Untitled - Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi

Transkript

Untitled - Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi
SUNUŞ
Değerli meslektaşlar…
ŞUBE YÖNETİM KURULU
Şube bültenimizin 7. sayısıyla tekrar sizlerleyiz.
Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi 10. Dönem
Yönetim Kurulu olarak dönem çalışmalarının birlikte gerçekleştirilmesiyle başarıya ulaşılacağını
önceki dönemlerde birlikte üreterek ve eyleme
geçirerek birbirimizden öğrendik. Bu dönem çalışmaları, önceki dönemleri de kapsayan ve üyeleri-
BAŞKAN
BAŞKAN YRD.
SEKRETER ÜYE
SAYMAN ÜYE
ÜYE
ÜYE
ÜYE
NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU
ELİF GÜVEN
YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU
MERTHAN ANIK
F.DEMET AYKAL
ZEKİ TAPANCI
HAMDULLAH KAYA
DENETLEME KURULU
UZLAŞTIRMA KURULU
MEHMET ÖZEL
LEYLA ECER
VEYSEL ŞENER
ZÜLKÜF GÜNELİ
NESLİHAN ÖZKAN ALTUNKALEM
OKTAY YÜZKAN
mizin katkı ve önerileriyle de gelişen uzun erimli bir
çalışma aksının iki yılını kapsayacaktır.
Bu çalışma programı kapsamında, programın
hayata geçirilmesinde, üyelerimizin kendi zenginliklerini ve birikimlerini mimarlık ortamının gelişmesinde bir kaynak olarak paylaşacaklarına ve
MERKEZ DELEGELERİ
FETULLAH DUYAN
NİHAT ÇEN
METİN ASLAN
BAHAR ACAR
DENİZ BORA TARATAŞ
İLHAN KARAŞ
AHMET CENGİZ
HAMDULLAH KAYA
KAMURAN SAMİ
GELAVUJ AKKOÇ
HAYRETTİN CAYMAZ
MEHMET CEBE
ŞEFİKA ERGİN
EMİNE EKİNCİ DAĞTEKİN
birlikte etkin çalışmalar yürütüleceğine inanıyoruz.
BATMAN TEMSİLCİLİĞİ YÖNETİM KURULU
Oda çalışmaları içerisinde mutlaka sizinde bizimçalışmaları başlatabileceğimize inanarak; Tüm
BAŞKAN
SEKRETER ÜYE
SAYMAN ÜYE
ÜYE
ÜYE
üyelerimizi her gün çoğalan, büyüyen, etkinleşen
İLETİŞİM BİLGİLERİ
Mimarlar Odası üyeleri olarak ortak akıl çerçeve-
Meydan Mah. Atatürk Bulvarı Petrol İşhanı Kat: 8
No: 7/20 BATMAN
Tel: 0 488 213 36 37 Faks: 0488 213 90 86
le paylaşacağınız önerilerinizi ve yürüteceğiniz bu
sinde hep birlikte üretmeye, katılım ve katkı koy-
MEHMET EKİNCİ
CİHAN AYIL
HÜSEYİN OĞUZCAN
AYŞEGÜL ERÇİN
ÖZLEM GÜMÜŞ
maya davet ediyoruz.
MARDİN TEMSİLCİLİĞİ YÖNETİM KURULU
Saygılarımla
TMMOB Mimarlar Odası
Diyarbakır Şube Başkanı
Necati PİRİNCÇİOĞLU
BAŞKAN
SEKRETER ÜYE
SAYMAN ÜYE
ÜYE
ÜYE
FETHULLAH DUYAN
TEVFİK ÜLKER
ABBAS BAHADUR
MEHMET ATA İLETMİŞ
MEDYA AYDIN
İLETİŞİM BİLGİLERİ
Ravza Cad. Yaykent Sitesi D Blok No: 1 Yenişehir/MARDİN
Tel: 0482 213 26 02 Faks: 0482 213 26 02
e-posta:[email protected]
TMMOB MİMARLAR ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ
ŞIRNAK ODA TEMSİLCİSİ
ODA TEMSİLCİSİ
SERHAT ÖZALP
İLETİŞİM BİLGİLERİ
Kale Mah. Belediye Cad. Özalp Pasajı No: 41
ŞIRNAK Gsm: 0542 760 48 37
1
İÇİNDEKİLER
Yayınlayan
TMMOB Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi
Sahibi
Necati Pirinçcioğlu
Sorumlu Yayın Müdürü
Yavuz Ziya Zeytinoğlu
7
Yayın Koordinatörü
F.Demet Aykal
Yayın Ekibi
F.Demet Aykal
Merthan Anık
Yavuz Ziya Zeytinoğlu
Aysel Yılmaz
D.Türkan Kejanlı
Önder Tetik
Bahar Acar
Gülbahar Özaydoğdu
Abdullah Altuntaş
Nihat Çen
16
TMMOB MİMARLAR ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ
Ekinciler Cad. Kalender Plaza Kat: 6 No: 10
Ofis / DİYARBAKIR
Tel : 0412 223 25 42 - 223 36 57
Faks: 0412 223 25 42 - 223 36 57
[email protected]
Grafik Tasarım - Baskı
ARC Ajans 0412 229 20 94
Kooperatifler Mah. Yeni Sk. Dilek Apt. No: 2/6
Ofis / DİYARBAKIR
44
Bültenimizdeki makale ve röportajlarda geçen
görüş ve eleştiriler beyanı veren kişilere ve yazarlara aittir.
Üç ayda bir yayınlanır, ücretsiz dağıtılır.
1000 adet basılmıştır.
62
2
57
Fotoğraf Merthan ANIK
4- Odadan Haberler
44- Mimar Sinan ve Diyarbakır
Pınar GÜRHAN - Sanat Tarihçi
16- Mardin’de Alt Yapı Çalışmaları ve Tarihi Doku
Fethullah DUYAN-Yüksek Mimar
57- Organik Mimari
Mehmet Emin AKKAŞ - Mimar
21- TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar,
Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı
28- Kadın, Mimarlık ve Konut
Yrd. Doç. Dr. F.Demet AYKAL
62- “Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun Tasarısı”
Değerlendirme Raporu 1
TMMOB Mimarlar Odası
34- Kadın ve Mimarlık
Prof. Dr. Neslihan TÜRKÜN DOSTOĞLU
69- Mimo Genç
3
Odadan Haberler
ŞUBE X. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU
4 - 5 Şubat 2012 tarihlerinde şube X. Dönem Olağan Genel Kurulu yapıldı.
ŞUBE YÖNETİM KURULU
NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU
BAŞKAN
ELİF GÜVEN
BAŞKAN YRD.
YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU
SEKRETER ÜYE
MERTHAN ANIK
SAYMAN ÜYE
F.DEMET AYKAL
ÜYE
ZEKİ TAPANCI
ÜYE
HAMDULLAH KAYA
ÜYE
4
X. DÖNEM ŞUBE DANIŞMA KURULU TOPLANTISI
3 Mart 2012 tarihinde şube toplantı salonunda X. Dönem Şube Danışma Kurulu toplantısı yapıldı.
Yapılan toplantıda çalışma komisyonları kuruldu.
BASIN YAYIN KOMİSYONU
FATMA DEMET AYKAL
MERTHAN ANIK
AYSEL YILMAZ
DEVRİM TÜRKAN KEJANLI
NİHAT ÇEN
BAHAR ACAR
ABDULLAH ALTUNTAŞ
ÖNDER TETİK
GÜLBAHAR ÖZAYDOĞDU
YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU
HAMDULLAH KAYA
SÜREKLİ MESLEKİ GELİŞİM (SMGM) KOMİSYONU
ABDULBARİ KARHAN
ARİF İPEK
MERYEM DOĞAN
NİHAT ÇEN
ÇİĞDEM ALDAN
MUHİTTİN ORUÇ
ABDULĞAFUR YILMAZ
NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU
ZEKİ TAPANCI
SERBEST ÇALIŞANLAR (TUS) KOMİSYONU
ABDULLAH ALTUNTAŞ
VEYSEL ŞENER
ELİF GÜVEN
ABDULĞAFUR YILMAZ
ERCAN GÜZEL
AHMET FEYZULLAH ŞATIR
FETTAH ŞEKER
MEHMET CAN ÇİMEN
MEHMET CEBE
NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU
MERTHAN ANIK
SOSYAL ETKİNLİKLER KOMİSYONU
MERTHAN ANIK
GELAVUJ AKKOÇ
ALİ AKYÜZ
MEHMET TANAMAN
FESİH BARUT
GÜLİN OĞUZ
YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU
HAMDULLAH KAYA
5
BİLİMSEL ETKİNLİKLER KOMİSYONU
GÜLBAHAR ÖZAYDOĞDU
AYSEL YILMAZ
DEVRİM TÜRKAN KEJANLI
GÜLİN OĞUZ
SERDAL ASLAN
GÜLÇİN AYDIN
FATMA DEMET AYKAL
MUHİTTİN ORUÇ
NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU
ÜCRETLİ ÇALIŞANLAR KOMİSYONU
NİHAT ÇEN
MEHMET TANAMAN
GÜLÇİN AYDIN
BAHAR ACAR
ADULE HASRET ÖZKORKMAZ
YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU
HAMDULLAH KAYA
KENT İZLEME KOMİSYONU
GÜLÇİN AYDIN
SERDAL ASLAN
FESİH BARUT
ABDULĞAFUR YILMAZ
NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU
TARİHİ DOKUYU İZLEME KOMİSYONU
GÜLİN OĞUZ
VEYSEL ŞENER
DEVRİM TÜRKAN KEJANLI
AYSEL YILMAZ
GÜLBAHAR ÖZAYDOĞDU
BAHAR ACAR
EMİNE EKİNCİ DAĞTEKİN
MUHİTTİN ORUÇ
NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU
MERAL HALİFEOĞLU
NESLİHAN DALKILIÇ
ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRME (ÇED) KOMİSYONU
AYSEL YILMAZ
SERDAL ASLAN
ARİF İPEK
MERTHAN ANIK
YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU
HAMDULLAH KAYA
KADIN KOMİSYONU
ELİF GÜVEN
GELAVUJ AKKOÇ
NESLİHAN ÖZKAN ALTUNKALEM
GÜLÇİN AYDIN
SEMRA HİLLEZ
YAPI DENETİM KOMİSYONU
SERDAL ASLAN
SEYİT HAN ŞİMŞEK
MAHMUT ŞANLI
HAMDULLAH KAYA
6
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
11 Mart 2012 tarihinde TMMOB’li kadınlar kahvaltıda buluşup ardından 8 Mart anısına Barış Ormanı’na
fidan dikti.
MİMARLIK ÖĞRENCİLERİYLE TANIŞMA KOKTEYLİ
13 Mart 2012 tarihinde Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mardin Artuklu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü öğrencileri ve fakülte öğretim elemanlarıyla bir araya geldik.
7
TMMOB DEMOKRASİ KURULTAYI
17 – 18 Mart 2012 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen TMMOB Demokrasi Kurultayı’na şubemizden
katılım sağlandı.
MARDİN TEMSİLCİLİĞİMİZLE BASIN AÇIKLAMASI
30 Mart 2012 tarihinde şubemize bağlı Mardin ili temsilciliğinde Mardin’de yapılan alt yapı çalışmaları ve
tarihi doku üzerindeki olumsuz etkileri konulu basın açıklaması yapıldı.
8
TMMOB MİMARLAR ODASI GENEL KURULU
13 – 14 – 15 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen TMMOB Mimarlar Odası genel kuruluna
şubemiz yönetim kurulu üyeleri ile delegeler katıldı.
MİMARLIK ÖĞRENCİLERİYLE VAN’DA FOTOĞRAF ATÖLYESİ
Van’da yaşanan deprem mağduru çocuklar için fotoğraf atölyesi kuruldu. Yönetim Kurulu üyemiz
Merthan Anık’ın danışman olarak katıldığı “Çocukların Gözleri ile Bakmak ve Anlamak” isimli fotoğraf atölyesi Nisan ayı boyunca devam edecek. Atölye sonunda çıkacak ürünlerin Mayıs ayı içinde sergilenmesi
düşünülüyor.
Van’da yaşanan iki büyük deprem sonrası Van Belediyesi yurttaşlara daha hızlı ulaşımı sağlamak amacıyla 6 bölge oluşturmuş ve bu bölgelerde çadırlar kurmuştur. Bu çadırlar sosyal etkinliklerinde yapılacağı
tarzda düzenlenmiştir. Her bölgede çocuklara ait özel çadırlar oluşturulmuştur.
Çocukların sosyal çalışmalarla desteklenmesi yaşanan travmaların aşılması için önem kazanmaktadır.
Proje kapsamında ilk etapta 4 bölgede 10 kişilik fotoğraf atölyesi açılacaktır. Atölyelerde 9-16 yaş arası çocuklar ile çalışmalar yürütülecektir. Bu çalışmada toplam 40 çocuk ile çalışma yapılacaktır. Proje,
çocuklar için hazırlanmış atölye programı çerçevesinde teknik eğitim, çekim planları ve çekimler olmak
üzere 3 aşamalı yürütülecektir. Yapılacak atölye çalışmalarında elde edilen fotoğraflar destek veren kurum
ve kuruluşlarla işbirliği yapılarak sergilenecektir.
9
ULUSLARARASI DİYARBAKIR SURLARI SEMPOZYUMU ve ÇALIŞTAYI
19 - 20 Nisan 2012 de Uluslararası Diyarbakır Surları Sempozyumu ve Çalıştayı yapıldı.
Sempozyumda surların tarihi önemi, koruma ve işlevlendirme önerileri tartışıldı. Sempozyum sonunda
yapılan çalıştaya şubemiz adına Yrd. Doç. Dr. F.Demet Aykal katıldı. Prof. Dr. Metin SÖZEN başkanlığında
gerçekleşen çalıştaydaki aşağıda sonuçlar elde edildi.
* Tarihi okumak için Süryani kaynaklarına bakılmalı.
* İçkale’deki Amida höyüğü kazılmalı.
* Evli beden derhal onarılmalı.
* Kitabeler onarılmalı, kalker sorunlu imitasyon olabilir mi ? tartışılmalı.
* Uzay fotoğraflama yöntemiyle dikkate alınmayan bölgelerde çalışma yapılabilir mi? tartışılmalı.
* Sunumlarda konu edilen Yeşil ve kırmızı iki kent konusu detaylanmalı.
* Deneme kazıları yapılmalı.
* İçkale onursal bir alan olmalı.
* Dicle ve Surlar vurgulanmalı değerlendirilmeli.
* Tüm burçların envanteri çıkarılabilir. Teknik bilgiyle, fotoğraf arşiviyle birlikte mimari farklılıklar değerlendirilmeli.
Böylece rehber oluşturulabilir. Bunun için yöntem çıkarılmalı ve uygulanmalı. Buna bağlı işlevlendirme durumu
değerlendirilmelidir.
* Kitabelerin açılımlarını yapılmalı.
10
* Topoğrafya bu anlamda oldukça önemli. Jeolojik yapı kronolojisi çıkarılmalı.
* Projeler yapılırken yeterli ön araştırma yapılmalı ve bir laboratuar açılmalı.
* Taş ustalarının yetiştirilmesi gerekli.
* Surların etrafındaki sosyal yapı araştırılmalı.
* Keçi burcundan Saray Kapı’ya kadar olan bölüm belediye tarafından çalışılıyor. Devamı gelmeli.
* Dicle vadisi projesi tekrar ele alınmalı.
* Kapılar fiziksel konumundaki şaşırtma önemli.
* Su kemerleri ile dış surlar arasındaki ilişki incelenmeli. Su kente nasıl giriyor? Surlar su kemerlerine engel mi?
Su kantaraları araştırılmalı.
* Kültür politikaları Anadolu’ya uyarlı olmalı.
* Kültür politikaları yerelle ve hakla kurgulanmalı.
* Burçlar uydu müze olarak kullanılabilir. Sosyal merkezlere dönüşebilir.
* Dil ve düşünce anlamlı yöntemlerle birleştirilmeli.
* Restorasyon çalışmaları özgün olmalı.
* Doğal risklere karşı önlem alınmalı.
* Evli beden burcu öncelikle ele alınmalı.
* Tampon bölge konusuna değinildi. Yeşil karakterin korunması gerekli.
* Yapılan tüm projelerde koordinasyon sorunu çözümlenmeli.
* Icomos etki değerlendirmesi ele alınmalı.
* Sorunlar, stratejiler ve eylemler yönetim organizasyonunu tanımlar.
* Üstün evrensel değerler ortaya çıkarılmalı.
* Özgünlüğü ortaya çıkarılmalı.
11
1 MAYIS’ta ALANLARDAYDIK.
TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu olarak Emek Mücadele Dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta
İstasyon Meydanındaydık...
İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİNİ DÜZENLEYEN KURUMLAR ARASINDAYDIK
T.M.M.O.B İl Koordinasyon Kurulununda düzenleyici kurumlar arasında yer aldığı İşçi Filmleri Festivali 1-7
Mayıs tarihlerinde yapıldı.
Çocuklar devletin cezaevlerinde şiddetin bin türlüsüne maruz kalırken;
Kürt halkı tutuklamalarla, zorla teslim alınmaya çalışılırken;
İşçi Filmleri Festivali yaşananlara
sessiz kalmayacağını ilan ediyor.
Festival bu yılki temasını da iktidar
tarafından hak ve özgürlüklere yönelik saldırılar karşısında “özgürlük”
olarak belirledi.
ÖZGÜRLÜK EMEK İSTER...
12
XIII. Ulusal Mimarlık Sergisi 3-9 Aralık 2012 tarihlerinde Diyarbakır’da sergilenecek.
Mimarlar Odası’nın her iki yılda bir düzenlediği Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin bu yıl XIII. dönemi gerçekleştirildi. Ödül programında en yüksek
katılımın gerçekleştiği 2012 döneminin Seçici Kurulu 241 eserin / 342 pano ile katılımını değerlendirdi.
Ziya Tanalı başkanlığında, Ercan Ağırbaş, Zeynep
Ahunbay, Alişan Çırakoğlu ve C. Abdi Güzer’den
oluşan Seçici Kurul, “Mimar Sinan Büyük Ödülü”,
“Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülleri” ve “Anma
Programı” için ödüle değer görülen isimler ile Yapı
ve Proje dallarındaki ödül adaylarını belirledi ve kamuoyuna önceden duyurdu. Ödüller ise, 13 Nisan
akşamı, Ankara’da ODTÜ KKM’de yapılan törende
açıklandı ve sahiplerini buldu.
Mimar Sinan Büyük Ödülü
Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü
Anma Programı
Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü
ERKUT ŞAHİNBAŞ
RUŞEN KELEŞ
HALUK BAYSAL - MELİH BİRSEL
BEHİÇ AK
YAPI DALI ÖDÜLLERİ
Tekfen Kâğıthane Ofisleri, Kağıthane-İstanbul
Emre AROLAT, Gonca PAŞOLAR,
Kerem PİKER
OİB Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Nilüfer-Bursa
Metin KILIÇ, Dürrin SÜER
Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi,
Gölcük-Kocaeli
Tülin HADİ, Cem İLHAN
13
T.C. Merkez Bankası Bursa Şubesi, Hizmet Binası, Bursa
E.Didem DURAKBAŞA, ÖMER SELÇUK Baz
YAPI DALI KORUMA YAŞATMA ÖDÜLLERİ
İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi,
Terkos Pompa İstasyonu, Çatalca-İstanbul
Gülsün TANYELİ, Saltuk AKATAY, Arzu ERDEM,
Urbin PAKER KAHVECİOĞLU, Hüseyin L. KAHVECİOĞLU, Cem ALTUN
PROJE DALI ÖDÜLLERİ
VKF Özel Koç İlköğretim Okulu Kampüsü Kapalı Yüzme
Havuzu, Tuzla-İstanbul
Arman AKDOĞAN
Kızılağaç Evleri, Bodrum-Muğla
Arman AKDOĞAN
14
XIII. ULUSAL MİMARLIK SERGİ PROGRAMI
2012 Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri:
13-28 Nisan 2012, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, ANKARA
14 Mayıs-9 Haziran 2012, MO İstanbul BK Şubesi Sergi Salonu, Karaköy, İSTANBUL
3-10 Eylül 2012, BODRUM
17-23 Eylül 2012, KAYSERİ
1-7 Ekim 2012, İZMİR
15-22 Ekim 2012, GAZİANTEP
5-11 Kasım 2012, BALIKESİR
19-25 Kasım 2012, ADANA
3-9 Aralık 2012, DİYARBAKIR
1988-2010 / I-XII Ulusal Mimarlık Ödülleri Retrospektifi
18 Mayıs - 10 Haziran 2012, Köln, ALMANYA
02 Şubat 2012’de Şube Başkanı Necati PİRİNÇCİOĞLU’nun yapmış olduğu açıklama
15
16
Mardin’de Alt Yapı Çalışmaları
ve Tarihi Doku
17
Mardin’de Alt Yapı Çalışmaları
ve Tarihi Doku
Fethullah DUYAN
Yüksek Mimar
Mimarlar Odası Mardin Temsilcisi
Yerel yönetimler ve merkezi yönetimler tarafından özellikle Mardin gibi tarihi kent merkezlerine ve
yasa dışı yapılaşmış konut bölgelerine yönelik başlatılan kentsel müdahaleler hızla devam etmektedir.
Planlama disiplininin temel ilkeleri göz ardı edilerek
yapılan yasalar üzerinden gerçekleştirilen bu müdahalelerin, uzun vadede telafisi zor sosyal, mimari
ve mekânsal sorunlar yaratacağı biz Mimarların en
büyük endişesidir. Üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının eleştirilerini dikkate
almadan, hazırlama ve onay süreçlerinde tek yetkili
oldukları projeleri acil olarak hayata geçirmektedirler.
Paylaşımcı olmayan, katılımı ve toplumsal uzlaşmayı
bir kenara iten yerel yönetimler, merkezi idarenin de
desteğini alarak kentsel dönüşüm ve yenileme projelerine imza atmakta, bunu yaparken de yaşayanları
dışlamakta, fikirlerini önemsememekte ve onların rızalarını aramamaktadır.
Bir süredir Mardin kentsel sit
alanında iş makineleri kullanılarak
sürdürülmekte olan alt yapı çalışmalarını Mardinli bir Mimar olarak
kaygıyla takip etmekteyim. Anıtlar
yüksek kurulunun almış olduğu 2012-2011 tarih ve 47.00.425-805
sayılı kararına göre, anıtsal ve tescilli yapıların yoğun olduğu 1. Grup
yapıların sokaklarında ve çevresinde iş makinesi kullanımının yasaklandığı kararının, üst kurul tarafından 07-02-2012 tarih ve 36803
sayılı kararı ile uygun ağırlıkta iş
makineleri kullanılarak devam edilmesi yönünde tekrar karara bağ-
18
lanması, başta biz Mardinliler olmak üzere tüm Mardin
dostlarını hayrete düşürdü. Mardin’in UNESCO sürecine katkı sağlayacağı vurgulanarak alınan bu karar,
tam tersine Mardin kentsel sitinin,tarihsel geçmişini
yok edecek ve telafisi mümkün olmayan gelişmelere
yol açarak Mardin’in UNESCO Dünya Mirası listesine
girişini zora sokacaktır.
Mardin kentsel sit alanında; 1.cadde dahil olmak üzere, şehrin doğu ve batı kanatlarını birbirine
bağlayan organik ara sokakların; %60’nın altında, bir
yapının, ahır katının tonozlu bir birimi yer alır. Önceki
çalışmalardan gördük ki alt yapı çalışmalarını üstlenen
firma, bu sokaklara ve altlarına dikkat etmeksizin 5
tonluk kırıcı makinelerle kazarken tonozları kırıp evleri
tahrip etmektedir.
Bilindiği gibi Mardin kentsel sitin altı yekpare
kayalardan oluşmaktadır. Evlerin ve anıtsal yapıların
temelleri de bu kayaların üzerinden yükselmektedir.
İş makinelerinin kırıcı kullanarak yaratmış oldukları
titreşimler bu yekpare kayaların üzerindeki bütün yapıları deprem misali sarsarak strüktürel sorunlara yol
açmaktadır.
Örnek vermek gerekirse; Ulu Cami hamamının
altındaki sokakta makine çalıştığı zaman bütün Ulu
Cami konut adası, Ulu Camii hamamı ve çarşı bölgesi titremektedir. Bu kırma işlemi o yapının yüzyıllardır
ayakta duran yığma yapısının ömrünü azaltarak sürdürülebilir yapısını tehlikeye atmaktadır. Anıtlar yüksek
kurulunda bu tespit ve raporlar mevcuttur.
Tarihi Mardin kentinin bu organik sokaklarının
üstü ile alttaki tonozun kotu 1-4 m arası değişkenlik
gösterir. Kotlar dikkate alınmadan, ön tespit yapılmadan her yer sanki yeni bir yerleşim alanında alt yapı
yapar gibi kaygısızca, umursamaz bir tavır ile kazılmaktadır.
Yapılan bu çalışmalarla tescilli ve anıtsal yapı niteliği taşıyan bu sokakların, merdiven basamaklarının,
özgün yapısı bozulmuş ve bütün sokak dokusu rampalı hale dönüşmüş durumdadır. Bildiğiniz gibi kentsel sitin en büyük problemi, nem ve kontrolsüz akan
sulardan kaynaklı, taş bozulmaları, erimeleri, kireç ve
tuz kusmalarından kaynaklı taşların yüzey kaybetmesidir. Rampalı sokaklardan dolayı yapıların sokak kapısı eşiklerinin sokak kotunun altında kalması sonucu
19
Fotoğraflar Fethullah DUYAN
sokaktaki bütün yağmur, kar ve alt yapıdan kaynaklı
kontrolsüz sularının avlulara ve yaşama birimlerine
akıyor olması, tarihi Mardin evlerini büyük ölçüde riske atmaktadır.
Yüzyıllardır, Mardin kentsel sit alanının mevcut
bir alt yapısı vardı. Bu altyapı; 1.5-2 m derinlikte, 7080 cm genişliğinde olup, taşıyıcısı tonoz olan taştan
ve oyulan kayadan oluşur. Ayrıca Mardin’in çeşmelerine su taşıyan arc-tüneller vardır. Altyapı çalışması
tamamlanan bütün sokaklarda eski alt yapı kanalları
kaldırılarak ve iş makineleriyle daha derinleştirilerek
yeni plastik borular döşenmektedir. Bitmiş olan bu
sokaklardaki yapıların çoğuna sokaktan ve kapı eşiklerinden su sızmaktadır. Bu sokaklardan geçen çeşmelere kaynak suyu taşıyan tünellere kirli su (kanalizasyon) bulaşma ihtimalleri artmakta ve geriye dönüş
mümkün olmamaktadır.
Bu çalışmalar yapılırken yüzyıllardır sertleşmiş ve
preslenmiş bu sokak yüzeyleri altyapı çalışmaları yüzünden kazıdan çıkan mevcut dolgu ile doldurularak
hem kot yükselmesi hem de yumuşak sokak zemini yaratmaktadır. Akan yağmur suları bu sokaklarda
çökmeler yaratmakta, zemindeki toprağı alt yola doğru akıtmaktadır. Bu durum binaların sokak duvarlarını
20
açığa çıkararak yapılara su sızmasına, dolayısıyla duvarın altındaki toprağı boşaltarak duvarın yıkılmasına
neden olmaktadır.
Organik Mardin sokaklarının birinci derece arkeolojik sit alanı olduğu gerçeğini unutmadan; yapılan
alt yapı çalışmalarının hızlı bir şekilde değil, bölgenin
1. derece arkeolojik sit alanı olduğu göz önünde bulundurularak arkeologlar ve mimarlardan oluşan bilimsel bir kurul eşliğinde, insan gücü ile zaman sınırı
olmaksızın yapılması gerekmektedir.
Mahalle bazında yapılacak rölöve tespit projesi
ile sokaklar ayrı ayrı ele alınarak bütün merdivenlerin,
hem rıhtlarının hem de sahanlıklarının giriş kapı eşikleride dahil olmak üzere kotları tespit edilerek yapılmalıdır. Çalışma sonrasında rölöve projesine uygun olarak
özgün malzeme ve teknikte merdiven basamakları ve
giriş kapısı eşikleri, sokakları kullanan insanlar, yük
ve binek hayvanlarına uygun olarak dengelenmelidir.
Kazı çalışmaları bu şekilde devam ederse,şehrin tarihsel gelişimini oluşturan bu organik ve doğal plana
sahip sokakların, Mardin kentsel sitinin ulaşımındaki
kültürel değeri yok edilmiş olacak, bu da ileride telafisi
mümkün olmayan sonuçlara yol açacaktır.
TMMOB
2. Ücretli Mühendis, Mimar,
Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı
21
TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar,
Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı
Ankara Kocatepe Kültür Merkezi`nde 25 Mart
2012 tarihinde gerçekleştirilen kurultayda yerel kurultaylardan gelen 157 Birleştirilmiş Karar Önergesi
görüşüldü. Önergelerden 40’ı TMMOB 1. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayında görüşülüp karara bağlandığından sözkonusu 40
önerge görüşülmedi. Diğer 117 önerge de kolaylaştırıcı kurul tarafından benzer olan önergeler birleştirilerek Çalışma Hakkı ve Ücret, Asgari Ücret, Kıdem
Tazminatı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, Güvenli Çalışma
Sendikalaşma ve Örgütlenme, Eğitimin Çalışma Yaşamına ve İşsizliğe Etkileri, Yabancı MMŞP Çalışma
İzinleri başlıkları altında toplanarak 38 önerge haline
getirildi. Önergeler tek tek görüşülüp leyhte ve aleyhte görüşler bildirildikten sonra oylamaya sunuldu ve
kabul edildi. 21 önerge de herhangi bir başlık altında
toplanmadan görüşülerek konuyla ilgisiz olarak görülenler iptal edildi. Kabul edilen 38 önerge ve sonuç
bildirgesi aşağıda yer almaktadır.
TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik
Kurultayı Kararları
Karar No 1: Kurultay isminin “TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı” olarak kayda geçmesini, Sonuç Bildirgesi ve karar metni de dahil olmak üzere, her türlü yazılı belge ve yazışmada
2. Kurultay olarak anılması kararlaştırılmıştır.
Çalışma hakkı ve ücret
Karar No 2: TMMOB, Çocukların işgücü olarak üretim süreci içerisinde yer almamaları için, emekçilerin
ekonomik, demokratik ve siyasi örgütleriyle birlikte mücadele eder.
Karar No 3: Gelir dağılımdaki adaletsizliği artırıcı uygulamalara son verilmeli, adil bir paylaşımı sağlayıcı
önlemler alınmalıdır.
Asgari Ücret
Karar No 4: TMMOB, asgari ücretin vergi dışı bırakılması ve insanca bir yaşam düzeyine çıkarılması için
mücadele eder. Bölgesel asgari ücret uygulamasına geçişe karşı mücadele eder.
Karar No 5: TMMOB, emekçilerin mücadelelerinin ve sosyal devlet anlayışının bir ürünü olan sosyal güvenlik kurumlarının korunması, bu kurumlara katılımın yaygınlaştırılması, verilen hizmetlerin kalitesinin ve kapsamının
artırılması için
Karar No 6: TMMOB, sosyal güvenlik sisteminin, tüm sosyal tarafların katılımıyla, çoğunluğun çalışan kesimlerde olduğu bir yönetim yapısına kavuşturulması, hizmet kalitesinin yükseltilmesi, işleyişinin demokratikleştirilmesi, bütün ücretli çalışanları kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması ve kayıt dışı çalıştırmanın engellenmesi
için mücadele eder.
22
Kıdem Tazminatı
Karar No 7: TMMOB, kıdem tazminatının kaldırılarak fona devredilmesi saldırısına karşı emek ve demokrasi
güçleri ile birlikte mücadele eder. Kıdem tazminatının kaldırılmasının genelde tüm emekçi kesimlere, özelde mühendis, mimar ve şehir plancılarına olan etkileri anlatan etkinlikler birimleri ile birlikte gerçekleştirir.
Karar No 8: Güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması ve tek geçerli çalışma biçimine dönüşmesi ile birlikte
kıdem tazminatındaki çalışma süresi sınırı çalışanların kıdem tazminatından yararlanmasını engellemektedir. Kıdem tazminatından yararlanma konusundaki süre sınırının ortadan kaldırılması için emek ve demokrasi güçleri
ile birlikte mücadele eder. İşçi alacaklarının (ücret, kıdem tazminatı veya ihbar tazminatı vb.) öncelikli olarak
ödenmesi, şayet işveren tarafından ödenemiyorsa, tüm bu işçi alacaklarının devlet tarafından üstlenilmesi konusunda emek ve demokrasi güçleri ile birlikte çalışmalar yürütür.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Karar No 9: TMMOB, «İş Güvenliği Mühendisliği» kavramının, meslek disiplinlerinin özgün koşulları dikkate
alınarak yeni bir yönetmelikle yeniden tanımlanması; TMMOB‘ye bağlı ilgili Odaların etkin bir denetim işlevi üstlenmesi için mücadele eder.
Karar No 10: TMMOB, iş güvenliği mühendisi, işyeri hekimi, işyeri sağlık memuru ve hemşirelerin mesleki
bağımsızlıklarının sağlanması için mücadele eder.
Karar No 11: TMMOB, işçi sağlığı, iş güvenliği hizmetlerinin kamusal bir hizmet olarak algılanması ve işe
ulaşmaya başladığı yerden (kullanılan her türlü ulaşım yolları ve araçlarının dahil edilerek) başlayarak genişletilmesi, çalışma koşulları arasındaki nedensel ilişkileri araştıracak ve bilimsel araştırma yapacak, işçi sağlığı ve iş
güvenliği platformlarının ilgili emek ve demokrasi güçlerinin katılımıyla il düzeyinde oluşturulması, için mücadele
eder.
Güvenceli Çalışma
Karar No 12: Güvencesizliğe karşı mücadelenin mühendis, mimar, şehir plancıları kitlesi açısından bilince
çıkartılması için panel vb. etkinlikler, imza kampanyaları, eylemler gibi yöntemler ile TMMOB ülke çapında tüm
birimleri ile “Güvencesiz çalışmaya karşı” mücadele eder.
Karar No 13: TMMOB çalışmanın sadece bir zorunluluk ya da özgürlük meselesi değil aynı zamanda bir
hak olduğunu kabul eder. Çalışma hakkı temel bir insan hakkıdır. Ancak bu hakkın kullanımı örgütlü ve bilinçli
irade ile mümkündür. TMMOB bu hakkın kullanımı için diğer emek örgütleri ile birlikte bütünlüklü bir mücadele
yürütmelidir. Çalışma özgürlüğü kavramına anlam ve değer kazandıran da çalışma hakkıdır. Öte yandan çalışma
hakkı birçok sosyo-ekonomik hakkın bağlandığı çok temel bir hak konumundadır. TMMOB, çalışma hakkını
kabul eden anlayış içinde işgücünün eğitimi, iş bulma, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işsizlik sigortası gibi
birçok uygulamayı hayata geçirilmesi için emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele eder.
Karar No 14: 4857 Sayılı Yasanın 30. maddesinin[1], engelli mühendis, mimar ve şehir plancılarının yararlanacağı bir biçimde yeniden düzenlenmesi için emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele eder.
Karar No 15: İşveren ve işveren ortağı TMMOB üyelerinin, işyerlerinde yasadışı ve kuralsız olarak mühendis,
mimar ve şehir plancılarını çalıştırmaları halinde, TMMOB emekten yana taraf olur ve disiplin yönetmeliğini işletir.
İşsizlik
Karar No 16: İşsizliğin kişisel özelliklerden bağımsız kapitalizmin yapısal özelliklerinden biri olduğundan
hareketle, işsizlerin sağlık, enerji, ulaşım, su vb. temel yaşamsal hizmetlerden işsizliği süresince ücretsiz yararlanılması, çalışmayanlardan yaşamsal ihtiyaçlarını karşılaması için yapmış oldukları harcamalardan katma değer
vergisi alınmaması için mevcut hukuksal haklarının hayata geçirilmesi için mücadele eder.
Karar No 17: İşsizlik Sigortası Fonunun, yalnızca işsizlik sorununun muhatabı emekçiler için kullanılması,
hükümet ve sermayenin amaç dışı kullanım yollarının kapatılması için mücadele eder.
Sendikalaşma ve Örgütlenme
Karar No 18: Bir taraftan sınıfın birliğini zorlaştıran tüm farklılaşmalara karşı mücadele ederken, işçi sınıfının
bir parçası olan mühendis, mimar ve şehir plancılarının işçilerle birlikte örgütlenmesi için girişimlerde bulunur.
TMMOB, ücretli çalışan üyelerinin sendikalaşabilmesi için çalışmalar yürütür. Bunu sağlamak için sendikalar ve
23
odalar arasında çalışma grupları veya kurullar oluşturarak sendikalaşmaya destek verir. Emeği ile geçinen mühendis, mimar, şehir plancısını emek hareketinin “mühendis, mimar, şehir plancısı kimliği” ile bir bileşeni olarak
görür ve “işyeri sendikacılığı”, “meslek sendikacılığı” gibi yaklaşımları reddeder, işçi sınıfının sendikal birliği ve
işkolu sendikacılığı ekseninde çalışanların ortak örgütlülüğünü savunur ve üyelerini bu kapsamda ilgili sendikalara üye olmaya teşvik eder. Üyelerimizin sorunlarının bir kısmının ilgili iş kolundaki sendikal örgütlülükle bağıntılı
olduğunun bilince çıkarılmasına ve sendikalaşma bilinci oluşturulmasına katkıda bulunur. TMMOB, sendikalaşmaya ve örgütlenmeye karşı engel çıkartan üyeleri hakkında a disiplin yönetmeliğini işletir.
Karar No 19: TMMOB, grevli toplu sözleşmeli sendikalaşma hakkının bütün işkollarındaki çalışanlara tanınması; kamuda ve özel sektörde hak grevi, dayanışma grevi ve genel grevin yasal güvenceye alınması, lokavtın
yasaklanması ve sendikalaşmanın özendirilmesi, meslek ve işyeri sendikacılığının reddedilmesi, işkolu sendikacılığının esas alınması için mücadele eder. Bilindiği gibi grev 12 Eylül Anayasası ile toplu sözleşme sürecine
bağlanmış durumda, bu yetmezmiş gibi bir dizi yasal ve bürokratik engellerle de emekçilerin grev hakkı ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. Grev hakkının önündeki tüm engellerin kaldırılması için emek ve meslek örgütleri ile birlikte mücadele eder. Sendikaların yetki konusu sendikasızlaştırmak ve emeğin sömürüsünü daha da
arttırmak olarak kullanılmaktadır. Sendikaların yetki konusu hem siyasi iktidarın müdahalesine açık durumda,
hem de uzun ve neredeyse yıllarca sürebilen bir süreç olarak yer almaktadır. Sürecin hızlanmasını ve iktidarın
müdahalesinin engellenmesi için yeni düzenlemelerin yapılması konusunda emek ve meslek örgütleri ile birlikte
mücadele eder.
Karar No 20: TMMOB, iş güvencesinin tüm ücretli çalışanları kapsayacak tarzda genişletilmesi ve tüm
çalışanların sigortalı yapılması, iş güvencesinin işverenlerin her türlü keyfi ve haksız işten çıkarması karşısında
kesin işe iadeyi içermesi, işverenlerin dava süresince işsiz kalınan bütün süre için tüm mal varlığıyla sorumlu
olması; bu ödemenin devlet tarafından uygulanması, işverenden tahsilinin devlet tarafından yapılması ve uzun
olan mahkeme sürelerinin kısaltılması için yasal düzenleme yapılması için mücadele eder.
Karar No 21: TMMOB mühendislerin sendikalaşmasına dair dünyadan ve ülkemizden tüm deneyimleri
araştıracak bir birim kurarak deneyim örneklerini üyelerine aktaracak etkinlikler düzenleyerek mühendislerin
sendikalaşması konusunda bir tartışma ortamı geliştirir. Bu doğrultuda, sendikalarda mühendislerle işçilerin
diğer kesimlerinin ortaklaşmasının koşullarının yaratılmasına, ortak bir zemin örülmesine olanak taşıyacak çalıştaylarla bir sempozyumun sendikalarla birlikte düzenlenmesi sağlanır.
Karar No 22: Toplu iş sözleşmelerinde yer alan kapsam dışılığa karşı emek örgütleri ile birlikte ortak tavır
geliştirir.
Karar No 23: Meslek alanlarına giren konularda tüm emek örgütleriyle bir araya gelerek iş güvencesi vb.
konuların çok yönlü olarak birlikte ele alınacağı etkinlikler düzenler.
Karar No 24: TMMOB‘ye bağlı odalar işsiz kalan üyelerinden işsiz kaldıkları dönem boyunca aidat almamaları için gerekli düzenlemeleri yapar.
Karar No 25: TMMOB, üyelerinin çalıştıkları meslek alanlarında üye oldukları sendikaların yapacakları toplu
iş sözleşmeleri ve/veya bireysel olarak yapacakları tip sözleşmelerde kullanılmak üzere mühendislik iş tanımlarını
ve bunlara ilişkin ücretler konusunda çalışma yapmalıdır.
Eğitimin Çalışma Yaşamına ve İşsizliğe etkileri
Karar No 26: TMMOB ve bağlı Odalarının, üniversitelerde mühendislik, mimarlık ve şehir planlama ile ilgili
yükseköğrenimin kamu ve toplumsal yararlar gözetilerek planlanmasında, fakülte ve bölümlerinin açılması, eğitim programlarının oluşturulması, kontenjanlarının belirlenmesi süreçlerinde yer alması, bu süreçte TMMOB‘nin
öneri ve onayının alınması için mücadele eder.
Karar No 27: TMMOB, üniversite çevrelerinde üniversite olanakları kullanılarak oluşturulan teknoloji bölgelerinde öğrencilerin ucuz işgücü olarak kullanılmasına son verilmesi için mücadele eder. Üniversitelerde döner
sermaye kapsamında piyasadan alınan işlerde ve tüm piyasalaştırılmaya çalışılan uygulamalardaki sömürüye
karşı çıkar, üniversitelerin piyasalaştırılmasına karşı mücadele eder.
Karar No 28: Teknoloji fakülteleri kapatılmalıdır.
24
Karar No 29: TMMOB, üniversitelerde, kamuda ve özel sektörde staj sömürüsüne son verilmesi için mücadele eder.
Karar No 30: Yeni mezun mühendis, mimar ve şehir plancısı öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun mesleki
yetki ve hakları işverenler tarafından istismar edilmektedir. TMMOB ve odalar öğrenci üye komisyonlarıyla birlikte, öğrencilerin çalışma yaşamında karşılaşacakları sorunlar, mesleki hak ve yetkilerine ilişkin bilinçlendirilmeli,
eğitilmeli ve bu doğrultuda etkinlikler düzenlenmelidir.
Karar No 31: Mühendislik eğitiminin niteliksizleştirilmesi ve piyasalaştırılmasının bir boyutu olan mühendislik
eğitiminde uzaktan öğrenim uygulamalarına karşı mücadele etmeli ve hukuki süreci başlatmalıdır.
Yabancı MMŞP çalışma İzinleri
Karar No 32: TMMOB, 4817 Sayılı Yasa‘da yabancıların çalışma izni hakkındaki kanunun değiştirilerek,
yabancı uyruklu mühendis, mimar ve şehir plancılarının serbestçe çalıştırılmasının mühendis, mimar ve şehir
plancılarının çalışma koşullarını ağırlaştırmak ve genel ücret düzeylerini düşürmek için kullanıldığının tespiti ile
4817 Sayılı Yasanın bu özelliklerinden arındırılması için ilgili ülkelerdeki eşdeğer emek örgütleriyle birlikte mücadele yürütür.
Karar No 33: TMMOB, yabancı mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin serbest dolaşımına karşı gerekli
rekabet koşullarının ülkemizde bulunmaması; teknik-hukuki ve mesleki mevzuatların yetersizliği itibarıyla toplumun korunması, mesleğin ve meslek mensubunun geliştirilmesi, meslek örgütlerinin denetim yetkisinin artırılması için mücadele eder.
Diğer
Karar No 34: TMMOB, dünya denizlerinde seyreden gemilerin üzerinde bilfiil çalışan denizci mühendislerin
yıpranma hakkını ortadan kaldıran mevcut yasaların, bu hakkın yeniden sağlanacak şekilde iptali ya da düzenlenmesi konusunda mücadele eder.
Karar No 35: TMMOB, denizci mühendislerin çalışma alanlarını sınırlayan, 4 yıllık teknik fakülte çıkışlı denizci
mühendislerin çalışma alanlarına giren ve ağır sorumluluk gerektiren görevlerin 2 yıllık denizcilik meslek yüksekokulu mezunları tarafından ve kurs düzeyindeki özel eğitim kurumlarınca verilebilen gemi adamı sertifikaları ya
da ehliyetleriyle de yapılabileceğini belirten her türlü yasa ve yönetmeliklerin iptali ya da lehte yeniden düzenlenmesi konusunda mücadele eder.
Karar No 36: TMMOB bundan önce gerçekleştirilen ve olağanüstü kararlar kongresinde karar altına alınan
kurultay kararları ile gerçekleştireceğimiz kurultay kararlarının hayata geçirilmesi konusunda birimlerini denetler,
uygulanmasını sağlar. Birimlerimizde oluşturulan ücretli mühendis, mimar ve şehir plancıları komisyonları dönem içerisinde belirli konuların derinlemesine incelemesiyle anlam kazanacak olan konu başlıkları ve karşılaşılan
sorunların çözümü için kurultayın düzenlenmesi daha anlamlı olacaktır. Bu nedenle iki yılda bir yapılması istenen TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı birimlerin ihtiyaç duyması halinde
yapılması sağlanır.
Karar No 37: TMMOB kamu ve özel sektördeki istihdamın arttırılması, üyelerinin mesleki eksikliklerinin
giderilmesi ve işsiz mühendislere ücretsiz olarak verilmesi için meslek içi eğitim ve seminerlerin tüm illerde yaygınlaştırılmasını konusunda çalışma yapar.
Karar No 38: TMMOB bünyesinde Oda gelirlerinden TMMOB Genel Kurulunun belirlediği oranda yapılan
kesinti ile Dayanışma Fonu oluşturulmalıdır. Fona, üyelerden de gönüllülük esasına göre katkı sağlanmalıdır. Fon
esas olarak çevreye, halka ve işçi sınıfına karşı sorumluluğunu yerine getirdiği için baskıya uğrayan, işten atılan ve
oda örgütlenmesi ve sendikalaşma mücadelesinde baskıya uğrayan meslektaşlarla dayanışmaya yönelmelidir.
25
TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve
İşsizlik Kurultayı Sonuç Bildirisi
Ücretli mühendis, mimar ve şehir plancılarının
çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar ve işsizlik
olgusu, ekonomik sosyal politikaların meslek alanlarımıza yansımaları ve özlük hakları üzerine tartışmak,
çözüm üretmek ve TMMOB örgütlülüğünü yaygınlaştırmak amacıyla düzenlenen TMMOB 2. Ücretli
Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı 25 Şubat 2012 tarihinde Ankara Kocatepe Kültür
Merkezi‘nde toplanmıştır.
12 yerel kurultayın ardından toplanan kurultayda
benimsenen önergeler ve bu önergeler üzerine yapılan görüşmelerden hareketle, aşağıdaki belirleme ve
tespitler, TMMOB birimleri ve kamuoyunun dikkatine
sunulmaktadır.
Ülkemizde neo-liberal dönüşümü başlatan 24
Ocak 1980 ekonomi kararları sonrasında uygulanan
serbestleştirme politikaları, AKP İktidarıyla doruğa
ulaşmıştır. 2003‘ten itibaren çalışma yaşamında yapılan yasa/mevzuat değişiklikleri, 12 Eylül‘ün ekonomik, sosyal politikaları doğrultusunda emperyalizme
bağımlılık ve “yapısal uyum programları” uyarınca
gündeme gelmiştir. Çalışma yaşamı, neo-liberal politikalar uyarınca yapılan değişiklikler ile “esnekleştirme,
serbestleştirme” anlayışına göre şekillendirilmiş, sömürünün derinleştirilmesi sağlanmıştır. Bu politikalar;
özelleştirmeler yoluyla kamunun tasfiyesine, taşeronlaşmaya, örgütsüzleşmeye, tüm emekçi kesimlerin
hak ve gelir kaybına yol açmıştır.
Milyonlarca çalışan, örgütlenme hakkından mahrum, ekonomik ve sosyal bunalım içindedir. Çalışanların başta iş güvencesi olmak üzere, kıdem tazminatları, fazla mesai ücretleri ile sendikal hak ve yetkileri
budanmaktadır.
Kanun Hükmünde Kararnameler, “torba yasalar”
ve diğer yasalarda yapılan kritik değişikliklerin tümü
çalışan mühendis, mimar, şehir plancıları ve tüm
emekçiler ile işgücü piyasasının yedek deposu olarak
tutulan tüm işsizlerin aleyhinedir.
Çalışma yaşamının büyük kısmı işçi sağlığı ve iş
güvenliği önlemlerinin dışında tutulmuş, iş kazaları/cinayetleri ve meslek hastalıkları ciddi bir toplumsal sorun haline gelmiştir. Emekçiler ve ailelerinin sağlık ve
sosyal güvenlik gibi temel haklara erişimi bu hizmetler
26
ticarileştirilerek engellenmektedir. Özellikle AKP döneminde yapılan müdahalelerle sosyal güvenlik bir
kamusal yükümlülük olmaktan çıkarılmış, sağlık hizmetleri özelleştirilerek bir piyasa faaliyeti halini almıştır.
“Ulusal İstihdam Stratejisi”nde ve İş İlişkileri Kanun Tasarısı‘nda benimsenen yaklaşımlar uyarınca da
esnek, güvencesiz çalışma biçimleri çeşitli yasalara
parça parça sızdırılarak daha fazla yaygınlaştırılacak,
geçici-kiralık işçilik uygulamasına geçilecek, özel istihdam büroları yaygınlaştırılacak, kıdem tazminatları
budanacak, “bölgesel asgari ücret” uygulamasıyla
asgari ücret düşürülecek, başta genç işçiler olmak
üzere tüm işçi ve emekçiler güvencesiz ucuz emek
sömürüsüne tabi tutulacaktır.
İşçi sağlığı ve güvenliği alanı, bilimsel-mesleki değerler, mühendislik-hekimlik uygulamaları, iktidarın
esnekleşme ve ticarileştirme çabalarının önünde bir
engel olarak görülmektedir. 2003 yılında kabul edilen
4857 sayılı İş Yasası‘nda iş güvenliği mühendisliği ve
işyeri hekimliği uygulaması açıkça belirtilmesine ve bu
yöndeki yargı kararlarına karşın ardı ardına çıkarılan
yasa ve yönetmeliklerle işyerlerinde sağlık ve güvenlik faaliyetleri ticarileştirilmektedir. Yargıya taşınan bu
düzenlemelerin birçoğunun yürütmesinin durdurulmasına, “mevzuatın gözden geçirilmesi” çabaları ile
direnilmekte; emek ve meslek örgütlerinin görüşleri ile
yargı kararlarının üzerinden atlanılmaktadır.
Kamu yararı ve kamusal hizmetlerin tasfiyesi,
serbestleştirme politikalarıyla birlikte mühendislik,
mimarlık, şehir plancılığı alanlarına da yansımıştır. İş
güvenliği mühendisliğinin önüne çıkarılan engeller,
“uzaktan eğitim” ve teknoloji fakülteleri gibi mühendislik eğitimini tasfiye edecek yönelimler, mühendisliği
niteliksizleştiren uygulamalar ve onlarca yasa ile yapılan düzenlemelerle ülke, meslek, meslektaş çıkarları
daraltılmıştır.
Plansız bir şekilde yeni üniversite ve bölümlerin
peş peşe açılması, kontenjanlar ile istihdam arasında
oluşan dengesizlikten dolayı meslektaşlarımız kendilerini işsizliğe karşı koruyamaz hale gelmiştir. İşsizliği
planlı bir biçimde kullanan kapitalist sistem, meslektaşlarımızın ve mesleklerimizin piyasa koşullarının esiri
olmasına yol açmıştır. Bu sistematik içinde doğrudan
mühendislik aleyhine yasal düzenleme girişimleri de
söz konusudur. Değişik mühendislik mimarlık alanlarında kamusal mesleki denetimler ortadan kaldırılmakta ve meslektaşlarımız hak kayıplarına uğramaktadır.
“Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun”
değişiklikleri uyarınca TMMOB Yasası‘nın 34 ve 35.
maddeleri ile Mühendislik ve Mimarlık Hakkında
Yasa‘nın 1 ve 7. maddelerinin uygulanması engellenerek yabancı mühendis, mimar ve şehir plancılarının akademik ve mesleki yeterliliklerini kanıtlamalarına
gerek kalmadan ülkemizde çalışmaları sağlanmıştır.
AKP iktidarı, meslek kuruluşlarının idari, örgütsel,
mali yapı ve seçim sistemlerini değiştirme hedefini
önüne koymuştur. Bu doğrultuda hazırlanarak alelacele yürürlüğe sokulan Kanun Hükmünde Kararnameler aracılığıyla, TMMOB ve bağlı meslek odalarının
özerk kamu tüzelkişiliği ve üye iradesi yok sayılmaktadır. Odaların asli görevleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde kurulan Mesleki Hizmetler Genel
Müdürlüğü‘ne verilerek en başta Anayasa‘ya ve ilgili
yasalara aykırı bir uygulama oluşturulmaktadır.
12 Eylül 2010 referandumuyla birçok kurum gibi,
yargı da (var olan yetersiz ve kısmi) bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiştir. AKP İktidarının dindar ve itaatkar
gençlik vb. söylemleri ve yaşanan gelişmeler açık ve
sivil faşist düzenin göstergeleridir. Toplumsal hedef,
itaatkar bir gençlik değil, haklarını bilen, sorgulayan,
haklarına sahip çıkan insanlar yetişmesi olmalıdır. Bu
koşullarda, özellikle işçi sınıfının ve tüm emekçilerin
sadece ekonomik ve sosyal haklara ilişkin taleplerle
yetinmesi mümkün değildir, tüm haklarına bütünlüğü
içerisinde sahip çıkmalıdır.
AKP iktidarı değindiğimiz iktisadi temeller üzerinde
diktatoryal bir tarz ile demokrasinin temel gerekleri ve
kurallarını dışlayarak ülkemizi bir bütün olarak yoksullaştırmış; zaten özürlü olan demokrasiyi ortadan kaldırmıştır.
Kurultayımız, ücretli mühendis, mimar ve şehir
plancılarının da yoksullaşmaları, geleceksizleşmeleri ve işsiz kalmalarının asıl sorumlusunun kapitalizm
olduğunu tespit eder. Meslektaşlarımızın sorunlarının, parçası oldukları işçi ve emekçi sınıfların sorunlarıyla
ayrılamaz olduğunu ve çözümün de ortak olacağını
vurgular.
Bu genel ortamda kurultayımız TMMOB ve bağlı
Odalarının;
• Kapitalizme; serbestleştirme, özelleştirmeler yoluyla kamusal varlıklarımızın elden çıkarılmasına, tüm
yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin, sosyal hizmetlerin, kentlerin ve doğal çevrenin yerli-yabancı sermayeye yeni rant alanları olarak açılmasına,
• Varlık nedenimiz olan ülke sanayisi ve tarımını
bitiren ranta dayalı ekonomi politikalarına,
• Küresel sermayenin direktifleri ile çıkarılan, bankacılık, endüstri bölgeleri, serbest bölgeler, doğrudan
yabancı yatırımlar, hazine arazileri, şeker, tütün, enerji,
maden, kamu yönetimi vb. ülke sanayisini, tarımını,
alt yapısını bitiren yıkım ve talan politikalarına,
• Emperyalist sömürü, savaş ve işgallere,
• Halklar arasında düşmanlık tohumları eken ırkçımilliyetçi politikalara,
• Siyasal ve dinsel gericiliğe, dindar ve itaatkar nesiller yetiştirme hedeflerine,
• Gelir bölüşümündeki adaletsizliğe,
• Meslek uygulama alanlarımızın daraltılmasına
ve işsizliğe, kısacası mesleğimiz, halkımız ve ülkemiz
aleyhine şekillenen tüm politikalara karşı emekçi halkımızın bir parçası olarak mücadelesini sürdürmeye
kararlı olduğunu bir kez daha ilan eder.
27
Learning Center University Of Vienna - Zaha
28
HADİD
Kadın ve Mimarlık
29
Kadın,
Mimarlık ve Konut
Yrd. Doç. Dr. F. Demet AYKAL
bir kurgu olarak ortaya çıkmıştır.
Toplumsal cinsiyet olarak da tanımlanabilen kavram, kadınlar ve
erkekler arasında toplumsal olarak
kurulmuş, zaman içinde değişmiş
ve kültürler arasında farklılıklar göstermiştir (1).
runma eylemiyle başlamış, daha
sonra da yiyecek ve içeceklerini
saklamak olarak gelişim göstermiştir. Bunun sonucunda konut
yapıları ortaya çıkmıştır. Bu mekanların oluşumunda kadınların önemli
rolleri olmuştur.
Toplumlarda kadın – mekan ilişkisi kadının toplumdaki sosyal konumu ile yakından ilgilidir.
Erkek daha özgür, korunmaya
ihtiyacı olmayan, buna karşın kadın
daha az özgür ve korunması gereken seviyelerde değerlendirilmiştir.
Özetle zamanla erkeği kentle; kadını ise evle bağdaştıran önyargılar
ortaya çıkmıştır (2). Bu yaklaşım
şekli;
Mimarlık tarihi ve teorileri ile ilgili
çalışmaların çoğunda kadınların,
mimarlık mesleğine katkılarından
bahsedilmemektedir. Buna karşın
kadınlar, insanlığın başlangıcından
günümüze kadar olan dönemde,
tarihteki ilk yapı ustaları olarak bilinmektedirler. Kadınların bu özelliklerine örnek olarak, yaptıkları
barınaklar arasında içinde oda gibi
bölmeleri barındıran çadırlar verilebilir. Çadırlar, kadınların, içine yağmuru ve sıcağı geçirmediği için,
genellikle keçi kılından dokuyarak
ya da derileri birleştirerek yaptıkları
barınaklardır. Kadınların yaptığı daire planlı ve kubbeli taşınabilir evler
olan “yurt”lar ve daire planlı kubbeli
ya da dört köşe planlı çadırlar daha
sonra kalıcı yapılara örneklik etmiştir (3) (Şekil 1-2).
İnsanoğlu, korunma güdüsü
ve barınma gereksinimi doğrultusunda, ilk zamanlardan bu yana
kendine bir mesken sağlamaya çalışmıştır. Dünya mimarisinin temelinde var olan barınma gereksinimi
konut kavramını ortaya çıkarmıştır.
Önceleri doğada, doğal koşullarla
oluşmuş, mekân olarak tanımlanan
yerleri kullanan insanoğlu, zaman
içinde bunları taklit etmiştir. Kendi
gereksinimlerine göre değiştirmiş,
geliştirmiştir.
Toplumların temel anlayışlarından olan kadın ve erkek kavramı,
yapılı çevreyi de etkilemiştir. Kadınlık ve erkeklik, doğuştan gelen biyolojik özelliklerden çok, toplumsal
30
*Mekânın cinsiyete göre ayrışmasına, kadınların eğitimlerindeki farklılıklara göre kamusal
mekânlara katılımlarını ve görünürlüklerini etkilemiş,
*Ataerkil değerler kadınların kamusal mekânlardaki eylemlerini kısıtlamış,
* Hane içi işbölümü ve özel alan
içindeki hane içi ilişkiler, kadınların
konut gelişimine sınırlar getirmiştir.
Genel anlamda mekân kavramına bakıldığında, barınma ve ko-
Şekil 1 Yurt Çadırı Örneği (4)
lere göre belirlenmiş mekânlar, erkekler ve kadınlar arasındaki bağı
engellemiş, görsel mahremiyeti
sağlamıştır. Çünkü evin esas görevi, kadını diğer erkeklerden, dış
dünyadan izole etmek düşüncesiyle üretilmiştir.
Şekil 2 Yurt Çadır Örneği (5)
Şekil 4 Marsh Araplarına Ait Evler (8)
Bu tür örneklere, Diyarbakır ili
Ergani ilçesine bağlı Sesverenpınar
köyü yakınlarındaki Çayönü kazılarda bulunan ‹sepet evler› de verilebilir (Şekil 3).
Ayrıca çadır kültüründen şehirleşmeye kadar gerçekleşen tüm
yerleşim modellerinde, planlamada, kadının sahiplenici ve koruyucu
etkisine rastlamak mümkündür.
Ancak zaman içinde kadın,
mahremiyet kavramıyla birleştirilmiş ve toplumdan soyutlanmıştır.
Kadın eve hapsedilmiş, toplumsal
etkinliğini ve saygınlığını yitirmiştir.
Bu soyutlanma, yapılı çevreyi de
etkilemiştir.
Şekil 3 Sepet Evler (6)
Bu evler, kadınların dallardan,
kamışlardan ördüğü ve içine az sayıda kişinin girebileceği ölçülerde
tasarlanmış örneklerdir. Ağzı yere
çevrilmiş küfeler şeklinde olup üzeri
toprakla sıvanmıştı. (7).
Yine benzer örnekler, Irak’ın Nasiriye şehrinde, Marsh Arapların saz evlerinde de görülmektedir (Şekil 4) (8).
Bu nedenle, aileler dışa kapalı
yaşamlarını konutlarına yansıtmış,
konutlar da özellikle kadının gündelik hayatı düşünülerek organize
edilmiştir. Böylece, kadını sosyal
hayattan koparan, soyutlayan ve
gizleyen mahremiyet anlayışı, geleneksel konutların ana hatlarını
oluşturmuştur. Tek hacimli çok
fonksiyonlu çadırlar, geleneksel
konutlarda yerini çok hacimli tek
fonksiyonlu odalara bırakmıştır.
Birbirinden ayrılmış ve cinsiyet-
İslamiyetin yaygınlaşmasıyla bu
ayrım daha belirgin bir hal almıştır. İslamiyet cinselliği bir tehlike
odağı olarak gördüğü için, konut
mekânlarını kadınların yaşamlarını
sürdürdükleri yerler olarak tanımlamıştır (9). Kadın, konutun içinde
hanım, konutun dışında ikincil ve
öteki olarak tanımlanmıştır.
Bu tanımlama özellikle kadınların zamanlarının neredeyse tamamını geçirdikleri konut mimarisinde bazı mimari öğelerde daha
çok kendini göstermiştir. Konutun
dışından başlayarak, iç tarafa kadar bu olgu hissedilir hale gelmiştir.
Yapıların sokağa bakan cepheleri
olabildiğince yüksek duvarlarla geçilmiş, kadının günlük yaşamının
büyük bir bölümünü geçirdiği avlunun mahremiyeti sağlanmıştır.
Konutun giriş kapısında görülen
tokmaklar dahi seslerine göre ayrıştırılmış, kalın ve ince ses çıkaran
tokmaklar beraber kullanılmıştır.
Böylece kapıya gelen kişinin erkek
ya da kadın olduğu ev halkını önceden haberdar etme görevini yapmıştır (Şekil 5).
31
Şekil 5 Kapı Tokmaları (10)
Zemin katlarda bulunan ve ev
kadınlarının çalıştıkları ahır, ambar,
kiler, mutfak gibi mekanlar, yine sağır duvarlarla geçilmiştir. Buralarda
çok nadir sokağa açılan küçük havalandırma pencerelerine rastlanmaktadır (Şekil 6).
Kadının Türk geleneksel konut
mimarindeki etkisi sadece dış cepheyle sınırlı kalmamıştır. Kadınların
konut mekânlarında erkekler oranla daha çok zaman geçirmeleri,
erkeğin aile hayatındaki hiyerarjik
konumu ve kadının mahremiyetinin
sağlanması ve sakınılması iç mekân
tasarımında da etkisini göstermiştir.
Geleneksel konut mimarisindeki selamlık ve başoda kavramı bu
yaklaşımların sonuçlarıdır.
Özellikle zengin ailelere ait konutlarda, yapı alanı harem ve selamlık olarak ikiye ayrılmıştır. Selamlık sadece kadını diğer erkeklerin gözünden sakınmakla kalmamıştır aynı zamanda erkeğe kendine ait bir mekân yaratarak onu evin
işlerinden ve çocuklardan izole bir
mekân sahibi yapmıştır. Selamlıklar
evin daha merkezinde ve daha büyük metrekarelerle tasarlanmışlardır. Harem bölümünden o denli izole edilmiştir ki, haremde hazırlanan
yemekler iki yapı arasında yer alan
döner dolaplar yardımıyla selamlık
bölümüne servis edilmiştir (Şekil 8).
Şekil 6 Diyarbakır Geleneksel Sokağı (11)
Üst katlarda sokağa açılan pencerelerde, kadının dışarıyı görebilmesi fakat dışarıdaki kişinin kadını
görmesini engelleyen kafesler kullanılmıştır (Şekil 7).
Başoda da, eve gelen erkek
misafirlerin yine evin erkeği tarafından ağırlanması için tasarlanmıştır.
Böylece misafir erkeklerin evdeki
kadınlarla karşılaşmaları engellenmiştir (13). Bu odalar, çoğu zaman
sokağa bir çıkma şeklinde planlanmış ve karşı evin mahremiyeti açısından, pencereleri sokak aksına
açılmıştır (Şekil 9).
Şekil 9 Diyarbakır Cumbalı Ev Örneği (10)
SONUÇ
Geçmişten günümüze, kadın ve
konut arasında toplumsal yapıdaki
gelişmelere paralel olarak farklı ilişkilerin kurulabileceği görülmektedir.
Yerleşik düzene geçilmeye başlandığında kadın üretken bir özelliğe
sahipken, zaman içinde toplumsal
yaptırımlar ve dayatmalar sonucu
pasifize edilmiştir. Bu yaklaşım yapı
boyutuna kadar ulaşmış, plan kurguları dahi onları daha geri plana
itecek nitelikte oluşturulmuştur.
Oysa kadın, medeni birliği, yaşamayı, toplumsal ve fiziksel düzeni temsil eder. Üstlenmiş olduğu
rollerle mekansal düzende etkilidir.
Şekil 7 Konya Evi Kafesli Pencere Örneği (12)
32
Şekil 8 Döner Dolap
Yapı stokunun önemli bir bölümünü oluşturan konutlarda kadının
yaşamı biçimlendirdiği ve konuta
kimlik kazandırdığı görülmektedir.
İrdeleme sonucunda, kadının konut iç mekan kurgulamasında
küçümsenemeyecek
katkılarının
olduğu görülmektedir. Bu neden-
le de kadın-mimarlık- konut birbirinden koparılamayacak bir zincir
oluşturmuştur.
KAYNAKLAR
1. Ayça Kaya (2006), Kamusal Mekan, Ayrışma ve Kadın, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
2. Ayşen Ciravoğlu (2004),”Toplumsal Cinsiyet Bağlında Kadın Mimarlar ve Yapılı Çevrede Kadın” Mimarist Dergisi, sayı 14, s.44-46.
3. Arzu Eceoğlu(2011), “Mimarlık Kavramında Farklı Bir Sembol; Zaha Hadid” İnönü ÜniversitesiSanat ve
Tasarım Dergisi, ISSN:1309-9876, Cilt/vol:2 Malatya.
4. www.kitapseyri.com
5. www.tukcebilgi.com
6. Süheyla Birlik (2011),”Konut Tasarımında Kadının Rolü” İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi,
ISSN:1309-9876, Cilt/vol:2 Malatya.
7. Yıldız. Cıbıroğlu (2004),”Kadın ve Yapı İlişkisi” Mimar İst. Dergisi, sayı:14, s:67-72.
8. Gülcan Yeler (2006) “Yapı Mimarisinde Kadının Etkileri”, Eastern Mediterranean University Center For
Women’s Studies “Breaking The Glass Ceiling” Second Internatıonal Women’s Studies Conference, Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
9. Neslihan Dostoğlu(2005),”Dünyada ve Türkiye’de Değişim Kadın ve Mimarlık” Cumhuriyet Döneminde Kadın ve Mimarlık, Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı ve Şehirciliği-1, TMMOB Mimarlar Odası Yayını, s:2946,Ankara.
10.
11.
12.
13.
http://sudemle3.blogcu.com/diyarbakir-sivil- mimarlık-örnekleri
www.diyarinsesi.org/haber/diyarbakir-tarih-şehircilik
www.kenthaber.com/iç-anadolu/konya
Yasemin Afacan, Egüm Ulusoy(2011), “Kadın, Mimari ve Cumhuriyet” İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, ISSN:1309-9876, Cilt/vol:2 Malatya.
33
Kadın ve Mimarlık
Prof. Dr. Neslihan TÜRKÜN DOSTOĞLU
İstanbul Kültür Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi,
Mimarlık Bölümü
GİRİŞ
Tarih içinde mimarlığın gelişiminde kadının rolünün oldukça
sınırlı olması, mimarlığın temelinde
cinsiyete dayalı bir kriz olduğunu
göstermektedir. Kadınlar eğitimleri
ve kurumsal ilişkileri açısından genel mimarlık ortamının içinde yer
almaktadır; ancak cinsiyetlerinden
kaynaklanan farklı deneyimleri,
kimi zaman doğal ve yapılı çevre
hakkındaki genel kabullerden farklı
düşünmelerine ve mimarlığa daha
eleştirel bir gözle bakmalarına neden olmaktadır. Bu süreçte bir ikilem ortaya çıkmaktadır: Kadınların
farklı olduğunu savunmak veya
kadınların erkek (insan) normlarına
uygunluğunu ve başarılı olabileceğini vurgulamak (1). Kadınların
erkeklerle hem eşit, hem de farklı
34
olmalarına feminist literatürde, 18.
yüzyılda Londra’da yaşamış bir kadın hakları savunucusu olan Mary
Wollstonecraft’ın ismine atıfla,
“Wollstonecraft ikilemi” denmektedir. Ancak sorun, kadınların hem
eşit, hem de farklı olduklarının bilincine varmalarıyla bitmemekte, bununla birlikte kadınların vatandaşlık
haklarını kullanarak ortama dahil
olmaları gerekmektedir (2).
Mimarlığa feminist perspektiften bakan üç yaklaşım bulunmaktadır: Liberal, kültürel ve içeriksel.
Batıda en yaygın olan liberal feminist yaklaşıma göre, kadınlar erkeklerle aynı fırsatlara sahip olmalı,
eşit ücret ve eşit ün elde etmelidir.
Bu yaklaşım, kadın ve erkek yerine
“insanoğlu” kavramı üzerinde durmaktadır. Kültürel feminist yaklaşım
ise, mevcut mesleklerin, kurumların
ve uygulamaların yerine, tarihsel ve
kültürel olarak kadınlarla ilişkilen-
dirilen değerlerin benimsenmesini
öngörmektedir. Bu yaklaşımı savunanlara göre, kadınların bilme
ve yaratma yöntemleri erkeklerden
farklıdır ve üstündür; dolayısıyla, örnek alınmalıdır. Ancak, kültürel feministler kadınları homojen bir grup
olarak görmekte, kadınların mimarlığa katkılarında yeni ve gelişmiş
biçimler önerirken, bu farklılıkların
arkasındaki nedenler üzerinde durmamaktadır. Oysa cinsiyete bağlı
olarak bilme, öğrenme, tasarlama
ve müşterilerle çalışmada ortaya
çıkan farklılıklar, sadece biyolojik ve
psikolojik nedenlerden değil, aynı
zamanda kadın ve erkeklerin farklı
sosyal rollerinden kaynaklanmaktadır. Bu süreçleri değerlendirmeden kadınların özelliklerine önem
vermek, kadınları bazı bina tipleri
konusunda uzmanlaştırmakta ve
dolayısıyla marjinalleştirmektedir.
Üçüncü yaklaşım olan içeriksel
feminizmin amacı ise, tüm sosyal
ilişkileri, birden fazla güç ilişkisinin
merceğinden yorumlamaktır. Bu
görüşü benimseyenlere göre, mimarların gücü ve mekân üretimi
politik, hukuksal, sosyal ve ekonomik sistemler tarafından şekil-
lendirilirken, çevrenin oluşumunda
cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak için mimarlık disiplini ve uygulamalarının sosyal içeriği yeniden
tanımlanmalıdır (3).
Bu makalede, tarihi süreçte
dünyada ve Türkiye’de kadınların
yapılı çevrenin oluşumundaki rolü
içeriksel bir bakış açısıyla incelenecek, Cumhuriyet’le birlikte değişen
Türkiye’de mimarlık disiplini ve uygulamalarının sosyal içeriği, cinsiyet ayrımcılığını eleştiren bir tavırla
yorumlanacaktır.
Tarih İçinde Kadın, Yapılı Çevre ve Mimarlık
Tarihteki doğal ve toplumsal
işbölümünden sonra erkekler avcılık, kadınlar ise önce toplayıcılık,
daha sonra ise tarım alanlarının
denetimi görevlerini üstlendiklerinde, mekânsal ve fonksiyonel olarak
belli bir bölgeye bağımlı kaldıkları
için, ilk barınakların yapımından da
sorumlu olmuşlardır. Bu nedenle
kadınlar tarihteki ilk yapı ustaları (builder) olarak tanımlanabilirler.
Ancak, kültürün bir fonksiyonu olan
mimarlığın, barınma ve hayatta kalabilmenin bir fonksiyonu olan inşa
etmekten farklılaşması sürecinde,
kadınlar yapılı çevrenin oluşumunda marjinal bir rol üstlenmek zorunda kalmışlardır (4). Mimarların bir
prototip olarak ortaya çıkması ve
mekanın bilinçli bir yaratıcı eylem
olarak oluşturulmaya başlanması,
MÖ 3000 yıllarında Orta Doğu’daki
kentsel devrim sırasında gerçekleşen toplumsal işbölümünde, bazı
grupların tarım dışı işleri üstlenebilmeleriyle mümkün olmuş ve bu süreçte kadına pasif, erkeğe ise yaratıcı bir rol uygun görülmüştür. Söz
konusu roller, Batı düşüncesinde
doğanın kadınsı, kültürün erkeksi özelliklerle özdeşleştirilmesi ve
doğa-kültür ikileminin özünde doğayı kontrol etmeyi hedefleyen bir
güç ilişkisini barındırması süreciyle
örtüşmektedir (5). Bu bağlamda,
sosyal yaşamla kentlerin mimari
yapısı arasında ilişki kurulduğunda,
tarih boyunca kadın ve erkeklerin
farklılıklarının kentsel mekâna yansıdığı gözlemlenebilmektedir (6).
Kadınlar tarih boyunca erkekler
tarafından korunması ve yönetilmesi gerekli, zayıf varlıklar olarak
görülmüştür. 17. yüzyılın sonlarında
bazı düşünürler tarafından insanlar
arasında eşitlikten söz edilmeye
başlanmış olsa da, kadınlara çeşitli hakların verilmesi için uzun bir
süre daha geçmesi gerekmiştir.
Kadınların mimarlık mesleği içindeki serüvenini de bu kapsamda ele
almak gerekmektedir. 18. yüzyılın
ikinci yarısında İngiltere’de başlayıp
diğer ülkeleri de zaman içinde etkisi
altına alan Endüstri Devrimi’ne kadar rahip, kral veya aristokrat gibi
varlıklı işverenler için anıtsal eserler
üretmekten sorumlu olan mimarlar
arasında kadınlara rastlanmamaktadır. 17. yüzyıl sonunda ilk resmi
mimarlık okulunun Fransa’da açılmasından sonra giderek yaygınlaşan mimarlık eğitimi sistemi içinde
de kadınlar uzun bir süre görülmez.
1797’de Fransa’da kurulan ve 20.
yüzyılın başlarına kadar mimarlık
okullarındaki eğitim sisteminin ana
prensiplerini belirleyen Ecole des
Beaux-Arts, kuruluşundan ancak
yüz yıl sonra 1897’de kız öğrencileri kabul etmeye başlamıştır (Resim 1).
Resim 1 - des Beaux Arts’ta
Jean-Louis Pascal atölyesi,
1905 (Draper, 1977, 213)
Amerika Birleşik Devletleri’nde
1862’de çıkarılan bir kanun gereğince üniversitelerde karma eğitime geçilmesine ve 1898 yılına kadar bu üniversitelerden dokuzunda
mimarlık eğitimi verilmeye başlanmasına rağmen, kız öğrencilerin
kabulünde çeşitli engeller çıkarılmış, özel okulların mimarlık programlarına ise kız öğrencilerin alınması açıkça reddedilmiştir. 1930’lu
yıllarda bile Amerika’da kız öğrenci
sayısına kısıtlama getiren mimarlık
okulları bulunmaktadır. Kız öğrencilerin karşılaştığı bu tür ayrımcı tavırlar nedeniyle 1915 yılında yalnız kız
öğrencileri kabul eden bir mimarlık
okulu olan Cambridge School of
Architecture and Landscape açılmıştır. Bu okul 27 yıl eğitime devam
etmiş, bu süreçte pekçok öğrenciye mimarlık diploması vermiştir (7).
Yukarıda da belirtildiği gibi dünyadaki farklı ülkelerde 19. yüzyıl sonuna kadar mimar olarak kadınların
ismine rastlanmamakla birlikte, bu
süreçte kadınların fiziksel çevrenin
35
oluşumunda hiçbir sorumluluk almadıkları söylenemez. Her şeyden
önce, kadınlar tarihteki ilk yapı ustaları olarak tanımlanmaktadır. Daha
sonraki dönemlerde de kadınların
yöresel konut üretiminde bireysel
olarak rol aldığı, ayrıca tarihte hanedan içindeki bazı güçlü kadınların işveren olarak yaptırdıkları binalarla fiziksel çevreyi şekillendirdikleri
bilinmektedir. Benzer bir biçimde,
kadın mimarların isimlerinin duyulmaya başlandığı dönemlerde de
mimar olmayan ancak ergonomi,
hijyen gibi konular üzerinde çalışan
yazarlar ve araştırmacılar da fiziksel
çevrenin değişiminde rol oynamışlardır (8).
İlk kadın mimarlar, genelde konut mimarisi ve özellikle iç mekânlar
üzerinde uzmanlaşmışlardır, çünkü bu tür bir alan diğer kadınların
gereksinmeleri ile ilgilidir ve erkek
mimarlar tarafından cazip bulunmamaktadır (9). Bu eğilim, 19. yüzyılın
ikinci yarısında Kraliçe Victoria dönemindeki katı cinsiyet ayrımında iç
dünyanın, yani evin, duygusal olan
kadına, rekabete açık dış dünyanın
ise erkeğe uygun görülmesiyle de
ilişkilidir. Bu dönemde, renk ve kumaş seçiminde kadınların uzman
olduğu düşünüldüğü için konut tasarımında daha başarılı olacakları
varsayılmıştır. Genel olarak, bir kadının dokunuşunun bir ‘konut’u, ‘ev’e
dönüştüreceğine inanılmıştır (10).
20. yüzyıl ortalarına kadar kadın
mimarların erkekler gibi aktif, cesur
ve yarışmacı olmaları toplum tara-
fından benimsenmediği için, kadınların toplumsal statüleriyle mesleki
gereksinimleri çelişmiştir. Ancak,
kadınlar bu dönemde, mesleki düzeni değiştirmek için belli bir
dayanışma içinde olmamış; hatta, Amerika Birleşik Devletleri’nde
1930’lardaki kriz döneminde iş
olanakları azalınca, evli kadınların
işe başvurmalarının bazı kentlerde
yasaklanması gibi durumlarda bile
politik olarak örgütlenememişlerdir (11). Benzer biçimde, mimarlık
okullarına kabul edilen kız öğrenci
sayısının sınırlanması da [örneğin
1934-35 eğitim yılına ait University
of Pennsylvania Yıllığı’nda sınıflarda
%10’dan fazla kız öğrenci olamayacağı açıkça belirtilmiştir (12)] bir
tepkiyle karşılaşmamıştır (Resim 2).
Resim 2 - 1920’lerde University of Pennsylvania’da Mimarlık Stüdyosu
(Esherick, J., 1977, 253)
Dolayısıyla, kadın mimarlar
meslekleriyle ilgili olarak ancak küçük ölçekli iyileştirmelerle yetinmek
zorunda kalmışlardır.
Bu süreç içinde güç ve paraya
sahip olan erkekler, çevreyle ilgili
36
kararları büyük ölçüde kontrol etmiş ve toplumda erkek deneyimleri
bir norm olarak kabullenilmiştir. Bu
yaklaşıma en çarpıcı örneklerden
biri, tasarımlarında insan vücudunu
bir model olarak ele alan mimar-
ların, erkeğin insanı temsil ettiğini
düşünmeleridir. Vitruvius, Leonardo da Vinci, Le Corbusier gibi
mimarlar, birbirlerinden çok farklı
dönemlerde erkek vücut ölçülerini
tasarımlarında temel olarak kullan-
mışlardır. 19. yüzyıl sonunda vücudun, endüstriyel üretimin mekanik
bir bileşeni, fabrika araçlarının bir
uzantısı olarak anlaşılmaya başlanması da aslında bu süreç içinde
değerlendirilmelidir. Bu dönemde
bilimsel işletme veya Taylorizm,
vücudun dinamik enerjisini yararlı
işgücüne dönüştürme yöntemleri üzerinde durmuş, hareketleri
rasyonelleştirmek ve standartlaştırmak için arayışlara girmiştir. 20.
yüzyıl başında bilimsel işletme anlayışı, işyerlerinden konutlara girmiş ve ev işlerinde uygulanmıştır.
İdeal ev kadınını yaratabilmek için
ev işleri büyüteç altına alınmıştır. Bu
süreçte, Avrupa’da 13. yüzyıldan
itibaren kullanılan “ev kadını” terimi,
1920’li yıllardaki hizmetçisiz orta sınıf Amerikan ailesine göre yeniden
tanımlanmak zorunda kalmıştır.
Konutlarda kullanılacak yeni makinelerin kadının fiziksel güç kaybını
en aza indirerek, işgücüne katılmasını sağlaması düşünülmüştür.
Ancak, hijyenik olma adına aslında
ev kadınından beklentiler daha fazla artmış; 19. yüzyılın toz ve mikrop üreten iç mekanları yerine, ev
kadınlarının sürekli denetimi altında
bulunması gereken saf, beyaz, düz
yüzeyler mimarlıkta benimsenmiş;
gerek ideal ev kadını tiplemesi,
gerekse ideal ev içi mekanları, popüler medyada gündemde tutulmuştur (13). Ev içleriyle ilgili bu gelişmeler incelendiğinde, ev içlerinin
ele alınışında cinsiyet ayrımının etkili
olduğu görülmektedir. İç mekânlar,
toplumun kadından beklentilerine
göre şekillendirilmekte; ev kadını
da olsa, çalışan kadın da olsa bu
anlayış değişmemektedir.
Kadın mimarların sayısının tarihte oldukça sınırlı kalmasının temel
nedenlerinden biri, 1900’lü yılların
başına, hatta ortasına kadar pek
çok ülkede kadınların mimarlık
okullarından ve meslek örgütlerinden dışlanmasıdır. Ancak, bu
sorunlar aşıldıktan sonra da kadın
mimarlar, daha az iş bulabilme, yayınlarda daha az yer alma ve daha
az mesleki ödül kazanma gibi sebeplerle erkeklere oranla daha az
tanınmaya devam etmektedir.
Kadının tarih içinde fiziksel çevrenin oluşumundaki rolü irdelenirken, dünya genelinde inşa edilmiş
çevrenin ancak %5’inin mimarlar
tarafından üretildiği düşünüldüğünde (ülkelerin gelişmişlik düzeyine
göre bu oran artmaktadır), kadının sadece tasarımcı olarak değil,
kullanıcı olarak da irdelenmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Yapılan
araştırmalara göre son dönemlerde dünyadaki hanehalklarının
üçte birinin reisi kadındır. Gerek
kentsel, gerekse de kırsal alanda
çocuklarının bakımından ve ev işlerinden sorumlu olan orta ve alt
gelir grubundaki kadınların, evlerini aynı zamanda gelir getirici işler
için kullanması nedeniyle konuttan
beklentiler standart aile tiplerine
göre farklılaşmıştır. Dünyada pek
çok kadın için ev, sadece geceleri uyunacak bir yer değildir; yaşamın ta kendisidir çünkü kadınların
pekçoğu hemen hemen tüm zamanlarını evde geçirir. Dolayısıyla,
konut araştırmalarının odaklanması
gereken konulardan biri, kullanıcı
durumundaki kadınların, farklılıklar
gözden kaçırılmadan, konutlarının
tasarım sürecinde nasıl yer alacakları olmalıdır (14).
Türkiye’de Kadın, Yapılı Çevre ve Mimarlık
Dünya genelinde olduğu gibi
Türkiye’de de kadınların mimarlık
alanındaki katkısı sınırlı kalmıştır.
Bunun nedenlerini açıklayabilmek
için, bu bölümde önce Türkiye’de
kadınların kamusal alan içindeki
konumları irdelenecektir. Kadınlar Osmanlı İmparatorluğu’nun
ancak son dönemlerinde, Sultan
Abdülmecid’in 1839’daki politik reformları ile başlayan ve 1908-1919
yılları arasında İkinci Meşrutiyet döneminde kapsamı genişleyen Batı-
lılaşma ve modernleşme sürecinde
toplumsal yaşama katılabilmişlerdir. Tanzimat öncesinde kadınların
yaşamları son derece kontrollüdür.
Örneğin, 1700’lü yıllardan kalan
Osmanlı belgelerinde, kadınların
sokağa çıkmaları, camilere girmeleri, hamamları kullanmaları, giysileri gibi konular hakkında çeşitli
kısıtlayıcı hükümler bulunmaktadır.
Bu belgelerde kadınların bayram
günlerinde erkekler arasına karışmalarının uygun olmayan bir iş ol-
duğu, bu tür eğilimlerin yakışıksız
davranışlara neden olduğu, uzun
yakalı ferace giyerek pazarda dolaşmalarının şehvet hissi uyandırdığı ve şeytan tuzakları kurduğu
belirtilmektedir (15). Osmanlı’daki
bu yaklaşım, geleneksel İslam toplumlarının genel yapısını yansıtmaktadır. Geleneksel İslam kentlerinde
kadının varlığı arka planda hep
hissedilir, ancak hiçbir zaman yönlendirici olmamıştır. Mahalleler ve
mahallelerdeki konutlar kadına ve
37
ailenin iç dünyasına aitken, kent ve
kentteki irade erkeğindir (16).
Tanzimat’la birlikte Osmanlı
toplumunun düşünce dünyasında,
bir yandan Batı’dan esinlenen yenilikleri amaçlayanlar, diğer yandan
Doğu’nun geleneksel değerlerine
bağlı kalmayı arzulayanlar etkili olmuştur. Bu süreçte kadınların geleneksel harem eğitimi, yerini entelektüel Osmanlı kadın tipini yaratan
konak eğitimine bırakmıştır. İkinci
Meşrutiyet döneminde ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma
projesinin temel amaçlarından biri,
kadınları eğitim aracılığıyla mahrem
özel dünyalarından ayırarak, daha
iyi bir eş ve anne olarak toplumsal yaşama katmak olmuş ve bu
amaçla kadınlar için pek çok lise
ve öğretmen okulu açılmıştır. Batılılaşma sürecinin bir halkası olarak,
kız öğrencilere sanat eğitimi vermek üzere 1914 yılında İstanbul’da
kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki ilk öğrencilerin Osmanlı
toplumunda Batılılaşmayı en önce
kabul eden bürokrasiye mensup
seçkin ailelerin kızları olması bu gelişmelerin olağan sonucudur (17).
Bu dönemde, kadın erkek eşitliğini
ve kadınların çalışmasını savunan
dernekler kurulmuş, pek çok kadın
dergisi yayınlanmış, üniversitelerde kız ve erkek öğrenciler derslere
birlikte girmeye başlamış ve ilk kez
Müslüman kadınlar tiyatroya katılmışlardır. Bu değişimlere rağmen,
devlet kadının dış yaşamını kontrol etmeye ve cinslerin kentsel yaşamdaki birlikteliklerine kısıtlamalar
getirmeye devam etmiştir. Örneğin,
toplu taşıma araçlarında, sinema
ve tiyatrolarda, restoranlarda kadınlar için özel bölümler ayrılmıştır.
Kadını bir cinsel nesne olarak gö-
38
ren geleneksel ataerkillik, kadının
özel alanla sınırlanmasını uygun
görmüş, dışarıya çıktığında da örtünmeye zorlamıştır.
II. Meşrutiyet döneminde ve
sonrasında kadınlar, savaşta parçalanan İmparatorluk ortamında
Jön Türkler’in yaydığı ulusçu düşünceler ortamında belli haklara
kavuşmuştur. Kadınlar, Balkan
Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nın
yarattığı koşulların zorlamasıyla, II.
Meşrutiyet’in göreli özgürlük ortamında kamusal alana daha fazla
çıkmış ve çalışma yaşamına katılmışlardır. Bu kapsamda, kadınlar
yurttaşlık haklarını “ulusun anaları”
olma sıfatıyla talep etmişlerdir. Osmanlı kadınlarının statüsü, Kurtuluş
Savaşı sırasında daha da yükselmiştir. Bu gelişmelerde, Kurtuluş
Savaşı’na katılan bütün güçleri bir
araya getirmek amacıyla oluşturulan Milli Kongre’ye katılan 51 örgütün 16’sının kadın örgütleri olması
gibi faktörler neden olarak sayılabilir. Cumhuriyet döneminin ulus
devlet ortamında ise “yeni kadın”
imajı, “ailevi, içtimai, milli vazifelerini
benimseyen ve başkaları için yaşayan” bir varlık olarak tanımlanmaya
başlanmıştır (18).
1923’ü takip eden yıllarda gerçekleştirilen kültürel devrim sürecinde, evin içinde kocasının en
önemli desteği olan ve aile bütçesine de zaman zaman katkıda
bulunan kadın imajı yeni sistem tarafından benimsenmiştir. İş ve aile
yükünü omuzlamış kahramanlar
olarak görülen kadınlardan bir kısmı, bu dönemde ulusu eğitmekle
görevlendirilmiş yurtsever öğretmenler olmuşlardır (19). Türkiye
Cumhuriyeti’nin ideal kadın tipinin
kökleri, kadının ailede, toplumda
ve devlet idaresinde erkeklerle eşit
koşullara sahip olduğu, aynı sorumluluğu taşıdığı İslamiyet öncesi
Türk toplumlarına uzanmaktadır.
Türkiye’de kadınlarla ilgili yasal
düzenlemeleri irdeleyen pek çok
araştırmacı, Kemalist reformların
kadını özgürleştirmek veya kadın
bilincinin ve kimliğinin geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla değil, Türk kadınlarını, onları daha iyi
eş ve anne yapacak eğitim ve becerilerle donatarak, cumhuriyetçi
ataerkil düzene katkılarını arttırmak
amacıyla gerçekleştirildiğini belirtmektedir (20). Kısacası, kamusal
alandan dışlanmış ve örtünmüş
kadın, Cumhuriyet öncesi dönemin
bir yansıması olarak kabul edilirse,
“modern” ama özerk olmayan, aile
bağları kuvvetli, ulusal görevlerini
benimseyen, başkaları için yaşayan bir varlık olan kadın, Cumhuriyet döneminin simgesi olarak algılanabilir.
Türkiye’de Cumhuriyet dönemiyle birlikte eğitim düzeyleri giderek yükselen kadınların çalışma
ortamındaki oranları ve etkileri de
özellikle 1950’li yılların başından
itibaren, Türkiye’de sanayileşme
süreci geliştikçe artmıştır. Ancak,
1990 nüfus sayımında kadınların
hâlâ %22’sinin hiçbir eğitim almadığı ve okuryazar olmadığı ortaya
çıkmıştır. Bu oran erkeklerde %18
civarındadır. Kadınların %2.4’ü, erkeklerin ise %4.8’i üniversite mezunudur (21). Resmi istatistiklere
göre, Türkiye’de yetişkin her 10
kadından 3’ü, erkeklerden ise 7’si
ev dışındaki çalışma yaşamına katılmaktadır. İşgücü içinde yer alan
her 10 kadından yaklaşık olarak 7’si
ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken,
bu oran erkekler için 1’dir. Ücretli
çalışan kadınlar, ortalama olarak erkeklerin yarısı kadar kazanmakta ve
sosyal güvenceleri erkeklere oranla
çok daha az bulunmaktadır. Bu anlamda Türkiye’de ekonomik alanda
önemli bir cinsiyet eşitsizliği bulunmaktadır (22). Bu eşitsizlik yönetim
kadrolarında da göze çarpmaktadır.
Dünyadaki ve Türkiye’deki kurumlarda, kadınlar sayısal yoğunluklarıyla orantılı olarak yönetimde temsil
edilmemektedir (23).
Akademik ortamda ise farklı bir
tablo ortaya çıkmaktadır. 1998 yılı
itibariyle Türkiye üniversitelerindeki 50 bin dolayındaki öğretim elemanının yaklaşık %34’ü kadındır.
Araştırma görevlileri ve diğer destek personel çıkarıldığında bu oran,
yaklaşık olarak %25’e düşmektedir. Yetişkin kadın nüfusun %28’inin
okuma-yazma bilmediği, kadın-erkek okuryazarlık oranı farklılıklarının
önemli olduğu bir toplumda, akademik yaşama %30’u aşan kadın
katılımı çelişkili bir durum olarak al-
gılanabilir. Ancak, kadınların yükseköğrenim ve mesleki hakları kazanmasının desteklendiği bir ortamda
Cumhuriyet’in hedeflerinden olan
Batılılaşmanın bir yansıması olarak
akademik kariyeri özellikle tercih
etmeleri doğaldır. Böylece, kadınlar
hem toplumda saygın bir konumda olabilecekler, hem de düzenli iş
saatleri nedeniyle anne rolünü de
sürdürebileceklerdir (Resim 3).
Resim 3 - 1940’lı yıllarda İTÜ Taşkışla binasının önünde Türkiye’nin ilk iki kadın mimarından biri olan
Leman Tomsu Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri arasında
(İTÜ Vakıf Dergisi, Sayı 26, Temmuz 1998, 84)
Resim 31940’lı yıllarda İTÜ Taşkışla binasının önünde Türkiye’nin
ilk iki kadın mimarından biri olan
Leman Tomsu Mimarlık Fakültesi
öğretim üyeleri ve öğrencileri arasında (İTÜ Vakıf Dergisi, Sayı 26,
Temmuz 1998, 84)
Cumhuriyet’in ilanından sonra
Türkiye’de mimarlık alanındaki gelişmeler sürecinde kadınların konumu incelendiğinde, dünyadaki
genel eğilime benzer bir biçimde
mimarlık okullarında kız öğrenci sayısının giderek artmasına rağmen,
mesleki uygulama açısından kadınların sınırlı katkısı olduğu ortaya
çıkmaktadır. Türkiye’de kadınların,
“erkek mesleği” olarak bilinen mimarlığa ilgi duymaya başlaması,
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, Atatürk’ün Türkiye’deki modernleşme projesinde kadınlara
verdiği önem dolayısıyla söz konusu olmuştur (24) (Resim 4).
Resim 4 -1940’lı yıllarda Mualla Eyüboğlu ve
Harika Alpar (sonradan Söylemezoğlu)
Güzel Sanatlar Akademisi’nde arkadaşlarıyla
(Neslihan Dostoğlu Arşivi)
39
Bellerine peştamal bağlanmış Yunan heykellerinin kız öğrenciler tarafından çıplak model
olarak kullanıldığı Sanayi-i Nefise
Mektebi’nden (25), son yıllarda kız
öğrenci oranının %70’lere ulaştığı
mimarlık bölümlerinin itibarını uluslararası platformda artırmak amacıyla kalite değerlendirmesi sistemlerini savunan üniversitelere uzanan
süreçte, Cumhuriyet yönetiminin
önemli katkıları bulunmaktadır.
İlk kadın mimarlar, 1883’te
Sanayi-i Nefise Mektebi ismiyle Osmanlıların ilk resmi mimarlık
okulu olarak eğitime başlayan ve
1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi olarak ismi değiştirilen okuldan 1934 yılında mezun olan Leman Tomsu ve Münevver Belen’dir.
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde
mimarlık eğitimi alan kız öğrencilerin düşük oranı nedeniyle, 1980’li
yıllara kadar oluşan fiziksel çevrenin pek azının kadın mimarlar tarafından tasarlanmış olması şaşırtıcı
değildir. Bu dönemde kadın mimarlar bazı bina tipleri konusunda
uzmanlaşmışlardır. Örneğin,1930
ve 40’lı yılların Arkitekt dergilerinde,
kadın mimarların daha çok halkevi,
köy enstitüsü, maliye binası, poliklinik binası gibi projelerle uğraştıkları
görülmektedir (Resim 5, 6).
Resim 5 - Pazarören Köy Enstitüsü İdare Binası
Projesi Zemin Kat Planı, Mualla Eyüboğlu
(Neslihan Dostoğlu Arşivi)
Asıl şaşırtıcı olan, 1980’li yıllardan sonra kadın mimarların
40
Resim 6 - Pazarören Köy Enstitüsü İdare Binası
Projesi Güney Görünüşü, Mualla Eyüboğlu
(Neslihan Dostoğlu Arşivi)
Türkiye’de fiziksel çevrenin oluşumuna katkısının sınırlı olmaya devam etmesidir. Çeşitli araştırmalar
Türkiye’de mimarlık mezunları içinde kadın oranının giderek artmasına rağmen, kadın mimarların erkek
meslektaşlarına oranla iş hayatına
daha az katılabildiklerini göstermektedir. Araştırmaların ortaya çıkardığı bir başka gerçek de, idari
statüdeki kadın oranının oldukça
düşük olmasıdır (26). Günümüzde
giderek artan kız mimarlık öğrenci
sayısı, Türkiye’de mimarlığın artık
erkekler için cazip bir meslek olma
özelliğini kaybettiğini göstermektedir. Başka mesleklerde de görüldüğü gibi, erkekler daha prestijli
ve ödüllendirici alanlarda yoğunlaşmakta, idari yapıyla direkt ilişkisi
olmayan alanları kadınlara bırakmaktadır (27).
Türkiye’de kadının fiziksel çevrenin oluşumundaki rolü incelenirken büyük kentlerdeki konutların
%60’a varan oranının ve kırsal
alanlardaki konutların büyük bir kısmının plansız bir biçimde geliştiği
göz önüne alınmalıdır. Dolayısıyla,
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gerek kırsal alanlarda, gerekse büyük kentlerin çevresini saran
plansız konut alanlarında kullanıcının konutunu mimari proje olmadan yapı ustalarına yaptırdığı veya
aile bireyleri ve arkadaşlarıyla birlik-
te inşa ettiği süreçler henüz devam
ederken, kadının fiziksel çevrenin
biçimlenmesinde daha çok kullanıcı olarak rol aldığı görülmektedir.
Cumhuriyet döneminde Türkiye’de
bir yandan Batıdaki aile modeli örnek olarak alınırken, diğer yandan
özellikle Güneydoğu, Doğu veya
Kuzey Anadolu bölgelerinde veya
bu bölgelerden kente yeni göçenler arasında 200-300 yıl öncesinin
koşullarına uygun aile yapıları da
varlığını sürdürmektedir. Son dönemlerde Türkiye’de özel alan-kamusal alan sınırları belirsizleşmeye
başlamış, bir yandan alt-orta sınıfa
mensup pek çok kadın evlerini işyeri olarak kullanırken, bir yandan
da özel alanlar kitle iletişim araçları
aracılığıyla kamusallaşmaya başlamıştır (28). Bu süreçte özel alan
artık kamuya açılmakta ve böylece
hem kadının toplumdaki rolü, hem
de fiziksel çevrenin biçimlenişi yeni
anlamlar kazanmaktadır.
DEĞERLENDİRME
Gerek Türkiye’de, gerekse dünyanın farklı ülkelerinde mimarlığın
toplumda bir erkek mesleği olarak
algılanma eğiliminin azalmasına ve
mimarlık öğrencileri ve mezunları
arasında kadınların oranının giderek artmasına rağmen, kadınların
fiziksel çevrenin tasarımıyla ilgili
üstlendikleri sorumlulukta benzer
bir artış olmamaktadır. 2004 yılı
rakamlarına göre, Türkiye’deki mimarlık öğrencileri ve mezunları içinde kadınların oranının %50 civarında olmasına rağmen, 1 Ocak 2004
tarihi itibariyle Mimarlar Odası’nda
toplam 29.655 olan aktif üye sayısının yaklaşık olarak %67’si erkek,
%33’ü ise kadındır. Bunun yanısıra, idari pozisyonlardaki kadın oranı oldukça düşüktür. Bu sonuçlar,
dünyada mimarlık ortamındaki
durumla benzerlikler göstermektedir. Mimarlık eğitimi almış kadınların önemli bir kısmının mesleklerini
terk etmesi aslında hem kişi için bir
kayıp, hem de devlet için bir kaynak israfıdır. Oysa kadının, fiziksel
çevrenin hem tasarımcısı, hem de
kullanıcısı olarak farklı deneyimlerini
mekâna aktarması, çevresel kaliteyi arttırmakta etkili olabilir.
Pek çok araştırmacı, kadın ve
erkeklerin cinsiyete bağlı olarak
mekânla ilgili deneyimlerindeki
farklılıklardan ve kamusal alandaki
etkinliklere katılımda cinsler arasında eşit olmayan fırsatlardan söz
etmektedir. Güncel araştırmalar,
kadın ve erkeğin düşünme ve deneyimi yapılandırma, bilgiyi organize etme konusunda farklı yaklaşımları olduğunu, kadınların ilişkiler
NOTLAR
1. Hughes, F., 1996, xi-xiii.
2. Kadıoğlu, A. (2), 2003, 1, 4.
3. Ahrentzen, S., 1996, 84-105.
4. Torre, S. (1), 1977, 11.
5. Kayasü, S., 2002, 101.
6. Sennett, R., 2001.
7. Wright, G., 1977, 291.
8. Erkarslan, Ö.E., 2002, 32-33.
9. Wright, G., 1977, 280.
10. Anscombe, I., 1984, 11.
11. Wright, G., 1977, 296.
12. Esherick, J., 1977, 239.
13. Diller, E., 1996, 78-81.
14. Dandekar, H.C., 1996, 33-51.
15. Umur, S., Ekim 1988, 13-15.
16. Kuban, D., 1996, 45-46.
ve karşılıklı etkileşimler konusuna
daha fazla ilgi gösterdiğini ortaya
çıkarmaktadır (29). Örneğin, çocuklar arasında yapılan incelemelere göre, erkek çocukların daha
çok dış mekânlar ile yüksek binalar,
kız çocukların ise iç mekânlar oluşturdukları ortaya çıkmaktadır (30).
Bunun nedenlerini inceleyen araştırmacılar, geleneksel olarak kız çocuklarının çevre içindeki hareketlerinin ve çevreyi değiştirme eğilimlerinin aileler tarafından erkek çocuklara oranla daha fazla kısıtlanması
sonucunda, erkeklere göre daha az
sayıda ve daha küçük ölçekte, “…
kentler ve havaalanlarından ziyade
konutlar ve odalar” (31) inşa etme
eğilimde olduklarını belirtmektedir.
Yine mimarlık öğrencileri ile ilgili
gözlemlerde erkek öğrencilerin ileri
teknoloji çözümlerine önem verdik-
leri, kız öğrencilerin ise sürdürülebilir, az enerji harcayan tasarımları
tercih ettiği ve bilgisayarı tasarımda
göreceli olarak daha az kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Son araştırmalar, kadınların erkeklerden daha
farklı düşünmek ve deneyimleri
kurgulamak üzere yetiştirildiklerini,
bireysel öğrenme yerine gruplar
halinde öğrenme süreçlerini tercih
ettiklerini göstermektedir (32).
Bu bağlamda, gerek mimarlık
eğitiminde, gerek meslek ortamında farklı birikimlere sahip kadın ve
erkeklerin yaratıcı potansiyellerinin
değerlendirilmesi hem mesleğin
gelişimine katkıda bulunabilir, hem
de mimarlık mesleğinin, toplumun
değişen niteliklerine ve gereksinimlerine daha iyi yanıt vermesine
ve sınırlarını genişletmesine olanak
sağlayabilir.
17. Sağlam, M., 1996, 159.
18. Berktay, F. (1), 2003, 24-25; Berktay, F. (2), 1998, 2.
19. Kadıoğlu, A. (1), 1998, 89-100.
20. Arat, Z., 1998, 52.
21. Kırkpınar, L., 1998, 25-27.
22. İlkkaracan, İ., 1998, 285.
23. Kabasakal, H., 1998, 303.
24. Arat, Y., 1998, 82-98.
25. Göle, N., 1994, 24.
26. Çimen, B., 1989, 54.
27. Kırkpınar, L., 1998, 27 ve Acar, F. (2), 1994, 199-203.
28. Özbay, F., 1996, 52-64.
29. Kingsley, K. (2), 1991, 250.
30. Tümer, G., 2003, 63.
31. Torre, S. (1), 1977, 148.
32. Ahrentzen, S., 1996, 80-84.
41
KAYNAKLAR
Acar, F. (1), 1998, “Türkiye Üniversitelerinde Kadın Öğretim Üyeleri”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu,
Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.313-321.
Acar, F. (2), 1994, “Türkiye’de Kadınların Yüksek Öğrenim Deneyimi”, Türkiye’de Kadın Olmak, ed. N. Arat, Say Dağıtım,
İstanbul, ss.195-211.
Ahrentzen, S., 1996, “The F Word in Architecture: Feminist Analyses in / of / for Architecture”, Reconstructing Architecture: Critical Discourses and Social Practices, eds. T.A. Dutton and L.H. Mann, University of Minnesota Pres, Minneapolis,
pp.71-118.
Anscombe, I., 1984, A Woman’s Touch, Virago Press, London.
Arat, Y., 1998, “Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, ed. S. Bozdoğan
ve R. Kasaba, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, ss.82-98.
Arat, Z., 1998, “Kemalizm ve Türk Kadını”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul, ss.51-70.
Berktay, F. (1), 2003, “Cumhuriyet ve Kadınlar”, Radikal: Cumhuriyet’in 80. Yılı Eki, 29.10.2003, ss.24-25.
Berktay, F. (2), 1998, “Cumhuriyet’in 75 Yıllık Serüvenine Kadınlar Açısından Bakmak”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed.
A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.1-11.
Brown, D.S., 1989, “Room at the Top? Sexism and the Star System in Architecture”, Architecture: A Place for Women,
eds. E.P. Berkeley and M. McQuaid, Smithsonian Institution Press, Washington&London, pp.237-246.
Bussel, A., November 1995, “Women in Architecture: Leveling the Playing Field”, Progressive Architecture, no:45-49,
p.86.
Çimen, B., 1989, “Kadın Mimarlarımızın Konumu”, Mimarlık, no:235, ss.52-54.
Dandekar, H.C., 1996, “Kadın ve İskan: Geçmişteki Düşünceler, Gelecekteki Yönelimler”, Diğerlerinin Konut Sorunları,
derl. E.M. Komut, TMMOB Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, ss.33-51.
Diller, E., 1996, “Bad Press”, The Architect Reconstructing Her Practice, ed. F. Hughes, The MIT Press, Cambridge,
Massachusetts, pp.75-94.
Dostoğlu, N. (1), 2003, “Mimarlıkta Kadının Adı”, Arredamento Mimarlık, no:100+61, ss.71-74.
Dostoğlu, N. (2), 2002, “Mimarlıkta Kadının Rolü: Dünyaya ve Türkiye’ye Genel Bir Bakış”, Mimarlık ve Kadın Kimliği,
Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.9-25.
Draper, J., 1977, “The Ecole des Beaux-Arts and the Architectural Profession in the United States: The Case of John
Galen Howard”, The Architect, ed. S. Kostof, Oxford University Press, New York, pp.209-237.
Erkarslan, Ö.E., 2002, “Modern Türkiye’nin İnşasında Kadın Mimarlar”, Mimarlık ve Kadın Kimliği, Boyut Yayın Grubu,
İstanbul, ss.27-64.
Esherick, J., 1977, “Architectural Education in the Thirties and Seventies: A Personal View”, The Architect, ed. S. Kostof, Oxford University Press, New York, ss.238-279.
Göle, N., 1994, Modern Mahrem, Metis Yayınları, İstanbul.
Graft-Johnson, A., S. Manley and C. Greed, 2003, Why Do Women Leave Architecture?, University of the West of
England, Bristol.
Hughes, F., 1996, An Introduction, The Architect Reconstructing Her Practice, ed. F. Hughes, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, pp.x-xix.
Hür, A., 2003, “Amazonların 8 Mart’ı Kutlu Olsun”, Radikal: Radikal İki Pazar Gazetesi, 7.3.2003, no:387, s.1.
İlkkaracan, İ., 1998, “Kentli Kadınlar ve Çalışma Yaşamı”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih
Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.285-302.
Kabasakal, H., 1998, “Türkiye’de Üst Düzey Kadın Yöneticilerin Profili”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.303-312.
42
Kadıoğlu, A. (1), 1998, “Cinselliğin İnkarı: Büyük Toplumsal Projelerin Nesnesi Olarak Türk Kadınları”, 75 Yılda Kadınlar
ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.89-100.
Kadıoğlu, A. (2), 2003, “Hem Eşit Hem Farklı”, Radikal: Radikal İki Pazar Gazetesi, 7.3.2003, no:387, s.1, 4.
Kayasü, S., 2002, “Kadın ve Mekan Etkileşimi”, Mimarlık ve Kadın Kimliği, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.101-105.
Kırkpınar, L., 1998, “Türkiye’de Toplumsal Değişme Sürecinde Kadın”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.13-28.
Kingsley, K. (1), 1988, “Gender Issues in Teaching Architectural History”, JAE, no:41/2, pp.18-25.
Kingsley, K. (2), 1991, “Rethinking Architectural History from a Gender Perspective”, Voices in Architectural Education,
ed. E. Dutton, Bergin and Garvey, New York, pp.249-264.
Kuban, D., 1996, “Kadın ve Kent Kültürü”, Yapı, no:170, ss.45-46.
Özbay, F., 1996, “Evler, Kadınlar ve Evkadınları”, Diğerlerinin Konut Sorunları, derl. E.M. Komut, TMMOB Mimarlar Odası
Yayınları, Ankara, ss.52-64.
Sağlam, M., 1996, “Kimlik Sorunları Açısından Yeni Kadın ve Resim İlişkisi”, Sanat Dünyamız, no:63, ss.159-167.
Sennett, R., 2001, Ten ve Taş, Metis Yayınları, İstanbul.
Torre, S. (1), 1977, Women in American Architecture, Whitney Library of Design, New York.
Torre, S. (2), 1991, “Book Review”, Design Book Review, no:20, pp.74-76.
Toska, Z., 1998, “Cumhuriyet’in Kadın İdeali: Eşiği Aşanlar ve Aşamayanlar”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B.
Hacımirzaoğlu, İstanbul, ss.71-88.
Tümer, G., 2003, “Mimarlıkta Cinsellik”, Arredamento Mimarlık, n:100+61, ss.59-64.
Umur, S., Ekim 1988, “0smanlı Belgeleri Arasında: Kadınlara Buyruklar”, Tarih ve Toplum, no:58, ss.13-15.
Wright, G., 1977, “On the Fringe of the Profession: Women in American Architecture”, The Architect, ed. S. Kostof,
Oxford University Press, New York, pp.280-308.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Bu makale aşağıdaki yayından yararlanılarak hazırlanmıştır:
Dostoğlu, N. 2005. “Dünyada ve Türkiye’de Değişim, Kadın ve Mimarlık”, Dostoğlu, N. (ed.), Cumhuriyet Döneminde
Kadın ve Mimarlık, Ankara: TMMOB Mimarlar Odası, 29-46.
43
Mimar Sinan ve Diyarbakır
44
45
Fotoğraf Merthan ANIK
46 Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
İskender
Mimar Sinan
ve
Diyarbakır
Pınar GÜRHAN
Klasik Osmanlı Mimarisi olarak
adlandırılan 16. yüzyıla damgasını vuran Mimar Sinan Osmanlı
Mimarisi’nin en büyük yaratıcısı ve
yönlendiricisidir. Kayseri’nin Ağırnas Köyünde dünyaya gelmiş, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirilerek yeniçeri yapılmak üzere seçilmiştir. Kanuni Döneminde Hassa
Mimarbaşı olan Sinan, vefatına kadar 400’e yakın eserle günümüze
tanıklık etmiştir.
ve plana sahip yapıları inşa etmiştir
(Kuran, 1964). Yaklaşık 400’e yakın
eseri tasarlamış, tasarımını denetlemiş, inşa etmiş, seferler arasında
çeşitli kültür eserlerini görerek tasarım gücünü geliştirmiştir. Sinan, tasarladığı yapıların büyük çoğunluğunu ve en seçkinlerini o zamanın
başkenti İstanbul’da inşa eder. Bu
eserleri adeta bir mimarlık yarışmasına katılırcasına, yeniliklerle dolu
olarak geliştirir ve topografyanın en
uygun yerlerine yerleştirerek kent
siluetine büyük katkılarda bulunur.
Böylece İstanbul, en özgün yapı
örnekleriyle sanki bir açıkhava müzesine dönüşür.
Başta İstanbul olmak üzere,
İmparatorluğun Anadolu ve Avrupa’daki topraklarına yayılan cami,
mescit, medrese, darü’l kurra, türbe, imaret, suyolu, köprü, kervansaray, hamam gibi çok farklı işlev
Bu dönem içerisinde Bosna’dan
Bağdat’a, Kırım’dan Yemen’e
birçok yapıya imzasını atmıştır.
Sinan’ın Osmanlı İmparatorluğu’n
un çok farklı yerlerinde, bu kadar
çok yapıyı tek başına inşa ede-
Sanat Tarihçi
meyeceği gerçeği nedeniyle, bu
yapıların Sinan tarafından planlanmış, mühendislik hesapları yapılmış
ve bir kısmının çırakları tarafından
inşa edilmiş olduğu düşünülmektedir (Yıldırım, 2011, s.317). Mimar
Sinan’ın Diyarbakır’a gelmediği
yönündeki bilgiler ağır basmasına
rağmen, mimari üslubunun Diyarbakır’daki camilerde uygulandığını
görmek mümkündür. Koca Sinan’ın
yapmış olduğu bilinen çok sayıda
eserin bazılarını kalfalar göndererek yaptırmış olması muhtemeldir.
Diyarbakır’daki eserlerini de bu
şekilde yaptırdığı düşünülmektedir
(Yıldırım, 2011, s.321). Kaynaklarda Mimar Sinan eseri olarak bilinen
camiler; Fatih Paşa Camii, Behram
Paşa Camii, İskender Paşa Camii,
Melek Ahmet Paşa Camii ve Hadım Ali Paşa Camii’dir.
47
Bıyıklı Mehmet Paşa Camii (Fatih-Kurşunlu Camii)
1516-1520 yılları arasında,
dönemin Diyarbakır Valisi Bıyıklı
Mehmet Paşa tarafından yaptırılan
cami plan ve mimari özellikleriyle
Diyarbakır’da Osmanlı Döneminde
inşa edilen diğer yapılardan farklıdır
(Beysanoğlu, 1996, s.520). Fatih
Paşa Mahallesinde bulunan Bıyıklı
Mehmet Paşa caminin üst örtüsünün kurşun ile kaplanmasından
ötürü halk arasında Kurşunlu Cami
adıyla da anılmaktadır. Diyarbakır’daki Osmanlı dönemi camilerinin ilki ve en önemlisi olan yapı,
cami gelişimi içinde önemli bir yer
tutmaktadır. Merkezdeki kubbenin
dört yarım kubbeyle desteklenmiş
olması Sinan üslubunu anımsatmaktadır. Cami Sinan’ın İstanbul
Şehzade Camii’nde yarattığı ide-
al merkezi yapı için kendisine fikir
verecek bir mimari gelişime hazırlık
olduğu düşünülmektedir (Yıldırım,
2011, s.318). Bu plan şemasını
Fatih Paşa Camisi’nden önce Tunceli Çemişgezek Yelmaniye Camisi (1397–1406), Dimetoka Doğan
Bey Camisi (1420), Atina Fethiye
Camisi (XV. yy ortası), Hacı Hamza
Sinan Paşa Camisi (1506–07)’nde
uygulanmıştır. (Boran-Erdal, 2011,
s.308) Caminin ibadet mekânı,
dört kare ayak üzerine ana kubbe
oturtulmuş ve bu kubbe dörtkenardaki yarım kubbelerle desteklenmiştir. Bıyıklı Mehmet Paşa Cami
plan şemasıyla Diyarbakır’da tek
örnektir. Kare planlı caminin son
cemaat yeri sekiz sütunun taşıdığı
yedi kubbe ile örtülmüştür. Cami-
nin, ibadet mekânından çok daha
uzun olan son cemaat yerinin burada yapılmış olması, iki yanındaki
mekânlardan kaynaklanmaktadır.
Son cemaat yerinin kubbeleri Diyarbakır’daki diğer camiler gibi dışarıdan gizlenmemiş özellikle orta
giriş kubbesi daha da yükseltilerek
ihtişamlı bir görünüm verilmiştir.
Cami, siyah ve beyaz taşlardan
yapıldığından zengin bir görünümü
vardır. Kemerlerin arasında sütunların üzerinde ve köşelerde bezemeli madalyonlar yapılarak cepheye hareketlilik kazandırılmıştır. Klasik Osmanlı mimarisinde görülen
tek şerefeli minaresinin kare kaidesi
siyah taştan olup, üst köşelerdeki
profillerle beyaz taşlı gövdeye geçilmektedir.
Hadım Ali Paşa
Dönemin Diyarbakır Valisi Hadım Ali Paşa tarafından 1534-1537
tarihleri arasında inşa edilen camii,
Mardin Kapısı ile Urfa Kapısı arasında aynı ismi taşıyan mahallede
bir yapı topluluğunun içinde yer
almaktadır (Beysanoğlu, 1996,
s.561). Hadım Ali Paşa Camii, Mimar Sinan’ın eserlerinin değinildiği
Tuhfetül Mi’marin’de Mimar Sinan
eseri olarak geçmektedir (Meriç,
1965, s.27). Kare planlı inşa edilen
caminin ibadet mekânı sekizgen bir
kubbeyle örtülüdür. Dışarıdan sekizgen, yüksek bir kasnak üzerine
oturtulan kubbenin üzeri piramidal
bir çatı ile örtülmüştür. Yapının son
cemaat yeri dört ayak ve iki duvar
uzantısı ile kubbeli beş bölüme
ayrılmıştır. Ayaklar birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlıdır. Burada
göze çarpan bir özellik de sütun-
48
Hadım Ali Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
ların yanlarda olanların yüksek kaideler üzerinde oturmasına karşın
diğerleri doğrudan doğruya zemine
oturmuştur. Son cemaat yeri ve
kubbe kasnağında yatay şekilde
iki renkli taş dizilerinden meydana
gelmiş bezeme vardır. Cephede bir
sıra beyaz bir sıra siyah taş kullanılarak cepheye hareket verilmiştir.
Caminin iç mekanında da duvarlar-
da pencere seviyesine kadar mavi
renkli, altıgen çinilerle kaplanmıştır.
Tek kubbeli caminin doğusunda
1769 yılında eklenen Şafiler kısmı,
batısında medresesi, kuzeydoğu
yönünde ise dikdörtgen planlı zikirhane bulunmaktadır. Caminin
silindirik gövdeli ve tek şerefeli minaresi yapının dışında kuzeydoğuya yerleştirilmiştir.
Hadım Ali Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
İskender Paşa Camii
1551-1563 yılları arasında
Diyarbakır’ın 12. Valisi İskender
Paşa tarafından yaptırılan cami sur
içinde İskender Paşa mahallesinde
yer almaktadır (Beysanoğlu, 1996,
s.569). Yapı Tuhfetül Mi’marin’de
Mimar Sinan eseri olarak geçmekte
fakat; Sinan hakkındaki diğer yazmalarda İskender Paşa Camisi’ni
yaptırdığına dair ilgi bulunamamaktadır. (Sözen, 1971, s.81; İskenderoğlu, 1989, s.3). Kendi adıyla
anılan mahallede yer alan İskender
Paşa Cami Türk mimarisinde belirli
bir plan tipinin özelliklerini taşır. Yapı
ilk bakışta tek kubbeli sade bir yapı
olarak gözükmesine rağmen yanlardaki mekânlarıyla Erken Osmanlı Devri Camilerden Ters T Planlı
Camilerin Diyarbakır’da da kullanıldığı anlaşılmaktadır (Beysanoğlu,1996, s.572). Kare planlı ibadet
mekânının üzeri geniş merkezi bir
kubbeyle örtülüdür. Kubbe dıştan
onaltıgen bir kasnağa oturmaktadır. 16.yüzyıl İstanbul üslubu ile
bölgesel mimari geleneğinin karışımını tipik bir biçimde yansıtır. Kullanılan oranlar ve strüktür İstanbul
üslubunu, bezemeler ve işçilik yerel
mimariyi vurgular. Son cemaat yeri
yapıya göre dışarı taşkın tutulmuş
ve beş gözlüdür. Sivri kemerlerle
birbirine bağlanmış olan sütunların başlıkları oldukça sadedir. Dış
cephede avluya bakan iki oda ise
misafir odalarıdır. Yapının mihrabı
taştan olup mukarnasla hareketlendirilmiştir. İskender Paşa Camisi
Erken Osmanlı devri mimarisinin
özelliklerini taşımasına rağmen, bir
bakıma da Diyarbakır camilerinin
etkisinde kalarak yapılmıştır. Caminin sol tarafına silindirik gövdeli,
tek şerefeli taş minare eklenmiştir.
Minare oldukça sade tutulmuştur.
Caminin önünde sade şadırvanı,
doğusunda da Şeyh Yusuf Efendinin türbesi bulunmaktadır.
İskender Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
49
50
Behrampaşa
Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
Behram Paşa Camii
1564-1572
yıllarında
Diyarbakır’ın 13. Osmanlı Valisi Behram Paşa tarafından yaptırılan cami, Mardin Kapı semtinde
Süleyman Nazif Mahallesi’nde yer
almaktadır (Beysanoğlu, 1996,
s.573). Tamamen kesme taştan
yapılmış olan cami ilk bakışta tek
kubbeli basit bir yapı olarak görünmekteyse de iç ve dış süslemesiyle
Diyarbakır’ın taş işçiliği yönünden
zengin yapıları içinde başlı başına
bir yer tutar. Çapı 16 metreye yakın kubbesiyle Behram Paşa Camisi, Sinan’ın Diyarbakır’daki en
Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
görkemli yapısıdır (Boran - Erdal,
2011, s.285). Sadece strüktürü
ile değil mimari detayları ve süsle- üslubunu yerel bir yorumla yansıt- pının ibadet mekânının üzeri kubbe
meleri ile de Sinan’ın İstanbul’daki maktadır. Kare planlı inşa edilen ya- ile örtülüdür. Burada dikkat çeken
Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
51
52
Behrampaşa Camii / Fotoğraf
Merthan ANIK
Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
bir özelikte her duvara, duvar ayağı
ismi verilen çıkıntılar yapılmış oluşu
ve kubbenin de bu ayaklar üzerine
oturtulmuş olmasıdır. Girişin sağına, soluna ve mihrap duvarına yakın doğu-batı duvarına yerleştirilen
merdivenlerle mahfile çıkış sağlanmıştır. Görkemli tek kubbeli yapının mihrap ve minberi bezemelidir.
Özenli taş işçilikleri görülmektedir.
Harimin içindeki duvarlar pencere
seviyesine kadar karakteristik XVI.
yy İznik çinileriyle süslenmiştir. Caminin diğer bir özelliği de kuzeyinde çift kademeli yanlardan taşan
beş sahınlı bir son cemaat yerinin
olmasıdır. Son cemaat yeri yanlara
doğru taşmış olup, sağdaki kısmın
üzerine de minare yerleştirilmiştir.
Caminin giriş kapısı mukarnaslı bir
bordür ile çevrilmiş, üzerine de bir
kitabe yerleştirilmiştir. Minaresi l928
yılında yıldırım düşmesiyle yıkılmış,
tek şerefeli ve silindirik olarak yenilenmiştir. Mimar Sinan’ın eserlerinin yer aldığı Tuhfetu’l Mimarin
Kitabında adı geçen yapı Sinan’ın
Silivri kapıdaki Hadım İbrahim Paşa
Camisi ile plan ve mimari bakımdan
benzerlik göstermektedir (Yıldırım,
2011, s.318).
Behrampaşa Camii Fotoğraf Merthan ANIK
53
Melek Ahmet Paşa Camii
1587-1591 yılları arasında
Diyarbakır’ın valisi Melek Ahmet
Paşa tarafından yaptırılan camii,
Urfa Kapı semtinde kendi adıyla
anılan cadde üzerinde yaptırılmıştır.
Mimar Sinan’ın eserlerinin yer aldığı
Tuhfet’ül Mimarin Kitabında yapının
Mimar Sinan’ın eseri olduğuna dair
bilgi yer almaktadır (Sözen, 1971,
s.95). Yapı iki katlı, almaşık örgülü
kargirdir. Yüksek bir kaide üzerinde
yer alan caminin altında dükkânlar
bulunur. Cami bu yönüyle Diyarbakır camilerinden ayrılmaktadır. Altında depo ve dükkân bulunan yapı
yükseltilmiş ve merdivenle çıkılan
bir cami haline getirilmiştir. Cami-
nin ibadet mekânı dikdörtgen planlı
olup bu mekân kubbeyle örtülmüştür. Kubbe sekizgen bir kasnak
üzerine oturtulmuş ve bu kasnağa
dört tane sivri kemerli pencere açılarak ibadet mekânının yukarıdan
aydınlanması sağlanmıştır. Merkezi
kubbenin dışında kalan bölümler
çapraz tonozlarla örtülerek genişletilmiştir. Yapının güney ve kuzey
cepheleri siyah-beyaz taştan, diğer
cepheleri de yalnızca siyah taştan
yapılmıştır. Ayrıca kubbenin sekizgen kasnağı da siyah beyaz taş
sıraları ile örülmüştür. Caminin girişi duvardan dışarı çıkıntılı olup üç
dilimli bir kemerden sonra mukar-
naslı bir niş ile sonuçlanmaktadır.
Caminin içerisindeki duvarlar 1m.
yüksekliğe kadar XVI. yüzyıl çinileri ile kaplanmıştır. Ayrıca caminin
mihrabı da çinilidir. Melek Ahmet
Paşa Camii’nde Diyarbakır camilerinde görüldüğü gibi zengin bir
son cemaat yeri yapılmamıştır. Caminin kuzey yönündeki merdivenin
sağında bulunan minare camiden
ayrı olarak yapılmış ve kaide kısmındaki taş bezemeleri ile dikkati
çekmektedir. Silindirik gövdesi olan
minare tek şerefelidir. Şerefe altı
mukarnaslarla bezenmiştir. Minarenin yarısına kadar içeriden iki merdivenle, yarısından sonra da bunlar
Melek Ahmet Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
54
Melek Ahmet Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
birleşerek tek merdiven olarak şerefeye çıkılmaktadır. Bu merdivenlerden çıkanlar birbirini görmeyecek şekilde
düzenlenmiştir. Mozaik çinili bir şerit kaideyi çepeçevre dolaşmaktadır.
Melek Ahmet Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK
55
DEĞERLENDİRME
Klasik Osmanlı Dönemine damgasını vuran Mimar Sinan, güzellik
ve işlev kavramlarını birleştirerek,
mühendislik tekniğinin yaratıcılığını,
sanatçı beğenisiyle birleştirip özgün yapılar ortaya koymuştur. Yapıtlarda işlevi, estetiğin ardına gizleyen bir sanatçı anlayışı egemendir.
Böylece, plastik değerleri ön plana
çıkarmış özellikle, yaptığı binalarda
genişlik duygusu yaratmak amacıyla kare, altıgen ve sekizgen planlar
kullanmıştır. Bu binalardaki birbirleriyle uyumlu olarak kullanılan mi-
marlık öğeleri, bir görkem duygusu
yaratacak biçimde düzenlenmiştir.
Diyarbakır’daki Osmanlı Dönemi Camilerinde Sinan üslubu
yoğun olarak görülmektedir. Bu
camiler, sadece strüktürü ile değil
mimari detayları ve süslemeleri ile
de Sinan’ın İstanbul’daki üslubunu
yerel bir yorumla yansıtmaktadır.
Fatih Paşa Camide karşımıza çıkan
merkezi kubbenin dört yarım kubbeyle desteklenmesi Mimar Sinan
üslubunu yoğun olarak hissettirmekte ve gelecekte yaratacağı
Şehzade ve Süleymaniye Camiye
temel oluşturmaktadır.
Diyarbakır’daki Osmanlı Dönemi camiler, yarattığı ideal merkezi
yapılar için kendisine fikir verecek
bir mimari gelişime hazırlık olduğu
düşünülmektedir. Mimarlık tarihi
açısından Anadolu Mimarlığında
önemli yer tutan Fatih Paşa, Hadım
Ali Paşa, İskender Paşa, Behram
Paşa ve Melik Ahmet Paşa Camii
Mimar Sinan’ın Diyarbakır mimarlık
ve yapı sanatının birer belgesidir.
Taşıdıkları tarih, sanat, dinsel ve
estetik değerleri gelecek nesillere
aktarabilecek eşsiz yapıtlardır.
KAYNAKÇA
SÖZEN, Metin, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul, 1971
ASLANAPA, Oktay, Türk Sanatı, İstanbul, 1984
BAŞ, Gülsen, Diyarbakır’daki İslam Dönemi Mimarisinde Süsleme, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Van, 2006
BEYSANOGLU, Şevket, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, I, II, III, Ankara, 1987.
İSKENDEROĞLU, Reşit, Beylerbeyi Gazi İskender Paşa (1494- 1571), Ankara, 1989
KONYAR, Basri, Diyarbakır Tarihi, Ankara 1961
YILMAZÇELİK, İbrahim, XIX. Yuzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790–1840), Ankara, 1995.
YILDIRIM, Mücahit, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır, 2011, Diyarbakır
KURAN, Abdullah, İlk Devir Osmanlı Mimarisinde Cami, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara,
1964.
TUNCER, Orhan, Diyarbakır Camileri, Mukarnas, Geometri, Orantı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür
ve Sanat Yayınları, Diyarbakır, 1996.
56
Organik Mimari
57
Fotoğraf Merthan ANIK
Organik Mimari
Mehmet Emin AKKAŞ
Mimar
Doğa-insan ve insan-mekân
ilişkisi açısından organik mimarinin önemi.
Organik mimari doğa ile bütünleşmenin, doğanın konuttan, konutun da doğadan faydalanmasını
amaçlar. Sürdürülebilir mimari ya
da yalın hali ile ‘’Yararlı Mimari’’;
çevresiyle örtüşen, insana yakın ve
insanla iç içe olması gereken tasarım prensiplerine sahip bir felsefenin takipçisidir.Yani insanın yaşam
şeklini, doğayla olan ilişkisini, toplumun psikolojik etmenlerini dengeleyen mimaridir. Neden ‘’Yararlı
Mimari’’ dediğimizi kısaca özetlemek gerekirse; sanayi devriminden
sonra barınma mekânları gittikçe
insan sağlığını olumsuz etkileyen
yapı bileşenleri ile inşa edildiklerinden, canlıya, doğala ve doğaya
zarar vermektedir. Organik Mimari
ise binlerce yıldan beri insanoğlunun tabii materyallerle barınma ihtiyaçlarını karşılamış ve diğer yapı
müştemilatlarına çözüm getirmiştir.
58
Bu yüzden Organik Mimari zararlı
mekânların doğayı tahrip edişine
en önemli alternatif durumundadır.
niyetlerin yerleştiği çoğu alanda da
benzer çözümleri görmek mümkündür.
Organik mimarinin net anlaşılması için; mekânın, sürekli ve sürdürebilir şekilde, canlı duygularını
baskı altında tutmadan, tabiattan
sağacaklarımızı, başta insanoğlu
olmak üzere, bütün canlıların; sağlığına, huzuruna ve özgürlüğüne
özen göstererek, barınmaya çözüm
getirme erdemidir.
1908’de
ABD.’li
Mimar
F.L.Wright, organik mimariyi oluşturma prensiplerini şöyle tanımlar: Organik mimari ismini, 2650
yıl önce yaşamış olan Çin filozofu
Lao-Çe’nin ortaya attığı biliniyor.
Organik Mimari prensip olarak
Lao-Çe’den evvel de uygulanmıştır.Yakın çevremizde bulunan
Hasankeyf’i incelediğimizde; doğal
çevreye ve bitki örtüsüne zarar vermeden doğanın kucağında, doğa
ile iç içe ve hiç biri ötekine benzemeyen insan yuvalarının doğa
ile samimiyetinin ender örneklerini
görebiliriz.
Mezopotamya’da
insanoğlu
binlerce yıl evvel de: doğayı fazla
tahrip etmeden barınma ihtiyaçlarını karşılamıştır. Dünyada mede-
• Sadelik
• Üslup kavramının reddi.
• Yapının tasarımının doğadaki gibi
organik olması; doğadaki biçimlerin
güzelliklerinin gizine varılması
• Doğal biçimler ile uygun renklerin kullanılması ve bunların çevreyle
uyumunun sağlanması
• Gereçlerin karakterinin olduğu
gibi gösterilmesi
• Her modanın dışında, yapının
kendisine özgü bir karakterinin olması. ABD’li mimar Frank Lloyd
Wright’ın organik mimari algısı; insanın birbirine bağlı, beraber yaşayan organları gibi, bir binaya ve
birbirine akan yani canlı bir yaşam
sağlayan, yeni mekân anlayışıdır
Organik Mimari çağımızda; Gerek Türkiye’de ve gerekse de diğer
ülkelerde farklı uygulanmaktadır.
Nedeni de Organik Mimariyi (Organic Architecture) algılama biçiminden kaynaklıdır.
Türkiye’deki organik mimari algısını kısaca şöyle özetleyebiliriz.
Yuvarlak form hatların seçildiği
binaları olduğunu savunanlar.
Doğal malzemeler yapılmış yapılardır diyenler.
Beton, çelik, plastik gibi teknolojik ürünler reddedilir diyenler.
Teknolojik üretim şekilleri de
reddedilir diyenler.
Akım, tarz, üslup külliyen reddedilir diyenler.
Sarmaşıklar ile kaplı ucube gri
yapılardır diyenler.
Tepeye benziyor diye organik
mimaridir diyenler ve daha birçok
algı türünü örnek göstere biliriz.
Suni malzemeleri, betonlaşmayı
yeşille süsleyip ya da sırf bir tepeye benziyor diye, organik mimari
olarak sunamayız. Tabiatı tahrip etmeden ve çevresindekiler ile barışık
olan, biçim ve fonksiyonun bir arada tokalaştığı, hiç kimyasal madde
içermeyen malzemelerle, kullanıcı
zevk ve imkânlarını hesaba katarak, yerel malzemeden barınma
ihtiyacına çözüm getirmek Organik
mimarinin temel amacı olmalıdır.
Doğa mimarlık için en kapsamlı
laboratuardır. Doğadaki canlılar organik mimari öğretileriyle doludur.
Bülbül; keçi kılı, melengiç sütü
ve özellikli toprağı su ile karıştırıp,
olağanüstü ustalık ve form ile yuva
inşa eder.
mayı-soğutmayı, kolektif çalışmayı,
mevcut araziyi en verimli kullanmayı, savaşların iki tarafı da imha ettiğini, hepimizin birimiz ve birimizin
hepimiz için yaşaması gerektiğini,
adil hiyerarşiyi, kıtlık olmadan evvel
stoklamayı, yeteneklere göre sınıflandırmayı, maksimum verimliliği ve
kıskanmanın yerine-kendisi ile yarışarak yükselmeyi öğretiyor.
Karınca; şehirleşmeyi, araziyi bilinçli seçmeyi, bu günün işini
yarına bırakmamayı, doğal afetlere
karşı önceden tedbir almayı, doğal
malzemeyi verimli kullanmayı, sadece bireyi değil mekânı da mikroplara karşı dezenfekte etmeyi ve
sorumluluklarını yerine getirme konusunda uzmandır.
Arı; geometriyi, mekânda ısın-
Fotoğraf Merthan ANIK
59
Nasır Öztap Çeşmesi 2008 mimari
uygulama M.Emin AKKAŞ
Formülü şöyle açıklamak
mümkün: Tabiat + canlılar + coğrafi konum + kullanıcıların zevk/
imkânları aynı zamanda ihtiyaçları
+ doğaya dost yerel yapı malzemeleri = yapılacak organik mekânlar.
Bu formüle göre üretilen mimari yapılar organik mimariye uyar.
Mesnet, doğa tahribatını minimize
etmek ise bütün dersler tabiatın
kendisindedir.
düştler tarafından oluşturulmuş
yapılardaki harçların tahlillerinden
elde edilen sonuçların organik mimarinin uzun yıllardır kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bizlerde,
4850 yıl evvel kullanılmış harcın
tahlilleri ışığında, hiç inorganikliğe
sapmadan malzememizi üretebilmeliyiz. Deprem ve doğal afetler
bir kader değildir. Bir karınca kadar
yerleşim yerini seçemiyorsak, bu
ihmalkârlıktır. Biz Mimarların güvenilir ve sürdürebilinir mekanlar oluşturabilmesi için doğayı doğru okumamız ve tıpkı bir ruhaninin kendini
inancına adamışlığı misali, doğanın
öğrencisi olmalıyız. Çünkü Organik mimari bireyin kaybolmuş
yeteneklerini ve özgüvenini dışa
vurur, kişinin kendisini bulmasını
ve çevresi ile barışık olmasını geliştirir. Bütün anti insani sakatlıkların giderilmesine yardımcı olur.
Kimse asılsız gerekçelerin arkasına
sığınmasın. Doğa bütün dünyadaki
inşaat malzemeleri satan mağazalardan kat be kat daha zengindir.
Mimara düşen ise, tabiat öğretileri
ışığında barınmayı çözmektir. Tabiata karşı kopya çekmek, insanlığa
her zaman zarar verir ve bizi tabiata karşı suçlu konuma düşürür.
Bu da zamanla birikir ve felaketlere
davetiye çıkarır. Bu yüzden Doğayı yeniden canlandırmaya yönelik
başkaldırı sadece bir erdem değil,
acil bir zorunluluktur.
Herhangi bir şehirde, bölgede
veya ülkede yapacağımız mimari
üretimde, daha önceki bilgilerimizin
esiri olmamamız için, yeni mimari
üretimlerde mekânın uygulanacağı
yerelde, tasarımlara başlamadan
evvel, giyimden-folklora, eğimdenbitki örtüsüne, kültürden-eski mimari dokuya kadar bir araştırma
yaptıktan sonra, tasarım eylemine
başlanmalı. Buna kuluçkaya yatma
evresi de denebilir. Bu evre orijinal
bir üretimi oluşturmanın yanında,
kullanıcıların ruhunu yuvaya nakş
etmenin zeminini de oluşturur. İşte
o zaman gürbüz civciv, gagasını
kabuktan dışarı çıkarır.
“Mimar doğaya zarar vermemeli”
Doğaya yabancılaşan insan
kendisine de yabancılaşır. Doğaya
yabancılaşmak beraberinde bencilliği, zalimliği, üretim kısırlığını, hazıra
konmayı ve emeğe hoyratça davranmayı getirir. Bu yüzden Mimar,
doğaya zarar vermeden tasarım
yapmalıdır. “İnsan yuvaları” doğanın yaması değil, bütünün parçası
olmalıdır. Çünkü dokunulmamış,
bakir kalmış asıl güzellik doğanın
kendisidir.
Mimarın görevi; Organik mimari ile doğa-mekân ilişkisindeki
zararı minimuma indirmeye özen
göstermektir. 4850 yıl evvel Zer-
60
Villa 2003 mimari uygulama M.Emin AKKAŞ
Organik Mimaride Mekânlarda
kullanılabilecek malzemeler.
• Doğal Taş
• Sönmemiş kireç (21 ay dinlendirildikten sonra kullanılmak şartıyla)
• Yakılmış kemik (haşere ve polenlerin yapıda yuvalanmaması için)
• Ponza (ham hali ile)
• Organik yumurta akı (nadiren kullanılır)
• Taş tozu (yerine göre kızıl taş tozu
veya pişirilmiş toprak tozu)
İç mekânlardaki rölyef, desen veya
duvar boyaları:
• Ceviz kabuğu suyundan elde edilen boya
• Nar kabuğu suyundan elde edilen boya
• Taş kınası
• Kırkor kökü (Mezopotamya’da
bolca bulunan bir bitki)
• Böğürtlen kökü
Organik mimaride bir eser amacına uygun, canlı doğasına yatkın
ve çevresiyle uyumlu olmalı ve
bu uyumu yakalayacak mimarın
da tabiatın asistanı (mürit) olması
gerekir. İnsanoğlu için “mazbut”
(mutlu-sağlıklı-dayanıklı) yuva ta-
Pazarcılar Pasajı- 2008 - M.Emin AKKAŞ
sarlayan bir doğa dostu mimar, yapının inşa edileceği bölgenin canlı
karakteristiğini de hassasiyetle incelemelidir. Bir mimari ürün ortaya
çıkarabilmek için sadece mimar,
statikçi, elektrikçi, tesisatçı yetmez.
Bunun yanında: zoolog, botanikçi,
sosyolog, psikolog, ressam, müzisyen ve heykeltıraşlar; yapı kullanıcılarının zevk ve amaçlarını ihmal
etmeden, bir ekip şeklinde ortaklaşıp üretebilmelidir.
Doğanın okulundan icazetini
alan sanatçı-doğa dostu mimarların haykırma anı gelmiştir. Gün
doğada var olanı bir bütün olarak
kucaklama, karıncasından kırlangıcına kadar her canlıya insan kadar
özen göstermenin ve insanoğluna
mutlu-sağlıklı ve dayanıklı yuvalar
kurmanın zamanıdır.
H.Şeyhdavut Konağı / Şeyhan 2007 mimari uygulama M.Emin AKKAŞ
61
“Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun Tasarısı”
Değerlendirme Raporu 1
4.03.2012
TMMOB MİMARLAR ODASI
Kanun tasarısı; “afet” nedeniyle
risk altında olan yerlerin “iyileştirme, tasfiye ve yenileme” adı altında
dönüştürülmesi amacını taşıyan,
ancak uygulanması halinde kendisi “afet” sonucu doğuracak olan
bir kanundur. Gerçekten de toplumun tamamı veya belli kesimlerinin
fiziksel, ekonomik, sosyal kayıplarına her zaman doğal olaylar değil,
sonuçlara bazen de insan kaynaklı
olaylar yol açabilir. İşte bu kanun,
fiziksel olmasa da, belli bir kesimin
ekonomik ve sosyal kayıplarına yol
açacak sonuçları düşünüldüğünde
böyle nitelendirilebilir.
İsmi dışında “afet” vurgusu neredeyse hiç yapılmayan kanun tasarnın asıl amacının “dönüşüm” olduğu bütününe bakıldığında açıkça
anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere “dönüşüm” hukuk metinlerine daha önce 2005
62
yılında kabul edilen 5366 sayılı
Yasa ile girmişti. “Yıpranan Tarihi
ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak
Kullanılması” şeklinde uzun bir ismi
olan 5366 sayılı Yasa, yıpranan ve
özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş
sit alanlarında restorasyon ile konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal
donatı alanları oluşturulması amacıyla çıkarılmış, ancak bu Kanuna
dayalı olarak yapılan uygulamalarda Sulukule ve Tarlabaşı örneklerinde olduğu gibi, yenileme ve koruma amacından sapılmıştır.
Keza 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi
Kanunu ile “Protokol Yolu” olarak
anılan havalimanı yolu üzerindeki
alanın dönüştürülmesi için TOKİ’ye
verilen yetki ile yapılan uygulamalarda hak ihlalleri nedeniyle çok sayıda dava açılmış ve bu davaların
birçoğu halen sonuçlandırılamamıştır.
“Dönüşüm” çalışmalarının, ekonomi, sosyoloji, toplum psikolojisi,
hukuk, finans, siyaset, mühen-
dislik, mimarlık ve kentsel tasarım
alanlarını buluşturan bir bilim ve
uygulama alanı olduğu bilim çevrelerince vurgulanmasına rağmen,
mevcut siyasi iktidar daha önceki
uygulamalarda bunun çok karlı bir
iş olduğunu görmüş olmalı ki, her
alanda uygulanabilmesi için “afet”
olgusunu bahane ederek, ortaya
çıkabilecek tüm engelleri bertaraf
etmeyi hedefleyen, ulusal ve uluslararası hukuk kuralları tarafından
güvence altına alınan hakları bile
görmezden gelen bir yasa tasarısı
ile “dönüşüm” ün hukuk ve finans
kısmını kotarıp diğer yönlerini görmezden gelmektedir.
Böylesine önemli bir yasanın
hazırlanması sürecinde üniversitelerin, ilgili meslek odalarının ve
diğer bilim çevrelerinin görüşlerine başvurulmamış olması, amacın
gerçekten afet riskinin azaltılması
veya bilim ve tekniğe uygun bir dönüşümün gerçekleştirilmesi olmadığını açıkça göstermektedir.
Kanunun hazırlanmasına hâkim
olan bu anlayışın tasarının bütü-
nündeki yansıması şu başlıklar altında sıralanabilir:
• Bütün yetki 644 sayılı KHK’nın
uzantısı olarak Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı ile TOKİ’ye verilmiştir.
• Yine yerel yönetimlerin yetkileri
ortadan kaldırılmaktadır.
• Yurttaşların barınma hakkı yok
sayılmaktadır.
• Mülkiyet hakkı ihlal edilmektedir.
• Eşitlik ilkesi göz ardı edilmiştir.
• Hak arama özgürlüğü kısıtlanmaktadır.
• Tasarının genel gerekçesinde
“gönüllülük” esasına gönderme yapılmış ise de, zor kullanma yöntemleri tariflenmiştir.
• Son olarak doğal, kültürel ve tarihi varlıkların korunmasını amaçlayan bütün hukuk kuralları bertaraf
edilmiştir.
Tasarının “Amaç” maddesi olan
1. maddesinden “riskli alan” ve bu
alanlar dışında da “riskli yapıların
bulunduğu arsa ve araziler” in dönüşüme tabi tutulacağı anlaşılmaktadır.
2. maddede, idare tanımı yapılırken büyükşehir belediyesi sınırları
içindeki ilçe belediyelerinin, Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi
halinde, sürece dahil olacağı belirlenmiştir. Büyükşehir belediyesi
sınırları içindeki ilçe belediyelerinin
5216 ve 5393 sayılı Yasalardan
gelen yetkileri yok sayılarak Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı’na, Büyükşehir Belediye sınırları içindeki ilçe
belediyelerinden dilediği ile çalışıp
istemediği ile çalışmama yetkisi verilmektedir.
tilerek çevre düzeni ve diğer plan
kararlarıyla bütünlüklü bir saptama
yapılmayacağı açıkça görülmektedir. Yine bu alanların TOKİ’nin
talebiyle veya re’sen Bakanlıkça
belirlenebileceği görülmekte olup,
648 sayılı KHK’da olduğu gibi yerel
yönetimlerin yetkileri bertaraf edilmektedir.
“Riskli alan” tanımının çok belirsiz olduğu görülüyor. Bilimsel kriterlere dayanmayan sadece yetki
saptaması yapılan bir tanım söz
konusu. Yetki yine merkezde toplanıyor.
“Riskli yapı” tanımında bilimsel
ve teknik verilere dayalı olarak tespit yapılacağı belirtiliyor. Bu yapıların doğru seçilebilmesi için kullanılacak bilimsel ve teknik verilerin ne
olacağı açık değildir.3. maddesinin
birinci fıkrasında, “tespit, taşınmaz
devri ve tescil” düzenlenmektedir.
Ancak tespit konusuna çok ağırlık
verilmemiştir.
Tespit masrafları kendilerine ait
olmak üzere yapı malikleri tarafından Bakanlıkça lisanslandırılacak
kuruluşlara yaptırılacaktır. Verilen
süre içinde yaptırılmadığı takdirde
Bakanlık veya idare tarafından yaptırılacak, bu durumda masraflar için
tapu kaydına ipotek konulacak.
Her ne kadar tespitlere 15 gün
içinde itiraz hakkı tanınıyor ise de,
bu tespitlerin ilgililere hangi yollarla bildirileceği belirsiz ve de itirazı
inceleyecek olan “teknik heyet”in
dördünün Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce görevlendirilen
kişilerden, üçünün ise Bakanlıktaki
görevlilerden oluşması yani bağımsız bir heyet olmaması nedeniyle
ilgililerin haklarının korunması konusunda ciddi tereddütler uyandırmaktadır.
Ayrıca tespitleri yapmak üzere
Bakanlıkça lisanslandırılacak kuruluşların nasıl oluşturulacağı ve niteliği belli değildir. Bu hususlar yönetmeliğe bırakılmıştır.
3. maddenin üçüncü fıkrasında,
riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında (her ikisinde de Bakanlar
Kurulu’na teklif yetkisi Bakanlığa ait)
hazine mülkiyetindeki alanların (askeri alanlar dahil) tümüyle Bakanlığa tahsis edilmesi düzenlenmiştir.
“Rezerv yapı alanı” tanımında
yeni yerleşme alanları olan bu alanların saptanmasında bir analiz ya da
afet riskinin azaltılması amacı göze-
63
değiştirilmedikçe mera, yaylak ve
kışlaklardan bu Kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılmayacağına amirdir. Ancak bu Kanuna veya daha önceki kanunlara
göre mera, yaylak ve kışlak olarak
tahsis edilmiş olan veya bu amaçla kullanılan arazilerden doğal afet
bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan yerler, maddenin (g)
bendi uyarınca, tahsis amacı değiştirilebilir ve tescilleri Hazine adına yaptırılır.
Tasarıya göre bu alanların yerel
yönetimlere ya da TOKİ’ye devredilebilmesi Bakanlığın kararına bırakılmıştır.
Böylece kamu mülkiyetinde
olan alanlar yapılaşmaya açılmış
olacaktır.
3. maddenin dördüncü fıkrasında ise, riskli alanda olma koşulu
dahi aranmadan hazine dışındaki
kamu kurumlarına ait taşınmazlar
da yine Bakanlığın talebi üzerine
Bakanlar Kurulu kararıyla ya Bakanlığa ya da TOKİ veya idareye
bedelsiz devredilecektir.
Kamusal hizmetler için ayrılmış
olan eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel altyapı alanları üstelik “bu Kanunun amaçları çerçevesinde kullanılmak üzere” denilerek belirsiz
bir biçimde ve çok geniş bir yetki
ile satılacaktır.
Bu düzenleme ile yerel yönetimler yine devre dışı bırakılarak kent
planlarıyla çelişen uygulamalara yol
açılmış olacaktır.
3. maddenin altıncı fıkrasında
ise, mera alanları hedef alınmıştır.
4342 sayılı Mera Kanunu’nun
14 üncü maddesi, tahsis amacı
Doğal afet bölgeleri için duyulan
yerleşim yeri ihtiyacı, bu düzenleme ile “Bakanlıkça ihtiyaç duyulan”
gibi muğlak bir takdir yetkisi altında
tüm mera alanlarını tehdit eder hale
getirilmektedir.
Amacı risk taşıyan yapıların yıkılması ve yenilenmesi olan tasarının
3. maddesinin yedinci fıkrasında
yer verilen düzenleme ile risk taşımayan yapıların da “uygulama
bütünlüğü” gerekçesiyle kanun hükümlerine tabi olacağı belirtilmiştir.
Bu düzenleme ile riskli yapıların yanı
sıra risk taşımayan yapılar, Bakanlığın belirleyeceği sınırlar içinde kalmaları durumunda yıkılabilecektir.
Böylesi bir düzenlemeyle, güvenli, risk taşımayan yapılarda oturan, “benim yapım risk taşımıyor,
güvendeyim” düşüncesine sahip
olan kişilerin hukuksal güvenceleri,
barınma hakları, konut dokunulmazlığı, belirsizlik taşıyan “Bakanlıkça gerekli görülenler” şeklinde bir
ifadeyle ve “uygulama bütünlüğü”
kavramı ardına gizlenerek, ortadan
kaldırılmaktadır.
Tasarının 4. Maddesi “tasarrufların kısıtlanması” başlığını taşımaktadır. Bu madde sosyal devlet ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan,
yurttaşların barınma ve mülkiyet
haklarını yok sayan bir kapsamdadır.
64
edilenlere bir yardım söz konusu
olmayacaktır.
Ayrıca “kanun” olma özelliği
bulunan bir metinde, uygulanıp uygulanmayacağı veya hangi kurallar
çerçevesinde uygulanacağını belirsizleştiren “yapılabilir” ifadesine yer
verilmiş olması yasanın güvenilirliğinin ve uygulanabilirliğinin sorgulanmasına yol açan bir durumdur.
Maddenin birinci fıkrası Bakanlık veya TOKİ veya İdare, riskli
alanlarda, riskli yapıların bulunduğu
taşınmazlarda ve rezerv yapı alanlarında uygulama süresince her
türlü imar ve yapılaşma faaliyetini
durdurabilecektir.
Burada süresi belli olmayan bir
durdurma söz konusudur. Oysa
Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında süresi belli olmayan
sınırlamalarla oluşan belirsizliğin
mülkiyet hakkını kullanılamaz hale
getirdiği, Anayasa’ nın 13. Maddesine göre; kamu yararı veya diğer
amaçlarla temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların hakkın özüne dokunan, kullanılamaz
hale getiren bir nitelikte olmaması
gerektiği gerekçesiyle bu yönlü düzenlemeler hakkında iptal kararları
verilmiştir.
kişilerin barınma hakkını güvence
altına almadan bu tür yaptırımların
öngörülmesi temel insan haklarına
aykırıdır.
5. madde “tahliye ve yıktırma”
başlığı altında her ne kadar bu
alanlardaki maliklerle anlaşma yoluna gidilmesinin esas olduğu belirtiliyorsa da, esasen anlaşma yoluna gitmeyenlerin cezalandırılması
söz konusudur. Anlaşma ile tahliye
edilen yapıların maliklerine, kiracılarına ve sınırlı ayni hak sahiplerine
geçici konut ve işyeri tahsisi veya
kira yardımı yapılabileceği düzenlenirken, anlaşmayıp zorla tahliye
İkinci fıkrada kastedilen ise gecekondu sahipleridir. Tasarı, bu kişilere, “uygulamanın gerektirmesi
halinde” birinci fıkra hükümlerinin
uygulanabileceğini ve bu kişiler ile
yapılacak anlaşmanın, bunlara yardım yapılmasının ve enkaz bedeli
ödenmesinin usul ve esaslarının
Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirleneceği hükme
bağlanmaktadır. Kanunun uygulamasından en çok etkilenecek olan
dar gelirli kesimler için daha fazla
güvence gerekir iken, konut tahsisi veya kira yardımı gibi yardımların dahi uygulanmayabileceğini
öngören düzenleme eşitlik ilkesine
aykırı olduğu gibi, kişilerin adalet
duygularında da büyük tahribat yaratacaktır.
Üçüncü fıkrada, yıkım için yapı
maliklerine verilen sürede yıkım
Maddenin üçüncü fıkrası ise,
riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılar elektrik, su ve doğalgaz
hizmetlerinin verilmeyeceği ve verilen hizmetlerin durdurulacağını
öngörmektedir. Bunu sosyal devlet
ilkesiyle bağdaştırmak mümkün
değildir. Ekonomik ve sosyal yönden özel olarak korunması gereken
65
daştırmak mümkün değildir.
Beşinci fıkrada, Bakanlığa verilen yetkiler sıralanmıştır. Kanunun
işleyişini sağlayabilmek için Bakanlık, bu alanlarda her tür plan, proje,
arsa düzenleme, toplulaştırma, taşınmazları satın alma, satma, trampa, özel sektörle anlaşarak inşaat
yapma, yaptırma, arsa paylarını
belirleme, ayırma, birleştirme, sınırlı
ayni hak tesis etme yetkileriyle donatılmıştır.
gerçekleştirilmez ise, yapının tahliye edilerek yıkımın mahalli idareler
ve mülki amirler tarafından gerçekleştirileceği, dördüncü fıkrada, bu
usullerle yıkım gerçekleştirilmez ise
tespit, tahliye ve yıkım işlemlerinin
Bakanlıkça bizzat yapılacağı düzenlenmiştir. Beşinci fıkrada ise,
yıkım masraflarının maliklere ait olduğu ve bunun için tapuya ipotek
konulacağı belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere bu düzenlemelerde gönüllülük değil, zor kullanma söz konusudur. Yani malikler anlaşsa da anlaşmasa da yıkım
gerçekleştirilmektedir.
6. madde “uygulama işlemleri”ni
tariflemektedir. Arsa haline gelen
taşınmaz maliklerinin payları, tapu
işlemlerinin nasıl yapılacağı hususları açıklanmaktadır. Buna göre
yeniden bina yapılmasına veya satışına karar vermek için paydaşların
üçte ikisinin kararı gerekmektedir.
Anlaşmaya katılmayanların paylarının diğer paydaşlara açık artırma
yoluyla satılacağı, bu sağlanamadığı takdirde bu payların rayiç bedeli
ödenerek Bakanlığa tahsis edileceği, Bakanlıkça uygun görülenlerin
de TOKİ’ye veya idareye devredileceği düzenlenmiştir.
66
İkinci fıkrada, binası yıkılan malikler kendilerine yapılan tebligatı
takip eden 30 gün içinde anlaşma
sağlayamazlarsa (3/2 çoğunluk kararı ile) acele kamulaştırma ile taşınmazları alınacaktır. Özetle mülkiyet hakkı yok sayılmaktadır.
Üçüncü fıkrada, son bir yıl içinde taşınmazda ikamet edenlere,
kredi veya konut sertifikası (ne
kastedildiği tam olarak anlaşılamamaktadır) verilebileceği düzenlenmiştir. Yine kanun dilinde olmaması
gereken, ayrımcı uygulamalara yol
açabilecek ifadeler kullanılmıştır.
Dördüncü fıkrada, yapılan konutların bedellerinin “gerekli görüldüğünde”, illerdeki mevcut ekonomik durum ve uygulama alanında
yaşayan kişilerin malvarlığı veya
geliri göz önünde bulundurularak
Bakanlar Kurulu kararıyla yapım
maliyetinin altında tespit edilebileceği düzenlenmektedir. Somut bir
ölçüye dayanmayan, belirsiz ifadeler içeren bu düzenleme ile keyfi
uygulamaların önü açılmaktadır.
Ayrıca bu bentten sosyal donatı ve
altyapı harcamalarının genel olarak
uygulama maliyetine dahil edileceği
anlaşılmaktadır. Bunları hukuk devleti ve sosyal devlet anlayışıyla bağ-
Altıncı fıkrada, Bakanlığa bu
alanlarda plan yaparken özel standart belirleme yetkisi de verilmektedir. Bu, riskli yapıların bulunduğu
alanlar ile rezerv yapı alanı olarak
belirlenen bölgelerde, İmar Kanunu ve yönetmeliklerle belirlenen
uyulması zorunlu teknik ve sosyal
altyapı standartlarına uyulmayabileceği anlamına gelmektedir. Yani
bu alanlarda daha az yeşil alan ya
da daha az okul alanı ayrılmış olan
planlar yapılabilecektir. Planlı ve
sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ihlali sonucu doğmaktadır.
Dokuzuncu fıkrada, Kanun
kapsamında tesis edilecek idari işlemlere karşı otuz gün içinde
dava açılabileceği, bu davalarda
yürütmenin durdurulması kararı
verilemeyeceği ifade edilmektedir.
İdari dava açma süresi olan altmış
günlük süre kısaltılarak otuz günle
sınırlandırılmıştır. İdare karşısında
eşit güçte olmayan yurttaşın dava
açma süresinin daha da kısaltılması
hak arama hürriyetini sınırlandıran
bir durumdur.
Öte yandan madde gerekçesinde, Kanun’un yaşama hakkı ile
doğrudan alakalı olduğu açıklanarak, Anayasa’nın 125 inci maddesinin altıncı fıkrasında “Kanun, olağanüstü hallerde, … kamu düzeni,
genel sağlık nedenleri ile yürütme-
nin durdurulması kararı verilmesini
sınırlayabilir” düzenlemesinin yer
aldığı, can ve mal emniyetini korumayı temel amaç edinen bu Kanuna göre tesis edilen idari işlemlere
karşı açılan davalarda da yürütmenin durdurulması kararı verilmesini
sınırlayan hükmün, Anayasa’ya uygun olduğu ileri sürülmektedir. Ancak Anayasa’nın bu hükmü olağanüstü halleri tarif etmektedir. Oysa
bu yasanın uygulamasını gerektiren
durum bu maddede tanımlanan
olağanüstü hallerden sayılamaz.
Kaldı ki, dönüşüm uygulamalarının
en az 10 yıl süresince devam edeceği düşünüldüğünde Anayasa’nın
bu hükmüne dayandırılmasının anlamsızlığı anlaşılmaktadır.
Türkiye’de idari yargı sisteminin
zaten oldukça yavaş işlediği ortada
iken, mülkiyet hakkını tanımayan bu
Yasa kapsamında bir de yürütmenin
durdurulması kararı alınması olanağının ortadan kaldırılması, hukuk
devleti ilkesine taban tabana zıttır.
7.
maddede,
“Dönüşüm
gelirleri”nin neler olduğu sayılmaktadır. Buna göre en büyük pay, 2-B
orman alanlarından elde edilecek
gelir (%90) olarak belirlenmiştir.
2-B gelirleri yanında, çevre vergisi
olarak bilinen vergi ve idari para
cezalarının %50‘si, İller Bankası’nın
yıllık safi kar tutarının %49‘u, Bakanlığın el koyduğu taşınmazlarda
imar uygulamasına tabi tutulanların satışından elde edilecek gelirler, dönüşüm projelerinden elde
edilecek kredilerin geri ödemeleri
ve gecikme zamları, faizler, genel
bütçeden ayrılan paylar ve sair gelirlerden oluşmaktadır. Bu çok büyük bütçeden Bakanlık, TOKİ’ye ve
idareye kaynak aktarabilecektir.
türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin 4734 sayılı Kamu İhale
Kanunu’nun 21-b maddesi kapsamına alındığı görülmektedir.
4734 sayılı Kanunun 21-b maddesine göre “b) Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı
tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen
veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak
yapılmasının zorunlu olması.” halinde pazarlık usulüyle ihale yapılabilmektedir. Bu ihale usulünde ilan
zorunlu değildir , en az üç istekli
davet edilir ve teklifleri alınarak ihale
sonuçlandırılır.
Bütçesi oldukça büyük bir uygulama çerçevesinde, ülke genelinde yapılacak yenileme ve dönüşüm çalışmalarındaki alımların ve
yapım işlerinin ihalelerinin katılımı
ve rekabeti arttıracak biçimde ilan
edilerek yapılması yerine, Bakanlık,
TOKİ ya da yerel yönetimler tarafından sübjektif değerlendirmelere
dayalı firma seçimleri ile yapılması
eşitlik ve şeffaflığın gözetilmeyeceği
anlamına gelmektedir.
Üçüncü fıkrada, riskli yapı olarak tespit edilen yapıların tespit,
tahliye ve yıkımı vb. işlemlerini engelleyenler hakkında Türk Ceza
Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca işlem yapılması öngörülmüştür.
Böylesi bir düzenleme, bugüne
kadar kentsel dönüşüm alanlarında
genellikle yaşanmış olan barınma
hakkı direnişlerini suç saymakta ve
tabiî ki zor kullanarak gerçekleştirilen tasfiyeleri olumlamaktadır.
9. madde bu tasarının en felaket maddesidir.
Birinci fıkrasında, bu Kanun
uyarınca yapılacak planların İmar
Kanunu ve imara ilişkin hükümler
ihtiva eden diğer kanunlardaki kısıtlamalara tabi olmadığı düzenlenmiştir.
İmar Kanunu ve ilgili mevzuatta
plan yapımına ilişkin getirilen hükümler sağlıklı yaşam çevrelerinin
oluşturulması amacıyla belirlenmiş
standartlar ve kurallardır.
Plan yoluylasağlıklı bir yaşam
çevresi oluşturmanın ön koşulu olan kurallardan vazgeçilmesi,
8. maddenin birinci fıkrası ile
Kanun kapsamında yapılacak her
67
Anayasa’nın 56. maddesinin “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre
şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, …” hükmüne
aykırıdır.
İkinci fıkrada ise, en son komisyonda eklenen Boğaziçi Kanunu
ile birlikte doğal, kültürel zenginlikleri korumayı amaçlayan toplam
12 kanunun bu kanunu engelleyici
hükümlerinin ve diğer kanunların
bu kanuna aykırı hükümlerinin uygulanmayacağı düzenlenmiştir.Yapılan düzenleme ile bugüne kadar
oluşturulan doğal ve kültürel çevrenin korunmasına ilişkin tüm mevzuat yok sayılmaktadır. Kıyılar, tarım
toprakları, zeytinlikler, meralar, ormanlar gözden çıkarılmakta, doğal,
kentsel ve arkeolojik sit alanlarında
dilediğince tasarrufta bulunma imkanı tanınmaktadır. Öncelikle yasa
tekniği bakımından oldukça sorunlu olan bu düzenleme riskli yapılar
gerekçe yapılarak başlatılacak ağır
bir talan sürecini işaret etmektedir.
Tasarının 12. maddesi ile Kamulaştırma Kanunu’nun 15. maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Bu maddeye göre her yıl Odalar
tarafından hazırlanarak Valiliklere
bildirilen bilirkişi sayısı, illerin nüfuslarına göre 25 ile 350 arasında
değişerek arttırılmıştır.
Ancak bununla birlikte maddenin sonuna eklenen bir fıkra ile gayrimenkul değerleme uzmanlarının
listesi de SPK tarafından valiliklere
gönderilecek ve kamulaştırma de-
68
ğer tespitleri bilirkişi sıfatıyla gayrimenkul değerleme uzmanlarına
yaptırılacaktır. Yani bu alan, mimar
ve mühendisler dışında, işletme,
iktisat, maliye gibi sosyal bilimlerde
eğitim almış değerleme uzmanlarına açılmış olmaktadır.
Tasarının diğer maddeleri bazı
kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasını
öngörmektedir.
Bunlardan 5366 sayılı Kanunda
yapılan değişiklik yenileme alanlarının belirlenmesinde belediye meclislerince alınan kararların ancak
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın
teklifi ile Bakanlar Kurulu’na sunulabileceğini öngörmektedir. Belediye Kanunu’nun 73. maddesinde
yapılan değişiklik ise, yine belediyelerin kentsel dönüşüm alanı ilanı,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın
teklifte bulunması koşuluna ve
Bakanlar Kurulu kararı alınmasına
bağlanmaktadır.
Yapılan bu düzenlemelerle aslen belediyelere ait olan yetkilerin
kullanımının Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı kontrolünde Bakanlar
Kurulu’na devredilmesi, yerel yönetimler üzerinde sınırsız biçimde
merkezi idare kontrolünü getirmesi
nedeniyle yerel yönetimlerin özerkliği ilkesine açıkça aykırıdır.
Ayrıca 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de, Gecekondu
Kanunu’nda, İskan Kanunu’nda,
Toplu Konut Kanunu ile İmar
Kanunu’nda değişiklikler yapılmıştır.
En dikkat çeken ise, Atatürk
Kültür Merkezi Alanı ile ilgili yapılan
düzenlemedir.
Tasarının 19’inci maddesinin
(n) fıkrası ve 22’inci maddesi ile
2302 Sayılı “Atatürk‘ün Doğumunun 100’üncü Yılının Kutlanması
ve Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında Kanun”un 3’üncü
maddesi yürürlükten kaldırılarak,
bu alana ilişkin alınmış tüm koruma kararları ortadan kaldırılmakta,
tasarruf yetkisi Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’na verilmektedir.
Kanunun amacı ile hiçbir ilgisi
bulunmayan Ankara’nın önemli bir
açık ve yeşil alanı olan özel bir alanı
yapılaşmaya açmayı hedefleyen bir
düzenlemeye yer verilmiş olması
bu yasanın afet risklerinin azaltılması amacıyla yapılmadığının bir
diğer kanıtıdır.
Sonuç itibariyle;
Tasarı, bu haliyle ulusal ve uluslar arası hukuk ile güvence altına
alınan hakları ortadan kaldırmakta,
doğal, kültürel, tarihi varlıklarımız
ve kentlerimizde yeni bir yağmanın
önünü açmaktadır. Hukuk ve bilim
dışı tasarının kanunlaşması halinde
asıl afeti yaşayacak olan kentlerimizin bu anlayışa feda edilmemesi ve
tasarının geri çekilmesi gerekmektedir.
MİMO GENÇ
Farklı Bir Mekanda
Mimarlığı–Eğitimi Solumak
Aysel YILMAZ
Ülkemizde mimarlık eğitimi üzerine son yıllarda tartışıp duruyoruz durmadan. Mimarlık eğitiminin uluslararası geçerliliği, verilen eğitimin süreci 4,4+1,4+2 vb
konular tartışıla dursun, burada süreç mi? yoksa bu
sürecin nasıl yaşandığı mı? sanırım bu sürecin nasıl
yaşandığıdır önemli olan.
Teknolojik, malzeme, çevre gibi hızla değişen koşullarla birlikte bu meslek farklı disiplinlerle karşılıklı
iletişim içersinde olmalı. Kopuk değil, onlarla beslenmeli, büyümeli. Akademik ortamlar sadece öğrencilere meslek bilgisi sunmakla kalmayıp, onlara çoklu düşünmeyi, farklı bakışlar sunabilmeyi, yenilikçi olabilmeyi de öğretmelidir. Mimarlığı öğrenmek için anlamak
ve çaba sarf etmek gerekir. Çünkü mimarlık sanatın
akılla, zihinle, zekâyla ve de düşüncelerle bütünleşmesi demektir. Ancak o zaman üretilir mimarlık. Mimar
yaşadığı, soluduğu ortamla bütünleşmelidir. Yaptığı işi
anlatmak için bazen müziği, bazen tiyatroyu bazen de
şiiri kullanabilmelidir. Coşku olmadan mimarlık olmaz.
Heyecan duymalı, duymalı ki yaratmalı. Ben hayatım
da birçok sorunlar yaşadım, sıkıldım ama asla mutsuzluğu telaffuz etmedim. Çünkü işimi seviyorum. İnanın insan hayatı boyunca eziyetler, gel-gitler yaşıyor
olabilir ama heyecanını asla kaybetmemeli. Mesela bu
heyecan bende hiç bitmedi. Yüreğim zamana yenilmedikçe de devam edecektir. Mimar heyecan duymazsa mutlu olamaz, üretemez.
Tüm bu heyecan çılgınlığı içersinde Artuklu Üniversitesi Mimarlık fakültesi adı altında Dicle Üniversitesi
Mimarlık Fakültesinde okuyan 3.sınıftaki 21 heyecanlı,
bir o kadar da umut dolu öğrenci arkadaşlarımızla birlikte Mimari proje dersini farkındalık yaratarak tarihi
bir mekanda çevremizi hissederek, onun kokusunu
duyarak yapmak istedik. Proje dersine başlamadan
önce de kahvaltı yapmak çok neşeli bir ortam yarattı
açıkçası. Diyarbakır da sabah kahvaltısı da ayrı bir kültür, bir yaşamdır. Bu kültürün yaşatıldığı, hizmet olarak
sunulduğu bir mekandır HASANPAŞA HANI. Ekmeğin
kokusu, peynirin tadı, kavurmanın yumurtayla eşsiz
birlikteliği bir başkadır burada inanın. Bir de yanınızda sevgili öğrencileriniz varsa zaten heyecan, eğitimöğretim, yemek ve günün sonunda mutlu yorgunluk
Okulda görüşmek üzere diyerek söylenen ayrılıklar….
Evet mimarlığa dokunduk, soluduk. Sonrasında öğrenci arkadaşlarımız o güne dair duygu ve düşüncelerini ifade ettiler. Bu ifade şiir oldu, söz oldu, yazı oldu.
Onları sizlerle paylaşmak istedim. Heyecan dolu nice
günlere….
M..Tolga ARSLAN
(Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü 3.sınıf öğrencisi)
Zaman zaman mimari ile ilişkili derslerimizi geleneksel han ve evlerde işlememizin hem sürekli içinde
bulunulan kapalı sınıf ortamından çıkıldığı için öğrenci
ve öğretmenlerin verimini arttıracağını hem de mimari
açıdan derse görsellik kazandıracağını düşünüyorum.
Geçtiğimiz günlerde bu fikirden hareketle Mimari proje
dersimizi Diyarbakır’ın geleneksel yapılarından biri olan
Hasan Paşa Han’ında işledik. Mimarlık bölümü için mimari tarihe sahip bir alanda ders işlemek, o bölgenin
mimarisini tanımak ve ders kapsamında projelerimizi
69
MİMO GENÇ
yapacağımız arazilerde ki dokuyu görmenin, bizlere
geleneksel bakış açısını kazandırdığını söyleyebilirim.
Sadece mimari proje dersi içinde değil, mimarlık
tarihi, yapı projesi, şehircilik projesi ve bunun gibi uygulamaya ve görsel eğitime dayalı derslerde sınıf ortamının dışına çıkıp görerek, dokunarak kısacası hissederek dersi işlemek daha faydalı ve daha akılda kalıcı
olacaktır.
Ellerindeki kısıtlı imkânlara rağmen “öğrencilerimiz
geleneksel, tarihi yapı görsünler” düşüncesiyle yola
çıkarak bizlere bu ayrıcalığı tanıdıkları için hocalarımıza teşekkür ederim. Ayrıca bu davranışın örnek teşkil
edip “mimari ve teknik gezi” düzenlenmesi için bir ilk
adım olacağı kanısındayım.
Esma ŞİRİN
( Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü 3.sınıf öğrencisi)
Gezi tadındaki bu haftalık mimari proje dersimiz
belki de bütün mimarlık bölümlerinde bir ilke imza attı.
Daha doğrusu başka hangi bölümde öğrenciler hocalarıyla kahvaltıya gider, sohbet eder ya da güler eğlenir. MİMARLIK bu açıdan en azından benim için; diğer
bölümlere oranla daha samimi ve içten, hoca-öğrenci
ilişkisinin daha da ötesine giden bir ilişkinin olduğu bölümdür. Çevremdeki arkadaşlarıma anlattığımda; hepsi beni hayretle ve imrenerek dinliyorlar. Onlarda ise
hoca-öğrenci ilişkisinin resmiyetten öteye gitmediğini
görüyorum. Çok nadir örneklerde var tabi. Bu açıdan
bakarsak şanslı olduğumu düşünüyorum.
70
Hasanpaşa Hanı‘nda kahvaltı; her zaman öğrencilik hayatımda bir ilk ve özel günlerden biri olarak, hiçbir zaman unutamayacağım ve ilerde fotoğraflarımıza
baktıkça hep güzel anılarla hatırlayacağım bir gün olarak kalacaktır benim için.
Sadık Arda arkadaşımızın Aysel Hocayla köşe kapmaca meyve tabağını kaçırışı; eminim çok komik ve
unutulmayacak anılarımdandır. Böyle bir anımın olmasında hocalarımızdan Aysel Yılmaz, Mine Baran, Türkan Kejanlı hocalarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Son olarak böyle etkinliklerin devamını beklediğimi de
söylemeden edemeyeceğim.:)
MİMO GENÇ
Muhammed Tunçdemir
(Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü 3.sınıf öğrencisi)
HASAN PAŞA HANINDA
Bir başkadır HASAN PAŞA hanı,
Amedin göz nuru, tarih şafağı,
Yar’ların, yarenlerin mekanı
Cıvıl cıvıl oluyor han sabahları
Tarihin medeniyet kokan avlusu,
Bu siyah bazalt taşlarına bakın,
Nasılda sert dimdik ayakta,
Kaç medeniyet yaşamış bu siyah bazalt taşlarında.
Diyarbakır’a bakın nasılda Mimarlarına kucak açmış
Bir umut, bir kıvılcım yaratacak bu insanlarda,
Amed türkülerini söyleyecek bu umut dolu insanlara
71
MİMO GENÇ
Yaşasın mimarlarla dolu olan mutlu sabahlara.
Gökyüzü bir başka parıldıyor,
Aslen Dicle olan yeni doğmuş Artuklu mimarlığa,
Güneş onları gösteriyor toplanmış bir masa etrafında,
Onlar için Kuşlar dans ediyor semada,
Yaşasın!!!
Neşe dolu, umut dolu üç hoca,on beş arkadaşa,
Durun!!!
Sisteme bakın nasılda bağırlarında çiçek açmış,
Üç hoca, onbeş arkadaşa.
Güzel bir gün hasan paşa hanında.
Sevgi ve muhabbet sarmış masaları,
Beyaz kağıt parçaları, doluşmuş masalarda,
Bir ses var kulaklarda, gülümse oluşturmuş tüm arkadaşlarda,
Hangi proje hangi kahve falında…
72

Benzer belgeler

3. mimarlık öyküleri yarışması koşulluğu

3. mimarlık öyküleri yarışması koşulluğu yapılan yasalar üzerinden gerçekleştirilen bu müdahalelerin, uzun vadede telafisi zor sosyal, mimari ve mekânsal sorunlar yaratacağı biz Mimarların en büyük endişesidir. Üniversitelerin, sivil topl...

Detaylı