Hillsider 69 dergi F1
Transkript
Hillsider 69 dergi F1
17/20 22/26 38/42 44/48 56/60 62/65 le tour du monde Dünyadan en son haberler, tasar›mdaki en son yenilikler. 2013’ün tatil gözdeleri En trend seyahat duraklar›. y›llar geçer, şark›lar kal›r! 2012’nin en iyi albümleri. 28/32 34/36 50/52 54/78 66/70 72/74 PiPa’nın usta elleri Yeni jenerasyon ‹talyan, PiPa şefleri. istanbul’da film olsam... Ben “Hayat Var” olurdum. harley davidson 110 y›ll›k bir motosiklet efsanesi. hillsider likes En favori yılbaş› hediyeleri. 2013 moda trendleri ‹lkbahar - Yaz ’13 koleksiyonu şimdiden belli. likya yolu Bir “Hillsider Challenge” hikayesi. disco forever Disco kültürünün hikayesi. look moleskine® Modern gezginlerin klasik yoldaş›. good for men Bir erkeğin bilmesi gerekenler. yeni y›l lezzetleri Hindi’ye alternatif bu y›l Ördek. art blog 30. Sao Paulo Bienali’ni sizin için gezdik. 84/86 87 88/90 91 92 93/102 en beğenilen ilanlar Yay›mc› Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş. Tel: 0212 362 30 00 Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6 Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye Attaş Alarko Turistik Tesisler Ad›na Sahibi ‹shak Alaton Genel Yay›n Koordinatörü Edip ‹lkbahar Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü ve Özlem Gökbel ([email protected]) Reklam Sorumlusu Yaz› ‹şleri Çağan Şimşek Serkan Mekikoğlu ‹pek Kigan Çeviri Ayşem Özbaşaran Tasar›m Bas›mc› ve Bas›ld›ğ› Yer Bas›ld›ğ› Tarih Yay›n Türü Republica A4 Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. . Şti. Tel: 0212 281 6448 Oto Sanayi Sitesi, Yeşilce Mah. Donanma Sk. No:16 Kağ›thane/‹stanbul Aralık 2012 Yerel Süreli Yay›n (Dergi) teşekkürlerimizle 2012 yılında hillsider magazine’i seçen tüm markalara. 69. say›ya katk›da bulunanlar open 24/7 80/83 Berna Gençalp Çağla Cabaoğlu Elmira Gürses Evren Aş›k Galia Hasid Kenan Akoğlu Merve Erçuk Özlem Avc›oğlu Pelin Çakar Selin Sönmez Zeynep Tosun Fotoğraflar 76 sadibey.com Serhat Kapki Uğur Bektaş Şenol Altun Yasin Baran re/mix Yılın son modası: kamuflaj. summary Say› 69 (Aral›k 2012 - Ocak, Şubat 2013) Üç ayda bir yay›mlan›r. “Hillsider Magazin’de yay›mlanan yaz› ve fotoğraflar›n tüm haklar›, Hillsider logosu ve isim hakk› Attaş AlarkoTuristik Tesisler A.Ş.’ye aittir. Kaynak gösterilecek de olsa Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’nin yaz›l› izni olmadan hiçbir şekilde yaz› ve fotoğraflardan al›nt› yap›lamaz.” Hillside Leisure Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6 Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye T.(90) 212 362 30 00 F.(90) 212 362 30 04 www.hillside.com.tr [email protected] DÜNYADAN HABERLER LE TOUR DU MONDE “Pudsey Ayıcığ› Yard›ma Koşuyor! BBC’nin UK Bağ›ş Derneği bu y›l Children in Need (Muhtaç Çocuklar Derneği) için kendi maskotu olan Pudsey Ay›c›ğ›’n› tasarlamak üzere moda dünyas›n›n en ünlü 30 ismiyle anlaşt›. Hepsi ortalama 70 santim olan ay›c›klar 15 Kas›m’da Christie’s’de sat›şa sunuldu. Bütün kazanc›n çocuk derneğine bağ›şland›ğ› organizasyon öncesi koleksiyon 24 Ekim-14Kas›m tarihleri aras›nda London & Manchester Selfridges’de sergilenmişti. Derneğin ikonik ay›c›ğ› süetten deriye, ipekten Swarovski kristallerine her çeşit malzeme ve kumaş kullan›larak ve her bir moda otoritesinin bireysel yaklaş›m›n› yans›tacak şekilde yeniden tasarland›. Belki de en ilginç olanlar›; Burberry’nin klasik trençkot ve şemsiyesiyle ‹ngiliz Centilmeni Pudsey’i, Gucci’nin Binici Pudsey’i, Prada’n›n en göze çarpan ürünlerinden olan bir çift brogues ile Liseli Pudsey ve Tom Ford’un beyaz tak›m elbise, papyon kravat, Aviator tarz› güneş gözlükleri ve fötr şapkas›yla Bay Çekici Pudsey’i. Bu büyük bağ›ş organizasyonu için kollar› s›vayan moda devlerinin aras›nda Louis Vuitton, Donatella Versace, Missoni, Gucci, Kate Spade NY ve Mulberry gibi isimler de var. Projede yer alan dünyaca ünlü tasar›mc›lardan Paul Smith ve Selfridges ayn› zamanda sadece 25 cm büyüklüğünde olan ve s›n›rl› say›da üretilen Tasar›mc› Pudsey’leri de yaratt›lar. Selfridges’in kreatif direktörü Alannah Weston “Tüm hay›r projeleri içerisinde bu kadar değerli olan bir tanesinde, böylesine büyük yeteneklerin bir araya geldiğini görmek muhteşem bir şey” dedi. DÜNYADAN HABERLER “Louis Vuitton Şehir Rehberleri 2013 1998’den beri Louis Vuitton, uzaktan bile tan›yabileceğiniz çarp›c› bavullar yapmakla kalm›yor, ayn› zamanda gezmeye ve şehir hayat›na duyduğu aşk›, y›ll›k Louis Vuitton Şehir Rehberleri ile paylaş›yor. Şehri en iyi şekilde keşfetmenize yard›mc› olmak üzere özenle haz›rlanan rehber, her y›l olduğu gibi bu y›l da 15 Ekim tarihinde sat›şa sunuldu. Baz› ilginç yeni şehirlerin de dahil olmas›yla 40 şehir ve toplam 10.000 adres içeren rehber, hem geleneksel, hem modern lüks mekanlar›n içinde olduğu bir kaynak niteliğinde. Louis Vuitton Şehir Rehberi dünyaca ünlü mekanlardan, gizlice keşfedilen ücra noktalara; gurme restoranlar, yerel caféler, sokak pazarlar›, lüks şarap mağazalar›, antikac›lar ve müzelerle, lüks oteller, moda butikleri ve sevimli misafir evlerine kadar akl›n›za gelebilecek her şeyi kaps›yor. Rehberlerin yay›nlanmas›yla simultane olarak Louis Vuitton, Şehir Rehberlerine özel bir seri benzersiz k›sa filmi de internette paylaş›yor. Her video tamamen orijinal bir tema üzerinden bir şehri keşfetmenizi sağl›yor. “Suntory’den Rolling Stones’a Özel Viski! Japon Suntory Liquors markas› dünyaca ünlü Rock’n Roll grubu Rolling Stones’un 50. y›ldönümüne özel, s›n›rl› say›da üretilen bir viski yaratt›. Sadece 150 şişe olarak üretilen viski toplam alt› viskinin kar›şt›r›lmas›yla yarat›ld› ve Rolling Stones’un ikonik amblemi olan dudak ve dil tasar›m›yla yap›lm›ş şişelere kondu. Kar›ş›mda kullan›lan alt› viskinin her biri efsanevi rock grubu için önemi olan bir y›ldan seçiliyor. 1962 Yamazaki Viski grubun doğuşunu, 1971 tarihli viski dudak ve dil logosunun ortaya ç›k›ş›n›, 1972 Yamazaki Malt, “Exile on Main St.” albümünün ç›k›ş›n› temsil ederken diğer viskiler -Hakushu Malt ve Chita Grain- grubun ilk Japonya’ya gittiği tarih olan 1990 tarihini temsil etmek için seçildiler. Bu s›n›rl› say›da üretilen şişeler ay›n sonunda şişesi 6,300 $ olmak üzere sat›şa sunulacak. DÜNYADAN HABERLER “Gradiva’n›n Yeni Y›ld›z›: Zelda Zonk Karaköy’de yeni aç›lan butik otel Gradiva Hotel’in en üst kat›ndaki 360° camla kapl› teras›ndan ‹stanbul manzaras›na bakan Zelda Zonk’un ismi, Marilyn Monroe’nun oteller ve restoranlarda yer ay›rt›rken bas›ndan kaçmak için kulland›ğ› takma ad›ndan geliyor. Mekânda fotoğraf sanatç›s› ve yazar Levent Özçelik’in parmağ› var. Uluslararas› seçmelerden oluşan mutfağ›, bar›, muhteşem panoramik manzaras› ve DJ performanslar›yla sabah›n erken saatlerine kadar hizmet veren Zelda Zonk, şehrin yeni dedikodusu. K›sa zamanda modac›, tasar›mc› ve fotoğrafç›lar›n buluşma noktas› haline gelen restoran TV y›ld›zlar›n› da s›kl›kla görebileceğiniz bir mekân. “Supreme New York’tan Kaykay Sanatı 1994’te kurulduğu tarihten beri New York kaykay kültürünün ayr›lmaz parçalar›ndan biri haline gelen Supreme New York, y›llard›r NY’un cesur kaykayc›lar›n›n vücutlar›n› sard›ğ› kadar ayaklar›n› da yerden kesiyor. Supreme NY ekibi profesyonel kaykay ustalar›, artistler ve markan›n kendi müşterilerinden oluşuyor. Supreme New York kaykayc›lar›, punk rock ve hip hop düşkünlerini, yerinde duramayan dinamik genç nüfusu ve asla yaşlanmayanlar› kendine çekiyor. Markan›n 2012 Sonbahar / K›ş kaykay koleksiyonu s›ra d›ş› tasar›mlar, artistik renkler ve şaş›rt›c› imajlarla süslü. Her kaykay tahtas›n› bir tuvale çeviren Supreme NY artistleri şehir hayat›n›n dokusunu gerçeküstü bir tablo gibi tahtan›n üstüne işliyorlar. DÜNYADAN HABERLER “Kate Moss’un Kitab› Kapaklar›yla Şimdiden Olay Oldu Geçen ay yay›lan haberlere göre, Kate Moss’un eski sevgililerinden Jefferson Hack ve tan›nm›ş casting direktörü Jess Hallett, guru Fabien Baron’la iş birliği yapt› ve Süper Modelin hayat›n› ve kariyer biyografisini anlatan, kahve masalar›n› süsleyecek bir kitap üretmek için kafa kafaya verdiler. Kitab›n kapağ› olarak sekiz tasar›mda karar kılan dahi üçlü, geçtiğimiz günlerde tasar›mlar› dünyayla paylaşt›lar. Corinne Day’in Kate Moss daha bir genç k›zken çektiği resimlerinden, Mert & Marcus ile Craig McDean taraf›ndan yeni çekilen resimlerine kadar kronolojik bir hikaye anlatan tüm resimler, adeta Kate Moss’un masum genç bir k›zdan erkeklerin rüyalar›n› süsleyen seksi bir kad›n figürüne dönüşmesinin portresini çiziyor. ‹stanbul’da F‹LM OLSAM... 22/23/24/26 ... Ben “Hayat Var” olurdum. Ona sonra geleceğiz. Önce şehir, sinema, ‹stanbul, bizimkiler, Bond’lar ve diğerleri… Sanayi Devrimi; nüfusun şehirlere kaymas›, sineman›n doğuşu ve irili ufakl› salonlarda bir şehir eğlencesi olarak yay›lmas› ile ayn› zamanlara rastlar. Filmlerin şehri, şehirlileri ve şehre tutunmaya çal›şanlar› s›kl›kla konu etmesi, o nedenle doğal. Yine de kimi film yönetmenlerinin şehirlerle aras›nda daha özel bir bağ var. Bir Wim Wenders, bir Woody Allen, bir Martin Scorsese hangi filmi, kimin hikayesini çekerse çeksin baş rollerden biri mutlaka ‘o’ şehrin olur. Baz› şehirler de baz› özellikleri ile filmlerde seyirciye görünür. Paris illa aşk şehridir örneğin. Peki ya ‹stanbul? Yaz›: Berna Gençalp [email protected] Fotoğraflar: sadibey.com ‹stanbul Bahane Sinema Şahane Baz› film için sinema bahane ‹stanbul şahane, baz› film için ise ‹stanbul bahane film şahane. Mümkünse ikisi de şahane olsun, ama her zaman olmuyor. ‹stanbul’un sinema tarihinde varl›k göstermesi asl›nda çok eskiye dayan›yor. Sinema okulunda çekim tekniklerinden bahsedilirken pan hareketinin ilk defa ‹stanbul’da bir kay›kta yap›lan çekimde gerçekleştiğini söylemişlerdi bize. Eh, ‹stanbul’un herkese ikram edeceği bir ilham var, diyelim. O günden bugüne, ‹stanbul’un arz›-› endam ettiği film çok... Baz›s› onu teğet geçiyor, baz›s› ise şehri adeta içine çekiyor. Filmin turistik görüntülerle dolup taşmas›n› kastetmiyorum, kimi zaman tek bir an bile bir şehrin duygusunu vermeye yeter. Son derece ticari bir filmde de o ana rastlayabiliriz, küçük bütçeli bir filmde de. Örneğin, Nuri Bilge Ceylan’›n Uzak filmi, filmlerde kolay kolay denk gelmediğimiz, karlar alt›nda bir ‹stanbul’da geçer. Kar sessizliği ve görüntüler nefistir. 11’e 10 Kala filminde ise bir amca, evini ‹stanbul ve kendi kişisel tarihinin an›lar› ile t›ka basa doldurmuştur. ‹stanbul ile tan›şmas›na arac› olduğu kap›c›s› için ise ‹stanbul çözülmesi gereken büyük bir bilmece gibidir. Şehrin olanaklar›n› iyi belleyip ‘y›rtmas›’ gerekir. Arabesk müziğin yükselme döneminde ‹stanbul, taşradan gelen erkeklerin alt etmek istedikleri bir canavar, düşürmek istedikleri bir kaledir adeta. Takva’da ‹stanbul bir Müslüman şehridir. Pandora’n›n Kutusu’nda ‹stanbul terk edilmek istenen yerdir. ‹stanbul Kanatlar›m›n Alt›nda’daki ‹stanbul art›k olmayan, neredeyse hiç var olmam›ş gibi gelen bir masal şehridir. Organize ‹şler’deki şehir ise suçlular› bile lokum gibi olan, çok fotojenik, devasa bir şehirdir. Anlatt›ğ› hikayenin naifliğine tezat oluşturan gösterişli ‹stanbul planlar› filmi istila etmiş durumdad›r. Tabutta Röveşata’da ‹stanbul, Boğaz, Hisar filmin organik parçalar›d›r. Ferzan Özpetek’in Hamam’›nda ‹stanbul buğular içinde bir aşk şehridir. Şehrin ruhunu yakalayan filmlerden bir diğeri de bana göre Asl› Özge’nin Köprüdekiler filmi. Pek çok Yeşilçam filminde, bu kadar deforme olmadan önceki ‹stanbul’u görmek içimizi titretir. Lütfü Akad’›n kültleşmiş ‹stanbul filmi Vesikal› Yarim izleyene şehrin ruhunu üfler. Şoför Nebahat, Küçük Han›mefendi gibi Yeşilçam filmleri izleyende, başka duygular›n yan› s›ra ‹stanbul’da sal›nma isteği uyand›r›r. Anlat ‹stanbul ve Teyzem gibi filmlerde imzas› bulunan Ümit Ünal’a göre şehrin ruhunu en güzel yans›tan filmlerden biri de 1963 yap›m› L’immortelle. Frans›z Yeni Dalga ak›m›n›n önemli isimlerinden Alain Robbe-Grillet taraf›ndan çekilmiş filmin oyuncu kadrosunda Sezer Sezin, Ulvi Uraz, Belk›s Mutlu yer al›yor. Lütfü Akad’›n ise yönetmen yard›mc›s› olarak filme emeği geçmiş. Ümit Ünal kendi biyografisinde bu filme duyduğu hayranl›ğ› şöyle dile getiriyor; “Türk yönetmenlerde ‹stanbul konusunda bir utangaçl›k, ‘‹stanbul görüntülerini kullan›rsak turistik oluruz’ gibi bir inan›ş vard›r. Halbuki Alain Robbe-Grillet, Ölümsüz’de ‹stanbul’u o kadar güzel kullan›r ki, olabilecek en ‘kartpostal’ görüntüler, Hisar’dan Yerebatan’a kadar en klişe mekanlar, inan›lmaz bir esrar›n içinde uyumla yerlerini al›r.” Bu sözlerdeki ‘uyumla yerlerini al›r’ k›sm›na ben de özel bir vurgu yapmak istiyorum. Zor iş çünkü bu. Hayat Var’a gelirsek... O zoru başarm›ş bir film. Yönetmen Reha Erdem, buluğ çağ›ndaki genç k›z ‘Hayat’ karakterini buluğ çağ›n›n, yaşam›n ve ‹stanbul’un bütün canavarl›ğ›na rağmen var ediyor, ya... Bay›l›yorum. Ana karakter, hikaye ve ‹stanbul şehri film boyunca sarmaş dolaşt›r. Üstelik boğucu bir karabasana dönüşebilecekken nas›l olmuşsa püfür püfür bir film ç›km›şt›r ortaya. ‹stanbul’da film olsam ben ‘Hayat Var’ olurdum. Bond’lar›n ve Bond Olmayanlar›n Durumu ‹stanbul’un yabanc› filmlerde arz-› endam ettiğini görmek insanda değişik hisler uyand›r›yor. Belki böylece daha az yaln›z ve daha güzel hissediyoruz şehrimizi, ülkemizi... Hassasiyetlerimiz o kadar yüksek ki, hemen; ‘bizi nas›l göstermiş, yuh!’ da diyebiliriz, yaşad›ğ›m›z günlük telaşlar içinde güzelliğinden zevk almay› unuttuğumuz şehrimizle gurur da duyabiliriz. Biraz daha serinkanl› olanlar kollar›n› kavuşturup filmi yapanlar›n ‘Bat›’ ve ‘Doğu’ tariflerini pis pis süzebilir. Büyük Hollywood prodüksiyonlar›nda ‹stanbul’un görünmesi mi turistleri ‹stanbul’a çekiyor yoksa zaten ‹stanbul’un giderek daha popüler bir turist destinasyonu olmas› m› film yap›mc›lar›n› şehrimize sürüklüyor, bilinmez. Ama her iki durum da birbirini besliyor. 1964 yap›m› Topkap› filmi turistlerin dikkatini ‹stanbul’a çeken bir film olarak hat›rlan›r. Midnight Express’i ise kimse hat›rlamak istemez. Bond’lara gelince; Rusya’dan Sevgilerle, Dünya Yetmez ve Skyfall filmlerinde ‹stanbul var m›, var… Ama hiçbir Bond filmi hiçbir şehrin ruhunu yakalamakla filan fazla uğraşamaz. Bond filmleri şehirlerin klişelerini kullanmaktan hatta tekrar tekrar kullanmaktan kaç›nmazlar. Gelmiş geçmiş en ‘en’ Bond Sean Connery’i ‹stanbul’un turistik bölgelerinde gezinirken ya da kovalamaca oynarken izleyebilirsiniz. Sonraki Bond’lar da aşağ› yukar› ayn› çevrelerde ayn› faaliyetleri gösterirler. Takip ‹stanbul, Uluslararas› ve Köstebek’te de ‹stanbul’a yaklaş›m Bond’larla ayn› kategoride say›labilir. Bond filmlerinin dönüp dönüp kulland›ğ› çekim lokasyonlar› olan tarihi yar›madadaki mekanlar, Karaköy, Kapal›çarş›, M›s›r Çarş›s› bu filmlerde de yer al›r. 1974 yap›m›, Agatha Christie uyarlamas› Doğu Ekspresi’nde Cinayet’te de ‹stanbul hikaye gereği varl›k gösterir. Şehir çoğu yabanc› filmde olduğu gibi Doğu’ya aç›lan, başka bir deyişle, bilinmeze, kaosa aç›lan kap›d›r. Ama neyse ki Poirot vard›r. Türkiye’de hat›r› say›l›r bir hayran kitlesi bulunan Jackie Chan de 2001 y›l›nda Alt›n Yumruk ‹stanbul’da filmini ‹stanbul’da çeker. O da kötü adamlar› Kapal›çarş›’da dövmekten kendini alamaz. ‹ranl› yönetmen Bahman Ghobadi’nin Monica Bellucci’li ve Y›lmaz Erdoğan’l› Gergedan Mevsimi’nde ise ‹stanbul ac› çekenlere kucak açan bir şehirdir. Cevap arayana cevab›n› verir. Ama huzur vermez. Fatih Ak›n’›n Duvara Karş› filmindeki ‹stanbul bölümü şiddet ve şefkat içerir. ‹stanbul’un arka sokaklar› geceleri yaln›z dolaşan kad›n için tekin değildir. Canlanan ‹stanbul Bağ›ms›z canland›rma sinemas›nda da ‹stanbul’u konu eden k›sa filmlere rastlan›yor. ‹dil Ar’›n ödüllü filmi ‹stanbul, bir şehir güzellemesi. Nurbanu Asena’n›n mizah duygusu taş›yan ‹stanbul’da S›radan Bir Gün’ü bizi şehirde taksiyle dolaşt›r›rken Dilara Polat’›n ‹stanbul Mart›s› isimli ödüllü filminde bir mart›y› takip ediyoruz. Jordana Maurer’in filmi Geçiş, Boğaz’daki trafik s›k›ş›kl›ğ›n› anlat›yor. Melis Bilgin’in ödüllü filmi Tetrist ise tarihi yar›madan›n mimari özelliğini nas›l ad›m ad›m kaybettiğini maharetle anlat›yor. “‹stanbul’daki ekolojik eşikleri aşt›n›z. Nüfus eşiklerini aşt›n›z. Ekonomik eşikleri aşt›n›z. Peki nereye gidecek bunun sonu?” Ucu Olmayan Şehir ve ‹stanbul Hat›ras› Suç şehri, aşk şehri, h›rslar›n şehri, intikam şehri, Müslüman şehri, tarihi şehir, kozmopolit şehir... Eski Yeşilçam filmlerindeki ‹stanbul’a nas›l özlemle bak›l›yorsa, bugünkü ‹stanbul’da geçen filmlere de öyle bak›lacak bir süre sonra. Şehrimiz çok fotojenik evet, ama her şey o kadar h›zl› değişiyor ki; filmler ister istemez şehrin belli bir döneminin belgesi olarak da zamanla önem kazan›yor. ‹zlemek için http://www.berlinaletalentcampus.de/campus/ program/telelecture/560 Oysa başl› baş›na ‹stanbul’u konu eden müthiş belgeseller de var. Makyajs›z bir ‹stanbul için, Ekümenopolis – Ucu Olmayan Şehir izlenmeye değer. ‹mre Azem’in filmi şu soruyu soruyor; Gönlünüzü hoş tutmak için ise Fatih Ak›n’›n özellikle yabanc› sinemac›lar›n gözünü ve kulağ›n› biraz daha ‹stanbul’a çevirmelerini sağlayan 2005 yap›m›, güzeller güzeli filmi ‹stanbul Hat›ras›… ‹yi seyirler... Merakl›s›na Notlar Okumak için -Vesikal› Şehir, Feride Çiçekoğlu, Metis Yay›nlar› -Iş›k Gölge Oyunlar›, Ümit Ünal, Haz›rlayan Gül Yaşartürk, Yap› Kredi Yay›nlar› Çizgi Roman Severler için -Çiztanbul, Studio Rodeo Film Listesi Rusya’dan Sevgilerle, Dünya Yetmez, Skyfall, Gergedan Mevsimi, Köstebek, Uluslararas›, Takip ‹stanbul, Ekümenopolis, ‹stanbul Hat›ras›, Duvara Karş›, Hamam, Alt›n Yumruk ‹stanbul'da Geceyar›s› Ekspresi, Murder on the Orient Express, L’immortelle, Topkap›, Uzak, Anlat ‹stanbul, ‹stanbul Kanatlar›m›n Alt›nda, Organize ‹şler, 11'e 10 Kala, Köprüdekiler, Pandora’n›n Kutusu, Hayat Var, ‹stanbul, Tetrist, ‹stanbul Mart›s›, Geçiş, ‹stanbul’da S›radan Bir Gün. * Sadi Çilingir'e katk›lar›ndan dolay› çok teşekkürler. P‹PA’NIN USTA ELLER‹ 28/29/30/31/32 Gerçek Napolitan... Yeni jenerasyon ‹talyan... Bu konseptleri ‹stanbullular’a tan›tan ve yaşatan PiPa... K›sa sürede ‹talyan mutfağ› denince ilk akla gelen isimlerden biri haline gelen PiPa’n›n s›rr› italyan lezzetlerini gerçek haliyle ‹stanbul’a taş›mas›. Nas›l m›? Türkiye’de ilk kez Napolili ustalar taraf›ndan inşa edilen el yap›m› Napolitan odun pizza f›r›n› ile... ‹talya’ dan getirilen organik ürünlerle... Zeytinyağ› ile, buffalo mozzarella (hakiki manda sütü ile üretilmiş peynir) ile... Hepsi gerçek ‹talyan... Nişantaş›’ndan sonra şimdi Ataşehir Hillside -Trio’da aç›lan ve k›sa sürede Anadolu Yakas›’n›n buluşma noktas› haline gelen PiPa’n›n menüsünü Napoli doğumlu, ödüllü şef Enzo Carbone ve PiPa’n›n Executive Şefi Marco Russo haz›rl›yor. PiPa’n›n “Gerçek Napolitan”lar› Enzo ve Marco’yu yak›ndan tan›mak istedik. Dünyan›n birçok farkl› şehrinde farkl› restoranlar›n menülerini haz›rl›yor ve şefliğini yap›yorsunuz. ‹stanbul’a yolunuz nas›l düştü? Enzo Carbone: Uzakdoğu’da yaşad›ğ›m zamanlarda bir otelin yöneticiliğini yapan Alp Talat Özkan ile tan›ş›p arkadaş olduk. Bana PiPa’n›n konseptinden biraz bahsetti ve bu oluşumun içinde olmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Bu sayede ‹stanbul’a geldim ve PiPa’n›n menüsünü Marco Russo ile beraber oluşturduk. PiPa Nişantaş› ve PiPa Trio, ‹stanbullular’›n favori mekanlar› aras›nda k›sa sürede yerini ald›. PiPa’n›n menüsünü beraber yaratt›n›z. Menüyü haz›rlarken size neler ilham verdi? Yaratt›ğ›n›z bu menüyü nas›l tan›mlars›n›z? Marco Russo: Öncelikle müşteri olarak gerçek bir ‹talyan yemeği yemek için ‹talyan restoran›na gidiyorsam klasik bir yemek yerine değişik tatlar denemek isterim. Bir şef olarak menü çal›şmas›na giriyorsam öncelikle bu noktalardan ilham al›yorum. Röportaj: Merve Erçuk Fotoğraflar : Uğur Bektaş PiPa’n›n başrol oyuncusu el yap›m› pizza f›r›n›. Napolitan f›r›n yap›mc›s› Michele Strazzullo taraf›ndan tasarlanm›ş ve inşa edilmiş. Bu f›r›n›n özelliklerini bize anlat›r m›s›n›z? Enzo Carbone: ‹yi bir Napoli pizzas› ancak Napoli usulü yap›lan f›r›nda piştiği takdirde mükemmel olabilir. 2 ton ağ›rl›ğ›nda f›r›n malzemesi Napoli’den Türkiye’ye geldi. Napoli pizzas›n›n gerçek Napoli f›r›n›nda yap›lmas›n›n mümkün olabilmesi için gerçek Napoli f›r›n ustas› taraf›ndan inşa edilmesi felsefesinden yola ç›kt›k. 4 nesildir babadan oğula geçerek sanat›n› icra eden ve birçok ünlü ‹talyan restoran›n›n f›r›n›n› inşa eden ünlü usta Michele Strazzullo, PiPa f›r›n›n› kendi elleriyle yaparak Türkiye’nin ilk ve tek Napoli f›r›n›n› PiPa için inşa etti. Pizza f›r›n› ortalama 450° C ve üzerinde bir s›cakl›ğa sahip. Bir pizzan›n ortalama 57 saniyede pişmesini sağlayan da budur. ‹talyan mutfağ› Dünyada en yayg›n ve sevilen mutfaklar›n baş›nda geliyor. Sizce bunun sebebi nedir? Marco Russo: ‹talyan mutfağ› bölgesel olarak tan›nm›ş; kuzeyden güneye değişen ve ürünler bak›m›ndan çeşitlilik gösteren bir mutfakt›r. Bizim için şeflerden önce her zaman üreticiler ön plandad›r; yani çiftçiler ve kasaplar. ‹talyan mutfağ›n›n kalitesi, pişirme tekniklerinden önce en taze, en iyi ve yöresel lezzetlerin seçilip kullan›lmas›ndan geçer. Yüzy›llardan beri ‹talyan şefler ve üreticiler, geleneksel ‹talyan lezzetlerine bağl› kalm›ş, bunun sonucu olarak da yöresel ürünlerimiz ve lezzetlerimiz bütün dünya çap›nda tan›nm›ş. Mozzarella peyniri, Porcini mantar› ve San Marzano domatesleri gibi... Çok değerli bir şefin dediği gibi; en iyi ürün + mükemmel pişirme tekniği = harika lezzet. Akdeniz ülkesi olmalar›ndan dolay› Türk ve ‹talyan mutfaklar› aras›nda birçok benzerlik var. Bunun yan›nda farkl›l›klar da var. Bu iki mutfağ› ay›ran en önemli özellik size göre nedir? Marco Russo: Bence neredeyse ayn› ürünleri tüketiyoruz. Farkl›l›ğ› yaratan sadece pişirme şeklimiz. Ayr›ca mutfağ›m›z›n ünlü olmas›n›n başka bir sebebi de kültürel değişikliklerimizin neden olduğu, yöresel Türk mutfağ›nda bulunmayan şarküteri ürünlerimiz. Türkiye’de s›k s›k vakit geçiriyorsunuz. Mutlaka Türk mutfağ›n› da denemiş ve değerlendirmişsinizdir. Türkiye’de bulunduğunuz sürede Türk mutfağ› sizde ne gibi etkiler b›rakt›? Türk halk›n›n damak zevki hakk›nda ne düşünüyorsunuz? Marco Russo: Mezelerinizi çok seviyorum. Bence bu şekilde yemek yemenin filozofisi beraber olmak ve bir şeyler paylaşmak. Büyük sofralar› haz›rlarken yap›lan mükemmel yemekleri, al›ş›k olmad›ğ›m›z at›şt›rmal›klar› büyük bir tutku ile haz›rlaman›z ve ayn› şekilde içindekileri ayn› tutku ile anlatman›z beni çok etkiliyor. Siz dünyadaki en zengin mutfağ›n hangisi olduğunu düşünüyorsunuz? Marco Russo: Yöresel lezzetlerini ve malzemelerini en farkl› şekillerde değerlendiren ve ön plana ç›karan mutfaklar. Enzo, Senin Napoli’de doğduğunu ve aile restoran› sayesinde mutfak ve yemek pişirme ile iç içe geçmiş bir çocukluğun olduğunu biliyoruz. Çocukluğunuzu ve bu sürecin sizi şef olmaya nas›l götürdüğünü anlat›r m›s›n›z? Enzo Carbone: Çocukluğumdan beri her zaman mutfağa merakl› olmuşumdur. Annem ve ablam Giovanna’n›n yapt›ğ› yemeklere beni her zaman dahil etmesi nedeniyle böyle oldum san›r›m. Şef olma sebeplerimden bir tanesi insanlara bir gülüş verebilmem. Haz›rlad›ğ›m bir yemeğin bir insan› mutlu edebildiğini görmek benim şef olma nedenlerimin en baş›nda geliyor. Çocukluktan sonra bugüne kadar mutfak hep hayat›n›zda olmuş. Bugüne kadar geçen mutfak maceran›z› anlat›r m›s›n›z? Eğitimleriniz ve başar›lar›n›z... Enzo Carbone: Gençliğimden beri en büyük şans›m, hem ‹talya’da hem yurt d›ş›nda birçok iyi şef ile çal›şma imkan›m›n olmas›. Her zaman çok çal›şt›m, çabalad›m. Çünkü başar›l› olmak için istek ve süreklilik gerekir. ‹talya’da ve ‹talya d›ş›nda yaşad›ğ›m bütün deneyimler kendi mutfağ›m ve vizyonum için bir macera oldu. Kalite, süreklilik ve tak›m çal›şmas›. Yeni tarifler oluştururken nelerden etkilenirsiniz? Nelerden ilham al›rs›n›z? Marco Russo: Bir şef için en çok ilham verici şey mevsimlik ve taze ürünlerdir. Bal›k veya et almak için markete gittiğinizde, taze ve mevsimlik ürünleri bulduğunuzda, bunu sağlayan tedarikçilerin önemini ve bir şefin taze ve sağl›kl› ürünlere ne kadar dikkat ettiğini anl›yorsunuz. Mutfakta olmazsa olmaz dediğiniz birşey var m›? Neler olmazsa yemek yapmak zorlaş›r sizin için? Marco Russo: Bence tutku, birazc›k fantezi ve iyi bir zeytinyağ› ile harika yemekler haz›rlanabilir. Tabii ki ekipman da çok önemli fakat iyi bir şef başar›s›n› tak›m› ile paylaşmal›d›r. Bu konuda çok şansl› olduğumu düşünüyorum. Bir şef olarak en çok kime yemek yapmak isterdiniz? Marco Russo: En çok, deneyip ortaya ç›kartt›ğ›m farkl› lezzetleri, farkl› sunumlar› ay›rt etmeden, her şeyin tad›na bakan bir kişiye yemek yapmak isterdim. Biraz da mutfak d›ş›nda sizi tan›yal›m. Yemekten başka hangi tutkular›n›z var? Hobileriniz neler? Enzo Carbone: Birçok hobim var fakat iş yoğunluğundan dolay› çok fazla vakit ay›ram›yorum. Golf oynamak, spor yapmak, bal›k tutmak, kitap okumak, yeni kültürleri araşt›rmak ve gezmek en çok sevdiğim şeyler. Marco Russo: Benim en büyük tutkular›mdan biri de müzik. Özellikle reggae ve soul tarzlar›nda hem çalmay›, hem de dinlemeyi çok seviyorum ama maalesef iyi bir şark›c› değilim. Peki şef olmasayd›n›z ne olurdunuz? Enzo Carbone: Bu iyi bir soru. Ben de kendime birçok kez sordum. Bilemiyorum fakat kesinlikle herkese bir gülümseme sebebi yaratacak bir iş yapard›m. Marco Russo: Babam, henüz 11 yaş›ndayken benim bir şef olmam için beni yönlendirmeye başlam›şt›. Ancak benim her zaman resim yapma tutkum da vard›. Resim yaparak dünyay› gezmeyi hayal ederdim. Şansl›y›m ki şef olarak da çok s›k seyahat edip dünyay› gezme şans›m oldu. Hayat “motto”nuz nedir? Birkaç cümleyle ifade eder misiniz? Marco Russo: Yemek yemek için yaşam›yoruz fakat yaşamak için yemek yiyoruz. O yüzden hiçbir şeyi ziyan etmeyin. DISCO FOREVER 34/35/36 Disco kültürü 1970’lerden itibaren sürekli reenkarne olup güçlenerek bugüne dek canl›l›ğ›n› korudu. 1977’de New York’ta aç›lan Stüdyo 54, disco kültüründe nas›l gerçek bir efsaneyse, Ceylan Çapl›’n›n 90’larda ‹stanbul’da açt›ğ› kulüpler de önemli birer fenomendir. 1970’ler tüm dünya için sert, tuhaf ve kara y›llar... Amerika Watergate Skandal›, Vietnam’›n kötü an›lar› ve ekonomik s›k›nt›larla huzursuz. Avrupa’n›n doğusunda Sovyet tanklar› cirit at›yor. Ortadoğu yine kar›ş›k ve dünyada petrol krizi had safhada. Türkiye ideolojik çat›şmalar, K›br›s harekat› ve darbe teşebbüsleriyle meşgul. Edebiyat›m›z Oğuz Atay'›n 'Tutunamayanlar'›n›n, sinemam›z Y›lmaz Güney’in etkisi alt›nda. Tek kanall› siyah-beyaz televizyonlar›m›zla uyuşmaya haz›rlan›yoruz. Tüm dünyada 68 kuşağ› yorgun. Hippiler bir ütopya kültürüyle h›zla kendilerini çoğalt›yor; giysilerimizi, müziğimizi, alg›lar›m›z› değiştiriyor. ...Ve müzik dünyas› darbe üstüne darbe al›yor. 70’lerin daha en baş›nda Rolling Stones’dan Brian Jones ve hemen ard›ndan Janis Joplin, Jimi Hendrix, Jim Morrison sözleşmişcesine ölüyor. Yaşarken efsaneye dönüşen Beatles dağ›l›yor. Yaz›: Evren Aş›k Ve sadece üç-beş y›l sonra 1977’de Elvis Presley’in de banyoda ölü bulunmas› ve üstüne Lynyrd Skynyrd’in üç üyesinin birden bir uçak kazas›nda hayatlar›n› kaybetmeleriyle bir devir bütünüyle kapan›yor. Disco kültürü böyle bir y›k›m›n ve umutsuzluğun ortas›nda ve “haz” üzerine inşa oluyor. Bu kültürün efsanevi ibadethanesi Studio54, böyle bir ruhsal iklimde kap›lar›n› aral›yor. Arka plandaki bütün bu “üzücü” fona rağmen disco, gerçekte “beyaz” erkeklerin iktidar alan›na dönüşen rock kültürüne bir tepki olarak doğdu. Rock’›n as›k suratl›, öfkeye ve testosterona bulanm›ş s›k›c› dünyas›ndan bir ka盺t›. Geylerin, travestilerin, siyahlar›n ve Latinlerin arka sokaklardan ç›k›p, New York'un gece kulüplerini ele geçirmesiyle disco, as›l kişiliğini bulmaya başlad›. Öfkenin yerini haz, beyaz›n yerini siyah, erkek iktidar›n›n yerini muğlak bir cinsellik ald›... Ve tüm ihtişam›yla DANS BAŞLADI! Dans pistinde Stüdyo 54! Steve Rubell ve Ian Schrager, Stüdyo 54’ü 1977’de New York- Manhattan’da açt›lar. Ve k›sa sürüde herkes Manhattan’a ak›n etmeye, bu özgürlük ve haz dolu dünyan›n kap›s›nda kuyruklar oluşturmaya başlad›. Andy Warhol, Michael Jackson, Cher, Blondie, Mick Jagger ve Woody Allen gibi ünlüler h›zla bu kulübün çekim alan›na girip birer müdavime dönüştü. Seksi fotomodeller, modac›lar, tarz sahibi olmak koşuluyla alt ya da üst s›n›ftan tüm marjinaller Stüdyo 54’te kendilerine rahatça bir yer buldu. Kulübün önünde büyük kalabal›klar oluşsa da girişte çok titiz bir eleme gerçekleşiyor ve sadece küçük bir az›nl›k o kap›dan içeri girmeyi başar›yordu. Ayn› y›l 1977’de John Travolta’l› “Saturday Night Fever”, disco kültürüne ilişkin gerçekçi ve cesur vurgular yapamasa bile dünyan›n dikkatini bu müziğe ve dansa çekmeyi başard›. Bee Gees ve Kool and The Gang gibi önemli gruplar›n ses verdiği filmin “soundtrack” çal›şmas›, 30 milyondan fazla satarak gerçek bir rekora imza att›. Art›k disco, bir popüler kültür fenomeni olarak da rüştünü ispatl›yordu. Disco’nun yaz›, disco’nun yas› oluyor... Stüdyo 54’ün en parlak günlerinde kendini gösterip, bir kulüp uyar›c›s› olarak bugüne dek gündemden düşmeyen Ecstasy, pistlere daha çok renk, hareket ve aşk getirdi. Ama ayn› oranda büyük bir bedel ödetmeyi de bildi. Çeşitli uyar›c›lar ve artan şöhreti yüzünden Stüdyo 54, polisin de dikkatini çekmeye başlad›. Ve aç›l›ş›ndan 4 y›l sonra 1981’de kapanmak zorunda kald›; disco’nun yaz›, disco’nun yas›na dönüştü. Boney M, Abba, Bee Gees ve Donna Summer... Stüdyo 54’ün kapanmas› büyük bir üzüntü yaratt›. Ve yavaş yavaş disco bir alt kültür olmaktan bütünüyle ç›kt›. 80’lerin, her şeyi h›zla tüketen, bolluk ve refah dolu iklimi bu kültürü de merkeze al›p, sindirmeye başlad›. Disco dönemin ana ak›mlar›ndan birine dönüştü. Apartman topuklar, hippie elbiseleri, favorilerle birleşen uzun saçlar, bol paça pantolonlar ve mini etek yerini alan uzun etekler... Disco, art›k herkesi saran bir modayd›! House’tan Trance’e yepyeni ak›mlar yeni bir dans ve club kültürüne hayat verdi. Dünya müziğinde Orbital, Underworld ve Chemical Brothers bu yeni dönüşümde büyük rol oynad›. DJ kabininde Paul Oakenfold, Sasha ve John Digweed yeni club kültürü ikonlar›na dönüştü. ... Ve 90’lar›n ‹stanbul’unda “rave” kültürü... 90’larda Ceylan Çapl›’n›n Maslak’ta bir araba mezarl›ğ›ndan dönüştürerek hayata geçirdiği 2019 isimli kulüp, bu kültürün ‹stanbul’da en önemli tezahürü oldu. 2019, kültürel anlamda New York’un efsanevi Stüdyo 54’ünün son 1974’te Almanya’dan kendini gösteren Boney M, derece başar›l› bir kopyas›yd›. Tüm farkl›l›klar› Eurovision’da “Waterloo” ile birincilik elde eden Abba ve 70’lerde Disco Kraliçesi unvan›n› kazan›p bu cesurca buluşturan, müziği, kişiliği ve kitlesiyle Türkiye’de “küçük” bir devrim yaratan bu kulüp, y›l akciğer kanserinden kaybettiğimiz TBMM kürsülerinde bile ad› geçecek kadar büyük Donna Summer bu kültürün y›ld›zlar›na dönüştü. tart›şmalara sebep oldu. Taksim’de aç›lan 19, 20 Efsanevi disco üçlüsü Bee Gees, yedi kez ve 14 isimli Ceylan Çapl› kulüpleri, 2000’lerin Grammy kazand›; plak sat›şlar› 225 milyonu baş›na dek varl›klar›n› sürdürdü ve ‹stanbul’a son geçerek büyük bir rekora imza att›. derece yenilikçi ve cesur bir gece hayat› yaşatt›. Frans›z disco prodüktörü Jacques Morali'nin Amerikal› gey stereotiplerden yaratt›ğ› Peki bu kültürün dünyada geldiği nokta ne? Village People, bu kültüre büyük bir renk katt›. Dünyada disco kültürü, elektronik müziğin yeni Rock’›n ve androjenliğin simgesi David Bowie, varyasyonlar› ve yeni deneylerle yaşamaya tüm bu isimlerin üstünde daha “olgun” bir tavr› devam ediyor. Geçmişle bağ kurma çabalar› simgelese de “cool” imaj›yla disco’nun esin t›pk› Madonna’n›n 2005 tarihli kaynaklar›ndan oldu. Sister Sledge, “Confession on a Dance Floor” albümünde olduğu Grace Jones, Diana Ross ve Michael Jackson gibi hala umut verici şekilde hayatlar›m›za giriyor. en önemli figürler aras›ndayd›. Zaten; tüm yarg›lar ve yasaklardan uzakta, sabahlara kadar dans etmeye Disco şekil değiştiriyor... kim hay›r diyebilir ki..? 80’lerin ikinci yar›s›ndan itibaren disco yepyeni müzik teknolojileri ve elektronik müzik ak›mlar›n›n etkisinde şekil değiştirdi. New-Wave ve techno rave kültürlerinin etkisinde reenkarne olup ikinci hayat›na başlad›.Ritimler sertleşti, nab›zlar h›zland›. 2013’ÜN TAT‹L GÖZDELER‹ 38/39/40/41/42 Cape Town Cape Town kaderini doğan›n eline b›rakmay› seven bir şehir. Yüzünü okyanusa dönmüş şehrin arkas›nda bulunan ve t›pk› bir masay› and›ran Table Mountain adeta bir koruyucu melek gibi... Bu dağ›n tepesinde oluşan bulutlar sadece her saat baş› değişen havan›n değil ayn› zamanda yaşayanlar›n ruh halinin de habercisi. Kağ›t paralar›n›n üstünde bile hayvan resimleri basacak kadar doğa ile bütünleşmiş Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en güzel, en kozmopolit, en sevimli şehri Cape Town. Şehrin hemen k›y›s›nda başlayan plajlar›nda her türlü su sporunu yapabileceğiniz bir yer olan Cape Town’da seçenekler bununla da s›n›rl› değil. Yaz›: Özlem Avc›oğlu Fotoğraflar: Özlem Avc›oğlu & Arşiv Teleferikle Table Mountain’a ç›k›p gün bat›m›n› seyretmek, Ümit Burnu’na kadar araba ile yolculuk, şehrin en renkli yap›lar›n›n yer ald›ğ› Bo-Kaap bölgesinde gezinti ve tabii ki Güney Afrika’n›n en iyi şaraplar›n› tadacağ›n›z şarapevi ziyaretleri mutlaka listenizde olmal›. Biraz turistik olsa da Victoria and Albert liman› şehrin gece gündüz en canl› bölgesi. Birçok dükkan, lokanta, al›şveriş merkezi bulunan bu bölgede sokakta dans eden yerliler, çalg›c›lar eşliğinde gece geç saatlere kadar eğlenebileceğiniz barlar da var. Deniz kenar›nda koloniyel çok katl› bir yap›n›n içindeki Africa Trading sadece Güney Afrika’da değil tüm k›tada yap›lan ürünlerin sat›ld›ğ› tak›dan mobilyaya her şeyi bulabileceğiniz harika bir yer. Liman›n hemen karş›s›nda şehrin iki önemli oteli yer al›yor. Cape Grace (West Quay Road Victoria & Alfred Waterfront) klasik tasar›m› ve zarif ambiyans› ile nostaljik bir atmosfer sunuyor. Yüzlerce çeşit viski koleksiyonuna sahip Bascule Bar‘› akşamüstleri vakit geçirilecek hoş yerlerden. One and Only grubunun bu sene aç›lan ilk şehir oteli ise biraz ilerisinde Cape Grace’in. Odalar›n›n çoğunun suni göl k›y›s›nda bulunduğu Table Mountain manzaral› bu otelde Japon restoran› Nobu’nun bir şubesi ile deniz ürünlerinin öne ç›kt›ğ› menüsü ve kaliteli şarap listesi ile Gordon Ramsey’in Maze’i yer al›yor. Şehrin bir başka oteli de City Center da yer alan efsanevi Mount Nelson Hotel (76 Orange Street Cape Town 8001). Table Mountain’›n eteklerindeki, Cape Town'un en görkemli oteli Mount Nelson tarihi şehir merkezinde, günün her saati hareketli olan Kloof Sokağ›'na k›sa bir yürüyüş mesafesinde bulunuyor. Burada kalmasan›z bile bahçeye aç›lan Planet Champagne Bar'a veya akşam üzeri beş çay› için mutlaka uğramal›s›n›z. Şehrin yeni hip mahallesi Woodstock Cape Town’un yeni sanat merkezi olmaya aday. Burada bulunan Michael Stevenson Gallery’de (Hill House, De Smith Street) Pieter Hugo, David Goldblatt gibi Afrika’n›n çeşitli ülkelerinden sanatç›lar›n işlerini veya Afrika ile ilgili video, fotoğraf, resim, enstalasyon görülebilir. Galerinin sergi odalar› ile de yetinmeyip, birçok eserin bulunduğu arkadaki depoyu da gezmenizi öneririm. Şehrin en cool insanlar›n› görebileceğiniz Superette gene bu bölgedeki en güzel cafe. Nefis kahvalt› ve brunch seçenekleri sunuyor. Brunch ve öğle yemeği için başka bir alternatif ise salata çeşitleri ile ünlü Manna Epicure (151 Kloof Street). Kloof Street boyunca irili ufakl› birçok butik yer al›yor ve al›şveriş sevenler için burada gezmek çok zevkli. Gene hip mahallelerden Waterkant’ta yer alan African Nova, (72 Waterkant Street) Güney Afrikal› sanatç›lar›n resim, seramik ve dekoratif ürünlerini bulabileceğiniz çok hoş bir mekan. Cumartesi günleri ise, kurulan aç›k yiyecek pazar› ve antikac›lar› ile Old Biscuit Mill’i ziyaret etmenin tam zaman›. Cape Town’a gitmişken, birbirinden güzel plajlar› ziyaret etmeden geri dönmek olmaz... Clifton Beach, Cape Town’a olan yak›nl›ğ›, modern tasar›ml› evleri, k›y› boyunca s›ralanan café, bar ve lokantalar› ile en güzel sahil bölgesi. Önünüzde boylu boyunca uzanan kumsal hemen denize atlamak hissini uyand›rsa da hava ne kadar s›cak olursa olsun, güney kutbundan gelen ak›nt› yüzünden deniz suyunun 16 derece civar›nda olduğunu hat›rlatmak isterim. False Bay sahilinde bulunan Muizenburg ve Fish Hoek plajlar› ise sörf yapmaya en uygun olanlar. Hong Kong Hong Kong; Hong Kong Adas›, Kowloon, Lantau Adas› ve New Territories’den oluşan bir şehir ve ayn› zamanda Çin’in dünyaya aç›lan finans başkenti. Ayn› zamanda en kozmopolit ve en zengin şehri. Asya’n›n en büyük serbest pazar› ve liman› Hong Kong’da yapacak çok şey var. Çok turistik de olsa şehri anlamak için gidilmesi gereken bir yer Victoria Peak... Kowloon ve Hong Kong’u meydana getiren adalar› buradan görmek çok büyüleyici. Sanat ve antika merak›n›z varsa Hong Kong’un Soho’su say›lan Hollywood Road’u baştan başa yürümeniz laz›m. Galeriler, antikac›lar, aradaki yollarda ufak pazarlar, şehrin en iyi cafeleri bu yol ve çevre sokaklar›n›n üzerinde. Geçen sene hizmete aç›lan ve Kowloon bölgesinin en yüksek binas›n›n 102 ve 118. katlar›nda yer alan Ritz Carlton Hong Kong sadece konumu değil, iç dekorasyonu ile de göz kamaşt›r›yor. 118. katta bulunan havuzu ve 119. kattaki Ozone Bar›’n›n yan›nda Hong Kong adas› ve Victoria Liman› manzaral› birçok restoran› var. Akşam yemek sonras› Hong Kong un en ş›k ve enteresan tiplerine Ozone’da rastlamak mümkün. Hemen yan›baş›nda yer alan W hotel de adeta Ritz Carlton ile yar›şmak istercesine bir ş›kl›k içinde. Sadece şehrin değil dünyan›n efsane otellerinden biri Peninsula da Kowloon bölgesinde yer al›yor. En tepesinde yer alan Philip Starck ‘›n tasarlad›ğ› Felix restorana ziyaret şart... Hong Kong dünyan›n gurme destinasyonlar›ndan biri. Uluslararas› zincir restoranlar›n çoğu otellerin içinde yer al›yor. Hong Kong’un en ş›k oteli Upper House’un en üst kat›nda yer alan Café Gray son zamanlarda hem öğle, hem de akşam yemeklerinde şehrin en ş›k ve gözde ahalisini ağ›rl›yor. Dim Sum sevenler için Hong Kong tam bir cennet. Tarihi bir mekanda Dim Sum yemek isteyenler şehrin en civcivli yerlerinden Stanley Street’teki Luk Yu Tea House’a gidebilir. Kowloon bölgesindeki Kuzey Çin mutfağ›ndan örnekler sunan Hutong her akşam saat 8 ile 9 aras›nda gerçekleştirdiği ›ş›k gösterisini de seyredebileceğiniz bir restoran. Ama Çin mutfağ› denince gerek dekorasyonu gerek yemekleri ile China Club’›n üstüne yok... Bu özel ve lüks kulübün en büyük spesyalitesi ördek. Hong Kong ,Asya’n›n al›şveriş cenneti. Dünyan›n ünlü tüm markalar›n› burada bulmak mümkün, üstelik Hong Kong için yap›lan özel üretimlerle. Genelde markalar ve büyük butikler al›şveriş merkezlerinin içinde. Bunlar›n en iyileri Centraldeki Pacific Place, The Landmark, IFC Mall ve Kowloon da bulunan Elements. Dubrovnik Dubrovnik, H›rvatistan'›n Adriyatik k›y›s›ndaki en önemli turizm merkezi. Şehrin içinden bile girilebilen masmavi bir denize sahip olmas›n›n yan›nda en önemli özelliği tarihi bir kent oluşu... Merkezde yer alan Old Town yani eski şehrin tarihi 7. yy’a kadar dayan›yor. 1979 y›l›ndan beri UNESCO Dünya miras listesinde bulunan Dubrovnik Old Town, 2005 y›l›nda UNESCO’nun başlatt›ğ› çal›şmalar ile bugünkü görünümüne kavuşmuş. Darac›k sokaklar›, sokak aralar›ndaki kahveleri ve dükkanlar› ile her daim canl› olan Old Town’un en büyülü zaman› geceleri. Çok iyi ›ş›kland›r›lan bu bölgede gece dolaş›rken insan birkaç yüzy›l önceye gitmiş hissine kap›l›yor. Dubrovnik en fazla 2 günde gezilip, H›rvatistan’›n başka şehirlerine geçilecek oyuncak bir şehir adeta... Şehrin en güzel oteli Excelsior. 1930’lardan kalma tarihi bir binada bulunan Excelsior eski şehre yürüyerek sadece 5 dakika. Ve her odas› hem Adriyatik’in masmavi sular›na, hem de eski şehre bak›yor. Gündüzleri denize girilen plaj› gece deniz mahsullerinin sunulduğu dev bir lokantaya dönüşüyor. Old Town’a 20 dakika yürüyüş mesafesinde Miramare Koyu’nda bulunan Hotel Bellevue şehre yak›n ama kalabal›ğa da uzak olmak istiyenler için bir alternatif. Şehrin en ünlü lokantas› hemen şehir surlar›n›n k›y›s›nda bulunan Nautika. Yemekleri kadar manzaras› da dünyada nam salm›ş Nautika’n›n. Şehrin en iyi deniz mahsulü restoran› ise hemen limanda bulunan Konoba.Yemekten sonra biraz eğlenmek ve canlı müzik dinlemek isteyenler için en iyi adres kayalıklar arasında merdivenlerden inilerek ulaşılan Buza Bar. Sao Paulo 2014 y›l› Dünya Kupası futbol karş›laşmalar›n›n ve 2016 Olimpiyatlar›’n›n yap›lacağ› Brezilya ve Rio de Janeiro bir anda tüm dünyan›n gözbebeği oldu. Ancak güney yar›mkürenin en büyük şehri Sao Paulo dünyan›n 4. büyük metropolü ve Brezilya’n›n sanayi, ticaret, finans ve kültür merkezi olmas›yla Rio’dan rol çal›yor. Lobideki ihtişam ve klasik zarafet otelin odalar›nda da devam ediyor.Normal odas› bile standart otel odalar›n›n üç kat› ve 1950 ve 60’lar›n klasik mobilyalar› ile döşenmiş. Binan›n en üstünde yer alan ve Sao Paulo şehir manzaral› spa ve havuz ise dinginliği ve ş›kl›ğ› ile şehrin kaosu aras›nda bir tezat oluşturuyor. Sao Paulo çok büyük bir şehir olmas›na rağmen iş ‘iyi ‘ konaklamaya gelince az say›da otel var. Bunlar›n baş›nda Oscar Freire’nin hemen üzerinde yer alan şehrin en eski lüks oteli Emiliano ile Ibirapuera Park’›n hemen k›y›s›nda bulunan Unique yer al›yor. Mimari olarak değişik bir tasar›ma sahip Unique Otel’in en üst kat›ndaki Skye Bar geceleri muhteşem şehir manzaras› ile Sao Paulolu gençlerin gözde yerlerinden. Rua Oscar Freire sadece Sao Paulo’nun değil, dünyan›n en ünlü al›şveriş caddelerinden. Şehrin en güzel ve ünlü dükkanlar› ya bu caddede ya da caddeye paralel sokaklarda yer al›yor. Al›şveriş burada bambaşka bir boyuta taş›nm›ş durumda, zira sat›lan mallardan çok buras› dünyan›n en sofistike, en ş›k ve en iyi tasarlanm›ş al›şveriş mekanlar›na sahip. Campana Brothers, Zaha Hadid, Vivienne Westwood gibi tasar›mc›larla da çal›şan ünlü Brezilyal› plastik Fasano ise sadece şehrin değil dünyan›n ayakkab› markas› Melissa, cephesi ve içi her ay en çekici ve iyi otellerinden biri. Sao Paulo’nun değişik tasar›mc›lar taraf›ndan değişen bir sanat en güzel bölgesi Paulista’da yer alan Fasano mekan› olan Galleria Melissa’da sergiliyor ve iki mimar›n elinden ç›km›ş. Isay Weinfeld ve Marcio Kogan 1930 ve 40’lar›n zarafetini koruyarak sat›yor ayakkab›lar›n›. Ünlü Brezilyal› mimar Isay Weinfeld taraf›ndan tasarlanan gerçek Brezilyal› ‹ngiliz tuğlas›, Brezilya ağac› ve ‹talyan traverteni Havaianas mağazas› halka aç›k bir pazar gibi malzemelerle Fasano’yu günümüzün niteliğinde. Ayn› zamanda kendi Havaianas’›n›z› da çağdaş oteline dönüştürmüşler. tasarlayabileceğiniz mağaza çok keyifli bir Otelin bar› Baretta her daim şehrin en güzel al›şveriş deneyimi sunuyor. insanlar› ile dolu. Ünlü ‹talyan restoran Fasano ise ferah, ş›k ve ihtişaml› havas› ve Brezilya’n›n dünyaca ünlü giyim markas› Osklen ile yemekleri ile en iyi lokantalardan biri gene Isay Weinfeld taraf›ndan tasarlanan kabul ediliyor dünyada. muhteşem kitapç› Livraria da Vila da bu bölgede. Oscar Freire’de yürümek al›şveriş yapmasan›z bile çok zevkli zira her biri harika iç mekanlara sahip dükkanlar›n yan› s›ra tüm cadde birbirinden ş›k galeri, cafe ve restoranlara da ev sahipliği yap›yor. Sao Paulo ayn› zamanda dünyan›n gastronomi merkezlerinden biri. Şehrin etnik çeşitliliği yiyecek içeçeğe de yans›m›ş. Üstelik lokantalar da sadece yemekleriyle değil ayn› perakendede olduğu gibi d›ş ve iç tasar›mlar›yla da göz dolduruyor. Bu sene en iyi lokantalar s›ralamas›nda dünya dördüncüsü D.O.M da bu şehirde. Şef Alex Atala yerel ve yal›n mutfağ› ile burada harikalar yarat›yor. Sadece Brezilya’da yetişen ürünlerle haz›rlad›ğ› menüsü çok lezzetli. Gene Alex Atala’n›n geçtiğimiz senelerde açt›ğ› ikinci bir restoran› var ki; her gün öğle ve akşam yemeklerini yiyebileceğiniz bir yer. Dalva e Dito anneannesinden kalma et ağ›rl›kl› Brezilya mutfağ›n› harika neşeli ve zevkli bir ortamda sunuyor. Bahçesi, bar›, alt kat› ve girişte yer alan küçük dükkan› ile 10 numara bir yer. Yemekte ‹talyan etkisinin görüldüğü Sao Paulo’nun en iyi ‹talyan› ise hiç kuşkusuz önünde ufak bir bahçesi olan Gero. D›ş› kadar iç mekan› ve yemekleri de çok etkileyici. Buraya kadar geldim, iyi bir et yemeği yemeden dönmem diyorsan›z size Rodeio’ya uğraman›z› öneririm. HILLSIDER LIKES 44/45/46/47/48 En favori yılbaş› hediyeleri Yüzük Mawi, Harvey Nichols Ayakkabı Bridget Red KG Kurt Geiger, Harvey Nichols Frankie Küpeler KG Kurt Geiger, Harvey Nichols Ayakkabı Giuseppe Zanotti, Harvey Nichols Deri Eldiven Kate Spade, Harvey Nichols Gömlek, Papyon Eton Red Ribbon - 18, Harvey Nichols Ayakkabı Balenciaga, Harvey Nichols Consensus, ‹ncirli Şaraphane ne ha ap ar iŞ irl ‹nc a, ar nk Vi 110 Yıllık Bir Motosiklet Efsanesi... HARLEY DAVIDSON... 50/51/52 Harley-Davidson, 2013 y›l› boyunca, doğduğu yer olan Milwaukee’den Roma’ya dünyan›n her yerinde, onlarca şehirde klasik motosikletlerin ve güzel an›larla dolu klasik 110 y›l›n tüm ihtişam›n› kutlayacak. Yaz›: Kenan Akoğlu Eğer amans›z motosiklet piyasas›n›n içindeyseniz, her yeni y›l sizin için büyük bir y›ld›r. Ancak bu y›l Harley-Davidson için her zamankinden daha büyük. Amerika’n›n en eski motosiklet üreticisi olan marka 110. y›l dönümünü, y›l boyu sürecek olan uluslararas› bir parti ile kutluyor. 29 Ağustos’taki starttan beri sonu gelmeyen ralliler, yar›şseverlerin baş›n› döndürdü ve sadece 110. y›la özel üretilen motosikletler binlerce motosiklet düşkününün daha şimdiden nefesini kesti. Uluslararas› y›ldönümü kutlamalar›, yaz sonbahara dönerken Milwaukee’de başlad›. Harley-Davidson’›n 110. doğum günü ilan› y›ll›k Milwaukee Rallisi’ni başlatan düdük oldu. Y›l boyunca sergilenecek olan ve 365 günden geriye sayan saati kuran yeni emekli olmuş Willie Davidson’u izlemek için binlerce araç Harley-Davidson Müzesi’ne akt›. 110. y›l kutlamalar›n›n resmi olarak sona ereceği 1 Ekim 2013’te Milwaukee’deki müzede devasa bir doğum günü kutlamas› yap›lacak. Önümüzdeki yaz bu parti havas› Harley-Davidson hayranlar›n› sarhoş etmeden, bir seri uluslararas› etkinlik ile Harley-Davidson kültürü tekrar kendini hissettirecek. Ocak 2013’ten başlayarak özel 110. y›l dönümü Rallileri Hindistan, Yeni Zelanda, Avustralya, Güney Afrika, Çin, Meksika ve Brezilya’y› kas›p kavuracak. Ama y›l›n en göze çarpan olay› haziran ay›nda gerçekleşecek olan Büyük Roma Rallisi. Pek çok şehri ziyaret eden motorcular, Vatikan Şehri’nde ilk defa k›r›ş›ks›z k›rm›z› cüppeleri içerisindeki kardinaller ve derilere bürünmüş motosikletçileri bir arada görecekler. Motor şovlar›n, demo sürüşlerin, motosiklet sergilerinin, konserlerin ve sonsuz gibi görünen motosiklet geçidinin yan› s›ra, Papa Benedict’in 1400 motosiklet aras›ndan çekilişle seçilen bir tanesini kutsayacak olmas› da heyecanla beklenen bir olay. Rallilerden ayr› olarak, seçilmiş birkaç motorcu “Freedom Jacket”› (Özgürlük Ceketini) paylaşma şans›n› yakalayacak. Özgürlük ceketinin hikâyesi ise oldukça ilginç. Bu y›l›n başlar›nda Çin’den geçmekte olan bir medya arac›, Tibet’te deneme sürüşü yapmakta olan Harley-Davidson temsilcileri ve muhabirlerle karş›laşt›. Verdikleri bir molada Harleycilerden biri yoldan geçmekte olan bir adamdan motorculardan birinin ceketini imzalamas›n› rica etti. Yabanc› s›ğ›r derisi ceketin üzerine k›rm›z› boya ile Çince “Özgürlük” sembolünü yazd›. ‹şte bu ceket Harley-Davidson’›n 110. y›l›n›n kutland›ğ› bir y›l boyunca uluslararas› turlara ç›kacak ve seçilmiş birkaç motorcu onu gururla üstünde taş›ma onuruna ya da kendi imzalar› ile dekore etme f›rsat›na sahip olacaklar. Harley-Davidson bir yandan da hayranlara yönelik reklam kampanyalar› ve #sterotypicalharley ismiyle başlatt›ğ› Twitter trendi ile dünyan›n her yerinden motorcular› kutlama partisine dahil etmeyi planl›yor. Harley-Davidson motor tutkunlar›n›n farkl›l›ğ›na odaklanmak isteyen özel bir TV spotu ile yürütülecek olan Twitter kampanyas›, motorcular› kendi Harley-Davidson hikâyesini anlatmaya teşvik edecek. Her biri bir ‘Harley al›c›s›’ olarak kimliklerini anlatacaklar ve Harley-Davidson’›n 110 y›ll›k hikâyesini oluşturan sayfalardan biri olacaklar. Tabii ki Harley böylesine önemli bir y›l dönümünü hayranlar›n› yeni motosiklet modelleri ile tan›şt›rmadan yapmaz. 2013 için yola ç›kmaya haz›r yepyeni bir Street Bob bulunuyor. Ayn› zamanda halihaz›rda bulunan popüler modelleri Super Glide Custom, Fat Boy Lo, Road King, Electra Glide Ultra Limited, Heritage Softail Classic ve 1200 Custom gibi modeller için s›n›rl› say›da üretilen özel 110. y›l tasar›mlar› da sunuyor. Toplamda on Harley-Davidson motosikleti 110. y›l için yeniden yarat›l›yor. Motosikletlerin her biri, kendine ait benzersiz seri numaras›na sahip plakas›, Vintage Bronz ve Vintage Siyah boya işi, saf bronzdan yap›lma yak›t deposu ve y›l dönümü amblemli kabartmalar› ile gerçekten eşsiz bir teknoloji ve estetik abidesi. Markan›n 110. y›l dönümü için en ateşli hayranlar› kadar heyecanl› olan Harley-Davidson ekibi bu y›l için planlanan kutlamalar›n daha önce görülmemiş büyüklükte olduğunu belirtiyorlar. Harley-Davidson Pazarlama Müdürü Mark-Hans Richer, “110. y›l kutlamas› tarihimizdeki en büyük kutlama olacak. Tam bir y›l boyunca gezegendeki neredeyse her k›tadaki hayranlarla beraber kutlanacak bir y›l dönümü bu. Sadece bir y›l dönümü kutlamas›ndan da çok daha fazlas›. Bu hepimizi birbirimize bağlayan özgürlük duygusunun epik bir onurland›r›l›ş› ve dünyadan herkesi bunun bir parças› olmaya çağ›r›yoruz” dedi. 1 TULA PALTO ALLSAINTS ASHBY JEAN ALLSAINTS JUMPER ALLSAINTS AYAKKABI MANOLO BLAHNIK YILLAR GEÇER, ŞARKILAR KALIR! 2012 y›l›nda da müzik dünyas› devrimci ç›k›şlar yaşamad› ama kişisel aray›şlar›n en samimi ve ilgiye değer hallerine sahne oldu. Evet, art›k müziğin ikonlar› dünyay› değiştirmeye çal›şm›yor; sadece katlan›l›r k›lmaya çal›ş›yor. Daha içe dönük ve kişisel hikayelerden söz aç›yor, kendi dünyalar›na kap› aral›yor. ‹şte bu dönüşüm içinde y›l›n en ak›lda kal›c› ve en “olmazsa olmaz” albümleri... Y›l içinde kaç›rd›ysan›z, keşfetmeniz için. 56/57/58/60 1- The Maccabees / Given To The Wild Dört y›l gibi k›sa bir süre içinde ‹ngiltere’nin en prestijli indie rock gruplar› aras›na girmeyi başaran The Maccabees, “Given to the Wild” isimli bu üçüncü albümleriyle büyük bir olgunluğa ulaşarak hem y›l›n hem de kendi k›sa tarihinin en iyi işine imza att›. Müzik dünyas›n›n en prestijli ödüllerinden Mercury Prize’a da aday olan, her şark›s›yla incelikli bu albüm için akl›ma gelen ilk sözcükler; derin, zamans›z, yenilikçi, samimi ve k›r›lgan... Özellikle albümün en değerli parçalar› “Feel To Follow”, “Heave”, “Unknown” ve “Slowly One”a dikkat! Yaz›: Evren Aş›k 2- Crystal Castles / III Electro, punk, gotik, hepsi, hiçbiri ve fazlas›... Şüphesiz Crystal Castles son y›llar›n en ufuk aç›c› ve önemli gruplar›ndan biri. Karanl›ğ› ve enerjisi sabit kalmak üzere son derece melodik ve basit yap›lar üzerine kurulu dans müziğinden, sinir krizinin eşiğindeki punk hayk›r›şlara s›çrayan şizofrenik tavr›yla müziğin yeni alamet-i farikas› belki de... Şüphesiz grup, kariyerinin bu üçüncü albümünde daha öfkeli ve dalgal› sulara sürüklüyor bizi. Bu şiddetli çalkant›ya rağmen daha temiz, olgun ve etkileyici bir atmosfer yaratmay› da biliyor. Crystal Castles III, y›l›n sadece en iyi albümlerinden biri değil, en ilginçlerinden biri de. Nefesinizi tutun ve kendinizi sars›nt›n›n ortas›na b›rak›n! 3- WhoMadeWho / Brighter House, punk, indie rock ve disco sular›nda son derece melankolik ve ayn› anda tüm ironisiyle güler yüzlü bir müzik icra eden Danimarkal› trio WhoMadeWho, dördüncü albümleri “Brighter” ile y›l›n en iyi “dans” albümüne imza att›. ‹çinde neredeyse tek “boş” şark› bar›nd›rmayan bu albüm, “The Sun”, “Running Man”, “Head on My Pillow” ve “Below The Cherry Moon” gibi şahane eserleriyle şimdiden unutulmazlar aras›nda yer al›yor. Otururken, dans ederken ya da düşünürken; tüm derdine rağmen gülümsemeyi başaran “Brighter” belki de y›l›n en “çok amaçl›” albümü. 4- The Twilight Sad / No One Can Ever Know Geçtiğimiz aylarda Babylon’da canl› izleme f›rsat›n› da yakalad›ğ›m›z ‹skoç grup The Twilight Sad, “debut” albümleri “No One Can Ever Know”la 2012’nin en özel ç›k›şlar›ndan birini gerçekleştirdi. Solist James Graham’›n tuhaf ve arkaik “‹skoç” aksan›, güçlü bariton sesi ve şark›lar›n karanl›k klavye tonlar›, bazen Ian Curtis’li Joy Division’u an›msatsa bile grubun kendine has soğuk ve çekici dünyas›n› tüyler ürpertici bir sis bulutu gibi üstümüze üfledi. “Sick” ve “Nil” gibi an›nda klasikleşen büyük eserlere sahip bu albüm “krautrock”, “shoegaze”, “pop” ve “indie” sular›nda ayn› anda dolaşan bir başyap›t! 5- Chromatics / Kill For Love Biraz Italo-disco, biraz dub, biraz new-wave, biraz ambient ve bolca hayalet gölgesi... 90 dakikal›k uzunluğuyla y›l›n en epik ve en ç›k›şs›z “gece” albümü olan “Kill For Love”, en az ad› kadar efkarl› ve “damardan” bir çal›şma olmay› başar›yor. Disco dokunuşlar› nedeniyle dans edilebilirmiş hissi veren, yumuşak vokaliyle hemen baştan ç›karan, fakat açt›ğ› kap›y› ard›m›zdan h›zla kapat›p bizi kendi tekinsiz dünyas›na hapseden “esrik” bir albüm bu. Şüphesiz onu y›l›n en değerli yap›mlar›ndan yapan şeyler de bu hafif dumanl› David Lynch atmosferi ve özgüveni! “These Streets Will Never Look The Same” , “Candy” ve “There's a Light Out On the Horizon”a özellikle dikkat! 6- Halls / Ark Henüz 21 yaş›ndaki Sam Howard’›n projesi Halls, “Ark” isimli bu ilk albümüyle y›l›n en ruhani eserlerinden biri olmay› başar›yor. Aç›l›ş›n› büyük bir kilise orgundan yay›lan melodilerin yapt›ğ› ve bir bölümü kilisede kaydedilen Ark, tüm bu kesişmelere rağmen dini bir inan›şla bağ kurmaktan da kaç›n›yor. Tam tersi ayk›r› bir ruhun yaln›zl›ğ›n› ve umutsuzluğunu gözler önüne sererek aidiyetsiz bir iklimi keşfe ç›k›yor. Thom Yorke’umsu vokalleriyle Radiohead ve Amerikal› electro-indie grubu Home Video çağr›ş›ml› Halls müziği, elektronik, ambient, dubstep sular›nda son derece minimalist ve taze dünyalardan yank›lan›yor. “Funeral” ve “Reverie”ye özel ilgi gösteriniz. 7- Trust / TRST “Sulk”› ilk dinlediğimde bu elektro gotik “dans” şark›s›n›n, uzun zamand›r duymaktan en keyif ald›ğ›m şey olduğunu düşündüm. 80’lerin new-wave’ini ve 90’lar›n rave günlerini ayn› anda yaşatan bu şark›y› da bar›nd›ran bu “ilk” albümle kurabildiğim en yak›n akrabal›k Crystal Castles’›n ilk dönemi oldu. Robert Alfons ve Austra grubundan Maya Postepski’nin ortak projesi olan Kanadal› Trust’› dinlerken, Berlin’in karanl›k yeralt› kulüplerinde başlayan “gotik” bir yolculuğa ç›kt›m ve baz› şark›lar›n beni hala dans ettirebildiğine ikna oldum. Bu ayk›r› dansa haz›r olun! 8- Efterklang / Piramida Danimarkal› Efterklang, dördüncü albümü “Piramida” y› Norveç ve Kuzey Kutbu aras›nda kalan Piramiden adl› terk edilmiş kentte kaydetmiş. Kuru bir yapraktan dev bir petrol tankerine bu “hayalet” kentte onlar› etkileyen ne varsa hepsi bir sese dönüşüp albümdeki yerini alm›ş. Bu yüzden de “Piramida” hayaletleri ve gri bulutlar› bol, gücünü kişiselliğinden alan bir albüme dönüşmüş. Belki de son dönemin en etkileyici piyanistlerinden Nils Frahm’›n da içinde yer ald›ğ› bir orkestra şark›lara eşlik etmiş. Grubun solisti Casper Clausen’in falsettolar›n› ve albümün üç mükemmel yap›t›n› da unutmamak gerek: “Hollow Man”, “Apples” ve “Sedna”. Tart›şmas›z y›l›n en iyilerinden. 9- Liars / WIXIW Her albümünde yeni bir deneye girişmekten çekinmeyen Los Angeles’l› grup Liars, “wish you” olarak telaffuz edebileceğimiz 2012 albümü “WIXIW”la elektronik müzikte gidebileceği yerleri s›nad› ve ortaya Radiohead’in “Kid A” dünyas›n› çağr›şt›ran, kendi içinde bile değişken, ayk›r› bir yap› orta ç›kt›. Olgunluk ve büyüklük kayg›s› taş›mayan, baş›bozuk bir Radiohead albümü gibi t›nlayan bu albüm ilk dinleyişte oldukça soğuk ve dağ›n›k gelebilir. Ama kendinizi b›rakt›ğ›n›zda yeni, taze ve cesur seslerin, çekici melodilerin içinde kendinizi kaybedeceksiniz. “WIXIW” tüm derinliği ve cesaretiyle gerçek bir sanat yap›t›! 10- Bobby Womack / The Bravest Man In The Universe Müzik dünyas›n›n dahi çocuğu Blur’un solisti Damon Albarn’›n prodüktör koltuğunda oturduğu bu kusursuz albüm, soul ve gospel müziğin efsanevi ismi Bobby Womack’›n 18 y›l aradan sonra yay›nlad›ğ› ilk “stüdyo” albümü olma özelliğini taş›yor... Ve bu kez Womack’›n 67 y›l›n yaşanm›şl›ğ›yla şarap tad› veren sesi Albarn sayesinde bir Gorillaz veya Massive Attack albümünden f›rlama trip-hop ritimler ve elektronik seslerle buluşuyor. Albümün en büyük sürprizi ise 2012’nin en gösterişli ç›k›şlar›ndan birini yapan Lana Del Dey ile Womack’›n düet yapt›ğ› “Dayglo Reflection” ... Y›l›n bu beklenmedik düzeyde baş döndürücü albümünde Fatoumata Diawara düeti “Nothin’ Can Save Ya” ve ayr›ca “If There Wasn’t Something There” özel dikkati hak ediyor. Baştan sona keyifle dinleyeceksiniz. 11- The XX / Coexist The XX, 2009 y›l›nda ç›kard›ğ› ilk albümüyle hem y›l›n en iyi ç›k›ş yapan “yeni” gruplar›ndan olmay› başard›, hem de Mercury Prize’› kazanarak büyük prestij elde etti. Elbette tüm bu büyük başar›lar›n ard›ndan ikinci albümü kaydedip piyasaya sürmek çok da kolay olmad›. Bildik “ikinci albüm krizi” üç y›ll›k bir bekleyişe neden oldu ve ard›ndan gelen “Coeixist” bu bekleyişe değdiğini gösterdi. T›pk› ilki gibi melodik, sakin ve sessizlikleriyle son derece minimalist bir albüm olan “Coexist”, belki ilkinden çok da farkl› şeyler söylemiyor. Ama bir kez daha “iyi ve yoğun bir indie-pop şark›s› nas›l yaz›l›r” sorusuna mükemmel yan›tlar veriyor. Her parças›yla kayda değer bir albüm olan “Coexist”te özellikle “Angels”, “Tides” ve “Swept Away”, yan›n›zdan hiç eksik etmek istemeyeceğiniz şark›lar. Ve atlanmamas› gereken diğer en iyiler... 13- Mount Eerie / Clear Moon 14- Tindersticks / The Something Rain 15- Andy Stott / Luxury Problems 16- Soulsavers / The Light the Dead See 17- Alt J / An Awesome Wave 18- Gossip / A Joyful Noise 19- Hot Chips / In Our Heads 12- Sigur Ros / Valtari ‹zlandal› Sigur Ros’un solisti Jonsi alt›nc› albümleri “Valtari”yi şöyle tan›ml›yor: “Bir ç›ğ›n yavaşlat›lm›ş çekimi”... Kan›mca Valtari’yi en iyi anlatan cümle de bu! Çünkü Valtari, neredeyse kaydedildikten sonra ağ›r çekime al›nm›ş, ses parçac›klar›n›n tek tek görünür k›l›nd›ğ›, doğadaki en küçük titreşimi bile seyre sunan bir görüntüler ve sesler bütünü hissiyat› yarat›yor. Ve önceki Sigur Ros albümlerine göre çok daha minimal ve elektronik t›nl›yor; ambient’a bile göz k›rpacak denli soyut ve belirsiz noktalara s›çr›yor. Sonuç ise neredeyse mükemmel! Özellikle Varud ve bir müzik kutusundan yay›l›yor hissi veren çarp›c› melodisiyle Valtari albümün k›ymetini çok iyi özetliyor. 20- The Presets / Pacifica 21- Grizzly Bear / Shields 22- Archive/ With Us Until You’re Dead 23- Bat For Lashes / The Haunted Man 24- Regina Spektor / What We Saw From the Cheap Seats 25- Antony and The Johnsons- Cut The World 2013 MODA TRENDLER‹ 62/63/64/65 Sevgili moda merakl›lar›, Bu say›da Hillsider Magazine, moda konusundaki bilgilerimi paylaşmam için beni sizlerle buluşturdu. Asl›nda moda trendler üstüne kuruluyor, fakat asla kişisel stilinizi b›rakmaman›z laz›m. Çünkü sizi as›l tan›mlayan her sezon trendlere göre giyinmek değil, beğendiğiniz trendleri kendi stilinizde iyi bir stylingle taş›yabilmektir. Taş›d›ğ›n›z her bir parça asl›nda sizin kimliğinizin bir parças›, karakteriniz hakk›nda ipucudur. O yüzden ben şimdi size bu yaz›da sadece yol gösterebilirim, çünkü her yiğidin yoğurt yiyişi farkl›d›r? Yazı: Zeynep Tosun F›rf›r: Asl›nda f›rf›r Lanvin’in imzas›d›r ancak bu sezon f›rf›r›n çok farkl› yorumlar›n› gördük. Her tasar›mc› bu trendi başka başka yorumlayarak yeni formlara soktu; Balenciaga’n›n edgy tarz›n› yans›tan f›rf›rlar vard›; Givenchy’de daha romantik bir şekilde sunuldu. Gucci de 60’lar tarz›n› devam ettirdi. Franceso Scognamiglio benim en sevdiğim tasar›mc›lardan biridir; o da f›rf›r› hep kullan›r. F›rf›r, bu sezon patlama yapan trendlerden biri. Bu sezon - benim de hep koleksiyonlar›mda olan güçlü kad›n imaj› çok ön planda, yani naif, şekli belli olmayan formlar değil, aksine şekilli, sert bir kad›n görecegiz 2013’de... 60’lar stili: Ben her ne kadar çok fazla sevmesem de Marc Jacobs’›n öncülüğünü yapt›ğ› Edie Sedgwick ve 60’lar modas› geri geliyor, özellikle moda çekimlerinde çok fazla görüyoruz bunu. Etkisini gösteren bir başka dönem ise 80’ler. Balmain ve Stella Mc Cartney geniş kesim ceketlerinde 80’lere gönderme yap›yor. Genel anlamda belirtmek gerekirse; Uzakdogu Esintileri: Özellikle Prada’da öne ç›kan bu trendi bir sürü markada gördük. Haider Ackermann, Pucci gibi markalar uzakdoğu esintili koleksiyonlar›n› sergilediler. Normalde çok daha romantik formlar kullanan Alber Elbaz(Lanvin) bile bu sezon keskin formlara ve uzakdoğu tarz›na yer verdi. Siyah-Beyaz: Asl›nda her sezon ön planda olan iki renktir; ama bu sezon birlikte kullan›larak çok yoğun kontrast yarat›l›yor. En çok Alexander Wang’de gördük. Amerikan klasikleri Michael Kors ve Ralph Lauren’den, Frans›z aristokrat Lanvin ve Edgy Balenciaga’ya kadar birçok markan›n en keskin renk paleti siyah ve beyazdan oluşuyor. Pilotto Resort Rodarte Givenchy Alexander Wang Marc Jacobs 2013 için bana göre en çarp›c› koleksiyon ve sunum her zamanki gibi ar› işlemeleriyle Alexander McQueen’in koleksiyonu. Şahsen Preen’i de çok beğendim; tamamıyla sofistike ve rafine bir koleksiyon. Sezona damga vuracak tasarımcı ve detaylara gelirsek; - Rodarte’nin püsküllü ceketleri - Altuzarra ve Alexander Wang’in parmak aras› diz üstü çizmeleri - Balenciaga’n›n yüzükleri - Givenchy’nin pleksi huni topuklu ayakkab›lar› - Peter Pilotto’nun desenleri - Balmain’in işçiliği... Bunlar 2013 ‹lkbahar / Yaz koleksiyonunda en çok dikkat çekecek ve trend olacak objeler. ‹nand›ğ›n›z Yolda Ne Kadar Yürüyebilirsiniz? L‹KYA YOLU Bir “HILLSIDER CHALLENGE” hikayesi… 66/67/68/69/70 Yaz›: Galia Hasid Fotoğraflar : Senol Altun “Hillsider Challenge”; s›radan insanlar›n s›rad›ş› hikayeleri, 3 y›l önce Ağr› Dağ› Zirvesi’ne t›rmanmakla başlad›, Boğaz’dan Bozcaada’ya kürek çekmekle devam etti. Peki bu hikaye nas›l sürecekti? ‹nand›ğ›n yolda sonuna kadar yürüyerek... 509 km’lik Likya Yolu’nu baştan sona geçerek... Her şey bundan 8 ay önce bir hayal ile başlad›. Tüm kulüplerden çal›şanlarla oluşan Hillside ekibi, daha kimsenin haberi yokken “Hillsider Challenge” hayalleri kurdular. Hayallerinde kutuplara gittiler, dünyan›n en zorlu çöllerinde dolaşt›lar ve sonunda yurtlar›na döndüler. Hedef belirlenmişti: Dünyan›n en iyi 10 uzun mesafe yürüyüş rotas›ndan biri olan tarihi Likya Yolu’nu baştan sona 509 km yürümek... Antalya’dan Fethiye’ye uzanan bu yolculukta, Hillsider Challenge ekibi Hillside Su’dan uğurlanacak, Hillside Beach Club’da karş›lanacakt›. Ekipçe s›k› bir çal›şma başlad›. Antrenman programlar›, duyurular, aç›khava yürüyüş rotalar› haz›rland›. Hillsider Challenge as›l kahramanlar›n›; profesyonel sporcu olmayan üyeleri, belki de hayatlar›nda hiç uzun mesafe koşmam›ş hatta yürümemiş kişileri ar›yordu. Likya Yolu’nu tamamlamay› başaran bir Challenger’in, Ece’nin ilk hisleri: “5 Nisan’› Bekleyin! afişinin as›ld›ğ› ilk gün eşim ‹hsan, bana ‘bu nedir sence?’ dedi. Ben de bu Likya Yolu’nun haritas› dedim. Ama o esnada konuyla ilgili hiçbir bilgim yoktu. Hillside eğitmenleri de bizi merakta b›raksa da heyecanl› bir olay›n bizi beklediğinin müjdesini ald›k. Ve 5 Nisan’› gerçekten bekledik. Yap›lan ilk toplant›dan ç›kt›ğ›mda içimi Likya heyecan›n›n sard›ğ›n› söyleyebilirim.” Ve bu cennet yolculuğuna ön haz›rl›klar taa Nisan ay›nda başlad›. Kulüpte arazi yürüyüşüne uygun Bosu® üzerinde özel antrenmanlar, s›rt çantalar›yla yürüyüş bantlar›nda koşular, hafta sonlar› ise Likya Yolu’na örnek oluşturacak Challenge ekibinden Dilek karar an›n› şöyle yürüyüş rotalar›nda aç›k hava antrenmanlar› anlat›yor: “‹lk toplant›da daha da çok motive oldum, düzenlendi. ‹şte bu dönem ile ilgili Ebru’nun dile çünkü işin içinde haz›rl›k için herkesin kat›lacağ› getirdikleri: “Birinci dönem çal›şmalar›ndaantrenmanlar, organizasyonlar da vard›. eğitmenlerimiz dahil- bireysel ve toplu, Esas amaç yar›şmak değil, bir tak›m ruhu say›s›z çal›şma yapt›k. Yaklaş›k 2 ay› geçen oluşturarak bu ‘challenge’› yaşamakt›.” çal›şmalar›m›zda biz bir ‘ekip’ olmay› başard›k Baz›lar› ise çok daha önceden bu yolda yürümeye diye düşünüyorum. Bu çal›şmalar›n güzel taraf›, karar vermişlerdi; t›pk› Vedit gibi: “Likya Yolu afişini yapm›ş olduğumuz antrenmanlar›m›z kişisel Hillside’da gördüğüm an kat›lmaya karar verdim. En disiplin ve vücut kondisyonuna bağl› iken, sevdiğim şeyi yapmak için; doğada spor yapmak için sonuç olarak ortaya ayn› kondisyona sahip 9 günlük bir cennet yolculuğuna haz›rd›m” bir tak›m ç›karm›ş olmas›.” Hillside Etiler, Trio ve ‹stinye’de üç kulüp çap›nda düzenlenen, Hillsider Challenge deneyiminin detaylar›n›n anlat›ld›ğ› toplant›yla Likya Yolu’nu yürümeye olan ilgi daha da artmışt›. Birinci dönemin sonunda s›ra seçmelere, ‹stanbul’un en yüksek tepesi Aydos’a t›rmanmaya gelmişti. Bu t›rman›şta başar›l› olanlar›n belirlendiği seçmelerin ard›ndan Likya Yolu’nu yürüyecek 30 Hillsider ikinci dönem haz›rl›klar›na başlad›. Arka planda ise Likya yolcuğu ile ilgili her türlü detay haz›rlan›yordu. Hillside Su’dan uğurlama, her gece kal›nacak Yörük çad›rlar›, özel Challenge k›yafetleri, her gece için keyifli aktiviteler, özel yemek menüleri, Hillside Beach Club’da karş›lama... Uzun ve emekli haz›rl›klar sonunda büyük gün geldi... Ekip, 19 Ekim’de, ceplerine Hillsider Challenge aplikasyonu ile rotalar›n› yükleyip yola ç›kt›. 20 Ekim’den 29 Ekim’e kadar dünyan›n en iyi 10 yürüyüş rotas›ndan biri kabul edilen Likya Yolu’nda, doğa ve tarihin iç içe geçtiği say›s›z parkurda bazen güneş, bazen yağmurun alt›nda 509 km’yi aşan “Challenger”lardan Özge deneyimini şöyle anlat›yor: “Mevlana’n›n bir sözü vard›r: ‘Başar› bir seyahattir, hedef değil. Mutluluk, gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil. Yolun sonunda olsa, ona var›ld›ğ›nda yol bitmiş ve vakit de geçmiş olurdu. Mutlu olman›n zaman› ise bugündür, yar›n değil.’ Bence Likya Yolu da böyle bir şey. ‹lk günden ekip olarak ‘challenging’ bir amaç için bir araya geldik ve bu hedefe ulaşmak için yeri geldi zorland›k, yeri geldi eğlendik. Birlikte eğlenen, mutlu olan, motive eden ve zorluklar›n üstesinden gelen bir ekip olduğumuzu gösterdik.” ‹şte yolun sonunda gelinen nokta; asl›nda ne kadar yürüdüğünüz değil ne kadar iyi hissettiğinizdir... ‹yi hisseden ve hissettiren tüm Hillside Challenge ekibine tebrikler ve bir sonraki maceralar›nda başar›lar... Bizimle birlikte bu yolda yürüyen Puma, GNC ve Caribou Coffee’ye teşekkürler. Modern Gezginlerin Klasik Yoldaş›... MOLESKINE ® 72/73/74 ‹ki as›rdan fazlad›r Vincent van Gogh, Oscar Wilde, Pablo Picasso, Ernest Hemingway ve Bruce Chatwin gibi say›s›z artist ve düşünürün, fikirlerini, ilhamlar›n›, yarat›c› ruhlar›n› içlerine döktükleri o isimsiz siyah günlükler, kendi efsanesini yaratan o nadir objelerden biri. Güvenilir ve yararl› bir yol arkadaş› olan günlükler eskiden beridir bir gün meşhur resimler ve çok sevilen kitaplar haline gelecek paha biçilemez notlar›, hikâyeleri ve hayalleri sayfalar›nda sakl›yor. Kal›n kapakl›, iç taraf›nda cebi bulunan, s›kl›kla bir lastik ya da kordonla bağlanabilen defter ve günlükler 19. ve 20. yüzy›l Avrupas›’nda çok yayg›nd›. Ufak köşe baş› dükkânlar›nda, Frans›z kitap ciltçileri taraf›ndan yap›lan o zaman›n isimsiz Moleskine defterleri, Fransa başta olmak üzere, Avrupa’n›n önde gelen şehirlerinde k›rtasiyeleri dolduruyordu. Günümüzde bile pek çok sanat galerisi ve müzede görebileceğiniz gibi, k›sa zamanda bu defterler; d›şar›da çok zaman geçiren, sokaklardan, hayat›n doğal ak›ş›ndan ve anl›k duygular, manzaralar ve fikirlerden ilham alan dönemin avangart sanatç›lar› için vazgeçilmez oldular. Yaz›: Elmira Gürses Sayfalar› çizimler, paha biçilmez sat›rlar, an›lar ve düşüncelerle doldu. Bugün isimlerini herkesin bildiği Oscar Wilde, Pablo Picasso, Henri Matisse gibi büyük sanatç›lar ve yazarlar Moleskine’in sayfalar›na ruhlar›ndan parçalar işlediler, bir gün geride b›rakt›klar› bu minik yadigârlar›n tüm dünyaca bilinen sanat eserlerine dönüşeceğini bilmeden... 1980’li y›llara gelindiğinde neredeyse tamamen ortadan kaybolmuş bir hazine olan günlükler, Moleskine’in sade büyüsüne kendini kapt›rm›ş pek çoklar› taraf›ndan özlemle aran›yordu. Romanc› ve gezi yaz›lar›yla meşhur Bruce Chatwin, günlüklere ilk gördüğü anda âş›k olmuştu. O zamanlar ‘küçük siyah defterler’ olarak bilinen Moleskine günlüklerinin geriye kalan tek üreticisi olan Fransa’n›n Tours şehrindeki ufak aile şirketi, 1986 y›l›nda Moleskine sanat›n› bilen en son kişinin ölümüyle kapan›nca, yazar Bruce Chatwin, kitab› The Songlines’a şöyle yazd›, “Le vrai moleskine n'est plus” (Gerçek Moleskine art›k yok.) Avustralya’ya gitmeden önce bulabildiği tüm günlükleri sat›n alan Chatwin, Rue de I’Ancienne Comédie’deki eski küçük dükkan›n sahibine de ayn› sözleri üzüntüyle tekrarlad› ve ard›ndan, gelecekteki y›llarda kendisini meşhur edecek olan yaz›lar›, seyahatleri boyunca sayfalar›na döktüğü Moleskine günlükleri ile yola ç›kt›. 1997 y›l›na kadar ortadan kaybolan efsanevi günlükleri, Milanolu bir yay›mc› tekrar hayata döndürdü. Modo & Modo SpA ismindeki ufak şirket s›ra d›ş› bir geleneği sürdürme gayesiyle günlüklere Chatwin’in vaktinde yapt›ğ› gibi, Moleskine (Bir çeşit köstebek derisi) ismini verdi. Günlükleri ayn› Chatwin’in kitab› The Songlines’da anlat›ld›ğ› gibi yapmaya inan›lmaz bir özen gösteren yay›mc›, neredeyse unutulmuş bir efsaneyi tüm güzelliğiyle yeniden yaratt›. 1999 y›l›nda Modo & Modo SpA ‹talya’n›n d›ş›na, Amerika ve Avrupa’ya dağ›t›m yapmaya başlad›. 2004’e gelindiğinde Moleskine defterleri Japonya’ya kadar ulaşm›şt› ve o noktadan sonra tüm Asya’ya dağ›t›l›yordu. Belki de edebiyat ve kültürel mirasa olan yak›nl›ğ›ndan dolay›, Moleskine günlükleri en çok kitapç›larda ve tasar›m mağazalar›nda yer buldu. 2008 y›l›nda şirketin ismi art›k Modo & Modo SpA değil, Moleskine Srl olmuştu ve tescilli markay› üstünde taş›yan 200 y›ll›k günlükler, vaktinde ona kalplerini dökmüş tan›nm›ş, tan›nmam›ş tüm sanatç› ruhlu gezginlere gurur verircesine 53 ülkede ve 14.000 noktada sat›l›yordu. Yüzlerce gezginin ad›mlar›n› izleyerek Moleskine günlükleri zaman içinde yolculuklar›na devam etti ve en sonunda günümüzün yeni ve taş›nabilir teknolojisine vazgeçilmez bir yoldaş oldular. Hayat› hareket halindeyken yakalayan, saklayan, detaylar› kaydeden ve deneyim denen mucizenin eşsiz doğas›n› asla eskimeyen bir bireysellikle kâğ›da işleyen Moleskine, fikirleri ve duygular› bar›nd›ran bir pil haline geldi. Y›llar sonra aç›ld›ğ›nda bile tüm nostaljisi ve derinliğiyle bu enerjiyi serbest b›rakmaya haz›r zamans›z bir hazine... Moleskine markas› art›k hem gerçek dünyada hem de dijital dünyada kültür, gezi, hat›ra, hayal gücü ve kişisel kimlikle eş anlaml›. Marka y›llard›r gezginlerle özdeşleşmiş pek çok objeyi kaps›yor; notebooklar, günlükler, ajandalar, çantalar, yaz› yazma araçlar›, okuma aksesuarlar›... Taş›nabilir kimliğimizi temsil eden her şey. Gittiğimiz her yere bizimle gelen ve dünyan›n her yerinde bizi tan›mlayan objeler. Hayatlar›m›z›n yarat›c› ve hayalperest yönlerinin sad›k dostlar› görevi görüyorlar ve art›k tüm dünyada çağdaş gezginlerin bir sembolü olarak kabul ediliyorlar. Bruce Chatwin’in günlüklerin yok oluşuna duyduğu üzüntü ve kitab›na yazd›ğ› kelimeler, bilmeden onlar›n y›llar sonra yeniden doğmas›na olanak sağlad›. Ve bugün Moleskine ismi, Chatwin’in The Songlines’a yazd›ğ› kelimelere itiraz edercesine, yoldaşl›k ettiği her gezginin, yazar›n, maceraperestin ve fikir adam›n›n yan›nda, varl›ğ›n› defalarca kan›tl›yor. GOOD FOR MEN 76 YA⁄MURA HÜKMETMEK! PARFÜMÜNÜZÜ DE⁄iŞTiRiN! SiZ NEREYE, ÇANTANIZ ORAYA! Şemsiyeler sinir bozucu olabilir. Sağanak yağmur alt›nda bir kalabal›ğ›n içinde elinizde şemsiyeyle yürümek gerçekten tam bir savaşa dönüşebilir. Hele sert bir rüzgâr›n birdenbire şemsiyenizin içini d›ş›na çevirmesinden hiç bahsetmeyelim. Hafiften utand›ran bir an olmas›n›n yan› s›ra, sert ve erkeksi görünüşünüze pek de katk›s› olmaz. Ama k›ş›n gelmesiyle tarz›n›z için olmasa bile, sağl›ğ›n›z için en çok ihtiyaç duyacağ›n›z aksesuarlardan biri şemsiyeniz olacak. Uzun k›ş aylar›nda giydiğiniz kat kat giysilere rağmen kokunuz her daim imzan›z niteliğini taş›r. Bir odaya girdiğiniz anda, insan duyular›n›n en güçlülerinden olan koku alma duyusunu uyaran aftershave ve erkek parfümleri hem karş›n›zdaki insanlarda b›rakt›ğ›n›z izlenimi doğrudan etkiler hem de hissedilir bir özgüven ifade eder. Tatiller, iş gezileri, konferanslar, s›n›f toplant›lar›; neresi olursa olsun evden ç›karken yan›n›zda gard›robunuzun bir k›sm›n› da alman›z gerekir. Bir erkeğin seyahat çantas› hem pratik hem de stil sahibi bir seçimin sonucu olmal›d›r. Tüm ihtiyaçlar›n›za cevap verecek bir şey isterseniz ama gezi giysilerinize uymalar› da oldukça önemlidir. Bu özellikle s›k s›k iş gezilerine ç›kan ve seyahat çantas›n› yan›nda taş›yarak havaalan›ndan ç›kar ç›kmaz insanlarla tan›şan beyler için çok daha büyük önem taş›r. Büyük çanta her zaman en iyisi değildir. Farkl› geziler için farkl› tip çantalar gerekir. Aile gezisi çantan›z›n büyük bir hacme ve sağlam tekerleklere ihtiyac› vard›r ancak iş gezileriniz için seçeceğiniz bir çanta çok daha ince, kolayca tek omzunuzun üstüne atabileceğiniz hafiflikte ve tak›m elbisenizi katlamak zorunda kalmadan içine asabileceğiniz genişlikte olmal›d›r. Ve en önemlisi, tarz›n›z›n fark›nda olman›z ve giyiminizle aksesuarlar›n›z› kombine ederken bunu göz önüne almay› unutmaman›zd›r. Eğer baş›n›z›n üzerine kald›rd›ğ›n›z şemsiyenizle bile tarz sahibi görünmek istiyorsan›z ciddi, koyu renk ve sağlam ürünler seçtiğinizden emin olun. Siyah, lacivert, koyu füme rengi olan, ince ama sağlam malzemeden yap›lm›ş bir şemsiye hem rüzgarl› havalarda sizi utand›rmaz, hem de kullanmad›ğ›n›z zamanlarda çok ş›k bir baston görevi görür. Doğru seçimi yapt›ğ›n›z sürece yağmurlu ‹ngiltere’nin yeni evli prensi William kadar asil ve stil sahibi görünebilirsiniz. K›ş döneminde daha ağac›ms› ve misk gibi kokular tercih etmelisiniz. Meyveli ve taze, bahar ve yaz› hat›rlatan, denizi an›msatan kokulardan uzak durun. K›ş parfümleri daha ağ›rd›r. Bu sebeple parfümünüzü kullan›rken abartmaman›z çok önemlidir zira daha uzun dayan›rlar ve çok daha yoğundurlar. Bunları göz önüne alarak seçtiğiniz parfümler sizi herkesten ay›racak ve k›ş›n bile baş döndüren bir çekiciliğe sahip olman›z› sağlayacakt›r. 2 SCARLET ELB‹SE DIANE VON FURSTENBERG AYAKKABI MANOLO BLAHNIK YEN‹ YIL LEZZETLER‹ 80/81/82/83 Yeni y›lda haz›rlanan özenli sofralarda Hindi ile yap›lan yemekler menülerin vazgeçilmezi oldu adeta. Ana yemek Hindi olunca mezeler de ona uyumlu olarak yap›l›r hep. Halbuki Hindiye alternatif farkl› lezzetler de düşünülebilir. Bu y›l ördek yeni y›l sofralar›nda tercih edilebilecek bir lezzet. Özellikle confit (yağ›n içerisinde düşük ›s›da ağ›r ağ›r pişirme) yöntemi ile pişirilen ördek nemli ve yumuşak bir dokuda müthiş bir ana yemek oluyor. Yeni y›lda peynir-şarküteri ile donat›lan başlang›ç tabaklar›n›n yan› s›ra küçük, paylaş›lan tabaklar, s›cak-soğuk mezeler ve sonras›nda gösterişli bir ana yemek olmazsa olmaz. Sofrada mutlaka k›rm›z› meyveleri kullan›n. Çilek, frambuaz veya nar gibi meyveleri salata, meze veya tatl› tabaklar›na eklemeyi ihmal etmeyin. Krudite sebzeler ve kuruyemiş ise gece boyunca içkiye eşlik eden yeni y›l ikramlar› olarak düşünülmeli. Hazırlayan: Pelin Çakar / Lucca Fotoğraflar: Yasin Baran ÖRDEK CONF‹T Marinasyon içerikleri: Ördek But, 150 gr Ördek Yağ› (Duck Fat), 250 gr Deniz Tuzu, 1 Defne Yaprağ›, 4-5 Adet Tane Karabiber, 2-3 Dal Taze Kekik, 2 Diş Sarm›sak, 50 ml Teriyaki Sos Garnitürler: Patates Püresi, Haşlanm›ş Brokoli Yap›l›ş›: Ördeğin üzerini deniz tuzu ile kaplay›n, aroma verici diğer malzemeleri de ekleyip, 1 gece boyunca bekletin. Confit yapmadan önce ördeği marinasyondan ç›kar›p iyice tuzdan ar›nacak kadar y›kay›p, vakum paketine koyun. Vakum paketinin içerisine ördek yağ›, teriyaki sos, defne yaprağ›, tane karabiber ve kekik ekleyip vakumlay›n. ‘Sous vide’ pişirme yöntemi diğer ad›yla vakumlu pişirme yöntemi ile ördeği vakumlu, mühürlü ve tam ›s› kontrollü bir şekilde su banyosu içerisinde düşük ›s›da 82° C’de 8 saat ağ›r ağ›r pişirin. Nemli ve yumuşak dokuda aromalar ile zengileştirilmiş lezzetli bir ördek budu pişme işlemi bittikten sonra servis edeceğiniz zamana kadar buzdolab›nda saklayabilirsiniz. Servis s›ras›nda f›r›n› önceden ›s›t›p, ördek budu vakum paketinden ç›kar›n, f›r›n tepsisine koyarak, f›r›nda ›s›t›n. Patates püresi ve haşlanm›ş brokoli ile servis edin. Şarküteri tabağ›: Kuru Balkan Eti, Füme Çeşnili Et, Chorizo Picante Salam›, Cherry Domates, Kalamata Zeytin. Frambuazl› Baby Ispanak Salatas› Baby Ispanak, Taze Frambuaz, Danish Blue Peynir, Ceviz, Balzamik Sirke, S›zma Zeytinyağ. Yap›l›ş›: Baby ›spanaklar› balzamik sirke ve s›zma zeytinyağ› ile kar›şt›r›p, servis tabağ›na al›n. Üzerine taze frambuazlar, ceviz ve danish blur peynirini ekleyip servis edin. ART BLOG 30. SAO PAULO B‹ENAL‹ Bu say›da sizlere dünyadaki en köklü sanat etkinliklerinden biri ol 15. Aral›k’ta 105. yaş›n› kutlayacak olan Brezilyal› Mimar Oscar Nie Bu say›da sizlere dünyadaki en köklü sanat etkinliklerinden biri olan 30. Sao Paulo Bienali ve 15.Aral›kta 105. yaş›n› kutlayacak olan B Brezilya’n›n finans ve iş merkezi Sao Paulo; y›llard›r yap›lan bienali ve sanat etkinlikleri ile Latin Amerika ve bu bölgedeki sanat günd eserlerinde bu coğrafyan›n özelliğini, kimliğini taş›yan lokal sanatç›larla uluslararas› platformdaki sanatç›lar› çok dengeli bir şekilde size yeni bir şey görme ve keşfetme özgürlüğünü veriyor. 84/85/86 Bienal alan›nda yer alan Niemeyer’in binalar›ndan ikisi Niemeyer’in önemli yap›tlar›ndan baz›lar›; Copan Binas› (Sao Paulo), Brezilya Ulusal Kongre Binas›, Adalet Saray› (Brezilya), Madeira Kumarhanesi (Portekiz), Ulusal Penteon (Brezilya), Niteroi Güncel Sanat Müzesi (Rio), Oscar Niemeyer Uluslararas› Kültür Merkezi (‹spanya), ‹burapuera Oditoryumu (Sao Paulo), Le Havre Kültür Merkezi (Fransa)... Niemeyer dökme betonun estetik amaçlar için farkl› kullan›lmas›na öncülük etmiş. O dönemde heykelsi an›tsal binalar yap›l›r m› tart›şmas› yaratm›şt›r. Ödülleri aras›nda; Lenin Bar›ş Ödülü, Pritzker Mimarl›k Ödülü, Venedik Bienali Alt›n Aslan Ödülü, UNESCO Ödülü, Legion De'Honneur Madalyas›, ‹ngiltere Kraliyet Alt›n Madalyas› yer almakta. Yaz›: Çağla Cabaoğlu Fotoğraflar: Özlem Avcıoğlu & Çağla Cabaoğlu Niteroi Güncel Sanat Müzesi (Rio), Mimarı Oscar Niemeyer Eylül ay›nda düzenlenen bienalin bu seneki konusu; ''The Imminence of Poetics'' idi. Bienalin küratör ekibi; Luiz Perez-Oramas, Andre Severo, Tobi Maier, Isabella Villanueva’dan oluşuyordu. lan 30. Sao Paulo Bienali ve emeyer’den bahsedeceğim Brezilyal› Mimar Oscar Niemeyer’den bahsedeceğim. demini belirleyici özelliğe sahip. Bienal küratörleri y›llarca e bir araya getirmeye dikkat etmişler. Bienalde bu kimliğin etkisi Şehrin mimarisine imza atan mimar Oscar Niemeyer’in tasarlad›ğ› binalarda 30.000 m alana yay›lan bienal platformu şehir merkezindeki büyük ‹birapuera Park›’nda yer al›yor. Sao Paulo şehri dünyadaki en büyük “urban jungle”a (şehir orman›) sahip. Kürator Perez-Oramas’›n manifestosunda (bienal konusu aç›klay›c› alt başl›klar›nda); çoğulluk, tekerrür, daimi değişkenlik kavramlar› yer al›yordu. Küratör yine manifestosunu anlatt›ğ› bir röportaj›nda; sanatsal yöntemlerin dilinin, eyleme dönüşmesindeki kullan›lan araçlar› ''poetics'' olarak aç›kl›yor. Tüm bu sanat eseri olma sürecinde kullan›lan dilin, bekleneni ortaya koyma, birdenbire beklenmedik şekilde yapma, kaç›n›lmazl›kla gerçekleşme eylemi ile ilgili olmas›ndan söz ediyor. Bu ''poetics'' kavram›n›n, bienal içinde çeşitliliği ve çoğulluğu ve medyalar›n bir arada olabilmesini sağlad›ğ›na değiniyor. Bienal alan›ndan genel görsel, Mimar› Niemeyer Brezilya konu olduğunda Oscar Niemeyer'den bahsetmek gerekiyor çünkü 1930’larda Le Corbusier ve Niemeyer dünyada çok önemli binalar yaparak sosyolojik ve politik aç›dan çok önemli etkiler yaratm›şlard›r. Politik kimliği ile de Brezilya tarihinde sosyolojik ve kültürel anlamda rolü olan modernist bir mimard›r kendisi. Bienal genel görüntü Bienalin ana sergisinde dört temel konsept; Sağkal›m, Başkalaş›m, Y›ğ›l›m, Sesler idi. Sesler konsepti bienalde sanat›n performatif yönünü ortaya ç›karm›şt›, birçok sesli eser vard›. Diğer eserlerle köprü kurarak işitsel bir deneyim sunuyordu. Mekana girdiğinizde sizi karş›layan Alman sanatç› Katja Strunz'un ''Sound of Pregeometric-age'' isimli eseri, sesleriyle kaos yaratan bir orkestrayd›. Katja Strunz'un ''Sound of Pregeometric-age'' isimli eseri Bienalde 111 sanatç›n›n 3000 eseri yer al›yordu. Şemsiye enstelasyonlar›yla haf›zam›zda yer alan, Londra'da yaşayan Brezilyal› sanatç› Alexandre da Cunha. Brezilyal› sanatç› Alexandre da Cunha, obelisk1 isimli eseri Amerikal› sanatç› Alan Kaprow, Amerikal› sanatç› Robert Smithson ('Spiral Jetty' isimli landart projesi ile y›llarca süren, spiral şeklinde ada inşa ederek, uydu fotoğraflar›n› çekmişti), Türk sanatç› Ali Kazma'n›n alt› k›sa filminin eşzamanl› gösterildiği büyük video enstelasyonu, Kanadal› sanatç› Guy Maddin'in ana girişte çoklu ekranlarda gösterilen, Hollywood klasiklerini yorumlad›ğ› video enstalasyonu ve David Moreno'nun ''Silence'' isimli tarihsel portrelerin kitap sayfalar›ndan al›nan fotograflar› üzerine kağ›ttan borular koyarak megafonik etki yaratt›ğ› esprili duvar eseri bunlardan sadece baz›lar›yd›. Ayr›ca Latin Amerika'da yat›r›m değeri h›zla yükselen sanatç› Moreno’nun 10’un üzerinde büyük kağ›t eserinin sergilendiği büyük bir bölüm ona ayr›lm›şt›. David Moreno'nun ''Silence'' isimli eseri Bunlar Bienalin en önemli, dünya sanat tarihine geçmiş olan işleriydi bana göre... Bir sonraki say›da, çağdaş sanat dünyas›ndan yeni etkinlikler, yeni haberlerle buluşmak üzere... Nixon ve Colette’den Camo Saat Globe’dan Orman Kâşifi Kaykaylar Nixon, kendine ait popüler saat modellerinden Time Teller için Parisli tasar›mc› Colette ile bir araya geldi ve Time Teller Camo’yu yaratt›. Siyah metal içine gömülü siyah yüzü olan ve sadece 100 tane üretilen bu çok özel versiyon, pamuktan yap›lma NATO kamuflaj kay›şa sahip. Globe son zamanlarda cruiserboards diye bilinen sportif kaykay koleksiyonlar› ile bak›şlar› kendine çeviriyor. Markan›n son tasar›m› olan Orman Kâşifi serisi ise muhteşem Camo desenleriyle göz kamaşt›r›yor. Kayarken orman› ayaklar›n›n alt›na almak isteyen kaykay düşkünlerinin vazgeçilmezi olacak gibi. KAMUFLAJ Cüretkar ve kad›ns› ya da sert ve erkeksi. Kamuflaj nas›l kulland›ğ›na göre değişen, şaş›rt›c› ve de çok yönlü bir trend. Çarp›c› tasar›m›, karmakar›ş›k düzeni ve tüm sembolizmiyle Camo (kamuflaj) trendi sevdiğiniz ve kulland›ğ›n›z her şeyde. 2012 yaz›ndan başlayarak moda, teknoloji, mimari ve hatta g›da alanlar›n›n en büyük markalar›n›n en iddial› ürünlerinde kendini gösteren Camo trendi, k›şa gelindiğinde art›k akla gelebilecek her şeye uygulan›r hale geldi. ‹şte size birkaç örnek. AAPE, Pepsi’yi Moonface Camo ile Boyadı Bape x Modernica Ballpen Camo Sandalyesi Prada’dan Camo iPad K›l›f› A Bathing Ape (AAPE) Pepsi ile yeniden işbirliği yap›yor ve t-shirtler, şemsiyeler, her çeşit aksesuar ve Pepsi’ye özel tasarlanan özel Camo tenekelerinden oluşan yepyeni bir koleksiyonu piyasaya sürüyor. Tenekeler Moonface (ay yüzeyi) kamuflaj› desenlerine ve biri mavinin tonlar›, diğeri asker kamuflaj renklerinden olmak üzere iki ayr› tasar›ma sahip. Muhteşem bir işbirliği örneği olan A Bathing Ape ve Modernica markalar› tekrar bir araya geldi ve bildiğimiz en klasik baz› mobilyalara kendi tarzlar›n› işlediler. Bu iki isim bize arka k›sm›nda Bape Kamuflaj deseni olan bembeyaz Ballpen Camo Sandalyesini sunuyor. Tahta bacaklar›yla çok ş›k bir görüntü sergileyen sandalye üç renkte geliyor ve her biri sadece 100 adetle s›n›rl›! Modan›n dünya devlerinden Prada elbette kamuflaj trendinin karş› konulmaz dalgalar›ndan habersiz değil. ‹nek derisinden yap›lm›ş ve asker renklerinin en çarp›c› olanlar› ile tasarlanm›ş olan inan›lmaz çekici Camo Saffiano iPad k›l›f›, iPad’inizi ç›kart›rken bile kendinizi bir komando gibi hissetmenizi sağlayacak. Kış Aşkına K›ş›n keyfini sokaklarda ç›karmak isteyenler, sezonun en s›cak parçalar›yla ş›kl›ğ›n›z› tamamlayabilirsiniz. Soğuk havalar›n içinizi titrettiği bu aylarda, sizi s›cac›k tutacak birkaç önerimiz var. Haz›rlayan: Selin Sönmez Karl Donoghue Shearling and suede earmuffs 99 EUR www.netaporter.com Diemme Roccia vet leather-trimmed boots 229 EUR www.mrporter.com Woolrich Rabbit-trimmed trapper hat 110 EUR www.mrporter.com Karl Donoghue Shearling mittens 183.46 EUR www.netaporter.com Y›lbaş› Heyecan› Yepyeni bir seneye girerken, iyi dileklerinize eşlik edecek bir hediye ile y›lbaş› heyecan›n› canland›r›n. Büyük küçük fark etmez, hepimizin bir Noel Baba’ya ihtiyac› vard›r. Aqua Di Parma 2012 Holiday Set 260 TL www.saksfifthavenue.com Nespresso Pixie 130 GBP www.amara.co.uk Smythson Notebook 60 EUR www.colette.fr Diptyque 84 USD www.diptyqueparis.com Limited Edition - Nars Andy Warhol François Nars’›n en önemli ilham kaynağ› olan Andy Warhol, özel üretilen Nars Andy Warhol koleksiyonu ile karş›m›zda. Az ve s›n›rl› say›da üretilen bu Nars koleksiyonunun ikonik olmaya aday ürünlerini sizler için seçtik. www.narscosmetics.com Kiss Mini Larger Than Life® Lip Gloss Coffret 55 USD Soft Touch Shadow Pencil 24 USD Debbie Harry Eye And Cheek Palette 65 USD Walk On The Wild Side 39 USD ‹şte 68. say›m›z›n en beğenilen 3 ilan› // AUDI ŞENYILDIZ 2/3 // BOYNER 4/5 // MAXX ROYAL 6/7 // YAPI KRED‹ 8/9 // EMAAR 10/11 // TAV 12/13 // NEW BALANCE 15 // WINGS 16 // AUD‹ Q5 21 // HARTFORD 25 // BMW 27 // TUM‹ 33 // SAMSUNG TV 37 // ULUDA⁄ 43 // DHI 49 // TEB 53 // SAMSUNG CAMERA 55 // TEPE ‹NŞAAT 59 // BRITISH SIDE 61 // SEDVENTURE 71 // COCA COLA 75 // TWEEN 77 // FG 79 // AVIVA 103 // ULYSEE NARDIN 104 Bu say›daki en beğendiğiniz ilan› bize e-mail'le bildirmenizi rica ederiz. [email protected] 2012 yılında Hillsider Magazine’i seçen tüm markalara teşekkürlerimizle. Birlikte nice yıllara. AD‹DAS AKBANK - WINGS AMER‹KAN HAST. AUDI AUD‹ ŞENYILDIZ AV‹VA AYŞE RODOSLU BMW BOYNER BRITISH SIDE BRUNSWICK BILARDO CAUDELIE CITROEN COCA COLA DEN‹ZBANK DHI EFES PERON‹ EMAAR FEND‹ FG RADIO GIVENCY G‹LAN GOD‹VA HAAZ HARTFORD HSBC INFINITI ‹ŞBANKASI JET SET KAFKAS KANADA E⁄‹T‹M MERKEZ‹ KAYRA ŞARAP L‹MANGO MAXX ROYAL MERCEDES NEW BALANCE PANASONIC P‹PA PLAY SPORT PORSCHE SAMSUNG SEDVENTURE SETUR CRUISE SHOPIGO STONE TERROIR TAV TEB TEPE ‹NŞAAT TT MOTORS TUMI TURKCELL TWEEN TWIGY ULUDA⁄ ULYSEE NARDIN VOLKSWAGEN VOX BRASSERIE YAPI KRED‹ sum mary 69 If I were a Film in ‹stanbul… 22/23/24/26 Article: Berna Gençalp Photos: sadibey.com The Industrial Revolution coincided with the population shift to urban areas, the birth of the cinema and its spread-out as an urbanentertainment form in theaters, large or small. Therefore, it is only natural that films frequently dwell on the city, cit dwellers and those trying to survive in cities. Yet, there is a more special bond between certain film directors and cities. In any Wim Wenders or Woody Allen or Martin Scorsese film, one of the lead roles always belongs to the city regardless of the storyline or the protagonist. Some cities appear before the audience owing to their certain features. Paris is always the city of love, for instance. What about ‹stanbul then? Cover: ‹stanbul; Cinema: Wonderful! ‹stanbul makes an appearance in numerous films... Some just slightly touch the city, whereas some others practically absorb the town. I am not talking about a film packed with tourist-attracting scenes. Sometimes, a single moment suffices to convey the sense of a city. That moment can even come in a highly commercial film, or in a low-budget one. Let’s take Nuri Bilge Ceylan’s Distant (original title: Uzak) which is set in a snow-clad ‹stanbul that we do not get to see often in films. The silence and scenes of the snow are exquisite. During the rise of Arabesque music in Turkey, ‹stanbul is like a monster rural men seek to overcome, a castle they want to overtake. In Takva: A Man’s Fear of God (Takva), ‹stanbul is a Muslim city. In Pandora’s Box (Pandora’n›n Kutusu), ‹stanbul is a place that is desired to be left behind. In ‹stanbul Beneath My Wings (‹stanbul Kanatlar›m›n Alt›nda), ‹stanbul is a long gone fairy tale city that feels like it never existed. The city in the Magic Carpet Ride (Organize ‹şler) is a highly photogenic, huge city with the sweetest culprits in the world. The film is invaded by magnificent shots of ‹stanbul that contrasts with the naivety of the story told. ‹stanbul, the Bosphorus and the Rumelian Castle are organic parts of the film in Somersault in a Coffin (Tabutta Rövaşata). In The Turkish Bath (Hamam), Ferzan Özpetek depicts a steamy love city in ‹stanbul. According to me, The Men On the Bridge (Köprüdekiler) is another film that captures the spirit of the city. The director of ‹stanbul Tales (Anlat ‹stanbul) and My Aunt (Teyzem) among others, Ümit Ünal rates the 1963-film L’immortelle as one of the best that represents the spirit of the city. Written and directed by Alain Robbe-Grillet, a leading name in the movement known as the New Novel in France, the film’s cast included Sezer Sezin, Ulvi Uraz and Belk›s Mutlu. Lütfi Akad was the assistant director on this film. in many other foreign films, a gateway into the East, in other words, into the unknown and chaos. But thank God, there is Poirot. The Case of Bonds and non-Bonds It arouses different feelings to see ‹stanbul appear in foreign films. Perhaps it makes us feel more “beautiful” and less “lonely” about our city, our country... We are so sensitive that we can instantly exclaim “how dare he make us look like that!” or we can feel proud of our city that we neglect to enjoy the beauty of due to the hustle and bustle of everyday life. The part of Fatih Ak›n’s Head-On set in ‹stanbul is based on violence and compassion. The back streets of ‹stanbul are not safe for a lonely woman rambler at night. It remains unknown to me: are tourists attracted to ‹stanbul because of its appearance in major Hollywood productions or are film producers dragged to our city because ‹stanbul becomes a more and more popular tourist destination of its own accord? Yet, these two situations feed one another. The 1964-film Topkapi (Topkap›) is recalled as one that drew the attention of tourists to ‹stanbul. When it comes to Bond films, yes, ‹stanbul does appear in From Russia With Love, The World is not Enough and Skyfall... But no Bond film should be expected to try and capture the spirit of any city. Bond films do not and will not hesitate to use and reuse the clichés of cities. Almost the same approach to ‹stanbul can be seen in the Taken 2, The International and Tinker, Tailor, Soldier, Spy. The venues on the Historic Peninsula, Karaköy, the Grand Bazaar, the Spice (Egyptian) Bazaar that are used again and again as shooting locations in Bond films appear in these films as well. ‹stanbul exists in the Murder on the Orient Express, a 1974 film based on Agatha Christie’s novel by the same title, due to the plot. The city is, as it is Having quite a big fan base in Turkey, Jackie Chan shot the Accidental Spy in ‹stanbul in 2001. He, too, could not resist the temptation to beat up the bad guys in the Grand Bazaar. In the Iranian director Bahman Ghobadi’s Rhino Season starring Monica Belluci and Y›lmaz Erdoğan, ‹stanbul is a city that receives victims with open arms. It is filled with answers for those seeking it. But peace is something the city never offers. To warm the cockles of your heart, I would recommend Fatih Ak›n’s lovely 2005-film, Crossing the Bridge: The Sound of ‹stanbul, which made particularly foreign filmmakers turn their eyes and ears a bit more closely to ‹stanbul. Enjoy... Click to watch http://www.berlinale-talentcampus.de /campus/program/telelecture/560 Special thanks to Sadi Çilingir for his contributions. A true Neapolitan… New generation Italian… 28/29/30/31/32 Interview: Merve Erçuk Photos: Uğur Bektaş PiPa is where these concepts are introduced and offered to the ‹stanbulites. Having quickly become one of the first names recalled within the context of Italian cuisine, PiPa’s secret is lies in bringing Italian tastes to ‹stanbul in their true versions. You want to know how? With the hand-made Neapolitan wood-fired pizza oven built for the first time in Turkey by Neapolitan craftsmen... With organic produce imported from Italy... With their olive oil and buffalo mozzarella (cheese made from the milk of domestic water buffalo)... All are real Italians... Recently opened at Ataşehir Hillside–Trio after its original venue in Nişantaş› and having soon become a meeting point on the Asian side, PiPa’s menu is created by the Naples-born, award-winning chef Enzo Carbone and PiPa’s Executive Chef Marco Russo. We wanted to get to know Enzo and Marco, the “True Neapolitans” of PiPa. Merve Erçuk: You are preparing the menus of different restaurants in many cities across the world and function as their chefs. What brought you to ‹stanbul? Enzo Carbone: Back when I lived in the Far East, I met and became friends with Alp Talat Özkan, who was the manager of a hotel. He told me a little about the concept of PiPa and asked me if I would like to take part in the establishment. This is how I came to ‹stanbul. Marco Russo and I joined hands and created the menu for PiPa. PiPa Nişantaş› and PiPa Trio quickly took their place among the favorite venues of ‹stanbulites. You two created the menu for PiPa together. What were you inspired by? How would you describe the menu that you created? Marco Russo: First of all, if I, as a customer, go to an Italian restaurant to eat real Italian food, then I would like to try different tastes instead of a classic dish. When I am engaged in the menu development as a chef, those are my priority inspirations. Italian cuisine takes the lead among the most common and most liked cuisines in the world. What do you think is the reason for that? Marco Russo: Italian cuisine is a regionally renowned cuisine that changes as you move from the north to the south and presents variations in terms of ingredients. The quality of Italian cuisine comes first and foremost from the selection and use of the freshest, the best and locally available ingredients rather than cooking techniques. For centuries, Italian chefs and producers remained loyal to traditional Italian tastes; as a result, our local products and tastes gained worldwide recognition. For example, Mozzarella cheese, Porcini mushrooms and San Marzano toamtoes.... A certain esteemed chef put it very adeptly: the best ingredient + perfect cooking technique = exquisite taste. The kitchen has always been in your life after your childhood to this day. Could you share with us your story in the kitchen? Your training and achievements…. Enzo Carbone: It has been my greatest chance to have had the opportunity to work with many good chefs in and out of Italy since I was young. I have always worked hard, tried hard, because desire and commitment are the prerequisites of success. Each experience I had in Italy and abroad has been an adventure for my cookery and my vision. Quality, commitment and teamwork. Is there anything you regard essential for a kitchen? What would make cooking difficult for you if you did not have them? Marco Russo: I think that wonderful dishes can be prepared with passion, a bit of fantasy and good olive oil. Equipment is also crucial, of course, but a good chef should share his success with the team. I believe I am very lucky in that respect. What would you be if you had not become a chef? Enzo Carbone: This is a good question that I also asked myself many times. I don’t know, but I would definitely do something that would give everybody a reason to smile. What is your motto in life? Can you describe it in a few sentences? Marco Russo: We do not live to eat but we eat to live. So, waste nothing. Disco Forever! 34/35/36 Article: Evren Aş›k The 1970s were harsh, weird and dark times for the whole world… USA was restless with the Watergate scandal, bad memories of Vietnam and economic hardships. Eastern Europe was swarmed with Soviet tanks. The Middle East was in turmoil also back then and the world was hit hard by the oil crisis. Turkey was swamped with ideological conflicts, the Cyprus Operation and attempted coups. Our literature world was under the influence of Tutunamayanlar (The Disconnected) by Oğuz Atay, and our film industry of Y›lmaz Güney, director and actor. We were getting ready to be numbed by our single-channel black-and-white TVs. The generation of ’68 was wearied all over the world. The Hippies, backed by their Utopian culture, multiplied quickly and changed our clothes, our music and our perceptions. ...And the music world suffered one blow after the other. At the onset of the ‘70s, Brian Jones of the Rolling Stones died, immediately followed by Janis Joplin, Jimi Hendrix and Jim Morrison as if on cue. Having become a legend while still alive, The Beatles was disbanded. Only several years later, an era came to a definitive end when Elvis Presley was found dead on the bathroom floor, and three members of Lynyrd Skynyrd died in a plane crash in 1977. The disco culture was built amid such devastation and desperation, and upon “pleasure”. The legendary temple of this culture, Studio 54 opened its doors in such a mood. Despite this “sad” backdrop, disco was actually born as a reaction to the rock culture which had become the territory of “white” men. It was an escape from the sullen-faced world of Rock that was immersed in rage and testosterones. Disco started gaining its true identity when gays, transvestites, black and Latino people emerged from the back streets and conquered the nightclubs in New York. Rage was replaced by pleasure, the whites by the blacks, and the male dominance by an ambiguous gender... AND DANCING BEGAN with all its glory! Studio 54 on the dance floor! Steve Rubell and Ian Schrager opened Studio 54 in Manhattan, New York in 1977. Soon after, people began rushing to Manhattan, forming queues at the gate of this world promising freedom and pleasure. Celebrities including Andy Warhol, Michael Jackson, Cher, Blondie, Mick Jagger and Woody Allen were quickly gravitated toward the club and became frequenters. Hot models, fashion designers, and all marginal people from all walks of life with a style easily found themselves a place in Studio 54. Although big crowds waited in front of the club, there was a meticulous screening at the entrance, letting very few pass through the doors. The summer of disco becomes the bummer of disco... Studio 54 began attracting the attention of the police due to various stimulants and its growing fame. The club had to close down in 1981, four years after its inauguration. The summer of disco became the bummer of disco and the closure of Studio 54 caused sorrow. Slowly, disco totally lost its character as a subculture. Prosperous and opulent ‘80s that were quick to consume everything put this culture in the center, processing it. Disco became a mainstream trend of the era. Platform shoes, hippie dresses, long hair and whiskers, bell-bottoms and long skirts that replaced the minis... Disco was by then a fashion that engulfed everyone! Disco is transformed... From the second half of the 1980s, disco was transformed with the effect of totally new music technologies and electronic music trends. The rhythms got harsher as the pulses got quicker. New trends ranging from House to Trance gave birth to a new dance and club culture. The “Rave” culture in ‹stanbul in the ‘90s Converted from a car graveyard in Maslak by Ceylan Çapl› in the ‘90s, the club named 2019 was the highest manifestation of this culture in ‹stanbul. Culturally, 2019 was a highly successful replica of New York’s legendary Studio 54. The Club boldly brought differences together and created a “small-scale” revolution in Turkey with its music, identity and club-goers. Other Ceylan Çapl› clubs opened in Taksim under the names 19, 20 and 14 survived until early 2000s, giving ‹stanbul a highly innovative and daring nightlife. Where does this culture stand in the world now? The disco culture is still very much alive all over the world in the new variations of electronic music and new experiments. Attempts at connecting with the past introduce hope into our lives as did Madonna with her 2005 album, “Confessions on a Dance Floor”. In any case, who could say no to dancing the night away, free from all judgments and prohibitions? Top Travel Destinations 2013 38/39/40/41/42 Article & Photos: Özlem Avc›oğlu Cape Town Cape Town is a city that likes to surrender to the nature. Facing the ocean, the city rests against the Table Mountain that towers over the city like a guardian angel... The clouds forming over the mountain that looks just like a table herald not only the ever-changing weather but also the moods of the local people. Cape Town is the most beautiful, most cosmopolite and the cutest city in the Republic of South Africa, a country that has embraced the nature so deeply that they print animals on their banknotes. The beaches lying right on the edge of the city are ideal for all kinds of water sports; yet, Cape Town has much more to offer. Your must-see/must-do list must include taking the cable car to the summit of the Table Mountain to watch the sunset, driving down to the Cape of Good Hope, strolling along the Bo-Kaap region that houses the most colorful buildings in the city, and vineyard visits that will guarantee the tasting of the best wines in South Africa. Hong Kong Comprising the Hong Kong Island, Kowloon, Lantau Island and New Territories, Hong Kong is China’s financial gateway to the world. It is also the most cosmopolitan and the richest city in the country. Asia’s largest free market and harbor is full of activities to enjoy. Although it is extremely touristic, Victoria Peak is the place to go to grasp the city... It is a mesmerizing experience to see the islands that make up Kowloon and Hong Kong from up here. If you are interested in arts and antiques, then you must walk through the Hollywood Road regarded as Hong Kong’s SoHo from one end to the other. Galleries, antique shops, the city’s best cafés are scattered along this street and the surrounding roads, with small marketplaces dotting the alleys. Opened last year and occupying the floors from 102 to 108 of the tallest building in the Kowloon region, Ritz Carlton Hong Kong is dazzling not only for its location but also for its interior decoration. Dubrovnik Dubrovnik is Croatia’s key tourist attraction along the Adriatic coast. Besides the crystal clear sea that offers the rare chance to enjoy a dip even inside the city, Dubrovnik is a historic town. The Old Town situated in the city center dates back to the 7th Century. Having joined the Unesco list of World Heritage Sites in 1979, Dubrovnik Old Town gained its present look as a result of the work initiated by Unesco in 2005. Always lively with its narrow roads, coffee shops and stores in the alleys, the Old Town reaches the peak of its glamor at nights. A walk at night in this extremely well-illuminated area takes you to a night several centuries ago. Dubrovnik is like a toy town that will take no more than two days to thoroughly visit before moving on to the other cities in Croatia... Sao Paulo The hosts of 2014 World Cup and 2016 Olympic Games, Brazil and Rio de Janeiro have instantly become popular all over the world. However, Sao Paulo, the largest city in the southern hemisphere, outshines Rio as the world’s fourth biggest metropolis and Brazil’s industrial, commercial, financial and cultural hub. While Sao Paulo is a huge city, it features a scarce number of hotels catering for “good accommodation” needs. Leading these few venues are the city’s oldest luxury hotel, Emiliano, situated right over Oscar Freire, and Unique, located right on the edge of Ibirapuera Park. Having an unorthodox architectural design, Hotel Unique houses Skye Bar on the roof, a hip place for the Sao Paulo youth with its stunning view of the city. Fasano, on the other hand, is one of the most charming and the best hotels not only in the city but in the world. Erected in Paulista, the best part of Sao Paulo, the hotel’s bar Baretta is always crowded by the most beautiful people in the city. The famous Italian restaurant Fasano is considered one of the world’s best restaurants with its spatious, well-lit, elegant and sumptuous atmosphere and its menu. The legendary motorcycle turns 110 years old… Harley-Davidson 50/51/52 Article: Kenan Akoğlu During 2013, Harley-Davidson will glorify 110 years of classic motorcycles and good memories in dozens of cities all across the globe from its birthplace Milwaukee to Rome and many others. Every year is a big one when you are in the ruthless motorcycle business. But this year is even bigger for Harley-Davidson. America’s oldest motorcycle manufacturer, the brand will celebrate its 110th anniversary with a year-long international party. The race-fans are already overwhelmed by the seemingly endless rallies that have been going on since the kick-off on August 29th, while the special edition motorcycles manufactured exclusively for the 110th anniversary took thousands of riders’ breath away. The international anniversary celebrations started in Milwaukee as summer gave way to fall. The 110th birthday announcement of Harley-Davidson served as the kick-off of the annual Milwaukee Rally. Thousands of riders crowded the Harley Davidson Museum to watch the recently retired Willie Davidson start a 365-day clock that will be on display throughout the year. On October 1, 2013 that will mark the official end of the event, the museum in Milwaukee will host a massive birthday celebration. Before the incessant partying next summer carries the Harley-Davidson fans away, a series of international events will bring the Harley-Davidson culture out around the world. Starting in January 2013, special 110th Anniversary rallies will hit India, New Zealand, Australia, South Africa, China, Mexico and Brazil. But the highlight of the year looks to be the Rome Rally next June. After visiting many cities, the bikers in their leather outfits will mix with the Cardinals in their immaculately pressed red vestments in the Vatican City. Awaited with great excitement is the blessing of a bike drawn from a lot of 1400 by Pope Benedict himself, as well as motor shows, test drives, motorcycle exhibitions, concerts and the seemingly endless parade of motorcycles. 2013 Spring / Summer Fashion Trends 62/63/64/65 Article: Zeynep Tosun Fashion is built upon trends; however, you must never lose your personal style. What defines you is not a strict adherence to the trends every season, but it is carrying the trends you like with a good styling and in your own style. Every piece you wear is actually a part of your identity, a hint about your personality. In the 2013 season, we will be seeing shaped, tough women that highlight the strong woman image, which are always included in my collections as well, instead of naive and undefined forms. In general terms: A Whiff of Far East: Quite on the forefront especially at Prada, the trend has been shared by a lot of brands. Among other brands, Haider Ackermann and Pucci exhibited their collections with a whiff of the Far East. Sharp forms and the Far Eastern style penetrated even Alber Elbaz’s (Lanvin) designs who typically uses much more romantic forms. Frills: Frill is actually the signature of Lanvin, but this season we have seen many different renderings of frills. Every designer interpreted this trend uniquely, bringing about new forms. Balenciaga had frills that reflected the edgy style, while Givenchy presented them in a more romantic fashion. ‘ 60s style: Although I am not a big fan, Edie Sedgwick and the ‘60s fashion are making a comeback, led by Marc Jacobs. We see that quite frequently particularly in fashion shoots. Black & White: Black and white are two colors that are in the limelight every season. But this season they are used in combination, creating an intense contrast. Alexander Wang is the name who used it the most. See-through: We see different forms of plays with see-through fabrics every season. Rag&Bone and Dion Lee, in particular, very efficiently handled this concept this season. Casual: Casual wear as we have seen in Prabal Gurung will be very trendy in the spring/summer 2013 season. Patterns: Moving ahead with a new design team, Roberto Cavalli introduced striking, lovely patterns especially in the Resort collection. How Long Can You Walk along the Path You Believe in? The Lycian Way: the Story of a “Hillsider Challenge” 66/67/68/69/70 Article: Galia Hasid Photos: Şenol Altun “Hillsider Challenge”: extraordinary stories of ordinary people began three years ago with the ascent of Mount Ararat and went on with rowing from the Bosphorus to Bozcaada. How would this story unfold? It all started eight months ago with a dream. The target was set: Walking the whole 509 kilometers of the historical Lycian Way, designated as one of the top 10 long-distance trekking routes in the world... For this trip that extended from Antalya to Fethiye, the Hillsider Challenge team would be sent off from Hillside Su and greeted at Hillside Beach Club. The whole team launched into a hard training process. Training schedules, announcements and outdoor trekking routes were developed. The Hillsider Challenge was looking for its real heroes: members who were not professional athletes, individuals who had never run or even walked long distance before. Meetings were held at Hillside Etiler, Trio and ‹stinye addressing the member bodies of the three clubs and detailing the Hillsider Challenge experience. This resulted in an even higher interest in walking the Lycian Way. This is how Dilek from the Challenge team described the moment of her decision: “I was even more motivated after the first meeting because the process involved training sessions and events open to participation by everyone. The real purpose was to experience this challenge by creating a team spirit, rather than competing.” The preliminary preparations started as early as in April for this heavenly trip. The program included special trainings on Bosu® suitable for hiking, and running on treadmills carrying rucksacks at the club facilities, as well as outdoor practices along trekking routes comparable to the Lycian Way on weekends. At the end of the first phase, it was time for screening: the ascent of Aydos, the highest summit in ‹stanbul. Following the screening that identified the successful individuals in this ascent, 30 Hillsiders who would walk the Lycian Way started phase two of preparations. In the background, there was an immaculate preparation period going on regarding every detail of the Lycian trip. Send-off from Hillside Su, Yörük tents that the nights would be spent in, special Challenge outfits, entertaining activities for each night, special menus, and the greeting at Hillside Beach Club... At the end of the long and laborious preparations came the big day... The team set on the road on October 19th. One of the challengers who covered 509 kilometers, at times under the sun and at times under the rain along the various tracks that mingle nature and history along the Lycian Way regarded among the top 10 trekking routes in the world, Özge talked about this experience that lasted from October 20 to October 29: “Rumi has a saying: “Success is a journey, not a destination. Happiness is to be found along the way and not at the end of the road, for then the journey is over and it's too late. The time for happiness is today not tomorrow.” I think that the Lycian Way is something like that. From day one, the whole team got together for a challenging purpose. Sometimes we were hard pressed and sometimes we had fun while working to achieve this purpose. We demonstrated that we were a team that had fun and got happy together, that we were motivated and overcame hardships as a group.” Here is the point arrived at the end of the road: it is not about how long you have travelled, but how good you felt... Congratulations to the entire Hillside Challenge team that feels good and makes others feel good. Good luck for the next adventure... Our thanks to Puma, GNC and Caribou Coffee that walked along this path with us. Moleskine® The Classic Companion of Modern Travelers 72/73/74 Article: Elmira Gürses The nameless black diaries that held the ideas, inspirations and creative spirits of numerous artists and thinkers including Vincent van Gogh, Oscar Wilde, Pablo Picasso, Ernest Hemingway and Bruce Chatwin for more than two hundred years... One of those rare objects that created its own legend... Notebooks and diaries bound in coated paper cardboard, having a pocket inside the cover and frequently an elastic band to keep the notebook closed were very common in Europe in the 19th and 20th Centuries. Made by French bookbinders in small corner shops, the then-unnamed Moleskine notebooks filled the stationery stores especially in France, as well as in the notable cities of Europe. As we can still see in many art galleries and museums today, these notebooks soon became indispensable to the avant-garde artists of the time, who enjoyed spending time outdoors, were inspired by the streets, the natural course of life, and extemporary emotions, scenes, and ideas. The pages captured invaluable sketches, notes, memoirs and ideas. Novelist and famous for his travel writings, Bruce Chatwin had instantly fallen in love with the diaries. The small family-run firm in Tours, France, the sole remaining producer of Moleskine diaries known as “little black books” back then, had closed down in 1986 after the passing of the last person who was privy to the art of Moleskine. This is how Chatwin put this in his book The Songlines: “Le vrai moleskine n'est plus” (The real Moleskine is no more.) Bruce Chatwin bought all the diaries he could find before leaving for Australia; het set out with his Moleskine diaries on the pages of which he put down his writings that brought him his future fame during his trips. The legendary diaries that disappeared until 1997 were revived by a Milanese publisher. Aiming to maintain an extraordinary tradition, the small Modo & Modo SpA company named the diaries Moleskine (the skin of a kind of mole) following Chatwin. Paying utmost care to replicate the diaries as described in Chatwin’s book, The Songlines, the publisher recreated a nearly forgotten legend in all its beauty. In 1999, Modo & Modo SpA extended its distribution beyond Italy, penetrating the USA and Europe. Come 2004, Moleskine notebooks had reached Japan, and were distributed to the whole Asia from this country. Perhaps due to its close connection with literary and cultural heritage, Moleskine diaries were mostly embraced by bookstores and design shops. In 2008, the name of the company was no longer Modo & Modo SpA, but Moleskine Srl and the 200-year old diaries with the registered trademark were being sold at 14,000 points across 53 cities, priding each and every artistic traveler, famed or not, who had once poured their hearts out on its pages. Today, the Moleskine brand is synonymous with culture, travelling, memoirs, imagination and personal identity both in the real and digital worlds. The brand encompasses many objects associated with the travelers: notebooks, diaries, journals, bags, writing instruments, and reading accessories... Anything that represents our mobile identity... Objects that we can carry along anywhere we go and that define us in any part of the world. They serve as the loyal friends of the creative and fantastic aspects of our lives and are now recognized globally as a symbol of the contemporary nomad. Art Blog - 30th Sao Paulo Biennial 84/85/86 Article: Çağla Cabaoğlu Photos: Özlem Avc›oğlu & Çağla Cabaoğlu Brazil’s financial and commercial hub, Sao Paulo sets the artistic agenda in Latin America and in this region with its longstanding biennial and artistic events. Customarily, the biennial’s curators are very careful to maintain a balance between local artists who represent the characteristics and identity of this geography in their works with international artists. Located in the huge ‹birapuera Park in downtown, the biennial’s platform extends over a space of 30,000 sqm in buildings designed by Oscar Niemeyer, the architect behind the city’s landmarks. Sao Paulo boasts the largest “urban jungle” in the world. When talking about Brazil, Oscar Niemeyer must be mentioned. In the 1930s, Le Corbusier and Niemeyer designed some major buildings across the world, creating crucial sociological and political influences. Niemeyer is a modernist architect that plays a role also in Brazil’s sociology and culture with his political identity. Held in September, this year’s biennial was themed ''The Imminence of Poetics''. The team of curators for the event consisted of Luiz PerezOramas, Andre Severo, Tobi Maier, and Isabella Villanueva. Chief curator Perez-Oramas’s manifest (the subtitles describing the biennial’s theme) underlined the multiplicity, recurrence and permanent mutability concepts. The biennial showcased 3000 works by 111 artists. The Brazilian-born, London-based artist Alexandre da Cunha who is recalled for his umbrella installations, American artist Alan Kaprow, American Robert Smithson, who had built a coil-shaped island and taken its aerial photos in his years-long landart project titled the 'Spiral Jetty', Turkish artist Ali Kazma's big video installation simultaneously showing six short films by the artist, Canadian Guy Maddin's multi-screen video projection of archival Hollywood footage set at the main entrance, and David Moreno’s “Silence”, a humoristic wall-art whereby the artist creates a megaphonic impact by installing paper horns on the textbook pictures of historical characters are just to name but a few. To me, those were the most eminent works featured in the biennial that made themselves a place in the world art history... I will be bringing you new events and news from the contemporary art scene in the next edition...