, common in the media problems,
a multi-direction similar features to the show, the local media employees the most important
complaints, news and information resources to reach hardship, news writing themselves free and
independent do not feel, working conditions, they charge through the dissatisfaction,
employment, union activities, vocational training of lack of local media managers of the most
important complaint from the official posting pasta give enough shares, commercial
advertisement and advertising failure, equity capital, prestige, technology to capture the
challenges, the rating-circulation problems, shortage of qualified workers, the state's local enough
to support the media and legal issues that have been identified. To solve this problem, the state
support, local media itself establish good relations between the local people out of the owner of
the local industry to see more support from the new legal regulations and the need to bring the
proposal is. These are the problems of the local media had largely resolved in the blood are
found.
Keywords: Local Media, Newspaper, TV, Radio, Kocaeli.
*
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından kabul edilen “Yerel Medya Bağlamında
Kocaeli Medyası ve Sorunları” isimli yüksek lisans tez özeti.
**
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü yüksek lisans mezunu.
146
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
akademia
Yerel
medya,
kendi
bölgesinin,
bulunduğu ilin, ilçenin; kamuoyu adına
sorunlarını, taleplerini dile getirirken ulusal
haberlerden farklı olarak, o yörede yaşayan
insanları ilgilendiren haberlere geniş yer
veren; yerel unsurları ve yerel sorunları
ortaya çıkaran, yerel sorunlar karşısında
halkı bilgilendiren ve kamuoyu oluşturan
kitle iletişim araçlarıdır. Yerel medyanın;
demokrasi ve çokseslilik adına yönetimleri
denetleme şansı vardır. Bu özelliği;
varolduğu yerde yaşanan sorunların
içerisinde olması ve birebir denetleme şansı
olmasından
kaynaklanmaktadır.
Bu
bağlamda; devlet ve millet arasına köprü
kurarak, yörenin sesi olma özelliğini
taşımaktadır. Demokrasinin daha sağlıklı
işlemesi için farklı seslerin bulunması
gerekir. Bu yönüyle yerel medya, farklı
görüş ve düşüncelerin ifade edilmesi
suretiyle demokrasinin olmazsa olmaz
şartlarından biri haline gelmiştir. Ancak;
geçmişten günümüze birçok işlevi yerine
getiren yerel medyanın; mesleki, ekonomik
ve hukuksal olmak üzere çok önemli
sorunları mevcuttur. Bu yüzden, yaygın
medya karşısında geride kalarak, işlevlerini
yerine getirirken sıkıntılarla karşı karşıya
kalmaktadır. Atatürk’ün “Fazilet Adaları”
olarak nitelendirdiği yerel basın için
sorunların başında, özellikle ekonomik
sıkıntılar gelmektedir. Bununla bağlantılı
olarak çalışan kalitesi de düşmektedir.
Kalifiye eleman sıkıntısı yerel medyanın
profesyonellikten uzaklaşmasına neden
olmaktadır. Bu nedenle, yaygın medyaya
karşı alternatif medya oluşturması oldukça
zor görünmektedir.
147
Bu noktadan hareketle yerel medya ve
sorunları, Kocaeli örneğinde incelenecektir.
Kocaeli Medyası da söz konusu sorunları
yaşayan illerimizdendir. Bu çalışma, Kocaeli
yerel medyası üzerine yapılmış, yerel
medyaya örneklem oluşturması bakımından
İzmit’teki gazete, radyo, televizyonlarla
sınırlı tutulmuştur. Yerel medyanın sorunları
ortaya koyma açısından İzmit örneğinden
yola çıkılarak yapılan bu çalışma, somut
veriler elde etmek adına önemlidir.
Araştırmanın amacına uygun olarak, 15
Eylül – 15 Kasım 2008 tarihleri arasında
yerel medya mensupları ile yüz yüze
söyleşiler gerçekleştirilmiştir. Önceden bir
soru formu hazırlanmış olup, böylelikle
görüşmecinin istenmeyen konularda görüş
bildirmesi önlenmiştir. Söyleşiler, İzmit’teki
yerel medya çalışanları ile sınırlı
tutulmuştur. İzmit yerel medyasında
faaliyetlerine devam eden 6 gazete, 3
televizyon ve 15 yerel radyoda çalışan
medya mensuplarını temsilen 8 yönetici, 4
çalışan ve Gazeteciler Cemiyeti Şube
Başkanı ile söyleşi yapılmıştır. Bu
söyleşilerdeki temel amaç, İzmit medyasının
sorunlarını hem çalışanlar hem de
yöneticiler açısından sorgulamaktır. Her iki
kesimden de alınan yanıtlar ışığında, İzmit
yerel medyasının, dolayısıyla medya
çalışanlarının problemleri ve çözüm
önerileri ortaya konmuştur.
1.
Türkiye’de
Gelişimi
Yerel
Medyanın
Osmanlı’da ilk gazete çıkaran kesim,
yabancı devlet sefaretleri ve azınlıklar
olmuştur. Türkiye’de ilk gazeteyi 1795
yılında Fransızlar çıkarmışlardır. Gazetenin
adı Bulletinde Nouvelles “haber bülteni” dir.
Daha sonraki yıllarda Fransız büyükelçisi
Bulletinde Nouvelles yerine, 1796’da iki yıl
kadar yaşayabilen La Gazete Françaisede
Constantinople’yı çıkarttı. Ocak 1824’de ise
İzmir’de
Smyrneen
adlı
gazete
yayımlanmaya başladı. Hem sayı hem de
etkinlik açısından Osmanlı topraklarında
Türkçe dışı basının en önemli kesimini
oluşturan ve 1864 tarihine kadar yayımlanan
bu Fransızca gazeteler dışında, yine bu
tarihe kadar Rumca basın olarak 1831’de
Filos Ton Neon, 1832’de Takvim-i
Vekayi’nin Rumcası olan Otomanikos
Minitor, 1838’de Amalthia, 1850’de
Bizantis, Ermenice basın olarak 1831‘de
Lirokir,
1839’da
İştemeran
Bidani
Kidelyalts, 1852’de Masis, 1863’de
Jamanak, Bulgarca basın olarak 1842’de
Ljuboslowije, 1848’de Çarigradski Vestnik,
(Çığ, 2007, 62-63). Türkler tarafından
çıkarılan ilk özel gazete; 21 Ekim 1860
tarihinde
Agah
Efendi
tarafından
çıkarılmaya başlanan Tercüman-ı Ahval
yayımlanmaya başlar. Resmi görüşün
dışındaki konulara el atabilmesi, toplumun
dertlerini dile getirmesi, zamanla okuyucu
mektuplarına yer vermesi, ansiklopedik
bilgiler dağıtmasıyla yoğun ilgi gören
gazeteyi, 27 Haziran 1862’de Şinasi’nin
çıkardığı bir fikir gazetesi olarak
değerlendirilen Tasvir-i Efkar takip eder.
Osmanlı yapısı içersinde Türk unsurunun
haklarını
savunan
gazete
ilk
kez
kamuoyunun önemini vurgulamıştır (Çakır,
1997, 39). 1868’de Türkçe-Rumca dilinde
Edirne’de Edirne gazetesi, 1869’da TürkçeRumca dilinde Trabzon’da Trabzon gazetesi,
Bursa’da
1869’da
Türkçe-Ermenice
yayımlanan
Hüdavendigar
Gazetesi,
1869’da Konya’da Türkçe-Rumca Konya
Gazetesi,
1872’de
Türkçe
dilinde
Kastamonu’da
Kastamonu
Gazetesi,
1872’de Türkçe-Rumca dilinde Adana’da
Seyhan Gazetesi, 1874’de Ankara’da Türkçe
yayımlanan Ankara Gazetesi, 1874’de
İzmir’de
Türkçe
yayımlanan
Aydın
Gazetesi,
1878’de
Sivas’ta
Türkçe
yayımlanan
Sivas
vilayet
gazeteleri
günümüz anlamında bir yerel gazetecilikten
öte devletin yeni yapılanmasının bir
parçasıdır (Aydeniz, 2007, 10-16). 1876
yılına kadar İstanbul’da 13’ü Türkçe, 35’i
diğer
dillerde
toplam
48
gazete
yayımlanmıştır (Çığ, 2007, 70-73). II.
Meşrutiyet’ten sonraki geçen altı yıllık
zamanda Osmanlı topraklarında 1600 yayın
başvurusu yapılmıştır. Aynı dönemde
İstanbul’dan Anadolu’ya matbaalar taşınmış,
hemen her kentte özel girişimcilere ait Türk
basımevleri kurulmuştur (Duman, 2007, 8283). Ama ne yazık ki, hürriyet ortamı çok
fazla devam etmez. Önce İstanbul’da
yaşanan 31 Mart Hadise’si ve birbiri ardına
çıkan savaşlar basını olumsuz etkiler.
İstanbul basını ve yerel basında bu dönem
boyunca oluşan kamplaşmaya ve azınlık
gazetelerine gösterilen hoşgörü, savaşla
birlikte yerini kontrol altındaki basına
bırakmıştır. Sıkı denetim ve mürekkep, kağıt
gibi temel baskı malzemelerin fiyatlarının
akademia
Arapça basın olarak 1798’de Arapça,
Türkçe, Fransızca olarak üç dilde
yayımlanan Le Courrier d’Equpte, 1828’de
Arapça-Türkçe Vekay-i Mısriye ve Yahudi
basını olarak 1846’da Sha Area Mızrah,
1862’de Torak Zion çıkmıştır. Bunlar
dışında Osmanlı devleti hudutları içinde
Almanca, Arnavutça, Çerkezce, Farsça,
Gürcüce, Hırvatça, Hintçe, İngilizce,
İtalyanca, Kürtçe, Rumence, Rusça, Sırpça
ve Urduca dillerinin içinde yer aldığı yirmiyi
aşkın
dilde
yayın
yapan
gazete
yayımlanmıştır ki; Osmanlı gazeteciliği bir
yerel gazetecilik tarihidir denildiğinde söz
konusu gazetecilik olgusunu açıklamaya
yetecek bir rakamdır (Çakır, 1997, 35-38).
Türk basın tarihi, matbaanın Türkiye’ye
girişinden yaklaşık bir asır sonra
yayımlanmaya başlayan Vekayi-i Mısriye
(1828) ile başlatılır. Yarısı Türkçe yarısı
Arapça olarak yayımlanan bu gazeteyi, 1830
yılının sonunda yarısı Türkçe yarısı Rumca
Vekayi-i Giridiye isimli gazete takip eder.
Bu iki gazete dışında, Osmanlı ülkesinde
yayımlanan ilk Türkçe gazete Takvim-i
Vekayi’dir. 1 Kasım 1831 yılında Osmanlı
Devleti’nin resmi yayın organı olarak yayın
hayatına başlayan gazeteyi 1840 yılında
Türkçe olarak yayımlanmaya başlayan yarı
özel gazete Ceride-i Havadis takip eder
(Çakır, 1997, 39). Özel girişim gazetelerinin
ortaya çıkmasıyla devletin özel gazeteler
üzerinde denetim kurma ihtiyacı ortaya
çıkar. 1857 yıllarında izinsiz litograf
matbaaları arttığı için bu alanda yasal
düzenleme
yapılarak
1908’e
kadar
yürürlükte
kalacak
olan
Matbaalar
Nizamnamesi yayımlanır. Takvim-i Vekayi,
Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval ve
Tasvir-i Efkâr varken 1852’de Fransa
kralının çıkardığı kararname örnek alınarak
1864
tarihli
Matbuat
Nizamnamesi
yürürlüğe
girer.1862’den
beri
yayımlanmakta olan Tasvir-i Efkar’ın
muhalif tutumuna 1866’da Muhbir, Ayine-i
Vatan ve Utarit gibi gazetelerin katılmasıyla
1867’de hükümete gazeteleri kovuşturma
hakkı veren ve 1909’a kadar yürürlükte
kalacak olan Ali Kararnamesi çıkar. Basın
özgürlüğü tamamen kaybolur. Ancak bu
kararname basının dinamizmini frenleyemez
148
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
149
hızla yükselmesiyle küçük tirajlı çoğu gazete
kapanmış, yayınını sürdürebilenler ise
sadece İttihat ve Terakki iktidarının
açıklamalarına yer veren bir çizgide yayın
hayatlarına devam etmişlerdir (Koloğlu,
1994, 60). Anadolu’da Milli Mücadele’nin
ilk gazetesi “İrade-i Milliye Gazetesi”dir.
Erzurum Kongresi’nden sonra Sivas’a gelen
Mustafa Kemal’in 4 Eylül 1919’da Sivas
Kongresi’ni topladığı sırada, Kuva-yi
Milliye sözcülüğünü yapmak ve kurtuluş
hareketiyle ilgili düşüncelerini yaymak
amacıyla 14 Eylül 1919’da yayınlanmaya
başlamıştır. Mustafa Kemal’in Erzurum ve
Sivas kongrelerinin yapıldığı sıralarda ülke
içindeki olayları, ulusal bağımsızlık
hareketini başlatanlara halkın duyduğu
destek ve güveni, yurtiçinde ve yurtdışında
kamuoyuna süratle iletmek amacıyla
Sivas’ta İrade-i Milliye ve ardından da
Hakimiyet-i
Milliye
gazetelerinin
yayımlanmasını sağlamıştır. Erzurum’da
yayımlanmaya başlayan Albayrak, Envar-i
Şarkiye Gazetesi, Antalya’da Anadolu
Gazetesi, Kayseri’de Adana’ya Doğru
Gazetesi, Edirne’de Ahali, Samsun’da
Güneş, Ankara’da Mefkure, Balıkesir’de
İzmir’e Doğru, Bolu’da Dertli Gazetesi,
Trabzon’da İstiklal Gazetesi, Konya’da Öğüt
Gazetesi, Kastamonu’da Açıkgöz Gazetesi,
Adana’da Yeni Adana Gazetesi gibi
Anadolu’nun dört bir yayınında çıkan
gazeteler milli mücadeleyi destekleyici övgü
dolu ifadelere yer verir (Gündüz, 2007, 9195). Adana’da Ferda, Balıkesir’de İrşad,
Kastamonu’da Ferda, İzmir’de Köylü, Şark,
Musavat ve Islahat, Edirne’de Teemmin,
Bandırma’da Adalet, Bursa’da Mücadele ve
Bursa adlı Milli Mücadele karşıtı gazeteler
yayımlanmıştır (Şeker, 2007, 40-41). Basın
Türk ulusu için vatanın kutsal olduğu
düşmana asla verilemeyeceği konusunda
halkı bilinçlendirmek ve mücadeleye
sürüklemek bakımından milli mücadeleyi
destekler. Kitlesel mücadeledeki rolü,
kamuoyu oluşturmadaki gücünün idrakine
varan milli mücadele planlayıcıları para ve
diğer bazı imkanlarla basına destek verirler.
Haber temininde ve malzemede gazetelere
kolaylık sağlanır, ajanslar kurulur hatta
gazeteciler bir süre askere alınmazlar. Bu
destek Anadolu içlerinde basının gelişimi
için son derece faydalı olur (Duman, 2007,
85). Cumhuriyetin ilanından DP’nin iktidara
geldiği 1950 yılına kadar, ülkede sivil
bürokratik sistem hakim olmuştur. Anadolu
Basını’nı etkileyen bir başka gelişme ise
1928 Harf Devrimidir. Özellikle bu durum,
yerel basını ulusal basına göre daha fazla
etkilemiştir. Arap Alfabesi yerine Latin
Alfabesi’nin kabulü basında sıkıntılar
yaratmıştır. Okuyucu ve diğer desteklerle
yaşam savaşı veren basın, teknik ve
okuyucunun hazır olmaması gibi nedenlerle
yok olma sürecine girmiştir. Sadece devletin
desteğinden çıkan ve yeterli sermaye
birikimine sahip kişilerin gazeteleri ayakta
kalabilmiştir. 1930’lu yılların başında
Serbest Fırka’nın kurulması etkin bir
muhalefet aracı olarak Anadolu’da basının
tekrar yaygınlık kazanmasına neden olmuş,
ancak bu durumda çok uzun sürmemiştir.
1930’lu yılların ortalarında, Avrupa’da
yayılmakta olan faşizmden etkilenen tek
parti
yöneticileri,
basın
üzerindeki
baskılarını ve basını kontrol altına alma
çabalarını
yoğunlaştırmışlardır.
Basın
organları arasında iktidar ile muhalifler
arasında hakarete varan tartışmaların
çıkması, partinin kapatılması ve Menemen
olayı basının üzerine tekrar gidilmesine
neden olmuştur. Bu ortamda hazırlanan 70
maddelik Matbuat Kanun’u tasarısı 1931
yılında kabul edilmiştir (Girgin, 2001, 122124). Bulundukları yörede gazete çıkarmak
isteyenlere en yüksek mülki amire
beyanname verme zorunluluğu getiren
1931’de çıkarılan Matbuat Kanunu ile bütün
muhalefet
susturulmuştur.
Birliğin
kurulmasındaki temel amaç, basını devlet
tarafından denetim altına almaktı. Matbuat
Kanunu’ndan sonra 1935’lere geldiğimizde
Ankara’da ilk kez bir basın kongresi
düzenlenmiş, bu kongrede basının amaçları
anlatılmaya çalışılmış ve bir basın birliği
kurmak amaçlanmıştır. Birinci Basın
Kongresi (1935) olarak adlandırılan bu
kongre, bir yıl sonra tekrar toplanmayı
kararlaştırmıştır; fakat 1975 yılına kadar
toplanamamıştır. Tek partili dönemde, daha
gazetelerce
eleştirilmesiyle
başlayan
gerginliğin tırmanması sonucu 1954’de
sona ermiştir. DP döneminde bir taraftan
gazetelere destek verilirken, bir taraftan da
gazetecilere çeşitli cezalar verilmiştir.
Hükümet 1960’a kadar yürürlükte kalacak
olan yeni bir kanun çıkararak namus, şeref
ve haysiyete tecavüz edilmesi veya
hakarette bulunulması veya itibar kıracak
veya şöhret veya servete zarar verebilecek
bir hususun isnat edilmesi durumunda ağır
para cezaları getiren ve bu suçları şikayet
olmadan savcıların soruşturmasını emreden
düzenlemeler getirerek, basın özgürlüğünü
son derece kısıtlamıştır. 1955’te çıkan 6-7
Eylül olaylarının ardından sıkıyönetim ilan
edilmiş olması da beraberinde basının
haber verme özgürlüğünü kısıtlayıcı çok
önemli yasaklar getirmiştir. 1957 yılında
kağıt ithalatının sadece devlet eliyle
yapılacağına ilişkin kararı ve 1958’de
resmi ilan ve reklamların devlet eliyle
dağıtılacağı hususundaki uygulama basına
yasal
baskıların
yanında
ekonomik
baskıların da getirildiğini göstermektedir.
Bu gelişmelerin ardından 1960 yılına
yaklaştıkça iktidarla basın arasındaki
gerginlik artmış ve DP döneminde 2 bin
324 basın mensubu hakkında tahkikat
yapıldığı gibi 8 yüz gazetecide çeşitli
cezalar almıştır. Basın-iktidar ilişkilerinin
son derece gerginleştiği bu dönemde, 1960
askeri müdahalesi yapılmıştır. Milli Birlik
Komitesi, Basın Kanunu ve diğer yasal
düzenlemelerle uygulamaya sokulan basın
özgürlüğünü
kısıtlayıcı
maddeleri
yürürlükten kaldırarak Basın Ahlak
Yasası’nı çıkartmış, yasayı yürütmekle
görevli Basın Şeref Divanı’nı kurmuştur.
Milli Birlik Komitesi, 1961 yılında resmi
ilan ve reklam dağıtımını yapmak üzere
Basın İlan Kurumu’nu faaliyete sokarak
besleme basının önüne geçmiş, yerel basını
canlandırmıştır. Gazetecilere çeşitli haklar
sağlayan
212
Sayılı
Yasa’nın
çıkarılmasıyla da gazeteciliğin profesyonel
bir meslek oluşu yolunda önemli bir adım
atılmıştır. Anayasaya gazetelerin sansür
edilemeyeceği,
toplatılamayacağı,
kapatılamayacağı, gazete çıkarmak için
izin alınamayacağı, matbaalara ve basın
akademia
sonraları Ceza Kanunu’nda değişiklik
(1938) yapılmış ve 1940-1947 yılları
arasında
da
sıkıyönetim
dönemi
yaşanmıştır.
İkinci
Dünya
Savaş’ı
başlayınca, 22 Kasım 1940’ta bazı illerde
geçerli olmak üzere, bir ay süreli sıkı
yönetim ilan edilmiştir. Üçer aylık
dönemler için uzatılarak, 1947 Kasım ayına
kadar süren sıkı yönetim de basına yeni
sınırlamalar getirmiştir. Bu dönemde
gazeteler hem hükümet, hem de sıkı
yönetim kararlarıyla kapatılmıştır (Girgin,
2001, 127). Kurtuluş Savaşından sonra,
susan İstanbul basını yine ön plana geçmiş,
yerel basın ise bir duraklama dönemine
girmiştir. Bu duraklama 1946 yılına, çok
partili döneme geçişe dek sürmüştür. 1945
Aralık ayında Cumhuriyet halk partisinden
istifa eden Celal Bayar’ın 1946 Ocak
ayında Demokrat Parti’yi (DP) kurmasıyla
çok partili hayata geçilmiştir. Yapılan ilk
seçimi Cumhuriyet Halk Parti’si (CHP)
kazansa da seçimlere hile katıldığı
hakkındaki bilgilerin Demokrat Parti’ye
ilginin artmasını ve basın üzerindeki
baskıların
yumuşatılmasını
gündeme
getirmiş;
hükümete
gazete kapama
yetkisini veren kanun maddesi 1946 yılında
kaldırılmıştır. Çok partili siyasal hayata
geçilmesi ve siyasal partilerin Anadolu’da
örgütlenmesi basında kamplaşmalar ve
gelişmeleri
beraberinde
getirmiştir.
İstanbul ve Ankara’da yeni gazeteler
çıkmış ve varolanlarda basına büyük
özgürlükler
vaat
eden
DP’yi
desteklemişlerdir. Yeni gazetelerin en
önemlileri Hürriyet, Milliyet, Vatan,
Akşam, Yeni Sabah, Tanin, Tasvir,
Zafer’dir. Cumhuriyet gazetesi bile DP’yi
desteklerken CHP’nin yayın organı
konumundaki Ulus tirajını kaybetmiştir.
Diyebiliriz ki; DP ile birlikte Anadolu’da
yerel gazetecilik furyası başlamıştır. 1946
yılında 202 gazete ve 302 dergi yayınlanıp
ve günlük tirajları yüz bine yaklaşmıştır.
Aynen II. Meşrutiyet’in başında olduğu
gibi birçok gazete yayımlanmıştır. Çok
partili dönemin başladığı DP’li gazetelerin
yoğunlukta olduğu yerel basın iktidar
tarafından da desteklenmiştir (Şeker, 2007,
46).
Ancak, bu süreç iktidarın bazı
150
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
151
araçlarına el konulamayacağı gibi önemli
hükümler
konulmuştur.
1960’lardan
sonraki yıllarda yerel basını çok derinden
etkileyecek olan gelişme, ulusal gazetelerin
diğer illere taze gazete dağıtmak amacıyla
yeni dağıtım organizasyonları oluşturması
olmuştur. Ankara, Adana, İzmir gibi
kentlerde baskı tesisleri kuran ulusal
basında, bu yöntemi ilk uygulayan gazete
Akşam Gazetesidir. Bunu Hürriyet,
Milliyet ve Tercüman gazeteleri takip
etmiştir. 1960-1970 yılları arasında ulusal
basın çok büyük ilerlemeler kaydetmiş ve
haber ağırlıklı gazeteler yüksek tirajlara
ulaşmıştır. 1970 yılında ordu, artan öğrenci
olaylarını, artan sosyal ve ekonomik
bunalımları, grevleri, işyeri işgalleri gibi
sorunları öne sürerek Cumhurbaşkanına bir
muhtıra sunmuş ve hükümet istifa ederek
yerine asker güdümündeki yeni yönetime
bırakmıştır. Ardından 11 ilde sıkıyönetim
ilan edilerek 1961 anayasası ile güvence
altına
alınan
gazetelerin
toplatılamayacağına
ilişkin
madde
değiştirilmiştir (Şeker, 2007, 50-52). 1977
seçimlerinin ardından Türkiye’de istikrar
sağlayıcı bir hükümetin kurulamaması
ülkemizi siyasi-ekonomik-toplumsal açıdan
çöküş noktasına getirmiş ve ekonomik kriz
siyasal
iktidarsızlıkla
eklemleşince
gruplaşmalara, çatışmalara yol açmıştır.
Terör de baş gösterince zaten bozuk olan
ekonomi sürekli para basımı nedeniyle
enflasyona ve mala kaçışa neden
olmuştur.24 Ocak Kararları’nın ardından
Türkiye’de, liberal politikaların bir sonucu
olarak büyük sermayenin egemenliğinde
mülkiyet yoğunlaşmalarının yaşandığı bir
süreç başlamıştır (Işık, 2002, 143-148).
Yaşanan gelişmeler tiraj dışında resmi-özel
ilanlara daha fazla bağımlı kalmayı
getirirken, resmi ilanlar için hükümete;
özel ilanlar içinse ticari guruplarla ilişkileri
iyi tutmaya yönlendirdi. Oluşan liberal
ekonomi paralelinde basın dışı büyük ticari
gruplar basın alanına yönelmeye başladılar.
Basın sektöründe yoğunlaşma ve tekellerin
oluşumu başlamış oldu. Durum böyle
olunca basına karşı bir güven sorunu ortaya
çıkmıştır. Türk demokrasisi 1960 ve 1971
yıllarındaki kesintilerin ardından, 12 Eylül
1980 askeri müdahalesiyle bir kez daha
kesintiye uğramıştır. 12 Eylül 1980 askeri
müdahalesinden genel seçimlerin yapıldığı
6 Kasım 1983 tarihine kadar olan dönemde
yönetim sistemi olarak otoriter kuramın
izleri görülmektedir. 12 Eylül döneminde
gazetecilerin
neyi
yazıp
neyi
yazmayacakları
sıkıyönetim
komutanlarınca belirleniyordu. Gazeteciler
durum böyle olunca askeri yönetimi
rahatsız etmeyecek uyumlu ve düşük
profilli çizgi izleme yoluna gitmişlerdir. Bu
dönemde gazetecilerin düşünce ve ifade
özgürlüğü sınırlanırken; yapılan toplu
sözleşme
ve
grev
yasalarındaki
değişiklikler ile gazeteciler iyiden iyiye
güçsüzleştirilir. 7 Kasım 1982 ‘de kabul
edilen 1982 Anayasası’nın 28, 29, 30.
maddeleri
basın
özgürlüğünü
düzenlemektedir. 28. madde basının hür
olduğunu ve sansür edilemeyeceğini
vurguladıktan sonra basımevi kurmak için
izin alma ve mali teminat yatırma şartı
aranmayacağını hükme bağlayarak, liberal
kuramın ana ilkelerinde olan serbestlik
şartını güvence altına almıştır. Ayrıca, 82
Anayasası’nın 133. maddesi ile radyo ve
televizyon yayıncılığı alanında öngörülen
devlet tekeli, 1993 yılında çıkarılan bir
kanunla kaldırılarak, 1990 yılında fiilen
yayın hayatına başlayan ticari radyo ve
televizyonların
yasal
bir
zemine
oturtulması sağlanmıştır (Işık, 2002, 160).
1980’lere
kadar
basın
işletmeleri
çoğunlukla salt gazetecilik gelirleriyle
kendisini çevirirken, 1980’lerden itibaren
basın işletmeleri holding çatısı altında çok
sayıda sektörde faaliyet gösteren sermaye
guruplarının
parçası
haline
geldi.
Türkiye’de medyaya sektör dışında ilk
sermaye girişi Aydın Doğan’ın 1980
yılında Milliyet’i satın almasıyla başladı.
Aydın Doğan’ın ardından Libya’da
inşaatçılık
yapan
Hisarbank’ın
sahiplerinden
Kozanoğlu-Çavuşoğlu
gurubu 1982 yılında Güneş Gazetesi’ni
çıkararak sektöre girdi. 1990’lı yıllarda
Asil Nadir, Günaydın’ı satın alarak
medyaya el attı ve sonra Güneş Gazetesi ve
Türkiye’de radyo yayınlarının başlaması
dünya
ülkelerinin
pek
gerisinde
kalmamıştır. Teknik olarak ilk düzenli
radyo
yayınları
Amerika
Birleşik
Devletleri’nde 1920’de, Türkiye’de ise 7
yıl gecikmeli olarak 1927 yılında
başlamıştır. Devlet girişimlerinden önce
Türkiye’de sesin nakledilmesi konusunda
1923’de denemeler yapılmaya başlanmıştır.
8 Eylül 1926’da Türkiye’de ilk radyo
istasyonlarının kurulmasına karar veren
hükümet, radyoların işletilmesini ve yayın
hakkını Telsiz Telefon Türk Anonim
Şirketi (TAŞ) adı altında Fransızlarla ortak
olarak kurulan şirkete, o dönemlerde
BBC’inin çalışma yöntemine benzer bir
yöntemle on yıllığına vermiştir. Yayın
yapma imtiyazını alan TAŞ; PTT’den 5-7
kw gücünde iki verici kiralamış ve bunları
yayın yapacak hale getirmek için donanım
eklemiştir. TAŞ, ayrıca biri Ankara’da
diğeri İstanbul’da olmak üzere iki radyo
stüdyosu kurmuştur. Böylelikle 1927
yılında İstanbul,
Ankara’da 5 kw’lık
vericilerle ilk radyolar yayın hayatına
başlamıştır. TAŞ ve hükümet arasındaki
anlaşmaya göre hükümet her türlü yönetim
ve yayın işlerinde genel bir denetim
hakkına sahipti. Durum böyle olunca gerek
teknik, gerekse içerik ve mali yönden
sıkıntılarla geçen bu on yıllık dönemin
ardından TAŞ sözleşmesini yenilememiş
ve 1936 yılında PTT kendisi yüklenmiştir.
Radyo yayıncılığında 1927-1936 arası
dönemi Türkiye’de özel teşebbüsün elinde
bir radyo yayıncılığı olmuştur. Bu
dönemden sonra özel teşebbüs dönemi son
bulmuş ve devlet tekelinde yayıncılık
dönemi başlamıştır (Altunbaş, 2003, 2528). Bu sistem için gerekli tekeli ise 9
Haziran 1937 tarih ve 3222 sayılı Telsiz
Kanun’u getirmekteydi. PTT, İçişleri
Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi
otoritelerin
elinde
içeriksel
olarak
gelişemeyen radyo, özellikle II. Dünya
Savaşı’nın başlamasıyla daha sıkı bir
denetim altına alındı. Ankara’da 1938 yılı
sonunda uzun dalga vericisinin hizmete
girmesiyle önemli bir atılım yapılır. Ne
yazık ki, doğu ve batı Anadolu ile ülkenin
kuzey ve güneyinin uç kesimlerine yayın
ulaşmıyordu. Ankara vericisin dinleme
alanı
daralmış
oluyordu.
İstanbul
Radyo’su, 1938 sonlarında devre dışı
kaldığından artık İstanbul ve çevresi de
yayınları alamamaya başladı. 1939 yılında
farklı
bir
yapılanmaya
gidilerek
Başbakanlığa bağlı Matbuat Umum
Müdürlüğü kurularak radyonun yönetimi
bu kuruma devredilmiştir. 1940’da
yürürlüğe giren 3837 sayılı Matbuat Umum
Müdürlüğü yasasıyla kurum, tüm basın
yayın ve turizm faaliyetlerinden sorumlu
olmakla
birlikte
radyonun
örgütsel
yapılanmasından program düzenlemesine
kadar sorumlu oluyordu. 1943 tarihinde
4475 sayılı kanunla Matbuat Umum
Müdürlüğü üç yıl aradan sonra Basın
Yayın Umum Müdürlüğü adıyla yeniden
yapılandı. Radyo yönetimi bu yeni örgüt
bünyesi içersinde kurulan radyo dairesiyle,
radyo heyetine verildi. 1946 yılında çok
partili siyasal yaşamın başlatılması, genel
olarak basın-yayın alanında özel olarak da
radyo alanında birtakım değişiklilere
zorunlu kılmıştır (Çakır, 2005, 27-33).
1950’de 150 kw’lık bir başka verici
Ankara’da hizmete açıldı. 1959’da Ankara
radyosunun 120 kw’lık vericisi iki katına
çıkartıldı. 1961’de 2’şer kw’lık gücünde
İstanbul, İzmir’de; 1962’de Ankara,
Adana, Antalya, Gaziantep; 1963’de
akademia
Gelişim Yayınları’nın sahibi oldu. İzmir
bölgesinde daha çok yerel gazetecilik
yapan Bilgin ailesi de, 1985 yılında
İstanbul’a gelerek Sabah’ı çıkarmaya
başladı. 1993 yılında Aydın Doğan’ın,
Hürriyet’i
de
almasıyla
tekelleşme
yoğunlaşmaya başladı. 1990’lar ve sonrası
medyada
çapraz
tekelleşmenin
yaygınlaştığı, Doğan Grubu, Bilgin grubu,
Çukurova grubu gibi gurupların gazete,
dergi, ajans, radyo, televizyon gibi farklı
medya işletmelerinin yanı sıra medya dışı
sektörlerde de ticari işletmelere sahip
oldukları dönem oldu (Erdoğan, 2007, 43).
Doksanlı
yıllarda
basın
sektöründe
tekelleşme hakim olmaya başlamış ve
gazeteci patronun yerine işadamı patron
kimliğine geçmiştir. Ulusal basın; Bab-ı
Ali’den İkitelliye, medya plazalara
taşınmıştır.
152
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
153
Kars’da ve 1964’de Van’da il radyo
istasyonları kuruldu. Ulusal radyoculuk
politikası açısından bakılığında 1960’a
kadar radyoculuğun verimsiz, çoğu tutarsız
işlerin yer aldığı bir dönem olarak
anılmaktadır (Çakır, 2005, 33-35). 1961
Anayasa’sı sonrası politik özgürleşme
iletişim alanına da yansımış, düşünce
özgürlüğünün
sınırları
genişletilerek,
politik katılımı artıran gönüllü kuruluşların
sayısı da artmıştır. Ancak ne var ki;
rekabetçi bir politik tutum oluşturulmaya
çalışılırken
radyoda
devlet
tekeli
kaldırılmamıştır.
1
Mayıs
1964’de
yürürlüğe giren 359 sayılı yasa ile kamu
hizmeti yayıncılığı esası çerçevesinde
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu
kurulmuştur. Yasa ile TRT özerk, tarafsız
ve tekel olarak nitelendirilmiştir. 12 Mart
muhtırasının ardından TRT’nin özerkliği
kaldırılmış, bu tarihten itibaren TRT daima
iktidar
partilerince
kendi
çıkarları
doğrultusunda kullanılmıştır (Işık, 2002,
148-149). Hem anayasa hem de 359 sayılı
yasa yayın tekelinin TRT’de olduğunu
belirmesine
karşılık
yasanın
geçici
maddelerinde
Polis
Radyosu,
Meteorolojinin Sesi Radyosu ve Mamak
Muharebe Okulu radyolarının yayınına izin
verilmiştir. 12 Mart 1971 muhtırasından
sonra 29 Şubat 1972 tarih ve 1568 sayılı
yasa ile TRT’nin özerkliği kaldırılmış ve
kurumun sadece tarafsız bir kurum olduğu
ifade edilmiştir. 1980 ihtilalinde sonra da
TRT’nin yapısı ve kanunu değiştirilmiştir.
1983 yılında 2954 sayılı yeni TRT yasası
çıkarılmıştır ve bu kanun uyarınca TRT’nin
üstünde Radyo Televizyon Yüksek Kurulu
kurulmuştur (Altunbaş, 2003, 32-33).
1980’li yıllarda yerel yönetimler, yasal
düzenlemelerin
olanak
tanımamasına
rağmen
İstanbul
Radyo-Televizyon
Danışma Komitesi kurmuş ve yerel
yönetimlerin
radyo
ve
televizyon
yayıncılığı yapması gerekliliğine dikkat
çekmişlerdir.
Bunun
içinde,
devlet
tekelinin kaldırılması savunulmuştur. 1989
yılında yapılan Belediye seçimlerinden
sonra, büyük kentlerde radyo kurma
hazırlıklarına
girişilmiştir.
Büyük
kentlerden başka; İzmit ve Bodrum
belediye radyoları da uzun süre yayın
yapan radyolar arasında yerlerini almayı
başarmışlardır. Genç Radyo, Kent FM,
Power Fm, Energy Fm, İstanbul FM,
Number One FM, Radyo Tek, Süper FM,
Best FM, Metropol FM, Show Radyo ilk
radyo yayına başlayan özel radyolardır.
Türkiye’de TRT döneminde, TRT’nin
radyo
istasyon
şebekesi
tekel
konumundayken 13 Nisan 1994’de 3984
sayılı Radyo Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun’un yürürlüğe
girmesinden önce ve sonra sayıları artan
radyo istasyonları reklam mecrası olarak
radyo tercihinde artışa yol açmıştır ve bu
dönemden sonra radyo ve radyo
reklamcılığı önem kazanmıştır. 3984 sayılı
yasal düzenlemeyle yayıncılık rahatlamış
ve kargaşa son bulmuştur. Kanunla kurulan
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, radyo
yayıncılarına reklâmla ilgili hükümler
koyarak düzenleme yapmıştır. Kanuna
göre, her yayın kuruluşu RTÜK’e aldığı
reklamlardan
pay
vermek
zorunluluğundadır.
Bu
pay
yayın
kuruluşlarının ilk 3 yılı için yüzde 4,
sonraki yıllar için yüzde 5’tir. (Altunbaş,
2003, 48-52). 1990’lı yıllara gelindiğinde
TRT’nin
elinde
bulunan
radyo
istasyonlarından
başka;
kamu
kuruluşlarının
yönetimindeki
radyo
istasyonları da yayınlarını sürdürmekteydi.
Kuruluş maliyetinin televizyona göre
düşük olması 1992 yılından başlayarak
radyo sayısını arttırmıştır. Radyo alanında
yaşanılan bu durum bir süre sonra devlet
tarafından engellenmek istenmiştir. Nisan
1993’de Ulaştırma Bakanlığı’nın yurt
içinden
yayın
yapan
radyo
ve
televizyonları kapatma kararına, ülke
genelinde tepkiler gösterilmiştir. İç İşleri
Bakanlığı, valiliklere gönderdiği genelgede
özel radyo ve televizyonların 2813 Telsiz
Yasa’sı, 2954 sayılı Radyo Televizyon
Yasa’sı ve 3517 sayılı Radyo ve
Televizyon İstasyonları’nın, PTT Genel
Müdürlüğü Tarafından Kurulması ve
İşletilmesi Hakkındaki Yasa gereğince
kapatılmalarını istemiştir. Yurt genelinde
Televizyon 1960’lı yıllarda dünyada
altın
çağını
yaşarken,
Türkiye’de
görüntüye
dayanan
elektronik
haberleşmenin
yapılıp
yapılmaması
tartışmaları sürdürülmekteydi. Radyo
yayınları bile henüz ülkenin tamamına
yapılamıyordu ve radyoya göre çok daha
masraflı olan televizyon yayınına hükümet
sıcak bakmıyordu. Nihayet TRT’nin
kurum olarak dış ülkelerle kurduğu
ilişkiler sonucu 1966-67 yıllarında Alman
Hükümetince
yapılan
yardımlarla
Ankara’da 5 kw’lık bir vericiyle
televizyon yayınlarına başlandı. TRT
dışında 1960’dan önceki yıllarda İstanbul
Teknik
Üniversitesi
Televizyon’u
Türkiye’de ilk televizyon yayınlarını
gerçekleştirmiştir. 1952-1953 akademik
yılında İTÜ televizyonu cuma günleri saat
17:00-18:00 saatleri arasında düzenli
yayına geçmişti. Ancak; televizyon
yayınlarını izleyebilmek için İTÜ’nün
Gümüşsuyu’ndaki
binasına
gelmek
gerekiyordu; çünkü o zamanlarda kimsede
alıcı yoktu. İTÜ’nün yayınlarını dikkate
almaz isek, Türkiye’de ilk televizyon
yayınlarının
31
Ocak
1968’de
gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Ankara
Televizyonu’nun,
Mithat
Paşa
Caddesi’nde bir apartmanın alt katındaki
stüdyodan deneme niteliğinde yapılan bu
yayınlar, haftada üç gün ve üç saat olarak
planlanmıştı. Ankara televizyonu 1970 yılı
Ocak ayından itibaren yayınlarını haftada
dört güne çıkarttı (Aziz, 1999, 17-19).
Türk-Alman
ekonomik
işbirliği
anlaşmasıyla 1971 yılında Almanya
tarafından İstanbul Televizyonu kurulması
çalışmalarına
başlandı.1974
yılına
gelindiğinde, yayınlar haftada beş günden
yedi güne çıkmıştı. Ülke yüzölçümünün
yüzde 28’ine yayınlar ulaştırılıyordu. 1980
yılında TRT’de ikinci kanal denemeleri
başladı. 1982 yılında ise, günde yarım
saatlik renkli yayın denemelerine yer
verildi. 1986 yılında TRT’nin TV-2 kanalı
yayınları başladı. 26 Mart 1985’de
başlayan ikinci program yayınlarından
İstanbul Televizyon’u sorumlu oldu. 1987
yılının başlarında da Hint okyanusu
üzerinde faaliyet gösteren İntelsat V
uydusundan üç televizyon programı
taşımaya elverişli bir aktarıcı satın alındı.
Bu sayede TV 1, TV 2 programlarının
yurdun en ücra ve dağlık kesimlerine 180
cm. çapında bir çanak antenin yardımı ile
ulaştırılması mümkün olmuştur. 2 Ekim
1989 yılında TV 3 ve GAP televizyonu,
Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundan
yayın yapmaya başlamıştır. 28 Şubat
1990’da TV 5 diğer adıyla TRT-INT,
Avrupa yayınlarına geçmiştir. 30 Temmuz
1990’da eğitim kanalı TV 4 deneme
yayınları yapmaya başlamıştır. 1994 yılına
geldiğimizde ise, TRT’nin 5 kanaldan
yayınını
sürdürdüğünü
görmekteyiz
(Arapoğlu, 1994, 20-21). 1990 yılı
öncesinde Türkiye’de TRT ulusal yayın
yapan tek kurumdu. Cumhurbaşkanı
Turgut Özal, 1990 yılında ABD gezisi
sırasında
yaptığı
bir
açıklamada
yurtdışından Türkiye’ye yapılacak Türkçe
yayınların yasal bir sakıncası olduğunu
sanmadığını belirtti. Dolayısıyla bu
doğrultuda
dış
memleketten
kanal
kiralayanlar
Türkiye’ye
yayın
yapabileceklerdi. Özal’ın yaptığı bu
açıklama
Türkiye’de
özel
televizyonculuğun önünü açtı. Özel
televizyonlara
yer
açabilmek
için
yasalardaki boşluğu değerlendiren Rumeli
Holding sahipleri Kemal ve oğlu Cem
Uzan Almanya’dan Türkiye’ye yönelik
televizyon
yayını
yapabilmek
için
Eutelsat’tan iki kanal kiralamışlardı. 1
Mart 1990 tarihinden itibaren Eutelsat F5
uydusundan test sinyallerini yayınlamaya
başlayan Magic Box Star 1 kanalı, 7
Mayıs 1990 tarihinde günde beş saat
yayına başladı. Magic Box’ı 1992 yılında
Teleon, Kanal 6, Show TV; 1993 yılında
Cine 5, Kanal D gibi ulusal televizyonlar
yayın hayatına başlayarak takip etti
(Cankaya, 1997, 85-91).
akademia
500’den fazla radyo istasyonun kapatılması
kararı toplum tarafından siyah kurdele
takılarak protesto edilmiştir (Çakır, 2005,
43-44). Şu an Türkiye’de özel radyo
yayıncılığının başlamasıyla birlikte RTÜK
kayıtlarına göre resmi başvuru yapan
ulusal, bölgesel ve yerel radyo sayısı
1196’dır. (Çakır, 2005, 27).
154
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
2. Kocaeli Medyasının Genel Profili
2.1. Gazetelerinin Genel Profili
2. 1. 1. Kuruluş Tarihleri -Yayın
Periyotları ve Gelirleri
Tablo 1: Kuruluş Tarihleri -Yayın
Periyotları ve Gelirleri
Gazeteler Kuruluş Tarihi Periyodu Özel İlan/R
eklam Özgür Kocaeli 19.09.199
1 Günlük 7000 YTL 3000 YTL Kocaeli Gazetesi 11.05.197
3 Günlük 2000–
5000 TL 3000 YTL 1500 Kocaeli Demokrat 11.02.200
6 Günlük 4000 YTL 2000Y
TL ‐ Bizim Kocaeli 29.08.200
1 Günlük 5000 YTL 1500 YTL ‐ Barış Gazetesi 1978 Günlük 2000 YTL 3000Y
TL 1000 Çağdaş Kocaeli 17.01.200
7 3000 YTL 1000Y
TL ‐ Günlük Resmi İlan Abone
/Bayii Geliri 3000 2. 1. 3 Sayfa Sayısı ve İçerikleri
Tablo 3. Sayfa Sayısı ve İçerikleri
Gazeteler Özgür Kocaeli Kocaeli Gazetesi K. Demokrat Bizim Kocaeli Barış Gazetesi Çağdaş Kocaeli akademia
Gazeteler 155
Tiraj Baskı Sayısı Abone Sayısı Bayii S. Sayısı Özgür Kocaeli 8500 2500 700 1800 Kocaeli Gazetesi 1800 1250 300 800 K. Demokrat 1400 500 ‐ 400 Bizim Kocaeli 2500 1000 ‐ 450 Barış Gazetesi 600 400 200 50 Çağdaş Kocaeli 1000 700 ‐ 500 Ulusal Haber Sayfa Sayısı 12 10 2 16 14 2 11 9 2 16 14 2 12 10 2 12 10 2 2. 1. 4. Kullandığı Teknolojiler
Tablo 4. Kullandığı Teknolojiler
Gazeteler
Sahip Teknoloji Özgür Kocaeli Kendi matbaası,10 bilgisayar, 6 dijital fotoğraf makinesi,internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği Kendi matbaası, 15 bilgisayar, 3 dijital fotoğraf makinesi,internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği Kendi matbaası,11 bilgisayar, 10 dijital fotoğraf makinesi,internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği Kendi matbaası, 10 bilgisayar, 4 dijital fotoğraf makinesi, internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği 6 bilgisayar, 2 dijital fotoğraf makinesi, internet bağlantısı, DHA aboneliği Kendi matbaası, 10 bilgisayar, 6 dijital fotoğraf makinesi, internet bağlantısı, AA ve İHA aboneliği 2. 1. 2 Günlük Tiraj, Baskı, Abone,
Bayi Satış Sayıları
Tablo 2. Günlük Tiraj, Baskı, Abone,
Bayi Satış Sayıları
Sayfa Sayısı Yere Bölgesel Haber Sayfa Sayısı Kocaeli Gazetesi K. Demokrat Bizim Kocaeli Barış Gazetesi Çağdaş Kocaeli Olduğu Baskı Tekniği Düz ofset Kullanı
lan Progra
mlar Corel, Photos
hop, Quark Düz ofset Freeha
nd, Photos
hop Düz ofset Quark, Photos
hop. Düz ofset Quark, Photos
hop Düz ofset Quark, Photos
hop Düz ofset Corel, Quark 2. 1. 5. Çalışanlarının Cinsiyeti ve Eğitim
Durumları
Tablo 5. Çalışanlarının Cinsiyeti ve
Eğitim Durumları
Özgür Kocaeli Kocaeli
Gazete
si K. Demok
rat Bizim Kocaeli Barış Gazete
si Çağdaş Kocaeli Kadın Sayısı Erkek Sayısı İletiş
im 7 9 1 2 11 2 5 8 ‐ 3 9 1 4 8 ‐ 2 8 2 6 9 3 4 8 ‐ 4 6 1 4 5 ‐ 4 9 ‐ 4 7 2 2.1.6. Çalışanlarının
Sosyal Güvenceleri
Lis
e İlköğ
reti
m Tablo 7. Yayın Ağları-Frekansları,
Hedef Kitlesi ve Aylık Reklam Sayısı
Görevleri
ve
Tablo 6. Çalışanlarının Görevleri ve
Sosyal Güvenceleri
Gazeteler Özgür Kocaeli H
a
b
e
r 7 T
a
s
Yazar a
Sayısı r
ı
m
M
a
t
b
a
a 2 3 Kocaeli Gazetesi 5 1 K. Demokrat 4 1 Bizim Kocaeli 4 2 Barış Gazetesi 3 1 Çağdaş Kocaeli 3 1 7 13 (7’sidı
şarda
n) 6 (1’si dışar
dan) 9 (2’si dışar
dan) 10(6’s
ı dışar
dan) 7 2
1
2
’
l
i 4 Ba
S
ğ‐
S
Ku
K r 8 3 2. 2. 1. Yayın Ağları-Frekansları,
Hedef Kitlesi ve Aylık Reklam Sayısı
Sosyal Güven
cesi Yok 1 2 4 6 2 1 2 2 7 2 1 2 3 8 2 2 ‐ 2 5 1 2 2 ‐ 1
2 0 1 Radyolar Yayın Ağları Frekans Hedef Kitlesi Raks FM Yerel 98.1 Genel Radyo Piramit Radyo Şahin Radyo Kocaeli Radyo Marmara Bölges
el Bölges
el 100.3 Genel 90.3 Genel Yerel 93.5 Gençl
er Yerel 92.4 Genel Radyo Şirin Yerel 99.3 Gençl
er, Radyo KYÖD Yerel 95.7 Radyo Kİ Yerel 101.3 Radyo Mega Yerel 93.3 Genel Radyo Çağdaş Yerel 89.3 Orta yaşlar Yerel 102.7 Genel Yerel 89.2 Yerel 104.5 Yerel 99.7 RadyoNic
omedia Radyo Gonca Radyo Mavi Radyo Tutku 30 yaş üstü Gençl
er Muhaf
azakar Orta yaş Muhaf
azakar Aylık Reklam S. Çaldıkları Müzikler Türkçe Pop TürkçePop
,TSM;THM TürkçePop
,TSM;THM Türkçe Pop Türkçe Pop Türkçe, yabancı müzik TürkçePop
,THM;TSM Yabancı müzik Türkçe Pop Özgün Müzik,TH
M Türkçe Pop 25‐30 40 35 20 20‐25 10‐15 25‐30 ‐ 15‐20 10‐15 20‐25 İlahi 12‐17 TSM, THM 15‐20 Arabesk 15‐20 akademia
Gazete
ler Üniv
ersit
e 2. 2. Radyolarının Genel Profili
156
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
2. 2. 2. Cinsiyete Göre Çalışan Sayısı
ve Sosyal Güvenceleri
2. 3. 2. Çalışanlarının Cinsiyetleri ve
Eğitim Düzeyleri
Tablo 8. Cinsiyete Göre Çalışan Sayısı
ve Sosyal Güvenceleri
Tablo 10. Çalışanlarının Cinsiyetleri ve
Eğitim Düzeyleri
Radyolar Raks FM Radyo Piramit Radyo Şahin Radyo Kocaeli Radyo Marmara Radyo Şirin Radyo KYÖD Radyo Kİ Radyo Mega Radyo Çağdaş Radyo Nicomedia Radyo Gonca Radyo Mavi Radyo Tutku B
B
a
a B S ğ
Basın Güvencesi y a S ‐
Sigortası Yok a y K K
n u
r 3 3 2 1 ‐ 3 3 5 3 3 ‐ 2 4 7 5 3 ‐ 3 2 3 2 1 ‐ 2 3 5 2 2 ‐ 4 akademia
iletişi
m 2 ünivers
ite 4 12
ilköğret
im 2
14 16 4 6 14 6 2
6
‐ 1 3
1
Tablo 11. Çalışanlarının Görevleri ve
Sosyal Güvenceleri
Te
kni
k Pr
og
ra
m Re
kla
m Di
ğe
r 4 2 ‐ 4 Televiz
yonlar TV 41 4 2 6 4 4 2 3 2 1 ‐ 2 4 5 9 6 6 3 4 2 3 ‐ 2 Kocaeli TV Selam TV 1 1 2 1 1 2 3 2 1 ‐ 3 3 5 3 ‐ 1 4 3 1 ‐ ‐ 5 2 2 4 ‐ 2 Televizyonlar Kuruluş Tarihi TV 41 1994 Kocaeli TV 1995 Selam TV 1992 Frekansları UHF 25 ve VHF 24 bandı UHF bandı 23 ve 48 UHF 30 Kanal Aylık Reklam Sayısı 20‐25 15‐20 7‐10 lise 2. 3. 3. Çalışanlarının Görevleri ve
Sosyal Güvenceleri
‐ ‐ ‐ ‐ 5 5 2 3 Tablo 9. Kuruluş Yılları-Frekansları ve
Aylık Reklam Sayısı
Erk
ek 12
1 3 ‐ 1 2 4 3 4 2. 3. 1. Kuruluş Yılları-Frekansları ve
Aylık Reklam Sayısı
Ka
dın 8
Ha
be
r 2. 3. Televizyonlarının Genel Profili
157
Televizy
onlar TV 41
Kocaeli TV Selam TV
S
S
K 1
0 1
7 2 Ba
ğ‐
ku
r Ba
sın Sig
ort
ası Gü
ve
nc
eY
ok 5 2 3 7 3 3 3 1 ‐ 3. Kocaeli Medyasının Sorunları
Toplum yaşamında yerel medya çok
önemli işlevler üstlenir. Yerel medya; kent
halkı, kentlerde bulunan kurumlar ve sivil
toplum
örgütleriyle
bütünleşebilme,
kültürel ve yerel mirasın korunmasında rol
oynama, çoğulculuğun koruyucusu olma
özelliğinden dolayı bireylerle iç içedir;
hatta onlardan bir parçadır. Yaygın
medyanın ulaşamadığı mahalli mekanlarda,
yurttaşlık ve katılım olgusuyla bireyler
kendi sesini bulmaktadır. Ancak, yerel
medyanın işlevlerini yerine getirirken
birçok sorunla karşılaşmakta olduğunu
görmekteyiz. Kocaeli Medyası da, bu
sorunları yaşayan illerimizdendir. İzmit
yerel medyasında faaliyetlerine devam eden
6 gazete, 3 televizyon ve 15 yerel radyoda
çalışan medya mensuplarını temsilen
Kırmızı Kocaeli Gazetesi’nden Erkan
NİGİZ, Çağdaş Kocaeli Gazetesi’nden
Yapılan görüşmeler bağlamında gazete,
radyo ve televizyon çalışanları sorunlarını
ve
çözüm
önerilerini
şu
şekilde
açıklamışlardır.
a) Haber Kaynakları Sorunu:
Yerel medyanın kaynakları genellikle
valilik, belediye, adliye, il özel idaresi,
siyasi parti il başkanlıkları gibi resmi
kurumlarla ve ticaret, sanayi, esnaf odaları
gibi kuruluşlarla sınırlı kalmaktadır. Haber
kaynaklarının yerel ortamda ekonomik ve
politik gücü elinde bulunduran çevrelerle
sınırlı kalması halk adına yönetenleri ve güç
sahiplerini denetleme işlevinin yerine
getirilmemesine yol açmaktadır. Genel
gazetecilik
sorunu
olarak
tartışılan
kaynaklarla ilişkiler, yerel medyada farklı
ekonomik-politik ilişkilerinde etkisiyle
medyanın birtakım güç odaklarının sözcüsü
konumuna girmelerine yol açabilmektedir.
Bir yandan yerel iktidar çevrelerinin tazyiki
altında olan, bir yandan da merkezin
sansasyona açık kendi çevresinden bile
destek göremediği için direnemeyen yerel
medyanın haberlerinin çifte manipülasyona
uğradığı da öne sürülebilir. Diğer bir
sorunda,
basın
mensuplarının
resmi
kurumlardan bilgi alamamalarıdır. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nu gerekçe
gösteren
kamu
görevlileri,
medya
mensuplarına ilgili oldukları konularda dahi
bilgi vermekten kaçınmaktadırlar. Yerel
medya mensuplarının en fazla yakındıkları
konuların başında gelen bu durum, haber
kaynakları ile özel ilişki kurulması ile
çözülmeye çalışılmakta olup, haberci kaynak
ilişkisinde mesafeyi ortadan kaldırmaktadır.
İşine
gelmeyen
çevrelerin
medyayı
hırpalamaması gerektiği düşüncesinden
hareketle, genel yayın politikası çerçevesinin
dışına çıkılmadan yapılan haberciliği
eleştiren medya çalışanları editöryal
bağımlılık sorunu hakkında yapılabilecek en
iyi
çözümün,
basın
mensubunun
yayınlanmasını istediği haberinin sağlam
verilerle destekledikten sonra ve haberin
doğru, tarafsız olduğunu ifade edilmesinden
geçtiğini ve kamu menfaatlerine zararlı bir
durum karşısında somut belgelerle yapılan
haberin bu problemi aşacağı görüşü ağırlıkla
vurgulanmıştır. Yerel medyanın haber
kaynaklarını kullanmalarına ilişkin bir başka
nokta ise, ajans aboneliğidir. Yerel medya
sınırlı sayıda çalışanıyla bütün haberleri
takip edememektedir. Ancak, bu durum
yerel haberlerinde ajanslardan alınması,
yerel medyanın büyük bir kısmının ajans
kaynaklı malzemelerden doldurulmasına
sebep olmaktadır.
b) Ekonomik Sorunlar:
Yerel medya çalışanları, gazetecilik
mesleğinin saatinin olmadığını her an bir
yerlerde haber değeri taşıyan olayların
olabileceği düşüncesi bağlamında zor şartlar
altında
çalıştıklarını
ve
emeklerinin
karşılığını çok düşük ücretlerle almayı temel
sorun olarak algılamaktadır. Çoğu medya
mensubu sosyal güvenlik kapsamındadır
ama; geçimlerini dahi sağlayamayacak
düşük ücretlerle çalışmakta, örgütlenme ve
sendika hakkı verilmemekte, iş sürekliliği ve
ev güvencesi bulunmamaktadır. Genellikle
ekonomik durumları, herhangi bir işletmede
çalışan vasıfsız eleman ile eşdeğer durumda
olmakla beraber, çalışma saati diye bir
kavramları yoktur. Resmi tatil, yıllık izin,
mesai ücreti, kıdem tazminatı gibi terimler
sadece teorik olarak bilinmektedir. Yerel
medyanın içinde bulunduğu ekonomik
yetersizlikler mensupları açısından böylesine
akademia
Kadri CİNKARATAŞ, Kocaeli Barış
Gazetesi’nden Abbas ÇAKAR, Kocaeli
Gazeteciler Cemiyeti Şube başkanı Volkan
YÜKSEL, Raks FM’den Fatma Perihan
KAHRAMAN, Piramit FM’den Mesut
YETKİN ve Yusuf BİLGİÖZÜ, Radyo
Şahin’den Eyüp MERCİMEK, Marmara
FM’den Hande ASLAN, Kocaeli TV’den
Turgay TÜYSÜZ, TV 41’den Pınar
AYAZMA
ve
Faruk
KAYA
ile
görüşülmüştür. Bu söyleşilerdeki temel
amaç, İzmit medyasının sorunlarını hem
çalışanlar hem de yöneticiler açısından
sorgulamaktır. Her iki kesimden de alınan
yanıtlar ışığında, İzmit yerel medyasının ve
dolayısıyla
medya
çalışanlarının
problemleri ve çözüm önerileri ortaya
konmuştur.
158
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
olumsuzlukları
sergilerken,
gelecek
güvencesinden uzak medya mensuplarının
istenmeden
sürüklendiği
ortamlarda,
sektör açısından hiç arzulanmayan ve
bugün sıkça şikayet edilmeye başlanan bir
görüntüyü
karşımıza
getirmektedir.
Ekonomik
yetersizliklerin
yarattığı
dengesizlik içinde ortaya çıkan bu sonuç,
ahlaki standartları ve öz disiplini ortadan
kaldırabilmekte konuyu bireysellikten
çıkartıp, toplumu ilgilendiren bir boyuta
ulaştırabilmektedir. Bazı yerel medya
kuruluşları sadece teknik hizmet gören
muhabir-kameraman-montajcı
gibi
çalışanlara ücret ödemekte, program
yapımcılarına
herhangi
bir
ücret
ödememekte ya da ödeyememektedir.
Mali
yetersizlik
sadece
personel
maaşlarına yansımamaktadır. Personelin
kısıtlı olmasına da neden olmaktadır. Bir
kameraman hem montajcılık, hem ışıkçılık
yeri
geldiği
zamanda
muhabirlik
yapmaktadır.
Ekonomik
yetersizlik
branşlaşmanın önüne geçmiştir. Neoliberalizmin egemen olduğu dünyamızda
medya çalışanları; çalışma koşuları, sosyal
güvence ve sendikalaşma hakkında
umutsuz
değiller
ama
sorunları
çözebilecek
somut
önerilerden
yoksundurlar. Değişen modern teknolojiye
ayak uydurulması için, devlet desteğine
çözüm olarak önermektedirler. Bu
nedenle,
yerel
medyanın
maddi
imkanlarının geliştirilmesi içinde reklam
dağıtımı esasları düzenlenmeli, banka ve
KİT’lerin ilanlarının, yerel medyaya
verilmesi görüşünü sunmaktadırlar.
akademia
c) Eğitim Sorunu:
159
Bugünkü sorunları ile boğuşan yerel
medya mensupları önemli ölçüde hizmet
içi eğitimin yoksunluğu hissetmektedir.
Düzenlenecek konferanslar, seminerler
için
gerekli
desteğin
hükümetçe
sağlanması yerel medya işlevini daha
güçlendireceği görüşü içerisindedirler.
Yapılan
görüşmeler
bağlamında
gazete, radyo, televizyon sahipleri ve
yöneticileri
sorunlarını
ve
çözüm
önerilerini şu şekilde açıklamışlardır.
a) İdari Sorunlar:
Yerel radyo ve televizyonların kendi
bünyelerinden kaynaklanan sorunları olduğu
gibi çevreden kaynaklanan sorunların
başında idari sorunlar gelmektedir. Yerel
radyo ve televizyon kanalları RTÜK’ün
talimatıyla il emniyet müdürü ya da valinin
denetimi altındadırlar. Söz konusu sorunsala
çözüm önerileri, merkezi otoriteye bağlı
vali-il emniyet müdürü gibi bürokratların
yerel televizyonların denetimi konusunda
yetkileri sınırlandırılmalıdır şeklindedir.
Ülkemizde, 212 sayılı Basın Yasa’sı
gazetecilerin
ihtiyaçlarını
karşılayamamaktadır. Kanuna göre, kıdem
hakkı için meslekte en az beş yıl çalışmış
olmak
gerekmektedir.
İş
güvencesi
kapsamına basın çalışanlarının da dahil
edilmesi, önemli bir kamusal görevi yerine
getiren gazetecilerin yararına olmasının
yanında, editöryal bağımsızlığın dolayısıyla
da kamunun haber alma hakkının lehine
olacaktır.
Basın
kartlarının
dağıtımı
konusunda da tartışmaların sürdüğünü
söylemek yerinde olacaktır. Bazı medya
mensupları basın kartlarının hiçbir kurala
tabi olunmadan dağıtılmasına taraftar iken,
bazıları açısından da bir onur, bir seçkinlik
sembolü olduğu için çok daha ölçülü
davranılması gerektiğini savunmaktadırlar.
b) Hukuksal Sorunlar
Son yıllarda kamuoyunda gündem
oluşturmuş, medyada çok sık haber olmuş
adli olaylarda, yayın yasağı kararları alındığı
gözlenmektedir. Mahkemelerce verilen
yayın yasağı kararlarında; yapılmakta olan
soruşturmanın
gizliliği,
olay
yeri
görüntülerinin toplumun beden ve ruh
sağlığına zarar verecek nitelikte olması,
yapılan yargılama görevinin amacına uygun
olarak yerine getirilmesi amacıyla, tüm
ulusal ve yerel yayın yapan televizyonlar,
bölgesel ve yerel süreli gazeteler olay yeri
görüntülerinin kayda alınması, önceden
c) Ekonomik Sorunlar:
Yerel medya sorunlarının en başına
ekonomik yetersizliği rahatlıkla oturtabiliriz.
Gerek teçhizatın pahalı oluşu, gerekse
bunların kullanılmasında görev alacak
donanımlı
elemanların
istihdamındaki
sıkıntılar, yerel medyanın beklenen düzeye
gelmesini engellemektedir. Yerel radyo ve
televizyon kanalları, Radyo Televizyon Üst
Kurulu tarafından yüzde 5 oranında bir
reklam payı, yüzde 5 eğitime katkı payı,
kurumlar vergisi, SSK ve lisanslama
bedelleri gibi çokta ağır bir ekonomik
yaptırımla karşı karşıyadırlar. Bu oran,
ulusal kanallarla aynıdır ve zor koşullar
altında yayın yapan yerel kanallar için son
derece fazladır. Yerel medya yöneticilerine
göre, bu oranların aşağı çekilmesi, yerel
yayıncılığın güçlenmesi açısından hayati bir
öneme
sahiptir.
Sorunun
çözümü
bağlamında en azından RTÜK payının
düşürülmesi, eğitime katkı payının tamamen
kaldırılması, yerel televizyon ve radyo
kanallarının da tıpkı yerel gazetelerde
olduğu gibi resmi ilanlardan yararlanması,
onların ekonomik olarak güçlenmesine ciddi
bir
katkı
sağlayacağı
görüşündeler
Ekonomik yetersizlik sorununun aşılması
hakkındaki çözüm önerileri ise devlet
desteği, mahalli medyanın kendi arasında iyi
ilişkiler kurması, yöre halkının sahip
çıkması, KOBİ kapsamına alınmak,
herhangi bir bankanın bölgenin medya
kuruluşlarına düşük faizle kredi vermesi
sağlanmak, yerel sanayiden daha çok destek
görmek ve yeni yasal düzenlemeye olan
ihtiyaç şeklindedir.
d) Resmi İlanlar ve Reklam:
195 sayılı Kanun’un 34. maddesine göre,
resmi ilan verilecek dönemsel yayınların
nitelikleri, muhteva, sayfa sayı ve ölçüsü,
kadro, fiili satış en az yayın hayatı süresi
yönlerinden de uygun görülecek diğer
yönlerden Basın İlan Kurumu Genel
Kurulu’nca
saptanır.
Yerel
basın
yöneticilerine göre, Resmi ilanların hakça ve
adaletlice dağıtılması gereklidir. Basın İlan
Kurum’u bulunan illerin bu konuda bir
sıkıntısı yoktur. Fakat Basın İlan Kurum’u
bulunmayan illerde ve ilçelerdeki gazeteler
ilan
dağıtımı
konusunda
sıkıntı
içerisindedirler. Yerel basın yöneticilerine
göre, buralarda resmi ilanlar gazetelere eşit
bir biçimde dağıtılmamaktadır. Yerel
gazetelerin önemli gelir kaynaklarından olan
resmi ilanlar ve reklamlar yerel basının
ayakta
durabilmesini
sağlamaktadır.
Gazetelerin en önemli gelir kaynakları olan
resmi ilanların az oluşu, adaletli şekilde
dağıtılmaması
ve
resmi
ilanlarının
tahsilatının yasadaki hükümlere karşın geç
ve güç oluşu sorun oluşturmaktadır. Öte
yandan, yörelerinde bir banka, fabrika veya
hastane açan sermaye grupları açılış ilanını o
bölgenin, şehrin herhangi bir yerel
gazetesine değil de İstanbul’a yakın olmaları
akademia
kayda alınmış görüntülerin ve resimlerin yayınlanması,
Türkiye
Cumhuriyeti
Anayasası’nın 28’inci, Türk Ceza Kanunu’nun 285 ve 286’ncı, 5187 sayılı Basın
Kanunu’nun 3, 19 ve 25’inci, 3984 sayılı
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkındaki Kanun’un 4’üncü
maddesinin a, b ve y bentleri gerekçe
gösterilmektedir. Anayasa’ya bakıldığında
basın hürriyeti, yayın hakkı, basın araçlarının korunması ve basın dışı kitle haberleşme
araçlarından yararlanma, düzeltme ve cevap
hakkı 28 ila 32’nci maddeler arasında
düzenlenmiştir. Düzenlemelerin bir kısmı
yasaklayıcı, özgürlükleri sınırlandırıcı ve
basının özgür bir ortam içerisinde görev
yapmasını
engelleyici
niteliktedir.
Kanunlarda kitle iletişim araçlarının
işleyişleri ile ilgili engel niteliğinde
kuralların, adli ve idari düzenlemelerin yer
aldığı
görülmektedir.
Bu
alandaki
düzenleme bakımından dağınıklık ve
farklılıkların bulunduğu bir gerçektir. Yerel
medya yöneticileri tarafından halkın bilgi
edinme hakkının sınırlandırılamayacağı
sürekli tekrar edilmiştir ve bilgi edinme hak
olduğuna göre, bu hakka işlerlik sağlayan ve
onu yaşama geçirerek insanlara bilgi
aktarmakla görevli gazetecilerin yazıları ve
haberleri, radyo ve televizyon görüntüleri
veya haberleri potansiyel suçlu sayılıp
sansüre uğratılmamalıdır.
160
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
nedeniyle, ulusal bir gazeteye vermeyi tercih
etmektedirler. Bu durum, yerel medya
açısından olumsuz bir durum teşkil etmekte
ve ayakta durabilmeyi sağlayacak ekonomik
dengenin bozulmasına neden olmaktadır.
Önerileri ise, Basın İlan Kurumu’ndan
ayrılarak, Anadolu basını kendi kurumunu
kurmalıdır ya da Basın İlan Kurumu büyük
gazetelerin
hakimiyetinde
olmayarak,
ilanları eşit dağıtmalıdır.
e) Tiraj-Reyting:
Gazetenin
tüm
teknik
işlerinin,
içeriğinin hazırlanmasından sonra satış için
tezgaha çıkması veya daha değişik usullerle
okura ulaşması gerekmektedir. İşte burada
gazete
için
talebin
ne
olduğuna
bakılmaktadır. Büyük gazetelerin bölge eki
çıkartarak okuyucu çekmeleri, yerel
yöneticilerin gazeteye pek itibar etmemeleri
ve gazeteyi ücretsiz olarak almak istemeleri
sorun
teşkil
etmektedir.
Önerileri,
bölgedeki
günlük
gelişmeler
İstanbul medyasından önce bölge basınına
bildirilmelidir. Ulusal medyanın lotaryalı,
renkli kitle iletişim araçları, yerel medyanın
bulunduğu merkezlerde açtığı büroları,
rekabetin ötesinde, yerel basına dönük kitle
imhası rolü oynamaktadır. Yerel medyanın
bulunduğu
merkezlerdeki
kent
yöneticilerinden iş adamlarına, okur, dinler,
izler kitleden reklam verenlere kadar tüm
gruplar, ulusal medyanın rengarenk ve
çekici cazibesiyle yerel medyanın yüzünde
dahi bakmamaktadır. Bazı Anadolu
kentlerinde
görülen
tekelcilik
sona
ermelidir. Reklam verenler yerel medyaya
sahip çıkarsa, ulusal medyanın tekeli
kırılacaktır. Rekabet ortamı yaratılacak,
bundan hem reklam veren hem de yerel
medya istifade edecektir.
akademia
f) Teknolojik Sorunlar:
161
Enformasyon çağı olarak nitelendirilen
günümüzde
statik
olmayan
medya
kuruluşları sürekli kendilerini yenilemek ve
geliştirmek zorundadır. Bu değişim ise,
ekonomik koşulların elverdiği ölçüde
oluşacaktır. Yerel medya artık sahip olduğu
teknoloji kadar yayılabilme, etkileyebilme,
okunabilme, kamuoyunun aracı olabilme
olanağına sahiptir. Bir diğer deyişle,
teknolojiye hakim olabilme ve onu
kullanabilme gücü yerel medyanın da gücü
anlamına gelmektedir. Değişen dünya ve
Türkiye’de nitelikli kitle iletişim araçları
tercih edilmektedir. Böylelikle etki gücü de
artmakta, verilmek istenilen mesajlar da
gelişmiş teknolojinin yardımıyla, iyi
hazırlanmış, çekici ve güzel paketler içinde
sunulmaktadır. Teknik yetersizlikler ve
maddi imkansızlıklar devlet desteğinden
yoksun
olmalarına
bağlanmaktadır.
Anadolu medyasına düşük faizli krediler ve
devlet desteği çözüm önerisi olarak
sunulmaktadır.
g) Kalifiye Eleman Sorunu:
Yerel medya yöneticileri eğitimli ve
kalifiye çalışanlarla iş yapmaya eğilimli
olduklarını fakat genelde yerel medyaya iş
başvurusu yapanların oranlamasının söz
konusu guruba giren adayların az
olduğundan şikayetçidir. Öte yandan
İletişim Fakültesi mezunu gençler de eğer iş
bulabilirlerse, genel medyayı tercih
etmektedirler. Yerel medya yöneticileri
zihinlerde oturuşmuş olan yerel medya
zihniyetinin değişmesi bağlamında yerel
medyaya
giren
eğitimli,
kalifiye
elemanların
artmasıyla
sorunun
çözülebileceği inancını taşımaktadır.
h) Mesleki Sorunlar:
Güçlü bir basın birliğine sahip
olmayışları ve yerel basının kendi arasında
iyi ilişkiler kuramamaları ve yerel
gazetelerin belli amaçlar doğrultusunda
yönlendirilmeleri sorun teşkil etmektedir.
Gelir durumları kısıtlı olan yerel medyanın
bir kısmı, ayakta kalabilmek için bazı kişi
veya kuruluşların sesi olma yoluna
gitmekte, karşılıklı olduğu düşünülen
menfaatlerin ortadan kalkması sonucu zor
durumda kalmaktadırlar. Etik problemlerin
genellikle,
reklam-siyaset-resmi
ilan
alımları
etrafında
sıkça
yaşandığı
Sonuç ve Öneriler
Yerel
medya,
kendi
yörelerinde
yaşayanlara yönelik haber ve enformasyon
aktarır.
Yöre
halkının
beklentileri,
şikayetleri, yöneticilerin çalışmaları ve söz
konusu çalışmalarda yapılan yanlışlar
hakkında kamuoyunu objektif olarak
bilgilendirir. Devlet ve millet arasında bir
köprü kurarak toplumun gören gözü, işiten
kulağı ve konuşan dili olma özelliğini taşır.
Yerel medya, kamuoyunu oluşturma ve
kamuoyunu yansıtma görevi nedeniyle
toplumun adeta motoru sayılabilir. Ancak,
bu kadar önemli görevler üstlenmiş olan
yerel medyanın da birtakım problemleri
vardır. Yapılan söyleşiler ışığında yerel
medya
çalışanlarının
en
önemli
şikayetlerinin; haber ve bilgi kaynaklarına
ulaşmada sıkıntı, haber yazarken kendilerini
özgür ve bağımsız hissetmemeleri, çalışma
koşulları,
aldıkları
ücretten
duyulan
memnuniyetsizlik,
istihdam,
sendikasızlaştırma, meslek içi eğitimin
yetersizliği; yerel medya sahibi ve
yöneticilerinin en önemli şikayetlerinin
resmi ilan pastasından yeterince pay
alamamak, ticari ilan ve reklam yetersizliği,
öz
sermaye,
prestij,
teknolojiyi
yakalayabilme zorluğu, reyting-tiraj sorunu,
kalifiye eleman sıkıntısı, devletin yerel
medyayı yeteri kadar desteklememesi ve
hukuksal sorunlar olduğu tespit edilmiştir.
Kocaeli, iddialara göre yerel gazeteciliğin en
iyi yapıldığı üç beş ilden birisidir. İzmit
merkezde yayın yapan gazetelerin yaklaşık
toplam tirajı 12 bin civarındadır. 500 bin
nüfusa yaklaşan bir İzmit, 1 milyonu geçen
Kocaeli için bu tirajın az olduğu
söylenebilir. Bu açıdan baktığımızda,
Türkiye’nin en büyük sanayi kenti olan
Kocaeli ilinde yayımlanan yerel gazetelerin;
kent halkı, kentlerde bulunan kurumlar ve
sivil toplum örgütleriyle bütünleşememeleri,
bu gazetelerin yerel basın olup olmadıkları
konusunda şüpheler uyandırmaktadır. Türk
Basın Tarihi’ne baktığımızda gazetenin
patronu,
gazetesinde
başyazı
yazan
gazeteciydi. Günümüzde ise, gazete patronu
başka bir alanda ya da alanlarda çalışan kişi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Kocaeli
basınında güçlü konumda olan 6 gazeteden
sadece, Özgür Kocaeli Gazetesi’nin sahibi
kendisini gazeteci olarak tanımlamaktadır.
Diğer
gazetelerin
sahiplik
yapısına
bakıldığında ticaret, sanayi, turizm gibi
alanlarda faaliyet göstermektedirler. Gazete
yetkilileri ve yöneticileri arasında aktif
politikayla uğraşanların sayısı beklenenden
daha düşük çıkmıştır. Gazete yetkilileri,
siyasi partilerle ve ilişkilerinin mesafeli
olduğunu, haber içeriklerine müdahale
etmelerine
izin
vermediklerini
söylemişlerdir.
İzmit’te yerel televizyonlar dört türlü
reklam almaktadırlar. Görüntülü reklamlar,
altyazılar, panolar ve sponsorlar. Radyo
reklamlarında
iki
türlü
reklamlar
alınmaktadır. Reklam kuşakları ve sponsor
programlar. Genelde müşteri temsilcisinin
reklam veren firmayı ziyaretiyle başlayan
reklam
anlaşmaları,
hazırlanan
prodüksiyonu firmaya sunmasıyla devam
eder. Televizyonda reklam saniyeleri 30
saniye ile 2 dakika arasındadır. Televizyon
reklamının saniye birim fiyatı ortalama 1-2
Türk Lirası aralığında değişmektedir. 8
dakikadan fazla olamama şartına rağmen,
reklamlar çoğu zaman bu süreyi aşmaktadır.
Radyolarda reklam saniyeleri 10 saniye ile
50 saniye arasında değişmektedir. Radyo
reklamının saniye birim fiyatı 0,20-0,35
kuruş aralığındadır. Ancak, serbest piyasa
olduğundan daha ucuza reklam alan yerel
medya kuruluşları da vardır. Yerel
televizyonların reklam gelirinden başka,
seçim dönemlerinde yapılan programlardan
da ek gelirleri vardır. Yerel televizyon ve
radyoların ulusal reklam pastasından
aldıkları pay son derece kısıtlıdır. Bunun asıl
nedeni de, yerel medyanın ciddi bir
merkezden takip edilmemesi ve yerel
medyaya reklam pazarlayan şirketlerin,
firmalarla anlaşarak fiyat kırmaları ve yerel
medyaya çok düşük ücretlerle reklam
göndermeleridir. Yerel televizyonlar ve
radyolar tarafından yıllık ortak reklam fiyatı
akademia
belirtiliyor. Bu sorunun çözümü konusunda
ise medya kurumları ve çalışanlarının ortak
bir dil oluşturarak, ortak değerlere sahip
çıkması gerektiği vurgulanmıştır.
162
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
163
açıklanarak bu durum aşılabilir. Bunun yanı
sıra,
yerel
televizyonlardan
ulusal
televizyonlarla aynı oranda yüzde 5 eğitime
katkı payı ile yüzde 5 RTÜK payı
kesilmektedir. Ödemesi gereken vergileri,
gelişmiş batı ülkelerin de olduğu gibi
makine ve insana yatırım yapılması şartı ile
vergilerden
muaf
tutulabilir.
Yerel
televizyonlar ve radyolar ürettikleri yerel
projeler bağlamında Türk Telekom’un,
RTÜK’ün,
Anadolu
Ajansı’nın
imkanlarından
indirimli
olarak
yararlandırılabilir.
Mahalli
yayın
kuruluşlarının ihtiyacı olan makine, teçhizat,
yardımcı malzemelerin gerek yurt içi,
gerekse yurt dışından temin edilmesi
sırasında KDV, vergi, harç ve fonların tümü
ile kaldırılması veya asgari seviyelere
indirilmesi sağlanabilir. Yerel medya ile
ilgili sorunların birçoğunun temelinde
ekonomik nedenler; güçlü sermaye yapısının
bulunmayışı yatmaktadır. Herhangi bir baskı
makinesi alınmak istense, radyo istasyonu
veya televizyon istasyonuna cihaz alınmak
istense ciddi oranda para gerekmektedir.
Bugün ulusal televizyonlar, kendi yayın
programlarında hatta vericilerin olduğu
bölgelerde çok ciddi bir şekilde koruma
altındayken, yerel televizyonlar resmi
koruma altında değildir, her türlü saldırıya
açık bir şekilde yayın yapmaktadırlar.
Bilindiği üzere medyanın en önemli gelir
kaynağı reklam ve ilan gelirleridir. Küçük
sermayelerle
kurulan
yerel
medya
kuruluşlarının sermaye yapısı gelişmeye,
ilerlemeye, günün gereklerine uygun
gazetecilik yapmayı engellemektedir. Bu
bağlamda, yerel medyanın gelir kalemini
oluşturan
özel
ilan-reklam
gelirleri
artmadıkça, mali yapısının güçlenmesi
olanaksızdır.
Düşünce
hürriyetinin
sağlanabilmesi için, devletin yerel basına
yardımı gerekmektedir. Yerel basının
hayatını devam ettirebilmesi için; girdileri
ucuzlatmak, ilanları hakça dağıtmak, altyapı
hizmetlerini kurmak ve dağıtımını sağlamak
gibi şartlar sağlanabilir. Yerel medya gelir
kaynağı olarak sadece reklama dayanmak
zorunda değildir. Bazı Avrupa ülkelerindeki
örneklerin de gösterdiği gibi, yerel medya
sadece reklam gelirlerine dayanmak zorunda
bırakılmayabilir. Yerel medya merkezi
yönetimden, yerel yönetimden yapılan
yardımlar, kamusal fonlar, destekler alarak
farklı gelir kaynaklarına sahip olabilir. Bu
konuda yerel medyanın yapabileceği,
birleşerek bu konuda talep oluşturmaktır.
Diğer yandan, gelir kaynaklarının piyasa
veya kamu kuruluşları olması, yerel
medyanın mutlaka onların çıkarlarını
yansıtan bir yayıncılık yapması anlamına
gelmez. Söz konusu maddi desteklere
rağmen, yerel medyanın özerk bir yapılanma
içinde olması mümkündür. Yerel medyanın
sorunlarının çözümü için, yerel medya
mensuplarının kendi aralarında genel bir
uzlaşmaya varmaları gerekmektedir. Halen
yerel medya mensupları arasında çok ciddi
görüş ayrılıkları mevcuttur. Örneğin, bazı
yerel medya mensupları, kredilendirmede
doğrudan
desteğin
sağlanmasına
bağımsızlıklarının zarar göreceği endişesiyle
karşı çıkmaktadırlar. Buradaki önemli konu,
yerel medyanın sorunları ve çözüm
yöntemleri hakkında belirli bir uzlaşıya
varmaları, bunun için de yeterli ölçüde
örgütlenebilmeleridir.
Yerel basında çalışanların sayısı ve
niteliği ile ilgili önemli sorunlar da
yaşanmaktadır. Profesyonel kadro eksikliği
içerik ve baskı kalitesi olarak kendini
hissettirmektedir.
Yetkililerce
verilen
bilgilere göre, çalışanların yarısından fazlası
lise mezunudur. Eğitim eksik olunca teori de
teknik de zorlaşmaktadır. Yerel gündemi
etkilemeleri, halkı toplumsal ve demokratik
görevleri konusunda bilinçlendirmeleri
beklenen yerel medya çalışanlarının,
eğitimleriyle toplumun önünde oldukları da
söylenememektedir.
Yerel
medya
çalışanlarının
çalışma
koşulları
ve
çalışanlarının nitelikleri de işgücü sorunun
bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Yerel
medya mensuplarına geçimlerini dahi
sağlayacak düzeyde ücretler ödenmekte,
birçoğuna sosyal güvence sağlanmamakta,
örgütlenme ve sendika hakkı verilmemekte,
iş
sürekliliği
ve
ev
güvencesi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla yerel medya
tercih edilen bir meslek konumuna
ülkemizde çok ciddi sorunlarla karşı
karşıyadır. Türkiye’nin günümüzde belki de
en büyük meselesi orta ve uzun vadeli bir
medya stratejisinin bulunmamasıdır. Eğer
Türkiye’nin uzun ve orta vadede hedefleri
varsa, medya da topluma ve ülkeye hizmet
etmek durumundaysa, öncelikle Türkiye’nin
orta ve uzun vadeli bir medya stratejisinin
oluşturulması gerekmektedir.
Sonuç olarak; yaşanan sorunlara rağmen
yerel medya; küreselleşmenin yaşattığı
asimilasyona karşı bir direniş özelliği
taşımaktadır.
Ulus-devlet
yapısının
parçalandığı günümüzde, kimlikler hala
önemli bir yapı oluşturmaktadır. Yerel
medyanın, yaygın medya ağı karşısında
alternatif olarak dikilebilecek demokratik bir
yapılanma oluşturabilmesi için; etkin bir
okur/dinler/izler kitle temelinde kökleşmesi,
bünyesinde eğitimli ve kalifiye elemanlar
bulundurabilmesi, etik ve siyasal olarak
sorumlu dil ve içerikte yayın yapması,
kurum içi demokratikleşmeyi ve bu
bağlamda yerel iktidar güç merkezlerinden
bağımsız olarak davranmayı başarabilmesi
gerekmektedir. Aksi takdirde içinde
bulunduğu sorunları aşamayacaktır.
Kaynakça
Altunbaş, H. ( 2003). Radyo Reklamcılığı ve
Türkiye’de Yerel Radyolar. Konya:
Tablet Kitabevi
Arapoğlu, N. (1994). Yerel RadyoTelevizyonlar ve Bir Örnek: İzmit.
Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Aydeniz, H. (2007). Türkiye’de Yerel Basın
(Editör: Suat Gezgin). Tarihsel ve
Literal
Açıdan Yerel Gazetecililik
(s.10-16). İstanbul: Doğan Ofset
Yayıncılık Ve Matbaacılık.
Aziz, A. (1999). Türkiye’de Televizyon
Yayıncılığının 30 Yılı. Ankara: Trt
Genel Sekreterlik Basın ve Yayın
Müdürlüğü Ofset Tesisleri.
akademia
ulaşamamaktadır.
İzmit’te,
iletişim
mezunlarının birçoğu medya sektöründe yer
almamaktadır. Yerel gazetelerde çalışmayı
tercih etmemeleri veya yerel gazetelerin
iletişim mezunlarını istihdam edecek anlayış
ve imkanlara sahip olmadığı ortada olan bir
gerçektir. Yerel gazetede asgari çalışan
sayısıyla ilgili sınır resmi ilan mevzuatıyla
belirlenmiş
durumdadır.
Resmi
ilan
alabilmek için yerine getirilmesi şartlardan
biri,
asgari
gazeteci
kadrolarıdır.
Kocaeli’nde gazetelerde çalışan sayısı 10 ve
daha üzerindedir. Kocaeli basını büyük
çoğunlukla 212 sayılı yasaya göre basın
mensubu çalıştırmaktadır. Basın İlan
Kurum’u ilan almak isteyen gazetelerden
212 Sayılı Yasa’ya göre en az 7 kişinin
yasaya göre çalışmasını şart koşmaktadır.
İzmit yerel basınında az sayıda da olsa
aile fertlerini çalışan gösterip 212 Sayılı
Yasa’ya
göre sigortalanan gazeteler
mevcuttur. Ancak böyle bir durum tespit
olunduğunda yaptırımları vardır. Gazeteciler
ile basın patronları arasındaki ilişkilerin
dengesini sağlayacak, basın çalışanlarını
medya patronlarına karşı hem ekonomik
hem sosyal açıdan özgür hissettirecek, iş
güvencesini sağlayacak bir düzenleme
mevcut değildir. İzmit’te, basının sahip
olduğu teknolojiye bakılırsa diğer illerde
çıkarılan gazetelere nazaran önde sayabiliriz.
Gazetelerin tümü bilgisayar tekniği ile
dizilmekte,
ofset-web
tekniği
ile
basılmaktadır. Ancak, web-ofset sisteminde
basılan gazetelerin büyük bölümü kendi
tesislerine sahip değildir. Web-ofset
matbaalarını kendileri kurmak yerine, bu
nitelikteki matbaalarda bastırmaktadırlar.
Bilgisayar alt yapısı ve tasarımda kullanılan
programlar, internet ve ajans aboneliği,
dijital fotoğraf makineleri ile teknoloji
yakalanmaya çalışılmıştır. Radyo ve
televizyonlar da
modern teknolojiyi
yakalamış sayılabilir ancak, özellikle yerel
televizyonların izlenme oranları düşüktür.
Ulusal ve yerel medyanın sorunlarını
birbirinden ayırmak pek mümkün değildir.
Çünkü, medyanın sorunları iç içe geçmiş
durumdadır. Yerel medya, demokrasinin,
çoksesliliğin, basın özgürlüğünün çok
önemli bir eksenini teşkil etmekle birlikte,
164
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Cankaya, Ö. (1997). Dünden Bugüne Radyo
Televizyon. İstanbul: Beta Basım
Yayım Dağıtım.
Girgin, A. (2001). Türk Basın Tarihi’nde
Yerel Gazetecilik. İstanbul: İnkılap
Kitabevi.
Çığ, Ü. (2007). Türkiye’de Yerel Basın
(Editör: Suat Gezgin). 19 Yüzyılda
Osmanlı’da Gazetecilik Hareketleri:
Takvim-İ Vekayi’den Vilayet Ve Özel
Girişim
Gazetelerine
(S.62-73).
İstanbul: Doğan Ofset Yayıncılık Ve
Matbaacılık.
Gündüz, U. (2007). Türkiye’de Yerel Basın
(Editör: Suat Gezgin). Kurtuluş
Savaşı’nda Yerel Basının Rolü (S.9195). İstanbul: Doğan Ofset Yayıncılık
Ve Matbaacılık.
Çakır,
H. (1997). Osmanlı Basınında
Reklam. Ankara: Elit Reklamcılık.
Çakır, H. ( 2005). Tüm Yönleriyle Radyo.
Ankara: Siyasal Kitabevi.
Duman, H. (2007). Türkiye’de Yerel Basın
(Editör: Suat Gezgin). Osmanlı
Döneminde Yerel Basın (s.82-85).
İstanbul: Doğan Ofset Yayıncılık ve
Matbaacılık.
akademia
Erdoğan, İ. (2007). Türkiye’de Gazetecilik
ve Bilim İletişimi, Yapısal Özellikler
Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Ankara:
Pozitif Matbaacılık.
165
Işık,
M. (2002). Dünya ve Türkiye
Bağlamında Kitle İletişim Sistemleri.
Konya: Eğitim Kitabevi.
Koloğlu, O. (1994). Osmanlıdan Günümüze
Türkiye’de Basın. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Şeker, M. (2007). Tekniği, İçeriği, Çalışan
Profili, Haber Kaynakları, Ekonomi
Politiği, Gücü ve Sorunlarıyla Yerel
Gazeteler. Konya: Tablet Yayınevi.
ALMANYA’DA TÜRK KÖKENLİ GENÇLER VE ŞİDDET SORUNU
Emine Uçar İlbuğa∗
Özet
Son yıllarda medyada göçmen gençler konusu şiddet sorunu ile birlikte tartışılır oldu.
Sosyolojiden, psikolojiye, eğitimden kriminolojiye kadar birçok alanda Türk kökenli
gençlerin şiddet eğilimlerinde dinsel ve geleneksel motifler arandı. Özellikle Türk kültürü ve
değerleriyle büyüyen gençlerin, Batı modern dünyasına uyum sağlamakta güçlük çekerek,
saldırgan ve uyumsuz davranışlara yöneldiklerinin altı çizildi. Ancak bu tartışmalarda daha
çok gençlerin şiddete yönelimleri, onların göçmen deneyimleri, etnik ve kültürel değerleriyle
açıklanmaya çalışılırken göçmen kökenli gençlerin içinde bulundukları toplumdaki
ekonomik, yasal ve siyasal koşulları görmezden gelindi. Bu alanda yapılmış araştırma
sonuçlarına dayanarak hazırlanan betimleyici nitelikteki bu çalışmada genel olarak, Alman
okullarında şiddet konusu ve bu bağlamda göçmen kökenli gençlerin fail ve kurban olarak
şiddet deneyimlerinin koşulları incelenmektedir.
Anahtar Sözcükler: Şiddet, Göç, Medya
PROBLEM OF VIOLENCE IN GERMANY AND
THE TURKISH IMMIGRANT YOUTH
Abstract
Recently, the topic of immigrant youth has been discussed in media with the issue of
violence. In many fields such as sociology, psychology, education and criminology, religious
and traditional motives have been searched in the violence tendency of the Turkish youth. It
has been underlined that the youth who grows up with the Turkish culture particularly face
with a difficulty while adjusting the Western modern world and show a tendency towards
violent and inadaptable attitude. However, while explaining their inclination to the violent
acts by means of their immigrant experiences and their ethnic and cultural values, the
economic, legal and political conditions in which they live have been ignored. In this
descriptive study based on research results, violence in German schools and the conditions of
experiences of violence in which the youth have been the offenders or victims are examined.
akademia
Keywords: Violence, Migration, Media
∗
Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi
166
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Giriş
akademia
Türk kökenli göçmenlerin iş gücü göçü
nedeniyle Almanya’ya gelişlerinin 40. yılı
geride kaldı. Bugün itibariyle 1960’lı ve
1970’li yıllarda gelen göçmenlerin torunları
üçüncü ve dördüncü kuşak olarak
Almanya’da yaşamaktadır. Göçmenlerin
Almanya’da uyum, dil sorunları, kültürel,
dinsel ve etnik farklılıklar nedeniyle oluşan
çelişkileri bilimsel, siyasal ve toplumsal
alanlarda sürekli tartışılmaktadır. Bir yanda
batı değerleri, diğer yanda geleneksel aile
yaşamı gibi iki farklı değerler dünyasını
içinde barındırmak durumunda kalan ikinci
kuşak göçmenlerin yaşadıkları sorunlar ile
Almanya’da doğup, büyüyen, bu ülkenin
kreş ve okullarına devam eden çocukların
sorunları farklı oldu. Buna karşın yeni kuşak
göçmen çocuklarının Almancayı iyi
konuşabilmesi ve yaşadıkları toplumu daha
iyi tanımaları gibi olumlu kazanımlarına
karşın,
göçmen
çocuklarına
Alman
toplumunda verilen ‘yabancı’ statüsü uzun
yıllar değişmedi.
167
Alman İstatistik Dairesi ilk kez kapsamlı
olarak 2006 yılında “göçmen kökenli”
insanların istatistik bilgilerini araştırdı. Bu
araştırma sonucuna göre, Almanya’da
yaşayan 82,4 milyon insandan 15,1
milyonunun göç bağlantısının olduğu ortaya
çıktı. Bu rakam, bütün nüfusun %18’ine
denk gelmektedir. Bu oranın %9’u yabancı,
%10’u ise Alman uyruklu olarak
istatistiklerde yer almaktadır. Yaklaşık 10,4
milyon insan göçmen olarak Almanya’ya
gelmiş, 5,6 milyonu yabancı statüsünde, 3,1
milyonu da Alman vatandaşlığına kabul
edilenler olmaktadır. Almanya’ya doğrudan
Alman vatandaşı olarak gelenlerin sayısı
(örneğin 1980’li yıllarda Polonya’dan
gelenler gibi), 1,7 milyondur. Bununla
birlikte kendileri direk göç etmemiş
olmalarına rağmen, kökenleri göçmenliğe
dayananların sayısı 4,7 milyondur. Diğer bir
ifade ile bunların 2,6 milyonunun
ebeveynlerinden biri ya ‘Aussiedler’, ya
Alman vatandaşlığına geçmiş göçmen ya da
yabancı statüsündedir. 1,7 milyon gibi bir
oran da göçmen kökenli olup, Almanya’da
dünyaya gelmiştir (bmi.bund.de, 2008).
Burada
verilen
istatistik
bilgilerine
bakıldığında Almanya’da yaşayan göçmen
çocuklarının çok dilli ve çok kültürlü
ortamlarda büyümekte ve gelişmekte olduğu
gerçeği öne çıkmaktadır.
Ancak 1990’lı yıllardan itibaren medya
ve siyasi çevrelerden gelen bilgilere göre
şiddet ağırlıklı gençlik kriminalliği artmıştır.
Yine bu bilgilere göre, şiddet içeren suçlar
özellikle göçmen gençler arasında daha
yoğun olarak görülmektedir. Ancak bu
bilgiler bilimsel araştırmalardan uzak, daha
çok bazı somut şiddet olayları ve polis
istatistiklerine dayanmaktadır. Özellikle
medyanın göçmen gençler kaynaklı şiddet
olaylarına yaklaşımı ve buradan hareketle
bazı siyasi çevrelerin oy kaygısı nedeniyle
göçmen karşıtı politikalarını desteklemek
adına, olayı gerçekliğinden soyutlayarak ele
almaları, bir göç toplumu olan Almanya’da
uzun vadede yapıcı göçmen politikalarının
önünü tıkamaktadır. Aslında medya ve bazı
politik
çevrelerin
gençlerin
şiddete
yönelimlerinin arttığı yönündeki sansasyonel
yaklaşımları ve tartışmaları, uzun yıllardır
Almanya’da gündemde olan Gençlik Ceza
Yasası’nın daha da sertleştirilmesi temeline
dayanmaktadır.
Almanya’da yaşayan göçmen nüfusunun
heterojen yapısı da çoğu zaman bu
tartışmalarda dile getirilmeyen önemli
noktalardan biridir. Medyada göçmen
gençlik ve şiddet konusunda yapılan bir
tartışmada,
göçmen
gençlik
sınıflandırmasına, serbest dolaşım hakkı
olanlar (Avrupa Birliği’ne üye ülkeler),
yabancı işçiler, iş yeri sahibi olanlar,
turistler, öğrenciler, ilticacılar, iltica
talebinde bulunup oturum hakkı bekleyenler
ve illegal yaşayanlar olmak üzere birçok
farklı koşul ve nedenlerle Almanya’da
bulunan yabancılar girmektedir.
Bu heterojen yapı, özellikle çok farklı
veri kaynakları ve bu alanda çalışan farklı
grupların olması gibi, çeşitli nedenlerle
göçmen yasası sınıflandırmasıyla tam bir
bağdaştırma yapmayı da zorlaştırmaktadır.
Ancak polis kriminal istatistiklerinde suça
Bu nedenle polis istatistiklerinde yer alan
bilgilerin
farklılıkları
boyutu
önem
kazanmaktadır. Alman Kriminal Enstitüsü
Başkanı Jörg Zierke’nin polis istatistiklerine
dayanarak medyada, “göçmen gençlerinin,
Alman yaşıtlarına oranla dört kez fazla
hırsızlık ve üç kez daha fazla şiddet
olaylarına’ karışmaktadırlar” (Ebner, 2006)
yönündeki açıklaması, kamuoyunda bu
yönde kesin bir yargının oluşmasına da
ortam hazırlayacaktır. Oysa ki yukarıda dile
getirilen bulgu istatistik sonuçlarının
bütününden soyutlanmıştır.
Diğer yandan Almanya’da yabancıların
şiddetin kurbanı olma riskinin son yıllarda
yükseldiği yönünde de bir düşünce öne
çıkmaktadır. Bavyera Polis Kriminal
İstatistik
Kurumu’nun
özel
değerlendirmesine göre, yabancı nüfusunda
(% 11) şiddete maruz kalanların oranı (%
8,4) oldukça yüksektir. Bu bilgiler Almanya
genelini kapsamadığı için yalnızca bir ipucu
olarak kabul edilebilir (BKA, 2006: 414).
Ancak, Alman olmayan öğrenciler arasında
yürütülen bir ankette göçmen gençler, çok
seyrek olarak kendilerinin şiddet olaylarının
kurbanı olduklarını dile getirmişlerdir. Bu
sonucun çıkmasının nedeni, göçmen
gençlerin
sınıf
arkadaşları
arasında
yürütülen bu ankette kendilerini ezik ve
şiddetin kurbanı olarak ifade etmek
istememiş olmalarından kaynaklanabilir. Bu
nedenle burada sözü edilen anket
sonuçlarının
tam
anlamıyla
gerçeği
yansıttığı düşünülemez. Oysa ki bu yönde
bilinen belli başlı görüngüler, Alman
olmayan göçmelerin az da olsa şiddetin
kurbanı olma riski taşıdığı yönündedir.
Almanya’da
yabancı
düşmanlığından
kaynaklı
şiddet
olaylarının
hedefini
göçmenler oluşturmaktadırlar ve bu anlamda
yapılan saldırılar özellikle 2000’li yıllarda
tekrar
artmaya
başlamıştır.
Yabancı
düşmanlığı dışında yaşlılar ve kadınlar
sıklıkla şiddetin kurbanları olmaktadırlar.
Yine en bilinen şiddet unsurlarından biri de
erkekler ve aynı yaş grubu gençler arasında
meydana gelenlerdir. Yukarıda belirtildiği
gibi, homojen bir yapı sergilemeyen göçmen
gruplar içinde özellikle illegal yaşayanlar,
iltica başvurusu yapmış ve başvuru
sonucunu beklemekte olanlar, sigortasız
çalışanlar, dil sorunu olanlar, yasaları iyi
bilmemeleri nedeniyle oturma izinlerinin
iptal edileceği korkusunu taşımakta ve çoğu
zaman şiddetin kurbanı olmalarına rağmen
polise
gitmemekte,
böylece
polis
istatistiklerinde yer almamaktadırlar. Bu
nedenle istatistik bilgiler de eksik
kalmaktadır (BKA, 2006: 411).
Oysaki göçmen çocuklarının sorunları ele
alınırken onların toplumsal, yasal, hukuksal
ve
sosyoekonomik
koşullarıyla
değerlendirilmeleri gerekmektedir. Çoğu
polis kayıtlarına ve medya haberlerine
dayanan bilgilerle, göçmen gençlerin Alman
gençlerine oranla daha kriminal oldukları
yönündeki tartışmalar, gerçeklikten uzak ve
kamuoyunu yanıltıcı olmaktadır. Bu
bağlamda şiddetin faili ya da kurbanı olarak
göçmen çocuklarının şiddet deneyimleri
oldukça karmaşık ve kompleks bir sorun
oluşturmaktadır. Okul ve okul dışında
gençler,
etnik
kökenlerine
göre
oluşturdukları gruplar arasında olduğu gibi,
farklı göçmen kökenli gençler arasında da
zaman zaman meydana gelen kavga ve
çelişkiler yaşamaktadırlar. Bununla birlikte
Almanya’da şiddet olayları yalnızca yabancı
kökenli gençleri kapsamamaktadır. Özellikle
1990’lı yıllarda gençlerin karıştığı şiddet
eylemlerinin önemli oranda arttığını ve bu
olaylara katılanların önemli bir bölümünü
göçmen gençlerin oluşturduğu ifade
edilmiştir. Kriminal olayların faili olarak
göçmen kökenli gençler medyada yer
akademia
karışanlar Alman ve Alman olmayanlar
olarak
sınıflandırılmaktadır.
Bu
sınıflandırmada Alman olmayanların illegal
mi, legal mi ya da hangi amaçla Almanya’da
bulundukları
belirtilmemektedir.
Buna
karşın zaman zaman meydana gelen bazı
günlük şiddet olaylarına dayanılarak yapılan
ve çoğu zaman bilimsel verilerden uzak
tartışmalarla
kamuoyunda
“kriminal
göçmenler” anlayışı yaratılmaktadır. Aynı
şekilde göçmenler denildiğinde, polis
istatistiklerinde Aussiedler ve Alman
vatandaşlığına geçmiş yabancılar ile yerli
grup arasında bir ayrım yapmak da mümkün
olamamaktadır (BKA, 2006: 408-410).
168
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
aldığında, bu bilgiler çoğunlukla medyaya
yansıyan olaylara ve siyasi bilgilere
dayanmaktadır. Bu bilgiler doğrultusunda
bazı siyasi partiler şiddet eğilimleri
konusunda caydırıcı olacağı gerekçesini öne
sürerek gençlik cezalarının daha da
sertleştirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar.
Ancak onların bu görüşlerini destekleyen
yeterli ampirik kanıt bulunmamaktadır
(Boers vd., 2006: 63).
akademia
Özellikle 1960’lı yıllardan bu yana
sistematik göç alan Almanya’da çok dilli ve
çok kültürlü göçmen ağırlıklı semtler
oluşmuştur. Bu anlamda, Almanya’da
göçmenlerin uyum sorunları uzun yıllardır
hem sosyal bilimlerin hem de kamuoyunun
meşgul olduğu konulardan biri olmuştur.
Ancak son yıllarda Almanya’da uyum
sorunu hem göçmen gruplar hem de Alman
toplumu arasında kültürlerarası iletişimin
koşulları üzerinde yoğunlaşmıştır. Çünkü
uyumun tek taraflı bir süreç olmaktan öte
karşılıklı bir çaba ve kabul olduğu gerçeği
önem kazanmıştır. Bununla birlikte göçmen
sorununda bir yandan bu yönlü olumlu
denebilecek gelişmeler yaşanırken, diğer
yandan sözü edilen göçmen ağırlıklı semtler
işsizlik
oranının
yüksek
olduğu,
sosyoekonomik koşulları düşük nüfusu ile
suç oranının yüksek olduğu bölgeler olarak
sık sık gündeme gelmektedir. Oysa
göçmenler ve uyum sorununun yalnızca
bilimsel alanda değil, toplum, siyaset ve
medya üçgeninde de doğru bir temelde
anlaşılması
gerekmektedir.
Böylece
göçmenlerin
“dışlanmadan”
ve
“ötekileştirilmeden” içinde bulundukları
toplumun bütünü içinde anlaşılmaları
mümkün olacaktır.
169
Bu çalışmada yukarıda belirtilen
tartışmalar doğrultusunda, göçmen gençlerin
şiddetin mağdurları ve failleri olarak ele
alınışları araştırma kaynaklarına ve medya
sunumlarına dayanarak incelenmektedir.
Almanya’da çoğu polis tutanaklarına dayalı
bilgilerle veya somut bazı örneklerle
kamuoyunda oluşturulan ‘göçmen gençler
kriminaldir’ anlayışı, bu alanda yapılmış
ampirik
araştırmalar
ışığında
değerlendirilecek ve göçmen kökenli
gençlerin şiddete yönelmelerine etki eden
unsurlar, Alman okullarında şiddetin
koşulları, göçmenlik deneyiminin gençlerin
şiddet eğilimine etkisi ve medyanın gençlik
ve şiddet konusuna yaklaşımı tartışılacak, bu
bağlamda,
Türk
kökenli
göçmen
çocuklarının aile, okul ve sokak ortamında
şiddet deneyimleri, bu deneyimlerin Alman
siyaset, bilim, medya koşullarında ele alınışı
ve değerlendirilmesi yapılacaktır. Çalışma,
göçmenlik, gençlik ve suç konularında
yapılan araştırmalar, medya haberleri ve bu
konuya ilişkin literatür incelemelerine
dayanmaktadır.
1. “Misafirlikten” Kalıcılığa Geçiş ve
Şiddet Sorunu
Öncelikle ‘yabancı’, kavram olarak ne
anlama gelmektedir? Yabancı (Ausländer)
hukuksal anlamıyla bir bireyin yaşadığı
ülkenin dışında, başka bir ülkenin vatandaşı
olmasıdır. ‘Yabancı’ siyasal bir kategori
olarak bir bireyin vatandaşlığı ile coğrafi
olarak içinde yaşadığı ortam arasındaki farkı
ortaya koymaktadır. Bu anlamda göçmen
gençlerin kriminal olmasında bu ayrımın çok
da inandırıcı bir neden olduğu kabul görmez
(Ladoe, 2005: 3-4). Ancak gençleri dışlayan
bu ‘yabancı’ ayrımı sorunu, gençlerin içinde
yaşadıkları
toplumun
yasal,
siyasal,
kurumsal ve sosyal yapılanmalarında yer
alması durumunda soruna çok yönlü
yaklaşmak zorunludur. Çünkü entegrasyon,
toplumun bir çok mekanizmasının birlikte ve
aktif olarak yer alacağı çok yönlü bir
süreçtir. Bir başka etnik grubun ekonomik,
sosyal ve kültürel yaşam koşulları nedeniyle
daha çok şiddet yanlısı ya da kriminal
oldukları yönünde bir bağlantı kurulması tek
yönlü bir yaklaşım olacaktır.
Almanya’da
vatandaşlığa
geçme
süreciyle birlikte, istatistiklerdeki göçmen
nüfusu azalmaktadır. Birçok farklı etnik
kökenli göçmen Alman vatandaşlığına
geçmekte ve onların çocukları da Alman
vatandaşı olarak dünyaya gelmektedir. Bu
nedenle ‘misafir işçi’
(Gastarbeiter)
tanımlaması artık anlamını yitirmiştir.
Ayrıca göçmen kökenli gençlerin suça
eğilimli olmalarının ya da suça iştirak
etmelerinin belli önyargıları pekiştireceği
korkusuyla, onların işledikleri suçların
görmezden gelinmesi ya da dile
getirilmemesi de konunun tabulaştırılarak,
göçmenlerin pozitif olarak aşağılanmasına
yol açacaktır. Wetzels ve arkadaşlarının
1998
yılında
Almanya
genelinde
ıslahevlerinde ve dokuz Alman kentinde
16.000 çocuk ve gençle yürüttükleri
araştırma sonucuna göre, göçmen gençler
arasında şiddet ve suça katılım oldukça
yüksek oranda görülmektedir (Wetzels
vd., 2001). Ancak Pfeiffer ve Wetzels
‘Şiddetin Faili ve Kurbanları Genç
Türkler’ adlı makalelerinde sonuçları
kamuoyuna
açıklayıp
açıklamama
konusunda bir süre tereddüt yaşadıklarını
ifade etmektedirler. Bunun nedenini de
“toplumda var olan göçmen gençlerin
kriminal oldukları yönündeki önyargıyı
pekiştirmemek ve tutucu siyasi partilere
seçim propagandası olacak malzeme
vermemek”
olarak
açıklamaktadırlar
(Pfeiffer ve Wetzels, 2000: 14). Bu
sonuçlardan korkmak yerine göçmen
çocuklarının
şiddet
ortamında
yer
almalarının nedenleri iyi tespit edilmeli,
göçmen gençleri Alman gençleriyle
kıyaslamadan sorunların çözümlerine
yönelik yapıcı önerilerin geliştirilmesi
esas alınmalıdır.
Öte yandan çoğu zaman muğlâk ve
ayrım yapılmadan kullanılan şiddet
kavramının açıklanması da oldukça
önemlidir. Çünkü şiddet, genel bir
perspektiften bakıldığında geniş bir alanı
kapsamaktadır. Örneğin şiddet ya da
şiddet yönelimli denildiğinde tam olarak
neyin
kastedildiği
açıklık
kazanmamaktadır. Genel anlamda şiddetin
daha çok fiziksel boyutuna vurgu
yapılmaktadır. Oysa şiddetin birçok yönü
bulunmaktadır. Vurma, kırma gibi
doğrudan şiddet yanında, dolaylı yani,
yapısal şiddet önem taşımaktadır. Çoğu
araştırmalarda ele alınan, doğrudan bireye
dayanan şiddettir. Bundan anlaşılan ise,
bireyin fiziksel ve psikolojik mağduriyeti
ya da cana veya mala bir başka kişi
tarafından zarar verilmesidir. Dolaylı yani
yapısal şiddet ise, sosyal sistemin içinde
somut bir aktör görünmeden ve kurbanın
kendisi tarafından çoğu zaman yapısal
şiddetin farkında olunmadan gerçekleşir
(Kunczik ve Zipfel, 2004: 10). Mathias
Kepplinger ve Stefan Dahlem (1990: 384)
şiddeti doğal ve suni ya da gerçek ve
kurgusal olmak üzere ayırmaktadır.
Gerçek şiddetle davranışsal sunum
anlaşılırken, fiziksel ve psikolojik tahribatı
ya da etkisi dikkate alınmaktadır.
Kurgusal şiddetin anlamı ise, yine
davranışsal sunum olmakla birlikte sadece
bunun ileri sürülmesidir. Doğal şiddet
gösterisinde gerçek yaşamın sunulması
(gerçek film), suni gösterimde ise çizgi
film vb. sunumlar anlaşılmaktadır. Bunun
yanında şiddet ve kriminal kavramları
çoğu zaman bir arada kullanılmaktadır.
Hukuk dilinde kriminal sözcüğü, ceza
yasasına karşı davranışta bulunmak
(yapmak
ya
da
ihmal
etmek)
anlamındadır. Mansel ve Hurrelmann ise,
saldırgan davranış ve mülke yönelik suçlar
olmak üzere iki farklı koşulda sorunlu
davranışları incelediler. Buna göre,
saldırgan davranışlar, fiziksel yaralama,
tehdit, hırsızlık ve mala zarar vermek;
mülkiyete karşı suçlar ise, tüm hırsızlıklar,
belgelerde sahtecilik, kırıp dökme olarak
yer almaktadır (Mansel ve Hurrelmann,
1998: 86). Lamnek, gençlik ve şiddet
konusunu incelerken şiddeti, aktörün
çeşidi, aktörün sayısı, doğrudan şiddet,
şiddetin amacı, şiddetin şekli, hukuksal
formu ve taammüden (Lamnek, 2000:
240) olup olmadığına göre farklı
kategorilere ayırmıştır.
akademia
Çünkü günümüz Almanya’sında ilk
misafir işçi olarak gelen göçmenlerin
torunları üçüncü, dördüncü kuşak olarak
büyümektedir.
Göçmen
çocuklarının
kriminalliği ya da ‘yabancı’, ‘Alman
olmayan’; ‘öteki’ tartışmalarında tek taraflı
kavramlar, tanımlamalar ve açıklamalar
‘kriminal
misafir
işçi’
(kriminelle
Gastarbeiter) önyargısını pekiştirmekte ve
entegrasyon
sürecine
olumsuz
etki
etmektedir (Ladoe, 2005: 3-4).
170
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
2. Alman
Okullarında
Şiddetin
Failleri ve Kurbanları Olarak Gençlik
akademia
1990 ve 2000 yıllarında Alman
okullarında gerçekleştirilen şiddete yönelik
araştırma sonuçlarına göre, okullarda en çok
sözel şiddet olayları gerçekleşmektedir.
Sözel şiddet dışında ve istisnalarla birlikte
okullarda şiddet olaylarına genellikle erkek
öğrenciler
dâhil
olmakta,
saldırgan
tartışmalar sıklıkla 13- 16 yaş grubu
gençlerde görülmektedir. Okullarda şiddet,
eğitim seviyesi yükseldikçe azalmakta ve
Hauptschule’lerde fiziksel şiddet olaylarına
Gymnasium’lara
göre
daha
fazla
rastlanmaktadır. Buna göre, suçlu ve kurban
statüsü görecelidir. Öğrenciler şiddete yine
öğrenci arkadaşları tarafından maruz
bırakılmaktadır. Diğer yandan suçlular aynı
zamanda şiddetin kurbanı da olabilmektedir.
Giderek dikkate değer oranda okul içi şiddet
olaylarının “Mobbing” ya da “Bullying”
tarzı bir olgu olduğu tahmin edilmektedir.
Burada söz konusu olan saldırganlığın özel
bir şeklinin öne çıkmasıdır. Diğer bir ifade
ile
uzun
süreyle
öğrenciler
okul
arkadaşlarının olumsuz davranışlarına tabii
kalmaktadırlar
(Bundesverband
der
Unfallkassen, 2005: 4-5).
171
Lösel ve Bliesener (2003: 7) tarafından
farklı bölge ve okullarda şiddet koşullarını
ayrıntılı
olarak
inceleyen
ampirik
çalışmaların bulguları daha önceki araştırma
sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir. Bu
araştırma sonucuna göre, okullardaki şiddet
daha çok sözel ve hafif fiziksel şiddet olarak
öne çıkmaktadır. Buna karşın kızlar
erkeklere oranla daha az saldırgan
davranışlar sergilemekte ve daha az şiddet
kurbanı olmaktadırlar. Bu çalışmada göçmen
çocuklarının daha fazla şiddete katıldıkları
yönünde
bulgulara
rastlanmamaktadır.
Hauptschule’lerde saldırganlık ve kavga
potansiyeli diğer okullara oranla daha
yüksek olmakla beraber, medyada gündeme
getirildiği gibi abartılı olmamaktadır.
Gençler arasında kendileri şiddet mağduru
olmadan diğer öğrencilere saldıran, onlara
eziyet eden öğrencilerin oranı %5 ile
sınırlıdır. Okul kabadayıları ile genel suç ve
asosyal davranışlar arasında önemli ilgi
bulunmaktadır. Buna göre okullardaki
kabadayı gençler, risk grupları olarak
saldırgan ve suça yönelik davranışları okul
dışında da gösterebilmektedirler.
3. Cinsiyet, Okul, Aile Koşulları ve
Şiddet Sorunu
2003 yılında yürütülen bir araştırmaya
göre, yaralama olaylarının % 69’u erkekler,
%15’i
ise
kızlar
tarafından
gerçekleştirilmiştir. Buna göre erkekler
nerdeyse kızların üç katı yaralama ve şiddet
olaylarına karışmaktadırlar (Pfeiffer, 2006).
Esas itibarıyla 1993-2003 yılları arasında
yürütülen araştırmaya göre ise, bu ilişki
hırsızlık olaylarında da kendini göstermekte
ve erkekler kızlara oranla daha çok hırsızlık
olaylarına karışmaktadır. Saldırganlık ve
yaralamaların oluşumunda okul çeşidine
göre de kız ve erkekler arasında fark
görülmektedir. Okullarda şiddet en az
Gymnasium’larda meydana gelmektedir.
Hauptschule’lerde suça iştirak eden erkekler
tüm yıllarda (1993 ve 2003) en yüksek oranı
oluştururken, Hauptschule’ye devam eden
kız öğrenciler suça iştirakte diğer okullara
göre ikinci sıraya yükselmektedir. Kızlarda
şiddet davranışlarına bağlı olarak meydana
gelen yaralama olayları, 2001 -2003 yılları
arasında Sonderschule’lerde hiç değişmemiş
ve 1000 öğrenci arasında 17 yaralanma olayı
gerçekleşmiştir (Ladoe, 2005: 42-43).
Özellikle 2006 yılında Almanya genelinde
şiddetin azaldığı yönündeki istatistik
sonuçlarına uygun olarak beklenen gerileme
bu okullarda gerçekleşmemiştir. Buna karşın
2001-2003
yılları
arasında
Sonderschule’lerde saldırganlık sonucu
meydana
gelen
yaralama
oranı
Realschule’lere
göre
daha
fazladır.
Realschule’lerde yaralamalara kadar giden
şiddet olaylarının oranı 2001 ve 2003
yıllarında değişme göstermemiştir (Ladoe,
2005: 42-43).
1998 ve 2000 yıllarında Almanya’nın
birçok farklı bölge ve kentinde (Hamburg,
Hannover, Leipzig, München ve Friesland)
10.000 öğrenci arasında, çocukların şiddete
4. Almanya’da Göçmen Gençler ve
Şiddet Konusuna Farklı Yaklaşımlar
Genelde göçmen gençlik ve onların
şiddet eğilimleri, özelinde ise Türk göçmen
gençleri hedef alan ve Almanya’da farklı
tarihlerde
yürütülen
bazı
alan
araştırmalarında, gençlerin şiddet eğilimleri
aile, din, gelenek, kültürel ve etnik koşullar
çerçevesinde
temellendirilmekte,
bu
bağlamda gençlerin kendi alt kültürlerini
oluşturarak toplum dışında yer almaları
örnek gösterilmektedir:
Tertilt,1990 yılında Frankfurt am Main
kentinde 13-18 yaş arası ‘Türkish Power
Boys’ (1992 de grup dağıldı) grubuna üye
50 Türk kökenli gençle etnolojik bir alan
araştırması yürütmüştür. Tertilt, grup üyesi
gençlerin sorunlarını birlikte çözme,
oturdukları bölgede saygınlık uyandırma ve
gruba kendini kanıtlama gibi nedenlerle çete
oluşturduklarına
dikkat
çekmektedir.
Türkish Power Boys üyesi gençler ‘Jacken
Tokat’
adını
verdikleri
gasp
ve
hırsızlıklarında kurbanlarının tek ve Alman
olmasına dikkat etmekte ve yalnızca
hırsızlıkla kalmayıp, şiddet uygulamaktadır
(Tertilt, 1996: 235). Werner Schiffauer ise,
‘Namusun Şiddeti’ (1983) konulu etnolojik
araştırmasında Türklerde namus, şeref gibi
kavramların önemine dayanarak otantik bir
şiddet olayını incelemektedir. 1997 yılında
Wilhelm Heitmeyer vd. (1997) Almanya’da
topluma entegre olmamış Türk kökenli
gençlerin kendilerini dinsel ve etnik
kökenleriyle kimliklendirmelerine dikkat
çekerken, gençlerin radikalleşme süreçlerini
incelemektedir. Wetzels ve Brettfeld ise,
Türk kökenli gençlerin suça ilişkin saldırgan
davranışlarının ardında İslam’ın etkisini
"Göze Göz Dişe Diş" adlı çalışmada
araştırmaktadırlar (Wetzels ve Brettfeld
2003).
Buna karşılık son zamanlarda suç olgusu
ve göçmen gençler konusuna daha nesnel
yaklaşımlar ve araştırmalar da anlam
kazanmaktadır. Viadrina Üniversitesinde
(Frankfurt/Oder) kültür antropologu olan
Werner
Schiffauer,
Polis
Kriminal
İstatistiklerinde (Bundeskriminalamt, 2006)
suç oranının önceki yıllara göre azalmış
akademia
yönelik deneyimlerini kapsayan araştırma,
aile, okul ve kamuya açık alanlar olmak
üzere üç ayrı ortamda yürütülmüştür. Bu
araştırmada çocukların şiddete yönelik görüş
ve tutumları, kendilerini güvenlikte hissedip
hissetmedikleri,
okula
devamlılıkları,
yabancı düşmanlığı ve aktif olarak suça
iştirak
edip
etmedikleri
konusu
incelenmiştir. Uzun vadeli yürütülen bu
araştırmada
aynı
zamanda
okuldan
kaçmanın gençlerin şiddete yönelmesine
etkisi, göçmen çocuklarının (özellikle erkek)
şiddete eğilimlerinde etnik ve kültürel
farklılıklar, sosyoekonomik koşullar gibi,
toplumsallaşma süreçlerine etki eden
faktörler araştırılmıştır. Bu araştırmanın
sonuçlarına göre; ‘çocuk ve gençlerin büyük
bölümü, ilk şiddet deneyimlerini aile içinde
yaşamaktadır. Aile içinde şiddet gören
çocukların
ailelerinin,
sosyoekonomik
koşulları kötüdür; daha çok sosyal yardımla
yaşamlarını sürdürmektedirler’ (Wilmers
vd., 2001). Wilmers ve arkadaşlarının
araştırmasında bir diğer bulgu, 21 yaş altı
gençlerin dörtte birinin (erkekler) kamuya
açık alanlarda (cinsel istismar hariç) şiddete
maruz kalmalarına karşın, gençlerin aile
ortamında olduğu gibi, kamuya açık
alanlarda
da
kendilerini
güvende
hissetmekte olduklarıdır (2001). Burada
sözü edilen şiddet ise, vücuda darp ve
yaralanma olarak öne çıkmaktadır. Wilmers
ve arkadaşlarının araştırma sonucuna göre,
çocukların önemli bir oranı (%20), okullarda
şiddet olaylarını görmezden gelmektedir.
Aynı araştırmada gençler arasında yabancı
düşmanlığı oldukça fazla oranda kabul
görmekte
(%20),
özellikle
erkek
öğrencilerde, ekonomik ve eğitsel koşulları
yetersiz olan ailelerin çocuklarında bu tutum
daha da belirginleşmektedir (Wilmers,
2001). Ayrıca ailedeki eğitim, çocukların
bireysel, sosyal yeterlilik, duygudaşlık,
kendi kendini kontrol edebilme gibi yetileri
kazanmasında önemli rol oynamaktadır. Bu
anlamda çocuğun aile içinde şiddet
deneyimine maruz kalması, yeterli duygusal
bağlılığın kurulamaması, yetersiz kontrol,
sosyoekonomik koşullar, gençlerde gelecek
beklentisinin
sınırlı
olması
şiddete
yönelmelerinde önem taşımaktadır.
172
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
akademia
olduğunun belirtilmesine karşın, son
dönemlerde her tür olayın göç ve göçmenler
ile ilişkilendirilmesine dikkat çekmekte,
Almanya’da herkesin aynı koşullarda
değerlendirilmesine
rağmen,
uyum
sürecinde eşit bir yapılanmanın olmadığını
belirtmektedir:
“Ancak
Kriminolog
Christian Pfeiffer, Doğu Avrupa, Rus,
Yugoslav ve Türk kökenli göçmen gençlerde
suça iştirak oranının, özellikle yüksek
olduğunu belirtmektedir. Buna göre
Müslüman kökenli gençler ve kriminallik
konusu işlendiğinde bir haksızlık söz konusu
olmaktadır. Zira daha önceleri uyum ve
sosyal soruna dayandırılan tartışmalar,
bugün İslam ile bağlantılı olarak ele
alınmaktadır. Şiddetin göçmen bir gençten
gelmesi
durumunda
sosyal
problem
görünmezden gelinerek, sorunun kaynağı
İslam’a dayandırılmakta, böylece gerçeklik
çarpıtılmaktadır”
(Schiffauer,
2008).
Ebner’de yukarıdaki tartışmayı destekler
nitelikte, Pffeifer’in araştırmasına atıfta
bulunarak Türk göçmen çocuklarının şiddet
deneyimlerini Türk kültürüne dayandırmakta
ve şiddeti erkekliğin bir parçası olarak kabul
ettiklerinin altını çizmektedir:
173
“Polisler problem gruplarla meşgul
olmak zorundadır. Kriminolog Pfeiffer’e
göre, ‘sorun Türk gençleridir’. Pfeiffer ve
arkadaşlarının
Almanya’nın
büyük
kentlerinde yürüttükleri, gençlik ve şiddet
konulu araştırmaya göre, Stuttgart şehrinde
yaşayan Türklerden ankete katılanların
(%12,7), %44 suçlu, %14’ü ise, şiddetin
kurbanı olmaktadır. Diğer gruplardan daha
sık olmak kaydıyla öncelikle ailelerinde ağır
şiddet deneyimi yaşamaktadırlar. %33
oranında Türk gençleri çocukken dayakla
cezalandırılmaktadır. Ve onlar şiddeti
erkekliğin bir parçası olarak kabul
etmektedirler” (Ebner, 2006). Ebner ayrıca,
Türk kökenli ikinci kuşak akademisyen
Necla Kelek’in Hamburg kentinde yürüttüğü
doktora çalışmasına dayanarak, Türk
ailelerinde geleneksel yaşamın kuşaktan
kuşağa aktarılarak yeni kuşak gençlerin
Alman toplumuna entegre olmalarına engel
oluşturduğunun altını çizmektedir:
“Sosyolog Necla Kelek, Türkler arasında
Maço
kültürünün
o
kadar
çabuk
değiştirilemeyeceğinden korkmaktadır. En
önemli neden, geleneğe sıkı sıkıya bağlı
ailelerde çok sayıda Türk genç kızı gelin
olarak Almanya’ya ihraç edilmekte ve onlar
orada (Türkiye’de) öğrenmiş oldukları
yaşam biçimini çocuklarına vermektedirler.
‘Böylece bu gelinler öncelikle okullarda
Almanlarla bir araya gelecek çocuklarının
entegrasyonuna
çok
az
katkıda
bulunabilirler’. Burada yasal bir göç söz
konusudur, ancak bu da başarısız olmaya
mahkûmdur” (Ebner, 2006).
Boers, Walburg ve Reinecke ise,
Duisburg,
Münster
ve
çevresinde
sürdürdükleri Modern Şehirde Gençlik
Suçları adlı araştırma sonuçlarını “Karanlık
Alanda (Dunkelfeld) Artma Yok, Göçmen
ve Alman Gençler Arasında Çok Az Fark
Var” başlığı ile yayınladılar. Boers ve
arkadaşları araştırma sonuçlarında kapsamlı
ve çok yönlü bir yaklaşımla konuyu ele
almaktadırlar. Buna göre, ilk kuşak göçmen
grubunda sözü edilen yüksek oranda
suçluluk göze çarpmazken, ardından gelen
göçmen kökenli gençler, uzun bir süredir
kriminolojik açıdan ‘problem grubu’ olarak
nitelendirilmektedir. ‘Maço Türkler’ ya da
‘suça hazır Alman kökenli Ruslar’ resmi
kamusal
alanda
oldukça
yankı
uyandırmaktadır. Bu tür tartışmaların
getirdiği önemli tehlike, sorunun göçmen
gençlerin üzerine atılması ve yalnızca
onlarla sınırlandırılmasıdır. Yapılan bu
etiketlendirmelere bağlı olarak göçmen
gençlerin benzer bir sosyal yapıda oldukları
kabul edilmekte ve bütün göçmenler
homojen olarak sunulmakta, böylece çoğu
zaman belli argümanlarla hareket edilmekte
ve kamuya açık alanlarda yürütülen dar
tartışmalarla onların bireysel ve sosyal
sorunları göz ardı edilmektedir (Boers vd.,
2006: 1-26).
Almanya’da
Alman
olmayanların
kriminalliği çoğu kez göçmenlerin geldikleri
ülke ile yaşadıkları ülkenin değer ve
normlarının farklı olması ve buna bağlı
olarak yaşanan çatışmalarla açıklanmaktadır
Okullarda şiddet ve göçmen gençler
sorununa bir diğer yaklaşım da, gençlerin
toplumla
bütünleşmesi
konusunda
olmaktadır. Göçmen gençlerin şiddete
yönelmelerinde Almancayı yeterince ve
gerektiği gibi öğrenemedikleri, buna bağlı
olarak okul başarılarının düşük ve gelecek
perspektiflerinin sınırlı olması, onlarda
davranış
bozukluklarına
neden
olabilmektedir. Özellikle gençler arasında
şiddet ve suç oranlarındaki artışlarla
(Kersten,
2002)
birlikte,
cezaların
artırılması, Almanya’da doğup büyümüş
olan gençlerin, suç işlediklerinde geldikleri
ülkelere geri gönderilmeleri ve medyada
sıklıkla negatif göçmen sunumları, gençlerin
uyum sorunlarına olumsuz etki etmektedir.
Özellikle Türk kökenli göçmen gençlerin
şiddet olaylarına karışmalarını, onların
dinsel ve kültürel koşullarıyla ele alan
araştırmalarda, gençler iki kültür arasında
gidip gelen yaşamları nedeniyle ‘patlamaya
hazır bomba’ (Papalekas, 1982: 32; FurtnerKallmünzer, 1988: 126; Auernheimer, 1988:
157; Hansen, 1989: 28; Nieke, 1991: 17)
olarak değerlendirilmektedirler. Bu anlayışa
göre, göçmen gençlerinin suça iştirak
etmelerinin nedenleri onların içinde
bulundukları
toplumun
dışında
yer
almalarının bir dışa vurumu olarak öne
çıkmaktadır.
Ancak son yıllarda yapılan birçok
araştırmada, yukarıda ifade edildiği gibi,
gençlerin kültür şoku geçirdikleri, farklı
kültürler arasında kalarak kimlik bunalımı
yaşadıkları veya bu anlamda uyum
sorunuyla karşı karşıya kaldıkları gerçeğinin
her zaman doğru olmadığı vurgulanmaktadır
(Morgenroth, 1999: 268; Berg vd., 2000;
Weidacher, 2000: 68). Sorunun temelini
yalnızca göçmen çocuklarının aile ve
kültürel
koşullarında
ya
da
etnik
kökenlerinde aramak yerine, bu çocukların
doğdukları, büyüdükleri ve kendilerini iki
kültürlü, iki dilli ifade ettikleri bu ülkenin
yasal ve toplumsal koşullarında da aramak
gerekmektedir. Almanya’nın en zengin şehri
olarak gösterilen Hamburg kentinde 15 yaş
altı her dört çocuktan birinin maddi fakirlik
ortamında büyüdüğüne dikkat çekilmekte ve
bu çocukların özellikle göçmenlerin yoğun
olduğu semtlerde yaşadığı belirtilmektedir.
Sosyal açıdan problemli göçmenlerin yoğun
oturduğu
semtlerde,
kreşlerin,
oyun
bahçelerinin yetersizliğinin yanında, aileler
büyük oranda işsizdir ve sosyal yardım ile
yaşamlarını sürdürmektedirler (Hamburger
Initiativenzeitung, 2006: 15-19). Genellikle
bu semtlerde okul öncesi ve okul
süreçlerinde
çocukların
pedagojik
devamlılığı
sağlanamamakta,
eğitim
kurumlarında yetersiz araç, gereç ve eğitim
elemanı
nedeniyle
çocuklar
sosyal
bütünleşme,
özgüven
gibi
yetileri
akademia
(Schwind, 2004). Buna göre, normal
olmayan davranışların temelinde farklı
kültürel değerler ve norm anlayışlarından
kaynaklı çatışmalar rol oynamaktadır. Sözü
edilen değerler çatışması ise, göçmenlerin
göç ettikleri ülkeye uyum sağlamada
sorunlar yaşamalarında ortaya çıkmaktadır.
Yani göçmenlerde ‘dış çelişki’ daha çok göç
edilen ülkenin normlarına kendilerini
kapatarak, sıkı sıkıya eski değerlerine
sarılmalarından kaynaklanmaktadır. Bu
anlayışa göre, saldırgan duygu ve
davranışların gelişmesinde göçmenlerin
ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış
olmaları, yeni ülkedeki uyum sorunları
yanında, göç edilen ülkede saygınlık
duyulmaması
gibi
nedenler
rol
oynayabilmektedir.
Ayrıca
geleneksel
otoriter baba rolünün, aile içinde uzun süreli
işsizlik ve dil sorunları nedeniyle çözülmesi,
çoğu zaman toplumda ‘yabancı‘ olarak
istedikleri hedeflere ulaşamamanın yarattığı
hayal kırıklığı, Almanya’da büyüyen
çocukların aile ve sosyal çevreleri arasında
gidip gelen uyum sorunları, çocukların
yaşadıkları ülkenin değerlerini içselleştirerek
ailelerinin farklı anlayış ve düşüncelerine
karşı çıkmaları gibi nedenler de, gençlerle
aileleri
arasındaki
çelişkileri
artırabilmektedir. Bu çelişkiler özellikle
ailelerin eğitim yöntemleri ve moral
anlayışlarında daha da belirginleşmektedir.
Böylece kuşak çatışmaları, değerler ve
kültürel çelişkiler, geleneksel aile gibi
koşullar nedeniyle, çocuklarda davranış
bozukluğu, yabancılaşma ve suça eğilim
sorunları meydana gelebilmektedir (Pfeiffer
2006;).
174
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
kazanabilecekleri
eğitsel
koşullardan
yeterince yararlanamamaktadır. Bu nedenle
gençlerin topluma daha güçlü entegre
olmaları amacıyla yeni siyasal ve yasal
düzenlemeler gündeme getirilmektedir.
Hamburg eyaletinde göçmenlerin yoğun
olarak oturdukları semtler pilot bölgeler
seçilerek, bu bölgede yer alan okullara
yönelik reform paketleri hazırlanmaktadır
(Schirg, 2006).
akademia
2005/2006 yılı istatistik sonuçlarına göre
Almanya genelinde ilkokul dışında okula
giden yabancı uyruklu çocuk ve gençlerin
toplamı 478.444 dir (%17,2). Bu
öğrencilerin % 42'si Türk kökenlidir. Alman
öğrencilerin %44,7si Gymnasium’a giderken
Türklerin sadece %13,2 si bu okula
gitmektedir. Aynı zamanda Almanların %
14,8’si Hauptschule’ye giderken Türklerin
% 40,5’i sözü edilen en düşük seviyeli okula
gitmektedir. Almanların sadece %1,8’nin
diploması yok iken bu rakam yabancılarda
%18,7’ye ulaşmaktadır (Beauftragte der
Bundesregierung 2007: 42-45, 227). Aslında
buradaki sonuçlarda öne çıkan gerçek,
yalnızca yabancı kökenli öğrencilerin eğitim
başarılarının düşük olması değil, aynı
zamanda onların Alman eğitim sisteminin
mağduru
olduklarıdır
(Morgenroth
1999:268).
175
Almanya’da doğup büyüyen yabancı
kökenli çocukların büyük çoğunluğu kreş ya
da bir okul öncesi kuruma devam
etmektedir. Ancak özellikle ilkokuldan
itibaren (Sekunderstufe1) Alman yaşıtları ile
devam ettikleri okullar arasında önemli
farklılık görülmektedir. Grundschule olarak
tanımlanan 4 yıllık ilkokul eğitimi sonrası
çocuklar, sınıf öğretmenlerinin vermiş
olduğu referanslar ve not ortalamaları
doğrultusunda belirli okullara devam
edebilmektedirler. Sözü edilen bu okullarda
eğitim, çocukların eğitsel gelecekleri ve
mesleki
şanslarında
anahtar
rolü
oynamaktadır. Yukarıda verilen istatistik
sonuçlarında görüldüğü gibi, daha çok
göçmen kökenli çocuklar ilkokul sonrası
Haupschule’ye devam etmektedir. Bu
okullardan Lise’ye (Gymnasium) geçiş ise
oldukça zor bir süreci beraberinde
getirmektedir. Kristen, göçmen çocuklarının
okul başarılarında etkili olan bir diğer faktör
olarak aileyi göstermektedir. Kristen’e göre,
göçmen ailelerin büyük bölümü yetersiz
Almancaları ve okul sistemini iyi
tanımamalarından dolayı çocuklarını okula
hazırlayamamakta
ve
iyi
yönlendirememektedir (Kristen, 2003).
Ayrıca okullarda çocukların cezai işlem
gerektiren eylemlere yönelmelerindeki artış
ile
okul
başarısızlıkları
arasındaki
korelâsyonun da önemli olduğuna vurgu
yapılmaktadır. Okul başarısızlığı yaşayan
öğrencilerin
bir
kısmı,
okuldaki
yükümlülüklerine
karşı
gelmektedir.
Gençlerin okul içindeki saldırgan tutumları,
zamanla topluma aykırı davranışlara
dönüşebilmektedir. Okullar bu tür sorunlara
karşı yetersiz kalmakta ve daha çok bu
öğrencilerin okuldan ayrılmasıyla sorunun
çözümleneceğine inanılmaktadır (Bainski
vd., 2004). Yukarıda verilen istatistik
bilgilere göre de, okullarda şiddet olayları
okul
çeşitlerine
göre
farklılık
göstermektedir. Bu da çoğu okullarda
öğretmenlerin okul ve ders ortamında aktif
olarak yer al(a)maması, sıkıcı okul ortamı,
gerekli altyapının olmamasından dolayı
öğrencilerin derslerde ve okullarda aktif
kılınamaması öğrencilerin ders başarısını
olumsuz
etkileyerek,
öğrenme
motivasyonlarının
azalmasına
etki
etmektedir.
Wetzels ve Pfeiffer ‘Şiddetin Faili ve
Kurbanı
Olarak
Gençler’
konulu
araştırmalarında, iki önemli etkene dikkat
çekmektedirler: “Gençlerin dünyası giderek
bir ‘kazananlar-kaybedenler’ kültürüne
dönüşmektedir. Göçmen kökenli gençler bir
yanda
içinde
yaşadıkları
yoksulluk
(ebeveynlerinin işsiz oluşu, sosyal yardım
almaları), diğer yanda eğitim konusundaki
sınırlı perspektifleri, daha düşük düzeyde
eğitim
veren
‘Hauptschule
ya
da
Sondernschule’ye devam etmeleri nedeniyle,
daha fazla hayal kırıklığına uğrayan ve
kaybedenler tarafına düşerken, bu hayal
kırıklığını şiddete dönüştürme tehlikesiyle
karşı karşıya kalmaktadırlar” (2006: 4).
5. Göçmen
Gençler,
Şiddetin
Medyada Sunumu ve Siyasi Çözüm
Önerileri Üzerine
Gençlik ve şiddet konusunda medyanın
tutumu, göçmen gençler konusunda da farklı
olmamaktadır. Özellikle bazı popüler Alman
medyasında genellikle erkek göçmenler
şiddet eğilimli ve suçlu, kadınlar ise ezilen,
ayakları üzerinde duramayan kurban rolüyle
gündeme gelmektedir. Genel olarak göçmen
gençler üzerine medyada oluşturulan resim,
ailelerinden farklı olmamaktadır. Türk
kökenli göçmen gençler çoğunlukla talk
showlarda, televizyon dizilerinde, filmlerde
maço, saldırgan ve şiddet eğilimli rollerde
yer almaktadırlar (Neumann 2002; Schorb
2003;
Butterwegge,
2006).
Böylece
medyada göçmenlerin çoğu zaman kriminal
ve sorunlu oldukları yönündeki anlayış, asıl
nedenlerinden soyutlanmış olarak tekrar
tekrar verilirken, diğer yandan toplumun
bilincine negatif bir göçmen imajı
kazınmaktadır. Ne zaman göçmen gençlerin
dâhil olduğu bir şiddet olayı gerçekleşse
Almanya’da CDU, CSU gibi siyasi
partilerce göçmenlere yönelik kısıtlamalar
ve şiddet olayına müdahil olan gençlerin
geldikleri ülkelere gönderilmeleri yönünde
kampanyalar başlatılmasında medya önemli
bir rol üstlenmektedir.
Gençlik ve şiddet konusunu yalnızca
göçmen gençliğe indirgeyerek şiddetin faili
gençleri caydırmak amacıyla daha sert
cezaların uygulanmasını talep eden tutucu
bazı siyasi partilerin gerekçeleri, medyada
önemli yer tutan somut örneklere
dayandırılmaktadır. Almanya basınında
gençlik şiddeti olarak konu edilen ve uzun
süre dramatikleştirilen ‘Mehmet olayı’, bu
anlamda en önemli örneklerden birini
oluşturmaktadır:
Almanya’da doğup büyüyen ve ailesi ile
birlikte Almanya’da yaşayan 14 yaşındaki
Mehmet, altmışın üzerinde (hırsızlık,
fiziksel yaralama vb.) suça iştirak etmekten
kameralar ve gazeteciler eşliğinde günlerce
medya starı gibi öne çıkarılarak, ıslah
edilmek üzere köken olarak geldiği ülkeye,
yani Türkiye’ye gönderilmiştir. Mehmet
mahkeme kararıyla yirmi yaşında tekrar
Almanya’ya geldiğinde, bu kez para ve
değerli eşyaları için anne ve babasına karşı
şiddet
uyguladığı
gerekçesi
ile
tutuklanmıştır.
akademia
Wetzels ve Pfeffer’in sosyal ve ekonomik
koşulları farklı olan çocuklar arasında
karşılaştırmalı olarak yaptıkları araştırmaya
göre, olumsuz koşullara sahip çocuklar
arasında (%67 Türkler, %58 Yugoslav)
ayrıcalıklı yaşayan çocuklara oranla (%10
Türkler, %16 Yugoslav) dört katı fazla suç
ve şiddet eğilimi görülmektedir. Araştırma
grubu gençlerden Alman olanların ise %25’i
olumsuz, %41’i ayrıcalıklı koşullara sahiptir
(2006: 4). Gençlerin ve ailelerinin topluma
entegrasyonu ne kadar başarılı ise şiddete
yönelmeleri de o kadar az olmaktadır. Ancak
bu bütünleşmenin olması için yaşadıkları
toplumda
kabul
görmeleri
önem
taşımaktadır. Ayrıca gençlerin aile içinde
şiddet
deneyimleri,
hiyerarşik
aile
yapılanmaları, otoriter baba ya da erkeğin
rolü gibi etkenler gençlerin şiddet
deneyimlerinde
önemli
rol
oynayabilmektedir. Wetzels ve Pfeiffer’in
araştırmasında bir diğer ilginç bulgu ise,
Almanya’da doğup büyüyen göçmen
çocuklarının daha fazla şiddete iştirak
etmekte olduklarıdır. Türk kökenli gençlerin
Almanya’da geçirmiş oldukları süre
uzadıkça işledikleri şiddet eylemi sayısı da
artmaktadır. Almanya’da doğup, kreşe ve
okula giden göçmen çocukları kendilerini
toplumun bir üyesi olarak görmekte ve bu
yönde talep geliştirmektedirler. Ancak
Alman çocuk ve gençlerle aynı şansa sahip
olamamaları ve bu yöndeki hayal
kırıklıkları, çoğu zaman gençlerde şiddet ile
yanıt bulmaktadır (Pfeiffer 2006 8). Buna
göre göçmen gençler arasında şiddete
başvurma oranı en yüksek Almanya’da
doğan gençler arasında görülmektedir.
Aileleri tarafından belli bir
yaşta
Almanya’ya getirilen çocuklar ise, ilk yıllar
yeni ortamlarındaki bazı olumsuzlukları
kabullenmeye hazır olduklarından dolayı
daha az tepkisel olmaktadırlar.
Morshäuser, şiddet ve suça dâhil olan
bazı Türk kökenli göçmen gençlerin Alman
176
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
medyasında
eleştirmektedir:
negatif
sunumlarını
akademia
“München’den Mehmet’in ülkesine geri
gönderilmesi ve orada bir televizyon
grubunda (Star TV) işe alınması yönündeki
haberler gibi, 14 yaşındaki Berlinli gencin
pedagog eşliğinde Karibik’de ‘saldırganlığa
karşı- eğitim tatili’ yapması ve bu tatilin
giderlerinin yerel basında harfi harfine
işaretlenerek
geri
hesaplanması,
‘Infotainmenttechnisch’ ve gerçeklikten
uzak bilgilendirmedir. Böylece her iki
gencin Almanya’da vatandaşlık haklarından
yararlanmak istemelerinin koşulları da
kamuoyunda tartışılabilmekte ve bu haklar
skandal olarak nitelendirilebilmektedir.
Diğer bir ifade ile medyada bu gençlere
biçilen rol, Alman toplumunun huzurunu
bozan,
hain
canavarlar
olmaktadır”
(Morshäuser, 1999). Mehmet olayı günlerce
medya gündeminde tutularak, göçmen
çocukları sürekli şiddetle yan yana anılırken,
aynı anda göçmen çocuklarının Alman
yaşıtlarından daha fazla suça eğilimli
oldukları, bu nedenle ülkelerine geri
gönderildiklerinde sorunun çözümleneceği
anlayışı bu tartışmaların ana konusunu
oluşturmuştur.
Ancak
Boers
ve
arkadaşlarının
da
vurguladığı
gibi
München’de Mehmet, Hamburg’da Dennis,
dâhil oldukları suçlar nedeniyle etnik
kökenlerine göre farklı cezalara tabii
tutulamazlar (Boers vd., 2006: 1-26). 3 Sat
televizyonunda Poppenhäger “Gençler Nasıl
Entegre Olacaklar, Gençlik Şiddeti Artıyor
mu? sorusuna, farklı örneklerden yola
çıkarak yanıt aramaktadır:
177
“12 yaşında göçmen kökenli bir öğrenci
boks uygulaması yaptı. Tam da klişe
anlayışa uygun bir örnek. Şubat 2006
tarihinde başka bir okuldan sorunlu olduğu
için nakledilen öğrenciyi yeni okulu kabul
etmemektedir. Çünkü Lemgo Schule’de
göçmen oranı çok yüksek (%80) ve bu
öğrenci
Berlin
polisinde
yeterince
tanınmaktadır.” (Poppenhäger, 2006). Diğer
örnekte ise, şiddetin yalnızca okullarla sınırlı
olmadığının altını çizmektedir: “Öyle
görünüyor ki, şiddet günlük olarak yalnızca
okullarda artmıyor. 16 yaşında cinnet
geçiren genç 26 Mayıs 2006’da 40’ın
üzerinde insanı yaraladı. Gözü dönmüş fail,
gelişigüzel, fark gözetmeksizin insanları
bıçakladı ve şimdi hiçbir şey anımsamıyor.
Berlin tren garında eğlenen insanlar arasına
alkollü olarak daldı. Her şeyden önce: o
düzenli aile ilişkileri olan normal bir Alman
genciydi. Yani bilinen o klişelere uygun
düşmemektedir.
Neden
gençlerimiz
böylesine şiddete hazır. Cep telefonlarına
dayak sahnelerini çekip, bunu "happy
slapping" olarak adlandırmak, bir tecavüzü
izlemek ve yardım etmemek, polise haber
vermek yerine ormanda bir cesedin yanından
geçip gitmek. Üstelik polis istatistiklerinde
1998 yılından bu yana çocuk ve gençler
arasında şiddet oranının daha fazla artmadığı
belirtilmektedir. Her şeyden önce: şiddet
olaylarının 3/2’si yabancı kökenli gençler
arasında gerçekleşmektedir. Göçmen gençler
arasında şiddet ve izolasyon artmıştır.
İstatistikler de bunu söylüyor: Bu çocuklar
özellikle sosyokültürel koşulları düşük
ailelerden gelmekte ve sıklıkla erkek
egemen
kültür
anlayışına
bağlı
olmaktadırlar. Kaldı ki istatistiklere göre,
Türk aileler Alman ailelere göre çocuklarına
üç kez daha fazla şiddet uygulamaktadır“
(Poppenhäger, 2006). Bu örneklerde bir
yandan gençlik ve şiddet konusundaki klişe
anlayış eleştirilirken, diğer yandan göçmen
gençlerin aile yaşamı, geleneksel ve kültürel
koşullarının şiddeti doğallaştırdığı yönünde
bir anlayış, istatistik verilere dayanarak
desteklenmektedir. Göçmen gençlerin şiddet
deneyimlerinin yalnızca onların aile ve
kültürel koşulları ile sınırlandırılması sorunu
tek taraflı bir yorumla gerçekliğinden
uzaklaştırmaktadır. Bu anlamda Alman ve
Türk gençlerinin şiddet eğilimleri üzerine
yapılan bu karşılaştırma bilimsel temelden
uzaktır
ve
elma
ile
armudun
karşılaştırılmasına benzemektedir.
Göçmen gençlerin şiddete meyilli
oldukları yönünde medya aracılığı ile
oluşturulan genel –görüş ve onların nasıl
cezalandırılması gerektiği konusundaki
tartışmalar Aralık 2007 tarihinde yeni bir
şiddet olayı ile tekrar alevlenmiştir. Buna
Koch, suç işleyen ve üç yıl hapis cezası
alan göçmen gençlerin üç yıl cezaevinde
kalma sürelerinin anlamsız olduğunu
belirtmiş ve bu gençlerin bir yıl hapis
cezasından sonra sınır dışı edilmelerini talep
etmiştir. Koch tüm seçim kampanyasını bu
tartışma üzerinden sürdürerek, medyada
göçmen gençlerin şiddet eğilimli oldukları
görüşünü sık sık gündeme getirmekten
çekinmemiştir (Bild am Sonntag, 2008).
Koch’un seçim propagandasında göçmen
gençler ve şiddet konusu, sert ve caydırıcı
önlemler üzerine tartışmalarla uzun süre
basılı ve elektronik medyanın gündeminde
kaldı:
Ayrıca Koch ‘Bild’ gazetesine verdiği
demeçte, gençler için caydırıcı cezaları şu
şekilde gerekçelendirmektedir: “Kriminal
kariyerinin daha en başında ceza suçu
işleyen bir genç için en iyisi uyarı ateşi
anlamında üç gün cezaevi olmalıdır” (Focus,
2008). Koch eğitim, değerler, entegrasyon
başlığı altında ise daha fazla görgü, daha
fazla saygı ve medeni cesaret derken uyum
sürecini tek taraflı olarak algılamakta ve bu
yönde göçmenlere öneriler getirmektedir.
“Bir arada konuşulan dil Almanca olmak
zorundadır. Evlerin mutfağında et kesme ya
da ülkemizde alışık olunmayan çöp
atıklarının imhası bizim ev düzenimize
uygun değildir” ( Bild am Sonntag, 2008).
Almanya’da ‘yabancı kriminalliği’ çoğu
kez tutucu siyasi partilerin yabancılara karşı
bir propagandası olarak kullanılmaktadır.
Almanya’da yaşayan en büyük göçmen
grubu olarak Türk kökenlilerin yer alması,
örneklendirmelerin bu grupta yoğunlaşması,
şiddet ve suça daha çok Türk kökenli
gençlerin iştirak ettiği gibi bir yargıyı da
gündeme getirmektedir. Bu nedenle Türk
kökenli gençlerin, Alman gençlere oranla
daha kriminal olup olmadığı yönündeki
tartışmalar ve bu yöndeki araştırmalar,
konunun hassasiyeti açısından farklılıklar
göz önünde tutularak eleştirel yaklaşımla
yapılmalıdır. Bazı politik çevrelerin gençlik
ve şiddet konusunu yalnız göçmen
çocuklarıyla sınırlama gayreti ve bu anlamda
göçmen kökenli gençlerin suç ve şiddete
iştirak
etmeleri
durumunda
cezai
yaptırımların daha da artırılması ya da
göçmen
gençlerin
ülkelerine
geri
gönderilmeleri gibi önerilerle medyada yer
almaları, göçmen çocuklarını büyüdükleri ve
içinde yaşadıkları toplumdan dışlamak
anlamına gelmektedir.
Uluslararası Kriminoloji Bilgilerine göre,
suça iştirak yüksek oranda 16-25 yaş
grubunda
yoğunlaşmaktadır
(BKA,
13.08.2008). Bu sonuca göre ilk bakışta,
şiddetin failleri olarak gençlik öne
çıkmaktadır. Oysa gençlerin şiddet ile
birlikte anılmalarına etki eden nedenler
farklı boyutlarıyla ve bilimsel temelde
araştırılmalı, bu araştırmalar özellikle
gençlerin içinde bulundukları psikolojik,
sosyolojik, toplumsal, ekonomik koşullar ile
onların beklentileri ve hayal kırıklıkları
bağlamında
farklılıklar
gözetilerek
yapılmalıdır. Bu konunun medyada eksik,
yetersiz verilerle ve popülist bir anlayışla
sıkça gündeme getirilmesi halinde ise,
konunun çok yönlü boyutları göz ardı
edilerek,
sorun
asıl
gerçekliğinden
uzaklaşacaktır.
Bu noktada Hamburg, St. George
semtinde göçmen gençler ve şiddet
konusunda alan araştırması yapan Findsein
ve Kersten, medyanın aksiyon ağırlıklı
konulara duyduğu ilginin altını çizmekte, bu
nedenle medyada yer alan bu tür haberlerin
kuşkuyla
karşılanması
gerektiğini
vurgulamaktadırlar (Morshäuse , 1999).
akademia
göre, bir Türk ve bir Yunan kökenli genç
metroda sigara içmemeleri yönünde
kendilerini uyaran emekli bir Alman’a şiddet
uygulamışlardır (Hamburger Abendblatt,
2007). Güvenlik kameralarında yer alan bu
görüntüler günlerce televizyon ve gazete
haberlerinde gündem konusu olmuştur.
Özellikle Hessen eyalet seçimlerinin
yapılacağı döneme denk gelen bu olay,
Hristiyan Demokrat Parti Eyalet Başbakanı
Roland Koch tarafından seçim malzemesine
dönüştürülmüştür.
Medyanın
doğal
afetler,
iklim
değişiklikleri ve diğer felaket haberlerinde
olduğu gibi, gençler üzerine kötü haberlere
ilgisi de büyük olmaktadır. Çoğu zaman
medyada yer alan gençlik ve şiddet konulu
178
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
programlarda uzman kişiler dışında, akla
gelebilecek birçok grup bu tartışmalarda
görüş bildirmektedir. Medya haberlerinde
bir yandan, okullarda meydana gelen bazı
istisnai şiddet olayları dramatize edilerek,
Alman okullarında şiddet ve saldırganlık
günlük olaylarmış izlenimi uyandırılmakta,
diğer yandan artan şiddet olayları, hızla
yaygınlaşan vahşet gibi, zorbalık tarzı
eylemler
ve
çatışmalara
dikkat
çekilmektedir. Yaygın medyada Alman
okullarındaki ‘şiddet ve gerçeklik’ sistemli
bir şekilde çarpıtılmaktadır (Lamnek, 2000).
Çünkü konum, anlayış ve zaman sınırlılığı
nedeniyle, tek yönlü bir bakış açısıyla, haber
sunumu tercih edilmekte ve rekabet
kaygısıyla sansasyonel sunumların gösterimi
yapılmaktadır
(Bundesverband
der
Unfallkassen, 2005). Tabii ki okullarda
gençlerin dâhil olduğu şiddet olayları
meydana gelmektedir. Ancak bu olayların
medyada sunumu bir felaketin habercisi
olarak
değil,
daha
çok
toplumu
bilgilendirecek şekilde olmalıdır. Bu konuyu
içeren tartışma programlarında alanlarında
uzman kişilerin görüşleri doğrultusunda,
sorunun nedenlerinin tartışılma olanakları
yaratılmalıdır.
akademia
Sonuç
179
Bu çalışmada yer alan bazı araştırma
sonuçları, polis ve kriminal araştırma
kurumlarının
istatistik
bilgileri
ile
örtüşmektedir. Buna göre, göçmen kökenli
çocuk ve gençler az farkla da olsa Alman
yaşıtlarına oranla daha fazla şiddetin failleri
ve kurbanları olarak öne çıkmaktadırlar.
Bununla birlikte farklılıkları dikkate alarak
ve ayrıntılı olarak yürütülen alan
araştırmalarında, hangi grubun daha fazla
şiddete dâhil olduğu değil, neden dâhil
olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Bu
nedenle Almanya’da şiddet konusunu
inceleyen araştırmaların son yıllarda artmış
olması, bu anlamda soruna daha geniş
perspektiften bakabilmek ve göçmen
çocuklarının şiddete yönelmelerine etki eden
koşulların daha iyi anlaşılması bakımından
önem
taşımaktadır.
Zira
göçmen
çocuklarının şiddet ve suça müdahil
oldukları yönündeki tartışmalarda çoğu
zaman kaynak olarak gösterilen polis
istatistiklerinden bağımsızlaşabilmek ve
bilimsel
veriler
ışığında,
göçmen
çocuklarının sorunlarına ‘sonuçlardan’ çok,
sonuçlara etki eden sosyo-politik ve sosyoekonomik
koşullar
çerçevesinde
yaklaşabilmek mümkün olacaktır. Çünkü
sözü edilen araştırmaların ortak olduğu
noktalardan biri de şiddet olaylarının
çoğunlukla işsizliğin yoğun olduğu semtler
ve okullarda görülmekte olduğudur.
Almanya’da şiddet olayları gündeme
geldiğinde ise, medyada şiddetin failleri
olarak göçmen gençlerin adı sıkça anılmakta
ve onların Alman yaşıtlarına göre daha fazla
şiddet olaylarına karıştıkları yönünde
tartışmalar ağırlık kazanmaktadır. Oysa
göçmen gençlerin sorunları, büyüdükleri
ortamlar, aile ve sosyal koşulları, eğitim
sorunları, gelecek beklentileri ve yasal
hakları gibi, toplum içinde onlara verilen
statü çoğu zaman Alman yaşıtlarıyla aynı
olmamaktadır. Bu bakımdan Almanya’da
göçmen gençler hem siyasi platformda hem
de medyada sıkça içinde bulundukları
gerçeklikten soyutlanarak algılanmakta ve
sunulmaktadır. Özellikle şiddet göçmen
gençler tarafından geldiğinde sorunun
nedenleri çoğunlukla kültürel farklılıklar
temeline oturtulmaktadır. Bu ise göçmen
gençlerin kendilerini ‘sorun’ olarak gören
toplumla
bütünleşmelerine
engel
oluşturmaktadır.
Okullarda şiddet ve göçmen gençlerin
şiddet deneyimlerinde sosyolojik, psikolojik,
kültürel ve ekonomik faktörler gibi, göçmen
deneyimlerine dayalı olarak eşit olmayan
eğitim koşulları, dil ve uyum sorunları
önemlidir. Ancak, Alman medyasında
sıklıkla ‘göçmenler sorundur’, ‘göçmenler
daha fazla şiddete eğilimlidir’ ya da göçmen
kökenli erkekler ‘maço’dur gibi önyargıları
pekiştiren ve göçmen çocuklarını dışlayan
yayınlar yerine, onları toplumun bütünü
içinde ele alan, bu anlamda toplumla
bütünleşmelerine katkı sağlayacak yayıncılık
anlayışının benimsenmesi önemli olacaktır.
Negatif göçmen resminin toplumun bilincine
Çocuk
ve
gençlerin
şiddete
yönelmelerine etki eden nedenler çok yönlü
ve tartışmalıdır. Şiddet ve suça eğilim
konusunda yapılan ve yapılmakta olan
araştırmalar, çocukların aile, arkadaş, okul
çevresi, ailenin eğitsel ve sosyo -ekonomik
koşulları, psikolojik nedenler, çok fazla
oranda şiddet içerikli film ve televizyon
yayınları izlemek, bilgisayar oyunları
oynamak gibi farklı yelpazelerde konular
üzerinde
yoğunlaşmaktadır.
Özellikle
göçmen ailelerin televizyon, video ve
bilgisayar kullanımı üzerine yapılan alan
araştırmalarında dikkat çekilen sonuçlardan
biri de, göçmen çocuklarının odalarında ayrı
bir televizyon aracı ve bilgisayarın
olmasıdır. Smicek Almanya’da artan işsizlik
ve buna bağlı olarak ekonomik sorunlar
nedeniyle ailelerin çocuklarını evlerde tutma
adına, çocukların odalarında da bir
televizyon
ve
bilgisayar
aracı
bulundurduklarına
dikkat
çekmektedir
(Clemens-Smicek, 2006). Ayrıca 10- 17 yaş
arası Türk kökenli çocuklar, okul günlerinde
zamanlarının 3,5 saatini televizyon ve
bilgisayar önünde geçirmektedir. Çocuklar
içerik olarak medya tüketimlerinde 16 ve 18
yaş grubu için serbest bırakılan ve daha fazla
şiddet içeren film ve oyunları tercih
etmektedir (Uçar-İlbuğa, 2005; Pfeiffer,
2006).
Çocukların
şiddete
yönelmelerinde
ebeveynlerin
çocuklara
karşı
yanlış
tutumları da etkili olmaktadır. Günümüzde
birçok anne ve baba çocuklarıyla
ilişkilerinde
sevgiyi
materyalle
karıştırmaktadır. Aileler ya çocuklarının
arzu ve isteklerini aynı anda yerine
getirmekte ya da çoğu zaman bu isteklerini
görmezden
gelmektedir.
Çocuklarının
önündeki her zorluğu veya sorunu ailelerin
çözmesi, cep telefonlarıyla çocuklarının her
adımını kontrol altında tutmaya çalışması,
çocukların
bağımsız
bir
kişilik
oluşturamadan
büyümesine
neden
olmaktadır. Aileleri tarafından sorunları
çözülen çocuklar karşılaştıkları sorunlu ve
çelişkili ortamlarda kendi problem çözme
stratejilerini geliştirmekte zorlanmaktadır.
Diğer taraftan aile içi şiddet konusunda
aileler eğitilmeli ve bu konuda çocukların
korunması
yönünde
gerekli
yasal
düzenlemeler yapılmalıdır. Çünkü aile içi
şiddet çocukların öz benlik ve kendine değer
verme duygusunu olumsuz etkileyecektir.
Kendine güvenli, sevgi ve saygılı bireylerin
yetişmesinde
aile
ortamının
önemi
tartışılmaz. Şiddetten uzak bir yaşam için
çocukların sosyalizasyon süreçlerinde etkin
olan aile, okul, sosyal çevre ve medyanın
şiddetten
arındırılması
gerekmektedir.
Göçmen gençleri kapsayan araştırma
sonuçlarında dile getirilen önemli bir sorun,
çocukların ilk şiddet deneyimlerini aile
içinde yaşadıklarıdır.
Diğer taraftan şiddet olaylarına karışan
gençlerin daha çok işsizliğin yoğun olduğu
semtlerinde yaşıyor olmaları, sorunun sosyoekonomik boyutuna dikkat çekmektedir.
Çünkü Almanya’da işsizlik sorunu göçmen
kökenli ailelerde daha yoğun yaşanmaktadır.
Son yıllarda ‘kemer sıkma’ politikaları
nedeniyle öncelikli olarak göçmenlerin
yaşadığı semtlerde yer alan kütüphane, spor
ve yüzme salonlarının kapatılması ise, bu
semtlerde yaşayan gençlerin boş zamanlarını
geçirebilecekleri ortamların sınırlı olması
anlamına gelmektedir.
Sonuç
olarak,
göçmenler,
içinde
yaşadıkların
toplumun
kendilerine
sunabildikleri
olanaklar
çerçevesinde
değerlendirilmelidir. Göçmen çocuklarının
beklentilerini ve sorunlarını anlayacak siyasi
ve ekonomik çözümler üretmek, onları
toplumun
‘sorunlu
yüzü’
olarak
göstermekten daha akılcı bir yaklaşım
olacaktır. Özellikle Avrupa Konseyi’nin
‘2008 -Kültürlerarası Diyalog Yılı’ ilan
ettiği günümüzde, göçmenleri kültürel
farklılıkları nedeniyle sorun olarak görmek
çelişkili bir tutumdur.
akademia
bu şekilde işlenmesi, Almanya’da işsizlik,
şiddet gibi birçok sorunun nedenleri ve
aktörleri olarak da göçmenlerin hedef
gösterilmesine zemin hazırlayacaktır.
Bu nedenle okullarda göçmen gençlerin
kültürel farklılıkları sorun değil, zenginlik
olarak görülmeli ve onları içine alacak
gerekli alt yapılar oluşturulmalıdır. Okul
180
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
ders kitapları çok kültürlü toplum
gerçeğinden hareketle yeniden düzenlenmeli
ve göçmen gençleri de kapsayacak şekilde
hazırlanmalıdır.
Ayrıca
kültürlerarası
iletişim bağlamında gençlerin okul içi ve
okul dışı ortamlarını kapsayacak pedagojik
çalışmalara ağırlık verilmeli, bir göç
toplumu olan Almanya’da göçmenleri
dışlayan değil, onları benimseyen politikalar
geliştirilmelidir.
Kaynakça
Auernheimer, Georg (1988), Der sogenannte
Kulturkonflikt,
Orientierungsprobleme ausländischer
Jugendlicher,Campus
Verlag,
Frankfurt am Main.
Bainski, Christiane- Mannitz, SabineSliwka,
AnneSolga,
HeikeVolkholz, Sybille- Yoksulabakan, Gül
(2004), “Schule und Migration – 6.
Empfehlung der Bildungskommission
der Heinrich Böll Stiftung”, Heinrich
Böll Stiftung ve Bildungskommission
der Heinrich Böll Stiftung (Ed.),
Selbständig Lernen. Bildung stärkt
Zivilgesellschaft,
Beltz
Verlag,
Weinheim ve Basel.
Berg, Ulrike- Jampert, Karin- Zehnbauer,
Anne
(2000),
Multikulturelles
Kinderleben,
Deutsches
Jugendinstitut,
Projektheft
4,
München.
akademia
Bild am Sonntag (2008), CDU (Hristiyan
Demokrat Birliği) Roland Koch’un
Bild am Sonntag gazetesindeki
röportajı, 31.01.2008.
181
Boers, Klaus- Walburg, Christian- Reinecke,
Jost (2006), “Jugendkriminalität Keine Zunahme im Dunkelfeld, kaum
Unterschiede zwischen Einheimischen
und Migranten”, Monatsschrift für
Kriminologie und Strafrechtsreform,
Cilt 89, Sayı 2, s. 63-87.
Bundeskrininalamt
(2006),
Zweiter
Periodischer
Sicherheitsbericht
“Zuwanderer als Täter und Opfer”
http://www.bka.de/lageberichte/ps/psb
2_kap_4_2.pdf (13.08.2008)
Bundesverband der Unfallkassen (2005),
Gewalt an Schulen-Ein empirischer
Beitrag
zum
gewaltverursachten
Verletzungsgeschehen an Schulen in
Deutschland
1993-2003,
Statistikreihe.
Butterwegge,
Christoph
(2006),
”Migrationberichterstattung,
Medienpädagogik und politische
Bildung”, Butterwegge, Christoph ve
Hentges,
Gudrun
(Ed.),
Massenmedien
Migration
und
Integration,Verlag
für
Wissenschaften, Wiesbaden, s.185235.
Clemens-Smicek, Anja (19.01.06). “Visuelle
Gewalt macht Kinder dumm”,
19.1.2006,
http://www.wznewsline.de/sro.php?redid=104902
(10.09.2008).
Die Beauftragte der Bundesregierung für
Migration, Flüchtlinge und Integration
(2007), 7. Bericht der Beauftragten
der Bundesregierung fürMigration,
Flüchtlinge und Integration über die
Lage der Ausländerinnen und
Ausländer in Deutschland, Berlin.
Ebner, Christian (2006), Problem
“Macho-Kultur”, 17.11.2006.
mit
http://www.merkuronline.de/mm_alt/nachrichten/politik/
aktuell/art297,733289 (10.09.2008).
Furtner-Kallmünzer,
Maria
(1988),
“Biographie und Identitätsprobleme
der zweiten Generation”, Deutsches
Jugendinstitut (Ed.), Beiträge zur
Ausländerforschung – Wege der
Integration, München, s. 87-128.
Hamburger Abendblatt (2007), “Raucher
verprügelt Nichtraucher”, 24.12.2007.
Hamburger Initiativenzeitung (10/11 2006),
“Kinderarmut in Hamburg’. ‘...die
dunklen sieht man nicht”, No 4,
15-19.
Hansen, Roland (1989), Türkische Deutsche,
deutsche Türken oder „ein bißchen
von da und ein bißchen von da“: ReMigration und Identitätskonflikte
türkischer Jugendlicher aus İzmir,
Saarbrücken.
Heitmeyer, Wilhelm- Müller, JoachimSchröder,
Helmut
(1997),
Verlockender
Fundamentalismus,
Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main.
http://www.bmi.bund.de/cln_012/nn_16163
0/Internet/Content/Themen/Auslaende
r__Fluechtlinge__Asyl__Zuwanderun
g/DatenundFakten/Deutsche__Auslae
nder__mit__Migrationshintergrund.ht
ml, 10.09.08.
http://www.turkstudent.net/art/3790,
9.10.2006.
Kepplinger, Hans M. Ve Dahlem, Stefan
(1990),
“Medieninhalte
und
Gewaltanwendung”, Schwind, HansDieter (Ed.), Ursache, Prävention und
Kontrolle von Gewalt. Analysen und
Vorschläge
der
Unabhängigen
Regierungskommission
zur
Verhinderung und Bekämpfung von
Gewalt (Gewaltkommission, Bd. III:
Sondergutachten (Auslandsgutachten
und Inlandsgutachten), Berlin, s. 381–
396.
Kersten, Joachim (2002), “Jugendgewalt
und
Gesellschaft”,
http://www.bpb.de/themen/AIPQC2,0
,0,Jugendgewalt_und_Gesellschaft.ht
ml
Kristen, Cornelia (2003), “Ethnische
Unterschiede
im
deutschen
Bildungssystem”, Aus Politik und
Zeitgeschichte, Cilt 21-22, aktaran
Ladoe,
Jessica
(2005),
AusländerkriminalitätDelinquenz
und Devianz, türkischstämmiger
Jugendlicher und Heranwachsender
in Rheindorf- Nord, Diplomarbeit,
Fachbereich
Sozialpädagogik,
Fachhochschule Köln.
Kunczik, Michael- Zipfel, Astrid (2004),
“Medien und Gewalt, Befunde der
Forschung
seit
1998”,
http://www.bupp.at/jart/prj3/bupp/dat
a/uploads/Downloads/Studien/Kunczi
k_Medienwirkungsforschung.pdf
(1.7.2008).
Ladoe,
Jessica
(2005),
AusländerkriminalitätDelinquenz
und Devianz, türkischstämmiger
Jugendlicher und Heranwachsender in
RheindorfNord,
Diplomarbeit,
Fachbereich
Sozialpädagogik,
Fachhochschule Köln.
Lamnek, Siegfried (2000), “Jugendgewalt in
unserer
Gesellschaft”,
Gegenwartskunde, 2/2000, s. 237264.
Lösel, Friedrich ve Bliesener, Thomas
(2003), Aggression und Delinquenz
unter Jugendlichen. Untersuchungen
von
kognitiven
und
sozialen
Bedingungen.
BKA–Reihe
„Forschung + Polizei“, Bd.20,
Luchterhand, Neuwied.
Mansel, Jürgen ve Hurrelmann, Klaus
(1998),
“Aggressives
und
delinquentes Verhalten Jugendlicher
im Zeitvergleich. Befunde aus
'Dunkelfeldforschungen' aus den
Jahren 1988, 1990 und 1996”, Kölner
Zeitschrift
für
Soziologie
und
Sozialpsychologie, Cilt 50, Sayı 1, s.
78-109.
Morgenroth, Olaf (1999), Identitätsabsichten
türkischer
Jugendlicher,
bereichsspezifische
Zukunftsorientierungen im Kontext
von Familie und Schule, Hamburg.
Morshäuser, Bodo (1999), “Landser,
Söldner und Kanaken”, Die Zeit, Sayı
42.
Nieke, Wolfgang (1991), “Ausländische
Jugendliche in der Berufsausbildung:
auf
dem
Weg
zur
Chancengleichheit?”,
Nieke,
Wolfgang vd. (Ed.), Benachteiligung
ausländischer
Jugendlicher
im
akademia
10.11.2006, Hamburg, s.
www.initiativenzeitung.org
182
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Zugang
zur
Opladen, s. 9-32.
Berufsausbildung,
Neumann, Ursula (2002), “Die Darstellung
von Migrantinnen und Migranten und
ihren Themen in den audiovisuellen
Medien”. Merz, Medien+Erziehung,
5:282-285.
Papalekas, Johannes C. (1982), “Die zweite
Ausländergeneration:
kulturelle
Aspekte”, Lojewski, von Günther
(Ed.), Forum Berlin, Integration der
Kinder ausländischer Arbeitnehmer?
Probleme und Antworten auf eine
Herausforderung:
Referate
und
Diskussionsbeiträge, Köln, s. 27-38.
Pfeiffer,Christian (2006), “Was zu tun ist,
Gegen
Gewalt
helfen
mehr
Ganztagsschulen”, Die Zeit, Sayı 15,
6.4.2006.
Pfeiffer, Christian ve Wetzels, Peter (2000),
Junge Täter als Opfer und Täter von
Gewalt, KFN- Forschungsbericht, No
81.
Poppenhäger, Annette (2006), “Eskaliert die
jugendliche Gewalt. Wie lassen sich
die Kinder von heute integrieren?“,
3SAT,
Kulturzeit,
31.5.2006,
http://www.3sat.de/kulturzeit/themen/
92660/index.html (20.5.2008).
Schirg, Oliver (2006), “100 Millionen Euro
gegen soziale Spaltung in Hamburg”,
Die
Welt,
http://www.welt.de/data/2006/11/20/1
117080.html. (24.11.2006).
akademia
Schiffauer, Werner (2008), Migration,
Jugendgewalt, İslam; Für eine Kultur
des genauen Hinschauens. Ropörtaj:
Claudia
Mende
(23.1.2008),
www.Qantara.de (18.09.2008).
183
Schiffauer, Werner (1983), Die Gewalt der
Ehre, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am
Main.
Schorb, Bernd (2003), “Einführüng:
Fernsehurteile und-vorurteile”. Was
guckst du, was denkst du? Der
Einfluss des Fernsehens auf das
Asländerbild von Kindern im Alter
von 9 bis 14 Jahren. Bernd Schorb
v.d. (der.) içinde. Kiel:6-10.
Schwind, Hans-Dieter (2004), Kriminologie,
Eine praxisorientierte Einführung mit
Beispielen, Kriminalistik Verlag,
Heidelberg, aktaran Ladoe, Jessica
(2005),
AusländerkriminalitätDelinquenz
und
Devianz,
türkischstämmiger Jugendlicher und
Heranwachsender in Rheindorf- Nord,
Diplomarbeit,
Fachbereich
Sozialpädagogik,
Fachhochschule
Köln.
Tertilt, Hermann (1996), Turkish Power
Boys,
Ethnographie
einer
Jugendbande, Suhrkamp Verlag,
Frankfurt/M.
Uçar-İlbuğa, Emine (2005), Fersehkonsum
von türkischen Jugendlichen, Peter
Lang. Berlin, Bern, Bruxelles, New
York, Oxford, Wien.
Weidacher, Alois (2000), “In Deutschland
zu Hause – politische Orientirungen
griechischer, italienischer, türkischer
und deutscher junger Erwachsener im
Vergleich“,Weidacher, Alois (Ed.),
Migrationsspezifische Bedingungen
und soziokulturelle Orientierungen,
Opladen, s. 67-129.
Wetzels,
PeterEnzmann,
DirkMecklenburg, Eberhard- Pfeiffer,
Christian (2001), Jugend und Gewalt:
Eine repräsentative Dunkelfeldanalyse
in München und acht anderen
deutschen Städten, Nomos, BadenBaden.
Wetzels, Peter ve Brettfeld, Katrin (2003),
Auge um Auge, Zahn um Zahn?
Migration, Religion und Gewalt
junger Menschen, Lit Verlag, Münster
v.d.
Wilmers, Nicola- Enzmann, Dirk- Schaefer,
D- Herbers, Karin- Grewe, WernerWetzels, Peter (2001), Jugendliche in
Deutschland zur Jahrausendwende:
Gefährlich
oder
gefährdet?“
Yazarsız (2008), “Gewaltdebatte-Schäuble
fährt Koch in die Parade”, Focus,
3.1.2008,
http://www.focus.de/politik/deutschland/ge
waltdebatte_aid_232167.html
(11.09.2008).
akademia
Ergebnässe
wiederholter,
repräsentativer
Dunkelfelduntersuchungen zu Gewalt
und Kriminalität im Leben junger
Menschen
1998-2000,
Interdisziplinäre
Beiträge
zur
kriminologischen Forschung, Band
23, Nomos, Baden-Baden.
184
Erciyes İletişim
akademia
185
2009
TEMMUZ
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ “AKADEMİA”
YAYIN İLKELERİ VE YAZIM KURALLARI
A-YAYIN İLKELERİ
akademia
1. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi akademik yayın organı olan Erciyes İletişim
Dergisi “akademia”, iletişim bilimleri başta olmak üzere, diğer sosyal bilimler
alanlarındaki her türlü inceleme, düşünce, uygulamaya dayalı araştırma vb. nitelikli
yazıların da yer aldığı akademik bir dergidir.
2. Erciyes İletişim, Ocak ve Temmuz aylarında olmak üzere yılda iki kez yayınlanan
hakemli bir dergidir.
3. Dergiye yayınlanmak üzere gönderilen yazılar, daha önce başka bir dergiye
gönderilmemiş ve hiçbir yerde yayınlanmamış olmak koşuluyla kabul edilir. Ayrıca,
yazının kongre, sempozyum veya bir toplantıda bildiri şeklinde sunulmuş olması
yayınlanması için engel değildir.
4. Makalelerin yayınlanabilmesi için tayin edilecek hakemlerden en az iki hakemden
olumlu rapor gelmesi şartı aranır. Böyle bir raporda göz önünde bulundurulacak
bilimsel esaslar şunlardır:
1. Araştırma yöntemi,
2. İlgi çekiciliği, orijinalliği ve güncelliği,
3. Konu bütünlüğü,
4. Fikir ve düşünce üretimine sahip oluşu,
5. Bilimsel özgünlüğü,
6. İlgili bilim dalının terminolojisine hakimiyeti,
7. Konuyla ilgili eski ve yeni çalışmaların görülmesi,
8. Yararlanılan kaynakların uygunluk ve yeterliliği,
9. Değerlendirme yapabilme ve sonuca ulaşabilme,
10. Alanına sağladığı katkı,
11. Dil hakimiyeti/anlaşılabilirlik, akıcılık,
5. Derginin yazı dili Türkçe olmakla birlikte, yaygın olarak kullanılan diğer dillerde
yazılmış yazıların yayınlanması yayın kurulunun kararına bağlıdır.
6. Dergiye verilen yazıların, dergi kurallarına göre düzenlenmiş ve basıma hazır hale
getirilmiş olması gerekir. Yayın Kurulu, yazım kurallarına uymayan yazıları
yayınlamama veya düzeltmek üzere yazara iade etme yetkisine sahiptir.
7. Yazılar CD ile birlikte 3 nüsha olarak editöre teslim edilir. Nüshaların sadece birinde
yazar/yazarların adları verilir, diğer 2 nüsha ise ad belirtilmeden teslim edilir. CD
üzerinde kullanılan program ve dosya adı açıkça belirtilmelidir. Çevirilerin, hakeme
gönderilmek üzere orijinal metinleri de gönderilir.
8. Metin belli bir plan dahilinde; Başlık, Özet (Abstract), Anahtar Sözcükler (Key
Words), Giriş (sorun sunumu- amaç-önem), Yöntem, Bulgular, Sonuç ve
Değerlendirme, Kaynakça şeklinde verilmelidir.
9. Hakemlerin düzeltmeler yapıldıktan sonra yayınlanabilir kararı verdiği yazılar,
hakem önerileri doğrultusunda yeniden düzenlenir, makaleler bir adet çıktısı ve CD
ile birlikte editöre teslim edilir.
10. Her sayının hakemleri, derginin danışma kurulundan olabileceği gibi alanında
uzman öğretim üyeleri arasından belirlenecek isimlerden oluşur.
11. Hakemlerden olumsuz rapor alan yazılar yayınlanmaz ve yazarına iade edilmez.
12. Yazarlar, yazılarını yayınlanmak üzere Erciyes İletişim Dergisine göndermekle, telif
haklarını E.Ü. İletişim Fakültesi Akademik Dergisi’ne devretmiş sayılırlar.
13. Yayınlanan yazıların telif hakkı dergiye aittir ve kaynak gösterilmeden aktarılamaz.
186
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
14. Dergide yayınlanacak yazılar, telif, tercüme ve kitap tanıtımları, yazarlarının
unvanlarına göre adları esas alınarak alfabetik olarak dizilir.
15. Dergide yayınlanan yazıların bilimsel, içerik, dil ve hukuki sorumluluğu yazarlarına
aittir.
16. Yazarlara bir adet dergi ücretsiz verilir, ayrıca telif ücreti ödenmez.
B-YAZIM KURALLARI
1. Makalenin başlığı ilk sayfanın başına büyük harflerle ortalı olarak, alt başlıklar ise
küçük harflerle sola yaslı olarak yazılmalıdır. Yazarın veya yazarların ad ve
soyadları, başlığın hemen altına sağa yaslı olarak yazılmalı ayrıca yazarın/yazarların
akademik unvan, görev yerleri ise sayfanın altında (*) dipnot şeklinde verilmelidir.
2. Bütün yazılarda 200 kelimeyi geçmeyen Türkçe ve İngilizce özet mutlaka
bulunmalı, özetin altına anahtar kelimeler özetin dilinde verilmelidir. Yazı bir başka
dilde yazılmışsa başlığın ve özetin Türkçe tercümeleri verilmelidir.
3. Ayrı bir kapak sayfası oluşturulmalı ve yazar/yazarların ismi, açık adresi, telefon ve
faks numarası ile elektronik posta adresi yer almalıdır.
4. Yazılarda Türkçe dil kurallarına uyulmalı ve kelimelerin imlasında Türk Dil
Kurumu’nun en son çıkardığı İmla Kılavuzu esas alınmalıdır.
5. Eserde çizelge adları üste, her kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır. Resim, şekil,
grafikler “Şekil” adı altında gösterilmeli, şekil ve grafikler bilgisayarda çizilmeli,
sırayla numaralandırılmış olmalı, şekil yazıları alta küçük harflerle bilgisayarda
yazılmalıdır.
6. Dergide yayınlanmak üzere gönderilen yazılar A4 kağıdının bir yüzüne 12 punto ve
Word programında Times New Roman yazı karakteri ile 1 satır aralığıyla
yazılmalıdır.
7. Yazıda paragraflar, girintili olmalı ve sayfa numaraları sağ alt köşede yer almalıdır.
8. Sayfa düzeni soldan 3 cm diğer kenarlardan ise 2,5 cm boşluk bırakılarak
oluşturulmalıdır.
9. Yukarıda verilen ölçütler doğrultusunda yazılmış olan makaleler 20 sayfayı
geçmemelidir.
10. Erciyes
İletişim
Dergisi’nde
yer
alacak
makaleler
için,
http://iletisim.erciyes.edu.tr/erciyesiletisim adresinden gerekli formlar indirilebilir.
akademia
C-KAYNAK GÖSTERME İLKELERİ
Erciyes İletişim Dergisi’nde yer alacak çalışma metinlerinin kaynakça düzeni, künye düzeni,
gönderme ve alıntı ile ilgili kurallar APA (American Psychological Association – Amerikan
Psikoloji Derneği) kuralları temel alınarak hazırlanmıştır.
187
C.1. Metin İçi Kaynak Gösterimi
Yapılan çalışmalarda, başkalarının düşünceleri alıntı ya da gönderme şeklinde verilmelidir.
1. Kısa alıntılar tırnak işareti içinde gösterilmelidir. 4 satırdan uzun alıntılar ise ayrı bir paragraf
olarak 1 cm içeriden blok halinde, 10 punto ile yazılmalıdır. Bu durumda tırnak işareti
kullanılmamalıdır.
2. Göndermelerde yazar soyadı, yayın tarihi ve sayfa numarası bilgileri parantez içinde
aktarılmalıdır.
3. Yazar adı ve tarih bilgileri anlatımda geçiyorsa parantez içinde yinelenmemelidir.
4. Yararlanılan kaynak, tek sayfadan oluşuyorsa ya da televizyon programı, ses kaydı,
elektronik kaynak gibi sayfa numaralandırması olmayan bir kaynaksa göndermede sayfa
numarası verilmez.
5. Tek ve iki yazarlı yapıtlarda her iki yazarın soyadına da parantez içinde yer verilmelidir.
6. İkiden fazla yazarı olan yapıtlarda gönderme yapılırken sadece birinci yazarın soyadı verilir,
diğer yazarlar için “ve diğerleri” ifadesi kullanılmalıdır.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
Tüzel kişiler tarafından yazılmış yapıtlarda tüzel kişi adı çok uzunsa veya kısaltılmış biçimi
çok biliniyorsa ilk göndermeden sonra kısaltma yoluna gidilebilir. Kısaltma kullanılmasına
karar verilirse ilk göndermede kurum adının açık hali yazılmalı ve yanında köşeli parantez
içinde kısaltması verilmelidir. Daha sonraki göndermelerde sadece kısaltma kullanılmalıdır.
Bir yazarın aynı tarihte yayınlanmış birden fazla yapıtından yararlanılmışsa, yapıtları
birbirinden ayırmak için sırasıyla “a,b,c,...” ibareleri kullanılmalı ve bu kullanım gerek metin
içinde kaynak gösterme sırasında gerekse kaynakça bölümünde yer almalıdır.
Soyadları aynı iki yazarın yapıtları kullanılmışsa, soyadlarının yanı sıra adlarının ilk harfleri
de göndermede belirtilmelidir.
Kaynakçaya yapıt adından giren kaynaklara gönderme yapılırken, yapıt adı uzunsa ilk
sözcüğü, kısaysa tamamı verilmelidir. Gönderme yapılan kaynak bir makale veya kitap
bölümüyse, yapıt adı tırnak işareti içinde, kitap ise eğik (italik) yazı tipiyle verilmelidir.
Yapıt adı kısaltılırken üç nokta kullanılmalıdır.
Yapıtın yayın tarihi belli değilse, göndermede tarih yok anlamına gelen “t.y.” kısaltması
kullanılmalıdır.
Aynı anda birden fazla yapıta gönderme yapılmak istenirse, hepsi tek bir parantez içinde,
birbirlerinden noktalı virgül ile ayrılarak verilmelidir. Parantez içinde yazar soyadına göre
alfabetik sıra izlenmelidir.
Aynı yazarın birden fazla yapıtına aynı anda gönderme yapılacaksa yazar yinelenmeksizin
küçükten büyüğe tarih sırası izlenmelidir.
Gönderme Örnekleri
a. Tek Yazarlı Yapıt
(Çaplı, 2002, 87).
b. İki Yazarlı Yapıt
(Erdoğan ve Alemdar, 2002, 164-165).
c. İkiden Fazla Yazarlı Yapıt
(Işık ve diğerleri, 2007, 95).
d. Tüzel Kişi Tarafından Yazılmış Yapıt
İlk Gönderme:
(Türk Dil Kurumu [TDK], 1981, 19).
İkinci ve Sonraki Göndermeler:
(TDK, 1981, 26).
e. Aynı Yazarın Yapıtları
(Işık, 2002a, 186).
(Işık, 2002b, 45).
f. Soyadları Aynı İki Yazarın Yapıtları
(N. Atabek, 2006, 206).
(Ü. Atabek, 2007, 120).
akademia
g. Yazarı Olmayan Yapıt
Yapıt Adı Kısaysa:
(Kütüphaneciliğe Giriş, 1987).
Yapıt Adı Uzunsa:
(“Sanal…”, 1995, 70).
188
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
h. Yayın Tarihi Olmayan Yapıt
(Yılmaz, t.y., 32).
ı. Birden Fazla Yapıta Aynı Anda Gönderme
(Aziz, 1996, 48; Çakır, 2007, 24; Kaya, 2004, 18).
(Fiske, 1996, 144; 1999, 206).
i. Görüşme
(U. Dündar ile kişisel iletişim, 15 Mart 2008).
j. Dolaylı Gönderme
(Aktaran: Dursun, 2001, 77).
C.2. Kaynakçanın Düzenlenmesi
Yararlanılan kaynak bir kitap ise,
1. Çok yazarlı yapıtlarda yazar adları arasında virgül, son iki yazarın adları arasında “ve” bağlacı
kullanılmalıdır.
2. Yazar sayısı altıdan fazlaysa, ilk altı yazarın adları künyede verilmeli, altıncı yazardan sonra “ve
diğerleri” ifadesi kullanılmalıdır.
3. Yazar unvanları (Dr., Prof., Öğretim Görevlisi gibi) kaynakçada yer almamalıdır.
4. Kitap adı iç kapakta geçtiği şekliyle, tüm alt ve açıklayıcı adları da kapsayacak şekilde eğik
(italik) yazılmalıdır. Kitap adları yazıldığı dilin yazım kurallarına uygun olmalıdır.
5. Basım bilgisi varsa kitap adından sonra parantez içinde, rakamla ve kısaltılarak verilmelidir.
Birinci basımlar belirtilmez.
6. Birden fazla yayın yeri varsa kaynakçaya ilk yayın yeri yazılmalıdır.
7. Yayın evlerinin adları kısaltılmadan yazılmalıdır.
8. Yayın tarihi bulunamazsa en son telif hakkı (copyright) tarihi verilmelidir.
9. Tarih bilgisi hiçbir şekilde bulunamıyorsa “tarih yok” anlamına gelen “t.y.” kısaltması
kullanılmalıdır.
10. Editörü belirtmek için kitapta yer alan terim kullanılır. Künyede, yayına hazırlayan kişinin
adından sonra, eğer kısaltılmamışsa, hazırlayan(lar) yerine (Haz.), editör(ler) yerine ise (Ed.)
kısaltması kullanılmalıdır.
11. Çevirilerde yapıt adından sonra çevirenin adı belirtilmelidir. Gerekli görülürse özgün yapıtın
yayın tarihi de künyenin sonunda parantez içinde eklenebilir.
Kaynakçada Kitap Örnekleri
Kitap - Tek Yazarlı
Yazar, A. (Yayın Yılı). Kitap adı. Yayın yeri: Yayınevi.
Uztuğ, F. (2004). Siyasal İletişim Yönetimi. İstanbul: MediaCat Yayınları.
Geray, H. (2006). Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş. (2. bs.).
Ankara: Siyasal Kitabevi.
akademia
Kitap - Çok Yazarlı
Yazar, A., Yazar, B., Yazar, C., Yazar, Ç., Yazar, D., Yazar, E. ve diğerleri. (Yayın Yılı).
Kitap adı. Yayın yeri: Yayınevi.
Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2002). Öteki Kuram. Ankara: Erk Yayıncılık.
189
Kitap - Tüzelkişi Yazarlı
Tüzelkişi. (Yayın Yılı). Kitap adı. Yayın yeri: Yayınevi.
Türk Dil Kurumu. (2005). Türkçe Sözlük (10. bs.). Ankara: Türk Dil Kurumu.
Kitap - Çeviri
Yazar, A. (Yayın Yılı). Kitap adı (A. Soyadı, Çev.). Yayın yeri: Yayınevi. (Kaynak Yapıtın
Yayın Yılı).
Baudrillard, J. (2001). Tam Ekran (B. Gülmez, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (1997).
Kitap İçinde Yayın (Bölüm ya da Makale)
Yazar, A. (Yayın Yılı). Yayın adı. A. Editör (Haz./Ed.). Kitap adı (s. sayfa numaraları).
Yayın yeri: Yayınevi.
Eco, U. (1991). Göstergebilimsel Bir Gerilla Savaşına Doğru. Y. Kaplan (Der.).
Enformasyon Devrimi Efsanesi (s. 93-105). Kayseri: Rey Yayınları.
Yararlanılan kaynak bir makale ise,
1. Birden fazla yazar olması durumunda tüm yazarların soyadları başa alınmalı, yazar adları
arasında virgül, son iki yazarın adları arasında “ve” bağlacı kullanılmalıdır. Yazar sayısı altıdan
fazlaysa, ilk altı yazarın adları künyede verilmeli, altıncı yazardan sonra “ve diğerleri” ifadesi
kullanılmalıdır.
2. Makalenin yazarı belli değilse, künyenin en başına makale adı yazılmalıdır.
3. Dergi adları kısaltılmamalı ve eğik (italik) olarak yazılmalıdır.
4. Dergi adından sonra, derginin cilt numarası ve sayı bilgileri yazılmalıdır. Bazı dergilerde
yalnızca sayı bilgisi vardır, cilt bilgisi bulunmaz. Böyle durumlarda sayı bilgisi, cilt bilgisi gibi
işlem görür.
5. Sayfa bilgisi verilirken makalenin başladığı ve bittiği sayfa numaraları arasına tire(-) işareti
konmalıdır. Sayfa numaraları birbirini izlemiyorsa aralarına virgül konmalıdır.
6. Tarih bilgisi, yazar adından sonra parantez içinde verilmelidir. Bilimsel dergilerde yıl olarak,
aylık yayınlanan magazinlerde ay ve yıl olarak, günlük ve haftalık yayınlanan magazinlerde ve
gazetelerde ise gün, ay ve yıl olarak verilmelidir.
7. Gazetelerde cilt ve sayı bilgisi olsa bile verilmemelidir. Sayfa numaralarından önce tanımlayıcı
bir kısaltma kullanılmalıdır. (s. = sayfa)
8. Yabancı dildeki makalelerde makalenin özgün adından sonra köşeli parantez içinde Türkçe
çevirisi verilebilir.
Kaynakçada Makale Örnekleri
Bilimsel Dergi Makalesi - Tek Yazarlı
Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale adı. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları.
Çakın, İ. (2004). Müteferrika Matbaası’nın Düşündürdükleri ve Avrupa’da Basımcılığın
Etkileri. Bilgi Dünyası, 5(2), 153-167.
Bilimsel Dergi Makalesi - Çok Yazarlı
Yazar, A., Yazar, B., Yazar, C., Yazar, Ç., Yazar, D., Yazar, E. ve diğerleri. (Yayın Yılı).
Makale Adı. Dergi adı, cilt (sayı), sayfa numaraları.
Erkan, S., Tuğrul, B., Üstün, E., Akman, B., Şendoğdu, M., Kargı, E. ve diğerleri. (2003).
Okul Öncesi Öğretmenliği Öğrencilerine Ait Türkiye Profil Araştırması. Hacettepe
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 23, 108-117.
akademia
Yabancı Dilde Makale
Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale Adı [Makale Adının Türkçesi]. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa
numaraları.
Kurbanoğlu, S. S. (2003). Self-efficacy: a concept closely linked to information literacy and
lifelong learning [Öz-Yeterlik: Bilgi Okuryazarlığı ve Yaşam Boyu Öğrenmeyle Yakından
İlişkili Bir Kavram]. Journal of Documentation, 59, 635-646.
190
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Popüler Dergi Makalesi - Yazarı Belli
Yazar, A. (Ay Yıl). Makale Adı. Dergi Adı, cilt, sayfa numaraları.
Kenar, N. (Nisan 2006). Kayıt Dışı İstihdam. Popüler Yönetim, 9, 44-47.
Popüler Dergi Makalesi - Yazarı Belli Değil
Makale Adı. (Ay Yıl). Dergi Adı, cilt, sayfa numaraları.
Yerel Bilginin Küreselleştirilmesi. (Nisan 2006). Focus, 12, 14-17.
Gazete Makalesi
Yazar, A. (Gün Ay Yıl). Makale Adı. Gazete Adı, sayfa numaraları.
Bayar, Y. (04 Nisan 2006). İnsanlık Aptallaşıyor mu? Hürriyet, s. 14.
Yararlanılan kaynak diğer basılı kaynaklardan biri ise,
1. Künyelerde aktarılması gereken bilgi, kaynağın türüne göre bazı farklılıklar göstermesine karşın,
büyük ölçüde kitap künyesine benzetilebilir.
2. Bildiri kitapları kitap gibi, bildiri kitabından alınan bir bildiri de kitap bölümü gibi
düzenlenmelidir.
3. Yayımlanmamış bildirilere ve posterlere ait künyelerde, kaynağın bildiri ya da poster olduğu
belirtilmelidir.
4. Ansiklopedi, sözlük, biyografi gibi danışma kaynaklarında kaynağın belli bir kısmından
yararlanıldıysa, bu kısım, kitap içinde bir bölüm gibi düzenlenmelidir.
5. Danışma kaynaklarında maddelerin yazarı belli değilse, künyenin en başına madde adı
yazılmalıdır.
6. Raporlarda rapor numarası varsa rapor adından sonra parantez içinde belirtilmelidir.
7. Tezlerde tezin adı eğik (italik) yazılmalıdır. Tezin adından sonra “yüksek lisans tezi”, “doktora
tezi” ya da “sanatta yeterlik tezi” ifadeleri kullanılmalıdır. Arkasından derecenin verildiği
üniversitenin adı ve yeri yazılmalıdır.
8. Kaynakçaya yapıt adıyla giren ve rakamla başlayan kaynaklar, rakamın okunuşuna göre alfabetik
olarak sıralanmalıdır.
9. Yasa ve yönetmeliklerde künyenin en başına yasanın adı yazılmalıdır. Yasanın adından sonra
parantez içinde yasanın kabul tarihi (sadece yıl olarak), künye sonunda ise yasanın yayınlandığı
kaynağın tarihi (gün, ay, yıl olarak) belirtilmelidir.
Kaynakçada Diğer Basılı Kaynak Örnekleri
Bildiri - Yayımlanmış
Yazar, A. (Yayın Yılı). Bildiri Adı. A. Editör (Ed.). Kitap Adı (s. sayfa numaraları). Yayın
Yeri: Yayınevi.
Uçak, N. (2005). Sosyal Bilimlerde Bilginin Üretimi, Erişimi ve Kullanımı. O. Horata
(Haz.). Sosyal Bilimlerde Süreli Yayınlar ve Bilgi Teknolojileri Sempozyumu: 2 Nisan 2005 –
Ankara: Bildiriler (s. 92-103). Ankara: Yeni Avrasya.
akademia
Bildiri - Yayımlanmamış
Konuşmacı, A. (Ay Yıl). Bildiri Adı [Bildiri]. Toplantı Adı, Toplantı Yeri.
Tonta, Y. (Şubat 2006). Bilgi Yönetiminde Son Gelişmeler: Amazoogle, İşbirliği ve Açık
Erişim [Bildiri], Akademik Bilişim ’06, Gaziantep.
191
Poster
Yazar, A. (Ay Yıl). Posterin Adı [Poster]. Toplantı Adı, Toplantı Yeri.
Önal, İ. (Ağustos 2002). Historical perspectives on school librarianship [Poster]. 68th IFLA
General Conference and Council, Glasgow.
Danışma Kaynakları - Sözlük
Yazar, A. (Yayın Yılı). Yapıt Adı. Yayın Yeri: Yayınevi.
Altan, N. (2003). Bilgisayar Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü (3. bs.). Ankara: Sistem
Yayıncılık.
Danışma Kaynakları - Ansiklopedi Maddesi
Yazar, A. (Yayın Yılı). Madde Adı. Yapıt Adı (c. cilt numarası, s. sayfa numarası). Yayın
Yeri: Yayınevi.
Ersoy, O. (1973). Kağıt ve Kağıtçılık. Türk Ansiklopedisi (c. 21, s. 112-115). Ankara: Milli
Eğitim Bakanlığı.
Rapor
Yazar, A. (Yayın Yılı). Rapor Adı (Rapor No:). Yayın Yeri: Yayınlayan/Hazırlatan Kuruluş.
Devlet Planlama Teşkilatı. (2004). Devlet Yardımlarını Değerlendirme Özel İhtisas
Komisyonu Raporu (Rapor No: DPT: 2681). Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı.
Tez
Yazar, A. (Yayın Yılı). Tez Adı. Yüksek lisans/Doktora/Sanatta yeterlik tezi, Üniversite Adı,
Yer.
Öztekin, H. (2007). Radyo ve Televizyon Alanının Düzenlenmesi ve Denetlenmesinde Yeni
Eğilimler ve Yönelimler (ABD, Batı Avrupa ve Türkiye Örnekleri Üzerine Karşılaştırmalı
Çalışma). Yüksek lisans tezi, Erciyes Üniversitesi, Kayseri.
Yasa ve Yönetmelikler
Yasa Adı. (Kabul Edildiği Yıl). Yayın Adı, Sayı, Gün Ay Yıl.
Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun. (1994). T. C. Resmi Gazete,
21911, 20 Nisan 1994.
Yararlanılan kaynak bir elektronik kaynak ise,
1. Künyelerde temel bilgilerin yanı sıra erişim tarihi ve erişim adresi de verilmelidir.
2. Basılı kaynaklar için geçerli olan temel kurallar e-kaynaklar için de geçerlidir. Örneğin,
belgenin/kaynağın yazarı yoksa künyenin en başına yapıtın adı yazılmalıdır. Tarih bilgisi yoksa
tarih yok anlamında “t.y.” kısaltması kullanılmalıdır.
3. Yayın yeri ve yayınevi bilgileri, genellikle, basılı sürümü (versiyonu) olan e-kaynaklar için
geçerlidir. Eğer kaynak üzerinde belirtilmişse, bu bilgiler basılı kaynaklar için geçerli kurallar
çerçevesinde künyeye eklenmelidir.
4. Basılı kaynaklardan farklı olarak e-kaynaklarda yayın tarihinin yanı sıra erişim tarihi de künyede
belirtilmelidir. Erişim tarihi bilgisi, gün, ay ve yıl bilgilerini içerecek şekilde ayrıntılı olarak
aktarılmalıdır.
5. E-kaynaklarda son güncelleme tarihi yayın tarihi olarak alınır.
6. Ağ adresleri altı çizili verilmemelidir.
7. Künyelerde ağ adresini iki satıra bölmek gerektiğinde, adrese aitmiş izlenimi verebileceği için
tire işareti kullanılmamalı, uygun bir yerden bölme yapılmalı ve adres sonuna nokta
konmamalıdır.
akademia
Kaynakçada Elektronik Kaynak Örnekleri
Elektronik Kaynak - Basılı Kitabın Elektronik Sürümü
Yazar, A. ve Yazar, B. (Yayın Yılı). Kitap Adı [Elektronik Sürüm]. Yayın Yeri: Yayınevi.
Başar, H. (1999). Sınıf Yönetimi [Elektronik Sürüm]. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı.
192
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Elektronik Kaynak - Basılı Makalenin Elektronik Sürümü
Yazar, A. ve Yazar, B. (Yayın Yılı). Makale Adı [Elektronik Sürüm]. Dergi Adı, cilt(sayı),
sayfa numaraları.
Ayhan, B. (2003). Küreselleşme Sürecinde Kitle İletişim Araçlarının Rolü [Elektronik
Sürüm]. Selçuk İletişim Dergisi, 3(1), 82-90.
Elektronik Kaynak - Makale
Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale Başlığı. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları. Erişim: Gün
Ay Yıl, http://ağ adresi
Yıldırım, A., Ekici, K. M. ve Şahım, T. (t.y.). İşletmelerin Yönetim Sürecinde Sinerjik
Yönetim Anlayışının Önemi. Bilgi Vadisi, 1(2). Erişim: 04 Nisan 2006,
http://www.bilgivadisi.net/idas/index.php?option=com_content&task=view&id=86&Itemid=59
Elektronik Kaynak - Veritabanında Makale ya da Madde
Yazar, A. (Yayın Yılı). Makale Adı. Dergi Adı, cilt(sayı), sayfa numaraları. Erişim: Gün Ay
Yıl, Veritabanı Adı, Kayıt/Makale No.
Coşkun, T., Bozoklu, S., Özenç A. ve Özdemir, A. (1998). Effect of hydrogen peroxide on
permeability of the main pancreatic duct and morphology of the pancreas. The American
Journal of Surgery, 176(1), 53-58. Erişim: 25 Nisan 2006, ScienceDirect.
Bahcet’s syndrome. (2006). Erişim: 03 Nisan 2006, Health and Wellness Resource Center,
Kayıt No: DU2601001514.
Elektronik Kaynak - Rapor
Yazar, A. (Ay Yıl). Rapor Adı (Rapor No). Erişim: Gün Ay Yıl, http://ağ adresi
Devlet Planlama Teşkilatı. (Temmuz 2004). e-Dönüşüm Türkiye Projesi Kısa Dönem Eylem
Planı: Değerlendirme Raporu (Rapor No: 2). Erişim: 02 Nisan 2006,
http://212.175.33.22/kdep/rapor/KDEPHaziran2004.pdf
Elektronik Kaynak - Anonim Ağ Sayfası
Kaynağın Adı. (t.y.). Erişim: Gün Ay Yıl, http://ağ adresi
Bilim Etiği ve Bilimde Sahtekarlık. (t.y.).
http://www.aek.yildiz.edu.tr/bilim.htm
Erişim:
04
Nisan
2006,
Elektronik Kaynak - Ağ Sitesinden Erişilen Ağ Sayfası
Yazar, A. (Yayın Yılı). Sayfa Adı. Erişim: Gün Ay Yıl, Ağ Sitesi Adı: http://ağ adresi
Gordon, C. H., Simmons, P. ve Wynn, G. (2001). What it is, and how to avoid it. Erişim: 04
Nisan
2006,
University
of
British
Columbia
Ağ
Sitesi:
http://www.zoology.ubc.ca/bpg/Advising/Plagiarism.htm
akademia
Elektronik Kaynak - Ağ Sitesi
Site ya da Yayınlayan Kuruluş Adı. (Yayın Yılı). Erişim: Gün Ay Yıl, http://ağ adresi
Tema Vakfı. (t.y.). Erişim: 04 Nisan 2006, http://www.tema.org.tr
193
Elektronik Kaynak - Haber, Tartışma Grubu ya da Forum İletisi
Yazar, A. (Gün Ay Yıl). İleti Konusu [İleti No]. Erişim: Haber/Tartışma Grubu/Forum Adı,
http://ağ adresi
Işık, E. (5 Kasım 2003). Bitki Kütüphanesi [İleti No: 8]. Erişim: Kutup-L,
http://listproc.metu.edu.tr.9000/reguser/archives/KUTUPL/kutupl.log200311/msg00008.html
Yararlanılan kaynak bir radyo ve televizyon programı ya da sinema filmi ise,
1. Yapımcı, senarist ve yönetmen kitap yazarı gibi yazılmalıdır.
2.
3.
Yapıt adından sonra köşeli parantez içinde tür belirtilmelidir.
Filmlerde yayın yeri yerine ülke yazılmalıdır.
Kaynakçada Radyo ve Televizyon Programı ya da Sinema Filmi Örnekleri
Film
Soyadı, A. (Yapımcı), Soyadı, B. (Senarist) ve Soyadı, C. (Yönetmen). (Yayın Yılı). Film
Adı [Türü]. Yayın Yeri: Yayıncı.
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (Yapımcı), Özakman, T. (Senarist) ve Öztan, Z.
(Yönetmen). (1996). Kurtuluş [Film]. Türkiye: Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu.
Radyo ve Televizyon Programı
Soyadı, A. (Yapımcı). (Gün Ay Yıl). Program Adı [Türü]. Yayın Yeri: Yayıncı.
Berki, T. (Yapımcı). (08 Mart 2006). Promenad [Radyo Programı].
RadyoHacettepe.
Ankara:
Yararlanılan kaynak müzik ve sahne sanatları ise,
1. Performansların tarih bilgisi gün, ay ve yıl olarak künye sonunda parantez içinde gösterilmelidir.
2. Müzik yapıtlarında yapıtın belli bir numarası ve Opus numarası varsa yazılmalıdır.
Kaynakçada Müzik ve Sahne Sanatları Örnekleri
Müzik Yapıtı
Besteci, A. (Yapıtın Tamamlandığı Yıl). Yapıt Başlığı, numarası, Opus numarası. Yayın
Yeri: Yayınevi. (Yapıtın Yayımlandığı Yıl)
Beethoven, L. v. (1812). Symphony, No. 7 in A, Opus 92. New York: Dover. (1998)
Erkin, U. C. (1932). Keman ve Piyano İçin Improvisation. Ankara: Devlet Konservatuvarı.
(1958)
Müzik Kaydı
Besteci, A. (Yayınlandığı Yıl). Yapıt Başlığı, numarası, Opus numarası. [A. Yorumcu, B.
Yorumcu ve C. Yorumcu]. Albüm Başlığı [Kayıt Türü]. Yayın Yeri: Yayıncı. (Kayıt Yılı)
Rachmaninov, S. (2003). Concerto for piano and orchestra no. 2 in c minor, opus 18. [K.
Zimerman ve S. Ozawa]. Rachmaninov piano concertos nos. 1 and 2 [CD]. Hamburg:
Deutsche Grammophon. (2000)
Erkin, U. C. (1995). Altı Prelüd [V. Erman]. Ulvi Cemal Erkin: Complete works for piano
solo [CD]. Avusturya: Hungaroton Classic. (1994)
Kaynak olarak bir kişiyle görüşme yapılmış ise,
1. Mülakat, mektup, e-posta, telefon görüşmesi gibi kişisel görüşmeler elde edilebilir
kaynaklar olmadıklarından kaynakçaya eklenmezler. Görüşmelere yalnızca metin içinde
gönderme yapılmalıdır.
Genel Kaynakça Düzeni
5.
6.
7.
8.
Kaynakça hazırlanırken araştırmada yararlanılan tüm kaynaklara yer verilmelidir.
Kaynakçadaki yapıtlar alfabetik sıraya göre düzenlenmelidir.
Künyeler ilk satırdan sonra 1 cm içerden yazılmalıdır.
Kaynakçada, aynı yazarın birden çok yapıtı yer alıyorsa, yapıtlar, yayın yılına göre eskiden
yeniye doğru sıralanmalıdır.
Aynı yazarın iki farklı yapıtının yayın tarihleri aynıysa, kaynakçadaki sıralama, künyede bir
sonraki öğe olan yapıt adına göre yapılmalıdır.
Aynı yazarın tek yazarlı yapıtları çok yazarlı yapıtlarından önce sıralanmalıdır.
Çok yazarlı iki yapıtın ilk yazarları aynıysa, ikinci yazarın soyadı, ikinci yazarlar da aynıysa
üçüncü yazarın soyadı alfabetik düzende belirleyicidir.
Aynı soyadını taşıyan iki farklı yazarın yapıtları adlarına göre alfabetik sıralanmalıdır.
akademia
1.
2.
3.
4.
194
Erciyes İletişim
2009
TEMMUZ
Yazar bir tüzel kuruluşsa, yapıt, yazar konumundaki tüzel kuruluşun adıyla alfabetik listeye
girer.
10. Bir yapıtın yazarı veya editörü yoksa künye yapıt adına hazırlanacağı için, kaynak, yapıt adından
alfabetik listeye girer. Yapıt adı rakamla başlıyorsa sıralamada rakamın okunuşu dikkate alınır.
akademia
9.
195
…………………
Erciyes İletişim Dergisi Akademia Editörlüğü’ne,
Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından basılacak olan Erciyes
İletişim Dergisi’nde yayımlanmak üzere “…………….” tarihinde gönderdiğim
".......................................................................................................................................
………………………………………………………………………………………...”
başlıklı makalemin tüm telif hakkını E.Ü. İletişim Fakültesi Akademik Dergisi’ne
devretmeyi kabul ediyorum.
Unvan, Ad/Soyad
akademia
İmza
196